İÇİNDEKİLER 3 İhracat devinin kırıp döktüğü Avrupa, çare arıyor Boğucu Alman rekoru Federal Almanya ihracatta rekor üzerine rekor kırmayı sürdürüyor. Krizin patlak verdiği 2007 yılındaki rekor dış ticaret fazlasını 2012’de de yinelemeyi başaran AB’nin lider ekonomisi, bu başarısıyla Avro Krizi’ni derinleştirmiş sayılıyor.
6 Arap-Fransız dünyasının ünlü sosyalist düşünürüne göre, Mali operasyonu “Siyasal İslam, halkların düşmanı, emperyalizmin baş işbirlikçisidir” SAMİR AMİN (Çeviri: UĞUR HÜKÜM) 12 Dünyamızın içinde bir yeni dünya kurmak Yıldırım Denizli’nin şakası Yıldırım Denizli, 20 yılı aşkın bir süredir ürettikleriyle, bize cüretli saptamalarda bulunma hakkı da tanıyor: Sanat bilinebilir bir şeydir, dünya bilinebilir bir şeydir ve bilgi, her insanın biraz çaba göstermesi halinde üzerinde taşıyabileceği bir ışıktır.
OSMAN ÇUTSAY 18 Yücel Feyzioğlu’na göre, masal insanlığın ortak hazinesi ve bir barış çimentosu Türklerin masal dedesi Masal araştırmacısı Yücel Feyzioğlu, Avrupa’da da “kendine güvenen, geleceği gören, aydınlığa yürüyen dinamik kuşaklar yetiştirmek için”Türk masallarına öncelik vermek gerektiğini savunuyor.
GÜRSEL KÖKSAL
IMPRESSUM / KÜNYE Yayıncı | Verleger: BIM Bayerisches Institut für Migration e.V. Truderinger Strasse 280 d 81825 München Tel: 089 201 86 303 / Fax: 089 125 90 291 info(@)bim-institut.org info@avrupagun.eu www.facebook.com/avrupagun Sorumlu Yönetmen (V.i.S.d.P): Osman Çutsay Sanat Yönetmeni | Artdirektor: Ömer Yaprakkıran
2 | 11 Şubat 2013 | AvrupaGüN
İhracat devinin kırıp döktüğü Avrupa, çare arıyor
Boğucu Alman rekoru
Federal Almanya ihracatta rekor üzerine rekor kırmayı sürdürüyor. Krizin patlak verdiği 2007 yılındaki rekor dış ticaret fazlasını 2012’de de yinelemeyi başaran AB’nin lider ekonomisi, bu başarısıyla Avro Krizi’ni derinleştirmiş sayılıyor. Avrupa piyasalarında, bir ülkenin ihracat başarısının her derde deva olmadığını, hatta tersine birçok derdin babası olduğunu düşünenlerin sayısı ve gerekçelerindeki artış baş döndürüyor.
FRANKFURT - Federal Almanya, dış dünyaya hiç bu kadar çok ürün pazarlamayı başaramamıştı. İhracatta rekor üstüne rekor kıran Avrupa Birliği’nin motor ülkesi, bu ihracat başarısı sayesinde diğer ülkelerle arasındaki mesafeyi her geçen gün biraz daha açıyor, ama Avrupa Birliği’nin temellerine böylece bomba koymuş kabul ediliyor. Temellerinden sarsılan AB’de yeni ve ölümcül dengesizliklerin kapısı
aralanıyor. Sadece yoksul Güney Avrupa ülkeleri değil, artık zengin Kuzey Avrupa ülkeleri de, Almanya’yla hiçbir biçimde boy ölçüşemeyeceklerini biliyor. Almanya, yaşlı kıtanın kuzeyindeki görece zengin ülkeleri de, tıpkı güneydeki “uçurum ülkeleri” gibi geride bıraktıkça, Avro Krizi’ni yeniden tetikliyor. Bu sebep-sonuç ilişkisine inanan uluslararası uzman sayısı, böyle bir yaklaşımı fantezi sayan veya “komplocu” bulan neoliberal uzman sayısından çok daha fazla. Nitekim, Federal İstatistik Dairesi’nin geçen haftanın son iş gününde yayımladığı yeni veriler, 1990 sonrasına damga vuran tablodaki eğilimin değişmediğini bir kez daha gösterdi. Almanya’nın 2012’deki ihracat rekoru, yine 1 trilyon avro sınırını aştı. Buna göre, geçen yıl Almanya’da kişi başına düşen ihracat tutarı 14 bin avro oldu. Avrupa’nın bu öncü ekonomisi, 2012’de 1097,4 milyar avro tutarındaki ihracatına karşılık 909,2 milyar avroluk ithalat gerçekleştirdi.
İhracat ithalatı katlıyor Gerçi yeni veriler, ihracat gibi ithalat rakamlarının da bir sıçrama içinde olduğunu gösterdi. Ancak bir önceki yılla karşılaştırıldığında, AlAvrupaGüN
| 11 Şubat 2013 | 3
manya’nın ihraç ettiği ürünlerin değeri yüzde 3.4 artarken, ithalat artışı binde 7’de kaldı. Sonuçta, dış dünyaya satılan mallarla satın alınan mallar arasındaki fark (“dış ticaret fazlası”) 2012 Almanyası için 188 milyar avroya çıktı. Bu “fazla”, 2011’de 159 milyar avro olmuştu. Almanya, Avrupa krizinin patlak verdiği yıl kabul edilen 2007’de bundan daha yüksek bir dış ticaret fazlası verebilmişti. Zaman ve kriz içinde kayıplarını telafi ettiği ortaya çıktı. Bu sıçramalı büyümenin AB projesi için ölümcül bir darbe anlamına geldiğini savunanların sadece sayısı değil ikna gücü de artıyor. Almanya’nın ihracat fazlasını, yurtdışındaki pazarların ithalatıyla, dolayısıyla açığıyla finanse ettiğine dikkat çeken uzmanların hatırlattığı bir başka gelişme daha var: Almanya’nın yanı sıra, tıpkı onun gibi ihracat üstünlüğüyle dış ticaret fazlası vermeyi başaran Kuzey Avrupa ülkeleriyle, açık veren Güney Avrupa ülkeleri arasındaki asimetri, Avro Krizi’nin gerçek nedeni oldu. Bu tezi ileri sürenlere göre, yürürlükteki mekanizma, zaman içinde ithalatçıların (görece yoksul Avrupa ülkelerinin) daha çok borçlanmasına yol açıyor. Bunun sonucunda da, adeta “Almanya’ya çalışan” bu ülkelerin gerek özel sektör gerekse kamu sektöründe bir borçlanma sarmalı ortaya çıkıyor. Almanya’nın ihracat başarısının sadece Avrupalı komşularının sırtından gerçekleştirilmediği, daha çok Avrupa dışı pazarlardaki satış başarılarından kaynaklandığı, ülkelere göre ihracat kalemlerinden de kolayca anlaşılıyor. Ancak bu da Almanya’nın diğer AB ülkeleri aleyhine büyümesini ve asimetrenin keskinleşmesini beraberinde getiriyor. Nitekim Federal İstatistik Dairesi, Almanya’nın Avro Bölgesi ülkelerine yaptığı ihracatın geçen yıl yüzde 2.1 oranında bir gerileme yaşadığını gösterirken, bu bölgeden yapılan ithalatın da binde 7 oranında arttığını ortaya çıkardı. Dolayısıyla Avro Bölgesi ile Almanya arasındaki ticaret geriledi: Almanya’nın bu bölgeyle arasındaki dış ticaret fazlası 8 milyar avroluk bir küçülme yaşadı.
Rekor, AB kurallarını çiğniyor Fakat Federal Almanya, bu başarısıyla, AB kurallarını ihlal etmeye de başladı. Olumsuz bir denge içinde gelişen ülkeler, yani aşırı borçlanan, çok pahalıya mal ve hizmet üreten, bu arada da dış ticaret açığı veren ülkeler, büyüyen bir sorun olmayı sürdürüyor. AB kuralları, bu süreci engellemek için bazı önlemler almaya çalışıyor. Dolayısıyla AB üyelerinin dış ticaret açığı kadar dış ticaret fazlası da cezalandırılıyor. Bu4 | 11 Şubat 2013 | AvrupaGüN
rada temel gösterge, ödemeler bilançosuna dayanıyor. Cari denge, dış ticaret bilançosunda farklı bir kalem. Burada sadece mal akımları değil, sermaye ve hizmet akımları da yer alıyor. İşte ödemeler bilançosunda da 166.9 milyar avroluk bir fazla veren Almanya, bu alandaki sınır değerlerini geride bırakmış görünüyor. AB’de, üzerinde görüş birliği sağlanan rakamlara göre, bir ülkenin ödemeler bilançosu Gayri Safi Yurtiçi Hasıla’nın yüzde 6’sını aşamıyor. Aştığı zaman, cezai nitelikteki reform harçları devreye giriyor. Fakat Almanya’nın henüz bu sınıra ulaşmadığı hatırlatılıyor. İhracat devi Almanya üzerindeki uluslararası kuruluşların baskısı ise gözle görünür bir hal alıyor. IMF ve OECD’den yapılan açıklamalarda, Almanya’ya yönelik “İç talebi teşvik et!”çağrılarının sıklaşması dikkat çekiyor. Bu kuruluşlar, Almanya’nın sürekli ihracat şampiyonu olup dış ticaret fazlası vermesini eleştirerek, artık açıkça, iç pazardaki talebin desteklenmesini istiyorlar. Sadece böyle bir tutumun tehlikeli boyutlardaki ticaret fazlalarını eritebileceğine inanılıyor.
Avrupa dışı pazarlar Krizin ortasındaki Alman başarısı, özellikle Avrupa dışı pazarlarda kendini gösterdi. Almanya’nın geçen yıl Avrupa dışı pazarlara sattığı mal tutarı 2011’e göre yüzde 8.8 oranında bir artış sağladı. İthalat ise pek bir sıçrama gerçekleştirmedi ve aynı dalga boyunda kaldı. Gelişmekte olan Avrupa dışı ülkelerin büyüme hızları ile ABD piyasalarındaki genişleme, Almanya’nın ihracatını kanatlandırdı. Ücret maliyetlerindeki küçük oynamalar, Almanya’nın uluslararası piyasalardaki rekabet gücünü 2012’de olumsuz etkilemedi. Avrupa dışı ülkelerle yapılar ticarette Almanya 140 milyar avroluk bir fazla vermeyi başardı. Bunlar hep endişe kaynağı. Sonuçta, 2012’ye sığan bu dış ticaret başarısının, Avrupa Birliği projesini dağıtabilecek güçte ve korkutucu bir rekor olduğunu düşünenlerin sayısındaki artış sürüyor. ■
Merkel Merk kkel el el atsın Almanya Türk Toplumu (TGD) Başkanı Başka kanı Kenan Kolat, Kolat ülkede 2000-2007 yılları arasında 8’i Türk 10 kişiyi öldüren Nasyonal Sosyalist Yeraltı (NSU) terör hücresinin cinayetlerinin aydınlatılması konusunda, Alman hükümetinin müdahale etmesini istedi. Kolat, Başbakan Merkel’in konuya gereken önemi vermesi gerektiğini belirterek, hükümetin bu konuda bir eylem planı geliştirmesi ve güvenlik birimlerinin başarısızlıklarından sonuçlar çıkarmasını talepetti.
www.merhaba.info Göç ve nüfus artışı sevindirici Gelen göçle birlikte Almanya’daki nüfusun artmasını olumlu bulan Yeşiller Partisi Meclis Grubu Göç Politikaları Sözcüsü Memet Kılıç'a göre, “Almanya’ya göç edenlerin sayısının artması çok sevindirici.” Genç milletvekili, Alman hükümetinin bu genç insanlara Almanya’da sağlam bir gelecek sunarak eline geçen fırsatı iyi değerlendirmesi gerektiğini hatırlatırken, Almanya ile göçmenlerin ülkeleri arasında sağlam iktisadi köprüler kurulacağını vurguladı.
AvrupaGüN
| 11 Şubat 2013 | 5
Arap-Fransız dünyasının ünlü sosyalist düşünürüne göre, Mali operasyonu
“Siyasal İslam, halkların düşmanı, emperyalizmin baş işbirlikçisidir”
FOTO: WIKIPEDIA / JUAN JULIAO
SAMİR AMİN (Derleme ve Çeviri: UĞUR HÜKÜM)
1931 Kahire doğumlu Mısır kökenli ünlü Fransız marksist iktisatçı ve siyasetbilimci, yazar-düşünür Samir Amin 23 Ocak tarihli M’PEP Bülteni’nde uluslararası ilerici çevrelerde ciddi bir zihin karışıklığı yaratan bir konuya, Fransa’nın Mali’ye askeri müdahalesine ışık tutan bir analiz yazısı yayınladı. Yaşayan en önemli İslam, Arap ülkeleri, Afrika ve Üçüncü Dünya uzmanlarından Samir Amin, halen Üçüncü Dünya Forumu Müdürü görevini sürdürüyor.
