Ankararınca Dergi Sayı: 5

Page 1


KONUR SOKAK | KÜLTÜR TOLGA KAL (Rıza Mühendisliği ve Edward Bernays)

BESTEKAR SOKAK | SANAT

İÇİNDEKİLER

EYLÜL AYI ETKİNLİK TAKVİMİ

KARANFİL SOKAK | EDEBİYAT ALİ TONUÇ (Elveda) ALYA KARADAĞ (Rengarenk) AYSU UĞUR (Bir Akşam Sohbeti) AYZER BAŞEĞMEZ (Gör, Duy, Konuş, Kokla, Hisset!) BERAT YILDIZ (Tabure) ÇAĞIN ÖZBİLGİ (Beş Çekmeceli Şiir) FAHRİ KÜÇÜK (Bir Kadın Bir Hayvan Bir De Sinema Salonu) GEZGİN DELİ DERVİŞ (Yitirdim)


GİZEM ARI (Son Matem) HAMDİ OĞULHAN TÜNAY (Başka Apolet) İBRAHİM YILMAZ (Zühre Yıldızı) KÜBRA KÖROĞLU (Ak Sakallı Meşe ‘Yürü’ Dedi…) NURBANU TURAN (Kırk Kafes) ONUR SEMİZ (Hayatımız) SAFA EROL (Dünyaya Fazla Mıyız?) SENA SABCIOĞLU (Eylül’ün Hikâyesi) SOSRUKO (Çağ Değişimi) TARIK MATEM (İpi Kopmak Üzere Olan Uçurtma) VOLKAN ARSLAN (Rahimden Toprağa)



Karınca Kararınca Kültür Sanat Edebiyat

GENEL YAYIN YÖNETMENİ EBRU BEKTAŞOĞLU İÇERİK EDİTÖRÜ/TASARIMCI AYÇA SEZER WEB DÜZENLEME FURKAN CEYLAN SOSYAL MEDYA YÖNETİCİSİ EBRU BEKTAŞOĞLU KAPAK TASARIM TAHİR KESKİN EMEKÇİLER ALİ TEKAY ALİ TONUÇ ALYA KARADAĞ AYÇA SEZER AYSU UĞUR AYZER BAŞEĞMEZ BERAT YILDIZ ÇAĞIN ÖZBİLGİ EBRU BEKTAŞOĞLU FAHRİ KÜÇÜK GEZGİN DELİ DERVİŞ GİZEM ARI HAMDİ OĞULHAN TÜNAY İBRAHİM YILMAZ KÜBRA KÖROĞLU NURBANU TURAN ONUR SEMİZ SAFA EROL SENA SABCIOĞLU SOSRUKO TARIK MATEM TOLGA KAL VOLKAN ARSLAN SPONSORLUK BURAK YANANLI REKLAM VE İŞ BİRLİKLERİ İÇİN ankararinca@gmail.com ANKARARINCA DERGİ İLETİŞİM ankararinca@gmail.com YAYIN TÜRÜ : Süreli aylık YAYIN TARİHİ : EYLÜL 2017 ISSN-2587-1102 facebook.com/ankararinca

twitter.com/ankararinca

instagram.com/dergi_ankararinca



Her Mevsim Yeni Bir Başlangıç Yazı kısmen de olsa geride bıraktığımız, sonbahara kucak açtığımız bu şairane Eylül ayında, birbirinden kıymetli ve incelikli kalemlerden çıkan eserlerle 5. sayımızı yayına almanın haklı sevinci ve gururu var gözlerimizde. Hem önceki sayılarımızdan edindiğimiz tecrübelerle hem de günden güne büyüyen ekibimizle var gücümüzle çalışıyor; kültür, sanat ve edebiyatın ışığında aydınlık sayılara hazırlanıyor, düşlerimizi büyütüyoruz. Sonbahar, edebiyatın en sevdiği mevsimdir. Sararan yapraklar şiirle bütünleşir. Yeni bir başlangıcı müjdeler, her mevsim. Yepyeni hayallere gebedir. Biz de daha gür bir ses, daha dolu sayılar ve daha geniş bir aile için sizlerin de desteği ve emeğiyle pek güzel kararlar almış bulunmaktayız. Sizi de bu kararlarla karşılaştırmak için sabırsızlanmaktayız.

Hayallerimize inanan, ortak olan, hayallerimizi büyüten ve ileriye taşımak için özveriyle çabalayan tüm emekçi dostlarımıza kalpten teşekkürlerimizle... Şiirle kalın... Ne diyordu şair: “Her ömrün bir Eylül’ü vardır.”

EBRU BEKTAŞOĞLU

6


konur sokak kĂźltĂźr


‘’Ankara bir düşler kentidir. Kentin kendisi insanları düşler dünyasına taşıdıgından degil: İnsan Ankara’da düş kurmadan yaşayamaz da ondan.’’


KüItür her şeyi okuyup unuttuktan sonra, akIınızda kaIanIardır.

André Gide


Ankararınca | KÜLTÜR

RIZA MÜHENDİSLİĞİ VE EDWARD BERNAYS

“İnsanlar, içlerindeki gizli dürtüler doyurulduğunda birer uslu çocuğa dönüşür.” Edward L. Bernays

2

0. yüzyılın başlarında, Freud tarafından insanın zihninin derinliklerinde saklı ilkel, cinsel ve saldırgan dürtüler keşfedilmişti. Bu dürtüler kontrol edilmediği takdirde bireyler ve toplum, kaos içinde yok olmaya sürüklenebilirdi. İktidarı elinde tutanların kitlesel demokrasi çağında tehlikeli kalabalıkları kontrol etmesi için, Freud’un açığa çıkardığı bu bilgiler kullanıldı. Bernays Freud olan amcasının insan hakkındaki fikirlerini alıp, kitlelerin manipülasyonu için kullanan ilk kişiydi. Amerikan Şirketlerine ve siyasetçilerine, insanların bilinçdışı arzularıyla, seri üretim mallarını ilişkilendirerek, ihtiyacı olmayan şeyleri isteyip, satın almaları için nasıl ikna edileceklerini o öğretti. Sonra da buradan yola çıkarak insanların nasıl manipüle edileceğine dair siyasi fikirler çıkmış oldu. Bugün bütün dünyayı saran, sadece tüketen insan modeli bu bilgilerle başlamış oldu. Cinsel temellere dayandığı için ilk önceleri utanç verici bulunan Freud’un düşünceleri, bilinçli pazarlama yöntemleriyle psikanaliz dünyasının baş tacı olmuştur. Yüzyıl kadar önce derinlerde bulunan duygu dünyanızı başkalarıyla paylaşmak, kendinizi ona satmış olmak kadar kötü kabul edilirdi. Mantıksal seviyede yüksek bir kontrol ve öğrenilmiş davranışlar itibar görüyordu. Size saygı duyulması

