06 BULGARİSTAN'DA AYARSIZ DEMOKRASİ

Page 1

BULGARİSTAN’DA AYARSIZ DEMOKRASİ

2014 Ocak - Şubat Makale ve Analizleri


BULGARİSTAN’DA AYARSIZ DEMOKRASİ BULTURK BGSAM Yayınları Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi - BGSAM -6 BULTÜRK Genel Başkanı: Rafet ULUTÜRK Basım: Ocak-Şubat 2014 Koordinatör: Dr. Nedim BİRİNCİ Editör: Raziye ÇAKIR İnternet sorumlusu : Kapak Tasarım: Murat ULUTÜRK Pazarlama Sorumlusu: Hamiyet ÇAKIR Arşiv: İbrahim SOYTÜRK İsteme Tel: 0212 511 63 47 www.bulturk.org; www.bghaber.org; info@bulturk.org İnternet sitesinin yazıları Adres: Yıldırım Mah. Şehit Kamil Balkan cad. No.114/A Bayrampaşa İstanbul Tel: +90 (212) 511 63 47 Belgegeçer: +90 (212) 526 51 98 https://bgsam.org/, https://issuu.com/bulturk, https://bulturk.org.tr/ Baskı : DİNÇ OFSET MATBAACILIK SAN. ve TİC. LTD. ŞTİ. Adres: Davutpaşa Cd. Emintaş San. Sit. No: 103/580-581 Topkapı - İstanbul Tel: 0090 212 493 24 67 TÜRKİYE CUMHURİYETİ YASASI GEREĞİNCE BU ESERİN YAYIN HAKKI BULTÜRK’ten İZİNSİZ KISMEN VEYA TAMAMEN ÇOĞALTILIP YAYINLANAMAZ

Web: www.bghaber.org ; E.Posta: rafetuluturk@yahoo.com


“Bilgi Ordusu, Bizim Ordumuz, Bildiğimizi Öğretmek,Bizim Borcumuz.” Rafet ULUTÜRK

Düşünceler dizisi olan elinizdeki eserin anlamı derin bir uğraşın ancak başlangıcıdır. Bulgaristanlı Türk Müslümanların başına 1970-72, 1984-85’te düşen yıldırımın bir daha düşmemesi için bir uyarı ve ışık niteliğindedir. Saygılarımızla, B U LT Ü R K İ st a n b u l



Önsöz Yerine Yıl 2014 70 yıldan beri anadili, dini, yaşadığı şekilde yaşaması, istediği gibi sevip sayması yasaklanmış olan Bulgaristan Trükleri’nin bir yıl önce başlayan bellek zarlarını sökerek kendilerini anlatma serüveni artık tay durmaya başladı. Ekibin yazdıkları kalemler dik, olaylara yaklaşımları cesur ve bilgedir. Okurları uyanmaya kışkırtan bu yazılar elektrik çağından elektronik çağ sıçrayan genç kuşağa hitap ederken, onların soy boy vatan geçmişlerini, kavgalarını, parçalanmalarını, göçleri, kader çizgisini değiştirme mücadelelerini anlatıyor. Anadilinde okuması yazması, kitap basması yasaklanmış bu etnik Türk azınlığının öz edebiyatını ve oradaki koşullarda özgün kültürünü oluşturması geleneklere dayanan yaşam biçimine nefes aldırmaya devam etmesi sanki bir kahramanlıklar serüveni. Türkiye ve Türkiye’deki yakınlarıyla ilişkileri kesilmeye çalışılırken yasaklanmış ama onlar közleri asla söndürmemişler. Türklük sevgisi ve Müslümanlık aşkı hayatlarını belirleyen temel etken olmuş. Dünya pencerelerini onlara kapayanlar ruhlarının sönmesini beklerken 1989’un Mayısında onlar İsyan edip hakları uğruna birlikte toplu olarak şahlanmışlar. Doğu Blok psikologları bu gelişmeleri öngörememiş, gafil avlanmış ve olayların sonunda aynı yılın 10 Kasımında komünist partinin totaliter baskı ve terör rejimi Bulgaristan Türkleri sayesinde devrilmişti. Bulgaristan Türk-Müslümanlarının Türk kimliğini oluşturup geliştirme davasındaki büyük özellik, mücadelenin genel insan hakları, adalet ve demokrasi kavgasına örülmesi, politik nitelik kazanması ve ulusal çapta alevlenmesidir. Bu dış dünyadan maddi yardım almadan örgütlenen ve kendi közünde alevlenen bu Ayaklanma çok yüksek bilinçlilik düzeyi sergilerken, okumuşluk düzeyi düşük olan halkların ruhu kör ve güçsüzdür tezini de kırdı. 2014 yılı yazılarımız, siyasi çalkantıları, seçim dalgalanmaları ile birlikte çok sevdiğimiz vatanımızı, diktiğimiz ağaçları, meyvelerimizin tadını,


6

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

tozlaşmak için rüzgar bekleyen buğday denizlerimizi, Tuna’mızı, Balkanımızı, Ardamızı, Tunca’mızı, çilekeş insanlarımızı da anlattık. Bizden iyi anlatan şair ve yazarlarımızı hep aramızda bulduk. Saygılarımızla, Raziye ÇAKIR


Önsöz: Toplumların hayatında yazılı tarih büyük bir öneme sahiptir. Ancak bizde yazılı olmayan tarih, yani nesilden nesile aktarılan tarih vardır. Bu nedenle bazı olaylar zamanla faklı şekilde anlatılmakta veya algılanmaktadır. Gelecek nesillere aktarılacak olan bilgi birikiminin arşivlenmesi, kitap, dergi veya gazete gibi yayın organları aracılığı ile kalıcı hale getirilmesi büyük bir öneme sahiptir. Bu nedenle edindikleri tecrübeleri, yaptıkları çalışmaları toparlamak ve kitaplaştırmak güzel bir çalışmadır. Bunu bireysel olarak yapımaktan öte kurumsal olarak da yapmaları takdire şayan bir davranıştır. BULGARİSTAN TÜRKLERİ KÜLTÜR VE HİZMET DERNEĞİ kısa bir süre önce 2013’te kurulan internet haber sayfası www.bghaber.org sitesindeki yazıları bir araya getirerek yapılan bu çalışmaları kitapçık halinde getirerek bu konuda büyük bir ciddiyet göstermektedir. Derneğin internet haber sayfasında çıkan yazıları ve çalışmalarının yıllıklar halinde kitapçık haline getirerek yer aldığı bu çalışma gelecek kuşaklara aktarılacak ve ışık tutacaktır. Öte yandan dernek büyük bir arşiv de oluşturmuş durumdadır. Dernek faaliyetlerini gerekli ciddiyetle yürüten dernek Başkanı öncülüğünde dernek kurucuları, Yönetim Kurulu ve üyelerinin yaptıkları özverili çalışmalarından dolayı kutluyorum ve başarılarının devamını diliyorum. İsmail Gemici BULTÜRK Kurucu Üye


8

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Değerli Hemşehrilerim, Bulgaristan’da hepimiz zor günler yaşadık, itildik, ezildik, çiğnendik, hatta gün geldi vurulduk, şehitler verdik. Bu nedenle bizler kendi içimize kapanarak, yaşam mücadelesi vermeye çalıştık. Ancak bu içine dönüklükten kurtulmalıyız ve Türkiye’de yaşadığımıza göre, yasaların bize verdiği tüm haklardan bizlerde yararlanmalıyız. Peki, neden bunu yapamıyoruz? 1877-78 Rus-Türk savaşından sonra Osmanlının Balkanlardan çekilmesiyle birlikte, savaş esnasında işlenen akıl almaz katliamlar nedeni ile atalarımız asırlarca yaşadıkları yerleri terk ederek göç yolunu tutmuşlardır. Geride kalanlar ise Bulgaristandevleti’nin uygulamaya başladığı soy kırım politikalarına karşı direnmiş ve hayatta kalmaya çalışmışlardır. Şimdi ise burada Türkiye’de yaşayanlar oralara yardım edebilmek için, burada ilk önce bir araya gelmek ve bir merkez oluşturmalıyız. Artık bir kurum altında toplanmalı ve birlikte hareket etmeliyiz. Bu birliğe hepimizin ihtiyacı olduğuna inanıyorum. Artık bir birimizi kötülemekten vaz geçmeliyiz, birisi için yanında konuşamayacağımızı başka bir yerde konuşmamalıyız, yani kısaca arkasından konuşmamalıyız. En önemlisi samimi, hoşgörülü ve ahlaklı olmak. Zamanla her şey yerine geleceğine inanıyorum, ama tabi ki bu dava üzerinde kafa yoran, stratejiler üreten ve devamlı bunun üzerinde çalışan olursa. Bizim savaşımız insanlarımızı ahlaklı yetiştirmek olmalı, birlik ve beraberliğe kendi insanlarımızla başlayarak tüm Türk Dünyasına taşmalıyız. Bizler burada Türkiye’de yaşayan Bulgaristanlılar büyük bir kitle haline gelmiş durumdayız. İşte bu nedenle şimdi bu kitleyi yani kendi hemşerilerimizi, bir araya toplayarak bir merkez, bir güç birliği oluşturmalıyız, tabi ki bu bizim doğal tabii hakkımızdır. Bizler de artık toplum gücünü kullanabilmeliyiz. Toplum olarak haklarımızı elde etmek zorundayız ve bu yönde çalışmalıyız. Biz bunu söylerken, önderlerimizi seçerken, başkaları kötüdür demiyoruz.


Makale ve Analizler - 2014

9

Biz bu işi onlardan daha iyi yapabileceğimize, Türkiye Cumhuriyetine ve Türk Dünyasına daha verimli olacağımıza, buralarda bu bölgelerde yaşayan Türklerin daha iyi, daha güvenilir, yaşamalarını sağlayacağımıza inandığımız için, Önderliğe, Yönetime talibiz. Bu arada Bulgaristan’da kalan kardeşlerimizin hepsinin siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel kimliklerini, muhafaza edebilmeleri için mücadele etmeliyiz ve bu konuda gerekeni yapmalı ve gerekli yardımları yapmalı ve yaptırmalıyız. Aramızda Ahlâklı, Adaletli olanları seçmenli ve yüceltmeliyiz. Geçmişi konuşmaktansa, gelecekten söz etmeliyiz, bugünü değil, yarınları görerek hareket etmeliyiz. Aramızdan stratejistlere imkân ve fırsat vermeliyiz ve onları bizler yetiştirmeli yön verebilmeliyizkısa-10 ve uzunvadeli -50 yıllık hedefleri gösterebilmeliyiz. Aramızda kötü niyetli insanları tespit etmeliyiz, bilmeliyiz ki, onların kusurlarından dolayı değil, bu güne kadar yapılması gerekenleri engelledikleri için aramızdan uzaklaştırmalıyız. Bu güne kadar neler yapılmamış, onları araştırmalı, bilmeliyiz ve neler yapılması gerekir onları söylemeliyiz ve bunları bir an önce hayata geçirmeliyiz. Bizler gözyaşları dindirmek için, yaralara mehlem olmak için, her yüke ortak olabilmeliyiz. Gençlerimize, sadece balık pişirmesini değil, balık tutmasını da öğretmeliyiz, insanlarımızı denizlere, okyanuslara açılmalarını sağlamalıyız. Aramızda Tek Lider değil her sokakta, her mahallede bir lider yetiştirmeliyiz, biz dünyayı yönetmek için oğullarımızı yetiştirmeliyiz. Bizim insanlarımız yani Bulgaristan Türkleri şahsi başarıları Türkiye’de belkide en çok olanlardanız. İşte artık bizler toplum olarak haklarımızdan yararlanmasını bilmeliyiz. Her şeyden önce siyasi haklarımızı toplum olarak kullanmalıyız, daha sonra ekonomik ve kültürel haklar onu takip edecektir. Hepimizin gördüğü gibi, tarihte büyük güçler çok defa kötü politikaların kurbanı olmuşlar ve bunlar devam edecektir. Bir toplumun Lideri olmadan hiçbir şey olmaz, bu lideri de toplum çıkarmalıdır. Siyaseti güvenilir, sevimli hale getirmek bizim hedefimiz olmalı, bu gün çok zor, imkânsız olarak görünse de, yarınlara umutla bakabilmeli ve baktırabilmeliyiz. Var olabilmemiz için, var kalabilmemiz için, öncelikle temel hususlarda anlaşma sağlamalıyız. Aramızda bir birimize güveni kaynaştırmalıyız ve samimi olmalıyız.


10

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Her şeyden önce özgüvenimizi kazanmalıyız, birlik ve beraberliği ön planda tutarak insanları insan oldukları için sevip saymalıyız. İçimizde barışı sağlayıp, tek merkezde bir çatı altına toplanmalıyız. Bu çatı da “BULTÜRK Derneği” olmalıdır. Buradan tüm dünyaya sesimizi duyurabiliriz. Balkanlar konusundaki politikalarda etkili olabilmek için yolları aşındırmalıyız. Çünkü gelişmiş ve Bulgaristan’da etkili bir Türkiye Balkanlara tamamen hâkimiyet kurabilecektir. En önemlisi kararlı olalım ve birbirimize samimi, saygılı olmayı ve bir birimizi sevmeyi öğrenmeliyiz. Bizim derdimizi ve problemlerimizi en iyi anlayabilecek zaat bizden olduğunu idrak etmeliyiz. Bulgaristan Türkleri konusunda teşhisi bizler kendimizi yetiştirerek yetki mercileri alarak son noktayı biz koymalıyız, bu güne kadar ki eksikliğimiz budur. Ayrıca Balkanların anahtarı Bulgaristan’da yani Bulgaristan Türklerinden geçtiğini de öğrenmeli ve öğretmeliyiz. Sevgili dava arkadaşlarım. Kendimizde özgüveni, aramızda güveni ve merkezioluşturduktan sonra, kimsenin aramıza nifak tohumları ekmesi mümkün değildir. Bizim için önemli olan, eksiklerimizi bulmaktır. Geçmişi bırakarak artık bizler aydınlanma dönemine bir an önce geçmeliyiz. Halimizi tespit etmek çok kolay, gazete, dergi yayın hayatımız nerede, kaç gazete, tv, radyo bizimle ilgili haber yapıyor.Burada suçlu değil, sebepleri aramalıyız. Gelin bunları tartışalım, niçin bu güne kadar bir Bulgaristan Kültür Merkezi olmamış, bunu şimdi nasıl gerçekleştirilebiliriz, bunlara yönelik çalışmalar toplantılar yapmalıyız. Hedefimiz Türkiye Cumhuriyetini daha güçlü, daha huzurlu ve daha iyi yarınlara götürmek için olmalı. Güçlü bir Türkiye Bulgaristan da yaşayan Türklerede güven ve huzur verecektir, onların daha rahat yaşamalarını hep birlikte sağlayabiliriz. Bunlar zannetiğiniz kadar zor işler değil. Dünyada insanlar bir iş için değil, bir İdeal için hayatını feda ederler. Bunun için güçlü olmak sesini duyurabilmek için öncelikle bir Kurum ve bunun Merkezini oluşturmalıyız. Çünkü Merkezi olmayan hiçbir topluluk bir yerlere gelmesi mümkün değildir. Bu güne kadar konuşmalar tartışmalar yapılmış fakat bir ağıç ekilmemiş işte bu gün bunu yaptık BULTÜRK tüm Bulgaristan Türklerinin biz öncelikle sadece Bulgaristanlıyız.


Makale ve Analizler - 2014

11

Bizler elimizdeki kıt kaynaklarla bir merkez oluşturmaya çalıştık, bunda da muhafak olduk. Bu merkeze ulaşmakta büyük güçlükler ile karşılaştık bu konuda bizlere yardımcı olan emeği geçen herkese teşekkür ediyoruz. Ayrıca bizlere kendi yerini veren Mümin Hocamıza huzurunuzda kendisine tekrar tüm halkımız adına buradan teşekkür ediyoruz. Bundan sonraki hedef de Türkiye’nin her yerine ulaşmak ve bu birlikteliği her yerde tesis etmektir. Bu merkezimizde artık kendimize ait bir kültür merkezimiz oluştu toplantı salonumuz da mevcuttur her 15 günde bir toplanıyoruz. Amacımıza ulaşabilmek için devletin bir şeyler yapmasını beklememeliyiz. Birlikten kuvet doğar Atasözünde olduğu gibi güçlerimizi birleştirerek devlet yönetiminde söz sahibi olmalıyız ve geleceğimize kendimiz yön vermeliyiz. Gençlerimizin devlete girmelerinin yolunu aydınlatmalıyız. Artık bizim de Ankara’da TBMM’de kendi temsilcilerimiz olmalı. Bizler de buralara kendi içimizden birilerini gönderebilmeliyiz. Aramızda birlik ve beraberliğimizi oluşturduğumuz takdirde kendi içimizde samimi olduğumuzda başarıların ard arda geldiğini göreceğiz bunu başaracağımıza eminim. İhtiyacımız olan tek şey kendi içimizde daha adaletli olabilmek. Sevgi ve saygılarımı sunarım, Genel Başkan Rafet ULUTÜRK


12

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

OCAK Ayı Yazılarımız Düdüklü Tencere Patladı

Raziye Çakır-14.Ocak.2014

Ben bu yazımda, siz okurlarıma bir faşizan parti olan “Ataka” lideri Volen Siderov’u anlayabileceğiniz bir dille anlatmaya çalışacağım. Bu konuyu seçmemin nedeni, Bulgaristan’da aşırı milliyetçiliği başlatan, artık ırkçılık ve faşistlik kaynatan “ATAKA” partisinin hem kurucusu, hem milletvekili, hem başkanı, hem de bugünkü hükümetin altın senedini elinde turan adam olmasıdır. Ülke çapında örgütlenmiş bulunan bu partinin meclis grubu, aşırı sağ görüşlü gazetesi, etnik ve yabancı düşmanlığı kusan, NATO ile AB’den çıkmamızı isteyen “Ataka - Alfa - TV” yayını, ayrıca kaba kuvvete başvuran saldırgan ekipleri var. Parlamentoda 3. kez “Ataka” meclis grubu kuruldu. Haziran 2013’te Sosyalist Parti (BSP) ile Türk ve Müslümanların (HÖH) partisi kabinesinin kurulmasına gerekli olan bir oyu (altın senedi) V. Siderov kendisi verdi ve ardından iyice şımardı. 2014’e aşırı şiddetli giren Volen Siderov tüm medyada her gün birinci haber. Gazete başlıklarından düşmüyor, köşe yazarlarına kilitlendi. Savcılık, polis, psikologlar, sosyologlar, genç ve yaşlı politikacılar onunla uğraşıyor. Seri üretim yapan ve her gün yeni bir etiketle ürünler pazara süren bir tekel gibi kendinden söz ettiriyor. Çingenelere “sizden sabun yapacağım” deyen Sofya “Banya Başı Cami” kanlı saldırısını düzenleyen o. Hak ve Özgürlükler Partisi’nin kapatılması için imza toplama kampanyası örgütleyen o. Suriyeli savaş kaçağı ailelere Bulgar Türk sınırının kapatılmasını isteyen o. Lufthanza uçağında hostese çullanan o. Başka bir uçakta Fransız diplomat Stefani de Martie’yi hırpalayan o.


Makale ve Analizler - 2014

13

“NOVA TV”ye girip gazetecileri döven o vs.. Bilgisayarımın başına, bildiğiniz bu olayları size anımsatmak ve onun ne kadar ahlaksız, kendini beğenmiş, çılgın, kötü ve iğrenç bir holigan olduğuna dikkatinizi çekmek için oturmadım. Karalamalarımda ilk başlık olarak “Tımarhaneye düştük” demiştim. Yazdıklarımı okurken değiştirdim. İzin verin de konuya bir ayrıntıyla gireyim. Varna Kaymakamı, Karadeniz’in Bulgar kıyısında geleneksel Türk isimleriyle bilinen 300 yer adını Bulgarca uydurma isimlerle değiştiren bir yürütmeliği geçen fafta durdurduğunda, durdurdu. Bunu yaparsan karşında beni bulursun anlamında, kaymakam kararını protesto etmek için, 8 “ATAKA” milletvekili ile birlikte liderleri uçağa bindi. Varna’ya uçarken aynı uçakta bulunan Kültür Ataşesi madam Stefani’ye, bir hudut polisine ve bir yolcuya saldırdı. Bu küstahlık devletin sabır bardağını taşırdı. Başsavcısı gangsterleşen liderin dokunulmazlığının kaldırılmasını ve yargıya sevk edilmesini istedi. Bu arbedeye benzer bir kapışma, geçen sene Sofya Frankfurt uçak seferinde Siderov bir Alman hostese çullanınca da yaşandı. Frankfurt polisi ona “bileklerinizi uzatın!” dediğinde, diplomatik skandal koptu. Milletvekili dokunulmazlığı nedir? Bir milletvekilinin azılı holigan gibi davranışı kabul edilebilir mi? Vekilin dokunulmazlık kartıyla sağlanan yetki polis yetkilerinden üstün müdür? Bu sorular kamuoyunda gündem oluşturuyor. Başat sorun şu: BSP ile HÖH milletvekilleri Volen Siderov’un “dokunulmazlığını kaldırıp onu yargıya teslim edecek mi?” Yoksa karga karganın gözünü çıkarmaz misali, hükümet bindiği dalı kesmeyecek mi? Bir oy çoğunluğa dayanan Sofya hükümeti, “altın senedi” yakıp koltuktan düşerse, kapıda yeni seçim mi var! Asıl sorun işte bu. Ben, kendi idam fermanını kendi kalemiyle yazmış “akıllıya” henüz rastlamadım. Şu satırları yazarken utanıyorum: Bulgar Dış İşleri Bakanı Siderov’un eşekliğine Fransa Büyükelçisinden özür dilemiş. Özür dileme moda oldu. Stanişev “Bulgarlaştırma”yı unutmamış Lütfü Mestan’dan özür diledi. Mestan ise, “Türklerin temsilcisi olana kadar çok katarzis geçirdiğini” söyledi. Bu söz, arınma anlamına gelmeli, onu söylemekle paklandığı ve günahlarından arındığını düşünüyorsa kendini avutuyor. Katarzisin bizdeki anlamı korkmaktır. Mestan korku geçirdi ve hala korku içinde yaşıyor, çünkü attığı her adım yanlış. Nasıl olur da yalnız bizden özür dilenir. Pomakların, Müslüman Çingene kardeşlerimizin adları, kimlikleri değiştirilmedi mi? Onların çekisi bizden az mıydı! Ne yüzle Stanışev’in boynuna sarıldı! Hem tüm Müslümanlar biriz, beraberiz, hepimiz aynıyız, diyoruz, hem de yalnız bizden özür dilenmesini kabul ediyorsun? Olacak iş değil. Evet, bu, olur iş değil. Bir de şu Stanişev, BSP lideri olarak, Türker’den özür dilemekle, isimlerimizi


14

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

değiştiren ve geçmişimizle geleceğimizi tarihten silmeye çalışan BKP, Todor Jivkov rejimi ve totalitarizmin devamcısı ve mirasçısıyız mı demek istedi? Öyle ise, Belene, Loveç ölüm kamplarında, sürgünlerde, hapislerde yatan 200 bin Bulgar vatandaştan da özür dilemelidir. Bizim, aynı rejimde kurban giden Bulgarlardan ayrıcalığımız ne ki? Konumuza dönelim: Uçak içi olayının yinelemesi aklıma psişik analizci Z. Feud’u (1856 – 1939) getirdi. Dehanın yaratığı teoride 1) klaustrofobi yani kapalı alan korkusu; 2) akrofobi yani yükseklik korkusu ve 3) ayrofobi yani uçma korkusu analizi var. Bunlarda, bazı yolcuların uçak türbülansa girdiğinde, başka bir değişle hava boşluğuna düştüğünde, en yakında oturan birine sarılması, onun elini kolunu tutup destek araması “normaldir” deniyor. Ayakları boşta kalınca Alman hostese ya da Fransız ataşeye cankurtaran simidine atlar gibi sarılan Siderov böyle biri mi? Yoksa bu sahneler reyting yükseltme oyunu mu? Başsavcıya “çöp”, milletvekillerine “hamam böceği”, politikacılara “bit yumurtası”, polislere “hayvan” vs. diyen çok hırslı ve kontrolsüz gangster gibi dil uzatan bir kişiyi desteklemek, kabul gören bir hareket olamaz. “500 Euro emekli maaşı”, “bin Euro asgari ücret!”, “Yabancılara toprak satmak yasaktır!” gibi sloganlarla sevimlilik arayan bu dengesiz, bunalımda bütün iktidarı hedeflemiş olabilir mi? Bunların hepsini kendi aklınla mı yapıyor?! Bir artist olarak sahne rolünü iyi oynayan bu kahramanın senaryosunu kim yazıyor? İplerini kim çekiyor demiyorum, çünkü artık kulaklıklara fısıldanıyor. Her şeyi kulağa fısıldayan isimsiz ve çehresiz, kişi şöyle düşünmüş olabilir mi? “Komünizmi öldürdük, ölmedi. BKP’yi lav ettik, isim değiştirdi, dayandı, şimdi “XXI. Yüzyıl” ve “ABV” diye parçalanıyor ama hep dik duruyor.” Herkes BSP ile GERB partisinin BKP mirasçısı ve devamcısı olduğunu biliyor. Ya Washington, ya Brüksel, bundan böyle bizimle olacaksanız şu ikisini de kapatın, öyle devam edelim, demiş olsa, ortalıkta “Ataka” dan başka oy verilecek parti kalmıyor. Yoksa “Ataka” bu günler için mi yaratıldı? Ve bu işe neden Ahmet Doğan alet ettiler? Madalyonun bir de bu yüzü var. “ATAKA” partisinin kurulması için 1 milyon 600 bin leva para veren Ahmet Doğan’dır. O, Bulgar gizli polisi “DC” ve Rus dış istihbarat örgütü “KGB” ajanıdır. Türk ve İslam düşmanı bir politik partinin kuruluşuna gerekli parayı Ahmet Doğan ödediğine göre, “Ataka” partisini de mi gizli polis kurdurdu? KGB büyüteç tutup Doğan’a bu işi “şu sokak serserisiyle yapıver” mi, dedi? Bu sorular sormakla bitmez:


Makale ve Analizler - 2014

15

Size göre gerçek olan nedir? Bir, Ahmet Doğan, Türklerin, Pomakların ve Müslümanların politik seçenek aramasını önlemek, Bulgar milliyetçiliğini hortlatıp saf ve masumları korkutmak, sindirmek, ezmek ve oyları “çuvalda keklik” bilmek için mi ödedi bu parayı? Siderov Doğan’ın kopoyu mu? İki: Ahmet Doğan, devamlı Türklere, Çingenelere, azınlıklara, İslam’a, yabancılara havlayan bir köpekten ihtiyaç mı duydu da “ATAKA”yı kurdurdu? Üç: Moskova, NATO ve Avrupa Birliği’ne karşı gece gündüz lanet savuran bir modern milliyetçilik yaratmak için mi “Evet” dedi. Dört: Yoksa her bitkinin kabuğunu toprakta bıraktığı gibi, “yeni oluşan bu ırkçı politik olgu, gün gelir bizi ret eder” diye düşünemediler mi? Sofya iktidarını her an düşürebilecek birini yaratmak zeka işi mi? Beş: Her şey tesadüf eseri olsa bile, “Ataka” kurulurken elini cebine sokan olduğuna göre, bu işin içinde bir iş olduğu ortada değil mi? Gözle görülebilen şu: 1990’dan beri totaliter senaryocuların yazdığı piyesleri sahneleyen Bulgar kulisi BKP engellinden ne kurtulmak istedi ne de istiyor. Şimdi BSP’den 2 encek daha çıksa, GERB ile birlikte bir anadan 4 encek olacaklar. 24 yıldan beri doğan her meyvede totaliter acı var. Politikada sağ sol belli değil. Politikacıların hepsi aynı okuldan mezun, aynı kilisede yemin etmişler. Totaliter zehirden arınmak için, en geç bugünden başlayarak, en az 20 - 25 sene ciddi temizlenmeye ihtiyaç var. Dünyaya bakış açısı değişmeden bir milletin politik özü değişmez, ya da politik öncüsü değişmeden toplum yenilenmez, algoritması doğrudur. Geçiş döneminde bedava seyrettiğimiz Ahmet Doğan, Volen Siderov kukla oyunlarını, bir süre daha izlemeye mecburuz. Bu sözlerime, aranızdan isyan edenler olabilir. Güneş doğmadan ölmek istemediğinizi biliyorum. Sofya’da sarı kaldırım üzerinde polisle çatışmada özgürlük arayışı bu yıl da devam edecek. Ve toplum böyle böyle durulup uyanacak. “Vakti saati gelmeden bir şey olmaz.” Doğal süreçleri izlerken, düne kadar cebinde beş parası olmayan bir serseriden - (Volen Siderov), bir düzine Of Şor hesabı olan bir “gangster lider” becerisinden kuşkulanmıyorum. Unutmadık, o özel bakıma alınmazdan önce çöp kofası karıştırmaya başlamıştı. Saçları karman çorman, sakalları karışık, saf ve masumdu. Çöplükte açacak çiçeği bulmak da marifet tabii. , Şimdiki duruma yükselirken keçileri kaçırmasına 8 - 10 sene gerekti. Bulgar politik sahnesine böyle bir “kahraman” gerekeceğini öngörenlere, şapka indirmemek elde değil.O bilinen kurallara uygun gelişti: önce geçmişini inkâr etti. Saflarından çıktığı Demokratik Güçler Birliği (CDC) partisine “çöplük” dedi. Onu biçimlendiren ve yücelten “Skat” televizyonunu tekmeledi. Eski “dostlarını”


16

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ret etti. Hiçbir vaadini yerine getirmedi. Sokak serseriliğinden geldiğinden olacak, biricik ayrıntıyı unuttu: Ambardan değil, yemlikten alınmış bir tohum olduğu akıl erdiremedi. Bilirsiniz, yemlik buğdaydan tohum olmaz. Onu yaratanlar, tek kullanımlık tuvalet kâğıdı üretim ustasıydı. Bunu düşünemedi. Raf ömrünün dolduğunu anlayınca, çıldırıyor ve tımarhanelik oldu. Fakat tonlarca sokak serserisi ortalıkta dolaşırken, tam onun sahneye çıkarılması ilginç değil mi? Bu seçim hangi kurala göre yapıldı? Yaratılan simanın tarihteki örneği kimdi? Yanıt ararken ben de kendimi zorluyorum. İkide bir aklıma gelen kukumav yani baykuş. Bilirsiniz, o, görüldüğünden çok tehlikelidir. Önce Ahmet Doğan örneğine takıldım, onu yaratan zihniyeti çözsek, Volen Siderov’ta zorlanmayız. Kimi andırdıklarını, onlardan neler beklendiğini çözmek kolay olduğu kadar zor. Yaratanın ipleri uzun, telsizi var, çehresi yok, sis gibi, hülya gibi, bir var bir yok. Kulisteki çehresiz, açmış çuvalın ağzını para dağıtıyor. Saraylarda yaşatıyor. En pahalı otellerde yatırıyor. Viski seçmelerinde yardımcı oluyor. Ağızlarına puro veriyor. Genç kızları koyunlarına sokuyor. Ve onlara istediğini yaptırıyor. Konuyu burada noktalamak ve bilgisayarımı kapatmak isterken, derde dermanı bir az da eski kitaplardaki emsallerde arayayım, dedim. Deyvid Levis’in “Hitleri Yaratan Adam” eseri elimde. Bazı alıntıları birlikte okumamızı öneriyorum. Hitler uçağa binmekten korkan biriydi. Hava çukurlarına düşmekten çok korkuyordu. Kendisi bütün gün başkalarına kuyu kazdığı için, Almancada olmayan “kazma başkasına kuyu kendin düşersin içine” tekerlemesini bilmiyordu. Velhasıl korku içine yaşayan biriydi. Birinci Dünya Savaşı’nda Batı Cephesine gönderilmişti. Orada kimyasal silahlı bir hücum esnasında bakar kör oldu. “İsterik körlük” sonucuna varan hekimler, onu bir ruh hastalıkları uzmanı olan prof. Edmund Forster’e gönderdiler. Prof. Forster, ona özel bir yöntem uyguladı. “Alelade biri” olduğunu düşünürsen, ömür boyu kör kalacaksın, fakat İsa Peygamber, resul Muhammet gibi kendine “süper adam” iradesiyle bakarsan, insanüstü bir güçle göreceksin,” dedi. Ruh hastalıkları kliniğine girerken, başını sol omzuna eymiş, insanlardan uzak kalmaya gayret eden, kaçık biri gibi ürkek adımlarla basan bu zavallıda lider nitelikleri aramak, başka bir kaçıklık olurdu. Fakat Hitler’in gözü bu tımarhanede açıldı. Delilerin arasından Yarı Tanrı gibi sert ve düzgün adımlarla çıktı ve bir daha arkasına bakmadı.Bir anti-faşist olan Prof. Forster nazi kamplarında öldürüldü. Hitleri yaratanlardan çoğu onun kaderini paylaştı. Çünkü her zaman haklı olan, asla geri adım atmayan bir “insan benzeri” yaratmak, frensiz bir otomobili trafiğe katmak gibidir, kaza kaçınılmazdır.


Makale ve Analizler - 2014

17

Hitler gibi Siderov da bir karış boyuyla “dev adam” hastalığından kurtulamıyor, fokurdayan bir düdüklü tencere gibi, alabildiğine öterken, Varna hava limanında frensiz bir otomobil gibi polise tosladı ve parladı. D. Levis’in kitabında, Hitlerin kitleler önüne çıkma öyküsünde şöyle bir ayrıntı var:Dünyayı görememe özürlüğünden kurtulan Hitler, birden değiştiği gibi, komünistlerine karşı sağ elini kaldırıp lanetler savurmaya başlar. Gelişmesini izleyen Alman askeri istihbaratından Karl Meiyer, onu sivil giydirip bir yazarçizer kılığına sokar ve istihbarat işlerine dahil eder. Ve onu, o yıllarda yarı legal çalışan Alman İşçi Partisi toplantılarına göndermeye başlar. Toplantılardan birinde arka sıralarda uslu uslu otururken birden yerinden fırlayan Hitler, öyle etkileyici bir konuşma yapmıştır ki, parti yönetimi adamımızı bulduk sonucuna varır. Siderov’u, “Demokrasya” gazetesi başyazarlığından alıp, bir saldırgan kişilik olarak meydan mitinglerine çıkaran mantık aynıdır. İlk konuşmasına “Çingenelerden sabun yapacağım” sözleri, daha önce Yahudiler için söylenmişti. Hitler konuşmalarına Münih birahanelerinde başladı. Üzerine fırlatılan bira kadehlerinden korunmak için, kalın meşe tahtalarından yapılmış masaların ardına saklanıyordu. Siderov’a saldıran pek olmadı. Sokak serserilerinden birinin beşinci biradan sonra fırlattığı boş kadehlerden biri kolu havada gözü gökte meyhane sözcünün başını yarabilirdi. Bu tehlikeyi gören, ip çekici istihbarat subayı Meiyer, bir gün cüzdanında bira parası olmayanları topladı, hepsine kahverengi askeri üniforması giydirdi, ceplerine para sıkıştırıp masa üzerine yumruk sallayan “dev adamı” korumaları için dolayına dizdi. Almanya’da “SA” olarak ün yapan, saldırgan tim böyle oluştu. 12 Mayıs 2013’e kadar Siderov’un koruması olan siyah takım elbiseli kalın enseli 8 - 10 kişi, şimdi meclis sandalyesinde oturuyor, o havlarken onlar kuduruyor. Camii saldırılarında, Adalet Sarayı önünde, Amerikan Büyük Elçiliği’ni lanetleme mitinginde beraber çıldırıyorlar. Onlar için İslam ne kadar kötüyse, İkinci Dünya Savaşı’nda Bulgaristan’ı Alman faşizmi işgalinden kurtaran Amerikan pilotları da, aynı derecede kötüdür. Hitler iktidar basamaklarında tırmanmaya başladığında istihbaratçı Meiyer tutuklandı ve gaz kamaralarından birinde yakıldı. Bu iş, Ahmet Doğan gibi istihbarat yemliklerinde yetiştirilen bir baş-ajanların, HÖH’ü yoldaşlarını bire kadar yok etmesine ve ardından Bulgar devlet güvenlik örgütü “DC”yi kapatıp verine kurulan DANS Ajansına Başkan olarak beslemesi olan D. Peevskiyi atatmasına benzemiyor mu? Ne ki, bizde dosyalar açıldı ve piliçler sayıldı, eminim saraylara gizlenenlere sıra gelecektir. Siderov da onu yaratanların hepsini tekmeledi. Faşist iktidara tırmanmanın püf noktası etrafı temiz tutmaktı. Bulgar ibret derslerini kendi tarihlerinden ala-


18

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

cağına, hep başka halkların öykülerindeki Mesih rolüne takıldı. Frensiz otomobil gibi ilerlerken kaçınılmaz kaza yapması bundandır. Sebebini, belki de Bulgar halkın farklı bir ruh taşımsında aramalıyız. Midye kabuğu dışında yaşayamadığı gibi, Bulgar da geçmişleri dışında olamaz, oysa tarih boyu ya Bizans’a, ya Osmanlıya, ya Almana, ya Rus’a, şimdi de AB’ye bağlandılar. Siderov balonu, bu yüzden de düdüklü tencere gibi patladı.

Adil Çözüm Bekliyoruz

Dr. Halide Ümitfer-14.Ocak.2014

HÖH milletvekili Hüseyin Hafızov ile bir söyleşi. Soru: İlgili yasa önerisi henüz mecliste onaylanmamış olsa da, bir yanda devlet ve belediyeler öte yanda ise bütün ülkede mülklerinin geri verilmesinde ısrar eden Baş Müftülük arasında ciddi bir gerginlik var. Köstendil, Karlovo, Stara Zagora kentlerinde durum patlama tehlikesi gizliyor. Belediye başkanları protestoların başına geçti. Neden böyle oldu? Yanıt: Herkesin kendinin olmayan bir şeyi ele geçirmek istemesinde, anlaşılmayan bir şey yok. İnşa etmeden, sonradan ele gasp edileni iade etmeme durumu söz konusudur.Ayar duygusu olmayan herkesin göstereceği normal tepki diyebilirim. Ben, camilere büyük ilgi gösteren Belediye başkanlarına, cami, medrese ve külliyelerimize adaleti çiğneyerek el atmaya çalışacaklarına, gelecek kuşakların kendilerine iyi dileklerde bulunması için, kültür anıtı olarak da ayakta kalacak ibadethaneler kurmaya başlamalarını tavsiye ediyorum. Camilerimizin belediye başkanlarının ne işine yarayacağı konusunda benim de hiçbir bilgim yok. Ben, kendilerine yıkılmaya başlayanları hiç olmazsa onarmasını öneriyorum. Bunu yaptıklarında Müslüman ibadethanelerine saygı ve takdirlerini göstermiş olurlar. Belediye başkanları ile bir kısım vatandaşın protestolarının İslam ve Müslümanlara karşı olan genel düşmanlıktan bir parça olduğuna kuşkuyla bakıyorum.


Makale ve Analizler - 2014

19

Soru: Bulgaristan’da Belediye Başkanları yüzünden yıkılan cami ve medrese var mı? Yanıt: Var tabii. Cami ve medreseleri gidip görseniz ne kötü durumda olduğunu görürsünüz. Küstendil, Dupnitsa ve Razgrad “İbrahim Paşa” camilerini gidin görün. Zamanla bakımsızlıktan yıkılıyorlar. Siz gibi araştırmacı gazetecilerden her biriniz devletin ve belediyelerin mülkünde olan tapınak yerleri ile kültür anıtlarının yürekler acısı durumları hakkında yazı yazabilirsiniz. Belediye başkanlarının ibadet yerlerimizin ve kültür anıtlarımızın kendiliğinden yıkılmasını seyretmek için mülk sahibi olarak kalmaya çalıştıklarına kuşkum var. Bu eserlerin korunması ve konserve edilerek yaşatılması için tehlike arz eder. Art niyetli olmadıklarını umut ederim. Soru: Baş Müftülüğün vakıf mallarını mahkeme kararıyla geri alma çabaları ardında Türkiye başta olmak üzere, bazı dış ülke menfaatleri olduğu iddiaları dikkat çekiyor. Yanıt: Bu gibi savlar, ulusal güvenliğimiz için incitici ve tehlikelidir. Benzer iddialarda bulunanların sözlerine dikkat etmelerini tavsiye ediyorum. 10 - 16 Ocak 2014, 168 SAAT Gazetesi.

Mart 2044 Bulgarların Sonu mu geliyor

BGSAM-14.Ocak.2014

Bilimler Akademisi’nce yapılan ve Bulgar ulusunun geleceğini öngören bir sosyolojik araştırma sonuçlarına göre, öz suyu kurumakta olan Bulgar ulusunun son çocuğu 2014 yılının Mart ayında dünyaya gelecektir. 2013’teki nüfus kayıtlarına göre son durum:Her saat 7 - 8 kişi hayata gözlerini yumuyor.7.5 milyon olduğu anlatılan ülke nüfusu 5.5. milyondan az kalmıştır. Nüfusun % 48’i yaşlıdır.Razgrat ve Smolyan da Bulgar nüfus tükenecek olan iller arasında yer alıyor. Son 30 yılda iki ana faktör Bulgar nüfusun hızla azalmasına ve ülkede büyük sayıda köy ve kasabanın insansız kalmasına neden oldu. 1) Bulgaristan’dan çıkan gençler daimi olarak dış ülkelere yerleşiyor. 2) Doğum oranı devamlı azalıyor.


20

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Ağır bir ekonomik bunalımın ve çöküşün başladığı 1990’da birden açılan sınırlar kapıları ülkeyi boşalttı. AB ülkeleri arasında kişi başı geliri en düşük olan yani en yoksul ülkenin Bulgaristan olması da nüfus artışını yerinde saydıran ve sonra gerileten faktör oldu. Bulgar politik gerçekliğinde, iktidar çevrelerinin ve politik parti yönetimlerinin ve resmi propagandanın gizlediği şöyle bir gerçek var: Ülkede son yıllarda doğan çocuklarda % 50’sinin ana dili Bulgarca değildir. Halen nüfusun % 24’ün Çingenedir. Önemle belirtilmesi gereken bir gerçek de, doğurmaya devam eden kesimin, sanki devlet ve sosyal yapının dışında yaşayan çok fakir, sefil bir baraka yaşamı sürdüren tabakadan olmasıdır. Bu yoksul alt tabaka hakkında şu kesin tespiti yapabiliriz: Öncelikle Hıristiyan Çingene olan bu kesim tek etnikte toplumsal bütünleşmeyi kabul etmediği gibi, politikacılar da ona oyunu satan bu potansiyel olarak baktıklarından, durum değişikliği hedefleyen hiçbir önlem alınmıyor. Bu açıdan Bulgaristan’da sıra dışı (müstesna) bir gelişme izlendiği gibi, 2014 yılı bütçesini bağlayan hükümet demografik çöküşü durduracak ciddi önlemler almadı. Olay o kadar vahim ki, örneğin Ak Kadınlar şehrinde HÖH milletvekillerinden Sever ile Belediye Başkanı Tabakov ana yurdunu ve çocuk bahçesini kumarhane yaptığında, politik çevreler kör ve sağır kaldı, hiçbir tepki gelmedi. Bulgar nüfusunda azalma dünyada başı çekiyor. Yeryüzünde rekor kıran bu ağır durum, ekonomik kalkınma yollarını ve seçeneklerini tıkıyor. Yatırımcı gelmesine set çekiyor. AB kalkınma planlarını da etkiliyor. Birleşmiş Milletler Örgütü tarafından hazırlanan yeni rapora göre, 2010 – 2015 yılları arasında dünya ülkeleri arasında nüfusu azalan devletlerin başında Bulgaristan geliyor. Bulgar’ın sonu: Bulgaristan’daki gerileme bir tek nüfus artışı açısından değildir. Osmanlı devrinde oluşan, Bulgarlar eğitim almayı, okumayı sever, bilime ilgisi büyüktür savı 1990’da başlayan yeni tarihin her gününde kendinden bir şeyler yitirdi ve yitirmeye devam ediyor. Bulgarlar ulusu uyanış ve aydınlanma çağını Osmanlı zamanında yaşamıştı. Osmanlıdan ayrıldıktan sonra, 1977–78 Plevne Savaşından hemen sonra yapılan araştırmalarda, Bulgar nüfusun % 5’inin okuryazardı. Okuyup yazdığını anlar durumdaydı. O gün bu gün 137 yıl geçti ve yeni durum şöyledir: 2013’te AB üyesi 28 ülke okullarında yapılan bir araştırma sonuçlarına göre, 15 yaşını doldurmuş olup, Bulgar okullarında öğrenimine devam eden çocuklardan % 40’ı işlevsel olarak kara cahildir. İşlevsel olarak kara cahil olmanın an-


Makale ve Analizler - 2014

21

lamı, okunan bir metni anlamakta güçlük çeker ve bu metin içindeki temel fikri göremez anlamındadır. Bu % 40 orana, 15 yaşın altında okulu terk eden çocukları da dahil ettiğimizde, işlevsel olarak kara cahil olanların oranı % 56 gibidir. Bir başka gerçekse şudur: 2014 yılında öğrenimine devam etmek için sayıları 48 olan Bulgar Üniversiteleri’ne başvuran lise mezunu öğrencilerin sayısı 1000’den (bin) azdır. Durum bu kadar vahimdir.

Dağılıyorlar Gibi

Seyhan Özgür-15.Ocak.2014

Hoplayıp zıplamaya gerek yok. Çalıp oynamaya, sevinmeye de gerek yok. Politika sahnesinden 24 yıl önce ebediyen inmesi gerekenler, yeni bir oyun peşinde olmalılar ki, sözde parçalanarak dağılıyorlar. Bulgaristan’da demokrasi şafağının sökülmeye başladığını müjdelediğimizde yenilenmenin kendi zincirlerini kırmakta bu kadar büyük güçlüklerle karşılaşacağı aklımızın ucundan bile getirmemişti.Devrimin bayrak sallamak olmadığını artık biliyoruz.Görülen bir şey varsa o da şudur: Toplumsal yasalara uymayanlar, doğal yasalara uymak zorundadır. Olmamaya mahkûm olanlar sihirbazlık gösterdi: Todor Jivkov’la betonlaşan totaliter rejime çikolatalı cila yaptılar. Biz ölürsek, siz de öleceksiniz korkusu yaydılar. Dünyanın hiçbir ülkesinde olmayan Geçiş Dönemi saçmalığıyla sanki yeni bina kuracaklarmış gibi, eski çatımızı yıktılar, tuğla ve kiremitlerle birlikte varımızı yoğumuzu satıp yediler, çalıp sakladılar. Politik Program Hükümeti diye gündeme getirdikleri idare biçimi, hiç çekinmeden kendi adamlarına bir Levaya sattıkları dev ağır endüstri tesislerimizi - (Kremikovtsi Metalurji Kombinası, Vratsa Kimya Fabrikası) vb. şimdi devlet parasıyla ulusallaştırıp geri alma niyeti açıkladılar. Bize sunulan hem acı


22

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

hem tatlı bir çikolata cilasıdır ki, yiyenlerin kimisi kahroldu, kimisi dev oldu. Öyle böyle derken 24 yıldan beri ayakta kaldılar. Diktatörlük adıyla tarihe verilen aşırı baskı ve terör rejiminde, biz çektik evlatlarımız çekmesin tepkisi veren kadınlar, çocuk doğurmadı. Kendilerini, erkekliklerini, kızlarının güzelliğini överek bitiremeyen Bulgarlar, kendilerini meşe ormanı zannettiler. Bilirsiniz meşe ağaçları 6 (altı) yılda bir normalin çok üstünde pelit doğurur. Meşe tohumlarını kışlık olarak saklarken dağıtan sincap ve kuşlar ormanın yayılarak büyümesini sağlar. Ne ki, tabiata denge veren istisnalar, toplumda kural değildir. Toplumda, negatif düşünceler, negatif uygulamalar, negatif sonuçlar doğurur. Bunların başında gelen de egoist yani bencil ruh halı ve davranışlardır. Ve bugün artık, olumsuzlukların doğurduğu sonuçları yanı piliçleri sayma zamanı geldi. Temel sorun, Bulgar ulusunun dağılarak, parçalanarak yara alması değil, yaşanan genetik olarak yok olma tehlikesinden doğan sızı ötesinde büyük acıdır. 2050’den sonra, Bulgarlar bugünkü Bulgaristan’da azınlık durumuna düştüğünde ve Bulgaristan Çingenistan olduğunda, ömrümüz olursa, Avrupa’da ilk Çingene Cumhuriyeti kuruluşunu kutlayacağız. Çok ürediniz bahanesiyle bize göz açtırmadıkları o karanlık dönemin en kör yıllarında “Yukarıda Allah var. Bu böyle giderse, Bulgar kökü kurur!” değenleri hatırladıkça, halk zekâsının kitaplarda yazılanlardan çok daha öngörülü olduğuna inanmamak elde değil. “Çok gezen çok bilir!”, “Çok okuyan bilir!” falan tekerlemelerini sallayan Bulgaristan Türkünün çektiklerinden kaynaklanan bilgeliği muzaffer oldu.Gurur duymak hakkımızdır. Bulgar da bunun farkındadır. Bir; Bulgar istihbaratına şimdiye kadar Ulusal Güvenlik Makamı diyenler bile düşündü kaldı. “Ulusal olan yok olmaya devam ederken, makamın adını da değiştirip” Devlet Güvenlik Makamı dediler. İki; Tek olan Yaratandır. Bizde Komünist Partisi (BKP) tekti ama yaratan değildi. 1990’da ona “Yok ol!” dendiğinde, intihar etmek kolay olmadı, hemen kılıf değiştirdi. Bulgar Sosyalist Partisi (BSP) oldu. BKP’nin 470 bin kayıtlı üyesi vardı. Onlardan yarısı eski defterden yeni kayda geçmedi. BSP 220 bin üye kaydetti. Az olsun bizim olsun, azdır özdür, derken ayakta kaldı, bitmediler. Bugüne kadar dayandılar. Halen iktidardırlar. Ne var ki, “demokrasi geldi” sözü tek anlamlı değildi.