6 | 11 Şubat 2013 |
AvrupaGüN
İlkesel olarak Batılı güçlerin Güney ülkelerine askeri müdahalesine karşıyım. Zira bu müdahaleler doğaları icabı tekelci sermayenin gezegenimiz üzerindeki egemenliğini sürdürmek amacını taşır. Mali’ye yapılan Fransız müdahalesi bu kuralın istisnası mıdır? Evet ve hayır. İşte tam da bu nedenle müdahalenin desteklenmesinden yanayım. Ama müdahale tarzının, sosyal, politik ve ekonomik koşulları gittikçe kötüleşen Mali ve diğer bölge ülkelerinin sorunlarını çözeceğine inandığım için değil. Bölgeyi zaten bu duruma düşüren bizzat “Triad” (Samir Amin’in kullandığı siyasi kavram-Çev.) (*), yani Emperyalist Üçlü’nün (ABD, Avrupa ve Japonya) tekelci kapitalizm politikaları olduğu gibi, siyasal İslam’ı buralara getirenler de onlardır.
1) Gerici siyasal İslam söz konusu halkların düşmanı ve üçlü emperyalist stratejilerin baş işbirlikçisidir. (1) Siyasi İslam, görünüşteki ifade (ve davranış) çeşitliliğinin ötesinde (ister beğenin, ister beğenmeyin) “dini inancın yeniden doğuşu” filan değil, aksine aşırı gerici yeni bir siyasi güçtür. İktidarını, nüfuzunu kullandığı her yerde yaşayan halkları ve insanı her anlamda gerileterek kurban eden; onları maruz kaldıkları sorunlar karşısında herhangi olumlu bir girişimde bulunmaktan alıkoyan bir engeldir. Bu güç, yaklaşık otuz yıldır süregelen bir yoksullaşma ve zayıflama sürecini frenleyemiyor. Hatta kendini de böyle besleyerek bu süreci hızlandırıyor. Bugünkü yapısıyla üçlü emperyalist güç, siyasal İslam’ı yukardaki ana nedenlerden ötürü stratejik müttefik olarak görmektedir. Alınan “başarılı” sonuçlar bu güçlerin gerici siyasal İslam’a sundukları sistemli desteğin devamını zorunlu kılmaktadır. Örneğin, Afganistan’da Taliban’a, Cezayir’de FİS’e, “İslamcılar”a Somali ve Sudan’da olduğu gibi, Türkiye’de, Tunus’ta, Mısır’da yerel iktidarları ele geçirme sürecinin belirleyici anlarında verilen destekler, amaçlarına ulaştı. Siyasal İslam’ın sözüm ona “ılımlı” kanatları, terörist eylemler düzenleyen İslamcıların “Selefçi” kesimlerini hiçbir zaman temelli bir biçimde mahkum etmediler. (Örneğin İslamcı Türk basını yıllarca FİS’li teröristleri “mücahit” sıfatıyla andı.-Çev.) Bu hareketler dün de ve hatta gerektiğinde bugün bile Körfez ülkelerine “sığındılar, sığınmaya devam ediyorlar”. Dün Libya’da, bugün Suriye’de aynı üçlü onları hâlâ desteklemeyi sürdürüyor. İslamcı teröristlerin göz yumulan cinayet ve zulümleri, Triad’ın geliştirdiği strateji söylemiyle mükemmel bir ahenk içinde yürütülmektedir: Bir yanda “uygarlıklar çatışması” savına saygınlık kazandırılırken, öte yanda Triad, ortamı bahane ederek kendi halklarının tekellerin kapitalist “uzlaşmacı” toplumsal projesini kabullenmesini kolaylaştırır. Demokrasi ve terörizm ile savaş söylemleri, bu stratejinin bütünleşmesini sağlar. Bazı örneklerde kullanılan “ılımlı” siyasal İslam’ın demokrasi ile bağdaşabileceği tezine inanabilmek, yüksek dozda “saflık” gerektirir. Kuşkusuz bu “ılımlılar” ile sahte bir saflıkla fanatiklik, canilik ve hatta terörizm tuzağına (!) düştüğü ileri sürülen “Selefiler” arasında bir görev paylaşımı mevcuttur. Ancak yöntemleri ne olursa olsun, hepsinin asgari bir demokrasinin dahi zıt kutbunda yer alan toplumsal projeleri ortaktır.
2) “Sahilistan” kimin çıkarlarına hizmet eden bir projedir? De Gaulle bir zamanlar “Büyük Fransız Sahrası” rüyası görüyordu. Fakat Cezayir Ulusal Kurtuluş Cephesi’nin (FLN) sebatlı direnişi ve Modibo Keita’nın (1960-1968 arası Mali Cumhurbaşkanı) Sudan Birliği Mali’sinin radikalleşmesi, bu tasarıyı 1962-63’ten başlayarak akim bıraktı. Belki Paris’te hâlâ tek tük bu özlemi duyanlar olabilir. Fakat bunların, “normal” (Yazar kendini “normal adam” niteleyen Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande’a gönderme yapıyor.- Çev.) bir zekâya sahip politikacıları dahi ikna edebileceğini pek sanmıyorum. Adına “Sahilistan” denen -her ne kadar bir ara Sarkozy katılmış olsa da- böylesi bir proje, gerçekte Fransa’ya ait değildir. Bu proje, gerçekte, ABD’nin (aslında var olmayan) Avrupa Birliği içerisindeki astları İngiltere ve Almanya’nın desteğiyle (Afrika’da) siyasal İslam temelinde oluşturulmak istenen bulanık sisli-puslu bir yumaktır. “İslam(cı) Sahilistan” devleti aracılığıyla uranyum, petrol ve doğal gaz gibi yeraltı kaynakları zengini Mali, Moritanya, Nijer ve Cezayir’in Sahra bölgelerini kapsayan alanda büyük bir devlet kurulabilir. Bu kaynaklar, esas itibariyle Fransa’ya değil, öncelikle Triad’ın (Emperyalist ABD-Avrupa-Japonya Üçlüsü) egemen güçlerine açılacaktır. Bu “kraliyet” devleti, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri örneklerindeki gibi yörenin emir ve şeyhlerini (!) ön plana çıkartıp kolaylıkla dağınık Sahra halklarının desteğini (güvenini) “satın alabilir”. Yeni emirler, rant gelirlerinden alacakları paylarla hayal bile edemeyecekleri servetlere konabilirler. Körfez krallıkları en acımasız arkaik ve köleci yönetimlerine rağmen (aslında bu özellikleri sayesinde demek daha doğru olur) Triad iktidarlarının yeryüzündeki en kullanışlı, sağlam müttefik/uşaklarıdırlar. Böylelikle Sahilistan’da iktidarı ellerinde tutanlar, topraklarında terörizm çalışmaları yapmaktan vazgeçseler de, başka yörelerdeki eylemleri desteklemekten geri kalmayacaklardır. “Büyük Sahra” projesi çerçevesinde, şimdilik sadece Nijer ve uranyumunu denetleme ayrıcalığını koruyabilen Fransa ise Sahilistan durumunda iyimser ihtimalle ikincil bir rol oynayabilecektir. (2) Çevrilen bütün bu dolapları kavrayan ve reddeden François Hollande’ın tavrı takdire değerdir. Fransa’nın müdahale kararının Cezayir ve de Paris’in “dostu” sınıflamasına girmeyen başka birkaç ülke tarafından anında kabul görmesine şaşmamak gerekir. Cezayir yönetimi bu
AvrupaGüN
| 11 Şubat 2013 | 7
konuda mükemmel bir bilinçlilik göstermiştir. Cezayir, Sahilistan projesinin yalnızca Mali’nin kuzeyini değil, Cezayir’in güneyini de hedeflediğinin farkındadır.(3) Biraz daha ileri gidecek olursak: Hadi vazgeçtik Suudi Arabistan ve Katar’dan ama ABD, Almanya, İngiltere gibi “Fransa müttefikleri”nin dahi gerçekte bu müdahaleye düşmanca baktıklarını söylersek hiç şaşırmayalım. Hepsi, kendilerini oldu bittiye getiren François Hollande’ın müdahale kararını dudaklarının ucuyla kabul etmiş gözüktüler. Gerçekte operasyonun çıkmaza girmesi, başarı-
Aynı zamanda “ordu” adına yaraşır Malili bir askeri gücün acilen oluşması gerekmektedir. Zira diğer Afrika ülkelerinin askeri müdahalesinin de kalıcı bir zafer için belirleyici öğe olmayacağını teslim etmek zorundayız. Mali ordusunun yeniden inşası pekala gerçekleştirilebilir. Modibo’nun Mali’si yetkin ve kendini ulusuna adamaya hazır bir orduyu kurmayı başarmıştı. O ordu, İslamcı AQMI (Müslüman Mağrib El Kaide Örgütü) saldırganları gibilerini püskürtmeye kadirdi. Musa Traore (1968-1991) diktatörlüğü, bu silahlı gücü sis-
sızlığa uğramasına sevineceklerdir. Böyle bir gelişme Sahilistan projesine yeniden bir geçerlilik, güç kazandıracaktır.
temli biçimde yok etti. Halefleri de yeniden yapılanma için hiçbir gayret göstermediler. Ama Mali halkı silahlı (ulusal) bir güce sahip olmanın bilincindedir ve şimdiki ortam böyle bir ordunun kurulması için elverişlidir. Engel, finansal durumdur. Mali’nin bugünkü olanakları binlerce askeri silah altına almaya, onları teçhiz etmeye yetişmez. Bu açığı kapatmaya ne Afrikalı devletler ne de zaten BM razı olur. Fransa zafere ulaşmanın tek yolunun bu orduyu kurmaktan geçtiğini anlamak zorundadır. Takılma veya yenilgi yalnızca Afrika halkları için değil Fransa için de bir felaket anlamına gelecektir. Zafer ise Fransa’nın, Avrupa’nın ötesinde uluslararası camiadaki yerini, ağırlığını pekiştirici önemli bir araç oluşturacaktır. CEDEAO’dan (Batı Afrika Devletleri Ekonomik Topluluğu) bir şeyler beklemek anlamsız-
3) Sahra savaşını kazanmak Ben aslında (Fransa’nın başlattığı) Sahra savaşının kazanılması, bölgedeki (özellikle de Mali ve Cezayir’de) İslamcıların kökünün kurutulması, Mali’nin sınırlarının ilk durumuna dönülmesini umut ve arzu edenlerdenim. Bu zafer Mali toplumu ve devletinin yeniden inşasının olmazsa olmaz önkoşulu olsa da, asıl hedefe varmanın yeterli koşulu değildir. Bu savaş uzun, masraflı ve zahmetli ve de sonucu belirsizdir. Zaferin kazanılması belli koşulların bir araya gelmesini zorunlu kılar. İş sadece Fransız askeri güçlerinin zafere ulaşılıncaya kadar yörede kalmasıyla bitmeyecektir. 8 | 11 Şubat 2013 |
AvrupaGüN
dır. Bu ülkelerin birçoğunun ordusunun adından öteye silahlı gücü yoktur. Nijerya gerçekten sayıca güçlü ve donanımlı olmakla beraber, en hafif deyişiyle, bir hayli disiplinsizdir. Yüksek rütbeli subaylarının çoğunluğu müdahale ettikleri yörelerde yağmacılıktan öteye pek kaygı taşımazlar. Senegal de uzman ve özellikle disiplinli bir askeri güce sahiptir, ama küçüktür ve ancak kendi ülkesi ölçeğinde hareket edebilir. Diğer Afrikalılardan Angola ve Güney Afrika etkili katkılarda bulunabilirler, fakat coğrafi uzaklıkları ve belki de değişik hassasiyetler nede-
diplomasisi bugün gerici siyasal İslam’ın kazandığı başarıların sorumluluğunu paylaşmaktadır. En azından ABD’nin açık seçik iradesi doğrultusunda, rahatça öngörülebilir tek sonucu Libya halkını Kaddafi’den (ki adam diktatörden ziyade bir soytarıydı) kurtarmak olan Libya serüveninde, Fransa (bu kuyrukçuluğun) parlak bir kanıtını vermiştir. Libya şu anda, Mali’deki AQMI güçlenmesinin de gösterdiği gibi savaş ağalarının manevra ve eylem sahasına dönüşmüştür. Zira gerici siyasal İslam ejderhası şu anda taze güçleri eşkıya ve çapulcular kadar “Allah
niyle durum pek ilgilerini çekmemektedir. Fransa kararlı, kesin, sonuna kadar kalıcı bir angajmana girdiği takdirde, Fransız diplomasisi NATO’lu ve Avrupalı müttefikleriyle arasına mesafe koyması gerektiğini idrak etmek zorundadır. Ancak henüz bu tavırdan uzak olunduğu gibi, François Hollande iktidarının şimdilik böyle bir cürete muktedir olduğunu gösteren bir belirti de yok.
