Editörden Hazırlayanlar Tolga Candur Çağrı Durmuş Uğur Can Uludağ
Kapak Görseli Adramytteion - Atlan Nikseresht Tasarım Tolga Candur
Haberler ve Çeviriler Uğur Can Uludağ
Reklam ve Halkla İlişkiler Tolga Candur tolgacandur@mynet.com
İletişim ve Temsilci Koordinatörü Yaprak Dala yaprakdala@hotmail.com
Merhaba sevgili ArkeoGezi okurları. Yılın üçüncü ayında üçüncü sayımızla siz değerli takipçilerimizin karşısındayız. Bu sayıda sizlere sıradan bir editör yazısı ile ulaşmak yerine aslında dergimizin çıkışında bize yaşattığı hissiyattan bahsetmek istiyorum. Henüz yeni olmamıza rağmen sizden gelen olumlu yorumları değerlendirdiğimizde ‘’evet biz bu işi başarabiliriz’’diyerek motive oluyoruz. Türkiye’de belki de ilk defa arkeoloji ve gezi temasını birleştirme fikrinde’’yapabilir miyiz?’’ dediğimiz anlar gözümün önüne geliyor. Bir bakmışız ilk sayı internette yayınlanıyor ve siz değerli okuyucularımızdan aldığımız motivasyonla ocak ayında ikinci sayımızı çıkartmışız. Her sayı bizim için farklı bir heyecan ve tecrübe oldu. Her sayı bize yeni şeyler öğretti, yeni insanlarla tanışmamıza vesile oldu. Şimdi ise üçüncü sayı siz desteğini bizden esirgemeyen okuyucularımızla buluştu. Önümüze koyduğumuz hedeflere daha da yaklaştığımızı görmek ve bu sayede heyecanımızı canlı tutmamız sizler sayesinde oluyor. Her okuyucumuza ayrı ayrı teşekkür ediyoruz. Bildiğiniz gibi ArkeoGezi Dergisi gönüllük esasına dayanarak yayın hayatına başladı ve ücretsiz yayınlamaya devam ettiği sürece de böyle olmaya devam edecek. Dergimize yazınsal ve görsel katkıda bulunan tüm dostlarımıza da ayrıca teşekkür ediyoruz. Peki ArkeoGezi Dergisinin bu sayısında hangi konuları işledik ve sizi nerelere götürdükT Sadece şunu söyleyebilirim dolu dolu bir dergi elinizin altında olacak. Bilgisayarınıza indirin ve hemen arşivleyinT
Tolga Candur
ARKEOGEZİ DERGİSİ https://www.facebook.com/Arkeo.Gezii https://twitter.com/arkeogezi https://www.arkeogezi.net
İtalya'nın Yaratıcıları Etrüskler - 9
Adramytteion - 1 7
İÇİNDEKİLER Karacahisar Kalesi - 37
Özel Röportaj - 45
Herakleia - 51
Kuzey Kore ve Güney Kore - 59
HABER
Laodikya, UNESCO Dünya Mirası Listesi Adayı
Denizli Belediye Başkanı Osman Zolan, Laodikya Antik Kenti’nin UNESCO tarafından Dünya Mirası Listesi’ne alınması için başvuru yaptıklarını bildirdi. Zolan, yaptığı yazılı açıklamada, Denizli Belediyesi’nin Laodikya Antik Kenti’nde süren kazı çalışmalarına destek vererek, finanse ettiğini belirtti.
”Laodikya Antik Kenti’nin UNESCO tarafından Dünya Mirası Listesi’ne alınması için başvuru yaptık. Eski Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Laodikya’nın Dünya Mirası Listesi’ne aday gösterilecekler listesine alınması için çalışma yapılmasını istedi. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Denizli Belediyesi, Pamukkale Üniversitesi ve Denizli Valiliği’ne yazı yazarak başvuru için gerekli dosyanın hazırlanıp gönderilmesini talep etti. Denizli Belediyesi, Laodikya Antik Kenti Kazı Heyeti Başkanı Prof. Dr. Celal Şimşek ve Denizli Valiliği gerekli belgeleri hazırlayarak Kültür ve Turizm Bakanlığı’na gönderdi. Bakanlık, Türkiye’den Dünya Mirası Listesi’ne aday gösterilecek 37 kültür mirası arasına Laodikya Antik Kenti’ni de aldı. Laodikya, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın en güçlü adaylarından biri. Pamukkale’den sonra Denizli’den ikinci bir değerin Dünya Mirası Listesi’nde yer alması gurur kaynağı olacaktır. Gerekli hazırlıklarımızı yaptık ve Laodikya’nın Dünya Mirası Listesi’ne alınmasını için Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın istediği belgeleri hazırlandık, gönderdik. Laodikya’yı 201 2′de 300 bin turist ziyaret ettiğini belirten Zolan, 201 3′de ziyaretçi sayısının 1 ,5 milyona ulaşmasını hedeflediklerini vurguladı. Arkeogezi Dergisi - 4
HABER
ANTİK DÖNEMİN DAĞ KRALI Krasnodar Krai bölgesinde bulunan Mezmay kasabası yakınlarında bulunan antik mezarlıkta, 2200 yıllık bir savaşçı mezarı bulundu. Günümüze kadar el değmeden gelmiş olan mezarın kendileri için çok önemli olduğunu söyleyen arkeologlar ezardan çıkanlar tam bir tarih hazinesi olduğunu söylediler. Mezarda, mücevherden zincirli zırhlara kadar çok değerli bir hazine ve savaşçının bacakları arasına yerleştirilmiş 91 cm uzunluğunda demir bir kılıcın yanı sıra 1 0'dan fazla altından yapılmış eşya bulundu. Bu eşyalar arasında en dikkar çekeni, ortasında taş kristaller bulunan, ince işlenmiş altın bir tokaydı. . 5.8x4.8 cm ölçülerinde sahip tokanın çok katmanlı süslemelere sahip olduğu görüldü. 'Ancient Civilizations from Scythia to Siberia' dergisinde yayımlanan makalede kazı ekibinde yer alan arkeologlar, ölü hediyeleri bronzdan yapılmış bir miğferin parçalarını buldu. Parçaları bir araya getirme çalışmaları sırasında iki miğferin bulunduğu, miğferlerin bir tanesinde kıvrık kuzu boynuzları çiziliyken, diğerinde tepelere benzeyen üçgenler, zigzaglar ve diğer farklı şekiller olduğu görüldü. Define avcıları tarafından 2004 yılında ortaya çıkarılan antik mezarlık,2005 yılında yetkililer tarafından koruma altına alınmıştı.Definecilerin bulamadığı ve zarar görmeyen savaşcının mezarında, kılıcın ucu savaşçının leğen kemiğine bakacak şekilde yerleştirilmişti. Ayrıca, kılıcın ucunda yuvarlak altın bir plaka bulundu. Savaşçının mezarından, silahlar ve hazinenin dışında üç at, bir inek ve bir yaban domuzunun kafatası çıktı. Ukrayna Arkeoloji Bilimleri Enstitüsü Ulusal Akademisi'nden Valentina Mordvintseva, "Bu hayvanlar antik dönemlerde yaşamış kabileler için oldukça değerliydi.Hayvanların kafataslarıyla gömülmeleri, gömülen kişinin kabilelerinde ve ailelerinde saygın biri olduklarını gösteriyor" dedi. Mordvintseva, "Bu savaşçının kim olduğunu söylemek çok zor ama bir kabile şefi olduğu izlenimi veriyor" dedi. Arkeogezi Dergisi - 5
HABER
Dağlık arazide ve oldukça yüksek bir alanda bulunan mezarın,ticari bir geçiş noktası yada antik uygarlıklar arasında bir yol görevi görmüş olabileceğini belirtti. Araştırmacılar, ilk kez antik kabilelerde altın kılıçların dekor amaçlı kullanıldığını gördüklerini, ayrıca kılıçların ve kınlarının aksesuar takılabilecek şekilde yapıldığına dikkat çekti. 2 bin 200 yıl önce yaşamış olan savaşcının mezarında bulunan demir kılıçta altın bir plaka görüldüğü gibi, kınında da dekor yerleştirilebilecek oyuk olduğu görüldü.
Mezarda bulunan bazı eşyalar dekoratif amaçlı yapılmış. Bu daha önce hiçbir yerde görülmeyen bir keşif olarak arkeoloji dünyasında heyecan yaratmaya devam ediyor. Arkeogezi Dergisi - 6
HABER
5000 YILLIK TAPINAK BULUNDU Perulu arkeologlar, başkent Lima'nın kuzeyindeki ünlü El Paraiso arkeolojik yerleşim alanında 5000 yıl öncesine ait olduğu düşünülen bir tapınak keşfetti.
Peru Kültür Bakanlığı tarihin tam olarak doğrulanması halinde, söz konusu tapınağın, dünyanın en eski yerleşim yerleri arasına girebileceğini açıkladı. Bakanlık, keşfin çok önemli olduğuna vurgu yaparak, Lima ve çevresinin insanlığın en eskitarihlerinde bir uygarlık merkezi olabileceğini belirtti. El Paraiso piramidinin kanatlarından birini oluşturan ve arkeologlarca, "Ateş Tapınağı" adı verilen tapınakta bulunan fırının, ateş yakma törenlerinin işaretçisi olduğuna inanılıyor. Araştırma ekibinden Marco Guillen, o dönemde insanların Tanrıyla duman aracılığıyla iletişimkurduğunu ve fırının da bu amaçla kullanılmış olabileceğini kaydetti. Peru'nun tam orta noktasında yer alan 50 hektar alana sahip El Paraiso, dünyanın en büyük yerleşim alanlarından biri olarak kabul ediliyor
Arkeogezi Dergisi - 7
https://www.facebook.com/Arkeo.Gezii
YAZI
SEMA DALKILIÇ
İtaliklere şehir kültürünü öğreten gizemli halk Etrüskler, İtalya’yı medenileştirmiş ve güçlü bir siyasi birlik kurmuşlardı.
E
Etrüskler'in yaşadığı bölge olan Etruria Orta İtalya’da yer alıyordu.
Arkeogezi Dergisi - 9
trüskler kendilerine Rasenna diyorlardı, Helenler Tyrsen yada Tyrrhen, Romalılar ise Tusca yada Etrusc diyorlardı. İtalya’ya gelişleri M.Ö. 1 0.-8. yy.larda iki göç dalgası halinde olmuştu. Nereden geldikleri ise hala tam olarak bilinmemektedir, ancak son dönemlerde yapılan araştırmalar Etrüsklerin Batı Anadolu'dan göç ettiklerini kuvvetlendirmektedir. Etrüskler ne lisanî, ne etnik ne de kültürel bakımdan İtalikler ile benzemiyorlar, Batı Anadolu dünyası ile olan benzerlikleri ise yapılan DNA ve arkeolojik buluntular sayesinde anlaşılabilmektedir.
Etrüskler
M
itolojik anlatımları ile ünlü olan Herodot, Etrüskler’in Lydia ülkesinden kıtlık nedeniyle göç ettiklerini söyler; '' Manes oğlu Atys döneminde Lydia ülkesinde yok edici kıtlık baş göstermişti, Lydialılar kıtlıkla baş etmek için oyunlar türetmişlerdi, bir gün boyunca oyun oynayıp, ertesi gün yemek yiyerek zaman geçiriyorlardı. Ancak bu kıtlığa çözüm olmamıştı, en sonunda kral Lydialıları ikiye ayırdı ve oğullarından Tyrsenos'u başlarına koyarak onları ülkeden gönderdi. Kıyı kıyı gezen Lydialılar sonunda Umbria'yaya ulaştılar ve orada kentler kurdular''. Herodot bu sözleri M.Ö. 5. yy.da yazmıştır. Lemnos mezar stelinindeki yazıların Etrüsk yazısına olan benzerliği ve stelin Batı Anadolu'ya çok yakın olan Lemnos adasında olması bu tezin desteklenmesine neden olmuştur. Tezi güçlendiren diğer etmenler ise, Etrüsklerin ölü gömme adetleri ve kadına verdikleri önemdir. Etrüskler de tıpkı Anadolu toplumlar gibi ölülerini ahşap odalarda ve eşyalarıyla birlikte gömüyorlardı. Etrüsklerin kuzeyden gelen Hint-Avrupalı bir kavim olduğu tezi de vardır, ancak tezi güçlendiren etmenler kuvvetli değildir.Türk bilim insanları ise Etrüsklerin Türk kökenli kavim olduğunu tezini savunuyorlar, Etrüsk lisanının Türk lisanı ile olan benzeştiği noktalar bu tezin savunulmasına neden olmuştur.
İ
talya'da konfederasyon oluşturan Etrüskler on iki şehre hâkim oldular. Arretium , Caere , Clusium , Cortona , Perusia , Populonio , Rusellae , Tarquinii , Vetulonia , Volaterra , Volcii ve Valsinii. Etrüsklerin en önemli şehirleri ise Etruria ,Caere ve Veii idi. Her şehrin başında bir kral vardı.M.Ö.61 6 da Roma şehrini ele geçiren Etrüskler Tarquin sülalesinin krallık dönemini başlatmışlardır. Bu durum Roma Cumhuriyet'i kuruluşuna kadar sürmüştür. Roma tarihçisi Titus Livius Etrüskler için :'' Tanta opibus Etruria erat ut jam non terras solum sed mare etiam per totam Italia longitiduem ab Alpibus ad fretum siculum fama nominis sui implisset'' yani '' Etruria o kadar kudretliydi ki, yalnız karada değil denizde de, Alpler'den Messina Boğazına kadar, bütün İtalya boyunca şöhreti yayılmıştı.''demiştir. Ünlü Romalı hatip Caton ise: “Bütün İtalya Etrüsklerin egemenliği altında idi” demiştir. Etrüskler İtalya'yı örümcek ağı gibi sarmıştı ve çizmede hâkimiyet kurmuşlardı. İtalya da Etrüsk kültürü baskındı, İtalikler yerleşik yaşamın rahatlığını ilk kez tadıyorlardı. Bu durum Romalıların gelecekte ki görüntüsünün de temelini oluşturmuştur. İşte bu refah sıkıntı için olan halkların Etrüsk şehirlerine gelmelerine sebebiyet vermiştir.
Etrüsk Arabası Arkeogezi Dergisi - 1 0
İtalya'nın Yaratıcıları
G
reklerin Pers akını nedeniyle Etrüsk şehirlerini tehdit etmesi, Etrüsk-Grek çatışmasını kaçınılmaz kılmıştır. Alaia'de M.Ö. 540'da patlak veren savaş için Heredot şunları yazmıştır: ''Phokaia'lılar (Foçalı Grekler) Kyrnos'a (Korsika) vardıkları zaman beş yıl, oraya ilk yerleşmiş olan kolonlarla ortak yaşadılar, tapınaklar kurdular. Bütün çevrede çapul yaptıkları için, Etrüskler ve Kartacalılar aralarında anlaşarak, bunlara karşı yürüdüler. Bir deniz savaşı oldu; bu Phokaia'lılar için bir çeşit Kadmos yenilgisiydi, zira gemilerinin kırk tanesi batmış, kalan yirmisinin de mahmuzları kırılmış, işe yarar hali kalmamıştı. Alaia’ya dönerek kadınlarını ve çocuklarını aldılar, eşyalarından gemiye yüklenecek ne varsa hepsini yüklediler, sonra Kyrnos'u bırakara Rhegium'a gittiler.''Bu zafer Etrüsklerin yayılması hızlandırmıştı. Kuzeyde yoğun Etrüsk hâkimiyeti başlamıştı. Etrüskler’in bölgedeki verimli toprakları işlemeleri sonucu ticarette çok ilerlediler, öyle ki ticaret sayesinde Kelt ülkelerine kadar ulaşan bir Etrüsk kültürü ortaya çıktı.
6
.yy 'a gelindiğinde ise yerli İtalikler Etrüskleri kendi silahlarıyla vurdular. İtalikler bu uygar ve kültürlü kavim sayesinde çok şey öğrenmişti, askeri, idari, ekonomik ve kültürel gelişmeleri çok iyi özümsemişlerdi. İtalikler, Etrüsk monarşisine karşı gelmeye başlamışlardı, halk bilinçlenmişti. Bu karşıtlık Etrüsk krallarının Roma'dan kovulması ile son bulmuştu. Elbette ki bu süreç çok kanlı ve sancılı oldu. İtalikler'in, Cumaeliler'in, Keltler'in ve Sicilyalılar'ın baskısı Etrüskler'in fakirleşmesine neden oldu, İtalya'yı yüksek medeniyet ile tanıştıran kavim zamanla kaybolmak zorunda bırakıldı. İtalik halka yerleşik hayatı öğreten Etrüsklerin şehirleri bulundukları ovaya hâkim olarak konuşlandırılmıştır. Şehirler yüksek ve alçak boyutlardaki surlarla çevrelenmiştir. Kemerli kapıları, şehir yolları, su kemerleri, köprüleri ve kanalizasyonları Etrüsk mimarisinin karakteristik özellikleriyle doludur. Etrüsklerin İtalya'ya olan etkisi çok derindir, onlar ülkeyi mimari anlamda öylesine çok kalkındırmıştır ki bu durum Antik Yunan ve Antik Roma dönemlerine ait eserlerde görülebilmektedir. Bronz Figürin Arkeogezi Dergisi - 11
Etrüskler
E
trüsklerin etkisinde kalan İngiliz yazar David Herbert Richards Lawrence 1 920'de Etrüsk mezarlarını gezerken şunları hayal etmişti: Yaşadıkları çağlarda yaptıkları şeyler nefes almak kadar doğal ve basitti. Hatta mezarları bile. Onlar, kuşkusuz bir yaşam doluluğuyla, göğsün hoş ve özgür bir şekilde nefes almasına izin vermişlerdi. Bu işte, gerçek bir Etrüsk meziyetiydi; kolaylık, doğallık ve yaşam bolluğu, ruhu ya da aklı hiçbir yöne zorlamaya gerek duymamış. Ve Etrüsk için ölüm, mücevherleri, şarapları ve dans için çalan flütleriyle yaşamın hoş bir devamıydı.(Etruscan Places'den alıntıdır.)
