Editörden Hazırlayanlar Tolga Candur Çağrı Durmuş Uğur Can Uludağ
Kapak Görseli Kekova / Çağrı Durmuş
Tasarım Tolga Candur
Haberler ve Çeviriler Uğur Can Uludağ
Reklam ve Halkla İlişkiler tolgacandur@mynet.com
İletişim https://www.facebook.com/Arkeo.Gezii https://www.facebook.com/arkeo.gezi.7
Verdiği destekten dolayı Dağ Medya ailesine teşekkür ederiz.
ArkeoGezi dergisi ile Arkeoloji dünyasından yola çıkıp, popüler tarih, kültürsanat, güncel yazı ve haberle rin yanında, gezi rotaları, çeşitli etkinlikler ve daha fazla sını çok daha geniş kitlelere ulaştırmak amacıyla ülkemiz de kendisine son derece kısıtlı bir yer bulan Arkeoloji ga zeteciliğini yaymak için yeni bir oluşum içerisinde olma nın heyecanını taşımaktayız. Bu dergi, alanlarında uzman akademisyen ve henüz öğrenci arkadaşların aynı potada bilgilerini paylaşarak birbirlerine yaklaşmalarını ve bu sayede bilgi dağılımının geniş kitlelere yayılmasını amaç edinmiştir. Özellikle Arkeoloji öğrencilerinin her türlü yazı, resim, haber vb. paylaşabilecekleri bir yazılı mecra olması vesilesiyle kişilerin bu bilim dalında kendilerine daha fazla özgüven katmaları ve amatör ruhun bilimin ta kendisine nasıl şekil verebileceğinin deneysel arkeolojisi bu çatı altında serbestçe yapılabilecektir. Bu doğrultuda, ilk sayımızda öğrencilerin ‘Neden Arkeoloji’ sorusuna verdiği cevaplar derginin tam bir kimlik haritasını yansıtmaktadır. Ücretsiz edergi olarak ilk sayının yayınlanmasının ardından öncelikle Arkeoloji camiasından; öğrencisinden profesörüne kadar geniş bir kitlede destek bulabilirsek, internet sitesi ve daha sonra da dijital baskı olarak tüm satış noktalarında elinize ulaşabi lecek bir dergi yaratarak bir farkındalık da kamuoyunda oluşacaktır. Böylece ilk başta öğrencinin sahip çıkması gereken bir bilim dalı olan Arkeoloji, okuduğumuz satır lardan başlayıp sit alanlarındaki tarihi dokuya dek somut bir sahipleniş bulacaktır. Bu süreçte, tamamen Arkeolojiye adanmış hayat ların verdiği mücadeleyi kitlesel bir ses olarak kamuoyuna yansıtmamızı sağlayacak olan tüm bireylere ‘Anadolu Arkeolojisi’ için şimdiden sonsuz teşekkürler..
www.dagmedya.net Çağrı Durmuş
İçindekileraralık 2012 Haberler........................................................................ 5
Arkeoloji ve Eskiçağ Tarihinde Çeviri Eser Sorunu..... 13
Arkeolog Çağrı Durmuş İle Söyleşi............................. 17
Dağ Filmleri Festivali................................................... 22
Bir Yok Oluşun Hikayesi "Kaz Dağları"........................ 26
Pompei'de Yaşam ve Ölüm.......................................... 33
Arkeoloji Öğrencilerine Sorduk "Neden Arkeoloji"........ 44
21 Aralık ve Mayalar..................................................... 52
HindistaNepal Kitap Tanıtımı........................................ 54
Üniversitelerimizden Haberler ve Etkinlikler................. 56
Haberler
ORPHEUS'UN DÖNÜŞÜ
Bu ayın en güzel haberlerinden birisi kuşkusuz Orpheus Mozağinin Türkiye'ye iade edilişiydi. İzine 1999 Aralık ayında halka açık bir müza yede rastlanan 18000 yıllık mozaiğin evine dönüş hikayesi ise şöyle.
Dallas Sanat Müzesi Müdürü Maxwell Anderson verdiği röportajda 9 ay önce müzelerinde sergilenen bir mozaiğin Şanlıurfa'da Roma Dönemine ait bir villanın tabanından sökülmüş olabileceğini öğrendiklerini ve yaptıkları araştırmalar sonunucunda mozağinin söküldüğü düşünülen alanın fotoğrafları ile mozağin tamamen uyuştuğunu gördüklerini söyledi. DMX Uluslararası Değişim Programı kapsamında 3 Aralık'ta Dallas Sanat Müzesi yetkilileri ve Türk yetkililer arasında imzalanan anlaşma sonucunda,Orpheus Mozaiği yıllar sonra 9 Aralık vatanına dönmüş oldu. Kültür Bakanı Ertuğrul Günay bizzat İstanbul Arkeoloji Müzesinde ki tanıtım toplantısına katıldı ve mozaik hakkında bilgiler verdi.Vahşi Hayvanları Evcilleştiren Orpheus isimli mozaik Urfa'daki müzenin tamamlanmasından sonra sergilenmeye başlanacak. Oprheus lirini çalmaya başlayınca yabani hayvanları evcilleştiren,akarsuları durduran,ağaçları ve bitkileri bile kontrolü altına alabilen Trakyalı bir ozandır. Mozaikte Oprheus Lirin çalmakta ve etrafına toplanan hayvanlar ise onu dinlemektedir. arkeogezi dergisi
5
Haberler
190 MİLYON
YILLIK DİNAZOR YUMURTASI BULUNDU Güney Afrika'da 1976 yılında bulunan dinazor yumurtalar üzerinde tekrar yapılan araştırmalarda ilginç sonuçlara ulaşıldı. Bulunan 34 yumurta dönemin teknolojisi ile yeterince incelenememiş ve depolara kaldırılmıştı. Geçtiğimiz günlerde tamamanlanan araştırmalara göre yumurtalar 190 milyon yıllık yani bilinen en eski dinazor yumurtalarından tam 100 milyon yıl daha eski. Üstelik bu yumurtalar içerisindede embiryo şeklindede bir dinazor bulundu.
4 ayaklı ve uzun boyunlu bir dinazor türü olan Massospondyluslara ait yumurtalar üzerinde Toronto Üniversitesinden Dr.Robert Reisz ve ekibinin yüksek çözünürlüklü mikroskoplar ile yaptığı çalışmalar sonucunda en eski dinazor fosilide yumurta içerisinde embiryo halde bulundu. Bu keşifin diğer bir önemli yanı ise bir dinazor iskeletinin ne kadar sürede oluştuğunu bize göstermesi.
arkeogezi dergisi
Haberler
Yapılan bu kesif sonucunda bölgede aramaların tekrar ve daha sistemli yapılması planlanıyor. Massospondylus'lar toplu halde yasayan ve yılın belirli dönemlerinde sadece belirledikleri yerlere göç ederek yumurtlayan bir dinazor türü. Bu özellikleri onların farklı farklı bölgelere birçok yumurta bırakmış olabile ceginide gösteriyor. Antropologları heyecanlandıran bu özelligin Mezozoik za man ile ilgili bilgilerimizi gelistirmede şüphesiz katkısı olacaktır.
arkeogezi dergisi
Haberler
İLGİNÇ BİR KEŞİF HABERİ
Adana'da ineklerini otlamaları için meraya salan Yücel Abuska'nın basına ilginç bir olay geldi. Ineklerden birinin aniden çöken bir çukura düstügünü gören ve inegini kurtarmaya giden Abuska farkında olmadan Roma Dönemine ait mezar ların bulundugu bir alanıda kesfetti. Mezarları fark eden ve oldukça sasıran Abuska hemen jandarmaya durumu bildirdi. Jandarma incelemesinden sonra Adana Müze Müdürlügü'nden gelen görevliler bölgede mezarları belgeleyip tutanak tuttular. Müzeden yapı lan açıklamada alınacak izin sonrası kazılara 1 1 .5 içinde baslanacagı ögrenildi.
Fakat bölgede yasayan, olası bir kaçak kazıdan çekinen duyarlı vatandaslar tedirgin. Daha önce birçok eserin tahrip edildigini söyleyen vatandaslar yetkililerin mezarları bir an önce koruma altına almasını istiyor. Bakanlıktan çıkacak onayı bekle yen müze görevlileri ise,eserlerin koruma altına alındıgını ve vatan dasların kendilerine güvenmelerini istedi.
arkeogezi dergisi
Haberler
Homo Heidelbergensis Devrimi
Science Dergisinde yayımlanan bir makale bilim dünyasını karıştırdı. Bazı araştırmacılara göre tarihin yeniden yazılmasına yetecek kadar önemli buluntulara ulaşıldı.
Günümüzden tam 500 bin yıl önce yapılmış keskin kenarlı mızrak uçları bu lundu. Yani Neandertaller ve Homo Sapiens lere ait dilgilerden binlerce yıl önce sine ait. İlk kalıntılarına Almanya'nın Heidelberg bölgesinde bulnuduğu için bu ismi alan Homo Heidelbergensislerin MÖ 600.000 ile 400.000 yılları arasında yaşadığı düşünülüyor. Taş teknolojileri bakımından Homo Erectuslara benzeyen türün çok geniş bir alanada yayıldığı biliniyor. Ortalama boyları 180 cm olan türün kasları ise modern insana göre oldukça gelişmiş durumda.
Ayrıca aynı bölgede bulunan at, gergedan, fil ve geyik kemiklerine bakıl dığında ise bilinçli bir şekilde avlandıklarını görüyoruz. Atapuerca kazılarında bulunan bulgulara göre ise Homo Heidelbergensisler ölülerini gömen ilk tür olma özelliğine sahip. Güney Afrika’da Northern Cape eyaletinde bulunan 13 kalıntı üzerinde çalışma yapan araştırmacılar, dilgilerin doğal oluşumlar değil, Homo Heidelbergensisler tarafından yapıldığını tespit etti. arkeogezi dergisi
Haberler
Dilgilerin birer kopyasını yapan araştırmacılar deneysel arkeoloji yöntemleri ile ölü hayvanlar üzerinde yaptığı denemeler sonucunda kemiklerde oluşan kırıklar ve hasarların bölgede bulunan diğer kalıntılar ile eşleşdiğini belirlerdi. Oldowan teknolojisi ile medeniyet meşalesinin ateşleyen kıvılcımın bilinenin yüz binlerce yıl önce yakıldığı bu araştırmalar ile kanıtlanmış oldu. Üstelik Homo Heildelbergenlerin yaptığı dilgilerin tahta mızrak sapları ile kullanıldığı ve 2 nesneyi birbirlerine özel yapışkanlar ile tutturdukları düşünülüyor.
TARİHLENDİRME ÇALIŞMALARI SÜRÜYOR Karbon 14 yöntemi ile 60.000 yıl öncesine kadar sonuç alınabildiği için farklı yönetemler deneyen ve bir tarih vermekten kaçınan araştırmacılar dilgiler ile ilgili daha kesin bir tarih vermek için uğraşıyor. Aynı bölgede bulunan hayvan fosiller ve toprak örnekleri ile karşılaştırma yapan araştırmacılar bu karşılaştırmaları ise radyasyona maruz kalma yöntemi ile yaptı.Bu yöntem dilgilerin ve fosillerin toprağa karışmadan önce en son ne zaman ısıya ve güneş ışığına maruz kaldıklarını belirlemeye yarıyor.
arkeogezi dergisi
Haberler
Araştırmalara katılan Toronto Üniversitesinden Jayne Wilkins ''Neandertaller ve Homo Sapiensler yeni bir teknolojiyi bağımsız olarak geliştirmediler,miras aldıkları bir teknolojiyi kullandılar'' dedi. Colorado Üniversitesi’nden Thomas Wynn dilgilerin nasıl tahta saplara tutturulduğu ile ilgili araştırmaların sonucunu merak ile beklediğini söyledi.Homo Sapienslerin ve Neandertalllerin genellikle bal mumu veya reçineleri toprak ile karıştırıp ateşte sertleştirdiklerini fakat Homo Heidelbergensis'lerin daha farklı yöntemler kullandıklarını belirten Wynn, ''Gelişmeleri yakından takip ediyorum'' dedi. 500.00 yıl önce böylesine bir yöntemin rasgele ortaya çıkamayacağını söyleyen Wynn,keşifin en az aya çıkmak kadar önemli olduğunu söyleyerek sözlerini tamamladı.
