İÇİNDEKİLER 3 L’Humanité, gazeteden çok canlı bir Avrupa tarihi
İnsanlığın felaketine direnen yazılı sözler L’Humanité, Yazıişleri Müdürü Patrick Apel-Muller“Değişim yanlısı tüm sola açığız” diyor ve ekliyor: “Örneğin gazete yazarlarının önemli bir kısmı komünist değildir. Aynı çeşitliliği okurları arasında da görebiliriz. Sosyalist, komünist, Sol Cephe veya NPA (Yeni Antikapitalist Parti) yandaşları, ya da hiçbir siyasi angajmanı olmayan insanlar, ilerici kişiler, sendikacılar bir biçimde gazetede birleşirler.”
UĞUR HÜKÜM 12 Berlin, Doğu Avrupalı yoksulların göçünden fazlasıyla tedirgin
“Çingene alarmı” ve duvar arayışları Duisburg, Berlin, Dortmund, Offenbach gibi birçok Alman şehrinde belli mahallelerde toplanan Doğu Avrupalı göçmenlere hemen “Çingene “ yaftasının yapıştırılması, çok tehlikeli bir sinyal olarak yorumlanıyor. Alman halkındaki“Çingene”korkusunun özellikle seçim yılında kampanya konusu olabileceğini düşünenler var.
OSMAN ÇUTSAY 14 Almanya’da sağ kökenli yeni sürpriz tüm siyasal dengeleri bozabilir
“Anti-Avro Parti” kuruluyor 15 Cinéfondation’un bu yıl Türkiye sinemasından konuğu var
Özcan Alper, Cannes Film Festivali’nde UĞUR HÜKÜM 18 Almanya’ya Anadolu tarihinden bir dostluk nişanı
Langen kentinde Kleopatra Kapısı
IMPRESSUM / KÜNYE Yayıncı | Verleger: BIM Bayerisches Institut für Migration e.V. Truderinger Strasse 280 d 81825 München Tel: 089 201 86 303 / Fax: 089 125 90 291 info(@)bim-institut.org info@avrupagun.eu www.facebook.com/avrupagun Sorumlu Yönetmen (V.i.S.d.P): Osman Çutsay Sanat Yönetmeni | Artdirektor: Ömer Yaprakkıran
2 | 18 Mart 2013 | AvrupaGüN
L’Humanité: Gazete deðil canlı Avrupa tarihi
İnsanlığın felaketine direnen yazılı sözler UĞUR HÜKÜM
“İtalya’da veya başka bazı Avrupa ülkelerinde bizim tipimizde gazetelerin yok olduğunu gözlemliyoruz. Elbette bizler de hayatta kalabilmek için her an seferber olmak, kemerleri sürekli sıkarak her gün kıyasıya savaşmak zorundayız. Ancak böylesine karanlık bir çerçevede dahi farklı bir görüşü savunan gazetelerin yaşama olasılığı mevcut. Basın tekelleri ve sağ iktidarların hedefi bizimki gibi muhalif ve farklı sesleri yalnızca internet sitelerine hapsetmek.”
PARİS - Bundan 109 yıl önce Fransız sosyalizminin büyük ismi Jean Jaures tarafından kurulan ve hâlâ Fransız Komünist Partisi’nin günlük yayın organı olarak etkili varlığını sürdüren L’Humanité, kendi kurumsal geçmişinden çok Avrupa ve Fransa’daki toplumsal mücadele tarihindeki yeriyle önemli. Gazetenin başyazarlığını da yapan Yazıişleri Müdürü Patrick Apel-Muller, medyatoplum ilişkilerindeki güncel gelişmeler ve görevlerle ilgili sorularımızı yanıtladı. - L’Humanité hâlâ korkutuyor mu?
PATRICK APEL-MULLER - Korkutuyor mu bilemem, ama L’Humanité hâlâ “bozguncu, yıkıcı” özelliğini koruyor... Tek tipte düşüncenin kurallaştırıldığı dev bir medya dünyasında yaşıyoruz. L’Huma gibi bir gazete bu düzene aykırı düşüyor. Örneğin, 2005’te bütün gazeteler AB Anayasası tasarısı etrafında düzenlenen halk oylamasında “Evet”ten yanaydılar. Tek istisna L’Humanité idi. Veya son dönemde yine bütün basın, ortalama yaşama süresi uzadığı gerekçeAvrupaGüN
| 18 Mart 2013 | 3
PATRICK APEL-MULLER
siyle 60 yaşında emeklilik uygulamasına son verilmesini ya anlayışla karşılıyor, ya da açık açık savunuyordu. Yalnızca L’Huma’nın farklı bir söylemi vardı. Böyle birçok örnek zikredebiliriz. Biri şu: Son zamanlarda sürekli Avrupa’da yaygın kemer sıkma politikasından söz edilip gerçekçiliği savunuluyor. Fatura hoyratça halklara, kamu hizmetleri ve toplumsal masraflara çıkartılıyor. Bu mantığın, bakışın tersini savunan tek gündelik gazete L’Humanité. Egemen çevreler doğaldır ki böyle aykırı bir sesin sürmesi için hiçbir gayret göstermiyorlar. Ama örneğin işverenler, sermaye kesimi, gazetenin en dikkatli okurları arasında. Eskaza pek kesin, net olmayan veya işlerine gelmeyen birtakım haberler verirsek, anında tepki gösteriyorlar. MEDEF (Fransız İşverenler Sendikası) devamlı bizi izliyor. Haklılar! - Fransız basınının genel durumunu, gazetelerin bazı grupların eline geçmesini nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu tablo içerisinde L’Humanité’nin yeri nedir?
PATRICK APEL-MULLER - Fransız basın-yayıncılığının genel evrimi, özellikle de yazılı basınının son dönemdeki gelişiminde en belirgin karakteristik, büyük grupların varlığı. Dev birtakım endüstriyel ve mali gruplar gazetelerin mülkiyetini doğrudan ele geçirmiş vaziyetteler. Daha önceleri bir yanda okurları veya bizzat gazetecileri tarafından denetlenen gazeteler, öte yanda da geleneksel olarak basına yatırım yapan ailelere ait gazeteler vardı. Le Figaro gazetesi bugün Dassault grubunun malıdır. (En güçlü Fransız savunma ve silah sanayi firması, Rafale ve Mirage askeri uçakları üreticisi Dassault Holding’in büyük patronu, 87 yaşındaki Serge Dassault aynı zamanda iktidar partisi UMP senatörü, Paris banliyösünün en önemli kentle4 | 18 Mart 2013 | AvrupaGüN
rinden Corbeille-Essonnes’nun da 17 yıllık belediye başkanıdır. UH) Fransa’nın tek pazar ve hafta sonu gazetesi Le Journal du Dimanche (JDD), Lagardère grubuna aittir. (Başta Hachette ve Matra gibi yayıncılıktan uçak-motor endüstrisine, televizyon-radyoculuktan turizmeğlence sektörüne Fransa’nın ilk üç grubundan biri. UH) Le Monde'un sahipleri artık cep telefonu devi Free’nin patronu Xavier Niel, Lazard bankası ve yayıncılık dünyasından Mathieu Pigasse ve yakını, yöneticilerinden Louis Dreyfus, Yves Saint Laurent ve lüks tekstil ürünleri grubu başkanı Pierre Bergé’den (Bütün bu isimlerin ortak özelliği Fransa’nın solcu, Sosyalist Parti yanlısı işadamları diye bilinmeleridir. UH) oluşan bir yığışım ortaklığıdır. Libération gazetesi Edouard de Rothschild kanalıyla Rothschild ailesinin, gündelik ekonomi gazetesi Les Echos Arnaud ise Lagardère, yani yine Lagardère grubunun malıdır.
