02 KÖSTEBEK TARLASI

Page 1

KÖSTEBEK TA R L A S I

2013 Temmuz - Ağustos Makale ve Analizleri


KÖSTEBEK TARLASI BULTURK BGSAM Yayınları Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi - BGSAM -2 BULTÜRK Genel Başkanı: Rafet ULUTÜRK Basım: Mayıs - Haziran 2013 Koordinatör: Dr. Nedim BİRİNCİ Editör: Raziye ÇAKIR İnternet sorumlusu : Kapak Tasarım: Murat ULUTÜRK Pazarlama Sorumlusu: Hamiyet ÇAKIR Arşiv: İbrahim SOYTÜRK İsteme Tel: 0212 511 63 47 www.bulturk.org; www.bghaber.org; info@bulturk.org İnternet sitesinin yazıları Adres: Yıldırım Mah. Şehit Kamil Balkan cad. No.114/A Bayrampaşa İstanbul Tel: +90 (212) 511 63 47 Belgegeçer: +90 (212) 526 51 98 https://bgsam.org/, https://issuu.com/bulturk, https://bulturk.org.tr/ Baskı : DİNÇ OFSET MATBAACILIK SAN. ve TİC. LTD. ŞTİ. Adres: Davutpaşa Cd. Emintaş San. Sit. No: 103/580-581 Topkapı - İstanbul Tel: 0090 212 493 24 67 TÜRKİYE CUMHURİYETİ YASASI GEREĞİNCE BU ESERİN YAYIN HAKKI YAZARA AİTTİR.. İZİNSİZ KISMEN VEYA TAMAMEN ÇOĞALTILIP YAYINLANAMAZ

Web: www.bghaber.org ; E.Posta: rafetuluturk@yahoo.com


“Bilgi Ordusu, Bizim Ordumuz, Bildiğimizi Öğretmek,Bizim Görevimiz.” Rafet ULUTÜRK

Düşünceler dizisi olan elinizdeki eserin anlamı derin bir uğraşın ancak başlangıcıdır. Bulgaristanlı Türk Müslümanların başına 1970-72, 1984-85’te düşen yıldırımın bir daha düşmemesi için bir uyarı ve ışık niteliğindedir. Saygılarımızla, B U LT Ü R K İ st a n b u l



Önsöz Yerine Yıl 2013 Elinizdeki .... Serilik kitabın ilk harfi Bulgaristan Stratejik Araştırmalar Merkezi (BGSAM) bilgisayarına düşerken olayın bir düşünceler serüvenine dönüşeceğini düşünememiştik. Bulgaristanlı olup vatanlarında ve Türkiye Cumhuriyetinde yaşayan Türk, Pomak ve Roman, Müslüman kardeşlerimizi anlatarak tanıtan bir yazar grubu toplayacağını da öngöremedik. Olayın motoru olan Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği (BULTÜRK) Türk Müslüman Kimliğimize inen öyle uzun bir yol yürümeye hazırlanmıştı ki biz de ilerlemeye doyamadık inşalah bunun devamı da gelecektir. BGSAM Ağustos ayı içerisinde yaptığı Bulgaristan analizlerinden çıkardığı sonuçla kovulduğumuz ata vatanımızda birlikte var olmanın sırrına varıp yol açıp taşlarını da dikerek hep olumlu, hoşgörülü ve sabırlı tutum aldı. Şöyle de diyebiliriz. Bir karınca gibi BGSAM gönüllüleri durmadan bıkmadan usanmadan çalıştı. Hatta anlatmak istediklerini kimseyi kırmadan ifade edebilmek için çaba sarf etti. Bunu yaparken de tescilli hain olanlara da acımasızdılar. Şekspiri de örnek aldık o, yaşadığı zamanla uzlaşamayınca, hayal ettiklerini 800 yıl önce yaşattı, Kral Lear’i, Kraliçeleri, Romeo ve Juliet’i sahnelerken, yaşadığı dünya hakkında söylemek istediklerini kurgu kahraman Hamlet söylemişti. Biz ise tarihe yapılmış zehir dolgularını söküp atmaya çalışırken yerine insan kardeşliği, hoşgörü, ortak umut aşılamaya çalıştık. Bu açıdan baktığımızda, elinizdeki eserde özel bir kronolojik ya da tematik dizim yapılmamış, araştırma ve inceleme uğraşıları www.bghaber.org sitesinde yayınlandıkları tarihsel sıralamaları da korunarak yayın seyrine göre sıralanmıştır. Bu yapıtın en değerli olan yanı yazarların daha fazlasının genç kuşaktan ve hem Bulgaristanlı ve hem de Türkiye’li olmasıdır. Bu bakıma kül yatımız bir başlangıç olarak da özel ilgi ve büyük beklenti odağı oluşturmuştur.


6

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İşlediğimiz konuların başında Bulgaristan’da Türk Müslüman kimliği oluşması, ahlak, hak, özgürlük, adalet ve demokrasi davası, faşizmin özgün uzantısı olan Bulgar totalitarizminin sökülmesi, memleketimizi esaret altında tutma çabalarını çok yönlü sürdüren Rusya’dan kopma ve Türkiye’nin de dâhil olduğu Batı medeniyetiyle sımsıkı bütünleşme sorunları yer aldı. Tartışmalar elektronik medya ortamından taştı, forumlarda ve ülkelerde gündem oldu. Biz artık 21.yüzyılda bir adım önde olmak zorundayız. Okurlarımıza bizden daha iyisini bulduğunuzda bizi çöpe atma hakkınız sizde saklıdır, dedik. Arkamızda okur ordusunun sıra düzdüğünü gördükçe yüreklendik. Sizinle gurur duyuyoruz. Raziye ÇAKIR


Önsöz: Toplumların hayatında yazılı tarih büyük bir öneme sahiptir. Ancak bizde yazılı olmayan tarih, yani nesilden nesile aktarılan tarih vardır. Bu nedenle bazı olaylar zamanla faklı şekilde anlatılmakta veya algılanmaktadır. Gelecek nesillere aktarılacak olan bilgi birikiminin arşivlenmesi, kitap, dergi veya gazete gibi yayın organları aracılığı ile kalıcı hale getirilmesi büyük bir öneme sahiptir. Bu nedenle edindikleri tecrübeleri, yaptıkları çalışmaları toparlamak ve kitaplaştırmak güzel bir çalışmadır. Bunu bireysel olarak yapımaktan öte kurumsal olarak da yapmaları takdire şayan bir davranıştır. Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği kısa bir süre önce 2013’te kurulan internet haber sayfası www.bghaber.org sitesindeki yazıları bir araya getirerek yapılan bu çalışmaları kitapçık halinde getirerek bu konuda büyük bir ciddiyet göstermektedir. Derneğin internet haber sayfasında çıkan yazıları ve çalışmalarının yıllıklar halinde kitapçık haline getirerek yer aldığı bu çalışma gelecek kuşaklara aktarılacak ve ışık tutacaktır. Öte yandan dernek büyük bir arşiv de oluşturmuş durumdadır. Dernek faaliyetlerini gerekli ciddiyetle yürüten dernek Başkanı öncülüğünde dernek kurucuları, Yönetim Kurulu ve üyelerinin yaptıkları özverili çalışmalarından dolayı kutluyorum ve başarılarının devamını diliyorum. Mehmet Çakır BULTÜRK Kurucu Üye

Değerli Hemşehrilerim, Bulgaristan’da hepimiz zor günler yaşadık, itildik, ezildik, çiğnendik, hatta gün geldi vurulduk, şehitler verdik. Bu nedenle bizler kendi içimize kapanarak, yaşam mücadelesi vermeye çalıştık. Ancak bu içine dönüklükten kurtulmalıyız ve Türkiye’de yaşadığımıza göre, yasaların bize verdiği tüm haklardan bizlerde yararlanmalıyız. Peki, neden bunu yapamıyoruz? 1877-78 Rus-Türk savaşından sonra Osmanlının Balkanlardan çekilmesiyle birlikte, savaş esnasında işlenen akıl almaz katliamlar nedeni ile atalarımız asırlarca yaşadıkları yerleri terk ederek göç yolunu tutmuşlardır.


8

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Geride kalanlar ise Bulgaristandevleti’nin uygulamaya başladığı soy kırım politikalarına karşı direnmiş ve hayatta kalmaya çalışmışlardır. Şimdi ise burada Türkiye’de yaşayanlar oralara yardım edebilmek için, burada ilk önce bir araya gelmek ve bir merkez oluşturmalıyız. Artık bir kurum altında toplanmalı ve birlikte hareket etmeliyiz. Bu birliğe hepimizin ihtiyacı olduğuna inanıyorum. Artık bir birimizi kötülemekten vaz geçmeliyiz, birisi için yanında konuşamayacağımızı başka bir yerde konuşmamalıyız, yani kısaca arkasından konuşmamalıyız. En önemlisi samimi, hoşgörülü ve ahlaklı olmak. Zamanla her şey yerine geleceğine inanıyorum, ama tabi ki bu dava üzerinde kafa yoran, stratejiler üreten ve devamlı bunun üzerinde çalışan olursa. Bizim savaşımız insanlarımızı ahlaklı yetiştirmek olmalı, birlik ve beraberliğe kendi insanlarımızla başlayarak tüm Türk Dünyasına taşmalıyız. Bizler burada Türkiye’de yaşayan Bulgaristanlılar büyük bir kitle haline gelmiş durumdayız. İşte bu nedenle şimdi bu kitleyi yani kendi hemşerilerimizi, bir araya toplayarak bir merkez, bir güç birliği oluşturmalıyız, tabi ki bu bizim doğal tabii hakkımızdır. Bizler de artık toplum gücünü kullanabilmeliyiz. Toplum olarak haklarımızı elde etmek zorundayız ve bu yönde çalışmalıyız. Biz bunu söylerken, önderlerimizi seçerken, başkaları kötüdür demiyoruz. Biz bu işi onlardan daha iyi yapabileceğimize, Türkiye Cumhuriyetine ve Türk Dünyasına daha verimli olacağımıza, buralarda bu bölgelerde yaşayan Türklerin daha iyi, daha güvenilir, yaşamalarını sağlayacağımıza inandığımız için, Önderliğe, Yönetime talibiz. Bu arada Bulgaristan’da kalan kardeşlerimizin hepsinin siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel kimliklerini, muhafaza edebilmeleri için mücadele etmeliyiz ve bu konuda gerekeni yapmalı ve gerekli yardımları yapmalı ve yaptırmalıyız. Aramızda Ahlâklı, Adaletli olanları seçmenli ve yüceltmeliyiz. Geçmişi konuşmaktansa, gelecekten söz etmeliyiz, bugünü değil, yarınları görerek hareket etmeliyiz. Aramızdan stratejistlere imkân ve fırsat vermeliyiz ve onları bizler yetiştirmeli yön verebilmeliyizkısa-10 ve uzunvadeli -50 yıllık hedefleri gösterebilmeliyiz. Aramızda kötü niyetli insanları tespit etmeliyiz, bilmeliyiz ki, onların kusurlarından dolayı değil, bu güne kadar yapılması gerekenleri engelledikleri için aramızdan uzaklaştırmalıyız. Bu güne kadar neler yapılmamış, onları araştırmalı, bilmeliyiz ve neler yapılması gerekir onları söylemeliyiz ve bunları bir an önce hayata geçirmeliyiz.


Makale ve Analizler - 2013

9

Bizler gözyaşları dindirmek için, yaralara mehlem olmak için, her yüke ortak olabilmeliyiz. Gençlerimize, sadece balık pişirmesini değil, balık tutmasını da öğretmeliyiz, insanlarımızı denizlere, okyanuslara açılmalarını sağlamalıyız. Aramızda Tek Lider değil her sokakta, her mahallede bir lider yetiştirmeliyiz, biz dünyayı yönetmek için oğullarımızı yetiştirmeliyiz. Bizim insanlarımız yani Bulgaristan Türkleri şahsi başarıları Türkiye’de belkide en çok olanlardanız. İşte artık bizler toplum olarak haklarımızdan yararlanmasını bilmeliyiz. Her şeyden önce siyasi haklarımızı toplum olarak kullanmalıyız, daha sonra ekonomik ve kültürel haklar onu takip edecektir. Hepimizin gördüğü gibi, tarihte büyük güçler çok defa kötü politikaların kurbanı olmuşlar ve bunlar devam edecektir. Bir toplumun Lideri olmadan hiçbir şey olmaz, bu lideri de toplum çıkarmalıdır. Siyaseti güvenilir, sevimli hale getirmek bizim hedefimiz olmalı, bu gün çok zor, imkânsız olarak görünse de, yarınlara umutla bakabilmeli ve baktırabilmeliyiz. Var olabilmemiz için, var kalabilmemiz için, öncelikle temel hususlarda anlaşma sağlamalıyız. Aramızda bir birimize güveni kaynaştırmalıyız ve samimi olmalıyız. Her şeyden önce özgüvenimizi kazanmalıyız, birlik ve beraberliği ön planda tutarak insanları insan oldukları için sevip saymalıyız. İçimizde barışı sağlayıp, tek merkezde bir çatı altına toplanmalıyız. Bu çatı da “BULTÜRK Derneği” olmalıdır. Buradan tüm dünyaya sesimizi duyurabiliriz. Balkanlar konusundaki politikalarda etkili olabilmek için yolları aşındırmalıyız. Çünkü gelişmiş ve Bulgaristan’da etkili bir Türkiye Balkanlara tamamen hâkimiyet kurabilecektir. En önemlisi kararlı olalım ve birbirimize samimi, saygılı olmayı ve bir birimizi sevmeyi öğrenmeliyiz. Bizim derdimizi ve problemlerimizi en iyi anlayabilecek zaat bizden olduğunu idrak etmeliyiz. Bulgaristan Türkleri konusunda teşhisi bizler kendimizi yetiştirerek yetki mercileri alarak son noktayı biz koymalıyız, bu güne kadar ki eksikliğimiz budur. Ayrıca Balkanların anahtarı Bulgaristan’da yani Bulgaristan Türklerinden geçtiğini de öğrenmeli ve öğretmeliyiz. Sevgili dava arkadaşlarım. Kendimizde özgüveni, aramızda güveni ve merkezioluşturduktan sonra, kimsenin aramıza nifak tohumları ekmesi mümkün değildir. Bizim için önemli olan, eksiklerimizi bulmaktır. Geçmişi bırakarak artık bizler aydınlanma dönemine bir an önce geçmeliyiz. Halimizi tespit etmek çok kolay, gazete, dergi yayın hayatımız nerede,


10

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

kaç gazete, tv, radyo bizimle ilgili haber yapıyor.Burada suçlu değil, sebepleri aramalıyız. Gelin bunları tartışalım, niçin bu güne kadar bir Bulgaristan Kültür Merkezi olmamış, bunu şimdi nasıl gerçekleştirilebiliriz, bunlara yönelik çalışmalar toplantılar yapmalıyız. Hedefimiz Türkiye Cumhuriyetini daha güçlü, daha huzurlu ve daha iyi yarınlara götürmek için olmalı. Güçlü bir Türkiye Bulgaristan da yaşayan Türklerede güven ve huzur verecektir, onların daha rahat yaşamalarını hep birlikte sağlayabiliriz. Bunlar zannetiğiniz kadar zor işler değil. Dünyada insanlar bir iş için değil, bir İdeal için hayatını feda ederler. Bunun için güçlü olmak sesini duyurabilmek için öncelikle bir Kurum ve bunun Merkezini oluşturmalıyız. Çünkü Merkezi olmayan hiçbir topluluk bir yerlere gelmesi mümkün değildir. Bu güne kadar konuşmalar tartışmalar yapılmış fakat bir ağıç ekilmemiş işte bu gün bunu yaptık BULTÜRK tüm Bulgaristan Türklerinin biz öncelikle sadece Bulgaristanlıyız. Bizler elimizdeki kıt kaynaklarla bir merkez oluşturmaya çalıştık, bunda da muhafak olduk. Bu merkeze ulaşmakta büyük güçlükler ile karşılaştık bu konuda bizlere yardımcı olan emeği geçen herkese teşekkür ediyoruz. Ayrıca bizlere kendi yerini veren Mümin Hocamıza huzurunuzda kendisine tekrar tüm halkımız adına buradan teşekkür ediyoruz. Bundan sonraki hedef de Türkiye’nin her yerine ulaşmak ve bu birlikteliği her yerde tesis etmektir. Bu merkezimizde artık kendimize ait bir kültür merkezimiz oluştu toplantı salonumuz da mevcuttur her 15 günde bir toplanıyoruz. Amacımıza ulaşabilmek için devletin bir şeyler yapmasını beklememeliyiz. Birlikten kuvet doğar Atasözünde olduğu gibi güçlerimizi birleştirerek devlet yönetiminde söz sahibi olmalıyız ve geleceğimize kendimiz yön vermeliyiz. Gençlerimizin devlete girmelerinin yolunu aydınlatmalıyız. Artık bizim de Ankara’da TBMM’de kendi temsilcilerimiz olmalı. Bizler de buralara kendi içimizden birilerini gönderebilmeliyiz. Aramızda birlik ve beraberliğimizi oluşturduğumuz takdirde kendi içimizde samimi olduğumuzda başarıların ard arda geldiğini göreceğiz bunu başaracağımıza eminim. İhtiyacımız olan tek şey kendi içimizde daha adaletli olabilmek. Sevgi ve saygılarımı sunarım, Genel Başkan Rafet ULUTÜRK


Makale ve Analizler - 2013

11

Şairlerden Şiirler

Sevilcan YÜCE-15.Temmuz.2013

Balkanlarda şiir ve düzyazıyla uyanışın başını çeken ve bu alanda en ileri gidebilen 1960 ve 70’li yıllar Bulgaristan Türkleri edebiyatıdır. Asimile dilmeye zorlandığımızda şairlerimiz sustu. Edebiyatımıza ölüm fermanı Hak ve Özgürlük Hareketi liderlerince yazılmak istendi. Ne var ki, halkımız hiç gecikmedi, elini tez tutu ve kısa sürede “Bizim Türk Kültürüyle İşimiz Olmaz!” diyenlerin hesabını görmeye başladı. Yaratan insanı ruh ve beden olarak yarattığından ve ruhun eli kolu, kesilecek boynu, kırılacak kaleme olmadığından fermana yazacak cümleler bulamadı. 1985/1989 döneminde şair ve yazarlarımızdan sürgünlerde süründürülmeyen, hapishane zindanlarında körleştirilmek istenmeyen yoktur. Edebiyat, sanat ve kültürü yok etmek isteyenlerin fermanı ancak boş kâğıt altına atılmış imza olabilir. Çünkü ruhsal dünyayı yansıtan her şey ölümsüzdür. Çünkü eserleri halkımın kalbinde yaşayanların her biri ölümsüzdür. Biz bugün 1990 sonrası HÖH yönetimindeki Türklüğün ruhsal çöküşünü aşmaya çalışıyoruz. Kalemlerimizin ucunu sivrilttik. Kâğıt üzerine değil halkımızın sonsuzluğa açılmış beynine yazıyoruz. Ruh dilimizin yeniden yükseklerde dalgalandırma zamanı yelken açıyor. Ölen edebiyat yoktur, çünkü yakılan tonlarca kitaba rağmen halk sanatı, halkımızın yaratıcılığı her zaman canlı, ayakta ve dimdik kaldı. Şarkılarımızı sessizce söylerken, şiirlerimizi çılgınca bağıranlar vardı. Dede Korkut masallarımızdan 1000 yıl öncesinde nenelerin torunlarına anlattığı masal, hikâye, öyküler, okunan dörtlükler bile hem yazılı hem de sözlü belleğimizde bugün de yaşıyor, yarın da yaşayacaktır. Balkan ülkeleri masalları, Balkan ozanları söylevleri Avrupa kıtasına ışık olan mumlardır. Avrupa bizim ruhumuzla aydınlanmıştır. Bulgaristan şairlerinin eserlerini 3 aşamada ele alırız. Başlangıç, erginlik ve olgunluk çağının kendi özgün sesi, damarı, ruhu ve esintisi olduğu gibi halkımızın manevi dünyasında silinmez, sökülmez çok derin ve öz belirleyen izleri olduğunu yazarken gurur duyuyorum. Bulgaristan Türkleri şiirlerinden seçmeler:


12

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Selim BİLALOV ANNECİĞİM Tatlı tatlı ninnilerle Nazlı nazlı büyütürken, Pek küçükten büyüten, Başucumda dönenirken, Bin bir zahmet çile çeken Anadilini öğreten Anneciğim hep sağ olsun!... Anneciğim hep şadolsun!.. Beni en çok odur seven Kucaklayıp aşkla öpen, Sinesinde gıda veren Anneciğim hep var olsun!...

O bensiz hiç yaşayamaz, O bende kan, can kalmaz. Hürmet annem, hürmet sana, Anneciğim rahat olsun!.. Üzer miyim ben annemi? Annesizlik bak iyi mi? Hiç nankörlük edilir mi? Annem benim, cici annem!

Sabahattin BAYRAM BÜTÜN DİLLERİ ÖĞRENMEK İSTİYEN ÇOCUK Kuşların dilini bilseydim eğer ne kurt böyle canavar aç bırakır mıydım saçaklarda kuşları, olurdu ne kuzucuk böyle mahzun.... ne mutlu, ne rahat Tavşanın, Tilkinin, Ayının, Filin, geçirirlerdi bütün hayvanların dilini bilseydim, dondurucu, korkunç kışları... bir dostluk başlardı ormanda. Kurtların dilini bilseydim eğer Kardeş olurdu bütün hayvanlar korkudan kurtulurdu kuzu, öğrenip sevgiyi çocuklardan... Naci FERHADOV KÖYÜM Şirin köyüm, uykusuz gecelerde beni peşinde sürükleyen, “korkma! Benim. Yürü benimle”, diyen, tatlı, hoş bir hatıra. Canım köyüm, kalbimin ıssız bir köşesinde Çocukluğumdan kalma Yoksulluk yadigarı sızım sızım bir yara.... Seni her gelişimde biraz başka bulurum Sokaklarını biraz daha geniş komşularımı halinden daha memnun.


Makale ve Analizler - 2013

13

Ve başbaşa kalır da bedbaht çocukluğumla bugününe bir daha vurulurum. Olgunluk çağına girmiş bir zamanlar tozlu sokaklarında “Kuyucuk” oynadığım kızlar. bakma, bakma komşu kızı, tut kendini, vurulurum! Kalbime ok sokma benim dumanlı gözlerin uz dursun! Çöp sandıklarına girmiş o kör kandiller, talihine küsmüş gaz lambaları. Beton direklere konmuş ampuller, ışıklar içinde her sokak, her ev. Ve küçükken sayıp sayıp da bölüşemediğimiz yıldızlarım üstünde alev alev. Şirin köyüm, senden her ayrılışımda, kervan olur hatıralar, düşer yollara. Hepsi candan, hepsi o kadar benim ama yüklensem de götüremem, götüremem! Canım köyüm, yazılmamış destansın Yazsam da, çizsem de koca bir ömür boyu Bitiremem, bitiremem! *** Duygu ÜNLÜ Soru İşareti Teninde, çukuruma göre pürüzler Ne yesen aynı ağzının tadı İki parça bir puzzle gibi Her öpmesi Çin tuzu Tükenmiyor içmek, bence bir ya- Nasıl başkasını özler? landı Kürkçü değil dolaştığım yersin Bulamadım içindeki kızı Yolum, köyüm, gittiğim Başkası da mı vardı? Bitmiyor yürüyerek, Sımsıcak Şumen Demek ki anlamamış kerizler Aklının kıvrımında yittiğim Benzemeyişimizi Niye böyle edersin?


14

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Kırcaali’de 620 yıllık Kur’an-ı Kerim

16.Temmuz.2013 Bulgaristan’daki Türklerin, asimilasyon zamanından beri korudukları 620 yıllık bir Kur’an-ı Kerim görücüye çıktı. Bulgaristan’da yaşayan Türklerin, 1984 yılındaki asimilasyon zamanında canları pahasına koruyup, gizledikleri birbirinden değerli el yazma eser tek tek toplandı.

620 YILDIR KORUNUYOR Birbirinden değerli bu eserler için restorasyonu Bursa Büyükşehir Belediyesi öncülüğünde Bursalı işadamları tarafından yapılan Kırcaali’nin Rudozen bölgesindeki Çepentsi Camii’nde özel bir kütüphane oluşturuldu. Aralarında 620 yıllık altın tezhipli el yazma bir Kur’an-ı Kerim’in de bulunduğu Farsça, Arapça ve Osmanlıca onlarca eser bu kütüphanede yeniden hayat buldu. Çepentsi Camii Kütüphanesi görevlileri, asimilasyon döneminde Bulgaristan’da yaşayan Müslüman Türklerin canları pahasına gizledikleri birbirinden değerli eserlerin bu kütüphanede toplandığını ifade ederek, “Kütüphanemizde, Osmanlıca, Arapça ve Farsça birbirinden değerli el yazma eserler bulunuyor. Bu eserler arasında el yazma 620 yıllık altın tezhipli bir Kur’an-ı Kerim de bulunuyor. Birçok yetkili gelip eserleri inceledi. Değerleriyle ilgili raporlarını önümüzdeki günlerde bize sunacak. Bölgedeki tüm kitapları kilitli tutulan bubölümde saklıyoruz” diye konuştu.


Makale ve Analizler - 2013

15

O Bir Çınardı!

BGSAM-16.Temmuz.2013

ğil.

Bilmesen de tarihi - unutma. Bu suç de-

İçine dön, ta yürek hücrelerine eğil Ve gelmiyorsa eğer Kölelikten menşein. Sen Türksün - üç kıtanın Kartalısın, bunu bil...1 Bulgaristan’da totaliter baskı ve terör rejimine karşı ilk illegal direniş örgütünü kuran Avni Veli 65 yaşında hayata gözlerini yumdu. Hasköy’ün (Haskovo’nun) Aydoğmuş (Zornitsa) köyünden olan Avni Veli Şumnu Yüksek Pedagoji Enstitüsü Bulgar Dili Fakültesi’ni bitirdikten sonra Cebel lisesinde öğretmenlik yaptı. Bulgarcayı ve Marksist Leninist teoriyi Bulgarlardan daha iyi bilmesine rağmen, partiye ve devlete bir türlü yaranamadı. Belki de Bulgar dilini Bulgarlardan daha iyi bilen bir Türkü “Bulgarlaştırmanın imkân dışı olduğundan olacak, polis takibine uğradı. Şiddetlendikçe şiddetlenen Türk düşmanlığına karşı 1983’te direniş örgütledi. Öğretmenlikten kovuldu. Ailesiyle birlikte tütün işine gittiği Dobriç’in İreçek köyünde 35 yaşında tutuklandı. Kırcaali mahkemesi 7,5 yıl ağır hapis cezası kesti. Stara Zagora hapishanesine atıldı. Ağır hücre koşullarında 24 saat karanlıkta tutulsa da ne ana dili Türkçeyi ne de öğrendiği vatan dili Bulgarcayı unuttu. Uluslararası İnsan Hakları Örgütü’nün siyasi tutukluların serbest bırakılmasında ısrarlı tutumuyla serbest bırakıldı. 1989 yazında tek yönlü biletle Avusturya’ya kovuldu. Ömrünün son döneminde Ankara’da yaşadı ve yarattı. O, 1956 BKP Nisan Toplantısından sonra hız alan Türk ve Müslümanları anadilsiz ve kültürsüz bırakma etkinliklerine tepkiler değişik biçimlerde sürerken güç toplasa da, Bulgaristan Türklerinin ilk illegal politik partisini Cebel’de o kurdu. Cebellilerin hatırasında sevilen bir öğretmen, Bulgaristan Türk aydınlarının gönlünde eserleri güneş ışığı göremeyen büyük bir ozan ve yaratıcı, sevilen bir halk önderi olarak ebediyen yaşayacaktır. 1- Avni Veli’nin Eski Zara hapishane hücresinde yazdığı bu şiir 12 küplettik “Bu garistan Türklerinin İstiklâl Marşı’ndan ancak bir dörtlüktür.


16

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Avni Veli, Todor Jivkov’un baskı rejimini Bulgaristan Türkiye sınırını açmaya zorlayan ve ardından 10 Kasım 1989’da kendisinin de devrilmesine neden olan Bulgaristan Türklerinin tüm doğal ve demokratik hak ve özgürlüklerini bire dek geri alma uğruna başlattığı 1989 Mayıs Ayaklanması Cebel yöresinde Avni Veli tarafından örgütlendi ve yönetildi. O başkaldırının ilham kaynağı, mert ve bilge lideri olarak sonsuza dem anılarımızda kalacaktır. Kendisini ve davasını saygıyla anarken kahraman direnişçi Ali Veli’nin Bulgar basınına son mülakatını aynen yayınlıyoruz. Böylece acı kaybımız vesilesiyle duyula ulusal büyük acıya katılıyor, yakınlarına ve dava arkadaşlarına sonsuz saygımızı bir kez daha ifade etmiş oluyoruz.” “Faktor”-Stoyko Stoyanov Bulgarcadan tercüme -BG-SAM Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) ile Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH) Bulgaristan Komünist Partisi’nin Türk ve Bulgar kanadıdır. Doğan modeli, kendini hapishanenin kapısı ardına kendi elleriyle kilitleyen, dışarıda olanların hepsininse tehlikeli olduğu bir getto modelidir. Doğan kendisi uydurma bir efsanedir. Komünist rejime karşı Bulgaristan Türk ve Müslümanlarının mukavemetini onun yönettiğini anlatarak yaymaya zorlandım. Bütün mülakat: Soru: Bay Veli, Hak ve bugünkü Özgürlükler Hareketi’nin (HÖH) lideri Lütfü Mestan’ın son sınıf öğretmeni olduğunuz doğru mudur? Yanıt: Evet, ben o genci iyi hatırlıyorum. Cebel lisesinde öğretmendim. Öğretmen odasında ev ödevlerini gözden geçirmeye gitmiştim. Bir de ne göreyim, koridorun kenarında basamaklarda yüzlerinde bin bir dert okunan iki genç. Lafa başlayan ben oldum. İsimlerinin Fikri ve Lütfü idi. Momçilgrad lisesinden atılmışlardı. Canları çok sıkkındı. İşte böyle tanışmıştık. Soru: Siz HÖH liderinin liseden kovulduğundan emin misiniz? O kuldan ne için uzaklaştırılmıştı? Yanıt: Eminim tabii. Bu olayı herkesin bildiğinden de eminim. Yerel parti örgütü sekreterinin kızına sulanmışlar. Kızın babası da peşlerine düşmüş ve ahlaksız davrandıkları gerekçesiyle ikisini de okuldan uzaklaştırmıştı. Kırcaali ilinde değişik liselere kayıt yaptırmayı deneseler de başaramamışlar, çünkü kız babası komünist öç almaya çalışırken peşlerini bırakmadığından,


Makale ve Analizler - 2013

17

hiçbir okula yazılamamışlardı. 11. Sınıfın ikinci yarısının devre başıydı. Gerçeği söylemek gerekirse liseyi bitirme şansları yoktu, hayatları allak bullak olabilirdi. Ben kendilerine, “Dostlar, siz anlaşıldığına göre, bir şeyler yapmışsınız, bana gerçeği anlatacak mısınız?” dedim. Lütfü bütün ili dolaştıklarını, hatta Ardino (Eğiri dere) lisesinde bile kabul edilmediklerini anlattı. Son olarak Cebele gelmişler, fakat burada da kapı açılmamıştı. Okul Müdürü onları kovmuştu. Anlatılanlar beni heveslendirdi, oldukları yerde kalıp, beni beklemelerini söyledim. Yattığı yer nur olsun, çok namuslu ve dürüst bir bayan olan Müdür Yardımcısı Bayan Parnarova’yı buldum. Olayı baştan sona anlattım. Kanımca böyle bir olayın kendi çocuklarının da başına gelebileceğine onu ikna edebildim. Kayıtlarını yaparsak, gençlerin lise mezunu almalarına ancak birkaç ay kalmıştı, onlara bir şans tanımış olacaktık, bunu yapmazsak ikisini de ezip geçecektik. 11. sınıfın sınıf öğretmeni olarak kendirlini sınıfıma yazmaya ve onlarla ilgili tüm sorumluluğu taşımaya hazır olduğumu, beyan ettim. Belgeleri ellerinden aldık. Kayıtlarını yaptık. İşte böyle şimdiki HÖH lideri 11. “B” sınıfta benim öğrencim oldu. Mezuniyet baloları birkaç ay sonraydı. Tören akşamı Fikri ile Lütfü yanıma gelip teşekkür ettiler. Akıllı ve iyi öğrenci oldukları doğrudur. Birisi diş hekimi, öteki ise filolog oldu ve sonra siyasetçi olarak yükseldi. Soru: Lütfü Mestan nasıl bir öğrenciydi? Yanıt: Ben onun hayat yolunda bir basamak oldum. Çok titiz, vicdanlıydı, kavga etmezdi, dürüsttü. Fikri ile Mestan benim öğrencilerim olarak, ciddi gençlerdi. Fikri şimdi de namuslu biridir, sözünün eridir, fakat diğeri değişti. Soru: Liseden sonra Lütfü Mestan’la hiç görüştünüz mü? Yanıt: Hiçbir zaman görüşmedik. Soru: Ülkemizin yönetiminde bir faktör olarak, şimdi onu bir siyasetçi gibi nasıl değerlendiriyorsunuz? Yanıt: Levski’nin vasiyetlerine hatırlayalım ve “Eğiri oturup doğru konuşalım.” Bulgaristan Cumhurbaşkanı kimdir? Plevneliev. 1989’da neredeymiş? Bir önceki Başbakan Borisov Jivkov’un korumasıydı. Kendini Çar olarak tanıtan kimdir? Bulgaristan Çarlık mıdır? Madrid’den hiçbir işe yaramayan birini getirdiler, kendi malım mülküm deyip devleti soydu. Bu halkalardan biri de Lütfü Mestan’dır. Lütfü siyasi kariyerini evliliğine borçludur. Şair şöyle dememiş miydi: “Kariyer için canını verir (gülümsüyor). Mestan hakkındaki notum, Kırcaali bölgesinde ve ülkede kendilerini lider zanneden HÖH’lülere verdiğim notun aynısı olup şöyledir: ana süttü


18

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

tatmamış namussuzlar, it oğlu itler, başka sözüm yoktur. Onlar ceplerinin derdine düşmüşler. Bakıyorum da, Türkiye’de mal mülk, çiftlik sahibi olmuşlar, bu taşınmazları neyle almışlar? Ben, onların ağızlarının açlıktan koktuğu 1989’u unutmadım iyi hatırlıyorum.” Hak ve Özgürlükler Hareketi Lütfü Mestan bu hareketin ne anlama geldiğini, nasıl ve nerede doğduğunu? Biliyo mu acaba. Komünizme karşı gerçekten mukavemet verenler, isimleri değiştirenlerin Türklerin hakları için direnenler oyun dışına, çöpe atıldılar, ülkeden kovuldular, çünkü herkes için hazırlanan ve demokrasi olarak gösterilen değişiklik oyununa gelmediler. Bugün kendilerini kahraman olarak gösterenler ortadadır. Onlar sahte kahramandır. Hepsi ballı börek yemeye hazırdır, sofrada binlerce karaktersiz HÖH’lü var. Soru: Eski komünistlerin varisleriyle birlik olan HÖH’ ün şimdiki yönetimini kabul edebiliyor musunuz? Yanıt: Aralarında benim de bulunduğum Stara Zagora hapishanesindeki bir grup mahkûmun kurmayı düşündüğü ve kurduğu örgüt ile bugünkü HÖH arasında en ufak bir benzerlik yoktur. Soru: Komünizm yıllarında Ahmet Doğan hakkında herhangi bir şey işitmiş midiniz? Yanıt: Hayır, onu bilen yoktu. İllegaller arasında o ne gibi bir faktörmüş ki? Benim duruşmalarımın stenograf kayıtlarını okursanız, daha 1985 yılında “Ben ölebilirim, ama komünizm yenilmeye mahkûmdur!” dediğimi göreceksiniz. Bizim canımızı feda etmeyi kabullendiğimiz bir davamız vardı. Ben bugün de 30 yıl önce başımı koyduğum davayı savunmaya devam ediyorum. Soru: Siz aynı mevkide duruyorsunuz da, komünizm de yer değiştirmedi! Yanıt: Evet bu çok acı bir gerçek, beni öldürebilirler diye doğru düşünmüştüm. Ben şimdiki HÖH partisini nasıl kabullenebilirim ki, onlar kendileri ne olduklarının farkında değiller. Bu partinin yönetici kadroları bire dek ya gizli polis DS ya da BKP ile bağlıdır. Aslında onların BSP ile olan bağları da buradan geliyor. Onların her biri aynı örgüttendir, onlar BKP’ nin Türk ve Bulgar kanadındandır, bu kişiler hakkında başka bir isim kullanılması doğru olmaz. Aslında, onlar yurtsever olsalardı, devleti düşünselerdi, halkı düşünselerdi yani sorunlar arasında en ağır problem bu olsaydı, biz onu yutar unuturduk, ama hepsi yanız kendi ceplerini nasıl dolduracaklarını düşünüyor. Siz Doğan’ın iplerini DS ve diğer makamların çektiğini gör-


Makale ve Analizler - 2013

19

müyor musunuz? Çekmeye devam edecekler. Onlar için değerli ve önemli olan Doğan aracılığıyla Türk seçmeni kullanmaktır. Soru: Komünizme karşı gerçek savaşımcıları HÖH partisi istemiyor, sizi neden dışlıyorlar? Yanıt: Su sorunun açıklanması basittir. Beni kullanarak bazı kişilerin legalleştirilmesine çalıştılar. Benden, Ahmet Doğan’ın Stara Zagora hapishanesinden verdiği emirlere uyarak Mayıs 1989 olaylarını, Ayaklanmayı yönettiğimi söylemem istendi. Ben Stara Zagora zindanında kaldım. İçerden çıkmak için 7 kapı açılması gerek. Soruyorum, herhangi biri olan Doğan’ın emirleri Türklere ulaşmak için bu kapılardan nasıl çıkabilir ki? Ben olmaz, yapamam derken şöyle konuşmuştum: “Siz ne isterseniz onu yapabilirsiniz ama ben tarihe ihanet etmeyeceğim.” Bir arada, Bulgaristan Türklerinin gelişen illegal mücadelesinde olup biten her şeyi Doğan’ın yönettiği yalanını yaymaya çalıştılar. Şimdi artık Doğan’ın bir gizli polis ajanı olduğu ve hapishaneye duruma hakim olabilmeleri için koyulduğu anlaşıldıktan sonra, politik mahkumların hepsi için bu uydurmaların hepsinin yalan dolan olduğu gün gibi ortadadır. Bu yalanla yıllar yılı herkes aldatıldı. Bu yalan tarihsel gerçekmiş gibi dayatılmaya çalışıldı. Ve gizli polis makamlarının eliyle Doğan devlet içinde çok önemli bir kişi olarak tanıtıldı. Doğan kendini direnişçi yapmaya çalışırken gerçek kahramanların hepsinin canına kıydı. Bulgaristan’da ancak kontrol edilebilenler kaldı ki, onlar bugün de kontrol altında bulunuyorlar. Bu hainliği Doğan dolayındakiler yapabildi. Ve onlar bugün de aynı şekilde yaşamaya devam ediyorlar. Onlar kendileri baştan aşağı sahteleşmiş olduklarından ve başka türlü de yaşanabileceğini bilmediklerinden, tarihi de sahteleştirmeden başka hiçbir seçenekleri kalmadı. Ben gerçekleri bilirken, çocuklarımı nasıl yalandırayım, olayları tersyüz anlatmayı yapabilir miyim? Ben siyaseti takip ediyorum ve bugün Bulgaristan’da eski gizli polis DS ya da şimdiki özel makamların kontrolü altında bulunmayan düzgün bir politik örgüt yok. Stanişev kimdir. Ajan Pavel kimdir? 1990’dan beri HÖH birkaç kez iktidarda bulundu. “İsim ve kimlik değiştirme” süreci davası görülmedi. Türklerin isimlerinin değiştirilmesine katılanlardan yargılanan yok. Kurbanlarla katiller bugün yan yanadır. Böyle bir duruma nasıl gelindi? Benim adımı mahkeme mi değiştirdi de, ben şimdi ismimi geri almak için dava açmak zorunda olayım. Örneğim, Türkiye’de bulunan kızlarım pasaportlarında hala Bulgar isimleriyledir. Yüzkarası, küçümseyici olduğun-


20

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

dan dolayı isim değiştirmek için dava açmak istemiyorlar. İnsanları savunmadığından, onların ezilmesine yol verdiğinden dolayı bu utanç verici durumdan suçlu olan HÖH partisidir. HÖH liderleri halkımızı satan hainlerdir, soruyorum: nerede bizim etnik halk topluluğumuzun hak ve özgürlükleri? Şu HÖH-BSP iktidarı yarın biz artık AB’de olmak istemiyoruz, Ukrayna gibi Moskova kanadı altına girmeye karar aldık, eski SSCB’den bir parça olmak istiyorsa, lütfen şaşmayınız. Bayrak yerine, onur yerine şerefsizliği ve kirli çarşaflarını ipe serdiklerini görünce sakın şaşırmayınız. Onlar satılmıştır. Ben bu alçaklar için başka söyleyecek söz bulmakta güçleniyorum. BSP’ nin karma bölgeleri bir uçtan bir uca HÖH ellerine teslim ettiği ve Türkleri ve Müslümanlara mal mülk gibi kıydığını görmeyen yoktur. Daha da kötü olan Türk köylerini getto haline getirmeleridir. Gettolar Doğan modelidir. Onlar sana sadaka verirmiş gibi biraz ekmek, para, odun, iş vermezse, aç ölebilirsin. HÖH partisi insanlar önünde sırıtıyor. İşlerin böyle olmasından BSP de suçludur ama HÖH ile BSP el ele olduklarından diyecek yok. 1987’de ben Stara Zagora hapishanesinde birinci açlık grevine başladığımda beni ilk destekleyen Montana’dan Emil Blagoev oldu. O şimdi Bulgaristan’da değil. Ülkeden kovuldu. Görüldüğü üzere daha Jivkov rejimi yıkılmadan önce gerçek anti-komünistlerin ülkeden kovulmasıyla ilgili plan hazırlanmış ki, Bulgaristan’da Türklerle de benzer şekilde davranıldı. Bakıyorum şimdi gizli servis DS ajanları ve komünistler demokrasi kuruculuğuna kol sıvamışlar. Soru: “Bulgarlaştırma” süreciyle ilgili Bulgar halkını suçluyor musunuz? Suçlular cezalandırılmalı mıdır? Yanıt: Ben halkı nasıl suçlayabilirim ki, yapılanlar gizli polis DS ile komünistlerin işidir. Türk aydınları da canını ciğerini satmıştı. Ben de teslim olup ruhumu satmam için teklif aldım, tek seçeneğim hücre olduğunu bildiğimden dolayı kabul etmedim. Ben onlara “siz beni satın almak istiyorsunuz,” hedefiniz benim mücadelem ve çekilerimde, kendi rejiminizi haklı gösterip yaşatmaktır, dedim fırsat buldukça... Ben, hürriyetimin fiyatını kendim ödesem de, intikamcı biri değilim, Şöyle büyük bir soru var ortada, yapılan vahşetten “Bulgarlaştırma” sürecinden herkesin sorumlu olması mı gerekir! Canilerin tarafında olmayan, onlara karşı olan ve bütün yapılanlar normal insanların iradesine karşı yapılmış olduğu halde, suçsuz olanları suçlamanın anlamı olamaz. Kanımca, bir ahlak cezası kesilmelidir. HÖH parti de bu yüz karası işlerden sorumludur, fakat HÖH yönetimi tüm olup bitenden tüm çekilerimizden sorumlu olduğundan, kendi nasıl suçlayıp yargılatsın? Onlar gizli polis DS ajanıydı-


Makale ve Analizler - 2013

21

lar, BKP’de idiler, ne yazık kı bugün de onlara hizmet etmeye devam ediyorlar. Soru: HÖH ile ATAKA arasındaki gizli birliğin yalnız iktidarda olmak için kurulmuş olması ahlak kurallarına uygun mudur? Yanıt: “Ataka” kimdir? Onlar eski generallerin ve Rus gizli servislerinin adamları değil midir? Bu işler yorumlamaya değmez. Soru: Sefalet çeken, yarı aç yarı tok yaşarken, HÖH’ ün mafyalaşmış elidinin kendisini kullandığının bilincinde olan, fakat buna rağmen yine de oyunu onlara veren Bulgaristan Türklerini nasıl anlayalım. Bu nasıl bir anormalliktir. Lütfen açıklar mısınız? Yanıt: Çünkü HÖH partisi köy ve mahallerde, tabanda farklı bir propaganda yürütüyor. Köye gidip şöyle konuşuyorlar: “Sizlere bizden başka ilgi gösteren kimse olmaz.” İsimlerinizi bine değiştirecekler diyerek, insanları sürekli korkutuyorlar. Soru: Siz HÖH partisine oy verdiniz mi? Yanıt: Hayır, ben onlara hiçbir zaman oy vermedim. Soru: Hangi Türkler demokrasi yıllarında zengin oldu? Yanıt: HÖH partisinde ve HÖH partisiyle birlikte olanlar. HÖH bir gizli örgütlenmedir, bir mafya kuruluşudur. Aralarına sızmak olanaksızdır. Burada kazandıklarıyla Türkiye’de saraylar diktiler. Paraları oraya taşıdılar. Burada para yok. Burada mafya tipi bir örgütlenme var. Onların bilincinde etnik olan diye bir şey yoktur. Hırsızlar etnik ayırım yapmazlar. Soru: Stanişev ile Mestan’ın kucaklaşma ve öpüşmenin geleceği var mı? Yanıt: Onlar birbirinin cep kardeşidirler, aralarında pek fark yoktur. Bulgaristan’da tüm demokratları kapsayacak, kucaklayacak ve tek örgütte toplayacak yeni bir birleşmeye ihtiyaç var. Başka bir çıkış yolu yok. Uyanıp ayağa kalkmanız gerekiyor. Gençlik yıllarım olsaydı köyden kasabaya dolaşmaya başlar ve dip dalgasını uyandırıp hareketlendirme yollarını bulurdum. Bu iş için gecemi gündüzüme katardım. Soru: Bulgaristan Trükleri’nin ayrı bir partisi olması gerekiyor mu? Yanıt:Hayır. Bu tehlikeli ve zararlıdır. Ben şu HÖH modelini asla kabul etmiyorum. Türk bölgelerini getto haline getiren tam da HÖH modeli oldu. Bu Doğan modelidir. Gettolaştırma modellidir. Bu, insanın kendini


22

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

zindan kapılarının ardına kendi elleriyle kilitleyip hapsetmesi modelidir. Bu modelde, zindan dışında olanların hepsi tehlikelidir. Soru: Siz Mestan’ı şu an şuracıkta görseniz yüzüne karşı ne derdiniz? Yanıt: Lütfü sen zavallının tekisin!

Bir delinin eline düşmüşüz

Dr. Nedim Birinci-17.Temmuz.2013

Bulgaristan politik skandal yaşıyor. Ahmet Doğan’ın Sofya İl Valisi HÖH milletvekili Emil İvanov yüksek okulda sınava girmemiş, diplomasını satın da almamış, sınavlara para ödeyip başkalarını göndermiş. Para karşılığı suç işleyenler, İvanov’un günah basamaklarına basa basa Valiliğe yükseldiğini görünce, Sofya basınına bildiklerini dökmüşler. Kabul etmeliyiz: ülkemizde yeni bir dönem, yeni bir gençlik var. Sofya’ya zafer ruhu yerleşmiş. Zor şartlar altında yaşayanlar da artık insanca yaşamak istiyor. “Stop!” edip batağa saplanmamızı araştıran, kışkırtıcı bir zihniyet belirdi, her yerde müttefik arıyor. Geleneklerimiz eşliğinde, onları yaşatarak modern bir Bulgaristan inşa etmek isteyenler kolları sıvamış. “Yeter! Söz milletindir!” sloganı ile kamuoyu oluşturuyorlar. Bugün bizde “diyalog olmadan hiç bir şey çözülemez!” inancı yerleşti. BSP Başkanı S. Stanişev bile geriledi ve B. Borisov’u diyalog başlatmaya davet etti. Yeni iletişim ortamında muhatap olacaklar ile kendilerine dikkat çevrilmemesi gerekenlerin ayırt ediliyor. Milliyetçi “Ataka” partisi ile “SKAT” grubunu muhatap almak isteyen yok. HÖH/DPS yönetiminden Ahmet Doğan-mafya çetesiyle de temasa geçip diyalog isteyen yok. Gerçeklere bir göz atalım: 1- Yedi yıl HÖH MYK üyesi ve Başkan Ahmet Doğan’ın birinci danışmanı olan Yapov, özel olarak HÖH-Doğan’nı konu eden “Şeytan” (Demon) eserinde, onun bir Rus ( KGB) ajanı olduğunu açıkladı ve görevinden şerefle ayrıldı.


Makale ve Analizler - 2013

23

2- Sofya “Kliment Ohritski” Üniversitesi politik strateji uzmanı ve Doğan’ın yakın danışmanlarından biri olan Prof. L. Georgiev, Sofya Radyosu’nun “Horiont” Programında “lider psiholojşik hastadır”, “onu bunu rüşvete zorlamaya uğraşıyor”, “rüşvet manyağı olmuş” dedi.Tıp alanındaki bilgilerime dayanarak yazıyorum, bu hastalık, öyle bir hastalık ki, “insan sinirden konuşma kabiliyetini yitirebilir”; “kel kalana kadar saçlarını yolar”; “bayılan birini görse hemen düşüp o da bayılır.” Bu tür psişik hastalıklara, çocukluğu anasız babasız geçmiş, yaşlanınca da kendini bir yere kapamış, insanlarda rastlanır. Özellikle de aşılamayan engellere toslayan, istekleri yerine getirilmeyen insanlarda kendini gösterir ve o insanlarda “deli doktoruna gitme isteği” buna bağlıdır. İnsanın varlıklı, zengin ve bilgili, hatta çekici olması hastalığın belirmesine engel değildir. Bizler bu tip hastalara “çatlak” deriz. Halk arasında bu hastalık “aptallık” adıyla bilinir. Prof. L. Georgiev bu tip kişilerin toplum dışına itilmiş olduğunu anlatıyor. Bulgaristan Türkleri ve Müslümanlarımızdan çok fazla uzaklaşan Doğan, artık “kendini tamamen bomboş hissediyor.” Hükümet atamalarıyla ilgili D. Peevski, E. İvanov, Çukov vb. önerilerinin Sofya mitingcileri tarafından alayla karşılanması, onun içindeki boşluğu kat kat büyüttü gibi ayrıntılara değiniyor. BSP ile GERB arasındaki ısınma da HÖH lehinde sayılmaz. Mezar taşı çoktan çökmüş eski SDS’nin sokağa attığı ve sonra Ahmet Doğan tarafından HÖH Başkan Yardımcılığına kadar yükseltilen Biserov, Türk partisinin dışlanacağı bir koalisyondan ilk söz etti. Lütfü Mestan ile aynı çöplükten gelen Biserov, HÖH tepesinde öteki dünyaya ulaşan olmadığını, herkesin bozuk para gibi harcandığını unutmamalıdır. BSP-GERB görüşmelerine HÖH yok... Prof. Georgiev’e göre, 8. Kongre’de Bulgaristan Türk gençliği adına Doğan’ın silahla kürsüden indirilmesinden sonra, eski liderin “deliliği” şiddet safhasına girdi. Tabii, bu yeni durumda, Bulgar kamuoyunda kim görüşür Doğan-HÖH-DPS-Mafya çetesiyle. Siz söyleyin! BSP-GERB görüşmelerine HÖH yönetimi davet edilmedi. Durumu iyi analiz edenler HÖH’ü dışlıyorlar. Bulgaristan’ın en büyük problemi “rüşvet” Kuşkusuz ne politikacılar ne de profesör psikologlar kusursuz değildir. Bir de Bulgaristan’ın en büyük problemi “rüşvet” diyen AB komisyonu var. Brüksel’den yeni “Araştırma Komisyonu” geliyor. Çalacakları birinci kapı


24

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

saray. Hakkı helal edilmeden tek kurşunla giden Emin ve Kınçev olaylarına da eğilirler inşallah. “Rüşvet almaktan” yargılanan Silistre milletvekili Sefer, Dulovo Belediye Başkanı Tabakov dışında bir de eski savcı sosyalist Milletvekili Toma Tomov olayı kanıyor. O, 2 milyon 200 bin Evro atmış cebe. Lom Belediyesi’ne bağlı bilmem hangi köyle su götürmek için AB programlarından almış parayı, ne köye gitmiş, ne kanal kazılmış, ne boru döşenmiş. Brüksel’den gelenler, “Boruları görelim! Çeşme nerede? Açın kurnasını! Su akıyor mu?” diye sorunca, yalanlar ortaya çıkıvermiş. Tomov’un keli şakımış.Böyle işte... İnsanlar bunun için toplanmıyorlar 33 günden beri evlerine! Bulgaristan’da ki yolsuzlukları anlatmakla bitmez. Sözünü babamdan işittiğim bir öğretici ve düşündürücü öyküyle bağlamak istiyorum: Yeni Padişah Seçmek “Dinle evlat! Bir varmış bir yokmuş. Evvel zaman içinde bir yolcu varmış. Babası da ona, dünyayı dolaşarak en aptal insanı bulmasını vasiyet etmiş. Oğlu, babasının ölümünden hemen sonra yola çıkan oğlanın başına çok şeyler gelmiş, Dünyanın en aptal adamını bulamayacağına kanaat getirip evine dönerken bir şehre daha uğramış. Şehirde yan yana iki meydanda insanlar toplanmış, birinde şölen yapılıyor, ötekinde de idam sehpası kuruluyormuş. Bir yanda insanlar bir genci ortada oturtarak başına çiçekler yağdırıyor, övgüler söyleyerek, önünde eğliyorlar, öteki meydanda bir gencin üzerine tükürerek durmadan dövüp taşlıyorlarmış. Cellat da elinde baltasıyla idam sehpasının yanında durarak bunları izliyormuş. Yolcu bu duruma şaşırmış. Yanından geçen bir adama burada neler olduğunu sormuş. “Adam şenlik yapılan meydanda halk kendisine yeni padişah seçiyor” demiş. “Peki, ya bu taraftaki meydanda insanlar o adamı neden dövüyorlar?” “O bizim 23 yıl önce seçtiğimiz padişahtır, dövüldükten sonra idam edilecek” cevabını almış. “Siz ne söylüyorsunuz efendim? Neden idam ediyorsunuz, zavallı ne yapmış olur ki?” “Hiçbir şey yapmadı. Burada adet böyledir. Meydanda toplanır, zamanı geldiğinde kendimize yeni padişah seçeriz. Eskisini de idam ediyoruz.” “Hep mi böyle yapıyorsunuz? Peki, yeni seçilen adam, başına gelecekleri görüyorsa, seçilmeye neden razı oluyor? Kendi rızasıyla seçiliyor değil mi?” “Tabi ki kendi rızasıyla... Kimsenin rızası olmadan padişah seçilemez. Ama insanlık hali bu ya, kendini de idam edileceğini bilse de, bu zaman


Makale ve Analizler - 2013

25

içinde kim bilir neler olur, ne dolaplar döner, bir ihtimaldir ki belki benimle öyle olmaz idam etmezler diye düşünür. İşte buna benzer şeyler düşünerek razı olur. Ne bileyim işte, hep böyle oluyor.” diye anlatan adam yolcudan uzaklaşmış. Yolcu, bir idam kütüğüne yaklaşan eski padişahın haline, bir de karşı meydanda baş eğenlerin tebriklerini sevinerek kabul eden yeni padişahın gözlerindeki pırıltıya bakıp, hayretle onları seyretmeye başlamış. İdam kütündeki baş yere düştüğü anda, yeni padişahın başına taç giydirmişler. Her iki meydandaki insanlardan bir kısmı, yerlerde dönen kanlı kafaya, diğer bir kısmı da taçlandırmaya çığlıklar atmışlar. Yolcu iki meydan arasında yere oturup, şaşkın ve hayretle başını elleri arasına alıp şunları fısıldamış: “Hangisidir dünyanın en aptal adamı? Tahtan düşen mi yoksa Tahta çıkan mı?” Bizim vakamız bir “deli” üstüne olduğu için, aptalı karanlık gecede mumla arar duruma geldik... Not: İnsanın hayatını adadığı güç sonunda taş olup insanın kendi üzerine gelir. Atılan taşlar geriye dönüyor artık. Geriye dönen taşlar insanoğlunun yeniden atmaya gücü yetmez.

BULTÜRK’ten “HOŞGELDİNİZ” Ziyareti

İsmail ERDEM-19.Temmuz.2013

BULTÜRK Yönetim Kurulu üyeleri ve sempatizanlarından oluşan bir heyet yeni atanan Bulgaristan Başkonsolosu Sayın Angel Angelov’un daveti üzerine İstanbul Ulus’taki konsolosluk binasında kendilerini ziyaret etiller. Başkanımız ULUTÜRK tüm ekibe kendilerini kısaca tanıtmaları için söz verdi. Kısa bir tanıtma konuşmalarından sonra Başkonsolos Sayın Angelov kendi tecrübesine dayalı gözlemlerini ön planda tutarak konsolosluktaki verilen hizmeti kısaca özetledi. Gelecek ile ilgili ne yapmak isteklerini ve ne yapacakları hususlarına da kısaca değindi. Amaçlarının vatandaşlarımıza daha iyi hizmet verebilmek olduğunu belirterek sözlerine devam eden Sn Angelov, konsoloslukların genel anlamda görevini ve faaliyet alanları konusuna açıklık getirdi. İstanbul ve çevresinde


26

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

yaşayan Bulgaristan vatandaşlarının saysını göz önünde tutarsak konsolosluğumuzun bu sayıya karşılık vermesi çok zor ve bu kapasitenin bu ihtiyacı karşılayamadıklarından üzüntülü olduklarını dile getirdi. İstanbul’un her ilçesinde konsolosluk olma ihtimali olmadığına göre var olan bu koşullarda vatandaşlarımıza nasıl daha iyi hizmet verebilmek adına hep beraber çaba göstermemizin gerektiğinin altını çizdi. Bu anlamda vatandaşlarımızın daha kolay ve daha çok bilgi almalarını sağlayacak bir Bilgi Merkezi kuracaklarını dile getirdi. Bu hususta İstanbulda bulunan STK lara da daha çok görev düştüğünü söyleyen Sayın Angelov daha çok diyalog ve bilgi alış verişinde olur isek vatandaşlarımızla daha bilinçli bir düzeyde iletişim kurmuş olacağımızı düşündüğünü ifade etti. Çünkü bazen randevu alıp üzün süre bekleyen vatandaşlarımız buraya geldikten sonra sorunlarının çözümü konsolosluk yetkileri dahilinde olmadığını burada öğreniyorlar ve bu kendileri için üzücü bir durum oluyor diye konuştu. İşte vatandaşlarımızın bu durumlara düşmemeleri için hep beraber çözüm yolları üretmemiz gerektiğini söyledi. Ardından Başkanımız kendilerine “biz dernek olarak birkaç arkadaşa görev verelim sizlerde burada onlara pasaport, vize konularında bilgilendiriniz ve bunlar derneğimizde bu hizmetlerinin ön hazırlıklarını yapsınlar” dedi. Başkonsolosta hay hay biz memnun oluruz ne zaman isterseniz biz hazırız dedi. Böylece bir birimize yardımcı olmalıyız amacımız insanlarımıza faydalı olmaktır. Görüşmenin soru cevap kısmında BULTÜRK temsilcileri Eski göçmenlerin ve vatandaşlık hakları kaybetmiş soydaşlarımızın Bulgaristan’a giriş çıkış yapabilmeleri husunda,yatırım yapmak isteyen İş Adamlarına kolaylık sağlanma konusunda, Sağlık turizmi, kayak turizmi v.s. gibi alanlarda Bulgaristan’ı ziyaret etmek isteyen soydaşlarımıza kolaylık sağlanması talebinde bulundular. Bu konularla ilgili kanunlar çerçevesinde ellerinden gelen kolaylığı ve vazife olarak onlara düşen ne varsa hiç kuşkusuz yapacaklarının sözünü veren Başkonsolos Sn Angelov daha sık görüşme dileği ile BULTÜRK temsilcilerini uğurladı.


Makale ve Analizler - 2013

27

Ancak Bu Kadar Olur!

Raziye ÇAKIR -19.Temmuz.2013

Gerçek şairler feylesofların üstündedir, diyenlere inanmayanlar olabilir. Kimse hiçbir şeye inanmak zorunda değildir aslında. Bu eskiden öyleymiş, şimdi de öyle. Bir de şu var: Kuran’da şairlerin sözüne pek inanılmaz dendiğinden, kantarın topuzu son milenyumlarda feylesoflardan yana ağır basmaya başlamış. Fakat her şey dalgalı olduğundan, kimi defa şairlerin insanı dolu dolu coşturduğu inkâr edilemez. Üstelik feylesofları anlamak çok birikim istiyor. Anadan doğma bilgelerse binde bir... Avrupa Birliği’nin Birlik Marş Güftesini seçerken, koskoca Johann Wolfgang von Goethe Orta Çağdan buyana aydınlık çırası olarak yanmaya devam ederken Johann Christoph Friedrich von Schiller’in Mutluluk Öygüsü’nün seçilmesi insanlığı ne kadar düşündürdüyse İtalya’da Sicilya’nın Butera kasabasında yapılan bir halk oylamasında insanlığın mutlu geleceğini en güzel tarif eden şiir olarak Nazım Hikmet’ten bir dörtlük seçilmesi ve belediye binası girişinde özel bir mermere altın harflerle işlenerek asılması Türk şiiri ve şairi yüreğinde taşıyanlar için daha önce yaşanmamış çok görkemli çılgın bir sevinç kaynağı oldu. Sicilya’da şu Temmuz günlerinde güneşin gün boyu pişirdiği uçsuz bucaksız düzlüğün ortasında yükselen kayalığın en tepesinde Butera adında çok küçük ve çok şirin bir kasabadayız. Bembeyaz dar sokaklar, hr evin kapısının önünde oturan yaşlı amcalar hiç hareket etmiyorlar. Evler de güneşten pişmiş gibi başka gelen giden yok bizebakıyor. Ortada, birbirinin kopyası evlerin ötesinde birkaç dükkân, kahvehane, bir kilise ve bir kale. Kasabacığın en güzel yapısı belediye binası. İçine girince sol taraftaki duvarda, en tepede mermere kazılı bir şiir göze çarpıyor. Özenle kazınmış, oraya konmuş. “Topraktan, ateşten ve denizden doğanların en mükemmeli doğacak bizden. Ve insanlar ellerini korkmadan, düşünmeden, birbirlerinin ellerine bırakarak, yıldızlara bakarak yaşamak negüzel şey diyecekler.” Tanıdık geldi değil mi? Nazım Hikmet Sicilya’da bir kasabanın Belediye Başkanlığı duvar mermerine oyulmuş..


28

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Belediye başkanına soruyoruz. 2000 yılında milenyum şerefine bir özlü söz bulupduvara hiç silinmeyecek şekilde yazdırmak istemişler. Köy okulunda görevli kadın edebiyat öğretmeni bu şiiri önermiş. Hiç istisnasız herkes kabul etmiş. Hangi seçimde kazanılıyor böyle bir sevgi saygı, söyleyebilecek var mı? Bir düşünsenize, en bilinen şairleri, kendi ilahi destanlarında hangi Müslüman Peygamberi (Muhammed, Ali ve Yusuf’u) cehennemin en derin zindanlarına gömmeyi düşünürken, aynı halkın öz bağırı aydınlığa ne kadar susamış. Biraz yukarda Avrupa’nın tam göbeğinde Weimar’da Geothe ile Şiller dünya karanlığa mı baksın aydınlığı mı arasın! diye bronz anıtlarda asırlar boyu birbirine bakarken, “sıkça olmak üzere edebiyatımız olmadığını” yazacak kadar küstahlık edenlerin kitle ruhunda yaşayan cevherlerin parlaklığına hayran olmamak elde mi? Sicilya sıcağında göz açamayanların kalplerinde Nazım Hikmet Ateşi yanmasına sevinmeyip de neye sevinelim ki? Aydınlık arayanların Doğuya baktığına bundan daha parlak bir örnek olamaz. Yaşamak bazen hakikatten güzel!

Kırkaltı Yıl Sonra Bulgaristan’da

BGSAM-19.Temmuz.2013

Giriş Bismillahirrahmanirrahim. Sıcak bir Temmuz günü. 2011 yılındayız. Telefon çaldı. Bir ses: “Burası Cumhurbaşkanlığı. Size bir haberimiz var. 10-12 Temmuz 2011 tarihinde Cumhurbaşkanımız Sayın Abdullah Gül, resmen Bulgaristan’ı ziyaret edeceklerdir. Kendilerine refakat eden heyetin terkibinde siz de varsınız. Bu seyahat için gerekli hazırlıkları yapınız, pasaport ve vize işlerinizi tamamlayınız. Ziyaretle ilgili mütemmim bilgiler size ulaştırılacaktır.” Aldı beni bir heyecan. Bulgaristan’ı terk edeli tam 46 yıl oldu. Doğduğum, okuduğum ve okuttuğum yerleri göreceğim demek. Kim heyecan-


Makale ve Analizler - 2013

29

lanmaz? Büyüyüp yetiştiğim o topraklar, yıllardan beri gündüz hayalimde, rüyamda Anamın - babamın mezar an o topraklarda. Oraların fethinde şehit düşen Mehmetçiklerimiz, oralarda yatıyor. Ecdadımız o diyarları mamur kılmış. Kalıcı eserler bırakmış. Nereye varsanız onların izlerini görüyorsunuz. Bastığınız her adımın altında, bir şehit yatıyor. Toprağı sıksanız, onların kanı fışkıracak. Asırlar boyu ecdadımız buralarda at koşturmuş, can vermiş - şan almış... Beynimden kalbime bu ve buna benzer düşünce kırıntıları damlarken bir telefon daha: - “Bulgaristan’a 10 Temmuz 2011 günü, İstanbul Atatürk Hava Limanından hareket edilecektir. Saat 17.15’te. Bu itibarla bütün heyet üyeleri saat 15.30’da Büyük Şeref Salonunda hazır bulunmaları rica olunur.” Aldığım bu bilgiler ışığında hazırlıklarımı yaptım ve saat tam 15.30’da Büyük Şeref Salonundaydım. Bütün davetliler orada toplanmıştı. Hareket saatine yakın bir zamanda uçakta yerlerimizi almamız anons edildi. Her kesin yeri belliydi. Büyük, Türk Hava Yollan uçağı dopdoluydu. Şöyle bir baktım her kesimden davetliler var: Milletvekilleri, üniversite Rektörleri, emekli Büyükelçiler, Göçmen Dernekleri Başkanları, gazeteciler, ajans muhabirleri: Dışişleri Bakanlığından ilgili daire mensupları vs... Görülüyor ki, Sayın Cumhurbaşkanımıza refakat edecek olan heyetin teşkiline dair çalışmalarda ciddiyetle emek sarf edilmiş ve Cumhurbaşkanımızın bütün Türk halkının tamamını kapsayıcı prensibine sadık kalmış... Yalnız iktidar çevrelerinden değil, muhalefet saflarından ve diğer kesimler den temsilciler seçilmiş. Bu noktada, heyetin terkibini teşkil eden bu konudaki görevliyi, tebrik etmek gerekir... Sofya’da Tam saatinde Sofya Hava Limanına indik. Otele intikal edildi. Zaten şehre çok yakın. Hemen söylemek durumundayım: Etraf yemyeşil, tam karşıda Vitoşa dağı... Orman ağaçlarla kaplı... Yalçın kayalardan ibaret değil. Namık Kemal’in avlandığı yerler... Hemen hemen her Türk aydınının dilinden düşmeyen tarihi bilgi: Genç şair bir karaca vurmuş, ama ne yazık ki hayvan gebedir. Karnından bir yavru çıkmış. Namık Kemal bu durumdan çok etkilenmiş ve silahını duvara asmış, dudaklarından da şu mısra dökülmüş: “Köpektir zevk alan sayyadı bi insaftan” Program gereğince saat 20.00’de T.C. Sofya Büyükelçimiz Sayın İsmail Alamaz, Sayın Cumhurbaşkanımız şerefine akşam yemeği veriyor. Bütün Heyet davetli.


