20130235_18_Mahserin_bes_atlisi

Page 1


İÇİNDEKİLER 3 İspanya, İtalya, Portekiz, Kıbrıs ve Yunanistan: Mahşerin beş atlısı

Avro krizi yeni dev dalgalara gebe Avrupa ortak parasının sorunlu ülkeleri, gösterilen tüm çabalara rağmen krizden ve borçtan bir türlü kurtulamıyor. Sert tasarruf önlemleri, krizdeki ekonomilerin daha da küçülmesine yol açıyor.

OSMAN ÇUTSAY 6 Siyasetbilimci Prof. Dr. Georg Fülberth’e göre ekonomi savaşsız yapamıyor

Savaş ve silahlanma, bir 'gizli ekonomi' “1989’dan itibaren önce pek bir umut bağlanan 'barış temettülerinden' söz edilirdi: Silahlanma yükünün barışçı hedeflere dönüştürülmesi. Bundan hiçbir şey çıkmadı. Silah ihracatı, çok bereketli ve garantili bir kâr kaynağıdır.”

10 Samir Amin’den eleştirilere yanıt Mısır kökenli ünlü Fransız düşünür Samir Amin 23 Ocak tarihli M’PEP Bülteni’nde uluslararası ilerici çevrelerde ciddi bir zihin karışıklığı yaratan bir konuya, Fransa’nın Mali’ye askeri müdahalesine ışık tutan bir analiz yayınlamıştı. Bu yazı çok tartışmalara neden olmuş, bugüne kadar Amin’e çok güvenen bazı sol ve ilerici çevrelerin bir kısmı düşünüre şiddetle karşı çıkmışlardı.

Derleme ve Çeviri: UĞUR HÜKÜM 14 Bir Alman sinema yıldızının İstanbul’da başlayan kariyeri Hannelore Elsner’i Halit Refiğ keşfetmişti

Nürnberg’in gelenekselleşen Türkiye-Almanya Film Festivali’nde bu yıl Türkan Şoray ile birlikte onur ödülünü günümüz Alman sinemasının sevilen yıldızlarından Hannelore Elsner alacak. Elsner, önceki yıl yayımladığı ve ömrünün bilançosunu çıkardığı ilginç kitabında mesleğe ilk adımını 1958’de stanbul’da attığını anlatıyor.

GÜRSEL KÖKSAL

IMPRESSUM / KÜNYE Yayıncı | Verleger: BIM Bayerisches Institut für Migration e.V. Truderinger Strasse 280 d 81825 München Tel: 089 201 86 303 / Fax: 089 125 90 291 info(@)bim-institut.org info@avrupagun.eu www.facebook.com/avrupagun Sorumlu Yönetmen (V.i.S.d.P): Osman Çutsay Sanat Yönetmeni | Artdirektor: Ömer Yaprakkıran

2 | 25 Şubat 2013 | AvrupaGüN


İspanya, İtalya, Portekiz, Kıbrıs ve Yunanistan: Mahşerin beş atlısı

Avro krizi yeni dev dalgalara gebe

Avrupa ortak parasının sorunlu ülkeleri, gösterilen tüm çabalara rağmen krizden ve borçtan bir türlü kurtulamıyor. Sert tasarruf önlemleri, krizdeki ekonomilerin daha da küçülmesine yol açıyor. Bu arada, yüksek işsizliğin sokakları harekete geçireceğine inananların sayısında artış gözleniyor. Art arda küçülen ekonomilerin, AB ve Avro için daha kötü zamanların habercisi olabileceği ileri sürülüyor.

FRANKFURT - Avrupa Birliği’nin merkezlerinde, özellikle de Almanya ve Fransa’da, siyaset gündeminde bir süredir kendisinden eski sıklıkla söz edilmeyen Avro Krizi’ninhesapta olmayan kriz dalgaları yaratmasından korkuluyor. Medyanın çabasıyla gerçek gündemin dışına atılması sağlanan Avro Krizi’nin, yeni bir “tsunami” olarak AB’yi ne zaman vuracağı sorusuna, özellikle İngiltere’nin kredi notunu en yüksek dereceden (AAA) değil bir düşük dereceden (AA1) veren Moody’s sonrasında yanıt aranıyor. AB’nin çevre ülkelerinde, krizin giderek derinleşmesi çaresizlik ve endişeyle izleniyor. İspanya’da iyice ısınan sokaklara emlak sektöründeki dev bir çöküşün eşlik edebileceğini, Silvio Berlusconi’nin İtalya’da bir kabus yaratabileceğini, Yunanistan’da borçların silinme çabalarının hızlandığını ve Kıbrıs’ın da çürümüş AvrupaGüN

| 25 Şubat 2013 | 3


bankaları için en kısa sürede milyarlarca avroluk yardım bulmazsa iflas edeceğini hatırlatan uluslararası uzmanlara göre, AB’nin çok ağır sorunlarla yüz yüze. AB başkentlerindeki karamsarlık, bir türlü dağılmak bilmiyor. Üzerinde aylardır tartışılmayan Avro Krizi’nin büyüyen bir dalga halinde geri döneceğini belirten uzman sayısı artarken, “cicim aylarının” çoktan bittiği genel kabul görüyor. Avrupa Merkez Bankası (ECB) Başkanı Mario Draghi, geçen yılın yaz aylarında “Avro sisteminden geri dönülemez” demiş ve ECB’nin Avrupa ortak parasını savunacağını, bunun için gerekirse krizdeki ülkelerden sınırsız devlet tahvili satın alınabileceğini bildirmişti. Draghi’nin bu çıkışı bir dönüm noktası oluşturdu. Kriz ülkelerine ait devlet tahvillerinin fiyatı, yani faizleri düştü, hisse senedi fiyatları ise arttı. Ancak krizi hazırlayan altyapıda esasa yönelik hiçbir şey değişmedi.

