Sonuna Kadar

Page 1

Sonuna Kadar


Sonuna Kadar

Jennifer Probst Kitabın Özgün Adı: All the Way Nemesis Kitap / Roman Yayın No: 280 Yazan: Jennifer Probst Çeviren: Yaprak Yılmaz Yayına Hazırlayan: Hasret Parlak Düzelti: Pınar Şentürk Kapak Tasarım ve Uygulama: Başak Yaman Eroğlu ISBN: 978-605-9809-19-1 © Jennifer Probst © Nemesis Kitap Bu kitabın yayın hakları Akcali Telif Hakları Ajansı aracılığıyla alınmıştır. Tanıtım için yapılacak kısa alıntılar dışında yayıncının izni olmaksızın hiçbir yolla çoğaltılamaz. Sertifika No: 26707 1. Baskı / Eylül 2015 Baskı ve Cilt: Kitap Matbaacılık San. ve Tic. Ltd. Şti Davutpaşa Cad. No: 123 Kat:1 Topkapı / İstanbul Tel: (212) 482 99 10 (pbx) Sertifika No: 16053 Yayımlayan: NEMESİS KİTAP Gürsel Mah. Alaybey Sk. No:10/2 Kağıthane / İstanbul Tel: 0212 222 10 66 - Faks: 0212 222 46 16 info@nemesiskitap.com / www.nemesiskitap.com


Sonuna Kadar Jennifer Probst

Çeviren: Yaprak Yılmaz



İntikam sıcak yenen bir yemektir…



Bölüm 1



“Hey, Gavin, masa üçün siparişini alabilir misin?” Gavin Luciano, yüzünü küçük kardeşine döndü. Brando’nun koyu kahve gözlerinde rica ve dik başlılığın bilindik bakışı vardı. Huzursuzdu. “Mutfakta bir kriz var ve sen benden garsonluk yapmamı mı bekliyorsun? Bunun senin sorumluluğunda olacağı konusunda anlaştığımızı sanıyordum?” Başkaldırı, ricayı yendi. “Benim tuvalete gitmem gerek.” Gavin bir kaşını kaldırdı. “Masa üçün on saniye daha bekleyebileceğinden eminim.” “O halde Tracey’yi aramam gerek. Saat altıda arayacağımı söyledim.” “Hımm. Anlaşılan, kadınlarla olan buluşmalarını restoranın hep en yoğun olduğu saatlere denk getireceğin konusunda sana güvenebiliriz.” “Bana birazcık izin versen ölür müsün?” Gavin gülümsemesini saklamak zorunda kaldı. Küçük kardeşinin, utanabildiğinin farkında olup olmadığını merak etti. “Ona mesaj at. Sen tuvaletteyken ben de masanın siparişini alırım. Tracey bir saat daha bekleyebilir.” Brando kaşlarını çattı fakat tartışmamaya karar verdi. Bu seferlik. “İyi.” Mutfaktan aceleyle çıkıp gitti. 9


Jennifer Probst

Gavin, arzu dolu düşüncelerle dolup taşan ve vücudun aklı kontrol ettiği bu dönemi kendisinin de yaşayıp yaşamadığını hatırlamaya çalıştı. Cevap büyük olasılıkla hayırdı. Parkta romantik bir akşamüstü geçirsin diye işten vazgeçmeye hevesli olduğu bir dönemi hiç olmamıştı. Belli ki bu aile restoranının iflasın eşiğinde olmasının sebebi de buydu. Babası, en yoğun oldukları öğle yemeği saatlerinde dahi kapıya “Balığa gittim” tabelasını asmaktan çekinmiyordu. Başını salladı. Cehennem gibi bir gece olacağa benziyordu. Garsonlardan biri hastaydı ve normalde dengeli olduğunu düşündüğü şef, karısının kendisini aldattığını düşünüyordu. Yemeklerin servis edileceği kişi sanki karısının sevgilisiymişçesine, baharatlar ve çeşnileme konusunda biraz acımasız davranıyordu. Gavin bütün müşterilerin şefin spesiyalini sipariş etmesini umuyordu. Çünkü levrek, baharatların yaratacağı sıkıntılardan uzaktı ve kolayca hazırlanabiliyordu. Gavin restoranda ilerlediği sırada barmen Dominick yolunu kesti. “Sigara içmem gerek. Benim yerime bara bakabilir misin?” Gavin sabırlı olmaya çalışarak, buraya personelini öldürmek için değil, bu restoranı toparlayıp kurtarmak için geldiğini kendisine hatırlattı. “Hayır. Sana yeni kuralları anlatmıştım. Sigaranı mola verdiğin zamanlarda iç.” Dominick döndü ve onun omzunu tuttu. Birlikte büyümüş olduklarından şimdi müdür rolünü oynamak zordu. “Hadi ama dostum. Ölüyorum burada. Bütün müşterileri birkaç dakika idare edebilecek servisi yaptım bile.” 10


