Dünya para sisteminde tehlikeli oyunlar

Page 1

HAFTALIK AVRUPA HABER DERGİSİ 11 MART 2013 | SAYI: 20

Kriz, dövizi silaha dönüştürüyor

DÜNYA PARA SİSTEMLERİNDE

TEHLİKELİ OYUNLAR

Hamburg’daki İstasyon Tiyatro İletişim’den sert eleştiriler

Destek çağdaşa değil kebap kültürüne!


İÇİNDEKİLER 3 Kriz, para alanlarını birbirine karşı tavır almaya zorluyor

Dünya paralarının tehlikeli bilek güreşi Dolar, Avro, Sterlin, İsviçre Frankı, Renminbi, Yen, Ruble... Her para bölgesinin yönetenleri, kendi paralarını diğer büyük paralar karşısında devalüe etmeyi hayırhah bir yol olarak görmeye başlıyor. 7 Askerlerin tasarruf önlemlerine halkla birlikte tepkisi şaşırtıyor

Portekiz’de yeni bir Karanfil Devrimi söylentileri 8 Marinella Corregia ile Suriye’deki savaşın arka planı üzerine

Batı’nın savaştaki rolü acımasız “Avrupa, ABD ve BM’nin silahlı gruplara destek verilmesi kuralını çiğneyen bazı ülkeler gibi, BM’de alınan kararları uygulamıyor. Atılan bütün adımlar, insanlık adına atıldı deniyor. Bir tarafı şeytanlaştırırken 'Suriye halkının temsilcileri' diye kabul ettikleri öteki kanadı baştacı ediyorlar.”

ASLI KAYABAL 11

Sartre’ın gazetesi Libération 40 yaşında Jean-Paul Sartre’ın 1973’te kurduğu Libération gazetesi geçen ay 40 yaşına bastı. İlk sayıda amaç, “Ötekiler egemen güçlere yaltaklanırken Libération gerçeği söyleyecektir” ifadesiyle özetlenmişti.

UĞUR HÜKÜM 12 Hamburg’daki İstasyon Tiyatro İletişim, 24 yıldır ayakta, ama…

Kebap kültürüne destek büyük! Almanya’da kendi yağıyla kavrulan ve ayakta kalmaya çalışan, sayısı hiç de az olmayan Türkçe tiyatro toplulukları var. Bunlardan biri, gerçekten de temsili niteliğe sahip. Alamadığı desteklerle, çözmeye çalıştığı sorunlar ve aşıp geçmeye çalıştığı çelmelerle, Hamburg’daki İstasyon Tiyatro İletişim’den söz ediyoruz..

CELİL DENKTAŞ

IMPRESSUM / KÜNYE Yayıncı | Verleger: BIM Bayerisches Institut für Migration e.V. Truderinger Strasse 280 d 81825 München Tel: 089 201 86 303 / Fax: 089 125 90 291 info(@)bim-institut.org info@avrupagun.eu www.facebook.com/avrupagun Sorumlu Yönetmen (V.i.S.d.P): Osman Çutsay Sanat Yönetmeni | Artdirektor: Ömer Yaprakkıran

2 | 11 Mart 2013 | AvrupaGüN


Kriz, para alanlarını birbirine karşı tavır almaya zorluyor

FOTO: WIKIMEDIA COMMONS / WORLD ECONOMIC FORUM

Dünya paralarının tehlikeli bilek güreşi

MARIO DRAGHI

Dolar, Avro, Sterlin, İsviçre Frankı, Renminbi, Yen, Ruble... Her para bölgesinin yönetenleri, kendi paralarını diğer büyük paralar karşısında devalüe etmeyi hayırhah bir yol olarak görmeye başlıyor. Tabii bunun çok tehlikeli bir sürece karşılık geldiğini sadece ekonomistler değil, siyasal ve askeri tarih uzmanları da iyi biliyor. İki dünya savaşı, böyle masum cepheleşmelerin sonunun çok kanlı bittiğini gösteriyor.

FRANKFURT - Dünya ölçeğinde bir paralar savaşı gündemde. Bu, gerçi henüz tam anlamıyla patlak vermedi, ama ortalık fena kızışıyor. Çekişmeler ve rakip paralar aleyhine çözüm arayışları, her büyük ekonomik birimin kendi parasının değerini yabancı paralar karşısında düşürme çabaları, artık gözlerden kaçmayacak kadar belirgin. Birçok uluslararası uzman için küresel bir paralar savaşı çoktan başladı. Doğu Asya’nın iki dev ekonomisi Japonya ve Çin, kendi açılarından paralarının değerini düşürererek dünya pazarındaki yerlerini korumaya çalışıyorlar. Örneğin Çin, Japonya’nın, yoğun biçimde para bastığını ve para arzındaki bu artış üzerinden bir tür savaş başlattığını düşünüyor. En azından Çin Merkez Bankası içinde böyle düşünenlerin etkili olduğu yolundaki sinyaller ekonomi basınında tartışılıyor. Benzer bir eğiAvrupaGüN

| 11 Mart 2013 | 3


Gerçek ve gölgesi

lim, Fransa ve krizdeki Güney Avrupa ülkelerinde de var. Şubat ayı ortasında Moskova’da yapılan G20 zirvesinde, para savaşlarından pek bahsedilmedi, hatta bu sorun yokmuş gibi davranıldı. Böylece Japon yönetimi tuttuğu yolun doğruluğuna biraz daha inandı. OECD Genel Sekreteri Angel Gurria, bir paralar savaşının “gündemde olmadığının” altını çizdi. Avrupa Merkez Bankası (ECB) Başkanı Mario Draghi de “paralar savaşı” olasılığına karşı uyarıları, ki bu tehlikeye yönelik bazı saptamalar Dünya Bankası’ndan da gelmişti, abartılı bulduğunu açıkladı. IMF Başkanı Christine Lagarde, önde gelen paralarda piyasa gereklerine uygun oluşmuş döviz fiyatlarından büyük bir sapma olmadığını söyleyerek belki “günü kurtarmış” oldu. Ama sorun varlığını koruyor.

4 | 11 Mart 2013 | AvrupaGüN

Dünya ekonomisindeki parasal cepheleşmelerle ilgili son ve kolaycı açıklamalar gerçeği yansıtmıyor. En azından böyle düşünen çevrelerin sayısı ve ağırlığı hızla artıyor. Örneğin Japonya, Amerikan Doları karşısında Japon Yeni’nin değerini düşürmeye devam etti ve böylece sanayi üretiminde bir artış sağladı. Yenin değeri düşünce dünya pazarlarında Japon mallarının satış şansı arttı, dolayısıyla parasal rekabet üretime de yansımış oldu. Ancak son haftalarda iyice gerileyen yenin bu tutumu, Pekin’in tepki göstermesine yol açtı. Çin Merkez Bankası üst yönetimi, gelişmeleri, “Çin her şeye hazırdır” saptamasıyla karşıladı. Bu saptama, dünya ekonomi basınında “Çin para savaşına da hazır” sözleriyle yorumlandı. Aslında dünya ekonomisindeki durumun iç açıcı olmadığı konusunda herkes hemfikir. Yani sadece Avro Bölgesi resesyona girmiş, reel üretim burada gerilemiş değil. AB’nin motor gücü Almanya’da 2012’nin son çeyreğinde de milli gelir yeniden küçüldü. ABD’nin ise yılbaşında yaşadığı bütçe sorunu ve bu yıl 85 milyar dolarlık, önümüzdeki 10 yılda da bir trilyon dolarlık tasarruf yapılması gereği, sadece Washington’da değil dünya ekonomisinin tüm su başlarında bir tehdit olarak algılandı. ABD’nin doları tekrar silah olarak kullanacağına inananların sayısı yüksek. Doların değer yitireceğine, daha doğrusu siyasi irade kullanılarak değerinin düşürüleceğine kesin gözüyle bakılıyor. Bu nedenle Avrupa’da da Avrupa Ortak Parası avronun diğer dünya paraları karşısında mutlaka değer yitirmesi gerektiğini savunanların sayısı artıyor. Dünya ekonomisinin yer yer açıkça resesyona girdiği koşullarda, avroyu ve Avrupa ekonomisini diğer büyük ekonomiler ve paralar karşısında rekabet edebilir hale getirmenin daha etkili bir yolu henüz bulunmuş değil. Üç aylık dönemler itibariyle iki ve daha çok dönem üst üste reel milli gelirin gerilemesi (“negatif büyüme”) olarak tanımlanabilecek resesyonun, hızla bir çöküşe dönüşebileceğini uzmanlar kadar siyaset dünyası da biliyor.

