01 Hak ve Özgürlük (HÖH) Tarihini Kim Yazacak

Page 1

HAK VE ÖZGÜRLÜK (HÖH) TARİHİNİ KİM YAZACAK

Bir Türkün Gönlünde Dağ Varsa BALKANDIR Nehir Varsa TUNADIR

2013 Mayıs - Haziran Makale ve Analizleri


HAK VE ÖZGÜRLÜK (HÖH) TARİHİNİ KİM YAZACAK BULTURK BGSAM Yayınları Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi - BGSAM -1 BULTÜRK Genel Başkanı: Rafet ULUTÜRK Basım: Mayıs - Haziran 2013 Koordinatör: Dr. Nedim BİRİNCİ Editör: Raziye ÇAKIR İnternet sorumlusu : Kapak Tasarım: Murat ULUTÜRK Pazarlama Sorumlusu: Hamiyet ÇAKIR Arşiv: İbrahim SOYTÜRK İsteme Tel: 0212 511 63 47 www.bulturk.org; www.bghaber.org; info@bulturk.org İnternet sitesinin yazıları Adres: Yıldırım Mah. Şehit Kamil Balkan cad. No.114/A Bayrampaşa İstanbul Tel: +90 (212) 511 63 47 Belgegeçer: +90 (212) 526 51 98 https://bgsam.org/, https://issuu.com/bulturk, https://bulturk.org.tr/ Baskı : DİNÇ OFSET MATBAACILIK SAN. ve TİC. LTD. ŞTİ. Adres: Davutpaşa Cd. Emintaş San. Sit. No: 103/580-581 Topkapı - İstanbul Tel: 0090 212 493 24 67 TÜRKİYE CUMHURİYETİ YASASI GEREĞİNCE BU ESERİN YAYIN HAKKI BULTÜRK’ten İZİNSİZ KISMEN VEYA TAMAMEN ÇOĞALTILIP YAYINLANAMAZ

Web: www.bghaber.org ; E.Posta: rafetuluturk@yahoo.com


“Bilgi Ordusu, Bizim Ordumuz, Bildiğimizi Öğretmek,Bizim Borcumuz.” Rafet ULUTÜRK

Düşünceler dizisi olan elinizdeki eserin anlamı derin bir uğraşın ancak başlangıcıdır. Bulgaristanlı Türk Müslümanların başına 1970-72, 1984-85’te düşen yıldırımın bir daha düşmemesi için bir uyarı ve ışık niteliğindedir. Saygılarımızla, B U LT Ü R K İ st a n b u l



Önsöz Yerine Yıl 2013 Elinizdeki .... Serilik kitabın ilk harfi Bulgaristan Stratejik Araştırmalar Merkezi (BGSAM) bilgisayarına düşerken olayın bir düşünceler serüvenine dönüşeceğini düşünememiştik. Bulgaristanlı olup vatanlarında ve Türkiye Cumhuriyetinde yaşayan Türk, Pomak ve Roman, Müslüman kardeşlerimizi anlatarak tanıtan bir yazar grubu toplayacağını da öngöremedik. Olayın motoru olan Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği (BULTÜRK) Türk Müslüman Kimliğimize inen öyle uzun bir yol yürümeye hazırlanmıştı ki biz de ilerlemeye doyamadık inşalah bunun devamı da gelecektir. BGSAM Ağustos ayı içerisinde yaptığı Bulgaristan analizlerinden çıkardığı sonuçla kovulduğumuz ata vatanımızda birlikte var olmanın sırrına varıp yol açıp taşlarını da dikerek hep olumlu, hoşgörülü ve sabırlı tutum aldı. Şöyle de diyebiliriz. Bir karınca gibi BGSAM gönüllüleri durmadan bıkmadan usanmadan çalıştı. Hatta anlatmak istediklerini kimseyi kırmadan ifade edebilmek için çaba sarf etti. Bunu yaparken de tescilli hain olanlara da acımasızdılar. Şekspiri de örnek aldık o, yaşadığı zamanla uzlaşamayınca, hayal ettiklerini 800 yıl önce yaşattı, Kral Lear’i, Kraliçeleri, Romeo ve Juliet’i sahnelerken, yaşadığı dünya hakkında söylemek istediklerini kurgu kahraman Hamlet söylemişti. Biz ise tarihe yapılmış zehir dolgularını söküp atmaya çalışırken yerine insan kardeşliği, hoşgörü, ortak umut aşılamaya çalıştık. Bu açıdan baktığımızda, elinizdeki eserde özel bir kronolojik ya da tematik dizim yapılmamış, araştırma ve inceleme uğraşıları www.bghaber.org sitesinde yayınlandıkları tarihsel sıralamaları da korunarak yayın seyrine göre sıralanmıştır. Bu yapıtın en değerli olan yanı yazarların daha fazlasının genç kuşaktan ve hem Bulgaristanlı ve hem de Türkiye’li olmasıdır. Bu bakıma kül yatımız bir başlangıç olarak da özel ilgi ve büyük beklenti odağı oluşturmuştur.


6

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İşlediğimiz konuların başında Bulgaristan’da Türk Müslüman kimliği oluşması, ahlak, hak, özgürlük, adalet ve demokrasi davası, faşizmin özgün uzantısı olan Bulgar totalitarizminin sökülmesi, memleketimizi esaret altında tutma çabalarını çok yönlü sürdüren Rusya’dan kopma ve Türkiye’nin de dâhil olduğu Batı medeniyetiyle sımsıkı bütünleşme sorunları yer aldı. Tartışmalar elektronik medya ortamından taştı, forumlarda ve ülkelerde gündem oldu. Biz artık 21.yüzyılda bir adım önde olmak zorundayız. Okurlarımıza bizden daha iyisini bulduğunuzda bizi çöpe atma hakkınız sizde saklıdır, dedik. Arkamızda okur ordusunun sıra düzdüğünü gördükçe yüreklendik. Sizinle gurur duyuyoruz. Raziye ÇAKIR


Önsöz: Toplumların hayatında yazılı tarih büyük bir öneme sahiptir. Ancak bizde yazılı olmayan tarih, yani nesilden nesile aktarılan tarih vardır. Bu nedenle bazı olaylar zamanla faklı şekilde anlatılmakta veya algılanmaktadır. Gelecek nesillere aktarılacak olan bilgi birikiminin arşivlenmesi, kitap, dergi veya gazete gibi yayın organları aracılığı ile kalıcı hale getirilmesi büyük bir öneme sahiptir. Bu nedenle edindikleri tecrübeleri, yaptıkları çalışmaları toparlamak ve kitaplaştırmak güzel bir çalışmadır. Bunu bireysel olarak yapımaktan öte kurumsal olarak da yapmaları takdire şayan bir davranıştır. Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği kısa bir süre önce 2013’te kurulan internet haber sayfası www.bghaber.org sitesindeki yazıları bir araya getirerek yapılan bu çalışmaları kitapçık halinde getirerek bu konuda büyük bir ciddiyet göstermektedir. Derneğin internet haber sayfasında çıkan yazıları ve çalışmalarının yıllıklar halinde kitapçık haline getirerek yer aldığı bu çalışma gelecek kuşaklara aktarılacak ve ışık tutacaktır. Öte yandan dernek büyük bir arşiv de oluşturmuş durumdadır. Dernek faaliyetlerini gerekli ciddiyetle yürüten dernek Başkanı öncülüğünde dernek kurucuları, Yönetim Kurulu ve üyelerinin yaptıkları özverili çalışmalarından dolayı kutluyorum ve başarılarının devamını diliyorum. Dr. Nedim BİRİNCİ BULTÜRK Kurucu Üye

Değerli Hemşehrilerim, Bulgaristan’da hepimiz zor günler yaşadık, itildik, ezildik, çiğnendik, hatta gün geldi vurulduk, şehitler verdik. Bu nedenle bizler kendi içimize kapanarak, yaşam mücadelesi vermeye çalıştık. Ancak bu içine dönüklükten kurtulmalıyız ve Türkiye’de yaşadığımıza göre, yasaların bize verdiği tüm haklardan bizlerde yararlanmalıyız. Peki, neden bunu yapamıyoruz? 1877-78 Rus-Türk savaşından sonra Osmanlının Balkanlardan çekilmesiyle birlikte, savaş esnasında işlenen akıl almaz katliamlar nedeni ile atalarımız asırlarca yaşadıkları yerleri terk ederek göç yolunu tutmuşlardır.


8

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Geride kalanlar ise Bulgaristandevleti’nin uygulamaya başladığı soy kırım politikalarına karşı direnmiş ve hayatta kalmaya çalışmışlardır. Şimdi ise burada Türkiye’de yaşayanlar oralara yardım edebilmek için, burada ilk önce bir araya gelmek ve bir merkez oluşturmalıyız. Artık bir kurum altında toplanmalı ve birlikte hareket etmeliyiz. Bu birliğe hepimizin ihtiyacı olduğuna inanıyorum. Artık bir birimizi kötülemekten vaz geçmeliyiz, birisi için yanında konuşamayacağımızı başka bir yerde konuşmamalıyız, yani kısaca arkasından konuşmamalıyız. En önemlisi samimi, hoşgörülü ve ahlaklı olmak. Zamanla her şey yerine geleceğine inanıyorum, ama tabi ki bu dava üzerinde kafa yoran, stratejiler üreten ve devamlı bunun üzerinde çalışan olursa. Bizim savaşımız insanlarımızı ahlaklı yetiştirmek olmalı, birlik ve beraberliğe kendi insanlarımızla başlayarak tüm Türk Dünyasına taşmalıyız. Bizler burada Türkiye’de yaşayan Bulgaristanlılar büyük bir kitle haline gelmiş durumdayız. İşte bu nedenle şimdi bu kitleyi yani kendi hemşerilerimizi, bir araya toplayarak bir merkez, bir güç birliği oluşturmalıyız, tabi ki bu bizim doğal tabii hakkımızdır. Bizler de artık toplum gücünü kullanabilmeliyiz. Toplum olarak haklarımızı elde etmek zorundayız ve bu yönde çalışmalıyız. Biz bunu söylerken, önderlerimizi seçerken, başkaları kötüdür demiyoruz. Biz bu işi onlardan daha iyi yapabileceğimize, Türkiye Cumhuriyetine ve Türk Dünyasına daha verimli olacağımıza, buralarda bu bölgelerde yaşayan Türklerin daha iyi, daha güvenilir, yaşamalarını sağlayacağımıza inandığımız için, Önderliğe, Yönetime talibiz. Bu arada Bulgaristan’da kalan kardeşlerimizin hepsinin siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel kimliklerini, muhafaza edebilmeleri için mücadele etmeliyiz ve bu konuda gerekeni yapmalı ve gerekli yardımları yapmalı ve yaptırmalıyız. Aramızda Ahlâklı, Adaletli olanları seçmenli ve yüceltmeliyiz. Geçmişi konuşmaktansa, gelecekten söz etmeliyiz, bugünü değil, yarınları görerek hareket etmeliyiz. Aramızdan stratejistlere imkân ve fırsat vermeliyiz ve onları bizler yetiştirmeli yön verebilmeliyizkısa-10 ve uzunvadeli -50 yıllık hedefleri gösterebilmeliyiz. Aramızda kötü niyetli insanları tespit etmeliyiz, bilmeliyiz ki, onların kusurlarından dolayı değil, bu güne kadar yapılması gerekenleri engelledikleri için aramızdan uzaklaştırmalıyız. Bu güne kadar neler yapılmamış, onları araştırmalı, bilmeliyiz ve neler yapılması gerekir onları söylemeliyiz ve bunları bir an önce hayata geçirmeliyiz.


Makale ve Analizler - 2013

9

Bizler gözyaşları dindirmek için, yaralara mehlem olmak için, her yüke ortak olabilmeliyiz. Gençlerimize, sadece balık pişirmesini değil, balık tutmasını da öğretmeliyiz, insanlarımızı denizlere, okyanuslara açılmalarını sağlamalıyız. Aramızda Tek Lider değil her sokakta, her mahallede bir lider yetiştirmeliyiz, biz dünyayı yönetmek için oğullarımızı yetiştirmeliyiz. Bizim insanlarımız yani Bulgaristan Türkleri şahsi başarıları Türkiye’de belkide en çok olanlardanız. İşte artık bizler toplum olarak haklarımızdan yararlanmasını bilmeliyiz. Her şeyden önce siyasi haklarımızı toplum olarak kullanmalıyız, daha sonra ekonomik ve kültürel haklar onu takip edecektir. Hepimizin gördüğü gibi, tarihte büyük güçler çok defa kötü politikaların kurbanı olmuşlar ve bunlar devam edecektir. Bir toplumun Lideri olmadan hiçbir şey olmaz, bu lideri de toplum çıkarmalıdır. Siyaseti güvenilir, sevimli hale getirmek bizim hedefimiz olmalı, bu gün çok zor, imkânsız olarak görünse de, yarınlara umutla bakabilmeli ve baktırabilmeliyiz. Var olabilmemiz için, var kalabilmemiz için, öncelikle temel hususlarda anlaşma sağlamalıyız. Aramızda bir birimize güveni kaynaştırmalıyız ve samimi olmalıyız. Her şeyden önce özgüvenimizi kazanmalıyız, birlik ve beraberliği ön planda tutarak insanları insan oldukları için sevip saymalıyız. İçimizde barışı sağlayıp, tek merkezde bir çatı altına toplanmalıyız. Bu çatı da “BULTÜRK Derneği” olmalıdır. Buradan tüm dünyaya sesimizi duyurabiliriz. Balkanlar konusundaki politikalarda etkili olabilmek için yolları aşındırmalıyız. Çünkü gelişmiş ve Bulgaristan’da etkili bir Türkiye Balkanlara tamamen hâkimiyet kurabilecektir. En önemlisi kararlı olalım ve birbirimize samimi, saygılı olmayı ve bir birimizi sevmeyi öğrenmeliyiz. Bizim derdimizi ve problemlerimizi en iyi anlayabilecek zaat bizden olduğunu idrak etmeliyiz. Bulgaristan Türkleri konusunda teşhisi bizler kendimizi yetiştirerek yetki mercileri alarak son noktayı biz koymalıyız, bu güne kadar ki eksikliğimiz budur. Ayrıca Balkanların anahtarı Bulgaristan’da yani Bulgaristan Türklerinden geçtiğini de öğrenmeli ve öğretmeliyiz. Sevgili dava arkadaşlarım. Kendimizde özgüveni, aramızda güveni ve merkezioluşturduktan sonra, kimsenin aramıza nifak tohumları ekmesi mümkün değildir. Bizim için önemli olan, eksiklerimizi bulmaktır. Geçmişi bırakarak artık bizler aydınlanma dönemine bir an önce geçmeliyiz. Halimizi tespit etmek çok kolay, gazete, dergi yayın hayatımız nerede,


10

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

kaç gazete, tv, radyo bizimle ilgili haber yapıyor.Burada suçlu değil, sebepleri aramalıyız. Gelin bunları tartışalım, niçin bu güne kadar bir Bulgaristan Kültür Merkezi olmamış, bunu şimdi nasıl gerçekleştirilebiliriz, bunlara yönelik çalışmalar toplantılar yapmalıyız. Hedefimiz Türkiye Cumhuriyetini daha güçlü, daha huzurlu ve daha iyi yarınlara götürmek için olmalı. Güçlü bir Türkiye Bulgaristan da yaşayan Türklerede güven ve huzur verecektir, onların daha rahat yaşamalarını hep birlikte sağlayabiliriz. Bunlar zannetiğiniz kadar zor işler değil. Dünyada insanlar bir iş için değil, bir İdeal için hayatını feda ederler. Bunun için güçlü olmak sesini duyurabilmek için öncelikle bir Kurum ve bunun Merkezini oluşturmalıyız. Çünkü Merkezi olmayan hiçbir topluluk bir yerlere gelmesi mümkün değildir. Bu güne kadar konuşmalar tartışmalar yapılmış fakat bir ağıç ekilmemiş işte bu gün bunu yaptık BULTÜRK tüm Bulgaristan Türklerinin biz öncelikle sadece Bulgaristanlıyız. Bizler elimizdeki kıt kaynaklarla bir merkez oluşturmaya çalıştık, bunda da muhafak olduk. Bu merkeze ulaşmakta büyük güçlükler ile karşılaştık bu konuda bizlere yardımcı olan emeği geçen herkese teşekkür ediyoruz. Ayrıca bizlere kendi yerini veren Mümin Hocamıza huzurunuzda kendisine tekrar tüm halkımız adına buradan teşekkür ediyoruz. Bundan sonraki hedef de Türkiye’nin her yerine ulaşmak ve bu birlikteliği her yerde tesis etmektir. Bu merkezimizde artık kendimize ait bir kültür merkezimiz oluştu toplantı salonumuz da mevcuttur her 15 günde bir toplanıyoruz. Amacımıza ulaşabilmek için devletin bir şeyler yapmasını beklememeliyiz. Birlikten kuvet doğar Atasözünde olduğu gibi güçlerimizi birleştirerek devlet yönetiminde söz sahibi olmalıyız ve geleceğimize kendimiz yön vermeliyiz. Gençlerimizin devlete girmelerinin yolunu aydınlatmalıyız. Artık bizim de Ankara’da TBMM’de kendi temsilcilerimiz olmalı. Bizler de buralara kendi içimizden birilerini gönderebilmeliyiz. Aramızda birlik ve beraberliğimizi oluşturduğumuz takdirde kendi içimizde samimi olduğumuzda başarıların ard arda geldiğini göreceğiz bunu başaracağımıza eminim. İhtiyacımız olan tek şey kendi içimizde daha adaletli olabilmek. Sevgi ve saygılarımı sunarım, Genel Başkan Rafet ULUTÜRK


Makale ve Analizler - 2013

11

MAYIS

Karşıdan baktım pek çok, yanına geldim hiç yok

Rafet Ulutürk-01.Mayıs.2013

Malüm12 Mayıs 2013 tarihinde Bulgaristan’daki Genel Seçimler için çok hareketli, medyalarda daha çok görünme, gazetelerde boy gösterme çabaları çoğaldı son günlerde. Seçimdir, olması gereken tablo bu olmalı diyesi geliyor insanın içinden, fakat nafile. Hani dışarıdan forma, içini sorma derler ya, tam manası ile bu durumu özetliyor. Bu işi ciddiye alan STK’lar ve gerçekten konulara hakim olup nasıl bir sonucu elde etmek istediğini bilenler çoktan işe koyuldular. Daha Bulgaristan’da eski hükumet istifa eder etmez ve seçim havasını yakalar yakalamaz çalışmaya koyuldular. Geçmiş seçimlerden sıkıntılara düşmemek için deyim yerindeyse ellerini çabuk tuttular. Neydi bu sıkıntılar? Tabi ki, sandık eksikliği. Özellikle oy kullanma potansiyeli yüksek olan semtlerde sandık açtrılması.Dolayısı ile dilekçeler toplanması gerekiyordu ve bu dilekçeler konsolosluğa PTT yolu ile gönderilmesi gerekiyordu. (Her kişi için ayrı ayrı, tek zarf için 1 TL tutarında.) Bundan sonraki izlenecek yol Bulgaristan kanunlarına göre özellikle seçim kanunu ve Yüksek Merkez Seçim Kurulunun belirlediği kurallara göre hareket etmekti.


12

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Ne diyordu kanun? § Bulgaristan dışında oy kullanmak ve sandık açtırmak isteyen vatandaşların bulundukları her yerleşim bölgesinde ilk sandık için 100+1 dilekçe toplanmalı. § Her ikinci ve üstü sandık açılması için ise 1.000+1 dilekçe toplanması ve konsolosluklara teslim edilmesini bildiriyordu. Bu gerçekleri bilmeden veya bilip de göz ardı ederek bazı STK’larımız acımasızca eleştirirler ve suçlamalar yapıyorlar.Yok efendim Bulgarlar bize sandık açtırmıyorlar, elinden gelen her tür engellemeyi yapıyorlar v.s.y. Bölgelerden 300-500-800 dilekçe göndererek sandık açılmasını beklemek, açılmadığında da karşı tarafı suçlamak adaletsizlik olmuyor mu? Biz her zaman işimizi tam yapmayı öğrensek de o zaman hakkımızı aramaya kalkışsak, nasıl olur? Kanun net 1.000 +1 dilekçe demiş, ne yapsınlar? Bizler herkesi suçluyoruz amma kendimizi hiç mi hiç görmüyoruz. Üyelerimize şirin görülme adına yalanlarla iş görmesek toplumumuza daha faydalı olacağımızı düşünmekteyiz. Artık bu suçları başkalarından değil kendimizde aramalıyız. Civcivler güzün sayılır diye bir değim vardır bunu her Bulgaristanlı iyi bilir. Dolayısı ile sonuçlara bakarsak BursaBalgöç, İzmir-Balturk, Çorlu ve İstanbul Bultürk STK’larının gayretleri ve çalışmaları görülmektedir. Artık her toplumda olduğu gibi bizim toplumumuzda da çalışanları ve çalışmayanları ayırt edebilmeli ve ona göre değer verebilmelidir. Çalışanlar hak ettiği karşılığı artık almalıdırlar.Seçim sonrası çıkıp konusanlar yine çoğalacaktır, fakat bu gun konusmak onemli ve yarın hesap sormaya ve hesap vermeye de tabi ki hazır olmalıyız. Böylece sandık açtırma süresi (11.04.2013) çoktan dolmuştur. Seçim sürecinde bir sonraki aşamaya gelinmiştir o da kime oy vereceğiz. Bizim toplumumuzun 100 yıllardır ezilmiş, itilmiş, kakılmış ve bu süreç içerisinde özgürlüğüne kavuşma yolları aramıştır. Hiç bir vatandaşımız özgür oy kullanmamıştır. Nitekim insanlarımız bu hedefine Türkiye Cumhuriyeti topraklarına basmaları ve T.C. vatandaşı olmaları ile ulaşmışlardır. Fakat Bulgaristan Türkleri üzerinde halen totaliter rejimin baskı metotları HÖH tarafından halen uygulanmaktadır. Artık insanlarımızı özgürce, kendi iradelerini kullanarak topluma faydalı olabilecek adayları seçmenlerini öğretmeliyiz ve bilinçli oy kullanma-


Makale ve Analizler - 2013

13

larını sağlamalıyız. 23 yıl geçmesine rağmen halen Sözde Türk partisinde en çok Bulgar istihbaratına çalışanların olması. Hatta 1.sıralara ve bulgar partilerinden bile çok fazla olması, onların kimlere hizmet ettiğini göstermektedir bunları konuşmaya gerek yoktur. Bunlar Türk Milletine her dönemde zarar verenlerdir. Bunun en büyük göstergesi budur. Bilinçli oy kullandırmak STK temsilcilerimizin görevi olmalıdır. Öte yandan bu seçime katılan ve toplumumuzu temsil etmeye aday olan partilerin seçim vaatleri göz kamaştırıcıdır, say say bitmez. Fakat seçimlerden sonra bu partiler bilmeliler ki, bizler bu vaatlerin yerine getirmelerinin takipçisi olacağız.Seçim öncesi söylenen her sözün seçim sonrası yerine getirilmesini istememiz en doğal hakkımızdır. Bu hususta beklediğimiz ve kaybettiğimiz 23 yılın hesabını bu toplumun soracaktır, bu böyle biline... Örf ve adetlerimizi yaşatabilecek, dilimizi koruyabilecek, dinimizi yaşatabilecek, gelenek ve göreneklerimizi yayabilecek Bulgaristan parlamentosunda dim dik durabilecek vekiller seçebilme dileği ile seçim sonuçlarının Bulgaristan Türklerine başarılar getirmesini dileriz.

Artık DPS’ye, BSP’ye veya herhangi bir partiye mahkum değilsiniz

Rafet Ulutürk-04.Mayıs.2013

Bulgaristan’da sistem değişikliğinden bu yana 23 yıldır insanlarımıza ümitsizlik, korku ve yarınlara güvensizlik aşılanmaktadır. Hâlbuki Bulgaristan’daki Türkler öylesine büyük işler başarmışlardır ki, bunlardan sadece bazılarına değinmek yeterlidir.Sizlerin bizim, Atalarımız imkânsızlıklar içerisinde kalplerindeki inanç ve imanları ile Bosna’dan - Bağdat’a kadar her yerde bilgisiyle saygınlık kazanmış din Âlimlerimizi yetiştiren Şumnu’da Medrese-tül Nuvvab’ı kurmayı ve yaşatmayı başarabilmişlerdir.Bölgemizde de Kırcaali’deki Medreseyi gördüğümüzde Atalarımızın ne kadar büyük iman ve gayretle çalıştıkları görülmektedir. Bu insanların çocukları, torunları olarak sizlerde manevi dünyanızı terbiye ederek çok daha mükemmel işler başarabilirsiniz. Bölgemizdeki işsizlik ve sefalet suni ve bize empoze


14

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

edilen bir durumdur.Yani bizim böyle olduğuna bölgenin imkânlarının kısıtlı olduğuna inanmamızı sağlamaktadırlar.Bilakis bölgemiz kalkınmaya ve bütün insanlarımızı belli bir refah seviyesinin üzerinde tutabilecek kapasiteye sahiptir. Çevremize baktığımızda iki sınır komşumuz mevcuttur. Bunlar Yunanistan ve Türkiye. Yunanistan kendi derdine düşmüş, Ancak Türkiye son yıllarda Sayın Recep Tayyip Erdoğan yönetiminde Dünya çapında devleşen ekonomisiyle bölgemizde öyle katkılarda bulunabilir ki, insanlarımız Avrupa standartlarındaki yaşam seviyesini bile aşabilirler. Yapılması gereken bu büyük potansiyeli fark edip harekete geçirmektir. Türkiye’nin TİKA ve Yunus Emre vakfı gibi kuruluşları aracılığı ile bölge insanlarımız Kırcaaliler olarak çok rahat yararlanabilirsiniz. Mesela bölgemiz Arıcılık için son derece uygundur. Sahtekârlık yapılmadan arılara şeker verilmeden elde edilecek bal’ı doğrudan Türkiye’ye pazarlama imkânı mevcuttur. TİKA ve Yunus Emre vakfı bu konuda zaten bütün Balkan Ülkelerine yardım etmektedir. Kırcali’de neler yapılır ilk aklımıza gelenler; Orman Arazileri- Orman arazilerinin köylülere dağıtımını sağlanmalı ve ormancılık konusunda eğitim vererek insanlarımızın gelir elde etmelerinin önü açılmalı. Hayvancılık-Hayvancılık konusunda bölgemiz en çok koyun ve keçi yetiştiriciliğine müsaittir. Bugün Rusya’nın Kafkaslar bölgesinde yetiştirilen ve senede iki defa kuzulayan ve her seferinde 4-5 yavru veren Romanov cinsi koyununu yaygınlaştırılmasını sağlanmalı. Bu da insanımızın yani Kırcaalilerin gelirinin 4-5 misli artması demektir. Yani burada yaşayanlar az gayret ile iyi kazanç elde edilecektir. Avrupa’ya gitmeye gerek kalmayacak, gençlerimizin kendi yurdundan uzaklaşarak kendi çevresine yabancılaşmasının önü kesilecektir. Büyük imkânlar olmasına rağmen maalesef bu imkânlar eşit dağıtılmamaktadır. Seçilen yeteneksiz temsilciler ise bu konuları hiç mi hiç düşünmemektedirler, parlamentoya kendiişlerini yoluna koymaya ve milletvekili olmanın ayrıcalıklarından yararlanmaya gitmektedirler. Tütün- Biz tütüne alternatif olarak araştırma yapılmalı bu konuda bölgenin toprak örnekleri ve bölge bilgileri toplanmalı ve araştırma yapılmalı. Yapılacak analizler sonucunda hangi bitkilerin tütünün yerini alacağı ve daha kazançlı ürünlerin tespiti yapılmalı ve bu ürünlerin yaygınlaştırılmasını sağlanmalı. Bunun için AB ve Bulgaristan’daki teşviklerden faydalanılacağı gibi Türkiye’den de destek alınacaktır. Bu konuyu sayın Vejdi Raşi-


Makale ve Analizler - 2013

15

dova da söyledik kendisi bir dönem zarfında bunları başaramadı, demek ki yapmaya niyeti yok.Bu konularda tek tek köylerin hepsinde sürekli toplantılar yapılmalı, halk bilinçlendirilmeli ve aydınlatılmalılardır. AB fonlarından nasıl faydalanacaklarına dair yol gösterilmeli, maalesef bunu yapan olmadı. İmkân var, hem de bölgemizde imkânlar çok ama çok yüksek geleceğiniz kendi ellerinizde, bunları sadece doğru insana ve doğru zamanda kullanmanız yeterli olacak. Eğitim Ana Dilde Eğitim -Ana dilde eğitim her toplumun doğal hakkıdır, bu nedenle çocuklarımız okullarda mecburi ders olarak okumalıdırlar. Din eğitimi ise tercihli ders olarak verilmelidir. Çeşitli inanç gruplarına mensup çocuklar mensubu oldukları inanç ile ilgili eğitim almak için talepte bulunma hakkına sahiptirler. Demokrasilerde bu taleplerin yerine getirilmesi gerekmektedir. Özgürlüklerin azami olduğu ülkelerde her yönlü gelişmeler olmaktadır. Demokrasi ve Özgürlük farklı şeylerdir. Demokrasi çoğunluğun yönetimidir zamanla çoğunluğun diktasına dönüşebilir. Önemli olan özgürlüklerin ne kadar kullanılabildiğidir. Özgürlüklerin kullanılabilirliğinin yanında kullanabilme yeteneğinin de bulunması gerekir. Artık DPS’ye, BSP’ye, GERB’e veya herhangi bir partiye mahkûm değilsiniz. Değerli Kırcaalililer Size karşı görevlerini yerine getirmeyenleri cezalandırmak 12 Mayısta sizin elinizde. Artık denenmişleri bir daha denemeyiniz, tekrar dört yılınızı boşa harcatmayınız.Ancak bir şeyi de unutmayınız, seçtiklerinizden de hesap soracaksınız, bu hesap günü 12.Mayısta yapmalısınız.


16

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

HÖH’ün Kurulması Bulgar Devleti ve Bulgaristan Türkleri İçin Farklı Önemleri Var

Rafet Ulutürk-08.Mayıs.2013

Bulgar Devleti için (HÖH)’ün Önemi – Bulgarların hedefi demokrasiye geçiş ile özellikle de Jelyu Jelev döneminde rejim değişikliği ile birlikte meydana gelebilecek etnik çatışmaların ortaya çıkmasını önlemekti. Böyle bir çatışmanın ortaya çıkması Bulgaristan’ı bir kargaşa ortamına sürükleyeceği gibi ülkeyi de dış müdahalelere açık hale getirecekti. Bulgaristan’da etnik çatışma senaryoları daha 1984 yılarında ele alınmış, hatta resmi ortamlarda karşılıklı olarak ne gibi kayıplar vereceği tartışılmaya başlanmıştır. Bu nedenle, Bulgaristan’daki Müslüman-Türk topluluğunun kendi içlerindeki her türlü örgütlenmelerini kontrol altında tutmak için Türk lider adayları lanse edilmesi gerekiyordu. Bunun için de Bulgar gizli servis çalışanı ve Jivkovun bir dönem danışmanı olan Ahmet Doğan liderliğinde HÖH’ün kurulmasının önü açıldı ve medya aracılığı ile yoğun bir propaganda çalışması yapıldı. Böylece Bulgaristan Türklerini çatışmalardan uzak tutacak olan bu yönetim aynı zamanda, Müslüman-Türk topluluğunu kendi köklerinden, dininden, örf ve adetlerinden uzaklaştırmak için çalışacak ve yeni asimilasyon şeklinin ilk ayağını oluşturacaktı. Bulgarlar 130 yıllık bir sürede şunu çok iyi anlamışlardı; “Bulgaristan’daki Müslüman-Türk topluluğunu asimile etmek için onları dininden ve adetlerinden uzak tutmak ancak kendi içlerinden seçilen insanlarla sağlanabilirdi”. Bu amaca uygun olarak HÖH Yönetim kadrosu da eski Bulgar istihbarat elemanlarından oluşacak şekilde dizayn edilmiştir. Böylece Bulgar Devleti açısından Müslüman azınlığa yönelik hedef tam olarak tutturulmuştur. Türkler için (HÖH)’ün Önemi Türklerin hedefi ise yüz yıl süren baskı rejiminden sonra böyle geniş hakların tanınması, özellikle de geçen yüzyılın 70’li ve 80’li yıllarında yapılan soykırım uygulamaları zihinlerde taze iken, birlik ve beraberliği sağlayarak geçmişte yapılanlara asla izin vermemek ve kendilerini korumak için güçlü olmaktı. Bu nedenle HÖH kurulur kurulmaz Bulgaristan’daki MüslümanTürk topluluğu hemen bu partinin etrafında örgütlendi. HÖH aynı zamanda Bulgaristan Türkleri üzerindeki gerginliği azaltmak ve olası taşkınlıkları önlemek için bir çıkış yolu olmuştur. Bulgaristan’daki Müslüman-Türk toplu-


Makale ve Analizler - 2013

17

luğunun gözünde ise HÖH “hak ve özgürlüklerin korunması” uğruna kurulmuş ve tek hedefi bu doğrultuda birlik ve beraberlik içinde hareket etmek olduğuna inandığı bir hareketti. Dışarıdan birlik ve beraberlik adına olan bu hedef tutturuldu görünüyor olsa da bu geçen 20 yıllık süreçte maalesef Müslüman-Türk toplumu kendi benliğinden sürekli uzaklaştırıldı, kimliksizleştirildi.Çünkü HÖH yöneticileri sanıldığı gibi onlardan değildi.

SEVGİ RENKLERİ VE YAŞAM SEVİNCİ

Müzeyyen AVCIOĞLU-09.Mayıs.2013

Doğuştan şanslıyım diye düşünürüm. Cennet gibi bahçelerde yaşadım ömrüm boyunca. Çocukluğum bir beş dönümlük meyve bahçesi içinde geçmişti. Asma ağacı altında, konak gibi bir evimiz vardı. İki katlı, sekiz odalı güzel bir ev. Ak kayalar’ın altında, Ardanın yanı başındaydı. Köy ağası kızı değildim. Ağlık kim, benim babam kimdi. Öyle şeker, öyle bir altın kalpliydi ki, uçan sineğe bile kıyamazdı babacığım. Birkaç işte çalışıyordu. Hiç yokluk görmedik biz kardeşlerimle. Annem de asil bir kadındı. Bir de tütün yetiştirme ustası. Sofya radyosunda hünerlerini anlatmıştı. Tonlarca tütün ürettikten sonra, bronz ve gümüş madalya ile ödüllendirilmişti. Köyümüz 150 hanelik bir Türk obasıydı. Dördüncü sınıftan sonra Kırcaali’ye okula gidip gelmeye başlamıştım. Lise sona kadar Kırcaali’de okudum. Bir nevi köyde doğup yaşayan, şehirde okuyan çıtı pıtı güzel bir kızdım. Daha sonra, öyle bir uzak dağ köyüne gelin gittim ki,adeta sizlere anlatamam;derin uçurumlarla dolu dağlık bir bölgeydi oraları. Patika patikaydı yolları,ne otobüs,ne de tren.Ama o yeşil dağlar çok güzeldi. Şimdi ise öyle bir doğal ortamlarda ikamet edebilmek için adeta birer sermaye harcıyoruz. Daha sonra, Türkiye’de yine çok güzel bir evimiz oldu. Bursa’nın Ziraat parkının oralarda o. Yeşillikler içinde, akasya ağaç-


18

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ları arasında, fındık bahçelerine bakan, hem de koskoca bir metropolün tam ortasında. Beyaz gülü çok severim ben, bayılırım onun kokusuna ve güzelliğine. Eşimin bana bir armağanıdır beyaz gül bahçem. Bir gün ilginç bir olaya tanıklık ettim. Hasta yatağında yatan ağabeyime gidiyordum. Yolda önüme bir yaşlı teyze çıktı. Üzerinde mantosu ve başında örtüsü vardı. Tıpkı bizim annelerimiz gibi örtünmüştü ve giyinmişti. Elindeki poşette ise bir yığın ekmek vardı, sokağın iki tarafına bakınarak bir şeyler arıyordu sanki. Selam vermeden geçemezdim bu sevimli teyzeyi. Buralı mısın, be gülüm sen, dedi önce. Evet dedim ve karşıdaki evimi işaret ettim. Çok iyi gülüm dedi, sen de kızacak mısın bana diye mırıldandı. Ben her gün bir torba ekmek alıyorum fırından ve şu havada uçuşan kargaları,kuşları,avlu boyunda gezinen karıncaları besliyorum. Poşeti öyle büyüktü ki,kuru ekmekleri bir de suyla ıslatıyormuş ve onları birkaç metre mesafeyle duvar diplerine bırakıyormuş.Gülümseyen ve mutlu gözlerle bana bakıyordu.O an ağlayasım geldi,adeta onu öpmek istedim.Çok duygulanmıştım,ona sarıldım ve o buruşmuş yanaklarından öptüm. Ben sana nasıl kızarım ki, dedim, sen insanlık dersi veriyorsun bizlere. Nerelisin be teyzem sen,Bulgaristan’lısın galiba,dedim.Eğridere’liyim ben gülüm, sen nerelisin diye sormayı ihmal etmedi.Çok yaşlıydı kendisi,ama yaşam sevincini hayvanları koruyup ve beslemekte bulmuştu...

HÖH ile ilgili düşüncelerimiz

Rafet Ulutürk-09.Mayıs.2013

Bulgaristan Türkleri 1919-1933 yılları arasında örgütlenme imkânı bulmuşlar ve bu dönemde kurulan dernekler, vakıflar, kulüpler v.s. gibi sivil kuruluşlar ülkenin dört bir yanına dağılmış ve geniş çaplı bir bilinçlenme seferberliği başlamıştır. Ancak 1934 yılındaki iktidar değişikliği bu çalışmaları büyük ölçüde kısıtlamış Türklere son darbeyi de 1944 yılından sonra Komünistler indirmiştir. 1944-1990 yılına kadar Bulgaristan Türklerine hemen hemen hiç örgütlenme imkânı verilmemiştir. Özellikle totaliter Jivkov döneminde en ufak kıpırdanmalar bile sert bir şekilde cezalandırılmıştır. Bu uygulama Jivkov iktidarının Bulgaristan Türklerini sistematik bir şekilde yok etme politika-


Makale ve Analizler - 2013

19

sına paralel bir şekilde yürütülmüştür. Türklerin yoğun olarak yaşadıkları Şumnu, Silistre, Razgrad, Tolbuhin, Tırgovişte, Hasköy ve Kırcaali de ülkenin hiç bir, kanunda yer almayan uygulamalar yapılmıştır. Özellikle Kırcaali de ise hiç bir yerde görünmeyen müstemlekevari uygulama söz konusu olmuştur. Ancak 1989-1990 yıllarında Doğu bloğun çöküşü ile birlikte yeni gelişmelerin olduğu Bulgaristan da örgütlenmeler başlamış, buna Türklerde dâhil olmuştur. Hak ve Özgürlük Hareketinin kuruluşu da bu dönemdedir. Kısa bir sürede bütün Bulgaristan Türkleri’nin benimseyip saflarına koştuğu Hak ve Özgürlük Hareketi acaba nasıl bir yapıdaydı? HÖH kurulduğu sıralarda Bulgaristan’da değişim rüzgârları eserken aynı zamanda Türkiye’ye olan yoğun göç dalgası da tüm hızı ile devam etmekteydi. Bu hızlı göçe rağmen Bulgaristan’daki Türklerin tamamının Türkiye’ye göç etmesi beklenemezdi ve Bulgaristan’da kalan ve kalması muhtemel görünen Türkler kendi varlıklarını sürdürebilmek, haklarını koruyabilmek ve saldırıları bertaraf edebilmek için kurulmuş olan HÖH etrafında hızlı bir şekilde toplanmaya ve örgütlenmeye başladılar. Ancak kurulan parti kademelerinde eski Komünist dönemden kalma ve komünist partisi ile işbirliği yapmış kişiler yer almaya başladılar ve gönül bağı ile çalışmak isteyenlere yer vermediler, parti kademelerinde yer alanları da zamanla etkisiz hale getirdiler. Bununla birlikte bilinçli olan özellikle temiz ve aydın kesim de partiden uzak tutulmaya çalışıldı ve de uzak tutuldu. Zamanla da şahsi menfaat odakları HÖH’ün kademelerindeki yerlerini pekiştirmeyi başardılar. Sonuç olarak da Türk toplumundaki HÖH’e olan güven duygusu zayıflamaya başladı ve zamanla da güvensizliğe dönüştü. Bazı yerlerde durum o kadar vahimdir ki, HÖH dendiği zaman otomatikman halk tepkilerini ortaya koymaktadır. Tepkileri ise genellikle HÖH’den bugüne kadar seçilen Milletvekilleri, Belediye Meclis üyeleri, Belediye Başkanları veya muhtarların Bulgaristan’daki Türklerin çıkarları veya menfaatleri için çalışmalar yapmamaları veya çalışmak istememeleri nedeniyledir. Halk tarafından sevilmeyen kötü geçmişe sahip kişilerin yerine yeni genç adayların gösterilmesi kanaatimizce yeni bir sıçramayı da beraberinde getirecek, güven duygusu yeniden yeşermeye başlayacaktır. Fakat son 2013 seçimlerinde yine 16 DC ajanları listelere koyabilme cesareti göstermişlerdir. Keşke bu cesaretlerini Bulgaristan Parlamentosunda Türk halkını savunma konularında da gösterebılselerdı.


20

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Çünkü HÖH’nin Yöneticileri bulundukları makamlarında, sadece günlük ve şahsi menfaatler doğrultusunda çalıştıklarından dolayı, iştigal ettikleri mevkileri sadece kısır çıkarlar için kullandıklarına tanık olduk. Halbuki bu makamlara gelmelerine sebep olan ve kendilerinin belki de farkında bile olmadıkları iki nitelikleri vardır. 1. Türk Müslüman olmaları 2. HÖH içinde bulunmaları ve HÖH tarafından aday gösterilmeleri. Unutulmamalıdır ki halkın gözünden hiçbir şey kaçmaz. Seçimlerden sonra Türk toplumunun isteklerine sırt çevirenler er veya geç bunun bedelini ödeyeceklerdir. Bu güne kadar Bulgaristan’da hep Bulgarlara hizmet edenler kazanmıştır fakat artık dünya değişiyor ve Bulgaristan’da da çok şey değişecektir. Çünkü Bulgaristan’da yaşayan Türkler, ekonomik olarak ezilen ve kendilerine sahip çıkılmaması bunu göstermektedir. Şu da hafızalardan hiçbir zaman çıkarılmamalıdır ki, Bulgaristan’daki Türk toplumu oylarını HÖH’ün lehine kullanırken Türkiye’nin HÖH’i desteklediğini bilmesinden dolayıdır. Aksi bir kanaatin oluştuğu ortadadır.

Dedem koynunda yatıkça benimsin ey güzel toprak Bulgaristan

Rafet Ulutürk-11.Mayıs.2013

Bulgaristan’da HÖH’ün yürüttüğü siyaset o ülkedeki MüslümanTürk toplumuna hizmet olmalıdır. Aynı zamanda Türkiye’nin Avrupa Birliğine girmesi için imkânları çerçevesinde destek sağlamalıdır. En azından Avrupa Parlamentosunda faaliyet gösterebilirler, fakat bu bilinç şu anki HÖH kadrolarında olduğunu söylemek maalesef mümkün değildir. Bununda örneği Avrupa Parlamento seçimlerinde 1.Sıradan Milletvekili seçilen Sayın Filiz Hüsmenova bir Bulgaristan TV programında şunları söylemiştir: Soru: Türkiye’nin AB katılıp katılmaması konusunda ne düşünüyorsunuz. “Benim kişisel görüşüm Türkiye’nin Avrupa Birliğine katılma-


Makale ve Analizler - 2013

21

masıdır.” Yukarıda belirttiğimiz iki konuda (Türk toplumuna hizmet ve AB) gerekli çalışmaları yapmayan HÖH’ün hiç kimseye faydası olacağını sanmıyoruz. Amma her şeye rağmen Bulgaristan’daki Türklerin oluşturduğu bir Milli parti (Türklerin) olması nedeniyle gönlümüzde yer almaya devam edecektir, taa ki yenilenmeyi içindeki DC’leri reddedene kadar. Bu 2013 seçimlerindeki başarı Türkün başarısı olacaktır. Her şeyi bırakıp Türklüğün, Müslümanlığın ve orada kalan Atalarımızın şehitlerimizin varlığını sürdürmek için başarmak zorundayız. Bunu HÖH’ün 23 yıllık faaliyetlerine Müslüman-Türk toplumu tarafından verilen desteği hak etmemişlerdir.Fazla teferruata girmeden HÖH’ün yapması gereken ancak hiçbir şekilde üzerinde durmadığı konular kısaca şunlardır. Kurucularının da KDS (Bulgar gizli servisi) şu an da 2013 vekil listelerinde 16 DC mensubu olan HÖH bu gizli servis ve muhbir kalıntılardan kurtulmaya çalışmadı ve komünist partisi işbirlikçilerini partiden uzaklaştırma gayretine girmedi, buna karşılık samimi olanları küstürdü ve yer vermeyerek uzaklaştırdı. Bulgaristan Komünist dönemde devlet tarafından el konulan arazilerin (gayrı menkullerin) Tarihi eserlerimiz vakıfların geri verilmesi esnasında HÖH Bulgaristan’daki Müslüman-Türk toplumuna gerektiği gibi yardım etmemiş, yol gösterici olmamıştır. Türk toplumunun sorunlarına eğilmemiştir. Buna mukabil teşkilat içindeki bir kısım kişiler bundan nasıl faydalanabilecekleri ile uğraşıp durmuşlardır. Bulgaristan’da yaşayan Türklerin büyük bir kısmı orman arazilerine sahiptir. Ancak bu arazilerle ilgili insanların ellerinde tapuları yok. Ancak şahitler vasıtası ile mahkeme tarafından tapular verilebiliyordu. HÖH’un bu konuda herhangi bir gayreti olmamıştır, gayreti köylerde seçilen muhtarların Türkiye’ye gidenlerin yerlerini almakla meşgul olmalarıdır. Bulgaristan’da çeşitli işletmeler özelleştirilmeye başladığında bu özelleştirmelerden Türk toplumunun faydalanması için HÖH hiçbir faaliyette bulunmamış, yol gösterici olmamıştır, hatta engellenmişlerdir. Bulgaristan’da bir sanayici ve müteşebbis grubu oluşması için çaba sarf etmemiştir. Buna mukabil HÖH’ün ileri gelenleri özelleştirmeden kendileri kazançlı çıkmaları için ellerinden geleni yapmışlardır. Ancak bu durumu da diyet borçlu oldukları Bulgarlar kullanmasını iyi bilmişler ve Bulgaristan Türkleri özelleştirmenin dışında tutulmuşlardır.


22

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Sonuç olarak Bulgaristan Türkleri Bulgaristan’ın iktisadi hayatının dışında bırakılmışlardır. Bu Bulgarlar tarafından bilinçli bir şekilde yapılmıştır. Hâlbuki bu dönemlerde HÖH gerekli olan tavrını koyarak Bulgaristan’daki Türklerin de özelleştirmeden faydalanmalarını sağlayabilirdi, hatta gerektiğinde rest çekme imkânı da vardı. Bunu yapmadı daha doğrusu yapamadı.Özelleştirmeden sonra işlerini kaybeden Türkler ya Türkiye’nin yolunu tutmuş, ya da başka yerlerde nafakasını aramak için yollara koyulmuştur. Kırcaali belediyesinde çalışan toplam 190 kişiden 65’i Türktür. Burada belediye başkanı da HÖH’den yani orada Türklerin oyu ile kazanandır. Özelleştirme ile birlikte Bulgaristan Türkleri adeta bir ekonomik soykırım yaşamışlardır başta Ahmet Doğan olmak üzere HÖH de buna seyirci kalmıştır.Bulgaristan’daki Türklerin Türkçe eğitimi konusu hala sürüncemede ve Türk çocukları Türk dilbilgisinden mahrum edilmiş durumdadırlar. Üniversite sınavlarında dahi ayrımcılık yapılmakta ve isimler ön planda tutulmaktadır. Üst düzey eğitim mastır veya Doç. Prof. olmak için Hristiyanların dışında olanlar halen engellenmektedir. Bu da bu gün Doç. Prof. olan Müslümanların sayısı çok ama çok azdır. Bu konuda da HÖH istenilen faaliyetleri yürütmemiştir.Vakıflar ve vakıf malları: Bulgaristan’daki vakıflar ve vakıf malları tamamen sahipsiz kalmış, bir kısım vakıf malları da yağmalanmış durumdadır. Birçok vakıf malı yok denecek fiyatlara satılmış, bir kısmı da çeşitli grupların gelir kaynağı haline gelmiştir. Vakıf mallarının büyük bir kısmı ise hala devletin elindedir ve geri alınmaları konusunda ciddi çalışmalar yapılmamaktadır. Pomak Türklerine mesafeli davranmış ve onların HÖH’ten yavaş yavaş uzaklaşmalarına neden olmuştur. HÖH adeta bindiği dalı kesmiştir. HÖH Lider kadrosu eski KDS ( Eski Bulgar Gizli Servisi ) mensuplarının oluşturduğu Bulgaristan finans çevrelerinin bataklığına, gırtlağına kadar batmışlardı. Neticede de Bulgarların ve özellikle bu çevrelerin sözlerinin dışına çıkmaları mümkün olmamıştı.Yukarda ana hatları ile belirttiğimiz konularda ve daha birçok benzeri konuda HÖH bilinçli veya bilinçsiz gerekeni yapmamış olmakla Bulgaristan’daki Türk toplumuna destek olamamış ve her geçen gün güç kaybetmiştir. Bu nedenle HÖH’te ciddi bir reorganizasyona ihtiyaç duyulmaktaydı bunu da seçim öncesi yap(a)madı. Bu da Bulgaristan’daki Türk topluluğunun bilinçlendirilmesi ile mümkün olacaktır. Türk topluluğunun bilinçlenmesi ise bilinçli ve samimiyetle çalışan sivil kuruluşlar vasıtasıyla olabilecektir. Bundan dolayı Türkiye’nin HÖH desteklemekten ziyade Bulgaristan’daki Türk topluluğunu toparlayacak ve bilinçlendirecek olan sivil kuruluşlarına gerekli desteği göstermesi doğru olacağı kanaatindeyiz. Şuna inanıyoruz ki, Türkiye desteği kesilen HÖH’te taşlar yerinden oynamaya başlamıştır.


Makale ve Analizler - 2013

23

Sonsöz: Bulgaristan Balkan ülkelerinden Türkiye’nin Avrupa yolunda en stratejik bölgeyi işgal etmektedir. Yani burada bulunan barajlar ve nehirlerin bulunduğu yerlerde Türklerin yaşadığı yerlerdedir. Bu nedenle Türkiye’nin bu ülkeye ayri bir önem vermesi gerektiği düşüncesindeyiz. Asırlarca vatan toprağı olan bu ülkede milyonlarca kardeşimizin yaşadığı gibi büyük bir Türk İslam mirasını da barındırmaktadır. Bulgaristan ın taşında toprağında, havasında suyunda Türklük kokmaktadır. Türkiye’nin yapacağı yardımlar ve destek ile yürütülecek eğitim ve propaganda çalışmaları ile burada Türklüğü ve Müslümanlığı sonsuza kadar yaşatmak mümkündür. Bulgarlar bu toprakları Bulgar toprağı olarak görmekte ve Türkler Türkiye’ye propagandasını yapmaktadırlar. Ancak bu toprakların esas sahipleri Traklardır. Onlarda tarihe karışmıştır. Bu nedenle yapılacak çalışmalarla bu durum temel alınmalı ve buranın burada yaşayan herkesin olduğu konusunda STK’ları ile Türkleri eğitmeli ve bilinçlendirmeliyiz. Sahiplenme ve “ vatan toprağı “ duygusuna sahip oldukları andan itibaren bu konu çözümlenmiş olacaktır. Vatan toprağı diyoruz çünkü burası asırlarca anavatanın bir parçası idi ve Bulgaristan Türklerinin ANAVATAN’ ı bu topraklardır, Bulgaristan’dır. Dedem koynunda yatıkça benimsin ey güzel toprak Bulgaristan.

Bu iş beni gerdi. Seçim zamanı geldi mi? Ben de bilirim işimi

Rafet Ulutürk-11.Mayıs.2013

Çok sevdiğimiz, göz bebeğimiz, Bulgaristan’da yaşayan MüslümanTürkler olarak kendimize zırh gibi gördüğümüz HÖH 1990 yılında doğdu. Çok şirin, çok sevecen, çok samimi idi partimiz o ilk yıllarında.MüslümanTürk bilincinin, İslam anlayışını, dilimizi ve kültürümüzü sahiplenecek muhafaza edecek ve geliştirecek ümidi veriyordu o yıllarda. Coşkuyla, heyecanla ve özveri ile hiç bir karşılık beklemeden, gönüllerden gelen bir hizmet anlayışı ile oluşmuştu bu gönül birliği. O zamanlar fakirdik, fukaraydık, bilgisizdik fakat onurluyduk. Güçlüydük, çünkü inançlıydık. Umutluyduk, çünkü davamız vardı o zaman. Davamızın tek amacı; insan gibi yaşamak, bilinçaltındaki kimliğimizi yaşatmak, dilimizi konuşmak, özgürce ibadet


24

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

edebilmek, kültürümüzü yaşatmak ve çocuklarımızın geleceğini, nesillerimizi güvence altına almaktı.Onca çileye, baskıya, işkenceye rağmen hiç kin beslemeden, kan dökmeden, sabırla acılarımızı içimize gömerek durmadan yolumuza devam ettik.Fakat bu birliktelik, bu güç, birilerini ürkütmüştü. Kırmızı canavar (BKP) kürkünü değiştirerek tekrar çıktı karşımıza. Beslediği, büyüttüğü yavrularını (ajanları) tekrar harekete geçirerek daha korkunç bir süreç başlattı – Gizli Asimilasyon.İlk darbe 1992 yılında DGB (Demokratik Güçler Birliği) ile beraber yaptığımız koalisyonu, A. Doğan’ın (HÖH) tek taraflı fes etmesiyle ve hükümet ortaklığından çekilmesiyle gerçekleşti. Aynı kadro BSP-HÖH işbirliğini kurdu ve demokrasinin önü kesilmiş oldu.1993’de BSP (eski komünist partisinin yeni ismi) gizli bir genelge ile tüm eski sistemde görev almış olan Müslüman-Türk asıllı bireyleri tekrar görevlendirerek HÖH yönetimini ele almaları emredildi.O zaman halk psikolojisini iyi bilen ve emir almaya alışkın komünist uşaklarının bu emri yerine getirmeleri pek de zor olmadı. Çünkü onlara karşı koyabilecek, özgüveni olanlar, özellikle genç aileler, aydınlar zaten Bulgaristan’ı terk etmişler ve göç hızla devam ediyordu. Partide görev alan genç aydınlar, tahsilli fakat devlet mekanizmalarına yabancı, siyasetten uzak, aksakallısı ve yol göstereni olmadığı için tecrübesizliklerine yenik düştüler. Zaman geçtikçe HÖH, muhtarlık, meclis üyeliği, belediye başkanlığı, vali yardımcılığı, milletvekilliği devlet memurluğu v.s. gibi görevlerle devlet mekanizmalarında yer edinmeye başladı. Dolayısı ile bu imkânları sunan HÖH’de büyük bir değişim oldu. HÖH bir cazibe odağına dönüştü: Türklüğünden utanan, başka partilerden medet uman ancak başarılı olamayan, sözde Türk aydınları kendilerine has entrikalarla HÖH’e akın ettiler. Kırcaali bölgesinde bunlardan biri de Sayın Lütfi Mestan’dı. Bir anda kendilerini HÖH yönetiminde, hatta merkezde buldular. Buralara yuvalandıktan sonra maddi imkânlarla da tanışma fırsatları oldu. Bu imkânları sadece kendi çıkarları doğrultusunda kullanarak bir anda kendi dere-beyliklerini kurdular. Bu beyliklerin büyük çoğunluğu eski rejimde aktif görev almış ailelerden oluşmaktaydı ve halen devam etmektedir. Maddi imkânları artıkça dere-beyler sınıf atladılar ve halktan koptular. 90’lı yıllarda halk bir beklenti içindeydi ve sabırla, inançla oylarını tereddütsüz HÖH’e verdiler. 2000’li yılların başında halk arasında çatlak sesler, başkaldırı ve umutsuzluk belirdi. Bu başkaldırıları yok etmek ve halkı tekrar bir araya getirebilmek için eski ajanlar kendilerine has bir yöntem geliştirdiler: 2005 yılında A. Doğan tarafından Ataka (Irkçı Bulgar Partisi) kurulması


Makale ve Analizler - 2013

25

için 1 milyon 600 bin Leva hibe edildi. Ataka kurularak, eskiden denenmiş bir strateji ortaya konuldu. Ataka maşasıyla halkı yine eskiden oluğu gibi, korku, baskı, tehdit ile karşı karşıya bıraktılar. Böylece HÖH’ün oyları patladı. Fakat tüm bu çevirdikleri entrikalarla kara gibi gördükleri buz dağının sıcak akıntılara yöneldiğini ve eridiğini fark edemediler.Bulgar meclisinin gizli istihbarat elemanlarını (ajanları) açıklama kararı almasıyla sular daha da ısındı.2010 yılında Bultürk’ün yaptığı anketin sonuçları bu durumu net olarak ortaya koydu. Yani ankete katılanların % 64’ü HÖH yönetiminden memnun olmadığını dile getirdi. Fakat HÖH bunu görmezden gelerek geçiştirebileceklerini zannettiler. Anketten sonra yazılı ve görsel medyaya demeç veren HÖH yöneticileri “Bunlar saçmalık, gerçeği yansıtmıyor” gibi demeçler verdiler.Fakat ciddiye alınmayan bu anket HÖH’ü böldü. Bu anket sonrası partinin 2. adamı teşkilattan sorumlu başkan yardımcısı görevinden istifa etti. Üstelik istifa gerekçesinde anket sonuçlarını tasdikledi. Bundan sonraki süreçte ve gelişen olaylarda, medyada HÖH yönetimine karşı eleştiriler ve memnuniyetsizlikler daha da arttı. Anket sonuçlarını asıl tasdikleyen 2011 yerel seçimleri ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri oldu.2009 Genel seçimlerinde 710 bin oy alan HÖH’ün oyları 2011 yerel seçimlerinde 220 bin oya geriledi. Bu durum HÖH yönetiminde paniğe sebep oldu.Aslında bu, Bulgaristan’da ilk Türk Cumhurbaşkanı adayını desteklememelerinin cezası böylece kesilmiş oldu. 23 yıl boyunca yap(a)madıklarının muhasebesini yapmaya başladılar. Fakat artık halkın gözünde miatları dolmuş, halkın sabrı tükenmiş, tüm itibarları yerle bir olmuştu.Tüm bu parti aleyhine gelişen süreçte HÖH önderleri bir panik havası içerisinde kendilerince çözüm üretmeye çalıştılar. Hayatında camiye girmemiş partililer yağmur dualarında el açtılar, mevlitlerde boy göstererek kendileri gibi ajan olan imam ve müftülerle aynı karelerde poz verdiler. 110 binlerden 12 bine düşen Türkçe okuyan öğrenci sayısı ile alınan yüz karasını kendilerince silmeye çalıştılar. Biraz gecikmeyle de olsa (23 yıl sonra) okullarda ana dilde eğitim önergesi sunarak. Önerge demişken bir de soru önergesi sundular meclise. (Neden Bultürk ile Bulgaristan Parlamentosuna gelen eski göçmenlere parasız vize veriliyorsunuz diye.) Daha sonra, anlaşılan alınan tepkilere karşılık “Pardon” dercesine Türkiye’deki eski göçmenlere vizesiz Bulgaristan’a giriş yapabilmeleri için yeni bir önerge sundular-şaşkın ördek misali.Belene ve siyasi hüküm giymiş olanlara “Onur Belgesi” adı verilen bir kâğıt parçası ile değer vermeye çalıştılar. Bu dava adamlarımız adına toplantılar düzenlediler. Saçı beyazlamış, sefil kalmış kahramanlarımız. Avrupa insan hakları mahkeme kapılarını aşındırır iken parti önderleri hep görmezden geldi onları. Halk da yemiyor artık, çünkü


26

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

23 yıl sabırla hep değişmelerini beklemekteydiler, amma artık umutlar tükendi ve halkta artık umudunu kesti. Bu “dava” adamları da bu belgeyi almak için sıraya girdiler. Türkiye ilişkilerini sıcak tutmak için heyetler gönderdiler fakat resmi kurumlarda muhatap bulamadılar. Bir kaç “Bulgaristanlı ”Milletvekili aday adayları, dernek başkanları ve belediye çalışanları dışında “Hoş geldiniz” diyenleri pek olmadı. Kısacası halkın nabzına göre şerbet vermeye çalıştılar amma yüzüne gözüne bulaştırdılar. Demek biliniyormuş Halkın beklentileri fakat artık geç oldu, tavşan dağı aşmıştı. Nitekim oluşan kamuoyu baskıları sonucu partinin korunması içgüdüsü ile hareket edenler dediler ki, değişim şart. Nasıl bir değişim? Tabi ki taze kan değil, yeni simalar değil sadece ufacık bir “rokado” yani yer, sandalye değişimi. Değişim tamam da, parti yönetimindeki gruplaşmaları, kutuplaşmaları ve anlaşamamazlıkları dışarıya yansıtmadan nasıl gerçekleştiririz bu değişimi? Bu halkın ihtiyacı gelişim aslında amma bunları düşünen bile yok. Seçim esnası olası tartışmaları nasıl atlatabiliriz. Bu “değişim” diye adlandırdığımız hamleyi nasıl halka yuttururuz? Bu konudaki olası yorumların, eleştirilerin önünü nasıl kesebiliriz? Tüm bu sorular HÖH’ün 8. Olağan kongresinde cevap buldu. Strateji 10 numara tebrik etmemek elde değil. Fakat evdeki hesap çarşıdakini pek tutmadı galiba.Ahmet Doğan’ın raporundaki Türkiye ile Bulgaristan Başbakanları arasındaki iyi ilişkileri eleştirmesi, Türkiye Cumhuriyeti’ni küçümsemesi hiç de yakışı kalmadı. Kendi ağzından duyulsaydı daha çok antipati kazanmış olacaktı. Medyanın, Oktay’ın geçmişine, ailesine, hobilerine, hatta sevgilisine kadar yazıp çizdikleri için asıl yazılması gereken yeni başkan Sn. Lütvi Mestan’ın geçmişi gölgede kaldı veya örtbas edildi. Bu bilgiler seçim öncesi tartışılmalıydı. Fakat parti yöneticileri buna cesaret bile edemedi. Çünkü parti içi “demokrasiye “ ,daha doğrusu despotizme karşı koymuş olacaklardı. Sadece emniyeti ilgilendiren Oktay’ın bilgileri yerine Lütvi Mestan ile ilgili bilgileri kamuoyu ile paylaşmanın daha yararlı olacağını düşündük. Yeni başkan Lütfi Mestan 1960 Kırcaali’nin Ada köyünde (Ostrovets) doğdu. Üniversite mezunu. 12.03.1979 tarihinde Pavel adıyla Bulgar gizli istihbaratına dâhil olmuştur. 90’lı yılların başlarında Mestanlı DGB (Demokratik Güçler Birliği) kurucusudur. Ayni partiden Bulgar ismi ile Belediye Başkan adayı olmuştu. Bu dönemde en ilginç çıkışı “HÖH’ün bir gelecek vaat etmediği, gelecek DGB’de” ve “HÖH Aydın Türkler’den yoksun bir partidir” demeçleriydi. Geç de olsa Türk ismini geri aldıktan sonra HÖH kapılarını çalmaya başladı ve HÖH’e dâhil olmayı karısını değiştirerek başardı.


