İÇİNDEKİLER 3 AB’nin motor ülkesindeki “mızıkçılar” gündemde
Avro karşıtı parti, Alman siyasetini sarsarsa Şimdilik bir iktidar şansı olmadığı bilinen, hatta yüzde 5’lik seçim barajını aşması bile mucize olarak görülen “alternatif parti”, özellikle yerleşik partiler içinde, Angela Merkel’in sağ koalisyonu başta olmak üzere, ciddi oy kaybına yol açabilir. O zaman...
OSMAN ÇUTSAY 6 NSU ve Ergenekon davaları için tanım aranıyor
Benzer kurgular kuşkusu 8 Viyana’da İstanbul üzerine bir sergi
Mucizenin yakaladığı işaretler! 21 Nisan’a kadar sürecek Viyana’daki ilginç sergi, Batı-Doğu ilişkilerinin bir izdüşümü. Sergi, İstanbul büyüsünün 21’inci yüzyıldaki görünümüne ışık tutuyor. Çalışmalardan birçoğu, mobilyaları, ahşap ve metal eserleri, eskizleri, dokumaları, ayrıca mimariyi kapsayan ve yüzyılları kuşatan koleksiyonuyla MAK’ın sanatçılara yönelttiği çağrıya yanıt niteliği taşıyor. Sergi, bu koleksiyonun çağdaş sanatın merceğinden görünen parçalarını içeriyor.
12 Felaketimizin seyri üzerine bir oyun
“Kutu Kutu” Hamburg’da seyirci önünde Kutu Kutu, zor bir oyun. Hele amatör bir tiyatro için, onun seyircisi için ve hele Almanya’da! Ama İstasyon Tiyatro görüldüğü kadarıyla bunu göze almış ve oyunu da haylice kotarmış; Baydur’u hiç utandırmıyor. Tabii az biraz oyunu kendisine göre, seyircisine göre uyarlayarak. Seyircinin, “Evet, olacakları anlamakta gerçekten gecikmişiz. Ama dur hele...” noktasına geldiğini oyunun sonundaki ısrarlı alkışlardan anlayabiliyoruz.
CELİL DENKTAŞ
IMPRESSUM / KÜNYE Yayıncı | Verleger: BIM Bayerisches Institut für Migration e.V. Truderinger Strasse 280 d 81825 München Tel: 089 201 86 303 / Fax: 089 125 90 291 info(@)bim-institut.org info@avrupagun.eu www.facebook.com/avrupagun Sorumlu Yönetmen (V.i.S.d.P): Osman Çutsay Sanat Yönetmeni | Artdirektor: Ömer Yaprakkıran
2 | 15 Nisan 2013 | AvrupaGüN
AB’nin motor ülkesindeki “mızıkçılar”, yüzyılın projesini yıkabilecek mi?
Avro karşıtı parti, önce Alman siyasetini sarsacak
Alman ve dolayısıyla Avrupa siyasetinde saatler farklı akabilir. Şu anda bir iktidar şansı olmadığı bilinen, hatta yüzde 5’lik seçim barajını aşması bile mucize olarak görülen “alternatif parti”, özellikle yerleşik partiler içinde, Angela Merkel’in sağ koalisyonu başta olmak üzere, ciddi oy kaybına yol açabilir. Bu hareketlilik Sol Parti başta olmak üzere, özellikle sol politikada beklenmedik yer değiştirmeleri tetikleyebilir.