Neoliberal darbe Kısacası bugün büyük gruplar Fransa’daki tüm haber ve iletişimin doğrudan pilotları. Eskiden asgari bir durdurucu, frenleyici engel sayılan gazetecilerin, yazar kurullarının (Bu yapı bir cins gazete içi etik yayın kuruludur. Her yıl veya iki yılda bir gazeteciler kendi aralarında sorumluları yeniden seçerler. Kurul gazetecilik ahlak ve ilkesiyle bağdaşmadığına inanılan bazı karar, haber veya yazılara itiraz edebilir. Gazete patronları, yöneticileri geleneksel bir tavırla bu itirazlara tatmin edici cevaplar bulmak, vermek zorundadırlar. UH) yayın politikasını azınlık denetimi veya veto hakkı ortadan kalkmış oldu. Bu gelişme son yıllarda çok hızlı ve her işveren değişiminde bir hayli sert biçimde yaşandı. Le
Monde ve Libération’da yazıişleri müdürleri, yayın yönetmenleri değiştirilirken bu kayıpları somut biçimde gördük. Nicolas Sarkozy cumhurbaşkanı seçildiğinde JDD’deki ayak kaydırmalar vahimdi. Bu genel panoramaya Fransız basınındaki ekonomik krizi de eklemekte yarar var. Çünkü bütün gazeteler zararda, hepsi sermayenin gücü karşında benzersiz bir kırılganlık içindeler. Gündelik gazetelerin sayısı 1830’un, “La Gazette”in ilk çıktığı tarihin bile altına düşmüş durumda. Ulusal planda kala kala bir elin parmak sayısı kadar haber gazetesi kaldı ortalıkta. Ultraliberalizmin getirdiği kuralsızlık ekonomi politikası, kuralları sürekli artan felaketlere yol açmakta. Örneğin şu anda kooperatif yapısında sürdürülen dağıtım mekanizmasını tehdit ediyor; gazete bayilerine getirilen ağır ve zorunlu koşullar çok sayıda bayinin kapanmasına yol açıyor. Dolayısıyla okurun gazeteye ulaşma yolları gittikçe azalıyor. Posta idaresinin özelleştirilmeye açılmasıyla abone posta maliyetleri devamlı yükseliyor. Öteden beri mevcut basım kooperatifleri gazetelerin liberalizmin eline bırakılmasıyla birer-ikişer yok olmaktalar. Dolayısıyla tüm Fransız basını çok ciddi bir tehditle karşı karşıya. Sarkozy iktidarının çözüm önerisi görsel-işitsel dahil, internet, yazılı tüm basının uluslararası planda etkin yapıların öncülüğünde yoğunlaşmaya, bütünleşmeye gidilmesi yolundaydı. Hedeflenen kuşkusuz Lagardère, Le Figaro gibi kuruluşların denetiminde basında çoğulculuk, farklı ve muhalif seslerin varlığına son verilmesiydi. İşin acı yanı bu düşüncenin zaman zaman kendilerine solcu diyen bazı çevrelerde bile rağbet görmesiydi. Örneğin, İngiltere’de olduğu gibi basın-yayının özel bir KDV ile beslenmesi düşünülmüştü. Bugün İngiltere’de muhalif bir basın ve çoğulculuğa inanmak için biraz saf olmak gerekir. Bu tip açılımlar olsa olsa angaje ve eleştirel yayınlar yerine Sun gibi bulvar ve magazin gazetelerinin güçlenmesini, yenilenmesini sağlar. Bu arada çok sayıda haftalık yayın organı, Politis ve Témoignage Chrétien gibi dergilerin gelecekleri de böyle bir sistem nedeniyle tamamen tehlikeye girecektir. Yani genel tablo çok vahim. Fakat aynı zamanda çok ilginç bir durum da yaşıyoruz. Zira okurların L’Humanité gibi gazetelere bağlılığı, sendikalar ve sivil toplum ör-
gütleri aracılığıyla iktidarlara yönelik baskılar, 1944’te savaş sonrası bağımsız basını korumak amacıyla konulmuş ilkelerin tümüyle berhava edilemediğini gösteriyor. Bu sayede biz halen direnebiliyoruz. Halbuki İtalya’da veya başka bazı Avrupa ülkelerinde bizim tipimizde gazetelerin yok olduğunu gözlemliyoruz. Elbette bizler de hayatta kalabilmek için her an seferber olmak, kemerleri sürekli sıkarak her gün kıyasıya savaşmak zorundayız. Ancak böylesine karanlık bir çerçevede dahi farklı bir görüşü savunan gazetelerin yaşama olasılığı mevcut. Basın tekelleri ve sağ iktidarların hedefi bizimki gibi muhalif ve farklı sesleri yalnızca internet sitelerine hapsetmek. Şimdilik Mediapart (Le Monde gazetesinin saf dışı bırakılan eski yönetmen ve yazıişleri müdürlerinden Edwy Plenel’in kurduğu ve paralı abonelikle çalışan bir internet gazetesi. 4 yıllık faaliyetin sonunda ilk kez bu yıl kâra geçti. UH) girişimi hariç internetteki hiçbir paralı haber sitesi yaşayamadı. Yaşayanlar da bir biçimde mali gruplara, tekellere dayanarak ayakta kalabiliyorlar. Dolayısıyla bağımsızlıklarını büyük oranda yitiriyorlar. - Fransa’da yerel ya da bölge gazetesi olgusu oldukça ilginç bir görüntü sergiliyor!
PATRICK APEL-MULLER Gerçekten de Fransa’da il veya bölge ölçeğinde yayın yapan gündelik gazetelerin önemli bir rolü vardır. Bu yayınlar da aslında ülke genelinde yaşanan zayıflamayı, solmayı birebir yaşamaktalar. Bir sürü yerel gazete düzenli kayboluyor. Çoğu bölgede artık tek gazete ayakta kalıyor. Buralarda da yoğunlaşma, tekelleşme olgusu yaşanıyor. Bazı grupların kuzeyden güneye birçok bölgede yayınların, haberciliğin yaklaşık üçte birini ele geçirdiklerini görüyoruz. Bunların da çoğunluğu bankacılık ve sigortacılık sektöründen geliyor. Her ne kadar sağlık-dayanışma sandıkları çıkışlı olduklarını iddia etseler de siyasi açılardan yönlerini, tercihlerini kesinlikle (sağdan yana. UH) belirlemiş oluyorlar. Örneğin Crédit Mutuel bankası! Bu sektörde de çok ciddi bir yoğunlaşma söz konusu. Bittiğini de sanmıyorum. Bir dönem Le Figaro’nun da sahibi Hersant grubunun (Bir zamanların en büyük Fransız basın-yayın tekeli. Şimdilerde yalnızca bölgesel yayıncılıkta boy gösteriyor. UH) krizi genel krizin bir başka gösAvrupaGüN
| 18 Mart 2013 | 5
tergesi. Grubun bazı gazeteleri şu anda iflasın eşiğinde. Direniş ve kurtuluş geleneğinden kaynaklanan Fransız bölgesel ve yerel yayıncılığı şu sıralar gittikçe tekleşerek, benzeşerek çeşitliliğini ve renkliliğini yitirmekte. Komünist, De Gaullecü, sendikalist ve tümüyle yerel özelliklerden beslenen gazetelerin çoğunluğu liberal siyasetlerin baskısıyla yok oldular.
Monde, Le Figaro gibi büyük gazetelerin varlıklarının bile kamu sorumluluğunda korunması olağandır.