Homo heidelbergensis'lerin Güney Afrika ve Avrupa dışında kalıntılarına ulaşılamadı.Afrika'dan çıktıkları düşünülen Homo heidelbergensis' lerin Kuzey ve Orta Afrika'dada bir çok izine rastlanacağını düşünen araştırmacılar son buluntular ışığında Homo heidelbergensislerin göç yol larınıda bulmaya çalışacak.
arkeogezi dergisi
Makale Farkındayım sıkıcı bir konferans başlığı gibi oldu, ama film tanıtımı
çeviri işine el attığımdan beri bazı konularda daha açık fikirli
da nereye kadar birader. Filmler dizisine devam edeceğim, ama dü
olmaya başladım. Likya ya da Makedonya yazmak belli du
zeltmem için bana verilen bir kitapta gördüğüm hatalardan sonra bu
rumlarda o kadar batmıyor bana. Burada önemli olan eserin
konuyu biraz deşmem gerektiğini düşündüm. Aslında hepiniz sorunun
hitap ettiği kitle ve çevirinin kendi içinde tutarlı olması. Ama
farkındasınızdır, ama çeviri işine bulaşmış ve son zamanlarda redak
gel gör ki, çevirilerdeki asıl sorun bu değil; kelimeler Türkçe
siyona da girmiş biri olarak durumun ciddiyetini belirtmeden geçeme
leştirilmiyor, melez bir şey oluyorlar. Exarch gibi aslı Yunan
dim. Bu tip çalışmalardaki çeviri problemleri için sadece çevirmeni
ca, ama İngilizce’ye Latince üzerinden geçmiş birçok kelime
suçlamak haksızlık olur. Çevirmeninden başlayıp editör ve redaktöre,
metinde öylece durup bize sırıtıyor.
oradan da genel yayın yönetmenine kadar uzanan bir hatalar ve boşvermişlikler zincirinden bahsetmek gerekiyor bence. Büyük yayın evlerinin, ki buna Arkeoloji ve Sanat gibi asıl alanı bu olan bir yayın evi de dahil, bu kadar baştan savma iş yapmalarını nasıl açıklamalı? Bazen çevirmenler kitabın bahsettiği konuya uzak kişilerden seçile biliyor. Ama çoğu kez yazarla aynı ya da yakın disiplinden gelenler öyle işler çıkarıyorlar ki, kitabın orijinalini bile okumak gelmiyor ada mın içinden. Kafayı duvarlara vurdurtacak cinsten hatalar bunlar ve mürekkep yalamış insanların bunları nasıl yapabildiklerini anlamakta güçlük çekiyorum doğrusu. Örneğin bir çevirmen nasıl olur da İngi lizce’den geldiği gün gibi aşikar terimleri olduğu gibi Türkçe’ye geçire bilir? Düzelttiğim kitap mesela: praetorian, Sasanid, claves, torque gibi İngilizce olduğu artık gayet açık kelimeler, aynen Türkçe’ye metne koyulmuş. Bunlar ilk aklıma gelenler. Çok daha ciddi ve bir o kadar komik hatalar mevcut. Elbette editör ve redaktörün işi bunları da kap sıyor, ama bu durumda bizim yaptığımız çevirmenin arkasını topla mak oluyor, düzeltme yapmak değil. Bilmeyen de bir bilene sormayı aklına getirmiyor. Bu arada Yunanca ve Latince kelimelerin trans literasyon ve transkripsiyonuna değinmiyorum bile. Bizim camiada bile bir fikir birliği yok ne de olsa. Bu gibi durumlarda İngilizce’de na sılsa Türkçe’ye de öyle aktarmak çevirmenler için bir alışkanlık. Biraz zahmet edip iki kitap karıştırmak veya bir uzmana sormak zor geliyor anlaşılan. Daha bir Traianus, Nero, Constantinus görmedim. Traian, Neron, Konstantinos, hatta Ioustinianos gibi eğlenceli yorumlara bolca rastlamışsınızdır. Sorun Lykia’ya Likya demek değil. Bunlar artık uzun süredir kullanılan dilimize yerleşmiş formlar. Ama koskoca Traianus’u gidip Trajan yaparsan o başka mesele. O zaman II. Beyazıt’ı Beyaz yapana kızmanın alemi yok. Bunlar özel isimler bir de. ArkeoAtlas’ta olduğu gibi Halikanassos’lu Dionysios’u (ya da Syrakusai tiranı, hatır layamadım. Etrüsklerle ilgili bir makalede geçiyordu) Denys gibi bir ucubeye çevirmek (muhtemelen Fransızca’dan ama emin değilim) ya da eksarkhesi kalkıp exarch olarak öylece bırakmak neyin nesi? Nasıl bir tarih, hadi onu geçtim, İngilizce bilgisidir bu? Okuyucu nasıl olsa anlamaz mı, o yüzden mi bu baştan savma işler? O kadar çok kör parmağım gözüne örnek var ki, buraya alsam blog Wikileaks olur. De diğim gibi Klasik bilimlerde bu konulara dair bir uzlaşma yok, zaten olmasını da beklemiyorum. Ben eskiden bu konuda oldukça katıyken,
arkeogezi dergisi
15
Makale Burada her çeviriyi sayfa sayfa inceleyip çevirmene giydirmek gibi bir niyetim yok aslında. Ama birkaç örnek vermem gerekiyor. Genelde memlekette teorik ya da felsefi konulardaki çalışmaların çevirileri sizi aydınlatmaz; kafanızı kaşıyıp “ya burada önemli bişi söyleniyor; sanırım aydınlanıcam, ama ne ola ki?” diye düşünmenize sebep olur. Okuduklarım arasında Baudrillard’in Simulasyon ve Simulakra’sı mesela. Türkçe çevirisi o kadar berbat ki, nerdeyse Fransızca öğrenme isteği aşıladı bana, ki ben Fransızca ve Fransızlardan hazzetmem. Aynı şekilde tarih ya da arkeoloji teorileriyle ilgili kitaplarda kısmen çevir menin konuya olan uzaklığı kısmen de teorik alandaki Türkçe kelime dağarcığımızın İngilizce’ye ve mesela Arapça’ya göre sı nırlı oluşu yüzünden, zaten arkeoloji ve tarih teorisinden/felsefesinden fena halde bihaber camianın bu görüşlerden faydalan ması (eğer bunu isteyen hocalar varsa tabii) iyice hayal oluyor. Örneğin Ian Hodder’in burada Geçmiş Okumak adıyla çıkan kitabı.
Eleman bilişsel, tarihi, süreçsel gibi bir süzü arkeoloji kuramı inceliyor bu kitapta. Zaten kendisi postprocessual (çeviride “post süreçsel”!!!!”) arkeolojinin başlıca savunucularındandır, ama gel gör ki bu leziz kitap karşınıza aşağıda rastgele seçtiğim ifadelerle çıkıyor: “Süreçsel arkeolojinin aslında bireysel çeşitlilikle ilgilendiği ileri sürülebilir. Bunar rağmen, normatif yaklaşımlara karşı tepki vermiş, durumsal uyarlanabilir davranışın önemini belirtmiş miydi?” (s. 36) “Görünürde materyalist olan bir üst hukuk tartışması kültürün içindeki algılara yapılan yüklemelere dayanır” (s. 59) “.. ayrıca bir nesne hem üretim hem eylem süreçlerinin sonucu olan bir nesne gibi, hem de kendisi diğer kavramlar için bir gösteren olduğundan bir gösterge gibi görülebilir” (s. 94) “Uyarıcılara evrensel tepki verecek evrensel bir beden, yaşamış olan bedenlerin pürüzlü özgüllüğü ile yer değiştirir. Geçmişle eleştirel olamayan ve açık bir bağlantının kurulmasını desteklemek, çeşitli paydaşların tarihöncesi üzerinde hak iddia ettikleri güncel politikalara ters düşer” (s. 163)” Finley’in Antik Çağ Ekonomisi: “”Hellen yapılanmasını, yeterince tespit edilebilen köleyöneticilerin varlığından değil fakat azatlı köleler ve onların torunları göz önünde bulundurularak daha az anlaşılır durumda olduğu kabul edilmelidir.” (s. 81)
arkeogezi dergisi
Makale Yine Finley’in Antik ve Modern Demokrasi’si: “O zaman, ne devletim mistik şeyleşmesine ne de kendi ahlak ve değerlerini bir kenara koyan mitsel objektif gözlemci olan Mutlaklara inanmayan katılımcı değil de , onun yerine başka bir gözlemci geçmişse yada şimdiki herhangi bir ulusal siyasi çıkarlara hizmet edip etmediğini nasıl belirler? (s. 48) Hartog, Herodotos’un Aynası: “Herodotos’un Tarih’i üzerinde çalışmaya nasıl girişebiliriz? Metin gerçekten bir anlatıcı ve bir alıcı arasında var oluyorsa, ve alıcının bir anlamda metnin içinde olduğu doğruysa, o halde ortak bilginin haritasını görmek için metinde çıkmaya gerek yoktur. Üstelik bilgi büyük ölçüde örtük de olsa, bu durum dolaylı olarak açık biçimler altında ortaya çıkan işaretlerin bu bilgiyi göstermesine engel değildir” (s. 31) “Söylemsel dünyada bulunmayan ve son derece örtük olarak bu kod, dünya tasavvurunun kalıbı ya da ızgarası gibidir. Bana kalırsa metin, alıcının düşleminde, Herodotos’un gözlükleri eğreltilemesiyle ne pahasına olursa olsun ifade edilen bu şeyi, bu seviye etkili kılabilir… Aslında tasavvura ilişkin bu sayfalar, kullanıldığı araç sayesinde gören ve gösteren ressam eğreltilemesinin çağrıştırdığı ve bu eğreltileme çevresinde gelişen bir düşünüştür: Tarih’in ızgarası ve “’ızgara’ olarak Tarih, göstermeye yarayan makine olan Tarih ve gösterme üstadı Herodotos.”(s. 335336; eserin aslı Fransızca) Fazla uzatmayalım. Bu pasajlarda çevirmenlerin İngilizce ve diğer dillerden birebir muhtemelen orijinalindeki cümle sırasını bile değiştirmeden çeviri yaptıkları aşikar. Sadeleştirme, cümleleri bölme, kulağı rahatsız edip zihni bulandıran kelimelerden (üst hukuk, Hellen yapılanması, köle yöneticileri, ızgara, alıcının düşlemi) kaçınma hak getire… Çoğunlukla çevirmenler, akıllarına ilk gelen Türkçe karşılıkları, üzerlerinde kafa yormadan yazma eğiliminde oluyor. Bunlar Türkçe’ye çevrildiklerinde tam olarak neye karşılık geldiği belirsiz kelimeler haline geliyorlar. Böylece cümlenin sonuna geldiğinizde başta ne okuduğunuzu çoktan unutmuş oluyorsunuz. Eh, bu durumda böyle kitaplara tezlerde, makalelerde vb. nasıl atıf olarak kullanacağız? Türkçe’ye çevrilmiş tanımları anlamakta sıkıntı çekiyorsak, savunduğumuz fikirlerle ya da bulduğumuz örneklerle bunları nasıl ilişkilendireceğiz? Bunlara dayanarak bir varsayımlar yapmak, genellemelerde bulunmak, sınıflandırma yapmak ne derece doğru olacak? Elbette, yazarların kendi yetersizliklerinden ya da konunun doğası itibarıyla karmaşık ve zor metinden dolayı çevirmenin işinin güçleşeceğini kabul ederim, ama bir dereceye kadar. Çevirmen dipnotlarına ağırlık vermek, uzman kişilere danışmak, çeviri üzerinden bir ya da iki kez geçerek metin üzerinde kafa yormak, hatta benzer konularda yazılmış başka kitapları karıştırmakla çok daha iyi sonuçlar kesin alacaktır. Burada yapılan iş bir tercüme bürosundakinden öte bir çabayı gerektiriyor. Bireyler, toplumlar, kültürler gibi unsurlar işin içine girdiğinde bir hukuk metni ya da fizik kitabı çevirmekten başka bir şeyle uğraştığımızı bilmemiz gerekir. Çünkü arkeoloji ya da tarih gibi alanlarda yazanların kendi kültürleri ve ortamları, ortaya çıkan metinlerin tek bir şablon üzerinde kesin şekilde çevirmemize imkan vermiyor bence. Şahsen Fransızca öğrenmek istemiyorum. O yüzden çevirmenlerin Türkçe’yi daha iyi kullanmasında fayda var. arkeolojigazetesi.com sitesinden alınmıştır.