Makale ve Analizler - 2013

27

2001, 2005 ve 2009 parlamento seçimlerinde milletvekili seçildi. 2005 seçim öncesi propaganda çalışmalarında Kırcaali’nin Sağırlar köyünde bir öğretmenin “Biz okullarda ne zaman Türkçe okutacağız” sorusuna kendisine yakışır bir cevap vermiştir: “Ne yapacaksınız Türkçe öğretip de, gidin çocuklarınızı İngilizce öğretin, Avrupa vatandaşı olsun çocuklarınız”. Evet o zaman kendisi için Türkçe bu kadar önemsizdir. Şubat 2011’de Ataka partisinin meclise sunduğu “Osmanlı Devleti Bulgarlara soykırım uygulamıştır” önergesine yeni başkan Lütfi Mestan evet oyu kullanarak tarihe geçmiştir.Evet, sözde Türk partisi HÖH %100 oyla Sayın Lütfi Mestan’ı HÖH’ün başına yeni başkan seçmiştir. Todor Jivkov bile %99 oyla seçiliyordu. Demek oluyor ki bizim demokrasi daha doğrusu totaliter anlayışımız daha baskın ve gelişmiştir.Bu da insanlarda eskiyi çağrıştırıyor ve 9 Eylül törenlerindeki sloganları akla getiriyor.Nostalji ile olayı özetleyecek olursak şöyle bir slogan yakışır “Yaşasın Bulgar Sosyalist Partisinin TÜRK Komünistleri. URRRRAAA !” Tepedeki Ahmet Aga dedi:“Lütvi sen olacaksın başkan” ve öyle oldu. Sokaktaki Ahmet Aga da diyor ki; “Sava gitti, Pavel geldi.” Bu iş beni gerdi. Seçim zamanı geldi mi? Ben de bilirim işimi.

HÖH tarihini kim yazacak

Rafet Ulutürk-13.Mayıs.2013

Tarih, ihanet edenlerin, Sultan ve Kralların mezar taşlarıyla doludur. Hak ve Özgürlükler Hareketi kendi kendini bitirdi. Halkımızı, seçmeni aldatma planları yaparken son kurultayda ayağı kaydı ve ölümcül düştü. Çok yazık olsa da, yapılacak bir şey yok. Sonunda eden kendine eder, kim ne ekerse onu biçer. Halka kötülük edenin kaderi her zaman yok olmak olmuştur. Bu politik parti, hareket, iktidar veya devlet olabilir, halkına kötülükler eden devletler de yok olmuştur. Tarih, ihanet edenlerin, Sultan ve Kralların mezar taşlarıyla doludur. Önemli olan, yok olduktan sonra, yok olanın tarihini kimin yazacağıdır. Tarihi kaleme almak zordur.


28

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Alman tarihçi Joseph V. Hammer Büyük Osmanlı Tarihi üzerinde 30 yıl çalıştıktan sonra, 5 yıl yazmıştır. Bulgar yazar P. Yapov, Ahmet Doğan hakkında “Şeytan” adlı kitabını yazabilmek için 8 yıl HÖH Başkanı’nın çok yakınında çalışmış ve A. Emin’in Saray’daki sihirli ölümünden sonra, HÖH’ten ayrılıp 3 yıl yazmıştır. Gotse Delçev’li, (Nevrekop) usta yazar, Sofya’da yeni baskılarla satılan başarılı eserinde, yalnız Bulgaristan Türk ve Pomaklarının haklı davasına ihanet etmekle kalmayıp, Bulgaristan Cumhuriyeti’nin ve bütün Bulgaristan halkının ulusal menfaatlerine sırt çevrildiğini, ihanet edildiğini, Bulgaristan’ın Rusya’ya peşkeş çekilmesinde Ahmet Doğan’ın büyük rol oynadığını ve buna benzer utanç verici somut gerçekleri büyük bir ustalıkla anlatmıştır. Eserde, Ahmet Doğan’ın DS tarafından yetiştirilip, KGB’ye devredilmesi süreci ve sonunda Bulgaristan’a ihanet ederken, Bulgaristan Türklerini bir parça ekmeğe muhtaç ettiğini akıcı bir dille anlatmıştır. Ne var ki, bu eserde dünyaya duyurulan Ahmet Doğan şeytanlıkları, insanları uyanmaya bir davet olsa da, HÖH’ün özündeki yüksek insancıl ve vatansever ideallerle çakışmamıştır.Totalitarizme karşı demokrasi ve adalet mücadelesinin bilinen kahramanlarından Av. Y. Yankov’da “lidere” ve HÖH’e adadığı ve Türkçe’ye tercüme edilmeden tükenen kitabında, Ahmet Doğan’ın DS ve KGB ajanı olduğunu dünyaya ilk duyuranlardan biri oldu. Zülüm gören ünlü hukukçu eserini esaslandırırken, yargılanma ve hapislik yıllarına geniş yer vermiştir. Sofya Merkez Hapishanesi’nde Ahmet Doğan’a komşu “ölüm hücresinde” uzun zaman kaldığını, daha sonra HÖH-DPS lideri olan “mahkûmun” muayene bahanesiyle sık sık hapishane sağlık ocağına çağrıldığını, burada, Dr. St. Stoyanov’un kendisine bonfile, köfte, kaşer, salam, sucuk yedirdiğini, sağlığı ve ruhu kuvvetlendirici batıda imal edilmiş ilaçlar verdiğini de anlatıyor. Buna karşılık minnet ifadesi olarak, HÖH’ün koalisyon iktidar ortaklığı döneminde Dr. St. Stoyanov’un Sofya İl Belediye Başkan Yardımcısı ve daha sonra Sağlık Bakanı Yardımcısı görevlerine atandığına işaret ediyor. Tabii bu gerçekleri yazan Av. Y. Yankov, kendisi demokratik düzende işsiz kaldı, ötelendi. Sofya’yı terk etti. Başka şehirlerde iş aramak zorunda kaldı. Av. Yankov çok değerli kitabını HÖH-DPS’den ayrıldıktan sonra, 2 yıl boyunca yazdı. HÖH ve lideri konularında basında ve TV’de esaslı açıklamalar yaptı. HÖH liderinin özünde bir çarpıklık ve sahtelik olduğunu halka ilk duyururken, Bulgaristan Türklerinin davasına “yakın zamanda” ihanet edebilir, uyarısında daha 2000 yılında bulundu.


Makale ve Analizler - 2013

29

Yazılacak HÖH tarihine önemli ışık tutacak bu eser ve avukat yazarın basında çıkan dizi yazıları, yakın geçmişimize ait, şanlı tarihimizin omurga çizgisinde önemli olaylara ışık tutup, hala sır olan pek çok gerçeğin ortaya çıkmasına anahtar olabilir.Onurlu tarihimizin yazılmasına, HÖH “lideri” tarafından yetenekli ve halk tarafından sevilen ve sayılır oldukları görülünce hemen kenara itilen, partiden uzaklaştırılır. Bir daha HÖH-DPS kapı mandalına yapışma cesareti gösteremeyen, kendilerine hiç bir olanak sunulmayan, cesaretleri kırılan, korku dünyasına itilir. Bu arada hiçbir örgütsel toplantıya ve herhangi başka bir etkinliğe çağrılmayan, tehlikeli düşman olarak gösterilen, “Türk milliyetçisi” olarak lekelenen, hatta yeri gelince “ırkçı” damgası vurulan, kendilerine yaşam hakkı bile çok görülenlerler. Yer yer çok ezilenler mahrumiyet çizgisinde yaşamaya zorlananlar da büyük bir bilgi birikimi paylaşarak anlatacakları olaylarla gerçeklerin su yüzüne çıkmasına önemli katkıda bulunabilirler. Ahmet Doğan’ın dosyası, gizli servise müzevirlik dosyası 40 cilt olduğundan okunması en az 18 ay sürmektedir. Dosyalar müdürlüğünde müdür yardımcısı olan HÖH-DPS Yürütme Konseyi eski üyesi Hayruş bile Ahmet Doğan’ın dosyasını makamına istemiş, ne yazık ki, okumaya başlayınca tiksinmiş ve sinir şokuna düşme korkusuyla geri göndermiştir. Çünkü hak ve özgürlükler davasının tüm aşamalarında ezile ezile sertleşen Hayruşlar sülalesi bile nasılsa bu dosyalara girmiştir. HÖH tarihinin yazılması, azınlık tarihimizdeki zehirim temizlenmesi açısından çok önemlidir. HÖH tarihinde Ahmet Doğan’ın gerçek yüzü ve özü gizlidir. Halkımıza yapılan kötülüklerin sırrı ve kaynağı oradadır. Bu cadı kazanın kapağı kaldırılmadan, HÖH tarihi yazılamaz. Tarihçi, bunu yapamazsa, HÖH kendi mezarını kendi elleriyle kazmak zorunda kalacaktır. Bu işte, Ahmet Doğan yine seyirci kalacak, şimdiye kadar sırıttığı gibi, hepimizle alay etmeye devam edecektir. O, HÖH’ün gömüldüğüne ancak sevinecektir. Çünkü onun öz misyonu Hak ve Özgürlükler Partisine hayat hakkı tanımamaktır. Bundan dolayıdır ki, Ahmet Doğan 23 yıldır Türkleri, Pomakları ve tüm öteki ezilenleri bilinç ve vicdan olarak yok etmeye çalıştı. Halkımızın çalışma şevkini serpilip açılarak mutluluk arama özlemini kırdı. Hepimize maneviyat olarak kırgınlık ve çöküş yaşattı. Bu sahte liderin zamanında Türklerden yetişen tek aydın gösterilemez, kurulan tekokul gösterilemez, basılan tek şiir derlemesi gösterilemez, telleri koparılmamış beş saz gösterilemez. Aç kalmış yaşlılara, yetimlere yemek dağıtan tek sosyal tesis gösterilemez, sağlık hizmetlerinin geliştiğini ve halka yaklaştı-


30

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ğını gösteren tek adıma işaret edilemez, emekçi halkımızın işini kolaylaştıran adımların atıldığı gösterilemez... Sabırlı insanlarımız bu defa da dayandı. 23 yıldan beri partiye ve adaletli davamıza olan umudumuzu yaşatabildi. Şimdi yalan balonları patlıyor, çökerek yok olma kapıya dayandı. 2013 yılında HÖH ile ilgili haberler, su tabancasıyla “devrim yapan” Oktay, bende, HÖH-DPS tarihini çarpıtmadan kim yazabilir fikrini kurcalarken, benzer konularda dünya tarihinden pek çok olayı hatırlamama neden oldu. Tarih bilen akıllıdır, tarih yazansa bilgedir. Ve “ibret” veren eserlerde “insanlık ve adalet yaşar” derken, General Hannibal kitabının sayfalarını karıştırdım: Ünlü General Hannibal, (247 M.Ö.) İspanya üzerinden gelerek Roma’yı kuşatır. Roma düşmek üzeredir. Ne hikmetse Hannibal Roma’ya girip, şehri bütün ihtişamıyla tarihe gömemez. Tarihçiler, generali niyetinden vazgeçiren bir suikast teşebbüsü olduğunu anlatır. General Hannibal Roma’yı kuşatan orduların başından çekildikten sonra çok ağır günler yaşar. İspanya’daki Sarayları ona dar gelir, Marmara Denizi’nde bugünkü “Eski Hisar” kalesine saklanır. Yerinin Romalılar tarafından öğrenildiğini haber alınca, parmağındaki yüzükte taşıdığı zehirli içerek canına kıyar. Hannibal’ı ölü ele geçiren Romalı komutanın işi bitmemiştir... Tarih onun bildiklerini bilmek; yaptıklarının nedenini öğrenmek ister. Romalı komutan Hannibal’ın hizmetkârını tutuklatır, günlerce işkence yapar, aradığı Hannibal’ın günlükleridir. Ağır işkencelere dayanamayan hizmetçi, sonunda günlükleri sakladığı yerden çıkarıp, Romalı komutana verir. Zafer kazanmanın gururuyla günlükleri eline geçiren Romalı komutan, şöminenin başına geçerek bir yandan keyifle şarabını yudumlar ve bir yandan da günlükleri teker teker yırtarak şöminenin ateşine atarken şu unutulmaz sözleri söyler: “Bu tarihi de Romalılar yazacak!”


Makale ve Analizler - 2013

31

Bulgaristan seçimlerinde kim kazandı kim kaybetti?

Rıdvan TÜMENOĞLU-17.Mayıs.2013

Balkan coğrafyasında en fazla Türk’ün yaşadığı (yaklaşık 1 milyon) Bulgaristan’da elektrik fiyatlarına yapılan zamlara karşı yapılan protestolar ile başlayan süreç, erken seçimle sonuçlandı. 12 Mayıs’ta gerçekleştirilen seçimler; komşu Bulgaristan için olduğu kadar ülkede yaşayan soydaşlarımız ve Bursa başta olmak üzere Türkiye’nin farklı şehirlerinde yaşayan Bulgaristan vatandaşları ile için de tarihi bir önem arz ediyordu. Çünkü ülkenin demokrasiyle tanıştığı 1990 yılından bu yana Türklerin partisi olarak adlandırılan Hak Ve Özgürlükler Hareketi aradan geçen 20 yılı aşkın sürece alternatifsiz olmuş ve tüm eksikliklerine, hatalarına rağmen Ankara’nın kayıtsız şartsız desteğine haiz olmuştu. HÖH Defteri neden kapandı? Ancak seçimlere çok kısa bir süre kala Ankara aniden HÖH’ten desteğini çekmekle kalmamış, bazı iktidar milletvekillerinin söylemiyle “HÖH’ü bitirmek için” düğmeye basmıştı. Her ne kadar HÖH kadrolarının Türkiye ile ilişiklerinde soğuk davranması ve Ankara’ya beklediği ehemmiyeti vermemesi bu planın bir gerekçesi olarak gösterilse de HÖH’ün yerine, çok kısa bir süre öncesine kadar HÖH genel başkan yardımcılığı yapan ve bu partinin Ankara ile ilişkilerinin mimarı olan ve yıllarca bu diyalogu yürüten Kasım Dal liderliğindeki Hürriyet ve Şeref Halk Partisi’nin (HÖŞH) desteklenmesi asıl sebebin çok daha farklı olduğu düşüncesini akla getirmektedir. HÖH ile Ankara AK Parti ilişkilerin kopmasının asıl sebebi ise Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın 2010’da gerçekleştirdiği Sofya ziyaretidir. Bu temaslar esansında, Erdoğan’ın talebine rağmen HÖH Lideri Ahmet Doğan’ın kendisi ile görüşmeyi kabul etmemesi, Ankara yönetiminin HÖH’ü bitirmek için düğmeye basmasını beraberinde getirmiştir. Gölge başkanlar mücadelesi Komşuda geçtiğimiz günlerde yapılan seçimlere soydaşlarımız bu siyasi atmosfer içinde girdi. AK Parti Hükümeti, HÖH’ün yerine Kasım Dal’ın denetiminde ve eğitimini Türkiye’de tamamlayan Korman İsmailov liderliğindeki HŞHP’yi destekleme kararı aldı. Aynı dönemde ise Parti’nin genel ku-


32

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

rulunda uğradığı başarısız suikast girişiminin ardından Ahmet Doğan genel başkanlığı Lütfi Mesta’na bıraktı. Bulgaristan Türkleri ülkenin demokrasi tarihinde ilk defa iki güçlü sayılabilecek parti arasında tercih yapacakları bir sürece girerken, her iki partinin genel başkanları ise perde arkasındaki liderler tarafından yönlendirildi. Özellikle Ankara’nın maddi ve manevi desteğini arkasına alan HŞHP, teşkilatlanmasını ve altyapısını dahi tamamlayamadan, yıllardır Bulgaristan Türklerinin tek siyasi yapısı olan HÖH’ ün alternatifi olma iddiası ile seçim sürecine girdi. Süreci yönetemeyenler Bulgaristanlı Türk aydınlarının kan davası ve intikam almak mücadelesi olarak değerlendirdiği süreçte iki AK Partili milletvekili ön plana çıktı; Bursa Milletvekili Mustafa Öztürk ve İstanbul Milletvekili Hüseyin Bürge. Her iki vekilde ağır bir dille HÖH kadrolarını eleştirirken, AK Parti hükümeti için bu sayfanın kapandığını hiçbir desteğin sağlanmayacağını, ne pahasına olursa olsun bu defterin kapanacağını defalarca söylediler. Özellikle Türkiye’de çok ciddi bir baskı uygulanarak, bu güne kadar HÖH’ü sürekli destekleyen STK’lar ya HŞHP desteklemeye ya da oyunun dışında kalmaya zorlandı. Bu vekiller sanki kendi seçim bölgelerinde, kendileri adaymış gibi Bulgaristan Türklerini bölme pahasına yoğun bir çabanın içine girdiler, yerel yönetimler aracılığıyla billbordlara HŞHP afişleri asıldı, yerel gazete ve televizyonlara çarşaf çarşafa ilanlar, reklamlar verildi. STK’lar, bazı ayrıcalıklarından mahrum bırakılmakla tehdit edildi. İşte böyle bir ortamda Bulgaristan ve Türkiye’deki soydaşlar sandık başına gitti. Türkler sandığa gitmedi Bulgaristan’da, seçimlere katılım genellikle az olmakla birlikte 12 Mayıs’ta yüzde ise adeta dip yaptı ve yüzde 46’larda kaldı. Diğer bölgelere göre seçimlere katılımın yoğun olduğu Türk bölgelerinde de seçimlere ilgi göstermedi. Öyle ki Bulgaristan Türklüğü’nün başkenti olarak kabul edilen ve Türk adayların tulum çıkardığı Kırcaali’de katılım oranı yüzde 30’larda kaldı. Türklerin seçimlere ilgi göstermemesinin sebepleri olarak iseHÖH’ten duyulan memnuniyetsizlik ve AK Parti iktidarının uyguladığı baskılarolarak gösterildi. Sandıktan yine kaos çıktı Seçim sonuçlarına ana hatlarıyla göz attığımızda; bazı siyaset bilimciler tarafından Bulgaristan’ın AK Partisi olarak da nitelendirilen Boyko Borisov liderliğindeki GERB, yüzde 30,53 ile 98 milletvekilliği kazanırken, ana muhalefet konumundaki Bulgaristan Sosyalist Partisi yüzde 26,65 ile


Makale ve Analizler - 2013

33

86, milletvekili çıkardı. Türklerin partisi olarak nitelendirilen ve seçim sürecinde Türkçe ve Türk azınlığın hakları ile ilgili söylemleri ile dikkat çeken HÖH ise ülkenin üçüncü büyük partisi konumundaki yerini koruyarak yüzde 11,22 ile 33 milletvekilliği elde etti.Bulgar ırkçıların partisi olan ve enses ilişkiler, ırkçı saldırılar, gibi skandallarla adından sıkça söz ettiren ATAKA ise yüzde 7,3 ile 23 milletvekili çıkararak 240 sandalyeli meclise girmeye hak kazanan dördüncü parti oldu. Yüzde 4’lük seçim barajını aşabilmek için Çar Simeon Sakskoburggotki’nin partisiyle NDSV ile koalisyon kuran HŞHP’nin oyu ise 1,6’da kaldı. Hak ve Özgürklük’lere amorti Sonuçlardan da anlaşılacağı üzere, bir istikrar hedefiyle yapılmasına rağmen, her an siyasi bir kriz çıkarmaya gebe bir tablo ortaya koyan seçimin, her oylamada olduğu gibi kazananları ve kaybedenleri oldu; - Seçimin şüphesiz en büyük galibi, tüm baskılara, yıldırıma politikalarına, bölünmemeyi başaran Bulgaristan Türkleridir. - Seçimin amortisi ise Türkiye’nin desteğini kaybetmesine, genel başkanını değiştirmesine ve ilk defa kendisiyle aynı doğrultuda, aynı hedef kitleye yönelik siyaset yapan güçlü denilebilecek bir rakibe rağmen Bulgaristan’ın üçüncü büyük siyasi gücü olma başarısını devam ettiren HÖH oldu... Bu arada, seçim öncesinde Ankara ile ilişkilerin düzeltilmesi için zeytin dalı uzatan Mestan’ın seçimin hemen sonunda dolaylı olarak Türkiye’den gelen oylara ve Türkiye’nin desteğine ihtiyacı olmadığını söylemesi kazancını daha ilk anda düşüren talihsiz bir açıklama oldu. Surda gedik açıldı- İlk kaybeden bir kaostan başak bir kaosun içine giren Bulgaristan oldu. Siyasi partileri hiç biri tek başına iktidara yaklaşamadı bile, Dolayısı ile siyasi kargaşanın hakim olduğu Bulgaristan’da halk kaybetti. - Kasım Dal, hareketi adeta ölü doğdu, Barajı kesin aşacağı söylenen HÖŞH beklentilerin çok uzağında kalarak, soydaşların onları bir alternatif olarak görmediğini gözler önüne serdi. - Kırcaali kaybetti; Yüzde 78’lerde olan seçimlere katılım oranı 12 Mayıs’ta yüzde 30’lara kadar indi. Bunun sonucunda, Kırcaali’den uzun bir aradan sonra Türk olmayan bir aday milletvekili seçildi. Anavatan’da kaybedenler Kaybedenler sadece Bulgaristan ile sınırlı kalmadı... Türkiye’de Komşudaki seçimlere yönelik söylem ve eylemleri dolayısı ile ciddi kan kayıpları yaşayan kurum ve kişiler oldu;


34

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

- Bu güne kadar Bulgaristan Türkleri arasında ayrılığa yol açabilecek siyasi yapılanlara hiçbir şekilde taviz vermeyen ve tüm sorunların bilincinde olmasına rağmen Türklerin bölünmemesi adına HÖH’ü neredeyse kayıtsız şartsız destekleyen BALGÖÇ önderliğindeki bazı sivil toplum örgütleri, maruz kaldıkları baskılar sonucu tarafsızız açıklaması yaparak yıllardır sürdürdükleri misyonuna ters bir hamle yaprak hanelerine önemli bir eksi yazdırdılar... - Özellikle 2011 seçimlerinden itibaren, başta Bursa olmak üzere, birçok bölgede Bulgaristan Türklerinin önemli bir desteğini alan AK Parti, gerek uyguladığı iddia edilen baskılar, gerekse Bulgaristan Türkleri için adeta kutsal bir yapı olan HÖH’e bir anda savaş ilan ederek, seçimlerin sonucunda istediğini alamadığı gibi, kendine yönelen sempatinin bir kısmını antipatiye dönüştürdü... - Sürecin en fazla kaybedenleri ise şüphesiz süreci idare etmekle görevlendirilen Mustafa Öztürk ve Hüseyin Bürge oldu. Bulgaristanlı olmasına rağmen milletvekilliği öncesinde bu ülkeyle pek ilgisi olmayan Öztürk, özellikle Bursa’daki STK’lara yönelik tehditvari açıklamaları ve baskıcı tutumu nedeniyle, zaten çok az olan göçmenler arasındaki kredisini bitme noktasına getirdi. HÖŞH’ün başarısızlığı Öztürk’ün Ankara’daki durumunu olumsuz etkileyeceği aşikar. Bürge, ise adeta HÖH’e savaş ilan eden söylemleri yüzünden ciddi tepkilerle karşı karşıya kaldı... Bu sonuçlar, başta iki milletvekiline devlet politikası ile parti politikasını karıştırmama, uyguladıkları baskı yöntemleri, niyetlerin doğru olsa bile yanlış insanlarla yapılamayacağı konularında önemli dersler verecektir. Ancak, buradan çıkarılması gereken en önemli sonuç ise, Bulgaristan’daki soydaşlarımızın sorunlarının çözümü için baskı ve tehdit yerine, onların fikirlerinin ön planda tutulduğu, birlik ve beraberlik içersinde stratejiler geliştirmek olmalıdır.


Makale ve Analizler - 2013

35

Türkiye ve Türk Dünyası

Feyzullah BUDAK-22.Mayıs.2013

1991 yılında Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla ortaya çıkan yeni tablo, Türkiye’nin önüne yeni ufuklar açmış ve daha önceleri gereği şekilde dikkate alınmamış olan çok önemli imkan ve fırsatlarla 21. yüzyıla yürüme şansı yaratmıştır. Çünkü Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla Türkiye Cumhuriyeti’nin yakın çevresinde 15 yeni bağımsız devlet ortaya çıkmıştır ve bunların 5’i tüm dünyada kabul gören en sade tanımlama ile “Türk Devleri”dir. Ayrıca bu dağılma sonucu devlet statüsü ile ortaya çıkan çok sayıdaki özerk cumhuriyet, bölge veya topluluktan 13’ü de “Türk Devleti” tanımına girmekte ve bunların tamamı yukarıda bahsedilen 5 bağımsız Türk Cumhuriyetinin dışındaki coğrafyalarda yer almaktadır. Sözü edilen 5’i “tam bağımsız” ve 13’ü “özerk” statüdeki bu devletlerde yaşayan insan sayısı 100 milyonu aşmakta ve bu devletler günümüzün Yeni Dünya Düzeninde “gelecek için önemli bir stratejik güç alanı” olarak tanımlanan Avrasya coğrafyasının en hayati bölgelerinde 8 milyon kilometrekareden fazla toprağı hâkimiyetleri altında bulundurmaktadır. Bu ise yaklaşık olarak Türkiye Cumhuriyeti topraklarının 10 katı bir büyüklüğü ifade etmektedir. Nitekim bu bölge literatürde artık “Avrasya’nın Türk Dünyası” olarak isimlendirilmektedir (Tchervonaia,2002). Ayrıca bu coğrafya dünya üzerinde bilinen tüm madenleri ve kıymetli mineralleri noksansız bir şekilde ve şaşırtıcı bir zenginlikle bünyesinde barındırmaktadır. Türk Dünyası olarak değerlendirilen bu muazzam coğrafyanın ekonomik zenginliklerinden sadece kanıtlanmış hidro-karbon yatakları rezervi 100-200 milyar varildir ve bunun maddi değeri 3-6 trilyon doları bulmaktadır. Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan’da zengin altın yatakları bulunmakta, bu üç ülke dünyadaki altın üreticisi ilk on ülke arasında yer almaktadır. Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan ve Azerbaycan zengin petrol ve doğalgaz yataklarına sahiptir. Bu ülkelerden Türkmenistan 488 bin km ² gibi küçük sayılabilecek yüzölçümüne rağmen, doğalgaz rezervi açısından dünya dördüncüsüdür. Dünya elmas yataklarının % 99’u ise Rusya Federasyonundaki Saha Yeri’nde (Yakutistan) bulunmaktadır. Rusya, Çin, İran ve ABD gibi belirli dünya güçlerinin aktif bir şekilde ilgilendiği bu coğrafyanın güvenliği, stratejik olarak Türkiye’nin güvenli-


36

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ğini de yakından ilgilendirmektedir. Ancak zikredilen ülkelerin bu bölgeye yönelik aktif ilgileri ve bu ilgiden doğan gelişmeler, ülkemizin hem bu bölgedeki ve hem de genel anlamdaki geleceğe dönük menfaatlerini olumsuz yönde etkilemektedir. Bu yeni hayat ve enerji alanı ile tarih ve kültürümüzden kaynaklanan bağlarımızı ve bunun bir devamı olarak ticari ilişkilerimizi geliştirmek suretiyle, ülkemize ekonomik ve siyasi açıdan yeni ve büyük bir güç kazandırma imkanı önümüzde durmaktadır. Bu yeni imkanlardan yararlanarak ticaret hacmimizi bir kaç kat büyütmemiz, ekonomik potansiyelimizi aynı oranda geliştirmemiz mümkündür. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından hemen sonra Başbakanlıkta kurulan Türk Dünyasından sorumlu Başdanışmanlık Biriminde oluşan kadro ile ilk 3 yılda yapılan işler, bu konuların olması gerektiği gibi yürütüleceği yönünde bir izlenim oluşturmuştu. Ancak bu birimin ilk 3 yıldan sonra pasivize edilmesi ve daha sonra da tamamen ortadan kaldırılması sonucunda bu konularda artık yaprak kımıldamaz bir hal oluştu. Belki asırlardan beri insanlığın geleceğe yürüyüşüne dair senaryoları biz yazmıyoruz ama Dünya 20. asırdan 21. asra geçerken Türkiye Cumhuriyeti’nin ve KKTC’nin yanı başında 5 bağımsız ve 13 özerk yeni Türk Devletinin daha bayraklarının dalgalanmaya başlamış olması bizim için hayal ötesi bir tarihi şanstır. Ancak asla unutulmamalıdır ki; bu tarihî ve ilahî fırsatın gereğini yapmayan devlet yöneticileri tarihin yargılamasından kesinlikle kurtulamayacaktır.

Aydınlık Öldürülemez

Dr. Nedim Birinci-21.Mayıs.2013

Seçimlerin ertesi günü Filibe’deyim (Plovdiv). Pazarda dolaşırken üniversite yıllarından tanıdığım, hatta bir süre Tıp Akademisi’nin öğrenci yurdunda komşu odalarda kaldığımız Kotse’ye rastladım. Doktorluk ona yakışmış, uzmanlık alıp Panagürişte Belediye Hastahanesi’nde Dahiliye Şefi olmuş. Onu havalı buldum, ama eski günlerin


Makale ve Analizler - 2013

37

hatırına hemen kahveye davet etti. Cami yanındaki Roma kazılarının beyaz mermer teraslarındaki çiçek saksıları arasına yayılmış gölgelerden birine laflamaya oturduk. Kostadin eskiden de konuşkandı. Hemen politikaya daldı. Bir gün geri dönüp, oy kullandın mı? “Bir doktor, bir Türk aydını olarak hangi partiye oy verdin?” sorusunu şap diye yapıştırdı. “Bu defa pas geçtim. Önce oyumu hep Hak ve Özgürlükler Partisi’ne vermiştim. Bu defa düşüncelerim ağır bastı,” dememe kalmadı. “Sen, Gandi gibi düşünmeye başlamışsın, demek aklın başına geliyor,” diyerek daldı söze ve şöyle devam etti: “Haksızlığa sapıp bütün insanlara arkandan sürükleyeceğine, adaletli hareket etmişsin, başkalarını yanıtmaktansa tek başına kal, daha iyi!” “Öyle birşey işte,” diyerek cevap verdim. “Biliyormusun,” dedi, “siz Türklerin bizlerden daha derin düşünceli ve zeki olduğunuz kanısı bana alile kültürümden geçmiştir. Rahmetli babam Asenovgratlı Türklerle dostluk ederdi. Bana onlardan değerli hayat gerçekleri öğrendiğini, defalarca söylemiş, senin Türk arkadaşın var mı? diye sorduğu olmuştu. “Zekayı aklın yönettiğini” sizinkilerden Türklerden işittiğini anlatırdı.” Öyle ama ben bugün hala kendimi arıyorum. “Gören var mı!” diye sorsam, cevabın ne olur... “Bu sorunun cevabı zor, ama klasiklerden Victor Hügo’ya dönersek o şöyle demiştir:’Bir insanı uygarlaştırmaya karar verirseniz, işe ninesinden başlayınız!” Çok güzel demiş de, sen işin içinden çıktın, öyle mi? Tebrik ederim! Biz Türklerin özünde, hayat merdivenlerini çıkarkan insanlara iyi davranma, herkesle iyi olma anlayışı var, çünkü biz inerken aynı insanlara rastlayacağımızı biliriz. Ne yazık ki, 23 yıldan beri bulanık bir ortam içindeyiz. Pis su akıp durulmadı! Huzursuzum...” “Vaktin varsa sana bir vampir fare hikâyesi anlatayım, belki çağrışım uyandırır ve gözün açılır”, dedi. Komşu masalara göz gezdirdi. Sohpetimize kulak misafiri sanki yoktu. “Biz meslektaşız, sen de benim gibi hasta bir toplumun hasta sakinlerini tedavi etmeye çalışan birisin. Çok kitap okuduk. Okunacak en büyük kitabın insan olduğunu öğrendik. Bir insan ölmezden önce defalarca ölü-


38

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

yor ve ben şimdi sana, bunun bizim ortamda nasıl gerçekleştiğini kısaca bir fare öyküsüyle anlatacağım. Bu hikâyeye inanıyorum. Birçok gerçekle örtüşüyor. Adı: Ne Benzerlik.” “Genelde eski gemiciler bilir. Eskiden gemilerdeki fareleri yok etmek için İngiliz gemilerinde uygulanan bir metottur bu. Bizde ise, gizli istihbarat (DS) aynı yöntemi Türk yurttaşlara uygulamıştır. Bir fareyi yakalayıp boş bir tenekeye koyarlar ve günlerce aç bırakırlar. Hani sizin Ahmet Doğan’ı sahte mahkeme kararıyla ölüm hücresine attıkları misali... Sonra bir gün yakaladıkları küçük bir fareyi tenekedeki farenin yanına koyarlar. Günlerce aç kalmış olan fare, bu fareyi yer. Ahmet Doğan’ın hapishanedeki savaşçıları ele verdiği gibi... Sonra bir fare daha kemirtip, bir fare daha yedirip yamyam bir fare elde ederler. Yönettiği davaya ihanet eden acımasızca kadro kıyımı yapan likidatör lider örneği... Kapalı fare artık iyice semizlenmiş ve kuvvetlenmiş olur. Sonra onu geminin içine salarlar. Ahmet Doğan’ı HÖH/DPS Başkanlığına getirdikleri gibi... Ortada böbürlenerek gezen güçlü, kuvvetli bir yamyam fare dolaşır ve rahatlıkla diğer farelerin yanına sokulur, yakaladığını yer. Ahmet Doğan’ın hak ve özgürlük davasına gerçekten gönül vermiş demokrasi savaşçılarını HÖH’ten atıp Bulgaristan’dan kovdurduğu, hayatlarını zehir ettiği gibi... Böylece gemi farelerden temizlenir. HÖH de gerçek direnişçi yurtseverlerden böyle temizlenmedi mi?” Bunu tüm Türkler bir düşünsünler? “Bu, bir bir hareketi, bir nesli yok etmek için uygulanan bir metottur. Türklerin arasına salınan yamyam farelerle, DS ajanlarıyla hepiniz yok edilmeye çalışılmıştır. 1980-1990 yıllarının benzetmeli anlatımı budur. Ne yazık ki, bizde bu öykü demokrasiye geçtiğimiz günden bu güne yani 23 yıldan beri devam ediyor.Yamyam fareler seni de ürkütebilmiş ve sen dün sandık başına gitmemişsin. Aydınlardan giden olmadı. Hepinizin kafasında aynı şüple üstün geldi. Artık ikircimlisiniz, artık irite ediyorlar halkı. Bulgaristan Türk ve Müslüman aydınları politikaya küs ve artık HÖH/DPS’ye oy vermiyecekler. Bu sayfa kapandı.


Makale ve Analizler - 2013

39

“Evet.” dedim ve içimi çekerek devam ettim: “Bunu düşünsem de bu hikâyeyi benzetmeyi sen gibi dizip özetleyemezdim. Teşekkür ederim. İyi oldu da görüştük.”, “Çıkış yolu görebiliyor musun?” diye sordu Kotse. “Yeniden birleşmek, birliği yeni bir nitelikte sürdürmek, arınmak, iri vampirleri gemiden atmak, öldürüp kedilere ziyafet vermek; birlikte varolup çalışmak başarı yolunu açabilir,” diye düşünüyorum. “Müsade buyur da, vaktin varsa, ben de sana, içime doğan 4 mum hikâyesini sana kısaca anlatayım.” derken gözlerini aradım. “İyi olur. Dinliyorum,” diyen Kotse, kahve fincanına uzandı ve bana baktı: Sesiz bir ortamda 4 mum yavaşça yanarken aralarında geçen şu konuşma duyulur: “İlki: Ben insanların doğal haklarının simgesiyım. Azınlıkların öz haklarının evveliyim. Kimse yanık kalmamı sağlamaya çalışmıyor. İnanıyorum ki söneceğim. Alevi azalır ve yavaşça söner. “İkinci konuşur: Ben HÖH/DPS’ye inancım. Neredeyse kimse beni artık gerekli görmüyor. O nedenle bu rüzgârlı havada daha fazla yanık kalmama hiç gerek yok.Konuşması bitmeden daha 2000 yılında söner. “Üçüncü mum da: Ben özgürlüklerin özüyüm. Yanık kalmak için gücüm yok. Yanlış anlaşıldım. Evlenip boşanma lambası olmaktan bıktım, derken ansızın söner. Bu arada, hayata yeni çağrılan bir çocuk odaya girer ve 3 mumun yanmadığını görünce: “Neden yanmıyorsunuz? Sizin sonuna kadar yanmanız gerekir!” “Babam sizi karanlıklar içinden getirdi!” derken, ağlamaya başlar. Çocuğan hıçkırığını işitince ona dönen dördüncü mum dile gelir: “Korkma ben hala yanıyorum.” Diğer mumlar yeniden yanabilir. Ben Umudum der.” Öyküde, parlayan gözlerle çocuk, umut mumunu alır ve diğer mumları tekrar birer birer yakar. Kotse, Kotse, dedim ve iç çekerken sağ elimle dostumun elini tuttum ve şöyle devam ettim: “Umudun alevi yaşamımızdan hiç eksilmesin! Biz birlikte umutlarımızı ve inançlarımızı hak ve özgürlüklerimizle birlikte bu vatan ışığa gark olana kadar hep yaşatalım!” dedim ve ayrılınca aydınlık saçmak için Plovdiv sokaklarındaki kalabalığa karıştık.


40

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

HÖH’e oy vermek de sevapmış

Rafet Ulutürk-21.Mayıs-2013

12 Mayıs’ta yeni tarihimizin kararsız ve çalkantılı bir gününü yaşadı. 23 yıldan beri seve seve oy verdiğimiz Hak ve Özgürlükler Hareketi bu defa bizi sandık başına çekemedi. Demokrasiye bir oyla katkı ver! Kıvılcımı yüreklerde şılamadı. Köy seçim merkezlerine uğrayan kadınlar parmakla sayılacak kadar azdı. Bulgaristan Türkleri ve tüm Müslümanlar 1990 şahlanmasından sonra derinleşen çalkantılı dönemde adeta şok yaşıyor, bizde bir türlü yuva kuramayan denetimli demokrasi, özgürleşmemiz ve özel haklarımızı elde etmemiz uğruna direnişlerimizin sonuçsuz kaldığından, hayat günden güne daha yorucu oldu. Bu ağır didişimden yakın geçmişimizin sentezini sadece bir seçim önü görüşmesinden örneklerle çıkarmak bile mümkün oldu. Başkan Lütfü Mestan “Türkçe konuşma cezası” ödediği Kırcali büyük mitingine giderken Doğu Rodop köylerinden birinde az soluklanırken etrafını deynekli nineler sardı. Hayriye nine, “Hadi hoş geldin çocuğum!” dedikten sonra, “Gönlünden koparsa 30 metre markuç (plastik hortum)” ve “Kazma yalama oldu, bir de kazma gönder!” dedikten sonra şöyle devam etmiş: “Hasan agan ayakta, vakit saati yakın. Hepimiz yaşlandık. Görüyorsunuz iki büklümüz. Gusilhane uzak. Musalla taşına su taşıyacak takatımız kalmadı, markuç uzatıverelim de sutaşıma derdinden kurtar bizi, sevap olur.” demiş.Yanlarına sokulan imam da “Kazma yalama oldu, mezar açarken zorlanıyoruz” diyerek Hayriye nineyi desteklemiş. Etrafa toplanan takkeli yaşlılar “Verenin eli tutulmaz, sevap olur!” demişler. Halen yalvaran durumda olan bu nineler ve dedeler 1989’da Bulgaristan’ı ırgalamışlardı. Totaliter rejimi titreten onlardı. Şimdi halleriyle bürgü ve fereceli elleri deynekli bu nineler o vakit bütün kimlikleriyle aydınlığa çıkmışlardı. Özgürlüğe giden yolun çok uzun olduğunu bilmeseler de yürümüşlerdi. Ayaklanan Türk kadınları Bulgaristan toplumunda odak noktayı oluşturmuşlardı. Katranlı ve nasırlı elleri korku saçıyordu. Birbirlerine sım-


Makale ve Analizler - 2013

41

sıkı kenetlenmişler başları dimdikti. Onların Mayıs Haziran 1989 Ayaklanmasıyla Bulgaristan’da Türk ve Müslüman kadınların itaatsızlığı ve politikaya güçlü ve hür girişi başlamıştı. Hak ve Özgürlükler Hareketi’nin yatağını onların direnişleri açmıştı. O yıl bu yıl değişen birşey olmayınca, yavaş yavaş onların da umutları kırıldı, güçlerinden en büyük parçayı ise göçler kopardı, ekmeği taştan çıkarmaya devam ederken, göklere göçenleri birer birer yolcu ederken, yeni bir ruh hali ağır basmaya başladı, ölülerle yaşamak, olü olmakla aynı olmaya başladı. Onlarda, bu ruhsal çöküş, manevi şok dalgasını aşabilecek takat kalmamıştı. Hayatı devretmek için doğurdukları, eğittikleri, yetiştirdikleri dedelerinin mezar taşlarını öpüp öpüp gittiler.Nesiller arası iletişim bir telefon düğümesine bağlandı. Gözleri iki pınar telefonda dertleşiyorlar. Birileri bir gün onlara “kültürel şok yaşadıklarını” söyledi ama kimse birşey anlamadı. Kültür neydi, köy çeşmesi, derin kuyu, çardaktan örtü silkmek, derede yıkadıkları halıları çayıra sermek, keçi ve inek südüne karıştırmamak, koyun sütünden peynir yapmak, sarımsak dikince sapını kurt kesmesin diye dibine turşu suyu dökmek, pişirdikleri yemekleri komşuya tattırmak, gönülden paylaşma ve yardımlaşma... Onlar bunların hepsine birden ve iş yaparkan mırıldandıkları türkülerle düğün kına oyunlarının, gelinlerin yaşlıların elini öpmesinin kültür olduğunu bilmiyorlardı, çünkü onların hayatının her taneciği yabancı sözlü bir ad söylemeden de kendi kendi yaşıyor, yetişiyor, zamanı gelince serpilip açıyordu... Bunlar iyi de, şu Lütfü Mestan’la görüşmede, ona söyleyemedikleri, dillerinin varmadığı bir de koku yayılıyordu, korku kokusu...Köpekleri hiç nedensiz havlıyor, kediler büzülmüş, horozlarsa ötmez olmuştu.Onların hayatına giren bu korku kokusu gece boyu göz yumdurmuyordu. Vicdanındaki kadın, kızlıktan kocayana kadar çalışma, evlilik ve aile bağlamında vardı. Zamanla iş güce katılıp sosyal güç oluşturup politikaya aktılar. Fakat politika kısır çıktı. Doğrusu, politikanın kısırlığı kadın işi olmadığından değildi. Politikacılar adam gibi adam çıkaramamalarıydı. Belleklerinde derin ve sarılmaz yara açılan, utandıkları bir olay da oldu. Eski Başkan Ahmet Doğan Bulgar kızını kapı dışı bırakıp Ayselin’le İsperih’te düğün kaldırınca onlar da gittiler, gelin duvağına takı taktılar. Hemen ardından kötü haberler geldi. Kızlığı üzerinde genç gelinin bataniyeye sarılmış baba evine götürüldüğü işitildi. Yorum yapamadılar. Dilleri tutulmuştu, Müslümanların örf ve adetlerinde böylesi yaşanmamıştı. Herkesin


42

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ruh ateşi söndü. Mum gibi eriyen öz namus anlayışımız, medeni kimliğimizdi. Yıllar geçti. Ahmet Doğan artık gölge adam. Bazı yaraların sızısı ömür boyu sürer, diyenler bu defa da haklı çıktı. Bu olay Müslüman toplumumuzu kirleten bir onur yarası olarak açık kaldı.Hayriye teyze bu yüzden istedi 30 metre markuçla bir keskin kazmayı L. Mestan başkandan. Hafızalarandaki namus lekelerini bol suyla gasil edip çok derin gömülmeliydi. Bu, yaşlıların son emelliydi. Onların kitabında, dedelerin mezarının olduğu yer Vatandı. Vatan kutsaldı. Mezarların derin olmasını gerektiren başka bir neden de vardı, Hayriye teyzenin hafızasında. Mestan bunu bilmeyebilirdi. 93 Harbinden sonra Osmanlı şehitleri Plevne kenarına sığ bir toplu kabre gömüldüğünde kulaklarda bir uğultu belirmiştir. Gece gündüz dinmeyen bu uğultu git gide büyüyen bir dehşete dönüştüğünde, hiç kimse göz yumamaz olmuştur. Dirilirler korkusu taaa Londra Lortlar Kamarası’nda konu olmuş, özel bir kararlar şehit kemikleri çıkarılıp sandıklara Plevne’de doldurulmuş, trenle Varna’ya, oradan da gemilerle İngiltere’ye taşınmıştır, orada öğütülüp kemik unu olarak tarlalara, ormanlara saçılmıştır. Uğultu ancak o zaman dinmiştir. Neyse, istedikleri markuç ve kazma gelmeyince 12 Mayıs günü Hayriye nine ve diğer eli ayağı tutan köylü kadınları mezarlığa gidip eğirilen yıkılan mezar taşlarını dayaklamış ve gelen telefonlara cevap verirken “Oy kullanmadık... kullanmıyacağım... mezarlıktayım... dedenizin mezarının başındayım, taşı eğirilmiş, iki taşla dayakladım... Anlayamadım... HÖH’e oy vermemek sevapmış... Lütfü kazma getirmedi, sen bağli getir artık...” sesleriyle etrafı çınlatmışlardır. Böylece bu seçimlerde Müslüman kadınlar oya gitmemişlerdir. Neden acaba...


Makale ve Analizler - 2013

43

MAT ve PAT olan nedir?

Rafet Ulutürk-24.Mayıs.2013

12 Mayıs seçimlerinde Hak ve Özgürlük Hareketi MAT olurken, PAT olan nedir? Satranç oyunundan aldığım bu iki terim son günlerde bütün göçmen kahvelerinde, köyde ve kentte tartışma konusu oldu. Önce MAT olayını etraflıca açalım. Bu kavram HÖH partisinin aldığı seçim sonuçlarıyla ilgili kullanılıyor. 200 bin soydaşımızın yaşadığı Bursa’da HÖH/DPS’ye 15 bin oy çıktı. BuMAT olma değil de nedir? Bulgaristan’da ise Türk, Pomak ve diğer Müslümanların HÖH’ün “Hepiniz sandık başına” çağrısına bu defa uymadı. Bulgaristan’da oy vermeyenlerin % 54 olması, yorumsuz da anlaşılıyor. Türklerim kalbi merkezinde Kırcaali’de ise oya % 36’sı anca gidebildi. Demek oluyor ki siyasi partilere tepkiler çok büyük. Durum öyle gelişti ki, seçimlerden sonra iki hafta geçmesine rağmen HÖH Başkanı ciddi, esaslı bir analiz ve değerlendirme yapamadı. Hiç olmadı zahmet edip sandık başına gidenlerin bekleyişlerine yanıt dahi vermedi. Pek tabii ki, bugün yani seçimlerden 11 gün sonra 23. Mayıs 2013’te Lütfü Mestan çok mutlu. Neden mi? Cumhurbaşkanı Plevneliev eski Başbakan Borisov’a hükümet kurma süresi vermiş, o da sol eliyle aldığı yetkiyi sağ eliyle geri vermiş. Olmayacak işe “Âmin” demem, teşekkür ederim, demiş geri vermiş. Ardından Cumhurbaşkanı Sosyalistlerin lideri S. Stanışev’i aramış ve bir uzman hükümeti kurması için süreyi Plamen Oreşaeskiye vermiş. Bu işe Oraşarski soğukkanlı uzanırken, L. Mestan ateşlenivermiş. Biz yine hükümet olacağız havalarına giriyor. İş Allah... Lütfü Mestan’ın, “Biz Türkiye’den oy gelmese de başarılıyız!” sözlerini şimdi yorumlamak istemiyorum. Bu, biraz da Allah’ın verdiği nimeti eliyle itme anlamına gelir. Soydaş oyları 23 yıldır dört gözle beklenirken, şimdi ne oldu acaba? Bir düşünelim bu defa da soydaşlardan 110 bin oy gelmiş olsaydı HÖH/ DPS 45 milletvekili ile parlamentoyu ırgalardı. Tarihsel başarı sayfası yazardı! Öyle ama artık seçmenlerimiz sandık başına gitmeden tepki gösterecek kadar uyandı. Bu, HÖH partisi lider ekibinin 1990’dan buyana kurucu zihniyetten ve öz kitlesinden aldığı en büyük ve çok sert bir tepkidir. Bulgaristan Türkleri açısından bir darbe değerinde olan bu tutum, HÖH politikasını yere serdi ve pes etti. Politik MAT’ın gerçek anlamı işbu tepki ve zaferdir. Bu


44

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

zafer sandıktan çıkmadı, kamuoyunun bir tepkide bütünleşmesinde ifade buldu. Biraz geriye dönerek, seçim öncesi günlere bir göz atarsak, HÖH Başkanı Lütfü Mestan ile Başkan Yardımcısı Hr. Biserov’un neden en fazla Vratsa, Mihaylograd, Vidin gibi Romların yoğun yaşadığı illerinde haftalarca kalıp propaganda yaptığı ortaya çıkar. Sebebi, artık Türklere ve Pomaklara söz geçirememeleridir. Bu seçimde boş vaatlerle Türkçü seçmenden oy alamayacaklarını zamanında anladılar. Onlar, hesap kitap yapmadan, bunu fark edince de HÖH partisinin tabanını değiştirmeyi denediler. Bizdeki nüfusun dörtte bir olan Çingenler’den 70 Milletvekili çıkar hayaline kapıldılar. Çingeneler politikacıların ağzına değil eline bakıyorlar. Aynı zamanda, HÖH politikasına farklı yön verenlerin kendi bataklıklarına dönmek hevesinde olduğu da gözden kaçmadı. Bu yüzden Lütfü Mestan ile Hr. Biserob Demokratik Güçler Birliği (ölmüş SDS) bataklığında sağlam zemin aradı. Bu çaba da boşunaydı. Ne de olsa, bu politik bataklıkta ayakta kalan sokak serserilerinden birkaç oy aldıkları gün gibi ortada. Bir de vergisini ödeyemeyen esnafa ve küçük üreticiye verilen vaatler var. Sosyalist Parti Başkanı S. Stanişev “yeni kabineyi, sevilen maliyeci Plamen Oraşarski yönetiminde birlikte kurmayı” teklif edip görüşmeler başlayınca, HÖH Başkanı L. Mestan sevinçten tökezlese de, hemen toparlandı. En önemli isteğimiz “verginin % 10’nu aşmamasıdır” dedi. “Anlaşamayacağımız konu yok” dedi. “Türk çocuklarına ana dilinde anaokulları açılması, devlet ve belediye okullarında Türk öğrencilere zorunlu Türkçe okutulması” gibi temel isteklerimizi yine unuttu. Çünkü DSP programında böyle bir şey yok. Onun için önemli olan Türklük davası ya da hak ve özgürlükler savaşı değil, burada önemli olan iktidarda olma hırsıdır. Öz ve temel isteklerimizi yerine getirmeyecek olan bir hükümete katılmanın hiçbir anlamı yoktur ve olamaz. Seçim öncesi Türkçe ceza aldım diye sevinen kahraman yok ortalıkta. Politikanın son hedefi iktidar olmak olsa bile, yeni hükümet bizim özel isteklerimizden hiçbirini gerçekleştirmeyecekse, iktidarsızlık yani muhalefet olmak tercih edilir. Gerçek bir Türk için politik onurluluk önemli bir erdemdir. Koalisyon ortaklığına ya da Sosyalist kabineyi dışardan destekleme gibi hesaplar yapan HÖH/DPS politikasının MAT oluşu Bulgaristan Türklerinin öz kültürü olan bir kimlik olarak yok olması anlamına gelir mi?


Makale ve Analizler - 2013

45

Cevap: Türk kimliğimizin silinmesi sürecini hızlandırabilir. Ne yazık ki, adaletin tamamen ortadan kaybolduğu bir zamanda yaşıyoruz. İlkelere bağlı kalmayan partilerin yozlaşmasına tanık oluyoruz. Türklerden ve Türklük geleneklerinden kopan bir Türk partisi olamaz! HÖH/DP sözüne dönmezse bundan böyle yaşam gücü ve ortam bulamaz. MAT haliyle politik oyundan çıkması zorunludur. Sakız gibi gevelenen, Plamen Oraşarski tarafından kurulacak Sosyalist Parti hükümetinin, koalisyon ortaklığına katılmamak şartıyla, HÖH/DPS ve aşırı milliyetçi ATAKA partisi tarafından desteklemesi hesaplarına gelince, bunlar evde yapılmış hesaplardır ve pazara uymadığı görünüyor. Yorum yapmak istemiyorum. Bu açılım son HÖH kalıntılarını tamamen bitirebilir, aslında iyi de olur. Partiyi Bulgaristan politik tarihinden ebediyen silebilir. Bu adım atıldığı taktirde, Romlara beklentileri üstüne bir bardak soğuk su içmelerini tavsiye ederim. Demokratik Güçler Birliği (bir zamanın SDS’i) diriltilemez. HÖH/DPS bu gibi hayallere kurban edilemez. Türkler partisini SDS bataklığına itmeyi düşünenler artık hesap vermek zorundadır. Süregelen politik, ekonomik ve sosyal PAT durum da son seçim sonuçlarından doğdu. Durum şöyle özetlene bilinir: 1. GERB süreyi iade etmiştir. ATAKA partisi ile görüşmemiştir. Seçeneksizliği kabul etmiştir.121 oyu bulamamış ve durumu zorlamamış yeni seçimler için vitesi yükseltmiştir. 2. BSP ile HÖH oyları hükümet kurmaya yetmiyor. Fakat yöneticilerinin aynı anlayışı taşıyan ATAKA koalisyon dışı kalıp, meclis içinden destek vermeyi kabul etmiyor. GERB bir uzmanlar hükümetine meclis içi kısmı destek verir mi, hala bilinmiyor. 3. Öte yandan B. Borisov seçimlerin yeniden yapılması için Başsavcılığa başvurmuş. Yani kısaca seçimler daha da karıştırdı durumu ve çıkmaz sokağı girilmiş oldu... PAT durumun bugünkü politik anlamı nedir? Eski ile yeninin çarpıştığı zaman, iki kesimin içinde bocalamaktır. MAT durumdan çıkış yolu yeni bir parti kurmak veya... PAT durumundan çıkış yolu ise yeni parlamento seçimlerinden geçer. Bu yeni seçimlerde de artık eski 1990 kalıntılarının temizlenmesi demek oluyor bu da bizim yorumumuz, kalın sağlıcakla.


46

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Gerçek kartalı beklemeye devam ediyorlar

Dr. Nedim Birinci-24.Mayıs.2013

Seçim günü köyümdeydim. Ben bir Rodopluyum. Gördüklerim beni derin derin düşündürdü. Gölgeler insan boyu olunca evlerinden çapalı sepetli çıkanlar tütün kazmaya, ıhlamur toplamaya gittiler. Okul önünden geçerken uğrayıp oy kullanma akıllarından bile geçmedi. Bizim oralara sanki “yetim kaldık” havası çökmüş, komşularımızda “bu iş eskidi, birşey çıkmaz!” inancı hâkim olmuş. Daha önce hemşehrilerimi beyinleri gölgeye çekilmiş görmemiştim. Şu aşamada aklı işe koşup kandırılmaları imkânsız. Sanki son kararı almış ve kenara çekilmişler. Bir de susan insanlar travma savuruyordu. Son 23 yılda anlatmak istediklerini anlatamayanlar, susanların koynunda evinde iş ortamında yetişenler de, işitmek istediklerini duyamadıkları için yaralı gibiydiler. Nesillerin kendini yenileyemediği çok net hissediliyordu. Susarak yorgunluk atmak! Hafıza tazelemek! Onlara göre mümkündü. Susarak bekleyenlerin bekledikleri ne olabilirdi? Göklere baktım. Bizim orada dağlarda yaşayan, yüksek kaya girintilerinde, dev ağaçlarda yuva yapan iri kartalların dönerek yükselişini, süzülüşünü, keskin gözleriyle yerde gökte nizam, huzur ve denge sağlayışını aradım gözlerimle. Rodop dağları bana “geldiler de kanat açmayın mı, dedik!...” edasıyla baktı. “Rahmet yağdı da, toprak kabul mü etmedi?” anlamında bir bakıştı bu... O anda hafızamın mücevher sandığından gelen bir ışıltı ansızın yeniden doğacağız elektriği verdi yüreğime... Tek eşli yaşayan, yaşamları boyunca eş ve yuva değiştirmeyen, bacakları tüylü büyük kavgalı yırtıcıları yerde gökte ararken gözlerime komşularımın seçim sandığını boş bıraktığı takıldı.Semaları bomboş bırakan kartallar gibiydiler. Bu benzerliğin çok önemli bir nedeni olmalıydı.Küçük iken dedem bana, kuş türleri arasında en uzun kartalların yaşadığını, onların insanlar kadar ömrü olduğunu çocukluğumda anlatmıştı. Ancak bu yaşa ulaşmak için, yirmi beşinde çok ciddi ve zor bir karar vermek zorunda olduklarını da söylemişti. O yaşa vardıklarında pençeleri sertleşen, esnekliğini


Makale ve Analizler - 2013

47

yitiren ve bu nedenle de beslenmesini sağladığı avlarını kavrayıp tutamaz duruma gelen kartalların gagaları da çok uzar, göğüslerine doğru kıvrılır, tüyleri kartlaşıp kalınlaşır, emsalsiz uçuşları zorlaşır, demişti. 25’ine gelen kartal yol ağzında durup düşünür ve hayatının en zor kararını alıp, eşi olmayan bir seçenek yapmak zorundadır.Ya ölümü seçecek ya da yeniden doğuşun acılı ve zorlu sürecini göğüsleyecektir.Yeniden doğuş süreci zaman alır, kartallarda en az 150 gün, toplumlarda ise birkaç yıl diye anlatmıştı dedem el işaretleriyle bulutlarla tepelerin kaynaştığı dağlara işaret ederek. Var olma, doğada denge umudunu yaşatma kararı alan kartal çok yüksek bir dağın tepesine uçar ve orada bir süre kalabileceği bir yer bulduktan sonra, gagasını sert bir şekilde kayalara vurmaya başlar. Bu işi toplumsal olgularla kıyaslarsak özeleştiriyle yenilenme anlamına gelir. Bu vuruşlar sonunda kartalın gagası yerinden sökülür ve düşer. Yerinde kalan kartal bir süre yeni gagasının çıkmasını bekler. Gagası çıktıktan sonra yeni işe koşulur ve bu yeni gaga ile pençelerini yerinden söker, çıkartıp atar. Yeni pençeleri çıkınca ise, bu kez kartlaşmış tüylerini yolmaya başlar. Toplumsal hayatta bu tavsiyeler dönemidir. Hiçbir işe yaramayanların işlerinden uzaklaştırılması ve ilkeli öze dönüş sürecidir. 6 ay sonra, o kendisine en az 25 yıl veya daha uzun süreli yeni bir hayat bağışlayan meşhur “Yeniden Doğuş” uçuşunu yapmaya hazır duruma gelir.Dedemin kartal hikâyesi bugünü anlayabilmem açısından çok yararlı oldu. İnsan hayatında zafer uçuşunu hep sürdürmek ister ama bunun için yapılacak olanların mutlaka yapılması şarttır. Bunların başında hayatın iyi ve kötüsüyle nesilden nesile devredilmesi, acı tatlı yaşam küpünün hep kaynaması zorunludur. Geçmiş ile geleceğin savaşı bugündür. Öz ve ilke değiştirilmeden verilen bu mücadele haklı ve doğru olanların zaferiyle sonuçlanır. Başka bir değişle, geçen yüzyıl 6 göç yaşayan halkımızın arkada bıraktığı hayat derslerini bilmeyen, alınan dersleri doğru değerlendiremeyenler halkın önüne geçip yol gösteremezler. Halkımıza ihanet edenlerden hesap sormayanlar önder olamaz! Toplumsal yaşam kuralsız, kaotik bir olgu değildir. Bu seçimler bizim için “ne dersek onu yaparlar!” diyenlere ders olsun! Kartalın hayatı ise hepimize ders olmalıdır! Biz geçmişin gereksiz safrasından kurtulmadan, zekâmızın, bilgeliğimizin ve deneyimlerimizin yeniden doğuşla getireceği olağanüstü değerlerden yararlanma yolunu bulamayız...


