HAFTALIK HAFTALIIKK AVRUPA AVRUP UPA HABER HABER DERGİSİ HAB DERGİİSSİ | 10 10 ARALIK ARALIK 2012 2012 | SAYI: SAYI: 7
İÇİNDEKİLER 3 Neoliberal zamanların faturası fena çıkıyor Fransız sağının önlenemez çatlayışı Siyasi gözlemciler Fransızları, seçmenleri, sağ kamuoyunu ve de demokrasiyi rencide edecek raddeye yükselen çatışmada Sarkozy’nin birinci dereceden rolünün olduğunu ileri sürüyorlar. Eski cumhurbaşkanı 2012 seçimlerinde kendi önünü kapatma riskini yok etmek amacıyla için Fillon’u başbakan, Copé’yi de UMP genel sekreteri seçerek iktidar sürecinden dışlamak istemiş. UĞUR HÜKÜM 10 Alman sağında fırtına öncesi anlamlı sessizlik Angela’nın bitmeyen baharı Başbakan Merkel ve artık tamamen ona göre yontulmuş partisi CDU’nun, bazı yorumculara göre, şöyle bir trajedisi var: Nükleer enerjiden Japonya’daki felaketin hemen ardından apar topar vazgeçen, zorunlu askerliği bitiren, yasal asgari ücret ve kadınların belli kotalarla kamu yaşamında ve kadrolarda yer almasından yana eğilim gösteren bir sağ parti, kesinlikle sosyal demokratlaşıyor hatta “yeşile bürünüyor” demektir. Ama bu sosyal demokratlaşmayı hasarsız atlatması da zordur. OSMAN ÇUTSAY 15 AB’nin işgücü piyasalarını karanlık zamanlar bekliyor ILO da umudunu yitirmek üzere Avrupa’nın krizle inleyen ülkelerinde yakın gelecekte bir iyileşme beklenmemesi gerektiğini bu kez Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) vurguladı. Resesyonun uzun vadede korkunç etkileri olacağını yineleyen ILO’ya göre, konjonktürel canlanmaların da istihdam piyasalarına bir rahatlama getirmesi ve kriz öncesi rakamlara dönülmesi mümkün değil. IMPRESSUM / KÜNYE Yayıncı | Verleger: BIM Bayerisches Institut für Migration e.V. Truderinger Strasse 280 d 81825 München Tel: 089 201 86 303 / Fax: 089 125 90 291 info(@)bim-institut.org info@avrupagun.eu www.facebook.com/avrupagun Sorumlu Yönetmen (V.i.S.d.P): Osman Çutsay Sanat Yönetmeni | Artdirektor: Ömer Yaprakkıran
2 | 10 Aralık 2012 | AvrupaGüN
Neoliberal zamanların faturası fena çıkıyor
Fransız sağının önlenemez çatlayışı UĞUR HÜKÜM
Fransız sağının seçim yenilgisinin ardında yatan aptalca nedenler arasında ilk akla gelen, 2007-2012 gibi bir dönemden sonra Nicolas Sarkozy’den başka çıkartacak cumhurbaşkanı adayı bulamamasıdır. Şu sıralar Fransız sağının “yetkili” temsilcisi, eski iktidar, yeni ana muhalefet partisi UMP içinde patlayan kümes kavgası, “horoz döğüşü” gördüğümüz, duyduğumuz kadarı ve tek kelimeyle tam bir “aptallık” harikasıdır.
tem anlayışına inanan veya mevcut düzenleri büyük oranda olduğu gibi muhafaza etmek isteyen kesimlerin birinci dereceden temsilcisi siyasi sağ ve türevlerinin yok olması söz konusu değil. Koşullar gayet elverişli olmasına rağmen çağının sorularına uygun cevaplar üretemeyen Fransız sağının merkez hareketi UMP’nin (Union pour un Mouvement Populaire / Halkçı bir Hareket için Birlik) hızlanarak çözülmesi, önümüzdeki dönemde toparlanmak için yapacağı çalışma, gelecek seçimlere kadar olası yeniden yapılanmasının ilgiyle izlenmesi gereken bir süreç olduğuna inanıyoruz. Bu nedenle kısa birkaç hatırlatma, döküm ve durum tespitiyle okuru Fransız sağının bugünkü konumu hakkında bilgilendirmek istiyoruz.
Dünyanın en aptal “sağı” PARİS - Fransız sağının nisan-mayıs aylarında gerçekleşen cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Nicolas Sarkozy’nin yenilgisiyle hızlanan çatlayış süreci bütün “ihtişamıyla” devam ediyor. Yaşananlar kuşkusuz sağın tümüyle dağılması gibi bir illüzyon çağrıştırmamalı. Belli bir dünya görüşü, iktisadi, toplumsal ve siyasi sis-
Fransızlar kendi kendileriyle dalga geçmeyi pek severler. Özellikle de başarısızlık veya yenilgi durumlarında en sık kullandıkları yergilerden bir tanesi “aptallık”tır. Kaldı ki, bu sıfat kendilerine yönelttikleri eleştirilerin en hafifidir. Fransızlara göre Fransız sağı şu anda aptallıkta zirveye vurmaktadır. Niçin? AvrupaGüN
| 10 Aralık 2012 | 3
Foto: wIKIpedIA / tHe oFFIcIAl ctBto pHotosteRAM
AlAn JUppe
Fransız sağının seçim yenilgisinin ardında yatan aptalca nedenler arasında ilk akla gelen, 2007-2012 gibi bir dönemden sonra Nicolas Sarkozy’den başka çıkartacak cumhurbaşkanı adayı bulamamasıdır. Şu sıralar Fransız sağının “yetkili” temsilcisi, eski iktidar, yeni ana muhalefet partisi UMP içinde patlayan kümes kavgası, “horoz döğüşü” gördüğümüz, duyduğumuz kadarı ve tek kelimeyle tam bir “aptallık” harikasıdır.
Aslında Sarkozy 2007 mayısında cumhurbaşkanı seçilmeden önce UMP partisi içerisinden kokular ve çatırtılar yükselmeye başlamıştı. Fakat gerek iktidarı elinde tutmanın dayanılmaz şehveti, gerek Sarkozy’nin sert ve caydırıcı tutumu “kol kırılır yen içinde kalır” misali, eski başbakanlardan Dominique de Villepin gibi birkaç aykırı isyancı dışında herkesi hizaya getirmeye yetmişti. Bu arada parti içi rahatsızlıklar, bir yanda Sarkozy’nin iktidarı törpüleyen yanlışları, öte yanda krizin hızlandırdığı toplumsal direnişle son iki yılda epeyce büyümüştü.
