İÇİNDEKİLER 3 Alman otomobilleri Amerikan markalarını tek tek vuruyor
GM Opel, Bochum’da neden pes etti? “Bize 'Galyalıların son kalesi' diyorlar bazen şakadan. Ama bunun bedelini ağır ödedik. 1980’lerde 20 binin üzerinde olan personel mevcudumuz şimdi 3500 civarında. 'Biz ne yapacağız?' demiştik. Akıllı ve isabetli eylemler diyoruz. Uzun bir nefese ihtiyacımız var.
ŞEREF BARAN İLE GÖRÜŞME 7 Berlin Ortadoğu cehennemine uzak kalamıyor
Merkel hükümeti de Şam’a karşı bayrak açtı Sağ hükümetli Almanya sol hükümetli Fransa ile işbirliği içinde AB’nin Şam yönetimine karşı açıkça cephe almasını sağlamış görünüyor. Paris gibi Berlin’in de Ortadoğu’daki kanlı paylaşım savaşından uzak kalamaması dikkat çekiyor
8 Alman ihracatındaki büyük sıçrama Avrupa’yı sarstı
hracat: Çözüm değil sorun oldu
Avrupa’da ciddi boyutlarda bir sanayisizleştirme eğilimi, bütün sonuçlarıyla ve yayılarak kendisini hissettirirken, yaşlı kıtanın motoru konumundaki Alman ekonomisi ihracata gitgide daha bağımlı bir yapı kazanıyor. Alman iç pazarı ise geniş kitlelerin satın alma gücündeki düşüş nedeniyle durgunluk ve hatta gerileme tehdidi altında tıkanıyor.
10 Haydar Işık'tan, Haydariler ve gülmece adına hoş saptamalar
“ şçi, içli, içkili” mizahçı ... “Almanca ve Türkçedeki mizah anlayışları, birbirine hiç benzemeyen, hatta tek yakınlığı bile olmayan farklı iki anlayıştır. Hâlâ kendi memleketlerinde, kendi top-raklarında yaşıyormuş gibi direnen ve öyle davranan Türklerin sayısı çok fazladır. Dikkat ederseniz günlük yaşamın içinde bir Alman’a karşı ısrarla Türkçe konuşanlar var.”
HAYDAR IŞIK İLE GÖRÜŞME IMPRESSUM / KÜNYE Yayıncı | Verleger: BIM Bayerisches Institut für Migration e.V. Truderinger Strasse 280 d 81825 München Tel: 089 201 86 303 / Fax: 089 125 90 291 info(@)bim-institut.org info@avrupagun.eu www.facebook.com/avrupagun Sorumlu Yönetmen (V.i.S.d.P): Osman Çutsay Sanat Yönetmeni | Artdirektor: Ömer Yaprakkıran
2 | 17 Aralık 2012 | AvrupaGüN
Alman otomobilleri Amerikan markalarını tek tek vuruyor
WIKIPEDIA / STAHLKOCHER
GM Opel, Bochum’da neden pes etti?
ADAm OPEL WERKE BOCHum
“Bize 'Galyalılarin son kalesi' diyorlar bazen şakadan. Ama bunun bedelini ağır ödedik. 1980’lerde 20 binin üzerinde olan personel mevcudumuz şimdi 3500 civarında. 'Biz ne yapacağız?' demiştik. Akıllı ve isabetli eylemler diyoruz. Uzun bir nefese ihtiyacımız var. Eski gücümüz belki yok, ama öfkemiz büyük. Opel zarar etmiyor, Bochum hele hiç zarar etmiyor. GM bizi bir koloni gibi kullanıyor. 'Bu ekmek hepimize yeter' diyoruz.”
BOCHUM (GÜN) - ABD merkezli General Motors’a (GM) bağlı Opel, Bochum’da dev üretim merkezini 2016’ya kadar kapatacağını açıkladı. 50 yıl içinde binlerce Türkiye kökenli işçinin çalıştığı, bunların önemli bir bölümünün de hâlâ görev yaptığı Bochum fabrikalarının kapatılması kararı, Avrupa’da Opel ürünlerine olan talebin çökmesiyle açıklandı. Fabrika’nın 50’nci yıl kutlamalarına çok az bir süre kala yapılan ve 2016’dan sonra otomobil üretilmeyeceğini duyuran açıklama, fabrikanın damgasını taşıyan kenti ve halen 300 kadarı Türk 3 binden fazla çalışanı şoke etti. Fabrikanın 2016’dan sonra sadece bazı parçaların üretileceği bir dağıtım merkezi olarak kullanılacağı, ancak burada çalışacağı belirtilen 430 kişiyle bugünkü personelin yüzde 10’una bile iş bulunamayacağı bildirildi. GM’in Avrupa’da ağır zarar eden işletmeleriyle ilgili bir tasarruf planı hazırladığı ve bu çerçevede Bochum fabrikalarının kapatılmasından başka bir yol bulunamadığı kaydedildi. Opel Yönetim Kurulu Dönem Başkanı omas Sedran’ın kararı duyurması ve personelin tepkilerinden çekinerek işletmenin arka kapılarından fabrika dışına çıkması, sürtüşmeli bir dönemin başladığına yönelik bir gösterge olarak AvrupaGüN
| 17 Aralık 2012 | 3
OTO SANAYi
değerlendirildi. Opel İşçi Temsilcisi Rainer Einenkel, omas Sedran’ın yaptığı açıklamaların ve çizdiği tablonun çalışanların onurunu kırıcı bir nitelik taşıdığını kaydederek, böyle bir tavırdan ancak utanç duyulabileceğini söyledi. Daha önce de fabrikaların kapatılacağı yolunda çeşitli yönetimlerce açıklamalar yapıldığını hatırlatan Einenkel, mücadeleyi sürdüreceklerini ve bu fabrikalarda kalacaklarını belirtti. Einenkel, “Burada 2016’dan sonra da üretim yapılacak. Mücadelemiz sadece bir fabrikayla sınırlı kalırsa kaybederiz” dedi. Bu arada IG Metall Bölge Yöneticisi Knut Giesler, “Bugün Bochum, yarın tüm üretim merkezleri. Personele savaşım çağrıları yerine, insanlar için geleceği ve çalışanı olan bir çözüm bekliyoruz” diye konuştu. Fabrikaların bulunduğu Kuzey Ren Vestfalya eyaletindeki hükümet de tüm bölge için çok üzücü bir karar alındığına dikat çekti. Eyaletin SPD’li Başbakanı Hannelore Kraft, Opel yönetiminden yeni bir tasarım beklediklerini belirtirken, Eyalet Çalışma Bakanı Garrelt Duin, “Opel sorumluluk almalıdır. Kimse işsizliğe itilemez. Açıklama istiyoruz” şeklinde konuştu. Berlin’deki federal hükümetin ise Opel’e herhangi bir destekte bulunmayacağı bildirildi. Gelişmelerin bu noktaya varabileceğini personelin önceden hissettiği, ancak buna rağmen bir şok yaşadığı gözleniyor. Nitekim 1980 yılında çocuk denilecek yaşta çırak olarak girdiği ve eğitim gördüğü Opel’in bugün geldiği noktayı, şirketin kıdemli çalışanlarından Şeref Baran da hiç beklenmedik bir kaza olarak görmüyor. Halen Opel’in lojistik bölümünde görev yapan Baran, Avrupa GÜN’e yıkımı içeriden bir gözle yeniden değerlendirdi. - General Motors’a bağlı Opel’in Bochum’daki fabrikasını kapatma kararı sizi çok şaşırtmadı galiba...