48

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Yeri gelmişken değinmeden geçemem. Hak ve Özgürlükler Hareketi yeni Başkanı Lütfü Mestan 12 Mayıs seçimlerini değerlendirirken, partinin bir önceki seçimlere kıyasla Bulgaristan Türk ve Müslümanlarından % 40 daha az, Türkiye’deki soydaşlarımızdan ise % 60 daha az oy aldığını söyleyemedi. HÖH/DPS eski ekibinin “alınmaz kalesi” olan Kırcali’den bu seçimde öteki Bulgar partiler de milletvekili çıkardı. Kırcaali köylerindeki Türk ve Pomaklardan 3.000 kişi İsmail Korman’a oy verdi. Şuna da değineyim. Bazı suskunların içindeki beklentide şöyle bir umut da sezdim: Türkiye, HÖH/DPS çınarını kurutmaz. Hayallerindeki Türkiye itfaiyesi sarnıçlara su doldurup dalları birer ikişer kuruyan HÖH/DPS ağacı yeniden dirilsin diye köküne sonda salıp bol bol su dolduracak! Boş umutlar bunlar... Başka bir boş umut daha var. HÖH/DPS’yi çoktan tarih olmuş ve tamamen unutulmuş eski Demokratik Güçler Birliği (SDS) bataklığına itmek ve yok etmek. Bu operasyonla HÖH/DPS’yi lümpenize (dilenci) olmuş sola kaydırıp yatağını yani tabanını değiştirmeye zorlama planları yazılıp çizilmiştir. Bu işin baş mimarı olan Biserov, HÖH Başkan Yardımcılığına Ahmet Doğan tarafından getirilmiş olup, yıllardır süren bu uğraşısından artık sonuç almaya başladığı dikkati çekiyor. Bu “akıl hocası” HÖH ile Ataka’yı – kurtla kuzu misali bir kafese koymayı teklif edecek kadar ileri gitti.Gözle görülen bu sinsi planların özünü belirleyen kırmızıçizgide Türklerin Türklüğü, Hak ve Özgürlük Hareketi’nin Türkleri unutması vardır. İkinci planda ise, Bulgaristan’da ve Türkiye’de yaşayan Türk nüfusun arasının açılması ve iki büyük topluluk olarak birbirlerinden uzaklaştırılmaları, kültürel olarak birbirlerine yabancılaştırılmaları yatmaktadır. Lütlü Mestan önderliğindeki Hak ve Özgürlükler Hareketi ve yönetimde kalan kadrolar Bulgaristan nüfusunun % 24’ünün Romlaştığını hesaba katıp partiyi etnik taban değiştirmeye zorlamakla aslında, bataklığa düşeceklerinin kokusunu hala alamıyorlar. Bu bataklıktan çıkış yoktur. 1990’da 1 milyon kişinin toplandığı mitinglerle Sofya “Kartal Köprü” meydanı’nı titreten Demokratik Güçler Birliği’nde (SDS) Başkan Vekili olan, sonra SDS’den kovulan, halen HÖH/DPS ikinci adamı görevini üslenen Biserov Demokratik Güçler Birliği partisini neden ayakta tutamadı? SDS neden dağıldı ve ardından iz bile kalmadı? Nasıl oldu da baraj geçemez hale geldi? Tehlikeleri neden okuyamadı?


Makale ve Analizler - 2013

49

Bugün Lütfü Mestan’la iyi anlaşıyorlar, çünkü ikisi de yok olan SDS saflarından geldiler ve politik yolda saf değiştirip HÖH/DPS başına bela oldular. Başarılı olamadılar, çünkü “Kartal Köprü”deki kartallar gagalarını ve pençelerini sökmek acısına katlan(a)madılar, tüylerini yolmadılar, yeniden doğmadan korktular. Safra keselerini temizleyemediler ve panzehiri olmayan o zehir hepsini yok etti. Yok, etti de Biserov ile Mestan ötelerindeki zehiri HÖH/DPS’ye taşıdılar ve sonuçlar ortada. SDS ağıcının gökleri delen dallarından uçup HÖH/DPS çınarı dalına yuvalanıp, zehirlerini partimizin özüne akıttılar, başka bir değişle kartalların yapmadığını yaptılar, yuva değiştirdiler, partimizi ele geçirip bela oldular. Söylenecek son söz şudur: Zorluklara katlanmadan bir yerlere gelmek isteyenlerin aramızda yeri yoktur ve olmaz! İşte böyle bir duyumlama, düşünce yükü ve dedemin bilgeliğinden gelen yeni umutlarla Rodoplardan, köyümden ayrıldım. Tütünler dikilmiş, ıhlamurlar açmış, çapalar, satırlar bilenmiş köy hayatı devam ediyor. Türkiye’ye Rodoplardan herkesin selamı var. Rodop’ta ki köylüler ise gerçek Kartalı beklemeye devam ediyorlar.


50

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

HAZİRAN Arada Bir, Kafayı Kaldırıp Bakmak Lazım

Alptekin CEVHERLİ-01.Haziran.2013

Aynen birey olarak kendimizde olduğu gibi, insanlardan oluşan devletlerde de dış hedefler konulması başarılar getirir. Eğer kendi iç dünyanıza, yani kabuğunuza çekilmiş ve sadece kendinizle uğraşıyorsanız gerçek hayatta üst üste büyük hezimetler almanız kaçınılmazdır.Dışarıdaki olayları ve fırsatları kaçırırsınız. Aynen Arif Nihat Asya’nın dediği gibi;... “Bu kitaplar Fatih’tir, Selimdir, Süleyman’dır. / Şu mihrap Sinanüddin, şu minare Sinan’dır. / Haydi, artık uyuyan destanını uyandır! / Bilmem, neden gündelik işlerle telaştasın. / Kızım, sen de Fatihler doğuracak yaştasın!”... Bu nedenle iç dünyamızla dost, serin, dingin ve ilkeli bir duruşumuz olduktan sonra, çevremize başta olmak üzere dost ve kardeşlerimize de sahip çıkmamız; ömürlük hedefler koyarak, onları gerçekleştirmek için çaba göstermemiz gerekir.Ülkeler için de aynı şartlar geçerlidir.Hatırlarsınız; Sovyetler Birliği’nin yıkılması süreciyle birlikte elimizden kaçan fırsatları alt alta yazsak; sanırım rahmetli Zeki Müren’in o meşhur şarkısına rahmet okutacak, devasa bir ‘Kahır Mektubu’ olurdu.Tabii ki bütün bunlar, biraz da nasip işi... Ama Rab’im insanlara akıl da vermiş yani, değil mi?... “Yüzüne çarpmak gerek zamanenin fendini... / Göster: Kabaran sular nasıl yıkar bendini? / Küçük görme, hor görme, delikanlım kendini. / Şu kırık abideyi yükseltecek taştasın; / Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!”... Diyerek sadece kızlarımızı değil, delikanlılarımızı da unutmadığımızı belirtiyor ve iki güzel haberi sizlerle paylaşmak istiyorum: 23 Ekim 2011 tarihinde gerçekleştirilecek olan Bulgaristan Yerel Yönetim ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri için Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği’nden (Bultürk) Türk Cumhurbaşkanı adayı çıkarılacağı duyuruldu. İsmi henüz sır gibi saklanan Türk aday için Bultürk (Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği) Başkanı Rafet Ulutürk, Tek Rumeli Televizyonu’na verdiği röportajda, Türk adayın; Siyasal Bilgiler Fakültesi mezunu olduğunu ve ne Türkiye’de, ne de Bulgaristan’da siyaset sahnesinde şu ana kadar yer almadığını belirtti. Ayrıca Ulutürk, Bulgaristan’da ilk defa Cumhurbaşkanlığı seçimleri için bir Türk’ün aday olacağını söyledi. Rafet Ulutürk: “Bulgaristan tarihinde ilk defa bir Türk Cumhurbaşkanı adayı çıkması önemli. Olayın; seçimin ka-


Makale ve Analizler - 2013

51

zanılıp kazanılmamasından daha çok, ileriki nesillere cesaret vermesi ve önünü açması açısından önemi çok mühim” şeklinde konuştu. * ABD’de, Amerikan yerlisi (Kızılderili) ve Türk girişimci işbirliğinde tarihi bir tasarı gündeme geldi. Amerikan yerli kabilelerine federal hükümetin (Vaşington yönetiminin) onayına gerek kalmadan sadece Türk şirketleriyle ticaret yapma imkânı sunan tasarı, Temsilciler Meclisi’ne sunuldu. Yerli Amerikan Dostluk Grubu’nun Eşbaşkanı ve Türkiye Dostluk Grubu’nun da üyesi olan Tom Cole tarafından sunulan tasarı “Amerikan Yerlileri Ticaret ve Yatırım Yasa Tasarısı 2011” adını taşıyor. Cole aynı zamanda Kongre’deki Kızılderili tek milletvekili olması sebebiyle Amerika Birleşik Devletleri ile Kızılderililer arasındaki sorunların giderilmesi amaçlı olumlu teklifleri gündeme getiriyor. Bu nedenle tasarının kabul edilme olasılığı yüksek bulunuyor. Tasarı Amerikan yerlilerinin ekonomik gelişmesine katkıda bulunurken, Türkiye’ye de eşsiz bir pozisyon sağlıyor. Yasadan sonra Türkiye, Vaşington hükümetinin iznine gerek kalmadan Kızılderililerin ortaklık kurabileceği tek ülke konumuna geçecek. Böylece Türk firmaları Amerikan pazarına da çok daha kolay girme imkânı elde edecekler. Yasa Türk şirketlerine özel sektörün ekonomik büyümesini teşvik etme ve istihdam yaratmada da çok iyi bir fırsat sunuyor. Düzenlemeyle, tasarı kapsamındaki faaliyetlerin finansmanı, federal hükümetin mali kaynaklarından (Vaşington’dan) harcama gerektirmeden, özel sektör tarafından karşılanacak. Tasarı alt komiteden geçmesi halinde komitede oylanacak, burada kabul edilmesinin ardından da Temsilciler Meclisi Genel Kuruluna getirilecek. Ardından da Türkiye ile Kızılderililer arasında Osmanlı Devleti döneminden sonra, ilk kez doğrudan ilişki kurulmuş olacak...


52

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgaristan Türklerinin tarihi hakkında sohbet

Tarihçi Doç. Dr. İbrahim Yalımov-05.Haziran.2013 Tarihçi Doç. İbrahim Yalımov ile Bulgaristan Türklerinin tarihi konusunda bir sohbet.

– Biz, Bulgaristanlı Türkler, tarihimizi ne kadar biliyoruz? Kime “Biz nereden geldik?” sorusunu sorsak “Konya’dan” der. Hepimiz Konya’dan gelmiş olamayız. – Baştan şunu belirtmek lazım ki, tarih önemli konulardan birisi. Bugün Bulgaristan Türklerinin başlıca sorunlarından birisi, kanaatimce kimlik sorunudur. Kimlik sorunu ise tarihle sıkı sıkıya bağlıdır. Yani kimliğini arayan her toplum tarihe dönmekte, kendi kökenlerini orada aramakta. Tarih işte bizim geleneklerimizi, bizim değerlerimizi yeni kuşaklara aktarmakta. O bakımdan tarihin önemi büyük. Bize gelince, biz, esefle belirtmemiz lazım ki, ne geçmişte ne bugün tarihimizle gerektiği kadar ilgilenememişizdir. Benim bildiğim kadarıyla Üçüncü Bulgar Devleti kurulduktan sonra Birinci Dünya Savaşı’na kadar ufak tefek bazı belirtiler var, yani burada Osman Nuri isminde bir öğretmen var, o Osman Nuri “Tuna Boyu Tarihi” ve “Ecdadımızın Tarihi” isminde iki kitap yazmış. Fakat bu kitaplarda genellikle Türkiye veyahut da Bulgaristan tarihinden söz edilmekte. Bulgaristan Türklerinin özel tarihi geçmişi ele alınmamakta. Bununla birlikte 1906’da Bulgaristan’da bir öğretmenler derneği kuruluyor ve bu, 20’li yıllarda Bulgaristan Türk Öğretmenler Birliği adını alıyor. İşte bu birlik, öğretmenlere köylerinin tarihini, coğrafyasını, geleneklerini araştırma görevini veriyor. Bunlardan birkaç tanesi ufak tefek bir takım yapıtlar ortaya koymuşlar. Totaliter dönemde Bulgaristan Türklerinin tarihiyle ilgili bir iki kitap yazıldı, fakat bunlar genellikle komünist tarihi çerçevesi içindeydiler ve genellikle komünist partisinin, Türkler arasındaki politikasını aydınlatmaya çalışıyorlar. Dolayısıyla bunlar methiye niteliğinde bir takım yapıtlardı. Ancak 20. yüzyılın sonlarında daha tam tarihi yapıtlar ortaya konuldu. Bunlardan birincisi Osman Keskioğlu’nun “Bulgaristan’da Türkler” ya da Bilal Şimşir’in “Bulgaristan Türkleri”. Bunların ikisi de göçmen. Birisi Nüvvab öğretmenlerinden, birisi de Nüvvab’da öğrenciymiş belli bir za-


Makale ve Analizler - 2013

53

man. Özellikle Bilal Şimşir’in kitabı oldukça dolgun bir kitap. Fakat o daha fazla Bulgaristan Türklerinin kültür tarihine önem vermekte. Demokratik dönemde de ufak tefek bazı yapıtlar ortaya çıktı. Kanaatimce bunların içinde en önemlisi “Bulgaristan Türklerinin Tarihi” ismindeki bizim kitap ve zorla kimlik değiştirmeyle ilgili hatıra tipinde bazı kitaplar ortaya atıldı. Ama tarihi yazmakla iş bitmiyor. Tarihi yazdıktan sonra tarihi öğrenmek, yani tarihten gereken dersi almak önemli. Bu konuda biz fazla başarı elde ettiğimizi zannetmiyorum. Bizde kendi tarihimizi, kendi ana dilimizi öğrenebilmek için gerekli bir öğretim sistemi kurulmamıştır. Onun için çocuklarımız tarihle ilgili gerekli bilgiyi edinemiyorlar. Dolayısıyla dikkat ederseniz soyumuzla ilgili, İslamiyetle bütünleşmemizle ilgili, hatta bundan 25 sene önce gerçekleştirilen zorla kimlik değiştirme süreciyle ilgili çok tutarsız tezler ortaya atılıyor. Bunların hepsine değinecek değilim. Genellikle bizim aramızdan yetişen kimseler, hele de az önce sözünü ettiğim Bulgaristan’dan göç eden tarihçiler, Bulgaristan Türklerini Türk ulusunun bir parçası olduğunu belirtmekle yetiniyorlar. Özellikle onun gelişme yolunu izleyemiyorlar tam olarak. Yahut da zorla kimlik değiştirme döneminde başka bir tez ortaya atıldı, bizim Türk olmadığımız, zorla İslamiyet yoluyla Türkleştirilen Bulgar olduğumuz ileri sürülmeye başladı. Yani bunlar, bizim tarihimizi bilmediğimiz için böyle ortada serbestçe kol sallayabiliyorlar. Buna rağmen teoretik düzlemde tarihi geçmişimiz belli ölçüde aydınlığa kavuşturulmuştur. Özellikle kökenlerimizle ilgili bir takım tezler var. Bu tezlerin içerisinde en tutarlısı Bulgaristan’daki Türk topluluğunun çeşitli etnik boyutların birleşmesiyle ortaya çıktığı tezidir. Şimdi bu bakımdan eğer konuya yaklaşacak olursak her şeyden önce Türk boyutlarının veya Türki boyutlar diyorlar bazıları, Türkmen boyutları diyorlar. Bunlar Bulgar topraklarına 6. yüzyılla 7. yüzyılların arasında göç etmeye, yerleşmeye başlamışlar. Bunların içinde en önemlisi Oto Bulgarlardır. 12. - 13. yy.’da buraya Peçenek, Oğuz ve Kumanlar göç etmişler. Çeşitli tezler var bunlarla ilgili ama şunu belirtmek lazım, bunlar oldukça yaygın boyutlarmış, örneğin Peçenekler 1074’te Koca Balkan ile Tuna arasındaki Kuzey Bulgaristan’da hakim olmuşlar ve 20 sene kadar burada kalmışlardır. Ya da daha sonraları Peçeneklerle Kumanlar, Bulgaristan’ın güney batısında bir Kuman Peçenek federasyonu kurmuşlar, federasyonun başkenti de bugünkü Makedonya şehirlerinden Kumanovo şehridir.


54

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bunun dışında, yani Osmanlılardan önce göç eden Türki boyutlarla ilgili, bir Sarısaltık olayı vardır. Sarısaltık, Bizans İmparatorlarından 8. Mihail Paleolog’un izniyle 20 bin kişi alıp Dobruca’ya yerleşiyor, Babadağ şehrinin etrafına. Bunlar burada belirli bir zaman kalıyorlar. Daha sonra Kırım’a göç ediyorlar, Kırım’dan da Anadolu’ya, ama bunların bir kısmının Dobruca’da kaldığı yaygın. Bunun dışında Anakomnin isminde bir Bizanslı yazar var, Bizans İmparatoru’nun kızı, bu, 12. yüzyılda Arda boylarında Selçuk Türklerinin bulunduğundan bahsediyor. Öyle ki, Osmanlılar buraya gelmezden önce bir takım Türki boyutlar buraya yerleşmiştir. Kuşkusuz bugünkü Bulgaristan Türklerinin çoğunluğunun Anadolu’dan geldiği göçler oluşturmaktadır. Göçler, çeşitli yollardan olmuş. Sizin belirttiğiniz gibi bunların bazıları Konya bölgesinden, fakat Konya ile birlikte Saruhan, Menemen ve başka bölgelerden gelenler de var. Ama Bulgaristan Türklerinin oluşmasında Yörüklerin katkısı en büyüktür. Osmanlı döneminde Gökbilgin’in de belirttiği gibi, Osmanlı devleti buraya bir takım kabileler aktarmıştır. Bunlara Yörük deniyor. Yörüklerin 16.-17. yüzyılda burada 100-160 bin kadar olduğu hesap ediliyor. Bunların dışında askeri birlikler var, memurlar var, din görevlileri var, göç eden dervişler var. Bunların hepsini hesaba katacak olursak Bulgaristan Türk topluluğunun çoğunluğunu göçmenler teşkil etmektedir. 93 Savaşından sonra, yani 1877-1878 Rus Türk savaşından sonra, bu Türki kabilelerin ve Türklerin çoğu buradan göç etmek zorunda kalıyor. Hatta savaş esnasında 600 binden bir milyona kadar insanın göç ettiği hesap ediliyor. Buna rağmen Bulgaristan’da bir hayli Türk kalıyor. Prenslik Bulgaristan nüfusunun % 26.96’sını ve Doğu Rumeli bölgesinde de nüfusun %34,5’ini Türkler teşkil ediyor bu dönemde. - Türkler, azınlık durumuna düşüyor. - İşte burada kalan bu Türkler, savaştan sonra yavaş yavaş bir azınlık niteliği kazanmaya başlıyorlar. Azınlık toplumu olarak oluşma süreci uzun yıllar sürüyor. Diyebiliriz ki Birinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar devam ediyor bu süreç. Azınlık oluşunca Bulgar yetkilileri, belirli dönemlerde bunların azınlık statüsünü tanıyor. Örneğin 1925’te Türkiye Cumhuriyeti ile Bulgaristan arasında imzalanan Dostluk Anlaşmasına ek protokolde Bulgaristan’da Müslüman azınlıklarından, yani bir kaç tane Müslüman azınlık olduğundan söz ediliyor. 1947’de Bulgaristan’da İkinci Anayasa onaylanıyor, bu anayasanın 79. maddesinde ulusal azınlıklardan söz ediliyor. Daha sonra 1958’de Komünist Partisinin bir takım plenumları, toplantıları var, bu toplantıda onaylanan “Türklerle ilgili tezler” diye bir karar var, bu ka-


Makale ve Analizler - 2013

55

rarda Bulgaristan Türklerinin sosyalist ulusal azınlık olduğu belirtiliyor. Ne ki 60’lı yılların sonlarında Bulgar yetkilileri, Bulgaristan’da azınlık olmadığını ileri sürmeye başlıyorlar. 80’li yıllarda da umumiyetle Bulgaristan’da Türk bulunmadığını iddia ediyorlar. İşte bizim geçmişimiz kısaca bu. - Türk bilinci ne zaman ve nasıl oluşmuş? Osmanlı zamanında, hiç kimse “ben Türküm” demiyormuş herhalde. - Evet, Osmanlı zamanında bunlar kendilerini Türk değil de daha çok Peçenek, Tatar olarak algılıyorlarmış tır.Şimdi az bir şey geri dönmem lazım. Daha önce görüşlerden bahsederken şunu da söylemem gerekiyordu. 14. yüzyılda, sonra da 17. yüzyılda genellikle Kırım’dan buraya bir sürü Tatar göç ediyor. Ve 16.-16. yüzyıllarda yayınlanan coğrafya haritalarında bizim Dobruca, Dobruca Tataristan’ı olarak gösteriliyor, yani orada oldukça fazla tatar bulunuyor. Şimdi burada şunu da belirteyim ki, Tatarların belirli bir kesimi giderek Türklerle birleşiyor. Ama bazıları bugüne kadar da kendi kimliğini korumuşlardır. Şimdi bilinç konusunu ele aldığımız zaman baştan şunu göz önünde bulundurmamız lazım – bilinçlenme bizlerde iki aşamadan geçiyor diyebilirim. Yani Osmanlı döneminde genellikle ümmet bilinci yaygındı. Biz kendimizi Müslüman biliyoruz. Yani etnik orijin ikinci derece, biraz gölgede kalıyor. Biz sizinle burada şimdi etnik bilinç ya da bazıları buna ulusal bilinç diyor, biz etnik azınlık olduğumuz için etnik bilinçten bahsedeceğiz, yani biz ulusal azınlık değiliz Bulgaristan’da. Etnik bilincin gelişmesi uzunca bir zaman kaplıyor. Türklük bilinci Osmanlı İmparatorluğu’nda Yeni Osmanlılar veya Genç Türklerin etkisiyle 19. yüzyılın sonlarına doğru uyanmaya başlıyor, gelişmeye başlıyor ve Türkiye’de genellikle Kemalist devrimden sonra artık egemen bir ideolojik akım haline geliyor. Bulgaristan Türkleri arasına da Türklük bilinci, Genç Osmanlıların, özellikle Genç Türklerin Bulgaristan’da yayınladığı gazeteler vasıtasıyla ve Türkiye’de öğretim gören yerli aydınlar vasıtasında bu Türklük bilinci, Bulgaristan Türkleri arasına da sızmaya başlıyor. Ama teoretik düzlemde Türklük bilincinden 20’li ve 30’lu yıllarda bahsedilmeye başlıyor. Parantez açarak şunu söylemem lazım, o dönemde Bulgaristan Türk aydınları ve genellikle Bulgaristan’da yaygın olan tez, ulus ve Bulgaristan Türkleri de kendilerini Türk ulusunun bir parçası olarak hesap ediyor ve dolayısıyla Türk bilinci, ya da daha doğrusu Türk benliği deyimini kullanıyorlar.


56

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Yani 20’li 30’lu yıllarda Bulgaristan’da yayınlanan öğretmenler derneğinin yayın organı, Deliorman, Rehber, Karadeniz gibi gazeteler, benlik konusunu ele alıyorlar. Bilinçte bir değişiklik eğilimi başlıyor. Bunu başlıca nedeni Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra dünyada genellikle ve özellikle Türkiye’de ve Bulgaristan’da gelişen yeni toplumsal ilişkiler ve görüş akımları. Yani Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra dünyada milliyetçilik, ya da ulusçuluk yaygınlaşıyor. Türkiye’de Kemalizmin altı okundan birisi Türkçülüktür, ulusçuluktur bu, Bulgaristan aydınları arasına da yayılıyor. Aynı zamanda Bulgaristan içinde gelişen olaylar da buna yardım ediyor. Özellikle Aleksandır Stamboliyski’nin yönettiği Çiftçi Birliği ve çiftçi hükümeti, Bulgaristan Türklerinin etnik ve dinsel kimliğine saygı göstermeye çalışıyor. Özellikle Bulgaristan Türklerine yeni haklar veriyor, Bulgaristan Türklerinin kültürünün gelişmesine yardımcı oluyor. İşte bunlar bizde etnik bilincin gelişmesine katkıda bulunuyorlar veyahut da gelişmesine şartlar, koşullar hazırlıyorlar. Sözünü ettiğim gazetelerden Karadeniz gazetesinde 30’lu yılların başlarında Bulgaristan Türklerine Milli Ant isminde bir programsal makale yayımlanıyor. Bulgaristan Türklerinin benliğiyle ilgili önemli konuları ele alıyor. Bu makalede şöyle deniliyor: “Biz Türk ulusundanız, ikincisi -Bulgaristan vatandaşıyız, üçüncüsü- Avrupa medeniyetindeniz”. Görüldüğü gibi her şeyden önce Türk olduklarını vurguluyorlar. Ve o zamanki anlayışa göre kendilerini Türk ulusunun bir parçası olarak algılıyorlar. Ama aynı zamanda “biz Bulgaristan vatandaşıyız” demekle bunlar, Türkiye Türklerinden belirli ölçüde ayrıldığımızı da göz önünde bulundurulduğunu belirtiyorlar. Hatta Rehber gazetesi doğrudan doğruya şöyle diyor: “Biz Bulgaristan vatandaşıyız, dolayısıyla biz Bulgaristan Türküyüz.” Yani biz Bulgaristan vatandaşıyız ama Türk’üz diye belirli bir ayrım yapıyorlar.Böylece etnik bilinç 30’lu yıllarda bir hayli gelişiyor. Biz kendimizi artık Türk olarak algılamaya başlıyoruz, yani daha önceleri, mesela 1880 yılında yapılan bir nüfus sayımında “Sen kimsin” diye sorulduğunda “Müslüman’ım” cevabını veriyorlar. 20’li 30’lu yıllarda “Türk Müslüman’ım” demeye başlıyorlar. Şimdi burada ayrıntılara girmiyorum Türklükle İslamiyet arasında bir hayli çatışmalar var, o konuyu bir tarafa bırakacağız. Yani Bulgaristan Türkleri kendilerini, Türk olarak algılamaya başlıyorlar. Bu konuda önemli olan ötekiler de bizi Bulgaristan Türk olarak algılıyorlar. Her şeyden önce Türkiye Cumhuriyeti’nde ilericiler Bulgaristan’daki Türklere Bulgaristan Türkü olarak bakıyorlar. Ve Atatürk’ün bir demecinde “Biz dışarıdaki Türklerle kültür açısından ilgileniyoruz, onlar da kendi


Makale ve Analizler - 2013

57

kültürlerini geliştirmelidirler” diye bir konuşması var. Bu sonra Cumhuriyetçi Halk Partisi programına giriyor. Onlar da bizi Bulgaristan Türkü olarak ele alıyor ve siyasi bakımından bizim işlerimize karışmamaya çalışıyorlar, bu doğrultuda özen gösteriyorlar. Bulgar kamuoyu da genellikle bizi Türk olarak algılıyor. Zaten daha Osmanlı döneminde Müslüman diyorlar, ama aynı zamanda bir göz atacak olursak Bulgar tarihinde, Bulgar edebiyatında İslamiyet Türk dinidir, Hıristiyanlık Bulgar dinidir - Bılgarska vyara, Turska vyara deyimleri kullanılıyor orada. Demek ki, Müslüman olarak algılandığımız zaman bizim etnik kökenimizin Türk olduğu belirli ölçüde göz önünde bulunduruluyor. Bu giderek böyle devam ediyor. Örneğin az önce söylediğim anayasaya girmesi, ya da Komünist Partisi’nin plenumunda belirtilmesi, demek ki, bizi, Bulgaristan Türklerini, bir Türk azınlığı olarak resmen kabullendiğini gösteriyor bunlar.Bilinç, totaliter sosyalizm döneminin ilk 15-20 yılında gelişmeye devam ediyor. Bu dönemde Bulgaristan Türklerine belirli haklar veriliyor, özellikle kültürel ve politik alanda. Hatta birçoğumuz 50’li yılları lale devri olarak algılıyor. O devirde bir kültürel atılım var. Bu kültürel gelişmede nesne olarak Bulgaristan Türklerinin Türk bilincinin gelişmesine yardım ediyorlar. Özellikle belirtmek istiyorum ki, ben o dönemde yetişenlerden birisiyim, sosyalizmi benimseyenler bile Türklükten vazgeçmediler ya da Türklüğünden uzaklaşmadılar o dönemde; yani Türk sosyalisti olarak kendilerini algılıyorlardı. - Bugünlerde bilinç ne durumda? - Bugünkü aşamada bizim bilinç anlayışımız ve pratikte bilince yaklaşımımız, oldukça karmaşık bir görünüm arz ediyor, benim kanaatime göre. Totaliter dönemin son yıllarında bizim kimliğimizi zorla değiştirme yeltenişinde bulundular. Ama pratikte o dönemde Bulgaristan Türklerinin bilinci yıpranmadı, Türklük bilinci yok olmadı, tam tersine pekişti. Bir düşünecek olursak hele de Mayıs Olaylarında düzenlenen gösterilerde “Türk doğduk, Türk olarak ölmek istiyoruz”, “Dilimizi verin, dinimizi verin”, “İsimlerimizi geri çevirin” diye bir takım sloganlar ortaya atıldı. O zaman bunu kimlikle ne kadar bağlayıp bağlamadıkları başka bir konu, fakat özet olarak bunlar kimlik doğrultusunda bir direnişin yankısı olarak kabul edilebilir. Bu direniş, benim kanaatime göre, demokrasileşme dönemine geçişte ilk yıllarda devam etti. Çeşitli gösteriler yapıldı ve azınlık haklarımızı istedik biz o dönemde. Bu direnişin sonucu ve genellikle dünyada bir demokratikleşme süreci vardı, bu sürecin etkisiyle, örneğin 1991’de onaylanan Bulgaristan Anayasası’na belirli haklarla ilgili hükümler konuldu. Bunlar


58

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

genellikle insan haklarıyla ilgili, fakat aralarında o zaman biz azınlıklarla ilgili birkaç hüküm de yerleştirebildik.Daha sonraları Bulgaristan Avrupa Birliği’ne üye olmaya hazırlanmaya başladığı zaman onaylanan öteki yasaların birçoğunda insan haklarıyla ilgili, azınlık haklarıyla ilgili belirli hükümler bulunmakta. İşte buna dayanarak bazı kimseler, hatta bizim aramızdan yetişen siyasetçiler, “Biz haklarımızı elde ettik” dediler. Oysa haklar, genellikle kağıtta yazılı kaldı. Hele de Bulgaristan’ı Avrupa Birliği’ne kabul ettikten sonra bu alanda bir duraklama, hatta belirli ölçüde geri dönme eğilimi belirdi. Her şeyden önce, az önce de söylediğim gibi, bu yasalar pratikte uygulanmadı. Bize gereken haklar verilmedi. Örneğin bizim özellikle sosyo ekonomik alanda ve kültürel alanda yeteri kadar hakkımız olduğunu iddia edemeyiz biz. Neden diyeceksiniz, çünkü sosyo ekonomik alanı göz önüne bulunduracak olursak Türklerin yoğun yaşadığı bölgelerde işsizlik, fakirlik öteki bölgelere bakarak çok daha geniş. O sahada ve kültürel sahada ayrımcılık, diskriminasyona biz her gün tanık oluyoruz. Kültür alanında, örneğin çocuklarımız dillerini, kültürlerini, tarihlerini öğrenemiyorlar. Yani öğretim sistemi onlara bu alanda gereken olanakları sağlamıyor.Dolayısıyla Bulgaristan Türkleri, kimliğini koruyup geliştirebilmesi için Bulgaristan’da gereken koşullar oluşturulmadı ve Bulgaristan Türklerinin kimliği güvence altına alınamadı. Ama bizde işte bu haklar elde edildiği kanaati yaratıldı, öte taraftan da çok geçmeden, biz Avrupa Birliği’ne üye olduktan bir sene sonra Avrupa’da ve çok geçmeden de Bulgaristan’da ekonomik, mali bunalım başladı. Bu dönemde artık Bulgaristan Türkü daha fazla geçimiyle uğraşmaya başladı ve kimlik sorunu yan tarafta kaldı, unutulmaya başladı. İşte bunu da göz önünde bulunduracak olursak ,diyorum ki, bizim bilinç konumuz biraz tehlikeye düştü, geleceği oldukça karanlık, benim kanaatime göre.


Makale ve Analizler - 2013

59

Bulgaristan’da Pomak Türkleri

Rafet Ulutürk-13.Haziran.2013

I. Bulgaristan’da Türk olan üç unsur bulunmaktadır. 1. Türkler 2. Pomak Türkleri: 3. Gagauzlar Menşeleri konusunda çeşitli görüşler bulunmaktadırlar. Bulgarlar Bulgar olduklarını, Yunanlılar ise en eski Yunanlılar olduklarını iddia etmektedirler. Ancak Pomaklar kendilerinin Türk olduklarını söylemektedirler. Asıl olan da budur. Kişinin kendisini nasıl kabul ettiğidir. Her halk kendi menşeini ve kendisini en iyi bilir. Pomak Türkleri XI. asırda anayurtları Orta Asya’yı terk ederek, Ukrayna ve Romanya üzerinden Bulgaristan’a gelen Kuman Türklerinin torunları olan Pomaklar ilk olarak Bulgaristan’ın Tuna Boyu ve Dobruca bölgelerine yerleşmişler, daha sonra güneye inerek Rodoplar ve Makedonya’nın doğu kesimlerine yerleşmişlerdir. Bugün ağırlıklı olarak Rodoplar ve Pirin bölgelerinde ikamet etmekte olan Pomak Türkleri bunun dışında Bulgaristan’ın kuzeyindeki Lofça, Plevne Teteven; Orta Bulgaristan’da Filibe vilayetlerinde küçük gruplar halinde yaşamaktadırlar. Pomak Türklerinin kökeni ve tarihi geçmişi ilgili olarak bugüne kadar İngiliz Arşiv Belgeleri de dâhil olmak üzere yapılan incelemeler; Pomakların gerçekte XI. Yüzyılda Balkanlara geldiklerini, daha sonra dinlerini terk ederek, Müslümanlığı benimsediklerini ve zaman içerisinde Osmanlılarla kaynaştıklarını ortaya koymaktadır. Osmanlı İmparatorluğu’nu Rodop ve Pirine yönelik fetih seferleri sırasında Pomak Türkleri “öncü”, “aracı” ve “ileri keşif kolları”nda aktif görev almışlardır. Kuman Türklerine Pomak adı da yarımadaya gelen Osmanlılara yardım etmelerinden dolayı Slavlar tarafından takılmış bir isimdir. Slavlar, Anadolu’dan gelen soydaşlarına maddi ve manevi yönden destek sağlayan Kuman’lara, Slavca’da “yardımcı, yardım eden” anlamına gelen “Pomağaç” adını takmışlardır. “Pomak” kelimesi Yunanlı ve Bulgarlar tarafından iddia edildiği gibi bir kavmin adı değil, Kuman Türklerine Slavlarca verilmiş bir sıfattır. Görüldüğü gibi daha ilk aşamada Yunan ve Bulgar tezlerinin geçersizliği ortaya çıkmaktadır.


60

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgarlar’ın “Müslüman Bulgarlar”, Yunanlılar’ın “Müslüman Grekler” olduğunu iddia ettikleri Pomak Türkleri; Orta Asya’dan kuzey göç yolunu (Hazar Denizi ve Karadeniz’in kuzeyini) takip ederek Ukrayna ile Besarabya’ya giden, buradan da XI nci yüzyılda Balkanlar’a inen ve Peçenekler’in yardımıyla 1034’den itibaren Rodoplar, Batı Trakya, Pirin ve Vardar Makedonyası’nı hâkimiyetleri altına alan Kıpçaklar’ın veya Avrupalıların Kuman olarak adlandırdığı Türk boylarının devamıdır. 860’lı yıllardan itibaren Ukrayna ve Romanya üzerinden Balkanlar’a gelen KumanKıpçak Türklerinin soyundan gelen Pomaklar, ilk olarak Bulgaristan’ın Tuna Boyu ve Dobruca Bölgelerine, daha sonra güneye inerek Rodoplar ve Makedonya’nın Doğu kesimlerine yerleşmişlerdir. Pomaklar’ın atası olan Peçenek ve Kuman Türkleri, önce Bizans’ın, ardından da Bulgarlar’ın egemenliğine girmişlerse de yok edilememişlerdir. Bu tarihi gerçeklere rağmen, Yunanistan ve Bulgaristan Pomakların kendi etnik gruplarına mensup olduklarına yönelik hiçbir bilimsel dayanak taşımayan iddialar ortaya atmaktadır. Bu çerçevede; Yunanlılar Pomakların “Müslümanlaştırılmış Grekler olduğunu” savunurken, Bulgarlar ise Kumanların “Müslümanlaştırılmış Bulgarlar” olduğu tezini ortaya atmakladır. Gerçekte, Pomaklar ne Yunanlı ne de Bulgar’dır. Gerçekte Pomaklar öz ve öz Türk’tür. Pomakçanın % 30’unu Ukraynaca, % 25’ini Kuman Kıpçak Lehçesi, % 20’sini Oğuz Lehçesi, % 15’ini Nogay Lehçesi ve % 10’unu Arapça kelimeler oluşturmaktadır. Pomak Türklerinin lisanında % 30 oranında slavcanın yer alması Kıpçak Türklerinin X. ve XI.nci asırlardaki göç dönemlerinde gerek Ukraynalı ve Besarabyadaki Slavlar ile, gerekse de daha sonraki dönemlerde Makedon Slavları ile olan kültürel ve ticari ilişkilerine dayanmaktadır. Pomak çanın % 60 Türk Lehçelerinden oluşmasının yanı sıra Pomakların etnik olarak da Yunan, Bulgar veya Makedon unsurlar ile yakınlığı yoktur. Pomak Türkleri Bulgaristan’ın özellikle Rodop Dağları’nın Bulgaristan ve Yunanistan sınırları etrafında yaşarlar. Bulgarlar, Makedonlar, Yunanlılar ve Sırplar, Pomakların kendi soylarından olduklarını söylemekteler. Osmanlı döneminde ise onların Müslümanlaştırıldıklarını iddia ederler. Hâlbuki Pomak Türkleri bilinen tarihleri boyunca Türklüklerinden şüphe etmemiş, Türklüğe, Osmanlı Devletine ve Türkiye Cumhuriyetine bağlılık duyguları içerisinde olan bir unsur olarak hareket etmişlerdir.


Makale ve Analizler - 2013

61

Bizce de Pomak Türkleri, Balkanlara Osmanlıdan çok önce yerleşen Kuman, Peçenek ve Kıpçakların kalıntılarıdırlar. Mevcut olan kan bağı nedeniyle Osmanlı’nın Balkanlara gelmesi ile birlikte kitle halinde İslamiyet’i kabul etmişler ve devlete hizmet etmişlerdir. Nisan 1876 da Osmanlı yönetimine karşı organize edilen Bulgar ayaklanmasında Bulgarların yanında yer almadıkları gibi, bilakis ayaklanan Bulgarların bastırılmasında çok aktif bir şekilde rol oynamışlardır. Daha sonra 1877-78 Osmanlı Rus savaşında da Pomaklar, Osmanlı yanlısı ve Bulgar karşıtı tavırlarını sürdürmüşlerdir. Ayrıca 1877-78’de savaşta Rodoplar’da yaşayan Kıpçak, Kuman ve Oğuz Türkleri bir araya gelerek birlikte canlarını, mallarını ve namuslarını koruyabilmek için, topraklarının Ruslar tarafından işgal edilmemesi için direnişe geçmişlerdir. Hatta İngiliz konsolosunun raporunda belirttiği gibi Rodoplar’da Türkler ilk defa Nisan 1878’de Rus kuvvetlerine karşı çarpışarak, onları püskürtüler diye yazmıştır. Rodoplar’da Türkler canını, malını ve namusunu Ruslara ve Bulgarlara karşı savunmak amacına yönelik olarak, Rus işgali tehlikesine karşı bir nefsi müdafaa şeklinde kendiliğinden başlayan ve genişleyen hareketin liderleri tek değildir. Bu müdafaa sırasında yapılan yazışmalarda bazen 10 üyelik bir heyet veya 25-30 temsilci, bazen de 100 köyün Muhtarları imzalarını atmışlardır. O zamanlarda tüm olumsuzluklara, şartlara rağmen Rodop Türklerinin direnişi devam etmiş. 1879 kışında çoğu kadın ve çocuk olmak üzere binlerce insan soğuk, açlık ve hastalıklardan ölüme terkedilmiştir. Ancak her şeye rağmen teslim olmamışlar ve 27 Mayıs 1879 tarihine kadar süren geçici Rus yönetimi esnasında Ruslar Rodoplar’a hâkim olamamışlardır. O zaman Osmanlı yönetimine verilen Arda’nın güneyindeki ahali, silahlarını Osmanlı otoritelerine hemen teslim etmişlerdir. Arkadan Berlin Anlaşması ile kurulan Doğu Rumeli vilayetine bırakılan Kırcaali ve Devin ahalisi “biz ancak Osmanlı askerlerine silahlarımızı teslim ederiz, mevcut yönetime güvenmiyoruz, “demişlerdir”. Uzun görüşmelerden sonra Rodop Türkleri silahlarını teslim etmemek, vergi vermemek ve ancak Türk idareciler tarafından yönetilmek şartıyla o zaman Doğu Rumeli valisi Aleko Paşa ile anlaşmışlardır. Bulgar yönetimi de fırsat buldukça bölgeye saldırmış, zorla onları itaat ettirmek istemişlerse de Türk ahalisinin silahlı direnişi ile karşılaştıkları için geri çekilmek zorunda kalmıştırlar.


62

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Böylece bölgede barış sağlanamamış, bir nevi kendi kendini yönetim anlayışı içerisinde devam etmişler. Rodop Türkleri kendi mahkemelerini ve kendi polis teşkilatlarını kurmuşlar ve gerginlik devam etmiştir. 1885 yılında Doğu Rumeli vilayeti Bulgaristan Prensliği ile birleşti, fakat Rodop Türkleri bu anlaşmayı tanımadı. Onlar Osmanlı’ya bağlanmak istediklerini bildirdiler. Böylece bu meselenin çözümü için, bu mesele görüşülmek üzere toplanan İstanbul Kongresi 5 Nisan 1886 tarihinde Rodoplar Osmanlı yönetimine verilmesi kararlaştırılmıştır. İşte burada da gördüğümüz gibi ta o zamanlarda Kıpçak, Kuman ve Oğuz Türkleri birbirlerine sahip çıkmışlardır. (Fakat 1970’lerde bunlara sahip çıkılmamıştır, böylece de 1984 gelmiştir.) O zamanlardaki bu direnişin Rodoplar’da Türk varlığı sorununun bir nevi tarihi temellerini ortaya koymakta ve bölge ahalisinin hafızasında tazeliğini halen korumaktadır. Böylece Rodop Türkleri 1877’den günümüze kadar bölgeye hâkim olan Bulgaristan yönetiminin istediği kalıba hiçbir zaman sokamadığı bir topluluk olarak varlıklarını sürdürdüler ve buna devam etmektedirler. Bulgar darecileri, 1910 yılında baskıları artırmaya başlamışlardır. Pomak Türkleri’ne, “gayri Türk” ile “gayri Müslüman” düşüncesini aşılamak ve diğer Türklerden ayırmak amacıyla; a. Müslüman Pomak Türkleri’nin yaşadığı köy, bucak, ilçe ve vilayetlerde Türkçe tedrisatın yapılmasına müsaade etmemişler, b. Türkçe tedrisat yapılan okullara Pomak Türklerinin gitmesini yasaklamışlar, c. Pomak Türklerinin folklorunu tahrif ederek Bulgar folkloru ile birleştirmek istemişler, d. Ayet, hadis ve hutbeleri Bulgarca okumaya zorlamışlar, e. Anavatan Türkiye sevgisi yerine, Anavatan Bulgaristan fikrini telkin etmeye çalışmışlar, f. Türk ve İslam düşmanlığının aşılanması için kreş, ilkokul, ortaokul ve diğer okullara Bulgar asıllı öğretmenler tayin ederek Türk-İslam düşmanlığını telkin edici temalar işlemişler, g. Pomak Türklerini, Bulgarların yaşadığı köy, kasaba ve şehirlere zorla iskan ettirerek Bulgarların içinde eritmeye gayret etmişlerdir. Balkan Savaşları sırasında, Bulgar General Sarafof, Pirin Makedonyası ve Rodoplardaki mahalli işgal komutanlıklarına gönderdiği talimatla, bütün Türklerin “Bulgarlaştırılması”nı, kabul etmeyenlerin ise imha edilmesini emretmiştir.


Makale ve Analizler - 2013

63

Bu emir; a. Türklerin Müslümanlığı terk ederek Hristiyanlaştırılması, b. İsimlerinin değiştirilerek Bulgarlaştırılması, c. Türk-İslam kültür ve medeniyetinin yok edilmesi, d. Türklerin tehcire zorlanması, e. Türklerin soykırıma tabi tutulması vb. tarzlarda uygulanmıştır. 1912-13 Balkan savaşları, bağımsız Bulgaristan yönetiminin Türkleri parçalayarak yok etmeye başlamışlardır. Özelikle Kıpçak Kuman Türklerini (Pomak Türkleri) Bulgarlaştırmak için harekete geçtiği ilk dönemdir. Bu yıllardaki toplu Bulgarlaştırma hareketi “Pokristvane” adıyla anılır. O dönemlerde batı ve orta Rodop’lar da Bulgarlar tarafından komiteler kurulmuştu. O zamanlarda 150 bin civarında Pomak Türklerine Hıristiyanlığı kabul ettirdiler ve Bulgar isimleri verdiler. Çok yerde camiler kiliseye çevrilmiş. Bu bölgelere Bulgar öğretmenler ve Papazlar gönderilmiştir. O bölgede yaşayanların gönüllerini kazanmak için yiyecek ve giyecek dağıtılmıştır. Ancak Osmanlı’dan çekinen Bulgar Yönetimi geri adım atmak zorunda kalmıştır. Pomak Türklerine Türkçe isimleri iade edilmiş, camilerde ibadet edebilmelerine, geleneksel kıyafetlerini giyebilmelerine müsaade edilmiştir. Daha sonra 1938 yılında “Rodina Kardeşlik Cemiyetinin” kurulması ile Pomak Türkleri için ikinci zor dönem başlamış oldu. Bu cemiyet Pomakların Bulgarlarla aynı soydan geldiklerini ileri sürerek, kardeş oldukları tezini işlemeye başlamışlardı. Bulgarlaştırma yine başlamıştı ve karşı çıkan dövülüyordu, yeni doğan çocukların ismi Bulgarca yazılıyordu. Türkçe’ye izin verilmiyordu, insanlar yine çaresiz ve yalnızdılar. 1944’te II Dünya savaşından sonra Bulgaristan’da kurulan Komünist rejimin ilk yıllarında halkın desteğini alabilmek için yapılan bu uygulamaları, faşist kampanyalar olarak nitelenerek kınandı. Ancak arkasından takip eden yıllarda rejim tamamen Bulgaristan’a yerleştikten sonra yeni Bulgar idarecileri Pomak Türklerine yönelik aynı metotlara başvurmaktan çekinmediler. Her yeni dönemde değişen tek şey metotlar oldu. 1945-49 yılları arasında Bulgaristan-Yunanistan sınırına yakın yerlerde yaşayan Pomak Türkleri özellikle yeni rejim açısından yeterince güvenilir bulunmadıkları için Bulgaristan’ın iç kesimine zorla sürgün edilmişlerdir. Bazen köyler o zamanlarda tamamen boşaltılmıştır. 1950 yıllarında 30 km’ye kadar olan Pomak Türkleri köylerinin giriş ve çıkışları izne tabi tutulmuştur. Böylece sürekli kontrol altında tutulan


64

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

yerler statüsüne sokulmuştur, bu da 1992 kadar devam etmiştir. İşte bu gün bazı kimseler karar vermeden bu gerçekleri bilmeleri gerekir. 1950-55 yılları arasında Tatarlar ve Türk çingenelerinin isimleri değiştirilmeye başlanmıştır. Bulgaristan Komünist Partisi Merkezi Komitesi 1962 yılında nisan ayında Çingene, Tatar ve Pomakların Türklük bilinçlerinin yok edilmesi için bir dizi uygulamayı yürürlüğe sokmuştur. İsimler değiştirilmiş, Geleneksel kıyafetler yasaklanmış, Modern kıyafetler giymeleri zorunlu tutulmuştur. 1956 yılında Bulgaristan sayımlarında Pomak Türkleri ilk defa Bulgar olarak geçmişlerdir. Yine 1964 yılında bu uygulamalardan vazgeçilmiş ve 130 bin kişinin Türkçe isimleri iade edilmiştir. Daha sonra 17 Haziran 1970 tarihinde BKP aldığı bir kararla Pomak Türklerinin Bulgarlaştırılması uygulamasına toplu isim değiştirmelerle yeniden başlanmıştır. 1974 yılına kadar tehditler, hapisler, yaralamalar ve öldürmeler ile bir arada olan bütün Pomak Türklerinin isimleri Bulgar isimleri ile değiştirilmiştir. 1970 yılında 17 Temmuz tarihinde BKP (Bulgar Komünist Partisi) Merkez komitesi ve politbüro yetkilileri 549 sayılı gizli tedhiş ile Milliyet ve Din değiştirme kararını almışlardır. Bu karardan sonra Bulgarlaştırma faaliyetleri hızlandırılmış zaman zaman kanlı katliamlara da dönüştürülmüştür. Meriç barajının gölünde 1000 kişinin cesedi toplu halde ortaya çıkarılmıştır. Olayı Dünya kamuoyuna, Yugoslavya Televizyonu duyurmuştur, hunharca işlenen bu cinayetleri şiddetle kınamıştır. Bu arada Libya Lideri Kadafi’ de Bulgarların Türklere karşı giriştiği din ve milliyet değiştirme politikasına karşı harekete geçmiştir. Pomak Türkleri canlarını ve kimliklerini koruyabilmek için Türkiye’ye göç eden Oğuz Türklerinin (Osmanlıdan kalanların) evlerini satın alarak yerleşmeye başlamışlardır. Daha sonralarda buna da izin verilmemiştir. 13.03.1972 tarihinde Paşmaklının Barotin, Dospat adli köylerine baskın yapmışlar, asker ile polisler tank, kamyon, köpekler ve itfaiye araçları ile saldırmışlardır. Böylece Rodop Türklerinin adlarını değiştirmek için korkunç bir zülüm başlatılmış ve her tarafa ateş açılarak Rodop toprakları Türk kanına bulanmıştır. Barotin köyünde 14 ile 17 Mart arası köylüler ile milisler arasında şiddetli bir çarpışma olmuştur. Fakat halk topların karşısında dayanamamış yaralı kardeşlerini orada bırakarak kaçmak zorunda kalmışlardır. Askerler ve milisler köylerde Türkleri köpeklerle kovalamışlar, takip etmişler, işte bu olayları düşünerek Pomaklar hakkında ona göre konuşun. 1972 yılında Kadafi Bulgaristan bir heyet göndermiş, Türklere karşı giri-


Makale ve Analizler - 2013

65

şilen jenosit hareketini inceletmiştir. Daha sonra ise şiddetli protestoda bulunmuş ve Libya’da ki Bulgar işçilerini sınır dışı etmiştir. Ayrıca 1972 yılında Ribnova köyünde Bulgar milisleri gelerek zorla Türklerin isimlerini değiştirmeye çalışmışlardır. Buna karşı köy halkı bir araya toplanarak sopa, balta, ellerine ne gelirse almışlar ve karşı koymuşlar. Böylece milisleri köyden kovmuşlar ellerinden silahları da almışlar. İki gün sonra ise gidip silahları karakola teslim etmişler. İşte buda bizim Milletin iyi niyetli oldukları apaçık ortadadır. Daha sonra bu halk yok edilmiş ve işkencelere tabi tutulmuştur. 1968-1972 yılları arasında sürdürülen Bulgarlaştırma kampanyası sırasında, bütün bölgelerde aynı işlemler yapılmıştır. Bunlar arasında; a. İsim ve milliyet değiştirme dilekçelerinin tamamen matbu olduğu, b. İşlem tarihi olarak eski tarihlerin yazıldığı, c. Her Türkten, 100 Leva işlem parası adı altında haraç alındığı, d. Bulgarlığı ifade etmekte olan isim,sıfat ve ünvan listelerinin mahalli BKP I. Sekreteri,Belediye Başkanı ve Meclis Başkanı tarafından düzenlendiği, e. İsim değiştirme ve Bulgarlaşmayı reddedenlerin işkenceye tabi tutulduğu, f. Pirin Makedonyası ile Rodoplar’da meydana gelen toplu mukavemet, bu bölgelerdeki Türklerin Bulgarlaşmayı kabul etmediği gibi ortak özellikler dikkati çekmektedir. Gizli karardan sonra Bulgarlaştırma faaliyetleri hız kazanmış, kanlı katliamlara dönüşmüştür. Milliyet ve dinlerini değiştirmeyi kabul etmedikleri için Pirin Makedonyası, Rodoplar, Deliorman, Dobruca gibi bölgelerde binlerce Türk öldürülmüştür. Sadece Meriç Baraj gölünde, 1000 kişinin cesedi toplu halde ortaya çıkarılmıştır. Olayı dünya kamuoyuna, Yugoslavya Televizyonu duyurmuştur. 1968-1972 yılları arasındaki olaylar neticesinde, 8-10 bin Türk öldürülmüş, 558 bin 325 Müslüman Türk’ün isimleri değiştirilmiş, isim değiştirmemekte direnen 48 bin 73 kişi işten atılmış, öğrencilerin Bulgar okullarındaki kayıtları silinmiş ve nüfus cüzdanları iptal edilmiştir. 1968-1972 yılları arasında, Pomak Türkleri’ne Bulgar adları verilerek ve dinlerine müdahale edilerek tatbik edilen bu olaylardan sonra, 1984’ten itibaren ise kesin sonuç almak üzere aynı uygulama bir kez daha hayata geçirilmiştir. 240 hanelik Yukarı cumanın Kızanlık köyünde tamamen Türk köyüydü. 1972 yılında bir kaç kişinin dışında bütün köyde yaşayanları çocuk, kadın demeden diri diri yakılmışlardır. Bu olayın olmasına sebep olan şey Pomak Türkleri Bulgar olmayı kabul etmemişlerdi, suçları


66

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Türk olmaları. Bu köyde isim değiştirme esnasında av tüfekleri hatta baltalar bile toplanmıştır. İsim değiştirmeye razı olmayanlara da çeşitli baskılar yapmışlar ve aylarca maaş vermeden çalıştırmışlardır. Bunun da ne olduğunu ancak yaşayanlar bilebilir, aylarca evine çocuklarına ne götürebilirdiler acaba bunu düşünebilir miyiz? Bu isim değiştirmeyi sonuçlandırmak için ise Kızanlık köyüne baskın yaparak köy halkını toplu halde bir samanlığa doldurmuşlardır. Burada Türkleri samanlıkta 3 gün 3 gece ekmek su vermeden aç susuz halde bırakmışlardır. Bu baskılar sonucunda da Türklerin Bulgarlaşmayı kabul etmemeleri üzerine samanlığı içindeki insanlarla birlikte yakmışlardır. İşte bunu okuyanlardan kaç kişi bunu göze alabilir, burada da Pomak Türklerinin ne kadar Türk olduğunun bir kanıtı olarak göstermek isteriz. Böylece komünist yöneticilerinin de barbarlığı sonucunda bu köyde 240 hane ihtiyar, kadın ve çocuk dâhil olmak üzere köyde bulunanların tamamı diri diri yakılmıştır. Tabi bunlar soy kırıma tabi tutulmuyor nedense. Fakat ne yazık ki Bulgaristan Türklerinin acı feryadını Dünya kamuoyunda da Türkiye’de de yeterince duyulamamıştır. Bu suskunluktan cesaret alan komünist yönetimi 1984 yılında bu hareketi sonuçlandırmak için tüm Bulgaristan yaymıştır. Çok geçmeden 7 Temmuz 1978 tarihinde BKP. Merkez Komitesi bir karar alarak Pomak Türklerinin, Osmanlıdan kalan Türklerin yoğun olarak yaşadıkları bölgelere gelmelerini yasaklamıştır. Böylece bu konuda Oğuz Türklerinin (Osmanlıdan kalanların) ilgisizliğinden, Pomak kardeşlerine hiçbir yardımda bulunmamaları 1984-85 yılını getirmiş oldu. 1971 de yeni bir Anayasa hazırlandı ve Todor Jivkov Devlet Konseyi Başkanlığına getirildi. Yeni bir ulusal meclis seçildi, Stanko Todorov Başbakan oldu. Bulgaristanda Türk azınlığı asimile etme çalışmaları Jivkov döneminde giderek yoğunlaştı. 1959 yılından itibaren Türklerin kendi dilleriyle eğitim yapabilmeleri imkanı tamamen ortadan kaldırıldı. Böylece “tek uluslu Bulgar Devleti” yaratma politikasının planları yapıldı ve buna karşı çıkanların ölüme veya hapse mahküm edilmeye başladılar. Bulgar Anayasasının 35.maddesiyle insanlara milliyeti, menşei, dini, cinsi ve ırkının farklılığı nedeniyle ayırım yapılamayacağını, onur kırıcı ceza ve muamele uygulanamayacağı hükme bağlandığı halde,Bulgar Komunist Partisi Merkez Komitesi Politbürosunun 1969 yılında yayınladığı 549 sayılı “Terörle dil, din, milliyet değiştirme” kararı ile bütün azınlıkların isim ve dinlerini değiştirme kampanyası başlatılmıştı.