Makale ve Analizler - 2014

23

“Demir perde kalktı” değenlerin bakış açısı daha farklıydı. Totalitarizm yasaklar rejimiydi. Dört bir yanı total yasaklar kaplamıştı. Etraf sarılmış, kuşlara bile uçmak yasaktı. Başka bir değişle sosyal hayat üzerinde, kendi aramızda “bu pislik kalkmaz” dediğimizi hatırlarsak, o zamanlar göz önüne getirdiğimiz çok kalın, yıllanmış bir buz tabakasıydı. BKP dışında hayat yoktu. Olsa bile tadını çıkarmak bir yana, tatmak, ağza almak yasaktı. Bugünün yaşlıları, ellerinden öperim, işte böyle bir sosyal ve politik ortamdan geldiler. Ve her şeyi değiştirmeye kendilerinde kuvvet bulamadılar. Zaten devrimler, yenilenme gençlerin işidir. Fakat gençler sofrasına demokrasi algısı ballı börek şeklinde mi sunuldu, yoksa onlar da her lokma için mücadele etmek zorunda mı kaldı? Bir an için geri bakıp bu soruya yanıt arasak, anaların evlatlarına ana dilini öğretmesi bile yasak olan bir sıkı düzenden söküldük de, kaç adım ilerleyebildik, yalnız bunu düşünsek iyi olur. Bu açıdan, ben hala bir anaerkil toplumda yaşadığımızı düşünüyorum. Artık doğum yapmayarak, ayaklanarak, sevgiye susamış gelinlerin eşlerinin hapislerde tutulmasına isyan ettiler. Şimdi ise ekmek parası için dış ülkelere gitmeyi tercih ettiler. Hiddetlenen analara, bacılara, onların hasretlerine ve çilesine hak vermemek elde mi! Neymiş efendim, Rusyalı V. Putin, bir Rusya vatandaşı kadına 2. (ikinci) çocuk doğurduğunda 426 bin Ruble veriyormuş, bizde de bu uygulansa paralar Çingenelere gidecekmiş. Delirmek işten değil. “Bu pislik kalkmaz” sözlerinin derin anlamı, bu dünya görüşü değişmeden, işler düzelmezdir. Bu anlayışla devlet yönetilemez. Çökerse de bu ülkeyi kaldıran olmaz! İlk kez her şey değişecek dediğimizde hep aynı olayı düşünürüz: 1990’da Sofya’da 1 (bir) milyon insanın katıldığı bir miting yapılmıştı, etkisi altında kalmış olabiliriz. Olağanüstü etkileyiciydi. 10 Ocak 1997’de Bulgar demokratların sarı kaldırımlar üzerinde güç toplayıp camını penceresini indirdiği an, parlamentoya dalarak masaları, dolapları, bilgisayarları devirenler her şeyi kırıp döktüklerinde, BSP istifa etmişti. Biz Türkler ve Pomaklar içinse son 24 yılın unutulmaz iki olayı vardır. Biri, isimleri geri alma direnişinde meclis kuşatmasıdır. İkincisi de, Hak ve Özgürlükler Hareketi fikrini geliştirip, partimizi kurmamızdır. Beş gün önce, 10.Ocak 2014’tü. 97 ayaklanmasının 7. (yedinci) yılıydı. O günden bu güne hiçbir şey değişmediğinden olacak sarı kaldırımlı meydan sanki muazzam bir kalabalık bekliyordu. Kaldırıma 7 (yedi) bin polis yığıldı. Gelen


24

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

olmadı. Zamanla çok şey değişti. Korku bazen umudu boğuyor. Yılla r içinde yan dalgalar vardı, 2014 başında onların etkisi de hissedilmedi. İktidar politik sabırla silahlandı. Silah demişken, 14 Ocak Salı günü, Sofya’da çok önemli bir olay oldu. İki defa Cumhurbaşkanı seçilen, daha önce de BSP partisi başkanı görevinde bulunan Georgi Parvanov, Kültür Sarayında “ABV” adıyla bilinen Ulusal Sivil Girişim başkanı sıfatıyla topladığı forumda, “tüfek patladı” dedi. Bulgar politika sözlüğüne Rus klasik Anton Çehov’un “Üç Kızkardeş” piyesinde duvarda asılı tüfek vardır. Bulgarcaya “mutlaka paylar” şeklinde girdiğine göre, bir de yerli kültürde “kiraz topu patladı” tekerlemesi olduğundan Parvanov ne demek istemişti? “BSP parçalanmaya başladı” mı demek istedi! Eski Cumhurbaşkanının geliştirdiği mantık, komünist partili mantığına yüzde yüz terstir. KP’de, parti içi fraksiyon (hizip, bölüntü) kesin yasaktır. Parvanov hem partide kalacakmış, hem de önümüzdeki Mayıs’ta yapılacak AB meclisi seçimlerinde alternatif liste tescil ettirecekmiş. Bulgar kamuoyunun bunu anlaması zaman ister. 100 oy alamaz. Bulgarlar kıskanç olduğu kadar, intikamcıdır, yeni olana sarılacağına, herhangi bir seçeneği anlamaya çalışacağına, bildiğinden şaşmaz. 100 (yüz) yıldan beri, yani 5 (beş) kuşaktır, gölgesinde serinlediği BSP partisine ihanet etmez, biraz daha sıkışır, gerekirse katılaşır, ama aynı gölgede kalır. Çünkü Bulgar mantığına göre, bir insan aynı zamanda hem öne hem de geriye bakamaz, iki gölgeye sığınan açıkta kalır. BSP içinde gelişen bir hizip, anasının karnında konuşamaz, doğmadan dünyayı göremez, yürüyemez, istidatlı bile olsa adam olamaz. Doğmadan adı konmaz, beşik kertesi bile yapılamaz. Ama BSP’den kopmayı, ayrılmayı, bölünmeyi kafalarına koyanlar ortaya çıkmıştır, dağılmaları doğaldır. Bu arada, yine BSP elit kadrolarından Tatyana Donçeva ve 20 kişilik ekibi “XXI. Yüzyıl” partisi kurmak için Sosyalist Parti’den ayrıldılar. Öyle ki, 2014’ ün sembol sözü “Dağılma”, “Bölünme” oldu. Bu gelişmeler doğrultusunda, Bulgar seçimlerinde 3 (üç) kez şampiyon olan GERB partisi lideri Boyko Borisov’un ruh hali huzura kavuştu. İktidar partisi BSP parçalandıkça AB Meclisi Seçimlerini de kazanacağını yüksek sesle söylerken, Mayısta sırtları yere gelecek ve ardından Parlamento seçimi yapacağız, çorabını hızla örüyor. Kuşkusuz, 350 (üç yüz elli) tescilli politik parti olan Bulgaristan’da seçimlere 20–25 oyuncu giriyor.Örneğin kayıtlı 35 Çingene partisinden tek başına oy


Makale ve Analizler - 2014

25

isteyen yok. Yapılan seçim önü koalisyonları da seçim gününe kadar yaşıyor. Politikada çoğulcu parlamenter sahnede 2013’te 4 (dört) parti vardı. 12 Mayıs 2013 seçimlerinde en fazla oy alan, ama % 51 çoğunluk sağlayamadığı için hükümet kuramayan ve muhalefette kalınca ruh çöküntüsü geçiren Boyko Borisov’un GERB partisidir. Bu partinin omurgasını emekli polisler ve ordu subayları oluşturur. 1989’da devletin memur kadrosuna politikadan çıkması emredilmişti, ardından şu gizli servis dosyaları gündeme geldi ve bu örgütlü kesim uzun zaman politik bütünlük sergileyemedi. Demokratik Güçler Birliği CDC’nin dağılmasından sonra, aynı kadrolarla Çar II. Simeyon’un kurduğu partinin de çözülmesiyle açılan boşluğa yerleşen GERP partisi, aslında Bulgaristan Komünist Partisi’nin eğittiği ve daha sonra talancı ve soyguncu ruhla silahlanan bir görüşünün ürünüdür. GERP partisi sosyalizmin totalitarizm döneminde pekişen kadroların politik subjesi ise, BSP partisi, geleneksel sosyal demokrat, sosyalist ve komünist hareketin öncüsüdür. Büyük bir esneklikle komünist ideleri sosyalist fikirler şeklinde yayan ve Avrupa’daki demokratikleşmeye ayak uyduran, Rusya’ya göz kırpsa da, AB içinde kalmak istediğini beyan eden, Amerika’ya da olumlu yanaşan BSP artık zor günler yaşıyor. AB ve NATO üyeliğini koruması parçalanma sürecini engelleyemiyor. İç politikada yerli oligarşiyle sarmaş dolaş olan ve tarihsel geçmiş üzerine sünger çekerek Türk ve Pomakların politik nüvesi HÖH partisini kendi çadırı altına çekebilmeyi başaran “yaşlılar partisinin” iktidar gücü, son gelişmelerle pekişmedi. Onun, Mayıs 2014 seçimlerinde ezici zafer kazanmak için saflarını sıklaştırması beklenirken, hem “ABV” hem de “XXI. Yüzyıl” kanatlarından olması, çok çelişkili ve derin bir ayrışım ve dağılma süreci yaşadığına işaret ediyor. Üçüncü parti durumunu 24 yıldan beri koruyan HÖH / DPS son seçimlerde oylarının üçte birini kaybetti. Seçime katılım oranın düşük olması mevzilerini korumasında şans oldu. Partinin ana sorunu, yapmacık politikalardan sıyrılıp, memleketin ve temsil ederek savunduğunu iddia ettiği etnik azınlıkların çözüm bekleyen sorunlarına uzak kalmasıdır. İnsan hakları, temel hak ve özgürlükler, anayasal hakların uygulanması ve ulusun temel sorunlarının çözümünde daha etkin olma gibi problemlerden uzak olan HÖH partisi, sahnelenen piyeste rolümden memnunum havasında, gövde gösterisine devam ediyor. Fikirsel çöküşün ardından örgütsel çöküş geleceğini görmezlikten gelmeye devam eden bu parti, seçmenin sefilliğinde, halkın kör cahilliğinde, çaresizliğinde yüzmeye devam ederken, mafya ve oligarşi çadırında serinlik buluyor, memleketin ana dengeleri bozulana kadar yazılacak yeni senaryoların hepsinde bize de bir rol olur, “kapıcı” olamazsak, “kaleci” oluruz, havalarında esiyor.


26

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Dördüncü parti olan koyu milliyetçi, ırkçı “ATAKA” partisi, yağmur ne kadar sağanak yağarsa, ıslananlar o kadar çok olur, mantıyla hareket ederek, en fazla propaganda yapan en fazla oy alır uygulaması peşindedir. Lider Volen Siderov, skandal ardından skandal kundaklayarak 2013’te TV ekranlarını işgal eden politikacı oldu. Yıl ortasında, BSP-HÖH partisi kurulmasına gerekli olan 1 (bir) oyu verip programsız bir iktidarın ortağı olduğu için sert eleştiriler alan ve ardından onun yerine talep olan 4 (dört) yeni aşırı milliyetçi oluşumun sokaklarda boy göstermesinden ders alan lider Siderov, hele şu yılbaşı skandallarıyla iletişim ortamını, öncelikle ekranı tamamen kilitledi. Senaryosu yazılmamış sahne oyunlarında baş aktör olmaya devam ediyor. Sağ ve sol ayrışımı olmayan, orta direksiz, bir politik ortamda analiz yapmak olağanüstü güç. Bütün oyunlar, dağılıp gruplaşmalar, sanki AB’den ya da başka bir yerlerden gelen ya da gelecek olan nimetlerin “Bana, Bana, Bana” mantıyla dağıtılmasına hizmet ediyor. Bu olayı bizden çok daha geniş kapsamlı ve derin irdelemiş olan sevilen yazar D. Stiyl, Bulgar okura sunulan “Dünya Adaletsizliği” eserinde, çarpıtan aynalarda güler yüzlü mutlu insanlar yerine, hayal kırıklığı yaşayanları anlatırken, okuruna feryat ettiriyor. Bu dünyada dağılıp kaybolan şeylerin, derelerin ırmaklarda toplandığı gibi, kavşaklarda ve meydanlarda toplanarak, yeni yol arayacaklarına inanıyorum. Saygılar.

Temcit Pilavı

Şakir Arslantaş-16.Ocak.2014

Giriş: Bu yazımda günümüz Bulgaristan politikasında en büyük sahtekârlardan biri olan ATAKA partisi lideri Volen Nikolov Siderov konusuna biraz daha değinmek istiyorum. Volen Siderov hakkında aşırı sağ, ırkçı, faşizan bir politikacı olduğunu söylemek yeterli değildir. Aslında biz Bulgaristan Stratejik Araştırma


Makale ve Analizler - 2014

27

Merkezi yazarları ne polis ne de savcıyız, Başkanımız olan Sayın Rafet Ulutürk bey de yargıç değil. Bizim görevimiz okurlarımıza Vatanımız, doğup büyüdüğüm yerleri, dedelerimizin mezarlıkları bulunduğu, evlerimizi bıraktığımız, akrabalarımızın yaşadığı ülke, insanları, partileri, politikaları hakkında ayrıntılı doğru bilgi vererek, hepinizi doğru aydınlatmaktır. Evet, siz, neyin yanlış neyin doğru olduğunu öğrenecek başka yer mi yok. Sizin doğru yazdığınızı neren bilelim, diyebilirsiniz! Bu yüzden, son toplantımızda, araştırma ve irdeleme çalışmalarımızı daha da derinleştirme kararı aldık. Bu karar doğrultusunda kaleme aldığım ilk araştırma eserimi sunuyorum. Neden Volen Siderov? 19 Nisan 1956’da Sofya’da dünyaya gelen V. Siderov’un polis dosyası kalın ve üzerinde Çok Gizli kaşesi var. Yüksek tahsili olmayan bu kişinin polis dosyası Başkentin III. Polis Amirliği’ndedir. Olağanüstü ilginç olan, bir özellik, daha 1984 yılında, bir hırsızlık ve bir vatandaşı 1000 (bin) leva için zorlama konusunda açılan bu dosyanın, hemen Çok Gizli olarak kaşelenip, özel polis arşivine alınmış olmasıdır. Cinayet Olayı: 24 Mart 1984 günü Sofya’da Kazakov isminde bir şahsın “Revueflex” marka bir fotoğraf makinesi çalınmıştır. Kazakov polise şikâyet etmiştir. Bu hırsızlık sinyal üzerine suç nedenlerini inceleyen polis amiri Milanov raporunda şunları yazmıştır: “Bu hırsızlığı yapan, hiçbir işte çalışmayan, daha önce amele olan, 19 Nisan 1956 doğumlu Volen Nikolov Siderov’tur. Daha sonra aynı şahıs Kazakov’a telefon açmış, ondan 1000 (bin) leva para istemiştir. İstenen parayı vermezse şu sözlerle tehditte bulunmuştur: “Seni bir şahıs olarak yok edeceğim, ayaklarıma kapanacaksın, sürüneceksin.” Vakayla ilgili İç İşleri Bakanlığı Sofya III. Bölge Amirliği’nde 17 Mayıs 1984 günü 97 / 84 n.o.lu dosya açılmıştır. Milanov ve amirlerden Dimov ve Filipov’un katıldığı bir işaretli parayla suçüstü yakalama operasyonu düzenlenmiştir. Polisler Kazakov’a işaretlediği 1000 (bin) levayı verip, Siderov paraları alırken tutuklanmıştır.


28

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İlgili tutanakta Volen Sideov’un DKMS üyesi olduğu ve amele olarak çalıştığı yazılıdır. 30 Mayıs 1984’te Sofya III. Bölge müdürlüğünden yarbaya Pavlov 4535 n.olu suç duyuru dosyasını hazırlayıp 1 Haziran 1984 günü dava açmak üzere dosya mahkemeye gönderilmiştir. Bu olayla ilgili araştırmayı yapan amir Milanov da dosyayı imzalamıştır. Bu denli titiz hazırlanmış evraklarla adalete teslim edilen bugünkü ATAKA liderinin kısa sürede yargıç ve savcı önüne dikilmesi gerekirken, dava açılmamıştır. İşaretlenmiş parayla tutuklanan, vatandaşları tehdit eden, zorlayarak para toplayan Volen Siderov suçlu olmasına karşın, kılına dokunulmadan işin içinden sıyrılmıştır. 2005 yılında Volen Nikolov Siderov Bulgaristan Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı seçimlerine aday olarak katılırken yapılan araştırmada, sabıkasız olduğu, hakkında dava açılmadığı ve cezalandırılmadığı saptanmıştır. Görüldüğü üzere, dosya yeniden işlenmiş, hırsızlık ve para için zorlama ve tehdit etme sözleri ailevi olay şeklinde değişiklik görmüştür. 1984’teki cinaiyi olayla ilgili sorgu amiri Georgi Todorov tarafından hazırlanan tutanakta, Volen N. Siderov’un fotoğraf makinesini çaldığını ve para için tehditte bulunduğunu itiraf ettiğini yazıyor. Bu hareketine neden olarak, tamamen parasız kaldığını, paraya ihtiyacı olduğunu beyan etmiştir. O zaman Volen Siderov 28 yaşında bir gençtir. 20 yıl sonra yeni bir olay ve yine sabıkasızlık: 2004 yılında Volen Siderov, Sofya - Plovdiv ana yolunda bir trafik kazası geçirdi. Basın ve elektronik iletişim araçları olaydan gündem yaptı. Ulusu ilgilendiren bu kazada, Siderov’un koruma çetesini oluşturan kalın enseliler bazı yurttaşları tartakladı. Dövülenlerin şikâyetleri üzerine, Siderov’un 1984 dosyası yeniden açıldı. Dosyaya yeni iddialar eklendiği dikkati çekti. Yeni açıklamalarda, Volen Siderov, hırsızlık ve tehdit olayını reddederken, polisten korktuğunu ve sorgu amiri Georgi Todorov tarafından tehdit edildiğini iddia etti. Bu yeni bilgileri dosyaya işletip, değişiklik yapılmasını elde etti. Burada çok önemli olan bir özellik: Sorgu amirleri orijinal dosyadaki şu tespitlere dokunmamıştır: Volen Siderov hukuk ve adalet konularında tamamen bilgisiz bir kişidir, tezden ve hukuk dışı yollardan zengin olmayı seçmiş olup, ahlaksız ve iradesi çok zayıf biridir.” (Bulgaristan Bugün, 15. Ocak 2014, Sayı 12 (768).Siderov trafik kazası konusunda da yağdan kıl çeker gibi kurtulmuştur. “Demokratsiya” gazetesinden kovulması.


Makale ve Analizler - 2014

29

Bulgaristan’da demokratikleşme dalgasının köpükleriyle Demokratik Güçler Birliği CDC yayın organı “Demokratsiya” gazetesi Yazı İşleri Müdürlüğüne atanan Volen Siderov, tamamen ahlak dışı ve kaba davranışlarından dolayı Yayımcı Sendikaları kararıyla işten atılmıştır. Daha sonra aşırı milliyetçiliği ve ırkçılığı kışkırtan bir kitap yazan Volen Siderov politik sahneye bu defa da Türklerin lideri Ahmet Doğan’ın arkalaması ve para yardımlarıyla çıkıp, ATAKA partisine lider olmuştur. 1990’dan sonra biraz unutulan ötekileştirme, Türk ve İslam düşmanlığı politikasını, halkı yalandırmayı ve yanlış yönlendirmeyi bayrak etmiştir. Gelişmelerin kanıtladığı üzere Volen Siderov’un dosyası polis arşivinde korunsa da, o bir yolunu bulup yeni ifadelerle aklanma işinde başarılı oluyor. Sabıkasız görünse de, yeni suçlar işlemeye devam ediyor. “Lüfthansa” hava yolunda hostese saldırısından ve Alman polisince yakalanmasından sonra, şimdi de Varna’ya uçan uçakta Fransa kültür ataşesiyle kavgası, bir hudut polisini vurması ve bir yolcuyu da tekmelemesi, bardağı taşırmış olacak ki, Baş Savcı Tsatsarov, dokunulmazlığının kaldırılmasını ve yargıya sevk edilmesini ısrar etti. Asıl ilginç olan son gelişmelerdir. Yalancının eşsizi olan Volen Siderov bir basın toplantısı düzenleyerek, Fransız Kültür Ataşesi madam Stefani hakkında “bana saldırdı, Bulgaristan’a küfür etti,” dedi ve 15. Ocak 2014 Salı gün ATAKA çetesi Frasa’nın Sofya Büyük Elçiliği önüne “Ne zaman pardon diyeceksin Ma!” panosu dikti. Böyle bir konuda tüm politik partilerin tutum beyan etmesi gerekirken, HÖH lideri Lütfü Mestan’ı “hükümet yıkılırsa” korkusu sardı ve konuşmasıyla dikkatleri üzerine toplayan bu lider, dilini yuttu.Hükümet ortağı BSP lideri Sergey Stanişev, gazeteciler ce sıkıştırılınca şunları söylemek zorunda kaldı: “Biz artık fikrimizi açıkladık. Yasalar karşısında hepimiz eşitiz. Kurallara ve kanunlara herkes aynı şekilde uymalıdır. Dokunulmazlık yasalara karşı kalkan olarak kullanılamaz!” Fakat dili dönüp de “dokunulmazlığını iade et” deyemedi. Tüm bu gelişmelerin birkaç anlamı var: Bir: Şimdiye kadar Başkanımız Rafet Ulütürk ile Genel Sekreterimiz doçent Müjgan Deniz, Volen Sideov’un “çöplükten alındığını” yazdılar. Onun, Bulgar milliyetçiliğini yeniden hortlatmak için Ahmet Doğan kullanılarak politik sahneye çekildiğini ve görevlendirildiğini belirttiler. Aslında bir sabıkalı sokak serserisi olan Volen Siderov pilavını, “ısıtıp ısıtıp öne süren” makamlar, onu daha etkili yapmak ve ortalığı iyice karıştırmak istiyor. Sahte bir milliyetçi olan Volen Siderov’un biz Bulgaristan’da yaşayan Türklere, Pomaklara ve Çin-


30

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

genelere karşı söyleyecek sözü olmamalıdır. Fakat o Hitler örneğince yaratıldığı için hiçbir esasa ve gerçeğe dayanmadan konuşmakta ve holigan gibi, gangster usulüyle hareket ederek “kendinden korkulması gereken bir sima” oluşturmaya çalışıyor. Polis dosyalarına dayanarak bugün burada yaptığımız şu açıklamadan sonra Volen Nikolov Siderov’a karşı 1 Haziran 1984’tarihinde Sofya Mahkemesi’nde dava açılmasını durduran makamın Gizli Polis olduğundan şüphe etmemeliyiz. Bu davayı durduran gizli, polis, ona Ahmet Doğan eliyle ve para yardımlarıyla ATAKA partisini kurduran senaryo yazarıdır. Sanki bizi bu köpeğin havlamasına alıştırmaya çalışıyorlar. Olaylar öyle gelişiyor ki, gün gelecek biz Volen Siderov faşistinden başka sözünü dinleyecek adam bulamayacağız. Hani dilimizde “Pilavdan dönenin kaşığı kırılsın!” sözü var ya, öyle bir şey olacak. L. Mestan ile S. Stanişev’i esir almıştır bu faşist. Bundan 30 yıl önce Sofya III. Polis Amirliğinde subay Milanov’un yazdıkları bugün artık Bulgar politikasını belirler duruma geldi: “hukuk ve adalet konularında tamamen bilgisiz bir kişi” - bugün bu kör cahil devleti idare ediyor demiyorum, parmağında oynatıyor, diyorum. Siderov’un işlediği devlet suçlarına kanunların dişleri hiç batmaz oldu. - II Bu olayın derinliklerinde olan nedir: Volen Siderov’un 28 yaşında hiçbir iş tutmadığını, tahsilsiz ve görgüsüz biri olduğunu yazmakla, şahsen bu vatandaşı karalamak ve kötülemek gibi bir niyetimiz ve hedefimiz olmamıştır. Siderov örneğindeki devamlı tekrar eden ve yeniledikçe ısıtılıp önümüze sürülen temcit pilavı örneğini görüyoruz. Adam hacıyatmaz gibi suç işliyor, yakalanıyor ama içeri girmiyor, sabıkasız, hep ayakta, hep saldırıyor. Bu emsalle başımızda büyük bir bela olduğuna işaret ediyoruz. Bu yalnız Siderov belası değildir. Bizim memlekette tonlarla Siderovlar var. İşitiyorsunuzdur. Bulgaristan’daki Türkler her gün bir feci olay yaşıyor. Gün atlamıyor, her gün olay üstüne olay yaşamak zorundalar. Yılbaşı gecesi Varna’ya bağlı Belogradets köyünden çiçeği burnunda Hülya Macar kızımız en vahşi bir şekilde öldürüldü, kafası taşla ezilmiş bulundu. Yazarken ürperiyorum. Bütün köy, Varna ve Bulgaristan sarsıldı. Bu cinayette püf nokrası nedir? Katil tutuklanmış, salınmış, Hollanda’da yakalanmış, istenmiş, kaçmış, gelmemiş, Lan, Lan, Lan... Demek istediğim aynı olaylar devam ediyor. Siderov’u tutuklamışlar, işaretli parayla yakalamışlar, dosya dolusu tutanak var, sorgulamışlar Lan, Lan, Lan... ama temiz, adam “sabıkasız” ve Cumhur-


Makale ve Analizler - 2014

31

başkanı olmak istedi..Plevne camia taşlandı, camları indirildi, gören yok, işiten yok, tutuklanan yok. Mahkeme Karlovo “Kurşun Cami” Baş Müftülüğe verilsin kararı çıkardı, şehir merkezine bin kişi toplanıyor, mahkeme kararları lanetleniyor, Polis seyirci. “Vermeyiz” diye iki biçip dört kesiyorlar, yumruklar havada, hepsi camici oldu, şaşmamak elde değil. Hıristiyanlar çıldırdığında, camiye sevdalandığını bilmiyordum. Görülen olaylar hepsi birbirinden ayıp, çirkef ve iğrenç. Temcit pilavı gibi her gün ısıtıp ısıtıp önümüze sürülüyor, usandırana, bezdirene, tövbe ettirene ve lanet olsun! Deyip, çekip gidene kadar, yolu var! Biz Bulgarlara ne yaptık da böyle kükrediler: Osmanlı içinde Bulgaristan uyanış devrinde oluşan milliyetçilik bir olumlu yurtseverlikti. Bugünkü Bansko şehrinde dünyaya gelen ve 1722-1773 yılları arasında yaşayan Paisiy Hilendarski, “Islav Bulgar Tarihi” eserini yazmakla Bulgarlara siz de bir halksınız ve tarihimiz var, aşısı yapan ve gözlerini açan keşiştir. Bu yapıtın kaleme alınmasındaki gerekçe, Rum yanlısı olan Bulgarlara yeriniz orası değil burasıdır, demektir. Bulgar topraklarındaki Yunan kültür egemenliğini sınırlandırmayı ve Bulgar halkını şanlı köklerine ve tarihine dönerek öz medeniyetiyle yaşamaya çağıran bu eser, Bulgar halkının milli duygularını uyandırmıştır. O gün bugün Bulgar milliyetçiliği oluşmuş ve gelişmiştir. Ama nasıl oldu da, Osmanlı devrinde, Bulgaristan düvelinde Yunan kültür egemenliğine karşı başlatılan bir hareket ve uyanış, anti-Türk, ötekileştirme ve İslam düşmanı, yabancılar düşmanı vb. çiçekler açtı. Özü değiştiren ne oldu?Bu tümceleri yazmama vesile, yine aynı dönemde, Avrupa’da, Leo Straus adında bir Yahudi tarafından geliştirilen ve bugüne kadar dallanıp budaklanmaya devam eden ve günümüzde neo-konservatizm yani yeni nesil tutuculuğu olarak yerleşen ve bizde aşırı milliyetçi ırkçı şekliyle görülen ve bir yere kadar Volen Siderov’un başını çektiği aşırı saldırgan harekettir. Batı dünyasında bu hareket “Neo - Kom” adıyla bilinir. Irkçı hedefleri olan bu uluslar arası hareketin mali kaynakları sonsuz gibidir. Bugün Volen Siderov’un okyanus adalarında kayıt dışı birçok hesabı olduğundan söz ediliyorsa, bu hesaplara para akıtanların dünya ırkçılığı olduğunu unutmamak yerinde olur. Siderov’un Paris otellerindeki masraflarını ödeyenleri arayanların dünya tarihini iyi bilmesi gerekir. Ömür boyu serserilikten başka hiçbir iş tutmamış olan Volen Siderov’un hem gazete çıkarıp, hem de TV yayını yapması, her gün elbise değiştirmesi, fiyatı 500 leva olmayan şarabı koklamak bile istememesi, işte bu Yahudi paralarına dayanıyor. Serserilerin vatanı yoktur, serseriliğin de sınırı yoktur, bunların izlediği ırkçılık ise, kesin bir çılgınlıktır ve hem devlete hem de halkımıza çok


32

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

büyük zarar vermektedir. Ve biz, Ahmet Doğan’ın Volen Siderov’la kıkırdaşmasına kükrerken bunları düşünüyorduk. Şimdi ne oldu koskoca Sofya hükümeti faşist-kafalı Volen Siderof ‘un ağına düştü, esiri oldu. Biz bu vatanın has evlatları olarak, hainlik bize yakışmaz. Sözümüz sözdür biz bu işin içinde çok kirli hesaplar olduğuna inanıyoruz. Aşırı milliyetçi hedeflere ulaşabilmek için her şeyi yapmalarına, tuzak ardından tuzak kurmalarına yeşil ışık yakılmış olduğunu biliyoruz.Ahmet Doğan’ın da kendini yeni nesil liberal olarak gösterip, yeni tutuculara pes edip, Yahudi oyunlarına gelmesine de anlam veremiyoruz. Ve bundan dolayı, temcit pilavı politikasından vazgeçmelerinde ısrar ediyoruz.

Kilosu 6 Leva

Dr. Nedim Birinci-19.Ocak.2014 Sofya’da 120 yıllık geçmişi olan “Valil Levski Heykeli”nden bazı kabzaların çalınıp kesilerek kilosu 6 levadan alıcı bulması, ulusal değer simgelerinin, hurda fiyatından pazara sürüldüğünü kanıtladı. Gece karanlığında fleksle

kesilen ganimet kırka kıyılmış bulundu. Bulgar polisi bu hırsızlıktan kimseyi tutuklamadı. Bilinmeyen biri hakkında soruşturma da açmadı, çünkü Şubat ayında havanın sertleşeceğini bilen Çingenelerin, bir aylık ceza alıp, kaloriferi yanan ve günde 2 öğün yemeği garantili koğuşta yatmayı tercih ettiklerinden haberdar. Levski hırsızlığa kesin karşı olan bir devrimciydi. Daha sonra kendisini ele veren, komite işlerinde yardımcısı Dimitar Obçi’yi “Araba Konak” soygunu yapmaması için uyarmıştı. Anıtı bir asırdan uzun ayakta durdu. Üzerine konan kuşlardan başka kimse onu pisletilip kirletilmedi. Karda kışta gururlanmadan gökyüzüne bakan ve sıradan bir insanın son derece anlamlı davasını ebedileştiren bu esere de artık el kaldırıldı. Bu olay, kafası çalışanları düşündürdü.


Makale ve Analizler - 2014

33

Bizde, Geçiş Dönemi’nde bir anıtkabir yıkıldı. Büstler, yıldızlar, armalar söküldü kaldırıldı. Levski’ye el kaldıranların tarihten haberleri yok. AB istatistiklerine göre, hemşerilerimizden yarısı okudukları metni anlayamıyor. Kulaktan işitiğinde ise, 6 sözden uzun cümledeki konuya yabancı kalıyor. Şu anıtlar konusunda olaylar o denli karışık ki, Plevne köylerinden birinde HÖH partisinden seçilen muhtar 2013’te Todor Jivkov’a anıt dikti. Onun, Müslümanların adlarını değiştirmesi, camilerini kapatması, sanki artık kimsenin umurunda değil. Her şeyde vurdumduymaz olduk. Birçoğunda zaten olmayan hafıza nüvesi iyice pıhtılaştı. Kimlik ve ahlak-adalet belirleyen tarihsel olayların politik, ideolojik ve moral anlamı, ekmek arası iki köfteyle çarpıtılabilen bir ülkede yaşıyoruz. Artık en zor iş bilinç taşıyıp insanlara aşılamak oldu. Bu arada, Levski’ye dil uzatmak, biz Türkler için yenir yutulur bir şey değildir. Bizim için Vasil Levski, haydutluyla ün salmış bir halkın haydut olmayan şerefli evladıdır. Bizim için Vasil Levski, ulusal bir eksiklik olan, egoizm ile insan düşmanlığından Sultan despotizmine karşı güç alacağına Türk komşularını hor görenlerin can düşmanı olan bir Bulgar kahramandı. Onun için Türkler onu en az Bulgarlar kadar sevmiştir. Bizim için Vasil Levski, ofis odalarındaki altın çerçeveden baktıkça, yürekleri ağza getiren, modern hırsız, soyguncu, dolandırıcı, rüşvetçi, milletvekili, politikacı ve hatta bakan ve başbakanların uykusunu kaçıran büyük ulusal adalet simgesidir. Bizim için Vasil Levki, hayatını adadığı kutsal Cumhuriyette, Bulgar halkı ile birlikte yaşayacak etnik halk topluluklarını sıraladığı notlarında, ilk sıraya Türkleri koyandır. Tabii kabul etmek durumundayız. Bu dünyada değişmeyen, aşınmayan bir şey yoktur. Onun kutsal davası da büyük bir taş gibidir. Ne kadar tepiştirilir, yeri ne kadar değiştirilirse, o kadar ufalanır. Yalnız şekil olarak değil, özü de değişiklik görür yani evrim yasallığına tabidir. Bir asır değişmeyen gökyüzüne hep aynı mağdurlukla bakan bir tek heykeliydi, artık o da elsiz kolsuz kaldı. Sofya’daki bu anıtta yeni bir uygarlık havası vardı. Geçen ay kesilip kıyılmasaydı, belki o da git gide unutulacak, kör bir mimarın şehir düzenleme planlarına çarpacak, ziyaretçileri birer ikişer hep azalacaktı. Kahramanın yaşam öyküsünü ve davasını anlatan yeni kitaplar çıkmadığı gibi... Fikrimizi daha açık sunmak için daha net bir karşılaştırma da yapabiliriz. Son dönem Kültür Bakanıyken sinekkaydı tıraşla gezen, yıldönümlerinde aynı heykel


34

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

karşısına dikilip vicdana hitap eden sözlerle tüyleri diken diken eden Vejdi Raşidov, bugün artık şekle önem vermez oldu. Meclise saçı sakalı bakımsız geliyor. Aklında dolaşan bir dalavere var.Vitoşa eteklerindeki evini satıp, İspanya sahillerine yerleşmek. O zaman çok sevdiği ve heykelini New York’ka diktiği Levski kime ne neyine lazım olacak ki? Adam gidici. Benden sonrası kıyamet, diyor. Kendini adalet havarisi yapıp, bir ara Levski’ye benzeten, Ahmet de, saraya kapandı. Bazı insanların mahkeme kararını beklemeden kendilerini bir yerlere hapsetmesi, bilinç sorunu mu, ruh hastalığı mı yoksa hurdalaştıklarını gönüllü olarak kabul mu ediyorlar? Kendi kendini hapseden birini anlatan bir kitap okumadım. İhanetleriyle başımıza o kadar çok şeyler getirdiler ki, Ahmet’in zindanı kendi seçmesine şaşmıyorum. Zaten Bulgar’da bir defa hapse giren, her zaman bir daha girebilir. Lütfü de değişmiş, artık Levski’den söz etmiyor. Diline yeni yöneticiler tarafından öldürülen “Biracı Mişo’yu” dolamış. Tütüncüler isyanda, ama adam tütün tarlasından çıkalı çok oldu. Hayat zenginlere her gün bayram. Onlar istedikleri maskeyi taksın, istediklerince değişedursun, biz Levski’yi korumalıyız. Politik rüzgârlardan aşınmasına kanat germeliyiz. Çünkü o da değişirse, bize bu diyar, bir daha dar gelir. Levski davası, heykelinden çalınan parçalar gibi hurdaya çıkarıldığı gün bize yine yol görünür. Yaptıkları yanlarına kalsın! Tarih çarpıtılıyor, varsın ters yüz gösterenlerin yanına kalsın! Biz doğru bildiğimizden şaşmayalım. T. C.’deki görmüş geçirmiş soydaşlarımız, çekenler arasında en fazla ezilmiş olanlarımız, 32 soydaş derneği Bulgar’daki “DC” dosyaların yakılmasını önerdi. Bu büyük bir olgunluk, politik kemal ve yüce gönüllülük ifadesidir. Teklif olumlu yankı uyandırdı. Yeni bir akil adım atılmadan Bulgaristan toplumunda bütünlük sağlanamaz, yeni bir Uyanış Çağı yaşanamaz, “sen şusun, ben buyum” derdi, hepimizi götürür. Heykelden kesilen ve ufaltılan parçalar, toplumumuzun bugünkü dağılmış dökülmüş durumuna benzetildi. Nasıl birleşebiliriz sorusu doğdu. Parça birleştiren yapıştırıcı arandı. Bir daha Levski’ye dönebilsek, “Biz kölelik yaşadık” demeden nefes alamayanların işi zorlaşacak. Tarih basamaklarını arşınlarken kölelik devrini atlamış olan Osmanlı doğru dürüst öğretilse, ırkçı ateşe çakmak bulunamaz. “Muhteşem Yüzyıl” izlerken “hadi şerefe” diyenlerin büyük bir imparatorluktan geliyoruz heyecanı artık etrafı sarıyor. Gündemde olan İkinci Uyanış Devridir. Belki bu defa topluca resim çektirmemize razı olurlar. Derin bir dönüşüm yapmak için, uyanışa satır bıçaksız, kal-


Makale ve Analizler - 2014

35

kan kılıçsız, top tüfeksiz kâğıt kalemle, göz kaş yarmayan elektronik iletişimle açılmaya hazırlanırken adeta mutluyum. Önce sorumluluk ve adalet: Eğer biz bugün dört mevsim yaşayan suyu, gülü, balı bol şu güzelim Vatan’da sefil ve nesli tükenenlerin hayal kırıklığını yaşıyorsak, sebepler arasında baş sebeb sorumluluklarımızı unutmuş veya yitirmişolmamızdır. Sorumlu olmayı bilmeyen bir kişi bolluk içinde acından ölür. Levski’yi Levski yapan, devrim davası için halktan topladığı son kuruşu cebinde taşıdığı defterine kaydetmiş, hesaplamış ve tutumlu harcamış olmasıdır. Biz soyulup talan edilirken çöken bir ülkede yaşıyoruz. Eski Cumhurbaşkanı G.Parvanov görevinden 300 milyon levayla ayrıldı. Yardımcısı Angel Marin, 468 ağır cezalı mahkûmu serbest bıraktı. Bir imza için kaç milyon aldığı henüz açıklanmadı. Eski Başbakan Boyko Borisov birkaç senede öyle palazlandı ki, Bulgar ulusunun en zenginlerinden oldu. Doğru da, Levski’nin şu sözleri onların tüm paralarından daha değerli değil mi? “Devlet yönetimine okumuş hırsız değil, halk arasından gelen adil ve bilge kişiler gerek!” Ne yazık ki, egemen olan “devletin malı deniz, yemeyen domuz!” mantığıdır. Bizde balık hep baştan koktu. Bugün adalet, ahlak, sorumluluk konularında işler Arap saçı gibi, genç politikacılar eskilere hapishane parmaklıklarını göstermeye başladı. Gündemde olan yeni bir uyanışla Levski ruhunu yeniden donatıp yaşatabilmek mi? Yeni başlangıçta temel yine Levski olmalıdır derken, bu vatan hepimizindir, anlayışı ebedi kalmalıdır. Bizim için esasın esası buysa, ana temelde ne olmalıdır? a) Bulgar kültür kaynakları, b) Ortak geçmişimizden değerler, c) AB kültürel ortaklığı, d) Balkan kültür ve medeniyetindeki farklılıkların oluşturduğu değerler buketi temel veya hepsi mi? Büyük sorun budur. Hele şu, “Kilosu 6 Leva” - gibi değer sıfırlaması sizi düşündürmedi mi? Anıt bile olsa, Levski kesilip kıyılırsa, biz ne oluruz, demediniz mi? a) Bulgar kültür kaynakları ortak birlikteliğimize temel olacaksa, XVIII yüzyılda ulusal uyanışın romantik yurtseverlik şeklinde mayalandığını hatırlatalım. Bulgar uyanışı Rumların kültürel egemenliğine karşıdır. Bizi ötelemeyen Romantik yurtseverlikte bugün anakent sokaklarını dolduran, küçük ekrandan inmeyen ırkçı söylev yoktu. Bu açıdan Levski’ye de dönülürken ırkçı zihniyetin


36

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

temizlenmesi, faşizmin ve ırkçılığı her çeşidini yasaklayan yasalar çıkarılması, faşizan hortlamanın kesin yasaklanması birlikte olmamızın ana koşulu olmalıdır. Olmamış olaylar üzerinden tarih yazılmasına kesinlikle karşıyız. AB istemlerine uyarak, tarihte toplulukları birbirine düşüren şiddet olaylarının, sanat eserlerinin ve söylevin arka plana alında taraftarıyız. Bu açıdan, gizli servis “DC” dosyaların yakılması isteğini alkışlıyoruz. Müslümanları eritme politikası faşistlerin ve totaliter rejimin işidir. Levski’nin ulusal devrim teorisinde böyle bir çılgınlık yoktur. O, etnikleri ulusal bütünlüğe ve kardeşliğe çağırmıştır. Bugünün sapığı, aşırı milliyetçi ve ırkçı Volen Siderov Bulgar ulusunun yüzkarasıdır. Demokrasi ortamında sapık davranışlarıyla hiçbir yere gidilemez. Bu konularda Lütfü Mestan ince hesap yapıp susmasın! b) Ortak geçmişimizden, 600 yıllık iyi komşuluğumuzdan, karşılıklı hoşgörülü yaşamdan örneklerle temellenmiş yeni bir yaşam düzeni oturtmalıyız. AB bizi farklılıkları bütünleştirebilmiş bir halk olarak kabul etmelidir. Hiç kimsenin hakkı yenmeden bunalımdan çıkıp ortak yol bulunmalıdır. Vatan tarihi etkileşimlerin bütünüdür. Kimse hor görülmeyi hak etmemiştir. Adaletin taht kurduğu yerde kavga olmaz. Hele şu, “Kilosu 6 Leva” - gibi ulusal olanda değer sıfırlaması sizi düşündürmedi mi? Levski kesilip kıyılırsa, biz ne oluruz, ortak değerlerimiz nasıl ayakta kalır, demediniz mi? Bu zihniyet, insanı hiçleyen bilinçsizlik yüzünden sürüler halinde ve defalarca kovulmadık mı! Ortak bir değer olan adaletin, Vatanın herkes için kutsal olduğu anlayış ve hukuku hakim olsaydı, malımıza mülkümüze el konabilir miydi? Mahkeme kararlarına rağmen, camilerimizi bugün de geri alamayan biz değil miyiz! Karlovo “Kurşun Camii” çatısından yarın kesilecek kurşun “hurdaları” kilosu 6 levadan satmayacaklarına kim garanti verebilir! Yarın ne icat edeceklerini kim bilebilir? Hukuk ve adaletin egemen olacağı bir Vatanda mücahit olmaya hazırız. c) Avrupa Birliği kültürel ortaklığı bizi aynı uygarlıkta bütünleştirebilir. Bu Kültürün temellerini oluşturan evrensel insan haklarının kayıtsız koşulsuz hakimiyetini tamamen destekliyoruz. Fakat AB kültünün temellerinin klasik Yunan kültürüne dayandığını hatırlatırken, o zamanlara da çalmanın, kapmanın, yemenin sınırını bilmeyenler olduğundan size ibret verici bir efsane anlatmak istiyorum: Kadim Rumların “pleoneksiya” sözü bizim dilimizde olmayan bir sözdür. Bu, başkasının olanı almak, her şeye sahip olmayı isteme anlamına gelen sağlıksız bir adalet durumunu yansıtan bir sözdür. İnsanoğlunun bütün dünya nimetlerini yalnız kendi ince ve kalın bağırsağından geçirme isteği insanlık kadar eskidir. Bizim HÖH liderlerinin Türk ve Pomakların tüm geçmişine ve gelece-


Makale ve Analizler - 2014

37

ğine el koymaları var ya, öyle bir şey işte. Bunun bizdeki karşılığı aç gözlülük ya da doyumsuzluktur. İşte böyle bir ortamda, tatminsiz biri olan Çar Midas “dokunduğum şey altın olsun” dediğinde başına gelecekleri bilmiyor tabii, ki ısrar edince isteği, Efendiler Tanrı Dionisiy ricasını yerine getirilmiş. Sonunda, Çar Midas’ın dokunduğu her şey altın olmuş. Altın yenmediğini önceden düşünmeyen Çar Midas, acından ölmüş. Çarın o sihirli günden sonra hiçbir şey yiyemeyeceğini anlayınca, nasıl bir şok geçirdiğini siz de getirin göz önüne ve bizim oligarşi kodamanlarını düşünün: Avrupa Birliği “Yeter Yediğiniz!” derse, Vay canlarına. Bu ayın 15’inde AB Başkanlığı Yunanistan’a geçti. Ne yapacakları belli olmaz. d) Balkan kültür ve medeniyetindeki farklılıkların oluşturduğu değerler buketi temel alınsa bu iş çok daha iyi olur kanısındayım. Çünkü aynı topraklarda yetiştik, komşu komşunun külüne kaç defa muhtaç olduk. Tabii burada da, hangi Çar senin hangi han benim kavgaları bitmedi. Yani dikilen ve bir işe yaramayan atlı anıtlar binalardan yüksek. Ne ki, biz bu Yarımadada son milenyumda 200 - 300 yıl kesintisiz barış içinde birlikte yaşamışız. Bu asla hurda olmayacak yüce bir değerdir. Bu uzun barışın topraklarımızda çok izleri var onları yaşatmak boyun borcumuzdur. Şimdiki bu durumu başka bir örnekle anlatırsak, bizde, birçok aile çocuklarını okula göndermeden evde eğitip okutmaya başladı. Bu yeni eğitim biçimi, yürürlükteki yasallara uymuyor. Yasalarımızda bilgi değil evrak esastır. Ev eğitimli ilk üniversite adayları sınavda bütün ödevleri başarılı çözdü, ama onların lise diploması olmadığından elendiler. Bizim üniversitelere kayıt yaptıramayanları Kem briç, Okswort, Humbold Üniversiteleri kapıyor. Durum bu, yapacak bir şey yok. Gönül ister ki, evlerde verilen eğitim kültüründe Levski’nin insan kardeşliği, tarihten gelen karşılıklı hoşgörü, bu dünyanın senin benim değil, hepimizin olduğu ve adil bir uygarlık değerlerinin hurdalaşmayacağı fikirler vardır. Dünya değişiyor ve sabit olan “bir kilo hurdanın fiyatı 6 levadır,” şimdilik böyle, fakat İnşallah bu da değişir.


38

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Dünya Birincisi

Neriman Eralp-19.Ocak.2014

ABD, İtalya, Güney Kore, Japonya ve bazı başka ülkelerde gazeteciler gelmiş ve Bulgaristan’da insansız kalan köy ve mahalle resimlerini çekiyor. Kendi dillerinde kendi insanlarına bu köyde yaşanır, şu köy çok güzel, burasının yaylası, deresi, bağı bahçesi, asfalt yolu ve su havzası var diye anlatıyor, boş okulları, hastaneleri gösteriyorlar. Birçok köyde değil belediye merkezlerinde durum olağanüstü ağırlaşıyor. 2013 yılında Razgrad ilinde dünyaya gelen erkek çocuklardan % 36’sı ölmüş. Bu oran Sofya’da binde dörtken, Şumen ilinde de % 19’dur. Memleket bir gettoya dönüşüyor. Anakentteki yaşam standardı ile belediyelerde ve köylerdeki standart birbirinden çok farklaşmış, uçurum derinleşmiştir. Gazeteler Kırcaali doktoruz kalıyor diye yazarken, bir yılda 7000 doktor ülkeyi terk etti. Yenim akım Britanya Adasına. Bulgaristan’da bir doktorun 40 yılda aldığını İngiltere’de bir köy doktoru 2 yılda elde ediyor. Batıya göçü durdurmak halen olanaksızdır. Durdur durdurabilirsen... Bir başka örnek: Sağlık hizmetleri bakımından, Ardino yöresinde durun olağanüstü trajik. Belediyeye gerekli olan doktorlardan % 82’sinin kabineleri boştur. Köylüye verilen sağlık hizmetleri sıfırlamıştır. Hiçbir şey hiç kimsenin umurunda değil. Hak ve Özgürlükler Hareketi Türk ve Pomakların yaşadığı yörelerde insanlarımıza hizmet sağlamak amacıyla 1350 genci yüksek öğrenim ve uzmanlaşmaları için dış ülkelere gönderdi, bunlardan % 20’si doktordur. Nerede bu kadrolar? Bu gençlerimizin halka hizmeti kutsal bilmelerine engel olan nedir? Onlar HÖH partisinin parasıyla, Türkiye devletinin sağladığı burslarla okumadılar mı? Okurken nerede bir Türk varsa biz oradayız, deyen onlar değimliydi? Bu kadrolar özel hastanelerde çalışıp zengin olsunlar diye mi yetiştirildi? Halkın alın terini bu şekilde çar çur etmek haram değil de nedir? Halkımıza hizmet etmek kutsal değil mi? Gerekli tedbirler neden alınmıyor? HÖH hükümet ortağı bir parti değil mi? HÖH parasıyla, devlet parasıyla okuyup ortalıktan kaybolanlardan hesap sorma zamanı gelmedi mi? Hatay’in Mancura köyünde doktorluk yapmaktansa Ardino belediyesinin Belivir köyünde yakınlarına, akrabalarına, hemşerilerine hizmet vermek daha hakça ve daha kutsal değil mi?


Makale ve Analizler - 2014

39

Ardino belediye hastanesinde cerrah, çocuk hastalıkları, kanser hastalıkları, kalp hastalıkları, ende kronoloji gibi uzmanlık dallarından hekim yoktur. Krumuvgrat, Kirkovo gibi belediye hastanelerindeki durum farklı değildir. Köylerde doktor ve sağlık personeli kalmamıştır. Duruma somut olarak bakılırsa Türklerin yaşadığı bölgelerdeki sağlık hizmetleri bakımından geriden ileri dünya birincisiyiz. Yabancı gazeteciler güzellim ülkenin masal diyarını andıran yerleşim yerlerinin boş kaldığını gördüklerinde hayrete düşmüşlerdir.Bulgaristan nüfus azalması bakımından son 10 yılda dünya birinciliğini elden kaçırmıyor. Ülkede her saat 8, her gün 174 insan ölürken, 2013 yılında nüfus binde 8,9 oranında azaldı.Ulusal istatistik enstitüsü verileri göre, 1950 yılında ülkede 182 bin doğum, 2009’da 81 bin ve 2013 yılında 64 bin doğum kaydedilmiştir. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra doğum oranının 3 (üç) defa azaldığı ortadadır. Müslüman bölgeler ısız kalıyor: Yine resmi Bulgar istatistiklerine göre, nüfusu en hızlı azalan bölgeler arasında en başta gelen Razgrat, Şumen ve Smolyan illeridir. Bu bölgelerde Müslümanlar yoğun olarak yaşamaktadır. Örneğin, büyük göçlere rağmen, Kırcaali ilinde Bulgaristan Türklerinin % 18’i yaşıyor. Smolyan ilinde Pomaklar nüfusun % 70’ini oluşturuyor. Blagoevgrat ilinde 70 bin civarında Müslüman yaşamaktadır. Bulgaristan Türklerinin % 10’nu Razgrad, yüzde 9’u Şumen, yüzde 7’si Silistre illinde yaşarken, Ruse, Tırgovişte, Plovdiv, Burgas, Varna illerinin ayrı ayrı bölgelerinde yoğun Türk nüfus yaşıyor. Bulgaristan nüfusunun % 72,9’u şehirlerde ve % 27.1’i köylerde yaşarken, Deliorman, Dobruca ve Gerlovo bölgelerinde köylü nüfusun daha fazlası Müslüman nüfustur. Batı Bulgaristan’da Türklerin sayısı az da olsa, Sofya, Köstendil, Vratsa, Montana, Pernik ve Vidin illerinde kalabalık Müslüman Çingenesi vardır. Bulgaristan Müslümanları medeni durumlarını ayakta tutmakta güçlük çekiyor. Mezhep, tarikat, akım veya cemaat farkı gözetmeksizin Bulgaristan Müslümanlarının dini hayatları Baş Müftülük, bölge müftülükleri ve cami encümenlikleri tarafından idare edilirler. Bulgaristan Müslümanları, Baş Müftülüğün Eylül 2011 verilerine göre, 1156 camiye, 302 mescit, 51 tekke ve türbeye sahiptirler. Aynı zamanda ülkenin birçok mahkemesinde gasp edilmiş olan büyük sayıda vakıf mallarının geri alınması için Baş Müftülük ve Bölge Müftülükleri tarafından Bulgar mahkemelerinde davalar açılmıştır. Hıristiyan bir devlet ve belediyeler tarafından en fazla vakıf malı, camı, medrese, hamam, kabristan, türbe, arsa ve işlenir toprağı, koru, orman ve çayır gasp edilmiş bulunan ülke Balkan-


40

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

larda ve Avrupa’da olduğu kadar, dünya çapında da birincidir. Mahkemelerde davaları kazansalar da aşırı milliyetçi grupların ve belediye başkanlarının şiddetli tepkisiyle karşılaşıyor. Bu konuda ülkede irkçı milliyetçilik aldı yürüdü. Ülkenin birçok yerinde medrese binalarına el konulmuş olması Türk çocukların ana dil dersleri görmesine engel olduğu gibi, okuma evleri ve kültür merkezleri açılarak etnik kültür ve geleneklerini yaşatmaları yolu kesilmiştir. Bulgaristan’da 1992’de yapılan nüfus sayımında ülkede yaşayan Müslümanlar 1 milyon 110 bin 295 olarak gösterilirken, 2001’de yayınlanan rakamlarda Sunilerin sayısı 966.978 olarak verildi, daha önce var olan 83 bin Alevi-Kızılbaş sayısı da 40 - 50 bin olarak açıklandı. 1984 yılında Bulgaristan’da Müslüman sayısı 2 milyon 489 bin olarak gösterilirken, yaklaşık 30 yıl sonra Müslüman nüfusta % 50 gibi bir azalma kaydettiği dikkati çekiyor. Bulgaristan etnik nüfus oranını hızla azaltma, köreltme ve yok etme bakımından da Avrupa’da ve dünyada başta gelen ülkelerden biridir. Yukarıda sıraladığımız konularda birinci olmakla birlikte, okula gitmeyen çocuk sayısı bakımından da en öndeyiz. Bütün Avrupa Birliği ülkeleri arasında en düşük ücret ve en düşük emekli maaşı ödeyen ülke biziz. Genç işsizler ve hayat pahalılığı bakımından arkamızda kimse yok. Evini barkını bırakıp dünyaya açılan genç erkek sayısı bakımından da birinci olduğumuzu eklersek, her bakıma rekorcu ülke olmayı hak ettik de ne oldu? Ne kadar kötü değil mi? Girişimci ruhu öldüren bir öğretim ve eğitim sisteminin meyvelerini topluyoruz. Çocuklarını Batı üniversitelerine kaydettirebilmek, gençleri iyi bir yüksek okul veya kolejde okutabilmek için şehirde dairelerini, köyde bahçe veya tarlalarını satanlar çoğalıyor. Ne de olsa, durumu düzeltebilmek için bir hamle başlamış, her bakıma kuyruk birincisi olmaktan utananlar var. Lise, kolej, yüksek okul, yetki belgesi diploması satanlara tepki çığı büyüyor. İnternette istediğiniz yüksek okuldan, liseden diploma teklif edenler artık 69 896 çeşit diploma satışa sunmuş, müşteri bekliyor. Bu bakıma da dünya birincisiyiz. Bu aynı zamanda okulda, üniversitede öğrendiklerimizin sıfırlandığı anlamına geliyor. Sıfırlanmak ise, işe yaramamak anlamındadır ki, ne kadar acı değil mi? Şu birinci olmak var, öyle bir zehir ki, sorma!!!


