Ankararınca Dergi Sayı: 10

Page 1


‘’ben sana mecburum bilemezsin içimi seninle ısıtıyorum’’

Bu kez, Türk şiirinin kasketli şairi Attilâ İlhan’ın dizeleriyle başladım söze. Bir Ankararınca sayısında daha sizlerleyiz. Çok şaşırtıcı bir şekilde bu yaz Ankara’ya daha önce hiç yağmadığı kadar yağmur yağdı. Neredeyse her günümüz gök gürültüsü, şimşek ve rüzgârla geçti. Ben bir Karadenizli olarak ömrümde böyle bir yağışa ilk kez Ankara’da şahit oldum. Temmuz ayına gelsek de kimi zaman üşüyoruz doğal olarak. İnsan nasıl soğuktan korunmak isterse insanlardan da korunmak istiyor. İnsanlar kötüyse kitaplara sığınıyor, yazarın da söylediği gibi. Kimi zaman bir dizeyle, kimi zaman hayatında tutunacağı en sağlam dallar olan birkaç sevdiğine sığınıyor, içini böyle ısıtıyor. Yalnızlık buz gibi soğuktur. Mevsimleri, havaları, her şeyi bi’ kenara bırak; yüreğin sıcak mı, ondan haber ver. Bir gülüş, bir tatlı söz, insana ve yeryüzündeki tüm canlılara aynı güzellikte dokunur ve mutluluk verir. Dokunduğumuz güzellikleri, rastladığımız dizeleri sizlerle buluşturduğumuz 10. sayımızı keyifle okumanızı diliyorum. Bu yaz; şiirlere, şarkılara, filmlere, kitaplara ve içinizi ısıtan insanlara tutunduğunuz bir yaz olsun. Şiirce kalın. İmtiyaz Sahibi ve Genel Yayın Yönetmeni Ebru Bektaşoğlu KÜNYE Sorumlu Yazı İşleri – Tasarım | Uğur Hakan Hacıoğlu

facebook.com/ankararinca

Sosyal Medya | Ebru Bektaşoğlu

twitter.com/ankararinca

Kapak Tasarım | Tahir Keskin

instagram.com/dergi_ankararinca

İletişim | ankararinca@gmail.com

issuu.com/ankararincadergi

Yayın Türü | 2 Aylık Yayın Tarihi | Temmuz-Ağustos 2018

ankararinca.tumblr.com

Ankararınca Dergi ekibi olarak; giymediğimiz kullanılabilir durumda olan kıyafetlerimizi www.tarz2.com ‘a göndererek, kıyafetlerimizin el değiştirmesini sağlıyor, sürdürülebilir modayı destekliyoruz. Sizler de giymediğiniz ama gardırobunuzda öylece duran kıyafetlerinizi çöpe atmayıp ihtiyaç sahiplerine verebilir ya da Tarz2’de satabilirsiniz. Hızlı tüketim alışkanlıklarımızı gözden geçirelim ve doğal kaynaklarımızı daha fazla tüketmeyelim. BAŞKA BİR DÜNYA MÜMKÜN.



ZAFER ŞANLI: ‘’ÖNCE HAYAL EDİN, İSTEYİN, ÇALIŞIN. GÖRECEKSİNİZ, BAŞARI ARKASINDAN GELECEKTİR.”

