9 EYLÜL 2011 CUMA
Şarkı yapmaya davet; Cemre İpçiler Varoluş Tekerlemesi; Gommalar Müzik Savaşçıları Tanrı Yanılgısı; Özgür Gençalp Kutuplaşmak; Arif Erbil Sonel “Sadece ve sadece iyi niyet” ve “Korkutma”; Ediz Kanatlı Taciz, tecavüz ve basında çarpık işlenişi; YKP-fem
Kim düzenliyor...? YKP Gençlik Kimler katılıyor...? İlgi duyan (ki anlamı, Kıbrıs’ın ve Kıbrıslıların birleşmesini isteyen, devrimci, eşitlikçi, özgürlükçü, savaş karşıtı, feminist, anti militarist, her türlü ırkçılığa ve ayrımcılığı karşı her renk-
ten genç solcular [Hani Subcomandante Marcos’un tabiriyle, San Francisco sokaklarında bir eşcinsel, Güney Afrika’da bir siyah, Avrupa’da bir Asyalı, gece yarısı met-
roda yalnız bir kadın, İsrail’de bir Filistinli, San Cristobal'ın sokaklarında bir yerli Maya, Bosna’da bir pasifist, İspanya’da bir anarşist, Almanya’da bir Yahudi, topraksız bir
köylü, Türkiye’de bir Kürt, mutsuz bir öğrenci, iş bulamayan bir insan, Chiapas dağlarında bir Zapatista olabilme potansiyeli olan genç]) katılıyor.
2
9 EYLÜL 2011 CUMA
Şarkı yapmaya davet… Cemre İpciler
Tanrı Yanılgısı Özgür Gençalp Şarkı ismini Richard Dawkins’in "Tanrı Yanılgısı" isimli kitabından aldı. Geçtiğimiz günlerde Turan Dursunun ölüm yıl dönümüydü, Türkiye’de ki bir ateistti, vurularak öldürüldü. Aziz Nesin’lerin 93 de Sivas’ta yakılmak istenmesi ve dahası.... Dinin cinsiyetçiliği militarist duruşu ve tamamen yalan oluşu şarkıda anlatılıyor. Olmayan bir şey için çıkarılan tüm bu savaşlar Gözümü kapatıp açsam ve gelse tüm barışlar Ama kolay değil bağnazlara karşı mücadele Eline silahlı almakla olmaz sarılmalıyız bilime Olmadığı için görünemiyor gözümüze Delinin biri kuyuya bir taş atar ve arkasında cemaat Kadınla erkek eşit yaşamalı aslında günümüzde İki kadın bir erkektir deyen deliye tapmamalıyız ölümüne Aslında bana kızacağını biliyorum tüm inançlıların Tepkisini de çekeceğim camideki imamların İnanların inandıklarına inanmıyorum ben aslında İnanıyorum söylediklerine bilim insanlarının Ölüme yaklaşan bir ateisti sevmez allahınız Beni sevdiğinden korumadı buna beni inandıramazsınız İnanmayanı sevmezmiş cezam hazır dediğine göre Cehennemde yanayım diye yaratmış beni bile bile Saygım sonsuz inanlara ve inanmayanlara Ama kızıyorum bu yüzden birbirini vuranlara Bana mantıklı gelen din değil sadece bilimdir Darwin bence yaradılışçılardan daha zekidir Saygım sonsuz inanlara ve inanmayanlara Ama kızıyorum bu yüzden birini yakanlara Bana mantıklı gelen din değil sadece bilimdir Turan Dursun bence yaradılışçılardan daha zekidir Kim anlamış ki benim kalbimdeki dilimi Bilimi bilerek yaşıyor ve çözüyorum dinleri Delinin biri ölmek için çeker bombanın pimini İpimi çoktan çekmişler aklımda Madımak Oteli Aziz Nesin’i de anlıyor ve hak veriyorum bugün İki Temmuz doksan üçte konuştu ve yakıldı Aklıselimler yakıldı ve en sonunda haykırdı Kokuşmuş karanlıklarınızdan çıkış yolu bulundu Bırakın insanları özgür düşünsün ve okusun Uzaydaki çaydanlık kadar gerçek öykünüz Cennet cehennem diye insanları uyuttunuz Sonunda cemaatinizi soyup ortalıktan toz oldunuz Beni kandıramazsın sakallı ve takkeli hoca Ben bilimin aşığıyım sensin aslında yalancı olan Mumun sönecek diye sendeki gelecek kaygısı Okuyup anlayın bunlar Tanrı Yanılgısı Saygım sonsuz inanlara ve inanmayanlara Ama kızıyorum