Makale ve Analizler - 2014

41

Bir Politik Resim

Dr. Halide Akıncı-19.Ocak.2014

“ABV” bir mafya tasarımıdır. 25 Ocak 2014’te Sofya Kurultayı’nda kurulacak “Sansürsüz Bulgaristan” Partisi Başka Nikolay Barekov ile bir söyleşi: “Uikend” gazetesi sayı 18-24.I.2014, sayı 3 (532), yıl 12. Nikolay Barekekov, Bulgaristan TV ekranında bir başarılı politik program yöneticisi ve “TV 7” ve “NEVS 7” TV Program Müdürü olarak çalıştı. Ülkede alıp yürüyen dolandırıcılığa son vermek ve emekçi ve emekli halkın gelirlerini yükseltmek için 2013’te politikaya atıldı. Sosyolojik araştırmalara göre, barajı atlayıp gelecek meclise girecek potansiyel topladı. İktidara tırmanmaya devam ediyor. 25 Ocak günü “Sansürsüz Bulgaristan” hareketi partiye dönüşecek. Liderden 2014 Bulgaristan resmi istedik. Barekov evli ve bir çocuk babasıdır. Soru: 25 Ocak günü Sofya’da “Sansürsüz Bulgaristan” Partisi kurulacak mı? Yanıt: Evet. 5000 (beş bin) kişi katılacak. Salana sığacak mıyız bilmiyorum. Ulusal Kültür Sarayı bahçesine de 2-3 bin sempatizan toplanacak. Bugünkü sisteme karşı olan en büyük en kalabalık parti biziz. Tüm belediye ve şehirlerinden konuklarımız gelecek. Bulgaristan sansürsüz yönetecek bir yöreler partisini kuruyoruz. O, gerçek problemleri halka açıp çözecek. Bir politik biçimlenim olarak Bulgaristan’daki şu iki politik blokla mücadele halindeyiz: 1) Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) ve Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH); 2) Miglena Kuneva, İnak Kostov, Boyko Borisov ve Georgi Pırvanov. “Sansürsüz Bulgaristan” bir politik merkezdir. Var olan statükoya (mevcut duruma) cephe açmışız. Hedefimiz politik ahlakı ve gelenekleri değiştirmektir. Soru: Ülkeyi bunalımdan nasıl çıkaracaksınız? Yanıt: Önce yönetim toptan değişecek. Bu İvan Kostov, Sergey Stanışev, Miglena Kuneva, Borisov, Tsvetanov ve Pırvanov iktidarda bulundukları müddetçe olamaz. Bunalımdan çıkmak için yeni fikirleri olan şahıslara gerek var. Bir dava peşindeyiz. Vatandaşa hizmet eden ve insanlara yararlı olan bir yönetime gerekiyor. Partimiz Bulgar toplumunda şu 3 (üç) temel sorunu öne çıkardı:


42

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

a) Fakirlik; b) İşsizlik; c) Nüfusun yok olması. Hepsinin kaynağı: istihdam yetersizliği ve çok düşük yaşam seviyesidir. Biz Bulgar iş adamlarını, endüstriyi ve ekonomiyi desteklemek için köklü bir program geliştirdik. Çalışanlar daha yüksek ücret, analar daha fazla sosyal yardım ve emekliler de ihtiyaçlarını karşılayacak emekli maaşı vereceğiz. Emekli maaşlarına her yıl % 20 maaşlara da % 10 zam yapmayı öngörüyoruz. Kaynağımız dolandırıcılık ve rüşvetle devletin soyulmasına son vermektir. Soru: Erken seçim olacak mı? Yanıt: İnsanlar Boyko Borisov, Ts. Tsvetanov, G. Parvanov ve Üçlü Koalisyon ortaklarını hapishanede daha erken görmek istiyorlarsa, olası daha yakın bir zamanda erken seçim yapılacaktır. 2014’te ya da 2015’re genel seçimler ne kadar daha yakın bir günde olursa, biz ülkeyi yönetme olanağını, o kadar daha yakın bir zamanda elde edeceğiz, “temiz eller” operasyonu için gerekli olan verileri ve bilgileri savcılığa o kadar daha yakın bir günde sunabileceğiz. İşte o zaman, Bulgar halkını soyan, ülkeyi talan eden, sözün tam anlamında halktan milyarlar çalanlar hak ettikleri adil cezayı bulacaktır. Bulgaristan’da hakikatten ceza alan ilk Başbakanı göreceğimiz gün artık geldi. Romanya’da Andrea Nistase 5 (beş) yıl hapis cezası aldı. Biz, Boyko Borisov gibilerin mutlaka hapse atılması için elimizden geleni ardımıza koymayacağız. Üçlü Koalisyon lideri İvan Kostov neden yatmasın hapiste? Sosyalist Parti içinde suç işlemiş kişiler var, onlar da cezalandırılmalıdır. Herkes hak ettiğini bulduğunda Bulgar halkı o politikacıları demir parmaklıkların ardında görmelidir. Benim tahminlerime göre, politikacılarını yargılayacak olan son ülke Bulgaristan olacak, fakat bizimkiler hapishane narlarında daha uzun zaman yatacaklar. Soru: Protestocuların arkasında duran kimdir? Yanıt: Şubat protestolarının arkasına halk vardı. Bu dalgadan “Sansürsüz Bulgaristan” partisi çıktı. “Güç” ve “Sivil kontrol” gibi vatandaş hareketleri etkindi. Bizimki Şubat protestosu partisidir. Soru: Diğer protestolarda politik çıkar var mıydı? Yanıt: 2013 yılında gelişen öteki protestoların ardında Boyko Borisov durdu. Bu parayı, ödeyebilecek başka biri yoktu. Parayı veren, o ve “Paşa” gibi mafya çete başlarıydı. Protestolara katılanlara para verildiğini gören halk kitlesi, eylemden uzaklaştı. Bu hafta, “erken uyananlar” adıyla ün yapan üniversiteliler de yelkenleri topladı. Sebep, para musluğunun kapanması oldu. Oligarşi ve mafya parayı başka bir tasarım olan Parvanov’un “ABV” projesine kaydırıldı. Soru: Volen Siderov’un tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?


Makale ve Analizler - 2014

43

Yanıt: O Bulgar milliyetçiliği ve yurtseverliği için yüz karasıdır. Bulgar politikasında tesadüfen siyasete katılıp büyük imkânlar ele geçiren, ayrıcalık ve kazanımlar elde eden, kişiler var. Bulgaristan artık bir işte başarılı olan insanları bulup devlet işlerinde görevlendirmelidir. Soru: Siz Boyko Borisov’un Başbakanlığa yakışır biri olmadığını söylüyorsunuz... Yanıt: Politikacıların devleti cahilce yönetmelerinden korkuyorum. Bundan seçmenler de suçludur. Borisov Bulgar seçmenin kulağında büyük bir küpe olmalıdır. Bundan böyle tahsilli ve sistem yönetebilen yöneticiler seçmeliyiz. Soru: GERB’ten yeni vekiller de ayrılacak mı? Yanıt: Bu partide merkezden kaç süreci var. Lider Borisov’un hareketlerini öngörebilmek imkânsız olduğundan, Başkan yardımcısı Tsvetanov’un bir milis gibi davranmasından olacak, parti dağılıyor. Bu partiden çok kişi ayrılacak. Kimileri vicdan sesi dinleyerek, diğerleri ise, şimdiye kadar kendilerine yönetimin elinde tuttuğu bazı suç delilerine bağımlılıktan kurtulup kaçacaktır. Soru: Hangi milletvekilleri dokunulmazlıklarından kendileri vazgeçmelidir? Yanıt: Ben, dokunulmazlığa karşıyım. Kanımca, milletvekilleri dokunulmazlığı olmamalıdır. Politik partilere devlet yardımları da kesilmelidir. Anaların paralarını politikacılar çalıyor ve bildikleri gibi harcıyor. Her yıl 50–60 milyon böyle tüketiliyor. Tüm liderlerin, bu arada Mestan ve Stanişev’ın de dokunulmazlıklarından hemen vazgeçmesi gerektiğine inanıyorum. Borisov ile Siderov’un dokunulmazlıkları hemen kaldırılmalıdır. Bizim önerdiğimiz “temiz eller” politikası uygulamaya konduğunda dokunulmazlık, gizli banka ve of Şor hesapları olmayacak. “temiz eller” operasyonunun anlamı budur. Ben, “Reformcu Blok” partisi böyle bir öneri getiremez, çünkü İvan Kostov ile Daniel Vılçev’in paraları of Şor hesaplardadır. Bu teklifi, of Şor hesabı olan Borisov da yapamaz. Bu operasyonu BSP de yapamaz, çünkü onlar paraları “kırmızı bavul” içinde çaldılar. “Temiz eller” operasyonu Geçiş Dönemi suçlularına karşı yapılacaktır. Soru: İvaylo Kalfin BSP’nin AB Parlamento seçimlerinde liste başı olmayı ret etti... Yanıt: 20 bin levalık takım elbise giyen, şimdiye kadar AB Parlamentosunda çok büyük yetki sahibi olmalasına rağmen, halkımız için parmağını bile oynatmayan, kendisi Cumhurbaşkanı adayı iken, ona verilen oyları çalan Borisov’un Bankiya kasabasındaki villasına koşup, onunla uzlaşmaya çalışan bir kişiden ne beklenir ki? Kendisine oy verip, onu yasal yoldan Cumhurbaşkanı seçmek iste-


44

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

yen halkın iradesiyle oynayanlarla uzlaşma arayan Kalfin’in kendi hareketlerinden utanması gerekir! Hiç mi onuru kalmadı?! Yorum yapmak istemiyorum... Soru: Bir politik tasarım olan “ABV” projesinin gerçekleştirilmesinde Pırvanov ile R. Petkov’a yardım eden Boyko Borisov mudur? Yanıt: Ben bunu çok önce sezdim. Bu kişiler her zaman birbirlerine sevimli bakmıştır. Eski İç İşleri Bakanı Rumen Petkov’a Boyko’nun “Çoban Köpeği” diyenler yanılmadı. Bunların ortak soy ağıcı var Bu, BSP, BKP, Andrey Lukanov - genidir. Bunların hepsi, Andrey Lukanov tarafından oluşturulan yapılanmalardır: Birisi, Boyko Borisov’un Sigorta ve Güvenlik Şirketi “CİK”tir. İkincisi de: Devlet Güvenlik Teşkilatı “DC” Parvanov ile R. Petkov buradan gelmiştir. Bu iki yapılanmanın soy ağıcı birdir. Geçiş Dönemi öyküleri birbirine örülmüştür. İnsanlar şu son gelişmeler ile ilgili şunları söylerken haklıdır: “Devlet Güvenliği DC ile CİK kucaklaştı.” Ben, yıllar yılı uyuşturucu ticareti yapan ve amfetamin hapları üreten Galev Kardeşlerin kendilerine para verdiğini biliyorum. Soru: Bulgar Sosyalist Partisi BSP’yi parçalamak için B. Borisov kaç para vermiştir? Yanıt: Politikacıların bugünkü fiyatını sormamız lazım. Bu cevabı G. Pırvanov da verebilir. Soru: “ABV” tasarımının geleceği olabilir mi? Yanıt: İkinci dönem Cumhurbaşkanlığından sonra G. Parvanov bir politik ceset olmuştu. Politik hareketi de ölü doğmuştur. O yeni bir fikir sahibi olmadığından, işleri eski suratlarla yönetmek istiyor. Parvanov tamamen başarısız bir cumhurbaşkanıydı. Bununla birlikte gazetecileri dinletti, aydınların kişilik haklarını çiğnedi, birçok skandala neden oldu. Soru: Boyko Borisov’un Parvanov’u çöpe atması beklene bilir mi? Yanıt: O, dostlarının hepsinden uzaklaştı. Eski Cumhurbaşkanı’nın paralarının tükendiğini gördüğü an, ona darbeyi vuracaktır. Şimdi ona müttefik birileri lazım. Hedefleri, Parvanov’un BSP’yi ele geçirmesi ve ardından BSP-GERB ortak hükümetini kurmaktır. Soru: 2015 yılında Bulgaristan’ı idare edeceğinizi söylediniz. Bu iddianın ardındadurmaya devam ediyor musunuz? Yanıt: Evet. İnsan Bulgaristan’da Geçiş Dönemi’nin bitmesini istemeye ve adaletin hüküm sürmeye başlamasını istemeye devam ettikçe, bu olacaktır. 2015 yılı bu bakıma anahtar yıldır.


Makale ve Analizler - 2014

45

Not: 1) “Sansürsüz Bulgaristan” partisine aşırı milliyetçi tavrıyla bilinen Makedonya İç Devrim Örgütü (VMRO) ile BKP’den olup BSP ve GERB dışı kalan bazı yaşlı kadrolar da katılmıştır. 2) “Sansürsüz Bulgaristan” partisi lideri N. Barekov 1915’te Ermeni “soykırımı” belgesini imzalamıştır.

Serencam Kurbanı

Raziye ÇAKIR-21.Ocak.2014

19 Ocak 2013 Bulgaristan Türkleri tarihinde çok önemli bir gündür. O gün, Hak ve Özgürlükler Partisi (HÖH-DPS)8. Olağan Kurultayı, Sofya’da Ulusal Kültür Sarayı’nda (NDK) toplandı. Hiçbiri kravat bağlamayı beceremeyen, 3 bin kravatı düzgün bağlanmış delege, Avrupa Liberaller Partisi Başkanlığından, T.C. politik partilerinden, soydaş derneklerinden ve daha birçok yerden konuklar yerlerini almıştı. Resmi kurultay açılışı yapılmadan, önce şeref tribünündeki yerini almaya bile gerek görmeden Kurultay Kürsüsü’ne geçen ve sanki bir yere kaçmasını önlercesine iki kenarına sımsıkı yapışan Parti Genel Başkan Ahmet Doğan, daha fazla kendisinin işittiği bir sesle okumaya başladı. Dünya enerji problemleri, yeni kuşak liberalizm, yeni kuşak tutuculuk, modernizem ve post modernizem gibi dinlemeye gelen Bulgarların bile anlamakta zorlandığı konuların karışıklığından olacak, gözlük ardında gizlenip usulca kapanan kapaklar kimse fark etmeden sabah şekerlemesiyle uyuştu. Tam kestirmişlerdi ki, bir anda, tüm gözler çakmak oldu. Boyu bir seksen bir doksan, yukarıya kalkmış eli tabancalı, geniş ve sert adımlarla kürsüye ilerlerken, patlattığı iki üç havai fişekle uyuyanları uyandıran bu genç adam, arkasından dolanıp namluyu kafasına dayamadan, önündeki kâğıtları okurken zorlanan Ahmet Doğan’ın dikkatini pek çekmedi. O, tam “Dünyada karbon enerjisinden hidrojen enerjisine ilk geçen, mali bunalımdan ilk kurtulacak” demeye hazırlanırken, karlı havanın sabah soğuğunu demirinde taşıyan silah kafatasına buz gibi dayandığında, her şey birden değişti. Parmağı tetikte olan atlet yapılı gencin sanki şakası yoktu: “Kürsüden in! İstifanı ver!” emrini verdi.


46

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Kendine ebedi başkan havası veren Ahmet Doğan, emirleri bir rica edasında ve ancak 3. (üçüncü) viskiden sonra, o da dört göz arasında, kem gözlerden ve sağır duvarlardan uzak bir yerde, istihbarat servisinde görevli iyi tanıdığı bir irtibat subayından almaya alışmıştı. Bu da kimdi? Halkın sesiyle konuşuyor gibiydi! Uyanıp kalkacak dedikleri dip dalgası, onu erkenden gelip herkesten önce kaptığı kürsüden indirip, çöpe atarak tarihten silecek olan Genç Deha, bumuydu? Kahvelere dağılmış tombul korumalar siparişlerini veriyordu. Yumuşak koltuklarda kimseye sezdirmeden azdan az kestirenler ansızın tahrik edilişle gelen afallama ile şok arasında bir yerdeydi. Salondakileri gözlemek ile kürsüden gelen sesi dinlemek arasında seçim yapmada zorlanan tribün fenerleri özürlüden farksız bakan gözler önünde ve burunlarının dibinde gelişen olaya inanmada zorlandıkları bir yana, bu son derece büyük politik anlamı olan olayın farkına varamadılar. İyi ki, tüm TV’ler yayın kesti. Sessizliğe teslim olmuş salonda binlerce cep telefonu birden çaldı. Sanki uyanan Dünya bayram etmeye başladı. Ve bir anda, şarjörü boş bir tabancanın yere düşüşüyle tarih değiştirmeye geleni linç etmeye bin aç leş kargasından farksız çullanan kravatlılar ordusu, harekete geçti. Üç bin delegeden üç bini de, adını daha sonra öğrendikleri Genç Oktay’ı içten içe kutlasalar da, leş kargaları sürüsünden biri olmak, iyilik meleği olmaktan çok daha kolay olduğundan, kapkara karardıkça bir ölüm bulutunu andıran sürüye katılıverdiler. Boşalan nefret, yere yatırılan kahramanın kafasına inen yumruklardan büyük ve kemiklerini kıran tekmeler kadar acımasızdı. Leş kargaları bir tolu gibiydi, yıktıkları yıktık, ezdikleri ezdikti. Alçılaşmış beyinlerini tahrik eden aydın yüzlü gencin kaşını gözünü patlatanlar, tolu sıklığında yumrukluyor, tekmeliyordu. Kirli ellerle boğulan ve şalak iskarpinler içinde kokuşuk ayaklarla ezilen halkımızın adalet ve özgürlük umutlarıydı. Ve o gün bu gün bir yıl geçti. Yaraları savan Genç Oktay mahpus damında adalet, Midesi kemiğine yapışmış halkım ekmek, peri masallarındaki sırça köşk kahramanı Ahmet ise, buzdolabındaki viski şişesinin somasını bekliyor. Varna köylerinden Drındar’da Ahmet’in anası Serencam Kurbanı kestirdi. Son 24 yılda bu köy geriledikçe geriledi. Şah damarına bıçak dayanan buzağı bir buçuk yaşından küçük olduğundan kabul olmayacak olan duaya amin demem diyen köy imamı kurbana gelmedi. Ayakta sunulan kurban yemeğine amin denmediğini bilen yaşlı köylüler de, bir vesile bulup, birer birer evlerine döndü.


Makale ve Analizler - 2014

47

Konu komşu dağılınca, ortada kalan ve her konuda demeç veren Ahmet’in kuzeni Sevinç, gazetecilere “O olmasaydı, benim adım Sevinç değil, hala Rozalina olacaktı!” dedi. Böylece, 24 yıldan beri bu işlerin içindeymiş gibi görünen Sevinç’in de, hiç bir şeycikten doğru dürüst haberi olmadığı, bir daha ortaya çıktı. Çünkü Bulgaristan Müslümanlarının isimleri 10 Kasım 1989’dan sonra alınan bir kararla, 31 Aralık 1989’da geri verildi. O zaman Ahmet Doğan ile Önal Lütfü Sofya’da “Sofya Oteli”nin ikinci katındaki “Lobi Barda” buzlu viski içmeye henüz başlamışlardı. Varna’ya uçup bir tayfa yerli kravatlıyla birlikte Drındar’a uğrayan hatırşinas biri de vardı. Kumar ebesi, milletvekili olup, gözü alavere dalavere işlerinde yakalanan ve politik olarak sıfırlanan Hristo Biserov’un HÖH Başkan vekilliğinde olan Yordan Tsonev, fırsat fırsattır deyip, güneşten korkan solucanlar gibi yerin dibine batan “lider” Ahmet Doğan’dan söz bile etmeden, yeni kestirdiği saçlarını küçük ekranda gösterdi. Serencam Kurbanı’na komşu köyden olan ve 30 yıl aralarından su sızmayan Kasım Dal’ın yakınlarından gelen olmadı. Kasım Dal ile Ahmet Doğan’ın arasının açılmasına sebep olan başka bir olay da son zamanlarda ağızdan ağza gev eleniyor. Ahmet Doğan’ın işleri karıştırıp keçileri karıştırmasına asıl sebep olan, GENÇ OKTAY’ın çektiği panayır tabancasından fazla, Kasım Dal’ın Helikon kitap evinden alıp, Ahmet Doğan’a hediye ettiği kitaplar olmuş. Bu kitapları altını çize çize okuyan ve anlayamadığı sözleri raporlarına alıp, milletin kafasını daha da karıştırmaya çalışan “fahri lider” yılbaşında Cozef Stiglits’in “Eşitsizliğin Fiyatı” eserini karıştırırken dilini yutmuş ve hemen “yeni lider” Lütfü Mestan’ı inler cinler sarayına çağırtıp “şuna bir bak” anlamında kitabı eline sıkıştırmış. Anlaşılan Lütfü Mestan’ın Serencam Kurbanı’nı kaçırması ondan. Bu kitap bayağı kalın da, Lütfü ortalıktan kaybolalı da neredeyse bir ay olacak. Komşu çocuğunu kırmızı tükenmez almaya gönderdiğini öğrendik, hem okuyor hem çiziyor, hem de “ben koskoca Veliko Tarnovo Üniversitesi’nde Bulgarca Filolojisi okudum, böyle sözlere rastlamadım” diye yakınıyormuş. Aslında olay sözlerde değil, kitabı biz de okuduk, sorun özü anlamaktadır. Yazar Stiglits, Dünya Bankası’nın dünya ekonomisi gelişmesine ilişkin eğilimleri doğru öngörebildiğinden ve havadan sudan para kazananların işlerine çomak soktuğundan, işten kovulmuş, aynı zamanda bir yazar olarak Nobel Ödülü’ne laik görülen bir düşünür. “Eşitsizliğin Fiyatı” eserinde sanki bizimkileri, yani HÖH lider tayfasını anlatıyor. Yani kendileri sırça köşklerde yaşayan ama çıktıkları köye iki çivi çaktırmayan, Serencam Kurbanı’na gelenlerin bile başına geldiği gibi, köy ortasında sıkışınca uğrayabileceğin bir tuvalette 24 yılda bir kapı taktırmamış yeni


48

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

kuşak liberal liderleri anlatıyor. Bu arada özellikle üzerinde durduğu konulardan biri, köy kenarlarına köylü pisliklerini arıtma tesisi kurdurup, köyde kirli su altyapısı olmadığından, bir türlü iki boru birbirine bağlanıp çalıştırılamayan bu yatırımlara harcanan paralardan yakınıyor ve AB devletlerini “L” tipi, “F” tipi hapishane kurmaktan vazgeçip, “Ö” tipi, yani ömürlük ceza evleri kurmaya çağırıyor. Kafaları donmuş köylülere “demokrasi şafağı liderleri” tarafından nasıl soyulduklarını, paraların nasıl çar çur edildiğini anlatıyor. Bu kitapta, akıllara durgun veren bir başka gerçek daha var. Yeni liberallerin aklına uyularak, devlet, özel, yerli ve yabancı yatırımları çok büyük rakamlarla gösterip, paraların % 90’nını başkentte ve kalan % 10’unu da bizdeki örneğiyle 27 ile dağıtıp bir şeyler yapılıyor gibi göstermek. Burada söylemek istenen, Ahmet Doğan’ın 8. Kurultay kürsüsünden itilmezden önce, anlaşılır anlaşılmaz gev elemeye çalıştığı ve hep övdüğü dalaverelerdir. Pek tabii ki, en büyük dalavere bombası henüz patlamadı. Başka ülkelerde olmayan bir uygulama olan “döviz bordu” var ya, hani şu 1 Euro’yu 1.96 levada turan tapa, o açıldığında Büyük Cin şişeden çıkacak ve İn - Cin sarayındaki yeri almak isteyecek. Bir de şu dip dalgası dediğimiz bomba var, kitlelerin protesto hareketleriyle dile getirdiğimiz ve kin ve öfke nehrini doldurup taşıran heyecan, o da Büyük Cinin kardeşidir. İkisi bir olup el ele verdikleri günü görmek istiyorum. Bulgar levasını bir gecede, l Euro 35 leva tavanı deldiğinde, bak sen seyre. Genç Oktay’ın boyuna gelince, o büyük adam olacak. Onun kanı döküldü, hastanelik ve hapislik olan da o, ama o kurban falan istemiyor. Halkımız ona her gün dua ediyor.

Haine Kurban Kesilmez

Şakir Arslantaş-23.Ocak.2014

Ahmet Doğan köylümdür. Ben onun köylüsüyüm demeye dilim varmaz, çünkü o bizim Alaçlı (Drındar) köyüne dedesinin köyü olan Veselinovo) köyünden annesiyle geldi. Kız kardeşleri Gülşen ile Nevin köyümüzde doğdu. Annesi Demire nine emekli öğretmendir.


Makale ve Analizler - 2014

49

Hak ve Özgürlükler Hareketi bizim yöreden yalnız “lider” olarak ünlenen Ahmet Doğan’ı değil, eski Başkan Vekili Kasım Dal ve şimdiki partinin örgüt işleri sekreteri Ruşen Rıza gibi kadrolar da yetiştirdi. Muhtarımız kendimizden imamımız da bizlerdendir. Bu gençler Idırça (Nikolaevka) köyünde okul sırasına oturdu. Bu köy okuldan değişik insan çıkmıştır. Varna dolayındaki yayla köylerinin şanlı bir geçmişi vardır. Bu hanelerin buralara konması ve kökleşmesi değişik devirlerin ve çok uzun bir dönemin eseridir. Yaşlılar arasında geçen konuşmalarda Bulgaristan’da Osmanlıya ve Türklüğe karşı söz işitilmeyen yerlerin başında Batak ve Provadı ile birlikte Kozluca yöresi gelir ki, sonuncusu bizim yerleşim yerlerimizi içine alır. Kendi aralarında ve iç içe yaşadıkları doğaya uzlaştık bu sakin insanlar, mert ve boyun eğmez oluşlarıyla ünlüdür. Dobruca ve Provadı ovalarının kaynaştığı yerlerde Türklüğün tohumları daha Yıldırım Beyazıt akınlarıyla 1391’lerde atılmıştır. Kabası kalın ve yağsı tezeklerinde şakıyan toprağın ekmek dilimleri kalın olduğundan, yerleşenler toprağı, toprak da onu işleyenlerini sevmiştir. Bir de, bu yerlerde tabiat cömert olduğundan, toprak kavgaları olmadığı gibi, köyler birbirine girmedi. Öykülerde ve her yıl Varna’da yapılan anma törenlerinde bu toprakları çiğneyip, o dönemde adı Konstantinopol olan, şimdiki İstanbul’a saldırmak için Avrupa’dan yola çıkan ve yolu Varna limanında Yıldırım Beyazıt akıncıları tarafından kesilirken verilen büyük savaş anlatılır. Varna yakınlarındaki Dikili Taşlar ile buraları gezip gören, ekmeğimizden yiyip suyumuzu içen büyük şairlerin çağrışımlarının da şahitlik ettiği üzere, deniz ile kara aynı havayı soluyarak yaşarken serpilip açan güzellikler Osmanlı düzeniyle 1878’e kadar ayakta kalmış ve meyveler vermiştir. Bizim köylerin ilçe merkezi olan Suvorovo kasabasının adı 1950’ye kadar Kozluca’ydı. Şehrimize bir Rus general isminin verilmesine neden, 1774’te Osmanlıya hançer kaldırıp Kozluca ovasına kadar sokulan General Suvorov emrindeki Rus birliklerle Osmanlı Ordusu arasında bizim çayırlarda, bağ ve bahçelerde olan bir meydan muharebesinin anısını yaşatmaktır. Kara Deniz’de Kuzey ve Batı limanları, zengin düzlükleri ganimet etmek için 1768’den 1774’e kadar devam eden Rus saldırıları, 1974’ün 10 Temmuz günü Tuna kıyısında Küçük Kaynarca’da bir barış anlaşması imzalanmasıyla noktalandı. Aslında her nokta yeni bir cümlenin başlangıcıdır. O zaman da savaş sayfasının kapanmasıyla açılan ve Osmanlının topraklarımızdaki son huzur asrı olan XIX. yüzyılda, imparatorluğun suyu çekilmeye başladığından, bu ovalara derin kök salan Türk topluluğun da durgunluk dönemi başladı.


50

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Burada yaşayanların kimliği ile süzüldükçe şeffaflaşan bilinç tabakaları oluşmaya başladığında, yerli Bulgarlar da ardı kesilmeyen Rus etkisiyle ulusal ve dinsel aydınlanmayla uyandı. Anlattığım savaşların yapıldığı yaylalardan iri ve küçükbaş hayvan sürüleriyle geçen 1853–1856 Kırım Savaşı mağdur akınları da, insanlarımızın belleğinde derin izler bıraktı. Bu göç kafilelerinden biriyle gelen Ahmet Doğan’ın, ana tarafından ataları da, bizim ovaya yerleşenlerdendir. Tarih içinde zaferler ve yenilgiler gören köy hanelerimizin suskun, sabırlı, yardımsever ve çalışkan kimliği asırlarca oluştu. Ve biz bugün Bulgaristan Türklerinin politik öncüsü olan Hak ve Özgürlükler Partisinin neden başka bir yerde değil de, Dobruca, Provadı, Kozluca vb. yakın köylerin gençleri arasında ateşlenip hayat aradığını düşünürken, olayların temellerini kimliğimizi oluşturan köklerde aramalıyız! İnsanlarımızın en belirgin özelliklerinden biri gönül huzurunu toprak kokusunda bulmalarıdır. Onlar yere yakın, ayakları yerde olarak, ayakta kalmıştır. Bu yüzden evleriniz toprağın hem içinde hem de hemen üzerindedir. Toprağı hissettiğimiz gibi, o da bizi duyumlar. Bu karşılıklı etkileşim arasız ve bedelsiz olup, huzur ve güç kaynağımızdır. Ava, çifte, hasada, harmana birlikte giden insanımız sürekli yardımlaşır. İşte, tam bu noktada, Ahmet’in annesinin bizim köye evlenmesiyle ve meslek icabı köy içinde ve kır işinde teri terimize, duası duamıza karışmadığından, özünde suni Hanefi mezhepli köyümüze geleneklerimizden farklaşan bir hava getirdi. Bu farklılığı sözle anlatmak zordur. Dildeki ifadesinde, iyi niyetin içindeki kıskançlık gibi bir şeydir. Olup olanın hepsi benim olsun, herkese faydalı kılınması önemli değil, algısına henüz tanım getirilmemiştir. Bu algı şekli, hayatı iyi ve kötü yanlarıyla birlikte kavramaya alışık insanımıza terstir. Bizim içimiz neyse, dışımız da odur. Yaptığımızı gösteriş olsun diye yapmayız. Ben ona gösteririm niyetiyle pusuya yatmaz, hile bilmeyiz, kin gütmeyiz. Sevdiğimize bağrımız, aç olana soframız, dosta kapımız açıktır. İnsanımız davranışlarında ve aldığı kararlarında kendinden emindir. En kaba ifade şekliyle bizim ovada adam yetişir inancı bizde tamamen hâkimdir. Toprağın tavı, karın kalkması, ekinlerin boy atması ve hasatla ambarlara dolması beklendiği gibi olgun aile ilişkilerinde çocukların dola dola büyümesini izlemek doğal bir zevktir. Birimizde ikinci sınıf adam hissi yoktur. Başka birinden bağımlı olma, muhtaç düşme duygusuna yabancı olduğumuz gibi, bizde geçerli olan, benim olan senindir, bizim olan hepimizindir inancıdır. Bu açılardan değerlendirdiğimizde, çocukluk ve erginlik yıllarını köyümüzde, aramızda geçiren Ahmet Doğan’ın bizden biri olması, bize benzeyen bir olması


Makale ve Analizler - 2014

51

gerekirdi yani ancak lokmamız ayrı giderken, kardeşlik duyguları doğmadı. O, her fırsatta, evden, bizden, köy ortamından kaçtı ve soluğu Varna’da aldı. Üvey babasıyla arası açıktı. Aile sıcaklığı bulamadı. Annesine sığınsa da, tek duvarlı ev olmaz, olsa bile üzerine çatı konmaz... Daha sonra öğrendiğimize göre, yolsuz ve sefil süründüğü olmuş. (Vladislalovo) Şişe Cam Teknik Okulu’nda yatılı okudu. Birçok iş değiştirdi. Bu arada askerde Bulgar gizli istihbaratına çalışmayı kabul ettikten sonra, köyümüze daha sık uğramaya, gençlere sokulmaya ve daha sonra öğrendiğimize göre, ambardan tane çalan sıçan gibi, öğrendiklerini gidip ilgililere bildirmeyi ve gitgide içimizi oymayı seçti. O zamana kadar bizim köy turp gibiydi. Biz onun hafiyelik yaparak yükselme yolunu seçtiğini düşünemedik. İyi niyetli, hoşgörülü, yardımsever olan insanımız bir de üstüne biraz naiftir. Safdilliğimiz içimizde kristalleşmiş olan Türklük davamıza engel değildir. Türklüğümüzle eşdeğer olan kimliğimizde asırların getirdiği bir muhafazakârlık yani yeni değişle tutuculuk öne çıksa da, bunun anlamı ancak dokuz kere ölç bir kere biç anlamındadır ve öfke ve kinle tuzlanmamıştır. Bu bakıma, Ahmet’in köye uğradıkça belirli insanlara daha yakın yaklaştığı dikkati çekse de, onların içindeki ayar dengelerini kemirdiği ve kendilerini zamanı geldiğinde dingilden çıkmış tekerlek gibi yokuş aşağı yuvarlayacağı kimin aklına gelebilirdi!? Hedef, bizi kullanarak kazaya neden olmakmış da, bunu o zamanlar bizden birilerinin kestirip önlemek için, hainin yakasına yapışıp iki yanağına dört şamarla onu ayara getirmek kimin aklına gelirdi ki!? Ve sanki her şey o kadar basit! Artık üzerinden neredeyse yarım asra yakın bir zaman geçtikten sonra onun bunu neden yaptığını anlamakta hala zorluk çekiyorum. Şumen’de Bulgarca okumak için mi? Deliorman’dan Sofya’ya geçerek felsefe okumak için mi? Toplumsal Bilimler Akademisi’nde 4 yıl bedava köfte kebap yemek için mi? Beraber olduğu kızların bacak aralarındaki kılların sayısından ihbar yaparak “yaza yaza yazar olurum” saçmalığına inandığın için mi? Akıl erecek gibi değil. Öyle ki, Şu Oktay olayından sonra ruhsal dengesizlik geçirdiği anlatılıyor, onun çocukluğunda da böyle bir sapıklık olduğunu düşünmeye başladım. Çünkü dalgalı dengesizliğin beyin duvarlarını yonta yonta, ruhsal çöküntüye neden olduğunu okudum da, bizim soylarda böyle bir aşınmanın asla görülmediğini iyi bildiğimden, düşündüm kaldım. Derken arkadaşlar arasında Ahmet’in öz babasının Varna’lı bir şopar olduğunu esas alarak yaptığımız araştırmalarda, Varna Çingenelerinin bizim buralara nereden geldiğini tespit edemedikse de, “Varna” isminin Hinduizmden geldiğini öğrendik. Bu, Arilerin Hindistan’a girdikten sonra kurdukları toplum düzenine verdikleri isimmiş. Bizim eski Odesos’ta da bin bir milletten insan olduğundan,


52

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

bu ad uygun görülmüş. Bu arada, Ahmet’le ilgili çıkan gazete yazılarında en sık kullanılan söz ise, “bohem”. Bu söz de, Fransızcadan alınmış ve “kedersiz kayıtsız şen yaşayan” anlamındadır. Hinduizmin felsefesine göre, hayat sonsuzdur ve insan yeniden dünyaya gelir. Bu kavramları incelerken, Ahmet’in yazdıklarını ve özellikle de yaptıklarını çok daha iyi anladım. O, kafası karışalı hayatta her şeyi ters yaptı. Bizde böyle insan yok. En kötüsü onun yüzünden Köyümüz dağıldı. Koskoca köyde 150 insan kalmışız. Olacak iş değil. O, köyümün eski okulunun yerine İngiliz Şatosu gibi “lise” kurdurdu. Ama şerit kesip açmadı, içinde yalnız hamam böcekleri ve sıçanlar yaşıyor. 9 yıldan beri kapısında kilit sallanıyor. Liseyi bir yana bırakalım, anaokulu ve çocuk bahçesi olarak işletmeye açsa, gene hayır işlemiş olacak, bazı günahları af olur görüşündeyim, ama nerede! Çok düşündük de, ömür boyu hiç çalışmayan bu adam, bu parayı nereden buldu! Sorusu geçti aklımızdan. Bize göre, ona her işini yarıda bıraktıran ve sürüm sürüm süründüren bir tabanca var kafasında. Bu tabancayı elinde tutan ona her şeyi yarım bıraktırıyor. Hele yapılan iş Türkler içinse. Bu işlerin içinde istisna yok değil tabii. Bizim köye de tuvalet kanalları yapmışlar ve bir yerlere akıtılıyor. Adamlar memlekette Türk b... kokmak istemiyor. Okul da öyle Vitrin Okul. Köy de öyle, Vitrin Köy! Bu, kavanoz dışından komposto yemek gibi bir şey değil de ne? . Hem var, hem yok. “Ondan gelen hayır, öte dursun!” Deyen halk tamamen haklıdır. Dünyayı karıştıran ve vitrin kurbanı kestiren, vitrin mevlidi yaptıran kanımca, işlerin ta baştan bozulmuş olmasından kaynaklanıyor. Şu anası var ya, hani şu bizim dilimizde olmayan Demire ismiyle övünen bayan, kokan balığın başı biraz da o. Gelin geldiği köyümüze yeni adet kalkamaya bıkmadı usanmadı. Şimdi de mevlitsiz kurban âdeti çıkarmış. Çok akıllı olarak tanıtılan Ahmet’in aslında kendi aklını barlarda yitirdiği ve başkasının aklınla ve lazer tabanca altında yaşadığı ortaya çıktı. Yani bu vitrin köyde ve vitrin dünyada o da bir akvaryum içinde bir süs balığı gibi birşey, yem verirlerse yiyecek vermezlerse su yutup hava alacak. Böyle saray sevdası da olmasın! İşleri ve kafaları karıştıran şu Oktay’ın su tabancası falan değil, onun aklını bozan, lazer tabanca, alzer! Beyin falan kalmamış köylümde, dört yanı don-


Makale ve Analizler - 2014

53

muş. Öyle bir şey ki, yardımcıları kendilerine Sarayda kurşun çekti. Bu açıdan Oktay’ın yaptığını al da alnına sür. Burada “kurbanlık” falan bir şey yok. Bu kadar yalan, bu kadar dolan, bu kadar acı, bu kadar çile, bu kadar öfke içinde ruh hastası olmak işten değil, camekâna kapanmış vitrinde yaşıyor, insan arasına çıkamaz olmuş. Tabii her şeyin bir de sonu var. Bu yüzden ben şu kurban işine bek sıcak bakmadım. Haine kurban kesilmez! Kurban eti vitrine de konmaz!

Yeni Bir Streteji Uygulayalım

Rafet Ulutürk-23.Ocak.2014

dır.

Öz olan nedir? İnsan-

İnsan olmadan hiçbir şey olmaz ve yapılamaz. Nasıl politika icat edersen et, istediğin plan ve programı yaz, ister zengin ister fakir ol, o da pek önemli değil, insan olmadan hiç bir şey yapabilmek olanaklı değildir ve olamaz! Devrim de mi olamaz? Evet, olamaz. Devrimleri gerçekleştiren insanlardır. Hedef koyan, emel eden, özleyen, harekete geçen, kazanan ve kaybeden hep insanlardır. İnsan olmadığı yerde sosyal hareket mümkün değil, olmaz, olamaz! İsyan ortamı olabilir mi? Bu soru daha ilginç. Bizim gözlemlememize göre, örneğin şimdi Bulgaristan’da bir ayaklanma ortamı oluşuyor gibi. Kin besleyenler çoğaldı. Nefret birikimi zaten var. Soru: neden ve kime karşı ayaklanmadır? Ayaklanma hangi sorunları çözmelidir? Sosyal hareketlerin güç kaynağı çelişkilerdir. Kime karşı isyan edilir?


54

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İsyanı kışkırtabilecek örnekler: 1) Geçen hafta Bulgaristan’da bir petrol sarnıcı çeken bir tren katarı Sofya yakınlarında raydan çıktı ve devrildi. Yük treni olduğuna can kaybı olmadı. Sebep? Çingeneler rayları traverslere bağlayan somunları çalmışlar. Çalınan somunların hurda fiyatı 200 leva - 100 Euro. Rayların yeniden döşenmesi ve trenin kaldırılması devlete 500 bin levaya 250 bin Euro’ya mal oldu. Toplum ürperdi mi ürperdi. Toplum hiddet kustu. 2) Sofya’dan 25-30 km uzakta bulunan ve bir madenci kasabası olan Pernik’te Çingeneler terkedilmiş madenlere inip kömür kazıp çıkarmaya devam ediyorlar. Gündüz ayakta olan bazı evler geçe yerin dibine çöktü. İnsanlar kayboluyor. Şehr huzursuzlaşıyor. Bir çuval kömür 15 leva (7.5 Euro) bir ev 50 bin leva (25 bin Euro). Polis Çingene “madencilerle” başa çıkamıyor. İş yok güç yok kaçak kömürcülük, boğaz yemek istiyor. Kaçak kömür kazısı Çingenelerin ekmek teknesi olmuş. Bu 20 yıldan beri böyle devam ettiğinden, ciddi bir depremde şehir yerin dibine gömülebilir. Olaya tepki dalgalı bir yükseliyor, bir alçalıyor, isyan henüz içsel kükreme şeklindedir. 3) Çingene gençlerden oluşan hırsız sürüleri köylerde kalmış yaşlılara soluk aldırmıyor. Eve girip ne varsa talaş ediyor, ahıra girip hayvanları alıp götürüyorlar. Polis bile başa çıkamıyor. 15 köye bir polis bakınca, hangine birine yetişsin? Köylerden çekilen nüfus ülkenin demografisini değiştirdi. Resmi istatistiklere göre insanlar Sofya Burgas; Sofya Varna ve Sofya Kula demiryolları ve oto yol boylarındaki il, ilçe ve köylere yığılıyor. Nüfusun yarıdan fazlası ancak buralarda yaşam hakkı bulabileceğine inanıyor. Hırsızlığa karşı isyan eden yok. Neden, çünkü insan kalmamış. Genç insan olmadığı yerde bir şey yapılamaz. Bu üç faktörün etkin olduğu bir ortamda yaşamak hakkı isteyenlerin haklarını aramak için ayaklanması gerekirdi, öyle değil mi? İsyan eden yok. Neden? Çünkü insan yok. Devam edelim: a) Boşalan bölgeler: Kuzey Batı (Vidin Montana illeri); Kuzey Bulgaristan’ın Merkez Kesimi (Gorna Oryahovitsa ve Veliko Tarnovo illeri) Kuzey Doğu Bulgaristan (Silistra ve Dobriç illeri), Koca Balkan’ın orta kısmı ile Stranca Dağı yöresinde insanlar çok seyreldi. Bu yerleşim yerlerinde planlı ekonomik etkinlik geliştirme olanakları insan kıtlığından halen ortadan kalkmış bulunuyor. Bulgaristan Türkleri, Pomaklar ve Müslüman Çingeneler 1989’dan beri köy kasaba değiştirmiyor. Yaşadıkları eski yerlerde kaldılar. Ekonomik olarak ayakta dur-


Makale ve Analizler - 2014

55

malarını sağlayan tarımsal üretim ve halen çok durgun olan inşaat sektörüne aktif katılmalarıdır. b) Nüfus dörtte bir azaldı: 1989’yıldaki Türkiye’ye en büyük göçten sonra Bulgaristan Nüfusu tam 2 milyon azaldı. Düşüş eğilimi devam ediyor. Son 5 yılda her yıl 50–55 bin azalma gözleniyor. Genel nüfusun saat başı 7 kişi azaldığı kesin tespit edilmiştir. c) Dehşet veren nedir? En büyük sorun insan kıtlığı olmakla birlikte birkaç tehlikeli eğilim de göze çarpmaktadır: 1) Avrupa Birliği’nde insan ömrünün en kısa olduğu ülke Bulgaristan’dır. 2) Nüfus içinde yaşlı kesimin en çok olduğu ülke de Bulgaristan. d) Daha tehlikeli olan ise şudur: Yaşlanıp emekli olanların yerini alan genç yok. Şöyle örnekleyebiliriz: 1) 2001 yılında Bulgaristan’da emekli olan 100 kişinin yerine iş hayatına yeni giren 124 genç talep vardı. (eğilim olumluydu) 2) 2008’de Bulgaristan’da emekli olan 100 kişinin yerine iş hayatına yeni giren 91 genç talep oldu. (eğilim olumsuzlaştı) 3) 2011’de Bulgaristan’da emekli olan 100 kişinin yerine iş hayatına yeni giren 70 genç talep etti. (eğilim daha da olumsuzlaştı). Vidin ve Gabrovo illerinde ise bu oran % 50’dir yani emekli olan 100 kişinin işine 49 kişi talep ediyor. Verilen rakamlardan daha da tehlikeli olan emekliye ayrılan vasıflı iş gücünün yerini dolduracak kadro açlığının yıldan yıla büyümesidir. Burada belirtilmesi gereken rakam Bulgaristan’da 900 bin kör cahilin yani okuma yazma bilmeyen kişinin olmasından da dehşet verici olan eğitim ve öğretim sistemindeki kargaşadır. Kaliteli öğretmen ve eğitmen yetersizliği, okulların baskı alanına dönüşmesi, ders kitaplarının hayat istemleri düzeyinde ve eski zihniyetten temizlenmiş olarak hazırlanmamış olmasıdır. Yeni beliren bir eğilimde, aileler çocuklarını okula göndermek istemiyor; ev koşullarında eğitim ve öğretim başladı. Çocukları okula toplamak için analarına para yardımı yapmak da bir saçmalıktır. Geçen hafta Batı Rodoplar’da, Mesta ırmağı köylerinde, Satovça ve Nevrekop’ta başlayan tütüncü grevlerine destek vermek için okula gitmeyen öğrencilerin ailelerine parasal yardımların durdurulacağı şeklinde tehdit geldi. Politik ve ekonomik baskıya dayanan okul sistemi olmaz. Vatan dilinde öğrenimde aşılması olanaksız engeller varsa, bırakın etnik halk topluluklarını Türkleri, Pomakları, Çingeneleri kendi ana dillerinde okuma yazma işine ellerine alsınlar.


56

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Ulusu kara körlükten cahillikten kurtarma yollarından biri de budur. Çocukların kendi ana dillerinde okuma yazma öğrenmeleri adil ve kabul edilir bir yaklaşımdır. 6 milyonluk bir ülkede 900 bin okuryazar olmayanı sırtında taşıyamaz. Çingene nüfus arasında üçüncü nesile iş başı yapmamış babalar var. Yalnız hırsızlıkla ayakta duranlara ne zamana kadar seyirci kalacağız. Parlamento bunları hiç mi düşünmüyor? Başka bir yara: Devletin üniversitesinde toplum parasıyla, halktan toplanan vergilerden burs alarak okuyup daha iş başı yapmadan, halka beş paralık yardımın dokunmadan, Vatanı terk edip öğrendiklerini başkalarına sunmak ve ülkene vergi, sigorta, prim ve başkalarından beş santim ödemeden kaçıp gitmek de iş değildir. Bu böyle devam edemez. Köylerde, il ve ilçe hastanelerinde doktor yok. Geçen yıllarda Bulgaristan’ı 7 bin doktor terk etti. Bunların her biri vergisini ödemeye devam eden kardeşlerimize 200 bin levaya mal olmuştur. Bu paralar ödenmiş ve asla geri çevrilmemek üzere yok olmaktadır. Bu böyle devam edemez. Devlet ve toplum parasıyla yüksekokul okuyup, yüksek yetki belgesi alıp dış ülkelere gitmek isteyenlerden önce ülkede en az 5 yıl zorunlu hizmet istenmelidir. Bu mühendisler, öğretmenler, sosyal işçiler, idare uzmanlar, tarım uzmanları, veterinerler vb. için de geçerli olmalıdır. Bu yapılmadan toplumun ekonomik, sosyal ve sağlık alanında tamamen çökme tehlikesinin önü alınamaz. Bununla birlikte aynı hizmet şartları HÖH partisi tarafından Türkiye ve diğer devletlere eğitim öğretime gönderilenler için de geçerli olmalıdır. Artık İnsan yaşamayan boş bölgeler oluşuyor: 1989’da bizi silah gücüyle Vatanımızdan kovanların artık başı iyice dertte. Ülkede çok uzun bir zaman ıssız kalıp çölleşecek olan insandan boşalmış yöreler oluşmaya başladı. Temel problem insansızlık oldu. Köy yolları delik deşik, yaz aylarında tarlalar dikenden geçilmiyor, taşları eğrilip yıkılmış eşek dikenliğine, karaçalılığa dönmüş mezarlıklar, çatıları kaymış, bacalar yıkılmış köy evleri, yıllardan beri açılmamış anahtarları küf tutmuş kapılar, bahçelerde doğurup dökmekten usanmış armut, elma, erik ağaçları, ekonomik olarak tamamen çökmüş köyler, bölgeler, insan elleri bekliyor. AB ne düşünüyor? Bulgaristan’ın bu sorunu kendisinin çözemeyeceği artık ortaya çıktı. Politikacılar Sofya dışına yalnız avlanmak için çıkıyor. Geyik, domuz ve tavşan gibi, birde hangi barajda hangi balık var bunlarla ilgileniyorlar. Orta Balkanı kurtlar basmış, ayak basmaya avcılar bile korkuyor.


Makale ve Analizler - 2014

57

Böyle bir durumda kimi yüzümüze gülümseyen, sert raporlarla bizi eleştiren, elimizi kapmış kolumuzu çeken Brüksel’in aklından geçen ne olabilir hiç, düşündünüz mü? Çorap sökülmeye başladı. Biliyorsunuz geçen yılın sonunda Bulgaristan’a ilk kafile Orta Doğu, Kuzey ve Merkezi Afrikalı kaçak ve göçmenler sızdırıldı. Hağlen kamplarda kalıyorlar. Hani şu piliçler önce kafes altında tutulur ya öyle bir şey. Yani alıştırıyorlar. Bu olay bir bakıma ilk denemeydi. Büyük planda, Bulgaristan’da boş kalan yörelere Kuzey Afrika ve Batı Asya göçmenlerinin yerleştirilmesi var. AB, üye ülkelerdeki demografik dengeyi böyle sağlamayı düşünüyor. Bulgaristan’da 3 milyon yaşasa yeter deyenler var. İspanya’da giderek azalan nüfus Latin Amerika’dan göçmenlerle takviye edildi. Fransa’da milyonlarca Kuzey Afrikalı yaşıyor. İngiltere Asyalı ile dolup taşmış. Görüldüğü üzere, Bulgaristan Çingenelerle başa çıkamıyor, egoist kompleksleri yenip onlara insan muamelesi yapma yollarını bulamıyor, onları çalıştıramıyor. Hırsızlık kaç kuşağın ekmek teknesi olabilir ki?!. Türklere gelince, Osmanlıdan beri Rusya tarafından aşılanan ksenofobi o denli derin köklerle tutunmuş ki, sökülüp atılmasına daha 50 sene geçse, gene az. Bulgarsınız deyip Makedonları çağırmak, Besarabya (Moldova Ukrayna) bölgelerinden Bulgar diye insan toplamak da işe çare değil, gelenler Kırmızı Pasaport alıp Batıyı boyluyor, işe güce tutunan yok. Gel, bize yerleş, toprak bol, burada sev, gez, doğur da biz de dünya önünde nüfus artışı kaydedelim hülyaları tutmadı, tutmuyor. Kendi insanın kaçıp giderken, Makedonlara Bulgarsınız demek, Sırbistan’da Bulgar beslemek de saçmalık. Kuşlar bile yuvasını nereye kuracağını yavrularını nasıl ve nerede büyüteceğini biliyor. Evet. O memleket, o Vatan, O Mezarlar bizimdir. Kimse isyan etmiyor. İnsan yok! O zaman hep birlikte yeni bir strateji uygulayalım.