Zafer Şanlı ülkemizin değerli bas gitaristlerinden bir tanesi. Oğlu genç gitarist Tolga Şanlı’nın Manzinga albümünün çıkışının ardından baba - oğul müzik kariyerleriyle ilgili bizlerin sorularını yanıtladı. Oğlunuz da sizin yolunuzdan ilerleyerek müzisyen oldu. Neler düşünüyorsunuz? Müzisyenliğe ilk adımlarını attığı dönemde ona ne gibi tavsiyelerde bulunmuştunuz? Zafer Şanlı: Oğlumla gurur duyuyorum. Sadece enstrümantist değil üretkenliği ve kişiliği ile beni her zaman çok gururlandırdı. Pes etmeden sürekli çalıştı. Lise yıllarında katıldığı iki müzik yarışmasında en iyi gitarist ödülü alması ve dünyanın en iyi müzik okullarından biri olan Boston Berklee College Of MusicAkademisi’nden burs kazanması ile başarısının tamamıyla kendisinin çabaları ve çok çalışması ile gerçekleştirdiğini bizlere gösterdi. Bunları anlatmamın sebebi başarı bir anda gelmez. Tabi ki yeteneğin önemli bir yeri var ama geri kalanı azimle yılmadan çalışmaktır. Kendisine disiplinli çalışmasını, araştırmacı olmasını, kişisel gelişimine önem vermesini sürekli tavsiye ettim, bu tavsiyelerimi öğrencilerime ve bu mesleğe gönül vermiş bütün genç kardeşlerime de tavsiye ediyorum. Müzisyen bir ailede yetiştiniz. Müzik ile iç içe olan hayatınızın ilk yıllarından ve müzisyenliğe adımınızı atmaya karar vermenizden bizlere bahseder misiniz? Tolga Şanlı: Ailemin yönlendirmesiyle tüm hayatım boyunca müzikle iç içe oldum tabi ki ama ilk başlarda müzisyen olmak gibi bir düşüncem yoktu aslında. Babam da beni buna hiçbir zaman zorlamadı ve bence bu gerçekten önemli bir durum. Sonuçta her insan babasının mesleğini seçmek zorunda değil ve kendi içerisinde bambaşka iş alanlarına ve sanat türlerine yeteneği bulunabilir. 13-14 yaşlarımda babamın arkadaşlarından Volkan Şanda’nın hediye ettiği elektrogitar babamın odasında duvarda asılı olarak duruyordu. Babamın da evde dinlediği Whitesnake - Deep Purple gibi gruplardan etkilenince de onu çalmaya karar verdim. 4

Zaten klasik gitar çalıyordum o sıralarda ama elektrogitar bambaşka bir dünya oldu benim için ve o zaman müziğe bağım çok daha kuvvetlendi. Sonrasında müzisyenliğe adım atmaya karar verdim. Tabi ki bu süreçte evde bir müzisyenin olması büyük avantaj... İlk kişisel albümünüz “Manzinga” dinleyici ile buluştu. Gelen tepkiler nasıl. Memnun musunuz? Tolga Şanlı: Henüz 23 yaşımdayım ama gerçekten birçok kişiyle ve yerde çalışma fırsatı buldum. Ama aklımda olan tek şey her zaman kendi fikirlerimi, bestelerimi çalmak oldu ve ‘’Manzinga’’ bunun ilk adımı. Gelen tepkiler gerçekten kelimelerle anlatamayacağım kadar keyifli ve güzel oldu. Yanınızdaki insanların desteğini hissetmek her zaman çok güzel. Umarım zaman geçtikçe daha fazla kitleye de ulaşır çalışmalarım... Manzinga’da birlikte çalıştınız. Baba – oğul bir albümün yapım sürecinde birlikte çalışmak nasıl bir duygu? Zafer Şanlı: Oğlumla birlikte çalışmak keyifli, heyecan ve gurur vericiydi. Aslında Manzinga albümü şarkıları uzun bir süreçte oluştu ve olgunlaştı. Fakat albümün sound belirleme aranje ve kayıtlarını Tolga yaptı. Çok başarılı müzisyen dostlarımız da bize destek oldular. (Nevzat Yılmaz, Cengiz Tural, Arıkan Sırakaya, Özgür Kurum, Tolga Bilgin, Burak Sarıkahya). Hepsine sonsuz teşekkürler.