bu yüzden birbirini yakanlara Bana mantıklı gelen din değil sadece bilimdir Aziz Nesin bence yaradılışçılardan daha zekidir Saygım sonsuz inanlara ve inanmayanlara Ama kızıyorum birbirlerini dolandırmalarına Bana mantıklı gelen din değil sadece bilimdir Darwin bence yaradılışçılardan daha zekidir Hani allahın verdiği canı başkası alamazdı Domuz bağıyla çıkan canları sizce kim yarattı Hani allahınızın gözünde kulları eşitti Kadına başlık parasını söyleyin kim biçti Kendi içinzde çelişiyorsunuz fakrında değilsiniz Zeus kadar gerçek inandığınız dininiz Mitolojik bir öyküyle beyin yıkadınız Size kaşı duranları Sivas’ta 93’te yaktınız…
Kapitalist sistemde bu yapılır, kişiler veya şirketler gider ve bir sanatçıdan önceden belirlenmiş bir konuda şarkı yazmasını ister. Ben de şimdi bunu yapıyorum. Sana verecek param yok ama bir şarkı sipariş edeceğim senden, bir türlü anlatamadığım bir hikayeyi anlat diye… Birkaç hafta önce gittim Maraş’a. Deniz kıyısına, otellerin oraya değil de, evlerin olduğu bölgeye, bir Mağusa aşığı olduğumu iddia etmeme rağmen ilk kez… Kırk bin kişinin terk ettiği evlerin bir kısmının yerleşime açıldığını bilmiyordum, belki de bu yüzden hazırlıksız yakalandım gördüklerime. Ve ben orada bir şey hissettim; pazarlık masalarında konuşulmayan, politik ajandalarda, kampanyalarda dile getirilemeyen bir duygu… Bir gazeteci vardı o gün bizimle, düşüncelerimi sorduğunda anlatmaya çalıştım, ertesi gün gazetede gördüm ki başaramamışım. İşte ben o duyguyu sen anlat diye istiyorum bu şarkıyı yazmanı. Üstelik sana tarif etmeyi denemeyeceğim bile. Sen kendin gitmelisin, ve dediğim gibi
yaparsan eğer, eminim sen de yaşayacaksın, aynısı olmasa da benzer bir deneyimi… Mağusa içinden Maraş’a doğru yola çıktığında sarı taştan eski binalar
görürsün ilk önce. Bir zamanlar bu yerler ne güzeldi kim bilir deyip hayal etmeye dalmışken dikenli teller ve askeri bölge uyarıları çarpar yüzüne, uyanıp yola devam edersin. Ve sonunda evlere ulaşırsın - tamam, işte orda olacak olan! Terkedilmiş evler göreceksin, onlar değil anlatmanı istediğim. Komşusu hayalet ev olan evde aslında bütün hikaye. Kendisine ikizi gibi benzeyen, aralarından dar bir yol geçen, bahçe duvarı sınır olarak kullanılan, 37 yıldır terkedilmiş olmasına
rağmen bahçesindeki babutsası capcanlı toplanmayı bekleyen - o eve her gün bakan hayalet evin komşusu ev - bana bunları hissettiren. Umutlar ve korkularla başka bir ülkeye gelip o askerinin dibindeki eve yerleşen kadın… Hayalet evlerin arasında top oynayıp bisiklet sürerek büyümüş, belki de zaman zaman odasının penceresinden hayalet evin içine bakıp o evde yaşayan çocuğa ne olduğunu merak etmiş çocuk… Hayalet evin komşusu evde hayat kurmuş, o evi sevmiş, ve yerinden edilmekten korktuğu için ‘barıştan korkan’ baba… Ve onların bahçelerindeki, hayalet evdeki yaşayan tek canlıya tıpatıp benzeyen babutsa… Belki şimdi inandın, bu duyguyu ifade edemediğime. Ben sadece nerede bulabileceğini anlatabildim. Maraş’a bir akşamüstü gidip bu iki evin arasında dur ve bırak rüzgarla konuşup sana hikayelerini anlatsınlar. Geri geldiğinde bir şarkı söyle, dikenli tellerin dibindeki, belirsizlik içinde yaşadığımız hayatlarımızı normalleştiren duyarsızlık halinden bıktım; hayalet evin komşusu evin hikayesini herkes dinlesin istiyorum...