için kontrollü davranışlar göstermeniz gerekiyordu. Arzu ve duygularınızı tüm çıplaklığıyla paylaşmak ayıp olarak değerlendirilen unsurlar arasındaydı. Freud içteki ilkel tüm duyguların rüyalarla yüzeye çıktığını söylüyordu. Tehlikeli duygularımız sürekli bastırılıyordu. Her birimizin bir bariyer ile korunan derinliklerimiz olduğunu ortaya çıkardı. Derinlerimizdeki ben ile yüzeydeki ben asla birbiriyle yüzleşmiyordu. Derinlerdeki benin cinsel, ilkel ve saldırgan istekleri vardı. Bernays amcasının ‘’Psikanalize Giriş’’ kitabını özümseyerek kendine yeni bir bakış açısı geliştirme yoluna gitti. Bilinçdışını manipüle ederek, paralar kazanıp kazanamayacağını merak etti. İnsanların duygularıyla oynanırsa yönlendirilebileceğini düşündü. Olgusal değil, duygusal bilgilerle çalışılırsa etki etmenin çok daha kolay olduğunun farkına vardı ve popüler gruplar üzerinde deneyler yapmaya başladı. “Bir arabaya ihtiyacınız var demek yerine, bir arabanız olduğunda kendinizi iyi hissedersiniz, demek” bilinçaltı arzularını körükleyen daha ticari kazanımlı bir satış yöntemi olarak değerlendirilmişti. Bernays, bir nesne ile kurulan duygusal bağlantının ne kadar önemli olduğunu fark edip, ticareti profesyonel olarak kullanarak tüketim kültürünün oluşmasında temel ögeleri oluşturmuştur.

10


Bernays “Kitle İkna Teknikleri”ni oluşturmaya başladı. Kadın dergileriyle işe başlandı. Ünlü kadın yıldızlar kullanılarak reklamlar yapıldı ve kadın tüketicilerin arzularına göndermeler yapıldı. Her kadın bir film yıldızı gibi ihtişamlı olmalıydı. Amerikan filmlerinin içine ünlü ürünlerin reklamları kondu. Arabanın erkeklerin cinsel güçlerinin sembolü olduğu vurgulandı. Ürünlerin insanlara iyi geleceğine dair bazı psikologlara yazılar yazdırıldı. Herkesin aynı tip giyinmesinin bireysel kişilik ifadesinde yetersiz olduğu vurgulanıp, farklılaştırma göstermek adına tüketim kanalları açılmış oldu. Bernays kişilerle bireysel iletişim kurmakta zorlanan, etkisiz görünümlü birisiydi. İnsanları birer birer değil kitlesel gruplar olarak düşünen, algılayan, beyinlerini okuyabilen bir yapıdaydı. Bernays’a göre kişiler demokrasi kavramı içinde yetkilendirilirse yanlış oylar verebilirlerdi, bu yüzden yukarıdan yönlendirilmeleri gerekiyordu. Aydınlanmış despotizm, insanların arzularına, fark edilmemiş özlemlerine hitap ederek, en derin korkularını kullanarak sermaye adına kullanmaya başla-

TOLGA KAL

11

dı. Kitlesel demokrasiyi yönetmenin yeni yapısı ortaya çıkmış oldu. Bu düşüncenin merkezinde tüketen birey vardı. Ekonomiyi yürüten, tüketerek mutlu olan, uyum sağlayarak devletlere sorun çıkarmayan dengeli toplum hedeflenmişti ve hedefe ulaşmak için sarf edilen çabalar olumlu sonuçlar vermeye başladı. Gerçek demokrasi, iktidar ilişkilerini değiştirecek yapıya sahiptir. İktidar ilişkilerinin korunduğu yapı demokrasi değil, psikolojik bir uyku olarak karşımıza çıkar. İnsanların derin arzu, korku ve duygularına yönelik göndermelerle gerçekleştirilen iktidarlar, kitlelerin gerçek faydalarına hizmet etmezler. Yeni nesilin olması gereken bilinç seviyesini kendi açımdan değerlendirmem gerekirse tüm doygunluklarını yaşamış, kendinin ve çevresinin farkında olan, hazlarını, arzularını iyi tanıyan, bu nedenle de arzularının kölesi olmayan bir jenerasyon hayali bana göre temelleri yere sağlam basan bir heykel kaidesi gibi kalıcı temelli sonuçları ortaya çıkaracağı inancındayım.



BESTEKAR SOKAK

sanat


‘’Kırmızıdır su senin bakışından yeşil bir serinliktir Ankara’da o çeşmedir Kale’de birdenbire karşınıza çıkan çünkü kırmızıdır su benim aşkımdan.’’


Sanat, gĂśzIerimize inanamamÄąza yarar.

Kari Kraus


Ankararınca | SANAT

Tiyatrosu olan bir ülkede kötülükler, çirkinlikler, yanlışlıklar sürüp gitmez. William Hazlitt 1.43 Ratgaraj | Farabi Sahnesi

19 Eylül Salı 20.30

Alo Karımla Evleniyorum | Garaj Sahne

22 Eylül Cuma 20.00

16


Bavul | 4 Mevsim Tiyatro Sln

22 Eylül Cuma 20.00

Ünsüz Kadınlar | Garaj Sahne

23 Eylül Cumartesi 20.00

Bir Delinin Hatıra Defteri | 4 Mevsim Tiyatro Sln

1 Ekim Pazar 20.30 KAYNAK: BİLETİX DÜZENLEYEN: AYÇA SEZER 17



KARANFIL SOKAK EDEBIYAT


‘‘Solfasol otobüsüne binelim sıkışıktır, Yakın olmanı istiyorum bana. Asu gel, bir kere daha deneyelim.’’

ALİ CENGİZKAN


Edebiyat; gençliği yetiştirir, yaşlılara zevk verir, ikbalde süs, felakette teselli ve sığınak olur.