Makale ve Analizler - 2013

67

1970 yılına kadar Bulgaristanda Türkçe yayınlanan 95 gazete ve 13 derginin hemen hemen hepsi kaapatıldı. Türkçe gazete sayısı 4’e, dergi sayısı 2’ye düşürüldü. Müslüman çocuklarını komunizmi ve ateğizmi benimsetme çalışmalarına başlandı. 1984 yılında Bulgaristanda Türklere karşı sürdürülen baskılar bütün ülke çapında yeniden şidetlenerek doruk noktasına ulaşmıştır ve bulgaristan da kalan Türk Milletini tarihten silmek istenmiştir. Bu tür benzer bir örneğin dünyanın hiç bir yerinde devletlerde görmek mümkün değildir. Bulgaristan bu tür uygulamalarıyla devletlerarası hukuk kurallarına ve insan hakları evrensel Beyannamesini ayaklar altına aldığı gibi kendi anayasasınıda ihmal etmiştir. Bu arada dünya da buna sessiz kalmıştır. 19.04.1985 tarihinde Alman ikinci televizyonu (ZDF) tarafından Bulgaristanda devlet terörü ile sürdürülen din ve milliyet değiştirme uygulamaları konusu kamuoyuna açıklanmıştır. Bulgaristanda Türk köylerin kuşatıldığını, Türklere isim değiştirmek için baskı yapıldığnı, karşı gelenlerin tutuklandığnı Mestanlı da direnme neticesinde şidetli çatışmaların meydana geldiğini belertmiştir. Amerikanın sesi radyosu 27.05.1985 tarihli haber programında, Bulgaristan da yapılan incelemelerde Bulgarlaştırma kampanyasında meydana gelen olaylarda Kırcaali de 500 Türkün öldürüldüğünü, 1000 kişi tutuklanarak kampa gönderildiğini, ayrıca 26.12.1984 tarihlerinde Mestanlı da da kanlı olayların sürdüğünü söylemiştir. 1989 yılının 19. Mayısta Djebelde bir grup insan ayaklanmış ve “Özgürlük istiyoruz, Türklüğümüzden vaz geçmeyiz, İsimlerimizi isteriz, İnsan gibi bizlerde bu dünyada yaşamak istiyoruz.” sloganları atmışlar. İşte böylece Bulgaristan Türkleri Komunizmin sonunu getirdiler. Bunun hemen arkasindan da Rusya coktu 1984 yılında isim deiştirme olayları esnasında 3 milyon 300 bin kimliğin değiştirildiği ortaya çıkmıştır. Bu arada bir de hatırlatma yapalım, 1984 yılında Pomak Türkleri yoktu, onların 1970-72 yılında değiştirilmişlerdi. Onlarıda sayisi en az 1 milyon olduğunu düşünür isek işte Bulgaristanda Türklerin nufusu. Yani Bulgaristanın yarısının bile üstünde, işte gerçekler. Bulgaristan da Türk nufusunun tespiti birde 1989 yılında bankalardan 400 bin kişi para çekmiştir. Bunlar sadece Türklerdi bunun bir aile düşünün, Türklerde para aile reisinin üstüne yatırılırdı, bunuda herkes çok iyi bilmekte.


68

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bir aile demek 1.Aile karı ve koca 2. Türklerde en az 3 çocukludur aileler bizlerde en azını alalım 3. Her ailenin ihtiyarları var 2 de onlar. İşte oldular 7 x 400 bin = 2 milyon 800 bin kişi mi yaptı + burada parası olmayan ve ya elinde olanlar vardı bunuda % 20 deseniz 560 bin kisi olur rakam 2 milyon 800 bin + 560 bin = 3 milyon 360 bin. İşte gerçekler ortada. 1989 yılında Türkler barışçı yollarla kendi haklarını yeniden kazanmak ve onurlu bir hayat sürdürebilmek için açlık grevlerine başlamış protestolar, yürüyüşler düzenlenmişler ve seslerini yükseltmeye başlamışlardır. Böylece Jivkov’u ve komunizmin düşürülmesini sağlamış oldular. Türklerin üzerine Bulgaristan yetkililerinin verdiği emirlerle, asker ve polisler ateş açılarak çok sayıda Türkler yaralanmış ve öldürülmüştür. Todor İkonomovo, Kaolinovo’da olduğu gibi. Hadiseler kanlı bir şekilde bastırılmıştır. Daha sonra Türkleri evlerini terketmeye zorlamış ve kitleler halinde ülke dışında çıkarmaya başlamış. Böylece Bulgaristanda yine etnik temizlik başlamış oldu. Bu da Bulgaristan da bir faciaya neden oldu, Kendi vatandaşlarını gayri insani şartlar altında sürgün etme yolunu seçmiş ve bir tehcir hadisesini başlatmıştır. Dünya kamuoyunu yanıltmak için ise, bu durumu “Turistik hareket” olarak tanıtmaya çalışmıştır. Bu arada 3 ay içerisinde 350 bin Türk göçmen Türkiyeye göç etmiştir. İnsanlık tarihinde karanlık çağlarına terkedilmesi gereken ve II. Dünya harbinden beri görünmeyen büyüklükteki bu tehcirin acıları şu anda bile yaşanmaktadır. Doğudu büyüdüğü yerleri bırakmak o kadar kolay değildir. Bunu anca yaşayan bilir. Dünya yeniden insanlığa karşı işlenen bir suça şahit olmaktadır ve buna dur deyende bulunmamıştır. Soykırımcılar bunu da iyi görmeleri gerekir. Bulgaristan Türklerinin istediği tek şey vardı Türk olarak doğudu büyüdüğü yerlerde yaşamaktı. Bulgar Yönetimleri Balkanlarda Osmanlı egemenliğinin sona ermesinden itibaren, Pomakları asimile etmek için zaman zaman şiddete varan baskılar uygulamışlardır. Asimilasyonun ilk ayağı olarak Hıristiyanlaştırma faaliyetlerine hız verilmiş, camileri tahrip ederek kiliseye çevrilmiş ve isimleri değiştirilmiştir. Halen sürdürülen propagandanın temelinde bir değişiklik olmamakta birlikte zaman zaman yöntemler değiştirilmektedir, fakat sonuçlar hep aynı yola çıkar.Ancak, Pomak Türkleri geçmişte olduğu gibi bugün


Makale ve Analizler - 2013

69

de kendi milli benliklerini koruma yönündeki mücadelelerine devam etmektedirler, bu konuda onlara yardım edilmesi şarttır.İşte bölünmenin sonuçları her zaman felaketlerin başlangıcı olduğunu Bulgaristan Türkleri artık kavramalıdırlar. O eski zamanlarda Rus ordusunu yurtlarına sokmayan bu kahraman Türkler kendi aralarında bölündükten sonra Slav Bulgarlara bile yenik düştüler. Ancak bilinçlendirilmediklerinden dolayı halkı suçlamak yanlış olur. Bu konuda en çok suçlu olanlar Bulgaristan’daki Türk aydınlarıdır. Zaten bir toplum için cahiller zararlıdırlar, fakat “diplomalı cahiller” ise felakettirler. Böylece 10 Kasım 1989 tarihinde rejimin yıkılması ile başlayan demokratikleşme sürecinde Türklere Türk isimlerini yeniden geri alabilmeleri için gerekli yasal düzenlemeler yapıldı. Ancak Türk ailelerinde kuşaklar arasında çatışmalar sebebiyle kendi içlerinde sorunlar yaşanmaktadır. Yeni kuşaklar kendileri Bulgar hissettikleri söyleyerek Türk isimlerini almayı reddetmektedir. Bu durum gösteriyor ki o zamanlarda uygulanan asimile politikası kısmen de olsa amacına ulaşmıştır. Bulgaristan’ın Osmanlıdan ayrılarak Balkanlarda bağımsız devletlerin kurulması ile birlikte Pomak Türklerinin de problemleri başlamıştır. Pomak Türkleri 120 yıldır yoğun bir baskı, asimilasyon ve şiddetli propaganda altında yaşamaktadırlar. Bugün sayıları 800 bin civarında olan Pomak Türkleri ile ilgili çalışmalar Bulgaristan’da en hassas konuyu oluşturmaktadır. Görüleceği üzerine Pomaklar kendilerini her zaman Türk hissetmişler ve her zaman Türklerin yanında yer almışlardır. 1990 yılından sonra Bulgaristan’da diktatörlüğün yıkılması ile demokratik yapılanmaya geçilmiş ve Hak ve Özgürlük Hareketi’nin kurulmasında da bugün çok büyük emekler sarf etmişlerdir. Ancak takip eden yıllarda gitgide HÖH’den dışlanmışlar veya beklentileri gerçekleşmemiştir. Pomaklar ile ilgili ciddi çalışmalara gidilmemiş, yakınlık gösterilmemiştir. Buna mukabil Bulgarlar top yekün harekete geçerek yoğun bir şekilde propaganda yapmaya devam etmişler ve Hıristiyanlaştırma kampanyalarını sürdürmüşlerdir. Öte yandan Suudi destekli Vahabi faaliyetleri de yoğunluk kazanmıştır. Vahabi çalışmaları da Türklüklerini kaybettirme yönünde yoğun bir şekilde devam etmektedir. Pomakların yaşadıkları her yerde boy göstermeye başlamışlardır. Türkiye’nin ise yaptığı yardımların nereye gittiğinin, neler yapıldığının arkasını araması gerektiği düşüncesindeyiz. Bu konuda Türkiye’nin de alternatif çalışmalar yapması gerekmektedir. Özellikle 1990 yılından sonra Pomak Türklerine yönelik misyonerlik ve Hıristiyanlık faaliyetleri kat ve kat artmıştır. Diğer yandan vahabilik faaliyetleri de çok büyük boyutlara ulaşmıştır. Bu nedenle Pomak Türkleri


70

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

üzerine ciddi ve sürekli bir çalışmaya gidilmesi şarttır. Bulgaristan’daki siyasi dengelerde önemli rol oynayan bu topluluk ile yapılması gereken çalışmaları şöyle sıralayabiliriz. 1. Tarihi bilinç: Pomak Türklerinin Türk kökenli olduklarına dair araştırmalar yaygınlaştırılmalı ve yayınlar yapılmalıdır. Bu konuda birçok eser de mevcuttur. Bunların bir kısmı Bulgarcaya tercüme edilmeli veya el kitapları basılmalı. 2. Dini faaliyetler: Dini eğitim, yayın ve diğer etkinlikler Arapların elinden alınmalı ve Türkiye’de bir Vakıf ile birlikte çalışmalar yapılarak, dini ve milli eğitimi bütünleştirilmeli. Aynı zamanda Hıristiyanlık faaliyetlerinin önüne geçilmeli. 3. Kısmi göç: Pomak Türklerinin yoğun olarak yaşadıkları köy ve kasabalardan, akraba ağı geniş olan ailelerden seçilen aileler göçmen olarak Türkiye’ye kabul edilerek, Türkiye ile olan diyalogları güçlendirilmelidir. Türkiye‘ye alınacak 50-60 ailenin sağlayacağı bağın etkisi iki üç kuşak sürecektir. Ancak bunlara Türkiye’de imkânlar yaratılması da şarttır. 4. Sivil örgütleme: Pomak Türklerinin yoğun olarak yaşadıkları yerlerde sivil teşkilatlanmalara ön ayak olunmalı, yardım edilmeli ve bu konuda eğitim verilmelidir. Bilinçli kişiler seçilerek sivil teşkilatlar kurmalarına yardım edilmeli ve faaliyetleri desteklenmelidir. 5. Pomak Türkleri: Hak ve Özgürlük Hareketi ile bütünleşmeleri için gerekli faaliyetler yapılmalı ve bunlar Bulgaristan’da yayılmalıdır. Zaman zaman Türk düşmanları buna engel olmaya çalışacaklardır. Bu nedenle bunlara kendilerini ifade etme fırsatı verilmemeli. 6. Örgütlenme çalışmaları: Örgütlenme çalışmalarını iki başlık altında yapılması gerektiğini düşünüyoruz. 1. Siyasi örgütlenme: 2. Sivil örgütlenme: a). Dernekler b). Vakıflar: 7. İktisadi ve ticari örgütlenmeler ve çalışmalar:


Makale ve Analizler - 2013

71

Önceki baskıların psikolojik devamı ve komplekslerimiz

Sevda Dükkâncı-13.Haziran.2013

“Aa, senin kızın Türkçe biliyor mu?” Bu soruyu duyunca deli oluyorum. Sofya doğumlu ve yine başkentin göbeğinde büyümüş 14 yaşındaki kızımın Türkçe konuşuyor olması, neredeyse bir mucize sanki. Büyük şehirde yaşarken Türkçe konuşma yasağı mı getirildi, ne? Şehirli çocukların Türkçe konuşuyor olması sanki suç sayılır. “Aman kafası karışmasın”, “Aman okulda Bulgarcasını etkilemesin, İngilizcesi var, yorulmasın, şaşırmasın, Türkçe konuşmaya utanıyor, sıkılıyor”ister inanın, ister inanmayın bunlar her gün karşılaştığım mazeretler. Bunu söyleyenler de annelerdir. Bir de Anadili diyoruz! Ana sütüyle beraber, ben kızıma anadili sevgisini de aşılamadıysam, yazıklar olsun bana, annelik vazifem yarıda kalmış demektir. Çocuğunuzun Türkçe konuşuyor olması onu diğerlerinden daha zengin, daha birikimli, daha bilgili bile yapacaktır. Okulda ve sokakta dışlanmasın diye, özünden uzaklaştırmak mı istiyoruz evlatlarımızı? Çok yanlış yoldayız! Anadili ve kimliğiyle barışık bir çocuk, toplumda da daha huzurlu, okulda daha başarılı, büyüdüğünde de hayata daha hazırlıklı bir kişi olacaktır. Sofya’da okulunda tek Türk öğrenci olan kızımla evde sadece Türkçe konuşurken, Bulgar eserleriyle birlikte, Türk çocuk edebiyatı da okuturken içim çok rahat. Eminim ana dili Türkçesi ile, babasının yurt dili Yunanca ile, vatan dili Bulgarca ve okulda öğrendiği bir iki yabancı dille o benden, sizden ve anadilinden sakınan yaşıtlarından çok daha kozmopolit ve özüne sadık bir yetişkin olacaktır gelecekte. Kafası da karışmaz inanın zamane çocukların, evde Türkçe konuşuyor olması, sınıf birincisi olmasını da asla engellemez. Bilge bunun canlı kantı. Ukalalık yaptım belki, ama sadece gözümün önündeki örneği vermek istedim. Bu ara “Aa, kızın Türkçe biliyor mu” sorusunu duymaya devam ettikçe, yakında komplekslerimizden sıyrılamayacağımız gibime geliyor. * Merlin, Arel, Denis, Melisa’nın Ayşe, Fatma, Mehmet üzerindeki galibiyeti


72

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Geçenlerde bir arkadaşımın oğlu oldo, adını Arel koydular. İsmin anlamı nedir, ne değildir, derken, kafamı kurcalayan birşeyi sizinle paylaşmak istedim. Modern yaşam koşullarında genç Türk aileleri, Bulgar toplumundan fazla farklı görünmeme arzusuyla yeni bebeklere de birbirinden ilginç isimler seçer. Özellikle kentlerde yaşayanlar, “Çocuğum ileride zorluk çekmesin” veya “Bulgarlar daha rahat telafuz etsin” diye belki, geleneksel Türk isimleriyle yakından uzaktan ilgisi olmayan adlar koyuyor çocuklarına. Şehirli olmanın bir seçkin belirtisi olarak algılanıyor “Bulgarcaya” yakın isim seçmek. Arel mi dersin, İrel mi, Merlin mi, Erik veya Denis... İisim seçme özgürlüğü gibi bir hakka diyeceğim yok, ama bütün bunlar bizim önyargılarımız ve komplekslerimizin bir işareti. Topluma kendini kabul ettirmenin yolu ve çoğunluğun bir parçası olma anlayışımıza güzel Türk isimlerini kurban ettik galiba. 1985’te Kalaşnikov zoruyla Savina Ananieva Davidova oldum ya ( ne isim ama, Bulgarca dışında herşeye benziyor) – şimdi hiç böyle bir baskıcı ve şiddet politikasına gerek yok- çünkü biz kendimiz gönül razılığıyla kimliğimizi gizlemeye can atıyoruz.

Bulgaristan’daki Türkçe hakkında sohbet

Doç. Dr. İbrahim Yalımov-16.Haziran.2013

Tarihçi Doç. Dr. İbrahim Yalımov ile röportaj yaptık. İbrahim Yalımov, Şumen’in Grdaişte köyünde doğdu. 1953’de, Şumen Türk Lisesi’nden mezun oldu. Daha sonra Sofya Üniversitesi’nin FelsefeTarih bölümünü bitirdi. 22 yıl, Bulgar Bilimler Akademisi’nde çalıştı. Yaklaşık 22 yıl Yüksek İslam Enstitüsü’nde öğretim görevlisi olarak çalıştı. Yayınlanan eserlerinden bazıları “Bulgaristan’da Türk Toplumunun Tarihi”, “Kemalizm ve Bulgaristan’daki Yankıları”, “İslam ve Demokrasi”dir. Baskıda olan kitapları: “Bulgaristan Türk Tolumunun Etnik, Kültürel ve Dinsel Kimliği”, “Bulgaristan’da Azınlık Hak ve Özgürlükleri”. 1998-2002 ve 2006-2012 yılları arasında iki dönem Yüksek İslam Enstitüsü’nde rektölük yaptı. Son günlerde, ana dili konusu tekrar gündeme geldi. Parlamentoda tartışma konusu oldu. Bu vesileyle yıllardır Bulgaristan Türklerinin kimliği üzerinde araştırmalar yapan


Makale ve Analizler - 2013

73

Sayın, Doç. Yalımov, Bulgaristan’daki Türkçe’nin dünü ve bugününden bahseder misiniz? Elli küsür yıldan buyana, Bulgaristan’da ana dili eğitimi ve özellikle Türkçe dersleri bir sorun haline geldi. 1960’tan sonra Türk okulları kapatıldı. Ardından Türkçe dersleri yavaş yavaş kısıtlanmaya başladı ve 70’li yılların ortasında Türkçe eğitimi tamamen müfredattan kaldırıldı. Demokrasiye geçiş yıllarında, Türkçenin okullara girmesi sağlanabildi. Bulgaristan, 1991’de bir Anayasa onayladı, bu onaylanırken ben birkaç öneri sundum. Bunlardan biri de ana dilinin okutulmasıydı. Anayasanın 36. maddesinde, Bulgaristan’da ana dilleri Bulgarca olmayan vatandaşların kendi ana dillerini öğrenme hakkına sahiptirler yazıyor. 1991’in son aylarında, Büyük Millet Meclisi eğitim yasasını onayladı. Eğitim yasasının 8. maddesinde Türkçe derslerinin okullarda okutulamayacağı yazıyordu, okul dışında öğretilebileceği belirtiliyordu. 1992’de Hak ve Özgürlükler Hareketi’nin desteği ile Demokratik Güçler Birliği yeni bir hükümet kurdu. Bu hükümet Türkçenin belediye okullarında okutulmasına müsaade etti. 1998’de, Anayasanın 8. maddesinde düzeltme yapıldı ve belediye okullarında ana dilini okuma hakkı yasal olarak elde edildi. Okullarda, Türkçe dersleri nasıl okutuluyordu? Türkçe dersleri seçmeliydi ve böyle olunca, çocuklar ana dili derslerinin yerine İngilizce, bilgisayar gibi başka dersleri tercih etmeye başladı. 1992’lerde Türkçe derslerine yaklaşık 110 bin öğrenci devam ediyordu, son bir-iki yılda yapılan araştırmalara göre, bu sayı 7 bine düşmüş. Yani çocuklarımızın ancak yzüde 10’u Türkçe okuyor. Bunun böyle olmasının sebebi nedir? Bunun farklı sebepleri var. Bu sadece ders kitaplarının olmamasıyla açıklanamaz. En önemli sebep, Türkçenin belli başlı şartlara bağlanmış olmasıdır. Örneğin, her ders yılının sonunda anne-babalar gelecek ders yılı için çocuklarının Türkçe okuyacaklarına dair bir dilekçe doldurmaları gerekiyor. Ana dilinin okutulması için, bir grupta en az 13 öğrenci olması lazım. Okullarda, Türkçe diğer derslerle denk değil. Çocuk, ana dili dersinden zayıf not alsa bile sınıfı geçiyor. Tabi, bir de ders kitabı sorunu var. Bir diğer sebep ise, Türkçenin yani ana dilinin sadece evde kullanılabilir bir dil olarak değerlendirilmesidir. Yani aile dili olarak tanımlanıyor. Ana diline öteki dillerle eşit bir dil olarak bakılmıyor. Dil çok önemli bir fenomendir. Dil toplulukların oluşmasında son derece önemli rol oynuyor. Dil, tarih şuurunu nesilden nesile aktarmak için bir vasıtadır. Kısaca, dil kimliğin başlıca belirtisidir. Hatta Fransalı bir filozof, kimlik dildir diyor.


74

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

1970’li yıllardan buyana, dünyada artık çokkültürlü yaşam modeli konuşuluyor. Böyle bir modelde, ana dili eğitimi ne ne şekilde olmalıdır? Bu model, önce Kanada, Avustralya, Hollanda ve İngiltere gibi ülkelerde uygulanmaya başladı. İşte burada dil sorunu da ortaya çıkıyor. Şimdi ise insanların uzun zamandır bir arada yaşadıkları için birbirilerini etkiledikleri söyleniyor ve bunun gönüllü olduğu için de bunda bir sakınca görülmüyor. Azınlıklar çoğunlukların kültürünü kabul etmeye başlıyor ve böylece bunların bazıları birer-ikişer grup halinde çoğunlukla bütünleşiyorlar. Bizdeki durum nedir? Bizde, Türkçe giderek kullanım alanını daralttı, fakat 2-3 yıldır bu durum Bulgaristan Türkleri arasında, özellikle aydınlar arasında duyarlılık uyandırmaya başladı. Türkçenin sorunlarını ele alan konferanslar, yuvarlak masalar vb. etkinlikler düzenlenmeye başladı. Türkçe eğitiminin gereken seviyede olmadığı ortaya konuldu ve Türkçe derslerinin düzenlenmesi istenmeye başladı. Aynı zamanda, 2-3 yıldan beri Bulgaristan’da bir eğitim reformu söz konusu, bununla ilgili bazı yasa taslakları ortaya konulup inceleniyor. Bir yandan ilköğretim yasa taslağı, diğer yandan yüksek öğretim yasa taslağı var. Bu taslaklarla ilgili Bulgaristan’da çeşitli yerlerde, çeşitli gruplar birtakım öneriler ortaya attı. Örneğin, bizim Sofya’da Kültürel Etkileşim adında bir derneğimiz var. Bu derneğin adından birinci taslakla ilgili bir öneri sunduk ve bunu eğitim bakanlığına gönderdik. İkinci bir yasa taslağı da ortaya çıktıktan sonra, biz on dernek bir araya geldik ve ortak bir öneri hazırlayıp parlamentoya gönderdik. Bizim önerimiz, bütün eğitimi kapsıyor. Şahsi kanaatime göre, eğitimde önemli düzenlemeler yapılması gerekiyor, eğitim sistemi kültürlerarası etkileşim temeli üzerine kurulmalıdır. Çokkültürlülük modeli, azınlıklara dillerini, kültürlerini, edebiyatlarını, tarihlerini, müziğini, geleneklerini öğrenme olanağı sağlıyor, bunlarla ilgili dersler konulmasını öngörüyor. Türkçe dersleri konusuna nasıl bir çözüm aramak gerekiyor? Bana göre, Tükçeye ve ana diline iki yönden yaklaşmak gerekiyor. Birincisi, günümüz dünyasında gelişen süreçleri göz önünde buludurmak lazım. Günümüz dünyası çokkültürlü, çokuluslu, çok etnik gruplar dünyasıdır. Özellikle son yıllarda milyonlarca insan memleketlerini terkederek başka yerlerde geçimini sağlamaya çalışıyor ve her ülkede çeşitli azınlıklar oluşuyor, çeşitli kültürler bir arada yaşıyor. Yani mesele yalnız Bulgaristan Türklerinin sorunu değil, bu aynı zamanda Bulgarların da sorunu. Bugün 2 milyon Bulgar farklı farklı ülkelerde yaşıyor. Onların Bulgarcayı ana


Makale ve Analizler - 2013

75

dili olarak öğrenmesi de bir sorun.Biz, Türkçe eğitimini sağlam bir temele oturtabilmemiz için, eğitim sisteminin ciddi anlamda düzenlenmesi lazım. Bugün dünyada birçok insanın birkaç kimliği var. Bizim Türk kimliğimiz var, Müslüman kimliğimiz var, Bulgar vatandaşı kimliğimiz var, şimdi bir de Avrupa vatandaşı kimliğimiz var. Bunların hepsi bir arada yaşatılmalı, birbirine engel olmamalı, birbirine katkıda bulunmalıdır. İşte okul bu rolü oynayacak duruma gelmeli. Türk kimliği bir taraftan ailede, bir taraftan da okulda oluşturulmalıdır. Kimlik ailede oluşmaya başlıyor. İşte biz bunu Bulgaristan Türklerine anlatmak zorundayız. Pedagojik açıdan, hiç değilse çocuklar 1.- 4. sınıfta ana dillerini öğrenmelidirler. Son yıllarda yapılan pedagojik araştırmalara göre, iki dilin bir arada öğrenilmesi birbirine engel değil, bilakis birbirilerine yardımcı oldukları tespit edilmiş. Bu yüzden ailede çocuklara her iki dili de öğretmek lazım. Ailede ana dili ile beraber “baba dili” de olmalı. Eğer ana Türkçe konuşursa, baba Bulgarca konuşsun çocuğuyla. Biz buna yardımcı olmamız lazım ve bazı dernekler, yaz aylarında Türkçe kursları açmaları gerekiyor. Biz Sofya’da bunu yapmaya başladık, Türkçe, Osmanlıca ve dini bilgiler kurslarımız var.

Testi Kırıldı

Rafet Ulutürk-17.Haziran.2013

Böyle de olmaz ama... İnsan ancak yükselirken düşer oysa HÖH/DPS milletvekili Delyan Peevski daha yerine oturmadan kötü sarsıldı ve düştü, yanında kimileri götüreceği hükümet mi, yoksa... şimdilik belli değil. Dilimizde “Bir bela bin bela getirir!” atasözü vardır. İşte şimdi artık çorap söküldü. HÖH/DPS Bulgaristan halkının gözünde bitti öngörüsünde bulunanlar haklıymış. “Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) bitti!” diyen Sayın Boyko Borisov da haklı çıktı. Meydanlardaki 10 binler istifa istiyor. Cumhurbaşkanı Plevneliev “hükümetten güvenimi çektim” dedi. İki haftalık hükümet düşer mi? Ne oldu? Dıştan dışa bakarsak başımıza bu belayı bu defa yeni seçilen HÖH milletvekili ne gözü ne midesi doyan Delyan Peevski açtı.


76

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Maşallah, Allah nazardan korusun. Bu milletvekilimiz 150 kilo. Meclisteki sandalyelere sığmamış. Maaş alası var, bu göbekle bütün gün ayakta durması da zor. Son günlerde ciddi sorunlar yaşıyor. Şöyle bir gerilip ara sıra da kestireceği bir koltuk bulamamış, iyice rahatsız. Listeler doldurulurken adaydan boy, kilo, popo büyüklüğü gibi bilgi istenmediğinden mecliste hazırlık yapılmamış. Genç vekil toplantı salonunda sırtını duvara yaslamış hep ayakta. Seçmene de saygısızlık. Olaydan meclis çatırdıyor. Anası, bizdeki Rus oligarşilerinin başı İrina Krısteva oğlunun ayakta kaldığını öğrenmiş. Ana yüreği dayanır mı! Krısteva, kendinde de kilo problemi olduğundan, şu ateşe benzin atan, kahvaltısında 12 baniçka yutan, şişman kadın GERB milletvekili Filaretova ya çok kızmış. Oğluyla iddialaşmışlar, bizim pehlivan 15 parçayı indirmiş mideye. “Ye babam ye” yarışı seçim kampanyasında çok kızışmış. Delyanço Pazarcık ve Stara Zagora köylerinde 52 kuzu ve 12 oğlak ziyafetine oturmuş. Adettir, adayın yemesine içmesine bakılır. Serbest güreşte olimpiyat şampiyonu Lütfü Pehlivanın da bir oturuşta bir kuzuyu süpürdüğü sohbetlere konu olurdu. Delyanço da öyle bir tip işte. Sabahtan akşama kadar yiyor, içiyor, sindiriyor, dinleniyor, ertesi gün yine aynı şeyleri yapıyor. HÖH/DPS seçmeni için önemli olan onun “ajan” olmaması. Poliste çalışmış, sorgulama dairesinde görev almış ama “dosyası temizmiş”. Pavel Banya’daki sofrada “yeni dosya mı açtılar acaba bunlar” diye soran olmuş ama cevap veren olmamışNe etsem! Kimi arasam?, derdinde olan ananın gönlünde eski dost Ahmet Doğan gün gibi parladı. “Liderle” oturdukları generaller sofrasında ancak yiyip içtikleri ayrı gitmişti. O şimdi gölgede olsa da, ipleri çekendi. Aralarındaki derin ilişkide unutmak veya kıskanmak olamazdı. Ortak geçmişten geldiler ya... Ahmet’in “ajanlığı” ona bugün baş belası olmuş, kap soyulmuş, öz görülmüş, endişe trajedi olmuştu... ama Ahmet, ateş içinde kalınca zehirli iğnesiyle kendini sokup öldürecek bir tip yani akrep değildi. Ahmet Doğan DPS/HÖH milletvekili D. Peevski’nin DS’ci general dedesini Tato döneminden tanıyordu. Torununu Stanişev koalisyonunda Bakan yardımcılığına atamıştı. Neden olmasın, ayakta kalan Delyançoyu sıkıntısından şimdi de kurtarabilirdi. Bu toy HÖH milletvekilinin “çok değerli” annesinin endişesini telefonda dinleyen “lider” kararını birden verdi. “Hala her şey benim kontrolümde” dercesine, “anlaşılmıştır,” “tamam,” “DANS Müdürü,” kabul mü? Sözlerini işiten kulağı avizede kadın, donakaldı. Bu umut ettiğinden çok çok fazlaydı. Adeta şok oldu. “Liderin” sesi o kadar emindi ki, Bul-


Makale ve Analizler - 2013

77

gar devletinin en onurlu görevine, devletin gizli servisinin başına seçilecek kişiyi, o oğlu bile olsa, Bulgaristanlı bir Türk-Romenin göstermesi, Krısteva’nın Bulgar yüreğini durduracaktı. Rus Büyükelçisine sormadan mı, demek istedi. Telefonu elinden düştü. Şu anda sevinmesi gerekirken, sevinemedi. Bizde analar bazı konularda duyarlıdır. Tehlike sezer. Ürker. İstediği bu değildi. Herkes haddini bilmeliydi. Çocuklarını en iyi tanıyan analarıdır. Delyanço’nun DANS Müdürlüğüne atanması, gizli servisin diri diri gömülmesi hatta devletin sonu olabilirdi. Bu iş anne endişesini aşıyordu. Bu kaşık oğlunun ağızına büyüktüKrısteva bir toşkovist generalin kızıydı. Totaliter istemlere göre sertleştirilirken çok çaba gösterilmişti. 23 yıl önce devrilen rejimin gözü kara milliyetçilik ruhu yüreğinin bir köşesinde capcanlıydı. Onun için Türklükten ve İslam’dan başka düşman yoktu ve olamazdı. Bu nedenle oğlunun Türklerin arasına sızmasına ve HÖH milletvekili grubuna girmesine razı olmuştu. Fakat DANS Başkanlığı onun boyundan çok büyüktü... Gazetelerin yazdığını kimden saklasın! Oğluna dürüstlük yolunda tökezlemeden yürümeyi öğretememişti. Elinin uzun olduğunu Ahmet biliyordu. Stanişev Başbakan iken bu sebeple Delyançoyu bakan yardımcılığından kovmuştu. Ahmet’in planı başka da olabilirdi. Ne olursa olsun, o bir Bulgar generalin kızı ve bir Bulgar ana olarak, Bulgar milli menfaatlerinin, tüm ulusal sırların bir tepsi içinde Rus oligarşisine verilmesine razı olamaz, göz yumamazdı. Bu sebeple yeni başkan Lütfü Mestan’ı da aradı. Yolda olduğunu söylerken yanıtında “anladım” “tamam” dedi. Çünkü Ahmet’in söylediğini söyleyince düşünmesine gerek yoktu. O da hiç düşünmeden cevap verdi. Bulgar kadının aklına atalarından kalmış “Türk-Çingenelerin aklı sıçarken gelir!” sözleri geldi. Hakikatten Lütfü de yolda olduğunu söyledi, helada değildi ki, doğru dürüst cevap versin... “Öç almayı, her yerde her şeye egemen olmayı” akla koyan Ahmet’i gene düşündü. Gözü iyice dönmüştü. Onun hep su üstünde kalma hırsına oğlunu kurban edemezdi. Ahmet’in amacı, herkesi bir üzüm salkımı gibi sıkmak, herkes için zamanı durdurmak, herkesi birden ezip posa haline getirmekti. Son zamanda kudurmuş gibiydi. Onun için bu telefon bir fırsat ve bir müjdeydi. Şu omurgasız şişko general torununu DANS Müdürü olarak Ruslara tepsi içinde sunacaktı. Aynı zamanda Bulgar gizli servisine tekrar ele geçirmek bir büyük zaferin müjdesiydi. Kaybedilecek zaman yoktu... Hemen harekete geçildi. D. Peevski’nin DANS Başkanlığına atanması önerisi Parlamentoda kaleme alınırken milletvekilleri olayı ıslatmak üzere “sofraya” davet edil-


78

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

diler. 20 litre Wisky, 20 şişe Vodka içildi. 300 köfte ve 100 bonfile yendi. 3 kofa da kahve de midelere indikten sonra beraberce kalktılar, meclis salonuna birlikte girdiler. Bir şeyler okundu. Delyanço ayakta dinledi. Salon sessizdi. Yine beraberce “evet” oyu kullandılar. Seçilen kimilerine sarıldı. Kimilerini öptü. Teşekkür etti. Artık poposuna göre sandalyesi olacaktı. Olayı sarayda koyu bir gölgede TV’den izleyen “lider” yeni bir Wisky isterken “24 yıllık olsun” dedi. Onun hesaplarında Bulgar demokrasisinin 23. yılı olan bu yıl bitmişti. Yarattığı keşmekeş yıl sonuna kadar bitmeyebilirdi. İlk yudumu alırken 24. yılın yazgısını çizmeye başladı. Ahmet bu politik komploları neden mi sahneliyor? Bir. Lütfü Mestan’a ve tüm diğer ajan HÖH yöneticilerine benim yanımda, siz birbirinize kenetlenseniz bile beş para etmezsiniz. Ben solumasam siz ölürsünüz, mesajı veriyor onlara. İki. Ben Rus oligarşisi dahil hiç kimseye ihanet etmedim. Bir ajan olarak inancıma ve vicdanıma göre çalıştım. Rus ajanı gölgede de büyüktür, isterse bir telefon açmakla imanınızı gevretir, demek istedi ve başardı. Bu HÖH’ün kapatılması hesabına da olabilirdi, onun umurunda bile değildi. Üç. Diş bilediği eski Başbakan B. Borisov gibi Bulgar politikacılarına “siz benim yanımda bir hiçsiniz,” mesajı verdi. Bu ayrıca “Hepinizi diri diri gömerim”, sinyali oldu. Dört. Bulgaristan’da Rusya menfaatleri için çalıştığını, Türk, Pomak ve diğer Müslümanların tümüyle onun için peş para etmediğini, hesapta bile olmadığını dünyaya bir daha gösterdi. Bu defa testi kırıldı. Ahmet’in hesabı tutmadı. Mücadele devam ediyor.

Aldatılanlar Sel Oldu

Dr. Nedim Birinci-18.Haziran.2013

Memleketimizin büyük şehirlerinin hepsinde devam eden davullu zurnalı protesto alaylarında hükümetin istifası isteniyor. Üçüncü haftasına henüz giren Oreşarski hükümeti, duvağı inmemiş gelin gibi, aynı mehter takımı ve düğüncüler tarafından baba evine geri gönderiliyor. Yalandırılıp


Makale ve Analizler - 2013

79

aldatılanların küskünlüğü sel oldu. Bir gup “Biz Ataka Partisine Türkler ile işbirliği yapsınlar diye oy vermedik” dier grup ise “Biz HÖH’e oylarımızı ırkçı Ataka Partisi ile iş birliği yapsın diye oy vermedik” diyorlar. Protestolar seli her akşam kabarıyor. Orta yaşta göstericilerin mitinglerinde dikkatimi çeken herkesin bir ağızdan “Mafya” haykırışıdır. Meydanlara sığmayanları balkonlardan alkışlayanlar da “mafya” korosuna katılıveriyorlar. Ocak ayında patlayan protesto volkanı “Mafya” çığlıklarıyla yola çıkmıştı. Aralık ayı elektrik faturalarını ödeyemeyenler soyulduklarını, dolandırıldıklarını, aldatıldıklarını haykırıyordu. 6 kişinin kendini yakması Borisov hükümetini yıktı, 12 Mayısta seçim yapıldı ama sular durulmadı. Bulgaristan Ekonomisini çökerten büyük dalganın heybetinde bu defa Bulgaristan üzerinde oynanan enerji oyunları var. Buradaki enerji oyunun çok derin kökleri var. Enerji konusunda Avrupa Birliği ile Rus oligarşisi arasında kızışan büyük kapışma bizde kurban almaya devam ediyor. Bulgaristan üzerinden sahnelenen enerji oyunları bizi takatsız kılıyor. Balkanlarda ve Avrupa’da en ucuz elektrik enerjisini üretirken bugün elektrik faturalarını ödeyemez durumdayız. Hak ve Özgürlükler Partisi Avrupa Birliği ile Rus oligarşisinin enerji kapışmasının içine düştü. Bizi bu kuyuya kapatan bu oyunun iplerini çekebileceğini zanneden Ahmet Doğan oldu. Büyük oyun, Sakkskoburgotski hükümetinde başladı. Bugün artık dayanılmaz oldu. Birkaç önek verelim. Bu örneklerin hepsinde A. Doğan başrolde ama hep başarısız. Bulgarlar bunu geç de olsa sezdiler ve şimdi öfke kusuyorlar. 1) Burgas Aleksandropolis petrol boru hattı ülkemiz üzerinden Rus ham petrolü taşıyacak ve bize (Ahmet Doğan) her yıl ... milyon Dolar gelir sağlayacaktı. Toplantılar yapıldı, anlaşmalar imzalandı, şeritler kesildi, hatta Yambol bayırlarında kazılar yapıldı. Ardından her şey söndü. Bu işten kazanan kim oldu: Ahmet Doğan. Rus oligarşisi ona “işlerimize iyi bakıyor” diye Zırhlı Mercedes Jip hediye etti. Tutarı 1 milyon 200 bin Euro. Proje düştü. Ümitler kırıldı. Halkımız aldatıldı. Kazanan bir tek Ahmet oldu. 2) Belene Atom Elektik Santrali kurulacak diye yazdılar çizdiler yediler içtiler. Hani ne oldu? O da boş çıktı. Bu işin ardında duran yine aynı şahıs yani Ahmet Doğan. O Türkiye Cumhuriyeti’ne elektrik satmaktan kazanacağı komisyonları gece gündüz aylarca hesapladı. Bu ümitleri besleyen ön komisyonları da hep gizlice o götürürdü.


80

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

3) Tunca Barajı ve Elektrik Santrali proje dosyaları da Ahmet Doğan’ın çekmecesinde. Bu işten 1 milyon evrodan fazla hesaplamıştı ama güneş bir türlü doğmadı. “Ahmet HES işinden ne anlar” diyenlere cevap vermek için büyük büyük proje mühendisleri TV’ye çıktı ve onu savundular. TV Stüdyosundan çıktıktan sonra biriyle konuşuyorlar. Ya “sizin övdüğünüz kişi” üniversite sınavlarını kazanıp kaydını yaptıramamış, bu konuşmaları size kim yaptırıyor? Cevap: “Ahmet’i üniversiteye yazdıran ve eline diploma verenler!” Azımın tadını aldm diye cevplıyor. 4) Rodop dağlarının yüksek tepelerindeki “Stırkelovo Gnezdo” (Leylek Yuvası) HES’inden A. Doğan’a 1 milyon 250 bin Evro komisyon verenler de aynı oligarşiler. Biserov’un oğlunu Bulgaristan’daki yabancı elektrik dağıtım şirketi yönetimine atayan, Ahmet Doğan’ın eski eşlerini ve yeni sevgililerini yine bu kurumlarda yüksek maaşlı işverenler hep aynı kişilerdir. Bu planların, tasarımların ve hesapların tümü hep sarayda kilitli kapılar ve kalın perdeler ardında gözden kulaktan uzak yapıldı ama hepsi boş çıktı. Bu örnekler saymakla bitmez. Önemli olan “Lider” bildiğimiz kişinin ve onun seçtiği HÖH yönetiminin 23 yıldan beri Bulgaristan, Bulgaristan halkı, Bulgaristan Türkleri ve diğer azınlıklar yararına hiçbir şey yapmamış olmasıdır. Bizi küstüren, canla başla bütün yürekle bütün sevgimizle kurduğumuz partimizi kişisel menfaatleri için kullanmaları ve bunu yaparken bizi hiçe saymasıdır. Bu güzelim memleketi soya soya, halkı aldata aldata, insanımızın son lokmasını da kemire kemire çökerten ve hayatımızı ateşten gömlek eden bu yalancı ve soyguncu sürüsüdür. Onlardır partimizi çökerten. Partimizin çökertilmesi ruhumuzun kırılması, Türklüğümüzün ve Müslümanlığımızın yara alması anlamına gelir. 23 yıldan beri hiçbir şey yapmadıkları için bugün bizden destek ve yardım istemeye de yüzleri kalmadı. Biz bugüne kadar hep sustuk. İntikamımızı bu defa sandık başına gitmiyerek aldık. Bizleri, yalandırılıp aldatılanlar küskünüz. Gönlümüzle sokak sokak, meydan meydan her akşam dolaşan, “Mafya” diye haykıranları destekliyor ve yanındayız. Siz bizi incittiniz. Biz artık HÖH’lüyüz demekten utanır olduk. Şahsi menfaatleriniz bardağı taşırdı...


Makale ve Analizler - 2013

81

AHMET DOĞAN DELİRMİŞ

Prof. L. Georgiev-18.Haziran.2013 radyoda konuşması

HÖH’ün eski lideri Ahmet Doğan’ın düne kadar baş danışmanlığını yapan Prof. Lüdmil Georgiev Sofya Ulusal “Horizont” radyosunda pazartesi sabah bir konuşma yaptı ve şöyle dedi: “Ahmet Doğan ağır psişik hastadır (delirmiştir) ve politikacıları sıkıştırıp onlara isteklerini kabul ettirmeye çalışıyor.” Prof. Georgievdevamlaşöyle konuştu: Hak ve Özgürlükler Hareketi’nin eski başkanı son dönemde hazırladığı gizli teorilerini harekete geçirdi ve şimdi Bulgaristan’ı istikrarsızlaştırmaya çalışıyor. Profesör Lüdmil Georgiev yıllarca Ahmet Doğan’ın en yakın danışmanı görevinde bulundu. Delyan Peevski’nin istihbarat dairesi DANS Başkanlığına aday gösterilmesi Ahmet Doğan’ın işidir, onun dayatması ve kaprisidir. Bu tespit Bulgar Ulusal Radyosu “Horizon” programının “Herkesten Önce” yayınında /bnr.bg/sites/horizont/ pazartesi gün yapıldı. “Sv. Kl revde bulunan L. Georgiev HÖH partisinin politik stratejisini hazırlayan bir bilir kişi olarak şöyle konuştu: “Daha Cuma gün - 14 mayıs 2013’te Delyan Peevski’nin Oreşarski, Stanışev veya Lütfü Mestan tarafından aday gösterilmediğini söyledim. Ahmet Doğan her gün Oreşarski, Stanışev ve Lütfü Mestan’ı çok sıkıştırıyor, çok zor durumlara itiyor, istediği adamı istediği göreve tayin ettirmek istiyor. Prof. Lüdmil Georgiev, Ahmet Doğan’ın istediğini yaptırma mekanizmasını açıklarken Başbakan’a şöyle bir dayatmada bulunulduğunu anlattı: “Delyan Peevski’yi DANS Başkanlığına getirmezseniz, HÖH hükümetten desteğimi çekerim!” Bu işler biraz şeytan işi oldu. Son yıllarda Ahmet Doğan kendisini arayan ya da görüşme talep eden insanların hepsiyle alay ediyordu. Dün akşam Ahmet Doğan’ın Bulgaristan’ı istikrarsızlaştırmak için gizli bir planı harekete geçirdiğini anladım. Pazar akşam, Ahmet Doğan’ın kişisel kaprise yüzünden ülkemizin yeni bir bunalıma sürüklendiğini düşündüm. Ahmet Doğan’ın planıyla Bulgaristan’da etnik kargaşa başlatılması ve bu kargaşada Bulgaristan Türk azınlığını Brükssel’de Doğan’ın arabulucu olarak temsil etmesi öngörülmektedir.


82

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Prof. L. Georgiev 5 günden beri her akşam bütün ülkede meydanlarda protesto eden vatandaşların bu sinsi plana kurban edileceklerinden korktuğunu beyan etti. Prof. L. Georgiev’e göre, Başbakan Oreşarski, Sosyalist Parti Başkanı Stanişev ve HÖH Başkanı Mestan, Ahmet Doğan’ın kahpe tuzağına düşmüştür. Bu üç politikacının Bulgaristan kamuoyu önünde özür dilemesi gerekmektedir. Sıkıştırılmış olduklarını itiraf etmeleri onları halkın gözünde aklayabilir. Bu üç politikacı halkımızdan güven kredisi istemelidir. Özellikle Sergey Stanişev, D. Peevski konusunda kamuoyundan özür dileyerek yaptığı büyük yanlışlığı düzeltirken, halka samimi açıklamada bulunmalıdır. Prof. Lüdmil Georgiev, HÖH Başkanı Lütfü Mestan’ın son durumu hakkında şöyle dedi: “Benim için en ilginç olan, Lütfü Mestan’ın Ahmet Doğan’ın hademeliğinden bir an önce kurtularak gerçek lider olma yoluna açılmasıdır. Mestan’ın Doğan’dan kopması ve ondan uzaklaşması, kendi politik geleceğini biçimlendirmesi açısından olduğu kadar, Bulgaristan’ın daha öte gelişmesi bakımından da çok önemlidir.” “Horizont” programında konuşan konuşmada Prof, L. Georgiev şunları da vurguladı: “Ahmet Doğan psişik hastadır, (delidir) gözünü bile kırpmadan Bulgar devletini kanlı çatışmalara itip çökmemize neden olabilir.” Prof. L. Georgiev Bulgaristan’da geniş parlamento içi ve dışı geniş politik, sendikal ve sivil toplum örgütlerinin katılımızla bir yuvarlak masa çalıştayı toplanması ve halkın kabul edeceği bir politik istikrar ve gelişme programı kabul edilmesinin zorunlu olduğunu söyledi. Prof.L. Georgiev seçim yasasının değiştirilmesini isterken gelecek yılın Mayıs ayında erken seçim yapılmasının gerekli olduğunu duyurdu.


Makale ve Analizler - 2013

83

Popüler Kültürün Etkisinde Açılıp Saçılma Furyası

Ahmed Hasan BAHADIR-19.Haziran.2013

Yaz mevsiminin gelişiyle birlikte yeryüzünde cemâdattan nebâtata, hayvânattan insanâta farklı bir hareketlilik gözlemlenir. Yüzü gülmeyen dominant bir baba mizacındaki kışın, ılık bahara ve akabindeki sıcacık yaza teslim olması adeta iple çekilir. Hele de arsızca açılıp saçılma sevdalıları için bu iştiyak bir o kadar daha artar. Örneğin; “Yaz gelse de bi dekolte giysem”, ya da “Efendim, havalar ısınsa da şöyle bir kendimizi dağıtsak veya kendimize gelsek” diyenleri çokça duyarız. Öte yandan bulunduğumuz ortamda “aman canım, ne var bunda sanki”, “bundan daha doğal ne olabilir ki”, “hem sonuçta bu bir kültür meselesidir” diyenleri duyar gibiyim. Onlar “sözde çağdaşlık” ve “hayâlî ilericilik” filmlerini çevirip de bi türlü bitiremeyenler. İnsanoğluna emanet olarak verilen bedeni ilkelce teşhir etmeyi kültür meselesi olarak görmek akıl kârı değildir. Şimdi bütün gerçekliğiyle konunun altını kalınca çizelim ve üzerine basa basa vurgulayalım ki, çıplaklık furyası bir kültür değildir. Hele de müslümanım diyenin kültürü hiç değildir. Çünkü içinde yaşadığımız baskın kültürün etkisinde Müslüman gençliğimiz “rüzgara tutulan yaprak misali” nereye toslayacağını bilmeden çağa ayak uydurduğunu zannetmektedir. Peygamber Efendimiz (sav.)’den hadis olarak nakledilen “Kendini bilen, Rabbi’ni de bilir” cümlesi dururken fazla bir şey aramaya gerek yok. Başta da değindiğimiz üzere, açılıp saçılmakla “kendini bulmaya” gayret edenler çoktan popüler kültürün bir parçası haline gelmiş durumdalar. Halbuki “kendini bilmek”ten maksat; hakikati aramak ve onu bulduktan sonra fıtrata uygun şekle bürünmektir. Bizim geleneğimizde “kendini biliş” insanın nereden gelip ne yaptığını ve nereye gittiğinin göstergesidir. “Kendini biliş” kişiliğin terbiye edilmesidir. Dolayısıyla kendimizi bilmek, tanımak ve kendimize gelmek en temel görevimizdir. Halk arasında “kendini bilmez adam” sözü boşuna söylenmemiş olsa gerek. Buradan hareketle çıplaklık kültürünün “kendini bilmezler” kültürü olduğunu söylesek abartmış olmayız. Kültür söz konusu olunca aklımıza müzik, sanat, mimari, edebiyat ve folklor gibi sonradan üretilmiş değerler gelir. Normalde insan tabiatına yakışan bir tutum olmadığı halde sadece üzerindekileri eksiltmekle dikkatleri celbetmek kültürü oluşturmaz. Özden sapışın ve aslına yabancılaşmanın kül-


84

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

türdenmiş gibi sunulması kadını da erkeği de yaratılışındaki üstün konumundan uzaklaştırıp aşağıların aşağısına düşürmektir. Açıklık dediğimizde zihnimizde doğrudan kadının açık saçık hali canlansa da sadece kadın merkezli bir mevzu da değildir. Mahremiyet müslüman kadını ve erkeği ilgilendiren önemli bir olgudur. Kadınların mahremiyete dikkat etmeleri gerektiğini ısrarla vurgulayan pek çok erkeğin kendileri söz konusu olduğunda gevşek davranmaları kendi içinde ciddi bir çelişki meydana getirmektedir. Günümüzde çeşitli vesilelerle güzel görünme adına açıklık özendirilmektedir. Her yıl seremoni şeklinde tertip edilen (lise) mezuniyet baloları, düğün dernekler, çeşitli eğlence mekanları v.s çıplaklık yarışının vitrini haline gelmiş durumdalar. Bu da yetmez dînî içerikli merasimlerimizde bile bu durum sanki normalmiş gibi karşılanmaya başlandı. İşin uzmanı olanlar da vurdumduymazlık içerisinde bu tabloyu görmezden gelmektedirler. * Efendim, meselenin aslı böyle değil veya durum bildiğiniz gibi değil demek gerçeği değiştirmez ve de geçerli bir mazeret değildir. Ya da bilmiyorum şu ayet bize hiçbir şeyi hatırlatmıyor mu: “Ey Âdemoğulları! Şeytan, ana-babanızı, ayıp yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak cennetten çıkardığı gibi sizi de aldatmasın. Çünkü o ve yandaşları, sizin onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Şüphesiz biz şeytanları, inanmayanların dostları kıldık.” (A’raf, 7/27) Millî ve manevî değerlerden kopanların toplumun ortak malı haline dönüşmesi hem Müslüman aile yapısını çatlatmakta, hem kadının ve erkeğin psikolojisini olumsuz etkilemektedir. Çünkü ortama uyum sağlama bahanesiyle bir takım ahlak dışı şeyleri normalleştirmek gerekli gibi görünse de işin aslı hiçte öyle değildir. Dinimizin bize biçtiği bir model vardır ve biz o modele uygun tavır almak durumundayız. Yeri gelince göğsümüze vura vura Müslüman olduğumuzu söylüyoruz değil mi? Öyleyse kadın ve erkeği koruma altına alan edep ve hayâ örtüsünden başka bir şey değildir. Hayâ ve edep bilhassa asil kadınların süsü ve zinetidir. Kanaatimce akl-i selîm ile düşünen vicdanların, günbegün kimliğini kaybeden evlatlarımızı popüler kültürün içerisinde eriyip gitmesine gönlü razı değildir. Diğer yandan “benim böyle bir derdim yok, hatta bu durum hoşuma gidiyor” diyerek Müslüman geçinip! alkış tutan ebeveynlerin sayısı oldukça fazla. Yalnız, kimliğini kaybetmemek isteyenlerin, tercihini haktan yana yapanların böyle bir derdi olması gerektiğine inanıyoruz. Dünyaya direk kalanlar olmayacağına göre Allah’ın hesabını düşünenler için bu bir mecburiyettir. Kendine saygısı olan herkesin bu ölçülere dikkat edeceğinden ve dikkat etmesi gerektiğinden kesinlikle hiç bir şüphemiz yoktur. Ken-


Makale ve Analizler - 2013

85

dine saygısı olmayan kimseye de zorla bir yaşam biçimi dayatmak gibi bir telaşımız söz konusu değil. Edep ölçüleri önce kişinin kendi içinde olacak bir hassasiyettir. Birilerinin istemesiyle ahlak uyarlama imkanımız olmadığı gibi, bir başkalarının da insanlara kendilerine benzemeleri noktasında psikolojik baskı kurmak gibi bir hakkı da yoktur değil mi? Temennimiz odur ki, yaşadığımız ülkenin mevcut dînî kurumlarında -alt ve üst konumda- bulunan görevliler bu noktada iyi analizler yaparak gerçekleri yoruma mahal bırakmayacak şekilde insanların önüne sunmalılar. Her vesileyle dile getiriyoruz ama bi netice alamıyoruz diyenler olacaktır elbette. Yalnız, bizler zaferden değil, seferden sorumluyuz. Dolayısıyla yapılacak başlıca şey bilinçlenme çalışmalarına -mevcut kadınlar kitlesini ihmal etmeksizin- önem vermektir. Zira bu böyle gelmiş olsa da böyle gitmemeli. Unutmayalım ki, hepimizi tek noktada buluşturan din kardeşliğidir, dolayısıyla ayırıp atacak hiç kimsemiz olmamalı. Satırlarıma son verirken olur ya, belki bu mülâhazalarımızdan rahatsız olup yanlış anlayanlar olabilir. Hiç kimseyi hedef almış değiliz. Mesele, sadece herkesin görüp bildiği nâhoş bir durumun kültürel ve hassaten kültürümüzden olmadığını dile getirmekti. Her şeye rağmen doğruları söylemenin hoş karşılanmayıp önemsenmediği bir ortamda ısrarla doğruları söylemek abes olmasa gerek.

Aziz Nesin, L.Levçev’e Neden Mektup Yazdı?

Mehmet Alev-21.Haziran.2013 Türkleri, top yekun Bulgarlaştırma süreci bundan yirmi sekiz yıl önce gerçekleştirilmişti. Bulgar tarihçisi Plamen S. Tsvetkov, insanlık tarihinde nadir rastlanan bu ayıbı şu şekilde değerlendirir: “...1984-1985 kışında bir anda Türkler, Türk bilincine sahip Bulgarlar olarak ilan edilip İslam isimlerini Bulgar isimleri ile değiştirmeye zorlanıyorlar...” Pek tabii ki, kurnazlığı ile ün yapmış bir zat olan Jivkov, bu işi uzaktan tutmuş, önce Pomaklar’ın, sonra


86

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Romanlar’ın adlarını Bulgarlaştırmıştı. Bu arada “kurunun yanında yaş da yanar” atasözüne sadık kalarak, Smolyan sancağındaki Türk köylerinin de “işini bitirir”. Bu ön hazırlıklara rağmen, Türklerin “kolay yutulacak bir lokma” olmadığını da çok iyi biliyordu. Bunun için bir hayli bilim adamını, sanatçı çevrelerini, Türklerin arasından da mesnet ve şöhret düşkünlerini kendine çekmeyi başarmıştı. Türklerin kökenleriyle ilgili “araştırmalara” hiç ara verilmiyordu. Ne yazık ki, bu sanatçı çevreler içinde yazarlar, şairler, hatta ressamlar da vardı. Bu şahıslar, ikide birTürklerin yoğun yaşadığı bölgelere gönderilip bildiriler yayınlıyor, kitaplar yazıyor, karşılaşmalar düzenliyorlar... Ne var ki, Jivkov, bu kirli, şerefsiz işlere o yıllarda Bulgaristan Yazarlar Birliği başkanı şair Lübomir Levçev’i de bulaştırmaktan geri kalmaz... Öte yandan, bu menfur Bulgarlaştırma kampanyası, İslam ülkeleri başta olmak üzere bir sıra dünya halkları tarafından sert bir dille kınanır... Bu sırada Türkiye Yazarlar Sendikası’nın başında da onlarca kitap sahibi, ünlü mizahçı Aziz Nesin vardır. Eserleri hemen hemen tüm dillere çevrilmiş, tiyatro eserleri sahnelerden inmeyen yazar, yakından tanıdığı Bulgaristan Türklerine yapılan bu alçaklığı hiçbir türlü kabullenmesi imkansızdır. İçi içine sığmaz. Defalarca Bulgaristan’ı ziyaret etmiş, Türklerden ve Bulgarlardan çok sayıda dost edinmiştir. Bu sıfatı ile Bulgar meslektaşına bir tepki mektubu göndermekte gecikmez.Pek tabii ki, Bulgaristan hükümetinin, BKP’nin ve bizzat Jivkov’un desteğini alan Levçev, Aziz Nesin’e yanıt verir. Ve bu mektubunda, harfi harfine hükümetin borazancısı olduğunu gizlemez. Mektup öyle bir içeriğe sahiptir ki, sanki bir yazarın, şairin kaleminden değil, bir hükümet , bir parti yetkilisinden postalanmıştır.Aziz Nesin’in buna doğrudan doğruya canı sıkılır. “...Niye, Bulgaristan hükümetiymişsiniz gibi yanıt vermişsiniz?” diye adeta kükrer. Ve mektubun ilerleyen satırlarında şu ifadeleri okuyoruz: “Bizler, Türkiye yazarları olarak, Bulgaristan’daki ne Müslümanları, ne Ortodoksları, ne Yahudileri, ne dinsizleri korumak çabasındayız. Bunlar, bizim ilgi alanımızın dışındadır. Ama insanı korumak insan olarak görevimizdir, sizin de göreviniz olmalıdır. O insanlar ki, sizin ülkeniz, Bulgaristan’da kendi istençleri dışında dallarıyla, sanlarıyla, gelenekleriyle, kültürleriyle, dinleri ve dilleriyle zorlanarak Bulgarlaştırılmaktadırlar. Olay işte bu denli yalın! Gözler önünde geçmekte olan bu gerçeği saptırmaya çalışmanızın yazarlık onuruyla bağdaşması olanaksızdır...” O günlerin üzerinden tam 28 yıl geçmiştir. Ama Türk insanı,bu acı olayları dünmüş gibi belleğinde korur. Çünkü bunlara karşı koydu. Şehit verdi. Cezaevlerine kapatıldı. Sürgünlere sürüldü...


Makale ve Analizler - 2013

87

Türklere, Müslümanlara bu acıları yaşatan Jivkov ve adamlarının bir kısmı cezalarını çekmeden öteki dünyayı boyladılar. Olay bir kınama deklerasyonu ile kapatılmaya çalışılıyor! İlle, Jivkov’un yazar çizer destekçileri, kıyıda köşede rakılarını, kahvelerini içiyor, sefalarını sürüyorlar. Levçev denen şahıs da Smolyan köylerinde bey paşa gibi gününü gün ediyor... Görenler, vallahi Levçev’in keyfine diyecek yok, diyorlar.Bu arada şiirleri de bal gibi Türkçe’ye çevriliyor. Türkiye’de takdim ediliyor, tercümanları sayesinde itibar sahibi oluyor. Ne var ki, adeta Levçev’in şiirlerini yarışırcasına Türkçe’ye aktaran tercümanlar, onun,Aziz Nesin ile mektuplaşmasından hiç söz etmiyorlar. Neden acaba?