4 | 10 Aralık 2012 | AvrupaGüN
Her zaferin arifesindeki kilit etkenlerden biri, belki de birincisi birlikse, her yenilginin ertesinde yaşanan kaçınılabilir sonuçlardan biri de bölünmüşlüktür. Bu genel tespit siyasal süreçlerde daha sıkça rastlanan bir manzaradır. UMP, Sarkozy sonrası lider belirleme aşamasında göz göre göre, göstere göstere bir tuzağa düşmüştür. Sarkozy’nin devlet başkanlığı görev süresince 5 yıl başbakanlık görevini üstlenen François Fillon (58) kendini önümüzdeki dönemin doğal lideri görmüştür. Karşısına çıkan “genç uyanık kurt” ise UMP’nin manevi lideri konumundaki Sarkozy’nin gölgesinde sırasını bekleyen, 2 numara, örgütünün Genel Sekreteri Jean-François Copé’dir (48). Örgüte hakim olduğu varsayımından hareketle doğal veliaht olduğuna inanıyordu. İleride ayrıntılı aktaracağımız örgüt içi seçimler taraflar arasındaki farkı kıl payına indirip şaibeye bağlayınca yılların yıprattığı ipler koptu. Fillon ve Copé ikilisi çirkin ve aptalca bir didişmeye giriştiler.
Geçmişe bir bakış Daha fazla geriye gitmeden özetlemek gerekirse 1789 Fransız Devrimi’nden bu yana Fransa’nın siyasal tarihini Charles de Gaulle (1890-1970) öncesi ve sonrası diye ikiye ayırmak mümkün. Dünyada “sağ-sol” kavramlarını 1789 Devrimi’ne borçlu olduğumuzu bu vesileyle hatırlatıp yaklaşık 225 yıllık bu demokrasi kavgasının “sağ” diliminin en saygın uzmanı, ünlü tarihçi ve siyaset bilimcisi, Fransız Akademisi üyesi René Rémond (1918-2007) olduğunu belirtelim. Rémond’un konuya ilişkin 1954 yı-
Foto: wIKIpedIA / wIlson dIAs/ABR
sARKoZY
cHARles de GAUlle
lında ilk baskısını yayınladığı “La Droite en France” (Fransa’da Sağ) başlıklı araştırma, halen alanında evrensel referans olarak geçerlidir. Rémond’un savına göre Fransız sağının üç kökeni vardır: Karşı devrimci meşruiyetçi (légitimiste) kraliyetçi- sağ, Orleansçı liberal sağ, Bonapartçı (Sezarcı) sağ. Günümüz siyaset tarihçilerinin çoğu Rémond’un araştırma ve savlarını önemini takdirle karşılasalar da, günümüz sağının belli oranda son köken, Bonapartçılık’tan, pek az oranda da Orleansçı liberal kanattan etkilendiğini savunuyorlar. Karşı devrimci sağ, kendini kafatasçı ırkçılık ve Nazi işbirlikçiliğiyle tümüyle tarih sahnesinden silerken, monarşist eğilimlerine rağmen parlamenter ve liberal bir rejimi kabullenen Orleansçıların izleri bugün de görülebilirmiş. Dördüncü Cumhuriyet (194658) ile başlayan Beşinci Cumhuriyet (1958-) ile süren De Gaullecü siyasi yaklaşım ise günümüz
Fransız sağının oluşumunda temel öğelerden biri olarak öne çıkıyor.
RPF-UNR-UDR-RPR Ünlü generalin 1947’de kurduğu RPF (Rassemblement de Peuple Français / Fransız Halkının Toparlanması -Birliği) hareketi 1949-51 yıllarında zayıflıyor. Sermaye sınıfı, ılımlı sağ ve hatta muhafazakâr çevreler De Gaulle’ü desteklemekten vazgeçiyorlar. RPF 1953 Belediye seçimlerinde gücünü yüzde 50 oranında kaybedince De Gaulle politikadan soğuyor. 1954’te komünistlerle işbirliği yaparak Avrupa Savunma Topluluğu tasarısını engelledikten sonra politikadan tümüyle kopuyor. Ta ki Fransa, Cezayir savaşının tetiklediği 1958 devlet krizinde sıkışıncaya kadar. O tarihte yeniden siyasete dönen generali desteklemek amacıyla yakınları UNR (Union pour la Nouvelle République / Yeni Cumhuriyet için Birlik) isimli yeni bir siyasi parti kuruyorlar. Bu parti daha sonraAvrupaGüN
| 10 Aralık 2012 | 5
Foto: wIKIpedIA/ RAMA
FRAnçoIs BAYRoU
ları UD-V, UDR isimlerini alacaktır. Son olarak da bugünkü UMP’nin (2002) içinden çıkacağı muhafazakâr RPR (Rassemblement pour la République / Cumhuriyet için Toparlanma –Birleşme/ 1976-2002) partisine dönüşecektir. Hemen hemen bütün tarihçiler De Gaulle’ün devlet, kamu kurumları ve Fransa’nın dünyadaki yeri dışında bütün siyasi ve iktisadi konulara pragmatik açıdan baktığını dolayısıyla kişiliğe atfedilecek homojen, dört dörtlük bir ideolojiden söz edilemiyeceğinin altını çiziyorlar. Merkezi otoriteden yana olan General De Gaulle sosyal devlet anlayışıyla serbest pazar ve liberal ekonomi arasında değişen esnek politikalarıyla Fransa’nın sermaye egemen Batı dünyasında özgün bir çizgiye oturmasını sağlıyor.
RI-UDF-DL-MoDem-UDI Bugünkü Fransız sağını organik bir devamlılıkla besleyen irili ufaklı hareketlerden Avrupa yanlısı, mutlak liberal, Hıristiyan demokrat diyebileceğimiz UDF’nin (Union pour la Démocratie Française / Fransız Demokrasisi için Birlik) öncesi ve sonrasından da söz etmekte yarar var. Daha önce Cumhurbaşkanı Géorges Pompidou (1911-1974) döneminde Maliye Bakanlığı yapan Valéry Giscard d’Estaing 1974’te cumhurbaşkanı seçildikten sonra yakın siyaset arkadaşları onu desteklemek üzere UDF’i kurarlar. UDF aslında 1898’den beri süregelen, zaman zaman çeşitli sağ hükümetlerle işbirliği yapmış RI’nin (Républicains Indépendants / Bağımsız Cumhuriyetçiler) bir uzantısıdır. 1977’de Parti Républicain, 1997’de Démocratie Libérale isim6 | 10 Aralık 2012 | AvrupaGüN
lerini alsa da 1978’den itibaren 5 ayrı merkez ve radikal sağ küçük siyasi hareketle UDF bünyesinde bir koalisyon ortağı biçiminde yaşayacaktır. Aşırı sağdan gelip birçok sağ hükümette maliye, ekonomi ve endüstri bakanlıkları yapan Alain Madelin (1946) gibi kişilikleri de bünyesinde barındırmıştır. Jacques Chirac (1995-2002) döneminde milli eğitim bakanlığı görevini üstlenmiş olsa da, 2002 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yüzde 18,57 ile sivrilerek “üçüncü adam” rolüne soyunan François Bayrou (1951) UDF’in son başkanıydı. Koyu AB yanlısı Bayrou 2007’de MoDem’i (Mouvement Démocrate / Demokrat Hareket) kurarak, “Ne sağ ne sol, merkez devrimi” sloganıyla girdiği mücadelelerden mağlup çıktı. Özellikle de 2012 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yüzde 9,13 ile ancak beşinci sırada yer alabildi. Sarkozy’ye oy verilmemesini istediği için geleneksel sağ ittifaklarını da kaybedince 2012 haziranında milletvekilliği koltuğundan da oldu. Bayrou’nun siyasi plandaki merkez sağ boşluğunu, onun bir zamanki arkadaşlarını toparlayan, bir dönem Sarkozy iktidarında bakanlık yapmış olan Jean-Louis Borloo ve kurucu başkanı olduğu UDI (Union des Démocrates et Indépendants / Demokrat ve Bağımsızlar Birliği) doldurmak niyetinde. Son seçimlerde Sarkozy’nin yanında yer alan bu isim 18 Eylül 2012’de kurduğu UDI ile 19’uncu yüzyıl sonundan beri var olan, ancak kimliği Fransız siyasi hayatında hiçbir zaman yeterince ağırlık koyamamış bir akımla yeni bir serüvene başlıyor.