Kamu desteği geriliyor
PATRICK APEL-MULLER - Öncelikle uzun bir tarih. Sosyalist hareketin tarihi liderlerinden Jean Jaurès’in 1904’te birkaç ortakla kurduğu L’Humanité bağımsız bir gazete olarak yayın hayatına başlıyor. Kısa bir sürede bütün Fransız sosyalist hareketinin sesi, sözcüsü oluyor. 1920’de düzenlenen, FKP’nin doğuşuyla sonuçlanan Tours Kongresi’nde bu partinin resmi merkez yayın organına dönüşüyor. Uzun yıllar bu sıfatı muhafaza ediyor. Bugün artık durum böyle değil. İlkin sermayesi açısından: Gazete çeşitli eğilim ve duyarlılıkları yansıtan, günümüz komünist hareketinin farklı tarihi kökleri ve dallarını birleştiren okurlarının, personelinin, dostlarının ve bireysel hissedarlarının mülkiyetindedir. Değişim yanlısı tüm sola açıktır. Örneğin gazete yazarlarının önemli bir kısmı komünist değildir. Aynı çeşitliliği okurları arasında da görebiliriz. Sosyalist, komünist, Sol Cephe veya NPA (Yeni Antikapitalist Parti) yandaşları, ya da hiçbir siyasi angajmanı olmayan insanlar, ilerici kişiler, sendikacılar bir biçimde gazetede birleşirler. Başlangıçta Jaurès’in tespit ettiği düşünceye, emellere sadığız, sahip çıkıyoruz. Bir başka deyişle işçi ve ücretli mücadelesinin, daha da genelde toplumsal mücadelenin sesi, toplumun derinlemesine değiştirilmesini isteyen akımların, sosyalizmde buluşanların, ortak bir yönde ilerlediği bir alan olmak istiyoruz. Aynı amaç çevresinde fikir değiştokuşunun yapılabildiği, düşüncelerin kavşağı, kesiştiği bir platform ve aynı zamanda doğru haber, dünyanın durumu hakkında sağlıklı bilgilerin aktarıldığı geniş, profesyonel, sınanmış bir kaynak rolü oynamak istiyoruz. Ana yönümüz bu.
- Peki devletin, ya da kamunun desteği ne boyutlarda? Olası teşvikler hangi ölçütlere göre dağıtılıyor?
PATRICK APEL-MULLER - Basına kamu yardımı net bir şekilde düştü. Örneğin bize verilen yardımda yüzde 15-20’lik, yaklaşık 800 bin avroluk bir kesinti olmasa bu yıl kâra bile geçecektik. Seneyi küçük bir zararla kapattık. Yardımlar farklı ölçütlere göre dağıtılıyor. Örneğin reklam geliri düşük gazetelere verilen yardım göreli olarak daha yüksek. Bir başka deyişle, devlet, çoğulculuğun, çok sesli bir basınyayının varlığını garantilemek zorundadır. Gazetelerin varlıkları yalnızca büyük grupların keyfine, eline bırakılamaz. Örneğin, Fransa kıyılarını kirleten Total şirketinin hatalarını sergileyen, suiistimallerini ifşa eden L’Huma, Total’in son derece sert reklam boykotuna maruz kaldı. “Lu” bisküvi fabrikası ücretlilerinin grevini destekledik diye, Danone grubu reklamları kesiverdi. Son 20 yılda otomobil endüstrisindeki eylemlere arka çıktık diye, büyük gruplar hep misilleme mahiyetinde reklam silahını kullandılar. Bağımsızlığın bedeli sermayenin talepleri önünde diz çökmek olamaz. Aksi takdirde L’Humanité ırkçı, nefret mesajları taşımamak kaydıyla bütün reklamları kabul etmeye hazırdır. Bu tipte yardımlar L’Humanité’nin dışında La Croix (Katolik demokratların gazetesi.UH) ve Libération’u kapsıyor. Libération’u da katabilmek için ölçütler biraz daha genişletilmişti. Bir dizi teşvik de yatırım veya modernleştirme yardımı başlığı altında veriliyor. Daha zengin ve olanaklı gazeteler bu yardımlardan daha yüksek oranlarda yararlanıyorlar. Bence tekrardan müzakereye açılması, üzerinde görüşülmesi gereken bir boyut bu. Şunu da belirtmeliyim ki Le
6 | 18 Mart 2013 | AvrupaGüN
- L’Humanité dünyada Fransız Komünist Partisi’nin (FKP) yayın organı olarak bilinir. Dünü, bugünüyle L’Huma ve FKP arasındaki bağlar, biraz daha genelde gazetenin Sol Cephe ve ilerici-sol hareketlerle ilişkisi nedir?
Yayın politikası Yayın politikası olarak yönelimimiz çok açıktır. Bugün Sol Cephe’ye eşlik ediyoruz. Ancak titizlikle dikkat ettiğimiz husus, gazetenin içeriğinden ötürü Sol Cephe seçmeni olsun olmasın hiçbir okurumuzun kendini dışlanmış, rencide edilmiş hissetmemesi. Bu nedenle okurumuz Sosyalist Parti’nin seçim kampanyasını da içeren ya da şu sıralar belli zorluklar yaşayan NPA’nın da kendini ifade ettiği, farklı görüşleri, bilgileri sağlayabileceği bir gazete tutacak elinde. Okurumuzun zekâsına güveniyoruz; kendimizi ona kendisinin yorumlayabileceği, karar verebileceği haber ve bilgileri aktarmakla yükümlü hissediyoruz. Dolayısıyla yayın kurulumuz düzenli olarak örneğin sağ ve soldan kişiliklerin veya işverenler ve sendikacıların katıldığı yüz yüze tartışmalar düzenliyor. Böylelikle okurlarımız, prensip olarak daha baştan katılmayacağına inandığı bir tavrın, görüşün, kişiliğin yürüttüğü mantığı, bakışı, kendince haklı savlarını daha yakından tanıyabilecek. Hasmının kendine göre gerçeği nasıl gördüğünü kavrayacak. Bu nedenle “Cuma Tartışmaları” ekimizde düşüncelerin yüzleştirilmesini, kapışmasını kolaylaştıracak çeşitli köşe ve kürsüler oluşturduk. - Günümüzde “angaje” gündelik gazeteden konuşulabilir mi? Böyle bir gazetenin yeri, saygınlığı olabilir mi?