Tolga Şanlı: Sadece bu albüm değil genel olarak attığım her adımda ona danıştığım için yeni bir şey olmadı aslında beraber çalışmak. Tabi ki her zaman sevimli bir şekilde ilerlemiyor beraber çalışmalarımız, anlaşmazlıklar da olabiliyor. Ama yanınızda her zaman iyiliğinizi ve doğru olanı düşünen birinin olması, ona danışabiliyor olmanız çok güzel bir durum. Yani hissettiğim duygu, çok şanslı olduğum diyebilirim yanımda olduğu için. İlerleyen süreçte ortak bir albüm yapmayı düşünüyor musunuz? Tolga Şanlı: Düşünüyoruz ve 1-2 yıl içerisinde olacaktır diye düşünüyorum. Zafer Şanlı: Ortak şarkılarımız üzerinde çalışmalarımız devam ediyor. Baba-Oğul albümü yapmak benim en büyük hayalim, en kısa zamanda yapmayı planlıyoruz. Ankara sizin için ne ifade ediyor? Zafer Şanlı: Ankara’da hiç yaşamadım fakat konserler sebebi ile sık sık seyahat ediyorum. Ankara seyircisini her zaman ilgili ve kaliteli bulurum. Ayrıca Ankara çok iyi müzisyenler yetiştirmiş bir şehrimizdir.

Tolga Şanlı: -Birçok şarkıcıyla ve kendi grubum ‘’What Da Funk’’ ‘la sık sık geliyorum. Birçok arkadaşım da Ankara’da yaşıyor. O yüzden her zaman keyifli geçer benim için Ankara konserleri. Rahat hissederim her zaman. Kış ayları için aynı şeyleri söyleyemeyeceğim ama... Ayrıca özellikle WDF konserleri sonrası Anıl’la Rumeli’de çorba içmek ritüelimiz oldu artık. Son olarak okuyucularımıza ne söylemek istersiniz? Tolga Şanlı: Yapmak istediğimiz şeylerin peşinden sonuna kadar gitmek kadar güzel bir şey yok. Umarım herkes hayalleri doğrusunda adımlar atar ve sonunda mutlu olur. Bu albümle beraber benim de başladığım şey bu oldu. Ayrıca ‘’Manzinga’’ ‘yı tüm dijital platformlardan dinleyebilirler, severlerse yanlarındaki insanlarla paylaşabilirler... Müzik paylaştıkça güzel değil mi sonuçta? Sizlere de çok teşekkür ederim bu güzel röportaj için. Zafer Şanlı: Öncelikle derginiz hakkında düşüncelerimi iletmek isterim. Ülkemizin kültür ve sanat alanında yavaşladığı bir dönemde değerli yazar kadronuz ve güzel bir içerik ile bu boşluğu doldurduğunuz için sizlere teşekkür ediyorum. Ankararınca takipçilerinden ricam ise böyle değerli bir dergiyi yalnız bırakmasınlar. Birkaç kelime de genç kardeşlerime söylemek isterim. Önce hayal edin, isteyin, çalışın. Göreceksiniz, başarı arkasından gelecektir. Sevgiler … Röportaj: Uğur Hakan Hacıoğlu

5



AYET AYDIN ÇAKUŞ: “AHMET GÜVENÇ ÇOK MEŞHUR OLDU KURTALAN EKSPRES SAYESİNDE. ONUNLA BİRLİKTE BUNALIM İSMİ YAŞADI.”

