Editörden Hazırlayanlar Tolga Candur Çağrı Durmuş Uğur Can Uludağ Kapak Görseli
Apollon Smintheion - Yaprak Dala Tasarım Tolga Candur Haberler ve Çeviriler Uğur Can Uludağ Reklam ve Halkla İlişkiler Tolga Candur tolgacandur@mynet.com Yayın Koordinatörü Yaprak Dala arkeogezi@gmail.com
*Arkeogezi Dergisi tamamen gönüllük esasına dayanılarak yılın her ayı e-dergi olarak çıkarılmaktadır. *Dergimizde yayınlanan yazıların tüm sorumluluğu yazarlara aittir. *Dergide yayımlanan yazı, fotoğraf, harita, illüstrasyon ve konuların her haklı saklıdır. İzinsiz, kaynak gösterilerek dahi alıntı yapılamaz. (yazarlardan kişisel izin alınabilir)
ARKEOGEZİ DERGİSİ https://www.facebook.com/Arkeo.Gezii https://twitter.com/arkeogezi https://www.arkeogezidergisi.com
Merhaba sevgili ArkeoGezi okurları. Persophone'nin yeraltından çıkıp aramıza katıldığı bugünlerde dördüncü sayımız ile birlikte sizlerin karşısındayız. Bu olay baharın gelişini müjdelerken biz Arkeologlara da kazı mevsiminin geldiğini müjdeler. Kazı evlerinin hazırlandığı, ilk kez araziye çıkacak öğrencilerin ders sırasından çıkıp Arkeoloji’nin tam olarak bilinmeyen ve bağımlılık yapan gerçek dünyasına atacakları ilk adım ile bir kazıyı kendi mesleğinin gerekleri dışında şirket gibi yönetmek zorunda kalan ve birçok sorunla boğuşan kazı başkanlarına ve arazide görev yapacak tüm meslektaşlarımıza şimdiden başarılı bir kazı sezonu diliyoruz. Her yaz olduğu gibi yine kendi mesleklerini yapamamaktan dolayı içleri buruk olan tüm atanamayan ve kazamayan Arkeologlara da selam olsun. Bununla birlikte Türk Arkeolojisinin gelişiminde bir kilometre taşı olan sayın Ertuğrul Günay’ın yerine gelen yeni bakanımız Ömer Çelik’ten de bu gelişimi daha ileri taşıyacak gerekli hamleleri yapmasını tüm Arkeoloji camiası adına rica ediyoruz. Bu sayıdaki konularımız içerisinde sizleri; gladyatörlerin yaşamak için öldürmeleri gerektiren yaşantısına, Bursa Bilim Şenliği’ndeki Arkeoloji günlerine ve değerli hocalarımız ile yaptığımız söyleşilere, Müzecilik Haftası itibariyle müzeciliğin AB-C’sine, dergi konseptimizin karakterini oluşturan gezi yazılarından Ukrayna ve Mısır'a götürüyoruz. Tahrir Meydanı'ndan Giza Piramitlerine, Nikomedia’dan uçsuz bucaksız gizemli görkemiyle Frig Vadisi’ne kadar her zaman göz önünde olan fakat her seferinde gözden kaçan detaylar ve dipnotları da dergimizin sayfaları arasında. ArkeoGezi Dergisi olarak tamamen amatör bir ruhla çıkardığımız bu derginin gönüllü arkadaşlarımız ile kısa zamanda çok geniş bir kitleye ulaşmasını sağlayan ve profesyonel bir düzeye ulaşması yolunda tamamen Arkeoloji adına bir şeyler yapmak için yardımımıza koşan tüm dostlarımıza sonsuz teşekkürler. Sizleri Arkeolojinin keyif dolu taş döşeli yollarından sayfaların teorik dolu puntoları ile baş başa bırakmanın mutluluğu ile bir dahaki sayıda görüşmek üzere.
Çağrı Durmuş Uğurcan Uludağ
Mehmet Özdoğan ile Söyleşi - 1 9
Nevzat Çevik ile Söyleşi - 21
Frigler - 30
Gladyatörler - 40
Deniz Dağaşan ile Mısır - 51
Nikomedia - 65
Müze Kültürü ve Eğitimi - 26
Gökhan Erdoğan'ın Lviv Günleri - 45
Sempozyum Özel - 71
htt p:// ww w. evi
HABER
ÇİN BUGÜN AFRİKA'DA, PEKİ YA 600 YIL ÖNCE?
K
enya'nın Manda adasında 600 yıllık bir Çin sikkesi bulundu. Sikkenin Çinliler tarafından her zaman dillendirilen fakat batılı tarihçiler tarafından red edilen Doğu Afrika Çin Kolonizasyonu ile ilgili ele geçirilen en önemli kanıt olduğu düşünülüyor.Eğer sikke gerçekten 600 yıl önce Kenya'ya ulaşmış ise Çinliler Avrupa'lı kaşiflerden çok daha önce Afrika ile ticarete başladığını ve kolonizasyona başladığını bize gösteriyor. Tunçtan yapılan sikkenin merkezinde ise gümüşten yapılmış bir delik var, bu delik sikkenin kemere yada iplere dizilerek basit cüzdanlar yapılmasını sağlıyordu. ''Yongle Tongbao'' olarak bilinen bu delikleri Çin'e tanıtan kişi ise Ming Hanedanından 1 4031 425 yılları arası hüküm süren İmparator Yongle'dir. İmparatorun adının sikke üzerinde bulunması , tarihlemeyi oldukça kolaylaştırdı. İmparator Yongle'ın bir başka özelli ise Çin Yasak Şehri'nin inşaatını başlatan imparator olmasıdır. Amiral Zheng He'yi Hint Okyanusu kıyılarınca ticaret anlaşmaları yapması için gönderdiği biliniyor.Fakat anlaşılan Amiral düşündüğümüzdende ileriye gitmeyi başarmış.
Yongle Tongbao
Zeng He pek çok bakımdan Çin'in Christopher Columbus'udur diyor. Dr.Kusimba. Elimize onun buraya geldiğini kanıtlayan bu kadar güçlü bir delil olması müthiş birşey diyerek devam ediyor. Afrika'nın antik dönemlerden beri Avrupa ile olan bağlantısını biliyoruz fakat bu sikkenin anlamı o kadar büyük ki, bilim dünyasına Afrika ve Asya arasındaki ilişkileri yeniden araştırma ve tartışma alanı açıyor. Arkeogezi Dergisi - 6
HABER
Afrika'nın antik dönemlerden beri Avrupa ile olan bağlantısını biliyoruz fakat bu sikkenin anlamı o kadar büyük ki, bilim dünyasına Afrika ve Asya arasındaki ilişkileri yeniden araştırma ve tartışma alanı açıyor. İlişkilerin İmparator Yongle'den sonra bitmiş olması gerekir.Çünkü ardılları Çin dışındaki yabancı unsurlar ile ticareti ve ilişkileri yasaklamışlardır. Bu Avrupalı kaşiflere kendi ülke ve kültürlerini Afrika'lı toplumlara üzerinde serbetçe ve bir rakip olmaksızın domine etme imkanı vermiştir.
Manda adası Kenya'nın Kuzey doğusunda yer alıyor. MÖ 1 400 ve 200 yılları arasında yaşamın devam ettiğini gösteren izler bulunsada MÖ 200 den sonra ada bilinmeyen bir nedende dolayı terk edildi ve bir daha yerleşim görmedi. Fakat Manda'da bulunan sikke ada hakkında yapılan bütün araştırmaları yeniden gözden geçirecek nitelikte.
İmparator Yongle Çin'i dış dünyaya açan hükümdar olarak bilinen imparator dış politika alanında öncelikle imparatorluğun nüfuz alanını güneye doğru genişletmeye ağırlık verdi. Bu amaçla 1 403'te görevlendirdiği üç filo Cava ve Güney Hindistan'a kadar giderek Güneydoğu Asya ülkelerinin Çin'e bağlılık bildirmelerini sağladı.Malaka ve Brunei gibi birçok ülke Çin'e heyetler göndermek zorunda kaldı. Denizaşırı seferlere girişen Çin amirallerinin en ünlüsü olan, Müslüman hadım Zheng He 1 405-1 433 arasında yedi büyük yolculuk yaparak Basra Körfezi, Kızıldeniz ve Zengibar'a kadar ulaştı. Aynı dönemde Tibet, Nepal, Afganistan ve Rus Türkistanı'na da Çinli elçiler gönderildi. Arkeogezi Dergisi - 7
HABER
EFSANEVİ PERS ORDUSU BULUNDU
Kudretli Pers ordusu,2500 yıl önce Batı Mısır Çöllerinde hiçbir iz bırakmadan kayboldu. 50.000 askerden bir daha haber alınamadı. Tarihin en büyük gizemlerinden bir tanesi geçtiğimiz ay çözüldü.Tunç silahlar,gümüş bilezikler,küpeler ve yüz binlerce insan kemiği geniş bir alanda paramparça olmuş halde bulundu. Herodotos'un bize aktardıkları sayesinde haberdar olduğumuz II.Kambyses'in ordusu MÖ 525 yılında Sahra'nın içlerine doğru başlattığı seferden bir daha geri dönememişti. Herodotos'un aktardığına göre Kyros'un oğlu Kambyses, 50.000 askerini Thebes'e Siwa Vahasını ve Amon tapınağı yıkmaları için yollar. Bunun sebebi ise tapınak rahiplerinin Mısır'ın Pers hakimiyetine geçişini resmen tanımamaları ve kehanetlerin bunun tersini çıkacağını söylemeleridir. Ordu 7 günlük yürüyüşünden sonra araştırmacıların El-Kharga vahasına olduğuna inandıkları bir vahada dinlenmek için durur. O günden sonra Pers Ordusundan ne bir haber alınabilir nede izlerine rastlanır. Tasvire göre, güneyden gelen ölümcül ve güçlü rüzgar adeta bir dev sütun gibi ordu üzerine ilerledi ve orduyu içine aldı. Rüzgar gittiğinde ise ordudan geriye hiçbir iz kalmamıştı. Herodotos'tan bir yüzyıl sonra Büyük İskender Mısır'ı feth ettikten sonra Amon Tapınağına gitti. Ve rahiplerden kehanet isterken bir yandanda Pers Ordusunu öyküsünü dinlediğini, tapınak yazıtları bize anlatıyor.Daha sonra Kamybses'in ordusunun öyküsü tarihin tozlu sayfaları arasında soldu ve unutuldu. İki ünlü İtalyan arkeolog ise geçtiğimiz günlerde Pers Ordusunun peşine düştü ve çok geçmeden Pers Ordusunun çölde korkunç bir kum fırtınasının kurbanı olduğunu ortaya çıkardı. İkiz kardeşler Angelo ve Alfredo Castiglioni bugünkü şöhretlerini Pers Ordusuna değil, 20 yıl önce keşfettikleri Mısır'ın 'altın limanı' Berenike Panchrysos ile adlarını duyurmuşlardı. Arkeogezi Dergisi - 8
HABER 1 6 yıllık bir araştırma ve 5 yüzey araştırması sonucunda ordunun izine rastladıklarını belirten kardeşler herşeyin 1 996 yılında başladığını belirtiyorlar. Çöle düşen ve içerisinde demir içeren meteorları aradıkları sırada, yarı gömülü bir çömlek ve ardında bulunan insan kalıntıları bütün araştırmanın amacını ve yönünü değiştirdiğini ve heyecandan uyuyamadıklarını söylüyorlar. Buluntuların ise hemen yanında 35 metre uzunluğunda, 1 .8 metre yükseklikte ve 3 metre derinlikteki kayanın ilk başta anlamsız geldiği söyleyen Angelo, kayanın işlevinin tek bir şey olabileceği konusunda sonradan Angelo ve Alfredo Castiglioni Kardeşler anlaştık, doğal bir sığınak. Büyüklüğü ve şekli ile çölde kum fırtınasından saklanılabilecek en uygun yer bu kayanın dibiydi diyerek devam ediyor. Ekibin bir diğer üyesi Mısırlı Jeolog Aly Barakat, metal dedektörleri ile yaptığı taramalar sonucu tunçtan yapılma bir hançer ve ok uçları bulduğunu söylüyor. ''Burada konuştuğumuz şeyler her ne kadar küçük buluntularda olsa,bunları önemli yapan şeyler bu bölgede bulunan ve Pers İmparatorluğuna ve Kamybses'e dönemine ait ilk buluntular olması.Siwa'nın biraz uzağında bulunması ise elimizdeki bir başka güçlü kanıt.'' 400 metre uzakta yapılan kazıda Castiglioni'nin takımı gümüş bir bilezik ve küpeler buldu. ''Küpelerin ve bileziklerin şekli,döküm teknikleri ve işçilikleri bizi Pers İmparatorluğuna götürüyor. Aynı işçilikteki ve şekildeki buluntuların benzerleri Türkiye'deki kazılardada bulundu.'' ''1 9.yüzyılın başlarından beri birçok kaşif ve arkeolog Pers Ordusunun peşine düştü. Pek çoğuda tam bulunduğumuz bu noktadan geçti ama kimse ordunun bir kayanın altına sığınmaya çalışırken toprağa gömülmüş olabileceğini düşünmedi.
Arkeogezi Dergisi - 9
HABER Kazılar sırasında Mısır'ın Sahra Ticaret yolunun kalıntılarınada ulaştık. Pers Ordusu kesinlikle bu yolu takip etmiş olmalı.Fakat belli bir noktadan sonra yolun dışına çıkmış ve daha batıdan dolanarak, düşmana beklenmedik bir noktadan saldırmayı planlamışlar. Bu planla beklenmedik bir saldırı yapacakları ama vahalardan uzaklaşarak bilmedikleri bir dünyaya girmeyi göze almışlar.'' Bu tezlerini kanıtlamak için alternatif yollar deneyen, yüzey araştırmaları yapan kardeşler, tamda düşündükleri noktalarda kuma gömülü yüzlerce mataralar ve ilkel kuyu kalıntıları buldular. 2500 yıl önceye tarihlenen mataraların Kambyses'in ordusuna ait olduğu düşünülüyor.
Ellerinde kemiklerden başka buluntu bulunmamasını ise fırtınalar sonrası açığa çıkan iskeletlerin,çölden geçenler tarafından yağmalandığını söylüyor Castiglioni.Hatta bir amerikalı turistinde geçtiğimiz yıllarda çok güzel bir kılıcı civardaki köylerden satın aldığını köylülerden duymuş. Bütün ordunun 5 metre derinlikte yattığını ve tarihin en büyük gizemlerinden birisinin, tarihin en büyük trajedilerinden biri olduğunu açığa çıkaran kardeşler, bütün araştırmalarını içeren bir belgesel çekmek istediklerini ve bilim dünyasına armağan edeceklerini söylüyorlar. Bu büyük keşfin haklı gururunu yaşıyorlar.
Arkeogezi Dergisi - 1 0
HABER
Türkiye Geneli Korunması Gerekli Taşınmaz Kültür Varlığı İstatistiği 201 2 Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürülüğü'nün yayımladığı Türkiye Geneli Korunması Gerekli Taşınmaz Kültür Varlığı İstatistiği 201 2 Yıl Sonu Verileri'ne göre, Türkiye'de koruma altında olan 94290 tescilli kültür varlığı bulunuyor. Türkiye'de, 62444 sivil mimarlık örneği, 8763 dinsel yapı, 9938 kültürel yapı, 2530 idari yapı, 1 051 askeri yapı, 3481 endüstriyel yapı, 3387 mezarlık, 231 şehitlik, 326 anıt ve abide, 2079 kalıntı, 60 korumaya alınan sokak olmak üzere tarihe tanıklık etmiş toplam 94290 tescilli alan var. Anadolu'da en çok korunan alanlar ise mezarlıklar.Türkiye'de 3387 mezarlık tescillendi. En çok koruma altında tescilli mezarı bünyesinde barındıran şehirler sıralamasında ilk sırada 521 mezarlıkla İstanbul, ikinci sırada 366 mezarlıkla Muğla, üçüncü sırada 1 60 mezarlıkla Bursa, dördüncü sırada 1 44 mezarlıkla Edirne yer alıyor. Dünya tarihinin yazıldığı yerlerin başında gelen İstanbul 29767 alanla açık ara birinci.Bu alanlar içinde tarihi kalıntılar,mezarlıklar,sokaklar,şehitlikler,abideler gibi yapınların yanında askeri,dini,ticari binalar ve saraylarda yer alıyor.
Bu yapıların dağılımı ise şöyle 2451 7 sivil mimarlık örneği, bin 1 04 dinsel yapı, bin 995 kültürel yapı, 521 mezarlık, 9 şehitlik, 69 anıt ve abide, 556 kalıntı ve 6 korunmaya alınan tarihi sokak. İstanbul'un arkasından ise 6281 koruma altındaki alanla İzmir geliyor. 27 alanla ise listenin son sırasın Hakkari bulunuyor Arkeogezi Dergisi - 11
HABER
KANATLI DENİZ ATI BROŞU 8 YIL SONRA VATANINDA Uşak Arkeoloji Müzesi'nden 8 yıl önce sahtesi ile yer değiştirdiği anlaşılan ve Karun(Kroisos) Hazinelerinin sembolü haline gelen Kanatlı Deniz Atı broşu vatanına döndü. Batıya Doğru Akan Nehir Medeniyetler Sergisi'nin açılışında konuşan Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik '' Güzel haberler vermeye devam edeceğiz. Bir iki konu var ama bu konularla ilgili ipucu vermeyeyim.İnşallah Anadolu'dan uzak kalmış kaçak,izinsiz götürülmüş bazı eserleri yakın zamanda gurbetinin biteceğini ve kendi vatanlarına döneceğini ümit ediyoruz.Çalışmalarımız devam ediyor.