arkeogezi dergisi
Merhaba sevgili Arkeogezi okuyucuları, dergimizin bu ilk sayısında bir röportaj ile karşı nızdayız. Ankara’da yaşayan okuyucularımız bilirler Ulus ve çevresi çok geniş bir restoras yon sürecine girdi. Eski yapılar büyük bir özveri ile çalışılarak yeniden ayağa kaldırılmaya başlandı. Bu çalışmalar Ankara’nın geçmişine ışık tutarken bölgenin köhne görüntüsüne de veda etmesini sağlıyor. Böylece I.Meclisin önünden başlayan yürüyüşünüzü, Anadolu Mede niyetleri Müzesinde sonlandırarak yeni bir gezi rotası kazanmış olacağız. Ankara’nın turizmi açısından son derece önemli bir kazanım olacak bu çalışmaları ilk ağızdan duyarak siz sev gili okuyucularımızı bilgilendirmek istedik. Bu amaçla Roma Tiyatrosu Restorasyon sürecin de çalışan çok eski arkadaşım arkeolog Çağrı Durmuş ile yapılan çalışmalar hakkında ve bölgenin geleceğine dair ilginizi çekeceğini düşündüğüm bu kısa söyleşiyi siz değerli okuyu cularımıza sunuyoruz. Umarım severek okursunuz ve benim röportajı yaparken aldığım keyfi sizde aynı şekilde okurken alırsınız.
‘‘Geleceğe açılan yol, geçmişin henüz keşfedilmemiş gizli dehlizlerinden geçer.’’
17
arkeogezi dergisi
Ankara Tiyatrosu
‘‘Tiyatrolar bir kentin ulaştığı kültür seviyesini gösterir. 2000 yıl önce 2 tiyatroya sahip bir kentte bugün modern bir tiyatro yoksa eğer, bu tarihin ilerlediğini fakat kültür ve sanatın gerilediğini göstermez mi?’’
Ankyra’dan merhaba, Ankara’nın günün her saati en işlek semti Ulus’tayız. Devlet protokolünden, memuruna, işçisine, öğrencisine kadar her kesimden insanın Ulus’tan geçmesi gayet doğal, fakat yol üzerinde gördükleri bir yapı duraksamalarına, şaşkın gözlerle anlamaya çalışmalarına neden olmaktadır. En çok duyduğumuz soru ise o kadar yıl önce bu taşların nasıl üst üste konduğu. Ankyra Roma Tiyatrosundayız. Tolga Candur: Öncelikle biraz sizi tanıyalım. Daha önce hangi projelere katıldınız ? En çok keyif aldığınız kazı ve etkilendiğiniz hocanız kimdir ?
Çağrı Durmuş: 1989 Ankara doğumluyum. Geçen sene Anadolu Medeniyetleri Müzesi tarafından gerçekleştirilen Ankyra Tiyatrosu kazı ekibindeydim. Geçtiğimiz Haziran ayında da Pamukkale Üniversitesi’nden mezun oldum. Bu kazı sezonunda ise Myra Andriake kazıları heyet üyesi olarak mesle ğimi ilk kez resmi olarak gerçekleştirme fırsatı buldum.Nevzat Hoca’nın üslubu, karakteri, egosuz yaşamı beni derinden etkiledi. İleride bir kazının sorumluluğunu
tümüyle bana ait olursa eğer onu örnek ala cağım. Bu arada Ntv ekranlarından yayın lanan Tarih Avcıları programı da keyifli ve bir o kadar zor mesleğimizi tüm meraklılara taşıdı. Tolga Candur: Sizin için Ankyra’nın Anadolu’daki yeri nedir ? Ankyra tarihini nasıl özetlersiniz ? Çağrı Durmuş: Antik dönemde Frigya bölgesinin coğrafi olarak tam merkezinde yer alan ve doğuyu batıya bağlayan yollar üzerindeki konumu ile giderek daha da gelişen Ankyra’nın bu jeopolitik önemi onu adeta yavaş yavaş bir başkent oluşa sürüklemiştir. arkeogezi dergisi
Arkeolog Çağrı Durmuş ile söyleşi Tarihte iz bırakan bütün zeki liderlerin yolu Ankara ile kesişmiştir. İskender, kışı Gordion’da (Ankara/Polatlı) geçirip Anadolu hakimiyetini ta mamen kurduktan sonra o güne dek bilinen tüm dünyayı fethetmiştir. Roma Döneminde günümüz Ulus semtinde konuşlandırılmış antik kentin mer kezine ilk imparator Augustus’un tapınağı, bir gu rur tablosu olan icraatlarını anlattığı tablet ile yap tırılmıştır. Atatürk tarafından da genç cumhuriyetin başkenti seçilerek kent merkezi de 2000 yıl önce antik tiyatro, tapınak, agora, hamam ve kalenin halen nefes aldığı bu merkez etrafında şekillen dirilmiştir.
andan itibaren sürekli bir heyecan hisset meme neden oldu. Proje tamamlanıp tiyatro tamamen ayağa kaldırıldıktan sonra Ankara eşsiz bir kültürel alana kavuşacak, Ankara halkı ise tarihinin ne denli eskiye ait oldu ğunu görsel bir kanıt eşliğinde daha da iyi anlayacaktır. Şüphesiz bu durum turizme de yansıyarak bölge esnafının ekonomisine bir katkıda bulunacaktır. Günümüzde sadece Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ne yüzlerce turist gelerek ziyaret etmekte ve ardından otobüse binerek geri dönmektedir. Fakat ti yatro tamamlandığında, Müze, Ankara Ka lesi ve Tiyatro arasında bir cazibe merkezi Tolga Candur: Ankyra Roma Tiyatrosu’nun sizin yaratılarak açık ve kapalı bir müze konsepti ve Ankara halkı için önemi nedir ? oluşacaktır. Belki bu, ilerleyen yıllarda he men civardaki Roma Hamamı ve Tapınak ile Çağrı Durmuş: Ben Ankaralı olduğum için ve bütünleştirilebilir. Antik dönemde var oldu halen de orada yaşadığım için böyle bir tarihi ğunu düşündüğümüz tapınak, tiyatro ve alanın varlığı benim için ayrı manevi değer arz kaleyi birbirine bağlayan yol, bir yürüyüş ediyor. Geçen sene tiyatro kazı ekibinde oluşum parkuru oluşturularak gezi güzergahı şek nedeniyle bu alana daha da sahiplenici bakıyorum linde yaratılırsa Ulus’un tüm çehresi deği ve Ekim ayı itibariyle başladığımız Ankyra Roma şecektir. Şüphesiz bu durum bir başkentin Tiyatrosu Restorasyon Projesi ilk duyduğum tarihi ve kültürel sahiplenişi olarak yankı uyandıracak ve bu alanda Roma ile yarışa cak bir düzeye ulaştıracaktır.
Tolga Candur: Bu bahsettiğiniz planlar bir Ankaralı olarak beni de çok heyecanlandırdı. Projenin bu özellikleriyle benzerlerinden çok ayrı bir yere sahip olduğunu gösteriyor. Tiyatro’ya dönecek olursak, yapı ve restorasyon çalışmaları ile ilgili bilgi verebilir misiniz ?
arkeogezi dergisi
Ankara Tiyatrosu Çağrı Durmuş: Aslında kağıt üzerinde baktığınızda bir metropolün ortasında kazı veya onarım yapmak çok zordur. Kamulaştırma, alan darlığından iş makinası giriş çıkışındaki sorunlar ve bu na benzer birçok problem görülebilir. Fakat tüm sorunlar bir avantaja dönüştürüldüğünde bu hem çalışma ekibine keyif ve cesaret verir, hem de bölge halkı ve esnafının sizi desteklemesine ne den olabilir. Biz burada bu doğrultuda hareket etmeye çalışıyoruz ve gayet olumlu sonuçlar alı yoruz. Zaten Kültür Bakanlığı’nın Arkeolojiye bakışı, Türk Arkeolojisi için bir kilometre taşıdır. Sayın Ertuğrul Günay ‘en büyük hayalim Ankyra tiyatrosunda bir gün oyun izleyebilmek’’ demişti. Biz bu hayali paylaşıyor ve ekibimizle büyük bir azim içinde çalışıyoruz. Bu doğrultuda uzman bir ekip dahilinde bütünleştik. Daha önce uzun yıllar Magnesia kazısına emek vermiş Arkeolog ve Restoratör olan ekip arkadaşlarımız bu amaç için tüm teknik ve donanımlarını sergilemektedir. Örneğin taş ustamız tam 40 yılını vermiş Arkeoloji ve Restorasyona. Benim yaşım 23 olduğuna göre böyle bir tecrübenin ekimizde yer alması bizler için de bir güven kaynağı yaratıyor. Ankyra Tiyatrosunun diğer antik benzerlerine göre en büyük farkı; oturma sıralarının geç dönemlerde çıkarılarak başka yapılarda kullanılmış olmasıdır. Şu an elimizdeki birkaç örnekten başka cavea’da oturma bloklarının yerine ana kaya görülebilmektedir. Bizans Döneminde yerin den çıkarılarak yapının hemen yanında bulunan Ankara Kalesi’ne taşınan bu taşlarla yeni bölüm ler kaleye kazandırılmış veya bazı bölümler onarılmıştır. Bu durum gerekli kazı ve ölçüm işlerinin ardından yeni blokların getirilerek ana kaya üzerine yerleştirmemizi gerektirecektir. Yani 2000 yıl önce Romalılar karşılarında gördükleri çıplak ana kaya üzerine nasıl bir tiyatro yaslandırdıysa biz de aynısını yapacağız. Tolga Candur: Bu durum Arkeologlar açısından apayrı bir heyecan yaratıyor olmalıdır. Peki, gördüğüm kadarıyla müze de kendi ekibiyle bir yandan kazıya devam ediyor. Aranızda nasıl bir diyalog ortamı var ? Çağrı Durmuş: Evet, biz kendi ekibimizle restorasyon ve gerekli gördüğümüz alan da kazılar yaparken, müze e kibi de Nisan ayından itibaren başladığı alandaki kazılarına devam ediyor. Her 2 ekip de aslında aynı amaç için, yani tiyatronun tamamen açığa çı kartılıp onarılması için çalış tığından aramızda da büyük bir koordinasyon sağlanmış durumda. Özellikle müze temsilcisi olan Ankyra Tiyatro kazı sorumlusu sayın Mahmut Aydın, hem kendi ekibindeki kazıyı denetlemekte hem de bizim çalışmalarımıza destek vererek, büyükşehir belediyesinin yanında müzenin de desteğini hissetmemiz açısından somut bir örnek oluşturmaktadır. Zaten bizim restorasyon projesine başlamamız belli bir çalışmalar birikiminin arkeogezi dergisi
Arkeolog Çağrı Durmuş ile söyleşi sonucunda gerçekleşme imkanı buldu. Müze ekibi, ilk kez 1980’li yılların başında başladığı çalışmaları son 4 yıldır aralıksız sürdürmektedir. Bu da ciddi bir kazı dönemlerinin ardından artık restorasyon aşamasına geçilmesi olanağını doğurmuştur.