Çılgınları” (Allah ve İslam aşkına şehadeti göze alanlar-Çev.) arasında da devşirmekte. Cihatın ötesinde, kendi kendilerini “iman”ın katıksız savunucuları ilan eden “cihat emirleri” uyuşturucu (Taliban ve AQMİ’ciler), silah (Libyalı savaş ağaları), kadın (Kosovalılar) ticaretinden servet kazanıyorlar. Fransız diplomasisi halen Suriye örneğinde de görülebileceği gibi bunları desteklemeye devam ediyor. Fransız medyası sözüm ona Suriye İnsan Hakları Gözetleme Merkezi’nin (!) verdiği bilgilere itibar ediyor. Halbuki bu merkezin Riyad El Maleh’in kurduğu, CIA ve İngiliz gizli servisleri tarafından desteklenen Müslüman Kardeşler ile ilişkileri, dünyanın malumudur. O zaman Ansar Eddin’nin (Mali’deki bir grup İslamcı-Çev.) söylediklerine de inanalım! Fransa sözüm ona Ulusal Devrim ve Muhalefet
4) Diplomatik savaşı kazanmak Mali’ye Fransız müdahalesinin onurlandırıcı hedefleriyle, Paris’in şu anda sürdürdüğü uluslararası diplomatik çizgi arasındaki çelişki kısa zamanda hoşgörülemez bir raddeye ulaşabilir. Fransa Timbuktu’da “İslamcılar”a karşı savaşırken, Halep’tekileri destekleyemez! NATO ve AB’nin kuyruğuna takılan Fransız
AvrupaGüN
| 11 Şubat 2013 | 9
Güçleri Koalisyonu’nun (UDMGK) açıklamalarını dikkate alıyormuş. UDMGK’nın başkanı da Washington ve Müslüman Kardeşler’in seçtiği, Şam’daki Duma yangını sorumlusu Şeyh Ahmet El Katip isimli adam! Şayet François Hollande, De Gaulle’ün yaptığı gibi (NATO’dan çekilip, Avrupa’da boş iskemle siyaseti uygularsa) masaları devirmeye cüret ederse, pek şaşırırım (ama açıkçası çok da sevinirim). Hollande’dan De Gaulle kadar ileri gitmesini beklemiyoruz. Ondan sadece diplomatik ilişkilerini Mali’deki eylemin devamı doğrultusuna yöneltmesini istiyoruz. Fransa şunu bilmelidir ki, “müttefikleri” arasındaki rakipleri, sayıca, “düşmanları”ndan daha fazladır. Unutulmamalı ki, aynı diplomatik alanda iki ayrı cephenin çatışması ilk kez rastlanan bir durum değildir 5) Mali’nin yeniden inşası Mali’nin yeniden inşası ancak Mali halkının kendi eseri olabilir. Ancak görünen o ki, Malililere yardım etmek bir yana, ülkenin yeniden inşasını olanaksız kılan engeller dayatılıyor. Önce bu engelleri ortadan kaldırmak gerekir. Mali’yi bölgedeki başka bazı ülkeler gibi “müşteri” bir devlet olarak görmek isteyen, halen “sömürgeci” Fransa hayalini sürdüren birtakım siyasetçiler mevcut olabilir. Ama bunlar ciddi bir tehlike veya ağırlık oluşturmazlar. Yeniden inşa edilmiş bir Mali kısa sürede (yeniden) bağımsızlığını pekiştirmeyi bilecektir. Fakat gerici siyasal İslamcıların talan edeceği bir Mali’nin bölgesel veya küresel planda onurlu bir konuma kavuşması çok uzun zaman gerektirecektir. Aynen bugün Somali’nin kaybettiği “egemen” sıfatına layık bir devlet olmaktan uzaklaşma riskiyle karşı karşıya kalacaktır. Mali, Modipo Keita döneminde iktisadi ve toplumsal alanda ciddi ilerlemeler kaydetmiş, toplumu oluşturan çeşitli etnik öğeler arasında birliği sağlamış ve bağımsızlığını kabul ettirmesini bilmiş bir ülkeydi. Sudan Birliği tek millet çatısı altında Güney’in Bambara’larını, Bozo balıkçılarını, Songhai köylülerini, Nijer’in Mopti Vadisi Ansongo yöresi Bella’larını (bugün Tuareglerin Mali’nin kuzeyindeki nüfusun çoğunluğunu oluşturmadığı gerçeğinin unutulduğunu hatırlatmak isterim) toplamış ve hatta Tuaregleri, köle olarak kullandıkları Bella’ları azat etmeye iknayı bile başarmıştı. Öte yandan olanak yetersizliği -ve de Modipo’nun düşüşünden sonra siyasi irade eksikliği- Bamako’da (başkent) iktidarı ele geçirenlerin Kuzey’i kurban etmelerine (gözden çıkarmalarına) neden olmuştu. Bu açıdan 10 | 11 Şubat 2013 | AvrupaGüN
bakıldığından Tuareglerin bazı hak talepleri son derece meşrudur. Cezayir yönetimi de bu noktada son derece bilinçli bir tavırla Tuareglerin (şu anda zayıf ve soyutlanmış durumdadırlar), yabancı Cihatçılardan (ki “Siyahilere” tamamen ırkçı gözüyle bakmaktadırlar-Samin Amin) ayrı tutulması gerektiğini savunmaktadır. Modipo’nun Mali’sinin (gücünün) gerçekleştirebildiklerinin sınırları, ama öncelikle Batılı güçlerin düşmanca yaklaşımları (özellikle de Fransa’nın tavrı) hem Modipo’nun projesinin sapmasını ve sonuçta Musa Traore’nin (Paris’in sonuna kadar desteklediği) iğrenç askeri darbesini (1968) kolaylaştıran etkenlerdir. Bu diktatörlük dönemi, Mali toplumunun çözülmesi, yoksullaşması ve iktidarsızlaşmasına neden olmuştur. Mali halkının güçlü başkaldırısı onbinlerce kayıp vermek pahasına diktatörlüğü yıkmış (1991), ülkenin yeniden doğuşuna dair büyük umutlar doğurmuştu. Bu umutlar düş kırıklığıyla sonuçlandı. Niçin? Mali halkı, Musa Traore’nin düşüşünden sonra hiçbir dönemde tanımadığı demokratik özgürlüklerden yararlandı. Bu dönem yine de pek işe yaramadı. Ortalığı plansız, programsız yüzlerce hayalet parti, iktidarsız milletvekilleri ve yolsuzluklarla çürümüş bir sistem sardı. Irkçı önyargılardan kurtulamayan bazı uzman ve analizciler bu halkın “demokrasi” için henüz yeterince olgunlaşmadığı (yani genelde bütün Afrikalılar için dendiği gibi) sonucuna vardılar. Mali halkının kazandığı zaferin “neoliberal” hücumların başlatıldığı zaman dilimiyle çakıştığını görmezlikten geldiler. Aynı dönemde zaten son derece zayıf düşmüş ülkeye Avrupa ve Fransa tarafından desteklenen Dünya Bankası’nın lumpen-kalkınmacı modelini zorla kabul ettirdiler. Bu model ülkenin toplumsal ve iktisadi gerilemesinin, aşırı yoksullaşmasının kaynağını oluşturdu. Halkın gözünde demokrasinin başarısızlığı, saygınlığını yitirmesinin asıl sorumlusu işte bu politikalardır. Bu karışıklık (ve kapanış) başka örneklerde de görülebileceği üzere (Körfez ülkelerince finanse edilen) gerici siyasal İslam’ın nüfuzuna elverişli bir ortam yarattı. Üstelik sadece sonraları tamamen AQMİ’nin denetimine girecek kuzeyde değil Bamako’da dahi etkili oldu. Cumhurbaşkanı Amani Tumani Toure’nin (Senegal’de sürgünde) azlini takip eden kriz, aslında Mali devletinin çöküşünün sonucudur. Aynı nedenle ülke Yüzbaşı Amadou Haya Sanago’nun düşüncesizce giriştiği askeri darbeden (22 Mart 2012) sonra, başkanlığını IMF ve Fransız Kooperasyon Bakanlığı memuru A.
Ouattara’nın üstlendiği CEDEAO örgütü tarafından Mali’ye “geçici atanan” bir devlet başkanının vesayetine girmiştir. Malililerin gözünde meşruiyeti sıfır olan bu başkan, Fransa’ya müdahale çağrısını yapmıştır. Paris’in dost bir ülkenin “meşru” (!) devlet başkanının çağrısına uyarak müdahale ettiği argümanının gücü başkanın konumu nedeniyle pek inandırıcı olmasa da, diplomatik planda kusursuzdur. Peki o zaman, en azından Malili meslektaşı kadar meşruiyete sahip Suriye Cumhurbaşkanı’nın İran veya Rusya’nın desteğini isteyen bir çağrısı niçin “kabul edilemez” olsun? Paris’e düşen, tavrını düzeltmek ve söylemini yeniden gözden geçirmektir. Mali’nin yeniden inşası bugün yaşanan sorunların kökünde yatan liberal “çözümlerin” öncelikle toptan reddinden geçmektedir. Oysa bu temel noktada Paris’in bakışı Washington, Londra ve Berlin ile uyumluluğunu sürdürmektedir. Fransa’nın “kalkınma yardımı” kavramı egemen liberal “ayin”lerin ötesine geçememektedir.(4) Bu kadar! Fransa, Sahra muharebesini kazansa da -ki benim de dileğim odur- Mali’nin yeniden inşasına katkıda bulunacak konumda değildir. Yenilgiyse, kesinlikle Fransa’nın sahte dostlarının rövanşı kazanmalarını sağlayacaktır. ■
Yazarın Notu: Makalenin uzamaması ve yalnızca Mali sorununa odaklanabilmesi bazı ek fakat temel sorunlara değinmedim. Örneğin yazıda “In Amenas saldırısı”nı (Cezayir’de kanlı sonuçlanan rehine alma olayı-Çev.) ele almadım. Cezayirliler (O dönemde Batılı güçler tarafından “demokrasi” (!) adına desteklenen) İslamcı devlet kurma niyetlisi FİS hareketine karşı savaşı büyük oranda kazandıklarını biliyorlar. Gerici ejderhaya karşı sürekli mücadeleyse iki alanda devam ediyor: Güvenlik ve İslamcı hareketlerin tabanda adam devşirmesini engellemenin tek yolu olarak toplumsal ilerleme. In Amenas olayında Cezayir’in Amerikalı ve İngiliz rehinelerin öldürülmesine rağmen askeri müdahalesi Washington ve Londra’nın Cezayir’in nasıl davranmakta kararlı olduğunu anlamaları açısından önemlidir: Katillerle pazarlık söz konusu olamaz. Maalesef şuna inanıyorum ki, bu terörist pürüz, uzun vadede ABD ve İngiltere’yi “ılımlı” siyasal İslam konusunda ikna etmeye yetmeyecektir.
NOTLAR: (1) Bu kısa giriş zorunlu biçimde gerici “Siyasal İslam”ın gerçekte ne olduğunu hatırlatmayı amaçlıyor. Söz konusu hareketlerin kapitalist/emperyalist güçler tarafından stratejik kullanımı zaman zaman yalpalayabilir. Cihatçı (terörist) serkeşlerin seferberliği (kullanımı) gerici siyasal İslam’ın kendi iktidarını kabul ettirebilmesi için elzem bir araçtır. Bu serkeşler tabii ki, her türlü suç ve caniliğe (yağmalama, adam kaçırma vs...) yatkındırlar. Üstüne üstlük “Allah Çılgınları” arasından seçilerek oluşturulan “ordular” (!) -doğaları gereği- öngörülmedik çok sayıda girişime muktedirlerdir. (Gerici Siyasal İslam) Hareket önderliği (Vahabi Körfez takımı) ve ABD “establishment”i (dolayısıyla Avrupalı boyunduruk altı müttefik hükümetler de) ortak tasarılarının hayata geçirilmesi aşamasındaki kullanılan aletlerini “denetleme” kapasitesi sınırlarının bilincine de vakıftırlar. Ama bu kaosu kabul etmek zorundadırlar. (2) Fransa ucuza kapattığı “yardım” siyasetiyle hem Nijer ve uranyumu üzerindeki denetimini sürdürmekte, hem de ülkede yoksulluk ve iktidarsızlığı kalıcılaştırmaktadır. (4) nolu nota bakınız. Sahilistan projesinin gerçekleşmesi durumunda Fransa’nın Nijer üzerindeki denetim nüfuzu tamamen silinecektir. (3) Fas’ın gözle görülür sessizliği Cezayir’in uyanıklığıyla tam bir zıtlık sergilemektedir. Fas Krallığı her daim ülkenin bir parçası (“Faslı” kentler!) olarak gördüğü Timbuktu ve Gao üzerinde sürekli patırtılı söylemlerle hak taleplerinde bulunmuştur. Rabat’ın bu şekilde geride kalışı açıklama bekleyen bir sorudur. (4) Yash Tandon “En finir avec la dépendance de l’aide” (Yardım Bağımlılığına Son Vermek) (CETİM-2009) başlıklı çalışmasında liberal küreselleşmenin yayılması sırasında “yardım”ın şartlı bir biçimde kullanılmasının bile bir “ilaç” değil, tam tersine bir zehir olduğunu göstermiştir. Bu eserin girişine yazdığım yazıda, ben de aynı doğrultuda Nijer örneğinden söz etmiştim. -------------------------(*) Tersi belirtilmediği sürece parantez içinde kullanılan tüm italik açıklamalar Samir Amin’e aittir. Metnin Fransızca orijinali aşağıdaki adresten okunabilir: http://www.m-pep.org/spip.php? article3184 Üçüncü Dünya Forumu siteleri: http://thirdworldforum.net http://forumtiersmonde.net http://samiramin.org
AvrupaGüN
| 11 Şubat 2013 | 11
Dünyamızın içinde bir yeni dünya kurmak
Yıldırım Denizli’nin şakası OSMAN ÇUTSAY
Yıldırım Denizli, son 10 yıl içinde ürettiği yapıtlarını, böyle bir başlık altında ve toplu olarak önceki yıl Ratingen’de sergilemişti. Denizli’nin çalışmaları, konvansiyonel algıyı zorlayan bir yol izliyor. Hızla dinselleşen, dolayısıyla da kararan dünyamızın algılanmasına bilgi ve bilimden hareketle müdahale eden, aydınlık bir sanatçı ile karşı karşıyayız. Yıldırım Denizli, son derece somut, bilinen, hatta kemik, tüy, tahta, plastik, metal, boya gibi "atık" malzemenin yardımıyla yaşadığımız dünyayı yorumluyor. Yaptığı ve önümüze koyduğu bu dünya aslında günlük yaşantımızın dışında değil, çünkü onu oluşturan şeyler. Bir başka deyişle, Yıldırım Denizli’nin bütün malzemesi, içinde yaşayıp gittiğimiz bu dünyanın par12 | 11 Şubat 2013 | AvrupaGüN
çalarından oluşuyor. Belli bir kategoriye sığdırmanın çok güç olduğu bütün bu yapıtlar, özellikle dünyayı “kafaya alan”, hatta sanatçının hem kendisiyle hem de çevresindeki insanlarla açıkça alay eden bir tutumun ürünüdür. Böyle “şakacı” bir tutum var, ama mistikleştirme, karartma asla yok. Rasyonel bir sahnedir kurulan. Yıldırım Denizli’nin sahnesinden söz ediyoruz. Sanatın önemli tuzaklarından birine düşmemeyi, çok rasyonel bir duruşla başarıyor Ratingenli sanatçımız. İlginç bir gözle ve en az onun kadar ilginç ve çalışkan ellerle, cin gibi bir zekayla karşı karşıyayız. 1972 yılında, o zamanki adıyla, İstanbul Tatbiki Güzel Sanatlar Akademisi’ni bitiren Yıldırım Denizli, çok genç bir
adam olarak kendini daha da geliştirmek üzere Federal Almanya’ya geldi. Burada, 1973-1978 yılları arasında "Staatliche Kunstakademie Düsseldorf / Freie Kunst-Bildhauerei" (Devlet Güzel Sanat Akademisi) bünyesinde özellikle heykeltıraşlık dalında bilgisini ve çalışmalarını derinleştirdi. 1978 yılından bu yana serbest sanatçı olarak Ratingen’de yaşıyor.