BERLİN - Kuruluşu resmen ilan edilen “avro karşıtı” bir parti, Angela Merkel’in eylül ayındaki seçimlerin ertesinde bir dönem daha başbakan kalma hesaplarını şimdiden altüst etmiş görünüyor. “Avro Bölgesi”nin planlı-programlı bir biçimde tasfiyesinden yana görüş belirten ve zaten de bu talep üzerinde yükselen “Alternative für Deutschland“ (Almanya için Seçenek), özellikle siyaset ve iktisat sınıflarının üst katlarında keskin bir görüş ayrılığı yaşandığını gösterdi. Avro bölgesi yerine daha küçük ve istikrarlı parasal bölgeler oluşturulmasını öneren, örneğin bir “Kuzey Avrosu” ile işe başlanabileceğini savunan yeni partinin bazı kurmayları, ekonomi basınına göre, Angela Merkel’in seçim hesapları kadar iş dünyasının ihracat hesaplarını da tehlikeye atıyor. Özellikle iş dünyasında orta ölçekli firma sahiplerinin avronun konumuyla ilgili yoğun bir tedirginlik yaşadığı gözleniyor. Daha çok aile şirketleri halinde örgütlenmiş olan bu grubun AvrupaGüN
| 15 Nisan 2013 | 3
kuşkusu büyürken, dev sanayi ve ticaret şirketlerinin yönetim kademelerinde “avro ısrarı” sürüyor. Örneğin Federal Alman Sanayi Birliği (BDI), avronun Alman ekonomisi için yararlı olduğu yolundaki görüşünde ve avronun korunmasında kararlı. Dolayısıyla “Alternative für Deutschland”ın partileşmesi, sadece siyasetin değil, ekonominin de bir ayrım noktasında olduğuna yönelik bir işaret kabul ediliyor. Bu arada yeni partinin Almanya’daki aşırı sağın ve hatta neonazi oluşumların ilgi alanına girdiği, “toplumdaki sağ duyarlılığı kullanma hesapları yaparken o kesimlerce kullanılabileceği” yorumları da eksik olmuyor. Yeni partinin Alman elitlerinin önemli bir kesiminin desteğini almış olduğu artık gözlerden saklanamayacak kadar açık ve bunun arka planında 2008’de patlak veren krizden sonra, ama özellikle 2010’dan başlayarak ivme kazanan bir bölünme var. Berlin’in krizle mücadele politikasına karşı muhalefet, “Avro Bölgesi sür4 | 15 Nisan 2013 | AvrupaGüN
dürülsün mü yoksa iki ve ve daha fazla para bölgesine mi bölünsün?” sorularını doğurdu. Özellikle mevcut avronun birkaç farklı avro halinde yeniden kurgulanmasından yana görüş belirtenler Almanya’nın DM dönemine dönüp dönemeyeceğini araştırıyor, bu arada bir “Kuzey Avrosu”nun nasıl mümkün olabileceğini de sorguluyorlar. DM ve Kuzey Avrosu alternatifleri yeni partinin doğum sancıları arasında sayılıyor. Ancak yeni partinin, iflas halindeki Güney Avrupa ülkelerine Berlin’den daha fazla mali yardım gönderilmesine kesinlikle karşı çıktığı biliniyor.
Ekonomi yönetimi “avrocu” Almanya’nın dev şirketlerini yönetenler ile BDI yöneticileri, avrodan yana çıkıyor. İş dünyasında söz sahibi iktisatçıların da aynı dalga boyunda olduğu gözleniyor. Nitekim Hamburg’un dünyaca ünlü ekonomi araştırmaları
kurumu HWWI’nin Başkanı omas Straubhaar, geçen hafta yayımladığı bir analizde, avronun tasfiye edilmesi durumunda AB’nin ağır siyasal bedeller ödeyeceğini, ayrıca ekonomide de büyük açmazlar yaşanacağını savundu. Die Welt gazetesinde yayımlanan değerlendirmesinde, Straubhaar, Alman alacaklıların yabancı borçlular karşısında açık pozisyonlarına dikkat çekerken, Almanya’nın yeni bir para birimine geçmesi halinde, bu paranın değerleneceğini, dolayısıyla diğer AB üyelerinin paralarının da değer yitireceğini belirtti. Alman para biriminin diğer paralar karşısında değer kazanması, bu görüşe göre, Alman ürünlerinin dünya pazarında pahalanmasına, böylece fiyat cazibesini yitirmesine yol açacak. Özellikle diğer AB üyelerinin zayıf paraları nedeniyle Almanya kökenli yüksek kalitedeki ürünleri satın alabilecek bir paraları olmayacak. Bu da AB pazarına bağımlı Alman ekonomisini derinden sarsacak, “Made in Germany” rekabet gücünü yitirecek. Ancak rakamlar her zaman herkesin istediği tabloyu vermiyor. Almanya’nın geçen yılki toplam ihracatının yüzde 37.5’i Avro Bölgesi ülkelerine yapılıyordu. Berlin merkezli kriz politikalarına karşı çıkan muhalifler, Alman ihracatı için Avro Bölgesi’nin eskisi kadar önem taşımadığına dikkat çekiyorlar. 1991 yılında, bugünkü avro ülkelerine yapılan ihracatın toplam ihracat içindeki payı yüzde 51.6 idi. Bu rakamın bugün yüzde 37.5’lere kadar gerilemesi, Güney Avrupa ülkelerindeki satın alma gücünde yaşanan büyük gerilemeyle de bağlantılı kabul ediliyor. Gerçekten de 2012’de avro ülkelerine yönelik Alman ihracatı bir önceki yıla göre yüzde 2.1 oranında gerilemişti. Ancak yıllar içindeki eğilim de ortada: Bütün bu rakamlar, sözü geçen bölgenin Alman ekonomisi için artık sanıldığı kadar önemli olmadığına dair bir gösterge kabul ediliyor.