Sonuna Kadar Gavin birçok stajyeri titretebilecek bir bakış attı. “Beni zorlama Dominick. Hâlihazırda garsonluk görevini üstlenmiş durumdayım ve bara da geçmeyeceğim. Kıçına tekmeyi koymamı istemiyorsan görev yerine dön.” Dominick’in gözlerindeki isyankâr bakış neredeyse Gavin’a kendisini suçlu hissettirecekti. Neredeyse. “Biriyle yatsan iyi olur, dostum.” Dominick sigarası hâlâ elinde olduğu halde zar zor barın arkasına geçti. Mia Casa’nın hiç kâr etmiyor oluşuna şaşırmamak gerekiyordu. Gavin’ın Titanic’i kurtarması için yalnızca üç ayı vardı ve cankurtaran sandalları çoktan tükenmişti. Yapılan yenilikler için hatırı sayılır miktarda para dökmenin yardımı olurdu fakat bunlar doğru dürüst sonuçlar elde etmesine yardımcı olmazdı. Ve restoranın yemekleriyle ilgili etrafa güzel söylentiler yaymayı beceremezse, o zaman bu buzlu suları Tanrı bile durduramazdı. Sinirden titrememek için kendisini zor tuttu ve sakinleşmeye çalışarak üç numaralı masaya doğru ilerledi. Sonra onu gördü. Aniden durdu ve öylece bakakaldı. Hızla giden bir yük treni gibi yüzüne çarpan sersemletici duygular dizisi, onu kısa bir anlığına başka bir yere ve zamana götürdü. Buraya geri döndüğünden beri yok etmeye çalıştığı ve onu en son gördüğü zamanki o hali geldi gözlerinin önüne. Onu birkaç hafta önce beraber gördüğü adamla gelmişti yine. Bir aşk hastasıymışçasına yaptığı casusluğun acınası hatırası içini yakıp geçti ama kadının dış görünüşünün yarattığı açlık, bu hatırayı bastırdı. Kadın yağmurluğunu çıkardı ve sandalyenin arkasına 11


Jennifer Probst

bıraktı. Bir eli, saçındaki ıslaklığı dağıtmak için uzandığı sırada, gevşek birkaç bukle harika Fransız örgüsünden çıkıverdi. Kızıl saç tutamları kadının boynuna ve omuzlarına düştü. Gavin o buklelerin vahşi dalgalar halinde sırtına düştüğü zamanları hatırladı. O buklelerin arasında ellerini gezdirdiği vakitler, saten bir tuzağın içindeymiş gibi hissederdi. Masadaki mum titredi ve kadının kısa kesimli elbisesinin açıkta bıraktığı inci parlaklığındaki tenini açığa çıkardı. Yeşil gözlerini, son moda siyah çerçeveli bir gözlük koruyordu. Ve Gavin’ın henüz ne olduğunu kavrayamadığı bir şey daha vardı. Sanki kadının etrafında bir duvar vardı ve ‘bak ama dokunma’ diye çığlık atıyordu. Kadının yanındaki kişinin bu sinyali görmezden gelip gelmediğini merak etti. Ve bu düşüncenin neden kendisini bu denli rahatsız ettiğini de… Kadın menüye uzandı ve kendisine eşlik eden kişinin söylediği bir şeyle kahkahaya boğuldu. Ses, porselen ve camların gürültüsü arasında yanardöner bir ipek gibi tüm odayı dolaşacak kadar hafif fakat Gavin’ın karnına hâlâ bir ağrı saplayıp onu kaskatı edecek kadar da sertti. Yıllanmış bir viskiden alınan yudumu hatırlatacak denli şehvetliydi. Tabii bir yürek sızısı ile birlikte. Dünyadaki tüm şehirlerin ve o şehirlerdeki tüm mekânların içinde tutup da benimkine mi gelmek zorundaydı? Kahretsin. Sam adlı piyanistleri “Zaman Geçtikçe” adlı parçayı çalmaya başlarsa hiç şaşırmazdı. Gavin ciğerlerini dolduracak derin bir soluk aldı ve nefesini verdi. Sonra da üç numaralı masaya doğru yürümeye başladı. 12