Yıldırım Denizli, 30 yılı aşkın bir süredir, tek başına olsun grup halinde olsun birçok sergide yapıtlarını sergiledi. Yalnız başına ilk sergisini 1988’de Essen’de açtı. Bunu sonraki yıllarda Soest, Bochum, Köln, Düsseldorf, Bergkamen, Duisburg ve özellikle de Ratingen Şehir Müzesi’ndeki sergiler izledi. Denizli, özellikle 2000’li yıllarda çok sayıda ortak sergiye katıldı. YapıtAvrupaGüN
| 11 Şubat 2013 | 13
larına özel koleksiyonerler dışında bazı kamu kurumlarının da talip olduğu, satın aldıkları biliniyor. İyi de, Yıldırım Denizli ne yapıyor? Kuşkusuz, görünmeyeni görünür kılıyor ve böylece, bilinmez sanılanların bilinebilir olduğunu gösteriyor. Bu, son derece insani bir tutumdur ve aslında hepimizde biraz vardır. Ama Denizli, eline geçirdiği her cins malzemeyle, dışımızdaki ama bizi de içeren dünyanın ortasında, bu dünyanın Denizli’nin tercümesinden geçmiş bir resmini vermeye çalışıyor. Biraz şaşırtıcı bir resim bu, kabul etmeliyiz. Zeki bir gözlemin ve dalga geçebilme duygusunun da etkisi hissediliyor. Yöntemler, malzemeler, izler iç içe geçmiştir. Ama aydınlanma düşüncesi, bir yanıyla insanın kendisine ve hemcinslerine şaşırması da değil miydi? Öyledir ve aslında, başta sözünü ettiğimiz son sergi kitapçığının altbaşlığından hareketle, ne demek istediğimizi daha rahat anlatabiliriz:
14 | 11 Şubat 2013 | AvrupaGüN
Johann Wolfgang von Goethe’ye ait “Man sieht nur das, was man weiβ” (İnsan sadece bildiği şeyi görür), böyle bir belirleme, Yıldırım Denizli’nin yaratı veya üretim sürecinde bilgi ve bilimsel bakışın dünyayla kurulan ilişkideki rolünü açığa çıkarması açısından önemli. Çünkü yapıtları kadar, bu saptama da Yıldırım Denizli’nin rasyonel olanın temel edinilmesine biçtiği önemin altını çiziyor. Rasyonel veya daha bir Türkçesiyle “akılcı” olanın böyle vurgulanması, sanatçının kendisini nerede gördüğüyle yakından ilgili. Aslında Denizli, sadece yanıtlarıyla değil, tartışmaya açtığı konularla da aydınlanma düşüncesinin izinde ve onun bir ürünü olduğunun altını çizmiş sayılmalıdır: Sanat, mistik bir anlaşılmazlık veya sisli bir rüya değil, son derece somut bir insani ilişkidir sanatçımıza göre. O halde, dışımızdaki dünyayı anlamak istiyorsak, onun bilgisinden kaçmamayı da öğrenmemiz gerekiyor. Sanat ile bilgi arasındaki akrabalığa bu eşine pek sık rastlanmayan vurgu, bugün
ÜBER 50 PARTY
AvrupaGüN
| 11 Şubat 2013 | 15
hızla dinselleştirilen bir dünyada tuhaf karşılanabilir. Ama Denizli, tam da bu tuhaflığı tuhaf buluyor ve şakacı bakışında, yapıtlarında, bu şaşkınlığın payını da saptayabiliyoruz. Dolayısıyla yine sergi kitapçığına çok ilginç bir giriş kaleme alan gazeteci-yazar Ulli Tückmantel’in de belirttiği gibi, Goethe’nin 1798’de yazdığı ve bizim biraz ferah bir çeviriyle “İnsan bir şeyi bilirse, onu görmeye başlar” diye çevirebileceğimiz saptamasından hareketle, sanat yapıyor. Aydınlanma düşüncesinin bu büyük ismi, 1819’da, bir mektubunda “Sadece önceden bilinen ve anlaşılan bir şey, görülebilir” diye de yazmıştı. Tückmantel, buna da dikkat çekiyor. Bilmek ve görmek, birbirinden ayrılmaz iki müdahale demek ki. Avrupa düşüncesinin bu büyük isminin yaklaşık 200 yıl önceki vurguları, bugün nerelerde 16 | 11 Şubat 2013 | AvrupaGüN
takılıp kaldığımızı acıyla görmemize yol açıyor. Hızla bir yeni ortaçağa itiliyoruz. Bilginin aşağılandığı, eşitliğin yok sayıldığı, aptalca bulunduğu bir yeni “kahır dönemi” sanki. Dünya kötülemiş ve sislenmiştir; durum hiç de iç açıcı sayılamaz. Yıldırım Denizli, biraz da önümüzde açılan bu karanlık uçuruma dikkat çekmek için çaba harcıyor olmalıdır. “Yaşayan bir varlığın dış yüzeyine bakış, izleyiciyi şaşırtır” diye uyaran Goethe’nin, bu uyarının hemen ardından “İnsan ne biliyorsa, onu görmeye başlar” vurgusu, rasyonel ve bilinebilir olana bu yakınlık, aradan bu kadar yüzyıl geçtikten sonra da, Türkiye’nin Erzurum ilinde doğup büyümüş ve İstanbul’da üniversiteyi bitirmiş, sonra da Almanya’da kariyer yapmış bir aydını anlatıyor.
Ratingen’de ilginç ve bilgilendirici sorularla yüklü bir sanatçı, aralıksız ürettiği işlerinde, durumumuzun hiç de iç açıcı olmadığının altını çiziyor. Tamam. Ama bu çıkmazda takılıp kalmayacağımızın da ipuçlarını veriyor. Dünya bilinebilir ve sanat, bu bilgi işlemlerinin bir hizmetkarıdır. Biz buradan, sanatın bir türev olduğu sonucunu da çıkarabiliriz. Yıldırım Denizli, sanatın bilgiyle aydınlanmış ve aydınlatan bir uğraş olduğunu yapıtlarıyla kanıtlıyor. Belki de çok başka bir şeydir. Ama Yıldırım Denizli, 20 yılı aşkın bir süredir ürettikleriyle, bize böyle saptamalarda bulunma hakkı da tanıyor. Sanat bilinebilir bir şeydir, dünya bilinebilir bir şeydir ve bilgi, her insanın biraz çaba göstermesi halinde üzerinde taşıyabileceği bir ışıktır. Yıldırım Denizli’nin dünyası bilinebilir bir dünya, son derece somut ve o yüzden de çok şaşırtıcı. ■ YILDIRIM DENiZLi
AvrupaGüN
| 11 Şubat 2013 | 17
Feyzioğlu’na göre, masal insanlığın ortak hazinesi ve bir barış çimentosu
Türklerin masal dedesi GÜRSEL KÖKSAL
Masal araştırmacısı Yücel Feyzioğlu, Avrupa’da da “kendine güvenen, geleceği gören, aydınlığa yürüyen dinamik kuşaklar yetiştirmek için” Türk masallarına öncelik vermek gerektiğini savunuyor. Türkçenin ilk sözlüğünü yazan Kaşgarlı Mahmut’tan bin yıl sonra Türk dünyasının masallarını derleyip toparlayan Feyzioğlu, bunların yaygınlaşarak okunmasıyla Türk dünyası içindeki anlaşmazlıkların da azalacağını söylüyor.
18 | 11 Şubat 2013 | AvrupaGüN
Almanya bugünlerde “Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler”in, “Kırmızı Başlıklı Kız”ın, “Kurbağa Prens”in ve sadece Almanların değil, tüm dünyanın yakından tanıdığı masal kahramanlarının “öykü”lerini derleyip kitaplaştıran Grimm Kardeşler’i kutluyor. Wilhelm ve Jacob Grimm kardeşler, derledikleri masalları 200 yıl önce kitap halinde yayınlamaya başlamışlardı. Zaman içinde bu masallar diğer dillere çevrildi. Ezop Masalları gibi, 1001 Gece Masalları, Anderson Masalları gibi tüm insanlığın ortak malı oldular. Türklerin de masalları var. Bunlar Türklerin dünyasının bile henüz ortak malı değiller. Ancak uzun yıllardır Almanya’da yaşayan araştırmacı eğitimci-yazar Yücel Feyzioğlu, Kosova’dan Yakutistan’a, Kerkük’ten Türkmenistan’a, Asya ve Avrupa’da Türkçe konuşulan ülke ve yurtları içine alan coğrafyanın masallarını derliyor, tasnif ediyor ve Türkiye Türkçesi’ne çevirip, “çağdaş psikolojinin ihtiyaçlarını dikkate alarak” yeniden yazıyor. Yücel Feyzioğlu, 1975 yılından bu yana yürüttüğü çalışmaları sonucu, iki binin üstünde
masal derledi. Bunlardan yaklaşık 700’ünü yeniden çalıştı. Sonuçta 22 ciltlik seri halinde yayınlanan Türk Dünyası Masalları Dizisi’ni çıkardı. Ayrıca Anadolu ve Mezopotamya’dan Sümer, Türk, Kürt, Süryani masal ve öykülerini içeren 8 kitap daha hazırladı. Batı dünyasının büyük masalcıları Grimm Kardeşler’in derleyip, toparladıkları masalların sayısının 270’in, Hans Christian Andersen’in toparladığı masalların sayısının da 160’ın altında olduğu hatırlanırsa, Feyzioğlu’nun yıllardır sürdürdüğü çalışmaların ürünlerinin muazzam hacmi daha bir anlaşılır oluyor. Çağımızın masal dedesi Yücel Feyzioğlu, çok özenli bir Türkçeyle bizlere kazandırdığı eserleri ve çalışmaları nedeniyle son zamanlarda Türkiye’de sıkça ödüllendiriliyor. Ancak, yine de onun çalışmalarının hak ettiği genişliklik ve derinlikte bilindiği söylenemez. Çocukların ve hepimizin dünyasına Türk yurtlarından birçok masal kahramanını, öyküleriyle taşıyan Feyzioğlu, Peter Pan, Pinokyo, Çizmeli Kedi, Bremen Mızıkacıları, Kırmızı Başlıklı Kız, Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler, Harry Potter gibi bütün Batı masal kahramanlarına, bunların içinde yer aldıkları masallara karşı değil. “Başka kültürlere köprü kurmak için” bu masalların da çocuklar tarafından okunması gerektiğini savunuyor. Ama “kendine güvenen, geleceği gören, aydınlığa yürüyen dinamik kuşaklar yetiştirmek için” Türk masallarına öncelik vermek gerektiğini savunuyor. Türkçenin ilk sözlüğünü yazan Kaşgarlı
Mahmut’dan bin yıl sonra Türk dünyasının masallarını derleyip, toparlayan Feyzioğlu, bunların yaygınlaşarak okunmasıyla Türk dünyası içindeki anlaşmazlıkların da azalacağını savunuyor. Yücel Feyzioğlu, 1970’li yılların Türkiye’sinde siyasal ve sosyal çalışmaları nedeniyle başı derde girdiği, yazdığı kitap nedeniyle yargılanıp cezalandırıldığı için memleketini terk etmiş ve Federal Almanya’ya yerleşmişti. 40 yıla yakın bir süredir ürettikleriyle, Türk dünyasının bir ortak dilinin, bir ortak belleğinin oluşumu ve gelişimi için üniversitelerden, gelmiş geçmiş tüm kültür bakanlarından daha çok çalıştı. Feyzioğlu, konuyla ilgilenen herkesi heyecanlandıran çalışmalarıyla ilgili sorularımızı yanıtladı.