ECB’ye siyaset aşısı Biraz da bu nedenle, Fransa’da, bir süredir, Avrupa Merkez Bankası’nın krizle mücadelede etkili olabilmesi için daha da politikleştirilmesi, bir başka deyişle, siyasi iradenin direktifleri doğrultusunda krize karşı çıkması gerektiği savunuluyor. Geçen hafta başında yapılan Avro Bölgesi ülkelerinin maliye bakanları toplantısından önce Fransa Sanayi Bakanı Arnoud Mon-


tebourg, açıkça Avrupa Merkez Bankası’ndan yakındı. “Olağanüstü bir eylemsizlik” içinde olmakla suçladığı Frankfurt’taki parasal merkezin yeniden tanımlanması için baskıyı artırdığı gözlenen Fransız bakan, temel görevi parasal istikrarı sağlamak, avronun hızla değer yitirmesini ve kazanmasını engellemek olan ECB’yi siyasetin kara sularına çekmek için çaba harcıyor. ECB’nin ekonomik büyüme, işsizlikle, Avrupa halkıyla hiç ilgilenmediğini belirten Montebourg’a göre, Avrupa Merkez Bankası ekonomik büyümeyi sağlamak zorunda. Çıkardığı sonuç da çok açık: Avrupa eğer büyümek istiyorsa avronun değerini düşürmek zorunda. Fransız bakana göre, ECB Başkanı Draghi avronun aşırı değerli olduğunu ve daha düşük değerli bir paraya ihtiyaç duyulduğunu açıklamaktan artık kaçamaz. Fransa merkezli bu yaklaşımın Berlin’i rahatsız ettiği, ama İspanya, Portekiz, İtalya gibi ülkelerden destek aldığı biliniyor. Krizdeki bu ülkeler yüksek değerli bir avro nedeniyle rekabet güçlerini yitiriyorlar. Reform önlemleriyle halklarının alım gücünü kısıtlayan, kemer sıkma politikası uygulamasıyla ücretleri düşen ve kursağından keserek tasarruf yapmak zorunda kalan kriz ülkelerin içinde bulunduğu durum, Almanya Başbakanı Angela Merkel’i bile bazı tavizler için kapı aralamaya zorluyor. Diğer dünya paraları karşısında aşırı değer kazanan avronun, krizdeki ülkelerde işgücü maliyetlerini düşürererek kazanılan, daha doğrusu kazanılacağı düşünülen rekabet gücünü sıfırladığını Merkel de görüyor çünkü. Almanya Başbakanı için dolar karşısında 1.30 /1.40 aralığında seyreden bir avro, “normalini bulmuş” demektir. Ancak Angela Merkel, Güney Avrupa’daki avro ülkelerinin kemer sıkma politikalarıyla üretim maliyetleri içindeki işgücü payını düşürdüğünü, ama avronun aşırı değerli olması nedeniyle bu acı ilacın krizdeki ülkelerin ihracat gücüne herhangi bir katkıda bulunamadığını da görüyor. Bu “düşük işgücü maliyeti avantajı”, avronun yüksek değeri nedeniyle güneş görmüş kardanadam gibi eriyor. Gerçekten de Avrupa’daki gelişmeler farklı bir yol izliyor. ECB Başkanı Mario Draghi’nin geçen yıl “Avroyu kurtarmak için ECB’nin gereken her şeyi yapacağı” şeklindeki açıklamasının etkileri sürüyor. ECB, o ifadeler sayesinde, bizzat Draghi’nin ağzından, sınırsız devlet tahvili satın almaya ve böylece neredeyse sınırsız para basmaya hazır olduğunu ilan etmişti. İrlanda ve Portekiz’in dönüşüyle igili planlar çerçevesinde bu çok tartışmalı devlet tahvili satın alma programına yeniden girişilebileceğinden söz ediliyor.

Kriz bitmiyor ki... Avro krizinin bir türlü sonu gelmiyor. Brüksel’de krizin bittiği yolundaki açıklamalar olmadı değil, ama “somut gerçek” başka bir telden çalıyor. Sorunlar büyüyor ve kriz kendisini günlük hayatta da hissettiriyor. O nedenle olmalı, Avro Grubu içinde, iflas tehdidi altındaki avro ülkelerine verilen ve verilecek kredilerin geri ödemelerinin sadece epey uzak bir geleceğe ertelenmesi tartışılmakla kalmıyor, Portekiz ve İrlanda’nın uluslararası mali piyasalara dönüşünü sürekli kurtarma fonundan yeni kredilerle desteklemek de konuşuluyor. Ekonomi dünyasını yakından izleyen Reuters’in yeni kredilerle desteği katlama konulu bir haberi geçtiğimiz günlerde doğrulanmıştı. ECB, böyle bir durumda kriz ülkelerinden devlet tahvilleri satın alacak ve bu ülkeler için faizler suni olarak düşük tutmuş olacak. Bunun anlamı, kriz ülkelerinden satın alınan tahvillerin ECB ve kurtarma fonuna aktarılması, dolayısıyla da nihai yükün Avrupa’nın zengin ülkelerindeki, özellikle Almanya’daki vergi yükümlülerinin sırtına binmesidir. Tabii, yoksulluğun hızla yayıldığı AB’nin motor ülkesinde, böyle bir politikaya halktan destek almak pek mümkün görünmüyor. Kriz ülkelerinin bu yolla finans piyasalarına başarıyla ve tekrar döndüğü propagandası belki yapılabilecek, ama birçok mali ve siyasal gözlemciye göre de, bu yolla gizli gizli bir paralar savaşına girilmiş olacak. Çünkü bu sınırsız krediler üzerinden sınırsız para yaratılmış olacak ve bu da avronun değerini düşürecek. Enflasyon da cabası. Sonuçta Fransa’nın istediği olacak. Ancak böyle bir sonuç, ECB’nin temel işlevinin de ihlali anlamına gelecek: Parasal istikrar. Piyasaları kredi veya paraya boğmanın doğal sonucu, enflasyon tehdidinin yükselmesi, dolayısıyla parasal istikrarın çiğnenmesi oluyor. Gelinen noktada, krizin boyutları artık kimsede “Armudun sapı var, üzümün çöpü var” diye düşünecek bir hal bırakmadı. Ciddi ciddi bu işlerden vazgeçiliyor ve her para bölgesinin egemenleri, kendi parasını diğer büyük paralar karşısında devalüe etmeyi hayırhah bir yol olarak görmeye başlıyor. Bunun çok tehlikeli bir sürece karşılık geldiğini ise sadece ekonomistler değil, siyasal ve askeri tarih uzmanları da iyi biliyor. ■