30

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Büyükelçilik binası halen Rezidance olarak kullanılmakta. Burası bizim için, her Türk için çok önemli bir mana ifade etmektedir. Bir defa yeri çok kıymetli. Şehrin merkezinde. Hemen yakınında Sofya / OHRİTSKİ Üniversitesi. Millet Meclisi binası, Aleksandr Nevski Katedral. En mühimi, Rezidansın karşısında Sofiyanın en büyük parkı... Biraz daha derin düşünecek nursak buralarda Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk (o zaman Kolağası) .çalışmış. Fethi Okyar keza buralarda emek sarf etmiş. Bunlar güzel de, benim de hayatımda çok özel bir yeri var.Bundan tam 46 yıl önce, Bulgaristan komünist rejiminin cehennem misali zindanlarından kurtulup anavatana ve aileme, iki buçuk yaşında bıraktığım biricik kızıma kavuşmak için bu binadan hareket ettim. Takas yoluyla Türkiye’ye verilmem kararlaştıktan sonra, Bulgar Dışişleri Bakanlığında pasaportum elime verildi ve: - “Şimdi artık Türkiye Büyükelçiliğine gidebilirsin” denildi. O zamanlar Büyükelçimiz merhum Necmeddin Tuncel Beyefendiydi. Beni uğurlamak için Şumnu’dan beraber gelen kardeşlerim karşıda ki parkta kaldılar, oradan olup bitenleri seyrediyorlardı. Takvim 21 Ocak 1965 tarihini gösteriyordu. Hicri aylardan da Ramazan ayı içindeyiz. Oruçluyum. Büyükelçilikte her şey hazırlanmış. Makam arabasıyla beni Sofya istasyonuna trene götürecekler. Büyükelçi cebime bir 10 Bulgar levası koydu. “Trende orucunu açarsın” diyerek. Rezidans salonlarında, masalarda herkesin yeri belli. İlgililer de misafirlerin yerlerini bulmalarında yardımcı oluyorlar. Ben 7. masadayım. Vardığımda diğer arkadaşlarım yerlerini almışlardı. Tabi ki hepsi benden genç. Esasen bütün heyette benden yaşlı yok. Yanımda genç bir hanımefendi oturuyor. Ben gelinceye kadar arkadaşlar sohbete dalmışlar bile. Yemek başladı. Ben de sohbete katıldım. Her şey çok mükemmel. Servis normal seyrini takip ediyor. Herkes birbiriyle tanışıyor, muhabbet ediyor. Derken masada bir bomba patladı. Yanımdaki hanımefendi: - “Ben, Bulgarım...” demez mi? Galiya, bir Türk ile evlenmiş. Benim gibi gayet güzel Türkçe konuşuyor. Daha erken gelmiş olsaydım, belki masada kilerin isimlerini okur, kimin ne olduğunu öğrenmiş olurdum. Ama artık çok geç. Derhal masadaki komşumun çok güzel Türkçe konuştuğunu söyleyerek kendisini takdir ettim. Şöyle ki: “Hazreti Yusuf Medresesi’nde bulunduğum yıllarda (Belene Cehennemi) 80 kişilik bir grup halinde ceza koğuşundayım. Aramızda mahkûm olmuş Katolik papazları da var, Otets Klinent, İstanbul’da Robert Koleji’nde okumuş. Kendisiyle Türkçe konuşuyordum. Ahbap olduk. Bir gün içinde bulunduğumuz barakada vakit geçirmek için havadan sudan konuşurken:


Makale ve Analizler - 2013

31

- “Arkadaşlar, dünyada en tatlı şey nedir, bilir misiniz?” dedi. Sağdan soldan cevaplar gelmeye başladı. Kimisi, dünyada en tatlı şey bal diyor ki misi uykudur diyor, filan. “Hayır,” dedi papaz: - “Dünyada en tatlı şey; İstanbul’da, bir İstanbul hanımefendisinin, İstanbul şivesiyle Türkçe konuşmasını dinlemektir!” .... Ben hemen taşı gediğine koydum: Meğer Sofya’da da güzel Türkçe konuşan hanımlar varmış. Baktım ki Galiya dört köşe. Ağzı bir karış açılmış, kahkahayla gülüyor, memnuniyeti yüzünden okunuyor... Yemek devam ediyor, sohbet koyulaşıyor, fıkra ve anekdotlar birbirini takip ediyor. Tatlı faslı geldi, çay-kahve faslına geçildi. Ben kalkıp diğer masaları gezmeye ve daha başka zevat ile görüşmeye başladığımda: - “Fırsatı kaçırdık, keşke 7. masada bulunsaydık, tatlı sohbetten mahrum kaldık” gibi hayıflanmalar kulağıma geliyordu. Saat 21.30’da otele dönüyoruz. Derin bir düşünceye daldım. Neydi o günler... Bir zamanlar bu bina Büyükelçilik olarak kullanıldığı günlerde, ciddi bir tarassut altındaydı. Bulgaristan Türk azınlığından herhangi bir soydaş, bir yolunu bulup binaya girdiğinde, yan taraftaki binanın çatısın da nöbet tutan elemanlar, girenin fotoğrafını çekiyor, çıktığında da hemen tutuklanıp sorgu ve işkenceye tabi tutuluyordu. Kadir Mevlam, sen ne büyüksün, azamet, kudret ve celaline payan yok... Ne günler geldi geçti köprünün altından çok sular aktı. Varna zindanından, ayağında 46 kar’lık pranga olduğu halde Sofya Cezaevine getirilen fakir, şimdi bu akşam, T.C. Cumhurbaşkanının maiyetinde, bu binada yemek yiyor, çıkarken de: - Gel beri, diyen yok... Buna sadece Allah’a şükürler olsun denir! Ertesi gün 11 Temmuz 2011 Pazartesi. Akademisyenler grubu için özel bir program hazırlanmış. Hayli yüklü. Grup aşağıdaki zevattan müteşekkil: 1- Prof. Dr. Enver Duran; Trakya Üniversitesi Rektörü 2- Prof. Dr. Osman Şimşek; Namık Kemal Üniversitesi Rektörü 3- Dr. Bilal N. Şimşir; Emekli Büyükelçi, 4- Prof. Dr. Emin Balkan; Balkan Türkleri Göçmen Dernekleri Federasyonu Genel Başkanı 5- Prof. Dr. M. Selim Deringil; Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi 6- Doç. Dr. Erhan Afyoncu; Marmara Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi


32

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

7- Doç. Dr. B.Demirtaş; Coşkun Marmara Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi 8- Doç. Dr. M. Zeki İbrahimgil; Gazi Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi, 9- Doç. Dr. Hüseyin Mevsim; Ankara Üniversitesi DTCF Batı Dilleri ve Edebiyatları Bölümü Bulgar Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı Başkanı 10- Doç . Dr. Hamit Palabıyık; Çanakkale 18 Mart Ünv. Biga İİBF Öğretim Üyesi 11- Osman Kılıç; Göçmenlere Yard. Derneği İstişare Kurulu Başkanı ve BİSAV Onursal Başkanı 12- Mustafa Kutlay; USAK AB Araştırmaları Merkezi Uzmanı Osmanlı Arşivine Büyük İlgi 8 Numaralı araba bize tahsis edilmiş. Saat 09.45’te “Kiril i Metodi” Bulgaristan Milli Kütüphanesine müteveccihen hareket ettik. Mihmandarımız Mine Adalı adında genç bir hanım, Kütüphane Müdür Muavini bizi kapıda karşıladı. Geniş bir salona alındık. Müdür muavini (hanım) kısa bir konuşmayla bizi selamladı ve anındaki hanıma teslim etti. Bu hanım, kütüphanenin Şarkiyat Bölüm Başkanı. O da kısa bir konuşma ile bizi selamlayıp ziyaretimizden duydukları memnuniyeti izhar etti ve hemen konuya girdi. Önünde, masa üzerinde bir sürü evrak bulunuyordu. Biraz sonra bize onları tek tek izah ederek takdim etmeye başladı. Şarkiyat bölümü nün çok zengin olduğunu, birçok el yazması eserlerle dolu olduğunu ifa de ediyordu. Özellikle 12. ve 13. asırdan, ilmin çeşitli alanlarında kaleme alınmış kıymetli elyazması eserlerle övünüyordu. Bir yandan konuşuyor, diğer yandansa birer birer fermanlar önümüze sürülüyordu. Osmanlı padişahlarının çeşitli konular hakkında isdar ettikleri fermanlardı bunlar. Her biri Hüsn-ü Hat alanında bir şaheser. Onları okumak bile herkesin kârı değil. Sözleri arasında bunların İstanbul Hazine’i Evrakından (Osmanlı Arşivi) getirildiğini ve halen hepsinin bodrumda muhafaza edildiğini anlatıyordu. Hepimizin bildiği müessif hadise: Hurda niyetine Osmanlı arşivinden bu eserler Bulgarlara verilmiş. Bu kıymetli eserleri şimdi Bulgar’ın elinde gördüğüm zaman yüreğim sızladı. Kadın: - “İşte bu da çok değerli bir Ferman” diyerek bize altın yaldızlı, bir sanat eseri evrakı gösterirken, kalbime bir bıçak saplandı. Ne kadar büyük bir hata işlendiğini bir kere daha hatırladım ve kendi adıma çok ama çok üzüldüm.


Makale ve Analizler - 2013

33

Burada, konudan biraz ayrılarak bilgi vermek isterim: Boris Nedkof adında bir Bulgar, Nüvvab’a gelmiş, kaydını yaptırmış ve okuldan mezun olmuş. Benden çok evvel. Ağabeylerimizden onun hakkında çok şeyler dinlemiştim. Kendisi müsteşrik. Nüvvab’tan sonra Münih Üniversitesinde de okumuş. Dönüşünde Bulgar Eğitim Bakanlığında görev almış. 1946/47 ders senesinde, Nüvvab’a, Mezuniyet imtihanlarına Bakanlık Mümeyyizi olarak gönderildi. Ben de artık Nüvvab’ta öğretim görevlisiyim. Nüvvab çevrelerinde “Boris Hoca” diye anılan bu adam, o yıl Bulgar Eğitim Bakanlığı. Mümeyyizi olarak İcazetnamelere imza koydu. Tevzii Mülfat töreninde de Bakanlık adına bir konuşma yaptı Bulgarca olarak. Tercümesini ben yaptım. Çünkü törende bulunan halk Bulgarca bilmediğinden tercüme gerekiyordu. Bu münasebetle kendisini tanımak fırsatını bulmuştum. Ertesi sene Boris Nedkof’u Sofya Milli Kütüphanesinde Şarkiyat Bölümü Başkanı olarak görüyoruz. Müsaade isteyerek Bölüm Başkanı hanımefendiden bize Boris Hoca hakkında biraz bilgi vermesini rica ettim. Memnuniyetle diyerek devam etti ve aşağıdaki bilgileri verdi: - “Boris Nedkof çok değerli bir şarkiyatçıdır. Benim de hocamdır.” Maalesef kendisi hayatta değildir, bundan birkaç sene evvel vefat etti. Ben, şimdi tam zamanı diyerek devam ettim ve bir konuda kendisinden bilgi rica ettim: Şumnu’da Şerifpaşa Camii Külliyesi’nde bir kütüphane vardı. 12. ve 13. yüzyıldan elyazması çok kıymetli eserlerle doluydu. İlmin her alanın da Riyaziyat, Astronomi, Nebatat, Tabiat Bilgileri, tarih ve hele İslam Dini hak kında Fıkıh, Tekir kitapları paha biçilmez eserler. Bunların hepsi alındı ve Milli Kütüphanede bir Şarkiyat Bölümü açıldı, kitaplar da buraya taşındı. İşte bu hadisede başrolü oynayan Boris hocaydı. Bu kitaplar hakkında biraz bilgi verir misiniz, bu eserlerin akıbeti nedir diyerek ricada bulundum. - “Evet,” dedi hanım, “Kitaplar buradadır ve halen hepsi aşağıda, bodrumda muhafaza edilmektedir. Yani Osmanlı arşivinden alınan eserlere ila yeten Şerifpaşa Kütüphanesinin eserleri de halen Bulgar Milli Kütüphane sini süslemektedirler. Bulgarlar da bu eserlerle övünüyorlar, dünyada bu kadar kıymetli, elyazması eserler seyrek bulunmaktadır diyorlar.” Kadın devam etti: - “Vidin’de Osman Pazvant oğlu Kütüphanesi’nin eserleri de buradadır. Onları da muhafaza ediyoruz...” Hepimiz bu kıymetli eserlerin elimizden çıktığına üzüldük, ama bir bakıma halen muhafaza edildikleri için de sevinmedik değil hani... Kendimizi bir nebze böyle teselli ettik... Talebeliğim yıllarında 1937 falan, hocalarımızla çıktığımız bir gezide, Vidin’e


34

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

de Bitmiştik. O zamanlar Vidin Ruşdiye Müdürü de bizim bildiğimiz ağabeyimiz Nüvvap mezunu Osman Pazvant oğlu Kütüphanesi’ni gezdik, oradan biliyorum... Vakit ilerledi, daha gidecek yerlerimiz var. Kütüphaneden çıktık. Topluca fotoğraflar çektik. Şarkiyat Bölümü Müdiresi hanımefendiyi de aramıza aldık ve kütüphaneden ayrıldık. Trak Dönemine İlgi İstikamet Milli Tarih Müzesi. Merkezden hayli uzak, neredeyse Vitoş Dağı eteklerinde büyük bir bina. Meğerse burası Todor Jivkov’un ikametgâhı imiş. Acaba burası kendisine dar gelmedi mi, diyerek aramızda gülüştük. . Bir görevli uzman bize izahat veriyor. Kendince herhalde en münasip bulduğu bir bölüme götürdü. Varna çevrelerinde yapılan kazılar esnasında bulunan tarihi kalıntılar sergilenmiş. Milattan bilmem kaç bin sene evvel, Bal kanlarda hele bu Bulgaristan topraklarında Traklar yaşamış. Mezarlarından çıkarılan kemikler iskeletler ve yanlarında da altın takılar... Küpe, bilezik v.s... Enteresan olan tarafı şu ki; mezar erkek mezarı ve erkeğin yanında bulunuyor bu takılar... Bu dikkatimizi çekti. Bir de daha o zamanlarda bu topraklarda yaşayanlar altını biliyorlarmış ve işlemesini yapıyorlarmış. Ayrıca ev ve mutfak aletleri vitrinleri süslemekte. Osmanlı Devri İlgi Merkezinde Osmanlı devrine ait eserleri sorduk, pek bizim dikkatimizi çekecek eserler gösteremedi kılavuzumuz. Teşekkür ettik ve müzeden çıktık. Saat yarım. Vakit ilerliyor. Program da bir çalışma yemeği var. Nerede? Bir Türk lokantasında. Güzel bir yer. Çalışanlar Türk. Hepsi bizi güler yüzle karşıladılar ve memnu etmek için elden gelen gayreti sarf ediyorlar. Uzun bir masada yerlerimizi aldık. Bir tarafta biz, karşımızda da yemeğe katılan Bulgar akademisyenler. Başta Prof. Dr. Yordan Peev. Oriyantalist. “Kliment Ohristki” Üniversitesi Doğu Dilleri ve Kültürleri Merkezi, Arap Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı eski öğretim görevlisi. Diğer zevat ekseriyetle tarihçi. Bu arada bir de Türk var: Dr. Mümin Tahir. Felsefe doktoru. “Svobodno Sloyoo” Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Yardımcısı, Sofya ve Filibe Üniversitesi öğretim görevlisi. Ortam çok müsait. Muhtelif ilmi konularda konuşmalar, fikir alışverişi zevkle devam ediyor. Ana yemek, çok mükemmel: Karışık kebap, dana, kuzu ve tavuk eti. Pencereden bakıyorum, yine yemyeşil Vitoş dağı manzaraları. Karşımda oturan Bulgar akademisyen ile tarihten falan bahsederken laf Makedonlara geldi. Müstakil bir Makedon dili var mıdır diye kendisine sordum.


Makale ve Analizler - 2013

35

Cevap:-Kendileriyle Bulgarca konuşarak birbirimizi çok iyi anladığımıza göre herhalde ayrı bir Makedon dili yok, dedi... Türkiye’de ki Üniversitelerde, Makedon Dili Kürsüsü boşmuş ilgi ve öğrenci yokluğundan... Yemekten sonra biraz istirahat etmeden hemen programa devam ediyoruz. Bu sefer istikamet “Kliment Ohritski” Üniversitesi. Merkezde, hemenTürkiye Büyükelçiliği rezidance binasının yakınında, Rektör Yardımcısı ta rafından karşılandık. Büyük bir salona alındık. Bir tarafta biz, diğer taraf ta da Bulgar akademisyenler. Yine tarihçiler ekseriyette. Rektör Yardımcı sı bizi kısa bir konuşma yaparak selamladı ve hemen üst katta bulunan Tarih Bölümüne teslim etti. Bölüm Başkanı keza biraz daha uzunca bir konuşmayla bizi selamladı ve sohbet başladı. Tabi Bölüm Başkanı faaliyetleri ve yayınları hakkında etraflı bilgiler verdi. Derken Trakya Üniversitesi Rektörümüz Bulgarların milli menşeleri hakkında ne düşünüyorsunuz diyerek bilgi istedi. İlk defa hayatımda yet kili ağızlardan, resmen bir itiraf duydum ve kendi adıma çok memnun oldum. “Evet,” dedi Bölüm Başkanı, “Biz Türk kökenliyiz. İlmen tarihi bir hakikattir. Hatta, her ne kadar bazı tarihçiler Pers kökenli olduğumuzu söyleseler de bunun bir ilmi değeri yoktur, biz Türk kökenli, yani Turanı bir ırka mensubuz...” Bu arada ben de söz alarak kısaca şöyle bir fikir beyanında bulundum: - Balkanlarda, Bulgaristan’ın en sadık dostu Türkiye’dir. Diğer komşuları Romanya, Sırbistan ve Yunanistan Bulgarların din kardeşidirler. Sırplar ise Bulgarların kan kardeşleridir, İslav olmaları dolayısıyla. Hal böyle olmakla beraber, tarihte Bulgaristan Prensliği teşekkül ettiği zaman, henüz çiçeği burnunda genç Bulgar devletine bunlar hücum etmişlerdi: Kuzeyden Romen Ordusu Bulgaristan’a girmiştir. Güneyden Yunanistan, Mesta (Kara Su) vadisini takiben Sofya’ya doğru ilerlemiştir. Hele Bulgarların hem din kardeşleri, hem de kan kardeşleri Sırplar, gencecik Bulgar Prensliğini batıdan vurmuşlar, taa Slivnitsa’ya kadar gelmişlerdir. Sofya büyük bir tehlike karşısında kalmıştı. İşte o zaman siz, Edirne karşısındaki silahlı kuvvetlerinizin tamamını batıya kaydırdınız ve canınızı dişinize takarak Sırpları dur durdunuz ve Bulgar topraklarınızdan attınız. O günlerde Edirne karşısında tek bir askeriniz yoktu. Ama Türkler bunu fırsat bilip diğer komşularınız gibi size hücum etmemişlerdir. Kısaca tek bir Türk ordusudur ki Bulgaristan’a saldırmamıştır, ama diğer komşularınız size kan ağlatmıştır. Dolayısıyla bu gün ben onun için Bulgaristan’ın en sadık dostu Türkiye’dir diyorum. Bölüm Başkanı ve diğer tarihçiler:


36

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Biz bunun idraki içindeyiz diyerek görüşlerime katıldıklarını ifade ettiler. Diğer arkadaşlarda da bölüm ile ilgili sorular sordular, cevaplar alındı, fay dalı tarihi sohbetler yapıldı. Ayrıca bize, Tarih Fakültesi 1888-2008 ALMANAX başlıklı bir kitap hediye edildi. Bu kadarla görüşmeler sona erdi. Memnuniyetle üniversiteden ayrıldık. Program gereğince “Aleksandır Nevski” Katedralini ziyaret etmek gerekiyordu. Ayrıca bir şehir turu atılacaktı. Ben fazla yoruldum ve otele dönüp istirahata çekildim, zira ertesi gün bizi daha yüklü bir program bekliyordu. Şumnu Yolunda: Sabah oldu. 12 Temmuz Salı Sofya’ya veda ediyoruz. Şumnu’ya gidilecek, ama Hava Limanı olmadığı için Varna Hava Alanına binecek, oradan da arabalarla Şumnu’ya gidilecek. Varna ile Şumnu arası 90 km tahminen arabayla bir saatlik yol. Uçakla 50 dakika’da Varna Hava Limanına vardık. Arabalar hazır. Hemen yola koyulduk. Ben bu kara yolculuğundan kök memnun oldum, çünkü etrafı, bildiğim güzel yerleri, yemyeşil ova ve tarlaları görecektim. Fakat hadise benim için o kadar basit değil. Varna be başımdan gelip geçen badirelerde önemli bir yer tutar... 14 Nisan 1948 yılında Şumnu’da tutuklandım. Bir gece Şumnu şehri emniyetinin cehennem çukurunda geçirdim. Ertesi gün makineli tüfekler önünde oradan çı karıldım ve Varna emniyetine getirildim. Emniyet. Binası, eskiden, Kraliyet devrinde Milletvekili olan zengin bir adamın köşküymüş. Deniz kenarında deniz parkının içinde büyük bir bina. Altında büyük bir şarap mahzeni. İşte burayı komünist rejimi, küçük küçük bölümlere ayırmış ve nere deyse kibrit kutusu gibi hücreler haline getirmiş. Yani biz yer altında sayılırız. Bodrum, derin ve çok önemli bir yer. Hücreler gayet küçük ve havasız. O kadar korkunç bir yer ki bilhassa geceleri, ortalık biraz sakinleştiği saatlerde deniz dalgalarının uğultusunu duyarsınız. Beni işte buraya tıktılar ve işkenceye tabi tuttular ve en nihayet kendi elleriyle yazdıkları ifadenin altına imza koymaya mecbur ettiler. Varna Cezaevi. Uçaktan indiğimiz zaman, etrafa bakındım. Neden mi, içinde çile dolu durduğum Varna Cezaevini arıyordu gözlerim. Cezaevi şehir dışında, bağlıklar arasında bulunmaktadır. O semte doğru bir baktım, yeşilliklerden Varna Savaşının yapıldığı vadide: Dolayı binayı göremedim. Bu benimle ilgili bir husus. Ama bütün heyetimizi ilgilendiren başka bir husus var: Hava Alanı, denizden içeriye doğru, yani karadan batıya devam eden bir ovada... İşte bu ova, yani bastığımız bu


Makale ve Analizler - 2013

37

topraklar 1444 yılında meşhur Varna Meydan Muharebesinin cereyan ettiği yerler. Vakit olsa orayı görmek mümkün. Bulgarlar, orada ınaktul düşen Leh Kralı Vladislas Vaneçik’in heykelini diktiler. Demek istediğim Varna şehrinin bu tarafları o kanlı savaşların cereyan ettiği yerler. Bastığımız her adımın altında, zamanın yeniçerilerinin şehit olarak çürümemiş cesetlerinin bulunduğu, hiç aklımdan çıkmaz. O müthiş Haçlı ordusu Tuna vadisini takiben Varna’ya kadar gelmişti. Tabi önüne gelen yerlerde yaşayan Müslüman Türk halkını kılıçtan geçirerek. Neyse ki genç Padişah babasına: - “Eğer ben Padişah isem, sana emrediyorum, gel ordunun başına geç millet ve devleti bu korkunç tehlikeden kurtar” dedi. Sultan Murat da bu emre imtisalın geldi cansiperane bir kanlı savaş sonunda sayıca çok üstün olan Haçlı Ordusunu perişan etti. Demek oluyor ki bizi Balkan topraklarından atmak isteyen Batı Hıristiyan dünyası buna muvaffak olamamıştı. Bu düşüncelerle arabalarımıza yerleştik ve Şumnu’ya doğru yola koyulduk. Yollar bozuk bakımsız... Ama tabiat çok güzel. Her taraf yemyeşil. Sol da Sakar Balkanın kuzey etekleri görünüyor. Ormanlarla kaplı, uçsuz bucaksız dağlar. Biraz daha ilerde, görünmese de meşhur Longor dağları var. Sadece büyük meşe ağaçlarıyla kaplı dağlar. Buralarda Türk gençleri askerlik niyetiyle ırgat olarak çalıştırılır. Meşhur şarap fıçılan işte burada yapılır. Yol boyundaki tabela gözüme ilişti: Suvorovo. Haa, işte meşhur Vezirli Kozluca... Zamanında Türklerin meskûn bulunduğu büyük bir yer. Hat ta burada Sabri adında bir arkadaşımız vardı Nüvvab’da. Bu arkadaş Hoca Şeyh Efendinin evinde oturuyordu. Çünkü Şeyh Efendi bu köyde Rama zan ayı Vaiz olarak bulunmuş ve köyün eşrafından sayılan Sabri’lerin odalarıda kalmış. Varna yöresinden hatıralar: Karatenizden, adeta bir dil şeklinde karadan içeriye doğru uzanan göller vardır. Provadı şehrine gelmeden bu göller kenarında Soda-Kaustik fabrikaları vardı. Özellikle Pravadı havzasında yer alan bu göller bölgesinde binlerce Türk genci (Trudovak’ırgat) olarak, askerlik adına kanallarda çalıştırıldı. Eskiden yol Pravadı’nın içinden geçiyordu. Şimdi çevre yolundan, şehri görmeden geçtik. Keza 1944 yılının Eylül ayında muharip olarak Bulgaristan topraklarına giren Kızıl ordu’nun başındaki Mareşal Tolbuhin’in karargâhı Kozluca’daydı. Ön kollar Şumnu’ya girdikleri zaman Tolbuhin, harekâtı buradan idare ediyordu. Ancak bir hafta sonra, yani 9 Eylül’de yine Kızıl ordu’nun yönetimi ve desteği ile dağlardan inen Partizanlar-komünistler idareyi ele aldılar ve Vatan Cephesi Hükümeti kuruldu, işte o andan iti-


38

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

baren Sovyetler ile Bulgaristan arasındaki ilişkiler değişti. Artık kızıl ordu Bulgaristan’da bir düşman işgal ordusu değil, kurtarıcı olarak bulunuyordu. Onun için zaten komünistler Kızıl ordu’ya ikinci kurtarıcı geldi dediler. Şumnu’da Fabrika Ziyareti Pravadı’yı yandan, çevre yolundan geçtik. Yol ilerledikçe, yani Şumnu’ya yaklaştıkça heyecanım da artıyordu. Kaspeçen’den itibaren Şumnu ovasına çıkmış bulunuyoruz. Solda, Madara kayalıklarında bulunan Han Kum”un rölyefini de geride bıraktık, artık Şumnu ovasında ilerliyorduk. Ben de heyecan dorukta... Şehre girmeden büyük bir fabrika önünde durduk. ALKC büyük bir Alüminyum fabrikası. Özelleştirilmiş ve Türkiye’den Fikret İnce adında bir işadamı gelip bu fabrikayı satın almış. Dünyada ilk ye dinin içine giren bir sanayi kuruluşu. Büyük çapta ihracat yapıyor. Önemli ölçüde istihdam imkânları meydana getirmiş. Yalnız şu var ki çalışanların çoğu Bulgar. Bununla birlikte çevre halkı için önemli bir ekmek kapısı. Başta Sn. Cumhurbaşkanımız olmak üzere içeriye girildi ve fabrika gezildi. Kendimi adeta bir sauna içinde buldum, çok sıcak... Bütün makineler çalışıyor, işçiler Cumhurbaşkanımız’ el sallayarak karşıladılar. Herhalde bunlar burada çalışan Türk işçilerdi. Yetkililer tarafından fabrika hakkında bilgiler veriliyor, ihracat bağlantıları anlatılıyordu. Nihayet saunadan çıktık. Hepimiz kan ter içindeydik. Ama şu anda, böyle önemli bir sanayi kompleksini bir Türk vatandaşı işadamının çalıştırması bizim göğsümüzü kabarttı. Milyarlarca yatırım yapılmış bu fabrika için. Biraz dinlendikten sonra şehre hareket edildi. Kalbim hızla çarpıyordu. 46 yıl evvel terk ettiğim yerleri görecektim. Okuduğum ve sonra muallim olarak okuttuğum ilim ve irfan ocağı Nüvvabı görecektim. Dünya evine girdiğim ve biricik kızımın doğduğu evi görecektim. İcazet aldığım okul burada. Dünya evine girdiğim şehir burası. Ama tutuklanıp komünizm cehennemlerine atıldığım yer de burası, Burada okudum, burada çalıştım, ter döktüm. Ama yine buralarda ilgili makamlar tarafından takip edildim. Şumnu benim için ölüp dirildiğim bir şehir. Hatıra Dolu Saatler: Tombul camiye Nüvvab’a doğru ilerliyoruz. Etrafa bakıyorum, hiç de benim bıraktığım gibi değil. Çok ama çok değişmiş. Bir defa hemen şunu söyleyeyim: O Kuzey-Doğu Bulgaristan’ın, Deliorman’ın merkezi Şumnu neredeyse Türk kıyafetin’ kaybetmiş, tamamıyla değişmiş, Yeni yollar açılmış, eski binalar yıkılmış, parklar yapılmış, bir sözle benim bıraktığım Şumnu yok ortada. Bir anda karşıda Şerif Halimpaşa camiinin minaresi görüldü. Göklere doğru, bir kalem gibi yükseliyordu. Ama biz sağa döndük ve bü-


Makale ve Analizler - 2013

39

yük bir otelin önünde durduk. Büyük Şumnu Oteli. Belediye başkanı burada bir yemek verecek. İçeriye girdik. Ahşap ağırlıklı donanmış güzel bir otel. Yerlerimizi almadan önce Cumhurbaşkanlığı (genel sekreteri Prof. Dr. Mustafa İsen, heyeti bir salonda topladı ve şu beyanda bulundu: Programın yüklü ve mesafelerin de kısa olması dolayısıyla Sayın Cumhurbaşkanımız uçakta heyet üyeleriyle tanışmak fırsatını bulamamışlardır. Şimdi fırsattan bilistifade tanışmak istiyorlar, birazdan burada olacaklar. Gerçekten bir-iki dakika geçer geçmez, Sayın Cumhurbaşkanımız yanlarında muhterem eşleri bulunmak üzere salona geldiler. Aynı zamanda Sofya Büyükelçimiz Sayın İsmail Aramaz’da hemen yanlarında yer almaktaydı. Hiç vakit kaybetmeden başlayalım, dediler. Siz mesela kendinizi bir tanıtır mısınız? - Ben Trakya Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Enver Duran, geç... - Ben Prof. Dr. Osman Şimşek, geç... - Ben Osman Kılıç, derken Sayın Cumhurbaşkanımız Cenapları, “Dur bakalım, seni daha yakından tanımak istiyoruz” gibilerden biraz uzunca anlatın demeleri üzerine, Şumnu’dan başlayarak başımdan gelip geçenleri kısaca özetledim, ama bununla kani ve mutmain olmayan zat’ı devletleri: - Devam, devam diyerek ısrar etmeleri üzerine biraz daha teferruata girerek serencamımı naklettim ve böylelikle de bu fasıl sona ermiş olmakla yemeğe geçildi. Saat hayli ilerlemişti. Program hızla uygulanıyordu. Neredeyse tatlılarımızı bile yemeye vakit bulur bulmaz, yemekten kalkıldı ve Şerif Paşa Camisine doğru yol alındı. Aman Allah’ım ben sanki gençliğimde bir Nüvvab talebesi olarak camiye, ya da bir Nüvvab Öğretim üyesi olarak namaza gidermişim gibi, heyecan içinde ilerliyorum. O yılların anıları arasın da etrafa bakınarak kendimi tutmaya çalışıyorum, ama mümkün değil. İşte Tombul Cami. Karşısında Mektebi Nüvvab. Yan tarafında talebe yurdu. Caminin sağ tarafında Medrese odaları, şadırvan ve hemen minarenin sağında Kütüphane. Burası bir Külliye. Cami ile Nuvvab arasındaki alan hınca hınç dolu. Mahşeri bir kalabalık. Şumnu halkı, etraf köylerden gelen Türk’ler, büyük küçük, genç ihtiyar, kadın erkek alanı doldurmuşlar. Bin bir ayak bir arada. iğne atsan yere düşmeyecek. Alkışlar alkışlar. Hoş geldiniz sesleri et rafı çınlatıyor. Sayın Cumhurbaşkanımız el sallayarak halkı selamlıyor. O anı tespit etmeden geçmek mümkün değil. Adeta iki deniz birbiriyle kavuşuyor. Bir yandan 75 milyonluk Türkiye’nin Devlet Başkanı, diğer yandan Bulgaristan Türk Azınlığı, iki kutup birleşiyor. Ama arada bir hal var şerit çekilmiş, halk yüksek misafiri kucaklamaya muvaffak olamıyor. Ama gönülden gönülle yol var, Deliorman Türk’ü, Gül’ü yakından görüyor, koklu yor, bağrına basıyor. Yer yer “Osman ağabey, sen


40

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

de hoş geldin, Nezihe ablam sağ mı?” sesleri duyuyorum. Bakıyorum tanıdık simalar... Camiye giriyoruz. 15-20 tane din görevlisi, başlarında kırmızı fes, beyaz sarıklar, sırtlarında sırmalı cübbeler, yüksek misafiri karşılıyorlar. Müftü Efendi cami hakkında tarihi bilgiler veriyor. Cami ibadete kapalı. İskeleler tavana kadar uzanıyor. Tamir halinde. Ama 2005 yılından beri devam eden tamirin bir sonu gelmiyor. Müftü Efendi izahatına devam ededursun, ben bir de baktım ki, o da ne? Minber yerinde yok... O mermer işleme sanatının bir şaheseri olan minberin, orijinalinin yerinde yeller esiyor. O güzelim minberin yerine, alelade, ahşap bir uyduruk minber konuvermiş. Duramadım, kendimden geçtim, haddim olmayarak müdahale ettim ve: - Minberin aslı yerinde yok, dedim... Müftü Efendi hiç oralı olmadı, cevap bile vermeden geçiştirdi. Ben Şerif paşa camisi kütüphanesinin kitaplarını Sofya Milli Kütüphanesinin Şarkiyat bölümünde bulmuştum, ama şu anda minberin nerede olduğunu bilmiyorum, ona çok üzüldüm. İnşallah kitaplar gibi minber de belki milli, tarihi, antika eserler müzesinde bir yerde mahfuzdur. Nüvab’ta Tören Medrese avlusuna çıkıldı. Şadırvan önünde, bir masa konmuş. Şeref defteri imzalanacak. Hediyeler verilecek. Bir ressam camiinin resmini yapmış, takdim edildi. Etrafta medrese odaları. Vaktiyle bu odalar, Medrese-i Âliyle talebeleri için tahsis edilmişti. Nüvvab’ın talebe yurdu ayrı. Aynı zamanda eski mektep binası da yurt olarak kullanılıyordu. Sol’a yeni mektep binası alındı ve hemen onun yanına bugünkü yurt binası yapıldı. Talebeler bu odalarda oturuyorlar, bu şadırvanda abdest alıyorlar ve cami içinde ders görüyorlar. Eski devirlerde ders sistemi böyle. Ayrıca talebeler namaz sonrası hocanın önünde halka oluyorlar, ders yapıyorlar. (dııııiıntiz de ise yeni derslikler var. Eğitim buralarda yapılıyor. Cami yalnız ibadet yeri. Şerif paşa camisinin doğu bitişiğinde, iki sınıflık bir Sübyan mektebi var. Bu iki derslik ve ortada da bir öğretmenler odası, Şunun Müftülüğü olarak kullanılıyor. Hayalimde o eski günler canlanıyor. Hele saha namazına bütün talebe kaldırılıyor, camiye gidiyoruz. Mibrab’da Çoban Nasuhlu Ahmet Efendi. İstanbul mezunu. Ehli kurra... Aynı zamanda Nüvvaba Kuran’ı Kerim Hocası Talimi Kur’an-ı ben ondan okudun. Ön safta Nüvvab Müdürü hocamız cennet mekân Emrullah Efendi, sağında Şeyh efendi... Arkada bütün saflarda talebeler el bağlamışlar. “Müezzin meşhur köle” adında,mübarek bir adam. Gördüm göreli müezzin o. Bu adam yalnız müezzin değil, adeta kendini bu mabede adamış, kırığını


Makale ve Analizler - 2013

41

döküğünü o yapıyor. Canlının her tarafını biliyor. O açıp kapıyor. Yanında bir de kör Hafız var. Bu adamda taa Kıllak mahallesinden bu cami ye namaza geliyor. Caminin kayyumu... Müezzinlikte neymiş, kolay bir vazife demeyin. Köle, Ezan’ı nerde okuyor biliyor musunuz? Minarede. Her gün, beş vakitte minareye çıkıyor. Ezan’ı Muhammedici oradan, döne döne, şerefeden okuyor. Kaç basamaktır bilmiyorum, ama ne hoparlör var, ne de merkezi sistem. Her namaz için minareye çıkıyor, okuduğu ezanlar, dört bir tarafa yankıyor. İmam “El-Fatiha dediğinde biz hepimiz ayağa kalkarız, ihtiram durumuna geçeriz, önümüzden hocalarımız geçer, ondan sonra biz çıkarız. Sabahları, genellikle talebe-i ulumdan ibaret olan cemaat çıktığı zaman Nüvvab ile cami arasındaki alan bir gelincik tarlasını andırır. Kırmızı fes ve beyaz sarıklı talebeler, melekler misali, dilde dualar ilerliyor. Biraz sonra başlayacak olan ders gününe hazırlanıyordu. Aynı onun gibi, bizde camiden çıktık, önde Sn. Cumhurbaşkanımız, bütün heyet, Nüvvab okuluna doğru yürüyoruz. Halk aynı coşkuyla bizi selamlıyor, “hoş geldiniz-hoş geldiniz” sesleri etrafı çınlatıyor. Ben, kendimden geçmişim. 46 yıl sonra bu İrfan ocağına talebe gibi mi, yoksa bir hoca öğretim üyesi gibi mi girdiğimi düşünüyorum. Bina aynı bina. Aynı merdivenler, içeriye bir girdik. Başta Müdür öğretim üyeleri bizi karşıladılar. İlk kattayız. Hemen sağda bir sınıf odasına alındık. Bugün gibi hatırlıyorum. Nüvvab’ın ilk sınıfını bu derslikte okudum. Sonra aynı sınıfta ders verdim. İşte masa buradaydı. Bütün o günler gözlerimin önün de bir sinema şeridi gibi geçiyor. Sırayla kız oğlan, öğrenciler oturmuşlar. Öğretmenleri de yanlarında. Ufak tefek sorular soruldu. Aydınlık Ocağı Sönmemiş: Öğrencilere: - Neredensiniz gibi sorular yöneltildi. Taa Karadeniz kıyılarından, Burgaz ve Ahyolu tarafından bile öğrenciler var... Sınıftan çıkıldı. Salon da yer aldık. Duvarda bir pano var. İçerisinde Nüvvab’ın lise kısmından verilen bir İcazetname yer alıyor. Bir tarafta merhum Cennetmekân Emrullah Efendi. Diğer tarafında da Şeyh Efendi. Aşağıda bir yerde de Osman Keski oğlu hocanın resmi. Bu taraftaki duvarda da 1926/27 mezunlarının toplu bir fotoğrafı. Başta sabık Baş müftü Süleyman Faik, aşağıda Müdür Emrullah Efendi, sırayla Rusçuk mebusu Hafız Sadık, Evkaf’ı İslami ye Genel Müdürü Mehmet Celil, öğretmenlerden Vidin’li Hasip Safveti (Aytuna), Ahmet Kemal, Halil Pomak, hocalar hocası Süleyman Sırrı ve Mustafa Reşid


42

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

efendiler... Ben onları tek tek tanıttım... Derken bir sürpriz:Bulgaristan’da, Başmüftülüğün 100. Kuruluş yıldönümü kutlanıyor. Bu münasebetle bana bir onurluk hazırlamışlar. Kısmet bu güneymiş. Nerede, ne zaman ve nasıl verileceği, düşünülüyordu. Bir hüsnü tesadüf, Baş Müftülüğün lütfettiği plaket evvela bana verilmek üzere Sn. Cumhurbaşkanımıza tevdi edildi ve ben ömrümün sonuna kadar büyük bir şeref ve iftihar ile muhafaza edeceğim bu kıymetli plaketi onun elinden aldım... Alkışlar... Muallimler odası ve diğer sınıflar, yukarıda, ikinci katta. Ama müsait değil dendi çıkmadık. Muallim olarak oturduğum masanın yerini görmek nasip değilmiş.Nüvvab’tan çıktık. Kalite, Nazım Hikmet okuma yurduna yöneldi. Geldiler. “Hocam, şurada birkaç kadın var, illaki seni görmek istiyorlar, dediler. O kalabalığın içinden nasıl çıktılarsa, - “Biz Osman Kılıçlı görmek istiyoruz” demişler, Mümkün değil, döndüm “siz kimsiniz?” dedim. Bir tanesi nur yüzlü bir hanım: - “Ben Müftülükte ve Vakıf mektebinde çalışan Ahmed’in hanımıyım” demez mi? “Nezihe ablam nasıl, sağ mı” diyor. Nasıl oldu hiç bilmiyorum, Sayın Cumhurbaşkanımız ve kıymetli eşleri hemen orada bitiverdiler: - “Siz Osman Kılıç’ı tanıyor musunuz, nasıl bir adamdı, çok güzel miydi?” sualleri karşısında: - “Ah Beyefendi, hiç tanımaz mıyız, onun gibisi yoktu,” gibi cevaplar ile Sayın Cumhurbaşkanımızın meraklarını gideriyorlar. Çok Heyecanlı bir Buluşma: Caminin önünden, köşklere doğru ilerledik. Gözlerim etrafı süzüyor. Eşimin evini, Hoc azade Efendi pederin evini arıyor. Benim oturduğum evi, biricik kızımın doğduğu evi görmek istiyorum... Benden fazla Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Prof. Dr. Mustafa İsen Beyefendinin muhterem eşleri Reyhan Hoca Hanım: - “Osman ağabey hani sizin eviniz nerede ben, Nezihe ablamın evini görmek isterim” diyerek merak ediyordu. Derken yolun solunda bulunan Osman Raşit Beyin evi yıkılmış, yeri boş. Güneye, bizim eve doğru bir koridor açılmış, karşılar geniş bir açıdan çok güzel görünüyor. Hemen 20-30 metre ileride. - İşte bizim ev, işte Nezihe ablanın evi, işte bizim oturduğumuz ev de hemen onun yanında. Bembeyaz sıvası hala duruyor. Biraz dökülmüş, ama zamanın tahribatına dayanmakta ısrar ediyor. Flaşlar patlıyor, çeşitli yönlerden fotoğraflar çekiliyor. Ben gözlerimi alamıyorum evden. Bizim evden köşklere doğru üçüncü bina Eski Cami idi. Burası da bir külliye. Yıkılmış


Makale ve Analizler - 2013

43

ve yerine bir kilise yapılmış. Eski Cami ismi üstünde Şerif paşa camisinden de eskiydi. Hocazade Efendi Pederin babası Hacı Hüseyin Efendi oranın Müderrisi. Mehmet Muhiddin onun oğlu. Onun için ona Hocazade deniyor. İstanbul mezunu Edirne Payeli kendisi. Babasının yerine oturmuş uzun yıllar eski camide ders okutmuş. Sonra Şumnu Müftüsü ve en nihayet 1910 yılında ilk olarak seçimle Bas müftü olmuş bir zat... Eski Cami’nin müraselesi onun üzerine, Gün geldi ben muallim oldum, askerlik görevi için çağırıldım. Yeni muallim olmuşum, Efendi Peder: - “Git. Müracaat et ve müraseleyi kendi üzerine al,” buyurdu. Askerlik kanunu bir şehir camisine üç kişiden ibaret bir personeli askerlikten muaf tutuyordu. Bir imam, bir hatip ve bir de müezzin, askerlikten muaf öyle de yaptım... Görevi bizzat rahmetli Ali Rıza Hoca yapıyordu. Ben yalnız kağıt üzerinde imam görünüyordum ve bu sayede muallimliğe devam edebildim. Silsile devam ediyordu. Hacı Hüseyin Efendi, Hocazade Efendi ve bendeniz... Benimle Eski Cami Müderrisliği ne yazık ki sona eriyor... Bugün o külliyenin yerinde bir kilise yükseliyor... Cumhurbaşkanımız Gül Nazım Hikmet Okuma Evinde: Kafile, Yeni Cami önünden, köşklere doğru ilerliyor. İstikamet Nazım Hikmet Okuma Evi. Tam, bugün yerinde yeller esen ve bir kilise yükselen noktada bir Yahudi evi vardı. (Yuda’nın evi). Çarşıdaki eski, meşhur Türk kıraathanesi alınmış, onun yerine bu Yahudi evi verilmiş. Başında Nurten Hanım bulunuyor. Çalışkan bir kardeşimiz. Bu sefer de çok güzel hazırlanmış Canını dişine takmış, kıt kanat Şumnu’da Türk ruhunu muhafaza etmeye çalışıyor. Bu sefer de çok güzel hazırlanmış Öyle ya 75 milyonluk Türkiye’nin Cumhurbaşkanı geliyor. Bu Nurten Hanım için büyük bir şeref olduğu gibi Bütün Türk halkı için de bir sevinç ve kıvanç vesilesi... İçeriye girildi. Başta Sayın Cumhurbaşkanı ve kıymetli eşleri olmak üzere yerlerimizi aldık Sırmalı bindallılar giymiş, genç bir Türk kızı bir saz eşliğinde “Sallasana sallasana mendilini” türküsünü söylemeye başlamaz mı? Nurten Hanım hemen fırsatı yakalayıp “hep beraber” ikazını yapınca, heyet tempo tutarak katıldı ve okuma yurdu bir konser salonuna döndü Ardından Sayın Cumhurbaşkanı sevgi ve saygı ile selamlandı ve Nurten Hanım ona hitaben yazmış olduğu, heyecan ve coşku dolu bir şiir okudu, Her şey şad’u handan... Gerek genç kız kardeşimiz tarafından söylenen bir Türkünün müessir teraneleri, gerekse Nurten hanımın okuduğu şiirin zevki içinde duygular dorukta... Şumnu Belediye Başkanı da burada. Ne tatlı ve anlamlı bir manzara. Türkiye’den Cumhurbaşkanı gelmiş, Şumnu’nun gö-


44

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

beğinde bir Türk kızı Türkü söylüyor, okuma yurdunun yöneticisi yüksek misafir ve ziyaretçiye hitaben şiir okuyor, gönlündeki sevgi ve ihtiram duygularını ifade ediyor, iki memleket arasında bir dostluk ve iyi komşuluk köprüsü kuruyor. Bu kimin aklına gelirdi. Biri çıkıp da “Bir gün gelecek, iki memleket arasında böyle ilişkiler kurulacak” deseydi. Buna kim inanırdı? Ama işte hayaller gerçek oldu. Herkes, her iki taraf anladı ki akıl için yol birdir ve barışta hayat ve başarı vardır. Bunda her iki taraf halkı için menfaat vardır... Program devam ediyor. İstikamet Hitrino (Şeytancık) Şumnu’ya veda ediyoruz... Arabalara bindik, yola revan olduk. Benim gönlüm ayrılmak istemiyor. Camiye, Nüvvab’a, evimize, mahallemize bakmaya doyamıyorum. Acı tatlı, bütün hatıralarımla Şumnu mezarlığında yatan ecdadımızın, büyüklerimizin ve hocalarımızın ruhuna gönlümden Fatihalar... Şehirden çıkar çıkmaz hemen solda meşhur P Yolof (Kadıköy) göründü. Çırağın Çeşmesi tepe sinden bütün ova köyleri, ayağımızın altında, gözlerimizin önünde. Yine sağ da, uzaklarda meşhur Kaphöyük görülüyor. Osmanlıdan kalma bir hara... Şeytancık Köyünde Halkla Kucaklaşma: Buralara ova tabir ediliyor. Henüz Deliorman sınırları içine girmiş değiliz. Deliorman, Rusçuk-Varna demir yolunun kuzeyinde kalan bölgeye denir. Kadıköy’den başlayan, Uzun Yokuş denilen yoldan ilerliyoruz. Sağda Kaphöyük Söğütlüsü köyü görünüyor. Sınıf arkadaşım Hüseyin Mülayim’in (merhum) köyü. Doruğa çıktık. Karşımızda Şeytancık. Eski bir demiryolu istasyonu olan bu yer, şimdi bir kasaba olmuş. Etraf köylerden halk bu raya göç etmiş. Halen büyük bir Belediye Merkezi. Başında da Belediye Baş kanı olarak bir Türk bulunuyor. Yalnız, laf arasında, belirtmeyi unuttum, Şumnu Seytancık’ a giden yolun iki tarafı ağaçlandırılmış Akasya ve Çınar gibi çabuk yetişen ağaçlarla öyle ki şimdi adeta bir kemer altından geçer gibi yeşillikler arasından ilerliyoruz. Tarlalar yine ayçiçeği ile dolu. Buğday bence ikinci planda kalmış. Uzun Yokuşun doruğunda, henüz Seytancık’a inmeden karşılara, Deliorman’a doğru bir baktım, sağda Ekizce, Erikli, Kalaycıköy ve Kızılkaya sırtları, solda ise Kayacık, Has mahalle, Karalar (Koca Yusuf’un köyü) görünüyor... Arabalar durdu. Şeytancık’a indik. Yine bin bir ayak bir arada. Deliorman buraya dökülmüş. Çadır kurulmuş, masa ve koltuklar yerleştirilmiş. Misafirler bekleniyor. Halk büyük-küçük, kadın-erkek, çoluk-çocuk yerini almış, ama yine o şerit beriye geçip kucaklaşmak mümkün değil... “Hoş geldiniz, hoş geldiniz” sesleri... Sayın Cumhurbaşkanımız el sallayarak halkı selamlıyor. Heyecan dorukta... Küçük bir Türk kızı, Sn. Cumhurbaşkanı-


Makale ve Analizler - 2013

45

mıza çiçek sunuyor. Sn. Abdullah Gül, kızı alnından öpüyor, seviyor, okşuyor. Alkışlar, alkışlar... Üç küçük talebe şiirler okuyor, günün anlamıyla bağda şan sözler ve tezahürler... Belediye Başkanı kürsüye geldi ve Bulgarca olarak bir konuşma yaptı. Sn. Cumhurbaşkanımız’ selamladı, hoş geldiniz dedi ve asıl konuya geçti: Ziyaret programında Şeytancık’ın yer almasının bir sebebi vardı. Meşhur Koca Yusuf’un köyü buraya iki adım. Onun bir heykeli yapılmış. Sponsor Türkiyeli İşadamı Fikret İnce. Onun açılışı yapılacak. Bu hadise, merhum cihangirin ruhunu şad etmek için güzel bir vasiyle olduğu gibi etraf köy lerde yaşayanlar için, hele de Karalar (Çerna) köyü için bir şeref. Belediye Başkanının sözleri tabii ki tercüme ediliyor. Başkan sözlerini bitirdi ve Sayın Cumhurbaşkanımız’ kürsüye davet etti. Sayın Abdullah Gül, alkışlar arasın da kürsüye şeref verdiler ve kısa bir konuşma ile halkı selamlarlılar. Size 75 milyon Türk Halkının selamlarını getirdim diye söze başlayan Cumhurbaşkanımız şöyle devam etti – İki gündür Bulgaristan’da bulunmaktayız. Çok büyük bir misafirperverlikle karşılandık. Sofya’da Cumhurbaşkanı Sayın Parvanof ile samimi görüşmeler yaptık. İki memleket arasındaki ilişkileri gözden geçirdik. Sizlerin de Türk azınlığı olarak bu ilişkilerin pekişmesi için bir köprü olarak gayret göstermenizi istiyorum. Sizin rahat ve huzur içinde buralarda hür olarak yaşamanız bizim için bir mutluluk vesilesidir. Sizi tekrar sevgi ve saygı ile selamlıyorum. Alkışlar, alkışlar! Koca Yusuf Heykeli: Bunun üzerine Belediye Başkanı, Sayın Cumhurbaşkanımızı, Koca Yusuf’un heykelinin açılışını yapmak üzere davet etti. Sayın Abdullah Gül, kendi elleri ile.. Ömründe sırtı yere gelmeyen bu cihangirin heykelini açtılar... Alkışlar arasında, Türkün gücünü cihana gösteren, Avrupa ve Amerika’ da şampiyonluklar kazanan Koca Yusuf’un heykeli ahenkli endamı ve ismi üstün de “Hosnu Yusuf” cemaliyle gün yüzüne çıktı... Kaderin bir cilvesi olarak Atlantik Okyanusu’nun dibinde yatan cihangirin ruhu şad olsun... Ne mutlu onun yüksek ve örneklik şahsiyetine layık olan genç Türk sporcularına, Türk pehlivanlarına... Burada merhum Cihangir’in bir özelliğini belirtmeden geçemeyeceğim. Onun hakkında çok şeyler yazıldı. Türkiye’de ve Dünyada. Zehir kuvvetinden, sırtı hiç yere gelmediğinden bahsedildi. Bunların hepsi doğrudur. Ama bence Koca Yusuf’un en büyük özelliği onun çok yüksek bir ahlaka dürüstlüğe sahip olmasıdır. O, yüksek bir ahlak abidesidir. Tıpkı adaşı Hz. Yusuf gibi. O, nasıl bir afeti devran olan Züleyha’nın teklifini kabul etmeyip, elinin tersiyle reddettiyse, Koca Yusuf ta, kendisin-


46

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

den bir Koca Yusuf dölü kapın ak isteyen nice madamların cazip tekliflerini geri çevirmek büyüklüğünde bulunmuş ve böylelikle spor dünyasında misli görülmedik bir iffet ve namus örneği göstermiştir. O, bütün spor hayatında anlaşma, şike nedir, bilmeyen bir devdir. O, ne satar ve ne de satın alınır. Kim olursa olsun Allah için hakiki güreş yapar. İşte onun en büyük özelliği budur. Bu durum, bilvesile bugünün şike dalgaları arasında sallanan Türk spor camiasına ithaf olunur... Şu Cenabı Allah’ın hikmet ve büyüklüğüne bir bakın, biz bugün burada Koca Yusuf’la şeref ortağı olduk. Biraz evvel ben, medreseler aleminde nevi şahsına münhasır Nüvvab salonunda, Baş müftülüğün lütfettiği plaketi, hem de Türkiye Cumhurbaşkanının ellerinden aldım, şimdi de onun heykeli aynı zat’ı muhterem tarafından açıldı... Bu ne büyük bir şeref, ne büyük bir mazhariyet... Deliorman halkının alkışlar’ arasında Sayın Abdullah Gül örtüyü açtığı zaman, altından o Koca Yusuf, dev cüssesi ve güçlü bedeniyle arzı endam eyleyiverdi... Bundan böyle o dünyada bir dengi olmayan Cihangir, genç kuşaklara örnek olacak ve belki de ona layık olmak için nice Koca Yusuflar gelecek... Ayrıca Türk Halkının gönlünde, bütün azamet ve kuvvetiyle yaşayan cihan pehlivanı Koca Yusuf un heykelinin Türkiye Cumhurbaşkanı tarafın dan açılması, iki memleket arasındaki iyi komşuluk ve dostane ilişkilerin canlı bir delili misalidir. Düşmanlıktan ne çıkar? Bak, ne kadar güzel bir manzara, Türk halkı anavatandan gelen misafirleri bağrına basıyor, heyecan ve coşkuyla selamlıyor. Her iki taraf halkı karşılıklı ziyaretlerde bulunuyor, akrabalar birbirleriyle görüşüyor, hasret gideriyor. Bu ne güzel bir şey. Şeytancıkta da iki derya karşılaştı, fakat ne yazık ki birbirine kavuşamadı arada bir hail var: Şerit... Tıpkı Cebeli Tarık’ta, Aden Boğazı’nda iki denizin suları karşılaştığı halde birbirleriyle karışmadığı gibi... Burada da: Hoş geldiniz, hoş geldiniz sesleriyle halk Cumhurbaşkanımızı candan selamlıyor ama gelip elini öpüp gülünü koklayamıyor. Çünkü kalabalık, şerit kaldırılsa, büyük bir izdiham yaşanacak... Ezilenler olacak. Ziyanı yok üzülmeye değmez, işte Cumhurbaşkanımız soydaşlarını el sallayarak selamlıyor onların coşkulu tezahürlerine karşılık veriyor, gönüllerini alıyor. Bence şu anda dünyanın en bahtiyar kulu, biraz evvel. Cumhurbaşkanımıza çiçek takdim eden o minik kız çocuğu... O, Bulgaristan Türk halkının anavatana ve Cumhurbaşkanımıza sevgi ve bağlılığın bir sembolü olarak bir de ‘net çiçek takdim etti, ama ziyadesiyle değerini ve karşılığını aldı: Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün, onun pak ve sevimli alnına kondurduğu sıcak öpücük... Bu ne büyük bir mazhariyet Bu minik yavru ömrü boyunca bu anı unutabilir mi?


Makale ve Analizler - 2013

47

- Allah’ım. Sen ne büyüksün. Biz buralardan geçerken haşlanıyorduk. Haydi Türkiye’ye, burası Bulgaristan, Bulgaristan Bulgarlar içindir, naralar arasında zor yolculuk yapıyorduk. Karşıdaki Ekizce köyünden gelen bir Türk. Şeytancık sokaklarında “Türkçe konuştun, ver 10 leva ceza” denilerek soyuluyordu. Simdi, çok şükür benim kardeşim ana diliyle her yerde konuşabiliyor, rahat yolculuk yapabiliyor, Artı, Belediye Başkanlığına girdiği zaman, tabiî ki memleketin resmi dili olalı Bulgarca konuşacak, ama Belediye Başkanı Türk. Korkmadan derdini anlatabiliyor, işini görebiliyor. Bulgaristan topraklan çok bereketlidir. Hele Deliorman. Her köyden bir pehlivan çıkar. Bu mümbit topraklarda Bulgarlardan da cihangir pehlivanlar çıkmıştır. Petrof ve Dankolof gibi ... Belki onların da heykelleri dikilecek. Ne güzel... Herhangi bir Deliorman köyünden Şumnu’ya giden bir Türk, Şeytancıktan geçerken Koca Yusuf’un önünden geçecek, gönlünden ona Fatihalar okurken Türklüğünü hatırlayacak ve böylelikle de bu topraklarda Türklük ruhu devam edecek... Yıllar boyu, kollarını göğsüne birleştirmiş, posbıyıkları altından tatlı bir tebessümle Deliorman’ı seyreden Koca Yusuf. Bu heykel sayesinde unutulmayacak, yüksek ahlaki ve zehir kuvvetiyle genç kuşaklara örnek olacaktır. Varna Yolunda Canlanan Eski Günler: Saate bakıyorum, vakit hayli ilerlemiş. Varna hava limanında uçak bizi bekliyor. Vatana dönme vakti yaklaşıyor. Alkışlar arasında Türk halkına ve Koca Yusuf heykeline veda ediyoruz. Arabalara bindik. Karadeniz’e, Varna’ya doğru yola revan olduk, gerisin geriye Şumnu’ya dönmüyoruz. Bu defa 1860’lı yıllarda Mithat Paşa’nın, Osmanlı devletinde ilk olarak, Tuna ile Karadeniz’i bağlayan, Rusçuk-Yama demir yolunu takiben yola devam ediyoruz. Hey gidi yollar hey... İnce-uzun yollar... Günümüzün hızlı vasıtalarıyla yolculuk yapmak çok kolay. Güçlü motorlar karşısında o yollar adeta önümüzde kar gibi eriyor. Elli dakikada Sofya-Varna uçakla, bir saatte karadan Varna-Şumnu... Ama ben bu yolları vaktiyle böyle geçmedim. Bu yollar da ben neler çektim neler!... Ayağımda 46 kg.’lık zincir, ensemde delik ve soğuk demir. Elinde makineli tüfek, insafsız milisin önünde, tökezleyerek yürümeye çalışıyorum. Şumnu’dan aldılar, trene bindirdiler, gidiyoruz, ama nereye? Bilmiyorum, istikamet Varna, ama bu Moskova’da olabilir. Sonraları cezaevinde, 9 Eylül 1944 yılında Başbakan olan Konstantin Muravief ile karşılaştığım zaman, o anlatıyordu. Onları, Nevabet Heyeti üyeleriyle birlikte (Prens Kiril ve saire) tutukladıkları zaman sorguları yapılmak üzere Moskova’ya götürmüşler. Meşhur General. (sonra Mareşal.) Jdanov’un huzuruna... İfadeleri orada alınmış. Prens Kiril idam aldı. Muraviyef müeb-


48

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

bet... Çünkü Başbakan olur olmaz, Bulgaristan’daki Alman işgal ordusunu silahsızlandırıp koymaya başlamıştı. Bu hareketi kurtarmış onu ölümden... Neyse ki beni Varna’ya vilayet Emniyet Müdürlüğüne götürdüler. Gün geldi, Varna hapishanesinden alıp Sofya cezaevine götürdüler... İşte bu yollardan. Ama lüks arabalarla değil, güçlü uçaklarla değil... Zincire vurulmuşum, trenin en son vagonunun ilk kupesi mahkûmlara ayrılmış. Oraya sokuyorlar. Ellerinde makineli tüfekler, iki tane milis. Biri içende yanımda, diğeri dışarıda, kapının önünde, koridorda... Ola ki trene binen herhangi bir vatandaş, küpeye girebilir. Harici alemle temas bana ya sak. Ayağımdaki pranga hiç ağır gelmiyor. Nerdeyse yolculuk esnasında biz mahkûmlara vurulan zincire adeta seviniyoruz. Çünkü bakarsınız cani, basar tetiğe ve sizi yol ortasında vurabilir, kaçmaya teşebbüs etti diyerek. Halbuki ayağımızda zincir varken bir dereceye kadar kendimizi emniyette hissediyoruz, zira prangayla bir mahkumun kaçması düşünülemez... Bu defa yol bana daha kısaymış gibi geldi. Çabucak Varna Hava Alanına geliverdik. Uçak bekliyor. Hemen bindik, yerlerimizi aldık. Tabii ki Cumhurbaşkanımızı uğurlamak için resmi tören yapıldı, şeref kıtası selama durdu, kırmızı halıdan yüründü... Böylelikle artık ziyaretimizin sonuna gelmiş bulunuyoruz. Ver elini İstanbul-Türkiye diyeceğiz, ama burada bir muhasebe değerlendirme yapmak gerekiyor. Son Söz: 1- Her şeyden evvel, Cumhurbaşkanımız Sayın Abdullah Gül’ün ziyaretleri esnasında kendilerine refakat eden heyete, benim de alınmamı öngören el Terden Allah razı olsun. Bu eller ömür boyu yokluk görmesin. Bu gezi, ömrümün sonbaharında, uzatmaları yaşadığım şu günlerde, adeta canıma can kattı. Yazının başında “46” yıl sonra dedim ama bu benim Şumnu şehrin den ayrıldığım yılları gösterir. Hâlbuki ben canım gibi sevdiğim Nüvvab irfan Ocağından çıkalı tam 63 yıl olmuş. Yıl 1948 Aylardan Nisan, günlerden Salı. Bir hile ile tutukladılar ve beni ailemden, İkimiz iki yaşını doldurmamış biricik kızımdan, anamdan babamdan, hürriyetimden ayırdılar... Sorgu ve muhakemeden sonra sorgu ve dava... Savunmamı alacak avukat bile bulunmuyor. Nihayet tanınmış bir komünist aileden gelen Avukat müdafaa mı üstlendi. Her şey formalite.. Cezam çoktan kesilmiş: İdam! Yüksek mah keme idamı onayladı Artık ben uç sene ayağımda zincir 14,5 sene mahkumiyet hayatı. Ne hayatı, uzun işkence ve eziyet yılları... Çeşitli ceza evle rinde... Bu 14,5 yılın altı senesi “Belene” cehenneminde geçti. Uzatmayalım, ben işte tam 63 yıl sonra, yine Nüvvab salonlarındaydın. Su farkla ki


Makale ve Analizler - 2013

49

bu sefer, Türkiye (Cumhurbaşkanının refakatinde bulunan heyetin terkibine dahil olan... Hem de hür ve mutlu bir Türk vatandaşı sıfatıyla... 2- Ben Elhamdülillah iki icazetname sahibiyim. Daha doğrusu iki medrese mezunuyum: Bir Nüvvab medresesinden. bir de Hz. Yusuf Medresesi’nden. Nüvvab’tan aldığım icazetname elimde. Hz. Yusuf Medresesi’nden aldığını belgede dosyamda, dikkatle koruyorum. Gün geldi, Bulgaristan devleti, 45 yıl devam eden Komünizm Rejimi döneminde mahkûm olan, menfalarda bulunan ve haksız yere çeşitli eziyet ve işkenceler altın da çile dolduranlar için kanun çıkardı, tazminat ödedi. Bir nevi o dönem de mahkûm olanlar için bu kanun iade-i itibar kanunuydu. Parası için değil, elimde haksız yere mahkûm edildiğimi gösteren bir belge bulunsun diye müracaat ettim ve uzun incelemelerden sonra zar zor bir 1500 dolar tazminat aldım. Onun yarısını da avukat aldı, elime bir 750 dolar geçti. Onu da 1995 yılında Hac farizası için mukaddes topraklar yolunda harcadım, anamın ak sütü gibi helal olarak. Yalnız burada bir ayrıntıya dikkat çekmek isterim: Tutuklandığım gün. 1948-14 Nisan Salı... 750 Doları cebime koydum. Kâbe yolunu tuttum. Bir de baktım ki günlerden 14 Nisan Salı. Bu gün Nüvvab salonunda. Bulgaristan Baş Müftülüğü’nün lütfettiği plaketi. Türkiye Cumhurbaşkanının elinden alıyorum, günlerden yine Salı... Bir tesadüf herhalde. Ama bir hüsnü teadül... 3- Herkesin aklını meşgul eden bir konu var: Acaba Bulgaristan’da bir değişiklik olmuş mu? Herkes bunu merak ediyor. Malum ya, o menhus rejim yıkılıp gitti. Bulgaristan demokrasi rejimine geçti. Ama neler değişti, acaba? Gerçekten bir değişiklik var mı memlekette... Ben bütün ufak-tefek çözümlenmesi gereken problemleri bir tarafa bırakarak hemen bu konuya “Evet” diyorum. Neden? Eğer bundan mesela yirmi yıl önce buraya gel iniş olsaydık, ister arabayla, ister yaya olarak Şumnu şehrine girdiğimizde ilk göreceğimiz bir plaket. Bir afiş olacaktı. Osman Kılıç’ın büyük boy bir posteri şehrin en mühim bir yerinde. Altında da büyük puntolarla bir yazı: Osman Kılıç - halk düşmanı... Bu gün Şumnu sokaklarında böyle bir plaket yok. Evet, eski evler yıkılmış, yeni caddeler açılmış, nerdeyse eski Şumnu’dan eser yok. O kadar elle tutulur, gözle görülür bir değişiklik var. Ama benim için en manalı değişiklik o tür plaketlerin olmayışı. Artık Türkiye Cumhurbaşkanı büyük bir heyetle burayı ziyaret ediyor, Türk azınlığı tarafından coşkuyla karşılanıyor. Deliorman Türkü, Sn. Abdullah Gül’ü bağrına basıyor. En büyük değişiklik bu. Yoksa aradaki ufak tefek problemler, zaman içinde iyi niyetle bir çözüme kavuşur. Mühim olan esasta, zihniyetle bir değişiklik. Gösterilen hüsnü kabul ve misafirperverlik bunu ispat ediyor... Mi-


50

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

nik bir Türk kız çocuğunun, Türkiye Cumhurbaşkanına çiçek sunacağı, o yıllarda kimin aklına gelirdi? Deliorman’ın göbeğini Koca Yusuf’un heykelinin dikileceği kimin aklından geçerdi? Hele bu heykelin Türkiye Cumhurbaşkanı tarafından açılacağını kim düşünebilirdi? Bütün bunlar bu memlekette bir değişikliğin olduğunu göstermez mi? 4- Gelelim en mühim, memnuniyet verici hususa: Cumhurbaşkanımız Sayın Abdullah Gül. Genç ve dinamik. Yolculuğun ve programın bütün güçlük ve ağırlığına rağmen sağlıklı zinde... Her zaman, her yerde. Olması gerekeni Yapıyor, görevini yerine getiriyor. Kendilerine has nezaket ve dirayetle irticalen konuşuyor, oturduğu koltuğu hakkıyla dolduruyor. 75 milyonu kucakladığı gibi devleti layıkıyla temsil ediyor. Allah yar ve yardımcısı olsun... 5- Nihayet havalandık. Uçak personeli hostesler bizi her zaman olduğu gibi yine sevgi ve nezaketle karşılıyorlar. Burada Türk Hava Yollarının bizi adeta ikrama gark ettiklerini söylemek mecburiyetindeyim. Mesafe uzun veya kısa olmuş, önemi yok. Uçağa ayakbastınız mı, hemen ikramlar geliyor. Hem de yüksek bir kaliteyle... Genç, hostes hanım kızlar: - “Ne istersiniz beyefendi, kebap, makarna, söğüş veya başka bir şey,” diyerek adeta bizi yemeye zorluyorlar. Bu durum, her ne kadar uçak personelinin terbiye ve nezaketini gösteriyorsa da asıl mühim olan bütün bu nimetlerin memleketimizde bol bol bulunur olmasıdır... Bu defa da henüz ikramlarımızı bitirmemiştik ki bir anons: - Kemerlerinizi bağlayınız, inişe geçiyoruz... Güzelim Türkiye, canım Anadolu... Yapılan müracaat üzerine İstanbul Atatürk Hava Limanına indiğimiz zaman benim uçağım bekliyordu. Geçte olsa bir saat sonra Ankara Esenboğa Havalimanındaydım... Sağ salim döndük, memleketimize kavuş tuk. Allah bu devlete zeval göstermesin! 30 Temmuz 2011 - Ümitköy - Ankara Osman KILIÇ


Makale ve Analizler - 2013

51

Değişen Zamanlar

BG-SAM-19.Temmuz.2013

Türkler Bulgaristan’a daha yüksek bin kültür ve medeniyetin temsilcileri olarak geldiler. Akıncı atalarımız bu güzelim toprakları fethederek kendilerine yurt edinmiştir. Kalıcı ve ebedi niyetlerini, son haftada Bulgaristan’da düşen yoğun yağışların 50’den fazla köprüyü, yolları, pek çok evi götürdüğü, ama aynı zamanda daha XV. yüzyılda, Osmanlı döneminde inşa edilen köprülerin, kervan sarayların, hamamların, cami ve medreselerin zarar görmeden dimdik ayakta kaldığı dikkate alınırsa, Türklerin sabit, kalıcı niyetli ve devamlı yerleşim yerleri, ibadethaneler, ticaret ve konaklama makamları sıhhiye merkezleri kurduğu gün gibi ortada olup dünya mimari örnekleridir. Kemer taşları, temelleri kurşun üzerine oturtulan Meriç ırmağının iki yakasını bağlayan Mustafa Paşa (Svilengrad) şehrinde vızır vızır işleyen “Meriç Köprüsü” bu yüceliğin parlak örneklerinden biridir. Vidin’de Tuna ırmağı kıyısının muhteşemlik simgesi Pazvant oğulu kalesi, künyesi, cami konak binaları, Sofya’da halen Tarih ve Arkeolojik Müze olarak kullanılan “Büyük Cami”, Karlovo şehir merkezindeki yüksek mimarlık şaheseri 500 yıllık “Kurşun Cami”, Strara Zagora Eski Zara şehrindeki Eski Cami ve daha pek çokları bazıları halen kapıları açık ve bütün heybetiyle ayaktadır. Bu bakıma Balkanların diğer yerlerinde olduğu gibi, Bulgaristan’ın dört bir yanındaki İslam Yüksek Mimarisi’ne ait gökleri selamlayan tarih eserleri günümüz Bulgar ve Hıristiyan mimarisinden kat kat üstün olan yüksek mimari özelliklerini yaşatıyor. Sofya’nın en önemli kiliseleri eski Osmanlı cami yapılarında kısmı mimari değişiklikler yapılarak kilise haline getirilmiş ve halen kullanılmaktadır. Bunlardan bizi Sofya “Graf İgnatiev” sokağındaki “Kara Cami”dir. Bu yüksek İslami mimari andının halen Kilise olarak kullanılmasına hoşgörüyle bakan Başmüftülüğümüz, karşılıklı hoşgörü varlığını sürdüren kültürel mirasımızın çağımıza ayak uydurma çabaları içinde bulunuyor. Öte yandan, birçok tarihi eserin cami özellikleri yok edilse de, yine ülkemizde örneğin Karadeniz’in Balçik sahil incisinde aynı tarihi ibadet binasında çan kulesi ile minareli şerif enin aynı çatının iki ucunda yükseldiği emsalsiz semboller de görebiliyoruz.