Etrüsklerin İtalya kentlerini öylesi güzelleştirmiş ki bunu etkisinde kalan Romalı şair Propertius Veii için şiir yazmıştır:
Etrüsklerin ilgi çekiciliği aslında Heredot’un egzotik kaynaklı doğu efsanesiyle ilişkilidir. Efsanede Lydia ülkesinde ki kıtlığa karşı bulunan oyunlardan ve kıtlıktan kaçan bir grup Lydialı'dan bahsetmektedir. Tavla, zar, taş oyunları ile zaman geçiren ve sonunda doğaya yenilen bir halk. Belki bu kıtlığa karşı koymak için yaptıkları her şey onların kültürel gelişimi hızlandırmıştı.
Şiirin dizelerinden etkilenmemek elbette mümkün değildi, yüzyıllar sonra şiiri İngilizceye çeviren George Dennis gibi...
Senin eski bir kraliyet tacın vardı Veii, Ve forumunda altından bir taht dururdu! Duvarların şimdi yankılanıyor, çobanın borusuyla, Küllerinin üzerinden savruluyor yaz buğdayları.
Titus Livius, Etrüsklerin çok dindar bir toplum olduğunu söyler. Ritüellere verdikleri önem ve mabet kalıntıları, Etrüsklerin tanrısal bir yardım umduklarını göstermektedir. Etrüskler kendi Tanrısal panteonlarını yaratarak, her tanrının gökyüzünde kendine ait bir yeri olduğuna inandılar. Tanrıların kendilerinden hoşnut olup olmadığını, kuşların uçuşundan, şimşek çakmasından ve diğer sıra dışı olayları izleyerek algılıyorlardı. Tanrıları sakinleştirme işi ise Augurlar (kâhinler) tarafından doğru ritüeller tespit edilerek yapılıyordu. Yüksekçe bir yerde ve ayakta durarak ritüelleri gerçekleştiren augurlar Etrüskler için önemli insanlardı. Etrüsk sanatı dönemine göre oldukça gelişmiş bir sanattır. Bu durum, Etrüsklerin doğudan geldikleri tezini güçlendirmektedir. Tapınakları Hellen tapınak düzenine benzemekle beraber biraz daha kabadır. Planı kare şekline benzer, altta bir podyumu ve önünde basamakları vardır. Tapınağın içi iki kısımdır, ön taraf açık ve sütunlu, arka taraf kapalıdır, Tanrıların tasvirleri burada yer alır. Pişmiş topraktan heykeller ve akroterionlar vardı. Arkeogezi Dergisi - 1 2
İtalya'nın Yaratıcıları Etrüskler kadınlara kutlamalara ve toplumsal olaylara katılma hakkı tanımış, eserlerden görüldüğü üzere kadınlar chariot (at arabası) kullanabilir ve çalışabilirlerdi. Etrüsklerin dini politeizm yani tanrılar alemi anlayışı üzerine kurulmuştur.Cicero çok ilginç bir tez ortaya atmış ve Etrüsklerin dini kitabı olduğunu ileri sürmüştür; “Bir çocuk kadar küçük, fakat, bir ihtiyar gibi saçları beyaz ve yüzü buruşuk olan Tinia’nın torunu Tages, Tarquinii’de bir çiftçi tarlasını sürerken sabanın açtığı yarıktan toprağın altından çıkar. Daha sonrasında,Etrüsk krallarına gizli öğretileri aktarır ve tekrar toprağın altına girerek kaybolur. Tages’in gizli öğretileri yazıya geçirilerek kayıt altına alınır.” diye yazı yazmıştır. Etrüskler tarafından netsvis, Romalılar tarafından ise, haruspex olarak isimlendirilen din adamı karaciğerin vücuttaki olağan yerini, rengini ve biçimini bilmekte, organın farklı bölgelerine ait özelliklerin ve olağan durumdan sapmaların tanrıların isteklerine tercüman olduğu düşüncesiyle birtakım kehanetlerde bulunmaktaydı.Bu kehanetler: 1 - Tanrısal,kozmik, insani olmak üzere, üç başvuru düzlemi arasındaki bağlantıyı varsaymaktaydı. 2- Libri Fulgurales: Yıldırım ve gök gürlemesinin gözlemlenmesine dayalı olarak, tanrıların isteklerinin öğrenilmesi ile ilgili gizli bilgileri içermekteydi. 3- Libri Rituales: İnsan hayatını, insanın ölüm sonrası hayatını, kavmi ve devleti tanzim eden talimatlara ilişkin gizli bilgileri içermekteydi. Etrüsk pantheonunda iki tanrı ve bir tanrıçadan oluşan üçlü Tanrı sistemi vardır, bunlar: Tinia (juppiter / Zeus Tanrıların hakimi ve göklerin tanrısı) Menrva (Minerva /Athena bilgelik, savaş ve el sanatları tanrısı) Uni (Iuno /Hera evlilik tanrıçası) Pantheonda yer alan diğer Tanrılar ise, Aplu (Apollo-şiir, müzik ve kehanet tanrısı), Maris (Mars / Ares-savaş tanrısı), Turan (Venus / Aphrodite-aşk ve güzellik tanrıçası), Fufluns (Bacchus / Dionysos-şarap ve bereket tanrısı), Turms (Mercurius / Hermes-tüccarların tanrısı), Artames (Diana / Artemis-av tanrıçası). Etrüskler mezarların içine günlük hayatın iyi yönleri resmetmişlerdir, dünyevi hayatın zevkleri ağırlıkta olmuştur. Bazı mezarlar ve freskler. Romalıların yıkıcılığından kurtulabilen bazı mezarlar: Arkeogezi Dergisi - 1 3
Etrüskler
Tarquinia Leoparlar Mezarına girer
girmez karşı duvarda bir ziyafet sahnesi, yan duvarlarda dansçılar ve müzisyenler bizi karşılar.Resimler o kadar canlıdır ki,bunların kesinlikle bir Etrüsk öznelliği olduğu anlaşılır.Yan duvarda ki resimlerin birinde üç erkek tasvir edilmiştir, biri incecik bir şal diğer ikisi ise pelerin giymiş olarak defne ağaçları arasında resmedilmiştir:Başka bir duvarda ise elinde şarap kadehi taşıyan bir adam, bir çift ve lir çalan adam tasvir edilmiştir.Girişin karşısındaki duvarda yer alan sahnede ise üç kline üzerine uzanmış çiftler temsil edilmiştir.
Bunların ölünün yakınları olduğu düşünülür. Bunlardan en sağdaki pileli bir giysi ile mavi bordürlü kalın kırmızı bir manto giymiş olan kadın eşine doğru dönmüştür. Mavi bordürlü beyaz bir manto giymiş olan erkek ise sağ elinde tuttuğu ve bir yumurtayı kaldırmış, karısına göstermektedir. Mezara Leoparlar Mezarı denmesinin nedeni ise duvarın üstünde yer alan iki leopar figürüdür. Resimler fresk tekniğindedir. Yaşam sevgisinin, keyfinin yansıtıldığı bu resimler arasında avcılık, balıkçılık, spor ve dans yarışmaları gibi yine gündelik yaşamdan alınmış canlı ve neşeli sahneler de yer alır.
Arkeogezi Dergisi - 1 4
İtalya'nın Yaratıcıları M.Ö.470’e ait Triclinium Mezarındaki frekslerde Leoparlar Mezarındaki freksler gibi yaşam sevgisine benzemektedir. Duvarlarda dans eden kadın ve erkek tasvir edilmiştir. Mezarların duvarlarına resmedilen resimler Etrükslerin yaşam zevki, güven, neşe duygularını göstermektedir. Etrüskler heykelcilikte ve takı yapımında çok başarılıydılar, yaptıkları eserler ise Anadoluda’ki eserler ile çok benzeşiyordu. Özgün Etrüsk keramiği sayılan bucchero isimli siyah keramik, Etruria’da MÖ 7. yy.ın ortalarından MÖ 5. yy.ın başlarına değin çok üretilmişti.
E
trüsklerin eserlerinde ki bu üstün beceri yeteneği günlük yaşamlarına da yansımıştır. Kültürel anlamda kendi döneminin en iyisi olan Etrüskler Anadolu'da ki kavimler gibi kadına önem veriyorlardı. Etrüskler toplumsal yaşamlarında efendi ve köle olarak kategorize edilmişlerdi. Aristokrat efendiler, siyasi-askeri-ekonomik hayata hâkim sınıftı. Köleler tarım ve sanayi alanlarında çalışarak hayatlarını sürdürüyorlardı. Etrüsklerin aile bağları çok kuvvetliydi, aile ile ilgili tasvirler ve sözcükler arkeolojik buluntularla ortaya çıkarılmıştır, patriarkal (babaerkil)aile tipinde olan Etrüsk ailesi kadınlara da önem vermişlerdi. Kadınlar şemlikler ve törenlerde kocalarının yer alıyorlardı, toplum içinde itibar görüyorlardı. Giysileri ise yük ve ketenden yapılan tunica ve dörtken pelerin olarak yapılıyordu, ayaklarında tahtadan ya da bronzdan yapılan sandalet giyiyorlardı. Saçları uzun ve örgülüydü, kolye, küpe, bilezik, fibula takarak süslüyorlardı.
Arkeogezi Dergisi - 1 5
Spor ve sahne oyunları sosyal hayatlarının vazgeçilmezi durumundaydı. Tiyatronun temeli olan fescennini vercus ve satura'nın Etrüskler'e ait olduğu bilinmektektedir. (Fescennini versus, kırsal alanlarda yapılan kutlamalarda müzik ve dansın bulunmadığı, dizeler halinde söylenen kısa tiyatro gösterisi,satura,sözün, şarkının, müziğin ve dansın bir arada olduğu dramatik fars,yani güldürü amaçlı kısa piyesdi.)Zar oyunlarına ilgiliydiler, arkeolojik kazılarda Etrüsk zarları bulunmuş ve üstlerinde 1 -6! ya kadar olan rakamlar tespit edilmiştir. Etrüsk alfabesi gizemi halen korumaktadır, çift dil metin beklentisi içerisinde olan bilim dünyası için Etrüskçe büyük bir sır durumunda.Yinede yapılan araştırmalar sonucu Etrüsk alfabesindeki bazı harflerin batı Anadolu kültürü olan Lidya alfabesindeki harflere benzediği görülmektedir. Etrüsk dili
Etrüskler ne Yunancaya ne de Latinceye benzemiyor ve dilin Ural-Altay dil grubuna ait pek çok özelliğe sahip olduğu saptanmış durumda. Etrüsk alfabesi incelendiğinde iki ayrı dönem göze çarpmaktadır. M.Ö. 8. ile 5. yüzyıllar arasında ortaya çıkan “erken şekiller dönemi” ve M.Ö. 5. yüzyıldan itibaren beliren “geç şekiller dönemi” . Erken döneme ait şekiller harf haline dönüşmeden önce soy, boy, oba veya oymak belirten simgeler olarak hem sürü hayvanlarına hem de insanlara dağlama veya dövme metoduyla kakılmıştır. ‘Tamga’ denen ve tam kavram içeren Etrüsk yazısındaki harfler/işaretler ile Asyadaki taşlara kazılmış Orhon (Türk) yazıtlarının harfleri arasında çarpıcı benzerlikler bulunmaktadır.Ancak yine de Etrüsk dili gizemi büyük bir özenle korumaktadır.
Nekropol
Arkeogezi Dergisi - 1 6
Ören0 Bahçeli sayfiye evlerinden oluşan düşük yoğunluklu bir yazlık yerleşim0 Mütevazi sessizliğinde barındırdığı arkeolojik değerleri sayesinde alınan sit kararlarından sonra, genellikle dönemlerinin karakterli yapıları olarak da tanımlanabilecek, 1960 ve 1970’li yılların çizgilerini yansıtan evleri, ağaçlı yolları, yeşil alanları, açıklıkları, düzenli yapısı ile nitelikli bir yerleşim halinde koruna gelmiş bir cazibe merkezi0
Ören Plajı, Karataş üzerinde denizkızı
Adramytteion
Karataş ve plaj
201 2 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın izni ile Balıkesir Kuva-yı Milliye Müzesi Müdürlüğü tarafından başlatılan ve bilimsel başkanlığını üstlendiğimiz Adramytteion Kazıları’na başlarken ana amacımız, farklı antik kaynaklarda sıklıkla değinilen bir antik kent olan Adramytteion’un, gerek ülkemiz arkeolojisi gerekse kültür ve turizmi için taşıdığı anlam ve potansiyelin değerlendirilmesi olmuştur. Kültür tabakalarının tespiti ve kent öğelerinin aşamalı olarak belgelenerek açığa çıkarılıp korunması hedefindeki çalışmalar, Burhaniye Belediyesi’nin sponsorluğunda, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi başta olmak üzere, Selçuk Üniversitesi ve İstanbul Üniversitesi öğretim üye, eleman ve öğrencilerinin işbirliği ile, Klasik Arkeoloji, Sanat Tarihi, Sualtı Arkeolojisi’nin yanı sıra, Mimarlık ve Enformatik gibi birçok destekleyici bölüm uzmanlarının da katılımı ile, disiplinler arası bir çalışma olarak devam ettirilmektedir. Balıkesir İli, Burhaniye İlçesi, merkeze bağlı Ören Mahallesi’nde konumlanan Adramytteion Antik Kenti, adını verdiği Edremit Körfezi’nin Doğu kıyısında yer almaktadır. Kuzeyde Kaz (Ida), güneyde Madra (Pindasos) Dağları ve bu dağların doğuda birbirlerine kavuştuğu bir topoğrafya ile sınırlanan, iç kesimlerle bağlantısı sınırlı olan bir havzada yer almaktadır. Böyle bir coğrafyada deniz kıyısındaki konumu, antik çağda adalar ve hatta tüm Ege Havzası’na açık deniz ticaretine olan elverişliliği açısından oldukça önemlidir.
1 960 – 1 970lerin karakteristik yazlık evleri
Yrd.Doç.Dr. Hüseyin Murat Özgen
Plajda hava gösterisi
Y
akın zamanda Ören ve çevresi seyrek dokulu bir kırsal yerleşme iken, özellikle 1 960’lardan sonra düşük yoğunluklu bir yazlık yerleşim olarak yapılaşmaya başlamıştır. Bunun neticesinde Antik Kent’e dair gözlemlenebilen izler bu süreçte kısmen tahrip olmuş ve büyük ölçüde yapılaşma altında kalmış durumdadır. Ancak, Adramytteion Kenti’nin üzerinde konumlandığı tüm yükseltinin, Bursa Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu’nun 1 989 ve 1 990 yıllarındaki kararlarıyla 2. ve 1 . Derece “Arkeolojik Sit Alanı” ilan edilmiş olması, bu yapılaşmanın sevindirici olarak karar tarihinden itibaren düşük yoğunlukta kalmasına sebep olmuştur. Adramytteion’un Antik Mysia Bölgesi’nin önemli antik yerleşimlerinden biri olduğu, birçok antik yazardan aldığı referanslarla bilinmektedir. Bunun yanı sıra, yerleşimin adının, Troas Bölgesi, Lesbos (Midilli) Adası ve çevre alana yerleşen Aeollerin etnik kimliğinden hareketle, Aeol yerleşimleriyle de ilişki içerisinde refere edildiği de bilinmektedir.
