Ankararınca Dergi Sayı: 4

Page 1


KONUR SOKAK | KÜLTÜR EBRU BEKTAŞOĞLU (Tarz2 Kurucu Ortağı F. Ahmet Şenol ile Röportaj) Bir Marka Hikâyesi Tüketim Kültürü ve Ekolojik Modaya Dair

BESTEKAR SOKAK | SANAT

İÇİNDEKİLER

EBRU BEKTAŞOĞLU (Oyuncu Seymen Aydın ile Röportaj)

KARANFİL SOKAK | EDEBİYAT AHMET ÖZMEN (Sancı) ALYA KARADAĞ (Ey Deli) BÜŞRA BEŞİR (Kimsesizliğin Kahkahası) CAN KILINÇ (Mevsim Bu) EMRE GÜRKAN KANMAZ (Sipariş) FAHRİ KÜÇÜK (İnsanın İhtiyar Cebi) GEZGİN DELİ DERVİŞ (Bir Zamanlar) GİZEM ARI (Ekşi Süt)


İBRAHİM YILMAZ (Çoğalır Düşlerim) MİRAY ÖZDEN KIRAN (Mucize) NONA KALEM (Nona I) ONUR SEMİZ (Bir Kalbiniz Var Onu Hatırlayın) ORKUN ÖNCÜ (Karın Nefesi) OZAN ÇAKIR (Ertesi Gün Replikleri) SELİN GÖÇEN (Karşılıklı Karşı Kaldırımlara Ait Olamayan Yolun Ortası) TARIK MATEM (E-C-Y) TUNA ÖZKURT (Yazmak İcap Eder Bazen) UĞUR AKKAŞ (Kutlu Gün) VOLKAN ARSLAN (Savaşları Sevmem Bilirsin)



Karınca Kararınca Kültür Sanat Edebiyat

GENEL YAYIN YÖNETMENİ EBRU BEKTAŞOĞLU İÇERİK EDİTÖRÜ/TASARIMCI AYÇA SEZER WEB DÜZENLEME FURKAN CEYLAN SOSYAL MEDYA YÖNETİCİSİ EBRU BEKTAŞOĞLU KAPAK TASARIM AYÇA SEZER EMEKÇİLER AHMET ÖZMEN ALİ TEKAY ALYA KARADAĞ AYÇA SEZER BÜŞRA BEŞİR CAN KILINÇ EBRU BEKTAŞOĞLU EMRE GÜRKAN KANMAZ FAHRİ KÜÇÜK GEZGİN DELİ DERVİŞ GİZEM ARI İBRAHİM YILMAZ MİRAY ÖZDEN KIRAN NONA KALEM ONUR SEMİZ ORKUN ÖNCÜ OZAN ÇAKIR SELİN GÖÇEN TARIK MATEM TUNA ÖZKURT UĞUR AKKAŞ VOLKAN ARSLAN REKLAM VE İŞ BİRLİKLERİ İÇİN ankararinca@gmail.com ANKARARINCA DERGİ İLETİŞİM ankararinca@gmail.com YAYIN TÜRÜ : Süreli aylık YAYIN TARİHİ : AĞUSTOS 2017 ISSN-0105305 facebook.com/ankararinca

twitter.com/ankararinca

instagram.com/dergi_ankararinca



‘‘Zafer, Zafer Benimdir Diyebilenindir. Başarı İse Başaracağım Diye Başlayarak Sonunda Başardım Diyenindir.” Mustafa Kemal ATATÜRK Bir fikir, dünyayı değiştirmek için önem taşır. Yeryüzünde her oluşum bir fikrin ürünüdür. ve fikirler asla ölmez. Doğar, büyür, yaşar ve yaşatılırlar. Sonsuza değin! Ankararınca bir fikirdi. 18 Mart 2017 Anıtkabir ziyareti sonrasında gözlerimizde parlayan bir fikir. Onu düşümüzde büyüttük, birlikte ete kemiğe büründürdük. Hep dile getirdiğimiz gibi Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ten aldığımız daimi ilhamla onu var ettik. 18 Mart gibi şanlı bir günde kurduğumuz hayali, 19 Mayıs’ta gerçekleştirmenin gururunu yaşadık. “Zafer bizimdir!” dedik, çünkü emeklerimize inandık. “Başaracağız!” dedik, çünkü çok çabaladık. ve bugün 30 Ağustos’ta, Zafer Bayramı coşkusuyla, 4. sayımızı yayınlamanın mutluluğu sarıyor bizi. Kalemlerinize teşekkürle, Atamızın ilke ve devrimlerine minnetle... Çok sayılar görelim, birlikte!

30 Ağustos Zafer Bayramımız Kutlu Olsun!

EBRU BEKTAŞOĞLU

6


konur sokak kĂźltĂźr


Gönlümü atsalar da dünyanın bir ucuna, Düşer bir gülle gibi Ankara’nın burcuna, Bilmem şahin sıgar mı avuçların ucuna, Ankara’da ben böyle çırpınarak yaşarım.

Behçet Kemal ÇAGLAR


KüItür, dosdoğru yoIIar çizer.

Dostoyevski


Ü

lkemizde 2. el kıyafet kullanımına ilişkin olumsuz düşünceleri ortadan kaldırmak ve 2. el kıyafet kullanımının yaygınlaşması için çalışan, bu misyonla firma olarak çıktıkları yolda Gazi Teknopark bünyesinde proje geliştirmeye devam eden Tarz2 kurucu ortağı F. Ahmet Şenol, Tarz2 markasının öyküsü, hedefleri ve neden 2. el kıyafetlere yönelmemiz gerektiği hakkında merak ettiklerimizi yanıtladı:

1.Tarz2 marka fikri nasıl oluştu? Fikir nereden çıktı ve bunu geliştirip bir proje haline getirmeye nasıl karar verdiniz? Kendimi bildim bileli gardırobumda her zaman 2. el yani başkalarından aldığım kıyafetler olmuştur. Küçüklüğümde akrabalarımızdan gelen kıyafetler vardı ve bunlardan üstüme olanları alıp giyerdim. Lise ve üniversite yıllarımda da gardırobumda 2. el kıyafetler her zaman oldu ve şu anda bile mevcut. Aslına bakarsanız bu kıyafetlerin hepsinin ortak özellikleri var. Ne bu ortak özellik biliyor musunuz? Hepsi de yeni gibi ve herhangi bir kusuru olmayan, yenisinden hiçbir farkı olmayan ürünler. Ancak çevremde ne zaman 2. el kıyafetten söz edilse insanların akıllarına garip şekilde kusurlu olan ürünler geliyor. Kokan, lekeli vb... Hâlbuki burada sözünü ettiğimiz kusursuz ve yeni gibi olan kıyafetler. Herhangi bir üründe ürünün kullanımını olumsuz etkileyecek şekilde kusur varsa o kıyafet 2. el olarak tanımlanmamalı. Kullanılamaz ürün olarak tanımlanmalı, algılanmalı. Tarz2 2. el yaşam tarzının bir parçası olmamız gerektiği fikrinden geliyor. Dünyadaki hızlı nüfus artışına paralel olarak artan hızlı tüketimde her birimizin giymediğimiz, kullanmadığımız bir sürü ürünü var. Bu ürünleri hem satarak hem de sürekli yeni ürün almak yerine 2. el ürünleri en azından kullanmamız gerektiğinin bilinciyle satın alarak kendimize, topluma ve çevreye ufak da olsa katkı sağlayabileceğimiz ve bir etkide bulunabileceğimiz fikrinden geliyor ve bunu temsil ediyor. Unutmadan, her birimizin gerek satarak gerekse alarak edineceği bu davranışlar ve eylemler büyüyerek ülkemizde olumlu etkiler yaratabilir. O yüzden asla benim adımım çok küçük, neyi değiştirir ki, demeyin. Değişim her bir bireyde başlar. O yüzden değiştir kendini, bak gör çevren de seninle beraber değişecek.