ŞEREF BARAN - Opel’in Bochum ünitesini 4 | 17 Aralık 2012 | AvrupaGüN
kapatma kararı, o kadar da sürpriz bir karar değil aslında. Yıllardır söylentiler, dedikodularla bizi önce buna hazırladılar. Üretim kapasitesinin ihtiyaçtan çok daha fazla olduğu hep ima ediliyordu. Bunun dışında Opel’in zararda olması (ya da bilinçli olarak böyle gösterilmesi) ve Avro krizi bu gelişmeleri hızlandırdı. Ama biz Bochum çalışanları olarak böyle düşünmüyoruz, zira General Motors Avrupa bölgesinde 1 milyon civarında Opel marka otomobil satıyor ve Opel’in Avrupa dışında satılmasına izin vermiyor. Ama aynı zamanda Opel modellerini alıp üzerine Buick ya da Chevrolet amblemi yerleştirerek Çin gibi, Amerika gibi önemli dünya pazarlarında satıyor. Şöyle, kaba hesap, 500 bin adet. Örneğin, Insignia modeli Buick Regal, Astra modeli Verano, Mokka modeli Encore ya da Trax olarak dünya piyasalarında. Az bir rakam değil bu. - Peki ne oluyor, ne yapmaya çalışıyor ana şirket GM?
ŞEREF BARAN - Bir modelin en büyük maliyet kalemini geliştirme ve tasarım (dizayn) oluşturur. Yani, masrafı Avrupa’ya yükleyip kârları Amerika’ya indiriyorlar. Üstüne üstelik Opel kendi dizayn ettiği ve ürettiği her araba için patent ücreti ödemekte. Bir de şunu biliyoruz: Güney Kore’de ürettikleri araçları Avrupa piyasasına sürüyorlar, sonra da “Avrupa’da kapasite fazlalığı var” diyorlar. Patron kendi söylediği yalana kendi de inanıyor, seni zararda gösterip sürekli imajını zedeliyor ve tabii satışların da düzenli bir biçimde düşüyor. Şöyle deriz kendi aramızda: Arabalarımızın üstüne VW yapıştırsak iki katını satar. Ya da tersi, bir VW alıp üzerine Opel amblemi taksak ancak yarısını satar. Böyle şeylere karşı mücadele etmek zorundasınız. Global oyunların döndüğü bir dev şirkette bütünü görüp yerel kararlar vermek durumundasınız. Bunlara rağmen, Bochum’da fabrikanın nihai bir biçimde üretime kapatılması kararını beklemiyorduk. Hepimiz şu an şok içindeyiz. - Bir direniş mi olacak?
ŞEREF BARAN - Henüz eylemlerimiz ne şekilde olacak karar vermedik. İş bırakalım diyen arkadaşlar var. Ama çoğunluk tarafından ilk tercih olarak görülmüyor. İşin garip yanı, yaklaşık 6 aydır bir komisyon kurulmuştu ve patronlar ile sendikacılar, birlikte Almanya’nın bütün birimlerini kapsayan bir sözleşme çalışması içinde idi. Eyalet parlamentoları da destekliyordu bunu. Bu yüzden biz de mayıs ayından beri zamlardan ve ikramiyelerden vazgeçmiş bulunuyorduk. Ortak hiçbir karar yokken sen çık, güm
ȘEREF BARAn
diye bu kararları açıkla. Hepimiz şok içindeyiz. Sendika IG-Metall de öyle. Yerel ve federal düzeyde yöneticiler bu yönde şaşkınlıklarını dile getirdiler. Basından da, ülke genelinde politikacılardan da benzer demeçler geliyor. İyi de bunların hepsi bugün bizi konuşur yarın başka bir şeyi. Ekmeğimizi elimizden alıyorlar, çocuklarımızın geleceğine göz dikmişler. Biz ne yapacağız, sorun burada. - Karar nasıl açıklandı? Bir skandal yaşandığı söyleniyor...