PATRICK APEL-MULLER - Bugün öncelikle bütün toplumların angajmanlara, çelişkilere ve fikir tartışmalarına ihtiyacı olduğuna inanıyorum. Bunlar kaybolduğu takdirde toplumsal ve entelektüel yaşam solmuş, kurumuş demektir. Demokrasinin vazgeçilmez orta direği, bir, daima farklı bilgiye olan ihtiyaçtır, iki, Fransa’da siyaset, polemik, tartışma gibi konularda angaje bir basın-yayın geleneğine sahibiz. Bazı gazeteler bu geleneği tarafsızlık söylemi, objektiflik maskesiyle saklamaya çalışıyorlar. Aslında her gazetenin kendi görüşü vardır, olabilir. Ancak herkes gerçeği aynı biçimde görmeyebilir. Örneğin Le Figaro Nicolas Sarkozy’nin Libération da Hollande’ın sözcüsü gibi davranıyordu. Le Monde ise MEDEF’in kemer sıkma politikalarını savunuyordu. Gazetelerin kesinlikle tavırları vardır. Bunu ya L’Humanité veya La Croix gibi açık bir biçimde yaparlar ya da biraz önce
belirttiğim gibi üstü kapalı. Ayrıca eklemeliyim ki, La Croix belki Katolik bir yayın organıdır, ancak son derece kaliteli ve dürüst bir gazetecilik yapmaktadır. Arkalarında ciddi bir yayın grubu vardır, ama hiçbir mali ve endüstriyel grupla bağlantıları yoktur. Kendileriyle bazı konularda görüşlerimiz çakışır ve işbirliği yaparız. İkiyüzlülükle duruşunu saklamaya kalkışanlar veya sıklıkla şu veya bu olay etrafında aynı tavrı benimseyenler okurların gazetelerden uzaklaşmasına, soğumasına neden oluyorlar. Fransızlar, siyasetçiler kadar gazetelerin de belli bir uzlaşmayla, beş aşağı beş yukarı aynı şeylerden, aynı biçimde söz etmelerinden hoşlanmıyorlar. Bu tarz yaklaşımlar basın sağlığına ciddi zarar veriyor. - Jean-Luc Mélenchon ve Sol Cephe’nin nispi başarısının L’Humanité’ye bir katkısı oldu mu? PATRICK APEL-MULLER - Evet, önce okur sayısında. Bayi satışlarında hissedilir bir artış var. Daha genelde kamuoyunda L’Humanité’nin renklerine bir canlılık getirdi. Sanılıyordu ki artık sadece milliyetçi ve aşırı sağcı hareket ve görüşler gelişebilir. Deniliyordu ki tarihin sonu gelmiştir, insanlığın ufkunda kapitalizmden başka perspektif kalmamıştır. Dünyadaki son gelişmeler, Latin Amerika’daki hareketler, Arap Baharı, Öfkeliler gös- termiştir ki, toplumların geleceği, kaderi o kadar kolaylıkla önceden belirlenemez. Yeni ufuklar mevcuttur. Kaldı ki, Fransa’da öyle sendikal bir gelenek vardır ki, başta CGT olmak üzere sendikalar bu geleneğe ihanet etmemiştir. Pirene’lerin, Alpler’in ötesindeki birtakım sendikalar gibi kriz yönetimine katılmayı reddetmişlerdir. Fransa’da Öfkeliler hareketi gelişmemiştir, zira emeklilik reformu protestolarında görülebileceği milyonlarca Fransız çalışanı sendikalarıyla birlikte aylarca iktidara karşı mücadele etmiştir. İşçi hareketinin kurumları, yapıları vardır. Üstelik sol siyasi partiler direniş söylemi ve eylemini sürdürmüşlerdir. Fransız Devrimi’nden beri süregelen para ve sermaye, oligarşi, sınıf karşıtlığı öncelikle toplumsal hareketin birliği, Sol Cephe’nin tutarlılığıyla birleşince süreç ateşlendi. Elbette Jean-Luc Mélenchon’un kişiliği de harekete katkıda bulundu. Ancak hareketin gücü de Mélenchon’u öne çıkardı. Başladığı noktayla varılan nokta arasında ciddi mesafe alındı. AvrupaGüN
| 18 Mart 2013 | 7
CGT sEndiKAsI ULUsAL sEKRETERi BERnARd THIBAULT iLE (ortada)
Sürecin ana gücü Kuşkusuz bütün bu süreçte ana güç FKP idi. Sol Cephe girişiminin de başını çeken FKP örgütleyici, taşıyıcı güç oldu. Yaratılan dinamik Sol Cephe’nin sınırlarını aştı. Bu gelişme bize de gazete olarak yeni sorumluluklar yükledi. Girişimcisi olduk, gelişmesini izledik, katkıda bulunduk. Şu anda varılan yere kendimizi uydurmak, yeni ihtiyaçlara yeni cevaplar, çözümler getirmek, kendi kendimizi her an sorgulamak, yenilemek zorundayız. Baştaki çalışma şema ve eksenimizi gözden geçirmekteyiz. Örneğin gündelik bir gazete olarak örgütlemeci boyutumuzu asgariye indirmiştik. Halbuki şu anda görüyoruz ki okurlarımızın somut birtakım talepleri var. Sol Cephe sorumlusu şu gün nerede olacak; hangi miting kaçta, nerede yapılacak? Veya internet sitemizin karşılıklı etkileşim, iletişim, katılım yönünü daha geliştirip yeni taleplere nasıl daha iyi cevap verebiliriz, sitemize nasıl daha canlılık, kullanılırlık kazandırabiliriz gibi sorular sormaktayız. Son derece tutkulu bir süreç yaşamaktayız. - Bir zamanlar işçiler, çalışanlar işlerine giderken L’Humanité’yi alıp ceplerine yerleştirirler, her fırsatta okurlardı. Birçok araştırma ve gözlem artık böyle bir geleneğin tarihe karıştığını gösteriyor. Şu anki L’Huma okurunun profili nedir? Gazetenin yeniden popüler, emekçi yığınlarının okuduğu bir gazete haline dönüşmesi olası mıdır, dönüşebilmesi için neler yapılmalıdır?
PATRICK APEL-MULLER - Gazetenin tarihsel olarak zorlandığı bir ikilemi vardır. Biz hem aydınlar, yüksek eğitim düzeyine sahip kişiler tarafından hem de sendika militanları, ücretliler tarafından okunan bir gazeteyiz. Sol Birlik hükümetinin 1983’te, daha sonraları da Lionel Jospin hükümetlerinin yaşattığı düşkırıklıkları 8 | 18 Mart 2013 | AvrupaGüN
işçi çevrelerinde, özellikle de mücadeleci solun içinde yer alan işçiler arasında çok olumsuz etkiler yarattı. Mücadele kapasitesi gibi seçimlere katılım oranı da düştü. Bu gelişme L’Humanité’yi vurdu. Uzun yıllardır ciddi surette sendikacılığa yatırım yapıyoruz diyebilirim. Gazeteye iş-emek sayfaları ekledik. Çalışmanın anlamı, iş hayatında kriz gibi konuları sorgulamaya başladık. Diğer bazı gazetelerin sadece işyerlerinde intiharlar düzeyinde ilgilendiği emekçi dünyasına odaklandık. Kuşkusuz intiharlar da çok önemli, ancak iyimser ihtimalle konunun ancak bir boyutunu oluşturuyor. Sendikacıların sendikal hayat ve mücadelelerinin gazetede, sendikal birlik hassasiyeti eşliğinde yankı bulmasını sağladık. Konu yazı kurulumuzun sürekli tartışma ve kaygılarından bir tanesi, hatta bazılarımız konunun üstüne fazla gittiğime inanıyor. Dileğimiz okurlarımızın bir biçimde gazetede kendilerini bulabilmelerini sağlamak. Getirdiğimiz düşünce ve tartışmalarda çok titiz; ama okuma ve dil seçiminde, yapılanmasında olabildiğince yalın ve açık; kısa ve uzun metinleri dönüşümlü kullandığımız bir yöntem belirledik. Güncel haberler konusunda çoğunluğu kısa birimleri yeğledik. Araştırma-anket, söyleşi-röportajlar için uzun birimleri seçtik. Sıcak günlük haberlerde daha erişilebilir, anlaşılabilir kısa formülleri kullandık. Daha rahatlıkla görülebilmesi, sunuşu ve okunabilmesi için tüm kolaylıkları sağlamaya çalıştık.
