WARHOLA Magazine 03

Page 1

2 AYDA 1 YAYINLANIR - ÜCRETSİZDİR / BY MOUNTLY- FREE- 2013 - 03



www.warholamagazine.com

www.alanistanbul.com

Gelişim-mi- değişim-mi- ?

Change or development?

Farklı konuların, irdeleyen söyleşilerin ve genç-yeni bakışın yer aldığı içeriği ile yeni eklenen Contemporary Art Line Haritası, sanatseverlere İstiklal Caddesi üzerinde konumlanan İstanbul Güncel Sanat Platformu’nun önemli galeri ve enstitülerini gösteren pratik bir gezi listesinin yer aldığı, Mart-Nisan sayısıyla WARHOLA’ya tüm heyecanımızla devam ediyoruz.

Contemporary Art Line Map, a new addition to the magazine with probing interviews and content with a young-new perspective, shows art lovers the important gallery and institutions of the Istanbul Contemporary Art Platform, situated on the Avenue of Istiklal.

Bu sayımızda ALAN İstanbul’un genç sanatçılarından, Monika Bulanda ile atölyesinde gerçekleştirdiğimiz samimi sohbet, sanatçının yeni sergisinden ipuçları vererek uyguladığı tekniği detayları ile anlamamızı sağlıyor. Türkiye’nin önemli koleksiyoner ve sanat destekçisi -ki kendini öyle anmamamızı tercih edecektir- olan Leyla Alaton’u bu sayımızda ağırlamaktan ayrıca mutluyuz. Her sayımızda olduğu gibi Mart-Nisan aylarında gerçekleşecek sergi ve etkinlik bültenlerinin bulunduğu bölümün yanı sıra, GÜNCEL olarak adlandırdığımız yeni bölümümüzde yurt içi ve yurt dışı sergilerden kısa bir derlemeyi de ilginize sunuyoruz. Özellikle Efe Korkut Kurt’un ele aldığı KAMUSAL ALANDA KUŞATMA VE SANATIN DİRENİŞ OLANAKLARI başlıklı makalesi güncel sorunları ele alarak, “illegal” sanatsal müdahalelerin önemini vurguluyor. Türkiye güncel sanat piyasası üzerine etik değerlerin ve gerekliliklerin önemi üzerine görüşlerini aldığımız AICA Genel Kurul Başkanı Osman Erden ve Yönetim Kurulu üyesi Çelenk Bafra ile gerçekleştirdiğimiz söyleşi de bu sayının önemli başlıklarından biri. ALAN İstanbul’da gerçekleşecek SOCIAL ANIMALS adlı serginin kataloğunu da ek olarak bulabileceğiniz üçüncü sayımızı keyifle okumanızı umuyoruz. Zorlu bir gelişim dönemi yaşayan İstanbul sanat piyasasında, özgür düşüncenin ifade edilebilirliğinin ve görünürlüğünün artışında fayda sağlamayı amaçlayan WARHOLA’nın gelecek sayısında görüşmek dileğiyle.

In this issue, the intimate conversation that we had with Monika Bulanda in her studio, a young artist represented by ALAN Istanbul, gives clues to the artist’s new exhibition, furthering our understanding of her technique. An important collector and art supporter in Turkey—she’d prefer to have us call her that—Leyla Alaton is also one of our guests in this issue. As in every WARHOLA, we have a section dedicated to the exhibitions and events to be realized in March-April, while our new section CONTEMPORARY presents a short compilation of exhibitions both in and outside of Turkey. Efe Korkut Kurt’s article INVASION IN PUBLIC SPHERE AND RESISTANCE OPTIONS OF ART elaborates on contemporary problems, emphasizing the importance of “illegal” artistic interventions. The interview, in which we asked for the opinions of AICA Chair Osman Erden and Board Member Çelenk Bafra on ethical values and necessities of the contemporary art market in Turkey, is one of the important headings in this issue. You can also find the catalogue of the exhibition SOCIAL ANIMALS to be realized at ALAN Istanbul as a supplement. WARHOLA aims to benefit Istanbul’s art market, which is undergoing a difficult period of development, by contributing to the expression and visibility of freedom of though; we hope to see you at our next issue.

Seçil Alkış

4- Güncel / Current 10- Monika Bulanda - Multi City 14- Nihan Bora, Haset, Husumet, Rezalet Envy, Enmity, Embarrassment

16- Elgiz Müzesi’ne Uluslararası Ödül Elgiz Museum Gets International Award

2013-03

18- Mehmet Dere, Kabağa Kabak Demek Lazım / Call a Spade, a Spade

20- Leyla Alaton, Sanat Lüks Olmamalı! / WARHOLA No: 3 Mart - Nisan sayısı / March - April issue

Art Should Not Be A Privilage!

Yayınlayan / Published by: ALAN İstanbul

24- Efe Korkut Kurt, Kamusal Alanda Kuşatma ve Sanatın Direniş Olanakları

Editör / Editor: Seçil Alkış

Invasion in Public Sphere ant Resistance Options of Art

Tasarım / Design: Bürkan Özkan

28- AICA, Uluslararası Sanat Eleştirmenleri Derneği

Fotoğraf / Photograph: Kayhan Kaygusuz Adres / Address: Asmalı Mescit Caddesi No: 5/2 Tünel – Beyoğlu T: 0212 252 94 53

Internatıonal Association of Art Critics

34- Yeni Bakış / New Perspective in put/out put

www.alanistanbul.com

35- Baysan Yüksel, Vahşi Batı / Wild West

www.warholamagazine.com

36- Açılış / Opening

warhola@alanistanbul.com Baskı / Print House: Altan Basım

39- Contemporary Art Line


GÜNCEL CURRENT

İstanbul ARMAGGAN ART & DESIGN GALERİ ‘YENİYİ ARAMAK’ SERGİSİ İLE 26 GENÇ SANATÇIYI AĞIRLIYOR. Armaggan Art & Design Gallery Presents 26 Young Artists As Part Of The Exhibition “In

Sergide Neşe Çoğal, Mustafa Karyağdı, Ünsal Bahtiyar, Sinem Kaya ve Maide Bulak gibi isimler yer alıyor. Sergi 13 Mart 2013 tarihine kadar ARMAGGAN Art & Design Gallery’de görülebilir. The ARMAGGAN Art & Design Gallery, located at ARMAGGAN Nuruosmaniye, was founded with the objective of promoting young artists and designers, and the group show entitled “IN SEARCH FOR THE NEW,” shaped by the inspiration of UNESCO’s decision to make 2013 the Year of the Piri Reis Map, seeks to explore collectively the many meanings of searching and discovery.

Search For The New”

18-01 / 13-03 / 2013

www.armaggangallery.com

The same subject has been interpreted from different perspectives by 26 artists, each with their own unique interpretations and techniques, in pieces created specifically for this exhibition, which will be on display at the ARMAGGAN Art & Design Gallery from January 18 - March 13, 2013.

ARMAGGAN Nuruosmaniye mağazasında yer alan ve genç sanatçı ve tasarımcıları desteklemek amacıyla kurulan ARMAGGAN Art & Design Gallery, UNESCO’nun 2013 yılını Piri Reis haritasına adamasından alınan ilhamla şekillenen ‘YENİYİ ARAMAK’ isimli karma resim sergisi ile aramanın ve keşfetmenin pek çok anlamını birlikte bulmayı hedefliyor. Farklı yorum ve tekniklere sahip 26 ressamın aynı konuyu farklı perspektiflerden yorumlayarak sergiye özel olarak hazırladıkları eserleri ile yer aldıkları sergi 18 Ocak-13 Mart 2013 tarihleri arasında ARMAGGAN Art & Design Gallery’de izleyici ile buluşuyor. Piri Reis haritası ve harita metaforunu hem zihinlerindekileri hem de sonuçlandırdıkları ile ele alan sanatçıların bazıları aramanın/keşfetmenin heyecanı, zenginliği, cesareti, zaman zaman yaşattıkları üzerine çalışırken kimi sanatçılar egzotik meyveleri kişisel arayışlara ve seyyahlara odaklanıyor. ARMAGGAN Art & Design Gallery Koordinatörü Şanel Şan sergiden bahsederken ‘Korsan olup uçsuz bucaksız denizlerde

The artists address the Piri Reis Map and the metaphor of the map both in their thinking and their output, depicting the excitement of exploration/discovery, its richness and its courage, with some of them drawing on their own experience while others portray exotic fruits, personal quests and voyagers. ARMAGGAN Art & Design Gallery Coordinator Şanel Şan, describing the exhibition says, “It is not always necessary to be a pirate sailing the boundless ocean, to be a voyager crossing borders or to leap from space to the earth… A person can make discoveries within themselves, can set out on an inner quest. Our aim is to view all of these searchings together in one place through the eyes of our artists. Life takes on meaning through discovery and the excitement it brings, and it is our wish that our lives be synonymous with discovery.” The exhibition features noted artists, including Neşe Çoğal, Mustafa Karyağdı, Ünsal Bahtiyar, Sinem Kaya and Maide Bulak. The exhibition will be on display at the ARMAGGAN Art & Design Gallery through March 13, 2013.

artSümer Fulya Çeti̇n “nehir altı nehir” “river under river”

24-01 / 23-02 / 2013 www.artsumer.com

dir. Her kadının bu [...] nehrin altındaki nehre girme potansiyeli vardır. (Kurtlarla Koşan Kadınlar, Clarissa P. Estes) “Nehir Altı Nehir”, insan doğasına dair halleri, kırılganlığı, kopukluğu farklı bağlamlarda katman katman açan bir nehir-dünya. Her eserin bir anlam tetikleyicisi olarak okunabileceği bu dünyada Fulya Çetin, izleyicisini nehrin altındaki nehre girmeye ve orada kendi yolculuğuna çıkmaya çağırıyor. Öyle ki, izleyici her resmin davet ettiği anlam katmanlarına dalabilir ve sezgilerini takip ederek kendi rotasını çizebilir. Fulya Çetin’in geçtiğimiz birkaç yıl içinde ürettiği yağlıboya resim ve desenlerden oluşan bu serginin yukarıda bahsedilen nehir-altı-nehir dünyasına girdikçe farklı manaları ortaya çıkarmak konusunda bir vaadi vardır. Bu yüzden de eserlerin kolektif olarak en belirgin özelliğinin, zıt ya da çatışan anlamları, bakılan her yeni resimle katman katman açmaları olduğu söylenebilir.

Kırılganlık, çatışma, temassızlık gibi temalar etrafında şekillenen eserlerin birbiriyle olan bu derin bağı ve iç içe geçen anlamları herkesi kendi nehir-dünyasına götürebilir. Tam da bu yüzden, zig-zaglar, paralellikler, çaprazlar şeklinde birbirine bağlanan resimler, izleyiciyi kendi zayıflıklarını ve temassızlıklarını fark ederek bu nehir-altı-nehir’de baştan aşağı yıkanmaya davet ediyor. How one is meant to return is wholly washed or dipped in a revivifying and informing water, something which impresses upon our flesh the odor of the sacred. Each woman has potential access to [...] this river beneath the river. Women Who Run With the Wolves, Clarissa Pinkola Estes “The river-beneath-the river” is a world in which aspects of human nature and vulnerability are revealed layer by layer. In this world, where each painting can be read as a catalyst of meaning, Fulya Çetin calls the audience to get in this river and take a journey of their own. In this way, each person can dive into layers of meaning and discover a unique path by following his or her own intuition. This exhibition, featuring mostly oil-on-canvas paintings and drawings Çetin has created over the last couple of years, promises to reveal further meanings when the viewer delves deeper into this World beneath the river. This is why the most striking common feature of the works here is that they relate to each other, somehow through their contradictory or portraying a moment containing movement like a frozen digital image, Çetin combines the aesthetics of the digital image with painting and makes us question the new meanings that emerge from this combination. This movement, based on distance, contact and lack of contact between the figures, takes the shape of obvious but calm conflict in other paintings. The works in which Çetin depicts naked human bodies in contact with wild animals, when read in relation with the other paintings, show themselves not as an alterna-

4

deep bonds between these paintings and the intertwining meanings they express can take anyone to his or her own river-world. That is why these paintings connecting to each other in zigzags, parallels, and crosses, invite the audience to realize their own weaknesses and lack of connection and to bathe fully in this “river-beneath-the river”.

GALERİ MANA Alexander Wagner 06-02 / 16-03 /2013 www.galerimana.com

Çetin, bazı resimlerinde, hareketli bir anı yanlış pozlanmış ya da dondurulmuş bir dijital görüntü gibi estetize ederek tuvale taşırken; hem dijital estetikle resim estetiğini birleştiriyor, hem de bu estetikten doğan anlamları sorgulatma imkanı tanıyor.

conflicting meanings and open the layers. By

Bizden istenen, ferahlatıcı ve bilgilendirici bir suda tenimizde kutsanmış olanın kokusunu hissettiren bir şeyde baştan aşağıya yıkanmış halde geri dönmemiz-

vulnerability, conflict, and lack of contact, the

tive to humanity’s already lost connection to nature, but as a warning against becoming inured to this separation. Taking shape primarily around the themes of

Galeri Manâ, 6 Şubat–16 Mart tarihleri arasında Alexander Wagner’in Türkiye’deki ilk kişisel sergisine ev sahipliği yapacak. Sergide sanatçının kağıt üzerine yeni çalışmalarının yanı sıra mekana özgü bir duvar uygulaması da yer alacak. Eserlerinde müzik, mimari ve tipografiden esinlenen Alexander Wagner, ışık, renk ve geometriye odaklanarak algısal ile kültürel olanın ilişkisini irdeliyor. Galeri Manâ’da yer alan son dönem çalışmalarında dijital imgelem ile geleneksel resim imgelemi arasında bir gerilim kuran Wagner’in resimlerinde, hem maddesel araştırmanın hem de kavramsal referansların çok katmanlılığı dikkat çekiyor. Düzenli geometrik biçimlerin dinamik hareketler ve tesadüflerle birleştiği kağıt üzerine çalışmalarında farklı hızlara ve dillere sahip malzemeleri bir araya getiren Wagner, temsil, soyutlama ve maddesellik arasında özgün bir denge kuruyor. 2010 yılında Artissima kapsamında Guido Carbone Ödülü’nü kazanan Alexander Wagner bugüne dek RaebervonStenglin, Zürih (2012 & 2010); JET, Berlin (2009); SOX, Berlin (2008) ve Neuer Berlin Kunstverein, Berlin (2007) gibi kurumlarda solo sergileriyle yer aldı. Yakın dönemde Galeri Manâ, Istanbul (2012); Laurel Gitlen, New York (2011); Ricou Gallery, Brüksel (2011); Temporare Kunsthalle, Berlin (2009); LOG, Bergamo (2010)’da grup sergilerine katıldı. 2012 yılında Revolver yayın evi tarafından monografik bir kataloğu yayınlanmıştır. 1978 Berlin doğumlu Alexander Wagner halen Berlin’de yaşıyor ve çalışıyor. Alexander Wagner sergisi, Galeri Manâ’da Abaseh Mirvali küratörlüğünde çeşitli sosyal, kültürel ve politik deneyimleri bağlamlarıyla ele almayı amaçlayan bir dizi serginin üçüncüsü oluyor. Abaseh Mirvali 2013 yılında gerçekleşecek bir çağdaş sanat ve düşünce bienali olan Biennial of the Americas yöneticisi ve küra-

2013-02

dolaşmak, seyyah olup sınırları aşmak, uzaydan dünyaya atlamak gerekmez her zaman… İnsan kendine de keşif yapar, kendini de arar. Tüm bu arayışları sanatçılarımızın gözünden bir arada görmeyi hedefliyoruz. Keşif ve paralelinde getirdiği heyecanlar ile anlam kazanan hayatımızda keşfetmeden durmamak dileğiyle’ diyor.


törüdür. Uluslararası tanınmış bir çağdaş sanat yorumcusu olan Mirvali birçok vakıf kuruluşunun seçici komitelerine üye olmanın yanı sıra çeşitli danışmanlık ve yönetim görevleri üstlenmektedir.

Pi ARTWORKS GALATASARAY Turan Aksoy “Bir Portre: Huzursuz”

Galeri Manâ, Tophane’de 19. yüzyıldan kalma bir değirmen binasında, 400 metrekarelik bir alanda yer alıyor. Mehveş Arıburnu tarafından 2011’de kurulan galeri, sergi programı, özel etkinlikleri ve yayıncılığı ile galeri kimliğinin ve kurumsal rolününün sınırlarını araştırmayı hedefliyor. Kapsayıcı bir yaklaşımla disiplinlerarası bir diyaloğa ortam sağlamayı amaçlayan Galeri Manâ, kullandıkları medyumların sınırlarını ilerleterek yeni eşikler oluşturan ve günümüz çağdaş sanatında özgün bir dil ve öncü bir duruşu temsil eden sanatçılarla çalışıyor. Galeri Manâ, Salı-Cumartesi günleri 11:00-18:00 arası ziyarete açıktır.

“’A Portrait:Restless”

Galeri Manâ is pleased to announce Alexan-

Turan Aksoy “Bir Portre: Huzursuz” adlı yeni sergisi ile 19 Şubat – 30 Mart 2013 tarihleri arasında Pi Artworks Galatasaray’da.

der Wagner’s first solo exhibition in Turkey between the dates 6 February – 16 March 2013. The exhibition will include the artist’s latest works on paper as well as a wall piece. Drawing on music, architecture, and typography, in his works Alexander Wagner focuses on light, color, and geometry and explores the relationship between the perceptual and the cultural. In his recent works on display at Galeri Manâ, the artist plays with the tension between digital imagery and the imagery of traditional painting, creating multiple layers of material research and conceptual references. Neat geometric forms meet with dynamic gestures and coincidences in these works on paper. The artist gathers a variety of materials with different speeds and languages on these surfaces and creates a unique balance between representation, abstraction and materiality. Alexander Wagner has held solo exhibitions at institutions such as RaebervonStenglin, Zurich (2012&2010); JET, Berlin (2009); SOX, Berlin (2008) and Neuer Berliner Kunstverein, Belrin (2008). Recently, he has participated at group exhibitions at Galeri Manâ, Istanbul (2012); Laurel Gitlen, New York (2011); Ricou Gallery, Brussels (2011); LOG, Bergamo (2010); and Temporaere Kunsthalle, Berlin (2009). In 2010, Wagner won the Guido Carbone Award at Artissima. In 2009, Revolver Publishing (Berlin) brought out a monographic catalog of the artist. Born in 1978 in Germany, Alexander Wag-

19.02.2013 - 30.03.2013 www.piartworks.com

Rush” (2012), have turned into the individual’s aim to form a social portrait through the individual’s traumas and conflicts with the family, religion, state institutions in his last series. Turan Aksoy emphasizes the traces of pressure, harassment and torture by the social institutions on the individual; through the absurd and inharmonious relationships between the object and spaces representing the institutions bearing that social memory. Just as in his previous works and exhibitions, he creates impact through the irrational links and a story, which can be perceived as implicit and personal by the audience. The exhibition is being transformed into a three layer social narrative, which consists of the individual, society and the artists who create the artwork. The representative elements circulating between portrait that is personal, and flagpole that is public, take the audience into a conflict area, which also seem contradictory. Social portrait is contextualized with its strong connection to the social memory. Turan Aksoy was born in Erzincan in 1965. He studied painting at Gazi University then did his MFA and PhD at the University of Central England in UK. He made his solo shows ‘‘Glow-

Aksoy’un “Kaotik ama Steril” (2009) adlı yapıtlarında tasarlanmışlık ve toplumsal sorunlar; “Toz ve Telaş” (2012) sergisinde mekanlar ve karşılık gibi görülen, kanaatlerimiz üzerinden yaşadığımız zamanı tanımlama çabası; bu defa bireyin aile, din, devlet gibi kurumlarla, bugüne özgü çatışmaları ve travmaları üzerinden toplumsal bir portre oluşturma amacına dönüşüyor. Turan Aksoy, toplumsal kurumların birey üzerinde işkence, taciz ve baskı yoluyla yarattığı izleri, toplumsal hafızanın taşıyıcısı kurumları temsil etme gücündeki nesne ve mekanların ilişkilerindeki absürt ve uyumsuz birliktelikler aracılığıyla vurguluyor. Bunu daha önceki çalışma ve sergilerinde olduğu gibi izleyici için kapalı ve kişisel olarak adlandırılabilecek bir hikaye ve irrasyonel ilişkilendirmeler ile yapıyor. Sergi, bir birey-toplum-yapıtları üreten kişi, yani sanatçı olmak üzere üç katmanlı bir toplumsal anlatıya dönüştürülmeye çalışılıyor. Portreler gibi tümüyle bireysel olanla, bayrak direği gibi toplumsal olanlar arasında dolaşan temsili elemanlar, bizi ikisinin arasındaki çelişkili gibi görülebilecek çatışmalı alana sokuyor. Toplumsal portre büyük oranda toplumsal hafıza ile bağlantılı bir şey olarak ele alınıyor.

ing Things’’ (2010) and ‘‘Dust and Rash’’ (2012) at Pi Artworks, participated in the ‘‘Temporary Harassment’’ exhibition, part of Istanbul 2010 Portable Art Project in 2009. His works also presented at the international art fairs by Pi Artworks such as Art Dubai and Contemporary Istanbul in 2012. Turan Aksoy’s exhibition titled ‘‘A Portrait: Restless’’ can be visited at Pi Artworks Galatasaray till the 30th of March, 2013 between the hours 10:30-19:30 except Sundays (212.293.71.03).

Pi̇levneli PROJECT Silva Bi̇ngaz “DOĞU’NUN KIYISI” “Coast Of The East”

21-02 / 16-03 / 2013

www.pilevneliproject.com

ner currently lives and works in Berlin. Alexander Wagner is the third exhibition in a series curated by Abaseh Mirvali, focusing on social, cultural and political experiences within a broad context of issues. Abaseh Mirvali is the Chief Executive Officer and President, Comisaria of Platform 5280, Biennial of the Americas, a biennial of contemporary art and critical thinking taking place in July 2013. Ms. Mirvali sits on the selection committee for several foundations, and in addition to advisory and directorial roles, is an internationally recognized contemporary art commentator and jurist. Galeri Manâ, located in the Tophane district of Istanbul, is a converted wheat mill that dates to the 19th century. Founded by Mehves Arıburnu in 2011, the gallery seeks to establish an inclusive and interdisciplinary dialogue through its artistic program, special events and publications. Galeri Manâ works with artists who stand on the edges of contemporary artistic practice by investigating the boundaries of their mediums and expanding their conceptual reach.

1965 yılı Erzincan doğumlu olan sanatçı Gazi Üniversitesi Resim Bölümü’nü bitirdikten sonra University of Central England’da yüksek lisans ve doktorasını tamamladı. İstanbul’da yaşayan sanatçı, Pi Artworks’te 2012’de “Toz ve Telaş”, 2010’da ‘‘Işıltılı Şeyler’’ sergilerini açtı. 2009 yılında İstanbul 2010 Taşınabilir Sanat Projesi kapsamında ‘‘Geçici Rahatsızlık’’ sergisine katıldı. Sanatçının eserleri 2012 yılında Art Dubai ve Contemporary Istanbul gibi uluslararası fuarlarda sergilendi. Turan Aksoy’un “Bir Portre: Huzursuz” başlıklı sergisi 30 Mart 2013 tarihine kadar Pazar hariç her gün 10:30-19:30 arası Pi Artworks Galatasaray’da görülebilir (212.293.71.03). Turan Aksoy is at Pi Artworks Galatasaray with his solo exhibition titled ‘‘A Portrait: Restless’’ between the dates February 19th - March 30th, 2013. The focus on the social problems and the state of predetermination in Aksoy’s works titled “Chaotic but Sterile” (2009) and the effort to define the current time through the spaces and the convictions in his exhibition “Dust and

Pilevneli Project yeni projesinde fotoğraf sanatçısı Silva Bingaz’a yer veriyor. Silva Bingaz’ın “Doğu’nun Kıyısı” isimli projesinde yer alan çalışmaları, sanatçının daha önce Japonya’nın Tottori şehrinde çekmiş olduğu fotoğraflardan oluşuyor. Çoğunlukla günlük hayatta rastladığı insanların portrelerinden oluşan bu eserler, Bingaz’ın 2002 yılında başladığı “Kıyı” serisinin bir parçası olarak devam etmektedir. Silva Bingaz’ın fotoğrafları sadece dramatik bir yapı sunmakla kalmaz, aynı zamanda yoğun ve yerleşik olmayan bir duyguyu da ortaya çıkarır. Sanatçının dünyanın farklı yerlerinde çektiği fotoğrafları her ne kadar zaman ve mekan bağlamında o yerlerin özgünlüğünü yansıtsa da temelde insanların birbirine benzer varoluş biçimlerine dokunmasıyla birleşir. Peki, bütün bu fotoğraflardaki farklılık nedir?

Bingaz’ın yapıtlarının odak noktası, bu yapıtlarda karşılaşılan görsel ve biçimsel farklılıklardan ziyade duyumsal ve sezgisel ayrışmalar etrafında şekillenmektedir. Dolayısıyla sanatçının fotoğrafları bir bölgeyi anlatmanın ötesine geçerek insanlığa dair en benzer ve en içgüdüsel varoluş biçimlerine ulaşmaya çalışmaktadır. Silva Bingaz Hakkında: Silva Bingaz, 2001’deki “Evde Değilse Nerede” başlıklı saydam gösterisiyle ilk çalışmalarını izleyiciye sundu. Bu çalışma, daha sonra üç yıl süreyle üzerinde çalışacağı Iraklı kadın göçmen Beyan ile ilgili projesinin de başlangıç noktası oldu. Zaman içinde, çeşitli ülkelerden fotoğraf ustalarıyla kurduğu ilişkiler Bingaz’ın fotoğraf alanında teknik, estetik ve sergilemeye dair birikimini şekillendirirken günümüz fotoğrafına dair bilincini de geliştirdi. 2002 yılında Anders Petersen’in atölyesine katıldıktan sonra 2006 yılında bir süre çalışmalarını sanatçının İsveç’teki karanlık odasında gerçekleştiren Bingaz, Fransa başta olmak üzere birçok ülkede üretim ve eleştirel düşünmeye yönelik fotoğraf atölyelerine devam ederek önemli fotoğrafçılarla yakın çalışma fırsatı buldu. Özellikle 2002 yılında başladığı ‘Kıyı’ serisinde bu atölye çalışmalarının ve ustalarla sürdürdüğü ilişkilerin fotoğraf bilincini nasıl katman katman geliştirdiği izlenebilir. Bingaz’ın “Kıyı” serisinden çeşitli seçkiler 2007’de İstanbul’da Tütün Deposu’nda ve 2008’de Selanik Kalfayan Galeri’de sergilendi. Yine içinde yer aldığı “Avrupalı Kadınlar” projesi, 2007 yılında Lodz, Paris, Seville ve New York’ta gösterildi; ayrıca Geniş Açı Proje Ofisi’nin 2010 İstanbul Kültür Başkenti etkinlikleri kapsamında düzenlediği “Mahalle” sergisinde yer aldı. “Japonya’ya Avrupa Bakışı” isimli programa davet edilen Bingaz 2010 yılında, fotoğraf sanatçıları Almanya’dan Andreas Gefeller ve Macaristan’dan Gábor Arion Kudász ile birlikte Japonya’nın Tottori kentinde ağırlandı. Sanatçının Japonya fotoğrafları Japonya’da hem sergilendi , hem de kitap olarak basıldı. Bu fotoğraflar ayrıca İstanbul Avrupa Kültür Başkenti etkinlikleri kapsamında İstanbul’da sergilendi. Bingaz, Louis Vuitton’ın Paris’teki sanat merkezi Espace Culturel Louis Vuitton’da 2012 yılı sonunda düzenlenen ve çağdaş Türk sanatını mercek altına alan “Yolculuklar: Günümüz Türkiye’sinde Gezintiye Çıkmak” sergisinde de fotoğraf çalışmalarıyla yer aldı. Pilevneli Project hosts photography artist Silva Bingaz in its new project. The works of Silva Bingaz in her project titled “Coast of the East” consist of the photos she took in Tottori, Japan. Mostly including the portraits of people she encountered in daily life, those works act as a part of the “Coast” project started by Bingaz in 2002. Photography of Silva Bingaz does not only present a dramatical structure but it also reveals an intense and unfixed feeling. Although the photos taken by the artist in various places of the world reflect the distinctness of those places in the context of time and space, they basically unite by touching the common existential forms of the human beings. So what is the difference in all those photos? Focal point of the works of Bingaz is shaped around the sensuous and intuitive differentiations rather than visual and formal differences encountered in her works. Therefore, going beyond depicting a region, the photography of the artist attempts to reach the most similar and most instinctive forms of existence.