AvrupaGüN

| 11 Mart 2013 | 5


6 | 11 Mart 2013 | AvrupaG端N


Portekiz’de yeni bir Karanfil Devrimi söylentileri BERLİN - Krizle mücadele adına sonu bir türlü gelmeyen kemer sıkma politikaları milyonlarca Portekizliyi sokağa dökerken, ordu mensuplarının da iktidara açık biçimde cephe aldığı gözleniyor. Lizbon’daki sağcı hükümetin avroyu korumak adına altına imza attığı anlaşmalara tepkiler büyük bir hızla yayılıyor. Silahlı kuvvetlere ait kalemlerde art arda yapılan kesintiler ve özellikle emeklilik fonlarının “açık kapama” gerekçesiyle genel bütçeye devri ordu emeklilerinin maaşlarını da tehlikeye düşürünce, siyasal ortam iyice gerginleşti. Portekiz ordusuna mensup binlerce subay, astsubay ve askerin 20 Mart’ta hükümetin tasarruf önlemlerine karşı düzenlenen protesto gösterilerine katılacağı açıklandı. İktidardaki muhafazakar hükümetin tasarruf önlemlerindeki ısrarına karşı çıkan Portekiz ordusu mensuplarının çeşitli kuruluşlarından 500 kadar temsilci geçen hafta bir konferans düzenledi. Çarşamba akşamı bu konferansın ardından yapılan açıklamalarda, ortak bir kararla Başbakan Pedro Passos Coelho’ya sunulmak üzere bir yazı üzerinde anlaşma sağlandığı bildirildi. Almanca konuşulan dünyada ana akım medyanın sumen altı ettiği konuları haberleştirmek ve “tekzip yememekle ünlü” alternatif nitelikli “telepolis.de” sitesindeki bir haberde, Portekiz’de halkın öfkesini artık askerin de paylaştığına dikkat çekildi. Habere göre, Subaylar Birliği (AOFA) Başkanı Manuel Pereira Cracel, sözü geçen toplantıda ülkenin tehlikede olduğunu belirterek, hükümetin, izlediği politikayla Portekiz’in ve ordunun altını oyduğunu, bu arada askerin de aşağılandığını ileri sürdü. Toplantıyı yöneten Albay Vasco Lourenço’nun kendi konuşmasında “Portekiz’in bir uçuruma doğru yuvarlandığını” belirttiği kaydedilen haberde, ordu mensuplarının protesto gösterilerine açıkça ve artan oranda katıldığı hatırlatıldı. Sosyal güvenlik sistemindeki kazanımların tek tek kırpılmasına çalışanlarla beraber karşı çıkan Portekiz silahlı kuvvetleri mensuplarının önceki hafta cumartesi günü de 1.5 milyon kişinin ülke çapında katıldığı gösterilerde yer aldığı belirtildi. Vasco Lourenço, konuşmasında, sağ hükümete seslenerek, bu dev yürüyüşlerin anlamını artık kavramaya çağırdı ve Portekiz toplumuyla as-

kerlerinden gelen sinyaller doğrultusunda yön değiştirmek üzere bir karar vermesini istedi. AB Komisyonu, IMF ve Avrupa Merkez Bankası’dan (ECB) oluşan üçlüye karşı ve “Üçlü’ye Lanet Olsun!” sloganı altında düzenlenen dev gösterilere Portekiz gibi 10 milyon nüfuslu bir ülkede 1.5 milyon insanın katılmasının büyük anlamına dikkat çekilirken, ordudaki hareketlenme Batı Avrupa’nın yerleşik medyasında hafta sonuna kadar ya hiç “görülmedi” ya da yasak savma kabilinden bir yer bulabildi. Derinleşen kriz nedeniyle askeri temsilcilerin açıkça halkın tepkisine katıldıklarını açıklaması, Portekiz’de 25 Nisan 1974’te faşist rejime son veren “Karanfil Devrimi” türünden bir havanın ortaya çıktığı yorumlarına yol açtı. Asker protestocular “Halkın yanındayız“ mesajı verirken, iktidarı ağır sözlerle suçlamayı sürdürdüler. Hükümetin Portekiz’i finans piyasalarına resmen sattığını savunan ordunun çeşitli düzeylerdeki temsilcileri, silahlı kuvvetlerin ülkenin parçalanmasına ortak edilemeyeceğini yinelediler. Ordu mensuplarının, yüksek işsizlik ve yoğun yoksullaşma gibi “suçların” cezasız kalmayacağı umudunu dile getirmeleri de dikkat çekti. Bu arada Portekiz Silahlı Kuvvetleri ile ilgili tasarruf önlemlerinin de askerleri harekete geçirdiği ileri sürüldü. Sürekli yenilenen tasarruf önlemleri, vergi artırımları, sosyal güvenlik alanındaki kesintiler ve ücretlerde indirim gibi girişimlere halkla birlikte karşı çıkan ordu mensuplarının, özellikle Portekiz hükümetinin orduyla ilgili en son 218 milyon avroluk bir tasarruf planından çok rahatsız olduğu gözlendi. Portekiz ordusundan emekli olanların maaşlarıyla ilgili düzenlemeler de huzursuzluğu artırdı. Askerler Birliği (AP) Başkanı Luis Reis, “Emekli fonları iflasın eşiğinde” derken, hükümetin bu fonlara el uzattığını vurguladı. Coelho hükümetinin son iki yılda emekli fonlarından devlet bütçesine milyarlarca avro kaydırdığı, bu sayede bütçe açığını daha düşük göstermeye çalıştığı biliniyor. ■ AvrupaGüN

| 11 Mart 2013 | 7


Marinella Corregia ile Suriye’deki savaşın arka planı üzerine

Batı’nın savaştaki rolü acımasız ASLI KAYABAL

“Avrupa, ABD ve BM’nin silahlı gruplara destek verilmesi kuralını çiğneyen bazı ülkeler gibi, BM’de alınan kararları uygulamıyor. Atılan bütün adımlar, insanlık adına atıldı deniyor. Bir tarafı şeytanlaştırırken 'Suriye halkının temsilcileri' diye kabul ettikleri öteki kanadı baştacı ediyorlar.

8 | 11 Mart 2013 | AvrupaGüN

MİLANO - Suriye Dostları adıyla Roma’da düzenlenen zirvenin ardından ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, İtalya Dışişleri Bakanı Giulio Terzi ve Suriyeli muhaliflerin lideri Muaz el Hatib’in düzenlediği ortak basın toplantısında, “ABD, AB, İtalya, Suudi Arabistan, Katar, Türkiye teröristlere destek veriyor. Barışı engelliyor” yazan bir afiş açıldı. Villa Madama’da Esad hükümetini düşürme planları yapan Suriye Dostları’nı protesto eden bu kişi, “Roma Savaş Karşıtı Ağ” (Rete No War Roma) aktivisti ve Il Manifesto’nun gazetecisi Marinella Correggia’ydı. Çok sayıda kitabı olan Marinella Correggia, aynı zamanda Afganistan’dan Irak’a,


Kosova’dan Hindistan ve Pakistan’a kadar sıcak bölgelerde savaş karşıtı protestolarda yer alan bir aktivist. Marinella Correggia’yla, Roma’da Suriye Dostları’nın toplantısındaki protestosu, Suriye’de süren savaş, Suriye Dostları, Türkiye’de AKP hükümetinin Suriye’yi hedef alan politikası üzerine görüştük. - Suriye Dostları’nın Roma zirvesinin ardından ABD ve İtalya dışişleri bakanlarının düzenlediği basın toplantısında, Suriye’de süren savaşı ve sorumlularını protesto etmeye nasıl karar verdin?