52

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Yılların geçmesiyle insanlarımız Vatan topraklarını bırakıp gitmemişler, Ata Vatanı hiçbir yerle değiştirmemişlerdir. Bu bakıma insanımızın gücü hiçbir zaman sona ermediği gibi, olaylar kaderin karanlığına terk edilmemiştir. Ne yazık ki, Bulgar devleti Bulgaristan Türk ve Müslümanlarını her zaman “öteki” olarak gördüğü yetmezmiş gibi, hep bizden kurtulma yolları aranmıştır. Bulgaristan Türkleri hep baskı ve eziyet görmüş olsalar da, 1984 Aralığı ile 1989 Mayısı hariç ülkemizde Türk ve Müslümanların üzerine askeri birlikler, ordu, baretler, jandarma sürülmemişti. Daha RusOsmanlı Savaşı yıllarında bile, sivil köylülere ve halka saldırılar hep haydutların, çapulcuların ve soygun çetelerinin eliyle yapılmıştı. Bu yüzdendir ki, biz totaliter rejimden söz ederken ordunun eşit haklı Türk vatandaşların üzerine, onların Anayasal haklarını, doğal haklarını ve insan haklarını hiçe sayarak, kimliklerini çiğneyerek üzerlerinden geçmesinden söz ettik. Bu gerçek, yeni Bulgar tarihinin kendi vatandaşlarına karşı işlediği bir vahşettir. Totaliter Bulgar rejiminin başı olan Todor Jivkov ırk ayrımında derman aradı, insan kardeşliğini rafa kaldırdı, hoşgörüye kucak açanları tutuklattı ya da ülkeden kovdu. Sosyalizmin özünde yer alması gerekli olan insan birlikteliğini yani enternasyonalizmi çiğnedi. İnsan haklarının eşitliğine dayanması gerek sosyalist düzeni faşizan bir yapılanmayla değiştirdi. Halkımıza, azınlıklara zulüm etti. Azınlıkların farklı özelliklerine tahammülsüz davrandı. Hiç bir diktatörün ebediyen ayakta kalamadığı gibi o da 10 Kasım 1989’da devrildi. Alaşağı edilen Jivkov bir daha başkaldırmamak üzere tarihin derinliklerine gömüldü. Bulgaristan Türk ve Müslümanlarının da baş koyduğu bu kutsal davada Mayıs 1989 Ayaklanması çok önemli rol oynadı. Türkler, demokrasi, adalet ve özgürlük davasında Bulgarlardan çok daha önce uyandı, birleşti ve ayaklandı. Ülkedeki tüm diğer sosyal gruplardan çok ileri geçti, başı çeken duruma geldi. Bulgar toplumunu devrimci dönüşümlere zorladı. Direniş yollarını ararken süründük. Diplomatik oyunlara, yetersizliğe, komplo ve kışkırtmalarla kurban olduk. Son yüzyılda hiçbir türlü huzur ve güven bulamayan Bulgaristan Türkleri için Türkiye’ye göç adeta bir tutku (Sönmeyen bir özlem) haline getirildi. Bu, insanımızın bilinçaltına büyük bir ustalıkla yerleştirildi. Öyle ki, Moskova’nın emriyle çalışan Bulgar makamları Bulgaristan’da yaşayan Türklerin başka bir dünyaya ait olduğunu, öz Vatanlarının başkalarına ait olduğunu ve bu toprakları boşaltmaları gerektiğini hepimizin bilinçaltında işlerken paraya para, zamana demediler, sürekli çalıştılar. Amaçları öz duyumlamamızı değiştirmek ve bilincimize ve belleğimize başka bir dünyaya ait olduğumuzu sıkıştırmaktı. Göçler bu hileliğin, küstahlığın ve zorlamanın sonucudur.


Makale ve Analizler - 2013

53

Türklerde ikircimlik ve kuşku yaratan politikanın 1985- 1990 arası zikzaklarına kısaca bir göz atalım: Nisan 1985 tarihinde, Bulgaristan Parlamentosu Başkanı olan Stanko Todorov şu beyanda bulunmuştu: “Göç olabilir, ancak Türk halkının göçü ülkenin bir bölgesinden, diğer bölgelerine olacaktır.” O da şu demek oluyor: 1950’li yıllarda Pomaklara uygulanan yöntem şimdi de Türklere uygulanacaktır. Bu politika gerçekten de uygulanmaya kondu. 1986 yılında yerlerinden edilenlerin resmi sayısı 2 000’e ulaşmıştı. Bunlar sürgün edilen ailelerdi. Ne var ki, olaylar perde ardında çizilen yol haritasında belirlendiği gibi gelişmedi. BKP MK Politik Büro üyelerinden Penço Kubadinski bu konudaki görüşlerini şöyle açıklamıştı: “Bulgaristan, Türk meselesine gebedir. Rahminde 1 milyon 600 bin Türk, Pomak ve Çingene taşımaktadır. Bu da ülke nüfusunun % 20’sini oluşturmaktadır. Türkler bir yana, Bulgar milleri bile “yeniden doğuş” adındaki politikaları kabul etmiyor. Kanaatime göre, 900 bin Türk’ten 600 bin hemen göç edecektir. “Bu halkın göç etmesine müsaade edildin” diye teklif sunuyordu. Fakat Politik Büro üyelerinden birçoğu bu önerileri kabul etmiyorlardı. Örneğin Aleksandır Lilov isimlerinde değiştirilmesine karşı olduğundan dolayı BKP MK Politik Bürosundan uzaklaştırılmıştı. Mayıs 1989 olayları, “asimilasyon” politikasını suya düşüren Politik Ayaklanma niteliği taşıdı. Bu tutum ve durum karşısında Sofya hükümeti yeni bir göç formülü aramaya başladı. Bu formül şudur: “Bulgaristan Türklerine göç izni verilsin, fakat Türkiye ile bir göç antlaşması imzalanmasın ve resmiyette göç hakkında konuşulmasın.” Onların görüşüne göre, aksi halde Bulgaristan’da bir Türk azınlığı olduğu kabul edilmiş olacaktı. Bu politika bugün de devam ediyor. Bulgaristan’da bir Türk azınlığı, İslam dinine bağlı bir Türk, Pomak ve Çingene azınlığı yaşadığı resmen kabul edilmiyor. Oysa ülkede 1300 cami var. Türk direnişçilerin açlık grevlerinin yoğunlaştığı 9 Mayıs 1989 tarihinde Bulgar parlamentosu “Sınır Ötesi Pasaport Kanunu”nu kabul etti. Bu yasanın 1. Maddesine göre, Bulgaristan vatandaşlarına, ülke dışına çıkıp geçici veya sürekli olarak başka bir devlette kalma hakkı tanındı. Böylece Türkiye’ye 500 000 Bulgaristan Türkü aktı ve bunlardan üçte biri (150 bin)i geri döndü ve bazıları ekonomik nedenlerle daha sonra yine T.C.’ye göç etmek zorunda kaldı. Aslında Göç Kanunu’nun yürürlüğe girme tarihi 01 Eylül 1989’dur. Ne ki, protesto mitingleri kontrol edilemez bir hal alınca, Türklerin derhal ülkeyi terk etmesi kararı alındı. Todor Jivkov 29 Mayıs 1989’da Sofya


54

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

TV’sine çıkarak şöyle dedi: “Bulgaristan Müslümanlarına istedikleri ülkeye gitmelerine imkân veriliyor.” Ayrıca Türkiye hükümetine dönerek, “Bulgaristan Müslümanlarına sınırlarınızı açın, isteyenler geçici olarak, isteyenler sürekli orada kalabilirler.” dedi. Bulgaristan Türklerinin Mayıs 1989 İsyanı totaliter rejimi böyle geriletti ve yıktı. Bugün soydaşlarımızın Bulgaristan ya da Türkiye’de yaşamaları hiç önemli değildir, onların nefes alması Bulgaristan politikasını arzu edilen şekilde etkilemeye yeterlidir. Bütün bu olaylar Bulgaristan Türklerinin bilinç altını değiştiremedi. Türk kimliğimiz korundu ve daha da gelişti ve güçlendi. Bulgarların Türkleri yok sayarak yaşayabilmesi artık tamamen imkânsız oldu. Biz bugün Bulgaristan’ı yeni demokratik değişikliklere mayalamaya çalışırken, sizi susmaya ve beklemeye davet etmiyoruz. Her şeye hazır olmak, yalnız o günü beklemek değildir. Her gün her şeye hazırlanmak lazımdır. Halkımız yeni günlere manevi köprülerini hazır tutarak hazırlanıyor. En önemli köprümüz dil, kültür, inanç ve tarih birliğimizdir. 25 Mayıs 2014 günü AB Parlamento seçimlerinde Bulgaristan’da dengeler yeniden değişti. Politik liderlerden B. Borisov, S. Stanışev ve diğerler artık hepimizi yeni Parlamento seçimine davet ederken, 100 % herkesin on vermesinde ısrar ediyor. Bu işi kanuna bağlayacaklar. Hepimiz sandık başına gitmek zorundayız. Dün kovulduk bugün yine sandık başına davet ediliyoruz. Hesapları bu defa da tutmadı. Bizden kurtulmaları tamamen imkânsızdır. Zamanı değiştiren güç bizim elimizdedir, bu defa daha isabetli kullanalım.

Mayıs Ayaklanması-4

Rafet ULUTÜRK-19.Temmuz.2013

1989 Mayıs İsyanı Açlık Grevleriyle Başlamıştı. Ülkeyi Saran Protestolar Kana Boyandı. Paris İnsan Hakları Konsey Toplantısı Arifesinde Direniş Bütün Ülkeyi Sardı.


Makale ve Analizler - 2013

55

İnsan Hakları Teşkilatının kurucularından biri olan Genel Sekreterliğe seçilen Ali Ormanlı Kotele bağlı Alvanlar (Yablanovo) köyündendir. Bulgaristan Türklerinin isimlerinin değiştirilmesi ve “soya dönüş” adıyla yürütülen “Bulgarlaştırma” sürecine en sert tepki gösteren ve amansız ve güçlü direnen bir kahramandır. Bu vahşi olayın boyutunu ve dehşetini tasavvur edebilmek için, Hamzalar köyünden İbrahim Çetin’in kollarını yayıp göğsüyle bir tankı durdurmaya çalışırken dişliler altında ezilerek can verdiğini anımsatmak yeterlidir. Ormanlı’nın doğup büyüdüğü köy muhtarlığına girip, vatandaş kimlik listelerini almak için, zırhlı araçlarla gelen asker, polis, kızıl berelet ve itfaiye birimleri şeklindeki totaliter devletin baskı ve terör güçlerine kürek, yaba, çapa, tırman ve satırla karşı koyan köylülere helikopterlerden ateş açılmıştır. Son derece sert baskı sonucu isyan 18 ile 19 Ocak 1985 günü bastırıldıktan sonra tutuklamalar başlamıştır. Boyun eğmeyenlerin önderi olarak ilk tutuklananlardan biri Ali Ormanlı’nın bileklerine kelepçe 21 Ocak günü takılmış ve Sliven Milis Müdürlüğü’ne kapanmıştır. Dışarıda hava buz kesmiş, Şubat donunda 5 no’lu hücrede tutulan ve her gün amansız dövüldükten sonra üzerine kofalarla buzlu su atılan Ali Ormanlı 33 gün sonra yani 2 Mart 1985’te “Belene” Ölüm Kampına atılmıştır. “Belene” adasındaki günlerini daha fazla ölüm döşeğinde geçirmiştir. 31 Temmuz 1986 günü Vratsa ili “Drakşan” köyüne sürgün edilmiştir. Ali Ormanlı Direniş Örgütünün kuruluşu hakkında şöyle bilgi veriyor: “Bölge köylere sürgün edilenler “Drakşan” köyünde gizlice buluşuyor ve Bulgaristan Türk azınlığının durumunu aramızda görüşüyorduk. Ağır durum bundan öte böyle devam edemezdi. Çıkış yolu birdi: örgütlenerek savaşım başlatmamızın zamanı gelmişti. İşte böyle sürgünlük koşullarında ve sürgünler arasında Demokratik Lig adlı direniş örgütümüzü kurduk.” Yine o dönemde Ormanlının kızı Duranca da mücadeleye katılıyor ve Sabri İskender’in kız kardeşi Safetle birlikte “Hür Avrupa” ve “Amerikanın Sesi” radyolarına Bulgaristan Türklerinin, sürgünlerin, tutukluların ve hapishanelerde kalanların durumu üstüne bilgi iletmeye devam ediyordu. Demokratik Lig direniş örgütünün kuruluşuna ve ilk faaliyetlerine etkin katılanlardan biri de Silistre ili Doğrular (Pravda) köyü doğumlu Nazım Saliman Saliev (Nazım Başaran). Razgrad Türk Pedagoji kolunu bi-


56

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

tiren ve uzun yıllar öğretmenlik yaptıktan sonra Sofya Üniversitesi Hukuk Fakültesini (1971) bitiren Saliev İç İşleri Bakanlığı Silistre İl Merkezinde göreve atanmıştır. 1970’li yılların sonunda BKP MK Politik Büro kararıyla bazı kişiler İnşaat Erleri Birliklerine subay olarak tayin edilirken, Razgrad, Varna, Ruse, Kırcaali, Tırgovişte, Silistra ve Sofya’da İç İşleri Bakanlığına da her ilde birer Türk subay işe alınmdı. Parti il ve belediye komitelerine 100 görevli tayin edildi. Bunlardan biri de Nazım Saliev, (Nazım Başaran) dı. Bu hususa dikkatinizi çekmemin nedeni, daha sonra özellikle kaşarlı komünistler ve Bulgar milliyetçi çevrelerinden çıkan seslerde, sözde Bulgaristan Türklerinin isimleri, “soya dönüş” sürecini, “Bulgarlaştırmayı” bu Türk aydınların isteği ve ısrarı üzerine yapıldığı saçmalığıdır. Kendisi İç İşleri Bakanlığında çalışan Nazım Saliev bu konuda şöyle dedi: “Çok kısa bir sürede Bulgaristan Türk azınlığı ile bu devlet ve parti görevlerine atanan kişiler arasındaki uçurum derinleşti. Ben, bir görevli olarak bu sürecin boyutlarını çok iyi hissediyordum. Siz bana şunu diyebilirsiniz: İyi ama siz bir gizli serviste görev almayı neden kabul ettiniz? Komünizm böyle bir sistemdi. Bu gibi bir görev teklifini kabul etmemek suç sayılıyordu. Bir başka cevap da, ebediyen işsiz kalmayı kabul etmek...” Milis şefi, Nazım Saliev’n işine gönül sarmadığını anladığında (3.12.1977) onu işten uzaklaştırdı. O daha sonra değişik kurumlarda hukuk danışmanı olarak çalışır. İsimlerin değiştirilmesi siyasetini onaylamadığı için 14.10 1986’da Vratsa ili Stoyanovtsi köyüne sürgün edilir. Üç yıl Roman kasabasında eşiyle birlikte kalır. Orada Koşukavaklı şair ve yazar Ömer Osman’la, Burgas köylerinden Hüseyin Karabaşla, Kırcaali’den Hasanla ve yine Koşu kavak’tan Hamdi Ekimoğulu ve Şakırle tanışır. Komşu köylerde sürgün olan Koşukavaklı Mustafa Ömer; Yalvanlarlı (Radovene) İsmail Hamzov; Sarıyerli Sabri İsmail; Alvanlarlı Ali Orman ile dost olur. Razgradlı Ali Mutlu, Silistreli Hayrettin Ali ve Nasuf Bilal ile davaya uyanış yolunda birbirlerine ısınırlar. Nazım Salih Direniş Örgütüne üyeliği hemen kabul etmez. Dilekçesini tüm belgelerini, program ve tüzüğü okuduktan, üzerinde uzunca düşündükten sonra onaylar ve imzalar. O andan sonra da grevlerin, yürüyüşlerin, ayaklanmanın en önemli örgütçüsü ve kitleyi kabartan motor olur. Mukavemet hareketi gizli örgütlendi. Türk ahalisi hak ve özgürlükleri geri almak için her şeye, her fedakârlığa hazırdı. Gizli örgüte 3 bin kişi kaydoldu. 1988’de sürgünlerden bazılarının serbest bırakıldıktan sonra köylerine dönmeleriyle çalışmalar daha da geniş boyutlar aldı. O da Aydemir köyüne oğlunun ya-


Makale ve Analizler - 2013

57

nına döndü. Demokratik Lig yönetimi ile Razgrad, Şumen ve Sevlili örgütleriyle irtibatı kurdu. Bu gizli faaliyetinde Razgratlı Ali Mutlu ve eşi Fatma, Şumen’li Ahmet Osman ve Ak Kadınlı Ehliman Dönmez, Doğrularlı Selahattin Bayraktar ile Yüksel Osman, Sevlili öğretmen Yusuf Akın ve eşi Vasfiye, “İskra” köyünden öğretmen Osman ve diğer birçok yürekli Türk aydını Ayaklanma örgütlenmesinde ve gerçekleşmesinde gece gündüz güç esirgemedi. Çalışmaların koordinasyonu “Hür Avrupa” ve “Amerikanın Sesi” radyolarında yankılandı. 1989’un Mayıs ayında Bulgaristan Türkleri Münih’ten yayın yapan “Almanya’nın Sesi” radyosundan Rumanya Uzunova ile 100 defadan fazla irtibat kurmayı başarmıştır. Türkler sürüldükleri bölgelerden bu yayınlara faal katıldı. Ayaklanma eşiğinde Demokratik Lig direniş örgütü yarı legal durumdaydı. Merkez yönetim sürgündü. Bölge yöneticileri de yarı legal durumdadır. Halk arasına yayılan örgütün Kurultay toplayıp legalleşmesi ve açık çalışmalara yoğunluk kazandırması zamanı gelmişti. Yönetim açlık grevlerini başlatma kararı aldı. Örgütü tescil ettirmek için önce Pleven mahkemesine başvurdu. İktidarı şaşırtmak için değişik kurultay yeri ve tarihi duyuruldu. Bu çalışmaların merkezinde olan ve açlık grevlerini koordine eden Nazım Saliev 15 Mayıs 1989’da tutuklandı. Türkiye’ye kovuldu. Yapılan hazırlıklara göre, açlık grevleri 20 Mayıs günü Ayaklanma şeklinde kabaracak ve yayılacaktı. Türklerin yaşadığı bölgeleri saracaktı. Bulgaristan’dan kovulurken Nazım Saliev kendi yerine Ayaklanma davasını sürdürmek için yetkilerini Silistreli dostu hukukçu İsmail İsmail’e devretti. Demokratik Lig Başkanı Mustafa Ömer ise, tutuklanıp Türkiye’ye kovulmadan önce başkan yetkileriyle Sliven’in Alvanlar (Yablanovo) köyünden Hüseyin Nuh’u donattı. Örgütün arşivi de Nuh’a teslim edildi. Böylece ayaklanma başsız kalmamıştı. Bulgaristan Türklerinin Demokratik Lig yönetiminde gerçekleşen 1989 Mayıs Ayaklanmasının son hazırlık dönemine çok aktif katılan Nazım Saliev’in çalışmalarını hatırlayalım: Silistre Gizli Polis Şefi Yovko Marinov 8 Mayıs 1989 günü, dik kafalı tutumundan vazgeçmesi için, onu son defa yanına çağırdı. Nazım, memleketten kovulacağını düşündü. Geceyi ailesiyle geçirmesi için eve gönderildi. Fırsattan yararlanıp yola çıktı, 500 km geçti ve Vratsa ili “Donla Kremena” köyünde Nasuf Bilal ile buluştu. (Nasuf Bilal Kotel’e bağlı Doğancılar köyünden olup, yüksek öğrenimli, 18 yıl Alvanlar’da Okul Müdürlüğü yapmış, Ocak 1985’te isim değiştirmesine karşı direniş öncülerden biri olup, işkence görmüş, 3 yıl “Belene” ölüm kampında kaldıktan sonra bu Bulgar köyüne sürülmüş, Demokratik Lig kurucularındandır.) Aynı gece Demok-


58

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ratik Lig yönetimiyle görüşür. Başkan Mustafa Ömer ile ayrı görüşmede bulunur. Sekreter Sabri İskender ile konuştuktan sonra Nasuf Bilal ile bir daha buluşur. Bu onların son görüşmesidir. Ertesi gece Sevlievoya geçer ve örgütçü Yusuf Akınlar’ı bulur. 11 Mayıs 1989 günü Razgrad’a döner. Bölge sorumlusu Ali Mutlu’nun evinde kalır. O gece Razgrad il örgütü üyeleri gelip kendisiyle görüşür. Talimat alır. 12 Mayıs 1989 örgüt sorumlusu Ali Özgür’ün evinde konaklar. Ona gerekli bilgileri verir. Doğrular’da örgüt eylemcileri Ehliman Dönmez, Selahattin Bayraktar ve Yüksel Osman’la son görüşmesinden sonra, Aydemir’e ailesine döner. Milisin her gün kapıya geldiğini öğrenir. 15 Mayıs sabahı Silistre polisine gider. Baş amir Yanko Marinov önceden hazırlanmış 12 Mayıs 1989 tarihli pasaportlarını verir ve eşiyle ikisinin de ülkeyi terk etmesini ister. Totaliter rejimin iki polisi eşliğinde Kapı Kuleye getirilir 16. Mayıs’ta Bulgaristan’dan çıkar. Mustafa Ömer’in kaderi de aynı olmuştur. Yeri gelmişken işaret edelim. HÖH Başkanı Ahmet Doğan ve arkadaşları Demokratik Lig örgütünü ve yönetimini arayıp temas kurmamıştır. O ağır dönemde sürgün bölgelerine gidip Mustafa Ömer ile görüşenlerden ve işbirliği yolları arayanlardan biri 1989 Viyana Destek Örgütü Başkanı Avni Veli’dir. Bu örgüt, Mayıs 1989’da Kırcaali ve Haskovo illerinde açlık grevleri, Cebel ve Mestanlı’da ayaklanma, Kırcaali’de polisle çarpışmıştır. AvniVeli Mayıs 1989’da Bulgaristan’dan kovuldu. Örgütün dağılması ya da mücadeleye devam etmesi konusunda alınan bir karar olmadığından Ayaklanma halkı ve ülkeyi sarmıştır. Nisan Mayıs 1989’dan başlayarak açlık grevleri ve grevler Bulgaristan’ın etnik olarak karışık nüfuslu ya da yalnız Türklerin yaşadığı Şumen, Novi Pazar, Mahmuzlu, Vırbitsa, Orlyak, Omurtag bölgelerini sarmış ve Silistre, Razgrad ve Kırcaaliye taştı. Açlık grevine, 7 Mayıs 1989 Bayram ertesinde, ilk başlayan Şumen’e bağlı Todor İkonumovo köyünden 7 kişidir: Tahir Çavuş, İsmail Kılıç, Rahim Fıçıcı oğlu, Mücellip Tabak, Vazım Kaçak, Kazim Tabak ve Hidayet Kuşku açlık grevini başlatanlardır. Birkaç günde etraf köylerde 300 kişi ölüm orucuna katıldı. Grevcilerden Rahim Fıçıcı oğlu ile Mücelip Tabak da olmak üzere 10 kişi Viyana’ya kovuldu. Daha sonra büyük sayıda Belgrad ve tek yönlü biletle Toronto’ya da kovulanlar oldu. Demokratik Lig tarafından örgütlenen kitle hareketleri, gösteri ve yürüyüşler kurban almaya başlamıştı. Mayıs Ayaklanması yarım asırdan beri


Makale ve Analizler - 2013

59

tırmanan totaliter baskı ve terör rejimine karşı bir isyandı. Bulgaristan’da zülüm rejiminin devrilmesi ateşini yakan ve halkı uyandıran, Bulgar demokratik güçlerine de cesaret veren bir büyük ve güçlü hareketlenme oldu. İnsan haklarını çiğneyen, adaleti ayakaltına alan, demokrasiyi koklatmayan bir rejimden hak ve özgürlük arama, hesap sorma ışığını kendilerinde bulan Bulgaristan Türkleri bütün toplumu etkilemiş ve ayaklanmaya uyandırmıştı.Batı radyoları Bulgaristan Demokratik Lig yöneticilerinin, isyan alayı önderlerinin ülkeden kovulmaya başladığını 18 Mayıs 1989 akşam yayınında ilk kez duyurdu. Aynı haberde Demokratik Lig öderlerinden biri olan Ali ormanlı, eşi ve kızının da Bulgaristan’dan atıldığı bildirildi. 20 ve 21 Mayısta bütün Bulgaristan’da Türkler gösterideydi, polisle, askerle çatışıyordu. Sürgünler Kuzey Batı Bulgaristan köylerinde sürgündeyken, doğum yerlerinde hepsinin pasaportları hazır edilmiş ve ülkeden kovulmaları kararı yürürlüğe konmuştu. Ayaklanan halk ülkeden kovulmaları kararlaştırılan kahramanlarına sarılmış onları bırakmak istemiyor ve onların peşinden sınıra yönelmeye başlıyordu. Ayaklanma günü bir rastlantı sonucu seçilmemişti. 6 Mayıs 1989 Kurban Bayramdı. Türkler bayramlaşırken kendi aralarında 30 Mayıs 1989’da Paris’te Avrupa İnsan Hakları komisyon toplantısı olacağını paylaştılar. Hazırlıklara başlamadan hemen ertesi gün başlayan açlık grevlerinde isimlerin geri verilmesiyle birlikte, geleneklerimize göre yaşamak ve okullarımızın açılması istendi, Bulgaristan Türk ahalisini yok etme politikasına son verilmesi tüm dünyaya duyurma hedeflendi. Bu anımsatmayı yapmamızın nedeni, Mayıs 1989 Ayaklamasında Ahmet Doğan ve arkadaşlarının, onun sözde kurduğu Bulgaristan Türkleri Ulusal Kurtuluş Örgütünün hiçbir rolü, etkinliği ve katkısı olmadığını göstermek içindir. Nazım Saliev ve illegal mücadele arkadaşları, yerel militanlar, eylemciler, sığınakçılar, sürgün edilenler ve aile üyelerinden ve yürüyüşlerde polisle çarpışanlardan, tutuklandıktan sonra eşek sudan gelene kadar dövülenlerden, “Belene” Ölüm kapında kalan 518’kişiden hiç ama hiç biri Ahmet Doğanı ve onun sözde kurup yönettiği BTHKH’ni tanıdığını, onunla irtibatta olduğunu söylememiştir. Doğan’ı öne geçirmek ve “lider” yapmak için Demokratik Lig liderleri ve kahramanları birer ikişer tutuklanarak Bulgaristan’dan kovulmuş, geri dönseler de hiçbirine hayat hakkı tanınmamıştır. Şunu da eklemekte yarar var. Mayıs 1989’da düzenlenen açlık grevlerine, daha sonraki HÖH yöneticilerinden katılan yalnız Ak Kadınlı Osman Oktay’dır. O, Oktay’ın Demokratik Lig ile uzaktan yakından ilişkisi yoktu ve olmamıştır. Demokra-


60

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

tik Lig yönetiminden hiçbir kişi HÖH / DPS yönetimine alınmamıştır. 1984 -1990 yılları halk kahramanlarımızın sürgün edildiği illerde İç İşleri Bakanlığı Generali olan Peevski’nin torunu Daniel Peevski bugün artık HÖH / DPS partisini tamamen ele geçirmiş ve istediği gibi yönetmektedir. Bu bakıma “Peevski soyunun Bulgaristan Türklerine Ahtı vardı. Şimdi torunları Danço onu çıkarıyor.Şimdi gelelim Mayıs Ayaklanması’nın Demokratik Lig önderliğinde gelişmesine:20 Mayıs 1989 sabahı köylüler Şuman’e bahlı Yusufhanlar (Prestoye) köy meydanına toplandı. Kaolinovo kasabasına yönelen protestocu bin kişilik direnişçi alayı heyecanlı, coşkulu ve ellerinde pankartlarla ilerlerken saldırıya uğradı. 7 kişi öldürüldü ve 20 ağır yaralı düştü. Taşınan pankartlarda “Biz Türk’üz!”, “Yaşasın Türk Halkı!”, “Haklarımızı İstiyoruz!”, “Anadilimizde Okullarımızı İstiyoruz!” Emberler (Kliment) köyüne yaklaşan nümayiş alayı mezarlık başında durdu, atalarına saygı duruşunda durdu ve yürüyüşe artık 2 bin kişiyi bulan bir sel halinde devam etti. Bu yöre Şumen Varna arası Türklük kalesidir. Gösteri yürüyüşü haberini alanlar alaya katılırken 15 – 16 bin kişi aşılmaz bir sel duvarı oluşturmuştu. Ayaklanma alayı karşısına polis gücü dikildi. Komünist partisi ve totaliter devlet önderleri dilini yutmuştur. O zaman 111 yılında olan yeni Bulgar devleti sakin, hoşgörülü ve namuslu bildikleri Türklerden böyle bir şey beklemiyordu. Burada şuna da yer verelim, bu ayaklanma yerel yönetimlerin merkez yönetime Türk ahalisinin durumu, ruh hali, çekisi ve hıncı üstüne yanlış bilgi verdiğini ortaya çıkardı. Ellerinde “Kalaşnikov” yaşlı ve gençlere, kadınlara saldıran milis gücü Türklerle başa çıkamayınca, zırhlı birlikler de taşla karşılanmış, milisler gaz bombası kullansa da gösteri seli düşmanı ezip geçmiş ve Kliment kasabasının merkezine toplanmıştır. Yüksek bir yere çıkan Novi Pazarlı Gülten Osmanova göstericileri ve bu ilk büyük mitingi Demokratik Lig adına kutlarken, yitirilen hak ve özgürlüklerimizi koruma davasında programsal açıklama yapmıştır. (Bu gösteride, şehir meydanı eyleminde, yürüyüşte Ahmet Doğan’dan ve onun sözde hareketinden söz eden olmamıştır.) Ertesi gün (21 Mayıs 1989) totaliter rejimin baskı ve terörü 2 can daha aldı. Mahmuzlar (Todor İkonopmovo) köyünden sıradan bir köylü, tütün üreticisi olan Mehmet Salih Raşit oğlu öldürüldü. Gösteri alayına katılmak isteyenleri kamyonetiyle köylerden taşıyan 47 yaşındaki Necip Osman oğlunu da polis dayağına dayanamadı. Ertesi gün Bohçalar’a toplanan 500–600 kişilik kalabalığa asker ateş açtı. 21 kişi yaralandı. Bulgar doktorlar yaralılara yardım çağrısına gelmedi.


Makale ve Analizler - 2013

61

Novi Pazar’a taşınan yaralılardan 46 yaşındaki Hasan Saliev yolda; Lom kasabasından 46 yaşındaki Mehmet Saliev hastanede; 37 yaşındaki Mehmet Ruşidov da hastanede can feda ederken atları Bulgaristan Türklerinin ölümsüzler defterine altın harflerle yazdı. Benzer gösteriler Bulgaristan Türklerinin yaşadığı bütün köy ve şehirlerde gerçekleşti, çok ölü verildi, büyük sayıda yaralanan oldu. Yaralılardan Zahide Fıçıcı oğlu alçıya alındı. Türkiye’ye gönderildi. Celil Korkaz ve Cevat Çavuş İstanbul Cerrah paşa hastanesinde ameliyat oldu. Kazım Tabak’ın göğsünü delen kurşunlar da Cerrah Paşa’da çıkarıldı vs. vs. UNUTMAYALIM: 1989 Mayıs Ayaklanması Bulgar Komünist totaliter diktatörlüğüne karşı bir Türk İsyanıdır. Deliorman, Gerlovo, Dobruca ve Rodop Türkleri yok olmaya karşı ayaklanmışlardı. BİR DE ŞUNU UNUTMAYALIM: Bu gösteri ve mitinglerde, illegal örgütlenmede, tüm halkı saran isyanda, 1989 Mayıs Ayaklanmasında Ahmet Doğan adında bir kişinin ne adı, ne ini, ne de cini vardı.

Güller Diyarı Güzeliyim

Filiz SOYTÜRK-19.Temmuz.2013

Benim şehrim, gül kazanlarından almış adını, Yaprak gül, yağ gül kokan şehrim Nenem Gül, Anam Akgül, komşumuz Güllü Ben güllere sevdalı bir güller diyarı güzeliyim... Uyurken gece ve yoldayken güneş, Binbir gül açarken binbir bülbül dile gelir bahçelerde Ve ilk koklamak için gülü erken gelir bize güneş. Bilirim, ben bir güller diyarı güzeliyim.


62

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Gül kokusunu şafakla yakalamak Ve bu gül benim gülüm diyebilmek Yaydan çıkmış oku yakalamak kadar zordur. Bilirim, ben bir güller diyarı güzeliyim. Zordur çalabilmek kokusunu daldaki gülün Karışmadan kokusu gül demedi kokusuna, Ve gül yağı olup dağılmadan dünyaya Bilirim, ben bir güller diyarı güzeliyim. Dünya hissetmeden açar bizim goncalar, Karışır alla kırmızı şafağın ışığına Eller, gözler, düğünler bayramlar gül kokar Bilirim, ben bir güller diyarı güzeliyim. Bugün, Vatan toprağımıza sevdali gül ormanları Çubuk çubuk gelmiş atalarımızın kuşağında Gel gör sen bizim oraları, gül kokan insanları Bilirim, ben bir güller diyarı güzeliyim. Vatan bizim, bahçeler bizim, güller bizim Hangi gülün hangi kokusudur sizin? Tüm güllerin tüm kokuları hepimizin. Bilirim, ben bir güller diyarı güzeliyim.

Döndüm

Ertaş ÇAKIR-19.Temmuz.2013

Kim ne derse desin, düşünen her kişi için yazmak okumaktan daha çok hayırlıdır. Şu Temmuz sıcağında penceremi açıp serinlik esmesini beklerken, gerçek serinliğin sizinle içsel sohbetlerimde gizlendiği bilincine beyaz bayrak kaldırıp teslim oldum. Düşünüyorum da yazıyı icat eden belki de anlatmaktan ya da sözlerle kendini anlatamamaktan bıkmış usanmış biri olabilir diye düşünüyorum.


Makale ve Analizler - 2013

63

Herkesin oldu gibi benim de bir hayat çizgim var tabi: sabah başlayıp Güneşle batan, sonra şafakla yeniden sökülen ve insanı günle kucaklayan... Değişmedim gibime geliyor. Bir yıl süren bir olgunlaşma yaşadım. Çok müzik dinledim. Konserler izledim. Diğerlerin zevklerinin değişip değişmediğini gözledim. Burada öz olan, eskiyi bir daha yaşamak ya da hatırlayarak sevinme ya da üzülme değil, yaşanmıştan yaşanacak olana açılan bir köprü olabilmekti. Her sabah saat 10 suları sütlü kahvemin tembelliği yenemeyen dumanını seyrederken sigaramı tüte tip tül perdelerimin ardından şu an yemyeşil mumya gibi kıpırdamadan duran yapraklarla eskisi gibi konuşuyorum. Yapraklarla konuşmak çok keyif verici, bir şaire olaydım her mevsim için değil, her sabah her yaprak, her çiçek için şiir döktürmeyi denerdim. Aslında yaşamda büyük ve küçük şiir diye bir şey olmamalı, çünkü her şey her an yenileniyor ve şiir de yenilenmenin sadece gelip geçen bir anını yansıtıyor. Çocuğun dünü, bugünü ve yarını gibi.. Şöyle demiyor muyuz: “Çocuğum büyüdü!” yani bunu söylemekle çocuğumuzun dünkü çocuğumuz olmadığını kabul etmiş oluyoruz, aynı şey yaprak ve çiçekler ve her şey için tamamen geçerli değil mi? Neden olmasın!. Her gün karanlıktan aydınlık fışkırıyor. Benim sorum şu: Karanlık nereden fışkırıyor? Kendi kendime soruyorum. Bir de şu var. Karanlık yaratıcının bize bahşettiği ana yani temel renklerden biri değil. Ne öyleyse, hayatı belirleyen çakma bir renk mi?. Karanlık değişmeden hep var olan bir şey mi yoksa? Biliyor musunuz, kitaplarda Büyük İskender’in Hindistan’ı işgali Hint halkı için çok bir kanlık talan dönemiymiş. Ne var ki, İskender ordularının büyük yarımadayı terk etmesinden sonra aynı topraklar üzerinde asırlarca süren zindanın zindanı olağanüstü sert diktatörlük rejimleri uygulanmış ki, hani derler ya, en sık eleğin unu en ince olur diye, o dönemde Hint edebiyatı da ince eleyip sık dokurken şaheserlerinin şaheserlerini yaratmış, Nasıl mı? Yaratıcılar halkı diktatörlerin zulmüne karşı uyandırabilmek için tüyle sıvazlamışlar, tüyle sevilmek kimin hoşuna gitmişse, bir veren bir daha verir havasıyla, hem tüyle okşanmışlar hem e ince kıvam öyküler ve dörtlükler dinlemişler. Dinlerken dinlemeye alışmışlar, kimileri de yaza yaza yazar olmuş ve dünya zeka hazinesine incilerin incilerini bırakmışlar... Tanıdıklarım, hep az işe çok para bekliyor. Hani fare fiil doğurdu, değimi yok mu, öyle bir şey işte. Bir hayvan ne kadar uzun süre hamile ka-


64

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

lırsa, yani doğuracağı yavrusunu ne kadar uzun zaman taşırsa, yavru da o kadar daha büyük olur. Bu gerçek, hayvanına göre değişse de, örneğin fiil 24 ayda doğum yaparken, tavşanlar üç ayda doğuruveriyor. Ama yavrular arasındaki farka bak! Varlıklar sıralamasında bizler gibi dokuz aylıklar orta sırada yer alıyor. İşler de öyle, biz daha önce hiçbir küreğe sap olmamış kişilerden hemen büyük işler bekliyoruz. Boşuna tabii. Böylece boşa zaman kaybediyoruz. Hayvanlarda gebelik dönemi sabit bir boyutken, sosyal yaşamda, uzayan ya da kısalar boyutlar ortaya çıkıyor. Örneklersek, HÖH /DPS partisinin iktidarda kalma süresi devamlı kısalıyor. Çar uzantısı Saks Koburgotskı hükümetinde 4 yıl sefa sürüldü, Oreşarski kabinesi 1 yıl zor dayandı. Şimdi anlaşılan Bakanlar Kurulu mangalı değişecek ve bizimkiler avucunu yalayacaklar. Seçimler, halk oylamaları, hükümet kurma işi pahalı işler olduğundan hepimizin belini bir defa kırmakla bırakmıyor, ikide bir kırıp kırıştırıyor. Şu benim pencere önündeki ağıcın yapraklarına baktıkça, doğal olgular ile sosyal ve politik yaşam arasında benzerlikler aramaya çalışıyorum. Güz gelince, yapraklar sanki ağaca kızıyor, sen bu yıl kışın gelmesini uzatacağım demiştin, ama yine bir şey yapmadın, biz yine üşümeye başladık deyip, hep beraber isyan ederek sararıyorlar ve ardında dallarda dökülüp, ağıcı çıplak bırakıyorlar. Şu birlikte kararlı, yeminli hareket etme olayı çok önemli aslında, on çekiç ve tokmakla bir örse vurma gibi bir şey. Bir de bu olan biten hep pozisyon gerektiriyor. Yani herkesin aynı konuda aynı davranışı benimsemesi önemli oldu. Buna örneğini ararken, aklıma bir Yangın ve Karınca fıkrası geldi. Bir mahallede yangın olmuş, herkes elinde kofayla su taşıyor. Yardıma koşmuş ve kısa sürede alevler söndürülüyor. Su dolu kofasını eline alan ve söndürmeye koşanlardan biri de karınca. Söndürmeden dönenler ona rastlamışlar ve “ne zahmet ettin, senin taşıyacağın sudan ne olur ki!”, Karınca geri kalmamış ve “Önemli olan benim niyetimdir!” demiş. Yani karıncanın yangın ve yardım konusundaki pozisyonudur! “Yardım etme azmidir.” Yollara düşmüş olmasıdır. Biz hayatta birçok zaman pozisyonumuzu açıklamıyoruz. Yani ne yapraklar ne de karınca kadar olabiliyoruz. Hele politik konularda pozisyon sahibi olmamak iki yüzlülük doğuruyor. Bir de bu işin içinde ikircimli olanlar var. Camiye gitmeden ben Müslüman’ım diye böbürlenenlerin tavrı da bunlardandır. HÖH konusunda şöyle bir tablo parlamaya başladı. Bir yandan biz hırsızlığa dolandırıcılığa karşıyız diyenler, hemen ardından sorgulanıyor, bir sonra mahkeme ve “Dönek” Ahmet ile


Makale ve Analizler - 2013

65

sıkı fıkı olanlar hemen milletvekili oluveriyor ve hapishaneden kaçıyorlar. Ben buna konu komşu dayanışması demek istemiyorum. Partinin şerefi, ahlakı, gururu olmalıdır. Oysa milletvekilliği bir şeref ve onur yeri olduğundan, aptesiz camiye girilemeyeceği gibi, sabıkalı kişilerinde meclise girmesi iyi olmuyor, politik vicdan kirleniyor. Birde ne pahasına olursa olsun “Bulgarlara karşı olalım”. Onlar bize ettiler biz de bu sayfayı kapatmayacağız hesaplarıyla kurulmuş niyetler var. Geçen hafta T.C. Dış İşleri Bakanlığımızın çıkardığı Osman Kılıç ağabeyimizin “46 Yıl Sonra Bulgaristan’da” kitabını okudum. Bulgaristan Türkleri arasında çektiğimiz eziyetlerin karanlığında en önce uyanan ve mücadele bayrağını yükseklerde dalgalandıran, 14.5 yıl “Belene” ölüm kampı, Varna Hapishanesi ölüm zindanı ve başka cehennem yuvalarında çekmediği işkence kalmamasına rağmen, Türk ruhunu koruyarak yaşatan Osman Kılıç, izlenim kitabında Şumnu, Şeytancık (Hitrino) ve başka yöre köylerinden halkla yaptığı görüşmelerde her şeyin yenilenmeye, değişmeye, Türk ruhunun yeniden yeşermeye ve güçlenmeye başladığını, Koca Yusuf abidesi açılışına katıldığında yaşadığı coşkuda başarılı bir şekilde dile getirmiştir. Demek oluyor ki, 100 yıllık karanlığa gömülmeye çalışılsa da, halkın ruhu demokrasi sıcağı alınca, hak ve hürriyetlerin ışığını hissedince yerden fışkırarak ben “Geliyorum!” diyebiliyor. Demeye hazır olmuş ve göz açmış yani. Bu durumda son yıllarda hepimizi çok üzen şu Hak ve Özgürlükçü lider takımının Türklerin hakları, Türklük özgürlükleri ve özgün kültürümüzün bahar güneşi görmüş gibi yeşil ekin tarlalarına kırmızı gelincikler şeklinde serpilip açma özlemlerine ne diyeceksiniz? Bu çok yerinde bir soru. Bu konuda ben 25 yıl beklememiz, sabır tasımızı taşırdı, demeye hazırız. İzninizle sözlerimi şöyle bir çocuk masalıyla bağılayayım: Bir varmış bir yokmuş bir avcı varmış: Avcı göl kıyısında kuşlara tuzak kurmuş, koca bir ağla birçok kuş yakalamıştı. Fakat kuşlar o kadar büyüktüler ki, ağı havaya kaldırıp uçarak kurtulmuşlar. Bunun üzerine avcı başlamış peşlerinden koşmaya. Dere tepe koşarken yolda bir çiftçiye rastlamış: Çiftçi:


66

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“Nereye koşuyorsun? O kuşları peşlerindenkoşarak yakalayacağını mı sanıyorsun?” demiş... Avcı şöyle karşılık vermiş: “Eğer o ağın içinde sadece bir kuş olsaydı, onu yakalayamazdım. Ama göreceksin bunlar çok kalabalık ve birlikte olmaya alışmamış oldukları için ben onları yakalayacağım.” Akşam olunca, ağdaki kuşların hepsi kendi yuvasına gitmek istemiş ve her biri ağı gitmek istediği yöne doğru çekiştirmeye başlamış. Biri ormana, öbürü bataklığa, bir diğeri de tarlalara doğru sürünmeye çalışırken sonunda hepsi birden yorulmuş ve ağla birlikte yere düşmüşler ve acıya av olmuşlar. O da onları birer ikişer toplamış ve o zaman bu zaman istediği gibi kullanıyormuş. Bu masal çocuk masalı olsa da bizim yakın geçmişimize çok benzeyen imgeler taşıyor. Biz 20. Yüzyılda Bulgar Çarlık-faşist ve 2. Dünya Savından sonra Moskova’nın totaliter – sosyalist ağına düştük. Bire varıncaya kadar hepimiz kurbandık. Büyüklüğümüz eski gururumuz, içimizde biriken öfke ve zafer elde etme hürriyet kutlama özlemiydi. Bizden yalnız birimizin ası değiştirilmeyeydi, ben gider o kişiyi bulur ve kendisine şu soruyu sorardım: “Sen Türkler arasında ayrıcalıklı pozisyonu olan biriymişsin! Düşmana ne hizmette bulundun da onun bu onuruna laik oldun?” Evet, direk sorardım. Ama böyle birileri yoktu. Yani bir hepimiz aynı ağın içindeymişiz. Ağın içine düşen değişik kuşlar gibi, kimimiz ördek, kimimiz kaz, kimimiz keklik, kimimiz de karga dili konuşsak da, hepimiz kuş olduğumuz ve her birimizin kanadı olduğu için biz Mayıs 1989’da Ayaklanabildik. Beraberimizde totaliter rejim ağını da havaya kaldırdık. Masaldaki avcı Todor Jivkov. Çakalları peşimize takıldı, 10 Kasım 1989’da onun ayağı köke takıldı ve bir daha ayak üstü kalkamamak üzere düştü ve telef oldu. Fakat düşman Havalanan kuşların farklı yerlerde yaşadığını, kimisinin ormana, diğerlerin ırmak boyuna, başkalarınınsa bataklığa gideceklerini bildiğinden, beraberce konmalarını ve dağılmalarını bekledi. Bizi 1989 ağustosunda Bulgaristan’dan “kış” dediklerinde biz uçarken birliktik, ayaklanmamız örgütlüydü, ama bizi daha öte yönetecek siyasi partimiz henüz kurulmamış ve hepimizi yüreklendirememiş, yol gösterecek bayrağı yükseltememiş olduğundan konmak zorunda kaldık. O zaman bu zaman avcı çırakları bizi seçimden seçime yemliyorlar. Biz de yumurtalarımızı gidip onların bildiği yuvalara yumurtluyoruz. Onlar oylarımızı toplayıp yeni seçimlere kadar ya sucuklu yumurta pişirip sıcak ekmekle banıyor ya da poli-


Makale ve Analizler - 2013

67

tik çarşıda yumurta satıyorlar. Ne sofraya davetliyiz ne de çarşıdan yumurta alacak halimiz var. Bu iş 25 yıldan beri böyle gidiyor. Kimilerimiz bakıyor, kimilerimiz sefa sürüyor.Yumurtamız olmadığından civciv de çıkaramıyoruz yani üreyemez olduk, bir de yaşlanıyoruz. Bizden istenen nedir. Şu şimdiki vahim durumdan kurtulma yolunu bir daha birlikte uçarak denemek zorundayız. Bu defa bizim oylarımızla seçimden seçime sultan olanları aç susuz ve oysuz bırakmalıyız. O aman bak sen nasıl görecekler Hanya’yı Konya’yı...Gerçek hürriyeti yeniden havalanmamızda görebiliyorum... İyi pazarlar.

Mestan, Zavallının Biridir

BGSAM-20.Temmuz.2013

Bulgaristan’da totaliter komünist diktatörlüğe karşı ilk politik parti kurarak ilk baş kaldıran Büyük Çınar Abni Veli hayata gözlerini yumdu. Yattığı yer nur olsun, derken hayatı ve davasıyla ilgili Bulgar basının çıkan yazıları Türkçeleştirerek dikkatinize sunuyoruz. Cebel lisesinde bir Bulgarca öğretmeni olan ve bugünkü Hak ve Özgürlükler Partisi (HÖH) Genel Başkanı Lütfü Mestan’ın 11. “B” sınıfta sınıf hocası olan Avni Veli öğrencisiyle 45 yıldan beri görüşmedi. Lütfü Mestan bugün Sofya parlamentosunun kürsüsünden dil olarak dürüst Bulgarca konuşuyorsa bunu Bulgar edebiyatı öğretmeni Avni Veliye borçludur. Her hafta sonu balığa ve ava gitmeye zaman bulan Lütfü Mestan hocasını asla arayıp sormamıştır. Okuldan atıldığında ve Kırcaali ilinin hiçbir okuluna kaydını yaptıramadığında ona ancak Avni Veli kanat açmış olsa da, Lütfü Mestan hocasını Stara Zagora hapishanesinde ziyaret etmemiş, hal hatır olmak için bir mektup bile yazmamış. Öğretmenliği yasaklanıp Dobriç ovasına tütün işine gittiğinde de arayıp sormamış. En tuhaf olanı da 2 yıl önce “Türkan Çeşme” kutlamalarıyla ilgili Mastanlı (Momçilgrad) Belediyesi


68

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

tarafından Türkiye’den davet edilen eski tüfekler, ilk başkaldıranlar yani Todor Jivkov’un baskı ve terör rejimine karşı mücadeleyi başlatanlar, illegal lider kahramanlar, gerçek militanlar, mücahitler, “Belene” ölüm kampından geçen, Kuzey Batı Bulgaristan köylerine sürgün edilen, Stara Zagora, Pazarcık, Sofya, Sliven hapishanelerinde yatanlardan bazıları davet edilip kendilerine plaka sunulurken Avni Veli davet edilmemiştir. Aynı zamanda Avni Veli Bulgaristan Türklerine karşı baskı ve terörü Paris İnsan Hakları Konferansında 1989’da kınayan kahramanımızıdır. Fakat bugünkü Ahmet Doğan’cılar için bunların hiç biri önem taşımıyor. Onların liderliğini kabul etmeyen, dalavereleri karşısından susmayan her kişi düşmandır. Mestanlı buluşmasına 1956’dan sonda ilk direnişçi Türk Partisini Cebel’de kuran Ali Veli davet edilmeyişi kamuoyunu derin düşündürmüştü. Bu açıdan Mestan, zavallının biridir. Bu sözler Ali Veli’nindir. Bu olayların derin anlamını “24 Rodopi.com” yayını şöyle açıkladı. Aynen veriyoruz. Çeviri: BG-SAM Bulgaristan Türkleri arasında “Bulgarlaştırma” sürecine karşı ilk illegal politik partiyi kurup örgütleyen öğretmen Avni Veli vefat etti. Gizli örgütlenen ve savaşan örgüt 1983’te Cebel’de kuruldu. Örgütün kurulması karışık ailelerin isimlerinin Bulgar isimleriyle değiştirilmesinden kısa bir süre sonra ve Türklerin isimlerinin değiştirilmesinden birkaç ay önce kuruldu. Avni Veli Mayıs 1989’da Cebel’de düzenlenen kitle gösteri ve başkaldırısın örgütleyicisi ve önderidir. 14 Eylül 1984’te Tolbuhin (Dobriç) ili İreçek köyü kenarındaki tütün tarlasında eski devlet güvenlik örgütü DS’nin sivil görevlileri 35 yaşındaki Avni Veli’nin bileklerine kelepçe taktı. Genç Türk karşı koymadı, sigarasını bir iki daha çekti ve milis (polis) arabasına girdi. Onlar için A. Veli Kırcaali ilinden Dobruca’ya tütün işine gelenlerden biriydi. Onlar çatlak parmaklı tütüncünün eserleri yayınlanmamış bir şair, Cebelli yüzlerce öğrencisinin kendisini çok sevdiği bir Bulgar edebiyatı öğretmeni olduğunu bilmiyorlardı. Ve belki de bu kişinin Türk ahalisi arasında anti-komünist mücadele öncüsü olduğunu, 1956 yılında yapılan BKP Nisan Toplantısından sonra Türk etnik halk topluluğu arasında ilk illegal direniş örgütünü kurduğunu ve yönettiğini, mücadelenin fikir babası olduğunu da bilmiyordu. 1983 baharından sonra, Türkleri kimlik olarak eriterek, asimile edip Bulgarlaştırma sürecinin başlamasından tam 2 yıl önce, Cebel şehrinin merkezinde bulunan Avni Veli’nin öğretmen olarak kaldığı dairede Bulgaristan


Makale ve Analizler - 2013

69

Türklerinin Leninci Komünist Partisi kuruldu (BTLKP). Gizli toplantı, o zaman Cebel gizli polisi DS görevlisi İliya İliev’in aynı apartmandaki dairesinin yalnız 2 kat üstünde gerçekleşti. 1978 Kasımında Bulgaristan ile Türkiye arasındaki göç antlaşması süresinin sona ermesinden sonra Türk nüfusun etnik köklerine ve öz suyuna sert ve amansız saldırılar şiddetlendi. Önce Türkçe konuşma sınırlandı ve ardından yasaklandı.Sözde eskiden karışık evlilik yapmış olan, ya da sözde atalarından kimilerinin Bulgar’la evliği olduğu varsayılan bazı büyük Türk soylarının isimleri değiştirildi. Yalan makinesi dakik ve yanlışsız harekete geçirildi.Bu makinenin değirmenine komünist gençlik örgütü Komsomol aktif üyeleri, Bulgaristan Komünist Partisi (BKP) üyeleri, devlet güvenlik örgütü DS, İÇ İşlri Bakanlığı (MVR) Vatan Cephesi (OF) örgütü ve Bulgar Halk Çiftçi Partisi (BZNS) üyelerinden bazıları katıldı. Aralarında BKP’ ye sadık olduklarını kanıtlayarak bazı imtiyazlar peşinde olan Türkler de vardı. Meydana gelen bu psişik durumda, isim değiştirme yolunun kesilmesi ve halkla devlet makamları arasında çatışmaya engel olacak bir serbest bölge oluşturulması zorunlu olmuştu ki, kör gidişe tepki gösterecek muhalefet mukavemetinin örgütlenmesi gerekiyordu. Bu illegal örgütün fikir babası ve örgütleyicisi de Avni Veli oldu. 1984’ün Nisan ayında Avni Veli ile bir grup arkadaşı SSCB-Macaristan ve Romanya üzerinden bir geziye çıktı. O, Başkent Budapeşte’de Türkiye Büyükelçiliğine girmeyi başardı. Bülent Bey adında bir diplomatla temas kurdu. Avni Veli, Bulgaristan Türklerinin tüm haklarının ellerinden alınması için komünist rejim tarafından “soya dönüş” adı altında bir Bulgarlaştırma süreci hazırlandığını bildirdi. O, Türkiyeli diplomata kendisinin Bulgaristan Türklerinin Leninci Komünist Partisini kurduğunu anlattı. Ve kendisine, dünya teşkilatı merkezine iletilmesi ricasıyla Birleşmiş Milletlere hitaben kaleme aldıkları çağrıyı verdi. Türk diplomat görülen işleri atılan adımları kutlarken, partinin isminin Polonya’nın “Dayanışma” örgütüne benzer bir isimle değiştirilmesini önerdi. Avni Veli’nin Budapeşte Büyükelçiliğinde Türk diplomatla görüşmesi üstüne Bulgar polisi haber almıştır. Onu ele veren uluslararası turistik geziye katılan arkadaşlarının biridir. Ne ki, Bulgar polisi Avni Veli’nin Macaristan Başkentinde Fransız ve İngiliz Büyükelçiliklerini de ziyaret ettiğini ve benzer görüşmelerde bulunduğunu öğrenemedi. O andan sonra Cebelli şairin her adımı devamlı izlendi, evi dinlendi, mektupları okundu, temasları kontrol edildi.


70

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Devlet istihbaratı A.Veli’nin etrafındakileri de baskı altına aldı. Bu etkinlikler neticesinde, gizli polis Lenin partisi şeklinde örgütlenen gizli Türk mukavemeti hakkında bilgilere ulaştı. 1984 yazında İç İşleri Bakanlığı Avni Veliyi yakaladı ve örgütü ile ilgili daha ayrıntılı bilgi edinmek için onu zorladı. Şöyle bir kapan da kuruldu. Kırcaali “Arpezos” oteline Türkiyeli bir kişi yerleşti. İstanbul plakalı aracı park yerine çekmişti. Türkiyeli konuk o zamanlar “Balkanturist” lüks turistik zincirinden olan otelin lokantasında Cebelli direnişçi ile Türkiyeli konuk arasında birkaç saatlik bir görüşme yapıldı. Görüşmede Rodoplar’da gelişen süreçleri yorumladılar. Lokanta sivil polis doludur. Avni Veli kapana düşürüldüğünü anlayınca Bulgaristan Komünist Partisi (BKP) nin azınlıklara karşı politikasının açıktan açığa eleştirmeye başladı, fakat kurduğu örgütle ilgili tek söz etmedi. Kendini İstanbullu bir turist olarak tanıtan kişi aslında Bulgar İstihbaratının Birinci Şubesi’nden Türk dilini iyi bilen bir görevlidir. Ne var ki, Kırcaali ve Sofya makamlarınca titizlikle hazırlanan gizli operasyon çöküyor. Dava için 43 kişiyi örgütlemeyi başaran Avni Veli, 44’üncüsü tarafından ele verildi. Avni Veliyi ele verenin adı Necdet Aliev’tir. O Avni Veli’nin bir öğrencisidir. Ona da Bulgar edebiyatı dersi vermişti. Sonra Plovdiv’te (Filibe) Kimya okudu. Öğrenciliği zamanında ajanlığı kabul etmişti. Onun maceraperest olduğunu biliyordu. Ona bir yalan öykü anlatmıştım. Bir süre sonda dava dosyasını gördüm ve anlattığım saçmalıklar birinci sayfadaydı. Tahkikat sırasında gizli polis beni takip ederken nerede yanlış yaptığını öğrenmeye çok gayret gösterdi. Bir yerde yanılmışlardı, çünkü gerçeği öğrenememişlerdi. Onların yanılgısı benim çalışma usulümü bilmemelerinde gizliydi. Ve sistemimin sırrına ulaşamadılar. Benim kendimin öz politik etkinlik sistemim vardı. Örgüte kazandığım her yeni kişiye, ancak ona ait olması gereken bilgiyi veriyordu. Böylece hainlerden uzak durup örgütümü korumayı başardım. 1984 yılı yazında Avni Veli öğretmenlikten kovuldu. O zaman adı Tolbuhin ili olan Dobruca’ya tütün işine gitti. Gizli polis iz güdüyor, peşinden ayrılmıyor, fakat birkaç kişinin itiraflarından başka onun faaliyetlerini açıklayan ve onun suç işlediğini kanıtlayan hiçbir şeye ulaşamıyor. Aynı yılın Eylül ayı başında Cebel’deki evi ve Haskovoya bağlı “Zornitsa” köyündeki baba evi aranırken gizli polis Ali Veli’nin kendi eliyle yazdığı illegal parti evraklarından kimilerine ulaştı. Hemen tutuklanmasına emir çıkarıldı. Tutuklanan Avni Veli Sofya’da “Razvigor 1” sorgulama dairesine götürüldü.


Makale ve Analizler - 2013

71

İlk sorgulama tahkikat polisi Angel Aleksandrov tarafından 17 Eylül 1984’te yapıldı. Sorgulama esnasında, Avni Veli eşiyle görüşmesine müsaade edildiği takdirde, illegal parti evraklarından diğer bölümü gizlediği yeri açıklamayı ve evrakları kendilerine vermeyi kabul etti. Görüşmeden sonra eşi Ulviye gizli parti arşivini polise teslim etti. Direnen şair 1984’ün Aralık ayında Sofya’da Sorgulama Genel Müdürlüğü Genel Merkezindeki bir hücrede Bulgarlaştırma sürecinin doruğunu yaşadı. Avni Veli’nin adı ve soyadı, idari yolla İvan Alekov Velev olarak değiştirildi. O zaman Bulgaristan Türklerinin Leninci Komünist Partisi’nin kurucusu ve başkanı şöyle dedi: “Benim bundan 2 yıl önce söylediklerim başımıza geldi. Ben kendilerimi defalarca ve ısrarla uyarsam da, Türk kardeşlerim, Todor Jivkov’un isimlerimizi değiştirmeye hazırlandığına inanmadı.” 1885’in 5 Şubat günü “Kırcaali İl Mahkemesinde kesin gizlilik koşullarında, kapalı kapılar ardında, Avni Veli’ye karşı dava başladı. Savcılığa sunulan suçlama dosyasında, “Avni Veli devlete karşı çalışan bir örgüt kurmuş ve devlete ve BKP’ ye karşı olan evraklar” tanzim etmişti. Bu belgelerde parti ve hükümet ulusal konuda karalanıyordu. BKP milliyetçilikle ve ırkçılıkla suçlanırken, Türkler için özerklik isteniyordu. Mahkeme gereğini gördü. Avni Veli, ilk önce ağır ceza şartlarında olmakla 7 (yedi) yıla, arkadaşı dava yoldaşı Orlov ise 4 (dört) yıla mahkûm edildi. Daha sonra bu mahkeme kararları Temyiz Mahkemesinde itiraz edilse de, değişiklik yapılmadı. Uluslar arası İnsan Hakları Örgütü Bulgaristan’dan politik mahküm Avni Veli’nin durumu üstüne özel bilgi isteyince, 1988 yılının 29 Aralığında A. Veli Devlet Konseyi kararıyla erken serbest bırakıldı ve köyden çıkmamak şartıyla kendi köyüne sürgün edildi. Todor Jivkov’un BulgarTürk sınırını açmasına neden olan, adları değiştirilen Bulgaristan Türklerinin 1989’un Mayıs Büyük Ayaklanmasının örgütleyici ve önderlerinden birinin Avni Veli olduğu ortaya çıktı. Avni Veli Bulgar gizli polisi ağına düşen en asi ve en tehlikeli olarak nitelendirilen Bulgaristan Türk direniş önderlerinden biridir. 1989 yılının 5 ile 25 Mayıs günleri arasında tek yönlü uçak biletiyle ülkeden çıkarılan, kahramanlıkları ebediyen yaşayacak olan büyük ve ölümsüz kahramanlarımızdan biridir. Yattığı yer nur olsun. BG-SAM Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi


72

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Balkan damatları seyirci sandalyesine oturabilir

Rafet Ulutürk-22.Temmuz.2013 Bultürk Derneği Başkanı Rafet Ulutürk, Bulgaristan’daki son siyasi gelişmeleri değerlendirirken Hürriyet ve Şeref Halk Partisi (HŞHP) için “Genel politik tabloda izleri olmayan ama dışardan aldıkları paralarla Türkler arasında aktiflik gösterenHŞHPliderleri Korman ve Dal’ın yeni sahnede rol alması artık planlanmıyor” dedi. Ulutürk, isim vermeden son seçimlerde HŞHP’yi destekleyen bazı AK parti milletvekillerinin rolünü de yorumlayarak “Bulgar politik sahnesinde alkışlanmak istenen Türkiye’den bazı Balkan damatları, dilimizi bilmediklerinden yanlış alkış tufanı başlamasına neden olmamaya dikkat etmeleri şartıyla, boş sandalye bulabilirlerse, ancak seyirci sıralarında oturabilirler” dedi.

Kalbimi memleketime gömün

Osman BÜLBÜL-19.Temmuz.2013

Savur sofrasından inciler Önemli olan ölmek değil, yaşamak ve ebediyete kalacak değerler yaratmaktır. Bu sözleri 114 yaşını dolduran ve hala kendi kendine hizmet edebilen, yürüyen, şakalaşan, torunlarının yanından hiç ayrılmayan çok sevdiğim nenemden defalarca işittim. Nenem Bulgaristan’ın Kazanlık köylerinden İstanbul’a 1925’te bir şarap fıçısı içinde gelmiş. Şimdi de ölümü düşünmüyor. “Bana ikide bir “Git köyümüzü bir gör!” “Şarıldayan Çeşme” suyundan bir şişe su getir, gözlerime süreyim,” diyor. Gitmek nasip olmadı. Kısmetse...


Makale ve Analizler - 2013

73

Çocukluğumda ninem bana masal anlatmazdı. Hep köyümüzün gül bahçelerini, lavanta ovasını, yamaçlara yayılan kekik kokusunu, ceviz gölgelerini, “Ayşe Kiraz” tadını, ırmak şırıltısını, arı vızıltılarını, sümbül ve salkım mavisini anlatırdı. Bizim köyde yüzyıllık ıhlamurlar mayıs haziranda herkesi mayhoş edermiş. Nenemin, çocukluğunun geçtiği Koca Balkan ve Orta Balkan arası güller vadisini başka bir yerle, yurtla kıyasladığını hiç işitmedim. O, şimdi yatıp kalkıp bir şişe “Şarlayan Çeşme” suyu bekliyor, eminim Balkan’ın suyundan son defa içince gözleri açık gitmeyecek, cennetin kapısı açacak. “Vatanımın suyu gibi yoktur!” hep dilinde. Birlikte sevindik. Dostum Hüsmen acele Kırcaali’ye gitti. Dayısından mektup almış. “Beni gömmeye mutlaka gel. Beni köyün mezarlığına, bizim toprağa gömeceksin! Hastane morgunda kalırsam hiçbir şeyimi helal etmem. Dünyanın öte ucunda olsan gene gel. Sen gelmezsen, kim defnedecek beni? Beklerim.” Bu sözleri dayısı ona son defa vedalaşırken söylemişti. Hüsmen ayrılırken, sağlıkçıya uğramış ve elindeki zarfı masaya bırakırken, sağlıkçıya “dayımın vakti saati yaklaşırsa posta kurusuna atıver” demişti. Gelen mektup, pullayıp kendine gönderilmesi için bıraktığı, anlamını yalnız kendisinin bildiği, boş zarftı. Soluk soluğa yetişti. Avluya girdiğinde, dayısını asma altında serinlerken buldu. Çok şaşırdı. “Dayının ahret günleri doldu, gel!” diyen zarf, onu yanıltmıştı. Orak sıcağında ikindi vakti dayısının kendinden geçtiğini gören akranları “Allah rahmet eylesin! Yattığı yer nur olsun!” deyip sağlıkçıyı gecikince sık elden defin işlerine geçmişler. Tabutu omuzlarında mezarlığa vardıklarında bekçi Hasan sert toprakta mezarı henüz kazamamıştı ki, naaş kara aç gölgesinde bekletildi. Koyu gölgede kendine gelen dayım bir ara kirpikleri oynatıp gözlerini açılmış ve sağ eliyle kefeni yana iterek belini doğrultmuş. Cenazeye gelen yaşlılar “Allah! Allah!” deyip dua edip şakalaşarak köye dönmüşler. Olayı akşam geç vakit öğrenen sağlıkçı, Azrail kapısını çalmış, mezarı da kazılmış, rahmete kavuşması İş Allah yakındır, düşüncesiyle ertesi sabah pullu mektuba uzanmış. Kalp sektesini ucuz atlatan dayım yaşıyordu ve ben de kendisine bozgunluk yapmadım. Onu sağ sağlım görünce öyle bir rahatladım ki...