ŞEREF BARAN - Evet, öyle oldu. 3 bin kişilik bir salondayız, işyeri toplantısı. Yönetimden üç kişiyle gelmişler: omas Sedran, Peter Toom, Holger Kimmes. Bunların üçü de yılda milyonlar kazanan “ağır çocuklar”. Büyük şirket yöneten, ağır sorumluluk taşıyan “süper arkadaşlar”. Bu çok ağır emeklerinin, “alın terlerinin” karşılığında milyon avrolar alıyorlar tabii. 50’nin üzerinde “bodyguard”la gelmişler.. Ön salonda da üniformalı polisler var. Yani Almanya başbakanı gelse iki koruması olurdu. Hepimiz afallamışız, olanları anlamaya çalışıyoruz. Opel Bochum İşçi Temsilciliği Başkanı Rainer Einenkel, yarım saatlik bir açış konuşmasından sonra sözü omas Sedran’a verdi. Sedran, 5 dakikalık konuşmasında şunları söyledi: “Bütün çabalarımıza, iyi niyetimize rağmen, 2016’dan sonra Bochum’da imalata son vermek zorundayız. Opel’i kurtarmak için Bochum’u kapatmamız gerekiyor”. Sonra geçip yerine oturdu. 20 saniyelik uzun bir sessizlik. Söylenemez dediğimiz söylenmişti. Olmaz dediğimiz şey açıkça dile gelmisti. Bir anda toplantı altüst olmuştu. Üstelik adam “iyi niyetli davranacaklarını, kimseyi çaresiz bırakmayacaklarını” söylemisti. Kimdi de bunu söylüyordu bize? Toplantıyı yöneten ar-
kadaş şaşkınlığını aşıp bir sonraki konuşmacıyı çağırdı. O arkadaş, bu durumda bütün söyleyeceklerinin anlamsızlaştığını söylerken ani bir şey oldu. Bizim bu “süper üçlü” aniden kalkıp hızla korumalar eşliğinde kürsü ardındaki perde arasından imdat çıkışına yöneldiler. “Durun hele sorularımız var daha” diye doğal bir refleksle peşlerinden perde arkasına geçen bir ar-
“Bir modelin en büyük maliyet kalemini geliştirme ve tasarım (dizayn) oluşturur. Yani, masrafı Avrupa’ya yükleyip kârları Amerika’ya indiriyorlar. Üstüne üstelik Opel kendi dizayn ettiği ve ürettiği her araba için patent ücreti ödemekte. Bir de şunu biliyoruz: Güney Kore’de ürettikleri araçları Avrupa piyasasına sürüyorlar, sonra da 'Avrupa’da kapasite fazlalığı var' diyorlar.”
kadaş anında yere yıkıldı ve boğazı sıkıldı. O an anladık ki, onlarca koruma önceden perde arkasına yerleştirilmiş. Şirket tarihinde böyle bir şey görülmemiş. Paralı askerler gibi çıktılar karşımıza, sonra hırsızlar gibi de salonu terk ettiler. - Nasıl bir duyguya kapıldınız önce?
ŞEREF BARAN - “Opel kimin, bu dünya kimin, bunların buna hakkı var mı, varsa nasıl verdik bu hakları bunlara?” diye doğal olarak düşünüyor insan. Ben 30 yıldır çalışıyorum, araAvrupaGüN
| 17 Aralık 2012 | 5
WIKIPEDIA / SVEn WOLTER
mızda 40 yıldır bu şirkette çalışanlar var. Ama omas Sedran daha geçen yıl alındı. Şunu biliyoruz ki, Bochum’u kapatınca ek bir prim daha alacaklar. Evet, Bochum çalışanlarına egemen ruh hali böyle. Son 15 yılda direnişte de markalaştılar. Paylaşma edebiyatını güzel yaparız. Zenginliğin fakirliğin Allah vergisi değil, insan oyunu olduğunu iyi biliriz. Bize “Galyalılarin son kalesi” diyorlar bazen şakadan. Ama bunun bedelini ağır ödedik. 1980’lerde 20 binin üzerinde olan personel mevcudumuz şimdi 3500 civarında. “Biz ne yapacağız?” demiştik. Akıllı ve isabetli eylemler diyoruz. Uzun bir nefese ihtiyacımız var. Eski gücümüz belki yok, ama öfkemiz büyük. Opel zarar etmiyor, Bochum hele hiç zarar etmiyor. GM bizi bir koloni gibi kullanıyor. “Bu ekmek hepimize yeter” diyoruz. Ülke çapında sendikalardan ve yerel hükümetlerden destek bekliyoruz. Kovboy yöntemleriyle Opel çok darbe yedi ana şirket GM’den. Bu da çok ağır bir darbe. Bir taraftan bunu da engellemek istiyoruz. - Türkiye kökenli işçiler...
ŞEREF BARAN - Halen çalışan 3500 işçi arasında 300’e yakın Türkiye kökenli var. Her toplumda olduğu gibi böyle durumlarda yerliler bir vuruluyorsa azınlıklar, göçmenler iki vuruluyor. Bizimkilerdeki işsizlik oranı Almanlara oranla çok daha yüksek. Ama Bochum 200 yıldır göç alan bir şehir olduğu için çok kozmopolit bir yapısı var. Yine de kültür ırkçılığı bütün dünyada olduğu gibi burada da var. Mesela, “Alman çalışkandır, güvenilirdir, işini sağlam yapar” diye bilinen olumlu sandığımız önyargılar bile, işe yeni personel alımlarında ayrımcılığa dönüşüyor. - Nasıl bir gerçekle yüz yüzesiniz şimdi?