Geniş kitlelere ulaşmak Yani yalnızca içerik değil, daha geniş katmanları çekebilmesi için biçime de çok itina ettik. Herkesin gazeteyi değerlendirmesi için özel çaba gösterdik. Bir üniversite hocasının da, orta öğretimini yarıda bırakmış ücretlinin de, hatta Fransızcaya yeterince hakim olamayan göçmen işçinin dahi okuyabileceği bir gazete oluşturmaya uğraştık. Yeterince açılmayan, anlaşılmayan çetrefil sözcük ve kavramları tek tek ayıkladık. Zira amacımız azami okuru gazeteye kazandırmaktı. Şimdilerde görüntülere de bir akıcılık kazandırarak gazetenin daha dinamik olmasını hedefliyoruz. Ancak bu konuda olanaklarımız sınırlı. Gazeteci sayımız çok az. Ulusal gazeteler arasında en az gazeteciyle çalışan yayın organı biziz. Yaklaşık 60 gazetecimiz mevcut. Sayfa sayımızı da çok yetersiz buluyoruz. Hem ihtiyaç açısından hem de üretme kapasitemize oranla böyle bu. Önerdiğimiz, öngördüğümüz bölümlere göre bile en azından 4 sayfamız eksik. Sürekli tercih yapmak veya ertelemek zo-
runda kalmak bir gazeteci, gazete için çok yıpratıcı bir durum. 24 sayfayla sınırlıyız, fakat rahatlıkla 28 sayfayı doldurabiliriz. - Çok sayıda Avrupalı ilerici, solcu gündelik gazete ya tümüyle yok oldu, ya da sonun eşiğinde. L’Humanité, Il Manifesto, Neues Deutschland gibi gazeteler bir biçimde dayanışma, kolektif çalışma gibi bir zeminde buluşabilirler mi?
PATRICK APEL-MULLER - Biz birkaç senedir böyle bir tasarı üzerine enine boyuna düşünmekteyiz. Hatta bir ara Avrupa’da aşırı sağın yükselişi üzerine bir koordinasyon komitesi oluşturmuştuk. Önceliği elektronik zeminde kurulacak bir haberleşme platformuna vermiştik. Burada toplanacak bilgilerin tercümesi, kaleme alınması haber üretimi ulusal yazı kurullarına kalacaktı. Her ülkenin, dolayısıyla her gazetenin farklı gündem ve tercihlerinin olması çok normaldi. Şu anda bizim isteğimiz, değişik ülkelerden yansıyanları derleyecek bir tür Avrupa gazetesi ve platformlar oluşturmak. Bir süre önce Neues Deutschland ile karşılık bir yayın değiş tokuşu yapmıştık. Geçen yıl Il Manifesto çok dardayken Paris’te düzenlenen bir dayanışma gecesini desteklemiş, katılmıştık. Sorunumuz koordinasyonu, işbirliğini sürdürebilecek güçleri bulabilmek. Üretimin sürekliliğini ve yalnızca söz konusu gazetelerin değil, internet temelinde herkesin yararlanabileceği bir işleyişi sağlayabilmek. Bizim L’Humanité’yi İngilizce, Rusça, İspanyolcaya çeviren ekiplerimiz var ve muhtemelen Almanca da olacak. Gönüllü çevirmenler gazeteyi büyük oranda tercüme ederek L’Humanité’nin uluslararası planda ışıldamasına, okunmasına yardımcı olu-
yorlar. Bu yapılara dayanarak bir şeyler gerçekleştirmek olası. Her durumda Avrupalı yoldaş ve meslektaşlarımızla daha düzenli ve sık bir araya gelip somut projeler temelinde ciddi biçimde konuşup çalışabilmeliyiz. Tamam, hepimizin olanakları epeyce sınırlı, ama koordine güç birliğimizden pekâlâ bir sinerji doğabilir. En iyi buluşma noktalarımızdan biri her yıl herkesin katıldığı Fête de l’Humanité. (FKP ve gazetesinin 82 yıldır her eylül ayının ikinci hafta sonu düzenlenen geleneksel ve kitlesel üç günlük bayramı. UH) Burada her seferinde en iyi niyetler dile getiriliyor, fakat bir türlü somutlanamıyor.
Gelecek uzun sürer - L’Humanité’nin geleceğe ilişkin tasarıları neler?
PATRICK APEL-MULLER - Kısa vadede siyasi sürecin, hareketlerin sağladığı dinamizm ve ivmeden istifade kendimizi, gazeteyi zenginleştirip güçlendirmeyi amaçlıyoruz. Stratejik açıdan ilk hedefimiz gazetenin ekonomik dengesini sağlama almak. Çünkü iktidar kimde olursa olsun garanti altında değiliz. Açığa tahammül edemez durumdayız. Yazılı basınımızdan gelecek gelirler dışında yeni kaynaklar bulmak zorundayız. Dergi boyutlarında tematik özel sayı baskılarımız çoğaldı. Paris Komünü, Kriz, Sarkozy, Cezayir savaşı, Jean Ferrat, Che Guevera üzerine dosyalar yayınladık. Bunlar genellikle iyi satan yayınlar, ancak çok yetersiz, değişik mali kaynaklar bulmak zorundayız. Gazeteyle kaynaşmış, sadık bir okur kitlemiz var. L’Humanité onlar için adeta güvenilir bir marka. AvrupaGüN
| 18 Mart 2013 | 9
Orta vadede sınırlı yatırım olanaklarımızla dayanışmacı ekonomi ve sandıklar (Bir tür mali kooperatifler. UH), alternatif ürünler ve turizm gibi faaliyetler geliştirmeyi, okurlarımızın daha düşük fiyatlarla bu hizmetlerden yararlanmasını sağlamayı, kısacası gazete çevresinde yeni bir dinamik yaratmayı düşünüyoruz. Ne yapmak istediğimizi oldukça iyi biliyoruz, ama parayı nasıl edineceğimize dair hiçbir fikrimiz yok. Stratejik ikinci hedefimiz genç okur sayısını çoğaltmak. Bütün gazete okurları yaşlanmakta. Çok yeni araştırmalara göre Libératon okurunun ortalama yaşı 58, bizimkinin 56. Bu arada 8 yıldır genç okurlara yönelik düzenli çalışıyoruz. Haftada bir genç okur ve muhabirlere ayırdığımız bir sayfamız var. Şimdi gençlerin yaşadıkları, bulunduklara yerlere gidip orada kendi sayfalarını yazdırıyoruz. Bu bir toplu konut sitesi, lise veya üniversite olabiliyor. Bu çalışmayı sürdürüyoruz. Bir diğer boyut siyasi durum ve sadık okurlarımızın heyecanından istifade onları yeni okur kazandırmaya teşvik ediyoruz. Arkasından abone seferberliğinin geleceği bir yardımlaşma kampanyası açtık. Devam ettirmek istediğimiz bir başka örgütlü çalışma sendikacılara yönelik. L’Humanité’nin kendilerini buldukları doğal gazeteleri olmasına gayret ediyoruz. Ciddi bir ilerleme kaydettik. Siyasetin yeniden çalışma dünyasına girdiğini ve hızla geliştiğini görüyoruz. Onların ev-
10 | 18 Mart 2013 |
AvrupaGüN
rimini izleyebilecek bir noktada olmalıyız. Örneğin büyük sendika toplantıları, kongrelerinde hazır olmalıyız. İnternet sitemize bu olaylarda daha zengin haber ve bilgiler ekleye- bilmeyiz. Şu anda tüm Fransa’yı kapsayan bir sosyal mücadeleler haritamız mevcut. Bilgileri her an tazeleyip yeniliyoruz. Avrupa platformu faaliyeti genel tasarımızda önemli bir yer tutuyor. Zira L’Humanité Fransız basınında “Sosyal Avrupa” mücadelesinin referansı konumuna geldi. Bu ayrıcalığı diğer Avrupalı sol partilerle bir sinerjiye dönüştürmemiz gerekiyor. Avrupalı sol partilerin kendi ülkelerinde görülebilir olduklarını, toplumlarından soyutlanmadıklarını göstermeliyiz. Avrupa ölçeğinde değişim tezlerinin gerekliliğini, gerçekliğini, olabilirliğini; Avrupalı halkların yalnız olmadığını, alternatif çözümlerin varlığını kanıtlamak zorundayız. Yoksa her türlü değişime karşı olan egemen mali-siyasi çevreler sürekli çözümün, hatta ilerlemenin kendi tekellerinde olduğunu vurgulamaktan kaçınmıyorlar. Kendi halklarına yalnız- sınız, tek başınıza kalırsınız, demekten çekinmiyorlar. Halbuki bu hareketler izole değil. Günümüzde gittikçe güçlenerek artan bir ka- rarlılıkla mücadelesini sürdüren Avrupa Sendikalar Konfederasyonu var. Bu konfederasyon bir zamanlar AB hükümetlerinin liberal siyasetlerinin eşlikçiliğiyle yetinirken, şimdilerde kemer sıkma politikalarının başprotestocuları arasına girdi. Küçümsenmemesi gereken bir kuvvet, etken. ■
AvrupaG端N
| 18 Mart 2013 | 11
Berlin Doğu Avrupalı yoksulların göçünden çok tedirgin
“Çingene alarmı” ve duvar arayışları FOTO: WIKIMEDIA COMMONS / ZENTRALRAT DEUTSCHER SINTI UND ROMA
OSMAN ÇUTSAY
FOTO: WIKIMEDIA COMMONS / HENNING SCHACHT
ROMANI ROSE
HANS-PETER FRIEDRICH
Duisburg, Berlin, Dortmund, Offenbach gibi birçok Alman şehrinde belli mahallelerde toplanan Doğu Avrupalı göçmenlere hemen “Çingene “ yaftasının yapıştırılması, çok tehlikeli bir sinyal olarak yorumlanıyor. Alman halkındaki “Çingene” korkusunun özellikle seçim yılında kampanya konusu olabileceğini düşünenler var.