Heryer Taşel heryer direniş... Röportaj Özgür Gençalp Bilindiği gibi son zamanlarda ülkemizde direnen işçilerin sayısı gün geçtikçe artmaktadır. Bunun sebebi ise daha fazla kar elde etme amacıyla işçilerin haklarına saldıran işverenler ve neo liberal politikaları benimseyen hükümetlerin işçilere karşı tavrıdır. İşte tam da bu direnişin artış gösterdiği günlerde, insanların haklarının gasp edildiği birçok yasanın geçirilmesi ve halen görüşülmesinin üstüne bir de Mağusa’da K.K.T.C’nin en çok vergi veren ve en çok ihracat yapan şirketi olan TAŞEL’de yıllarını o işe vermiş işçilerin sendikalaştıkları gerekçesiyle işten durdurulması ve sendikaların buna karşı çıkmasıyla başlayan bir grev gündeme geldi. TAŞEL yönetimi unutmamalıdır ki eğer bugün TAŞEL en çok vergi veren şirketse, en çok ihracat yapan şirketse bunu orada çalışan 19 işçiye borçludur. TAŞEL; işçileri işten durduran müdür olmadan da ayakta durabilir, işçileri gözetleyen müdür olmadan da ayakta durabilir, fakat unutulmamalıdır ki TAŞEL işçileri olmadan, onların emeği olmadan, onların tecrübesi olmadan ayakta duramaz. Bizler Karşı ekibi olarak TAŞEL çalışanlarına, sendikalaşma haklarına ve verdikleri onurlu mücadeleye destek belirtiyoruz. Bu bağlamda onlarla kısa bir söyleşi gerçekleştirdik. İşçiler kendi içlerinden seçtikleri ve ismini vermeyen, yıllarını bu işe vermiş bir işçi ile bu söyleşiyi gerçekleştirebileceğimizi söylediler. Ve eklediler; “eğer ismimiz yayımlanırsa, işe tekrar başladığımız zaman, aleyhte konuşma yaptığımız için hakkımızda disiplin soruşturması başlatılabilir.” Biz de onlara verdiğimiz sözü tutarak açık isim yayımlamadan onlarla gerçekleştirdiğimiz kısa söyleşiyi yayımlıyoruz. “Karşı” olarak TAŞEL işçilerine kaç yıl bu işte çalıştıklarını, asıl taleplerinin
ne olduğunu, çalışma bakanına söyleyecek bir sözleri olup olmadığını, işverenlere iletmemizi istedikleri bir mesajlarının olup olmadığını, işten çıkarılan dört işçinin, işten durdurulmasının altına yatan nedenlerin ne olabileceğini ve hükümetin bu durumda ne yapması gerektiğini sorduk. İşte aldığımız yanıt: “Ben yaklaşık 9 yıldır bu işte çalışıyorum. Talebimiz ise TAŞEL’ de işleyen 19 işçinin toplu sözleşme kapsamı altında işe
başlamalarıdır. Çalışma bakanlığına söyleyeceğimiz şeyler de var, onlardan istiyoruz ki derhal yürürlükte olan yasaları çiğneyen işverene gereken yaptırımları yapsınlar, işten durdurulan emekçi arkadaşlarımızla birlikte işimize tekrar başlamak istiyoruz. TAŞEL yönetimine de bir mesaj göndermek gerekirse eğer var olan yasalara uymaları gerekiyor. Dışardan gelen bir şirkettir ve burada yasalara uymamak gibi bir lüksleri de yoktur bu yasalara uymaları gereklidir. Arkadaşlarımızın işten çıkarılmasının asıl nedeni sendikalı olmalarıdır. Sendikalaşmak her işçiye yasalarda tanınmış bir haktır. İşçi ister sendikaya üye olur, ister olmaz, isterse gerekli şartları yerine getirirse kendisi de sendika kurabilir. Bu haklar çalışanın en doğal hakkı olmasıyla birlikte yine çalışanın tercihine bağlı olan haklardır. TAŞEL yönetimi kendi kafasına göre bu hakkı hiçbir çalışan emekçinin elinden alamaz. Bu arkadaşlarımızın işten
durdurulmasındaki asıl amaç gayet açık ve nettir; Sendikasızlaştırmak. Yaklaşık üç dört sene önce aynı problemler yine yaşanmıştı. O zamanlar K.K.T.C çalışma bakanı Sayın Sonay Adem idi. Yasalar gereği bizler haklı bulunduk ve bu sıkıntının üstesinden geldik. O zamanki TAŞEL yönetimi bu ülkedeki çalışma yasalarını uygulamak zorunda kalmıştı. İstediğimiz fazla bir şey değil aslında sadece elimizde olan haklarımızın tanınmasıdır. Bu haksız tutumun hükümet tarafından ortaya atıldığını savunmuyorum. Fakat hükümette sermaye yanlısı bir hükümet olduğu için çıkarları kesişmektedir. Bu yüzden maalesef sermayeyi koruyor yasaları çalıştırmıyor. Fakat biz işçiler olarak fabrikaya girip işgal etsek bizlere yasal işlem uygulanacaktır. Yasalarımıza göre suç sayılan şeyleri işveren yaptığı için kimse müdahale etmiyor.” TAŞEL’i TAŞEL yapan bütün işçileri verdikleri onurlu mücadeleden dolayı tebrik ediyoruz. TAŞEL yönetimine ve sözde hükümet edenlere yürürlükte olan çalışma yasalarını tekrar hatırlatıyoruz ve onları derhal bu yasalara uymaya davet ediyoruz. Zafer Direnen İşçilerin Olacak. Not: Röportaj grev devam ederken yapıldı, Türk Alkollü İçki ve Şarap End. Ltd. Şirketi (TAŞEL)’de aylardan beri devam eden ve uzun süreli greve neden olan iş uyuşmazlığı, anlaşmayla sonuçlandı. TAŞEL’de örgütlü Emek-İş’in Genel Başkanı İsmail Özbarış, TAŞEL’de yaşanan iş uyuşmazlığının, “tarafların karşılıklı iyi niyet ve yapıcı tavırları sonucunda uzlaşı ile sonuçlandığını” yazılı açıklamayla bildirdi. Tüm işçilerin yarın sabah işbaşı yapacaklarını duyuran Özbarış, varılan noktadan memnuniyet belirtti ve sorunun çözümüne katkı koyanlara teşekkür etti.