ŞEREF BARAN - İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Bochum ve çevresi Almanya’da en büyük 6 | 17 Aralık 2012 | AvrupaGüN
sanayi yatırımları görmüş bir bölgedir. Ama son 20 yılda çok hızlı bir sanayi göçü yaşanmakta. Sosyalist ülkeler yıkılıp dünya pazar ekonomisine sevdalandıktan sonra, baş döndürücü global bir süreç var gündemde. Sosyalist sistemler bizim ücretlerimizin güvencesiymis meğer, bunu şimdi anlıyoruz. Son 15 yılda hiçbir reel ücret artışı olmadı buralarda. Buna rağmen, imalat sanayii, Kore, Çin, Türkiye gibi ülkelere taşınıyor. Ücretler üzerinde müthiş bir baskı var. Hızlı bir fakirleşme var. Alman ulusal ekonomisi küçülmese de kitleler yoksullaşıyor. Sosyal sistem sorgulanmaya başlandı. Çalışanla çalışmayan arasında gelir farkı kalmadı. Ucuz işgücüne dayalı sektörleri ülkede tutabilmek için ücretler küçültüldü, çalışanlar, asıl ve taşeron diye ikiye üçe ayrıldı. Bu ayrışmalar kimleri daha çok vurdu, düşünebilirsiniz tabii: Bizimkileri... Ulusal ekonomi adına paylaşım daha da adaletsiz bir hal aldı. 30 yıl önce Türkiye’de ağalar insanlarıyla birlikte köyleri satıyormuş, anlatır gülerdik buna, ne kadar ilkel diye. Bugün bir fabrika bir yılda birkaç kez el değiştirebiliyor işçileriyle birlikte, topluca pazarlanıyor, parçalanıyor, kapatılıyor. Dünyanın her yerinde yaşanıyor bu, ironiye bakın. 1000 insan bir insanın mutluluğu için çalışıyor bugün. En acısı, herkes o bir kişi olma hayallerinde. Onu örnek alıyorlar kendilerine. “1000 kişinin hepsi de mutlu olabilir mi?” diye sorarsanız, olabilir tabii derim. Mutluluğu tüketimle eş anlamlı tutamazsınız. Öyle bir yörüngeye girdi ki insanlık, dünyanın nefesini tüketmek üzereyiz zaten. Pazar ekonomisi, krizler ekonomisi... Bu kriz derinleşince sosyal barış mutlaka bozulacak. Milliyetçilik, ırkçılık, kültürel farklılıklar, dinler, çekmecelerde hazır bekliyor. Birileri “Vakti gelince çıkarır koyarız önlerine bunların” diye düşünüyor...
Berlin Ortadoğu cehennemine uzak kalamıyor
Merkel hükümeti de Şam’a karşı bayrak açtı Sağ hükümetli Almanya sol hükümetli Fransa ile işbirliği içinde AB’nin Şam yönetimine karşı açıkça cephe almasını sağlamış görünüyor. Paris gibi Berlin’in de Ortadoğu’daki kanlı paylaşım savaşından uzak kalamaması dikkat çekiyor. AB’nin iki eksen ülkesindeki barış hareketi ise olağanüstü etkisiz bir dönemden geçiyor.
BERLİN (GÜN) Avrupa Birliği’ne üye ülkelerin dışişleri bakanlarının hafta içinde yaptıkları toplantı, Brüksel’in, Berlin’in bu kez açık desteğiyle Şam yönetimine karşı savaşan silahlı muhalifleri iktidara getirmek üzere daha aktif bir rol oynamaya kararlı olduğunu ortaya çıkardı. AB Dışişleri Bakanları ortak açıklamasında, muhalif güçler “Suriye halkının meşru temsilcileri” ilan edildi. Bu adım, Brüksel’in Suriye muhalefetine kasım ayından daha sıcak yaklaştığını duyurma çabası olarak değerlendirilirken, yeni çizgide Paris ile uzlaşan Berlin’in bundan böyle daha aktif bir role soyunduğu anlaşıldı. Almanya Dışişleri Bakanı Guido Westerwelle, geçen hafta başında muhalefetin sözcüsü Ahmed Muaz el Katip ile görüştükten sonra yaptığı açıklamalarda, Esad iktidarının giderek eridiğini belirterek, Şam hükümetinin büyüyen sorunlarla karşı karşıya kaldığını savundu. Westerwelle, “Esad rejimine bir alternatif ve tüm Suriye için çoğulcu bir pespektif var” diye konuştu. Alman Bakan, AB’nin bu çıkışındaki zamanlamanın çok iyi ve Esad rejimindeki erozyonu teşvik için anlamlı bir önlem olduğunu belirtirken, Fas’ta yapılacak olan Suriye Dostları toplantısından muhalefetin tanınması doğrultusunda güçlü bir işaret çıkacağı umudunu yineledi. Nitekim sözü geçen Fas toplantısından bu beklenti doğrultusunda kararlar çıktı. Fransa, kasım ayında Suriye muhalefetini “Suriye halkının tek
temsilcisi ve Suriye’nin gelecekteki hükümeti” olarak tanımlamıştı. Fransız Dışişleri Bakanı Laurent Fabius yeni açıklamasında “2013 özgür Suriye yılı olacak” dedi. Öte yandan Almanya’nın Suriye ile ilişkileri tamamen kesmeyeceği, ancak “minimuma indireceği” vurgulandı. Alman Dışişleri Bakanı Westerwelle, bir süre önce dört Suriyeli diplomatın Almanya’dan sınır dışı edilmesinden sonra, Şam’daki Alman büyükelçiliği görevlilerinin Beyrut’a gönderildiğini hatırlattı. AB üyesi ülkelerin dışişleri bakanlarının açıklamasında “Suriye’de kötüleşen durumun kendilerini dehşete düşürdüğü” vurgusu dikkat çekerken, kimyasal silah endişesinin altı bir kez daha çizildi. Bu arada içsavaş kurbanlarına ulaşmak için yollar aranacağı, “Esad rejiminin suçlarının muhtemelen Uluslararası Adalet Divanı’nın yetki alanına gireceği” belirtildi. AB ve Almanya içinde yayılan Şam yönetimine karşı sert hava çerçevesinde, Patriot bataryalarının Suriye sınırına gönderilmesine cuma günü federal meclisten onay çıktı. Yine aynı günlerde, “Orhan Pamuk ve yazar arkadaşları” Beşar Esad’a hitaben Avrupa kamuoyunun pek ilgisini çekmeyen, ancak Türkiye aydınının sert tepkisine neden olan “Sonun Kaddafi gibi olmasın” uyarılı bir “açık mektup” yayımladı. Bütün bunlar Avrupa’daki havanın Şam’ın aleyhine döndüğüne işaret olarak kabul edildi.