74

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“Bayrama mı geldin?” dedi. Beni öptü, boynuma sarıldı.Onun da benim de şu mübarek ramazan gününde verilmiş sadakamız varmış, birbirimize bir şey söylemeden, o hayata döndüğüne sevinirken, ben de onun yaşadığına sevindim... Döndüğünde bunları anlatırken Hüsmen mutluydu. Köyünde onu bekleyen biri vardı. Kalbimi memleketime gömün. Avcılar’da penceresi denize bakan Mehmet dede Büyük Göç seliyle gelirken, doğup büyüdüğü yerden başka bir yerde nasıl yaşanacağını bilmese de, eziyetin ve ölümün pençesinden kurtuldum, Anavatan cennetine kavuşacağım heyecanıyla yüreklenmişti. İş güç derken oradaki hayatla ilişkisini kesmiş, İstanbul onu yutmuştu. Buraya nasıl geldiğini seyrek hatırlar oldu. Ölüm bile yıllarca aklına gelmedi. Emekli olunca hatıra defteri yaprak yaprak açılmaya başladı. Köyüne döndü. Evler yaşa kışa, rüzgâra yenik düşmüş, viran olmuş, bakımsız mezarlar çökmüş, taşları yola doğru eğilmiş buldu. Onlar sanki birilerini bekliyordu. Ziyaretçisiz kalmış, yalnızdılar. Ana baba mezarına bir desti su dökme ödevini yerine getirmemişti. Akrabalarının özlemini hissettiğinde, yıldırım çarpmışa döndü. Burada dedesi de yatıyordu. Vatan dedenin yattığı yerdir sözlerini hatırladığında göz bebekleri doldu. Buruşmuş yüzü birden yandı, kalbine ateş düştü. Dedesinin gururlu kabir taşı sanki dile geldi ve ona “Seni bekliyorum!” dedi. Bu ses onun kalbini Vatan toprağına çağırıyordu. Başını kaldırıp denize baktı. Dalga dalga ona akıyordu. Güzeldi, ama deniz Vatan olamazdı. Beyaz köpükleri seyrederken çok sevdiği, “Mezar taşlarını koyun mu sandın be Hasan!” türküsünü mırıldadı. Kalpleri memleketlerine defnedilenlerin ruhlarının da Vatan’da yaşadığını işitmişti. Gönüllün yuvası kalp, ruhun yuvası da gönüldü. Köy mezarlığına defnedilecek son insan olsa bile o kalbinin oraya gömülmesinde ısrarlıydı. Kalbi, Türklük yaşatan bir nur topu olmaya devam edecekti. VASİYET Köyün en zenginiydi. Kısa bir süre önce dünyadaki en değerli varlığı, eşini kaybetmişti. Çoluk çocuğu olmadığı için servetini ne yapacağını her kes merak ediyordu. Eşinin acısına artık dayanamıyor, kendi ecelinin de yaklaşmasını hissediyordu. Sonunda servetini kime bırakacağını vasiyet etti. Öldükten sonra mezarında kendisiyle birlikte yatacak olan kişiye bı-


Makale ve Analizler - 2013

75

rakacaktı. Hiç kimse böyle bir şekilde büyük servete konmak istemiyordu. Ölü biriyle bir akşam mezarlıkta yatmak kolay değildi. Adam öldükten sonra bir hamal ortaya çıktı ve adamla birlikte mezar çukurunda bir gece kalmayı kabul etti. “Ne olursa olsun her karanlık ve korkunç bir gecenin aydınlık ve berrak bir sabahı vardır,” diye düşünmüştü. O, köyünün en fakiriydi. Geçimini sırtındaki semer ve iple karşılıyordu. Onun için ha fakir olarak yaşamışsın ha da ölmüşsün, ne fark ederdi? O akşam ölünün yanında yattı. Gece yarısına doğru iki melek ölünün üzerinde göründüler ve konuşmaya başladılar: “Bu ölünün hesabını nasıl olsa sonra da görürüz. Şimdi şu diri olan kula bir takım sorular soralım bakalım; onu bir hesaba çekelim.” Zavallı adamın ödü patladı. Melekler adamı sorgulamaya başladılar. “Semeri hangi parayla aldın?”, “Semeri satın aldığın para helal miydi?” “Semeri satan kişiyi araştırdın mı? Belki de çaldı.”, “İpi nereden aldın? Kaç paraya aldın? İpin parasını hangi yollardan kazandın?” Bu şekilde sabaha kadar sorgulandı. Adam neredeyse korkudan ölecekti. Sabahleyin mezarlığa gelen köylüler, onun yaşadığını gördüler ve cesaretinden dolayı kutlayarak, zengin olduğu müjdesini verdiler, ancak adam serveti reddederek şöyle dedi: “İstemem, ben basit bir semer ile ipin hesabını sabaha kadar zorla verebildim. O kadar servetin hesabını asla veremem.” Dinledim ve Hak ve Özgürlük Hareketi’nin malına mülküne parasına ve dövizine konan “Ahmet Doğan’ın mezarına hangi yürekli genç HÖH’lü girecek?” diye düşündüm.

Cambaza mı Bakıyoruz, Tesadüf mü?

Alptekin CEVHERLİ-20.Temmuz.2013

Eski devirlerde şehir şehir gezen cambazlar olurmuş. Bunlar bir kente geldiğinde ahali bir meydanda toplanır; heyecanla, pür dikkat bir şekilde marifetlerini seyredermiş.


76

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Tabi bu cambazların kente gelmesi çocuklar kadar orada yaşayan bilumum yankesici, tırnakçı ve arakçı takımını da sevindirirmiş. Cambazın gösterisinin en heyecanlı yerinde yankesiciler devreye girer, gözlerine kestirdikleri şahsın etrafını kuşatır, ardından da “Aaa cambaza bak ne yapıyor!” diyerek avlarının dikkatini cambaza yöneltip adamın kuşağındaki keseyi araklarlarmış... *** Gel zaman git zaman devir değişmiş... Artık bu şekilde şehir şehir dolaşan cambazlar yok. Modern sirkler bu eski mesleğin yerini almış durumda. Ama yankesicilik, tırnakçılık ve araklamacılık hâlâ devam ediyor. Ama işi çok daha geliştirip global olarak yankesicilik yapmaya başlayanlar da var... Hepiniz hatırlarsınız IŞİD, 32 kamyon şoförümüzü rehin aldıktan ve Musul’u ele geçirip Konsolosluğumuzu basıp 49 vatandaşımızı daha kaçırdıktan sonra Kerkük’e ilerleyecekmiş gibi bir açıklama yapıp, Tuzhurmatu ve Telafer gibi Türkmen vilayetlerine saldırmış, binlerce kişiyi kurşuna dizmiş ve bu arada “IŞİD korkusundan”(?) Irak ordusu elindeki tankı, topu, uçağı ve hatta kimyasal silah fabrikalarını dahi depoları dolu bir şekilde bırakıp kaçmıştı. Ve Irak’ın kuzeyindeki yönetimin başı olan Barzani, ABD Dışişleri Bakanı ile görüşmesi ardından, 1 Temmuz günü İngiliz BBC kanalına 2 ay içerisinde bağımsızlık referandumu yapacaklarından bahsetmişti. Bu sözün hemen bir gün öncesinde ise İsrail Başbakanı Bünyamin Netanyahu “Bölgedeki güçlerle İsrail arasındaki ittifakın bir parçası olarak bağımsız Kürdistan’ın kurulması gerektiğini” söyledi. Hatta yine ne tesadüftür ki, yine BBC’ye “Bunun, IŞİD’in eylemlerine cevap olacak bir kazanım niteliğinde olduğunu” dile getirdi. ABD yönetimi de “Irak’ın toprak bütünlüğü...” filan gibi birkaç beylik lafla bu açıklamaları geçiştirdi. Ancak tahmin edildiği gibi Türkiye, İran ve bölgedeki diğer ülkelerde halk tarafından bu durum infialle karşılandı. Zaten IŞİD’in ele geçirdiği veya saldırdığı Türkmen vilayetlerinden kaçan milyona yakın Türkmen, Barzani kontrolündeki ve Türkiye sınırlarına yakın olan Kuzey bölgelere alınmayarak Güneydeki Şii kentlerine yönlendirildiler. Böylece söz konusu referandumda çıkması muhtemel bir pürüz de önlenmiş oldu. Çünkü Irak’ta 3 milyon Kürt ve 3,5 milyon Türkmen ya-


Makale ve Analizler - 2013

77

şıyor. Bu durumun çok iyi hesaplandığı bir yankesicilk oyunu da, bu arada İsrail tarafından başlatıldı. 8 Temmuz günü İsrail, Hamas’ın öldürdüğünü iddia ettiği 3 İsrail vatandaşına karşılık Gazze’ye önce hava, ardından da kara saldırısına geçti. Saldırılarda bu güne kadar 4 Yahudi ile 300 civarında Filistinli Arap öldü. IŞİD’in öldürdükleri Müslüman, İsrail’in öldürdükleri Müslüman, yerini yurdunu terk edip Güneye kaçmaya zorlananlar Müslüman... Ha Ahmet ölmüş, ha Mehmet ölmüş kimin umurunda... Birbirine atılan roketler ve karşılıklı ateşkes ihaleleri ile bütün dünya ve özellikle de bölge ülkeleri Gazze’den TV’lerde canlı yayınlanan gösteriye bakarken, Güneydoğumuzda 2 ay sonra resmen ve hukuken yeni bir komşumuz olacak... İnsan, “Acaba?” diyor yani...

Kaktüs Dikenleri

Metin AKINCI-20.Temmuz.2013

Belki de herkes kaybettiği bir şeyi aradığı için sıla özlemi ağır basıyor. Ben de özlüyorum Varna’mı, saman sarısı kumlarını, kuru kumların ayaklarıma dolaşmasını, onları öpmek için sahile akan dalgaların bacaklarıma sarıldıkça yüreğimi serinlettiği anları, suyun tuzunu hissetmeden serinliğine bayılmayı ve denizin köpürmesini... Biz, denizkızlarına abayı yakanlar azdan aza da olsa çekingen olurlar. Hele kız sarışınsa, hele mavi gözlüyse, hele uzun saçlar dalgalanırken yüzüne sarılıp “Lütfen kestirip atma bizi, seni sen yapan biziz,biz olmadan Deniz Kızına benzeyemezsin!” diye ısrar edişlerindeki güzellikler... Siz renk karışımlarında güzel olanın en güzelinin nasıl doğduğunu görebilme imkânı yakalayabildiniz mi? İzlenimlerimde en etkileyici olan ve belleğimde silinmeyen Kara denizin mavisi ile kız saçındaki saman sarısının karışımında beyaz dalga köpükleridir... Bunu böyle anlatmak kolaymış gibi de, doyumsuz olan, o etkilemenin doğurduğu duyguların harikalığını yaşayabilmektedir. Daha önce de yazmıştım, ben Varna’nın en muktedir Türk ailelerinden birinin kızıyım. Annemin Bulgarcası akıcı ve güçlüdür.


78

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgaristan Türkleri arasında Bulgaristan’da uzman öğrenimli ilk ebe olması ve bu işi yaşlı çarşaflı Türk ebe kadınların elinden çekip alarak bilimsel sıhhi temellere oturtmaya verdiği katkı fazlasıyla büyük olduğundan, karakterini, moralini, insan sevgisini ve asla hiçbir ayırım yapmadan herkese hoşgörülü yardım etme ahlakını oluşturan özelliklerdir. Ve bugün Varna Yüksek Tıp Enstitüsü Avrupa çapında gurur duyulan, aranan sorulan, bu arada Türkiye’den de yüzlerce gencin okuduğu bir bilim kurumu durumuna geldiyse, bu işlerin temel harcında annem gibi fedakâr ebe ve hemşirelerin alın teri vardır. Bu durum, benim kimliğimi de etkilemiştir.Hem güzel, hem sarışın, hem boylu poslu, hem gözü hep dışarıda bir Türk kızı olacaksın, Bulgar komşuların çocuklarından oluşan kızlı oğlanlı delişmen arkadaş grupla yamaçtaki yeşil çalılığın içinde kıvrılan dar patikadan koşa sıçraya ama sezdirmeden denize akıp güneşle denizin, ayaklarımıza sarılan altın kumlarla beyaz gül açmış dalgaların sevişmesinde taraf olmak, hiç de kolay değildi. Bu güzellikler ve sevgi cümbüşüne bir de martı sesleri karıştığında, bir yandan tablo bütün olurken, öte yandan evdekilerin yani annemle babamın her zamanki kayıplara karıştığımı fark edip etmedikleri endişesi içinde büyümeye başlıyordu. Yıllar sonra ben de anne olduğumda bu büyüyen endişenin aslında doğal bir sevgi ile korku karışımı olduğunu anladım.Kimi defa sırtıma başıma, gözlerime ve ellerime yüklenebildiği kadar güneş enerjisi yüklenmiş ve sahildeki kovalaşmadan baygın bir halde eve döndüğümde işiteceğim ilk sitemleri kestirmeye çalışıyordum. Annem genelde “aç ağzını bakayım!” diyordu. Sonra elleriyle alt çeneme hafiften dokunup boğazıma bir balık kaçmış da onu çıkaracakmış gibi ciddi ciddi bakıyordu. “Şükür yok bir şey” demesiyle onun tüm sıkıntıları hafiflerken, benim sırtımdaki yükün ağırlığı artmaya devam ediyordu. Yıllar sonra, “anne neydi şu senin, aç ağzını bakayım!” falan icatların diye sordum. Gerçeğin hakiki yüzünü görünce gülmekten bayıldım. Kitap okumayı çok seven biri olan annem, bir denizkızının bir korsanı kaçırmasını konu eden bir denizci öyküsünün güçlü tesiri altında kaldığını anlattı. Ne ki, olay bu değildi. Onu devamlı etkisi altında tutan denizkızları kimi defa sahile çıkıp kendilerinden güzel olan genç kızları birlikte yüzmeye davet ederek denizin derinliklerine çekip en zifiri karanlıklardaki inlerine götürdükleri ve orada kızların köpek dişlerinin büyüdüğü ve kısa dönemde hakiki denizkızı olduklarında erkekleri celbe dip yedikleri hayaliydi.Annem beni Deniz Kızları’ndan daha güzel bulduğundan, evden çıkıp sözde kaybolduğum her an içindeki dehşet kükrüyormuş. Aslında yaramazlıklar serisinden olan hiçbir şey yapmadığımdan dolayı, eli ne kulağıma ne de en-


Makale ve Analizler - 2013

79

seme gitmediğinden, “oh, çok şükür, geldin canım güzelim” demeye de dili dönmediği için, hemen “aç ağzını, bakayım!” diyordu. Ağzımı boğazıma kaçan bir balığı aramak için değil, köpek dişlerimin büyüyüp büyümediğini görmek için açtırıyormuş... Bu saçmalıkları işitince gülmekten kırıldım. Anneciğime öyle bir sarıldım ki, belki ona daha önce hiç bu kadar sıcak sarılmamıştım. Annem, ömrü uzun olsun, sağdır, İstanbul’da oturuyor, en kötü günlerimizde “köpek dişlerim hala büyümedi anne” dediğimde, gülmekten kırılıp üzerindeki tüm stresi atıyor. Diş doktoru olmama vesile olan anneciğimdir. Söylemese de, hafızasının en derin yerlerinde gizlediği bir kutsal özlemde “tüm genç kızları Denizkızı olmaktan koruma arzusu olabilir.” Erkek doğasının en büyük düşmanı Denizkızlarının emsalsiz güzelliğidir. Dünyadaki en büyük güç de güzelliktir. Annemin endişesi, korkuları gerekçesiz değilmiş meğer. Bizi Vatanımız olan Varna’dan, onun güzel ince sarı kumlu sahillerini, beyaz köpüklü ılıman denizini, yeşilliklere gömülmüş doğasını, dikili taşlarda yaşayan tarihini, bütün insanlar ve doğa için adil ve eşit olan Güneşin olabilir ya birazcık özel lütfünü bırakıp, geri dönmemek üzere İstanbul’a gelmemizin temel nedeni oldu. Çünkü korkular birbirine kardeştir. Tüm öteki anneler gibi, benim anneciğim de kızının bir yandan denizkızları, öte yandan bize karşı sertleşen Bulgar devleti tarafından celbe dilip eritilmesinden, Türk öz suyunun değişmesinden korkuyordu. Evet, o da farklı güzelliklerin buketinin yaratılmasından yanaydı, ama eşek dikenleri demetinde gül olmayı kim ister? Annemin bana bunları değişik sözlü örneklerle hep anlatmaya çalıştığını anımsadıkça, anne yüreği işte, benim örneğimde, onun için kızının başkalarına karışıp soy suyumuzun bunalmasından daha büyük endişenin belirleyici olduğunun farkındayım. Anne uykusunu kaçıran, gecelerini kâbus eden bu olumsuzluklardı. İstanbul’da kendini güven ve huzur içinde hisseti. Beni gördükçe hep belli belirsiz gülümsedi. Bu tebessümü okuman için Akademi bitirmek gerekmiyordu. O, dualarında “kızım seni kurtardım, başka hiç bir şey istemem” dediğini, biliyorum. Onun Vatanda arayıp da bulamadığı o gönlünü dolduran, tarifi zor, her bakıma bambaşka sıcaklığı hissederken, o korkuları yenme mutluluğunu yaşıyordu.Annem Varna ile bağlarını kesmedi. Komşularımızla telefon görüşmelerini sürdürüyor. Geçen ay bizim oralarda büyük seller oldu. Mahallemiz su altında kalmıştı. Komşuların hepsini teker teker arası ve her birine geçmiş olsun dedi, 12 sel felaketi kurbanı yakınlarından tanıdıklarına da baş sağlığı diledi.Son deva Varna’yı ziyaretimizde, arabamızla Balçığa uğradık. “Botanik Bahçe”de baharın ilk


80

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

renklerini bir daha yaşamasını istedim. Tolbuh’in iline bağlı bu kıyı şehrindeki “Bitkiler Bahçesi” neredeyse 100 yaşında. Dünyanın dört bir yanından getirilip dikilen ve güneşin davetine uyarak değişik renklerde gonca açmış büyük sayıda çiçek. Düzenli şekilde dizilmişler. Memleketlerinden uzak olsalar da kendi aralarında tozlaşarak öbek öbek açmış. Bitki dünyasında dikkatimi üzerlerine toplayan kaktüsler oldu. 50 yaşında ve 5 günlük dikenliler yan yana. İzninizle, “yavru” kaktüslere çok özel bir dikkatle baktım, hatta yanlarına çömeldiğimde gözlüklerimi taktım. Elimi uzattım ve henüz bitmiş olanlara hafiften dokundum. Dikenleri kirpi dikenlerinden sık olan bu bitkiler önce iğneli değil, üzerleri kadifesi yumuşaklıkla kaplı. Özel bir zarifliğe dokundum. O an öküzlerin de boynuzsuz doğduğunu, çocukların küfrü sonradan öğrendiğini vs. düşündüm. Olay bana ilginç geldi. Kaktüs önce ipeksi, zehirsiz. Yaşamaya yumuşaklıkla başlıyor. Git gide dikeri iğneleşirken, kalınlaştıkça zehirleri can yakıcı oluyor. Küçük kaktüs küçük dikenli, büyük kaktüs büyük dikenli, bu bir yaşam dengesi olabilir mi? Aslında her şey sanki birbirine benziyor. Şu Hak ve Özgürlükler Hareketi’nin 1990 Mayısı’nda Varna Açık Hava Tiyatrosunda yaptığı ilk seçim mitingini anımsadım. Güneşin ufka yöneldiği serinlikte bir akşam üzereydi. Kravatlı konuşmacıların sesi kadife gibi yumuşak ve renkliydi. Yıllar geçtikçe her şey değişti. Yıllar geçtikçe kadifesi sesler unutuldu, parti sustu ve kendi içine kapandı. İpek elyaflar diken, dikenler eşek dikeni, eşek dikenleri de zehirli kazık oldu ve halkımın bağrını yarıp parçaladı. Denizkızları örneğine dönersek güzellerin köpek dişleri çıktı. Önce “hak” ve “özgürlük” derken bizimkiler de dişsizdi. Son dönemde güzellik sunup hak ve özgürlüklerimizle beslenmeye başladılar. Vampirleştiler! Kaktüslerin büyük dikenleri kurban alıyor. Bitki bahçesi diken, denizlerde keskin köpekdişliler hâkimiyet kurdu. Yanıtı aranan bir soru kaldı, mal canın yongasıysa, malsız mülksüz kalanlar yeni tip köleler midir? O gün bu gün üzerinde en fazla düşündüğüm niyetle sonuç arasındaki gizemdir. Sözle iş, biçimle öz arasındaki çelişkiden karmaşık bir oluşum şu niyetle sonuç etkileşimi. Beklenen sonuç aynı kalsa bile, niyet değişiklik gördükçe, sonuç da kayıyor.Kadifeden yumuşağım diye ortaya çıkan kaktüsçükten kadife ağıcı beklememiz doğaldır. Ne ki yeni günler eşek dikenlerini aratan kaktüs iğneleri ile sürpriz sunuyor. Niyetle sonuç dengesizdir. Sosyalizmde öyle olmadı mı? İnsanın insana kardeşliği, iyi komşuluk ve hoşgörü ortamında enternasyonal beraberlikti.


Makale ve Analizler - 2013

81

Sonuçta totalitarizm hepimizi ezdi. Niyetin değişmesi sonucu da değiştiriyor. HÖH partisini kendi haklarımız ve hürriyetimiz için kurduk, sonuçta başkalarına hizmet edip bizi eziyor. Niyetle sonuç çatıştıkça halk aldatılıyor. Önce fark edip göremediğimiz içsel gizem herkesi ezmeye başlıyor. Bunu açıklayıp kötülüğü yok etmekse hem gayret hem de dehalık gerektiriyor. Düşmanı koynumuzda beslemişiz, yıllarca fark edemedik. Çünkü zekâ ışığını yönlendirmek için bir de akıl gerek. Tecrübeye dayanarak iyi ile kötüyü birinden ayıran akıldır. Akıl da satılır ya da yolda bulunur bir şey değil. Aile ve okuldan başka ezilmişlikten süzülen bilinç ve irade de gerek. Bu arada bir de rutinlik var. İnsanların günlük hayat alışkanlıkları çok etkilidir. Kötüyü iyi olarak kabul edenlerin fikrini değiştirmek zordur. Birçok yerde kör inat üstün gelir. Aklın oluşum ve biçimlenme yolları belirleyici olabilir. İnsanlar faklı zeka ile dünyaya gelip, farklı ortamlarda yetişmeleri de ortak değerlerin yerleşmesinde önemli engeldir. Bizim hepimizin devamlı uyanık olan ve kendi kendini kontrol ederken eyleme geçiren bir iç dünyamız var. Annemin “ağzını aç” demesinde gizlenen niyet ve korkularını motive eden budur. Kadifeyi andıran kaktüs benim için beklentilerimi boşa çıkaran karşılık oldu. Kaktüsten korunmaya devam edeceğim. HÖH partisinin tüm halkımızı aldatması ve olayların artık değişmez bir yanılgı rotası alması köklü karşı önlemler gerektiriyor. Kendi ellerimizle vicdanımızla bilincimizle çabalarımızla yarattığımız bir değeri ret etmemiz acı ve zor olabilir ama buna artık mecbur kalabiliriz. Kötülüğün neresinden dönersen kardır, diyen atalarımız da bu gibi emsaller yaşamışa benziyor.M.Ö. Çin Arap Savaşı’nda atalarımız ikiye bölünmüşler. İki taraftan biri galip gelecektir, muzaffer olan düşmanı kıyacaktır. Bu örnekte mağlup olan tarafta kalanların yok olmasını önceden kabul etmişler. 1072’de Malazgit’te kadar Bizans Ordularıyla giden Kıpçak Türkleri de durum değerlendirmesi yapıp Selçuklulara, Alpaslan Ordularına katılıp muzaffer oldular. Tarihimizde benzer örnekler çoktur. Hainlere ihanet kutsal sayılır... 1984’ten sonra bizde tutuklanmış ve işkence görmüş bir müşterim var. Bir defasında kendisini bekletmem gerekti. Söz arasında “siz ömrünüzün bir döneminde dişlerinizi çok sıkmışsınız ve damaklarınız deforme olmuş,” dedim. “Ne oldu?” Diye sordum. “Tutuklandım ve çok işkence gördüm. Eziyet türlerinden birinde yüz üstü bir tahta üzerine yatırıldım. Sırtıma kum çuvalları yığdılar. Sırtımdaki çuvallar nefesimi versem bir daha nefes alma imkânım bulamayacağım kadar ağırdı. Ve ben o zaman nefesimi kaçırmamak için dişlerimi sıktım. O izler olabilir.” dedi...


82

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Hepimizin hayatı sıkıntılıydı.Hayat, hep korku içinde, denizkızlarından, Bulgar toplumunda eriyip yok olmaktan korktukça, kadife sanıp koynumuza aldığımız kaktüs zahirine feda olma endişesini yaşadıkça, sıkılıp ezildikçe bilinçlenme boyutlarına girdik diyebilirim. Ne zor değil mi? Ramazan günlerinde söyleyeceklerimin aptes bozacağını bile bile şu sözleri söylemeden edemeyeceğim. Yaratan bizi uyum yaratın, denklem kurun ve güle güle yaşayın diye yaratmışsa, ardından gelen düşmanlıklar neden? Hayatı çözdükçe güçleniyoruz. Birlik oldukça daha da güçleniyoruz.Biz sahte ve yalan olanın, adaletsiz olanın korkuların yenik düştüğü yeni bir dünya yaratmaya gidiyoruz. İyi ramazanlar, hayırlı bayramlar.

Dede mirasını aldılar ve hevesleri kesildi

Rafet Ulutürk-22.Temmuz.2013

12 Mayıs seçimlerinden sonra Bulgaristan’da durum PAT diyen ilk biz olduk. BULGARİSTAN Stratejik Araştırma Merkezi (BGSAM)’nin yaptığı ortam değerlendirmesi bir buçuk aydan beri değişmedi. Bugün, biz, Sofya’daki güçler dengesinin iktidar lehinde değişim kaydettiği görüşündeyiz. Yeni Ortam 45 günden beri devam eden itaatsizlik eylemi elde ettiği başarılarla yetinmese de, direncin alevleri artık sönmeye başladı. Aşırı sıcak, hasat zamanı, tatil ayı, direniş dalgasını Sofya, Varna ve Plovdiv merkezlerinden öteki büyük illere, küçük kasabalara ve köylere büyük boyutlu taşıramadı. Yaz işleri bittiğinde bu gruplar daha çoğalacak gibi. Nesnel sebeplere baktığımız, “zaman” isteyen iktidar ayağını yerleştirdi. Sivil toplum örgütleri, orta katman direnci muhalefetin ana politik güçlerden destek alamadı. 5 yıllık geçmişi olan, deneyimi yetersiz Vatandaşlar Birliği GERB partisi dönüşüm isteyen barışçı kitlenin başına geçemedi. Neden mi? Çünkü GERB’in iktidardan çekip indiren de bu kitleydi. Politik alanda tecrübesiz olan GERB çözülmeye başladı. Eski Başbakan B. Borisov politik atılım cesareti gösteremedi. Yeni iktidar önce onun defte-


Makale ve Analizler - 2013

83

rini açtı, milletvekillerini, politikacıları, valilerle bakanları dinlettiği kanıtlanınca, birinci yardımcısı Ts. Tsevetanov sorgulamaya alındı. Karışık işlerin içinde olan Sofya Baş Savcısı görevinden alındı. Parti meclis grubu başkanı K. Feodosiyeva istifasını sundu ve partiden ayrıldı. Sokağın sesine ton veren bir edayla ara sıra yeni seçim isteyen Borisov bile artık sustu. Avrupa’dan 1 milyar leva talep eden Oreşarski hükümetinin nabzı düzelmeye başladı. Kendini dirilmiş hisseden, Sosyalist Parti (BSP) Başkanı S. Stanişev, cevap gelmeyeceğini anlayınca, Boyko Borisov’u erken seçim konusunu görüşmeye hemen davet etti. Bu hareketlilik, Bulgaristan’da 23 yıldan beri süren totalitarizmden demokrasiye sancılı geçiş dramının çok kısa bir perde arası oldu. Kendiliğinde patlayan orta tabaka ve yayılan sivil itaatsizlik direnişi hayal kırıklığına düşmeden heyecanını yaşatmaya devam ediyor. Kendilerinin olan eski komünist rejim yıkılınca, kukla BARBY gibi şekil değiştirip bir gecede sosyal demokrat olanlar şimdi demokrasiyi de biz kuracağız iddiasıyla iktidara çörekleniyor. Vurucu güçleri: komünist paralarla oluşan mafya; Rusya’nın Avrupa ve of Şor paralarıyla biçimlenen yerli ve yabancı oligarşi karması; hırsız, dolandırıcı, talancı, kaçakçı tayfasıdır. Avrupa Sosyal Demokratlarının Başkanı ve aynı zamanda Bulgaristan Sosyalist Partisi’nin Başı S. Stanişev’in, Bulgaristan Komünist Partisi Merkez Komitesi Politik Büro üyesi Stanişev’in oğlu olduğunu herkes bilir. Yeni sahnede iktidar ortağı HÖH partisi ve onun parasal yardımlarıyla kurula neo-faşist “Ataka” partisinin politik nitelemesini dikkatle yapmak gerekir. Todor Jivkov’ın gizli istihbarat ajanlarına kurdurulan HÖH partisi yıllar içinde “rüşvet” işlerine karışmış, yerli mafya ile kaynaşmış ve oligarşiden nem almıştır. AB ve NATO üyeliğimizden yana olan bu parti Moskova’ya gizlice gülümsemektedir. Bu sözler ancak partinin üst yönetimi için geçerlidir. Bu yönetime Bulgar politik çöplüğünden R. Biserov gibi kendi ortamında bir “hiç” olan politikacılar da katıldı. Oy temeli Türkler, Pomaklar ve Çingen Müslümanlar olan HÖH partisi son dönemde Hristiyan Çingen ve aşırı sefil Bulgar seçmene doğru kaydı. İdeolojisiz olan bu parti, “totaliter kalıntıların gölgesinde birlikte sefa sürelim” zihniyetini kabullendiğinden dolayı hükümet ortaklığına davet edilmiştir.


84

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Genel politik tabloda izleri olmayan ama dışardan aldıkları paralarla Türkler arasında aktiflik gösteren Hürriyet ve Şeref Halk Partisi liderleri Korman ve Dal’ın yeni sahnede rol alması artık planlanmıyor. Bulgar politik sahnesinde alkışlanmak istenen Türkiye’den bazı Balkan damatları, dilimizi bilmediklerinden yanlış alkış tufanı başlamasına neden olmamaya dikkat etmeleri şartıyla, boş sandalye bulabilirlerse, ancak seyirci sıralarında oturabilirler. Demokratik Güçler Hareketi giderek zayıflıyor Bir önemli noktaya daha dikkat çekmek yerinde olur. Bulgaristan’da demokratik rejimi hayata çağırıp kurmak için doğan ve birkaç defa isim değiştiren Demokratik Güçler Hareketi giderek zayıflıyor. Bunun birkaç nedeni var. Bir: Büyük yanılgı, demokrasinin, komünizmin devlet mülkiyeti ile köylülüğün kooperatifçi mülkiyetinin köküne kibrit suyu dökülüp likide edilmesiyle oluşacağı kurgusudur. Hiçbir şey kendiliğinden olmuyor. Demokrasinin dayanağı olan serbest Pazar ekonomisinin kolektif üretim biçiminden daha üstün olduğunu hayat hala kanıtlayamıyor.Toplumsal formasyonların yer değiştirmesi üretim güçleri ile üretim ilişkilerinin dönüşümü sonucunda gerçekleşir. Bizde böyle bir dönüşüm olmadı. Sosyalist üretim biçimi yok edildi ama yeri boş kaldı. 1000 fabrika kapandı, tüm tarım çiftlikleri ve devlet tarım üniteleri, hayvan üretim fermaları yok edildi. Domateslerin sulanmadan daha iri olacağını hayal edenler aldandı. Bunun sözleri her üretim alanı için söyleyebiliriz. Şehirlerde yaşayanlar işsiz kalınca AB ülkelerinde işe gitti. Hayatın daha yavaş geçtiği köylerde değişikliğin farkında olmayanlar çoğunluk, yeni üretim bilinci kolay biçimlenmiyor.İki: Dönüşüm aynasına politik olarak bakarsak. Demokrasiye yaşam verecek olan güçler sürekli şekil değiştirdi. Doludan boşa aktı. Önce Demokratik Güçler Birliği (SDS) kuruldu, seçim kazandı, tek kendi başına iktidar oldu.Faşizm döneminden dede mirasını aldılar ve hevesleri kesildi. Sonra politik olarak sıfırlandılar. Ardından bir umut deyip Bulgar Halkı Çar II. Simiyon’un ardına takıldı. Seçtik. Çar, Başbakan oldu, o da dedesinin mülklerini aldı ve kumarhanelere saptı ve vaatlerle aldattığı halkı o da unuttu.


Makale ve Analizler - 2013

85

Ardından GERB kuruldu. O da kendi başına hükümet kurdu. Bugün artık o da çöküş süreci yaşıyor. Görüldüğü üzere, bizim koşullarda, un, su, maya ve tuzu birbirine katıp politik ekmeğini pişirmek çok zor. Neden Başarılı Olamadılar? Boyko Borisov neden başarılı olamadı? 1. Kökleri komünistlerin mafya tarlasında olduğu için. 2. Başbakanlığa Belediye başkanlığından geldiğinden dolayı. Borisov hep altyapı tesisleri yapmaya çalıştı. Sanki başbakan değil belediye başkanıydı. Temizlik falan işlerinin de az kala başbakanlığa bağlayacaktı. Yollar kurdu, köprüler açtı, yeraltı treni yaptı. Tüm bunların başka bir algoritma için yani ülkemizin modern teknolojilerle donatılmasına gerekli olduğunu anlayamadı. Şu da var tabii. Borisov hükümetinin yeni Bulgaristan tasarımı ile üyesi olduğumuz Avrupa Birliği’nin (AB) komiserliğinin bizim için düşündükleri örtüşmedi. AB bizim tüketici topluma dönüşmemizi hedefliyor. Sofya ve diğer büyük kentlerde art arda “Moll” kurulması bu yüzdendir. Büyük alış veriş merkezlerinde satılan mallar, ne yazık ki, hep Batı’dan geliyor. Bizim ürünlerimizde ya bakteri “fazlası” ya da “mikrop” var. Allah Allah! Bu gibi esas nedenler SDS ile II Simeyon partisinin kendiliğinden dağılmasına neden olurken GERP partisi de yara aldı. İkinci Perde “Demokrasiye geçiş” perdesi uzun sürdü. Seyirci neredeyse baygınlık geçirdi. Şimdi ikinci perde açılacak. Almanya, Fransa, Hollanda Büyükelçileri Sofya’da yaptıkları basın açıklamalarında “dekoru değiştirin, sahneye sivil toplum örgütlerini de alın, eskiler sahneden insinler!” diyor ama senaryoda değişiklik yok, perde açılmıyor. Brüksel Komiserleri de “sokağın sesine kulak verin” diyor ama Sofya ancak bakınmakla yetiniyor. Son Satırlar Bu gidişle demokrasinin meyvelerini uzun zaman toplayamayacağız. Sofya’da dönüşümlerin gerekliliği duyumsanıyor. Belirsizlik döneminde oluşan aydınlar ve orta tabaka hareketleri politik iklim solumaya başladı. Kitle hareketine bel bağlayan “modern” görüşlü kişilerin, üniversiteli gençlerin ve toplumun itici gücü orta katmanın kısa bir dönemde politik partide birleşmesi gerekiyor. Bu partide tüm dernekleri ve azınlıkların da yer alması için çalışılmalıdır. Zamanını doldurmuş ve gözü doymayan eski politikacıların ve onların partilerinin sahneden inmesi ve mayalanan direncin daha da dirilip güç ka-


86

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

zanması kaçınılmaz oldu. Bulgaristan tarihinin büyük günleri ancak şimdi başlıyor.

O günlerde gelecek

Nafiye Yılmaz-22.Temmuz.2013

Ramazan’da Şehzade Camii müezzinlerini dinlemek büyük bir zevktir. Ezan sesine penceremi özel olarak açıyorum. Halicin serinliği giriyor odama. Sabahtan hicaza tüm makamlar büyüleyen bir ruhsallık doluyor gönlüme. Ramazanda duyumsama sanki başka bir güzellik sergiliyor. İyi ki geldin mübarek ay. Seni mehtab bekler gibi beklemiştim. Dün akşam Rafet Ulutürk’ün “....hevesleri söndü!” araştırmasını okurken, hafızam açıldı: Dedemin “Papaz Armudu”nu anımsadım. Nenem (Anneannem) bu armutlara çok albenili olduklarından ve eylülde toplanıp ocakta yendiklerinden olacak, nedense “Gelin Armudu” dedikçe, bu ismin onun kendi icadı olduğunu biliyorduk. Bunlardan iki ağacımız vardı. Bu meyve ağacının lehçemizde özel bir adı olmasın olamaz da, yıllar içinde kayıplara karışmış olabilirdi. Evde pazarda kullanılan ismini Bulgar dilinden çalmışız. Almanca’da bu armudun adı, “Frauenhintern Birne”dir ki, çevirisi anneannemin ağızındaki isme çok yakındır: “Gelin Popolu Armut.” Anlamı “armut popolu” kadınlardır. Dalları nazik ve dikensiz, yaprakları yalabık ve etli, koncaları beyazdan ala yanardöner olan ve bizdeki meyve ağaçlarının en güzellerinden sayılan, bahçelerin kraliçesi bu ağaçların birkaç önemli özelliği olduğu bilinir. Başta gelen “Papaz Armudu” her bahar bol bol açsa da, ilk 6 yılda meyve yüklenmemesidir. Başka bir özelliği ise, öteki armut ve ahlatlarla tozlaşmamasıdır ki, şayet onun 6 metre yakınında, başka bir “Papaz Armudu” yoksa asla tozlaşmaz, baharını döker ve meyve bağlamaz. Belki de bu sebeple anneannem bu armuda “gelin armudu” diyordu. Gelin de beraberinde kocası olmadan yüklenemez. Yılların geçmesiyle anneannemin mantıksal benzetmesine hak verir oldum.İnsan doğasının ve toplumsal yasallıklarının birbirine benzediğini okulda hocalar anlatırdı. Nedense onlar örnekleri reel yaşamdan alıp birçok şeyi kafamıza sokamadılar. Bazı gerçekleri bocalarken toslaya toslaya öğrendik.


Makale ve Analizler - 2013

87

Örneğin şu “gelin armudu” benzetmesine dönersek, Bulgar istihbaratının, herkesin bildiği bir şeyi yazıyorum, benim ilk önce Medi Doganov ismiyle tanıdığım, ardından ona uygun görülen Ahmet Doğan ismiyle “lider” olan ve sonunda armut buruşuğu gibi dalında kuruyan, köstebek “Sava” gibi ismi arasındaki bağlılık dikkat çekicidir. Ahmet’in soyadı Hüseyinov’dur, istihbaratı tarafından uygun görülmedi Bu, bir yere kadar dedemle anneannemin ve Almanlarla Bulgarların bu meyveyi üç ayrı anlamlı benzetmeyle tarif etmesi gibidir: “Papaz Armudu”, “Gelin Armudu”, “Gelin Popolu Armut” vb. İsim karışıklığı istihbaratın kullandığı özel yöntemlerden biridir. Bir adamın bilinmemesi, gizlenmesi, kayıplara karışması istenirse ismi değiştirilir, yükseltmesi istenirse, ona kulağa sevimli gelen isim ya da lakap uydururlar. Örneğin Medyü’ya Doğan (Şahin) isminin yakıştırıldığı gibi. Ahmet’in soyadı Hüseyinov’dur, ama bir dayatılan bir “lider” için “Hüseyinov” Bulgar istihbaratı tarafından uygun görülmemiştir. “Gelin Armudu”nun yanındaki ikinci armut ise, gizli servisin kendisidir. Demek oluyor ki, birinci armut bahar açınca ancak yakınında bulunan ve onu yönetip yönlendirme göreviyle orada bulunan ikinci “armut” onu döllendirip vazifelerini yükler. Hainler, ajanlar, muhbirler ve köstebekler için kullanılan “ibne” hitabı buradan gelir. Onlar kendilerini ne boşandırabilir ne de yükleyebilirler. Onun için gizli servisler ajansız ve ajanlar da gizli servissiz olamaz. Bir de, tüm ağaçlar meyvelerini gün gelip yere dökmek, silkmek için büyütürken, “Gelin Armudu”nun meyveleri yere düşmez, sırıkla silkilmez, ancak teker teker dikkatlice elle toplanır, sepet ve sandıklara yani dosyalara büyük bir itinayla işlenir. Meyveler, ajanın topladığı delillerdir. Ajanla arkadaşlık etmek çok tehlikelidir Bu durumda, “Gelin Armudu” üzerine konan her kuş, her sinek, belinden tırmanan her böcek, kabuğunun altına yerleşen her haşarat için, esen rüzgâr, yağan yağmur, tolu ve kar üstüne, dallarına taş atan çocuklar, dalına asılan torba ya da taşlayanlar hakkında hemen bilgi verir. Bu ağaç kendi kendini koruyamaz, o korunur. Gizli istihbarat ağacın bütünlüğünden (ajanın problemsiz yaşamından) sorumlu olduğundan, beklenen adamın bir gün gelip “Gelin Armudu” dalından bir ya da birkaç armut koparmak isteyeceği bilir. Bu açıdan, “Gelin Armudu” aynı zamanda bir kapan, tuzak, möre vazifesi görür, o tüm hırsızları yakalatır. “Gelin Armudunun” gölgesinde ol-


88

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

mak, yani ajanla arkadaşlık etmek çok tehlikelidir. Ahmet Doğan’ın 40 yıldır yanına sokulanı yaktığını düşünün. O, başına gelmiş ya da muhtemel gelecek her şey üstüne bildiklerini, işittiklerini, öğrendiklerini ve tahmin ettiklerini o olmadan var olamadığı, tozlaşıp meyve bağlayamadığı, gizli ilişkilerin kopmasından sürekli endişe duyduğu, hatta korktuğu, ikinci ağaca (gizli servise) iletmek zorundadır. Gizli servis, hiç kimsenin “Gelin Armudu”nun tadından kuşkulanmadığı gibi, onun verdiği bilgilerden şüphe etmez. Bu bilgilendirme, karşılıklı ya da karşılıksız bir ilişki olabilir. Karşılıksız olması, ajanın bilgileri (armutları) parasız verdiği anlamına gelirken; karşılıklı olması ise ajanın verdiği bilgiler karşılığında para, daha yüksek bir görev, bedava tatil, ücretsiz gezi ya da başka bir hizmet talep etmesi anlamına gelir. Bazen, ajanla gizli servisin hedefleri, menfaatleri örtüşür. Ahmet Doğan örneğinde öyle olmuştur. Bulgaristan Komünist Partisi tarafından Bulgaristan’da yaşayan Türklerin eritilmek suretiyle Bulgarlaştırılması davası için eğitim alan ajan Ahmet Doğan, 1984’te asimilasyon işi tamamlandığında, Türklerin Bulgar olarak yönetilmesinde kullanılacak “lider” gibi özel eğitim almıştır. 1989 sonunda Pomaklarla birlikte Türklerin de isimlerini ve dinsel haklarını geri aldılar ve ajanın ana ödevi değiştirildi. Yapay “Liderden” Bulgaristan Türklerinin çok sınırlı düzeydeki hak ve özgürlüklerle uyutulması istendi. Olası beliren yeni isteklerinin budanması emredildi. Bunun armut hikâyesindeki karşılığı “Papaz Armudu” ile tozlaşan armutların daha iri ve daha tatlı meyve vereceği umudunun söndürülmesiydi, çünkü bir ajandan bir şey istenmesi yanlış olacağı gibi Papaz Armuduyla tozlaşmak da hayaldi, ama bu bilinmemeliydi. Aynı zamanda, pazarda övülen “Papaz Armudu” gibi, o da “tatlı ballı öykülerle” “lider” olarak dayatılmıştır. Ahmet’in de çarıksız çulsuz bir soydan geldiği konu edilmez “Gelin Armudu” değişik benzetmelerle övülürken, çekirdeğinden çıkan fidanın yaban olduğu söylenmez. Ahmet’in de çarıksız çulsuz bir soydan geldiği konu edilmez. Bunun bir anlamı da şudur. Ajanın oğullu ya da kızı da ajan olur diye bir şey yoktur. Ahmet’in Rus ajanı seçilmesinin kökleri atalarının göçle geldiği Kırım Adasında aranmalıdır. Ajanlık ancak 3. kuşakta yineler..... Öyküme devam edebilirim, fakat bir başka olaya da değinmek istiyorum. Benim her gün yazmaya vaktim yok. Siz okurlarıma sadece Pazar günleri vakit ayırabiliyorum. “Masal gibi” benzetmemi çok beğenmişsiniz, teşekkür ederim. Burada ek olarak değinmek istediğim konu şudur. Bugün Bulgaristan’da “devrimci durum” diye bir şey yoktur. Her devrimden önce toplum dev kalemler, feylesoflar, bilginler, düşünürler doğurmuş


Makale ve Analizler - 2013

89

ve onlar fikirleriyle halk kitlelerini arkalarından sürüklemiştir. Sofya’da parlamento önünde 5 yerli yazar kendini polis arabasının önüne atı, bir başka aydın ölüm orucunda hastaneye kaldırıldı diye, yanlış sonuçlar çıkarılamaz. Devrimleri doğuranlar devrimlerden önce yaşar. Örneğin 1789 Büyük Fransız Devrimi önce “Sivil Toplum Sözleşmesi” yazarı Jean Jacques Rousseau, (1712-1778) fikirlerinden doğan ve dünyayı dönüştüren devrimi görememiştir. Aynı cümleyi Victor Hugo (1802-1885) için de söyleyebiliriz. 1917 Ekim Devrim fikirlerini de, Rus klasiklerinin babası, “Ölü Canlılar” yazarı Nikolay Vasilyeviç Gogol (1809-1852; “Diriliş”in yazarı Lev Nikolaeviç Tolstoy (1828-1910) ve diğer klasiklerin eserlerinde değişik biçimlerde aramalıyız. Devrimlerin dehaları devrimlerden önce yaşamış ve yaratmışlardır. Bunları yazarken, devrimden önce Fransa’da ve Rusya’da halkın alabildiğine okuduğu, tartıştığı, direndiği ve patladığı izlenmiştir. “Bana yağmuru anlatma, yağ!” diyen dâhilerdir. Tarih aynasına bakınca, devriminden arifesinde her gün yeni bir gazete çıktığını görürüz. Kişi başına basılan ve okunan kitap sayısı yüzlerce defa artmıştır. Bu hafta, bizde meydana gelen en iyi olay, Türkçe öğretmenlerimizin “Balgöç” konuğu olarak Bursa’yı ziyaret etmesi oldu. Şu anda bir gümrükçü olsaydım, dönerken kaçar kitapla döndüklerine bakmak isterdim. Bavullarında beşer kitap görsem mutluluktan uçardım. 1984’ten beri Türkçe bir tek romanın basılmadığı, evlerde ikişer Türkçe kitabın olmadığı, Türkçe’ye hala ceza kesildiği vatanımızda okuyarak bilinçlenmekten söz etmek hala hayaldir. İnşallah o günler de gelecektir.


90

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Avrupalı olmak HÖH tanınmamış azınlık hakkı olmadığına imza attı

BGSAM-26.Temmuz.2013

Hayat Avrupalı olmanın hem çok kolay hem de hiç de kolay olmadığını hepimize her gün gösteriyor. 2014 yılı “Avrupalı Vatandaşlar” yılı ilan edildi. Hepimiz bir beklenti içindeyiz. 2013’ın ilk yarısında, tarihin en büyük gönüllü insan topluluğunda işler huzurlu geçmedi. Avrupalı olmak, pasaport cebinde bin uçağı ver elini eski kıtanın arzuladığın cennet köşesi anlamıyla sınırlı değildir. Evet, Sofya’da kahvaltı edip, Viyana’da öğle yemeği yemek ve akşamı Paris’in “Shanzelysees” de geçirmek artık olası. Yazın İspanya’da domates toplayıp kışı Ruen Belediyesi köylerinde sırt üstü yatarak geçirmek de mümkün. Viyana’da 5 ay inşaatlarda çalışıp eve 10 bin evro ile dönüp köyde ve kasabada ince uzun gezmek de bir ihtimal. Tüm bunlar genel geçerli AB vatandaşlarına tanınmış insan hakları kapsamındadır. Bu olanaklardan her gün her yerde yararlananlar çok. Bir de AB içinde kaynayan ve kaynarken taşan kazanlar var. 2013’te Yunanistan, Güney Kıbrıs, İtalya şu günlerde Macaristan mali açıdan felaket günleri geçiriyor. Bizim de elimiz kolumuz bağlı. Aralık 2012 elektrik faturalarını ödeyemeyince, Ocak 2013’te ayaklandık. 12 Mart seçimleri durumu değiştirmedi. Ocakta başlayan sosyal patlama 23 Temmuz gecesi Milletvekilleri ile 3 bakanın parlamento binasına hapsedilmesiyle daha da derinleşti. Adına “Gece İsyanı” denen bu başkaldırı, AB Başkan Vekili Bayan Vaviam Reding’in Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev ile birlikte Sofya’da Ordu Evi’nde 40 günden beri gösteri yapan kitle temsilcileriyle görüşmesinden sonra gemlenemedi. Bayan Reding, “protesto eylemcilerinin isteklerinin dikkate alınmalıdır!” dedi. Protestocu kitlenin mafya ile oligarşinin iktidar yolunu kesme çabalarına destek veren Brüksel temsilcisi, “mafya ile oligarşinin hakim olduğu yerde demokrasi olamaz, tekel fiyatları serbest pazar ekonomisini çökertir” demekten çekinmedi.Sofya mitinglerinde yükseltilen “Yeni Hükümetlerin Sivil Toplum Örgütleri Kontrolünde olacak!” sloganını açmadı. Aslında bu tarihsel direnişin temel isteklerinden biriydi. AB sözcüsü Olivie Bay Gece İsyanı hemen değerlendirdi. Ne hükümetten


Makale ve Analizler - 2013

91

ne de muhalefetten yana tavır aldı. Gelişmeleri yakından izlediklerini açıkladı. Son gelişmeler, orta kesim, aydınlar ve üniversiteli gençlerin isyanı, Bulgaristan kamuoyunu, ülkenin ana köylü ve kentli emekçi sınıfını uyandırdı. Türkiye’deki soydaşlarımız ve Batı Avrupa ülkelerinde işte olan kardeşlerimiz gözlerini Sofya’ya çevirdiler. Olaylar TV’e canlı takip ediliyor. İnternetin “İstifa” sayfalarına binler akın ediyor. 2014 “Avrupalı Vatandaşlar” yılı, tartışma başlattı, yorumlara yol açıyor. Hayat, AB vatandaşı olmanın ne anlama geldiğini sınıyor. Ortak bir Anayasası olmayan AB üyesi 28 devlet iç işlerini kendi Anayasa ve yasalarına göre yürütüyor. Örneğin, Bulgaristan’daki ana dilde öğretim eğitim problemi Brüksel’de çözülemiyor. Bulgaristan’ın iç işi olarak algılanıyor. Güney Doğu Avrupa devletlerinde yasama yönetim ve yürütme sistemleri kap değiştirdi ama özünü değiştiremedi. Örneğin bizde, politik sahneden düşen Komünist Partisi, totaliter rejim erimedi, yok olmadı, kendini her adımda hissettiriyor. Olayları bu açıdan değerlendirirken, biz, “tarihini bilmeyenin geleceği olmaz.” atasözümüze şu anlamı veriyoruz. Geçen yüzyılın 90’lı yıllarının değişim rüzgârı Jivkov rejimini yıktı, aktörler değişti ve aynı oyun hep sahnede. Bu öz anlatımın Türkçesi şudur. Saz aynı, türkü aynı; çalanlar söyleyenler farklı.Günümüzde politik sahnede iki parti var. 1. Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP), 2. Vatandaş Birliği Partisi GERB. Birincisinin Başkanı Sergey Stanışev, BKP MK Politik Büro üyesi Dimitar Stanışev’in oğludur.İkincisinin Başkanı BKP MK Genel Sekreteri Todor Jivkov’un korumasıdır. Bu iki politik parti arasındaki kapışma amansız olduğundan, AB Başkanlığı bu konuda açık taraf olmak istemiyor. Aslında didişenler aynı kümesin iki horozudur.Bu iki partinin ikisi de yani ne BSP ne de GERB biz Türklerin etnik haklarımızı tanıyıp, özgürlüklerimize daha geçen yüzyılın 70’li yıllarında bağlanmış oldukları kelepçeleri söküp insan gibi hür ve adil yaşamamıza yol vermediler ve vermiyorlar.Bu iki politik gücün arasına sıkışmış durumda olan, bir de sözde etnik Müslüman partisi olarak geçinen, Hak ve Özgürlükler Hareketi zar zor solumaya çalışıyor. Türk, Pomak ve tüm diğer Müslümanların temel hak ve özgürlüklerini tanımak ve yaşatmak için kurulan bu parti, Bulgaristan Cumhuriyeti Avrupa Birliği’ne giriş bildirisini imzalarken “ülkemizde tanınmamış azınlık hakkı olmadığı”nı yazılı olarak dünyaya beyan etti. Hem de hiçbir öz hakkımızın tanınmamış olduğu bir ülkede ve dönemde. Bu, çok üzücü bir olaydır. Şekil ile öz arasında ters düşmedir. Görüntü ile niyetin zıddiyetidir. Yaralanmışı sakat yaşatmanın kör yoludur.Şimdi ne olacak 2014’te “Avrupalı


92

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Vatandaşlar” törenlerinde köçek oynayıp göbek atacağız. Şu AB hakkında pek çok gördüm, işittim de, benim bildiğim hep şudur: Günümüz dünyasında etnik azınlıklar için de yurt tutulacak yeni bir yer kalmamıştır. Vatanımız Bulgaristan’dır. AB üyeliğimizle Vatanımızda herhangi bir değişiklik olmamıştır. Bizim bu yeni ortama ve koşullara alışmamız daha nice yıllar alır. Bundan dolayı, hepimiz üzerinde yaşadığı toprağın değerini çok iyi bilmek zorundayız. AB üyeliğimiz bu bakıma biz Bulgaristan Türkleri için derin ders alacağımız bir gerçekliktir. Çünkü tarih af edici değildir. Bizim kendi aramızda geçen konuşmalarımızda bu olaya şöyle değiniyoruz: Bulgar devletini ve AB üyesi diğer 27 devleti oluşturan farklı etnik grupların elbette ki kendilerine özgü inanışları, kültürleri, yaşam tarzları vardır. Bunlar her devletin çok kültürlü olmasının bir göstergesidir. Bizim yanık sesli çoban kavalımızın namelerini yaratan kavalın delikleridir. Deliklerden biri bozulursa ya da ona yanlış bozulursa namelerimiz bozulur. Avrupa Birliği’ne yeni bir uygarlığa katılmak için girdik. Bizim bu uygarlığa katkımız imanımız, dinimiz, kültürümüz ve dilsel özgünlüğümüzdür. Biz beyaz tenli bir ırkız ve tüm insan güzelliklerinin taşıyıcısıyız. Yazımıza derin bir politik bunalımın analizi ve AB yönetiminin olaya bakış açısıyla başladık. AB içinde bir arada yaşamanın koşulları vardır. Kavalı üfleyenin, usta olması gerekir. Kavga ederek yol alınmaz. AB içinde de yolda yürüyen bir yolcunun, bir devletin ufku görmesi yeterli değildir, muhakkak ufkun ötesini de görmesi ve bilmesi gerekir. Biz ufkun ötesinde sevenler ve sevilenler arasında özgür ve onurlu olmak istiyoruz. AB üyeliğimiz bizin için bir açılım dönemidir. Bugün iktidarda bulunanlar, ülkenin sorumluluğunu almış olanlar, iki gözlerini kapayarak uyuma, ihanet etme, yetersiz olma lüksüne sahip değillerdir. Bunu yapanlarsa hepimizi felaket bekliyor demektir. Onlar, uyurken tek gözlerini açık tutmak zorundadırlar. Bizi uyku tutmuyor.


Makale ve Analizler - 2013

93

Her şey STK’ların kontrolünde

Rafet ULUTURK-26.Temmuz.2013

Sofya’da sivil toplum ateşi sönme işaretleri veriyor. Tarihimizde bu kadar dayanıklı ve bu kadar uzun süreli bir protesto eylemi tarihte hatırlamıyor. Şu da var tabii, Bulgaristan’da Türk ve Müslüman kamuoyu, onu bu denli derin etkileyen bir bilinçli ve kendisine bu denli anlayışlı tutum içinde olan bir Bulgar halk hareketine tanık olmamıştı. Kahveler parlamento etrafında içilyori Elektronik örgütlenmeyle kenetlenen 30 bin kişilik itaatsizlik başkaldırısı öz yönetim organı merkezleri olmamasına rağmen, çok değişik protesto biçimlerinde gelişti, çok etkili oldu. Her akşam Bakanlar Kurulu önü yani “Bağımsızlık” Meydanı ana toplanma merkezi ve miting alanı oldu. Her sabah kahvelerini parlamento etrafında içildi. Kalabalık meydanda geceledi. Sofya bisiklet sürücülerin alayı eylemlere taze kan kattı. Göstericiler ikiye ayrıldı. Pazar gün gösteri alayı ikiye ayrıldı, bir kol Bulgar tarihinin “Uyanış Devri” şarkılarıyla, gayda ve davul eşliğinde kıvrılmaya başlayan horonlarla Parlamentoyu kuşattı. Halk oyunları oynayanlar, Çağdaş Bulgaristan tarihinde ikinci kez, el ele tutuşup horon kıvıranlar hem “Aleksandır Nevski” hem de “Tsar Osvoboditel” Meydanlarında güzel kızların renkli oyunlarıyla, başkenti ayağa kaldırdılar. Hükümetler Üzerinde STK’ların Kontrolü OlacakBöyle bir kitlesel kuşatma, 1989 Aralığında isimlerinin ve dinsel haklarının iadesinde direnen çoğunlunu Pomaklardan oluşan başkaldırısında da yaşanmıştı. Pazar günkü gösteri alayı ansızın ikiye bölündü. Ana kollardan biri Sofya tren istasyonuna doğru açıldı, barışçı geçen 37. Eylem gününün ana sloganları yükseklere kalktı: “Hükümet İstifa!”; “Hemen Yeni Genel Seçime!” ve “Bundan sonra Kurulacak Her Yeni Hükümet Üzerinde Sivil Toplum Örgütleri Kontrolü Olacak!” Halkı yüreklendiren 20 sivil toplum örgütü, ne yazık ki, eylemler esnasında tek örgütte birleşemedi, aralarından Yönetim Konseyi, Başkanlık Divanı, Başkan seçemedi. Faşizan tavırlarıyla tanınan partililer parlamento dışı İsteklerini doğrudan Bakanlar Kuruluna ve Meclise yönelten, merkez devlet organlarına partili atamaları sert kınayan, milletvekili çalışmalarını engelleme çabaları gösterirken hoşnutsuzluk yüklü bu kitle, en şiddetli tepkilerinde AB üyesi bir ülke olan Bulgaristan Hükümeti’nde neo-faşist, aşırı milliyetçi “Ataka” partisinin yer almasını amansız eleştirdiler. Yüksek devlet organları Müdür-


94

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

lüklerinde faşizan tavırlarıyla tanınan partililere yer verilmesi lanetlendi. Bu gösteriler, son 20 yılda ilk kez, bir etnik kökenli parti olan HÖH/DPS partisi yönetimi ile ırkçılık çağrıştıran “Ataka” partisi arasında hem açık, hem gizli ama derin bağlar olduğunu suyun üzerine çıktı. İktidar olmanın tadını alan ve bal küpünden kaşıklamaya alışan Ahmet Doğan çetesi iktidarda kalmak, ihanet siyasetini sürdürmek ve zavallı insanlarımızı bundan öte de alabildiğine ezip sömürmek için bu defa da elinden geleni ardına bırakmadı. İstediği atamaları meclise yaptırmak için binbir derede su getirdi. Havada kötü bir koku yayılıyor Bu cümleden olmak üzere, gelenek ve göreneklerinden, dinden imandan kopmuş 21. Yüzyıl Bulgaristan Türk politik yönetim çetesi için ancak şu söylenebilir: “Bir insanı uygarlaştırmaya karar verirseniz, işe nenesinden başlayınız.” Genelde köylü komünist kökenli olan şimdiki çete, daha önce hiçbir zaman, şimdiki gibi bir politik sel yaşamadıkları için, bu defa paniklediler ve ara sıra tamamen şaşaladılar. Onlar için, altı haftalık başkaldırı, “havada kötü bir koku” oldu, ama onların içleri kötülük, şahsi çıkar ve suç dolu olduğundan onlar bu korkudan asla kurtulamayacaktır. Sokakların seli: HÖH/DPS eliti, şimdiye kadar, yaşadıkları şehirde kitle seli gibi aktığını, bir şehrin semt semt, sokak sokak, mahalle mahalle bu kadar büyük bir güçle ve bu kadar kendiliğinden sokağa döküldüğünü hiçbir zaman görmemişti. Halk öfkesini toplayan potansiyel gücün baraj duvarları, HÖH’ün halk menfaatlerini hiçe sayan siyasetine kükreyenler tarafından yıkıldı ve doğal selin doğal enerjisi toplumu elektrikledi. Olayları, korkudan ürpermiş yüksek kat pencerelerinin perde arkasında sokağı izlerken, bebekli bayanlar, ders kitabı elinde öğrenciler, üniversiteliler, bisikletliler sırası, bayraklar, bayraklar ve marşlar, gaydalar, davullar ve çiçekler, çiçek demetleri, çığlıklar yeni bir dünya doğuruyordu.. Bunlar da kim oluyor? Bu arada, İsmail Korman ile Kasım Dalın adı var kendisi yok, derme çatma Hürriyet ve Şeref Partisi, “Türkiye’den para gelirse, kimin payı ne kadar olacak?” didişmesini kesip çatlak bir ses çıkardı. “Devrim bütün halkın ayaklanmasıdır!” “Bizden katılan var mı?” dedi.Ayaklananlar Bulgar halkının bilinçli orta kesimiydi, belli ki bunlar bundan bile habersiz. Biz Bulgaristan Türkleri 23 yıldan beri, bu “politikacıların” sayesinde, bırak orta kesim oluşturmayı, sıradan vatandaşa ana dilinde yazıp okumayı bile öğretemedik.İşsizlerin nasıl gün geçirdiğini, akşam yemeğinde ne yediğini,


Makale ve Analizler - 2013

95

sahura kalkınca sofralarında sudan ve tarhanadan başka hiçbir şeyleri olmayanların durumunu düşünemediler. Çünkü onların sahurla pek işleri olmadığı gibi hizmet kelemesini de onlar hiç tanımadılar hatta ilgilenmediler onlar hep “para” ve “oy” derdindeydiler. İsmail bey, Sofya’da, BKP Merkez Komitesi’nin babasına verdiği dairede doğdu. Türkiye’de okudu, ama Türklük, Türk kültürü, Türk edebiyatı, Türk yaşam tarzını öğrenemeden döndü. HÖH Gençlik Örgütü Başkanı ve MYK üyesi olarak atandığında “İslami Eğitimden” dem vurdu. “Ben Türküm!”, “Bilincinin temelinde Türk anemden emdiğim helal süt. Türk babamdan aldığım eğitim var!” diyemedi. Ahmet Doğan’a sarıldı. “Lider”de “etnik olan eriyip gidecek” saçmalığı savuruyordu. Okuduğu Üniversite’de ise “ümmetin dönmesi bir ışıktır.” sözlerini işitmişti. Ömründe hiçbir zaman camiye girmemiş, namaz kılmamış, dua etmemiş, Kuranı eline almamış, hadis nedir bilmez sayın Kroman’ın “Müslümanlıktan”, “İslam’dan” dem vurmasına halk anlam veremedi. “İdeolojisiz parti olmaz!” diyenler oldu. Kasım Dal ise ideolojiden çok uzak olduğu için, HÖH - DPS - HŞP gibi politik terimlerin arasına da sınır çekemedinden dolayı ve “Ahmet DS ajanıdır!” tespitiyle işin biteceğini zannetti. Tüm bunlar olurken, “Arkamda Ankara, Türkiye Cumhuriyeti var.” Açıklamasında bulunan İsmail Korman, dinleyenlerine Türkiyenin Bulgaristan politikasının tarihsel inceliklerini bilmediğini kamuoyuna açıklamış oldu.Türkiye yalnız İsmail Korman’ın değil, Bulgaristan’da yaşayan tüm Türkleri ve Müslümanları her zaman ve her yerde desteklemiş ve desteklemeye de devam edecektir. Çünkü Ankara sadece Türkiye’nin değil, tüm Türk Dünyasının Merkezidir, bu merkezde dünyada bulunan tüm Türklere yardım etmeye mecburdur. Türkiye’ye ve Türk Dünyasına hizmet edenlere.Tabi biz, bu sözleri alenen söylemesi için, onunla Ankara’da kimin konuştuğunu, hangi konuda anlaştıklarını, kendisine kaç para vaat edildiğini bilmiyoruz. Görüldüğü üzere bu konuda, 20 yıl HÖH’ün Türkiye bağlarından sorumlu olan K. Dal susmayı tercih ediyor. Onun bu işlerde sadece para yanını çok iyi bildiği biliniyor. Onun, uzun zaman yardımcısı olan, HÖH İstanbul Koordinatörü E.Hatipoğlu’nun neden yanında olmadığı ise hala bilinmiyor. Burada dikkate değer olan nedir? 1. Kasım Dal’ın Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’la Sofya’da çektirdiği resim artık sararmıştır. 2. İsmail Korman’ın yine Recep Tayyip Erdoğan’la Ankara’da çektirdiği resim de artık işe yaramaz. Çünkü bu fotoğraf da Bulgaristan’da ayaklar


96

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

altına alınmıştır. Tabi bunu yaparken Dünya Lideri Recep Tayyip Erdoğan’ı da ayaklar altına alması hepimizi üzmüştür. 3. Çünkü bu iki fotoğrafın ardında politika yoktur, para beklentisi vardır. Yani bunlar artık bir ahmalıktır. Nedense, artık kimse kimseye boş vaatler için para vermez. Türkiye Cumhuriyeti dış politikası Bulgaristan seçimlerine direk müdahale etmez ve taraf olamaz. Bu bir dış politika ilkesidir, belli ki bunlar 20 yılda bunu bile öğrenememişler veya kasıtlı olarak bunlar yaptırılmaktadır. Bir de şu var: Bizim dilimiz ve dinimiz, öz kültürümüz için ölen şehitlerimiz vardı. Hapislerde, toplama kamplarında, sürgünlerde bugünlerimiz için ezilmiş kahramanlarımız vardı. Peki ya şimdi neredeler? Ne oldu, ne beklediğimiz günler geldi ne de eziyet çekenlerin arzuladıkları, ne de bel kemiğimizi oluşturan aksakallılarımız kaldı. Ne mi oldu?1989’un Temmuz ayında Bulgaristan’da yaşayan Türk ve Müslümanların tüm sorunlarına kesin barışçı çözüm bulmak için Bulgaristan devleti adına, (tüm haklarımızı tanıma vazifesini üslenmiş olarak,) Bulgar Kültür Bakanı Georgi Yordanov , Türkiye Dış İşleri Bakanı Mesut Yılmaz ile görüşmek üzere Kuveyt’te gitti. Bakan Mesut Yılmaz ayaklanmış halkımızı temsil ediyordu. Görüşme başladığında sözü ilk Dışişleri Bakanı Mesut Yılmaz aldı. Akşamdan kalma mahmur başını kaldırmadan “Yorgan altında Türkçe konuşsunlar!” dedi. Başka hiçbir istekte bulunmadı. Bu görüşmenin stenografları Sofya’da yayınlandı. Eski Türkiye böyleydi sayın İsmail bey, artık bu manzaralar çok geride kaldı. Türkiye artık eski Türkiye değil bunu örenmeniz için yazıyorum. Sizlere tavsiyemiz bir daha Türkiye Cumhuriyeti ve Bulgaristan Türkleri adına konuşurken dikkat edin. Bu konuların öncesini, bugününü eski ve yeni kitapları okumuş isen yarınını da görebilirsin ve insanlara birşeyler anlatabilirsiniz. Kısaca yol gösterebilirsiniz, önderlerin de görevi bu. Sizlere tavsimiz Bulgaristan Türklerinin problemlerini ve çözümlerini dile getirmenizi halkımıza yeni ufuklar açmanızı istirham ediyor. Son Bulgaristan’da yaşananlar ile ilgili görüşlerinizi merak ediyoruz. Bulgaristanın geleceğini merak ediyoruz. Siz Türkiye kimi destekliyor kimi desteklemiyor o Ankaranın işi siz bunlarla uraşmayınız sizin buna aklınız ermez. Siz Bulgaristan’da asil görevinizi yapmadığınız apaçık ortada. İlkokuldaki politikacıların yeri çocuk bahçesidir... Bizler, son zamanlarda yakın dostluk ettiğiniz Ankara’daki dostlarınızı da buradan uyarmak isteriz onlar şahsi çıkarlarını gitsinler başka yerlerden nemalansınlar burada benim halkımın geleceğini yok ederek değil.