Çöküşün maliyetleri Ancak kriz nedeniyle ortak para birimi avronun çökmesi, avrodan çıkmakla ortaya çıkacak zararların üzerinde bir maliyete neden olacak. Sadece iflas edecek bir Yunanistan’ın Avrupa merkez bankalarının hesaplaşma sistemi dışına çıkması bile, Almanya’ya milyarlarca avroya mal olacak. Bu endişenin yıllık ciroları en az bir milyon avronun üzerinde olan küçük ve orta ölçekli işletme sahipleri çevresinde yaygınlaştığı biliniyor ve bu kesimlerin sözcüleri, Hıristiyan demokrat iki parti CDU ve onun Bavyera’daki kardeşi CSU içinde muhalefetlerini yaygınlaştırıyor. Ayrıca liberal eğilimli ve eylül ayında tek-
rar seçim barajını açması son derece kuşkulu FDP bünyesinde de “Merkel hükümetinin avronun sürmesi yolundaki ısrarlı politikalarına karşı” muhalefet, varlığını sürdürüyor.
Aşırı sağ tuzağı Bütün bu “karşıtlar” arasında BDI eski başkanlarından Hans -Olaf Henkel’in bulunması, olayın geçiştirilemeyecek kadar hızlı yayıldığını gösteriyor. Henkel, 2011 yılında avronun en az iki bölgeye ayrılması gerektiğini savunmuş, bu doğrultuda makale ve kitaplar yazmış, medyatik gücünden yararlanarak kamuoyuna yoğun bir biçimde seslenmeyi başarmıştı. Henkel’in çevresinin, “Alternative für Deutschland” ile yakınlığı iyi biliniyor. Ancak bu alternatifin, sadece uzmanlara değil, aşırı sağ çevrelere de hoş gelebileceği, giderek daha sık dillendiriliyor. Alman milliyetçileri DM’den vazgeçilmesine baştan beri karşı çıkmışlardı. Yine avroya karşı başından beri hukuki mücadele yolunda isim yapan ve konuyu her düzeyde tartışmaya açan Prof. Dr. Karl Albrecht Schachtschneider ve Prof. Dr. Joachim Starbatty gibi “namlı” isimler, iş dünyasının en büyüklerinden bir destek gelmemesi üzerine, bu konuda aşırı sağ çevrelerin konferans çağrılarına olumlu yanıt vermeye başladı. Bu eğilim, tehlikeli gidişe örnek gösteriliyor. Bu arada SPD’li ilo Sarrazin’in tutumu da ilgiyle izleniyor. Çok geniş bir tabana sahip olduğu, satışı 1 milyonu çok aşmış “Almanya Kendini İmha Ediyor“ kitabıyla ortaya çıkan Sarrazin, Avrupa’nın avroya mahkum olmadığını da çeşitli veriler yardımıyla "Europa braucht den Euro nicht” (Avrupa’nın Avroya İhtiyacı Yok) başlıklı son kitabında işlemişti. Sarrazin ve kitapları, Alman iş dünyasının avro konusunda ne kadar