AvrupaGüN
| 17 Aralık 2012 | 7
Alman ihracatındaki büyük sıçrama Avrupa’yı sarstı
Çözüm değil sorun oldu Avrupa’da ciddi boyutlarda bir sanayisizleştirme eğilimi, bütün sonuçlarıyla ve yayılarak kendisini hissettirirken, yaşlı kıtanın motoru konumundaki Alman ekonomisi ihracata gitgide daha bağımlı bir yapı kazanıyor. Alman iç pazarı ise geniş kitlelerin satın alma gücündeki düşüş nedeniyle durgunluk ve hatta gerileme tehdidi altında tıkanıyor. İhracattaki büyük sıçramalarla nötralize edilebilen bu olumsuzluğun yakın vadede “sahibini vuran” bir silaha dönüşmesinden korkuluyor.
BERLİN (GÜN) - Alman sanayi ve ihracat yapısının Avrupa Birliği’ni yıkıcı bir güce kavuştuğunu düşünenlerin sayısı artıyor. Almanya’nın, “Avro Krizi” kapsamında Avrupa’da yitirilen pazarları kolayca başka pazarlar üzerinden telafi edebildiği, ancak yeni çarpıklıklara neden olduğu ileri sürülüyor. Almanya üst üste ihracat rekorları kırıyor, ama kırdıkça da yaşlı kıtayı dibe çekiyor. İstatistiklerin gizlemediği bir durum bu: Güney Avrupa’da iflasın eşiğindeki AB üyelerine Berlin ve Brüksel’den dikte edilen tasarruf politikaları, bu coğrafyada kemerlerin sıkılmasına yol açmış, sosyal barışı dinamitlemiş, dolayısıyla Alman mallarına olan talebi yüzde 10 civarında geriletmişti. İşte Federal Almanya’nın, dışsatımlardaki bu düşüşü ABD, Güney Kore ve Japonya üzerinden tersine çevirmeyi başardığı gözleniyor. Özellikle ABD’ye Alman ihracatındaki artış yüzde 25’leri bulurken, Avrupa dışı pazarlara olan Alman ihracatındaki sıçramalı büyüme, daha önce pek bilinmeyen tehlikeleri gündeme getiriyor.
8 | 17 Aralık 2012 | AvrupaGüN
Almanya’nın Avro Bölgesi ülkelerine yaptığı ihracat, tüm ihracatının sadece üçte birine karşılık geliyor. Bu durum, aralarında işveren temsilcilerinin de bulunduğu birçok çevrede “Demek ki mutlaka avroda kalmak zorunda değiliz” yorumunu güçlendiriyor. Ancak asıl sorunu Alman iç pazarında yaşanan gerileme oluşturuyor. Nitekim, perakende ticaretteki toplam satış tutarının, sosyal güvenlik alanında yaşanan tırpanlar ve reel ücretlerdeki gerileme nedeniyle ciddi bir baskıya maruz kaldığı görülüyor. İstatistikler acımasız: Ekim 2012 itibariyle toplam perakende ticaret rakamları, 12 yıl öncesinin aynı dönemindeki tutarın yüzde 5 gerisinde. Bu sonuç, Alman ihracatının 1 trilyon avroluk “büyülü sınırı” 2012’de yeniden geride bırakacağının ortaya çıktığı günlerde yeni tartışmalara yol açıyor. Perakende ticaret cirosundaki gerilemenin, “halkın yoksullaşmasına yönelik bir gösterge” olarak ciddiye alınması isteniyor.
Neler oluyor? Avrupa’da ciddi boyutlarda bir sanayisizleştirme eğilimi, bütün sonuçlarıyla ve yayılarak kendisini hissettirirken, Almanya’da sanayi üretimindeki ihracata bağımlılık yeni boyutlar kazanıyor. Alman iç pazarı, geniş kitlelerin satın alma gücündeki düşüş nedeniyle durgunluk ve hatta gerileme tehdidi altında tıkanıyor, ancak bu olumsuzluğu ihracattaki büyük sıçramalarla nötralize edilebiliyor. Nitekim Alman medyası aralık ayında ayrıntılı haberlerle ihracat atağının Avrupa krizine rağmen güçlü bir ivme daha kazandığını kanıtlayan değerlendirmeler yayımladı. Die Welt, Handelsblatt, artık piyasada olmayan Financial Times Deutschland gibi ekonomi ağırlıklı gazetelerde yayımlanan ayrıntılı haberlere göre, 2012’nin temmuz-eylül döneminde Alman ihracatı yüzde 3.6’lık bir artış gösterdi ve 275 milyar 400 milyon avro oldu. Ancak ihracatın ülkelere dağılımında Avrupa dışı pazarların yüzde 9.9’luk bir artışla ağırlık kazan-
Sorun iç pazarda dığı da ortaya çıktı. Bild başta olmak üzere bulvar gazeteleri de “1 trilyon avroluk ses duvarının aşıldığını” ve 2012’de Almanya’dan yapılan toplam ihracatın en az 1.1 trilyon avro olacağını yazdılar. Nitekim Federal İstatistik Dairesi, ekim ayında eylüle göre Alman ihracatında yüzde 10.6’lık bir artış sağlandığını, böylece 98.5 milyar avroluk bir tutara ulaştığını bildirdi. Bu rakam eylül ayında 91.7 milyar avro idi. Geçen yıl ekim ayındaki ihracat tutarı ise 89.1 milyar avro olmuştu. Bu sıçramanın krize rağmen gerçekleştirilmesi her kesimi şaşırttı. Ancak asıl çözüm ve sorun başka bir noktada kaldı: Alman ihracatının yüzde 44.4’ü, yani neredeyse yarısı, artık AB dışındaki ülkelere yapılıyor. Yunanistan, Portekiz ve İspanya’ya Alman ihracatı yüzde 10 oranında gerilerken, bu azalma İspanya’ya yapılan ihracatta yüzde 12.4’ü buluyor. En yüksek ihracat artışının ise ABD’ye yüzde 25’lik bir yükselişle gerçekleştiği anlaşılıyor. Güney Kore’ye yüzde 15.8, Japonya’ya yüzde 12.9 ve Rusya’ya yüzde 7.6 oranında bir büyüme kaydediliyor. Çin’e ihracatta ise binde 9’luk bir büyüme ile şimdilik bir durgunluk saptanıyor. ABD’yle aradaki dış ticarette Almanya’nın tarihsel bir fazla vermesi dikkat çekiyor.