Reel ekonomi hiç iyi değil Alman hükümetine de danışmanlık yapan ve Keynes politikalarına yakınlığıyla bilinen Avrupa’nın etkili iktisatçılarından Prof. Dr. Peter Bofinger, “Reel ekonominin sert verileri hiç de iyi görünmüyor” derken, o veriler çerçevesinde krizin tam ortasında saplanıp kalındığını hatırlattı. Mannheim’daki Avrupa Ekonomik Araştırmalar Merkezi (ZEW) Başkanı Prof. Dr. Wolfgang Franz da, krizin aşıldığının söylenemeyeceği uyarısında bulundu. Pforzheim Yüksekokulu’ndan Prof. Dr. Hanno Beck de “Der Spiegel”e yaptığı açıklamalarda, “Şimdiye kadar sadece krizin semptomlarına karşı bir sürü parayla mücadele ettik, ama nedenlerini ortadan kaldırmış değiliz” diye konuştu. Paranın sadece ağrı dindirici olduğunu belirten Beck, “Bu ilaç hastalık belirtilerini belki hafifletti, ama etkisi de bir yerden sonra azalıyor. O zaman insan bir sonraki ilacı alıp almamayı düşünüyor” dedi. 4 | 25 Şubat 2013 | AvrupaGüN

Özellikle İspanya’da sadece emlak devi Reyal Urbis’in değil, tüm bir emlak sektörünün büyük bir felaketin eşiğinde olduğu söylentilerine, İtalya’nın da çöküşle yüz yüze olduğu haberleri eşlik ediyor. Kıbrıs’ta ise Avro Bölgesi ülkelerinin henüz bir yardım planı sunamamış olması, Kıbrıs Rum Kesimi’nin, banka sistemiyle AB’yi sarsabilecek önemde olup olmadığının ortaya çıkmasıyla ilintilendiriliyor. Kıbrıs’ın AB için önemi konusunda uzman ve siyasetçilerin ikiye ayrıldığı gözleniyor. Özellikle Merkel hükümetinin “ek bir avro sorunuyla daha baş başa kalmamak için” sorunları sonbahar seçimlerinden sonraya ertelemesi dikkat çekiyor.

İtalya’da korku egemen İtalya’da, Silvio Berlusconi’nin siyaset sahnesinde yeniden etkili olması halinde mali piyasalardaki huzurun biteceği kesin. Uzun bir süredir sadece sol için değil, sağ için de bir risk unsuruna dönüşen Berlusconi’nin, başbakanlığına büyük bir tehdit gözüyle bakılıyordu. Berlusconi’nin, Avro Bölgesi’nin en büyük üçüncü ekonomisinin iflasa sürükleyeceği ileri sürülüyordu. Bu arada Berlusconi’nin, seçim kampanyası boyunca Angela Merkel ile ECB’yi en büyük düşmanları olarak ilan etmesi, tedirginliğin geçici olmadığına yönelik ir gösterge olarak değerlendiriliyor. İtalya’daki önlenemeyen huzursuzluğun Avro Bölgesi ülkelerine yayılma potansiyelinin büyük olduğu konusunda artık görüş birliği sağlanmış gibi.

Ya milyarlar ya iflas Kıbrıs Cumhuriyeti veya Kıbrıs Rum Kesimi, Avro Bölgesi’nin ilk büyük iflası olmaya hazırlanıyor. Ülkenin, çürümüş bankalarını ve mali sistemini düzeltmek için çok acil olarak 17.5 milyar avroya ihtiyacı olduğu, ancak AB ülkele-


rinden veya IMF’den henüz olumlu bir yanıt alamadığı biliniyor. Özellikle Rus oligarşisinin vergi cenneti olarak bilinen Kıbrıs’a, bu nedenle yardım yapılmakta çekingen davranılıyor. Kıbrıs Rum Kesimi’nin AB içindeki önemi ise tartışma konusu olmayı sürdürüyor. AB’nin Kıbrıs’ın iflasını sineye çekmesiyle, tüm Birliğin kendisini bir anda yolun sonunda görebileceğine inanan uzman sayısındaki artış anlamlı bulunuyor.

Yunanistan’da borçlar silinecek Yunan krizi de bugüne kadar sadece ertelendi. Borçların silinmesi bekleniyor. Ancak böyle bir durumda avro ülkeleri Atina’ya gönderdikleri yardım kredilerini battığını ilan etmek zorunda kalacağı da biliniyor. Bu da milyarlarca avro tutarında bir zarar anlamına gelecek. Özellikle Berlin hükümeti, seçime girerken, bu kaybı Alman vergi yükümlülerinin taşıyacağını kimseye anlatamayacağını düşünüyor. Atina ise tasarruf önlemlerini tam olarak uygularsa borçların önemli bir bölümünün silineceği inancında. Ancak AB içindeki belirsizlik sürüyor.

İspanya’da borçlar ve sokak patlamak üzere Avro Bölgesi’nin en sert tasarruf önlemlerini alan İspanya, krizden bir türlü kurtulamıyor. Geçen yılı tarihinin en büyük kamu borçlanmasını yaşayan Madrid, bütçe açığıyla ilgili hedefleri de gerçekleştiremedi. Özellikle özel sektörün borçlanması büyük sorun. Son bir buçuk yılda batık kredi hacminin ucu görünmez oldu. Şu sıralarda İspanya’yı tarihinin ikinci en büyük emlak iflası bekliyor. Reyal Urbis’in borç tutarının 3.6 milyar avro olduğu ve ödeme güçlüğü bildiriminde bulunmak zorunda kaldığı gözleniyor. Başbakan Mariano Rajoy kara para skandalıyla art arda darbe alırken, kitle desteğini hızla yitiriyor. Uluslararası mali sistemin aktörleri, kendilerinden beklenenin aksine, İspanya’da tasarruf önlemleri yumuşatılmazsa, ekonominin iyice daralarak daha derin bir resesyona gireceğini, bundan kaçılamayacağını bildiriyorlar. Borç düzeyine istikrar kazandırmak için ekonomik büyüme şart. Ancak katı tasarruf önlemleri, yüksek işsizlik ve özel sektörün borçlarını temizleyip yeniden borçlanmaması nedeniyle ekonomide herhangi bir büyüme beklenmiyor.