10


2. Neden konu olarak 2. el kıyafet kullanımını seçtiniz? Sizi buna iten sebep neydi? Eğitimime devam etmek üzere Amerika’ya gittiğimde birçok insanın 2. el kıyafetlere ve ürünlere olan algısının benim algım gibi olduğunu fark ettim. Hatta garage sales olarak adlandırdıkları satışlarda çok güzel kıyafetler ve eşyaların insanlar arasında alınıp satıldığını birebir deneyimledim. Ben de bu kişilerden biriyim bu arada. Türkiye’ye döndüğümde arkadaş çevremde veya tanıdıklarım arasında birçok kez üzerimde olan kıyafetlerin veya kullandığım eşyaların 2. el oldukları sözü bir şekilde geçtiğinde ‘’Nasıl olur ya? Bu 2. el mi? Yeni gibi ama.’’ reaksiyonlarıyla karşılaştım. Bu deneyimlerimden sonra anladım ki 2. el konusunda gerçekten yanlış bir algı var. İşte bu algıyı değiştirmek için müşterilerimize 2. el ürünleri alıp satabilecekleri en pratik çözüm ile tanıştırmamız gerekiyordu. Bu odakla arge çalışmalarımıza başladık. Çalışmalarımız tüm hızıyla devam etmekte. Tarz2 olarak bizler bir teknoloji platformuyuz. Alıcı ve satıcıları bir araya getiriyoruz. Satıcılar kanadında süreç çok basit. Sistemimizden ücretsiz olarak Tarz2 poşetini talep ediyorlar ve ücretsiz olarak kendilerine kargoluyoruz. Tarz2 poşetine kullanmadıkları kıyafet ve aksesuarları koyup ücretsiz olarak bize gönderiyorlar. Tüm satış sürecini bizler yönetiyor ve ürün satıldığı zaman otomatik olarak kazanç satıcıya gönderiliyor. Kısacası; torbayı al, içine ürünlerini doldur, gönder, satıldığı zaman kazan. Temelde müşterilerimize pratik bir satış deneyimi yaşatmayı hedefliyoruz. Gardıroplarda bekleyen bir sürü ürün var. Elbiseler var, aksesuarlar var, ayakkabılar var. Bu ürünler bir başkasının yaşamında hayat bulabilir. Gardıroplarımızda bir kenarda beklemek yerine insanların yaşamlarına dokunabilir. Hem satan hem de alan insanlar olarak fayda sağlamış hem de doğaya ve çevreye katkımız olmuş olur. Yapılan araştırmalar da insanların gardıroplarında beklettiği ürünlerin çoğunu birkaç kez giyip sonra onları giymediği yönünde. Biz de Tarz2 olarak yeni gibi ürünleri kabul ediyoruz. Fonksiyonel bozukluğu olmayan kıyafetleri kabul ediyoruz.

11


Bir mağazada kıyafet denerken de o kıyafeti bizden önce deneyen birileri elbet oluyor . Bu durumda o kıyafet de birçok kişi tarafından denendiği için 2. el gibi oluyor.

Tabi. Aslında her şey olayları nasıl algıladığımızla ilgili. 2. el kıyafet ve aksesuarlar 1-2 kere giyilip çoğu kullanılmadan gardıroplarımızda duruyorlar. Yeni gibiler. Bir kere yeni gibi olan bu ürünleri alıcılarla tanıştırdığımızda algılarının tamamen değişeceğine inanıyoruz. 2. el algıyı değiştirmek için çıktığımız bu yolda ne kadar satıcı ve alıcıların problemlerine odaklanıp çözüm geliştirebilirsek o kadar algıyı değiştirebileceğimize inanıyor ve çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Satışını yapmayı kabul ettiğimiz ürün portföyünde premium ürünler de var, lifestyle ürünler de var. 12 TL’ye de ürün olacak 500 TL’ye de. 2. el algısını kırabilmenin tek yolu, ürünlerin yeni gibi olması. Biri aldığı zaman, ‘’Ya gerçekten ne güzel duruyor ve ben bunu daha uygun fiyata aldım.’’ diyecek. Bunu yapmak zorundayız. Alıcılar perspektifinden baktığımızda hedeflediğimiz durum bu. Bunu yaratmak için de kalite kontrolden asla taviz vermememiz gerekiyor. Bunu başarmak için yoğun çalışmalar içerisindeyiz.

3. Tarz2 ile ilgili hedefleriniz nelerdir? Sürdürülebilir moda konusunda neler yapmayı planlıyorsunuz? Tarz2 olarak biz 2. el kıyafet kullanımını teşvik etmek ve arttırmak istiyoruz. Satıcıları ve alıcıları mutlu etmek istiyoruz. Ülkemizde insanlara 2. el dendiği zaman aklınıza ne geliyor diye sorduğumuzda akıllarına kusurlu olan ürünler değil fırsatın, katkının, yararın, fark yaratmanın geliyor olmasını umut ediyoruz. Tarz2 olarak vizyonumuz milyonlarca ürünün el değiştirmesine aracılık eden, milyonlarca insanın bu yolla yaşamına dokunan bir platform olmak. Bunu yapabilmek için, insanlara değer üretmek için çabalıyoruz. Geri dönüşüm yaratıyoruz. Sürdürülebilir modaya bu şekilde destek veriyoruz. Kendimize, topluma ve çevreye birlikte değer katacağımıza inanıyoruz. Tarz2 bu misyonla yoluna yıllarca devam edecek. Bunu başarabilmek için 2. el ürünleri satarken ve alırken insanların mükemmel bir deneyim yaşaması çok önemli. O yüzden satıcılar için en pratik, zahmetsiz ve kolay satış deneyimine odaklandık.

12


Biz bir e-ticaret sitesiyiz. Ürünlerimizle ilgili detaylı bilgiler sayfamızda mevcut. Ekonomik anlamda kaliteli ve lüks olan markaları uygun fiyata alabilecekleri bir çözüm sunuyoruz insanlara. Hızlı, kolay ve güvenilir bir şekilde. Kıyafetlerini satmak isteyen fakat buna vakti olmayan insanlar bize rahatlıkla kıyafetlerini ücretsiz olarak gönderebilirler. İnsanların iş yükünü de hafifletiyoruz. Tüm ürünleri kusursuzluk kontrolünden geçiriyoruz. Satışa uygun olan ürünlerinizin piyasa değerini araştırıp ortalama satış fiyatlarını belirliyor ve satalım mı diye size soruyoruz. Satmak istemezseniz ürünlerinizi ücretsiz olarak size gönderiyoruz. Eğer satmayı isterseniz ütülüyor, fotoğraflıyor, paketliyor, stokluyor, tüm pazarlama ve satış faaliyetlerini gerçekleştiriyoruz. Ardından satış gerçekleştiği zaman paketleyip alıcıya gönderiyoruz. Elde edilen gelir ise banka hesabınıza otomatik olarak aktarılıyor. 2. el ürünleri almak isteyenler ise kusursuz yeni gibi olan ürünleri e-ticaret deneyimi yaşarcasına inceliyor, uygun indirimlerle satın alıyor ve beğenmezlerse tarafımıza tekrardan iade ediyorlar. Ürününüz satıldığında kazancınızı dilerseniz bağışlayabiliyorsunuz da. Bu konuda TOÇEV ile iş birliğine imza attık. Ürünlerinizden elde ettiğiniz kazancı TOÇEV’e bağışlayabilirsiniz.

