İÇİNDEKİLER 3 Medyada dönüşüm, özgürlük ve başarılı bir Fransız modeli
“MédiApart” veya “MedyApayrı” Medya, özellikle de özgürlükçü, sermaye ve devletten görece bağımsız olmayı arayan medya yeni yollar arıyor. Krizin kollarında çırpınan Avrupa’da bu arayışların henüz köklü dönüşümlere yol açtığı söylenemez. Ancak Fransa’da Avrupa dışındaki arayışlara bile model olabilecek bazı başarılar dikkat çekiyor. “Médiapart”, bunlardan biri ve şu anda birincisi kabul edilebilir. Bu yeni haber sitesi, Bettencourt-Woerth yolsuzluğundan Karaşi suikasti ve denizaltı satışı rüşvetlerine, Kaddafi’nin sağ kesime seçim yardımlarından son Cahuzac skandalına kadar, kamuoyunda infial yaratan ciddi araştırma gazeteciliği örnekleri vermeyi başardı.
UĞUR HÜKÜM 7 İşsizlik ve servet rakamlarının açığa çıkardığı gerçek
AB’de merkez-çevre ayrımı büyüyor Eurostat tabloları, Almanya-Avusturya hattında, çevre ülkelerindeki büyük olumsuzluğun ve yüksek işsizlik oranlarının tam tersi gelişmeler yaşandığını gösteriyor. Almanya’da yüzde 5.4 olan işsizlik oranı, Avusturya’da yüzde 4.8 civarında. İşsizlik, Lüksembourg’da yüzde 5.5, Belçika’da yüzde 8.2 ve Hollanda’da yüzde 6.2 oldu. Bütün bu rakamlar merkez-çevre mesafesini daha görünür hale getirdi. Ayrıca AB merkezinin içinde de giderek derinleşen bir servet eşitsizliği yaşanıyor.
OSMAN ÇUTSAY 10 Öğretmen Meryem Bulut’un Almanya dersi
Cesaret bilgiye eşlik ederse anlamlı Yarı ömrünü Almanya’da geçiren, ülkesinin aydın ve özgürlükçü geleneğine katkı verip pay alan bir öğretmen olarak Meryem Bulut’un, bu ülkedeki yabancı düşmanlığı ve ayrımcılıklarla ilgili saptaması çok net: “Ayrımcılık ve öteki sayma yalnız Almanya’ya özgü bir durum değil. Bir dünya sorunu bu.”
BELKIS ÖNAL PİŞMİŞLER
IMPRESSUM / KÜNYE Yayıncı | Verleger: BIM Bayerisches Institut für Migration e.V. Truderinger Strasse 280 d 81825 München Tel: 089 201 86 303 / Fax: 089 125 90 291 info(@)bim-institut.org info@avrupagun.eu www.facebook.com/avrupagun Sorumlu Yönetmen (V.i.S.d.P): Osman Çutsay Sanat Yönetmeni | Artdirektor: Ömer Yaprakkıran
2 | 8 Nisan 2013 |
AvrupaGüN
Medyada dönüşüm, özgürlük ve başarılı bir Fransız modeli
“MédiApart” veya “MedyApayrı” FOTO: COMMONS.WIKIMEDIA / OLIVIER “TOUTOUNE25” TETARD
UĞUR HÜKÜM
EDWY PLENEL
Ana akım medyanın belli bir kıskançlık, hatta yıpratmak için özel çaba harcayarak izlediği “Médiapart” 5 senede Sarkozy’nin çöküşünü hazırlayan başlıca nedenlerden biri olan bir dizi yolsuzluğun ortaya çıkmasına önayak olmuştu. Böylelikle demokrasilerde bağımsız medyanın nasıl gerçekten 4. Güç olabileceğini de kanıtlamıştı. Aktivist haber sitesi, BettencourtWoerth yolsuzluğundan Karaşi suikasti ve denizaltı satışı rüşvetlerine, Kaddafi’nin sağ kesime seçim yardımlarından son Cahuzac skandalına kadar, kamuoyunda infial yaratan ciddi araştırma gazeteciliği örnekleri vermeyi başardı. Hatta, Cahuzac olayının da gösterdiği gibi Médiapart’ın sol eğilimli olması, sol etiketli bir iktidara ağır darbeler vurmasını da engellemedi.