Sorular, Grup Bunalım, Ter, Tank, Elçiler gibi önemli gruplarda bulundunuz. Müzik kariyerinizdeki dönüm noktası sizce neydi? Sorular sayesinde Cem Karaca bizi bulmuştu. Dönüm noktası budur. Cem Karaca ve Apaşlar yazlık sinemalarda konserler veriyordu, bizim mahalledeki yazlık sinemada konsere gelmişlerdi, bir ilk grup aramışlardı onlardan önce konseri açmak için ve Sorular bu konseri açtı. O akşam Cem Karaca bizleri eline aldı ve menajerimiz oldu. O hafta içinde ilk plağımız için imza atmıştık ve grubun ismini Bunalımlar diye değiştirmiştik. Bunalımlar ismi Cem Karaca tarafından gelmişti. Birkaç sene sonra Bunalımlar ismini Grup Bunalım diye değiştirdik. Sorular ve Bunalımlar gruplarının ilk kadroları şu şekildeydi; gitar ve vokal Aydın Çakuş, basgitar Ahmet Güvenç, davul Hüseyin Sultanoğlu… Grup Bunalım’ın kadrosu ise gitar ve vokal Aydın Çakuş, basgitar Melik Yirmibir, gitar Berk Yenal, davul Nur Yenal… Tabii Bunalımlar sayesinde ismimiz Türkiye’de duyuldu ve ilk plak çıktı. Taş Var Köpek Yok/Yeter Artık Kadın ilk plağımızdı. Diğer yer aldığım gruplardan da kısaca bahsetmek gerekirse Ter; Erkin Koray’ın arkasında kurulmuştu. Gitar Aydın Çakuş, davul Nur Yenal, basgitar Özkan Uğur idi. Yalnız bir plak yaptık Erkin ile birlikte. Hor Görme Garibi ve Züleyha olarak. Yalnız bir konser vermiştik ardından Erkin’den ayrıldık. Haramiler ile birlikte çok önemli bir Türkiye turu yapmıştık. Tank; aktör Fikret Hakan’ın arkasında kurulmuştur. Aydın Çakuş gitarda, Nur Yenal davulda, Moğolların orgcusu Kılıç Danışman, Moğolların basçısı Taner Öngür… Müthiş bir gruptu ama gazino sahipleri Fikret Hakan’ın batı müziğini yapmasını istemediler ve grup dağılmıştı. Elçiler; Erol Büyükburç’un arkasında kurulmuştu. Bir Türkiye turu yaptık. Sonunda gruptan ayrılmıştım.

Cem Karaca, “Sorular” grubundayken menajerinizdi. O günlere değinmek ister misiniz? Cem Karaca menajer olarak Sorular grubunu eline aldığı zaman bütün konserlerde Cem Karaca ve Apaşlardan önce çalmıştık. İsmimiz de Bunalımlar olarak değişmişti. Tabii birdenbire ismimiz gazete ve dergilerde çıkmaya başladı. Müzik severler sayesinde her tarafa yayılmıştık. O günlerde konserler halk tarafından çok desteklenmişti. Birdenbire ismimiz etrafta yayılmaya başladı. Grup Bunalım ülkemizde halen bilinen ve ilgi gören bir grup. Bunca yılın geçmesine rağmen Bunalımlar’ın takip edilmesini ve dinlenmesini neye bağlıyorsunuz? Bu çok güzel bir soru. Grup Bunalımlar’ın takip edilmesinin sebebi; Grup Bunalımlar gibi Türkiye’de grup yoktu. Konserlerde hep İngilizce şarkılar söyledik. Bu durumu müzik severler gayet iyi karşılamıştı. Sanki Avrupalı bir grup gibiydik. Bunca sene sonra daha hala hatırlanıyoruz. Tabii Ahmet Güvenç çok meşhur oldu Kurtalan Ekspres sayesinde. Onunla birlikte Bunalım ismi yaşadı. Bir dönem Erol Büyükburç ile çalıştınız. Kendisi ile birlikte çalışmanın size ne gibi tecrübeler kattığını bize anlatır mısınız? Erol Büyükburç ile çalışmam tabii ki benim tarzımda bir müzik değildi ama bana bayağı yer vermişti grupta. Nihat Orerel davulcuydu o grupta, büyük bir Türkiye turu yapmıştık. Tabii müzik severlere konserler vermiştik. Erol Büyükburç hakikaten çok oturaklı bir insandı. Bizlere vakit ayırıp sorularımızı yanıtladığınız için çok teşekkür ederiz. Çok teşekkürler alakanıza. Bütün kardeşlerime candan sevgiler ve selamlar. Röportaj: Uğur Hakan Hacıoğlu 7



ALİ KOCATEPE: “FARKLI KUŞAKLARIN BEĞENİSİNİ KAZANABİLMEK GÜZEL BİR DUYGU.”