Tolga Candur: Yeni kuru lan birçok üniversitede Arkeoloji bölümü açılmaya devam ediyor, yeni mezun bir Arkeolog olarak öğrenci arkadaşlarımıza tavsiyeler de bulunur musunuz ?
Çağrı Durmuş: Elbette. Öncelikle bu işi yap mak isteyen Arkeolog adayları bu mesleği sev mek zorunda. Bu kesinlikle sevmeden, keyif al madan yapılabilecek bir iş değil. Öğrenci arka daşlar bölüme girdikten itibaren sürekli çalış malıdır, fakat bu salt sınav geçme amaçlı değil, bu bilgi bana ne katar düşüncesiyle yapılmalıdır. Tarih okurken keyif almalı ve farklı dönemleri karşılaştırarak öğrenmeliyiz. Böylece bilgiler art tıkça geçmişle bugünü daha iyi birbirine bağla yabilir ve günümüzdeki birçok kavramın köke nine ulaşabiliriz. Ayrıca benim Arkeolog kavra mım sadece kazı yapan veya buluntu yorum layan kişi değildir. Bir Arkeolog siyasetten müzi ğe, resimden fotoğrafçılığa dek birçok alanda kendini iyi yetiştirmelidir. Çünkü çok yönlü olma yan, entelektüel birikime ulaşma ış bir Arkeolog uzun süre bu işi yapamaz ve televizyondaki bir programda meslektaşlarını gördüğünde içi bur kulur. Öğrenciler hiçbir maddi beklentide bulun arkeogezi dergisi
madan kesinlikle kazılara katılmalıdır. Ben öğ renciliğimin her yılında kazılara katıldım ve 1 lira bile almadım. Fakat şu anda bu arazi de neyimim sayesinde Arkeolojinin içinde kala bildiğim için çok mutluyum. Son tavsiyem ise etrafa farklı açılardan bakmaları yönünde ola caktır. Bir Arkeolog iyi bir gözlemcidir. Her ba kış bir gözlem, her gözlem bir düşünce, her düşünce bir bağlantı ve ilişki doğurur. Tolga Candur: Çok keyifli ve bir o kadar öğretici bu sohbetiniz için çok teşekkür ederiz. Meslek hayatınızda bu kısa sürede yakaladığınız başarıları çok uzun yıllar devam ettirerek Anadolu’yu geleceğe emanet ettirebilmeniz dileğiyle. Çağrı Durmuş: Ben teşekkür ederim. 1 yıl içinde tiyatronun açılışında görüşmek üzere
Festival Türkiye'nin, dağ, keşif ve macera konulu, ilk ve tek film festivali olan Dağ Filmleri Festivali, 27 Şubat'ta, İstanbul Beyoğlu'nda, izleyicileriyle buluşuyor. 3 Mart'a kadar sürecek festivale bu yıl; Fransız Kültür Merkezi, Galatasaray Aynalı Geçit ve Pusula Sanat Galerisi ev sahipliği yapacak.
Film sayısında rekor artış Dünya festivallerinde gösterilen 500’den fazla film arasından belirlenen 2013 seçkisi 40’a yakın filmden oluşacak. Filmler; “Ülkemizden”, “Dünyadan”, “Keşif Ruhu”, “Doğa Çevreİnsan”, “Su Dünyası”, “Bisiklet”, “Kayak” ve “Doğa Filmleri Yarışması Finalistleri” olmak üzere, 8 tema başlığı altında toplanıyor. Seçkide; rafting, dalış, dağcılık, kaya tırmanışı, base jump, kayak, dağ bisikleti gibi doğa sporlarının yanı sıra, çevre ve doğa belgeselleri ve gezi, keşif ve insan hikayeleri de yer alıyor. Web Eposta Google Grup Facebook
Film gösterimleri ücretsiz Tüm film gösterimlerinin ücretsiz gerçekleştirileceği festival kapsamında; kitap sergileri, söyleşiler ve ödüllü yarışmalar da düzenleniyor. Geniş bir izleyici kitlesine hitap eden Dağ Filmleri Festivali kapsamındaki bu etkinliklerle; dağ ve doğa bilincine dikkat çekiyor, ulusal dağ ve doğa belgeselciliğine katkı sağlayarak doğa kültürü alanındaki önemli bir boşluğu dolduruyor. National Geographic dergisinin de ana basın sponsoru olduğu festivalin programıyla ilgili bilgi almak ve etkinlikleri takip etmek için, aşağıdaki iletişim adreslerini kullanabilirsiniz.
: www.dagfilmfest.org : bilgi@dagfilmfest.org : http://groups.google.com/group/dagfilmfest : http://www.facebook.com/DagFilmleriFestivali
Dağ Filmleri Festivali Nedir? Dağ Filmleri Festivalleri (DFF) dünyanın çeşitli ülkelerinde yaklaşık 60 yıldır düzenleniyor. Festival doğa, keşif, çevre ve kültür hikayeleri ile macera ve adrenalin sporları, yolculuk ve seyahat kültürü, ekolojik yaşam, ve doğal hayata dair yerli yabancı birçok yapımın izleyici ile buluştuğu sıra dışı bir organizasyon. Festivalde film gösterimlerine ek olarak düzenlenen sergiler, atölye çalışmaları, söyleşiler film yarışmaları ve şehir yarışları ile on binlerce kişiye ulaşılıyor. Dağ Filmleri Festivali, tüm dünyada aynı isimle gerçekleştirilen bir organizasyon. İsimden dolayı her ne kadar dağcılara dönük bir festivalmiş gibi algılansa da aslında izleyicisini dağcılık dışında birçok sıra dışı yapımla buluşturuyor. Festival gösterime aldığı çevre, gezi ve doğa kültürüne ilişkin belgeseller, kültürel yapımlar, keşif ve gezi hikayelerinin yanı sıra extreme kayak, base jump, kaya tırmanışı, dağ ve yol bisikleti, kano, kayak, yelken, dalış, yamaç paraşütü, skydiving, trekking, dağcılık ve rafting gibi bir çok doğa ve macera sporuna ilişkin filmlerle geniş izleyici kitlelerine ulaşıyor. Dünyada 1950’li yıllardan bu yana gerçekleştirilen DFF’ler kurumsallaşmış yapıları, düzenledikleri etkinlikler ve uluslararası yarışmalarıyla on binlerce izleyicinin takip ettiği organizasyonlar haline geldi. Bugün, Türkiye de dahil olmak üzere, dünyada 17 ülkede 29 DFF düzenleniyor. Türkiye’deki ilk Dağ Filmleri Festivali Festival kapsamında gösterilen film Türkiye’de Dağ Filmleri Festivali 2006 yılında düzenlendi. Aradan geçen 6 yıl ve belgeseller şu temalar altında Türkiye’nin doğa, çevre, keşif ve toplanıyor; gibi kısa bir sürede çok hızlı bir ilerleme macera temalı ilk ve tek film festivali. Festivalde doğa, keşif, çevre ve kültür hikâyeleri ile macera ve adrenalin spor ları, yolculuk ve seyahat kültürü, ekolojik yaşam, doğal hayat konulu onlarca çarpıcı film izleyiciler ile buluşuyor. Günümüzde her geçen gün daha da popülerleşen bu temalar festivalin en büyük itici gücünü oluşturuyor. 2006’dan bugüne;
arkeogezi dergisi
kaydeden festival İstanbul, Ankara, İzmir ve Fethiye’de toplam 10 defa sinema ve doğa severler ile buluşma başarısını yakaladı. Fes tival, her sene gösterime aldığı çarpıcı film ve belgesellerin yanı sıra düzenlediği dinamik etkinliklerle de takipçilerine sıra dışı dene yimler yaşatan ve kendi izleyici kitlesini ya ratan alışılmadık bir organizasyon oldu.
Dünyadan, Ülkemizde, Doğa, çevre ve insan, Keşif Ruhu, Kayak, Bisiklet, Havacıl, Deniz / Yelken, Sıra dışı! (Ekstrem sporlar), Sinema tarihinden.
25
bir yok oluşun hikayesi
KAZ DAĞLARI
Tanrıların dağı Olympos’da kutlanan bir düğüne Fesatlık Tanrıçası Eris davet edilmez. Bunun üzerine Eris düğüne davetsiz olarak katılır ve masanın ortasına bir altın elma bırakır. Elmanın üzerine de “en güzele” yazmıştır. Bunu gören kadınlar ‘elma benim’ diyerek sahiplenmeye kalkmışlar. Tarafsız davranmak isteyen Olympos’un baş tanrısı Zeus, Yunan mitolojisinin ünlü tanrıçaları Hera, Afrodit ve Athena, arasında kimin en güzel olduğuna dair bir yarışma yapmaya karar verir. Krallar kralı Zeus, bu yarışma için Kaz Dağlarının yakışıklı çobanı Troya prensi Paris'i altın elmayı en güzele vermesi için görevlendirir. Paris de Altın Elma'yı güzelliğiyle ünlü tanrıça Afrodit'e vererek en güzeli seçer. Fakat Hera buna çok sinirlenir ve işte bu da Troya’nın sonunun başlangıcı olur. Çünkü Afrodit de Paris’e vaat ettiği gibi bu seçimin karşılığında “tüm kadınların en güzeli” olan Helen’i Paris’e âşık eder. Hikâyenin devamını filminden de biliyorsunuz zaten. Akalılar ve Troyalıların savaşı için iki gruba ayrılan tanrılar İda Dağının eteklerinde bu savaşı seyreder ve yönlendirmeye çalışırlar.
25
arkeogezi dergisi
Kaz Dağları
Bu mitolojik hikâye suçsuz bir dağın nasıl savaşın ortasında kalabileceğinin göstergesidir aslında ve dünyaya tepeden bakan tanrıların nasıl bir yok oluşu başlatabileceğinin hikayesidir. Güçlünün zayıf olan ile umursamazca giriştiği mücadeledir aslında. Altın Elma'nın peşinden giden bir ulusun cezalandırılmasıdır bu hikâye.
Altın Elma mitolojik bir hikâyeden çok, hırsın ve kibirin simgesidir.
Bir Yok Oluşun Hikayesi
Altın Elma'yı alan kişi kendini herkesten üstün hisseder ve bu elmaya ulaşmak için her şeyi göze alırmış. İşte, Dünyanın oksijeni en bol noktalarından biri olarak kabul edilen Kaz Dağları'nda Altın Elma'nın aranmasının hikâyesi olmasının yanında, Altın Elma’nın peşinden koşarak günümüze kadar gelen bu insani hırsın hikayesidir aynı zamanda.