3
9 EYLÜL 2011 CUMA
Taciz, tecavüz ve basında çarpık işlenişi YKP-fem, ülkemizde sıkça gündeme gelen taciz ve tecavüz olaylarına ve bu olayların basında çarpıkça işleniş şeklilleri üzerine tepki gösteren Feminist Atöyle ve Homofobiye Karşı İnsiyatif gibi örgütlere destek beyan eder ve tüm duyarlı insanları bu konuda dayanışmaya çağırır. 19 Ağustos günü üç adam tarafından cinsel saldırıya uğrayan kişinin yaşadıkları ve şu anda içinde bulunduğu ruhsal çöküntü haline rağmen, olayın bazı basın yayın organları tarafından ‘bağırta bağırta’ başlığı altında işlenmesi durumu daha da kötüleştirmekle birlikte haber etiği açısından da sıkıntılı bir hal yaratmaktadır. Tutuklanan üç sanığın soruşturmalarının hangi tonda yapıldığı bilinmese de, YKP-fem bu sorgulama neticesinde kişilerin suçlarını kabul ettiklerinin belirtilmesi üzerine başlatılan hukuksal süreci bu konuya duyarlılık gösteren diğer kişi ve örgütlerle iletişim ve destek çerçevesinde takip edecektir. Kıbrıs’ın kuzeyinde yürürlükte olan Ceza Yasası kadını birey olarak görmemekte ve tecavüzü kişinin vücutsal bütünlüğüne işlenmiş bir suç olarak değil, toplumun ahlakına karşı işlenmiş bir suç olarak saymaktadır. Cezası ömür boyu olabilecekken, pratikte ceza birkaç sene hapisle sınırlı kalmaktadır. Tecavüzün iktidar ilişkilerinden kaynaklandığını ve failler, aile üyeleri ve/veya arkadaşlarının mağdurlar üzerine baskı oluşturabilecekleri göz ardı edilmektedir. Geçtiğimiz yıl basına yansıyan iki tecavüz şikayetinin tarafların evlendirilmesi ile geri çekilmesi bu basklıarın en açık göstergesidir. Evlendirmek hem bu ‘özel’ konulara karışmak istemeyen devlet için, hem de tecavüz olayının duyulmasını istemeyen aile üyeleri için bir ‘çözüm’ olarak görülse de, kadının bir birey olarak kendi vücudu ve hayatı hakkında karar verme yetisi böylece elinden alınmakta, ve cinselliği ona bu travmayı yaşatan kişinin malıymışçasına tecavüzsüne evlilik kılıfında teslim edilmektedir. Bu, kabul edilemez bir insan hakları ihlalidir.