Biz izinsiz,kaçak götürülmüş bütün eserleri geri istiyoruz.İzinle götürülmüş bir eser varsa geri isteme gibi bir durumumuz yok.Kaçak yada izinsiz götürülmüş eserleri geri istememizi birileri eleştiriyor.Her eserin, aslında bulunduğu yerde ruhu ve atmosferiyle sergilenmesi doğrudur.Bu imkan yoksa bu şekilde değerlendirilemiyorsa o zaman çok güzel yerlerde,hayatın içerisinde 24 saat yaşayan mekanlarda sergilemek istiyoruz. Temel politikamız budur. Sizin verilerek gitmişse diyeceğimiz bir şey yok. biz sadece onların dünyanın en güzel yerlerinde sergilenmesini arzu ederiz. Öyle bir şey yapılıyor ki, kaçak gitmiş çalınmış eserlerin geri verilmesi konusunda bazı ülkelerde direnç var. Bu doğru bir politika değildir. Anadolu'ya ait olan eserlerin kaçak ya da izinsiz götürülmüşse bunların mutlaka dönmesi gerekiyor. İzin verilmişse izin belgesi varsa onlar bulundukları yerde sergilenebilirler." dedi. Şuanda Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nde sergilenmekte olan broş, gerekli hazırlıklar bittikten sonra ait olduğu yere, vatanına Uşak Arkeoloji Müzesi'ne aide edilecek. Çalındıktan sonra izine Almanya'da Hangen kentinde rastlanan broş,mühürlü bir çanta içerisinde Ankara'ya getirildi. 2006 yılından bu yana yurtdışında Interpol aracılığı ile aranan, sergilendiği ilk gün gazetecilerden ve vatandaşlardan yoğun ilgi gören broş, özel güvenlik önlemleri ile korunuyor. Arkeogezi Dergisi - 1 2
HABER
Arkeoloji Ressamı Erkmen'i Erken Uğurladık Arkeolojik temalı resimleriyle hafızalara kazınan, Anadolu uygarlıkları ve Tarihsel coğrafya üzerinde çalışmalar yapan; değerli Ressam Ermen Senan; 26 Mart 201 3 günü hastalığından kurtulamayarak yaşama erken veda etti. Erkmen Senan 1 958 yılında İzmir Karşıyaka'da doğdu. Buca Eğitim Resim Bölümünden sonra İDGSA Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi, Resim Bölümü "Prof . Dr. Adnan Çoker" Atölyesinden mezun oldu.Resim dersleri, Güzel sanatlar kurslarında görev yaptı. 90'lı yıllarda ve sonrasında İstasyon Sanat Akademisinde ‘de Öğretim Görevlisi olarak çalıştı. 1 984 Yılında Öğretmeni ve arkadaşı Rafet Ekiz’le Cihangir’de bir apartmanın çatı katında açtıkları resim atölyesinde çalışmalarını sürdürdü. Reklam, Belgesel, Dizi, Sinema ve Turizm Hotel Animasyonlarında Sanat Yönetmeni ve bazı reji gruplarında görev aldı. Arkeolojik bölgelerde ve Anadolu Antik Şehirlerinde, Höyüklerde incelemeler yaptı. Tarihsel Coğrafya, Anadolu uygarlıkları ile ilgili yazılar yazdı. Senan Arkeoloji, Anadolu antik kentleri ile ilgili resimler yapmaktaydı; yaptığı resimlerinde, sosyal temalarla, vahşi kapitalizmin dayattığı yabancılaşma, bencillik, çürüme, faydacılık , sömürü ilişkilerini sorgulayarak vurgulamaktaydı. http://erkmensenan.blogspot.com adresli blogunda Arkeoloji gezileri ve yazılarını kaleme alıyordu. Senan'ın Arkeoloji, tarihsel coğrafya, Anadolu uygarlıkları temalı resimlerden oluşan "Taşlardan Plastiğe - From stones to plastic" Sergisi seri olarak sürmekte ve Sanat & Arkeoloji severlerle buluşmaktaydı. Değerli ailesine, hayat arkadaşına ve tüm sevenlerine başsağlığı diliyoruz...
Arkeogezi Dergisi - 1 3
Erkmen hoca sergisinde
Yazı ve Röportaj Yaprak Dala
B
ursa Büyükşehir Belediyesi, Bilim, Sanayi ve Teknoloji İl Müdürlüğü tarafından düzenlenen, Bursa Bilim ve Teknoloji Merkezi’nin ev sahipliğini yaptığı Burs Bilim Şenliği, bilim severlerin proje sergileri, mesleki yönlendirmeatölye stantları, bilim gösterileri ve birçok aktiviteyi bir arada sunarak halkın bilime ilgisini arttırmayı amaçlayan güzel bir proje. Bu büyük proje kapsamında üniversitelerimizin birçok bölümüne ait stantlar şenlikte yerini aldı. Özellikle bilim şenliğinin bu yıl belirlenen ‘’geleceğin otomobilleri’’ana temasına yönelik çalışmalar büyük ilgi gördü. Bunlardan biri de Uludağ Üniversitesi’nden Uludağ Racing adlı topluluk, projeleri ile dikkat çekti. Yüksek hız ve dayanıklılık yarışları olan formula yarışlarının student isimli kategorisinde yarışmak üzere geliştirdikleri UR01 isimli araç ile şenlikte yer aldılar. Ekip, SAE(Amerikan otomotiv mühendisleri odası)’ın düzenlediği yarışların bu yıl gerçekleşecek İtalya ayağına katılacak. Diğer bir proje ise Yıldız Teknik Üniversitesi Alternatif Enerjili Sistemler Kulübü’nün, ülkemizde son zamanlarda olumsuz etkisini iyice göstermeye başlayan küresel ısınmaya karşı halkımızı bilinçlendirmek ve bu amaçla enerji kaynağı olarak yenilenebilir enerji kaynaklarının ülkemizde kullanımının artırılması yönünde Arkeogezi Dergisi - 1 6
Bursa Bilim Şenliği
yürüttüğü çalışmalar sonucunda 2011 yılında YILDIZ isimli hidrojen enerjili araçtı. Araç ile Almaya’da düzenlenen Shell Eco Marathon yarışlarına urban kategorisinde katılım göstermişler. 1 .2 kw lık yakıt pilinden elde edilen enerjiyle hareket eden,1 35 kg ağırlığında ve yaklaşık 40 km/h hıza ulaşabilen bu araç 2011 Tübitak Hidromobil yarışlarında en iyi tasarım ödülüne layık görülmüş. Büyük ilgi gören bir diğer çalışma ise Uludağ Üniversitesi Arkeoloji Bölümü akademisyen ve öğrencilerinin katkılarıyla gerçekleşen ‘’Arkeoloji Nedir?’’ sorusuna yönelik etkinliklerdi. Arkeoloji çadırı içerisinde oluşturulan kazı alanı ile minik arkeologlar kazı çalışmalarında bulundu ve arkeolojinin çalışma alanlarından birini deneysel olarak öğrenme fırsatı yakaladı. Çadırda yer alan seramik atölyesinde kendi elleriyle kil şekillendirdiler, mozaik atölyesinde bir mozaik sanatçısı gibi düzgün kesilmiş taşlar ile var olan çizimin üzerinde desen oluşturdular. Balmumu
Arkeogezi Dergisi - 1 9
tabletlere hiyeroglif yazı çalışması yaptılar ve tüm bu etkinliklerin sonucunda fahri arkeolog sertifikası ile ödüllendirildiler. Yine Bilim Şenliğine ait Şaşırt Beni Çadırı bize sor bölümünde Uludağ Üniversitesi’den Prof.Dr. Mustafa Şahin’in Antik Çağda Bursa’da Bir Gün söyleşisi gerçekleşti ve kendisine bölüm öğrencileri de antik çağ giysileri içerisinde eşlik etti. Mitolojik kişilerden oluşan ekip Busalı arkeoloji meraklılarına kısa bir gösteri yaptıktan sonra, Mustafa Şahin antik çağda kadın ve erkeklerin giyinişleri, yemek kültürü, halk ile soylular arasındaki hiyerarşi ile ilgili yöneltilen soruları cevapladı. Ardından gelen günde ise yine aynı çadırın konuğu İstanbul Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Prehistorya Ana Bilim Dalı öğretim üyesi Prof.Dr. Mehmet Özdoğan, Arkeoloji Nedir? sorusu kapsamında kendini dinlemeye gelenlerle buluştu. ’’Bu tür bir etkinliği anlamlandırmaya çalışmıştım, kısa sürede gördüğüm manzaradan çok etkilendim. Böyle organizasyonlar keşke daha sık yapılabilse, umarım bu etkinlik Türkiye çapında bir model olur.’’ diye söyleşiye başladı.
Bursa Bilim Şenliği
Arkeolojinin salt meraktan değil, var olan bilgi ile sorgulamadan meydana geldiğini belirtti.’’Arkeoloji adına kendime biçtiğim üç amaç var. Bunlardan ilki bilim yapmak, ikincisi edindiğim bilgiyi ortaya çıkarttığım sonuçları toplumun her kesiminin sosyal ve düşünsel zenginliğine katkıda bulunacak hale dönüştürmek, sonuncusu ise bunları ileriki kuşaklara aktarmaktır.’’ diye ekledi. Ertesi gün ise Şaşırt Beni Çadırı’nın değerli konuğu Akdeniz Üniversitesi’nden Prof. Dr. Nevzat Çevik idi.’’Bir Bilim ve Meslek Olarak Arkeoloji’’ adlı söyleşisini gerçekleştirdi.’’Geçmişi bildiğimiz kadar geleceği kurgularız.’’ sözüyle söyleşiye başlayan hocamız arkeoloji hayatın tamamıyla iç içedir diye ekleyerek devam etti. Dinleyiciler arasından Göbeklitepe ile bir soru geldi ve sayın hocamız Göbeklitepe’nin önemine değindi. Nevali Çori, Hallan Çemi gibi neolitik yerleşimlerin de Göbeklitepe ile aynı özellikte olduğunu ve çevre olarak yakın olduğunu söyledi. Ardından bu bölgeye Obeyd ya da Halaf Kültürleri’nde olduğu gibi genel bir isim verilebileceğinden bahsederken
Harran Kültürü isminin olabileceğini belirtti. Diğer bir konu ise arkeoloji mezunlarının istihdamı ile ilgiliydi. Öğrencilerin bu durumuna gerçekten üzüldüklerini, bakanlarla görüşme fırsatı yakaladıkları her an bu konuyu dile getirdiklerini anlattı. İstihdam politikasını değiştirmek gerektiğine ve bu durumun her yerde hastaların olduğu bir yerde doktor bulunamamasına benzetti. Uludağ Üniversitesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr. Mustafa Şahin istihdam çalışmalarına katkıda bulunulması için müze ve ören yerlerine gönderilen arkeologların geçmiş kazı deneyimlerinin olup olmadığının istenmesine, başvurular esnasında değerlendirmeye alınmasına dikkat çekti. Dolu dolu geçen bilim şenliği 5 Mayıs’ta son buldu. Bursa ilindeki birçok lise ve ilkokulun da çeşitli projelerle yer aldığı bilim şenliği 5 Mayıs’ta son buldu. Bizde böyle bir etkinlikte bulunduğumuzdan dolayı çok mutlu olduk.
Arkeogezi Dergisi - 1 8
Söyleşi Bursa Bilim Şenliği kapsamında şehrimize gelen Sayın Mehmet Özdoğan bizi kırmayarak sorularımıza yönelik ufak bir söyleşi verdi. Önce dergi olarak kendimizi tanıttık ve ardından ilk sorumuzla başladık.
Mezun arkeoloji öğrencilerinin geleceklerini yalnızca akademisyenlik üzerine kurmasına nasıl bakıyorsunuz?
Peki bu çalışma gerçekleştiğinde kazılarda çalışan öğrencilerin durumu ne yönde değişecektir?
Öğrenciler eğitimleri esnasında kesinlikle staj zorunluluğu ile kazılarda aktif görev alarak işleyişin nasıl gerçekleştiğini öğrenmelidir. Böylece mezun olduktan sonra arkeolojinin herhangi bir alanında teknisyen olarak çalışabilecektir. Özellikle belirtmeliyim ki hiç kazıda bulunmamış biri ile öğrenci iken yıllarını kazılarda geçirmiş öğrencilerim vardı ve emek veren öğrencim işsiz durumdayken diğeri bir şekilde çalışmaya başladı. Gördükleri değer çok şaşırtıcı.Benim şahsi önerim bakanlığa yerleştirilecek olan kişilerde, öğrencilik dönemlerine dair ne tür projelerde yer aldığı aranmalıdır. Kazılarda sadece tek bir alanda kendini yetiştirmiş teknisyenler çalışmalıdır ve işçiler yerine bu teknisyenlere yer verilmelidir.
Gerçek şu ki akademisyenliği günümüz olanaklarında zor buluyorum. Çünkü şimdilerde bilim alanında bir tıkanma söz konusu. 1 960’lı yıllarda Avrupa’nın ekonomisi iyi durumda iken ve arkeoloji bölümleri dünyada sayılıyken her iyi arkeoloji mezunu için bir üniversitede bölüm açıldı. Açılan bölümlerde yeni öğrenciler yetiştirildi. Bölümler çoğaldıkça tıkanma gerçekleşti. Şu an ise Avrupa bu durumu toparlamak amacıyla birçok bölümü kapatarak, bilim yapacak kişi sayısını sınırlandırma yoluna gitmeye çalışıyor. Buna karşılık ise arkeoloji teknisyenliği ve kültürel miras yönetiminde çalışacak, arkeoloji uygulamasını yapacak eleman ihtiyacını göz önünde bulundurarak çalışma prensibini değiştirmektedir. Ülkemizde mezunlar kendilerini teknik alanlarda yetiştirmeye özen göstermelidir. Tüm bunlarla Türkiye Arkeolojisi’nde yenilenme olacaktır. Ancak hocam öğrenciler arasında genel bir kanı var, akademisyenlerin senelerce bir kazıyı alıp başkanlığına devam etmesi, arkadan gelen kişilere devredememesi düşündürücü. Sizin görüşünüz nedir?
Tek bir şey söyleyeceğim.1 968 yılındaki öğrenci olaylarında bende Arkeoloji Temsilciliği yaptım ve 5 yıl kadro alamadım. Fahri asistanlık yaptım. Öğretim üyeleri ile yapılan pazarlıkta ilk istek arkeoloji öğrencileri kazılara katılsın dedim. Hocalardan biri elini masaya vurup ‘’ bak bak ne diyor’’ diyerek toplantıyı terk etmişti.O noktadan buraya geldik.
Arkeogezi Dergisi - 1 9
Mehmet Özdoğan
Gerçekten şimdi kendi durumumuza başka bir gözle bakmam gerektiğini görüyorum. Peki hocam, günümüz arkeoloji öğrenci profilini nasıl buluyorsunuz?
Benim dönemime göre daha hevesli, daha heyecanlı ancak cahil buluyorum. Bunun nedeni ise ortaöğretimden zayıf gelmeleri; coğrafya, harita bilgisi, kültür tarihi bilgisi az ancak çok daha iyi niyetli öğrencilerin durumu acıklı sonuçlar ortaya çıkarıyor.Örneğin ben derslerimde Türkiye haritası çizin ve üzerine Van Gölü, Tuz Gölü gibi belli başlı yerleri çizin dediğimde birbirlerine bakan bir öğrenci grubu görüyorum.Şu anda yüksek ve doktora eğitimlerimde haritaya bakma alışkanlığı kazandırmakla vaktim geçiyor. Sözlük kullanımına önem verilmiyor. Çok iyi niyetli öğrenciler ancak bilgi birikimi olmadan bazı şeyler olmuyor.
Bu konuda genel ortak düşünce söz konusu hocam. Türkiye’nin eğitim sistemi her daim tartışılır durumda ve sonuçlarını kendi alanımızdaki eksikliklerden anlayabiliyoruz. Uludağ Üniversitesi Arkeoloji Bölümü 1. sınıf öğrencisi İrfan Beytimur’un size bir sorusu olacak, Hocam ben daha 1. sınıfta olmama rağmen kafama bir konu takıldı. Arkeolojide bir takım ekollerin olduğundan bahsediliyor. Özellikle Alman Ekolu ağızlardan düşmüyor. Türkiye kendi ekolünü nasıl oluşturur veya oluşturmaya başladı mı?
Gelecek kuşak eksiklere rağmen çok hevesli, bu iyi bir durum. Ekol oluşturmak için gelenek gerekir. Dünya üzerinde 222 ülke var. Türkiye, tüm bilimleri göz önünde bulunduracak olursak 1 4-25 makası içerisinde yer almaktadır, ki bu iyi bir düzeydir.Ancak arkeolojiyi değerlendirecek olursak, bu bilimin bizdeki yerleşimi daha geç gerçekleşmiştir.Örneğin 1 850’lerde İngiltere Krallığı’nın arkeoloji danışmanının olduğunu biliyoruz.
Peki Türkiye için imkan var mı?
Tabi ki olabilir. Ancak o makası yakalayabilmek için farklı bir süreç gerekiyor, birdenbire olacak bir şey değil. Mesela bakın Mustafa Kemal Atatürk, akademik bir ortam yaratmak için çok uğraşıyor. Yurt dışına çok sayıda öğretim üyesi yolluyor ve oralardan da yurdumuza getiriyor. Büyük bir sıçrama gerçekleşiyor ancak sonraları yine durulma dönemine giriliyor. Yine de şimdi 1 4–25 makası içerisindeki yeri oldukça iyi. Bir ekol oluşturmak tek bir kişi ile gerçekleşecek değil. Arkeolojide ekol oluşturmak için uygun ortam oluşturmak gerekli. Tartışma yapabilen, kendine benzer pek çok sayıda bilim insanı bir ortamda bir araya gelerek dünyayı bu bağlamda izlemelidir ki akım gerçekleşsin. Arkeoloji öğrencileri bu konuda bize kalırsa oldukça iyi hocam. Çünkü kendilerine bahsedilen ortamı yaratmayı
başardılar. Sempozyumları var ve bu etkinlik ile birbirlerine birçok konuda aktarımda bulunabiliyorlar.
Evet. Takip ediyorum çalışmalarını ve bu nedenle Türk Arkeolojisi’nin geleceği bu hevesli gençlerin sayesinde daha iyi yerlere geleceği açık. Hocam bir başka sorumuzda yurt dışında eğitim almış ve Türkiye’de eğitim almış akademisyenlerimiz arasında arkeolojiye bakışta farklılıklar olduğunu görüyoruz. Avrupa’nın sizin de bahsettiğiniz gibi teknik yetiştiriciliğine karşın, sanki Türkiye’de sanat tarihine yaklaşan bir eğilim var gibi duruyor. Sizce Türkiye’de arkeoloji tam olarak bu durumun neresinde? İkisinin de aynı anda ilerlediği söylenilebilir mi?