Arkeogezi Dergisi - 21
Adramytteion
Antik Kaynaklarda Adramytteion Herodotos, Xenephon, Thucydides, Strabon, Plinius ve Stephanos Byzantinos gibi antik yazarların eserlerinde yer alan Adramytteion, Pseudo Skylax ve Arsitotales tarafından politik anlamda tüm teşekkülleriyle bir şehir olarak da vurgulanmaktadır. Yerleşim, antik çağa ilginin şekillendiği 1 7, 1 8 ve 1 9 yy.’larda ise, aralarında Texier’in de olduğu birçok gezgin ve araştırmacı tarafından da konu edilmiştir. Buna karşın Adramytteion’un konumuyla ilgili ilk doğru tespit, 1 9. yüzyılın sonunda Earinos tarafından gerçekleştirilmiştir. Heinrich Kiepert de 1 888’de bu lokalizasyonu antik kaynaklarda bildirilen topografyadan yaralanarak doğrulamıştır. Kentin kuruluşu da antik yazarların söylencelerine konu olmuştur. Stephanos Byzantinos’a göre Adramytteion, son Lidya Kralı Kroisos’un erkek kardeşi ve sondan evvelki Lidya Kralı bakımı için oldukça önemliydi. Bölgenin çok kullanılan bir geçiş rotası olduğu, Ksenephon yönetimindeki Yunanlar’ında Kunaksa’dan dönüşlerinde (M.Ö. 401 ) Adramytteion’un yanından geçmiş oldukları anlatımıyla ispatlanmaktadır. En geç M.Ö. 422 yılından itibaren Adramytteion sakinleri arasında Yunanlar’ın da olduğu tarihi kaynaklardan bilinmektedir. O zamanlar, başkenti Daskyleion olan Daskylitis Satrabı Pharnales adında bir Pers valisi, Atina tarafından sürgün edilen Delos sakinlerine Adarmytteion’u tahsis etmişti. Sürgüne uğrayan Deloslular da buraya yerleşip yeni bir vatan bulmuş oldular. Ancak devamında Adramytteion’un bu yeni sakinlerini bir trajedi bekliyordu. Satrap Tissapharnes idaresinde bir dalkavuk olan Persli Arsakes, M.Ö. 411 yazında Adramytteion’da oturan en seçkin Deloslular’ı gaddarca bir hileyle, sözde gizli bir düşman tehlikesinden dolayı baskına uğrattı. Sanki “iyi dost ve müttefik” gibi bıraktıktan sonra da etraflarını çevirterek katletti.
Alyattes’in oğlu, Lidyalı bir kahraman olan Adramys tarafından kurulmuştur. Bu durum arkeolojik verilerle henüz ispatlanmasa da, evvelinde yerlilerin oturduğu bir yerleşim olduğu kesindir. Tarih yazınlarında Adramytteion, ilk olarak ünlü tarihçi Herodotos’un eserinde yerini almıştır. Herodotos, Pers Kralı Kserkses’in Yunanlar’a karşı M.Ö. 480 yılında yaptığı meşhur seferin anlatımında şöyle demektedir; “Ordu, Lydia’dan
Kaikos Irmağı’na ve Mysia’ya yönelmişti; Kaikos’u geçtikten sonra Kane Dağı’nı sola alarak Atarneos içinden Karene kentine doğru yürüdü. Bu kentten sonra Adramytteion kentini ve Pelasg sitesi Antandros’u geçerek Thebe ovasına indi. Ida dağını sola alarak Ilion toprağına geçti. Ve orada gece Ida eteklerinde konaklamışlarken bora patladı, zigzag gezinen yıldırımlar düştü ve oldukça önemli sayıda kurban verildi…” Anlaşıldığı üzere Kserkses’in ordusu,
Thebe Ovası’nda Adramytteion yakınından geçmişti ve bu bölgenin üstün verimliliği ordunun
M.Ö. 4. yy’dan itibaren, özerk bir şehir devleti bilincinin delili olarak Adramytteion’un sikke darp ettiği ve bir şehir meclisine sahip olduğu bilinmektedir. Geleneksel özerk idare kurumlarına sahip olması da erken dönemden itibaren bir kent kültürünün yerleşikliğinin ispatıdır. Adramytteion’u tarih sahnesinde öne çıkaran bir başka delil, Büyük İskender’in ardıllarından Lysimachos’un bir generali olan Prepelaos tarafından M.Ö. 302 yılındaki fethininin nakledilişidir. Kent tarihine ışık tutan başka bir değinme, Romalı antik yazar Livius’un aktarımındadır. Romalılar’ın III. Antiokhos’a karşı olan savaşında (M.Ö. 1 92 -1 88) III. Antiokhos, M.Ö. 1 90 yılında düşmanca bir tavırla Pergamon’dan yola çıkarak, Homeros’un anlatımlarında bilinen ve Thebe Ovası olarak adlandırılan zengin bölgeyi talan etmiştir. Antiokhos’un askerlerinin, Anadolu’nun başka hiçbir yerinde buradan daha fazla ganimet elde etmediği aktarımı da, bölgenin zenginliğini bir kez daha ispatlamaktadır. Arkeogezi Dergisi - 22
Yrd.Doç.Dr. Hüseyin Murat Özgen Adramytteion, ünlü Romalı hitabet ustası Cicero devrine ait meşhur bir hatip olan Ksenokles’in memleketi olarak da bilinmektedir. Ksenokles, Roma senatosu önünde şehrin ve Asia Eyaleti’nin temsilcisi olarak konuşmuştur. Bu konuşma, aynı zamanda bölgenin kaderini belirleyecek bir savunma olmuştur. Zira, Adramytteion şehrine ve Asia Eyaleti’ne, Roma’nın karşısında Yunanlar’ın lehine olmak üzere, Roma’nın Asia’daki büyük düşmanı Pontos Kralı VI. Mithridates’in tarafını tuttukları şeklinde bir itham yapılmaktaydı. Söylenene göre Adramytteion halkı, Yunanlar’ın ve Asialılar’ın Roma hakimiyetine olan kinlerinin Romalı olan herşeye karşı kanlı olarak boşaldığı M.Ö. 88’deki “Ephesoslular’ın İkindi Kahvaltısı”na katılmıştı. Yaklaşık 80 bin Romalı’nın baskın şeklindeki bir katliam neticesinde öldürüldüğü bir trajedidir bu kanlı kahvaltı. Adramytteion halkı Romalılar’ı denize kadar takip etmiş, kendilerini kurtarmak için denize atlayarak yüzmeye başlayanlar dahi öldürülmüş ve hatta anlatımlara göre çocuklarını da denizde boğmuşlardır. Kentin siyasal anlamda ön plana çıkmasının bir başka nedeni, en geç Roma İmparatorluğu zamanında, Adramytteion’un bir “conventus” yeri, yani Asia Eyaleti’nin dokuz mahkeme bölgesinden birinin başkenti olmasıdır. M.Ö. 63 yılında, altın ganimeti hakkında ünlü Pompeius’un Adramytteion’da hesap vermiş olduğu gerçeği, yine şehrin zenginliğinin delaletidir. O zamanlar Adramytteion’un adı, Apameia, Laodikeia ve Pergamon gibi büyük kentlerle birlikte geçmektedir. Adramytteion, pagan kültürü sonrasında Hristiyanlığın ilk zamanlarında da önemini korumuştur. Aziz Paulus’un, bu bölgede Assos ve Pergamon’dan başka Adramytteion’da da bir Hristiyan cemaati kurduğu bilinmektedir. Adramytteion denize açık konumu ve doğal zenginliklerinin sayesinde, çevresinin potansiyelini her daim ticarete yansıtmış bir kent olmuştur. Yaban üzümlerinden yapılan bir pomad veya pomad yağı olan Adramytteion merhemi, antik çağda uzun zamanlar meşhur ve aranılan bir ürün olmuştur. Kaz ve Madra Dağları’nın bahşettiği coğrafyada kerestecilik faaliyetleri ile bakır ve demir madenleri, kenti gemi yapımında da önemli bir konuma getirmiştir. Hatta İncil’de geçtiği üzere, Adramytteion gemilerinin Filistin’e dek gittiğini bilmekteyiz. Aziz Paulus’un Roma’ya götürülüşü sırasında Kazı Evi buluntular üzerinde çalışmalar Filistin’den bindiği ilk gemi bir Adramytteion gemisidir. Arkeogezi Dergisi - 23
Adramytteion
Yeni Dönem Kazıları
E
dremit Körfezi’nin (Adramyttenos Sinus) en önemli kenti olmasına rağmen kurtarma ve sit tespiti için yapılan sondajlar dışında sistematik kazılara ancak 2001 yılında Sayın Engin Beksaç’ın bilimsel danışmanlığında başlanılmış olup, 2003’ten itibaren ise Sayın Tülin Çoruhlu’nun bilimsel danışmanlığında 2006 yılına kadar devam ettirilmiştir. Bu önceki dönem çalışmaları, Ören Mevkii 24-26 ada 8-9 parsellerde, Bizans Dönemi konsantrasyonunda devam ettirilmiştir. Söz konusu kazılarda, kentin Geç Antik Çağı’nın öncesine ait buluntuların da mimariden bağımsız vaziyette de olsa ele geçmiş olduğu göz önüne alındığında, Adramytteion Antik Kenti’nden halihazırda elde edilebilecek potansiyel bulguların önemi umut verici olmuştur.
Yine muhtelif temel kazılarından ele geçen, “yerli yerinde” özelliğini yitirmiş vaziyette, geçici tanzimle meydanda oluşturulan taş parkında korunagelen mimari parçaların niteliği, bize yapılacak kazılarda mimarisiyle tespit edilecek kültür tabakalarının ipuçlarını vermiştir. Adramytteion Antik Kenti’nin, günümüze somut yansımaları benzer örneklerde böylece in-situ özelliğini yitirmiş dağınık vaziyetteyken, başladığımız kazılarda 201 2 ana hedefimiz Hellen ve Roma Dönemi kültür tabakalarının tespiti ve kentin erken dönemi (Arkaik ve öncesi) hakkında veri sunabilecek alanların belgelenmesi olmuştur. Bu amaçla 201 2 çalışmalarında, öncelikli olarak iki alanda yoğunlaşılmıştır.
Pegasus heykelinin gölgesinde taş bahçesi Arkeogezi Dergisi - 24
Yrd.Doç.Dr. Hüseyin Murat Özgen
A Bölgesi,
B
unlardan ilki, tarafımızdan yapılacak kazı için tahsisi sağlanan, Kaymakamlık Konutu’nun karşısında konumlanan, plaj üzerindeki terasta çay bahçeleri arasında modern yapılaşmadan soyutlanmış durumda bir gezinti parkuru niteliğindeki 11 m. yükseltideki alan olmuştur. Söz konusu alan, antik limana hakim bir konumda olup yukarıda belirttiğimiz Roma Dönemi mimari elemanlarının devşirme kullanımlarının da saptandığı bölgededir. Alan içerisinde, kuzey açmada ana aksı Güneydoğu – Kuzeybatı doğrultulusunda uzanan ve batıda Güneydoğu’ya yönlenen bir kanadı bulunan mekan bütünü açığa çıkarılmıştır. Mekan bütününün arz ettiği durum, Güneydoğu – Kuzeybatı doğrultulu ortak duvarın Güney’inde sıralanan beş adet mekan ve yine bu duvarın Güneydoğu’ya yönelen kanadının Batı’sında kaldığı anlaşılan bir mekandan şekillenen temel mimarisidir. Tüm bu mimari, devşirme kullanımın sıklıkla saptandığı bir kuru duvar örgüsü sunan, duvar kalınlığında belirli bir standart göstermeksizin çift sıra taş örgünün harçsız kullanıldığı tarzdadır. Temel vaziyetindeki duvarlar düşeyde kimi yerde çift, kimi yerde ikiden fazla, kimi yerde tek sıra arz etmekte, kesişen bölümlerdeki duvar işçiliğiyle de, en az iki evrenin varlığını göstermektedir. Kompleksin işlevi, birçoğu taş desteklerle yapılandırılan yataklarının izlerinden tespit edilen ve bir kısmı da kendi içine çökmüş vaziyette, mekan köşelerinde tespit edilen kaba nitelikli depolama kaplarının kalıntılarından yorumlanabilmektedir. Buna göre deniz vasıtasıyla yapılan ticari faaliyetler için de uygun konumuyla, yapının depolama amaçlı kullanım görmüş olması kuvvetle muhtemeldir. Tüm açmada mekanlarla ilişkili temel kotları seviyesinden elde edilen keramik malzeme ile, mekan bütününün kabaca M. S. 7. – 1 2. yy.’lar arasında çok evreli vaziyette kullanım gördüğünü söylemek mümkündür. Keramik malzeme üzerinde detaylı değerlendirme, dönem uzmanları tarafından devam ettirilmektedir. Arkeogezi Dergisi - 25
Adramytteion
Arkeogezi Dergisi - 26
Yrd.Doç.Dr. Hüseyin Murat Özgen
B
ölgede Kuzey açmaya paralel olarak devam ettirilen Güney açmada ise yüzey tabakasının hemen altında, açmanın merkezinde iki, kuzeyinde bir ve güneyinde bir olmak üzere toplam dört adet pithos belirmiştir. Ağız kısımları hariç insitu vaziyette tüm gövdeleriyle ele geçen bu depolama kapları, açma tesviyesiyle birlikte boşaltılıp, yerli yerinde korumaya alınmıştır. Açma genelinde tesviye çalışmaları ile beliren mimariyle ilişkisi göz önüne alındığında, bu büyük ebatlı depolama kaplarının, mekanın ana kullanım evresinden sonra yerleştirildikleri anlaşılmaktadır. Güney açmanın batısında, yüzey toprağının hemen altında beliren kireç tabanlı ve mekan duvarlarında harç kullanımının saptandığı yapı, Güneybatıdaki eşiği ile tüm kompleksin devşirme kullanımlı kuru duvar örgülü mimarisinden ayrı bir yapısal durum sunmaktadır. 201 2 sezonu kazı çalışmalarının ana hedefindeki alanlardan biri olan A Bölgesi’nde, keramik buluntularıyla kabaca Orta – Geç Bizans Dönemi’nde kullanım gördüğü anlaşılan bu çok evreli depolama mekanlarının inşaasıyla ilişkili düzenlemeler, açma profillerinden de açıkça izlenebildiği üzere önceki tabakalarda derin tahripler yaratmıştır. Bunun yanı sıra, günümüze yakın dönemlerdeki tesviye çalışmalarının bu bölgede kültür tabakalarında bıraktığı tahrip izleri, açıkça Kuzey ve Güney açma ve kesitlerinde izlenebilmektedir. Açmalar genelinde, farklı kotlarda açık izlerine rastlanılan tahrip tabakaları ve açılan çukurlar koyu tonda, buna karşın dokunulmamış kültür tabakaları kırmızı tonda toprak dolgusu ile birbirlerinden kolayca ayırt edilmektedir. Nitekim Kuzey açmanın doğusunda kotlarda, toprak renginde bölgesel değişimle birlikte, parçalar halinde ele geçen bir büyük kap içerisinde korunduğu anlaşılan toplu buluntu grubu, tahribe uğramayan evvelki kültür katlarının somut kalıntılarını bize sunmaktadır. Bu toplu grup, tüme yakın korunmuşluğu ile dikkat çekici nitelikte kantharos, amphoriskos ve küçük hydria formlarıyla M.Ö. 4. yy’ın ince işçiliğini yansıtır niteliktedir. Bu bölgede saptanan ve keramik malzemeyle gözlemlenen Geç Klasik - Hellenistik Dönem kültür katlarının altında, Kuzey açmada steril tabakaya ulaşılmıştır. Güney açmada ise bu sezon için ulaşılan seviyede, tahribe uğramayan alanlarda yer yer arkaik ve az sayıda gri hamurlu Erken Demir Çağı malzemesi ele geçmiş durumdadır. Arkeogezi Dergisi - 27
Adramytteion A Bölgesi’nde 201 2 sezonu kazı çalışmalarının ardından, uzman restoratörümüz tarafından uygun görülen konsolidasyon çalışmaları yapılarak açığa çıkarılan duvarlar güçlendirilmiş, Güney açmada yerli yerinde korunan pithoslar kemerlenmiştir. Tel örgü içerisinde korunagelen alanda önümüzdeki sezon çalışmalar kısmen devam ettirilecektir. Bu alan, bugün bir yerli turizm destinasyonu durumundaki Ören içerisinde, merkezi noktadadır. Tel örgülerin ardından, gün ve gün dış gözleme açık devam eden bu alandaki arazi çalışmaları, sistematik çalışmalarla arkeoloji alanına katkısının yanı sıra, bu bilimin dışında, genelde bir kazı metodolojisini yakından gözlemleme ve anlamlandırma şansına sahip olmayan halk için de ilgi çekici bir cazibe yaratmaktadır.
Bu anlamda, A Bölgesi’nin bu konumunun bir yarı açık düzenleme ile değerlendirilmesinin, oldukça anlamlı bir vitrin özelliği taşıyacağını düşünmekte, açığa çıkarılan kültür katlarının uzun vadede korunması ve sergilenmesine de hizmet edecek asma – germe bir üst yapı tasarımı için proje önerileri hazırlamaktayız.
Arkeogezi Dergisi - 28
Yrd.Doç.Dr. Hüseyin Murat Özgen
B Bölgesi Bergaz Tepe
A
dramytteion’un erken dönemlerini (Arkaik ve öncesi) tespit amacıyla ilk sezon hedeflerimiz arasında kentin konumlandığı tepelik topoğrafyanın kuzey dahilinde yer alan, kuzeyde ve doğuda düzlüğe, batıda ise denize hakim bir tepecik durumundaki Bergaz Tepe yer almıştır. Bu ilk sezon için Bergaz Tepe üzerindeki çalışma sistemimiz, test sondajları vasıtasıyla anakaya veya steril tabakaya kadar devam ettirilen yedi adet sondaj vasıtasıyla şekillenmiştir. Tepe, “B Bölgesi” olarak adlandırılmış ve gerekli karelaj düzenlemelerinin ardından ilk olarak 22 Ağustos tarihinde yüzey taraması gerçekleştirilmiş ve sondaj yerleri tespit edilmiştir. Kayaç bir yükselti üzerinde yer alan kültür katlarının tespitine dönük, tepe üzerinde 4, tepenin doğu yamacında ise 3 sondaj açılmıştır. Tepe üzerindeki sondajlar, keramik buluntu ve açma profillerinde gözlemlenen durum itibarıyla Geç Antik Dönem yerleşimini vurgularken, daha erken dönem buluntularının tespiti için doğu yamaçta konumlandırılan sondajlar açılmış ve bu hedef gerçekleştirmiştir. Bu alandaki çalışmanın ana hedefinde olmasa da, tepenin (en az bir bölümünün) Geç Antik Çağ’da mezarlık alanı olarak kullanım gördüğü, kurtarma amacıyla genişletmek durumunda kaldığımız B.S.3 sondajına denk gelen ve kayrak taşı kapaklarla örtülen basit yapısal karakterdeki üç adet inhumasyon mezar ile tespit edilmiştir.