UMP’nin önlenemez çatlayışının kronolojisi
Foto: wIKIpedIA/BenJAMIn leMAMIRe-VIRtUo pResse
Aslında Sarkozy 2007 mayısında cumhurbaşkanı seçilmeden önce UMP partisi içerisinden kokular ve çatırtılar yükselmeye başlamıştı. Fakat gerek iktidarı elinde tutmanın dayanılmaz şehveti, gerek Sarkozy’nin sert ve caydırıcı tutumu “kol kırılır yen içinde kalır” misali, eski başbakanlardan Dominique de Villepin gibi birkaç aykırı isyancı dışında herkesi hizaya getirmeye yetmişti. Bu arada parti içi rahatsızlıklar, bir yanda Sarkozy’nin iktidarı törpüleyen yanlışları, öte yanda krizin hızlandırdığı toplumsal direnişle son iki yılda epeyce büyümüştü. 5 yıl gibi rekor bir süre başbakanlık görevini sürdüren ve özellikle sağ kamuoyunda ciddiyetinden ötürü saygınlık kazanan François Fillon gelecek dönemde UMP’yi sadece kendisinin toparlayacağını söylüyordu. Sarkozy’den boşalan
JeAn-loIs BoRloo
UMP liderliğini alarak, aşırı sağa açılma politikası nedeniyle kaybedilen merkez seçmenleri yeniden kazanacağını savunuyordu. Kasım 2012’den beri UMP Genel Sekreterliği görevini yürüten Jean-François Copé ise en azından Fillon kadar ihtiraslıydı. Artık gününün geldiğine inanan kişilik, UMP Genel Başkanı olmakta kararlıydı. İki siyasetçinin de nihai menzilinde 2017 cumhurbaşkanlığı seçimleri vardı. 2002’de kurulan UMP’nin 18 Kasım 2012’de düzenlenen IV. Kongresi’nin bir tek amacı vardı: “Yeni lideri ve ekibini belirlemek.” Parti, aidatlarını ödemiş yaklaşık 325 bin üyesini yeni genel başkanı seçmeye davet etmişti. Copé, parti örgütüne egemenliğine güvendiği için rahattı. Fillon ise iktidar deneyimiyle, ülke çapındaki saygınlığının parti üyeleri üzerinde etkili olacağına inanıyordu. Zaten bütün kamuoyu yoklamaları da onu favori gösteriyordu. Fakat sonuç iki tarafın da beklemediği biçimde çıktı. Parti tüzüğüne göre resmi sonuçların yetkili Örgüt ve Seçim Operasyonları Denetleme Komisyonu (Cocoe) tarafından açıklanması bekle-
nirken 18 Kasım pazar akşamı 23’e doğru Copé tahmini bin oy farkla kendisini galip ilan etti. Biraz sonra basınla buluşan Fillon ise 224 oy farkla seçimi kendisinin kazandığını iddia etti. Dehşet bir kargaşa başgöstermişti. İki liderin de önde gelen taraftarları basın aracılığıyla birbirilerini ağır itham ve suçlamalar yağdırmaya başladılar.
Siyasi gözlemciler Fransızları, seçmenleri, sağ kamuoyunu ve de demokrasiyi rencide edecek raddeye yükselen çatışmada Sarkozy’nin birinci dereceden rolünün olduğunu ileri sürüyorlar. Eski cumhurbaşkanı 2012 seçimlerinde kendi önünü kapatma riskini yok etmek amacıyla için Fillon’u başbakan, Copé’yi de UMP genel sekreteri seçerek iktidar sürecinden yalıtlamak istemiş. İki adam arasındaki rekabeti başından beri bilen Sarkozy, çelişkileri keskinleştirmek, Copé ve Fillon’u birbirilerine iyice düşman edebilmek için elinden geleni yapmış.