Makale ve Analizler - 2013

97

Bunların hesabı ağır olur bu hesabı biz halk olarak herkezden almasını da iyi biliriz, bunu önümüzdeki zaman diliminde hep birlikte görürüz. Topluma yapılan kötülük hiç bir zaman cezasız kalmaz ve bu ceza 7 sülalesini de etkileyecektir. Yukarıda dedik ya tekrar edelim herkes öğrensin, artık eski Türkiye yok. Not: Ankara’da çalışanların gursaklarından haram geçmez çünkü onlar hakiki Müslümandırlar, tabi her yerde olduğu gibi buralarda da parazitler olabilir. Bulgaristan’da yeni bir mayalanma başladı 2013 Haziran-Temmuz Sofya ayaklanma alaylarının politik ruhu Bulgaristan Türklerini ve Müslümanları etkiledi. Bulgaristan’da yeni bir mayalanma başladı. Bu oluşumdan, etnik azınlıkları da kucaklayacak, bir orta katman partisi ve öngörülü ve cesur bir lider çıkması muhtemeldir. Kabaran kitle hareketi HÖH yönetimindeki mafyadan ve faşizan “Ataka”cılardan mutlaka hesap soracaktır. Bırakın yaşam tarzımızı kendimiz belirleyelimBiz, doğuştan önsezili, hoşgörülü ve komşuyla yaşama gönüllü olan bir halkın evlatlarıyız. Bırakın yaşam tarzımızı kendimiz belirleyelim. Ne HÖH’ün ne Dalın ne de Ankaradan bazı menfaat odakları veya falan filanların bizi temsil etmesini istemiyoruz. Siz, Bulgaristan Türk ve Müslümanları adına konuşma hakkını yitirdiniz!. Çünkü 37 gündür Bulgaristan ayakta siz sus pus azınızı bıçak açamıyor, yoksa sizlerde yanında 20 yıl görev yaptığınız Eski lideriniz gibi bir yerlerden bilgi mi bekliyorsunuz. O zaman siz bir hiçsiniz. Siz bu konuda ne kadar bilgi beceri sahibi olduğunuzu kanıtladınız % 0.5 oy aldınız. (Bizler dernek olarak Cumhurbaşkanı adaylığında %1.30 almıştık) Her şeye rağmen hala utanmamanız pes doğurusu, amma sizin kitabınızda ahlak, vefa, örf, adet gibi terimler olmadığından siz serbestsiniz. Bunlar Türklerin kültüründe var. Sizler yolunuza devam edin amma unutmayın yaptıklarınız için her an arkanızda peşinizde olacağız. Türk’e kefen biçenin ölümü korkunç olur der bir şairimiz. Halka hesap vermeden öbür dünyaya da gidemiyeceksiniz onun için rahat olun. Artık gezegenimizde güneş ahlaklı, dürüst, Bulgaristan Türkleri davasına inanmış ve mücadele eden mücahitler için yarından itibaren her gün bir başka doğacaktır.


98

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Demokrasiyi Diyalogla Yaşatalım

Rafet ULUTURK-26.Temmuz.2013

Başkent meydanlarındaki halk hareketi ne kadar dayanabilir? 42. Eylem Gününde bu soru belirdi. Yugoslavya’da diktatör Miloşoviç’e karşı protesto direnişleri 69. gün zaferle sonuçlanmıştı. Atina 3 ay direndi. Oligarşi-mafya-tekel talanına “dur! Sofya başkaldırısının muazzam kaynağı var. Direnme, sınıf üstü bir hareket olarak gelişti. Merkezsiz, örgütsüz ve lidersizdi ama dağılmadı, Kimlik ve sınıf üstü bir eylem biçimi olarak güç toplamaya devam ediyor. Ülkemizde tahsilli, işi gücü olan, Vatanına sahip çıkan, demokrasiyi yeni bir yaşam tarzında yaşatmak isteyen, oligarşi-mafya-tekel talanına “dur!” diyen, bir “sömürge”, bir tüketim toplumu haline getirilmemize göğüs geren, sivrilen, çok etkili bir başkaldırı oldu. Parti listesine değil de sadece kişilere oy verilsin Sofya meydanlarındaki itaatsizlik alaylarına işçi sınıfı, sendikalar, tüm üreticiler seyirci kalmadı. Direnç günlerinde sendikalar hükümeti istifaya çağırdı, bildirileriler yayınladı, şimdiye kadar uygulanan orantılı (parti listesine oy verilen) seçim sisteminin kökten değiştirilmesini ve yerine çoğulcu (kişiye oy verilen seçim sistemi) uygulanmasını istedi. Yeni öneriler, sivil toplum örgütlerinde (STÖ) tam destek buldu. Parti listesine oy verilen seçim sisteminin tamamen kaldırılması önerildi. Parti listesine değil de sadece kişilere oy verilirse, politik partiler tarihe mi karışacak? Olabilir.... O zaman, STÖ tarafından denetlenen mecliste yalnız seçilmiş bireylerin yer alacağı bir yeni yaşayan etkin demokrasi kurulacaktır. Sandığa attığı oyla kimi seçtiğini bilecek ve vekilini kontrol edebilecek Öyle olursa, Bursa Nilüfer’de seçmen Ahmet Barış’ın kullandığı oyla, Sofya mafya şefleri, “Sik, WİTS” kalıntıları, zor bacılar Sofya meclisine giremeyecek. Seçmen A. Bekir, Nilüfer’deki sandığa attığı oyla kimi seçtiğini bilecek, dolayısıyla kişisel temasla vekilini kontrol edebilecek. Böylece HÖH, BSP, GERB, “Ataka” gibi çaresiz, ideolojik olarak öksüz, politika olarak da yalnız korku ve karşı koyma kültürünü uygulayan siyaset mezara gömülecektir.


Makale ve Analizler - 2013

99

Taraflar arasında diyalog başlatalım Bulgaristan Ombudsmanı Konstantin Pençev, makamına bu konuda gelen büyük sayıda öneriyi Meclis Yasa Değişikliği Komisyonu’na sunarken, “Taraflar arasında diyalog başlatalım. Demokrasimizi diyalogla yaşatalım. Ben, bu diyalogda gönüllü hakem olma görevini üslenmeye hazırım” açıklamasında bulundu ve “artık devletin çalışmaz oldu”, “uzlaşmayı arayan kurumlar birbirlerine el uzatmalı,” dedi. Milletvekili olmak için 500 imza ve 500 leva yeterli Seçim sisteminde istenen değişikliklere de değinen Pençev, bağımsız vekil olmak için ancak 500 imza ve 500 leva harç ödenmesi yeterli olmalı, görüşünü savundu. Bulgaristan’da demokrasiyi yaşatma çabaları barışçı protesto hareketlerinden, sivil toplumun pasif direnişinden ders almaya çalışıyor. Başkaldırının kesin mesajları demokrasiyi beslemelidir. Diyalog yürüterek ilerlemenin yollarını aşmalıdır. Eylemciler hem Bulgaristan vatandaşı hem de AB vatandaşı olarak direndiler. Bulgar sivil toplum örgütlerinin süreğen eylemleri, 28 AB ülkesi orta sınıfına, beyaz yakalı tabakasına, aydınlarına örnek ve ibret olacak niteliktedir. Dikkati çeken bir husus: 42. direniş gününde, muhalefette bulunan 4 politik partinin oluşturduğu REFORMCU Blok’un Gece İsyanından sonra daha şiddetli protesto çağrısına kitlenin sağır kalması oldu. Başkaldıranlar politik partilerin zamanını doldurmuş olduğunu, yeni fikirler, çözüm yolları, algoritmalar üretemediğini duyurdu. Özgün Bulgar demokrasi sistemi oluşturulması Yasama ve yürütmenin halkın seçeceği aydın, bilge, cesur, yurtsever kişilerin eline verilmesi ve sivil toplum örgütleri tarafından sürekli kontrol edilen bir özgün Bulgar demokrasi sistemi oluşturulması ufukta ağarıyor. Kuşkusuz, bu özlemin içinde pek çok bilinmeyen de var. Meclis komisyonunda yasa değişikliğinin parti vekilleri tarafından yapılıp genel kurulda onaylanacağı dikkate alınırsa, bu olmayabilir. Çünkü kimse kendi bacağını kendi kesmez, politik partiler alacakları bir kararla kendilerini fes etmezler. Bu yenilemeyi yalnız sivil toplum örgütleri yapabilir mi? Daha geniş bir açıdan değerlendirilince, ülkemizde çok kapsamlı ve derin işbirliğine dayalı yeni üretim ilişkileri geliştirilmesinin temelleri de şu günlerde atılıyor. Oligarşi ve mafya egemenlinin kalemi kırılırsa, sos-


100

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

yal ilişkiler kökten değişebilir. Bu yenilemeyi yalnız sivil toplum örgütleri yapabilir mi? Demokrasimizi, yalnız STÖ tarafından geliştirilen fikirlerin yasallaştırılıp uygulanması ayakta tutup güçlendire bilir mi? Brüksel yönetimi bunu bir orijinal model olarak kabul eder mi? Sınıflar ve partiler üstü olan bu direniş hareketi, değişik etniklerin, farklı kimliklerin, birbirinden ayrılan ama hem de birbirini tamamlayan en insancıl yaşam tarzımızın, yerleştirebildiğimiz iyi komşuluk ve hoşgörünün tüm ülkemizde ve AB’de örnek bir dünyaya geçişin müjdecisi olabilir mi? Dünya harikaları hep kendiliğinden doğmuştur. Bizdeki başkaldırının önceden planlandığına, stratejisinin geliştirildiğine ve her gün değişen biçimlerde uygulanmaya konduğuna inanmıyorum. Dünya harikaları hep kendiliğinden doğmuştur. Bu protesto gösterileri aynı zamanda Bulgaristan tarihinde çok önemli bir dönüm noktası oluşturdu. Eriyip yok olmaya devam eden totaliter ve otoriter politik sistem yani devlet, parti, ordu, silahlı kuvvetlerin, yargının ve yürütmenin tek elde toplandığı sistem “artık zamanım doldu ben gidiyorum” demek zorunda kaldı.Bu arada yerini eski sistemin şekil değiştirmiş bir uzantısı olan oligarşi, mafya uşaklarıyla devleti bir daha ele geçirmesine başkaldırı, yol kesti, azimle ayaklandı. Sınır tanımayanlara sınırlarını gösterdi, “ancak kontrolümüz altında soluya bilirsiniz,” dedi. Başkaldırının politik muhalefetin bir etkinliği olmaması da çok olumlu bir gelişmedir. Benzeri olmayan bu direnişlerden beslenmeyen hiçbir politik parti yaşam alanı bulamaz. Bu açıdan HÖH Başkanı Lütfü Mestan’ın Perşembe gün Mecliste yaptığı konuşma demokrasiyi yaşatacak diyalog yollarını kapatıp, protestoculara saldırması tamamen anlamsızdır. Haziran Temmuz 2013 direnişlerini böyle okumak zorundayız.


Makale ve Analizler - 2013

101

İsyan Gecesi

Rafet Ulutürk-26.Temmuz.2013

Halk, oligarşi gölgesinde bir hükümet ile yönetilmesini kabul etmiyor Salıyı çarşambaya bağlayan gece, yani 23 Temmuz 2013 gecesi Sofya uyumadı. Parlamentoyu kuşatan 20 bin kişi Bulgar Meclisi’nden çıkış yollarını 2 metre yüksek kaldırım taşı ile kestiler. Herkes saatlerce hep bir ağızdan “Hükümet İstifa!” diye haykırırken, TV-3, TV-7 ve “Evropa TV” meydanlardan gelişen çatılmalı olayları canlı gösterdi. Tarihte görülmemiş bir derme çatma oligarşi kuklası hükümet olan Sosyalistlerin, HÖH eliti ve azgın faşist Siderov’un kabinesi taşra birliklerinden jandarma timlerini Sofya’ya çekti, “Rakovski” caddesinde zırhlı araçlar ve toplar belirdi. Hükümet meclise kapandı Salı günü, meclis ayakta kalıp tutunabilmek için bütçe değişikliklerini kabul ediyordu. Salon’da yalnız Sosyalist Parti, Hak ve Özgürlükler Partisi ve “Ataka” lideri V. Siderov vardı. Milletvekilleri ile birlikte Maliye Bakanı Petır Çobanov, Sosyal İşler Bakanı Hasan Ademov ve Ekonomi Bakanı Dragomir Stoyanov’da meclise kapandı. Çift polis kordonu ve zırhlı araçlar eşliğinde milletvekillerini meclisten çıkarmak için gelen bir özel zırhlı lüks otobüs gece saat üçe kadar kordonu aşıp meydandan çıkamadı. Protestocular polis ve jandarma ile çatışmaya girmemek için ellerinden geleni yapsalar da birçok eylemci “Pirigov” acil yardım hastanesine kaldırıldı, bazıları da yerinde yardım aldı. Bu kitlesel mukavemet olayları, gerçek demokrasi ve sivil toplum örgütlerinin politik iktidar üzerinde kontrol hakkı kullanmasını isteyen pasif direnişlerin 40. gününde oldu. Problemlerin karşılıklı görüşmelerle, tartışmayla, müzakerelerle çok yönlü diyalogla çözülmesini isteyenlerle yani her şeyi görüşüp müzakere edip mutabakat sağlayarak yönetmek isteyenlerle karşı çıkanları yok etme zihniyeti ve pratiği arasında gerçekleşti. Rus ajanı ve mafya uzantısı Bugün Sofya’da sosyalist partisi lideri Sergey Stanışev ile bir Rus ajanı ve mafya uzantısı olan Ahmet Doğan’ın ve ırkçı V. Siderov’un Başbakan yaptığı Plamen Oreşarski yerli ve yabancı oligarşinin koyu gölgesidir. Bu gelişmeyi gören Bulgar orta katmanı, aydınlar, gençler ve özellikle de direniş günlerinde son derece etkin ve aktif olan sosyalist gençler ayaklandı. BSP – Zedelenmiş bir parti


102

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Direniş günleri şunu göstermiştir: Sosyalist Parti Başkanı Sergey Stanışev, zamanını yaşamış olan komünist nomanklatür katmandan geldiğinden dolayı çok sert ve tavizsiz bir politik çizgi seçmiştir. Yerli basın kendisine ender rastlanan bir komünist görüngü, “kalın kafa” demekten geri durmuyor. Hatta Stalinci dogmatik bir tavır izlediği defalarca vurgulandı. Esef ederek yazıyorum, 12 Mayıs seçimlerinde 2. Parti olan Sosyalist Parti (BSP) idesel ve politik olarak zedelenmiş bir partidir. “Demokrasiyi de biz kuracağız!” demesine rağmen, ülkemizin yarınları için algoritma üretemedi, toplumun güncel olaylarına bilge yanıt getiremiyor, sahte demokratik bir tavırla ikiyüzlülüğün esiri olmuş durumdadır. Bu durumda, hiçbir kimse “BSP sol bir partidir” diyemez. BSP üyelerinin daha fazlası eski komünist zamanın anılarını geveleyen, yaşı ilerlemiş kişilerdir. Kendilerinden yeni toplumsal atılımları akılcı algılama becerisi beklenemez. Geçerli formülleri yoktur. Aynı tespiti HÖH MYK’nin emeklileri, zamanı geçmiş kadrolara da söyleyebiliriz. Örnekleyelim: Davasına ihanet eden Ahmet Doğan’dır Demokrasi uğruna direnen halka karşı mafya uzantısı kadroları HÖH listesinden Sofya meclisine sokup en önemli bakanlıklara ve Devlet Kurumu Başkanlıklarına yerleştirmek isteyen (Stanışev’ten sonra gelen) ikinci çok tehlikeli kisi de ülkemizdeki Rus istasyon şefi, Bulgaristan Türkleri davasına ihanet eden HÖH fahri başkanı Ahmet Doğan’dır. Üç büyük hata Bir, mafya şefi HÖH milletvekili D. Peevskiyi gizli servis başkanlığına meclis onayına sunulması, halk isyanını başlatan damla oldu. Bardağı taşıran ikinci önemli olay ise, ülkemizde en tehlikeli gizli örgüt (SİK)in (derin devletin eli kolu) elit kadrolarından olan İvan İvanov’un İç İşleri Bakan Yardımcısı görevine atanması oldu. Üçüncü olay da, başka bir derin devlet uzantısı olan VİTS-sigorta şirketi kadrosu olan Emil İvanov’un, HÖH partisinden Sofya Valiliği’ne atama teklifi oldu. Bu gelişmeler Ahmet Doğan’ın oligarşi, mafya ve yerli gizli servislerin ajanı olarak Bulgaristan’daki en tehlikeli, demokrasiyi hiçe sayan, devleti HÖH eliyle ele geçirmeye yeltenen bunun için örgütlenmiş olan legal illegal güçlerin olanlarına kurban edildiğini kanıtlamaktadır. Bugünkü HÖH yönetimi karşı koyamaz İnanın, Lütfü Mestan ve tüm öteki HÖH MYK üyeleri karşı koyamaz. Biz HÖH gençlik örgütünün karışık, karanlık, hileli ve yasa dışı işlere ka-


Makale ve Analizler - 2013

103

rışmasını kendilerinin de istemediğini biliyoruz. Ne yazık ki, ihanet dalgası çok büyümüş ve yayılmış olduğundan önü alınamıyor ve belki de ülkeyi ulusal kazaya götürebilir. Bulgar ve Türk gençlerin omuz omuza Şimdiki itaatsizlik olaylarının Bulgaristan genç kuşağına bizim evlatlarımıza ideolojik ve politik olarak doğru seçim yapmalarına yardımcı olacaktır. Öte yandan genç neslimiz rüşvet konusunda, devlet ve belediye erkinin kişisel çıkarlar, haksız kazanç uğruna kullanılmasına kesin karşıdır. 2013 direnişler yılında Bulgaristan’ın aydın umutları gençliğimize bağlanmıştır. Eylemlerin ön sıralarında yer alan Bulgar ve Türk gençlerin omuz omuza durması hepimizi onurlandırdı. Kamuoyu yeni seçim istiyor: Ayaklanma gecesinde GERP partisi Başkanı Boyko Borisov; tüm sendika başkanları; gençlik örgütü liderleri, 20 sivil toplum örgütü önderi, ayrıca Cumhurbaşkanı Rosen Plevneli ev ve hatta Sosyalist Parti AB milletvekili Kalfin en kısa zamanda erken seçim yapılması çağrısında bulundular. Bulgaristan’da başlayan bu yeni sürece soydaşlarımızı temsil eden dernek ve federasyonlar da dahi olmak üzere hatta tüm STK’lar burada yerlerini almaları şarttır. Halkımız, kamuoyu ve Bulgaristan’da yaşayan tüm etnik azınlıklar, Türkler, Pomaklar, ve diğer Hristiyan ve Müslüman kitle Bulgaristan’da 21. Yüzyılda oligarşi gölgesi bir hükümet tarafından yönetilmesini kabul etmiyor.


104

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Zaman kazanma taktiği

İsmail SOYTÜRK-26.Temmuz.2013

Bu defa, biz Türkiye’de yaşayan Bulgaristan Türkleri Sofya’daki başkaldırı eylemlerini çok yakından ve dikkatle izleik. Antenlerimiz Bulgar TV’lerine kilitlendi, internetten basını takip ettik, gelip gidenler gazete ve dergiler getirdiler, izlenimlerini paylaştılar, okuduk, anlattık, yorumladık. Dernek merkezlerinde yurttaş sohbetleri ramazan hoşgörüsüne karıştı ve bilgi alış verişleri yararlı oluyor. 12 Mayıs’ta bizim de oylarımızla seçilen Sofya Parlamentosu tatile çıkma kararı aldı. İçi boş meclisin dışında gösteri eylemlerine devam etmenini, hararetli miting konuşması yapmanın anlamsız olduğunu anlayan itaatsizler kahvelerini “Altın Kumlarda” ya da “Güneşli Sahil” de deniz dalgalarını seyrederken içmek üzere tası tarağı topladı. Olaylar bizde çok derin iz bıraktı.Önce Sofya Belediye Başkanı Fındıkova’yı gösterdiği sabır ve tolerans için kutlamak lazım. O, kan dökülmesi, göstericilerle polis ve jandarmanın birbirine girip etrafı karman çorman etmesi yollarını açmadı, kararlı bir şekilde kesti. Kışkırtıcıların elini kolunu bağladı. Halkın başkaldırısı çok başarılı oldu.Gösterilerin elektronik örgütlenmesi, partiler üstü ve Sivil Toplum Örgütleri düzeyinde olması, ülkemizde sokak ve meydan eylemleri kültürünün önemli adımlar attığını kanıtladı. Bugün artık Bulgar politikasının, tüm politikacılara taş çıkarttıran bir düzeyde olduğunu tüm Avrupa, uzak ve yakın komşular, kamuoyu gördü. Haziran ve Temmuz aylarında politik düzeyin üstünde iki ana güç karşı karşıya geldi. Bir- politika üstü, derin devlet şeklinde sivrilen, gizli yöntemlerle hareket ederek devlete sızan A. Doğan ve oligarşi-mafya çevresine karşı İki- Yine partiler üstü, meclis dışı, politika üstü sivil toplumun kitlesel bir oluşumu, ülkenin aydın orta tabakası ve bilinçli gençliği karşılarına dikildi. Bulgaristan tarihinde yeni bir sayfa açan bu oligarşi-mafya çetesi ile Sivil Toplum Örgütleri ve aydın katman arasındaki şiddetli çarpışma 44 gün sürdü. Demokrasiyi koruyarak yaşatma yolunda elde edilen kısmı başarılarla yaz tatiline zaferle çekildi. Halktan kuvvetli güç olmadığını herkes gördü. Bizim çıkardığımız ana sonuç şudur: Biz, seçmen soydaşlar olarak yüzünü görmediğimiz, politik niyetlerini, programını açıklamayan, şimdiye kadar bu dikenli yolda attığı adımları teker teker anlatmayan hiçbir milletvekili adayına bundan öte oy vermek istemiyoruz. Kararlıyız. Dernek toplantılarında açıklandığına göre, İzmir’de, İzmit’te, İstanbul’da Bursa’da, Ankara’da açılan seçim sandıklarında sözde “Türk” Hak ve Özgürlük Partisi’ne verdi-


Makale ve Analizler - 2013

105

ğimiz oylarla Bulgar oligarşi ve mafya, hırsız, Türk düşmanı Peevskilerin, Dimitrovların, Ştereflerin, Emilovların gibi hiçbir işe yaramayanlar. Bizim hiçbir derdimizi bilmeyen, parlamentoya ucuz köfte yemek ve göbek bağlamak, okkalı maaş alıp uyumak, ucuz tatil yapmak, halkımızın hesabına sefa sürmek için ve Türk düşmanı ATAKA ile işbirliğine giden HÖH adına parlamentoya girenlere artık oyumuzu vermeyeceğiz.Biz bundan böyle parti listesine oy vermekten de vaz geçmiş bulunuyoruz. Meclisin güz oturumlarında görüşülecek olan Yeni Seçim Kanunu’nda dış ülkelerde çalışan ya da biz gibi göçe zorlanmış olan Bulgaristan vatandaşlarının politik partilere oy vermesinin yasaklanmasını istiyoruz. Biz milletvekili olmak isteyen, karşımıza çıkıp kendini tanıtan, planlarını açıklayan, gözümüze bakabilen kişiye oyumuzu vermeye hazırız. Meclisteki temsilcilerimizin Sivil Toplum Örgütlerine bağlı, derneklerimizle iyi çalışan, hak arama davamıza gönül vermiş aydın şahsiyet olmasında ısrarlıyız. Soydaşlar ancak çoğulcu sistemle yani kişiye oy kullanmalıdır. Adaletin yolu budur. Özellikle 1989 sonrası bu demokrasi döneminde çok aldatıldık. Artık HÖH yönetimine inanmıyoruz. Bir ana olarak ders kitapları konusuna da değinmek istiyorum. 23 yıldan beri HÖH bu konuyu uyuttu. Ne oluyor şimdi? Anadilimizde yazılmış, çocuklarımızın eline verip oku diyebileceğimiz 2 kitap yok. Korku kültürü içinde yaşayan bizim ana babalarımız, sürüden ayrılmamamız, yanlarında kalmamız için bize hep “Okumak karın doyurmaz!” dediler. Hangi ana çocuğunun okuyup yazmasını, doktor mühendis olmasını istemez. Fakat korkulu zamanlar bunu belki de böyle gerektiriyordu ki, onlar bizim akılı, bilge, meslek sahibi, uzmanlaşmış olmamızdan önce sağ sağlım olmamızı, ayakta kalmamızı arzu ettiler.Sen, bizde, bir annenin evladına: “Git oğul, git oku, bir daha buralara gelme! Burada iş yok, güç yok. Gittiğin yerlerde yurt tut, çalış, kazan, evlen, yuva kur. Buraları çıkar aklından. Ben bağrıma taş basarım oğul, git!” dediğini işittiniz mi? İşitmediniz! İşitemezsiniz de! Çünkü bizde “sürüden ayrılan kuzuyu kurt kapar!” atasözü geçerlidir. Toplumumuz ana ekil ortamda yaşar ve bu toplumsal olgunun aile başı anadır. Bizim analarımız her zaman bizi korumuştur ve bulsalar dizinin dibinden ayırmazlar. Ele aldığımız konu çok derindir.Bulgaristan’da yaşanan güncel toplumsal çatışmada aile yapısı, gelenekleri, aile düzeninin geleceği dikkate alınmıyor. Ailelerimiz totaliter düzenin yıkılmasından büyük yara aldı. Parçalandık, dağıldık. Şimdi bir de büyütmekte olan neslin hayat hedefi, yaşamda ne aradığı sorusu çıktı meydana.Biz onları asla azarlamadan ve silkelemeden büyütmek için elimizden geleni yaparken, onların ellerinden


106

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

toplumun tutacağı zaman gelince ortada kimse yok. Çok kötü bir durum değil mi?Gençlerin vatandaşlık duygusunda güzellik çizgileri yok. Geçmişimizden en mutlu anları çocuklarımıza aktaramıyoruz. Güzelliklerimiz değişimlerin içinde kolayca kayboluyor, eriyip gidiyor. Genç kuşak sanki geleneksel düş âleminden çıkarılmış, hayaller dünyasında farklı bir gelecek arıyor. Kuşkusuz, gençlik yıllarında kaybolanlar geri gelmez. Gelmeyecektir. Bundan dolayı, bugün bizim hesabımıza zaman kazanmaya çalışanlara adeta şaşıyorum.

Bulgaristan neden kaynıyor?

BGSAM-26.Temmuz.2013

Aleksander Andreev yorumunda, “Bulgaristan’daki eylemciler sistemi değiştirmek istiyor ancak alternatif gösteremiyorlar”, diyor. Bulgaristan’daki genel seçimlerden iki buçuk ay sonra kriz dramatik şekilde büyümeye başladı. Çarşamba gecesi yüzlerce protestocu meclisi bloke etti. Yoğun polis müdahalesiyle protestocular dağıtıldı. Çatışmalarda polisler de dâhil 18 kişi yaralandı. Protestocular sistemi tamamen ortadan kaldırmak istiyorlar. Aleksander Andreev yorumunda, protesto hareketinin gücünün sınırlı olması nedeniyle şiddetin tırmandığı, görüşünü savunuyor. Bulgar parlamentosunun çevresindeki şiddet olaylarıyla Sofya’daki protestolar yeni bir niteliğe büründü. Kan döküleceği çok önceden ilan edilmişti. Göstericiler arasındaki militan gruplar ve internet üzerindeki tartışmalara katılanların çoğu adeta şiddete davetiye çıkarıyordu. “Önce kan akmalı, biraz cam ve bazı kafalar kırılmalı ki bir şeyler değişsin” deniyordu, alaysı internet mesajlarında. Peki, neyin değişmesi isteniyor? İşte kesin cevabı olmayan ve protestoları kısır döngüye sürükleyen soru da bu. Çünkü 40 günden fazladır protesto eylemi düzenleyen Bulgarlar basit ve aynı zamanda oldukça genel taleplerde bulunuyorlar: Rüşvetçi ve kayırmacı sistem gitmeli. Bunlar, çoğunluğun anlayabileceği talepler. Komünist rejimin yıkıldığı 1989/90’dan beri Bulgarlar oligarşik ve iltimasçı yapılanmalar tarafından yönetildi. İktidara gelen tüm partiler ve koalisyonlar büyük ekonomik aktörlerin (birkaç holding ve büyük bankalar)çıkarlarını kolladı ve daha da kötüsü, haraççı-


Makale ve Analizler - 2013

107

lıkla başladıktan sonra ülke ekonomisinin önde gelen aktörleri arasına katılan SIK, VIS ya da TIM gibi organize suç örgütlerine hizmet etti. Protestocuların kaldırmak istediği hantal sistem aynı zamanda komünist devletin güvenlik birimleriyle işbirliği halinde yaşlıların bakımını tekeline alıp uyuşturucu kaçakçılığını organize eden unsurları da kapsıyor. Savcı ve yargıçların parti çıkarlarına hizmet edip ceplerini doldurdukları yolsuzluğa batmış adalet sistemi de protestoların odağında. Devletin ihalelerinin paylaştırılması ve Avrupa Birliği fonlarının genellikle parti yandaşlarına ya da rüşvetle dağıtılması da halkın tepkisini çekiyor. Bütün bu suçlamalar uydurma değil; her biri yasadışı dinlemelerle belgelenmiş. Peki, tüm bunlar Bulgarların sistemi tamamen tasfiye etmeyi istemeleri için yeterli sebepler mi? Evet, öyle. İşin zor yanıysa, protestocuların şimdiye kadar herhangi bir alternatif sunamamış olmaları. Parti kuramadılar, mevcut siyasi partileri desteklemiyorlar ve onlar tarafından maşa olarak kullanılmaya şiddetle direniyorlar. Formüle edilmiş birkaç amacın yanında, özellikle sorunlu olan eğitim, sağlık, enerji ve ekonomik durgunluk alanlarında acil önlemleri içeren, kabul edilebilir bir programları da yok. Gerçi protestoyu destekleyen siyasetçiler ve uzmanlar koalisyon kurup, program taslağı hazırlamaya çalışıyorlarsa da şimdiye kadar çok az yol kat edebildiler. Çünkü protestolar birbiriyle bağlantısız, ayrıca klasik sol ve klasik sağ sloganları birlikte kullanıyorlar. Plamen Orescharski’ye yapılan istifa çağrısı acelecilik ve çaresizlik izlenimi uyandırıyor. Sosyalistlerle Bulgaristan’daki Türklerin partisinin aşırı milliyetçi ATAKA’nın göz yummasıyla hükümet edebilen kabinenin zayıflığı, Avrupa Birliği üyesi Bulgaristan’da ikinci derece önem taşıyor. Hükümet istifa ederse, bir yılda ikinci kez erken seçim yapılmış ama hiç bir şey kazanılmamış olur. Çünkü protestocuların siyasi örgütlenmeyi tamamlayıp seçime katılma şartlarını yerine getirecek zamanları yok. Artık bütün Doğu Bloku ülkelerinin aforoz ettiği Lenin, “Devrimci durum, yukarıdakilerin yapamadığı, aşağıdakilerin ise istemediği durumdur”, demişti. Birçok Bulgar da şimdi böyle hissediyor. Hararetle bu kısırdöngüden kurtulmaya çalışıldığından, protestoların artması ve devletin daha sert tepki göstermesi Bulgaristan’daki siyasi gelişmenin tek mantıki sonucudur. Ama Bulgaristan’da devrim olmayacaktır.”


108

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgaristan Erdoğan’a Güveniyor Platformu

Rafet ULUTÜRK-27.Temmuz.2013

10 Ağustosta Türkiye Devletine Başkan seçiliyor. Türkiye Cumhuriyeti’nde, yerli ve uluslararası medyada, Bulgaristan’da, Balkanlar’da, Türkistan’da ve Avrupa’daki Türk işçiler arasında 10 Ağustos günü direkt oylamalı Başkanlık Seçimi gündeme oturdu. Her yerde, herkesin ağzında ve kulağında senin benim oyumla seçilip Çankaya’ya geçecek ilk Türkiye Devlet Başkanının Sayın Recep Tayyip Erdoğan olması arzusu var. Bu istek her geçen günle büyüyor. Biz Balkan ve Bulgaristan göçmenleri, soydaşlarımız da bu heyecanı yaşıyoruz. Artık herkes Türkiye’de ve Balkanlarda bir şeylerin değiştiğini fark etti. Herkes uyanıyor. Bizlerde değişimin ve yeniliğin bir parçası olmak ve bu değişimde yerimizi almak istiyor. Neden Recep Tayyip Erdoğan? Bu soru hemen hemen sorulmaz oldu. Çünkü onun AK Parti’nin Başkanı ve Başbakan olarak son 12 yılda verdiği hizmetler, gösterdiği büyük özveri, değişen Türkiye’yi başarıyla yönetmesi, mayalanan yeni atılımlar, son yıllarda, kısa bir sürede sağlanan etnik uzlaşma ve güçlenen harmoni, 34 sene süren kanlı savaşı durduran barışçı açılım, derinleşen ve yasalarla pekiştirilen uzlaşma süreci; güçlenen güven ve yükselen refah düzeyi gizlenemez. Aramızda bu dönüşümü yaşamayanlar yok gibi. Türkiye kamuoyunda ve seçmenler arasında Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk direkt seçilen Devlet Başkanı’nın Sayın Recep Tayyip Erdoğan olacağından bugün itibarıyla yediden yetmişe hepimiz eminiz. Biz Bulgaristan Türkleri olarak da başka bir beklentimiz de yok zaten. Yeni tarihimizde devamlılık ve bir süreklilik vardır. Türkiye ve Türklerin tarihi dünü, bugünü ve yarını olan bir süreçtir. Bugün artık herkesin inandığına göre, Türkiye Cumhuriyetinin Devlet Başkanı olmak için seçmenden oy talep eden günümüzün Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, 1923’ten beri uygulanan Cumhurbaşkanlığı sistemiyle Başkanlık rejimini, birbirinden kopuk iki tarihsel kesik olarak görmüyor. İkincisini birincisinin devamı olarak idrak ediyor. Yeni Türkiye’nin ilk Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk, ilk Devlet Başkanı da Recep Tayyip Erdoğan olacaktır.


Makale ve Analizler - 2013

109

Seçmen ve halkımız bu gelişmeyi yürekten kutluyor. Bu niteliksel gelişme Türkiye’de Cumhuriyetin ilan edilmesinin 100. Yıldönümü arifesinde gerçekleşiyor. Cumhurbaşkanlığından Başkanlık sistemine geçişi ise 91. yılında hayat bulacaktır. Biz tarihsel sürecin yani örneğin feodal sistemden kapitalist sisteme geçerken ikisinin arasına bir ateşırmağı yakılmadığı gibi, Cumhurbaşkanlığı sisteminin Başkanlık sistemi tarafından yaratıcı olumsuzlanması esnasında da köprülerin ayakta kalacağına kesin inanıyoruz. Burada söz konusu olan yönetim biçiminin daha yetkin, millete ve devlete daha yararlı bir düzeye çıkarılmasıdır. Bu hedef, Türkiye gerçekliğine öncü ve özgü olmakla birlikte, diğer ülkelerden de izleniyor. Başkanlık sistemine geçişi Türkiye gibi, etnik yapısı zengin, ekonomide dinamik gelişen Cumhuriyet rejimleri öz bağrında kendisi yaratır. Cumhuriyet rejiminin eleştirel süzgecinden çıkan Başkanlık sistemidir. Örneğin Fransa Yarı Başkanlık sistemine yükselene kadar, 5 defa Cumhuriyet rejimi yıkıp yeniden kurmak zorunda kaldı. Türkiye bu sürece özgün bir formül bularak daha yapıcı ve çözümleyici kısa yoldan ulaşabildi. Son 12 yılda AK Parti’nin halkı yüreklendirmesi Başkanlık yolunu kendisi açtı. Türkiye’de, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş süreci ret süreciydi. Dev imparatorluğun özünde olumlu ne varsa benimsenirken 1924’te Cumhuriyet ilan edip Muasır medeniyetler yolu açıldı. Türkiye’de yenileşme süreci kapılarıçerçevesinin, zamanın bir gereği olarak, birçok bakıma dar tutulması, daha sonraki dönemlerde problemler doğurdu. Bu ilginç gerçeklerden biri de, Osmanlının tebaa sisteminden bir tek Türk etnik ve ulusallığın doğmamasındadır. Arnavut’tan-Arap’a, Çerkez’den-Gürcü’ye, KürttenBulgara, Makedon ve Sırp’a kadar çok farklı etnik- dini halk topluluklarının oluşup özgür ve ayrı yaşam hakkı istediği bilinmiyor. Türkiye’de 1923’ten sonra yerleşmeye çalışan Cumhurbaşkanlığı sistemi, önce tek partili dayatmalı demokratik koşullar yaratmıştı. Çoğulcu sisteme 1950’deki geçiş de çok sancılı oldu. Vesait sistemi, Anayasanın katı ve değişmez ilkeleri birçok demokrat darağacında sallandırılırken, hapishaneler sol ve sağ kanattan özellikle aydınlarla hep dolup boşaldı ve yeniden doldu. Toplumun enerjisi ve birikimleri boşa gitti.


110

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Osmanlıdan Cumhuriyete geçerken oluşan tek partili, tek adamlı v.s. zihniyete dayanan vesait sistemi üç askeri darbeyle toplumu ezdi. Toplumsal yenilenme ve demokratikleşme hamlelerinin belini kıran cunta rejimleri, örneğin Kenan Evren’in tam 34 yıl sonra yargılanıp ömür boyu ağırlaştırılmış hapis cezası alması, aslında 30 yıldan bu yana sızlamaya devam eden yaraları bile saramadı, anaların gözyaşını silemedi, ancak aynı zihniyetle yaşamaya devam edip pusuda bekleyenlere ibret dersi oldu. Olmalıdır! Bu gelişmeler Türkiye gerçeklerinde Atatürk’ü, Atatürk ideolojisini, Kemalizm’i, Yeni Kemalizm’i bir doğma gibi okuyup hiçbir değişiklik görmeden ezberinde yaşatanlar da giderek uyandı. Bugün her yerde oyumu Erdoğan’a vereceğim diyen CHP’li ve MHP’liye rastlıyoruz eski ANAP ve DYP zaten onun yanındalar. Atatürkçülüğün değişim ve yenilenmesinden Recep Tayyip Erdoğan Başkanlığıdoğuyor. Bizler Bulgaristan Türkleri de Türkiye’de ve Bulgaristan’da oyumuzla bu doğuşa ebelik yapmalıyız. Osmanlının olumsuzlanmasından Cumhuriyet ve lideri Mustafa Kemal doğarken, Atatürk’ün olumsuzlanmasından da Erdoğan felsefesini ve en demokratik yönetim tarzı olan Başkanlık sistemini doğuruyor. Tarihin yeni okunuşundaki özellik işte budur. Oyunu Erdoğan’a verenler yenilikçi Demokratlardır. Türkiye’de yaşayan halkın Cumhuriyeti olumsuzlaştırıp 10 Ağustos’ta Başkanlık yönetimine geçişe hazırlanması XXI. yüzyılın ilk gününden beri hazırlık frekansına giren, ağır bir tarihsel oluşum ve gelişim sürecinin kesintisiz zorunlu devamıdır. 10 Ağustos günü Türkiye seçmeninin atacağı temel, açacağı Başkanlık kapısıülkeyi Kafkasya ve Balkanları, Türkistan’ı ve Avrupa’yı bir asır boyu aydınlatacak, gece gündüz etkileyecek ve aynı yolda birlikte yürümeye mecbur kılacaktır. Başkanlık sistemiyle Türkiye’ye yerleşecek olan huzur ve güven, Türkiye’yi kıskananlara bugün de kâbuslar yaşatıyor. Birleşik Amerika’da 200 Yıldan beri başarılı bir şekilde uygulanan Başkanlık sistemi insanlık tarihine yön veren olumlu sonuçlar doğurdu. Zencilerin köle olduğu bir toplumun siyah derililerden birinin torununu Beyaz Saraya taşıyan uzun, dik ve çetin yolu yürüdü. Bunu düşünürken Amerikan Başkanlık sistemini emsal alanların Türkiye’de önce Yarı Başkanlık ve ardından Başkanlık sistemiyle birlikte ortaya çıkacak özgürlükleri, farklı yapılanmayı görebilmelerine yeterli olmalıdır. Burada çok önemli olan ve vurgulanması gereken Recep Tayyip Erdoğan’la Türkiye’ye adım atacak olan


Makale ve Analizler - 2013

111

Başkanlık sistemi asla bir diktatörlük, asla bir Padişahlık, asla bir totalitarizm değildir. Başkanlık sistemi peşinden gelecek olan Yerel Yönetimler konusu: Bugün de Birleşik Amerika’da hala bir ABD Anayasası yok. Her eyaletin kendi Anayasası ve merkeze bağlıözgün idare biçimi var. Avrupa Birliği’nin de ORTAK Anayasası YOK. 28 DEVLETİN 28 ANAYASASI var. İnanıyorum ki, Türkiye Cumhuriyeti Başkanlık sistemiyle yönetilmeye başladığında Sadece Türkiye değil tüm Türk Dünyasının ortak anayasası hayata geçecektir. Veya her Türk Cumhuriyeti ardından diğerleri de kendi Anayasası ve merkezi Trükiye Cumhuriyeti’ne bağlıözgün idare biçimi hayata geçirilecektir. Bazı başka örnekler: Fransa’da uygulanan Yarı Başkanlık sistemidir. Yerel yönetim biçimi de, ABD’den farklıdır. İşaret etmeden geçemeyeceğim bir nokta da, Fransız Yarı Başkanlık sisteminde, General Charles de Gaulle zamanında, onun ısrarıyla kendisine Cumhurbaşkanı olarak tanınan yasal hak ve özgürlüklerin, yaptırım gücünün büyük boyutlu ve çok geniş kapsamlı tutulmuş olmasıdır. Öyle ki, bir Başkan’ın elde ettiği devasa haklardan ardından gelenler Başkan’ın yararlanması sürekli problem yaratır. Fransa’da da öyle oldu. Örneğin, sosyalist lider Francoa Mitterrand, General Charles de Gaulle’nin genişletilen haklarını ve olanaklarını ele geçirdiğinde, Başkan koltuğunda çok uzun zaman kalabildi. Bir önceki Başkan Nicolas Sarkozy ise, Başkan yetkilerini lobicilikte güç olarak kullanmaya gerek bile görmeden çevirdiği dolaplardan dolayı yıllardan beri ikide bir savcılığa davet ediliyor. Amerika’da iç idare usulü bakımından tüm eyaletleri aynı kalıba sıkıştırmaya iki asır yetmedi. Örnekler farklılık ve özgünlükleri ilk şekillerinde koruyarak yaşatmanın barışa ve güvenliğe temel olduğunu gösterdi. Benzer olayları Türkiye Cumhuriyeti’nin de yeni yönetim ortamında yaşayacağından eminim. Örneğin, Güney Doğu Anadolu ile Balkanlardan göç ederek Trakya ve Ege kentlerine yerleşen Türklerin, aynı dinde ibadet etseler de, yaşam biçimlerinde ve özgün kültürlerinde yaşayan görkemli farklılıklar daha şimdiden sivrildi. Ve 10 Ağustos’ta sandık başına gitmeye hazırlanan herkes, seçecekleri Başkan Erdoğan’ın bir kültürün başka bir etnik kültür üzerinden egemen-


112

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

lik kurmasına, bir soyun başka bir halk topluluğu üzerinde hâkimiyet istemesine asla ve asla izin vermeyeceğine kesin inanıyoruz. Biz çok ezilmiş azınlık topluluklar olduğumuzdan bu konularda çok duyarlıyız. Azınlık dillerinin ulusal devlet diliyle paralel ve yan yana özgürce evde, okulda ve sokakta var olması eğitim ve kültürde özellik olarak daha şimdiden var olabiliyor. Bu edinimi son 12 yılda Kürt Enstitüsü kuran, Kürtçe televizyon açan, miting ve toplantılarda Kürt dilinde propaganda yapılmasına, etnik dilde gazete ve kitap yayınlanmasına v.b. yol açan lider Recep Tayyip Erdoğan AK Parti politikasının esaslandırılıp yasallaştırıldı. Bir bakıma, Türkiye ana dil Türkçenin zorunlu okul programlarına alınmasına set çekmiş olan Bulgaristan gibi Avrupa Birliği ülkelerinden en az yarım asır ilerisinde bulunuyor. Bulgaristan Türkleri seçilme ve seçme hakkı gibi politik haklarını son 25 yılda sözde serbestçe kullanabilseler de, Türkiye’de söz konusu olan halkın Başkanını doğrudan seçebilme özgürlüğüdür. Direkt olarak seçme dolaylı seçim sistemlerinden çok ileri bir demokrasi sembolüdür. Doğrudan oylamayla Başkanlık seçimi yakın ve uzak kardeş bölge halklarından hiç birine henüz tanınmamış olan bir edinimdir. Çeyrek asır demokratikleşiyorum manisi çalan Bulgaristan’da seçilecek olan adayı ancak parti başkanları gösterdiğinden, halkın özgürce milletvekili adayı gösterebilme imkânı dahi olmadığından, seçmen özgür haklarını kullanmadan özürlüdür. Örneğin 5 Ekim 2014 günü Bulgaristan’da yapılacak meclis genel seçimlerinde soydaşlarımız oy kullanmalarına rağmen, hala kendilerinden hiçbir aday gösteremiyorlar. Bu nedenledir ki, son dönemde hiçbir hükümet 4 yıl süre boyunca ayakta kalamıyor. Parlamento devamlı didişme halinde. Politik güven ortadan kalkmıştır. 5 Ekim 2014 günü yapılacak erken parlamento seçimlerinde de dayanıklı bir politik denge kurulabileceğine inananlar parmakla sayılacak kadar azdır. Biz bugün Neden Erdoğan sorusuna yanıt ararken. Bunun bir tek yanıtı vardır: Türkiye Cumhuriyeti’nin Kafkasya ve Balkanlar, Yakın ve Orta Doğu ve Avrupa’da, dünya çapında lider devlet olmasını canı gönülden arzu ediyorsak; Tekrar Muasır medeniyetlerin (Akıl ve Bilimin) üzerine çıkabilmek için Türkiye Cumhuriyeti’nin Yarı Başkanlık ve ardından Başkanlık sistemine geçmesini desteklemek ve bu dinamizmi hayata çağıran ve yöneten, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Sayın Re-


Makale ve Analizler - 2013

113

cep Tayyip Erdoğan’ı ilk Türkiye Devlet Başkanı seçmek ve yöneteceği rotayı beraberce izlemek zorundayız. Biz Dış Türkler, özellikle Bulgaristan Türkleri için en doğru ve yararlı yol Cumhurbaşkanı adayı Recep Tayyip Erdoğan’a oy vererek desteklememiz olacaktır. Tüm Türk Dünyası’nın yeni Devlet Başkanı Recep Tayyip Erdoğan hayırlı ve uğurlu olsun. Bunu Türkiye’de yaşayan tüm kardeşlerimize duyuruyor ve Recep Tayip Erdoğan’a desteklerinizi bekliyoruz. Bu bildiriyi imzalayan Sivil Toplum Örgütleri Kazanlık - Ulusal Türk birliği - Menderes Kungun Kırcaali - Ulus Derneği - Aliş Sait Filibe - Kültür Hizmet ve Araştırma Derneği Eski Zara -Türk Kültür Derneği Progres - Osman Bülbül Smolyan - Rodoplarda Türk Kültürü - Rufat Feleti Türkiye - İstanbul - BULTÜRK

Hiçbir şey, uzun süre gizli kalamaz!

Hüseyin YILDIRIM-28.Temmuz.2013

Bugün yine Pazar, hava yine çok güzel ve “Unkapanı” kemerlerinden geçip perdemi aralayarak odama dolan Belgrat Ormanları’nın sabah esintisi kahvemin kabarcıklarını patlattı patlatacak. “Gelin Armudu” öyküme aldığım telefonlar, bütün hafta sizi düşünmeme neden oldu.Gönüllere sızmak zor iş. Sızsan bile içinde ne göreceksin ki!


114

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Gönlün dili yok. Bana kalırsa bütün iş bellekte yani hafızada. Öyle ama hafıza da kendiliğinden dile gelmiyor. Hafızayı canlı tutan nedir? Yaşantıların gücü mü? Olabilir. Bu hafta en uzun konuştuğum kişi çocukluk arkadaşım Semra oldu. Semra’nın amcalarından biri “Belene” sürgün kampında yattı. Belenicilerin geleneksel iftar yemeğine geçen akşam, ailesiyle birlikte Semra de davet edilmiş. Ve söz sözü açarken, “Dayı orada, en çok neden korktun? - diye sormuş dayısına. “Tuna Irmağı’nın taşmasından!” - cevabını vermiş yaşlı adam. “Belene” bir ada değil mi?” - derken, Semra’nın ilgisi artmış, bunu gören dayısı, herkese anlatmış: “Ada da, Tuna ırmağı deniz gibi değil, aktıkça kabarıyor, akıyor akıyor bitmiyor. Çok yağışlı ve rüzgârlı günlerde işe çıkarmıyorlardı. Karyolaya oturur, adı “radyo” olan kutudan bütün gün su seviyesini izlerdik. Önce Fransızca veriyordu, sonra da Bulgarca. Tuna şiştikçe korkumuz artıyordu. Öyle doluyordu da, bizi karaya bağlayan köprü su altında kalıyordu. Bir defa “kutu” derinlik 5.70 dedi. Gözle kestirmek imkânsız olduğundan, biz kıyıdaki ağaçların beline bakıyorduk. Gece uyku yok. Titriyoruz. Korku insanı titretir. Herkes titriyor. Gözler cam, ağaçların dallarında. Tuna uğultusu bambaşka bir şeydir. Geçmiyor, bitmiyor, gitmiyor. Dev nehir akıyor belini hafiften kıvıra kıvıra. Su bulanık. Gece gibi kara! Avrupa’nın bütün dehşet ve çirkefini “Kara Denize” taşıyor gibimize geliyordu. Neler yok kara deryanın içinde. Avrupa aklanıp paklandı, diyorum kendi kendime... Orada yaşadıklarımı sözle anlatmam o kadar zor ki. Belki sözler o dehşetin içinde doğmadığı için, yaşantımızı tam olarak yansıtabilmem çok zor... Yağışlı bir gün hepimizi üçüncü kattaki odalara doldurdular. Sanki sular iki katı alıp götürse üçüncü kattakiler kurtulacak! İşte o zaman yanız kendimin ve sürgün Türk arkadaşlarımın değil, bize nezaret eden milislerin de korktuğunu gördüm. Onların elleri ayakları birbirinden farklı boşa sallanıyor, sözleri birbirini tutmuyordu. Köprü su altında, adaya kayık gelemiyordu. O gün bu gün, akşam saatlerinde gök gürlemeye ve hava çilemeye başladığında, beni uyku tutmuyor, Tuna’nın bulanık suları üzerime üzerime geliyor, ada sular altında kalıyor ve ben ve arkadaşlarım Allaha du-


Makale ve Analizler - 2013

115

alar ederek sürgünden kurtulurken su denizini kucaklıyoruz ve kayboluyoruz.” Ve Semra’nın dayısı taşkın Tuna deryasında “özgürlüğüne kavuştuğu anı” unutamıyormuş. Yıllar sonra gece rahmet boşanınca Tuna’nın bulanık sularında boğularak kayıplara karışmak aslında çok acı bir trajedi. Özgürlük ile yok olmanın buluştuğu an, Tuna deryasının kâbusu, dayımın zavallı ruhunu öyle yaralamış ki, ömür boyu acı çektiriyor. - demekle yetinmiyor Semranın, göz bebekleri doldu. İnsanın sevdiği bir akrabasının başına gelen kötülüklere üzülmesi çok doğaldır. Düşünüyorum da,- diyor Semra kendine geldiğinde: belleğimizi, kabuğunun soyulmasını, zarlarının açılmasını bekleyen bir soğana benzetiyorum. Geçmişimiz o ince zar hafıza zarı tabakalarının arasında, değil mi! Ah! Öyle olsa, ne güzel olur, açabilsek hafızamızın o incecik zarlarını ve içindeki “özgürlük ile ölümün karşılaştığı anı” çıkarabilsek gün ışığına. Trajik de olsa görebilsek acıyan yaranın yüzünü. Beldi güzel bir temizler, ilaçlar ve unuttururduk sızıları. Dayımı da bitmeyen gece kâbuslarından kurtarırdık. “Semra!” - diyorum, seni anlamaya çalışsam da, 1944 öncesi Çar faşistlerinin ve 1944’ten sonra komünizm milislerinin insanları, aslında Tanrı tarafından bir tatil cenneti olarak yaratılmış olan Tuna’nın “Belene” adasına sürmelerinin derin anlamı unutulmayan kötülük izleri bırakmak değil mi! Sürgünlere yalnızlığın çaresizliğini yaşatmak. Hapishane odalarında “mahkûmları” aylarca karanlık hücrede tutmak; saçlarını “o” kazıyıp kafataslarına su damlatmak; elektrik ampulünü sürekli yanıp sönmek; yemek taslarına solucan, sıçan yavrusu, hamam böceği koymak; bunların sebebi hep tutukluyu ömür boyu yaralı bırakmak, tiksindirmek, delirtmek ve kalıcı izler bırakmak. Semraciğim, tabii ki, hayatla ilgili başka söylenecekler de var: Örneğin, suç kalıcıdır. Borç olsa azar azar ödenerek kapatılıp unutulabilir, ama suç, üstü örtülse de, tahmin olarak kalsa da kalıcıdır. Saat gibi tıklar insanın beyninde. Her yolculukta yerini alır, ondan kaçamazsın. Rüyalarda kış uykusuna yatar, ne zaman uyanacağı belli olmaz, uyur gibi görünse de, hep canlıdır. Zaman aşımına uğramaz, bağışlandığını, sıfırlandığını düşünmek ister ama elinde değildir. Şu soğan soymayı düşünelim, zarları çıkarıp bir bir güneşe sersek ve buruşarak kuruduklarını, içinde ne varsa buharlanıp uçtuğunu, unutulduğunu kabul etmiş olsak bile, soğan kokusu, yani unutulmayan suçların korkusu,


116

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

yeni çıkan tazecik yaprak zarlarında belirir, hayat hakkı ister, adamın burun deliğini kırar. Ne kadar uzakta kalırsan kal, bu koku her yemekte, her salataya çatal uzattığında seni bulur. Soğan perhizi olsan bile kurtulamazsın kokusundan. Hep burnundadır, rüyandadır, gözlerinin önündedir. Nafiye sen, dayıma bu eziyeti edenlerin, kâbusları yaşatanların da aynı trajediyi yaşadıklarını mı söylemek istiyorsun bana? Evet! Semra. İnanmalısın - bu böyledir. İnsan kendi suskunluğunu yok saymak, yerine genel suçu ortaya sürmek ister ya da kendisinden üçüncü tekil kişi olarak söz etmeye heveslenir, ama yapamaz. Gün gelir balon patlar. Bir gazyağı fıçısı düşünsene, yıka yıka koku gitmez, bitmez... Bu gerçek diğer olaylarda da böyledir Semra: Keşke peltek peltek konuşarak yirmi üçüncü zarında zedelenmemiş noktalar gösterebilseydi soğan, sen suçsuzsun diyebilseydi kendine, bu koku başka koku diyebilseydi, başka bir değişle, Ahmet Doğan’ın askerlikteki ihbarları için “sen o zaman geçtin, budala çocuğun biriydin,” kötü bir şey yapmadın, hiç kimseyi, nişanlısını çok seven veya Türkiye’ye kaçmak isteyen asker arkadaşını gammazlamadın, hapishanedeki mahkûmların “köy sevgisini, yeni ev yaptırma”, “çocuğunu okutma” özlemini bile ihbar etmedin, diyebilse, ama diyemez, diyemiyor. Toplum belleğinin kendi kuralları, kendi vicdanı, bilinci, onuru var. Tavuklar arasında horoz olmak doğal bir şey ama öne geçmek için aralarına sızdığın soydaşlarını mimlemek, en azından alçaklıktır. Kötülüğün yaşı yoktur. Soğanın kokmayan zarı olmadığı gibidir bu. Geçmişleri ihanetle geçenler, tarihin parlak sayfalarında yer alamaz. Bunları ikide bir tartışıyoruz da Semra, biz 23 yıldan beri sepetteki çürük elmaları ayıklıyoruz ve bir türlü bitmiyorlar. Şimdiye kadar dayananlar oldu ama şimdi birden bire buruşup çürüdüler, tabiatta hiçbir şey ebediyen gizli kalamaz. İşte bu tipler oydular Hak ve Özgürlükler Partimizin altını. Bugün basında ya da internette iki gerçekçi yazı çıksa, yorum yapan iki kişiden biri: “Belene sürgün kampındakilerin yarısı ajandı,” deyiveriyor. Soruyorum o zaman ajan olana, orada kaldığı yıllarda, taşan ırmağın seviyesi onun için özel olarak düşürülemeyeceğine göre, boğulma kâbusunu kendileri de yaşamadılar mı? Yoksa ajanların vicdanı, bilinci, korku duygusu yok mu? Kişiliğimizin bu kadar sakatlanmış olabileceğine inanmak istemiyorum.


Makale ve Analizler - 2013

117

BGSAM, benim uykularımı kaçıran başka bir şey de var:Totalitarizm yıllarında adalet sistemimiz yolsuzluklara batmıştı. Söz konusu yolsuzluklar, batağa boğazına kadar batmış olanlara bugün son derece zenginlikler sağladı. Eski bataklık hainleri, günümüz demokrasisinde elit grup, mafya, oligarşi, soylular, politikacılar, sosyal figürler değil mi?Biz, ihanet çıkmazının hangi noktasında arayalım adaleti söylesene. Yoksa şimdilik, hiç bir şey, uzun süre gizli kalmaz, deyip keselim mi?

Kırcaali’de Konuşma Metni

Rafet ULUTURK’ün konuşması-27.Temmuz.2013

Bizler Türklüğün meyvesi olan Orta Asya Bozkırlarından, Tanrı dağlarından yola çıkarak Anadolu’dan önce Türkleşen Rumeli’ye ulaşan, Bulgaristan topraklarını Türk Dünyası coğrafyasına katan Evlad-ı Fatihanların torunlarıyız. Rodop Dağlarından kıvrım kıvrım akarak Anadolu’ya doğru hızla ilerlediği Akıncılar yurdunda bulunmak. Birçok türkülere, hikâyeye romanlara ve manilere konu olan Rodop insanının ayrılmaz parçası nazlı yâri Arda boyunda yaşayan kahraman Kırcaalilere Bulgaristan’da ULUS Derneği -Aliş Sait, Ulusal Türk birliği-Menderes Kungun, Kültür hizmet ve araştırma derneği, Türk kültür derneği progres-Rodoplarda tür kültürü Smolyan Rufat Feleti ve diğer STK kuruluşlarımızla birlikte yaptığımız bu iftarımıza hoş geldiniz sefalar getirdiniz. Muhterem misafirler, Kırcaali’de iftarda bulunmak insanı çok farklı duygulara sevk ediyor. Yıllarca kendi kültürümüzden, dinimizden dilimizden uzak tutulmak için uygulanan kültürel soykırımın etkileri hala canlı duruyor hatıralarımızda. Bunlar bizlerin benliğimizde derin yaralar bıraktı.


118

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu yaraların onarılması daha yıllar alacak. Ama bizleri en çok etkileyen husus bu denli vahşiyane uygulamalar yapan Bulgar komünist devlet yöneticilerinden hiç bir kimsenin ceza almamış olmasıdır. Hatta bu konuda, dava dahi yürütülmemesidir. Bunu nasıl yorumlayacağız. Ya bugünkü yöneticiler bunu tasvip ediyor, ya da ülkede dürüst bir tane yargı mensubu yok demektir bana göre, ben böyle yorumluyorum. Belki de zaman aşımı için bekleniyor, ama insanlığa karşı suçlarda zaman aşımı olmaz. Yüreklere su serpmek için bu davaların yürütülmesi ve sonuçlandırılması şarttır. Neticeleri ne olursa olsun. Günümüzde örf ve adetlerimiz ile dini inançlarımızı uygulama imkânımız var. Ancak bazı çevreler bizim adetlerimizi yozlaştırmak için elinden geleni yapmaktadırlar. Biz bunlara engel olmalıyız. En basit örnek, yağmur duası merasimlerini, bir nevi eğlenceye çevirme, maksadının dışına itme, gayretleri, bir nevi sıbora çevirme çabaları gözlenmektedir. Buna asla müsaade etmemeliyiz. Biz binlerce yıldır atalarımızdan nasıl devraldıysak öyle devan edeceğiz. Ülkemizde sevindirici gelişmeler de var. Atalarımızdan kalan onlarca hatta yüzlerce tarihi eserlerimiz. Bunlardan cami, han, hamam, türbe, mescit v.s. gibi onarılarak hizmete sunuldu ve devam etmektedir. Bu eserlerin gelecek kuşaklara aktarılmasında emeği geçen herkese teşekkür ediyoruz. Ancak bu teşekkürü en çok hak eden Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’dır. Çünkü bizim ata yadigârlarımızın yaşatılmasında Türkiye’nin en çok katkısı geçen 10 yıllık süre içinde olmuştur. Türkiye Cumhuriyetinin Başbakanı Sayın Recep Tayip Erdoğan bizatihi de Balkanlardaki ata yadigârlarımızdan yakından ilgilenmektedir. Bu


Makale ve Analizler - 2013

119

nedenle biz de kendisine Evlad-ı Fatihan torunları olarak teşekkür ediyor ve siyasi hayatında başarıların devamını diliyoruz. *** Bizler Türkiye Cumhuriyeti’nin dünya çapında lider devlet olmasını canı gönülden arzu ediyoruz. Tekrar Muasır medeniyetlerin (yani Akıl ve Bilimin) üzerine çıkabilmek için Türkiye Cumhuriyeti’nin Yarı Başkanlık ve ardından Başkanlık sistemine geçmesini destekliyoruz. Bu dinamizmi hayata çağıran ve yöneten, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ı ilk Türkiye Devlet Başkanı seçmek ve yöneteceği rotayı birlikte belirlemek istiyoruz. Artık herkes değişimi fark etti. Herkes uyanıyor. Bizlerde değişimin ve yeniliğin bir parçası olmak ve bu değişimde yerimizi almak ve oyumuzla bu doğuşa ebelik yapmak istiyoruz. Biz Dış Türkler, özellikle Bulgaristan Türkleri için en doğru ve yararlı yol Cumhurbaşkanı adayı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a oy vererek desteklememiz olacaktır. Tüm Türk Dünyası’nın yeni Devlet Başkanı Recep Tayyip Erdoğan hayırlı ve uğurlu olsun. *** Hak her zaman hak edenin yanındadır. Değerli arkadaşlar fazla zamanınızı almak istemiyorum ve sizlere nice iftarlarda buluşmak dileği ile, tekrar bu iftarımıza teşriflerinizden dolayı hepinize teşekkür ediyor sevgi ve saygılarımı sunuyorum. Rafet ULUTÜRK

Bulgaristan’da STK’lardan Erdoğan’a destek

BGSAM-26.Temmuz.2013

Bulgaristan’da faaliyet gösteren beş sivil toplum kuruluşu, “Balkanlar Erdoğan’a Güveniyor Platformu” altında birleşerek Cumhurbaşkanı adayı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a destek vereceklerini duyurdu. Bulgaristan’da Türklerin en yoğun yaşadığı Kırcaali’de bir araya gelen STK temsilcileri, Erdoğan’a desteklerini açıkladı.


120

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği’nin (BULTÜRK) girişimiyle düzenlenen toplantıda üyelere ve vatandaşlara seslenen dernek başkanları, 12 yıllık Erdoğan döneminde Türkiye’nin büyüdüğünü ve bu büyümenin özellikle yurt dışından daha iyi algılanabildiğini belirtti. BULTÜRK Başkanı Rafet Ulutürk, Erdoğan’ın zaferini sadece Makedonya ve Kosova’da değil, Kırcaali’de de kutlamak istediklerini ifade ederek, seçimin ardından Kırcaali’nin meydanlarını doldurarak sevince ortak olmak istediklerini söyledi. Ulutürk, “Dış Türkler, özellikle Bulgaristan Türkleri için en doğru ve yararlı yol, Cumhurbaşkanı adayımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’dır” dedi. Ulusal Türk Birliği Başkanı Menderes Küngün de Başbakan Erdoğan dışında kendileri için alternatif olmadığını kaydederek Erdoğan’ın 10 yıl içinde Türk halkının yararına çalışan bir program yürüttüğünü gösterdiğini söyledi. Erdoğan’a desteğin kendileri için görev olduğunu vurgulayan Küngün, ilk defa meclis tarafından değil de halk tarafından seçilen bir cumhurbaşkanı olarak Erdoğan’ın Bulgaristan Türklerine daha güçlü bir anavatan sunacağını ifade etti. Rodoplarda Dostluk ve Kültür Derneği’nden Başkan Yardımcısı İsmail İsmail ise komşuları Türkiye’nin kendilerine iyi niyetli yaklaştığını ve toplantının Erdoğan’a destek amacıyla yapıldığını öğrenince tereddüt etmeden katıldığını söyledi. Türkiye’de yaşayan çok sayıda akraba ve yakınları bulunduğunu anımsatan İsmail, cumhurbaşkanı seçiminde Erdoğan’ın yanında olacaklarına emin olduğunu söyledi.Yardımlaşma Derneği’nden Mümin İsmail, seçimim tek turda biteceğini ve Erdoğan’ın halk tarafından seçilen ilk cumhurbaşkanı olacağına inandığını kaydetti.