Her bilim alanının tanımı vardır ve bu tanımın doğru çıkması gerekir. Ben yurt dışında hiç okumadım, eğitim görmedim.Yurt dışında kalmak o bilimi tam manasıyla alman anlamına gelmiyor.Teknik eğitim konusunda, evet örnek alınabilir.Eğer ki kendi ekolümüzü oluşturacaksak da bu kendi özümüzle bağdaşmalıdır.
Hocam size çok teşekkür ediyorum. Bursa Bilim Şenliği komitesi iyi ki sizin gibi değerli bir akademisyeni davet etti, biz arkeoloji öğrencileri ve mezunları olarak bu kısa söyleşimizde yeni şeyler öğrendik ve düşüncelerimiz başka yönlere kaydı.
Ben teşekkür ediyorum sizlerin bu çabasıyla birçok kişiye ulaşabilmek gerçekten güzel. Başarılarınızın devamını diliyorum.
Arkeogezi Dergisi - 20
Söyleşi
Bursa Bilim Şenliği’nin konuklarından biri de Akdeniz Üniversitesi Arkeoloji Ana Bilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Nevzat Çevik’ti. Arkeogezi Dergisi olarak bizde şenlikteydik ve hocamız bizi kırmadı, kısa bir sohbette bulunduk. Sizlerin ve bizlerin merak ettiği konuları içeren sorularımızı yanıtlayan değerli hocamıza dergimiz aracılığıyla tekrar teşekkür ediyoruz. Hocam Bursa Bilim ve Teknik Merkezi tarafından düzenlenen bu etkinlik hakkında kısa görüşünüzü alarak başlayalım;
Bu tür etkinlikler çok önemli, çünkü bizim bilim insanları olarak esas eksiklerimizden biri de üniversitelerimizin sırça kafeslerinden çıkamamak ve halk ile akademisyenler arasındaki kopukluğu yaratmak. Bu kopukluğu önlemenin yolu bu tür etkinlikler ve buna benzer diğer şeylerdir. Ama daha da önemlisi öğrencileri daha küçük yaştan keşif heyecanına ulaştırmak ve bilim heyecanı ile onları eğitebilmek, topluma bilimsel düşünme yaygınlığını kazandırabilmek için bu tür festivallere bilim adamlarını göndermekte büyük yarar var.
Etkinlik oldukça kapsamlı ancak görüldüğü kadarıyla arkeoloji çadırı oldukça kalabalık. Çadırda görev alan öğrenci arkadaşların dışında mezun arkadaşlarda var ve hala kendilerini mesleklerine adamış durumdalar. Yeni nesil arkeologların akademisyenlik dışında yönelebilecekleri alanlar nelerdir? Sizce akademisyenlik yolunda çalışmaya devam etmeliler mi? Önerileriniz nedir?
Çok iyi çalışan ve üretimde bulunacak yeni arkeologlara her zaman akademik alanda ilerlemeyi tavsiye etmekle beraber, var olan bir bilgi üzerinden gidecek olanların başka alanlara yönelmeleri uygundur diye düşünüyorum. Üretilmiş bilgiyi alıp toparlayıp, derleyerek bilim yapılmaz. Esas ihtiyaç alan arkeologlarının yetiştirilmesidir. Teknik bilgilerin verildiği dersler müfredata koyulabilir ya da teknik okullarda arkeoloji için ayrı bölüm kurulabilir. Arkeoloji sosyal bilim olarak zaten zor, diğer bir yandan da teknik kısım söz konusu olduğunda arazideki çalışma daha da zor. Bir öğrencinin teknik donanım seviyesine yükselmesi ancak arazide gerçekleşiyor ve bunu herkes de öğrenemiyor.
Arkeogezi Dergisi - 21
Nevzat Çevik
Peki hocam kendisini teknik bağlamda yetiştirmiş bir çok mezun var ve bu arkadaşlara neden olanaklar sağlanamıyor, durumları ne olacak?
Durum şu ki; eğer para kazanıp rahat yaşamak istiyorsa bir kişi, üniversitede çalışmamalı. Çünkü asistan olduğu zaman devlet memuru olacak ve maaşı belli miktarda olacaktır. Yıllarca zorlanacak, oysaki aslında çok seçkin birisi. Çünkü yüzlerce kişi arasından bu fırsatı yakalayabilmiş biri olacak. Teknik anlamda kendini yetiştirmiş biri kazılarda yer almalıdır, ihtiyaç vardır. Yeni düzenlemeler ile kazı alanlarında bekçisinden arabacısına herkes arkeoloji ve ilgili alanlarda eğitim almış kişilerden olmalıdır. Umarım zaman içerisinde bu düzen oturacaktır. Umarız durum bu yönde gelişir. Çünkü kendi adıma söyleyecek olursam, teknik arkeolojinin farkına öğrenciyken varmıştım ve dersler dışında, arazi çizimi, küçük buluntu çiziminde kendimi geliştirmeme rağmen hala sıkıntı çekiyorum. Bir çok arkadaşımda bu durumda umarız hak edenler mesleği yaparlar. Bütün koşullar sağlandığında sizce geleceğin arkeolojisi nereye varacaktır?
Şimdi üniversitelerde alınan eğitim zamanla değişecektir. Stil kritik yöntemi ortadan kalkacaktır ve arkeometri geleceğin arkeolojisi haline gelecektir. Teknik bilgi sahibi kişiler kazılarda yerlerini alacaklardır. Farklı bir konuya değinecek olursak; sayın hocam bir kesim arkeoloji bilim midir? değil midir? Konusu üzerinde tartışma yapmakta. Bilindiği üzere arkeoloji kesinliğe ulaşılmamış bir bilim olarak dile gelmektedir. Her an yeni bir keşif ile var olan bilgiler değişebileceğinden, kesinlik ortaya koymadığı için bilim midir değil midir tartışmalarına mahal vermekte. Sizin bu konudaki görüşünüz nedir?
Bu konuya katılmıyorum. İster laboratuar bilimi olsun, ister arkeoloji gibi sosyal bilimler olsun, bilimin kuralları vardır. Her bilim dalının kuralları farklıdır. Arkeolojinin de kendince kuralları kendi içerisinde ayrımları vardır. Arkeolojinin sosyal
bilimler oluşu veri üretim aşamasından sonra başlar. Kazı gerçekleşti, ölçümler, çizimler yapıldı, tüm onlardan sonra masaya koyduğunuz şey sosyal bilimlerdir, ancak üretirken teknik bilimlerdir. Kesin doğruluğu kanıtlanmış şeyler zaten bilimin konusu olamaz. Bu nedenle de arkeolojinin bilim olup olmadığı tartışması gereksizdir. Hocam Şaşırt Beni Çadırı’nda arkeolojinin ve turizmin bağlılığına değindiniz. Turizmin gelir kaynağı olduğu bir yerde kazı çalışmalarında bulunan biri olarak, bu konuyu daha iyi değerlendirebilirsiniz sanıyorum. Arkeolojinin günümüz ve gelecekte turizm ile olan ilişkisi ne yönde olacaktır?
Şimdi bakın turizm arkeolojik çalışmalarda amaç değildir, sonuçtur. İyi bir sonuçtur, çünkü halkımıza da gelir kaynağıdır. Turizm için kazı yapmam, ama kazımdan turizme de sonuç çıksın diye bazı planlamalar yapabilirim. MyraAndriake Arkeolojik Kazıları’nın bulunduğu bölgede, halkın size olan yakınlığı çok hoş bir şey. Buna benzer yakınlıkları diğer bölgelerimizde, özellikle turizm ile kalkınan şehirlerde görmek temennimiz.
Her yerde yapılabilecek bir şey bence. Bir milyon değil de daha az gelir getirecek bile olsa, ülkeye katkı sağlıyor olmak daha önemlidir. Arkeolojide turizmi var saymazsanız planlamanızı iyi yapmazsanız, kazınız da batabilir ve çok da zor bir şeydir. Öyle sadece ben kazdım turizme de açayım gibi bir durum söz konusu değildir. Hepsi bir plan içerisinde gerçekleşmelidir. Öncelikli görev korumak, koruma olmadan turizme nasıl açılabilir. Dünya nüfusundan bir milyar elli milyon kişi turist, yedi kişi içerisinden biri geziyor yani. Avrupa’ya bu kalabalığın yarısı gidiyor, Türkiye’ye de hatırı sayılır miktarda insan geliyor ve bunların 1 /3 Antalya’ya geliyor. Gelecek geliri düşünün ülkeye katkısı ne kadar fazla ve şunu da ekleyeyim geçen birkaç yıl içerisinde kazılara aktarılan parada bir artış var. Bunun sebebi de gişe durumlarına bağlıdır. Ören yerlerine girişlerde alınan ücretler Dösim (döner sermaye işletmeleri müdürlüğü)’de toplanıyor, para Arkeogezi Dergisi - 22
Söyleşi ne kadar çok birikirse dönüşü o kadar olumlu oluyor. Kazı yapan akademisyenlerimizin bunu da planlamalarının içerisine katmaları gerekiyor. Ben bir kazı başkanı olarak kazı alanımın çevresindeki yaşamı hiçe sayarsam o zaman hoca olmamın ne yararı var. Peki hocam son olarak, söz sizin başkanlığını yürüttüğünüz MyraAndriake Arkeolojik Kazıları’na gelmişken, kazının ileriye yönelik projelerin hakkında bize bilgi veriri misiniz?
Yapılacak şeyler önceden planlanmıştı ve plan doğrultusunda ilerliyoruz. Bu projelerden birisi antik tiyatronun kazı ve restorasyon çalışmalarının tamamlanması üzerine. Bölgenin en büyük tiyatrosu, 1 0 bir bin kişilik bir kapasiteye sahip. Bir diğeri de Andriake açık hava müzesi projesi, ilk etapta kazı ve restorasyonu tamamlamak, ardından da müzeleştirmenin gerçekleştirilmesi. 201 4’ün başında müzeyi oluşturmak istiyoruz. Uzun vadede de Myra’nın asıl alanı hala toprak altında, şu an yalnızca tiyatro yapısı görünüyor. İnşallah Myra Antik Kenti’ni toprak altından çıkarıp gözler önüne sermek istiyorum. Çok teşekkür ederiz sorularımızı cevapladığınız için.
Ben teşekkür ediyorum, başarılarınızın devamını diliyorum.
Arkeogezi Dergisi - 23
Yazı Öğr.Gör Kadir ŞİŞGİNOĞLU KTÜ Fatih Eğitim Fakültesi Güzel Sanatlar Eğitimi Bl.
Arkeogezi Dergisi - 25
Ö
ğrenme üzerindeki olumsuz etkilerden biri de mekanın kanıksanması, öğrenme heyecanı yaratacak özelliklerin kaybolmasıdır. Yeni alanların, mekanların, nesnelerin ve olayların algı canlılığı yarattığı eğitim dünyasında bilinen bir gerçektir. Yenilikçi yaklaşımlarla öğrenme mekanl rında sürekli değişimler yapılsa bile, mekanın sınırları çözüldüğünde öğrenmeye katkısı giderek azalmaya başlayacaktır.
Öğrenme ortamında henüz keşfedilmeyenin, bilinmeyenin varlığı öğrenme için önemlidir. Özellikle görsel öğrenme düzeyleri yüksek olan bireylerin çevrelerinde sürekli yeni bir şeyler aramaları, bulundukları mekandan çabuk sıkılmaları bu nedenledir. Bununla birlikte öğrenme mekanlarının her öğrenme konusuna karşılık verecek nesnelerle dolu olması da öğrenmeyi olumsuz etkileyebilir. Öğrenmeyi kolaylaştıran önemli unsurlardan biri merak duygusunun canlı kalmasıdır. Merak duygusu gelişmiş bireyler mekandan ve görsel unsurlardan bağımsız olarak da öğrenme yaşantısı geliştirebilirler.Bu konuda öğretmenin rehberlik edebilme becerisi ve düzeyi etkili olabilir.
Çağdaş eğitim programları eğitimde mekanı ön plana çıkarmak yerine, oluşturmacı bir yaklaşımla yaşantılar geliştirerek öğrenmeyi ön plana çıkarmaktadır.Bu eğilimin nedeni yaşantı ve deneyim geliştirilebilen mekanların disipline dayalı öğrenme mekanları olan okulların tamamlayıcısı olarak görülmeye başlanmasıdır. Yaşantı ve deneyimlerin oluşturulabileceği okul dışı öğrenme yöntemlerinden biri de gezilerdir. Gezi, planlı olarak yapılan ziyaretlerdir. Okul ve sınıf içinde yapılan eğitsel çalışmaları tamamlamak, yaşamla bağlantısını kurmak amacını taşır. Eğitimde esas olan duyu organlarını Arkeogezi Dergisi - 26
Müze Kültürü ve Eğitimi fazlasıyla harekete geçirmektir. Duyu organları öğrenme sürecinde ne kadar etkin olursa öğrenmenin kalıcılığı artar. Geziler öğrencilere alışılmışın dışında yaşantı dilimleri içinde başarılı olabilme fırsatı sunarlar. Planlı ve birlikte hareket etme, zamanı etkin kullanma, paylaşma, seyahat halinde bireysel ihtiyaçlarını karşılayabilme çağdaş dünyada her insanın kazanması gereken temel becerilerdir. Gezilerde bilgileri ilk kaynaktan elde etme, olayları gerçek görünümüyle tanıma olanağı vardır. Gezilerde asıl amaç sınıf ortamına getirilemeyen, getirilmesi mümkün olamayan eşya ve olaylar hakkında bilgi edinmektir. Bir veya bir kaç saat süren ders gezileri yanında birkaç gün hatta bir haftayı bulan inceleme ve araştırma amaçlı teknik geziler de iyi planlandığında öğrenme açısından son derece verimli geçebilir. Her öğrenme konusuna uygun gezi yapılabilecek alanlar bulunabilir. Okul öncesi ve son çocukluk olarak belirlenen ilköğretimin ilk dönemini kapsayan 7-11 yaş dönemi çocukların somut düşünme dönemidir. Bu yaş grubundaki çocuklar daha çok duyu organları yoluyla gözlem ve deneyime dayalı olarak bilgi edinirler ve yargılara varırlar. Bu nedenle bu dönemde çocuklara duyu organlarını kullanabilecekleri ve yaparak, yaşayarak öğrenebilecekleri ortamlarının sunulması gereklidir. Gözlem araştırma ve inceleme gezileri, deneysel etkinlikler çocukların eğitiminde önemlidir. Müzeler, galeriler, tarihi mekanlar, ören yerleri çocuklara bu anlamda önemli öğrenme fırsatları sunarlar. Pekmezci’ye göre “bilgi, görgü, deneyim ve öğrenme ayağına gidildiği zaman; emek ve enerji harcanabildiği, akıl denen en önemli insani kazancın sonuna kadar kullanılabildiği; değer verildiği, baş tacı edildiği zaman karşılığını verir. Bilgilenmenin, görsel birikim zenginliğine ulaşabilmenin yolu, belli dinamiklerin yaşanmasını; zahmetlere, külfetlere katlanılmasını ve bunun için özel çabaların harcanmasını gerekli kılar. Belli nimetler ancak bu özverilerin gerçekleşmesine önceliklerin doğru ve tutarlı saptanmasına bağlıdır”. (H.Pekmezci) Arkeogezi Dergisi - 27
Görsel sanatlar eğitimi sürecinde sanat tarihi, estetik eğitimi, eser inceleme ve uygulamalı çalışmalar için en önemli gezi mekanları galeriler, müzeler, tarihi yapılar ve ören yerleridir. Bu tür yerlere yapılan geziler uygarlığın ve gelişim sürecinin daha kolay anlaşılabilmesini sağlayacak birikimleri oluşturabilir. Tarih ve kültür bilincinin gelişmesi için de bu sonuç çok önemlidir. Bir başka açıdan bireye sanatsal form ve üslup gelişimini yerinde görerek kıyaslama ve yorumlama becerileri geliştirebilmesine katkı sağlar. Bu süreçte görme, dokunma, iletişim kurma, soru sorma, anlama, rol yapma, paylaşma, ifade etme, yorumlama yaşantı ve deneyimleri kalıcı ve nitelikli öğrenmeyi sağlayabilecek önemli aşamalardır. Bu nedenle müzeler sadece bilişsel değil duyuşsal öğrenmenin de gerçekleşebileceği mekanlardır. Çocukların iyi bir eğitim sürecinden geçmiş olmaları gelecekte yaratılmak istenen toplumun niteliği açısından çok önemlidir. Çocuklar büyüdükçe toplumun bir üyesi olarak yaşamda yerlerini alırlar. Bulundukları yerde, ya aldıkları eğitimin gereği olarak kendilerine ve topluma karşı sorumluluğunu bilen, kültürel altyapısı gelişmiş, düşünen ve sorgulayan, düşünce üreten birer birey olarak yetişirler, ya da yaşama izleyici olarak katılırlar. Çocukların dışında özellikle sanat eğitimi sürecini yaşayan öğrenci ve öğretim elemanlarının, yurt içi ve yurt dışı etkinliklere aktif olarak katılması; uygulamalı kültür ve sanat etkinlikleri, sergiler, müzeler, yoluyla sanatın dinamik örgüsünü yakından takip etmesi önemli bir gerekliliktir. Bu tür etkinliklerle sanatın devingen ve değişken karakterini izleyebilme, izlenenlerin Türkiye’ye taşınmasıyla yeni, çağdaş ve etkin bir sanat eğitimi ortamını yaratma amaçlanmalıdır. *(H.Pekmezci) Çocuklarımızla müzelere, antik kentlere, ören yerlerine, sanat galerilerine gitmek, onlarla tarihsel geçmişimizi, sanatsal kültürü paylaşmak, uygarlık sürecini sorgulamak, müzelerden yararlanmayı hayatlarının bir parçası olarak kabul ettirmek ve bütün bunları çocukların gelişiminde önemli bir adım olarak değerlendirmek her yetişkinin görevidir.
Yazılıkaya Midas Vadisi'ne Yolculuk
Yazılıkaya-Midas Vadisi, Eskişehir İli, Han İlçesi’nin 1 3,5 km kuzeybatısında, Eskişehir’e 70 km uzaklıktadır. Eskişehir’den vadiye ulaşım daha rahat olduğu için Yazılıkaya’ya genellikle Seyitgazi İlçesi üzerinden gidilmektedir. Ankara üzerinden vadiye ulaşılmak istendiğinde ise, güzergâh Çifteler İlçe sapağından girilerek Han İlçesi üzerinden girilir. Biz, gezimize Eskişehir üzerinden başladık ve Seyitgazi’ye doğru yola koyulduk. Seyitgazi İlçesi’ne yaklaşırken tüm ihtişamı ile Seyit Battal Gazi Külliye’si karşımızdaydı.