AvrupaGüN
| 10 Aralık 2012 | 7
Ertesi sabahtan itibaren taraflar haber kanallarında karşılıklı kapıştılar. İki taraf da değişik ve çelişkili rakamlar veriyordu. Copé’ciler bir yanda, Fillon’cular öte yanda Cocoe’ye yolsuzluk duyurusunda bulunuyorlardı. Anlaşmazlık iyice büyümeden ve de 24 saat gecikmeyle Cocoe kararını açıkladı: Yüzde 49,72’ye karşı yüzde 50,28 ile yani 98 oy farkla Copé Genel Başkan seçilmişti. Fillon başta yarım ağızla sonucu kabullendiğini duyurdu. 20 Kasım Salı sabahı Copé’nin Fillon’a başkan yardımcılığı önermesiyle kasırganın durulma havasına girildiği sanıldı. Ama Fillon, Copé’nin önerisini kabule yanaşmamıştı. Oylamada çok sayıda usulsüzlük tespit edildiğini ileri sürüyordu. Çarşamba günü yeni bombalar patlamaya başladı. Fillon cephesine göre bir sürü il örgütünde “unutulmuş” oylar vardı. Fransa’nın üç Deniz Ötesi ili, Mayotte, Wallis & Futuna ve Yeni Kaledonya’da 1304 oy pusulası sayılmamıştı. Bu oyların sonucuna bakılırsa Fillon 26 oy farkla Genel Başkan’dı. Cocoe ise kararından geri dönemeyeceğini açıkladı. Bunun üzerine 134 UMP’li milletvekili ve eski başbakanlardan Alain Juppé öncülüğünde ortak bir yönetim oluşturulmazsa parti kartlarını iade edeceklerini duyurdu. Juppé iki taraf da kabul ettiği takdirde böyle bir görevi kabul edebileceğini belirtti. Akşam TF1 televizyonunun 20 Haber Bültenine katılan Fillon başkanlıktan vazgeçtiğini, taraf olması endişesiyle Ulusal İtiraz Komisyonu’na (UİK) değil, doğrudan adalete başvuracağını söyledi. Birkaç dakika sonra F2 kanalından rakibine seslenen Copé, Fillon’u UİK’ya başvurmaya çağırdı. 22 Kasım perşembe sabahı “aptalca” hakaretler devam etti. Copé Fillon’u mızıkçılıkla suçlayıp Juppé’nin müdahalesini kabul etmediğini, kendisinin UİK’ya başvuracağını söyledi. Fillon henüz kamuya açıklanmayan resmi sonuçların artık açıklanmasını istedi. Eski başbakan Yeni Kaledonya ilinde kendi kazandığı seçim sonuçlarını kanıtlayan bir tutanağı kameralara gösterdi. Cocoe saat 14’te yayınladığı bir bildiride üç ildeki sonuçları dikkate almadıklarını, yeni rakamları göz önüne aldıkları takdirde sonuçların Fillon lehine değişeceğini teslim etti. Cocoe sonuçları UİK’ya ileteceklerini aktardı. Ancak iki taraf, sonunda, Juppé’nin arabuluculuğunu kabul etti. Cuma sabahı iki cephe arasındaki çatışmadan gına geldiğini belirten Juppé, taraflara susmaları kaydıyla bazı şartlar koştu. Fillon ve Copé’yi pazar akşamı üçlü bir toplantıya davet etti. Copé basına Juppé’nin şart koşma hakkı8 | 10 Aralık 2012 | AvrupaGüN
nın olmadığını, UİK’nin çalışmalarını izlemesi gerektiğini, onların yerine hakemlik yapamayacağını duyurdu. Juppé, cumartesi günü kendi misyonunun UİK toplanmadan önce tamamlanması gerektiğini savundu. 3 kişilik UİK’nin Copé yanlısı olarak tanınan başkanı Yanick Paternotte Juppé’nin misyonunu beklemeden Pazar sabahı 9.30’da toplanacaklarını söylemesi üzerine Juppé, Sud Ouest gazetesine verdiği demeçte kendisinin katılmadığı bir işleme onay veremiyeceğini kaydetti. Pazar sabahı UİK’nin Copé yanlısı davrandığını söyleyen Fillon taraftarları İtiraz Komisyonu’ndan çekilirken. Juppé de arabuluculuk görevini yerine getiremeyeceğini belirtti. Fillon adalete başvuracağını belirtirken Sarkozy’nin devreye girdiği öğrenildi. Bu arada saat 17.30’da bir açıklama yapan UİK Mayotte ve Wallis & Futuna’dan gelen oyların sayımı sonucu Copé’nin 952 oy farkla seçimi kazandığı yinelendi. Fakat ne Yeni Kaledonya ne Nice’de sayıma katılmayan iki seçim sandığı, ne de Paris’te usulsüzlük olduğu ileri sürülen sandıklarla ilgili hiçbir bilgi verilmedi. Pazar gazetesi JDD’de yayınlanan bir kamuoyu yoklamasına göre UMP seçmenlerinin yüzde 67’si, Fillon’un istediği gibi seçimlerin en kısa zamanda yenilenmesinden yana olduğu ortaya çıktı. Fillon en geç 3 ay içinde seçimlerin yenilenmesini talep ederken, Copé UMP yönetim kurulu ve genel başkanlık seçimlerinin 2014 Belediye seçimlerinden önce yapılamayacağını ileri sürüyor. 26 Kasım’da “Parti İçi Yansızlar” diye bilinen bir başka grup, Sarkozy iktidarının son dönem sözcüsü, eski bakanlardan Nathalie KosciuskoMorizet öncülüğünde “jeveuxrevoter.fr / yeni-
den oy kullanmak istiyorum” kampanyası başlattı. Girişim 7 Aralık cuma gününe kadar 35 bin üyenin desteğini almayı başardı. UMP hareketin halen manevi lideri nitelenen Sarkozy’nin iki kez arabuluculuk denemesi ve masaya vurup tehdit savurduğu haberlerine, bu arada iki liderin 3 kez başbaşa görüşmelerine rağmen hiçbir uzlaşma sağlanamış durumda.
Sarkozy’nin sorumluluğu ve Meclis’te yeni şekillenme Siyasi gözlemciler Fransızları, seçmenleri, sağ kamuoyunu ve de demokrasiyi rencide edecek raddeye yükselen çatışmada Sarkozy’nin birinci dereceden rolünün olduğunu ileri sürüyorlar. Eski cumhurbaşkanı 2012 seçimlerinde kendi önünü kapatma riskini yok etmek amacıyla için Fillon’u başbakan, Copé’yi de UMP genel sekreteri seçerek iktidar sürecinden yalıtlamak istemiş. İki adam arasındaki rekabeti başından beri bilen Sarkozy, çelişkileri keskinleştirmek, Copé ve Fillon’u birbirilerine iyice düşman edebilmek için elinden geleni yapmış. Bu arada yıl sonunda parti meclis gruplarının mali yardımları dağıtılacağı için bir başka beklenmedik gelişme daha gündeme geliyordu. Fillon 27 Kasım’da yaptığı bir duyuruda kısa vadede (en fazla üç ay) UMP’de yeni seçim programlanmadığı takdirde yeni bir meclis grubu
kuracağını belirtmişti. Bu yönde atılacak bir adım UMP bünyesindeki çatlağın ne denli somutlaştığı ve vahimleştiğini gösterecek yeni bir kanıt olacaktı. Sarkozy, Juppé ve “yansızlar grubu”nun çağrılarına rağmen sonunda bu korkulan da başa geldi. Fillon başkanlığında 72 UMP milletvekilinden oluşan yeni bir meclis grubu, salı günü başlayan celseye ilk kez “R.UMP / Rassemblement UMP / UMP Toparlanması” adıyla katıldılar. Böylelikle tarihi bir çatlak tescillenmiş oldu. UMP, De Gaulle’cü siyasi geleneğin 2000 yıllardaki günümüzdeki uzantısı, mirasçısı olarak biliniyordu. Sarkozy 2007 yılında iktidara gelir gelmez geçmişle , “Eski Fransa” ile tüm bağları kopararak reformlar yapacağını, Fransa’yı yeniden yaratacağını ilan etmişti. Sarkozy 2012’de seçimleri kaybettiğinde ülkeye yalnızca rekor işsizlik, dış ticaret ve bütçe açıkları bırakmakla kalmadı, geleneksel sağın asgari dayanışma, ahlak, siyasi etik ilkelerini de berhava etti. Durumdan şimdilik en çok yararlanan, bu kanlı horoz dövüşünü bıyık altından sırıtarak izleyen Sosyalist Parti ve iktidarı olurken, aşırı sağ ile merkezi liberal sağ da kavgadan kendilerine pay çıkarma uğraşısına girdiler. Acı olan siyasetin Fransızların gözünde daha da değer yitirmesiydi. Bakalım Fransız sağı daha ne kadar düşecek? Gelişmeler kimlerin ekmeğine yağ sürecek?