FRANKFURT - Bir türlü önüne geçilemeyen avro krizinin AB’nin iki ucundaki ülkelerde sokağa döktüğü yoksulların bir bölümü, Almanya’yı kurtuluş olarak görüp büyük şehirlerin kenar mahallelerine yerleşmeyi sürdürüyor. Genelde yerli yoksulların oturduğu bu semtlerdeki zaten gergin ortamı daha da bir “geren” bu alışılmadık yığılma, yerel yönetimlerin feryadı ve yerleşiklerin büyüyen tepkisine neden oluyor. Tehlikeli boyutlar kazanan yoksullar göçüne karşı derhal önlem alınması için, Berlin hükümetinin AB nezdindeki girişimleri de yeni kuşkulara yol açıyor. Angela Merkel hükümeti, Rumen ve Bulgar göçmenlerin Almanya’ya serbestçe girmelerini önlemek için AB bünyesinde yeni düzenlemelerde ısrar ediyor. Özellikle Romanya ve Bulgaristan’ın Schengen Anlaşması kapsamına alınmaması ve böylece yurttaşlarına Almanya ile komşularına geçip kolayca yerleşmelerini sağlayacak olanaklar “tanınmaması” isteniyor. Bu arada Duisburg, Berlin, Offenbach gibi birçok Alman şehrinde kimi mahallelerde toplanan Doğu Avrupalı göçmenlerin tümüne hemen “Çingene” yaftasının yapıştırılması, tehlikeli bir sinyal olarak yorumlanıyor. Nitekim, gelişmelerle ilgili bir süre önce açıklamalarda bulunan Almanya’daki Romanların temsilcisi, Alman Sinti ve Roma Merkez Konseyi Başkanı Romani Rose, AB içinde serbest dolaşımın kısıtlanması tartışmalarının yine bir azınlık grubun sırtından yapıldığını hatırlattı. Hükümet partileri CDU ve CSU tarafından yürütülen, hatta ana muhalefet partisi SPD tarafından da desteklenen kampanyanın, halktaki ırkçı “iğrentileri” kullandığını ileri süren Rose, “sosyal sahtekarlarla mücadele” adı altındaki kampanyanın, şu sıralar Yunanistan, Portekiz ve İspanya’dan göçen yoksullara karşı devreye sokulduğunu kaydetti.
Halkın endişeleri büyüyor Berlin’in kısıtlamaya çalıştığı AB içi serbest dolaşımın, bu birliğin temel unsuru olduğunu 12 | 18 Mart 2013 | AvrupaGüN
savunan Romani Rose, Doğu Avrupa göçmenlerinin mali bir yük olarak ve “Çingeneler” başlığı altında irdelenmesinin, yakında istenmeyen sonuçlar verebileceğini yineledi. Bu arada 1 milyona yakın Türkiye kökenli insanın da yaşadığı ülkenin en büyük eyaleti Kuzey Ren Vestfalya’nın SPD’li Sosyal İşler Bakanı Guntram Schneider, hemen harekete geçilmezse durumun 1 Ocak 2014 itibariyle daha da içinden çıkılmaz bir hal alabileceği uyarısında bulundu. Siyaset sınıfının özellikle Alman halkının Çingenelere karşı tepkili konumunu kullanması gözlerden kaçmıyor. Sağcı eğilimleriyle bilinen Federal İçişleri Bakanı Hans-Peter Friedrich, son haftalarda art arda açıklamalarda bulunmuş ve “Almanya’daki sosyal güvenlik sistemini suiistimal etmek üzere gelenlere karşı” önlem alınacağını duyurmuştu. Friedrich’e göre Bulgar ve Rumen göçmenlerin hedefindeki Almanya bir yangın tehlikesiyle karşı karşıya ve bu durum Avrupa dayanışmasını havaya uçurabilir. Alman medyasında, Rumen ve Bulgar göçmenlerin belediyelerdeki sosyal harcamaları büyük bir hızla yükselttiği yolundaki haber ve değerlendirmeler, halkı iyice tedirgin ediyor. Ancak gerginliğin çarpıtıcı gücü ana akım medyaya da yansıyor. Nitekim Almanya’nın en büyük haftalık gazetesi Die Zeit’ın son sayısında, “yeni işgal”le ilgili bilgilerin yanlışığına dikkat çekildi. 2011 yılında Almanya’ya 147 bin Rumen ve Bulgar geldiğine, ancak bunları 89 bininin aynı yıl geri döndüğüne dikkat çeken etkili gazete, yine de 2010-2011 döneminde göçün yüzde 22’lik bir artış gösterdiğini, süren bu eğilimin sorunu daha ciddi boyutlara taşıyabileceğini bildirdi.
AB’den tepki Öte yandan Alman İçişleri Bakanı Friedrich’in asıl hedefinin “sosyal sahtekarlıkları”
FOTO: ÖMER YAPRAKKIRAN
saptanan Rumen ve Bulgarların tekrar bu ülkeye girişini önlemek olduğu, ancak AB yönetimini henüz tümüyle ikna edemediği ortaya çıktı. Yasal düzenlemelerin yapılarak Alman sosyal güvenlik sistemine yük olacak göçün mutlaka engellenmesini isteyen Friedrich, AB Komisyonu’ndan eleştiri aldı. AB Sosyal İşler Komiserliği Sözcüsü Lazslo Andor, yoksulların göçünü bazı ülkelerin abartarak algıladığına dikkat çekti. Andor’un, tüm diplomatik teamülleri bir kenara bırakarak, “AB içinde kısıtlanmaya çalışılan serbest dolaşımın AB’yi AB yapan temel değerlerden biri olduğuna bu kadar açık bir dille dikkat çekmesi” bazı siyasal gözlemcilerce bir tür “cepheleşme” olarak değerlendirildi. Federal İçişleri Bakanı Friedrich, AB ile görüşmelerinde serbest dolaşıma kesinlikle dokunmak istemediğini söylerken, amacının bir AB ülkesinden sınır dışı edilenlerin tekrar giriş yapmasının engellenmesi olduğuna işaret etti. Hans-Peter Friedrich’in, yeni düzenlemelerin gerekliliği konusunda İngiltere, Avusturya ve Hollanda ile uzlaşma sağladığı ileri sürülüyor. ■
Belediyeler þaþkın, halk tepkili Yeni araştırmalar, sadece Romanya ve Bulgaristan’dan değil, sayısı hızla artan Güney Avrupa ülkelerinden de yoksulların Almanya’ya giriş yaptığını ve iş aradığını gösterdi. Medyada artan krizle birlikte Almanya’da talihini denemeye çalışan yoksul Doğu ve Gü-
ney Avrupalılara yönelik haber ve değerlendirmelerin arttığı, belediyelerle yerli halkın giderek daha çok tepki verdiği gözleniyor. Son araştırmalara göre, Alman halkının yüzde 40’ı Sinti ve Roma aileleriyle aynı mahallede yaşamak istemiyor.