Portekiz’de “darmaduman ekonomi” Krizdeki Portekiz ekonomisinin beklentileri aşan bir hızla küçüleceğini hükümet de itiraf etti. Portekiz Maliye Bakanı Vito Gaspar geçen hafta ortasında yaptığı açıklamada, 2013 yılında ülke ekonomisinin beklenenden iki kat daha hızlı daralacağını bildirdi. Portekiz GSYİH’sının 2012’nin son çeyreğinde bir önceki yılın son çeyreğine göre yüzde 3.8’lik bir gerileme gösterdiği, bu nedenle 2013 tahminlerinin “geriye doğru revize edilmesi gerektiği” hatırlatıldı. Buna göre, Portekiz GSYİH’sı bu yıl yüzde 2’lik bir gerileme yaşayacak. Portekiz Merkez Bankası, ocak ayında gelir vergisinin 1 Şubat’tan itibaren yüzde 30’luk bir artış göstereceğini, bunun da iç tüketimi vuracağını bildirmişti. Vito Gaspar, bütçe hedeflerine

ulaşmak için ek bir yıl daha isteneceğini belirtirten, sol partiler ve sendikalar, katı tasarruf politikası yüzünden krizin daha da keskinleştiğini kaydettiler. Sendikaların büyük çatı örgütü CGTP, “Yoksulluğa ve Sömürüye Karşı” başlığı altında büyük gösteri çağrılarını yineledi ve tasarruf önlemlerinin işsizlikte yüzde 17 oranını da geride bırakıp yeni rekorlar kıracağını duyurdu. CGTP, üyelerine çağrıda bulunarak 2 Mart’taki büyük gösteriye katılmalarını istedi ve hükümete de genel grevin gündemde olduğunu hatırlattı. Kurtarma önlemlerinin özellikle çalışan kitleleri vurması ve tünelin ucunda bir ışık görülmemesi, AB’nin en batısındaki bu küçük ülkeyi çok zor bir yılın beklediğini gösteriyor.

AvrupaGüN

| 25 Şubat 2013 | 5


Siyasetbilimci Prof. Dr. Georg Fülberth’e göre kapitalizm savaşsız olamıyor

Savaş ve silahlanma, bir 'gizli ekonomi'

“1989’dan itibaren önce pek bir umut bağlanan 'barış temettülerinden' söz edilirdi: Silahlanma yükünün barışçı hedeflere dönüştürülmesi. Bundan hiçbir şey çıkmadı. Çünkü silah ihracatı, çok bereketli ve garantili bir kâr kaynağıdır.” 6 | 25 Şubat 2013 |

AvrupaGüN

FRANKFURT - Silahlanma çılgınlığının, özellikle de merkezinde Türkiye’nin bulunduğu bölgeye yığılmakta olan silahların sonuçları şimdiden korkutuyor. Marburg Üniversitesi emekli öğretim üyelerinden siyasetbilimci Prof. Dr. Georg Fülberth, silahlı kuvvetlerin dünya ölçeğinde bir ekonomik faktör olduğuna dikkat çekiyor.


- Silahlı kuvvetler ile savaş nasıl ve neden bir ekonomik güç sizce?

GEORG FÜLBERTH - Geç yeniçağın yükselen burjuvazisi kendisini mutlakıyetçilik karşısında sadece özgürlük, eşitlik, kardeşlik sloganıyla değil, ayrıca, yaptığı ticaretin askeri şiddet yerine barışçı ilerlemeyi getirdiği iddiasıyla da meşrulaştırıyordu. Feodalizmde, artı-ürünün

soylu tarafından sahiplenilmesi, sonuçta ekonomi dışı şiddet üzerinden oluyordu: Aristokrat, silahlıydı ve köylülerden ne isterse alabiliyordu. Mutlakıyette “Üçüncü Zümre” denilen katman (kilise ve aristokrasi dışında kalan özgür köylü ve yurttaşlar-çev.), devletin askeri organizasyonu için yüksek vergi vermek zorundaydı ve bundan da kurtulmak istiyordu. Mer-

Silah ihracatı “tehlikeli bölge” falan dinlemiyor BERLİN - Stockholm merkezli ünlü araştırma kurumu SIPRI'nin son raporunda, dünyadaki toplam silah üretim ve satışında 2011 itibariyle yüzde 5'lik bir gerileme saptanırken, Almanya'nın bu eğilimin dışında kaldığını ve bu ülkedeki silah endüstrisinin yüksek kapasiteyle çalıştığı da ortaya çıktı. Sol Parti’nin bir soru önergesini yanıtlayan Federal Ekonomi Bakanlığı, özellikle Körfez Ülkeleri içinde de özellikle Suudi Arabistan’a yapılan ihracattaki büyük artışı kabul etti. Bahreyn, Katar, Kuveyt, Oman, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan’a 2012’de yapılan silah satışı 2011’in iki katı oldu. Geçen yıl silah ihracatı için verilen ruhsat tutarının 1 milyar 420 milyon avroya ulaştığı, 2011’deki raka- mın ise 570 milyon avro olduğu belirtildi. Alman silah devlerinin, dünyanın en büyük 100 üretici şirketinden oluşan listede yukarılara doğru tırmanması dikkat çekti. Alman silah endüstrisinin özellikle ihracata yönelmesi, sektörün Alman ordusunun düşürdüğü talebi, dış pazarlara yüklenerek telafi etmeye çalışma çabalarıyla açıklandı. Alman silah ihracatının özellikle Ortadoğu'daki gerici Arap rejimlerini müşteri olarak seçmesi, birçok çevreyi tedirgin etti. Berlin'in, Alman silah endüstrisini Asya'da da desteklediği, özellikle Çin'e rakip devletlere Alman silahı satmak için çaba harcandığı gözlendi.

Alman-Fransız ortaklığı EADS dünya listesinde yedinci sıradaki yerini korurken, Rheinmetall şirketi 2011 itibariyle bir önceki yıla göre cirosunda 320 milyon dolarlık bir artış sağladı ve böylelikle dünya sıralamasında 32'nci sıradan 26'ncı sıraya yükseldi. yssenKrupp, satışlarında bir önceki yıla göre 740 milyon dolarlık bir yükselme gerçekleştirerek 49'uncu sıraya oturdu. Zırhlı araçlar üreticisi Krauss-Maffei Wegmann ise satışlarında 2010'a göre sadece 150 milyon dolarlık artış kaydedince, 54'üncü sırada kaldı. Alman şirketlerindeki bu canlanmanın, Berlin'in büyük siyasal desteğiyle silah ihracatına ağırlık verilmesinden kaynaklandığı ileri sürüldü. Bu arada dünyanın en büyük sendikalarından IG Metall'in bir süre önce yayımladığı ve barış çevrelerinin geniş tepkisini çeken bir raporunda, bu sektöre bir ihracat kampanyası önermesi, tartışmalardaki yerini koruyor. SIPRI uzmanı Pieter Wezeman, Alman silahlarının Arap rejimlerine bir satış atağı gerçekleştirdiğini hatırlatırken, SIPRI verileri, Alman şirketlerinin sadece Körfez'deki gerici rejimlere değil, Asya'da da Çin'e rakip olabilecek ülkelere silah satmak üzere atağa kalktığını da gösterdi. Halen etkisizliği süren Alman barış hareketinin ise gelişmeleri endişeyle izlediği gözleniyor.