Yedi Uyuyanlar sendromu - “Grimm Masalları”, Wilhelm ve Jacob Grimm'in ilk kitaplarının 200’üncü yılı vesilesiyle tüm Almanya’da gündeminde. Siz 30 yılı aşkın bir süredir çok daha geniş bir coğrafyayı kapsayan Türk dünyasında, çok daha fazla masalı topladınız, bir araya getirip ciltler halinde yayınladınız. Halen de yayınlıyorsunuz. Size bir yılda 3 ödül verilmesi bu konuya Türkiye’de ilgi olduğunu gösteriyor. Ama sanki medyanın ilgisi çok az. Sizin gözlemleriniz nedir? Gerçekten öyleyse, neden?
YÜCEL FEYZİOĞLU - En iyisi bir efsaneyle AvrupaGüN
| 11 Şubat 2013 | 19
anlatayım. Hristiyanlığın ilk yayıldığı dönemi anlatan Anadolu’da “Yedi Uyuyanlar Efsanesi” vardır. İslam inancında da anlatılır. Efes’te yedi kişi Hıristiyan olmuştur. Roma imparatoru Decius yeni dine inananlar üzerinde şiddetli bir baskı uygular. Bu yedi kişi de Decius’un zulmünden kaçıp Panayır Dağı'ndaki mağaraya sığınırlar. Bir de köpekleri vardır. Adı Kitmir’dir. Tanrı, köpeğe konuşma yeteneği verir. Kitmir dile gelir: “Korkmayın, siz uyurken ben bekçilik yaparım.” Bunun üzerine hep birlikte mağaraya girer, yıllar süren derin bir uykuya dalarlar. Öyle uzun bir uyku ki, Hıristiyanlık Anadolu’da yayıldıktan sonra Tanrı onları uyandırır. Acıkmışlardır. İçlerinden Yemliha adında olan ekmek almak için Efes’e gider. Giysiler, inançlar değişmiştir. Bir günde her şeyin bu kadar çabuk değiştiğine inanamaz. Üzerinde İmparator Decius'un resmi bulunan gümüş parayı fırıncıya verir. Fırıncı şaşırır: “Bu para 309 yıl önceye aittir, tedavülden kalktı” der. Yemliha şaşkın biçimde mağaraya döner, durumu arkadaşlarına anlatır, yeni dünyaya uyum sağlayamayacaklarına anlayarak mağaranın ağzını kapatır, hiç uyanmamak üzere yeniden uykuya dalarlar. Türk basınının büyük bir bölümünü, bu efsanede uykuya dalanlara benzetiyorum. Hayat başka biçimde akıyor, onlar kafalarında akanı yayınlıyorlar. Anadolu Ajansı benimle büyük bir söyleşi yaptı, dünyadaki bütün abonelerine gönderdi. Bazı büyük gazeteler bunu yayınladı, ancak medyamızın geneli bu olayın üstünde durmadı. Köşe yazarları, eleştirmenler yazmadı. Oysa bazı valilikler bu kitapları 30’ar bin alıp 20 | 11 Şubat 2013 | AvrupaGüN
okullara yaydılar. Trabzon Valisi Nuri Okutan, “Bunlar çok önemli, çocuklarımıza kimlik ve kişilik kazandıracak binlerce yıllık hazinemiz” dedi, iki bakan ile beni davet etti. Bir basın ordusu bakanlarla birlikte geldi. Yüzlerce çocuğun katıldığı büyük bir toplantı yapıldı. Gazeteciler itiş kakış bakanları görüntülemeye çalışıyordu. Sayın Vali, “Yahu aramıza gel” dedi. “Ben o kareye girmem” dedim. Bakanların omuzuna binsem gene benim adım geçmeyeceğini anlamıştım. Bakanlar kitapları çocuklara dağıttılar, biterken Sayın Bakan Faruk Nafiz Özak yanıma geldi. Çok kibarca, “Hükümetlerin bile yapamayacağı büyük bir işi başarmışsınız, sizi kutlarım. Bu çalışmayı bakanlar kurulunda da dile getireceğim, ama meslektaşlarınız bu olayın önemini kavrayamadı” dedi. Ve ertesi gün gerçekten de bütün basında “Bakanlar Trabzon’da çocuklara kitap dağıttı ve arkasından şu şu işletmenin açılışını yaptılar, açılışta şöyle şöyle dediler” gibi haberler yayınlandı. Alman gazeteler böyle mi? Abonesi olduğum Westdeutsche Allgemeine Zeitung’un bir ay boyunca edebiyata ve sanata ayırdığı haber ve yorumların çetelesini tuttum. Her gün kültür sayfaları dolu dolu yayınlandı, bir ayda 11 kez bir edebiyat ya da sanat haberi ilk sayfadan ya birinci ya da ikinci manşet olarak verildi. Yıllardan beri bu böyle. Bu nedenledir ki Almanya’da hergün 660 bin okur kent kitaplıklarına koşuyor, 10 milyon 820 bin kayıtlı okur listeleri var, yılda 466 milyon kitap, dergi, CD, DVD ödünç veriliyor. Kitap sa-
tışları yüksek. Bu ölçüde de buluşlar yapılıyor. Bizim gazeteciler ise kültürel haberlere değil, güncel politik haberlere ilgi gösteriyorlar. Hele çatışmalı bir ortam varsa çok daha hoşlarına gidiyor. Oysa çocuğumuzu binlerce yıllık bu kültürle buluşturmadan o politikanın da asla olgunlaşmayacağını düşünmüyorlar mı, merak ediyorum. Yedi Uyuyanlar Efsanesi’nde olduğu gibi, uyandıklarında dünyanın çok değiştiğini, bu kitapların her yana yayıldığını görecek ve geri mağaralarına dönecekler diye korkuyorum. - Karamsar mısınız?
YÜCEL FEYZİOĞLU - Karamsar değilim. Bakın masallar beni karamsarlıktan nasıl kurtarıyor. Makedonya Türkleri arasında anlatılan bir masalımız var: “Göçe Katılmayan Ördek”. Sonbahar gelince bütün yabani ördekler sıcak ülkelere göçe hazırlanırken yeni yetme ördek itiraz eder: “Ben burada doğdum, burayı terk etmem” der. İkna edip onu götüremezler, kuşak çatışmasını da anlatan güzel bir masaldır. Kış gelince üşümeye başlar, nereye sığınsa ısınma olanağı yok. Kar yağınca kanatları donar ve havalanıp gitmek ister, ama bir ırmak kıyısına düşer. Bir çiftçi, köpeği ile hayvanlarını sulamaya getirmiştir. İneklerden biri kocaman dışkısını yapar, sıcak dışkı ördeğin üstüne düşer. O anda ördeğin kanatları yumuşar, buzu çözülür ve canlanır, kıpırdar. Bu kıpırtıyı fark eden köpek onu dışkının içinden çıkarıp yemek ister. Fakat ördek tehlikeyi fark edip uçup gider. Böylece önemli bir deney de kazanmış olur. Bu masal, “üstüne her kaka yapan düşman değildir, seni boktan çıkaran herkes dost değildir” duygusunu insanlara ne güzel verir. Güzelin içinde çirkini değil, çirkinin içinde güzeli keşfetmeyi insan öğrenir. Böylece karamsarlıktan kurtulur, kendisine mutluluğun kapısı aralanmış olur. Teşbihte hata olmaz, beni sarmalayan sıcak bir ortam var, karamsar niye olayım? Bu sıcak ortamı bir ölçüde Almanya’da buldum. Gittiğim her kentte gazeteler o günün haberi olarak kültür sayfalarının başına beni taşıdılar. “Keloğlan ile Kartal Abi” dizisi 1980 yılından beri güncel kaldı, okullara, kütüphanelere girdi. Çocukların severek okuduğu kitaplar oldu. “Sihirli Limon” ise çok işlev gördü, Kuzey Ren Vestfalya Eyaleti Eğitim Bakanlığı’nın “Çocukların kafasında fantastik dünya açan 20 kitap” listesine seçildi, bakan kitapları basına benimle tanıttı ve masal etkinlikleri için -on yazar arasında adımı anarak- okullara davet edilmemi istedi, yüzlerce okula davet edildim. Bunlar da Türk basınında yer almadı.
AvrupaGüN
| 11 Şubat 2013 | 21
- Yıllardır Balkanlar'dan Orta Asya'ya çok geniş bir coğrafyadan masalları topluyorsunuz? Günümüzde akademik kurumların yürütmesi gereken bir çalışma bu. Neden bunca yorgunluk? Değiyor mu?
YÜCEL FEYZİOĞLU - Bu çalışmanın birkaç nedeni var. Birincisi, ben Almanya’ya ilk kitabımdan ötürü ceza alarak geldim. Ve büyük bir boşluğa düştüm. Dili yabancı, mantalitesi, adeti, geleneği, göreneği, davranış biçimi ve her şeyiyle bana yabancı bir toplum. Türkler de öyle. Kağnısıyla adam tarlaya giderken, saatte bin km hız yapan uçakla bu ülkeye getirilmiş. Onun da psikolojisi hızla değişime uğramış. Tanımadığınız insanı nasıl yazarsınız? Yazmasam mutsuz olacaktım. O nedenle fantastik öğeleri zengin olan masala sığındım. İkinci nedeni ise birçok söyleşide tekrarladım, yine vurgulayayım. İlk Almanca kursunda tarihi bir gerçeği öğrendim: Grimm Kardeşlerin önemli bir amaçları var. Ülke beyliklere bölünmüş, parça bölük. Hiçbir bey ötekiyle anlaşamıyor, çatışmalı bir ortam. Ülke güçsüz düşmüş, bundan yararlanan Napolyon 1800 yılında ülkeyi işgal etmiş. Grimm Kardeşler gelecekte böyle bir felaket yaşanmasın diye çocukları aynı duyguda, aynı kültürde yetiştirebilmek için masalları derlemiş, 1812 yılında yayınlamışlar. O masallarla büyüyen çocuklar 1848’de Almanya’nın ilk ortak meclisini Frankfurt’ta toplayabilmişler. Almanya’nın birliğine giden ilk hareket budur. Temelinde masallar var. İki Almanya’nın kansız kavgasız birleşmesinin temelini hazırlayan yine bu masallar. Çünkü iki taraf da çocukları aynı masallarla büyüttüler. Ve hatta İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra dünya Al22 | 11 Şubat 2013 | AvrupaGüN
manya’yla ilişkisini kesmişken, Almanlar akıllı bir iş yaparak Grimm Kardeş masallarını bütün dünya dillerine çevirtmiş, yayınlamışlar; sonuç beklediklerinden daha muhteşem. Bu hikâyeyi öğrenince kafamda bir ışık parladı. “Ben politika yapamam, ama bu iş bana göre: Binlerce yıllık masal geleneğimizi yeniden canlandırmak. Hepimizin ortak kültürü, hepimizi birbirine bağlayan bu. Hiç olmasa bu çatışmalı ortamın yumuşamasına ve Türk yurtlarının yakınlaşmasına bir katkı sunabilirim.” Üçüncüsü, Alman eğitim sistemini bilmediğim için öğretmenliğe başladığımda çocukların dikkatini en iyi şekilde masalla toplayacağımı düşündüm. İşimi kolaylaştırdı, başarılı da oldu. Dördüncüsü de, çocukluk aşkım, Rus asıllı bir Malakan kızı Sonja’ydı, onlar Rusya’ya göçmüşlerdi. Sonja’yı bulmak için Mecnun gibi yollara düştüm, ama bambaşka bir hazineyle döndüm. Bu yorgunluğa değdi mi, sorusuna gelince: Onlarca yıl bir amacın peşinde koşmak gerçekten çok heyecan verici oldu. Kitapların yayınlandığı birkaç yıldan beri de toplumumuzun her inançtan, her politik kesimden olanları bu çalışmayı ve sahibini bağrına bastı. Ödüller verdi, şehzadeler gibi ağırlamaya başladı. Düşünün sadece 15 Mart-30 Nisan 2013 tarihleri arasında 28 masal etkinliği, imza günü, 6 kentte de öğretmenlere, üniversitelerde öğrenci ve öğretim üyelerine “Kardeş masalların tarihçesi ve psikolojik işlevleri” başlıklı sunumum olacak. Bir yığın okul ve üniversite de sırada.
Çocuk ve aile edebiyatı klasiklerimiz - Şimdiye kadar topladığınız ve yayınladığınız masalların hacmi konusunda istatistiki bilgi alabilir miyiz? Örneğin bunların sayısını Grimm Masalları, Andersen Masalları gibi kolleksiyonlarla karşılaştırdığımızda nasıl bir tablo çıkıyor?