Sivil Toplum Örgütleri zamanı

Dr. Nedim Birinci-21.Haziran.2013

Bulgaristan Başbakan Plamen Oreşarski DPS/HÖH milletvekili Daniel Peevski’nin (gizli servis) DANS Müsteşarlığına getirilmesi konusunda “oyuna getirildiğini” ve “aldatıldığını” itiraf etti ve halktan özür diledi. Bununla 6 gündür devam eden kitle protesto eylemlerinin ateşi biraz söndü. Aynı konuda Perşembe sabahı Cumhurbaşkanı R. Plevneliev Başkanlığında toplanan Ulusal Danışma Konseyi’nde eski başbakan B. Borisov, gizli kabadayıların başı olan D. Peevski’nin “şahsen beni tutuklatıp öldürtmek için gizli polis servisi müsteşarlığına atandı” deyip, “dedesinin de aynı şekilde öldürüldüğünü” anlattıktan sonra, Cumhurbaşkanlığı’ndan çıkıp olayları arzetmek üzere Avrupa Halk Partisi’nin Viyana merkezine uçtu. Tehlikeyi gören ve ayaklananlar kimdi? Meydanlar kitlelerle 24 sivil toplum örgütü öncülüğünde oldu. Çağrıyı siber bağlantıdan (elektronik iletişimle) bilgisayar ve cep telefonlarından aldılar. Ayaklananlar sivil toplum örgütleriydi yani sendikalar, aydınlar, spor kulüpleri, üniversiteliler, yazar, gazeteci, sanatçı kuruluşları, haber ve sosyolojik ajanslar v.b. başı çeker. Yürüyüş alayları bayraksızdı. Eli sopalılar da yoktu.


88

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Her yerde “Balkan Yiğidi ayağa kalk, ayağa kalk!”, “Dirilen halkım ayağa kalk, ayağa kalk!” marşları çalındı. 19. yüzyıl ortalarında Osmanlıya ve Türklere karşı bestelenmiş olan bu marşlar çalınırken eskiden hep Türklere karşı sloganlar atılırdı. Bu defa kitle suskundu. Benzer ortamlarda daha önce Sultan ile yerli Türkler bir tutulur, şiddetli düşmanlık yeli eserdi. Düşman simgesi yaratılırken uyanış çağı öncü şairlerinden Botev ile Vazov bile Sultan ile her sabah selamlaştıkları Türk komşular arasına ayrım çizgisi çekmemişti. Şimdiki endişeli ama bilinçli kitle “Ahmet Doğan Mafya!” dediler ama Türk vatandaşlarını ağızına bile almadılar. Bir araya toplanan birkaç Bulgarların ilk işi hep “Türklere mezar kazma” hevesi olurken, bu kez bu meraktan vazgeçilmişti. Seçilmiş Türk temsilcilerle hükümet ortaklığına itirazları olmadığını ifade ettiler. Meydanlarda Türkler ve Müslümanlar konusunda olgunluk sezildi. Sivil toplum örgütlerinin demokratik olgunlaşma yolunda ileri adımlar atığına kanıt getirdi. Demokrasi barışçı eylem içinde etnik düşmanlık olmamasıdır. 20-40 yaşları arasında olan bu nümayişçiler bizimle ortak gelecek paylaşmayı, birlikte yaşamayı kabullenmiş izlenimi bırakıyor. Gelecek hepimizin geleceği olmalı bilinciyle yürüyorlar. Yaşam biçimimizde, dil ve dinde olan farklılıklarımızın ortak uygarlık mensubu olmamıza engel değildir bilinci ses getirdi. Henüz meydanlarda “milliyetlerin ve mezheplerin kanunlarını iptal edeceğiz” diyenler olmasa da, kardeşlik kapılarının açılış gıcırtıları kulaklara geldi. Bu güne geleceğin gözüyle bakan bu insanlar yeni tarihi yazacaklar umudu doğdu. Duygulandıran ve düşündüren yeni bir sayfa açıldı. Bu göstericiler seçme ve seçilme hakkının hepimizin en başat hakkı olduğunu biz gibi özümsemişler. Ama seçtiklerimizin seçilince kontrolsüz işler yapmasına tahammülleri yok. D. Peevski’nin özünü soyunu bildiklerinden (gizli istihbarat) DANS Müdürlüğüne seçilmesi meydanları korku doldurdu! Korku birikimi patladı? Bundan 4 yıl önce Sofya’da Sosyalist Parti Başkanı S. Stanişev Başkanlığında bir koalisyon hükümeti vardı. Ahmet Doğan liderliğindeki HÖH/DPS bu hükümete ortaktı. (Şimdi olduğu gibi.) Onlar hükümet ederken halk re ketten (fidye), sıkıştırılmaktan, baskıdan, çekiden, terörden kan ağladı. Her gün birileri kaçırılıyordu. Kaçırılanın kulağı, parmağı kesilip evine gönderiliyor, para isteniyordu. İstenen para da milyondan az değildi.


Makale ve Analizler - 2013

89

Sınırdan geçen Türk araçları da titiz gözden geçiriliyor. Bayanların takılarına göz koyuluyordu. Gümrükçü ile mafya işbirliği yaptı. 2009’da sınır kapısı “Kalotino” yakınlarında kaçırılan bir Türk “Audi” Jeep soyuldu, kadınlar kızlar kurda kuşa yem olsunlar diye ıssız ormanda ağaçlara bağlandı. Verilmiş sadakaları varmış, kızlardan birinin cep telefonu çalmış da, haber iletip kurtuldular. O zaman Sosyalistler-Çar ve HÖH hükümetini düşüren halkın korku hislerini, korkunun önünün alınamaması endişesi, feryadın sonsuz tırmanması olmuştu. Aslında bu son günlerde halkı meydanlara toplayan hafızalardaki derin korkunun canlanmasıdır. İnsanların kimden korktuğu ortaya çıktı: Mafya başı D. Peevskiye güvenen S. Stanişev’in Sosyalist Parti Başkanlığı’ndan istifası isteniyor. Ahmet Doğan’ın, bir “Mafya Babası” olarak, kirli ve tehlikeli işlerden çekilmesi, politikadan uzaklaşması, Sofya’yı terk etmesinde ısrar ediliyor. D. Peevski olayı, ejderhayı ininden çıkardı. Halk korku içinde yaşamak istemiyor. Boyko Borisov hükumeti insan kaçırma ve fidye işlerini yapan “Naglite” (küstahlar) çetesini açıklamış ve etkisiz hale getirmişti. Şimdi onunla da hesaplaşmak istiyorlar. Katillerin, demokrasiden haraç isteyen eski partizanların torunları, DS’ye bağlı olan ama talep ettiklerini elde edemeyenlerin intikamı olduğu ortaya çıktı. Onlar illegal silahlı çetelerdi. Şu anki gelişmelerde, Bulgaristan “Medya Mafyası” başı olduğu bilinen, korumalarla gezen, HÖH’e sızmış, Ahmet Doğan’ın himayesinde HÖH milletvekili olan, parlamentoda yerini ısıtmadan hedefa açılan ve (istihbarat servisi) DANS’ın Başkanlığı’na çöreklenmeye çalışan D. Peevski hepimizde korku dehşeti yarattı. Dünkü günü bilenler yarından korktular. Endişeye hakim olunamadı. Onlar sen ben gibi Avrupalı mantalitesi olan, yüksek öğrenimli vatandaşlarımızdır. Halen bizde aydın orta tabakanın menfaatlerini temsil eden politik parti yok. Bu yüzden hemen sivil toplum örgütleri etrafında kenetlendiler. En başta huzur, öncelikler evlatları için güvenlik isteyen bu ana babaların istekleri haklıdır, yasaldır, niteliklidir, son hesapta politik içeriklidir. Bu protesto sürecinde sivil toplum örgütlerinin Bulgaristan politikasında ağırlığını duyurma dönemi kapısını aralamıştır. D. Peevski konusunda “Hükümette akıl tutulması var!”, “Ahmet Doğan delirmiş!” diyenler, korkusuz yaşayacakları yarınlar için meydanlardadır.


90

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu defa bu ulusal mücadelede Türkler, Pomaklar ve diğer Müslümanlar ve öteki etnikler yoktu. Bir defa bütün bu topluluk siber iletişimin dışında kaldı. Demokratik Bulgaristan’ın yeni politik haritasını çizenlerin saflarına hepimizin katılmamız için bizim de sivil toplum örgütlerinde, dayanışma ve yardımlaşma, hizmet derneklerinde, hemşeri kulüplerinde, meslek gruplarında örgütlenip birleşmemiz, olayları daha yakından izlememiz, katılımcı olmamız, kimseye güvenmeden kendi kararlarımızı almamız gerekli oldu. Bugünkü seyirci durumundan kurtulma yolunun ilk adım atılarak yürünecektir. Demokratikleşen Bulgaristan’da sivil toplum örgütlerinde yerimizi bulmamız zamanı geldi. Korkuları ancak böylece beraberce yeneceğiz.Zaman, sivil toplum örgütlerinin politik sahneye çıkma zamanıdır.

BAYRAMPAŞA’DA GÖKKUŞAĞI

Raziye ÇAKIR-28.hAZİRAN.2013

Bayrampaşa Belediyesi Türkiye’nin bin bir rengini bir araya getiren “7- İKLİM, 7- RENK” kültür şöleni ile Türkiye, Balkanlar ve Kavkaslar Bayrampaşa’da Buluştu Bayrampaşa Belediyesi’nin organize ettiği “7 İklim - 7 Renk” yöresel etkinlikleri 14 Haziran’da standlar tamamlandı. 14-25 Haziran 2013 tarihleri arasında Türkiye’nin en büyük parklarından biri olan Bayrampaşa Şehir Parkı’nda gerçekleştirilen “7 İklim - 7 Renk” yöresel etkinlikleri, her akşam farklı bir yörenin örf, adet, gelenek, göreneklerini sergilendi. Her yörelerin yetiştirdiği sanatçıların katılımları ile ve tabii ki seyretmeye gelen Bayrampaşalılarla bu gösteriler adeta bir eğlence sahnesine dönüştü. Türkiye’nin Kuzeyinden-Güneyine, Batısından-Doğusuna hemen hemen tüm Türkiye’yi bir arada buluşturan dev şölen, her akşam bir bölgenin sahne organizasyonu ile şenlendi. Aynı bölgeyi temsil eden derneklerin bir araya gelerek tertip ettikleri gecelerde, âşıklar atışması, kendilerine ait gösterileri, çeşitli oyunlar ve benzeri birçok yöresel etkinlikler izleyicilerle buluştular. Bölgesel geceler, tiyatro ve folklor gösterilerinin yanı sıra yöre-


Makale ve Analizler - 2013

91

sel müzikleri ile bölgesel çapta ün yapmış kendi yerel sanatçıların konserleri de yer aldı. “7 İklim - 7 Renk” etkinlikleri kapsamında hazırlanan stantlarda ülkenin dört bir köşesinden gelen 40 Derneğin kendi yerel kültürlerini görsel olarak tanıtma imkânı buldular. Etkinlikler boyunca her gün saat 11.00’dan itibaren açılan stantlarda Isparta’nın gülleriyle, Trabzon’un mısır unu değirmeni, Doğu Bölgelerinin çeşitli yerel değerleriyle ve Bulgaristan’ın Ekspresso kafesi, baniçka, zakuska, kifla, poniçkasıyla. Diğer Balkan derneklerinin de Bosna’nın kuru eti ve diğer yemekleri, Manastırın yöresel kıyafetleri gibi otantik ve kültürel birçok obje ziyaretçilerin ilgisine sunuldu. BEST Kafe sahibi Necdet Mutlu’ya sponsorluğundan dolayı kendisine çok teşekkür ediyoruz. Bayrampaşa Belediyesi Sayın Atila Aydıner’in Başkanlığında bu yıl ikincisini yaptığımız bu organizasyonda örnek gösterilecek şekilde böyle bir organizasyonu başarıyla sonuçlandırdı ve ülkemizin her yöresinden geniş kitlelerin katılımını sağladı. Türkiye’nin bin bir rengini Bayrampaşa’da bir araya getiren “7 İklim - 7 Renk” kültür şöleni, 12 gün devam etti ve Bayrampaşa Belediyesinde kendine has bir gökkuşağı oluşturdu. Karadeniz’in Doğusu, Batısı, Anadolu’nun içini, kuzeyini, güneyini, doğusunu, batısını, Akdeniz’i, Egeyi, Trakya ve Balkanları yüz binlerce Bayrampaşalıyı buluşturdu. Bayrampaşa Belediyesinin kurduğu stantlarda sergilenen yöresel sergiler gerçekleşen açılış töreni ile halkın beğenisine sunuldu. Açılışa Bayrampaşa Belediye Başkanı Sayın Atilla Aydıner, Ak Parti İstanbul Milletvekili Sayın Hüseyin Bürge, Ak Parti İlçe Başkanı Sayın Cemil Yıldız, katılımcı tüm dernek, federasyon ve konfederasyonun başkan ve yöneticileri ile çok sayıda vatandaş katıldı. Kurdele kesiminin hemen ardından stantları gezen Belediye Başkanı Aydıner ve beraberindeki heyet, stant yetkililerinden bilgi aldı. Bulgaristan’dan getirilen Osmanlı kılıçları, Bulgaristan Türklerinin giysileri, Gramofon, Plaklar, Halı, yayık gibi objelerin yanı sıra, her ilin kendine özgü lezzetleri ile özellikle Balkan coğrafyasının her köşesini temsil eden yöresel kıyafetler, ziyaretçilerin beğenisine sunulmuş oldu. Türkiye’nin tüm renklerini Bayrampaşa’da bir araya getiren “7 İklim - 7 Renk” kültür şöleni, her bölgenin kendi sanatçılarıyla devam etti. Tüm bölge sanatçıları, binlerce kişinin katılımıyla muhteşem konserlerin altına imza attılar. Bayrampaşa’da bir olduk, birlik olduk, birlikte tek yürek olduk!


92

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Sloganı ile buraya gelen sanatçıların ortaya koydukları performans adeta birbirinden üstündü. Her bölge sırası ile program doğrultusunda kendi eğlencesini ziyaretçilerin beğenisine sundu. Doğu Karadeniz bölgesi ile başlayan ve Trakya, Rumeli, Balkan gecesiyle son bulan etkinliklerde sanatçıların seslendirdikleri türküler eşliğinde oynanan Horonlar, Halaylar, Payduşkalar, köçekler, folklor oyunları ile şenlenen gecelere, vatandaşlar yoğun ilgi gösterdi. Son gece Park Ada ziyaretçilerle doldu taştı ilgi çok çok büyüktü, Bayrampaşa da Trakya ve Balkan geceleri en kalabalık geceler oldu, Bayrampaşa’da Balkanlardan yaşayanların büyük bir çoğunluk olduğunu böylece göstermiş oldular. Konser alanın dışı bile insanlarla doldu taştı adeta her yere insan yağmıştı. Bu konsere Balkanlardan gelen göçmenlerin ilgisi son derece büyük oldu. Bayrampaşa’da yaşayan Balkan göçmenleri kendi sanatçılarını hem tanıma hem de izleme imkânı buldular. Tüm etkinlik boyunca Bayrampaşalılar, omuz omuza, gönüllerince eğlenirken, birlik, beraberlik, dostluk ve kardeşlik mesajları verdiler. Ayrıca, Miraç Kandil’inin kültürel etkinlik takviminin içinde yer alması sebebiyle, Miraç Kandilinde tüm dernekler bir birlerine kendi yöresel yiyeceklerini geç saatlere kadar ikram da bulundular. Bizlerde Bulgaristan’da yaygın olarak her kandilde ve bayramlarda yapılan gözlemeyi (Gulaş, Çörek, Helva) yöresel usulde yaparak ekspreso ile ikram ettik. Böylece Bayrampaşa Belediyesinin “7 iklim 7 renk” hem kaynaşma sağlanması açısından hem de gelecekte daha büyük projelere imza atmak için bir başlangıç oluşturdu. Kapanış gününde ise Bayrampaşa İlçe Kaymakamı Abdülkadir Yazıcı, Bayrampaşa Belediye Başkanı Atilla Aydıner, AK Parti İstanbul Milletvekilleri Şirin Ünal ve Gülay Dalyan, AK Parti Bayrampaşa İlçe Başkanı Cemil Yıldız, Başkan Yardımcıları Ahmet Tüfekçi, Muharrem Kavurkacı, Mustafa Demirkan, Belediye Başkanı danışmanı İsmail Gemici ve birim müdürleri ile yüz binlerce vatandaş katıldı. Bayrampaşa Belediye Başkanı Sayın Atila Aydıner, “7 İklim - 7 Renk” etkinliklerinin toplumsal barışımızı ve huzurumuzu bozmak isteyenlere verilen güzel bir cevap olduğuna vurgu yaptı. Ülkemiz her yönüyle çok renkli bir ülke. Bayrampaşa’mızda bu renklerin hepsini görmek mümkündür. Biz, yurdumuzun her yöresinin ve bölgesinin sanatını seviyoruz ve benimsiyoruz. Vatandaşlarımızın hasret duydukları memleket sesle-


Makale ve Analizler - 2013

93

rini ve renklerini burada, Bayrampaşa’da onlarla buluşturmaktan mutluluk duyuyoruz” dedi. Öncelikle Bayrampaşa Belediye Başkanımızın ilçede faaliyet gösteren derneklere böyle bir imkân sunduğu için kendilerine teşekkür ediyoruz. Bu organizasyon İlçemizde faaliyet gösteren derneklerimizin hem kendi faaliyet alanına giren kesimler ile iç içe olma fırsatını verdiği gibi çeşitli derneklerin de birbirleri ile daha yakından ilişki kurma ve birbirlerini tanıma ve kaynaşma fırsatını da sunmuş oldu. Böylece gelecekte ortak faaliyetlerde bulunmanın da yolunu açmış oldu. Bu nedenle bu organizasyon son derece isabetli ve renkli, Bayrampaşa insanlarının da Trakyalı, Balkanlısı, Anadolulusu, Egelisi, Akdenizlisi ile Karadenizlisiyle Güneydoğulusu ile kaynaşmasında çok çok katkıda bulunmuştur. Ümit ederiz ki gelecek yıllarda da bu tarz faaliyetler sürdürülecek ve geleneksel hale getirilecektir. Biz de dernek olarak Belediye Başkanımız Atila AYDINER’e bu güzel organizasyondan dolayı kendilerini kutluyoruz ve başarılı çalışmalarının devamını diliyoruz. Bu şölen Bayrampaşa’nın ve dolayısıyla İstanbul’umuzun sosyal ve kültürel hayatına renk kattığını düşünüyoruz, son derece önemsiyoruz ve proje sahiplerini kutluyoruz. Bayrampaşa Belediyesi’nin Türkiye’nin tüm renklerini bir araya getiren projesi tüm dernekleri bir biri ile tanışmalarına vesile oldu. Böyle anlamlı bir etkinliğin içinde bulunduğumuz için çok mutluyuz. Bayrampaşa Belediye Başkanı Sayın Atila Aydıner’e ve ekibine çok teşekkür ediyoruz. Bizim Bulgaristan’da öz değerlerimizi, ancak böyle güzel etkinliklerle yaşatılarak gelecek kuşaklara aktarılabiliriz. Bunların da devam ettirerek bir gelenek halini almasını arzu ediyoruz. Bizler dernek olarak ayrıca bu organizasyon sayesinde Balkanlardan Türkiye’ye göç eden kendi insanlarımızla kaynaşma imkânı bulduk. Birçok insanımız bizi burada görme imkânı buldu, hatta standımıza gelenlere bir ziyaretçi ve üye formları bırakmıştık. Burada on iki gün içinde ziyaretçi formu dolduranların sayısı 823 olurken yeni üye olanların sayısı da 323 kişi oldu. Bu da bizlere dernekte bir yılda ulaşamadığımız insanlara ulaşmış olduk. Bundan dolayı Bayrampaşa Belediye Başkanı başta olmak üzere bu organizasyonda emeği geçen herkese bir kez daha kutluyoruz ve kendilerine teşekkür ediyoruz. Şimdi Bayrampaşa daha güçlü ve birlik içinde olduğuna inanıyoruz. Ümit ediyoruz ki bu tüm ülkemize de bir örnek teşkil edecektir.


94

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu gibi organizasyonlar gelecek yıllarda da bunlar sürdürülecek ve geleneksel hal alacağını arzu ediyoruz. Saygılarımızla, BULTÜRK – İstanbul

Sivil Toplum Örgütleri Meydanlarda

Şakir Arslantaş-29.Haziran.2013

Bizim dilimizde “sivil” sözcüğü genelde “sivil polis” ile birlikte kullanıldığından ve “gizli polis” ya da “üniformasız polis” anlamına geldiğinden, sivil toplum örgütü deyince, sanki edebiyat Türkçemizdeki anlam tam algılanmıyor. Belki bu yüzden, belki biraz Bulgarcanın da etkisiyle olacak, vatan dilimize bu modern politik terim Almanca’nın “Bürgergezelschaft” (grajdansko obstestvo) yani “vatandaş toplumu” değiminden tercüme edilerek girdiğinden, “vatandaş toplumu” olarak dile geliyor. Yazımda edebiyat dilimize sadık kalarak “sivil toplum örgütleri” terimini kullanarak kişisel görüşlerimi paylaşmak istiyorum. Bu terim (sivil toplum örgütü) politika ile ekonomi arasında olup, değişkendir ve kendine devamlı yer arar, mekân açar, genişler ya da daralır. Bu özelliklerle vardır. Sivil toplum bir sosyal olgu olarak özerktir. Bu örgütler, şu ya da bu politik partiye organik bağlı değildir. Partilere kulluk yapmazlar. Partiler dışı bir örgütleniş biçimi sergilerler. Örneğin, ocak şubat aylarında ve şimdi mayıs ayının son 8 gününde sokaklara akan ve meydanlardan taşan sivil toplum örgüt kitlesinin üzerinde hiç bir partinin bayrağı dalgalanmadı. Demokrasi koşullarında sivil toplumun duyarlılığı toplumsal düzenin adil işleyişinin barometresidir. Örneklersek, HÖH milletvekili Peevski’nin, meclis kararıyla Bulgar ulusal istihbarat servisi Başkanlığına atanması, bu vekilin bir mafya babası olduğu ve hakkında değişik suç dosyaları bulunduğundan dolayı sivil toplumun protesto hareketini başlattı. Herkes bir ağızdan “Mafya!” dedi. Bu en yalın değişle meclis kararına, istihbarat servi-


Makale ve Analizler - 2013

95

sinin mafya eline geçmesine şiddetsiz tatsızlıktı. Ailenin, bireyin, sokağın, meydanların yani sivil tolum örgütlerinin yükselen sesiydi. Toplumun bir başka hukuk talep ettiğine, politikacıların, kamuoyunun ve yargıçların bunun farkına varması gerektiğine kesin ve kararlı işaretti. Sivil itaatsizliğe çağıran aydınlar, orta yaşlı orta kesim, otuza yakın sivil toplum örgütü birlik oldu. Sel oldular, mücadeleyi talep edilen yasa değişikliği yapılmadan bırakmadılar. Yoruldular ama yılmadılar. Sivil toplum örgütlerimizin gösterdiği bu bilinçli, sorumlu ama şiddetsiz itaatsizlik Cumhurbaşkanı Plevneliev tarafından özel olarak kutlandı. Göstericilerin sesi işitilmişti. 2 haftalık Başbakan Oreşarski de özür diledi. İstihbarat servisinin mafya başı eline verilmesi konusunda aldatıldığını itiraf etti. Minnet sözleri sivil toplum örgütlerineydi. Bu yanlışlar aslında bizdeki seçim sisteminin özünden kaynaklanıyor. Bizde oy kullanmak, değim yerindeyse, iletişimsel bir armağan sunmak anlamına geliyor. Var olan sistemde oyunu verip evine dönen vatandaş seçtiği kişiden hesap soramaz. Oyunu verdiği kişiye karşı itikatsızlıkta bulunmak istiyorsa, dört yıl bekleyip yeni seçimde oyunu başka birine verebilir. Durum budur. HÖH/DPS bu durumda bayram etmiştir. Bu koşullarda sivil toplum durağan, hatta ölüdür. 23 yıldan beri bizim bu çarpık seçim kanunumuzdan yararlanan Ahmet Doğan, HÖH/DPS milletvekili olarak istediği kişiyi seçtirdi, istediğini Bakan yaptı. Görüldüğü üzere 12 Mayısta seçilen HÖH/DPS milletvekillerinde Bulgar asılı olan 13’ünden birisi mafya şefi, bir başkası da, savcılık tarafından aranan, büyük ölçekli bir vergi kaçakçısıdır. Ne yazık ki, tanımadığı kişilere oy vermekle her seçimde yanılan seçmenimiz, kimseden kişisel hesap soramaz. Hesap sormanın yasal yolu tıkanmıştır. Seçilenler 4 yıl dokunulmazlık ardına gizlenir. İşte böyle durumda sivil toplum örgütlerinin direniş hakkı itaatsizlik biçiminde gündeme gelir ve meydanlara toplanan kalabalıktan güç alır. Son haftalarda bütün il merkezlerinde her akşam toplanan insanlar dayanışarak 1 defa başarılı olurken, parlamentoyu kanun değiştirmeye mecbur ettiler. Ve tıkanmış olan demokrasi kanallarımızı birazcık açtılar. Yazıma başlarken, sivil toplum örgütlerinin politika ile ekonominin arasında, yanında, demokratik tartışmanın 3. ayağı olduğunu söylemek istedim. Başka bir değişle, sivil toplum politika ile ekonomiye doğru yönelen adalet ile kültürü temsil eder. Bu olmadan politika ile ekonomi arasındaki denge


96

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

bozulur. Peevski olayında, sivil toplum örgütleri politik blokajı boşandırdı. Kamuoyu görüşünün, sosyal vicdanın hiçe sayılmasını kabullenmedi. Bir bakıma 15. gününde hükümetin düşmesine de mani oldu. Bizde sivil toplumu harekete geçiren değerler öncelikle şunlardır: Özgürlük; adalet; demokrasi; insan hakları; azınlık hakları; sağlık hakları; çocukların devlet okullarında ana dilde öğrenim ve eğitim görme hakkı v.b. Son sivil toplum kükreyişiyle, haraççı mafya özünü gizleyip, HÖH listesinden Ahmet Doğan vesayetiyle seçilen bir vekilin, boyundan büyük devlet görevine atanması adaletsizliği, kamuoyunda korku havası estirilmesi, dalavere dolaplarının alabildiğine dönüp Ahmet Doğan değirmenine çuval çuvap para taşıması önlenebildi. Bilinçli ve kararlı, öğrenimli ve aydın orta tabakayı birleştiren sivil toplum örgütlerimiz bizde adaletli bir ortam kuruculuğunun şiddetsiz direnişten geçtiğini tüm dünyaya gösterdi. Sivil toplum örgütlerinin şiddet kullanmadan yürüttükleri bu mücadelenin hedefinde öncelikle insanın doğal hakları yani zaman açımına uğramayan haklarımızın korunması her zaman ve her yerde başta gelmelidir. Bu hedefler arasında hak ve özgürlük direnişleri başlattır. Mülkiyet, güvenlik ve baskıya direnme önemli yer tutar. Haklar uğruna, özgür olmak için sivil toplum örgütleri saflarında bir birey olarak direnmek, kendi sorumluluğunu bireysel taşımak, öncelikle gerçekliği üstlenmek, yaşamın sunduğu meydan okumaları üstlenmek, var olan koşullarda birlikte yaşamayı kabullenen özgürlüğü yeni haklarla besleyerek sınırlarını devamlı genişletmektir. Özgür olmak, bir de, haklarımızı nereden yola çıkarak düşündüğümüz üzerinde arasız fikir yürütmek anlamına gelir. Her gün her şeye sıfırdan başlamak zor olur. Yol alamayız. Vurgulamak istediğim nokta şudur, özgür olmamız için ötekini ne olduğuna bakmaksızın kabul etmemiz gerekir. Başkalarının özgürlüğü bize sınır olmamalıdır. Bu hepimizin özgür olma koşuludur. Fakat Peevski olayında olduğu gibi diğerinin elde ettiği haklar bizim özgürlüklerimiz için tehlike oluşturduğunda, ayaklanma hakkımız yasal olur. Mücadelemiz haklılık kazanır. Yaşam kültürümüzde, yasa, komşumuzu hor görmek için, onun özgürlüklerini sınırlamak için değil, onu ve ailesini daha da özgür kılmak için vardır. “Komşunu sev!” sözü bizimdir. Bu anlamda, özgür insanlar toplumunda her bir kişi özgün bir yasadır. Onların kendi aralarında iç içe geçmişliği çelişki doğurmamalıdır. Sivil toplumda kaynaştıran beton rolü görmelidir. Tabii bizim yakın geçmişimizde buna ters örnekler çoktur.


Makale ve Analizler - 2013

97

Öte yandan, başka bir açıdan bakınca, adalet anlayışımızda insana ve yaşadığı topluma baskı uygulayan özgürlüğün kendisidir. İnsanı ve toplumu özgürleştiren ise yasadır. Son gösterilerde özgürlüğün baskı uygulayıcı yönünü doğru okuyan aydın kitle hemen ayaklandı. Ayaklanmaya işaret veren barometre çok iyi çalıştı. Geçen yüzyılda Bulgaristan’dan Türkiye’ye göç etmek zorunda kalan ve doğup büyüdükleri yerlerde işlenir toprak, çiftlik, değirmen, çayır, koru ve orman bırakan soydaşlarımızın hakları zaman aşımına uğranmayan haklardır. Bu hakların yeniden elde edilmesi uğrunda baskıya, zulme ve zorbalığa karşı mücadele vermek de sivil toplum örgütlerinin, derneklerin ebedi hakkıdır. Mülk hakkı devredilir ama kaybolmaz. Soydaş derneklerimiz böyle bir bilinçle çalışmalıdır. Öz haklarımız meşrudur, yasaldır. Son olayların irdelenmesinden çıkan sonuçta, mafyacı Peevski’ nin gizli servis müdürlüğüne atanması, Bulgaristan vatandaşlarının hepsinin güvenliğini tehlike altına alacaktı ki, bu tehlikeyi sezen toplum uyandı, vicdanen karar verip yılanın başını daha küçükken ezmek için yasal düzeltme isteyenler haklıydı ve muzaffer oldular. Yürüyüşler üstlenilen davayı aydınlatan meşale oldu. Daha ilk gün ilerleyen selin adaletin zaferi ve tarihin akışı yönünde güç topladığı görüldü. Bu defa şiddetsiz direnişlerle kazanılan büyük bir zafer kutladık. Ocak şubat ayaklanmasında 6 kişinin kendini yaktı. Bir kişi de “Kartal Köprü” de polis tarafından vurulunca ölmüştü. Onları hatırlarken, şimdiki direnişler bize mücadelenin en iyi yolunun şiddetten geçmediğini de göstermiş oldu.


98

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

TEMMUZ 3 Fıkrada Politika

Neriman ERALP-01.Temmuz.2013

Biz, Bulgaristan Türk ve Müslümanlarını “eriterek asimile etme” politikasının 2 aşamalı olduğu ortaya çıktı. Bu iki aşamanın baş mimarı Ahmet (Dönek). Açıklanan gayet gizli belgelerde bu “eriterek yok etme” işinin Türkler bölümünün daha 1980 yıllarının başında ve özellikle de o zamanın T.C. baş cuntacısı olan General Kenan Evren’in bir Cumhurbaşkanı sıfatıyla Bulgaristan Türkleri konusunu diktatör Todor Jivkov ile görüşmesinden hemen sonra tasarlanıp kaleme alındığı art gün ışığındadır. Todor Jivkov: “Çok ürüyorlar, ne yapacağımızı bilemiyoruz!” dediğinde . Kenan Evren: “Eti senin, kemiği benim!” demişti. İşte o zaman, bu cevabı geliştiren Todor Jivkov ve Bulgaristan Komünist Partisi (BKP) ve devlet konseyi yönetimi iki aşamalı “eritme ve asimile etme planı” hazırlanmasını istemiştir. Bu planı yazıya döken Ahmet (Dönek) hemen ardından, gizli polisin “kışkırtma” ve “komplo” düzenleme planına uyarak, Varna köylerinden “Drındar”da birkaç kişi toplayıp Bulgaristan Türklerinin Kurtuluş Partisi kurma gibi bir saçma girişimde bulunup, kendi kendini ele verdi. Hemen ardında göstermelik duruşmalar yapıldı. O, arkadaşlarını toplatıp içeri tıktırdı. Hakkında mahkeme kararı olmasa da, kendisi de Sofya, Stara Zagora ve Pazarcık ceza evlerinin “konforlu hücrelerine” girdi. Hapiste olduğunu ve hücrede yattığını kanıtlamak içinde “havalandırma saatlerinde öteki mahkûmların arasında göründü.” Göz boyamak için girdiği hapiste hep iki yerden maaş aldı. “DS” subayları ve Rus konsolosluğunda görevli KGB ajanlarıyla devlet dağ evlerinde viskili görüşmelerle gün geçirdi. Bu konuda çok işlendi. Çok yazıldı. Dosyalar okundu. Ciltlerle kitaplar çıktı, ama olayın fıkraları anlatılmadı. İki aşamalı eritme ve asimile etme planının Bulgarlar arasında anlatılan fıkrası şöyledir:


Makale ve Analizler - 2013

99

İki Kurbağa: Ocağa 2 kazan koymuşlar. Önce birisinin altı yakılmış, hızlı ateşte su fokurdamaya başlayınca bir kurbağayı kazana atmış. Kaynak suda haşlanan hayvan birden dışarı fırlamış ve kaçmayı başarmış. Fıkranın bu birinci bölümü ile ilgili açıklamada isim ve kimlik değiştirme esnasında şok geçiren Pomakların 1972 Kornitsa, Glavinitsa, Nevrekop Ayaklanması benzetmesi yapılıyor. Bulgaristan Türklerinin de Mayıs 1989 İsyanı çağırışım yapıyor. Ayaklanan Türkler haşlama kazanından fırlamayı başardı. Baskı ve terörden yılmayan, en ağır işkencelere dayanan ama pes etmeyen Pomaklarda 1989’da çemberi yarıp kurtuldu. İkinci kazana kurbağa atıldığında su soğuktur. Kazan altına hafif ateş verilir. İkinci kurbağa yavaş yavaş ılıman olan suya alışır, su ısındıkça o hoşlaşır ve en sonunda uyuşur ve fokurdayan kazandan sıçrayıp kaçacak durumda olmadığından, kaynak suda iyice pişer ve eriyip kaybolur. Bu ikinci kazan Bulgaristan Türklerini oyalayan ve uyutarak yok etmeye çalışan Hak ve Özgürlükler Partisi ve onun Türk, Türklük, Pomak ve İslam düşmanı “lider” takımıdır. Ortaya çıktığına göre, bu plan iki aşamalı olarak hazırlanmış, Türkler ve Pomaklar 1989’da birinci kazanı devirerek, sinsi planın birinci aşamasını bozguna uğrattılar. Son 25 yılda HÖH/DPS oyununa getirilen Türkler, Türklük ve Pomak ve Müslüman Çingene kardeşlerimiz 19 Ocak 2013 tarihinde özgürlükçü, yüksek mimarlık öğrencisi delikanlı Oktay Yenimehmedov, halkımıza karşı hazırlanıp çeyrek asır uygulanan oyalayarak (yavaş yavaş kaynatarak) yok etme planının Baş mimarı büyük ajan Ahmet (Dönek)’in kafasına tabanca dayayıp onu kürsüden atarak, aslında halkımızı ikinci aşama içinde hemen uyanmaya, henüz genç olmadan kazandan fırlayıp hak ve özgürlüklerine sahip çıkmaya davet etti. Ayı ve aç kalan yavruparı: Ayı yavrularıyla birlikte ormanda dolaşırken, olgun meyve yüklü bir yaban armudu bulmuş. Dallarına tırmanıp silkerek gün emiş olanları yere düşürürken yavrular da yerde bulduklarını yemeye koyulmuş. İtişe kakışa çevik davranan yavrular düşene saldırdıklarından ağaçtan inen ana ayıya yerde armut bir şey kalmamış. Bunu gören ana ayı ağaca bir daha çıkmış ve dalları bir daha silkeleyip hemen ağaçtan inmiş ama bulduğunu yutan yavrulardan yine bir şey kalmamış. Aç kalan ana ayı bir karar alıp yavrularını bir yere toplamış ve sırtlarına büyükçe birer taş yerleştirmiş. Her birini kımıldayamayacak bir duruma getirdiğine inandıktan sonra da ağaca bir daha kendisine silkmek için tırmanmış. İndiğinde hem gölgelenmiş, hem de yemiş de yemiş. Sal-


100

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

yalarını yutan yavruları hakkında da yiyecekleri kadar yediler, yatıp büyüsünler, diye düşünmüş. Bu fıkrada, ana ayı Hak ve Özgürlükler partisi (HÖHDPS); yavrular emekçi halkımız, çocuklarımız ve emeklilerimiz; yaban armudu devletimizdir. Ana ayı HÖH/DPS “lider” ekibi olarak Bulgar devletini ve AB fonlarını kimseye tattırmadan, halka bir zırnık bile kaptırmadan yalnız kendisi yedikçe semiriyor. Bir iki silkmede karın yapan ayı yavruları ise, TKZS’let (tarım kooperatifleri) yok edilirken, fabrikalar kapanırken bir iki defa doya doya yiyip içen emekçi halkımızı anımsatır. Halkımız açlık ve sefalet taşının altında ezilmeye ve midesi sırtına yapışmış beklemeye terk edilmiştir. Bilet kalmadı: Bir iddia merkezinin (toto-loto) önünde dilenen bir vatandaş, geleni geçeni öylesine rahatsız ediyormuş ki, bir gün geçenlerden birisi, “aman Allah’ım bu defa başkasına çıkacağına, şu fakire çıksın da, ötekilerin yiyip içip çar çır edecekleri para, fakiri dertten kurtarsın, yüzü gülsün, diye dua etmiş. Bu yalvarışa kulak veren yaratan “İyi ama o bilet almadı ki, nasıl çıksın?!” demiş. Bizde de öyle parası olmayan halkımızın eli kolu bağlıdır. Paralar “sarayda”, sarayı köpekler bekliyor, paraların üstüne oturanlar ise çalışmadan kazananlardır. Nerde bilet salıp, fiş doldurup beklemek. “Lider” takımı zengin oluruz diye korkuyor. Kimsenin bir şey yapmasına imkân ve fırsat verilmiyor. İnsanımızın hür ve serbest oldukları tek gün SEÇİM GÜNÜDÜR. O gün “biz sizin için varız, her şeyi yapmaya hazırız!”, “Biz halkımıza her hizmeti götürmeye hazırken, siz sakın elinizi soğuk sudan sıcak suya sokmayın!” diyenler, sonra önce söylediklerini, sonra da hepimizi, her şeyi unutuyor. Ortalıkta görünmüyorlar. Halk adına bir fiş salan ya da bir kurban kesen yok. Seçim arifesinde ne yedik içtikse odur, ardı gelmez. İyi ki seçimler sık sık oluyor da, biz de bayram seyran havasına giriyoruz. Kimsenin bilet almaya fırsatı ve parası var. Tabii “lider” takımı için fırsatlar başka. Örneğin Brezilya’da futbol maçlarının biletleri ortalama 650 Euro’dan satılmış, final maçı biletlerinin fiyatı ise, 2 bin Euro olacakmış. HÖH / DPS yönetiminden 5 kişi bilet almış, gittiler. Bileti olan bayram ediyor. Biz bilet alamadık. İnsanları devamlı yoksul ve fakir durumda tutmak, muhtaç bırakmak, sefil yaşatmak da teslim olarak erimeyi ve asimile olmayı kabul etmelerine açılan bir kapıdır.


Makale ve Analizler - 2013

101

Kime niyet, Kime kısmet

Mehmet Alev-04.Temmuz.2013

İstanbul, tarih boyunca bir mıknatıs gibi hükümdarları kendine çekmiş, iştahlarını sürekli körüklemiştir. İlle, İstanbul’u fethetmek, İstanbul’u kendilerine mal etmek hırsının temelinde yatan nedir? İstanbul, kara ve su yollarının düğümlendiği nokta üzerinde inşa edilmiş bir mekandır. İki büyük kıta bu yerde buluşurlar. Bundan başka boğazlar sayesinde iki denizin, Karadeniz ve Egenin suları burada birleşirler... İstanbul’a hakim olmak, büyük ölçüde bu sulara, bu topraklara hakim olmak anlamına gelir. Milattan önce ve sonra buraya yapılan hücumların ardı arkası kesilmez. Büyük Hun komutanı Atilla, 447 yılında Büyük Çekmece’ye kadar gelir. Bu tarihlerden sonra Araplar’ın saldırıları kısa aralıklarla devam eder. Eyüb El-Ensari İstanbul surlarına hücum eder ve burada da ölür. Bu, 669 tarihine isabet eder. Bundan az önce, Avarlar da 626 yılında şehri almak için çaba gösterirler. İslam alemi Doğu Roma kalesini topraklarına katmayı kendilerine ideal olarak belirlerler. Halife Velid ve Halife Abdülmelik 714, 715 yıllarında zincirlere kadar gelirler ve başarılı olamazlar. Zaman zaman İslam ordularının karşısına Balkanlar’dan gelen Bulgar kuvvetleri çıkar. Han Kurum 813-814 tarihlerinde şehri kuşatır. O da başarılı olamaz... Vefatı üzerine muhasara kaldırılır. İstanbul halkı, tarihinde kuşatma ve hücumlarla yanısıra çok ağır günler yaşar. Mısır seferine çıkan Haçlılar, İstanbul’u kuşatıp alırlar. Tarihçilerin tabirine göre, Batı diyarlarından gelen gözü dönmüş Haçlılar, güzelim kentin altından girip üstünden çıkarlar. Konstantinopol, tarihin en korkunç, en iğrenç yağmalama sahnesini yaşar... Şehir, 1260’a dek onların istilasında kalır. Genç padişah, 2.Sultan Mehmed’in gönlünde yatan ülkü de Doğu Roma başkentini topraklarına katmaktır! Kendisinden önce bunu, ataları defalarca denemişler, bir türlü başarılı olamamışlardır. Nasıl ki, Orhan Bey ve Birinci Murad şehrin surlarına birkaç kez gelmişler, kente girememişlerdir. Daha sonraları Yıldırım Bayezid, İstanbul’u kuşatmış, ancak Macar ordularının Sofya’ya doğru ilerlemeleri buna mani olmuştur.


102

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Tek sözle, bu zamana kadar yapılan hücumlarda ille bir engel çıkmış, başarılı olunamamıştır. İkinci Mehmed, bu idealini gerçekleştirmek için ciddi hazırlıklara girişir. Rumeli ve Anadolu toprakları, İstanbul alınınca bir bütün halinde birleşeceği düşüncesiyle yaşar. Kısa bir sürede Anadolu hisarı karşısına Rumelihisarı inşa ettirir. 1453 kışını Edirne’de geçiren padişah, işini de kış tutar. Mart sonlarına doğru artık hazırlıklarını büyük ölçüde tamamlamıştır. Üçyüz bin neferlik mükemmel eğitim görmüş orduya sahiptir. Hücum ve taarruz silahları da tekmildir. Bunlar arasında toplar da mevcuttur. Bundan başka Sırp despotu Georgi Brankoviç de küçük bir birlik ile takviye gönderir. Padişahın ordusunda Macar, Ulah, Alman, Latin, hatta Rum asıllı gönüllüler de vardır. Toplar, öküz arabalarıyla Boğazlara doğru yol alırlar. Padişah, Nisan ayının tamamını surlar civarında hazırlıklarla geçirir. Zaman zaman surlara saldırılar düzenlense de bunlar netice vermez... Ancak 28 Mayıs’ı, 29 Mayıs’a bağlayan gecede mucize yaşanır. Sabaha karşı Ulubatlı Hasan, arkadaşlarıyla birlikte surların üzerine Türk sancağını diker. Ve bunu takip eden dakikalar içinde şehit olur... Konstantinopol, 29 Mayıs 1453 tarihinde Türkler’in olur! Bizans İmparatorluğu bu fetih sonucu, tarih sahnesinden çekilmiştir. Batı ve Doğu bilim adamları, bir noktada birleşirler: Bu büyük olaydan sonra “Fatih” ünvanını alan İkinci Mehmet, İstanbul’a girer girmez, birçoklarının yaptığı şehri yağmalamaz. Ahalisine, Rumlara oturma izni verir. Şehirde geniş çapta onarım faaliyeti başlatılır. Osmanlı İmparatorluğuna da başkentlik yapacak olan İstanbul, baştan başa donatılır. Her ırka mensup topluluklar, dilleri, dinleri, gelenek ve görenekleri ile günümüze kadar bir bütün halinde yaşamlarını sürdürürler. Tek sözle, İstanbul’a sahip olmaya kimler niyet etmemiş ki!? Ama kısmet Türkler’e imiş!


Makale ve Analizler - 2013

103

“Ahmet Doğan Mafya!” çığlıkları Beni ürkütüyor

Dr. Müjgan Deniz-05.Temmuz.2013

Sayın Ahmet Doğan, Gece mitingleriyle Bulgaristan’da başlayan yeni süreç dip dalgasını yerinden boşandırdı. Vatanımızda var olmamız, politik örgütümüz, çocuklarımız, mal-can güvenliğimiz ve geleceğimiz hedef alınıyor. Bu derin dalgayı yerinden boşandıran bu kez sen oldun Ahmet Bey. Bütün ülkede meydanların dolup taşması bir birikimin patlaması sonucudur. Bu birikimin özünde nefret ve hınç var. Yükselen kin ve öfke duyguları bizim gece gündüz özverili ve hoşgörülü çalışmalarımızdan kaynaklanmıyor. Kulaklarımızı sağır eden haykırışların kökünde sizin sinsi planlarınız, politikacıları kenara kıstırıp onları istediğinizi yaptırmaya zorlamanız ve hatta karanlık hedeflerinize ulaşabilmeniz uğruna ülkemizde etnik azınlıklarla yani bizlerle Bulgar çoğunluğu ve aralarındaki ırkçılık salgınına yakalanmış olanları birbirimize düşürüp, kan dökülürken yine bize Brüksel’de ya da Kuveyt’te arabulucu olma niyetleriniz okunuyor. Ben bunları gördüğüm için üzgünüm ve olayların bu yönde gelişmesine kesinlikle karşıyız. Biz bu oyunda yokuz ve olmak istemiyoruz Sayın Doğan. Fakat “DPS Mafya!”, “Ahmet Doğan Mafya!” çığlıkları beni ürkütüyor. Gece mitinglerine bakıyorum, kendi aralarında susarak kenetlenmişler. Etrafta polis yok. Davullar, gaydalar çalıyor. Sanki Üçüncü Dünya Savaşı olmuş da Bulgarlar zafer kazanmış gibi bir hal var. Oysa Hak ve Özgürlük Partisi’nin mezarını kazmışlar. Bunu yapabilmelerinin sebebi ise (seni yönetenler) senin çevirdiğin sinsi ve kirli oyunlar Sayın Ahmet bey. Bu defa alaylarında politik partilerin bayrakları dalgalanmıyor. Polis yok, asker yok, jandarma yok! Son derece büyük bir kararlılık var. HÖH partisini iktidardan indirmek ve yok etmek. Neden mi? Sizin bu güne kadar yaptığın yanlışlardan, halkımızı umursamamanızdan, her şeye egemen olma hırsınız yüzünden. Bizde ezilip yok olma korkusu beliriyor. Sizin elleri temiz olmayan çevrelerle iç içe olduğunuzdan, bizim tanımadığımız çevrelerin çıkarları için tuzaklar kurduğunuzdan dolayı. Biz bu kalabalığa göğüs geremeyiz. Biz Osmanlıdan sonra bu topraklarda 100 sene açık alınla yaşadık, vicdanımız temizdir ama şimdi sizden ötürü Türk olarak utanıyoruz. Siz Bulgaristan Türklerini utandırdınız. Çekin gidin artık aramızdan.


104

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Şimdi başta yürüyenler sivil toplum örgütlerin liderleri. Siz, orada, Vitoşa Dağı’nın yamacındaki Saray’da olayların kokusundan, gürültüsünden, kulaklarımızı delen çığlıklardan uzaksınız ama bir duysanız bir duysanız, haykırışlar tamamen politik. Bakanlar Kurulu kapısına dayanmışlar. Ağızlardan çıkanla öncelikle siz hedefsiniz. Bulgar kamuoyu, ayaklanmış olanlar artık sizin onurlu bir Bulgaristan Cumhuriyeti vatandaşı olduğunuza ve bu Vatana yararlı herhangi bir iş yapabileceğinize artık ne Türkler need Bulgarlar inanmıyorlar. Zaten çalıp kapmaktan, kadın kız oynatmaktan, rakı votka içmekten ve kaba zurna dinlemekten başka da bir şey yapmadınız, yapamadınız veya yaptırmadılar. Oysa yıllar geldi geçti. Yürüyüşlerdeki bebekler bile 23 yaşında. Ağacın yaprakları dökülüyor Ahmet Bey. Zamanınız doldu. Çekip Gidin artık aramızdan. Kitleler bir ağızdan hep bir ağızdan sizin Başbakan Oreşarski’yi, Sosyalist lider Stanişev’i ve “bizim” Lütfü’yü aldattığınızı, dar ortamda sıkıştıran bir dolandırıcı olduğu bilinen Delyan Peevski’yi gizli servis başına çok özel hesaplarla getirttiğinizi konuşuyorlar. Ne işi var Peevski’nin gizli serviste? Türk halkına Milletvekili seçtirdin yetmedi mi? diyorlar. Onu DANS Başkanı yapıp Bulgar devleti için çalışan Türk ve Pomak vatandaşlarımızın isimlerini çıkartarak Türk gizli servisine mi satacakmış? diye soruyorlar. Sen artık bu kelpazeliği 1990’da bir defa Rusyanın yardımı ile yaptın. 19 çuval DS sır bilgisini İstanbul Emniyeti’ne gönderdin, orada okuyan bile olmamış. Bunları yazar Soner “Bay Pipo” kitabında uzun uzun anlatmış. Kağıt dolu çuvallara 200 bin dolar para istemişsin, bunlar da yazıldı. İnsanların kaderleriyle oynamayın Ahmet Bey. Türkiye Cumhuriyeti makamları Bulgaristan Türklerinden kimin kim olduğunu, ne işle uğraştığını çok iyi bilirler. Türk Türkü kokusundan sezer. Türk Türk’e kötülük etmez, edemez. Orada kalanlar biz Vatanımızı sevmesek burada kalmazdık ve nafakamızı dede toprağında aramazdık diyorlar. Sen bunun güzeliğinşi anlayamadın, anlayamıyacaksın. Katranlı tütün işlemek bile mutluluktu bizim için, sen bunu anlayamazsın. Çek git aramızdan git, kovmadan git. Sen bizi hala anlayamıyor musun ne! Biz özden Türk’üz Ahmet bey. Senin dedelerin de Milletimize ihanat etmiş. Şimdi de sen (öncesini saymıyorum) bize 23 yıldır ihanet etmedin mi? Biz sana inanmıştık. Fakat sen işleri neredeyse bizi Bulgar’a bir daha kırdırma derecesine itiyorsun. Çek git de kurtulalım sizing gibilerinden. Senin baba soyuna ise hiç inancımız yok. Baba tarafından ataların Yüce Tanrı’dan “Vatan ve toprak yerine, dilenme hakkı” istemişler. Sen şu güze-


Makale ve Analizler - 2013

105

lim toprakları Vatan olarak o yüzden sev(e)medin. Kan su olmaz, olamaz. Çek git, deniz kıyısına git, çünkü deniz suyundan Vatan olmaz... Etme bizlere artık çok oldu. Huzur içinde, Bulgarlarla iyi komşular olarak, dostça, yardımlaşarak yaşamak istiyoruz. Allah’ın bize verdikleri onlara da yeter bize de. Sen aramızdan çekip gitmeden bize rahat yok. Biz her gün yeni bir bela yapacağını düşünür ve bekler olduk. Çok endişeliyiz. Bizim adımıza kimseye bir şeyler söyleme. Sen bizden değilsin. Biz seni bu toplumdan sildik. Yaramaz bir çocuk gibisin. “Çıldırmış” olduğunu söyleyenler var. Daha kötüsü olmadan sen usulca aramızdan çek git! Nereye mi gideceksin? Anacığının yaşadığı yere dön. O köyde bir de cami inşa ettirdiğini işittim. Senin camiye girmediğini bildiğimden diyorum ki, abdes alınır ve camiye ayakkabıyla girilmez. Buna dikkat et, şimdi bizde yeni Müslümanlar cami odalarına ayakkabıyla dolmaya başlamışlar. Kan çeker onlara karışırsın, hayırdan geçer, camii işlerinde örnek ol... Çek git ve giriver aralarına... Sebep sonuç meselesine gelince. Biz Bulgaristan Türkleri olarak sana borcumuzu fazlasıylaödedik ve artık size borcumuz yoktur. Yediğin yedik aldığın aldıktır. Helal olsun ama bu işi burada bitir. Seni adam saymakla yanlış etmişiz, bu da, bize akıl parası olsun. Sen Sofya’dan uzaklaşmadan Bulgar’ın kanı kaynar. Kötülük olur. Sen bu işi burada bitir. Çek git.

Parlamentoyu Kuşatma Geleneği

Rafet Ulutürk-05.Temmuz.2013

Bizdeki demokrasiye geçiş aşamasında siyasi kitlesel direnişin en belirgin, tekrar eden ve etkin biçim olarak Parlamentoyu kuşatma ortaya çıktı. 23 günden beri güç toplayan ve ilk aşaması mafya’nın politikadan el çekmesini hedeflerken, ikinci aşaması hükümetin istifa etmesini ve daha şeffaf siyasete geçilmesini hedefleyen yeni toplumsal muhalefet oluşturdu. Bu muhalefetin ana akımında sivil toplum örgütleri yer alıyor. Sofya’da “Kartal Köprü” (Orlov Most), “Bağımsızlık Meydanı” (Plostad Nezavısımost) ve Parlamento’nın çevresi yani “Kurtarıcı Çar” (Tsar Osvoboditel) meydanı politik çatışma alanı oldu. 20. yüzyılda bizdeki en


106

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

büyük miting 1990 baharında “Kartal Köprü”de yapılmıştı. İlk kez 1 milyon kişi bir araya toplanmıştı ve totalitarizmi lanetlerken demokrasiyi hayata çağırdı. Bu mitingde bizdeki demokrasi mücadelesinin atası olan Jelü Jelev Demokratik Güçler Birliği’nin totaliter rejim modeli üzerindeki kesin zaferini ve Türk ve Müslüman düşmanlığıyla ün salan Todor Jivkov’un zorba rejiminin tarihin mezarlığına gömüldüğünü ilan etmişti. Bulgaristan tarihinde Sofya parlamentosu ilk defa 30 Aralık 1989 günü ülkemizin dört bir tarafından toplanan Müslüman Pomak kardeşlerimiz tarafından kuşatıldı. Değiştirilen isimlerin iadesini ve din özgürlüğü isteyen kadın erkek, genç yaşlı göstericiler, Balkan Yarımadası tarihinde en büyük, en uzun ve barışçı itaatsizlik ve pasif direniş örneğiyle hedeflerine ulaştı. Boyun eğmeyenler 30 Aralık 1989 akşamı ibadet özgürlüğüne kavuştular ve Müslüman isimlerini geri aldılar. Bu mücadele çok uzun sürmüştü. İsimleri ilk kez, 1913’te Bulgar isimleriyle değiştirilmişleri. O zaman Osmanlı Sultan’ının Sofya Askeri Ataşesi görevinde bulunan, Mustafa Kemal Atatürk’ün özel politik gayretleri ve gösterdiği ince diplomatik yaklaşımla daha aynı yıl isimlerini ve dini haklarını geri alabilmişlerdi. 1936’da sertleşen Çar rejiminin gizli baskı uygulayarak Bulgarlaştırma politikası bütünsel başarılı olmasa da, İkinci Dünya Savaşı yıllarında iyice azıttı. Savaşın ağır çilesiyle paralel Müslüman Pomak Türklerini Bulgarlaştırıp eritme politikaları çok yoğunlaştı. Sosyalist devlet öz ilkelerine ihanet ederek geliştirdiği Pomakları asimile etme siyasetini 70’li, yılların başında yeniden ateşledi. Devlet milliyetçiliğiyle gelen terör ve baskıya itaatsizlik 1972’de doruk nokrasına ulaştı. Dayanamayanlar Rila-Rodop köylüleri Nevrekop (Gotse Delçev) yöresinde ayaklandı. Çok kurban verdiler, büyük sayıda aile sürgün edildi, hapishaneler kimlik, hak adalet uğruna savaşan direnişçilerle doldu taştı. 1989 Aralık ayının kuru soğuğunda Sofya’daki parlamento kuşatması 100 yıllık ezgin birikimin devlet önüne yani sarı kaldırım üzerine dökülüşüydü. Kitlesel barışçı boyun eğmeme eyleminin başını çeken Hasan Byalkov, bu ayaklanmayı gizlilik kurallarına göre örgütleyerek başarıya götürmüştür. 1993’te Sofya Parlamentosunu Demokratik Güçler Birliği kitlesi sardı. günlerce süren kuşatma çemberi giderek daraldı. Camlar kırıldı. Direnişçiler binaya girdi ve talana başladılar. Onlar, Sosyalistler Parti’nin lideri Başbakan Videnov hükümeti çekilmek zorunda kaldı. Kuşatmaçılar muzaffer oldular. O dönem ilk büyük ekonomik ve mali çöküşü yaşanıyordu. 1 US Doları- 37 leva olmuş, maaşlar 5-6 Dolara düşmüştü. Ekonomik çöküşle oluşan işsizlik ordusu yollara meydanlara sığmıyordu. 2013 Bulgar halk kitlesinde sosyal depremle baş-


Makale ve Analizler - 2013

107

ladı. “Kartal Köprü” kavşağında polis bir gösterici genci dayaktan öldürünce Başbakan Borisov, istifa etmek zorunda kaldı. Hükümet düştü. Kitle yerli yabancı elektrik mafyasına karşı ayaklanmıştı. 12 Mayıs 2013 seçim sonuçlarını kabul etmeyen Sofya aydınları ve ülkemizin orta tabakası, gençler tam 21 gün önce eylemlerine başladı. Gösteriler “Bağımsızlık” Meydanı’ndan Parlamento kuşatmasına meydan değiştirdi. Bu iki meydandaki isteklerde bazı farklı yönler vardı. İlk aşamada, Bakanlar Kurulu karşısındaki “Bağımsızlık” Meydanında toplanan kalabalık, yeni kurulan hükümetin ortağı olan HÖH/DPS partisinin fahri başkanı, aynı zamanda yeraltı Bulgar mafyasının önemli önderi; hem de gizli servisin kıdemli ajanlarından olan ve son zamanda pek insan arasına çıkamayan Ahmet Doğan partiler üstü ve politik iradeyi hiçe sayan bir tavırla, mafyacı D. Peevski’yi meclis kararıyla istihbarat organı DANS Başkanı atatmasını protesto etti ve bu kararını bozdu. Bu kitlesel eylem başarılı oldu. Ve artık bizde aydın tabaka ile sivil toplum örgütlerinin çok önemli nüfus sahibi olduğunu gösterdi. Bulgar basınında çıkan haberler, DANS Başkanlığına D. Peevski’nin atanması yolunun kesilmesinin çok isabetli bir gelişme olduğuna yeni kanıtlar getirdi. Savcılığın, 2007 ile 2011 yılları arasında Bulgar Ulusal İstihbarat Dairesi Başkanı olan ve 2012’de emekli olan General Kirço Kirov hakkında yürüttüğü soruşturma sonuçlandı. Bu istihbarat başının her yıl devletten ortalama 900 bin leva para çaldığı ortaya çıktı.D. Peevski görevde kalmış olsaydı ne kadar çalacaktı bir Allah bilir. Ahmet Doğan’ın amacı da işte bu olmalı. Ne kadar küçük düşürdüler hepimizi tüm Bulgaristan’ı öyle değil mi? Bundan dolayıdır ki, Parlamentoyu kuşatanlar daha açık, daha şeffaf bir politika istiyorlar; seçim yasasının değiştirilmesini ve mafya sürüsü, vergi kaçakçısı, dolandırıcı, yalancı çetelerine Meclis yolunun ebediyyen kapanmasında direniyorler ve hergün daha büyük destek buluyor. Sofya’da, politik partilerden destek almadan, 30 sivil toplum örgütü ülke tarihinde en uzun süre ve kesin itaatsizlik göstererek 20 bin kişiyi sokaklarda ve meydanlarda tutabiliyorsa, hepimiz yepyeni yeni bir politik olguyla yüzyüzeyiz. Bulgaristan’da post-modern direniş hareketi gelişiyor. Bu direniş şekli, bilinen, mevcut muhalefet hareketlerinden farklıdır. Bu fark 21. yüzyılın iletişim devrimleriyle besleniyor. Bu, bilinen klasik politikanın oluşum, patlama ve gelişim biçimlerini hurdaya çıkaran bir yeniliktir. Bir defa bu kuşatmalar belirli ideolojik motivasyonlar yerine somut sorunlardan hareketle örgütlenmektedir. Örneğin Peevski’nin istifası; Ahmet Doğan’ın politikadan


108

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

el çekmesi; Başbakan Oreşarski hükümetinin istifası v.b. aynı şekilde örgütlenen ve şiddetlenen ısrarla yürütülen eylemlerdir. Bu kitle hareketlerine katılanlar apolitik ya da bencil kişiler değildir. Modern iletişim teknolojisini en aktif bir biçimde kullanan direnişçiler hiç kuşkusuz toplumun yeni bilinçli nüvesini oluşturuyor. Hareketin herhangi bir politik partinin kuyruğuna takılmaması dikkati çekiyor. V. Siderov gibi aşırı milliyetçi politik liderlerin lanetlenmesi ve “Ataka” partisine önem verilmemesi de önemli olgunluk belirtileridir. Bu genişleyen sivil toplum hareketlerinin içinde Bultürk, Balgöç, Balkan Türkleri ve daha birçok soydaş dernek ve federasyonunun modern iletişimi çok yoğun kullanarak her gence, her aydına her köye ve şehre ulaşma çabaları taraftar kazanırken, takdir edilmelidir. Bu kitle hareketler bir de şunlara işaret etmektedir. 1. Totalitarizm kalıntısından demokratikleşmeye ve daha adil ve özgür bir topluma geçme sancılarından kurtulamayan Bulgaristan, tarihsel politik ödevlerini yerine getiremeyen, toplumun tıkanmış gelişim damarlarını açmayan politik partilerden kesinlikle yüz çevirip yeni politik örgütlenme biçimleri arama yoluna yönelecektir. 2. Sokakların ve meydanların mesajı açıktır. Bulgar toplumunda ve orada yaşayan azınlıkların sivil toplum örgütlerinin ağırlığı arttıkça devletin yeniden biçimlenmesi zorunlu olacaktır. 3. Her bireyin, her sivil kuruluşun toplumdaki sesinin duyulacağı hukuka dayanan adil ve örgür bir toplum düzeni kuruculuğunda hep beraber olalım.