Tarz2’yi sosyal medya sayfalarından da takip edebilirsiniz: www.tarz2.com

facebook.com/tarz2official

twitter.com/tarz2com

instagram.com/tarz2com

13

RÖPORTAJ: EBRU BEKTAŞOĞLU



BESTEKAR SOKAK

sanat


ayak basılmamış topragım, dürülmüş gögüm; yüzü karanlık bir kalabalık,

parmak basma ve bastırma yetkim.

üstgeçitler kurup, altgeçitlerde titreyen devrimci ruhum. devletimin gri yüzü, bu kadar…

bu kadarsa ayrılıklarla örülsün yünüm!

ankara, anakarası yaşamadım, diyebildigim her şeyin yine de hoşça kal şehrim, şehrim hoşça kal sevgilin, oglun, şairin… nankörün olayım.

Ahmet ERHAN


Sanat, özgürlük tarafından emzirildikçe büyür.

Friedrich Schiller


SEYMEN AYDIN D

oksanlar, Ayrılsak da Beraberiz dizilerinden ve Sümela’nın Şifresi Temel, Aşk ve Devrim filmlerinden tanıdığımız Karadeniz’in güler yüzlü başarılı oyuncusu Seymen Aydın ile bol gülümsemeli, keyifli bir röportaj gerçekleştirdik.

1.Sinemaya olan ilginiz nasıl başladı? Oyunculuğu bir meslek haline getirmeye nasıl karar verdiniz? Lise yılları diyebilirim. Burada liseden sonra İstanbul’a gittim ama lise yıllarında tiyatroyla tanıştım. Oradaki yaptığımız çalışmalarda okulda, bölgede birincilikler aldık. Ben en iyi erkek oyuncu ödülünü kazandım. Bu beni teşvik etti. Konservatuvar okuyacağım, oyuncu olacağım diye karar verdim. Daha sonra İstanbul’a gidince orada sinemayla tanıştım. Bu böyle devam etti. 2.Sizi en çok motive eden, en çok keyif aldığınız dizi ya da film hangisiydi? Şöyle söyleyeyim, yaklaşık on tane sinema filmim oldu. Bunların altı tanesi Karadeniz filmiydi. İki tanesi başrol oynadığım filmdi. Bir tanesinin de senaryosunu ben yazmıştım. Sebahat ve Melahat’ın çok ayrı bir yeri var. Çünkü biz yaklaşık on dört sene evvel Zigana TV’de yaptığımız bir televizyon programında çok tutulmuştu, Trabzon’daki herkesin izlediği bir programdı, unutulmadığı için biz bunu sinema filmi yaptık. O benim için hem güzel bir duygu, iyi bir başarı. Onun çok ayrı bir yeri var. Bir de Bizum Hoca. Bölgenin derdi olan hes’leri anlatan bir filmdi. Onun da çok ayrı bir yeri var. Ama Sümela’nın Şifresi’nde de çok kısa bir rol hafızalarda yer edindi. Hatta bekçiyi soruyorlar manastıra çıkıp. Onun da bende ayrı bir yeri var.

18


3. Sizi genelde komedi filmlerinde gördük. Dram türünde de oynamayı düşünüyor musunuz? Elbette, çok istiyorum. Ama şöyle bir şey var ki böyle komediden başlayınca komedi olarak gidiyor. Öyle roller geliyor artık. Ama zamanı gelince oynayacağım. Ben buna inanıyorum. Hayatım boyunca hiçbir işte acele etmedim. Sindire sindire, demlene demlene kariyerime devam ediyorum. Zamanı gelince öyle bir rolde oynayacağım, bunu biliyorum.

4.İleriye dönük hedeflerinizde neler var? Yeni projeler var, bir sinema filmim olacak yaz sonunda. Bir de tiyatro oyunumuz var. İki kişilik komedi. Kadın erkek ilişkisini mağara döneminden alıp günümüz ve 2200 yılına kadar taşıyoruz. Evli ve Zavallı ismi. Evlilikte yapılmaması gereken kusurlu hareketleri gösteriyoruz. Evlilikte bunları yaparsanız bu evlilik yürümez, mağara döneminde de aynıydı, günümüzde de aynı, gelecekte de aynı olacaktır. Mizahi bir dille anlatıyoruz. Tabi, sinema filmlerimiz de olacak.

RÖPORTAJ: EBRU BEKTAŞOĞLU 19



KARANFIL SOKAK EDEBIYAT


”Ölürsem senin topragına gömülmek isterim Ankara”

Metin ALTIOK


Edebiyat, her şeyden önce değişmekte olan dilin, en yüksek anlatım yeteneğidir.

Ezra Pound


E-C-Y Oysa kaldırıp kafanı, görme zahmetinde bulunsaydın Şu sakalsız, çocuk bir o kadar da fırtınalı yüzümü Bir merhaba çıksaydı yangınların üstüne sel olup koşan dudaklarından Söndürseydi bir kuple ateşini şu doğuştan kızıl gönlümüzün Ne yapalım, sen de umarsız geç yanımızdan eğip başını Koridor fayanslarıyla seviştir gözlerinin kırk yıllık hatırını Ve naçizane bir tavsiye vereyim sana giderken Şehri terk etmelerin arkasına saklanma, sobeler seni zaman Bir gün gelir çöker düşlerine gözlerim, karanlıkta gezerken.

TARIK MATEM

24



BİR ZAMANLAR Bir zamanlar çok sevdim Halâ da seviyorum Alıp başımı giderken yollar boyunca Seyre dalmayı otobüsün penceresinden Bir Temmuz akşamını... Sevda kenti Ankara’dan geçerken usul usul… Bir zamanlar çok sevdim Halâ da seviyorum Güvercin tedirginliğinde türkü gözlerini... Bırakmak istiyorum gövdemi sulara Düşüp gitmek ardına şiirin ve sevdanın… Bir zamanlar çok sevdim Halâ da seviyorum Ve hep seveceğim Ruhum ve tenim var oldukça bu cihanda Kül tatları arasında Sevdakâr hikâyelerin ortasında Yana Yana…