AvrupaGüN
| 10 Aralık 2012 | 9
Alman sağında fırtına öncesi anlamlı sessizlik
Angela’nın bitmeyen baharı
FOTO: WIKIPEDIA / RALF ROLETSCHEK (TALK)
OSMAN ÇUTSAY
Aslında iktidardan düşer düşmez CDU ve CSU içinde patlak verecek bir ön hesaplaşmanın sinyalleri yaşanıyor. Ama bunun için 10 ay kadar beklemek gerekecek. Geçtiğimiz hafta içinde Hannover’de yapılan CDU kurultayında, Angela Merkel, partisinin başkanlığına yüzde 98 gibi “eski Alman Demokratik Cumhuriyeti’ndeki parti toplantılarını aratmayan” bir sonuçla iki yıl için yeniden seçildi. Delegelerin hemen hemen hepsi, oylarıyla başkanlığa getirdikleri Merkel’in, bu sonuçla CDU’nun bizzat kendisi olduğunu ve bir başka şanslarının bulunmadığını itiraf etmiş sayıldılar
10 | 10 Aralık 2012 | AvrupaGüN
FRANKFURT - Almanya’da sağ, acaba hâlâ esip savuran bu büyük krizden sonra da iktidarını sürdürecek mi? Çalışanların sosyal güvenlik alanındaki kazanımlarını acımasızca tırpanlayan Hartz IV yasalarını 1999-2005 döneminde Gerhard Schröder’e faturalayıp bu operasyona alkış tutan, 2005’ten sonra da SPD’yi yedeğine alarak “Büyük Koalisyon” ile bu kesintilerin yerleşmesini sağlayan Başbakan Angela Merkel, acaba 2013 sonunda Berlin’de iktidar koltuğunda oturuyor olacak mı? Gelişmeler, klasik Alman sağının ciddi bir iktidar, daha doğrusu iktidarsızlık sorunuyla yüz yüze kalabileceğini gösteriyor. Sağda tam bir belirsizlik yaşanıyor: Hıristiyan demokratlar, yani CDU (Hıristiyan Demokrat Birlik) ile Bavyera’daki Hıristiyan demokratları temsil eden kardeşi CSU (Hıristiyan Sosyal Birlik), 2013’te hükümet kurup kuramayacaklarını bilemiyorlar ve bu belirsizliği şimdiden kabullenmiş görünüyorlar. Böyle bir sisli havada da partinin geçerli tek kimliğini, Angela Mer-
kel’in her tarafa kolayca eğilip bükülen ve bunu tüm partiye kabul ettirebilen politikalarının temsil ettiği, Hıristiyan demokrat tabanda açıkça itiraf ediliyor artık. Alman sağında Merkel’e alternatif oluşturacak herhangi bir isim yok. Asıl önemlisi, Alman muhafazakârları arasında açıkça yürütülen bir iktidar savaşımı da yok. Fakat, kimine göre “Avrupa’nın büyük biraderi”, kimine göre de “Avrupa’nın motoru” sayılan Almanya’da sağ iktidar, ağır bir sınavdan geçiyor. Çünkü krizin etkisi Almanya’da hissedildiğinden bu yana sokaktaki adamın Merkel’e oy vermeyeceği açığa çıkmış bulunuyor. Avro Krizi’nde olsun, dünyanın savaş bölgelerine, bu arada da Türkiye’nin Suriye sınırına asker gönderme kararlarında olsun, Başbakan Angela Merkel, halkın eğilimleriyle taban tabana zıt kararlar almaya, bu arada çalışan sınıfların boğazını sıkan neoliberal tasarruf politikalarına devam ediyor. Ama buradan iktidar çıkarayamayacağını biliyor. Merkel, gözlemcilere göre, genel seçimlere 10 ay kala ana muhalefetin hatalarından da yararlanarak, tam da böyle bir çöküşten iktidar çıkarma, dolayısıyla bir dönem daha aynı koltukta oturma hesapları yapıyor. Ücretlerin uluslararası rekabet ve ihracat şampiyonluğu adına düşük tutulduğu, şirket kârlarının ve özel sermaye birikiminin yeni rekorlara koştuğu bir dönemde, farklı bir iktisat politikasına yönelmeyeceğini açıkça ilan ederek oy istiyor üstelik.
Aslında klasik Alman sağı veya muhafazakâr cephe, kendi politikalarının sonuçlarını yaşamaya başladı. Modern zamanlar ekonomisindeki gelişmeler, klasik sağı yerden yere en tipik bir biçimde Almanya’nın Hıristiyan demokrat partileri olan CDU ve CSU özelinde vuruyor. Örneğin dar gelirli toplumsal katmanlar, neoliberal ekonominin Alman sağına egemen aile ideolojisini de nasıl paramparça ettiğini gösteriyor.