Miranda Storme menüyü bir uzman edasıyla inceledi, yemek ve fiyatlarla ilgili olarak aklında ufak notlar oluşturdu. Şefin spesiyalini sipariş etmek için yeterli zamanının olup olmadığını düşünüyordu. “Ah, işte yüzünde yine o bakış var.” Miranda başını kaldırdı. “Hangi bakış?” Andy Carson kaşlarını çattı. “O kritik bakış. Tek bir yemeğimizin zevkini şu notların olmadan çıkarsak olmaz mı? Haydi, bu akşam asileri oynayalım. Koca bir kâse spagetti ile köfte söyleyelim ve şefin yeteneklerini test etmeyi unutalım. Bir çatalı her kaldırdığımda iş yapıyor olmaktan bıktım.” Miranda güldü. “Andy, yemeğini bedavaya yiyorsun ve sana köşe yazısını bile yazdırmıyorum.” “Umurumda değil. Dün Big Mac yedim ve yerken hiç zevk almadım. Sürekli o özel sosun içinde tam olarak ne olduğunu anlamaya çalıştım.” Miranda dudağını ısırdı. “Tamam. Benimle operada yeterince acı çekmiş olduğun için spagetti ısmarlayacağım. Bir İtalyan restoranı bunu kötü yapamaz ve biz de işimizi zamanında halletmiş oluruz.” Andy menüyü kapatırken yüzü parlıyordu. “Mükemmel. Zaten bu gece resmî olarak bir denetleme gecesinde değiliz ve… Sorun ne? Hayalet görmüş gibisin.” Miranda masaya doğru gelmekte olan adamı izlerken kulaklarında garip bir uğuldama hissetti. Gavin’ın yıllar 13


Jennifer Probst

öncesinde de aynı acımasız kararlılıkla attığı uzun adımlar aralarındaki mesafeyi kapattı. Miranda, onun bu kararlı yönüne âşık olmuştu. Ta ki bu kararlılığı, hayatından çekip gitmekte de gösterdiği ana kadar. “Merhaba, Kızıl.” Kalın, çatallı ses kulaklarını okşadığı anda Miranda titrememek için kendisini zor tuttu. Bakışlarını yavaşça onunkilerle buluşturdu ve ona karşı bir şeyler hissetmeye devam etmediği için şükretti. Gavin’ın çelik mavisi gözleri kendisininkilerde takılı kaldı. Bakışları deliciydi, adeta Miranda’nın ruhunu görebiliyordu. Bir zamanlar yaptığı gibi. Ve Miranda böyle bir hatayı tekrar yapmamaya yemin etmişti. “Merhaba, Gavin.” Miranda, ilk aşkınızla karşılaşmak sanki her gün olabilecek bir şeymiş gibi ses tonunu sakin tuttu. “Nasılsın?” “İyiyim.” Bu nazik, klişe konuşma Miranda’yı gerdi ama ağzından daha orijinal bir söz de çıkmıyordu. Gavin’ın meraklı bakışları Miranda’yı bırakıp Andy’ye yöneldi. Keşif yapıyor, sonradan avantajına kullanabileceği bir zayıflık arıyor gibiydi. Masaya garip bir sessizlik çöktü. “Anladığım kadarıyla ikiniz birbirinizi tanıyorsunuz,” dedi Andy. Miranda soğukkanlılığını tekrar eline aldı. “Andrew Carson, bu Gavin Luciano.” İki adam başlarıyla birbirlerine selam verdiler. “Gavin ve ben yıllar önce çıkmıştık. O zamanlar gelecek vadeden bir reklam müdürüydü.” 14