Arkeogezi Dergisi - 29
Adramytteion Bergaz Tepe’de yapılandırılan bu sondajlar vasıtasıyla, Bizans Dönemi’nden Kalkolitik Çağ’a dek uzanan bir tabakalaşmanın açık izleri saptanmış durumdadır; Farklı üretim merkezlerinin Sigilatta gruplarıyla Roma Dönemi’nin nitelikli kapları kasalar dolusu yoğun buluntular arasındadır. Parçalar halinde ele geçen ince işçilikli kırmızı figürlü kaplar, batı yamacı kaseleri ve diğer siyah firnisli kaplar ise yerleşimin Klasik ve Hellenistik Dönem zenginliğini göstermektedir. Bergaz Tepe buluntuları arasında bir grup, yapım tekniği olarak kökende İtalya’nın M.Ö. 7. yy. Etruria’sının bir geleneği olarak fırınlanırken uygulanan redüksiyon tekniği ile, çok parlak tozumsu koyu siyah bir perdaha sahip olan malzeme grubunun, Bucchero grubunun örneklerini içermektedir. Oldukça fazla sayıda parçalar halinde ele geçen polychrome geometrik desenlerin ve hayvan figürlerinin resmedildiği M.Ö. 7. yy’ın Proto-Korinth vazolarına ait parçalar da ele geçmiştir. Yine M.Ö. 7. yy’ın sonuna tarihlenen ve paralelleri literatürde Ionia Kuşlu Kaseleri olarak yer eden keramik parçalar buluntular arasındadır. Paralelleriyle aynı yüzyılın ortalarına tarihlenen Wild Goath üslubunda farklı formlara ait parçalar da Bergaz Tepe buluntularındandır. B.S.5, B.S.6 ve B.S.7’nin alt tabakalarından yoğunlukla gelen bir başka gurup, paralellerini yakın bölgede Troia’dan bildiğimiz Protogeometric Gray Wares olarak bilinen, diğer taraftan “Gri hamurlu Aeol Malzemesi” olarak da adlandırılan ve kabaca M.Ö. 1 025 ile 950 arasına tarihlenen Erken Demir Çağı malzemesidir. Oldukça fazla sayı ve çeşitte ele geçen bu gurup, tüm Batı Anadolu için az verinin ele geçtiği bir döneme yeni veriler sunabilecek niteliktedir. Özellikle B.S.5 ve B.S.6’da yüzey kotundan yaklaşık 3 m. derinlikte saptanmaya başlanan ve astarlı – astarsız, açkılı- açkısız olarak çeşitlenen, memecikli ve kazıma bezekli formların da içinde bulunduğu Tunç Çağı malzemesi ile, aralarında az sayıda el yapımı malzemenin bulunduğu perdahlı Kalkolitik Dönem malzemesi üzerinde çalışmalar da prehistorya uzmanlarının katkılarıyla devam ettirilmektedir. Yine B.S.5’te +4,81 m. kottan ele geçen kazıyıcı taş alet, sezonun prehistorik buluntuları arasındadır. Bergaz Tepe’deki tüm bu tespitler, bu ilk dönem çalışmalarımızın hedeflerini fazlasıyla karşılamıştır. Batı Anadolu’nun erken tarihi için önemli veriler sunabilecek Bergaz Tepe’de somut olarak tespit edilen bu potansiyelin, önümüzdeki dönemlerde alan açma sitemine geçilerek mimarisiyle birlikte değerlendirilmesi ve korunması için gerekli ön aşamalar tamamlanmıştır.
Arkeogezi Dergisi - 30
Yrd.Doç.Dr. Hüseyin Murat Özgen
Antik Liman Çalışmaları
T
üm keramik gruplarıyla, uzun süreç içerisinde varlığını gösteren Adramytteion’un bu zengin çeşitliliği, kuşkusuz belirli deniz rotalarında yerini almış vaziyetteki faaliyetleri ile doğrudan ilişkilidir. Bu kapsamda yerleşimin korunagelen limanı üzerinde bazı tespitlerde bulunulmuştur. Çalışmanın 201 2 ayağı, Konya Selçuk Üniversitesi Arkeoloji Bölümü, Sualtı Arkeolojisi Anabilim Dalı Araş. Gör. Dr. Erdoğan Aslan’ın yönetiminde gerçekleştirilmiştir. Limanın kalıntıları, günümüzde kumsal sahil şeridinde ve tamamen sualtında bulunmaktadır. Mendirek, sahilden batıya doğru yaklaşık 1 50 m. ve buradan da kavisli bir dönüş yaparak 1 00 m. kadar kuzeye doğru devam etmektedir. Mendireğin gövdesini 1 .45 m. genişliğinde, birbirine 8 m. mesafede iki paralel ana duvar oluşturmaktadır. Gerek yoğun dolgu, gerekse geç dönemde üst sıralarının sökülerek alındığı anlaşılan mendireğin bazı kısımlarda üç sıraya kadar izlenebilen duvarı, izodomik bir yapıda inşa edildiğini göstermektedir. Mendireğin paralel iki duvarı arasına, bu duvarları dik kesecek biçimde çok sayıda destek duvarı yapılmıştır. Atkı duvarı olarak da anılabilecek bu duvarların ikili biçimde ve sistematik olarak yerleştirildiği anlaşılmaktadır. Toplamda beş atkı duvarı çifti yerleştirilmiştir. Özellikle kıyıya yakın bölgede gözlenebilen ve tüm bu duvarların arasındaki boşluğu doldurduğu anlaşılan harçlı moloz taş dolgu ile de sandık duvar oluşturularak sağlam ve monolit bir mendirek gözdesi oluşturulduğu anlaşılmaktadır (Bu durumun benzer örneklerine antik Soli-Pompeipolis, Kyme ve Side limanlarında rastlanılmaktadır). Ayrıca mendireğin batıdan kuzeye doğru dönüş yaptığı en kavisli bölümünde, kesme taş dikdörtgen bloklarla oluşturulamayacak bir açıda dönüş verilmesinin burada mühendislik açışından bir sorun yarattığı görülmektedir. Bu sorunun çözümü olarak, duvar döndürülebildiği kadar döndürülmüş ve en dar açıda 3 m. açıklık bırakılmış, bu alan içerden çapraz gelen 22 m. uzunluğunda ve 3 m. kadar genişliğinde başka bir çapraz atkı duvarı ile hem Arkeogezi Dergisi - 33
Adramytteion desteklenmiş hem de açıklık kapatılmıştır. Bu yapısal soruna destek amacıyla ekstra önlem olarak mendireğin dışına 3 metreden 5 metre çapına kadar değişen çok sayıda büyük moloz taş konularak, dalgaların etkisinin önce burada kırıldığı anlaşılmaktadır. Mendirek yapısının kuzeybatı ucunda ve sualtında yaklaşık 3 m. derinlikte tek sıra halinde güneybatıkuzeydoğu doğrultulu 9 bloktan oluşan bir duvar sırasına rastlanılmıştır. Gerek duvar ve blok ölçüleri gerekse doğrultusu ana liman yapısı ile farklılık gösteren bu duvarın işlevi ve ne kadar devam ettiği ancak sualtı kazısı sonucu ortaya konulabilir niteliktedir. Bu duvar yapısına ek olarak yine bu alanda mendirek duvarının dağılmış blokları arasında çok sayıda bosajlı ve köşe profilli bloklar bulunmaktadır. Köşe profilli ve bosajlı bu blokların M.Ö. 4. yy’dan geçe tarihlenmeyen yapılarında kullanıldığı bilinmektedir. Dolayısıyla bu iki olgu, limanın çok erken dönemden itibaren değişik evrelere ve planlamalara sahip olabileceğini göstermektedir. Günümüzde tamamı sualtında bulunan mendireğin ana kara ile birleştiği güney duvarlarının tam olarak nerede başladığı dolgu nedeniyle görülememekte ve mendireğe ait ilk blok kumsal kıyı şeridinden 1 5 m. açıkta bulunmaktadır. Mendireğin sadece bu bölümünde toplam 1 2 blok sırasında ve tek sıra halinde “kırlangıç” veya “kelebek kanadı” olarak adlandırılan kenet yuvaları görülmektedir. Sualtında yapılan bu araştırmanın tüm bu ön değerlendirme verileri ve kıyı şeridinde yapılan jeofizik çalışmaları sonucunda tespit edilecek kıyıda da devam edebilecek olası duvarlar, karada ve sualtında kazı ve plan çalışmalarıyla birlikte limanın kullanım süresi ve evrelerini ortaya koyabilecektir.
(Toparlama Bölümü) Görüldüğü üzere Adramytteion Antik Kenti’nde sürdürülecek kazılar, yerleşimin Antik Çağ içerisindeki önemini, zengin buluntu gruplarıyla, antik kaynaklardan aldığı atıfları doğrular bir biçimde gözler önüne serecektir. Yerleşimin ticari rotalar üzerindeki öneminden kaynaklanan bu zenginlik, keramik buluntuların yanı sıra, Arkeogezi Dergisi - 34
Yrd.Doç.Dr. Hüseyin Murat Özgen
buluntuların yanı sıra, plastik eserler için de geçerlidir. 201 2 kazı kampanyasında ele geçen pişmiş toprak eserler ve mermer bir yüzey buluntusu üzerinde de çalışmalar devam ettirilmektedir. Pişmiş toprak eserler Klasik, Hellenistik ve Erken Roma Dönemi’ne ait olup gerek heykel sanatında ve de gerekse dönemin meşhur atölyelerinde karşılaştığımız tipleri içermektedirler. Burada özeti sunulan arazi çalışmaları verilerinin yorumlanması ve eserler üzerindeki çalışmalar, Üniversitemiz Arkeoloji Bölümü ve bünyesinde tahsis edilen proje odasında yıl boyu sürdürülmektedir. Farklı malzeme grupları ve dönem eserleri, kentin tarihi topoğrafyası ile birlikte yayına hazırlanmakta, elde edilen bulgular, çeşitli sunumlarla tanıtılmaktadır.
Arkeogezi Dergisi - 35
Adramytteion
Adramytteion’un mevcut potansiyelini doğru yaklaşımlarla değerlendirmek için yerleşim doku ve yapılarının tespit edilmesi bir gerekliliktir. Uzun soluklu bir kazı ve onarım çalışması projesi vasıtasıyla gerçekleştirilebilecek bu durum, 201 3 yılı ve devamındaki arazi çalışmalarının ana hedeflerinden olacaktır. Uygun çevre düzenlemeleriyle, kültür odaklı bir turizm anlayışı çerçevesinde Ören’in bir cazibe merkezi haline gelebileceği algısının yerel halk tarafından da benimsendiğini görmek ve bu heyecanı gözlemlemek, bize ayrı bir şevk kazandırmaktadır. Umudumuz Adramytteion’un arkeoloji anlamındaki bu potansiyelini gecikmiş de olsa, devamlı sistematik kazılarla ortaya çıkarmaktır. Kültür ve Turizm Bakanlığımız’ın yeni düzenlemeleri ile bu tarz bilimsel çalışmaların desteklenmesinin daha cazip hale geldiğini hatırlatmakta, bu bağlamda özel sektör ve kuruluşların da bu projeye desteklerini temenni etmekteyiz.
Yrd. Doç. Dr. Hüseyin Murat ÖZGEN Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Görüş ve Önerileriniz için
http://www.facebook.com/adramytteion http://www.adramytteion.org muratozgen@yahoo.com Arkeogezi Dergisi - 36
Karacahisar Kalesi
Osman Bey tarafından 1 289 'da Bizanslılardan fethedilen, 1 299 'da Osman Bey adına ilk hutbe okunarak Osmanlı Beyliği 'nin kurulduğu Karacahisar Kalesi, Ortaçağın gizemini içinde barındıran önemli bir ören yeridir. İmparatorluğun batıda kazanmış olduğu zaferlerin öncüsü olan Karacahisar Kalesi batıya açılan Osmanlı’nın ilk basamağını oluşturur. Kalenin fethedilmesi Osmanlının Bizans'a rakip olacağının ve kurulacak büyük imparatorluğun habercisiydi. Bir Orta Çağ kalesi olan Karacahisar Kalesinde devam eden kazı çalışmaları; Geç Bizans – Erken Osmanlı dönemine ışık tutması bizlere dönemi hakkında bilgi vermesi açısından önemlidir. Eskişehir ili Odunpazarı ilçesi Karacaşehir mahallesinde bulunan Karacahisar Kalesi; Günümüzde askeri üs içerisinde yer almaktadır. Karacahisar Kalesi'ni gezilip görülmesi oldukça güç bir durumdur, ancak bu durum aynı zamanda kalenin korunmasına da olanak sağlamaktadır. Karacahisar Kalesi’nde ilk çalışmalar 1 999 yılında Prof. Dr. Halil İnalcık’ın önderliğinde ve Prof. Dr. Ebru PARMAN Başkanlığında yüzey araştırmaları başlamıştır. 2000-2001 yılında Eskişehir Arkeoloji müzesi başkanlığında, 2002-2005 yıllarında Prof. Dr. Ebru Parman’ın başkanlığında devam eden kazılar , 2009 Prof. Dr. Erol Altınsapan danışmanlığına geçmiştir, 2011 yılından itibaren de Kültür Bakanlığı ve Anadolu Üniversitesi adına Bakanlar Kurulu kararı ile Prof. Dr. Erol Altınsapan başkanlığında yürütülmektedir. Bu yıl yürütülen çalışmalar Kültür Bakanlığının destekleri ile Prof. Dr. Erol Altınsapan başkanlığında ve Doç. Dr. Zeliha Demirel Gökalp, Öğr. Görevlisi Ali Gerengi ve Öğr. Görevlisi Hasan Yılmazyaşar denetimi ve destekleri ile 9 Temmuz – 1 7 Eylül tarihleri arasında yapılmıştır. Bizans kaynaklarında rastlanmayan ancak çıkan buluntuların Bizans dönemi özellikleri gösterdiği Karacahisar Kalesi Osmanlı İmparatorluğundan torunlarına miras kalan her yeni kazı dönemi ile farklı sonuçlar ortaya koyarak gizemini, kalitesini ve önemini sürdürmektedir. Değerli hocam ve Karacahisar Kalesi kazı başkanı; Sayın Prof Dr. Erol Altınsapan‘ın görüşleri ise şu şekildedir:
Arkeogezi Dergisi - 39
Üniversitemizin öğretim elemanları ve öğrencilerinin çalıştığı Karacahisar Kalesi Kazısı bir nevi laboratuar niteliğindedir. Osmanlı’nın kuruluş dönemi ile ilgili yazılı kaynaklara destek olacak olan kazı çalışmalarında, dönemin askeri, siyasi, sosyal ve kültürel yapısı hakkında somut veriler ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu dönem yapılan çalışmalar da 60 dönümlük arazide 700 metrekare alan kazılmış, çalışma içerisinde ağırlıklı olarak, kalenin iç sur duvarına dayalı işlikler, bir gözetleme kulesi, bir yöneticiye ait olduğu düşünülen konut bunun dışında daha önceki sene kazılan iç kalede zaviye kazısı tamamlanmıştır. Çalışmalar sırasın da 1 38 tane sikke ve 42 tane ok ucuna rastlanmıştır. Yapılan çalışmalarda hiçbir yangın izine rastlanmaması kalenin yakılmadan feth edildiği öngörüsünü ortaya çıkarmıştır.