Kaz Dağları; milyonlarca ağacı, zengin bitki örtüsü, yeraltı suyu, kaplıcaları, zeytinlikler barındırdığı ve yaban hayatının korunması gereken bir bölge. Büyükşehirlerden kaçıp hafta sonu tatilini temiz hava ve bol oksijen ile değerlendirmek isteyenlerin yeri. Buz gibi suları, mis gibi havasıyla tam bir cennettir Kaz dağları.
Öyle bir flora düşünün ki sahilden kızılçamlarla başlasın 800m yükseklikte karaçamlara, daha sonra bu karaçamlar meşe ile karışsın. Kaz Dağı'nın en yüksek kesimlerinde ise dünyada yalnız Kazdağı’nda yetişen Kazdağı göknarına ulaşılsın. Öyle bir fauna düşünün ki karaca, ayı, yaban kedisi, domuz, çakal, tilki, ağaç sansarı, yaban tavşanı, kartal, doğan, şahin, çulluk ve keklik olsun.
arkeogezi dergisi
Kaz Dağları
Biga yarımadasının bu en büyük dağı şimdilerde parça parça altın elma arayıcılarıyla işgal ediliyor. Kazdağı’nın kalbine demir gövdelerle girip asırlık ağaçlara bir kürdan muamelesi yapıyorlar. Endemik bitkiler yok ediliyor, kayalar dinamitleniyor, dev makineler girebilsin diye yollar yapılıyor, şantiyeler kuruluyor, sondaj alanları açılıyor, toprağına çaresi olmayan zehir sızdırılıyor, suları zehirleniyor ve havası karartılıyor.
arkeogezi dergisi
Bir Yok Oluşun Hikayesi
pomaknews.com
Kaz Dağlarında 250300 ton altın olduğu tahmin ediliyor. Bu altınlar toprağın altında zerrecikler olarak bulunuyor ve çıkarmak için ne yapmak mı gerekiyor? * Kazdağı’nda altın çıkarılırsa; 1 trilyon ton toprak işlenecek, 400 bin ton siyanür kullanılacak. * Kazdağı’nda altın çıkarılırsa; 2 milyon 580 bin dönüm orman, 10 milyon zeytin ağacı etkilenecek. * Kazdağı’ nda altın çıkarılırsa; su kaynakları azalacak ve kirlenecek. * Kazdağı’nda altın çıkarılırsa; orman köylülerinin geçim kaynağı azalacak ve göçe zorlanacak, 20 bin zeytin üreticisi, 80 bin zeytin işçisi ile 30 bin aile etkilenecek. Ürünlere alıcı bulamayacağız. Bölgeye turist gelmeyecek. * Her yıl zeytinden, zeytinyağından ve diğer tarım ürünlerinden elde edilen 650 milyon dolar ve ayrıca turizm gelirleri kesilecek.
arkeogezi dergisi
Kaz Dağları
Bir altın madeninin ömrü 10 yıl… Kazdağı’nda altın çıkarılırsa; 10 yıl sonra siyanür çukurlarıyla üzerinde ot bitmeyen toprak dağları kalacak. 10 yılda verilen zarar yüzlerce yıl temizlenemeyecek. Siyanür ve ağır metallere maruz kalacak, zaman içinde ölümcül hastalıklara maruz kalacağız. Bundan asırlar sonra dönüp arkamıza baktığımızda bir tarihin yok olduğunu göreceğiz. Efsanelerin konuşulmaya konuşulmaya unutulduğuna tanıklık edeceğiz. Pişman olduğumuzda ise her şey için artık çok geç olacak…
“SON IRMAK KURUDUĞUNDA, SON AĞAÇ YOK OLDUĞUNDA, SON BALIK ÖLDÜĞÜNDE; BEYAZ ADAM PARANIN YENMEYEN BİR ŞEY OLDUĞUNU ANLAYACAK…” KIZILDERİLİ ATASÖZÜ
Yazı TOLGA CANDUR tolgacandur@mynet.com arkeogezi dergisi
Pompei
Pompei'de yaşam ve ölüm
POMPEİ
YAZI VE FOTOĞRAFLAR AYNUR KOÇ
Bir gezgin olarak Akdeniz’deki Roma Kentleri’nin çoğunu gördüm. Bunların arasından ise adı hep cinsellikle ve hatta sapkınlıkla anılan Pompei’den çok etkilendim. Gezmeden önce okuduğum tüm yazılarda hep lanetle anılıyordu. Oysa gezdikten sonra, Pompei’ye çok haksızlık edildiğini düşünüyorum.
arkeogezi dergisi
34
Pompei
Pompei’yi tam olarak anlayabilmek için önce Napoli Müzesi’nin ikinci katında sergilenen kazılardan çıkan eserleri görmek gerek. Tarihin en büyük felaketinde yok olan kent aslında eğlencenin yanı sıra zengin tüccarların geldiği çok önemli bir liman ve zengin Romalıların sayfiye yeri. Müzede gördüklerim, villalardan çıkarılan duvar ve yer mozaikleri, tablolar, heykeller Pompei’ deki yaşamı vurguluyordu, ören yerinde gördüklerimse ölümden arda kalanları… Pompei, İtalya’nın Campania Bölgesi’nde, Napoli’nin 23 km güneybatısında yer alır. Kente ilk yerleşenler en eski Campania halkı olan Osklardır. 5.Yüzyılın sonuna doğru savaşçı bir İtalik Kabilesi olan Samnitler , Campania’yı dolaysıyla Pompei’yi ele geçirir. Tarihte ‘’Pompei ‘’ adı ilk defa İ.Ö 310 ‘da II.Samnit Savaşı’nda geçer. Samnit Savaşları’nın sonunda Campania, Roma’ya bağlanır, bölgedeki kentler Roma’yla müteffik olur. Bu karara rağmen İ.Ö 9089 ‘da İtalik Savaşı’na katılan Pompei’ye Roma ağır ceza keser . Dönemin ünlü Roma Generali Sulla’nın yeğeni olan Publius Sulla başkanlığında ’’Romalı Subaylar Kolonisi’’ kurulur , Osk dili yerine Latince resmi dil ilan edilir. Kentin mimarisi ve kültürü kısa sürede Romalılaştırılır.
Müzedeki eserleri bu bilginin ışığı altında geziyorum. Girişte yer alan makette, kentteki çarşılar, evler, villalar, caddeler, çeşmeler, tiyatrolar canlandırılmış.
arkeogezi dergisi
Pompei
Müzede dikkat çekici bulduğum ilk eser bir duvar resmi. Faun Ev’i olarak adlandırılan Roma öncesi II.Samnit Dönemi’nde yapılan bu villada “İssos Çatışması “ adlı resmin kopyasıdır ve bu resmin aslı kayıptır. Bu resim savaşın şiddetini ve her iki komutanın savaş esnasındaki yüz ifadesini günümüze taşımış. Bilindiği üzere Büyük İskender bugün İskenderun’un doğusunda yer alan İssos Bölgesi’nde, Pers Kralı III.Dara’yla (Darius) karşı karşıya gelir ve onu yener.
“İssos Çatışması “
Salonları gezdikçe karşıma çıkan eserler beni çok şaşırttı. Daha o dönemde bir eliyle dudağına dokundurduğu kalemle, diğer elinde tuttuğu kitapla adeta bir sekreter ifadesi taşıyan Pompei’li kadın tablosu bugün bile pek çok sanatçının yaratamayacağı güzellikte. Dönemin saç tipi ve giysilerini de galeride yer alan tablolardan takip etmek olası.
arkeogezi dergisi
Pompei
Pompei
Tiyatrodan çıkarılan mozaik panolar,masklar, evlerden çıkarılan hayvan figürlü panolar, sutünlar Pompei’deki yaşam ve zenginlik hakkında epey fikir veriyor.
Loş ışık altında sergilenen erotik objeler, heykeller ve genelevlerin duvarlarından çıkan freskler 18 yaşından aşağı olanların girmesinin yasak olduğu ayrı bölümde sergileniyor.
Pompei
Henry Matthews tuttuğu günlükte ‘’insanlar dışında herşey tamam, Pompei’nin sokaklarında yapılacak bir yürüyüş Roma yaşam biçimi hakkında dünyadaki tüm kitaplardan daha canlı fikir verecektir ‘’ diye yazmıştır. Yüz yıllarca lavlar altında kalan Pompei’yi Vezüv’ün gölgesi altında gri, yağmurlu bir ekim sabahı gezmeye başlıyoruz. İnsanı garip bir hüzün sarıyor . arkeogezi dergisi
Denize doğru batı tarafındaki ana giriş olan eski Porta Marina Kapısı’ndan giriyoruz. Geçmişte yaklaşık 25.000 kişinin yaşadığı alanı gezmek hiçte kolay değil. Girişten hemen sonra Tempio de Apolla (Apolla Tapınağı) ve Pompei’nin en büyük binası Basilica gibi resmi kent binalarıyla çevrili şehrin merkezi sayılan Forum’u geziyoruz.
Pompei
Apollon Tapınağı
Kuzeye doğru yürüyüp dönemin zengin tüccarlarına ait Casa del Vettil gibi ünlü evlerini görüyoruz. Burada ‘’Cave Canem’’ ‘’Köpeğe Dikkat ‘’ mozaiği ile tanınan Casa del Poeta Tragica’yı atlamamak gerek.
Pompei ‘de , 5000 Kişilik açık hava tiyatrosu olan Teatro Grande ve 800 kişilik Teatro Piccola veya bilindik adıyla Odeon olmak üzere iki tiyatro bulunuyor. Her iki tiyatroda bugün, sanki birazdan sanatçılar sahne alacakmış gibi eski görkemiyle duruyor. Oyunlar için gençlerin hazırlık yaptığı Agustus’un hediyesi olan Palestra’da korunmuş.
Pompei
Üzerlerinde her biri diğerinden özgün çeşmelerin , yağmurda üzerlerinden atlamak için konulmuş taşlarla bezenmiş cadde ve sokaklar Roma Dönemi’nin tipik örneklerinden. Genelev bölgesine yaklaştığımızda yerdeki ‘’Fallus’’ dikkatimizi çekiyor. Rehber bunun bu cadde üzerinde ‘’Genelev’’ bulunduğun gösteren bir simge olduğunu söylüyor. Ören yerinde en büyük ilgiyi ‘’ LupanareDişi Kurtların İni ‘’ adlı genelev görüyor.
İki caddenin kesişme noktasında yer alan ‘’Lupanare’’ genelevler içinde hem en meşhur olanı , hem de en büyük ve en iyi planmış olanıdır. Adını fahişeler için kullanılan bir deyim olan Latince dişi kurt anlamına gelen ‘’Lupa’’dan ( kadınların dişi kurt gibi uluma sesini erkeklerin takip ettiği söyleniyor) alan bu evin alt katında yer alan 10 odada duvara bitişik taş yataklar, merdiven altında ise ortak tuvalet bulunmuş. Üst katın daha imtiyazlı müşterilere ayrıldığı söyleniyor. Kente çeşitli ülkelerden gelen denizcilerle dil sorunu yaşanmaması için genelev kadınlarından talep ettikleri pozisyonu gösteren resimlerin genelevlerin duvarlarında yeralmış. Elle pozisyonu işaret etmek yeterli. Genelevlerin tümünde her biri farklı pozisyonu gösteren 120 adet resim bulunmuş. Oda kapılarının girişlerine o odada çalışan kızların Mytris, Drauc, Felicia, Nica, Mula, Rusatia gibi adlarının yazıldığını ve yanına düşülen notlarda ise uzmanlık alanlarının da belirtildiği ifade ediliyor. Pompei’de tespit edilen 25 adet genelevin, genelde şarap dükkanlarının üzerinde faaliyet gösterdiği saptanmış. Adeta köle gibi çalıştırılan fahişelerin çoğunluğu Yunan ve Doğu kökenliymiş.