Devletin En Gizli Özüne Ters Düşmek

Hüseyin YILDIRIM-05.Temmuz.2013

Hiç kuşkusuz, Bulgar devletinin en gizli özünde hakikat ölçütü olarak mafya babası Danço Peevski duracaksa, “bana uymaz, isterse bütün devlet yansın, beni bağlamaz!” diyenleriniz % 99,99’dır. Bundan eminim.


Makale ve Analizler - 2013

109

Şundan da %100 eminim: Devletin en gizli özünde ihbarcıların öz babası Ahmet Doğan bulunuyorsa, “Bu devlet de bizi bağlamaz! Keserin sapı bir döner, iki döner, sonra göze gelir!” dersiniz ve dönüp gidersiniz. HÖH/DPS kontenjanından eski Tarım Bakanı Mehmet Dikme de dayanamamış: Dün “Devlet keserinin sapı Ahmet Doğan’ın elinde!” demiş. Vay! Vay! Ömür boyu iki enser çakmamış bir kişi olan Ahmet usta bu defa hükümet kurma işlerinde “keseri parmağına vurdu.” Dikkat etmek için artık geç! Meydanlar dolup taşmış. “Ostavka” sözünün Türkçesi “İstifa!” Özünü Kurt yiyince, ağaç kurur. Devletin en gizli özüne yani gizli istihbarat işlerine kişisel menfaat peşinde olanlar, dolandırıcılar, zorbacılar, soyguncular, hırsızlar, mafya çeteleri, hain ajanlar karıştığında, devletin özü kurur, işler yürümez, önce hukuk sistemi, adalete olan güven, ardından da bütünsel alaşağı olur, devrilir. En büyük hain kimdir? Devleti deviren mi? Hayır! Kendi soyunu, öz halkını, en yakın arkadaşlarını ele verendir! Hak ve özgürlük davasına, insan hakları ruhuna ters düşendir. Soy köklerini inkâr edendir. Öz devletini dolandırıp soyandır. Vatanına ihanet edendir. Verdiği yalan yanlış bilgilerle gerçekleri çarpıtan, insanların gönlünü yaralayan, onlara ağır sıkıntı yaşatandır. Biz Türk’üz ve geleneklerimizde hainler hep canlı canlı yüzülmüştür. Tabii modern hainler korunuyor. Saraylarda yaşıyor. Diri diri soyulmaları ya da kazığa çakılmaları için sosyal devrim gerek, o da bizde hala mayalanamadı. Ömrümün en ağır dönemi olan göç çilesini yaşarken, bir sigara yakıp “Her şey gelip geçer!” diyenler oldu. Aslında, birçok şey değişiyormuş gibi görünse de, hep aynı. Acıların unutulacağını hayal edenlerin hesapları boş çıktı. Şu arka (küçük) beyin var ya, orası belleğimizin derin özü, oraya kaydedilenler asla silinmez. Git gide daha ender olsa da, 1989 Ağustosundan anılar, uykularımda acı yatmaz gibi ortaya çıkıp, her şeyimi alt üst ediyor. Çekilenlerin önü ardı yok. Anılar uzun soluklu, sarsıntılı. Zaman zaman öyle bir canlanıyorlar ki, hiç sorma. Onlar içimde ama benden bağımsız yaşıyorlar. Onları kontrol edemiyorum, her akşam ruyalarımı süslüyorlar.


110

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Doğum yerim Varna yöresi. Ezerçe köyünde adlarının değiştirilmeyenler kurşuna dizilirken oradaydık. Kanlarının akışını, toza toprağa karışmasını, yerde kururken kara kap oluşunu gördük. Unutmak imkânsız! Köye vardıkça, anıt mezarına uğruyorum, yaşlıların buruşuk yüzlerinde şehit kanlı izleri görüyorum. O zaman bizlerden intihar eden olmadı. Ölümü güneşe susamış özgürlük gibi görenlerle gurur duyuyorum. Öyle ama son yıllarda aramızdan intihar edenler var. Ahmet Emin’i tanıyormusunuz. Bir gün birine “Rüyalarında ceset görüyorum!” demiş. Gününü hain ortamında geçirenlerin rüyalarında kendilerine kıydıklarını işitmiştim. “Nasıl?” diye sorduğunda, “cesetler beni boğazlıyor ve canımı almak istiyorlar!” demişti sessizce... Ahmet Emin dayanamadı, öksüzlerini analarına, çok yaşlı babaanne ve dedelerine bırakıp gitti... Ölüme sebep olanlar merhumun cenaze törenine gitmez, merhumun ardından bir avuç toprak atmaz! Bilmeyerek de olsa, bunu yapan katilleri toprak ana hemen içine çeker... Bu inanç hem bizde hem Bulgarlarda var. Ahmet Doğan yalnız Saray’da beynine kurşun sıkan Ahmet Emin’in değil, kendi eliyle canına kıyan HÖH/ DPS Sofya İl Örgütü Başkanı Kınçev’in cenaze törenine de gitmedi. Konuşup tartışıyoruz aramızda, onlar ve daha kimler kimler “devletin en gizli özüne ters düşmüşler!” diye anlatanlar var. İnsan elektrik teline dokunmadan çarpıldığını anlamıyor. Bu cereyanın öldürücü olduğunu hepimiz biliyoruz da, şalterin hangi konuda, ne zaman, ne için açıldığını, kimi zaman kapanıp kapanmadığını pek bilen yok. İyilik yapan da çarpılıyor, kötülük yapan da. Adaletin kıstası ihbarcı... Ah! Ah! Şu kalın enseli, alnı olmayan, et kafalı Peevski’nin gizli işlerini “namusluca” ve “adalet adına” yöneteceğine yemin ettiği devletten ne adalet beklenir! Bulgaristan’da halk Yanmış! Aman Allah’ım! Bırak Allah aşkına! Yoksa “ömür boyu tek doğru laf söylemeyen, kendini devlet yerine koyan, yalan makinası Ahmet Doğan’ın mı adaletin kıstası!” Düşünüyorum da yanmışız. Genç canlarına kıyan, 2 HÖH elit kadrosu, çok şerefli kişilerdi. Halk ikisini de takdir ediyordu. Vicdanları sistemli baskıya, devamlı izlenmeye, haklarındaki asılsız uydurmalara, en kirli karalamalarına, insafsız kötülemelere, tek sözle nankörlüğe dayanamadı.


Makale ve Analizler - 2013

111

Kurbanları anımsadıkça, olaylar aklıma geldikçe 1937-1953 yılları arasında Sovyetler Birliği’nde devrim ateşinde çelikleşmiş yalın devrimcilerin İçişleri Halk Komiserliği (gizli polis) tarafından nasıl ezildiğini, baskı altına alındığını, tutuklanmalarını, gördükleri işkenceleri, sürgün kamplarında geçirdikleri yıllarda nasıl yıpratılıp yok edildiklerini filmlerde izledim. Bu konuda, Vasili Grossman’ın “Her Şey Geçip Gider” kitabı beni fazlasıyla etkiledi. Karşılaştırma yaparsak, bizde 1970-1990 arasında milim kaymadan aynı uygulama yapıldı. Bulgaristan’da Türklerden-Salaklardan iş yaramazlardan, en büyük nankörlerden gizli servis DS ajanı, köstebek, müzevir, ihbarcı, ajan yaptılar ve saflarımıza saldılar. Ahmet Doğan yukardaki sıralamadan kendilerine bir unvan seçebilirler. Büyük bir gizli hain tayfası oluştu. 1950-1970 arası Bulgaristan Türkleri arasından yetişen aydınları, en istidatlı işçileri, en dürüst ustaları, en kabiliyetli hayvan bakıcıları, tütün üreticileri, gelinlik kızları uydurma ihbarlarla ele verip sıkıştırıp, devletin derin gizli özü önünde kötülediler, hepsini kendi özlerine, olmayan adalet ve vicdana ters düşürdüler. yıllarda Bulgaristan Komünist Partisi (BKP), sosyalist devlet ve gizli polis makinası birleşti, kaynaştı, Anayasa, kanunlar ve doğal insan hakları rafa kaldırıldı, hukuk ve adalet eritildi. Sürülmek, sorgulanmak, cezaevine düşmek, hapiste çürütülmek köstebeğin, aramıza sızan ajanların, hafiyenin, şerefsizler arasından en şerefsizin, kendini dosttan gösterip dostlarını ele verenin helvacı kâğıdına kara kalemle karaladığı her kelimesinde imla yanlışı olan “önemli” satırlar, hayatımızı belirledi. Ahmet Doğan kalemin ucunu tüküre tüküre 40 cilt ihbar yazmıştı. Bize siz Bulgaristan Türkleri yoksunuz, olmadınız, olamazsınız filan falan demesin kimse: 40 ciltlik el yazısıyla yazılmış tarihimiz var..... Bizim Doğan, yaza yaza neredeyse yazar olmuş... Ömür boyu kalemi elinden düşürmeyen ama ancak 28 cilt derleyebilen devrim önderi V. İ. Lenin’i bile ihbar yazmada sollamış... İşte o yıllarda yalan yükünden eğirilen Bulgar derin gizli servisi, hala doğrulamıyor. Aslında D. Peevski’yi Başkan olmasını engelleyenler, belki biraz da kötülük ettiler. Peevski şu kilolarıyla o eğri ağacın üzerine bir binseydi, ağaç yüzde yüz çatır çürür kırılır ve hepimiz toptan kurtulurduk. Nasip değilmiş! Şu halk uyanıp dirilen halk vicdanı var ya, engel oldu işte...


112

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Önceden bilmezdim, Ahmet Doğan hakkında yazılan kitapları alıp yeniden okuyunca, derin devletin sır olan gizli özü hakkında fikrim değişti. Muhbirler şerefsizse, hainler hala her yerde serbestçe gezip tozuyorsa, kullanılan gizli ajanlarda iş yoksa en derin en gizli devletin işleri nasıl durulur acaba... Fikirler nasıl berrak olur? Bokluk kenarındaki kuyu suyunun neden içilmediğini şimdi iyi anladım... 23 yıldan beri şu bizim devlet işlerini kötüden kötüye itenler hakkında bir yasa çıkarma zamanı gelmedi mi? Bulgaristan’da derin devletin sır özüne kimin ters düştüğüne bir daha bakacak yeni müfettişler bekliyoruz. dürüst, ahlâklı ve kişilikli birileri olursa devlet için iyi olur. Bir devlette insanların zekaları gelişmemişse o devlet yükselemez. Devletlerin var olması da orada yaşayanların zekalarının bir ürünüdür.

Müzakere Masası Hemen Kurulmalı

Rafet Ulutürk-05.Temmuz.2013

Bulgaristanın her bölgesi çalkalanıyor. Nümayişler 13. gününde her geçen gün daha da şiddetlenerek devam ediyor. Yeni gelen Plamen Oreşarski hükümetinin istifa etmesi isteniyor. Bulgar demokrasisinin fikir babalarından olan Edvin Sugarev açlık grevine başlamış, hükümet çekilene kadar sürdürmede kararlı. Her sabah saat 8:30 ile 9:30 arası ve öğlende saat 12:30 ile 13:30 arası Parlamento kapılarına yığılan göstericiler giriş çıkışa izin vermiyor. Cuma günleri meclis binası sabahtan akşama bloke ediliyor. Kuş uçurtmuyorlar. Meclis toplanamıyor. Politik hayat felçe uğramış durumdadır. Aynı zamanda, mafya başı D. Peevski’yi devletin gizli servisine başkan atamakla yanlış yaptığını kabul eden ve özür dileyen Başbakandan ve hükümetinden koşulsuz istifa talep ediliyor.


Makale ve Analizler - 2013

113

Her şey Bulgaristan’daki politik çelişkinin çok derin olduğuna kesin kanıt. Irkçı parti “Ataka” Başkanı V. Siderov Cumhurbaşkanlığı’nda yaptığı son konuşmada, zıt kutuplaşmanın kabını biraz soydu. O sert konuşmasında, Bulgaristan’ın Avrupa Birliği’nden (AB) ve Kuzey Atlantik Paktı’ndan (NATO) çıkmasını istedi. “Ataka” ile GERRB milletvekilleri işe gitmiyor. “Ataka” milletvekilleri parlamentoya gelmeyince, çoğunluk sağlanamıyor ve meclis çalışamıyor. Basında yorumlanan konu şudur: HÖH/DPS şefi A. Doğan’ın kopoyu D.Peevski, derin gizli servis DANS başkanı olarak görevde kalsaydı ne olacaktı? Cevaplar: “Bulgaristan’da soyguncu mafya iktidara gelecekti.”, “Halk amansız soyulup ezilecekti.” Yorumcular, “Şimdi, bir kez daha, Prof. Lüben Berov hükümeti denemesi yapıldı.” diye yazıyor. Politik gözlemciler, şu anda Bulgaristan’ın “rota değiştirmesinin mümkün olmadığına” dikkati çektiler. Bugün yarın S. Stanişev ile V. Siderov arasında bir görüşme yapılacak. Anlaşma sağlanmazsa Bulgaristan yeni seçimlere gidecek. Daha önce tüm reel politikacıların dediği gibi, V. Siderov “Bulgaristan’ı parmağında oynatıyor.” 1993’te “HÖH/DPS görev süresinde kurulan Prof. L.Berov hükümetinin, iplerini Ahmet Doğan’ın “Multi Grup” çekmişti. Serüven, “Multi Grup” Başkanı Pavlov’ un öldürülmesiyle sona ermişti. “Çaldılar da paylaşamadılar!” dediler. Bulgaristan amansız soyulmuştu. O zaman, yani 1993’te ülkemizde yeni yeşermeye başlayan demokrasiye ilk ve ölümcül bir darbe, yine HÖH/DPS lideri Ahmet Doğan tarafından Demokratik Güçler Birliği (SDS) ile hükümet ortaklığını reddetmesiyle vurulmuştu. “Demokrat” geçinen Doğan’ın gerçek ruyası o zaman ortaya çıktı. Bulgaristan’da ezilen halkın, Türklerin, Pomakların, Romların ve diğer azınlıkların değil de, ülkemizdeki Rus mafyasının Bulgar kalın enselilerinin, mutralarının menfaatlerini savunduğu, onları desteklediği ve yönetmeye yeltendiği, Bulgaristan’ı ve Bulgaristan haklını soyup soğana çevirmeyi hedeflediği, su yüzüne çıktı. Bu onun bir KGB (Rus gizli servisi) ajanı olarak üslendiği vazifeydi. Bu yara, o zaman bu zaman kanıyor. Aslında 20 yıldan beri Bulgaristan’da herkes çok acı bir sürecin içindedir. Daha kolay ve açık anlaşılabilmem amacıyla bir doğa kanunu ile karşılaştırmalı örnek vermek istiyorum: Eskimiş hurda olmuş taş demir gibi


114

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

cansız maddelerin hepsi yıllar geçtikçe toprak tarafından emilir, toprağın içinde erir, Yeşil yaşam ise tam tersine topraktan dışarı fışkırır. Bu tablo aslında, 20 yıldan beri, her seçimden sonra bir şu ya da karşı duvara asılan ama hep aynı, Bulgaristan politik resmidir. Resimdeki çürük hurda demirler parçaları, zamanını yaşamış, sahneden düşmüş, ama eriyip bitmeyen, demokratikleşmeye çalışan toplumumuzun kan damarlarını tıkayan Todor Jivkov’ un totaliter, baskıcı, zalim, zülmeden devleti, derin iktidarı, gizli servisi, kopoyları, hafiyeleri, ajanları v.b. Görüldüğü üzere, Ahmet Doğan gibi müzevir hainlerin işgüzarlığıyla, Bulgaristanlı Türk, Pomak ve Müslümanlarının, Türkiye Cumhuriyetindeki soydaşlarımızın, hak ve özgürlük umuduyla aldatılan yoksul seçmenlerin oyları alınarak HÖH/DPS eliyle oynanan açık gizli oyunlar ve yapılan pazarlıklarla tarihimizin çarkını geri çevirmeye, yeni umutlarımızın, demokrasi simgesi olan, yeşil yaşamın hayatta fışkırmasına ellerinden geldiğince engel oluyorlar, bizi ve tüm azınlıkları da eziyorlar, hepimizi gece gündüz zehirleyip yok etmeye çalışıyorlar. Tarih yaşıyor: Cumhurbaşkanı Jelü Jelev’ın Demokratik Güçler Birliği (SDS) hükümetinden desteğini çekmesiyle, Bulgar demokrasi filizinin daha 3. yılında ezilip mezara gömülmeye çalışıldığını gören, büyük demokrat E. Sugaren, 7 Haziran 1993 de, olup biteni protesto etmek anlamında, açlık grevine başlamıştı. Şimdi, Sugarev yalnız değil, Bulgar aydın tabakası ve toplumun orta kesimi E. Sugarev’in isteklerini destekliyor, istifada direniyor. Çözüm yolu: müzakere masasına oturmaktır. Demokratik aydınlar, toplumun ezici çoğunluğu hükümete ve ardındaki senaryoculara inanmıyor. Müzakere masanın bir tarafında hükümet ve iktidarı temsil eden partiler, karşı tarafında da sivil toplum örgütleri oturmalıdır. Nümayişlere katılan ve onları destekleyen sivil toplum örgütlerinin sayısı 30’dan fazladır. Onlar kendi delegelerini, istek programını belirlemiştir. Bulgaristan Türklerini ise, Baş müftülük yanında, Kuzey ve Güney Bulgaristan Türkçe Öğretmenler Birlikleri; Tütün üretici Birliği, Kuzey Doğu Hububat Üreticileri Birliği, yerel derneklerle, Türkiye Cumhuriyetindeki soydaş kültür, yardımlaşma ve hizmet derneklerinin şerefli temsilcileri temsil etmelidir. Hiç kimsenin özgürlük hakkı, özgürlük özlemi kısıtlanamaz. Demokratik haklar herkes içindir. Müzakere masasına, görüşmelere katılanlar şu ana konuları ele almalıdır: Anayasa ve seçim kanununda demokratik değişiklikler. Ülkenin de-


Makale ve Analizler - 2013

115

mokratikleşme yollarının sonuna kadar açılması; Avrupa Birliği istemlerine uyularak sanayileşme yoluna geçilmesi; azınlık haklarının bütünsel olarak yasalara girmesinin kesin sağlanması; bu konuda Bulgaristan’ın imzaladığı uluslararası sözleşmelerde yer alan insan hakları hükümlerine koşulsuz uyulmasının sağlanması v.b. Ülkemizde insan haklarına uygun ve insan şerefini savunan, özgürlükleri garanti altına alan ve demokratikleşmeye güvenceler sağlayan, yasa dışı zenginleşenlerin, mafyanın malına mülküne el koyarak ülkemizde adalet ve huzur sağlama yönünde temaslar hemen başlamalıdır. Sivil toplum örgütlerinin müzakere masasında yer alması Bulgaristan’da halkın sesine kulak verildiğine ilk işaret olacaktır.

Matruşka Devletler ve Cevaplar

Alptekin CEVHERLİ-06.Temmuz.2013

Geçen hafta yazımızı hatırlarsanız “IŞİD madem Sünni İslâm anlayışıyla hareket ediyorsa dini terminolojide “kâfir” olarak tanımlanan ‘Levanten’i niye işin içine katıyor? Alın size çok bilinmeyenli bir denklem ve büyük oyun... Çözümü; haftaya!” Diyerek yazımızı bitirmiştik. Çok geçmeden, bir hafta sonra IŞİD cevabı verdi ve adından ‘Levanten’i atarak ‘İslam Devleti’ olarak değiştirdi. Bu arada ‘kâfir’leri “İşin içine niye katıyor” sorumuza da güya ‘halifelik’ ilan ederek cevap vermiş oldular. Denklemin bir kısmı bu şekilde gizlenmeye ve bilinmeyen sayısına yenilerini eklemeye devam edildi.Peki, şimdi düşünün ki, arkanızda hiçbir güç yok. Hiçbir devlet sizi tanımıyor ve desteklemiyor. Ve Suriye ordusu gibi bölge için kara kuvvetleri hatırı sayılır derecede güçlü bir orduyla toplam 3000 bin kişi ile mücadele ederken bunların içinden 900 kadar militanınıyla bir de Irak’ı da işgal edelim deyiveriyor ve Musul’a ve Felluce’ye ve ardından Tıkrit’e giriveriyor... Musul’u korumakla görevli Şii general, ki muhtemel bir peşmerge saldırısına karşı her an tetikte bekleyen çok güçlü bir ordunun başında; bir tam gün bile savaşmadan 250 bin askeri ile birlikte üniformalarını ve silahlarını


116

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

dahi bırakarak ülkenin en büyük ikinci kentini kaleşnikoftan başka ciddi hiç bir silahı olmayan 900 kişinin önüne bırakıp kaçıyor. Bu mümkün mü? Evet, mümkün. Birkaç hafta önce bunu hep beraber yaşadık. Peki, mantıklı mı? El cevap, Hayır! Bu durumda insanın aklına bu 900 kişilik kuvvetin ya çok özel eğitim almış müthiş bir kadro olduğu, ya da Irak ordusunun (en azından bazı kumandanlarının) bölgeyi sattığı anlamı çıkıyor. Ki bizce, birinci ihtimal ne yazık ki daha ağır basıyor. Şimdi biraz hafızalarımızı yoklayıp, eskilere gidelim. Yıl 2006 tarih 24 Aralık, bir NATO toplantısında geleceğin Ortadoğu’su tartışılıyor. Ortadoğu’nun şimdiki hali ve gelecekteki hali diye 2 ayrı harita masaya yatırılıyor. Toplantıdaki Türk subayları haritayı görünce ortalık karışıyor ve salonu terk ediyorlar. Durumu Ankara’ya rapor ediyorlar. (Ki bu haritaları şu anda ekte görüyorsunuz...) Gel zaman git zaman yıl 2014, bir bakıyorsunuz o haritanın bir kısmı gerçekleşmiş. Irak’ın güneyi neredeyse tam bağımsız bir şii devleti haline dönüşmüş. Kuzeyi bağımsızlık için referandum kararı almış ve; ve ve ve Irak’ın ortasında IŞİD tarafından 2 ayda Sünni bir İslâm devleti kurulmuş. Haydi, buradan yakın şimdi... Hani biz NATO üyesiydik? Bu ne menem bir savunma işbirliği örgütüdür ki, öncelikle kendi üyesini parçalamak üzere plân ve projeler üretir?Ve ne menem bir örgüttür ki, kendisini oluşturan ABD’den sonraki en güçlü 2’nci devleti bölmek üzere çalışır? Biz soğuk savaş yıllarında Doğu ve Güney Avrupa’yı Rus tehdidine karşı korumadık mı? Karşılığı veya mükâfatı bu mudur? Kendi ortağını 2’ye bölen NATO, doğu kanadını da aynı zamanda çökertmiş olmamakta mıdır? Yoksa doğu kanadının korunmasının ihalesi başkasına mı kalmıştır?Ya da doğu kanadını korumaya gerek mi kalmadı? Yani yeni ortak Rusya mı?Tabii bu da bir olasılık ama Kırım’daki son gelişmeler ve Ukrayna ordusunun ABD destekli karşı taarruzu gösteriyor ki, Rusya hâlâ düşman ama öyle çok


Makale ve Analizler - 2013

117

da tehlikeli olabilecek bir güçte değil.Peki bu, Türkiye’nin tamamen işinin bittiği veya ordusuna ihtiyaç duyulmadığı anlamına mı gelir? Elbette hayır. Çünkü Rusya, Kırım’da yaptığı gibi her an çılgınlık yapmaya müsait bir devlet. Ama Rusya’ya karşı bölgede millî bütünlüğünü koruyarak duran güçlü bir Türkiye de orta ve uzun vadede yeni bir Rusya sendromu ortaya çıkarabilir. Yani Batı için tehdit olabilir... Öyleyse Türkiye’nin kontrol edilebilir boyutta tutulmasında fayda vardır... Bu aynı zamanda içinden çıkarılacak matruşka içinde geçerlidir. O da ‘yaratıcılarına’ hiçbir zaman ‘hayır’ diyemeyecek boyutta kalmaya mahkûm olacaktır. (Bu da Kürt kardeşlerimizim kulağına küpe olsun.) Bu nedenle çok güçlü bir Türkiye de Batılı müttefiklerimizin işine gelmez, gelemez. Peki, bu oyunu görmüş olan Türkiye ne yapabilir?Birincisi ve en önemlisi, millî birlik ve beraberliğini en sıkı şekilde korumak zorundadır. İkincisi kendi öz gücü dışında hiçbir gücün gerçek anlamda dost olmadığını ve olamayacağını artık idrak etmek zorundadır. Üçüncü şart ise Ahmed-i Nejat sonrası İran’la soğuyan ilişkileri yeniden dostane bir atmosfere sokmak zorundadır. Arkadan hançerlenmek iki ülkenin de işine gelmez.Çünkü yukarıda dediğimizi gibi, NATO’nun ‘gayri resmi’ yeni müttefiki İran’ın olma olasılığı da asla göz ardı edilemeyecek bir ihtimaldir.Bu durumda petrol ve doğalgaza yani ABD ve Rusya’ya ve dahi İran’a olan enerji bağımlılığımızı azaltmak için kesinlikle ve ivedi olarak nükleer santrallerimizi hayata geçirmek zorundayız.Enerjisi dışa bağımlı olan bir ülkenin bağımsız bir politika yürütebilmesi mümkün değildir. Dünya petrol rezervlerinin % 5’ine sahip olan Kerkük kenti üzerinde dönen bunca oyunun da en temel nedeni bu değil midir zaten? Diğer yandan; bölgedeki psikolojik üstünlüğümüzü kırmaya yönelik yapılan çuval geçirme, Özel harekâtçı 7 polisin şehit edilmesi, Konsolosluk personelimizin kaçırılması vs. çalışmalarla ve en son da TBMM bünyesinde mündemiç bulunan ‘halifeliğin’ sözüm ona IŞİD adlı terör örgütü tarafından güya ilan edilmesi asla küçümsenecek olaylar değildir. Bu nedenle ‘Bir olmak, iri olmak ve diri olmaktan’ başka kaderimiz yoktur...


118

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Demokrasiye Alıştırmak

Dr. Nedim Birinci-08.Temmuz.2013

Almanların patates yemeye nasıl alıştırıldıklarına dair bir hikâyeleri var, bilmem bilir misiniz? Bilmeyenlere anlatıyorum: Patates hikâyesi Patates, Amerika’dan Almanya’ya getirildiği zaman halk “kumpir mi yiyeceğiz?” anlamında burun kıvırmış. Hükümet ve yerli makamlar halkı patates yemeye alıştırmak için şöyle bir taktik uygulamış. Patates tarlalarının etrafına çit çekilmiş, silahlı sopalı bekçi dikilmiş. Bekçilere “giren girsin, çalan çalsın, görmezden gelin!” talimatı verilmiş. Bekçilerle patates toplayıcılar sabah akşam ocak yakar, patates kaynatır, elma dilimi “ponfri” kızartır, köz (kor) altına küle gömer ve doya doya yerken, burun delen koku köylülerin ağızını öyle sulandırmış ki, ikide bir kiti atlayıp tarlarından patates çıkarıp çalmaya, onlarda kaynatıp kızartıp yemeye başlamışlar. Yedikçe de iştahları açılmış, git gide Alman milleti patatese adeta sevdalanmış. Sofrada patates ekmeğin yerini almış. Şimdi Avrupa’da en çok patates üreten ve tüketen millet Almanlardır. Derken “Kartoffelbauch” Türkçesi, “Patates göbekli” gibi soyadları bile türemiştir. Bu hikâyede bugün Bulgaristan Parlamentosunda baş gösteren bazı gelişmeler arasında büyük bir benzerlik görüyorum:Muhalefetin temsilcileri parlamento komisyonuna davet edildi. 25 günden beri Sofya’da meclis binasının demir çitleri ardında slogan atan ve hükümetin gitmesinde ve yeni seçimler yapılmasında direnen 20 binlik kalabalıkla en sonunda Diyalog kuruldu. Ve şu oldu. Düne kadar kendini Bakanlar Kurulu’na kapayan hükümet üyeleri ile meclisten çıkmayan milletvekilleri tahsiline, ırkına, dinine, etnitesine ve cinsine bakmaksızın her vatandaşla ve onların oluşturduğu sivil toplum örgütlerinin, derneklerin ve kulüplerin temsilcileriyle temas kurmayı, görüşmeyi kabul etmek zorunda kaldılar. Bu hamle, demokratik adalet ve iletişim yolunda atılan önemli bir adımdır. Parlamento içinde ve dışındakilerin birbirine düşmanca bakmaları şu anda önlenebilmiş yani aşılmıştır. Hiç kimse, hiç birimiz Bulgaristan’ın vatanımızın saraylardan, gizli merkezlerden yönetilmesini istemiyor. Mafya oyunlarına son. Mayfa ile örülmüş olan ve bir kanser kütlesi oluşturan oluşumlar kesilip atılmalıdır. Bu illetlerden mutlaka kurtulmak zorundayız. Protestocular arasından 100 temsilci meclise davet edildi. Seçim Yasası’nı değiştirme komisyonu geniş bir oturum yaptı. Göstericilerin hem orantılı


Makale ve Analizler - 2013

119

hem de çoğulcu olmak üzere, iki sisteminde birlikte (karma) uygulanacağı bir seçimden yana olduklarını açıkladılar. İktidar, protestocu temsilcilerinin demir çiti aşmalarına, meclise girip çıkmalarına izin vermekle sanki insanımızı demokrasiye alıştırıyor. Aslında göstericiler, hükümet temsilcilerini ve “seçilmişleri” demokrasiye alışmaya zorladı. Almanların patates hikayesinde olduğu gibi, belki gün gelecek, herkes demokrat, heryer demokrasi olacak ama, yıllar, yüzyıllar gerekli belki de... Almanya’ya ilk patates tohumu 1722’de germiş. Bize demokrasimizin sulandırılmış mayası 23 yıl önce geldi. Ohoo!!! Meclis komisyonunda yapılan şu ilk görüşmede, hem Bulgar sivil toplum örgütleri hem de soydaş ve yerli Türklerin, Pomakların ve Romların temsilcilerinin bir tarafta yani Hak ve Özgürlükler Partisi yetkililerinin karşısına oturması, çok, çok büyük anlam taşıyor. Birbirini reddeden, yadsıyan, olumsuzlaysan iki taraf ilk kez karşı karşıyadır. Kuşkusuz bu masadan bu taraflardan birisi mağlup durumda kuyruğunu bacakları arasına sıkıştırıp kalkacaktır ve bu HÖH parti yönetimi, mayfa uzantıları olacaktır. Her gün, HÖH partisi, halkla bağları kopmuş, demokratik ilkeleri olmayan, diktacı, mafyotik bir oluşum gibi hareket etmekte, halka ters tavır içine düşmüştür. Bu bir gerçektir ve biz buna inanıyoruz. Bu durumda, yeni seçimlerde bu mayfotik-zorbacı-toplumca dışlanan bir politik kütlenin sosyal yaşamımızdan yeni seçim ameliyatında kesip atılması isabetli olacaktır. Hayırlı olsun. Geleceğin yolu: Ortak geleceğimizin yolunu açan Sofya ve diğer illerimizdeki protesto eylemcileridir. Onlar yarın ufkumuzu açarken mafya şeflerinin, gizli hükümetlerin, derin devletlerin, Ahmet Doğan ve çetesinin yolumuzdan çekilmesinde kesin ısrarlı ve kararlıdır. Gösterilere katılanlar bütün toplumu devrimci ruhla dönüşüyor, kendini ve çevrelerini sürekli etkiliyor ve dönüştürüyor. Topluma çağdaş olumlu enerji veren bir politik potansiyel oluşturmaları çok isabetli oldu. Bu enerjide şu anda bize karşı düşmanlık yoktur. Geleceğimizin demokrasi kapısını açan meydanlardan çekilmeyen halk kitlesidir. Direniş saflarında biz de yerimizi alalım!


120

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Özgürlük Alıp Satılmaz

Rafet Ulutürk-08.Temmuz.2013

Özgürlükler alıp satılamadığı gibi tekele de alınamaz! Ben daha açık ve kolay anlaşılabilmem için şöyle diyorum: Özgürlük bir bahçe değildir! Bu bahçeden isteyen istediği zaman istediği çiçeği, sebzeyi, meyveyi koparamaz, bahçeyi yolamaz, kazayım derken kökleri kesemez, ilaçlarken bitkileri zehirleyemez, yaban otları yollarken zarar veremez. Böyle başlarken, bu sabah saat 8’de Sofya’da meclis binası önündeki donanımlı polislere sarı kaldırımda demir parmaklıklar ve kırmızıçizgiler ardına dikilmiş, sol elindeki plastik kadehten kahve içen, böreğinden yağ damlayan sağ elini ağızına götürüp getiren orta yaşlı kadın gözlerimin önünde. Kadına bakarken, Omir’in “Aç bırakan kişi, karşısındakini silahlanmak zorunda bırakır!” sözleri geldi aklıma. Sokak ve meydanlarda, ayakta, yedikleri börek dahi olsa, kadınların yiyip içmesi, benim için, pek alışılmış bir görüntü değildir. Tüm işlerini neredeyse gizli yapan kadınlar, şimdi dimdik ayakta ve silahları duruşlarında ve birlikte olmalarındadır. Bu biraz da, “sofradan kalanla” yetinenlerin modern direnişi oldu.Ekmeğin tarihi, öyküsü direniş ve özgürlük kavgaları tarihinden çok daha gerilere uzanır. Altı bin yıllık geçmişi vardır ekmeğimizin. Sonu sonunda tüm yolların kesiştiği kavşak bir lokma ekmek kavgasıdır. 25 günden beri Sofya’da ve tüm ülkede dalgalanan “Hükümet İstifa” direnişlerinin bir başka dile gelişi şudur: “Ekmeğimi, Ekmeğimizi Çaldınız! Yeter, Defolun Gidin!” Meydanlarda “baniçka” yiyenlerin gözlerinde tane tane özgürlük açmış. Bu defa şu direnenler; Eger hayatın özü ekmekse, yeni ekmeği eski mayayla -kin ve kötülük mayasıyla- değil, kardeşlik, beraberlik ve dürüstlük mayasıyla karmak istiyorlar. “Nankörlüğe Son!” sloganı yükseklere asılmış. Direnişçiler, mayası şimdiki ayaklanmada tutan ekmeği, mafya sembolü Ahmet Doğan’la paylaşmak istemedikleri gibi, aşırı milliyetçi Volen Siderov’la da paylaşmak istemiyorlar. Olur ya, bu kavga adil Bulgaristan ağacını mayalıyorsa, meydandaki kararlılık, çeliğe su veren ateşse, Ahmet Doğan ile Volen Siderov ağacın belindeki kuru kap, demirdeki küf gibi düşmek ve yok olmak zorundalardır. Bu halkımızın kesin isteğidir! Koşulsuz boyun eğmek gerekir! Doğa yasalarına olduğu gibi, toplum yasalarına da karşı çıkılmaz, boyun eğmeyenler yok olup gider. Bu mantık genelde geçerlidir:


Makale ve Analizler - 2013

121

Tohum tanededir. Budayın içindedir, ve buğday topraktan aldığı güçle canlanırken kabından kurtulur. Şimdiki sosyal atılının anlamı budur. Bahardır! Yenilenme zamanıdır!Bulgaristan’da Bulgar toplumu, görüldüğü üzere, 1990’da sosyal devrime hazır ve olgun değildi. Jelü Jelev’in “Lenin’in madde tanımında eksikler var!” demesi, sürülmesine, 8 yıl soğan çapalamasına neden oldu ama toplumu bilinçlendirmek için yeterli olmadı, uyandığını zanneden halkımız uykuluydu.Partiye, Moskova’ya bel bağlamış olanlar çoğunluktaydı. İpin çürük olduğunu anlamak için yıllar gerekecekti. Biz bu yıllara demokrasiye “geçiş” süreci dedik. Ne var ki, totalitarizm kendiliğinden pes etmedi, kabuğuna büzüldü, fırsat bekledi. Eski gizli ajanlarını, köstebekleri, hainleri, müzevirleri, parti sekreterlerini, ihbarcıları kullanmaya devam etti ve ayakta aldı. Bu olayı kendi dillimizden örneklersek, biz, 23 yıldan beri Todor Jivkov’un ambarlarında kalan tohumları ekiyoruz. Henüz kendi tohumumuzu ayıramadık. Öyle oldu ki, ambar eski budayla dolu olduğu için ekmeğimizi yeni unla pişirmemiz hep engellendi. Todor Jivkov tohumları ek ek, adam tonlarla kadro yetiştirmiş. Mapushanede yatmış olan da ajan, sürgünü de... Onun için bugün Ahmet Doğan’a “nimetlerin dağıtıcısı” (razpredelitel) demeye devam ediyorlar. Ajan olarak şimdi bu önemli ödevi üslenmiş. Devletten çalınan, AB den gelen paralardan Toşko’nun adamlarına pay veriyor. Onları besliyor. Tabii bu dağıtım Türklerin, Pomakların, Romların, öksüz okullarının, hastanelerin payından oluyor. Günah be...Ve bu işi kamuoyunun, seçmenlerimizin, aydınlarımızın gözünden uzakta, gizlice yaptığı için “partiler üstü”, “politika üstü yani meclis üstü” yani derin devlet olarak çalışıyor, diyorlar. Bu gidişle kendi ömrünü de kısaltığı görülmektedir. Memleketimizi karıştıran, insanlarımızı 22 günden beri sokak ve meydanlarda ayakta tutan direniş aslında bu gizli, hasıraltı, Saray dolaplarına, emirlerine, planlarına, icraatlarına tepkidir. HÖH milletvekili mafya şefi D. Peevski’nin meclis kararıyla DANS görevinden alınması gösterilerin ve direnişçilerin büyük başarısı oldu. Millet ayaklanmasaydı yandığımız gündü. Boyko Borisov bile korkmuştu... “Bağımsızlık” meydanında, öğrendiğime göre, sivil toplum örgütlerinden, protestocu meydanlarından 100 temsilci dün parlamentoya girmiş ve Meclis Seçim Kanunu komisyonu ile ilk görüşmeyi gerçekleştirmişler. Bu da çok büyük bir başarıdır. Delegeler arasında soydaş temsilcileri, dernek ve federasyonlarımızın önde gelenleri de yer almıştır. Sivil toplum örgütleri ile sokağın sesinin Bulgaristan politikasında duyulmaya başlandığına bir dönemdeyiz.Ne mi konuşmuşlar: Seçim sistemini incelenmiş. Bizde son


122

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

23 yılda uygulanan seçim sistemi “proporsional” yani orantılı seçim sistemiydi. Bu uygulamada oyumuzu partilere verirken aslında tanımadığımız kişilere veriyorduk. Örneğin Hak ve Özgürlükler Partisi’nin hırsız-kırıcısoyguncu-dolandırıcı mayfa şefi Daniyel Peevski ile ne işi olabilirdi, değil mi?Bak adam Kazanlık, Velingrat, Devin Pomak ve Türk oylarıyla meclise girdi. Seçilenler üzerinde seçmenin kontrol hakkı olmadığından, Ahmet Doğan da onları istediği gibi kullanıyor, kullandı, dolaplarını çevirdi. Bunlar hep senin benim adıma, ardımızdan yapıldı ve faturalar da hep halka yazıldı. Vergi kaçakçısı olan ve savcılık tarafından aranan HÖH milletvekilleri Dimitrov ile Şterev de aynı tip dolandırıcıdır ve oylarınızla seçilip milletvekiliniz olmuştur. Bu durumda HÖH’in Bulgar ve dünya kamuoyunda otoritesi mi kalır? Oyuncak olduk, oyuncak. Ahmet Doğan Müslüman halkını elindeki zincir gibi çevirdi, doladı, bağladı çözdü. Uyan ey Bulgaristan Türkü, uyan!Bir de “majoriter” yani çoğunluklu seçim sistemi var. Burada seçmen tanıdığı, sevdiği, sözüne inandığı öz adayını seçiyor. Dünkü tekliflerde karma sistem olsun demişler. Bizim mecliste 240 vekil olsa, 120’si “orantılı”, %50’si de “çoğunluklu” sisteme göre seçilsin, bu konuda müzakereler açılmıştır. Böyle olursa, oy kullanmaya gittiğimizde, 2 oy kullanacağız, birini parti için, ötekini de tercih ettiğimiz kişi için.Bu Almanya’da birçok başka Avrupa ülkesinde böyledir. İyi oldu da 22 gün önce şu şeffaf politika direnişleri başladı. Kitlelerin gücünden güç aldı ve ayakta kaldı. Bunu yapmasaydık politikamız “eski hamam eski tas” tekerlenmeye ve eski tohumları ekmeye yani komünistlerin, eski zalim polislerin bir işe yaramayan torunlarını devlet görevlerinde en önemli makamlara tayin etmeye ve hırsızları seyirde kör gibi bakacaktık. Ne güzel oldu da, şu göstericiler, “seçim oldu, oyumuzu verdik, iş bitti” demediler, gözlerini politikanın ve eskici hurdası siyasetçilerin üzerinden ayırmadılar, bir çiftçi gibi davrandılar, sürdükleri toprağı gözlediler, vereceği ürünü beklerken uyumadılar, ektikleri tohumun üzerinde titrediler. Hakikat şudur ki, gerek toprak, gerekse tohum hepimiz için bazen bir sırdır ama bu defa çürük tohumları biraz ayıklayabildik. Çok iyi oldu değil mi? Evden aldığımız terbiye ne der: Eli saban, çapa tutan kişiye saygı duyacaksın! İnsanoğlu bugün toprağı 15 pullukla sürüyor. Kara saban unutuldu. Bugünün sürücüleri, Orakçıları, değirmencileri, makine mühendisleri, kimyagerler, öğretmenler, bilgisayar uzmanlarıdır. Onlarla birlikte iyi undan has ekmek mayalamak zorundayız.


Makale ve Analizler - 2013

123

Sokaklar inliyor, çınlıyor, sevdalanıyor. Ekmekse sesiz ve dilsiz. Biz buğday tanesine dikkatle bakarsak her tanede bir insan görürüz. Tanenin içindeki Bulgar, Rom, Türk, Pomak, Alman değil. İnsan! Buğday hepimizi Adam etmek için var. Dilimizde adı “güvence somunu” olan bir ekmek vardır. Bulgaristan’da bugün “güvence somunu” yoğruluyor, gelecek seçimde pişecek. İş Allah bu Özgürlük somunu olur ve kardeşçe paylaşırız. Özgürlükler alıp satılmaz ama biz ekmeğimizi eşle dostla paylaşmayı biliriz, geleceğin sofrasının dostlar sofrası olması ve paylaşacağımız ekmeğin özgürlük ekmeği olması direniş günleri temennisidir.

Kullanılan Terimler

Şakir Arslantaş-09.Temmuz.2013

Modern politikada en sık kullanılan terimler, kavramlar ve deyimlerle ilgili isteğiniz üzere açıklamada bulunuyoruz: 1) Totaliter rejim: Bulgaristan’da sosyalist devlet, hükümet ve komünist partinin birleşmesi yani yönetim, yürütme ve yargının birleşmesiyle 1970’lerde belirdi. Todor Jivkov’un baskı ve terör rejimi anlamına gelir. O dönemde aydınlarımız ve cesur kardeşlerimiz mahpushanelere ve toplama kamplarına atıldı, sürgün edildiler. Totaliter rejim bizi yurdumuzdan kovdu. 2) Derin devlet: (devlet içinde devlet), (parti ve meclis üstü iktidar dayatması). Bugün bizde derin devleti Ahmet Doğan mafya-oligarşi çetesi yönetiyor. Bu devlet hırsızları, kaçakçıları, dolandırıcıları, yalancıları kolluyor. Avrupa Birliği derin devlet tümörünün Bulgar toplumundan temizlenmesinde ısrarlı. 14 Hazirandan beri devam eden itaatsizlik eylemleri mafya oyunlarına karşı başladı ve devam ediyor. 3) Seçim sistemi: Parlamento seçimleri yasal düzenleme sistemidir. Bizde 12 Mayıs 2013’te yapılan meclis seçimleri orantılı seçim sistemine göre yapıldı. Listeleri partiler gösterdi, seçmen tanımadığı kişilere oy verdi.


124

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Mayfa şefi D. Peevski, vergi kaçakçıları Dimitrov ve Şterev HÖH listesinden vekil oldular, yani dokunulmaz oldular ve paçayı hapisten kurtardılar. 4) Orantılı seçim sistemi: Bizde 23 yıldan beri kullanılır. Adayları parti gösterir. HÖH’te Ahmet Doğan belirler. Soydaş Ankara’da oy kullanır, hırsız Petko Dobriç’ten mebus çıkar. Bulgaristan için tamamen yanlış bir sistemdir. Geçen hafta parlamentoda yapılan sivil toplum örgütleri - yasama komisyonu görüşmesinde bu sistemin değiştirilmesi istendi. 5) Çoğulcu seçim sistemi: Seçmen parti listesini değil ayrı bir aday listesinden tanıdığı ve güvendiği adayı seçer. Seçmen adayını kontrol etme hakkına sahiptir, istekte bulunur, takip eder. 6) Karma seçim sistemi: Hem orantılı hem çoğulcu sistem birlikte uygulanır. 240 milletvekilinin yarısı bir sisteme ötekiler de ikinci sisteme göre seçilir. Seçmen 2 oy kullanır. Birisi parti listesi için ikinci oy ise beğendiği bir aday içindir. Aday aynı partiden olmaya bilir. Örneğin, parti listesi oyunu HÖH’e atan, ikinci oyunu bağımsız bir aday için kullanma hakkına sahiptir. 7) Parlamenter yönetim sistemi: Şimdiki Bulgaristan sistemidir. Seçmen meclis üyelerini, onlar da Başbakanı ve Bakanlar Kurulunu seçer, önemli atamalı yapar. Örneğin Merkez Bankası Başkanı, Ombudsman, Başsavcı meclis tarafından atanır. 14 Haziran halk ayaklanması “DANS” gizli servis Başkanlığına Peevski’nin atanmasına karşı patladı ve devam ediyor. 8) Büyük Millet Meclisi (BMM): Son defa 1990’da seçildi. Yeni Anayasa’yı kabul etti. Anayasa’da ve yasalarda önemli değişiklikler yapmakla yükümlüdür. Şimdi ülkemizde ya BMM ya da erken seçim yapılmasında değişiklik yapılması söz konusudur. Cumhurbaşkanı erken seçim çağrısında bulundu. BMM seçimi yapılırsa ülkemizdeki “derin devletin” ve “oligarşi-mafya-iktidarının” temizlenmesi hedeflenecektir. Bir de şimdiki Anayasa’da etnik azınlıkların doğal haklarının verilmesine ilişkin yasal boşluklar doldurulmalıdır. 9) Hain, ajan, muhbir, ihbarcı, müzevir: Bu terimlerin bir başka karşılığı da köstebektir. Bu değimler, genelde Bulgaristan Türkleri arasında baş muhbir, ajan ve hain olarak bilinen Ahmet Doğan’ın gerçek yüzünü açıklamak amacıyla kullanılır. Bu ajan hem sivil hayatta hem de hapishanelerde bulunmuş ve 40 cilt ihbar yazmıştır. Birçok kardeşimizin canını ve ailesini yakmıştır. Bulgaristan Türkleri tarihinde kendilerine en ağır yara açan haindir. 10) İkili ajan: İki gizli servise birden çalışan ajandır. Örneğin Ahmet Doğan hem Bulgar gizli servisi “DS” hem de Rus gizli servisi “KGB”ye


Makale ve Analizler - 2013

125

ajanlık yapmıştır. Sadece Türklere değil, Bulgar milli menfaatlerine de ihanet etmiştir. 11) Gençlik isyanı: Türkler arasında son yıllarda HÖH 8. Olağan kurultayında Ahmet Doğan’a kürsüde rapor sunarken tabanca çıkarılması ve “Sen halkıma ihanet ettin! İn kürsüden!” başkaldırısıyla gerçekleşmiştir. Bulgaristan’ın genç kamuoyu Ahmet Doğan’a karşı direnişlere arka olmuştur. Bu kongrede, Ahmet Doğan’ın HÖH Başkanı seçilmesi engellenebilmiştir. 12) İtaatsizlik: Barışçı başkaldırıdır. Boyun eğmeyenlerin, değişiklik isteyenlerin barışçı isyan biçimidir. Sofya’da itaatsizlik eylemleri bir aydan beri sokak ve meydanları dolduruyor. “Hükümet İstifa!” diyenlerin kükreyişidir. 13) Pasif direniş: Barışçı protesto eylemidir. Sürekli ve dayanıklıdır, gücünü kitleselliğinden alır. Genelde başarılı sonuçlanır. Geniş halk kitlelerini kucaklayan bir eylemdir. 14) Elektronik medya: “Kırcaali eu” gibi bilgisayar gazetesi, telefon ve bilgisayarla haberleşmedir. 21. Yüzyılın nabzıdır. Direnişlerin örgütlenmesinde iyi sonuç verir. Halkı en kolay ve doğru bilgilendirme aracıdır.

Adımlar Art Arda Gelecek

Rafet Ulutürk-09.Temmuz.2013

Sersemleyen HÖH yönetimi: 2013’ün Mayıs Haziran Bulgaristanı HÖH/DPS yönetimi tarafından okunamadı, anlaşılamadı, Halk ayaklandı, “hükümetiz” diyorlar, bir tek çözüm sunamadılar, çaresizlik içinde afallayıp kaldılar. Son seçimde şansları yaver gitti: Bu defa parlamentoya girmeleri tesadüf oldu. Bulgaristan halkının % 51 sandığa gitmeyince “şans” belirdi. Bütün sinsi plan ve oyunları ortaya çıkınca, afalladılar, sersemlediler.


126

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Anadilini pek konuşamayan, Bulgarca sevdalısı Başkan Lütfü Mestan, hiç kimsenin anlayamadığı sözlük dışı terimleri nedense kullanmaz oldu. En son paradigması: ağzını açmıyor. Sivil toplum örgütleri - toplumun dinamosu. Yollara bireysel, kişisel istekleri için değil, büyük tehlikeyi birlikte görüp omuz omuza meydanlara dolanlar farklı politik görüşlü, farklı etniklerden, kadın, erkek, gençtir. Onlar 14 Haziran’dan beri Bulgar toplumunun motoru oldu. Bu motor, 5 politik partinin birleşip “Reformcu blok” kurmasını sağladı. GERB partisini söküp parçaladı.74 bin üyesi olan GERB’ten yarısı ayrıldı. Bulgaristan’da Azınlıklar nerede olmaları gerektiğini hala karar vermediler. Halkın gördüğü büyük tehlike: Halkımız, hepimiz, yerli yabancı zenginlerin, oligarşinin, mafyanın, haydut çetesinin, soyguncu hırsızların halkı ezmeye, soyup aforoz etmeye, ülkemizi talan etmeye hazırlandığını görebildiler. Bu, Başbakan Oreşarski BSP-HÖH-“Ataka” partilerinin üçlü koalisyon kurmaya başladığı an oldu. Kalpazanlar aç hırsızlar gibi süründüler devlet makamlarına. Aç Arslan gibi anırdılar. Kobra yılanları gibi açtılar çenelerini bütün Bulgaristanı ve hepimizi bir hamlede yutmak için harekete geçtiler. Büyük tehlike halkın yok olmasıydı. Bulgar basını çığı gibi büyüyen tehlikeyi şöyle tarif etti: “Halkı ezmek, çiğnemek, et makinasında kıymak, süründüre süründüre yok etmek!” Halkımız nasıl uyandı? En büyük hırsızlardan biri olan, Ahmet Doğan’ın şahsi dostu, Rus mafyasının uzantısı; HÖH milletvekili Daniyel Peevski’nin gizli servis DANS Başkanlığına atanması ve ne Cumhurbaşkanı’na, Başbakan’a, ne de Meclis Başkanı’na haber vermeden “kaliteli bilgi dosyalarını” yani (devlet sırlarını) hemen açmasıyle balon patladı, halk uyandı ve ayaklandı. O gün bu gün halkımız sokaklarda ve ayaktadır. Meydanlardadır. Protestocudur. 14 Haziran’dan beri herkes nöbettedir. Mitinge çıkan soka dökülenlerin istedikleri nedir? Bir: Halkımız, hepimiz temsili demokrasiden katılımcı demokrasiye geçilmesini istiyor. Bundan böyle parti listesine konmuş kim olduğunu bilmediği hırsızı, kaçakçıyı, ajanı, hapis cezasından kurtarmak için milletvekili yapmak istemiyor.Bu yüzden %51 son seçime katılmadı. İzmir’deki, İzmit’teki, Bursa’daki


Makale ve Analizler - 2013

127

seçmen soydaşımızın oyuyla hırsızlar haydutlar, eski polisler HÖH listesinden meclise dolduruluyor, dolmuşlar, şimdi de devleti idare etmek istiyorlar. Bunu oy verenler hala farkında bile değiller. “Hayır” diyen seçmendir! Bunun neresi adalet? diye soran yine seçmendir. İki: Temel hak ve özgürlükler genişletilmelidir. Ana dilde eğitimin, sanatın, kültürün, eğitimin önü açılmalıdır. İşyerleri açılmalıdır. Avrupa Birliği üyeliğinin bütün imkânlarından alabildiğine yararlanılmalıdır. Gelen yatırımlar ve yardımlar adaletli bir biçimde dağıtılmalıdır. Vatanımızı dönüştürme davası herkesçe benimsenmelidir. Zamanın ruhu budur. 20. Yüzyılın totaliter anlayış ve yöntemlerinin, insanın insana köleliğinin, yargısız infazların son kullanım tarihi, daha 1990’da doldu. Üç: Mafya ve yabancı soyguncu oligarşi, zor bacılarla sarmaş dolaş, iç içe olan DPS/HÖH partisi yönetimini de zamanı dolmuştur. Bu sahte politikacı ve lider bozmalarından ne sana, ne bana, ne halkımıza ne vatanımıza ne de soydaşlarımıza fayda yoktur ve olmayacaktır. Bizde halen Todor Jivkov kalıntılarını ayakta tutan parti HÖH yönetimidir, özellikle Ahmet Doğan’dır. Bu sahte “lider” kenara çekildim numarası yaparak, milletin gözüne gül suyu serpti, aslında kül attı, nankör işlerin işin içinde ve göbeğinde olan, bizi Türk Milletini rezil eden odur. Bulgaristan’da Türk, Pomak ve Müslümanlarına kötülük yapmada onun üstüne yoktur. Nankördür, ahlaksızdır, acımasızdır, amma onun da sonu geldi. Bulgaristan’ın yenileşmesinin baş düşmanı Ahmet Doğan ve HÖH yönetim mafyasıdır. Bulgaristan Toşkocuların zincirlerinden kurtulabilse, nankörlere ekmek kalmayacaktır. Biz hepimiz bu yolca adım adım yürüyoruz. Bizim Bulgar halkıyla ve vatanımızda yaşayan öteki etniklerle bir alıp vermediğimiz yoktur. Biz hepimiz asırlardın aynı pınarlardan su içen, aynı tarlalarda orak biçen kardeşleriz. Bizim farklılıklarımız hayatımızın güzellikleridir. Ne yapmalı? 1. Eylül ayında erken parlamento seçimi olursa: a) HÖH/DPS listesinden 35 yaşın üzeri aday gösterilmesine izin verilmemelidir. Yoksa artık HÖH tarih olmalıdır. b) Köhnemiş politikacılar majoriter aday olsunlar, seçilirlerse eyvallah. Herkez meydan savaşını kazanmalı, hazıra değil.


128

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

2. Büyük Millet Meclisi Seçimi yapılırsa, halkımızın tamamı seçime katılmalı, ama HÖH partisinden daha önce milletvekili seçilen hiç kimse, aday olamaz! Olursa HÖH’ün dışında alternatiflere oy verilmeli. Başka çıkış yolu yoktur. Yenilenmemizin, haklarımızla özgürlüklerimizi gerçekten elde etmemizin tek yolu budur. Artık halkımızı uyandırmalıyız, 23 yıl neler yaptıklarını köy köy kasaba kasaba TV, TV anlatmalıyız. Gerçeklerden hiç kimsenin kaçamıyacağını bu seçim öncesi göstermeliyiz. HÖH Milletvekili adaylarını tartışmalara çıkartmalıyız ve karşızına bilgili cesaretli ve bilinçli kişileri oturtmalıyız. Tüm gerçekleri net ve açık açık halkımıza sunmalıyız. HÖH’ü güç yapan tüm Müslüman halkı bu seçimde bunları baraj dışı atmalıdır. Bizim halkımız sabırlıdır, amma salak veya aptal değildir işte bunu bu önümüzdeki seçimlerde hep birlikte göstermeliyiz.

Saatleri gece yarısına kurup, annemin tarhana kokusuyla uyanmak

Müzeyyen Avcıoğlu-12.Temmuz.2013

Her Ramazan Ayı girince gönüller cız eder. Hatıralarım beni küçüklüğüme götürürü hep. Gizli bir köşecikte evcilik oynarım çocukluğumla.Doyumuna ulaşılmamış bir çocukluk, hasret kalmış sıcak bir anne kucağı. Ne de güzeldi o Ramazan davulcusuna her gece camın dibinden kulak vermek. Saatleri gece yarısına kurup, annemin tarhana kokusuyla uyanmak. Renkli yer soframızda,gece karanlığında türlü türlü leziz yemekleri tatmak.


Makale ve Analizler - 2013

129

Anne ve babamız, çocuklar yarım gün oruç tutar derdi. İnanırdık onlara ve öğleye kadar bir lokma yemez,hiç su içmezdik, eğer orucumuzu bozarsak, yüce Allah’ımız günah yazmasından çok korkardık. Bizim hocamız köyümüzde kalırdı. Her sahur ve iftarda, sırasıyla komşular hocamıza ve ihtiyar heyetine çeşit çeşit, tepsiler dolusu yemekler götürüyorduk. Bazı geceler ise camiimizde mevlütler okunurdu ve iftar vakti geldiğinde bütün köylü halkı camii hareminde kurulan o büyük ve zengin sofralara diz çökerdi. Bu sofralar çocuklar için adeta bayram sayılırdı,böylece yetişkinlerle beraber aynı saflarda, o çok tatlı ciğer çorbalarına büyük iştahla kaşık sallıyorduk.Benim melek annem her zaman derdi ki; “Oruçluyken kimseyi kırmayın, üzmeyin, orucunuz bozulur. İçinizde kin ve öfke barındırmayın, atınız tüm kıskançlıkları, güzellikler serpiştirin gönüllerinize!” Özlüyorum ve gizlice göz yaşı döküyorum ben o günler için. Kış ortasında odanın bir ucunda çıtır çıtır sobanın ses çıkararak ateş tutuşunu, etrafında kalın minderlere birer çömlek gibi dizilmiş biz çocuklar,sabırla iftar saatini beklemekteyiz... O eski zamanlarda öyle hopör filan yoktu camilerde,ezan sesini ilk duymak bizim görevimizdi ve sonra koşar adımlarla ev ahalisine müjdeyi veriyorduk.Hiç unutmam,rahmetli babacığım,en küçüğüm diye, hep benden istiyordu orucunu salmak için dolu su bardağını. Annem de çok sevap kazanıyorsun kızım diye beni öğütlüyordu. İlk annem öğreti bana, babam orucunu açınca; “Allah kabul etsin, babacığım!” demeyi. Bu güzelim,neşeli ve huzurlu yıllar artık dönüşümü olmayan mazilerde kaldı. Günümüzü sanal teknojiler esir aldı, ruhlarımızı talan edildi. İnsana karşı beslenen sevgi ve saygı yok oldu diyebilirim. Ben ise yine o eski günlerimizi adeta mumla arıyorum. Köy camiisinin minaresinden sevimli hocamızın ezan sesi kulağıma erişmiyor,çünkü artık çok uzaklardayım... Tüm müslüman aleminine hayırlı Ramazanlar diliyorum!