Anadolu Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü Yazı: Çiler Özceylan Düzenleyen: Ali Gerengi Arkeogezi Dergisi - 40
M.Ö. 3. binyılın başlarından itibaren önemli bir hammadde olan bakırın yanında yeni bir maden alaşımı olan tuncun bulunması, 2. binyılın ilk yarısından itibaren Doğu Akdeniz bölgesi’nde büyük bir değişimi de beraberinde getirmiştir. Tunçun yapımında gerekli olan bakır ve kalayın sağlanması zorunluluğu, bölgedeki güçlerin ekonomik çıkarlarını doğrudan etkileyecek ve bu durum uluslararası ticaretin yayılmasının temellerini teşkil edecektir. Coğrafi açıdan Doğu Akdeniz Bölgesi, kuzeybatıda Girit ve Yunanistan, güneyde Mısır, güneydoğuda Mezopotamya, Suriye, Filistin ve Kıbrıs, kuzeyde ise Ege denizi kıyıları, Karadeniz ve Anadolu yarım adasını içermektedir. Bu dört coğrafi alanı birbirine bağlayan Akdeniz( Suriye Limanları) M.Ö. 2. bin yıldan itibaren bölgeler arası ticaretin ortak aracısı konumunda bulunmaktadır. ‘’M.Ö. 2. binyılın ilk çeyreğinde Anadolu’da, bağımsız şehir devletleri bulunmaktaydı. M.Ö. 2. binyılın başlarında Kızılırmak kavsi bugünkü ‘’Türkiye Cumhuriyeti Çorum İli Sınırları İçinde Kurulan Hitit Devleti, bu şehir devletlerini aynı çatı altında toplayarak, çok geçmeden Anadolu’da merkezi otoriteyi sağlamlaştırmış ve kendisine iç ve dış politikada hedefler oluşturmuştur. Hitit Devleti’nin Suriye ile olan ilk münasebetleri I. Hattušili dönemine kadar uzanmaktadır. Bu kral zamanında henüz yeni kurulmuş olan devlet, kuruluş aşamasını tamamlayıp Anadolu içinde siyasi ve askeri üstünlüğünü sağlayınca Kuzey Suriye’de merkezi Halap (Halpa) şehri olan Yamhad Krallığı’na yönelmiştir. I.Hattušili’den sonra tahta geçen I. Muršili de babasının izlediği politikayı devam ettirmiş I. Muršili daha sonra Babil’e yani bugünkü (Bağdat) bir Sefer düzenleyerek, Mezopotamya’da ikiyüz yıllık köklü bir sülale olan, Eski Babil Sülalesine son vermiştir.
İŞTE ŞİMDİ TARİH TEKERRÜR ETMEYE BAŞLIYOR M.Ö. 2. bin yılın ilk yarısından itibaren dönemin devletleri tarafından ele geçirilmek istenen asıl merkez ise Suriye bölgesiydi. Doğu Akdeniz kıyıları boyunca uzanan ve doğuda Fırat ile sınır oluşturan bölgenin güneyinde dönemin en güçlü devletlerinden biri olan Mısır Krallığı bulunmaktaydı. Bu krallığın Suriye ile arasında Lübnan Dağları vardı. Özellikle Kuzey Suriye bölgesi bu dönemde ticaret yollarının kesiştiği önemli bir merkez konumundaydı. Bugünkü Afganistan, Tacikistan ve daha doğudaki topraklardan ve kuzey doğuda Baykal ve Baykaş göllerinin bulunduğu bölgeden gelen ticaret yolları, Mezopotamya’da Zagros dağlarını ve Dicle nehrini aşıp, Fırat kıyısındaki şehirleri de içine alarak Doğu Akdeniz kıyılarına ulaşmaktaydı. Buradan deniz yoluyla Alašiya’yı (Kıbrıs) da içine alan ticaret rotası, Avrupa içlerine uzanmak üzere, Avrupa’nın Orta Akdeniz’deki limanlarına kadar ulaşmaktaydı. DÜNYA TİCARET KALBİNİN ATTIĞI BU TOPRAKLAR ELE GEÇİRİLMELİ VE YAKINDOĞU’DAKİ TİCARETTEN HİTİT DEVLETİ OLABİLDİĞİNCE FAYDALANMALIDIR. Šuppiluliuma tahta geçtikten sonra! Suriye’ye düzenlemiş olduğu ilk seferde sınırlarını Lübnan dağlarına kadar genişletmiştir. Kuzey Suriye’de bulunan yerel krallıkların Hitit hakimiyetine geçmesi ile, bölgedeki güçler dengesi değişmiş, I. Šuppiluliuma, Yakındoğu’nun güçlü ve büyük kralları arasında anılmaya başlanmıştır. Bu durumdan oldukça rahatsız olan Mısır, herhalde yaşadığı dini reform ve siyasi karışıklıklardan ötürü olsa gerek herhangi bir müdahalede bulunmamıştır. ‘’Günümüzdeki Mısır'la benzerliğin bulunması da en ilginci’’! Arkeogezi Dergisi - 42
Hitit Devleti’nin I. Šuppiluliuma döneminde Mitanni’nin batı topraklarını ele geçirmesi ile Mısır Krallığı ile doğrudan komşu olması, Hitit ve Mısır’ın bölgedeki menfaatlerinin çatışmasına ve bu iki gücün ilişkilerinin gitgide bozulmasına neden oldu! İşte bu tüm yaşananlar dönemin 2 süper gücü olan Hitit ile Mısır’ı Suriye deki Kadeş Ovasında karşı karşıya getirecektir. İleriki dönemlerde II. Muršili’den sonra tahta geçen II. Muwatalli döneminde bir Hitit vassali durumunda olan Amurru Devlet(Bugünkü Lübnan ile İsrail’in bulunduğu yer)i taraf değiştirerek Mısır hâkimiyetine girmiştir. Her dönem bir baş belası İsrail olmak zorunda. İsrail’in bulunduğu bölge savaşın fitilini ateşliyor dikkat çekerim. Bu dönemde Mısır ve Hitit arasında baş gösteren düşmanlık had safhaya ulaşmış ve iki devlet arasında savaş kaçınılmaz olmuştur. M.Ö. 1 275 yılında Kadeš kenti yakınlarında gerçekleşen Hitit-Mısır savaşının sonucu net olarak bilinmemekle beraber Hititler’in daha sonraları da Kuzey Suriye’de varlıklarına devam etmeleri, savaşın Hitit lehine sonuçlandığının bir göstergesi olabilir. M.Ö. 1 259 yılında III. Hattušili ile II. Ramses arasında imzalanan Hitit-Mısır barış antlaşması, iki devlet arasında uzun yıllar sürmüş olan düşmanlığa son verilmesini sağlamıştır. Kadeş Antlaşması Dünyanın İlk Yazılı Barış Anlaşmasıdır. Orjinali İstanbul Arkeoloji Müzesinde Sergilenmektedir. Tarihin yazılı ilk barış anlaşması olması nedeniyle orijinal tabletin iki metre boyundaki bakır kopyası, Birleşmiş Milletler Bina'sının duvarına da asılmıştır. BUGÜNE BAKALIM ŞİMDİ! Son 1 yıl içinde Arap Baharı adı ile Ortadoğuda ki bağımsız devletler içten mezhep ve dini çatışmalar ile yok demokrasi istiyorlar ; yok özgürlük istiyorlar söylemi ile başta! CİA, MOSSAD ve İNGİLİZ LAVRENCE gibi ajanlar tarafından, bölge halkı kışkırtılıp. Var olan düzene isyan ettirilip. Bir dönem memleketlerinde % 90 oy oranı ile başkan olan, Yönetimdeki liderler indiriliyor. Halk tarafından 1 çırpıda silinip yok ediliyor ve yok etmeye çalışılıyor.( Kaddafi, Hüsnü Mübarek Örnekleri) Satranç tahtası üzerinde kalan son şahlar İRAN ve SURİYE mat edilmek isteniyor. Bütün bu olanların sebebi olarak da, Büyük İsrail Devletini kurmak ve Büyük Ortadoğu Projesini gerçekleştirmek olarak gösteriliyor. Elbette bunlar en önemli amaçları, ama asıl amaç, gözden kaçanla bunlar. 2020’de Dünya ticaretini kontrol altına alacak olan. Çin Komünist Halk Cumhuriyetinin batıya yapacağı ticaretin, tarihi İpek ve Baharat yollarını egemenlik altına alarak. Çin Ticaretini kontrol etmek istemektedirler. Bu yüzden Kendilerine, 1 Mustafa Kemal Atatürk çıkartamamış zavallı Ortadoğu devletlerini! Arap Baharı adında böl parçala yut taktiği ile yok etmeye ve ülkeleri üzerinden geçen tarihi ticaret yolları ele geçirilmeye çalışılıyor. Yukarıda bundan 4000 yıl öncelerinde gerçekleşen. Hititlerin Kuzey Suriye politikası hakkında bilgiler verdim. Mezopotamya ve uzak doğudan gelen ticaret yolları. Akdeniz deki Suriye limanlarında kara yolunun bitmesi ve Avrupa içlerine batıya pazarlanacak malların deniz yolu ile ulaştırılması, bunlardan gümrük geliri elde etmek amacı ile Hititlerin bölgeyi kontrol altına almak istemelerindeki sebebi ve Mısır ile Yapılan KADEŞ savaşı ile bunların sonuçlarını gösterdim. Bugün yine tarih aynı sebeplerden dolayı tekerrür etmektedir. Kendileri ile aynı'' VATANDAŞ'' olduğumuz'' HİTİTLERİ'' batıdan yani Avrupa dan gelen, Frigler yıktı. Yine bugün batıdaki Hıristiyan devletlerin kışkırtmaları ile aramızı açtığımız şimdiki! Asıl tehlike doğudan geliyor. O tehlikenin adı İRAN. Bunun sonucunda ''İstanbul da Nükleer Bomba'nın'' patlaması kaçınılmaz. Şunu da son kez belirtmek isterim ki! İstanbul’dan gemi ile Anadolu’ya gelecek yeni bir Mustafa Kemal’i Anadolu Bağrına basamayacaktır. İstanbul’daki ileri zekalı asimile edilmiş sonradan görme AVM'lerde ağzı açık gezen taşra halkı, ayağınızı denk alın titreyin ve kendinize gelin! Kültürünüze geçmişinize sahip çıkın diyorumT
Arkeogezi Dergisi - 43
Uluslararası Arkeoloji Öğrencileri Sempozyumu
Röportaj Çetin Kaya Düzenleme Yaprak Dala Arkeogezi Dergisi olarak arkeoloji adına yapılmakta olan, dikkat çekici oluşumlardan biri ve dördüncüsü 1 3-1 6 Mart 201 3 tarihleri arasında Harran Üniversitesi’nde gerçekleşecek olan Uluslararası Arkeoloji Öğrencileri Sempozyumu’ndan önce siz okurlarımıza bu oluşumun hikayesini ve arkasındaki arkadaşlarımızın özverili çalışmalarını aktarmak istedik.Bunun için Eyyüp Yanık ile gerçekleştirdiğimiz sohbeti sizlerle paylaşmaktan mutluyuz ve kendisine teşekkür ediyoruz. Sessizliğin sesini çıkarmak için arkadaşlarla meşveret edip arkeoloji camiasında akademik anlamda gelecek nesil olan arkeoloji ögrencileri, ileriki hayatlarına dair bir adım atmaya karar verirler. Aslında bu yolun öyle basit bir şekilde aşılamayacağını kendileride biliyordu. Ama onlar azmin elimden bir şeyin kurtulamayacağını III. Hattuşili’den öğrenmişlerdi. Çetin Kaya
Çetin Kaya Arkeogezi Dergisi - 45
Eyyüp Yanık
Arkeoloji ile aranızdaki bağı nasıl dile getiriyorsunuz?
Özel Röportaj
Bana sen bu bölümü okuyupta ne olacaksın dediler.Farkında değilim nedendir bu sitem? Bir aşk var içimde alevleri 11 bin yıl öncesinden yanıyor , çöp çukurlarında biriktirilmiş korlar gibiT diyerek cevapladı.İşte böyle düşünen bir gencin hikayesiydiT
Evet sempozyunum fikir adamı Eyyüp Yanık ile sempozyumun gelişimini konuşacağız.Eyyüp Bey öncelikle sizi tanımakla başlayalım.Kimdir Eyyüp Yanık? 1 987 Diyarbakır Silvan ilçesi doğumluyum. İlk ve orta öğretimi Silvan’da tamamladım. Lise döneminden sonra 2006’da Dicle Üniversitesi Arkeoloji bölümünü kazandım.201 0 senesinde mezun oldum. Öğrenim hayatım boyunca 2007–2008 ve 2009–201 0 eğitim öğretim sezonlarında Diyarbakır ilindeki Bismil'e bağlı Ağıl köyünün hemen yanında bulunan ve tarım arazisi olarak kullanılmış olan Körtiktepe Kazısı’nda çalıştım. Ayrıca 2007 yılı içerisinde İKYA (Ulısu Kalsik Yerleşimleri Yüzey Araştırması)’ya, 2009’da Gre-Abdurrahman kazısına katıldım.2006 ve 201 0 yılları arasındaki zaman zarfında Dicle Üniversitesi Arkeoloji Topluluğu yönetim kurulunda aktif görev aldım ve bununla birlikte 2006–2009 yılları arasında da ayrıca Diyarbakır Arkeoloji Kültür ve Sanat Derneği’nde yöneticilikte bulundum. Yine aynı yıllar içerisinde Diyarbakır Yerel Gündem 21 meclisinde koordinasyon grubu içerisinde de çalıştım. Şimdi ise özel bir şirkette çalışıyor olmamın yanında, benim gibi arkeolojiye gönül vermiş arkadaşlarla birlikte üzerine konuşacağımız Arkeoloji Öğrencileri Sempozyumu için gönüllü olarak görev almaktayım.
Arkeogezi Dergisi - 46
Uluslararası Arkeoloji Öğrencileri Sempozyumu
Sempozyumun gerçekleşmesindeki amacı bizlerle paylaşır mısınız?
Daha sonra ki aşamalarınız> Yani topluluktaki arkadaşlarınızın bu konudaki tutumları ne oldu?
Asıl çıkış amacımız arkeoloji öğrencilerini bir araya getirerek bilgi birikimlerini paylaşıp arkeoloji bilimine dair problemleri tespit ederek öğrenci gücüyle çözümler üretmeyi denemekti. Türkiye’de şu an sanırsam kırk kadar arkeoloji bölümü bulunmakta. 2008’de 20–25 tane bölüm vardı ama biz bunların hangi şehirlerde olduğunu bilmiyorduk. Çünkü öğrenciler farkında olmalarına rağmen temel sorunlar hakkında görüşlerini bildirmek için uygun ortama, tanışma fırsatına sahip değillerdi. Şimdi bilinçlenme gerçekleştiğinden kaynaklara erişimde pek zorluk yaşanmasa da o dönemde bu durumlar öğrencilere sıkıntı yaşatıyordu. Hocalar ise ayrı bir konu. Tüm bunlara çözüm odaklı olarak sempozyum gerçekleşmeliydi.
Tüm bunlardan sonra elbette ki topluluk olarak bir toplantı düzenledik ve fikir alışverişinde bulunduk. İlk tepkileri görmeniz gerekirdi, şuan ki durum hayal ötesiydi. Bir türlü ikna edemedim. Yanımda bana destek çıkan iki kişi vardı. Yılmaz Ergi ve Serdal Turan. Kendi çabalarımızla 1 2 üniversitede arkeoloji öğrencisi olan arkadaşlarla iletişime geçtik ve fikrimizi paylaştık. Herkes bizimkilerin aksine çok beğendi ve katkıda bulunmak istediklerini söyledi. Ancak sempozyumun Dicle Üniversitesi bünyesinde gerçekleşecek olma durumu insanları iki kere düşünmeye itiyordu. İlk olacağı için arkadaşları üniversitemize davet ettik ve bir toplantı ile tüzüğümüzü belirlemeyi önerdik. Asıl amacım ise onları da işin içerisine katarak sorumluluk yüklemekti.
Açıkçası çok realist bir düşünce. Peki, sempozyumu gerçekleştirmek için ne tür aşamalar kaydedildi?
Toplantıya bir hafta kala Diyarbakır’da bazı siyasi olaylar gerçekleşince toplantıyı üç hafta erteledik. Tekrar tarih belirledik ve yine o zamana yakın domuz gribi vakası baş gösterdi ve sırf bu yüzden yine toplantıyı ertelemek durumunda kaldık. Aksilikler olsa da 2009’un Kasım ayında tüzüğü birkaç madde ile kendimiz açma kararı aldık. Bunun içinde gittiğim kongrelerin tüzüklerini inceledik. Daha sonra sempozyum için uygun koşulları oluşturmak amaçlı valilik ve belediye ile görüştük. Herkes çok güzel olduğunu söyledi. Rektörlük ile görüşmemiz ise biraz farklı oldu. Amacımızı anlattık ancak aldığımız tepki ‘’nereden bileyim gerçek amacınızın böyle bir şey olduğu’’ oldu.’’Dicle’de sadece arkeoloji olmaz, siyaset vardır içerisinde’’ diye devam etti. Çünkü o sıralarda Diyarbakır siyasi nedenlerden ötürü karışıktı. Rektörümüzün en son dediği şey ‘’kimse bizi ciddiye almaz!’’ oldu. Bu sözler üzerine açıkçası umudumuz kalmamıştı. Kara kara düşündük ve arkadaşlarla bitti buraya kadarmış dedik. Benim içime dokundu. Düşünsenize 2 yıl emek vererek üzerine yoğunlaştığınız iş böylece son buluyor ve eliniz kolunuz bağlanıyorduT
Ben ilk olarak 2008’de Felsefe Öğrencileri Kongresine katıldım. Onların birliğini görünce çok özendim ve bizde böyle bir şey neden bizim öğrenci camiasında da olmasın diye düşündüm. Ama kolay bir iş olmadığı için sağlam temel atıp sağlam bir iş yapmak gerekiyordu. O dönem Dicle Arkeoloji Topluluğu olarak en zirvedeydik. Bölüm olarak pek çok sorunu aşmıştık, dergi yayınlıyorduk, uluslararası projeler hazırlayıp yayınını gerçekleştiriyorduk. Hatta 1 9.000 €’luk bir projemiz kabul gördü ve beş farklı ülkeden 20 öğrenci getirdik. Ege Bölgesi’ne büyük bir gezi için valiliğimizden alınan 25 bin TL bütçe ile beş günlük bir organizasyona imza attık. Kendimizi aştığımızı söyleyebilirim. Durum böyle olunca kabuğuma sığamadım ve Türkiye çapında bir birliğin oluşması gerektiğinin düşüncesine kapıldım. 2009 yılına Mersin’de yine Felsefe Öğrencileri Kongresi’ne gittim ama organizasyonda aktif olarak yer almak istedim. İşleyişi görmek açısından onların koşuşturmasına dâhil oldum. Felsefe Kongresi’nden sonra az çok olayın nasıl olması gerektiğini anladım. Genel olarak ilham kaynağım bu kongre oldu diyebiliriz.