GEZGİN DELİ DERVİŞ

26


YAZMAK İCAP EDER BAZEN Yüksek, kalın duvarları olan ya da kalın çivili demir tellerle örülü olan bir bahçeye benzer babası olan bir insanın hayatı. O bahçeyi koruyan, gözetleyen bir çift göz vardır yükseklerde. Bir asker gibi, elinde tüfeğiyle kulesinden tüm bahçeyi gözetler durur. Eminönü’nden Kadıköy’e geçmek için vapura bineceğim sırada geldi aklıma bu benzetme. Bir adam yanında çocuğuyla vapura biniyordu. “Dikkat et oğlum, vapur kıyıya tam yanaşmadı. Ayağın takılıp suya düşebilirsin” demiş, çocuk da “Tamam babacığım” diye cevap vermişti. Aynı adamla çocuğa üst katta yine rastladım. Çocuk işte, aklı ermiyor bazı şeylere. Vapurun demir korkuluğuna çıkmış, denizi seyrediyordu. Bir adım daha yükseldiği sırada babası oturduğu yerden kalkıp bir koşuda çocuğu belinden kavrayıp geri çekti. “Dikkat etsene oğlum, düşeceksin!” Çocuk babasına bakıp acı tatlı karışımı gülümsedi. Adamın yüzündeki korku ve endişe bir mum gibi sönüverdi aniden. Vapur Kadıköy’e yanaşır yanaşmaz bir daha görmedim adamla çocuğu. Sanırım çocuk güvenli bir şekilde demir atmıştı Kadıköy kıyılarına, palamar gibi sağlam ve güçlü olan babasıyla. Kimi çocukların tutunacağı, açıklara sürüklenmemesi için onları tutan palamarları vardır.

27

Akşam Eminönü’ne dönmek için vapura bindim tekrar. Akşamın serin rüzgârı tüm denizi ve vapuru boylu boyuna yalayıp duruyordu. Rüzgâr biraz sertleştikçe bir hışırtı duymaya başladım.

Arkamı dönüp baktığımda gazetenin uçuşan yapraklarını gördüm. O sırada aklım hâlâ sabahki çocukla babasındaydı. Başka şeylerle oyalanıp kafamı dağıtmak için gazeteyi alıp okumaya başladım. Birkaç sayfadan sonra yazılanlar iç karartıcı olmaya başladı. Bir insan denizdeyse, vapurun üst katında yolculuk ediyorsa, bir de rüzgâr yüzüne efil efil dokunuyorsa, mutluluğun en tatlı yerini ısırmış demektir. Ben en acı yerini ısırmıştım. Haberler alabora olmuş gemilere benziyordu. “Kimsesizler yurdunda büyük yangın!” Kırk beş çocuk yanarak can vermiş. Yirmi bir de yaralı varmış. O an, önümdeki mavi, tuzlu denizin bir anda simsiyah, apacı olduğunu hissettim. Vapurun iskeleye yanaşmasıyla içine girdiğim o simsiyah, apacı denizden çıkar gibi oldum. Saat gece yarısını çoktan geçti. Yarısı erimiş mumun ışığı kâğıdın üzerine kalemin gölgesini yansıtıyor. Dışarıda yağmur var. Bir şimşek çakıyor. Ardından bir gökgürültüsü, bir tane, bir tane daha. Her yer suyla dolacak diye endişe içindeyim. Tutunacak bir palamarım yok. Bir şimşek daha çakıyor, peşinden yine bir gök gürültüsü. Korkuyorum. Açıklara sürükleneceğim. Elimden bir şey gelmiyor. Oturup masama yazıyorum. Çünkü yazmak icap eder bazen.

TUNA ÖZKURT


SAVAŞLARI SEVMEM BİLİRSİN geceler intikam alıyor yokluğunda bütün insanlığın acılarının tümcesi, bir insan yüreğine sığmaz elimi uzatsam boşluk ayağa kalkmak istesem bacaklarımda kan revan bir savaş gelip alsana beni savaşları sevmem bilirsin tek kavgam saçını tararken düğüm olan saçın ile olurdu ben savaşamam yarınlar için ben bu günümü kurtaramadım ki yarını sırtlanayım kendimi düşünmüyorum yerin tadını bilirim yarınlar düşerse kanar sağı solu yarınları nasıl teselli ederim bilmiyorum beni dinle sevdiğim yarınları düşünmek yerine sağ cebimde kalan umudun parçasına bir saksı alırız kalan parçayı ekeriz içine ben sularım her gün büyütmek kolay değil midir toprak her şeyi bağrında büyütmez mi? umudun parçasına mı yer yok toprakta hadi gel son kez söz dişlerimi her gün fırçalayacağım erken uyuyacağım gel ve beni al buradan gitme… biz olmaya alıştım beni geç seni özlemez mi sanıyorsun gülüşünle güzel olan masam

VOLKAN ARSLAN

28


ÇOĞALIR DÜŞLERİM gülen gözlerinde çoğalır düşlerim kanatlanıp uçasım gelir unutulmuş sokakların çocuk kalan yanıyla kuş seslerini doldurarak tapınak bahçelerine çoğalır düşlerim gülen gözlerinde çoğalır düşlerim sevinçten nefesim kesilir ellerin tenimde, sabah rüzgârıdır gözlerinde böğürtlen, kirpik uçlarında gelincikler çoğalır düşlerim gülen gözlerinde çoğalır düşlerim gecenin karanlığında aklım yıldızlara karışır teninde fesleğen kokusu, çözer dilimi ortancaların her rengi, bahçede sellukalar, yağan kar, erirse buz çoğalır düşlerim gülen gözlerinde çoğalır düşlerim uçarken hüma kuşu, koyaklar menevişlenir yüreğimin yalazı, yakarken bedenimi yazılmamış şiirin ilk, bitmemiş her şiirin son dizesiyim çoğalır düşlerim gülen gözlerinde çoğalır düşlerim dikildin ömrüme, yeşerdin, dal verdin, çiçeklendin kırk bin çiçek içinde bir nilüfer, etrafını ateş böcekleri sarsın, kuğu gölgesi memelerine değdikçe su çoğalır düşlerim gülen gözlerinde çoğalır düşlerim esrik akşamların şarap kokusunda balıkçılar kürek çeker kaşlarının kıyısında, kuytuda bir mavi ve yeşilin her rengine çoğalırken ömrüm Veysel’in sevdiği “kara toprak” gibisin, çoğalır düşlerim ve seni severim. 29

BÜYÜKDERE / 2017

İBRAHİM YILMAZ


MEVSİM BU ‘’her yüzün bin yıl hüznü vardır.’’ bana anlamlarını bilmediğim sorular sordular üstelik şiddetli gök gürültülü şiirleri bıçaklayarak hürriyetim bir papazdan emanetti sonra çiçekleri kanattılar pencereden aşağı birçok cümle bıraktılar paramparça oldu kaldırım taşları sanki yüreğini her sokakta parçalatmış bir delikanlı gibi dağınık flamalı yüzler var yüzüm suçüstü yakalanmış bir suçlunun yüzü gibi kanarken her gün sıyırırken saklambaç gibi sakladığım bedenimi kasıklarımda meteor yağmurları kasıklarımda bin yılın hüznü bana anlamlarını bilmediğim ölümleri sordular ilkine senin ismini verdim polisler şimdi her yerde cenazeni yanlış kıldıran aşığın peşinde