Ceza yasasının bir başka kabul edilemez tarafı da tecavüzün sadece vajinal girişle sınırlandırıyor olmasıdır. Ancak, ‘bir yabancı adam tarafından tecavüze uğrayan saf genç kız’ söylemleri bu stereotipte uymayan tecrübeleri gölgeye düşürmekte, ve açığa çıkıp cezalandırılmasını engellemektedir. Gey, Lezbiyen, Biseksüel, Transeksüel ve Kuir ilişkiler yaşayan bireylerin suçlu sayıldığı bu yasal sistemde, bu kişilerin yaşadıkları taciz ve tecavüz olaylarını açığa çıkarmaları neredeyse imkansızlaşmaktadır. LGBTK bireylerin aile fertleri, arkadaşları, ve onlara yakın başka homofobik kişiler tarafından uğradıkları düzeltme tecavüzleri de hem tecavüzün sadece yabancılar tarafından yapılmadığını, hem de toplumumuzda yaygın olan homofobi sorununu göz önünde sermektedir. Taleplerimiz 1. Ceza yasasının toplumsal cinsiyete duyarlı bir şekilde değiştirilmesi: a. Taciz ve tecavüzün toplumun ahlakına değil bireylerin vücut bütünlüğüne aykırı suçlar olarak sayılması, b. Madde 171’ın kalkması, c. Tecavüzün vajinal giriş ile kısıtlanmaması, d. Tecavüz suçuna minimum cezaların konulması ve bunun uygulanması, e. Aile içi tecavüzün açık hüküm ile cezalandırılması, f. Cinsel ilişkiye rızanın açıkça tanımının yapılması. 1. Adli personelin ve kamu görevlilerinin toplumsal cinsiyete duyarlı bir şekilde eğitilmeleri, 2. Medyanin kadınlara ve LGBTK bireylere duyulan saygıyı teşvik etmesi için etkin tedbirler alması, şiddete maruz kalan kişilerin rızası olmaksızın kimliklerinin açıklanmaması, açıklayan kurumların cezalandırılması, 3. Şiddete maruz kalmış bireyler için özel eğitimli sağlık personeli, rehabilitasyon ve danışmanlık hizmetlerinin sağlanması ve bu hizmetlerin bireyler tarafından, vatandaş olsun olmasın, kentlerden ve kırsal kesimlerden erişilebilirliğinin sağlanması, 4. Devletin şiddet olayları ile ilgili güvenilir istatistiki bilgi sağlaması.
Varoluş Tekerlemesi Kıbrıs Akdeniz'de bir ada Başkentimiz Lefkoşe değil, Lefkoşa Memur ettin bizi herkes esir verdiğin maaşa Ürettiğim narı satamadım, Türkiye'den ucuza mal gelir bakkala Mersin kapısı kapalı, sporcum bile ambargo altında En düşük maaş 10.000 değil, çamur atma yalanla Polisim, itfayem, askerim bile sana bağlıdır Ankara Hükümet edenler desen tam bir kukla Mafya, kara para, casinolar hepsi burda Taşıma nüfusunla ettin bizi maskara Türkiye'nin güneyinde stratejik bir nokta Buyurun dostlar Halil İbrahim sofrasına Bizi parayla satın alamazsın gönül bağımızı koparma "Çıkarım var" dediğin benim yurdumdur sakın unutma! Bir de çıkıp "besleme" den bu mağdur halka Bence sen git çek bir besmele da rahatla... Bu tekerleme tekerlene tekerlene gitsin gidecegi yere... Sertunç Akdoğu (Gommalar Müzik Savaşçıları)
Kutuplaşmak Arif Erbil Sonel
“Sadece ve sadece iyi niyet” ve “Korkutma” politikaları... Ediz Kanatlı Rusya'dan Kadetler Kıbrıs'a sirayet etti ..... Kadetler Rusya'da liberal burjuvazinin "Halk Özgürlüğü Partisi".....idi.... Lenin şöyle anlatıyor; " Kadet'in kitlelere olan umudu kitlelerin bilinçsizliğine ve köhneliğine olan umuttur. Kitleler bizim program ve taktiklerimizi anlamayacak, Barışcı ve legal protestonun ötesine gecemeyecekler , istemediklerinden deil fakat bunu yapmalarına müsaade edilmeyeceği için bize oy verecekler, çünkü solcuların gazeteleri, broşürleri, miting yapma olanakları ve keyfi tutuklama ve eziyetlere karşı hiçbir teminatları yoktur. Ve gözlerini gururla gökyüzüne kaldırıp: Şükürler olsun sana ki tanrım, ben bu aşırılardan biri değilim, ben bir devrimci değilim, kendimi en itaatkar biçimde her kudrete uydurabilirim, Hatta seçim formlarımı barışçı yenilikçilerden alacağım. Kadetler seçim kampanyasının tümünde, Kitleleri Kara 100'lerden(aşırı sağ,devlet destekli çete) ve sol partilerin 'tehlikesiyle' korkutmaya, onların küçük burjuvanın korkaklığına ve gevşekliğine adapte olmaya ve Kadetlerin en emin en alçak gönüllü, en makul ve aklı başında kişiler olduğuna onları inandırmaya yöneltmiştir." Ne kitleleri aydınlatmak ne kitleleri ayaklandırmak için ajitasyon, ne de tutarlı demokratik sloganların açıklanması, sadece korkutulmuşların sırtından yapılan koltuk pazarlığı. " 31 Aralık 1906 Ternii Truda Kıbrıs'ta korkular üzerine siyaset ve barış politikası güdülmesine şahit olmadık desek yalan olur. Çok barışçı siyasi kanat olmadık ittifaklarla ve "anlaşılmaz" program ve taktiklerle halkı kandırmaya devam ediyor.