Molière


Ankararınca | EDEBİYAT

HAYATIMIZ Hayatımız: üç tarafı kötülük, ayrılık ve mutsuzluklarla çevrili bir oyun alanıdır. Etrafı sınırlarla çevrili olan hayatımız; çocukluk, ergenlik, âşık olma ve ayrılık acısı çekmekten ibaret dört evreden oluşur. Hayatımızın 1/16’sı âşık olacak birini aramakla geçerken yalnızca 4/27’si aşkla geçer, geri kalanı da ayrılık acısıyla doludur.

edilmez çünkü mutlu insanları kimse sevmez. Mutsuz insanları mutlu eden tek şey, kendilerinden daha mutsuz olan insanların hikâyeleridir. Mutsuzluklarla dolu olan hayatımızda aşk gibi mutlu şeyler de var var ama kaçımız biliyoruz gerçekten ne anlama geldiğini, öylesine söyleyip geçiyoruz işte. Aşkın ne anlama geldiğini bilmediğimiz hayatımızın küçük bir dilimini aşkla geçirip tükettiğimizden büyük bir bölümünü ayrılık acısıyla geçirdiğimiz için mutsuz yaşarız.

Bir oyun alanı olan hayatımızda, her sabah uyandığımızda bize biçilmiş rollere bürünür ve sahnedeki yerlerimizi alırız. Sınırlarını bizim çizmediğimiz hayatımızda, sahnelerini bizim yazmadığımız oyunlarda, rollerini bizim beSabahları işe gidip akşamları eve gelip ertelirlemediğimiz karakterlerle oyunlar oynarız, güçlü durma oyunları, başarılı olma oyunları… si sabah tekrar işe gitmek zorunda olduğumuz En anlamsız oyunumuz da mutluluk oyunudur. hayatımızda hangi ara Müslüm Gürses’le hayatımıza isyan edip, Oğuz Atay’la hayatımızla Masallardaki sonlara denk gelen mutluluk, dalga geçip, Cemal Süreya ile aşkımızı düşlerhayatımızda baş tarafta tercih edildiğinden de okşayıp ayrılık acımızla şiirler yazacağız? ve mutlu insanların sıkıcı insanlar olduğun- Bir de bize özgürlüğü satıyorlar, %20 indirimdan, mutluluk hayatımızda tercih edilmez. ler, bir alana bir bedavalar, 140 karakterli hikâAyrıca hayatımızda tercih edilmeyen mutlu- yeler… Ruhumuz esir alınmış ruhumuz, bedeluk; romanlarda, şiirlerde, şarkılarda da tercih nimiz özgür olsa ne olur?

ONUR SEMİZ

22


RAHİMDEN TOPRAĞA İçimi açarım, aldırış etmem kalabalığa insan en çok yaralı olduğunda görünmez olur yardıma muhtaç değilim bir ele ihtiyacım olmadı. Gözlerimi evimin damında kuruturum güneşin en acımasız kızgınlığında kendim için bir yolculuğa çıktım tamamlanmak niyetine ayaklarımı sürüdüm yol bittiğinde daha da eksiktim her nefes alışverişimde bir parça bırakmışım yolunu bitiremeyenlerin cesetlerini gördüm baktım uzunca bir cümle kurmak istedim ölümden uzun bir cümle bulamadım. Sahipsiz kalan birkaç düş paçama bulaşmış yolumun sonunda düştüler, saçlarımın uçlarından düşen ahlar, vahlarım ile. kendimi bulmak için çıkmıştım neden eksildi parçalarım bana ait değilmiş dedim bana ait olmayan ne varsa taşıdım yıllarca bazen biri oldu, bazen bir düş bana ait değildi hiçbiri gece yarısı uykusuzluk nöbetlerinde Antidepresan niyetine enjekte etmişim benim olmayan ne varsa bedenime zihnim bulanık yol almışım sağa sola savrulmuşum kimse olmak istemedim ben kendim olmak için çıktığım rahimden, toprağa uzanan serüvene kendim olamadım kendim olmayı istemek asıl suçtu kendisi olmayıp roller çalanların ülkesinde yaşamak işte bu kadar ağırdı elveda diyemedim şimdi yoldan geçen ve kendini bulmak isteyen biri olursa düşlerimi götürsün paçalarında düşlerim görmesin iskeletimi aynalarda gülerdim herkesin uyuduğu saatlerde aslında

23

VOLKAN ARSLAN


RENGARENK Kapkara gözlerim vardı benim, kömürden daha kara Çok dualar edildi olmasın bahtım kara... Sonra sen girdin hayatıma, Geldiğin gün başladı bende bir yalancı bahar Sandım ki kuşlar her gün cıvıldayacak, güneş her gün doğacak, Çiçekler her gün açacak, çalgılar hep aşk şarkıları çalacak. Neden sonra anladım ki hiçbir şey eskisi gibi olmayacak Kara gözlerimle rengârenk baktığım dünyamda Artık kuşlar cıvıldamıyor, güneş hiç doğmuyor, çiçekler hiç açmıyor… Bilemedim renklerimi geldiğin gün soldurmaya başladığını Göremedim güneşimi söndürdüğünü, aşk şarkılarımı susturduğunu. … Artık yeşili seçemez olmuştum bana verdiğin karanlık dünyada Oysaki yeşil demek huzur demekti, kafanı yastığa koyduğunda rüyalara dalmak demekti. Anlık sevinçlerim olan sarıyı da kaybetmiştim, Artık ufak şeyler de mutlu edemezdi beni. Kırmızım vardı, ben kırmızıydım, heyecandım, herkese candım, Sen canıma kast ettin… Beyazın en saf hali bendim, onu çalıp bana siyahlarını hediye ettin. Göremedim, kayboldum bilmediğim sokaklarda Kırk kapı gezdim, kırk birinci kapıda seni terk edip gittim. Gittiğim gün açıldı gözlerim, çıktım çıkılmaz denen sokaklardan Açmaz dediğim çiçekler açtı, çalmaz dediğim şarkılar çaldı Doğmaz dediğim güneş doğdu. Şimdi yine eskisi gibiyim rengârenk. Her gün daha güçlü bir kadın çiziyorum aynalara Seni terk ettiğim güne şükrederek

ALYA KARADAĞ

24


İPİ KOPMAK ÜZERE OLAN UÇURTMA Tanrının turuncu parmakları değmiş saçlarına Birazcık üflemiş doğumundan bin yıl evvel Ve dalgalanmış o deniz kokan bakır saçların Sevda sokaklarında geziyor gülüşün. Pembe yanaklarını kenara çekil diye iterken, Yüzündeki o öpülesi kırmızı, Gençliğimden birkaç anıyı yağmalıyor. Rüzgârla bir olup gitmesini istediğim uçurtmayı Bağlayamam bir ağacın dalına şimdi. Bağlasam bile o ip zaten uçurtmayı tutmaya yetmez Kopar gider yol gelip düştüğünde aklıma O bozkırlar ve dağlardan birkaç sessiz anı ile beraber İşte böyle bakır saçlı güzel İpi kopmak üzere olan bir uçurtmayı uçurma şimdi rüzgâra karşı İp elinde kalır, uçurtma rüzgârın koynuna girer.