Sonuna Kadar Kendini gülümsemek için zorladı. “Eminim oldukça başarılı olmuştur.” “Bıraktım.” Miranda başını çevirdi. “Bıraktın mı?” “Evet.” Yüzündeki halinden memnun ifade ile topukları üzerinde ileri geri sallandı. “Farklı bir alanda devam ettim.” “Şu an ne yapıyorsun, peki?” diye sordu Miranda. Bu minik gülümsemenin, adamın mükemmel beyaz dişlerini ortaya çıkaran kocaman bir sırıtışa döndüğünü gören Miranda’nın nefesi kesildi. Gavin kendinden tamamıyla emin görünüyordu. Ezici derecede kibirli. Mahvedecek kadar erkeksi. “Bunu,” dedi. Gavin ceketinin cebinden bir kalem ve not defteri çıkardı. “Siparişinizi alabilir miyim?” Miranda gözlerini kırptı. Gavin’ın siyah süveter, (balıkçı yaka kazak) bej pantolon ve spor tarzda bir ceketten oluşan kıyafetine baktı. “Garsonluk mu yapıyorsun?” “Bu gece öyleyim. Buranın sahibiyim. Burası benim restoranım.” Miranda’nın aklına hatıralar hücum etti. Tanrım, Mia Casa’nın kulağa tanıdık geldiğini biliyordu. Nasıl olmuştu da bu aile restoranını seçmişti? İkisi sevgiliyken buraya davet edilmemişti bile. Adının İtalyanca olması ve Manhattan’da bulunuyor olması dışında, Mia Casa ismi akşam yemeği yenilebilecek herhangi bir restoran gibiydi. 15


Jennifer Probst

Karnına bir ağrı girdi. “Ailenin restoranıyla ilgili bir şey yapmak istemediğini söylerdin hep.” Gavin’ın yüz hatlarına karanlık bir ifade yerleşti ama sonra kayboldu. “Yanılmışım.” Ses tonu daha samimi bir hal aldı. Miranda omurgasında bir titreme hissetti. “Birçok konuda olduğu gibi.” Bardağı tekrar burnuna doğru kaldırdığı sırada elleri titriyordu. O duruma kesinlikle gelmeyecekti. Onu terk etmiş adamla cana yakın bir şekilde sohbet etmek, yalnızca iştahını kaçırırdı. Derin bir nefes aldı ve menüyü hızlı bir şekilde kapadı. “Ne şaşırtıcı. Şey, sanırım ikimiz de sipariş vermeye hazırız.” Andy sandalyesinde arkaya yaslandı ve bir elini havada salladı. Suratı, büyümekte olan eğlenceyi yansıtıyordu. “Miranda, benim siparişimi sen ver. Ne istediğimi biliyorsun.” Miranda, Gavin’ın kaşlarını çatışını zevkle izledi. Bay Maço’nun bir kadına kendi siparişini söyleme izni vermesi duyulmuş şey değildi. Miranda yalnızca bir kereliğine de olsa içindeki kötü sesi dinledi ve bilerek Andy’ye doğru uzandı. Parmaklarıyla oynamaya başlayıp elini, elinin üzerinde gezdirdi. Andy’nin şaşkın ifadesi neredeyse bu anı mahvedecekti ama Miranda onu masanın altından dürttü ve Andy’nin yüzünü buruşturmasını görmezden geldi. “Sevgilim, bu akşam geleneksel bir şeyler deneyelim mi?” Andy gözlerini kırptı ve sessiz kaldı. Hemen sonrasında Miranda’nın topukları bileğindeydi. “Ah, evet hayatım. Geleneksel iyidir.” 16