AvrupaGüN
| 18 Mart 2013 | 13
Almanya’da sağ kökenli yeni sürpriz tüm siyasal dengeleri bozabilir
BERLİN - Federal Almanya, özellikle sağ seçmeni derinden eklemesi beklenen ve programı “avro macerasına” tepki olan yeni bir siyasal oluşumla karşı karşıya kaldı. “Alternative für Deutschland” (Almanya için Seçenek) adıyla son günlerde siyasal gündemin ilk sıralarına oturan yeni partinin nisan ayında resmen kurulacağı bildirildi. Bu sürpriz oluşumun özellikle iktidardaki sağ partiler için büyük bir tehdit oluşturacağı ileri sürülüyor. Kendisini “avro karşıtı” olarak tanımlayan yeni parti, avronun kurtarılması için oluşturulan ve “dipsiz kuyu” diye adlandırılan fonlara açık bir dille karşı çıkıyor, ortak Avrupa parasının eninde sonunda Avrupa ve Almanya’yı uçuruma iteceği tezini savunuyor. Parti çevresinden yapılan ilk açıklamalarda, kuruluş toplantılarına özellikle iktidardaki sağ partilerin, Hıristiyan demokrat partiler CDU ve CSU ile liberal FDP’nin içindeki “kırgınlardan” büyük rağbet olduğuna dikkat çekildi. “Almanya için Seçenek”, avronun ulusal paralar veya daha küçük parasal birlikler lehine feshedilmesini önerirken, milyarlarca avro tutarındaki yeni kurtarma şemsiyelerine ve AB’nin de “Avrupa Transfer Birliği”ne dönüşmesine karşı oldu14 | 18 Mart 2013 | AvrupaGüN
FOTO: WIKIMEDIA COMMONS / WAHLENBERND
FOTO: WIKIMEDIA COMMONS / EUROPEAN PEOPEL'S PARTY
“Anti-Avro Parti” kuruluyor
MERKEL ZOR DURUMDA...
ğunu ilan etti. Partinin üçüncü bir hedefinin de AB’nin bürokratizmden kurtarılması ve yetkilerin tekrar ulusal parlamentolara devredilmesi olduğu duyuruldu. Nisan ayında kuruluş işlemleri sona erecek olan yeni partinin eylül ayındaki genel seçimlere katılacağını belirten kuruculardan iktisat profesörü Bernd Lucke’nin yanı sıra diğer kurucuların da Merkel’in partisi CDU’nun hayal kırıklığına uğramış eski üyeleri olması, anlamlı bulundu. Nitekim yeni oluşumun yarattığı tedirginlik, CDU’nun güçlü ismi ve CDU-CSU Meclis Grubu Başkanı Volker Kauder’in tepkisiyle açığa çıktı. Kauder, “Avroya karşı her seçenek Almanya için çok daha kötü bir seçenektir. Bu parti gelecekten duyulan kurumsallaşmış bir korkuya karşılık geliyor” diye konuştu. ■
Cinéfondation’un bu yıl Türkiye sinemasından konuğu var
Özcan Alper, Cannes Film Festivali’nde UĞUr HÜKÜM
Özcan alper
PARİS - Bu yıl 15-26 Mayıs tarihleri arasında 66’ncısı düzenlenecek dünyanın en saygın sinema şenliği Cannes Festivali’nin Cinéfondation bölümü için 14 ülkeden seçilen 15 konuk arasında genç Türk yönetmen Özcan Alper (1975) ve son çalışması “Rüzgârın Hatıraları” da yer alıyor. Festival yönetimi her zaman olduğu gibi bu sene de festivalin beklenen önbilgilerini şubat ayından itibaren açıklamaya başladı. Önce festivalde iki kez ödüllendirilmiş Yeni Zelandalı kadın yönetmen Jane Campion’un (1954) Kısa Metrajlı Filmler Jürisi ve Cinéfondation Başkanı olduğunu öğrendik. Campion 1982’de “Peel” ile Kısa Metrajlı Altın Palmiye’ye, ardından da ilk ve şimdiye kadar tek kadın sinemacı sıfatıyla 1993’te “e Piano” isimli uzun metrajlı eseriyle Altın Palmiye’ye layık görülmüştü.
Jüri Başkanı Steven Spielberg İkinci haber 28 Şubat’ta geldi. Bu yılın Büyük Jüri Başkanlığı görevini Amerikalı ünlü yönetmen Steven Spielberg (1946) üstlenecekti. Spielberg, birkaç örnekle özetlemek gerekirse, “Jaws” (1975), “Raiders of the Lost Ark” (1981), “Indiana Jones” (1984, 1989, 2008) başlıklı dörtleme, “E.T.” (1982), “Jurassic Parc” ve “Schindler's List” (1993) ve son olarak “Lincoln” (2012) gibi neredeyse birbirinden popüler 28’i beyaz perde, gerisi televizyon için 40’ın üstünde film ve dizi gerçekleştirmiş bir yönetmen. Birçok filmi en ciddi eleştirmenlerin takdirini kazanmakla kalmamış, aynı zamanda bütün zamanların en çok hasılat yapan 10 filminden 7’sini de imzalamıştır.
AvrupaGüN
| 18 Mart 2013 | 15
İlk kez 1974 yılında “Sugarland Express” filmiyle Cannes’a da katılan Spielberg o yıl En İyi Senaryo ödülüne lâyık görülmüştü. Ancak gerçek başarısına 1982’de yarışma dışı gösterilen “E.T.” ile kavuşmuştu. Kapanış filminin ardından yönetmen 20 dakika ayakta alkışlanmıştı. Sinemacı 1986, 2008 ve 2012’de üç filmle daha festivalin yarışma dışı programa dahil olmuştu. Spielberg, Cannes’ın jüri başkanlığı konusundaki düşüncelerini, “Cannes dünyanın en prestijli festivalidir. Burada geçen anlarım hayatımın en belirleyici anlarındandır. Cannes’a başkanlık etmek benim için büyük bir onur ve olağanüstü ayrıcalık olacaktır” sözleriyle özetliyor. Başkanlık unvanını 2012’de üstlenen İtalyan sinemacı Nanni Moretti’de devralan Spielberg, bu görevi son 10 yılda 5’inci kez üstlenen Amerikalı olacak. Görevin Quentin Tarantino (2004), Sean Penn (2008), Tim Burton (2010) ve Robert De Niro’nun (2011) ardından, ne kadar başarılı da olsa da bir kez daha Amerikalı bir sanatçıya verilmesi Fransız sinema çevrelerinde belli bir tepkiyle karşılandı.