5


GÜNCEL CURRENT About Silva Bingaz:

bor Arion Kudász from Hungary. The photo-

Silva Bingaz presented her first works to the audience in 2001 with her transparent show titled “Where, if not at home?” This show also set the starting point for her three-year project on Beyan, who is an Iraqi woman immigrant. Within time, her dialogues with various masters of photography from different countries have shaped her knowledge on technical and aesthetic issues as well as her competency on exhibiting. These dialogues have also helped her raising her consciousness regarding today’s photography.

graphs produced by the artist in Japan were

Having attended Anders Petersen’s workshop in 2002, Bingaz continued her works in Petersen’s camera obscura in Sweden in 2006. She participated in workshops on production and critical thinking in France and in many other other countries, where she had the opportunity to work in close contact with prominent photographers. How those workshops and the dialogues she maintained with the masters of photography raised her consciousness can be traced in layers especially in her project named ‘Coast’, which she started in 2002. Collected works from her series “Coast” were exhibited in Istanbul Depo (2007) and Kalfayan Gallery (2008) in Thessaloniki. Another project titled “EU Women” she took part in, was exhibited in Lodz, Paris, Seville and New York in 2007. The same project also appeared in the show “Mahalle” which was held within the scope of İstanbul 2010 – European Capital of Culture by Genis Aci Project Office. Having been invited to the program, titled “European Eyes on Japan”, Silva Bingaz was hosted in Tottori, Japan in 2010 with photographers Andreas Gefeller from Germany Gá-

both exhibited in Japan and published in a book. Those photographs were also exhibited in İstanbul within the scope of Istanbul 2010 – European Capital of Culture. Bingaz also participated in the exhibition “Journeys: Wanderings in Contemporary Turkey” which

Ed van der Elsken (1925-1990) – Hollanda fotoğrafının “Kötü Çocuğu”– yetenekli bir fotoğrafçı ve film yapımcısı olarak 40 yıldan uzun süre fotoğraf, fotoğraf kitapları ve filmlerinde insanlarla olan deneyimlerini anlattı. 1956 yılında yayınlanan fotoğraf kitabı “Sol Yakada Aşk”, kendisini bir anda dünyaca üne kavuşturdu.

almayı öngörür. Poligon, doğası gereği de-

1950 yılında Paris’e giden Ed van der Elsken, St. Germain des Prés semtinde, içerisinde “kafa dengi”, marjinal bireylerin olduğu bir grupla karşılaştı. Özel günlüğünde grupta yer alan bireylerin eylemlerini, çekmesine izin verdikleri fotoğraflardan oluşturduğu “notlar” ile belgeledi.1956 yılında De Bezige Bij yayınevi tarafından “Sol Yakada Aşk” kitabı piyasaya sürüldü. Fotoğraf kitabı yalnızca işlerinin zirvesi olmakla kalmadı, aynı zamanda 20. yüzyılda fotoroman formatında derlenmiş ilk yapıt olarak kendisini uluslararası düzeyde üne kavuşturdu. Araştırmalarında kitabı oluşturan eskizler ve kontak baskılarının analizlerine, Ed van der Elsken’in o yıllarda fotoğraflarını çektiği Paris Café’lerine ve ana kahramanların içinde bulunduğu anlaşılması güç siyasi çevrelere yer veriliyor. Schaden: “Sergide eski usül baskılara, beyaz küplere veya minimal sergi tasarımlarına yer verilmemektedir” diyor. Notlar ve yorumlar siyah duvarın üzerine beyaz tebeşir ile İngilizce ve Türkçe olarak yer alıyor.

Poligon between 11 April-11 May 2013 in coop-

Poligon “The Shooting Gallery”, The Empire Project’in yeni stüdyo galerisidir. Sanatçıları risk almaya teşvik ederek, sanat sahnesini ticarîlikten bağımsız olarak ele

experimentation. Poligon by it’s very nature

examined contemporary Turkish art. The exhibition was held at Louis Vuitton’s cultural centre Espace Culturel Louis Vuitton in Paris at the end of 2012.

THE EMPIRE PROJECTS Ed Van Der Elsken “Sol Yakada Aşk” “Love on the Left Bank”

11-04 / 11-05 / 2013

www.theempireproject.com Hollandalı fotoğraf sanatçısı Ed Van Der Elsken’in “Sol Yakada Aşk” adlı fotoğraf kitabı çalışması, Schaden.com yayıncılık ile işbirliğinde Poligon-The Shooting Gallery’de 11 Nisan-11 Mayıs 2013 tarihleri arasında yapılıyor.

ilan 6

neysellik barındıran, sanatta kabul edilmiş normları kırmaya yönelik kurulmuş bir proje mekânıdır. The exhibition of the photobook named “Love on the Left Bank” by Dutch photographer Ed van der Elsken (1925-1990) will take place at eration with Schaden.com Photobookstudies publications from Netherlands. “L’enfant terrible” of Dutch photography, Ed van der Elsken was a talented photographer and film-maker who expressed his encounters with people in photos, photo books and films for more than 40 years. In 1950, Ed van der Elsken left for Paris, where he found “kindred spirits” in a group of dropouts in the neighborhood of St. Germain des Prés. The photography book that resulted is not only regarded as the peak of his work but is also internationally recognized as one of the most extraordinary photography books of the 20th century, as it is the first one using the format of a photo novel. Poligon – “The Shooting Gallery”: Poligon is Empire Project’s new studio gallery where artists are encouraged to take risks and share their works, rejecting an over-commercialized art scene that does not support is an space for experimentation and breaking frame, a spring board to get back to the joy and fundamentals of Art.


7


GÜNCEL CURRENT

Berlin

and segueing into films and objects. “Kalter Fluss”, a suspended tar barrel from which bitumen takes months to pour and collect on the floor, is a sculpture moving at an infinitely slow pace. Its material properties are

K.H. HÖDICKE Resi̇m, Heykel, Fi̇lm

diametrically opposed to those of the glass objects. Hödicke even turns bits and pieces like bricks, postcards, bones, marbles, torches, bot-

Painting, Sculpture, Film

tle openers and matchboxes into artist’s materials, forging them together into little objects,

22-02 / 27-05 / 2013

poetic or witty, that acquire new meanings from unusual combinations. Above all, we note a great curiosity and a desire to explore the urban environment of Berlin, the big city full of stimuli that challenge the artist. K. H. Hödicke, who studied under Fred Thieler at the Hochschule der Künste (HdK), co-founded Großgorschen 35 in 1964 as a self-help gallery for artists. In 1966/67 he spent a year in New York, an experience that

Hödicke’ye göre resim yalnızca, “renkleri elleyebilmek için kurulmuş bir savaş meydanı”dır. Bir görüntünün kalitesini, mutlak olarak renklerin nesnelliğine bağlar. Katranlı ve tüylü tasvirler onun bu fikrini ve yaklaşımını destekler. Aynı zamanda, Hödicke’nin işlerinde kullandığı saydam cam gibi materyaller, işlerinin temasını ya da alt katmanını oluşturur. Örneğin, “Passagen” adlı tablosu, mağaza camlarından yansıyan kent hallerini tasvir eder. Sonuç olarak sanatçı, tuvalini gerip bükerek çalıştığı alanın sınırlarını zorlar. Hareket işlerinin kilit noktasıdır; hem resimlerindeki donukluğu dinamik bir yapıya dönüştürür, hem de onları film ya da nesneler gibi formlara dönüştürmeye yarar. “Kalter Fluss” isimli askıda kalmış zift fıçısı işi için yerlerden zift ve katran toplaması aylarını almıştır ve sonuçta ortaya ağır tempolu yürüyen bir heykel çıkmıştır. Bu çalışmada kullandığı malzemeler, camdan objelerine göre diametrik bir karşıtlık içerir. Hödicke ayrıca tuğla, kartpostal, kemik, mermer, meşale, şişe açacağı, kibrik kutusu gibi nesnelerden topladığı parçaları işlerini üretmek için birer materyale dönüştürür; onlardan ayırdığı parçalardan şiirsel ya da esprili objeler ortaya çıkarır ve böylece bu alışılmışın dışındaki kombinasyonlar yeni anlamlar doğurmaya olanak tanır.

was to have a lasting impact on his experimental films, and in 1968 he was awarded a bursary at the Villa Massimo in Rome. From 1974 to 2006 he followed in the footsteps of his former mentor Thieler, becoming a teacher at HdK in his own right. Exhibition and catalogue with the kind support of the Förderverein der Berlinischen Galerie e.V.

London

zelerinde camlı bölmelerde sergilenen eserlerden çağdaş galerilerdeki beyaz kübik yerleştirmelere doğru değişen tarihsel bir sergi kronolojiisi de sunuyor. Bu çerçevede, yetenek ile el beceresi arasındaki ilişkiyi vurgulayarak, usta gözetiminde ya da bireysel çalışan sanatçıların Trockel’in geleneksel çalışma disiplinlerini dönüştüren tarzının etkisiyle ortaya çıkardıkları çalışmalara odaklanılıyor. İşlerde kullanılan objeler, bilgiyle deneyim arasında yankılanan ilişkiyi açığa çıkaran bir kozmoz yaratıyor ve bu da bizi yeni keşiflere çıkmaya teşvik ediyor.

The subject of numerous solo shows, Trockel’s

Bu sergi Lynne Cooke küratörlüğünde ve Museo Nacional Centro de Arte Reina Sofia organizatörlüğünde, Serpentine Gallery ortaklığıyla hazırlandı.

David Bowie Victoria and Albert Museum’da

Rosemarie Trockel (born in 1952 in Schwerte, Germany) has long been admired for her highly independent and influential practice. In A Cosmos she places her work in the company of others to explore varying disciplines. Central

For Hödicke “a picture is just a battlefield for handling colour”. He attaches pivotal importance to the materiality of colour as a quality of the image. Tarred and feathered images reinforce this impression and his conceptual approach. Equally, transparent materials like glass can be both theme and substrate in Hödicke’s work: his famous “Passagen” – urban situations reflected in shop windows – are a case in point. Finally, by overstretching and twisting his canvas, the painter drives the potential of his medium to the limits. Movement is a key feature, appearing in his paintings through fuzzy dynamic structures

8

at New Museum, New York; Museo Nacional Centro de Arte Reina Sofía, Madrid; Kunsthalle Zürich, Switzerland; Dia Center for the Arts, New York; Moderna Museet, Stockholm; Centre Pompidou, Paris and Whitechapel Gallery, London. Trockel represented Germany at the 1999 Venice Biennale and participated in Documenta in 1997 and 2012. This exhibition is curated by Lynne Cooke and organised by the Museo Nacional Centro de Arte Reina Sofía in collaboration with the Serpentine Gallery.

David Bowie Is at the Victoria and Albert Museum

23-03 / 28-07 / 2013 www.vam.co.uk

to the exhibition are a number of core works, including new works never seen before in the UK, by Trockel, and arranged around these in a constellation according to type and theme are artefacts, both natural and human. A Cosmos reflects the artist’s interest in creating a space for ideas to exist between different disciplines, past and present. Many of the objects and artworks, selected by Trockel in

Serpentine Gallery Rosemarie Trockel: Kozmoz 13-02 / 07-04 / 2013 www.serpentinegallery.org

dialogue with curator Lynne Cooke, produce a context for the artist’s work within other fields of inquiry, such as the natural sciences and natural history. Watercolours painted by the pioneering botanist Maria Sibylla Merian sit alongside intricate models of marine invertebrates crafted by Leopold and Rudolph Blaschka, initially used as research tools by naturalists who had no access to living specimens. Works by self-taught artists, such as Judith Scott and James Castle, are presented in parallel with films, such as Władysław Starewicz’s early, pioneering stop-motion animation of 1912,The Cameraman’s Revenge. Trockel’s appreciation of such variously under-recognised objects and artists stems from her empathy both with the questions their work addresses, and with the directness and inventiveness with which they are realised. These artists pro-

Hepsinden öte, Berlin gibi büyük ve stimüle edilmiş öğelerden oluşan bir kentin çevresinin sanatçının merak ve keşif yönlerini etkilediğinin ve değiştirdiğinin altını çizmek gerek. Hochschule der Küste’de Fred Thieler gözetiminde çalışan K. H. Hödicke, 1964’te sanatçılara yardım amaçlı kurulan Großgorschen 35 galerisinin kurucularındandır. 1966 ve 67’de New York’ta bir yıl geçirdi. Burada deneysel film çalışmalarını geliştirme fırsatı buldu ve 1968’de Roma’daki Villa Massimo’dan bir burs hakkı kazandı. 1974’ten 2006’ya kadar kariyerine ilk adımlarını attığı Thieler’da çalışmaya devam etti ve Hdk’de eğitmenlik yaptı. Bu sergi ve sergi katalogu Förderverein der Berlinischen Galerisi’nin desteğiyle hazırlanmıştır.

works have been exhibited widely, including

vide models of dedication to their chosen field that, for Trockel, are exemplary and inspiring. A Cosmos traces an historical lineage from the early cabinets of curiosities (the wunderkam-

V&A, dünyanın en etkileyici performans sanatçılarından biri olan, olağanüstü bir kariyere sahip megastar David Bowie’nin retrospektifini sunuyor. Bu sergi sanatçının kariyerinin başlangıcından itibaren yazdığı el yazısı sözlerden sahne kostümlerine, fotoğraf, film, müzik videoları ve Bowie’nin enstrümanlarına kadar sanatçıya ait 300’den fazla objeyi kapsıyor. Gösterim programı dahilinde sanatçının Brixton’dan çıkan ve adı sanı pek duyulmamış mütevazı bir müzisyen olan David Jones adıyla 1970’lerde yaptığı Ziggy Stardust single’ıyla yükseliş ve düşüş dönemi ve 1980’lerde yeniden doğuşu anlatılıyor. Bu çarpıcı sergi: • Freddie Burretti’nin tasarladığı Ziggy Stardust streç giysilerini • Guy Paellaert ve Edward Bell’in tasarladığı albüm kapaklarını • 1974’deki Diamond Dogs turunda kullanılan sahne tasarımlarını içeriyor.

1952’de Schwerte, Almanya’da doğan Rosemarie Trockel uzun süredir etkileyici ve özgür çalışmalarıyla tanınan bir sanatçı. Kozmoz’da farklı disiplinler üzerine konumlandırdığı bir çalışma sergiliyor. Serginin merkezindeki yeni çalışmaları İngiltere’de henüz görülmemiş işlerden oluşuyor. Trockel’in konstelasyonları temaları ve şekilleri baz alındığında doğa ve insan eliyle yapılmış birer eşya klasmanında.

mer) to natural history and modern art mu-

Kozmoz, sanatçının geçmiş ve gelecekteki disiplinler arasında fikirlerin bulunabilmesi için yer açmaya ilgisini yansıtıyor. Sergide küratör, Lynne Coke tarafından seçilmiş objelerin tamamı doğa bilimleri ve doğa tarihine göndermeler yapar nitelikte. Botanik uzmanı Maria Sibylla Merian öncülüğünde hazırlanan suluboya resimler, Leopold ve Rudolph Blaschka tarafından yapılmış olan ve daha önceleri canlı örneklerine ulaşamayan doğa bilimcilerinin araştırmalarında kullandıkları çeşitli omurgasız hayvan modelleriyle birlikte sergileniyor.

For more than thirty years Trockel has resist-

film, music videos and Bowie’s own instru-

ed an identifiable style, working in a vari-

ments.

Kozmoz, doğal tarih ve modern sanat mü-

seums through to the white cube of contemporary galleries. Within this framework there is a focus on the relationship between skill and craft, and the practices of self-taught and under-recognised artists, reflecting Trockel’s on-

The V&A is curating the first-ever internation-

going tendency to overturn traditional disci-

al retrospective of the extraordinary career of

plinary categories. The objects that make up

megastar musician David Bowie, one of the

this cosmos offer a wealth of resonant rela-

world’s most influential performers.

tionships between different fields of knowledge and experience, proposing that we remain open to new discoveries.

ety of materials, including wool, bronze and found objects, and a range of mediums, including photography, collage, video and assemblage. The constants of her wide-ranging practice include issues that have long occupied her thinking and that have underpinned her diverse activity, such as contrasting ideas

The exhibition brings together more than 300 objects for the first time, including handwritten lyrics, spectacular costumes, photography,

The show charts the star’s life from his humble beginnings as an unknown Brixton man called David Jones, to the rise and fall of Ziggy Stardust, the persona adopted by the musician in the 1970s, and then to Bowie’s dramatic comeback in the 1980s.

of feminism as well as the divides construct-

Standout exhibits include:

ed between amateur and professional, celeb-

• Ziggy Stardust bodysuits designed by Freddie

rity and anonymity, and the fine and applied

Burretti in 1972

arts. More broadly, through her works Trock-

• Album sleeve artwork by Guy Peellaert and

el probes not only interrelationships between

Edward Bell

humans and animals but also our impact, as

• Set designs created for the Diamond Dogs

a species, on the natural world.

tour of 1974


Barbican Art Gallery Barbican’da Gelin ve Bekarlar Barbican Art Gallery www.barbican.org.uk

Duchamp’ın Ekseninde Dans etkinliklerinin yeni sezonunda Barbican Art Gallery, besteci John Cage, koreograf Merce Cunningham ve görsel sanatçılar Robert Rauschenberg ve Jasper Johns üzerindeki etkisi üzerine büyük bir sergi düzenliyor. Kavramsal sanatın babası olarak anılan Marcel Duchamp, gündelik nesnelerden mizahi çalışmalar yaparak sanat hakkındaki düşüncelerimizde radikal değişiklikler yarattı. Sergi, Duchamp’ın aralarında ünlü eserleri Talipleri tarafından soyulan Gelin, Merdivenden İnen Çıplak No 2’nin –bu eser New York Armory Show 1913’te ilk kez sergilendiğinde alaya alınmıştı- de bulunduğu 23 eserini bir araya getiriyor. Gösterim kapsamında aynı zamanda, Johns ve Rauschenberg’ün 40 resmi, Cage tarafından önceden kaydedilmiş bir müzik parçası ve Cunningham’ın canlı bir performansı da bulunuyor. The Bride and the Bachelors at Barbican As part of its new season Dancing Around Duchamp, the Barbican Art Gallery is hosting this major exhibition to explore the legendary French artist’s impact on composer John Cage, dancer and choreographer Merce Cunningham, and visual artists Robert Rauschenberg and Jasper Johns. Often cited as being the father of conceptual art, Marcel Duchamp radically altered what we think of as art by employing humour and creating works from everyday objects. The show brings together 23 works by Duchamp, including his most celebrated work The Bride Stripped Bare by Her Bachelors, and Nude Descending a Staircase No 2 which was ridiculed by the US media when it was first displayed at the New York Armory Show of 1913. Also on display are more than 40 paintings by Johns and Rauschenberg, as well as pre-recorded music by Cage and a live Cunningham performance

New York Paul Kasmin Gallery Will Ryman / America 28 - 02 / 30 - 03 / 2013

www.paulkasmingallery.com

Paul Kasmin Gallery, New York 515 West 27th Caddede bulunan galeri binasında 28 Şubat- 30 Mart 2013 tarihleri arasında sergilenecek olan, Will Ryman’ın Amerika sergisini duyurmaktan mutluluk duyar. Mart ayı dolayısıyla Ryman, gerçek ve çelikten üretilmiş pençelerden yaptığı büyük çaplı heykeli Kuş (2012)’yi de sergileyecek. Bu yerleştirme, NYC Department of Transportation’s Urban Art Program önderliğinde Broadway 23. Caddede bulunan Flatiron Plaza’da sergilenecek. Amerika, sanatçının Amerikan tarihinin izini sürerek keşfettiği kapitalizmin orijini üzerine geliştirdiği kişisel metodolojik gelişimini yansıtıyor. Ryman satılması için üretilmiş fabrika çıkış materyalleri ustalık ve karışık yöntem becerisini kullanarak sanat eserlerine dönüştürüyor. Ryman’ın enstalasyonu Amerika’daki tüketim kapitalizminin tarihi ve evrimi üzerine bir sorgulama sağlıyor. Ryman yaratım sürecini insanoğlunun çelişkilerini keşfetmeye yönelik de kullanıyor. Ryman, Abraham Lincoln’ün çocukluğu kabinini Amerika’nın Sivil Savaş süresince karşı karşıya kaldığı çarpışmaları tasvir eden ikonik bir amblem olarak uyarlıyor. Altın renk reçineden oluşmuş ve her biri Amerikan sembolizmi ve tarihine göndermede bulunan Amerikan ürünleri ve objelerinden bir karışım da kabindeki yerini almış. Kurşun geçirmez bir tür camla kaplanmış pranga ve zincirler, Amerika’nın birbirine geçen dini ve kültürel yapısına ve köle ticareti zamanlarına göndermede bulunuyor. Kabinin tamamı yüzyıllar boyunca değişen ve gelişen sanayileşme ve tüketim ürünleri dağılımını işaret ediyor. Duvarlar, iskelet, tavan ve yangın sığınakları, ülkenin tarihindeki büyük savaşlardan Sivil Savaş ve İkinci Dünya Savaşı günlerini anımsatırken; ilaç kutuları, telefon kulübeleri, pamuk ve mısır da modern gündelik yaşamın lüks ürünlerini temsilen yerlerini almış. Tüm malzemeler belirli bir geometrik şekil esas alınan tasarımıyla kabine modern bir estetizm ve yapı kazandırıyor. Paul Kasmin Gallery is pleased to announce Will Ryman, America on view at the gallery’s 515 West 27th Street, New York location, 28 February – 30 March, 2013. Throughout the month of March, Ryman will also exhibit his large-scale sculpture, Bird (2012),crafted from real and fabricated steel nails at the Flatiron Plaza located at Broadway and 23rd Street in collaboration with the NYC Department of Transportation’s Urban Art Program and the Flatiron/23rd Street Partnership. America is inspired by the artist’s personal methodological exploration of the origins of capitalism within the scope of American history. Ryman uses found objects ranging from consumer products to industrial and hardware materials, to create masterful and intricate sculptures. Ryman’s installation questions both the history and the evolution of consumer capitalism in America. Through his creative process, Ryman strives to create work that explores the contradictions of the human condition. Ryman appropriates Abraham Lincoln’s boyhood cabin to stand as an iconic emblem of American socio-economic conflict during the Civil War and its eventual transformation. The cabin, coated in gold resin, is composed of an amalgam of American products and objects, each possessing their own history and American symbolism. Ryman’s cabin invites the viewer to literally step into the structure, allowing for the absorption of the meticulous detailed inlay of gold resin-coated objects. The shackles and chains that make up the cabin’s foundation are covered with cross-shaped bulletproof glass, juxtaposing American religious culture and America’s involvement in the slave trade. The cabin as a whole marks a

change in industrial and consumer products spanning over several centuries. The walls, trusses, roof and fireplace are composed of a variety of objects ranging from bullets-collected from historic battles such as the Civil War and WWII, pharmaceuticals, phone parts, cotton and corn, in addition to modern-day luxury products. . The materials are all arranged in geometric shapes, imbuing a modernist

Matthew Marks Nayland Blake What Wont Wreng 02-02 / 19-04 / 2013

www.matthewmarks.com

aesthetic and structure within the cabin.

Lehmann Maupin Robin Rhode Paries Pictus 10-01 / 16-03 / 2013

www.lehmannmaupin.com

Berlin’de yaşayan Güney Afrika doğumlu multidisipliner sanatçı Robin Rhode, işlerinde fotoğraf, performans, çizim ve heykel disiplinlerini bir arada kullanarak görsel bir dil inşa ediyor. Kullandığı malzemeler arasında gündelik ürünler bulunuyor: sabun, karakalem, tebeşir, boya gibi. Güney Afrika’daki ırk ayrımı sonrası dönemin gelişiyle birlikte Rhode, eserlerini yaratırken politik veya sosyal doktrinlerden ziyade bireysel motivasyonlarıyla hareket eden yeni yaratıcı formlar yakaladı. Genç nesil üzerinde hip-hop, film ve popüler sporların etkisini giderek arttırmasıyla, Rhode’un işlerindeki renkllendirilmiş hibrid-kent yansımaları ağırlık kazandı. Sanatçının uzay ve zaman odaklı iki boyutlu resimleri, bir sanatçı ya da aktör tarafından performe edilen tek başına bir kahramanın canlandırdığı üç boyutlu bir yapıya ulaşarak, kent manzaralarının hayal gücüne dönüştürülmüş haline evriliyor. Bireysel ekspresyonizmin sosyo ekonomik yaklaşımlarla birleşimi Rhodes’un tarihi ve çağdaş referans noktaları alan işlerine ustalıklı bir ilüzyon boyutu katarak; hem doğuştan yeteneğin, hem de yüksek veya alçak sanat formlarının izdüşümlerini yansıtır. Robin Rhode, the South African-born, Berlinbased multidisciplinary artist, engages a variety of visual languages such as photogra-

Nayland Blake’in en son işi bulunmuş ve sonradan yapılmış objelerin kombinasyonundan oluşuyor. Blake, gündelik hayattan spontan noktalar yakalayarak, bunları sanatından dışarıya aktarıyor. Modern hayat flanörü olarak Blake, heykel çalışmaları için biriktirdiği materyalleri, günlük kaygılar, cinsiyet sorunu, kimlik, toplum gibi dinamiklerin üzerinde işleyerek 20 yıldır bu eksende heykeller yaratıyor. Nayland Blake (d. 1960) eserlerini ilk 1985’te sergiledi. Kişisel sergileri New York, San Francisco, Houston, Brüksel, Londra gibi şehirlerde açıldı. Bunların arasında 2003 yılında, Skidmore College’daki Tang Müzesi’nde sergilenen video çalışmaları ve 2008 yılında New York Location One’daki retrospektifi de bulunuyor. Geçen sene, San Francisco’daki Yerba Buena Center for the Arts’ta Free! Love! Tool! Box! (Özgür! Aşk! Alet! Kutu!) adlı kişisel bir sergi açtı. 2012’de Guggenheim Bursu’nu kazandı. Blake International Center of Photography-Bard MFA yöneticisi ve Brooklyn’de yaşıyor. Bu sergi, Matthew Marks Gallery’de sanatçının 1993’ten beri sekizinci tek kişilik sergisi olacak. Nayland Blake’s newest work is produced with a combination of found and made objects. Blake seeks out the spontaneous moments

phy, performance, drawing and sculpture to

in daily life and uses them as departures for

create arrestingly beautiful narratives that

his art. A modern-day flaneur, he accumu-

are brought to life using quotidian materials

lates elements and materials for his sculp-

such as soap, charcoal, chalk and paint. Com-

tures through his daily wanderings, continu-

ing of age in a newly post-apartheid South Af-

ing to explore the themes of gender, identity,

rica, Rhode was exposed to new forms of creative expression motivated by the spirit of the individual rather than dictated by a politi-

and community in his work as he has for more than twenty years.

cal or social agenda. The growing influence

Nayland Blake (b. 1960) first exhibited his work

of hip-hop, film, and popular sports on youth

in 1985. He has had one-person exhibitions in

culture as well as the community’s reliance on

New York, San Francisco, Houston, Brussels,

storytelling in the form of colorful murals en-

and London, including a 2003 survey of more

couraged the development of Rhode’s hybrid street-based aesthetic. His strategic interventions transform urban landscapes into imaginary worlds, compressing space and time, as two-dimensional renderings become the subject of threedimensional interactions by a sole protagonist, usually played by the artist or by an actor inhabiting the role of artist. Melding individual expressionism with broader socioeconomic concerns, Rhode’s work reveals a

than ten years of video work at the Tang Museum at Skidmore College, and a 2008 retrospective of work in all media at Location One, New York. Last year, the Yerba Buena Center for the Arts, San Francisco, presented a oneman exhibition entitled Free! Love! Tool! Box!. In 2012, Blake was awarded a Guggenheim Fellowship. Blake chairs the International Center of Photography-Bard MFA program and lives

mastery of illusion, a rich range of historical

and works in Brooklyn. This will be his eighth

and contemporary references, and an innate

one-person exhibition at the Matthew Marks

skill for blending high and low art forms.

Gallery since 1993.

9


ATÖLYE ATELIER Seçil Alkış

bulanda 10

2013-02

monika


Bence en önemlisi resim ve müzik üzerine çalışan bir sanatçı olarak, yüksek seviyede sanat üretmek ve salt ticari düzemde sıkışmayıp kendi sanatsal dilini yüksek bir değere taşıyabilmektir. Most important of it all is that I am an artist in painting and in music, or perhaps me being an artist that is forcefully trying to stay within art.

Seçil Alkış: Öncelikle bize kendini tanıtır mısın, Monika Bulanda kimdir ? Monika Bulanda: Zor bir soru, birkaç kimliğim var aslında. Hem müzisyen olarak, hem de ressam olarak çalışıyorum; genel olarak kendimi tanımlamak için sanırım sanat içerisinde yaşayan ve hayat bulan demek bana uygun olan bir tanımlama olabilir. Çünkü sürekli sanatın içinde olmaya çalışıyorum; müzik konusunda da şu an kendi müziğimi bestelemeye çalışıyorum, seslerle oynamayı deniyorum. Sergide küçük bir CD’im de olacak. Resim olarak gördüğünüz gibi çalışmalar yapıyorum, daha çok kağıt çalışmalarım var. Birazcık mozaik şekilde ama çok başka bir kafa... En önemlisi resim ve müzik üzerine çalışan bir sanatçı olmam, sanatın içinde zorla yer almaya çalışan bir insan olmam. Aynı zamanda kendi değerlerimi kaybetmemeyi deniyorum, umarım kaybetmeyeceğim de... Ayrıca istikrarlı bir şekilde ilerlemek de benim için önemli. S.A: İşlerinde alışılagelmişin dışında malzemeler kullanıyorsun. Resimlerinde kullandığın bu malzemeleri bulma sürecin nasıldı , nasıl keşfettin ? M.B: Çocukluğumdan beri çok farklı malzemelerle çalışıyordum; kağıt malzeme olarak daha çok yeni benim için. Ben daha çok kara kalem ve yağlı boya yapıyordum. Mesela zamanında akriliği hiç sevememiş olmam çok enteresan gelir bana. Ama akrilik kalemle de çok çalışmalar yaptım. Mesela bir yarışmaya katıldım birincilik ödülü aldım ama bu daha çok erken dönemlerimde, çocukluk zamanlarımdı. Şimdi kağıt stilini buldum, aslında şöyle oldu; Taksim’den geçerken aklıma bir fikir geldi; tam noktayı da hatırlıyorum, aslında o an resimlerin başlangıcıydı. Taksim’den geçerken bir anda pencereler gördüm. İnsanların yoğunluğu, kalabalık pencerelerin içinden bakan bir resim yapmak istiyordum ve bu duygu uzun zamandır vardı. O an bunu nasıl yapabilirim diye düşündüm ve gezerken yağlı boya aldım. Yağlı boya ile denedim olmadı; yani tam istediğim duyguyu, rengi yakalayamadım. O sırada New York’ta konserlere gittim. Uzun süre kalamadım, ama yeterince vakit geçirdim. Orada aynı İstanbul’daki duygunun, bu kalabalığın ve farklı renklerin duygusu vardı. Yani sanki insan bir renktir ve on-

ları ifade etmek için, aynı şeyi yakalamak için tekrar baktım, başka bir perspektifle. Eve döndükten sonra aynı resim üzerine bu duyguyu, gene de yakalamaya çalıştım; olmadı, sinirlendim. Artık son noktada, vazgeçtiğim ve yaptığım şeylerin üzerlerini kapattığım anda, işlerin küçük kağıt parçaları ile birleştiğindeki etkiyi farkettim. Ve böylelikle istediğim sonuca ulaştım! Aslında bir nevi hata sonucu oluştu. Ondan sonra çok uzun bir süre siyah akrilik boyaması üzerinde çalıştım. Ama duygu ve fikir içimde her zaman vardı tabi ki, herşey tesadüfi bir olaydan kaynaklanmıyor. Bu hale gelene kadar, istediğimi elde edene kadar çok uğraştım, denedim. Yaklaşık bir buçuk senedir sadece deneme yapıyordum, başka şeyler de çiziyordum, evimdeki yağlı boya iş üzerine çalışıyordum.