CAN KILINÇ

30


KUTLU GÜN Gelmedi sevgiye hiç fırsat ve oldun hep acıyla terbiye damgalandın zilletçe damgaladın bunlardır işte soğumuş bedeninden artakalan sıcak gibi gelen her dokunuşunda iliklerine kadar işleyen gözünü boyayan o hastalık öğrenilmiş çaresizlik olmalı gelmiyor aklıma başka bir izah ki çatlamaması ar damarının halen bundan olsa gerek anımsayabildin mi bu kaçıncı yüzyıl keza kaçıncı döngü hanidir varır hep aynı söngü ilmik hangi bir noktadadır ki çözülmez yapışmıştır sırtına kazınmıştır alnına girmiştir koluna ve yürürsün biçare sere serpe güneşi izlerken mütemadiyen kavram çelişkisi bir tüy ağırlığındaki insan mecmuasında sürüklenirken koca bir bilinmezliğin içinde bir dur demeli insan durmalı fark etmeli sabit olanı tutmaya çalıştıklarının yahut geçmeye çalıştıklarının sahte bir yansımadan öte olmadığını görmeli doyumun da bir doyumsuzluk yarattığını kavrayabilmeli ve açmalı duyabilecek bütün benliğini zaptedene kadar son hücresine ve o an hissetmeli dinginliğin o gururlu sesini eserken vicdan perdesinden arşa doğru bakmalı aynaya bakmalı ve görmeli işte yoksunluğun ezdiği o bütün mahçubiyetleri o lekesiz zaferi kaldırmalı kadehini bütün lekesizlere ve o kutlu güne

31

UĞUR AKKAŞ


KİMSESİZLİĞİN KAHKAHASI Ne güzeldi bulutlara seni anlatmak Rüzgârların fısıldaşmaları Yağmur taneleri ile dans etmek Ahengi bozuldu vücudumun Dörtte dördüm senin ile çevriliymiş meğer Şimdi kimsesiz kaldım gökyüzünde Fakat yıldızlar eşlik ediyor Sensizliğime, Sevgisizliğime, Çığlıklarım gömülüyor sessizliğime Şimdi de seni gömüyorum Umut diye ektiğim bahçeme Toprak diye nefretimi seriyorum üzerine Kahkahamı bırakıyorum üzerine, Çiçek niyetine...

BÜŞRA BEŞİR

32



BİR KALBİNİZ VAR ONU HATIRLAYIN Eğer bir gün size sevmek nedir diye soran olursa deyin ki; bilmiyorum. Evet evet bilmiyorum deyin. Bilmiyoruz çünkü sevmeyi. Sevmek, sevilmek… Hepimiz öylesine sevmekten, aşktan bahseder dururuz. Acaba kaçımız hakkını vere vere severiz? Kaçımız sevdik mi dibine kadar severiz? Pilav yemeyi seven kaçımız o pirinç tanelerini itinayla bitirip ekmekle tabağı sıyırıp o krom sesini çıkartırız? Kaçımız yaptığı işi dakikaları saymadan, sahiplenerek, severek yapar? Kaçımız hayatındaki insanı eşi olarak sahiplenir, onsuz kendini yarım hisseder, daha yanından ayrıldığı vakit onu özlemeye başlar, ona kavuşabilmek için içi içini parçalar, dokunurken incitirim korkusunu yaşarcasına sever? Kaçımız? Bilmiyoruz dostlarım sevmeyi bilmiyoruz. En gereksiz şeyleri bilgi adı altında birbirimize pazarlıyoruz, tek ihtiyacımız olan şeyi göz ardı ediyoruz. Çocuklarımıza fotosentezi öğretiyoruz, sevmeyi öğretmiyoruz be albayım! Okullarımızda sevmek dersi var mı? Yok. Üniversitelerimizde ilan-ı aşk kürsüsü var mı? Yok. Ulan haydi dersini yapmadınız bari derneğini falan kurun be! Sivil toplum örgütü oluşturun. Bence insan örgütleşecekse aşktan dolayı örgütleşmeli, öyle eften püften meselelerden dolayı değil. Okullarda ders olarak okutulmalı sevmek. Öyle seçmeli falan da değil ha en az sekiz saat zorunlu okutulmalı hem de.

Sevmeye o kadar aç ve bir o kadar da uzağız ki, küçücük bir sevgi ışığı verene ömrümüzü veriyoruz. Bunu öyle aylar, yıllar içerisinde de yapmıyoruz ha! Bir anda kaptırıveriyoruz kendimizi hiç sorgulamadan. Sevgiye o kadar yabancıyız ki; kalp atışlarımız, ritmik hareketinin normal seyrinin üzerine anlık çıkışlarında sevdiğimizi, âşık olduğumuzu zannediyoruz, sonrasında da sevgim bitti diyoruz. Soruyorum size dostlarım, sevgi biten bir şey midir? Sevgi bu kadar basit bir şey midir? İhtiyacımız olan tek şey sevgi dostlarım. Sevmeden hiçbir şey olmaz, hiçbir şeyin anlamı olmaz. Hayat zindan, siz de mahkûm gibi hissedersiniz. İyi insan olmanın da sevmenin de sermayesi bedava, sevin ulan birbirinizi. Haydi sevmiyorsunuz, bari kalbi güzel, sevmeyi gerçekten bilen ve hak eden güzel insanların hayatlarını mahvetmeyin. Bir kalbiniz var onu hatırlayın…

ONUR SEMİZ

34


İNSANIN İHTİYAR CEBİ bayat parası olmalı insanın biraz cebinde körlük kefenlik ansızın gelen sürprizlerinde ömrün utanmamalı kanını emen yoksulluğuna Topal İhsan’ın yağmur sonrası topladığı sülükler bile şifa olmadığında ne çok bükülmüştü beli ah ne vicdansız bir şeklin yüküne girmişti bedeni neşeli hatıraları olmalı insanın cebinde ihtiyarlığına saklayacağı torunlar hep şeker yemez ya bazen de hikâye sürmek lazım gelir o körpecik heyecanlarına cebinde hiç olmazsa bazen kadar en azından tebessümleri olmalı insanın kimini çakal gürültüsüne kimini dost sohbetine bırakıp gidebileceği mahkeme duvarları mahkeme salonlarında güzeldir asık suratlarıyla insan insanın gönlünde kendi aşk olan âşık olmaz derdi ya Bodrumlu Fehmi bu dursun bir kenarda en nihayetinde çıkarıp masaya koyabileceği bir aşk olmalı insanın ihtiyar cebinde görme gençten daha tutkun

FAHRİ KÜÇÜK 35


NONA I Nona... Uzun zamandır kelimelerin yeri değişmiyor... Zamanın girdiği pencereden daha fazlasını ümit ediyor bir alaca kuş... Kendi için bir nokta kadar bitişe razı değil. Kanadını yağmura yakıştırmak bir yana Rüzgâra bile bırakmıyor yüksekliğini... Rüzgârına ihanet içinde cümlelerimden pay almakla meşgul. Mevsimi derin, yuvası sığ bir vakit darlığı içinde Ve bana sirayeti için bozuyor renklerini... Kanadını her açtığında vazgeçiyor bir renginden, Cama tıklatıyor uykumda... Girmesin mevsimimden içeri! Kanat çarpıntılarıyla dolsun istemem yüreğim! Nona... Ben bu kuşun adı ‘’sen’’ olmasın diye içimdeki ağaçtan vazgeçtim...