Fallus
arkeogezi dergisi
Pompei
26 Ağustos 79 ‘da Vezüv ‘ün patlamasıyla lavlar altında kalan Pompei’den arta kalanları ören yerinin en özel bölümünde üzülerek görüyoruz. Burada çeşitli pozisyonlarda gördüğümüz insan ve hayvan kalıpları için özel yöntem oluşturulmuş. Ünlü İtalyan Arkeolog Giuseppe Fiorelli 1860 yılında , volkanik küllerin arasında kalıp dağılan insan vücutlarının bıraktığı boşluklara çimento dökerek bunların kalıplarını çıkarma tekniğini geliştirmiş.
arkeogezi dergisi
Pompei
Lavlar , Pompei’nin hem şansızlığı hem de şansı olmuş. Şansızlık zira kentte yaşamı bitirmiş, şans kenti uzun yıllar dış etmenlerden korumuş. Bu sayede bugün bir Roma kentini kuşaklardan kuşağa gösteren tek örnek Pompei. Yolunuz bir gün Pompei’ye düşerse cep telefonunuza ve müzikçalarınıza Nana Mouskouri’den Almanca olarak söylediği “Schubert’in Seranade’’sini yükleyin ve bu parçayı dinleyerek ören yerini gezin. Schubert 31 yaşında frengiden ölür ,hastalığını bilmesine karşın son gününe kadar çalışır, üretir adeta ‘’’inadına’’ yaşar. Bu sonat onun ‘’ölümsüz eseri’’ olarak nitelenir. Ben de lavların koruduğu Pompei’yi lavların altından çıkartılıp yaşatılmasını ‘’ölümsüz ‘’olarak niteliyorum. İyi gezmeler…
Aynur Koç k_aynurkoc1@yahoo.com.tr
arkeogezi dergisi
Röportaj ve yazı TOLGA CANDUR tolgacandur@mynet.com
Kimisi “mezarcı” dedi, kimisi “hazine avcısı” dedi, birazı “işsiz kalırsın okuma” dedi, diğer yarısı “bizim köyde küp bulduk sen anlar mısın?” dedi. Aslında kiminle konuşsak aynı cevapları alıyorduk erkekler kamçılı adam İndiana Jones’u izlemişti. Kadınlarda Lara Croft’un etkisi altındaydı.
45
Hep aynı sözlerle karşılaşır olmuştuk. “Aslında benimde hep hayalimdir arkeolog olmak fakat işsiz kalırsın dediler bende dişçi oldum.” Arkeoloji sanırım bu konuda her insanın hem fikir olduğu bir meslek. Aslında irdelenmesi gereken insanların arkeolojiyi neden seçmediği değil, bu yolda ilerleyen insanların neden seçtiğidir.
İşte bu merak edilen konuyu siz değerli okuyucularımız için araştırdık. Arkeoloji okuyan insan bir hayalperest mi? Yoksa sonu hüsranla bitecek bir sistem kurbanı mı?
Sizin için arkeoloji öğrencilerine sorduk NEDEN ARKEOLOJİ arkeogezi dergisi
Neden Arkeoloji AKİF ÇELİK KIRŞEHİR AHİ EVRAN ÜNİVERSİTESİ FEN EDEBİYAT FAKÜLTESİ ARKEOLOJİ BÖLÜMÜ 4. Sınıf öğrencisi
Ne kadar özetle anlata bilirim bilmiyorum çünkü benim için arkeolojiyi anlat mak ‘‘Mecnun’un Leylaya olan aşkını anlattırmak gibi bir şey’’ yani sayfalar dolu su hatta anlatılmaz yaşanır da denilebilir.
Ne kadar özetle anlatabilirim bilmiyorum çünkü benim için arkeolojiyi anlatmak ‘‘Mecnun’un Leylaya olan aşkını anlattırmak gibi bir şey’’ yani sayfalar dolusu hatta anla tılmaz yaşanır da denilebilir. Küçük yaşlardan beri hayalimdi demek sözü belki benim için söylenmiştir. Araştırmak, yeni şeyler keşfetmek ve bilgiyle yoğrulmuş eskiyle yeniyi birleştir mek nedeni ile bu bölümde nefes aldım. Eskiçağa, Tarihe ve Arkeolojiye olan dü şüncelerim küçük yaşlardan beri filiz lenmiş, yeşermiş ve büyümüştü. Bunu liseden sonra kâğıda dökerek noktaladım zannediyordum. Arkeoloji bölümüne ge lince bu düşüncem, duygum yerini arkeo lojinin gizemli büyüsüne bıraktı. Gözleri kör bir insanın gözlerinin ameliyat sonu cu açılması dünyayı buğulu görmesi gibiydi benim arkeolojiyi seçmem. Ve yine uçsuz bucaksız çöllerin ortasında bir damla su misali olmanın özlemi vardı içimde.
arkeogezi dergisi
Arkeolojiyi bir tutku, günışığı, yeni bir umut, geçmişten geleceğe doğru atılan ilk adım olarak görmemdi. Bu havayı sürekli solumak, her eserin topraktan gün yüzüne çıkışı, heye canımla birlikte nefesimin kesilmesi ve geçmişe beni sürüklemesini iste memden kaynaklandı. Hep sözel olarak düşünülen bu bölümüme eşit ağırlıkçı biri olarak girmek, sayısal yanlarını anlamak, anlatmak hevesi vardı içimde. Arkeolojinin dönüşü olmayan bir tahribat olması ve bunun belgelenerek sonraki kuşaklara akta rılması, müzelerde bu eserlerin 3 boyutlu bir şekilde yansıtılması ve anlatılması arkeolojiyi seçmemdeki en büyük nedenimdi.
Neden Arkeoloji
Teknolojiyle gelişen bölümler gibi arkeolojinin de teknolojiyle bütünleşmesini ve buna bir zat şahit olmak, içinde bulunmak, deyim yerindeyse okyanusta bir damla, çölde bir zerre kum tanesi olmak istedim. Arkeolojide doğayen olmuş ustaların adımlarını takip etmek, bu bilime yeni şeyler eklemek ve bu ailenin bir bireyi olmak için tercih ettim. Bu bölüme gelmek isteyen arkadaşların istedikleri bölümü kazanamayıp, ama bir üniversite okumak için mecburi tercihlerinden dolayı değil de bu bölümü severek gelme lerini isterim. Bu söylediklerimin tersi olması bu bilimin geri kalması hatta ANADOLU ARKEOLOJİSİNİN gerilemesi anlamına gelir. Bu sebepledir ki ülkemizdeki kazıların çoğunluğu yabancı arkeologlar tarafından sürdürülmektedir. Yazısında bana yer veren değerli arka daşıma sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum.
ANIL ARSLAN Dumlupınar Üniversitesi Arkeoloji Bölümü 2.sınıf
Üniversite sınavı açıklan dıktan sonra ben ilk olarak arkeoloji düşündüm. Puanımın çok yüksek yerlere tutmasına rağmen. Arkeoloji okumak benim küçüklükten beri içimde olan bir şeydi. Buna, aslında yaşadığım yerden dolayı et kilendim. Ben Milas doğumluyum ve çevremde yani Muğla bölgesinde çok fazla kazı var. Bu da ister istemez dikkatimi çekiyordu ve hayalim buralarda çalışmaktı ve de oldu. 2. sınıftan daha 5 farklı kazıda çalıştım çoğunda ücretsiz tabi. Bu bana inanılmaz zevk veren bir şey. Çünkü antik dönemde insanlar doğa üstü şeyler yapmışlar bunları irdelemek için bence arkeoloji okumak gerekir.
arkeogezi dergisi
Neden Arkeoloji
BÜŞRA TOPUZ Ankara Üniversitesi Dil ve TarihCoğrafya Fakültesi / 3.sınıf Deniz kıyısında büyüdüm. Kumsalda kale yapmayı da severdim elbette; fakat bir midyenin,küçücük bir taşın bile hikayesini merak ederdim. Ayak basabildiğim her mağara ve antik kentin taşlarına dokunarak yürürdüm. İçim ürperirdi gizemin bana verdiği mutluluktan. Geçmişe dokunmak deniz suyunun görünen yüzüydü. Ben dibine dalmak için bu bilimin ilmini öğreniyorum şimdi. Gizeminde sakladıklarını merak ettiğim toprak benim içimde muhteşem bir tutku yeşertiyor. Arkeoloji; çünkü tutkularımın peşinden mutlaka giderim.
HALIL ERDEM TURAÇ Muğla Üniversitesi/Arkeoloji 2.sınıf Bize eski çağlarda yaşamış olan insanların yaşam biçimlerini, inanç larını ve düşüncelerini aktardığı için, onları zamanın karanlığından aydınlığa çıkardığı için arkeoloji. Kendimi bildim bileli hep ilgi duy dum ve benim için hep bir çekim kaynağı oldu. Bugün hak ettiği değeri görmemesi ise bizim için çok üzücü bir durum. Arkeoloji insan oğlu için kültürel bir ışıktır.
arkeogezi dergisi
Neden Arkeoloji
MERVE ULUDAĞ Uludağ Üniversitesi / Arkeoloji Çünkü;arkeoloji hayatın en özgür anı... Geçmişinde bilmediğin milyonlarca şeyi merak konusu haline getiren ve seni istemediğin kadar derinlere götüren çıkarsız sevgi... Ben arkeoloji için uçuk hayaller beslemeden ,hayatın beni ona yönlendirmesi sonucu, kendimi bu tarihi elçiliğin içinde buldum. Zorlu yolculuğun en güzel anında, keşfetmenin yaşattığı tarifsiz havasında, iyi ki arkeolog olacağım dedim. Herkesin imrenerek merak ettiği, fakat herkesin aynı değeri vere mediğini düşündüğüm bu ayrıcalıklı bilim dalı ile ilgilendiğim için kendimi çok şanslı hissediyorum.