MARINELLA CORREGIA - Benim gönüllü savaş karşıtlığım, 1991 yılında Irak’ın işgal edildiği dönemde başladı. Her zaman barış yanlısı olduklarını savunan ama gerçekte olmayan, çeşitli organizasyonlarca finanse edilen grupların içinde yer almadım. Batılı güçlerin bombardımanlar ya da Suriye örneğindeki gibi planlayıcısı olduğu savaşlara karşı bir militanlık benimki. Stratejik ve ekonomik gerekçelerle yapıldığı iddia edilen savaşlar, insanlara doğru bir tercih gibi satılıyor. Bu yönde 1991 Irak savaşı, önemli bir çizgiydi. 1945 yılından bu yana bombalanmayan benim ülkem İtalya, şimdi “insancıl” gerekçelerle başka ülkelerin halklarını bombaladığı zaman, bu beni sarsıyor ve birçok yalan barındıran bu seçimi, ırkçı bir tercih diye algılıyorum. Savaşlar, kitlesel bir ölüm cezasını çağrıştırıyor. Savaş olmaksızın her şey mümkün, ama birçok coğrafyada güdülen savaşlarla artık hiçbir şey mümkün değil. Karanlık bir tabloyla karşı karşıyayız. Batının son yıllarda yaptığı savaşlar, trajediler doğurdu. Irak yakılıp yıkıldı, can vermeye devam ediyor; Libya’da durum aynı; Yugoslavya artık yok ve Afganistan’da avcı ABD uçakları, çamurdan kulübelerde yaşayan çocukları öldürüyor, Ama işin en acı yanı, Libya yakılıp yıkılırken barış yanlılarının sessizliğiydi. İtalya’da Libya savaşına karşı çıkanlar, Suriye örneğinde olduğu gibi küçük bir azınlıktı. Barış yanlılarını 2003’te maddi yönden destekleyen kuruluşlar sessiz kaldı. Böylece çölde tek başıma, tek kuruş ücret almadan ve büyük özverilerde bulunarak aktivist olmaya karar verdim. Bu süreçte (1991 yılında medyanın Irak savaşındaki vurdumduymazlığına karşı gazeteci olmaya karar vermiştim) gönüllü aktivistliği gazetecilik mesleğimle birleştirdim. Uluslararası lobilerin ikiyüzlülüğü ortada. Bir yandan “barış istiyoruz” diyorlar, öte yandan savaş yapanları silahlandırıyorlar.

- Roma Savaş Karşıtı Ağ’ın aktivistisin. Suriye’deki savaş ve Suriye Dostları konusundaki görüşün nedir?

MARINELLA CORREGIA - Suriye’de hükümetin birçok hatası oldu, bunu kendileri de açıkladılar zaten. Suriye’de demokratikleşme adına atılan adımlar sırasında, ülkede kaos ortamı yaratan silahlı gruplar mevcuttu. Geri kalan adımları da Suriye Dostları attı. Dostlar, Suriye’de demokrasi ve sosyal haklar için güdülen mücadelede barış yanlılarını değil, sorunları savaşla çözmek isteyenleri destekledi. Ardından da siyasi, medyatik, maddi destek ve silahlar geldi. Suriye Dostları’nın içinde kimler var? ABD, İngiltere, Fransa, İtalya gibi savaş kışkırtcıları ile Arap dünyası için bir utanç abidesi olan diktatörlerin elindeki Suudi Arabistan ve Katar. Neden bazı “dostlar”, Suriyelilerin barışçıl bir biçimde sandık başına gitmesi için her iki taraf arasında aracılık yapmadı? Suriyeli muhalifler ve “Dostlar”, Kofi Annan’a varana kadar herkesi boykot ettiler. Bu nedenle biz onları “Suriye’nin Düşmanları” diye tanıyoruz. Daha önceki savaşlarda da tanık olduğumuz gibi medya, gerçek haberler vermediğinden, aynı zamanda “Savaşa karşı gerçek haber komitesi” gibi de çalışıyoruz; “www.sibialiria.org” adlı haber sitesi bu amaçla kuruldu. Site, Suriye’den aktarılan haber kaynaklarındaki zıtlıkları ve muhaliflerden yana olan haberleri ortaya koyuyor. Silahlı muhaliflerden yana olan ama onları “aktivist” diye adlandıran medyanın haberlerine bakacak olursak, Suriye’de her gün barıştan yana kadınlar, çocuklar öldürülüyor. Suriye’de ölündüğü bir gerçek. Ama kim, kimi öldürüyor? Kim daha sonra açıklamada bulunuyor? Suriye’den gelen “kıyım ve saldırı” haberlerinin birçoğunun gerçekleri yansıtmadığı ortaya çıktı. Suriye’de gerçekte silahlı grupların yüz yüze geldiği bir savaş var. (Ordu ve silahlı muhalifler çok sayıda yabancı ve Cihad yanlısıyla savaşıyor.) Siviller ise her iki tarafın arasında. Bizi emperyalizm karşıtı diye adlandıranları protesto ediyorum. İki yıldır süren savaşın tek sorumlusu, emperyalistler. Bir ülkenin yakılıp yıkılmasına ve insanlık trajedisine neden oldular. Afganistan’dan Libya’ya, Yugoslavya’dan Irak’a birçok savaş bölgesinde bulundun. Türkiye’ye de gittin mi? AKP hükümetinin Suriye politikası konusunda ne düşünüyorsun?

AvrupaGüN

| 11 Mart 2013 | 9


MARINELLA CORREGIA - Adı geçen ülkeler ve bazı başkalarında “savaş muhabiri” değil, “bizim” hükümetlerimiz, NATO ve Batı bombalarken, çıkan delegasyonlarda “savaş karşıtı barışsever” olarak bulundum. Suriye’deyken Türkiye’den gelen ve bazı ülkelerin başkalarının işlerine burunlarına sokmasına karşı olan bir delegasyonla da tanıştım. Türkiye’ye hiç gitmedim. 2003 yılında Türkiye’de, Irak’ta savaşa karşı yapılan protesto çok önemliydi. Suriye’deki sorun konusunda Türkiye niçin görüşmüyor? Neden silah aktarımına destek veriyor? Neden Suudi Arabistan ve Katar’ın yanında? İran karşıtlığı? Çok yazık. Öte yandan NATO var ve Türkiye, NATO’nun içinde. Biz “Sibialiria” isimli internet sitesinde düzenlediğimiz barış platformunda, İtalya’da yapılan seçimlerde aday olan siyasetçilere İtalya’nın NATO’dan çıkmasını önerdik. İtalya’daki üslerden havalanan askeri uçaklar konusunda bir trampleniz, Birleşmiş Milletler anlaşmasını ve anayasanın 11. maddesini çiğniyoruz. Bunlar Türkiye için de geçerli. NATO’dan çıkmak, savaşlara destek vermemeyi ifade ediyor. NATO üyesi olmayan, partnerliği süren İrlanda, askeri misyonlara katılmakla yükümlü değil. Ama sa-

10 | 11 Mart 2013 | AvrupaGüN

vaşlara katılmamak için, NATO’dan çıkmak gerekli. Avrupa’nın Esad’a karşı yaklaşımını ve izlediği siyaseti nasıl değerlendiriyorsun? Esad’ın iktidardan düşmesi Suriye’yi de siyasi ve dini bir kaosa sürükleyebilir mi?

MARINELLA CORREGIA - Avrupa, ABD ve BM’nin silahlı gruplara destek verilmesi kuralını çiğneyen bazı ülkeler gibi, BM’de alınan kararları uygulamıyor. Atılan bütün adımlar, insanlık adına atıldı deniyor. Bir tarafı şeytanlaştırırken “Suriye halkının temsilcileri” diye kabul ettikleri öteki kanadı baştacı ediyorlar. Bu yaklaşım, Suriye’nin parçalanmasına ve çok sayıda kişinin yaşamını yitirmesine neden oluyor. BM, silahlı grupların desteklenmesini yasaklıyor. ABD 1986’da Nikaragua’yı hedef aldığı için mahkum edilmişti. Ancak gerek Avrupa ve gerekse Arap şeyhleri ve emirler, cihad güçlerinden ürktükleri için cihad yanlısı olmayan grupları silahlandırıyor. Ama her iki grubu ayırt etmek çok güç, çünkü bir arada çalışıyorlar. 2014 seçimleri, siyasi ve dini bir kaosa neden olmadan, bir çözüm getirebilir diye umut ediyorum. ■