PARİS - Sarkozy hükümetinin püsküllü belâsı, gazeteciliğin yüz akı www.mediapart.fr şimdi de Hollande iktidarını sallıyor. Fransa geçen salıdan beri “sosyalist” Jean-Marc Ayrault hükümetinin Bütçe Bakanı Jérôme Cahuzac’ın neden olduğu skandalla sarsılıyor. Vergi yolsuzlukları, kaçakçılığı ve cennetleriyle mücadelenin başını çekmesi gereken bakanın bizzat kendisinin vergi cennetlerine para kaçırdığını itiraf etmesi, ülkede şok etkisi yarattı. Médiapart internet gazetesinin 4 ay önce ortaya attığı suçlamayı inkâr eden Cahuzac, hakkında soruşturma açılınca teslim bayrağını çekti. HollandeCahuzac şürekâsıyla başkaları uğraşadursun, bizi bu süreçte özellikle ilgilendiren boyut, olayı ortaya çıkartan internet sitesiydi. 16 Mart 2008’de yayına başlayan “Médiapart” isimli söz konusu gündelik internet gazetesi, Fransa’da hiç reklam almaksızın, yalnızca abonelikle kâra geçen ilk internet sitesi. Médiapart adı hem “Média Participatif” yani “Katılımcı Medya” kavramından, hem de Fransızcada üç kelime, “Média à part”ın (farklı, sıradışı medya) bütünleştirilmesinden türetilmiş bir isim. Biz de “apayrı bir medya” diye çevirebileceğimiz veya gönlümüzce uyarlayabileceğimiz AvrupaGüN
| 8 Nisan 2013 | 3
bu başlıktan esinlenerek, gazetecilik mesleğini hakkıyla icra etme cesareti, arzusu, iradesini taşıyan meslekdaşlarımıza Türkçe yeni bir internet gazetesi adı öneriyoruz: “MedyApayrı”.
Halife Sultan’ın “Köşe Yastıkları”na alternatif Médiapart, Türkiye’ye 21. yüzyılda keyfince bir “Muhteşem Yüzyıl”, kendine de her şeye kadir bir “Halife Sultanlık” yaşatma hayalindeki bir siyasetçi ve neoliberal/müslüman-muhafazakâr siyasetine karşı gazetecilik yoluyla 21’inci yüzyılda nasıl mücadele verilebilir sorusunu cevaplamak isteyenlere, bir seçenek. Tanınması zorunlu, denenmeye değer bir seçenek. Oturdukları köşelerinden gazetecilik yaptıklarına inanan, her biri birbirinden “büyük, bilimsel, demokrat, devrimci, entelektüel, olgun, dolgun” nice gazeteci-yazarı biat etmedikleri, o günkü kırmızı çizgiyi geçtikleri an bir kaş-göz tehditi, bir sünnetli bıyık darbesiyle fildişi kulelerinden düşürü düşürüveren “Modern Hünkâr”(lığ)a (!) karşı mücadele için aslında apayrı ve özel bir medyaya bile hacet yok. Yapılacak iş, titreyip aslına dönmek. Yani gazetecilik okullarında okutulan meslek ahlâkına harfiyen uymak ve “köşe yastıklığı”nı bırakıp mesleğin gereklerini icra etmek. Yani sahaya inmek, eleştirel ve araştırma gazeteciliği denen ilkelere yetenekleri çapında sahip çıkıp, toplum ve kamu yararına özgün ve özgür iş üretmek.