Arkeogezi Dergisi - 31
Frigler
S
eyitgazi Külliyesi, 1 3. yüzyıl’ın başında, Üçler Tepesi’nin güneydoğu yamacındaki eğimli araziye, Selçuklular tarafından inşa edilen Battal Gazi Türbesi’nin etrafında gelişmiştir. Emevilerin Bizanslılarla yaptıkları savaşlarda ünlenen 1 730 ya da 1 740’lı yıllarda Seyitgazi İlçesi yakınlarında şehit olduğu kabul edilen Arap komutanı Battal Gazi’nin türbesinin yapılışı ile ilgili değişik söylenceler bulunmaktadır. Bir söylenceye göre, Selçuklu Sultanı I. Alâeddin Keykubad’ın annesi Ümmühan Hatun, Battal Gazi’nin şehit düştüğü yeri rüyasında görmüş ve bu yere Battal Gazi adına bir türbe yaptırmıştır. Bir diğer görüş ise, Kutluca isimli bir çobanın, koyunlarını otlatırken tepenin üzerinden yükseldiğini gördüğü nuru, zamanın Selçuklu beyine haber verdiği, Selçuklu beyinin de bu yeri, taş duvarla çevrilerek ziyaretgâh haline getirdiği yolundadır. Söylencenin devamı, Ümmühan Hatun’un, bölgeye geldikten sonra Çoban Kutluca’nın hikâyesini öğrendiği ve girdiği ziyaretgâhta, Battal Gazi’nin kendisinden şehit düştüğü yere bir türbe, türbenin yakınına mescit ve tekke yaptırmasını istediği ikinci bir rüya daha gördüğü biçimindedir.
1 800 yıllında İstanbul’dan Mısır’a gitmek için yola çıkan İngiliz Albay William Martin Leake, Doğanlı Vadisi’ni ilk kez gördüğünde; “Bir saat kadar ormanda yürüdükten sonra çok güzel bir vadiye geldik. Sola döndüğümüzde, bunun bir mil (1 609m) uzunluğunda, çeyrek mil (402,25m ) genişliğinde küçük bir vadi olduğunu keşfediyoruz. Vadide, topraktan yükselen ve bize kale veya kule kalıntısını anımsatan taş yükseltiler görüyoruz diyerek bahseder”. Ayrıca Leake, bu vadide büyük miktarlarda reçine elde edilen çam ormanlarının varlığından da bahsetmektedir. Bunun yanı sıra gezisi esnasında büyük yangınların kalıntılarını gördüğüne ve bu durumun ormana büyük zararlar verdiğine de değinmiştir. Leake’in o dönemde kule kalıntısı olarak bahsettiği taş yükseltiler, Doğanlı ve Deve boynu Kalesi olmalıdır. Doğanlı Vadisi’nin bitiminde, Çukurca Köyü’nün yaklaşık olarak 500 m güneybatısında yolun sağında MÖ 2. yy’a tarihlendirilen Gerdek kaya bulunmaktadır. Anakayaya oyulmuş iki sütun üzerinde yükselen üçgen alınlıklı bir Dor Tapınağı görünümdeki yapı çok odalı kaya mezardır. 3,60 m genişliğinde ve 8,1 0 m uzunluğunda bir ön oda, arka planda ise iki mezar odası bulunur.
Seyitgazi’den Kırka’ya devam eden yol takip edildiğinde, Yazılıkaya Midas Vadisi tabelası göründüğünde coğrafyanın da yavaş yavaş değiştiği hissedilir. Pancar ve nohut ekili tarlalar, arkalarında çam ve meşe ormanları, derinleşen vadiler ile uçsuz bucaksız alanlardaki kayalıklar arkeolojik kalıntılara yaklaşıldığının habercisidir.
Arkeogezi Dergisi - 32
Yazılıkaya Midas Vadisi'ne Yolculuk
Yazılıkaya-Midas Vadisi’ne ulaşıldığında etrafı kalelerle çevrili korunaklı bir bölgeye girildiği hemen anlaşılmaktadır. Yazılıkaya Köyü’nden, Yapıldak Köyü’ne giden yol vadinin içinden geçmektedir. Vadi kuzeydoğu-güneybatı doğrultusundadır. 1 800 m uzunluğunda ve kuzeydoğudan giriş 1 250 m genişliğinde, güneybatıya vadinin sonuna doğru küçülerek 1 80 m’ye kadar daralmaktadır. Vadinin kuzeyinde girişte, Akpara Kale Tepe (1 402 m) görünür ve güneydoğusunda üç tepe daha vardır. Bunlar Gökgöz Kale Tepe, Pişmiş Kale Tepe ve Kocabaş Kale Tepe’dir. Yazılıkaya-Midas Kenti yerleşmesi üzerinden bakıldığında Kümbet Vadisi görülebilmektedir. Çukurca Köyü’nden başlayarak Yazılıkaya Köyü’nün batısına, Gökçegüney Köyü ve buradan 1 0 km sonra da Yapıldak Köyü’ne ulaşılır. Vadideki tepeler üzerine konuşlanmış bu kaleler Midas Kenti’ni korumaktadırlar. Kalelere tırmanıldığında zaten tüm çevreyi gözetlemek için açılmış mazgalları görülebilmektedir. Özellikle Pişmiş Kale’de bulunan mazgallar tüm çevreyi ve Midas Kentini Çok iyi bir şekilde görmektedir. Arkeogezi Dergisi - 33
Frigler
Vadideki tepeler üzerine konuşlanmış bu kaleler Midas Kenti’ni korumaktadırlar. Kalelere tırmanıldığında zaten tüm çevreyi gözetlemek için açılmış mazgalları görülebilmektedir. Özellikle Pişmiş Kale’de bulunan mazgallar tüm çevreyi ve Midas Kentini Çok iyi bir şekilde görmektedir. Yazılıkaya Köyü’nün 2 km kuzeyinde, Yazılıkaya - Çukurca yolunun 1 00 m batısında bulunan anıtın üst cephesindeki Frigçe yazıtlardan dolayı Arezastis Anıtı olarak adlandırılan anıt görülür. Anıtın yüksekliği: 5,46 m; genişliği: 4,20 m; yerden yüksekliği ise 5,20 m’dir. Yazılıkaya-Midas kenti, bölgedeki en önemli yerleşme yeridir. Üzerindeki anıtsal ölçekli dini içerikli anıtların yoğunluğundan anlaşılacağı üzere burası, bölgenin en büyük dinsel merkezi idi. Tarihi İlk Tunç Çağı’na kadar dayanan yerleşme Hitit Çağı’nda genişletilerek bir kale yerleşimine dönüştürülmüştür. Hitit Dönemi’nde tarihlendirilen kaya kabartmaların bir bölümü günümüze kadar gelmiştir. Yerleşme Frig Dönemi’nde yoğun bir imar faaliyetine sahne olmuş, bugün ayakta kalan tüm anıtsal eserler bu dönemde yapılmıştır. Pers, Hellenistik, Roma ve Geç Antik Dönem’de de şehirde yerleşme devam etmiştir. Dağlık Frigya Bölgesi’nde, belirli aralıklarla arkeolojik kazı yapılan tek kale yerleşmedir.
Arkeogezi Dergisi - 34
Yazılıkaya Köyü’nün 2 km kuzeyinde, Yazılıkaya - Çukurca yolunun 1 00 m batısında bulunan anıtın üst cephesindeki Frigçe yazıtlardan dolayı Arezastis Anıtı olarak adlandırılan anıt görülür. Anıtın yüksekliği: 5,46 m; genişliği: 4,20 m; yerden yüksekliği ise 5,20 m’dir.
Yazılıkaya Midas Vadisi'ne Yolculuk Ön cephesi doğuya yönlendirilmiş olan anıt, 1 7,00 m yüksekliğinde, 1 6,50 m genişliğindedir. Anıtın yapıldığı kaya kütlesi ise, 21 ,00 X 22,00 X 7,00 m boyutlarındadır. Yazılıkaya-Midas Anıtı, Frig sanatının megaron yapıların ahşap ön cephesinin kayaya yansıtılmış en nadide örneklerinden biri ve en anıtsalıdır.
Yazılıkaya Anıtı’ndan yaklaşık 200 m kadar güneybatıya yürüdüğümüzde karşımıza Frig anıtlarının nasıl yapıldığı konusunda önemli bilgiler veren bitirilememiş yani yarım kalmış bir anıt görülür. Bu anıt da bitirilemediği için “Bitmemiş Anıt” olarak adlandırılmaktadır. Anıtın yüksekliği: 7,1 0 m; genişliği: 9,90 m; yerden yüksekliği ise 5,50 m’dir. Bu anıtta diğer Frig anıtlarında olduğu gibi kayanın doğal eğiminden yararlanılarak yapılmıştır. Yazılıkaya –Midas Vadisi ve kaleler dikkatli gezildiğinde, birçok anıt, altar, kaya mezarları, kaya kabartmaları, sarnıçlar ve antik dönem taş ocağı yatakları görülebilir. Arkeogezi Dergisi - 37
Frigler
Yazı ve Fotoğraflar Öğr. Gör. Yusuf Polat Anadolu Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Klasik Arkeoloji Bölümü, Yunus Emre Kampüsü, Eskişehir. Tel: +90222 3350580–4077 E-mail: ypolat@anadolu.edu.tr
Arkeogezi Dergisi - 38
Gladyatör oyunları içerdiği şiddet nedeniyle tarihin en kötü yaşanmış olayları için gladyatörler adlı eserinde tarihte iki yıkıcı durum vardır: biri Nazizm diğeri Roma Gla düşünüldüğünde Grant hiçte haksız değildir.
Gladyatör kelimesi Latince gladius’dan türetilmiştir. Gladius’un kelime anlamı ise oyunlar için teke tek dövüş anlamına gelen monomakhia ya da hoplomakhos terimle Kökeninin ise Etrüskler olduğu düşünülmektedir. Cumhuriyet Roma’sında düzenlene MÖ 264 yılında Forum Boarium’da Brütüs Pera’nın ölümü ardından onun çocukları t dövüştürülmüştür. MÖ 264 yılı gladyatör oyunlarının resmi olarak başladığı yıl olarak
nde incelenir. Gladyatör oyunları üzerine araştırma yapan Michael Grant adyatörleridir der. Gerçekten de içerdiği vahşet ve gösterilerde akıtılan kan
e kılıçtır. Bu silahı ustaca kullananlara ise gladyatör denilmekteydi. Yunancada ise eri kullanılmaktaydı. Oyunların çıkış noktasını ölüleri onurlandırmak oluşturmaktadır. en bir gladyatör oyunu ölen kişinin onurlandırılması amacı gütmekteydi. İlk olarak tarafından gladyatör oyunları düzenlenmiştir. Bu oyunlarda üç çift gladyatör k kabul edilmektedir.
Arenanın Savaşçı Köleleri MÖ 264 tarihinden itibaren oyunlar popülerliğini arttırmaya başlar. MÖ 1 65 yılında oyun yazarı Terence ünlü oyunu The Mother in Law’ı gösterime sunduğu ancak izleyicilerin aniden oyunu terk ettiği söylenir. Bunun sebebi yakınlarda bir Arena’da gladyatör oyunlarının başlayacağının duyurulmuş olmasıydı. Bu örnek gladyatör oyunlarının Roma’da MÖ 2. yüzyılın ortalarında artık popülaritesini iyice arttırdığını göstermektedir. MÖ 1 . yüzyılda Caesar’ın ölen babası onuruna düzenlettirdiği gladyatör gösterilerinde 640 gladyatör dövüşmüştür. Burada unutmamak gerekir ki dövüştürülen gladyatörlerin pek çoğunu köleler oluşturmaktaydı. Arenalarda dövüşler kazanan gladyatörler köle dahi olsa çok büyük bir üne kavuşurdu. Öyle ki bazı gladyatörlerin ölümsüz bir tanrı olduğuna inanılır pek çok zengin Romalı kadın ya da erkek ölümsüz bu savaşçıları ziyaret ederdi. Gladyatörler içerisinde bir tanesi vardır ki tarih boyunca asla unutulmamış, günümüzde dahi popülaritesini korumaya devam etmiştir. Onun bu derece popüler olmasını sağlayan şey köleci Roma diktesine başkaldırmış olması, kölelerin özgürlük mücadelesine öncülük etmesi ve Roma’yı titretmesidir. O Spartacus’du.
Arkeogezi Dergisi - 41
Gladyatörler
SPARTACUS Spartacus Thrakialıdır. Roma’nın Auxiliary’sinde (yardımcı askeri birlik) asker olarak görev almış, daha sonra bir şekilde köle olmuş ve gladyatör olarak eğitilmesi için Capua’da Cn. Lentulus Batiatus’un ludus’una (gladyatör okulu) satılmıştır. Antik kaynaklar onun eşi hakkında çok fazla bilgi vermez. Eşinin Dionysos kültüne kendisini adadığını ve Batiatus’un hanesinde Spartacus ile yaşadığı bilinmektedir. Ancak isyan sürecinde ve sonrasında hiçbir şekilde Spartacus’un eşinden söz edilmez. Batiatus hanesinde her ne yaşandıysa MÖ 73 yılında Spartacus yanında yaklaşık 70 gladyatör ve köle ile beraber isyan başlatmıştır. Batiatus hanesinden kaçan Spartacus Roma ile mücadelesine başlamış ve Romalıların boyunduruğu altında ezilen köleler Spartacus’u kurtarıcı olarak görmüştür. Spartacus’un köle ordusu kısa bir süre içinde 1 20 bin kişilik özgürlük savaşçısına dönüşmüştür.
Spartacus ve Roma arasındaki savaşların ilki Roma’nın kuzeye giden yolu üzerinde gerçekleştirilmiştir. Muhtemelen Spartacus ve beraberindekiler bu yoldan Galia’ya ulaşacak ve burada Roma boyunduruğu altındaki pek çok köleyi kendi ordusuna katacaktı. Bu savaşlarda Spartacus’un köle ordusu içlerinde iki konsülün de bulunduğu Roma ordusunu yenmiştir. Daha sonra sebebi tam olarak bilinmemekle beraber Spartacus birlikleri güneye doğru hareket etmiş ve Scilya’ya ulaşmaya çalışmıştır. Roma ve Spartacus’un birlikleri arasındaki en zor ve son savaşlar güneyde M. Licinius Crassus’a karşı yapılmıştır. Spartacus başlangıçta Crassus’a karşı başarılar kazanmış ancak Crassus ve Pompeius’un ordusu kaçınılmaz sonu hazırlamıştır. Özellikle Crassus’a yardıma gelen Pompeius, Spartacus isyanının sonunu getirmiştir. Sonuçta Spartacus MÖ 71 yılında yenilmiş, Alplere kaçan isyancılar yakalanmıştır. Yakalanan 6.ooo isyancı isyancı Capua’dan Roma’ya kadar uzanan Appia yolu boyunca kazıklara oturtulmuştur. Spartacus’un cesedi ise bulunamamıştır. Arkeogezi Dergisi - 42
Arenanın Savaşçı Köleleri
Araştırmacılar Spartacus’un Scilya üzerinden doğduğu topraklara dönmek istediğini ve orada özgürce yaşamak için kuzey yolundan vazgeçip Scilya’ya yöneldiğini düşünmektedir. Beraberindeki Crixus kendisine hedef olarak Roma’yı seçmiş ve bu sebeple Spartacus’un yanından ayrılmıştır. Sebep her ne olursa olsun Spartacus ve beraberindekiler tarihin unutulmaz efsanevi kişileri olarak hatırlanmaktadır ve hatırlanacaktır.
KADIN GLADYATÖRLER Kadın gladyatörler üzerine bilgilerimiz erkek gladyatörlere oranla daha sınırlıdır. Kadın gladyatörler hakkında Antikçağ yazarlarının söyledikleri ve mezar stelleri sayesinde bilgiler edinmekteyiz. Kadın gladyatör oyunları için kullanılan terimler tam olarak bilinmemekle beraber genel olarak oyunlar için Ludia ya da Gladiatrix terimi kullanılmaktadır. Kadın gladyatör oyunlarının ne zaman ortaya çıktığı tam olarak bilinmemektedir. Bununla beraber İmparator Nero ve Domitian’ın Colosium’da kadın gladyatörler dövüştürdüğü Antikçağ yazarları tarafından söylenmektedir. İmparator Nero MS 66 yılında annesi onuruna oyunlar düzenlettirmiş, bu oyunlarda aralarında Etiyopyalı bir kadının da bulunduğu kadınlar Arenada dövüştürülmüştür. Aynı şekilde imparator Domitian MS 88 yılında kadın gladyatörlerin içinde yer aldığı gladyatör oyunları düzenlemiştir. Roma İmparatorluğu’nun gladyatörler ile ilgili yasaları gereğince 21 yaşı altındaki kadınların gladyatör olarak dövüştürülmesine izin vermiyordu. Ancak bu yasa köle olmayan kadınlar için geçerliydi. Gladiatrix’lerde genellikle 21 yaş üstü kadınlar cüceler ile gece dövüştürülmüş ve bu oyunların en ilgi çekici bölümü olmuştur. Kadın gladyatörler ve cüceler hakkında genel olarak üç yerde ele geçmiş arkeolojik veri vardır. Birincisi Ostia Limanı’ndaki yazıtlar, ikincisi Leicester’da bulunmuş olan kırık seramikler üzerindeki yazılı bilgiler ve Halikarnassos’ta ele geçmiş kadın gladyatör kabartmalarıdır. Arkeogezi Dergisi - 43
Gladyatörler GLADYATÖR OYUNLARINA ELEŞTİRİ VE OYUNLARIN SONU Antikçağ yazarlarının pek çoğu gladyatör oyunlarının düzenlenmesine karşı çıkmaktaydı. Bazı yazarlar oyunları canlı vahşet olarak gördüğü gibi bir kısım yazarlar ise oyunların halkı uyuşturmak için düzenlendiğini dile getirmekteydi. Seneca bir German mahkûmunun Bestiarius olarak gösteriye katılmaktansa pis bir sopayı zorla gırtlağına sokarak intihar ettiğini, başka bir mahkûmun ise kafasını sanki uyuklarken düşmüş gibi aniden yere eğip, at arabasının tekerleğine sokarak intihar ettiğini söyler. Bu kanlı gösterilerin halkı nasıl uyuşturduğunu en iyi bize Iuvenalis şu sözler ile anlatır: Roma halkı bütünüyle miskinleşti. Bir zamanlar iktidar, yüksek memurluk ve askerlik peşinde olan halkın artık bugün aptalca iki isteği vardır; ekmek ve gösteriler. Bunun yanı sıra Dion Chrysostomos, Orationes adlı eserinde özellikle Atinalıları, Akropolis’in eteklerindeki Dionysos Tiyatrosunda gladyatör dövüşleri esnasında insan kanı akıtılmasına katlandıkları için kınamaktadır. Oysa Atinalılar bir zamanlar Dionysos tiyatrosunda tragedyalar düzenlenmekteydi. İnsanların eğlencesi içinde vahşetin ve kanın olmadığı tiyatro oyunlarıydı.