Arkeogezi Dergisi - 47
Özel Röportaj
Çok zor bir süreçten geçmişsiniz. Peki bildiğim kadarıyla sempozyum ilk olarak Ege Üniversitesi’nin ev sahipliğinde oldu. Bu süreç nasıl gerçekleşti? Ege’den daha önce iletişimde olduğumuz arkadaşlar içerisinden seçilen temsilcinin, daha önceki konuşmalarımızda bana keşke sempozyumu biz yapsaydık dediğini, benimde sonraki yıl da biz yaparız dediğimi hatırladım. O gün gece saat 01 .00 sularıydıT Dicle bitti diye düşünmekten canım sıkıldı. Ne yapmalıyım? Ben ne yapabilirim? diye düşünürken Ege Üniversitesi’nin temsilcisini aradım ve siz bu yıl sempozyumu gerçekleştirin dedim. ‘’Şaka mı yapıyorsun?’’ şeklinde bir tepkiyle karşılaştım ve konuştuğum arkadaş sevinçten olacak bağırarak telefonu kapattı.1 5 dakika sonra beni aradı. Koşarak topluluk başkanlarının evine gitmiş. Başkanla konuştuk durumu anlattım ve tamam biz yapacağız dedi. Ertesi gün üniversitelerinin arkeoloji bölüm başkanlığı, bağlı oldukları dekanlık ve rektörlük ile konuştuklarını, projenin beğenildiğini kabul gördüğünü söylediler. Diğer hafta ben ve Yılmaz İzmir’e gittik, bir hafta taslak üzerinde çalışıldı ve yapılması gerekenler konuşuldu. Diyarbakır’a döndük sınavlarımızın ardından yine Ege Üniversitesi Arkeoloji Bölümü’nün daveti üzerine İzmir’e gittik. Birkaç maddede var olan tüzük, sponsorluk ve diğer şeyler için uğraştık ve son halini oradaki ekibimize teslim ettik. Ege Üniversitesi arkeoloji öğrencilerine ait Arkeo-Ege ( Ege Üniversitesi Arkeoloji ve Kültürel Miras Topluluğu) Topluluğu’nun uğraşları ile Türkiye çapında 1 3 Üniversite’nin katılımda bulunduğu I.Arkeoloji Öğrencileri Sempozyumu 11 -1 3 Mart 201 0 tarihleri arasında gerçekleşti. İki gün bildirilerin sunulduğu, bir günde gezi olarak düzenlenen sempozyum 3 gün sürdü ve hocalarımızın da katılımıyla farklı üniversitelerden gelen öğrenciler birbirleriyle sonunda bir araya gelmiş oldu. Olumlu tepkiler üzerine bir daha ki yıl sempozyuma ev sahipliği yapacak üniversitenin belirlenmesi için, tanıtım çalışmaları gerçekleşti. Üniversitelerimizin temsilcilerinin oyları ile 6 aday içerisinden Pamukkale Üniversitesi birinci gelerek, II. Arkeoloji Öğrencileri Sempozyumu’nu organize etmeye hak kazandı. Pamukkale’de ’’Öğrenci Gözüyle Küçük Asya’’ temasıyla 1 0–1 2 Mart 2011 tarihlerinde düzenlenen ikinci birliğe 30 üniversite dahil oldu ve bu sempozyum da bir önceki gibi 2 gün sunumlar ve bir gün Laodikeia ve Hierapolis antik kentlerinin hocalarımızın rehberliği eşliğinde gezilmesiyle son buldu. Temsilcilerimizin oy birliği ile 29 Şubat–3 Mart 201 2 tarihlerinde Akdeniz Üniversitesi’nin Antik Çağ Kültürleri Topluluğu’nun çalışmaları ile gerçekleşen sempozyumun adı 1 3.1 0.2011 tarihli Hacettepe Üniversitesi’nin ev sahipliğinde düzenlediğimiz Arkeoloji Öğrencileri Sempozyumu Temsilci Komisyonu’nunda alınan kararla Uluslararası Arkeoloji Öğrencileri Sempozyumu olarak değiştirildi. Bu durum bizim gelebileceğimiz son noktaydı belki deTŞimdi ise Akdeniz’de gerçekleşen ve yoğun geçen sempozyumun ardından çıkan oylarla IV. Uluslararası Arkeoloji Öğrencileri Sempozyumu Harran Üniversitesi’nde gerçekleşecek.
Arkeogezi Dergisi - 48
Uluslararası Arkeoloji Öğrencileri Sempozyumu
Sayenizde birbirini tanımayan ve aynı amaç için çabalayan insanlar bir araya gelerek güçlü bir birlik, çok güzel dostluklar kurmuş olmalı> Sizin için şimdi sempozyumun getirileri neler oldu?
Kesinlikle> Peki sohbetimiz içerisinde iki isimden söz ettiniz Yılmaz ve Serdal. Bu arkadaşlarınızın katkısı ne yönde oldu? Ne de olsa yalnız başına altından kalkılması zor bir durumdu.
Fikir Dicle’nin ama Dicle dışında herkes gerçekleştirdi. Gözle görülür gelişme şuydu; arkeoloji öğrencileri arasındaki iletişim sizin de dediğiniz gibi çok kuvvetlendi ve gelişti. Eskiden kimse aynı bölümde okuduğu öğrencileri tanımıyorken bugün Türkiye’de bulunan birçok arkeoloji öğrencisi birbirini tanıyor. Eskiden facebook, twitter vb. sosyal paylaşım sitelerinde arkeoloji toplulukları yoktu, şimdi ise her üniversitenin paylaşım alanları mevcut. Google’a arkeoloji yazdığımızda çıkan eski sitelerin yerini devamlı güncellenen siteler aldı. Yaptığımız bu çalışma ile artık kenarda köşede kalmış bilim kendini duyurur duruma geldi. Basın da arkeoloji ile ilgilenmeye başladı. En güzeli de öğrenciler için kaynak sıkıntısının azalması oldu sanırım. Şimdi aramızda gelişen yoğun iletişim sayesinde araştırdığımız kazılar hakkındaki bilgileri, kazıda bizzat görev alan arkadaşımızdan isteyebiliyoruz. Diğer bir güzellik ise hiç gerilemedik sayı olarak hep ilerliyoruz, her yıl iki kat eklenerek devam ediyoruz.
Arkadaşlarımın katkısı anlatılmaz fakat kısa ve öz bir şekilde söyleyecek olursak; bürokrasiyi bilirsiniz, bir dilekçeyi bazen defalarca yetkili mercilere iletmek için elli takla atarsınız. Birimiz belediyelerle görüşürdük, birimiz dekanla, birimiz valilikle. Yani herkes bir kulvarda uğraş içindeydi. Yeri geldi diğer üniversitelerin arkeoloji bölümlerindeki arkadaşlara ulaşmak için o üniversiteye giden başka bölümlerden öğrencilerle bile konuştuk. Yılmaz ile ilk sempozyum için 2 ay içinde 2–3 defa İzmir’e gittiğimi biliyorum. Ayaklarınıza sağlık gerçekten. Bu maratonda Ege’deki arkadaşların katkılarını da bizlere aktarırsanız seviniriz. Bu işlerin yürütülmesi ve oluşması kısmında Ege Üniversitesi’nde okuyan arkadaşların katkısı da çok büyük. Tüm bölüm seferber oldu. Celil Samet Harmandar, Burak Gülsen ve Sena Yılmaz gece gündüz çabalayıp organizasyonu ayarladılar. Bence zor olan başlamaktı ve onlar bu işi başlatanlardır. Kendilerine sizin aracılığınızla tekrar çok teşekkür ediyorum.
Arkeogezi Dergisi - 49
Özel Röportaj
Bizde Arkeogezi olarak çok teşekkür ediyoruz. Peki, merak ettiğim bir konu daha var. Hocalar da katılımda bulundu demiştiniz. Genel olarak Dicle ve Ege’deki hocalarımızın bu konuya bakış açısı nasıldı? Dicle Üniversitesi Arkeoloji Bölümü başkanı Prof.Dr. Vehici Özkaya başta olmak üzere diğer hocalarımız olumlu yaklaşım sergilediler. Ancak Diyarbakır’da olan olumsuzluklar bizim hocalarımızı umutsuzluğa düşürdü diyebilirim. Dicle’de gerçekleşecek olursa diğer üniversiteler katılmaz görüşü hâkimdi. Bu nedenle de konudan uzak kalma tercihinde bulundular. Ege Üniversitesi Arkeoloji Bölümü’nün hocaları ve öğrencilerinin birliği bize verdikleri destek çok olumluydu. Sempozyumun Ege etabındaki en güzel ayrıntılardan biri gelen misafirleri rektörün bizzat kapıda karşılamasıydı. Herkese tek tek hangi üniversiteden geldiğini sorarak birebir iletişim kurması ve sunumların gerçekleşeceği salona alması hafızamda yer edindi. Umarım arkadaşlarımın ve benim çektiğim cefanın karşılığı yerini bulmaya devam eder ve gelecek arkadaşlar sempozyumu devam ettirirler.
Son olarak benimde okuduğum Harran Üniversitesi Arkeoloji Bölümü’nün ilk kez sempozyuma katılıp aday oluşu ve önümüzdeki günlerde organizasyonu gerçekleştirecek olmasındaki en büyük etken sizce nedir? Bu tamamen gelen arkadaşlarınızın başarısıdır. Akdeniz üniversitesinde bir doğu üniversitesi olarak oy çokluğu almış olmak başarıdır. Kendilerini ispatladılar. Doğudan kastım konuşmada daha önce geçen sebepler, dışarıdan bölgeye siyasi bakış, medyadan bölgenin yansıma şeklinden kaynaklanmakta. Ayrıca Harran’da olmasının toplum açısından önemli olduğunun kanısındayım. Bölge halkı arkeoloji biliminin varlığından haberdar olacaktır. Genel olarak tüm Türkiye vatanlarındaki üniversitelerin arkeoloji bölümlerinin aktifliğinden haberdar olacak. Sempozyum bittiği zaman da aslında Şanlıurfa’ya gelip gezme veya yeme içme dışında bir şey olduğunu anlarlar. Size bu sohbet için dergimiz adına ve kendi adıma çok teşekkür ediyorum. Hayatınızda ve çalışmalarınızda başarılar diliyorum. Ve Şanlıurfa’da gerçekleşecek IV. Uluslararası Arkeoloji Öğrencileri Sempozyumu’nda görev alan biri olarak siz Arkeogezi okurlarına diyorum ki; Urfa oldukça eski ve köklü geçmişe sahip bir şehir. Ama bu şanlı şehri görmeyenimiz çoktur. O halde ne yapmalı? Bu sempozyumu bir vesile yapıp doğru Urfa'ya gelmeli, dünyadaki ilk tapınağı, ilk İslam üniversitesini, tarihi evleri, çarşıları, hanları, sokakları, çeşmeleri, hamamları, köprüleri, camileri ve surlarıyla Urfamızın tam anlamı ile bir açık hava müzesi olduğunu görmeye tanımaya var mısınız?
Arkeogezi Dergisi - 50
B
odruma hepimiz gideriz.Herkesimden insanı çeker. Arabayla gidenler bilir; Söke’den sonra Bafa Gölünün yanından geçilir Bodruma giderken. İlk önce peşin peşin şunu söyleyelim; Bafa Göl'ü ve Herakleia Antik Kenti kalıntıları, Bodrum'a giderken ya da Bodrum'dan dönerken sarı tabelalı yol ayrımını görünce " hadi şöyle bir bakalım " denilecek yerlerden değil. Açıkça ifade etmek gerekiyorsa Bodrum'a gidiyorsanız Bodruma gidin, ama Bafa Gölü ve Herakleia'yı gezmek istiyorsanız, ki bu ayrı bir amaç olmalı. O zaman amaca uygun bir ön çalışma ve birikime gereksiniminiz var demektir.
Ç
amiçi gölü adı ile de bilinen Bafa Gölü'nün Söke'ye olan uzaklığı yaklaşık 30 km. kadar. Aydın'ın Söke ilçesi sınırları içersinde bulunan Bafa Gölü'nün kıyısındaki Kapıkırı Köyü'nde ise, Herakleia Antik Kenti'nin kalıntıları yer alıyor. Söke - Milas karayolunu gölün kenarından izlemeye başladığımızda önce Pınarcık'tan geçiliyor. Pınarcık'tan 4 km. sonra Çamiçi Köyü'ne geliniyor. Çamiçi Köyün'den sola Kapıkırı Köy'ü yolu ayrılıyor. Yol ayrımında " Herakleia " tabelası var. Ayrımdan 1 0 km. sonra, Herakleia kalıntılarının bulunduğu Kapıkırı Köyü'ne ulaşılıyor. Herakleia'nın Söke'ye olan uzaklığı 65 km. İzmir'e olan uzaklığı ise, 1 70 km.
Arkeogezi Dergisi - 51
Herakleia
ŞİMDİ GELELİM ÖYKÜMÜZE>..
B
undan yaklaşık 2000 yıl kadar önce Büyük Menderes Nehri'nin Latmos Körfezi'nden denize döküldüğü yıllarda Herakleia, Ege Denizi üzerinde Latmos Körfezi'nin kuzeydoğu kıyısında küçük bir liman kentiydi. Büyük Menderes o yıllarda bıkıp usanmaksızın Latmos Körfezi'ne alüvyon taşıyordu. Taşınan bu alüvyonlar o kadar çoktu ki, körfezin iki ucu zamanla birbirine yaklaştı ve birleşti. Böylece içerde ufak bir göl oluşmuş oldu. Çok sonraları bu yörede yaşayan insanlar, artık denizden epeyce içerde yer alan bu göle Bafa Gölü adını verdiler.
agora
Bugün bile suları kısmen tuzlu olan bu gölün oluşumunun tek tanığı olan Herakleia'lılar, bir liman kenti olarak inşa ettikleri şehirlerinin denizden bu şekilde uzaklaşmasına pek şaşırdılar. Geçimlerini deniz ticareti ve balıkçılık üzerine kurmuş olan kent sakinleri, körfez ağzının yavaş yavaş kapanması karşısında gittikçe fakirleştiler. Bir zamanlar Latmos Dağı'ndan ( Beşparmak Dağları ) çıkartılan mermerlerin Herakleia limanından gemilere yüklenip, Didim'deki ünlü Apollon tapınağının yapımı için götürüldüğü o görkemli günler artık geride kalmıştı. Aslında hiçbir dönemde çok büyük bir şehir olmadı Herakleia. Etrafındaki büyük şehirlerin (Milet, Didim, Halikarnas, vs.) gölgesinde kaldı hep. Tipik bir Karya kenti olarak gözlerden uzak yaşadı. Halikarnas’ın kibirli (ama tam da bu yüzden dünyanın yedi harikasından biri olan Halikarnas Mozolesi’ni yaptıran) kralı Mausolos döneminde gerçek anlamda bir yerleşke oldu. Şehri korumak için yapılan kale ve sur duvarları hâlâ ayakta. Bu gözden uzak gönülden ırak hali, şehrin bu günlere gelmesinde önemli bir etken. Herakleia için büyük savaşlar yapılmadı hiç. Sardes’in, Xantos’un düştüğü durumlara düşmedi. Zira savaş, yıkım demekti. Bir de gölün ortasındaki adalar ve dağa yapılan manastırlarla tam bir keşiş bölgesi oldu.
agora
Bugünkü Kapıkırı Köyü ile iç içe olan Herakleia kalıntılarının çok iyi durumda oldukları söylenemez. Mimarının adına ithafen " Hippodomik Sistem " denilen ızgara planlı kent modeli, Herakleia'nın da yapımında Arkeogezi Dergisi - 52
Keşfedilmemiş Bir Karia Kenti kullanılmıştır. En güzel örneklerinden birini Priene'de gördüğümüz bu planda, kentte cadde ve sokaklar birbirlerini kuzey - güney ve doğu - batı doğrultularında dik açı oluşturacak şekilde kesecek şekilde tasarlanmışlardır. Bu haliyle Hippodomik planlı kentlerin, günümüz modern kentlerinin ilk örneklerini oluşturduklarını söyleyebiliriz. Herakleia kalıntıları, Kapıkırı köyü ile iç içe geçtiğinden fazlasıyla tahrip olmuştur ve ne yazık ki bu planı görebilme şansını bize sunmamaktadır.