Sanat hayatında yarım asırdan fazla süredir üretim halinde olan ve 300’ün üzerinde müzik eserinin altında imzası bulunan Ali Kocatepe yeni sayımız için bizlerin sorularını yanıtladı. “Hey Gidi Dünya Hey” ve “Dertli Gönül” şarkılarınız çıktıkları dönem oldukça ilgi görmeyi başaran ve haftalarca listelerde birinci olan çalışmalardı. Bu yapıtlarınızın halen tazeliğini koruyup dinlenebilir olmalarını neye bağlıyorsunuz? Türkiye’de Türk pop müziğinin, Türk rock müziğinin tırmanışa geçtiği dönemlerde iz bırakan şarkılar üretmişiz. 60’ların sonu ve 70’ler, bugünlerin başlangıcını müjdeliyordu. Çok özgün ve müziğimize yön veren şarkılar yazıldı ve bestelendi. Radyo dönemleri ve televizyonun ilk yıllarıydı. TRT bizleri geniş kitlelere duyurabilen tek yayın organıydı. “Hey” Dergisi müziğin gelişmesine büyük katkı verdi… “Hey Gidi Dünya Hey” Toplu İğne Beste Yarışması sayesinde ortaya çıktı. 44 yıldır neredeyse repertuvarına almayan sanatçı kalmadı. Bugün hala gündemde. Demek ki sağlam bir melodi ve herkesin sloganı olan bir söz yazmışım. Klasikleşen şarkıların sahibi olmak ve farklı kuşakların beğenisi kazanabilmek güzel bir duygu. 1978 yılında Nükhet Duru ile Güney Kore’de katıldığınız bir müzik yarışmasında büyük bir başarıya imza atıp birincilik ödülü ile ülkemize döndünüz. Bu ödülün hikâyesini anlatır mısınız? “Dostluğa Davet” adlı şarkımı 1978 Eurovision Türkiye elemelerinde Nükhet Duru ve Modern Folk Üçlüsü birlikte seslendirmişti. Final oylamasında büyük bir haksızlık sonucu birinciliği kaybettik. TRT yapılan haksızlığın farkındaydı ve o yıl ilk kez katılacağımız Güney Kore’deki Seul Şarkı yarışmasına bizim şarkımızı ve ekibimizi yollamaya karar verdi. Aranjörümüz Onno Tunç’la birlikte Güney Kore’ye gittik ve Grand Prix’ten sonraki ödülü aldık.

Dünyanın ikinci büyük plak endüstrisine sahip Japonya’dan plak teklifi geldi ama ekibimizdeki bazı arkadaşların programlarını değiştirememesi sonucu Türkiye’ye dönmek zorunda kaldık. Bu fırsatı değerlendirebilseydik enternasyonal çapta bir başarı daha kazanacaktık. Kısmet değilmiş. Ama 1978 yılı birçok açıdan bizlere yararlı oldu ve ödüller getirdi… 1973 yılında İstanbul’da Bir Numara Plakçılık’ı açarak müzik prodüktörlüğü çalışmalarına başladınız. Bir müzisyen olarak size kendi yapım şirketinizi açma kararını aldıran neydi? Proje üretmek ve prodüksiyon yapmak en büyük ideallerimdendi. Genç yaşta popüler oldum. Elime geçen olanakları kendime (şarkıcılığıma) yatırım yapmak için kullanabilirdim ama ben başkalarına el vermeyi tercih ettim. Kendi şirketimi kurduktan sonra yaptığım birçok prodüksiyon baş yapıtlar arasında sayılıyor. Bunun gururunu hiçbir şeye değişmem. Müzik tarihimize en başarılı müzik yapımcılarından biri olarak geçmek ve ideallerimi gerçekleştirmek en büyük mutluluklarımdandır. Ayrıca o albümleri para sermayem olmadan, kişisel hatır ve güven kredilerimle hayata geçirdiğimi de vurgulamak isterim…