En makul, en legal ve meşru, güvenli politika sahibi olma iddiası var. Kuzey Kıbrıs solu, sosyalistleri yeni bir dönemeçten geçiyor. Bu tür 'korkutma' oyunlarına gelip ve böylece birine oy vermek ne kadar kandırılmışlık sa, "sadece ve sadece iyi niyetine kısmen de olsa güvenilebilecek daha ilerici daha demokrat ve emeğin yükselişi adına daha düzgün söylemler kullanan aday kimse oyumuzu ona verelim" demek de aynı oranda kendini kandırmak, sorumsuzca başkasının ittifak, politika ve bunların getirilerini, götürülerinin sahiplenmek anlamına geliyor. Emek yanlısı ve işgal karşıtı söylemlerle insanları gerçeklerle donatmak biz sosyalistlerin görevi olmalı. Mücadeleyi sokağa taşımak boynumuzun borcu olmalı, sol ve sağ sapmalarla ve ittifaklar yorulan, yıpranan mücadele sokakta tüm Kıbrıslılarla birlikte örgütlenerek yeniden filizlenebilir.
Bazen yaşadığımız dünya yada adamız ,kendimizi sınıflar. Yaşadığımız ortam, toplumdaki statümüzle insanların düşünceleri bir değil . Bulundukları konum nedeniyle ya dışlıyoruz yada gruplara bölünüyoruz. Bu bölünme ilk etapta bize haz veya zevk duygusu uyandırabilir ama uzun vadede bizi bencil kendini düşünen çağ dışı bir varlık olmamızı sağlıyor. Ülkemizde son zamanlarda yaşamış olduğumuz toplumsal bir çöküş olduğunu fark etmeyen yok herhalde. Hak ve hukukun herkese ayni eşitlikte değil, herkes eşittir ama bazı insanlar biraz daha eşittir mantığıyla uygulandığını görmemek elde değil. Başta küçük yaşlarda başlar bu ayrımcılık. Okula başlarsınız ve bir hamur gibisiniz. Öğretmen sizin babanızı tanırsa konuşması anlatması hatta cezaları bile bir farklı olur daha sonra tuttuğunuz takıma oynadığınız oyuna kadar gelir olay. Küçükken “iyi” bir çevreniz varsa suçsuz yere bir çok arkadaşınızı dövebilir tehdit edebilir. Gençlik yıllarında tuttuğunuz oynadığınız takım ,işte yada okuldaki çevreniz hatta tuttuğunuz parti sizi güçlü yapar sistem içinde. Artık neyin doğru olup olmaması ilgilendirmemeye başlar insanları. Güç derken kontrolsüz güçdür. Hırs kaplar insanları ,rekabete girersin daha iyi okul daha iyi eş ,daha iyi bir araba ve iş. Hiç bir şey tatmin etmemeye başlar bu çarpık düzendeki insanları, hep daha fazlasını isterler vede hep daha iyisini(iyi derken sistemin sunduğu obje olarak). Bazen doğru yolda yürürük ama bizi o kadar esir almıştır ki düşüncelerİmiz. Yok o bu rengi geydi yok o bunu içdi, bu adamın işi ne burda. Aslında sistemin oynamış olduğu bir oyundur bu bize . Adamızda son zamanlarda hatta kendimi bildim bileli Yaşadığmız ırkçılık, torpil ,bencillik ,hak ve hukuğun olmaması sistemin eseridir, ama ne kadar sistemle savaştık acaba hak ve hukukla toplum olarak. Yoksa sistemi daha da güçlendirdik. Bunun en somut örneği toplumsal varoluş mücadelesidir. Daha son noktaya doğru geliyoruz ve yok benim söz sahibi deyilim grubum olarak katılmaycam, yok aman şimdi doğru bu mitinglerde burda bulunursam bir yerlere gelemem. Bu düşüncelerden sıyrılmayan bir kitleye sahibiz. Her konuda eşitliği savunan insanlar böyle olmamalıdır. Sistem güçlü olabilir ama sistemi kuran ve yaradanda insanlardır birliktelik her anlamda olmalıdır kafalarımızdaki kutuplaşmayı kafamızdan silmemiz gerekir en azından bizimle birlikte mücadele eden insanlardaki. Herkesin hayalleri var ama bu hayaller kendi için değil yada grubu için toplum ve toplumlar için olmalıdır.