130

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Tünelin Sonu Göründü

Hüseyin YILDIRIM-11.Temmuz.2013

Bulgaristan iç politikasında totalitarizmden demokrasiye geçiş dönemi kapanıyor. Ülkemizde totalitarizm kooperatif ve sosyalist mülkiyetin sosyalist devletleştirme maskesi altında 1970’lerden sonra totaliter devlet kapitalizmi biçimi almasıyla gelişerek biçimlenmişti. Ekonomik sektördeki bu gelişme yönetim yürütme ve yargının da birbiriyle kenetlenip kaynaşmasıyla politik ve kültürel hayatı da etkisi altına aldı ve baskı ve terör rejimi yarattı. Tüm toplumsal yaşamın Bulgaristan Komünist Partisi (BKP) kontrolüne ve yönetimi altına geçmesiyle “sosyalist demokrasi” çan çalmadan ezan okunmadan gece gece kabristana taşınıp boş bir hendeğe atıldı. 1989’un 10 Kasım günü BKP’nin kendini dağıtması, yönetici fonksiyon ve rollünün Anayasa’dan çıkarılması ve parti örgütlerinin kendilerine söz söylemeleri (dağıtıp kapatmalarıyla) aslında pek fazla bir şey değişmedi. Yeni umut olarak şafakta ağaran Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) aslında BKP’nin hem idealik, hem politik, hem de baskı rejimi olarak tam ve bütünsel devamını sağladı. Biçimsel değişimleri özsel yenileme süreci izlemedi. BSP kendini sosyalist parti ilan etti, ama sosyal-demokrat politika uygulayacağını açıkladı, sonra politik ortamda sağ kanada oturdu ve 25 yıl elini soğuk sudan sıcak sıya sokmadan, bir tek fabrika bile kurmadan bildiğini okudu. Bu dönemde ülkede 22 arıtma tesisi kurutuldu, fakat politik anlamda toplum arıtılamadı ve komünist totaliter düzen ana hatlarıyla kendi kabuğuna sığınmış biçimde kaskatı yaşamaya devam etti. Bulgaristan halkı da gerçek sosyalizm yıllarında kurduğu maddi dünyanın “demokratsosyalistler ve HÖH’cü neo-liberaller tarafından hurdaya çıkarılıp yıkılmasına ekonomik, sosyal, kültürel v.b. edinimlerinin yok edilmesine ve toplumsal yaşamda gelişme umutlarımızın nadasa bırakılmasına seyirci kaldı. Bizde, köy harmanında bedava film seyreder gibi izlenen bu olayları takıp edenler önce aç kaldıklarını, ardından yoksullaştıklarını, daha sonrada Avrupa’nın en sefilleri durumuna düştüklerini giderek ama çok yavaş fark ettiler. Yeni ezilmişlikten yeni bilinç yeşerdi. Totalitarizm döneminde korkutulan ve sindirilen halkımız demokratikleşme döneminin ilk 25 yılında tatlı bir şekerlemeye yattı ve henüz şimdi yine yavaş yavaş uyanıyor. Bu yüzden yazıma Tünelin Sonu Görünüyor başlığını attım. Bu sürecin bir de benzetmeli fıkrası var: İzninizle anlatıyorum.


Makale ve Analizler - 2013

131

Bir oğlan babasına şöyle bir soru yönetmiş: - “Baba biz nasıl bir aileyiz.” - “Biz geçiş dönemi ailesiyiz oğlum! Yani geçiş döneminde bir kapitalist toplum ailesiyiz.” Cevabını veren baba oğluna şu açıklamada bulunmuş. - “Ben aile başıyım, yani parayı kazananım, yani kapitalisttim. Annen, alış verişi, yemeği, temizli yaparken kardeşinle seni de eğitiyor. Yani yönetendir, hükümettir. Sen öğrencisin, yani beklentimizsin. Dadı kardeşinle ilgileniyor yani işçidir. Kardeşinse henüz bebek yaşında ve hepimizin umududur.” Akşam olmuş, aile uykuya dalmış. Gece yarısı bebe ağlamaya başlamış ve oğlan kardeşinle ilgilenmesi için dadıyı uyandırmaya gitmiş, dadıyı babasıyla uygunsuz bir durumda görünce, annesini uyandırmaya çalışmış, fakat annesi çok derin uyuduğu için uyandıramamış. Çaresiz kalan oğlan ortada kalınca şöyle düşünmüş. Bizim aile toplumunda kapitalistle işçi işte, hükümet uyuyor, çığlık koparansa yalnız umut. Bizim çeyrek asırlık geçiş döneminin fıkrası sizde ne gibi çağrışım uyandırdı bilmiyorum fakat, hakikatten hükümetler hep uyudu, umut ise hala bok içinde, ama ne de olsa komünist zülüm rejimini ayakta tutarak sürdürmeyi hayal edenler artık 2014 yaş güneşine dayanamıyor, yüksek dağların tepelerinde ve dere boylarındaki azı koyu gölgelerde son kışın kirli karı gibi tümsekleşmiş görünmeye devam etseler de 5 Ekim 2014 seçiminde dayanamayacaklar, bir daha geri dönmemek üzere eriyip gidecekler ve Bulgaristan Cumhuriyeti tarihinden bu defa hakikatken silineceklerdir. 2014’te iktidar olmalarına rağmen ardı ardına parçalanmaları, bölünmeleri, gruplaşmaları, Başkan değiştirmeleri, meclis dağıtmaları, müttefikleri olan gizli polis partisi (DS) ye yüz çevirmeleri, yeni bağlaşık bulamamaları buna alamettir. 1990’dan beri Bulgaristan’da “komünizm bitti” diyenlerin çığlıkları aslında yalnız bir beklenti ve emeldi, bir özlemdi. Hiç olmadı bilim adamlarının “toplumsal gelişme bir süreçtir veya beyaz peynir, kaşar peyniri (kaşkaval) ya da tahin helvası tezeği değildir, eline döner bıçağını alıp ikiye bölüp ben bu işi bitirdim, komünist dönemi demokrasiden ayırdım, aralarındaki bağı kestim attım, diyemezsin. Çünkü bu iş kışlık meşe korusu, ağıcı keser bibi bir şeydir. Sen meşeyi kesersin ama kökünden yeni filizler fışkırır,


132

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

birkaç sene içinde meşelik yeniden boy atar. Bizde de Türklere, Pomaklara ve tüm Müslümanlara karşı bir zülüm rejimi olarak yerleşen ve halka kan kusturan komünizmin 1989’da belini kırsak da, ama 25 yıldan beri sosyalistlerin korusu yeşermeye devam etti. Ama 2008 meclis seçimlerinde ve geçen ay yapılan Avrupa Birliği milletvekili seçimlerinde BSP yenilgileri, Parti başkanı Stanişev’in meclisi ve ülkeyi terk etme kararı, yerde gökte yeni parti başkanı aranması, parti içi hizip kavgaları derin bunalımın ölüm sancılı feryadının toplumsal yankılarıdır. Evet, 25 yıl sonra Bulgaristan Cumhuriyeti’nde komünist totaliter dönem bitti, tünelin ucu ağarmaya başladı diyebiliriz. Kuşkusuz burada son sözü 5 Ekim günü Bulgaristan seçmeni söyleyecektir. Ülkede demokratik düzeni yine bir Bulgar partisi olan GERP partisi kuracaktır. Bu biçimlenmede, yeni devlet ağacında “Ataka” ve diğer yeni ırkçı partilerin bir daha yuva kurmasına izin verilmemesinde de son söz ve irade yine seçmenindir. Demokrasi ancak sandıktan çıkan bir politik düzen olduğundan, ulusal egemenliğin, hak eşitliğinin, kardeşliğin ve hoşgörünün galebe gelip zafer çanları çalması da yine seçmenin iradesi olacaktır. Son 25 yılda Bulgaristan’da Türkleri, Pomakları ve Müslüman Çingene kardeşlerimizi, bu arada önemle vurguluyorum artık yoksulluk çizgisinin çok altında olan Bulgaristan köylüsü ve işsizlerinin yürekler acısı durumundan sorumlu olan, bu büyük kitlenin umutlarını seçimden seçime sömüren partilerden biri de Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖHDPS) oldu. Bu parti yıllardan beri yapıcı, yaratıcı eleştiri kabul etmez duruma geldi. Parti yönetiminin hainliği yani Türklerin ve Bulgaristan’da yaşayan Müslümanların 100 yıldan beri enerji toplayan ve bu birikimi Mayıs 1989 Ayaklanmasıyla doruğa çıkaran öz ve büyük davasına ihanet etmesi çok büyük bir hayal kırıklığı ve acısı dinmeyen bir olaydır. 1989 Büyük göçünde binlerce mücahidimizi göçe zorlayanlara hain zihniyetin yardım etmesi, soydaşlarımızla ilgili ipe sapa gelmeyen, küçümseyen sözler söylenmesi, Türk devletine dil uzatarak tarihte olmamış olan bir “Ermeni katliamını” olmuştur diyenlerin karalamacı sürüsüne katılması ve daha nice nice günahları olan HÖH partisinin yönetiminin kuruluşuna ilişkin olan bir özel noktaya dikkatinizi çekmek istiyorum 10 Ocak 1990 tarihli tescil evraklarında “kurucu” ve “başkan” olarak tarih edilmiş olan bugün herkesin “Dönek” Ahmet dediği, Medi Doganov, artık onun ruhunu satın alıp yüceltenler tarafınsan “saray zindanında” tutuluyor. Sözüm ona “sarayı” kurt köpekli, silahlı korumalar koruyor ve etrafta kuş uçurtmuyorlar. Bulgaristan’da “bir defa hapse giren bir daha


Makale ve Analizler - 2013

133

girer,” diyenler haklı çıktı. Bilemedikleri ise, ancak bizdeki yeni tip hapishanelerin “S-TİP” olmasıdır. Bu mahkûmların ne iftar sofrası, ne ramazan bayramı, ne kurban bayramı, ne el öpeni var. Burada hâkim olan Avrupa Birliği’nin İlahi Adaleti olmalı... Dönek Ahmet artık Bulgaristan Türkleri ve Müslümanları için “ölü bin canlıdır.” Bunları neden mi yazıyorum? Son zamanda Bulgar basınında HÖH / DPS partisinin 5 Ekim seçimlerinde Bulgaristan Sosyalist Partisini (BSP) sollayıp GERB partisinden ardında, İkinci parti durumuna geleceği şantajları yayılmaya başladı. BSP çökerken HÖH’ün ikinci parti olma durumu yani Bulgaristan’da yoksulluk içinde kıvranarak can çekişen etnik azınlıklardan sefillerin oylarıyla birlikte yoksulluk çizgisi altında yaşamak zorunda olan yaşlı ve işsiz Bulgaristan seçmenin de ağzına bir parmak bal sürerek oyunu alma hesapları bana başka bir fıkrayı hatırlattı: İstemiyorum! Karısı kendisinden önce öteki dünyaya göç eden, varını yoğunu bırakacağı evlatları da olmayan bir köy zengini ölüm yatağında son dakikalarını beklerken büyün köylüleri çağırmış ve şöyle demiş: - “Ben mirasımı mezarda ilk gece benimle birlikte yatmayı kabul edene bırakacağım!” demiş. Köylüler bakışmışlar, - “Benim kabulümdür, seninle mezara girip bir gece yatarım!” diyen olmamış. Tam bu bakışmalar esnasında hastane odasına yeni giren sırtında sicimli bir hamal. - “Ben yatarım!” demiş. Köy zengini hamalla birlikte aynı kabre defnedilmiş. Gece yarısı ölünün ruhunu almaya gelen Melekler bir de ne görsünler, mezarda yatanlar iki. Önce hangisini sorguya çekelim diye düşünmüşler ve zenginin sorgusu uzun sürer diyerek, sicimi kefenini üzerine atılmış hamallı sorgulamaya başlamışlar. “Haddi anlat bakalım, sen kimsin, hangi günahları işledin? bu sicimi nereden aldın?, parayla mı aldın?, çaldın mı?, çaldıysan nereden çaldın?, pazardan satın aldınsa paranın vergisini ödedin mi?, sana bu yanında yatan zenginin mirası kaldığında ne yapacaksın?, mirasın vergileri ödenmemişse ödeyebilecek misin?, zenginin günahlarından cezası


134

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ödenmemişler varsa, onları öder misin?, cehennem ateşinden geçmeye hazır mısın? vs. vs.” Bu ardı ardına sorular karşısında hamal iyice terlemiş, zorlandıkça kıvranmış, ne diyeceğini bilmediğinden bir ara dili tutulmuş, aklından hep “zengin malından adama hayır gelmez” atasözü geçmiş ve ertesi sabah daha ilk gün ışığıyla mezardan fırlamış ve doğru köy meydanına... Hadi “Mübarek olsun! Sen bu işi yaptın! Aferin!” demeye hazırlananlar daha henüz ğzını açmadan... - “İstemiyorum!” diye bağıran hamal, “ben bir sicimimin hesabını veremedim, onun zenginliğinin hesabını veremem!” deyip kestirip atmış... Sözün kısası, HÖH /DPS partisi henüz halkımıza hainliklerinin hesabını vermedi. Bir de şimdi çöken ve “ölü canlı” duruma gelen BSP’nin oylarına konup fiilen mirasçı durumuna gelerek, tüm komünist totaliter dönem günahlarını, artı 25 yıldan beri halkımızı oyalayarak uyutma ve son hesapta Bulgaristan’da Türklükle Müslümanlığı tamamen yok etme çabalarının hesabını verebilir mi? Düşünülerek bir şey varsa o da ancak budur. Bilmem artık ne yapacaklar. Attıkları yeni adımlarda tamamen yanlış istikamettedir. Kanımca BULTÜRK Kültür ve Hizmet Derneği ve Bulgaristan Stratejik Araştırmalar Merkezi yayınları hakkında İstanbul ve Bursa Belediye Başkanlıklarına, ayrıca Türkiye Cumhuriyeti yetkililerine yakınma mektupları yazıp, “hepsinin imanını gevreteceğiz” diye Sofya’da böbürleneceklerine, BSP’nin durumuna düştüklerini ilan etmeleri zamanı geldi. Ne de yapsanız şafak söküyor, Tünelin sonu Göründü. Yeter artık sizin devriniz kapanıyor, müsaade edin de başkaları da nasiplensin...


Makale ve Analizler - 2013

135

O, Nasıl “Lider” Oldu?

Filiz SOYTÜRK-11.Temmuz.2013

Siz “Dönek” Ahmet’in nasıl HÖH partisine “lider” (Kral) olduğunu düşündünüz mü? Bilirsiniz tabii, az mı yazıldı çizildi! Artık herkesin kulağı delik olmalı! Ama ne de olsa, ben size bu olayı bir masal gibi anlatayım. Bilirsiniz masallar gizemlidir. Gizemi çözmeye çalışan her kişi düşünmek zorundadır. Örneğin, bizim isimlerimizi, soyadlarımızı, yaşadığımız köy ve belediyelerin adları değişilirken, önce toplantılarda konuşanlar “asimile etme”, “Bulgarlaştırma” falan demiyordu. Bize anlatılan, Orta Asya’da iken sözüm ona atalarımızın Bulgar olduğuydu. Bulgarlar Balkan Yarımadasına gelirken bizim yer altında bir ine dalan ve asırlarca karanlıkta akan bir su gibi kayıplara karışmış olduğumuzdu. Sonra da yani 1300 yıl geçtiğinde belki, yer altı ırmağı olarak aynı su bu defa aniden yeryüzüne çıktı. Ballandıra ballandıra anlatanlar bizim bu sözüm ona “gerçeği” mutlaka algılamamızı isterken ellerine önce kalem defter, sonra sopa, kazık, tabanca, silah aldılar. Özlerine ters düşeni hafızalarına almak istemeyenlerden binlercesi hapsettiler. Üzerimize tankları sürüldü. Kan döküldü. Anlatılanı anlamak istemeyenlerin kavrama kapasitesi ve hevesi ebediyen kapandı. Bir bakıma her şey o zaman da masal gibi başlatılmak istenmişti. Aslında her masalda bir gerçek payı, bir benzetmeli hakikat var. Çünkü masallar hayatın aynasıdır, yansımasıdır. Soruyorum: Öyleyse bize uygulanan baskı neydi? 139 yıldan beri Vatanımızdan kovuluyoruz, buna zalimliğe yanıt var mı? Şimdi de demokratikleşme, hak ve özgürlükler masallarıyla oyalanıyoruz, en temel ve doğal haklarımızı alamadık, buna ne diyeceksiniz? Yanıtımız şöyledir: Şimdi anlatacağım masalı nenemden işitmiştim. Ben, Bulgaristan’da Koca Balkan’ın Trakya Ovasına bakan Güney eteklerinde bulunan, belki de dünyanın güllerden başka bir de salkım çiçeklerle süslü en renkli ovası olan, yayla ve vadilere serilmiş ve en fazla şifalı bitki


136

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ve baharat yetiştiğinden olacak “aktar vadi” akıyla ünlü Kazanlık Ovası dilberlerindenim. Bizim orada köyler de adlarını yerlilerin uğraşılarından almıştır. Birisi Şahinler ise, öteki Doğanlardır v.s. Nenemin bana anlattı masal: Kuşlar Krallarını Nasıl Seçti Bir gün bir kuş sürüsü bir çıplak tarlanın son mısır tanesine üşüştü. Mısır için kavga ettiler. Tüyler uzun bir süre havada uçuştu. Kuş Divan’ı toplandı, uzun süre tartışıldı. Bu kavgaların gerçek bir utanç kaynağı olduğu ve artık kuş topluluğuna biraz çeki düzen vermek gerektiğine karar verildi. Peki, ama nasıl!? Uzun süre konuşuldu. Sonunda gece kuşu uyanıp öttü: “Bir kral seçmemiz gerek. O, kavgalarımızda hakemlik edip bizi haksızlıklardan koruyacaktır.” Baykuşun bilge bir görünümü vardı. Tüm kuşlar düşünceyi beğendi. Ancak az sonra yeni bir kavga başladı. Çünkü hiçbiri kral nasıl seçilir bilmiyordu ve her biri egemen olmak istiyordu. Büyükler küçüklere, iriler zayıflara karşı üstünlüğünü değerlendirmek istiyordu. Yeniden tüyler uçuştu havada. Aniden kaya tarafından bir rüzgâr esti. Ulaşılmaz yüksekliklerden güçlü efendi kartal indi. Kuşlar onu unutmuştu. Kartal yere konar konmaz bağırdı: “Neden bu kadar bağırış çağırış ve kavga çıkartıyorsunuz! Yanıt kaya suyu kadar açık; kuşların kralı en yüksekten uçandır.” Kartalın sözleri gök gürültüsü etkisi yaptı. Katılımcılar seslerini kesti. Kuşların çoğu yarıştan çekildi. Bazı daha dayanıklı ve cesur türler yine de hazırlandı. Belki de şansları iyi giderdi! Baykuş yarışa başlayın işaretini verince kanatlar titredi ve açıldı. Hava kuş çırpıntısıyla doldu. Hepsi gökyüzüne yöneldiler. Tabii en yükseğe çıkan kartal oldu. Kanatlarını bulutların üstünde görkemle açtığında iki kulaç üstünde aniden benekli bir tüy belirdi. Minik bir kuş, acemi bir çaylak, bir velet... Onu bulutların üstünde bırakan kartal kimsenin dikkatini çekmeden hemen yere indi. Kartaldan sonra da yoluk ve zavallı bir kuş süzülerek yere indi. Bunun bir serçe olduğu görüldü. Ötenler kutlama haykırışlarına, ağaçkakanlar davul çalmaya başladı.


Makale ve Analizler - 2013

137

Bu silik, acemi çaylak sağa sola derin bir reverans yaparak çatlak bir sesle meclise seslendi: “Bekleyin! Ben kral olmak istemiyorum. Ne görünümüm ne de karakterim buna uymaz! Ayrıca kartala oyun oynadım. Beni bağışlasın. Ben onun kanadının altına gizlenmiştim. Daha yükselemeyince atıldım. Ona gücün her şey demek olmadığını göstermek istedim.” Serçe yaramaz bir bakışla sıçrayıp çalıların arasında kayboldu. Böylece kartal büyük çığlıklar ve davul sesleriyle kuşlar kralı ilan edildi. Yönetme şekline gelince; yalnızca Tanrı yargıçtır. Bu masalda: Kartal: gizli polis servisi yani bizde her işi istediği şekilde düzenleyen, en yüksekte uçan “DC” dir. Serçe: Dönek Ahmet’tir. Baykuş: Halkımızdır. Kuşların kendi önder seçme kavgası, bizde 1984-1989 arasında 39 adet gizli direniş örgütü kurulması ve aynı zamanda bir ulusal önder gösterilememesidir. Bu arada Bulgaristan Türkleri son 139 yılda pek çok defa partileşmeyi de denemişler, fakat 1990 öncesi legal siyasi örgütlenme yollarını bulamadılar. Bu durumu iyi analiz eden ve Bulgaristan’da yaşayan Türk ve Pomakların ve Müslüman Çingenelerin sahte de olsa bir başkansız, öndersiz, lidersiz olmayacağı sonucuna varan Bulgar gizli istihbarat servisi “DC” “Dönek” Ahmet’i hapisteki VİP KAFES’ten çıkarıp koltuk altına yumuşacık tüylere sarıp göklere çıkardı, HÖH Genel Başkanı yaptı. Kendisi ise kaybol, kendini fesetti, dükkânı sanki kapattı. Nenemim masalının ilk kısmı, Bizim gerçekliğimizde bu gizli polis “DC”nin “Dönek” Ahmet’i Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH) Genel Başkanı yapmasına tıpa tıp benziyor. Öteki kuşlarda yapılan seçimle ilgili kuşku uyanmasın anlamında, bizden 10 bin aydın dış ülkelere kovulduğundan Dönem Ahmet’in liderliğine itiraz edecek, baş kaldıracak kimse de kalmadı. Sahte Sultanlık saray bekçiliği şeklinde bugün de devam ediyor. Masalda, Bulgaristan Türklerinin ve oradaki Müslüman kardeşlerimizin çileli hayatıyla örtüşmeyen son kısım, aslında hayatta bir de ilâhi adalet olduğuna işarettir. Bu açıdan bakıldığında, masalımız ilâhi adalet yolunun gönüllü itirafla da açılabileceğini gösterir. Bu itirafı serçe gerçeği anlatarak yapar. Ama bizdeki hainliğin başı sonu yok!. Dönek Ahmet’ten “Eritme politikasının ikinci aşamasını uygulamak için Bulgar Polisi beni


138

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Türklere çoban tayin etti!” itirafında bulunmak yürek ister. Bunu beklemek, çok büyük bir yanılgı olur. Havanda su dövmek olur! Çünkü o, kendisi de önce “Kafeste kapalı” olduğundan ve yıllar içinde dilini yuttuğundan, kendini özürlü ve haklı gösterme yolu arıyor olabilir. Biz hepimiz bir az aç, tamamen haksız ve asla özgürlük nedir bilmeyenlerden olsak da, o ise, isterse saray kafes, isterse VİP kafes olsun, ne olursa olsun, en nihayet kafeslenmiştir. “Düşmana iyilik yapılmaz!” atasözünü bilmediğini sanıyorum. Belki de öğrenemeden gidecek... O artık ne kendisi ötebiliyor ne de onun borusu ötüyor. Masalcı serçeyi açık yürekliliğe zorluyor. İtiraf ettiriyor. Ama bizim gerçekliğimizde son 25 yılda böyle bir şey olmadı.HÖH /DPS yöneticilerinden hiç biri ben gizli servisin ajanıyım, benden politikacı ya da belediye başkanı, milletvekili falan olmaz demedi. Onu kanadı altına alıp göklere çıkaran ve Kral yapan irade onu yeniden yakaladığı gibi 10 yıl önce kafese kapadı. Kapısını da sımsıkı kilitledi. O gün bu gün, serçe kuşlara kukla Kraldır. Tüm sinsi oyunları, dolapları, sömürü ve zulmü gizli polis kendi tasarlayıp başka ellere, kafestekilere, “saraylara” kapadıklarına yapıyor. Anlaşılan artık serçeyi kediye hediye etme vakti geldi ki, yeni Kral seçme ve hesapları yeni baştan görme zamanı da kapı çalıyor. 5 Ekim 2014 günü seçim var. Bu defa Kralı biz seçeceğiz.

Saat 12’ye 1 kala

Rafet Ulutürk-12.Temmuz.2013

Evet, biz “DPS/HÖH Sofya meclisine laik olmayan kişileri dolduruyorsunuz,” dedik defalarca. Volen Siderov hükümeti parmağında oynatıyor! dedik.Yüz defa da tekrar ettik. Hep gülümseyenler oldu. Kıskançsınız! Diyenler oldu.İşte mahkeme kararı çıktı: Geçen dönem HÖH/DPS milletvekilleri Mithat Tabakov 11 yıla, Günay Sefer de 10 yıla mahkûm oldular. Sefer eski Silistre Milletvekili, Tabakov da Dulovo Belediye Başkanı. İkisi de Ahmet Doğan’ın en sıkı en yakın dostlarıydı. Ne yapmışlar biliyor musunuz?


Makale ve Analizler - 2013

139

370 bin leva yani 175 bin Avro çalmışlar. Halk sizi adam sanıp milletvekili seçiyor, siz ise yolsuzlukla uğraşıyorsunuz. Bunlar Ahmet Doğan’ın Kuzey Doğu Bulgaristan hırsız çetesi elebaşlarıdır. Dört yıl önce girmeleri gerekiyordu parmaklıklar ardına ama “lider” onlardan milletvekili yaptı, dokunulamaz oldular ve bir süre paçayı kurtarabildiler. Şimdi seçilenlere bir bakalım: Peevski mafya. Dimitrov vergi kaçakçısı. Şterev hırsız... Bunlar ipi pazara çıkanlar! Yine doldurmuşlar Türkiye’den gelen ve Romlar’ı aldatarak toplanan oylarla mafyayı, hırsızları, kaçakçıları meclise! Bu gidişe son verme zamanı gelmedi mi. Ne zamana kadar aldatacağız kendi kendimizi? Kim kimin dostu? Bu yolsuzluklar daha Kasım Dal, Osman Oktay zamanındandır. Kasım, Güner ve Oktay hep HÖH Başkan yardımcısı görevinde bulundular. Yükseklerdeydiler. Gerçekleri hiç görmek istemediler. Şimdi seçmen onların partilere 3-5 oy bile atmıyorsa, inanınız gerçeği bildiğindendir. Bunların hepsi birbirinin en sıkı dostudur. Savcılık tahkikatları derinleştikçe inanın hepsi bire dek parmaklıkların ardını boylayacaklar. 400 milyon dağıtılmış: Emel Toşeva Başbakan Stanişev’in Yardımcısı ve Tabii Afetler Bakanlı görevinde bulunduğunda, Romların firmalarına dere yataklarını temizletmek için 400 milyon leva dağıttı. Siparişler o zamanın Sayıştay hukuk müşaviri Kadir Kadir üzerinden geliyordu. Artık yerel basının da yazdığına göre Dubnitsa Rom Şirketleri dere yataklarını temizleme işlerinden o kadar çok kazanmışlar ki, süper lüks çifte daireli 3 katlı bloklar mı dikilmedi? Avlulara üçer dörder “Jeep” mı yerleşmedi? Rahmetli Kadir Kadir’i de unutmamışlar, çok mütevazı bir hediyede bulunarak, ailesini Pirin Dağı yaylalarından en yeşilinde, 3 katlı kır evi hediye etmişler. Bu defa Rom oyları HÖH’ü parlamentoya soktuysa, nedeni umuttur! Koalisyon hükümetinde dağıtılan 400 milyon levanın yine sel gibi geleceği hayalidir. Kim kiminle temas halinde? Soydaşlarımızın kurduğu “BULTÜRK” Kültür ve Hizmet Derneği temsilcilerinin 12 Mayıs seçimleri öncesi Türk kökenli politik parti temsilcileriyle yaptığı temaslar, istişareler, nabız yoklamalar, anketler, söyleşiler elektronik medyada yankılanmaya başladı. Ankette çıkan sonuçlar kendini göstermeye başladı. Soydaş derneklerinin Bulgaristan politikasını yerli politik partilerden daha doğru algıladığı ve seçmenin bunu sezdiği, birçoklarını rahatsız etmeye başladı. Hiçbir istekte bulunmadan, Türkiye’den gelen oylarla me-


140

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

bus olmak varken, göçmen dertleriyle ilgilenmek de neyimize, diyenler var. Hazır oncular çok. Dernek temsilcileri Bulgaristan’a açıldı. Gönülleri hasret dolu, görüşmelere tartışmaya açık. Oylarıyla bu defa kimin seçildiğini öğrenmek istiyorlar. Mithat ile Güney de onların oylarıyla seçilmişti! Mahkeme “ceza evi” dedi. Hayal kırıcı ve can sıkıcı değil mi? Bu gidişle... İşbirliğinden yanayız: Biz ülkemizdeki sivil toplum örgütleri ile soydaş dernek ve federasyonlarının yakın işbirliği gerçekleştirmesinin yararlı olacağına inanıyoruz. Bultürk Derneği örnek alınabilir. Türkiye’de kurulmuş ve faaliyet yürüten kulüp ve federasyonların, dayanışma ve kültür derneklerinin Bulgaristan’da da tescil ettirilmelerini, bilgilendirme ve propaganda, halkı aydınlatma çalışmalarını köy ve kentlerimizde yürütmelerini istiyoruz. Yaz aylarında her yerde Türk dili kulüpleri çalışmalıdır. Adil, atılımlı ve mutlu yarınlarımızın kapısını açacak anahtar iki ülkenin sivil toplum örgütleri arasında gelişecek yakın işbirliği, yardımlaşma ve ortak hedeflere açılma olacaktır.Biz burada artık 8 milyonu aştık: 1877/78 (93) Harbinden sonra Bulgaristan’dan Türkiye’ye göçeden ve yerleşen soydaşlarımızın sayısı sekiz milyonu aştı. Artık dördüncü kuşak buradayız. Her gün her yerde sohbetlerimiz doğup büyüdüğümüz yerlerle başlıyor ve bitiyor. Şimdi ramazan, gençlerimiz oralarda kalan ana babalarının, nine ve dedelerinin elini öpmek ve boynuna sarılmak için şimdiden planlar kurmaya başladılar. Yıldan yıla, bayramdan bayrama bir ibrik, bir tas suya muhtaç kabirlerimizi unutmayalım. Bizim artık yatan nehirlerden taşma zamanımız geldi hatta geç bile kaldık. “Liderlerin” Türkiye Cumhuriyetleri ziyaretleri: Biz Türkiye Cumhuriyeti’ni çok farklı anlıyoruz. Bizim politik parti “liderleri” İstanbul’a, Antalya ve Edirne’ye modern ayakkabı, ipek gömlek, İngiliz gabardininden takım elbise, deri mont ticaretine geliyorlar. Son bir ayda yapılan araştırmada Bulgaristan’dan Türkiye’ye gelen Türk politikacılardan tek biri 2 kitap satın almamıştır. Bunlar kitap okumaktan korkuyor mu nedir? Türkiye’den öğreneceğiniz çok şeyler var. Bakın, dünya ekonomik ve mali bunalım bataklığında can çekişirken, Türkiye kalkınma yolunda adım adım ilerliyor. Bizdeki can çekişen tabloyu Türkiye’de göremiyoruz. Son sosyolojik araştırmada, 1 milyon 500 bini dış ülkelerde bulunan nüfusumuzun kalan kısmının % 64’ü sigortalı iş bulabilirse evini barkını hemen terk etmeye ve AB ülkelerinden herhangi birine yerleşmeye hazır olduğunu beyan etmiş. % 23’ü zaten emekli. Kala kala iş yapacak kaç kişi kaldı?


Makale ve Analizler - 2013

141

Şimdiki hükümet ortaklığına neden karşı çıktık? Politikanın hedefi iktidar olmaktır, gerekirse yılanla ortaklık yapılır, diyen bizleriz. Başbakan Oreşarski tarafından şerefli bir hükümet kurulacağını düşündük. Oysa iş içinde iş varmış. Doğan çetesi (derin devlet) Saray’da siper almış, mafya kodamanlarını bakanlıklara, ajanslara, bakan yardımcılıklarına, gizli servise atamaya yeltendi. Tüm Bulgaristan’ı ele geçirip, halkı aç bırakmayı planlamışlar. “Dediğimi yapmazsanız, “iç savaş” başlatırız!” diyecek kadar cesaretlenmişler. “Hükümet İstifa!” sloganı bu yüzden haklıdır. Biz, Ahmet Doğan-Lütfü Mestan –Mafya- oligarşi çetesinin bu defa da bizi aldatmaya yelteneceğini düşünemedik. Safdil davrandık. DPS/HÖH’e tek oy vermeyecektik. Onları gafil avlama şansımız vardı.Bulgaristan’da durumu o kadar gerginleştirdiler ki, Fransa ve Almanya Sofya Büyükelçileri “Avrupa Birliği üyeliğinizi dondurabiliriz!” dediler. “Reformcu Blok” - “Kendinize gelin!” çağrısı yaptı. Bulgaristan Vatandaşların Olmalı Partisinin Başkanı Miglena Kuneva, “bu gidişle saat 12’ye 1 dakika kaldı!” dedi. Söz konusu olan AB üyeliğimiz. Bizi AB’den atabilirler de.İyi ki, kükreyen sivil toplum örgütlerinin Sofya İsyanı gözümüzü açtı. İtaatsizlik yorulmak nedir bilmiyorlar. İkinci gün dünyada benzeri görülmemiş bir pasif protesto sergilediler. İş yerlerine, ofislere gitmiyorlar.Bilgisayarlarını almışlar işlerini parlamento dolayında ayakta yapıyorlar. “Ölüm var, geri adım atmak yok!” diyenlerin ordusu daha da kalabalık oluyor. Mafya-oligarşiyolsuzluk çetesinin planlarını suya düşürme şansı hala var! Ahmet’ in kafasına dikilen tabancadan ders alacağını, Lütfü’nün “Vızrojdentsi” mitinginde Türkçe konuştuğu için ödediği cezadan ders aldığını düşünmüştük. Tepegözlüklerini unutmuşuz. İnşallah bu önümüzde erken seçimlerde bunları hatırlatır ve yolun sonuna geldiklerini gösteririz.


142

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İnsan ve Sistem

Dr. Nedim Birinci-12.Temmuz.2013

Milletlerin ve toplumların kalkınıp yükselmesinde sistemler mi daha büyük rol oynar, yoksa sistemleri uygulayacak insanlar mı? Bu mesele üzerinde biraz durmak ve düşünmek faydasız değildir: En yeni ve asri silahlarla donatılmış bir ordu düşünelim. Böyle bir ordunun kumandanları, askerliğin gerektirdiği bilgiden ve vasıflardan yoksun iseler, bu ordu, sadece sahip bulunduğu o maddi silah gücü ile savaş kazanabilir mi? Bir toplumun milli menfaatlerini korumak ve onu her türlü tehlikelerden uzak tutmak için hazırlanmış bir kanun düşünelim. Böyle bir kanun, onu uygulayacak ellere sahip bulunmazsa; o kanun, kütüphane raflarında kalmış, tozlu bir kitaptan başka bir şey sayılabilir mi? En güzel ve milliyetçi bir müfredat programına uyularak hazırlanmış ders kitaplarının, milli ruh ve milli şuurdan yoksun bir öğretmenler ordusunun eline teslim edildiğini düşünelim. Alınacak sonuç ise, beklenilen dereceye yaklaşabilir mi? İkinci Dünya Savaşı’nın, maddi silah bakımından güçlü İtalyan ordusunu hatırlayalım. Komünizmi yasaklayan kanun maddelerinin, yakın yıllardaki devrede, en aşırı ve azgın hareketler karşısında dahi uygulanmadığı memleketimizi düşünelim. Ve, Fransızlık ruhunu baltalamayı birinci vazife saymış olan, İkinci Dünya Savaşı komünist Fransız öğretmenlerini aklımıza getirelim. Bunlar ve benzeri örnekler, bizi şu gerçeğe götürecektir: Bu gibi meselelerde asıl olan insandır. İnsan olmadıkça, sade en güzel fikirler ve sistemler değil, en güçlü silahlar da gereken faydayı sağlayamaz. Toplumların kalkınıp, yükselmesi konusunda da durum aynıdır. Yani bir toplumun maddi ve manevi alanlarda yükselmesi, milletin mutluluğa erişmesi meselesinde de, sistemlerden çok, onları uygulayacak insanlar mühimdir. En güzel içtimai-iktisadi bir fikri ve sistemi, vatana hizmet düşüncesi taşımayan insanların meydana getirdiği bir hükümetin eline teslim edin. Alınacak sonuç, alınması gerekenden çok az olacaktır. Buna karşılık, şöyle böyle bir sistemi, millete hizmet düşüncesiyle dolup taşan insanlardan meydana gelen bir heyete verin. Sonuç, muhakkak, çok daha iyi olacaktır. Çünkü her şey insana, insanın niyetine, hareketine bağlıdır. İnsan yetişmiş, iyi niyetli, vatansever ve milliyetçi olmadıkça; toplumuna hizmet aşkıyla


Makale ve Analizler - 2013

143

dolup taşmadıkça, onun eline teslim edilecek silah da, sistem de kısır ve yavan kalmaya mahkumdur. Sistem, elbette, mühimdir. Ama, sistemi uygulayacak insan çok daha mühimdir. İnsan ise, ancak, milliyetçi olduğu nispette insandır. Bu sebepten sistemi, fikri, kanunu uygulayacak olan milli insanları, heyetleri, hükümetleri bulmadan, herhangi bir sisteme bel bağlamak boştur. İnsanın en mükemmeli olan milli düşünenlerdir. İnsan ile sistem bir araya geldiği takdirde milletler ihtiyaçları olan şeyleri elde edebilirler. Nasıl insan, milliyetçiliği nispetinde insansa, fikir ve sistem de milliyetçilik görüş ve temeline dayandığı nispette fikir ve sistemdir.

Hepsinin Sütannesi “DS”

Rafet Ulutürk-12.Temmuz.2013

HÖH kurucu programında Bulgaristan Türklerin, Pomakların, Burada “hepsi” sözünden Bulgaristan’da 1990’dan buyana kurulan Türk liderli politik partilerini artık anlıyoruz. “DS”- Bulgar gizli servisidir. DC kapatılmıştır ama yerini “DANS” almış ve eski ajanlarla aynı işleri yapmaya devam ettirmektedirler. Ahmet Doğan, Kasım Dal, Osman Oktay, Nedim Gencev ve Güner Tahir’in sütanası aynı gizli servis “DS”dir. Bulgaristan Türk ve Müslümanları arasında öne çıkarılan bu kişilerin şu ya da bu sebeple HÖH’ten ayrılarak kurdukları partilerin hepsini “DS” kurdurmuştur. Bu kişilerin arasında hiçbir fark olmadığı gibi partilerinin arasında da herhangi bir fark yoktur. Seçmen bunu anlamış ve HÖH dışında hiçbir partiye meclise göndermemiştir. HÖH masalını bir daha okuyalım: 1990 Ocağında Varna’da İl Mahkemesi’nde (DPS) olarak tescil edildi. Kayıt evraklarına Ahmet Doğan “ebedi” yani değiştirilemez başkan olarak işlenmiştir. DPS-HÖH Program ve tüzüğü Sofya, “Simyonovo” Polis Akademisi’nde yazılmıştır. Başkan Ahmet Doğan ve kurucu arkadaşları tescil yapılırken mahkemede bulunmamıştır.


144

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Ödemeleri bile Polis Akademisi’nin görevlendirdiği bir sivil polis yapılmıştır. HÖH partisi Bulgar gizli polisi “DS” tarafından kuruldu. Partinin başına da Türkler arasında çalışan 1 numaralı ajan, en büyük hain getirildi. Ahmet Doğan’a HÖH Türkleri ve Müslümanları manipüle etmesi için hediye edilmiştir. HÖH Programı, uluslararası insan hakları ve Bulgaristan’ın dış platformda imzaladığı sözleşmelere uygun biçimde, özgürlüklerin tanınması açısından kaleme alınmış olup, Türklerin etnik eğitim, kültür ve ekonomik haklarının tanınması satır aralarında bile yoktur. İnanmıyormusunuz, yeni kukla Başkan tescil kararını çıkarsın ve yayınlasın! HÖH kurucu programında “Bulgaristan Türklerinin isimlerinin geri verilmesi ve dini özgürlüklerinin iadesi” isteği yoktur. Çünkü bu sorun 30 Aralık 1989’da çoğunluğu Pomak kardeşlerimizden oluşan direnişleriyle sonuçlandı. HÖH, 10 Ocak 1990’günü tescil edildi. Yani hakların tanınmasından tam 12 gün sonra. İsimlerimizin ve dini özgürlüklerimizin elde edilmesine HÖH’ün hiçbir katkısı olmamıştır. İnanmayanlar, 31 Aralık 1989’tarihli “Dırjaven Vestnik” (Resmi Gazete)ye bakabilirsiniz. HÖH partisi neden mi kuruldu: 1) 1984-1989 döneminde hapishane ve sürgünde baş eğmeyen Türkler ve Pomaklar ve ailelerinin aktif katılımıyla kurulan “Alians” gibi ulusal direniş örgütlerinin saf dışı edilmesi için; (Alians) 1989 Mayıs ayaklanmasını örgütleyen ve yöneten gizli Türk örgütüdür. Başkanı Mustafa Ömerdir. 2) (1972-1989) - çok ağır mücadele döneminde, Türkler, Pomaklar ve Bulgar arasında örgüt bazında kurulan direniş kardeşliğini bozmak ve yok etmek amacıyla; 3) “DS”, hapislerde, sürgünde ve dışarda beslediği güvenilir ajanlarını Türk, Pomak ve diğer Müslüman direnişçilerin aralarına sızdırıp başına geçirilerek, haklarımız ve adalet uğruna mukavemet hareketimizi, ezip, baltalamak ve yok etmek amacıyla; 4) 1984 öncesi ve sonrası sürgün edilen, yargılanmadan hapsedilen Türk aydınları, doğuştan önder halk kahramanlarını sindirmek, çile çektirip ezerek Türkiye’ye ve başka ülkelere göçe zorlamak amacıyla;


Makale ve Analizler - 2013

145

5) Türk, Pomak ve Romların azınlık haklarını, kültürel edinimlerini ve öz kimliklerini vermemek amacıyla; sonuçlandırmamak, kökten çözümlenmemesi amacıyla; 6) HÖH’ün eliyle, gücüyle, yalanlarıyla, oyunlarıyla, dolaplarıyla Bulgaristan Türk, Pomak ve diğer Müslümanların devlet erkinden, reel iktidardan, politik sistemden koparılması ve çaresiz bırakılması amacıyla; 7) HÖH, insanlarımızdan, tabanımızdan, problemlerimizden, çilelerimizden tamamen kopmuş bir hareket olarak, bizi vatanımızdan soğutmaya, koparmaya çalışmıştır. HÖH bir yalan dolan ve lider curcunasıdır. HÖH’ün eliyle, gücüyle, yalanlarıyla, oyunlarıyla, dolaplarıyla dondurmak, söndürmek, Türkleri yıldırmak, onlara çok zor günler yaşatmak amacıyla; Doğan ve onun HÖH kurucusu arkadaşları, sütanneleri olan “DS” nin bir sözünü iki etmemişlerdir, edememişlerdir. Güner, Oktay ve Dal HÖH yönetiminden “DS” emriyle ayrılmışlardır. “DS” HÖH’ün itibar ve nüfus kaybettiğini gördüğünde yeni bir “ajan partisi” kurma denenmiş ama insanımızı bu oyuna getirememiştir. Son 23 yılda “DS” Bulgaristan Türk ve Müslümanlarına bu ajanların eliyle büyük bir oyun oynamayı başarmışlardır. Ancak kişisel çıkar, mevki, para, daire, çocuklarını devlet parasıyla dışarda okutma, yatlarda tatil yapma, gözden kulaktan uzak okyanus adalarında dinlenme ve başka hesaplar peşinde olan insanlardan ne hayır gelir ki. Buna yüzlerce örnek verilebilir. A. Doğan oğlu Erol’u Atina’da; Ünal Lütfü oğlunu Amerika’da devlet bursuyla okutmuşlardır. Bu sıralama bitmez. Bu kazanımlar ajanlıklarına mükâfattır. Ajan “Sava”ya özel ödüller: 1) Kurulmayan “Burgas Aleksandropolis petrol boru hattı” için Rus mafyasından 1 milyon 250 bin Avroluk “Zırhlı Jeep”; 2) 10 yıldan beri yılda 3 milyon Avro koruma maaşı; 3) Hiç ayak basmadığım “Ştırkelovo Gnezdo” (Leylek Yuvası) HES için nereden geldiği belirsiz 1 milyon 200 bin Avro aldım. (Biliyorsunuz bu konuda mahkemeye düştü. 4) Şeritli “Stara Planina” (Koca Balkan) nişanı; “Ardında para olmadığı için almadı.” 5) Şimdi İtalya mafyasının şefi Al Capone’den özel bir ödül bekliyor. Bulgar mafyasını yani “devlet içinde devlet” kurdu için.


146

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

6) “KGB”den şimdi adı değişmiş “FBS”den Bulgaristan’da tüm işleri karıştıran derin devleti kurduğu için yeni bir ödül bekliyorum: “Zırhlı uçak”. Karadan denize gitmeye korkuyormuş. Soru: Neden hep ajan “Sava” ödüllendirildi. Yanıt: Bunu Kasım Dal, Güner Tahir ve Osman Oktay’ın kendilerine sorun lütfen. Bazı ödüllendirmeler şeffaf ortamda yapılmaz yani gizlice olabilir. “Altıncı Şube” kitabındaki resimlerde Oktay Osman da vardı. Sonuç: Bu baş ajanların hepsinin sütanası olan “DS” artık çöktü. Yeni sütanası “DANS” bazılarına meme verdi, kimilerini tekmeledi. Önemli olan yeni generaller ajan “Sava” ile Saray avlusundaki ıhlamurlar altında Wisky içmeye devam ediyorlar ama artık pek rahat değiller. HÖH kendi mezarını, Ahmet Doğan eliyle kendisi kazmıştır. Bulgaristan Türkleri yeniden örgütlenmek ve öz partileri kurmak zorundadırlar. Bunların 2013’te tüm planları altüst oldu, herşey ters gitmeye başladı. Halkımız süt Anası kanunu çıkarılmasını istiyor.

Yumurta Yağmuru

Dr. Nedim Birinci-12.Temmuz.2013

İşe özel korumalı araçlarla getirilen milletvekillerinin yolunu kesen bilinen Bulgar yazarlarından beşi: Yasen Atanasov, İvan Dimitrov, Milena Fuçecieva, Dimitar Kenarov ve Aleksandır Krıstev tutuklandı. Polis bileklerine kelepçe takarken parlamento kapısına bin yumurta yağdı. Yazarlar ifadelerinde: “Devlet ile mafya arasındaki sıcak temas ve etkileşimin kesin koparılmasını; mafyanın Bulgaristan’ı ekonomik ve politik olarak çökerttiğini; Mafya ve oligarşi tarafından kurulan Oreşarski hükümetinin istifa etmesini, istediler.” Parlamento karşısındaki atlı heykele şu slogan asılı: “Hükümet defolana kadar buradayız!” 2013’te Bulgaristan toplumu nihayet uyandı ve Bulgaristan gerçek demokratik bir topluma er ya da geç ulaşacaktır. Ne var ki, bu yol halen çok


Makale ve Analizler - 2013

147

uzun görünüyor.Vatanımızın yönetim yapısında çok esaslı, köklü reformlara ihtiyaç var. Totaliter düzenin tüm devlete çöreklenmiş kalıntılarının temizlenmesi kaçınılmaz oldu. Şu durumda, yani 12 Mayıs seçimlerinden sonra, politik ortamda meydana gelen ve halen devam eden PAT durumunda, Başbakan Oreşarski’ye hükümeti kurma ödevi verenler, mafya-oligarşi yapılanması olduğugörüldü. Görevlendirenler, mafyanın Bulgar devletini boğmasına Avrupa Birliği’nin seyirci kalmaya devam edeceğini düşünmüş olabilirler. Fakat “derin devlet” Bulgar halkının bu kadar kararlı bir şekilde sokaklara döküleceğini, meydanları dolduracağını ve artık 28 gün ayakta kalacağını öngöremedi. Ahmet Doğan ve tüm Bulgar mafyası, Paşalar, TİM’ciler, “küstahlar”, “güreşçiler” ve bilinen ve bilinmeyen kalın enseliler, onların politik iktidarı bütünüyle ele geçirme yeltenişinin durdurulabileceğini, tezgâhladıkları sinsi oyunların kamuoyuna ve dünyaya duyurulacağını, bütün Avrupa’yı ayağa kaldırabileceklerini asla düşünemediler.Ülkemizde bitmeyen bir sosyal kovalamaca başladı. Savaş cephesinin bir tarafında orta tabakayı örgütleyen sivil toplum örgütleri, gençler, aydınlar.Öteki yanda komünizm hurdaları, mafya, olıgarşi, ajanlar, müzevirler, zorlayıcılar... İşte bu sabah bir genç daha “Vitoşa” caddesinde Yüksek Mahkeme merdivenlerinde üzerine benzin döküp kendini yaktı. Yılbaşından beri 130 direnişçi intihar etti. Orta tabaka ekonomik ve kültürel yoksullaşmayı durdurup, sefilliğe stop deyip, ulusal nimetlerden daha fazla pay almak, politik yönetime katılmak, adaletli bir sivil toplum düzeni kurmak istiyor. Hükümetin mafyanın ve zenginlerin iktidarı olduğunu görüyor ve ülkemizin daha fazla talan edilmesinin yollarını kesmeye çalışıyor. Azınlık toplulukları bu haklı direnişin yanındadır.Bu işin içinde bizim için en kötü olan şudur: Kendilerine oy verdiğimiz DPS/HÖH – Doğan-Mestan grubunun bu mafya-oligarşi grubuna bulaşmış, onlarla sarmaş dolaş, iç içe olmuş, kimliksiz durumlarıdır. Yani oylarımızla ayakta duran bu “HÖH’lü oyuncular” mafya işlerine karışarak ellerini kirli işlere bulaştırmıştır. Ard arda mahkeme kararları çıkıyor. Dostlarına nar seriliyor. Bu işin içinde bizim için en iyi olan da şu olabilir: Sofya’da ve ülkede isyan edenler DPS/HÖH mafyası ile Bulgaristan Türk halkını ve tüm Müslümanları kendilerinden bildiler. Mafyaya karşı direnenler halkımıza, kardeşliğimize sevgi ve saygı göstermektedir. 28 günden beri bize karşı yükseltilen şiar, slogan, pankart olmadı, konuşma yapılmadı, yazılmadı, çizilmedi. İstenen “İstifa!” Oreşarski hükümetinin tasını tarağını toplayıp gitmesi ve aynı zamanda, Ahmet Doğan ve Lütfü Mestan gibi mafya bozuntularının


148

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

da politikadan ebediyen def olup gitmelerini amaçlıyor ve ödünsüz devam ediyor. Bu direnişlerin ardında güç toplamaya başlayan orta katman, orta halli, kentli, işi gücü olan, aydınlarla sanatçılarla yaratıcılarla kenetlenmiş büyümekte olan bir kitle var. Bu kitle hızla büyüyor ve büyümek zorundadır. Karşımızda teknolojik olarak güçlenmiş bir orta sınıf demokratik cephe oluşturmuş durumda. Adına ister “sivil toplum örgütleri cephesi” diyelim, ister “orta kesim cephesi” diyelim, değişmeyen gerçek şudur: azgın tekelci -mafya sermayesine karşı bilinçlenen ve politik sorumluluklarını yerine getirmeye çalışan bir örgütlenme oluştu ve dimdik ayakta duruyor.Belki, 5 partinin ortak bildiri yayınlamasıyla yeni oluşum aşamasına giren “Reformcu Cephe” bu arabayı çekemeyebilir. Bizdeki orta tabakanın şu başkaldırısı, geleneksel Bulgar toplumunun özgürlükçü ve çoğulcu söyleminden bağımsız, siyasi partilerin geleneksel örgütlenme biçimlerinden kopmuş, klasik örgütlenmeyle hareket ettirilemez bir direniş biçimi gösteriyor. Bu politik kitle oluşumu çoğulcu temsil sistemiyle meclisin ana gücünü oluşturma şansını hala muhafaza etmektedir.Şimdiki direnişlerin dış ülkelerde de enternasyonal taraftar araması doğaldır. Bulgaristan içi sivil toplum başkaldırısı, bu durumla yakın uzak değil, dolaysız ilintili olan Türkiye’deki tüm göçmen ve seçmen soydaş kitlesini hemen kucaklama yolları bulmalıdır. Türkiye’de bilinçli ve demokrasi özlemli çok büyük bir oy potansiyeline sahibiz.Bu açıdan soydaş derneklere çok büyük ödevler düşmektedir. Sivil toplum örgütleri eylemlerine katılanların yasalarımıza göre, “protesto etme hakkı”, “mafya şeflerinin devletin en önemli kurumlarına atanmasına karşı koyma hakkı”, “şiddet dışı gösteri”, “yürüyüş yapma özgürlüğü”, “Sivil itaatsizlik”, “pasif direniş” tamamen yasal haklardır. Bu konuda yapılan tüm propaganda etkinlikleri desteklenmelidir.Bununla birlikte “meclis etrafında kahve içme”, “oturma eylemi”, “yürüme eylemleri”, protesto yürüyüşleri ile mitinglerin hepsi halk kitlelerinin can alıcı sorunlara ilgisini çekmek ve hukuksal değişiklik yapmak amacıyla yapılan çalışmalardır. Örneğin, bugün Seçim Yasasında değişikler yapılması ve soyguncu ve talancıların, kanun kaçaklarının meclise dolmasının önlenmesi için direniş veriliyor. Bu eylemler adaletsizlik karşıtı, şiddet karşıtı, eşitlikçi ve demokratiktir. Bu anlamda direnişlerin şiddet içermemesi, bir prensip değil şartların getirdiği bir yöntemdir ve şimdilik iyi sonuçlar vermektedir. Parlamento kapısında aynı anda bin yumurta patlatmak da, bu direnişin özgün bir biçimidir.


Makale ve Analizler - 2013

149

Direniş okuluna kayıt oldun mu?