Sonuna Kadar İşin içine Miranda’nın profesyonel eleştirmen eğitimi girdi ve kendi bildik yiyecekler dünyasına dalarak rahatladı. “Sanırım kalamarla başlayacağız ve onunla birlikte biraz sarımsak ve zeytinyağlı ekmek getir. Ana yemek olarak da spagetti ve köfte. Sebzelerden ne var?” Gavin korkuyla irkilmiş miydi yoksa Miranda hayal mi görüyordu? “Bu akşam rapinimiz var. Ama sebze yerine size salatayı tavsiye ederim. Yanında harika bir sosumuz da var.” “Rapini, lütfen.” “Enginar dolmalarımızla ünlüyüz. Onun yerine bunu denemek isteyebilirsiniz.” Ah, evet. Miranda’nın rapini almasını gerçekten istemiyordu. Miranda bir garsonun belli bazı yiyecekleri önerdiğini fark edecek kadar çok zaman geçirmişti restoranlarda. Damarlarından sarhoş edici bir memnuniyet akıyordu. “Hayır.” Gavin duruşunu değiştirdi. “Nasıl isterseniz. Onun yerine bu akşamki spesiyali önerebilir miyim? Şef bütün akşam boyunca bunu hazırladı ve oldukça sıra dışı bir yemek. Mısır irmiğinde dinlendirilmiş Şili levreği ve yanında-” “Hayır, teşekkürler. Bize iki kadeh Chianti Reserve getir, lütfen.” Gavin’ın her tarafından kızgınlık akıyordu. İşlerin kontrolünün kendisinde olmasını severdi; yatak odasının içinde ve dışında. Andy konuşmayı reddeden bu haliyle onu kesinlikle çileden çıkarıyor olmalıydı. “Belki de arkadaşınız denemek ister?” diye sordu Gavin. 17


Jennifer Probst

Andy omuzlarını silkti. “O ne diyorsa o olsun.” Eski sevgilisinin ağzı şaşkınlıktan açık kaldığı an, Miranda neredeyse kahkaha atacaktı. Masanın karşısına bir öpücük yolladı. “Kontrolü ele almaya ihtiyaç duymaman o kadar harika ki. Seni hayal kırıklığına uğratmayacağım, sevgilim. Henüz hiç uğratmadım.” “Komik. Sorumluluk almamayı severdin,” dedi Gavin ve sonra hemen durdu. “Hem de çok. Tabii doğru hatırlıyorsam.” Kendisini duvara dayayıp eteğini kaldırarak onu nasıl yalvarttığını hatırlayan Miranda bir an nefes alamadığını hissetti. Kalçalarını sıktı, tekrar nefes alabilene dek bekledi ve yapmacık bir şekilde gülümsedi. “Artık öyle değil. Met’de saat sekizde başlayacak şovu kaçırmamak için tatlı almayacağız.” Gavin yazmayı kesti. “La Traviata’yı mı?” Başparmağı, kalemin kenarını yavaş, akıcı hareketlerle ovdu ve Miranda operadan gelen güçlü ses havayı doldurduğu sırada o duygusuz parmakların çıplak teninde kaydığı zamanları hatırladı. Gavin’ın, müzik artan bir tempoya varana dek onu çılgın bir zevk yolculuğuna çıkardığı sırada çığlıklarını hiçe sayarak ritmi kontrol ettiği zamanı ve adamın vücudunun kendi vücudu üzerindeki temasını hatırladı. Sonrasında kollarına yattığı ve kendisinin Gavin’a ait olduğunu bilerek yanan şömineyi izlediği zamanı… Sesinin boğukluğuna lanet ederek, “Evet,” dedi. “Operayı her zaman sevmişsindir.” Seksi bakışları Miranda’nın önce yüzüne, sonra da aşağıya yöneldi. “Bazı şeyler hiç değişmiyor.” 18