TARIK MATEM

25


SON MATEM Kim görmüş üç bucak dünyayı Kim ne anlamış sultanlıktan Bu ay menzilli yıldızlar, dağ, taş, hava Kaç kıyamet seyretmiş başımızdan Bilinmez ya, hep bir gelir seferler Ama ne dönen olur çıktığı yoldan Bekler evvela insan, Ta beşikten sevdayı Ve tutuştuğu közü rüzgardan, Bekler hiç sönmeyecek yangını Ölümü unuttuğundan Bense bir defterden özge öksüz Kalemim, hayalim, sözüm, son şiirim Gideceğim üstü apaçık gecede, yüksüz Borcum olsun ey dost Beni iki satır arasına gömünüz

GİZEM ARI

26


KIRK KAFES Gökyüzünün turuncuya dönmesini bekledi o gece saatlerce. “Bekleme bu gece olmaz.” dedim, duymadı. Pencere kenarındaki eski sedirden saatlerdir kalkmamıştı. Çoğunlukla gözünü yoldan ayırmıyor olsa da arada bir tahta basamaklardan kendi çocukluğunun inip içeri gelmesini bekliyor gibi kapıya dalıyordu gözleri. “Bekleme gelmez bu gece.” dedim, duydu. Hiçbir şeye alınacak hali yoktu.

sıya kelebek gömülmez, biliyordu. “Gelse, şarkı söylerdi yeşil elbisesi içinde. O vakit çocukluğum bile ikişer üçer atlar gelir tahta basamaklardan.” dedi. “Gelmez.” denmezdi. İlk karşılaştıkları anı hatırladı. Hiç bilmediği bir şehirde telefonda ona caddenin neresinde beklediğini anlatırken kırmızı ışıkta arabalar durmuştu, insanlar hatta zaman bile durmuştu. Yolun karşısında öylece gülümsemişti kadın.

Babaannesinden kalma eski vitrine baktı bir ara. Eskilerin çok değer verdikleri siyah beyaz fotoğrafları vitrin camlarının arkasında koruma telaşlarını görmemi istedi galiba. Tozlanmış fincanların hemen önünde gülümseyen insanları izledik. Kaç gün olmuştu gideli? Hesaplamak istedi, gücü yetmedi. Bazıları gider ve gittikleri anda zaman biter. Annesi de öyle gitmişti, biliyordu bu hissi. Mahalledeki çocuklardan dayak yemişti o sabah. Eve geldiğinde yaraları vardı, annesi yoktu. Ondan sonra hep yaraları oldu, kimse yoktu. “Şimdi gelse, yeşil elbisesiyle hem de.” dedi. Hayır, annesinden söz etmiyordu. Onu hiç yeşil bir elbise içinde görmemişti oysa. Yine de yeşil olsun istiyordu. Gökyüzü turuncu ve elbisesi yeşil… Sak-

Her terk edilen kendini en büyük aşık ilan eder ilk birkaç gün. Sonra insan birini özlemeye bile alışır. Her gün sabah kahvesi sonrası özler mesela zamanla. Ama hayır, o alışmamıştı daha. Başını pencereye yaslamış yeşiller içinde gelip şarkı söylemesini beklerken yeni bir gökyüzü keşfedecek kadar heyecanlı duruyordu. “O son yıldızdan düşmeyecektik.” dedi.

NURBANU TURAN

27

Bir an yeşil elbisesi içinde kendisine doğru yürürken gördü onu. İnanamadı sahi olduğuna. Elleriyle gözlerini ovuşturdu. Oturduğu sandalyede irkildi o anda. Film ellinci dakikadan devam ediyordu. Sanat filmlerinden asla anlamadığını düşündü. Bilgisayarı kapadı.


BAŞKA APOLET kollarındayım kollarındayım ve erkek kardeşimin kasıklarından düştüm dünyaya kambur hüviyetim katoliktir biraz biz kısmi sefiller horoz şekerine taparız sen de tap alnımda birikmiş bütün belalar fiyakalı bir kavganın eşiğinde magandalar/ yağmalarken bedenimi bir apolet gibi yapışmışsın göğsüme biraz korkuya meyil etmişim tedirginim kaçamadım beddualardan yani annemin âh ettiği her şeyden kendimden kırıntılara basma sakın günahtır sen de bir günahın vebali olacaksın bu şiir kulağıma fısıldadığın ulvi ıslaklığı çağrıştırmıyorsa hezeyan değil de nedir olsa olsa fakir bir yürek çarpıntısı zaten bir çift mercan gözlü balıklarımız da oval kürelere sevdalı bizim bir gayretimiz yok yaşamak dışında korkarak korkarak korkarak