Sartre’ın gazetesi Libération 40 yaşında UĞUR HÜKÜM PARİS - Varoluşçu ünlü yazar ve düşünür, eylem adamı Jean-Paul Sartre’ın (1905-1980) kuruculuğunu ve ilk genel yayın yönetmenliğini üstlendiği, Fransa’nın en saygın ve büyük gazetelerinden sol liberal eğilimli Libération (Kurtuluş) şubat ayında 40 yaşına bastı. Gazete bu vesileyle 5 Şubat salı günü okurlarına 5 Şubat 1973 tarihli ilk deneme sayısının 4 sayfalık bir tıpkıbasımını dağıttı. Popüler adıyla “Libé”nin şu andaki Genel Yayın Yönetmeni Nicolas Demorand bu yaşgünü için kaleme aldığı “Libé’nin en güzel günleri gelecekte” başlıklı makalesine, “Kırk yıl: Libé en güçlü yaşında. Okurlarımıza armağan olarak dağıttığımız tıpkıbasım ilk sayımızdaki gibi bu gazete daima farklı kalacak. Belki 1973’teki logomuz değişti, ama gazetemiz 1981’de Claude Maggiori’nin çizdiği logo gibi canlı, kıpır kıpır bir gündelik gazete ve değişik bir gazetecilik imajımız hep aynı kaldı. 40 yıl sonra şu 4 sayfayı okuduğunuzda zamansallığın yarattığı şokla başımız dönse de, bütün saygın basınyayın organlarının yapması gerektiği gibi günceli sorgulamak ilkesi koruyor. Bunun için cüret eden, kurcalayan, soruşturan, ‘ifşa eden’; yalnızca homurdanan, söylenen değil, sesi-sözü duyulmayanlara söz veren özgür bir basın zorunludur...” Bir cins çağrı veya manifesto gibi basılan gazetenin ilk sayısında Sartre’ın imzası değil ama damgasını taşıyan “Her sabah ÖZGÜR bir gündelik gazete istiyorsanız” başlıklı manşet yazısı şöyle başlıyordu: “Özgür bir gazetenin çıkacağı haberi yayılmaya başladığından beri ülkede yeni bir umut şekillendi. Hepimiz özgür bir gazete düşlüyoruz, zira üst düzey memurdan grevci işçiye hepimiz biliyoruz ki, mutlak demokrasi ve özgürlük için kamuoyunun seferberliği hayati bir silahtır...” Dört sayfalık gazetenin iki buçuk sayfası 3000 kişinin çalıştığı Paris’in en tanınmış 3 büyük mağazasını kapatıp emlak spekülasyonculuğuna soyunan patron Willot ailesini teşhir etmeye ayrılmıştı. Son sayfadaysa okurlara mali destek çağrısının yanı sıra, gazetenin tavrı konusunda akla gelecek ilk sorular kısaca cevaplanıyordu. Bunlardan ilki, “Libération ötekiler gibi bir gazete mi olacak?” idi. Cevap:

“Evet, ama Libération gerçeği söyleyecektir. Patronlar, adalet, siyaset adamları, idari makamları teşhir edecektir... Öteki basının egemen güçlere yaltaklandığı noktada Libération sözü işçilere, köylülere, memurlara, küçük esnafa; mücadele edenlere verecektir...” 1968 Mayısı rüzgârlarıyla 1971’de Maoist militan ve gazeteciler tarafından kurulan APL (Agence Presse Libération / Libération Basın Ajansı) bağımsız bir gazete düşlüyordu. Bu düş 1973 şubatında 2 sayı, mart, nisan ve mayıs aylarında 2’şer veya 3’er sayı olarak gerçekleşebildi. Reklamsız ve sadece okurların desteğiyle yaşamayı hedefleyen ekip ancak 1973 sonunda düzenli sayılabilecek bir yayıncılığa geçebildi. Kurucuları arasında yer alan 68 önderlerinden Serge July’nin 1974-2005 arasında yönettiği gazete zaman zaman çıkamama dahil çeşitli aşamalardan geçti. Solun 1981 zaferinden sonra sosyal demokrat bir çizgiye kayan gazete içinde yer yer liberter (özgürlükçü-anarşist) öğeler taşısa da giderek sol liberal bir yayın politikasına yerleşti. 2000’li yılların ilkyarısında mali açıdan tamamen soluğu kesilen gazetenin sermayesine 2005 yılında Edouard de Rotschild girdi. Bugün gazete binasının sahibi Bruno Ledoux ile gazetenin yüzde 53,28 hissesini paylaşan Rotschild dışında bazı sol eğilimli bilinen zenginlerle, çalışanları (çok küçük bir dilimi) Libération’a ortaklar. 2012 itibariyle borçlarını asgariye indiren gazetenin 2012 bilançosunda artıya geçmesi bekleniyor. Özel baskıyı noktalayan son yazıda iki gazeteci Fabrice Drouzy ve Béatrice Vallaeys bugünkü çizgiyi şöyle özetlemişler: “Libé, 1973’teki ilk sayısının başyazısını şu sözlerle bitiriyordu, ‘Fransa’yı özgür haberlerle saran bir örümcek ağı gibi sarmak istiyoruz. Haber kaynağımız halktır...’ Kırk yıl sonra tarzımız ve araçlarımız değişti. Fakat inançlarımız aynen sürüyor...” AvrupaGüN

| 11 Mart 2013 | 11


Hamburg’daki İstasyon Tiyatro İletişim, 24'üncü yılında ayakta, ama…

Kebap kültürüne destek büyük! CELİL DENKTAŞ

12 | 11 Mart 2013 | AvrupaGüN


Serap Sadak: “Çokkültürlü proje isteniyor ama ben bugüne kadar çokkültürlü projeye uygun tiyatro metni görmedim.” Olgay Sadak: “Yarı Türkçe, yarı Almanca, bir de daha ziyade Türkiye’ye biraz dokunduran... Onlara destek olabiliyorlar.”

HAMBURG - Almanya’da kendi yağıyla kavrulan ve ayakta kalmaya çalışan, sayısı ihmal edilebilir boyutlarda olmayan Türkçe tiyatro toplulukları var. Bunlardan biri, gerçekten de temsili niteliğe sahip. Alamadığı desteklerle, çözmeye çalıştığı sorunlar ve aşıp geçmeye çalıştığı çelmelerle, Hamburg’daki İstasyon Tiyatro İletişim’den söz ediyoruz. Hamburg’un 24 yıllık Türk tiyatro grubu İstasyon Tiyatro İletişim, nisan ayında “Kutu Kutu” adlı yeni oyunuyla seyirci karşısına çıkacak. Memet Baydur’un yazdığı, Serap Sadak'ın sahneye koyup yönettiği oyun, grubun 16’ncı çalışması. Grup kurulduğundan bu yana eşine ender raslanır bir inatla, “entegrasyon koşullu sanat fonları”na avuç açmadı, Türkçe tiyatro, hem de titiz bir Türkçe ilkesinden taviz vermedi. Bir istisna, o da konuşmadan çok beden diline ve müziğe dayanan, “Bilder einer Immigration”. Kaderin cilvesi, bu oyun da grubun Almanya’yı temsilen Türkiye’de, “24. Denizli Uluslararası Amatör Tiyatrolar Festivali”ne katılmasını sağladı. “Almanya’da yabancı olmak”ın hemen hemen tüm çaresizliklerini yaşamış ve bunlarla baş etmeyi başarmış olan İstasyon Tiyatro İletişim’in çeyrek yüzyıla yaklaşan öyküsünü kurucuları Serap Sadak ve Olgay Sadak’tan dinledik. - Almanya’da yabancılar ve özellikle de Türkiyeli göçmenler üzerindeki uyum ve dil baskısının bunaltıcı bir hale dönüştüğü son yıllarda siz hala inatla, “anadilde sanat” ilkenizi sürdürüyorsunuz. Anlaşılan bundan taviz vermeye de niyetiniz yok. Nedenlerine girmeden önce, isterseniz bu yola nasıl, kimlerle çıkıldı, bunu sizden öğrenelim.