Seçil Alkış: To start with, can you tell us

about it. Just as I gave up and was covering

about yourself? Who is Monika Bulanda?

my works, I realized the effect they did when

Monika Bulanda: A tough question, I actually

they were covered with small pieces of paper.

S.A: Yapacağın bir sonraki işler için nasıl karar veriyorsun imajlara? Bu arada kendin mi çekiyorsun bütün fotoğrafları? M.B: Tabi ki her şeyi kendim yapıyorum. Benim hissettiğim duygunun izleyiciye geçmesi gerekiyor. Bir şey hissettiğim zaman onu yapmak istiyorum. Mesela şimdi yeni resmimin fikri Osmanlıca üzerine. Gezdiğim bir müzede eski Osmanlıca üzerinde bir resim vardı, belki bir etkisi var işlerime, onu daha sonra fark ettim. Ben çok etkileniyorum ruhen. Çok sergiye gittim ve gidiyorum, sürekli yeni işler görmekten, fikirler edinmekten mutlu oluyorum. Ben motive ediyor açıkcası.

portant to me as well.

feelings I feel have to be transferred to the au-

S.A: You use unconventional materials in

it. For example, the project I’m working on

S.A: Bazı sanatçılar galerilerde ve müzelerde, yeni işler gördüklerinde bir şekilde etkilenme olduğu için bundan sakınıyorlar. Bu konu hakkında ne düşünüyorsun? M.B: Bence yeni işler görmek ve etkilenmek iyi bir şey, tabii kopyalamaktan bahsetmiyoruz. Bana göre bu şekilde gelişebilirsin ancak. Müzik veya herhangi bir yaşam tarzında da öyle. Biz gördüğümüz kalıplardan bir şeyler öğreniyoruz. Onun üzerine ancak bir şeyler koyabiliyoruz. Yani bir fikir var ve ondan etkilenip, sonra kendine daha uygun bir fikir oluşturmaya çalışıyorsun. Hayatta da böyle...

member the exact spot; that was when the

think about this?

paintings started. I saw windows, and the

M.B: I think it is a good thing to be affected.

crowded population around there. I for long

Getting inspired of course, not copying. I think

wanted to make a painting showing crowds

it is the only way to progress. It is the same for

through windows. This feeling was around for

music or any other thing life. We learn from

a long time then. I was thinking about how I

the things we experience. Then we can put

could accomplish that, and I bought some oil

something on top of those things we learned.

paint as I was passing through. I tried with oil

You get an idea from something else, then

paint, but no, I could not create the feeling or

form it into an idea of your liking. That is the

the colors I wanted. I went for a concert to New

exact same in life…

S.A: Bir yandan, görsel kültürünü geliştirmek denebilir mi? M.B: Evet, esinlenmek ve beslenmek. Beynin fiziksel olarak bir çalışma temposu

have a variety of identities. I am both a musician and a painter. If I was to define myself as a whole, I could perhaps say that I am someone who lives and find life in art. I always try to be within the world of art. About music though, I try to do more like commercial music. I try to play around with sounds. I will be exhibiting a tiny CD as well here. About painting, well I’m doing things as you see, more on paper, some as mosaic but that’s a totally different thing… Most important of it all is that I am an artist in painting and in music, or perhaps me being an artist that is forcefully trying to stay within art. At the same time, I am trying not to lose my values, and I do hope I will not lose them… Of course, progressing steadily is im-

your works, these materials you use for your paintings, how did you discover them, how would you describe that process?

That was how I achieved the feeling I was seeking! Perhaps, it was a result of a mistake. After that, I worked with black acrylic painting for a long time. But the feeling and the idea were always there inside me. It is of course not a total coincidence. I worked hard for everything to come to this point, until I got what I wanted. I tried and tried over and over again. For a year and a half I’ve only been trying things, I was also drawing different things and working on some oil paintings at home. S.A: How do you decide on the images for your next projects, by the way do you take these photographs yourself? M.B: Of course I do everything on my own. The dience. When I feel something, I want to make right now is about Ottoman Turkish. There was a painting on old Ottoman Turkish in a museum I was visiting, maybe it had affected

M.B: I work with different materials since

my works, I realized this later on. I am a per-

childhood. Paper, as a material, is quite new

son who gets affected in the soul quite easily.

to me. I usually worked with charcoal and oil

I visit a lot of exhibitions and museums, and I

paint. For example, I find it really interesting

get happy seeing new works, getting new ide-

why I did not enjoy working with acrylic back

as. It motivates me to be honest.

in the day. Yet, I did many works with acrylic, I even won first place in a competition when I was kid with it. Now I do work with paper, and here is how it all began: While I was passing through Taksim, I had an idea. I even re-

York just after that. I didn’t stay for long, but just for enough a duration. The same feeling I had in Istanbul, with the crowd and the dif-

S.A: Some artists refrain from visiting galleries and museums since they think they would get affected from what they’ve seen when they are producing. What do you

S.A: Could you call it improving your visual culture?

ferent colors, were there as well. I looked back

M.B: Yes, to live on from and to be inspired.

again and again from a different perspective;

Our minds have a way and a rhythm of work-

you know as if every human was a color and

ing. You cannot change this. Your art is affect-

I was trying to catch the feeling of each differ-

ed by the behaviors you were taught at home,

ent color. After I came back home, I tried to

education you take from school and the life

get that feeling on the same painting again.

you form for yourself. Art, in general is life. At

It didn’t work and I found myself quite upset

least this is how I see it.

11


ATÖLYE ATELIER

2

1

S.A: Peki, plastik sanatlar ve eş zamanlı olarak müzikle de ilgileniyorsun. Bu durumun işlerine nasıl bir katkısı oluyor? M.B: Çok ilginç bir şey oldu. Eskiden sadece müzisyen olarak çalışıyordum. Davulcu olarak bazı gruplarda çalıyordum. Sonra bir süre içerisinde fazla sergi açtım, ve bu durum oldukça özgüven kazanmama sebep oldu. Şimdi aldığım o etkiyi müzik ile harmanlamaya çalışıyorum. Müzisyen olarak da yeni bir şeyler üretebilirim. Müzisyen ve üreten müzisyen farklı şeylerdir. S.A: Bu konuştuğumuz plastik sanatının müziğine etkisi. Peki, müziğin plastik sanatına etkisi nasıl? M.B: Resim yaparken sürekli müzik dinliyorum ve müzik dinlemeseydim bu kadar çalışamazdım ve bu duyguyu, bu enerjiyi, resimde yakalayamazdım. Bir yandan da ben müzisyen olarak çok geziyorum, çok farklı yerlere gidiyorum. Oradaki kültürü, insanları, yaşam tarzını keşfediyorum. Bu yüzden bence resimlerimin fikri oradan geldi. Sonuçta ikisi aynı yolda yürüyor, sadece bazen resme yoğunlaşıyorum, sonra bir müzik geliyor. Bence şu an güzel bir denge yakalıyorum, hayatımda. S.A: Peki işlerinde çok kültürlülükten bahsediyorsun. Bunun hakkında biraz daha konuşabilir miyiz? İşlerin görsel anlamda çok tatmin edici. Alt metin olarak neler yapıyorsun? Neler ile ilgileniyorsun? Çok kültürlülük derken neden bahsediyorsun ?

12

M.B: Çok kültürlülük sadece bir yerde yaşamak değil, o yerin dilini, kültürünü de öğrenmek demek. Çok kültürlü hayat çok hoşuma gidiyor, çok renkli oluyor. Mesela Çin restoranına gidip Çin yemeği yemek, denemek benim için hayat kalitesini artıyor. Şu anda zaten dünyanın küresel olduğunu düşünürsek, birçok insan oradan etkilenebilir, hem de pozitif şekilde. Buraya gelip turist olmak değil, insanlarla konuşmak, gerçek zorlukları görmek, gerçek hayatı biraz tanımak önemli. Mesela ben Türkiye’deki ilk iki senemde bambaşka şeyler düşünüyordum. Türkiye’nin ana dilini öğrendikten sonra bambaşka bir yer oldu benim için. Bahsettiğim şey şöyle aslında; bir yerin içine girmek ve üstüne çalışmak lazım. Zaten benim çocukluğumdan beri farklı kültürlere, dillere ilgim vardı. İspanyol lisesinde okudum, İspanyol öğretmenlerim vardı. Onlar Polonyalı öğretmenlerden çok farklıydı; bambaşka bir dünya, bambaşka fikirler, davranışlar. Belki de hayatıma yön veren bir dönemdi. Dünya insanıyım diyebilirim. Benim için sınırların bir önemi yok. S.A: ALAN İstanbul’da olacak Nisan ayındaki serginden bahsedelim, heyecanlı mısın? M.B: Uzun zamandır çalışıyorum, güzel bir sergi olmasını umuyorum. Sonuçta sevdiğim işleri göstereceğim. Eski işlerimden biraz daha farklı sürprizler olacak. Video da dahil etmeyi planlıyorum işlerin içerisine. Enstelasyon da değil; daha çok resim, video ve müzik ile iç içe geçmiş birleştirme deneyimi. Aynı zamanda fikrimi anlatan, biraz daha konuya yakın çağrışımlar. ‘MULTI CITY’ adlı bir sergi olacak. Farklı kültürlere etkisini, sadece renk olarak değil; hem müzik, hem de dans içeren bir düzenekte göreceğiz.

S.A: Alright, well you work on plastic arts

inspiration from this sort of things – and in

and music at the same time. How does this

positive ways. Coming here as a tourist holds

add to your works?

no importance next to talking to people, wit-

M.B: A very interesting thing happened. I was

nessing the real conditions, experiencing the

working only as a musician before. I was a drummer in some bands. Then I had my first exhibition and that gave me a lot of self-confidence. Now I’m trying to blend this self-confidence with my music. I can create new things in music as well. A musician and a composing musician are two completely different concepts. S.A: That is the effect of plastic arts on your music, what could you say for the other way around? M.B: I always listen to music when I’m painting and if I didn’t, I wouldn’t be able to work this much. I wouldn’t be able to reflect that feeling and energy in painting. On the other

real lives that are being lived. Me, I was thinking of totally different things in my first year in Turkey. After learning the mother tongue of Turkey, it became a totally different place for me. What I am talking about is more like this: you have to get into a place and work on it. I always had interest in different cultures and languages since my childhood. I studied at a Spanish high school. I had Spanish teachers. They were so different than my Polish teachers. A whole different world, ideas, behaviors… It perhaps was an era directing my entire life. I could call myself a world citizen. Borders do not hold any importance to me. S.A: Let’s talk about your exhibition in ALAN

hand, as a musician, I travel a lot, I go to so

Istanbul, April. Are you excited?

many different places. The cultures, the peo-

M.B: I’ve been working a long time. I am ex-

ple and the lifestyles I discover are sources to

pecting a great exhibition. At the end, I will

my paintings in many occasions. At the end of

be displaying works of mine that I really love.

the day, they go along in a parallel path. Some-

There will be various surprises from my previ-

times I focus on painting, sometimes on music.

ous works. I am planning to include some vid-

I believe I have a quite alright balance in my

eos in them. Not installations maybe but an ex-

life right now.

perience where painting, video and music are

S.A: You talk about multicultural aspects in your works. Could we discuss that a bit? Your works are very satisfactory in terms of visual sensation. How about the subtexts under them? What are you interested in? What do you imply when you say multicultural-

intertwined. Associations closer to the subject, also reflecting my ideas. There will be an exhibition called “MULTI CITY”. We will be seeing the effects on different cultures, in way that is not only done through colors but also with music and dancing.

ism?

S.B: How do you integrate dancing into your

M.B: Multiculturalism is not only living some-

works?

where, but also learning the language and

M.B: I used to dance a lot in the countries I

the culture. I like multicultural life. It is quite

was. I love to dance. Yet, I am so busy now that

a colorful one. Going to a Chinese restaurant

I barely have any time to dance – and perhaps

and try out the Chinese cuisine is a factor lift-

none these days. I believe dancing to be an art

ing up my life’s quality. When you think about

unifying people. For example dances of dif-

the globalized world, many people could get

ferent cultures are basically forms of art that

2013-02

ve şekli var. Bunu değiştiremezsin. Davranışlarını evden öğrendiğin, onun üzerine okuldan aldığın eğitim ve kendi kurduğun hayatın aynı şekilde bir sanat oluyor. Sanat, genel olarak hayat. En azından benim bakış açım böyle.


S.A: Dansı nasıl adapte ediyorsun işlerine? M.B: Gittiğim ülkelerde çok dans ediyordum. Dans etmeye bayılıyorum. O kadar yoğunum ki, artık dans için pek vaktim yok. Dansın insanlarla birleşen bir sanat olduğunu düşünüyorum. Zaten mesela farklı kültürlerin dansı, insanların arasına sıcaklığı getiren bir sanattır ve ben gittiğim ülkelerde ilk akşam nerede, ne oluyor diye bakıyorum dans edebilmek için. Örneğin Çinlilerin bu kadar iyi Salsa yapabileceklerini düşünmezdim. İşte benim için çok kültürlü olmak bu demektir; farklı kültürlerin en iyi noktalarını kendinden bir şeyler kaybetmeden birleştirmek. Türk dansları da çok iyi ve onları da bir şekilde farklı ülkelerde göstermek lazım. S.A: İşlerini nasıl konumlandırırsın genel anlamda? M.B: Bence zaman içerisinde şekilleniyor. Çok gencim ve daha çok şey yapacağıma inanıyorum. Tek umudum bütün hayatım boyunca sevdiğim şeyleri yapabilmek, en başında da söylediğim gibi; değerlerimi kaybetmeden. S.A: Kendine sormak istediğin bir soru var mı? Ne hakkında konuşmak isterdin? M.B: Ben çalışmalarımla konuşuyorum, derdimi ifade ediyorum aslında. Etrafta yeterince konuşan kişiler var, hem de hiçbirşey yapmamalarına rağmen. O yüzden ben çok fazla konuşmayı tercih edenlerden değilim. İşlerimin yeterince konuştuğunu düşünüyorum. S.A: Peki bir soru daha geldi aklıma. Müzik mi resim mi? M.B: Resim yapmaya çok erken başladım, müzikten çok daha önce. O zamanlarda tiyatro ve dans ile de ilgileniyordum. Herhangi birini seçmedim. Üzerine çalıştığım konularda, başarılı olmaya çalıştım ve kendi özgürlüğümü de kazandım. Aslında bunu söylemem lazım, çünkü bu çalışmalar sayesinde, kendimi insan olarak kendime ait hissediyorum. Şu anda gençlerin çok büyük bir sıkıntısı var, çok sosyal beklentisi var, aile beklentisi var, insanlar kendi başlarına keşfetmiyorlar hiçbir şeyi. Ben müzik ve resim sayesinde kendimi keşfetmeye başladım. İnsan kendini keşefedebilince yaşam biçimini ve tercihlerini de oturtabiliyor aslında. Sadece dolu dolu, özgür ve mutlu yaşamak istiyorum.

brings warmth in between people. When I go to a new country, I immediately look for events to dance in. To illustrate, I would never have guessed how good the Chinese do Salsa. That perhaps is what multiculturalism for me. To be able to combine the best parts of different cultures without losing anything from your own being. Turkish dances are as well brilliant and they should be displayed to other countries too. S.A: How do you position your works in general sense? M.B: I think they are formed in time. I am young, and I believe I will be doing a lot more. My only hope is to be able to do the things I like my entire life, and especially just like I said in the beginning, without losing my own values. S.A: Would you like to ask one question to yourself? What would you like to talk about? M.B: I speak with my works. There are many that talk around – and without doing anything. That’s why I’m not a person that chooses to talk a lot. I believe my works are vocal enough.

3

S.A: I just thought of one last question, painting or music? M.B: I started painting very early, almost 10 years ago. Back then I was also practicing theatre and dancing. I did not make any choices. I tried to be successful in everything I do and I gained my freedom. I think I also have to state that with all the work I feel that I belong to myself as a person. Youth have many problems these days, but one greatest is the expectations from them by their families. People never discover anything on their own. I did this thanks to music and painting. When a person discovers her/himself, then s/he can set the lifestyle and choices on it. I just want to live my life to the fullest, free and happy.

1. Multi Istanbul, 2012, 120x120 cm, ahşap üzerine karışık teknik / mixed media on wood 2. Multi New York, 2013, 120x160 cm, ahşap üzerine karışık teknik kırmızı / mixed media on wood-red 3. Multi New York, 2012, 200x140cm, ahşap üzerine karışık teknik / mixed media on wood 4. Multi New York, 2012, 85x170 cm, ahşap üzerine karışık teknik / mixed media on wood

4

13


MAKALE ARTICLE Nihan Bora

Haset Envy Husumet Enmity Rezalet Embarrassment Yakın tarihten uzağa doğru giden bu işte, ilerledikçe tarihin derinliklerine gömülüyorsunuz. Gömüldükçe de hafızada izi kalan olaylar azaldığı gibi, kim bilir belki de etkisini yitiriyor. Dated from recent to past, you end up buried in the depths of history. As this happens, though, you remember less and perhaps the overall effect loses its strength.

1

Selim Birsel, Hera Büyüktaşçıyan, CANAN, Aslı Çavuşoğlu, Merve Ertufan & Johanna Adebäck, Nilbar Güreş, Berat Işık, Şener Özmen, Yusuf Sevinçli, Erdem Taşdelen, Hale Tenger ve Mahir Yavuz’un işlerinin yer aldığı serginin küratörü Emre Baykal. Serginin en çarpıcı işlerinden biri, muhtemelen bilinçli olarak Arter’in hemen girişine yerleştirilmiş. Hale Tenger’in “Böyle Tanıdıklarım Var III” isimli işi, adeta Türkiye’nin röntgenini çekiyor. Bir tür arşivsel geçit işlevi gören bu labirentte; öldürülen gazeteciler, 6-7 Eylül Olayları, Cumartesi Anneleri ve daha Türkiye’nin geçmişinde kara leke olarak adlandırılacak birçok olay... Yakın tarihten uzağa doğru giden bu işte, ilerledikçe tarihin derinliklerine gömülüyorsunuz. Gömüldükçe de hafızada izi kalan olaylar azaldığı gibi, kim bilir belki de etkisini yitiriyor. Bu labirentten çıkıştaki derin sarsıntının ardından, yerden tavana kadar birbirine dolanmış iki direkle karşılaşıyorsunuz. “Bayrağından Kaçan Direk” isimli işin sahibi Şener Özmen. Bayrağı olmayan bu iki direğin birbirine ne amaçla dolandığı soru işareti. Başta birbirine dostça sarılmışlar hissi yaratan bu iş, bir yandan ‘husumet’ içinde olan iki düşmanı da andırıyor.

14

Arter, where I took shelter from Istiklal Street’s huddled and noisy state, is hosting a silent looking exhibition, housing wildest of storms inside: “Envy, Enmity, Embarrasment.” Curated by Emre Baykal, the exhibition features works of Selim Birsel, Hera Büyüktaşçıyan, CANAN, Aslı Çavuşoğlu, Merve Ertufan & Johanna Adebäck, Nilbar Güreş, Berat Işık, Şener Özmen, Yusuf Sevinçli, Erdem Taşdelen, Hale Tenger and Mahir Yavuz. One of the most sensational pieces seem to be deliberately placed at the entrance of Arter. “I know people like this III – Boyle Tanidiklarim Var III” by Hale Tenger, so to speak displays a radiogram of entire Turkey. And within this labyrinth, serving as an archival passage, we find; the murdered journalists, events of September 6th-7th, Saturday Mothers and many more stains of Turkey’s story… Dated from recent to past, you end up buried in the depths of history. As this happens, though, you remember less and perhaps the overall effect loses its strength. Two poles entwined from the ground to the ceiling follow the tremor you feel at the end of this labyrinth. This piece, the “Bayragindan Kacan Direk – The Pole that ran away from its Flag” is by Şener Özmen. It is a question with no answer – why these two flagless poles are entwined. Although you get the feeling of a friendly hug at the start, the work also resembles two enemies burning with enmitiy. The photography exhibition “Put” by Yusuf Sevinçli also has an interesting side. We see photographs of vandalized statues and monuments found in public sphere. It of course seems as an attempt to documentation at start, yet the artist’s real intent is to cause reactions to this act.

2013-02

İstiklal Caddesi’nin karmaşık ve gürültülü halinden sığındığım Arter; sakin görünümlü ama içinde fırtınalar kopan bir sergiye ev sahipliği yapıyor: Haset, Husumet, Rezalet.


Yusuf Sevinçli’nin “Put” isimli fotoğraf serisinin de ilginç bir yanı var. Fotoğraflarda, kamusal alanlarda bulunan tahrip edilmiş heykel ve anıtları görüyoruz. Tabii bu başta sadece belgelemek gibi görünse da aslında Sevinçli’nin buradaki amacı, bu heykellere yapılanların insan üzerinde yarattığı hissi ortaya çıkarmak. Hera Büyüktaşçıyan’ın üst katlardaki işlerinden biri de, ‘Ada’. Bir halı, bir sandalye ve halının altında bir tümsek var. Halıya vuran ışık ve sandalyenin nostaljik görüntüsü seyirciyi geçmişe götürüyor. Halının altındaki tümsekliğin de, merak edilen bir şey olmasının yanında biraz da ürkütücü bir yanı var. Serginin en dikkat çeken işlerinden biri de CANAN’ın. ‘Haset’ ve ‘husumet’ kelimeleri söz konusu olduğunda, ikili bir çekişmenin akla gelmesi kaçınılmaz oluyor. CANAN’ın sergideki işlerinde, bu ikili karşılaşmaların yanı sıra tekrarların ve çoğaltmaların olduğunu görüyoruz. Bir odada bulunan ‘Yalvarırım Bana Aşktan Söz Etme’ isimli yerleştirmesinde 70’li yılların porno film afişlerine yer veriliyor. Odanın tam ortasında, cam fanus içinde beyaz bir bornoz duruyor. O yılların film starları duvarları süslüyor. O starların kimi artık yok, kimi ülkeyi terk etti. CANAN’ın ‘Şeffaf Oda’ isimli diğer işinde ise, kadın bedeninin şiddete maruz kalması üzerine bir çalışma görüyoruz. Bu iki işin, kadın bedeni üzerinden bir dayanışma hissi uyandırdığı da bir gerçek.

2

Another work by Hera Büyüktaşcıyan upstairs is “Ada-The Island”. A carpet, a chair and a mound under the carpet. The light on the carpet and the nostalgic appearance of the chair takes the viewer through a travel in time. The mound is, on the other hand, both interesting and perhaps frightening. One of the most interesting pieces in the exhibition is by CANAN. When the words “Enmity” and “Disgrace” are used, we immediately think of a duality. We see these dualities and their reflections/replications in works of CANAN in the exhibition. “Yalvaririm Bana Asktan Soz Etme – I Beg You, do not Speak of Love” placed in a room by itself, displays porn posters from titles of 70’s. In the middle of the room, inside a white sphere there sits a bathrobe. Movie stars of the time ornament the walls. Some already passed away and some left the country. In another piece by CANAN, “Seffaf Oda – Transparent Room” we see a female body, subjected to violence. It is undeniable that these two evoke solidarity, through female body.

3

1- Hale Tenger Böyle Tanıdıklarım Var III / I Know People Like This III, 2013 2- CANAN Yalvarırım bana aşktan söz etme/ I beg you please do not speak to me of love, 2013 3- Hera Büyüktaşçıyan Ada (2012) ve Arada Bir Yerde (2012)/ The Island (2012) and Somewhere in the Middle (2012) 4- Şener Özmen Bayrağından Kaçan Direk/Pole Escaping Its Flag, 2012 Arter, 2013 Yerleştirme Görüntüsü: Haset, Husumet, Rezalet Installation view: Envy, Enmity, Embarrassment Fotoğraf/Photo: Murat Germen

4

15


SÖYLEŞİ INTERVIEW

Elgiz Seçil Alkış

Müzesi’ne Uluslararası Ödül Elgiz Museum Gets International Award

Proje4L/Elgiz Müzesi’nin sahip olduğu koleksiyon, Amigos de ARCO (Friends of ARCO) Kuruluşu tarafından 2013 Uluslararası Koleksiyonculuk Ödülü’ne değer görüldü. Ödül, her sene, özel ve kurumsal koleksiyonlara, çağdaş sanata katkılarından ve özverilerinden dolayı veriliyor. Elgiz Müzesi ödülünü, İspanya’nın başkenti Madrid’de ARCO Madrid Fuarı’nda 13 Şubat’ta aldı. Müzenin kalıcı koleksiyonunda Cindy Sherman, Tracey Emin, Jan Fabre, Eric Fischl, Hiroshi Sugito, Sol LeWitt, Azade Köker, Marcus Oehlen, Ergin Çavuşoğlu gibi isimlerin eserleri yer alıyor. Koleksiyon ve alınan ödül üzerine Müze Müdürü Billur Tansel ile bir sohbet gerçekleştirdik. Presenting the 2013 awards for collecting The Friends of ARCO Association (Amigos de ARCO) has recognized the collection of Elgiz Museum, in the International Collecting category. The awards are extended each year to private and corporate collectors for their dedication and contribution to contemporary art. Elgin Museum will receive the award at the International Contemporary Art Fair (ARCO Madrid) in Madrid on February 13. The permanent collection of the museum includes works by artists such as Cindy Sherman, Tracey Emin, Jan Fabre, Eric Fischl, Hiroshi Sugito, Sol LeWitt, Azade Köker, Marcus Oehlen and Ergin Cavusoglu. And we talked about the collection and the award with the museum director Billur Tansel.

S.A: Türkiye’nin ilk çağdaş sanat müzesi olmak birçok sorumluluğu beraberinde getiriyordur muhtemelen. Bu durumu nasıl yorumlarsınız? B.T: Bizim kurumumuz özel bir koleksiyon müzesidir. 2001 senesinde kurulmuş Türkiye’nin ilk çağdaş sanat müzesi ünvanını taşımak yanında şüphesiz başka sorumluluklar getiriyor. Koleksiyonumuzu kamuya açmanın yanı sıra genç sanatçı ve küratörlere eser ve projelerini sergileyebilecekleri bir uluslararası platform sunma misyonumuz, proje odalarında devam ediyor. Ayrıca açık arşiv odası yoluyla sanatçıların tanıtımına devam ediyoruz. 2012 senesinde müzenin üzerinde kurulmuş olan açık hava sergi alanı da gene aynı amaca hitap ediyor; burada da değişen ve koleksiyona ait olmayan heykeller ve açık hava eserleri sergileniyor. Müze bünyesinde organize edilen gerek sanatçı konuşmaları, gerek panellerle güncel happening’lerle buluşturuluyor izleyici; sanatla birlikte yaşamak bir hayat biçimi olarak sunuluyor.

16

Seçil Alkış: Why do you think you were recognized for the 2013 International Collecting Award by ARCO? Could you tell us about what this award means to you? Billur Tansel: IFEMA Amigos de ARCO is a foundation supporting art, based in Madrid. The world art finds its home in the most important art fair ARCO, in a country where contemporary art is rapidly progressing. This foundation, every year, recognize those who support art internationally. They choose the significant national and international organizations in classifications such as corporate collectors, private collectors and individual entrepreneurs. This year, the decision was to recognize Elgiz Collection with the “A” collector 2013 award. The most significant criteria for this choice is to transform the passion to collect into a social responsibility act, helping art be supported and providing local art international display. Collectors Can and Sevda Elgiz were recognized for their efforts in carrying their acts on with a non-profit approach, exhibiting the artworks they collected to public and aiding Turkish art continuously through 12 years. This award reflects the belief to the art that is shared with public through various acts of devotion. It could be regarded as a gratitude shown to collectors’ struggles internationally. S.A: Being the first contemporary art museum in Turkey should of course bring great responsibility. How would you comment on this? B.T: Our organization is a private collection museum. Being the first contemporary art museum found in 2001 brings many responsibilities with it of course. Providing young artists and curators with an international exhibition platform is one of our main goals just like making all our collections public. We also continue provide artists with display through the open archive room. The outdoor exhibition venue, formed on the top of the museum in 2012, serves the same purpose. Here, sculptures and outdoor projects that do not belong to any collections are being exhibited. Seminars and happenings executed under the name of the museum also connect the audience to art, as a lifestyle.