AvrupaGüN

| 25 Şubat 2013 | 7


FOTO: WIKIMEDIA COMMONS / SVEN TESCHKE, BÜDINGEN

kantilizmin mutlakıyetçi ekonomi pratiğinde, ticaret kısıtlaması ve şiddet kullanma, kombine bir biçimde, eğer ithalat kısıtlanır ve kendi devlet alanı askeri şiddet kullanmak suretiyle genişletilir, böylece yeni uyruklar ve vergi kaynakları kazanmak için çaba harcanırsa, o zaman kullanılıyordu. Buna karşılık, Adam Smith’in teorisine göre ticarette kısıtlama mümkün olamazdı; ordunun Smith’te ekonomik bir işlevi bulunmamaktaydı. - Gerçekten öyle miydi?

GEORG FÜLBERTH - Daha o zaman bu noktada insanın kendi kendisini inandırdığı bir büyük yalan vardı. İngiliz tekstil üretimi askeri şiddetle fethedilen ve dünya çapında 18’inci yüzyılda ünlü yedi yıl savaşlarıyla Fransa’ya karşı güvenceye alınan Hindistan’dan gelen pamuğu işliyordu. Asya’nın bu dev yarımadasındaki yerli endüstri baskı altındaydı ve İngiliz

8 | 25 Şubat 2013 |

AvrupaGüN

ihracatının oraya girmesi de sağlanmıştı. Savaş ve ordu, o zamanlar sivil piyasaların genişlemesi için, üzerinde konuşulmaksızın geçiştirilen, ama gerçekte var olan bir önkoşul idi. Yine de savaş ve ordu, piyasalardaki arz ve talebe bizzat dahil olmaksızın sadece dışsal işlevleri üstleniyorlardı. Bu, 19’uncu yüzyılın son çeyreğinden beri değişti. Aşırı birikim, kapitalist gelişme için sürekli bir tehlikeydi. Devlet kökenli talep, bir çare olabiliyordu. O zamana kadar öncelikle demiryolları için üretimde bulunan Alfred Krupp’tan bir top kralı çıkıyordu, çünkü 1873 krizinden sonra demiryolları yeterince kâr bırakmaz olmuştu. Buna bağlı olarak devlet, zırhlı hücumbot yapımı sayesinde güvenilir bir alıcı halini almıştı. Emperyalizmdeki ordu aynı zamanda, ekonomilerin, kendilerine o zamana dek kapalı kalmış bölgeye zorla girip yayılmaları için önceki işlevini muhafaza ediyordu. Bu politikanın bir sonucu olan Birinci Dünya Savaşı, barış zamanında sürekli, ancak çoğunlukla sadece dönemsel ortaya çıkan aşırı birikim sorununu, deyim yerindeyse “geçerken çözüverdi”: Piyasalar, ağır sanayi ile kimya sanayisinin ürünleri için boşaltıldı. Almanya 1929 ve devamındaki dünya krizinden ilk çıkan ülkeydi, çünkü Hitler hemen silah ekonomisine geçiş yapmıştı. Buna karşılık ABD resesyonu çok daha sonra aşabildi. Franklin D. Roosevelt’in sivil ekonominin canlandırılması için harcadığı çabalar yetersiz kalıyordu. İlk olarak ABD’nin savaşa girme hazırlıklarında ve sonra da bizzat bu savaşta, aşırı birikim, tıpkı işsizlik gibi tasfiye edilmiş oldu.


- Devlet harcamaları gündeme geliyor. Peki, kapitalizm savaşsız canlanamıyor mu?

GEORG FÜLBERTH - “İstihdam, Faiz ve Paranın Genel Teorisi” kitabında John Maynard Keynes, şunu yazmıştı: Devlet yatırımları okullara ve hastanelere mi, yoksa çöp çukurlarının, içine kağıt paraların konulduğu ve bu işten hemen sonra çıkarılan şişelerle doldurulmasına mı yapılır, bunun temelde pek bir önemi yoktur. Aslolan, iş yaratmadır. Ama bu konsept içinde en çok etkili olan, ne diye hep bu savaş harcamalarıydı? Bunun iki nedeni olabilirdi. Birincisi: Silahlı bir büyük çatışmada mümkün olan en çok sermaye devletin yetkisine bırakılır, o da bunu kullanabilir. Devlet, sonra, (yetkili bakanlar ve generaller bu iktisatçı hakkında daha önce hiçbir şey duymamış bile olsalar) Keynes’in önerdiği gibi davranır. İkincisi: Savaşta zaman faktörünün rolü büyüktür. Gerek duyulan kaynaklar hızla kullanılmalıdır. Bunların istihdam etkisi çabucak ve temelli bir biçimde ortaya çıkar. - Yani yeni bir savaşın, Soğuk Savaş’ın mı “örgütlenmesi” gerekiyordu?

GEORG FÜLBERTH - 1945’te ABD resesyona düşmekten korkuyordu. Gerçekten de bu ve takip eden yılda tüm kapitalist dünyada üretim daraldı. İlk kez 1947’de Soğuk Savaş’ın ilanıyla konjonktür yeniden canlandı. Sonraki hemen hemen 30 yılın krizsiz büyümesi, çoğunlukla refah devleti anlayışının kurulup geliştirilmesiyle eş zamanlı olarak iç talebin

teşvikine kadar götürülür. Ama bunun nedeni, en azından kısmen sivil talepteki tıkanmanın çözülmesindedir. Bu talep tıkanması 1939-1945 ve hemen ardından da 1947’ye kadarki yıllarda, bunu izleyen üretim kırılmasına dayalı olarak ortaya çıkmıştı. Burada da aynı şekilde savaş bir nedendir, bu güncel veya kendisine hazırlanılan gelecekteki bir savaş değil, geçmişteki bir savaştır. Silahlanma yarışı hemen yeni siparişleri getirdi. - Militarizm, ekonominin tamamlayıcısı olmaktan öte, artık en önemli parçası demek ki...