58

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgaristan Başmüftüsü’nün Görüşleri

BGSAM-25.Ocak.2014

Bulgaristan Cumhuriyeti Baş Müftülüğü ülkede geçen yıl kükreyen Müslüman düşmanı olaylarla ilgili olarak Baş Savcı Sotir Tsatsarov’a bir rapor sundu. Bu tepkiyle ilgili olarak Baş Müftümüz Sayın Dr. Mustafa Hacı Sofya’da çıkan “PRESA” gazetesinden bilinen gazeteci Valerya Veleva ile “Toplumumuzdaki ayrışım çizgisi” başlıklı bir söyleş yaptı, aynen sunuyoruz. Önce Sayın Baş Müftü Mustafa Hacı’yı tanıyalım: Mustafa Hacı 11 Mart 1962’de Valingrat’a bağlı Draginovo köyünde dünyaya geldi. 1997 yılında Ürdün’ün “Yarmuk” Üniversitesi Din Bilimi Fakültesinden mezun oldu. Birkaç yıl önce de İstanbul Marmara Üniversitesi’nde doktora lisansını savundu. 23 Ekim 1997’de Bulgaristan Türkleri Baş Müftüsü seçildi. 2000 yılında Bulgaristan Yüksek Müslüman Konseyi Başkanı, 2005’te yapılan Bulgaristan Müslümanları Olağanüstü Kurultayında Baş Müftü olarak yeniden seçildi. Soru: Sayın Baş Müftü birkaç gün önce şahsen siz Bulgaristan Cumhuriyeti Baş Savcısı Sotir Tsatsarov’a Bulgaristan’dakianti-Müslüman hareketlenmeyle ilgili bir rapor götürdünüz. İşaret ettiğiniz noktalar hangileridir. Yanıt: Kamuoyunda bilinen Bulgaristan’da camilere ve şahıslara karşı gerçekleştirilen saldırılara işaret ettim. Sunduğum cetvelde 50 - 60 örnek var. Bunlardan bazıları şunlardır: Sliven ve Pazarcık’ta cami duvarlarına yazı yazmak; Varna camiini yakma teşebbüsü; Sofya’da “Pirotska” sok. Metin’e yapılan hunhar saldırı; 2011’de Sofya camiine yapılan kanlı saldırı vb. Bu saldırılardan bazılarına katılanları polis işini yaptı, suçluları yakaladı ve sorguya sevk etti, fakat saldırganlardan büyük kısmı serbest dolaşıyor. Birçok yerde saldırı faillerinin aranmadığını biliyoruz. Bu da bizi huzursuz ediyor. Soru: Siz Bulgaristan’da Müslümanlara karşı ezelden hoşgörü olduğunu biliyor ve bunu dikkate alıyorsunuz, değil mi? Yanıt: Son yıllarda milliyetçilik insanlar arasındaki ilişkileri bile değiştirebildi. Malımızı mülkümüzü geri almak için mahkemelerde dava açmamızla dolayımızın dikenlik haline geldiğini gördük. Bizim tavrımızda can sıkan bir şey olduğu kanısında değilim, çünkü ne Stara Zagora’da (Eski Zara), ne Küstendil’de, ne Samakov’da ne de İhtiman’da camilerimizi tekerlek üzerine bindirip, uzak bir yerlere götürmeye niyetimiz yoktur. Bir yandan, sözüm ona kültür anıtı olarak ilan edilen mülklerimizin durumu yürekler paralayıcı iken, öte yandan bu cami-


Makale ve Analizler - 2014

59

iler kültür anıtı olarak inşa edilmemiş, ibadet yapanlara hizmet sunmak için kurulmuştur. Ben size, 1990’da birkaç ay dini hizmete açılan Stara Zagora camiinden bir önek vereyim. O zaman bir imam atamada güçlük çekildiğinden ötürü, fırsatçı belediye bir kararla camiimize el koydu. Şimdi bu sorun kamuoyuna aktarıldığında, politik kılıfa sıkıştırılmak isteniyor. Dedikleri şudur: İşte bakın, Müslümanlar ülkemizi istila ediyor. Osmanlı devleti genişliyor. Bulgaristan’da 1500 (bin beş yüz) cami var ve kimse camiler Bulgaristan’ı ele geçirdi demiyor. Biz, mahkeme yoluyla 8 camimizi geri almak istiyoruz ve tam bu camilerimizin Bulgaristan’ı istila ettiğinden dem vuruluyor. Mantıklı sayılamaz. Soru: Sayın Dr. Başmüftü, ama siz isteklerinizden bazılarının bu mahallerdeki Hıristiyan nüfusa karşı açık kışkırtma olduğunu kabul ediniz lütfen. Örneğin Karlovo cami. Şehirde, ibadete açık başka bir cami olduğu da göz önünde bulunduran Belediye Başkanı sizden isteklerinizi geri çekmenizi talep etti. Talebinizden caydınız mı? Yanıt: Hayır! Bunu yapamam, çünkü cami benim değildir. Bu mülk benim kişisel mülküm olsaydı, memnuniyetle! Şimdiki durumda, Müslümanların bir temsilcisi olarak, benim benden istenenlere tamamen ve eksiksiz uymam gerekiyor. Camiyi geri istememiz, onu yarın hizmete açacağımız ve mikrofonları açacağımız anlamına gelmez. Bu cami kaderine terk edilmiştir. Uyuşturucu kullananlara, evsiz barksızlara sığınak haline getirilmiş olması, endişe veriyor. Özür dileyerek söylüyorum, dinini seven kimse, ibadet yerini bu durumda bırakamaz, böyle kalmasına razı olamaz. Küstendil ve İhtiman şehirlerindeki camilerin durumu aynıdır. Soru: Size, Karlovo Belediye Başkanının sözlerinden bir alıntı okumak istiyorum: “Dava önemsiz vesileler de devrim patlamasına neden olmuştur.” Bu şehre karşı bir lütufta bulunsanız olmaz mı? Yanıt: Biz birçok yerde ağır gönüllü davrandık. Ucuncovo köy camisi Hıristiyan Kilisesi haline getirildi. Bir talebimiz yoktur. Sofya’da da örnekleri var. Bugün Sofya’da ibadete açık olan kiliselerden “Sv Sedmoçislenitsi” kilisesi, Kanuni Sultan Süleyman emriyle cami olarak inşa edilmişti. Bu mülk hizmet veriyor. Ne var ki, Karlovo şehrindeki “Kurşun Cami” yürekler acısı bir durumdadır. Soru: Gerekli miktarda mali kaynağınız olmadığından yakınıyor musunuz? Devlet size 2013 yılı için 180 bin leva para verdi. Yanıt: Özür dilerim, fakat bize verilen para 80 bin levadır, kalan 100 bin levayı nereye götürüp vermişler bilmiyorum. Soru: Durum buysa, siz geri almak istediğiniz camileri onarmaya gerekli olanparayı nereden temin edeceksiniz?


60

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Yanıt: Ödeneklerinin % 95’i Bulgaristan Müslümanlarının parasıyla inşa edilmiş bulunan kayda değer camilerimizin onarımına gerekli olan mali ödenekleri biz kendimiz temin ederiz. Bütün ülke çapında bağış kampanyası açar, dış kaynaklardan yardım arar ve bu yapılardan her biri birer Kültür Anıtı olduğundan dolayı, Kültür Bakanlığından da yardım talep edebiliriz. Soru: Sofya Arkeoloji Müzesi’ni de geri alma talebiniz var mı? Yanıt: Yok. Bu da emsalsiz bir yapıdır, Yücelerin yücesi Mahmut Paşa tarafından kurdurulmuştur. Biz Sofya mülklerimizle ilgili mahkemeye başvurmadık. Soru: Mal ve mülklerinizle problemler toplumda ek ayrışım oluşturmuyor mu? Bunu neden tam şimdi yapıyorsunuz? Yanıt: Kanuni haklarımızı kullanıyoruz. Şunu özellikle vurgulamak istiyorum. Sıradan insanlar bu sorunlardan ilgilenmiyor. Alelade kişiler etnik ya da dinsel ilkelere göre ayrışmamıştır. Sıradan insanlar zengin ve yoksul ayrışımına tabiidir. Sorun çıkarak, dinsel ayrışımdan kendilerine kazanç çıkarmaya çalışan politikacılardır. Şimdiye kadar kimseyle paylaşmadığım bir sorun var, yeri gelmişken size anlatayım: Anayasaya göre, Bulgaristan’daki Müslüman topluluk, öteki nüfus kadar hakka sahiptir. Müslüman din adamları ayakta kalabilmek için, onların da giderlerini karşılaması gerekir. Fotosentezle yaşayabilen henüz yok. Devlet bize çok az para veriyor. Dışardan yardım talep ettiğimizde, neden ve kimden para aldığımızı soruyorlar, mallarımızı mülklerimizi geri istediğimizde ise, vermiyorlar. Bizim işin şu durumda geçerli olan şu Türk atasözünü anımsatayım: “İleri gitme, geri kalma, ortada da bir kimseye engel olma!” Ben Bulgar Ortodoks Kilisesine ve Bulgar din adamlarına saygılıyım. Fakat bizim için adil olmayan sorunlar var. Soru: Örnekleyebilir misiniz? Yanıt: Devlet, Bulgar Ortodoks Kilisesi’nden mahkeme kaydı yaptırmasını istemezken, bizden talep ediyor. İlk bakışta sanki bu pek önemli bir husus gibi görünmeyebilir. Fakat bu uygulamada öyle değil. Bulgar Ortodoks Kilisesi kiliseleri onarmak ve yenilerini kurmak için AB fonlarına problemsiz aday olabilir. Bizim ise sorunlarımız var, hem de çok büyük problemlerle karşı karşıyayız. Bunun getirdiği olumsuzluklar da ortadadır. Ben kimseye asla engel olmak niyetinde değilim, fakat devletten şunu beyan etmesini beklemek hakkımızdır: “Siz buraya kadarsınız. Ötekilere tanınmış olan haklar, size tanınmamıştır!” Kâğıt üzerine yazılmış olanla, gerçeklikte tanınmış olanın tamamen faklı olmasını kabul edemeyiz. Biz barış ve huzurlu yaşamak istiyoruz. Biz, kanunların bize tanıdığı eşitliği istiyoruz. Eksik ya da fazla bir şey değil...


Makale ve Analizler - 2014

61

Soru: Siz sanki Bulgar devletinin İslam dinine olan yaklaşımından hoşnut değilsiniz. Öyle mi? Yanıt: Doğrudur. Hem devletin hem de politikacıların yaklaşımından hoşnut değilim. Soru: Sizin GERB partisiyle oyun oynadığınızdan kuşkulananlar vardı. Baş Müftülük binasını size iade etiği için Tsvatanov’a teşekür ettiniz. Boyko Borisov da Müslümanlara hoş görünmeye çalışıyordu. Yanıt: Adına ve soyadına bakmaksızın, partisini ön plana çekmeden iktidara gelenlerden hepsinle iyi ilişkiler içinde olmak istiyoruz. Ben Bulgaristan dışında olduğum dönemlerde Bulgaristan’ın avukatı gibi konuşmaya gayret ederim. Bulgaristan’daki iyi şeyleri göstermeye çalışırım. Yaptıklarımın, şahsım için değil, ülkemiz Müslümanları adına Bulgaristan’da saygı görmesini istiyorum. Biz devletimizi seviyoruz ve ondan kopmaz bir parçayız. Biz Vatanımızı seviyoruz ve barış içinde yaşamak için elimizden geleni yapmaya her zaman hazırız. Şahsımızda, bizi itham ettikleri düşmanı ya da Osmancılığın beşinci kol ordusunu görmüyorum. Biz bu Vatanın dürüst vatandaşlarıyız ve bize karşı da dürüstçe davranılmasını istemekte haklıyız. Soru: Sofya’da ikinci bir cami kurulacak mı? Yanıt: Cami, ihtiyaç olduğu yerde kurulur. Cami küçük olduğundan, her Cuma insanların Sofya’nın merkezinde yol kenarında kaldırımda namaz kıldığını görüyorsunuz. Bir Avrupa başkenti için gönül açıcı bir manzara değil. Bizim başka bir yerde namaz kılmamıza izin veriyor musunuz? Hayır! Öyleyse, burada yaşayan bu Müslümanlar nereye gitsinler? Hepsi bu şehirde yaşıyor. Bu sorunu çözmek istiyorsak, Sofya’ya ikinci bir cami olmalıdır. Mutlaka kurulacak. Fakat ne zaman olacağını bilmiyorum. Şimdi mi, 5 yıl, 20 yıl sonra mı? Bilmiyorum. Soru: İslam Enstitüsü kurulmaya başlandı mı? Yanıt: İslam Enstitüsü binasının inşa edilmesine ilişkin karar henüz çıkmadı. Bize bir yandan, eğitim için imamlarınızı neden Suudi Arabistan ve Türkiye’ye gönderiyorsunuz, neden Bulgaristan’da okutmuyorsunuz diye soruyorlar, öte yandan devlet bize, İslam Enstitünüzü yasallaştırabilmemiz için bina sahibi olmanız gerekiyor, diyor. Üçüncü bir taraf olan belediye ise, inşat için izin vermiyor. Fakat ben bu problemleri aşabileceğimize inanıyorum. Soru: Baş Piskoposla görüşmelerde bulunduğunuzu söylüyorsunuz. Uzlaşma, bölünmüşlüğümüzü aşmak ve kini yenme amaçlı bir ortak bildiri yayınlamayı düşünmüyor musunuz?


62

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Yanıt: Bunu mutlaka yapmamız gerektiği görüşündeyim. Müslüman veya Hıristiyan olması önemli olmamakla birlikte, bir din adamının uzlaşmaya ve insanları anlaşmaya davet etmesinden daha doğal bir şey olamaz. Bugün toplum bireysellik ve egoizme esir olmuş, herkes kendini kurtarmaya çalışırken, devamlı batıyor. İnsan tek başına kurtulamaz! İlk önce insan olmamız gerekiyor. Bu dünyadaki öz görevimizi bir daha idrak etmemiz ve insanlığın maddesel olanda değil, ruhsal olanda gizlendiğini görmemiz gerekiyor. Biz dini tarihsel geçmişte bırakırken, insanlığı oralarda bir yerde kaybettik. Ve şimdi kendimize hangi yoldan gidelim sorusunu soruyoruz. Bu soruya yanıt vermek sandıkları kadar güç değildir.

Son Kalemiz Tütün

Seyhan Özgür-25.Ocak.2014

Var olma derdindeyiz. Son kalemiz Tütün! Tütün işlerini de öyle bir karıştırdılar ki, hem anlatması, hem anlaması zor oldu.İşlesen bir dert, işlemesen bir dert. Güvenecek kimse, tutunacak dal kalmadı.Sen işin yoksa güneşin ilk şualarını ocaklıkta, tarlada, batışını da sepet başında son destelerin dizerken bekle, istersen bütün yaprakları anından diz, sırıkları rüzgâra hırpalatmadan kurut, ister ellerin hep katrandan kınalı olsun, tütün tüccarları için bunların hiç birinin hiçbir önemi yok. Öyle boğazlamışlar ki tütüncülerimizi, dişleri batmış ünlüğümüze ve hem sıkıyorlar hem de sanki sıkmıyormuş gibi yapıyorlar, zaten hava alamayınca öleceğimizi bildiklerinden başımızda bekliyorlar. Bu katiller bizi zaten % 90 öldürdüler. Bütün kavgamız % 10 yaşamak için. Adına demokrasi dedikleri şu curcunayı başımıza sarmazdan önce 270 - 280 bin ton tütün üretiyorduk. Rusya’dan Amerika’ya bütün pazarlar bizimdi. Ellerimizle yetiştirdiğimiz altın yaprakları 18 fabrika kıyıp sarmaya, TIR’lar sigaralarımızı dünyaya dağıtmaya yetişemiyordu. Bütün sene 17 bin ton Basma, 8 bin ton Virjinya ve 3500 ton da Bırley üretmişiz, elimizde kaldı. Başımıza “Leif Tavaco A. Mihaylidis” ve “Alians Tabaco Bulgaristan” gibi 2 alıcı şirket sürdüler ve onlarda aralarında “nazlanma” ve “fiyat kırma” konusunda anlaşmışlar ve gül gibi malımızı zorla küfe kurban edecekler. İşleyenle, sendikasının hatta devletimizi sözü geçmez olmuş.


Makale ve Analizler - 2014

63

Tarım Bakanlığı nezdinde 160 milyon leva yardım bekleyenlerin gözleri yolda. İşler öyle karman çorman, Arap saçı olmuş ki, 2013’te tütün işleyenin devlet yardımlarından faydalanmaya hakkı yok. Yardımlar 2007 - 2009 “temsili dönemde” tütün işlemiş olanlara veriliyor. Adam tütün işinden el çekeli 5 sene olmuş, yardım almaya devam ediyor, bu yıl bu işe gönül vermiş ve yıl boyu tarlada uzamış olanlar parmağını yalıyor. Adaletin yeni adlarından biri de bu. Mesta ırmağı boyları köylerinde, bütün Pomaklıkta tütüncüler ayakta, alıcı şirketleri, devletin baştan yanlış, çarpık politikasını protesto ediyorlar. Bakan Yardımcısı Bürhan Abazov Brüksel’e gitti geldi, sözünü dinleyen olmamış, tütünü işleyen biziz, ama kural koyan onlar, devlet yardımlarının kime ödeneceğini bile Brüksel belirliyor. Şu Avrupa Birliği yönetim işleri de akıl erdirilecek gibi değil. Tütünde onların sözü geçiyor, ama “çocuklarımıza ana dil öğretimi zorunlu olsun” desek, ama o işlere bizi karıştırmayın, “kendi bakanlığınız bilir, bir karışamayız” diyorlar. İşlerine geldiğinde öyle, gelmediğinde böyle, bize çektiren yüz değiştiriyor, huy değiştirmiyor, dediği dedik. Tütüncümüzün bir soluklanmasına, bir silkinmesine, kredi borçlarını biraz ödemesine topu topu 160 milyon leva lazım. Onu da üreticinin eline doğru dürüst veremediklerinden ortalık kızışıyor, zaten canı burnunda üreticiler dayanamayıp yollara meydanlara dökülüyorlar. Satovça’ya Lıjnitsa köyünde çocuklar okula gitmeyip ana babalarının direniş eylemlerine katılmışlar. “Biz de tatil bilmedik, cumartesi Pazar demedik hep tütün işindeydik”, diyorlar. Öğrenciler birkaç günlüğüne okula uğramadan, ana babaları ve yakınlarıyla birlikte “Petko Vayvoda” ve “İlinden” sınır geçit kapılarına yığılmak ve giriş çıkışları kapatmak istiyorlar. 2013 yılı mahsulünde kusur bulmaya kimsenin hakkı yoktur. Etrafa “Ksanti tütünü böyle”, “Komotini tütünleri şöyle” şayiaları salmışlar, öküz altında dana arayıp fiyat kırmaya çalışanlar var. Akıllarında olan Yunan tütünlerini 5 Evro’dan alırken, bizim altın malımızı 5 levadan kapatmaktır. Ağızlarından düşürmedikleri bir sıralama da var. “Cebel Basma” ve “Koşukavak Basma” gibi altın malımızı Yunan tütününden, İzmir ürününden daha arka sıralarda tutmaya ve daha düşük fiyattan toplamaya çalışıyorlar. Son haftalarda bir yandan oğlunun gizli polis “DANS”a sınavsız işe alınması konusunda sıkıştırılan, bir de Bansko Razlog yöresinden, Nevre kop ve Satovça’ya uzanan uzun vadide emek teknesi tütün olan Pomakların yediden yetmişe başkaldırmasıyla meclisteki hareketliliği artan ve nedense huzuru iyice kaçan, TV’den radyoya, oradan da gazetelere koşup, ikide bir de kâh direnişçilerden haber çekmeye kâh Saray başbuğuna rapor indirmeye çalışan HÖH partisinin bölge milletvekili Paşov’la iki ceviz kabı dolduracak dört söz etmek bile


64

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

imkânsızlaştı. Görüşmemizi özetlersem, ona göre, bizde bu yıl tütün fiyatlarının daha da kırılmak istenmesine baş neden, Makedonya’da çok fazla tütün üretilmesiymiş. Herkes malını ön sözleşmelere göre üretirken, Makedonlar eski hamam eski tas, bildiklerini okuyup, sınırsız üretim tekelini ellerine mi geçirdiler? Şimdiye kadar kapışılan malımızı Makedon tütünleri Pazar dışına itebilir mi? Bu konuda AB neden uyuyor? Biz halkımızı yalanla hem avutmaya hem de uyutmaya alıştık. Uyku uykunun mayasıdır....ne deyelim artık, bildiğinizi okumaya devam edin! Her kış, her kış, şu tütün derdi yetmezmiş gibi, bir de Ceza Kanunu değişiklikleri geldi başımıza. Tütün şirketi, tek kişilik şirket ya da aile şirketi olarak, işimiz tütüncülük diye kaydımızı yaptırmak zorundayız. Tütün alan şirketle sözleşmemizi bu sıfatla imzalıyoruz. Yeni kanuna göre, iflas ettiğimizi zamanında bildirmezsek, 3 bin ile 5 bin leva arasında ceza geliyor. Yıllık beyanlarımızı Mart sonuna kadar bildirmemiz gerekiyor. Mart 2014 sonuna kadar tütünü satıp paramızı alamazsak, biz hepimiz toptan iflas ediyoruz, banka borçları ödenmeden, bir de üstüne yeni cezalar gelirse, bu işin altından kalkamayız. Bizden şirket sahibi olduğumuzu veya tüzel kişi olarak iş görürken, ayrım yapmamız da isteniyor ki, her iki hususta da biz ve ailelerimiz aynı kişileriz. Tütünde olduğu gibi, şirket olarak yargılanırsak, 3 yıl hapis cezası da öngörülmüş, para cezası başka, bir de bu işi belirli bir zaman yapma yasağı getiriliyor. Vallahı bu BSP-HÖH iktidarı bizi, Vatanımızdan istesek de istemesek de kovacak. Yaptığımız işte, lokmamızda, çocuklarımızın geleceğinde gözü var. Tütüncülük bunların gözünde çıban oldu. Şu nokta da dikkate değer. Eğer tütüncüler devlet için kazançlı olmayan iş sözleşmesi imzalarsa ki onlar genelde tütün üretim sözleşmelerini yabancı tütün şirketleriyle imzaladıklarından, 5 yıla kadar hapis ve mal-mülklerinin yarısına devletin el koyması öngörülüyor, ama işte şimdi alım kampanyası esnasında devlet tütüncüden yana çıkıp yabancı şirkete “ne yapıyorsun?” demiyor. Bu arada, tütüncülerde bazıları patates, fasulye, domates, Bebek v.b. da üretip vakit buldukça pazarda satıyordu. Yeni Ceza Kanunu’na göre kantarında kayma tespit edilen satıcı 1 yıl hapis cezası ve para cezası alacaktır. Bu işin de sonunu getirdiler. Yaza aylarında tütün toplarken en sıkışık günlerde örneğin tütün işi bilen Suriyelilerden (ama henüz kaydı yapılmamış ya da ülkemize kaçak girmiş olan) tütün işine gönderlikçi olarak davet etsen, yakalandığında 4 yıl hapis cezası ve 2 bin leva para cezası seni bekliyor. HÖH fahri başkanı Saray’da işte böyle emperyalist sömürgeci kanunları icat etmiş ve “senin hak ve özgürlüğünü istemiyoruz, al da başına sür, delilik hastalığına iyi gelirmiş” diyenlerin hepsini


Makale ve Analizler - 2014

65

cezaevlerine toplamayı kafasına koymuş. Son gelişmeler bötle. Son kalemize saldırılar devam ediyor. Bu gidişle kendi Vatanımızda kaçak durumuna gelebiliriz. Hani isimlerimizi değiştirirken balkanı boylamıştık. Bu defa da yeni Ceza Kanunundan kaçmak zorunda kalabiliriz. Sağ olsunlar. Başka ne deyelim. Mestanlar, Paşov’lar her şeye “evet” demekle bir yere varacaklarını zannediyorsa, çok yanılıyorlar. Bu işlerin içinde yine bir kurt yeniği vardır. Ve kurdun saklandığı yer de yüzde yüz saray’dır. Kulaktan kulağa dolaşan fısıltılarda, Saray Paşası kafasını karıştıralı tütün ticareti, Marlboro, Camel, Victory ve başka marka sigaraların satışıyla meşgul oluyormuş. Bizdeki sigara fabrikalarını AB havasına girip kapatan dev üz, çalışan fabrikaları kontrolü almış, Belgrat ve Üsküp tütün fabrikalarına büyük siparişler vermiş, işleri kendi açısından ve kendi çıkarına uygun şekilde bağlamış ve fiyat kırmada kartelleşen yani kendi aralarında söz birliğine varan yabancı - Yunan ve Amerikan tütün tekelleriyle gizli sözleşmeye girmiştir. Emekçi halkımızı ezmeye, kanımızı emmeye, emeğimizi sömürmeye doymayan sahte “lider” hainliğine devam ediyor. Derdinden Sarayda patlayası hayatımızı köreltti. Son çaremiz demir gibi kaynaşıp çelik gibi direnmektir. Verdiğimiz mücadele son kalemiz olan Tütün Kalemizi ekmek teknemizi, yeni yasaklardan paçamızı, canımızı koruma savaşımıdır.

Cezalandırılacaktır

Dr. Halide Ümitfer-25.Ocak.2014

Osmanlı Sultanlarından ömrü Saray Hapsinde geçenle var. Hapisten alıp tahta oturtulanlar da var. Sarayda kapalı geçen ömür hayattan çok uzaklaştığından ve tamamen yalıtlandığından olacak, onlar saray hapsinden alınıp tahta oturtulduklarında oturamamış, en fazla 25. gün yeniden saraya kapatılmışlar. O zaman da şu saray dediklerinin tam adı hastane mi, tımarhane mi, içki hane mi pek bilinmiyormuş. Halk öykülerinde pişkinlik var. Deliler yalnız kasabalarda olmaz, saraylarda da vardır, deyip kesmişler. Köyde deli vardır demiyorum. Köyde deli olmaz! Daha doğrusu, Müslüman yaşam tarzına göre yaşayan köylerde deli olmaz. Müslümanlık ruh temizliğidir. Müslüman adamda davranış bozukluğu olmadığından,


66

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

bizde psikoterapistlik de gelişmemiş, yoktur. Müslümanlıkta insan aklını kaçırmaz. Kendini her gün aklayıp paklayan çıldırmaz. İnsanı çıldırtan ruh kirliliği, imansızlıktır. İç hırsını yenemeyen diğerlerinin aklını çelmek ister. Başkalarının aklını çelmek istemekse günahtır. İnsanı çıldırtan günah birikimidir. İnsan başkalarının başına musallat olmak için değil, kendi kendine yetmek için dünyaya gelir. Ben bir hekim olarak bu konuyla çok ilgili olduğumdan, yazımda işaret edeceğim bazı özelliklere uyulmasında önceden ısrar etmek istiyorum. Bu yazımda cezalandırılması gereken bir deliden söz etmek istiyorum. Son hafta kesilen “kurbanlarla”, yapılan tatlı tuzluyla Bulgar iletişim ortamını bizim Varna köylerine taşıyan bir olay oldu. Demire bacının “mevlüt” sahnelerini TV’de izledik. Oğlunun başına bir yıl önce “su tabancası” sıkmışlar da, delirmiş de, inleri cinleri başından kovma hikayeleri... Biz yalanla kötülüğün en üstün reklam olduğunu biliriz. İnsan başına gelmesin, bu yaşlı kadın, Bulgarcası da yerinde, acaba hiç düşünmez mi, neden benim oğlumun ömrünün yarsı 1989 öncesi totalitarizm hapislerinde geçti, şimdi de sözüm ona demokrasinin Saray Hapsine atıldı, bir türlü çıkamıyor, kapıda 20 polis ne ister oğlumdan? diye!!! Neden şu memlekette kimse kimsenin kılına dokunmazken, benim can ciğer oğlumun başına su tabancasına varıncaya kadar her çeşit silah çekilir!!! Neden benim oğulcuğumun en yakın iş arkadaşları, örneğin birinci yardımcısı ve kalem odası şefi Ahmet Emin kendi kafasına tabanca dikip, tetiği kendi eliyle çekerek, iki evladını ve gül gibi eşini arkasında bırakıtı, köydeki yaşlı anasını ve babasını hüngür hüngür ağılattı?, diye!!! O ananın, o babanın, o eşin, o güzelim yavruların göz yaşı diner mi, laneti biter mi, ahtı yok mu?! Biraz düşünsene, acaba benim aslan oğlumu kürsüden indirenler, politik yaşamdan çaktıranlar, çöpe atmak değil, çöpün dibinin dibine gömmek isteyenler neden böyle yapıyorlar diye!!! Yoksa iş iki dana ve bir baklava ile biter, hafızalardan ebediyen silinir, halkın aklı kısadır, unutulur mu sandınız??? Akan ve akmaya devam eden gözyaşları, anaların yürek acısı ne olacak? Onları kim silecek? Yeter tiyatro! Yeter! Bak bugün 25 Ocak 2014 memleketimin yolları kesilmiş, sınır kapılarına set çekilmiş, Türk, Pomak, Bulgar Çingene bir olmuş Ulusal Tütün Grevi yapıyor. Bu grevle senin oğlunu lanetliyor. “Dev sen bizim çocuklarımızın son lokmasını aldın!” yazmışlar pankarta ve herkese gösteriyorlar. Şunu benden bil! Bu işleri karıştıran senin oğlun oldu! Sorunlar çözülmezse, ki kötülükler senin tımarhanelik oğlunun başından çıktı, Saray kapısında iki kamyon tütün yakılacak ve evlatçığını içerde boğacaklar... İyi niyetle yazıyorum, radyo bunları anlatıyor, halkın gözü dönmüş, dua değil, ekmek istiyorlar...


Makale ve Analizler - 2014

67

Siz sahte bir hayat içindesiniz Demire bacı! Oğlunuzu iyi bir evlat olarak eğitip yetiştirmediğiniz gibi, halkımın davasına laik olan biri olarak ise, hiçbir yönüyle hazırlayamamışsınız! Doğru dürüst biri olsaydı yemek yediği çanağı kırmazdı. Adam delirmiş yolunu göremiyor. Biz Bulgaristan Türklerinin yüz yıllık bilinç birikiminden kaynaklanan öz davamızı boşa çıkaran da o oldu. Yaptığı affedilir bir günah değildir. Biz oğlunuz aracılıyla oyuna getirildik. O halkımın kafasına külah geçirilmesinde aracı oldu. Bu unutulup af edilemez! Özrü olmayan bir günah yaptığınız! Aklanma yolu yoktur. Belki sizin de dikkatinizi çekiyordur, hilekâr oğlunuzun ne adını ne de soyadını yazıma almak istemiyorum, anmıyorum bile. Çünkü ismini yazarsam reklâmını yapmış olurum. Biz onun için yapacağımızı yaptık, olmadı, o adam çıkmadı, hep kuyumuzu kazdı. Hainliği halkıma o denli büyük zarar verdi ki, yaptıkları temizlenmesi, aklanması, paklanması, kurulanması ve güneşte kurutularak insanlara yeniden sunulması asla ve asla mümkün olmayacak derecede büyük bir kötülüktür. Ona dönmek asla olamaz! Kabul edilemez! Başkaları da yazdı çizdi, herkes konuşuyor, dinimizde, ahlakımızda ve kültürümüzde esamisi silinenin adı bir daha anılmaz, hainlik edene kurban kesilmez, mevlit okunmaz, bunlar yapılsa bile, hani sizin şu günlerde yaptığınız tekerlemeler gibi şeyler yapıldığında, Allah kabul etmez! Siz, bu konuda ileri geri konuşmaya devam ederken, acaba bu Genç Oktay Yenimehmedov, geçen yıl Sofya’da Hak ve Özgürlükler Partisi 8. Olağan Kongresi’nde benim oğluma sabah sabah neden baş kaldırdı, neden tabanca çekti, neden onu kürsüden kaktı, diye hiç düşündünüz mü? Bu soruları kendi kendinize hiç sordunuz mu? O gün bu gün, gözünüze uyku girdi mi? 25 yıldan beri, siz de her çorbada nane olduğunuza göre, o kurultay salonunda olmuş olmanızı da hesaba katarak yazıyorum. Diyorum ki, siz bu 8. kurultayın usulsüz başladığını, HÖH Partisi Tüzüğünü hiçe sayarak henüz kurultay açılışı yapılmadan, kurultay gündem çalışmalarına başlamadan bir şeyler olduğunu, oğlunuzun çuvaldız gibi çıkıp kürsüyü işgal ettiğini, anlayamadınız mı? O delegelerin o salona onu dinlemek için değil, değiştirmek ve yerin dibine batırmak için toplandığını sezemediniz mi? Delegelerin oyunu, Tüzüğü, Programı, Kurultay Gündemini, Başkanlık Divanı iradesini ayakaltına alıp, gözlüklerini takıp bildiğini okuyan ise, senin can ciğer oğlundu. Testiyi kıran o oldu... Kurultay Başkanı seçilmeden, şeref tribününde yerlerini alacak olan saygın delegeler seçilmeden, gündem konusunda oylama yapılmadan senin babayiğit baş ajan oğlun besbelli başına gelecekleri sezerek, ne olur ne olmaz, bir şey olacağına varır, havada kokular var, bir şeyler olmadan, başım yarılmadan ben şu kürsüyü kapayım, deyen o değil miydi? Parti kurultayı kürsü hırsızlık yapılacak


68

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

yer mi? Yok artık, ben şu okumak istediklerimi kakalayıp kurtulayım oyunu bitti. Delegeler önemli sorunlar üzerine tartışma yapmak ve çözüm aramak için toplanmış, seninki kalkmış “karbon enerjisini” anlatıyor. Bulsa, aynı işi yapan fasulyenin faydalarını anlatacak. Hem de, yeri gelmişken, şuna da işaret edeyim, Türkiye’den de değerli konuklar gelmişti, hiç birine “Hoş Geldiniz!” demedi. İnsan selam vermeyi evde, anasından babasından öğrenir. Sen şimdi şu mevlit yaptığın oğluna selam vermeyi bile öğretmemişsin. Onun kafasında iyice karıştığı selamdan sabahtan vazgeçmesinden de belli oluyor da, konuklar, kuşkusuz kibar adamlar, pişkinlikten getirdiler, birbirlerine bakışmakla yetindiler. Evlerine döndüklerinde ne anlattıklarını, nasıl rapor verdiklerini bilmiyoruz tabii. Burada rezil olan oğulcasınız değil bacım, Bulgaristan Türklüğü, Bulgaristan Pomaklığı, Bulgaristan Müslümanlığı, bütün Bulgaristan rezil oldu. Siz bizim hayatımıza âdetlerimizde, kültürümüzde, yaşayışımızda olmayan yeni terslikler getirdiniz. Oğlun arabayı atın ardına koyacağına önüne koydu. Ajanlık edip hem tarımı hem sanayimizi çökertti. Sarmaş dolaş olduğu, birlikte yiyip içtiği tayfadakilerin hepsi hain. Hepsi balon kafalı beyinsiz! Siz, yani anası olarak, demek istiyorum, her şeye, her işe burnunu sokan birisi olarak yani, sen ve oğlun halkımızla selamı sabahı kesmek zorunda kaldınız, çünkü hiçbir kimseye selam verecek ne yüzünüz, ne gözünüz, ne şerefiniz, ne geçmişiniz, ne de geleceğiniz kaldı, ne de vardı! İnsanlarımız sizin gibi sahte yaşamak istemiyorlar. İnsanlarımız sizinle bir arada, aynı safta olmak istemiyorlar. İnsanlarımız sizlerle muhatap olmak da istemiyorlar. Üstelik oğlunuzu görmek de istemiyorlar! Herkes şu bilinç düzeyinde birleşti: Hak ve özgürlük mücadelemizin en büyük zaferi ve dev kazanımı oğlunuzdan kurtulmamız olacaktır! Bizim kurban keseceğimiz gün, o gün olacaktır. Biz Genç Oktay’ın oğlunuzu kürsüden alaşağı ettiği gibi, bayram günü olarak kutlamak istiyoruz! Sarayın zırhlı muhafız alaylarını geçip içeride gizlenen oğlunuzu yaka paça sokağa atacak ve çöp tenekesine baş aşağı doldurup, kapağını kapatacak yeni kahramanlarımızı bekliyoruz. Genç Oktay hemen serbest bırakılmalıdır! Ona hiçbir ceza verilemez! Halkımızı baş belasından kurtarmaya çalışmıştır! Haklıdır! Yargılanamaz! Hemen salıverilmelidir! Yeni cesur gençler er meydanında bir an önce görev almalıdır. Bu dava bitmeden hiç birimizin ne derdi ne çilesi biter. Biz ihanete uğramışız ve bu işin kökünü kurutmalıyız. Demire bacı, senin Bulgarca Türkçe dua ederken haberin olmamış olabilir: Saray hapishanesinde oğlun duvarlara selam vermeye başlamış, oysa sen ona kime selam verileceğini, bir ana olarak, selam vermeyi doğru dürüst daha kü-


Makale ve Analizler - 2014

69

çük yaşta öğretmeliydin. Öğretmemişsin. Sonradan sokma akıldan akıl olmaz. Selâmın insana verildiğini, insandan selam alındığını öğretmeliydin bacım, öğretmemişsin ve işte başa gelenler. Biz, senin çılgın oğlun yüzünden yolda sokakta yürüyemez olduk. Duvara selam vermek Türklerde adetten midir? deyip soruyorlar... Hem de o, kimlik falan konularında birkaç broşür karalamış, hani o sizde masa üzerinde üst üste duranları demek istiyorum, hepsini topla ve ya yak ya da çöpe at, sizin köyde çöp tenekesi de yoktur, hemen ocağa at ve kurtul. O şeytan yazıları evinde olduğu sürece duan kabul görmez, ne yediğinden ne de yedirdiğinden hayır gelir. Sen işin işine şeytan karıştırmışsın. Ters giden işlerin içinde senin de parmağın var. Hem uzaktan hem yakından bakılan, hem Yıldız hem de Kuran falın buna işaret ediyor. Dediğimi yap ve şeytan yazılarından kurtul, sonra iki elini yüzüne sür ve 2 gün iki gece oğlunun ne adını ağzına al, ne telefona çık, ne de onu aklından geçir. Bunları yaptıktan sonra daha neler yapacağını şuracıkta yazacağım. Ben haftada bir yazarım, yazılarımı oku ya da kızlarına okut ve yazdıklarıma dikkat et, harfiyen yerine getir. Başında dönen cin çarpmasıdır. Aynı zamanda, bir genç Hak ve Özgürlükçü olan, üniversiteli bir aydın olan Genç Oktay’ın “Ne oluyor burada?” biz kurultaya mı geldik, yoksa kendi bildiği üzere kürsüyü işgal eden birinin “hidrojen enerjisi” saçmalıklarını dinlemeye mi geldik, sorusunu sormaya hakkı vardı. Olmaz olur mu? Bu yüzden onun “Yeter saçmaladığın!” demesini lanetleme, cezalanması için dua etme, çarpılırsın! Sen oğluna başka insanların da fikir ve görüş hakkı olduğunu anlatmamışsın. Yalnız Ben! Ben! Ben demekle olmuyor artık bu işler. Zamanlar değişti, susan diller çözüldü, kör gözler açıldı, polis falan korkusunu yenenler yalnız Bulgar polisine değil, aynı zamanda gammazcılara, hafiyelere, hainlere ve mafyaya da baş kaldırmakta haklıdır. Genç Oktay da böyle bir genç, iradeli, cesur bir kahramandır. Aslanın payını aslana vermek haktandır. Bugünün gençleri, yarının idarecileri böyle yüksek ruhlu kimseler olacak, ne güzel değil mi? Senin güzel oğlun keçileri iyice kaçıralı, insan başına gelmesin, ne yaptığının ne söylediğinin bir de ne yazdığının pek farkında değil. Haberin olsun, hep viski, hep viski, su içmez olmuş, bu da hayır alameti değil. Su içmeyen adamın başına cin peri üşüşür. Sana da 4 yıldan beri uğramamış, anasın, vallahi günah, telefon bile açmadığını sağına soluna kendin anlatıyorsun. Duvardaki resimler eski, o artık tıraşı düzgün parlak bir oğlan değil, yanakları allı görünse de, iyice çökmüş, ettiklerini ve çektirdiklerini bildiğinden olacak, çok ama çok yakın bir zamanda cezalandırılacağını fark ettiğinden, içini gece gündüz kemirenle baş edemiyor, ilacı olmayan bir illetle boğuşuyor ve bu gidişle yenik düşecek. O kadar insan tanıdı, ama kendini sevdiremedi. Neden biliyor musun?


70

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Göster dostunu, söyleyeyim kim olduğunu, sözünü bilirsin. Onun dostları Şterev, Dimitrov, Biserov, Sever, Tabakov ve daha hangisini yazayım, hepsi hırsız, dolandırıcı, dalavereci, sabıkalı insanlar. Onlarla sarmaş dolaş oldu ve kurtulamıyor, kurtulmasına yol yok. Oğlunun çok yakını olan öteki dostları - Boyko Borisov ile Sergey Stanişev’e de hapislik göründüğünü söyleniyor. Gazeteler de yazmaya başladı. Oğlun hakkında böyle yazılar henüz çıkmıyor, çünkü Bulgar da insafa gelmeye başladı, “hastadır dokunmayın” demişler. Burası Bulgaristan’dır insanın başına bir defa gelen bela, bir daha aniden gelebilir. Bir defa hapiste yatan bir daha yatar. Demek istediğim, şu Saray Beslemeliği sona erip, “ha gülüm eski koğuşun şuracıkta sıcacık seni bekliyor,” deyiverirler adama, apışıp kalırsın. Olursa hiç şaşmam, bu yüzden hazırlıklı bulun bacım. Bir doktor olarak tavsiye ediyorum, anasın, yüreğini hoşça tut hem hazırlıklı ol! Böyle haberden inme gelir. Dikkat et! Şimdilik iyi bilinen ve en yakın ve en kesin olan çok yakında cezalandırılacağıdır. Bu “çok yakın” kaç gündür pek bilemem, sen hazırlıklı ol! Onun 8. Kurultay gündemini alt üst etmesi yenir yutulur bir şey değil! Genç partililer düzen ve huzur istiyorlar. “Hastalar hastaneye, yaşlılar eve” demeye başlamışlar. “Bu bir lider partisidir, benden sonra dağılır ve bir daha toparlanamaz, dalan diyormuş,” o da saçmalık. Bizim insanlarımız güngörmüştür ve dağılmaz, düşer kalkarlar. Cezalandırıldığı gün saraydan atılmış olacaktır. Saraydan atılınca çöp tenekesine girmezse, yüzde yüz koğuşa girer. İş Allah daha kötüsü olmaz, Ruh Hastalıkları Hastanesi’ne (şu deliler hospitaline) düşebilir, bak “aman düşmesin” diyorum, çünkü orasının çıkış kapısı yok. Hani yazımın başında, “Sultan Sultan olmuş da, Saray hastalığından kurtulamamış ve koskoca İmparatorluk Tahtından 25. gün düşmüş,” demiştim, Oğlun iyi dayandı maşallah, 25 yıl dayanabildi, şimdi artık kaydı da, basacak yer bulamadı, tekerlendi, “fahri başkanlığa” takıldı. Verilmiş sadakası varmış demek istiyorum da, olup olmadığını bilemiyorum. Düşerken “parapete takıldı” diyorlar. Yakın “dostu” olan hırsız Hristo yakınındaydı ve basamaklardan aşağı kadar tekerlenmek üzereyken yakasından tuttu. Olabilir! Ebedi olan bir şey yok. Liderlik de mezara götürülmüyor. Gönül ister ki, hiç olmazsa senin geçen gün köye dağıttığın kıymalık etten nasiplenenler dua eder ve onların gönül sesi işitilir ve şu kesin olan cezalandırma işi biraz ertelenmiş olur. İşleri karıştıran o, hak ettiği cezayı alacak tabii. Toplumu bunaltan da o, başkalarını da şaşırttı... Başka diyeceğim yok bacım. Yazılarımı oku, dediklerimi yaptığını öğrendiğimde, falına yeniden bakıp kısaca yazacağım, okur ve uygularsın, bu denli büyük günahlar TÖVBE etmekle ne aklanır ne paklanır. Sen de bir anasın, insansın! Şu seninki kız olsa “kızına kıyamayan


Makale ve Analizler - 2014

71

dizini döver” deyeceğim de, senin derdin çok daha derin, bütün Bulgaristan toplansa deliye söz geçiremez. Ceza falın göbeğinde, çıktı çıkacak... ne yapalım oğlan eder, anası ağlar.

Politik Buzlanma - 1

Dr. Nedim Birinci-27.Ocak.2014

2.500.000 > 2.200.000. Bulgaristan’da politik don var. Ülkeyi kimin idare edeceği artık hiç mi hiç önemli değil. Son formül 2 milyon 500 bin > 2 milyon 200 bin’den büyüktür. Bu, iki buçuk milyon iki milyon iki yüz binden büyüktür anlamındadır. Açıklaması ise şudur: Bulgaristan’daki iş gücünün iki buçuk milyonu ülke dışına çıkmıştır. Ülkede “çalışanlar” demiyorum, işe gidenler iki milyon iki yüz bin kişidir. Dış ülkedeki sayıdan azdır. Bu dengesizlik Bulgaristan tarihinde ilk kez yaşanıyor. İngiltere’nin Bulgarlara çalışma ve sosyal yardım hakkı tanımasıyla başlayan dış ülkelere yeni dalga akımına katılmak isteyenler bavul sıkıyor. Bulgar iş pazarında tam bir çöküş yaşanıyor. Örneğin işe giden memurlar iş yerinde yapacak pek bir şey olmadığından, bilgisayarda kart diziyor. 2012 - 2013’te ülkenin hiçbir il merkezinde uygulamalı eğitim veren meslek okulu açılmadı. Nüfusun yaşlanması ve her yıl emekliye ayrılan ustabaşları ve ustalardan boşalan yerleri dolduracak uzmanlaşmış gençler aransa da bulunamıyor. İş ehli kadro sıkıntısı artmaya devam edecek. Türkiye zor gün dostudur. Burada biz Bulgaristan Türkleri, Pomaklar ve Müslüman Çingeneler için en önemli istihdam alanı Türkiye ekonomisidir. Türkiye ekonomik ve sosyal alanda hızla kalkınan bir ülke olmasaydı ne yapardık bilmiyorum!? Başbakan Tayyip Erdoğan’ın uyguladığı çok yönlü ve kesintisiz kalkınma programları dünyayı şaşırttı, Türkiye’yi dünya onuncusu yaptı. Dünyanın ve hele Balkan halklarının Türkiye’ye bakış açısı tamamen değişmiş durumdadır. Türkiye’nin başarılarına sevinenler artıyor. Türkiye Yakın Doğu ve Balkanların en sevimli ülkesi durumuna geldi. Yüz binlerce yurttaşımız Türkiye’de istihdam buldu. İş


72

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

öğrendi. Vatanda kalan yakınlarına yardım edebildi. Gençler okudu. Sıcak yuva kuranlar oldu. İş güç sahibi oldu. Bu iyilik unutulacak gibi değildir. Biz Soydaş Gurbetçileriz: Öncelikle gençler olmak üzere 2.5 milyon Bulgaristan vatandaşının yuvalarını terk edip gurbetçi olması politikacıları düşündürmelidir. Kim kendini ne kadar zeki, akıllı ve bilge gösterirse göstersin, durum ortadadır, ülke çökmüş ve yöneticilerin kafaları donmuştur. Yapılan tüm farklı tespitler yanlış olur. Dış ülkelerdeki Bulgaristanlılara T.C.’deki soydaşlarımız da dahildir. Son hesaplamalara göre, Türkiye’de Ocak 2014’te 700 binden Bulgaristanlı var. Bu kardeşlerimizin ekonomik ve politik sahneye gerçekten çıkma ve belirleyici olan sözün sahibi olma zamanı geldi. Bu fırsat kaçırılmamalıdır. Biz Türkiye’deki soydaşlarımız doğup büyüdüğümüz yerleri Vatan bilmiş, sevmiştik. Biz Bulgaristanlı Türk yurtseverlerdik. Bu anlayış, bilinç ve duygular bize onur veriyordu. Bizim başımıza, ailelerimizin başına Totalitarizm Balyozu inmemiş olsaydı, bizim buralarda ne işimiz olurdu! Bizim güzelim Vatanımız, evimiz, yurdumuz, işimiz, mesleğimiz varken, gurbetçi olmayı kendimize yakıştıramazdık. Biz kovuldukta geldik. Biz büyük bir politik donmuşluğun, büyük ve kalın bir politik buzlanmanın, karanlıkların zindanı bir yolsuzluğun içine düşmeseydik, yola düşer miydik!? Ne yazık ki, bu politik katılaşma, beyin ve kalp durgunluğu, totalitarizm felci bizi perişan etti de, son 25 yılda buzlar erimedi, balon kafalıların beyinsizliği savmadı, toplum üzerine çöken boğucu ağır sis kalkmadı, el yordamıyla bile olsa yol bulunamadı, kaldıkları yerde donanlar, buz kesmiş yerlerinde duruyorlar. Geri çağırıyorlar. Bakanlar Kuruluna bağlı, AB ve devlet parasıyla dünyayı gezip 11 ülkede 13 şehirde Bulgar iş gücüyke görüşmeler, toplantı, seminer düzenleyip yabancı ülkelerde çalışan ve yaşayan Bulgaristan vatandaşlarınaı vatana geri çağıran ekipler oluşturuluyor. Sofya TV-programları, basın ve kamuoyu konuyu işlemeye başladı. Pek tabii, bu kaçak toplama, aman Bulgaristan’a dönün!, Vatana ihanet edilir mi? Vatan sizi bekliyor! Dağlar taşlar sizi özledi! Evlatlarınız Vatansız yetişecek, lütfen dönün! Bizde de iş bulursunuz! Vatan hepimizindir! Sizsiz öksüz kaldık! Dönün!. İş gücümüzü iade edin etkinlikleri düzenleyici gruplara katılacak genç kişilerin hepsi henüz belli olmadı. Şimdi siz bana “aman canım Bulgar’ın derdi bitmez, sıkışmıştır, baksın işine, bizim başımıza gelen hepinizin başına gelecek demiştik, yesinler paparayı...”


Makale ve Analizler - 2014

73

Ama burada bazı özellikler var onlara büyültenle bakalım, yanı gelin birlikte pirincin taşını ayıklayalım da, dişimizi bir daha kırmayalım. Şimdi, bu, insan kandırma ve dış ülkelerdeki gurbetçileri geri toplamadelegasyonları 11 devleti gezecekler ya. Bu devletlerin cetvelinde yani arasında Türkiye Cumhuriyeti yok. 15 bin Gurbetçimizin çalıştığı ve kanunsal durumların yarattığı aşılmaz engeller yüzünden vatandaş statüsü bile alamadan adada barınmaya devam ettiği KKTC’ne de gitmeyecekler. Yukarıda yazdım. 2 milyon 500 bin Bulgaristan vatandaşı dış ülkelerde nafaka peşindedir. Bu insanlardan 700 bin Bulgaristanlı için ekmek teknesi Türkiye’dir. Türkiye’de iş bulup çalışan Bulgaristanlılar Batı Avrupa ülkelerinde sürünenlerden defalarca memnun, mutlu ve sosyal yaşama uyabilmişlerdir. Kuşkusuz hem ben, hem de sen, sayın okurum, “bize neden gelsinler, biz Türk’üz, biz Pomak’ız, biz milletteniz, biz kovulanlarız, biz istenmeyenleriz, biz ötekiyiz, hor görülenleriz... Biz onların 100 yılda gerçekleştirdikleri büyük hülyaları değil miyiz?! Ve bir de, biz o toprakları vatan bilenleriz ve çok kalabalığız. Biz, o toprakların evladı olduğumuzdan utanmıyoruz.” Ne oldu? Bulgaristan başlarına yıkıldı. Sağ olsunlar, aramızdan olup, bizlerden olup şu sözleri söyleyebilen yürekliler de vardı: “Bu halka etmeyin! İnsanları üzmeyin! Türklerin rahatını bozmayın! Onları kışkırtmayın! Kimseyi incitmeyin! Türkleri kakalamayın! Pomakları itelemeyin! Ezmeyin!” Kovmayın diyen yüreklilerimiz, cesurlarımız da vardı. Onlar dünyayı ayağı kaldıranlardı. Sağ olsunlar. Allahın rahmetine kavuşanların yattığı yer nur olsun! Gittik diye, aman kurtulduk deyip bayram edenler, arkamızdan kına yakanlar oldu. Kuşlar yuvalarına döner. Dönecektir! Dönmelidir! Yuvalarına dönmeden yavrularına göz açtıramaz, onları yuvadan itip uçmayı öğretemez. Onlar olmadan kurtlar, böcekler, sinekler her yeri pisler kurutur. Kuşlar olmadan doğa öksüz kalır. Vatan toprakları da öyledir. Biz gideli gözü yaşlı öksüzdür. Neymiş efendim. Geri dönün kampanyası başlatmışlar da Türkiye’ye KKTC’ye uğramayacaklarmış. Vay vay! Bir defa onlara kovaulanlar ile kaçaklar arasındaki dağlardan büyük farkı anlatalım. Anlatmamıza da gerek yok, çünkü gidip kaçaklarla görüşmelerinde, ağız dolusu küfürler kulaklarına doldukça, akılları başlarına gelecektir. İşitecekleri lanet sözlerini önceden söyleyip de kendilerini uyarmak istemiyorum. Kovaulanların vatan sevgisi gönüllerinde kalmıştır. Hiç sönmemiştir, küllenememiştir, buram buram yandıkça yüreğini kaynatmış, özlemleri kamçılamıştır. Dünya değişiyor tabii. Arkada kalan da değişiyor,


74

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

kayıp giden de, geri dönmek isteyen de. Geri gelip aradığını bulamayanlar olacak. Hayal kırıklığına uğrayıp katlanamayanlar....Tek tük de olsa gönül okşayan bir şeyler de oldu bizde. Kimileri yeni elma bahçeleri yetiştirdi. Allanıp ballanan sararıp sulanan meyvelere baktıkça bakıyorsun, doyum olmuyor ve en sonunda ben de yapayım geçiyor içinden. Dönüp kaysı bahçeleri yetiştirenler var. Onlarca dönüm ceviz dikip etraf gölgelensin diye bekleyenlerimiz var. Orta Balkan vadilerinde gül ve lavanta bahçeleri şimdi kış uykusunda ama baharla serpilip açılacak, gül kokusu ıhlamur kokusuna karışacak. Yeni fabrikalar mutlaka kurulacak. Dut yetiştirip kocacılık ve has ipek sanayini yeniden kurma programlarının çizimi bitti. İpek tezgâhlarının şarkısı nota yazıyor... Bize, siz de dönün demeye yürekleri varmıyor. Çünkü bizim geri dönmemiz için onlara çok iş düşecek. Bir defa içlerindeki o yıllandıkça yıllanan ve kaskatı olmuş Türk düşmanlığı buzunu eritecekler. İçlerine Türk sevgisi değil, insan sevgisi sıcaklığı dolduracaklar. Bizim, bizi, herhangi birinin bizi sevmesine ihtiyacımız olmadı ve yoktur. Bizim sıcaklığımız ve insan sevgimiz sonsuzdur ve her zaman ve her yerde bize yeter. Dünya ne kadar değişirse değişsin insan sevgisi konusunda bu bizi etkilemez. Bu özelliğimiz sonsuz, sınırsız ve ebedidir. Bu hususta hiç birimizin taşıma suya ihtiyacı yoktur. Dünya öyle bir değişiyor ki, deyip, düşünmeden hiç bir şey söylemeyiniz. Türkü sevmeyene bu dünya dar gelecek, kendinden utanacak ve yerin dibine gömülüp batmaya razı olacak. Dinimize, dilimize, kültürümüze, yaşayışımıza saygıda kusur olmayacak. Eşitsek, herkes eşit olduğumuzu bilecek ve asla ve asla hiçbir konuda bize dil uzatılmayacak...... Pislikler oy istemeye geldiler. Bu adamlarda utanmak yok. HÖH Partisi Merkez Yönetim Kurulu üyeleri, Kırcaali Belediye Başkanı Hasan Aziz’i de beraberlerine alıp Türkiye’yi adım adım dolaşıyor, 25 Mayıs 2014’te Bulgaristan’da yapılacak Avrupa Birliği Parlamento seçimleri için oy istiyorlar. Geçen defa Filiz Hüsmenova ile Metin Kazak için oy vermiştik, 4 yılda bir defa hatırımızı sormadılar, Bulgaristan’da yaşayan yaşlı yakınlarımızın emekli maaşlarına yüzer leva bile ekleyemediler, okulsuz kalan çocuklara okul açmaya, öğretmen bulmaya çalışmadılar, iyi ki Türkiye el uzattı da Türkçe kitaplarımız dağıtıldı. 4 (dört) yıl Brüksel’de ne yaptılar hesap vermediler. Ülkemizde işsizlik diz boyu bir fabrika temeli atılmasına ön ayak olamadılar, yatırımcıları getirip insanımıza iş vermeliyiz, demediler. Neymiş efendim, bu ikisine geçen dönemde her ay 12 (on iki) bin Evro maaş ve 6 (altı) bin Evro da harçlık, otel parası, yemek parası, içki parası vermişler ve onlarda bu yağlı kuyruğu elimizden kaçırırsak, bir daha tutamayız, havasına girip, dört yılı TV programı seyretmekle geçirdiler. Hiç olmazsa, şu tütüncülerimizin sorunla-


Makale ve Analizler - 2014

75

rını çözselerdi. Şimdi her şey o kadar ters ki, kırda yağmur kar onlar grev yapmak zorundalar. Tren yollarını kesiyorlar. Sınır kapılarını kapatıyorlar. Yaz güz gece gündüz çalıştıkları yetmezmiş gibi, şimdi de yollarda yatıp kalkıyorlar. Nedir bu çeki. AB milletvekili olarak yalnız Oy Verme gününde hürmetteyiz. Bizim oylarımızla Bakan Yardımcısı çıkıyor, ama bizi insan yerine koymuyorlar. Bu böyle gidemez. Bu böyle devam edemez. Partilerin AB milletvekili göstermesi kesin yasaklanmalıdır. AB vekilleri yalnız Bulgaristan milli davasına ve menfaatlerine bağlı, dürüst, aydın ve namuslu bağımsız kişilerden seçilmelidir. Yüksek öğrenimli İngilizcesi düzgün gençlerimiz var, bizden gösterilsin. Bizden oy isteniyorsa, iki vekilin birisi bizden olmalıdır. HÖH Başkanı Sofya’dan kalksın gelsin bir sözleşme yapalım ve milletvekillerinden birini biz yükseltelim. Bir ilk olsun. Bizi geri istemiyorsunuz, hiç olmadı bir adayımızı kabul edin ve Brüksel’e gönderelim. Şimdiki ziyaretler 25 yıldan beri devam eden oyunun devamıdır. Bulgaristan’da havalar soğuk, kış geç geldi. Politik elit kafası donmuştur. Vatanı bu duruma getiren, çökerten aynı buzlu kafalardır. Politik sahne buzdolabı ya da derin dondurucu değildir. Buzlu kafalara rol yoktur. Biz buzların çözülmesini beklemek istemiyoruz. Önerilerimiz kabul edilmezse, buz bloklarını tezekler halinde kırıp derelere dolduracağız. Kararımız kesindir. Buzlanmış pislikten kurtulmak istiyoruz.