2013-02

Seçil Alkış: ARCO’dan aldığınız 2013 Uluslararası Koleksiyonculuk Ödülü için neden sizi seçtiklerini düşünüyorsunuz ve bu ödülün sizin için önemi nedir? Billur Tansel: IFEMA Amigos de ARCO sanatı destekleyen, Madrid’de varolan bir kuruluştur. Çağdaş sanatın çok hızla geliştiği bu ülkenin en önemli fuarı olan Arco’da dünya sanatının nabzı atmaktadır. Bu kuruluş her sene global çerçevede sanatı destekleyenlere ödül vermektedir. Kurumsal koleksiyonerlik, özel koleksiyonerlik, bireysel girişimler gibi hem ulusal hem de uluslararası kurumları seçiyorlar. Bu sene 2013 ‘A’ Uluslararası Koleksiyonerlik Ödülü’nü Elgiz Koleksiyonu’na vermeyi kararlaştırmışlar. Bu seçimin en önemli kıstası koleksiyonerlik tutkusunun sosyal sorumluluğa dönüştürülerek, sanatın desteklenmesi ve kendi ülke sanatına uluslararası görünürlük sağlanmasıdır. Koleksiyoner Can ve Sevda Elgiz’in tutkularını kar amacı gütmeyen bir müzeye dönüştürmeleri ve topladıkları sanat eserlerini kamuya açarak Türk sanatına istikrarlı bir şekilde 12 yıllık katkı ve özverileri içindir. Bu ödül, topluma büyük bir özveri ile sunulan ve paylaşılan sanata inanmanın ödülüdür. Dünyada koleksiyonerlerin çabalarına değer verilmesi olarak değerlendirilebilir.


S.A: Elgiz Koleksiyonu’nu sergileyerek çok büyük bir hizmet veriyorsunuz Türk toplumuna. Proje bazlı sergiler yapıyorsunuz ancak ana sergi olarak sürekli koleksiyonunuzu sergilemek niyetinde misiniz? B.T: Koleksiyonun sergilenmesi, izleyicilerle paylaşmak koleksiyonerliğin bir misyonu sanat eseri aslında hiçbir zaman hiçbir bireye ait olmuyor. Koleksiyonerler sadece onları süreli olarak muhafaza ediyor. Nesilden nesile bu ev sahipliği devam ediyor çoğu zaman. Proje bazlı sergiler de yapıyoruz. Ama koleksiyonun sergilendiği ana hol ikiye bölündü geçen sene. Sürekli sergi bölümünde koleksiyonun olmazsa olmazları sergilenirken; süreli sergi bölümünde değişen konseptli sergiler, yeni etkinlikler yer alıyor çoğunlukla. S.A: 2013 senesi için nasıl bir sergi ve etkinlik programınız var? B.T: 2013 senesinde önemli projeler yer alacak müzede. Şu anda ana holde, süreli sergi alanında “Yabancılaşma/ Başkalaşma” isimli bir koleksiyon seçkisi yer alıyor. İki genç sanatçının da katılımlarıyla gerçekleşen bu sergi, Mayıs ayına kadar izlenebilir. Müzenin üzerinde bulunan 1500 m2lik alan geçen sene değişen açık hava sergileri için çağdaş sanata kazandırıldı. Bunun dışında terasta, İstanbul’da ilk kez gerçekleşecek olan land art projesi için çalışmalara başlandı, Avusturalyalı sanatçı Andrew Rogers’ın çalışmaları gönüllü izleyicilerin katılımıyla 15 Nisan’da başlayarak açılışı 18 Nisan’da gerçekleştirilecek. Gene geçen sene 40 yaşın altında genç sanatçılar için başlatılan Teras Sergileri <40 gelenekselleştiriliyor ve 2013 Haziran’da açılacak olan 2. genç sanatçı sergisi için genç sanatçıların proje öneri portfolyoları ile 14 Nisan’a kadar müzeye başvurmaları bekleniyor. S.A: Birçok sanatçı bilir ki onlar ‘sanatçı’dır. Koleksiyoner olmanın da bu duruma paralel olduğunu düşünür müsünüz? B.T: Kesinlikle, koleksiyoner de koleksiyoner olduğunun bilincindedir. Bu da çok önemli bir sorumluluk duygusu getirir beraberinde; sanatçıya destek olmak, gelişiminde rolü olmak, koleksiyoner olarak bir öncü olmak, yeni ve farklı projelerin takipçisi olmak. S.A: Türkiye’de işlevsel olarak devam eden iki büyük çağdaş sanat müzesi var. İstanbul Modern ile olumlu ya da olumsuz nasıl karşılaştırıyorsunuz Proje4L’yi? B.T: İstanbul Modern büyük katkıda bulunuyor Türkiye’de sanatın gelişimine. Bu alanda her özel girişimin, kurumun bu yelpazede yer alması ülkemiz için bir zenginliktir. Biz farklı bir kulvarda yer alıyoruz. Özel bir koleksiyon müzesi olarak faaliyetlerimizi sürdürüyoruz. Amacımız ortak, izleyicilerimize yeni ufuklar açmak. S.A: Sanat sizce bir yatırım mıdır? B.T: Ekonomik olarak bir şey söyleyemem ama sanat şu anlamda bir yatırımdır: Gelecek nesillere farklı bir vizyon sunma imkanı verir. Sanatla yaşama alışkanlığını almış bir çocuğun hayata bakış açısı da farklı olacaktır. Onlara güzel ve aydınlık ufuklar yaratıp, farkındalıklarını arttıracaktır. Evrensel bir lisandır. S.A: Yurt içi ve yurt dışında bir çok galeri, müze ve fuar geziyorsunuz. Türk Sanatını nasıl konumlandırıyorsunuz? B.T: Yurt içi ve yurt dışı galeri, müze ve fuar gezmek bize Türk Sanatını daha objektif bir açıdan değerlendirme imkanı veriyor. Dünyanın sınırları yok olmaya başladıkça, sanat genel anlamda daha üniversal bir boyuta taşınıyor. Sanat ve sanatçılar birlikte daha büyük bir planda rol alıyorlar. Türk sanatı da her geçen gün gelişiyor ve dünya gözleri bizim ülkemize dönüyor. Genç bir popülasyonumuzun olması, tarihi mirasımız, ve dünya sınırlarının yavaş yavaş yok olmaya yüz tutması dinamik, heyecan verici yeniliklere imza atmamıza sebep oluyor. S.A: Genç sanatçılara önermek istediğiniz bir şey var mı? B.T: Genç sanatçılara her zaman duyularının açık olmasını, gözlemci olmalarını, yeniliklerin ve gündemin farkında olmalarını tavsiye ederim. Onlar yeni nesillerimizin gözleri, duyuları; çok önemli misyonlar taşıyorlar. Bunun bilincinde olup, bu sorumluluk duygusu ile sanatımızı her geçen gün daha yukarılara taşımaları…

Türkiye’de sanatın gelişimine, bu alanda her özel girişimin, kurumun bu yelpazede yer alması ülkemiz için bir zenginliktir. Each and every foundation is essential at this point for our country.

S.A: By hosting the Elgiz Collection, you are performing a great deed for the Turkish public. You undergo exhibitions based on projects yet do you intent to continue exhibiting your collection as the main event? B.T: Exhibition is a mission of being a collector to be honest. Artworks do never belong to a person. Collectors have the duty to preserve them. This is carried through generations many a time. We also do project based exhibitions, but the main exhibit hall was sectioned into two last year. In the continuous exhibit part we will continue displaying the essentials while in the duration based hall exhibitions with changing concepts, new events will be placed. S.A: Many artists know that they are “artists”. Can we say the same about collecting? B.T: Absolutely, a collector knows that s/he is a collector. This brings great responsibility with it. Supporting an artist, having an essential input in her/his development is a must. Collecting requires to be a pioneer, following new and different projects. S.A: There are two grand contemporary art museums that functionally active at the moment. How do you compare/contrast Proje4L with Istanbul Modern? B.T: Istanbul modern aids the progression of Turkish art in great scale. Each and every foundation is essential at this point for our country. We are in a different segment, as a private collection museum. Our collective aim is to provide our audience with new points of view. S.A: Do you consider art as an investment? B.T: I could not speak economically yet art is an investment in this regard: It gives you a chance to provide the upcoming generations with a brand new vision. A child who grows up with art, will have a completely different attitude in life. Providing them with a bright future and awareness, is possible through letting them experience this universal language, art. S.A: You visit many galleries, museums and fairs, both domestic and international. How do you position Turkish Art in this regard? B.T: Visiting domestic and international galleries, museums and fairs let us consider Turkish Art more objectively. As borders fade in the world, art is carried through a more universal dimension. Art and artists carry their roles to a grander background. Turkish Art progresses more with every passing day, and we start to get the entire world’s attention. Having a young population and a great cultural heritage goes hand in hand with dissolving of global borders in creating dynamic and exciting novelties. S.A: What would you like to suggest young artists? B.T: I suggest young artists to keep their senses open all the time. I suggest them to keep observing and follow the changing world. They are the eyes and senses of our upcoming generations. They carry on a very important mission. They should be aware of their responsibilities and with it they should bring greater success to our art with every new day.

17


SÖYLEŞİ INTERVIEW Etem Şahin

Kabağa Kabak Demek Lazım Call a Spade, a Spade

1

İyi çay nasıl elde edilir? İyi çay harman edilir. Sadece bir çaydan çay demleyemezsin, karıştırırsın. Yani biz kültürel coğrafya olarak çok iyi bir karışımız, ama demlenmemiz uzun sürüyor, modernlik deneyimimiz de öyle.

How do you make good tea? A good tea takes a good blend. You use more than one harvest and types to get a good tea. We, as a cultural geography are a good mixture. Yet, it takes a long time for it all to be steeped. Our experience with modernity is the same as well.

Etem Şahin: Mehmet bu söyleşiyi soruların olmadığı bir sohbet havasında yürütmek istiyorum. Bir sanatçı olarak çok yönlü bir kişiliğe sahipsin. İşlerine ‘öteki’ olarak açık bir mesafeden bakabiliriyoruz. Açık uçlu bir üretim yapısına sahipsin: Mesela desen üretiyorsun, bazen site spesific yerleştirmeler, bazen modifiye edilmiş nesneler tasarlıyorsun. Bu bana epey ilginç geliyor. Galiba ilk sorum sana yapıtların (işlerin) hakkında kendi kendine sorduğun bir soru var mı olacak? Mehmet Dere: Derler ya, doğru bir soru aslında cevabın önemli bir kısmını içinde barındırır. Yani doğru sorular sorabilmek de büyük bir marifettir; konuya aşina olanlar doğru sorular sorarlar. Beni şu günlerde cevapsız olarak bırakan bir soru var. Sanırım doğru soruları soruyorum. Doğru soruları sorduğum için cevaplarını alamıyorum gibi bir şey. Ürettiğim şeyler o sırada kafamdaki şeylerle ilgili. Estetik zeminden çok, etik zeminde ilerliyorum. Biliyorsun neoliberal sistemde baskın olan iktisadi akıl, politik olanı sulandırıyor. Seyirci kal(a)mamak sorumluluğunu kabul ederek başlıyorum. Bazen yaptığım şey özellikle klişe olarak ‘sanatçı olmak’ bana çok saçma geliyor. Yani bilirsin bir role kendini kaptırmışsın gibi. Bu senin işin değil, içten gelen bir şey sonuçta. Daha sonra yaptığım şeylerin politik olarak düşünmek olduğunu hissediyorum.

Etem Sahin: Mehmet, I’d like to do this interview as a friendly conversation, rather than a question-answer form. As an artist, you have a very well rounded personality. We can inspect your works from a broad perspective as the “other”. You have an open ended creation process. You create patterns, some site specific placements or sometimes design modified objects. This proves quite interesting to me. I think the first thing I’m interested in is that if you, yourself would ever ask you a question about your creations (works)?

with a delicacy in terms of plastic meaning.

Mehmet Dere: You know what they say; a right question includes a significant portion of the right answer within itself. It is an important talent to be able to ask right questions; and perhaps only the people that are familiar with the subject can ask the right questions. I do indeed have a question these days, and it makes me wonder lately. I believe I am asking the right questions. This, perhaps, is the very reason why I cannot get the proper answers I wonder. The things I create are often about the things I have in my mind right there and right then. I advance in ethical manner rather than on aesthetic ground. As you know, in the neoliberal system, the dominant economical mind dilutes the political one. I start with accepting the fact that it is not possible to be able to – or to choose to remain as a spectator. Sometimes I find it very absurd “to be an artist” as a cliché; you know as if I get carried away with a mere role I play. It is not one’s job; it is something that reflects from within after all. Then again, I feel that the things I do are political thinking in a way.

ish individuals (also through my personal ef-

18

E.Ş: İşlerinde gülme ile ağlama arasında trajikomik olarak tariflediğin o durum, bize sanki yapıtlarında sana ilham olan şeye hiç sinirlenmemişsin, başından beri gülmüşsün gibi. Yani sana da atılan bir kazığı tebessümle yutmuşsun gibi. Bu söylediğimi onaylar mısın? M.D: İyi çay nasıl elde edilir? İyi çay harman edilir. Sadece bir çaydan çay demleyemezsin, karıştırırsın. Yani biz kültürel coğrafya olarak çok iyi bir karışımız, ama demlenmemiz uzun sürüyor, modernlik deneyimimiz de öyle. Hepimiz kim olduğumuzu –ve özgürlüklerimizin ne olduğunu– ancak diğerleriyle karşılaşmak sonucu elde ederiz. Özgürlüğün(modern dünyanın) çelişkili yanı, herhangi bir şeye temel atmayan bir temel olması. Burada temel olarak anlatmaya çalıştığım Batı modernlik deneyimi ve bunun bizdeki coğrafyasal tezahürü. Modernlik deneyimimiz yarılmalarla dolu, bu yüzden Batılı gibi düşünüp Doğulu gibi hissediyoruz.

E.S: The politics itself has to be reconsidered to be able to rescue Turkey from the bottleneck we were dragged into. Your works in your last exhibition were about if we actually have time about this or not. Many of the presented works in your exhibition carry a conceptual archeology along

I believe this is some sort of alchemy. How do you accomplish this alchemy? M.D: Reality is as thin as the paper it is written on. For me, the paper is some sort of a metaphor, a device to record the reality or perhaps a tool to make my work visible. I love bonds of metaphysical nature. Apart from this, I took a lot from poetry at one point, and it still feeds my artistic mind. I still write poems, and I love it; even if I do not share them with anyone. As an example, in the 100 Famous Turks work we had the portraits of important Turkfort) and one of the most important quests we had was to make sure that the portraits also reflect the stories that were told in the book. After all, the face is a window for personality. The same can be told about “Sırat” and “Yurttan Sesler”. Deleuzian “occurance” concept is very important, yet understanding the nature of the thing you are undertaking is at least as important as leaning towards it. E.S: There is an occurrence of a situation in your works, which you call tragicomic. It is something between laughter and crying. This very situation is perhaps a sign that you were never angry towards what inspired your creations. As if you were laughing at it all along! Or as if you took a deception with a smile on your face. Would you agree with what I’m trying to say? M.D: How do you make good tea? A good tea takes a good blend. You use more than one harvest and types to get a good tea. We, as a cultural geography are a good mixture. Yet, it takes a long time for it all to be steeped. Our experience with modernity is the same as well. We all come to understand who we are – and the big picture of our independencies – through comparison with others. What is contradictory about independence (modern world) is that is a foundation that founds

2013-02

E.Ş: Türkiye’nin içine sürüklendiği bu darboğazdan çekip alabilmek için politikayı yeniden düşünmeye ihtiyaç var. Son sergindeki işler tamamen politik olarak buna zamanımızın olup olmadığıyla ilişkiliydi. Sergindeki çoğu işin derin bir kavramsal arkeolojisi olduğu kadar plastik anlamda da bir duyarlılığı var. Bence bu bir çeşit simya gibi. Bu simyayı nasıl beceriyorsun?

M.D: Gerçek üzerine yazıldığı kağıt kadar incedir. Benim için kağıt bir çesit metafor, gerçeği kaydetme aracı veya işleme görünür kılma gibi amaçları barındırıyor. Metafizik bağları severim. Bunun yanı sıra bir dönem şiirden ciddi anlamda beslendim ve beni hala besliyor ve şiir yazmayı da severim, şimdilik kimseye göstermesem de. Mesela “100 Ünlü Türk” işinde ansiklopedik olarak (şahsen kendi müdahalemle beraber) şahıs olarak Türk tarihine mal olmuş ünlü Türk büyüklerinin portreleri vardı ve işin içinde portresi yapılan kişinin ışığı yansıtılması anlatılan hikaye kadar önemliydi; ne de olsa yüz şahsiyete açılan bir penceredir. Bu yüzden satır da yazmaz, satırda yazar. “Sırat ve Yurttan Sesler” işinde de aynı durum geçerli. Deluzyen “occurance” kavramı çok önemli, ama diğer yandan -e hale gelmek kadar halden anlamak da önemli.


Derler ya, doğru bir soru aslında cevabın önemli bir kısmını içinde barındırır, yani doğru sorular sorabilmek de büyük bir marifettir, konuya aşina olanlar doğru sorular sorarlar. You know what they say; a right question includes a significant portion of the right answer within itself. It is an important talent to be able to ask right questions; and perhaps only the people that are familiar with the subject can ask the right questions.

Her şeye çok mesafeli ve şüpheci davraniyoruz. Gönül meselelerini atlıyoruz. Senin söylediğin tebessüm Türkiye’nin bir çok çelişkisinin anlatılamayacak kadar uzun olmasından kaynaklanıyor. Bu bana bir çeşit tezatlık olarak çıkış noktası. E.S: 49A’daki Black Truths White Lies adlı son sergin, adından anlaşılacağı gibi araf hali, bir çeşit sıkıntı halinin sonucu gibi. Acaba bize bu işlerden veya o dönemden bahsedebilir misin? M.D: Van benim için bir çesit iman deneyimiydi, ciddi söylüyorum. Babamı yeni kaybetmiştim, sonrasında eşimle bilmediğim bir coğrayfa serüveni. Van’da da değildim, tam olarak Çaldıran’da İran sınırındaydım. Hava ve iklim şartları göz önüne alındığında pek dışarı da çıkamıyordum. Çıktığım zamanlarda da çoğunlukla öğretmen evinde koşu bandında ter atıyordum. Bir yere ulaşmak gitmek büyük dertti, ha deyince gezemezsin, “0” noktası yani. Van’ın benim ‘Bartleby sendromu’ma katkısı büyüktür. O dönemki evdeyken bir sürü kağıt iş ürettim, çeşitli kolajlar vesaire. İstanbul- İzmir- Van arasında sürekli üçgenler çizdim, deprem de son noktaydı zaten. O dönem ki işlerime baktığımda ruh sıkıntısı, bekleme veya geçikmişlik duygusunu ya da öyle olduğunu hissettiğim bir yalnızlık hissiyatını şimdi daha iyi algılayabiliyorum. Nefessiz kalan carousel atları, yanan kibritler, kaçak sigara paketleriyle yaptığım kolajlar, “Sırat, Cennet ve Cehennem” gibi işler hep bu süreç içerisinde ortaya çıktı. E.S: Hayatın sürprizleri ne acayip… Ben İzmir’e döndüğümde bir arkadaşıma Mehmet ne yapıyor diye sormuştum. Van’a gitti orada Land Art yapıyor demişti. Ben seni hala Gürçeşme’de zannediyordum. İşlerine genel olarak baktığımda zamansal veya dönemsel mi demeliyim? Bakış açıları önerdiğini görebiliyorum. Mesela bir işe birden fazla bakış açısından bakabiliyoruz. Merak ettiğim aynı işi birbirinden farklı context’e, karma sergilere koyarken bu açı değişiyor mu? Sanırım Social Animals sergisindeki ‘Self Service’ işinin bir başka versiyonu, başka bir context’in içinde Portizmir’de yer alıyordu. Başka bir yere (Alan İstanbul’a) koyarken ki motivasyonun nedir? M.D: Ben açıkçası sürekli olarak kendimi üretiyorum. Bunu yaparken hisseden, okuyan, değişen, öğrenen kişi olarak kendimden besleniyorum. Ürettiğim şeylerde ya da söylediklerim esasında altını çizdiğim cümleler. “Self Service” işi fikir olarak bendeydi, ancak form bulması ilk olarak 2010 yılındaki İzmir’de Port sergisinde gerçekleşti. Avusturya Tütün Deposu’na davet edildiğimde mekanın yapısı (ilginç bir anektod, işçilerin ciğer filmleri yerdeydi), açıkcası beni çok etkiledi. Bu anlamda işi (söylemi) bir terzi gibi mekana izleyicinin içinde dolaşabileceği şekilde giydirdim. DEMOKRASİ AZ KURU AZ PİLAV AZ ÇORBA ADALET SUYUNDAN DA KOY. Bu işin orjinal boyu 65 metre, eni 1.5 metreye varan bir çesit duvara müdaha-

leyi içermekteydi. Beraber sunduğum yer sofrası işi, ahşaptan yapılmış bir nesne olarak içinde doğulan / doyulan (doğduğun yer değil, doyduğun diye tarif edilir ya) coğrafyaya gönderme yapmaktaydı. İş o boyutuyla orada kaldı, ama başka mekanda aynı iş kabuk değiştirdi.

nothing. Here, what I try to explain as a foundation is the western experience of modernity and the appearance of it in our own geography. Our history of modernity is full of cracks. This is why we think western, but feel eastern. We set our distance and we take everything with paranoia. We overlook the matters of love. The smile you are talking about is a result of how complex and how thorough most contradictions are in Turkey. This, is some sort of an irony, is a starting point for me. E.S: Your latest exhibition at 49A – Black Truths White lies – resembles troubled times, a purgatory. Could you tell us about these works or that era?

2

E.S: Senin işlerinde herkesi içine alabilen ortak duygusal bir alan var. Kendi içselliğinin şiirselliği demek de mümkün. Self Service işinde toplumsal adaletsizliğe o kişinin ağzından cevap verebiliyorsun, yakın mesafeden yaşam pratiğinin içinden konumlanan bir bakış açın var. Mesele senin dediğin gibi o hale gelmek kadar, o halden anlamakla da ilişkili. Son dönem işlerine baktığımda bu refleksif direncin ya da tavrın günümüz sanat piyasasında çok hissedilmeyen bir şey haline geldiğini görüyorum. Acaba bu hal üzerine sen ne dersin? M.D: Ben bu soruya bir sanatçı olarak değil de bir izleyici olarak cevap vermek isterim. Kabağa kabak demek lazım. Ayrıca kabağa kabak demek ne zamandır hakikate muhalefet oldu? Ne yazık ki bunun üzerinde ‘zamanı geldiği’ zaman konuşmuyoruz. Çoğu iş temsili satış ederi üzerinden bireyselleşiyor. Bu yüzden çoğu sanatçı, kurumların ve galerilerin vs her neyse kendilerine verdiği rolü oynamayı seviyor. Sanatçılar tasvirlerle uğraşırlarken, iktidarı tasvir dışı bırakıp ürettiklerini kendinden menkul şeylermiş gibi görmeye meyilliler. ALEM CUTOUT OLMUŞ yani… Sadece kapital için politik olmak adına sinizme bulanmış işler de üretiliyor; oryantalist mağdur olmuş, ötekinin dilini kendi diliymiş gibi kullanan sözde muhalif işler. Ben de süreci yorumsuz kalarak izliyorum. Yanlış anlaşılmasın bunları bir otorite olarak söylemiyorum; bunlar herkes tarafından şikayetçi olunan, konuşulan bilindik seyler. Bunu, daha sanat için gerçek kamuoyunun oluşmadığını hisseden biri olarak söylüyorum. Biz hala birbirimiz için üretiyoruz. Ben ne yazık ki çok az işin gerçekliğiyle temas kurabiliyorum, bunun ölçüsünü de işin kendisinden ziyade ‘burada ve şimdi’ gerçekliğe olan teması üzerinden anlıyorum. Söylenenler ve üretilenlerden ziyade sanatçının gerçekliği büyük bir denklem. İsterseniz daha çarpıcı olsun, size bir örnek vereyim: İlk önce Selma Gürbüz’ün “Uzun Gece, Uzun Yolculuklar” isimli sergisindeki 3 Maymun’a gönderme yapan King Kong serisi işini görün. Sonrasında Louise Lawler’ın 1990 yılında yaptığı 3 kokteyl kadehinden oluşan “Who says, Who shows, Who counts” işine bakın. İnanıyorum ki bu deneyim size günümüz sanat piyasasındaki üretimler üzerinde baskı kuran piyasa denen ‘çerçeveyi’ keşfettirecektir.

M.D: Van was a test of faith for me, I mean it. I had recently lost my father, then an adventure through geography unknown to us with my wife. I wasn’t in Van either; I was around Caldiran – Iranian border – to be specific. Due the weather conditions, I couldn’t go out as much. Even when I did, I use to run on a treadmill in the teachers’ lodge. It was really troublesome to travel. Van has a tremendous effect on my Bartleby syndrome. During that time, while I was usually in, I did many paper works: various collages etc. I was in a triangle of Istanbul – Izmir and Van. The earthquake was the last drop as you could imagine. When I consider my works of that time, I can better understand my psychological affairs and the loneliness I was suffering. Drowning carousels, burning matches, collages made from smuggled cigarette packs, Heaven and Hell were all projects I completed during those times. E.S: Life sure has its surprises… When I was in Izmir, I asked a friend of mine about what you were busy with. He told me that you went to Van, busy with Land Art. I thought you were still in Gurcesme. When I look at your works, don’t know if I should call it time or period based, I see that you offer points of view. To illustrate, we can look at some works of yours from multiple points of view. What I am curious about is that, when you place the same work in different exhibitions with different concepts, does this angle change? I think your project “Self Service” in the Social Animals exhibition was present in Portizmir under a totally different context as another version. What was your motivation in placing it in Alan Istanbul?

of something as well as becoming that thing. When I look at your latest works, I see that this reflexive resistance or perhaps the attitude is somewhat very rarely felt in the current art market. What do you say to this? M.D: I’d like to respond to this not as an artist, but as a member of the audience. One should call a spade a spade. Besides, when has this become an act of opposition to reality? Unfortunately we do not speak of this when “the time has come”. Many works are personalized over the value of sale. Perhaps due to this very reason, many an artist likes to play within the boundaries shaped by the foundations, galleries or whatever else is relevant. Artists, while busy with their depiction, they do not touch the government and act as if the things they create are things by their own. People are becoming cutouts in other words… Just for the capital promised, works that are artificially politic, washed with cynicism also get produced. Artificial oppositions suffering to orientalism and using the others’ language as it is their own. I watch this process silently. Do not get me wrong, I do not say these as an authority. These are things everyone is complaining about. I say these words as a person who thinks that a public opinion on art hasn’t been formed to full yet. We still practice art for each other. I, unfortunately, can get in touch with the reality of very little of the works. How I measure this is that I feel the properties of the works regarding the here and the now rather than their individual matter. The reality of an artist is a larger equation than just the said and the created. Let me provide an example, in the name of being a little bit more sensational: First, see the King Kong series of work by Selma Gurbuz in the exhibition “Uzun Gece, Uzun Yolculuklar” - a project that is an allusion to the 3 monkeys. Then look at “Who says, Who shows, Who counts” by Louise Lawler – dated 1990, a work consisting of three cocktail glasses. I believe that this experience will help you discover the “border” that is called the market through the pressure exposed to the art production of today.

M.D: To be honest, I produce myself all the time. I get inspired by myself as the person who feels, reads, changes and learns while doing this. The things I say in my works are the sentences I actually underline. The project Self Service was with me as an idea, yet it was brought to life first in Izmir, in the Port exhibition. When I was invited to Austria Tobacco Depot, the interior of the venue really affected me deeply (an interesting anecdote: the workers’ lung radiograms were on the floors.) In this regard, I dressed up the work (or the saying) as something that can go around with the audience fitting in the scene. DEMOKRASI AZ KURU AZ PILAV AZ CORBA ADALET SUYUNDAN DA KOY. This work is actually 65 meters to 1.5 meters of a wall modified. The project floor table that went along was an object. It was a place that one was born in it or sated on it. You know how they say “it is the place where you find food, not the place you were born”. It was an allusion to the geography it was about. It was there with its full scale, yet it was transformed in another venue. E.S: There is a common emotional scene in your works, a place welcoming anyone. It is the poetic value of your own endogeneity perhaps. You can reply to the societal injustice through the words of that very person in your work Self Service. You have a point of view that is positioned quite close to the practicality of life. As you said, it is very much about understanding the nature

3

1- “Self Service”, 2010, Duvara Müdahale / Intervention on the wall, 1.5 m x 6.5 m (Detail screen) 2- Twinkle // Series of ‘NO RACE’, 2011, 40x31cm, kağıt üzerine kömür/charcoal on paper 3- Whisper //Series of ‘NO RACE’, 2011, 40x31cm, kağıt üzerine kömür/charcoal on paper

19


KOLLEKSİYON COLLECTION Seçil Alkış

Sanat Lüks Olmamalı !

Art Should Not Be A Privilage!

Ne yazık ki bizdeki furyada fiyatların uçuşa geçmesiyle yanlış olgular oluştu, makul fiyata satan ne galeri ne de sanatçı kaldı bence. Arco Madrid’den yeni döndüm. Müzelere girmiş sanatçı işlerini gayet makul, medeni fiyatlara aldım. Bence bu korkutucu fiyatlardan dolayı bizim sanat piyasamızın çok büyük yaralar aldığını düşünüyorum. Tabi devlet desteğinin hiç olmadığı, galeri kiralarının uçtuğu, okulu yeni bitirmiş sanatçıların kendini ispatlamak için pahalıya satması gerektiğini zannetmesi vs... Bu da geçecek, taşlar yerine oturacak... 20

Owning artworks is very commonly regarded as a privilege or something that only the rich can enjoy lately in Turkey. In Europe, people live in both material and spiritual wealth to get a new piece in their collection every month. In short, art is more accessible. Prices of galleries and other art platforms are a lot more in communities’ reach. Unfortunately with the latest trend in our country, the prices skyrocketed and false appreciations occurred. Neither any gallery nor any artist could be found within reasonable price ranges in my opinion. I am just back from ARCO Madrid. I purchased artworks of museum caliber with reasonable prices. I believe our art market is suffering heavily due to these unreasonable prices. We of course have to consider the non-existent state support, insane gallery rents, how the newly graduated artists think that they have to sell overpriced works to prove themselves and etc… We will get through this as well, pieces will fall into place.