Edwy Plenel ve Médiapart Médiapart’ın kurucu müdürü 1952 Nantes doğumlu, 1996-2004 arasında, ülkenin en saygın gazetesi Le Monde’un yazıişleri müdürlüğünü yapmış olan ünlü gazeteci Hervé Edwy Plenel eski bir radikal solcudur. Çocukluk ve ilk gençliğini Karayip Adaları ve Cezayir’de geçiren kişilik 1970’te Paris’e döndüğünde dönemin en popüler solcu ve genç militanlarının çoğunlu4 | 8 Nisan 2013 |
AvrupaGüN
ğunu oluşturduğu Troçkist siyasi hareket “La Ligue Communiste Révolutionnaire”e (Devrimci Komünist Ligi-LCR) katılır. Mesleki hayatı aynı yıllarda LCR’in resmi yayın organı, haftalık “Rouge” (Kızıl) dergisiyle başlar. 1980’de 25 yıl çalışacağı Le Monde’a girecektir. Plenel yönetimindeki gazetenin satışları her yıl düzenli artarak tarihi rekorlar kıracaktır. 8 yıllık yazıişleri müdürlüğü görevinden gazetenin yeni çoğunluk ortaklarıyla anlaşamadığı için istifa eder. Bir yıl sonra, 2005’te de gazeteden tamamen ayrılır. Edwy Plenel öncülüğünde 4 demokrat gazeteci tam 5 yıl önce Médiapart serüvenine girişirken hedeflerini her türlü reklam ve dış sermayeden uzakta, tam bağımsız “pure play(er)”bir haber ve bilgi aracı yaratmak olarak tanımlıyordu. Kendi kendine yetebilen, ileri aşamalar için kâra geçebilen bir yapı, örnek bir “yurttaş gazeteciliği” tasarlayan Plenel ve arkadaşları basın-yayın krizine meydan okurcasına risk alıp daha baştan paralı bir site kuruyorlardı. Kuşkusuz tüm okurlarla paylaşılan bedava başlık ve kısalar veya özel yazılar da sunuluyordu. Bugün her abone okur, arzu ederse Médiapart’ı her sabah tabloid boyutta gazete gibi basıp eline alarak okuyabiliyor. 2009 Mayısı’nda “Bağımsız Bir Basın İçin Mücadele” başlıklı bir manifesto yayınlayan Plenel başka habercilik sitelerinin de desteği ve işbirliğiyle 2009 sonbaharında “İnternette Bağımsız Basın Sendikası”nı örgütlemiş ve örgütün Genel Sekreterliğine seçilmişti. Médiapart’ın yayın siyasetini “demokratik radikallik” niteleyen Plenel, gazetecilik çizgisi veya anlayışını şu sözlerle özetliyor: “Köklü bir geleneğin mirasçısıyız. İlk zorunluluk gerçeğe, ilk sadakat yurttaşa bağlılık; ilk disiplin doğruluğu araştırmak; ilk görev bağımsızlık. Ancak bu mirasa sadığız demek yetmez. Kalıcı ve kaliteli bir gazetecilik için okurun aktif katılımı ve kendimizi her an yeniden sorgulayacağımız düzenli karşılıklı bir etkileşimi sağlamak zorundayız...”
Bilanço olumlu Çok zorlu bir 5 yılın bilançosu, bekleninin ötesinde olumlu. Kurum ilk kârını sembolik de olsa 2011’de yakalıyor. Aylık 9 avro, yıllık 90 avro temelinde 70 bin abonesiyle Médiapart 2012 bilançosunu 6 milyon ciro ve 700 bin avro net kârla kapatıyor. Piyasa ölçülerinde makul maaşlarla çalışan 30’u gazeteci 37 personelli kuruluşun 3 milyon avroluk kuruluş sermayesinin yüzde 62’si kurucular ve Médiapart Dostları Derneği’ne ait. Tek kelime dahi reklam almayan ve köşe yazarı olmayan egazete her gün ve gün içinde yenilenen “Gazete” haberlerinin yanı sıra ayrı “Uluslararası”, “Fransa”, “Ekonomi”, “Kültür” başlıkları altında özgün yorum ve haberlere yer vermektedir. Ayrıca 5 yılda özel arşiv şeklinde geliştirilmiş bir hayli zengin “Dosyalar” ve “Magazin” çalışmalarıyla içeriklerini hem ortalama, hem de uzman ve meraklı okur için son derece cazip kılmayı başardı. Ana akım medyanın belli bir kıskançlık, hatta yıpratmak için özel çaba harcayarak izlediği Médiapart, 5 senede Sarkozy’nin çöküşünü hazırlayan başlıca nedenlerden biri olan bir dizi yolsuzluğun ortaya çıkmasına önayak olmuştu.