Çatışan Fikir Dalgaları - 1

Seyhan Özgür-28.Ocak.2014

Artık neredeyse 2. (ikinci) yıl yazılarımla sizi arıyorum, sayın okurum seni, senin ilgi alanını bulmaya çalışıyorum. Hafta sonunda okurlarımla ilk yüz yüze temasım oldu. Sizi görebilmem benim için çok büyük bir mutluluktu. Çünkü her yazma heveslisi fikirlerini dökerken okurunu hayal etmeye, bulmaya, onunla diyalog kurmaya çalışır. İnsan teması adreslidir. Kimin için yazdığını bilen, kolay yazar. Önce şuna işaret edeyim. Yazılarımı kendi adıma olduğu kadar, Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi adına yazdığımı bilmenizi isterim. Hedef kit-


76

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

lemiz siz soydaşlarımız, siz Bulgaristan dışında yaşayan Bulgaristan Türkleri ve Bulgar Üniversitelerinde okuyan Türkiyeli öğrencilerimiz. Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi www.bghaber.org sitesinde ve “Bultürk” www.bulturk.org gazetesinde www.kircaali.eu ve www.thaber.bg de yayınladığı yazılarımızla hedef kitlesi arıyor. Amacımız artık bu yazıların okunmuş olarak, yani sesli de sunarak Türkçeyi iyi konuşan ama kavram anlamlarını anlayabilmede problemleri olan okur ve dinletici kitlesi oluşturarak size daha da yayılmak olacaktır. Ayrıca bütün bu araştırma yazılarını kalıcı olarak el altında bulundurabilmeniz için 2013’te birinci cildini bastığımız yayıncılığımıza seri olarak devam etmek istiyoruz. Biz Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi araştırmacı yazar grubunda gönüllü görev alan, serbest vaktini bu uğraşıya her gün çoğalan şu an 8 - 9 arkadaşız. Başkanımız BulgaristanTürkleri Kültür ve Hizmet Derneği Başkanı Sayın Rafet Ulutürk olmak üzere, hepimiz Bulgaristan’dan gelen soydaş ailelerdeniz. Bulgaristan, Vatanımızla ilgimiz kesilmemiştir, Bulgar günlük ve periyodik yayınlarını, orada çıkan kitapları imkânlar dâhilinde okuyoruz, davet edildikçe seminer çalışmalarına katılıyoruz, büyük sayıda aydın soydaşla temas halindeyiz, onların her sözü, her fikri bizim için çok değerlidir. Şahsen ben yazarlar grubumuzun birkaç kişiyle daha genişlemesini, Bulgar tarihini, Bulgaristan Türkleri tarihini iyi bilen, birkaç şairin ve öykü masal meraklısının da aramıza katılmasını arzu ediyorum, bunları da aramızda konuşuyor ve çevremizde bunları da araştırıyoruz böyle şanslıları aramızda görmekten memnun olacağımı peşin ifade ediyorum. Belki dikkatinizi çekmiştir, BULTÜRK beni Gaziosmanpaşa Belediye Seçimlerinde AK Parti Meclis Üyeleri listesinde aday gösterdi. Bulgaristanlı bir genç olarak ilk kez Anavatan’da bir göreve aday gösterilmiş olmam beni çok etkiledi. Adaylığımı destekleyenlere önceden teşekkürlerimi sunarım. Çok mutluyum. Sizin için Türkiye ve Türk Dünyası için çalışacağım! Şimdi geçelim günün konusuna: Ben sizlere birkaç yazımda, Bulgaristan’da yani bizim göbek bağımızın atıldığı, ata mezarlarımızın bulunduğu, asırlık birikimimizi bırakıp geldiğimiz ülkede son 24 yılda olup biteni ve bugünkü durumu çatışan fikirlerin dalga köpüklerine işaret ederek anlatmaya çalışacağım. Hepimiz, ilerlemenin zamanını doldurmuş olanı reddedip, yerine yeni olanı çağırmakla birlikte, aynı zamanda çelişkilerin çatışması, zıhniyet kavgası olduğunu da iyi biliyoruz. Şöyle diyelim, Sevgililer bile kavga etmeden anlaşamıyor.


Makale ve Analizler - 2014

77

Onların sarmaş dolaş olmasından ise, dünya, yaşam yenilenerek sürüyor... Karga dilinden anlasam, size “gak gak” derken gün boyu bir şeylerin kavgasını veren bu karakuşların, acaba ne zaman çiftleştiğini gören var mı aranızdan diye sormak isterdim. Biliyorum, yanıtınız “Hayır hiç görmedik!” olacak. Gören de yok zaten. Kara tüyleri, gece karanlığının en koyusu kadar kara olan bu varlıklar, hayatı devam ettirmeyi, taze kanlı genç kuşağı yaşama çağırmayı ne zaman gerçekleştiriyor? İzleme imkânınız oldu mu? Siz hiç karga yumurtası, karga yuvası, kuluçkaya yatmış karga gördünüz mü? Yumurtaların üzerine hangisi yatıyor acaba, dişi mi erkek mi, onu da bileniniz yok tabii. Ben de bilmiyorum. Hem de karga bir göçebe kuş değil. Yaz kış hep etrafta, bir yerlerde... Onların hayatı sanki bir muamma! Başka bir çeşit sorayım, Afrika’da karıncadan aslana tüm hayvanların gece gündüz hayatını, ne yiyip içtiğini filmleştirerek en ufak ayrıntılarına kadar anlatan kameramanların karganın hayatını, örneğin yavrusunu nasıl beslediğini hiç izleyebildiniz mi? En çok karganın Moskova Ovası’nda olduğu söylenir. Ruslar uzaya çıktı ama karga yaşamını anlatamadı. KGB casusları dünyayı Halaç etti, fakat gel gelelim karga psikolojisine çözemedi. Olağanüstü değil mi! Aslında asıl sır küpü, KGB, MOSAD, CIA, MI6 değil, bizi her yerde rahatsız eden şu gag gagcılar. Etrafımız karga dolu. Bizim stratejik araştırma merkezi yazar arkadaşlarım da, özel olarak Leş Kargaları demeden yazı yazamaz oldular. Uzatmamın nedeni, doğal olaylar başka, sosyal konular başka demek istememdir. İnsanoğlu dünyaya doğanın sırlarını çözmeye çağrılmış savına katılıyorum. Hani bazılarımız babalanırken “ben şunu yaparım, ben bunu yaparım” derken el kol işaretleri yapar ya, öyle olmuyor işte. Bugün yaş kar yağıyor, hadi git de bahçe arılarını sandıktan çıkar bakayım, yapa bilir misin? Cevap vermenize gerek yok. Ben de karıncaların Allah’ın yarattığı ve gece gündüz koşarak topladıkları nimetlerden hiçbir şey yemediğini, ancak onların üzerine sıkılan özel bir eksimle çürümeleri esnasında meydana gelen küfle beslendiklerini yeni öğrendim ve dilimi yuttum.


78

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

O kadar çok çiçek koklayan bal arılarının burunlarının koku almadığını, topladıkları çiçek polenlerini yemediklerini, insanın icat edemediği ve onların doğuştan bildikleri Bal Fabrikası’da işledikten sonra tatmadıklarını düşündükçe, hayrete düşmemek elde değil. Fakat bu Sosyal olaylarda böyle değil. Sosyal yaşamı yaratan insanın kendisi olduğundan, bu ortamın işlevlerini düzenleyen, kuralları koyan da, o kendisidir. Bu düzenlemenin mümkün mertebe daha iyi çalışır durumda olmasına Eski Yunandan günümüze birçok mekanizma icat edildi. Modern anlatımda araç, kaldıraç ve başka deyimlerle ifade ettiğimiz bu mekanizmalar, sosyal ve politik dilde Parlamento, Adliye, Yargıtay, Yüksek Mahkeme, Bakanlar Kurulu, Bakanlıklar, Enstitüler, Kurumlar v.b. Bugünkü Cumhurbaşkanlığı makamından önce nice Emirlik, İmparatorluk, Krallık, Çarlık vb. gördü dünya insanı. Mekanizmalarına birçoğu sınıflara, katmanlara, zümrelere, partilere, hiziplere, topluluklara ayrılan insanların birbirleri üzerinde egemen olmasında, baskı ve terör uygulanmasında, istilacı akınlarda kullanılan ordular, polis, jandarma, komando birlikleridir. Tutuk evleri, hapishaneler, sürgün kampları bu baskı araçlarının emrinde bulunur. Örneğin biz geçen sene Sofya polisini yeni kalkan mihverli gördük, Kiev “meydanında” sıfırın altında 15-20 derecede gerçekleşen bir devrimde donmuş kafaları ısıtıp eritmenin ne kadar zor olduğunu görebildik. Ve ben bu satırları yazarken, senin için 2013 yılında en kötü olan olay nedir diye sorsanız, “İstiklal” caddesinin kapanması ve en çok sevdiğim “Mefisto” kitaplığına aylarca uğrayamam oldu, derim. Ama ne yapalım bazen de yeniyi hayata çağıran, kendisi biber gazıyla zehirlenip TOMA sularında yıkanarak dünyaya geliyor. Hayat işte böyle bir şey, hergün yeni bir şeyler öğreniyoruz. Bu noktaya değinmemin nedeni, bundan sonra açmak istediğim konulardır: Şimdi şurada, sizlere bir tümce daha söylemek istiyorum. İzninizle, açıp anlatmak istediğim kuramların örneklerini, Bulgaristan Türklerinin hayatından, Bulgaristan’da, Hak ve Özgürlük Partisinden ve özellikle de 25 yıldan beri bu partiye liderlik etmekle geçinen ve her sözümü ispat etmek şartıyla, halkıma, her birimize ve ayrıca da Bulgaristan’a, Vatanımın bugününe ve geleceğine çok büyük zararları dokunan Ahmet Doğan’ın söz ve icatlarıyla donatarak yazacağım.


Makale ve Analizler - 2014

79

Her satır için hakkımda dava açılabilir. Kendimi savunmaya hazırım. Bu bölümde çok kısa olmakla, yeni-liberalizmi ele alalım. Yeni- liberalizmin ne olduğunu öğrenmek için Püsküllü oğlu’nun “Türkçede yabancı sözler” sözlüğüne bakmanız yeterlidir. Bu teori, Amerika’da, İngiltere’de, Fransa’da yani eski sömürgeci devletlerde icat edilmiştir. Yüzyıllar önce Afrika’dan toplanıp, dişlerine bakılarak satılan zenci kölelerin isyanlarında, Amerikan İç Savaşı’nda ve İngiliz Sömürgeciliğine karşı Vatan uğruna zencilerle beyazların silah arkadaşlığında, asırlarca kızışan itaatsizlik direnişlerinde, Marten Lüter King’in kurşunlanmasında vb. su alan bir kavganın ateşinden doğmuş bir teoridir. Anlatacağım tarihe olumsuzlama yasası açısından baktığımızda, köleliğin reddini, insanın pazarlarda hayvan gibi satılmasının sosyal sahneden atılmasıdır. Anayasa ve yasalarda insanların eşit yaşama hakkı ve evrensel insan hakları gibi birçok devrimsel kazanımlarla gerçekleşen evrimi görebiliriz. Başka bir değişle, dedesinin dedesi Kenya ormanından köle olarak alınan Barak Obama, en az 300 (üç yüz) yıl süren bu evrim sürecinin sonunda, bugün Amerikan Başkanı koltuğuna oturmuştur. Siz hemen bunda kötü olan nedir demeyin lütfen! Sözümüz Barak Başkana değildir. Amerikan Temsilciler Meclisinde ve Senatosundaki papyonlu zencilere, siyah CIA servis müdürlerine, Genel Müdürlere, İngiliz Lortları arasında Hindierin olmasına vb. diyeceğim yok tabii. Onlar seçilmiş yeni-liberallerdir. Milyonlar adına yiyip içenlerdir. Bizim Yeni Saraylı Ahmet DoğanBulgaristan’ın yeni-liberalidir. Halktan ne kadar uzaklaşırsa Bulgar’ın gözünde değeri artar. Bu, balon patlayana kadar devam edecektir. Yeni- liberallerin icat ettikleri teori “eşitlik” kuralıdır. Yani fakirlikte, yoksullukta ve sefillikte eşit olma teorisidir. Anlatamadım galiba, bir defa ekonomi literatüründe fakirlik çizgisi var, fakirlik çizgisinin altında olan tabaka yoksullardır, onların da bir altında olan ve can çekişen tabana sefillerdir. Biz bu yıl Avrupa Birliği ülkeleri arasında hem fakirlik, hem yoksulluk, hem de sefillik cetvellerinde son sıradayız. Bir de en fazla işsiz ve en kara cahil kitle bizdedir. Nüfusumuzun % 48’i okuduğunu anlayamaz, işittiğini kavrayamaz durumdadır. Bu kokuşmuşluk ortamında yeni saraylı doğanlar kokudan nefes darlığı geçirmemek için ana kentlerin dışına, dağ evlerine, kış konaklarına taşındı. Hayat onlara kolaylıklar sunmada kendisiyle yarış ediyor.


80

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Cep telefonları, tabletler, bilgisayarlar TV programları... Bu durumu, doğal ortamdan bir örnekle açmamız gerekiyorsa, tavuk ve horoz örneğini hatırlayabiliriz. Herkesin bildiği üzere, tavuk uyanma sinyali olmayan bir hayvan olduğundan, sabah sabah horoz ötmesini bekler. Horoz ölmeden dünekten inmez, yemez, yumurtlamaz. Tavuğun sinyal sistemi horoza bağlıdır. Bizim yeni liberaller de insanların hepsini üç kategori halinde olsa da, fakirlik çizgisi altına ittiler ve ellerine baktırıyorlar. Bu örneği en iyi tamamlayan bir husus, bir önceki parlamento seçimlerinde Ahmet Doğan’ın Sırnitsa köyünde yaptığı konuşma’da söylediği sözlerde dile gelmişti. Bu kesin demeç ve yeni liberal söylev biçimini, “NOVA TV” programında araştırmacı gazeteci Benatova’nın Varna’ya bağlı Drındar köyünde Ahmet Doğan’ın annesidir. Yani Bulgaristan Türklerinden ilk yeni liberalin anası olan Demire hanımla mülakatında dile geldi: Bir defa, Benatova’nın “Nasıl yaşıyorsunuz?” sorusuna, Demire hanım “Eskiden çok daha iyi idik” diyerek cevap verdi. Röportajda, bu cevabın ardına hemen Ahmet Doğan’ın kürsüden yaptığı konuşmadan şu sözleri eklendi: “İktidar benim elimdedir. Bulgaristan paralarının dağıtım enstrümanı benim. Milletvekilleri haysiyetsizdir. İşler bana bağlıdır!” bu sözler olayı anlattığı için, yorumsuz kaldı. Evet, yeni liberaller ülkemizde erk tanımayan, yasa saymayan, yürütmeyi asmayan, tüm erki ellerlinde toplamış bulunan oligarşi tabakası oluşumudur ki, horoz onlardandır, onlar ötmeden tavuklar, yani sefiller dünekten inemez, kümesten çıkamazlar. Evet, aranızdan sen bu yaşta nasıl olur da bu kadar, kötümser, baktın ve karamsar olabildin, deyen olabilir. İzin verin de bir örnek daha vereyim: Bu yeni liberaller, yeni saraylı doğanlar ata yadigârında kalan kardeşlerimize “Kapalı kavanozdan kompostos içiriyor”. Herkes yalnız ağız sulandırıyor. İşte örnek, yeni saraylı Doğan, bir yeni liberal olarak, hadi diyelim “komşu dikkatini çekmesin, kem gözlere yem olmasın” diye anacığına fazla para göndermiyor da, her şeyi köyüne yani “herkese”, yani “halka” hizmete adıyor. İşte, İngiliz Sarayı gibi lise, İşte kuzey Bulgaristan’da en büyük ibadethaneden büyük cami, işte atık ve temiz su kanalizasyonu, yeraltı tesisleri, işte Kirli Su Arıtma Tesisi, al sana kent tipi köy. Fakat lise 2005’ten beri açılmıyor ve hiç açılmayacakmış, camide cemaat yok, temiz su borularının bağlanacağı havuzda su yok, atık su boruları ise yıllardır arıtma tesisine bağlanmamış, köyün içinde bir tuvalet yok.


Makale ve Analizler - 2014

81

Al sana köy-kent örneği, kapağı kapalı ekşi vişne komposto kavanozu. İç içebilirsen! Bu kapak asla açılmayacak. Doya doya bak. Baktıkça ağzını sulandır. Tükürüklerini yutarak karnını doyur... Bu hiçbir zaman açılmamak üzere kapanmış bir kavonoz. Bu lisede kimse okumayacak, bu çeşmelerden kimse su içemeyecek, bu kanallar da yarın dolduğunda etraf koku içinde kalacak ve boşalan köyün camisi hiçbir zaman dolmayacaktır. Bulgar yeni liberalizminin vitrin örneğinden kimseye fayda yok. Bu işlerin yapılması için para alınmış, paralar yarısın ceplenmiş, yarısı çalınmış, kalan kısmiyle de asla halkımıza hizmet vermeyecek işler 25 yıldır yapılmış ve devam etmektedir. Soru: Hangi noktada eşitiz! Cevap: Vitrin seyrederken! Yorum: Yeni saraylı doğanların halkıma getirdiği “eşitlik”, Fakirlerin daha da yoksullaşma, yoksullarınsa daha da sefilleşme yarışında eşit olmalarından başka bir şey değildir. Bu eşitliğin başka hiçbir anlamı yoktur ve olamaz. Ve yeni liberal- Doğancı ve gerçek demokrat hayat çelişkilerinin çatışmasından doğan ve yazı dizimin birinci bölümüne yansıyan kirli ve zehirli, dalga işte budur. Her şey bu kadar basittir. Devam edecek...

Politik Buzlanma - 2

Dr. Nedim Birinci-28.Ocak.2014

Geri dönün kampanyası yeni başladı. Onlara göre bu şartsız şurtsuz bir seferberlik. Seçilmişler dünyayı dolaşacak, aman siz olmadan bizim işleri yola koyabilmemizin yolu yok, İvan Vazov’un “Şipka Kahramanları” şiirini okuyoruz, artık bizi alkışlayan kalmadı, bu iş kuru kuruya olmuyor, “İnsan olmayan bir toprak parçası, Vatan değildir!” diyorlar. Ölseniz ebediyen buralarda mı kalacaksınız? Sorusu tekrar tekrar soruluyor. “Sepetteki keklik” gurbetçilerin banka hesaplarındaki paraları, birikimleri, onları Bulgaristan’a çekmek niyetleri her hareketlerinde belli oluyor. Dinleyenler suskun, bakışlarında “size ne!” nerede is-


82

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

tersek orada yaşar, orada çalışır, orada ölürüz! Edası var. Bakışlarda sitem okunuyor. Biz soydaşlar için bu gibi kampanyaların derin politik anlam taşıdığını yazmama gerek yok. Olaya birlikte bakalım: Nereden mi başlayalım? Mutabıksak, Vatanseverlikten başlayalım. Vatanını sevmek bir toprakta, bir diyarda doğan ve yetişen herkesin en kutsal hakkıdır. Ekmek istemeyen su içmeyen bir hususiyettir. Şimdi biz bu kavrama, Bulgar dili üzerinden bakıp, konuya Bulgarların girdiği gibi yaklaşırsak, Yurtseverlik yani “patriotizm” Latin köklü bir söz olup “Atavatan” yani dede toprağı, baba toprağı anlamındadır. Bu etimoloji bizim kabulümüzdür. Dünyaya gelen her insanın doğduğu yerleri, evini, bahçesini, ilk meyveyi kopardığı proşta ya da ohça erikleri, asmadan kestiği “Çavuş” salkımlarını, diktiği sümbülleri, laleleri, ilk su içtiği çeşmeyi, yüzmeyi öğrendiği ırmak göllerini, köyünü, kasabasını, bağları çayırları, mevsimsel güzellikleri, çiçeklerin kokusunu, meyvelerini, dostlarını, yakınlarını sevmesi en doğal olandır. Bu hisler ve sevgi kendiliğinde oluşur ve insan gönlünden sökülüp alınamaz. Burada önemli olan bu doğallığın milliyetçi ve ırkçı zehirle harap edilmemesidir. Biz önce siz değişeceksiniz, mutlaka değişmek zorundasınız derken, dilinizden, gönlünüzden, eylemlerinizden aşırı milliyetçi ırkçı söylev ve eylemi atıp, yerin bin bir dibine gömeceksiniz, diyoruz. Bulgar milliyetçiliği ve ırkçılığının kökünde 3 (üç) illet yatar: Bir: Kıskançlık / hasetlik; İki: Kin / garaz / kötülük ve kuvvetli hınç; Üç: Kötü niyetlilik ve kötülük düşünmek. İşte bu üç illetin sosyal niyet, hedef ve eylemde birleşmesinden doğan aşırı milliyetçilik ve ırkçılık, ötekileştirme, hor görme, dışlama, ezme, sındırma, koğuşuma ve kovma politikalarının kökündeki öz ve itici güç olup, devlet politikası haline geldiğinde ötekilerin ruhunu, benliğini, kimliğini ezme, tarihini unutturma, hafızasını silme şekli alarak baskı ve terör politikası yani diktatörlük ve faşizm doğurur. Politik sistemin aşırılık gösterenleri, yasaları çiğneyenleri ezmesi gerekir ki, bu yalnız bugün yapılmıyor, yalnız 2013’te Bulgaristan’da 4 (dört) aşırı milliyetçi politik oluşum hareketlendi, faşist kimliği ile hortlayan ATAKA lideri TV ekranından inmiyor, faşist düşmanlık yapanlar tutuklansa da birkaç zaman sonra “delil yetersizliğinden” serbest bırakılıyor. Yerliler yabancılar dövülüyor, hastanelik ediliyor. Tutuklanan yok. Tutuklansalar da içeri giren yok. Yargı “delil yetersizliği” anahtarıyla tüm kapıları açıyor ve onları serbest bırakıyor. Burunlarından kıl koparmıyor.


Makale ve Analizler - 2014

83

Bu film gösterimden kalkacak. Bu nokrada Bulgaristan’da Yurtseverlik = Faşizm. Ve biz işte bu noktada yokuz. Ne faşist olmak istiyoruz. Ne de faşistlere tahammül edebiliriz. “Ataka Alfa” TV yayını. “SKAT” TV yayını, “Ataka” gazetesi ve daha nice yayın gece gündüz düşmanlık kusuyor. Bulgar milliyetçiliğinin fikir babaları ırkçılığı kınamıyor. Irkçılığın ikinci anlamı yoktur, olsa bile kabulümüz olamaz. Bu gerçeği her zaman yineleyeceğiz. Çünkü devlet erkiyle kaynaştırılan aşırı milliyetçilikten her zaman Bulgar ırkçılığı, ırkçılığınızdan faşizm ve totalitarizm doğdu. Hiçbir suçu olmayan insanların başı belaya gitti. Bu ülkede yıllar yılı “yargısız infaz” uygulandı. Bulgar uyanışı Türklere karşı başkaldırmazdan önce, Rum kilisesine, Rumlaşmaya karşı gelişti. Bulgar milletinin ruhunu ezen Türkler değil, Bizans, Osmanlı döneminde İstanbul’un Fener mahallesindeki Rum Papazlardır, Rum kilisesidir. Rumlar Bulgaristan topraklarında Bulgar din adamları ve aydın yetişmesine asırlarca yol vermedi. Bu eziklik bugün de devam etmektedir. Ve bugün, insanları kaçıp gitmiş bir ülkede sosyal devrimden değil, ruhu ve bilinci yeniden aydınlatacak, tarihsel hafızanın bütün sayfalarını açıp dostla düşmanı bir kez daha ortaya çıkaracak bir devrime gerek vardır. Bu gerçek, tarih içindeki birliğimizi yeniden okumamız açısından Bulgaristan Müslümanlarının geleceği bakımından da çok önemlidir. Bilinç ışığımızın Şeyh Bedrettin yıllarına, hareketine ve öğretisine kadar, Bogomillere kadar gerilere dönmesi gerekebilir. Tarih derinliklerinde köklerimizin aynı kaynaklardan su aldığı örnekler pek çoktur, Tarihin buzunu çözmeliyiz. 25 Ocak 2014’te Sofya’da Ulusal Kültür Sarayı (NDK) “Sansürsüz Bulgaristan” Partisi kurmak için 2 bini taşradan ve 3 bin Sofya’dan toplanan 5 bin kişi Birinci ve İkinci Dünya Savaşları arasında (1914 - 1945) ideolojik nedenlerle öldürülen 200 bin; İkinci Dünya Savaşı’ndan hemen sonra da öldürülen 20 bin Bulgaristan vatandaşının aziz hatırasını bir dakika saygı duruşuyla andı. Ve bu çok önemli bir olaydır. HÖH partisi kurultaylarında “Bulgarlaştırma” ve eritme, bizi yok etme politikasının kurbanlarına saygıya durmadı, anmaktan kaçtı. Kanlı tarihimizi şapır şupur öpücüklerle gargara etmeye çalıştı. Bacı köprübaşı sahne oyunlarını unutabilmek olanaksızdır. Bu yüzden, biz bu işin içinde sahtelik var diyoruz. İşlerin yoluna girmesi için Bulgar devletinin kuruluş gününden beri tüm olayların yeniden birer birer ele alıp süzülerek, yeni bir bakış açısıyla, AB hümanist kıstaslarına, beraber ya-


84

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

şamanın ebatlarına uygun yeniden ince elenip sık dokunması, bir daha politik değerlendirilmesi gereğine, şartların şartı diyoruz. Ruhumuzun gerçeklere aç olduğunu bildikleri için, kendi gönüllerine göre pişirdikleri yemekleri, derme çatma kitapları, uydurma yazıları, çektikleri filmleri bize her gün bedava sunmaya yedirmeye çalışıyorlar. Ellerinde olsa, kızılcık sopasını göstere göstere, başımızı kaka kaka zorla okutacaklar ve ezberimize yükleyecekler. Yaşamak istiyorum: Geçen hafta Sofya Üniversitesi Aulası’nda, ajan dosyalarıyla ilgili bir toplantı yapıldı. Eskiden gizli polis “DC” kimseye nefes aldırtmazken, şimdi “Dosya Komisyonu” başımıza bela oldu. Prof. Mihail İvanov Başkanlığında 2 ciltlik özel bir “kitap” hazırlamışlar ve doğru dürüst okuyan, sanki biz isimlerimizin değiştirilmesini kendimiz istemişiz ve Bulgar totaliter devletine aman kimliğimizi değiştir, diye yalvarıp onu sıkışırmışız, gibi bir şey ortaya çıkıyor. Sayın kardeşlerim, adamın “asılarak idam” kararı çıkmış, ip boynuna geçirilmiş ve son söz hakkın var, dediklerinde “Yaşamak İstiyorum!” demesinden daha doğal bir şey olabilir mi! İnanır mısınız bilmiyorum, ben, bir defa, bu saçmalıkları yaşarken kendimden utanıyorum, iki, 32 göçmen derneğinin Bulgar makamlarının “isim değiştirme ve Bulgarlaştırmaya zorlama” dönemi dosyalarının hepsini yakarak yok etmesini istemesini yürekten destekliyorum. Birbirimizden ve kendimizden utanacak bir geçmişimiz yoktur. Başa geleni çekmişiz. Öfkemizi yenmişiz. Bu boku fazla karıştıranların kokusunu çekmek istemiyoruz. Hepimizin yaşama hakkı en büyük ve en kutsal olandır. Yaşamak adına ihanet dışında birçok şey yapıp, isminden bile vazgeçip, eşine “Sevgilim bundan sonra bana insan arasında ismimle hitap etme lütfen “Hu!” de yeter”, diyebilirsin. Bu zorlukların dayattığı bir insan hakkı olabilir. O göz gözü görmeyen günlerde “ananızın babanıza “Şe” dediğini hatırlamıyor musunuz? Bu yeni icatçıkların başında, sözde Rusya’da Atom Fiziği okumuş ve tahsilini de, “Dubna” Atom Reaktöründe yapmış olup daha sonra da Cumhurbaşkanı Jelü Jelev’in “etnik sorunlar danışmanı”, üçlü koalisyon hükümetlerinde “Etnik Masa Danışmanlığı” yapan ve belki de artık yarana yarana etnik sorunlar Profesörü olan, bana kalırsa yeni tip Bulgar faşistlerinin diplomalı ve sanlı aydın örneği Mihail İvanov bulunuyor. Bu adam Bulgaristan’da bir tek Türkçe kitap çıkmasına izin vermedi. Son 24 yılda Bulgaristan’da Türklüğün en büyük ve en sinsi düşmanı odur. Başımıza bir de profesör kesildi. Bir gün Bulgaristan AB


Makale ve Analizler - 2014

85

Tımarhanesi ilan edilirse, Müslümanlar Bölümüne Baş Hekim olarak o atanırsa şaşmayın. Adam nükleer fizikçi mi, Türk kurdu mu belli değil. İkincisi olmalı. Deliler arasında kaldık. Bir şeye tamamen inanmış bulunuyorum: Bizim memlekette en kolay numara delilik. Kim icat etmiş bilmiyorum: “İnsanın akıllısı, delisidir!” diyen bugünkü numaracıların ekmeğine yağ bal sürdü. Hele şu ruh hastalıkları doktoru E. Freut “kendine malik olmayan” demiş, günümüz Türkçesiyle “iradesini kontrol edemeyen” demeliyiz. Bizim politikacıların hepsi, bunlar arasında Ahmet Doğan da var, İsviçre Psişik Hastalıklar Numune Kliniğinden “unkontrolirbar” yani (kendi kendini kontrol edemeyen) sertifikası almışlar. Bu sertifikayı siyasete karışırken ve işleri karıştırırken göstermiyorlar. Bu işte, onlara “sabıkasızlık” belgesi yeterli oluyor. Politik irade, bilinç, namus, dürüstlük falan gerekmiyor. Sahte diploma bile hem geçerli hem de yeterlidir. Bir partiye üye olmadan o partiden Milletvekili bile olabilirsin. Örneğin, Danço Peevski’nin HÖH partisi üyesi olmadan 2. süre HÖH milletvekili seçildiği gibi. Tabii bu karışıklık karıştıkça karışıyor. Şöyle, bizim Danço Peevski bir de Hak ve özgürlükçüler partisine üye olmadan HÖH Partisi Merkez Yürütme Kurulu üyesi seçilmiş. Kendi kendime soruyorum: Acaba HÖH partisi üyesi olmadan HÖH Genel Başkanı seçilebilir mi? Siz de şok geçirdiniz değil mi! Üzülmeyin öyle gelmiş böyle gitmez. Gitmeyecek. Kabahat yalnız onlarda mı? Hayır! Kardeşim politika donmuş ve hiç birimiz elimizi soğuk suya sokmak istemiyoruz. Onlar da bildikleri delilikleri yapıyor. Zaten bütün gün mahmurlu, akşam sarhoş, sabahları da ayılma derdindeler. Şimdi şu delilik meselesine dönelim. Bu vesika onlara sarhoş olduklarını aklamak için gerekli değil. Yarın öbür gün işler daha da tepe takla olur ve soruşturma açılır ve kileri yargıya düşerse, bu sertifika o zaman gerekli olacak. Mahkemeye çıktıklarında, savcıya hemen ibraz edip, salıverilmelerini garantileyecek olan işte bu İsviçre kâğıdıdır. Bizim şu Brüksel’in de sabrını taşıran oligarşi ve mafya tarafından gasp edilmiş “yarı demokrasi” düzeninin yargı sistemi bu “unkontrolirbar” sertifikasını kayırsız koşulsuz ve hatta tercüme edilmeden kabul ediyor. Mahkemeye düştün mü yargıca ben vesikalı deliyim deyip, Almanca kağıdı sundun mu, serbestsin. Olay bu kadar basittir. Bu yüzden, Plamen Oreşarski hükümeti Bürksel’in 2014’te bize vermek istediği “Ö” tipi yani “ömürlük” hapishane inşa edin paralarını almak istemiyor. Çünkü politikacıların hepsinde birer “zırdeli” belgesi var. Bizim kanunlar bu buzu çözemiyor. Buzlanmış politika daha çok devam edecek.


86

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Çarpışan Fikir Dalgaları - 2

Seyhan Özgür-31.Ocak.2014

Giriş: Yazımızın 2. (ikinci) bölümünde Bulgaristan’da başlayan ve adına Totalitarizmden Demokrasiye Geçiş Dönemi (TDGD) denen sosyal olguyu ele almak ve değişik yönlerden değerlendirmek istiyorum. Gazete yazılarına ve son 24 yılda çıkan kitaplara bakıldığında TDGD 1990’da başladı. Bu, başka bir değişle, o zaman bir yenilgi yaşandı ve bir zafer kazanıldı anlamındadır. Yenilgi için tam tarih vermem gerekiyorsa, BKP Merkez Komitesi (MK) Genel Sekreteri ve Bulgaristan Halk Cumhuriyeti (BHC) Devlet Konseyi Başkanı Todor Jivkov’un Sofya’da 10 Kasım 1989 günüdür. O gün, MK toplantısında totaliter rejimin başı tüm görevlerinden alındı. Fakat o gün köklü bir dönüşüm oldu deyemeyiz, çünkü toplumun alt ve üst yapılarında köklü bir değişiklik olmadı. Onun Devlet başkanı görevine en yakın ve sadık adamlarından Petır Mladenov ve Başbakanlığa da yine en yakın adamlarından Andrey Lukanov geldi. Ne de olsa, 34 yıl iktidarda kalan Todor Jivkov geri adım attı, görevlerinden alındı, kafası tamamen yıkanmış olan Bulgar halkı değişim olabileceğine inanmaya başladı. Dönüşüm simgeleri: Totalitarizmden demokrasiye geçişin ilan edilmesiyle Bulgaristan gibi kaskatı, baskıcı bir terör devletinde bir günde, birkaç yılda eski düzen sökülüp demokratikleşmeye geçilecek umudunu doğursa da, bunun hemen olacağına inanlar yok kadar azdı. Bir de, ne yapılacağını ve daha önemlisi nasıl yapılacağını bilenler azdı. Yasaklı bir rejim olan totalitarizmden yaralı olan kafalar ürkek ve korkaktı. Ağır basan hafıza bilinç açılmasına yol vermiyordu. Hatta meydanlardan taşan insan coşkusundan başka bir kudret de belirmedi. Bugün Kiev Meydanı’nda sıfırın altında 20 derecede çarpışan eski ve yeni fikirleri, insan iradesini izlediğimde, bizde böyle bir şey olmadığını yazıyorum. Ama şunu hemen ekliyorum, 1989’un sonunda ve 1990 başında bizdeki devrim dalgası öyle bir doruğa erişmişti ki, bir defa bu zirveye bir daha çıkılamadı ve dönüşüm isteyen enerji o gün bu gün düşmeye devam ediyor. O zaman dev bir atılım müjdeleyen tarihsel bir olay da gözlenmedi. Diğer Doğu Avrupa ülkelerinde semboller belirdi. Hatırlayacaksınız, Berlin Duvarı yıkılmadı. Bizdeki simge BKP MK binasının kısmen ateşe verilmesi; aynı


Makale ve Analizler - 2014

87

binanın tepesindeki yıldızın sökülmesi; bir de sosyalizm atalarından olan Komintern kahramanı G. Dimitrov’un Sofya’daki mozolesinin yıkılması oldu. 1989 Aralığının son gününde Pomakların ve dolayısıyla Türklerin ve diğer Müslümanların isimlerinin ve din haklarının iade edilmesi de, bu cümleden sayılabilir. Haziran 1990’da Bulgaristan Büyük Halk Meclisi’ni seçti. KP yasaklandı. Anayasa değişikliği yapıldı. Komünistlerin toplumun öncü ve yönetici gücü olduğu temel yasadan silindi. Demokratik bir sosyal cumhuriyet olduğumuz yazıldı. Uluslararası insan hakları yasallaştı. Adalet umuduna kapı aralandı. Kâğıt üzerindeki değişiklikler insan bilincini belirlemedikçe, toplum değişmez. Bizde de öyle oldu. Değişiklikler, katılaşmış totalitarizm yapısını eritip toplum bünyesinden sökerek çöpe atamadı ama Bulgaristan Müslümanları totalitarizmin bir ejderha dahi olsa yenilebileceğini gösterdi. Totalitarizm nedir? Bulgar örneğindeki totalitarizm, yönetim, yargı ve yürütmenin tek elde yani BKP’nin elinde toplanmasıdır. KP’den başka hiçbir kimseye söz ve icat hakkı tanınmaması anlamındadır. Her yere her hususta devlet ve KP tekeli oturmasıdır. O zaman, Komünist Partisi organları ve aparatı dışında çalışan ve sözü geçen hiçbir şey yoktu. Politik muhalefet tamamen susturulmuştu. Bu yüzden Bulgaristan Türklerinin 1989 Mayıs isyanı Bulgar tarihinde emsali görülmemiş bir kahramanlıktır. Pomakların 1972 Nevrokop, Kornitsa ayaklanması da bu kadar önemli ve bilinç oluşturucu oldu. Bütün bunlar bir kasaban bir kasabaya, bir köyden bir köye gitmenin yasak olduğu yıllarda yaşandığından asla unutturulmamalıdır. Biz ancak şanlı tarihimizle yaşarsak güçlü oluruz. Kimlik bilincini oluşturan en önemli öğelerden biri tarih bilincidir. Tarihini bilmeyen bir halkın yarını olamaz. Bu açıdan değerlendirildiğinde, Bulgaristan Müslümanlığının dip dalgası 1970’lerde yerinden oynadı ve bütün görkemliğiyle ayağa kalkarken totalitarizme “yerin tarihin çöplüğüdür” diyen fikir ve güç doğururken, çarpışan dalga oldu. Kuşkusuz, bu büyük gerçeğin yakın Bulgar tarihi kitaplarında işlenmesi, ders odalarında anlatılması, bilinç ve gurur haline gelmesi, bu konularda yeni romanlar yazılması önümüzdeki yüzyılda olacaktır. İnsanlar, adil bir toplum düzeni yaratmak için iktidar olan sosyalizm düşüncelerinin aşırı milliyetçi ve ırkçı bir anlayışla çarpıtılmasından oluşan baskı ve terör rejimi - totalitarizmi toplumsal sahneden atmakla, sosyal yasaların yaşadığını, onların öğrenilmesinden meydana gelen iradenin kalkan ve kılıçtan güçlü olduğunu görebildi. Bazı ayrıntılar: Totalitarizmde bütün kurum ve enstitüler, sendikalar ve dernekler bağımsızlıklarını yitirmişti. Savcılık ve mahkeme de parti komitelerinin emrine çalışılıyordu. Adalet aramanın hapishaneyi gönüllü boylamaktan başka bir anlamı yoktu.


88

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgaristan’da ikinci bir parti de vardı: Bulgaristan Halk Çiftçi Birliği (BHÇB) fakat onun hiçbir alanda sözü geçmiyordu. Tabela partiydi. Sistem iki partili gibi görünse de, çoğulcu değildi. Totaliter rejim, yönetim, yargı ve yürütmeyi birbirine kenetlemişti, ne geleneklere ne de yeniliklere nefes aldırmıyordu. Evrensel insan haklarını saymadığı gibi, sadece baskı ve terör araçlarıyla idare ediyordu. Hak hukuk diye bir şey yoktu. Özgürlükler rafa kaldırılmıştı. Daha yaşlı okurlarımın tanığımdır, örneğin “Bulgarlaştırma” sürecinde, Türkler diğer Müslümanlar polis, jandarma, asker gücüyle yüz yüze geldi. Aydınlar, cesur erkekler yargılanmadan hapse atıldı, sürüldü, hor görüldü. Sonunda sınır dışı edildiler. “Belene” ölüm kampı eziyet simgesi oldu. Sürgün çekisi yıllarca sürdü. Milis, candarma ve eli sopalı kafası yıkanmış gönüllülere takviye ordu birlikleri Türklere karşı hareketlendi. Tabii bu büyük tepki topladı. Sliven’e bağlı Yablanovo köyünde tanklar ayaklanmayla karşılandı. Novi Pazar yollarını kesen Türk kadınlar panzerlerin üzerine çıktı. Bunlar ilk akla gelen çarpıcı örneklerden bazılarıdır. Sosyalizmin yerine dayatılan ve emekçi halkın iktidar hülya, fikir ve pratiğini çarpıtan totalitarizm, Bulgar koşullarında büyük sayıda kurban aldı. Uzlaşıcı bilinç savaşçı bilinçle deşti. Halkta mukavemet iradesi şahlandı. Bu yüzden, o karanlık yıllar baskı ve zülüm rejimi olarak akılda kaldı. Böylesine sertleşmiş ve buzlanmış olan bir rejimi çözüp yerine demokratik bir düzen koymak zor işti. Çekilen çile olan ayaklanmalara politik bir öncü önderliğinde gerçekleşmedi. Halkın kini kendiliğinden ve yer yer patladı. Uyanış fikirlerin çatışmasından çok, pratik şahlanıştan güç alır. Son hesapta, bizde demokrasiyi yaşama çağıran düşünce ve eylemler üretim ilişkileri ile üretim güçleri arasındaki çelişkiyi çözerken, mülkiyet biçimini değiştirirken tökezledi, eski rejim kopoylarının oyununa geldi tuzağına geldi. Halka karşı havlayan köpek sürüsünde “bizden” olanlar da vardı ve onların başındaki ihanetçilik kahramanı yeni saraylı doğanlardı. Bu gerçek anlaşılmadan, ben burada nasıl yazı yazarsam yazayım, isterseniz gökten yıldız indireyim, “a be, gene Amed’i yazıyor, bunların da başka işi yok, Amed’e karşı yazmaktan geçiniyorlar” deyip bana ve arkadaşlarıma küfür savuranlar sokaklarda boş boş dolaşmaya, kahvelerde kül tabakları taşana kadar kokuşmaya devam edecektir. Başka bir değişle, kafalardaki totaliter kış devam ediyor. Buzlar zor çözülüyor. Bu yüzden, Geçiş Döneminde insanlar ülkeyi terk ettikçe taban hantallaştı, yeni filizler vermez oldu. Çarpışan büyük fikir dalgaları belirmiyor. Taban suskun, özü hareketlendirebilen tahrik olmadı. Bu şu demektir, sevgilisinin gur-


Makale ve Analizler - 2014

89

betten gelmesini bekleyen bir kız düğüne bayrama gitmek istemez, bu bir ortam benzerliğidir. Beklenen dönüşüm gerçekleşmediği gibi, önü açık kuralsız bir bekleyişe girdi. Her şey olan komünist partisi ve ona iyi bir yamak olan bir ikinci parti yerine 1990’dan sonra 360 politik parti kurulması niteliksel dönüşüm sağlayacak ne bir lider ne de kitlesel bir kudret doğurdu. Yeni kurulan partilerden biri Türklerin Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH) partisidir. Devlet tekeli oluştu: Totaliter rejim ekonomide, 1945’te başlayan sosyalist kalkınmanın son aşaması olan ve 1980’li yılları kapsayan, Gelişmiş Sosyalist Düzen kuruyoruz propagandası yaparken, işi özünden çarpıttı ve tekelci devlet kapitalizmi oluşturdu. Başka bir değişle halkın malı olarak gösterilen ekonomik mülkiyet, üretim araçları, BKP kontrolünde devletin malı mülkü oldu, ulusal devlet tekeli oluştu. Sosyalist demokrasi olarak tanı tılan baskı ve terör rejimi, yargı sistemi BKP kontrolüne girince, duraksadı, bir süre yerinde saydıktan sonra tamamen rafa kaldırıldı. Bu olaylara gerçekçi baktığımızda, Geçiş Döneminde sosyalist halk mülkiyetinden doğan kapitalist ulusal devlet tekelini parçalayıp dağıtacak, eritip yok edecek ne bir fikir çatışması, ne bir rekabet savaşı, ne de bu ulusal tekeli yutacak dev bir dalga belirdi. Demokrasi kıvılcımlarının Sofya’da toplanan Yuvarlak Masada çakmaya başladığını var sayarsak, bu masanın etrafındaki her koltukta oturanın yetkililerden Demokratik Güçler Birliği Başkanı, saha sonra 2 dönem Cumhurbaşkanı olan Jelü Lelev, Geçiş Döneminin ilk başbakanı Andrey Lukanov, Güçlü Bulgaristan Partisi Başkanı ve eski başbakanlardan İvan Kostov ve o yılların Baş Müftüsü Nedim Gençev’e kadar hepsi artık kapanmış olan BKP üyeleriydi. Kuşkusuz böyle bir Yuvarlar Masa bileşiminden Devrim Mahkemesi anlayışıyla kararlar alma ve uygulama beklemek yanlış olurdu. Öze dokunmadan biçimsel değişimin formülü yürütmenin ana organı olan Halk Meclisi terkibini yeni kurulan politik partilerin terkibine vermekle yetinildi. Politik parti başkanları, HÖH Başkanı Ahmet Doğan da dahil olmak üzere bir de gizli polis örgütü “DC”ye başlı çalıştıklarından, Geçiş Dönemi dizginleri tamamen eski KP yönetimi ile gizli polisin elinde kaldı. Bu güçlerin kafasında ise, dönüşüm yapma, ülkeyi demokratikleştirme, hiç olmazsa yolsuzluklarla mücadele başlatma, insan haklarını tanıma gibi fikirler yoktu. Sabahtan akşama konuşulan mecliste gerçek siyasi dönüşüm polemiği henüz başlamadı. 29 Ocak 2014 günü, Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev, ilk kez bir yapıcı öneriyle ortaya çıkarak, 25 Mayısta yapılacak olan AB Parlamentosu seçimlerinde, aynı zamanda bir halk oylaması (referandum) da yapılarak parlamenterlerin yarısının parti listeleri dı-


90

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

şında ve çoğunluk (majoriter) sisteme göre seçilmesini önerisini meclise sundu. Bu, Sofya meclisini danışlı doğuş oyunundan kurtarıp gerçek demokratik tartışmaya götürecek olan Yuvarlak Masadan çeyrek asır sonra atılan ilk adımdır. Bu, meclis polemiğinde komünist tekeli açılmasına götürebilir. Başlaması muhtemel fikirsel gevşemeye ekonomik olarak baktığımızda ise, ekonomideki devlet tekelinin başına 25 yılda iki serencam geldi: Bir, 1990 başlarında devlet mülkleri hisse senedi haline getirilip emekçi halka pay olarak dağıtıldı, bunu izleyenler küçük ortaklı halk kapitalizmi yaratılıyor, diyebilirdi ama bu olmadı. İki, ilk aktiviteden hemen sonra bir elle dağıtılan hisse senetleri, öteki elle toplandı. Gösterişte yapılan özelleştirmeden sonra “senet” denen kâğıtları toplatıp kasalarına kilitleyenler buy defa işletmeler sattı, hurdaya çıkarıldı, kestirdi, gemilere yüklendi, hiç kimsenin görmediği ülkelerde dev potalarda eritti ve olay bitti. Böylece demir kasalardaki “senet” yığını yanına bu defa US Dolar yığıldı ve giderek Bulgar oligarşi oluştu. Bugünkü hükümet yumurtadan masum çıkan ama artık bir dik dikenli kirpiyi andıran oligarşinin kuklasıdır.

Şubat Ayı Yazılarımız Çarpışan Fikir Dalgaları - 3

Seyhan Özgür-03.Şubat.2014

Önü açık bir süreç: Bulgar Geçiş Dönemiyle ilgili bütünsel analizlerde, bu sürece, totalitarizmden demokratikleşmeye geçiş dönemi denmesi aslında bir isabetsizlik oldu. Süreç 1990’da başlasa da, 24 yıldan sonra hala bir arpa boyu yol alamadı. Başladı da bitmedi. Geçiş Döneminde halk bitmeyen çöküş yaşadı. Bu sürecin getirdiği ayrışımda 700 milyoner ile halkın % 99’u sefil bir toplum doğurdu. Her sosyal yapının bel kemiğini oluşturan arta katman ise tabakalaşamadı.