2013-02

Türkiye’de sanat eserine sahip olmak son zamanlarda büyük bir ayrıcalıkmış veya sadece parası olan insanların ulaşabilecekleri bir meta gibi gösteriliyor. Avrupa’da, insanlar her ay bir koleksiyon parçası alabilecek kadar sanat ile hem maddi hem manevi olarak aynı ortamda yaşıyorlar. Şöyle ki sanat çok daha ulaşılabilir durumda. Galeriler, sanat platformlarının fiyatları çok daha erişilebilir....


Seçil Alkış: Bu enerjinizi neye borçlusunuz diyerek, magazinel bir soruyla başlamak istiyorum… Leyla Alaton: Magazinel değil. Çok da sorulmayan ancak önemli de bir soru. Çünkü bunun nedenleri var. Birincisi, sanırım her yaptığım şeyi severek yapıyorum. Bir de yeni insanlar tanımaktan, yeni hayatlar duymaktan hoşlanıyorum. Ve kendi çapımda onların yaptıklarına katkım olabiliyor ise, bu beni çok daha mutlu ediyor. Aslı Biçer ile de benim dostluğum iki sene oldu. Tamamen tesadüfi. Her zaman için özellikle gençlere destek konusunda çok duyarlıyım. Gençlere ve kadınlara. Aslı’yı da bir girişimci kadın olarak görüyorum. Ve galeri sahibi olmanın hiç de kolay bir şey olmadığını düşünüyorum. Kaldı ki şu anda röpörtajını yaptığımız çok güzel bir dergiyi çıkarıyorsunuz. Ben böyle pozitif, verimli işler yapanların, her zaman yanındayım. Zannediyorum enerjim oradan geliyor. Yani o faydalı olmak hissinden geliyor. Bir de değer bilinmesi çok önemli benim için. Hem benim değerimin bilinmesi, hem de asıl benim değer bimem. Yani ben bu yapılan şeylerin değerini biliyorum. Onun için de kendime göre bir katkı sağlıyorsam, bundan zevk alıyorum. Bu da bana enerji veriyor.

Seçil Alkış: I’d like to start with asking “what is the source of your dynamism?” as a generic tabloid press style question.

S.A: Peki dünyanın farklı şehirlerinde olan fuarların neredeyse hepsini geziyorsunuz. Henüz göremediğiniz ve merak ettiğiniz fuarlar var mı? L.A: Henüz Hong Kong‘u görmedim. Bence büyük bir eksiklik. İnşallah bu sene gideceğim, çok niyetliyim. İlk defa, Art India’ya gittim geçen hafta. Christies’in davetlisi olarak. Beşincisi yapılıyordu. Tabi muhteşem bir programdı. Çünkü oradaki çok büyük koleksiyonları da gezdirdiler. Sadece fuarda gördümüz eser değil, asıl evlerde gördüğümüz eserler müthişti! Oradaki sanat platformları, çok ilgi çekiciydi. Oradaki sanata destek veren, hali vakti çok yerinde olanların, evleri müze gibi. Onları görmek bence ilginçti. Çok da etraflıca gezdik. Yani herhangi bir fuar gezisi değildi. Tabi ki hep bir grupla gittiğimizde, bazı evler açılıyor. Bize Contemporary Art Fuarı’na gelen yabancılara bizim kendi evlerimizi açmamız, davet vermemiz gibi. Onlar da aynen, evlerinde ağırlıyorlar, koleksiyonlarını paylaşıyorlar ve dostlarını tanıtıyorlar.

L.A: I haven’t been to Hong Kong yet. I believe it to be a great loss. I hope I will be able to go this year, I really intend to. I went to Art India for the first time last week, as a guest of Christies. It was the fifth one. Of course, it was a magnificent event. They took us to see the great collections there. Besides the works we viewed in the fair, the ones we saw in the houses were absolutely brilliant! The art programs over there were also very interesting. Those who support art there, the wealthy, had homes falling nothing short of museums. It was very exciting to see such a thing. We traveled quite thoroughly. I mean, it wasn’t just any fair trip. Of course, when we go with such a group, we find many homes inviting us in. It is very much like us welcoming the foreigners coming to visit Contemporary Art Fair in our homes. They do very much the same, letting us see their collections and introducing their friends.

S.A: Dünya sanat piyasasını görmüş ve takip eden biri olarak Türkiye’yi nasıl konumlandırıyorsunuz? Hangi aşamadayız sizce? L.A: Aslında bu işin tam olarak içinde olanlar daha iyi bilir bu durumu. Ben ancak bir gözlemci olarak, dışarıdan bir kişi olarak, dünya standartlarında olduğumuzu düşünüyorum. Ve koşar adımlarla değil zıplarcasına ilerliyor Türkiye güncel sanatı. Nitekim bu sene içinde kaç tane sanatçının, New York’ta solo sergisi açıldı. Bundan gurur duyuyoruz! Bu çorbada, benim de kendime göre tuzum olacak. İçerisinde olduğumuz alanda, Murat Pulat’ın işini görüp, Leila Heller ile iletişim kurup, tanıtabiliyor isem benim sanata olan katkım bu. Sevdiklerimi, daha doğrusu güzel iş yapabilecekleri bir araya getirmek ve bundan hiçbir çıkar sağlamamak. Beni özgür ve serbest yapan belki de beni sevilen yapan bu. Çünkü hiçbir çıkarım yok ve öyle bir isteğim de olmadı. Ne galericiyim, ne de bir sanatçıyım. Sadece bir sanat severim ve yapılan işlerin Türkiye’nin dışında görününürlüğü olsun istiyorum! Türk sanatı ve Türk sanatçılarının tanınmasından farklı bir gayem yok. Documenta’ya gittim ve Ekavart blog’da yazdım. Zannediyorum ki başkaları da gitti benden sonra, belki biraz da fikir edinerek. Hiç iddiası olmayan, hiç kimseyle yarışmayan, sadece manevi tatmin için yapılan bir çaba, bir uğraş benimkisi.

L.A: Actually, those who are in this know it much better than anyone else. I can only comment that we achieved world standards, as an observer from outside. Turkish contemporary art progress in an unbelievably fast pace. Just this year, so many artists had their solo exhibitions in New York. We are proud of this! I have to support this in any way I can. If we can see Murat Pulat’s work here, get in touch with Leila Heller in this venue we are in, then that is my support to art. Gathering the ones I love, or perhaps the ones who can produce great works together and having no self-interest out of this at all. This perhaps is what makes me free, what makes me loved. I have no self-benefit in this and I never wanted anything out. I am neither a gallery owner nor an artist. I am only an art lover and I wish for what’s produced to have visibility abroad! My only aim is to have Turkish art and artists be known. I went to Documenta and published in Ekavart Blog. I believed others have followed. Mine is an effort carried through a path that involves no competition, no claims. I merely seek spiritual satisfaction.

S.A: Türkiye’nin çok hızla geliştiğini ve bunun iyi olduğunu söylediniz. Az önce konuştuğumuz gibi birçok galeri açıldı, yepyeni sanatçılar doğdu, yeni bir küratörlük anlayışı gelişti, bu arada müzayedeler arttı ve fuar sayısı da önümüzdeki dönemde yapılacak Modern Sanat Fuarı ile artmış olacak. Contemporary Sanat Fuarı’na gelen galeri sayısının artışı ve etkinlikleriyle daha da harmanlanmış durumda ancak bir yandan bu çokluk ve hızlı artışın olumsuz yanları nasıl etkileyecek Türkiye’yi? Etkinliklerin artmasıyla kalitenin düşeceğini söyleyebilir miyiz sizce? L.A: Bu her konuda yaşanan hızlı gelişmelerde rastanan bir şey! Ben yüzde yüz katılıyorum bu gözlemlere. Ama bu çabuk büyümenin dezavantajları. Yani burda böyle çok büyük adımlarla koşarak gitmenin sonucunda tökezleyen olacak mutlaka. Sanatçılardan da tökezleyen olacak, galericilerin de tökezleyini olacak, fuarcısının da aynı şekilde. Ama bu durum bizi durdurmamalı! Yani bu dünya çapında, dünya standartlarında diyelim, çağdaş sanatı takip etmemiz, buna kendi çapımızda katılmamızı engelleyemez artık. Bu sene bir Malborough Gallery bizim fuara katıldıysa, bu herhalde Türk koleksiyonerlerinin, Türk sanat severlerinin bir şeyler iddia ettiklerindendir, kendi PR’ları için değil. Yani İstanbul bugün çağdaş sanat haritasına girmiştir bence. Ama söylediğinize katılıyorum. Zorlanan biraz balon olduğu doğrudur. Her açıdan da öyle. Spekülatörü de öyle. Üçe aldım, beşe sattım arada iki kattım, ettim. Bunlar çok doğal süreçler ve hepsinden olacak. Hepsinden olsun ki iyiler kalsın zaten! Bu yoldan geçmiş bütün marketlerin, bütün pazarların geçirdiği evreler. Biz daha farklı değiliz. Benim bildiğim kadarıyla! S.A: Bir de koleksiyoner olmadığınızı söylemiştiniz yazınızda. Sadece sanata destek olmak amacıyla işler aldığınızı, sanatçıları desteklediğinizi söylemişsiniz. Sizce, Türkiye’de sanat ne için alınıyor ya da sizin eser alırken kriterleriniz neler? L.A: Koleksiyoner değilim dedim. Kendimi, hiçbir şeye maruz bırakmamak için ve biraz korumak için galiba. Ama evimi görenler, sen koleksiyoner değilsin de kim koleksiyoner demeye başladılar. Ben o zaman diyorum ki “Kendi mütevazi koleksiyonumun küratörüyüm.’’ Hakikaten eserlerin tek ortak paydası, estetik olarak gözüme hitap etmeleri, ruhuma hitap etmeleri doğrusu. Örneğin; bir Shirin Neshat’ın eli benim için barışı, Selma Gürbüz’ün karıncaları kendi çalışkanlığımı ve enerjimi hatırlatıyor, Mehtap Baydu’nun yirmi bir tane kadının dudaklarını altın kaplamayla yaptığı ve

1

Leyla Alaton: It is not a question like that at all. It is rarely asked, but a very important question since it actually has various reasons. First, I do everything I do by loving it. And I like to know new people, I like to hear new lives. If I have anything to add to these lives, anyway I could, then that makes me even happier. I am friends with Aslı Bİçer for two years now. Total coincidence. I am always very sensitive in helping young people and women. I view Aslı as an entrepreneur woman. I also think that it is no easy task to own a gallery. Besides, you are publishing such a brilliant magazine here. I support anyone who does such positive, such effective works. I believe this is the source of my dynamism. I mean that feeling of being helpful. I also value appreciation a lot. Me being appreciated and especially, me appreciating what deserves to be appreciated. I mean, I appreciate all these being done. At the end of the day, If I can provide any sort of support, I find pleasure in it. That brings me dynamism. S.A: You almost all fairs in various cities of the world. Are there any you haven’t been, and you especially are curious about?

S.A: How do you position Turkey as a person who follows and has seen art markets globally? Where do you think we stand at this point?

S.A: You stated that Turkey is progressing rapidly and that is a good thing. As we said before, many galleries were found and many artist were born. A new understanding of curating came up. Number of auctions increased and with the Modern Art Fair the number of fairs will increase as well. Increase in the number of galleries to be formed in Contemporary Art Fair and with the events being better blend in… How will the downsides of this wideness and rapid increase affect Turkey? Could we expect the quality to fall where quantity rise? L.A: This is common to all rapid advances in any subject! I agree with you hundred percent in these observations. Yet these are the downsides of rapid progress. When you take such large steps, someone is going to stumble and fall eventually. Some artists will stumble, some gallery owners and maybe some fairs. Yet, this should not stop us. I mean this cannot held us down from following and getting involved in contemporary art with global standards. If Malborough Gallery attended our fair this year, it is due to higher aims and claims we have as Turkish collectors and Turkish art-lovers. It is not for their own PR. I mean, I believe Istanbul is included in the world contemporary art today. Yet, as I said, I agree with what you have said. It might be exaggerated to a level. In every way even, to be honest. Even the speculating can be counted in this saying I bought it for this much I sold it for that much, I made that much in between… These are states all markets suffered through at some point. We are not any different. At least as far as I know! S.A: You also stated that you are no collector in your article. You said you only purchase works to support art and artists. In your opinion, what is the main driver of art purchase in Turkey? Or, what are your criteria in purchasing art? L.A: I said I am not a collector. Perhaps to protect myself and to limit what I am going to be exposed to. Yet, those who’ve been to my home tell me “if you are not a collector, then who is a collector?” I reply to them saying “I am the curator to my humble collection.” Truly, the only common denominator of the works I own is that they cater to my own taste and my soul. To give an example, Shirin Neshat’s work resembles peace and Selma Gürbüz’s ants resemble my own hardworking nature and dynamism to me. The work consisting of twenty-one female lips covered with gold, and worn on the neck by each and every one of those women, “Söz Gümüş” by Mehtap Baydu, reminds me of a different feminist philosophy. Then there is Bambu, by Mike and Doug Starn on the top of Metropolitan. I purchased a photography work by them while I was visiting Armory Art Fair with Alican Ertuğ, who passed away. That one reminds me of him. They all mean something to me. If I said that I’m no collector, I said it to protect myself as I just told you. I could perhaps call myself a mini-collector. I am a collector that does not compete with anyone else. Of course, art cannot be purchased solely in the name of supporting art. Art does not come by cheap. I buy them because I like them and I do the PR to support art. That does not mean it has to be the works I enjoy most. I especially avoid political content. I still believe them to be very

21


KOLLEKSİYON COLLECTION

her kadının kendi boyuna göre astığı dudakları, “Söz Gümüş İse” adlı iş bana başka feminist felsefeyi hatırlatıyor ve hitap ediyor. Mike and Doug Starn’ın Metropolitan’ın tepesinde yaptıkları Bambu var. Onların bir fotoğraf işini Alican Ertuğ ile beraber Armory Sanat Fuarı’nı gezerken almıştım, rahmetliyi hatırlatıyor bana. Hepsi bir şey ifade ediyor. Koleksiyoner dediysem, az önce de bahsettiğim gibi kendimi korumak için söyledim. Mini koleksiyonerim diyebilirim belki. Kendi çapımda iddiasız ve yarışa girmeyen bir koleksiyonerim. Elbette sadece sanatı desteklemek adına sanat alınmaz. Küçük paralar değil bunlar. Sevdiğim için alıyorum. Sanatı desteklemek adına onun PR’ını yapıyorum. Benim zevkime hitap etmesi gerekmiyor. Özellikle politik mesajlı eserleri ben toplamıyorum. Ama çok önemli olduklarını düşünüyorum. Yani bir Bienal parçası olabilir, bir müze parçası olabilir ama benim için o işler çok da evimde görmek isteyebileceğim tarzda değiller. Bir bayrak, bir asker ve yerde yatan kanlı çocuk gibi politik mesajlı, yahut şiddet unsuru olan işler her ne kadar başkalarına da tavsiye etsem, benim evimde görmek istediğim parçalar değil. Ben hala bakabildiğim şeyleri seçiyorum. Spekülatör değilim. Müze yapmayı da düşünmüyorum, kenara stoklamak için hiç almıyorum, öyle bir imkanım da yok. Şimdilik böyle ama her şey değişebilir çünkü insanın zevki değişiyor. Çok şey öğreniyorum, öğrendikçe başka bakış açıları oluşuyor. Tanıdıkça, tanıştıkça. Zaten güzel olan tarafı bu. Dinamikliği! Dinamikliği olmasaydı zaten, sıkıcı bir şey olurdu. Halletmiş olup, bitirmiş olurduk.

important. I mean it can be a Biennial piece or a museum piece yet politic works are not the kind I’d like to see on my walls, in my home. A piece showing a flag, or an injured soldier or a child lying on the floor in a pool of blood or any other work featuring violence, no matter how much I suggest them to others, are not pieces I’d like to see in my home. I still pick the ones I can bear looking at. I do not speculate. I do not dream of founding a museum either. I do not purchase to have a stock at hand, neither do I have the means to purchase like that. It is the way it is for the moment, yet things could change. One’s taste can change, I am still learning so many things and as I learn, new perspectives are formed within – as learn new things and meet new people. That is the lovely thing about it anyway. It’s dynamism! If it wasn’t dynamic, then it would be boring. We would just get it done with and it would be done. S.A: You say that you purchase works that you find emotionally catering to you in these days when art is purchased as investment. Would you like to comment on other collections or collectors in this regard? How is collecting perceived in Turkey? L.A: I think there are some excellent collectors here. At least, they do no limit themselves with Turkey only. Mudo’s collection is unquestionable. So are the collector values that go along. As a matter of fact, it will be public very soon. We are talking about a person collecting artworks for thirty years, this must be congratulated a thirty times perhaps. Don’t you think so? I really appreciate the fact that it all started when there only was the Yahşi Baraz and Galeri Nev and it still is going on. On the other hand, the mere presence of good collectors would not be good for

S.A: Peki sanatın yatırım amaçlı olarak alındığı ve algılandığını daha çok gözlemleyebildiğimiz bu günlerde, duygusal olarak kendinize yakın hissetiğiniz işleri aldığınızı söylüyorsunuz. Peki diğer koleksiyonlar ya da koleksiyonerler hakkında söylemek istediğiniz bir şey var mı? Türkiye’de koleksiyonerlik nasıl algılanıyor? L.A: Bence iyi koleksiyonerler var. En azından kendilerini artık sadece Türkiye’ye hapsetmiyorlar. Mudo’nun koleksiyonerliği tartışılmaz, koleksiyonu tartışılmaz. Nitekim halka açılacak çok yakında. Yani otuz senedir eser toplayan bir kişiden bahsediyoruz burada, otuz kere şapka çıkartmak gerek. Öyle değil mi? Neredeyse bir tek Yahşi Baraz ve Galeri Nev varken koleksiyonerliğe başlamış ve devam ediyor olması gerçekten değerli benim için. Sadece iyi koleksiyoner olması da bir yönden işimize gelen bir durum değil aslında. İyisi de, kötüsü de, spekülatörü de, satanı da, alanı da dinamizm getirir. Burada büyük iş düşen aslında galeriler. Alıp da müzayedeye veren adamı, artık ayırt edebilmeleri lazım ve eser satarken daha seçici davranmaları gerekiyor. Yani öyle bir lüksleri olması lazım. Gözümün önünde yaşanan bir olay bu: iş aldığım bir galeriden, başka bir işi düşünürken bir başkası geldi. Yani aynı sanatçının başka bir işini aldı, daha parasını ödemeden iki hafta sonra başka bir müzayedede sattı. Olacak iş değil! Ben o galeri sahibine “bu nasıl olabilir“ dedim, ‘’Benim için kara listede artık.’’ dedi. Bu durumlardan geçilecek. Yapılacak bir şey yok. Artık bu işin etik boyutu. Herkese iş düşüyor. Galericiye de, müzayede evindekine de; ancak sanatçıya da çok iş düşüyor. Bir avuç insanız zaten. Bu piyasanın kurallarının oturması lazım. Bir sanatçıdan galerisini pas edip iş alabilmek beceri değil, ayıp benim gözümde. Çünkü dünya standartlarında oynuyoruz artık. Çok ciddi bir evliliktir bu. Ve evlilik sözleşmesi diye bir şey de var tabi riayet edildiği kadarıyla. Bir yandan da iki tarafın da riayet etmesi gereken kuralları olan bir evlilik.

us either. Having the good and the bad and the speculator adds dynamism to it all. The greatest of responsibilities fall to galleries here. They should now be able to recognize who purchases and then sells in auctions, they should be really picky in selling artworks. I mean, they should have the luxury to do so. I witnessed this with my own eyes; I was thinking about a second purchase from a gallery that I just bought a piece from. Someone came and purchased it, of the same artist. Then sold it in an auction two weeks later. How can people do that! I asked the gallery owner about this and he told me that person was blacklisted. We will get through these. There is nothing to be done. This is the ethical side of the issue. Everyone has their responsibilities when it comes to this. Gallery owner, auctioneer, everyone… The greatest responsibility is with the artist though. We are a small society here. Some rules have to be settled in within this market. Purchasing from an artist bypassing the gallery is not an achievement but a disgrace in my opinion. We are reaching global standards now. This is a very serious sort of marriage. And of course there is something called the marriage contract. It is something both sides must follow. S.A: We talked about the rules of the marriage and the ethical rules. There is a contract. Even if there isn’t, what do you think about Santral Istanbul’s collection being sold in an auction with some ethical requirements? L.A: I do not know the entirety of the situation. I read a couple Tweets about it. Let this be a lesson to all. There are many lessons to be taken from happenings like this. It is not the end of the world! That is my point of view. For everyone, for the artist, for the gallery who provided, for the place that calls itself a museum… It is very much like making a claim on the future of your baby. Is it not? Where will it go? Who will own it? Who will take care of it? Who will raise it? Who will feed it? This is something very much within those lines. That is why the contract is everything. We are in this sort of an era now. If everything is written, there will be no place for discussion. What happened, who did it, who said what… Questions like this do not belong in today’s world.

1- Shirin Neshat 3- Suzy Hug Levy 4- Jaco Sieberhagen

2

22

2013-02

2- Ando Hiro


Koleksiyonumda bir Nur Koçak olmasını isterdim. Zamanında almalıydım, ama o zaman ajandamda yoktu. İnsanın öncelikleri değişiyor. I wish I had a Nur Koçak work in my collection. I should have purchased back in the day, yet it wasn’t in my agenda back then. Priorities change.

3

S.A: Evlilik kurallarından, bir de işin etik kurallarından bahsettik. Bir de sözleşme durumu var. Bir sözleşme olmasa dahi, bazı etik gereksinimler ile ilgili Santral İstanbul’un Koleksiyonu’nun müzayedede satışa sunulacak olması ile ilgili ne düşünüyorsunuz? L.A: Konunun bütün detaylarını bilmiyorum. Tweet’den okudum birkaç bildirim. İşte bir ders olsun bu da herkes için. Bu gibi durumlardan çıkarılacak çok iyi dersler var. Dünyanın sonu değil! Ben böyle bakıyorum. Herkes için, sanatçı için, veren galeri için, müze diye geçinen yer için. Bebeğine sahip omak gibi bir şey bu. Değil mi? Hangi ellere gidecek, nereye gidecek, kim bakacak ona? Sonra kim büyütücek? Kim besleyecek? Gibi bir şey bu. Bu kadar basit. Onun için her şey sözleşme. Artık o devirdeyiz. Her şey yazılı oldu mu, tartışmaya da gerek kalmaz. Ne oldu bitti, kim yaptı, o ne söyledi artık alaturkalık.

S.A: There is something else I am interested in after this negative and unethical matter. Are there any projects you plan to do in the near future?

S.A: Bu olumsuz ve etik dışı konunun üzerine merak ettiğim başka bir konu var. Hiç hayal ettiğiniz, önümüzdeki dönemlerde yapmayı planladığınız bir projeniz var mı? L.A: New Museum’un Leadership Counsel’ındayım. Bu ikinci senem. Tabi ki küratörlerine böyle bir baskı yapmaya cürret edemesem de, planlarına, programlarına Türk sanatçılarını almalarını, dolaylı yönde olsa da onları ikna edebileceğimi umuyorum. Yani New Museum’da Türk Sanatçıları’nın ağırlıklı olduğu bir sergi, bir gösteri olması düşüncelerimin arasında. Burada kendime pay çıkarmayı ve de mutlu olmayı istiyorum. Ama onun dışında hepsi küçük projeler. Yani her türlü proje var ama minik projeler. Ben New York’u çok önemsiyorum, özellikle C24’ü alkışlıyorum. Çok zor bence New York’ta galeri sahibi olmak. En son İrfan Önürmen’in sergisine gittim. Zaten Ekavart’ta da yazdım onu. Önümüzdeki dönemlerde de Murat Pulat, Leila Heller Galeri’de kişisel sergisini açacak. Bütun bunlar çok gurur verici. Geçen hafta Allistair Hicks buradaydı. Biliyorsunuz, Deutsche Bank’ın sanat direktörü, baş küratörü. Ona birkaç galeriyi, birkaç sanatçıyı tanıştırdım. Beni mutlu eden şeyler bunlar.

S.A: Is there any specific artist you follow, you like, lately?

S.A: Peki son zamanlarda beğendiğiniz, takip ettiğiniz bir sanatçı var mı? L.A: Türk olmasın. Çünkü taraf tutmamış olmak isterim. Hindistan’da birkaç sanatçıya gözüm takıldı. Mesela Bharti Khen’i çok beğendim. Önemli koleksiyonlarda da işini gördüm. S.A: Peki bugüne kadar almak isteyip de almadığınız bir iş oldu mu? L.A: Her şeye sahip olmamam gerektiğini düşünüyorum. Ki boğa burcu çok sahiplenen bir tipdir. Ama bunun sonu yok tabi ki. Belki de bu beni hakiki koleksiyoner yapmıyor. Halbuki beni delirten bir iş de olmadı. Koleksiyonumda bir Nur Koçak olmasını isterdim. Zamanında almalıydım, ama o zaman ajandamda yoktu. İnsanın öncelikleri değişiyor. S.A: New Museum’un liderler konseyindesiniz. Bu nasıl gerçekleşti? Detaylarını biraz anlatabilir misiniz? L.A: Her ülkeden bir üye davet ediyorlar. Türkiye’den de bana teklif ettiler. Ve ben de kabul ettim. Yani bir dünya müzesi olmaya ve dünyada PR’larını yapmaya çalışıyorlar. Müzelerinde kendilerini tanıtmaları ve gezinebilir olmaları lazım. Ve de bu dünya çapında destekçilerle oluyor ve böyle bir network kurmaları lazım ki dünya içerisinde dolaşım kurabilmeleri kolaylaşsın.

L.A: I am a member of the Leadership Council of New Museum. This is my second year. Although I wouldn’t dare push their curators to do so, I hope that I can convince them to involve Turkish artists in their programs indirectly. I mean I dream of an exhibition featuring mainly Turkish artists in New Museum. I want to be a part of such a thing and be happy. Aside this, there are only small projects in my mind. I mean there are all sorts of projects but they are all tiny. I really value New York, I especially applaud C24. It is a very difficult thing to own a gallery in New York. I last visited Irfan Önürmen’s exhibition. I already wrote about it in Ekavart. Coming up next is Murat Pulat in Leila Heller Gallery with a personal exhibition. These are all things to be proud of. Alistair Hicks was here last week. You know, the art director of Deutshce Bank, the main curator. I introduced him to some galleries, some artists. These are things that make me glad.

L.A: I would rather not name a Turkish one. That would be supporting sides. I was intrigued by some artists in India. Bharti Khen is one of them, I like his work a lot. I saw his work in some very important collections as well. S.A: Was there ever any artwork you really wanted to purchase, but couldn’t do so? L.A: I believe I shouldn’t be able to own everything. Yet Taurus is a sign that is very possessive. Yet, there is no end to this. Perhaps this is what stops me from being a real collector. However, there really was never any work that I was crazy about. I wish I had a Nur Koçak work in my collection. I should have purchased back in the day, yet it wasn’t in my agenda back then. Priorities change. S.A: You are a member of New Museum’s Leadership Council. How did you achieve this? Could we learn a bit about the details behind? L.A: They invite a member from each country. I was offered the position from Turkey, and I accepted. They seek to be a world museum and do PR activities in becoming one. They have to be able to promote themselves in their museums and they should be worth visiting. This happens through world class supporters. They have to form such a network so that they can form communications around the world in an easier way. S.A: Your relationships and connections in New York must have had strengthened with New Museum. Is there any particular gallery you would like to tell us about, a gallery that you follow and like, in New York? L.A: Leila Heller’s gallery is one of my favorites, and she is a real close friend of mine. Her love for art and the thing she does is definitely worth of commendation. I believe that she made Kezban Arca Batıbeki into a wold class artist. She promoted her in very professional fairs. And did a very good job doing so. I hope Murat will be like that too. When New York is the subject, I support my friend Leila in everything she does in terms of art. I like her gallery a lot. She is taking great risks by the way. She invites Iranian artists, she promotes them. She has a Korean artist that she works with. As a gallery and as personal admiration, I follow and particularly admire Leila Heller.

S.A: New Museum ile New York’taki ilişkileriniz, bağlantılarınız daha da güçlenmiştir. Bize bahsetmek istediğiniz, yaptığı işleri takip ettiğiniz ve beğendiğiniz bir galeri var mı New York’tan? L.A: Leila Heller’ın galerisi benim çok sevdiğim bir galeri ve çok da yakın dostum. Hakikaten onun sanata olan aşkı, yaptığı işler çok takdire şayan. Kezban Arca Batıbeki’yi dünya çapında bir sanatçı yaptığını düşünüyorum. Çok profesyonel fuarlarda tanıttı. Ve çok iyi bir iş çıkardı. Umarım Murat da öyle olacak. New York deyince, sanat açısından Leila arkadaşımın çok yanındayım. Galerisini çok beğeniyorum. Çok büyük riskler alıyor. İranlı sanatçıları gösteriyor, tanıtıyor. Koreli sanatçısı var. Galeri ve kişisel beğeni olarak Leila Heller’ı beğeniyor ve düzenli olarak takip ediyorum.