Böylelikle demokrasilerde bağımsız medyanın nasıl gerçekten 4. Güç olabileceğini de kanıtlamıştı. Aktivist haber sitesi, Bettencourt-Woerth yolsuzluğundan Karaşi suikasti ve denizaltı satışı rüşvetlerine, Kaddafi’nin sağ kesime seçim yardımlarından son Cahuzac skandalına kadar, kamuoyunda infial yaratan ciddi araştırma gazeteciliği örnekleri vermeyi başardı. Cahuzac olayının da gösterdiği gibi Médiapart’ın sol eğilimli olması, sol etiketli bir iktidara ağır darbeler vurmasını da engellememiştir. 12’si kendi imzasını taşıyan 30 civarında kitabı olan Edwy Plenel geçtiğimiz mart ayında yayınlanan “Le Droit de Savoir” (Bilmek Hakkı) başlıklı denemesinde “İtaatkâr olmayan bir haberciliğe karşı hoşgörüsüzlük, hayatiyetini yitiren demokrasiye kayıtsızlık demektir” şeklinde yazmış. “Basın, yurttaşların hak ve çıkarlarına olan görev ve sadakatini unutmadığı takdirde, demokrasinin özünü unutan iktidarlara karşı en ön cephede mücadele verecektir. Zira haber ve bilgi, eşitliğin temel silahıdır.” ■
AvrupaGüN
| 8 Nisan 2013 | 5
6 | 8 Nisan 2013 |
AvrupaG端N
İşsizlik ve servet rakamlarının açığa çıkardığı gerçek
AB’de merkez-çevre ayrımı büyüyor OSMAN ÇUTSAY
Eurostat tabloları, AlmanyaAvusturya hattında, çevre ülkelerindeki büyük olumsuzluğun tam tersi gelişmeler yaşandığını gösteriyor. Almanya’da yüzde 5.4 olan işsizlik oranı, Avusturya’da yüzde 4.8 civarında. İşsizlik, Lüksembourg’da yüzde 5.5, Belçika’da yüzde 8.2 ve Hollanda’da yüzde 6.2 oldu. Bütün bu rakamlar merkez-çevre mesafesini daha görünür hale getirdi. Ayrıca AB merkezinin içinde de giderek derinleşen bir servet eşitsizliği yaşanıyor.
FRANKFURT - Avrupa’daki kriz, işyeri ve servet dağılımında aşılması güç uçurumlar yaratarak yoluna devam ediyor. İşyeri, dolayısıyla da işsiz dağılımındaki eşitsizlikler, zengin mutfağı AB’de daha önce hiç görülmemiş cepheleşmeleri tetikliyor. “Merkezdeki” zenginlerle “kenardaki” görece yoksullar arasında mesafe giderek açılıyor. Bir örnek, Avrupa İstatistik Dairesi’nin (Eurostat) geçen hafta içinde açıkladığı Avro Bölgesi’ndeki son işsizlik rakamları. Bunlar, dünyanın en zengin “siyasi-ekonomik bölgesinin” ağır bir merkez-çevre ikilemi içinde kaldığını ortaya çıkardı. Avro Bölgesi’nin 17 üyesindeki işsiz sayısının 19 milyon sınırını geride bırakması yeni bir rekor olarak değerlendirilirken, yüzde 12’lik ortalama, işsizlik oranının merkezdeki zenginlerle çevredeki yoksullara çok farklı dağıldığını bir kez daha gösterdi. Eurostat’a göre, tüm Avrupa Birliği itibariyle yüzde 10.9 olan ortalama işsizlik oranı, Avro Bölgesi’nde ocak ayında yükselişini sürdürdü ve şubat ayında yüzde 12 ile yeni bir rekor kırmış oldu.