Ancak bir dönem daha başbakanlık yapma arzusuna olumlu yanıt alamayacağı, her yeni kamuoyu araştırmasında kendisini yeniden hatır-
latıyor. Nitekim son anketlerden biri önceki gün Alman Birinci Televizyonu ARD için yapıldı ve burada Başbakan Merkel’in “itibarındaki” gerilemenin sürdüğü bir kez daha ortaya çıktı. Bugün başbakanlık için doğrudan bir seçim yapılsa, yani sadece kimin başbakan olması gerektiği belirlense, Alman seçmenlerin sadece yüzde 49’unun Merkel için oy atacağı saptandı. Oysa bu oran geçen ay yüzde 53’tü. Yani bir gerileme var. Merkel’in şansı, SPD’in pazar günü başbakan adaylığını resmen açıkladığı Peer Steinbrück’ün, yüzde 39’da takılıp kalmasında. Almanya Başbakanı’nın seçmen nezdindeki popülaritesi her şeye rağmen çok büyük bir düşüş göstermezken, Steinbrück’ün “iktidar çıkışı” bir türlü beklenen ısıya ulaşamıyor. Halk, SPD adayı Peer Steinbrück’e inanmıyor ve SPD’nin Yeşiller ile bir hükümet kurma şansı da giderek düşüyor. Orta sınıfların hızla eridiği ve çalışan sınıfların resmen çaresizlik çıkmazında çırpındığı bir zamanda, Steinbrück’ün üst orta sınıf hezeyan ve nobranlığıyla partisine bir seçim zaferi hediye etmesi mucize olacak. Başbakan Angela Merkel’in, yine de gelecek yılın eylülünde sandıktan birinci parti çıkarak, Yeşiller ile olmazsa, en azından SPD ile bir “Büyük Koalisyon” koparmaya çalışacağı kesin. AvrupaGüN
| 10 Aralık 2012 | 11
Merkel’in işi çok zor Partilerin önümüzdeki yılın eylül ayındaki iktidar şanslarıyla ilgili bir eğilim şimdiden açığa çıkmış sayılabilir: Bugün seçim olsa Hıristiyan demokrat iki kardeş parti CDU ve CSU, oyların yüzde 39’unu alacak gibi görünüyor. SPD ise yüzde 30’da kalıyor. Angela Merkel açısından sorun, liberal koalisyon ortağı FDP’nin yüzde 4 ile baraja takılması olacak. Bu her tekrarlanan anket ve yerel seçimde biraz daha kemikleşiyor. Yeşiller Partisi’nin oy oranı yüzde 14 olurken, medyada hiç yer bulamayan Sol Parti’nin yaşatılan büyük izolasyona rağmen, belki de tam bu izolasyon tedbirlerine halkın yanıtı olarak, yüzde 7 oy alabileceği belirtiliyor. Zaten medya ve parlamentodaki birçok oyunu da bu yüzde 7’lik “ihtimal” bozuyor. Bütün bunlar ARD’nin son kamouyu araştırmasının verdiği sonuçlar ve son derece can sıkıcı. Çünkü klasik renkleriyle Alman sağının iktidar olamayacağı anlaşılıyor. Ama halkın gözünde sol bir renk taşıyan SPD ile Yeşiller’in Sol Parti’yi dışlaması sürdükçe de alternatif bir iktidar mümkün görünmüyor. Sol Parti’nin bu sonuçlara göre kilit parti olması engellenebilmiş değil, toplumun içinde bir kök salmış ve anahtar niteliği perçinlenmiş durumda. Bu da Berlin’deki siyaset sınıfını ve işveren dünyasını çok fazla rahatsız ediyor. Sol Parti’nin hakkından gelebilecek tek çıkışın Korsan Partisi olduğu, ama onun da incir çekirdeğini doldurmayacak bayağılıklar ve kendi içine kapalı “ergenlik çağı şımarıklıklarıyla” toplumdan kopuk olduğu gözleniyor. Zaten Merkel ve Steinbrück için hiç iyi sinyaller vermeyen son
kamuoyu araştırmasında da, bugün seçim yapılsa bu partinin en fazla yüzde 3 civarında bir oy alabileceği saptanmış durumda. Korsan Partisi eğer Sol Parti’nin barajın altında kalmasını sağlarsa görevini yapmış sayılacak ve böyle bir durumda ya Angela Merkel SPD ile yine kendi başbakanlığında bir “Büyük Koalisyon” kuracak ya da daha büyük bir şans eseri olarak SPD ve Yeşiller hükümet kurabilecek bir oy çoğunluğuna ulaşacaklar, ama işgücü maliyetlerini, dolayısıyla ücretleri baskı altında tutan neoliberal Merkel politikalarını farklı bir makyajla yeniden uygulamaya sokacaklar. Peer Steinbrück, Merkel’in yardımcılığını kabul etmeyeceğini adı ilk kez aday olarak basına duyurulduğunda söylemişti, ama bu sözünden dönmesi kimseyi şaşırtmayacak veya Steinbrück’ün Merkel ile iyi anlaşan neoliberal çizgisi başka isimler altında hükümete dönüşebilecek.
Ne oluyor? Aslında iktidardan düşer düşmez CDU ve CSU içinde patlak verecek bir ön hesaplaşmanın sinyalleri yaşanıyor. Ama bunun için 10 ay kadar beklemek gerekecek. Geçtiğimiz hafta içinde Hannover’de yapılan CDU kurultayında, Angela Merkel, partisinin başkanlığına yüzde 98 gibi “eski Alman Demokratik Cumhuriyeti’ndeki parti toplantılarını aratmayan” bir sonuçla iki yıl için yeniden seçildi. Delegelerin hemen hemen hepsi, oylarıyla başkanlığa getirdikleri Merkel’in, bu sonuçla CDU’nun bizzat kendisi olduğunu ve bir başka şanslarının bulunmadığını itiraf etmiş sayıldılar. Sürekli yenilenen, yani temel değerlerinden
Şaşırtıcı bir yükseliş: Angela Merkel 1954 doğumlu Angela Merkel, Berlin Duvarı yıkılırken fizik doktoru olarak Alman Demokratik Cumhuriyeti (DDR) Bilimler Akademisi’nde araştırmalarını sürdürüyordu. Merkel, DDR Federal Almanya’ya katılırken 1990’da üye olduğu CDU saflarında 1991-1994 yılları arasında Federal Kadın ve Aile Bakanı, 1994-1998 döneminde de Federal Çevre Bakanı olarak sorumluluk aldı. 19982000 yılları arasında genel sekreterliğini
12 | 10 Aralık 2012 | AvrupaGüN
üstlendiği partide, 2000 yılında Helmut Kohl’ün ardından, biraz da “Kohl’ü sorunsuz tasfiye edip partiyi kurtaran kadın” imajına uygun bir biçimde CDU başkanlığına getirildi. Türkiye’ye AB içinde en fazla bir imtiyazlı ortaklık şansı tanıyan Merkel, 2005 yılında SPD ile giriştiği büyük koalisyonda başbakanlığı üstlendi. Bu sorumluluğunu 2009’da küçük ortak FDP ile kurduğu koalisyon hükümeti ile sürdürüyor.
tavizler vererek iktidarda kalmayı başaran klasik Alman sağının değil sadece, Peer Steinbrück (veya Helmut Schmidt-Gerhard Schröder) SPD’sini de içerebilecek genişlikteki sağın yaşadığı travma, biraz da neoliberal dönemin sonlarına gelindiği vurgularıyla bağlantılı. Her yeni kamuoyu araştırması Merkel hükümetinin, yani Hıristiyan demokrat büyük ortak ve liberal küçük ortak işbirliğine dayalı (CDU/CSU-FDP) modelinin bir şansı kalmadığını gösteriyor. 2013 eylülündeki genel seçimlerden önde çıkmak için mevcut sağ hükümet sürekli tavizler veriyor, ama krizin darbeleriyle seçmen gözünde düşüşünün sürdüğü artık saklanamıyor.