Bütün bunların Alman iç pazarındaki daralmayla bağlantıları yeni bulgu ve vurgulara yol açıyor. İşsiz ve yardıma muhtaç olanlara yapılan yardımlardaki kesintiler ve reel ücretlerde, dolayısıyla 22 milyonu bulan emeklilerin aylık gelirlerinde de bununla bağlantılı düşüşler, iç pazarı ve dolayısıyla da sosyal barışı bir sorun haline getirmek üzere. Aslında geniş halk kitlelerinın gelir düzeyiyle ilgili bir gösterge, insanların alışveriş veya tüketim gücünü gösteren perakende ticaret rakamlarından da çıkarılabililiyor. Ekim ayında bu sektördeki toplam satış tutarı tam 12 yıl önceki tutarından, yani 2000 ekimindeki düzeyinden yüzde 4.98 daha düşük oldu. Ücretler üzerindeki bu baskı ve teknolojik üstünlük üzerinden sağlanan işgücü verimliliği, Alman ihracatını kanatlandıran unsurlar olarak görülüyor. Federal Almanya’daki enflasyondan arındırılmış ortalama reel ücretler, durağanlığını ve hatta gerilemeyi sürdürüyor. Federal İstatistik Dairesi rakamlarına göre, bu yılın üçüncü çeyreğinde ücretler reel olarak geçen yıla oranla binde 41 oranında geriledi. Ancak ihracata aşırı bağımlı olan ve bu sektöre giderek daha çok yüklenen Alman ekonomisinin içerdeki daralmayı telafi ederek bir büyüme sağlama yolunu seçtiği gözleniyor.
Eğilim tersine döndü Avro krizi patladığından bu yana Almanya’nın ihracat yapısı ve trafiği dönüşüm gösterdi: Avro Bölgesi’ne olan Alman ihracatı geriledi. 2000 yılında Alman ihracatının yüzde 45’ini Avro ülkeleri emiyordu, bu oran 2012’de yüzde 35’e kadar indi. Dolayısıyla, Alman ihracatı, biraz da bu bağımlılık krizinin kanatlandırdığı düşük avro kuru nedeniyle kolayca alan değiştirebildi. Güney Avrupa ükeleri krizden önce Almanya karşısında rekor düzeyde açık verir, Almanya’nın dış ticaret fazlasında patlamalar yaşanırken, süreç farklı bir renk kazandı. Örneğin, Almanya’nin İspanya karşısındaki üç aylık dış ticaret fazlası 7 milyar avrodan 2 milyar avroya düştü. Hatta İtalya karşısındaki fazla 4.3 milyar avrodan 2 milyara indi.
Bu, Güney Avrupa’daki kriz coğrafyasının Alman ihracatı içindeki anlamında bir daralma olarak yorumlandı. Fakat aynı zamanda, Almanya’nın ihracatçı sektörlerinde “Avroda kalmak zorunda değiliz!” duygusunun da yayılmasına yol açtı. Alman Sanayi Birliği (BDI) Başkanı Hans-Peter Keitel, eylül ayında yaptığı bir açıklamada Yunanistan’ın bir özel ekonomi bölgesi olarak düzenlenmesini istemiş, Atina’nın egemenlik haklarından feragat edip AB desteği ile reformları uygulaması halinde bölgenin yeniden biçimlendirilebileceğini savunmuştu. Bu ve benzeri talepler, Alman dev şirketlerinin Doğu Avrupa’dan sonra Güney Avrupa’yı da ucuz işgücü merkezlerine dönüştürme hesaplarını açığa çıkarmış sayılıyor.
AvrupaGüN
| 17 Aralık 2012 | 9
Haydar Işık'tan, Haydariler ve gülmece adına hoş saptamalar
“ İşçi, içli, içkili” mizahçı... OSMAN ÇUTSAY
“Almanca ve Türkçedeki mizah anlayışları, birbirine hiç benzemeyen, hatta tek yakınlığı bile olmayan farklı iki anlayıştır. Almanya'da en çok güldürebilen mizahçıların Bülent Ceylan ve Kaya Yanar olduğunu hatırlarsak, sorunun yanıtıyla ilgili ipuçlarını da buluruz. Hâlâ kendi memleketlerinde, kendi topraklarında yaşıyormuş gibi direnen ve öyle davranan Türklerin sayısı çok fazladır. Dikkat ederseniz günlük yaşamın içinde bir Alman’a karşı ısrarla Türkçe konuşanlar var. En azından, anlatacaklarının serzeniş kısmını Türkçe kullanma alışkanlığı hâlâ devam eder. Türkler kendi mizah anlayışlarını daha açık seçik sergilerler. Anlatma ve duyurma dertleri vardır.”
Son dönemde art arda kitaplar da yayımlayan Haydar Işık, yıllardır Almanya’da bir işçi olarak yaşıyor, mizah yapıyor ve hep bıyık altından gülüyor. Tabii güldürüyor da. Çok küçük yaşta efsanevi Gırgır dergisinde başladığı bu güldürme işini, "ithalat" kaleminden giriş yaptığı Almanya’da da, ama çok dar bir çevrede, sürdürdü. "Araya ara girdi" dönemini bilinçli bir uzaklaşma olarak değerlendiren Haydar Işık, şimdilerde "yeniden yeşil sahalara dönmenin" sevincini kitaplarıyla yaşıyor. İlk fırsatta Türkçe güldürü akşamları düzenlemeyi de düşünen, ama bu işin asıl Tükiye’de yapılması gerektiğini belirten Işık, mizah anlayışı, gülmenin “Türkiye | 17 Aralık 2012 | AvrupaGüN
kökenli yeni Avrupalılar” için önemi ve Almanların bu yeni Avrupalılara bakışı üzerine sorularımızı yanıtladı. - Türkiye'den gelen insanlar, yarım asır boyunca ne yaptılar, nasıl güldüler? Daha doğrusu, gülebildiler mi?