AvrupaGüN
| 8 Nisan 2013 | 7
“Avrupa’da bir trajedi yaşanıyor” AB Çalışma Komiseri Laszlo Andor’un, bu rakamların kabul edilemez olduğunu belirterek “Avrupa’da bir trajedi yaşandığını” hatırlatması, sorunun büyüdüğüne yeni bir kanıt olarak değerlendirildi. Andor adına yapılan bir açıklamada, AB üyesi ülkelerin yeni işyerleri yaratmak ve kalıcı bir ekonomik büyüme sağlamak üzere ellerindeki tüm araçları kullanmaları çağrısında bulunuldu. Söz konusu “trajedinin” yıllar bazında karşılaştırmalar yapıldığında giderek keskinleştiği ve özellikle de avro kullanan “çevre ülkelerinde” yoğunlaştığı anlaşıldı. Avro Bölgesi ülkelerinde şubat ayında geçen yılın aynı dönemine göre 1 milyon 800 bin kişi daha işsizlik kervanına katıldı. Burada da Güney Avrupa’nın merkeze göre çok daha farklı ve kötü bir resim verdiği belirlendi. Krizin derinleşmesine bir türlü engel olamayan Yunanistan ve İspanya’da işsizlik en az her dört kişiden birini vururken, Portekiz’de de yüzde 17.5 olarak açıklandı. Almanya ve Avusturya gibi iki merkezde ise işsizlik oranlarının yüzde 5 sınırında dolaşması, AB’nin çevre ülkeleriyle merkez ülkeleri arasındaki büyük açının giderek büyüdüğüne yönelik bir gösterge olarak değerlendirildi. İşsizliğin Yunanistan’da çok daha kötü bir biçimde seyrettiğinin, gerçek rakamların 2013 itibariyle hâlâ kamuoyuna açıklanmamasından da anlaşılacağını belirten uzmanlara göre, Yunanistan’da tünelin ucunda “avrolu bir ışık” görmek artık mümkün değil. Akdeniz ülkelerinde yüzde 50 sınırını da geçen genç işsiz rakamları, bu ülkelerin başkentleri kadar Berlin-ParisBrüksel hattında da tedirginliğin artmasına neden oldu. Yunanistan ve İspanya’da 25 yaşından küçük her iki gençten birinin kayıtlara işsiz olarak geçtiği, Portekiz ve İtalya’da da aynı yaş grubundaki her üç kişiden birinin iş aradığı kaydedildi. Avro Bölgesi’nde ortalama genç işsizlik oranı yüzde 23.9 oldu. Bu oran geçen yılın aynı dönemnde yüzde 22.3 olmuştu.
Almanya hattında durum tam tersi Eurostat’ın sezon hareketlerinden arındırılıp homojenleştirildiği için ilgili ülke resmi istatistiklerinden farklı tablolarına göre, Almanya-Avusturya hattında, çevre ülkelerindeki büyük olumsuzluğun tam tersi rakamlar gündemde. Almanya’da yüzde 5.4 olan işsizlik oranı, Avusturya’da yüzde 4.8 civarında. İşsizlik, Lüksembourg’da yüzde 5.5, Belçika’da yüzde 8.2 ve Hollanda’da yüzde 6.2 olarak belirlendi.
8 | 8 Nisan 2013 |
AvrupaGüN
Bu rakamlar da merkez-çevre mesafesini bir kez daha görülür hale getirdi. Ekonomideki gerileme ve borç krizinin işsizlik rakamlarını özellikle kenardaki AB üyelerini daha kötü etkileyeceğine kesin gözüyle bakılıyor. Sanayi şirketlerinin siparişlerinde ciddi gerilemeler yaşandığına dikkat çeken Alman yetkililere göre, merkez ile çevre arasındaki açının işsizler ordusu için de giderek büyümesinin şaşırtıcı olmayacak.
İçerideki servet dağılımı Öte yandan, Avrupa’da, merkezdeki ülkelerin motoru kabul edilen Almanya, çevre ülkelerden gelen yoksulluk baskısına çözüm ararken, kendi içinde de yeni sorunlarla karşı karşıya kalıyor. Özellikle servet dağılımındaki dengesizlik, sosyal barışının geleceği konusunda yeni soru işaretlerine neden oluyor. Berlin merkezli Alman Ekonomik Araştırmalar Enstitüsü (DIW) raporlarına göre, dünyada ABD ve Japonya’nın ardından en çok dolar milyonerine sahip ülke olan Almanya’da, krize paralel olarak milyoner sayısında da artış gözleniyor: Bu ülkede 2011 yılında bir önceki yıla göre milyoner sayısı yüzde 3 artmış ve 951 bine çıkmıştı. Eğilimin