YÜCEL FEYZİOĞLU - Türk Dünyası Masallar dizisi, üç bin yılda geliştirdiğimiz “Çocuk ve Aile Edebiyatı” klasikleridir. Orta Asya’da sevilen Şaman Dede’den, Şirince Şeşen’den, M.Ö. 1750 yıllarında tabletlere yazılmış Adapa’ya kadar geniş bir yelpazeyi kapsamaktadır. İki binin üzerinde masal derledim, derlenmişleri topladım. En tanınmışları seçtim, toplam 683 masal üstünde yeniden çalıştım. Bütün dünya çocuklarına sunulmuş olan Grimm Kardeş masalları 268, Andersen’in ise 156 masalı var. Yanlış anlaşılmasın, buradan bir övünç payı çıkarmıyorum. Bizim coğrafya çok büyük ve anlatılan masalların kapsamı inanılmaz derecede geniş. Ve ben her Türk topluluğundan masal
derlediğim halde daha yüzde birine bile ulaşmış değilim. Konu çeşnisi o kadar zengin ki, atalarımız aile içi tacizleri bile Orta Asya’dan Kosova’ya kadar konu etmiş, çocuğuna çıkış yolu göstermiş. Bu konuda Kosova’dan Prof. Nimetullah Hafız, Kafkasya’dan Prof. Valeh Hacılar’ın derlemeleri arasında bulduğum masallar dünyaya örnek olacak masallar. Özetle birini anlatmak isterim: Bir Han’ın çok sevdiği karısı ölür, ergenlik çağında bir kızı vardır. Annesine çok benzer. Han, kızına der ki: “Kızım sen annene çok benziyorsun, annenin yerini sen alabilirsin.” Kız vurulmuşa döner, bir süre vermesini ister. Kafasında kurtuluş yolu kurgular, babasına yapması için koşullar ileri sürerek zaman kazanır, uzaktan uzağa sevdiği bir genç vardır. Onunla iletişim kurmanın yollarını arar. Fakat bulamaz, artık sona yaklaşmış, Han düğün hazırlığına başlamıştır. Son anda bir ışık belirir, kız pencereyi açar, Türk kültüründeki uçan at Tulpar uçarak pencerenin altına yaklaşıp kızı kanatlarının arasına alıp sevgilisine götürür. Gördüğünüz gibi hepsi ayrı ayrı işlevlerle yüklü 24 kitap yayınladım. Ayrıca elimde 27 bin sayfa destan ve efsane var. Hepsi senaryo, opera, bale, tiyatro, roman olacak nitelikte. Aydınlarımızın, Batı’nın felsefeyle aydınlanmasına bakarak “ah vah!” etmesine gerek yok. Benim toplumum aydınlanmasını şiirle, masalla, destanla yaratmış. Eğer aydınlar Batı aydınlanmacılığını aktarma yerine bu binlerce yıllık kültür mirasından yararlanabilseydi, ülkemiz çok daha başarılı bir sonuca ulaşılmış olurdu. - Bu çalışmalara nasıl başladınız, bunun için hangi ülkelerde bulundunuz?
YÜCEL FEYZİOĞLU - 1975 yılında Anadolu masallarını yakınlarımdan derleyerek başladım, 1982 yılında da Sovyetler Birliği’ne gittim. Türk topluluklarının büyük kesimi orada, Çin ve Doğu Avrupa ülkelerinde. Altaylar, Anadolu, Azerbaycan, Gagavuz Yeri,Tataristan, Dağıstan, Kazakistan, Kırgızistan, Kosova, Özbekistan, Yakutistan, Türkmenistan, Uygurlar, Çuvaşistan, Kıpçak, Hakas, Tuva, Kerkük-İran Türkmenleri, Başkurdistan, Makedonya, Nogay, Karay ve Kumuklardan halk hikâyeleri ve masallar. Kimisine gittim, gidemediklerimin masallarını gelişmiş Türkoloji merkezlerinde buldum: Moskova ve Mainz gibi... Son 50 yılda da Batı Avrupa içlerine kadar yayılan Türkler, yayılırken de kendi kültürlerini götürdüler. Ben de bunu gözleyen ve ilk keşfedenlerden biri oldum. “Keloğlan ile Kartal Abi” bu göçün macerasıdır: Keloğlan anası ile bir
Kardeş masalları kitaplaştırıyor Yücel Feyzioğlu’nun Türk dünyasından derlediği masalları içeren kitaplarından bir demet: (Anadolu’dan Masallar) Hıdrellez Geldi Keloğlan İle Asamat Köprüsü (Anadolu’dan Masallar) Doğrubay ile Eğribay (Kıpçak – Özbek – Terekeme Masalları) Öksüz Oğul (Hakas – Tuva – Yakutistan Masalları) Bir Karış Boy – İki Karış Sakal (Kerkük – İran –Türkmenistan Masalları) Şirince Şeşen (Kazakistan – Kırgızistan Masalları) Dillidüdük ile Altınses (Başkurdistan Masalları) Yarım Horoz Kardeş (Balkanlardan Masallar) Şah Abbas ile Şah Banu (Nogay – Karay – Kumuk Masalları) İristu ile Akdoğan (Altay’dan Masallar) Dimitraş ile Pıtıraş (Gagavuz Yeri’nden Masallar) Pürus Batur ile Aksıla (Tataristan’dan Masallar) Yanık ile Dilek Boncuğu (Azarbeycan’dan Masallar) Cadı ile Çilbik (Dağıştan’dan Masallar) Aldar Köse (Kazakistan’dan Masal ve Öyküler) Er Tapıldı (Kırgızistan’dan Masallar) Açıl Kabağım Açıl (Kosova’dan Masallar) Murkumono ile Çomotay (Özbekistan’dan Masallar) Yartı Kulak (Türkmenistan’dan Masallar) Serçe Koyun Avlarken (Uygurlardan Masallar) Alp ile Asamat Köprüsü (Çuvaş Masalları) Fevzioğlu’nun Anadolu ve Mezopotamya’dan Sümer, Kürt, Türk, Süryani masal ve öykülerini içeren, yayına hazır 8 kitabı daha var: Lokman Hekim ile Çırağı (Anadolu Masalları) Sultan Süleyman Mührü (Anadolu Masalları) Sihirli Limon (Anadolu Masalları) Ayıkulak (Anadolu - Azerbaycan Masalları) Herşey Oyunla Başladı (Mezopotamya Masal ve Öyküleri) Mirza Memed ile Ejderha (Mezopotamya Masalları) Adapa (Mezopotamya Masalları) Selahaddin Eyyubi ile Akıllı Kız (Mezopotamya Masal ve Öyküler)
AvrupaGüN
| 11 Şubat 2013 | 23
köyde yaşar, yıllardır çok uzaklara göçen babasını özler. Eşeği ile oralara ulaşamayacak, o da eşeği köyde bırakıp Kartal Abi ile yola çıkar. Teknolojik gelişmeyi ne kadar güzel simgelemiyor mu? Babasını bulacak mı, başından neler neler geçecek, maceralı yolculuk başlamıştır... - Türk dünyası masallarında ortak özellikler gözleyebildiniz mi?
YÜCEL FEYZİOĞLU - Hem de çok. Özbeklerde Kırgızlarda ve Türkmenlerdeki Dazoğlan, Azerbaycan ve Dağıstan’daki Keçeloğlan ile Cırttan ve Çilbik, Başkurdistan’dan Emanet, Hakas’taki Öksüzoğul, Türkiye’den Balkanlara kadar yayılmış Keloğlan aynı ve benzer karakterler. Ayrıca Cüce karakterleri var. Altaylarda İristu var. Nefis bir masal figürüdür. Türkmenlerde iki tane önemli cüce karakteri var. Biri, Bir karış boy iki karış sakal, diğeri Yartı Kulak. Gagavuzlarda Cüce Todur, Dimitraş ile Pıtıraş, Çuvaşlarda Dirsek boylu Hivetke (ki ötekilerden farklı yanı çok olumsuz bir cüce oluşudur) Karay
ve Karaçaylarda Kalıcı... Her Türk topluluğunda olumsuz karakteri simgeleyen dev, olumluyu simgeleyen Şirince Şeşen, Aksakal, Derviş, Ermiş, Şaman Dede, Bahşi, ve Melleler var... Her ülkede Han, Hakan, Kağan, Padişah, Vezir, Kizir, Hanım Sultan, Şehzade karakterleri var. Kimi olumlu, kimi olumsuz işlev görür. Ama hepsinin geçmişe kapı aralama işlevi var: “Bir varmış, bir yokmuş, eskiden bir padişah ya da kağan varmış” der demez çocuğu geçmişe götürüp tarihin içinden bakmayı masalla öğretirsiniz. Yarattığı merak öğeleriyle dinlemeyi, algılamayı, anlamayı, sonra da anlatmayı öğrenir. Kendine ait olan kültürel bir kimlik kazanır. Var olan ortak kültürü güçlendirmiş olursunuz. Ama bunları atıp “bir varmış, bir yokmuş bir Kral, ya da bir Prenses ya da bir Çar varmış” dediğinizde başka kültüre kapı aralarsınız. Bu da gereklidir, ama yüzde 83 oranında değil. Ne yazık ki Türkiye’de böyle. Kamuoyu oluşturan kaç kişi bu işin bilincinde? Uzattım değil mi?
Öğretmenlikten yazarlığa Yücel FeYzioğlu, 1946’da Kars’ta doğdu. Öğretmen Okulu’nda okudu, öğretmen oldu. Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS) kurucuları arasında yer aldı, ilk kitapları Türkiye’de yayınlandı. 1972’de TÖS kuruculuğu ve kitaplarından dolayı soruşturmaya uğrayıp ceza alınca Almanya’ya gitti. Goethe Enstitüsü’nde dil eğitimi gördü, “Andersson Yazarlık Akademisi”ni bitirdi, öğretmenlik yaptı. 1985’ten beri serbest yazar olarak çalışıyor. Masal, öykü, roman ve ders kitapları yazdı. Öykü ve oyunları Almanya ve Hollanda’da radyolarda yayınlandı.Yazdığı yeni “Keloğlan” masal dizisi çeşitli dillere çevrildi. 1982 yılından itibaren sık sık Sovyetler Birliği’ne giderek dili Türkçe olan halkların masallarını derledi, çağdaş psikolojinin gereklerini dikkate olarak yeniden yazdı. 1979 yılından beri çalışmaları birçok kez ödüllendirildi. Örneğin 2001 yılında Türkiye’den Almanya’ya işgücü göçünün 40. Yılı nedeniyle açılan yarışmada “Anadili Gerekli midir?” adlı
24 | 11 Şubat 2013 | AvrupaGüN
denemesiyle “Cumhuriyet Gazetesi” birincilik ödülünü aldı. 2002 yılında “Sihirli Limon” adlı masal kitabı Almanya Eğitim ve Bilim Bakanlığı’nın 20 kitaplık listesine seçilerek, bütün çocuklara ve ailelere tavsiye edildi. Türkçe konuşulan ülkelerin, yurtların masalları üzerine çalışmaları da ödüllendirildi. Son olarak geçen yıl “Halk Kültürü Araştırmaları Kurumu”nun “Türk Halk Kültürüne Hizmet Ödülü”nü alanlar arasında yer aldı. 3 çocuk babası olan Feyzioğlu, 30 yılı aşkın bir süredir Almanya’nın Herten kentinde yaşıyor. Almanya’da sık sık okullardaki okuma programlarıyla çocuklarla bir araya geliyor. Türkiye ve Almanya’daki yoğun programından kalan zamanlarda da masallar üzerine çalışmalarına devam ediyor. Feyzioğlu’nun derleyip, yeniden yazıp kitaplaştırdığı masallar, ileride resimli roman, film gibi farklı formatlarda yeniden karşımıza çıkabilir. Bu konuda çalışmalar sürüyor.
Yeniden soruya dönersek, bir de her Türk topluluğunun yarattığı kendine has masal karakterleri var. Türkiye ve Azerbaycan’da Ayıkulak, Kırgızlarda Er Tapıldı, Çuvaşlarda Alp’ler, Kazaklarda Aldar Köse, Tatarlarda Püruş Batur, Özbeklerde Çomotay gibi... Ve daha yüzlerce. Bunları bütün Türk toplulukları birbirine aktardıklarında kültürel zenginliğin kaça katlanacağını düşünebiliyor musunuz?.. O nedenle çocuk masalsız büyüyemez. Çocuk büyür ama, beyinsel olarak tam insana dönüşemez, sorunlarını sözle değil, vuruşarak çözmeye çalışır. İş daha da karmaşık hale gelir... Batılılar bunun bilincinde olduğu için masallarını en etkili bir biçimde filme, çizgi filme, oyuncağa, operaya, baleye, tiyatroya, resme, sergiye dönüştürüp yeniden yeniden sunuyorlar, bütün dünya çocuklarını etkileyip, arka bahçelerinde çalışacak insan yetiştiriyorlar. Biz Siyah Kalem’in 15’inci yüzyıldan kalma o muhteşem masalsı resimlerini bile yaygınlaştıramamışız. Trabzon’dan yazan genç bir öğretmen kızımız: “Hocam şu masaldaki Hakan sözünü çocuklar anlamıyor, onu Kral diye değiştirir misiniz?” diye yazıyor. İşin nereye vardığını görüyor musunuz?
“Türk dünyası” vurgusuna kuşkuyla bakanlar - Siz çalışmalarınızı hangi hümanist amaçla sürdürdüğünüz biliniyor. Yıllardır yaptığınız çalışmalar, yayınlar bunun kanıtı. Buna rağmen bu eserlerle ilgili “Türk masalları” ve “Türk dünyası” vurgularına “ırkçılık” kuşkusuyla yaklaşanlar oluyor mu?