ikircikli olduğuna bir örnek olarak gündemdeki yerini koruyor. Pazar gününden itibaren Alman ve dolayısıyla Avrupa siyasetinde saatler farklı akabilir. Şu anda bir iktidar şansı olmadığı bilinen, hatta yüzde 5’lik seçim barajını aşması bile mucize olarak görülen “alternatif parti”, özellikle yerleşik partiler içinde, Angela Merkel’in sağ koalisyonu başta olmak üzere, ciddi oy kaybına yol açabilir. Bu hareketlilik Sol Parti başta olmak üzere, özellikle sol politikada beklenmedik yer değiştirmeleri tetikleyebilir. Asıl korku bundan. ■
AvrupaGüN
| 15 Nisan 2013 | 5
NSU ve Ergenekon davaları için tanım aranıyor
Benzer kurgular kuşkusu
BERLİN - Bu hafta Münih’te başlayacak olan NSU Davası’nın Türkiye’deki Ergenekon davalarıyla son derece benzer bir yapı içerdiği ileri sürüldü. Alman gazeteci ve yazar Jürgen Elsässer, küresel güçlerin gerçek derin devletleri gizlemek için Türkiye ve Almanya’da, Ergenekon ve NSU gibi iki “hayali derin devlet” yarattığını, ısrarla bunları öne çıkaran ana akım medyanın yardımıyla kamuoyunun gözünü boyamaya çalıştığını ileri sürdü. Alman yazar, sorularımızı yanıtladı. - NSU ile Ergenekon’un benzer komplolar olduğunu ileri sürüyorsunuz. Alman kamuoyu bu olup bitenin farkında mı?
JÜRGEN ELSÄSSER - Sadece, gelecek hafta Almanya’da başlayacak NSU Davası duruşmaları değildir yüzyılın davası. Ondan çok daha önemli olan Türkiye’deki Ergenekon davasıdır. Bu ikisi birçok açıdan karşılaştırılabilir. Ama Erdoğan rejimi, Münih’te Türk medyası için mahkemede yer bulunmadı diye ağzını yırtarken, kendi ülkesinde Ergenekon davasında demokrat ka6 | 15 Nisan 2013 |
AvrupaGüN
muoyunu sopalatıyor ve gözünü korkutuyor. Hatta daha da kötüsü var: Hiçbir Alman medya organı bunları haberleştirmiyor. - Neden?
JÜRGEN ELSÄSSER - Geçen hatta sonu Berlin’de 10 bin Türk demokrat, Ergenekon maskaralığına karşı gösteri yaptı, bununla ilgili Alman medyasında bir şey okuyan var mı? Alman medyasında sadece, Sabah gibi, Erdoğan yanlısı medyaya söz veriliyor. Sabah gazetesi, NSU Davası’nı Anayasa Mahkemesi’ne götürmek istiyor, ama Ergenekon Davası’nda da rejimin yanında hazırolda bekliyor. Erdoğan’a karşı duran Türk demokratları ve yurtseverleri ise Alman medyasınca görmezlikten geliniyor. – Nasıl bir komplo şeması var sizce?