Halkın gerçeği, sağın gerçeği Rakamlar, tüm acımasızlıklarıyla halkın gerçeğini ortaya koyuyor: Merkel’in CDU ve CSU’su ile liberal FDP’nin önümüzdeki eylül ayında iktidarda kalacağına inananların oranı, geçen hafta yapılan son anketlerde sadece yüzde 9 oldu. Hıristiyan demokratlar ile Yeşiller Partisi arasında bir koalisyonun mümkün olabileceğine
inananların oranı ise yüzde 13’te kaldı. SPD ile Yeşiller’in ortak hükümet kuracağını düşünenlerin oranı yüzde 28’i geçmezken, CDU ile SPD arasında yeniden bir “büyük koalisyon” gerçekleştirileceği görüşünü savunanlar yüzde 33 ile en büyük ağırlığı oluşturdu. Aslında klasik Alman sağı veya muhafazakâr cephe, kendi politikalarının sonuçlarını yaşamaya başladı. Modern zamanlar ekonomisindeki gelişmeler, klasik sağı yerden yere en tipik bir biçimde Almanya’nın Hıristiyan demokrat partileri olan CDU ve CSU özelinde vuruyor. Örneğin dar gelirli toplumsal katmanlar, neoliberal ekonominin Alman sağına egemen aile ideolojisini de nasıl paramparça ettiğini gösteriyor. Kadınların evde oturması, çocuk doğurup büyütmesi gerektiğini savunan geleneksel sağ bakışın, bir kadın başbakan öncülüğünde ve sağ bir partide pratikte hızla terk edildiği gözleniyor. Kadınların tüm düzeylerde çok önemli bir işgücü olduğu genel kabul görüyor, bu işgücünün eve kapatılmasına sıcak bakılmıyor. Çünkü kadınların hep düşük ücretle çalışan bir işgücü türüne karşılık geldiği biliniyor.
Merkel’den baflkası çok zor Geçen hafta ortasında tamamlanan CDU Kurultayı, Angela Merkel’in bir özelliğinin iyice ortaya çıkmasını sağladı. Buna göre, Merkel’in asıl başarısı, siyasal havada belirginleşen eğilimleri zamanında algılayabilmesinde ve onları üzerinde sörf yapabileceği birer dalga olarak kavramasında yatıyor. Şu anda Merkel’den başka kimsenin, CDU gibi büyük bir kitle partisini gemleme ve yönlendirme gücü taşımadığı genel kabul görüyor. Siyasal gözlemciler, bu başarıyı, Merkel’in kendisini hiçbir konu veya değere tamamen yapışıp kalmamasına, yani siyasal kaderini sadece o konu veya değere bağlı kılmamasına bağlıyor. Ama Hıristiyan değerlerin üzerinde yükselen bir muhafazakâr partinin bu tür liderleri ne kadar taşıyacağı, bazı çevrelere göre, zor bir sorudur. Nitekim, henüz bir başarısına tanık olunmamış diğer kadın politikacıların, örneğin zaman zaman
Merkel’in rakibi olarak sahneye çıkarılan Federal Çalışma Bakanı Ursula von der Leyen’in, özellikle aile politikalarında kendisini tezlerine ve değerlerine cok fazla bağlamakla eleştirilmesi, bir farklılığı öne çıkarması açısından ilginçtir. CDU Kurultayı’yla ilgili medyada yer alan değerlendirmelerden birinde, “Merkel’de insanın ne alacağının hiç belli olmayacağına” dikkat çekildi. Başbakan Merkel’in partisi içinde de aldığı kararların her birini ayrı ayrı rasyonel bir biçimde açıklayıp gerekçelendirebileceği, böylece önceden hiç hesaba gelmez bir izlenim bıraktığı vurgulandı. Böyle bir durumun belki profilsizleştirme tehdidi yarattığı ve hayal kırıklığına yol açtığı belirtilirken, tam bir “başbakan partisi”halini almış CDU boyutlarında bir iktidar ve kitle partisini hayatta tutmanın başka bir yolu olmadığı da savunuldu.
AvrupaGüN
| 10 Aralık 2012 | 13
Gerçekten de, kadının modern toplumlardaki ve neoliberal zamanlardaki rolünün, klasik sağın tüm değerlerini kırıp döktüğünü en iyi iktidar partisinde gözlemek mümkün. CDU’nun başında 12 yıldır “Doğu Alman” bir kadın var. Önemli bir bakanı Ursula von der Leyen ile hafta içinde Merkel’in yardımcılığına yükselen genç ve hırslı politikacı Julia Klöckner de mücadeleci yeni sağ kadın tipini belirginleştiriyorlar. Kadının toplumsal yaşamdaki yeriyle klasik sağa egemen “dinsel” değerlerin çatıştığına, daha doğrusu klasik sağ değerlerin sürekli çiğnendiğine tanık olunuyor. Bu sadece aile anlayışında değil, toplumun birçok kesitinde böyle. Alman sağı bir imbikten geçiyor. Neoliberal bir imbik bu: Klasik sağ, artık sosyal demokrasinin geleneksel işçi sınıfı ve sosyal adalet değerlerini bırakıp “yenilenmesi” çağrısında bulunma görevi de taşıyor.
Bazı yorumculara göre, nükleer enerjiden Japonya’daki felaketin hemen ardından apar topar vazgeçen, zorunlu askerliği bitiren, yasal asgari ücret ve kadınların belli kotalarla kamu yaşamında ve kadrolarda yer almasından yana eğilim gösteren bir sağ parti, kesinlikle sosyal demokratlaşıyor hatta “yeşile bürünüyor” demektir. Ama bu sosyal demokratlaşmayı hasarsız atlatması da zordur. Bu hasarların atlatılması için tek ve son çare, partinin bir kadınla özdeşleşmesi olacaktır.
Bazı yorumculara göre, nükleer enerjiden Japonya’daki felaketin hemen ardından apar topar vazgeçen, zorunlu askerliği bitiren, yasal asgari ücret ve kadınların belli kotalarla kamu yaşamında ve kadrolarda yer almasından yana eğilim gösteren bir sağ parti, kesinlikle sosyal demokratlaşıyor hatta “yeşile bürünüyor” demektir. Ama bu sosyal demokratlaşmayı hasarsız atlatması da zordur. Bu hasarların atlatılması için tek ve son çare, partinin bir kadınla özdeşleşmesi olacaktır. Merkel’in , eşcinsel beraberliklerin ve evliliklerin vergi yasaları karşısında normal evliliklerle bir tutulamayacağını açıklaması ve bunu bir parti kararına çevirmesi, son ve çok da önemli olmayan bir kozmetik müdahale olarak değerlendiriliyor. Merkel, bu konuda da topu önümüzdeki yıl bu çelişkiyi nihai 14 | 10 Aralık 2012 | AvrupaGüN
karara bağlayacak olan Federal Anayasa Mahkemesi’ne atarak tabanı sakinleştirmiş ve zaman kazanmış oluyor. Hıristiyan demokrat cephede, yine bir tatsızlık çıkmış değildir.