YÜCEL FEYZİOĞLU - Oluyor. Birkaç tane somut örnek sayacağım: TRT’de bir programa davet edilmiştim. Baktım bir hikaye kitabından ödül aldığı için Yekta Kopan da çağrılmış. Bekleme salonunda oturuyoruz. O, elinde üç kitapla gelmiş, ben onun kitaplarını aldım, bir fikir edinmeye çalıştım. Kutladım. Benim elimde de kapağında “Türk Dünyası Masal Dizisi” yazılı yirmiye yakın kitap var. Üstünü okudu, elini sürmedi: “Nedir o?” dedi, kısaca anlattım, önüne doğru kitapları ben yaydım. Şöyle bir baktı, benim adımın kapak resminin içinde kaybolduğu bir kitap seçti: “Şuraya bak, şu özensizliğe! Yazar adı bile belli olmuyor” dedi. Bütün kutlama bu kadar. Oysa bu arkadaş NTV’de her gün
Sihirli limonun sırrı “Sihirli limon”da üç arkadaş bir kıza âşık olur. Çok iyi arkadaşken kavga ederler, dede araya girer, kızın düşüncesini almalarını önerir. Üç arkadaş kıza gider, “Üçümüz de seni seviyoruz, hangimizi eş seçeceksin?” diye sorarlar. Kız da, “Evlenme zamanı değil, ben meslek öğreniyorum, siz de gidin bir meslek öğrenin, bana bir hediye getirin, kimin hediyesini beğenirsem onunla evlenirim” der. Üç arkadaşın başka seçeneği kalmamıştır. O motivasyonla meslek öğrenmeye giderler ve en fantastik hediyeyi getirmek için macera başlar. İşte sır burada. Okur aşkın sonunu merak eder, ama meslek olmadan aşk başarıya ulaşmayacaktır! Bilinçaltına verilmek istenen bu. Ayrıca teması aşk olmayan ama merak öğesi çok güçlü benzer bir yığın masalımız var: Türkiye ve Azerbay-
can’da ünlü olan “Keloğlan/Keçeloğlan ile Oh’un Masalı”, Özbeklerin “Alican’ın Öğrenme Tutkusu” gibi... Sihirli Limon çocukların üzerinde o kadar etkili oldu ki, on yıl boyunca bu masalı onlara okudum, kitap imzaladım. Alman ve Türk öğretmenler bu masalı okuduktan sonra çocuklar arasında “meslekleri” tartıştılar, meslek bilincini yerleştirmeye çalıştılar. Ben bu uygulamaların sonuçlarını gördükçe masalların daha onlarca işlevi olduğunu bizzat kendim de kavradım, onları keşfetmeye çalıştım. Her masalcı masal anlattıkça benim gibi bu işlevleri fark etmiş, masalı dallandırıp budaklandırmış, masalı ballandırmış, daha başka işlevler katmış. Bunları yüzlerce sayfada anlatabiliriz.
AvrupaGüN
| 11 Şubat 2013 | 25
kültür programı sunuyor. Allayıp pullayıp verdiği İngiliz-Amerikan kültürüne ayırdığı zamanın yüzde birini bu külliyata ayırsaydı, çok daha fazla insanın kendi hazinesinden haberi olurdu. İkinci örnek: Yayınevindeki temsilcim öğretmenler sendikasına gidiyor. “Bakınız” diyor, “Çocuk Vakfı’nın yaptığı araştırmaya göre çocuklarımız yüzde 83 oranında yabancı edebiyatla büyüyor, biz de böyle bir hizmet yaptık. İsterseniz üyelerinize tavsiye edin.” Yetkililer tepeden kapaklara bakıyor: “Biz böyle ırkçı yayını kimseye tanıtmayız” diyorlar. Yine temsilcim kitapların hepsini içine alacak şık bir anbalaj torbası yaptırmak için bir işyerine gidiyor. İşyeri sahibi Kürt. Kitaplara bakıyor: “Ben böyle ırkçı şeyler için ambalaj yapmam!” diyor. “Peki” diyor temsilcim, “beş tanesini sana bırakıyorum. Akşam çocuklarına birkaç masal oku lütfen. Yine yapma.” Ertesi gün adam telefon edip: “Abi özür dilerim, sen bu kitaplardan bana iki takım getir, ben de sana ambalajları parasız yapayım,” diyor. - Bu masalları Türkçenin, Türk kültürünün geçmişte ve günümüzde etkin olduğu ülkelerde, bölgelerde topladınız. Hepsini günümüz Anadolu Türkçesinde yeniden yazdınız. Anadolu Türkçesiyle bu masalların orijinal hallerini anlamak mümkün mü?
YÜCEL FEYZİOĞLU - Azerbaycan, Türkmen, Gagavuz, Makedonya masallarını anlamak mümkün. Özbek, Kırgız, Uygur masallarında zorlanıyorsunuz. Diğerlerini çevirdim ya da çeviri yardımı aldım. Bu da yetmedi. Öyle masallar var ki anlatan halka geri dönüp aynı dilde anlatsanız yine anlamaz. Eski deyimler, çevre, kullanılan araçlar, her şey değişmiş. Konu uzun. Ancak karakterler ve konu çok ilginç. Onları yeniden yazmak gerekiyordu. Çarpıcı bir örnek: Doç. Dr. Mirlan Namatov’un derlemesinden aldığım Kırgız masalı Er Tapıldı (Namatov onu destan olarak derlemiş) 567 sayfa. O şekliyle hiç kimseye, Kırgızlara bile okutamaz, masalı-destanı ölmeye bırakırsınız. Okurken bıkıyorsunuz, göz kapaklarınız düşüyor. Ben bunun üstünde bir yıl çalıştım. Türklerin 2000-2500 yıl önceki cemiyet olma sürecinde, anlaşamama, kavga etme, birleşme hikayesini anlatıyor. Bütün bu özellikleri kaybetmeme kaydıyla 29 sayfada yazdım. Çocuklar ve ana babalar şimdi onu çok seviyorlar. - Masallardan bazılarına, kahramanlar çeşitli değişikliklere uğramış halde Batı dünyası masallarında da karşılaşıyoruz. Kitaplarınızda ilginç örnekler var.
YÜCEL FEYZİOĞLU - Bazı masallarımız tahminime göre- akınlar ya da göçlerle batıya geçip yeni öğeler kazanarak, isim değiştirip yay26 | 11 Şubat 2013 | AvrupaGüN
gınlaşmış ve dünya çocuklarının gözdesi olmuş, onlara yol göstermiş. Örneğin: “Şengülüm, Mengülüm, Şüngülüm”, “Kurt ile Yedi Oğlak” ismini almış, “Yartı Kulak”, “Daummännlein” (Parmak Çocuk) benzeri masalları yaratmış, “Fasulye Ağacı”, “Hans und Bohnenranke”ye dönüşerek girmediği ev bırakmamış. Bunları fazlasıyla artırmamız mümkün. Kazak masalı ve öyküsü olarak bilinen, aslında bütün Orta Asya’da ünlü bir gülmece ustası var: “Aldar Köse”. Çok ilginç bir tiptir. Hakkında 28 masal ve öykü derledim. Tek başına kitap oldu. O yayınlanmışken 7 masal-öykü daha buldum. Biraz Nasrettin Hoca’yı anımsatıyor, biraz Keloğlan’ı. Bir benzeri de Almanya’da ve Hollanda’da var: “Till Eulenspiegel”. Aldar Köse mi geldi bu ismi aldı, “Till Eulenspiegel” mi oraya gitti, bilmiyoruz. Ama bunlar birbirinden bağımsız da yaratılmış olabilir.
İç içe ya da komşu olarak yaşadığımız halkların masalları - Araştırmalarınızı sürdürdüğünüz ve halen yayınlanmaya hazır çok sayıda kitabınızın daha bulunduğunu biliyoruz. Bu konuda bilgi verebilir misiniz?
YÜCEL FEYZİOĞLU - İyi ki sordunuz, teşekkür ederim. 50 yıldan fazladır kimseye açıklamadığım etkili bir hikâyeyi anlatarak bu soruya cevap verebilirim. Yayınlanmamış o kitapların önemi daha iyi ortaya çıkmış olur. Doğduğum köyde hali vakti iyi olan birkaç aile vardı. Bunlardan biri bir Kürt ailesiydi, biri de biz. Bir gün bizimle onlar arasında basit bir nedenden ötürü kavga çıkmış. Kürtlerden Ali Ucunkan babamın halası oğlunu öldürmüş. Ben bebekmişim. Silah sesleriyle büyüdüm. Artık iki aile arasında sık sık meydan savaşı oluyordu. Gençler mevziye geçiyor, karşılıklı kurşun yağdırıyordu... Bu hayatın böyle süremeyeceğine karar veren Kürt aile, köyden göçmeye karar verdi. Kars’ın Aktaş Köyü’ne yerleştiler. Fakat kavga bitmedi. Bu kez kavga Kars’ın içine taşındı. Pazara gelen iki ailenin gençleri yine caddelerde mevzi tutuyor, karşılıklı kurşun yağıyor, kentte de insanlar dışarı çıkmaya korkuyordu. Sonunda kentin ileri gelenleri bu iki aileyi barıştırdılar. Barışı kalıcı kılmak için de babamı Ali Ucunkan’ın oğlu Hayrettin’e kirve yaptılar. Kavga o an bitti. Ali Kirve yedi gün yedi gece süren masalsı bir sünnet düğünü yaptı, bütün aileye hediyeler alarak gittik, bizi baştacı ettiler.
“Toplumlar masallarla gelişiyor” - Bilgisayar ve internet çağında, eski çağların masallarının çocukların, dolayısıyla toplumların psikolojik gelişiminde yeri hâlâ çok önemli. Bir eğitimci ve bu konuda yıllardır çalışmalar sürdüren bir araştırmacı olarak, sizce de öyle mi?
YÜCEL FEYZİOĞLU - Evet, bence de öyle. Masallar insanların psikolojik ihtiyaçlarını en iyi karşılayan öyküler. Çünkü içinde fantezi var. İnsanoğlu o fanteziye inanıyor, onun arkasından maceralı bir yolculuğa çıkıyor. Bu yolculukta da güçlüklerle karşılaşıyor, mücadele ediyor, deney kazanıyor, olgunlaşıyor, yeni icatlara imza atıyor, mutlu oluyor, doymuyor, yeni bir maceraya atılıyor. Çarpıcı bir örnek: İlk insan da ölümsüz olmak istiyordu, günümüz insanı da... Tarihte ilk yazıya geçmiş masal da bu ihtiyacı karşılıyor, adı: Adapa. M.Ö. 1750 yıllarında Hammurabi yasalarıyla yazıya geçmiş. Sümerli bir yazara ait. Tablette yayınlandıktan 3760 yıl sonra ben ikinci baskısını “Yazı Çivilemek” adlı kitabımda yaptım. Ama bu masal, sözlü gelenekte hep sürüp geldi. Adapa, Mezopotamyalı bir yiğit. Hayatı çok seviyor, Dicle ile Fırat arasına kanallar açıp toprağı suluyor, meyve fidanları dikiyor, sebze tohumları ekiyor. Fakat ölümlü olduğunu bildiği için motivasyonu düşüyor, ölümsüzlük ekmeğini almak için Gök Tanrısı’na gitmeye karar veriyor, yelkenlisine biniyor. Gök Tanrısı fırtınayı salıp onun yelkenini kırıyor, Adapa da fırtınanın kanadını tutup kırıyor, inanılmaz macera bu noktada başlıyor. Bu macera günümüze kadar öyle bir gelişim gösteriyor, insanoğlu öyle bir yol alıyor ki, ölüme çare
bulamıyor ama, ömrünü birkaç kat uzatmayı beceriyor. Bir yığın buluşlar yapıyor. O nedenle tıp alanındaki gelişmeler, bütün teknoloji ve bilimsel alandaki gelişmelerin önünde gidiyor. Ama insanoğlu doymuyor, her gün biraz daha o macerayı yoğunlaştırarak sürdürüyor... Teknik gelişmenin temelinde de bu masal geleneği var. Einstein, “Bilgi sınırlı olduğu için fantezi bilgiden daha önemlidir” derken tam da bunu kastediyor. Bizde “Sihirli At” adında bir masal var. Bu, İpekyolu’ndaki kervansaray konaklamalarında yaratılmış. Halife Harun el Reşid’in de çok hoşuna gitmiş. Saray masalcısı Muhammed el Gahşigar’a “Sen bunu yazıya geç, unutulmasın” demiş. O da 1200 yıl önce yazıya geçmiş. Masal özetle şöyle: Üç bilgin İran Şahı’nın kızına âşık olur. Üçü de Şah’a elçi gelir, kızını isterler. Şah da der ki: “Sizin maharetiniz, yeteneğiniz ne ki ben size kızımı vereyim?” Birinci bilgin: “Ben bir tavus kuşu yaptım, siz zamanı öğrenmek istediğinizde saat kaçsa, tavus kuşu o kadar kanadını sallayacak, zamanı öğrenmiş olacaksınız.” İkinci bilgin: “Ben boynuzdan bir uyarı aracı yaptım. Sur kapısına asacaksınız, bir tehlike olunca o boynuz uluyarak sizi uyaracak.” Üçüncü bilgin de: “Ben maun ağacından sihirli bir at yaptım,” demiş, “üstüne bineceksiniz, sağ kulağını çevirdiğinizde at havalanacak, üç günde gittiğiniz yolu üç saatte gidecek, inmek istediğinizde sol kulağını bükeceksiniz, at yere inecek...” İşte böyle. Bütün buluşlar önce fantezide yaratılıyor, sonra hayata geçiriliyor. Fantezisi olmayan hiçbir masal ya da öykü bu kadar uzun yaşamıyor.