HAMDİ OĞULHAN TÜNAY

28



GÖR, DUY, KONUŞ, KOKLA, HİSSET! Yeni eğitim öğretim yılının ilk haftasının son günüydü. Okulda ders zilinin ardından tüm öğrenciler İstiklal Marşı’nı söylemek için bahçede toplandı. Öğrenciler İstiklal Marşı’nı söyledikten sonra kimisi servislere doğru yöneliyor kimisi de okuldan kendisini alacak kişiyi meraklı gözlerle arıyordu. Ece’yi ise annesi ve babası işte olacağından yaşlı dedesi Fadıl alacaktı. Bütün okul dağıldı fakat Fadıl hala Ece’yi almaya gelmemişti. Ece yalnız başına okuldaki kaldırıma oturmuş dedesinin gelmesini bekliyordu. Fadıl sonunda geldi ve torunu Ece’nin çantasını bir eline aldı diğer eliyle de Ece’nin elini tuttu ve eve gitmek için yola koyuldular. Yolda yürürken Fadıl Ece’ye okulun ilk haftasının nasıl geçtiğini sordu. Ece de Fadıl’a çok heyecanlı olduğunu ve öğretmeninin sınıfa ilk haftadan ödev verdiğini söyledi. Fadıl ne ödevi diye sorduğunda Ece ‘beş duyu organının neler olduğunu ve ne işe yaradıklarını bir kağıda yazıp ilk derste öğretmenimize teslim edecekmişiz bana yardım edebilir misin dede?’ dedi. Fadıl torunu Ece’ye ‘tabi ki yardımcı olurum dedesinin maviş gözlüsü’ dedi. Fadıl ve Ece eve geldiler Ece bir an evvel ödevini bitirip hafta sonunu rahat geçirmek istiyordu. Fadıl çayı demledikten sonra balkona geldi ve ödevi hazırlamaya başladılar. Fadıl: Gözler ne işe yarar Ece? Ece: Görmeye tabi ki dede.

Ece: Ama dilimiz tatmaya yarar dimi dede? Fadıl: Dil tabi ki tatmaya da yarar fakat bence dil kimilerinin baskısı altında ezilip bükülmüş konuşamayan insanların sesi olup onlara layık olduklarını hatırlatmak adına konuşmanın aracıdır. Fadıl: Bir de burnumuz var tabi. Ece: Burnumuz koku almaya yarar dimi dede? Fadıl: Burnumuz koku üzerinden iyi ve kötü olanı ayırt etmemize yarar. Hakikatte burnumuz iyiyi bulma yolunda iz sürmemizi sağlar. Ece: Son olarak ellerimiz var dokunmak, hissetmek için. Fadıl: Ellerimiz düşürülmüş olan mazlumun tekrardan ayağa kalkması adına ona olacağımız destek için vardır. Fadıl: Şimdi sana çok güzel bir soru bakalım anlattıklarımı ne kadar anlamışsın. Eğer bir insanın bu beş duyu organı hiç ama hiç çalışmıyorsa o insana ne olmuş olur? Ece: O insan ölmüş ya da bitkisel hayatta demektir dede. Fadıl: Hadi diyelim ki senin dediğin gibi olsun.

Fadıl: Aslında gözler etrafında olup biteni gözlemleyebileceğin yaşadığın coğrafyadaki insanların Fadıl: (Hafif bir gülümseme ile) söyleyeceklerimi ne zorluklarla yaşamlarına devam ettiklerini görüp sakın unutma! Sen daha çok küçüksün büyüdükçe bu beş duyu organını kullanman gerektiği gibi kulunutmamanı sağlayandır. lanırsan ölülerin aslında yerin altında değil yerin Fadıl: Peki kulaklarımız? üstünde de olabileceğini fark edeceksin. Lakin bu beş duyu organını son derece iyi kullananlar beEce: Duymaya değil mi? denen yanımızda olmasalar bile ölmez kalplerde yaşarlar. Fadıl: Kulaklarımız yardıma muhtaç insanların attıkları çığlıkları duymamız için vardır.

AYZER BAŞEĞMEZ

30


EYLÜL’ÜN HİKÂYESİ sormadın ki derdini dinlemedin ki hikâyesini neden güzdür mevsimi? neden kalbinin derinliklerinde saklıdır acıları? oyunlardan kovulmuş küskün bir çocuktur eylül, hep kırgındır gözyaşlarını yağmur sanırsınız öfkeyle koşarken sokaklarda sert rüzgarlar esip dağıtır her yanı kanar elleri avuçlarındaki kırık hayalleriyle kırmızıya boyar şehri sen hüzünlenirsin ama kızma sakın hepimiz bir zamanlar eylül kadar yalnızdık...

SENA SABCIOĞLU

31


YİTİRDİM İnsanlığa dair ne varsa Bir bir yitirdim Ne çocuk saflığım Ne onurum Ne de gururum kaldı Sevda dedikleri ateşten gömleği Giydim giyeli... Ne sevdim diyene inandım ne de sevdiğime Güvendim... Yaşamımı hiçbir zaman Düz bir çizgide tutmadım Bir çizgim de olmadı kendime özgü... Çirkinliğime hayıflanırken Biri çıkageldi Bunu da yüzüme vurdu Oysa tam da bunu sevdiği için Gelmişti... Dedim ya ne inanabildim Ne de güvenebildim... Sevdim, sevdi Güvenmedim, güvendi… Cemreler bile düşerken Havaya Suya Toprağa Bir ben düşmedim Onun sevdasında sakladığı İnanca Güven duygusuna... Sorsalar bana dünyadaki en büyük işkenceci Kim diye? Hiç düşünmeden ben derim. İnsan sevdiğine böyle eder mi? Hangi türkünün neresinde Seven sevdiğine Eder böyle. Yoksa dinlediğim türküler Değil miydi Can esirgemeyen cananından? Kasırgalar kemirmeli Aç bir fare gibi yüreğimi Sahipsiz bir kadavra olmalıyım tıpın çaylak ellerinde…

GEZGİN DELİ DERVİŞ

32


ELVEDA Sıradan bir şiir gibi değil Garip bir hayat benimkisi Özlemiyorum artık ne seni ne o sıcak nefesini ne de sesini Her şey bitti annenin sevgisi yavrusuna olan martıların tutkusu simide karşı ve de yalnızlığı tüm aşıkların Balıklar, yunuslar, dev okyanuslar Ve kargalar, kırlangıçlar, hatta martılar bile anlamıştı sevgimi Her şey bitti balıklar dizildi sofraya tabaklarda martılar son kez geçti boğazdan ve saklandı kırlangıçlar köşe bucak Bir rakı açıldı sofraya Zifiri karanlığa gömüldü tüm şehir birkaç dize döküldü boş kağıda Yoksun diye dolmadı kadeh Çok içtim diyen olmadı sabah -yoksun hissetmiyordu artık ve yoksun diye ağlamadı adamKimse kalmadı sokakta gece hiç ses çıkmıyordu koca şehirden Bitti diyen olmadı bu sefer Sessizce gömüldü seneler içeriye elveda bile diyemeden…