20. yIL hATIrAsI

SERAP SADAK - Tiyatro grubumuz 1989 yılında oluştu. Hamburg Türk Toplumu’nun yönetim kurulundaydım; ikinci başkandım. Bir bina alınmıştı, bir takım çalışma grupları oluşturalım diye karar alınmıştı. Bir sürü çalışma grubu yazdık. Üyelerimize hangilerine ilgi gösterdiklerini sorduk. En çok istenenler, folklor, tiyatro ve klasik Türk müziğiydi. Folklor çalışan çok dernek olduğu için biz diğer ikisini düşündük. OLGAY SADAK - İstersen biraz daha baştan alalım. Daha önce biz Norderstedt semtinde oturuyorduk. Orada alternatif bir kilise vardı. O kiliseye devam eden Alman arkadaşlar sayesinde, Türk-Alman dostluk cemiyeti ya da grubu kurma şeklinde bir fikir oluştu. İşte, müzikli köfteli Türk geceleri yapıyorduk, senede bir defa veya iki defa. Hamburg’dan müzisyen bulup getiriyorduk. Giriş ücreti falan yok, üç-beş kuruş masraflarımızı çıkartsın diye alıyoruz, ama bir kâr gayesi gütmeden. Almanlar, biz, meccanen çalışıyorduk orada. O zaman böyle, sosyal AvrupaGüN

| 11 Mart 2013 | 13


alanda bir dernekçilik başlamış oldu. Sonraları Hamburg’da oturan bazı arkadaşlar kanalıyla Hamburg Türk Toplumu’yla tanıştık. Daha doğrusu onlar bu derneğe üye olmuşlardı, bizi de üye olmaya çağırdılar. Toplantılara filan katıldık. Biz üye olduğumuz sıralarda Göçmenler Birliği’ne girelim mi, girmeyelim mi tartışması yapılıyordu orada. Bugünkü TGH’nin, o zamanki ismi Göçmenler Birliği’ydi. 1984-85 olmalı. O zaman bir de, Sosyal Demokratlar Derneği vardı. Dernekler faaliyetlerini çok zor şartlar altında yürütüyorlardı. Ne doğru dürüst bir bina, ne toplantı yeri. Mesela yönetim kurulu toplantıları lokantalarda yapılıyordu falan. İşte 1989 yılında bu üç dernek bir araya gelerek Altona hastanesinin boşalttığı eski binanın bir bölümünü belediyeden kiraladı. Üç dernek anlaşarak onun mukavelesini yaptılar. Yani üçü de sorumlu oluyordu. Ardından da çalışma grupları oluşturulmasına karar verildi.

Hevesin ötesi SERAP SADAK - O zaman oluştu evet. Artık belli bir yerimiz olacaktı, çünkü daha evvel biz terzi dükkanlarında falan koro çalışıyorduk. İşte, tiyatrodan anlayan arkadaşları davet ettik. Onlarla beraber bir konsept hazırlandı. O konseptin üzerinde çalışıldı. Konsepti toparlayan, Cengiz Talinli arkadaşımızdır. Hâlâ elimizdedir o konsept de. İçimizde tiyatrodan en fazla anlayan oydu. Gerçi o da tiyatrocu değildi. Tabii bir de Naci var, Naci Özaslan. İlk doğaçlama çalışmalarını yaptıran kişidir. Yani ilk hocamız sayılır. Daha sonra Samsun Şehir Tiyatrosu’ndan Ali Sinan arkadaşımız, soyadını hatırlayamadım, kısa bir süreliğine aramıza katıldı. Aslında turist olarak Hamburg’daydı ve bize yardımcı 14 | 11 Mart 2013 | AvrupaGüN

oldu. Hatta ilk kez bir oyun için kolları sıvadık. “Batakhane Gülü” adlı bir oyundu. Ama Ali Sinan arkadaşımızın vize süresi dolunca oyun yarım kaldı. Tabii acele edilmesinin nedeni tiyatroya gelen arkadaşların bir an önce sahneye çıkıp kendilerini gösterme hevesiydi. Halbuki ilk toplantılarımızda önce nasıl bir grup olacağımızı konuşmuştuk. Hatta, ayda bir buluşup buradaki tiyatroları izleyelim, ondan sonra kendimize dönük bir şey yapabilir miyiz onu düşünelim dedik. Böyle başladığımız halde insanlarda bir oyun oynama arzusu olduğunu da fark ettik. Sonuçta kendi tiyatro oyunculuğumuzu geliştirmek için bir şeyler yapmayı denedik. Fakat bizi çalıştıracak insan bulmak çok zordu. Tiyatro da bizim dışarıdan gördüğümüz gibi kolay bir şey değilmiş tabii. Bunu içine girdikçe anladık. OLGAY SADAK - Burada bir nokta belki ilgini çeker, şöyle: Binanın kiralanması, enternasyonal bir yer olması koşuluna bağlanmıştı. Dolayısıyla ilk başta binayı İtalyanlarla ve Hırvatlarla paylaşıyorduk, yani Yugoslavya bölünmeden önce, Hırvatlar gelip gidiyorlardı. Daha sonra onların kullandıkları oda bir süreliğine Hırvatistan Konsolosluğu işlevi de gördü. Sonra ayrıldılar. - Genelde, amatör olsun, profesyonel olsun, dünyanın her yerinde tiyatroların yalnızca gişe gelirleriyle ayakta kalabilmelerinin mümkün olmadığını biliyoruz. Bu durum amatör tiyatrolar için herhalde daha bir zor. Özellikle de günümüzde Almanya gibi, Türkçeye karşı alerjinin giderek yükseldiği bir yerde anadilde tiyatroya devam etmekte olanlar için. Dolayısıyla bu işin desteksiz yürüyemeyeceği belli. Peki sizin bu destek alma konusunda ne tür girişimleriniz oldu, onu kısaca


Serap Sadak Serap Sadak, 1948 İstanbul doğumlu. Üniversite dahil, tüm eğitimini de İstanbul’da tamamlamış. Tiyatroyla ilişkisi, ilkokul yıllarında annesinin onu sık sık elinden tutup çocuk tiyatrolarına götürmesiyle başlıyor. Bu ilişki kısa zamanda tutkuya dönüşüyor. Öylesine ki, “Yeni bir oyunun gelip de annemin haydi tiyatroya demesini iple çekerdim” diyor. Ancak bu çok erken alevlenen tutku gençlik yıllarında bir türlü bir yaşam tarzına, bir meslek tercihine dönüşemiyor. Eşi Olgay, Serap’ın babasının 50’li ve erken 60’lı yılların tiyatro, sinema, müzik gibi uğraşların iyi aile kızlarına pek de yakıştırılmadığı ortamını öne sürüp engel çıkardığını şaka yollu iddia etse de Serap, bu geride kalışı kendi utangaçlığına ve biraz da dönemin olanaklarına, daha doğrusu, olanaksızlıklarına bağlıyor. Zaten bugün bile, bunca yılın tecrübesine, tiyatroyla bunca içli dışlı olmasına rağmen hâlâ sahne korkusunu yenememiş olmaktan şikayetçi. Serap Sadak, İstanbul Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulu Gazetecilik Bölümü’nü bitirdikten sonra bir süre gazetelerde çalışmayı deniyor. Ancak bu sektörde “mektepli”lerin “alaylı”lar karşısında pek de şansı olmadığını anlayınca, bir özel bankanın reklam bölümünde çalışmaya başlıyor. Bir süre