ATHENA TAPINAĞI Herakleia'nın en dikkat çeken yapısı olan Athena Tapınağı, Helenistik dönemde M.Ö. 3.yy'da Dor düzenine uygun olarak inşa edilmiştir. Tapınağın çevresinde bulunan ve bugün de aynı yerde bulunan bir yazıta dayanılarak yapının kentin baş tanrıçası olan Athena adına yapıldığı anlaşılmıştır. Sadece ön cephesinde iki sütun bulunan Temlum in Antis cepheli tapınakta cella ve pronoas hemen hemen aynı büyüklüktedir. Eski limanın biraz gerisinde şehre tam hakim kayalık bir tepe üzerine inşa edilmiş bulunan tapınak, Kapıkırı İlkokulu'nun biraz üzerinde yer alıyor.
AGORA Athena Tapınağının batısında biraz aşağıda, bugünkü Kapıkırı İlkokulu'nun bahçesinin bulunduğu alan Herakleia'nın agorası idi. Agoranın güney tarafı düzgün örülmüş ve güzel bir işçilik sergileyen duvar ile teras haline getirilmiştir. Hellenistik dönemde yapılmış olan agora, dikdörtgen şekilde bir alanı çevreleyen portikolardan oluşmuştur. Arkeogezi Dergisi - 53
athena tapınağı
Herakleia
TİYATRO - NYMPHAİON - TAPINAK
BOULEUTERİON- ROMA HAMAMI
Kentin kuzeydoğusunda hamamdan yukarı doğru devam edildiğinde Roma döneminde yapılan tiyatro kalıntılarına ulaşılabilir. Bugün üst basamakları ve sahne binasının üst kısımları toprak üzerinde seçilebilmektedir. Tiyatronun hemen kuzeyinde yer alan Nymphaion'dan ( Anıtsal Çeşme ) geriye çok az bir şey kalmıştır. Biraz daha kuzeye doğru devam edildiğinde bir çok mezar nişini ve kayaya oyulma sanduka şeklindeki mezarları geçtikten sonra, hangi tanrıya ait olduğu saptanamamış bir tapınağın kalıntıları görülebilir
Agoranın hemen kuzeydoğusunda yer alan bouleuterion, Miletos'daki örneğine uygun olarak inşa edilmiştir. Oturma sıraları taştan ve U biçimli olan yapı, M.Ö 2.yy'da yapılmıştır. Kazılarda bulunan parçalardan anlaşıldığına göre, yapının duvarlarının üst yarısı Dor düzenindeki yarım sütunlarla bezenmişti. Kazılarda ayrıca Architrav parçaları, triglipt frizi, bir diş sırası ve alınlığa ait parçalar bulunmuştur. Bouleuterion'un kuzeydoğusunda Roma döneminde yapılmış hamama ait kalıntılar yer almaktadır.
KENT SURLARI Herakleia'nın görülmeye değer yapılarından biri de kenti çevreleyen surlardır. Çevre uzunluğu 6.5 km. olan surlar, 65 gözetleme kulesi ile takviye edilmişlerdir. Düzgün kesme taş bloklardan usta bir işçilikle örülmüş olan sur duvarları iyi korunmuş durumdadır. M.Ö. 287 yılında Lysimakhos tarafından yaptırıldığı sanılan surların yüksekliği 5.5 m. kadardır
NEKROPOL Bizans kalesi ile göl arasında kalan bölgedeki mezarlar gerçekten görülmeye değer. Ağırlıklı olarak kayaya oyulma sanduka şeklindeki mezar nişlerine rastlanıyor. Mezarlar daha çok birbirine bitişik ve yan yana olarak kayalara oyulmuş. Her birinin üzerinde ayrı bir kapak var. Kimi mezarlar ise kıyıya çok yakın ve göl üzerindeki kayalara oyulmuş durumda bulunuyorlar. Herakleia Antik Kenti'nin çeşitli yerlerine dağılmış durumdaki mezarların sayısının 2500 kadar olduğu saptanmış
Arkeogezi Dergisi - 54
Keşfedilmemiş Bir Karia Kenti
ENDYMİON KUTSAL ALANI Kentin güneyine, sahile ( göl kenarına ) doğru geri dönüldüğünde, sahile yakın bir noktada Endymion adına ayrılmış kutsal bir alana gelinmektedir. Alanın üzerinde yer alan yapı doğal bir kayaya oyulmuştur. Duvarların bazı yerleri kesme taştan yapılmış, bazı yerlerinde ise doğal kaya duvar olarak kullanılmıştır. Pronaoslu ve opsidal bir cellası olan tapınak, ön cephesi sütunlu bir prostylos'tur. Yapının Endymion adına yapılmış bir sunak olduğu tahmin edilmektedir. Endymion, Latmos Dağları'nda sürülerini otlatan genç ve çok yakışıklı bir çobanmış. Kavalından başka bir varlığı olmayan bu çoban, gündüz keçilerini otlatır, geceleri ise çam ağaçları altında sele serpe uykuya dalarmış. Ay tanrıçası Selene bu yakışıklı genci fark etmekte gecikmemiş. Hava karardığında çobanın yanına gelir, ışıktan gövdesi ile onu sarar ve öpermiş. Endymion da bu aşkı karşılıksız bırakmamış. Her akşam uykuya yatar ve Selene'yi tutku ile beklemeye başlarmış. Ayın gökyüzünde olmadığı geceler Endymion için çok zor geçmeye başlamış. Bu olanları uzaktan uzağa izleyen tanrıların tanrısı Zeus, fakir çobana bir iyilik yapmak istemiş ve Endymion'a, kendisinden bir dilekte bulunmasını söylemiş. Endymion, ayın gökyüzünde olduğu bir gece sonsuz ve ölümsüz bir uyku ile uyumak istediğini belirtmiş. Böylece iki sevgili Zeus'unda yardımı ile sonsuza kadar beraber olabilmişler. Herakleia'lılar da tanrılar katında aşk yaşamış bu çobandan çok etkilenmiş olmalılar ki, onun adına kentlerine bir tapınak yapmışlar. Strabon, coğrafyasında " Latmos'un yanında küçük bir ırmağı geçtikten sonra Endymion'un mezarı görülür " diye yazmaktadır. Strabon'un belirttiği yerin bugün neresi olduğu belirsiz Arkeogezi Dergisi - 55
olmakla birlikte, Endymion efsanesinin daha sonraki dönemlerde de değişik şekillerde sürdüğünü biliyoruz. Hiristiyanlık dönemindeki bir anlatıya göre, bölgeye ilk gelen rahipler, Endymion'a ait olduğu tahmin edilen bir mezar bulmuşlar. Bu mezar ve çevresi kutsal bir alan olarak kabul edilmiş ve her yıl bu mezara bir kez gelinip lahtin kapağı açılırmış. Kapak açıldığında tanrısal bir ses duyulduğuna inanılırmış.
Herakleia
LİMAN KALINTILARI Kentin güneybatısında yer alan liman, hem kıyıdaki kalıntıları hem de göl içinde su altında görülebilen mendirek ve rıhtım izleri ile bellidir. Athena tapınağının altında göl kıyısında görülebilir.
HRİSTİYANLIK DÖNEMİ KALINTILAR
Bu döneme ait kalıntılar, M.S. 7. ve 1 2.yy'lar arasındaki dönemde inşa edilmiş, manastır, kilise ve kale kalıntılarından oluşmaktadır
BİZANS KALESİ
Herakleia kentinin güney ucunda göle hakim kayalık bir tepe üzerinde Bizans döneminde yapılmış olan kale, bugün büyük ölçüde ayaktadır.
YEDİLER MANASTIRI
Eski adı Bucak Köyü olan Gölkaya Köyü'nden ( Kapıkırı'na gelmeden bir önceki köy ) bir saatlik yürüyüşle Yediler Manastırına ulaşılabilir. Manastıra giden yol kırmızı boyalarla işaretlenmiş durumda. Zeytinlikler içersinden oldukça rahat bir yürüyüşten sonra ulaşılabilen manastır, göle hakim bir tepenin üzerine kurulmuş. Sur duvarları ve iç yapılarının bir kısmı ayakta olan manastırın yakınlarında bir düzlükte küçük bir kilise ( şaphel ) kalıntısı daha vardır. Yuvarlak ve doğal bir kayanın içi oyularak kovuk haline getirilmiş ve içi frekslerle süslenmiştir.
PANTAKRATOR VE İSA MAĞARALARI Kapıkırı Köyü yakınlarında yoldan yukarı doğru devam eden bir patika izlenerek bu mağaralara ulaşılabilir. Her iki mağarada da muhtemelen 8 ve 9.yy'lardan kalma freksler yer almaktadır. Frekslerin yüz bölümleri tahrip edilmiş durumdadır. Arkeogezi Dergisi - 56
Keşfedilmemiş Bir Karia Kenti
DİĞER MANASTIRLAR:
İyi gizlenme olanağı sağladığından bu bölgede bir çok manastır ve kaya kovuklarına oyulmuş çilehaneler yer alıyor. Bunlar hakkında fazla bir bilgi yok.Stylos, Soteros, İkiztaş, Narhisar ve Viran bunlardan bazıları. Bu manastırlara gidebilmek için mutlaka yöreyi ve manastırları bilen rehberlerin köyden bulunması gerekiyor.
ADALAR:
Bafa gölü üzerinde bir çok küçük ada bulunmaktadır. Bunlardan bazılarının üzerinde manastır ve sur kalıntılarına rastlanmaktadır. Kıyıda bekleyen balıkçılarla anlaşarak keyifli bir göl turuna çıkın muhakkak.Yüzlerce kuş türüne ev sahipliği yapan adaların etrafında dolaşarak (yaklaşmak yasak, çünkü bu kuşların çoğu koruma altında) ilginç bir deneyim yaşayabilirsiniz
HAYALET ADA
Kapıkırı Köyü'nün hemen karşısında yer alan bu ada üzerinde de bir manastıra ait kalıntılar var. Kalıntılar iyi morunmuş durumda. Bu ada eskiden Herakleia sur sisteminin bir parçası idi. Ada üzerinde bu sisteme ait izler görülebiliyor. Adaya tekne ile yanaşmak hayli zor.
İKİZ ADALAR
Burası aynı zamanda Bafa Gölü'nün doğal güzellik açısından en güzel yerlerinden birisidir. Biri büyük diğeri küçük olmak üzere iki adadan oluşan bölgede, küçük ada, gölün tam ortasında yer alırken, büyük olanın kara ile bağlantısı bulunmaktadır. Küçük ada üzerinde Meryem Ana adına yapılmış bir manastır yer almaktadır. Biraz güç olmakla birlikte tekneler bu adaya yanaşabiliyorlar. Büyük olan adanın kara ile bağlantısını yazın plaj olarak kullanılan güzel bir kumsal sağlıyor. Tekneler bu kumsala baştankara yapıp rahatlıkla yanaşabiliyorlar. Bu ada üzerinde ise, Meryem Ana manastırını korumak amacı ile yapılmış bir kale yer alıyor.
ÖZEL BİR NOT: Ayrıca bu gölden çıkan ve özel odun
fırınlarında iste pişirilen yılanbalığının tadına da mutlaka bakın. Düşük nem oranıyla sağlık kaynağı olan bölgenin yüzlerce yıllık zeytinyağı üreticisi olduğunu da unutmayalım. Organik biçimde yetişen zeytin ağaçlarından çıkarılan zeytinyağını, 2600 yaşında olduğu söylenen ‘Türkiye’nin en yaşlı zeytin ağacı’nın gölgesinde tadın Arkeogezi Dergisi - 57
kale duvarı
https://twitter.com/arkeogezi
Kore'ler ve "... İzm"ler
Güney Kore’ye herkes gidiyor da 24 milyon nüfuslu Kuzey’ine giden az. Yerel rehberin söylediğine göre yılda 4000 yabancı turist geliyormuş Kuzey Kore’ye. “Dost” ülkelerden (Çin,Rusya vb) gelenler de 25000 kişi.. Bir zamanlar yılda iki milyon sayıya ulaşan Güney Korelileri “yabancı” dan saymıyor Kuzey Kore. Geçmişte yaşanan bir olay nedeniyle şimdi onlar da gelmiyormuş.
Guney Kore gyongbogun sarayı
G
üney Kore’de Kuzey Kore’nin 70 km yakınına gidip de sınırı oluşturan “askerden arındırılmış bölge”yi geçemediğiniz için bir saatlik yolu bir günde alarak Pekin üzerinden Kuzey Kore’nin başkenti Pyongyang’a gidiyorsunuz. Yani iki Kore, o kadar yakın ama o kadar uzak. Güney’in tüm renklerine rağmen esas “renkli” olan taraf Kuzey. Ayrıca satın aldığım ve okudukça bana Brecht’i hatırlatan halk hikâyelerindeki akıl ve duygunun buluşması da beni oraya yönlendiriyor, kalbimi orada bırakıyorum. Bir gezgin için koşullar kolay değil Kuzey Kore’de. Ama Güney’ini görmenin anlamı Kuzey’ini görünce anlaşılıyor. Kişi başı GSMH’sı
30000 Amerikan Dolar olan ve de “açılıp saçılmış” bir ülkeden “ailenin” diğer yarısı ama “kapalı” ve GSMH’sı 1 800 Amerikan Dolar olanına geçtiğinizde yaşayıp hissettiklerinizin anlatılması o kadar da kolay değil. Kore’lerin hikâyesi ve bugün içinde bulundukları durum öğretici. Seoul havaalanında bagajlar otobüse yerleştirilirken iki kadın bir erkeğin iki ellerini havaya kaldırmış, gözlerini kapatmış durduklarını gördük. Batılı bir gezgin için bu görüntü cazip. Yaklaşık 20-25 dakika sürdü bu hareketsiz duruş. “Sokakta meditasyon” görmek, gezgin için beklenen bir şey. İlk heyecanla en güzel kareleri çekmek arzusu bitince çevrede gördükleriniz olaya başka bir anlam katıyor. Anladık ki Güney Kore Çin’e çok kızıyor. Onların insan haklarını ihlâl Arkeogezi Dergisi - 60
Paektu Dağının İnsanları ettiklerini gösteren resimli afişler önünde meditasyon yapıyor Güney Koreli. Asıl dikkati çekmek istediği konu bu. Benim gibi tiyatroya meraklı biri için güzel bir başlangıç. “Sahne”, “hedef şaşırtıyor”.
G.Kore Türk Şehitliği Güney Kore’deki Kore Savaşı Şehitliği görmeye değer. Savaşta bir taraftan ölenler “şehit” sayılıyor Birleşmiş Milletler’e göre. O nedenle ittifakın askerlerine ait (bulunabilen) kemikler gömülmüş bu “şehitlik”te. En dikkat çeken Türklere ayrılan kısım. Türk tarafından 1 000 kayıp var ama 400 ünün ismi yazılı mezar taşı var. Aslında “Koreler”, Kore Savaşı’ndaki Türkler üzerinde çok durmuyorlar ve de bizim dilimizden düşmeyen “Kunuri”yi de bilmiyorlar. K.Kore’de, “Herşeyin efendisi insandır ve her şey onun kararı ile olur” üstüne oturmuş “juche” felsefesi ile sosyalizm ve komünizmi yeniden yorumlamanın adı “Kimilsungism”i duyunca Kore’liler Kunuri’yi bilmeseler de bizi tanıyorlar diye geçirdim içimden. Kuzey Kore’nin varı yoğu Birleşmiş Milletler “elbisesi” içindeki “esas düşman”, USA. Güney Kore de Çin’i düşman bellemiş. K.Kore’deki Savaş Müzesi’nde bilimsel olarak hazırlanmış duvar panolarında tek düşman(USA) ve onun kötülükleri sergilenmiş. (O sergilemeden yola çıkarak bir oyun bile tasarladım) Pyongyang’dan ayrılırken uçakta yan yana düştüğüm USA’lı Arkeogezi Dergisi - 61
Güney Kore küçük Amerika gibi. TV programları bize çok benziyor. Yetenek yarışmaları. “Sen de yeteneklisin, sen de yapabilirsin” diye kışkırtılan insanlar. “Buzda Dans”, “Dans Dans Dans” vb programlar özgün formatlarla sergileniyor. “Kazan ve köşeyi dön” toplumu demek haksızlık olacak zira Güney Kore’nin dünya çapında markaları var: Kia, Samsung, Hyundai.. Belki sizin de arabanız Kia ya da Hyundai, bilgisayarınız Samsung. TV’deki ile dünya arenasındaki görüntüler çok farklı.
kadın gezgin, gurup olarak 8 gün kaldıkları Kuzey Kore’de hiç de rahatsız edilmediklerini anlattı ve “Bizden nefret ediyorlar” dedi bana, gülümsüyordu. Güney Kore’de 8 şeritli yollarda trafik azabı var, Güney Kore’deki hızlı tren Fransız yapımı. Kuzey Kore’de yol var araba yok, benzin istasyonu yok. İnsanlar yürüyor. Yollarda tek tük lüks arabaya rastlamak mümkün. Barajı kendi kaynakları ile yapmış olduklarını övünerek söylüyorlar. Asker iş gücü kullanılmış. Aslında her K.Koreli asker ! (disiplini içinde yaşıyor) Kuzey Kore’de 2 yerel, 2 Çin, 1 Japon kanalı ve BBC World gördük oteldeki odamızdaki tv’de . Daha önce gidenlere göre bu bir lüks, zira eskiden 1 kanal varmış. Yerel kanalda marşlar ve Başkan’ın çalışmaları var, temel atışlar, açılışlar, yollarda biriken halk, çiçek veren çocuklar, Başkan sinema salonuna koltuk seçerken.. Hele fondaki duygulu, gururlu ses. Başkan sinemaya tutkun. Hatta bir yönetmeni (Shin Sang-ok)ve karısını kaçırmış, ağırlamış ve filmler çektirmiş. Başkan’ın sosyalist sinema üzerine kitapları da var. Yani “sanatçı” ruhlu bir Başkan’ı var Kuzey Kore’nin. (Bizimki Devlet’i “okuyor”du değil mi!)