Makale ve Analizler - 2014

91

Türkçemizde bir dönem dediğimizde başı ve sonu belli olan bir gelişimden söz ederiz. Arap dilinden olan ve dilimizde tek sözlü karşılığı olmayan, ama açmaya çalıştığım başı olan sonu açık bir olguyu tam yansıtan Fetret sözünü Fetret Dönemi şeklinde kullanmak istiyorum. Bu süreç çatışan ve çatışmayan eğilim dalgalarını daha net bir şekilde ortaya çıkarmamıza araç oluyor. Fetret dönemi nedir? a) İki olay arasında süre. Bu anlamda fetret bir zaman kesimidir. Yani başlangıcı ve sonu olan, noktası konmuş bir olaydır. 2013’te Sofya’da kitlesel protesto hareketleri yapılırken, hükümetin istifası istenirken, bazıları “Geçiş Dönemi bitti” dediler ama ne zaman ve nasıl bittiğini açıklayıp gün yüzüne çıkaramadılar. “Bitti” diyenler, hemen ardından Geçiş Dönemi yeniden başlayacak diye eklediler. Bu, Bulgar toplumu son 25 yılını boşuna yaşadı, başa dönmek zorundadır, anlamına gelen bir savdı. Daha somut anlamıysa, totalitarizmden demokrasiye geçiş gerçekleşmedi tespitidir. Bu, doğru bir saptamadır. Burada Fetret Dönemi dediğimizde, boş bir Geçiş Dönemi, demiş oluyoruz ki, bizim ona XXI. yüzyıl Bulgar tarihinde boşa geçen çeyrek yüzyıl dememiz belki daha isabetli olur b) Hükümet gücünün gevşediği bir yerde düzenin yeniden kurulmasına kadar geçen süre. Bu tanım, fetret döneminin ikinci anlamıdır. Bu kavramı geçen hafta T.C. Dış İşleri Bakanı Ahmet Davudoğlu da Suriye konulu Davos Konferansı öncesi yaptığı analizde, Şam hükümetinin güçsüzlüğünü anlatırken kullandı. Demek istediğim, fetret dönemi politik literatürümüzde kullanılıyor. Bulgaristan’da 1990’da başlayan ve bir ucu hala açık olan Geçiş Dönemi, aslında totaliter olanın politik olarak yıkmaya çağrıldı ve bu anlamda bir çöküş dönemi başlattı. Çöküş dönemi de bir fetret dönemi olabilir. Yani başlangıcı olan önü açık bir süreçtir. Bunun kesin belirtileri ortadadır, “hükümetin gücü gevşemiş” ve “yeni düzen kurulamamıştır.” Biçimsel değişim süreci: Bu anlamda Bulgar Fetret Döneminde bugüne kadar 10 (on) hükümet değişti. Bir iktidarın yerini yenisinin alması dinmeyen bir hafif gel git, sürekli ılımlı bir dalgalanma yaşattı. Geçen yıl, örneğin 2 meclis ve 3 hükümet değişti. Bunun dalgalanması 10 ay sürdü, ardıl dalgalar 2014’e taştı, Sofya Üniversitesi hala işgal altındadır. Yeni hükümetin fetret dönemini tamamlayıp bitirme programı yok. Aslında hükümet programı da yok. Meydanın tam ortasında, adına demokrasi denen büyük bir heykel var. Biz de alay olmuş etrafında dönüp duruyoruz. Büyük heykellerin kapısı vardır, açılınca içine girersin, basamakları vardır, istersen


92

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

üzerine çıkıp bakınırsın, nerede olduğunu görüp nereye gideceğini belirlersin ama bizimkinde kapı baca yok, etrafında uçsuz bucaksız, başsız sonsuz bir alan var ve bizse dolap beygiri gibi dönüyoruz. Dönmemiz bir işe yaramıyor. Dolap beygiri gibi dönmenin bir anlamı yok. Kuyuda su olmadığından, hatta kuyu bile olmadığından, su falan çıkaramıyoruz. Döndükçe dönüyoruz işte. Çok dönenin başı döner, başı dönen yere düşer, bunları biliyoruz da, belki de gerçekten bezip bayılıp düşmek istiyor olabilir miyiz? O zaman, fetret döneminin başı - dönmeye başladığımız an, sonu da - yere düştüğümüz an olacak. Yine belki biz de, bir iş bitirdik diye mutlu olacağız. Durum sanıldığı kadar kötü değil gibi: Sosyalist Parti (BSP) - Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH) - Aşırı milliyetçiler partisi “ATAKA” üçlüsü olan Sofya hükümetine kamuoyu desteği % 10 oranındadır. Bundan rahatsız olan yok gibi, çünkü BSP ‘in tek başına iktidar olduğu ve yakın tarihimizin Videnov hükümeti, % 7 halk desteğine dayanırken, 10 Ocak 1997’da parlamento Demokratik Güçler tarafından işgal edildiğinde bir gecede düşerken, ne kötü günler yaşanmıştı. O zaman bu süreç ne başta ne sonda ne de dip noktasındaydı. Bulgaristan’da çarpışan fikirlerin ve çıkarların yarattığı dalgalanma, sadece başlangıç tarihi bilinen fetret döneminde şiddetli ve kesintisiz sarsıntılar geçiriyor. Sürekli depremsel sarsıntı ortamında yaşayanlar bile hayata ayak uydurmaya çalışıyor. Sosyal olaylar arası süreyi uzatmak ya da kısaltmak insan elinde olmayabilir. Şu fetret dönemi insanların sosyal olaylar karşısındaki çaresizliğini, onları değiştirmek isterken gösterdikleri etkinin gücünü, değişim biçimini vb. da gösteriyor. Bir başka açıdan bakıldığında, her iktidar ebediyen ayakta kalmak için kurulur. Yeni bir düzenin çöküş tarihini saptamak zordur. Bizans İmparatorluğu 1000 sene sürdü. Osmanlı 500 yıl ayakta kaldı. III. Bulgar Çarlığı yarım asır yaşadı. Todor Jivkov rejimi halkı 35 sene ezdi. Sonu açık olan Fetret Dönemi’nin ise artık 24’üncü yılındayız. Hiçbir önlem alınmazsa bu ilgisizlik 100 yıl sürebilir, (Bulgar Uyanış Çağı 150 sene sürmüştü). Şimdi bu bizim işin içine bir de Avrupa Birliği’ne (AB) katılma süreci girdi, tabii özünde bir başka süreç daha var, o da Rusya’dan kopma süreci, şu katı komünist kafalılıktan yarı mayhoş anlamına gelen sosyal-demokratikleşme süreci de paralel gidiyor. Öte yandan, propagandanın yıllarca başı sonu olan bir süreç olarak tanıttığı, aslında kesintisiz 137 yıl devam eden Müslümanları “Bulgarlaştırma” süreci, kapanmış dosyalara göre, başı sonu olan bir süreç olarak bir Fetret Dönemidir. Oysa şimdi Lütfü Mestan ile Sergey Stanişev’in Sofya’da “Kartal Köprü” başında öpüşmesiyle yeni bir kısır döneme girdik. Bunlar, bizim gerçek öz hak ve özgürlüklerimizi tanıma-


Makale ve Analizler - 2014

93

mada direnirken, tam bir asır süren “Bulgarlaştırılanların” öz etnik kimliklerine sözüm ona geri dönüşünü başlattı. Değişecek olan soğan zarıysa, fazla kokmaya bilir. Bir de, her başlangıç bir yokuştur. Kolay bir iş olsa bizi bulmazdı. Halkımız bu defa da sakın, çünkü erkeklerin öpüşmesiyle gebelik dönemi başlayacağına inanmıyor. Şu günlerde yeni bir haber aldım. Eli iş tutan Bulgar işçi nüfusunun yarıdan fazlası ülkeden kaçmış, hepsi kaçarsa Bulgaristan çobanlar ülkesi mi olacak? Bu fetret dönemininse ne zaman başladığı ve ne zaman biteceği hiç belli değil! Devam eden çöküşün ucu açık: Bizdeki Geçiş Dönemi, ucu açık çöküş yani fetret dönemi şeklinde gelişince, birçok yenilikler getirdi. Örneğin, bu süreç ansızın başlamazdan önce örneğin grev hareketi yoktu. Devlet tekelinde olan mallar emekçi halka “mülkün sahibi sizsiniz” şeklinde yutturulduktan sonra, burası Japonya değil, harakiri yapmak kanunla yasaktır dendi, kimse işte güçten, alacak verecekten ötürü canına kıymadı. 1989’da şu “Türklük eritme” politikası yaraları deştiğinde ise, rejim değişikliğine gidilirse, Türkler mal mülk sahibi olmak ister ve ak koyun kara koyunlara karışır korkusu, Türkleri ve Müslümanların en açık göz, en sözü tutulur olanları topraklarından kovuldu ki, tekelci devlet mülkiyetinin parçalanmaz bütünlüğü istedikleri şekilde korunabildi, ellerinden asla çıkmadı ve 25 yıldan beti petekten damlayan bal gibi ağızlarına akıyor. Biz balla beslenenlere bu yazımızda oligarşi diyeceğiz ve onlardan biri Yeni Saraylı Doğan Ahmet Doğandır. Kuşkusuz çöküş süreci tepkiler doğurdu. Sofya’da 12 ay yürüyecek protesto alayı yola çıkmadan 20 yıl önce Cebelli tütün üreticisi Türk kız ve gelinler 1994’te asfalt üzerine yattılar, özelleştirme sürecinin sırtlarındaki ateşten gömleği de aldığını, onlara kalanın yalnız ellerindeki katran olduğunu anladılar ve ilk kez hem Ahmet Doğan saraylısının hem Amerikan Büyükelçisi’nin yolu kesildi. Bu ateş yandıkça yandı. Bugün ülkemde genel tütün üreticileri grevi var. Kalitede dünya birincisi bir kilo tütünü 1 kan abis sigarası fiyatına satamıyoruz. Birlikte hesaplayalım. 1 adet kanabis sigarası bizde 30 levadır. 2013 mahsulü 1 kilo basma tütünse 5 levadan gidiyor, o da yalvara yalvara. Devletin 160 milyon levası yokmuş, tütüncüye yardım parasını ödemek istemiyor. 1 kilo kanabis otundan 200 sigara sarılıyor. 200 adet sigara çarpı adet fiyatı 30 leva eşittir 6 bin leva. İki kök kanabisten 1 kilo uyuşturucu otu çıkıyor. 20 kök eksen 60 bin leva tutar. Şimdi, neymiş efendim, yeni bir Fetret Süreci başlatmışlar Ceza Kanunu’nu değiştiriyorlar. Şimdiye kadar değiştirmemeleri yanlış. Yeni taslakta kan abis yetiştirenlere 5 yıl hapislik öngörülüyor. Ben de artık, şu Başbakan Ore-


94

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

şarski var ya, Brüksel’den “Ö” tipi yani “ömürlük” hapishane paralarını almaktan vazgeçerken “L” tipi yani “leicht bestraft” şey, Türkçesi “hafif ceza almış kişiler” hapishane projesi ile değiştirip parayı almaya hemen kolları sıvama nedenlerini artık anlamış oldum. Emekçi halkın kara yazgısı: Aslında tütüncülükle meşgul olan 200 bin hanemiz var. Tütünlüğe 20’şer kök kanabis ektiler diye bire dek tümüne iki seçim arasında 3’er - 4’er yıl hapis cezası kesseler hem sokakta meydanda Türk Müslüman kalmaz. Buna ek olarak kanunlarda bir iki değişiklik daha yapılınca, yani 5 yıla kadar hapis cezası alan sabıkalılara cezaevinde oy kullanma hakkı tanındığında olay biter. Sabıkalıların hepsi “genel af” duyunca oyunu iktidara verir. Tüm dertler bir müddet birmiş olur. Hapishane sandıklarından çıkan oylarla iktidar koltuğu “kafeste keklik.” Bunu icat eden Yeni Saraylı Doğan kişi olsa, o, değil yalnız Bulgaristan’ın, tüm Avrupa Birliği’nin en akılı “boş kafalısı” ilan edilir. Böylece hem Bulgaristan’da hem de AB’de yeni bir Fetret Süreci başlatılmış olur ki, zaten açla tok, varla yok arasında yaşayan bu sefiller, içeri düşünce hepsine 3 öğün kalorili sıcak yemek garantilenmiş olacaktır. Gel keyfim gel... Bu yeni Fetret Süreciyle başka bir sorun da çözülüyor. Hapistekiler dışarı çıkmadan ülkeyi terk edemeyeceklerine göre, nüfus azalmasını da önlemiş olacak. Aslında, 25 yıldan beri 10 hükümetin çözemediği bu sorunlar çözülecek ve çok büyük başarı elde edilecektir. Bu sürecin içinde, kötü nitelikli, yani iyi niyetli başlangıcı olan ama sonu olmayan yeni süreçler de başlayabilir. Örneğin dün Loveç ilinde bir köy, insanları, evleri, köpekleri, kedileri, bahçeleri, tarlaları, korusu ve deresiyle ihaleye sunuldu. Henüz almak için kuyruk oluşmadı, çünkü köyün sağ kalan 3 sakininin üçü de 85’in üstünde ve en yakın sağlık merkezinin 70 km. uzakta bulunmasından ötürü değil, bu tıp merkezlerinde tayin edilmiş hekim ve hemşire olmadığından, ilgi birden azaldı. Yeni bölümde Bulgaristan’ı Fetret Süreci liderlerini ve tekel devlet kapitalizmi kütlesinin neden eritilemediğini anlatacağım.


Makale ve Analizler - 2014

95

Değişen Birşey Yok

Ertaş Çakır-04.Şubat.2014

Avrupa Birliği (AB) son 7 yılın en kötü değerlendirmesini Bulgaristan’a gönderdi. Bulgaristan’ın durumu karışık bir tablo gibidir. Gerekli ve uzun zamandan beri beklenen yargı ve adalet sistemi reformu Bulgaristan için çok büyük bir kazanım olabilir. 2008 yazında Başbakan Sergey Stanişev hükümetinde patlayan büyük ölçekli yolsuzluk skandalları nedeniyle AB’nin bazı yatırım fonlarını dondurmasıyla ilgili olarak Avrupa Komisyonu’nun (AK) yayınladığı rapor, gözetim (monitoring) mekanizması yürürlüğe gireli yayınlanan en sert uyarı raporudur. Bu rapor şöyle sona eriyor: “Yüksek katlardaki yolsuzluk ve örgütlü suçlarla ilgili sorgulama, adli kovuşturma ve mahkemelerin bu davalarda karar vermesi, ilerleme testi olacaktır.” AB üyeliğimizin üzerinden 5 (beş) yıldan fazla bir zaman geçmesine karşın, uzmanların değerlendirmesi değişmediği gibi, ifadeler bir o kadar sertleşmiştir. Daha sert bir dille ve direk hitabeyle ve somut saptamalarla yazılmış yeni raporda AK gözüyle yapılan eleştiride şöyle deniyor: - Bulgaristan’da yargının bağımsızlığı konusunda endişeler devam ediyor. Yargı sistemini yöneten en yüksek yargı organı olan Yüksek Yargı Konseyi (YYK) son dönem çalışmalarıyla da Bulgaristan hukuk ahlakını esas öncelik haline getirememiştir; - Önemli atamalar, çok güçlü ekonomik ve politik grupların müdahalesi altında ve gizlice yapılıyor; Burada denmek istenen Genel Müdürlüklere ve gümrükler, Devlet Elektrik Şirketi (NEK) vb. yüksek kurumlara politik atamalar yapılmasıdır, devlet görevlerine tama yapılırken anonim sınav kuralına uyulmamasıdır. - Gizliği olan sözleşmeler, resmi süreçlerden daha ağır basıyor. Hükümet ile oligarşi kurum ve şirketleri arasında böyle gizli sözleşmeler olduğu biliniyor. Bu, uygulama AB fonlarından gelen paralar için tamamen geçerlidir.


96

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

- Yolsuzluklar ciddi sorun olmaya devam ediyor. Yolsuzluk sorunlarını çözmede hükümet güçsüzdür. Yolsuzluk dalgası devlet makamlarını sarmıştır. Bu konuda, bakanlıklarda çalışanlara sürekli prim ve ödüllendirme paraları dağıtıldığını Bölgesel Kalkınma Bakanlığı örneğinde aşağıda göstereceğiz. - Halka açık ihalelerdeki yolsuzluklara son verilebileceği umudunu yitirmeye başlayan ekonomik çevreler, tepki yükseltiyor. Oligarşi dışı olan şirketler menfaatlerini savunmada güçlük çekiyor. Bu tepki, Bakanlık ve devlet kurumlarında ihalesiz iş yapılmasının yasaklanmasını hedefliyor. İş Adamları Birliği bu teklifleri destekliyor. - Rüşvetle başa çıkıldığını kamuoyuna kanıtlayan emsaller olmadığından, iktidarın üst katlarında yolsuzlukların sorgulandığını ispat etmede güçlük çekiyor. Bugüne kadar Bulgaristan’da ihaleye fesat kaçırma suçundan ne bir ihale durduruldu, ne soruşturma açıldı ne de bakanlıklarda ve yüksek devlet makamlarında çalışanlardan herhangi birinin işine son verildi. - Yargılanmış şahıslar mahkeme kararlarının açıklanmasından bir gün önce ülkeyi terk dip izlerini kaybettirebiliyor... Son olarak bir kızın ölümüne neden olan bir katil genç, yargının açıklanacağı gün kayıplara karıştı. Bulgaristan’ın en büyük yolsuzluk olaylarını yöneten ve “anvitamin” üretim tesisi olan, birçok defa azmettiricilikten yargılanan “Galev Kardeşler” gibi mafya temsilcileri ülkeyi terk etmiştir. Büyük paralar karşısında, birçok kişinin infazını tetiklemiş kimi gangsterler elini kolunu sallayarak etrafta dolaşmaya devam ediyor. Bunlar gibi cinayet olayların sayısı çok büyüktür. Hele Rus mafyasından olup Başbakan Andrey Lukanov’un 1994’te tek kurşunla öldüren, önce ömürlük ağır hapis cezası alan, Yüksek Mahkeme tarafından serbest bırakılan, daha sonra tutukluluk sürelerinde işkence gördükleri gerekçesiyle Strazburg İHM’nde Bulgaristan’ı yargılayarak 150 bin (yüz ellişer bin) Euro tazminat almaları, toplumda şok etkisi yaratan olayların sayısı büyüktür.Para için insan kaçırma “Kilarite 1, 2, 3, 4, 5” davaları devam ediyor. Evet rapordan ana alıntılar durumu apaçık göstermeye yeterli gibi olsa da: İngiliz Büyükelçisi Conatın Alın’in ifade ettiği üzere “AK raporu ruh bozucudur.” Ne yazık ki, bu rapor hükümet katlarında can sıkısı yaşatmadı. Sofya hükümeti değerlendirmeyi nesnelgösterirken, karanlık tabloyla razı olduğunu gizlemedi. Başbakan Yardımcısı ve Adalet Bakanı Zinaida Zlatanova, son durumda iyileşme izlendiğini anlatmaya çalışırken, “2013’ün ikinci yarısında hükümetin


Makale ve Analizler - 2014

97

yargıya direk müdahalesi olmadığını”, açıkladı. Onun bildiriminden hemen 4 (dört) saat sonra, meclis ikinci bir öneri tartışılmayı bile gerekli görmeden, Yargı Başmüfettişi atadı. Yine asla tartışılmadan ve görüş açıklamadan Mali Kontrol Komisyonu’na iki yeni müfettiş tayin edildi. AB komisyonu görüşlerinin mecliste okunmasından hemen 2 saat sonra ise, Önemli atamalar, çok güçlü ekonomik ve politik grupların müdahalesi altında ve gizlice yapılmaya devam etti, AK savı dikkate bile alınman yeni tayinler yapılmaya devam edilerek, rapordaki hususlar bir kez daha doğrulanmış oldu. Şimdi de Yüksek Mahkemelere ve il mahkemelerine 100 yeni özel yetkili yargı görevlisi atanması işlevi de aynı usulle yapılıyor. Üçlü hükümet her konuda bildiğini okumaya devam ediyor. Bilindiği üzere, Temmuz 2014’te mafya şeflerinden olan HÖH milletvekili Daniyel Peevski’nin gizli polis örgütü “DANS” Başkanlığına tepki şeklinde başlayan “Hayır” hareketi 6 ay devam etti. Bu atama usulsüzlüğü tüm valiliklerde de devam ediyor. Yolsuzluklar ciddi sorun olmaya devam ediyor. Yolsuzluk sorunlarını çözmede hükümet güçsüz kalıyor, çünkü en fazla yolsuzluk yapılan yer bakanlıklardır. Örnekleyelim: 2013 yılının 10 ayında Bölgesel Kalkınma Bakanlığında çalışanlara prim olarak 2,4 milyon leva dağıtılmıştır. Her memur 4 bin 269 leva almıştır. 2013’ün Ocak ayında “Belene” AES referandumu yapılmazdan önce, bakanlıkta çalışanlara ek olarak dağıtılan 510 bin 905 levanın, 188 bin 82 levası bütçeden 321 bin 923 levası ise operatif programlara teknik destek fonundan sağlanmıştır. Geçen yılın Nisan ayında Genel Müdürlükler personeline 454 bin 442 le dağıtılmıştır. Bu, susma parası mı, gösterilere pasif kalma parası mı pek anlaşılamamıştır. “Paralar Mayıs 2013’te yapılan parlamento seçimlerini hazırlayanlara destek olarak verildi,” denildi. Aynı yılın Haziran ayında bakanlıklarda çalışan görevlilere maaşlarına ek olarak verilen 251 bin 484 leva AB fonlarından alınmıştır. BSP-HÖH- “Ataka” hükümeti ise, Ekim 2013’te Genel Müdürlük personelini 665 bin 166 leva ile destekledi. Hiçbir hükümet rüşvet yolunu kesmek istemiyor. Memurlar avanta bekliyor, hükümetler de onları besliyor. Bu yolsuzluğun içinde hak ve özgürlükçü elit de var tabii. Son paylaşımda kişi başına 1.177 leva verildi. Yol altyapısı ajansına çalışan görevlilere de 826 bin 471 leva dağıtılmıştır. Basında yayınlanan bu rakamlar, yolsuzlukların yolda, kenarda köşede değil, Bakanlıklarda ve Genel Müdürlüklerde aramak gerektiğini kanıtlı-


98

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

yor ki, bu da AK raporundaki eleştirinin haklı olduğunu ispat ediyor. Bulgaristan yolsuzluk ve rüşvet olayları saymakla bitmez. Bulgar toplumunda yolsuzluk ve rüşvetle mücadele şu dönemde başarısızlığa mahkûmdur. AK raporunda, HÖH listesinden 2. (ikinci) kez milletvekili olan ve kitle haberleşme araçları mafyasının başı olan Delyan Peevski’nin gizli güvenlik servisi DANS Başkanlığına ele acele atanması denemesine birkaç yerde işaret edildikten sonra, Örgütlü Suçlarla Mücadele Genel Müdürlüğü (GDBOB) gibi sorgulama müdürlüklerinin kapatılmasının ülkede ciddi endişeyle karşılandığına yer veriliyor. Diplomatik servislerin işaret ettiğine göre, bir dış casusluk ve karşı istihbarat dairesi olan DANS’ın bir sorgulama örgütü olarak topladığı veriler, polis şubeleri arasında bilgi alış verişi yapılmadığından gerektiği gibi kullanılamadığına işaret ediliyor. Öte yandan yapılan açıklamalarda, örneğin şu anda kriminal bir yapıyla ilgili yapılan sorgulamanın başarılı olması olanakları çok kısıtlıdır, çünkü “DANS” gizli servisi ile polis arasında bilgi değişimi ve yardımlaşma sözleşmesi yoktur. Ülkede genel durumun kötüleşmesi nedenlerinden biri de, son 6 ayda polis şeflerinin devamlı görevden alınıp yerlerine yenilerinin atanmasıdır. Burada dikkatleri üzerine özellikle çeken bir husus var. HÖH Genel Başkanı Lütfü Mestan’ın AK raporuna yanıt verirken, D. Peevski’nin “DANS” Başkanı olarak atanması olayında, bir kişi “sabıkasızsa her yere atanır”, sözleri üzerinde durmak istiyorum. Basının her gün “mafya başı” olduğunu yazdığı, anasının Rus parasıyla satın alınan Bulgar basın ve TV programlarını yönettiği, eski “DC” den bir general kökenli olan bu ailenin Moskova’nın Bulgaristan çıkarlarını yöneten ön güçlerden olduğu herkesçe bilinirken, hiçbir “vicdan sesi” aramadan, yalnızca “sabıkasız” olması dikkate alınarak, en gizli istihbarat servisinin başkanlığına atanmasının büyük bir saçmalık olduğuna inandığım gibi, böylece “ulusal menfaatlerin ayak altına alınarak dış güçlere hizmetin devlet eliyle önünün açıldığına” işaret etmek istiyorum. Bu olay HÖH yönetiminin devlet katındaki güven kanatlarını biraz kesmiştir. Hele şu Lütfü Mestan başkanın son konuşması AK’da mutlaka yeni tepkilere neden olacaktır. HÖH’ün Bulgaristan’daki Rus menfaatlerinin daha da oturup yayılmasına önayak olmasını anlamak güçtür. Burada yalnız “fahri başkan” havalarında olan HÖH partisini iplerini gizlice çekerek yönetirken, “kafadan kontak” numaraları yapmaya devam eden, yeni Saraylı Ahmet Doğan’ın “politika yapmasının tamamen yasaklanması için artık yalnız Peevski olayı” yeter de artar. Peevski’nin ismi AK raporunda 3 (üç) defa geçiyor, daha nasıl ikaz edilmeli, bilmiyorum. Bildiğim


Makale ve Analizler - 2014

99

kadarıyla, AB’nin “şu adamı politikadan atın ve bir daha gözünü görmeyeyim” demeye hakkı yok her halde... Bulgaristan’la ilgili son rapor 18 (on sekiz) ay önce yayınlanmıştı. Bir sonraki rapor da 1 (bir) yıl sonra bekleniyor. Brüksel Bulgaristan’daki gelişmeleri ve durumu yakından izlemeye devam edeceğini bildirdi. 25 Mayıs 2014’te AB Parlamento seçimleri yapılacak. Bu seçimlerden sonra AK bileşimi değişecek. Şimdi, Bulgaristan’da birçok alanda hiçbir ilerleme kaydedilmediğine işaret eden bu raporun ardından yaptırım paketi gelmesi beklenirken, bu yıl AB Başkanı Barozo’nun görev süresinin de sona ermesi vesilesiyle, yaptırım paketi uygulamasına geçilmesi beklenmiyor. AB Dış İşlerinde Yardımlaşma Komisyonu işlerin daha da kötüye gittiği tespit edildiğinde, üye ülkelerden biri için özel yaptırım kararları alabilir, fakat bunu yapabilmesi için, Politik Komisyon kararı gereklidir. Şimdilik böyle bir bakış açısı görülmüyor. Bu arada, BSP Başkanı Sergey Stanişev’ın bu işlerde deneyimli bir politikacı olduğunu dikkate alırsak, şimdiki raporu “nesnel” olarak karşılayan hükümet ekibi, önümüzdeki dönemde bizi “doğru anlayamadınız” yaklaşımıyla öne çıkıp, daha sonra da “biz isabetli değerlendirilemedik” tespitinde bulunabilir. Şu da var, bunu yayıp yapamama şeklinde olanak tanıma da Avrupa Komisyonu’nun iradesindedir. Ne kadar gizlersek gizleyelim ve olgun hareket edilirse edilsin, Bulgaristan’ın hele yolsuzluk ve rüşvet konularında ve hükümetin büyük sermaye sahiplerinin, oligarşinin baskısı altında atamalar yaptığı ve çalıştığı gün gibi ortadadır. Türün üreticilerinin durumu: Bizim tütüncüler “aman canım birbirlerini ısırır gibi yapıp oynaşıyorlar, bu işten bize ne?” diyebilirler. Zaten yapacak bir şey yok. Köy köpeklerinin havlamasından ancak tavşanlar kaçar ve inlerine saklanırlar. Olaya Bulgaristan Türkleri, Pomaklar ve Tüm Müslümanlara açısından baktığımızda, durum çok daha da ağırdır. Her konuda olduğu gibi bu konuda da sinekten yağ çıkarmak isteyenler, hele bu sene tütün mahsulüne hiçbir ilgi göstermemekle, üreticiyi üzmekle ve sokaklara meydanlara, sınır kapılarına yığılmaya zorlamakla iyi yapmadılar. Tütünler üreticinin elinde kaldı. Çektiğimiz haberlere göre, bu yıl Türkiye’nin Ege yöresinde, hele İzmir’de, Denizli’de, Malatya’da tütünler çok iyi fiyattan alınmış ve artık kaldırılmıştır. Tütün satımı Yunanistan’da da sona ermek üzeredir. Makedonya tütüncülerinin de yüzü gülmüştür. Hükümetin bize olan ilgisizliği iyice arttı. Üreticinin ardından kartel sözleşmesine girenlerin oyunları pazara çıktı. Fiyat kırma hesapları ortada,


100

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

gül gibi mala söylenmedik söz kalmadı. Tütünü geciktirerek kuru soğukta “gevrek” falan deyip, yok pahasına alma, üreticimizi daha da ezip üzme hesaplarına Hak ve Özgürlük Partisi’nin hükümet ortağı olarak müdahale etmemesi nefret uyandırdı. Kötülük kurdunun sarayda yattığını herkes biliyor. Üreticimiz sıkışmış durumdadır, daha fazla beklemeye tahammülü yoktur. Masraflar ensesine binmiş, belini bükmüştür. HÖP politik ağırlığını koyup, acil tedbirleri bir an önce alıp tütüncülere devlet bütçesinden ödenmesi gereken 160 milyonun üzerine oturmaya devam edeceğine üretici ailelere dağıtmayı geciktirmesi halkın öfkesini arttırdı. Avrupa Komisyon raporunda bu konularda tek söz yok. Sanki bu komisyon 2 milyon 500 bin kişinin ülkemizi terke ettiğini bilmiyor. Sanki tütüncülerin paralarının ödenmediğinden haberi yok. Sanki bizde artık köylerin insanlarıyla birlikte satıldığından haberi yok. En kötü olan bu olayların bir AB ülkesinde olmasıdır. Bu AB için de yüzkarası değil mi? Bu arada, biz Avrupa Parlamento seçimlerinde sözümüzü söyleyeceğiz, deyenler çoğalıyor. Yazımızın konusu AK’dan gelen ve çok kötü olan yolsuzluk ve rüşvet raporuna, bir de Bulgaristan tütün üreticileri açısından bakma zamanı geldiğine işaret etmekti. Halkımız daha fazla yalandırılamaz. Halkım adına daha fazla oyun oynanamaz. İnsanımın son lokması daha fazla elinden alınamaz! 25 yıldan beri değişmeyenleri değiştirme ve lehimize çevirme zamanı geldi ve yarın elimizdedir. En güçlü silahımız seçimlerde bilinçli ve isabetli kullanacağımız oyumuzdur.

Politik Buzlanma - 3

Dr. Nedim Birinci-04.Şubat.2014

Bulgaristan Geçiş Dönemi’nde politik buzlar çözülemedi dediğimizde, olaya öncelikle bugünkü bakış açısından yaklaşmamız gerekir. Çünkü politik bozların hayatımızda kalmasını ve bizi titil titil titreten ve donuk yaşamaya zorlayan bugünkü politik dünya görüşü, yaklaşım, pratik uygulamadır. Şimdi sokakta birine sorsak: “Kardeşim Bulgaristan’da en demokratik parti kimdir?” Cevaplar % 80 Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) olacaktır. BSP demokratik bir parti midir? BSP Bulgaristan Kömünist Partisi’nin (BKP) devamcısıdır. BKP ise ülkede 45 yıl iktidarda kalmış ve 1945’ten başlayarak çalıştırdığı halk mahkemelerinden


Makale ve Analizler - 2014

101

çıkan infazlarla 20 bin Bulgaristan vatandaşını öldürmüş ve yine aynı dönemde 200 bin kişiyi de toplama kamplarında ezmiştir. Stara Zagora (Eski Zara), Varna, Pazarcık, Sofya Merkez Hapishanesi ve Kremikovtsi Hapishanelerinde yatanların ve ömür törpüleyenlerin hakkı hesabı yoktur. Bu sıraladıklarımın arasında, 1972 - 74 ‘te Pomak Müslüman kardeşlerimizin isimlerinin kanlı baskı ve terörle değiştirilmesi esnasında toplama kamplarına, hapishanelere tıkılan, dövülen, aileleriyle birlikte yerinden yurdundan sürgün edilenlerin ne sayısı bellidir, ne de gördükleri işkencelerin, çekini hesabını tutan olmuştur. Bir kadim etnik halk topluluğu yok edilmek istenmiştir. Kuşkusuz bu cümleden olup bitene, 1984 - 1990 yılları arasında Bulgaristan Türklerini ezme, kimliklerini değiştirme, benliklerini, aile kültürünü, etnik gelenek ve göreneklerini yok etmeyi de devlet politikası olarak açmak gerekir. Rejim, isimlerini değiştirip, mezar taşlarını yıkma, camilerini, mescitlerini, medreselerini, din ve medeni okullarını kapatma, bir etnik halk topluluğunu eriterek yok etme eğilimini çok ağır ve şöyle yazmakla, çizmekle hıç bir surette anlatılabilecek bir çile zincirinden söz etmiyoruz. 518 kişinin önce “Belene” Ölüm Kampı’ndaki zulümden, falaka ve dayaktan, elektrik şokuyla işkencelerden, aç sıçan ve kenelerin, tüm kemirgenlerin arasında yaşama kavgası verenlerin çekilerinden, birçok hücrede delikten başını çıkarıp gece gündüz tıslayan yılanların karşısında büzülerek aylar, yıllar geçirenlerden söz açmak istiyorum. Kafatasına gün boyu su damlatılarak aklı değil, Türk bilincinin felç geçirip donmasını ve taşlaşması işkencelerine dayanabilenlerden, derin dondurucu kamaralara atılanların buzları çözülürken yaşadıkları acılardan, mosmor olmuş ama Türk kalmış olanlardan, son derece yüce bir onurun anlatılmamış sayfalarını yazmak istiyorum. Onlardan dem vururken, aynı acıları bu anıları kaleme alan yazar da yaşadığını hissedebiliyor musunuz bilmem. Şurada yeri gelmişken hemen eklemek istiyorum. İnsan vücudu buz gibi donduğunda çözülürken nasıl acılar yaşıyorsa, Bulgar toplumu da komünist totaliter geçmişinden çözülüp demokratikleşirken aynı acıları yaşamak zorundadır. 1990’dan bugüne kadar totaliter bir rejimden liberal demokratik bir düzene bu bakıma geçilemedi, çünkü bu acılar yaşanmadı. Yeri gelmişken liderlik konusuna da değinelim. Lider kimdir? Bir defa liderlik: yoğunlaşmış halk çekisinin, katmerleşen eziyetin ve çilelerin, halk zekâ, akıl ve bilgeliğinin bir insan kişiliğinde patlamasıdır. Bir defa Bulgaristan Türklerinin ve Müslümanların lideri olarak Ahmet Doğan’ın lider ilan edilmesi tamamen yanlıştı. Bu toprakta yaşayan Türklerin, Pomakların ve Çingene Müslümanların çekisini Ahmet Doğan ve soyu çekmemişti. Onun hapse girmesi bir oyundu. Soyundan kimse sürülmemiş, hapsedilmemiş ve yargılanmamıştı. Bu adam devlet parasıyla okutulmuş, gölgede tutulmuş, yemlikte beslenmiş, insan-


102

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

lar hoşaf suyu içerken onun sofrasından viski eeksik olmamıştı. Sonunda demlensin diye sözde yargılandı, mahkeme kararı olmadan hapishanelerde tutuldu. Zamanı geldiğinde, tam yerinde ve gerekli ortamda, yani Bulgaristan Türklerinin Hak ve Özgürlükleri uğruna ayaklandığı bir anda öne çıkarılıp halk hiddeti ve coşku dalgası patlamasının sembolü olarak Bulgar Gizli Polisi “DC” tarafından halka dayatıldı. Bu tespitimi halk anlatısıyla şöyle dile getirebilirim, hani bizde “tencere tekerlenmiş ve kapağını bulmuş” derler ya, işte böyle bir şey Bulgaristan Türklerinin adalet ve özgürlük uğruna ayaklanmasına bir tencere olarak bakarsak, “DC” - gizli Bulgar polisi, etraftaki tüm kapakları, yani bir ayaklanmanın içinde pişmiş ve lider durumuna erişmiş olanların tümünü tutup 1989 yazında Viyena’ya,Belgra’da, Berlin’e kovduğunda ve “Kapı Kule”ye dayadığında ortalıkta bu işi yapacak birilerini bırakmamıştı. Bu yeni ortamda “DC” - gizli polisi Ahmet Doğan’ı kulağından tutup Bulgaristan Türkleri tenceresine kapak yaptı. Onu tanıyan yoktu. Fakat etrafta adam da kalmamıştı. Sindirilen kitle Türkiye’ye doğru akıyordu. Ve işte böyle bir zamanda, kendiliğinden patlayan ayaklanmanın alevleri göklerde parlarken “lider” yoktu. Bizim köylerde ana baba kızlarına gönlünce damat bulamadığında ve kız da istediğini bulamayınca, biçimsiz bir genci damat olarak kabul etmek zorunda kalan bağrı yanıkların “eli ayağı düz olsun yeter canım, ne yapalım, kısmet buymuş” dediği gibi, bir şey oldu bizim ki de... Biz de, o an, o ortamda Ahmet’i bulduğumuza sevinmiştik. Onun ajanlığı, özel eğitimli olup, bilinçlenme yolumuzu kesmek, ayaklanmamızı söndürmek ve bizi ezmek ve açlıktan kurutup gevretmek için hazırlanmış biri olduğunu göremedik, hiç de düşünemedik... Aranızdan, iyi yazıyorsun da, Türkiye ne zamana duruyordu?, neden “durun” demedi, diyebilirsiniz. Haklısınız da. Türkiye büyük bir devlettir. O an tam ne düşündü bilmiyorum. Bilirsiniz o zaman yıllardan 1990’dı, tam Osmanlıdan sonra 122 yıl halk lideri çıkaramamış olan Bulgaristan Türk ve Müslümanlarının önüne adım “Ahmet” diyen biri çıkmıştı. Bu memleketin tarihinde “Domuz Çobanı İvan” Çar olmuş da adım Aamet diyen neden “lider” olmasın, deyenlerin, sözü ağır bastı. Bunların hepsi Bulgaristan Türk ve Müslümanlarının haklı davasına bir tükürüktü, bir lanetti ve Ahmet de baş belasıydı, ama yağmur kara dönmeden kışın geldiğini anlamak zor. Ve ardından tencere kapağını buldu propagandasıyla Ahmet halka “lider” olarak dayatıldı. Bu öyküyü nasıl isterseniz öyle örnekleyebilirsiniz. Bu böyle olmasa, Ahmet kendini saraya kapamazdı. Ahmet kendi kendini hapsetmek zorunda kalmazdı. Ama bunu vicdan azabı çektiği için mi yaptı? Hayır! Eşek olduğunu anladığı gün yaptı...


Makale ve Analizler - 2014

103

Yani Unutmayalım, liderlik değişmeyen bir büyüklük değildir. Liderlerin de yükseliş ve çöküş dönemi vardır. Ahmet Doğan neden çöktü ve saraya kapandı, çünkü yalanı ortaya çıktı. Onun yalanı ise “halk çekisinin ve fikirlerinin yoğunluğunu yani düşünce sentezini yansıtmamasıdır”. O, Bulgaristan Türkleri ve tüm Müslümanlar açısından halkın doğurduğu, tam yerinde ve zamanında ortaya çıkan bir kişilik değildi. Fakat böyle göründü, ama dayatılmış olan biriydi ve bahar yağmurlarında boyası düştü ve şoparlığı göründü, yaptığı tüm işleri halkımı oyalamak için yaptığı, yerli ve yabancı gizli servislere hizmet vermek için yaptığı gün gibi ortaya çıktı. Geçiş Döneminin en büyük yalanı Ahmet Doğan masalıdır. Ahmet halkıma ihanetiyle totalitarizm buzlarının erimesini engellerin cephesinde yer almıştır. Bu işler ne “Kartal Köprü”nde Sergey Stanişev’in Lütfü Mestanı öpmesi, ne Ahmet Doğan’a “Şeritli, Stara Planına” ödülü verilmesi ya da aynı ödülün artık dengesini iyice kaçırdığına şahit olduğumuz GERP’li Bakan Vejdi Raşidov’a verilmesiyle biter. Bir toplumun, bir partinin, somut durumda BKP varisi olan BSP’nin ölüm çizgisinde ezilmiş, kimliği yok edilmek istenmiş bir halk topluluğundan özür dilemesi “şapır şupur öpüşmekle olmaz, olamaz ve olsa bile gerçek olarak kabul edilemez.” Olay çok derindir, BSP hem Bulgar halkından hem de Bulgaristan’da yaşayan Türk, Pomak ve Müslüman topluluğundan özür dilemeli ve bu iğrenç olayların ve insanlığın yüz karasının bir daha asla yaşanmayacağına ilişkin Anayasaya maddeler konması ve bu insanların tüm haklarının kayıtsız koşulsuz tanınması ve yasallaştırılmasıyla mümkün olabilir. Ahmet Doğan ve Lütfü Mestan ve etraflarında birkaç komünist beslemeyle, gizli polis ajanlarının gül kokulu Saraylarda yaşatılmasıyla alsa olmaz, asla olamaz ve yapılsa bile halkım tarafından hiçbir zaman ve asla kabul edilemez. Politik buzlanma, komünist totaliter kalıt, köhne zihniyet, kokuşmuşluk sonuna kadar çözülecektir. Kirli ve kanlı eller eldiven değiştirmekle asla temizlenemez, katilin gözleri gözlük ardında da aynıdır, katilin kalbine vicdan denen insancıl bilinç asla giremez, girse de orada yaşayamaz, katillerin ruhu asla değişmez. Bu işte aklanma yoktur. Ele kana, vicdanı boka bulaşmışların kirlenmiş ruhundan medet beklemediğimiz için, yeni bir Anayasa çıkarılarak hepsine devlet görevlerinde herhangi bir iş alması, kamu ihalelerine katılmaları, toplumda söz sahibi olmaları kesinlikle ve ebediyen yasaklanmalarıdır.


104

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Gel Keyfim Gel

BGSAM-06.Şubat.2014

Euro-parlamenterlerin seçim kampanyası başladı. Meraklılar kalabalık. Brüksel Euro - parlamenterlere büyük paralar, dünyayı baştanbaşa dolaşma imkânı, dilenci değneğine dayanan şu “bizim ülkeden” uzak, hiç bir iş yapmadan bütün gün çene çalmak onların seve seve yaptığı işlerdendir.. Partiler içinde kim aday gösterilsin kavgası aldı yürüdü. AB Parlamentosunda pek fazla iş yok. TV açıp Genel Kurul toplantılarına bakmanız yeterli. Salon dolmuyor. Sıralar, sandalyeler her zaman boş. Fakat Brüksel milletvekillerine çok büyük paralar veriliyor. Aylıkları 40 bin Euro. Gördükleri işleri şöyle açıklayıp anlatabiliriz. Genelde Euro - Parlamento üyelerine 2 (iki) imkân paketi sunuluyor: 1) Hayata sevinmek, Seyşeller de aralarında, en egzotik adalarda tatil yapmak ve en lüks uçak salonlarında yolculuk etmek. 2) Öğrenci yerleşkelerinde yatıp, benzin ve kilometrelerde yalan söyleyerek para biriktirmek. Bu adamların hiçbir işi olmadığından, bol bol düşünmek için sınırsız zamanları var. Yılların geçmesiyle kirlenen Euro - Parlamentonun kulis perdesi ardında artık iğrenç kokusuyla burun delen bir görüntü var. Kurallara göre, her gün saat 16’da milletvekillerinden her birinin komisyon toplantılarında olması gerekiyor. Pazartesi günleri salonlarda kimsecikler yok. Onların uyguladıkları usul şudur: Toplantıya katılma defterini imzalayana o gün için ek olarak 298 Euro harcırah veriliyor. TL olarak bu 1000 (bin)dir, Bg levası olarak yaklaşık 600 leva olan bu para bizde asgari ücretin iki katıdır. Bu maaş dışında günlük ödemedir, düşüne biliyor musunuz, yoksa siz de benim gibi durgunluk mu geçirdiniz! Hırsızların hepsi Euro - Parlamenter olamaz! Büyült geç altında kısa açıklama: Bu paracıkların senin benim, hepimizin cebimizden çıktığı malum, lokmamızdan ayırıp onlara oralarda rezil olmasınlar, halkımız, ülkemiz, çocuklarımız için AB’de bir şeycikler yapsınlar diye gönderiyoruz da, nerede. Örneğin, Tütüncülerimize “teknik kültür” üretimi için prim ödenmesini sağlasalar gönlüm hoş olurdu. Bizim Tütünlerimizle Yunan tütünlerinin aynı fiyattan alınmasını,


Makale ve Analizler - 2014

105

emekli maaşlarımızın birazcık olsun arttırılmasını, her yıl bizim memlekette de 10 bin iş yeri açılması gibi can alıcı yürek yakıcı sorunlarını çözseler ne güzel olur, hem verdiğimiz paralar helal olur, değil mi? Nerede! Ben şahsen 4 yılda ne Çetin Kazak’ın ne de Firdevs Hüsmanova’nın sesini içitmedim. Birisi daha varmış, onun da ne yüzünü gördüm ne de adını duydum. Çetin mah şalla orada da yemekhanelerde çıkmıyormuş. Alışmış onların yemeklerine, Allah nazar erdirmesinde 200 kiloyu bulmuş. Genel kurul toplantılarına girmesi bundan böyle tamamen imkânsız, çünkü orada 200 kiloluklar için ne sandalye ne de koltuk var. Allah işimizi kolay etsin. Paranın tura tarafı: Ruhsal çöküntüden sözde çıkıp 50 korumayla Velingrat şehrindeki 5 yıldızlı “Belingrat” oteline gelen ve daha fazla kendisinin anladığı ve kumarcı başı Yordan Tsonev’in durmadan kafa sallayarak tasdik ettiği konuşmasında EuroParlamenterlerimizin “çalışmalarına” çok yüksek değer verdi. Neden mi? Açıklıyorum: Geçen sene Avrupa Birliği Parlamentosunda 129 milyar Euro parasal yolsuzluk yapılmış yani bu kadar para dolandırılıp çar çur edilmiş, 28 ülkenin baş haydutlarının hepsinin birlikte gerçekleştirdikleri bu yolsuzluk olayı hem eski hem de yeni Avrupa tarihinde (kadim Avrupa tarihi yoktur, buralar eskiden buzulmuş) en büyük ve devasal olsa da, Bulgar parlamenterler işlerine pekiyi bakmamış olacaklar ki, biz bu önemli işte 16. (on altıncı) yerde kalmışız. Olur mu böyle şey? Ayıp etmişler. Zaten fakirlikte, işsizlikte, cahillikte AB birincisiyiz, hiç olmasa yolsuzlukta da birinci oluverseydik. Olamadık işte! İş Allah bu sorunu 25 Mayıs 2014 seçimlerinde çözülür. Saraylı Ahmet toplu ve bireysel çalışma kursu başlatmış, kadro hazırlıyor. Bulgar mafyasının orijinal ve AB’de henüz bilinmeyen, sertifikaları tescilsiz dolandırma ve hırsızlık usulleri üstüne bilgilendirmelerde bulunuyor. İlk seminerlere, Lektör olarak Varna’ya bağlı Suvorovo kasabası Çingenelerinde bir kadın ve iki erkek gelmiş. Bilirsiniz, bizim Saraylı Ahmet de çocukluğunda onların elinden su içmiştir, askerliğini de Suvorovo’da yaptı, gizli polis hafiyeliğine de Suvorovo inşaat erleri kışlasında başladı. Suvorovo onun için hırsızlık beşiği, dolandırıcılık ekolüdür. Saraylı Ahmet’in köyünde kurdurduğu Şato Okulu neden açmadığını hiç düşündünüz mü? Düşünmediniz tabii. Orada Suvorovo Usulü Dolandırıcılık Yüksek Lisans Okulu açılacakmış. Ne ki, Bulgar Bilimler Akademisi öğretim kadrosunu onaylamıyormuş, çünkü hoca olarak gösterilen Çingenelerin akademisyen unvanı yokmuş, tabii bunların hepsi alaylı... Görüldüğü üzere, bizim saraylının işi de kolay değil. Bu yüzden olacak, yeni Euro - Parlamenterler çalma kapma, dolandırma yolma işlerinde suyu öz kaynaktan içecek, bilgileri has hocalardan öğreniyor-


106

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

lar. Bu iş için çalışmaların 5 yıldızlı otellerde yapılmasını anladık da, neden Velingrat şehrinin seçildiğine bir türlü aklımız ermedi. Ne de olsa, dolandırıcılık ve hırsızlık da bir sanat olduğundan, ustalaşma yolunda yeni Euro – Parlamenterlere başarılar dileriz. İşlerinde başarılar dilerken de, polislere dikkat etmelerini tavsiye ederiz. Aslında üzülecek bir şey yok, şimdi bizde büyük cezalar küçültülürken. En büyük hırsızla için “lüks hapishaneler” de kuruluyor, nasıl olsa paçayı kurtarırlar. Tabii köyden çıkıp hapse girmek başka, saraydan toplanıp içeri itilmek başka... Bu iş kutsaldır: İş Allah, artık özel eğitimli yeni kadrolarla şu dolandırıcılık ve yolsuzluk işlerinde de Avrupa Birincisi oluruz. Bizdeki hırsız çetesinin hem eski hem de fahri şefi olan Saraylı Ahmet, olayların gelişmesinden memnun, son dönem çevirdikleri dalevere dulaverelerin bir kısmının ipleri pazara çıkmamış olacak ki, Velingrat cambüresinde özel konuşmasını yaparken şakıdı parladı. Bu adamda, bir gramın bir parçacığı kadar vicdanı olsa, aynı gün Varna hapsine giren, 11 + 5 + 4 yıl hapis cezası alan can ciğer dostu Severin adını geçirir ve “arkadaşlar kutsal dolandırıcılık davamızın yokuşlu yolunda kurbanlar verdik”, 1 dakika saygıya duralım dese iyi olurdu, ama demedi. Hiç olmazsa, 10 yıl hapis cezası kesilince felç geçiren ve hastaneye düşen Tabakov’a “geçmiş olsun!” dese gene gönlümüz yağ bağlardı ama bunu da yapmadı. Yolsuzluk, rüşvet ve dolandırıcılık davasında düşenlere ANITI dikilmez. İnsanoğlu yalnız atasına ve babasına anıt diker, geçen sene HÖH partisinin Plevne köylerinde Todor Jivkov anıtı diktirmesinin anlamı budur. Kadının karnında sıpa, sırtında sopa eksik olmayacak deyenler ne kadar haklıdır bilmiyorum, ama bu gidişle hapishanelerde boş hücre kalmasa iyi olacak.


Makale ve Analizler - 2014

107

AB Parlamento Çalışmaları

Rafet Ulutürk-06.Şubat.2014

Konumuz: AB Parlamenterlerinin çalışmaları: a) AP Parlamentosunda iş haftası: Pazartesi başlayan iş haftası, Euro - Parlamenterlerin teorik olarak, komisyon toplantılarının son oturumunun kapanmasıyla Perşembe öğleden sonra biter. Fakat vekiller 298 Euro daha hak etmek için, Perşembe gün de orada geceleyip Cuma sabahı aynı cetvele bir imza daha çeker ve haftanın bu son imzasını sabahın köründe saat 7’de atıp saat 8 uçağını tutar. Şimdi biz Bulgaristanlı Euro-Parlamenterlerin hemen Sofya’ya uçtuğunu düşünürsek, yanılmış oluruz. Onların, Karaib Denizi Adaları, Latin Amerika ve Afrika ile ilişkileri pekiştirmek için son 12 ay içinde ziyaret ettikleri yerlere birlikte bakalım. Pek tabii ki, bu uçuşların hepsi Brüksel Parlamentosu hesabına yapılıyor. Euro - Parlamenterlerin stüdyo ziyaretleri olarak kayda geçirilerek ödenir. Bu harcamalar için her EU - milletvekilinin bireysel bütçesi var. Bu ödemenin yapılabilmesi için herhangi bir dış ülkeden davetiye alması yeterlidir. EU - milletvekillerinin gördüğü işi değerlendirmeye hiç kimsenin hakkı ve yetkisi yoktur. Bulgaristan’dan hiçbir kimse bizim Euro - Parlamenterlerin Brüksel’de ne iş yaptığını bilmiyor, ne üstüne, nasıl ve ne biçim raporlar hazırladıklarından haberi olan yok, bu raporları kime sundukları, alınan sonuçları, bizim çıkarlarımızı nasıl savunduklarını vb. vb. bilen tek bir yetkili yok. Euro - Parlamenterlerin bütçesinde çok önemli bir kalem de otel paralarıdır. EU otel parası ödemediğinden, herkes kendi çaresine bakıyor. Bazıları artık Brüksel’de daire sahibi oldu. Bulgaristan’dan ailelerini de Brüksel’e davet edenlerden kirada oturanlar da var. En ucuz otellerde kalanlar da var. Geçen dönemde, para ödememek için, ofislerinde divan üzerinde geceleyenler de vardı. Şimdi artık korumalar ofis odalarını denetlediğinden ötürü, iş yerinde gecelemek yasaklandı. Euro - Parlamenterler kaç para alıyor? Genelleştiriyoruz: PAylıkları 7 bin 665 Euro’dur. PAB Parlamentosu onların vatanlarındaki iş yeri olmadığından bir günlük harcırah olarak 298 Euro alıyorlar.