Bütün bu vahşetin aslında bir şekilde son bulması gerekiyordu. Oyunların Hıristiyanlık inancı ile beraber önemini kaybetmeye başlaması ve daha sonra yasaklanması aslında bir tesadüf değildir, çünkü Hıristiyanlık inancı hümanist bir inançtır ve bu tür kanlı cezalandırmalara ve eğlencelere karşı çıkmaktadır. Pek çok Hristiyan’ın paganlar tarafından Arenalarda vahşi hayvanlara yem edilmesi de oyunların yasaklanmasını gerektiren önemli bir etkendi. MS 1 Ekim 325 yılında imparator Konstantin yayımladığı ferman ile ağır suçluların arenalarda cezalandırılmasını yasakladı ve bunun yerine suçluların devlete ait maden ocaklarında çalıştırılmasını emretti. MS 380 yılında Hıristiyanlık Roma’nın resmi dini olmuştur. Daha sonra gladyatörler, gladyatörler ile ilgilenenler ve bu oyunu düzenleyenlerin kilise kurallarına göre vaftiz için uygun olmadığı bildirilmiştir. MS 399 yılında kilisenin isteği ile oyunlar yasaklandı ancak bu da oyunlara ilgiyi azaltmadı. Rahip Telemakhus MS 404 yılında arenada insanlara oyunlara katılmamaları için konuşma yaparken taşlanarak öldürüldü. Yine bu tarihte imparator Honorius, Telemakhus örneğini vererek oyunları kınadı ve arenaları kapattı. Bu tarihten itibaren oyunlara ilgi oldukça azaldı. Ancak oyunların tamamı ile yasaklanması ve son bulması MS 681 yılında gerçekleşti.
Arş. Gör. Adem Yurtsever. Anadolu Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Klasik Arkeoloji Bölümü, Yunus Emre Kampüsü, Eskişehir. Tel: +90222 3350580–4083 E-mail: ayurtsever@anadolu.edu.tr
Arkeogezi Dergisi - 44
O
dessa’dan kalkan trenim Lviv’e ya da Rusların deyimi ile Lvov’a sabah 06:50 gibi geldi. Bir şehrin güzelliği tren istasyonundan başlarmış ya, bende de mükemmel bir şehirle karşılaşacağım izlenimi işte tam o anda doğdu. Eurovision galibi Türk dostu Ruslana’nın memleketi Lviv’in meşhur tren istasyonu, Euro 201 2 için modernize edilen birçok yapıdan biri. İstasyonun içinde yok yok, internet kafeleri, modern bekleme salonları, oyun odaları, turist bilgi ofisi, kafeleri, kısaca saatlerce tren bekleseniz de sıkılmamanız için gereken her şey düşünülmüş.
Arkeogezi Dergisi - 45
Ukrayna’nın her yerinde yoğun olarak eski sarı “Avtobusy” yada “Marshrutki” marka otobüsler kullanılmakta. Aslında otobüs demeye bin şahit ister, tamamen bizim minibüslerimizin mantığında çalışıyor. İstasyondan çıkınca 31 numaralı otobüse binerek merkeze kadar gidebilirsiniz. Havaalanından şehir merkezine inmek isteyen içinde her yerde olduğu gibi taksi ve belirli aralıklarla çalışan “shuttle bus” bulunmakta. Şehir merkezine geldiğimde her sokakta ayrı bir güzellik görmekten dolayı bir anda kaybolmuşum. Neyse ki hostel yolunu bulmam çok
Lviv zor olmadı. Ben merkeze yakın olması açısından Old City Hostel’i tercih ettim. Hostelden Rynok meydanına 2 dakika içinde varabiliyorsunuz. Biraz Lviv’i inceleyelim. Lviv Ukrayna’nın en batısında, yaklaşık 850binlik nüfusu ve üniversiteleri ile her daim yaşayan, gerek insan kalitesi, gerek şehrin mimarisi olsun her yönüyle tam bir Avrupa kenti. 2006 yılında 750. yaşını kutlayan şehir bugün Alman, Leh, Ukraynalı ve diğer birçok milletten gelen kişiler sayesinde oldukça kompozit bir yapıya sahip. Şehir mimari açıdan da ağırlıklı olarak Alman, Avusturya ve Macaristan mimarisinin izlerini taşıyor. Şehrin Avusturya egemenliğindeki ismi Lembergmiş ve diğer Ukrayna şehirlerinin aksine bu şehirde çoğunluğu Katolikler oluşturmaktadır. Lviv, Unesco’nun “Dünya Miras Listesi”‘nde de yer almasından dolayı buradan aldığı güç ile Euro 201 2 maçları için tabiri caizse yeniden modernize edilmiş, ayrıca Avrupa’dan daha rahat ulaşım içinde otoyolları ve hızlı trene uygun demiryolu ağları yapılmış. Ayrıca yaşam çok ucuz, mesela şehir içi ulaşım 1 ,5 grivna, yani doların yaklaşık 5’de biri, ya da sandviç, içecek, tatlı ve çaydan oluşan bir öğle yemeği sadece 8€. Lviv’de kaldığım 3 gün boyunca şehrin her santimetre karesini inceleme fırsatı buldum. Sonuç mu? Kesinlikle yaşanılası bir şehir olduğunu söyleyebilirim. Hani Türkiye’de kazanıp buralarda yeme şansımız olsa hiç durmam gelirim ama malesef ki iş güç her şey bizim ülkemizde buralarda para kazanmak gerçekten zor. Neyse konumuza dönelim. Şehrin en meşhur yeri Rynok meydanı, gece gündüz günün her anı dolu bir meydan. Meydanın tam ortasında ki kuleye çıkarak tüm şehri kuş bakışı izleyebilirsiniz. Aşağıdan bakınca pek bir alçak gözüktü ama yaklaşık 3bin basamak ile çıkmak her ne kadar insanı zorlasa da yukarıda göreceğiniz tamam bir Galata Kulesi’nden İstanbul’a bakmak gibi olamaz Arkeogezi Dergisi - 46
Gökhan Erdoğan ama yine de oldukça etkileyici bir manzaraya sahip olduğunu söyleyebilirim. Rynok meydanına kadar gelmişken Lviv’in en meşhur yerlerinden biri olan Victorian Tea House’a uğramadan geçmeyin derim. Ham sandviçleri, böğürtlenli pastaları ve birçok ülkenin yerel çaylarını deneme şansı bulabilirsiniz. Fiyatı mı? Çok ucuz olduğunu söyleyebilirim. Ayrıca kafe de otururken Rynok meydanında ki manken diyebileceğimiz güzellikteki Lviv bayanlarını da izleyebilirsiniz. Rynok’a yakın Virmenska’daki Ermeni Katedrali’ni gezebilirsiniz, yapı 1 363 yılında, Polonyalı Jozef Mehoffer tarafından yapılmış. Avusturyalı ressam Gustav Klimt’in etkisi burada da hemen fark ediliyor. Şehir görebileceğiniz bir başka görkemli yapı 1 897 yılında yapılan Opera Binası, Svobody Caddesi’ndeki binanın Aynalar Salonu olarak bilinen üst katı kesinlikle görülmeli. Kentte her yıl sayısı artan festivaller düzenleniyor. Virtuosi Müzik festivali ilkbahar, Zoloty Lev (Altın Aslan) sonbahar aylarında gerçekleşiyor. Kasım ayında düzenlenen Opera festivali Solomia Kryshelnytska’da şehirde olduğu kadar çevre bölgelerde de büyük ilgi uyandırıyor. Merkezdeki bir başka durak St George Grek Katolik Katedrali. Yalnız Lviv’in değil Avrupa’nın da en göz kamaştırıcı adreslerinden biri. St.Yura Meydanı’ndaki katedral rokoko tarzın bir şaheser. Papa 2. John Paul’ün 1 991 yılında kaldığı ev ise katedralin tam karşısında bulunuyor. Potocki Sarayı yine şehir merkezinde Kopernika’da. Potockiler bir zamanlar Orta Avrupa’nın güçlü ailelerinden biri olarak tanınıyordu. Aile fertleri Polonya hâkimiyeti sona erince Habsburg hiyerarşisinde yükselmiş. Bugün Lviv Sanat Galerisi’nin bir parçası olan binada, Rönesans ve Barok dönemi sanat örnekleri bulunuyor.
Arkeogezi Dergisi - 47
Lviv Doğu yönüne ilerleyince karşınıza çıkan Lychakiv Mezarlığı 1 787 yılında kullanılmaya başlanmış. Avrupa’nın en iyi mezarlıklarından biri olarak kabul ediliyor ve bölgenin entellektüelleri, devlet görevlileri ve asilleri burada yatıyor. Biraz daha doğudaki Eaglets, askeri bir mezarlık. Birinci Dünya Savaşı sonrası Polonya-Ukrayna ve Polonya-Bolşevik savaşı ölüleri burada yatıyor. Mezarlıkta 1 921 ’de kızıl orduya karşı savaşırken ölmüş Amerikalı pilotlar için de bir anıt bulunuyor. Lviv’e gelmişken uğramadan geçmemeniz gereken 2 önemli yer var. Bunlardan ilki Folk Architect Museum. Öncelikle şunu söyleyeyim daha önce bildiğiniz hiç bir müzeye benzemiyor. Müze Shevchenko Ormanı içerisinde 59 hektarlık bir alan üzerine kurulu olup müzede 1 20 yapı ve 6 tahta klise bulunmaktadır. Müze, Ukrayna’nın Boykos, Lemkos, Hutsuls, Bukovyna ve Transcarpathian bölgelerinde yerel halkın yaşamına dair ışık tutuyor.
Şehirde gezebileceğiniz bir diğer yerde Shevchenko Bulvarı. Tüm ünlü mağazalar, kafeler, publar bu cadde üzerinde bulunuyor. Tam bir piyasa yeri olduğunu söyleyebilirim, duyduğuma göre Lviv bayanları yemeyip içmeyip sadece güzelliklerine önem veriyorlarmış işte bu yüzden bulvar üzerinde gezerken kendimi ölüp cennete gelmiş gibi hissettiğim anlar da olmadı değil. Lviv’e İstanbul’dan Türk Hava Yolları ve Pegasus’un haftada 3 gün yapılan direkt uçuşları ile gidebileceğiniz gibi benim gibi Aerosvit Hava Yolları’nı tercih ederek Odessa veya Kiev gibi şehirlerden aktarmalı olarak da gidebilirsiniz.
www.uzakrota.com Gökhan Erdoğan
Arkeogezi Dergisi - 48
Mısır
M
ısır Havayolları ile saat 1 5.00’ da Kahire Hava Alanına vardıktan ve toprağa ayakbastı parasını ödedikten sonra, hostelin beni alandan alması için gönderdiği kişi ile tanıştım. Yol boyunca müziği sonses açmış ve buzlu suyu kafasına dikerek içen, trafiğin bütün kurallarını ihlal ederek üstüne de bana her türlü şirin görünmeyi başaran görevli ile hostele geldim. Bina acayip derecede kötü ve kirli, dördüncü katta kalış sürem boyunca asansör çalıştı ama genelde düşecek korkusundan pek kullanmadım. Hostelde Türk ve Müslüman olduğum için bana jest yaparak tek kişilik banyosuz oda rezervasyonuma karşılık, banyolu oda verdiler ama keşke vermeselerdi durumuna geldim odaya girer girmez. Odanın içine dolap gibi bölme yapılmış ve tuvalet ile duş oraya konulmuş, pencere falan olmadığından koku berbat ama önemli olan yatağımın, çarşafımın temiz olması. Küf kokusuna alışıyor insan ve zaten uzun kalmayacağım diye boş verdim. Tahrir Meydanı’na epey yakın bir yerde hostel, eşyalarımı bıraktıktan sonra dışarısını biraz kolaçan edeyim diye kendimi dışarı attım ama çok fazla kalamadan geriye döndüm. Mağazaların içinde bir yerdeymişim, hani bizim Mahmutpaşa gibi bir yer düşünün ve genelde geceleri açık, gündüzleri geç saatte başlıyorlar dükkânları açmaya. Allahtan odamda klima var camları kapadım ve dışarıdaki gürültü içeri gelmedi. Hostelin bir mutfağı yok ve Allahtan uçakta yemek yemiştim, yanımda biraz bisküvi falan vardı da yemeği pas geçtim. Sabah kalktığımda resepsiyondan bana bütün turları organize ettiklerini söylediler. Kahvaltı olarak bir muz, tereyağı, reçel, çay ve kahve ve bizim tombiklere benzeyen ekmeklerinden verildi. Balkon gibi bir yer avluya bakıyor ve tamamen tozlarla kaplı, bildiğimiz toz değil çöl kumundan ama başa gelen çekilir zaten bunları bilerek buradayım. Arap ülkelerinin durumunu herkes biliyor. İkinci gün programım, Piramitlere gitmek tabi ki, pazarlıklar yapıldı ve şoförler ayarlandı yola çıkıldı ama hava puslu ve fırtınanın etkisi ile çöl kumları yolu görmeyi engelliyor. Allahtan şoför bu havada gidilmez en iyisi biz yarın gidelim dedi ve yolda papirüs müzesi adı altında beni papirüs fabrikasına götürdü, benim kısıtlı bir bütçeye sahip olduğumu ve hiçbir şey alamayacağımı evde zaten papirüslerimin olduğunu söylememe rağmen yinede girdik. Tabi ki Türk
Arkeogezi Dergisi - 52
Deniz Dağaşan
olduğumdan dolayı iyice pohpohlamalar ve başbakanımızın nasıl kocaman olduğunu söylemeler ve nasıl ‘’one munite’’ dediğini böbürlenerek anlatmalar ve bir de dünya kupasından kalma Hasan Şaş muhabbetleriU Müslüman olup saçımın neden açık olduğunu sormalar. Gerektiği kadar anlatmaya çalıştım ama sonunda anlamadıklarını gayet iyi biliyorum. Hostele döndükten sonra biraz etrafı dolanıp yiyecek alabilir miyim diye baktım, bu arada Kahire Müzesi’ni dışarıdan keşfettim ve tabi ki oraya geri döneceğim. Sonunda midemi ve bağırsaklarımı düşünerek hostele KFC (Kentucky Fried Chicken) siparişi verdim. Üçüncü gün nihayet piramitlerU Dün gece hostelde tanıştığım Belçikalı kız ile sohbet ederken ikimizin de ayrı ayrı piramitlere gideceğimizi öğrenince, beraber gidelim ve taksiyi paylaşırız dedik böylece daha uzuca mal ederiz diye düşündük bunu resepsiyona söyleyince tabi ki pek hoşlarına gitmedi. Ayarladık biz taksiciler gelecek diye kıvırmaya başladılar ama sonunda yarına bakarız dediler ve bugün beraber gideceğimizi söylediler. Eminim taksiyi başka birilerini bulup onlara vermişlerdir, çünkü hep para para, sanırım turistleri dolar işareti olarak görüyorlar ve her şeyde bahşiş bahşiş. Hava açık ve güzel bugün, piramitleri anlatmayayım herkes biliyor ama hakikatten böyle bir güzellik görmedim diyebilirim. Önce Sakkara Piramidi ve ilk evlenme teklifi orada alındı üçüncü eşi olarak istedi bedevi beni. Arkasından Dahsur ve Giza Piramitlerine gittik. Hepsinde giriş ücreti var, Giza Piramitlerine yürüyerek sıcakta dolanmak biraz zor olduğundan, atlı arabacılarla pazarlık yaptık.250 mısır poundundan 60 a kadar çektik fiyatı ki benim burada Türk olmamın payı oldukça yüksek. . Biraz da Nil Nehri’nden bahsedeyim, geniş olarak akan yerlerde fena değil ama tabi ki temiz değil, ilerledikçe aralarda kolları berbat durumda tamamen çöplük olarak kullanılıyor. Akşam Belçikalı arkadaşımla beraber hostelin arka sokağındaki pazardan biraz sebze ve meyve aldık, tabi ki deli gibi yıkadıktan sonra kendimize salata yaptık ve üstüne peynir koyarak fırından aldığımız poğaça türü bir şey ile birlikte yedik.