9


Sabahattin Ali ve Nazım Hikmet Ran gibi edebiyatımızın önemli yazarlarının şiirlerini bestelediniz. Bu çalışmalarınız sizin için ne anlam ifade ediyor? Bir şiire müzikal bir ruh katmak nasıl bir duygu? Hayran olduğum iki büyük yazarın şiirlerini bestelemek ve o şarkıların büyük kitlelerce benimsenmesi doğru bir şeyler yaptığımın göstergesi. Kariyerimin en çok ses getiren şarkıları oldular. “Melankoli”, “Ben Sana Vurgunum”, “Dağlar”, “Çocuklar Gibi” ve “Geberiyorum”
yıllardır müzikseverlerin dillerinden düşmedi. Adının telaffuz edilmesi sakıncalı görülen şairleri o dönemlerde besteleyip seslendirmek ya da prodüksiyonlarını yapmak da bir cesaret işiydi. Bugün değerlendirildiğinde ne kadar isabetli seçimler ve besteler yaptığımız ortada… Tanju Okan, Fikret Kızılok, Erol Büyükburç, Sezen Aksu birlikte birçok çalışmada yer aldığınız dostlarınızdı. Birlikte çalıştığınız dostlarınızın her birinin müziğinize etkileri nelerdir? Birlikte çalıştığım onlarca sanatçı oldu. Yapımcılığımdan önceki yıllarda gazeteci, radyo ve televizyoncu olarak, inandığım tüm arkadaşlarıma ve benden yaşça büyük, bir önceki kuşaktan gelen dostlarıma hep sahip çıktım. Kimseyi kıskanmadım. Karşılıklı yardımlaştık ve harika ekip çalışmaları içinde olduk. Bir ayrım yapmak istemiyorum.

10

2011’de yazdığım kitapta (Hey Gidi Dünya Hey / Doğan Kitap) 100’e yakın sanatçıyla yaşanmış anılarım ve anekdotlar yer alıyor. 50’den fazla sanatçıyla da “Portreler” adlı bir TV programı gerçekleştirdim. 10 yıl kadar oluyor… Benim müzikte emekleme dönemimde örnek aldığım sanatçı Timur Selçuk’tur… Ankara’nın sizdeki yeri? Okuyucularımıza ne söylemek istersiniz? TRT’nin kuruluş yılında İzmir radyosunda prodüktör olarak göreve başlamıştım. 1970’te Bülend Özveren’le birlikte Ankara yolculuklarımız başladı. Siyah beyaz ve sadece 3 şehirde izlenen TRT televizyonunda “Gençlerle Müzik” diye bir program yapıyorduk. Ankara’da yaşayan Hıncal Uluç da en sevdiğim dostlarımdan olmuştu ve Ankara’ya gidişlerimde onun evinde kalıyordum. 70’lerin başında Kent Otel’in gece kulübünde de şarkılar söyledim, program yaptım. Yetmişlerde Ankara’da unutamayacağım anılar biriktirdim. Ne var ki ben deniz kıyılarının insanıyım ve Ankara’da uzun süre kalamıyorum… Röportaj: Uğur Hakan Hacıoğlu