NONA KALEM

36


EKŞİ SÜT Ellerini duaya çeker gibi uzattı çocuk Yüzü kir pas üstü pisti Dili dönmezdi bağırmaya Kemeri sıkı efendilerden azar yerdi Gözleri yarı uykulu saçları darmadağın Ayakları da kanlıydı besbelli Kolunun altında sarılı beyazlı battaniye Kalkar üstüne geçirir, Bakardı gelip geçen gözlere Su değmemiş kaldırımlarda büyümüş Ekşi süt için yürümüştü Kar kış kavurucu sıcak, ne eder Çocuk hep üşümüştü Elleri geceden kara kömür karası Ana baba yok başında Ne olsa onla bir büyümüştü doğum yarası Akşamları seyyahlar sorardı ‘Korkmuyor musun ey çocuk yalnızlıktan?’ ‘Korkuyorum çok, ama insanlardan.’ Dönüp yürürdü pazara çocuk, saçları kınalı Kurbandır ya evvelden, zahir kime Ona, sana, bana, hiç doğmadığı dünyaya Çöldeki kuyuya, sobayı titreten kışa Kurban çocuk, fakirin yavan ekmeğine Zehreden ekşi süte.

GİZEM ARI

37


KARŞILIKLI KARŞI KALDIRIMLARA AİT OLAMAYAN YOLUN ORTASI Ağır abilerin giydiği ceketi giymiş bir kalpazanın dâhiyane gizliliği ile yürüyordu karşı kaldırımda. Hayatın kesişmediği sinüs ve kosinüslerinin alındığı geometrik şeklinin ortasında, o karşı kaldırımda. Ne oluyorsa her şey orada oluyordu. Benim olduğum yerde hayat durmuştu. Ben o karşı kaldırımın karşısında bulunan bir diğer karşı kaldırımda değildim. Karşı kaldırımın olması için benim de üstünde olduğum karşı kaldırıma karşı bir karşı kaldırım olmalıydı. Evet, karşılıklı kaldırımlar vardı ama ben yoktum işte. Bu karşılıklı kaldırımların üstünde yürüyen ve duran bir kimse veya bir şey değildim. Ama o karşı kaldırımı, karşı kaldırımdaki hayatı, karşı kaldırımda bulunan ağır abi ceketli ve kalpazanın dâhiyane gizliliği ile yürüyeni de biliyordum. Görüyordum. Ama o karşı kaldırımların üstünde değildim işte. Neredeydim? Yolun ortasında mı? Akan trafiğin ortasında dimdik ayakta. Beyaz çizgilerin üzerinde. Orada mıydım? Belki de. Ama görüyordum her şeyi. Onlar beni göremiyordu, siz de göremiyordunuz. O başka. Peki, beni görememeniz neden kaynaklanıyordu? Kendi kaldırımınıza çok mu odaklandınız? Ya da karşı kaldırımıma mı daldınız? Bu görememe durumunun kaynağı neydi? Küresel ısınma? Talihsiz olaylar? Kader? Savaşlar? Açlık? Aşk? Dostluklar? Arkadan bıçaklamalar? Petrol? Para? Seks? Adalet? Ve daha birçok sorun. Hangisiydi? Yani ben bu kadar gözünüzün önündeyken beni neden göremiyorsunuz? Karşı kaldırımı görürken, yolun ortasında duran beni neden göremediniz? Yapılacak her şeyi yaptım. Bağırdım sizlere, el salladım, yazılar yazdım.

Yeterli değil miydi? Ben yolun ortasında dikiliyordum. Eğer beni fark etseydiniz hemen “Selfie” bile çekerdiniz, haberciler gelirdi. Gördünüz mü, güzelim haber malzemesini kaçırdınız. Bazılarınız beni fark eder gibi oldu -karşı kaldırıma geçmeye çalışanlar- bir şeye çarptılar gibi. Göz göze geldik birçoğuyla. Ama hepsi yoluna devam etti. Hiçbiri sorgulamadı “Bu nedir?” diye. Eğer sorgularsa dışlanır diye korktu. Etiketlenmekten korktu. Beni kimse görmedi, duymadı. Benim ne olduğumu bile bilemedi, bulamadı. Ben aslında her şeydim. Herkesten ve her şeyden bir parça. Kimi zaman gerçekler, kimi zaman yalanlar oldum. Kimse gözünün önünde duran gerçeklere bakmadı, inanmadı. Gözünün önünde bulunan yalanları sorgulamadı. Kimi zaman bir madenci oldum. Karaydı yüzüm ondandır görülemedim. Kimi zaman bir çocuğun çığlığı. Duymamazlıktan geldiler. Sebebini araştırmadılar bile. Bana ne olmuştu da çığlık atmıştım sormadılar. Belki taciz, belki tecavüz, belki dayak, belki işkence, belki yetim, belki öksüz… Hiçbiri sorgulamadı. Beni o yolun ortasında yalnız bıraktılar. Bazen bir savaşta bomba oldum. O yolun ortasında patladım. Bütün karşı kaldırımla asfaltım dağıldı. Ama hepsi üstünü silkeledi ve devam etti. Ne kalana, ne gidene, ne ölene, ne diriye… Bir iki bağırdılar tamam. Bazen petrol oldum. İşte o zaman fark et-

38


tiler sandım. Ama etmemişler. Karşı kaldırımın karşısındaki karşı kaldırım harekete geçince, harekete geçen karşı kaldırımın karşısındaki karşı kaldırımda durmadı. Beni sömürdüler, yağmaladılar ve gittiler. Bu durum para, altın, elmas ve mücevherde de aynı oldu. Daha nice durumlarda da. Bazen de bir kadın oldum. En zorlarından biriydi bu. Karşı kaldırımdan biri laf atar, diğer karşı kaldırımın karşısındaki karşı kaldırım “Bacımıza yamuk yapma” der, asfaltıma ayak basardı. Buna karşılık karşı kaldırım da “Sen nasıl ona dokunursun” der o da ayak basardı. Sonuçta ezilen de, dövülen de, tecavüze uğrayan da, taciz edilen de ben olurdum. Yani ben ne olursam olayım ya görülmedim ya da görüldüğümde de sağ bırakılmadım. Ya duyulmadım ya da duyulduğumda da sağlam bırakılmadım. Beni bilemediler de. Kimisi bir yerlerden okudu, ya yanlış okudu ya da doğruyu okudu ama işine geleni okudu. Kimse beni görmek istemedi, duymak istemedi. Ben her zaman ortadaki bir sorundum. Göz önünde ama görünmeyen. Herkes kendi kaldırımında mutluydu. En fazla karşı kaldırımla iletişime geçerler, kavga ederler ya da karşı kaldırıma geçerlerdi. Asfaltın üzerindeki, yolun ortasındakini kimse görmedi. O yüzden her şeyi duydum, gördüm, bildim. Onlar bana bunları yapmadı. Yine asfaltın ortasındayım işte. Karşı kaldırımı ve karşı kaldırımın karşısındaki kaldırımı izliyorum. Ben hiçbir zaman karşı kaldırımlara ait olmadım, olamayacağım da. Karşı kaldırımlar da beni kabullenmeyecek. Durum bu, böyle yaşayıp gideceğiz. 39

Ama olur da bir gün yolun ortasında, o gözünüzün önünde duran şeylere bir bakarsanız beni görür, duyar, bilir, bulur ve anlarsınız. Hatta bana bir çözüm bile bulabilirsiniz. Bir gün karşı kaldırımdan yolunuz düşerse yolun ortasına, ben oradayım. Beklerim bir ömür boyunca.