Özcan Alper Cinéfondation atölyesinde Dünyada yaratıcı sinema ve yeni nesil yönetmenleri desteklemek amacıyla 1998 yılında kurulan Cinéfondation bir sinema vakfıdır. Vakıf üç eksende faaliyet gösterir. Her yıl 1600 civarında sinema okulu öğrenci filmi ve/veya mezuniyet çalışması festival komitesine sunulur. Bunların içinden seçilen 15-20 kısa veya orta metrajlı film festivalde gösterilir ve jüri kararıyla en iyi üç tanesi ödüllendirilir. 2000 yılında beri geliştirilen ikinci eksende farklı ülkelerden seçilen, birinci veya ikinci filmleri-
nin tasarısı üzerine çalışan 12 genç yetenek her biri dört buçuk aylık iki dönemde Festival Rezidansı’nda ağırlanır; kendilerine 800 avro aylık burs, çok sayıda Paris sinemasına bedava giriş, diledikleri bazı festivallere katılma ve isteyene Fransızca öğrenme olanakları tanınır. Yaratıcılığı desteklemek amacıyla 2005’ten bu yana başlatılan üçüncü eksen ise Cinéfondation Atölyeleri’dir. Burada amaç genç yönetmenlerin sinema dünyasının bütün profesyonelleriyle ayrıcalıklı ilişkiler geliştirmelerini sağlamaktır. Adaylar daha önceki çalışmalarının ve yeni tasarılarının kalitesi temelinde seçilirler. Her yıl 15 yeteneğe verilen bu olanakla yönetmen ve tasarısının, başta medya ve yapımcılık olmak üzere tüm sinema meslek dünyasıyla ayrıcalıklı ilişkiler kurması amaçlanır. Dağıtımcılar, fon kaynakları, uzmanlarla senaryo ve teknik sorunların danışılması veya festivalin gündelik hayatına, gösterimlere, buluşmalara, görüşmelere katılmaları gibi kolaylıklar getirilir. 8 yılda Atölye’ye katılan 126 projeden 83’ü çekilmiş bitmiş, 26’sı ise önyapım aşamasındaymış. Genç kuşak Türk sinemacıları arasında haklı bir saygınlığa sahip Özcan Alper ilk iki filmi, “Sonbahar” ve “Gelecek Uzun Sürer” ile uluslararası planda bir dizi ödül kazanmıştı. Alper dünya sinemasını yakından izleyen Cinéfondation’un ilgisini çekmiş bir yönetmendi. Sanatçı bu yaz çekimini tamamlayacağı yeni çalışması “Rüzgârın Hatıraları” etrafında 14 ülkeden 15 genç sinemacıyla birlikte bu yılın Cinéfondation Atölyesi’ne davet edildi. Bu yılki atölyeye Alper’in dışında İsrail’den iki ve ABD, Çin, Etiyopya, Fransa, Güney Afrika, Hindistan, İtalya, Meksika, Mısır, Şili, Ürdün, Yunanistan’dan birer sinemacı katılacak.
Söylentilere göre... Resmi programa ilişkin söylentiler, şimdiden alıp başını yürümüş durumda. Avustralyalı Baz Luhrman’ın “Muhteşem Gatsby”, Amerikalı yönetmenler Coen kardeşlerin “Inside Llewyn Davis”, Jim Jarmusch “Only Lovers Left Alive” ve Sofia Coppola’nın “e Bling Bling” başlıklı filmlerine neredeyse mutlak seçkiler gözüyle bakılırken, Çinli Wong Kar-Wai, Güney Koreli Bong Joon-ho ve Danimarkalı Nicolas Winding Refn’in isimleri de şu anda telaffuz edilen sinemacılar arasında. Fransız Arnaud Desplechin, Spike Jonze, James Gray ve muhtemelen son filmiyle Steven Soderbergh yine kulislere yansıyan olası isimler... ■ 16 | 18 Mart 2013 | AvrupaGüN
Saat 20:00
Ön satış : 10.- € Kapıda : 12.- €
4 Küçük çocuklar oyuna alınmaz
www.tiyatroistasyon.de
tiyatroistasyon hamburg
AvrupaGüN
| 18 Mart 2013 | 17
Almanya’ya Anadolu tarihinden bir dostluk nişanı
Langen kentinde Kleopatra Kapısı
LANGEN - Gazeteci ve yazar Mehmet Canbolat, Frankfurt Havaalanı yakınlarındaki Langen kentiyle Tarsus arasında 21 yıldır süregelen “Kardeş Kent Projesi” bağlamında oluşan güncel ve ilginç bir projenin son adımlarını atıyor. İlk kez böyle bir projenin gerçekleştirileceğine dikkat çeken Toplum gazetesi sahibinin verdiği bilgiye göre, bu girişimle, Türkiye’nin tarih dokusundan bir örnek Almanya’daki bir yerleşim merkezinde yeniden inşa edilmiş olacak. Mehmet Canbolat kısa bir süre önce yayımladığı ve tüm ilgilenenlere dağıttığı bir bilgi notunda, bu projeyle ilgili olarak şu ek bilgileri verdi ve katılıma çağırdı: “Kleopatra ile Antonyus’un Tarsus’ta buluşmasını simgeleyen, tarihi 'Kleopatra Kapısı'nın bir benzeri (8 metre genişlik 5 metre yükseklik) Langen’deki Tarsus Meydanı’na tasarlandı ve bunun inşaatı 2013 mart ayı sonunda başlıyor. Bu proje Türk ve Alman kanadından toplanan bağışlarla gerçekleşecek ve açılışı ise 18 Mayıs Cumartesi günü, yani gazetemizin bu yıl 19’uncusu olan geleneksel halk dansları festivalinden bir gün önce, büyük bir törenle yapılacak. Projeye katkı amacıyla, 20 Mart 2013 Çarşamba günü saat 20’de “Langen, Südliche Ringstr. 77” adresindeki “Neue Stadthalle” belediye salonunda çok özel bir kabare akşamı düzenleniyor. 18 | 18 Mart 2013 | AvrupaGüN
Gazetemiz Toplum’un Langen Belediyesi Kültür Dairesi ile birlikte organize ettiği, Langen Türk Alman Dostluk Derneği ile Toplum Diyalogus e.V.-Frankfurt derneklerinin de yoğun destek verdiği bu etkinlikte, Almanya’nın tanınmış kabaretistlerinden, arkadaşımız Şinasi Dikmen ve Karlsruhe’de yaşayan Tarsus kökenli kabaretist Ruşen Kartaloğlu, gönüllü olarak sahne alacak. Geliri tamamen inşaatın finansmanına bağışlanacak olan bu özel gülmece akşamına Frankfurt bölgesine yakın olan veya 20 Mart Çarşamba günü yolu bu yöreye düşebilecek herkesi bekliyoruz.” Mehmet Canbolat, bu etkinliğe gelemeyecek olan ancak projeye yine de maddi bir destekte bulunmak isteyenler için şu bilgileri verdi: “Etkinliğe gelemeyecek olup projeye bireysel/kurumsal anlamda olanakları ölçüsünde maddi katkı sunmak isteyenler, 'Benim de bu tarihi projede bir tuğlam olsun' diyenler için bağış bilgileri şöyle: Hesap Sahibi: Deutsch-Türkischer Freundschaftsverein e.V. Banka adı: Sparkasse Langen Seligenstadt Hesap No/Kontonr: 26 13 13 75 Bankakodu/BLZ: 506 521 24 Betr/Konu: Kleopatra-Freundschaftstor Langen-Tarsus Langen Türk-Alman Dostluk Derneği, isteyen bağış sahipleri için bir de bağış belgesi düzenliyor ve bu belge sayesinde, yapılan yardım, Almanya’da vergiden de düşülebiliyor.” Proje ve kabareyle ilgili daha ayrıntılı bilginin elektronik posta yoluyla “rmtoplum@aol.com” adresinden istenebileceği bildirildi. ■