4

23


MAKALE ARTICLE Efe Korkut Kurt

Invasion in Public Sphere and Resistance Options of Art

Otoyollarda özgürce dolaşmaya bırakılırken kim söyleyebilir aslında denetlenmiyor olduğumuzu... Gilles Deleuze Bizim kuşağımız büyük bir savaş görmedi, büyük bir buhran yaşamadı, ama bizim de bir savaşımız var. Fight Club, Chuck Palahniuk As we are set loose on highways to wonder as we wish, Who could say that we actually are absent inspection…? Gilles Deleuze Our generation did not suffer a great war, Did not go through a great depression, yet we have a war to fight as well. Fight Club, Chuck Palahniuk

1

Bulanık bir dönemdeyiz. Hemen her alanda modern dönemlerin baskın, tutarlı, kendinden emin hallerini çoktandır dağınıklık, süreksizlik ve kargaşa dolu bir süreç aldı. Bir taraftan Derrida tarihin sonunu ilan ederken, aynı doğrultuda estetik yargıya ait sözde değişmez bütün standartlar yapıbozuma uğratılmış durumda.* Bu parçalanma durumunun yarattığı-abartarak ifade etmek gerekirse-yarı-şizofrenik bilinç durumunun; toplumları şimdiki zamana endeksli, bir yüzey mimarisi ile oluşturulmuş fiziksel çevrede, bölünmüş kolaj-kentlere hapsetmiş olarak büyük bir belirsizlik duygusu ile yaşatmakta olduğu (Harvey, D) ifade edilmektedir. Bugün kitleler, postmodern mekanizmalar ve araçlarla her zamankinden daha fazla küresel sistemin yörüngesindedir.

We are in a blurry era. Dominant, consistent, self-confident acts of modern era are replaced

Kimilerinin güncel sanat pratiklerinin geldiği noktayı sanatın sonu olarak değerlendirdiği bir dönemde, kamusallık bağlamıyla sanat kazanabileceği anlam ve olasılıkları ile ele alınıyor. Bu açıdan yeni tip bir kamusal sanat düşüncesinin geliştirilebilmesi sorgulanmaktadır. Böylesi bir talep ve arayışın altında sağlıklı bir içgüdünün kendini göstermeye başladığını söylemek mümkün. Bu arayış, sanatın estetik biçiminin toplumda bir “karşı bilinç” (Marcuse, H) yaratma potansiyeline olan güvenden ve yeni tip bir kamusal sanat biçimi ile sanatın böylesi bir toplumsal işlevi yeniden güçlü bir şekilde kazanarak toplumsal varlığın derinlerine inerek (Lefeubre, H) bu bulanıklığı giderebilecek potansiyelleri ortaya çıkarabileceği umudundan mı; yoksa sanatın kendi içindeki sıkışmayı ve kısır döngüyü yeni bir kamusal söylem aracılığı ile aşabileceğinin düşünülmesinden mi kaynaklanmaktadır? Bunu söylemek zor. Fakat şunu en başından belirtmek gerekir ki, böylesi bir arayış bile bir direnç alanı yaratmaktadır.

In an era claimed by some as the end of art through the current situation of art practices, art

Günümüz çağdaş (güncel) sanatının öncülleri sayılan ilk avangardların sanatın kurumsallaşmasına karşı verdikleri ilk büyük başkaldırı akabinde piyasa mekanizması tarafından Duchamp’ın hazır nesneleri müzelik edilerek başarısızlığa uğratılırken, asırlarca toplumdan özerk alanında yüceltilmiş olan sanatın bir kurum olarak kavranmasını sağlayarak, burjuva toplumundaki (görece) etkisizliğin sanatın prensibi olduğunu gözler önüne sermiştir. Artık sanatın hiçbir türlüsü özerk alanında rahat rahat oturamaz, çünkü bu ilk avangard hareketinden sonra burjuva toplumunda üretilecek her tür sanat bu acı tadı ağzında hissedecektir. Bu ilk (tarihsel) avangard hareketin mirası olan sanatsal anlatım biçimi günümüz sanat üretiminin önemli bir ayağını oluşturmaktadır. Bugün “güncel sanat”** diye adlandırılan salt düşünce ve eyleme dayalı, anti-estetik (yeni bir estetik bilinç olarak kurulduğunu söylemek mümkündür) bir sanat anlayışı olarak tanımlanabilecek bu sanat biçimi, toplumsal alana geri dönme motivasyonu ile oluşmaktadır ve bu hareket Kuspit’in (2006) belirttiği gibi sanatın kendine hiç de uygun olmayan bir kültürel ortama sokularak, günlük yaşamın içinde uyumlu ve etkisiz hale getirme tehlikesini beraberinde taşır. Ona göre

objects were put in museums, it is clearly shown that ineffectiveness of art in bourgeoisie society

24

by a period that is scattered, unsustainable and full of mayhem for a while now. On one hand Derrida declares the end of history and on the other all supposed to be unchangeable standards of aesthetic judgment were subject to depreciation . Formed by this tattered state, and to exaggerate, the semi-schizophrenic state of consciousness lets us claim that people are forced to undergo a huge sense of uncertainty through imprisonment in collage cities in shallow facial architecture of physical surroundings, aligned to what is called “now” (Harvey, D). Today, the masses are more in line with the global system than ever before through post-modern mechanisms and tools.

is considered through the meanings and possibilities it could gain through public attributes. In this regard, a new type of public art form is being researched. It is possible to say that under such a demand and desire, a healthy instinct starts to show itself. Does this happen because of the trust in the potential of art’s aesthetic values creating an “anti-conscious” (Morcusu, H) and because of the hope in art regaining its social functions in a very strong way while going deeper in the social existence (Leflere, H) – therefore getting rid of this blurriness? Or because of the thought that with a new public saying art can overcome the era of vicious cycle it found itself in? It is hard to tell. Yet, one should note that only a quest of such stature can create a great area of resistance. While contemporary art’s pioneers, the avant-garde, were being defeated after their first uprising towards institutionalization of art by the market mechanism where Duchamp’s readymade its main desired quality (relatively) through making art be known as an institutionalized act although art being praised in autonomic ways by the public. Now, no form of art can sit relaxed in autonomy, for every sort of art produced after this bourgeoisie society’s initial act will feel the bitterness just like the first ones. Art expression that is the legacy of this pioneer act forms an important foundation of current day art production. Contemporary art, today, which is based on pure thought and act, which is anti-aesthetic (or perhaps that is an aesthetic method in itself too) is formed through the desire to return to the public sphere. This movement, as pointed out by Kuspit (2006) carries the danger in which art is rendered ineffective and compatible through forcing it into an area that is totally inappropriate – in daily life. According to him, artists become the representatives of common daily values via the removal of art in the form of unreachable quality in museums (Kuspit, D, 2006). Whereas avant-garde movements like “fluxus”, “situgalleries and make them a part of the daily life. It is underlined that contemporary art, through the expression methods gained also by the full usage of technology, has only helped narrowing

2013-02

ationalist international” were formed just for this reason in the 50’s, tried to export art from the


Kentler bu dönemde kendileri tüketim ve pazarlama mekanizmasının parçası haline gelirken, kentsel mekanlara da bu pazarlama stratejilerinin bir uzantısı olarak müdahalelerde bulunmaktadır. As cities themselves become a part of the marketing mechanism, urban venues are being touched as a part of the marketing strategies.

2

3

sanatın entelektüel bir lahit niteliğindeki müzeden çıkartılmasıyla, sanatçı gündelik değerlerin temsilcisi haline gelir. (Kuspit, D, 2006) Oysa 50’lerde “fluxus”, “durumcu enternasyonal” gibi avangardist hareketler tam da bu yüzden ortaya çıkmış, galerilerin içine sıkışan sanatın metalaşmasına karşı durmuş, sanatı gündelik hayata sokmaya çalışmışlardı. Bugün “güncel sanat”ın iletişim teknolojilerini de sonuna kadar kullanarak oluşturduğu bu anlatım biçimleri ile popüler kültürün, kültürel üretim ile arasındaki uçurumun daralmasına yol açtığı, bunun da hiçbir devrimci/ avangardist tarafının olmadığı vurgulanmaktadır. (Harvey, D, 2003, s.77) Bu; postmodern dönemin sanatına gelen en sert eleştirileri gündeme getirmektedir, metalaşmaya, ticarileşmeye ve piyasaya teslim olmaya açık bir sanat! Oysa unutmayalım ki, aynı eleştiri, “güncel sanat”ın öncülleri olan avangard hareketlerce gündelik hayattan ve pratik yaşam ilişkilerinden kopartılmış bir sanatın, burjuva kültürünün dolayımına girerek kaçınılmaz olarak metalaştığı ifade edilerek, sanatın yabancılaştırıcı alanını genişletmeye ve verili gerçeklikle uzlaşmazlığını sağlamlaştırmaya çalışılmıştı.

the gap between the pop culture and cultural production – having no value in revolutionist or avant-garde properties (Harvey, D, 2003, p77). This brings the hardest critiques of post-modern era art to question: a form of art that is open to being an object of trade, surrounded to the market! We should keep in mind that the same critique was thrown at the avant-garde movements, which are the pioneers of contemporary art, claiming that as art that is taken away from the daily practical life it is inevitable that art will become a servant to the bourgeois culture, effectively becoming an object. It was tried to keep art’s alienating features and inconsistency with real data – making it incompatible with reality. A new type of public art being sought today, perhaps resemble this very problem and conflict. In that, the system of the post-modern era; while melting the solid structures of governing, tools of resistance are made into commodities making methods of social supervision more complex and surrounding. With this regard, contemporary art products or acts in urban venues and biennials or perhaps art forms of greater plastic/aesthetic properties in modern art, while becoming problematic in how they join the daily practicalities they will be, on the other hand, the most significant tools of resistance for the public venues. For this reason, public art should very carefully be investigated.

Bugün yeni tip bir kamusal sanat arayışı işte bu sıkışma ve ikilemle ilişkili gözüküyor. Çünkü postmodern dönemin sistemi; katılımı özendirip katı iktidar mekanizmalarını eritirken, direnç araçları daha kolay metalaştırılıp, toplumsal denetim çok daha karmaşık ve kuşatıcı olarak sürdürülmektedir. Bu açıdan da ister kentsel mekanlarda, bienallerde sergilenen güncel sanat ürünleri veya eylemlerinin, ister çağdaş sanata ait daha plastik/estetik nitelikli kamusal sanat türlerinin, bir yandan günlük hayat pratiklerine nasıl dahil olabilecekleri sorunsallaşırken, diğer taraftan bu ürünler, bu büyük zihinsel kuşatmada en önemli toplumsal alanlar olan kamusal mekanların belki de en güçlü direniş araçları olacaklardır. Bu bağlam içinde de kamusal sanat dikkatlice ele alınmayı hak etmektedir. Kamusal alanlar, kamuoyunun içinde oluştuğu, özerk politikanın ve onun matrisi olan kültürün üretildiği tüm mekanlardır. (Habermas, J, 1997) Habermas’ın tarihsel dönüşümünü derinlikli bir sosyolojik bakış ile incelediği kamusal alanların, iktidar mekanizmalarına karşı dengeleyici bir sivil müzakere alanı olduğuna vurgu yaparak, kamusal alanların demokratik bir toplumsal yapı için ne kadar hayati olduğunu ortaya koymuştur. Fakat Habermas’ın kamusal alanını özgür ve özerk bir alan olarak, devlet – toplum ayrışması bağlamındaki kavranışı ne tarihsel boyutu ile ne de günümüz toplum modellerinin koşulları içinde yeterli değildir. Özellikle Frazer’ın günümüz refah devleti modelinin oluşum sürecindeki çatışmaya yaptığı vurgu açıklayıcıdır: “...burjuva dışı kesimler kamusal alana ulaşım kazandıkça, bu koşullar giderek erimeye başladı. O zaman toplumsal sorun öne çıktı; toplum sınıf mücadeleleri ile kutuplaştı ve kamu birbiriyle çatışan çıkar grupları kitlesi olarak parçalandı. En nihayet de refah devletini kitle demokrasisinin ortaya çıkışı ile birlikte, toplum ve devlet karşılıklı olarak iç içe geçtiler, devletin eleştirel sorgulaması anlamındaki kamusallık da (publicity); kitle iletişim araçları aracılığı ile sahnelenen gösteriler, kamuoyunun imali ve manipülasyonu halini aldı.” (Frazer, 1991, s.56-80) Aynı sürecin Türkiye’deki yansıması ulus-devlet modelinin inşası sürecinde kamusal alanın doğrudan sivil/askeri devlet erki tarafından kontrolü ile kendini göstermiştir. Son zamanlarda devletin bu alanlardan çekilmeye başlamasını memnuniyetle karşılayanlar, boşalan alanı tek başına neyin ele geçirdiğini görmelerinde fayda vardır. Bugün kamusal alanlar olarak kentsel mekanların tamamı piyasa tarafından aynı manipülasyon sisteminin içine dahil edilmektedir. Kentler bu dönemde kendileri tüketim ve pazarlama mekanizmasının parçası haline gelirken, kentsel mekanlara da bu pazarlama stratejilerinin bir uzantısı olarak müdahalelerde bulunmaktadır. Bu müdahalelerin gerisindeki motivasyonun kapitalist niteliği, kentin tüm yapısal karakterine ve dokusuna nüfuz ederken, kentsel mekanlarda postmodernist kentsel tasarım ilkeleri ile yüzeysel bir üslupta sürekli yeniden üretilmekteler. Mekanların bu yeniden düzenlenme/oluşturulma sürecinde kentler, tüketici sınıflar ve turistler için üretilmiş steril alanlar ile ötekilik atfedilmiş çevresel alanlar olarak parçalı bir yapıya kavuşmaktadır. Bu parçalı yapı, şehrin ayrıcalıklı sahipleri ile küresel müşterileri için konforlu

Public spheres are all places where public opinion is formed and where politics and connected cultural values of specific nature are produced (Habermas, J, 1997). Habermas, through underlining how balancing a civil structure of debate these public spheres are thanks to his detailed sociological approach, tells how important they are for any society of democratic nature. Yet this description by Habermas in which public spheres are considered in social differentiation as free and autonomic nature is nowhere near enough for today’s models of social structures. Frazer’s point referring to the conflict occurring through the formation of current day’s wealth state is quite explanatory: “As casts outside bourgeoisie gained access to these public spheres, the conditions started shifting. Social issues climbed up and public was pushed into polarity. It was divided into groups of benefit. At the end, as the arrival of mass democracy, wealth state was transformed into a situation where state and the public intertwined. And publicity was transformed to an act of manipulation where mass communication tools host shows to the end where public is moved into their own will.” (Frazer, 1991, p56-80). The reflection of the same era was seen as the civil/military invasion of public sphere in Turkey while the nation state was being built. And it would be really beneficial for those who are grateful for the state’s retreat from such areas to see what starts to capture the leftover single handedly. Today, as public spheres, all urban venues are being included in the same system of manipulation by the market itself. As cities themselves become a part of the marketing mechanism, urban venues are being touched as a part of the marketing strategies. As the capitalist properties behind these interventions influence the structural character and texture of the cities, they are constantly being reproduced in urban venues, through post-modern urban design principles in a very superficial fashion. Cities are given fractured structures as sterilized areas for the tourists and consumers and alienated surroundings through the process of reforming/restructuring of the venues. This fractured structure demands the creation of repelling strategies to keep the poor classes away and hidden, while creating comfortable centers for the global customers and the privileged owners of the city. Land usage in these sterilized sections are forming invisible walls through the formation of the properties being so inconsumable for the poor society in both character and value supported by the temporary or permanent displays of poor class repelling nature cultural shows in the open parts. (Yardimci, S) One should remind himself that urban architecture and places have visual meanings in this regard too. As Barthes says, a city has a language that speaks to its residents (Barthes, R, 1999, s.210). And this brings how any sort of message is created through this language, and in which way they connect to the government through popular disciplines of this production into mind. For this, it wouldn’t be exaggeration to say that capital, through forcing its symbols into every part of the daily life – and the public spheres – rules the social consciousness (especially through cultural and social event sponsorships) (Yardimci, S). Mass privatization of anything including the public spheres through the principles of liberalism could make all art and culture executions get included in this manipulation mechanism without any protection. This way, public spheres, while losing their definition of being a place where all parts of a society co-exist together where identities causing alienation are used in parenthesizes, all structural and artistic nations pass under the control of bourgeoisie and their culture.

25


MAKALE ARTICLE merkezler üretirken, yoksul-aşağı sınıfları gözden uzak tutacak stratejilerin geliştirilmesini gerektirir. Bu açıdan, steril hale getirilen bölgelerdeki arazi kullanımı*** mülkiyet üzerinden yoksul halkın tüketemeyeceği özelliklerde ve kimlikte oluşturulurken, açık mekanlardaki geçici yada kalıcı kültürel uygulamalar ve gösterimlerin niteliği, bu alanlarda, alt sınıfları uzak tutacak psikolojik olarak dışlayıcı, görünmez duvarlar örmektedir. (Yardımcı, S)

Bugün İstanbul dahil dünyanın her yerinde kentsel mekanlar başta küresel sermaye olmak üzere, büyük şirketlerin reklam araçları ile kuşatılmış durumda. Evlerin içini kitle iletişim araçları ile çoktan ele geçirmiş olan bu sistem, ele geçirilmesi en güç olanı da her geçen gün daha fazla çevrelemekte, kaçacak yer bırakmamaktadır. Bu süreçte yerel ve siyasi tüm otoritelerin ister siyasi iradesizlikten, ister bilinçsizlikten bu işgalde işbirlikçi olarak saf tutmaları, “illegal” sanatsal müdahaleleri ayrıca önemli hale getirmektedir. Ulus-devlet modelinin çözülerek, küresel ekonominin hakimiyet alanın güçlendiği bu süreçte, kamusal alanlar daha demokratik bir organizasyonda, daha özgür ve eşitlikçi alanlar olmaya başladıkları görüntüsü yanıltıcıdır. Kamusal sanat ister kalıcı plastik anlatımlarla, ister geçici farklı uygulamalarla ortaya çıksın, etkileşimsel, yoğun katılım ve tümleştirici (integrative) özellikleri ile bu kuşatmanın karşısına dikilmelidir. Çünkü bu yeni gerçeklikle hesaplaşmayan bir sanat, postmodern belirsizliğin bir parçası haline gelerek yüzeysel bir görsellik boyutunu aşamayacaktır. Marcuse’un belirttiği gibi; “Kurulu kültürün bir parçası olarak sanat olumlayıcıdır ve bu kültüre destek olur.” (Marcuse, H) Bunun tersi ise kamusal sanatı yapıbozuma uğramış olanın içinden kamusallık bağlamındaki etik ve toplumsal değişkenler ekseninde ortaya çıkacak güçlü bir sanatsal söylem ve eylem ile mümkün olabilir.

26

4

5

1, 4, 5- FlyPropaganda 2, 3- Sevil Tunaboylu Herşey Bizim İyiliğimiz İçindi // All This Was Our Own Good

Current day art is looking for practical ways to join the daily life. Called “communicative art” by Bourriaud, this quest is one of notable nature in an era where publicity became a problem itself. Yet this brings up the necessity to deeply investigate the matter in terms how such practicalities are brought into making a new type of public art. If we put the working properties of the manipulation mechanism mentioned in the start aside, Harvey’s critique against post-modern art, brings forth the issues in art’s aesthetics attributes. “Post-modernism’s attitude in showing the surface visuals rather than the roots, is in line with how it values the shown rather than the displayer, involvement rather than an authority dependent finished art object and how much it brings forth performances and happenings. The result of such a disruption in the chain, reduces human life into a chain of independent events formed by non-related now moments.” (Harvey, D, 2003, p70.) Meaning of art in such places, greatly lose its value in this state of discontinuity. But “Agora”, the Greek public sphere described as the land of freedom and consistency by Habermas, opposed to private areas, and taken even further by Arendt and called a secondary plane of existence where the citizen seeks immortality, took its power from this very persistence. If we take a similar analogy to explain this; Deleuze names art as resistance against death: “Art has a second meeting with the resistance against death: I mean with people’s struggle; full of hope and against death, suppression and dominance…” (Deleuze, G). This is a situation where art realizes its real social force opposed to how it is claimed to be an anti-propaganda or tool of disinformation. This pushes us to think about the common subconscious meanings of art and public spheres. How a new type of public art could embed this relationship into the cycle of daily life and what sort of social force it could gain, makes us think about it all in regard to this temporary/permanent factors mentioned above. It is of course valuable to introduce art as an event with its short term effects and the acceleration it forms, for previous movements like “fluxus” or “situationalists” were temporary but had permanent effects. These sorts of formations contain a revolutionist essence that could be called modernist in this post-modern situation we live in. These movements sometimes aim to be temporary but to shift the “status quo”. Apart from this, marginal street art movements also get some form of power from this temporariness while the anonymous and out of control way of art creation, finds value in being such a tool of resistance. These works, perhaps in accordance with today’s situation, point to a state of mind that is totally opposite to the consistency and the sense of immortality found in the Greek Agora; to a conflicting mind or perhaps nihilism. Various ways of public art’s application in urban venues produces space and social factors belonging to the city through different means to the museums and the galleries. As Ergin states; “When we consider the binding value of these events, temporariness, the artist counts having a small mark in where the event occurs and being involved with the intermediary flows as a success story since he chooses to use the time, place, audience, material and all the rest as temporary too. Works that do not undergo a proper questioning in locational memory and meaningfulness, do never become anything more than interesting inventions for that place.” (Ergin, N, p.111). Marginal street art takes this attitude one step further. Against the city’s divided and sterilized venues, it produces “anti” symbols – bringing social tensions to the surface, making them visible. This way, it enables the understanding of the city’s social and locational structure. (Tanglay, O) Today, in every part of the world including Istanbul, urban areas are invaded by the advertising tools of large companies and mainly multinationals. This system, already captured the interior of homes with mass communication tools, surrounds the one that cannot be captured more and more everyday… Leaving nowhere to run. The fact that all local and global politic authorities – some through incompetency and some through lack of knowledge – are a part of this invasion. This makes “illegal” artistic interventions even more important. In this period of time, where the nation-states are slowly dissolving and where the global economy is becoming more dominant, we are being fooled with the notion that public spheres are becoming more free and equal in a democratic organization. Regardless of being permanent plasticity or temporary applications of variety, public art must bring interactive, mass involvement and integrative properties of itself against this invasion. This is extremely important for in this new reality, and art form that does not fight back will become a part of post-modern ambiguity, never becoming anything other than a shallow visual. As Marcuse said; “Art as a part of an established culture, is affirmative and that supports the culture.” (Marcuse, H). The opposite of this can only be achieved through a powerful artistic message or act that will come to being around etic and social values of publicity, especially within this mass of deconstruction we are surrounded by.

2013-02

Bu noktada kent mimarisinin ve kentsel mekanların görüngübilimsel anlamlarının olduğunu hatırlamakta fayda var. Barthes’in söylediği gibi şehrin sakinleriyle konuşan bir dili vardır (Barthes, R, 1999, s.210) ve bu dil üzerinden nasıl bir söylemin üretildiği, bu üretilme sürecinde yer alan öncü disiplinlerin hangi iktidar denkleminin parçası olabileceğini de aynı şekilde akla getirmektedir. Bu açıdan sermayenin dolaylı veya dolaysız yöntemlerle kentsel mekanların da dâhil olduğu kamusal alanların tümüne kendi sembollerini (özellikle kültürel ve sosyal etkinliklere sponsorluklar yoluyla) (Yardımcı, S) sokarak günlük hayatın tamamında toplumsal bilince hükmetmekte olduğunu ortaya koymak abartılı olmaz. Serbest piyasanın kültürel kurumlar dahil her şeyin özelleştirilmesi prensibi kamusal alanlardaki tüm sanatsal ve kültürel uygulamaların ve etkinliklerin bu manipülasyon mekanizmasının içine korumasız bir şekilde dahil olmasına neden olabilmektedir. Böylece kamusal alanlar toplum içinde farklı grupların özgürce bir arada olma, ötekilik yaratan kimliklerinin paranteze alınarak kullanıldığı mekanlar olma idealini yitirirken, diğer taraftan bu mekanları oluşturan tüm yapısal veya sanatsal unsurlar burjuva kültürünün ve sermayenin dolayımından geçmektedir. Günümüz sanatı bugün gündelik hayata katılım pratiklerinin arayışı içindedir. Bourriaud’un iletişimsel sanat olarak nitelediği bu arayış elbette kamusallığın bu derece sorunlu hale geldiği bir ortamda kayda değer bir arayışın ifadesidir. Fakat bu pratiklerin, yeni tip bir kamusal sanatın ortaya konuluşu bağlamında çok yönlü olarak değerlendirilme zorunluluğunu gündeme getirmektedir. Başta belirtilen manipülasyon mekanizmasının işleyişinin nasıl aşılacağı sorununu bir tarafa bırakırsak, Harvey’in postmodern sanata yönelik eleştirisi sanatın estetik biçimi anlamındaki sorunsalı ortaya koymaktadır. “Postmodernizmin gösterilen yerine göstereni, otoriteye dayanan ve bitmiş bir sanat nesnesindense katılım, performans ve “happening”i, kökler yerine yüzey görünümlerini öne çıkaran tavrıyla uyum içindedir. Gösterici zincirde böyle bir kopuşun sonucu, insan yaşantısını “zaman içinde bir dizi arı ve bağıntısız şimdiki an”a indirgemektir.” (Harvey, D, 2003, s.70) Sanatın söz konusu mekanlardaki anlamı, bu süreksizlik durumu içinde gücünü büyük ölçüde yitirmektedir. Oysa Habermas’ın özel alanın karşısında bir özgürlük ve istikrar alemi olarak nitelediği ve Arendt’ın daha da ileri götürerek yurttaşın ölümsüzlüğü aradığı ikinci varoluş alanı olduğunu söyleyerek yücelttiği Yunan kamusal mekanı (Agora) gücünü tam da bu kalıcı olma ifadesinden almaktaydı. Benzer bir analoji ile bakarsak Deleuze sanatı ölüme karşı direnç olarak ortaya koymaktadır: “Ama ölüme karşı direncin ikinci bir tarzıyla bir buluşması vardır sanatın: Yani insanların kavgasıyla; ölüme, tahakküme, baskılara karşı umutlu kavgasıyla...” (Deleuze, G) Bu Deleuze’un da belirttiği gibi sanatın bir karşı propaganda veya karşı enformasyon aracı olarak sakıncalı ele alınışının çok ötesinde, gerçek toplumsal gücünü bulduğu durumdur. Bu bizi, kamusal alanın ve sanatın ortak toplumsal bilinçaltı anlamlarını düşünmeye itmektedir. Yeni tip bir kamusal sanatın bu eklemlenmeyi gündelik hayatın devinimine ne şekilde sokacağı ve nasıl bir toplumsal güç kazanabileceğini bu kalıcılıkgeçicilik bağlamında tekrardan düşünmeye itmektedir bizleri.Elbette sanatın kısa vadeli etkileri ile oluşturduğu ivmeyi yine de önemli bir etkinlik olarak tanımakta fayda var. Çünkü daha önce ortaya çıkmış olan “fluxus”, ya da “durumcular” gibi benzer akımların kendileri geçici ama etkileri kalıcı olmuştur. Bu tip akımlara benzer oluşumlar, yaşadığımız postmodern durumda modernist sayılabilecek devrimci bir özü barındırmaktadır. Bu akımlar kimi zaman yok olmak üzere ortaya çıkıp, “status quo” yu sarsmayı hedeflerler. Bunun dışında marjinal sokak sanatı hareketleri de bu gelip geçicilikten başka türlü bir güç almakta, sanatın anonim ve tümü ile kontrol dışı bir süreç içinde üretilmesi ile benzer bir direnç aracı olarak varlık kazanmaktadır. Bu çalışmalar, günümüz ortamına daha uygun olarak Yunan Agora’sındaki istikrar ve ölümsüzlük duygusunun tam tersi bir boyuta; çatışmalı bir ruh durumuna, belki de bir tür nihilizme işaret etmektedir.Kamusal sanatın kentsel mekanlardaki çeşitli uygulama biçimleri, kente ait mekansal ve sosyal farklı faktörleri, müze ve galeriden farklı olanaklarla üretir. Ergin’in belirttiği gibi; “Bu etkinliklerin bağlayıcı unsuru olan geçicilik üstünden bakılınca sanatçı, zamanı, mekanı, izleyiciyi ve malzemeyi geçici olarak kullanmayı seçtiği yerde bir işaretleme yapmayı, mekana müdahale ederken bir ara süreçte yer almayı baştan kabul etmiştir. Mekansal bellek ve anlam bağlamı sorgulanmamış yapıtlar ise o yer için şaşırtıcı buluşlar olmaktan öteye geçememektedir.” (Ergin, N, s.109) Yine Ergin’e göre bu müdahaleler yapıtın anlam alanını genişletmiş ve yaşamın niteliğini, toplumsal duyarlılığı, mekansal belleği sorgulayan yapıtlar, kentsel alanlarda onlara çok da alışık olmayan izleyicinin karşısına dikilerek, görselliğin entelektüel okunmasını zorunlu kılmaktadırlar. (Ergin, N, s.111) Marjinal sokak sanatı bu tavrı daha da ileri götürmekte ve kentin bölünmüş ve steril hale getirilmiş mekanlarına “karşı semboller” üreterek sosyal gerilimleri yüzeye çıkarır ve görünür kılar, şehrin sosyal ve mekansal düzeninin anlaşılmasını sağlarlar. (Tanglay, Ö)


27


SÖYLEŞİ INTERVIEW Seçil Alkış

AICA

Uluslararası Sanat Eleştirmenleri Derneği Internatıonal Association of Art Critics AICA Türkiye, Aralık 2012-Ocak 2013 tarihleri arasında, 80 konuşmacının katıldığı 22 panelde Türkiye’deki görsel sanatlar alanını masaya yatırdı. 1980’ler döneminden Sanatta Dönüşümler, Sanatçılar, Atölyeler, Galeriler ve Basın alt başlıklarını içerirken; 1990’ları konu alan konuşmalar ile Sanatçılar, Bienaller, Sanatçı Kolektifleri ve Sergiler, Küratörlük, Yayıncılık ve Eleştiri konularını; 2000’ler döneminden Sanatçılar, Bağımsız Oluşumlar, Çok Merkezli Sanat, Kurumlar, Sanat Piyasası, Yayıncılık, Kültür Politikaları, Eleştiri ve Eleştirmenlik gibi konuları masaya yatıran AICA’nın, Yönetim Kurulu Başkanı Osman Erden ve Yönetim Kurulu Üyesi Çelenk Bafra ile güncel sanat piyasasında neler olup bittiğine dair sohbet ettik. 20. yüzyılı ve günümüzü kapsayan sanat tarihi, kültür-sanat üretimi ve etkinlikleri alanlarında çalışan eleştirmen, küratör, sanat uzmanı/danışmanı, sanat ve kültür yayıncısı ve editörü, sanat ve kültür programcısı, belgesel film yapımcısı gibi meslekleri çatısı altında toplamayı amaçlayan AICA Türkiye, Türkiye’de, kültür sanayii sürecindeki gelişmeler bağlamında ve üniversitelerde sanat ve kültür yöneticisi, eleştirmen, sergi yapımcısı yetiştiren bölümlerin açılmasıyla, söz konusu mesleklerin ilkelerinin belirlenmesi, yasalar karşısındaki haklarının korunması ve uluslararası açılım kazanması gibi işlevleri, tüzüğünde belirtilen ilkelerle yürütme kararı almıştır. AICA Turkey organized a conference with 22 panels, 80 speakers in December 2012-January 2013, analyzing visual arts in Turkey. The 1980s period included subject headings of Transformations in Art, Artists, Studios, Galleries and Press; the 1990s included talks on Artists, Biennials, Artist Collectives and Exhibitions, Curatorship, Publication and Criticism; the 2000s addressed Artists, Independent Formations, Art with Multiple Centers, Institutions, Art Market, Publication, Culture Policies, Criticism and Criticality. We talked to AICA Chairman Osman Erden and board member Çelenk Bafra about the contemporary art market.