Makale ve Analizler - 2013

121

Boğamaz Karanlıklar Aydınlığı

Rafet ULUTURK-28.Temmuz.2013

Bayan Aysin Komitgam’ın www.bghaber.org internet sitesinde “BalGöç Projesi TRT Balkan Kurulacak mı?” yazısı, bu konuyla ilgilenenleri düşündürdü. Önce “TRT Balkan” mı yoksa “TRT Bulgaristan” mı üzerinde anlaşmamız gerekir. Eski Rumeli, sonra Balkanlar ve şimdiki Güney Doğu Avrupa coğrafya bölgesine giren çok farklı sorunlarla yaşayan, değişik İslav ulusların arasında yaşayan, dinsel olarak Müslüman ama etnik bakıma Türk, Pomak, Arnavut, Bosnalı, İslav, Çingen vb. var. Bunların hepsine hitaben yapılacak olan TRT- Programından sonuç alınabileceği fikrinde değilim. Çünkü bu bölgede 8 devlet var ve bunların hepsinde dini Müslüman olan etnikler var. Bunların arasında sayıca en yoğun kesim Bulgaristan Türkleridir. Etnik sorunlar Balkan ülkelerinin her birinde çözüm masasına farklı yatırılmıştır. Örneğin en az Türkün yaşadığı Makedonya’da Türk azınlığın tüm sosyal ve kültürel hakları tamamen tanınmışken, Bulgaristan’da bu sorun büyük bir çıbanbaşıdır, Yunanistan’da da çözülmemiştir. Müslüman Arnavutların ve Bosna Hersek halkın sorunları tamamen farklıdır. Aynı tespit Kosova için de tekrarlanabilir. Burada önemli olan, problemlerin birbirinden ayrılması, ayrıştırılması ve ülkelere göre ayrı ayrı irdelenerek işlenmesi ve somut analiz ve sonuçlar ortaya konup çözümler aranmasıdır. Türkçe TV yayınlarının ortak Türk kültürü oluşumuna genel anlamda çok yararlı olduğuna katılsak da, Türkçe TV programlarını izleyen herhangi bir gencin Türk dilinde yazıp okumaya başladığına henüz rastlayamadık. Bulgaristan’da 234 Türkçe TV programı izlenebiliyor. Beklenen sonucun alınamamasına birkaç neden olması gerek; Bir, Türk dili genelden, özele ve somuta giden yolu, henüz ilk göz açışı ve kulak kabartmada belleğe indirme yöntem ve araçlarını geliştirememiş olan bir dildir. Türkçenin mantığı öteki dillerden farklı olarak tümden gelip tüme varmaktır ki, yoğun örneğin etkisi altında kaldığımız Bulgarcada bu bireyden tüme açılır. Türk dilinde gramer terminolojisi, analar ve nenelerimiz tarafından terminoloji kullanılmadan öğretilen ana dil lehçelerimizden dağlar kadar farklıdır. Vaktiyle Sultanların göçebe soylara Divan dili ile Din dilini öğretmede çok zorluklar yaşadığı gibi, bugün de büyük sayıdaki yerel Türk ağızlarına edebiyat Türkçesi aşılamak kolay değildir. Tek sözle söyle-


122

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

mek istediğim, biz Bulgaristan Türkleri de 6 ağız konuşuyoruz ve dil olarak edebiyat Türkçesinde birleşmemiz son derece gerekli olsa da, ne Türk dil kurumu ne de sayıları bilmem kaç yüz olan Türk Dili ve Edebiyatı uzmanları, ne Sofya Doğu Dilleri Enstitüsü bu soruna uygulamalı ve başarılı bir çözüm getirmemiştir.Lehçelerin edebiyat diline yükseltilerek biçimlenmesi sonunu sanki işlenmemiştir. Bizi yanlış anlamayınız lütfen. TRT’deki Arapça kurslarında 100% başarı elde edildiğine inanıyorum. Türkçede “algoritma” sözünün tam karşılığını bilmiyorum, “çözüm demedi” veya “en az gayretle en iyi başarı sağlayan yöntem” olabilir ya da “formüller demeti” de denebilir. İşte bu Bulgaristan’da okuyan Türk öğrencilere Türk dilini öğretme “algoritması” bulunamamıştır. Ankara’da hazırlanıp basılan kitaplar gerçeklikten çok...çok uzaktır. TRT’den verilen Türkçe dersleri bizim Bulgaristanlı Türk öğrencilerin kavrayabileceği düyezden çok....çok uzaktır. Konuyu başka bir örnekle noktalayalım: Belki Almanya’da Avusturya’da ya da İsviçre’de yaşayan Türk çocukları için benzer bir öğretme yöntemi geliştirilmiş olsa, bizim evlatlarımız da bundan yararlanabilirler, çünkü Almanca düşünce de somuttan özele ve genele giden yolu izler, Bulgar dili gibi. Bu işin Avusturalya ve İsveç’ teki çözüm biçiminden çok etkilendim doğrusu. Orada önceleri, yani TV ve internet çağından önce, her gün radyo yayınlarıyla Türkçe öğretimi yapılmış ve göçmen çocuklar ev lehçesinden edebiyat düzeyine başarıyla geçebilmişlerdir. Dil konusuna çok yer ayırdım yazımda ama Türk dilimizi ancak lehte düzeyinde, kitapsız bilen, edebiyat düzeyinde ana dil konusunda yükselememiş olan insanlarımıza TRT Balkan programları başlatmanın anlamasız olur kanısındayım.Kanımca, bizim önce bu konuyu çözmemiz gerek. “BalGöç”ün TV-Programı üstüne daha sonra yazılaşım, çünkü Bulgaristan’da yaşayan Türklerin Avrupa Birliği vatandaşı olarak eğitilmesi ve yetişmesi gerek, Avrupa yaşam tarına ayak uydurmaları lazım, bu konuda TV yayını yapacak ekibin çok emek sarf ederek, iyi yüklenmesi gerekecektir. Bundan 15 sene önce bizde de HÖH Türkçe TV Programı yapacak, en nadir, en güzel kızlar, en albenili fidanlar gelsin İstanbul’a özel eğitime göndereceğiz diyenler, iyi oldu da aynı kızlarla evlendiler (onlardan biri de A. Doğan’ın 3. Karısı oldu) ve sonra boşandılar” böylece iş unutuldu. Ve fikirlerimi daha iyi açabilmek için şimdi size bir düşündürücü fıkra anlatmak istiyorum: “Profesör derse girer ve: -“Çocuklar size anlatacağım


Makale ve Analizler - 2013

123

olayı dikkatlica dinlemenizi ve yorum yapmanızı istiyorum”, der. Anlatmaya başlar: – “Hastamız ne konuşuyor ne de denileni anlıyor. Saatlerce anlaşılmaz şeyler geveliyor...Zaman ve kişi kavramı yok. Yalnız nasıl oluyorsa, adı söylendiğinde tepki veriyor! Son altı aydır onun yanındayım. Ne görünüşü için bir çaba sarf ediyor, ne de bakımı yapılırken yardımcı oluyor... Onu başkaları besliyor, yıkıyor ve giydiriyor... Dişleri bile yok! Yiyeceklerinin püre haline getirilmesi gerekiyor. Gömleği, salyalarından dolayı sürekli leke içinde... Yürümüyor, uykusu düzensiz. Gece yarısı uyanıp, çığlıklarla herkesi uyandırıyor. Ama çoğu zaman mutlu ve sevecen... Fakat bazen ortada bir sebep yokken sinirleniyor. Biri gelip onu yatıştırana kadar feryat figan bağırıyor.” Profesör sınıfa döner: – “Böyle birinin bakımını ister misiniz?” diye sorar. Öğrenciler hep bir ağızdan: – “Hayır” diye bağırır... Profesör kendisinin bu işi büyük bir zevkle yaptığını, onların da yapması gerektiğini söyleyince öğrenciler şaşırır. Daha sonra Profesör, hastanın fotoğrafını sınıfta dolaştırmaya başlar. Fotoğraftaki Profesörün altı aylık kızıdır. Bizim öykümüzde ise altı aylık kız Bulgaristan Türklerinin bugünkü Türk dili durumudur. Profesör ise, Türkiye Devleti ve Bulgaristan Türklerinin kendi öz imkânlarıdır. Bu işe Bursa Bal Göç katılmak istiyorsa buyursun. Dava ortaktır. Biz, karanlıkların aydınlığı boğamayacağına inanıyoruz ve cephede yolumuza devam ediyoruz.

Ağaç Kurdu

Dr. Nedim Birinci-30.Temmuz.2013

Ülkemizdeki yolsuzlukları anlaşılır bir dille anlatmak istediğim yazımda “ağaç kurdu”nu önlem alınmazsa aşılmaz tehlike oluşturan bir sembol olarak göstermek istiyorum.


124

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bizim dilimizde “yolsuzluk” denince, ilk akla gelen çamura saplanıp kalmaktır. Kaç defa çarıklarımız, ayakkabılarımız hatta arabalarımız yapışkan çamurdan çıkamamıştır köy yollarında. Zamanlar değişti tabii, asfalt yollar en uzak dağ köylerine kadar uzanırken, dertlerimiz azaldı.Yolsuzluğun “yol yok” anlamı yol yapılarak aşılır. Son dönem bizde hükümet olan Boyko Borisov yol sevdalısıydı. “Lülin-8-Pernik” otoyolunu; geçen hafta açılan “Trakya” otoyolunu; Sofya Burgas otoyolunu; Tuna nehri üzerinde 2. Köprüyü; “Makaz” yolu; Petriç’e giden yolda 2. Tünel hep onun zamanında inşa edildi ve yolsuzluk problemi aşıldı. Bir de, ikinci anlamda kullanılınca, yolsuzlukların toplumda yarattığı aşılamayan problemler var. İşte bu bakıma yolsuzluk toplumun ağaç kurdudur.Yaz kış, yağmur dolu, don bir ağacı yok edemeyebilir, zaman gelir en şiddetli bora ağacı kökünden çıkaramaz, kırağıdan ağaç kurumaz ama aslında bir hiç olan ufacık bir ağaç kurdu en dev ağacı kurutabilir. Kabuğunun altına girip oracıkta yumurtlayınca peşine taktığı sürüngen orduyla kemire kemire ilerleyip ağaç özüne taht kurar. Özü toz duman eder. Köklerle gövde, dallar ile yapraklar arasındaki ilişkiyi kesip, yok eder ve ağacı kurutur. İşte bu nedenle biz insanlar ağaçlara sahip çıkarak, onlardan meyve beklerken, baharda kireçler ve ilaçlarız. Hedef: ağacımızı ağaç kurtlarından korumaktır. Bu olayı toplum açısından anlaşılır bir şekilde anlatabilmem için siz okuruma Karlovo “Teodosi Markov” İpek Dokuma Fabrikası’ndan bir olmuş hadise anlatmak istiyorum. Yıl 1985. Aylardan Nisan. Bulgaristan Komünist Partisi (BKP) XIII. Kongresi’nin yapılacağı Sofya’daki Ulusal Kültür Sarayı önüne çok yüksek gönderler dikilir. Bu denli yüksek pil onlara asılacak uzun boylu ve geniş enli kırmızı bayraklar gerek. Bulgar ipek fabrikalarındaki en geniş tezgâhlar 160 santimetre olduğundan, BKP Merkez Komitesi bayrak siparişini İtalya’ya vermeyi kararlaştırır ve vazifeyi uyuşturucu ve silah ticareti yapan güvenilir devlet şirketi Kinteks firmasına havale eder.İtalyan fabrikası istenen ebatlardaki bayrakları dokur ve Kinteks tüccarları bir TIR’la gidip Bulgaristan’a getirir. O zamanların âdetindendir. Toplardan biri açılır ve ucundan 5 metre kesilerek BKP Genel Sekreteri Todor Jivkov’a gösterilmek üzere makamına götürülür. Jivkov, gözlüklerini takar, kumaşı eline alır ve “olmamış, bu bayrağımızın rengi değil!” der ve BKP bayrağının kırmızı boya numarasını kendilerine verir ve “bu kırmızı cırtlak, rengi düzeltin!” emrini verir. Kinteks’çiler ne yapsınlar? Emir en yüksekten gelmiştir. Nisan ayı bizde bol yağışlıdır. İtalyan ipek topu dolu TIR Karlovo ipekli dokuma fabrikası


Makale ve Analizler - 2013

125

avlusuna girerken sanki gök boşanmıştır. Yüksek görevliler, ellerinde gümrükten ucuzca aldıkları içkilerle damlalar arasında “Mercedes”ten çıkıp koşarak Müdürlüğe girdiklerinde artık sırsıklam olmuşlardır. Fabrika Müdürü B. Botev, onları ikinci kattaki makamında çok sıcak karşılar. Sofya’dan parti ve devlet adına gelenler önemli konuklardır. Müdür dinler, TIR’ın boşaltılmasını emreder. Yağmur devam eder. TIR boşalır. Sofra kurulur. Meze tabakları gelir. Parti için, yaklaşan kongre için içilir içilir. Yağmur yağdıkça şiddetlenir. Koca Balkan’dan gelen ve fabrika duvarını yalayarak yoluna devam eden “Stryama” ırmağı, daha önce bu kadar dolmadığından dolayı mutludur. Yollar, meydanlar su dolup taşar. Bu arada şişeler boşalır, rakı şişede durduğu gibi durmaz, konuklarla müdür fabrika avlusunda bekçilerin açtığı şemsiyelerin altında siyah makam araçlarına binerken sarmaş dolaş öpüşerek vedalaşırlar. Boş TIR’la konuklar Sofya’ya, Müdür de Plovdiv’e gider. Günlerden Pazartesi Hafta sonunda yağmur yağmaya arasız devam etmiştir. Fabrika her gün üçer nöbetten, Cuma gece nöbeti de sayılırsa 7 nöbet değişmiştir. Her nöbette 200 işçi çalışır yani vardiyalardan 1400 işçi geçmiştir. Pazartesi sabahı Müdürden 5 dakika sonra TIR ve Sofya’dan gelen yüksek görevli konuklar fabrikaya girer. “TIR’ı yükleyin!” emri verilir. Fakat fabrikada yüklenecek böyle bir kumaş yoktur. İtalyan topları fabrika içine, boyahaneye girmemiş, boyanmamış ve çıkmamıştır. Giriş kapısında şu plakalı TIR’ın fabrikaya girdiği kaydedilmiş olsa da boş mu dolu mu olduğu yazılmamıştır. TIR’daki topların gümrük evrakları, top sayısı, yapılacak işlemle ilgili yazı emir yoktur. En önemlisi de yağan yağmur altında bir TIR İtalyan ipekli dokuması kayıplara karışmış, uçup gitmiştir. Tutuklamalar başlar. Fabrikada çalışan bütün işçilerin evleri basılır, didik didik aranır, lağım kuyularına kadar aranır. Sofya ve Plovdiv’teki polis köpeklerinin hepsi Karlovo’yu koklar. Daha önce fabrikada hırsızlık yapanların tümü tutuklanır, tartaklanır, “çıt” yok. Kaybolan kumaşlardan iz yok. Sanki yağmur bu izleri yok eymek için yağmaya devam etmiş. Bu arada, daha önce kocası aynı fabrikadan kumaş çaldığı için 4 yıl içerde kalan iki çocuklu Ayşe gelin, “ben bu dünyaya kocasız yaşamaya mı geldim” hislerisine kapılır ve kocasının samanlığa gömdüğü bir topu gece saat 3’te yüklenir ve “Araplı Köprüsü”nden doludizgin akan “Stryama” sularına atar. Irmak “Meriç” yaklaştığında top açılır ve ertesi sabah saat


126

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

09’da Plovdivliler işe giderken 100 metre uzun 3 metre geniş bir kırmızı kumaş şehri selamlayarak yoluna devam eder. Bu aynı kumaştandır ve polis kudurur. Mahkeme: Dava Karlovo Şehir Mahkemesi’nde görülür. Sanık - fabrikadan daha önceleri kumaş çalan 6 Çingen’dir. Elde bir tek delil olmasa da, söz konusu olan partinin şerefi, kongresi, bayrağı olunca hepsine müebbet hapis ister. Söz müdafaa avukatına verilir. Avukat Çobanov Sofya Barosu’ndan gönderilmiştir. Söz alır ve Müdür B. Botev’le birkaç soru sormak istediğini sorar ve dava şöyle gelişir: “Sayın Botev, kaç seneden beri fabrika müdürüsünüz?” “12 seneden beri” diyerek sakın bir tonla cevaplar müdür. “Çalışmalarınız esnasında fabrikanızda defolu, üretim oldu mu?” diye sorar avukat aynı sakın tona katılarak. “Olmaz mı? Üretimimizin hemen hemen % 20’sinde defo var. Tezgâhlar çok eskidi.” diye cevap verir Botev, kendinden emin. “Defolu kumaşları ne yapıyorsunuz?” diye sorar avukat ve şu cevabı alır: “Dikiş atölyesi açtık.”, Avukat tekrar sorar: “Defolu kumaşları atölyeye kaçtan satıyorsunuz?” Botev cevap verir: “ Metresini 2 levadan.” Avukat sorar: “Dikiş atölyesinde defolu üretim oluyor mu?” Botev cevap verir: “Tabi orada da hurdaya ayrılan miktar var.” Avukat sorar: “Onları ne yapıyorsunuz?” Botev cevap verir: “Halka, domates, asma, bağ bağlamak için, kesip ip halinde kullanmaları için satıyoruz.” Avukat sorar: “Metre üzerinden mi kilo olarak mı?” Botev: “Kilo olarak.” Avukat: “Kilo fiyatı?” Botev: “20 stotinka.” “Evet, sayın başkan sorularım bitti.” “Yani, İtalya’dan TIR’la gelen ipek kumaşların boyası tutmadığı için mal defoludur, fabrika defolu malını 20 stotinka üzerinden satmaktadır. Araçta 20 ton mal vardır, 20’şer stotinkadan bu mal 400 leva etmektedir. Yargılanan 6 işçinin her birinin payına değeri 60 leva 60 stotinka olan suç düşmektedir ve Bulgaristan Cumhuriyeti Ceza Kanununda 60 leva


Makale ve Analizler - 2013

127

60 stotinkalık hırsızlık için ceza ön görülmemektedir.” dedi ve teşekkür ederek, yerine oturdu. İşçiler yargılanamadılar. Anlatmak istediğim yolsuzluk hadisesi budur. Kinteks’çiler İtalya’dan defolu mal ithal ettiler ama onlar da yargılanmadılar. Onların ardında Kinteks vb. kurumlar vardı. İşçiler yargılandı ama suçları ispatlanamadı. Bu gibi tipik sosyalist “Yolsuzluklar”, eski rejimi “ağaç kurdu” gibi kemirdi ve bitirdi. 1990’da 40 yıllık bir devlet düzenini düşüren adına “yolsuzluklar” denen ayakta yürümeyi başaramayan “ağaç kurtları” oldu. Bunları, orta kuşak bunu yaşadı, gördü, çöküşün altında ezildi. Ve bugün HÖH/DPS partimizin içinde “ağaç kurdu” var diye barım barım bağırıyorsak, öz partimizin yaşamasını istediğimiz, halkımızın haklarını almasını istediğimiz, özgürlüklerini yaşarken demokrasiyi de yaşatmasını arzu ettiğimiz içindir. Ucunca oldu, çok vaktinizi aldımsa özür dilerim, ama gelecek hafta devam etmek istiyorum.

Sırtımızdaki Yükler

Seyhan Özgür-31.Temmuz.2013

Yaşadığımız toplumsal dönüşüm süreci yani totalitarizmden demokrasiye, dolayısıyla serbest pazar ekonomisine geçişimizin önünde en az 4 büyük hendek var. Atlanması zorunlu olan engelleri şöyle sıralıyorum: 1.Güvenlik sisteminde reform; 2.Enerji sisteminde reform; 3.Eğitim sisteminde reform ve 4.Azınlıklar konusunda açılım. Bulgaristan güvenlik sistemi konusunda son 23 yılda kendisini yenileyemedi, hatta bu konuda uğraş bile vermedi. Birkaç kez denense de ciddi


128

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

dönüşüm gerçekleştiremedi. Totaliter rejimin bel kemiği olan bu sistem şu öğelerden oluşturulmuştu: Komünist partisi, sosyalist devlet, yargı, gizli servis ve halk milisi “adaletin güvencesi” olan Altıncı Şube’de kaynaşmıştı. 1990’dan sonra, önce Altıncı Şube dağıldı demek isterdik amma özellikle Türk şubesi hala bu günde isim değiştirerek devam etmektedir. Başı çeken politik güç olan BKP BSP yani Sosyalist Parti oldu ve orada durdu. Sosyalist devletin sözde çöktü ama idare aygıtları değişmedi. Gizli servis “DS” (devlet güvenliği) adını değiştirdi, sözde dağıldı, eski gizli ajanlarından bazılarını açıkladı ve DANS (Ulusal Güvenlik Devlet Ajansı) olarak çalışmaya devam etti. Halk milisi polis oldu, değişen bir şey yok; yargı sistemi kozmetik değişikliklerle çalışıyor. Bugün Devlet güvenlik sisteminde reform yapılması gerekiyor, derken ne mi anlıyoruz? 1. Bu sistemin mafya kuşatmasından kurtarılmasını; 2. Ahmet Doğan gibi derin devlet, partiler üstü erk, meclis üstü kuvvet göstermeye çalışanların bu servislerde kadro işlerine müdahale etmelerine son verilmesi; 3. HÖH ve BSP kanallarıyla devlet sistemine gizli ajan sızdırılmasına son verilmesi; 4. Meclisin istihbarat baskısından kurtarılması; 5.Basının, radyo ve TV’nin gizli polis dayatmalarından kurtarılması; devlet güvenlik sisteminin demokratikleştirilmesi, ulusal çıkarlar için çalışması ve halka yakın ve şeffaf olması vb. Bu reform, 12 Mayıs seçimlerinden sonra kurulan P. Oreşarski hükümetinin “programında” yok. Başbakan, başta ödev olarak, “döviz kurlarının sabit kalmasını” ve “Belene Atom Elektik Santrali” (Rusya baskısıyla) kuruculuğuna devam edilmesini açıkladı. Evro Leva kurunun değişmemesi önemlidir, çünkü ülke ekonomik durgunluk yaşandığından, enflasyon devleti çökertebilir. Enerji sistemindeki reform, Şubat Ayaklanmasını başlatmıştı ve Boyko Borisov hükümetini düşürdü. Enerji sektöründeki çelişki, bize yerleşen Rus ve Batı tekelleri arasındaki kapışmadan kaynaklandı. Borisov, 20 milyar Avroya patlayacak olan ve pek bizim ağızımıza göre bir kaşık olmayan “Belene AES’ne hayır” isteğiyle halk oylamasını yapmazdan önce,


Makale ve Analizler - 2013

129

Rus oligarşisi birkaç milyar Evro ödeyip enerji dağıtım şebekemizi satın almak istemişti. Alamadı. Alamayınca da, “Belene AES” dosyası da kapanınca ayaklanma kışkırttı. Bu sektördeki devlet tekelini halka açarak demokratikleşmeye gidilmelidir. Bugün ilan edilen gündüz elektrik enerjisinin kws’nde ortalama 3.5 stotinka gece tarifesinde ise 5 stotinka indirim, devede kulaktır. Halkla dalga geçmektir. Eğitim reformu, birinci sınıftan üniversite son sınıfa kadar bütün eğitim ve öğretimi kapsamalı, zamanını doldurmuş yargı değerlerinin tamamen değiştirilmeli, bilimin her dalında modern bakış açısı getirilmeli ve dünya standartlarında ve AB okul ve yükseköğretim istemlerine göre eğitim öğrenime geçilmesi zorunludur. Ana dilleri başta olmak üzere hümanist disiplinlere öncelik tanınmalıdır gereklidir. Bulgaristan Türk azınlığı çocuklarının devlet ve belediye okullarında zorunlu ana dil dersleri problemi mutlaka çözülmelidir. Azınlıkların din ve kültür problemleri devlet desteğiyle çözülmeli ve gelişim olanakları sağlanmalıdır. Modern Bulgaristan ülkemizde yaşayan etniklerin farklılıklarının özgürce bütünleşmesiyle kurulacaktır. Bu reformların gerçekleştirilmesinde ana ödev, Oreşarski hükümetinin ardında duran Sosyalist Parti’nin ve hükümet ortağı HÖH partisinin sırtında bir yüktür. Şimdiki Bulgaristan’ın bu iki önemli politik figürü, bu sorunları çözmeden ayakta duramaz. 47 günden beri direnen kitlenin istekleri de bu reformlarda düğümlenmiştir. Seçmenleri BSP’den değişim ve reform isteyebilir mi? Hayır isteyemez, çünkü bu partiye oy verenler, yaşları 80’e merdiven dayamış, bir ayakları kabirde katı, dogmatik seçmenlerdir. Sosyalist Parti, yıllardan beri bir yandan Avrupa Birliği’ne göz kırpıyor ama herzaman Moskova’nın dediğini yapıyor. Belki de eriye eriye tarih olmayı, her sabah süzme yoğurt suyu içip böbrek taşı dökmeye çalışanlar gibi, sabırla bekliyor. Ne zamana kadar? Aynı kazanda kaynayan HÖH/DPS partisi mevcut durumun sürmesinden yana görünüyor. Eski ve kıdemli bir polis ajanı olan Ahmet Doğan tarafından yönetilen parti, toplumumuzu bir kukla olarak görüp, Saray’dan iplerini çekiyor. İplerden birine, Bulgaristan Türk, Pomak ve Müslüman Çingen halk grubu ile T.C.’deki soydaş seçmen kitlesi bağlıdır.


130

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu kitle seçimden seçime aldatılıp uyutuluyor. Kullandığı oylarla oligarşi ve mafya temsilcileri meclise sokuluyor, devlet organlarına sızdırılıyor. 14 Haziran başkaldırısı buna da karşı patladı. 23 yıldan beri seçmenimizin gözüne kâh gül suyu serpiliyor, kâh “isimlerinizi gene değiştirecek” korkusu yayıyor, Doğan’ın 1 milyon 600 bin leva para verip kurdurduğu milliyetçisi “Ataka” partisi Müslümanlara karşı kışkırtılıyor. İp çekildikçe, oligarşi ve mafyanın istekleri yerine geliyor. HÖH partisine verilen oylarla meclise mafya babalarıyla doldu. Bizim oylarımızla Peevski, İvanov, Dimitrov, Şterev gibi haydutlar devlet makamlarına sızdırılıyor, HÖH eliyle reform süreci baltalanıyor, demokratikleşme yolu kesiliyor. SİK, VİS, TİM gibi organize suç örgütlerine ihale ardına ihale veriliyor, kodaman yolsuzların devlete hâkim olmasına kapı açılıyor. Ahmet Doğan’nin çevirdiği bu gizli dolaplar gizli polisin parlamentoya baskısını artırıyor, özgür basını boğuyor, kirli oyunlar hepimizi eziyor, yıpratıyor. Yazımın başına dönerek belirtmek istiyorum. Şu günlerde Bulgaristan’da “tele-kulak” skandalı yaşanıyor. Önceki İç İşleri Bakanı Tsvetanov, GERB Meclis Grubu Başkanı Feodosiyeva ve Sofya Başsavcısı el ele verip, bütün bakanları, milletvekillerini, belediye başkanları ile valileri yıllarca dinletmişler. Skandal büyük. O kadar büyük ki, GERB’in parçalanmasına neden oldu. Güvenlikte reform yapılmazsa, yolsuzluklar devam edecek, herkesin eli kolu bağlı kalacak. Kötü olan şu ki, bu reformların yapılmamasında HÖH eski lideri Ahmet Doğan’ın payı çok büyük olduğundan dolayı, sırtımızdaki ağır yük inmeyecek. Bulgarin âdetidir, işler sarpa sarınca “Türk işi” deyip paçayı kurtarmak. Öyle tekerlenmiş ki taş, birbirimizi anlayıp ufuktaki ışığı göremezsek, sırtımızdaki ağır yükü indirmek sanki mümkün olmayacak.


Makale ve Analizler - 2013

131

AĞUSTOS İslami Eğitim Kampanyasına imkânlarınız çerçevesinde gayretlerinizi bekleriz

Hüseyin KARAMOLLA-Eğitim Dairesi Başkanı-01.Ağustos.2013

Bulgaristan Cumhurriyetin Başmüftülüğünün öncelikli hizmetlerinden biri islami eğitimdir. Ülkemizin demokrasiye geçişinden itibaren islam dinini benimsemiş herkesi - inanç, ibadet ve ahlak konularında aydınlatmak ve hizmetler sunmaktalar. Yaklaşık 50 yıllık bir yasaklıktan sonra, eğitim ve hizmet alanında birlikteliğimiz sonucu elde edilen başarılarımız hepimizi gururlandırmaktadır. Ancak eğitim son durağı olmayan bir mecburiyettir. Günümüz dünya çocuklarının ve gençlerinin en büyük eksiklikleri - ahlak bozukluğu, aile içi ve çevresinde olanlara saygısızlık, kötü alışkanlıklarla başbaşa kalmalarıdır. Bu durumdan kurtulmaları için resmi okullarda verilen eğitim gerekeni becerememektedir. Çocuklarda şiddet ve cehaletlik ciddi bir sorun haline gelmiştir. Bizler ortaklaşa yaptığımız hizmetlerle çocuklarımızın ve gençlerimizin kendi dillerini, tarihlerini, kültürlerini, kimliklerini, örf ve adetlerini öğrenip onlarla yaşamalarını sağlamaktır. Bunu başardığımızda gençlerimizin çalışkan, doğru ve adaletli olmasını, ailesine, arkadaşlarına, komşusuna, milletine ve vatanına saygılı davranmalarını, hoşgörüyü benimsemiş bireyler olarak yetişmelerine büyük katkımız olacaktır. Başmüftülük tarafından 2007 yılından beri düzenlediğimiz „islami – eğitim“ yardım kampanyamız, artık bir geleneğimiz olmuştur. Ülkemizin ekonomi krizde olmasına rağmen, her geçen yıl toplanan yardımlarda artış gözlenmektedir. Bu durum yönetmenliğimizi fazlasıyla ümitlendirmiştir, bu da müslüman topluluğumuzun dinine bağlı ve duyarlı olmasının göstergesidir. Başmüftülük eğitim şubesi her yıl toplanan yardımı yüzde yüz islami eğitim hizmetinde kullanmaktadır. En başta yıllık ve yaz Kuran kursları, • İlahiyat liseleri ve Yüksek İslam Enstütüsü başarılı öğrencilerine burs ödemeleri, • Devlet okullarında Din dersi öğretmenlerine ders ücreti


132 rına

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) • Ustina, Delçevo, Velingrad ve diğer eğitim merkezlerinin ihtiyaçla-

• Öğrenci - öğretmen seminerlerine. • Broşur ve dini kitaplar yayınlarında v.s. Her yıl müslümanlar dergisinde toplanan yardım ve paylaşımı bilginize sunulmaktadır. Başmüftülük olarak bu katkılarınızdan dolayı sizlere şukranlarımızı sunar, Yüce Allah’tan sizleri mükâfatlandırılmanızı dua ederiz. Tüm ülke müslümanlarının başmüftülüğümüzce düzenlenen 1-7.08.2013 tarihlerinde düzenlediğimiz İslami Eğitim Kampanyasına imkanlarınız çerçevesinde gayretlerinizi bekleriz. Tüm müslümanlara hayırlı ramazanlar, gelecek ramazan bayramınız mübbarek olsun temennilerimizle.

Geçim mücadelesinden dolayı kimlik sorunu yan tarafta kaldı

Tarihçi Doç.Dr. İbrahim Yalımov-02.Ağustos.2013

Doç. İbrahim Yalımov’a göre, topluma entegrasyonun gerçekleşmesi için ötekini, bir düşman olarak değil de, kendi değerleri bulunan bir başka topluluk olarak kabul etmeliyiz. – Etnik bilincin durumu pek parlak değil anlaşılan. Dini bilincimiz ne halde? – Din; bir inanç, ibadet ve ahlak sistemi olmakla birlikte aynı zamanda kimliğin başlıca öğelerinden, veyahut da belirtilerinden birisidir. Din, kimliği iki biçimde etkiliyor – birincisi herşeyden önce din, dini kimlik oluşturulmasında tek etken. İkincisi; din, kültürel ve etnik kimliğin gelişmesinde önemli katkıda bulunuyor. Hatta diyelim ki Pakistan, Bosna gibi uluslar, doğrudan doğruya din, İslamiyet üzerine kurulmuşlardır. Öteki ulusların da din, kimliğin öğelerinden birisi.


Makale ve Analizler - 2013

133

Örneğin Bulgaristan Türkleri, kendilerini genellikle Müslüman olarak tanımlamakta. Bulgaristan Türklerinin çoğunluğu Sünni mezhebindendir. 2011’de yapılan nüfus sayımına göre, Bulgaristan’da 588 bin 318 Türk var. Bunlardan 576 bini, kendini Sünni olarak tanımlamış. Ancak 27 bin 700 kadarı da kendini Alevi olarak belirtmiştir. Sünnilik, her şeyden önce Kur’an-ı Kerim’e, Kur’an-ı Kerim’in Hz. Muhammed (sav) tarafından tefsirine ve Hz. Muhammed (sav)’in sünnetine sadık kalmak anlamına gelmekte. Bu bakımdan Sünnilik ile Şiilik arasında belli ayrılıklar vardır. Her şeyden önce Sünniler, Kur’an-ı Kerim’i olduğu gibi kabullenmekte, bundan bir tereddüt yok. Şiizimde, biliyorsunuz, Kur’an-ı Kerim’in bazı ayetlerinin kısaltıldığı ileri sürülüyor. Yani eldeki Kuran’ın tam olmadığını iddia ediyorlar. Alevilik, Bulgaristan Sünnilerini de etkilemiştir. Sufizme ve Sufizmin Beketaşilik tarikatına özgü olan türbe, tekke, baba gibi konular, Sünniler arasına da girmiştir. Onun için bugün Bulgaristan’da belirli bölgelerde çeşitli tekke ve türbeler bulunmaktadır. Örneğin, Haskovo’da Otman Baba Tekkesi, Stara Zagora’da Kıdemli Baba Tekkesi, Varna’da Akyazılı, Deliorman’da Demir Baba Tekkesi. Bunların hepsi Bektaşi tekkesidir. Ama bunlara bugün Aleviler sahip çıkmakta. Aleviler bunları kendi eserleri olarak kabullenmekte ve dolayısıyla gerektiği zamanlarda her yılın belirli günlerinde bunları ziyaret etmekte, orada ibadet etmektedirler. - Aleviliğin, Bektaşiliğin kökenleri aynı değil mi? Bunların kökeni Sufizm, ama ondan sonra ayrı tarikat haline gelmişler, sonra bazıları birleşmeye başlamışlar. Örneğin bazı araştırmacılar diyorlar ki, Bulgaristan’da Bektaşilik, Babailik, Gülşenilik, bunlar Aleviliğin birer koludur. O kadar birbiriyle birleşmişler. Bizim İsperih tarafında dostlarla görüşecek olursan onların kanaatine göre onlar Bektaşi. Aslında onlar Bektaşilerle çok kaynaşmışlar, bugün aralarında fark yapmak pek o kadar olası görülmemekte. İşte bu bakımdan tasavvufa özgü kurumlar, Sünniler arasında da sızmış. Fakat aynı zamanda diyelim ki, ağaç dallarına pırtı vb. takmak, ondan sonra kurşun dökmek, muska taşımak gibi bir takım hurafeler var. Bu hurafeler, aslında halk inançlarından gelmiş. İslamiyet’ten önce belirmiş, belli ölçüde bugün de yaşamaya devam ediyor. Bunlar her yerde, her ulusta bulunmakta. İşte bu hurafeler de girdiği için, İslamiyetten ayrı bir takım elemanlara biz Bulgaristan Türkleri arasında da rastlamaktayız. Yalnız şurası çok önemli ki, bizim insanlarımız dinini derin bilmedikleri için hurafeler ile gerçek


134

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

din arasında fark yapamıyorlar. Bu farkı sezemiyorlar. Şimdi, neden dinlerini yeteri kadar bilmiyorlar? Herşeyden önce bu eğitim düzeyine bağlı. Eğer tarihe bir göz atacak olursak 2. Dünya Savaşı’na kadar Bulgaristan Müslümanlarının çoğu ilk okula bile devam edememiş. Veya en uyanık olanlar, ilk okul mezunu. Bunlar dinini ancak namazını kılacak kadar öğrenmişler. Totaliter dönemde dini eğitim tamamen yasaklandı. Bulgarsitan’da Müslüman okulları yoktu, aynı zamanda devlet okullarında din eğitimi 1951’de yasak edildi. Onun için Bulgaristan Müslümanları, dinini derinlemesine benimseyemedikleri için bazı hurafelere de kapılıyorlar. - Biz azınlığız. Bu durumda bizim güçlü bir kültürümüz olabilir mi? Güçlü yazarlarımız, şairlerimiz olması mümkün mü? - Gördüğünüz gibi ben bu konulara herşeyden önce kimlik açısından yaklaşıyorum. Kültür, kimliğin başlıca belirtilerinden, hatta bazı bilim adamlarına göre kimlik demek kültür demektir. Aynı zamanda şunu belirtmemiz lazım ki, dünyada kendi öz kültürü olmayan ulus veya ulusal azınlıık veyahut etnik azınlık yoktur. Her ulusun kendine göre bir kültürü vardır. Her ulusun, kuşaktan kuşağa aktardığı değerler, gelenekler, töreler, düşünce tarzı, yaşam tarzı vardır. İşte bunlar her kültüre bir takım özellikler vermekte, yani her ulusun kültürü özellik kazanmakta. İşte bu özellikler vasıtasıyla bir ulus ötekinden ayrılabiliyor, bir azınlık öteki azınlıktan ayrılabiliyor. Her azınlığın kültürü vardır, diyoruz, bu arada Bulgaristan Türkleri de tarihi süreç esnasında kendilerine özgü bir kültür yaratmışlardır. Bu kültürün kaynakları, hatta istersen daha Orta Asya’lara kadar uzanabilir, fakat başlıca bu, Osmanlı kültürü ve Osmanlı kültürünün bir kolu olan Rumeli kültürü temelleri üzerine kurulmuştur, bizim Türk kültürü. Yani Osmanlı döneminde Rumeli’de, Balkanlar’da o kültür bir takım özellikler kazanmış. Bunun da başlıca nedenleri burasının coğrafyası, burasının sosyo ekonomik ortamı, bir taraftan, öte taraftan da Balkanlar’da Osmanlı kültürünün yaratılıp geliştirilmesine birçok ulus katılıyor. Böylece buradaki Osmanlı kültürü biraz özellik kazanıyor, bu özelliklerin başında çok renkliliktir. Çok renkli bir kültür ortaya çıkıyor. Osmanlı döneminden gelen bu kültür, Osmanlılar buradan çekildikten sonra gelişmeye devam ediyor. Bu dönemde Bulgaristan Türkleri, Türkiye ile, daha sonra Türkiye Cumhuriyeti ile kültürel ilişkilerini sürdürüyorlar. Bir taraftan Bulgaristan aydınlarının bazıları, hiç değilse 20’li yılların sonlarına kadar, Türkiye’nin İstanbul, Edirne gibi şehirlerinde eğitim görüyorlar. Türkiye’den bazı yayın organları - dergiler, gazeteler, Bulgarsitan’a da geliyor. Yani kültürel etkileşim devam ediyor.


Makale ve Analizler - 2013

135

Bulgaristan Türkleri, özellikle ilerici kesim, Türkiye’de gerçekleştirilen kültür alanındaki reformları izliyorlar, onları belli ölçüde Bulgaristan’da da uygulamaya çalışıyorlar. Öyle ki, Bulgaristan Türk kültürünü, belli ölçüde Türkiye kültürünün bir uzantısı olarak kabul edebiliriz. Aynı zamanda bu kültür, hele de 3. Bulgar Devleti kurulduktan sonra, daha doğrusu 20’li 30’lu yıllarda, Bulgar kültürünün bazı değerlerinden etkileniyor. Hatta benim sözünü ettiğim gazeteler, diyorlar ki, “biz yerli kültürü şimdiye kadar küçümsedik, ama biz bu kültürü kendi kimliğimizi yaralamayacak derecede kucaklamalıyız”. Ve dolayısıyla Bulgaristan kültürünü, Bulgaristan tarihini, coğrafyasını, Bulgarcayı öğrenmeye özendiriyorlar gençleri. “Biz bunları öğrenmeliyiz”, diyorlar. Daha devam edecek olursak, Bulgaristan’daki Türk kültürü, Avrupa’dan da etkileniyor. Bu genellikle Bulgar kültürü vasıtasıyla oluyor, ama aynı zamanda Avrupa’nın direkt etkisi de oluyor. Öyle ki, Bulgaristan’da, hiç değilse, benim kanaatime göre, 20’li 30’lu yıllarda bir özel, yerli Türk kültürü meydana geliyor. Türkiye kültürünün uzantısı olmakla beraber, o belirli bir takım yerli özellikler kazanıyor. Bu kültür, aynı zamanda 20’li ve 30’lu yıllarda biraz çağdaşlaşmaya başlıyor. Türkiye’deki gelişmeleri izleyerek modernleşmeye başlıyor. Örneğin eğitim alanında herşeyden önce pedagoji biliminin doğrultusunda ulusal idenin temeli üzere yeni bir eğitim sistemi kurulması öneriliyor ve belirli ölçüde eğitim alanında reformlar yapılıyor. Başlıca bunu şöyle diyebilirim: dini derslerle dünyevi dersler arasında bir uyum sağlanmaya, bir denge kurulmaya çalışılıyor. Dış giyimde, yaşamda da belirli ölçüde değişiklikler yapılıyor. Öyle ki Bulgaristan’da Türk kültürü, Türkiye kültürünü belirli ölçüde izliyor. Bulgaristan’da gelişen bu kültür, genellikle Bulgaristan Türklerinin yaşamını, düşünce tarzını yansıtmakta. Kültürün hemen hemen tüm kolları gelişmiştir bizde. Herşeyden önce Bulgarsitan Türklerinin oldukça uzun bir tarihe sahip olan önemli bir halk bilimi, yani folkloru vardır. Folklorun çeşitli dalları. Masal, öykü, halk şiiri vs. gelişmiştir. Ve bunlar özellikle Bulgaristan’da gelişen olaylara dayanarak üretilmiştir. Bu folklora dayanarak başlıca bedii edebiyat gelişmiştir Bulgaristan’da. Bulgaristan’da bedii edebiyatın kökenleri de 14. yüzyıla kadar uzanmakta. Bazı araştırmacılara göre, Osmanlı döneminde Bulgaristan topraklarında 400 kadar yazar çizer bulunmuş. Bunlar öykü ve genellikle şiir yazmışlar. Yani edebiyat 14. yüzyıllarda başlıyor ve 93 savaşından sonra, yani Rus Türk savaşından sonra bu bir azınlık edebiyatı niteliği kazanıyor. Harpten ikinci Dünya Savaşı’na kadar edebiyatımız hızla gelişemiyor. Hatta diyebilirim ki, harpten sonra ilk yıllarda fazla bir adım atılmıyor. Bu


136

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

dönemde birkaç eser, destan var. Bunlardan birisi Eski Zağra müftüsünün hatıraları. Bunlar daha fazla savaş yıllarındaki Türk ve Müslümanların durumunu dile getiriyor. Genellikle İkinci Dünya Savaşı’na kadar yazarlarımız, şairlerimiz öğretmen. Ve bu dönemde genellikle şiir gelişiyor. Nazım gelişiyor. Şiirler de gazete ve dergilerde yayımlanıyor. Birkaç ayrı kitap da yayımlanmış bu dönemde. Şunu da belirtmem lazım ki, işte o dönemde daha bir takım sahne eserleri de ortaya konmuştur. Orjinal eserler. Totaliter dönemde, hele de ilk yıllarda, edebiyat hızla gelişmeye başlıyor. 50’li yıllarda, şiirle beraber öykü gelişiyor, güldürü yazıları, sahne eserleri, romanlar yazılmaya başlıyor. Edebiyat hızla gelişiyor bu dönemde. Sonra bir duraklama var. Demokrasiye geçiş döneminde de yeniden edebi eserler ortaya konulmaya başladı. Bu eserlerin başlıca özelliği bunlar Bulgaristan Türkünün estetik zevklerini, düşünce tarzlarını, ahlak anlayışını dile getirmekte. Bu bakımdan da biz buna Türk edebiyatı diyoruz. Türkiye edebiyatıyla bunun bağı herşeyden önce dilde görülüyor. Öteki edebiyat da bizim edebiyat da Türkçeyi kullanıyor. Yazı biçimleri de hemen hemen aynı. Ama konularda farklar var. Bunlar daha fazla Bulgaristan’da Türklerin yaşamından alınıyor, ona göre işleniyor. Hatta burada Bulgar edebiyatının da etkileri görülüyor. Edebiyat bir taraftan Bulgaristan Türklerinin estetik, tinsel ihtiyaçlarını gidermeye yardım ediyor, öte taraftan da, kültürel kimliğini, tarihi bilincini, umumiyetle etnik bilincini gelişmesine yardım ediyor. Özellikle belirtiyorum, romanlar bizim tarihimize ışık tutuyor. - Sıralama yapılamaz ama en büyük romancımız kim? - Bir bakıyorum bizde en fazla romancı olarak Sabri Tata tanınır. Sabri Tata’nın benim elimde 3 romanı var. Bunlardan birisi doğrudan doğruya tarihi roman – Tuna Güzeli, zannettiğime göre son olarak çıktı. Orada Osman Pazvantoğlu dönemi dile getiriliyor. Doğrudan doğruya tarihi bir eseri, Fakat Pehlivanoğulları romanı, örneğin, daha fazla Osmanlı buradan çekildikten sonra toplumsal ilişkilerde köklü bir değişiklik oluyor - feodaliteden kapitalizme geçiliyor, Avrupa kültürü burasını etkiliyor, işte o yenilikler Pehlivanoğulları romanında ele alınmış. O bakımdan onu da ben, tarihi roman olarak değerlendiriyorum. Hatta Gün Doğarken romanı onun o günki güncel sorunları ele almış. Totaliter sosyalizmin ilk kuruluşunda köyde gelişmeleri.


Makale ve Analizler - 2013

137

O bakımdan güncel bir romanmış, fakat bugünkü bakımdan yine bir tarihi nitelik kazanıyor. İşte bunlar bizim bilincimizin gelişmesine yardım ediyor. Edebiyatın dışında sanatın öteki kolları da belli ölçüde gelişmiştir. Onların arasında en fazla gelişen bence halk türküleri. Öteden beri bizim insanlarımız türkü söylemekte, bayramlarında, düğünlerinde, aile merasimlerinde. Şimdi bunları eğer inceleyecek olursak şunu göreceğiz - herşeyden önce bunların bazıları Anadolu’da söylenen türküler veya Anadolu’da söylenen türkülere yakın. Fakat bunların arasında yalnız Bulgaristan Türklerine özgü bir takım türküler var. Örneğin Ayşe’nin Kaşları Kara, Kırcaali ile Arda Arası, Arda Boyunda gibi bir takım türküler var. Osman Aziz, rahmetli söylüyordu. Bunlar Bulgaristan’daki gerçekleri dile getiriyor, bizim estetik anlayışlarımızı yansıtıyorlar. Müzik sanatımızın belirtileri, hemen hemen Rus Türk savaşından sonra 20. yüzyılın başlarında ortaya çıkıyor ve 20’li yıllarda daha da gelişiyor. O zamanlar kıraathanelerde veyahut okullarda müzik grupları kuruyorlar, saz grupları kuruyorlar. Bunlar insanların arasına çıkıyor ve şarkısını türküsünü söylüyor. Bizde müziğin gelişmesinde totaliter dönemin ilk yıllarında bir atılım yapıldı. Bu iki yolla oldu. Birincisi; herşeyden önce memleketin çeşitli bölgelerinde, köylerinde, kasabalarında, folklor grupları kuruldu. Benim tespit edebildiğime göre, başka arkadaşların da tespit edebildiğine göre, 60’lı yılların başlarında tüm Bulgaristan’da 500 kadar folklor takımı var. Bunlar zaman zaman, folklor gösterileri düzenliyor, kendi aralarında yarış yapıyor, böylece müzik sanatı gelişiyor. Bunun dışında Sofya radyosunun Türkçe redaksiyonu da bir takım yarışmalar düzenliyor. Onlar kendileri araştırmalar yaptılar ve bin kadar türküyü plaka yazdılar. Böylece müzik sanatı gelişti. Öte taraftan bildiğiniz gibi, 50’li yılların başlarında Razgrad’da, Şumen’de ve Kırcaali’de estrat tiyatroları kuruldu. Bu estrat tiyatrolarının genellikle 3-4 grubu vardı, bu gruplardan biri müzik grubuydu. İşte bunlar şarkıları ve türküleri, hatta unutulmuş türküleri yeniden canlandırıp sahneye koydular. Ve bir takım araştırmalar başladı, türküler toplandı, yazıya döküldü, notalandırıldı ve geliştirildi. - Ya salt tiyatro sanatı? - Tiyatro tarihimiz o kadar zengin değil. Karagöz tipinden bir takım oyunlar daha Osmanlı döneminde Bulgaristan Türkleri arasında da görülüyor, ama bizde tiyatro grupları da, genellikle 20’li yıllarda oklullarda, kıra-


138

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

athanelerde, örneğin Türkiye yazarlarının eserlerini, Moliere’in bazı eserlerini tercüme edip sahneleştirmiş. Ve yerli bazı kimseler de var, mesela Mustafa Alyanak isminde bir yazar var sahne eserleri de yazmış ve eserleri sahnelenmiş. Fakat profesyonel tiyatro bizde 50 yıllarında başlıyor, az önce söylediğim gibi üç estrat tiyatrosu kuruluyor. Bu tiyatrolarda müzik grubuyla beraber tiyatro grupları da var, bunlar genellikle ilk başta birer perdelik eserler ortaya koyuyor, daha sonra üç perdelik, dört perdelik eserler sahnelemeye başlıyor. Böylece tiyatro sanatı da belirli ölçüde gelişiyor. Sanatlardan kanaatimce en fazla gelişen diğer bir kol o da mimarlık. Mimarlık daha fazla Osmanlı döneminde gelişmiştir. Osmanlı mimarisi de belirli ölçüde Arap mimarisi ile Bizans mimarisinin karmasıdır. Mimari, herşeyden önce cami ve ibadethanelerde görülmekte. O dönemde kurulan camilerin bir kısmı hala ayakta. Sofya Camii, Şumen’deki Yeni Cami, Razgrad’daki İbrahim Paşa Camii vs. Bunlar önemli sanat eseridir onun için dördü – Şumen, Plovdiv, Stara Zagora ve Samokov’daki camiler, kültür abidesi ilan edilmiştir Bulgaristan’da. Aynı zamanda tekkeler bulunmakta, onların da kendine özgü bir mimarisi var. Aynı zamanda ev kuruculuğunda da belirli özellikler var. Yani mimar sanatı fazla gelişmiş. Ama maalesef totaliter sosyalizm döneminde modernleşme sonucu köylerde o zamanki evlerin çoğunluğu, artık yıkılmış onların yerine yeni tip evler kurulmuştur. Onların dışında çeşmeler var, saat kuleleri var, bedestenler var vs. birçok mimari eser var. Maalesef bedestenlerden ancak Şumen’deki belirli ölçüde korunmuş durumda. Saat kulelerinin çoğu duruyor. Çeşmeler çok az kalmış. Şimdi tasvir sanatında durum biraz başka; Ressamlıkta en fazla hattatlık sanatı ve tezyin gelişmiş. Hat sanatı deyince bugün de cami duvarlarında Kur’an-ı Kerim’den güzel bir şekilde yazılmış çeşitli ayetleri görebiliyoruz. Burada dört beş tane ulsüp var, onlardan en büyüğü, hattatlığın anası sayılan kufi var. Bu sanat son derece gelişmiş. Bizim Osman Keskioğlu’nun belirttiği gibi Osmanlı döneminde Şumen’de, Aytos’ta, Sofya’da, Küstendil’de ve bazı başka kasabalarda çok anılmış hattatlar varmış. Hattatlar, Kur’an-ı Kerim’den ayetler yazmakla birlikte Kuran’ı el yazısıyla yazmakta ve süslemekte aynı zamanda. Onunla beraber tezyin var, duvar süslemeleri. Bu da daha fazla cami duvarları süslemekte kendisini gösteriyor. Bizde bugün Şumen’deki Tombul Cami, ondan sonra Samokov’taki Bayraklı Cami’de tezyin görebiliriz.


Makale ve Analizler - 2013

139

Yalnız bizde canlı varlıklar resim edilmez, genellikle geometrik şekiller ve nebatat yaprakları, kolları biçimde bir takım süslemeler ortaya koyulur. Bunun dışında resim sanatına şahsen ben rastlayamadım, hatta İslam dünyasında çok fazla gelişmiş olan minyatürler var, ancak ben Bulgaristan’da yerli minyatürlere rastlayamadım. El sanatları oldukça gelişmiştir bizde. Hem uzmanlar tarafından hem de ailelerde işlenilen. Bunlar daha fazla düğünlerle, evlenmelerle ilgilidir, düğün yapacak olunca geline bindallı hazırlatılır. Çeyizin içinde don, gömlek, çorap, eldiven türünden bir sürü şey vardır, bunları gelin ya kendisi yapar, ya ablaları işler, bu da el sanatlarının gelişmesine yardım etmiştir. Kısaca buraya kadar şunu söyleyebilirim: Bulgaristan’da özel bir, yerli Türk kültürünün temelleri atılmıştır. - İyi de bu kültür ne kadar büyük ve güçlü bir kültür? - Kuvvetli kültür deyince ben işte bu kültürü yeni, daha bir yüksek düzeye yükseltmeyi anlıyorum. Maalesef bizim kültürümüz belki de edebiyat dışında öteki kollarda halk kültürünü, halk geleneğini aşamamış. Türkülerin üzerine bir opera, dansların üzerine bir bale kurulamamış. İşte bizim önümüzde duran görev Bulgaristan Türk kültürünü yeni bir aşamaya ulaştırmaktır. Bu mümkündür. Azınlıklar kuvvetli kültür yaratabilir. Bence bunun en açık örneği Yahudilerdir. Yahudi azınlığı dünyanın hangi yerinde yaşarsa yaşasın en azında, çoğunluğun kültürü düzeyinde bir kültüre sahiptir, çoğu zaman da o kültürden biraz daha yüksektir. Biz de bunu yapabiliriz, hatta parantez içinde şunu belirteceğim, aslında bizde bazı kimseler dünya kültürü düzeyine çıkabilmişlerdir. Bunlardan biri mesela Yıldız İbrahimova, şarkı, müzik alanında dünya düzeyinde bir sanatçı. Vejdi Raşidov, heykeltıraş. Maalesef çok genç yaşta bizi terk etti Mesut Mehmet isminde bir orkestra şefi vardı, o da Amerika’da genç orkestra şefleri yarışmasında birincilik kazandı. Biz de dünya seviyesine ulaşabiliriz ama bazı objektif şartlar yaratmak lazım. Herşeyden önce devlet, bizim kültürümüzü mali bakımından desteklemelidir. İkincisi biz kendi aramızdan eleman yetiştirmek zorundayız, yani kültürün her sahasından - müzik, edebiyat. Bize bir taraftan bilimsel araştırmalar yapacak elemanlar, öte taraftan da şarkı söyleyecek, tiyatroda oynayacak elemanlar lazım. Bunları yetiştirmek gerekiyor. Bu da planlı, programlı çalışma sonucunda elde edilebilir.


140

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

- Gündemde olan ana dili konusuna gelelim. Bir çocuktan, hem resmi dili hem ana dilini iyi bilmesini isteyerek o çocuğu zorlamıyor muyuz? Herkesten iki dil bilmesini isteyemeyiz. - Herşeyden önce bir Fransız filozof diyor ki, kimlik dildir, dil bitti mi kimlik de biter. Öte taraftan biz kendi aramızda iletişimi nasıl gerçekleştireceğiz, elbette ana dilimizle gerçekleştireceğiz. Onun için biz ana dilimizi bilmek zorundayız. Benim kanaatime göre resmi dili bildiğimiz kadar ana dilimizi de bilmeliyiz. Bende öyle bir kanaat uyandı ki, bugün dünyada gençlerin çoğu iki dil biliyor. Yalnız iki dil de değil, üç dil söz konusu bugün. Ana dilini, resmi dili ve bir de batı dilini bilmek zorunda çocuk, eğer kendi yeteneklerinden gerektiği kadar yararlanmak istiyorsa, eğer hayatta başarılı olmak isterse mutlaka üç dili öğrenmesi şart. Şimdi bu mümkün mü, yaygın bir kanaate göre çocuk, anadilini öğrenirken resmi dili gerektiği gibi öğrenemiyor. “Ana dili, resmi dile engel oluyor”, diyorlar. “Çocuğa ek bir yük yükleniyor”, diyorlar. Fakat pedagoji bilimi öteden beri şunu ispatlamış, yabancı dil ancak ana dili temeli üzerinde öğrenilebilir. Onun için eğer pedagoji bilimine sadık kalacak olursak başta ana dilini, ondan sonra resmi dili ve ötekilerini öğrenmesi gerek. Dahası da var, son yıllarda bilim adamları, her iki dil paralel öğrenilirse daha başarılı olunduğunu kanıtladılar. Onun için çocuk daha konuşmaya başlar başlamaz ailede iki dili öğrenmeye çalışması lazım, veyahut ona iki dili öğretmeye çalışmaları lazım. Ana babalardan birisi Bulgarca konuşursa ötekinin Türkçe konuşması benim kanaatime göre yararlı olacak. - Azınlıkız. Ana dilimizi nasıl bir seviyede öğrenmeliyiz, öğrenebiliriz? –-Şimdi sizin söylediğiniz bu dilleri üst düzeyde öğrenmeyi ben şu şekilde anlıyorum – çocuk genel olarak edebi resmi dili ve edebi ana dilini bilmeli. Bunun üstünde, kendi uzmanlık sahasıyla ilgili deyimlerin Bulgarcasını ve Türkçesini de bilmeli. Yani o mühendis ise terimleri bilmelidir, filozof ise felsefi deyimleri öğrenmelidir. İşte burada uzmanlık düzeyi ortaya çıkıyor. Eğer biz ana dilimizin öğrenilmesine önem vermezsek yakın gelecekte kimliğimiz kaybolabilir. Şimdi ana dili deyince bizim dilimiz Türkçedir, ama bu Türkçenin bir takım özellikleri var. Mesela burada, benim üniversitelerde okuduğum zaman Macaristan’dan birisi geldi Türklük uzmanı, Sofya üniversitesinde dersler verdi, onun tespitlerine göre Bulgaristan Türkçesinin 18 tane özelliği var, Türkiye Türkçesinden farklı olarak. Genellikle daha 30’lu yıllarda Polonya’dan Kovalski isminde birisi geliyor ve Deliorman Türkçesini izli-


Makale ve Analizler - 2013

141

yor ve Deliorman Türkçesi, Osmanlı Türkçesinin diyalektlerinden biridir, sonucuna varıyor. Öte taraftan Bulgaristan Türkçesi, edebi Türkçeye ve İstanbul ağzına en yakın ağızlardan biri. Çünkü burada coğrafi bakımından biz birbirimize yakınız ve bizim aydınlarımız Türkiye’de dildeki gelişmeleri izleyebilmişlerdir. Bu dili, benim kanaatime göre, Türk çocukları öğrenmeli, fakat öğrenim meselesi hem totaliter dönemde hem bugünlerde bir sorun haline geldi. Yani, ana dilini öğretecek bir öğretim sistemi kurulmadı bizde. Bugün ortalama çocuklarımızın ancak %10’u ana dili Türkçeyi öğrenmeye çalışıyor veyahut Türkçe kurslarına katılıyorlar. Bizde azınlık dillerini bir küçümseme var. Çok dillilikten bahsedilirken onlar göz önünde bulundurulmuyor. Veyahut daha basit ele alacak olursak Bulgaristan Türkçesine öyle günlük hayatta konuşulan mutfak dili olarak bakılıyor. Hâlbuki asırlar boyunca bu dilde binlerce edebi ve bilimsel eserler yaratılmıştır. Bu göz ardı edilmemeli ve küçümsenmemeli. Biz dilimizi öğrenmeye çalışmalıyız. - Biz Türkler, Bulgaristan toplumunun bir parçası olabildik mi? - Şimdi, bir azınlık topluluğunun yaşadığı ülkenin toplumunun bir parçası olduğu hissine varabilmesi için herşeyden önce onun yurttaşlık bilincinin gelişmesi lazım. Az önce etnik bilinçten söz ettik. Benim tespit edebildiğim kadarıyla 20’li yıllarda Bulgaristan Türklerinin etnik bilinciyle yurttaşlık bilinci beraber oluşmaya başlıyor. 20’li yıllarda Bulgaristan’da yayımlanan Türkçe gazetelerin bazılarında “Biz Bulgaristan vatandaşıyız” bilinci uyanmaya başlıyor. “Bulgaristan hepimizin vatanıdır” diye düşünmeye başlıyorlar. Vatanı da yalnız üzerinde doğdukları bir toprak parçası olarak değil bir politik, kültürel, bir sosyal ortam olarak kabulleniyorlar. Bu bilinç, totaliter sosyalizmin ilk yıllarında oldukça gelişiyor, daha fazla sosyalist patriotizm vurgulanıyor. Son yıllarda, demokrasiye geçiş yıllarında, Bulgaristan Türklerinin yurttaşlık duygularının gelişebilmesi için yeni bir takım etkenler ortaya çıktı. Bunların başında herşeyden önce yurttaşlığın en önemli ilkesi eşitliktir. Bulgaristan Anayasası’nın 6. maddesine eşitlik ilkesi kondu. Bulgaristan vatandaşları eşittir, dendi. Öte taraftan son yıllarda sanırım siz de görmüşsünüzdür Bulgaristan’da yurttaşlık ulusu tezi yaygınlaşmaya başladı. Yurttaşlık tezine göre Bulgaristan vatandaşlarının hepsi Bulgar ulusunun birer üyesidir. Ve giderek Bulgaristan’da hiç olmazsa formal olarak resmen bir takım azınlık hakları tanındığı ilan edildi.


142

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bütün bunların hepsi yurttaşlık bilincinin gelişmesine yardım ediyor. Bizde yurttaşlık bilinciyle etnik bilinç arasında çoğu zaman bir ahenk bulunuyor. Ama bunların arasında belirli göreceli farklar var, bu farklar da korunuyor. Bunalım dönemlerinde bunların arasında gerginlik ortaya çıkıyor, hatta çatışma eğilimi beliriyor. Yani bizim bilincimiz çelişkili. İşte böyle belirli dönemlerde bu çatışma ortaya çıktığı için bizim Bulgaristan Türkü, toplumsal kültürel hayata dolu düzgün katılamıyor. - Şubat ayındaki protestolara da katılmadılar. - Baştan şunu belirtmemiz lazım ki, protesto gösterileri başlıca büyük şehirlerde gelişti. Bizim insanlarımızın çoğunluğu ise hala köylerde. Yani Bulgaristan Türklerinin %60’ı köylerde ve küçük kasabalarda yaşamaya devam ediyor. Herhalde büyük şehirlerde protesto gösterilerine katılan Türkler de bulunuyor, ama onlar ön plana çıkmadığı için onları göremiyoruz. Çoğunluk ise çekimser. Protesto gösterilerine katılmıyor. Neden katılmıyor - bence onların siyasi kültürü gerektiği kadar gelişemedi. Bulgaristan’da Türklerin siyasi kültürünü geliştirebilmek için gerekli şartlar yaratılmadı. Mesela bizim insanlarımız, daha doğrusu aydınlarımızın yeni düşünceler üretip bu düşünceleri tartışma, bu düşünceleri yayma olanakları yok. Bizde ne tartışma kulüpleri var, ne de tartışılacak, tartışma konuları yayımlayacak dergi ve gazetelerimiz var. Onun için düşüncemiz ağır gelişiyor. Aynı zamandaBulgaristan Türkleri arasında paternalizm yaygındır. Paternalizmde bütün ümitleri bir babaya bağlamak, düşünmeyi babaya bırakmak, bize düşen görev babanın söylediklerini yerine getirmek, onun gösterdiği yoldan gitmek var. Bunun etkisi hala duyuluyor kanaatime göre. Bununla beraber köylü zihniyeti de devam ediyor, çünkü Türklerin çoğunluğu köylerde. Bir de korku var. Bulgaristan Türkü “Biz gösterilere katılırsak bunun sonucu ne olur” diye düşünüyor. “Acaba, protesto ettiğimiz güçler, yeniden iktidara gelirse biz güç duruma düşmeyiz mi” diyorlar. Aynı zamanda benim kanaatime göre, acaba protesto gösterilerine katılırsak biz kendi öz partimizi de güç duruma düşürmeyiz mi, korkusu da var. Çünkü bizim HÖH de belli ölçüde iktidardaydı son yıllarda. İktidarı, siyasi sınıfı protesto etmek aynı zamanda onları da protesto etmek anlamına geleceği için bence çekimser davranıyorlar. - Bizim bir azınlık olarak topluma entegre olmamızda azınlık ve çoğunluğun ne gibi sorumlulukları bulunmaktadır? - Bence herşeyden önce şunu göz önünde bulundurmamız lazım, entegrasyon oluşmuş, dolu bir fenomen değil. Bu gelişmekte, değişmekte olan


Makale ve Analizler - 2013

143

bir süreç. Bir sürecin gelişebilmesi için onun desteklenmesi gerek. Bunu hem çoğunluğun hem de azınlığın desteklemesi gerekmektedir. Ancak o zaman entegrasyon gelişebilir. Bunu yapabilmek için iki tarafın ne yapması lazım - herşeyden önce hem çoğunluk hem azınlık küreselleşme döneminde entegrasyonun,çoğunluk ile azınlık arasında ahenk sağlamanın alternatifi olmadığını anlaması lazım. Bu bir nesnel, doğal bir süreçtir, bunu biz kabullenmek zorundayız. İkincisi, entegrasyonun anlam ve özünü kavramaya çalışmamız lazım. Entegrasyon dedikten sonra ne anlaşılması lazım: entegrasyon, etnik toplulukların, yan yana bir arada yaşaması anlamına gelmemekte. Entegrasyon, azınlıkların kimliklerinden vazgeçerek çoğunlukla kaynaşması, erimesi anlamına da gelmemekte. Entegrasyon, çoğunluk ile azınlıkların bir arada yaşaması ve bir arada yaşarken karşılıklı etkilenmesi anlamına gelmekte. Bu etkilenme sonucu da her halde daha fazla, demokrasi değerlere dayanan bir takım değerler ortaya çıkacak. Diyelim çoğulculuk, hoşgörü, diyalog gibi yeni değerler ortaya çıkacak. Bu değerler üzerine biz belirli ölçüde bir birlik kurabiliriz. Onun için ben burada özel olarak entegrasyonun Türkçesi bütünleşme kelimesini kullanmıyorum. Bütünleşme yerine, ahenk kurmak, uyum sağlamak deyimlerinin kullanılmasını doğru buluyorum. Bunları gerçekleştirdikten sonra yapılacak başka neler var? Kanaatimce Bulgaristan’da özellikle, entegrasyonun sağlanabilmesi için her iki tarafın da tarihi süreç esnasında oluşan ön yargıları, stereotipleri aşması lazım. Tarihe efsanevi biçimde yanaşmamak, akılcılık açısından yaklaşıp tarihte yalnız bizi ayıran olaylara değil, bizi birbirimize yaklaştıran olay ve idelere önem vermek lazım. Kısaca biz, ötekini, başkalığı, bir düşman olarak değil de, kendine özgü bir takım değerleri bulunan bir başka topluluk olarak kabul etmeliyiz. Yani kendi aramızda güven sağlamalıyız. Bulgar topluluğunun bize güvenmesi şart. Bulgar topluluğunu en az üçte biri, Türk azınlığını Bulgar ulusal güvenliği açısından tehlikeli bulmaktadır. İşte bunları aşmak zorundayız. Bunları yapabilmemiz için de aramızda daimi bir diyalog olması lazım. Hayatın ortaya koyduğu sorunları görüşerek, anlaşarak çözmeye çalışmamız lazım. Diyaloğun ise kamuoyuna açık olması gerekiyor. Diyaloğun eşitlik ilkesine dayanması şart. Yani birbirimizi eşit olarak kabul etmemiz lazım. Çoğunluk, azınlığı küçümsememesi lazım. Öte taraftan diyalog esnasında taraflar kendi görüşlerini karşı tarafa empoze etmeye kalkışmamalıdır. Ve bu doğrultuda her iki tarafın görüşlerini birleştirerek ortak görüşlere doğru gitmeleri lazım. Entegrasyon, ancak bu şekilde anlaşılırsa gerçekleş-


144

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

tirilebilir. Fransa ve Almanya’da entegrasyon, asimilasyona eşit olarak kullanılıyor. Entegrasyon deyimi altında azınlıkları eritmeye çalışıyorlar, bunu gören azınlıklar da tepki gösteriyor, onun için de entegrasyon gerçekleşmiyor. Entegrasyonda herşeyden önce çoğulculuk prensibini kabul etmesi lazım, başkalıkların bir arada yaşamasının önemini anlaması lazım. Söyleşi: İzzet İsmailov IKelimelik

Köstebek Tarlası - Bulgaristan

BGSAM-03.Ağustos.2013

Sayın okuyucularım, siz çocukluğunuzda hiç çift sürdünüz mü? Sol elinde arkası yastı demirli örende, pulluğun peşinden koştun mu? “Diii!” dedikçe, öküz kabalarına iğne basıp, kırkayaklar çıplak parmaklarıma dolanmasın, köstebekler ayağını ısırmasın diye dört göz olup, ıspatulayı ikide bir tezeklere vurdun mu? Şayet bahçıvan ailesinde yetişmişsen akşam suladığın sebzelikte sabah yüzlerce köstebek tümseğini görünce deliye döndüğün mü? Üstüne annen “çabuk çabuk, al şu çapayı ve hemen bul, gebert şu köstebekleri!” dediğinde, çılgına döndün mü? Köstebekler toprağı kirlettiği, suyu ise zehirlediği için, annem öldürdüğüm köstebeklerin kafasını taşla ezer ve onları çöp arabasına atardı. Bir de ardından, nereden gelip bizi buluyorlar diye, puflardı. Annem köstebek yolunun karanlık bir yol olduğuna inanmıştı. Yazımızın konusu tarla köstebekleri değil, sosyal köstebeklerdir, yani açtıkları deliklerde yaşayanlar değil, aramızda dolaşanlardır. Yakınlarını gammazlayan, arkadaşlarını ihbar eden, dostlarını mimleyen, birlikte olduğu insanların niyetlerini doğru dürüst anlamadan onları ispiyonlayan kişilere “köstebek” denir. Polis tabiridir. Yerli ya da dış istih-


Makale ve Analizler - 2013

145

barata bağlı olarak, gerçek kimliğini ve niyetlerini belli etmeden, sinsi iş gören ajanlar için kullanılır. Bu anlamda “köstebek” bir ispiyondur, casustur. Köstebeklerin iyisi ve kötüsü vardır. Birinci grup, iyileri, barış, demokrasi, insan hakları ve özgürlük davası uğruna çalışır, bu işi gönül vermişlerdir, pek çok suikast, katliam, hatta savaş, yolsuzluk ve hırsızlığı vb. önlemişlerdir. Toplum bu cesur ve yürekli insanlara saygı duyar, sevgi besler. İkinci grup, ispiyon-ajan yani haindir. Onlar, halkını, vatanını, en yakın dostlarını, partisini, derneğinide olan biteni her şeyi yalan yanlış ihbar edip, büyük kötülüklere sebep olur çevresine zarar verenlerdir. İkiyüzlü hatta üçyüzlü pısırık, ruhu kirli, yüreksiz kişilerdir. 1990’na önce bizde Bulgaristan’da sürgün gidenlerin büyük çoğunluğunu bunlar gibileri tarafından ispiyonlanmışlardır. İhbar edilip hapse düşenlerin sayısı büyüktür. Kimliğini ve ruhunu satmış olanlar asıl bizim kendi içimizde olanlardı. Birçokları insanlarımızın yüzüne bakamayacak şerefsiz duruma düşmüşlerse de bu gün yine en democrat onlardır. İhanetçiler hak ve özgürlüklerimizi elde etmemizi baltaladı. 1990’da kurulan Hak ve özgürlük partisinin Bulgar gizli servisi “DS” ajanlarının kurduğu yıllar sonra anlaşıldı. HÖH kurucusu ve lideri Ahmet Doğan’ın ise hem Bulgar gizli servisi ajanı, hem de Bulgar dizli servisi tarafından Ruslara verilmiş bir özel ajan olduğu 20 yıl sonra su yüzüne çıktı. Bu kişiliksiz amma güzel eğitilmiş, sözde hapisten geçmiş ajanın çok özel ödevlerini de artık görebildik. Şöyle sıralayabiliriz: 1. Yıkılan totaliter rejimin ana kadrolarını korumak; 2. Demokrasinin yaşam gücü toplamasına engel olmak; 3. AB üyeliği ile ilerleme yolumuzu kesmek; 4. Bulgaristan tarımını çökertmek; 5. Bulgaristan vatandaşlarını zorluklar içinde ezip süründürmek, bir yudum ekmeğe muhtaç etmek; 6. Bulgaristan Cumhuriyeti’nin Rusya yörüngesinden çıkmasına yol vermemek;


146

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

7. Bulgaristan’daki Türk ve öteki Müslüman azınlığını hak ve özgürlük yalanlarıyla uyutmak, bilinçlenmesini ve kültürel dirilişini her bakıma baltalamak. Bizdeki, artık bilinen ajan ve ihanetçilerin elebaşı, en büyük haini Ahmet Doğan’dır. O, Bulgaristan’da Müslümanlara ve tüm diğer mazlum ve ezgin kardeşlerimizi ispiyonlamakla yetinmedi, hepimizi yalandırdı, bizi bozukparagibi harcadı. Hepimizi Rusya’nın Balkan politikası uğuruna kurban etti. 23 yıldan beri, Rus istihbaratı (KGB) için çalışarak milli menfaatlerimizi de sattı. Bulgar devletinin vatandaşları olarak geçen son 135 yıllık tarihimizde aramıza sızan hain ajan-köstebeklerden çok çektik. Balkanlarda iyi komşuluk ve hoşgörünün emsalsiz örneklerini sergilemiş olsak da, hep kötülendik, hor görüldük, bin bir suni güçlüğe tosladık, 8 büyük göç yaşadık, sülalelerimiz, ailelerimiz parçalandı, hepimiz dünyanın herhangi bir yerine dağıldık, öksüz kaldık. Köylerimizi, kasabalarımızı, evlerimizi, tarlalarımızı, çayırlarımızı, korularımızı, camilerimizi, medreselerimizi, okullarımızı bırakıp yeni yurt aramak için yollara dökülmemizin nedenlerinden biri de aramıza sızan kötü niyetlilerin huzurumuzu, yaşam tarzımızı, kurduğumuz düzeni bozmalarıdı. Faşizm döneminde bizde köstebek çalıştıranların başında Geşev gelirdi. Mesleğinin şarlatanı olan Bulgar siyasi polisi daha sonra BKP MK Birinci Sekreteri olan Todor Jivkov’u bile kendine özel ajan yapmıştır. Öyle ki, öteden beri bir köstebek tarlası olan Bulgaristan’da kimin eli kimin cebinde pek belli değildir. Bizde, 1990’da sanki yeni bir toplumsal sözleşme, yeni bir denge oluştu da, yılların geçmesiyle durumun iki ucu keskin kılıç olduğu ortaya çıktı. Oyun içinde oyun olduğu görüldü. Bir sürü entrika yaşandı. Kendilerine efsane kahraman havası verenler yollarda, evlerinde kurşunlandı. Gizli servisler 1990’dan sonra bizim tarlalara yeni tohum attı, bitenleri kazdı suladı, ayırdı, koşulları belirledi, işe yaramayanları elden çıkardı. Yeni örgütlenme Bulgaristan devletine bağlı olmamalıydı. Sigorta şirketlerinde köstebek şebekesi örüldü. Bu işte SİK, VİS, TİM başarılı oldu. Bu işin iplerini herzaman olduğu gibi yine bu defa da Moskova çekti.