sonra aynı sorun burada da patlak veriyor ve bu kez de aynı bankanın dış ilişkiler bölümüne geçiyor. Bir gün, Boğaz’da yaşanılan küçük bir trafik kazası esnasında Olgay Sadak’la tanışmaları da işte bu yıllara rastlıyor. Almanya’ya çoktan yerleşmiş olan Olgay’ın o yıllarda Türkiye’de pek bilinmeyen sprey boyayı arabasının zulasından çıkartıp hafifçe çizdiği diğer arabaya “Almancı havalar”la fısfıslaması Serap’a sevimli gelince tiyatroya doğru ilk adım da atılmış oluyor. Bir yıl kadar nişanlılık, ardından evlilik ve ver elini Hamburg. Yıl 1972. Bu karşılaşma anının yıllar sonra, tiyatro arkadaşları tarafından ellinci doğum günü armağanı olarak sahnede canlandırılması Serap’a, hiç unutamayacağı ve tiyatroya bağlılığını daha da artıran çok hoş bir sürpriz olacaktır. Serap Sadak, Hamburg’da, bankacılıktan emekli olduktan sonra kendisini tam anlamıyla tiyatroya veriyor. Çıraklıkla başlayıp detaylarını deneyimlerle ve eline geçen tüm tiyatro kitaplarını, oyunları okuyarak öğrenmekte olduğu tiyatronun artık “en” sorumlusu. Gerçi kendisine kalsa henüz öğrenemediği o kadar çok şey var ki!

AvrupaGüN

| 11 Mart 2013 | 15


anlatır mısınız? Tabii buna bağlı olarak da: Bunca süre ayakta kalabilmenizin sırrı nedir?

SERAP SADAK - Biz anadil konseptimizi yazarken sadece Türkçe için değil, herkesin kendi anadilinde bir şeyler yapmasının önemli olduğu düşüncesinden yola çıktık. Bizim anadilimiz Türkçeydi, biz sanatımızı Türkçe yapabilirdik. İnsanların kendi dilini kendi kültürünü anlamadan bir başkasının içerisinde yaşayabilmesinin, onu öğrenebilmesinin daha zor olduğuna inanıyoruz. Bununla birlikte, insanların işte neticede yakınlarının bir kısmı Türkiye’de. Oraya gittiklerinde ya da orayla ilişkilerinde doğru konuşabilmelerinin çok önemli olduğunu düşünüyoruz. Zaten bu, burada büyüyenler için var olan büyük bir sorun. Ayrıca Hamburg’da Türkçeyi anlayan pek çok kişinin yaşadığını düşünüyoruz. Yani herhangi bir yabancı dilde tiyatro oluyorsa Türkçe niye olmasın? Bizim yola çıkış nedenimiz, evet, bir yerde kendi kültüründen kopmamak, onun da bir değeri olduğunu anlamak, hiç boş ve dayanaksız bir yerden gelmediğini yetişen nesillerin hissetmesini gerektiğini düşünmek. Bunun dışında iletişim dili olarak, geldikleri ülkeyle iletişimlerinin devam etmesinde aracı olabilmek. Oysa. senin de dediğin gibi, Türkçe karşıtlığında çok ileri gidiliyor. Son yıllarda duyuyoruz ki okullardaki veli toplantılarında, “Çocuklarınıza hiç öğretmeyin, Türkçenin hiçbir şekilde Almanya’da geleceği yok” diye fikirler beyan ediliyor. O duruma gelmiş. OLGAY SADAK - Bize dediler ki, niye Almanca yapmıyorsunuz mesela? Madem öyle, 16 | 11 Mart 2013 | AvrupaGüN

destek de yok. Yahu bir sürü Alman tiyatrosu var. Otuz-kırk tane vardır muhakkak, amatör olan. Onlar da pek iyi şartlarda çalışmıyorlar. İşte diyelim biz de Almanca yaptık. O zaman bize gelecek olan üç tane Alman ahbabımız, dört tane Türk ahbabımız. O kadar. Ne o? Destek alınacak. Bir Türk yazarını da Almanca oynasak netice değişmeyecek. Bunu yapan arkadaşlar da oldu. Neticede dediğim gibi oldu, olay bitti. Başladı ve kısa zamanda bitiverdi. SERAP SADAK - Bizim tiyatro oluşmadan önce böyle bir girişimimiz oldu. O zaman bir fon vardı.

Demir Gökgöl şansı OLGAY SADAK - Türkisches eater’i söylüyorsun herhalde. Evet, Doğu’yla birleşmeden önce “Arbeitsbeschaffungsmassnahme”, kısaca ABM, vardı. Bu, devletin işsizlere mesleklerine göre bir yer bulma desteğiydi. Buna dayanarak Feramuz Sancar ve Naci arkadaşımız Türkisches eater’i kurmuşlardı. Serap da kurucu üyeydi buna. Oranın elemanı, maaşlı çalışandı. Ancak hiç Türkçe oyun yoktu. Mesela Nâzım Hikmet’in Sevdalı Bulut adlı oyununu Almanca sahnelemişlerdi. Hatta oyuncuların tamamı ve rejisörü de Alman’dı; yani, Türkisches eater’in. Ama bir süre sonra kapandı. Onun bile parasını kesmişlerdi. Gerçi bir takım anlaşmazlıklar çıkmış, ama detayını bilmiyorum. Şimdi öyle bir şey yok yani artık. Türkisches eater diye biz çıkıyoruz karşılarına. Bu arada bize


oyuncu ajanslarından ara sıra telefonlar geliyor, çevrilecek dizilere oyuncu var mı diye. Mesela pek çok arkadaşımız TV dizilerinde rol aldı. Bazı filmlerde oynayan arkadaşlarımız oldu. Ben de dahil olmak üzere. Internette bizi buluyorlar. SERAP SADAK - Bir de, Almancayı gayet güzel konuşan Alman oyuncular varken, yani çevirisi olan bir Türk yazarının oyununu niye Almanlar oynamasın da biz oynayalım. Yani o zaman da ters gelmişti bize. Şimdi tabii ki bu oyunları oynayacak gençlerimiz yetişti, ama başladığımız dönemde bizim diksiyon olarak, dilbilgisi olarak daha hakim olduğumuz dil kendi anadilimizdi. O zamanlar şimdiki gibi geliştirme kursları falan da yoktu. Herkes kendi olanağıyla Almanca öğreniyordu. Dolayısıyla Almancayı, hem de teatral biçimde kullanabilecek kapasitede insanlar tiyatroda zaten yoktu. Gerçi bizim çıkış noktamız da hep anadil konsepti oldu. Başlangıçta ekonomik zorluklar vardı. Oyunların çıkması çok zaman alıyordu. Bizi devamlı çalıştıracak bir kimse bulamıyorduk. Bazen Alman oyuncular bulunuyordu ama onlar da ancak beden dili konusunda yardımcı olabiliyorlardı. Biz, anadil konseptiyle kurulmuş bir tiyatro grubu olduğumuzdan diksiyonlarımızı, Türkçemizi daha iyi kullanmayı öğretecek çalışmalar istiyorduk. Bu imkanları burada senelerce yakalayamadık. Kendi aramızda bu işleri biraz daha iyi yapabilen birilerinin yönlendirmesiyle çalışmalara devam ettik. O dönemde, Demir Gökgöl arkadaşımız bize yardım etmeyi kabul etti. Demir, Avusturya’da tiyatro tahsil etmiş bir arkadaşımızdı. Hem Almanca hem de Türkçe diksiyonu çok güzel, sesinin tonunda müzik olan çok değerli bir tiyatrocu arkadaşımızdı. Konuşma tiyatrosuna önem veren bir tiyatrocuydu. Bu yüzden bizim diksiyon, şiir okuma, vurgulama yeteneklerimizin gelişmesinde oldukça emeği geçmiştir. Çok da titizdi. Biz, şiir okumanın keyfini, zevkini ondan öğrendik. Demir Gökgöl bizim için büyük bir şanstı. Onun döneminde bir miktar “rejisör parası” yardımı aldığımızı da hatırlıyorum. Dediğim gibi, oyunlar, çeşitli sıkıntılar nedeniyle yavaş çıkıyordu. Büyük fedakarlıklar gerektiriyordu. Hepimiz, tüm arkadaşlar canla başla hep en iyisini yapmaya çalıştık. İlk oyunumuzu kendi olanaklarımıza uygun olsun diye, Muzaffer İzgü’nün bir hikayesinden yola çıkarak hazırladık ve çok ilkel şartlarda oynadık. İşte sahne diyelim, iki ya da üç tane podest iki bina öteden, üst katlardan sırtta indiriliyordu. Lambalar Bergedorf semtinden kiralanıyordu. Hafta sonunda oyun oynanıyor, tekrar geri götürülüyordu. Çok yorucu

bir işti. Ama yine de o zor dönemimizi bir oyunla bir verime dönüştürdüğümüz için mutluyduk. Galiba bu işin sırrı da bu.