Nurullah Emre DAYLAN Selçuk Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Klasik Arkeoloji Anabilim Dalı Yüksek Lisans Öğrecisi Benim için Arkeoloji Atatürk’ün “geçmişini bilmeyen, geleceğini bilemez” sözüyle başladı. Bu sözü ilk duyduğumda bu alana yönelmeye karar ver miştim. Başlangıçta sadece bir meslekti. Fakat sonra bir aşka dönüştü. Tıpkı bir sevgili gibiydi nereye baksam onu görüyordum. Eğer arkeoloji içindeyseniz bir antik kente gittiğinizde orayı sadece gezmesiniz. O taşları okursunuz. Onlar sadece bir taş değildir artık sizin için. Baktığınızda savaşları, barışları mutlulukları hüzünleri görebilirsiniz. Taşlara kulağınızı verdiğinizde fısıldamaya başlar size. Anlatırlar baş larından geçenleri. Kimi başlangıçta bir duvar bloğudur. Fakat biri almış yazı kazımıştır. Bir diğeri tapınağı ayakta tutan sütun olmuştur. Her birinin hikayesi vardır. Arkeolojiyi seçmiştim çünkü diğer meslekler gibi değildi. Sevinci, mutluluğu, heyecanı korkuyu, hüznü ve daha birçok duyguyu içinde barındırıyordu. Bin lerce yıl önce birinin kullandığı bir eşyayı ilk siz alır sınız elinize, önce sevinirsiniz. Sonra ne oldu diye düşünmeye başlarsınız, kime ait olduğunu nasıl biri olduğunu hayal edersiniz. Bazen bir mağarada çalı şırsınız bilmediğiniz yerlere girersiniz korku kaplar içinizi kaybolduk sanırsınız ama birden bir çıkış bu lursunuz basarsınız çığlığı. arkeogezi dergisi
Neden Arkeoloji Arkeologsanız yorum kabiliyetinizde gelişmiştir. Güneşe dayanıklılığınız da artmıştır. Çalıştığınız yeri gezen turistler güneşten şikâyet ederken siz hiç aldırış etmeden çalışmaya devam edersiniz. En güzel yanı da mesleğiniz ne diye sorduklarında söyledikleridir: Mezarcı. Bazen bizim köyde bilmem kim zamanından kalma diye bir yer var diye başlarlar. Bazen de “Bende hep okumak istemişimdir” derler. işte bu sözü duyunca gururlanırsınız mutlu olursunuz. Çoğu insanın hayali sizin mesleğinizdir. Neden Arkeoloji dediklerinde saatlerce düşünmek lazım aslında. Çünkü o kadar neden vardır ki nerden başlayacağınızı bilemesiniz. Belkide asıl sebebi budur. SITKI SERKAN GÜZEL Kocaeli Üniversitesi Arkeoloji Kulübü Başkanı 4. Sınıf Öğrencisi. Açıkçası küçüklüğümden beri tarih kitapları okurum veya eskiye fazla ilgim vardır gibi klişe cümleleri kullan mayacağım. Bunlar zaten camiamızda çok fazla duydu ğumuz şeylerdir. Biliyorsunuz ki arkeoloji ile tanıştıktan sonra yaptığımız işin hiç bir şekilde İndiana Jones'luk ile alakası olmadığını görüyoruz. Bu noktada farklı bir duru ma değinmek isterim. Ben hala içimde gizemli şeylerin sırrını çözme düşüncesini taşıyorum. Tamam bu çocuk luğumuzda düşündüğümüz bir şeydi ama olsun. Farklı hikayelerin peşinden koşmak beni cezbediyor ve biliyo rum ki efsaneler içinde gerçeklikler barındırır. Bu yüzden de kazıdan ziyade survey, yani yüzey araştırması yapı yorum. En ufak şehir efsanesi dahi benim olaya atılmama yetiyor. Anlayacağınız üzere efsaneler benim arkeoloji aşkımı her daim taze tutuyor ve bu yüzden arkeoloji.
Yazılı kaynaklara dayalı bir tarih anlayışının aksine arkeolojide bulunan buluntular üzernden yola çıkarak yaptığımız yorumlar bize gerçeği Pamukkale Üniversitesi Arkeoloji / 2.sınıf aramada yol gösterdiği gibi,tarihin bize aktarılan kısmını değil, bizzat dönemi yada olayları Nereden ve nasıl geldiğimiz bilmeden, şuan bulunduğumuz noktada kendimizi asla yaşayan insanların gözünden yazma şansını bize veriyor. doğru ve tam olarak tanımlayamayız.İşte bu yüzden kendimizi ve geçmişimizi sorgu Geçmişe birerbir şahit olabilme ve anılara ladıça arkeolojiye duyulan ihtiyacımızda artıyor. Üstelik bu sorgulamayıda hiç bir etki dokunabilme şansınıda yine bize arkeoloji altında kalmadan nesnel olarak yapıyoruz. veriyor. UĞUR CAN ULUDAĞ
arkeogezi dergisi
Neden Arkeoloji Bir mezar açarken,binlerce yıl önce o mezarın etrafında yas tutan ve ağlayan insaların acılarını,göz yaşlarını ve hüzününü hissedebiliyoruz. Bütün heyacanı ve duygusallığı ile arkeoloji insanoğlunun uzun yolculuğunu bize anlatmak için bekliyor.İşte bu yüzden arkeoloji hayatımızın olmazsa olmazlarından biri olmaya ve geçmiş nesiller ile gelecek nesiller arasında köprü olma görevine devam edecektir. YASEMİN KABAK Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Arkeoloji / 2011 mezunu
Arkeoloji bir aşk bana göre çıkan esere veya çıkmış esere dokunmak muhteşem bir duygu. Geçmişin sanat düşünce anlayışını, kültürünü, sosyal yaşantısını doğrusunu veya yanlışını yazılı veya yazısız görüyorsun ve kendini ve kişiliğini ona göre şekillendiriyorsun. Daha bilinçli oluyorsun.
Umarım farklı üniversitelerde arkeoloji okuyan arkadaşlarımızla yaptığımız röportaj derdimizi anlatmamız açısından biraz faydalı olabimiştir. Daha arkeoloji okurken yüksek bilince sahip bir nesilin yetiştiğini ve bu kitlenin öğretimlerini tamamladıklarında çok az bir kısmının bu mesleği yapabilecek olması ne kadar üzücüdür. Beni kırmayıp röportaj yapma isteğime olumlu cevap veren tüm arka daşlarıma teşekkür ederim. Bir milletin geçmişini öğrenmesi gerektiğini cumhuriyetin kuruluş amaçları arasında gösteren ulu önderin, milletine ders niteliğinde söylediği sözle yazımı noktalıyorum.
arkeogezi dergisi
"Bir vatana sahip olmanın yolu, o toprakalarda yaşanmış tarihi olayları bilmek, doğmuş uygarlıkları tanıma ve sahip olmaktan geçer."
M. Kemal Atatürk
YAZI ÇAĞRI DURMUŞ
21 Aralık ve Mayalar
Astronomi, matematik, mimari ve sanat gibi birçok alanda oldukça ileri düzeyde olan Mayalar bugünlerde tüm dünyada tartışmalar yaratan ‘kıyamet’ kehaneti ile gündem deki yerini korumaktadır. Peki bu tartışmanın kaynağını oluş turan Mayalar 21 Aralık 2012 için ne demişlerdi ?
Mayalar astronomi uzmanıydılar. Bütün güneş ve ay tutulmalarını, dünyanın dönüş hızındaki değişimleri büyük oranda doğru şekilde saptamışlardır. 21 aralık gün dönümü güneşi ile Saman yolu’nun gittikçe birbirlerine yaklaşımını izlerken gelecekte bir devirde bunların kesişmesinin gerek tiğini fark etmişlerdir. Bu kesişmenin ne zaman olacağı ile ilgili de bazı hesaplamalar yapmışlar ve ‘uzun sayım takvimi’ olarak adlandırılan takvimlerine de bunu kodlamışlardır. Uzum sayım takvimi yaklaşık 5126 yıllık bir takvim olup, her biri 394 yıldan oluşan 13 tane baktun adı verilen dönemden oluşuyor. Büyük döngünün başlangıç noktası genel kanıya göre M.Ö.13 Ağustos 3114’e denk düşmekte ve bitiş tarihi olarak da MS. 21 aralık 2012 tarihi öngörülmektedir.
İşte tüm Dünya’da tartışmalar yaratan Maya’ların Meksika’da yer alan Tortuguero’da bulunan bir anıt üzerindeki kabartmalarda işledikleri o sözler ; ‘13. pik tamamlanmış olacak. Bu 4 Ajaw 3 K’ank’in ve ‘göz önünde’ olacak. Bu B’olon Yokte’nin büyük atanmasının gösterisi’.
53
arkeogezi dergisi
21 Aralık ve Mayalar Kehanete göre, Mayalar’ın yaradılış ve savaş tanrısı Bolon Yokte, Tortuguero kentin deki bir tapınakta hüküm sürmek için Dünya’ya dönecektir. 13 sayısı Mayalarda kutsal bir de ğer ifade etmektedir, 400 yıllık 13. dönemin sonuna denk düşen 21 Aralık 2012 tarihinde gizemli Maya tanrısı Bolon Yokte’nin dünyaya dönüşü tasvir edilmiştir. Yazıda, Bolon Yok te’nin yolculuğunu planlamak isteyen Maya hükümdarı Bahlam Ajaw’a ait bir kehanetin içeriği vurgulanmaktadır. Aslında bu tarih Maya takviminin sonu değildir, uzun sayımın yani bu 5125 yıllık döngünün son tarihidir. Yani, 21 Aralık’ta Dünya’nın değil, Maya takvi minin kurgusal döngüsü tamamlanmış olacak. Günümüzde de bilim adamları 21 Aralık tari hinde dünyayı bekleyen herhangi bir tehlikenin varlığını bulamamışlardır. Bilim adamlarına göre 21 aralık 2012’de gezegendeki en önemli değişim; gezegen ve yıldızların bu tarihte gökyüzünde geldiği konumun, tam 584 bin 283 yılda bir gerçekleşiyor olması. Eski Türklerin 22 Aralık’ı bayram olarak kutladıklarını biliyoruz. Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ şöyle diyor: “Eski Türklerde yerin göbeğinden göğe kadar bir ağaç tasavvur ediliyor. Bu hayat ağacı. Sümerlerde de var. Bir ucunda göktanrısı duruyor. 22 Aralık’ta güneş yeniden fazla olarak dünyayı aydınlatacak, günler uzayacak. Türklerin göktanrısı, gün ile geceyi tanzim ediyor gökte. Sözde gün ile gece sürekli münakaşa halinde. 22 Aralık’ta gün, geceyi yeniyor. Bunu ‘Yeniden Doğuş Bayramı’ olarak Türkler kutluyorlarmış.’’ Sonuç olarak eski Türklerin inanışında da görüldüğü gibi 21 Aralık ‘yeni’ bir sonun başlangıcına işaret etmektedir. Hem yeni bir yılın başlangıcı, hem de yüz binlerce yılda bir tamamlanan bir döngünün sonu. Zaten ister istemez insanın aklına şöyle bir soru da gelmiyor değil; Mayalar madem dünyanın sonunu bile gördü, kendi sonlarını neden göremedi ? Son Durak : Şirince Maya takvimine göre, 21 Aralık’ta kıyametin kopacağı ve İzmir’in Şirince Köyü nün de bundan etkilenmeyeceği yönündeki inanış nedeniyle Şirince Köyü’ndeki hareket lilik tüm hızıyla devam ediyor. Bu gidişle 21 Aralık’ta kıyamet kopmasa bile Şirince zaten kıyameti ve mahşer kalabalığını görmüş du rumda. Sonuç olarak 21 Aralık 2012 keha netinin tek kazananı turizm patlaması yaşa yan Şirince oldu. arkeogezi dergisi
Kitap Dünyanın başka coğrafyalarındaki farklı kültürleri merak eden ancak izin, ekonomi, özgüven vs. sebeplerle hayalini öteleyenlere cesaret vermek düşüncesiyle kitabı kaleme aldığını belirten Önder, şöyle konuşuyor: “İyi bir planlama ile görece uzak noktalara seyahatler planlayabilir, hayatınızın macerasını yaşayabilirsiniz. Gezi benim için, sekiz yıl kurulan hayalin, bölgeye dair okunan onlarca yazının sonunda gerçekleşti. HindistaNepal tam da bu duruma muhalif bir duruş sergiliyor. Kimsenin yıllarca beklemesine gerek yok. Karar vermek yeterli.” İki bölümden oluşan kitap, yol hikâyesi ile başlıyor. Günlük şeklinde tutulmuş notlarda seyahatin İstanbul’dan başlayıp iki yabancı kültürde devam edip İstanbul’da biten tüm süreçleri akıcı bir üslupla yansıtılıyor. Hindistan ve Nepal gibi iki büyülü ülkenin günlük yaşamına karışan yazar, yine bu bölümde iki büyük kültürün izlerini satır aralarına serpiştiriyor. HindistaNepal, başkent Delhi ve Katmandu’nun yanı sıra aşk adına yapılmış en ölümsüz eser Tac Mahal için Agra’yı, göz tanığı olduğu ölü yakma törenleri için Varanasi’yi ve Himalayalar’ın eteklerinde cennetten bir köşe Pokara’yı okuyucusunun ayağına getiriyor. Rehber bölümde yok yok
Agra Varanasi treni
Kitabın ikinci bölümü, bölgeye seyahat edecek olan gezginlerin ihtiyaç duyacakları tüm bilgileri içeriyor. Ülke mutfaklarından çanta hazırlığına, konaklamadan iklim şartlarına, harcamadan Hindistan ve Nepal’deki dünya kültür mirası eserlerine kadar birçok yararlı ve pratik bilgi bu rehber bölümde yer alıyor. Yazarın hayatının en heyecan verici macerası olarak tanımladığı Hindistan ve Nepal gezisi, kitabın görsel tamamlayıcısı, her birinde ayrı hikâye saklı çarpıcı fotoğraflarla zenginleştirildi. Han Yayınları’nın gezi kitapları serisinden yayınlanan HindistaNepal; Avrupa ve Amerika’dan sıkılan, alternatif coğrafyaları keşfetmeyi sevenler için referans bir kitap olma özelliği taşıyor. Bir forması kuşe
Varanasi'de olu yakma toreni
kağıda basılan ve toplam 256 sayfadan oluşan kitabın satış fiyatı 12 TL.