GASEYAN* Bir sağduyu çağrısı beni uyarıyor... Aklımda kurmaca bir dünya var ve ben bunu içimde yaşatıyorum! Telaffuz aksilikleri kovalıyor böylelikle anlaşılamamakta ısrar ediyorum. Devrik cümlelerden bir yakınma: “GASEYAN, GASEYAN, GASEYAN!” Çekimsiz veya yarı, eş çekimli fiillerden oluştum. Herkes gibi ben de bana verilen rolü oynadım, oynadım ama unutuldum. Kimliksiz bir sokak satıcısıydım, sevgi verene elimi uzattım. Bir selamı bana çok görenlere yazıyorum bu yazıyı. GASEYAN! İrkildim ve ağladım. İrkildim ve ağladım. Dört duvarın arasında dilim dilim doğranırken ben, insanlar bu yakınmayı duymadı. Nefes alıyor olmamı yaşamaya, gülüşlerimi de mutluluğa benzettiler... Kerpiç evlerin duvarı gibi oldum bazı zamanlar, ne tamamen mutlu ettim beni, ne de tamamen mahvoldum. Su taşıdım çoğu zaman aslında. Evet, sadece su taşıdım. Yanan bütün hayatı sadece bir poşet ıslak küle tercih ettim. Sırtlarını döndüler acıdan yana ve yürüdüler, yürüdüler, yürüdüler… Zarlı bir oyundu aslında her şey, oynadım. Sandalyemi çaldılar, ses çıkarmadım. En sonunda evrenin rahmine düştüm. Dünyanın yağlı urganına daha çocukken geçirildim, deneyimlerimden sonra anladım ki; bu dünyada yaşamak için yaratılmamıştım. Denizde boğuldum, acıyı duyumsadım... Kimse görmedi! Kimse görmedi! Koinos kosmos’da her şey normal gibi görünse de idios kosmos’da her şey tarumar. Çocukluktan gençliğe, gençlikten yaşlılığa ve ölüme. Bir familya sürüsü içinden adım adım ayrışmaya… Seyirci olarak bakıyorum artık bütün evrene. Ait olduğum ne bir şehir ne bir ülke var. En az bir psikotik hasta kadar yabancıyım, ölüyüm. Yitiklikten ve bayatlıktan başka bir şey değil hayat. Bunu ilk defa yattığım kadından duymuştum. Ağır ağır hem de yalınayak olmak üzere, üstüne basa basa: “GASEYAN!” Ten kafesinden kurtuluyordum. Az kalmıştı, çok az. Sonra beni yakaladılar, hücreye attılar. Dört odalı evdi aslında yaşam. Çorap söküğü gibi geri geliyordu aksilikler. Durduramadım! İşte, zayıflığın özü: Her vakitte yararsızlığa ve bayağılığın yararına kullanılır. Zayıf bir ruh, bana ancak yaşamadan nefes almayı öğretti. Ama erdemli olma savı da sadece bu ruhlar için geçerliydi. Benim için en elzem olanı daha ilk fırsatta çöpe attım. Susayınca kıymet bilmeye ve yakınmalara başladım. Uyuşturucular, halüsinasyonlar hiçbir zaman gerçeği göstermediler. Onlar sadece beni Ren geyikleri ile dans ettirdiler. Bu anlattıklarımı anlayamayacaksınız. Çünkü temiz değilsiniz ki… Ne çok yalanlarla yaşıyoruz, ne çok sahtelikle. Zaten yaşamak temiz bir canlı için en başından beri olanaksızdı! Kirlisin, kirliyim, kirliyiz… Kendimi sakınmayı düşünmüyorum, keşkelere de muhtaç değilim. Nasıl olsa mahvolmuş ve ölmüş bir adamım. Size kahreden bir şey daha söyleyeyim mi? Ölüm döşeğine düştüğünüz vakit bunları ve bundan öncelerini hatta ilk günah saatinizi tekrar yaşayacaksınız. Ve bunun acısını sizden birikmiş faizleriyle alacaklar. Size bir şeyler anlatmak istedim. Anlayamayacağınız şeyler… Ya hiç dinlemediniz ya da anlamadınız! Bekledim. Bekledim ama gelmediniz. Bir evin vitrinindeki kırılgan, eski bardak gibi kullanılmayı bekledim zamanında. Artık hiçbir şey istemiyorum. Her şeyi alabilirsiniz… “GASEYAN!” Yittim yahut yeniden doğdum şimdi. Yürüyorum. Küllerin ve kara asfaltın üzerinden, dehlizlerden ve kara perçemlerden, bir kitabın önsözünden, denizlerden boğulup geliyorum. Durma, ödülümü hazırla! Ödülümü hazırla! Göktürk Yaşar Not: “Metne Birhan Keskin’in DELİLİRİKLER şiiri esin kaynağı olmuştur.” 11


UNUTTUM Unuttum aynı tasın içindeki gölgemizi Dağların üstüne yığdığımız kaderlerimizi Gözlerimizin kuyusundan yankılanan serzenişlerimizi Kenarları yırtılmış anılarımızı Kolları kırılmış vedasız kapılarımızı Çiy damlası gibi dostluklarımızı Gecelerce sarıldığımız kâbuslarımızı Hayata danışmadan verdiğimiz hediyelerimizi Tarihi geçmiş oyuncak kalplerimizi Bir solukluk ağacımızın saçlarına değen kelebekleri Kalender gezdiğimiz yolların altındaki çıngırakları Bir nefesin meşhur aldatmacasını Elini tuttuğum vakit mehtabın duyulan en şımarık kahkahasını Mahzun saatlerimizin artık yorulmuş çocuklarını Avunma seanslarının metanetsiz canlarını Bunları da unuttum, her şeyi hatırlatacak ellerinizi. Merve Duran