sürdüğü biliniyor. Zenginlerin servet birikimi, AB’nin en zengin ülkesinde “aşağıdan yukarıya doğru”, yani zenginlerden yana bir servet dağılımının hız kazandığına kanıt kabul ediliyor. DIW rakamlarına göre, Almanya’daki nüfusun en zengin yüzde 10’u, ülkedeki toplam servetin üçte ikisine sahip. Daha da kötüsü, 70 bin Alman yurttaşını içeren nüfusun binde 1’lik kesimin varlığı, Almanya’daki toplam servetin dörtte biri düzeyinde. Baka bir deyişle de, nüfusun binde 5’lik bir kesimi, ki 350 bin Alman yurttaşına karşılık geliyor, toplumun yüzde 90’ının toplam servetine sahip. Yani 350 bin kişinin serveti 63 milyon kişinin varlığına eşit. Nitekim Almanya’nın ünlü iktisatçılarından Prof. Dr. Christoph Butterwege, Alman toplumunun yoksul olan yarısının, ülkedeki toplam servetin sadece yüzde 1’ine sahip olduğunu, böyle kaotik bir yapıda da, insanların “varoluş krizi” içinde bulunmasının normal karşılanması gerektiği görüyünde. AB’nin merkezi, özellikle Almanya-Avusturya hattı, hem Akdeniz ülkelerinden hem de kendi içindeki zengin-yoksul ayrımından doğan baskılarla karşı karşıya. Bu da sosyal barışla ilgili endişelerin yayılmasını kolaylaştırıyor. ■
Saat 20:00
Ön satış : 10.- € Kapıda : 12.- €
4 Küçük çocuklar oyuna alınmaz
www.tiyatroistasyon.de
tiyatroistasyon hamburg
AvrupaGüN
| 8 Nisan 2013 | 9
Öğretmen Meryem Bulut’un Almanya dersi
Cesaret bilgiye eşlik ederse anlamlı BELKIS ÖNAL PİŞMİŞLER
Yarı ömrünü Almanya’da geçiren, ülkesinin aydın ve özgürlükçü geleneğine katkı verip pay alan bir öğretmen olarak Meryem Bulut’un, bu ülkedeki yabancı düşmanlığı ve ayrımcılıklarla ilgili saptaması çok net: “Ayrımcılık ve öteki sayma yalnız Almanya’ya özgü bir durum değil. Bir dünya sorunu bu.”
BOCHUM - Meryem Bulut bir ses belki de, sanki en tamamı öyle bir ses. Daha en başından hiç sakınmadan cömert bir dille anlatıyor, sonra da siz hep anlatsın istiyorsunuz. Anlatsın bitmesin ama. Uzun zamanların, ciddi deneyimlerin, derin duyguların arasından dolanıp, unutulmaz iyi bir öğretmenin ılık, bilgili sesiyle bitmesin diye can atılan derslerden birinde bekler olursunuz . Gözlüğünü çıkarıp yeniden takışındaki heyecan ve hiç yorgun olmamasındaki ilintiyi bulmaya çalışmakla geçiyor bir vakit ilk baştan. Zaman bile öyle bir yerde söylenmeyi bekliyor. Meryem öğretmen tam 40 yıldır Almanya’da.
Meryem Öğretmen Masala başlar gibi anlatıyor o yüzden sarsılmıyor dinleyen. Genç, çok genç iki insan Türkiye’nin 70’li, dünyanın 68’li kuşağından iki genç, 10 | 8 Nisan 2013 |
AvrupaGüN
Meryem ve Kamil Bulut kalkıp işçi olarak Almanya’ya geliyorlar. Yıl 1972. Regensburg’da Siemens’te başlıyor çalışmaya. 1975’ten bu yana da Bochum-Wattenscheid’da tekrar başlıyor hikaye. Ama ondan önce Aydın- Ortaklar’da öğretmen okulunu bitirmiş bir gepegenç öğretmen olarak İzmir’de öğretmenlik yapıyor. Meslekte 25’inci yıl kutlaması nedeniyle yaptığı konuşmada “Köyümün okula giden ilk kızı bendim” derken, bunu da bir Alevi dedesi olan kendi dedesinin bilgeliğine bağlamayı ihmal etmemiş. Siemens, televizyon fabrikası Graetz’de işçilik, ardından öğrenim güçlüğü çeken çocukların eğitimi, ilkokullarda Türkçe öğretmenliği, göçmenlerin Kuzey Ren Vestfalya eyaletindeki önemli yapılanmalarından RAA'da çalışma, Meryem Bulut’un 40 yıllık Almanya deneyiminin zengin ve renkli özgünlüğünün de ipuçlarını taşıyor. “Ben insanlarla çalıştım, malzemem insandı