108

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

PAP Parlamenterlerinden her biri her ay ofisini çalıştırmak için, asistan ve politik çalışmalar için olmak üzere 17 bin 540 Euro alıyor. Toplam : Bir EU - milletvekilinin aylık geliri 40 bin Euro’dur. Tabii böyle maaşın meraklıları da binlerce olacaktır. Önemli olan Brüksel’e varmak. Beş yıl hiçbir angajmanın olmadan yaşamak. Gel keyfim gel! Ver elini güzel Dünya. Anam beni kısmetimle doğurmuş, size ne!... İstatistikler lüks ofislerde asistan olarak sevgililer ya da yeğenler çalıştığını doğruluyor. Brüksel güzel ve elit bir şehirdir. Öğle saatlerinde her yerde hardal soslu böbrek ya da kapama dana eti ve beraberinde kırmızı şarap sunulur. Euro - Parlamenterlerin önemli derlerinden biri, kendi ülkelerinde, örneğin bizimkilerin Bulgaristan’daki ofisleri için verilen ayda 4 bin Euro’yu harcamaktır. Bizimkilerin uyguladığı usul şudur. Bir akraba ile kira sözleşmesi imzalayıp parayı paylaşıyorlar. Asistanlarla da aynı usule göre çalışılıyor. Asistan çok yüksek maaşla işe alınıyor ve sonra paralar % 50 paylaşılıyor. Politik faaliyetler için ödenen paraları harcamak ise çok daha kolaydır. EU - milletvekillerine her yıl 33 bin Euro politik etkinlik parası veriliyor. Bizim oraya gönderdiğimiz milletvekilleri bir iki okul tamir ettirseler, Türkçe dersliği açsalar, Bulgaristan’ın 3 şehrinde Türkçe kitap okuma ve kültürel etkinlik merkezi çalıştırsalar, paralar boşa gitmemiş olur.Bu paraların aklanması ise naylon faturalarla, görüşme masrafları, toplantı giderleri gibi evraklarla gerçekleşiyor. Bulgaristan’da ve belki Türkiye’de de AB Parlamentosu’nun 3 merkezi olduğunu bilen azdır. Onlar Brüksel’de komisyonlarda çalışmakla birlikte, her ay Genel Kurul bileşimine katılmak üzere dört gün birkaç bin kişilik bir memur, tercüman, yardımcı, danışman ve diplomat ordusuyla birlikte Strazburg’a yolculuk etmek zorundadırlar. Öte yandan EU - Parlamentosu’nun daimi oturum merkezi Lüksenburg’ta bulunur. Parlamento dönem toplantılarının Strazburg’a taşınması her yıl 200 milyon Euro’ya mal oluyor. Şuna da hemen işaret edelim, EU - Meclisinde milletvekilleri milliyetlerine göre değil, ancak politik partilerine göre dağılır. Bu gruplaş-


Makale ve Analizler - 2014

109

maların arasında en etkin olan 3 gruba var: Hıristiyan demokratlar; Sosyalistler ve Liberaller. Brüksel’deki komisyonda, EU - Parlamentosunun politik depo ya da emekliler kulübü şeklinde konuşulur. Buradaki politikacılardan çoğu - eski bakan, başbakanlar veya cumhurbaşkanları kendi memleketlerinde işledikleri günahlar unutulunca geri döneceklerini ve yeniden yıldızlarının parlayacağını sayıklıyorlar. Bu milletvekillerinden yarıdan fazlasının gerekli dil bilgisi, uzmanlık derecesi yoktur. Bu seçimlerin e gösterdiği üzere, EU - parlamenterler seçimlerine Bulgaristan’da da ilgi ve güven giderek azalıyor. Seçmenlerin sorduğu sorular şunlardır: Bizdeki kesin kanıya göre, EU-Parlamentosuna ihtiyaç yoktur. Bu milletvekilleri ne iş yapıyor? Bu soru cevap bekliyor. Hiç birisinin ülkemize beş paralık faydası olmadı. Bulgar milletvekilleri ve özellikle de DPS - HÖH, EU - milletvekilleri bu soruya esaslı bir cevap vermek zorundadır. Halkımız hiçbir işe yaramayan ve hiçbir iş yapmayan boş insanlara tomar tomar para ödemekten bıktı. Bu adamlar halkı temsil etmediklerine göre kimi temsil ediyor ve kime hizmet sağlıyor? Şu dönemde yapılacak olan işlerden biri şudur: Parti yönetimleri tarafından EU milletvekili adayı olarak gösterilen kişilerin her birinin değişik gizli polis örgütlerine hafiyelik yapıp yapmadığı, sabıkalı olup olmadığı, banka hesapları, aile durumu, mal mülkü, çocukları, daire ve evleri, sevgili, zevcen ve metresleri, şimdiye kadar kime ne kadar rüşvet verdiği, dolandırıcılık oyunlarına karışıp karışmadığı, eski mahpusçularla ilişkileri, soyu sülalesi yedi kuşak yoklanmalı ve sorgulanmalıdır. Her şey didik didik edilmelidir. Örneğin Filiz Hüsmenova’nın Amerika’da varlıklı bir yakını olduğu ortaya çıktı. Bu adam kimdir, neden onun EU Parlamento vekili olmasında ısrar ettiği, incelenmelidir. Ahmet Doğan’da bazı aktifliklerine son vermelidir. Hiçbir iş yapmayan insanları oraya buraya göndermek anlamsızdır. Benzer derin bir incelemenin Ç. Kazak’ın Ahmet Doğan ile ilişkileri açısından da yapılması kaçınılmaz oldu. Bu inceleme aralarındaki sırrı ortaya çıkarmalıdır. Bu vekilimizin Brüksel’de dururken Stockholm, Oslo, Lahey ve başka Avrupa başkent ve şehirlerinde işçi lokanta ve kulüplerini gezip, gurbetçilere türkü söylemekten başka iş yapmadığı dikkati çekmiştir. EU Tüzüğünde yer alan bir başka özel duruma da dikkatinizi çekmek istiyoruz: Örneğin, Bulgaristan ortamında bir trafik kazası yapmak bir yana, alkollü araç süren bir EU - Parlamenteri bile Brüksel’deki görevinden hemen serbest bı-


110

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

rakılmalıdır. Bizde bu gibi suçlar ne zamana kadar gizlenecek? Trafik kazası yapmış bir şahsın EU milletvekili adayı olmaya hakkı yoktur. Bununla birlikte sabıkalı, sorgulama durumunda ya da mahkemelik olan bir kişi EU - Milletvekili adayı olamaz. Bununla birlikte, ruh hastası olan Başkan ya da “fahri” başkanlar EU Milletvekili adayı gösteremez. HÖH fahri başkanı ruh hastası olarak raporlu ve uzman incelemelidir. Brüksel onun gösterdiği milletvekili adaylarını asla kabul etmemelidir. Özellikle ülkemizde, yükseltilen adayların seçimlerden 2 ay önce tamamen gözden geçirilmekle kalmayıp, doktor ve ruh hastalıkları ve başka tıbbi kontrollerden geçmeleri kaçınılmaz olmuştur. Bu yüzden karşımıza iş yapacak ve yüzde yüz bizden olan adam çıkmadan EU - Parlamento seçimlerinde oyumuzu kullanmaya acele etmeyelim. AB başkenti turistik bir merkez değildir. Birliğe üye olduğumuz için her yıl 600 milyon Euro aidat ödüyoruz. Bu çok büyük bir paradır, bizim ise saçıp savuracak paramız yoktur. Ver elini dünya havasındaki vekiller - evlerinde dursun!

Politik Buzlanma -4

Dr. Nedim Birinci-06.Şubat.2014

1990’ da tüm Doğu Avrupa sosyalist ülkelerinde olduğu gibi, Bulgaristan’da da Sovyet tip sosyalizm sayfası kapandı. Sosyalist düzen ve devlet çok isabetli bir sosyal politika yürütip uygulasa da, ekonomik ve bilimsel teknik yarışta kapitalizmi yenemedi ve devrildi. Şimdi bizde “eskiden rahatımız iyiydi”, “işimiz gücümüz vardı, aç olan yoktu” diyenler sosyalizmin sosyal edinimlerini yansıtırken, bir az da özlem yaşıyor ve bu soydaşlarımızda sıla özlemiyle karışında, güçlü bir duygusal yaşantı oluyor. İnsanın iyi günleri unutamaması doğaldır. Sosyalizm sayfası kapanırken, biz totalitarizm sayfasının da kapandığını sanmıştık. Fakat toplum bünyesine yıllar yılı yerleşen hukuksuz, yargısız, adaletsiz, karın tokluğuna yaşama alışkanlığı, kapalı bir sistem içinde olma zorunluluğu, sınırların kaldırılması, Anayasa ve yasaların değişmesi, herkese pasaport veril-


Makale ve Analizler - 2014

111

mesi ve “git istediğin yere, gözüm görmesin!” politik dönemini getirdi. Devletin sırtındaki yükler indi, halkın beli büküldü. Devletin ana yurdu açma, çocuk okulu geliştirme, yeni lise kurma, sağlık ocağı ve her kasabaya büyük büyük sağlık merkezleri, klinik ve hastaneler açma angajmanı kalktı. Başka bir değişle, bütün nüfus delirse, devleti sinek bile sokmaz, yeni durum budur. Örneğin, 500 bin Bulgaristan Türkünün kovulmasından sonra arkalarından ağalaşan pek olmadı. Şimdi de 2 milyon 500 bin işçinin dış ülkelerde ekmek aramasına üzülen yok. Herkes ne yapacağını, ne edeceğini ve nasıl ve nerede yaşayacağını kendisi belirliyor. Böylece Bulgar Devleti sözü giderek küçük harflerle yazılmaya başladı. Politik buzların çözülmesi yolunda da sözde adımlar atıldı. Örneğin, Önce Demokratik Güçler Birliği (CDC) sonra da Güçlü Bulgaristan Partisi Başkanı (DSB) /her iki parti de artık dağılmıştır/ ve Başbakan İvan Kostov, 1980’de “Komünizmi Suç Mahiyetli İlan Eden bir Yasa” kabul etti. Fakat bu yasanın geçerliliği yok. Çünkü parlamentoda onaylanmamıştır. Şimdiki koalisyon hükümeti Ceza Kanunu değiştiriyor. Meclisteki öneride 400 madde var. Yeni bir politik oyun başlıyor. Politika, hukuk ve insan hakları somut olgulardır. Bulgaristan’da “merehoana sigarası” içen birinin 1 yıl hapis edileceğini öğrendiğimizde ürperdik. “Bu uyuşturucu sigaralarını en fazla kullananlar lise öğrencileridir. Tramvay, otobüs ve yeraltı treni duraklarında sözde iş teklif eden şirketlerin telefonları var. Analar bu telefonları koparıp, eve vardıklarında çocuklarına verecekleri cep paralarını hazırlamak için temasa geçip “sigara” fiyatlarını öğrenmeye gayret ediyorlar. Liselilerin üçte ikisinin kullandığı “sigara” yakalanan her öğrenci için bir yıl hapis anlamına geliyor.” Öte yandan ülkede 1945’te faşizmin yok edildiği açıklanmış olduğundan, aynı kanun teklifinde “faşizmi” yasaklayan kanun kaldırılıyor.. Aşırı milliyetçilerle ırkçılar bayram edecek. Dikkatinizi çekerin “faşizmi” serbest bırakan zihniyet, bu yıl ülkede 4 faşizan parti kurulduğunu görmezden geliyor. Bu arada, 2002’de Bulgaristan’da aşırı milliyetçi ve sık sık faşizan hareketleriyle gündem oluşturan “lider” Volen Siderov’un “Ataka” partisinin kurulmasına ilişkin bazı yeni ayrıntılar ortaya çıktı. 2001 yılında, Bulgaristan’da Rusya yanlısı ve Batı aleyhinde bir politik parti kurulmasına çalışan Rusya’nın Sofya Büyükelçiliğinden 3 diplomat sınır dışı edilmişti. Onların amacı Avrupa Birliği, Amerika Birleşik Devletleri ve NATO’nın Güney Doğu Avrupa’ya yayılma yolunu politik olarak yerli partiler kurdurarak engellemekti. Moskovalı politikacıların ülkemizden sınır dışı edilmesinden sonra, Rusya yanlısı bir politik hareketin geliştirilmesi ve Rusya’nın ülkemizdeki çıkarlarının daha sağlıklı bir biçimde savunulması idesi unutulmadı.


112

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

O yıllarda henüz ayakta olan Multi Grup ve bu mafya dayanıklı oluşumun baş danışmanlarından olan Ahmet Doğan bu milliyetçi hareketlenmeyi desteklerken, 1 milyon 600 bin leva “yardımda” bulunarak, Volen Siderov’a “Ataka” partisini kurdurdu. Siderov bugün, hükümet ortağı bir parti olarak, Avrupa Birliği ve NATO’dan çıkmamızda ısrar ediyor. Popülist propaganda yaparak dalgalanan milliyetçiliğin Türk ve Müslüman düşmanlığını kışkırtıyor. Parasal yardımda bulunurken, Ahmet Doğan’ın ne düşündüğünü söylemek güç olsa da, bir oyla da olsa “ATAKA” liderinin işe yaradığı söylenebilir. Hükümetin bir oyluk parçası olan “ATAKA” ilkesel hareket ediyor, “yabancılara toprak satılmasına, Türklerin ana dilinde seçim propagandası yapmalarına, Türk çocukların okulda zorunlu ana dil dersi görmesine, Türkiye’deki soydaşlarımızdan ve dış ülkelerde bulunan yüz binlerce vatandaşımızdan AB Parlamentosu ve Sofya Millet Meclisi’ne vekil seçilmesine vb. karşı çıkıyor.” Demek oluyor ki, 1999’da, İvan Kostov hükümeti zamanında, “İnsan hakları çerçeve sözleşmesini” imzalayan Bulgaristan, 2014’te “Ataka”cı saldırganları püskürtüp, demokrasi çerçevesini geliştirerek daha geniş bir politik yelpazeye yayılamıyor ve etnik azınlıkların ana dilde, okuma, yazma, propaganda yapma ve yaşama haklarını kısıtlamaya devam ediyor. 25 Mayıs 2014’te yapılacak AB Parlamento seçimlerine T.C. de yaşayan soydaşlarımızdan bir milletvekili seçilmesi, Bulgaristan’a büyük bir demokratik kazanım getirebilir, ama karşı çıkanlar yol kesiyor. Ahmet Doğan’ın para verip adam ederek bir “politikacı” olarak başımıza sardığı Volen Siderov, Bulgaristan’da yaşayan tüm azınlıkların etnik halk topluluğu olarak kolektif hakları kullanmasına karşı olduğu gibi, öz kültürleriyle yaşamalarına razı olmayacağını her fırsatta belirtiyor. Volen Siderov tarafından yönetilen milliyetçi politika Osmanlı’nın çökmesi öncesinde Rusya tarafından körüklenen ve Bulgar komitacılarının Nisan 1876’da Ayaklanma yeltenişi ve 2 yıl sonra da Osmanlı - Rusya Plevne Savaşı’na kadar uzanır. Bu gün de devam eden, bu politikalar esasızdır, fakat tarihin gidişini değiştirirken, Rusya’nın Balkan jeopolitiğine girmesini sağlamıştır. Rusya’nın Plevne Savaşı bir saldırı savaşıdır ve bizim için ibret dersi alınacak bir tarafı yoktur. Esasızdır derkense, ifade etmek istediğim şudur. Bazı tarih kitaplarında ve o yılların Batı basınında, 1876 Nisan Ayaklanması’nın patlamasına vesile olan Georgi S. Benkovski’nin Koprivştitsa kasabasında yaşayan Türk asilerle çarpışması anlatılır.


Makale ve Analizler - 2014

113

Oysa Osmanlı döneminde Koprivştitsa kasabasında hiçbir Türk aile yaşamamıştır. Kasaba varoşundaki Müslüman Çingenelere saldıran Benkovski 10 fesli ve sarıklı Çingene başı kesmiş ve “Türkler, barışçı Bulgar halka saldırdı ve hesaplaştık” şeklinde iddialar yaymıştır. Nisan Ayaklanmasını bastıran Karlovo’lu Tosun Bey de Koprivştitsa kasabasında girmemiş, Klisurada isyanı bastırdıktan sonra çekilmiştir. Asi Benkovski soyadını, katlettiği bir Lehin sahte pasaportundan almıştır. Ne ki, bugün erimeyen aşırı milliyetçiliğin politik buz kalıpları arasında, vaktiyle Rusların yerleştirdiği ve hala ayakta olan Türk ve Müslüman düşmanlı vardır.Bu düşmanlığın kalesi haline gelen bugünkü “Ataka” partisinin politik polise hafiyelik yapan Ahmet Doğan’ın parasıyla kurulması, halen Türk partisinin 36 milletvekili ile hükümet ortağı olduğu ve meclis bileşiminde iktidar çoğunluğunu sağlayan oylar “faşizmin cezalandırılmasını” yasalardan çıkaran bir zihniyetin onaylanmasıyla hangi düşmanlıklar ya da dalkavukluk yeni doruğuna tırmandı dersiniz? Sabırla bekliyoruz. Politik buzlanmanın giderek daha kaygan olmaya başladığı 2014 yılında, olaya Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) açısından bakıldığında ilgi çeken ve düşündüren bir tablo ortaya çıkıyor. Örneğin Ocak 2014’te BSP partisinden ABV adında bir alternatif grup ayrıldı. Bu hizbin başında olan eski BSP Başkanı ve 2 dönem Cumhurbaşkanı olan Georgi Pırvanov, işe AB Parlamento seçimlerinde ayrı bir alternatif listeyle katılacağını açıklamakla başladı. Ayrı bir listeyi sunabilmek için bir partinin tescil ettirilmesi ya da başka bir partinin haklarından faydalanılması gerekir. Böyle yeni bir gelişmenin derin kökleri ve nedenleri var. ABV’nin BSP’den ayrılması birçok kişiyi düşündürebilir. Bu husumet BSP’nin Rusya aleyhtarı bir politika izlemesinden kaynaklanmıyor. “Belene” AES’ni Rusya’ya vermeyi kabul eden ve “Güney Akım” gaz boru hattına “evet” diyen BSP, Moskova’ya göz kırptı. HÖH de bu politikayı eleştirmedi. Ne var ki, sol parti olduğunu savunan ama sağ politika uygulayan BSP ikircimlik yarattı. Bu gelişmeler, Bulgar demokrasisi bilbord ve pankart demokrasisi olduğunu kanıtlarken, seçim programı ile hükümet programının birbirini tutmaması ve lider boşluğu tezat uyandıran ortam yarattı. BSP yönetimi son toplantısında G. Pırvanov ile hesaplaştı. Parvanov bölüntüsünün partiden kovulması BSP içinde yeni bir boşluk yarattı. Bu boşluğa düşen ise, başkası değil, şimdiki BSP lideri Sergey Stanişev’in kendisi olacaktır. Ve Sosyalistler AB seçimlerinin yapılacağı 25 Mayıs öncesi lider krizi yaşa-


114

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

yabilir. “ABV” ise, tescil edilmiş bir politik parti statüsünde olmadığından, seçimlere katılamaz. Dolayısıyla, Çar Sakskkuburgotski’nin 2001’de, tescilli politik partisi olmadığından dolayı, “Bulgar Kadınlar Partisi” ve “Oborişte” Partisinin seçime katılma hakkını kullandığı gibi, Parvanov da şimdi herhangi bir politik cücenin haklarından yararlanmayı düşünebilir. Bu beklenmedik gelişmeler, liderlik üstüne yazılmış 203 kitap okumuş olan eski cumhurbaşkanı Parvanov’un “kişisel saygınlık” ve “şöhretini” aşıp halka inemediğini ortaya koydu. Liderlikten söz etmişken, şimdiye kadar Bulgaristan’ın bu konuda bilgi veren ve kadro yetiştiren Yüksek Okulu veya Fakültesi yoktu. Bu ay çağdaş bilgi ortamında Liderlik Arama ve Liderlik Eğitimi Bilim Dalı hizmete açıldı. Buna neden de, komünizmden bir türlü kopamayan Geçiş Dönemi’ne yeni liderler hazırlayarak daha kesin ve bilinçli devam etmektir. Sosyal liberal kapitalist sistemin tosladığını, komünizmin çöktüğünü, bundan 25 yıl önce sosyalizm fikir ve uygulamasının da batağa girdiğini bilen, boş umutlarla yaşamayan ve doğru yolu doğru zamanda ve doğru yerde doğru insanlarla arayan gençleri mücadele ve kavga alanına davet etmektir. Hayat hem siyah ve hem beyaz rengi, hem eksiyi hem de artıyı içinde taşır. Zıt kutupların birliği ve demokrasi mücadelemiz gelecek konumuz olacaktır.

Üçbin Terörist Kapıda

BGSAM-06.Şubat.2014

2013 Aralığında US Dış İşleri Bakanı Con Kery Bükreş’i son ziyareti sırasında Romanya Dış İşler Bakanı Titus Korletsiyan ile görüştü ve İran Halkı Mücahettinler Örgütü (OMİN) üyesi olup halen Irak’ta bulunan 3 000 (üç bin) teröristin Bulgar sınırına çok yakın olan Romanya’nın Krayova şehrine üslendirilmesinde anlaştı. “Mucahiddin-e Halk” silahlı örgütü 1960’lı yılların ortalarında İran’da kuruldu. Tarihi boyunca silahlı terör eylemlerinde bulundu. İran İslam Devrimi’nden


Makale ve Analizler - 2014

115

sonra Irak’a geçen örgüt üyeleri, 1986’da İran-Irak Savaşında Saddam Hüseyin tarafında savaştı. 1997’de US Dış İşleri Bakanlığı örgütü terörist örgütler listesine aldı. Saddam Hüseyin’in iktidarına son verilmesiyle OMİN örgütü Bağdat yakınında bulunan bir USA askeri üssünde konuşlandırıldı. Onlar için ticaret sokakları ve hastaneleri olan bir şehir kuruldu. Askeri geçitlerini ve törenlerini orada yaptılar. US askeri polisi tarafından korundular. 21 Aralık 2013 tarihinde, US Dış İşleri Bakanı Hilary Clinton, OMİN’in terör örgütleri listesinden çıkardı. Olumlu simalarını yaratmaya başladı. Öte yandan, US ve İsrail OMİN üyelerini terör operasyonları için İran’a göndermeye başladı. Bush oğlan zamanında OMİN üyeleri Amerika’daki US üslerinde eğitim aldı. Son dönemde Bağdat hükümetinin OMİN gruplarının ülkeyi terk etmesini istemesi vesilesiyle, terörist grup üyeleri Bulgaristan sınırına yakın bir Romen şehrine taşınmayı bekliyor. Şunu hemen belirtelim, Almanya ile Arnavutluk OMİN teröristlerini ülkelerinde barındırmayı kesinlikle kabul etmedi. Romanya ise, bu terörist ordusunu bütün silahlarıyla birlikte ülkesinde üslendirmeyi kabul etti. Şu da dikkati çeken bir husustur: USA - İran nükleer program görüşmelerinde, bu terörist ordunun Irak sınırından çok uzak bir yere değiştirilmesi, ana görüşme maddelerinden biriydi. Irak içinde ve İran’a çok yakın konuşlanmış, tanklı ve uçaklı, özel operasyonlarda deneyimli bir ordunun Bağdat ve Tahran hükümetlerini endişelendirmesi doğaldır. Şunu da önemle belirtelim, isminde “Mucahaddin” sözü olan silahlı OMİN örgütü bir dini İslam teşkilatı değildir. Onun köklerinde bulunan, 1960 - 70’lerde Avrupa’dan sonra Yakın Doğu’da da gelişen solcu devrim örgütleniştir. Bu açıdan bakıldığında, OMİN Almanya’daki “Rote Armee” (Kızıl Ordu) veya İtalyan “te rossa” örgütlerine daha yakındır. Fakat onların elleri, günümüz cihatçılarından daha kanlıdır. İran bu grubu 70 bin kişinin ölümünden sorumlu tutuyor. Şimdi OMİN, onları İran’a karşı çok değişik operasyonlara alet eden, İsrail’in “dengeleme” aracıdır. Şimdi güncel olan sorun şudur: Romanya Hıristiyanlarıyla çatışma çıkarabilecek olan bu grup neden Romanya’da konuşlandırılacak? Romanya bazı “toprak sorunlarını” çözüp Kara Deniz’de bölgesel güç olmaya çalışıyor. Önce Moldova’yı kendine katmak istiyor. Öncelikle de, gün-


116

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

demde olan Prednestrovie (Dnester Irmağı) yöresidir ki, burada büyük Rus askeri gücü bulunduğu gibi, yerli halk Romen saldırısına karşı savaşmaya hazır olduğunu gizlemiyor. İşte böyle bir ortamda, sayıları 3 bin olan ve iyi askeri eğitimli ve silahlı OMİN teröristleri, Romanya’nın kestaneleri ocaktan başkasının eliyle çıkarma planlarında alet oluyor. İkinci olarak da şu husus ortaya çıkıyor: Romanya hükümetleri, Ukrayna’nın Odesa eyaletinde bulunan Bukovina bölgesini gasp etmek istiyor. 2015 yılında yapılacak Ukrayna Cumhurbaşkanlığı seçimleri arifesinde ülkedeki gergin ve karışık durumu daha da şiddetlendirip istikrarı bozmada, OMİN teröristlerini kullanabilir. Örneğin, son yıllarda büyük sayıda değişik İslam örgüt misyonerlerinin toplandığı Kırım’da “ikinci bir cephe” açılabilir. Ne olur ne olmaz hesaplarıyla, OMİN Bulgaristan’a çok yakın bir sınır şehrinde konuşlandırılacaktır.

Yemin Ettiler

İbrahim Soytürk-06.Şubat.2014

İnsanlık tarihinde hiçbir Sarayda işçi köylü, küçük insanlar, küçük üretici ve esnaf yararına hiçbir faydalı karar alınmamıştır. İnsanlık tarihinde hiçbir sarayda hayır alameti bir karar alınmamıştır. İnsanlık tarihinde hiçbir sarayda hiçbir keşif yapılmamıştır. İnsanlık tarihinde hiçbir sarayda halkın yüzünü güldüren hiçbir adım atılmamıştır. İnsanlık tarihinde ilk defa bir halk topluluğunu soyma kararı alındı. Konumuz budur: Bizim yeni Saraylı Ahmet Doğan 3 karar aldı: 1) Tütünler kilo başı 2 (iki) leva daha ucuza satın alınacak. Tütüncüler ulusal greve geçmedi çünkü 2013 zararını “devlet karşılayacak” dendi. Tütüncülere 160 milyon leva borcu olan Bulgar devletinin kamburuna 50 milyon leva daha yüklendi. Öder mi bilinmiyor! Bu konuda Velingrad şehrinde Ahmet Doğan saraylısı ile Başbakan Plamen Oreşarski arasında bir görüşme yapıldı.


Makale ve Analizler - 2014

117

2) 25 milyon kilo olan 2013 toplam tütün ürünü ön sözleşmelerde öngörülen ortalama kilo fiyatı 7 leva yerine 5 levadan satın alınıyor, Satovça, Koçan, Nevrekop ve Sarnitsa köylerinde alım hızla devam ediyor, tütünler gece gündüz TIR kamyonlara yüklenip kaldırılıyor. Ödenmeyen kilo başı 2 leva yabancı tütün şirketleri tarafından DPS’ye yani hak ve özgürlükçüler “fahri” lideri Ahmet Doğan’a gizlice verilmiştir. Yeri gelmişken “fahri” sözü üzerinde duralım, Türkçemizde böyle bir söz yoktur. Bizde ölen adam gömülür. DPS / HÖH 8. Olağan Kongresi’nde Oktay Yenimehmet tarafından yerin dibine gömülen bu yüzsüz, kendi Hıristiyan dinine mi vermiş nedir, yeniden canlandı. Doktor raporları hem yalan hem de oyunmuş, tütünlerin satılmasını beklemiş ve Tütün Şirketleriyle anlaşarak, bana kilo başı 2 leva verin, toplayın malı gidin, demiş. Bir yıldan beri Saray’da ileri geri olta atan bu sümsük 50 milyon leva yani 25 milyon Euroyu şıp diye cebine attı. Bu para tütüncülerin alın teridir, helal hakkıdır. Şimdi o, kendisini bir daha Sofya’daki Oreşarski hükümetinin “kurtarıcısı” gibi göstermek istiyor. Kurulduğu gün ömrü biten bu hükümeti yaşatmaktan hiç kimseye fayda olmadı, olmuyor ve olmayacaktır. Bu nedenle, 31 Ocak - 1 Şubat 2014 / Cuma ve Cumartesi/ 300 kişilik DPS / HÖH ekibi Velingrad şehrinin “Velingrad” oteline kapandı.Katılımcıların her biri otel odasına girdiğinde içinde 50 bin leva olan bir kapalı zarf buldu. Parayı alan Ahmet Doğan’ın elini öptü, dikkatle dinlermiş havasına girerek, saraylıyı dinledi ve Cuma gecesi saat 2’ye kadar içki içip göbek kıvırdılar. 3) Seminere katılan höhçü aktif yemin etti. Ne yemini mi? a) 50 bin leva aldığını kimseye söylemeyecek; b) 50 bin levanın 2013 yılı tütün paralarından çalınmış olduğunu kimseye söylemeyecek; c) 25 Mayıs 2014 günü yapılacak olan Avrupa Birliği Parlamento seçimlerinde köylerde, muhtarlıklarda, belediyelerde ne kadar ölü ve canlı, kayıtlı ve kayıtsız Türk, Pomak ve Müslüman çingene ve hatta cebinde parası olmayan kalaycı, tenekeci, burgucu ve benzeri hırsız hakra varsa hepsi DPS bülteniyle oy kullanacak. Kimin oy kullandığı önemli değildir. Önemli olan oyları sayan adamdır. % 99,9 seçim zaferi şimdiden garantilenmiş, ön parası peşin ödenmiş, rakısı içilmiş, el sıkışılmış ve boş kafalar toklaşmış, iş bitmiştir. Suçlu yok ve olamaz! “Velingrad” otelinde 15 Mart 2014’e kadar 2 seminer daha yapılacaktır. Bu ilk seminerde (toplu çalışmada) bölgelerinden milletvekili çıkaran minik “Liderler” paylarını aldılar ve dalavera, dulavera, rüşvet, yolsuzluk işlerinde sır vermeyeceklerine yemin ettiler. Müslüman bölgeleri kalemizdir, “kuş uçurt-


118

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

mayız” dediler. Türk militanlar dalavereci ve yolsuzluk mafyası başı Saraylının elini öperken “Allah Kabul Etsin” dediler. Aldıkları cevap şu oldu: “Parayı Allah vermedi, sana verdim!” Lider bozması, “% 99, 9 üç dokuzla yazılıyor, unutma!” ikazında bulundu. Şu “Allah Kabul Etsin!” değimi Arapça bir ifade olduğundan, Bulgar Ceza Kanunu kapsamına girmemiştir. Bu iş yasa dışı olsa bile, ne eski ne yeni ceza kanunda cezası görülmemiştir. Alan almış, veren vermiş, el sıkışılmış, yemin edilmiştir. 50 binlik zarfı çantasına gizleyen Bulgarlar da yeni saraylıya “Mersi!” dediler. Bu da Fransızca bir deyim olduğundan Bulgar Ceza Kanunu kapsamına alınmamış, yanı mahpusluk falan öngörülmüyor. Türkçemize “Yandı Gerisi” şeklinde giren bu deyim, her işin acısı sonradan çıkar anlamındadır. Şimdiki anlamı ise, “ya sen şu tütüncülerden çaldığın kilo başı 2 levayı devlete ödetemezsen, o zaman yandı gerisidir...” Vur patlasın çal oynasın. Bu tomar tomar para dağıtmalar, özel korumalı toplu mafyotik çalışma toplantıları, Bulgar demokrasisi daha doğmadan anasını ağılatma seminerleri, seçim günü halkımı ezecek gangster gruplarını besleyip palazlatma yemekleri, göbekçi Çingene kadınlarının donlarına kısım kısım para doldurmalar, halkımızın alın terine, ortada ne hak ne hukuk ne de adalet bırakmazcasına tütüncülerimizin son paralarına el uzatmalar, özgürlüğün yalnız ve yalnız viski içmek olduğu üstüne yemin ettirmeler bir gün ilik ilik burnunuzdan gelecek ama bakalım ne zaman. Bu topluca geceleme toplantısına bir de baş dalavereci Türk bayan lakabıyla bilinen eski Başbakan yardımcısı Emel Toşeva da katıldı. “Maşallah, Maşallah” naraları eşliğinde masa üstü salladı. Bu alkışlara en coşkun katılan ise, kendilerini Bulgar yapan Çingene kravatlılardan bazıları oldu. Bunun nedeni ise şudur: Saygın yolsuzlardan olan Toşeva, yüksek makam koltuğunda sağ sola dönerken, bir Bulgaristan Çingeneleri Sanat Ansiklopedisi basıp bizim Çingeneler okuma yazma bilmediklerinden resimlerine bakmaları için onlara dağıtmayı akıl edip bu dalavere için Brüksel’den 500 bin Euro para koparmıştı. Eli kalem tutan birkaç Çingeneyi yemleyip sözde böyle bir “büyük eser” çıkaracakmış gibi paraları, kolundan düşmeyen ve bir çuvalı andıran avanta çantasına atmıştı. O gün bugün harcıyordu, yeniden sahneye, masalara çıkıp salladığına göre, parası bitmiş demektir. SPA karanlığında gevşiyorlar: Saraylarda hiçbir keşif yapılmamış olsa da, “Velingrad” otelinin sıpa merkezinde kirlerini yumuşatan milletvekillerinin aklına çok önemli bir icat geldi. Elleri sabunlu olsa da, oylama yaptılar ve işi bitirdiler. Sayın milletvekili müsved-


Makale ve Analizler - 2014

119

delerimiz Bulgaristan Tarım Akademisi’ni kapatmayı ve oradan da birkaç tomar para çalmayı karara bağladılar. Bir tek Tarım Akademimiz kalmıştı. O da gitti. Kendilerini sıpa merkezlerinde, güzel kokulu köpükler içinde gevşetici kızların ya da köşe bucakta, hamam karanlığında tellakların ellerinde bile olsa, yalnız ve yalnız dikey parasal operasyonlara kaptırmış olan demokrasi müsveddelerinden başka bir şey beklemek yanlış olurdu. Sıkı koruma mı sahte koruma mı? Velingrad’a gelecekleri araçların plaka numaralarını bir hafta önceden bildiren, 5 yıldızlı otel kapısında donlarına varınca kontrol edilen, dişlerinin arasına ustura bıçağı saklamış olmasınlar diye ağızları açtırılıp içine lambayla bakılan bu günümüz köleleri, aşırılığa kaçmasın anlamında olmak üzere bu değimi değiştiriyorum, bu kişiliksiz modern zavallılar, otelden çıkarken üstleri başları aranmadı, yoklanmadılar, lüks otelde yemin edenlerin hiç birinden bu paralar nedir, girerken cebinde beş para yoktu, denmedi. Tütüncülerden çalınan paralar kimseden sorulmadı. Otel odalarının hiç birinden masanın üzerindeki kapalı zarf yok, yani 50 bin leva kaybolmuş, alarmı gelmedi. Tuhaf olan da, bu dağlarda Çingene hırsızlar köy köy dolaşıp 80 yaşında nene ve delerin emekli maaşlarını çalarken, Velingrad - Plovdiv yolunda hiçbir araç durdurulmadı. Sanki bu diyarda adalet buzlanmış ve aman kayıp kırılmasın diye kristal gibi korunuyordu. Trafik işaretlerine uymayanları polis görmezden geldi, hep başka yana baktı. Kimseyi durdurmadı. Rüşvetçik bile istemedi. Polisin bütün günü boşa geçti. Neden mi dersiniz! Ya bunlar deflet içinde devlet olup devleti oyan, kemiren, bitiren, halkıma kan kusturan, aç mezarı kazdıran mafya olduklarından, polisin gözünü korkutmuş, trafik polisi bunların vereceği paralar işaretlidir endişesiyle, birkaç yerde kendisine uzatılan yüzlüklere dokunmamış. Ne tuhaf değil mi! Bir adam yedisinde neyse, yetmişinde odur. Saraylılar Paşası Ahmet Doğan’ı diktatör yapan Bulgar polisine vallahi Eyvallah! Billahi Eyvallah! “DC” gizli polisi, Bulgaristan Türkleri, Pomaklar ve Müslüman Çingenelerle uğraşmaktan, ellerini kana, adalet dosyalarını yalan beyan hafiye yazılarıyla doldurup kendini işe boğmaktan hem vazgeçti hem de kurtuldu. Ahmet’i kapma şopar olduğu için Türk babası kabul etmediği için köy sokaklarında, kırda bayırda kalan, yemekhane beslemesi olarak yetişen zavallı yeni saraylının durumunu iyi analiz edip, ruhen tamamen çökmüş ve sakat olduğunu görebildi. Ekşi kökün tatlı meyvesi olmaz gerçekliğinden çıkarak, şopardan adam yaptı ve onu amansız ve kör bir diktatör olarak başımıza bela etti. Şu anlattığımız durumda demokrasiden, şeffaflıktan, güvenden, doğruluktan, yolsuzluktan söz etmek mümkün olabilir mi? Kitaplarda, ancak çocukluğu çok kötü geçen bir adam, kinli, öfkeli, hınçlı ve öç alıcı olur ve ömür boyu kar


120

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ez güder, diye yazar. Örnek olarak da hep Hitler, Stalin ve benzer, çocukluğu olmayan tipler, katiller gösterilir. “DC” polisine şapka indiriyorum. Dersini iyi öğrenmiş ve bu kadar tezek arasında Türkleri yakacak kuru boku bulup emeline erişti. Yemin Ederim - şopar hakkında yazdıklarımda samimiyim.

Al Birini, Vur Ötekine

Şakir Arslantaş-06.Şubat.2014

Yazılanları dikkatle izliyorum da, şu 25 yılda ciddi ileri adım atılamaması, çoğumuzu ciddi bir şekilde ilgilendirmeye başladı. Aramızda durumundan memnun olanlar da var da, bu gidişin gidiş olmadığını kavrayanlar çoğalıyor. Yolumuz Avrupa Birliği (AB) diyoruz, hele Türkiye bu konuda çok yoğun diplomatik çaba harcıyor ama işte Bulgaristan örneği, üyeliğin başladığı 2007’den beri yerinde sayıyor ve bir türlü birinci vitese takıp çekilemedi. Diğer taraftan, AB ile Birleşik Amerika (ABD) arasında Ortak Pazar kurulması ve tüm alış verilin gümrüksüz ve teşvikli olması, üreticilerin gözünü Batı Dünyasına çekiyor. Bu işlerde en büyük rol kimdedir ve bizden sorulan bir şey var mı? Önce: AB Parlamentosunun rolü nedir? 28 ülkeden milletvekillerinin bir mecliste tartışıp uyulması zorunlu karar aldığı ve 1950’lerden beri Avrupa tarihinde en büyük ekonomik ve politik topluluk olan AB işlevsel bir yapıyla biçimlenmeye çaba gösteriyor. 25 Mayısta yapılacak seçimlerin bu açıdan önemi büyüktür. Yani oluşamamış olanı tamamlamak açısından yapılacak işler var. Bu arada, biz AB’ye girdik gireli Avrupa ve dünya bunalımdadır. Ortam ve olaylar 2008 mali bunalımıyla çok çelişkili oldu. Küçük bir örnek: 1981’de Yunanistan’ın AB üyelik görüşmelerini yürüten Leonidas Hrizantopulus, geçen hafta kendisine “en fazla emel ettiğiniz nedir?” diye sorulduğunda, “Yunanistan’ın Avrupa Birliği’nden çıkması görüşmelerine başkanlık etmektir” cevabını verdi. Geçen sene, sanayisi olmayan bu adalar ülkesine Avrupa Birliği merkez bankasının 300 milyar verdiği düşünüldüğünde, insanın aklına ilk gelen, “yap iyiliği, bul kötülüğü” oluyor. İkinci örnek: Maceracı İtalyan başbakanı Berliskoni’den sonra Başbakanı olan Enriko Leta son basın toplantısında, “İnsanlar yeni tip politikadan gereksinme duyuyorlar!” dedi.


Makale ve Analizler - 2014

121

İşte şu iki örnek bile, AP Parlamentosu ne gibi kararlar tartışırsa tartışsın topluluk birimleri olan ülkelerde farklı bir hava estiğini, faklı bir bekleyiş olduğuna inanmamıza yeterli değil mi? Yunan çözülmek isterken, İtalyan birlik olup ileri bakmamızı öneriyor. Bu satırları, 25 Mayıs 2014 günü 28 ülkede bir anda yapılacak olan AB Parlamento seçimleri hazırlıkları döneminde yazıyorum. Bu seçimler öyle önemli olmalı ki, Bulgaristan’da 125 yıllık gelenekleri olan Sosyalist Parti (BSP) yi “ABV” ve BSP olmak üzere, ikiye böldü. AVB oluşumu bu seçimlere kendi alternatif listesiyle girip birkaç farklı vekil çıkarmak istiyor. Bilirsiniz en büyük ateş bile, bir kıvılcımla tutuşur. Sofya’da tutuşan yeni ocak, kimi ısıtacak? Görüldüğü üzere, AB Parlamentosu içinde 28 üye ülke dışında, başka dev güçlerin de çıkarları var ki, onlar da sandalye kapmak, kendi adamlarını o meclise sokmak istiyorlar. Bulgaristan örneğinde bu, Moskova etkisiyle en kolay anlatılabilir. Özellikle 1990’da dağılan sosyalist ülkeler topluluğundan bir ülke olan, 7 yıl önce AB üyeliğine kabul edilen ülkemizde, Rusya’nın etkisi dinmeyen ardıcı dalgalarla devamlı hissediliyor, insanları korkutuyor. Farklı bir değişle, Moskova bizdeki, dolayısıyla da AB içindeki etkisini daha da büyütme peşindedir. Kuşkusuz bu çabaların çok ciddi tepkiler ve çatışmalarla karşılandığı da herkesin gözü önünde gelişiyor. Bizde Ocak 2013’te işler bir halk oylamasına kadar gitmiştir. Şimdi, başka bir AB üyesi olan Macaristan Moskova tarafından kurulacak yeni bir AES konusunda ikiye bölündü. Rusya’dan kopmak isteyen Kiev halkı kışı meydan savaşı vererek geçiriyor. 2013’te Rusya’nın kuracağı “Belene AES” ne halk “hayır” dedi. Baskıyı yoğunlaştıran Moskova Bulgaristan’ı Paris Ticaret Mahkemesi’ne verdi. Bizden 1 (bir) milyar Euro tazminat istiyor. İlk bakışta Rusya taraftarlığını yaşatmak için ayakta durduğu sanılan Sosyalist Parti BSP, aslında AB ve ABD’ye göz kırpıyor. Eski cambazlıklar geçmez oldu. Demek başka, yapmak başka olduğundan “Belene AES’ni yapalım” diyenlerin başını çekmesi için Moskova eski Cumhurbaşkanı ve “ABV” bölüngü başı olan Georgi Parvanov ile ekibini hareketlendirdi. İdeolojik olarak bakıldığında, BSP’yi bir sosyal demokrat parti olarak kabul edenler, “ABV” grubunu bir sosyalist kanat olarak algıladılar. Birbirine yakın ve farklı olan bu iki dünya görüşü sol politika uygulayacaklarını ilan eden ama sağ politikaya saplanan sosyal demokratları bunalıma itti. Seçmen her şeyi dört dörtlük görmek isterken aldatılmak ve çarpıklık istemiyor. Bu anlamda, AB parlamentosu üye ülkelerin tüm politik renklerini taşıyan çok renkli bir politik tablodur. Üye ülkelerdeki renk cümbüşünün somut minyatür yansımasıdır. Şimdi sosyal demokrat olan (BSP) yi AP parlamento seçimleri öncesi bölenlerin bu minik ama çok renkli parlamenter oluşumda sosyalist ağırlığın artmasından yararları olduğunu düşünmek isabetli olur.


122

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Savunduğu görüş açısının ucu karanlık olan, zamanını doldurmuş liberal kapitalist demokrasi hayaline takılan Hak ve Özgürlükler Hareketi ise, ilk dönemde Brüksel’e 4 milletvekili gönderdi. Şimdi Velingrad’ta “eski mevzilerimize dönelim” açıklamasında bulunan “fahri” politikacı Doğan olursa “Yarabbi Şükür” demeye hazırlanıyor. Sosyolojik anket sonuçları ise 2 vekil diyor. Gönül ister ki, fazla olsun. Kuşkusuz bu rakamın küçülmesi değil, büyümesi beklenirdi. Fakat HÖH politikasında akıl almaz kurnazlık olduğunu fark eden seçmenimiz, balıksız göle olta atmaya bıktı. Hep aynı insanlara oy verme de bıkkınlık getirdi. Kimde bu dünyaya politikacı gelmemiştir, bir az da başkaları denesin, desek de kulak veren yok. Hedeflerine ulaşmak için ellerinden geleni arda bırakmıyorlar. Fakat “biz” deyip “ben” yazıyorlar. Örneğin biz soydaşlarımın ki, hepimizin elinde Bulgar kimliği var, hepimiz Bulgaristan vatandaşıyız ve her seçime katılma hakkımız anayasal hakkımızdır. AP seçimlerinde de oy kullanmaya hakkımız var ama aday göstermeye hakkımız yok. Nedenmiş o? Dediniz değil mi? Çünkü AB üyesi olmayan bir ülkede oturuyormuşuz. Bizim durumumuz haremde sırasını bekleyen cariyeden kötü, çünkü sıramız belli değil. Lan lan lom. Bu yüzden Ocakta Türkiye’ye gelip Dernek Başkanlarıyla temas arayan HÖH Yönetim Kurulu üyeleri ve onların arasında en yoldan ve en anlayışlı biri olan Kırcaali Belediye Başkanı Hasan Aziz soydaş nabzı yoklamaya çalıştı. Bulsalar işimize karışıp AK Pariye oy vermeyin CHP’ye ya da Sararmış Güle oy verin diyecekler. Size ne desek kızıyorlar. Sonra kuyruklarını kıstılar ve dört laf söylemeden def olup gittiler. Şimdi de Bursa’ya çullanmışlar. Oy dilenciliği yapıyorlar. Lokumlarını tadamadık. .Bir toplantı yapıp göğsünü gere gere biz bunu şunu yapacağız, bu sizsiz olmuyor, bizi bu defa da yalnız bırakmayın, ana dayanağımız, orta direk sizsiniz deyemedi. Ben, Kırcaali şehrine bir Türk Okulu ve bir de cami yaptırmadan belediye başkanlığını bırakmayacağım deyebilseydi, yine herkesin gönü bir hoş olurdu. Nedir bu donukluk? Nedir bu korku? Bulgaristan politikacıları, bir derin dondurucudan farkı olmayan, Totalitarizm dolabından çıkarken yani 1990’da dolabın kapısını açık değil de birazcık aralık bıraksalardı, bugüne kadar buz çözülüp eriyecekti. Ama şu komünist kafaların ne olur ne olmaz “yedekli olalım” mantığı var ya, bu düşünce tarzı hiçbir şeyin değişmesine yol vermedi. Evet, ekonomi çöktü, sosyal sistem çöktü, aç kalanlar Vatandan kaçtı, çocuklar cahil kaldı, kovulanlar komşuya sığındı, hayatın demiryolu garında 50 ray yolu var da, bizim tren hiçbirine bindirilemedi, kalkan trenin lokomotif düdüğü ötmedi. İstasyonda bekleyen yolcular kilometre taşları olmayan bir trene binmek istemiyor. Oturan durumu politik sözlerle şöyle anlatabiliriz:


Makale ve Analizler - 2014

123

Son 25 yılda 10 Bulgar hükümeti kuruldu. 10 Başbakan değişti. 240 kişi bakan oldu ve totaliter buz çözülmedi, ekonomik ve sosyal yaşam donmuş ve ısınmak için yerinde sayıyor, donu çözülmemiş tarlaya tohum saçacak yatırımcı bulmak zor, herkes akıllanmış, kimse yalana dolana inanmıyor, yolsuzluk ve rüşvet kurbanı olmak istemiyor. Son gelişmeler, AB üyesi olalıdan bu yana ödediğimiz üyelik aidatı, Brüksel’den aldığımız yatırımlardan 2 kat daha fazladır. Biz ne yapsak kazığa oturuyoruz, çünkü inkişaf yolunu oluşturan ortamı henüz yaratamadık. Soru: Bu yıllarda Başbakan olan, Cumhurbaşkanlığı yapan, Bakanlık koltuklarına oturanlar hale ne işle meşguldür? Onlar insanların gereksinme duyduğu yeni tip politikaları üretmeye çalışıyor mu? Yoksa köylerine çekilip koyun mu güdüyor. Bazılarının Saraylara gizlendiğini be insanları görmekten tiksindiğini biliyoruz. Birkaçına şöyle bir bakalım: Ahmet Doğan ve HÖH’lü elit tarafından desteklenen Başbakan Filip Dimitrov ne işle mi meşgul! Politikadan el çekmiş. Son 5 yılda Bulgar gazetelerini okumaz olmuş. Gürcistan’ın Başkenti Tiflis’te bir dağ evinde, viski içerek AB yüksek gözetimcisi görevini yürütüyor. Bulgar sanayi tesislerinin dibine kibrit suyu döken Başbakan İvan Kostov, son seçimlerde bir milletvekili çıkaramayınca, politikadan çekildiğini ilan etti ve Yeni Bulgar Üniversitesinde ders veriyor. Vatanımın başına bu kadar büyük belalar açan bir Rus ajanı politikacının anlatacak ne sözü olabilir ki? Neyse. İspanya’dan gelip Sofya hükümetine Başbakan olan Simeyon Sakskoburgotski, önce dedesinin ve babasının Bulgaristan’da bir damla terlemeden el attıkları malı mülkü kendi malı olarak tescilledi, şimdi de kaybettiği “Çar” saygınlığını yeniden yaratmaya çalışıyor ve kumarhane dolaşıyor. Eski Başbakanlardan İnjova bir arada basamak süpürüyordu, Videnov ise bir domuz çiftliğinde muhasebe işlerine bakıyor. Şimdi “Al birini, vur ötekine” desem, çok ileri gittin diyeceksiniz. Durumun vaziyeti budur. Öyleyse ne yapmalı? Derin inancıma göre, Nikolay Barekov tarafından kurulan ve yönetilen “Sansürsüz Bulgaristan” partisinin tezlerinde dikkat çeken bir öneri var. Politikada iki dönemden fazla görev almak yasaklanmalıdır. Bunun anlamı şudur: Milletvekilleri 2 dönem yani en fazla yani azami 8 yıl mecliste kalabilir. Bir bakan 2 dönemden fazla bakan olamaz. Genel Müdürler, Yüksek Yargı Organı yetkilileri, Polis Şefleri, İstihbarat Başkanları, Üniversite Rektörleri vb. vb. 2 dönemden fazla görevlerinde kalamaz.


124

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu olursa, totalitarizm döneminde yetiştirilmiş, politikayı baba mirası bilen, boş kafalı olmalarına rağmen Genel Müdür koltuklarına yakıştıklarına inanlar, mesleklerine dönmelidir. Bu işin içinde hatır saymak olmamalıdır. 2013 yılı Temmuzunda hükümet katlarına atamalardan oligarşinin ve mafyanın el çekmesini isteyenler tamamen haklıydı ve bu mücadele devam etmelidir. Bu arada, Saraylarda sefa sürenlerin cep telefonlarına ve saray telefonlarına, teleks ve internet bağlarına el konmalı, dünya ile yazışmaları bile kesin ama tamamen yasaklanmalıdır. Tüm müdahale mekanizmaları iflas ettirilmelidir. Gizli polis teşkilatlarına gelince, gizli polis politikaya ton vermek için kurulmadığına göre, yasal yönetim, yargı ve yürütme işlerine saygılı olup, müdahale etmemelidir. Polisin işi parlamento etrafını, üniversiteleri vb. işgal etmek değil, barışçıl yollarla huzur ve güven sağlamak, normal yaşam kurulmasında rol oynamaktır. Ancak 8 yıllık aralarla yenilen bir meclis, bakanlıklar, yargı organları ve güvenlik makamları genç kan, yeni düşünme, bakış açısı ve uygulama biçimini yaşama çağırabilir. İlerlemenin ana kuralı yaşamın değişmesidir. Yeni tip politika böyle doğacaktır. Buzdolabının, derin dondurucunun kapısını açacak olan genç politikacılara ihtiyacımız var. AB parlamento seçimlerinde, Brüksel’e göndereceğimiz vekillerimiz de, oralara Moskova’nın veya eski komünist buz tezeklerinin menfaatlerini korumak, eriyip tarihten yok olmalarına engel olmak için değil, pencereleri ardına kadar açıp, ülkemizin dört bir yanına medeniyet ve modern uygarlık havası dolması için seçilmeli ve çalışmalıdır. Bu olmazsa, al birini vur ötekine. Başka yapacak bir şey kalmadı.

