S ONDAN S ONRA AMY PLUM Çeviri: Esra Çakıruylası
AKILÇE LE N KİTAPLAR
1 JUNEAU
Sırtımı asırlık çam ağacına yaslayarak çömelip tek elimle arbaletimi kaldırdım. Silahıma tutturulmuş o çok kıymetli ayna parçasından gözümü bir an bile ayırmaksızın ağacın arkasından milim milim dışarı çıktım. Aynada bir sedir ağacının ardından fırlayıp karla kaplı açık alana doğru hareket eden bir şey fark ettim. Sağ tarafımdaki dallardan gelen çatırdama sesinden anladım ki yakınlarda pusuya yatmış bir başka düşman daha vardı. Nükleer serpintinin sebep olduğu radyasyon hasarını, yani kaçınılmaz yara ve çiçek bozuğu izlerini görebilmiş değildim. Ama vardı, orada bir yerlerdeydi. Şansımı denemek zorundaydım. Kıyametten sağ çıkmak istiyorsanız, çetin ve kararlı olmak zorundaydınız. Zıplayarak ağacın arkasından çıktım, alçak boylu bir çoban püskülü çalılığının ardından bana doğru fırlatılan oku görünce eğilmemle okun tam önüme düşmesi bir oldu. Yerde yuvarlanıp tekrar ayağa kalktım.
“Vurdum seni!” diye bir ses geldi çalıların oradan. Yaprak hışırdamaları duydum, ardından çoban püsküllerinin yeşilli kırmızıları içinden altın rengi saçları ışıl ışıl parlayan arkadaşım Nome ortaya çıktı. “Hayır vuramadın!” diye seslendim ben de, ama sonra işaret ettiği yere bakmak için kafamı indirince, güderi parkamın kolundan damlayan parçalanmış Bektaşi üzümünü gördüm. “Sonuçta kol bu. Ölümcül olmazdı,” dedim, meyvenin artıklarını kolumdan silkeleyerek. Oysa biliyordum ki bu beni o anda orada öldürmese de, yaralanmış olacaktım. Ve aldığım her türlü yara beni yavaşlatacaktı. Köyümüze yapılacak gerçek bir saldın hâlinde, Nome’un Bektaşi üzümü eninde sonunda ölümüm anlamına gelecekti. Sedir ağacının arkasından elindeki yassı Amerikan geyiği boynuzuyla Kenai çıkageldi. Boynuzun geniş kısmının üzerine şeytani bir surat çizmişti ve okum suratın aim kısmına saplı duruyordu. “Tam isabet,” dedi, ardından da uydurma haydudunun acı dolu ve uzun süren ölümünü taklit eden guruldama sesleri çıkarmaya başladı. Gergin ortamları yumuşatmakta 'Kenai’nin üstüne yoktu. Boynuzun ölüm sancıları, elleri havada koşa koşa gelen Nikiski ile bölündü. “Ateşkes,” diye bağırıp, eksik ön iki dişinden kalan boşluğu göstere göstere kocaman sırıttı. “Juneau, Whit okulda seni görmek istiyor. Avlanmayla ilgili bir konuymuş. Et mi azalmış ne. Dennis de ikinizi istiyor” dedi Kenai ve Nome’u işaret ederek “bir projeyle ilgili yapmanızı istediği bir şey varmış.” “Bu net ve bilgilendirici mesaj için teşekkür ederiz,” dedi Kenai ve Nikiski’nin saçlarını karıştırarak çocuğun yanından geçip köye doğru yürümeye koyuldu. Sonra da “Çatışma resmi olarak bitmiştir,” diye seslendi Nikiski’nin arka tarafından. “Haydut maktul, Junebug (Haziran böceği) yaralı. Nome’a on puan.”
Nome bir sevinç narası atarak tapanını parkasının içine soktuktan sonra koşar adım bana doğru geldi. Yüz ifademi görünceyse, o oyuncu ruh hâli sönüp gitti, “Önemli değil, Juneau. Dediğin gibi, ölümcül bir durum olmazdı.” Sustum. Köye doğru yürümeye başladığımız sırada Nome derin bir iç çekti. “Juneau, mükemmel olamazsın. Sen klanın Bilgesi olacaksın, tek koruyucumuz değil.“ “Her ikisini de yapmak için hazırlıklı olmayı tercih ederim,“ diye yanıtladım. “On yedi yaşındasın, Juneau. Ve daha şimdiden bütün klanın yükünü omuzlarında taşıyorsun.“ Cevap vermedim. Ama içten içe söylediği şeyin doğruluğunun farkındaydım. Şimdi daha gençtim, ama gün gelecek birkaç düzine insanın iyiliği ve huzuru bana emanet olacaktı. Bu ağır bir yüktü -taşımak zorunda olduğumu bildiğim bir yük. Yoksa sahip olduğum Tanrı vergisi yetenek neden bana bahşedilmiş olsundu ki? Tepenin sırtına tırmandık, önümüzde şeker beyazı postuyla gökyüzüne doğru yükselen Büyük Kutup Ayısı: Denali Dağı uzanıyordu. Dağın etekleriyle ormanın arasındaysa yirmi çadır, diğer adıyla yurt bulunuyordu. Yurtların çatılarını ve kenarlarını kaplayan açık renk deri onları karın içinde neredeyse görünmez kılıyordu -ki bu kamuflaj mecburiydi. Savaşın üzerinden otuz yıl geçmişti. Annem, babam ve bir on beş kişi daha tam son saatlerde, nükleer patlamaların ilk ateş fırtınasından hemen sonra kaçmayı başarmıştı...ardından gelen sonuçlarsa felaketti; radyasyon, kıtlık ve soykırımla birlikte yavaş ve sinsi bir sarmaşık gibi yayılan ölüm. Sonra da buraya, Alaska’nın bu el değmemiş bölgesine, yok edilmek üzere hedef alınabilecek bütün şehirlerden uzağa gelmişlerdi.