4
9 EYLÜL 2011 CUMA
Yoldaş Camila Latin Amerika, Zapatistalar’ın lideri Komutan Yardımcısı Marcos’tan beri hiçbir isyan önderinden bu denli etkilenmemişti. Bu defa karşımızda ne bir kar maskesi, ne pipo, ne de bir tüfek var; yalnızca bir hızma. Kimilerince Şili Kışı biçiminde nitelenen halk ayaklanmasının simgesi haline gelen öğrenci lideri Komutan Camila ile tanışın. Düzenlediği basın toplantıları bakanları koltuklarından ediyor. Önderlik ettiği yürüyüşler, başkentin mahallelerini felce uğratıyor. Hükümeti bile geri adım atmaya zorluyor, öyle ki aldığı ölüm tehditleri sebebiyle polis tarafından sıkı bir koruma altında.
Öğrenci hareketinden genel greve Altı ay önceye kadar kimsenin tanımadığı 23 yaşındaki Camila Vallejo, halk ayaklanmasına önderlik etmekle kalmadı, milyarder işadamı Sebastián Piñera’nın devlet başkanlığı koltuğunu ve tüm Şili siyasetini kökünden sarstı. Kamuoyu araştırmaları, Piñera’ya olan halk desteğinin %26’ya, henüz görevden aldığı Concertación koalisyonununa verilen desteğin ise %16’lara kadar gerilediği belirtiyor. Ulaşım işçilerinin ve kamu çalışanlarının da gelişmekte olan öğrenci hareketine destek verme kararıyla birlikte, çarşamba günü, ülke çapındaki iki günlük genel grevin başlangıcına sahne oldu. Geçtiğimiz günlerde verdiği bir röportajda, ülkedeki hoşnutsuzluğun inanılmaz bir seviyeye ulaştığını belirtenVallejo şöyle devam etti: “Her zaman ilk adımı atan gençliktir. Geçindirmek zorunda olduğumuz ailelerimiz yok ve bu bizi eylemlerimizde daha özgür kılıyor. İlk adımı biz attık fakat artık yalnız değiliz, bizden önceki kuşaklar da mücadeleye katılıyorlar.”
Genel grev sırasında Şilili göstericilerin fırlattığı boyalardan korunmaya çalışan polisler. Fotoğraf: Victor R. Caivano/AP -
Boykot ve talepler 105 yıllık Şili Üniversitesi tarihindeki ikinci kadın öğrenci birliği başkanı ve aynı zamanda Şili Komünist Partisi’nin de üyesi olan Vallejo, Augusto Pinochet yönetimindeki 80’li yıllardan bu yana görülen en geniş halk hareketinin simgesi haline geldi. Yüzbinlerce üniversite ve lise öğrencisi Haziran ayı başından itibaren dersleri boykot etmiş, daha ucuz ve daha kaliteli bir eğitim sistemine gereksinim duyulduğu vurgusunu yaparak, az sayıda seçkin, zengin koleje karşın sürüyle yoksun bırakılmış devlet okulu yaratan iki kademeli eğitim sisteminin yürürlükten kalkması taleplerini kamuoyuna duyurmuşlardı. O sıralarda Vallejo, tencere ve tavalarla hükümetin protesto edildiği gösteriler düzenlemiş, bu gösterilerin bir kısmı ise şiddet olaylarına sahne olmuştu. Başkanlık sarayının önünde yaptığı açıklamada Vallejo şöyle konuşmuştu: “Şiddet istemiyoruz, ne kavgamız polise karşı, ne de amacımız dükkanlara zarar vermek. Eğitim hakkını geri kazanmak için mücadele ediyoruz. Bu konudaki kararlığımız kesindir.” Eylemleri yatıştırmak için hükümet, ivedi bir biçimde, aralarında kaliteli eğitimin anayasal güvence altına alınması ve öğrenim kredileri için uygulanan faiz oranlarının %6,4’ten %2’ye çekilmesi gibi düzenlemeleri de içeren girişimlerde bulundu. Fakat eğitime fazladan 1,9 trilyon Şili Pesosu (yaklaşık 7 milyar Türk Lirası) aktarılacağı
sözü ayaklanmaları dizginlemek için yeterli olmadı. Eylemlerde gittikçe artış gösteren polis varlığına karşın, eylemcilerin geri çekileceği yönünde görüş bildiren uzmanların sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor.
Şilili öğrenci lideri Camila Vallejo, polislerin göstericilere attığı göz yaşartıcı bomba kovanlarından oluşturulan barış işaretinin içinde otururken. Fotoğraf: Roberto Candia/AP -
korunması gerektiğini kararlaştırdı.