GEORG FÜLBERTH - 1989’dan itibaren önce pek bir umut bağlanan “barış temettülerinden” söz edilirdi: Silahlanma yükünün barışçı hedeflere dönüştürülmesi. Bundan hiçbir şey çıkmadı. Silah ihracatı, çok bereketli ve garantili bir kâr kaynağıdır. Bunun dışında, ordu, merkantilizmde ve emperyalizmin ilk on yılında tipik olan bir işlevi tekrar üstleniyor: Hammadde kaynaklarına uzanmak ve buralara girişi garantiye almak. Savaş ve silahlanmalar, kapitalizmin icatları değildir. Ancak, daha önceki toplum biçimlerinden farklı olarak, 19’uncu yüzyılın sonundan beri sadece çevre koşullarını yaratmakla kalmıyorlar, bunların artık doğrudan ekonomik bir işlevi de var. Bu, utançla gizlenmiş bir işlev gerçi, ama böyle. ■

AvrupaGüN

| 25 Şubat 2013 | 9


Samir Amin’den eleştirilere yanıt Derleme ve Çeviri: UĞUR HÜKÜM

FOTO: WIKIPEDIA / JUAN JULIAO

“Mali, Ocak 2013” makaleme yöneltilen eleştiriler hakkında kısa yorum

1931 Kahire doğumlu Mısır kökenli ünlü Fransız yazar-düşünür Samir Amin 23 Ocak tarihli M’PEP Bülteni’nde uluslararası ilerici çevrelerde ciddi bir zihin karışıklığı yaratan bir konuya, Fransa’nın Mali’ye askeri müdahalesine ışık tutan bir analiz yayınlamıştı. Bu yazı çok tartışmalara neden olmuş, bugüne kadar Amin’e çok güvenen bazı sol ve ilerici çevrelerin bir kısmı düşünüre şiddetle karşı çıkmışlardı. Marksist iktisatçı ve siyasetbilimci Amin, bunun üzerine 4 Şubat’ta aynı yayın organında kendisine yöneltilen eleştirilere cevaben kısa bir yazı daha yayınladı.

10 | 25 Şubat 2013 | AvrupaGüN

Bana yöneltilen bütün eleştiriler aynı şeyi söylüyor: (Cumhurbaşkanı François) Hollande’ın Fransa’sı eski sömürgeci, emperyalist bir güçtür. Afrikalı müşteri devletler üzerindeki nüfuzunu sürdürmek, emperyalist çıkarlarını ve benzerlerini korumaktan vazgeçmemiştir. Okur, makalemde bunu (rahatlıkla) görebilir. Vardığım sonuç zaten şudur: Fransa bu haliyle Mali’nin yeniden inşasına katkıda bulunamaz. Bunun için bir mucize olması (ki buna hiç inanmıyorum) ve Fransa’nın “kalkınma”nın “liberal” yollarını terk etmesi gerekir. Beni eleştirenler daha en baştan ve doğrudan şöyle tek ve bir sonuca kayıveriyorlar: “Fransız müdahalesinin mahkum edilmesi”. Hiçbir alternatif önermeden genel ve retorikle geçiştiriyorlar: “Sorunu çözümü yalnızca Malililer ve Afrikalılara aittir.” Ama nasıl olacağına dair hiçbir şey yok. Beni eleştirenler örneğin Kuzey Mali’de tasarlanan “İslamcı” yönetim projesine dair hiçbir şey demiyorlar. (Ülkenin kuzeyinde iktidarı ele geçiren gruplar bir yıla yakın kanlı ve ilkel bir şeriat uygulamışlardı.-Çev.) Bu projenin ardında hangi çıkarlar yatıyor? Beni eleştirenlerin tavrı “de facto” (fiilen) Kuzey’deki ayrımcı güçlerin kendi devletlerini oluşturmaları ve hatta kısa bir süre önce de yaşadığımız gibi Güney Mali’yi fethedip bir veya iki ayrı “İslamcı” devlet kurmalarını kabul etmemiz demektir. Bu sonuç, tamamen ABD ve onun dümen suyundaki Avrupa’nın amaçlarına uygun düşmektedir. Hatta bu proje (bir önceki Cumhurbaşkanı Nicolas) Sarkozy tarafından da benimsenmişti.


Afrika halkları ve Malililer bu çözümden bir yarar sağlayabilirler mi? Bu “İslamcı” denen devletler emperyalizme karşı bir siper oluşturabilirler mi? Beni eleştirenler bu “belirleyici” sorular hakkında hiçbir şey söylemiyorlar. İşte ben bu noktada diyorum ki, bu çözüm emperyalizmin bölgeyi ele geçirme planına mükemmelen hizmet etmektedir. Böylesi bir gelişme onun kontrol gücünü hiç zayıflatmayacağı gibi, tam tersine güçlendirecektir. Her geçen gün bu görüşü kanıtlıyor: ABD ve Avrupa, Hollande’ı “izlemiyor”. Bazılarının doğrudan CIA’den esinlendiği (!) herkesin malumu çok sayıda STK (Sivil Toplum Kuruluşu), müdahaleye karşı olanlar korosuna katılmıştır. Fran-

sız diplomasisi, ABD ve Avrupa’nın Fransa’nın yanında olduğunu öne sürerek durumu örtbas etmeye çalışmaktadır. Ama gerçek hiç de öyle değildir. Suriye ve diğer bölgelerde Fransa’nın müttefiki kalan diğer ülkelerle Fransa arasında Mali etrafında bir çatlak başgöstermiştir. Beni eleştirenlerin bilmiyormuş gibi gözüktükleri bu gerçek karşısında ne yapmak gerekiyor? De facto, Washington ve Avrupalı (yakın) müttefiklerinin Mali’yi parçalama ve İslamcı denen rejimleri yerleştirme projelerini mi destekleyeceğiz? Bence bu, en kötü çözümdür. Söz konusu eleştirileri yöneltenler sanki ABD ve Avrupa’yı Fransa’dan “daha az emperyalist”miş gibi davAvrupaGüN

| 25 Şubat 2013 | 11


ranıyorlar. Aldıkları “de facto” tavırla Fransa’ya “karşı” ABD’yi destekleyerek Afrika halklarının çıkarlarına hizmet ettiklerini sanıyorlar. Nasıl bir trajik hata! Beni eleştirenlerin bilmemesi olanaksız bir gerçek varsa, o da Kuzey Mali’nin “fethi”nin bir halk hareketi ürünü olmadığıdır. Asla değil! Bu fetih hareketleri, en masumane deyişle art niyetleri şüpheli silahlı gruplarca yapılmıştır. İktidarlarını yalnızca şiddetle dayatmış, yağma ve

li’nin yeniden inşası, bugünkü sorunların kökeninde bulunan liberal “çözümler”in toptan reddinde yatmaktadır. Halbuki şu anda Washington, Londra veya Berlin’de esas kabul edilen bu temel kavramlar Paris’te de geçerlidir. Paris’in “kalkınma yardımı” kavramları da egemen liberal ayinlerin dışına çıkamamaktadır. Fransa siyasi planda diğer CDEAO (Batı Afrika Ülkeleri Ekonomik Topluluğu) üyesi ülkeler gibi Mali’de derhal seçimlere gidilmesinden yana.