Kebap kültürüne destek çok! - Peki, destek verme karşılığında ne tür beklentiler dile getiriliyordu?

SERAP SADAK - Biz her dönemde, ilgili kültür dairesinden, “Kulturbehörde”, biraz destek alabilmek için başvuruda bulunduk. Fakat işte son yıllarda, son dediğim de böyle 10 yıldır falan, anadilde oynanan tiyatrolara katkıda bulunmak istemiyorlar. Çokkültürlü projeler istiyorlar. Çokkültürlü proje isteniyor ama, çok kültürlü projeye uygun tiyatro metni de ben

İstasyon Tiyatro İletişim’in oyun künyesi

Başbakan Deli mi? yöneten: Cengiz Talinli (1991)

Aynalı Aynasızlar yöneten: Zeki Şahin (1995)

Evcilik Oyunu, yöneten: Demir Gökgöl (1997) Kadıncıklar, yöneten: Demir Gökgöl (1998) Sadece Bindörtyüzellidokuz Kupona yöneten: serap sadak (1999)

Hadi Öldürsene Canikom yöneten: Demir Gökgöl (1999)

Yangın Yerinde Orkideler yöneten: Umut sinan Zor (2002)

Kadınlık Bizde Kalsın yöneten: Umut sinan Zor (2003)

Bir Garip Akşam yöneten: serap sadak (2005)

Düdüklüde Kıymalı Bamya yöneten: serap sadak (2007)

Bilder einer Immigration yöneten: Telat yurtsever (2008)

Çin Kelebeği, yöneten: serap sadak (2010) Sınır, yöneten: serap sadak (2011) Gözükara Alaturka yöneten: serap sadak (2011)

İstanbul’un Orta Yeri Sinema (Demir Gökgöl’ün anısına)

yöneten: serap sadak (2012)

Kutu Kutu, yöneten: serap sadak (2013) AvrupaGüN

| 11 Mart 2013 | 17


DENİZLİ ULUsLArArAsI TİyATro fEsTİvALİ

görmedim. Uyduruk bir şeylerdi benim şimdiye kadar gördüklerim. İşte anadilde olmasın, karışık yapın, kaynaştırma olsun, Almanlar da izlesin diye bize diretti “Behörde”. Hatta bir başvurumuzda, orada yabancıların başvurularına para veren bölümde çalışan Muhlise arkadaşımız, “Ne kadar çok karışık olursa ben ona o kadar çok destek veriyorum” demişti. OLGAY SADAK - Bir de yabancılara ayrılan bütçe çok cüzi. Esasında burada yaşayan yabancı oranına baktığınız zaman... Her zaman eleştiriyoruz onu. Mesela, bir Altona tiyatrosuna yapılan destek, bütün yabancılara yapılan yardımdan çok daha fazla. Bu işin politik yanı, maalesef. Biz bunu eleştirdik diye bize biraz kızdılar da. Biraz aramız açıldı “Kulturbehörde”yle. “Kulturbehörde” genelde, kebap kültürüne para vermek istiyor. Kebap kültüründen kastım da, yarı Almanca yarı Türkçe işte onların istediği gibi bir, ne bileyim işte, lahmacundu bilmemneydi falan, böyle bir şeyler olsun... Beklentileri o. Kendi görmek istedikleri. SERAP SADAK - Olgay’ın kebap kültürü dediği, gayet kırık bir Almancayı Türkçemizin içerisine sokup, böyle işte ezik, hiçbir derinliği olmayan çok basit konuları, sözleri içeren bir “şey”leri oynamak destekleniyor anlamındaydı. Bir de işte o kültür dairesinde kararları veren kişinin durumu da çok önemli. OLGAY SADAK - Yarı Türkçe, yarı Almanca, daha doğrusu, ne Türkçe ne de Almanca. Ha, bir de işte daha ziyade Türkiye’deki iç politikaya, Türkiye’ye biraz dokunduran... Onlara mesela destek olabiliyorlar. SERAP SADAK - Önceki yıl yine Hamburglu tiyatrocu arkadaşlarımızdan Telat Yurtsever’le bir konuşmamız olmuştu. “Göç” konusuyla ilgili tasarladığı bir projeyi tiyatromuzla gerçekleştirmeyi önerdi. İşte Almanya’ya geldiğimiz yılların müzikleriyle birlikte, daha çok beden diline dayalı, her iki dilden de çok az teksti olan ve biraz da dans tiyatrosunu anımsatan bir şey yapalım, başvuralım, kabul ederlerse dedi. Başvuruda bulunduk. Onlar da kabul ettiler. Ve 18 | 11 Mart 2013 | AvrupaGüN

işte, “Bilder einer Immigration” oyunumuz böylece oluştu. Bu aynı zamanda, biz İstasyonlular adına beden dilini geliştirmek için çok iyi bir olanaktı. Demir’den konuşma tiyatrosu bilgisini aldığımızı daha önce söylemiştim. Telat da vücut diline önem veren bir rejisör ve böylelikle bu oyun, bizim belki eksik olan o tarafımızı desteklemiş oldu. Hatta bu oyunumuzla biz Türkiye’de, 24. Denizli Uluslararası Amatör Tiyatrolar Festivali’ne, Almanya’yı temsilen katıldık. Oradaki ismimiz “Göç Sahneleri”ydi. - Bunca olumsuzluklara karşın Almanya’yı temsilen Türkiye’ye gönderilmeniz ilginç. Yani size çektirdiklerinin acısı bir bakıma çıkmış oldu mu diyelim?

SERAP SADAK - Belki işte dil ağırlığı olmamasının avantajıydı. Sanırım daha çok müzik ve dans olduğu için bizi seçmişlerdi. Ama bu deneyimde de tabii ki büyük zorluklar yine oldu. Verilen para fazla bir şey değildi. Zaten dörtte üçü reji parasıydı. Kalanı da işte afiş, kırtasiye falan. Onda da 70 avro açık olunca, böyle 70 avro civarında bir şeydi galiba, onun hesabını veremedik biz, nereye ne yaptığımızı, onu bile geri istediler. - Yani yol paraları, konaklama parası verilmedi mi size?

SERAP SADAK - Hayır. Bir sürü arkadaş kendi cebinden verdi, yani bir kısmını, bir kısmını da biz tiyatro kasamızdan karşılayabildik. Herkesin uçak parasını verebilecek bir tiyatro kasası bu kadar sene içerisinde maalesef oluşamadı. Bir fon bulabilir miyiz diye sorduk soruşturduk ama maalesef bulamadık. Onu da söyleyeyim: Bizim çatı derneğimiz de bize böyle bir destek yapmadı. Ya da uçak şirketleri. Eskiden bu tür destekler olabiliyordu. Ama bu sefer hiçbir şekilde olmadı. Bu yüzden de yalnızca arkadaşların bir yığın özverisiyle oraya gittik geldik. Bu Denizli seyahati işte, “desteği” bize pahalıya mal oldu. Ama yine de çok güzel bir tecrübeydi bizim için. ■


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.