Kitaptan “…Beni taksiye davet eden adamı şoför sanmıştım, değilmiş. Ön koltuğa şoförün yanına oturdu. Başladı sohbet etmeye. Ya da daha doğru benzetmeyle lafa tutmaya. Çevreyi gözlemlemek, ısınma turları atmak istiyorum. Iıh yok. Rahat verecek gibi değil. İlk sorusu Hindistan’a ilk kez gelip gelmediğim. Pek manidar bu soruyu o an tüm saflığımla yanıtladım. Altında yatan derin anlamı deşifre edecek tecrübeye sahip değildim. Ne de olsa Hindistan benim gerçek anlamdaki ilk gezginlik maceram…” Yazar hakkında İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden 1996 yılında mezun olan İhsan Önder, meslek yaşamına sırasıyla spor, ekonomi ve otomotiv içerikli medya organlarının muhabirliğini ve editörlüğünü yaparak adım attı. İki uluslararası spor giyim markasının iletişim yöneticiliğini yapan Önder, halen özel bir eğitim kurumunda kurumsal iletişim yöneticisi olarak görev yapıyor. Evli ve bir kız çocuk babası olan Önder, outdoor sporlarını, okumayı, gezmeyi ve yazmayı seviyor. Zirve Dağcılık ve Türkiye Gezginler Kulübü üyesidir.
Patan'da bir Nepalli Kitap üzerine yorumlar “İhsan Önder, bir eğitici ama aynı zamanda kendini yenileyen bir gezgin. İlk gezi kitabında mozaik ülke Hindistan ile esrarengiz Nepal gezisini sizlerle en ufak detayına kadar paylaşıyor.” Prof. Dr. Orhan Kural / Türkiye Gezginler Kulübü Derneği Kurucu Başkanı
Katmandu
“HindistaNepal, günümüz insanını önyargılara kapılmadan gezgin ruhuyla yeni dünyaları keşfetmeleri için yüreklendiriyor. Çok ince detaylara kadar inilmiş olması, okunanların bir film şeridi gibi zihinde canlanmasını sağlıyor.” Prof. Dr. F. Günseli Malkoç / Nepal Fahri Başkonsolosu
arkeogezi dergisi
Üniversite haberlerine ve gelecek etkinliklere ayırdığımız köşemize bu sayımızda 2 üniversitemiz konuk oluyor. Kırşehir Ahi Evran Üniversitesi ve Ankara Üniversitesi. Kırşehir Ahi Evran Üniversitesi FenEdebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Akif ÇELİK
ARKEOLOJİ GÜNLERİ Oluşturmuş olduğunuz dergi de bize de yer verdiğiniz için teşekkür ederiz. Kırşehir Ahi Evran Üniversitesi Eskiçağ Kültürleri Topluluğu Ve Arkeoloji Bölümü Öğrencilerinin ortaklaşa düzenlediği ‘‘ARKEOLOJİ GÜNLERİ’’ kapsamında iki etkinlik bulunmaktadır. Bu etkinlikler;
1) ARKEOLOJİK FOTOĞRAF SERGİSİ 2) ÖĞRENCİ SUNUMLARI
57
arkeogezi dergisi
Üniversite Haberleri Öncelikle Arkeolojik Fotoğraf Sergisinden bahsetmeyi yerinde buluyorum. Yapa cağımız bu sergi için profesyonel fotoğrafçılardan ve arkeoloji adına çalıştıklarını zannettiğimiz insanlardan yardım istedik. Ama anladık ki ticari menfaatleri bu sev giden önce geliyormuş. Bizde ailemize yani Arkeoloji öğrencilerine ve Arkeolojiye gönül verenlerle iletişime geçtik. Bize severek yardım ettiler. Özellikle Anadolu nun farklı yerlerinde olan antik kentlerden, höyük kazılarından ve müzelerde sek siyonda bulunan eserlerden oluşan fotoğraflar geldi. Bunlara sergide yer verdik. Fotoğrafları Kırşehir Belediyesi yardımıyla bastırdık. Sergi için gecemizi gündü zümüze kattık ve sergiyi 10.12.2012 tarihinde Kırşehir Belediye Başkanı Yaşar BAHÇECİ, Ahi Evran Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Kudret SAYLAM, Rektör Yar dımcısı Prof. Dr. Güray ERENER, Arkeoloji Bölüm Başkanı Yrd. Doç. Dr. Işık Adak ADIBELLİ, Öğretim Üyeleri ve Öğrencilerin katılımıyla açılışını gerçekleş tirdik. Sergide insanların aslında arkeolojiye, eskiçağa ve tarihe değer verdiklerini gördük. Özellikle eserlerin mitolojik hikâyelerini dinlerlerken yüzlerindeki tebes süm bizlere sonraki etkinlik hakkında fikir verdi. Üç gün boyunca sergimiz birçok öğrenci ve akademisyenler tarafından ziyaret edildi. Serginin son günü 12.12.2012 tarihinde öğrenci sunumları başlıklı etkinliğimiz başladı. Toplam 16 sunumdan oluşan etkinlik de 5 oturum yer aldı. Arkeolojinin Gelişimi, Arkeoloji ve Definecilik, Ölü Gömme Gelenekleri, Türk Müzeciliği, Antik Çağda Spor, Antik Çağda Gladyatörler, Gordion ve Büyük Tümülüs, Antik Çağın Yedi (7) Harikası, Antik Çağda Ticaret, Türkiye’de Su Altı Arkeolojisi, Mısır Pramitleri, Arkeolojide Uzaktan Algılama Sistemleri ve Bilgisayar Teknolojisinin Kullanımı bunların yani sıra antropoloji, coğrafya ve matematik bölümü öğrencilerinin sunumları da yer aldı. Bu sunumlar; İlk Trapenasyon, Coğrafik Bilgi Sistemleri ve son olarak da Algısal Evren konulu sunumlardır. Şunu da belirtmeliyim ki Öğrenci Sunumları Etkinliği ve sempozyumdaki sunumların tamamının öğrenciler tarafından hazır landığıdır. Öğrenci Sunumları etkinliğinin açılışında fazla katılımın olmaması bizi endişeye düşürdü lakin öğrencilerin daha sonra salonu doldurmaları yüzümüzü güldürdü. Bu etkinliklerimiz arkeoloji bölüm öğrencilerine arkeolojiye olan bağla rını güçlendirmek, deneyim kazandırmak, toplum önünde hitap etme yetilerini geliştirmek, araştırmaya yönlendirmek, ortak hareket edebilmeyi ve sosyalleşe bilmelerini sağlamaktır. Bu sempozyumun en farklı yani da farklı bölümlerden sunumlarında yer almasıdır. Ve bizim demokratik bir çerçeveden bakmamızı sağlamış, diğer etkinliklerimize de alt yapı oluşturmamız konusundaki düşünme mize sebep olmuştur. Nitekim bu tarz etkinliklerin katlanarak sürmesi gerekmek tedir. Yapacağımız etkinliklerde sizleri de aramızda görmekten gerçekten mutluluk duyarız. Arkeolojinin bir evi de Kırşehir de bulunmaktadır. 21.12.2012 tarihinde Prof. Dr. Tuba ÖKSE hocamızın vereceği ‘‘TUNÇ VE DEMİR ÇAĞLARINDA YUKARI DİCLE HAVZASI’’ başlıklı bir konferans yapılacaktır. Açıkça söylemek gerekirse arkeoloji gönül işidir. Yapmak, söz vermekle, ya da heves edip durmakla değil elini taşın altına sokmakla olur. Bu bağlamda bize fo toğraf sergisi için yardım eden başta kardeşim Tolga CANDUR sana ve isimlerine burada yer veremediğim bütün dostlarıma teşekkür ediyorum. Derginizin başarılı olmasını canı gönülden istiyorum. Umarım emekleriniz filizlenip büyür.
arkeogezi dergisi
Üniversite Haberleri Ankara Üniversitesi Arkeoloji Topluluğu Başkanı Arman TEKİN Ankara Üniversitesi Arkeoloji Topluluğu yıllardır varlığını sürdüren köklü bir topluluktur. Yıllar içinde çoğu kez kurulup aynı zamanda feshedilme sıkıntıları yaşayan topluluk 2012 yılının Nisan ayında yeniden kurulmuş ve kurulduktan bir hafta sonra I.Ankara Ar keoloji Günleri’nde 3. Üniversite olarak yer alarak ak tif bir topluluk olma yolunda büyük bir yol katedeceği izlenimini vermiştir. 1 hafta süre sonra yapmasına rağ men ile topluluğa inancı olan başta kurucu üyeler ve onlara destek veren topluluk üyelerinin büyük özveri leri sayesinde elinden gelenin en iyisini yapmış ve yap tıkları işlerle gerek kendi üniversite öğrencileri ve ho caları gerekse diğer üniversitelerden gelen öğrenciler tarafından büyük bir beğeni toplamıştır. Yeni üniversite döneminin başlamasıyla çalışmalarına hız veren toplu luk 5 ve8 Kasım 2012 tarihlerinde ‘Evrim:Türlerin Se rüveni ‘ ve ‘Agora’ filmlerinin gösterildiği I.Arkeoloji Filmleri Gösterimini yapmış ve kayıtlara göre ilk gün 45,ikinci gün 40 kişinin gelmesi ile memnun edici bir katılım sağlanmıştır. Aktif olarak varlığını devam etti ren topluluk 4 ve 6 Aralık 2012 tarihlerinde ise Tarih Öncesi Arkeolojisi Anabilim Dalı ile ortaklaşa düzen lediği Prehistorya konulu konferanslar vermiştir. Ko nuşmacı olarak ise Venedik Ca'Foscari Üniversitesin den Prof. Dr. Paolo Biagi "Late Mousterian landscape and settlement in the Pindus range of Western Macedo nia (Greece)" ve “The Epipaleolithic site of Ouriakos in the Island of Lemnos (Greece)” konulu konferanslar vermiştir. Fakültede çıkan tatsız olaylar sebebiyle 1 haftalık resmi tatil olması durumuna rağmen topluluk üyesi olan arkeoloji öğrencileri ve diğer üniversiteler den gelen arkeoloji öğrencilerinin desteği ile konfe ranslar başarılı bir şekilde nihayete ermiş ve kayıtlara göre ilk gün ve ikinci gün 42 kişinin katılımı ile ista tiksel olarak bunu kanıtlar nitelikte olmuştur. İleriki zamanlarda Ankara merkezli üniversitelerle bir araya gelip II. Ankara Arkeoloji Günleri konusunda toplantı yapması gündemde olan topluluk bu şekilde de etkin liklere devam edileceği konusunda herkese güven vermiştir.
arkeogezi dergisi