ALİ TONUÇ 33


BİR KADIN BİR HAYVAN BİR DE SİNEMA SALONU Artı on sekiz dram oluyoruz bir beni üşütüyor Buz Devri Külotuma sokma elini Tarık sana ılık bana soğuk terletiyor hatıramız Memelerimin alerjisi var karanlığa gözleri kör Avuçlarını toplar mısın lütfen başını içimde bir yerlere çarpıyor Dudaklarımı kanırtıyor cüretkâr bakışları B9un Enseme üflenen ılık nefesin sahibi biraz da sen oluyorsun Biraz biraz kurbanlık oluyorum ben Kulak memelerimi ıslatan dilin olmuyor seviyorum dediğin ağzın içine Yalvarırım koru insanlığını dişlerin sarkıyor kanıma ‘’Biz’’e küçük ‘’onlar’’a tam olmuş bu salonda taşmıyor mu avuçlarından popom Dökülen belimi görgüsüz kollarından iki koltuk yandaki kıvırcık sübyen topluyor gözleriyle Oysa yârin yanağından gayri diyordu bir peygamber hadislerinde Senin yolundan çözersek problemi geometrisi bozulacak hayatımın Matematiğin su götürmez doğruluğunu aldatamayacağımızı bildiğin halde paralel yapılanmalarla Vermemi istiyorsun taviz hakkımı yazmak için benime tahrik cildime tahriş ruhuma tahrip Bu şeytan üçgeninin ortasında bırakma göbeğimi su kenarında ürkek bir ceylan gibi Cüzdan kıyılarına saplanmış kondom kurşunlarıyla ardı çok sorulu darbeler vuranlardan mısın cebinde mendil taşıyan

34


Hangi gece yarısından çaldın ruhunun karanlık coğrafyalarını Bu işgal etme arzun bu köpek balığı sevecenliğin bu amerikalı tavrın İçten içe kurutuşun bir kurt gibi bizi bu kemiksizliğin Ölüm günü yok takvimde soğuk savaş hallerimizin İnan ki İsa’yı doğuran Meryem aşkına Teşekkür ederim etime olan arzundan ötürü Tarık fakat ruhumu bıçaklıyorsun Kucaklıyorsun bütün aç sikleri kalbime saplıyorsun Saklıyorsun ardında görüyorum bir demet gül yerine bir sepet taş Süreyya oluyorum adım kötüye çıkıyor yazgım kanıyor kurnaz sesinin falında Cebindeki alyans kutusunun içinde halkalı mizacıyla karanlık yarınlar tutuyorsun Susuyorsun tüküreceğin ihaneti şimdilik Tarık hissediyorum var bu hallerinde bir ibnelik Zırhımız olsun bu ellerin bu da ellerim pamuktur karartma Hadi hayvanlığını topla da filmi izleyelim Görebilirsin burnunu kullan papatya sürdüm saçlarıma Yanaklarımda ılıcak bir yaz akşamı uyuyor İçinde şefkat geçen bir ninni söyle Alnımın ortasında esneyen bir kuş sevecenliği yapabilirsin bırak etimi ağzından Kalbine al şu dizginlerini şiirci beyin akıt sözlerini gözlerime ‘’Ben senin yasaklı bölgelerini değil Ben senin ya saklı bölgeni arzulamışsam’’

35

FAHRİ KÜÇÜK


DÜNYAYA FAZLA MIYIZ? Dünyanın yaşam yolculuğu yaklaşık 5 milyar yıldır sürüyor. Dünya üzerinde ilk canlı ise birçok farklı görüş olmasıyla beraber Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’ne (MIT) göre 640 milyon yıl öncesine kadar uzanan bir deniz süngeridir. Anatomik olarak ilk çağdaş insan kalıntıları ise 195.000 yıl öncesine aittir. Geçtiğimiz günlerde konuşmasında dünyada canlı ömrünün 1000 yıldan daha az kaldığını ve artık yıldızlara bakmamız gerektiğini söyleyen ünlü astrofizikçi Hawking, bu sorunun dolaylı yoldan cevabını veriyor. Evet, biz insanlar dünyayı kirlettik ve gidiyoruz.

şartı “ön yargı”yı sağlamış oluyoruz. Ben doğada özdeş türden bir hayvanın diğerini kurtarabilecekken ölmesine göz yumduğunu hiç görmedim. Ben doğada dişi hayvan istemediği sürece onunla zorla birlikte olan hayvan da görmedim. Yazarın dediği gibi, doğa en iyi öğretmendir. Keşke biz insanlar da biraz hayvan olabilsek.

Dilimize yerici bir ifade olarak yerleşmiş “hayvan” betimlemesi çoğu zaman cümlede hak etmediği yerde kullanılıyor. Misal; “hayvan gibi”, “hayvani arzularla” ve benzeri ifadeler. Bu sayede de insan olmanın ilk

Sonuç olarak evet, biz dünyaya fazlayız. Bu yetmezmiş gibi bir de elimizi güvercin yumurtalarına değdirdik. Umurumuzun iki gözü de kör. Bu günah yetmez mi bize? Aşk olsun bize. Aşk olsun.

Varlığını devam ettirebilmesi insana ihtiyaç duyan bir canlı gördünüz mü?

Hayır, ben hiç görmedim. Çünkü yeryüzünde hiçbir canlı insan kadar muhtaç değildir. İnsanlık tarih boyunca yeryüzündeki en büMaalesef dünyanın “iskânı” biz insanla- yük günah olmuştur. ra ait değildir. Ben bunu avuç içleri küçük bir çocukken öğrenmiştim. Tek katlı, soluk Yıldızları gökyüzüne küstürdük. Dev plazarenkli müstakil evimizin bahçesinde bir kuş ların ışıklarından dilek tutacağımız “kayan yuvasının içine bakma cesaretini gösterdi- yıldızları” göremez olduk. Medeniyet adı alğim zaman iki yumurta olduğunu gördüm. tında kesmediğimiz ağaç, zehirlemediğimiz Çok küçüklerdi. Yavaşça elime aldım. O za- nehir, öldürmediğimiz çocuk kaldı mı? mana dek avucumun içinde kaybolan tek şeydi. Ertesi gün tekrar yuvaya bakmaya “Medeniyetin amacı birbirini öldürmeye gittiğimde yuva kasıtlı olarak bozulmuş, uğraşmak mıdır, yoksa kardeşliğin kurulyumurtalar yerde çatlamış halde duruyor- masına çare aramak mı? Düşünülürse kan du. Güvercin benim elimin dokunmasıyla dökmek bakımından bugünkü ileri insankirlenmiş yumurtaları artık kabul etmiyor- ların mağaralarda, taş kovuklarında, adeta du. İşte o zaman insan elinin değdiği her inlerde yaşayıp da üzerlerine saldırdıkları şeyin zavallı bir halde olacağını anladım. O avlarını tırnaklarıyla, dişleriyle paralayarak zaman Tanrı’dan beni hayvana dönüştür- yiyen vahşi atalarından çok farkları yok…” mesini dilemiştim. sözleriyle yazar ne kadar da haklı öyleyse.