ve bununla da, öfkenle, sevginle tüm duygularınla da yaşadığını anlarsın. İşte bu ne güzel bir duyumdur” diyor Meryem Öğretmen, diyalektik sırları bulmuş bir sessizlikle kendisini dinleyen Kamil Bulut’a bakarak.Unuttukları olursa, eşi Kamil Bulut tamamlıyor bir çırpıda. Birkaç işi bir arada yapmış hep. “Nasıl?” sorusunu “Başka türlüsü zaten olmazdı” diye yanıtlıyor. “Kökler Türkiye’de, evet, ama burası de evim...” Öyle düşünüyor. “Ülkeme giderken sevinçle doluyor içim, ama buraya dönerken de evime geliyorum diye seviniyorum, ben karamsar ve dertlilerden değilim” diyor. Birkaç şeyi bir arada dendi ya, örneğin bir Nasreddin Hoca semineri hazırlarken öğretmenler için, bir yandan da 16 Mart Öğretmen Okullarının Kuruluş Yıldönümü’nde eski okul arkadaşlarıyla pilav ve kurufasulye yemek için Aydın Ortaklar’a gitme telaşının yanına, torunun arkadaşlarıyla yapacağı pikniğe de börek yetiştiriyordu. AvrupaGüN
| 8 Nisan 2013 | 11
Ayrımcılık her yerde olur Peki, yarı ömrünü Almanya’da geçiren, ülkesinin aydın ve özgürlükçü geleneğine katkı verip pay alan bir öğretmen olarak Meryem Bulut, Almanya’da yabancı düşmanlığı ve ayrımcılıklarla ilgili nasıl bir algıyı dillendiriyor? “Ayrımcılık ve öteki sayma yalnız Almanya’ya özgü bir durum değil” diyor Bulut, “toplumların davranış ve kaygılanma biçimleri, önyargılarla kendini koruma alışkanlıkları ve kendini konumlandırma tarzları pek çok yerde benzerlikler gösterir.” Dıştalama ve ayrımcılık insanlık tarihinin sorunu bir anlamda Bulut’a göre. “Kültürel farklılıklar elbette zaman zaman kimi zorluklara yol açabilecek durumdaydı, ama” diyor ve ekliyor: “Bizim Alman toplumundan öğrendiklerimiz, Alman toplumsal yaşamına aktardıklarımız oldu bu süreçte.” Bulut’un Alman arkadaşları da var kuşkusuz, ama “Örneğin, komşuluk anlamında benzer bir ilişki biçimi zaman aldı elbette” diyor, “sosyal davranış normları farklı.”
Anadil uyarıları Bir kız bir oğlan iki yetişkin evlat, üç de torunları var Bulutların. Almanya’ya ilk Meryem Bulut gelmiş, ardından da eşi ve çocukları. “Kitaplarımızı, arkadaşlarımızı, aile ve ülkemizi geride bırakırken, dilin bizi nasıl ayakta tutacağını biliyorduk” diyor, anadilimizi hep içsel bir sevgi ve coşkuyla canlı tuttuklarını anlatıyor özenle:
12 | 8 Nisan 2013 |
AvrupaGüN
“Birinci kuşak çok yönlü bir süreci kendi gerekleri içinde aştı ancak. İkinci ve sonraki kuşakların bu anadil ile ilgili unutmaması gereken bir gerçek var: Yazın dilinin asgari gereklerini yerine getirmeyen bir dil, cesaretin cahilliğini gideremez. Cesur buluyorum sonraki kuşakları, ama bu cesaretin olmazsa olmazı, bilgiye eşlik etmesidir. Anadili algısında da Almanca kullanımında da benzer noksanlıkları hemen fark ediliyor. Bir dili biliyor olmanın, onu kullanıyor olmanın asgari gereği, yazı ve o dilde okuma gayreti ve anlayışıdır. Bir dili konuşmaktalar, evet ama, yazısı ve okuması olmadan bunun arzulanan bir seviye ve işlev yaratamayacağı da görülüyor.” Bunları konuşurken de, bir yandan hazırladıkları tombalalarla, dil ve şekil oyunlarıyla anadilin çocukken kullanım zenginliğiyle zihinsel algıda yer edinebilmesi için yollar bulmaya çalıştığını da örnekliyor. Sekteye uğramayan bir ikna oluşla yapıyor bunu. Ülkesinin aydınlık damarının seçkin bir temsilcisi olarak. “İlle de” diyor en son vazgeçilmez bir çağrıyı yineleyerek, “ille de üç dil Bedri Rahmi Eyüboğlu’ndan”: En azından üç dil bileceksin En azından üç dilde canımın içi demesini Nerden ince ise ordan kopsun demesini Keçiyi yardan uçuran bir tutam ottur demesini İnsanın insanı sömürmesi rezilliğin dikalası demesini Ne demesi be Gümbür gümbür gümbürdemesini bileceksin...