SELİN GÖÇEN 11.01.2015


MUCİZE Ayrıcalıklı bir sevdanın Kurşun geçirmez yelekleriyiz Ayrıcalıklı gökyüzünde büyümüş Mucize dolu mavilikleriz Terk edilmiş şehirlerin Sabaha çıkamamış kedilerin İçinden geçirdiği ruhları Biz ki seninle Tohumları ekmeden toprağa Yetiştirdik dünleri yarınlara Tutulmalı dedik akla Okyanusları aşarak Yarattık bir kıtayı birlikte Ve kıvrılan yeni bir ırmağın İçine koyduk balıkları Yaşattığımız canları Boğduk bir kaşık suda Yaşanmamış bir baharı Yağdırdık bulutlardan

MİRAY ÖZDEN KIRAN

40


EY DELİ Görmez misin Mecnun’u tanıdı mı bir tas çorbada çehresini, Bilmez misin Ferhat’ın elinden düşen kazmayı? Dersin, Hepsini bilirim bir de seni, herkes kendi hikâyesinin kahramanı değil mi? Bir gün elinden kazma da düşer, çıkarsın kör kuyularından, Tanırsın kendini elindeki tastan. Açarsın beni beklettiğin kırk bir kapını. Ey deli, dönüp bir bak ettiğimiz kelamlara. Hiç mi anlamadın beni? Senin aşkına düştüğümden beri her gün gerdiler çarmıha beni. Şimdi sorarsın dayanabilir misin ruhunun çarmıha gerilmesine diye. Beni ayakta tutan ne sanırsın ki? Senin yolunda beslediğim havf ve reca olmasa çarmıha nasıl dayanabilirdim ki… … Ey deli, nefesimin yettiği kadar sana nefes olsam, Sana varmak için kırk bir gün oruç mu tutsam? Kendi içimde mi kaybolsam, sende mi kaybolsam? … Gündüzlerimi geceye çeviren deli, vuslatına ermek için daha ne kadar beklemeli? … Anladım ki sana varmak için kırk bir sokak var. Kırk bir sabır, kırk bir şükür var. Şimdi hangisinden başlayayım? Kelamıma ettiğin kelama şükürden mi? Beklettiğin kırk bir kapıya sabırdan mı? Yoksa kırık dökük kırk bir sokağından mı? ... Ey deli, sevda değil midir insana olmazı olduran, Acıyı da tatlıyı da sevdiren? Olmazlarınla seni sevmesem ne kalır geriye senden?

ALYA KARADAĞ

41


SİPARİŞ Ön koltukların birinden izlediğin hayat Tanrının senin için sipariş ettiği midir? Belki her iki tarafın da kazanç elde etmediği? Etinden kirini soyunur gibi boşalıyorsun yılları Saçlarından başlıyor hep günlerinin yitmeleri Ceplerinde biriktirdiğin onca çamura batmalar Bir de inadına soluyorsun işte söylenen yalanları Kiminin cilası âlâ, kimisinin ikinci el değeri yok Sırtına yüklediğin inadın omuzlarını kemiriyor Bana bak! Yok aslında miladın. Şaşırmalıydın Yok yere dövülmüşlüğün, ihlal edilişlerin Sınır tanımaz nefret sundular sana sustuğunda En acısı da senin gibilerine bitimsiz ayna oluşun Korkunun ecele faydası var mı, deyişin yakışıklı Tutup seni bulutlara asacaklar bir gün bilmiyorsun Yüz kaç gün direndin gözleri mağara adamlara? Yüz kaç gün dayanacak kayıtsızlığın plazası? Hayırlısı neyse o olsun, dediğinde ölüm kazanır Ön koltukların birinden beğenmediğin hayat Tanrının senin için sipariş ettiği değil midir? Belki her iki tarafı korkunç zarara uğrattığı?

EMRE GÜRKAN KANMAZ

42



ERTESİ GÜN REPLİKLERİ Teraviye gidiyoruz diye evden çıkıp atari salonlarında cemaatin dağılmasını beklerdik. Oooo tespih namazı var daha onu da bekledik deriz eve gidince diye planlar kurduğum üzerime giydiğim her şeyin bir beden büyük olmasına aldırmadığım zamanlardı. Tüm jetonlarım bitse bile kolumu o tuşların olduğu yere dayayıp ekrandaki kare kare olan parçacıklarına bakardım.

olduğumdaki heyecanımla karışık mutluluğum, babamdan para istediğimde ‘pantolonumu getir’ dediğinde böyle nükleer bir şey taşıyormuşum gibi ciddiyetle yanına gittiğimdeki mutluluk, ne kadar didişip dursak da babamın altın dişleri ve gamzesi ile bana gülümsemesine kadar her şeyi yeniden canlandıran bir insana âşık olmak beni bu denli mutlu etti.

Aldığım Casio saatin ışığı ile yatakta saatlerce oynardım babam beni zorla yatırdığı için. Ki uyku düzensizliğim hep o Parliament’in sunduğu pazar gecesi sinemaları yüzünden... Oysa kumanda da bendim, kanalları hep ben değiştirirdim.

Çünkü “mutluluğum” sorunsuz bir yaşam değil, sorunlarla başa çıkabilmekti tüm hayatım boyunca.

Alpaslan’da top oynadıktan sonra ağzımızı dayayıp su içtiğimiz muslukların tadı bile güzeldi. İçindeki balları emdiğimiz çiçeklerin kokuları sarardı. En son yedi ay önce sabah cennette uyandığımda üstüm başım o koku ile sarılmıştı. Bileğimdeki dövmede de tarihi vardır. O zaman mutlu olduğum birçok şeyi son yedi aydır sanki bir gülüşte, bir bakışta, evimizde yürüdüğü her adımda, onun adımı her seslenişinde buluyorum. Pazar sabahları çizgi filmler, bedava leblebi tozu, bahçelerden çaldığımız organik meyvalar, süt mısır, karalahananın içi, paketin dibinden çıkan soyulmuş çekirdek, sabah uyandığında demlenmiş çay, mahalleye geldiğimde “ulan umarım kızartma kokusu bizim evden geliyordur” dediğim zamanlar, ilk tıraşımı

Herkesin içinde kişiliğin ile gösterdiğin birtakım şeyler vardır. Müzik tarzın, fikirlerin, dünya görüşün. Olduğum kişiliğin bu olduğunu söylediğim ben ve sahip olduğum kişilik. Sadece onun yanında çırılçıplak ve huzurlu olduğum var saydığım için onun yanında hayat buluyor onun yanında yaşadığımı hissediyorum. Seni seviyorum kadın diyeceğim de ne senin için ne de benim için yetersiz bir cümle gibi geliyor, bunu sen de biliyorsun.

OZAN ÇAKIR

44


KARIN NEFESİ Bu gece karın nefesi düşecek kalbine… Paldır küldür bir ayaz vuracak başından, Aklın darmadağın... Korkular ses verecek, yoklama alacak kederler… Belinden çıkardığın gülüşünle, Tek kurşunla vuracaksın alnından… Bugün hem kardeşin, hem sevgilin, hem dostunsun kendine… Pusulan tüm sırlarıyla sabahın içine sızarken, Geceden seni uyandıracak tek çalar saat sabrın olacak… Hayatın bilinmezliği, yarının kaygısına gül verdikçe, Sen dinlenmiş bir nefesle üfleyeceksin neyi… Aşkın neyzeni… Sevginin gözleri… Eşsizliğin yüzü… Tuvaline neşe çalacak, Rengarenk sesler boyayacaksın… Ahdin varoluşun gönderine çekilecek ve sen, Yangınlardan, baharlardan, sarkıtlardan, Bir mevsim doğuracaksın. Elleri sen, Gözleri sen, Yüreği sen.