Kıtanın geri kalanına ilham veriyor Valloje kısa sürede kült bir figüre dönüştü,
Göz yaşartıcı bombalar arasında açıklama Vallejo konuşmasını yaparken, eylemlerini dağıtmak için polislerce kullanılan yüzlerce göz yaşartıcı bomba kovanını barış sembolü şeklinde düzenleyen arkadaşlarıyla çevriliydi. Etrafını gösterek “İşte, burada 50 milyon Peso (185 bin Türk Lirası) değerinde göz yaşartıcı bomba bulunuyor” şeklinde konuşan Vallejo, sözlerine şöyle devam etti: “Bölgesel ve ulusal ölçekte kullanılan miktarları gözünüzün önüne getirin. Bu kabul edilemez, İç İşleri Bakanı’nı istifaya sürükleyen taleplerimizi yineliyoruz.” Hükümet mensubundan ilginç öneri Kültür Bakanlığı’nda çalışan hükümet mensubu Tatiana Acuña, Vallejo’nun öldürülmesinin gösterilere son vereceğini iddia edince görevinden alınmıştı. Bu gelişmeler üzerine Salı günü Şili yüksek mahkemesi öğrenci liderinin polisçe
ğız” biçiminde belirtmişti. Geçtiğimiz günlerde Bolivya’nın gençlik önderleriyle biraraya gelen Linera, gençlere Güney Amerika’daki gençlik hareketlerini örnek almalarını öğütledi: “Arjantin, Brezilya ve Şili’deki gelişmeleri değerlendirmelisiniz. Şili’de genç ve güzel bir lider, gençliğe muazzam bir kalkışmada önderlik ediyor.” Vallejo dış görünüşüyle ilgili söylenenlere şöyle cevap verdi: “Güzelliğin bir avantaj olduğunu kabul etmelisiniz. Bunu bir kompliman olarak değerlendiriyorum; ilkin dış görünüşüm yüzünden söylediklerime kulak kabartıyor olsalar da, sonrasında onlara fikirlerden bahsediyorum. Tarihsel kökenleri böylesine derin bir hareket, bu denli yapay tanımlarla betimlenemez.”
Öğrenciler ne istiyor
YouTube’da hakkında yazılan şarkılar ve tahminler gösteriyor ki karizması sayesinde kendini bir anda siyasetin içinde bulabilir. Bolivya Başkan Yardımcısı Álvaro García Linera, Vallejo’ya olan sempatisini “Hepimiz ona aşı-
“Varolan sistemi geliştirmeyi arzu etmiyoruz; talebimiz yapısal bir değişiklikten yana. Eğitimin bir meta olarak değerlendirilmesi yerine, devletçe garanti altına alınan bir hak olmasını istiyoruz.” “Niçin eğitime ihtiyaç duyuyoruz? Kar elde etmek ya da bir iş tutmak için mi? Yoksa toplumsal entegrasyon ve insani gelişme yoluyla ülkeyi kalkındırmak için mi? Hükümetle anlaşamadığımız konular bunlar.” *** Çeviren: Doğu Eroğlu
SERGİ....
“En son ne zaman hiç yorgun değildin?” Diploma verdiler. iş çantalarımız, on beş dakikalık kahve aralarımız, paket servis yemeklerimiz oldu. makbuz üstüne makbuz, fiş üstüne fiş... KDV. atv. modernleştik: Gazete manşetlerinin koyu puntolu cinayet haberleri, geceleri ışıklı ekrandan bize gülümseyen sahte yüzler. Kalabalıklaştık zannettik ama gittikçe eksiliyorduk. Dinlendik sanıyor ama daha çok yoruluyorduk. Kıbrıs’ a doğmak bir yorgunluktur. Yetişkin olmak, başlı başına bir yorgunluktur. bir de gündelik hayat yorgunlukları var pencere kenarındaki toz toprak gibi ruhun köşelerinde küçük küçük biriken..ne uyumayı beceriyoruz, ne uyanık kalmayı...oysa
gözlerimizden hiç gitmeyen bir kare var. çocukken, dağınık saçlar ve bayramlık ayakkabılarımızla, güneşten kenarları yanmış, sarı pembe bir fotoğraf: belki Girne limanında artık olmayan bir parkta; belki bir aile pikniğinde, henüz kirlenmemiş alev kayasında: her şey, yeni başlıyor... Açılış Gecesi: 8 eylül 2011, 19:00 "rüyamda bu kadar yorgun değildik" mehmet erdoğan // fotoğraf sergisi EMAA Başkent Sanat Merkezi 8 - 22 eylül 2011 EMAA Ziyaret Saatleri: Pazartesi 16:00 - 20:00, Salı-Cuma 10:00 - 13:00 / 16:00 – 20:00, Cumartesi 10:00 – 14:00