JÜRGEN ELSÄSSER - Ergenekon’da, yüzeysel bir bakışla, söz konusu olan “derin devlet”tir. Sanıkların terör ve suikastlerle bir darbe hazırladığı suçlaması yapılıyor. Tüm sanıklar “ultra milliyetçi” olarak geçiyor, çünkü bunlar Erdo-
ğan’ın İslamcı eğilimlerine ve NATO ile AB’nin Türkiye’nin ulusal bağımsızlığına yönelik müdahalelerine karşı Kemal Atatürk’ün ulusal devlet düşüncesini savunuyorlar. Ergenekon’daki iddianame ve kamuoyundaki kampanyanın şeması, NSU Davası’nı andırıyor: Gizli servislerden, NATO askerlerinden ve aşırı uçlardan oluşan gerçek “derin devlet”, sanık sandalyesinde oturan tek tek figürlere işaretle “hayali bir derin devlet” kuruyor. Bu hayali derin devlet de, gerçeğinin yerine hüküm giyiyor. Ergenekon bir hayali yapıdır, tıpkı NSU gibi. NSU ile ilgili kampanyanın hedefinde, Türkiye’de olduğu gibi Almanya’da da “ultra milliyetçiler”, yani gerçek “derin devlet”in yeni küresel yönelimine set çektiği için bir biçimde “sağcı” sayılan herkes var. NSU konusunda, somut olarak şu var: Ajan Andreas Temme gibi (Hessen Eyaleti Anayasayı Koruma Dairesi) insanlardan oluşan “gerçek derin devlet”, katıldığı tüm cürümleri küçük bir
alt oluşuma yansıtıyor. Bu alt oluşum Zwickau Hücresi (Beate Zschäpe, Uwe Mundlos ve Uwe Böhnhardt) gerçi kirli ve kanlı işlere bulaşmıştır, ama yine de talimatla çalışan bir alt birimdir. - Almanya ve Türkiye’de eleştirel kamuoyları sizce ne yapabilir?
JÜRGEN ELSÄSSER - Her durumda önemli olan şey, temelde şimdiye dek Ergenekon’la ilgilenen Türkiye’deki eleştirel kamuoyu ile Almanya’daki NSU davacılarının yalanlarına inanmayan çok daha küçük eleştirel kamuoyunun bir araya gelmesidir. Bu bir kampanya, bir cephe! Burada söz konusu olan, tek tek son derece ağır suçları üstlenmiş sanıkların hüküm giymesi falan değildir. Burada mesele, gerçek gölge iktidarlar üzerinden ve küreselcilerin derin devleti aracılığıyla tüm yurtsever-cumhuriyetçi güçlerin imha edilmesidir. ■
Münih için uyarı ve sonuç BERLİN - Federal Anayasa Mahkemesi, Türk medyasına da yer ayrılması için acil başvuruyu sonuçlandırıp olumlu kararını açıklamadan hemen önce, Beate Zschäpe ile birlikte dört neonazi sanığın yargılandığı ve 17 Nisan’da başlayacak olan NSU Davası duruşmalarında Türk ve yabancı medya- nın eksikliği, Alman milletvekillerinin toplu tepkisine neden oldu. Türkiye kökenli üç milletvekili Sevim Dağdelen (Sol Parti), Memet Kılıç (Yeşiller) ve Aydan Özoğuz (SPD) tarafından Münih Yüksek Eyalet Meclisi’ne yönelik kaleme alınan ve 55 milletvekilinin imzasını taşıyan bir ortak bildiriyle “olayın acilen çözülmesi” istendi. Bildiride şöy- le denildi: “Bu dava kamuoyunda ve medyada büyük bir ilgiyle takip ediliyor. NSU’- nun seri cinayetlerinde hayatını kaybeden on kişiden sekizinin Türkiye kökenli olduğu göz önüne alındığında, Türkiye kamuoyunun ve Türkçe yayın yapan medya kuruluşlarının bu davaya olan ilgisinde şaşırtıcı bir yan yok. Bizler, Münih Yüksek Eyalet Mahkeme-
si’nin bu ilgiyi öngörebileceği, hatta öngörmesi gerektiği kanaatindeyiz. Bu beklenti şimdiye kadar ne yazık ki karşılanmadı. Artık önemli olan, uluslararası kamuoyunda, medya kuruluşlarında ve göçmenlerde bu dava sürecinden dışlandıkları algısının oluşma- sını ya da oluşan bu intibanın yerleşmesine izin verilmemesidir. Bu amaçla yapılması gereken, uluslararası medyanın, özellikle de Türk ve Yunan medya kuruluşlarının, hukuki düzenlemelerin izin verdiği ölçüde katılımlarını sağlamaktır. Böylelikle konunun aydınlatılması için gerekli şeffaflık da sağlanmış olacaktır. Özellikle bu ceza davasında kamuoyunun ilgisinin duruşma için sunulan mekana uyması değil, mekansal tercihlerin bu geniş ilgiye göre ayarlanması esas olmalıdır. Bu çağrıda imzası bulunanlar, Almanya’da bir mahkeme duruşmasının hem güvenlik ve adalet normlarını sağlayacak, hem de uluslararası demokratik kamoyunun ilgisini karşılayabilecek şekilde gerçekleştirebileceğinden eminiz.”