Makale ve Analizler - 2013

147

Biz Bulgaristan’da Müslümanlar Türkiye’deki soydaşlarımıza çok özel ödevler ayrıldı. Bizim insanlarımız tekrar kullanılmalıydı. Bizim insanlar tekrar basamak olacaktı. Biz, sıvazlana sıvazlana ezilecektik. Başımıza sarılan “lider” Moskova’nın eliyle istasyon şefi olarak atandı. Saraya yerleştirildi, zırha büründü. O, ne Bulgar ne de bir Türk’tü. Moskovanın tam aradığı adamdı. Milli duygusu olmayan bir şopar bozmasıydı. Kafasından tüm bilgileri alınmış, hafızasının ötesinde berisinde kalan bazı ayrıntılar zehirlenmiş, kafatası VERO ile yıkandıktan sonra içine ıslak saman doldurulmuştu. O sadece denileni yapacaktı! Samanı yiyecek öküzün etnik ve milli bilinci olmayacaktı. Başka önemli bir koşul da yoktu. Köstebekler doğadan zehirli olan bir mahlûklardı. Bulgaristan’ın demokratikleşmesinden ana payı köstebekler almalıydı. Şebekenin örgütlenip dirildiği ve eyleme geçtiğini, Bulgar ve dünya kamuoyu ilk önce, Ahmet Doğan’ın Sl. Trifonov’un “Şouto na Slavi” TV Programında “etrafımda şirket çemberi var” sözlerinden anladı. Bu olay 8 sene evvel olsa da akıllardan çıkmadı, şırladı, şırladı. Gazete ve TV programlarının daha fazlası Rus sermayesi ile mafya kontrolüne geçtiğinden, pek ayrıntılı incelenmedi, Halaç pamuğu gibi savrulamadı. 6 yıl önce, Pomaklarla bir seçim mitinginde, Batı Rodoplar’ın temiz havası Ahmet Doğan’ı çarpmış olacak ki, o kürsüden “Avrupa’dan gelen paraları ben dağıtıyorum!” dedi. Ceplerinde beş paraları olmayan sıradan, hemen hemen hepsi işsiz insancıkların önünde bu ölçüsüz böbürlenme, kendini parti ve devlet üstü takdim etme yolunda bu sıçrama, bu parlama, aynı zamanda Ahmet Doğan’ın politik mezar taşını da dikmiş oldu. O, sözleriyle demokratik düzenimizin tüm kurallarına, tüm kalelerine kibrit çaktı. Ayrıca AB’den gelen program paralarını ihalesiz cebe indirecek olanlar kimler olacaktı, dersiniz? O konuşurken karşısında ağızlarını açmış bir şeyler işitip anlamaya çalışan zavallı Müslümanlar mı?


148

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Hayır!, onun kurdurduğu ve yönettiği köstebek, ajan, hain, hırsız şirketleri: VİS, SİK, TİM, eski DS ajanları, içerdeyken ona hizmet veren emekli subayların firmaları vb. Bizde, yerli veya yabancı köstebek ağının demokrasiye açılma koşullarında örgütlenmesine 20 yıl gerekti. Süreç çelişkili geçti. Bir yandan, Berlin Duvarı’nın yıkılmasından sonra, AB ve NATO’nun baskısıyla birçok DS ajanının dosyaları çamaşır teline asıldı, eski köstebeklerden bazıları maşa ile tutulup tarla dışına atıldı. Bazıları ülkeyi terk etti amma gitikleri yerlerde de boş durmuyorlar. Kulağından tutulup “Şu gizli ajandı!” diye kamuoyuna gösterilenlerin kelinden saç düşmedi. İnden çıkarılan köstebekler yalnız Bulgar gizli servisi “DS’ ajanıydı. Dışa bağlı hainler, ispiyonlar, istasyon şefleri yerlerinde kaldı! Bunlardan biri Moskova’nın ajanı Ahmet Doğan’dı. O ve dışa hizmet veren öteki ajanlar şu an hükümet kurma skandalı yaşayan Bulgaristan’da Başbakan P. Oreşarskı’yi ayakta tutmak için seferber oluyorlar. Karanlık suda balık avlayıp DANS’ı, İç İşleri Bakanlığını ele geçirmeye çalışıyorlar. Hala Saray başına yıkılmayan istasyon şefi milletvekili yaptığı köstebekleri Bakanlar Kuruluna, Genel Müdürlüklere, Ajanslara, Enstitülere, Kurumlara sızdırıyor. Artık zırhlı Mercedes’ine binip bir gezi bile yapamaz hale geldiler. Korumaları arttırıldı. Ajan tayfasına “Geri adım atmayın!” emri verildi. Bizdeki köstebekler konsolosluk görevlileri, elçiliklere mikrofon yerleştirenler, mektup kutusunu boşaltanlar, gizlenecek ya da gizli bir görüşme için bir barınak hazırlayanlar, birisini gözetleyenlerden çok farklı ve çok tehlikeli bir şebekedir. Hedefleri devleti ele geçirip boğmaktır. Bu şebeke bir koro değildir. Her köstebek bir assolisttir. Bu virtüözlerin bizdeki orkestra, yani istasyon şefi Ahmet Doğan’dır. O, biz Bulgaristan Türklerini ve Tüm Müslüman kardeşlerimizi asla, hiçbir yerde ve hiçbir makamın önünde temsil edemedi, etmemeli, adımıza da konuşmamalıdır. Ona bu hakkı artık vermemeliyiz, eğer tekrar ona bu hakkı tanırsak, hepimizin sonu olur.


Makale ve Analizler - 2013

149

Başta Rus istihbaratı KGB ve ardından FBR ajanı olarak kiralanmasına karşı koyamayan A. Doğan, artık 23 yıldan beri bu vazifenin tepesine gelebildi. Neden mi?, diyeceksiniz. Çünkü bizde gammazlayanları gammazlayanlar ordusu, ispiyoncuları ispiyonlayacak ordu henüz kurulmadı. “DS”, “DANS” oldu, adı değişti, özü, hedefleri değişmedi. Sözü geçenler hala devleti, millet, en yakınındakini bile satabilenlerdi. İyi ki, 14 Haziran 2013’te protesto dalgası patladı. İsyanın asıl hedefi köstebek sürüsünün iktidar yolunu kesmekti. Bazı köstebekler bahçe çitinden dışarı atıldı. Halkımız köstebek zehrinden korkmadığını dünyaya gösterdi. Köstebek şebekesinin HÖH-BSP yönetimini, başkanlarının sinsi oyunlarını, SIK, VIS ve TİM atılımını görmeyen kalmadı. Ah! Bir de ellerin de olsa, onlar, büyük şeytan A. Doğan’a soyluluk unvanı verecekler. Zalim köstebeklerle savaşımızın yeni perdesi güze kaldı. Köstebekler hiçbir işe yaramayan insanlardır. Onlar deniz dalgalarını saymak için yetiştirilmişlerdir. Bir işe yaramazlar. Bütün köstebeklerin takma adı vardır. Takma isimler ne kadar çoksa köstebek o kadar “akıllıdır” Hınzırlıkta üçkâğıtçılıkta eşleri benzerleri yoktur. HÖH başkanı Ahmet Doğan’ın üç ajan adı vardır. Bir insanın sahte kimliklerinin sayısı arttıkça, bunlar gizledikleri kişiyi daha çok açığa vururlar. Bizim damın saçağında eşek arıları (sarıca arılar) yuva kurmuştu. Kükürt satın aldık. Saçağın altında bir tepside kükürt yaktık, arılar boğulup düştü ve yok oldular. Bir bal tuzağı hazırlayıp köstebekleri içine düşürebilsek?! İnsanlarımız işin ciddiyetinin bilincinde değil, hala dünyanın düz olduğuna inanıyor ve istasyon şefinin “durduğun yerde say, başka işlere bakma, bir yel essin diye bekle!” tavsiyelerine körü körüne uyuyorlar. Bu, seçmen olarak oyunu HÖH’e ver çağrısına uyulduğu gibi bir şey. Seçmen yığınının önüne atılan bir kemikle herkes kontrol altında tutuluyor. Yanlış yapıyoruz ve hiçbir işe yaramayan adamlar bizi yıllardır idare ediyor.


150

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Kendini beğenmişler halkımı uyutuyor. “Uyutma operasyonu” 23 yıldan beri sürüyor. Ajan sürüsü, insanlarımızı kullanıyor, imkânlarımızdan faydalanıp vekil, müdür, bakan yardımcısı oluyor, bize süprüntü gözüyle bakıyorlar. Herşeyleri de kendilerinin gücüyle yaptığına kendilerinden başka halkı da ona inandırmışlar. Hayatımızı gürültüye getiriyorlar. Bu durumda istesek de, köstebekleri suçüstü yakalamamız imkân dışı oluyor. Bizi vatanımızdan yurdumuzdan bu köstebekler kovdu ve neden kovulduğumuza bugüne kadar hiçbir neden gösterilemedi? İyi ki emellerimiz ve umutlarımız gönlümüzde ve gönlümüz topraktan çok yükseklerde. Yazımı bir köstebek masalıyla bitirmek istiyorum: İçimizdeki Sır Kâinatın yaratılışı tamamlanmış, sıra insana gelmişti. Yaratıcı insanı yaratmadan önce bütün varlıklara seslendi. “İnsanlar hazır oluncaya kadar onlardan bir sırrı saklamak istiyorum. Bu sır onların mutluluğudur. Sizce bu sırrı nereye saklayayım?” Kartal söz aldı: “Bana ver. Allah’ım; onu aya götüreyim.” Yaratıcı, “Hayır!” dedi, “bir gün gelir, oraya da giderler ve onu kolayca bulabilirler.” Yunus balığı, “Onu okyanusların derinliklerine gömeyim. Allah’ım,” diye teklif etti. Yaratıcı, “Orada da rahatlıkla bulabilirler,” dedi. Aslan ormanın derinliklerini, koyunlar ıssız meraları önerdi; ama Allah, hiçbirinin önerisini kabul etmedi. En sonunda köstebeğin önerisi geldi: “Allah’ım bu sırrı insanların içine koy, ben bile bulamayayım,” dedi. Bu yüzdendir ki; her kim mutluluğu başka yerlerde ararsa, her zaman mutsuz olmaktadır, hele toprağın içinde arayanlar... Bu masalın doğduğu zaman sosyal köstebekler henüz dünyada yoktu.


Makale ve Analizler - 2013

151

Büyücülük operasyonu

Rafet Ulutürk-04.Ağustos.2013

1990’dan beri Bulgaristan’da Türk-Müslüman ve diğer azınlıklara uygulanan uyutma operasyonun adı genel olarak bir “Büyücülük Operasyonu”dur. Moskova bu ismi kendisi bulmamış, İngiliz istihbaratçılardan çalmışlardır. 1975’te Bulgaristan Sovyetler Birliği’nin 16. Cumhuriyeti olmaya pratikte yanaşmayınca, KGB olayı düşünme masasında gündeme almış ve totalitarizm sayfası kapanırken, operasyonunu “Havuzu Kirletme” adı altında başlatmıştır. Uygulama işi, etnik kimliği belirsiz, Bulgar gizli servisi “DS” tarafından işlenmiş, göstermelik tutukluluk, sorgu ve hapisten geçirilmiş, sözde ezilerek eğitilmiş, tutunacak dalı olmayan çaresiz bir bohem taslağı durumuna getirilen Ahmet Doğan’a devredilmiştir. Bu işi yapması için ona Hak ve Özgürlükler Partisi gibi “DS”nin kurdurduğu bir paravan parti de hediye edilmiştir. Pratik uygulama şekli farlı olsa da “Havuzu Kirletme” operasyonu ilk kez başarılı olarak İngiliz casusu Yarbay T. E. Lawrence (1888-1935) tarafından Osmanlı’nın Arap âleminde imparatorluğu dağıtmak ve Arapları oyalamak için kullanılmıştır.Oxford Üniversitesi’nde Arkeoloji tahsil eden Lawrence, Osmanlı Arap çöllerinde savaşırken, yanında kese kese altın bulunduran ve kiralık casuslarına bir cinayet için bir altın vererek, askerlerimizi arkadan mütemadiyen hançerletmiştir.Havuzu Kirletme, zavallı insanlara büyük paralar gösterip küçük paralarla kirli iş yaptırma, çaresiz kişilerde umut uyandırma, emel yaratma, hedefe yönlendirme yöntemidir. Havuz, bu anlamda, niyeti şeffaf, berrak olan bir toplumsal ortamdır. Kirletilmiş havuz, parayla aldatılıp umuda kapılan, ruhu bunalan insanların şaşkın, hayalleri karışmış halidir. “Parayı gördüm, şaşırdım” sözü buradan gelir. Bulgaristan gerçekliğinden birkaç örnek: Mayıs 1990. “Havuzu Kirletme” operasyonu üstüne önceden bilgilendirilmiş olan Ahmet Doğan’a Varna’nın “Drujba” tatil köyüne giden asfalt yolun deniz yakasında meyve bahçeleri ve bağlar içine gömülmüş, klasik güreşte olimpiyat yıldızlarımızdan birisinin evinde 2 siyah diplomatik çanta teslim edilir. Çantalar, Georgi Dimitrov’un resmi olan 10 leva banknotlarıyla doludur.


152

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Ahmet bu paraları dağıtmaz, Kasım Dal’a, Kadir Kadir’e, İbrahim Tatarlı’ya, Önal Lütfi’ye ve uygun gördüğü diğer HÖH’lülere gösterir ve ucundan 5001000 leva hibe eder. Böylece havuzu kirletmeyi başarır ve milletvekili olma heveslilerini peşine takar. Bu, ufak tefek paralar aç tavukların gözünü açar ve tavukçunun etrafı tavuk, horoz ve piliçlerle dolar taşar. Giderek Ahmet Doğan şoparı “lider” olur. Paradaki sihir gibi yoktur! Ahmet Doğan “Havuzu Kirletme” taktiğini daha sonraki yıllarda çok daha yoğun ve başarılı bir biçimde uygular. Bu insanları kendine bağlama ya da eleme taktiğidir. Bu yukarda belirtilen paralar jest, yani mafyaya hoş geldin parası gibi bir şey olsa da, aslında onun hafızasını kirletme zehridir. Bu gibi hesapsız kitapsız paralar daha kaç kişiye daha verilmiştir, bilinmez. Son dönemde sanki “Havuzu Kirletme” uygulaması biraz değişti. Eski “lider” Saray’da, Saray kapısında goriller, içeri kuş uçmuyor. İçerde 100 çuval Avro olsa kime gösterip “havuzu nasıl kirletirsin?” Hiçbir iş yapmayan, son seçimlerde milletvekili bile seçilmeyen Ahmet Doğan’ın milyonun üstünde parası olduğu gazetelere düştü. Milyon Avro davaları mahkemede görüldü. Önemli olan çok büyük paralardan söz ettirmekti. Dünkü basın, kurumların işlemediği, yolsuzlukların alıp yürüdüğü ve umursamazlığın egemen olduğu ülkemizde Ahmet Doğan’ın 2012 yılı safi gelirinin 31 bin leva azaldığını ve 940 bin levadan 909 bin levaya düştüğünü yazdı. Bu da “Havuzu Kirletme” taktiklerinden biri kuşkusuz. İnsanların cebinde ekmek parası yokken, yüzbinleri ipe sermekle milleti ağızı açık bırakmak, yeni bir taktik mi? Bu şopara, US Başkanı Barak Obama’dan büyük yıllık geliri kim sağlıyor? Bu hesapla Doğan’ın aylık maaşı 75 bin levaya çıkmış. Bu zamları kim yapıyor. Paralar Moskova’dan gelirse neden hesap sorulmuyor? Nerede bu güçlü Bulgar isithbaratçıları?Nasıl olur, bizde en yüksek maaş 2 bin 500 leva iken, yalnız viski içerek, 40 kat daha yüksek maaş almak! Bu mümkün olabilir mi? Mümkünse kanuni midir? 150 leva emekli ile yarı aç yarı tok ihtiyarların gözüne umut mu serpiyor. Bir de sarayın 3 milyon 500 bin leva koruma masrafı var. HÖH partisinin Sarayı koruma masrafını ödemesi de yasa dışıdır. Ahmet Doğan


Makale ve Analizler - 2013

153

Saray’da kendi parasıyla, kirasını kendisi ödeyerek yaşasın, korumalarının, zırhlı Jeep’in benzinini kendisi ödesin. Biz Hak ve Özgürlük Hareketini sevenler olarak, parti Başkanı L. Mestan’dan bu konuda en kısa zamanda açıklama yapmasını istiyoruz.Sonunda suni zenginlere ibret dersi Sultan hikâyemiz var: Karısından Senetle Borç Para Alan Osmanlı Sultanı: Padişah III. Mustafa savaş taraftarı olup Rusya’ya esaslı bir ders vermek istiyordu. Fakat Sadrazam Muhsinzade Mehmet Paşa orduda gerekli ıslahatların daha tam olarak yapılmadığını, askerin, disiplin, eğitim ve donanım açısından savaşa hazır olmadığını söyleyerek sorunu savaşsız çözmek istiyordu. Ayrıca sınırdaki kaleleri onarmak, erzak, silah ve malzeme bakımından da desteklemek gerekiyordu. Padişah ve yakınları ise farklı düşünüyorlar. Sadrazamın savaşa karşı olmasını, gereği kadar değerlendiremeyen Padişah ona hitaben: Eğer sorun para ise Edirnekapı’dan Rusçuk’a kadar yolun her iki tarafına altın keseleri dizerim” diyerek hazinenin dolu olduğunu anlatmaya çalışmıştı. 1786’da başlayan ve 6 yıl devam eden savaşta Osmanlı devleti büyük kayıplar verdi. Üzüntüsünden yatağa düşen padişah çok güvendiği paralarının tamamını harcamıştı. Acilen paraya ihtiyacı vardı. Fakat para sağlayacak kaynak bulamıyordu. Sonunda karısı Mihrişah Sultan’dan çocuklarının doğumunda hediye olarak gelen, altın ve akçeleri senet karşılığında borç aldı. Evet, bir de her şeyin ters döndüğü gün vardır. Not: Bir de şunu hatırlatalım, HÖH yöneticilerine “Neyim değil, ne olacağım” diye düşünmeye başlamanızın zamanı geldi...

Çıbanbaşı patladı

BGSAM-04.Ağustos.2013

Cuma gün parlamentoda ağazını açıp gözünü yuman eski Kültür Bakanı Vejdi Raşidov kamuoyunun beklediği çok önemli gerçeklerin kabuğunu kaldırdı. Raşidov, Bulgar bankalarındaki paraların Ahmet Doğan ile iki Oman şeyhinin olduğunu, günlük gazetelerin aynı bankanın olduğunu, ön saflarda


154

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ise, elinde dikenli tokmak olan Delyan Peevski ile annesinin yer aldığını açıkladı. “Onlar para aklıyorlar.” dedi.“Biz hepimiz 20 yaşında, kalın, çirkin bir milyonerin kölesi miyiz?...anasına satayım. Siz hepiniz şu çarpık suratlının kölesi misiniz, hiç birinizde bir damla cesaret yok mu? Bu çöp kutusu 20 yaşında nasıl oldu da süper milyoner oldu? Nasıl oldu da herkesi satın alabildi? Ve nasıl oldu da, 1000 leva maaş için herkes ona hizmet ediyor?” – bu soruları Vejdi Raşidov Bulgaristan parlamentosunda sordu. “Artık korkutulmamış basın, radyo ve TV kalmadı. Açın telefon ve mülakat vermek istediğinizi söyleyim, şu bilinen gazeteciler ne diyor bir sorun. Amma halen “Dnevbik”, “Kapital” ve “Sega” gazeteleri bağımsız kalabildi ama böyle giderse onları da boğacaklar. Şimdilik, bir butik gazete olan “Sega”nın sahibi Saşo Donçev korkutulamadı.” Eski Kültür bakanı, iktidarda bulunduğu 4 yılda Başbakan Boyko Borisov medya ile cepheleşmek ve didişmek istemediği için, medya konforunu tercih ettiği için çok büyük yanlışlık yaptı, diye konuştu. Ahmet Doğan’ın Bulgar medyası üzerinde kurduğu imparatorluğa da değinen Raşidov şöyle dedi: “Şayet siz şu fesin, Drındar köylüsünün sizi yönetmediğini düşünüyorsanız, öyleyse ben 1300 yıllık ulusunuzun, Romene milletinizin anasına küfrediyorum.” Daha önce verdiği bir demecinde ise, eski Bakan Vejdi Raşidov şöyle demişti: “Ahmet Doğan’la ilgili hiçbir yorum yapılmamalıdır. O bir yarı tanrıdır. Bulgaristan etnik gruplarını kapsül içine kapamıştır. Her gün dünden daha kötü yaşayan insanların, hür kişiler olarak yaşama hakkı vardır. Biz bilgisayar asrında yaşarken, kadınların siyah fereceyle gezmesi doğal kabul edilemez, değil mi! Hiçbir şey iyi değil ve iyi olmayanın yaşamasına daha fazla yol veriliyor.” Başka bir demecinde ise, Boyko Borisov hükümetinin Kültür Bakanı Vejdi Raşidov BG Ulusal TV’sine verdiği bir demecinde Ahmet Doğan’a sert saldırdı ve şunları söyledi. “Bulgaristan’da herkes herkese karşı oldu. Yarın Ahmet Doğan tek başına devleti yönetmeye başlarsa şaşmamamız gerek. Devletin Ahmet Doğan’ın yakasına hala yapışmaması suçtur. Onun bir su barajı için 1 milyon 500 bin leva komisyon alması büyük bir suçtur. 7 milyon Bulgaristan vatandaşının omuz omuza verip devletlerini yönetme yolu bulamaması akla sığmıyor. Bu adam (arkasında CCCP) tüm Bulgaristan vatandaşlarıyla dalga geçiyor. Ben benimle dalga geçilmesine tahammül edemem” dedi. Bilinen heykeltıraş son dönem demeçlerinde “Bulgarlaştırma süreci” suçlularının açıklanmamasına ve bizde işlenen insanlık suçlarının açıklanmaması konusuna da değiniyor. “Ad değiştirme süreci suçlularının suçlarının gizlenmesinde suçlu olanların açıklanması zamanı gelmiştir!” Katilleri gizleyenler, 23 yıl önce eski Başbakan Andrey Lukanov’un kendilerini ça-


Makale ve Analizler - 2013

155

ğırdığı ve Hak ve Özgürlük Hareketini kurdurduğu kişilerdir. Aynı zamanda, başta Ahmet Doğan olmak üzere onlar “Bulgarlaştırma” konusunda tez savunmuş ve daha sonra kimliklerini gizlemişlerdir. Aynı kişiler katillerin suçlarını açıklamaktan kaçıp, olayların üstünü örtbas etmiş ve halkı uyutmaya çalışmışlardır. Bu kişilerin başında olan HÖH fahri başkanı Ahmet Doğan bulunuyor. İşte böyle, HÖH ihaneti kokmaya başladı, parlamento içindeki kapışmadan, Bulgar basın, radyo ve TV yayınlarının baskı altında, sansürlü çalıştığı, Rus parasıyla alınan medyanın Bulgaristan’da yaşayan halklara hizmet etmediği yeniden ortaya çıktı. Vejdi Raşidov’un son demeciyle sanki HÖH fahri Başkanı ihanetinin çıbanbaşı patladı. Haydi hayırlısı...

Hayat, nefesimizi kesen anlarla ölçülür

Neriman ERALP-06.Ağustos.2013

Bu hafta İstanbul’a çok yağdı. Düşen Temmuz dolusu nefes kesti. Öncesi böyle bir şey görmemiştim. Korkunçtu! Bin bir klakson birden açıldı, araba kaportaları baraban oldu. Şefi ve çalgıcısı olmayan bu şehir orkestrası romantikti diyemeyeceğim, çünkü yıldırımları izleyen gök gürültüsü parti türün tamamen dışında olduğundan, perdemi çektim ama açtığımda karşımdaki doğallık bir harikaydı: Doğa dinmiş, son damlalar yaprakları okşayarak, birbirinin önüne geçmeden, kendiliğinden oluşan sırayı hiç bozmadan süzülüp düşüyordu. Yaprak üzerindeki doğal düşme sırası, topluma bir uyarı değil de, neydi? Bu güzellik benim nefesimi kesti. Bu hafta nefesimi kesen bir başka olay da oldu. Soğan zarının kokusunun çıkmadığı gibi, ihbar ve ihanet lekesinin de aklanmaz olduğunu anlatmaya çalıştığım geçen Pazar ki yazımdan ötürü bana idam ipi gösterenlere gülerken nefesim kesildi. Arkadaşım Semra yanımda olmasaydı, olabilir ya, çekip gidecektim. O zaman bu haftaki yazımı bekleyenlere yazık olacaktı. Ben tütün yöresinden, ekmeği bile tütün kokan soyların kızıyım. Memleketimi düşündükçe, başında kepe, sönmüş sigarası dudağına yapışmış sallanan, cami duvarına dayalı kara taşta oturan Hasan dede gözümün önünde-


156

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

dir. Kaçak sigaranın hayat ateşi bitmiş de olsa, dudakta sallanması anlamsız da olsa, Hasan dede elini uzatıp onu koparıp atmıyordu. Bu anlamsızlığın anlamı neydi? Hasan dede sigarasını hiç ağızlıkla içmedi. O kendini bildi bileli ve tütüne sevdalanalı kendi tütününü, havanda kendi kıydı, kız saçı telleri sigaraya yavaş yavaş tek tel düşürmeden sardı, kâğıdı ıslattığı tükürüğü zamk gibi olduğundan, onun sardığı kaçaklar sökülmezdi. Kaçağı ona sardırmak için hemşerilerinin sıraya durdukları olurdu. Şu an dudağında halen sallanan ucu küllü sigarasına ateş uzattığına hiç hatırlamasa da, son zamanlarda dudağında kalmaya başladı. Ansızın 23 yıl önceyi anımsadı. O zamanlar gençti, nefesi ve tütün kokusu başkaydı. Şimdi o kokuyu nefes etmeye açtı. Öyle ama son zamanda ipini çeke çeke sürüdüğü şu hayat var ya, iyi olan herhangi bir şeyden bir tutam cık saklayıp, canın çektiği an, geri vermiyordu. Karşısında olsa, tutup kulağını bükecekti. Beklenmeyenler kaderdendir, deyip kabullenirdi. Yaşlıydı ve sanki hiç var olmamış gibi yok oluyordu. Ömrü ömürden sayılacak mıydı? Hasan dedenin düşünceleri tam bu noktada nefes kesen bir hikâyeye dalıyordu: Ömürden Saymayız, Bir gün bizimkilerden biri, bir köy mezarlığı yanından geçerken bir şey dikkatini çekmiş. Mezarlıktaki bütün mezarların üzerindeki taşlarda: “Beş yıl yaşadı; Üç yıl yaşadı; Sekiz yıl yaşadı” gibi yazılar görmüş. Köye varmış. Köylüler konuğu köy odasında misafir etmişler. Yemek yenilip sohbet başlayınca misafir köyün ileri gelenlerine sormuş:“Merak ettim. Köye gelirken mezarlıktan geçtim. Mezarlıkta bir şey dikkatimi çekti. Bütün mezar taşlarında “Beş yıl yaşadı; Üç yıl yaşadı; Sekiz yıl yaşadı” gibi ifadeler yazıyor. Oysa bu mezarların çoğu yıllar boyu yaşamış, ihtiyarlamış ve vefat etmiş insanlara ait. Niçin böyle yazılmış, bunun nedenini çok merak ettim,” demiş. Köyün ileri gelenleri cevap vermişler: “Biz ömrümüzü dostlarımızla, sevgiyle ve mutlulukla bir arada geçirdiğimiz zamanla değerlendiririz. Diğer zamanları ömürden saymayız!” Soruyorum. Biz Hak ve Özgürlük Hareketi ile aldatılıp 23 yıldır uyutulduğumuza göre, mezar taşımıza ne yazılacak. Hasan dedenin de cevabını bulamadığı soru buydu. Aldatılmış, yalan rüyalarda yaşatılmış bir adamın mezar taşına ne yazılır!


Makale ve Analizler - 2013

157

Bunu düşünürken, bazen kırışmış göz kapakları düşüyor, sönmüş sigarası dudağında sallanmaya devam ediyordu. Ve kendine geldiğinde istemese de, BSP Koca Balkan’ın “Buzluca” tepesine beton yığını anıt dikti, şimdi meyhane olmuş, şayet böyle bir anıt taşı dikilse, “Viski Bar” olur diyenler haklı mıydı? Mezarı taşsız kalsa... Bulgar Çar’ının bile anıtı yoktu. Anıtsız olur ama taşsız olmazdı! Hasan dede düşünmeye devam etsin, ben sizlere nefesimi kesen bir başka olayı da anlatmak istiyorum. Sevgi suyu Bir keresinde bana çok yakın bir arkadaşım olmuştu. Bir gün bir yüzme havuzunun kenarında otururken avuçlarından birini su ile doldurdu ve bana uzatıp şunu söyledi: “Elimde tuttuğum bu suyu görüyor musun? Bu ‘Sevgi’yi sembolize eder. Ben bunu şöyle görüyorum. Elini özenle açık tutar ve suyun (yani sevginin) orada kalmasına izin verirsen, her zaman orada kalacaktır. Ancak, parmaklarını kapamaya kalkar ve ona sahip olmaya çalışırsan bulduğu ilk aralıktan akıp kaçar.” Arkadaşımın sözlerini hatırladıkça iki şey nefesimi kesiyor. 1. Bizim Hak ve Özgürlük davamızın zirvesi olan HÖH partimizin kuruluşunda aldatılmış, oyuna getirilmiş olmamız. 2. Oyuna getirilmiş de olsak partimizi çok sevdiğimiz için elimizden kaçırmamız. HÖH partisi artık Hasan dedenin dudağında sallanan sönmüş sigara gibi kendisi var canı yok. Gazetelerde okuyorum, sahtekâr başkan, şimdiki fahri yankesici etrafında 300 kişi çalıştırıyormuş, bu goriller, şopar babalıları (aralarında bir tek Pomak ve Türk yok) büyük sayıda irili ufaklı özel şirketleriyle nafaka sırasında itişip kakışıyorlar. Halen bayram arifesi ya, Müslümanların fire dağıtma zamanı ya, şopardan nafaka bekliyorlar sanki... Kendine “Yarı Tanrı” imajı verenin eline eteğine bakıyorlar. Avrupa Birliği’nden Bulgar Oreşarski hükümetine gelecek paraları, 147 proje olarak küçük ve yarı iri yani orta özel şirketlere belediyeler ve devlet kurumları üzerinden paylaştıracakmış, tabii “Yarı Tanrı Doğan”ın emriyle. Türklere, Pomaklara ve diğer Müslüman kardeşlerimize düşen paylar VİS, TİM, SİK mafya oluşumlarına sunulacak, paylaşılacak yani nafakamız olan “su” bize verilirmiş gibi görünse de, parmaklarımızın arasından akıtılıp gidecek.


158

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Şu eski sevgilim, beni bırakıp giden yalancının teki Ahmet Doğan’ı ve etrafına toplanmış hazır oncuları düşünmek bile istemiyorum, çünkü nefesim kesiliyor. Bundan sonra beni, “Ben bu işte yokum!” partisinde arayın lütfen. Böyle bir parti kurulmadı mı? Kurulmadıysa hemen kurulsun! Hem, şu Hasan dedenin mezar taşına ne yazılacak? Size danışmak istiyorum: “Aldatılmış yaşadı!” desek, beni yine ipte asmış görmek isterler mi, dersiniz? Bu da nefes kesici! İyi Pazarlar.

Asimilasyonu haklı gösteren kitapların sayısı birden neden arttı?

Nahit Doğu-12.Ağustos.2013

Farkında mısnız bilmem ama son dönemde Bulgaristan’da 1984 yılından itibaren Türklere karşı uygulanan soykırımı haklı göstermeye çalışan kitapların sayısı birden arttı.Hiçbir şeyin tesadüf olmadığına inanan birisi olarak dikkatinizi kitapların dünyasına çekmek istiyorum. Onlarca kitaptan sadece ikisine bakalım. Birincisinin adı “Yeniden Doğuş Süreci ve DS” (ISBN: 978-954-398146-5). 1990 öncesi ülkedeki komünist rejim Türklere karşı uyguladığı baskıları ‘Yeniden Doğuş Süreci’ adlandırmıştı. DS ise ‘Dırjavna Sigurnost’un kısaltması, yani komünist totaliter rejimin siyasi polisi konumundaki istihbarat teşkilatının adı. “Yeniden Doğuş Süreci ve DS”nin yazarı Bonço Asenov şöyle diyor. “Asimilasyon kampanyası (Vızroditelen protses) Bulgar halkının hayatında objektiv bir aşamaydı. Trajik olan Osmanlı köleliğinin bir sonucuydu; Bulgar nüfusunu dini aidiata göre Müslüman ve Hristiyan olarak bölünmesi ve Türkçe konuşan Bulgar Müslümanlarını yeni bir etnik topluluk olarak şekillendirilmesi. Yeniden Doğuş Süreci, bu sonuçları aşma isteği ve Bulgar milli kimliğinin çökmesini önleme çabasıdır”.


Makale ve Analizler - 2013

159

Asenov diyor ki, Osmanlı “Türkçe konuşan Bulgar Müslümanlarını” Türk yaptı ve komünist rejim de bu Türkleri tekrar Bulgar yapmaya kaşkıştı o yüzden de bu girişimi haklıydı.Asenov kitabında Türklere karşı geçmişte uygulanan asimilasyonun gelecekte de devam edeceğini yazıyor ve yöntemini söylüyor. “Ulusumuz bazen daha sakin ve hafif, bazen de daha radikal tepki verecek” diyor. Asenov, önsözünde herkesin görüş bildirme hakkı olduğunu hatırlatarak başlıyor yazmaya. Bu sonuncusuna katılmamak mümkün değil. Bu yüzden bende görüş söyleme hakkımı kullanarak diyorum ki, senin radikaleşmen benim huzurumu kaçırır ve aşırı olmamı sağlar. İkinci kitabın adı “Yeniden Doğuş Süreci ve Bulgar Müslümanları” (ISBN: 97895493671348). Diğerinden görüş olarak pek farklı bir şey yansıtmayan bu kitabın yazarı ise Veselin Bojkov. Yazar “Soya Dönüş Süreci, Bulgar halkının kurtuluşu ve varolması için tarihte haklı ve muhteşem bir hareket olarak kalacak. Bulgaristan’da çoğu yöneticilerin tutarsız ve dar görüşlü, bazı durumlarda da hainliğe varan politik tutum içinde. Aynı şekilde ulusal doktrin eksikliği nedeniyle de Bulgar Müslümanları Türkiye tarafından yürütülen asimilasyon siyasetine maruz kalıyor” diyor. Kitapların içeriğinde yeni bir konsept yok. Kısacası sizin daha önce başka yerde okumadığınız görüşler yok. Zaten dikkat edilmesi konu da kitapların içeriği değil, son birkaç yılda aynı şeyleri yazan bu kitapların sayısının birden artması. Basılan onlarca kitapta gösterilen tehdit öğesi hep Türkler, Sürekli bir tehdit işareti var. Osmanlı’dan bu yana değişen bir şey olmadı, Türkler yine düşmanımız gerilimi bu kitapların her sayfasından haykırıyor. Bilmem hatırlatmama gerek var mı, Kontrollü gerilim stratejisi, psikolojik savaş yöntemidir.


160

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bir Osmanlı şehri: Filibe

Ertaş ÇAKIR-13.Ağustos.2013

Bulgaristan’ın ikinci büyük şehri olan Filibe, Osmanlı’dan kalan yapıları ile Roma ve Bizans kalıntılarıyla ülkenin kültür sanat başkenti... Bulgaristan’ın zengin tarihinin önemli bir tanığı olan Filibe, ülkenin kültür başkenti. 7 asırlık geçmişe sahip olan şehir, Osmanlı döneminde de Doğu Rumeli’nin merkeziydi. Sofya’ya 120 kilometre uzaklıkta, 700 bine yakın nüfusuyla Bulgaristan’ın 2. büyük şehri olan Filibe, Roma, Bizans ve Osmanlı kültürünün bir arada görülebildiği, modern yapılarla tarihî dokuyu iç içe muhafaza eden bir şehir. Bugün hâlâ şehirdeki Türkler için ismi Filibe olan şehrin resmî adı ise Plovdiv olarak geçiyor. 1390’da Osmanlı topraklarına katılan ve bu dönemde tam bir Türk şehri karakterine bürünen Filibe’de sayısız Osmanlı eseri bulunuyor. 15. yüzyılın ilk yarısında, Anadolu’dan getirilen Türk ailelerin kente yerleşmesi ile Filibe, Rumeli Beylerbeyi’nin merkezi olmuştu. Bu dönemde çok sayıda Osmanlı eserinin inşa edildiği Filibe’yi Seyahatnamesi’nde Evliya Çelebi şu sözlerle anlatır: “Şehir 9 adet kayalık tepe üzerine ve dereler arasına kurulmuş. Filibe’de 17. yüzyılda 53 cami, 70 okul, 9 medrese, 7 darül-kurra, 11 tekke, 8 hamam, 9 han ve sayısız kervansaray var idi.” Filibe, Bulgaristan’ın Kültür Başkenti Geçmişin ruhunu bugünle uyum içinde geleceğe taşıyan Filibe, müzeleri, konser salonları ve tiyatro binaları ile bugün Bulgaristan’ın “kültür ve sanat başkenti” olarak anılıyor. Bulgaristan’ın ulusal öneme sahip 100 turistik yeri listesinde de kendisine yer bulan Filibe, her yıl binlerce turist tarafından ziyaret ediliyor. Geniş yeşil alanları, her iki tarafı kafelerle çevrili caddeleri ve neo-barok tarzı yapıları ile şehir, farklı kültürleri bir arada yaşatıyor. Balkanların gözdesi, tarihi ve mimarisi ile ünlü şehri Filibe, camileri ve yaşayan kültürel miras-


Makale ve Analizler - 2013

161

larıyla canlılığını koruyor. Şehrin ana meydanını süsleyen ve ayakta kalan önemli mimari eserlerin başında gelen Cuma Camii 500 yıldır Müslümanlara secde mahalli olmaya devam ediyor. Şehir merkezinde bulunan Murat Hüdâvendigâr Camii, halk arasında Cuma camii olarak biliniyor ve çevresindeki meydan da aynı adı taşıyor. Osmanlı padişahı 1. Murat Hüdâvendigâr zamanında inşa edilen eser, Balkanlar’daki en önemli ve en büyük Osmanlı camilerinden biri. İçerisinde han, hamam ve bedestenin bulunduğu bir külliye olarak inşa edilen ve Muradiye, Hüdavendigar ve Ulu isimleriyle de anılan Cuma camii, Türk ve erken Osmanlı dönemi çok kubbeli camileri arasında yer alıyor. Şehrin simgelerinden olan cami, kültür bakanlığı ve İstanbul Büyükşehir Belediye başkanlığının desteğiyle restore edildi ve 2008’de yeniden ibadete açıldı. Cami kalem işi tekniğinde yapılmış hat yazıları ile süslü. Yapının en önemli özelliklerinden biri de 18. ve 19. yüzyıla ait çinilerinin orijinal şekilde günümüze kadar ulaşmış olmasıdır. Şehrin simgelerinden olan Cuma Camii, Ramazan ayında tarihî şehre gelen turistlerin uğrak yerlerinden biri oldu. Tepeler Şehri Filibe Osmanlı evleri, Bizans döneminden kalan eserleri ve doğal güzelliği ile tarih ve doğa meraklıları için eşsiz bir şehir olan ve farklı kültürleri buluşturan Filibe, aynı zamanda tepeler şehri olarak da biliniyor. Şehir gezisinden sonra kenti bir de kuşbakışı seyretmek isteyenlerin uğrağı olan tepeler hâlâ Türkçe isimler taşıyor. Saat Tepesi adını üzerindeki saat kulesinden alıyor. Kuleyi 17. yüzyılda Filibe’ye gelen Evliya Çelebi; “Şehrin içinde bir tepe var, bu tepenin adı saat tepe. Minare gibi yüksek kulesinde bir saat bulunmakta. Bu saat öğlede iki kere çalıyor. Kule görmeye değer” sözleri ile anlatıyor. Roma döneminde gözetleme noktası olarak kullanılan Nöbet tepesi, su dağıtımının yapıldığı Taksim tepesi, şenliklerde sert kayalar üzerinde cambazların gösteri yaptığı Canbaz tepesi, şehri simgeleyen tepeler. Tepeler üzerinde yükselen Filibe’de tarihi bugüne taşıyan yer ise Eski Şehir. Bugün sit alanı olan semt, Türk ve Bulgar mimarisinden taşıdığı izlerin yanı sıra koruma altındaki geleneksel evleri ile de biliniyor. Her gün binlerce turistin ziyaret ettiği Eski Şehir, Filibenin adeta tarih bekçisi. Safranbolu evlerini hatırlatan eski Osmanlı evleriyle, dar kaldırım sokaklarıyla UNESCO kültür mirası listesine alınan Eski Şehir turistlerin ilgi odağı. Bulgar uyanış devrinden kalma evler olarak adlandırılan yapılar, sade ancak göz alıcı işçiliği ile dikkat çekiyor.


162

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Güneş ışığını alacak şekilde yerleştirilen pencereleri ve ahşap tavanlı yapıları ile Filibe evleri oymacılık sanatının da en güzel örneklerini barındırmakta. Osmanlı mimarisini yaşatan bu evlerin bazılarında hala hayat sürenler bulunurken, restore edilen yaklaşık 150 evin çoğu müze, galeri, atölye ya da restoran olarak kullanılıyor. Eski Şehir Tarihe Açılan Bir Kapı Osmanlı döneminde en parlak yıllarını yaşayan Filibe’de, kentin zengin tüccarları Türkiye ve Arap ülkeleriyle ticaret yapar ve kentlerinin kalkınmasını sağlarmış. 19. asırdan Argir Kuyumcuoğlu’nun evi bugün etnografya müzesi olarak ziyaretçilere açılmış durumda. Ahşap sanatının inceliklerini yansıtan, 570 metre kare üzerine kurulu, 4 katlı, 12 oda ve 130 pencereden oluşan barok mimari ürünü bina 1917’de müzeye dönüştürülmüş. Asırlık ağaçların bulunduğu bahçesi ve çevre düzenlemesiyle Filibe Evleri’nin seçkin örneklerinden olan etnografya müzesi binası, mimarisi ve içeriğiyle Eski Şehir’in kültür hazineleri arasında yer alıyor. Eski Şehir’in sokaklarında tarihi bir kaleye ya da kalenin duvarları arasında tarihe açılan bır kapıya rastlamak mümkün. Bir zamanlar kale kapısı olarak kullanılan Hisarkapı bunlardan biri. 8 metre yüksekliğinde, 2,5 metre kalınlığında büyük taşlardan inşa edilen kale, şehrin korunması için yapılmış. Tarihi antik çağa kadar uzanan, Bizans ve Osmanlı hâkimiyetlerine şahitlik eden kalesi Hisarkapı, bugün hâlâ şehrin merkezindeki görkemini koruyor. Osmanlı’nın Bulgar topraklarından çekildikten sonra ardında bıraktığı mimari ve tarihi eserlerin çoğu şekil değiştirse de, işlevini sürdürmeye devam ediyor. Osmanlı döneminden kalan Sarı Mektep de bunlardan biri. Halkının sosyal ve eğitim ihtiyaçlarına oldukça önem gösteren Osmanlı yönetimi dönemin ibadethane ve dini yapılarının yanında, mektep adı verilen okullar inşa ettirdi. 19. asırda Rumeli Beylerbeyi tarafından yaptırılan Sarı Mektep üzerindeki sarı boyadan dolayı Sarı Okul adıyla anılıyor. Günümüzde konservatuar olarak kullanılan, Sarı Mektep, müzik, dans ve resim derslerinin yapıldığı bir sanat okulu. Sarı Mektep, inşa edildiği dönemin tarihî ve kültürel mimarisinden izler de taşıyor.


Makale ve Analizler - 2013

163

Uzaktan yakından Bulgaristan

BGSAM-13.Ağustos.2013

Bir beyaz minibüs, içindeki üç yazar, iki illüzyonistle Bulgaristan turnesine çıktı. Meriç kıyılarından Tuna boylarına onlarca şehirde, köyde, kasabada eğleşen ve kimi yerde çiçeklerle, kimi yerde türkülerle karşılanan bu ekip neyin peşindeydi? Sınır çizgileri, toprağın rengini değiştirmez, ağaçların türünü ve dağların yapısını da... Günebakan çiçekleri her iki yakada da yüzünü güneşe çevirir ve bu sarı tarlalar, Türkiye toprağından Bulgaristan’a sınır tanımadan uzayıp gider. Edirne’den çıkıp sahil şehri Burgaz’a ulaştığınızda, “Ne çabuk!” dersiniz şaşkınlıkla, “Bir Bulgar şehrine biz bu kadar yakın mıydık?” İşte esas mesele; yakınlık ve uzaklık... Arada tel örgülerden daha aşılamaz bir duvar var zira; geçmişin zaferleri ve yenilgileri... Bilhassa Bulgaristan tarafında, öfkeyi her dem taze tutan tarih kitapları yeni nesilleri Türkiye’den fersah fersah uzağa düşürüyor. Bu durumda beylik bir ifade de olsa söylemek zorundayız: “Bulgaristan bize hem yakın, hem de uzaktır arkadaş!” Evet, coğrafî olarak yakın, psikolojik olarak uzak; ama sınır bir kez aşılıp da karşı tarafa geçildiğinde öyle bizden, öyle aşina ki! Bulgaristan topraklarında, yaklaşık bin beş yüz kilometreyi Türkçe duyarak ve Türkçe konuşarak kateden biri, “yabancılık” hissinden söz edebilir mi! Burgaz’dan Varna’ya, Rusçuk’tan Silistre’ye, Şumnu’dan Filibe’ye, onlarca şehirde, köyde, kasabada, ilçede bir Anadolu sıcaklığıyla karşılanmak, baştan beri sözünü ettiğimiz o zihnî uzaklığı da bir anda siliveriyor. O zaman biz, geçmişte yaşanmış türlü zulümlere rağmen yerini yurdunu terk etmemiş Bulgaristan Türklerine bir teşekkür borçluyuz. Yalnızca teşekkür değil, biraz da ilgi ve merak borçluyuz. Göçmeyip orada kalanlar bugün nerede, nasıl yaşarlar? İbadethaneleri ne durumdadır, Türkçeyi rahatlıkla konuşurlar mı? Latif Fatme Latif, bize bu soruların cevabını verebilir mi? Evet, büyük oranda... Adından başlayalım. Latif, o topraklarda geleneksel isimlerin bugün bile revaçta oluşunun göstergesi. Anne babalar çocuklarını Ayşe, Hatice, Hüsniye, Nesibe, Emine gibi adlarla çağırıyor ve bizim geldiğimiz noktayı bıyık altından gülerek değerlendiriyor: “Sizde çocuklara Su, Yağmur, Sarp, Kaya gibi isimler veriliyor artık.” Latif, dedesinin adını taşıyor ve o adı Bulgaristan Türklerinde âdet olduğu üzere, ikinci soyadı olarak kullanıyor. Ortadaki “Fatme” nedir peki? Annesinin adı, bildiğimiz Fatma, Latif’in ilk soyadı ve bir başka gerçeğin; hem


164

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgarlar hem de Türkler arasında yaygınlaşan boşanmaların işaretçisi... İşte size üç kelimenin söylediği... Henüz on beşindeki Latif’i Bulgaristan Türklerinin bir temsilcisi gibi gösteremeyiz elbet; ama konuştuğu Türkçeden, söylediği türkülerden ve kendi hayatına dair anlattıklarından yola çıkarak bazı varsayımlarda bulunabiliriz. Türkçenin şehir merkezlerinden ziyade köylerde daha güzel konuşulduğunu iddia edebiliriz mesela ki hem gözlemlerimiz hem de görüştüğümüz yetkililer bu tespiti doğruluyor. Ve Türkçe bu topraklarda biraz da türküler eşliğinde yaşıyor. Karşı dağlarda görünen her köyün adını bilmekle kalmayıp o köye ilişkin türküler de söyleyen Latif, bize ister istemez şu soruyu sorduruyor: “Anadolu’da on beşinde kaç çocuk, köyler üzerine yakılmış türkülerden haberdardır?” Nasıl öğrenmiş peki bu türküleri? “Küçükken nineme, ‘bir türkü söylesene’ derdim, o da söylerdi. Böylelikle öğrendim hepsini.” Dikenlik köyü görününce karşıdan, ısrarlarımıza dayanamayıp mırıldanmaya başlıyor Latif: “Dikenlikten çıktık başım selamet / Kamçıboyu’na indik koptu kıyamet / Yansın anam yansın Gülsümüm diye / Yanarım gençliğime doymadım diye...” Bu türkünün adı “Gülsüm Kızın Destanı”. Bir de hikâyesi var: Gülsüm, Salim’i sever; ancak ailesi daha zengin olduğu için onu Recep’e vermek ister. Gülsüm Salim’le kaçar ve beklendiği üzere Recep arkalarından yetişir. Niyeti Salim’i vurmaktır; fakat kurşun Gülsüm’e isabet eder ve kız oracıkta ölür. Kamçıboyu’nda kopan kıyamet işte Gülsüm’ün kıyametidir. İş önlüklerinin sırrı Köyler, dağ yamaçlarında ve ovalarda yeşillikler arasına serpiştirilmiş kırmızı çatılarıyla beliriveriyor. Kiremitlik, Dikenlik, Çepelce, Dereköy, Çukurköy... Hiçbirinin Türkçe tabelası yok; ama halk yıllar yılı kendi köylerini hep Türkçe isimleriyle bilip söylemiş. Köy dediğimiz burada, kaldırımlı caddeleri, kültür evleri, yeşil parklarıyla emeklilerin yerleştiği sakin kasabaları andırıyor aslında. Fakat duvar diplerinde oturan şalvarlı teyzelere bir Anadolu köyünde de rastlanabilir pekâlâ... Üzerlerindeki gri, kahverengi ve lacivert iş önlükleri hariç tutulmak kaydıyla tabii... Burası ilginç; bir örnek giyinmiş onlarca kadını bir anda kar-


Makale ve Analizler - 2013

165

şımızda görünce, az önce bir fabrika paydos etti zannediyoruz, bildiğiniz tek tip giysiler işte, önden düğmeli, yandan cepli... Meğer köylerde kadınlar şalvarlarının üzerinde “manto” dedikleri bu önlükler olmadan sokağa adım atmazmış. Önceleri devlet dairelerine işi düşenlere gerekli ciddiyeti temin eden bu üniformalar, sadeliği ve kullanım kolaylığıyla bağda, bahçede, kapı önünde, komşu ziyaretinde tercih edilir olmuş ve bugün neredeyse geleneksel bir giysi halini almış. İşçi sınıfının ve tek tipliliğin yüceltildiği komünizm döneminden bir “hediye” muhtemelen... Her neyse, bu köylerin bizim köylere benzemezliğini izaha devam edelim. Şumnu Üniversitesi’nden mezun olduktan sonra Bayramalan köyünde tarih ve Bulgarca öğretmenliği yapan Huriye Bekir’e soralım mesela: “Okul dışında neyle meşgul olursunuz?”, “Her sabah kalkar ineğimi sağarım. Her köylü kadın gibi, tarlada çapa yaparım, dikerim, örerim. Okuldan çıkınca gidecek başka yer mi var, bağdan, bahçeden başka!” Köylerde hayvancılık tarımdan daha güçlü; ama Bayramalan gibi ‘deniz boyu’na yakın köylerde kadınlar sahil otellerinde, tekstil atölyelerinde, erkekler ise inşaatlarda iş bulabiliyor. Bayramalan köyünde bir kütüphane ve sandıklardan çıkan nakışlı kumaşların, elbiselerin, toprak testilerin, bakır sahanların ve bugünkü çocukların hiç tanımadığı tarım aletlerinin sergilendiği bir de müze var. Kiremitlik, Çepelce ve Bayramalan’dan sonra Latif’in köyü Dereköy’deyiz. 350 haneli bu köyün Sofya Yüksek İslam Enstitüsü’nü bitirmiş, mastırlı bir muhtarı var. Burada altını çizmek istediğimiz nokta, muhtarın eğitimli oluşu değil sadece, gençlerin üniversite okumak için neredeyse hiç heyecan duymadığı bir zamanda köyüne dönüp onları cesaretlendiren bir genç adamın varlığının nasıl da ehemmiyetli oluşu... Muhtar İsmail Över, hem Bulgar hem Türk gençlerin kapılar açıldıktan sonra çalışmak için Avrupa’ya gittiğini, geride kalanların da üniversite eğitimine ilgisiz olduğunu söylüyor. Ona kalırsa bu moralsizliğin altında komünizm döneminde bastırılan anne ve babalardan çocuklarına sirayet eden “Bizden bir şey olmaz” düşüncesi yatıyor. Över’in o “karanlık” günlerle ilgili önemli tespitleri de var: “Komünizm döneminde Bulgarlar dini yasaklayıp Türklüğü yüceltmişler. O yıllarda Nazım Hikmet’in burada Türkçe dersi verdiği biliniyor. Okullardan biri de onun adını taşır zaten. Niyetleri, Türkçe üzerinden komünizmi sevdirmeye çalışmaktı... Sonrasında bize Kuran’ı yine dedelerimiz öğrettiğine göre bu kampanyaların tuttuğu pek de söylenemez. ” Bulgarlar Türkçe yer, Türkçe uyur Bulgarlar “din”den sıyrılmış bir Türkçeyle komünizm propagandası yaptıkları dönemde bu dilden bazı kelimeleri sevmiş olabilir mi? Yok, muh-


166

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

temelen daha eskinin, tarih kitaplarında ve turizm broşürlerinde üzerinden bir çırpıda atladıkları 500 yıllık Osmanlı geçmişinin hediyesidir onlar. Bugün, tencere ve yorgan gibi bazı kelimelerin Bulgarca karşılığı olmadığı söyleniyor mesela. Kültür Bakanlığı’nın yürüttüğü TEDA projesi kapsamında Türkçeden Bulgarcaya kitap çevirileri yapan Rüstem Aziz, “Bulgar dilinin yaklaşık yüzde 15’i Türkçe kelimelerden oluşur. Bir Bulgar’ın evine misafir olduğumuzda, döşeme döşemedir, tavan tavandır, döşek döşektir. Tabii, kimi kelimelerin anlam kaymasına uğraması yüzünden zor durumda kaldığımız da olur. “Piç” kelimesi söz gelimi, Bulgarcaya “mert” olarak geçmiştir. Türkiye’ye yaptığımız seyahatlerde, Bulgar iş adamları Türk meslektaşlarının sırtlarını “çok piç adamsın” diyerek sıvazladığında bir tatsızlık çıkmasın diye meseleyi acilen izah etmemiz gerekir.” Peki, Bulgaristan’ın Türkçeye bugünkü yaklaşımı nasıl? Türkler, tamamı ya da çoğunluğu Türklerden oluşan okullardaki Türkçe derslerini (haftada iki saat) yetersiz buluyor. Ancak şehir merkezlerinde Bulgarların çoğunlukta olduğu okullarda okuyan Türk gençlerin sıkıntısı farklı: “Sokakta rahatlıkla Türkçe konuşabiliriz; biri bir şey söylediğinde ‘Kardeşim bu ülkede demokrasi var’ deyip geçebiliriz; ama okulda bu yasak. Kendi aramızda Türkçe konuştuğumuzda arkadaşlarımız bizi müdire hanıma şikâyet etmekle tehdit ediyor ve çaresizce susuyoruz.” Bir şehre bir cami yeter! Şumnu şehir merkezindeki kilise ve camileri “hilal” ve “haç” sembolleriyle gösteren eski bir haritada 20 tane ‘hilal’ saymak mümkün. Bugün ise aynı şehir merkezinde hatırı sayılır tek cami var, o da 1744’te Şerif Halil Paşa tarafından yaptırılan Tombul Camisi (halk arasında bu isimle biliniyor)... Kırk-elli yıl içerisinde sadece Şumnu’da değil, bütün Bulgaristan’da mabet kıyımına giden komünist yönetim, hemen her şehirde yalnızca bir cami bırakmış ki onların çoğu kaybolan tapular ve iki ülke arasında uzayıp giden bürokratik yazışmalar yüzünden ibadete ya kapalı ya da elverişsiz durumda bugün. Nihayet iskelelerle kuşatılan Tombul Camisi’nin söz gelimi, Demirel’den bugüne uzanan bir “onarılamama” hikâyesi var. Edirnekapı’daki Mihrimah Sultan’ı andıran bu cami Bulgaristan’ın en güzel ve belki en talihli camilerinden yine de, Rusçuk ve Silistre’deki emsallerinin hali daha dokunaklı zira... Vaktiyle yaklaşık 45 camisi bulunan Rusçuk, altından su boruları geçtiği için yıkılma tehlikesi yaşayan Mirza Sait Paşa Camisi’ni kurtarmaya çalışıyor şu günlerde. Silistre ise Kurşunlu Camisi’ni perişan görünümüne rağmen ibadete açık tutma gayretinde. Mimar Sinan’ın tale-


Makale ve Analizler - 2013

167

belerinden Dülger Mustafa’nın 1560’larda yaptığı ve 1600’lerde şehri ziyaret eden Evliya Çelebi’nin ‘pir-i nur, yok bundan maadası’ diye methettiği mabedi böyle mahzun görmek varmış demek biz torunların kaderinde. Caminin etrafında dönerek hasar tespiti yapmak, kitabe aramak ama bulamamak, sonra yoldan geçen bir Dimitir amcadan “Kurşunlu” adını duymak, demir parmaklıklar arasından içerisini görmeye çalışmak, gördüğünden hiç de hoşnut olmamak... Neyse ki Bulgaristan’daki Türk makamları caminin onarımı için TİKA ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne başvurmuşlar, hatta Kadir Topbaş mimarlar göndermiş ve projeler hazırlanmış. Şimdi gözler iskelenin kurulma onayını verecek Bulgaristan parlamentosunda... İmam hatip öğrencisi aranıyor Şumnu, Rusçuk ve Kırcaali’de, bizdeki imam hatip liselerinin muadili sayılabilecek üç ilahiyat lisesi var. Bulgaristan’da, cami imamlığının yetmiş-seksen yaşındaki ihtiyarlara kaldığı ve komünizm döneminde yetişmiş nesillerin dine bugün bile uzak durduğu bilinirse veya Şumnu İlahiyat Lisesi mezunlarından Özlem Tevfikova’ya kulak verilirse bu okulların ehemmiyeti daha iyi anlaşılır: “İkinci sınıfı bitiren öğrenciler Kur’an öğretmeye hak kazanırlar. Ben üç sene üst üste yaz tatillerimi değişik köylerde ikişer ay kalarak ve isteyen herkese Kur’an öğreterek geçirdim.” Ancak ne var ki yeni nesil içinde ilahiyat liselerine sıcak bakan Özlem’lere nadiren rast geliniyor ve okul yöneticileri öğrenci bulmak için kapı kapı dolaşmak zorunda kalıyor. Şehir merkezlerinde böyle bir taleple kapı tıklatmanın neredeyse imkânsız oluşu, hatta dilin ve dinin daha iyi muhafaza edildiği köylerde bile öğrenci arayışının, okulların sunduğu cazip imkânlara rağmen kolay olmayışı komünizm tesiriyle açıklanabilir pekâlâ... İkna olan öğrencilerin mahalle baskısı yüzünden nerede okuduklarını saklayışı ya da kendi köylerine uzak bir şehri tercih ederek bir nevi hicret yaşayışı da... Uluslararası standartlara göre eğitim veren, parasız yatılı imkânı sağlayan, maddi sıkıntısı olanların giyecek ve yol parasını temin eden ve sonrasında hangi fakülteyi kazanmış olursa olsun, öğrenciyi üniversite eğitimi boyunca bursla desteklemeye devam eden bir sistemden söz ediyoruz neticede. Başarıyla mezun olmuş gençler Türkiye’deki üniversitelerde konaklama, yemek ve sağlık giderleri karşılanarak ve aylık 300 dolar burs alarak okuyabiliyor üstelik. Bulgaristan’a müftü, imam ve öğretmen yetiştiren bu liselerin öğrencisizlikten dolayı kapatılmasından endişe duyan idareciler, “Demokrasiye geçildiği yıllarda buradaki Müslüman halkların tale-


168

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

biyle okulların yeniden açılmasına izin verilmişti, ancak şimdi kapanırsa bir daha açmamız mümkün olmaz.” diyorlar. Türkiye Diyanet Vakfı tarafından finanse edilen ve Anadolu’dan gönderilen eğitimciler tarafından koordine edilen okullardaki öğrenci profili, ülkenin bazı gerçeklerini de görünür kılıyor. Rusçuk İlahiyat Lisesi’ne Türkiye’den gönderilen ve bu görevi bir ‘vefa borcu’ olarak değerlendiren müdür yardımcısı Muzaffer Gedikoğlu, öğrencilerinin yüzde sekseninin anne babasının ayrı olduğunu ve bazı kimsesiz öğrenciler yüzünden öğrenci yurdunu yaz-kış açık tuttuğunu söylüyor. Ülkedeki yetiştirme yurtlarına Türk çocuklarının da bırakıldığına bakılırsa, Bulgaristan’da her yüz çocuktan 56’sının evlilik dışı dünyaya geldiğini gösteren istatistiklerin sadece Bulgarları değil, ülkede yaşayan Müslümanları da ilgilendirdiği söylenebilir. Bütün bu tatsız bilgilerden sonra, yetiştirme yurdundan ayrılmış bir kız çocuğunun önümüzdeki sene Rusçuk İlahiyat Lisesi’nde yatılı okumak üzere kayıt yaptırdığını öğrenmek hoş doğrusu... Okulların Osmanlı’dan kalma yapıları eğitim ve konaklama için kullanıyor oluşunu da ayrı bir hoşluk olarak kaydedelim. Müftüler ne ister? Yurt dışında müftü ziyaretinin neredeyse elzem olduğu tek yer Balkan ülkeleridir. Onlar orada, biraz mahzun ve yalnız dururlar çünkü... Niyetiniz ülkeyi biraz tanımaksa hele, iyi birer rehberdir müftüler. “Şehirde bir kale var mıdır, camilerin kaçı kayıp, kaçı sağlamdır, Osmanlı’dan kalma yapılar hangileridir, Evliya Çelebi Seyahatname’sinde bu şehir için ne demiştir?” Ülkenin hem geçmişi hem de bugünü hakkında da söyleyecek sözleri vardır üstelik. Biz Bulgaristan’ı biraz da böyle tanımaya çalıştık işte, müftülerin dertleri ve beklentileri, ülke gerçeklerini işaret eder çünkü biraz da... Silistre Müftüsü Müddesir Mehmet’in söz gelimi, Bulgaristan’a imam gönderen Türkiye Diyanet Vakfı’ndan bir ricası var: “İmamlar, komünizmin halkı nasıl yanılttığını bilerek gelmeli buraya. O neslin camiyle barışık olmayışını anlamakta zorlanıyorlar sonra.” Müftü Mehmet’e göre asıl çözüm, Bulgaristan’ın kendi imamlarını yetiştirmesi; ama önce çocukların camiye, gençlerin de ilahiyat liselerine ısındırılması gerekli. Rusçuk Müftüsü Aziz Azizov da ülkede görev yapan imamların yüzde doksanının yetmiş yaş üstü oluşundan muzdarip; ancak Türkiye’den gönderilen genç imamlarla ilgili onun da bir şerhi var: “İmamları gönderirken dikkatli olmalılar. Bize banka borcunu kapatmak için yurt dışına çıkmış insanlar değil, gönül adamları lazım!” Müftülerin bir sıkıntısı da camilere ait vakıflarla ilgili... Bulgaristan Başmüftülüğü vakıf mallarını geri alabilmek için geçen yıl aralık ayında


Makale ve Analizler - 2013

169

100’ün üzerinde dava açmış. Silistre Müftülüğü, Kurşunlu Camisi bitişiğinde bugün belediyenin eline geçen cami arsasını, Şumnu Müftülüğü ise bir hamam ve bir Türk okulu binasını almak için mücadele veriyor. Sorun daha ziyade tapularla ilgili; arşivlerde kayıtlı arazilerin bir kısmı tapularına ulaşılamadığı için bir anlam ifade etmiyor; ancak o tapuların Jivkov döneminde kasten kaybedildiği de herkes tarafından biliniyor. Bulgaristan’a Niçin Gidilir? Edirne Valisi Hasan Duruer’in bir sınır valisine yakışır biçimde komşu hakkını gözettiği ve Evlâd-ı Fâtihân’ın halini hatırını sorup gönlünü aldığı biliniyor. Duruer’in Balkan Danışmanı Fahri Tuna’nın organize ettiği “Sanatçılar Balkanlar’la Buluşuyor” etkinliği de bu alâkanın tezahürlerinden biri. Önceki aylarda Makedonya’yı dolaşıp oralardaki Türk gençleriyle buluşan sanatçılar, bu kez Bulgaristan’da yedi şehir ve bir o kadar da köy, kasaba, ilçe dolaşarak hem halkla hem de ilköğretim, lise ve üniversite talebeleriyle bir araya geldi. Niyet sahihti; Türkçenin artık bir işe yaramadığına inanmaya başlayan gençlere moral vermek, İstanbul Türkçesinden bir latif rüzgâr estirmek, büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden öpmek, minik hediyelerle sevindirmek, merak gidermek, sorup öğrenmek, anlatıp dinlemek... Gümrah ormanlardan, mümbit ovalardan, ayçiçeği ve lavanta tarlaları arasından üç yazar ve iki illüzyonistle akıp giden ‘turne’ minibüsü, eğleştiği her köyde, kasabada hem sevindi, hem sevindirdi, kimi yerde çiçeklerle, kimi yerde türkülerle ama her yerde gülümsemelerle karşılandı. Kim bilir belki de bir “merhaba”nın kırk yıl hatırı vardı. Medreset-ün Nüvvab Yeni Âlimler Yetiştirebilir mi? Bulgaristan’daki üç ilahiyat lisesi içinde en meşhuru Şumnu İlahiyat Lisesi. Tombul Camisi’ne komşu olan lise, 1922’de ‘Medreset-ün nüvvab’ adıyla açılan okulun bir devamı niteliğinde. Şöhretini de bu okuldan yetişip bölgeye hizmet eden âlimlere borçlu zaten. Nüvvab, Osmanlıcada kadı yardımcısı anlamına geliyor. O yıllarda müftü yardımcısı yetiştirmek üzere kurulan okulun iftihar tablosunda Marmara İlahiyat Fakültesi’nde hocalık da yapan fıkıh ve hadis âlimi Ahmet Davutoğlu da bulunuyor. Bu kıymetli isimlerin, okulun yeni öğrencilerini şevklendirdiğini düşünen müdür yardımcısı İdris Sağır, geçen sene Türkiye’ye gönderdiği altı öğrenciden epey ümitli; “Konaklamadan, ulaşıma her türlü ihtiyaçları karşılanıyor. Mezuniyetlerini takip eden altı ay içinde dönmek şartıyla gönderdik onları. Buraya gelecek ve memleketlerine hizmet edecekler.” İdris Sağır’ın da Türkiye Diyanet Vakfı’nın


170

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

görevlendirmesiyle memleketi Maraş’tan kalkıp Şumnu’da hizmet ettiğini hatırlatalım.