Arkeogezi Dergisi - 53
Red Piramid
Mısır
Papirüs Müzesi
Sakkara
Kendisi Hindistan’da iki ay kalmış ve yarın ülkesine dönüyormuş, Hindistan’da da ne temizlik açısından ne derece zorlandığını da anlattı, mümkün olduğunca akşamları çıkmamaya çalışıyorum. Bu arada hostelin ayarladığı İskenderiye gezim var, daha modern ve daha temiz bir yer olarak anlatılıyor. İskenderiye’ye gidişim maalesef cuma gününe denk geldi, aslında bir bakıma iyi oldu, çünkü Tahrir Meydanı’nda yine olaylar olmuş. İskenderiye’de öğlen namazından sonra olaylar olacak diye fazla kalmadan döndük ama çok istememe rağmen kütüphaneyi ancak dışarıdan görebildim. İskenderiye’ye gittiğimde rehberim oralı olduğundan şehri iyice bir gezdirdi, insanlarla sohbet imkânım da oldu ve yine hadi bakalım evlenme teklifi. İskenderiye tertemiz bir şehir, kızları hakikatten güzel, çoğu türbanlı ancak çok modern bir şekilde ve değişik boncuklarla falan süslü bir şekilde bağlı başlarında. Deniz kıyısı olmasına rağmen sahil tamamen boş, denize giren yok. İskenderiyelilerin özelliklerinden biri de güvercin yarıştırmalarıymış ve yol boyunca kovan şeklinde güvercin yuvaları görüyorsunuz. Yol hakikatten çok güzel ve dümdüz rehberimde hız yapmayı seviyormuş ama nedense rahatsız olmadım, döndük yine hostele bu gece son gecem burada, sabah Kahire Müzesi’ni gezeceğim. Müzeye gittiğimde bir durum hoşuma gitmedi o da her şey hakikatten çok güzel ama hiçbir eserde açıklayıcı levhalar yok ve fotoğraf çekmek yasak olduğundan ancak bahçeyi çekebildim. Mumyaların olduğu salona ayrı bir ödeme yapılarak girilebiliyor. Çöl kumları her yerde olduğu gibi burada da var pek bakılan bir müze olduğu söylenemez. Gezimin bir sonraki rotasında çöller var, siyah çöl, beyaz çöl ve gece milyonlarca yıldız atında uyku tulumuyla uyumak, heyecanlıyım ve çölde tüm bunlar olduğunda heyecanlandığım kadar olduğunu gördüm. Bu seyahatimin en güzel kısımlarından biriydi. Çöl safari turu ve verdiğim her kuruşa değdi. Önce minibüslerle vahaya gidildi, 1 4–1 5 kişi civarındayız her ülkeden insan var Avustralyalılar fazla sayıda, önce diğer hostele gidip onları aldık ve o arada da Mısırlıların ananevi kahvaltılarını tatmış da olduk. Pide içinde bakla ezmesi gibi bir şey, yanında yumurta ile yeniliyormuş Arkeogezi Dergisi - 54
Mısır ama bu sefer bize yumurta yok. Vahaya geldiğimizde maymun gibi hurma ağacına tırmanan bir adam ve hurma mevsimi olmadığından ağaçta birkaç dal bırakmışlar toplar gibi yapıyor ama aşağı inince cebinden çıkarıyor bizlere veriyordu. Ardından da hemen bahşiş bahşiş. 4x4’lerle yola çıktık, biraz ilerideki mola yerinde yemek yiyeceğiz, çöle gitmeden önce bütün safarilerin durduğu yer burası ve anladığıma göre patron sadece tek, aşiret gibiler. Yemek makarna, salata, cips, zeytin ve turşudan ibaret, eh napalım et bence de olmasın zaten, korkumdan etli bir şey yiyemiyorum ve istediğimiz kadar verdiler bu yemeklerden aç değiliz hiç olmazsa bugün. Yemekten sonra yola çıktık, genç bedevi şoförümüz hakikatten çok çok iyiydi ve tam cool tiplerden, arabada ben, İngiliz, Amerikalı ve Japon bir kız olarak yoldaydık, Japon kızla karşılıklı birbirimizin fotoğrafını çektik durduk durduğumuz yerlerde. Epey eğlenceli bir kızdı, çöl tepelerinde aşağılara inerken hızlanıp çıkarken falan bağırmaları hakikatten görülmeye değerdi. En son olarak Beyaz Çöl’e geldik ve 4x4’ler önü açık kare şeklinde park edildi. Bizlerden başka kimsenin olmadığı çölün ortasında, brandalar çekildi arabaların önüne ve yerlere halılar serildi, yer masaları konuldu, bu arada tuvalet falan olmadığı için çölde rüzgârdan şekil almış mantarların arkasında artık ne yaparsan yap. Güneşin batışı muhteşem ve dediğim gibi şoför nerede ne zaman duracağını çok iyi bildi ve güzel fotoğraflar yakaladığımı zannediyorum. Ve yine şoförden değil de bu turu yapan kişilerden biri evlenme teklifi etti. Tüm bunlardan en sonunda kurtulabilmek için Müslüman ülke olduğumuzu da düşünerek eşimin beş yıl önce vefat ettiğini ve bir daha evlenemeyeceğimi çünkü eşimi çok sevdiğimi cennette onun yanına gitmek istediğimi söylemeye başladım ve sanki o zaman daha bir saygıyla yaklaşmaya başladılar gibime geldi. Gelelim geceye, yemek olarak mangalda tavuk, salata, makarna ve meyve olarak da şeftali vardı. Yemekten sonra çıkartıldı sazlar ve eğlence başladı, içki isteyenler vahada satın almışlardı ve malum Avusturyalılar iyice doldurmuşlardı çantalarını, bütün gece Mısır şarkılarıyla dans edildi eğlenildi. Herkes teker teker ortaya alındı ve danslarını gösterdi ve bende bu arada ortaya çekildim ve oynadım. Japon kız genellikle yanımdaydı ama genç olduğundan kendine arkadaşlar edindi. Arkeogezi Dergisi - 56
Mısır
Çöl tilkisi bile görme imkânım oldu tavuklardan kalan kemikleri ona verdik. Kulakları kocaman, kendi minik bir köpeğe benziyordu. Sonrasında uyku tulumları gece yarısı çıkarıldı ve sırayla yattık. Gökyüzü muhteşemin ötesinde, kayan yıldızlar binlerce ve her yer karanlık olduğundan pırıl pırıldı. Çok fazla uyuyamadım horlamalar fısır fısır konuşanlar, ama olsun gökyüzünü izlemek güzeldi. Sabah güneşin doğuşuna uyandık, saat 07.00 gibi toplanmaya başladık ve kahvaltı yine tombik ekmekle reçeldi. Çölde tur attıktan sonra vahadan minibüslerle tekrar Kahire’ye döndük. Akşam yemeği yine KFC ve bu sefer balkonda üç Finlandiyalı ile keyifli sohbet ettik. Odam değiştiği için mutluyum banyosuz bir odaydı. Ve ayrılma zamanı Aswan’a trenle geçtim ve rehber beni karşıladı kalacağım otele götürdü. Bu sefer otel kahvaltısı oldukça güzeldi. Hemen Aswan’da biraz dolandım Nil kıyısında tekneleri gördüm ertesi gün için otele döndüm ve uyudum. Ertesi günkü tur High Dam, Lake Nassar, Phiale Temple’a idi. Resepsiyonda Mexicalı yol arkadaşım Monica ile karşılaştım, minibüsle yola çıktık. Söylediğim yerler güzergâhında gezdik ve rehber oldukça iyiydi. Türk olmam burada da dikkat çekti ve özenle ağırlandım. Diğer gün Abu Simpel’e gideceğiz yola çıktık, Monica yine benimle ve burada çalışan genç İstanbullu bir çocuk da vardı. Büyük otellerden birinde çalışıyormuş ve süresi bitmek üzere olduğundan gezmek için gelmiş birkaç gün sonra Türkiye’ye dönecekmiş. Biriyle Türkçe konuşabilmek iyi gelmişti. Yolda,bu şehirdeki durumlar karışık olduğu için asker kontrol noktaları kurmuştu.Bir ara orada bekledik ve sonrada Abu Simpel’e geldik. Harika bir anıt, fotoğraf çekmek yasak olsa da bahşiş burada her şeyi çözebiliyordu. Akşam otele dönüldü ve ertesi gün felluca maceramız için uykuya daldık. Monica ile yine aynı turdaydık. Sabah yine güzel bir kahvaltı yaptık ve sırt çantalarımızı aldık çıktık. Takside ben Monica, Japon bir delikanlı ve Amerikalı bir bayan, kendisi 80 yaşında ve Mısır tarihi üzerine yüksek lisans yaptığını söyledi. Çok mutlu oldum bu yaşında yaptıklarını öğrenince bende öyle olurum inşallah diye geçirdim içimden. Bizler fellucaya bineceğimiz yerde indik o devam etti. Felluca dediğim ne mi? Sandaldan bozma, yelken takılmış bir tekne. Ortasına ince bir sünger serilmiş ve gece burada uyuyacağımız söylendi. İyi ki yanıma bisküvi almıştım, öğle yemeği
Arkeogezi Dergisi - 58
Deniz Dağaşan
için Nil’de yıkanmış bir domates, lor peyniri gibi bir peynir, tombik ekmek ve bir kutu ton balığı verildi. İşin en dikkat çekici tarafına gelince bizim Nobian tekneci ton balığı kutusunu kocaman bıçakla açarken eli kesildi ellerini Nil’de yıkadı sonrada ayaklarını kuruladığı havlu ile kuruladı ve tabi ki elimi bir şeye sürmedim. Yine ve yeniden Türk olduğumu anlayan genç tekneci benimle evlenip Türkiye’ye gelmeye karar verdi, senden büyük oğlum var benim diyince de ne olacak peygamberimizde kendinden büyük biriyle evliydi demez mi. Neyse Nil’de ilerledik ve güzel kareler yakaladım. Monica benden küçük olmasına rağmen çok iyi anlaştık.O Luxor’dan Kahire’ye dönecek ben oradan Dabah’a devam edeceğim. Monica gece çölde kaldıktan sonra Sharm-El Şeyh, Kudüs ve İstanbul şeklinde bir programa sahipti.
Bana Dabah’a gelirsen haber ver görüşürüz dedi ve geldi de. Gelelim felluca akşamımıza, gaz lambaları boş olduğundan bizim tekneciler evlerine davet ettiler ve tarlaların içinden geçerek gittik ve ailesi ile tanıştık.Bu arada nereye gidersem gideyim Türk dizileri revaçta Fatmagül’ün suçu ne? Aşk-ı Memnu çok fazla popüler ve tabi ki Kıvanç Tatlıtuğ oynadığı dizilerle acayip sükse yapmış, kadınlar deli gibi izliyorlardı. Nobianlar Nil üzerine baraj yapılınca toprakları sular altında kalmış bir halk, Mısır’ın en fakirleri evde odada bir ampul, tahta yatak ve yerde bir hasır vardı, kadınlar dışarıda çömelmiş oturuyorlar, çocuklar çok, etrafımızda dönüp duruyordu. Kızlar 1 3–1 4 yaşında kapanmışlar, 1 3 yaşındaki evin kızı ben çok sevdi ve oyunlar oynamaya başladı
Aswan
Arkeogezi Dergisi - 59
Mısır Monica onlara dışarıda şarkı söyledi ve kendi lisanında onlara tekrarlattı, yemek geldiğinde hepsi birden yanımızdan yok oldu. Yemek olarak üçümüze bir tabakta İnegöl köfteye benzer köfteler, mulihiya çorbası ki Kıbrıs’tan bilirim hiç sevmem, kuru fasulye yemeği ve ben tabi ki yine dokunamadım. Japon genç bir köfte aldı az biraz ucundan ve aramızda yemeği onlara bırakmaya karar verdik, çağırdık çocukları onlara verdik yediler. Dönmek için kalktığımızda evin kızı bana gitme diye seslendi bende olmaz hep beraber gitmek zorundayız dedim bana küstü. Gönlünü almak için kolumdaki bilekliği ona verdim, diğerleri görmesin diye hemen kapattı. Üzüldüm aslında bir yandan da orada kalmaktan korktum düşündüğümse bilmediğim bir yerde ne işim vardı böylece. Teknede uyumak için sıralandık
Nobian’ın yanıma uzanacağını görünce başka yana geçtim ama uyuyamadım. Sabah olduğunda güneş doğarken güzel fotoğraflarım oldu. Tekneciye aramızda topladığımız bahşişi verdik ama memnun olmadı Monica ve ben baya kızdık, saymadan aldığın para yetmiyor mu diye ama o da bize kendi lisanında çemkirdi. Karaya ayak bastık ve bizi karşılayacak arabaya gittik yine Amerikalı yaşlı bayanla karşılaştık. Luxor’a doğru yola çıktık bu arada kollarım kıpkırmızı olmuştu. Luxor’daki otel üç yıldızlı, odalar mis gibi, tv, buzdolabı her şey vardı. Yemeğimi yine KFC’den aldım. Bu arada tur şirketiyle konuştuk yolda uyuyan şoförü, fellucayı ve Nobianların devamlı uyuşturucu sardıklarını, içtiklerini söyledik.
Aswan
Aswan Arkeogezi Dergisi - 60
Deniz Dağaşan İşten çıkarılacaklarını söylediler ne kadar doğru bilemem tabi. Luxor Tapınağı oldukça ihtişamlı ama burada yerli kesim turisti gerçekten dolar işareti olarak görüyordu. Benim Türk Ve Müslüman olmama da takılıyorlardı, başımın neden açık olduğunu her sorduklarında tekrarlamaktan ezberlediğim cümleleri sarf ediyordum. İkna etmeye çalıştığımı düşünüyordum ama ne kadar yeterli bende bilmiyorum. Gece ilk defa rahat bir uyku çektim ve ertesi gün Valley of the Kings and Queens, Hatshepsut Temple, Colossi of Memnon turum vardı. Bir gün kendime extra zaman vermek ve dinlenmek istedim, hatta odadan çıkmayı bile düşünmedim ama gezmeye gelmiştim. Bütün bunlardan sonra sabah biraz kendim dolandıktan sonra otobüs geldi ve bütün gece ve sabah sürecek 1 7 saatlik sürecek Dahab yolculuğu başladı. Yanıma genç İngilizce bilen bir çocuk oturdu, Mısır’da otobüslerde kadın erkek ayrımı yoktu, çünkü kadınlar tek başına seyahat edemiyordu. Çocuğu 1 8 yaşında zannetmiştim ama 35 yaşında olduğunu söyledi. Bir müddet sonra arkada boş bir yer bulunca oraya geçtim ve uyuma taklidi yaptım. Sabah olduğunda Kızıldeniz sahilinden geçerken gördüğüm villalar, şaşalı yaşamU Mısır’ın her yüzünü gördüm sanırım. Durduğumuz yerlerde kafeler, retoranlar ve lavabolar temizlik açısından fena değildi. Ama ben yine de paketli yiyecekleri tercih ettim. Sabah Sharm-el Şeyh’den geçtik ticari bir bölge olduğu için kocaman rezidanslar yükseliyordu. Böyle yerleri sevmediğimden kalsın dedim gezmekten vazgeçtim ve Dahab’a doğru devam ettim. Dahab’da 3 gün kalmayı planlıyordum ve oradan kuzeye doğru Kahire yolu üzerindeki bazı yerlerde durarak Kahire’ye 3. haftamın sonuna 2 gün kala seyahatimi sonlandıracaktım ama son 9 günümü orada bitirmeye karar verdim. Otel harikaydı, sahibi İngiliz. Odam 6 kişilikti ve Monica ile haberleşince o da oraya geldi. Odada Monica, İskenderiyeli, Avustralyalı, Amerikalı ve sonradan gelen bir Koreli kızla kaldık. Kahvaltı muhteşem 3–4 çeşit peynir, yumurta çeşitleri istediğinden anında yapıp getiriyorlardı. Açık büfe anlayacağınız ve ödediğim para gecelik 5 dolardı. Denize dar bir yoldan geçip gidiyorsun, hemen otelin kıyısındaydı. İnsanlar baskı kurmuyorlar üzerinizde, kolunuzdan çekip tutan yok. Arkeogezi Dergisi - 61
Deniz muhteşem mercan kayalıklarına geliyorsun 1 0–1 5 metre sonra ve tam bir renk cümbüşü, her renk balık vardı. Sabahları denizde mercanlarda geçti 9 günüm, öğleden sonra havuzda tembelleşerek, bir gün de oda arkadaşlarımla birlikte Bluehol denilen bölgeye gittik. Mercan kayalıkları ve balıkların olduğu bu yerde de tüm gün sudan çıkmadan geçti. Resepsiyondaki çocuk Sait bizimle çok ilgilendi ve dönüş yolunda tek başıma oturmamda bana yardımcı oldu. Günü birlik Ürdün turuna katılıp oradan da Kahire’ye geçecektim ama hem fiyatının uygun olmaması hem de yorucu olması açısından Ürdün’ü başka bir seyahate bıraktım ve Kahire’ye bir gün önce döndüm. Kahire yolunda birkaç yerde durduk özellikle Süveyş Kanalı civarında güvenlik çok fazla. Otobüsleri durdurup yolcuları ve bavullarını kontrol ediyorlar, çünkü hem silah hem de uyuşturucu kaçakçılığı bu aralar yoğunlaşmış. Benzini karneye bağlamışlar bütün Mısır’da.
Mısır
Yine aynı hostele döndüğümde Tahrir’de olaylar vardı. Copik Centre ve İslamik Centre’a gitmek istedim diye tarif istemiştim görevli kızdan bana yanlış yeri anlatınca kendimi henüz bitmiş olayların içinde buldum. Orada bir subayla olaylar hakkında konuştuk ve konu İslamiyet ve benim başımın açıklığına gelince yine bilindik cümlelerim, ‘’insanın kendi içinde yaşadığı neyse onu görür Allah’’. Sanırım bu sefer ikna etmeyi başardım bunu da sözleriyle bana açıkça söyledi. Ertesi gün beni alandan alan şoför geldi ve alana giderken bana geçen sefer bahşiş vermedin bu sefer daha fazla verirsin dediği anda bende param kalmadı dedim ve neredeyse beni dövecekti. Neyse alana geldim Mısır Havayolları kalkarken inerken dualar eşliğinde getirip götürüyor. Kur’an Mısır’da toplu taşıma araçlarında, restoranlarda her yerde devamlı dinleniyor ve bizde Kur’an kutsaldır dediğimde önemli olan kulaktır diye cevap aldım. Mısır’da kadınlar ikinci değil resmen beşinci vatandaş muamelesi görüyor. Erkeklerin temizlikten haberi yok giydikleri giysilerin rengi bana kalırsa kiri kapatıyor. En hoşuma giden yer Dahab’dı. Deniz, mercan kayalıkları kesinlikle dalmayı sevenlere tavsiye edebileceğim bir yer. Bu kadar yazdıktan sonra kesinlikle hiçbiri şikâyet değil benim için çok güzel bir tecrübe oldu Mısır, yine gider miyim Dahab haricinde hayır bir daha gitmem, Dahaba sırf mercan kayalıkları ve o güzelim balıklar için giderim. Fiyat olarak ne kadar harcadın derseniz çok fazla hesap yapmadım ama yaklaşık 1 500 TL civarında her şey dâhil harcadım zannederim. www.facebook.com/gezgindenizkizi
Arkeogezi Dergisi - 62
Roma'nın Başkenti Tarihsel Döneme Kısa Bir Bakış
T
arihte hangi kent vardır ki bir kuruluş hikayesi olmasın. Nitekim aynı durum İzmit veya tarih sahnesinde önemli bir yer teşkil eden eski adıyla Nikomedia için de geçerli. Deniz kavimleri istilası sonrası bugünki İzmit Körfezi civarına yerleşen Bithynler bölgede hakimiyet kurdu. M.Ö 8 yy. sonlarında Helenler Anadolu kıyılarında koloniler oluşturmaya başladı. Bunlardan biride Megaralılar tarafında kurulan Astakos’dur. Astakos, körfezde, sonradan kurulacak olan Nikomedia'nın tam karşı şeridinde bulunmaktaydı.