AvrupaGüN
| 15 Nisan 2013 | 7
Viyana’da bugünün İstanbul’u üzerine geçmişten geleceğe uzanan bir sergi
Mucizenin yakaladığı işaretler!
8 | 15 Nisan 2013 |
AvrupaGüN
FOTO: P
21 Nisan’a kadar sürecek Viyana’daki ilginç sergi, Batı-Doğu ilişkilerinin bir izdüşümü. Sergi, İstanbul büyüsünün 21’inci yüzyıldaki görünümüne ışık tutuyor. Çalışmalardan birçoğu, mobilyaları, ahşap ve metal eserleri, eskizleri, dokumaları, ayrıca mimariyi kapsayan ve yüzyılları kuşatan koleksiyonuyla MAK’ın sanatçılara yönelttiği çağrıya yanıt niteliği taşıyor. Sergi, bu koleksiyonun çağdaş sanatın merceğinden görünen parçalarını içeriyor.
İLOT GA LLERY, IS TANBUL
FOTO: MURAT GÖK
murat gök, “border (Hammok)”, 2010, CourteSy Pilot gallery, iStanbul
Halil altındere, “Homage to Serge gaınSbourg”, 2005
VİYANA Avrupa’nın önde gelen sanat merkezlerinden Viyana’da çağdaş İstanbul ilgiyle izlenen bir sergi konusu oldu. Viyana Tatbiki Sanatlar Müzesi (MAK) bünyesinde 23 Ocak 2013’te açılan ve 21 Nisan’a kadar sürecek olan "Zeichen, Gefangen im Wunder” (Mucizenin Ya-
FOTO: RIDVAN BAYRAKOĞLU
yeşim akdeniz, “you & me (villa malaParte)”
kaladığı İşaretler) başlıklı sergide çok sayıda sanatçı işleriyle yer aldı. Özel bir kitabı da yayımlanan MAK’taki bu ilginç sergi için küratörler Simon Rees ve Bärbel Vischer, bazı ön bilgiler vermişti: “Zeichen, Gefangen im Wunder” sergisinin odağında, dünyanın en büyük metropollerinden biri olan İstanbul’un kültürünü, tarihini ve günlük hayatının çeşitli yönlerini çalışmalarıyla yansıtan, 1920 ile 1980 arasındaki doğmuş 33 uluslararası sanatçı yer alıyor. İstanbul, yüzyıllardan beri birçok insanı büyüleyen bir şehir; sergi ise bu büyünün 21’inci yüzyıldaki görünümüne ışık tutuyor. Çalışmalardan birçoğu mobilyaları, ahşap ve metal eserleri, eskizleri, dokumaları, ayrıca mimariyi kapsayan ve yüzyılları kuşatan koleksiyonuyla MAK’ın sanatçılara yönelttiği çağrıya cevap veriyor: Sergiye bu
koleksiyonun çağdaş sanatın merceğinden görünen parçalarını aktarmak. Serginin çıkış noktası, MAK’ın Osmanlı kökenli veya Doğu’nun daha uzak köşelerinden İstanbul yoluyla Avrupa’ya ulaşmış geniş kapsamlı sanat varlığı. Çünkü o zamanki ticaretin geçtiği yollar, İstanbul’un Asya’yla Avrupa arasında aracı olma rolünün bir izdüşümü. MAK, gerek koleksiyonun kapsamı, gerek Viyana’nın Doğu Avrupa’ya açılan kapı olarak sahip olduğu özel konum dolayısıyla, “küresel kültür laboratuvarı” işlevini üstlenirken Avrupa’yla Asya arasındaki değiştokuşa odaklanıyor. “Zeichnen, Gefangen im Wunder” ayrıntılı bir şekilde bu bağlamlarla oynamakta ve anlatı unsuruna, edebiyata, başka dünyalara götüren bir okumaya ışık tutmakta. Böylece, büyük genellemelere esir olmayan kişisel anlatılar üretiAvrupaGüN
| 15 Nisan 2013 | 9
FOTO: CANAN