Etraf yangın yerine dönmüş

Burhan Utkualp-14.Ağustos.2013

Bozdağ’nın Bulgaristan gezisinden sonra, bazı göçmen derneği sıralarından homurdanmalar geliyor kulaklarımıza. Adamın asabını bozup durmayın, yahu, 23 yıldır ne sosyal faaliyetinden bahsediyorsunuz ki. Sanki Kaf dağlarını siz yarattınız da bizim haberimiz olmadı... Türklüğümüz elden gidiyor, sizler ise hala başı boş sosyal aktivitelerden bahsediyorsunuz. İsimlerini iade edenlerin sayısı 250 000 ulaşmış, ne Ana dil kalmış, ne Baba dil... Şimdi başlıyacağım sizin derneklerinizden. Yeterin artık, kanıma dokunmaya başladı. İki aydır, Bulgarlar sokakta hak ve hukuk peşinde, hani bizim Türkler nerede, derneklerimiz nerede... Sonra, Bulgarlar suçlu, değil mi. Bir de; “Starite izselnitsi sa Predateli!” Yazıklar olsun size, yazıklar olsun. Her gün, şeytanlar gibi mekik dokuyorlar, Bulgarya’ya giriş çıkış yapıyorlar. Ve sonra; “Starite izselnitsi sa Predateli!” Bunu çıkın anlatın bize, kimlersiniz sizler. Millet, yeniden Ana dilimizi okullarda alalım, bize yol gösterin, yardımcı olun diyor, feryat ediyor. Ama bu çığlığı göremiyorsunuz. İşinize gelmiyor. Hani nerede dernekler. 2300 Göçmen Derneği... Allah’tan korkun be, Milletin anası ağlıyor, ahı gitmiş vahı kalmış; fakirlikten beli bükülmüş, insan kılığı kalmamış, bir meymenet kalmamış yüzünde; Avrupa kapılarında dilenciye dönmüş, keza Bulgar, Pomak hepsi perişan olmuş... Bekir Bozdağ gitmiş, ama nereye. Gelsin, bir de ben götüreyim onu, bütün rezillikleri görsün Bulgarya’da. Kendinize gelin efendiler, nedir derdiniz, nedir bizlerle alıp veremediğiniz. Bizler, 35 yıl önce Vatansız bırakıldık, bereket versin, Ana Vatanımız bizi sahiplendi. Buna ramen ne Bulgarın bir kötülüğünü düşündük, ne de Tür-


Makale ve Analizler - 2013

171

kün. Biz, kültürümüzü, dilimizi, dinimizi, örf ve adetlerimizi hiç tahribata uğratmadan yaşattık ve yaşatıyoruz. Ya kendini bilmezler, sonradan görmeler ve dönmeler... Hiç kimsenin ahı, kimsede kalmaz. Birileri çıkıp bana siyaset ve edebiyat dersleri veriyor. Milletin adı gitmiş, Türkçe konuşmaktan, okumaktan ve yazmaktan haberi yok... Nedir bu aymazlık. Bursa, İzmir, Ankara, İstanbul, Çorlu, Edirne ve Eskişehir, nerede dernekleriniz, başlarında kimler var... Çıkın ortaya. Biz, Bulgarya Türklüğüne şu hizmeti verdik, şu haklarını kazandırdık deyin. Yok, yok, yok... Olamaz, çünkü sizlerde o kültür, asalet ve adalet bilinci yok, olması da mümkün değil... Bence, Bulgaristan Türklüğü, yalnız ballı emeklilikten, güzel evlerden, son model arabalardan, kısa paçalı pantolanlardan, siyah gözlüklerden ve altın bileziklerden ibaret değildir... Ama sakın unutulmasın, etraf yangın yerine dönmüş. Ateşle oynayıp durmayalım, ey efendiler...

Biz hep ürkütüldük!

Hamiyet YILDIRIM-18.Ağustos.2013

Ramazan geçti, bayramlaştık, bayram tatili bitti. İşi olan iş başına döndü. Ben de sizlerle Pazar sohbetine oturdum. Kırcaali’deydim. Arda akıntısında saçlarımı savurdum. Su Aynasına baktım. Güzelliğimi ve gençliğimi aradım. Sağan gölünde kaybolmuşuz. İstanbul’da otursam da, doğduğum dağlar şehrinin kokusunu Sabah çayımla içmek için pazardan taze garamık, ıhlamur ve katırtırnağı (akasya) balı aldım. Çarşımız güzel düzenlenmiş. Tezgâhlarındaki mallar aynı. “Molla Çeşme” pazarındaki satıcı teyzeler mekân değiştirip şehir çarşısından belediye pazarına taşınmış, yeni mekânda satıcı müşteriden, müşteri de satıcı-


172

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

dan hala çekiniyor gibi, ürkek bir hava var. “Bir de sen bu malı nereden aldın?” korkusu dolaşıyor göze çarpmadan. Alış veriş durgun. Bizde esnaflık babadan geçme değildir. Örneğine seyrek rastlanır. Sosyalizimde mal mülk ortak olduğundan esnaf tabakası yoktu. Ortak mülkiyet yeni biçilmiş çimen gibidir. Göz alıcı güzel, kokusu da nefis ama insanlar tek düzedir. Bizde kimse fazla boy atamamıştı, çok zengin olamamıştı. Herkes rahatından fazla bir şey düşünmez olunca, toplumsal düzen durgunlaştı ve dolayısıyla çöküşe geçti. Bu örnek bizim gerçeğimizdir. Şimdi herkesin üzerinde bir gariplik var. Düşünceli görünüş sanki anadan gelme, fakat insanların ne düşündüğü, neden düşündüğü anlaşılır gibi değil. “Düşün düşün işin bo..tur!” sözleri ikide bir kulağa geliyor. Bir adamın sırtındakini çıkar, geldiği yeri, mesleğini, düşüncelerini anlayabilirsen anla... Anlayamazsın. Ben doğup büyüdüğüm şehirde bu defa esen farklı bir laubalik, kendine acındırma aldatmacası hissettim. Önceleri böyle bir şey yoktu. Herkes neyse oydu. “Yeni Hayat” gazetesi Hak ve Özgürlükler Hareketi Başkanı Lütfü Mestan’ın “araba kredi ödediği” yazıyor. Hem milletvekili hem de Hak ve Özgürlükler Partisi Başkanı olarak Mercedes arabası ve şoförü olan Lütfü Mestan’ın banka kredisi ödeyerek, zavallı insanlarımıza “ben de sizin gibi parasızım, ne yapalım görüyorsunuz işte, ben de kredi ödüyorum!” demek istemesi saçmalık değil de nedir. İnsanımız saftır, temizdir ama her yalana inanmaz. Mestan’ın bu icadına şaşmamak elde değil. Eski hamam eski tas önümüze çıktı. Daha önce aynı görevde bulunan Ahmet Doğan ökçesi patlak ayakkabıyla gezip kendine acındırmak istemedi mi? Bizi kendisine acındırarak aldattı. O bizi yarınlarımız üstüne ürkütüp korkutmaya çalışmıştı. “Bosna Savaşı” tehdidi savuruyordu. Sahtekârları sanki aynı ana doğurmuş gibi. Halkımızı şimdi de “Şu Avrupa işleri belli olmaz. Açlık geliyor! Bir lokma ekmeğe muhtaç kalacaksınız!” zihniyetiyle ürkütmek istemesin bunlar. Zaten biz 1877’den bu günlere kadar hep ürkütülmedik mi, korka korka yaşamadık mı? Şu “kredi” meselesini bir de birlikte düşünelim. Lütfü Mestan 20 yıldan beri milletvekilidir. Maaşların paşasını alır. Yediği köfteler, makam arabasının benzini hep devletten. HÖH Başkanı maaşı ayrı tabii, hem de avuç dolusu. Eşi Bakanlar Kurulunda anasız babasız Rom çocukları dış ülkelere pazarlama görevindeyken az mı bebe sattı? Kaynatası Hasan Ali milletvekiliydi. “Bulgartabak Holding”in Devlet sofrasındaydı. Bu kapıdan içeri giren sinekler bile yemekten içmekten patlıyor. Sıçanlar göbek salmış, çatlıyor. Demek istediğim Hasan Ali sevgili damadına bir araba alamayacak duruma mı düştü?


Makale ve Analizler - 2013

173

Yoksa sabun balonu şişirenler arasında gizli bir sözleşme mi var? Bir Rus olan birinci kocasından başlandığında ortada kalan Hasan Ali’nin kızı o zamanlar pazarlık konusu olmuştu. HÖH’ten milletvekili seçilirsem Hasan Ali’nin dul kızını alacağını söyleyen bugünkü Başkan seçilememişti. O zaman Hasan Ali HÖH Kırcaali milletvekilliğinden müstakbel damadı L. Mestan lehine vazgeçti. Politik anlayış ve davranışları, ideolojik mayalanışı Hak ve Özgürlükler davasında çok uzak olan, aslında Bulgar milliyetçiliğine yakın duran Lütfü Mestan Bulgar meclisine bir “Türk demokratı olarak” böyle zar zor itelemişti. Ahmet Doğan’ın “Lütfü Mestan ilişkisine dayanan senaryo bu pazarlıkla başlamış ve gizli servis tarafından hain niyetle kaleme alınmıştır. Görüldüğü üzere özü açısından Türk Partisi duruşuna yabancı ve ters olan Lütfü Mestan daha sonraki yıllarda partimizi Bulgar milliyetçiliği ve Romeneçaresizliği yönüne kaydırmış ve Türk, Pomak ve diğer Müslüman kardeşlerimizin öz hakları ve kazanımları uğruna verdikleri asil davalarına ölümcül darbe indirmiştir. HÖH Bulgaristan Türklerinin 138 yıllık büyük kazanımızdır. Ezilişimizin diriliş sembolüdür. Bu parlak yıldız Ahmet Doğan’dan sonra Lütfü Mestan tarafından da gölgelenmiş ve kirletilmiştir, davamızın amacı yönünden saptırılmıştır. Bu tokuşturmaları Kırcaali pazarında dinledim.“Bir ana evladından vazgeçemez!”, “Biz de HÖH’ten vazgeçemeyiz!” diyenler var. “23 yıl büyüyen bir ağaç kesilir mi? Yerine dikeceğin fidana bel bağlanır mı?” sorusunu yöneltenler var. “Çiçek açar ama meyve bağlamaz!” diyenler de az değil. Herkes politikacı. Bu kavgalı tartışmalardan hem ürktüm hem de, tiksindim. Bir de sevindim yerler oldu tabii.“İnsan ellisinden sonra değişmez. Ağaç 23’den sonra aşılanmaz!” tezini savunanlar komünistlerden de ileri komünist gibi konuşuyordu. HÖH çinenen Amerikan sakızı gibi bir şey olmuş, çine çine bitmez. Bir gün tükürülür mü bilinmez!? İşte böyle bir politik havadan etkilenip çok olumlu duygularla ayrıldım Rodop Dağları’nın emsalsiz güzeli şehrimden. Arabamla Haskovo Ilıcaları ovasının andızları ve saman balyaları arasından ilerliyorum. Yaban armudu gölgesine daire sırasıyla yatmış koyunlar önceki kamyondan dökülen teneke kapakları ezen tekerleklerimin çıkardığı sesten ürküp kalktı. Meeleşerek kaçmaya başladılar. Durdum. Çoban cama geldi. “İyi ki küsmedikleri zaman değil!” diyerek başladı söze. “Neden?” diye sordum yüzüne bakarak.


174

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“Çiftleşmelerinden sonraki üç ay içinde ürkütülmeyen koyunlar ikiz doğurur.” diyerek bilge bir bakışla yanıt verdi. Ne demek istediğini, bana neden bu kadar yaklaştığını anlayamasam da, arabanın önüne geçti ve asfalt yola düşmüş teneke kapakları kenara toplamaya başladı. Başını kaldırarak: “Naylon poşetler de çok tehlikeli o dönemde. Bir çalıya takılıp rüzgârda ürküten ses çıkardıkları için, gördüğüm yerde topluyorum...” gibisinden anlatıyordu. Ben, gaza basıp yavaşça çekilirken, hamileliğin ilk üç ayında ürkütülen koyunların ek izlemediğini düşündüm, fikrim bugünkü hükümetin yamağı Volen Siderov olayına takıldı. Demek Ahmet Doğan’a akıl hocalığı yapan politik psikologlar kendilerine göre haklıydılar. Ürken koyunlar ikiz yavrularını düşürüyorsa, aynı şey insanlar için de geçerli olabilirdi! Ürken ve korku içinde yaşayan gelinlerin hamile kalamamasının nedeni bu muydu acaba! Delireceğim... Sonra, ayağımın gaz pedalına fazla bastığını fark ettim, yavaşladım ve çocukluğumda bizim bölgede çok fazla Bulgar asker olduğunu, devamlı silah patlatıldığını, çok gürültülü talim yaptırıldığını ve bir sürü başka bağırış çağrışlı şeyler anımsadım ve annemin “Başlarına bela gelesecileri, gene başladılar, tavuklar yumurtayı kesecek!” sözleri geldi aklıma. Vay be yani annem herşeyi biliyormuş... Vay be, Ahmet Doğan Volen Siderov’a para verip havlayan “Ataka” köpeğini üzerimize bilinçli saldı, desene... Vay Allah’ım. Bazen insanlık tarihinde ne kadar ceza kanunu varsa hepsinin birden yürürlükte olmasını istediğim oluyor doğrusu. Neymiş efendim, Ahmet Doğan Sofya Mahkemesi’nde duruşmaya gitmemiş. Sen kimsin be anan kulu. Biz hukuk devleti istiyoruz. Vatanını ve halkımı satmışsan cezasını ömür boyu çekeceksin. Yok, artık telefon ettirip de durumu değiştirmek. Bozma ağızımı!!! Titrediğimi fark ettim. Arabadan indim. Şu memlekette beni ürkütecek hiç bir şey kalmayana kadar kollarımı sıvıyorum!” diye bağırdım. Anız ovası bomboştu. İşitenim yoktu. Recep Paşa Çeşmesi’nin buz suyunda yüzümü yıkamadan düğmenin başına geçemedim. Bizi ürkütenleri yeneceğimiz tek güç kaynağı tarihimizdir. Ürküp stop etmem için bu yolculuğumun neden olduğunu düşünürken, radyo açtım. “Darik Radyo” Pernik bölgesinde 8 kiralık katilin tutuklandığı haberini veriyordu. Yeni otobana çıktım. Alabildiğine gazladım. Caniler 15 bin levaya insan öldürüyormuş.


Makale ve Analizler - 2013

175

Ahmet Doğan tayfası daha önce iktidardayken her gün insan kaçırılıyor, kesilen kulaklar, burunlar, parmaklar mağdurların ailelerine gönderilip fidye isteniyordu. İstenen para 1 milyon levadan az değildi. Bir düşünsenize insan hayatı 666 defa ucuzlamış. Vay be... Zaman geri dönmüş olmasın diye düşünürken, vitese baktım, ileri takmışım. Şükür tabii. Çünkü iktidar hastası şimdiki çılgınlar geri vitesi de ileri hareket olarak kabul edip, “gidiyoruz işte” sakızı çiğniyor. Geri aynama baktım, yan aynama baktım, yola baktım, kimseler yoktu ama tüylerim diken diken, ben ürkmüş, ürpermiş ve korkarak ilerliyordum. Yazımı bu denli ürpertici bitirmek istemiyorum. Size çok güzel bir haberim var. Bayramda Ankara Orta Doğu Teknik Üniversitesi konferans salonunda 2.500 genç dinleyici önünde konuşan Türkiye Cumhuriyeti Yargıtay hâkimlerinden Metin bey, “O Günler De Gelecek!” yazımdan gizli servis ajanlarıyla etkileşimi anlattığım “Gelin Armudu” bölümünü ve “devrimlerin kitaplarını yazanlar devrimleri görememiştir” fikrimi açtığım bölümleri okumuş, salon düşüncelerimi ayakta alkışlamış. Böbürlendimse özür dilerim ama işitince çok gururlandım, Bulgaristan Türkleri adına tabii...

Suyunun suyunu çıkarmalıyız

İbrahim SOYTÜRK-18.Ağustos.2013

Sayın okurlar, bir yıldan beri devam eden Bulgaristan Türklüğünü ve Müslümanlığını bir ejderha, bir tedavisiz kanser gibi amansız saldırılarıyla dil, din, bilinç ve kültür olarak boğazlamış ve yok etmeye çalışan totalitarizm hurdası Bulgar yönetimi ve onlara yamaklık eden HÖH - eliti ile Türk kimliğimizi koruyarak halkımızı uyandırma davamız devam ediyor. Biz, BULTÜRK Derneği ve Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi ile ortaklaşa bu mücadelemizde haklı olduğumuza ve zafer kazanacağımıza inandığımız için seferber olduk ve saflarımızda hepinize yer olduğunu duyuruyoruz. Kapımız ve gönlümüz insan olanlara açıktır. Biz her konuyu sözlü ve yazılı, yüz yüze göz göze tartışmaya 365 gün 24 saat hazır olduğumuzu beyan ettik, sizlerde bunu zaten biliyorsunuz. Gö-


176

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

rüşlerimizi, öncelikle Türkçe ve Bulgarca olarak her dilde ve tüm yayın organlarında savunmaya varız. Örgüt ve kuruluşlarımızın, yayın organlarımızın hiçbir kimseyle kişisel hesaplaşma niyeti, hedefi ve planı yoktur. Bulgaristan’da yaşayan halk topluluğumuzun bizim insanlarımızın en ufak sorunu bile bizim de sorunumuzdur. Orada, bu gece doğan bebeğimizin sağlık ve mutluluğundan, mezara yaslanmış son anıt taşımıza kadar her şey bizim özümüzden, canımızdan, bölünmez ve parçalanmaz bütünlüğümüzden kopmaz, ayrılmaz, ayırılamaz bir öz parçadır. Biz, dün, bugün ve yarın olarak biriz, bir bütünüz, ortak Kaderliyiz. Biz bu yola çıkarken bunu böyle bildik, böyle kabullendik ve asla şaşmadan böyle bileceğiz. BULTÜRK Derneği Genel Sekreteri sıfatıyla “Suyunun Suyunu Çıkaracağız” başlıklı son derece iddialı bir yazı yazarak karşınıza çıkmamın nedeni, son günlerde Facebook yayaınlarında BULTÜRK Derneği’ne ve Genel Başkanımız Rafet Ulutürk’e, ayrıca Bulgaristan Stratejik Araştırmlar Derneği yazarlarına karşı savrulan kişisel karalama ve tehditlerdir. 1. Biz kimseden korkmuyoruz. Türk doğumuş olmamızdan aldığımız cesaretle, atalarımızın zekâsı; dünü ve bugünü doğru algılayarak yarınlarımızı apaçık görebilmemizle donanmış aydınlıkla ihtiyacı olan insanımıza doğru bilgi, güç ve umut veriyoruz. Karşılığında hiçbir şey istemiyoruz. Oyunuzu bile istemiyoruz. Önemli olan siz sağlıklı olun, iyi yaşayın, mutlulukları paylaşın. Biz en iyi niyetle, en derin alicenaplıkla yaklaşsak da sizlere aramızda derin uçurumlar olduğunun farkındayız. Bu yüzden önce birbirimize el uzatarak, selamlaşarak, yardımlaşarak, davayı birlikte omuzlayarak aynı yolun yolcusu olmak istiyoruz. Şöyle, biz yanılmışsak siz bize doğru yolu gösterin, doğru yolu biz görebilmiş isek gelin hep birlikte yürüyelim. Son hedefimiz iktidar olmak değildir. Allah’ımın nasip eylediği son lokmayı sizinle paylaşma mutluluğunu beraberce yaşamaktır. 2. Suyunun Suyunu Çıkaracağız! İddiamın ardındaki gerçek şudur. Biz hakkımızı gammazlayanlarla, öz davamıza ihanet edenlerle, sizi demokrasi koşullarında da muhtaç, korku içinde yaşamaya zorlayanlarla er veya geç mutlaka hesaplaşacağız. Bunu bizler ekip olarak dava bildik, gelecekteki zaferler bizim olacaktır. Biz hainlerin suyunun suyunu çıkarana kadar bu işin peşini bırakmayacağız.


Makale ve Analizler - 2013

177

Biz, Bulgaristanlı Türk annelerin bu dava için dudaklarımızı ısırıp en cesur, en yürekli, en gözü pek, çılgın yılmaz gençleri doğuracağına inanıyor ve bundan dolayı yolumuza dinlenme yapmadan devam ediyoruz. Bugün artık Bulgaristan Türk ve Müslüman gençliğinin mücadele ve cesaret sembolü olan Genç OKTAY’ın ihanetçi hain Ahmet Doğan’ı 3 bin yaltak ve 500 zırhlı yelekli koruma önünde Sofya’nın en titiz korumalı Kültür Sarayı’nda HÖH 8. Kurultay kürsüsünden saman çuvalı gibi savurup attığı gibi hesaplaşılacaktır halkımıza ve hak alma ve özgü-r yaşama davamıza ihanet eden her hainle. Unutulmasın, bize ve mücadele arkadaşlarımıza dil uzatanların da suyunun suyu çıkarılacaktır. Şimdi gelelim güncel konularımıza: Bulgaristan’da Türklüğü ve Müslümanlığı yaşatma davamızda, orada kalan kardeş ve yakınlarımızla ebedi bütünleşip kenetleşme mücadelemizde asla taviz, ödün verilmeyecektir. Siz hepiniz Halkımız altın kalpli şerefli insanlarsınız. Şu dönemde ezilmişlik, gariplik var üzerinizde, boynu bükük olduğunuzu, geçim davasında iki ucunu bağlayamadığınızı biliyoruz, biz sizlerden olduğumuzdan, sizi iyi tanıyoruz. İnanın bize, tüm dertlerinize derman olma yolundayız, size çok yakınız, geliyoruz, dermanla erişeceğiz. İdeallerimiz ve ülkümüz var bizim: Ülkümüz sizin özlemlerinizle tamamen örtüşüyor. Ana hedefimiz camileri, dinimizi, ana dilimizi, okullarımızı, kültürümüzü zalimlerin pençesinden kurtarmak ve yaşatmaktır. Yarınlar hepimizin gönlünde bahar açacak, saracak, dallarımıza bol bol meyveler yüklenecek, bolluklar ambarlara ve gönüllere sığmayacak. Bu nimetler özünde ve sözünde Türk olan Türk’e, özde ve imanda Müslüman olan Müslümana, bizimle kardeşliği ve komşuluğu yürekten kabul eden herkese gönderilmiştir, geliyor. “Ne anadil kalmış, ne baba dil!” feryadına kapılmış olanlaradır sözüm. Biz sizi de çok seviyoruz. Yataktaki ağır hastadan, tutunup tay durmaya çalışan afacana kadar hepimiz bir bütünüz, bütün kalacağız. Sizin değiminizle, cesur, satılmaz, kaliteli ve güçlü dava erlerine ihtiyaç var. Biz onları karaçalılıkta aramıyoruz, anlar hepimizin arasında, hepsi bizlerden biridir, hatta aradığımız O siz kendinizsiniz. Soruyorum size: Eski bir öğretmensiniz Vatan sevginiz ateşli. Şiirleriniz var. Bulgaristan okullarından Türk çocuklar Ege ve Marmara Denizi sayfiyelerinde kamp yapıyor. Gittiniz mi yanlarına.


178

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Okudunuz mu şiirlerinizden yüreklendirici seçmeleri? Birçok emekli öğretmenimiz var. Şu “şükür işim iyidir, emekliyim, rahatım!” havasından çıkıp dedenizin ve nenenizin yattığı öz köyünüze gidip, top oynayan, çelik atan, ırmakta balık kovalayan çocuklarımızla Türkçe konuşsanıza. Onlar dede sevgisine, kendilerine Türkçe çıkışılmasına hasret. Bir dede tokatına hasret... Ne dersiniz? Eleştirinin eleştirisinden çıkacaktır, içilecek şifa suyu... Yeni önderler yetişecek aralarından. Yarın en yüksek ağaca çıkıp ormanın ötesini görüp bize yol gösterecekler. Biz de omuz omuza yürüyeceğiz arkalarından. Onlar evet işte o sümüklü delişmen afacanlarımız... Siz de biliyorsunuz. Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’ının Kırcaali Cami ziyaretinde kendisine bilgi verirken iki sözünden biri “komple” olan cahil müftülerin ne ödevi ne de işi olacak bu dava. Müftülerimiz ne yazık ki, “komple” ezilmemize hep göz yumdular, “komple” tekmelenmemizi görmezden gelirken hep devletten “komple” maaş aldılar. Olumsuz lamanın olumsuz lanması yani reddin reddi işte buradan başlamalıdır. Bir din adamının vicdanı ve bilinci kirliyse hemen camiden çıkmalıdır. Cami ekmek teknesi değildir... Son: Zaten, Bekir Bozdağ işitmek bile istemese de gerçek şudur: Halkımızın 1929 ile 1953 yılları arlarında Şumnu Nüvvab Üniversitesinde yetiştirdiği Türk ve Pomak din adamlarından % 85 ilk fırsatta okul odalarını, medrese ve camileri bırakıp Vatandan kaçmıştır (kovulmuşlardır). 1968-1978’de olay tekrarlanmış. 1989’da son defa yinelemiştir. Lafı uzatmayayım, Türkiye Cumhuriyeti de bol keseden harcayıp ömür boyu kör cahil din adamı yetiştirmekle yükümlü değildir. Bizim aydın ve bilinçli, halkımızın davasına sevdalı kadrolara ihtiyacımız var. Bunu da yapabilecek dünyada tek devlet var o da Ankara bunu algılayabilmelidir. Menfaatçılarla değil dava adamlarıyla değişimleri gerçekleştirebileceğini artık öğrenmelidirler. Şu sözlerimden kesin eminim: Bekir Bozdağ Bulgaristan Türkleri Öğretmenler Birliği Başkanlıpı ile görüşmeli ve onları yüreklendirmeliydi. Şahsen ben ne cennette ne de cehennemde Arapça konuşulduğuna inanmıyorum. Türklerin cennet dili anadilimiz Türkçedir.


Makale ve Analizler - 2013

179

Başbakan Yardımcısının bu noktada ağırlığını koyması çok beklendi. Şimdi, her şey yine eski hamam eski tas. Bulgarlar bize, Bekir Bozdağ’ı geldi “ana dili falan demedi!” diyorlar. 1989 Ağustosunda o zamanın T.C. Dış İşleri Bakanı Mesut Yılmaz Kuveyt’te “Bulgaristan Türk ve Müslümanlarının hakları Doruk Toplantısında “yorgan altında Türkçe konuşsunlar, engel olmayın!” demişti. Evet, değişen bir şey yok. Dava bizim kendi öz davamızdır ve hep yanlış insanlara güven bağlandıkça suyun suyunu çıkarıp, halkımıza şifa suyu içirmek de zor olacak tabii. Evet, dava bizim kendi öz davamızdır.

Bizim olmayan bizim değildir

Dr. Nedim Birinci-18.Ağustos.2013

Hem Bulgaristan’da hem de soydaşlar arasında olup bitene aldırmayan ve kendi kabuğuna çekilmişlerin oluşturduğu yeni bir tabaka var. Hepsi, hem Türk hem Müslüman, hem görünüşte HÖH’lü, hem de HÖH politikasından bıkmış, tiksinmiş, bir şey olabilir umudu kendilerine ağır yük olmaya başlamış, 12 Mayıs 2013 sonrası gelişmelere katılmak istemeyen, telaşa kapılmış, büyük bir kitle oluşuyor. Hepsi, öncelikle namuslu ve dürüst kişiler. Kimi batar kimi üste çıkar mantıyla düşünmeye başlayan bu katman, birleşme aşamasına girmiş bulunuyor. Halkın içine nifak tohumu ekmeye çalışanları asla desteklemeyen bu onurlu kalabalık, Ahmet Doğan tarafından aldatılmış olmalarından aldıkları acıyı ağır yaşıyor.


180

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Hele Bursa’da Bal- Göç Dernek yönetiminin durum değerlendirmesine gidip, yeni bir ayar yaparak, eski rotasını değiştirmesini bekleyenlerin canı çok sıkkın. Bu vatandaşlarım yıllardan beri çevrelerinin renkli dantelle örüldüğüne sözde tanık olup, daha iyi günler umut ederken, ansızın örülenin dantel değil, zehirli örümcek ağı olduğunu görünce şok oldular. Afalladılar. Uyku sersemliği HÖH 8. Kurultayından beri şiddetle devam ediyor. Bir defa aldatanın, bir defa dolandıranın, bir defa yalan söyleyenin aynı oyunu bin defa daha yapabileceğine inananlar, şu belirsiz dönemde ürkmüş ve düşünceli bir durumdadır. Arayış dalgası genişliyor, dirilme ruhu kabarıyor. Ne olacak şimdi? Bu soru üzerinde çok derin düşünmemizi gerekiyor. HÖH - lider ekibine bağlılığın sürmesi hepimiz için yok olmayı, ölümü burnumuzun dibine getireceğini fark edip koku alanlar hareketleniyor. Yeni kuşak dede ve ninelerine, ana babalarına yapılan zulmü canında hissetmeye başladı. “Olan olmuş!” tutumu artık hâkim davranış olmaktan çıktı. Türkçe ile Bulgarcayı birbirine karıştırıp karman çorman konuşanlar ana dillerini yitirdiklerinin bilincine vardı. Adet ve geleneklerimizin sınırlanması acı yaratmaya başladı. Anneleriyle Türkçe konuşamayan çocuklar yaşlıları ağlatıyor. Türkiye’den gelip eski köye yeni adet getirenlere başka gözle bakılıyor. Soy geleneklerimizin yaşam tarzımızın değiştirilmesi hayatımızda bir boşluk yaratacak ve biz bunu başka bir şeyle doldurmak istemiyoruz direnci artık başkaldırı olmak üzere ve kalabalık taraftar alayı topluyor. Gençlerimizden birçoklarını her şeyden çok korkutan başka bir gerçek de var. Annem veya babam, akrabalarımdan her hangi biri eski rejim sistemlerini desteklemişse, onlara yardım etmişse, ben ne yaparım? Bu korku son zamanda yeniden belirdi ve tartışılıyor. Bu, görüldüğü üzere bir bilinçlenme süreci olarak derinleşmeye devam edecektir. Bulgar devleti değişip yenileşerek demokratikleştikçe bakış açımız da durulup açılacak ve yeni kanıtlarla beslenip ufuk açacaktır. Bir başka soru da şudur: Biz çok uzun bir dönem Bulgar devletini öz devletimiz saymakla yanlış mı ettik?


Makale ve Analizler - 2013

181

Bu nokta çok uzun zaman canlı kalacak gibi, kuşkusuz vicdanımızı rahatsız edecek. Bu, aynı zamanda inanmakla inanmamak, safdillikle aldatılmak arasındaki mücadele sürecinin konusudur. Bulgaristan’da yaşıyor, çalışıyoruz ve her yeni soruna çözüm aramak zorundayız. Şimdiye kadar hiçbir şeyi hediye olarak beklemedik, ellerimizdeki nasırla hak ettik. Buna rağmen, “bütün emeklerimiz boşuna gitti”, “bu işten bir şey çıkmaz”, diyenleriniz var ve olacak. Tespitlerinde haklı olduklarını kabul ederken, biz her şeyin yine bizim çabalarımızla yola girip yenileneceğine de inanç besliyoruz. Kuşkusuz bu sorular hafızalarımızı daha yıllarca meşgul edecek. Tartışmalı konularımız arasında en önemlisi: Bizim olmayan bizim midir? Bizim olmayan bir şey bizim olabilir mi? Olabilirse bu nasıl olur? Bunu nasıl yapabiliriz? Konunun özü: Bulgar gizli servisi “DS” (devlet güvenliği) tarafından 10 Ocak 1990 günü kurulan, Varna İl Mahkemesi’nde tescil ettirilen ve bizim kendimizin olduğunu kabullenip, öz partimiz olarak dört elle sarılarak göklere çıkardığımız, boynuna sarıldığımız, tüm umutlarımızı ona bağladığımız Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH) partisi aslında bizim midir yoksa değil midir? HÖH partisinin gizli DC tarafından kurulmasını yalnız Medi Doganov (Ahmet Doğan) mu razılık göstermiştir yoksa kuruluş belgesinde adı geçen 12 Bulgaristan Türkü, bu arada Bu belgede adı geçenlerden biri olan Kasım Dal da şahsen razı olduğunu peşinen beyan edenlerden birimidir. DC bu HÖH kurucularının her biriyle ayrı ayrı sözleşme yapmışmıdır, çünkü yapmamış olsalardı bu 23 yıl içerisinde onlardan herhangi biri herhangi bir konuda bir defa olsun herhangi bir konuda itiraz etmeliydi. Bu şahıslardan hiç biri bu yönetiminde değildir, muhalefette oluşturmamışlardır. Kasim Dal’ın muhalefetinin de yapmacık oldu ortaya çıkmıştır. HÖH olayını, bir şirket örneğiyle açıklarsak, sahibi başkası olan bir şirkette çalışmamız, (yani HÖH partisine 23 yıldan beri oy vermemiz) aynı şirketin hiçbir hissesine sahip değilsek, o şirket bizim midir, değil midir? Bizim olabilir mi? Olamazsa bizim sayılabilir mi?


182

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Yasalar ve gerçeklik olamaz diyorsa, ne yapmalı! Ben artık 23 yıldan beri 25 yıllık viski içenleri anlamaya başladım galiba. Zamanımız da pek kalmadı galiba. İki yıla kadar bu işi bitirmeliyiz. 25 yıl HÖH partisinin yaşam süresinin ömrüdür. Viskinin yılları buna işaret ediyor. Artık şifre çözülmüştür. 25 rakamı buna işaret ediyor. Biz 23 yıl önce 25 yıllığına aldatılmışız... Aldatılmışız! Bunu yapan Ahmet Doğan adına ve onun rızasıyla hareket eden kısaltılmış adı DS olan Bulgar gizli istihbaratına ne demeli bilmem... Öyle ama son yıllarda bu gizli servis sözde “dağıtıldı”, güya “yasaklandı” hem de ajanlarının listeleri tom tom açıklandı. Tekrar ediyorum, adı üstünde bu servis zaten gizli çalışmış, isim değiştirip gizli işlerini sürdürmediği ne malum? Eski ajanlarla çalışsa da çalışmasa da biz toptan hepimiz önceden planlanmış büyük bir oyuna getirilmişiz. Ahmet Doğan dediğin “ajan - lider”, “şirketin” mutlak sahibi olarak hareket ediyor. Bu sene de o, görk tavuk etrafında dolaşan yeni kuşak ajan piliçlerden birini seçip HÖH Başkanı seçtirdi. Artık gagasına taktığı solucanları yere vura vura öldürmekten usanmış olabilir... Lütfü Mestan’a devretti solucan gebertme işini. Perde kalktı ve Lütfü’nün vazifesi en sonunda görüldü. Şükür! Türklükten nefret eden bir adam, şu bizim damat Lütfü Türk partisine Başkan oldu ya... Fazla diyecek söz kalmadı. Fakat “şirket” yani HÖH, Ahmet Doğan’ın “şirket mülkü” olunca herşey mümkün. Şu soru da yanıt bekliyor: Partililer sadece oy makinesi mi? Aslında bu soru da yanıt bekliyor: Bunu bilen var mı, HÖH Partisi kimin? Ahmet Doğan’ın şirketi mi yoksa Bulgar istihbaratının tapulu mülkü mü? Verdiğimiz mücadelenin kesin ve son hedefi nedir. HÖH’ün Ahmet Doğan’ın elinden mi çekip alacağız yoksa Bulgar gizli servisinin elinden mi koparıp alacağız? Muattabımız kim olacak? Bizim ortaklık teklif etmeye hakkımız yok, çünkü elimizde tek senet hiçbir olanaklar yok. Bir şirket olarak HÖH tekel durumundadır, bir illetti ve ortaklık kabul etmez. Türkiye istese her şey kolaylıkla çözülür diyenlerin haklı olmasını arzu etsek de, bugünden sonra bu olasılık pek umut telkin edici değil. Çözüm


Makale ve Analizler - 2013

183

ve aydınlanma bekleyen ana sorun işte budur.Genç Oktay Ahmet Doğan’ı öldürseydi, HÖH partisi mülkiyetini değiştirecek miydi, yeni mülk sahibi kim olacaktı? Yoksa Bulgar gizli servisi hepimize durun, ne yapıyorsunuz, gerçek mülk sahibi benim mi diyecekti. Yoksa halterci Naim Süleymanoğlu için istenen 2 milyon US Dolar, şimdi de bizden mülk sahibi olabilmemiz için bizden mi talep edilecekti? Yani bu para senden benden istenebilir mi? Çünkü olimpiyat şampiyonu Naim Süleymanoğlu da kişisel haklara sahipti, bizim oy verme hakkına sahip olduğumuz gibi, ama Naim’in halter kaldırma hakkını kullanabilmesi için bavul dolusu paralar ödendi. Özaman Hak ve Özgürlük partimiz de tüzel bir kişidir, Bulgaristan Cumhuriyeti politik sisteminden bir partidir. Bulgar gizli makamlarının HÖH üzerinde ebedi ve değişmez hakları var mıdır, yok mudur? Olabilir mi? Varsa ne yapılmalı, yoksa ne yapılmalı, çünkü bu oyunun böyle devam ederse Bulgaristan’da Türklüğün ve Müslümanlığın matemi çok yakın görülüyor. Şu Soru da Tartışma Konusudur! 23 yıllık HÖH partisini çökertip yeni bir politik parti mi kurulmalı? Şimdiye kadar 4 parti kuruldu ama boy atıp meyve vermedi, hiç biri bir tek milletvekili çıkaramadı, hiçbir işe yaramadı. Tüm bu olup bitenler bir oyun olabilir mi? Herkes peynirin koktuğunu bilir. Herkes politikanın iğrenç olduğunu bilir. Hepimizi korkutan, bir asır eziyetten ve şekiden sonra oyuna getirilmiş olmamızı yutkunup yeni kokuya katlanalım mı dersiniz. İğrenç de olsa bizim mi olsun, diyorsunuz? Tarih birtakım dönüşler yapar da, aldatılmış olduğumuzu kabul ediyorsak, yeni 23 yıl böyle sürecek değil ya... bir şeyler yapmak zorundayız kuşkusuz. Teslim olamayız. Şimdi her şeyden önce kendimize güvenmek zorundayız. İçimizdeki korkuyu aşmalıyız. Belirsizliği yenmeliyiz. Bizim olmayana talep etmektense yenisini, bizim hepimizin olanı birlikte yaratmalıyız? Ne dersiniz! Yoksa gitti yere kadar gitsin mi diyorsunuz? Şöyle bir fikrim de var. Biz birlik olup HÖH partisini gömersek, lütfen üzerine taş dikmeyelim, tanrılaşmasın...


184

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgaristan’daki Siyasi Durum Şu an iktidarda olan GERB partisinin Genel Başkanı ve Başbakan Sayın Boyko Borisov hükümetin başında devam etmektedir. İktidarı döneminde halkın siyasi, sosyal, eğitim ve sağlık alanlarında birçok değişiklikler yapılmasına rağmen; halkın beklentilerinin birçoğunu karşılayamamıştır. Özellikle yargı reformu yapılamamıştır. Ayrıca Avrupa’daki krizden etkilenen ekonomi nedeniyşe yeni yatırımlar konularında yetersiz kalınmıştır. Bu nedenle son yıllarda işsizlikte artmış, halkın alım gücü azalmış ve elektrik zamlarını bahane ederek halk sokaklara dökülmüştür. Tabi ki bu protestolarda dış güçlerin de etkisi olmuştur. Ayrıca 2013 yılında ki genel seçim yapılmış ve birinci parti GERB olmuştur. Bulgaristan’da Nüfus ve Diğer Bilgiler Resmi Nüfusu - 7.385.367 - Bulgaristan’da yaşayan nüfus 4.500.000


185

Makale ve Analizler - 2013

Bu nüfusun 1 milyonu Türkiye’de diğerleri ise tüm AB’de ülkelerine dağılmıştır. Çalışanların sayı - 1.900.000 / İşsizlerin sayısı 400.000 Emeklilerin Sayısı - 2.400.000 / Asgari ücret 310 Leva Seçmen Sayısı - 6.858.304 /Türkiye’de en çok 100.000 oy kullanılmıştır Bulgaristan dışında oy kulanan - 144.208 kişi / Seçim günü yazılanlar - 68.883 kişi Bulgaristan’da toplam; 3.500.585 seçmen oy kulanmıştır. HÖH’ün 1990–2014 Yılları Arasında Genel ve AB Seçim Sonuçları Alınan Oylar Yıllar

Sözde Türk Partisi HÖH Partisi

1990

Yüce Halk Meclisi 1990’da HÖH

1990 1991 1994 1997 2001 2005 2009 2013 2014

368.929 418.341 283.094 323.429 340.510 467.400 610.000 400.000 487.134

% Olarak

Milletvekili Sayısı 23

% 6. 02 % 7,55 % 6,25 % 7,92 % 6.75 %14,17 %14,45 %11,30 %14,84

24 15 19 21 34 34 38 36 38

Avrupa Parlamento Seçimlerinde Oy Oranları ve Milletvekili Dağılımı Yıllar

Oy Sayıları

Yüzde olarak

2007 2009 2014

392.650 364.197 386.725

% 20.26 % 14.14 %17.269

Milletvekili Sayısı 4 3 4

2011 - Cumhurbakanı Seçimlerinde İlk Defa TÜRK ADAY çıktı Bulgaristan’da Cumhurbaşkanı ve Yerel seçimler birleştirerek yapıldı ve çok az katılım oranı ile ilgi çekti:


186

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Cumhurbaşkanı Seçimlerinde; 51,83%, Yerel Seçimlerde ;48,53% oy kulanıldı Cumhurbaşkanı Adayları; Rosen Asenov Plevneliev - Margarita Stefanova Popova- GERB -1.698.136 - %52.58 II. TUR İvaylo Georgiev Kalfin - Stefan Lambov Danailov -BSP - 1.531.193 % 47.42 II.TUR İlk Türk Cumhurbaşkanı Adayı - BULTÜRK - 48.867 - %01.34 I. TUR

BULTÜRK’ÜN FAALİYETLERİ Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği (BULTÜRK) www. bulturk.org hem Bulgaristan’da hem Türkiye’de soydaşlarımıza yönelik faaliyet gösteren bir dernek olarak kurulmuştur. Dernek olarak yaptığımız çalışmalar özetle; 1. Derneğimiz, Kurucu Başkan Prof. Dr. Hayati Durmaz ve 32 kurucu üye ile 2002 yılında Bayrampaşa’dafaaliyetlerine başlamış fakat 2003 yılında resmiyete geçmiştir. (2002) 2. Derneğimiz kuruluşundan bir yıl sonra 2004’te “BULTÜRK” Bulgaristan Türklerinin Sesi isminde kendi gazetesini çıkarmaya başlamıştır. Gazetemiz aylık siyasi ve aktüel olarak yayınlanmaktadır. Aralık 2015 itibari ile 103. Sayısı yayınlanmıştır.Web: www.bulturk.org, www.bghaber.org, www.bgbulturk.net- adresleri ileelektronik olarak da ulaşılabilmektedir. (2004) 3. Derneğimiz, 2011 yılında Dr. Nedim Birinci, Dr. Müjgan Deniz, Seyhan Özgür, Şakir Arslantaş, Bülent Maşaoğlu, Mesut Uğurlu, Hamiyet Yıldırım, İbrahim Soytürk ve Rafet Ulutürk’ün katkıları ile İstanbul Bayrampaşa ilçesinde kendi konferans salonuna ve yeni genel merkezine kavuşmuştur. Derneğimiz Nuri Adalı Konferans salonunda her 15 günde bir olmak üzere; konferans, sohbetler ve seminerler düzenlenmektedir. Bu tür


Makale ve Analizler - 2013

187

faaliyetler ile gençlerimizin yeni arkadaşlıklar ve dostluklar kurmalarını, Türkiye ile dünyadaki güncel, siyasi gelişmelerin öncelikle Bulgaristan ve Türk Dünyasını kapsayan çok yönlü seminerler, konferanslar ve sohbetler düzenleyerek üyelerimizin bilinçlenmeleri için gayret sarf etmeye devam etmekteyiz. (2011) 4. Derneğimiz, Kasım 2010 tarihinde Bulgaristan ve Türkiye’de dev bir anket yapmayı başarmıştır. Bulgaristan’da 8 bin, Türkiye’de 5 bin olmak üzere toplam 13 bin denek ile 33 sorudan oluşan anket çalışmasının geniş katılımlı olması ve çok yönlü sorular içermesiyle yankı uyandırmıştır. Bu çalışma ile hem yerel hem de ulusal basında büyük ilgi çektiği gibi son derece çarpıcı sonuçları da ortaya koymuştur. Aynı zamanda da Bulgaristan’da ortaya çıkan sonuçlar açısından aşırı Bulgar milliyetçilerin tepkisine neden olurken, daha önce böyle bir çalışma şimdiye kadar Bulgaristan’da hiçbir kuruluş tarafından yapılamadığı da bir gerçektir. Dernek olarak yapmış olduğumuz faaliyetlerden amacımız; gençlerimizin ufkunu açmak ve teşvik etmektir. (2010) 5. Bulgaristan tarihinde ilk defa Türk’ün 23 Ekim 2011 tarihinde yapılan Bulgaristan Cumhurbaşkanı seçimlerinde aday olması BULTÜRK Derneği tarafından sağlanmıştır. Bu seçime katılan 21 aday içerisinden BULTÜRK Derneği olarak desteklediğimiz adayın yaklaşık 50 bin oy alarak seçimi 9. tamamlamış olması, derneğimizin kısıtlı imkânlarına rağmen bir başarı olarak değerlendirilebilir. (2011) 6. İstanbul’da öğrenim gören Bulgaristanlı öğrencilerin sorunları ile ilgileneblmek amacı başta olmak üzere; BULTÜRK Derneği Gençlik Kolları Sayın Alpay Dinçer başkanlığında ve Bulgaristan’dan gelen öğrencilerimizin sayesinde kurulmuştur. Bu öğrencilerimiz ile bir araya gelen derneğimiz BULTURK Gençlik Kolları, çalışmalarına devam etmektedir. (2011) 7. İlk kez Türkiyeden bir STK Bulgaristan’ın başkenti Sofya’da bir basın toplantısı yapmıştır. Sivil toplum kuruluşu olarak BULTÜRK, Bulgaristan parlamentosunun 1970’li ve 1980’li yıllarda, ülkede yaşayan Müslüman ve Türklere karşı Jivkov iktidarı tarafından uygulanan asimilasyon sürecinin kınanmasını Bulgaristan’ın başkenti Sofya’da ilk defa bir basın toplantısı ile kamuo-


188

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

yuna duyurmuştur. Basın toplantımıza Sofya Büyükelçisi Sayın İsmail Aramaz da katılarak bizlere destek olmuştur. (2012) 8. Bulgaristan’da ilk defa Kırcaali’nin kuruluşu kutlanmıştır. Bulgarlar tarafından 1912 yılını temel alınarak kutlanılan Kırcaalinin kuruluşu etkinliklerine karşılık, bizler de 1434 yılı kabul edilerek karşı bir kuruluş kutlaması etkinliği yapılmıştır. Kutlama faaliyetimizi genel kabul gören inanış eksenli olarak yapılması sağlanmıştır. Şöyle ki; rivayete göre Kırca Ali, Akdenizden yola çıkarak 70 köyde sabah namazına giden ve her köyden inançlı, cesur ve aktif birer genci yanına alarak Hıdırellez’e üç gün kala Kırcaali bölgesine gelmiştir. Kırcaali kelimesi; (1) Kırıcı (dövüşçü), (2) Kırcı (dışarıda çalışan), (3) Kır saçlı (saçları beyazlamış) anlamlarına gelmektedir ve Kırca Ali’nin anısının yaşatılması için, hıdrellezden 3 gün önce, bu şirin şehrin kurucusunu ve kuruluşunu kutlanması tarafımızca organize edilmiştir. BULTÜRK olarak başlattığımız bu anlamlı faaliyet ile Kırcaali’ye yakışır biçimde kutlamaya devam edilecek, güzel bir gelenek haline getirilmesi amaçlanmıştır. (2011-2012) 9. Türkiye’de ilk defa Bulgaristan’da yaşanan “Mayıs 1989 Ayaklanması” anılmıştır. Mayıs 1989 Ayaklanmalarını anma etkinliği ilk defa BULTÜRK Derneğinin organizesi ile İstanbul Üniversitesi öğretim üyelerinin de katkılarıyla geniş çaplı akademik bir bilgi şöleni halinde yapılması sağlanmıştır. (2010) 10. Bulgaristan Aydınlarının İstanbul’da iki defa toplanmaları sağlanmıştır. Derneğimizin öncü olduğu etkinlik ile bir kısım Bulgaristanlı aydının İstanbul’da büyük bir toplantı yapmaları sağlanmıştır (2010-2011). 11. “Geldik Gördük, Yazdık” adlı proje Baküde yapılmıştır. Türk Dünyasının şah damarı Bakü’de gerçekleştirilen “Geldik, Gördük, Yazdık” adlı proje kapsamında Bultürk Derneği olarak AzerbaycanErmenistan sınırının tamamını gezerek, konu ile ilgili yazılarımızı gazetemizde yayınlamış, kendilerine de iletimi sağlanmıştır (Ekim 2012). 12. İstanbul’da “Karabağ Savaşında Yaşanan Gerçekler” konulu konferans 13 Ocak 2013’te düzenlenmiş ve Bakü’den bu savaşa katılanların katılımları da sağlanmıştır. (2013)


Makale ve Analizler - 2013

189

13. Osman SINAV’ın BULTÜRK’TE Konferans vermesi sağlanmıştır. Türkiye’de ünlü yapımcı ve yönetmen Sayın Osman Sınav, 10 Aralık 2011’de Bultürk Nuri Adalı Konferans salonunda “Hayal ve Strateji” konulu konferansı ile Bultürk üyelerimizi bilgilendirmesi organize edilmiştir. (2011) 14. Sofya’da Türk Dünyası Toplantısı yapılmıştır. Bulgaristan’ın başkenti Sofya’da ilk defa “Türk Dünyası Genç Liderler Zirvesi”nin yapılması organize edilmiştir (Mayıs 2010). 15. İstanbul’da Balat Bulgar Kilise önünde Bulgar ırkçılığı protesto edilmiştir. Bulgaristan’ın başkenti Sofya’da ırkçıların Cuma namazı kılan cemaate saldırmasına karşılık, Derneğimizin öncülüğünde İstanbul Balat’ta Bulgar kilisesi önünde protesto gösterisi düzenlenmiştir. Bulgarların sert ırkçı tutumuna karşılık, İstanbul’da Bulgar kilisesi önünde kilise cemaatine karanfil dağıtımı yapılmıştır (2011). 16. Türk Dünyası Yazarlar Birliğinin Bakü-Azerbaycan toplantısına BULTÜRK olarak katılım sağlanmıştır (2013). 17. 2010’dan itibaren her yıl düzenlenmekte olan Türk Dünyası Basın Mensupları üyesi olarak Yalova-Türkiye toplantısında yer alınmıştır. (2010-2015) 18. Bulgaristan Stratejik Arastırma Merkezinin Makaleleri ve Analizleri 400 sayfalık bir kitapçık haline getirilerek, Bulgaristan ile ilgilenen tüm STK ve Devlet görevlilerine dağıtımları yapılmıştır. Derneğimizin tüm faaliyetlerinin görülebileceği bu kitaba dijital ortamdan “Web: www.bulturk.org, www.bghaber.org” adreslerinden erişim imkânı bulunmaktadır. (2012) 19. Bulgaristan Parlamentosu tarafından ilk defa bir sivil toplum kuruluşu olarak Eylül 2012’de resmi davet aldık. BULTÜRK Derneği, 30 kişilik bir heyet ile Bulgaristan Parlamentosunda o günün iktidar partisi GERB’in Grup Başkan Vekili ve İç İşleri Bakanı Sn.Tsvetan Tsvetanov tarafından ağırlanmış ve basına açık olarak resmi görüşlerimizi karşılıklı ifade etme imkânı elde edilmiştir. (2012) 20. Uluslararası Sempozyum Toplantıları organize edilmiştir. Bulgaristan Müslüman-Türk azınlık sorunları ve göç olgusu temalı 3 defa Uluslararası sempozyum yapılması sağlanmıştır;


190

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

(1) Yıldız Universitesi ile “89 göçünün 20. Yılı” Yıldız Üniversitesi (7-8 Aralık 1989). (Aralık-2009) (2) İstanbul Universitesi ile “89 Göçünün 25.yılı” İstanbul Universitesi Avrasya Enstitüsü (18-21 Haziran 2014). (3) İstanbul Universitesi ile “Bulgaristan’da Kültürel Soykırımın 30.yılı” Zeytinburnu (18.21.12.2014). 21. Bulgaristan Kırcaali Çernooçene ilçesinde 2012 yılında ilk defa yapılan gençlerle bayramlaşma organize edilmiştir. (2012) 22. 28-30 Aralık 2015’de Bakü’de düzenlenen “Türk Dünyası STK’ları Sempozyumu” organizasyonuna katılınmıştır. (2015) 23. 20 Ocak 2016’da İstanbul Türk Ocakları Merkezinde “1944-1989 Yılları Arasında Bulgaristan’da Müslüman-Türk Azınlıklara Yapılan Mezalimler Yargı Önünde Hesap Versinler” konulu basın toplantısı yapılmıştır. (2016) 24. 22 Ocak 2016’da Bulgaristan-Sofya’da “1944-1989 Yılları Arasında Bulgaristan’da Müslüman-Türk Azınlıklara Yapılan Mezalimler Yargı Önünde Hesap Versinler” konulu basın toplantısı yapılmıştır. (2016) 25. Dernek olarak araştırmalarımız; - Bulgaristan’dan 1877-78 Rus-Türk harbinden sonra göç eden insanlarımızı araştırmak. - Bulgaristanlı Bürokratlar, Siyasetçiler ve İş adamlarımızı araştırmakbulmak ve derneğimizi büyütme çalışmalarımız devam etmektedir. 26. BULTÜRK olarak Bulgaristan’da savaşımız; iki unsur üzerinde olacaktır: (a) Jivkov kalıntıları (b) Türklerin var olması ve kendi benlikleri ile özgür yaşaması Dün Bulgarlara sormadan bir kapıcı bile olamayanlar, bu gün Cumhurbaşkanı adayı olabilir hale gelmişlerdir. Bu tabi ki Komünist zihniyetli Bulgar ve Türk kalıntılarının hiç birinin hoşuna gitmemiştir. BULTÜRK Derneği olarak Bulgaristan’da bu Komünistlerin etkinliklerinin yok olmasına kadar mücadelemize devam edilecektir. 27. BULTÜRK Derneği olarak yayınlanan kitaplar; 1) BULTÜRK faaliyetleri 2003-2009 Bulturk yayınları 2) Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezinin Makaleleri ve Analizleri - www.bghaber.org sitede


Makale ve Analizler - 2013

191

3) Sofya Hatıraları - Yayına hazırlayan Basri Zilabid İstanbul2012 Bulturk yayını 4) “Bulgaristan Türklerinin Büyük Göçü 89” Bildiri Kitabı (Ed. Hasine ŞEN, Akademi Matbaa, 2015, İstanbul). 5) “Güneş Ne Zaman Doğacak” - Broşür 6) “Hak Ve Özgürlükler Uğruna Tüketilen Umutlar”. - Broşür 7) Bulturk gazetesinde yazılan köşe yazıları bir kitapçık haline getirilmiştir fakat kitap olarak çıkartılamamıştır. Bu kitap ve kaynaklarımız Bulgaristan ile ilgilenen tüm STK ve Devlet görevlilerine dağıtımları yapılmıştır. Konuyla ilgili tüm faaliyet ve çalışmalarımıza “www.bulturk.org / www. bghaber.org” adresinden erişim imkânı bulunmaktadır. Genel Merkezinde Düzenlenen Konferanslar; • Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Toğurul İsmayil, tarafından “Azerbaycan’ın Hocalı Soykırımı” adlı konferans verilmiştir (14 Mart 2013). • İstanbul’da düzenlenen “Karabağ Savaşında Yaşanan ve Bilinmeyen Gerçekler’’ konulu konferans, söz konusu savaşa bizzat katılmışolan Azerbaycan Milli Kahramanı İbad Hüseyinov tarafından verilmiştir (13 Ocak 2013). • “Balkan” romanının yazarı Halide Alptekin tarafından, “Balkanlar” konulu konferans verilmiştir (23 Ocak 2013). • Ünlü yapımcı ve yönetmen Osman Sınav tarafından, “Hayal ve Strateji” konulu konferans verilmiştir (10 Aralık 2011). • “Refet Rodoplu’yu Anma Toplantısı”na Dr. Müjgan Deniz konuşmacı olarak katılmıştır (16 Nisan 2011). • Araştırmacı Gazeteci Yazar Şamil Kucur tarafından “Bulgaristan’ın Geleceğinde Türk Gençliğinin Yeri ve Önemi” konulu konferansverilmiştir (16 Nisan 2014). • Azerbaycan Milli Kahramanı İbad Hüseyin tarafından “Bugünün Attilası” konulu konferans verilmiştir (16 Ocak 2014). • İstanbul Bayrampaşa’da “20.Yılında 89 göçü” Konferansı düzenlenmiştir (Eylül 2012). • Prof. Dr. Ümit Özdağ’ın katılımlarıyla “Balkanların Geleceği” konulu konferans düzenlenmiştir (Mart 2011).


192

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

• 2011’den buyana Bulgaristan’dan gelen öğrenciler ile Türkiye’deki öğrencileri iftar yemeğinde bir araya gelinmesi gelenek haline getirilmişştir. Genel Merkezde düzenlenen iftar yemeklerinde “Bulgaristan Türklerinin Geleceği”konulu söyleşiler gerçekleştirilmektedir. • Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği, Yıldız Teknik Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü ile ortaklaşa olarak “20. Yılında 89 Göçü” konulu Uluslararası Konferans düzenlenmiştir (7-8 Aralık 2009). • 18-21 Haziran 2014 tarihleri arasında BULTÜRK ve İstanbul Üniversitesi Avrasya Enstitüsünün işbirliği ile “25. Yılında 89 Göçü ve Uluslararası Bulgaristan Sempozyumu” düzenlenmiştir. • Aziz Şakir tarafından “Bulgaristan’da Mezar Taşları” konulu konferans verilmiştir (Nisan 2012). • Dr. Müjgan Deniz tarafından “1989 Göçünde Yaşananlar” konulu bir konferans verilmiştir (Mayıs 2013). • Bayrampaşa Belediye Başkanı Atilla Aydıner tarafından Balkanlar odaklı olarak “Kardeşlik Sınır Tanımaz” konulu konferans verilmiştir (Haziran 2014). • İbrahim Köşdere tarafından “Bulgaristan Türklerinin Türkiyedeki Konumu” konulu konferans verilmiştir (Temmuz 2014). • Araştırmacı yazar Yrd. Doç. Dr. Süleyman Özmen tarafından “Afgan Aydınlanmasının Mimarı Serdar Mahmud Tarzi Han ve Anıları” isimli kitabıyla Afganistan ve Orta Asya gerçeklerini dernek üyelerimizle paylaştığı etkinlik düzenlenmiştir (14 Kasım 2014). • Bulgaristan’da kalan taşınmazların geri iadesi ve vatandaşlık konularında dernek genel merkezimizde her ayın başında Bulgaristan’dan gelen avukatlar ve aracılık eden uzman kişiler tarafından ücretsiz olarak bilgilendirme toplantısı yapılmaktadır. (Mayıs-2015) • Derneğimizde gençlerimiz için ücretsiz olarak Bulgarca dil kursu verilmektedir.


Makale ve Analizler - 2013

193

Genel Merkezinde Düzenlenen Konferanslar; • Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Toğurul İsmayil, tarafından “Azerbaycan’ın Hocalı Soykırımı” adlı konferans verilmiştir (14 Mart 2013). • İstanbul’da düzenlenen “Karabağ Savaşında Yaşanan ve Bilinmeyen Gerçekler’’ konulu konferans, söz konusu savaşa bizzat katılmışolan Azerbaycan Milli Kahramanı İbad Hüseyinov tarafından verilmiştir (13 Ocak 2013). • “Balkan” romanının yazarı Halide Alptekin tarafından, “Balkanlar” konulu konferans verilmiştir (23 Ocak 2013). • Ünlü yapımcı ve yönetmen Osman Sınav tarafından, “Hayal ve Strateji” konulu konferans verilmiştir (10 Aralık 2011). • “Refet Rodoplu’yu Anma Toplantısı”na Dr. Müjgan Deniz konuşmacı olarak katılmıştır (16 Nisan 2011). • Araştırmacı Gazeteci Yazar Şamil Kucur tarafından “Bulgaristan’ın Geleceğinde Türk Gençliğinin Yeri ve Önemi” konulu konferansverilmiştir (16 Nisan 2014). • Azerbaycan Milli Kahramanı İbad Hüseyin tarafından “Bugünün Attilası” konulu konferans verilmiştir (16 Ocak 2014). • İstanbul Bayrampaşa’da “20.Yılında 89 göçü” Konferansı düzenlenmiştir (Eylül 2012). • Prof. Dr. Ümit Özdağ’ın katılımlarıyla “Balkanların Geleceği” konulu konferans düzenlenmiştir (Mart 2011). • 2011’den buyana Bulgaristan’dan gelen öğrenciler ile Türkiye’deki öğrencileri iftar yemeğinde bir araya gelinmesi gelenek haline getirilmişştir. Genel Merkezde düzenlenen iftar yemeklerinde “Bulgaristan Türklerinin Geleceği” konulu söyleşiler gerçekleştirilmektedir. • Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği, Yıldız Teknik Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü ile ortaklaşa olarak “20. Yılında 89 Göçü” konulu Uluslararası Konferans düzenlenmiştir (7-8 Aralık 2009).


194

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

• 18-21 Haziran 2014 tarihleri arasında BULTÜRK ve İstanbul Üniversitesi Avrasya Enstitüsünün işbirliği ile “25. Yılında 89 Göçü ve Uluslararası Bulgaristan Sempozyumu” düzenlenmiştir. • Aziz Şakir tarafından “Bulgaristan’da Mezar Taşları” konulu konferans verilmiştir (Nisan 2012). • Dr.Müjgan Deniz tarafından “1989 Göçünde Yaşananlar” konulu bir konferans verilmiştir (Mayıs 2013). • Bayrampaşa Belediye Başkanı Atilla Aydıner tarafından Balkanlar odaklı olarak “Kardeşlik Sınır Tanımaz” konulu konferans verilmiştir (Haziran 2014). • İbrahim Köşdere tarafından “Bulgaristan Türklerinin Türkiyedeki Konumu” konulu konferans verilmiştir(Temmuz 2014). • Araştırmacı yazar Yrd. Doç. Dr. Süleyman Özmen tarafından “Afgan Aydınlanmasının Mimarı Serdar Mahmud Tarzi Han ve Anıları” isimli kitabıyla Afganistan ve Orta Asya gerçeklerini dernek üyelerimizle paylaştığı etkinlik düzenlenmiştir (14 Kasım 2014). • Bulgaristan’da kalan taşınmazların geri iadesi ve vatandaşlık konularında dernek genel merkezimizde her ayın başında Bulgaristan’dan gelen avukatlar ve aracılık eden uzman kişiler tarafından ücretsiz olarak bilgilendirme toplantısı yapılmaktadır. (Mayıs-2015) • Derneğimizde gençlerimiz için ücretsiz olarak Bulgarca dil kursu verilmektedir.


Makale ve Analizler - 2013

195

Dernek Bildirgemiz; 1. Çalışmalarımız Jivkov iktidarının yarattığı olumsuz ettiller kalıntıları ile yok olana kadar devam edecektir. 2. Türklerin varolması ve özgürce yaşaması için ne gerekirse yapılacaktır. (Daha önce Bulgarların izni ve onayı olmadan kapıcı bile olunamazken bugün Cumhurbaşkanı adayı olunabilmektedir.) 3. Türkiye’de Belediyeler, Valilikler, Bakanlıklar, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM)’nde kısaca devlet kurumlarında bizleri temsil edecek ve sorunlarımızın takipçisi olacak kişilerin yer almaları için gereken alt yapının ve yeni stratejilerin oluşturulması çalışmaları yapılacaktır. Bu hedeflerin gerçekleşebilmesi için birlik ve beraberlik içerisinde ortak hareket edilmesi gerekliliği içerisinde hareket edilmelidir. Bu nedenle BULTÜRK Derneği olarak etkin bir işbirliğine ihtiyaç duyulmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin Avrupa’da yükselen bir güç olabilmesinin bir unsuru da Bulgaristan Türkleri olduğu göz ardı edilmemelidir. Dünyanın çeşitli yerlerine dağılmış olan ve Avrupa ülkelerinde yoğunlaşan Bulgaristan Türkleri’nin güçlü bir lobi faaliyeti yapabilmeleri için tek merkezden yürütülen aktif ve stratejik planlara ihtiyaç duyulmaktadır. Bu sebeple Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı çatısı altında diğer STK’lar ile birlikte etkin işbirliği yapılabildiği takdirde Türkiye Cumhuriyeti sadece Avrupa’da değil dünyada yükselen güç olacaktır. Bu kapsamda;


196

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Saygılarımızla,


Makale ve Analizler - 2013

Tuğrul Türkeş ile BULTÜRK Genel Başkanı Rafet Ulutürk

197


198

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Türk Dünyası Gazeteciler Federasyonu Başkanını Ziyaret

Yunus Emre Vakfı’nı Ziyaret - Ankara


Makale ve Analizler - 2013

Tekirdağ Belediye Başkanı ile Birlikte

Ahlat Belediye Başkanı ile Birlikte

199


200

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Ankara Keçiören Belediye Başkanı Ziyareti

Bulgaristan Ban-Bulgaristan Bilim Akademisinden BULTÜRK Ziyareti


Makale ve Analizler - 2013

Ulaştırma Bakanı Nejdet Menzir’i Makamında Ziyaret

KKTC Başbakan Yardımcısı Serdar Denktaş ve TR Dış Türkler Müsteşarı ile Birlikte

201


202

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

MHP Genel Merkezi ziyaret

MHP Genel Başkanı Sayın Dr. Devlet Bahçeli’yi makamında ziyaret


Makale ve Analizler - 2013

Zeytinburnu Belediye Başkanını makamında ziyaret

Sultangazi Belediye Başkanını makamında ziyaret

203


204

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Kerkük milletvekili ile birlikte

Razgrad-İsperih Belediye Başkanlığı


Makale ve Analizler - 2013

205

Razgrad ilinin Kubrat ilçe Belediye Başkanlığını kazanan Sayın Burhan İsmailov’u makamında ziyaret

BULTÜRK gecesini Gaziosmanpaşa Belediyesi ile birlikte organize ettik


206

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Gaziosmanpaşa Belediye Başkanı Hasan Tahsin Usta’ya plaket takdimi

Bursa büyüğümüz Sayın Ertuğrul Yalçınbayır ile birlikte


Makale ve Analizler - 2013

Bulgaristan’da Pomak Partı Başkanı Sayın Efrem Mollov ile birlikte

Gagauzya Cumhurbaşkanı ile birlikte

207


208

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Sultangazi Belediye Başkanı Sayın Cahit Altunay’a BULTÜRK Derneği’ne hizmetlerinden dolayı plaket takdimi

Bağcılar Belediye Başkanına plaket takdimi


Makale ve Analizler - 2013

BULTÜRK Gençleri birarada...

İstanbul Valiliği ve Azerbaycan milletvekilleri ile birlikte

209


210

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2013

211


212

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgaristan Cumhurbaşkanı Sayın Rosen Plevneliev ile birlikte...


Makale ve Analizler - 2013

213


214

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Gaziosmanpaşa AK PARTİ ilçe başkanı Şahin Pirdal’ı makamında ziyaret...


Makale ve Analizler - 2013

215


216

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2013

217

Bulgaristan Parlamentosu’nda BULTÜRK Grubu...

Bayrampaşa Belediye Başkanı Sayın Atila Aydıner İstiklal marşımızı okurken...


218

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2013

İstanbul Valiliği’nde STK’lar...

219


220

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Afganistan’ın Türkiye Büyükelçisi ile birlikte...


Makale ve Analizler - 2013

BULTÜRK Sağlık taraması...

221


222

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2013

223



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.