2013-02

AICA Turkey aims to bring together people working in art history of the 20th century, including our day, arts and cultural production and activities, critics, curators, art professionals/advisors, arts and culture publishers and editors, arts and culture programmers, documentary filmmakers, under the same roof. The association has decided to protect the rights of and to enable international recognition of art and culture managers in universities in the framework of cultural industries and to determine the principles of the mentioned professions within the parameters set by the association’s codes.

28


Seçil Alkış: AICA’nın tarihinden kısaca bahsedelim mi? Osman Erden: Tam çevirisi Uluslararası Sanat Eleştirmenleri Derneği olan AICA, 1950’li yıllarda UNESCO’ya bağlı olarak kuruluyor. Merkezi Paris’te olan kurum bir sekreterya tarafından yönetiliyor. AICA, şu an altmış ülkede örgütlü olarak, yaklaşık 4700 üyesi ile birlikte işlevini sürdürüyor.

Seçil Alkış: Could we briefly talk about AICA’s history?

Kuruluşundan kısa bir süre sonra, Türkiye’de de 1953 yılında faaliyete geçiyor AICA. 1954 yılında dönemin en ünlü sanat eleştirmenlerinden Herbert Reed’in de bulunduğu AICA Genel Kurulu İstanbul’da toplanıyor. Genel kurul esnasında Yapı Kredi tarafından, Alize Berger’in kazandığı bir resim yarışması düzenleniyor. İlerleyen dönemde çok faal olmayan AICA Türkiye Şubesi, 12 Eylül Darbesi ile bütün dernekler gibi kapatılıyor. 2003 yılında 10 tane kurucu üyesi ile Beral Madra’nın öncülüğünde tekrar hayata getiriliyor. Beral Madra’nın yürüttüğü dernek başkanlığı görevini daha sonra Ayşegül Sönmez ve ardından Burcu Pelvanoğlu devraldı. Şimdiki yönetim kurulu ise geçtiğimiz Kasım ayında genel kurul tarafından ikinci kez göreve layık görüldü.

in Istanbul, with the participation of the world-famous art critic Herbert Reed. During the Gen-

Çelenk Bafra: Şunu da eklemek gerek; 2003 yılında yeniden yapılandırma olarak adlandırabileceğimiz dönemdeki aktif üyelere baktığımız zaman dünya güncel sanat ortamıyla, İstanbul Bienali ile çok yakın ilişkisi olan, sanat eleştirisi anlamında güncel sanata yönelen bir ekiple AICA’ya taze kan gelmişti diyebiliriz.

Osman Erden: AICA, which can be translated as the International Association of Art Critics, was founded in the 1950s by UNESCO. The institution’s headquarters is in Paris, governed by a secratariat. AICA, as of now, is functional in over 60 countries with over 4700 members. Shortly after its foundation, AICA is founded in Turkey in 1953. In 1954, AICA General Assembly is eral Assembly, a painting competition is organized by Yapı Kredi, which Alize Berger wins. AICA Turkey, which is not that active in later years, is closed after the September 12th coup d’etat like all associations. In 2003, with 10 founding members, AICA Turkey is brought back to life under the leadership of Beral Madra. The chair position was first held by Beral Madra, then by Ayşegül Sönmez and later by Burcu Pelvanoğlu. The current board was elected for the second time last November during the general assembly. Çelenk Bafra: It’s important to add that in 2003, what could be called a re-structuring period, the active members were in dialogue with the contemporary art context, intimately involved with the Istanbul Biennial—this is to say that the team was had a leaning towards contemporary art, bringing a certain freshness to AICA. O.E: With the last board, we have become much more active. We organized a series of meetings. Under the heading AICA Talks Series, there were 22 panels on visual arts in Turkey from 1980 to today, with 80 speakers. It was really enjoyable and important; hopefully, we’d like to decipher

O.E: Özellikle bu son sene yönetim kurulu olarak daha fazla faal olmaya başladık. En son bir toplantı dizisi düzenledik. AICA Konuşma Dizisi başlığı altında, 1980’den günümüze kadar Türkiye’deki görsel sanatlar üzerine bayağı geniş kapsamlı; 22 panel, 80 tane konuşmacının katılımıyla. Çok keyifli ve önemliydi; umarım deşifre edebilirsek basmayı da düşünüyoruz. Ç.B: AICA’nın Paris’teki merkezi, her yıl periyodik olarak dünya çapında bir sempozyum düzenliyor. AICA’nın temsilcisi olarak AICA’nın başkanı Osman Erden ve AICA Türkiye’nin eski başkanı ve AICA Uluslararası Başkan Yardımcısı olan Burcu Pelvanoğlu katılıyor; diğer AICA üyeleri ise bildiri sunmak üzere davet edilebiliyor. Düzenli olarak sanat eleştirisinin, sanat kuramının geldiği nokta ve bu alanın güncel meseleleri üzerine tartışmalar yapılıyor. Türkiye’de ise sanat alanında önemli bir gündem veya tartışma olduğu zaman AICA merkez ve bütün uluslararası AICA şubeleri bizden görüş bekliyorlar. Ayrıca, biz de herhangi bir sorun ya da kriz durumunda konuyla ilgili öncelikle e-mail grubumuzda gündem yaratıyoruz; sonrasında gerekirse çeşitli mecralarda konuya dair derneğimiz adına görüş bildiriyoruz. Bir meseleyi uluslararası kamuoyuna taşımak istersek, Paris merkeze de ayrıca durumu bildiriyoruz. Bu yolla dünyadaki sanat ağıyla doğrudan iletişim sağlayabiliyoruz. O.E: Derneğin aslında, sanat yazarlığının, sanat eleştirmenliğinin bir meslek olarak -hobi değil- toplumda var olmamasına dair bir kaygısı da var. Bu sebeple birkaç sene önce fiyat listesi yayınladık. Çok başarılı olamasak da belli standartları tutturmak açısından böyle bir listenin varlığı önemli. Ç.B: Evet, nasıl sanatçıların pek çoğu yasal boşluklardan dolayı haklarını bilemiyor ya da koruyamıyorsa, aynı sorun sanat yazarları ve küratörler için de geçerli. Hem buna yönelik genel bir farkındalık yaratmaya çalışıyoruz, hem de birlikte örgütlü olarak bazı temel şeyleri talep edecek olursak daha güçlü olacağımıza inanıyoruz. Tam da bu nedenle AICA üyeleri için telifle ilgili farklı iş ve kategorileri içeren bir liste hazırlamıştı. Üyelerimizin yapabileceği işler çeşitli, bir serginin küratörlüğünü yapabiliriz; sanatçılar için monografi hazırlayabiliriz; sergi eleştirisi yazabiliriz; bir kurumda ders verebiliriz; çeşitli programlara panelist, konuşmacı ya da moderatör olarak katılabiliriz, vs. Buna benzer çalışmalardaki emek ya da telifin bir değer ve karşılığı olması lazım. Her ne kadar direkt bir meslek birliği olmasak da üyeler olarak birbirimizin ortak kaygılarını anlamaya ve gerekirse birbirimizi korumaya çalışan uygulamaları da düşünüyoruz.

these talks to then produce a publication. Ç.B: AICA’s center in Paris organized a global symposium every year. To represent AICA, president Osman Erden, AICA former president and current vice-president Burcu Pelvanoğlu participate; other AICA members can also be invited to present their papers. Discussions on art criticism, the position of art theory and contemporary issues in this field are discussed. Whenever there is an important development or discussion in Turkey, AICA center and all international AICA branches expect opinions from us. Furthermore, whenever there is a problem or a crisis, we first create an agenda in our e-mail group and then, if necessary, we state our opinion on behalf of the association, using various outlets. If we want to take an issue to the international public, we let the Paris center know. This way, we are able to communicate directly with the international art network. O.E: The association is actually concerned that art writing, art criticism does not exist in society as a profession—not a hobby. Thus, a few years ago, we published a list of prices. Although we were not that successful, we thought this was important to set standards; such a list should exist. Ç.B: Yes, just like artists who might not know their rights due to legal loopholes and who cannot protect their rights, the same applies to art writers and curators. We try to raise an awareness towards alleviating this and we also believe that we demand things as an organized body, we’ll be much stronger. This is exactly why AICA had prepared a list of fees for various tasks and categories. What our members can do vary, we can curate an exhibition; we can produce a monograph for an artist; we can write exhibition reviews; we can teach at an institution; we can be panelists, speaker or moderators at various programmes, etc. There should be a corresponding fee for the labor involved in all such work. Although we are not directly a professional association, as members, we share certain concerns and we think of practical solutions that will help protect our rights and each other. S.A: How do you think was the last AICA meeting? Was the interest what you expected? O.E: There was interest, especially in the 2000s panel. The panels lasted from 11 to 830pm without a break. Although we went on until late hour, people were interested; that was really important. There was a platform for discussion, there were fights. This is what makes it dynamic. In general, people were not talking among themselves; there was a platform that everybody addressed themselves to, which helps create a dialogue. The subtitle of the event was “Sharings and Witnesses.” Ç.B: For us, this was an attempt to have an oral history of Turkey in the last 30-40 years. Everybody that we invited to the panels was actively involved in whatever was the field and there were

S.A: Peki son AICA toplantısı size göre nasıl geçti? İlgi beklediğiniz gibi miydi? O.E: İlgi vardı, özellikle 2000’ler panellerinde. Sabah 11.00’den akşam 8.30’a kadar aralıksız olarak sürdü. Geç saatlere kadar sürmesine karşın salon hep doluydu, insanlar ilgi gösterdi; o açıdan önemliydi. Tartışma platformu oldu, kavga da çıktı. O dinamizm katan bir şey zaten. Genelde insanlar kendi aralarında konuşmuyorlardı; platform olması insanların birbirleri ile dialog kurması açısından iyi oldu. Etkinliğin alt başlığı zaten: “Paylaşımlar ve tanıklıklar” idi.

different dimensions of involvement and engagement. We chose general and primary subject headings and most of the time, the speakers dealt with the topics from their own perspectives. Isn’t this the premise of oral history projects, which are based on this subjectivity? Most of the time, the speakers put themselves in the center of the work and explained why they played an important role. This was something that we knew would happen. If we put all the talks next to each other, there will be multiple comments that look on to the topic of concern from multiple perspectives; actually, it is possible to talk of various discourses and claims that might not be

29


SÖYLEŞİ INTERVIEW

Ç.B: Bizim için Türkiye’de son 30-40 yıla dair bir sözlü tarih denemesiydi bu. Panellere çağırdığımız herkes söz konusu dönemde hakikaten faal rol almış, döneme dair özel tanıklıklar ve birbirinde farklı paylaşımlarda bulunmuş isimlerdi. Son derece genel ve temel konu başlıkları seçtik ve çoğunlukla konuşmacılar konuyu kendi bakış açısından, büyük ölçüde kendi kişisel görüşleriyle ele aldı. Sözlü tarih çalışmaları da zaten bu öznelliği kabul ederek yola çıkmaz mı? Çoğunlukla konuşmacılar adeta kendilerini işin merkezine koyup, süreçte kendilerinin ne kadar önemli bir rol üstlendiğini anlattılar. Ön gördüğümüz bir durumdu bu. Nitekim muhtemelen konuşmalarının tümünü yan yana koyduğumuzda birbirinden çok farklı perspektiflerden meseleye bakan yorumlar olacak; hatta bazı örneklerde çok da somut bir dayanağı olmayan tartışmaya açık bir kaç söylem ve iddia da söz konusu olabilir. Yine de özellikle 80’ler ve 90’lar gibi hemen hemen kimsenin üzerine çok da bir şey bilmediği, sınırlı sayıdaki akademik çalışma haricinde bilgi edinmekte zorlandığımız dönemlere dair birbirinden farklı çevrelerden, hatta bazen birbirine karşı kişilerden görüş ve izlenim almak bizim için değerliydi. Başlık olarak Tanıklıklar ve Paylaşımlar kullanmamızın sebebi ise işte bu öznelliğin altını çizmekti. S.A: Peki, bu sadece konferans olarak mı devam edecek? Beral Hanım’dan başlayarak önceki dönemlerdeki AICA faaliyetleri her yıl düzenli olarak tekrar eden projeler değildi. Bundan sonra sizin başkanlığınızda nasıl devam edecek? Bir de sadece konferans olarak yılda bir-iki kere tekrar edecek konferans serileri mi olacak; yoksa onun haricinde daha farklı etkinliklere de yer verilecek mi, kısa workshoplar vb gibi? O.E: Bir-iki planımız var, ama şimdi bunlar çok olgunlaşmamış olduğu için bir röportajda çok da zikretmek nasıl olur, bilemiyorum. Şunu söyleyebilirim ki, Tanıklıklar ve Paylaşımlar’dan ziyade daha derinlemesine, daha spesifik konular üzerine toplantılar planlıyoruz. Ancak şu anda o toplantıları kimler yürütecek, danışma kurulu kim olmalı gibi maddeler henüz belirlenmediği için ayrıntısına giremiyorum. Etkinliklerin devam etmesine yönelik, belki IKSV ile Bienal esnasında bir şey yapılabilir. Eğitim açısından İstanbul Modern ile yaptığımız bir ortaklık sonucu seminer programları düzenliyoruz. Bir tanesi Batı Resim Tarihi, diğeri ise Türk Resim Tarihi üzerine. Bu seneki de dahil olmak üzere 6.sı başlayacak Mart ayında. Bunlar 10 dersten oluşan, AICA üyelerinin anlattığı yetişkinlere yönelik seminer programları.

based on anything concrete. Especially in the 80s and 90s, when not that many people knew that much and about which it is difficult to get information aside from a few academic studies, it was worthwhile to get various perspectives, from different frameworks that at times opposed each other, both in opinion and impression. This is why we emphasized both sharing and witnessing in our heading—the point was to highlight this subjectivity. S.A: Is this going to continue as a conference? Starting with Beral Madra, the activities were not recurrent every year. How will this continue under your presidency? Will there be conference series that recur annually; or will there be other activities such as short workshops? O.E: We have a couple of plans but I don’t want to articulate these during this interview as they are not concrete yet. But I can this: we are planning on meetings that are deeper and more specific. But we do not yet know who will run these meetings and who will be on the board of advisors. Perhaps IKSV could be involved during the biennial to continue the activities. In terms of education, we are organizing a programme of seminars in collaboration with Istanbul Modern. One of them is Western Painting History and the other is Turkish Painting History. Including this year, the 6th will be in March. There will be 10 courses that will be taught by AICA members, directed towards adults. Ç.B: The vivacity and heat of the conference made it really clear that the various active actors in this field, who have different ideological and artistic stands, are not brought together frequently enough. As the organization committee, we invited speakers whose opinions we definitely did not endorse or people who were risky names due to their positions in the art world; later, we were regretful, but this was a risk that had to be taken. Most of the moderators were AICA members and they invited the speakers on their panels. Of course, this could only be an entry point for discussions. We would like to deepen these conversations, give voice to a wider group of people and organize new discussions. There is a lot we would like to do, but we do not have enough members; the number of active members is particularly limited. There were not as many people who were actively writing and thinking about art in the previous generation, we see that there is a lot more younger people involved. Some of these people live abroad, some of them study abroad and come here. We would like to communicate with them; we want to see them at AICA and we want our association to grow with their positive-negative feedback and propositions. S.A: What do you think about the contemporary art market?

30

Ç.B: Art has become a tool of entertainment and socializing. This field has a very rapid speed and a dynamic system that goes in parallel to the society of consumption. For example, as a gallery, while other galleries open an exhibition every two months, you cannot say “No, I want to give my artist and my gallery time, I’ll open an exhibition every six months.” The same pressure is on museums and artistic production, on writing and magazines. I think this speed produces a huge pressure and shallowness. It also creates an addiction. Maybe exhibitions that last longer than two months become boring; we want new things all the time; we have become addicted to this speed and consumption. I think this situation is going to be over at some point; it should be; we all agree on that. This is not speific to artists or to this market. Art institutions, art writers and art managers, and even academics also suffer from this. Everybody wants to benefit from this field, while there is interest. We’re going to see what happens to all these galleries, artists, art institutions, curators and even critics in a few years. S.A: Then, what do you think about works or writings that are critical of this situation? Ç.B: The writing should be accurate and comprehensive. We work on an exhibition or a project for two to three years; nobody writes anything other than press releases, nobody criticizes. No-

2013-02

Ç.B: Tanıklıklar ve Paylaşımlar serisinde, ortaya çıkan tartışmanın canlılığı ve harareti ortaya koydu ki, bu alanda çalışan ve birbirinden farklı ideolojik ya da sanatsal duruşlara sahip aktörleri bir araya getirmekle bu alandaki eksikliği ortaya koymuş olduk. Konuşmacı olarak, organizasyon komitesi olarak görüşlerini kesinlikle benimsemediğimiz ya da sanat çevrelerindeki konumu itibariyle riskli isimleri de davet ettik; hatta bundan sonradan pişman da olduk, ama bu alınması gereken bir riskti. Moderatörlükleri ise ağırlıklı olarak AICA üyeleri üstlendiler ve konuşmacıları onlar seçip davet ettiler. Elbette bu olsa olsa döneme dair tartışmalar için bir girizgahtı. Bunu derinleştirecek şekilde daha da farklı kesimlerden daha çok sese yer verecek yeni tartışmalar düzenlemek istiyoruz. Yapmak istediğimiz çok şey var, ancak yeterli sayıda üyemiz yok; özellikle aktif üyelerimizin sayısı oldukça sınırlı. Bizden bir önceki kuşakta sanat üzerine yazıp düşünen belki bu kadar fazla insan yoktu, şimdi çok daha genç insanın bu işin içinde olduğunu görüyoruz. Bu insanların bir kısmı yurt dışında yaşıyor, bir kısmı yurt dışında okuyup buraya geliyor. Onlarla iletişimimiz olsun istiyoruz; bu kişileri de AICA’da görmek, onların da olumlu-olumsuz görüş ve önerileriyle derneği geliştirmeyi istiyoruz.


S.A: Güncel sanat piyasasının nasıl bir dönemden geçtiğini düşünüyorsunuz? Ç.B: Sanat, bir eğlence ve sosyalleşme aracına dönüşmüş durumda. Bu alanın çok büyük bir hızı ve tüketim toplumuyla paralel giden dinamik bir sistemi var. Örneğin bir galeri olarak, diğer galeriler bir iki ayda bir sergi açarken, siz “Hayır, ben sanatçıma ve galerime zaman tanıyacağım, 6 ayda bir sergi açacağım.” diyemiyorsunuz. Aynı baskı müzelerin ve sanatçıların sanatsal üretimleri üzerinde de var, yazılar ve dergiler üzerinde de var. Ben bu hızın çok büyük bir baskı ve yüzeysellik yarattığını düşünüyorum. Aynı zamanda bir bağımlılık da yaratıyor. İki aydan fazla süren sergiler belki artık bizi de sıkıyor; biz de sürekli yeni yeni bir şeyler istiyoruz; bu hıza ve tüketime bağımlı hale gelmiş durumdayız. Bence bu durum bir yerde bitecek, bitmeli; sanırım bu konuda hepimiz hem fikiriz. Fakat bu sadece sanatçılara ya da piyasaya özel bir durum da değil. Sanat kurumları, yazarları, yöneticileri hatta akademisyenleri için de geçerli. Herkes bu alan hazır ilgi görürken bundan faydalanmak istiyor. Bundan birkaç sene sonra bu galerilerin, sanatçıların, sanat kurumlarının, küratörlerin ve hatta eleştirmenlerin durumlarını birlikte göreceğiz.

body wants to spend the time, nobody has the time, everybody manages with press releases. For

S.A: Peki, bu duruma eleştirel yaklaşan işler veya yazılar için ne düşünüyorsunuz? Ç.B: Doğru ve kapsamlı eleştiri yazıları olmalı. Bir sergi ya da proje üzerine bazen iki üç yıl çalışıyoruz; basın bültenleri dışında üzerine yazı yazan, eleştiren kimse çıkmıyor. Kimse zaman harcamak istemiyor, kimsenin zamanı yok, herkes basın bültenleriyle idare ediyor. Çünkü örneğin bir sergi açılışı öncesi basın bülteni çeşitli yerlerde yayınlandıktan sonra, ertesi gün o editörün eline yirmi tane daha sergi ya da proje basın bülteni daha geliyor. Sonra başka bir şey oluyor, gündem zaten komple değişiyor. Neredeyse bırakınız üzerine düşünüp yazmayı, kimsenin bir sergiyi açılışından sonra tekrar gidip görmeye bile zamanı yok; açılışta bile sergiyi gezmeye zamanı yok. İşte bu zamansızlığı ve koşturmayı ben anlayamıyorum. Benim için sanat hayat memat meselesi, hatta hayat sanat memat meselesi! Dolayısıyla hepimizin sosyalleşme ve kariyer çemberinden paçamızı kurtarıp kimseye görünmeden sessizce ve yalnız başımıza sadece sergi gezmeye, okumaya, yavaş ve sakin bir şekilde düşünmeye ve yazmaya zaman ayırmamız şart. Ancak o zaman belki daha iyi işler yapabileceğiz.

off; there is no room for a scale of value and an ethical ground.

S.A: Böylelikle iyi ve kötü yapılan işler de arada kaynamış oluyor. Ç.B: Fakat iğneyi kendimize de batırmamız gerekiyor. Çünkü Türkiye’de pek çok sanatçı sadece galeri sergisi, sadece müzayede ve satışa yönelik iş üretti uzunca bir dönem. Galericiler sanatçılarının uluslararası müzayedelere alınması için adeta sıraya girdi. Daha işi üretmeden satılan gencecik sanatçılar duyduk. Küratörü, sanatçısı, yazarı koştura koştura her türlü yurtdışı ulusal sergiye, fuara, galeriye, adı sanı duyulmamış kurum ve festivallere hiçbir kriter aranmadan katıldı. Her teklife fazla düşünmeden evet dendi. İşte hal böyle olunca sistem de hızla yozlaşabiliyor; belli bir değer skalası ve etik zemin ortadan kayboluyor. S.A: Burada en büyük pay sanatçıya düşüyor, her zaman söylediğim gibi. İşinin satıldığı kişi onlar için önemli olmalı. İşlerinin önümüzdeki yıllarda nasıl bir hal alacağını ve nerede, kimin elinde olacağını bilmek onlar için oldukça önemli bir konu. Ç.B: O kadar güzel bir şey söyledin ki. Hemen buradan gündeme bağlamak istiyorum. Yakın zamanımızda ilk defa, bir üniversiteye bağlı, müze için tasarlanmış bir binaya sahip, iyi kadrolu bir müze açılıyor; birkaç doğru sergi de yapılıyor. Sanatçılara “İşte alın size böyle bir çerçeve, bize işlerinizi sembolik fiyatlara satın, bağışlayın vs.” deniliyor kibarca. Siz sanatçı olarak bu durumda güvenmek istersiniz; o kuruma, o akademik yapıya güvenirsiniz ve eserlerinizi verirsiniz. Aradan 15-16 yıl geçiyor, müze kapanıyor; ekip zaten çoktan dağılmış durumda ve işte o eserler bile müzayedeye düşebiliyor. Santralistanbul’un koleksiyonunun bir kısmını müzayedeye vermesinde direkt kötü niyet görmüyorum; müze projesi zaten batmış durumda. Ya da şöyle daha açık söyleyeyim, örneğin Sarkis’in üç parçadan oluşan tek yapıtını üçe ayırıp üç ayrı eser olarak satmaya kalkmak herhalde özellikle kötü niyetten kaynaklanmadı; ama çok ağır bir cehaletin sonucu olarak çıktı diye düşünüyorum. Pekiyi AICA’da biz buna karşı ne yapabiliriz ya da etik anlamda kaygan zeminlerde dengemizi bulmaya çalışmak için ne yapabiliriz? Durup düşünüp, yakın zamanımızdaki hatalardan ders alabilir miyiz? Bunu düşünmek lazım.

example, a press release is published in various places before an exhibition and the next day, the editor is flooded with twenty more press releases on exhibition or project press releases. And then something else happens and the agenda changes completely. Let alone write a critical piece, nobody seems to even have the time to see an exhibition after it’s opened. I can’t understand this timelessness and running around. For me, art is matter of life and death, or rather, it is a matter of art and death! Thus, we should all save ourselves from the circles of socializing and career to quietly see exhibitions, to read, to slowly and calmly think and write. Only then we can do some good things. S.A: Because of this, good and bad things are treated equally. Ç.B: We should be self-critical. In Turkey, for a very long time, artists produced works for auctions and sales. Gallerists were in line for their artists to be in international auctions. We heard of artists whose works were sold before they were produced. Curators, artists, writers participated in all international exhibitions, fairs, galleries, institutions and festivals without any criteria. Each offer was accepted. When the situation is as such, the system can quickly be worse

S.A: Here, the artist plays the most major role as I always say. Who buys the work is important. It is very important for them to thinkabout where and how their work will be in a few years. Ç.B: You said something very important. I would like to connect to the current agenda from here. Recently, for the first time, a museum that was connected to a university, with a designed building and a good team was opened; a few good exhibitions were organized. The artists were told, gently, “This is the framework, sell your works for symbolic prices, donate etc.” As an artist, you’d like to be trusting; to that institution, to the academic structure and you give away your works. 15-16 years later, the museum closes; the team has been dispersed already and those works are in the auction house. I don’t see bad intentions behind Santralistanbul giving part of their collection to the auction house; the museum project has already sunk. Or maybe I should say this more openly, selling the single three-piece work by Sarkis in three pieces was not with bad intentions, but rather because of a horrible ignorance. What could we, as AICA, when faced with this situation? What could we do to find our balance in such shifting ethical grounds? Could we stop and think and take lessons from our near history? We need to think about this. S.A: I’d like to also touch on education. I care about artists not only being educated by gallerists after graduation, but also being directed. The situation gets much worse in istanbul when there are various young artists who come from different cities and who have no idea what’s going on. And these artists start producing works for the market, under the guidance of gallerists, without any awareness. Is there a project that you’re working on which addresses this issue? Ç.B: There is not anything concrete that we could talk about, but this is something that we’re thinking about. Some of the publications that our members have deeply cared about are closing. The number of publications in the art field are diminishing and publication is being directed towards more popular forms. Instead of theory or criticism, trends, lifestyles are combined with news of a certain class of people. O.E: I think this is what happened. In the 90s and until the middle of 2000s, large-scale international exhibitions was really important. I’m not only talking about Turkey, but the world. And to exist in these exhibitions as an artist from Turkey, to exhibit internationally, one needed a curator. And in Turkey, from the 90s to 2005, with the help of biennials and various international exhibitions, artists from Turkey were able to receive international recognition. Of course, these biennials continue, even more intensely. But instead of the bulky structures of the biennial, art fairs started to be proliferate and determine the agenda. This is related to the type of arts journalism that you were talking about. The same principle applied to Turkey as well. Instead of a curator, you now needed a gallery owner to have an international presence. Unfortunately, gallery owners –with some exceptions- do not have the art historical knowledge and the theoretical opinions of a curator. Ç.B: Or maybe the shell of the curator was emptied. There was no longer a need for the curator. O.E: Yes. What you’re talking about is a situation created by the changing actors. And gallery owners have started to be motivated more by commercial concerns rather than being knowl-