her türlü kaçakçılık ağı örgütlemişlerdir. Bölgede “Cihatçılar”ın kurduğu askeri üslerin ilk doğrudan hedefi Cezayir’dir. Savaş Emirleri’nin gözü Cezayir’deki iktidarı ele geçirmek veya en azından Cezayir Sahrası’nın Cezayir’den koparmaktır. ABD böyle bir gelişmeden pek memnun kalacaktır. Fransa’nın Mali’ye müdahalesinden çok önce tasarlanan Cezayir’deki “In Amenas Gaz Tesisleri”ne düzenlenen (ve 38 kişinin ölümüyle sonuçlanan) kanlı saldırı bu stratejinin en canlı örneğidir. Kuzey Mali’de yaşayan Tuareg azınlığın, Bamako’nun (Mali’nin başkenti) uyguladığı kabul edilemez politikaya karşı kendi haklı talepleri için büyük oranda “Cihatçı” grupları desteklemiş olması trajik talihsizliktir. Bamako gelecekte Tuareg’lere bakışını değiştirmek zorundadır. Fakat sözüm ona “İslamcı” silahlı grupların müdahalesiyle ortaya çıkan durumdan ötürü Fransız müdahalesinin içerdiği riskleri de kabul etmek gerekecektir. Fransa, Mali’nin ekonomisini düzeltmek için hiç de uygun bir konumda değildir. Zira Ma-

Ancak gerçekten de seçimler ülkenin ve toplumun yeniden inşası için şimdilik en iyi yol olmayabilir. Arap ülkelerindeki deneyimlerin de gösterdiği gibi, belki de tam tersine inşanın önünde engel. Üstelik Fransa veya sözde “uluslararası camia” (ABD, Avrupalı ast müttefikleri ve Körfez’deki yamakları) hangi sıfatla kendilerinde belli hakları görebilirler? Bu noktada ülkenin yeniden inşası hakkında Mali halkının gerekli aşamaları kendisinin belirlemesi gerekir. Ülkenin, toplumun ve devletin birliğini yeniden oluşturabilmek için Mali’nin sorunlarına doğru çözümler üretilebilecek Malili ve Afrikalı ilerici güçlerle çalışılmalıdır. Bu da ancak Mali’yi oluşturan (etnik) çeşitliliği gözetecek demokratik bir saygı anlayışıyla gerçekleşebilir. ■

12 | 25 Şubat 2013 | AvrupaGüN

Yazının Fransızca orijinaline aşağıdaki adresten ulaşabilirsiniz: http://www.m-pep.org/spip.php?article 3191


AvrupaGüN

| 25 Şubat 2013 | 13


Bir Alman sinema yıldızının İstanbul’da başlayan kariyeri

Hannelore Elsner’i Halit Refiğ keşfetmişti

Elsner ve Halit ReHannelore fiğ, 1958’deki İstanbul maceNürnberg’in gelenekselleşen TürkiyeAlmanya Film Festivali’nde bu yıl Türkan Şoray ile birlikte onur ödülünü günümüz Alman sinemasının sevilen yıldızlarından Hannelore Elsner alacak. Elsner, ömrünün bilançosunu çıkardığı ve önceki yıl yayımladığı ilginç kitabında mesleğe ilk adımını 1958’de İstanbul’da attığını anlatıyor. Türk sinemasının ünlü yönetmenlerinden Halit Refiğ’le ilgili olarak “Beni o keşfetti”diyen sanatçı, üç yıl önce kaybettiğimiz yönetmenin o yıllarda kendisine âşık olduğunu da “ifşa ediyor”.

14 | 25 Şubat 2013 | AvrupaGüN

rasının ardından bir süre yazışmışlar, ama daha sonra bağlantıları kopmuş. İki sanatçının ikinci buluşması tam 43 yıl sonra, 2001’de yine İstanbul’da oldu. Bir yıl sonra Frankfurt’taki Türk Film Festivali’nde de yeniden buluştular. Frankfurt Film Festivali Yönetmeni Hüseyin Sıtkı, ikinci buluşmayı çok iyi hatırlıyor, “Tüm gece boyunca el ele oturdular. Açılıştan sonra yemeğe giderken de Frankfurt sokaklarında el ele yürüdüler. Bu güzel buluşmaya tanık olmak çok güzeldi” diyor.

FOTO: FRANKFURT TÜRK FİLM FESTİVALİ

GÜRSEL KÖKSAL


FOTO: FRANKFURT TÜRK FİLM FESTİVALİ

FRANKFURT - Günümüz Alman sinemasının önde gelen oyuncularından Hannelore Elsner, “Beni Halit Refiğ keşfetti. Oyunculuk mesleğimin temelini o attı” diyor. Alman televizyonlarında son yılların en ilgi çeken polisiye dizilerinden “Die Kommissarin”in (Kadın Komiser) başrol oyuncusu olarak mesleğinin zir-

vesine çıkan Hannelore Elsner, yaşamını işlediği “Im Überschwang / Aus meinem Leben” (Coşku İçinde / Benim Hayatımdan) başlıklı kitabında 1958 yılında Halit Refiğ’in katkısıyla nasıl sinemaya başladığını anlatıyor. Ve dahasını... 3 yıl önce yitirdiğimiz ünlü yönetmenin o dönemde kendisine âşık olduğunu, mektuplaşmalarını,