liyor. Bu konuya doğrudan dokunmayan çalışmaların ortak bir yönü var: Özel bir kişisel angajman ortaya koyarak küreselleşme çağında bireyin ve bireyselliğin kaybına karşı tavırları sergilemeleri. Sergi, açık bölgeler ile -hem farklı bakışlara pencere açan hem de mahremiyet oluşturan- dolambaçlı yollar arasında gidip gelen bir yapıya sahip. Sanatçıların tek tek eserleri arasında oluşan -ve umarız, ileride hatırlanmaya değecek- bağlantıları ise mizahi bir tavır ve nesnelerin güzelliğine duyulan güven oluşturuyor. Sergiye paralel olarak düzenlenen çerçeve programda sanatçılarla konuşmalar, paneller, Mario Rizzi’nin film fösterileri, Güneş Terkol’un bir tekstil atölyesi, Aslı Çavuşoğlu ve Cevdet Erek’in performansları yer alıyor. Sergiyle ilgili daha geniş bilgiyi MAK’ın internet sitesinden de almak mümkün. 10 | 15 Nisan 2013 | AvrupaGüN
EKİL ENGİZ Ç FOTO: C
Canan, “ibretnüma/ exemPlary”, 2009
Cengiz Çekil, “tanned JaCketS”, 1994
Sergiye şu sanatçılar katılıyor: Hamra Abbas, Murat Akagündüz, Yeşim Akdeniz, Eylem Aladoğan, Meriç Algün Ringborg, Hüseyin Bahri Alptekin, Halil Altındere, CANAN, Aslı Çavuşoğlu, Cengiz Çekil, Banu Cennetoğlu, Mutlu Çerkez, Antonio Cosentino, Canan Dağdelen, Lukas Duwenhögger, Cevdet Erek, Erdem Ergaz, Murat Gök, Nilbar Güreş, Sibel Horada, Emre Hüner, Aki Nagasaka, Olaf Nicolai, Marcel Odenbach, Füsun Onur, Ahmet Öğüt, Mario Rizzi, Nasra Şimmes, Erdem Taşdelen, Cengiz Tekin, Güneş Terkol, İrem Tok, Uygur Yılmaz.
AvrupaG端N
| 15 Nisan 2013 | 11
Felaketin ne kadar farkında olduğumuz veya olamadığımız üzerine bir oyun
“Kutu Kutu” Hamburg’da seyirci önünde CELİL DENKTAŞ
Kutu Kutu, zor bir oyun. Hele amatör bir tiyatro için, onun seyircisi için ve hele Almanya’da! Ama İstasyon Tiyatro görüldüğü kadarıyla bunu göze almış ve oyunu da haylice kotarmış; Baydur’u hiç utandırmıyor. Tabii az biraz oyunu kendisine göre, seyircisine göre uyarlayarak. Seyircinin, “Evet, olacakları anlamakta gerçekten gecikmişiz. Ama dur hele...” noktasına geldiğini oyunun sonundaki ısrarlı alkışlardan anla-yabiliyoruz. 12 | 15 Nisan 2013 | AvrupaGüN
HAMBURG - Memet Baydur, 1995’ten sanki bugünleri haber veriyor. İstasyon Tiyatro İletişim de Hamburg’da yakın tarihe karşı kapalı olan bellekleri uyararak Baydur’u anımsatıyor izleyiciye. Hoş, ülkenin yurtseverleri, sosyalist devrimcileri, cumhuriyetin gerçek kafa emekçileri ta başından beri, 80 yıldır bugünleri haber vermeye çalıştılar ülke insanına. Ne yazık, kulaklar onların söylediklerine karşı hep tıkalıydı. Ama bugün artık olan bitenleri yadsımak için kulakları tıkamak yetmiyor. Gözlerin de yumulması, ağızların da kilitlenmesi isteniyor. Ya da... “Kutu Kutu”, zor bir oyun. Hele amatör bir tiyatro için, onun seyircisi için ve hele Almanya’da! Ama İstasyon Tiyatro görüldüğü kada-