Sonuna Kadar Miranda gözlerini uzaklara kaçırdı ve Gavin’a menüyü uzattı. “Şimdilik hepsi bu. Teşekkürler.” “Başlangıçlarınızı hemen getiriyorum.” Gavin döndü ve büyük bir incelikle salonun karşı tarafına yürümeye başladı. Andy boğazını temizledi. “Vay canına! Bacağımda morluklar var. Bir dahaki sefer senin oyuncak erkeğini oynamam gerekirse önceden haber ver.” “Üzgünüm, Andy. Bu... artık bitmiş bir şeydi.” Andy güldü. “Sorun değil, eğlenceliydi. Seni mahveden adam bu herhalde, değil mi?” Sözleri, derinlerde gömülü hatıraların çok hassas noktalarına dokunmuştu. “Evet.” Andy uzandı ve garip bir şekilde Miranda’nın eline hafifçe vurdu. “Hımm. Gecenin bu kısmı, eşimin sana kendini daha iyi hissetmen için birkaç şey söylediği kısım olmalı.” “Denemek ister misin?” “Erkekler berbat.” Miranda boğuk bir kahkaha attı. “Bilmez miyim? Ama bana kendimle ilgili çok şey öğretti. Artık daha güçlüyüm.” Yeteri kadar söylerse, belki buna kendisi de inanabilirdi. Andy bir kaşını kaldırdı. “Güçlü olmayı, inkâr etmek ile karıştırma. Kendini duygulardan soyutlamak, güçlü olmak anlamına gelmez.” “Bir psikiyatrist olman gerektiğini sana her zaman söylüyorum.” 19


Jennifer Probst

“Neyse zaten bunlar benim sözlerim değildi. Kendi psikiyatristimin sözleriydi.” Miranda içini çekti. “Belki grup indirimi yapıyordur. Sanırım bu geceden sonra buna ihtiyacım olacak.” Miranda gözlerini kırpıştırarak yaşların akmasını engellemeye çalıştı ve su bardağına uzandı. Ne yazık ki bardak boştu, o yüzden bir yudum Chianti almaya razı oldu. Fakat alkol, alevleri söndürecek hiçbir şey yapmadı ve içindeki ateşi daha da arttırdı. Andy de aynı dertten muzdarip gibi görünüyordu. O da kendi su bardağına sarıldı. “Onu bırakanın sen olmadığına ve şimdi de adamın öç almak istemediğine emin misin?” Şarap neredeyse Miranda’nın boğazına kaçacaktı. “Biraz, şey, abartmış gibi değil mi?” “Bir kilo baharat ve sarımsak koymuş olmalı.” İçmekte olduğu suyu işaret etti. “Ve şu rapini de oldukça korkunç. Bir saat önce yedim ve hâlâ çiğniyorum.” “Ekmek iyiydi.” “Evet, haydi buraya dört yıldız verelim.” Miranda güldü. Arkadaşının, hayal kırıklığı yaratan bir İtalyan restoranından daha çok nefret ettiği bir şey yoktu. “Huysuzluk etme. Gitmeden birer cannoli tatlısı alırız.” Andy burnundan solur gibiydi. Miranda masadan kalktı. “Neden ben lavaboya giderken sen de hesabı ödemiyorsun?” “Tamam, ön tarafta buluşuruz.” 20


Sonuna Kadar Ahşap zeminde yankılanan topuk sesleri eşliğinde yemek salonunun arka tarafına ilerledi. Bakışlarını etrafta gezdirerek restoranı oluşturan eski ve yeni dünya stillerini birleştiren tarzı inceledi. Büyük modern bara attığı bir bakış ona, restoranın gelenekseli koruma çabası ve modern çağ arasında bir ikilemde olduğu gibi bazı gelişme sancıları çekmekte olduğunu gösterdi. Miranda, güçlü Gavin Luciano’nun mekânı adeta gemisini yöneten bir korsan gibi idare ettiğini hayal etti. Ellerini yıkadı ve görünüşünü dikkatlice kontrol etti. Saçından çıkmış birkaç tutamı Fransız örgüsüne geri sokmaya çalıştığı sırada elleri titriyordu. Kollarını salıp aynaya baktı. Üç yıl. Ne kadar süre durup onun geri dönmesini beklemişti? Peşinden koşup, ona âşık olduğunu kabullenerek kalmak istediğini söylemesini? Oldukça fazla bir süre. Nihayet, büyümüş ve güçlenmişti. Hiçbir zaman geri dönmeyeceğini ve kendi yoluna bakması gerektiğini anlamıştı. Şimdi ise geri dönmüştü. Miranda omuzlarını doğrulttu. Bu tabii ki bir şey fark ettirmeyecekti. Bu gece bu restorandan çıkıp gidecek ve onu bir daha görmeyecekti. Tek şaşkınlığı vücudunun bu denli kontrol dışı kalıyor oluşuydu. Kapıyı yavaşça açtı ve uzun koridorda yürümeye başladı. “Tanrım, iyi görünüyorsun, Kızıl.” Miranda donakaldı, sonra yavaşça dönüp geçmişiyle yüzleşti. “Teşekkürler. Sen hiç değişmemişsin.” 21