31


SÖYLEŞİ INTERVIEW S.A: Eğitime de değinmek istiyorum. Özellikle sanatçıların okuldan mezun olduktan sonra galericiler tarafından eğitilmesini değil, ancak doğru yönlendirmesini önemsiyorum. Genellikle İstanbul’a farklı şehirlerden gelen ve hiçbir fikir sahibi olmayan genç sanatçılar için bu durum daha da zorlaşıyor. Ve bu sanatçılar hiçbir fikre sahip olmadıkları için galerilerin yönlendirmeleri ile piyasa işleri üretmeye başlıyorlar. Bu konuya değinebileceğiniz bir projeniz olabilir mi önümüzdeki dönemlerde? Ç.B: Henüz söyleyebileceğimiz somut birşey yok, ama aklımızda olan meselelerden biri de bu. Üyelerimizin uzun süredir emek verdiği bir takım yayınlar kapanıyor. Giderek sanat alanındaki yayın sayısı azalıp, içerik ve yayıncılık magazine kayıyor. Görsel kültür alanında kuram ya da eleştiri yerine trend, lifestyle ile sanatı bir arada harmanlayan ‘cemiyet’e yönelik yayınlar görülüyor. O.E: Bence şöyle bir şey oldu. 90’lı yıllardan 2000’li yılların ortasına kadar büyük uluslararası sergiler çok önemliydi. Türkiye değil dünyadan bahsediyorum. Ve Türkiye’den bir sanatçı olarak bu sergilerde varolmak, uluslararası alanda kendini göstermek için bir küratöre ihtiyaç duyuluyor idi. Ve Türkiye’de 90’lı yıllardan 2005’e kadar belli başlı bienaller ve uluslararası sergiler sayesinde Türkiye’deki sanatçılar yurtdışına açılabildi. Dünyada elbette devam ediyor bu bienaller, daha da yoğun. Ancak bienallerin hantal kimliğinden ziyade, sanat fuarları çoğalmaya, gündemi belirlemeye başladı. Bu senin magazinel sanat dediğin şeyden kaynaklı olarak. Türkiye’de de böyle oldu. Türkiye’den bir sanatçı olarak uluslararası alanda, sanat fuarlarında özellikle kendini göstermek istiyorsan küratörden ziyade galeri sahibine ihtiyacın olmaya başladı. Ve küratörlerdeki sanat tarihi bilgisi ve güncel sanata dair teorik görüşler maalesef -elbette istisnalar dışında- her galeri sahibinde yok. Ç.B: Ya da küratörlüğün de içi boşalmaya başladı. Küratörde de öyle bir ihtiyaç ortadan kalktı. O.E: Evet. Yani bu senin bahsettiğin piyasa dinamiğinde aktörlerin değişmesi durumu da var. Ve galeri sahipleri bırak çok bilgili olmayı, kavram ve içerikten ziyade ticari kaygı ile hareket eder hale geldiler. Hepsinden bahsetmiyorum tabi ki. İstisnalar var elbette. Fakat böyle bir belirleyici unsur ortaya çıktı. Bugün Türkiye’de çağdaş sanat çok gündemde. Ama gazetelere baktığın zaman ya ekonomi sayfalarında, ya da sosyete sayfalarında. Sanatçılardan ziyade galeri sahibi genç hanımlar boy gösteriyor. Bu kadar çok gündemde olması malesef onun içerik açısından derinliğini beraberinde getirmiyor. Gazetelerin kültür sanat sayfalarına bakıyorsun, ayıp olmasın diye en fazla bir sayfa ayrılmış; o da eğer yarısında ilan yoksa tabi. Ama bir Burhan Doğançay resmi 3 milyon lira olunca, ekonomi sayfalarında manşet olabiliyor. S.A: Ki vefatından sonra da hala 3 milyon liraya işinin satılmasıyla ilgili haberler çıktı. O.E: Ama Burhan Doğançay’ın sanatı üzerine kayda değer bir yazı çıkmadı mesela. Fiyatlar üzerinden konuşuluyor bütün mesele. Ben bunu dile getirdiğimde galeri sanat piyasası aktörleri biraz kızıyor. Yurtdışındaki galerilere baktığın zaman küratör ile çalışan galeriler var. Galeri sahibi olmak iyi bir sanat direktörü olmayı beraberinde getirmiyor. Ciddi galeriler, ticari kuruluşlar olmalarına rağmen içeriğe önem veriyorlar; küratörler, yazarlar ile çalışıyorlar. Türkiye’de bu henüz yerleşmiş değil. Herhangi bir emare de görmüyorum. Umarım olur. Benim bir de genel bir sıkıntım var. 60’ların, 70’lerin, 80’lerin sanat ortamına baktığın zaman bütün sanatçılar ortak bir platformu paylaşıyorlarmış. Günümüzde tüm sanat alanları kendi içine kapanmış durumda. Bir kopukluk hali var ve başka sanat alanlarıyla paylaşım yok. Geçtiğimiz aylarda Rabia Çapa ile konuşuyorduk. Maçka Sanat’ın kurulduğu zamanları anlatıyor; farklı disiplinlerden gelen sanatçılar, toplantılar yapıp paylaşımlarda bulunuyorlarmış. Türkiye’de şu anda pek görebildiğimiz bir şey değil bu.

edge and worrying about concept and content. I’m not talking about all. Of course there are exceptions. But this became a determining factor. Today, contemporary art is an important part of the agenda. But when you look at it, it’s on the economy pages or lifestyle pages. Instead of artists, young women who own galleries are in the newspapers. This presence unfortunately doesn’t bring depth. You look at the arts and culture pages, there is only one page that is more out of decency than anything else; and of course, that is if half that page is not a flyer. When a Burhan Doğançay painting is priced at over 3 million liras, it does make headlines in the economy pages S.A: Even after his death, there were news of the works selling for more than 3 million liras. O.E: But nothing of substance was written on his work. The conversation is on the prices. Whenever I talk about this, the actors in the art market are frustrated with me. When you look at galleries abroad, there is a lot of galleries who work with curators. Being a gallery owner does not mean you are a good art director. Serious galleries, commercial institutions also emphasize content; they work with curators, writers. In Turkey, this is not established. I do not see a symptom of this happening in the near future. I hope so. I also have a more general concern. In the 60s, 70s, 80s, all artists shared a platform. Today, all art fields are isolated. There is a disconnections and there is not that much sharing with other art fields. I was recently talking to Rabia Çapa about this. She was talking about when she founded Maçka Sanat; artists from different disciplines came together to have meetings. This is not something that we can currently observe in the art world. Ç.B: This is a very important evaluation. But maybe we should talk about how we have all become isolated. We cannot say the same thing about all disciplines. I think contemporary art world has become very arrogant with international attention. There is a lot of interest in visual arts from people of different disciplines; I see people from the fields of cinema, music, theater in exhibition opening. People who come from different backgrounds attempt to learn, write and think about the visual arts. But for some reason, visual arts people are not as interested in conversations in other fields. They see their field as more prioritized, more important. This is not only wrong, but also against the nature of visual arts. S.A: Although we can really benefit from other fields. Ç.B: Exactly. This is exactly why a paradoxical situation is created and there is a vicious cycle. As Osman said, there were many more people involved in music, cinema, theater, poetry. I think we’ve isolated ourselves. Or rather, I think the music world and theater are still quite open while visual arts is closing itself off. We can say this stems from supply-demand and speed. I also want to add something about AICA. When people apply to become a part of AICA, we make an assessment as the board and then send the application to the AICA headquarters. Art critics or art managers who are accepted to AICA receive an AICA card and a press pass. We are open to new suggestions and new members. It would be great to widen the team and to be more aware of what each other is doing and to be able to do new things together.

Ç.B: Çok doğru bir tespit. Ama bence asıl biz kendi içimize kapanmış durumdayız. Bütün disiplinler için aynı şeyi söyleyemeyiz. Bence güncel sanat ortamı gördüğü uluslararası ilgiden dolayı züppeleşti. Görsel sanatlara farklı disiplinlerden insanların yoğun ilgisi var; sergi açılışlarında sinema, müzik, tiyatro dünyasından insanlar görüyorum. Bu alanlardan gelenler görsel sanatlar üzerine öğrenmeye, yazmaya ve düşünmeye çalışıyor. Fakat görsel sanat çıkışlılar nedense giderek diğer disiplinlerdeki tartışmaları yeterince takip etmiyorlar. Kendi alanlarını neredeyse daha öncelikli, daha önemli görüyorlar. Oysa bu hem yanlış hem de güncel sanatın doğasına aykırı. S.A: Ki bizim en çok beslenebileceğimiz alanlar olmalarına rağmen. Ç.B: Aynen öyle. Tam da o yüzden paradoksal bir durum yaratıyor ve kısır döngüye sebebiyet veriyor. Osman’ın da dediği gibi eskiden daha çok müzisyen, sinemacı, tiyatrocu, şair yoldaşımız vardı. Burada kendi kendimizi soyutladığımızı düşünüyorum. Ya da müzik dünyasının, tiyatronun hala daha açık olduğunu, görsel sanatların biraz içine kapandığını düşünüyorum. Bunun da yine fazla arz, talep ve hız durumundan kaynaklandığını söyleyebiliriz.

2013-02

Son olarak şunu da eklemek istiyorum AICA ile ilgili. AICA Türkiye’ye başvuran kişileri öncelikle yönetim kurulunda değerlendiriyoruz, ona göre AICA’nın merkezine gönderiyoruz. AICA’nın kabul ettiği sanat eleştirmeni ya da sanat yöneticisi olan kişiler aynı zamanda uluslararası bir AICA kartına ve basın kartına sahip oluyorlar. Yeni önerilere ve yeni üyelere açığız. Ekibi genişletmek, birbirimizin yaptığından daha çok haberdar olmak ve birlikte yeni şeyler yapabilmek çok güzel olurdu.

32


33


YENİ BAKIŞ NEW PERSPECTIVE

1913 Adından da anlaşılacağı gibi input/output, veri toplayıp dönüşüme sokma, sonuç alma üzerine odaklanan bir proje alanı. As could be gathered from its name, input/output is a project venue for collecting data, sending it through the circuit and getting results.

Input/Output, İzmir’de yaşayan ve üreten beş genç sanatçı* tarafından kuruldu. Bu girişim, akademiden mezun olduktan sonra İzmir’de üretimde bulunan sanatçıların kurum dışı ifade sorunundan ve kendini temsil etmesi yönündeki mekânsal eksiklikten dolayı ortaya çıktı. Mekanın kuruluşunu etkileyen başat faktör, alternatif olmaya aday mekanların, işleyen organize ağların ve sanatsal bağlamda saha dışı tartışma platformlarının sayıca yetersizliğidir. io, İzmir’de sanatsal ortama kaynaklık eden akademik/kurumsal yapılar dışında, üreten ya da sanata ilgi duyan insanların buluşma mekanı olmayı amaçlıyor.

Üreten ve paylaşmak isteyen herkesin diyalog halinde olabileceği bir mekan olan io, kendi içine kapalı bir inisiyatif değil; aynı düşünceyi paylaşan beş genç sanatçının bir araya gelerek oluşturduğu çok katılımlı bir proje alanıdır. Genç kuşaktan sanatçıların aralarındaki iletişim ağını güçlendirebilecek bu mekan, ticari kaygı gütmeden, yani kurumsal ya da finansal bir destek almadan etkinliklerini sürdürmeye çalışıyor. İo, 29 Kasım 2012’de Yunus Emre Erdoğan’ın ‘Kozmik Oda’ sergisiyle ilk etkinliğini gerçekleştirdi. Arkasından 27 Aralık’ta Orhan Yıldız’ın ‘Into The Mind’ sergisine ev sahipliği yaptı. Programındaki sanatçı konuşmaları, toplantılar ve karma sergilerle etkinliklerine 18m2’lik mekanında devam ediyor. * Ezgi Yakın, Ahmet Hamdi Soydemir, Yunus Emre Erdoğan, Gizem Akkoyunoğlu, Orhan Yıldız ** İzmir Güncel Sanat Hareketleri Üzerine Detaylı Bir İnceleme, Borga Kantürk, 2010. Kaynak: borgakanturk.blogspot.com

IO Input/Output was formed by five young artists* living and producing in Izmir. This initiative was a result of the problem of non-institutional expression and lack of venues in self representation of the artists in Izmir after graduating from the academy.

As could be gathered from its name, input/output is a project venue for collecting data, sending it through the circuit and getting results. It is an independent platform that feeds on its surroundings and carries the will to add value to these dynamics.

The main reason for the foundation of the venue was the lack in the number of possible alternate ones, working organized networks and out of field discussion platforms in term of art. IO aims to be the meeting point of people who produce or are interested in art beside the academic/institutional organizations that act as a source for art in Izmir.

Being a venue that lets anyone be connected to others, IO is not a disclosed initiative but a project space created by five young artists sharing one vision. In pursuit of a place where young artists can strengthen their bonds between them, this venue operates with no financial concern – thus with no support from an institution or a financial foundation.

In 2000’s, a small number of traditional galleries of low effectiveness and new movements and venues acting as alternatives for the current day art (K2, 49/A, Agora) hosted important discussion sessions and exhibitions. We can say that these alternate organizations with sharper tongue, deeper content and collective events compared to today, acted as important foundations on which the future structures of similar sort were formed. We can also say this was the factor for them to become unique to Izmir. There are only a couple active venues in Izmir that enable artistic movements and information flow – and they took their reference from these very foundations lead by artists themselves. IO strives for the unison of these organizations and aims a collective conscious in every act between them. For this reason, IO provides a small but well formed collective event area providing intense experiences for small budgets** .

IO hosted its first exhibition “Kozmik Oda – Cosmic Room” by Yunus Emre Erdogan in November 29th 2012. “Into the Mind” in December 27th followed “Kozmik Oda”. Conversations of the artists in its event list, meetings and mixed exhibitions still continue in the 18m2 hall. * Ezgi Yakin, Ahmet Hamdi Soydemir, Yunus Emre Erdogan, Gizem Akkoyunoglu, Orhan Yildiz ** Izmir Guncel Sanat Hareketleri Uzerine Detayli bir Inceleme – A detailed review of modern art movements in Izmir, Borga Kanturk, 2010. Kaynak/Source: borgakanturk.blogspot. com

2013-02

2000’li yıllarda İzmir’de varlığı etkin biçimde hissedilmeyen az sayıda geleneksel işleyişteki galeri ve etkinliklerin dışında gelişen, güncel sanat alanında alternatif yeni oluşumlar ve mekanlar (K2, 49/A, Agora...) önemli tartışmalara ve sergilere ev sahipliği yapmıştır. Günümüze kıyasla söylemi keskin, içeriği doygun, bütünlüklü etkinliklerin gerçekleştirildiği bu alternatif kuruluşların, gelecekteki benzer yapılara zemin hazırladığını ve belki de bu yapılanmanın İzmir’e özgü bir hal almasında büyük rol oynadığını söyleyebiliriz. Sanatçı yönetimli bu yapılardan referans ile günümüzde İzmir’de sanatsal hareketlilik ve bilgi akışı sağlayan birkaç mekan faaliyet göstermektedir. İo, farklı konumları dolduran bu oluşumların paylaşımcı, kolektif bir bilinçle yol almasını arzuluyor ve bunun için az bütçe-öz deneyim barındıran, küçük ölçekli ama mekanına hakim** bir kolektif etkinlik alanı sunuyor.

Adından da anlaşılacağı gibi input/output, veri toplayıp dönüşüme sokma, sonuç alma üzerine odaklanan bir proje alanı. İçinde bulunduğu çevreden beslenen ve bu dinamiklere yönelik değer üretme arzusuyla ortaya çıkan bağımsız bir platform.

34


SERGİ HABER EXHIBITION NEWS Didem Hazinedar

Baysan Yüksel - Artnext Coğrafi ve Kişisel Sınırların Keşfi Vahşi Batı “Solo” The exploration of geographical and personal frontiers Wild West “Solo”

Genel olarak sanat üretiminizden bahseder misiniz? Sanat üretimim genel olarak iki boyutlu yüzeyler üzerine çeşitli boya ve malzemelerle çalıştığım kompozisyonlar şeklinde ilerliyor. Bu üretimin ana noktası, kişisel hikayemi anlatmak. Resimlerimdeki karakter ve kurgular bu hikayeye göre şekilleniyor. Kullandığım malzemeler o an anlattığım hikayenin hissine ve yapısına göre değişkenlik gösteriyor. Tuval üzerine akrilik ve kolajlar ile başladığım sanatsal üretimim, farklı boyut ve derinliklere sahip malzemeler ile multidisipliner bir yapıya doğru ilerliyor sanırım. Aslında benim sanatçı olarak ana meselem, bu hikayeleri izleyiciye doğrudan ve en samimi biçimde aktarabilmektir. İşlerimde kullandığım ve gelecekte kullanacağım teknik ve malzemeler değişkenlik gösterse de asla kaybetmek istemediğim temel referans noktam, anlatım dilimdeki bu sadelik ve samimiyet. Benim sanatçı olarak temel kaygım, kendi dünyamda ve algımda doğan kavramları, renk, şekil ve karakterlerden oluşan öznel bir dil vasıtası ile izleyicinin bilincine aktarmaktır. “Vahşi Batı” sergisindeki çalışmalarınız ve serginin teması ile ilgili neler söyleyebilirsiniz? İkinci kişisel sergim “Vahşi Batı / Wild West” 14 Şubat’ta ARTNEXT Istanbul’da açıldı. Tuval üzerine akrilik ve karışık teknik kullandığım işler yaptım. Ayrıca bu sergide enstalasyon ve sanatçı kitaplarım da var. “Meta” adlı işimde kullandığım oyuncakların çoğu yıllar içerisinde eskici ve bit pazarlarından topladığım nesneler. Bu oyuncaklar ünlü çizgi film kahramanlarına ait karakterler. Oyuncaklar birbirlerine eklemlenerek işin merkezinde yer alan kocaman bir tüfek şekli oluşturuyor. Ancak işin son halinde, masum tüketim nesneleri olan oyuncaklardan oluşan bu

tüfeğin ateş ettiği noktada duman yerine yine atık tüketim materyallerinden oluşan büyük pembe bir kalp görünüyor. Buradaki metafor eninde sonunda silahın da kalbin de satılık olduğudur. Geçtiğimiz yüzyıllarda Amerika’ya göç eden Avrupalı insan grupları, limitsiz imkanlara kavuşacakları umuduna sahipti. Batı kültürünün sanayileşme ile birlikte yaşanan modernizm süreciyle bugün geldiği noktada medenilik ve vahşilik arasında sıkıştığını görüyoruz. Kendi bireylerine karşı korumacı ve pasifize edici, fakat diğer ulusların insanlarına karşı oldukça acımasız ve vahşi davranan, ileri teknolojiye sahip bir Amerikan toplumu ile karşı karşıyayız. Bu, günümüzde benim ve aslında herkesin içinde yaşadığı temel bir çelişkidir. Adalet veya refah tek bir topluma veya zümreye değil, tüm insanlığa ortak bir şekilde yaşatıldığı zaman insanoğlu gerçekten uygarlaşmış olacaktır.

“VAHŞİ BATI / WILD WEST: Baysan Yüksel Solo” adını sinemanın bir janrı olan Western’den alır. Western sineması, Amerika’nın keşfinden sonra oraya yerleşen ve göç eden toplulukların, henüz ulaşılmamış bir sınır bulmak amacıyla doğudan batıya doğru ilerleyişlerinin öyküsünü, karakterlerin kişisel öyküleriyle birleştirerek anlatır. The title “Wild West: Baysan Yüksel Solo” originates from the film genre Western. Western as a movie genre tells the collective story of settlers and immigrants who migrated from East to West with an aim to reach new frontiers following the discovery of the Americas together with the personal stories of the characters.

Gelecek projelerinizden bahsedebilir misiniz? Bir sonraki kişisel sergim 2014’te yine ARTNEXT Istanbul’da olacak. Batı’da doğan materyalizm ve yozlaşmış pop kültürünün eleştirisinden sonra günümüze yaklaşarak iyice yapaylaşan insan ve toplum davranışlarına yoğunlaşıyorum. İzleyici benim işlerimde modern zamanın ruhsuz ve içi boşaltılmış imgeleri ile birlikte yaşamak zorunda kalan, ancak içindeki masumiyet ve derin düşünce olgularını kaybetmemek için savaşan cesur prenses karakterini ve onun boyutlar arası fantazi dolu imgelemlerini hep görecek. Can you generally tell us about your art production? My art production is currently manifested mostly as compositions I create through the application of different painting techniques and materials on two-dimensional surfaces. The main aspect to this production is to tell my personal “story”. The characters and fiction in the paintings are related to this story. The choice for materials changes according the feeling and structure of the particular story I am telling at the time. I think my artistic production moves from acrylic on canvas and collage works towards a more multidisciplinary structure with materials of different size and density. Actually, my main issue as an artist is to present these stories to the audience directly and most sincerely. Although the techniques and materials I use in my works

Serginizin hazırlık sürecinden ve sergi boyunca devam eden “Playgirl Malikanesi” adlı performansınızdan bahsedebilir misiniz? Bu sergiye bir yıldır hazırlanıyorum. Bu süreçte küratörüm Didem Hazinedar’ın da anlatmak istediklerimi bir bütünlük içerisinde sunabilmem adına çok büyük katkıları oldu. Sanatçının kişisel üretiminin kalitesi kadar küratöryel sürecin nasıl yönetildiğinin de büyük önemi olduğunu düşünüyorum. Bu açıdan galerimin yaklaşım tarzından memnunum.

may change in time, the reference point I never want to quit as an artist is the simplicity and sincerity in my narrative discourse. My central concern is to transfer concepts born in my own imagination or perception to the consciousness of the audience through a personal language composed of colors, forms and characters. What would you say about your works in WILD WEST and the general theme of the exhibition? My second solo exhibition was opened at ARTNEXT Istanbul on February 14, 2013. I have

“Playgirl Malikanesi” performansım, aynı adlı resmimin üç boyutlu malzeme ile galeri mekanında oluşturulması fikrine dayanıyor. Önceden hayal edilmiş sahneyi izleyiciye açık olarak gerçek dünyada yeniden oluşturuyorum. Bu zamana yayılan üretim, diğerlerini de içine alan ikinci bir deneyim alanı açıyor benim için.

produced both acrylic on canvas and mixedmedia works. I also have installations and artist books in this exhibition. The toys I used in my work “Meta / Commodity” are mostly objects I collected through years from secondhand dealers and flea markets. These toys are characters of well-known cartoon heroes. The toys come together and form a giant pis-

tol which stands at the center of the work. At the last state of the work, however, the pistol composed of these innocent consumption objects is shot and the outcome is a huge pink heart instead of smoke. The metaphor here is that both the pistol and the heart are for sale at the end of the day. European people who migrated to America in the last centuries were in the hope of finding unlimited opportunities. It is seen that the western civilization is stuck between civilization and savagery in its current state as a result of the modernization process and industrialization. We are face to face with an American society which is protective and dictating passive acceptance to its own subjects, but merciless and wild towards others. Today, everyone including me lives with this basic contradiction. Humankind will only be truly civilized when justice or peace doesn’t belong to a single society or class, but the whole humanity. Can you tell us a bit about the preparatory stage before the exhibition and your performance titled “Playgirl Mansion” which can be seen throughout the exhibition? I have been getting prepared for this exhibition for the last year. In this process, the curator of the exhibition, Didem Hazinedar, offered great help for me to present things I intend to tell I in a totality. I think the way how the curatorial process is directed is as important as the quality of the artist’s personal production. In this respect, I am pleased with the attitude of my gallery. My performance “Playgirl Mansion” is based on the idea of producing the painting with the same title through threedimensional materials in the gallery space. I recreate the imagined scene in an environment open to the audience in the real world. This production in process helps me open up a new space for experience which also includes the audience. What can you tell us about your future projects? My next solo exhibition will be held in 2014 at ARTNEXT Istanbul. I focus on the critique of the materialism born in the West and the degenerate pop culture which has produced the artificiality in man’s as well as society’s behaviors as wee see today. In my works, the audience will always find the brave princess character who has to live with the soulless and emptied images of modern times, but fights not to lose the innocence and deep thought together with her imagery full of inter-dimensional fantasy..

35


AÇILIŞ OPENING

Halil Vurucuoğlu

İrin Discharge

2013-02

01 - 30 / 02 - 25 / 2013 Dirimart

36


A. Cem Şahin

Şu An Right Now

07 - 02 / 09 - 03 / 2013 ALAN İstanbul

37


www.istanbulartnight.com

istanbul art night Istanbul Art Night is gonna tell you where to find the best 8 parties for your weekend and the best 8 exhibition openings of the Istanbul contemporary art scene. Don’t miss any updates, just check it out !!


CONTEMPORARY

SELECTED BEYOĞLU ART GALLERIES AND INSTITUTIONS

2 SALT Beyoğlu

1 MISIR APT.

Karma sergi / Group Exhibition “Duvar Resminden Korkuyorlar” “Scared of Murals”

• Cda Projects

Taksim Square 500m.

31.01.2013 – 21.04 2013 Ziyaret saatleri: / Visiting hours: Salı-Cumartesi 12.00-20.00 / Tuesday-Saturday 12.00-20.00 Pazar 12.00-18.00 / Sunday 12.00-18.00 İstiklal Caddesi 136 Beyoğlu 34430 İstanbul (212) 334 22 00 salt@saltonline.org

Zeynep Kayan “Eksik” / “Uncomplete”

08.02.2013 – 09.02.2014

GS High School

Fish Bazaar

3 Galerist Tepebaşı

• Galeri NON

Ali Emir Tapan “Kusursuz Gün” / “Perfect Day”

Hammalbaşı St.

22.02.2013 – 23.03.2013

Yeniçarşı St.

Ziyaret saatleri: / Visiting hours: Salı-Cumartesi 11.00-19.00 / Tuesday-Saturday 11.00-19.00 Pazartesi randevu ile. / Monday by appointment. Meşrutiyet Caddesi No:67 K:1 Beyoğlu 34340 İstanbul (212) 252 18 96 info@galerist.com.tr

YKY Book Store

1 Mısır Apt. - Cda Projects - Galeri NON

4 Borusan Kültür Sanat

Ziyaret saatleri: / Visiting hours: Salı-Perşembe 11.00-19.00 / Tuesday-Thursday 11.00-19.00 Cuma-Pazar 12.00-20.00 / Friday-Sunday 12.00-20.00 İstiklal Cad. No:211 Beyoğlu 34433 İstanbul (212) 243 37 67 info@arter.org.tr

6 Sanatorium İlke Yılmaz

13 Mart – 13 Nisan 2013 Ziyaret saatleri: / Visiting hours: Salı-Cumartesi 11.00-19.00 / Tuesday-Saturday 11.00-19.00 Asmalı Mescit Mah. Asmalı Mescit Sok. No:32/A Beyoğlu İstanbul (212) 293 67 17 info@sanatorium.com.tr

7 ALAN İstanbul Karma sergi / Group Exhibition “Social Animals”

07.03.2013 – 30.03.2013 Ziyaret saatleri: / Visiting hours: Salı-Cuma 11.00-19.00 / Tuesday-Friday 11.00-19.00 Cumartesi 13.00-19.00 / Saturday 13.00-19.00 Asmalı Mescit Cad. No:5/2 Tünel-Beyoğlu İstanbul (212) 252 94 53 info@alanistanbul.com

- Pi Artworks Galatasaray

Odakule Center Pasage

Nuriziya St. İstiklal Street

Meşrutiyet St.

24.01.2013 – 07.04.2013

- Galeri Zilberman

3 Galerist Borusan Art Gallery 4

01.03.2013 – 13.04.2013 Ziyaret saatleri / Visiting hours: Salı-Cumartesi 11.00-18.00 / Tuesday-Saturday 11.00-18.00 Pazartesi randevu ile. / Monday by appointment. İstiklal Caddesi Mısır Apt. No:163 K:4 Beyoğlu 34430 İstanbul (212) 249 87 74 info@galerinon.com • Galeri Nev İstanbul Serdar Arat

01.03.2013 – 30.03.2013 Ziyaret saatleri / Visiting hours: Salı-Cumartesi 11.00-18.30 / Tuesday-Saturday 11.00-18.30 İstiklal Caddesi Mısır Apt. No:163 K:4 D:23 Beyoğlu 34430 İstanbul (212) 252 15 25 info@galerinevistanbul.com • Galeri Zilberman Ahmet Elhan “Mürekkep” / “Composed”

08.02.2013 – 09.03.2013

Pera Palace Hotel

Karma sergi / Group Exhibition “Haset, Husumet, Rezalet” / “Envy, Enmity, Embarrassment”

Aslı Çavuşoğlu “Üç Perdelik Cinayet” / “Murder in Three Acts”

- Galeri Nev İstanbul

Salt Beyoğlu 2

Ziyaret saatleri: / Visiting hours: Salı-Cumartesi 11.00-19.00 / Tuesday-Saturday 11.00-19.00 İstiklal Caddesi No: 213 Beyoğlu 34433 İstanbul (212) 336 32 80 info@borusansanat.com

5 Arter

Ziyaret saatleri / Visiting hours: Salı-Cuma 11.00-19.30 / Tuesday-Friday 11.00-19.30 Cumartesi 12.00-19.00 / Saturday 12.00-19.00 İstiklal Cad. Mısır Apt. No:163 K:2 D:5 Beyoğlu İstanbul (212) 251 12 14 cda@cda-projects.com

Tomtom Kaptanr St.

5 Arter

Ziyaret saatleri / Visiting hours: Salı-Cuma 11.00-19.30 / Tuesday-Friday 11.00-19.30 Cumartesi 12.00-19.00 / Saturday 12.00-19.00 İstiklal Cad. Mısır Apt. No:163 K:3 D:10 Beyoğlu İstanbul (212) 251 12 14 zilberman@galerizilberman.com • Pi Artworks Galatasaray

Sanatorium

Turan Aksoy “Bir Portre: Huzursuz” / “A Portrait: Restless”

6

19.02.2013 – 19.04.2013

Asmalımescit St.

Kumbaracı St.

7

Lebon Patiserie

Ziyaret saatleri / Visiting hours: Pazartesi-Cumartesi 10.30-19.30 / Monday-Saturday 10.30-19.30 İstiklal Cad. Mısır Apt 163 K:4 Galatasaray / Beyoğlu 34430 İstanbul (212) 293 71 03 info@piartworks.com

ALAN İstanbul

Tünel Square

Galata Tower 500m.

Galipdede St.

Giriş ücretsizdir. / Admission free.

Beyoğlu

39

Sultanahmet


40

2013-02


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.