HAYDAR IŞIK – Geçmiş yarım asırlık süreci bir mizahçı gözüyle kurcalayınca, kronolojik bir sıralama yapmak gerekecek! İlk gelenlerin adeta "toplama kampları" muamelesiyle tıkıştırıldıkları yarım göz odalardan günümüze, yani kendi ayakları üzerinde durmaya, üretmeye, nefes almaya başladıkları bugünlere, dönemsel yaklaşmak doğru olur. 60'lı yıllarda gelenlerin o koşulsuzluklar içinde gülmüş olabileceklerine ihtimal vermiyorum. Kaldı ki, markette yumurtanın Almancasını anlatamadığı için tavuk taklidi yapıp "gıt gıt gıdak" diyenlerin, yani bu çok bildik hikayenin gerçek kahramanlarının, Almanları güldürmüş ya da düşündürmüş olabilecekleri aklıma geliyor. Bir de bu yaşanmışlığa, Alman toplumunun sert, alaycı ve aşağılayıcı temel davranışları eklenince, iki toplum arasındaki maçın tarihsel dakikaları da başlamış diyebiliriz. - Dil sorunu böyle de çözülebilmiş yani...
HAYDAR IŞIK - Ben sömürünün olduğu bir sistemde tek dil olduğuna inanmıyorum. Sömürü ve dayatmacılık, toplum içersindeki hiciv algısını da, vergisini de ayağa kaldırır!.. Bir fabrika patronunun işçi kıyımından karikatür de çizilir, güldüren hikayeler de yazılır. Aynı şekilde, farklı iki halk ya da halkların aynı coğrafyada yaşama zorunluluğu, komiğin genişlemesine ve çeşitlenmesine olanak sağlar! Almanya'da yaşayan Türkiyelilerin gülebilmekle ilgili sorunları olduğunu düşünmüyorum. Temel bir insani davranış olan gülümsemenin
HAYdAr IȘIK
dünyanın her noktasında tek özgürlük tavrı olduğunu görmek lazım! (Gülünce anadilimin içi gülüyor...) - Ne kadar tersi söylenirse söylensin, Alman toplumuyla iç içe yaşayan ve Türkçe konuşan genç bir toplum var burada. Almanlar Türklere gülebiliyor mu?
HAYDAR IŞIK - İç içe, ama bir o kadar da dış dışa... Lakin, Türkçe konuşan gençliği, yaratıcı Almanca konuştuklarını da dikkate alarak ayırmak lazım! Farklılıklarını Alman havasıyla birleştiren "baba kültürü" ve "anadili" karışımından oluşturulmuş bir "yaşam sentezi" diyebiliriz gençlerin yarattıklarına... Almanların kendi anlattıklarına muhataplarından evvel güldüğü sıkça anlatılır. Ben kişisel olarak bir halkın gülmece anlayışını aşağılamak ya da ciddiyetsizlikle özdeşleştirmek istemem, ama bu tavır da bilinen bir gerçektir!. Eh, "Almanların mizah literatürü tek paragraftır" diye bir görüş de var. Dolayısıyla Almanların kime hangi koşullarda güldükleri, beni çok derinden ilgilendirmiyor! Mizah konusunda kişisel tavrım da, güldürmeye ya da üretmeye çalışırken karşıdakini incitmemek ve aşağılamamaktır. Bu, kişisel ya da toplumsal yanlarıyla böyle olmalıdır!
olarak biliriz. Katkı sunmayı severiz. Toplum olarak da gülme ve her daim güldürme gayreti içinde yuvarlanır gideriz. İçimizdeki derin gülmece hattında nice Kemal Sunal replikleri, Aziz Nesin kitapları, Nasrettin Hoca öyküleri, felsefenin temel fıkraları ve hayatın soluduğu her alanın izleri ve imleri vardır... Hal böyle olunca, Alman’a da güleriz "alınana" da... - Almanca ve Türkçedeki mizah anlayışları, günlük yaşamda nasıl ortaya çıkıyor? Neler saptayabildiniz şimdiye kadar?
HAYDAR IŞIK - Birbirine hiç benzemeyen, hatta tek yakınlığı bile olmayan farklı iki anlayış. Almanya'da en çok güldürebilen mizahçıların Bülent Ceylan ve Kaya Yanar olduğunu hatırlarsak, sorunun yanıtıyla ilgili ipuçlarını da buluruz. Hâlâ kendi memleketlerinde, kendi topraklarında yaşıyormuş gibi direnen ve öyle davranan Türklerin sayısı çok fazladır. Dikkat ederseniz günlük yaşamın içinde bir Alman’a karşı ısrarla Türkçe konuşanlar var. En azından, anlatacaklarının serzeniş kısmını Türkçe kullanma alışkanlığı hâlâ devam eder. Türkler kendi mizah anlayışlarını daha açık seçik sergilerler. Anlatma ve duyurma dertleri vardır. Almanlar bu konuda daha kapalıdır ve genelde kendi aralarında paslaşırlar.
- Peki, Türkler Almanlara gülüyor mu?
HAYDAR IŞIK - Biz gördüğümüzü anlatmayı, anlatırken de eklemeyi bir ulusal görev
- Kitaplarınızla neyi hedefliyorsunuz? Sadece hoş vakit geçirmeyi mi? AvrupaGüN
| 17 Aralık 2012 |
HAYDAR IŞIK - Eğer okuyucuyla iyi bir noktada buluşabilirsem, hedefim yılda 6 ya da 9 kitap çıkarabilmek. Damarlarımda bunu başarabilecek yeterli kan miktarının olduğunu düşünüyorum. - Neden aforizma tarzını seçtiniz?