Jennifer Probst

Gavin hafifçe gülümsedi ve öne doğru ilerledi. Vücudundan yayılan erkeksi enerji dalgaları, Miranda’yı içine çekiyordu. Gavin’ın bakışları Miranda’nın yüzünde, saçında ve daha aşağılarda gezindi. “Bir başkası söylese bunu bir iltifat olarak algılardım. Böyle bir şey senden gelince insan biraz kuşkulanıyor.” Miranda soğuk ve mesafeli kalabilmek için çaba gösterdi. “Düşüncemin bu gece uykularını kaçırmayacağından eminim.” Gavin’ın dudaklarında şapşalca bir gülümseme belirdi. “Endişelendiğim şey senin düşüncen değil. Beni geceleri uyutmayan şeyler arasında seninle ilgili başka şeyler olmuştu hep.” Aralarında geçen bu sıcak konuşmadan sonra Miranda aniden çekip gitmek istedi. “Gitmem gerek.” “Bekle.” Gavin elini kaldırıp Miranda’ya uzattı. Şok dalgalarının esir aldığı Miranda bir anda korkarak geri çekildi. Gavin onun bu temkinli tavrını hissederek ona biraz alan bıraktı. “Seninle konuşmak istedim.” “Konuşacak bir şey kalmadı.” Gavin yüzünü buruşturdu. “Seninle iletişim kurmaya çabaladım, biliyor musun? Yani seninle iletişim kurmak istedim.” “Anlıyorum. Şey, sanırım bu her şeyi düzeltir. Bu yanlış anlamayı düzelttiğin için teşekkürler.” Gavin içini çekti. “Kahretsin, Miranda, lütfen beni dinle. Açıklamak istiyorum.” Miranda başını salladı. “İnanılmazsın. Beni yanlışlıkla terk ettikten sonra her şeyi bir çırpıda düzeltebileceğini 22


Sonuna Kadar mi düşünüyorsun gerçekten? Bak, sana ne diyeceğim. Bunların hiçbirisinin artık bir önemi yok.” “Bana kızgınsın. Bunu anlayabiliyorum.” Miranda güldü. “Kızgın değilim. Üzgün değilim. Yalnızca bir şey hissetmiyorum. Aramızda olan biteni arkamda bıraktım ve bunları tekrar su üstüne çıkarmaya ihtiyacım yok.” “Onun yüzünden mi?” Gavin başparmağını koridorun ilerisine doğru uzattı. “Birlikte olduğun şu adam?” Miranda’nın şaşkınlıktan ağzı açık kaldı. “Bana bu soruyu sorduğuna inanamıyorum.” “Bence o, senin için doğru kişi değil.” diye ifade etti Gavin. “Sen çıldırmışsın. Kalıp bu saçmalıklarını dinlemeyeceğim. Yetişmemiz gereken bir opera var.” Gavin bu sefer kollarını duvara uzatarak onu durdurdu ve eğildi. Limon ve baharatın tanıdık kokusu Miranda’yı sardı ve aklı ondan nefret ettiğini haykırıyor olsa bile vücudu onu bir sevgili olarak hatırladı. Göğüs uçları siyah, yün kazağının üzerinde bilinçsiz bir arzuyla dikleşti ve kalçalarının arasına ılık bir sıcaklık yerleşti. Seksüel enerji harekete geçmiş ve havayı kaplamıştı. “Bırak beni,” diye fısıldadı Miranda. “O his hâlâ orada, Miranda.” Gavin’ın bu ukalaca iğnelemesini, alt dudağının kıvrılışını, yüzüne egemen olan Romalı burnunu fark etti. Dudakları ve sıcak nefesi, kendisininkilerden yalnızca birkaç santim ötedeydi. 23