AvrupaGüN
| 11 Şubat 2013 | 27
Onlar da hepimize hediyeler verdiler. Benim koluma ilk saati takan Ali Kirve oldu. Aslında o şenliğin, barış şenliği olduğunu küçücük kalbimle o zaman kavrayıp büyük bir coşku duymuştum. Barış ne kadar önemliymiş. Bir köşeden kurşun gelir korkusu olmadan özgürce yürüyorduk artık.
Evimde biriken hazine O şenlikten sonra Hayrettin’i ziyaret için yine gittik. Babamlar döndü, ben Aktaş’ta günlerce kaldım. Aktaş, iki yamacın arasına saklanmış gibiydi. Yoldan uzak, gözden uzak. Dağların bir yanından tünel giriyor, içlere kadar ilerleyip kavis çizerek dönüyor, dağın aynı yüzünden geri çıkıyordu. Osmanlılara karşı Rus Çarlığı yaptırmıştı bu tünelleri. Yaptırmış ve cephanelik olarak kullanmıştı. Kırk yıldan beri Kars bize geçtiği halde bu yerler hâlâ gizemini koruyordu. Hayrettin ile gündüzleri kuzu sürülerini güdüyor, öğle sıcağında sürüyü bu tünellere sürü-
yorduk. Sürüyor ve hazineler arıyorduk. Akşamları ise konuk odasına insanlar toplanıyordu. Söz ustalarından Medet Tayfun, Ömer Temel, Mehmet Ali Tayfun Kürtçe masal ve hikâyeler anlatıyorlardı. Ali Kirve, “Türkçe anlatın kuro, çocuk da anlasın” diyordu. Bu kez Türkçe anlatıyorlardı. Duyduklarımı güzel bir yazıyla defterime geçirmek hoşuma gidiyordu, hep yazıyordum. Yazınca da aklımda kalıyordu. Ayrıca Diyarbakır-Mermer Bucağı’nda öğretmen amcamın yanında ilkokul 3. sınıfı okumuş, Dengbej’lerin anlattıkları destanların müdavimi olmuştum. Türkçe bilen tek arkadaşım Şakir bana bunları çevirmişti. Onları da not almış, defterlerimi saklamıştım. Benim “Türk Dünyası Masallar Dizisi’ yayınlanmaya başladıktan sonra o defterleri açtım. Aradan 53 yıl geçmişti. Ayrıca elli yıl arayla aynı kent ve aynı beldede dünyaya gelmekten onur duyduğum ünlü Kürt yazarı Erebê Şemo’nun (Doğ. 1897 Susuz-
Almanya’da Türkçe iletişimin geleceği - Siz uzun yıllardır yaşadığını Almanya'nın geleceğinde Türkçenin bir iletişim ve kültür dili olarak yerini nasıl görüyorsunuz? Sizce Türkçe, Almanya’daki gelecek kuşakların kullandığı dillerden biri olacak mı? YÜCEL FEYZİOĞLU - Bir gün Alman Yazarlar Birliği üyelerinden bir Yahudi arkadaşa sordum: “Yahu siz Allah’ın dayıoğlu musunuz kardeşim? Nasıl oluyor da yaşadığınız her toplumda en önde oluyorsunuz? Politikacılar, fizikçiler, önemli filozoflar, yazarlar, ressamlar bakıyorum Yahudi kökenli. Bunun sırrı nedir?” Arkadaş güldü ve şöyle bir cevap verdi: “Çok basit: Bizim en büyük hazinemiz dilimiz ve kültürümüz. Hangi toplumda olursak olalım, kendi anadilimizi çocuklara mutlaka öğretiyoruz, yaşadığımız toplumun dilini de asla ihmal etmiyoruz. Bir de bizim tarihimizi, dinimizi, geleneğimizi, göreneğimizi, masallarımızı, efsanelerimizi çocuklara
28 | 11 Şubat 2013 | AvrupaGüN
anlatıyoruz. Özellikle de masal dilinde anlatıyoruz. Bunları yirmi cilt haline getirmişiz. Bir genç kız evlenirken bu kitaplar kendisine ceyiz olarak verilir, doğacak ilk çocuğu bu kültürle yetiştirilir artı yaşadığı toplumun kültürünü de öğrenir. Böylece çocuklarımız toplumun önde gelen insanları olur.” Böyle olsa bizim dilimiz de gelecekteki kuşakların kullanacağı dil olur. Ancak Yahudiler tarih boyunca ezilmiş, hor görülmüş, kıyıma uğramış, bir daha bunu yaşamamak için refleksleri farklı gelişmiş, toplumların en önüne geçmeye çalışıyorlar. Biz ise imparatorluklar kurmuşuz, beş cihana hükmetmişiz. Bizim genlerimizde de hep üstünlük refleksleri var. Hangi toplumda olursak olalım, diğerlerine pek aldırmıyoruz, kendimizi otomatik olarak, 1-0 ileride görüyoruz. Bu da bizi gerçeklikten uzaklaştırıyor, aşağı çekiyor. O nedenle Türkçenin gelecekte güçlü bir varlık göstereceği konusunda kuşkularım var.
Masallardaki ayrımcı-ırkçı kavramlar üzerine -Almanya’da kısa bir süre önce çocuk masallarının dillerini ırkçı, ayrımcı kavramlardan arındırma amaçlı bir girişim başlatıldı. Masallar ortaya çıktığında şimdiki gibi ayrımcılık, ırkçılık yansıtmayan, ama günümüzde tam tersine çağrışımları olan “zenci” (Neger) gibi kavramlar masallardan çıkarıp, yeniden yayınlanıyor. Bu uygulamaya karşı çıkanlar da var.. Örneğin bunların tüm insanlığın ortak malı olan kültürel eserler olduğu ve orijinalitesinin bozulmaması gerektiği belirtiliyor. Sizin yaklaşımınız nedir?
YÜCEL FEYZİOĞLU - Bizde de zenci masalları anlatılır. “Bir dudağı yerde bir dudağı gökte Arap” şeklinde geçer. Bu “Arap” siyah derili -zencianlamına gelir, inilip de çıkılmaz bir kuyu içinde yaşar, oraya su çıkarmak için inenlere bir sorusu vardır. Yanında bulunan bir kurbağa ile dünya güzeli bir kızı göstererek, “Hangisi daha güzel?” der. Doğru cevap vermeyenleri öldürür. Fakat bir masal kahramanı, “Gönül kimi severse güzel odur” diye cevap verince zenci onun arkadaşı olur, hizmetine girer, işini kolaylaştırır. “Zenc” Arapçadan bize geçmiş, siyahi anlamına gelir. Zenciyle bizim ilişkimiz, Batılının zenciyle ilişkisine benzemez. Batılı onu köle olarak getirmiştir, eziyet etmiştir, alıp satmıştır. Bu, vicdanında ve bilinçaltında bir kara leke olarak hep canlı durmakta, bundan kurtulmaya çalışmaktadır. Hatta İngiltere’de bir TV dizisi çekilmektedir şu sıra. Bir bölümü şöyledir: Evli bir kadının bir zenciyle kaçak ilişkisi olur. Hamile
kalır, kocasından mı, zenciden mi belli değil. Doğum günü gelir, çok korkmaktadır. Derken çocuk dünyaya gelir ve zencidir. Doktorlar, hemşireler ne diyeceklerini şaşırır, susarlar. Baba hayırlı haberi beklemekte. Ne diyecekler adama. Kapıyı açarlar, buyrun derler. Adam içeri gelir, çocuğu kollarının arasına alır, şaşkın bir biçimde uzun uzun bakar. Herkes susar. Adam: “Ben bebeklerden çok fazla anlamam, ama bu gördüğüm en güzel bebek” der. Böylece beyaz adam vicdanını temizlemiş olur. Bizde öyle değil ki. İlk ezanı okuyan kişi zencidir, kutlu kişidir. Binbir Gece Masallarını anımsayın. Orada saraydadır zenci, Şah’ın karısıyla sevişir. Öyle sevişir ki bütün erkekleri kıskandırır, sanıyorum o bölümleri okuyan her kadın da bir zenciyle sevişme arzusu hissedebilir. Unutulmayacak erotik sahnelerdir. Bunlar çocuklar için değil tabii. Halife Harun el Reşit döneminden itibaren, 8’inci yüzyılda, Halife el Memun döneminde 9’uncu yüzyılda ve devamında serbest olan bu masallar, ne yazık ki, bu bölümlerden ötürü bugün birçok İslam ülkesinde yasaktır. Yasak sebebi zenci sözünden ötürü değildir. Zenciyi veya başkasını küçümseyen, hor gören metinlerin çocuklara okutulmasını ben de istemem, ama ortadan kaldırılmasından yana da değilim. Çünkü geçmişin olumlu, olumsuz izlerini ortadan kaldırmak, geçmişi silikleştirmek kimsenin hakkı değildir.
AvrupaGüN
| 11 Şubat 2013 | 29
Kars) Rusça yayınlanmış “Kurdskie Narodnie Skazki” (Kürt Halk Masalları). Celile ile Celil Orduxane kardeşlerin derlediği “Kürt Masalları” (Almanca-Rusça-Kürtçe). Ve tabii Luise-Charlotte Wentzel’in derleyip Almanca yayınladığı “Kurdische Märchen” adlı kitabı da bulmuştum. Evimde bütün çocukları eğitecek kadar bir hazine birikmişti. Elimde 200’den fazla Kürt masal ve hikâyeleri vardı, az sayıda da Sümer masalı ve Süryani hikayeleri. Türk yurtlarından masalları derlerken bunları ihmal etmemiştim. Kürt bölgelerini dolaşmıştım. Şam’a gidip 300 yıl önce Osmanlılar döneminde açılan, bugünlerdeki o aptal savaşa kadar işlevini sürdüren “masalevi”ni ziyaret etmiştim. Selahattin Eyyubi hakkında anlatılan bölük pörçük masal parçalarını bir arkeolog titizliği ile yanyana getirip bir kitap çıkarmıştım: “Selahattin Eyyubi ve Akıllı Kız”. Artuklu Selçuklularının en ünlü mühendislerinden Ebuliz İsmail Cezeri’nin çocukluğuna ulaşmıştım. “Mezopotamya Masal ve Öyküleri” dizisi altında çağdaş psikolojinin gereklerini dikkate alarak bunları 4 kitapta yeniden yazdım. Kürtlerle birlikte bizim de onur duyacağımız büyük bir kültür. 4 tane kitap da hem Kürtler, hem Türkler, hem Fars ve Araplar arasında anlatılan masal ve hikâyeleri yazdım. Bunlar da yayınlandığında yüzlerce yılda nasıl
İhbarcılığa “davet” tepki topladı Flaman Yeşiller Partisi Groen Başkanı Wouter Van Besien, Anvers Yüksek Adalet Konseyi’ne Anvers Savcısı Herman Dams’ı “ayrımcılık suçlamasıyla” şikayet etti. Dams geçtiğimiz günlerde De Standaard gazetesine verdiği mülakatta Anverslileri “sokakta ya da mahallelerinde şüpheli bir şey gördüklerinde polise bildirmelerini” istemişti.
ortak kültür, nasıl ortak bir duyarlılık oluşturduğumuzu okurlar hayranlıkla görecek. Anadolumuzda, Mezopotamyamızda yaratılmış bütün eserler hepimizindir. Çocuklarımızı yabancı kültüre yöneltmek yerine bunlara önem verseydik asıl kardeşlik o zaman başlayacaktı; bunları özümseseydik kardeşlik derinlik kazanacaktı, toplum olgunlaşacaktı. Şimdiye kadar çok yanlışlar yapıldı, yalnız insana değil, kültüre de kıyıldı. Bu durum yalnız kıyılanlara değil, kıyanlara da büyük zarar verdi, hepimizi maddi ve manevi olarak yoksullaştırdı. Şimdi bu kitaplar da yayına hazır. Başta anlattığım öyküyü anımsatarak bu söyleşiyi şöyle bitirebilirim: Babam, Ali Kirve’yi köye dönmeleri için davet ettiğinde o hiç tereddüt etmedi. Tası tarağı toplayıp döndü ve köyümüz daha da şenlendi. Ölünceye kadar dost kaldılar, iki aziz kardeş gibi yaşadılar. Günümüzü izledikçe ağız dalaşına bile girmeyen Ali Kirve ile babamın ne büyük insanlar olduğunu düşünüyorum. Çatışmanın uzlaşma ile bitebileceği umudunun belirdiği bu günlerde onların örnek alınmasını, ve bu beliren umudun yeşermesi ve kökleşmesi için de bu kitapların milyonlarca çocuğumuza ulaşmasını çok istiyorum... Masalınız ve hikâyeniz bol olsun. ■
Avrupa Türk gençleri için artık çekici değil Artan ırkçılık, İslamofobik yaklaşımlar ve ekonomik kriz, Avrupa’nın Türkiye’de de çekiciliğini yitirmesine neden oluyor. Bu gelişmede, son yıllarda göçmenlere dönük sıkı uygulamalar ve zorlaştırmalar da etkili. Göç veren 4 ülkede yapılan Eumagine araştırmasına göre, Türk gençlerin çoğunluğu Avrupa’daki Türklere iyi davranılmadığını düşünüyor.
www.binfikir.be 30 | 11 Şubat 2013 | AvrupaGüN