Rafet Ulutürk-13.Temmuz.2013

Arzuladığım dünya: Arzuladığımız dünyayı nerede arıyoruz: Çöplükte? Tarihte? Direniş Meydanlarında? Seçim Sandığında? Yoksa loto toto fişinde mi? Biz yani günümüzü bilgi tabanlı bir toplumlarında aramak zorundayız. Arzuladığımız geleceğin yaratılmasında başı çekecek olan eğitim olacaktır. Evde, okulda, hayatta eğitim. Yakın geçmişe kadar birçoğumuz için arzuladığımız dünya Türkiye ile Bulgaristan arasında vize olmayan bir dünyaydı. İşte bu oldu. Sonra Bulgaristan ile Batı ülkeleri arasında sınırsız bir âlem özledik o da oldu. Kanada’ya yerleştik. Sonra ayrılık yazgıdır ama hasret olmasın, dedik, Skype ile gece gündüz burun burunayız. Bir de yoksulluğun, şiddetin, ayrımcılığın ve hastalıkların olmadığı bir dünya anlamına geliyor arzuladığımız dünya. Kuşkusuz, terör ve baskı da olmasın. Totalitarizm de... Bu geleceği inşa etmek için hep birlikte hareket edelim. Bulgar, Türk, Pomak, Romlar el ele, omuz omuza direnişlerde slogan atıp şarkılar söyleyelim. 23 yıldan beri eğitimde ileri tek adım atamadık. Hedeflerimize ulaşabilmemiz için, ana dilinde kreşler, okullarda zorunlu, ana dil eğitimi; başarılı olmamız için yapmamız gereken birçok iş var. Önce Anayasa değişikliği yapılacak, ardından yasal düzenlemeler gelecek, ardından da başarılı uygulama, ders kitapları hazırlıkları, ek kitaplar, ana dilimizde haftalık ve günlük yayınlar, radyo programları ve TV yayınları... Bunlar büyük ödevimizin bir başlangıcı olacaktır.Bulgar çocuklara ana dillerinde eğitim ne zamandan? Tarihimize bir bakalım. Bulgar çocuklara ana dillerinde eğitim veren okullar ne zaman açıldı? 19.yy. Osmanlı zamanında. Türklerle kardeş gibi yaşandığı dönemde: “uyanış çağı” ve “uyanış öncesinde”. Bulgar ailelerinin bize çok sık “komşu” dediği zamanlarda. Yıl 1943. Aylardan Mayıs. Ortodoks Kilisesi ile birlikte Bulgar halkı yakmak üzere Almanya’ya gönderilmek istenen Yahudileri kurtardı. Yazarlar, hukukçular, avukatlar, muhalefete mensup milletvekilleri, genel bir çağrı çıkartarak, Yahudileri korumak amacıyla, evlerin ve kiliselerin kapılarını açtılar. Sofya Metropoliti Stefan Kral Boris’e mektup gönderdi. “Kıyıma uğramak istemiyorsanız, kıyım yapmayın!” “Sen nasıl yargıda bulunursan sana da aynı yargı verilecektir; senin aldığın önlemler sana karşı da alınacaktır! Unutma Boris, Tanrı senin yaptıklarını gökyüzünden izliyor! Tek bir Yahudi bile kamplara gönderi-


150

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

lemez!” Bu olay, Bulgar din adamlarının ve halkın içinde o zaman merhamet ve insanlık duygusunun dile geldiğine işaret ediyor. Yıl 1913. Balkanlar yanıyor. Mesta ırmağı boyunda Pomakların evleri camiler yıkılıyor, adları ve dinleri değiştiriliyor, mezar taşları kırılıyor, çıkarılıyor, hayvanlar telef ediliyor, yerliler topraklarından kovuluyor. Politik düzey temas kuruluyor. Ulusun problemleri tartışılıyor. Mustafa Kemal Atatürk arabulucu. Pomaklar, Radoslavov hükümetini destekliyor, yaralar sarılıyor, acılar diniyor. Bulgarlar insanların farklı olabileceği bilincine varıyor. Biliyorum, siz bu satırları okuyanlar, ama “bize karşı hiç böyle davranmadılar!” deyip hemen isyan ettiniz. Barbarlık görenlerimiz çok kalabalık. Her birinizi başka farklı bir şeylere ikna etmek zaten çok zor veya olanaksız. İnsan önce işittiğine, gördüğüne inanır. Tamamen haklısınız. Ne ki, eğer tarih bir çuval samana karışık buğday tanesi ise, çöpü taneden, iyi kötüden ayırmak, ibret dersi çıkarmak zorundayız. İleri gidebilmek için buna mecburuz. 1989’da bize karşı tankları üzerimize sürdüler. Nasıl olur da, 15. Yüzyılda Osmanlı idaresinin, İspanya’da yakılıp yok edilmekten kurtarıp bugünkü Bulgaristan’a Bulgar’a Türk’e komşu ev bark sahibi ederek, eşit vatandaş ettiği Yahudilere 1943’te sahip çıkan Bulgarlar, 1989’da bize karşı tankları üzerimize sürdüler? Olacak iş mi? Yine onlardan pek çokları, 20. yy. sonlarında evimizden yurdumuzdan kovulmamıza seyirci kaldılar! Yahudiler yakmaya götürülürken Çar Boris’e boyun eğmeyenler 46 yıl sonra, yani 1989’un Ağustos ayında bize “Kapı açık gidin!” dediler. 1943 ile 1989 iyi incelenmeli. Bu iki tarihi yani 1943 ile 1989’u incelerken, politikacılara el uzatma konusuna 1913 örneğiyle bakmamız gerekiyor görüşündeyim. 1989’da Bulgaristan’da otoriter sosyalist sistem, diktatör Todor Jivkov ve yönetim, yürütme ve yargıyı elinde toplamış bir totaliter rejim vardı. Komünist partisi, sosyalist devlet, sosyalist polis, hukuk, adalet bir şey kalmamış, her şey totaliter mafyanın elinde toplanmıştı. O yıllarda başımıza gelenleri, “Belen”e kampını, hapishaneleri, sürgünleri biliyorsunuz. Bulgar halkı Türklerin ve Pomakların başına gelenlere, çilemize, çekilerimize, baskılara ayaklanmadı. Susarak baktı. Bulgar asker ve polislerin eliyle uygulanan terör, yargısız infaz, savcı ve yargı izni olmadan evlerin basılması, gerekçesiz tutuklama, polis mahzenlerinde sebepsiz dayak, ihtiralar, yargılanmadan sürgün etme, cezaevlerinde çürütme, sindirme, ezme, deli etme anlamındaydı. Bizler terörist rejimine karşı ayaklanmıştık Bir köyden bir köye gidilemiyor, hasta doktora götürülemiyor, matem törenleri bir eziyetti. Evet! Fakat biz Bulgar halkına karşı değil, Bulgar to-


Makale ve Analizler - 2013

151

taliter baskı ve terör rejimine karşı ayaklanmıştık. Batı kamuoyu, radyoları, Türkiye bize arka çıktı. Bulgar demokratları, aydınlar, yazarlar ressamlar birlik olup bizden yana büyük eylemler düzenlemeseler de ruhen bizimleydiler ve 1990’da gerçekler görüldü. Kuşkusuz bu iki gerçek, Yahudiler kurtarılması ve Türklerin kovulması hepimizi çok düşündürdü ve düşündürüyor. Öç alan nankörlerden olmadığımız ve kimseyi tahrik etmediğimizden olacak, birlik olma ruhumuz hala yaşıyor. 1990’da demokrasiye ebelik edemeyen Bulgaristan acılarını biz de çekiyoruz. Totalitarizm Bulgar halkını çok ezdi, toparlanması güç oluyor ama devam ediyor, sokak ve meydanlarda yaşıyor. Demokrasi Nöbetleri: Bugün Sofya ve Bulgaristan Oreşarski’nin oligarşi hükümetine, mafyanın bütün devleti ele geçirip totalitarizmi, terörü geri çevirmesine karşı ayakta nöbet veriyor. Parlamento önündeki sarı kaldırımda uyuyorlar, kahvelerini orada içiyor, yemeklerini orada yiyor, gerektiğinde oracıkta kendilerini yakıp ebediyete uçmayı bekliyorlar. O vatandaşlarımız ki, sayıları her gün artıyor, mertliği, cesareti ve dayanıklılığı pekiştirirken, bir de korku içinde yaşıyor. Yeniden aforoz edilme, bir daha ezilme, sonsuza dek ezik, kimliksiz, tarihi olmayan insan olarak kalma korkusudur bu. Savaşan ve korkan insanların yanında olmak, onları desteklemek, hatta “Nasılsınız!” diye sormak, hepimizin boynumuzun borcu, kutsal ve emsalsiz bir duygudur.Ezilmeyen eğitilemez, demişJohann Wolfgang von Goethe. Ve işte onlar kolektif bir direniş eylemindedirler. Yanarak eziliyorlar! Bu eylemi tek başına yapmıyorlar, totaliter rejim kalıntılarını ve devlet içindeki kanserleşmiş tümör oluşumlarını temizlemek için seferber olmuşlar diyalog ve seçim istiyorlar. Onların itaatsizliği sadece karşı koymak anlamında değil. Direnenler toplumsal dönüşümlerin, yenilenmemizin öncüsüdür. Bir düşünür demiş ki “savaşları sevmiyorum çünkü kahramanlar ölüyorlar” Başka bir değişle, yurttaşlarımızın başkaldırısı, geleceğin Bulgaristan’ın bir projesidir. Bu, bir savaşın içinde dayanışmadır, bütün azınlıklarla da beraber olmayı zorunlu kılar ve geliştirir. Bu hedef, belli olan emsalsiz bir direniş olup, azınlıklarımızın hedefleriyle çakışma halindedir. Çocuklar gösteri meydanlarında: Şimdiki başkaldırı şiddetsiz bir eylemdir. Hedefi karşısındaki güçleri askeri olarak bozguna uğratmak değil, yasalar çerçevesinde eyleme zorlamak ve onların politik inanç ve tasarımlarını değiştirmektir. Bugün onlar hükümetin istifa etmesinin ve yeni seçim yapılmasının gerekli olduğuna inanıyorlar. Kullanılan yöntemler büyük önem taşıyor. Ölüm orucuna yatanlar


152

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

varEdvin Sugarev ortak hedef uğruna ölüm orucuna yattı. Anneler gösterilere çocuklarıyla geliyorlar. Vardiyalı çalışan geçler birbirini değiştiriyor. Yumurta fırlatmak gibi eylemler sembolik bir boyutta gerçekleştirilirken, her olaya mizahi bir anlam kazandırılırken, her şey açık açık yapılıyor. 30. gününde devam eden direniş şeffaf bir eylemdir. Hiçbir şey gizlenmeden, açık açık yapılıyor ve hatta her sabah kaç fincan kahve içildiği bile sayılıyor. Ortak tarihimizi aynı şeffaflıkla bir daha gözden geçirip değerlendirmemiz gerekiyor.Kitlesel başkaldırı, nihai bir eylemdir. Hükümetin, yüksek görevlere bacanak, baldız, yeğen, mafya temsilcilerini ve bilinen hırsızları atamasına tepki olarak, emirlerin “derin devletten” geldiği anlaşılınca başlamıştır.Bu direniş bir okuldur. Yarın işler çok daha kolay olacak. Yurttaş itaatsizliği yurttaşları, toplumu parçalamaya yönelik bir teşebbüs değildir. Toplumu başka türlü inşa etme iradesidir. Yurttaşın itaatsizliği bir hak talebidir. Toplumu yenilik üzerinde düşünmeye zorlar. Demokrat değerleri daha ilk gününde hiçe sayan bir rejime karşı aydınları direnişe davettir. Bu direniş bir okuldur. Yarın işler çok daha kolay olacak. Konfüçyüs demiş ki: “Bir devlet aklın ilkeleriyle yönetiliyorsa, yoksullukla sefalet ve cahillik utanç vericidir; yok, bir devlet aklın ilkeleriyle yönetilmiyorsa, varlıkla onur ve okumuş olmak da utanç vericidir.”

Aile Mefhumu Ne Âlemde?

Alptekin CEVHERLİ-13.Temmuz.2013

Millî Park polisleri, adamın birini, nesli tükenmekte olduğu için koruma altına alınan bir Boz Kartal’ı kesmiş, pişirip yerken görmüş ve derhal tutuklamışlar... Mahkemede adamın avukatları müthiş bir savunma yapmışlar: “Bu adam, ormanda yolunu kaybetmişti. Günlerdir aç olduğu için ya kartalı öldürecekti, ya kendisi ölecekti” diye söylemişler... Yargıç, ikna olmuş ve bu savunmayı kabul edebileceğini söylemiş. Ancak kararını açıklamadan önce, sanığa dönmüş: “Son bir şey sormak istiyorum” demiş, “Ben de av meraklısıyım da. Bu Boz Kartalın tadı nasıl bir şeydi, ben de merak ettim?”


Makale ve Analizler - 2013

153

Sanık cevap vermiş: “Valla efendim!” demiş adam, “Tam olarak bir tanesinden ben de pek bir şey anlamadım. Ama, Kelaynak ile geçen sene nesli tükenen Mavi Gagalı Puhu Kuşu tadının arasında bir şeydi..!” *** Öyle bir çağda yaşıyoruz ki, bazı şeylerin nesli hızla tükeniyor. Nesli tükenen şeyler sadece çeşitli hayvan ve bitki türleri değil elbette... İnsanî pek çok değerlerimiz de hızla tükeniyor... Hatta öyle ki, aslında çok normal olan bir davranışla karşılaştığımızda “vay be adama bak, ne kadar dürüst veya beş kuruşa bile dokunmamış” gibi övgü cümleleriyle bahsediyoruz. Namus tamlığı, şeref, onur, vatan sevgisi, hakiki iman gibi insanı insan yapan değerlerden bahsederken sanki antik çağlarda yaşamış insanlardan bahseder gibi davranıyoruz çoğumuz. Bir kısmımız da işi iyice pişkinliğe vurup toplumsal baskının zaten bir anlam ifade etmeği günümüzde, iyice ipini koparıp fütursuzca hayasızlıktan bahsedebiliyor... Televizyonlarda özel hayat veya mahremiyet hakkında her türlü ayrıntılar toplumla paylaşılıp, gayri meşru yaşamlar normalleştirilmiş oluyor. Toplum ‘görünüşte’ dindarlaşırken, aslında özden kopuk olarak protestan bir İslâm anlayışına doğru hızla kayıyor. Kapitalist mantığın temelini oluşturan protestan ahlâkında “Çok para kazan, güzel yaşa, pazar günü kiliseye git ve bağış yap” anlayışı nasıl ki temel dürtüyü oluşturuyorsa, bunun İslâm versiyonu da farkında olmadan hızlı bir şekilde toplumumuza sirayet ediyor. Vatandaşlarımız, özellikle gençlerimiz ‘insan tanıma’ konusundan ‘bihaber’ şekilde gözü kapalı olarak kendilerine eş ararken, temel değerler yargısı kurallarından ve insanî duyumlardan habersizce ‘lütfen kusura bakmayın’ sadece çiftleşmek amaçlı olarak eş arıyor. Çünkü aile kavramı, daha doğrusu ‘aile olmanın amacı’ tamamıyla ortadan kalkmış durumda. Her zaman bir kadınla bir erkek bir araya geldiğinde aile olmaz. Ailelerin de çeşitleri vardır. Eşlerin bir birinden habersiz olduğu aile mi dersin, hiç bir kuralın veya düsturun belli olmadığı aile mi dersin, kimin ne zaman gelip, kimin ne zaman gittiği belli olmayan aile mi dersin, töresel olarak bazı değerlerin yaşadığı ama ne için yaşandığı bilinmeyen aileler mi, dersin... Hepsi var! Ama aile ne için var, belli değil... Yalan mı?Nesli tükenen o kadar çok değerimiz var ki, hangisini sayalım?


154

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Aile demek özetle, bireyin kendi eşini bularak tamam olması ve kuracağı yuvadan yetişecek olan neslin, öncü ve örnek birer insan olarak milletine sahip çıkmasıdır.Çünkü toplum aileden başlar. Aile temelleri sağlam atılmış yuvalarda yetişen, şahsiyet sahibi çocuklardan oluşan milletler, ancak geleceği kurarlar. Böylesi sultanî ailelerden oluşan milletler ancak asırlar sonrasına bile ışık saçacak bir medeniyetin timsali olabilirler...

Şairlerimizden Şiirler

Sevilcan YÜCE-13.Temmuz.2013

Balkanlarda şiir ve düzyazıyla uyanışın başını çeken ve bu alanda en ileri gidebilen 1960 ve 70’li yıllar Bulgaristan Türkleri edebiyatıdır. Edebiyatımızı öldüren Hak ve Özgürlük yılları olarak tarihe geçecek olan 1990-2014 yıllarını aşma ve edebiyat bayrağımızı yeniden yükseklerde dalgalandırma zamanımız geldi. Ölen edebiyat yoktur. Dede Korkut masallarımızdan 1000 yıl öncesinde nenelerin torunlarına anlattığı masal, hikâye, öyküler, okunan dörtlükler bile hem yazılı hem de sözlü belleğimizde yaşıyor ve yaşayacaktır. Başkan ülkeleri masalları, Başkan ozanları söylevleri Avrupa kıtasına ışık taşıyan mumlardır. Avrupa bizim ruhumuzla aydınlanmıştır. Bulgaristan şairlerinin eserlerini 3 aşamada ele alırız. Başlangıç, erginlik ve olgunluk çağının kendi özgün sesi, ruhu ve esintisi olduğu gibi halkımızın manevi dünyasında silinmez, sökülmez çok derin ve öz belirleyen izleri olduğunu yazarken gurur duyuyorum. Bulgaristan Türklerinin yaşayan şiirlerinden seçmeler:


Makale ve Analizler - 2013

155

Gençliğimin Ayak Sesleri

Şakir Arslantaş-13.Temmuz.2013

Türkiye’ye gelip yerleşeli artık yıllar oldu. Önce Ankara ardından İstanbul, yerimizi bulana kadar yıllar geçti. Ben Varna köylerinden gelenler bir ova insanıyım. Köyde “Ova insan, Balkan odun” yetişir, denirdi. Biz ovalılar bu bakıma sanki şanslıydık. İlk yerleştiğim Ankara tepelikti. Önce bir türlü alışamıyordum. Şimdi yerleştiğim İstanbul 7 tepeye kurulmuş ama kanımca daha faza deniz şehri, Boğazı ile dünya incisi, bir ana kent ola raksa var gücüyle atan bir kalbi andırıyor. İstanbul’da oturmam benim her gün ve hatta her an Geçmişimin Ayak Seselerini duymama engel olmuyor. Hatta bana, “sen sesimi unutma” diyor. Senin mayan bu sesle tutulmuş, imasında bulunuyor. “Mayanda bu ses var”, diye hatırlatmasını seyreltmiyor. Bütün hafızamı dolduran bu ses geçmişimin, öz Vatanımın, köyümün, denizin ve ovanın ortak uğultusu olmak dışında, bir de her defasında gönlümü hoş ediyor, ruhum ferahlıyor, sanki içimde yeni bir güneş doğuyor. Evimde, TV karşısına uzandığımda, Geçmişi unutursan onu tekrar yaşamaya mahkûm olursun, unutma! Şeklinde yankılanma kabarıyor ruhumda. İşittiğimi ima edeni görebilmek için hemen göz kapaklarımı açıyorum. Karşımda Hasan dedeyi, Tosun Ahmet’i, Yıldırım Hüseyin’i, Köse enişteyi veya hemşerilerimden başka birini görmek istiyorum, ama kimsecikleri göremiyorum. Son yıllarda bu ses benim ruhumun kendi sesi diye düşünmeye başladım. Bu benim geçmişimin ayak sesleridir. Bu deniz dalgalarının canlı cansız bir çalkanmayla denize akması ve kumları öperek geri çekilmelerini yankılayan bir ses değil. O, beni, kalbimden tırnağıma kadar heyecanlandıran bir ses. Elimdeki fotoğrafta çocuğumun resmine bakarken bile yankılansa, beni anında Vatanıma götüren bir ses. Rüyadan, hayal etmekten söz etmiyorum, sevgilimin göz ucuyla bakınca beni ateşe atması gibi bir şeyi anlatmak istiyorum. Düşüncelerimle hatıralarım birbirine örüldüğünde hafızama önce birbirinden sefil tek katlı Dobruca köy evleri diziliyor bir ucu sonsuz diğer uzu da uçsuz bucaksız bir ovanın içine, ova kimi defa bembeyaz kar kaplı, bazen kıştan ufalanmış kara tezeklerin içinden yeliş filizler fışkırıyor, sonra hepsi birden sararıyor, kılçık büyütürken renk değiştiriyor, ardından anızlarda konup kalkan karga sürüleri..


156

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Adına çarık denen ve gerçekte insanlığın en uzun çağlarından biri olan gön çarık devrinin lastik çarık devrine geçiş bizim oralara 50-60 yıl önce oldu. Tay durup yürümem sümüklü çocukların lastik çarık çağına rastlar. Hatırladığım üzere bu ayakkabıları tarım kooperatifleri hane başı dağıtıyordu. Pabuçların değişmesiyle kar kış yollarda ses değişti. Lastiğin ıslak yol sesi kulağa hoş geliyordu. Kayganlıkta düşüp yere serilenleri anımsamak istemesem de, bir defa Seher gelinin su dolu iki bakırla yola serilmesi, gözlerimin önündedir. 1980’lerde bizim köyde kara listeler hazırlanmazdan, jandarma ve ardından askerler tüfekleri harman yerinde şakırdatmaya başlamadan, bizim köyde de çarık devriminden başka birçok başka yenilikler oldu. Bu değişiklikleri ellerindeki bastonlarla dikkatle izleyen köyün yaşlıları, yemek sofrasının siniden masaya kalkmasını lanetlemeden kabullenirken, tahta kaşıkların yerine alüminyum çatalı ele aldı ve daha birçok şeyin değişmesine tepki göstermedi, çünkü bir şeyin asla değişmeyeceğine hepsi kesin inanıyorlardı. Diş görünüşte sakin ve sabırlı bir izlenim bırakan dedelerimiz, kutsal saydıkları ihtiyarlama hakkını kimsenin ellerinden alamayacağına ve köyün mezar yerini kimsenin değiştiremeyeceğine kesin inanıyorlardı. Onların duaları o mezarlıkta yatanların aziz ruhunaydı. Kabristanlığımız ta a Yıldırım Beyazıt zamanlarına dayanır ve her taşı kutsal ve azizdir. Zamanı birbirine bağlayan yıllar ve çağlar gibi mezar taşlarımızın dizisi de Türk soylarımızı kopmaz bir biçimde birbirine kenetlemiş yaşatıyor. Yarım milenyum değişmeyen bu doğal hakların en kutsal olanı yani yaşlanma hakkı, atalarımızın yerleştiği bir tepsiyi andıran ovanın düzlüğü ve sonsuzluğu kadar mutlak ve kesindi. Ne ki 20. yüzyılın ikinci yarısında 4 kez tekrarlayan göç, bu kanaatin köklerini yerinden oynattı. Edirne Savaşı’na Bulgar’dan yana katılanlar bile, bastonun lastik topuzuyla ayaklarının arasını gösterip “bizim son yuvamız şu kara topraktır!” sözlerini gururla söyleyenler, 80’lerde teklemeye başladı. Yarım asır boyunca sürekli boşalan köyümde tüten bacalar 350 iken, 150 kaldı. Okul yolunda ayağı kayıp düşen, ata binen, saklambaç oynarken ekin ambarına giren ve ekinlerin içine gömülen çocuk kalmadı. Bakraçlar çoktan yakıldı, ezilip yumulan bakırları kalaylamazdan önce köyümüze örs ve çekiş şarkıları dinleten kalaycılar kendilerini özletiyor. Bizim köye ilk traktörün gelmesini iyi hatırlıyorum. “Stalingrad”tan geldiği, İkinci Dünya Savaşı’nda zafer belirleyen “T-34” tanklarının imal edildiği bir fabrikada aynı çelikten yapıldığı, kooperatif ahırındaki 10 çift öküzün güz ekiminden önce sürdüğü çifti birkaç günde bitireceği, başka iş-


Makale ve Analizler - 2013

157

lerde de kullanılacağı uzun uzun anlatıldı. Bizim okula gelip traktörcü kursuna yazılmak isteyen gençlerin listesi bile yapıldı. Ben yazılmadım. Gövdesinden tekerleklerine varınca her yeri demir olan bu ucubenden korktuğumu hatırlıyorum. İçimi boğansa ekmek gibi kabarmış toprağın bu kadar ağır bir yük altında ezilirken tohumlara hayat veremeyeceğinden korkmamdı. Traktör, bir bahar yağmurundan sonra köy yolunda civcivlerine solucan arayan bir tavuğu ve 3 yavrusunu ezdiğinde, ona “hayvan” dediler. “İşi yarayan bir şey olsa bize mi gönderilirdi,” diye homurdananlar oldu ama giderek traktör gürültüsüne alıştık, sonra lastiklileri geldi ve kendilerini Dobruca toprağına ve köylüsüne sevdirdiler. Bizim köyde elinden iş gelmeyen sevilmezdi. Herkesin bir çapaya sap olması gerekirdi. Ben yer altı dünyası yüksek mühendisliği okumaya gittiğimde, ne okuduklarımı ne de yapacağım işi kimseye uzun zaman anlatılır bir şekilde anlatamadım. Babam bile, ben “Bulgar’ın kitabından anlamam”, oku ve “Diplomanı göreyim” derken, biriktirdiği parayı neye harcadığının bilincinde olmadığını itiraf etmiş oluyordu. Son yıllarda gelen haberlerde, köydeşlerim kara toprağımızın altında kaya gazı aranacağını, bulunduğunda suların zehirleneceğini, buğdayın altın sarısı rengini ve ekmeğinse tadını değiştireceğini işittiklerinde, “Bizim Şakir gelse de şu işi bize bir daha yeni baştan anlatsa” demişler. Kaya gazı falan istemeyiz diye imza toplamışlar. Ne kadar bilinçli hareket ettiklerini bir bilseler... Ben önceleri insanı bilinçlendiren kaldıracın ancık çeki, ezilmek, zor görmek, örneğin Vatanından kovulmak, Atalarının onuruna el kaldırılması olarak idrak ediyordum. Belki de köyde yetiştiğimden, hala bir sınırsız ova köylüsü ruhu taşıdığımdan olacak, bu arada daha sonraki iş hayatımda genelde birinci nesil kentli gençlerle birlikte çalışmamın da tesiri altında kalmış olabilirim, köylü halkı bilinçlendiren en büyük gücün toprağın kendisi, kokusu, nemi, tezekleri, karın kalınlığı, tohumlar, ekmeğin tadı, ortak çalışma, ortak çıkar ve emel uğrunda kenetlenme olduğunu fark edememiştim. Köyümüze bir fırtına gibi giren yeniliklerin köydeşlerimin bilinç süzgecinden geçmesi de onları en derin uykudan bile uyandırdı. Bazen uyku semesi gibi görünseler de, onlar hep uyanıktı. Onların uyanıklığından gelen çıngırak sesleriyle gurur duyuyorum. Dikkatinizi, aklımdan çıkmayan çok küçük ama beni çok etkilemiş olan bir özellik üzerine çekmek istiyorum. Bizim köyde bir gelinin bebesini doğal emzirmesinden söz edilirdi de, çocuğuna “meme verdi” denmezdi. Ahlakımız hem Türklük hem de İslam moral süzgecinden geçtiği için bilinç olarak billurlaşmış derecede kutsallaşmış gibi netti. Bu düzen yaşlılara


158

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

saygıda, kurban eti dağıtımında, iftar yemeği sıralamasında, fitre verilirken, imece düzenlerken v.s. uygun ve kesin kurallarla akıp gidiyordu. Kuşkusuz, siz şimdi bana bu kadar öyle böyle isiniz de nasıl oldu da Bulgaristan Türklüğünün köküne kibrit suyu döken imansız Medi yani “Dönek” Ahmet sizin köyünüzden çıktı? Ben bunu anlatabilmem için kitap yazsam azdır. Bilirsiniz Türkün dilinden sır dökülmez. Türk olan Türkün ruhu da sır küpüdür. Bunun böyle olduğunu şu örnekle açıklamak istiyorum. 16. 17. Ve 18. Yüzyıllarda İngiliz İmparatorluğu’nun Osmanlı İmparatorluğuna karşı yürüttüğü ve uğruna bilmem kaç milyon altın Sterlin para harcadığı iş - Osmanlıda kullanılan boyaların dayanıklılığı, asla bozulmaması ve eskimemesinin sırrını çözmek olmuştur. Bu işin sırrında Osmanlı tebaasının kalıcı boya yapımında, ebru sanatında kökboyalarına öt suyu karıştırmasında gizlidir. Bizim köy halkımız da kendini bilir, insanlarımız asildir, can verir sır vermez, ailesini yaşatma sırlarını iyi bilir, Türklüğünü yaşatma yollarının birlik ve beraberlik kurallarından, ahlak ve namustan geçtiğini, sır tutmaktan geçtiğini bilir. “Dönek” Ahmet’in ailesi bizim köyümüzün yerlisi değildir. Babası Varna şopanlarından olduğundan köydeşlerimin hürmetini kazanamamıştır. Üvey babası yerlimizdir ama Ahmet’i şopar babadan olduğu için kabullenememiştir. Ahmet küçük yaşta Bulgar istihbarat ağına düştüğü için çözülmüş ve kendini bir daha toparlayamamıştır. Birçok kişinin canını yaktığı bilinir. Şimdi yaptıklarının ağır acı içinde bunalım geçirdiğine, acı çektiğine inanıyorum. Gençliğimin Ayak Seselerinde Ahmet’in izleri de var tabii. Fakat ben onların artık silinmesi için çaba gösteriyorum. Yeni seçilen muhtarlığımızda “Dönek” Ahmet köy mezarlığına gömülemez, ölülerin ruhunu rahatsız edemez şeklinde bir karar hazırlıkları görüldüğünü öğendim. Bu konuda köydeşlerim aynı fikirdedir. Zararı bütün Bulgaristan Türklüğüne dokunan bir hainle aynı mezarlıkta olamayız diyorlar. Daha önce böyle bir durum yaşanmamıştı. Bu da yeni kuşağın ayak izi esintisi olacaktır.


Makale ve Analizler - 2013

159

Saray’da iftar sofrası açıldığını gördünüz mü?

Şakir Arslantaş-14.Temmuz.2013

Başarılı genç kalemlerimizden Nafiye Yılmaz’ın “Hayat Suyu”nu okuyunca etkilendim.Biz Bulgaristan’da sıfırlanmıştık. “Kör ve sağır” benzetmesi gerçekten çok başarılı olmuş. Şu fikrimde ısrarlıyım: Ahmet Doğan eliyle bizden çalınan en büyük nimet haklarımızı ve özgürlüklerimizi elde etme fırsatımızdır. “DS”ciler, DANS’cılar, faşistler, komünistler, doğancılar bize bu dünyada özgürlüğü tattırmadı, özgürlüğün insana sunulduğu yerin ölüm döşeği olduğunu kafamıza sokmaya çalıştılar. Belki bu yüzden, bizler, çeşitli masallar uydurarak, soyutlamada kendi dileklerimizi ve hayallerimizi sihirli aynalarda, uçan halılarda aklın ve düşüncenin sınırlarını aşarak gerçek özgürlüğün ne olduğunu anlamaya hala gayret ediyoruz. Acı gerçekler masal gibi anlatılınca sanki dertlerimizi avutuyoruz. Her şeyin başında her zaman önce adam olmakgeliyor. Çünkü insan olmak bugün de bir derttir, bir beladır, insanlığın boynuna geçirilmiş soyut bir zincirdir. İnsanlık ise, terk edilmiş eski yurt yeri gibi unutulmuş, sahipsiz kalmıştır ki, onu terk eden insan da ömür boyu kendi içinde gurbet hayatı yaşamaktadır. Çok acı bir gerçek değil mi! Şunu da ilave edelim: yeniyi, yenilenmeyi, “hayat suyundan” içmeyi öğrenmek bugün de zor mu çok zor... Şu mübarek Ramazan ayında Yaratana en yakın olduğumuz inancıyla “kimse kimseyi incitmediği, kimse kimsenin malına dokunmadığı, hırsızlık yapılmadığı, herkesin birbiriyle yardımlaşmada yarıştığı, dert ve felaket karşısında hiç kimsenin yalnız ve yardımsız bırakılmadığı, herkesin son lokmasına yanındakine vermeye hazır olduğu bir toplum ve dünya özlemiyle dua etmiyor muyuz?” Hak ve Özgürlüksüz olmak uzun yıllardır kanayan bir yaramızdır. Yetişmekte olan genç kuşağımıza özgürce okuma ve düşünme, karar alma, iletişime geçme, mutlu geleceği kurma haklarını sağlamak, hele bizim kuşağın çok önemli bir davasıdır. 23 yıldan beri eğitimin gerektirdiği becerilerin gelişmesine engel olan “ana dil” sorunumuzdan Ramazan sohbetlerinde hiç bahsedilmemesi, kısaca bu sorunumuzun göz ardı edilmesi büyük bir gaflettir.


160

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Hak ve Özgürlükçü yönetimin zamanını doldurmuş elit kadrosu Ramazan Tutmuyor, Yaradan’ı saymıyor,güç ve parayı, yalanı dolanı, dalkavukluğu herşeyin üstünde tutarak, idare etme hevesine sığınmışlar. “Lider” eskisi Ahmet Doğan’ın İftar Sofrasına buyur edildiğini görmedim, işitmedim. Olabilir ya, insanımız çok dikkatlidir, “liderin” rakı vakti iftar vaktine rastladığı için davet etmiyorlar, yanıtını verebilirsiniz. Fakat ben bunun böyle olmadığını, öteki dinlerden komşu ve misafirler bile, iftar ziyafetine, bayram sofrasına, kurban sofrasına, bayram kahvesine, baklavaya davet edilirken, bazı kişilerin asla davet edilmemesinin nedenlerini padişahın çingene karısıyla hikâyesinden öğrendim: Hikâye şöyledir: “Günlerden bir gün Padişah ava çıkarken yolda bir Romen güzeline rastlar ve ona âşık olur. Saray ahalisinin ve tüm Müslümanların itirazlarına bakmayarak, onunla evlenerek Romen kızını padişah karısı yapar. Hizmetçilerine her gün yemeğini bu hanımla yiyeceğini söyler ve ona göre hazırlık yapmalarını emreder. Hizmetçileri de emre uyarak her gün hazırladıkları sofrayı ikisine göre hazırlarlar. Sofrada kuş sütünün bile eksik olmadığı mükemmel sofra hazırlanmasına rağmen, Romene kadın çok fazla yemek yemez ve günden güne sararıp solmaya başlar. Padişah merak edip nedenini sorar. Kadın hiçbir cevap vermez ve yalnızca bir isteğini söyler. O da tek başına yemek fırsatının kendisine sağlanmasını rica eder. Padişah kadının bu isteğinden pek bir şey anlamasa da, ricasını yerine getirir. Kadın yemekleri kendi başına yemeye başlar ve gün geçtikçe kadın yeniden açılıp güzelleşir. Padişah bunun sırrını bir türlü çözemez. Padişah, bir gün kadın yemek yerken kapı deliğinden bakar ve görür ki, kadın kendisine getirilen yemekleri pay edip odanın dört köşesine koyuyor, sonra o dört köşeden yemekleri sanki çalıyormuş gibi kaparak yiyor. Bunu gördükten sonra, Padişah anlıyor ki, kadını Romenlik huyundan, şopar alışkanlıklarından koparamayacak, onu hemen boşayıp aldığı yere geri götürüyor.” Bulgaristan’da Müslümanların 23 yıl Liderliğini yapan Ahmet Doğan; Siz Ahmet Doğa’nın Saray’da iftar sofrası açtığını gördünüz mü? Davet edildiniz mi? Fitre verdiğini işittiniz mi? Bu adam bicim geleneklerimizi değiştirme örneği vermekle kalmadı, Hak ve Özgürlüklerimizi elde etme fırsatımızı da çaldı. Allah Korusun!


Makale ve Analizler - 2013

161

Masal gibi

Raziye ÇAKIR-14.Temmuz.2013

Günlerden cumartesi. Ramazan olduğu için Aksaray bahçeleri sakin ve gölgeler insanlarla dolu. Açık pencerenin karşısında koltuğa serilmiş Rafet Ulutürk’ün “Direniş okuluna kayıt oldunuz mu?” yazısını okudum ve “Kırcali.eu” aydınlatma programına bir daha katılmaya heveslendim. Size benzetmeli bir masal anlatmak istiyorum. Kuşkusuz, aranızdan, uzaktaki davul sesi “kulağa hoş gelir” diyenler olacak ama ben sizlere bir masal tadında bir şeyler anlatmak istiyorum. Hayat suyunu artık içelim! Bir varmış bir yokmuş vaktin birinde dedesinin peşinde çoban bir Ahmet oğlan varmış. Bir gün torununu karşısına alan dede: “kooperatifçilik başladı, koyunlarımızı alacaklar, sen gözlerinin alabildiği, dizlerinin dayandığı yere kadar git, kendine iş bul, zanaat öğren, geçimini sağla, dön ve bana da yardım et!” der. Ekmek torbası sırtında yola çıkan Ahmet az gider, uz gider ve o zaman o topraklarda yaşayan insanların kör ve sağır olduğunu anlar. Onların gözlerine şifa verecek bir Peygamberi sabırsızlıkla beklediğini görür. Ahmet, işten kamburu çıkmış, süklüm büklüm insanların Peygamberi ben olsam, ne zararı var, diye düşünür. Böyle düşününce dedesinin öğütleri, eski yaşantısı aklından çıkar ve git gide bir koruya varır. Yorgunluk ve bitkinlikten bir ağacın altına uzanır ve uyuyakalır. Sabahleyin sesler ve cıvıltılar arasında, ağaca konmuş üç karganın birbiriyle konuştuklarını işitir. Bu kargaların, kısaltılmış adları “DS”, “KGB” ve CIA”dir. Bulgar, Rus ve ABD gizli servislerini sembolize ederler. Onlardan birincisi: “Kardeşim, uyuyor musunuz?” der. İkinci karga: “Hayır, uyanığım.” Üçüncü karga: “Kardeşim, yeni bir haber var mı?” Birinci karga: “Oooh! Bizim bildiklerimizi insanlar da bilselerdi! Bulgar ülkesinin çobanı ölmüş! Yerini alacak biri olmadığından yarın, doğan uçuracaklar. Bu doğan kimin başına konarsa, o, çoban olacakmış!”


162

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İkinci karga: “Sence Bulgar’ın başına kim geçer?” Birinci karga: “Bulgar’a çoban bu ağacın altında yatan adam olacak. Ama başına koyun işkembesi koyup, şehre gitmesi koşuluyla. O zaman uçurulan doğan gelip başına konar. Romen olduğunu görenler önce kabul etmeyebilirler ve onu bir hücreye hapsedebilirler. Hücre penceresini açması gerekecek. O zaman doğan, pencereden girerek başına yine konar.” Üçüncü karga: “Pöf! Sağırlar ve körler ülkesinin çobanı mı?” İkinci karga: “Bu insanların sağırlığının ve körlüğünün nedeni ne?” Üçüncü karga: “Hayat suyu. Ama hayat suyunu insanlara verirlerse, gözleri kulakları açılır ve bundan böyle kimseye boyun eğmezler! Şu gördüklerini, bu ağaca astılar. Onlar halkın kulaklarını tedavi etmek istiyorlardı!” dedi ve gak gak diye ötüşerek uçtular. Ahmet gözünü açınca iki adamın ağaca asılı olduğunu gördü. Korkusundan yerinden sıçradı. Kaçmaya başladı. Yolu üzerinde sürüden geri kalmış bir oğlağı yakaladı. Başını kesip işkembesini çıkararak başına koydu ve yoluna devam etti. Büyük bir şehre ulaştı. Bir de baktı ki, gökyüzünde bir avcı doğan süzülüyor. Doğan dolana dolana onun başına kondu ve pençesiyle başını tuttu. İnsanlar hurra çektiler. Çoban bulmuşlardı. Eller üzerinde havaya kaldırdılar. Ayağındaki ökçesiz ayakkabıları çıkarıp kundura giydirdiler. Yırtık ve cepsiz donlarını pantolonla değiştirdiler. Cebine para, döviz, altın koydular. Ancak Romen olduğunu anlar anlamaz, onu hemen bir hücreye kapadılar ve kapısını kilitlediler. Ahmet kargaların dediğini yaptı. Pencereyi açtı. Doğan tekrar havalandı ve pencereden sokulup onun başına kondu. İnsanlar bu kez de sevinçten mitingler yaptı, çobanın ayaklarını yerden kestiler “Mercedes’e bindirdiler. Saraya götürdüler. İpek giysiler giydirdiler. Bizi iyi görsün diye gözlerine altın çerçeveli gözlük taktılar. Kel başına altın zümrüt taç koydular. Ahmet’in içi içine sığmıyordu. Şopar çocukları gibi şaşkın çevresine bakınırken, körler yanına geldi, hepsi yeri öpüyordu. Çoban bulunmuştu. Hepsi mutluydu. Artık onlar için bakacak ve dünyayı görecek olan vardı. Ahmet tebrik için gelenlere, sert sesle “Sen kimsin?” diye soruyordu. Onlardan biri “Bu ülkenin tüm sakinleri kör ve sağırdır” ben yakın bir ülkeden bir tüccarım. Kutlama törenini huzurunuzda kusursuz yerine getirmek için görevlendirildim.” dedi.


Makale ve Analizler - 2013

163

“Burası neresi?” “Buraya Bulgar diyarı derler.” “Gir benim ağızımdan halka söyle. Hele burada yaşayan Türk ve Pomaklara ki, benden hiçbir şey istemezlerse her zaman onları düşüneceğim, zaten hepsi kör ve sağır olduğundan okuma yazma da talep etmezlerse, huzurları garantim altındadır, okuma evi, tiyatro, gazete, radyo, televizyon programı, ana yurdu, çocuk yuvası, ana dilde okul, internet ve başka zıpırdı da istemezlerse gölgemde güvence altında yaşayacaklardır. Ben onların arasında hiçbir işe yaramayanların da babasıyım. Bir dediğimi iki etmezlerse hırsızları, sarhoşları, dinsizleri hepsini danışman yaparım. Herşey benim emrimde, hepiniz kölemsiniz!” “Baş üstüne.” Ahmet sözünü keserek: “Söyle gece gündüz işlerinin başında bulunsunlar. Fazla çocuk yapmak, gevezelik yasak. Boyun eğmeyenleri Tuna adalarına mısır kazmaya gönderin. Duydun mu? Yalnız 25 yıllık içerim. Yemeğimi hazırlasınlar!” Bir iki şişeden sonra yatağa girdi. Ertesi sabah öyleye doğru uyandı. Herkes ona dalkavukluk ediyordu. Soytarılar, hırsızlar, dolandırıcılar, kaçakçılar, mafya babaları, uyuşturucu babaları etrafını sardı. Onun, Tanrı’nın gölgesi ve yeryüzünün Tanrısı olduğunu anlatanlar belirdi. Sarhoşlayınca, önüne düşen başını tutuyor, herkes onun düşündüğünü sanıyordu. Giderek göbeği de katmerli şişti. Yorgan altına soktuğu kızlar kör ve sağır olduğundan, tutunacak bir şey bulamayınca, yataktan düşüyordu. Sinirlendi. Kibirlendi. Hiç kimse onu uyarmadı. Kendini bir şey zannedip, gurura kapıldı, adına büyüleyici özellik denen bir hastalığa yakalandı. Sonra adının karizma olduğu anlaşıldı ama ilaç bulamadılar. Körler karizmanın ne olduğunu bilmiyordu. Hiç kimse ona gözünün üstünde kaşın var diyemedi. Çobandı ama koyunlara bakmıyordu. İşi gücü kör ve sağır adamları uyutmak ve aldatmaktı. Ülkede hırsızlık öyle arttı ki, neredeyse sürüde koyun kalmadı. Koyunlara otlaklar kalmadığı için hepsi başka devletlere otlak aramaya gittiler. Bulgaristanda kalanları da vurdu kırdı çoğaldı. Sindirmeler, korkutmalar, işten uzaklaştırmalar, tutuklamalar arttı. Baş çoban olunca halkın gözünü öylesine yıldırdı ki, bu kör durum herkesin canına yetti. Halk iyice soyuldu. Ahmet doyumsuzdu. Git gide körlük hastalığı unu da sarstı. Saraya sağırlık da sıçradı. Ahmet’in de kulağı ağır işitmeye başladı ve artık iyice sağır oldu.


164

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

O işten güçten elimi çektim havası yaratırken, yanındaki saray soytarıları, yiyip yiyip doymayanlar, dalkavuk, hırsız ve soysuz, zevk ve sefa içinde yaşamaya devam ederken bütün, Bulgar diyarına hâkim olmaya gayret ettiler. Ahmet dedesinin ekmek parası kazanmak için zanaat öğrenmesi ve sonra ona da yardım etmesi için eve dönmesi vasiyetini tamamen unuttu. Aklında bir tek 3 karganın konuşması kalmıştı. Fakat bu kargalar o koruya döndüklerinde yine aynı ağacın altında yatan bir başka gence körlüğü ve sağırlığı tedavi eden hayat suyunun pınarını gösterelim mi diye düşündüler. Kargalar sesiz düşünür. Sonra, herkes, yaşama kazanmak için dökülen terin hayat suyu olduğunu kendisi anlamalı, insanları kör ve sağır edeninse dünya malına sahip olma hırsı olduğunu, kendisi öğrenmelidir, sonucuna vardılar. Hz. Muhammed (sav.), sonra da ne yazıkkı Peygamber olmak kimseye nasip değil. Bu masalın hepimize söylediği büyük bir gerçek var. Biz Ahmet Doğan’la aldandık. Şimdi, hayat suyunu hemen bulup içmeliyiz. Dünya işleri karga kararları ve çoban torunlarının eline bırakılınca körlük ve sağırlık devam edecektir. Hayat suyundan içe içe uyanalım. Masalımın sonu.

Serçe Bunu Yapabildiyse

Raziye ÇAKIR-15.Temmuz.2013

Bugün geçmişin aynasıdır. Hem de geçmişin ne kadar kadim olduğu hiç önemli değil. Bu defa sizler için bizim yaşadığımız günleri apaçık ve hilesiz bir benzetmeyle anlatan, Helen kültürü incilerinden, Serçe masalını seçtim. Tarih içinde yeniden ve yeniden anlatılırken kısacık kalmış olduğundan “ama şu dört satırı da masal diye yayınlamışlar” demeyin lütfen. “Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az!” mantığı ile yaklaşınız. “Serçe” sizde de çağrışımlar uyandıracaktır, eminim... İlk uğraşım olan “Kardelen” benzetmesinden bu defa “Serçe”ye geçerken, dikkatinize modern dünyayı çözerek anlamada yardımcı olabileceğini düşündüğüm bireyden özele ve özelden genele açılma yöntemini örnekleyebileceğime inanıyorum. Çözemediğimiz düğümleri ipucunu bulamadığımız bir yumak olarak ele alırsak, ucu yakaladığımızda gizemlerin çorap sö-


Makale ve Analizler - 2013

165

küğü gibi, hilelerin ve doğruların futadan dökülür gibi silkineceğine kesin inanıyor ve sizin de inanmanızı istiyorum. SERÇE Bir varmış bir yokmuş. Evvel zaman içinde bir serçe varmış. Küllükte eşinirken ayağına bir diken batmış. Uğraşmış, dikeni çıkaramamış. Varmış Ayşe ablanın kapısına çıkmış. – “Ayşe Abla şu dikenimi bir çıkarıver” demiş. Tutmuş Ayşe Abla dikeni çıkarmış. Serçe uçup gitmiş. Ayşe Abla da ocak yakıyormuş, dikeni mangala atmış. Serçe aklı ya, geri gelmiş. – “Ayşe Abla dikenimi ver” demiş. Ayşe Abla da: – “Ben dikeni mangala attım, yandı” demiş. – “Ya dikenimi ver, ya mangalı ver” diye tutturmuş. Ayşe Abla da baş edememiş. Mangalı serçeye vermiş. Serçe uça kona gide gide yorulmuş. Yol kenarında bir dede oturuyormuş, mangalı ona vermiş. – “Dede mangal sende dursun. Ben sonra alırım” deyip gitmiş. Dede de mangalı bir kenara koymuş, onların da bir sarı ineği varmış. Sarı inek ahırdan çıkınca mangalı ayağının altına almış, ezip kırmış. Serçe birkaç gün sonra geri gelmiş. – “Dede mangalı ver” demiş. Dede de: – “Senin mangalı sarı inek kırdı” demiş. Serçe: – “Ya mangalı mı ver, ya sarı ineği ver” diye tutturmuş. Dede sarı ineği serçeye vermiş, serçe sıçrayıp sarı ineğin boynuna konmuş, giderken bir yerde düğün olduğunu görmüş. Serçe varmış, düğün sahiplerinin kapısını çalmış. – “İneğim sizde dursun, ben sonra gelir alırım” demiş. Onlar da: – “Serçe nereden gelecek” demişler. İneği kesmişler. Yemekleri yapmışlar. Misafirler yemiş, serçe birkaç gün sonra gelmiş. – “İneğimi verin” demiş. Onlar da: – “Biz senin ineğini kestik, düğünümüzde kullandık” demişler. – “Ya ineği verin ya da gelini verin” demiş. Baş edememişler. Gelini serçeye vermişler. Gelini almış serçe. Giderlerken bir dağın başında çoban koyun güdüyormuş. Çobana:


166

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

– “Gelini sana vereyim. Kavalını bana ver” demiş. Tabii çoban da razı olmuş. Kavalı serçeye vermiş, gelini almış. Kavalı serçe almış. Oturmuş dağın başına: – “Dikeni verdim mangalı aldım, mangalı verdim ineği aldım, ineği verdim gelini aldım, gelini verdim kavalı aldım” diyerek kavalı öttürmüş. Birlikte düşünelim. Son hesapta serçenin elinde kalan bir “kaval”, yani “cık cık, cık cık.” Fakat eskiden de serçenin kavalı vardı! Yani onun eline geçen yeni bir şey olmadı. Büyük dalavere eşit daha büyük dalavere ve en sonunda elde kalan yalnız Sıfır. Öyle değil mi? Burada geçerli olan şu atasözümüzdür: “Etme iyiliği, bulursun kötülüğü.” Kötülük bulan, ne yazık ki Serçe değil, hep başkalarıdır. İyilik yapan Ayşe teyze mangalsız, mangal koruyan dede ineksiz v.s. kalırlar. Fakat masal gelinin bir kavala değiştirildiği an biter ve bize serçenin kendini dalavereciliğe kaptıran serçenin açgözlü ve hesapsız kitapsız hilekârlıklarla hareket ettiğinden bir gün bir yerde toslayacağına işaret eder. Şu da var, dalavere denizinde kendini unutan serçe, tosladığının farkında olmaz. Bu, örneğin (herkesin bildiği bir gerçek olduğu için yazıyorum) “Dönek” Ahmet’in Sofya, Stara Zagora, Pazarcık hapishanelerinden sonra Sofya “Vitoşa” cezaevine düşmesi gibi bir şeydir. Hayatta her şey dön dolaş aynı yere gelir. Aynı noktada biter. Topraktan gelen insanın hayatı toprağa kavuştuğunda biter. Çıplak gelen insanoğullunun beraberinde götürebileceği ancak bir kefendir, o da yakınlarının lütfüdür. Bu yüzden kimse hayatını hileyle, dolandırıcılığa, jurnalciliğe, ihanete, karalamaya adamasın. Bunlar boş işlerdir. Bu masal kimsenin kendi boyunu aşamadığına da bir örnektir. Bir başka açıdan bakıldığında, insan kara toprağa sarılmadan önce, kendi içine sığınmak ve özünü kendini vicdan aynasında görmek zorundadır. Korkutma, bıktırma ve sindirme anlamında olan serçenin ısrarı, birbirini izleyen bu kadar çok yalan dolan ve ayak diremeden sonra eline geçenin de bir hiç olması, hepimize ahlak ayarı olmalıdır. Genel değerlendirme içinde onun kendine özgün “cık cık’laması” dünyada eşi olmayan bir güzelliktir. Ele geçirdiği kaval onun özünü yansıtan o “cık cık, cık’lamaları” ancak ve yalnız bir benzerlik tonunda yansıtma aletidir. Öz değil araçtır, bir çalgı aletidir. Ve en iyi kaval bile en yoluk serçe olamaz, o biçimin öz olamayacağı kadar ortadadır.


Makale ve Analizler - 2013

167

Olaya bizim son yıllarda yaşadığımız bir toplumsal ibret dersleri açısından bakarsak: Akla ilk gelen Hak ve Özgürlükler Hareketi’nin çevirdiği benzer dalavereler ve bunların sonuçlarıdır. Silistre’ye bağlı Dulovo belediye başkanı ve eski milletvekillerimizden Dr. N. Tabakov’un Varna Hapishanesi’nde çürümesi akla gelen en çarpıcı örnektir. Dr. Tabakov hekimliği bırakıp halkıma daha da yararlı olma niyetiyle yani hayırlı bir iş için Belediye Başkanı olmuştu. Yani ayağımızdaki sarıdikeni (yönetici kadro yetersizliğini) özveriyle çıkardı. Ardından kasabama su getireyim ve bir arıtma tesisi kuralım diye kredi aldı. Sen misin Türk halkına hayır işi yapan! Mahkemelik oldu. İcra kapısına dayandı. Evini barkını, arabasını, cüzdanını, yalnız ineğini değil düvesini de, karısının bileklerindeki bilezikleri, kızlarının altın küpelerini de söküp söküp aldılar. Kala kala elinde mesleği kaldı. O zaten doktordu. Serçenin cıvıltısı gibi bir şey... Sözün kısası Serçe bir sürü insanı soyabildiyse, “siz hiç korkmayın, biz sizin garantörünüzüz” diyen sözüm ona “lider” takımının bacağımızdaki donu almasına ne kalmış. Herkes başına gelenleri düşünmüş olsa, bizden de 10 cilt ibret masalı çıkar. Ve bir bakmışsın yıllar, asırlar ve milenyumlar geçmiş ve biz de dünyada ibret masallarımızla yaşamışız. Az mı çektik? Çok gezen değil, çok çeken bilgedir, demişler bizden önce çekenler... Bu kıvamda olansa bizleriz, sizlersiniz, evet sensin! Ne ki, biz hala kendimize yararlı olmayı öğrenemedik. Oysa kendine yararlı olamayan başkasına yararlı olamaz! Bunu da bizden önce yaşayanlar söylemiş ve değişen bir şey yok. Bizim başımızdan geçenler torunlarımıza okunsa, onlar da torunlarına anlatsa ne güzel olur değil mi...Dilden dile dökülürken belki yaşadıklarımızın hala sızlayan acıları da git gide unutulur.


168

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Yeni seçimi bekliyor ve satılmamış kişileri arıyoruz

Rafet Ulutürk-15.Temmuz.2013

Bu sabah “Nova televizya’da sosyolog Dragomir Draganov, Başbakan Oreşarski hükümetinin birinci ve ikinci sıra yüksek devlet memurlarını, 90’lı yıllarda herkese kan kusturan “SİK” ve “VİS-2” görevlisi olan, işte zorbayı esas alan, rüşvetçi, kırıcı, ezici kişiler arasından atadığını açıkladı. Örnek olarak, Sofya İl Valiliği’ne HÖH/DPS milletvekili “VİS-2” yöneticilerinden Emil İvanov’un tayinini gösterdi. İvanov “derin devlet” yani Ahmet Doğan’ın tarafından teklif edilmiştir. Görülüyor ki, 23 yıldan beri 5 kişi dahi okutamayan Doğan çetesi, kadrolarını dâhil olduğu mafya-oligarşi saflarından çıkarıyor. Bu arada yine Doğan’ın “Levins” sigorta şirketinden Çukov’un Bakanlar Kurulu’na bağlı Güvenlik Organının Başına atanması da büyük tepkilere ve hatta Cumhurbaşkanı Plevneliev’ın bile itirazına yol açtı. Bütün atamalar mafyadan gelince, çok tehlikeli bir oyun oynanmaya başladı. Eminim, Bulgaristan halkı devletin tamamen mafya ile oligarşinin eline geçmesine, mafyanın yüksek idareye betonlanmasına asla razı olmayacaktır. “Hükümet İstifa!” mitinglerine 1 milyon insan katıldı. Dün “Ştursite” roc grubundan bir müzisyen Sofya “Zemlene” Isı Santralı’nın 60 metre yüksek bacasına çıktı ve “Hükümet istifa etmezse atlıyorum!” diye bağırdı. Bir başkası yine geçen hafta Yüksek Mahkeme basamaklarında kendini yaktı. Bilinenler ve bilgiler, doğrular ve gerçekler paylaşıldıkça gerçek ortaya çıkar Bilinenler ve bilgiler, doğrular ve gerçekler paylaşıldıkça gerçek ortaya çıkar inancıyla bu haberleri aktarmakta yarar görüyoruz. Bulgaristan’da büyük bir gerginlik var. Karanlık bir tünelin içindeyiz. O tunelin ucunda bir ışık var, inşallah. Düne kadar bizi ezenler yine üstte, yine güçlü olmak istiyorlar. İnsanı ezmek için güçlü olmalı ve güç insanı ezmek için kullanmalı fikriyle yaşayanlar HÖH/DPS imkânlarıyla iktidar katlarında yuvalanmaya çalışıyor. Hatırladınız mı bu güçleri? Onlar, Todor Jivkov zamanında, Deli Orman’da Novi Pazar ve Batı Rodoplar’da Razlog şehirlerinde konumlanmış komandolardır, mavi baretalardır. Gece gece köylerimizi, evlerimizi basanlar, babalarımızı evden alıp götürenlerdir. 1990’dan sonra onlar “SİK” ve “VİS-2” sigorta şirketlerinde yapılandılar. Örgütlendiler. Silahlandılar. Çok uzun bir dönem, daha kesin bir ifadeyle 2005’e kadar tüm Bulgaristan hal-


Makale ve Analizler - 2013

169

kına kan kusturdular. Vatandaşlarımızı dövmek için Amerikadan “bu halka” ihraç ettiler bu çam yarmaları. Onların sloganı “ez ve üstünden geçti!” Bugün, senin, benim, hepimizin “bizim olarak kabullendiğimiz” Hak ve Özgürlükler Partisi milletvekili yapıp iktidar katlarına taşıyor. Bunu bize, ne Bulgar halkı ne de Allah reva görür. 500 bin kardeşimizi yuvalarından kovdular. Bir daha dönelim uyutulmamız uyanmamız gerektiği konusuna: Önce 1989 Ağustos İsyanının öncü kadrolarını, bel kemiğini oluşturanları,aydın, Türk bilinçli, uyanık orta tabakamızı, 500 bin kardeşimizi yuvalarından kovdular. Sonra, orada kalan bizleri sıvazlayıp, sakinleştirip, yatırıp hak ve özgürlük ninnileriyle uyuttular, uyutup uyuşturdular ve bilincimizi sem elediler. Bunu sözde kendimizin “öz bizim” bildiğimiz, kabullendiğimiz, HÖH partimize yaptırdılar. Hani o, 10 0cak 1990’da Bulgar gizli servisi tarafından Varna’da kurulan ve başına bir Türk düşmanı olarak eğitilmiş, hain ajan Ahmet Doğan’ın getirerek gerçekleştirdiler. Yalan yok. Çok acı ama tanımak zorundayız. Başarılı oldular, oluyorlar, ipler ellerinde. İnsanların vurdumduymazlığını yenmek En zor şey nedir bu dünyada bilir misin? İnsanların vurdumduymazlığını yenmek, bildiğin ve doğru olarak kabul ettiğin bir şeyi insanlarla paylaşıp onları bu gerçekliğe ikna etmektir. İsmail Korman örneğine bakalım: İnsanlara “haklı olduğunu” söyledi, dinleyenlerden aynı şeyi talep etti, ama her kes onu kabullenmekte zorlandı. O. kendi gerçeklerinin ispatına uğraştı ama başarılı olamadı. En sonunda sıradan bir deli gibi göründü. O zaman, kendisi kendinin bir HİÇ olduğunu anladı ve Kırcaakli’de ofisini hemen kapattı. Ona oy verenler yaşama ıstırabının son haddinde olanlardı ve ne Korman, ne de Dal onlara mehlem bulamadı. Onlar için dünya lider olmak, Sofya’daki ofis, para aldıkları kasalar, Başbakanlarla resim çektirmekti ama ıstırap çekenlerin dünyası çok çok farklıydı, kesişemediler. Bu mum böylece söndü. Hasan Mutlu Ankara Pusak’ta oyunu HÖH’e veriyor Hep düşündük, şu Ahmet Doğan, şu HÖH/DPS yönetimi neden işine bakmıyor da bambaşka işlerle uğraşıyor diye... Değil mi? Bizimle uğraşmaya vakti kalmadı onların. Bu iş biraz farklıdır. İşte yılların geçmesiyle her şey ortaya çıktı. Yetiştirdikleri kadrolar mafya başı, oligarşi gevezesi, rüşvetçi, kalın enseli, vergi kaçakçısı, hırsız. Ayıp değil mi? Hasan Mutlu Ankara Pusak’ta oyunu HÖH’e veriyor, haydut başı, 1984-1990’da biz kan kusturanların


170

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

oğullu, vekilimiz olarak Sofya Meclisine giriyor. Olacak iş değil! Gerçek bu. Damarlarında kan yerine zalimlik akıyor sanki bu adamların. Ve biz birbirimize inanmadıkça, düşünmeye başlamadıkça, “yağmur da, vahi de gökten gelir” diye geveledikçe, bu işlerin düzelme yolu yok, olamaz da. Biz Türkiye’de oyumuzu hep HÖH’e verdik. Onlar ise har vurup harman savurdular Bize Türkiye’de oy kullanma hakkını tanırken aslında onlar hem aptal insanı hem de aptallığı bulduk diye sevinmişlerdi. Ve aptallığımızdan en fazla nasibini alacak insan olarak kendilerini tayin ettiler. Biz Türkiye’de oyumuzu hep onlara verdik. Onlarsa Bulgaristan’da har vurup harman savurdular. “Yaşasın aptallık” haykırışlarıyla votka ve wisky çektiler. Ve 23 yıldan beri bu adaletsizliğe uyanamadı halkımız. Sebebi, hep yoksul ve sefil yaşadı. Yoksulluk ve sefalet olduğu sürece kahramanlık olmaz, istersen dünyanın en cesur insanı ol, fakirlik seni ezer, mahveder. İster korkak ol, ister cesur, kahraman, fark etmez. Sefalette, yokluk içinde belin bükülür, ihtiyaç seni acze düşürür, muhtaç eder. Beklediğimiz yeni gerçek liderimiz bu sebeple yükselemedi. Onlara bizim de bir sözümüz olacak; Etme-bulma dünyası, kimse yaptığının karşılığını almadan gitmez bu dünyadan! Sokaklarda yatan direnişçilerin ahı tutacaktır. Ahmet’i de çetesini de, mafyayı da, çam yarmalarını da tutacaktır. Hele şu son ayda, Doğan çetesi ve etrafındaki mafya güçlendikçe zayıfladığının, güç kullandıkça ezildiğinin, halkı soyarak, sıradan insanları aldatarak, devletimizi talan ederek zenginleştikçe daha fazla korktuğunun farkındadır. Onlar yaşayabilmek için ölümü ve Allah’ı unutmaya çalışıyorlar, ama birisi kapılarında, öteki de başlarının üzerindedir. Belki onlar da kendilerini avutuyor. “Biz büyük bir oyunun küçük figürleriyiz!” diyorlar. Hepsini gördük, Kasım Dalları, Osman Oktayları, Güner Tahir ve Nedim Gencevleri. Lam fıçısından çıkıp “biz temiziz!” dediler. “Bundan böyle her kes kendi oyununu oynayacak!” dediler. Ama oyun tutmadı. O kadar para, o kadar vaat, o kadar yemek içmek ve sonunda “yumurtadan yün kırktılar.” Seni, beni, hepimizi aldatarak, iktidar olduklarını sananlar, vampirin ışıktan korktuğu gibi korkuyorlar sokaktakilerden. Korkuyu yenen duygu bugün meydanlarda yaşıyor. Onlar hayatlarının fazlasını da yaşadılar. Bu bilinç artık filizlendi.


Makale ve Analizler - 2013

171

Yeni seçim haberlerini dikkatle izliyor. Bulgar televizyonunda Draganov’un uyarılarıyla başladık, gazetelerde ise manşet “Bu defa Türkler gösterilere katılmıyor. Sebep: İktidar ortağı parti, Türk partisi ortak olduğu için!” Bu haber tutmadı işte. Bulgaristan Türkleri, Pomakları ve Müslümanları sokaklara meydanlara akmıyor, çünkü bulanık suda balık avlamak istemiyor, suların biraz durulmasını bekliyor. Yeni seçim haberlerini dikkatle izliyor. Bu kargaşalıkta susmak altındır. Mecliste sivil toplumla işbirliği komisyonunun şu majotiter (çoğulculuk) seçim yasasını onaylamasını ve en gözde temsilcilerini Sofya Meclisine gönderme ve hem meclisi ve hem de iktidarı, devleti ve yargıyı insan müsveddelerinden, Doğan, Mestan, Biserov, İvanov ve daha nicelerden gıcır gıcır temizlemek arzusuyla yanıyor. Tüneldeki ışık yeni seçimdir. Bunalımdan çıkmanın yolu ise tanıdığımız, güvendiğimiz ve satılmamış kişileri aday yapıp bunları meclise toplamaktır.


172

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2013

173


174

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2013

175


176

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2013

177


178

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2013

179


180

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2013

181


182

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2013

183


184

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2013

185


186

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2013

187


188

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2013

189


190

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2013

191


192

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2013

193


194

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2013

195


196

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2013

Sayın Cahit Altunay’a hizmetlerinden dolayı plaket

197


198

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2013

199


200

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2013

201


202

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2013

203


204

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2013

205


206

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2013

207


208

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2013

209


210

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2013

211


212

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2013

213


214

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2013

215


216

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2013

217


218

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2013

219


220

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2013

221


222

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2013

223



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.