Tarihler M.Ö 264 senesini gösterdiğinde kentin kuruluşu ile ilgili şu efsane cereyan eder. Bithynia kralı I. Nikomedes'in de bulunduğu bir sunu sırasında sunağa yaklaşan bir yılan ve gökyüzünde onu izleyen bir kartal görünür. Dönem itibari ile mitolojik hikayelere endeksli yaşayan halkı bu dakika itibari ile etkileyecek olan olay başlamıştır. Yılan, kartalı farkederek kaçmaya başlar ve kartal da gökyüzünde süzülerek onu izler. Bu kovalamaca o kadar uzun sürmüştür ki Nikomedes ve halk da peşlerine takılıp uzun bir yürüyüşe geçmiştir. Kartal, Astakos'un tam karşısında, bugünki İzmit'in olduğu yerde yılanı avlamış ve bunu bir işaret sayan Nikomedes yeni kentin buraya kurulmasını istemişir. Kendi ismi ile anılacak olan kent "NİKOMEDİA".
Arkeogezi Dergisi - 65
Nikomedia Bithynia'nın başkenti olan Nikomedia'nın inşaasında dönemin ünlü mimarları, mühendisleri ve sanatçıları kente davet edilmiş ve şehir, bir başkente yaraşır şekilde imar edilerek büyük bir görkem kazanmıştır. Bu dönem sonrasında tarihin görmüş olduğu en büyük kumandanlardan biri ve Roma'nın en büyük kabusu Kartacalı Hannibal bu topraklara gelmiş ve Prusias'ın misafirliğinde çeşitli savaşlara katılmış, M.Ö 1 83 senesinde de Nikomedia yakınlarındaki Lybissa kasabasında yüzük taşındaki zehri içerek ölmüştür. Kuruluştan 2 yüzyıl sonra Bithynia kralı IV. Nikomedes, M.Ö. 74 yılında, Pergamon Kralı III. Attalos gibi, vasiyet yoluyla topraklarını Roma’ya miras bırakmış ve Bithynia bir Roma eyaleti olmuştur. Bu eyaletin yönetim merkezi olan Nikomedia yine her dönemde pek çok kez imar edilmiş ve geliştirilmiştir. Roma İmparatorluğunun kente verdiği önem M.Ö. 29’da İmparator Augustus ve tanrıça Roma adına tapınak yapma onurunun bahşedilmesiyle görülür. İmparator Trajan zamanında Bithynia eyaleti yöneticisi olan Genç Pliny kentte bir senato binası, bir forum, tanrıça Kibele’ye adanmış bir tapınak, ve kendisinin inşaa edilmesini sağladığı bir su kemerinden bahseder. İmparator Antoninus Pius’un yaptırdığı Antoninus Hamamları yüzyıllar boyunca onarılarak kullanılmaya devam etmiştir
Arkeogezi Dergisi - 66
Roma'nın Başkenti Üçüncü yüzyıl krizi ile birlikte gelişen süreçte tahta geçen Diocletianus, genişleyen Roma topraklarının tek bir merkezden yönetilmesinin zor olduğunu düşünmüş ve imparatorluğa tetraşi(dörtlü yönetim) sistemini getirmiştir. Günümüzde olduğu gibi antik dönemde de en önemli geçiş noktalarından biri olan bu topraklar, Diocletianus'un da ilgisini çekmiştir ve Nikomedia'ya gelerek burayı Roma İmparatorluğu'nun başkenti yapmıştır. Bu dönem de kentte yeniden imar faaliyetlerine girişilmiş ve Nikomedia, Roma İmparatorluğu’nun görkemli bir başkenti haline getirilmiştir. Nikomedia kenti İmparator Diokletianus tarafından sur duvarları ile çevrilmiştir. Diokletianus, kenti istediği ölçekte imar etmek için bazı kısımları yıkmış oturanları yerlerinden çıkarmış ve yerine saray, hipodrom, darphane, silahhane, eşi ve kızı için evler yaptırmış ve Antonius hamamlarının mermer kaplamalarını onartmıştır. İmparator Diokletianus Nikomedia’yı yeni başkent olarak imar ederken, eski başkent Roma kenti ile, yarışsın istemiştir. M.S. 330 yılında, Constantin, Constantinopol'ü başkent ilan edene kadar bu görevi üstlenen Nikomedia, bundan sonraki süreçte de önemini yitirmemiş ve varlığını devam ettirmiştir.
Arkeogezi Dergisi - 67
İzmit'te Arkeoloji
Bilim insanları tarafından zaman zaman araştırılsa da en kapsamlı arkeolojik araştırmalar 2005 yılında Kocaeli Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Kurucusu Prof. Dr. Ayşe Çalık Ross tarafından başlatılmıştır. İlk yapılan araştırmalar İzmit merkezli olup, Nikomedia odaklı olarak sürdürülmüştür. Körfez ve Karadeniz arasındaki alanda güneyden başlayan araştırmalar, Umuttepe mevkiine kadar taranmış ve bu noktada pek çok tarihi moloz, taş ocakları, nekropol alanları, antik yollar, su sistemine ait su kemerleri, heykel fragmanları, yazıtlar ve çok sayıda seramik buluntularına rastlanmıştır. Özellikle kent merkezinde yapılan incelemelerde, antik malzemenin hemen hemen her alanda devşirme malzeme olarak tekrardan kullanıldığı saptanmıştır. Çukurbağ Mahallesi’nde tespit edilen yer altı tünelleri ise İzmit kentinin altında yatan tarihin bir başka örneklerindendir. Antik yollar, kentin mevcut yolları arasında bazı noktalarda halen varlığını sürdürmektedir.
Kaynağını Paşasuyu’ndan alan Nikomedia kenti su sistemi ise, üzerinde barındırdığı yirmiyi aşkın kemer ile kentin merkezi olduğu düşünülen Seka alanına, Cumhuriyet’in ilk yıllarına kadar su sağlamaktaydı. Daha önceleri eksik olarak incelenmiş olan bu kemerler, yapılan yüzey araştırmalarında tamamı ile tespit edilmiş ve bir çoğunun sağlam olarak ayakta kaldığı gözlemlenmiştir. Ayrıca, kent merkezinde Roma dönemine tarihlenen bir adet su sarnıcı da bulunmaktadır.
Roma'nın Başkenti
2005 yılında başlanan yüzey araştırmalarının en önemli noktası ise Orhan Mahallesi’nde tespit edilen antik tiyatro binasıdır. Tiyatronun, öncelikle yayılım alanı tespit edilmiş ve yüzeyde yer alan duvarların genel plana yerleştirilmesi için bitkisel temizlik faaliyetleri yapılmıştır. Sonrasında ise duvar ve tonozların ölçümleri alınarak topografik haritası çıkarılmıştır. Yüksek tepelerden oluşan İzmit kentinde, körfezi tamamen görecek şekilde imar edilmiş olan antik tiyatro, yapımında kullanılan taşlar ve manzaraya olan hakimiyeti ile Hellenistik döneme tarihlendirilmiştir. Bizans döneminde ise tiyatronun taşları, sur yapımında kullanılmıştır. Antik tiyatronun ölçülen genişliğinin 1 64 m. yüksekliğinin ise 60 m. ye ulaştığı yapılan araştırmalarda ortaya çıkmıştır. Bu ölçüler doğrultusunda karşılaşılan yapının şimdiye kadar antik dünyanın en iyi bilinen büyük tiyatrosu Efes Antik Tiyatrosu’ndan büyük olduğu, tespit edilen ölçülere ve ön çalışmalara dayanılarak düşünülmektedir. Aslında bahsedilecek bu önemde ve büyüklükte bir çok veri olmasına rağmen biraz merak uyandırma isteğim ile yazıyı burada noktalıyorum. Önümüzdeki dönemlerde yapılacak olan araştırmalar ve hala arkeolojik kazı yapılmayan bu kentte yapılacak olan kazılar sonrası tüm arkeoloji camiasının ilgi odağı olacağı körfezin başkenti Nikomedia'yı yani İzmit'i görmeye hepinizi davet ediyorum. Arkeogezi Dergisi - 69
Serkan Sıtkı Güzel İletişim: https://www.facebook.com/ssgvv https://twitter.com/ArkeologSSG sitkiserkan@gmail.com
Rรถportaj Yaprak Dala
“Zaman makinesi icat edilmiş olsaydı arkeolojiye ve bu alanda uğraşan insanlara ihtiyacımız olur muydu?” diye meşhur bir söz vardır. Bu söz bir efsane gibi tüm arkeologların dilinde dolanır durur. Ne kadar tartışılırsa tartışılsın bir cevaba ulaşılamaz aslında. Teknoloji bu hızla ilerlemeye devam ederse bu tartışma pekte uzun süreceğe benzemiyor. Zaman makinesini bulana kadar bu dünyanın arkeologlara, ülkemizin de bu bilim insanlarına daha fazla değer vermesine ihtiyacı var. Geleceğin arkeologları, arkeoloji öğrencileri 4 yıldır büyük bir özveri ile çalışarak sempozyum düzenliyorlar. Arkeoloji Öğrencileri Sempozyumuna, geleneksel olarak her yıl başka bir üniversite ev sahipliği yapıyor. Sempozyumu düzenleyen üniversite tüm programı ve çalışmalarını arkeolojiye gönül vermiş öğrencileri üstleniyor. Kusursuz bir organizasyon yapmak ve bölgelerini tanıtmak için ekstra çaba sarf ediyorlar. Sempozyum bu yıl Harran Üniversitesinde gerçekleşti. Ülkenin her köşesinden arkeoloji öğrencileri bu kente geldi. 4 gün boyunca geleceğin arkeologları, meslek arkadaşlarıyla tanıştı. Yeni tanıştıkları arkadaşlarının sunumlarını izledi onlardan farklı bilgiler öğrendi. Arkeogezi Dergisi olarak bu oluşumu sonuna kadar destekliyor ve daha fazla insana ulaştırmak için 2 sayımızda da özel röportajlarla yer ayırıyoruz. Mart sayımızda yaptığımız sempozyumun gelişim sürecini anlatan röportajımızdan sonra şimdi de sempozyuma katılan arkadaşlarımızdan kısa kısa yorumlar aldık. Organizasyona katılarak bize görüşlerini bildiren arkadaşlarımızdan 2 soruya cevap vermelerini istedik. “Sempozyum size ne ifade ediyor” ve “bu seneki sempozyum size neler kazandırdı.” Sorularımızı içtenlikle cevaplayan tüm arkadaşlarıma teşekkür ederim. Seneye Burdur’da yapılacak olan 5.sempozyumda görüşmek üzere. ArkeoGezi Dergisi Editörü Tolga Candur
Sempozyum Özel
A
rkeogezi Dergisi olarak geçtiğimiz mart ayı sayısında oluşumunu bir röportaj ile sizlere aktardığımız Uluslararası Arkeoloji Öğrencileri Sempozyumu’nun dördüncü ayağı, yoğun bir katılımla gerçekleşti. Toplam 44 üniversitenin katılımıyla gerçekleşen sempozyumda geleceğin arkeologları sunmuş oldukları bildirilerle dikkat çekti. Sempozyum benim açımdan bakıldığında ise oldukça değerli, tabi katılımcıların her biri içindeU Düşünsenize Türkiye’nin dört bir yanından hatta yurt dışından sizinle aynı duyguyu paylaşan arkeoloji gönüllüsü birçok kişi bir araya geliyor. Etkin olarak görev alanlardan biri olarak sempozyum bana unutamayacağım yaşanmışlıklar hediye etti. Arkeoloji aşkım daha da büyüdü, en güzeli de başta korkutucu gelse de büyük bir salonda sizi pür dikkat dinleyen insanlara bir şeyler aktarabildiğinizi hissetmekti. Çok yakın dostluklar ve hatta kardeşlikler edindim. Hala iletişimde olduğum birçok arkadaşım akademisyen olma yolunda çalıştı ve üniversitelerde görev aldı. Şundan eminim ki bizden sonra bu oluşumu devam ettirecek olan arkadaşlar, bu zamana gelene dek büyük uğraşlar veren arkadaşlarımızın çabalarını boşa çıkarmayacaklardır. Bu yıl dördüncüsü Harran Üniversitesi’nin ev sahipliğinde gerçekleşen sempozyuma katılma olanağım olmadı bu nedenle de bu sayımızda katılımcı arkadaşlarımızın değerlendirmelerine başvurduk. Bu yazı serisi ile siz okurlarımıza sempozyumun amacını ve katkılarını aktarabilmiş olmanın gururuyla sözü diğer arkadaşlarıma bırakıyorum. Arkeogezi Dergisi Yayın Koordinatörü Yaprak DALA
Arkeogezi Dergisi - 73
Sempozyuma bu sene ilk defa katıldım. Derslerde bu kadar çeşitli konuyu bir arada görmemiz mümkün olmadığından, sunumların biz arkeoloji bölümü öğrencileri için çok faydalı olduğunu düşünüyorum. Ayrıca sempozyum diğer üniversitelerin öğrencileriyle, gelecekteki meslektaşlarımızla tanışmamıza olanak sağladı. Bu sayede de sunum aralarında birbirimize birçok şey aktardık, fikir paylaşımlarında bulunduk, güzel arkadaşlıklar edindik. Bu yıl gerçekleşen sempozyum , zaten çok isteyerek geldiğim bölümümün ne kadar önemli olduğunu bana bir kez daha gösterdi ve Arkeoloji'ye daha sıkı bağlanmama sebep oldu. Son olarak da sempozyum sonrası, yıllardır hakkında birçok şey duyup göremediğimiz Göbeklitepe ile tanışmamız muhteşemdi. Seneye Burdur'da görüşmek üzereU Burcu Deveci Gazi Üniversitesi
Sempozyum Özel Sempozyum öğrencilerin kaynaştığı, insanların toplu olarak bir şeyler hedeflemesi ve bir amaca hizmet etmesi ve bunun yanı sırada bütün arkeoloji camiasındaki öğrencilerin bilgilerini birbiriyle paylaşarak ortaya bir bilgi alışverişini ifade ediyor. Aslında bu sene ilk olarak katıldığımızdan dolayı biraz yabancıydık ortama fakat oradaki ortam böyle değildi. Sıcak ve samimi bir ortam vardı. Dostluk, birlik ve beraberliğin ne olduğunu yaşayarak öğrenmiş olduk aslında insanların samimiyetleri bu meslekte insani daha bir cezbediyor. Çünkü herkes birbiriyle bir şeyleri paylaşıyor bundan alınan zevk hiç bir şeyde bulunamaz. Cezmi DÜŞTÜ Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi Arkeoloji Bölümü
Bilim dalı olarak eski olmayan arkeolojinin önemi tartışılamaz bir gerçektir. Bu doğrultuda öncelikle Uluslararası Arkeoloji Öğrenci Sempozyumu’nu hayata geçiren arkadaşları tebrik etmek istiyorum. Sempozyumun öğrenciler tarafından kabul görüp desteklenmesi arkeolojinin yarınları için umut verici. Değerli akademisyenlerimizden görevlerini devraldığımızda çalışmalarını daha ileriye götürebileceğimizin sinyallerini vermiş bulunuyoruz. Medeniyetler beşiğinde bulunarak, sempozyuma ülke olarak öncülük etmenin ve sempozyuma küresel nitelik katmanın çok yerinde olduğunu vurgulamak istiyorum. Bu yıl Harran Üniversitesi’ nin ev sahipliği yaptığı sempozyum çok başarılıydı ve emeği geçen arkadaşlarımızın misafirperverlikleri, içten samimiyetleri çok hoştu. Sempozyuma hak ettiği değeri verdikleri ve bizlere doğu kültürünü en iyi şekilde sundukları için teşekkür ederim. Ayrıca V. Uluslararası Arkeoloji Öğrenci Sempozyumu’na ev sahipliği yapacak olan Mehmet Akif Ersoy Üniversitesini tebrik eder ve en iyi şekilde hazırlanacaklarından şüphe etmeyerek başarılar dilerim . Anadolu Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü Çiler ÖZCEYLAN
Arkeogezi Dergisi - 74
Sempozyum Özel
Birçok üniversiteden pek çok kişinin katılımıyla gerçekleştirilen bu etkinlik benim için en çok emeğe saygı duymayı ifade ediyor. Çünkü bu sempozyumun her noktasında emek var. Sempozyumu alan üniversite için zorlu bir süreç, çalışma; bununla birlikte sunum yapan arkadaşların hazırlanmak için gösterdikleri çaba. Bu sunumlar ile çok emin olduğum bilgilerin aslında geliştirilebileceğini, birçoğunun yanlış olabileceğini anladım. Kısacası sempozyum benim için emektir, zamandır, yeteneklerin ortaya konulduğu bir platformdurU Bu yılki sempozyumda sunumcu değil, izleyiciydim. Daha önce sunum yapmamın verdiği heyecanın aslında değişmediğini gördüm. Doğru bildiğim bazı bilgilerin yanlış olduğunu fark ettim. Pek çok konu kendi ilgi alanlarımdan olduğu için bilgilerimin üzerine bir şeyler ekleyebildim. Bunun yanı sıra yeni arkadaşlar edinip, onlardan kendi üniversitelerini, aldıkları arkeoloji eğitimi hakkında bilgi edinerek kendi eğitimimiz ile karşılaştırma fırsatı da buldum. Harran Üniversitesi Arkeoloji Bölümü hocaları ve arkadaşlarına bu fırsatı verdikleri için teşekkür ederim. Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi’ne başarılar dilerim. Eda Kılıç Dicle Üniversitesi Arkeoloji Bölümü