Ödülünü Halit Refið’in elinden almıştı Bavyera’ya bağlı Burghausen’de 1942’de dünyaya gelen Hannelore Elsner, günümüz Alman sinemasının en sevilen, en başarılı sanatçılarından. Halit Refiğ’in onu keşfetmesinin ardından, oyunculuk eğitimine başladı. 1959’dan itibaren birçok sinema, televizyon filminde, tiyatro oyunlarında rol aldı. 70’li yıllardan itibaren günümüze kadar çok sayıda sinema ödülü kazandı. “Savaş ve Barış” gibi uluslararası projelerde rol aldı. 19942006 arasında büyük ilgi çeken televizyon dizisi “Die Komissarin”le büyük başarı kazandı. En başarılı filmlerinden biri, yönetmen Oskar Roehler’in “Die Unberührbare” (Çıkış Yok) adlı çalışması oldu. Elsner, bu filmde, yönetmenin 1992’de intihar eden öz

annesi, ünlü komünist yazar Gisela Elsner’in yaşamından esinlenerek yarattığı başrol kahramanı Hanna Flanders’i canlandırdı. Film, 2000 yılında Almanya’nın en önemli sinema ödüllerinden 3’ünü (Alman Sinema Ödülü, Alman Eleştirmenler Ödülü ve Bavyera Sinema Ödülü) aldı, bir yıl sonra da Uluslararası İstanbul Film Festivali’nin büyük ödülü “Altın Lale”yi kazandı. Hannelore Elsner de “Jüri Özel Ödülü”nü aldı. Sanatçının 1958’de kendisini “keşfeden” yönetmeniyle, 43 yıl sonra yeniden buluşması da işte bu festival sırasında oldu, ödülünü de ilk yönetmeninin elinden aldı. 70 yaşındaki Hannelore Elsner oyunculuk kariyerini halen sürdürüyor.

AvrupaGüN

| 25 Şubat 2013 | 15


FOTO: WIKIMEDIA COMMONS / LESEKREIS

birbirinden habersiz geçen 40 yılı aşkın bir süre sonunda, İstanbul ve Frankfurt’taki yeniden buluşmalarını, birlikte bir film yapma planlarını... İki ünlü sanatçının yıllar öncesine dayanan tanışıklıkları, Türkiye’de, 2001’deki İstanbul Film Festivali ve Almanya’da 2002’de Frankfurt Türk Film Festivali’ndeki buluşmalarının ardından çeşitli haberlere konu olmuştu. Ancak bu güzel öykünün çok ilginç detayları, söz konusu festivaller vesilesiyle yaşanan hareketliliğin gölgesinde kalmış, Halit Refiğ’in de 11 Ekim 2009’da ölümünün ardından unutulmuştu. Nürnberg’de bu yıl 18’inci kez düzenlenecek olan Türkiye-Almanya Film Festivali’ne Türkiye’den Türkan Şoray’la birlikte onur konuğu olarak katılacak olan Hannelore Elsner’in kitabı, bu güzel öykünün unutulmasına engel oluyor.

Yönetmen 24, oyuncu 16 yaşında Türk-Alman ortak yapımı bir filmle ilgili hazırlıklar için 1958’de Münih’e gelen Halit Refiğ, o zaman 16 yaşında bir öğrenci olan Elsner’i sokakta görüp beğenmiş, hemen İstanbul’da yapılacak provalar ve çekim için oyunculuk teklif etmiş. Halit Refiğ de o sırada 24 yaşında... O zamanlar sinema izlemeyi sevdiğini, ancak oyunculuk gibi bir düşüncesi hiç olmadığını belirten Elsner, annesiyle birlikte İstanbul’a gitmiş. Dört hafta boyunca Üsküdar’daki bir 16 | 25 Şubat 2013 | AvrupaGüN

çiftlik evinde kalmışlar ve burada Halit Refiğ’in yönetiminde Türk oyuncularla birlikte provalara katılmış. 1958, henüz Almanya’ya işgücü göçü söz konusu değil. Türkiye’den Almanya’ya gitmiş olan birkaç bin kişi var. Ama onların çoğunluğu çalışmak için değil, öğrenim amacıyla gidenler. Kahramanımız öyle bir dönemde çalışmak üzere Türkiye’ye geliyor. Provalar sırasında yönetmen, kendisinden 8 yaş küçük oyuncusuna âşık olmuş. Hannelore Elsner kitabında “Halit ismindeki yönetmen bana aşık olmuştu” diyor. Ardından kendisinin de ondan hoşlandığını yazıyor. Anlattıklarına bakılırsa, o sırada bir başkasını sevdiği için bu aşk karşılıksız kalmış... Sanatçı, dört hafta süren provaların ardından muhtemelen para bittiği için filmin çekimine hiç başlanmadığını, ama buna hiç de üzülmediğini dile getiriyor. Aksine İstanbul’da çok güzel bir zaman geçirmiş olduğu için sevinç içinde olduğunu anlatıyor. Üstelik şansı da açılmış. Münih’e döndüğünde büyük bir yapım şirketinden oyunculuk teklifi almış. Sadece oyunculuk değil, şirket aynı zamanda sinema


oyunculuğu eğitiminin masraflarını da üstlenmiş. Ve böylece güzel sanatçının bugüne kadar süren, başarılarla dolu sinema kariyeri de başlamış..

Hannelore Elsner, kitabında bu ilişkinin devamını da anlatıyor: İki genç, İstanbul macerasının ardından bir süre yazışmışlar ve ilişki zaman içinde kopmuş. İkinci karşılaşma tam 43 yıl sonra yine İstanbul’da gerçekleşmiş. Başrolde oynadığı “Die Unberührbare” (Çıkış Yok) filminin Uluslararası İstanbul Film Festivali’ne katılması üzerine 2001 yılında İstanbul’a giden sanatçı, mihmandarı olan bir sinema öğrencisinin çabaları sonucu onunla, “Halit Refiğ, beni keşfeden, mesleğimin temelini atan adam”la buluşmuş. Film, festivalin büyük ödülü “Altın Lale”yi almıştı. O da filmdeki rolü nedeniyle “Jüri Özel Ödülü”nü.. Ödülü sahnede Halit Refiğ’in elinden alan Elsner, bir yıl sonra da yönetmenin Frankfurt Türk Film Festivali’ne katılması vesilesiyle Almanya’da buluştuklarını anlatıyor. Ve ikinci buluşmada gençliklerinde parasızlık nedeniyle yarım kalan projeyi tamamlamaya, birlikte bir film yapmaya karar verdiklerini, bu projenin de Halit Refiğ’in ölümü nedeniyle yarım kaldığını...