İktidardan düşünce ne olacak? Angela Merkel ile birlikte asıl gösterilen şey başka. Klasik sağın iktidar şansını yitirdiği andan itibaren büyük bir taban ve değerler baskısıyla yüz yüze kalacağı kesin. Bunu da ancak Merkel gibi iktidar için her kılığa girebilen bir hırs göğüsleyebilir. İktidardan düştüğü andan itibaren her şey değişebilir. Eğer “Avro Krizi” devam ederken bugünün iktidar partisi CDU ve CSU Berlin’deki yönetim asasını SPD ve Yeşiller’e bırakmak zorunda kalırsa, bu siyasal kampta yer alan ve halen suskun bütün merkezkaç güçlerin harekete geçeceğini herkes çok iyi biliyor. Dolayısıyla, iktidar koltuğunu paylaşmak için Yeşiller’le veya SPD’yle bir koalisyona gitmek, Merkel zihniyeti için kesinlikle büyük bir fedakârlık değildir. Tersine, Hıristiyan demokrat hareketi kurtarmak demektir. Gerçi birçok uzmana göre, CDU’nun büyük ölçüde sosyal demokrat tezlerle tanışması ve bu çizgiye oturması omurgasız Merkel pragmatizminin bir sonucudur belki, ama aynı anda SPD ve Yeşiller’in de Merkel’in 12 yıldır başında biçim verdiği bu partinin değerleriyle epey bir barıştığı söylenebilir. Eğer böyleyse, Fransız sağında yaşanan rüzgarın Almanya’ya da yeni fırtınalar ekeceğini şimdiden söylemek mümkün. Alman sağı 2013 eylülünden iktidar çıkaramazsa, Fransa veya İtalya sağını hiç aratmayacak bir iç parçalanma sürecine girebilir. Şu ana kadar kendi sağında bir siyasi oluşuma, örneğin neonazi partilere pek şans tanımayan CDU içindeki “aşırı sağın” kendine yeni yuvalar arayabileceği ileri sürülüyor. Bu, Almanya gibi bir ülke ve Alman sağı için sineye çekilebilecek bir normallik değil. 2013, iktidarsız CDU’nun ve Bavyera’daki kardeşi CSU’nun içinde büyük bir kaosu tetikleyebilir. Ama Almanya’da sağın Fransa ve İtalya’daki kavgaları andıran bir cepheleşmeye sahne olması, o ülkelerden çok daha gürültülü cereyan eder. Korkulan, bu.
AB’nin işgücü piyasalarını karanlık zamanlar bekliyor
ILO da umudunu yitiriyor Avrupa’nın krizle inleyen ülkelerinde yakın gelecekte bir iyileşme beklenmemesi gerektiğini bu kez Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) vurguladı. Resesyonun uzun vadede korkunç etkileri olacağını yineleyen ILO’ya göre, konjonktürel canlanmaların da istihdam piyasalarına bir rahatlama getirmesi ve kriz öncesi rakamlara dönülmesi mümkün değil.
BERLİN (GÜN) - Yunanistan, Portekiz, İspanya ve İtalya gibi krizin pençesinde ve “Avrupa’nın kenarında” yer alan ülkelerdeki işsizliğin giderek kemikleştiği, ileride konjonktürel bazı iyileşmeler olsa bile bu yapısal geriliğin ortadan kaldırılamayacağı açıklandı. Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) tarafından hazırlanan bir rapor, özellikle genç işsiz sayısında ve toplumsal barışta dramatik gelişmeler beklendiğini gösterdi. “Konjonktürel dalgalanmalarla gelen etkilerden arındırılmış işsizlik türü” olarak tanımlanan yapısal işsizliğin, İspanya’da yüzde 16 ile kriz öncesinden üçte bir oranında daha büyük olduğu saptanırken, bunun “olağanüstü yüksek” bir değere karşılık geldiği vurgulandı. Son sayısı cuma günü yayımlanan Financial Times Deutschland gazetesinin hafta içinde ulaşabildiği yeni verilere göre, ekonomik konjonktürde bir iyileşme sağlansa bile, bu canlılığın işsizlik rakamlarına olumlu yansıması mümkün değil. Yapısal işsizlik oranı Yunanistan’da yüzde 13’ü bulurken, Baltık ülkelerinde iki kat artış gösterdi ve yüzde 12’ye çıktı. Tüm kriz ülkelerinde yapısal işsizliğin yükselme eğilimi içinde olduğu belirlendi. AB’nin güneyindeki ülkelerin yatırımcılar için tüm çekiciliğini yitirdiğini ileri süren ILO uzmanları, gazeteye yaptıkları açıklamalarda, yakın gelecekte bir iyileşme şansının olmadığını savundular. Bu arada eğitim sistemlerindeki ge-
rileme ve kriz yıllarında iyice içine kapanan halkların, işsizliğin yapısal olarak yükselişini teşvik edeceği de kaydedildi. Yapısal işsizlik hesaplamaları emek piyasalarının ne durumda olduğunu saptamak için kilit bir kavram olarak kullanılıyor. ILO’nun yeni verilerine göre, AB’nin kriz ülkelerinde 2007 öncesi kadar hızlı bir ekonomik büyüme sağlansa bile, bu, daha az sayıda insana iş olanağı yaratabilecek. Mali krizin istihdamdaki büyümeyi uzun vadeli bir etkiyle frenlediği ve geriye ittiği bildirilirken, bu olumsuzluktan özellikle genç kuşakların zararlı çıkacağı kaydedildi. Güney Avrupa’da süreli sözleşmelerle işe alınan gençlerin, yaşlı kuşakların “sağlam işlerine” göre daha zorda kaldığı, kolayca çıkış verilebildikleri hatırlatılarak, AB Komisyonu’nun Avro Bölgesi’nde gençlere iş garantisi verilmesi için yaptığı çıkış desteklendi. Ancak bu girişimin uygulamada nasıl sonuç vereceğinin bilinemeyeceği de hatırlatıldı. Bu arada OECD’den yapılan açıklamalarda da istihdam piyasalarına devlet müdahalesinin gerektiğine dikkat çekildi. 2007 öncesinde başlayan küresel krizden önceki rakamlara göre bugün yüzde 20 daha az iş olanağı yaratılabildiğini vurgulayan OECD uzmanları, Avrupa’nın en büyük sorununun işsizlik olduğunu savundular. Avrupa’daki yatırımların gerilemesiyle istihdamdaki büyümenin engellendiği kaydedilirken, yüksek işsizliğin uzun vadede büyümeyi tekrar vuracağı ve sosyal güvenliği de tehdit edeceği açıkça ifade edildi. ILO, toplumsal barışın bu koşullarda sürmesinin çok zor olacağının Güney Avrupa ülkelerindeki protesto eylemlerinde rahatça görülebileceğini de hatırlattı. Kasım ayı rakamları AB’deki işsizlik oranının yüzde 11.7 ile yeni bir rekor kırdığını göstermişti. AvrupaGüN
| 10 Aralık 2012 | 15