Böyle bir etkinliğin başlatılması çok güzel ve takdire şayan bir durum, bunun içinde başta Eyyup Yanık'a sonsuz teşekkürlerimi iletiyorum. Benim katılımımı sağlayan kendisidir, Samsun OMÜ'de bölümümüz yeni açıldı ve ilk öğrencilerindenim ve dürüst olmak gerekirse Eyyup Bey benden katılımda bulunmamı istediğinde biraz çekindim çünkü o kadar insanın içinde sunum yapmak ,bilgi paylaşımında bulunmak ve bir sürü insanla tanışmak çekingen olmamı sağlamıştı.İşte bu sempozyumun en başta sağladığı yarar da buydu.Türkiye'de ki ve yavaş yavaş tüm dünyada Arkeoloji bölümlerindeki öğrenciler biraraya gelecek,müthiş bir iletişim ağı olacak,çok değerli bilgiler paylaşılacaktı.Bu taşın altına bende gönüllülükle elime koydum ve hazırlandım, 4 kişilik ekibimle sempozyum yolunu tuttum.Bu sene 4.sü yapılan sempozyuma katıldığımda öğrenci birikimleri,fikirleri,görüş ve önerileri en güzel şekilde sunuldu.Kültürel Miras’a ve Arkeoloji Bilimine yönelik ön yargıların kırılmasında atılan çok güzel bir adımdır bu sempozyum.Ülkemizin batısından doğusuna hiç bir ayrım gözetmeksizin, her yıl farklı bir şehirde yapılmaktaydı ve bu sene Şanlıurfa'da yapılması doğuya önyargıyla yaklaşan kişiler adına da güzel bir tecrübe olmuştu.Çünkü en güzel şekilde ağırlanmıştık,muhteşem bir misafirperverliğin karşısında bulmuştuk kendimizi.Yabancı gözlerle değil,bize gülümseyen ve bi derdimiz,sıkıntımız var mı diye gözümüzün içine bakan Anadolu insanıyla iç içe çok güzel bir sempozyum yaşadık.4.sü yapıldı neden 40.sı yapılmasın ? Bunun için destek olmalıyız birbirimize, bir bütün olmalıyız. Bilgiyle, sevgiyle, hoşgörüyle her yıl daha da büyüyen bir Arkeoloji Ailesi oluruz inşallah. Emine Gizlenci Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi Arkeoloji Bölümü
Arkeogezi Dergisi - 75
Sempozyum Özel
Sempozyum kardeşliktir benim gözümde. Gerek Türkiye'den gerek yurtdışından katılan arkadaşlarla birlikte dolu dolu geçirilen, buram buram arkeoloji kokan, sağlam dostluklar kurulan ve hiçbir bölümde olmayan kocaman bir etkinlik bizimkisi. ll. Ulusal Arkeoloji Öğrencileri Sempozyumuyla bu işin içinde buldum kendimi ve aradan 3 yıl geçti.Dönüpte geriye baktığım zaman iyiki diyorum iyiki bu organizasyonun bir parçasıyım. Bilgi, paylaşım, dostluk, kardeşlik ve verilen emekler bu sempozyumun temelini oluşturuyor. Giderek büyüyen, her geçen yıl yeni bir ivme kazanan bu sempozyumun beşincisine ev sahibi olacak olmamız bizim için gurur kaynağı. Bu yıl Harran Üniversitesi'nde düzenlenen sempozyumda emeği geçen, misafirperlikleriyle bizi ağırlayan herkese teşekkür ediyorum. Bu sempozyumun oluşumunda ve gelişim sürecinde emeği geçen herkese sonsuz teşekkürü borç bilirim. Ne olursa, nerede olursa olsun tek amacımız bu organizasyonun devamlılığıdır. 201 4'te Burdur'da, daha sonraki yıllarda nice güzel sempozyumlarda görüşmek dileğiyle. Esra Kuzucu Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Arkeoloji Bölümü
Soruları cevaplamadan önce bu sene ev sahipliğini üstlenen Harran Üniversitesi Arkeoloji Bölümü öğrencilerine özelliklede Adil Tagiyev’le Özlem Kılıç’a ve bu oluşumun mimarlarından sayılan Eyyüp Yanık ve ismi geçmeyen birçok arkeoloji gönüllüsü arkadaşıma sonsuz teşekkürlerimi iletip daha sonrasında da birinci sınıf öğrencisi olarak bana ne ifade ettiğini ve de katkılarını anlatmaya başlayayım. Hazırlık okurken haberdar olduğum ve ilk öğrendiğimden beri içinde olmak için can atığım bu oluşum, başta benim için uçsuz bucaksız bilgi paylaşımı herkesin arkeoloji konuştuğu sohbet ortamları demekti; fakat içine girdiğimde fark ettim ki birde bunların üstüne kurulan mükemmel dostluklar varmış. Dinlediğim sunumlarda öğrendiğim bilgileri kullandığım dersleri mi anlatayım; yoksa Türkiye’nin dört bir yanında bulunan arkeoloji öğrencilerinden oluşan, her konunda yardımlaştığım dostlarımdan mı? Bunları düşündüğümde benim için sempozyumun ne ifade ettiğini de bana kattıklarını da saymayla bitmeyecek kadar çok olduğunu fark ettim. Son olarak da bu düşüncelerimi ifade etme imkânı sağlayan dergi ekibine teşekkürlerimi borç bilirim. İrfan Beytimur Uludağ Üniversitesi Arkeoloji Bölümü
Arkeogezi Dergisi - 76
Sempozyum Özel
Bir çok kişinin bildiği üzere arkeoloji öğrencileri seneler önce bir oluşum başlattı. Burda amaç, akademiye atılacak olan adım öncesi tecrübelenme, üniversitelerin kaynaşması, geleceğin akademisyenlerinin öğrenim süreleri içinde dost olmaları, birlik beraberlik diye sayısız neden ile anlatabiliriz. Uluslararası Arkeoloji Öğrencileri Sempozyumu'nun dördüncüsüne ise, ülkemizin güzide kentlerinden, topraklarında yatan binlerce yıllık hikayeler ile nam salan Şanlıurfa ev sahipliği yaptı. Kocaeli Üniversitesi adına temsilci olarak ben ve Serhat Mert Kaşıkçı, konuşmacı olarak ise Aydın Emanet ve Mehmet Selim Kahvecioğlu katıldık. Açıkçası büyük bir heyecan ile Şanlıurfa serüvenine başladık. Hem uzun zaman önce gördüğümüz dostlarımıza kavuşmak, hem arkeoloji bilimini dört günlük süreçte zevkle dinlemek, hem de Urfa'nın görkemli tarihi ile birlikte enfes yemeklerini de tatmak heyecan olmasın da ne olsun :) Nitekim de düşündüklerimizin hepsi gerçekleşti. Şanlıurfa Harran Üniversitesi Arkeoloji Bölümü, kulübü, öğrencileri ve temsilci arkadaşlarımız Adil Tagiyev ile Özlem Kılıç bu işin üstesinden gayet iyi geldiler. Bir çok sunum dinledik, dostluklarımızı pekiştirdik, yeni dostluklar kurduk, güzel yemekler yedik, tarihe dokunduk ve sempozyumu bitirdik. Böyle bir organizasyon içerisinde yer almanın ne denli büyük birşey olduğunu yaşamayan anlayamaz bana kalırsa. Sözlerimi son olarak oylama sonucu beşinci sempozyumu kazanan üniversitemizi tebrik ederek noktalıyorum. Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi !!! Kocaeli Üniversitesi Arkeoloji Bölümü öğrencileri dört gözle önümüzdeki seneyi bekliyor!!! Serkan Sıtkı Güzel Kocaeli Üniversitesi Arkeoloji Bölümü
Arkeogezi Dergisi - 77
Öncelikle düşüncelerimizi sunma imkânı verdiğiniz için dergi ekibine teşekkür ediyorum. Bu yıl dördüncüsü düzenlenmiş olan Uluslararası Arkeoloji Öğrencileri Sempozyumu’na son 2 yıldır katılıyorum. Geçen yıl Antalya'da bu yılda Urfa'da yapılan etkinliğin birebir olarak içinde yer aldım. Bu sempozyum aslında biz arkeoloji öğrencileri için çok faydalı oldu; çünkü hepimiz ortak sorunların parçalarıyız ve artık bir bütünlük sağlamaya başladık. Yeri geldiğinde Arkeoloji üzerine konuşup yeri geldiğinde de sorunlar için çözüm önerilerini konuşabilme fırsatımız oldu ve bunu farklı üniversitelerden arkadaşlarla yapabilme şansını bu sempozyuma borçluyuz. Bu yıl Urfa'da yapılan sempozyumda çok güzel sunumlar dinleme şansımız oldu. Farklı bakış açıları ve ilginç konuların yansıtıldığı bu sempozyumu düzenleyenlere yani Harran Üniversitesi Arkeoloji ekibine teşekkürleri borç bilirim ve elbette bu platformun oluşturulmasında, bizi bir araya getirmek için ciddi emekler sarf eden Eyyüp Yanık arkadaşımıza sonsuz teşekkürler. Daha nice güzel sempozyumların olması dileğiyleU Şeyma Çiftçi Hacettepe Üniversite Arkeoloji Bölümü
https://www.facebook.com/Arkeo.Gezii
ARKEOLOJİDE SON YAKLAŞIMLAR; PROSEŞUAL, POSTPROSEŞUAL ARKEOLOJİ VE SERAMİK ÇALIŞMALARI.
Bölümümüz öğrencileri tarafından kurulan Eskiçağ Kültürleri Topluluğu’nun etkinliklerinden biri daha gerçekleşti. Başkent Üniversitesi, Güzel Sanatlar Tasarım ve Mimarlık Fakültesi, Sanat Tarihi ve Müzecilik Bölümü Öğretim Üyesi DOÇ.DR. BİLLUR TEKKÖK’ÜN ‘Arkeolojide Son Yaklaşımlar; Proseşual, Post-proseşual Arkeoloji ve Seramik Çalışmaları’ konulu konferansı bizler açısından çok verimli gerçekleşti. Doç. Dr. Billur Tekkök’ ün seramik alanında çoğu kişinin başvurduğu isim olarak duyduğumuzda konferanstaki çoğu öğrencinin ilgisi ve dikkati direkt olarak konuya yöneldi. Öğrenci arkadaşlarımız arasında sıklıkla ‘proseşual ve post-proseşual’ ın kelime anlamını birbirimize sorduk. Proseşual arkeolojinin konusunu; materyalist kültürün ürünlerini kendi gerçekliği içerisinde değerlendirme ve sosyal aktiviteyi tanımlarken bu malzemeyi kullanma biçimi olarak tanımlayabiliriz. Post-proseşual arkeoloji ise pozitivist bakış açısı ile Arkeogezi Dergisi - 79
Etkinlik
ile objenin yada verinin kendisinin ortaya çıkarmadığı sonucu benimseme olarak tanımlamak mümkündür. Doç. Dr. Billur Tekkök, bu iki terimi seramik ve arkeoloji üzerinde yorumladı ve proseşual arkeolojinin antropolojiyi kullandığı belirtirken, post-proseşual arkeolojinin de yerleşim değişimlerindeki farklılıkları bölgesel değişkenlere bağlı değerlendirildiğini belirtti. Arkeoloji ve Antropoloji öğrencileri, Bölüm Başkanımız Yrd. Doç. Dr. Işık ADAK-ADIBELLİ, Bölüm Başkan Yardımcımız Öğr. Gör. Cemil Koyuncu ,Yrd. Doç. Dr. Barış Salman, Yrd. Doç. Dr. Aslı Doğan, Araştırma Görevlileri H. Asena Kızılarslanoğlu, Elif Baştürk ve Dekan Yardımcımız Yrd. Doç. Dr. Atılay Yağmur Okutaner’ in katılımlarıyla konferansımız gerçekleşti. Konferans sonrası Dekan Yardımcımız ve Bölüm Başkanımız Doç. Dr. Billur Tekkök’ e plaket ve çiçeğini verirken, Dekan yardımcımızın Billur Tekkök’e teşekkürlerini ve şükranlarını belirtti. Ayrıca bizleri de bu tarz etkinlikler gerçekleştirdiğimizden dolayı kutlaması da bundan sonraki işlerimize daha özgüvenli ve cesurca yaklaşmamızı sağladığından dolayı kendisine teşekkür ediyoruz. Buram buram seramik ve arkeometri kokan bu konferanstan öğrenci arkadaşlarımız çok mutlu ve memnun ayrıldılar. Bizlere verdiği değerli bilgilerden ötürü Doç. Dr. Billur Tekkök’ e, Bizi yalnız bırakmayan bölüm hocalarımıza ve öğrenci arkadaşlarımıza en içten dileklerimizle şükranlarımızı sunuyoruz. Sinan Özcan Ahi Evran Üniversitesi Arkeoloji Bölümü ve Eskiçağ Kültürleri Topluluğu
Etkinlik
Bu yıl birincisi düzenlenen “Arkeoloji ve Sanat Tarihi Çalıştayı”, 11 -1 2 Mart 201 3 tarihleri arasında İstanbul Üniversitesi Güzel Sanatlar Bölümü’nde gerçekleştirildi.İÜ Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Prehistorya ve Önasya Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Şevket Dönmez, çalıştayın açılış konuşmasında; ‘’Birincisini gerçekleştirdiğimiz Arkeoloji ve Sanat Tarihi Çalıştayı’nı geleneksel yapmak istiyoruz. Her yılın mart ve ekim ayı olmak üzere yılda iki kere gerçekleştirmeyi planladığımız bu çalıştayda arkeologları ve sanat tarihçilerini aynı düzlemde buluşturmayı amaçlıyoruz.” dedi. Dört oturum halinde yapılan çalıştayda birinci gün, “İstanbul Pandokrator Kilisesi’’, “Topkapı Sarayı Kitabelerine Bakış’’, “Osmanlı Kırsalında Seçkin Olmayan Sınıfın Tüketim Arkeolojisi’’, “Anadolu Türk Sanatında Aslan Figürü’’, “Edirne Tekkeleri’’, “Üsküdar Mezarlıklarındaki Kabir Taşlarına Betimlenen Cam Vazolar”, “Boğaz’ın Savunmasında Boğaziçi Kalelerinin Önemi ve Riva Kalesi, Anadolu Selçuklu Mimarisinde Değişim ve Malzemeler”, “Eyüp Sultan Türbesi ve Osmanlı Ziyaret Kültürü” konuları; ikinci gün, “Sanat Tarihi Sigilloraphia: Bizans Kurşun Mühürleri”, “Edirne Arkeoloji Müzesi’nde Bulunan Bahtsız İki Ünik Eser Üzerine Notlar”, “Türkiye’nin Avrupa’daki ilk Arkeolojik Kazısı”, “İstanbul Tarihi Yarımada’daki Bizans Dönemi Sarnıçları Envanter Çalışması” konuları ele alındı. Umut Furkan ÇITAK
Arkeogezi Dergisi - 81
Etkinlik Uygarlık Anadolu'da Doğdu Prof. Dr. Fahri Işık
Dumlupınar Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Arkeoloji Bölümü olarak bizlere "Uygarlık Anadolu'da Doğdu" adlı konferansında Prof. Dr. Fahri IŞIK önemli bilgiler aktardı. Uygarlığın kökeninin Antik Yunan değil; Anadolu olduğunu açıkladı. Doğu ve Batı kültürlerini karşılaştırdı, tek tek örneklerle açıkladı. Örneğin, Antik Yunan tanrılarının Zeus, Poseidon, Hades, Artemis... Anadolu kökenli olduğunu, Hitit ve Frig tanrılarının kopyası olduğunu açıkladı. Daha da genişletti ve tüm detaylarıyla bunları Arkeoloji dünyasına ispat etti. Antik Yunan mimarlığının, heykelinin, seramiğinin kökenin Doğu yani Anadolu olduğunu da aynı şekilde çok sayıda örneklerle açıkladı. Kısacası bu faydalı bilgilere "Uygarlık Anadolu'da Doğdu" adlı kitabında okuyabiliriz. Yaklaşık iki buçuk saat konferans veren Prof. Dr. Fahri IŞIK, konferans bitiminde aralıksız alkışlandı. Uygarlık Anadolu'da Doğdu adlı kitabını konferans bitiminde espirili sözlerle imzaladı. Kendisi, Dumlupınar Üniversitesi'nde Arkeolojinin hızla ilerlediğini ve Seyitömer Höyük Kurtarma Kazısını yakından takip ettiğini vurguladı. Espirili bir sözle "Bir bölüm bu kadar kısa bir sürede nasıl bu kadar büyük işler yapar anlamadım" sözüyle ve D.P.Ü. Arkeoloji ve Sanat Kulübüne ve Arkeoloji bölümüne saygılarını sundu. Anıl ARSLAN D.P.Ü. Arkeoloji ve Sanat Kulübü Üyesi
Pamukkale Üniversitesi Arkeoloji Topluluğu yeni
yönetimiyle göreve başladıktan hemen sonra birçok çeşitli organizasyon gerçekleştirerek öğrencilerin farklı alanlarda yeni bilgiler edinmesini sağlamıştır. Bu bağlamda gerçekleştirilen etkinliklerden Tripolis gezisinde, kazı başkanı Yrd.Doç.Dr. Bahadır Duman eşliğinde Denizli'nin tarihine ışık tutan yeni bir kazı alanı gezilerek öğrencilere tanıtımı en yetkili ağızdan yapılmıştır. Tripolis'in ardından topluluk olarak Laodikeia Antik Kenti ziyaret edilmiştir. Kazı başkanı Prof.Dr.Celal Şimşek'in izni ile depolar ve laboratuarların yanı sıra restorasyon aşamasında olan Laodikeia Kilisesi'de ziyaret edilmiş ve kent hakkında detaylı bilgi alınmıştır. Kulüp tarafından düzenlenen başka bir etkinlikte ise Sualtı Arkeolojisi Paneli gerçekleştirilmiş ve alanında uzman kişilerden sunumlar dinlenmiştir. Panelde sırasıyla; Selçuk Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Görevlisi Erdoğan Aslan, Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi'nden Güner Özler, Pamukkale Arkeoloji Bölümü Öğretim Görevlisi Koray Alper bilgilerini yoğun katılım sağlayan öğrencilerle paylaşarak Arkeolojinin fazla bilinmeyen bu dünyası hakkında bilgi sahibi oldular.
https://twitter.com/arkeogezi
https://www.facebook.com/ArkeogeziDergisi
https://twitter.com/arkeogezi