Jennifer Probst

“Benden ne istiyorsun?” diye sordu Miranda. “Daha sert oyunlar oynamak mı? Heyecan olsun diye bir lunapark trenine binmeye ihtiyacım yok. Başka bir oyuncu bul.” Bir başparmak, Miranda’nın çenesini hafifçe yukarı doğru kaldırdı. Gavin’ın yüz hatlarına yansıyan duygular dizisini gördüğü an; içinde, derinlerde bir yerdeki bir şey yeniden su üstüne çıktı. Pişmanlık. Acı. Tutku. “Seni incittiğim için umarım Tanrı beni affeder,” dedi Gavin. Miranda’nın sesi titriyordu. “Bırak gideyim.” “O hatayı üç yıl önce zaten yaptım. Tekrar yapacak değilim.” “Seni kendini beğenmiş o...” diye araya girdi Miranda ve kontrolü tekrar ele almaya çalıştı. “Artık senin ne istediğinle ilgilenmiyorum.” Gavin’ın başparmağı, alt dudağının üzerinde gezindiğinde Miranda, onun gözlerinde karanlık niyetinin pırıltılarını gördü. Kalbi durmak üzereydi. Nefesini tutup Gavin’ın ağzından o kelimelerin dökülmesini bekledi. “Gitmene izin verecektim.” Dudaklarına mütevazı bir gülümseme hâkim oldu. “Ama şimdi yapamam. Seni neden terk ettiğimi açıklamama izin ver.” Saniyeler geçti. Etraftaki çatal bıçak ve porselenlerin sesi duyuluyordu. Miranda hoşça kal bile demeden giden adama bakakaldığı sırada uyuşmuş gibiydi. Bu açıklama için çok geç kalmıştı. Artık çok geçti. Miranda, Gavin’ın elini çekti ve göğsüne doğru ittirdi. Gavin geriye doğru adım attı ve Miranda da onun çevre24


Sonuna Kadar sinden dolaştı. Uzun koridoru bir sessizlik kaplamıştı. En sonunda Miranda omuzlarını doğrulttu ve duygusuz bir ses tonuyla konuştu. “Hoşça kal, Gavin.” Döndü ve yürüyerek uzaklaştı. Gavin bir süre ardından bakakaldı ve bu reddedilişle baş etmeye çalıştı. Kendisinin ezici kibri Miranda’nın nefesini kesmiş, aklını başından almış ve onu yorgun, hor görülmüş klasik bir kadına çevirmişti. Miranda masasına doğru attığı her adımla birlikte öfkesinin arttığını ve tekrar inşa etmek için çok çaba sarf ettiği o duvarların tek tek yıkıldığını hissetti. Gavin herhalde iyi bir açıklamanın her şeyi affedilebilir kılacağına inanıyordu. O; şimdiye dek kadınlara, sekse veya aşka oldukça kolay şekilde ulaşmıştı. Nihayet gerçek bir kaybı tecrübe etmesini sağlamak ne hissettirirdi? Karmakarışık duygular mı? Ödeşmiş olmanın tatlı sızısıyla kalbi hızlıca çarptı. Gavin’a alçakgönüllülük konusunda çoktan hak ettiği dersi vermenin bir yolunun olmayışı ne kötüydü. Miranda derin bir nefes alıp sakinleşti. Bu adamın, gecesini mahvetmesine izin vermeyecekti. Zaten hayatının oldukça fazla sayıdaki gününü mahvetmişti bile. Restorandan çıktı ve bir daha arkasına bakmadı.

25


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.