Kore'ler ve "... İzm"ler
arirang Kuzey Kore’de dini mekân yok gibi. Ama en çarpıcı mezarı Kuzey Kore’de gördük : Bir tepenin üstündeki Kral Kongmin ve karısına ait mezar anıtı. Güney ise Budizm ağırlıklı. Bizdeki “ölünün kırkı” gibi bir ölünün ardından yedinci haftada yapılan bir dini törene rastladık. Kenarda bir ofiste insanlar para ödeyerek o tapınakta ibadet etme hakkı satın alıyordu. Tapınağı takipçileri yaşatıyor yani. İnançsızlık da var tabi. K.Koredeki rehberimiz bu çalışma koşullarında insanların dini düşünecek zamanları kalmadığını söylüyor. G.Kore’deki rehber ise “I’m a free thinker” diyor kendisi için ve yakılmayı mı gömülmeyi mi vasiyet edeceğine henüz karar vermediğini söylüyor.
K.Kore’de otobüs duraklarından uzun kuyruklar gördük. Rehberimiz anlattı, aslında metro var onunla da giderlermiş ama bu insanlar hızlı servis istedikleri için otobüs bekliyormuş. Biz metro daha hızlı bilirdik değil mi! Sonradan anladık ki metro şehrin bir kısmında var. İnsanlar şehrin dışına gitmek için otobüs bekliyorlar. Rehber hep bir “makul”(!) neden buluyor ! Metro istasyonları Moskova’dakilere çok benziyor. SüslüT Her iki tarafta da okullara giriş için “çok çalışmak lazım çookkk”T Giriş sınavları ile yarış büyük. G.Kore’de bir ailenin sınavlara hazırlık için çektiklerini anlatan bir belgesel Arkeogezi Dergisi - 62
Paektu Dağının İnsanları
arirang
seyretmiştim. Kuzey Kore’de 7-1 7 yaş çocukları için yapılmış “Çocuk Sarayları” var. Pyongyang’dakini oda oda gezerken gördük ki sıkı çalışıyor çocuklar, sanat ve sporda. Haftada iki gün geziliyormuş bu saraylar. Gezi bir saatlik bir gösteri ile bitiyor. Amaç rejimin insana verdiği önemi göstermek gibi geldi bana. Bu arada şunu belirtmem gerek ki çocuklar çok yetenekli. Enstrümanı çalmayı öğrenmeden önce pozları öğreniyorlar. Yaptıklarından zevk alan insan pozları, yüzler gülüyor, bedenler ritm ile sarhoş(?) Eğitilen yetenekleri görünce ben rehbere, “dünya çapında tanınmış birkaç isim ver” dedim, sayamadı. K.Kore’de yurt dışına çıkılıyormuş ama izin almak gerekmiş. Genellikle “dost” ülkelere gidiş daha kolay. Pekin’e birlikte indiğimiz K.Koreli gençler ülkelerinde göğüslerinden çıkarmadıkları Kim İl Song rozetlerini çıkarmışlardı. Saçlar jölelenmişti. Kuzey Kore’de mezarlık görmedik. Bizim yolumuz üstünde değilmiş. (Kaynak: Yerel rehber)
G.Kore
Arkeogezi Dergisi - 63
Kuzey Kore’de cola, pizza vb batı yemekleri var. En çok bira içiliyor. Parası olan için yabancı her marka içkiyi bulmak da mümkün. Her iki Kore’de de masanızdaki yiyecekler üç aşağı beş yukarı aynı. Masada barbekü, masanızdaki ocağın üstünde kaynayan suda haşlama(şabu şabu) yapmak. Her iki Kore de “Benim pirincim iyidir” diyor. Ama insam(ginseng) alacaksanız K.Kore’den alın. Kuzey Kore’de turist ancak yabancı parayla alışveriş yapabiliyor. Her şey devletin. Yol üstünde rastladığımız armut, elma satan kadın satıştan elde
Kore'ler ve "... İzm"ler
K.Kore Güneyle Birleşme Anıtı ettiği gelir için defter tutup, kazancı devletine veriyormuş. Devlet de ona maaş veriyor. Küçük işletme mi dersiniz? Kooperatifçilik övünç kaynağı, Fiat ile ortak kurulan otomobil fabrikası da varmış.
ama şimdi yeni bir şirket ile anlaşma yapılacakmış. Biliyorsunuz Mısır bu teknolojinin dünyada bir numarası (!) Aslında sözleşmeyi “imzalayan” “dost” ülkenin “ismi” önemli ama arkasında “düşman” da olabilir.
Kuzey Kore’ye girerken “tuhaf” oluyor insan. Tüm telefonlar toplanıp bir kutuya konulup emanete bırakılıyor. Odanızdan dünyayı aramak teorik olarak mümkün ama nedense sistem işlemiyor. Odadaki rehberde Türkiye’nin kodu 90 Ankara’nın 4 olarak verilmiş. Çevir sesi var bağlantı mümkün değil. Ama otel lobisindeki odadan telefon etmenize müsaade ediliyor.”TÖRKİY” demeyin anlamıyorlar “Turkiyye” derseniz tanıyan çıkıyor. Posta kartı atmak da serbest. Attık henüz gelmedi. G.Koreden attıklarımız biz dönmeden gelmişti. K.Kore’de Telefon sistemini Mısırlılar yapmış
Otobüste otele giderken otele kaydınız yapılmış oluyor rehber oda anahtarlarını veriyor. Çıkarken de resepsiyona değil rehbere teslim ediyorsunuz anahtarları. Girer girmez ilk uyarı rehberden geliyor. Askerin fotoğrafını çekmek yasak. Bu askeri bölge, kişi hatta gölgesi bile olabilir. Kamera askere doğrultulursa silah oluyor(!) çünkü. Çalışanların fotoğrafının da çekilmesine izin verilmiyor. Nedeni siyasi değil(?), insanlar o durumda yorgun yüz ifadeleri ile çekilmek istemiyorlarmış(?) Kameraların profesyonel ve gezginin de gazeteci olmaması lazım. Bilgisayar bağlantıları da kesiliyor. Arkeogezi Dergisi - 64
Kuzey Kore’de insanların göğüsleri üzerinde taşıdıkları liderleri Kim İl Song resimli rozetlerde duyduğunuz askeri marşları, Kim İl Song’un mozelesini ziyarette dörtlü kol asker yürüyüşleri yavaş hızda hareket eden “yürüyen yol”daki sessiz bekleyişi, elinize tutturulan mp3 çaları ku oluyor insan! Ama dışarı çıktığınızda bahçede liderlerini ziyarete gelmek için en özenli renga kucaklıyorlar. Kuzey Kore’liler sempatik ama içe kapatılmış bir halk. Müzikte ve sporda çok d orada. Arirang tüm bu özelliklerin göstergesi. K.Kore’ye sadece Arirang için bile gidilir. Ariran inanılmaz bir şölen. Hele çocuklar ve onların gösterileri! Umutla yarına bakan, enstrümanı ça Arirang geceleri, şehrin aydınlığını arttıran stattan yayılan ışık. Genelde karanlık bir şehir Pyo
eki farklı şekilleri çözebilmek, sabahtan başlayarak sokaklarda, metroda zaman zaman inizi, mozelede sessiz durulacak, mozelenin çevresinde dört kez saygıyla eğilme anları, çok lağınıza tutarak dinlemeyi anlamak, anlatmak kolay değil. Uçaktan paraşütsüz atlamış gibi arenk giysileri içindeki insanlar, çektirdikleri fotoğraflara girmek isterseniz sizi hemen disiplinli ve yetenekliler. Çalışkan, sabırlı, dayanıklı ve ülkelerini seven insanlar yaşıyor ng başlı başına bir olay. Yüzbin kişi tarafından yüzellibin kişilik stadyumda sunulan gösteri lmayı öğrenmeden mutluluğun “poz”unu öğrenen o çocuklar gözlerinizi yaşartır eminim. onyang. Ülkede enerji sıkıntısı varmış.
K.Kore yol panosu
Paektu Dağının İnsanları Kuzey çoğunlukla “Kore” diyor yön belirtmeden ve anıtları, gösterileri ile Güney ile ayrı olmadıklarını gösteriyorlar, kucaklaşacakları günün beklentisi içindeler sanki. Güney’in böyle bir şeyi dert edindiği izlenimini edinmedim.
K.Kore Heykelli Havuz
Güney Kore
K. Kore Juche Tower Arkeogezi Dergisi - 67
Dönüş yolunda Pekin’e uğradık bir günlüğüne. Tiananmen Meydanı’nı gezdim. Yaklaşık 5 yıl önce 1 5 günlük Çin gezimin ilk durağı idi. Yeni görüntüsü ile hayâllerim yıkıldı. Bu meydan tankın önüne dikilen öğrenci fotoğrafı ile direnişin meydanı idi zihinlerimizde. Meydana yer altı geçitlerinden polis kontrolü ile giriyorsunuz şimdi. Meydanı ikiye bölen iki duvar inşa etmişler ortadaki Halk Kahramanları Anıtı’nın yanına, Çin’i tanıtan reklam filmi dönüyor. Anıtın dört tarafında duvarlardaki enfes dekorasyonlu panoları önünde nöbet bekleyen polisler nedeniyle 30 metreden fotoğraflayabiliyorsunuz ancak. Yasak Kent’te onarım var. Cephedeki Mao halâ yerinde ama bir gün kaldırılır gibi bakıyordu Mao. Önünde korumaya alınmış bir alan içinde iki polis nöbet bekliyor. Mao’nun mozelesinin etrafında dikilen ağaçlar binayı görüntülemeyi güçleştiriyor. Meydanın üç ayrı yerinde çiçekli bölümler oluşturulmuş. Eskiden meydanın bir köşesinde durduğunuzda gözünüzün önündeki meydanı algılamak olanaklı idi. Bir milyon kişi alan meydanın 5 yıl önceki görkemi kalmamış. Mozelenin önündeki sıraları düzenleyen Çin motifli pirinçten ayırıcı panoların yanında şimdi alüminyumdan apartman korkuluğu gibi kişiliksiz ayırıcılar, meydanın başına geleni apaçık anlatıyor. Caddelerdeki eski binalar yıkılmış, yerine gökdelenler, marketler, ışıklı reklam panoları “department store”lar, marka malın satıldığı “avm”ler yükseliyor. Şimdi bambaşka bir Pekin var. Bu Pekin’de “global” dünyanın egemenliği hüküm sürüyor. Halâ emek ucuz ama marka toplumu oluşmuş. (Evinizdeki Çin malında ucuz emeğin çektikleri var, unutmayın.) Sanki New York olmuş Pekin..
Kuzey Kore’nin “dost”u Çin yeni bir dünyaya koşuyor ve Amerikanlaşıyor ama Kuzey Kore komünizme sarılmış. Amerika dünya imparatorluğunun yeni sahibi ama “dost”u Güney Kore bir USA taklidi olma yolunda. Dışardan baktığınızda bir ülkenin bölünerek akrabaların birbirine yabancılaşmasının nedeni Rusya, Çin ve Amerika, kendi hesaplarının bir parçası olarak Kore’leri kendi kaleleri, stratejik alanları olarak kullanıyorlar. Çin Amerikanlaşma yolunda, Amerika zaten “İmparatorluk”, olan Korelilere oluyor Biz onları eleştirirken en ilginç tespiti otobüsümüzün arkasında oturan (sivil polis?)rehber yaptı: “Topraklarının %90’ı Asya’da olan Türkiye, Avrupalı olduğunu kanıtlamaya çalışıyor” Türkiye’nin dıştan görünüşü de bu!
Kore'ler ve "... İzm"ler Doğrusunu isterseniz Halk Devrimi üzerine iyice düşünmek lazım. Yıllar önce Libya’ya ilk gittiğimde Libya, İtalyanlardan henüz kurtulmuştu. Halk Kaddafi’yi omuzlarında taşıyor, gurur duyuyordu. “Milliyetçi”lik girişten itibaren vuruyordu yüzünüze. Bugün aynı halk Kaddafi’den kurtulduk diye seviniyor, onu yerden yere vuruyor. (Irak’da da benzer değişimi gördüm. Saddam’ı sırtında taşımış halk heykelini parçalarken çok gayretliydi. Mallarını satmak için Saddam’a ve adamlarına gülücükler saçıyordu Batılı kapital!) Sosyal medyada gittikçe yaygınlaşan BOT’ları düşünürseniz dünyayı sanal bir el yönetmeye başladı bile. “Halk istiyor” denilen halkın istediğimi mi yoksa halka “istetilen” mi? Halka, o seçmiş gibi yapılıyor sanki. Kitleleri yöneten bir el var ve o el ne zaman ne isterse oluyor gibi. (Benim için bir “halk devrimi” var, o da Atatürk’ün liderliğinde Türkiye’yi yaratmış olandır.) Tuzlu suyu tatlı sudan ayıran barajı inşa ederek kaynakları ve doğayı kontrol etmede gösterdikleri akılcılığı birleşmede de göstereceklerini; Kuzey ve Güney’in, kutsal saydıkları Pektu Dağının eteklerinde buluşacaklarını hayâl ediyorum. Keşke üzerlerine oynanan oyunları fark etseler ve sadece gönüllerini dinleyerek o topraklar üzerindeki ortak geçmişten aldıkları güç ile yeniden bir arada yaşamanın onların çıkarına olduğunu anlayabilse “KORE”ler..
K. Kore Yemek Masası
G.Kore Tapınaktan
K.Kore Pyong Yang
Mustafa Kemal Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü
İrem Göçmez
MUSTAFA KEMAL ÜNİVERSİTESİ ARKEOLOJİ GÜNLERİ ‘Arkeoloji Günleri’T Biz öğrenciler odaklı başlatılan bu çalışma, temelde her yıl faal olarak kazı çalışması yapan değerli bölüm hocalarımızın katılmış bulundukları ve kendilerine ait kazı çalışmaları hakkında bilgi aktarımında bulunmak istemeleridir. Mustafa Kemal Üniversitesi Arkeoloji Bölümü öğrencileri olarak bu etkinliğin bilgisini aldığımızda son derece mutlu olduk ve elimizden geldiği kadarıyla hocalarımıza her türlü desteği verdik. Gelecek yıllarda da tekrarlanması beklenen ‘201 3 yılı Arkeoloji Günleri’ etkinliği süreç içerisinde kendini geliştirecek birçok yenilik katılarak öğrencilerinde katılımıyla bilgi dolu, eğlenceli, Arkeoloji kokan bir etkinlik kimliğine bürünecektir. Kısaca gerçekleştirdiğimiz etkinliğin içeriğinden bahsedecek olursak; 'Arkeoloji Arkeogezi Dergisi - 69
Günleri' Üniversitemiz Atatürk Konferans Salonunda bölümümüzün toplam 220 öğrenci sayısından yaklaşık 1 80 öğrenci, Bölüm Başkanımız Prof. Dr. Aynur Özfırat, Doç. Dr. Hatice Pamir, Yrd. Doç. Dr. Çilem Uygun, Öğr. Gör. Ahmet Görmüş, Arş. Gör. Canan Karataş Yüksel hocalarımızın ve Sayın Rektörümüz Prof. Dr. Hüsnü Salih Güder’in katılımıyla gerçekleşmiştir. Yaklaşık 3 saat süren konferansta hocalarımız kazılarının sunumlarını gerçekleştirdikten sonra katılımları ve verdiği tüm desteklerden dolayı teşekkür amacıyla Mustafa Kemal Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Hüsnü Salih Güder’e bölümümüz adına Bölüm Başkanımız Prof. Dr. Aynur Özfırat tarafından plaket ve Tell Atchana’da bu yıl keşfedilen ve büyük ilgi uyandıran Şuppiluliuma Heykelinin minyatürü hediye edilmiştir. Rektörümüzün konuşması ile son bulan etkinliğimizde tüm öğrenciler ve öğretim elemanları konferanstan son derece memnun ayrılmışlardır. Arkeoloji dolu bu gün için öncelikle rektörümüze sonra da tüm bölüm hocalarımıza teşekkürü borç biliriz.
Sunumlar: Prof Dr Aynur Özfırat; “Ağrı Dağı Bozkurt Kazısı ve Yüzey Araştırmaları” Doç Dr Hatice Pamir; “Antakya ve Çevresi Kazı ve Yüzey Araştırmaları” Yrd Doç Dr Çilem Uygun; “Tlos Antik Kentinden Kronos Tapınağı” Öğr. Gör. Ahmet Görmüş; “Ilısu Barajı Arkeoloji Miras Kurtarma Projesi Kapsamında Salattepe Kazısı” Arş. Gör. Canan Karataş Yüksel; “Ayanis Kale Kazısı” Yrd. Doç Dr Çilem Uygun; “Tayfur Sökmen Kampüsü Arkeolojik Kazı Çalışması”
Arkeogezi Dergisi - 70