rıyla bunu göze almış ve oyunu da haylice kotarmış; Baydur’u hiç utandırmıyor. Tabii az biraz oyunu kendisine ve seyircisine göre uyarlayarak. Bu, Kutu Kutu’nun hak ettiği şekilde seyirciye ulaşmasına hiç de engel değil ama. Seyircinin, “Evet, olacakları anlamakta gerçekten gecikmişiz. Ama dur hele...” noktasına geldiğini, oyunun sonundaki ısrarlı alkışlardan anlayabiliyoruz. Oyunun kadın karakterlerini artırmak, daha doğrusu Tahir’i Tahire’ye çevirmek, herhalde gelmekte olan -ya da, bugün artık elle tutulur bir şekilde yaşamlarımızın ortasına gelip çöreklenmiş olan- “yeni toplum modeli”ni vurgulamak açısından doğru bir tercih. Ne de olsa
yerleştirilmek istenen anlayışın hedef tahtasında öncelikle kadınlar var. Tahire’nin kabadayılığı sökmüyor bu karanlığın yavaşça, sinsice etrafı sarmasına. Nergis’in, ikiyüzlülüklerden kaçıp heykellerin çıplak ve cesur sadeliğine sığınması da çare değil. Ya Canan’ın uykusunu kaçıran şeye karşı yalnızlığı? Tabii dönekliğin de bir başka kadına, Ayşe’ye düşmesi az öğretici değil. Karanlığı en fazla hissedecek olanın, ona en fazla sarılan olması! Bunu hepimiz son yıllarda bol bol yaşamadık mı? Yönetmenin kadınlar arasında tek kalmaya mahkum ettiği Murat, kalıcı muhafazakâr erkek karakter olarak bundan daha çarpıcı bir konumda olamazdı herhalde. Belki erkeklere karşı AvrupaGüN
| 15 Nisan 2013 | 13
genel bir haksızlık söz konusu, fakat gerçek olan şu ki, ülke erkeğinin geneli kadınların geri adım atmak zorunda bırakıldıkları eşit konumları hızla gasp etmekten hiç de rahatsız olmuyor. Dolayısıyla gelmekte olanın, ya da çoktan gelip içimize çöreklenenin bir tür Truva atı olmaktan adeta mutluluk duyabiliyorlar. Hoş, bunun için biraz da “nahiflik” gerekiyor ki, Murat’ta bu haylice var. Memet Baydur’un çözümü, “güç birliği”! İstasyon Tiyatro İletişim bunu oldukça başarılı bir şekilde seyirciye iletiyor. Oyunu Serap Sadak yönetiyor. Tiyatronun yeni katılımcılarından Burcu Özdirik, yönetmen yardımcılığının yanı sıra oyundaki Nergis rolünün de altından başarıyla kalkıyor. Canan’ı can14 | 15 Nisan 2013 | AvrupaGüN
landıran Hanife Klein ve Murat’ı canlandıran Murat Büyükalp, zaten grubun deneyimli “amatörleri”! Tahir/Tahire’yi oynayan Nazmiye Acar ve Ayşe’yi canlandıran Fatma Kurt da grubun yenilerinden fakat sahnede bunu hiç hissettirmiyorlar. Sahnede göremediğimiz kalabalık bir kadro da sahne gerisinde oyuna epeyce büyük destek veriyorlar, belli. Tümü de üzerlerine düşeni hakkıyla yapmış. İstasyon Tiyatro’nun şimdilik yalnızca dört kez oynayacağını duyurduğu Kutu Kutu, bizleri yoğun bir şekilde yakın geçmişimizi ve bugünümüzü irdelemeye davet ettiği için kaçırılmamayı hak ediyor. Özellikle Hamburg’da yaşayan biz Türkçeli sanatseverleri.
Saat 20:00
Ön satış : 10.- € Kapıda : 12.- €
4 Küçük çocuklar oyuna alınmaz
www.tiyatroistasyon.de
tiyatroistasyon hamburg
AvrupaGüN
| 15 Nisan 2013 | 15