ORKUN ÖNCÜ

45


SANCI Yaratıcılığın tamir eden gücüne sığınırız. İnsanların, yakasına yapışan, vakti zamanında anını yakmış yak’an anları vardır. Kendinizi tükenmiş hissetmekle tam olarak ölmediğinizi bildiğiniz an’dır. İşte şimdi, bu yakama yakışmış andan kurtulmaya çalışacağım. İnsanın ruhunu yakan tek şey sevgidir. Özlem sevgiden, kin, nefret hatta kıskançlık bile sevgiden filizlenir, yakar. Ateşle oynayan çocukların, üzerine sinen is kokusu gibi kalır içlerinde. Yıkanmadan geçmez. Geçen tek şey insanlığımız. Ama zarar yok, insanlığını geçiren herkes fazla geçmeden başka bir benliğe varır, başka bir felsefede soluklanır. Bu yolculuk da yıkanmadan bitmez. Her şeyi bir kenara bırakıp, birine, bir işe, bir felsefeye sığınmak bu yolculuğun başıdır. Her yolculuk, yolda bıraktıklarınla, yaşadıklarınla veya kendine kattıklarınla ilerler çünkü. Adı mühim değil, (Hiçbir kahramanın adı yollarından mühim değil) Yol’dur yaş’an’an… Her insan kendi yolunu kendine has sanar. İnsanın ilk sancısı buradadır. Hiçbir yol insana has değildir, has olan bir şey aramak lazımsa, bu da insanların yürüyüş biçimleridir. 21.asrın keşfetmekle meşhur bilim insanları kadınların da erkeklerin de kendilerine has bir yürüyüş biçimleri olduğunu keşfettiler. Ama yine de bizler kendi yürüyüşümüzün eşsiz olduğunu sanmakta peşin hükümlü olmayalım. Öyle olduğu su götürmez olsa bile. Hatta yazar bu savı savunsa bile. Meselenin başında da dendiği gibi. Sanmak sancı başlatır. İnsanın ilk sancısı buradadır. Sanmak, san-cı’dır. Sanrılarıyla sancılanan, sancıları ne kadar fazla olursa olsun yollarından dönmeyen, kendilerine has bir biçimde yürümeye devam eden insanlar var. Rümeysa da bunlardan biri.

46


Rümeysa’nın Yürüyüşü Her insanın kendine has yürüyüşü vardır ve yine kendine has bir üşüyüş içerisinde yaşar. Her ne kadar anlatmaya da çalışsak, üşüyüşler okuyarak değil, titreyerek yaşanır. Genelde titreyen insanlar zaman zaman durup ısınmaya çalışırlar. Yaşamak, hayatta kalmak için olmazsa olmazdır bu. İnsanlar yollarını başkalarına anlatarak ısınacaklarını sanırlar, sancılanırlar. “Ben artık dayanamıyorum. Sana anlatmam lazım. Buluşalım mı bugün?” Her yol Her yürüyüş Ve üşüyüş, dinlenmeye değerdir. Kıymetlidir de… Kaçırılmaz. Nihayetinde sancılanan başkasıdır. “Eren yok mu bizim fakültede. Beraber Faysal’ın dersine girdiğimiz. Bir alt dönem.” “Tanıyamadım” “Dur fotoğrafını görünce bilirsin” Ebru gördü, bildi. Isınmadı, ısıtmaya çalıştı. “Çocuktan hoşlanıyorum.” Dedi. Sanıyorum Sancılanıyorum. Demese de anlattı. Bir de şunu anlattı Ebru’ya: “İnsan birini andıkça saplanırdı ona ve anmak çoğu zaman ikinci bir kişiyi de gerektirmediğinden, sanmak çoğu zaman kişisel san-rılarla sancılar yaratır.” *** Kâinatta her şey devrimcidir ve her devrim ötesinde san-cı gizler. Hamile bir kadın, hamile olduğunu anlamadan hemen önce pek âlâ üşüttüğünü san-ıp, mide bulantılarını basit ilaçlarla geçiştirmeye çalışabilir.

47

Ya da bir erkek, artık eskisi gibi atik olamayışını dizlerindeki yorgunluktan değil de kilosundan san-arak, belirsiz bir san-cıya yollanabilir. Peki ya âşık? ***


Rümeysa da sancılar arasında anları seçip anlattı Ebru’ya. Bir müddet konuştu, sonra anlattıklarını tekrar anlattı, sonra tekrar… Tekrardan sıkılınca da gitti itiraf etti sevdiğini sevdiğine. Oğlan ilk olarak şaşırdı. Sonra bilerek ikircikli konuştu. “Belki,” dedi. “Belki sevebilirim seni. Ben insanları tanıyarak sevebilenlerdenim. Tanımadan sevemem ki…” Rümeysa oğlan kendini tanıyabilsin diye her şeyi döktü indirdi. Rümeysa evine gelen misafir çocuğa âşık olmuş, bütün oyuncaklarını, bebeklerini hatta uçurtmalarını bile onun önüne sermişti. Çocuk hepsiyle on dakika oynayıp bıraktı bütün oyuncakları. Eğlenmeye acıkmayan çocuklara yüreğiniz bildiğiniz oyuncakları emanet etmemek gerektiğini henüz bilmiyordu ki. Hepsini sevilmek için yaptı. Freud her eylemin temelinde cinselliği görüyor. Eksik… İnsan bilinci belki bir tahterevalli gibi. Bir taraf sevgi arıyor, diğer taraf cinsellik için kolları sıvıyor. Ya da tam tersi. Bir taraf cinsellik için kolları sıvamışken diğeri sevilme umuduyla yaklaşıyor. Rümeysa sevgi aradı köşe bucak. Her kenarda, her minderin altında sevgisizlik izleri buldu, bulmasına buldu da, görmezden geldi. Oğlan da bu görmezden gelişleri sevdi. Seviyorum seni, dedi. Başarmıştı Rümeysa. Ebru’yla şöyle böyle kutladılar hatta. Gezdiler, hediyeleştiler, sarıldılar ve öpüştüler. Yürüyüş, öpüşüşle kontrolsüzleşti. Çirkinleşti. Yola gizler ve sırlar gömmeyi gerektirdi. Her kadın gibi bütün gizleri yola ağlayarak gömdü Rümeysa… Siz de takdir edersiniz, yol boyu ara ara elleriyle çukurlar ve mezarlar kazan bir kadın olmuştu Rümeysa, çukur açmaya ve gömmeye alışmıştı, insanlardan rahat kopmaya başladı. Yalnızlaşmıyor, romantikleşiyor ve aşkın gerektirdiklerini yapıyordu. Ama hiçbir erkeğe cazip gelmezdi avuçları toprak kokan bir kadın. Birden terk edildi, öyle, pat diye. Telefonlar önce açılmadı, sonra hatlar kullanılmadı. Rümeysa bir sancıdan ani bir ağlama kriziyle, titreyişle çıktı, hala kurtulamadı. Sancılardan zor kurtulur insan çünkü.

AHMET ÖZMEN

48


Bize Eserlerinizi Gรถnderin ankararinca@gmail.com


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.