HAYDAR IŞIK - Ben dönüştürmeyi çok seviyorum. Kulağıma çalınan sıradan bir sesleniş, işime yarar ya da yaramaz herhangi bir kitaptan bir cümle, o an televizyondan duyduğum bir konuşma, atasözleri, deyişler, argo söylemler, saçmalamalar ve aklınıza gelebilecek her yaşamsal tavır, beni ilgilendiriyor. Mesela "canın sağ olsun" söylemini "kanın sağ olsun"a dönüştürmek hoşuma gidiyor. Tabii aforizma şekil aldıktan sonra, bir süre beklemeye bırakıp, içeriğini ve sonucunu tekrar gözden geçiriyorum. Bir nevi kalite kontrolü. Yani sayfalarca ya da dakikalarca anlatacağınız bir konuyu, küçük bir önerme ile bütünleyebiliyorsunuz. Böyle bir olanağı var. - İyi de, aforizmanın yeterli okuyucu kitlesi var mı?
HAYDAR IŞIK - Türklerin az okuyan bir toplum olduğu düşünülürse, kısa yoldan anlatımların daha çok ilgi gördüğü bir gerçek. Toplumun her katmanına sesleniyor. Kamyon arkası yazı kültüründen, futbola kadar uzanan çok geniş bir düşündürme ve hareketlendirme alanı... - Hangi çelişkilerden, nasıl bir mizah doğuyor size göre? | 17 Aralık 2012 | AvrupaGüN
HAYDAR IŞIK - Mizahı yaratan kaynaklardan biridir çelişki (zenginin malıyla çenemi kırdım)... Mesela, dengeli, huzurlu ve ekonomik anlamda rahat yaşayan toplumlarda komik duygusu daha azdır. Çünkü orada her şey yerli yerindedir. Ambulansın freni patlamamaktadır, polis kapıyı üç defa taramamaktadır, belediyelerin köpekleri zehirlemek için özel birimleri yoktur ve kolay kolay kimse bir başkasını 50 yerinden bıçaklamamaktadır... - "Stand up" tipi işler yapacak mısınız? Burada böyle bir sanat icra etmenin ne gibi sınırları oluyor? Bu sınırları ve doğurabileceği mizahı bize anlatabilir misiniz?
HAYDAR IŞIK - Açıkcası Almanya'da Türkçe sözlü stand up yapmanın önemli bir getirisi yok. Yani bu noktada seyirci profilini iyi değerlendirmeli! Gençler arasında Türkçenin yeterli düzeyde olmaması ve benim politik mizahı tercih etmem, anlaşılamama sorununu getirebiliyor. Ama bu, "Hiçbir şeyi anlamıyorlar" olarak anlaşılmamalı. Benim bundan sonra sahne ile ilgili amacım, okuma akşamlarında, yazar kişiliği ile sahne tavrını bütünlemek. - Neden politik mizahı tercih ediyorsunuz?
HAYDAR IŞIK - Politik davranmamın en büyük nedeni Dersimli oluşum. Sohbetlerde bile sıradan bir hikayeyi anlatırken bir de bakmışım ki, içine küçük de olsa siyasi bir parça koymuşum. (Ben marksist değilim bilhassa markslıyım...)
- Mizah dışında yaptığınız bir iş var herhalde Almanya'da?
HAYDAR IŞIK – Elbette. 21 yıllık profesyonel işçiyim. Bir mutfakta bulaşıkçı olarak çalışıyorum. (İşçiyim, içliyim, içkiliyim...
Kendi Kaleminden Haydar Işık Kalorifer dairesiyle kömür deposunun ortasında aydınlık boşluğunda dünyaya gelmişim. Hangi yılgınlıkta bilmiyorum. Güneş kokarmış başım. Dersimli bir çiftleşmenin en küçük dünyası olmuşum birden... Bugün Türkiye’nin taşıyamadığı çift dilliliği çocukluğum boyunca tatmışım. Kapıcılık yaptığımız binanın Rum, Ermeni ve Yahudi çoğunluklarıyla iki dilliliğimiz tavan yapmış; beş dil iki lehçe bir de bilinmeyen bir sömürgeci dille hırpalanıp durmuşuz. Doğulu kimliğimiz kapıcılıkla birleşip yerin dört kat dibine girince, ezilmişliğimizin tavan yaptığı servislerde, nice paspasların tozunu alıp, tonlarca ekmek, süt ve gazete taşımışız. Karanlığın içine süzülen güvercin kanatları, ateşin duvara vurduğu bombeli gölgeler, o gölgelerden aydınlığa kaçan karafatmalar, iki günde bir baskın yiyen binada postallı askerlerin süngülü şakımaları, tek kişilik bir işçi partisi olan babamın söylediği beyitler, annemin sesinden hiç düşmeyen Zazaca dualar, Hüseyin Işık’ın binanın ısıtılmasında kullanılan kömürlerle başladığı ilk resim çalışmaları, büyük abim Kürt Hasan’ın sol ayak hakimiyeti, unutamadıklarımdarndır... Hayatımın bundan sonraki bölümlerini takip edebilmek için lütfen aforizmalarımdaki içerikleri tıklayınız. Ya hepinizi en içten duygularımla selamlarım, ya da hepinize çok içten teşekkür ederim! Hoşça kalayım.
Aforizmalar iktidar minarenin ucundadır.
nüfusta haydar, kütükte haydar, bundan böyle benim adım haydari... garibanın resepsiyonu cenaze törenidir! çok gizli konuşmalarım için, iç cep hattı aldım. ordulular ilk hedefiniz fındık fiyatları! yiğidi öldürme, hakkını ye! defansa yardım etmeyen allahından bulsun. din işçisiyle devlet işçisi birbirine girdi, ayırmaya çalışıyorum. intihar girişimi ağır geliyorsa komaya girin. türkiye solu kendini yenileme aşamasındadır, tekrar deneyiniz. seni elli yerinden bıçaklayıp "akupunktur yaptım" diyebilir miyim? moda, kadının kendine yapışanı giymesidir. - yürü ya kulum! - menüsküsüm var ya rab. evli ve üç çocuk babasıyım. ingilizce ve bilinmeyen bir dil biliyorum... bizimkiler höst lady... bu ülkede her şeyi korkmadan tek şey, yazar kasadır!.. kendimi kara kaşım kara gözüm için seviyorum.
AvrupaGüN
| 17 Aralık 2012 |