FOTO: WIKIMEDIA COMMONS / BLAUES SOFA

43 yıl sonra yine İstanbul’da

Hannelore Elsner, önümüzdeki günlerde Almanya’daki en önemli Türk film etkinliği olan “Nürnberg, Türkiye-Almanya Film Festivali”nin bu yılki onur konuğu olacak. 14-24 Mart tarihleri arasında 18’nci kez gerçekleştirilecek festivalin diğer onur konuğu da Türk sinemasının sultanı Türkan Şoray. ■

Nürnberg Film Festivali’nin açıklaması Nürnberg’de düzenlenen Türkiye-Almanya Film Festivali’nin açılışı bu yıl çok önemli bir buluşmaya da sahne olacak: 14 Mart perşembe akşamı yapılacak olan festival açılış töreninde Türkiye Sineması’nın Sultanı Türkan Şoray ve Almanya’nın efsane oyuncusu Hannelore Elsner festivalin onur ödülünü alacaklar. Sinema dünyasına fevkalade büyük katkıları olan bu iki efsane oyuncuyla birlikte, büyük sinema kültürü olan iki ülkenin sinemaları da bu iki çok önemli temsilcileriyle buluşacak. Türkan Şoray ve Hannelore Elsner, Türkiye-Almanya Film Festivali Onur Ödülü’nü, festivalin 14 Mart’ta Tafelhalle’de yapılacak açılış töreninde alacaklar. Festival kapsamında filmlerinden bir seçki de sunulacak olan sanatçılar, 15 Mart’ta da sinemaseverlerle buluşacaklar.

AvrupaGüN

| 25 Şubat 2013 | 17


Halit ismindeki yönetmen bana âşık olmuştu Hannelore Elsner, kitabının “Münih’te bir gezinti” başlığı verdiği bölümünde ilk keşfedilmesini kitabında ayrıntılarıyla anlatıyor. Münih’te kendisini gören genç yönetmen Halit Refiğ’in, hemen Türkiye’de çevirmek istediği filmde oynatmaya karar verdiğini belirten Elsner, kısa bir zaman sonra annesinin eşliğinde uçakla İstanbul’a gittiklerini hatırlıyor: “Henüz 16 yaşındaydım ve annemin bana sahip çıkması gerekiyordu. Ne büyük bir maceraydı. İkimiz de ilk kez uçuyorduk. Annem benden daha heyecanlıydı. Ve sonra o büyük yabancı şehir, bütün o yabancı insanlar... İlk kez gerçekten İngilizce konuşmak ve insanlarla bu yolla anlaşmak zorunda kalmak... Bütün bunlar muhteşemdi. Kaldığımız yer İstanbul’un merkezinde değildi. Otel de değildi. Film ekibinin bir bölümüyle birlikte Boğaz’ın Asya yakasında, Üsküdar’da bir çiftlik evinde kalıyorduk. Orada dört hafta boyunca İngilizce konuşarak, Türk-Alman ortak yapımı bir film için provalar yaptık. Galiba dramatik bir film olacaktı.” Kendisinden 8 yaş büyük “Halit ismindeki yönetmen”in kendisine âşık olduğunu kaydeden Hannelore Elsner, “Siyah saçları ve hiç unutamadığım açık, yeşil gözleri vardı. Hatırlıyorum, beni mutlaka babasıyla tanıştırmak istiyordu” diyor ve ilginç bir ayrıntı da veriyor: “Ve böylece bir gün, bana büyük bir mağara izlenimi veren, karanlık, soğuk bir eve gittik. Halit, beni odalardan geçiriyordu. Büyük, haşmetli tablolar, ağır perdeler, değerli halılar gördüm. Oturma odasını, yemek odasını, misafir odasını gördüm. Ama babasını görmedim. Orada değildi. Sonra bir karartılmış bir yatak odasında Halit beni birdenbire yumuşak ve geniş bir yatağa itip, öpmeye çalıştı. Benim için çok zor bir durumdu. Halit’ten hoşlanıyordum, ama onu öpmek istemiyordum. Çünkü o sı-

18 | 25 Şubat 2013 | AvrupaGüN

rada ben Fritz’ime âşıktım. Fritz benim ilk aşkımdı ve ondan ilk kez ayrıldığım için İstanbul’da kendimi çok mutsuz hissediyordum. Ona her akşam bir özlem mektubu yazıyordum. Halit, Türk oyuncular ve ben dört hafta boyunca senaryoyu okuduk, sahnelerin provasını yaptık. Çok yoğun olarak çalışıyorduk ve orada çok şey öğrendim.” Filmin proje olarak kaldığını ve hiç çekilmediğini bildiren Elsner, “Sadece prova yaptık. Türkiye’de dört hafta boyunca çok ilginç bir zaman geçirmiştik. Sonra da annemle birlikte geri uçtuk. Halit ile bir süre birbirimize mektup yazdık. Ama daha sonra ilişki koptu. Tam 43 yıl sonra yeniden karşılaştık” diye yazıyor. Hannelore Elsner, 2001 yılında İstanbul’da Halit Refiğ ile yine karşılaştıklarını da anlatıyor: “Halit Refiğ, beni keşfeden, mesleğimin temelini atan adam.. “Die Unberührbare” festivalin büyük ödülünü aldığında, bana sahnede Altın Lale’yi takdim eden de o oldu. Ve orada izleyicilere birbirimizi çok uzun yıllar öncesinden tanıdığımızı, birbirimizle gurur duyduğumuzu anlattık. Tüm Türk medyası, radyolar, televizyonlar, gazeteler bize yöneldi. Ve biz orada el ele oturup, öykümüzü anlattık. Bu İstanbul günlerinden sonra bağlantıda kalmaya karar verdik ve yeniden birbirimize mektup yazmaya başladık. Halit de bir kez Frankfurt’a, Türk Film Festivali için geldi. Gençliğimizde olmamıştı, ama artık birlikte bir film yapmaya karar verdik. Ancak bu artık hiç mümkün değil. Maalesef yaklaşık iki yıl önce vefat etti. 16 yaşındayken o film çekilmemiş de olsa, bu Türk-Alman film girişimi benim için çok önemli bir gelişmeye yol açmıştı. Sinema oyunculuğu eğitimi için teklifi aldım. Böylece benim oyunculuk mesleğine başlangıç yapmış oldum.”


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.