SAFA EROL

36


ZÜHRE YILDIZI Yere ve göğe hükmeden gövdesinde paslı bıçakların oynaştığı çınar gibi sızlar yaralarım. Günahkâr tutkuların en kuytu yerinde tütsülenir yaşamlar kandiller aydınlatır gecemizi harabe bir sunakta ıslak saçlı kadınların ayak bileklerinde ince bir çan sesi yüreğimin tınısına eşlik eder hamam kubbesi derinliğinde Erzurum işi tespih tanesi gözlerini muska gibi taşıyorum düşlerimde boncuk boncuk zifiri karanlıkta zühre yıldızı gibi.

İBRAHİM YILMAZ

37



ÇAĞ DEĞİŞİMİ kalbinin kalbimi terkedişi çağ değişimine neden oldu kalbim sevgi çağından sevgisizlik çağına geçti çağ değişimi sessizce meydana geldi zarifçe kabul etti kalbim kalbinin gidişini gitmen ile kalbimin sokakları banka dükkanları ile doldu zaten halk aşksızsa sokaklar banka dükkanları ile doludur dememiş miydi zarif bir şair kalbimin ağaçları bir gecede ansızın kesildi kalplerimizin oturup çay içtiği tümseğin manzarası eskiden ağaçlarla doluyken şimdi duvarları yeşil boyalı villalarla doldu bir yüzyıl önce sevgisizlikten kurtardığın kalbim yıllardır sevgisizlik ile çevrilmiş durumda sevgi getireceğiz diye başka kalplerden kalbime yapılan müdahaleler sevgisizliği güçlendirmekten başka bir işe yaramadı sevgisizlik yüceltilirken, sevgi yere batırıldı sevgisizlik abideleri kalbimin her yanını kapladı kalbimdeki sevgi abideleri ise sessizce yok edildi eskiden sevgi iyilikti, dostluktu, emekti şimdi sevgisizlik iyilik, dostluk, emek oldu leyla için düşmedi çöllere mecnun şirin için dağları delmedi ferhat artık sevgi dedelerin torunlarına anlattığı bir masaldan ibaret kaldı sevgisizliği yenip sevgiyi kalbime hakim kılma ümidiyle akın var sevgisizliğe akın sevgisizliği zaptedeceğiz sevgisizliğin zaptı yakın

SOSRUKO

39


BİR AKŞAM SOHBETİ Hava serinlemişti. Yuvarlak masanın bir ucunda ben oturmuştum bir ucunda o. Masalar birbirine çok yakın ve sıkışıktı. Bir türlü rahat oturamadım. Hafif bir müzik çalıyordu, loş ışıklar vardı masalarda. Sessizce oturduktan sonra konuşmaya başladı;

dum. - Acıyı biliyorsun ama şiddetini bilmiyorsun. + Nasıl yani? Bir an acıdı sonra geçti işte.

- Dünyada adalet yok ki. Hayvanlara bile. - Geçer. Muhtemelen mutluluğu da biliyorKedi ve köpekleri tatlı tatlı severken, fare- sun. den karıncadan tiksiniyoruz. Galiba onların + Tabi biliyorum. Mutlu olduğum zamanlar da suçu var olmak sadece. var, nedenlerim var. Nereden geldi bu konuya anlamadım. Hak- Dünyada herkese yetecek kadar acı var lıydı. ama herkese yetecek kadar mutluluk var mı + Ama bazıları da hiçbirini ‘tatlı tatlı’ sev- ondan emin değilim. miyor. Afallamıştım. Zaman zaman ben de öyle düşünürdüm. Kendimi iyi düşünmeye zor- O da onların sorunu. larken gerçekleri de göz ardı edemezdim. Yorgun bir gün geçirmiştim. Konuşmaya Bunları söyleyen kişi ya derin düşüncelere halim yoktu. Acaba bir kitapta okuduğu dalmış biri olmalıydı ya da saçmalıyordu. şeyleri mi anlatıyordu bana? Aniden kolu- Tavırlarından saçmalamadığını anladım. Tüm bu düşüncelerle zihnimi hem doldurmu çimdikledi: muş hem de boşaltmıştı. İki çay söylemiştik. Onunki çoktan bitmişti, benimki hala - Acıyı hissettin mi? Kafamı salladım. Şaşkın gözlerle bakıyor- buz gibi duruyordu ellerimin arasında…

AYSU UĞUR

40


BEŞ ÇEKMECELİ ŞİİR birinci çekmece “ve nedense bu yüzümün yarısını görmezlikten gelişim kendimi bilmeyiş/im = seni biliş/im” insanlardan kaçtıkça ezberlediğim şiirler artıyor közümü dizelere gömüyorum göğsümde pike yapan kör kuşlar uçuyor kör gözlerimden çiseliyor -âh açılıyor birinci çekmece ve eskidikçe acısı artan bir aşk çıkıyor içinden ikinci çekmece kırar içimdeki sevinci mum ışığında sayfaları daha da sararan defter -neymişim ben, ne olmuş bana? direnen bir soru işareti var her cümlemin sonunda yalnızlığım körelen bir bıçak gibi üstüne gittikçe yineliyor keskinliğini -günler sürtünüp geçiyor düşlerime dudaklarıma astığım fotoğraf açılıyor ikinci çekmece ve öpülmekten yorgun bir fotoğraf çıkıyor içinden üçüncü çekmece kendi kendine köpüren bir deniz mi bedenim? tuz benim yerime dudaklarımı emiyor tüyü bitmemiş bir betim perdeye vurdukça güneş pembe sesleriyle sıcak bir nefes gibi tütüyor tenimdeki yaşlanmış hücreler bölünüyor kınımda yeni yetme bir direnç göveriyor açılıyor üçüncü çekmece ve yapılması muhtemel bir devrim çıkıyor içinden