12


EX NİHİLO NİHİL FİT* *hiçlikten, hiçlik çıkar. Halkı olmayan bir hükümdar at meydanında. elimde isyanlarım var elimde gül. bu usu yönetmek bana göre değil, kayıp dişlerim var, o zaman gül. bir tarla faresi kadar değersiz olmamalı üzerime bastığınızda çıkan ses eminim o da ölmek istemezdi, yaşamak kusurundan. ah! buralarda duramam, tutun kollarımdan.. ‘yeni doğmuş bebek umuduyla sallayın düşlerimi’ -yalnız, ben düşeyim boşluktan.

Furkan Gülnar

13


“ŞİİRİN GERÇEK BAŞKENTİ SENSİN” Biliyor musun başkentim nedense Birbirimizden çekiniyoruz ikimiz de, Sen yaslarına hiç yaslanmaz oldun Ben acılarıma yeterince. Cemal Süreya

Ankara, Ankara, güzel Ankara, Seni görmek ister her bahtı kara. Senden yardım ister her düşen dara, Yetersin onlara güzel Ankara. Aka Gündüz

Koşarım bozkırlarda gem bilmeyen bu tayla, Hislerim sürü sürü benim, bağrım da yayla. Ana gibi, yar gibi kaynaştım Ankara’yla, Alnım gökten yukarı, mermerden ak yaşarım. Behçet Kemal Çağlar “Ankara, benim aziz kentim; sen kendini biraz fazla koyverdin, bense gençlik taslıyorum hala. Oysa sende hep bir kuva-yi milliye ruhu olmuştur. ”Birinci Yeni “ sende başladı, “İkinci Yeni” de. Bakıyorum da şimdi herkes İstanbul’a göçüyor. Senin gözün yaşlı, benim kanadım kırık. Oysa bu böyle olmamalıydı. Çünkü şiirin gerçek başkenti sensin. Ölürsem senin toprağına gömülmek isterim. Varsın sende çürüsün bedenim…”

Ankara: Benim şiirim, İstanbul: Herkesin şiiri. Haydar Ergülen

’’Bir şehir ol. Mesela, Ankara gibi… De ki; sokaklarım denize çıkana kadar seveceğim seni…’’

Metin Altıok ‘’Gel, hasret nedir anlatayım sana, Sen deniz ben Ankara’’

14


AYIN KİTAP ÖNERİSİ Ece Ayhan - Kınar Hanımın Denizleri BİR ÖLÜ MACAR CAMBAZ Sonra korkunç gülümsemeler bitti sonra hiç kimseyi göremedim herkes beni arıyordu bir ölü macar cambaz buldu beni buldu beni sam yeli esiyordu denizden ECEGİLLER Sam yeli de dalgınlıklarla bir çocukmuş eğilip barışlıklar çizermiş evler üzerine nasıl bir ağaçdıysak çocukken tümleçleri özneleri nasıl unuttuysak denizde turunç olmak istiyoruz yine turuncuz da. A.PETRO Bir gülüşün var ayakta kötü elbet burcuvalıklarında bir dudak gül gibi Bütün ellerinin sokakları aşktır senin a.petro. GÜL GİBİ KANTO Dipsiz kuyularda analarının kahrı azalmış galata’da iki deli çocuk bacakları uzamış rıhtımda Enlemlerle boylamların denizleri geçişi iki deli çocuğun uyuduğu saatlere rastladığı için onları hiç görmeyecekler işte. KÖTÜ İLGİLERİN GİDİŞİ Buruk bir ezgi seziliyordu içlerinde kinleri gibi renk renk ölmüş atlarını bırakıp tahta pabuçlarıyla gittiler gözlerinde frank krallarının eski hüznü Bir şarap gibi gönüllerimizi alıp çocuk dudaklarında götürdüler anılarının ayrıntısı ve burada bir sürü şarkıları kaldı kumsalda kocaman izlerini siliyor deniz. Fotoğraf-Derleme: Ebru Bektaşoğlu

15



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.