41


dördüncü çekmece ustura ağzında çığlıktan yelkenlerim dürbünümün ucunda keşfedilmemiş ülkeler doğayla baş başa gerçekleştireceğim tırmanışımı dişlerimin arasında -hep- ekşimsi bir tadı olacak hayatın çarkım eski zamanların anısına burçak burçak dönecek açılıyor dördüncü çekmece ve alnı ak, düşleri sarı, elleri nasırlı insanlar çıkıyor içinden beşinci çekmece rayihalar arasından kokusuz geçtim incindim; yol boylarında kan gülleri, gelincikler uçurumlarına küller döken suskunluğundan yıldızlarımı söndürdüğün gecelere uzanıyor ellerin kül rengi atların direncimi zorluyor hadi durma! üstüme sür dünyanın bütün atlarını açılıyor beşinci çekmece ve yüreği nallanmış bir adam çıkıyor içinden

çağınözbilgi

42


TABURE duyulmaz bir çığlıktır bu herkes sağırdır. bir daha konuşmazsın ve anlatamadığında susarsın. bir yağmura tutulmuş gibiyim dinmek bilmeyen bir yağmur, sürüklüyor bir yerlere evleri evler ile birlikte beni akıntıya karşı ne kadar yüzebilir ki insan, ve kim görebilir aydınlığı karanlığa batmadan. içimde yaşadığım sarsıntıları ben size anlatamam. hayat denen ağırlığı inanın kaldıramam. bu çiçekli bahçelerde yürümeyi kim öğretti bize? her an bir rüzgâr var görmüyor musunuz? bizi yıkmaya çalışan, çabalıyoruz, yıkılmayacağız diyoruz kendimizi yerde buluyoruz.

43


anlattım ve döktüm kelimeleri kelimelerle ağladım sana kelimelerle yandım. en çok da sana yandım yıkılıyoruz sandın çektim çıkardım ceketimi çıkarıp o duvara astım. senin bedeninde bir darağacı yaptım, çıktım tabureye kendimi astım. dünya sarsıldı ve kelimeler ağladı, anlatamadın kimseye ama sen de yandın. çekildin o sandığın bir köşesine oturup ağladın. herkes sırayla yanar, unutma, dedim güldün, inanmadın ardımdan gelip sen de o tabureden atladın.

BERAT YILDIZ

44


AK SAKALLI MEŞE ‘YÜRÜ’ DEDİ… Arabanın yarıya kadar açık camından kolunu dışa- Bir akasya kokusu geçince yüzünün önünden, rı uzattı. Bir süre öylece avuçladı rüzgârı. İçeri do- şehri geride bıraktığını anladı. Ak sakallı meşeleri lan esintinin dağıttığı saçlarını düzeltti sol eliyle. arkasına alıp, oturdu toprağın üzerine. Ağaçların taç utangaçlığından baktı gökyüzüne.Uzaktan göDünyaya ilk kez gelmiş gibi baktı etrafına. Yüz- ren birileri olsaydı eğer, yaşadığı an için şükürler yıllardır kayıptı sanki. Evrenin arka sokaklarında içinde olduğunu düşünürdü. döne dolaşa dünyayı aramış, bulduğunda da kendisini onun gürültüsüne, şekline, rengine, kokusu- Büyük bir özlem duydu içinde. Neye ya da kime olna bırakıvermiş gibiydi. duğunu bilmediği bir özlem… Bir sevgili, bir baba, belki bir ev… Paça boyundaki pay gibi söktü uzattı Sağda bir yerde inmek istediğini söyledi şoföre, saklı kalan özlemini. dünyanın kelimelerine ne kadar da çabuk alışmıştı. Oturup öylece beklemek iyi gelmeyecekti. Ak sakallı meşe ‘yürü’ dedi, yürümeye devam etti. Kaldırım taşlarına baka baka yürümeye başladı. Açık pencereden yarı beline kadar sarkan bir çoAdımları onu gitmek istemediği bir yere götürür cuk gibiydi kalbi. Biraz ürkek, biraz heyecanlı… gibiydi. Daha önce gitmemek için kendini engellediği bir yere… Önce ağaçların arasından, sonra insanların arasından, sonra yeniden ağaçların arasından geçti. İnsanlar geçmeye başladı yanından. Bakışları kal- Ve kayboldu. Bazen ait olduğun yeri bulman için dırım taşlarından yüzlere kaydı. Tek tek baktı göz- kaybolman gerekirdi. lerine, bazılarını kaçırdığı da oldu. Bir şey arıyor gibiydi, mühim bir şey, ama ne? Daha önce görmediği yüzler gördü, daha önce tanımadığı ağaçlar tanıdı, daha önce basmadığı Zihninde birbirine eklenirken düşünceler, bir ki- topraklara bastı. Yürümek değildi bu aslında, kaçtapta okuduğu ve altını çizdiği o cümleyi yineledi: maktı. “Yüzler, yüreklere hiç benzemiyor.” Dönemeyeceği bir yere gidince dünyadan kaçaDaldırdı elini sol kaburgasının altına, kendi yüreği- cağını sandı. Ama ‘için’ seninle geldiği müddetçe ni yokladı. Dilin, ağrıyan dişi yoklaması gibiydi bu. dünyadan kaçılmazdı. Çivi gibi bir acı vardı içinde. Çaktırmamak içindi tüm çabası. Arapçada ‘aşağıda olma’ kökünden gelirdi dünya. Yani dünyaya gelinmezdi aslında, dünyaya düşüAcısını göz göze geldiği insanların da görmesin- lürdü. Kaçabilmek için yükselmek gerekirdi. den korktu. Yeniden eğdi başını öne. Hızlandırdı adımlarını. Bu yüzden en haklı isyanlardan biriydi bu: “Tanrım dünyaya beni sen attın!” Bir süre sonra kaldırım yerini toprak yola bırakmış, insanlar geride kalmıştı. Yolun nereye çıkacağını “Git bi’ yüzünü yıka gel” her şeyin ilacı değil mi düşünmeden yürümeye devam etti. Kendi içine at- bu? Ve bırak sana ağırlık yapan her şeyi, yükseltığını sandı adımlarını, her keresinde. mek için…

KÜBRA KÖROĞLU

45


Bize Eserlerinizi Gรถnderin ankararinca@gmail.com


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.