Majöriter Seçim İstiyoruz

Raziye ÇAKIR-07.Şubat.2014

Başlığın anlamı: milletvekili adayımızı kendimiz gösterip kendimiz seçmek istiyoruz. Bizdeki konuşma ve politik dilde pek kullanılmadığından dolayı, Türkçe olarak adı pek bilinmeyen, majör iter seçim sistemi yani çoğunluk seçim sistemi, şu günlerde Bulgaristan’da çok yazılıp konuşulan bir konu oldu. Nedeni? Cumhurbaşkanı R. Plevneliev’in Halk Meclisine gönderdiği bir mektupta, 25 Mayıs 2014 günü yapılacak, Avrupa Birliği Parlamento seçimlerinde, bir de


Makale ve Analizler - 2014

125

halk oylaması yapılmasını istemesidir. O, bir seçimde 2 bülten kullanılmasını önerdi. 2. bülten bir halk oylaması niteliğinde olacak. Konusu bir sonraki parlamento seçimlerinde oyların bir kısmının çoğunluk seçim sistemi öteki kısmının da orantılı seçim sistemine göre kullanılmasıdır. Her seçmen 1 seçimde 2 bülten kullanacaktır. Birisi, parti bültenlerinde gösterilen aday için, ikincisine de partilerden bağımsız olarak halkın gösterdiği ya da kendi başına milletvekili adayı olan, tanıdığınız bir kişi için verilecektir. Bulgaristan’da ateşlenen tartışma içerik olarak çarpık tartışılmaya başlandı. Yazımda soydaşlarımı ve Bulgaristan’da yaşayan ve seçime katılacak olan kardeşlerimi bilgilendirmek istiyorum. Konu çok önemlidir. Çarpık anlaşılması Bulgar demokrasisini sürüm sürüm süründürür. AP Parlamenterlerini seçerken, bir de % 50 çoğunluk % 50 ‘de orantılı seçim sistemi uygulanması diye halkoylamasına oy mu kullanacağız? Sorusuna yanıt aranıyor. Bu arada, bilen bilmeyen, olayın özüne inmeden, Olur mu böyle şey? Bu iş kafa karıştırır!, falan demeye başladı. Önce uzakta yakında, sem seçim hem halk oylaması yapılan örneklere bakalım: Bir seçimle bir halk oylamasının (referandum) aynı günde yapıldığını gösteren pek çok örnek var. Son yıllarda İtalya, Romanya ve İngiltere’de benzer halk oylamaları yapıldı. Hatta bu halk oylamalarında seçmen her yerde meclis seçimlerinin, Cumhurbaşkanı Plevneliev’in istediği üzere, bir kısmının çoğunluk, öteki kısmının da orantılı sisteme göre değil, yüzde yüz çoğunluk seçim sistemine göre yapılmasına oy verdi. Bulgar deneyiminde, 1990’da yapılan Büyük Millet Meclisi seçimlerinde vekillerin bir kısmı % 30 çoğunluk sistemine ve daha fazlası % 70 da orantılı sisteme göre seçilmişti. 1990’dan 2014’e kadar yapılan meclis seçimleri orantılı (proportional) seçim sistemige göre yapıldı. Seçim sisteminde değişiklik yapılmasını gerektiren nedir? 1) Bulgar parlamenter demokrasi düzeninin halen çalışmaması, demokratikleşmenin yerinde sayması ve ülkenin çok ağır bir ekonomik ve sosyal bunalım içinde sürünmeye devam etmesi ve politik partilerin hiçbir işe yaramayan kadroları meclise sokarak, dönüşümleri ve reformları felce uğratmasıdır. Milletvekili alım satımına son vermektir. 2) Politik partilerin halkın milletvekili aday tekliflerini hiçe sayarak, meclisteki sandalyeleri pazarlaması, parti üyesi olmayan dolandırıcılık ve rüşvet işlerine karışmış sabıkalı kişileri parlamentoya tıkıp halka hizmeti, emekçilerin ve köylülerin dertlerini ve sorunlarını rafa kaldırması pratiğine son vermektir. Seçimlerin


126

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

hem çoğunluk hem de orantılı sisteme göre oy kullanarak yapılması hele Bulgaristan Türkleri, hele Pomaklarımız ve hele de Müslüman Çingene kardeşlerimiz ve adalet, hak ve özgürlük için bağrı yanmış tüm alt katmanlar için son derece önemlidir. Yapılacak oylamada halk çoğunluk sistemi uygulanmasına “evet” derse, milletvekillerinin % 50’si halk tanıdığı, bildiği, demokrasiye inanmış, özgürlüklere sahip çıkan, adaletçi, kendilerini sevdirmiş, güven kazanmış kişiler arasından seçecektir. 3) Çoğunluk sisteminin uygulanması, bir bakıma halkı rahata kavuşacak, işlerin nasılsa yoluna gireceğine güven artacak, eski kadroların oyun dışı kalmasına ve genç kuşağın politik yaşamda rol almasına kapı açacaktır. Totaliter etkiden kurtulmanın en kısa yollarından biri de işte bu seçim yoludur. Mafya ve oligarşi ile başa çıkma yoludur. “Temiz eller” politikası uygulama yoludur. Hak ve adalet arama yoludur. AB ülkelerinden örnekleyelim: a) Romanya demokrasiye geçişte çok bocaladı fakat adına “uninominal” dediği bir seçim sisteminde çözüm buldu. Bu sistemde yalnız aday olan şahsiyetlere oy veriliyor. Bu sistemde politik partilerin milletvekili listesi çıkarma ve oy isteme hakkı yoktur. Aday çıktığı seçim bölgesinde kullanılan oyların % 50’den fazlasını aldığında ilk turda milletvekili oluyor. Romanya’da politik sistem böyle değişip pekişti ve seçmene güldü. Bu sistemle Cumhurbaşkanı görevden alındı ve sonra yine göreve çağrıldı. b) İtalya’da, 2013’ün Aralığında, son 8 yıldan geçerli olan ORANTILI sistem yasa dışı ilan edildi ve ülke daha önce geçerli olan ve milletvekillerinin dörtte üçünün seçilmesini sağlayan çoğunluk sistemine dönüldü. İtalyan halkı milletvekillerinin hepsinin çoğunluk sistemine göre seçilmesini istiyor da, idarede olanlar şimdilik kulaklarını tıkayıp, bazı şeyleri biz de biraz bilelim, diyorlar. Hem İtalya’da hem de Romanya’da çoğulcul seçim sistemine geçildiğinde, ülkedeki sonsuz kavgalar azaldığı gibi, huzur ve ekonomik inkişaf ve sosyal güvenlik dönemine geçiliyor. İtalya’da “temiz eller” operasyonu çoğunluk sistemi uygulanırken gerçekleştirildi. c) İngilizler tek turlu çoğunluk seçim sistemini uygulamada ısrarlıdır. Lortlar bile bu sistemle seçiliyor. Plevneliev’in teklifinde eksik olan bir taraf var: Cumhurbaşkanı’nın parlamentoya gönderdiği mektupta soru şu şekilde kaleme alınmıştır: “Siz milletvekillerinden bir kısmının çoğunluk sistemine göre seçilmesine razı mısınız?” Dikkat edelim: Oy kullananlar “evet” dediğinde, şimdiki mec-


Makale ve Analizler - 2014

127

lis yasa değişikliği yaparak sadece 1 milletvekilinin bile çoğunluk sistemine göre seçilmesine izin verse, soru olumlu yanıtlanmış oluyor, çünkü 1 de bütün olanın bir kısmıdır. Böyle düşünmek bir saçmalık da olabilir, ama bir de meclisi tatmin edici bir rakam olabilir ve bu hiçbir işe yarayamayabilir. Belki de bu seçmene, halka şirin görünme taktiğidir ki, Cumhurbaşkanı yardımcısı bile bu önerinin bu şekilde meclise gönderilmiş olmasını eleştirdi. Aslında bu sorunun Cumhurbaşkanlığı gibi çok yüksek bir makamdan gelmiş olması, dolaysız demokrasi uygulamayı rafa kaldırıyor. Belki de, bu nedenle olacak, politik literatüre“halkoylaması” (referandum) ile birlikte bir de “halk yoklaması” (plebisit) değimi girdi. Cumhurbaşkanın düşündüğü şu ikincisi de olabilir. Ters sorulan sualin ter cevabı işleri iyice karıştırabilir. Referandum ve plebisit oyunları halkı aldatma kapanı da olmuştur. Örnekler: Dünyayı çizmesinin altına almak isteyen Napalion Bonopart iktidara darbeyle gelmişti. Parlamentoyu hiçe saydığını göstermek için, hiçbir kararına meclisten onay istemedi. Hep halka plebisitle başvurdu. 1804’te, o, bir plebisitle Fransa’yı monarşi, kendini de İmparator ilan etti. 1980’de askeri darbe yapan Kenan Evren de T. C. Cumhurbaşkanı oldu. 1993’te Elsin Rusya’da bir halk oylaması yaparak, kendini Cumhurbaşkanı ilan etti. Hükümet kurma ve görevden alma, parlamentoyu dağıtma hakları elde etti. Daha sonra Elsin’e başkaldıran Rusya Meclisi (Duma) ise, yine Elsin tarafından tanklarla bombalandı. Onarım işlerini Türk şirketlerinden ENKA yapmıştı. O zaman Washington Elsin’i desteklemişti. Şimdi ise, okyanus ötesinden gelen seslerde Putin’in diktatör haklarından faydalandığı edası var. Elsin ile Putin arasındaki fark, ikincisinden birincisinden daha az votka içmesinde ve işiyle ilgilenmesindedir. Bu birkaç örnek referandum ve plebisitle de halkın aldatıldığına yerli olmalı. Demokraside soruların kimin sorduğu çok önemlidir: Şimdi, sorular yukarıdan (cumhurbaşkanlığından) indiğinde, dolaysız demokrasiye gölge düştüğü gibi, halkın girişimciliği de gemleniyor, soruların tabandan gelmesi yolları kapanmış oluyor. Biraz da bu yüzden olacak, Bulgaristan’ da halk girişimiyle büyük işler yapmak neredeyse olanaksız oldu. Geçen yıl protestocular 10 ay yollardaydı, Ahmet Doğan’ın uşağı D. Peevki’nin DANS Başkanlığına atanmasını önlemeden başka elle tutulur bir başarı elde edilemedi.


128

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bir seçimde iki değişik konuda (AB parlamenterlerini seçerken bir de hangi seçim usulünce meclis seçimi yapılması konusunda oy kullanması sorunun bir karar bağlanması isteğiyle meclise sunulabilmesi için) şimdiki şartlarda Bulgaristan’da 500 bin imza toplanması gerekiyor. Gerçeği söylemek gerekirse 500 bin oy da yeterli değildir. Bu iş için 700 bin ile bir milyon arasında imza toplanması gerekiyor, çünkü kimlik verileri ve adresler teker teker yoklanırken, hemen hemen yarısı geçersiz ilan ediliyor. Şöyle düşünelim, 700 bin) imza topladık, işin tam istediğimiz şekilde olacağına yine de pek inanamayız, çünkü hazırlanan teklif meclise sunulduğunda, şimdiki milletvekili çoğunluğu (örneğin BSP) bu teklifin üzerine oturabilir. Bizde halk girişiminden (sivil inisiyatiften) yararlanabilme ancak işin içine tehdit unsuru olarak AB makamı katıldığında ve yine de büyük politik partilerin öncülüğünde gerçekleşebilir. Örneğin, BSP Başkanı Sergey Stanişev Avrupa Sosyal Demokratları PES’in Dönem Başkanı olmasaydı, geçen yılın Ocak ayında “Belene AES” ile ilgili halk oylaması yapılamazdı. Atom santrallerinin yararı ile zararı konuda en büyük uzmanlar birbirini boğazlamışken bunların kurulup kurulmayacağını halk nereden bilsin? “Belene AES” için yapılan halk oylamasına Bulgaristan seçmeninin yalnız % 20’si katıldı ve katılmayan % 80’ni yendi. Buy açıdan değerlendirdiğimizde, hiçbir şeyi umursamayan Bulgar halkı ulusun gerçek sorunlarını referandumla çözme konusunda da bilinç dışı, ancak kızgınlık ve nefret hisleriyle veya sempatiyle hareket ediyor. Bu yaklaşım da demokrasi bayrağının göndere çekilmesinde büyük bir engeldir. Bir de şu seçimlerde pasif kalma durumu var. Bu da, seçmenin izlenen politikayla stratejik olarak razı olmadığına bir kanıttır. Bu denli karışık bir ortamda, seçmen bunalmış olduğundan, hala Geçiş Döneminin gerçek halk lideri, yani halkla halkın dilinde konuşabilen, her sözü anlaşılan ve kendisine inanılan bir ortaya çıkmadı. Örneğin, halkın bilinçli hareket etmesini ve isabetli oy kullanmasını garantilemek için şu çoğunluk sistemine ilişkin soru şöyle sorulabilirdi: “Çoğunluk seçim sistemini istiyor musunuz?” Son durum: Bulgaristan’da erken parlamento seçimlerinin ne zaman yapılacağı tam olarak belli değil ve henüz açıklanan bir tarih yok. Olasılıkla, iktidar partileri AB Parlamento seçimlerini kaybederse, erken seçim yapılacağını herkes kabullendi gibi bir durum oluştu.


Makale ve Analizler - 2014

129

06 Şubat 2014 günü, Sofya parlamentosundaki iktidar çoğunluğunun Cumhurbaşkanı mektubunda yer alan istekleri onaylamadığı ortaya çıktı. Yeni durumda, ana muhalefeti oluşturan GERB partisi, 500 bin imza toplayarak, kısmen çoğulcul milletvekili seçimi, dış ülkelerdeki seçmenlerin elektronik oy kullanması ve seçime katılma zorunluluğu için imza toplama kampanyası başlatmaya karar aldı. Kurulan Ulusal Komisyona Prof. Bliznaşki Başkan seçildi. Usule uyulursa 25 Mayısta 2 oy kullanılacak. BULTÜRK’e bağlı ve Başkan Rafet Ulutürk yönetiminde çalışan Bulgaristan Stratejik Araştırmalar Merkezi gelişmeleri dikkatle izlerken anlaşılır bir dille ve iyi seçilmiş örneklerle siz seçmenlerimizin her zaman yanında olacağız. Yarınki konumuz: Hak ve Özgürlükler Partisi çoğulcul seçim sistemine neden karşı şıktı? Bizi izlemeye devam edin. Bilgi güçtür.

Bulgar Parlamento Tarihi

Rafet Ulutürk-07.Şubat.2014

Kurucu Meclis: Osmanlı İmparatorluğu ile Büyük Devletlerin arasında Berlin Antlaşması’nın imzalanması esas alınarak eski Bulgaristan Başkenti Veliko Tarnovo kentinde 10 Şubat 1879’da, yeni Bulgar tarihine Kurucu Meclis olarak geçen, ilk Bulgar parlamentosu toplandı. O zaman henüz kurulan Bulgar Prensliğinde yaşayan tüm halk topluluklarından temsilcilerin katıldığı bu meclisin bileşiminde 229 milletvekili vardı. Ana ödevleri Anayasa kabul etmekti. Milletvekillerinden bir kısmı halk tarafından seçilmişken, birçoğu da, o zaman yürütmeyi elinde bulunduran Geçici Rus İdaresi tarafından atanmıştı. Üçüncü bir grupsa yeni oluşan Bulgar devlet makamlarında çalışanlardan oluştu. O dönemde Bulgaristan’da parlamenter gelenek diye bir şey olmadığı gibi, politik partiler de toplum sahnesinde yerini almamıştı. Bugünkü Bulgaristan’ın en eski geleneklere sahip olan Sosyalist Partisi, bir Bulgar Sosyal Demokrat Partisi olarak 1991’de kuruldu. Kurucu Meclisin bileşimi:


130

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İlk Bulgar meclisinde büyük toprak sahipleri (çorbacılar), fakir köylüler, Batı ülkelerinde yükseköğrenim almış Bulgarlar ve okuma yazması olmayanlar, Bulgar ve Türkler, Türkleri sevenler ve Rusçular, Tsarcılar ve Cumhuriyetçiler, devrimciler ve Hıristiyan din adamları, şair ve gazeteciler vb. yer aldı. Halkın her tabakasından vekiller el ele verip 2 ay yoğun çalışmadan sonra, tarihe Tırnovo Anayasası olarak geçen, ilk Bulgar Anayasasını hazırladı ve onayladı. İlk mecliste yer alan 30 Türk milletvekili Anayasa hazırlama çalışmalarına yoğun olarak katkıda bulunmaya çalıştı. Onlar başlıca Deliorman, Dobruca ve Rusçuk bölgelerindendi. Değişik halk ortamından gelen ve parlamenter çalışmalarda hiçbir deneyime sahip olmayan bu milletvekilleri arasında Anayasa hazırlama çalışmalarında çok ağır günler, sert tartışma gelişti ve daha sonraki yıllarda Bulgar politikası üzerinde derin etki ve güç sahibi olacak, iki politik eğilim oluştu. Bunlar daha sonraki, Bulgar tarihinde derin izleri olan liberal ve konservatif akımlarıdır. İlk meclisi ve toplumun liberallere ve konservatiflere ayrışımı o dönemin Batı parlamentarizminin etkisi altında olmuştur. a) Heyecanlı ve taşkın liberaller: Bulgar liberal akımının doğal temsilcileri uyanış çağı şairlerinden Petko Karavelov ve Petko Slaveykov, Osmanlı hükümetinin eski danışmalarından Dragan Tsankov ve Stefan Stanboolov’tur. Anayasa üstüne savunulan iki farklı konsept iki politik kanat arasında sert tartışmalara neden oldu. Kurucu Meclis’te Anayasa Hazırlık Komisyonu kuruldu. Bu komisyona öğrenim düzeyi yüksek olan vekiller girdiler. Avrupa Monarşileri Anayasalarını incelediler. Bulgaristan koşullarına uygun olacak yeni bir Anayasa üzerine çalıştılar. O zamana ilişkin yazılan roman ve hikâyelerde bu vekillere “poturlular” denmiştir. Osmanlı’nın hezimetiyle sonuçlanan Plevne Savaşı (1877 - 78) hemen sonra meydana gelen bu gelişmelere Geçici Rus Hükümeti ve bu iktidarda hukuk işlerine bakan Sergey Lukyanov etkin katıldı. O, Kurucu Meclise bir Anayasa taslağı sundu. Bu çalışma Rus İmparatoru II. Aleksandır zamanında Rusya’da hakim olan Liberalizm görüşleriyle kaleme alınan bir temel kanun önerisiydi ve sert geçen tartışmalardan sonra onaylandı. Bu gelişmeler, birkaç ay öncesine kadar, tutuculuğuyla bilinen feodal Osmanlıda yaşayan ahalinin son derece hür bir anlayışla bir anayasal düzen kurulmasında ilk adımlardan biri oldu. 1976’da Osmanlı Anayasa ilan etse de, bu anlayış halk arasına henüz yayılmamış ve yaşam hakkı kazanmamıştı. Bu yüzden, 1878’de Osmanlı’dan kopan Bulgar Prensliği kendi Anayasasını kabul etmek istiyordu. Özgürlükçü fikirler içren ve halka çok geniş demokratik haklar tanıyan bir liberal esaslı temel kanunun derlenip toplanıp gelişme olanakları tanımasından fazla halka ve topluma zarar vereceği görüşünde olan Anayasa Komisyon üye-


Makale ve Analizler - 2014

131

lerinden bazıları, öneriye karşı çıkarak, geleneksel yani tutucu olan bazı görüşler savunmaya başlayarak giderek konservatif kanadı oluşturdular. Tutucuların birkaç temel isteği de vardı. Onlar, Bulgar parlamentosunda alt ve üst kamara olmak üzere iki aşamalı bir yasama organı oluşturulmasında direndi. Bu öneride, İngiliz, Fransız ve Amerikan parlamentolarından örnekler ve hukuksal ve felsefi esaslandırma yr aldı. Öneri bir rapor şeklinde tartışmaya sunuldu. Bu raporda, geleceğin parlamentosuna seçilecek adaylardan mal mülk durumu ve öğrenim sertifikası istenmesi şart koşuluyordu. Tutucular, cahil kişilerin yasama organında işi olamaz görüşündeydi. Senato üyeleri hakkında sunulan öneride, onlardan küçük sayıdaki bir kısmın halk oylamasıyla seçilmesi, daha fazlasını Prens’in kendi kontenjanından din adamları, yargıçlar ve bilim kurumlarından seçerek göstermesi görüşü vardı. Senatonun en önemli ödevi meclis çalışmalarını kontrol etmek olacaktı. Yine bu raporda bir milletvekilinin 25 bin oyla seçilmesi önerildi. Raporda temsili görevlerin başı olan Prens’in hakları da belirlenmiştir. b) Tutucu görüşlerin üstün gelmesi: Bu önerilerle öncelikle meclisin parti temsilcileri arasında bir kapışma ve tartışma kursusu olması önlenmeye çalışılırken, Bulgaristan’ın o dönemde içinde bulunduğu durum dikkate alınarak bir yasal düzen kurulması hedeflenmişti. Pek tabii, eski komitacılar, haydutlar, devrimciler ve ulusal kurtuluş davasına katılan havariler Anayasaya ilişkin esas görüşlere yer verilen bu raporu çok tutucu buldu ve tartışma açtılar. Eleştiriye geçenler liberal kanadı oluşturdu. Parlamento iki gruba ayrıldığında fikri netleşmemiş olan kalabalık ortada kaldı. İki grup arasında kalan ve liberallere mi katılayım yoksa tutucuları mı destekleyeyim ikilimi yaşayan meclis çoğunluğunun içindeki önemli gruplardan birini de Türk, Pomak, Müslüman ve Osmanlıdan yana olan Bulgar meclis üyeleriydi. Yürütülen hem sert hem de çok heyecanlı Anayasa tartışmalarında bardak her gün taştı. Sözlerin yetmediği yerde el kol hareketleri ve yumruklar harekete geçti. Özünde tutuculuk olan bir Anayasa önerisinin onaylanmasını önlemeye çalışırken en fazla çaba harcayan vekillerden biri kuşkusuz şair Penço Slaveykov oldu. Onun Meclis kürsüsünden defalarca sorduğu soru şuydu: “Osmanlıdan köy ağları (çorbacılar) tarafından idare edilmek için mi kurtulduk?” Senato oluşturulmasına da karşı çıkan Slaveykov, Anayasa’nın ülkede cepheleşme ve tabakalaşmaya yol vermediğinden dolayı, mecliste üst kamara oluşturulmasının toplumun tabakalaşmasına neden olacağı görüşüne tepkisinde sertti. Liberaller kanadın başka bir etkileyici hatibi de, Petko Karavelov’tu. O, Makamların ve görevlı memurların mümkün olduğu kadar daha az zarar ve müm-


132

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

kün mertebe daha fazla fayda getirmesini sağlayan bir ilkeyi esas alınarak, makamların ve görevli kişilerin, yasa kurucu tarafından esas alınan ilkeleri bütün komisyon üyelerinin baş tacı etmelerinde, direndi. Komisyonun tartışmaya sunduğu raporda dikkati çeken nedir, sorusunu yönelten Karavelov şöyle konuşuyordu: “İlkesi olmayan ama bol rüzgârla savrulan dört başlık. Tez yerine, kork tavuk.” Slaveykov ve Karavelov’un konuşmaları salonda büyük bir heyecan ve kahkaha uyandırınca, Rus hukukçu Sergey Lukyanov tarafından kaleme alınan Anayasayı mı, yoksa Tutucu kanadın sunduğu Raporu mu destekleme konusunda ikircimli olanlar liberal görüşe katıldı.16 Ocak 1879 günü Lukyanov Anayasası onaylandı. Ne yazık ki, iki yıl sonra tutucuların ifade ettiği tehlike ön aldı ve Hürriyetler sulanmaya başladı. Ülkede bir sıra politik kriz yaşandıktan sonra, Tırnovo Anayasası bir müddet için feshedildi ve yetkilendirme rejimi yürürlüğe girdi. Bunlar, demelerimizin de katıldığı, 135 yıl önce meydana gelen, Kurucu Meclis olaylarıdır. Şimdi biz günümüz Bulgaristan’ındaki duruma ve Meclis genel kuruluna bir göz atalım. O zaman olduğu gibi şimdi de Meclis Seçim Yasası Değişikliği görüşüyor. Sosyalistler ve Hak ve Özgürlükçüler geçen ay “Potovets” kampında yaptıkları ortak toplantıda, bundan böyle yasa önerilerini önceden birlikte görüşüp kabul ettikten sonra Genel Kurula sunacağız demişlerdi, yine tutmadılar. Seçim yasasında değişiklik önerisi Sosyalistlerden geldi. Birinci sunumda HÖH destekledi, “Ataka” çekimser kaldı. GERP karşı oy kullandı. İstenen nedir: Sosyalistlerle özgürlükçü Türk partisi arasındaki görüş ayrılıkları bu defa çok derin. Bir deha HÖH meclis grubu, yasadan “oy kullanacak olan birinin belirli bir süre Bulgaristan’da ya da AB ülkelerinden birinde yaşaması şartının kaldırılmasında” direniyor. İkinci, özgürlükçüler “ana dilinde seçim propagandası yapma hakkı”nı yasallaştırmak istiyor. Üçüncü: Sosyalistlerin şu değişiklik önerisine de karşı çıkıyorlar: Değişiklik teklifinde, seçim bültenlerinin sayılmasında AB Parlamento seçimleri esas ve temel alınmasını öneriyor ki, bu böylece kabul görürse, Türkiye’de yaşayan soydaşlarımızın AB Parlamento seçimlerine katılması temel alındığında, yerel ve meclis seçimlerindeki soydaş oyları sayılmayacaktır.


Makale ve Analizler - 2014

133

Sosyalistlerin özel isteklerinde ise, muhtarların direk oylamayla seçilmesi, Sofya, Plovdiv ve Varna merkezlerinde, belediye danışmanı seçimi yalnız merkez belediyelerde değil, tüm büyük beledîlerde yapılması isteniyor. Halen devlet yardımı almayan politik oluşumlara seçimlerde 40 bin leva verilmesi önerilirken, bir partinin toplam oylarının % 7’sini alan bir aday lehinde olmak üzere, seçmen milletvekili aday listesinde sıralama değişikliği yapılması hakkını kullanmayı isteyebilir. Sahte oy pusuları kullanılmasını önlemek amacıyla bu defa seçim bültenleri Bulgaristan Halk Bankası matbaasında basılacak ve üzerlerinde seri numarası olacaktır, bülten kopandan koparıldıktan sonra seri numarası koçanda kalacaktır. Merkez Seçim Komisyonu bundan böyle Cumhurbaşkanı tarafından atanmayacak, ancak mecliste seçilecektir. Şimdiye kadar 350 kişiden az nüfusu olan yerleşim yerlerinde muhtar seçimi yapılmıyordu, artık 100 kişisi olan köylerde bile muhtar seçimi yapılacaktır. “Ataka” partisi ise zorunlu oy kullanma hakkı getirilmesinde ısrar ediyor. Görüldü üzere, Sofya meclisi, daha Tırnovo kurucu Meclisi’nde çözülmüş olması gereken sorunları çözmeye çatılıyor. Bizi okumaya devam edin. Bilgi güçtür.

2014 Model Bulgar Zulmü

BGSAM-08.Şubat.2014

1990 yılında devrilen Jivkov’un 1989 yılında 350 bin Türk’ün evlerini ve yurtlarını terkederek Türkiye’ye kaçmasına sebebiyet veren zulmün bir benzerini Türk TIR şoförleri yaşıyor. Tam 9 gündür yüzlerce TIR şoförü Bulgar sınırında bekletiliyor Bulgaristan ile yaşanan transit geçiş sorunu çözüm bekliyor. Sorun nedeniyle Bulgaristan’a açılan Kapıkule ve Hamzebeyli sınır kapıları 9 gündür karşılıklı olarak kapalı. Krizin aşılamaması üzerine Kapıkule’de bekleyen birçok TIR alternatif güzergâhlara, Yunanistan’a ya da gemiyle Romanya’ya yöneldi. TIR’larında meyve sebze veya balık taşıyan sürücüler, diğer arkadaşlarına göre durumdan daha endişeli. Mallarının bozulmaması için dorselerin so-


134

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ğutucusunu 24 saat çalıştıran sürücüler, bir yandan da araçlarına sürekli mazot takviyesi yapmak zorunda kalıyor. Bulgarlar haksız kazanç peşinde TIR şoförü Şeref Altıntaş, 7 gündür geçiş belgesi olmaması nedeniyle yurt dışına çıkamadığını ifade ederek, Türkiye’den 13 TL’ye aldıkları belgenin şu anda Bulgar memurlar tarafından bin 600 Euro’ya yasa dışı şekilde sürücülere satıldığını bildirdi. Altıntaş, “Almanya’ya meyve - sebze taşıyorum. Mallar aracımda bozulmak üzere” dedi. Uluslararası Nakliyeciler Derneği (UND) Genel Başkan Yardımcısı Ergün Bilen, dernek olarak gerek Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı, gerekse Bulgar ve AB’deki muhataplar nezdinde sorunun çözümüne yönelik yoğun girişimlerde bulunduklarını ifade etti. Bulgarlar oyun içinde oyun oynuyor Türkiye’ye 125 bin geçiş belgesi vermesi gereken Bulgaristan’ın, çeşitli uydurma bahanelerle, önce 5 bin ardından 10 bin belge verdiğini dile getiren Bilen, şunları kaydetti: “Bulgar nakliyeciler, ülkemiz nakliyecilerine karşı AB üyesi olarak kota ve vize gibi ek maliyetler olmadan elde tuttukları avantajlarla zaten Türkiye-Bulgaristan arasındaki taşımalarda yüzde 80 pazar payını elinde bulundurmaktadır. Bir başka deyişle, Türkiye’den Bulgaristan’a gerçekleşen 60 bin ihraç seferinden 50 bini Bulgar araçlarınca taşınmakta, sadece yüzde 20’si, yani 10 bin seferi taşınan yükün sahibi ülkemiz nakliyecilerince taşınmaktadır. Bulgar tarafı, bununla yetinmeyerek, daha fazlasını istiyor. Bulgar yetkililer, Türk şoförlerini yıldırmak amacıyla Bulgaristan üzeri taşımalarımızda her türlü haksız yaptırımı uygulamakta, şoförlerimize ve nakliyecilerimize adeta kan kusturmaktadır. Transit geçiş sorunu nedeniyle Bulgaristan’a açılan Kapıkule ve Hamzebeyli sınır kapıları 9 gündür karşılıklı olarak kapalı. Bu durum ülke ekonomisine ciddi anlamda zarar vermektedir. Sorun sadece nakliyecilerin değil, Türkiye’nin meselesidir.” 125 bin dozvola yerine 5 bin dozvola Bulgaristan, anlaşmaya bağlı olarak her yıl Türkiye’ye 250 bin transit geçiş belgesi (Dozvola belgesi) vermesi gerekiyor. Sofya yönetimi ilk etapta Türkiye’ye 125 bin yerine sadece 5 bin geçiş belgesi verince; Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı, Bulgar plakalı TIR’ların Türkiye’ye girişlerini durdurdu. Elinde ‘Dozvola belgesi’ olan TIR’ların Bulgaristan’a çıkışları ise sürüyor. Sınır kapılarından ayrıca UBAK denilen üst sınıf izin belgesi olan tırlar da giriş çıkış yapabiliyor. Bulgar yetkililer ise, 2013 yılına kadar Bulgaristan’ın Türkiye’den 10 bin, Türkiye’nin ise Bulgaristan’dan 250 bin transit geçiş belgesi aldığını ancak yıl-


Makale ve Analizler - 2014

135

başından itibaren Bulgar taşımacıların, Türkiye’nin verdiği belgeleri ikiye katlamasını istediklerini belirtiyor. Uluslararası Nakliyeciler Derneği (UND) İcra Kurulu Başkanı Fatih Şener ise, yaşanan sorunun sadece Türkiye’yi değil AB ülkelerini de etkileyeceğini ifade ederek, AB ülkelerinin mallarını Türkiye’ye getiren araçların, giriş çıkış yapamadığı için ticaretin zarar göreceğini vurguladı. Uluslararası hukuka aykırı İktisadi Kalkınma Vakfı (İKV) , Bulgaristan’ın Türk nakliye araçlarının transit geçişlerini engellemesinin uluslararası hukuka aykırı olduğunu bildirdi. İKV açıklamasında, Bulgar makamlarının daha önce de 7 Ekim 2013 tarihinde Türk araçlarının tümünü Kapıkule’den Bulgaristan’a giriş noktasında keyfi kontrollere tabi tuttuğu ve tüm araçlara gerçek dışı, haksız farklı gerekçelerle 1.500 ile 2 bin Euro arasında ceza uyguladığı hatırlatıldı. Açıklamada, Bulgaristan’ın bu kez iki ülke Ulaştırma Bakanları tarafından imzalanarak taahhüt altına alınan 2014 yılı ilk 6 ayı için 125 bin adet transit geçiş belgesinden sadece 5 bin adet belgeyi Türk tarafına teslim edip, kalan geçiş belgelerinin verilmesini Türkiye-Bulgaristan Kara Ulaştırması Karma Komisyonu toplantısı yapılması şartına bağladığı belirtildi. Açıklamada, ayrıca bu olayda yaşanan ulaşımı engelleyici önlemler ve transit geçiş kotalarının Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) kurallarına da aykırı olduğuna belirtilerek, Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması’nın (GATT) 5. maddesinin DTÖ üyesi ülkelerin transit mal geçişlerini serbestleştirmelerini ve birbirlerine karşı sınırlama getirmemelerini öngördüğü ifade edildi. Recep Bahar / İstanbul

İnanmıyorum!

Ertaş Çakır-09.Şubat.2014

Dobrucamızın Dulovo (Ak Kadınlar) kasabasında Belediye Başkanı Mithat Tabakov’un evinden elleri kelepçeli alınıp Varna Hapishanesine götürülmesi herkesi sarstı. Bir adamı değerlendireceksek, çocuklarına, anasına babasına, kurduğu aileye, konu komşusuna bakılır. Mithat beyin önceki hayatını, belediye başkanlığını ve milletvekilliğini iyi biliriz, kendisini tanırız, bizde adamın dürüstlüğü yürüyüşünden bellidir. Onun yürüyüşü ömür boyu değişmedi. Hapse giderken de


136

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

dimdikti. Sokakta rast geldiği komşularının gözlerine bakarken, sanki hakkınızı helal edin, belki görüşemeyiz, der gibiydi. 4 yıl kesin hapis cezası kararını işittiği gün kalp sektesi geçirdi. En zor günlerde bir insanın kalbi konuşur. En kötü haberi alan insan ruhu yuvasından çıkar ve bu da sekte yapar. Mithat Bey kalp sektesi yapacak birimiydi? Ak Kadınlı kardeşlerinin kaç kez oyunu almış ve güvenini kazanmıştı. Bu kasabada kimse devlet nedir bilmezdi. Onlar için hem devlet hem parti, hem onur hem huzur Başkan Mithat beydi. Haram boğazımızdan geçmez. Kuşkusuz bu ağaç kendiliğinden yıkılmadı. İşleri içinden kemiren bir kurt var. Ve bu kurt Ak Kadınlı biri değildir. İnsanımız yüzü ak alnı aktır, bildiğini kendisi bilir, yemini kendi kendine eder, verdiği sözden asla dönmez. Mithat Bey Belediye başkanı olarak Avrupa Fonlarından 28 milyon leva alırken, parayı alıp, çuvalla evine getirip eşine mi teslim etti? Hayır. Ömür boyu karıncanın hakkına hürmet eden, halkı için çalışan, evine her gün 3 değil, sadece 2 ekmek götüren bir başkan, insanların hakkından çalar. Bu Bulgar köy ve kasabalarında olur da bizde asla ve asla olamaz. Bunu düşünmek bile yanlış ve günahtır. Namazı niyazı yerinde insanların Ak Kadınlar, “haram boğazımızdan geçmez” sözlerinin en sık kullanılan yerdir. Okulda hiçbir arkadaşının kalemine bile el uzatmadan yetişen, askerde devlet malını korumayı öğrenen, yüksek öğrenim yıllarında halka hizmetin kutsallığına bağlı kalan ve Belediye Başkanı seçildiğinde de kasabama, her bahçesine, her mutfağına, her hamamına, musluk takılmış olan her yere, uçan kuştan sürünen kaplumbağalarına kadar herkese içme suyu getirmekten daha anlamlı, daha hayırlı bir iş olabilir mi? Bu kredinin alınmasına bütün Ak Kadınlar halkı oy verdi. Borular, döşenecek su gelecek, şırıl şırıl akacaktı. Hiçbir Ak Kadınlı hiçbir an bu işe fesat katmayı aklından geçirmedi, insanımız yamuk yumuk bilmez, dürüstlüğüyle bilinir. Çalmışlarmış. Mahkeme dosyasına giren “kişisel kazanç sağlamak için 11 milyon leva çalınmasına olanak yaratmıştır” sözlerine asla ve asla inanmıyorum. Bizim tanıdığımız Başkan Mithat Bey bunu yapmaz, yapmak isteyenlere bile yol vermez, harama uzanan elleri durdururdu. Sonra başka bir şey daha var. Bu 11 milyon nasılsa nasıl kayıplara karışmışsa, Ak Kadınlar insanı birlik olur, Dozerlerin, büyük küçük kepçelerin kazacağı su borusu kanalını çapa, kazma, kürekle kazar, döşenecek boruları kendisi döşer, fitingleri takar, harcı karıp destek yastıklarını döker ve kanalı kapatır, işi bitirirdi. Fakat böyle bir fırsat olmadı. İşler durduruldu. her şeye el kondu. İcra kazılan kanaldan çıkan tezek ve taşları saya saya bitiremedi. Her yer koruma altına alındı. Yazıldı çizildi, dosyalar şiştikçe yenileri açıldı ve


Makale ve Analizler - 2014

137

en sonunda dava açıldı. Burada çalınan kapılan bir şey olmadı, yoktur, olamaz da zaten. Dobruca ovası bizim, kazılan toprak bizim. Kazan kepçeler bizim. İşçiler bizim. Barajdaki su Allah’ımızın bize gönderdiği sudur. Ha işin parası Avrupa Birliği Fonlarından gelmiş, iyi de, AB fonlarından ödenen bu para Ak Kadınlara su getirilsin diye verilmedi mi? Verildi de, siz paramızı verirken bizden yani belediyemizden % 25’ini geri aldınız mı. Kestiniz demiyorum, “hatta zorla geri aldınız” diyorum. 7 milyonu korumalı zırhlı araçlarınızda çantalarla getirilip kalın çelik kapılı, kapısı şifreli tavan boyu kasalarınız konmadı mı? Kınalı kurban: Sayın yolsuzlık başları! Bir nebzecik şrefiniz yok mu? Neden çıkmadınız duruşmaya? Neden demediniz savcı ve hakım hazretlerine, “beyler Mithat bey bu suyu barajdan Ak Kadınlara akıtamazdı, çünkü biz verdiğimiz 28 milyon levanın 7 milyon levasını “hizmet ücreti” olarak geri aldık!” diye. Siz bu işleri kanuna uydurmasını bilirsiniz, döşenmemiş boruları döşenmiş, akmamış suları akmış göstermek bizim işinizdir. Bize başka yerden, “karışmayın” biraz sürünsünler emri geldi, neden demediniz? Susmaya vicdanımız el vermiyor deyip, işi noktalayıp rahat uyusanız, kötü mü olurdu? Ya da o çelik kasayı birazcık aralayıp içinden birkaç deste alıp, birini savcıya birini hakime ötekini de gerekirse kâtibeye ve mahşere verip, dosyayı neden kapatmadınız? Tabii şimdi TV’de, internette, basında sizin adınız geçmiyor ama herkes bu işlerde dalavere çevirdiğinizi iyi biliyor. “Aramızda sözleşme yok ama rejon böyle” deseydiniz, yeterli olurdu. Biz, “bu EU fonlarından kolay para verirken, emir kulu olarak hareket ediyoruz, parayı öncelikle “işaretlenmiş” ve bazı yerlerde birileri tarafından “istenmeyen” olarak ilan edilenlerin ve bizden başını belaya vermemiz istenen belediye başkanlarına kolaylıklı veriyoruz” deseniz ne olurdu. Milletin % 48’i kara cahil olduğu ve gizli polisin hafiyelere yazdıra yazdıra yazma öğretme ulusal eğitim programı gerçekleştirdiği bu memlekette, aldığınız rüşvetin kâğıt kalem bileşimli evrakı olmadığına göre, el sıkışmadan aldığınız bu paradan size hapislik falan gelmezdi, başka örneklerde olduğu gibi bu defa da hiçbir şey ispatlanamazdı ve delil yetersizliğinden bu dava da ertelenir ertelenir ve sonunda kapanırdı, kanısındayım. Buna örnekler çok, Çingeneler arasından bir Savcı olarak sivrilen, sonra Sosyalist Partiden milletvekili olan Toma Tomov da EU fonlarından “şu barajdan şu köye su götüreceğim diye 2 milyon Euro almıştı.” EU komisyonu geldi, “kazın boruları görelim” dediler, kazıldı kazıldı boru bulunamadı, “barajı görelim” dediler, duvarını selden çökmüş yatağında su kalmamıştı, “köyü görelim” dediler, herkes Batıya işe gitmiş, köpek ve kedilerden başka canlı bulamadılar. Ne mi oldu? Tomav mahkemelik oldu, dosyalar elde


138

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ele dolaşırken eskidi ve “delil yetersizliğinden” dava kapandı. Ne delili, elde ne boru, ne kazılmış toprak, ne iş başı yapmış usta ve işçi, ne baraj ne köy var, paralar da elektronik yoldan arkalarında fazla iz bırakmadan direk havaleyle gelmiş, bu işin izi delili, mahkemelik evrakı olmayınca, dava görülmez tabii. Başka bir milletvekili ve hem de Evro Roma partisi Başkanı olan Tsvetlin Kınçebv de EU paralarından “rüşvet almakla” suçlandı, biraz yattı ve hemen serbest bırakıldı. Hapishanede bu Çingenenin anasının Bulgar karısı olduğu tespit edilmişti. Bir başka Bulgar da, “ATAKA” partisinden Vladimir Kuzov, o da milletvekiliği sırasında Çingene kızcağızlarını Batıya karlı işlere gönderme suçundan yakalandı, fakat giden kızlardan kızlığı bütün geri dönen olmadığından ve Bulgar dilinde de kız ve kadın arasında kesin fark gözetildiğinden, davası 10 yıl süründü ve “delil yetersizliğinden” kapandı. Sözünü ettiğimiz körpecik kızlar bu on yılda üçer beşer çocuk yaptılar ve şikâyetlerini geri aldılar. İşte böyle şu bizim kınalı kurban Mithat Bey olayında, gururu kırılamayan bir namus şerefi var. Her gün bir şeyler öğreniyoruz. Eski köye yeni adetler getirilirken, b u iş de kurban alıyor. Mithat Bey böyle kınalı bir kurbandır. Burada bizim bildiğimiz ve hiçbir kitapta olmayan ama esas ve temel olan kural var. 1) Bir Türk halkına fazla iyilik yaparak kendini fazla sevdirmemelidir. Böyle olduğunda Türkün yolu kesilir. Mithat Bey çok sevilen bir Belediye Başkanıydı. Yani bizim inancımıza göre, çok takdir kazanarak ileri gitti. Bir yerlerden “yolunu kesin” emri geldi. Başına külah geçirdikler. 2) Bu oyunları başımıza getiren şahsen Ahmet Doğan’dır. Bulgaristan Türklerinin Bulgar devleti ile ilişkilerini düzenleyen, ayarlayan, yapan ve bozan adam odur. Biz Ahmet Doğan “mafyadır” derken, devlet imkânları (fon paraları) dağıtılırken şirketlerden, örneğin Ak Kadınlar Belediyesinden 28 milyon leva verip aynı paradan 7 milyonunu geri alındığını söylüyoruz. 3) Mithat Bey 7 milyonu geri vermiştir. Verdiyse başına çorap neden örüldü, bu adam 60 yaşında Varna hapishanesine ne arıyor diye sormakta haklısınız. Burada açılması gereken bir başka dosya daha var. Ak Kadınlar topraklarında çok büyük bir kaolin hammaddesi ocağı bulundu ve işletmesi ile ilgili 100 milyon Evru’yu aşan bir ihale yapıldı. Mithat Bey bu ihalede yerli şirketlerin, yerli Türk teşebbüsün ardında durdu. İhalenin başkasına kaptırılmasına karşı çıktı. Bizim kanımıza ve derin inancımıza göre, Mithat bey, bu yüzden Büyük Mafya’nın (oligarşinin) dişleri arasına düştü ve iş hayatından, kamudan ve milletvekilliğinden çıkarılarak “bize


Makale ve Analizler - 2014

139

karşı gelinmez” deyenlerin derslerini dinlemek üzere, Varna hapishanesine tıkıldı. Gerçek budur. 4) Öyleyse şimdiye kadar “mafya başı” dediğiniz Ahmet Doğan’ın bu işte yeri nerede, neden uzun elini uzatıp Mithat Beyi “kurtarmadı” sorusunu sormakta da haklısınız. Ahmedin birkaç gün önce Velingrat otelinde viski üstüne viski içmesini, bir ona bir buna sarılmasını doğru çözmelisiniz. Mithat Beyin hapse gitmesi, HÖH saflarını ürpertmiştir. HÖH işinde olup da işi temiz, yüreği huzurlu olan yoktur. Ahmet hepsinin elini yüzünü pis işlere soktu. Onun için otelde düzenlenen büyük sofraya belediye başkanı ve muhtarların hepsi toplandı, Ahmet gelip onlara, “ben sarayda olsa da arkanızdayım, benim haberim olmayan işlere karışmayın, boyunuzdan büyük işlerle uğraşmayın” demek istedi. Çünkü dalavere ve rüşvetin büyük dosyası açılsa, Varna hapishanesi gibi 5 mahpushane daha açmak gerekecek, nerde para, nerde adalet. Sağ olun..

Bayram Ediyorlar

Şakir Arslantaş.09.Şubat.2014

Sinsi ve hainler sarayında bayram var. Peevski medyasında sevimsiz ve soğuk yüzler de bayram ediyor. Kötü kişiler iyi insanlara kötülük yapmaya fırsat bulduklarına seviniyorlar. Bir adalet düzeni olması gereken demokraside bu fırsatı bulamamaları gerekirdi. Ne ki, zehirli yıllan uzağında olanı sokmaz, dişlerini yakınında bulunana geçirir ve ölümcül zehrini döker. Bu defa da öyle oldu. Dr. Nihat Tabakov ve Günay Sefer’in hapse düşmesinden bayram edenler çoğalıyor. Düşenin dostu olmaz. Türklerin “şerefli insanlar” kalesinden taşlar söküldü. “Yıkacağız!” diye bağıranların boğazları şişti. Sesleri çıktığı kadar bağırmaya güç topluyorlar. İnsanlarımızı kullanıp kullanıp çöpe atan, suyunu sıkıp sıkıp ipe seren, ite kurda yem eden Ahmet Doğan saraylısı da bayram ederken, yeni kurbanlar arıyor. Bir partide bu kadar insan intihar eder, bu kadar insan hapse girer de, bu insanların cellâdı nasıl olur da HÖH başında kalmaya devam eder, akıl erecek gibi değil. Cellatlar cana kıymaya doymadıkça, bizim çilemiz bitmez... Dosya olayında üç tespit:


140

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Doktor Mithat Tabakov’un ajanlık olayından gün ışığına çıkan çok önemli gerçekler var. Bulgar gizli polisi XX. (yirminci yüzyılda) ajan fişleme ve dosya tutma işini çok önemli bir eylem olarak düzenledi. Şimdiki hükümetin İç İşleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Yovçev, “hırsızlık, dolandırıcılık, rüşvet ve güvensizlik” konusunda hükümete gen soru verilince, “Bulgaristan’da polisin çalıştırdığı gizli ajan, hafiye, fesatçı ve lekeleyici” ordusunda % 30 azalma olduğunu ve ülkede hırsızlık olaylarının önü alınamayınca ciddi güvensizlik ve korku ortamı oluştuğunu açıkladı. Bakanın sözlerinde “biz ülkeyi ispiyoncular, gizli ajanlar, gammazcılar, ihbarcılar ve fesatlar” ordusuyla yönetiyorduk, ordu dağıldı, yapacak bir şey yok, teslim olmak zorundayız iması mı var. Gizli polis Türkleri kime karşı kullandı? 1) Türkleri Araplara ve öteki müslümanlara karşı kullandı. Bulgar gizli polisi, Varna Tıp Akademisi’nde okuyan Mithat Beyden sadece Türkler ve Arap öğrenciler hakkında gizli bilgiler almıştır. 2) Türklerden Bulgarlar hakkında bilgi istenmemiştir.. Gizli polis Bulgar öğrenciler hakkında ihbarları almamış ve Dr. Tabakov’un dosyasında korumamıştır. Bulgarlarla çalışması teşvik edilmemiştir. Bu olay değerlendirildiğinde, 1970’li ve 1980’li yıllarda hafiyelik etmeye zorlanan Türk gençlerden yalnız Türklük ve Müslümanlık çöplüğünde eşelenip kurt aramalarının istenmesi, ilginçtir. Gizli polise hizmet vermeye gerekli gerçek yurtseverlik bilincine erişmiş olan her Bulgaristan Türkü, bu hizmeti milli çıkarlara, devlet bütünlüğüne, insanların huzur içinde yaşamasına, iş güç sahibi olmasına, azınlıkların kendi geleneklerine, medeniyet görgülerine ve kültürüne göre yaşamalarına katkına bulunmak amacıyla vermiştir. Burada görüldüğü üzere gizli polisin amacı ise Türkleri Türklere kırdırmaktır. Burada, Bulgaristan nüfusunda en büyük iki grup olan Bulgar nüfusla Türk nüfusu birbirine düşürmeyi önlemek gibi hesapların yapılıp yapılmadığını bilmiyorum. 3) Bulgarlar Türklere karşı kullanılmıştır. Dr. Mithat Tabakov dosyasında, “Garbis” ve “Bıçvarov” kod adıyla çalışan iki Bulgar öğrenci ajan Varna’daki üniversite yıllarında Mithat Beyi yakından izleyerek hakkında yazılı ihbarda bulundukları ortaya çıktı. Gizli polis bir Türk ajandan Bulgarlara kaşı ihbar almazken, Bulgarlara Türklere karşı bilgi toplatmış ve bunları değerlendirmiştir. Mithat Bey’in doçent ve asistanlarla, Arap öğrencilerle ilişkileri üstüne hafiyelik yapıldığı açıklandı. Kullandığı sigaraların ve içtiği viskilerin markası ve temas ettiği kadınlar ilgi odağı olmuştur. Demek olu-


Makale ve Analizler - 2014

141

yor ki Bulgar gizli servisinde Türk ajanlara güvenmediğinden onların ardında devamlı gözleticiler bulundurmuştur. Bulgar ajanlar Türklere karşı yönlendirilip çalıştırıldı. O yıllarda, kimin takip edildiğini, kimin kime gammazlatıldığını, kimin elinin kimin cebinde olduğunu anlayabilmek için çok derin çalışmak gerekir, aslında bu bilgilerin ancak metodolojik (yöntembilimsel) ve uygulama usulü açısından önemi vardır. Bulgaristan Türklerine karşı şu anda yani demokrasi döneminde uygulanan casusluğu, bu işlerin Çarlık döneminde ve totalitarizm yıllarında nasıl uygulandığını bilmeden çözemeyiz. Çünkü hedef değişmemiştir. Hedef Bulgaristan’ı Türk ve Müslümanlardan arıtmaktır. Hedef değişmezken usul ve biçimde değişiklik yapılmış olması doğaldır. Mithat Bey de polisin hedefinde olduğunu, izlendiğini, devamlı gözetildiğini fark etmemiş olabilir. 4) İsimlerimizin değiştirilmesi konusunda Bulgaristan Türk aydınları insiyatif göstermemiştir. Bu gibi iddiaları propaganda ederek aydınlarımızla halkımız arasının açılması istendiği gibi, Türklerin karaktersiz ve değersiz oldukları lanse edilmek isteniyor. Verilen örnekler, “Bulgaristan Türk aydınları kendileri istememiş olsalardı, Bulgar devleti kimsenin ismini değiştirmezdi, kimliğine dokunmazdı,” iddiası bir yalandır. Türkleri yıpratma çabalarında kullanılan bir psikolojik yöntem olarak geliştirilmiştir. Dr. Tabakov dosyasında, bir gizli polis “DC” ajanı olan Türk’ün gece gündüz izlendiğini, hiçbir an rahat bırakılmadığını, yakınlarının da gözlem altında olduğunu görüyoruz. Türk bölgelerinde kuş uçurtmayan gizli polislerin köylere ve kasabalara, bölgeye giriş çıkışları tam ve sıkı kontrol altına aldığı dikkati çekiyor. Bilgileri bir doktor odasında alma planı da iyi düşünülmüş ve Dr. Tabakov çember içine alınarak kullanılmıştır. Dr. Mithat Tabakov’un jurnalciliğinde iftiracılık ve lekelemecilik yok. Bu açıdan değerlendirdiğimizde, Dr. Tabakov’un “eşim iyi bir ailedendir, yeğenlerim iyi çocuklardır, Hasan Hüseyin, Arif ya da Nihat radyo dinlemeyi seviyor ama Vatanımız Bulgaristan’ı daha da çok seviyorlar,” gibi yazıları o yıllardaki durumu gerçekçi yansıtmıştır. Dosyasında kimin radyo dinlediği, kimin Türkçe radyo dinlemeyi verdiği gibi bilgilere yer verilmiştir. 1970’ler ve 1980’lerde dünya radyo dünyasıydı. Her hanede “Rodina”, “Melodiya”, “Sokul”, “WEF”, “Meridiyan”, “Okiyan” marka radyo alıcıları vardı. Köy ve kasabalarda radyo dinleme kültürü gelişmişti. Herkesin kulağı yalnız Bulgar dilinde yayın yapan “Hristo Botev” ve “Horizont” gibi ulusal radyo programlarında değil, aynı zamanda “Sofya Radyosu’nun Bulgaristan Türk-


142

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

lerine Mahsus Özel Türkçe Yayınları” da sabah akşam dinleniyordu. Bugün Sofya gazetelerinde yazı yazan Vladimir Kostov, o zaman Münih’ten yayın yapan “Hür Avrupa” radyosundaydı. “Amerika’nın Sesi” programlarında yayına çıkan Bayan Mozer ise, belirli bir zaman ülkemizde yaşadıktan sonra Amerika’ya döndü. En başarılı Rulgar radyo gazetecisi ise Rumyana Uzunova idi. Mezarı Pariste’dir. Bulgar Türklerinin uyanmasında ve şahlanmasında önemli rol oynamıştır. Toprağı nur olsun. Soru: Kimsenin radyo dinlemesi istenmiyorsa, radyo vericileri neden toplatılmadı? Hem devlet parasıyla sabah, öğle akşam Türkçe radyo propagandası yaptırırken, hem de yayınları kimin dinlediğini jurnalcilere izletmek, iki yüzlülükten ve samimiyetsizlikten başka ne olabilir? Bu olayı küçümsemeyelim. Şu özelliğe değinmek istiyorum. Sofya’dan yapılan Türkçe yayınlar % 80 tercüme yayınlardı. Bulgar propaganda makinesi, “Sofya Radyosu’nun Bulgaristan Türklerine Mahsus Özel Türkçe Yayınları” merkezine gönderdiği haber ve yorumları şu ilkeye göre hazırlıyordu: “Politik propaganda dili, yalanların gerçekmiş gibi kabul edilmesini sağlayan bir dildir.” O merkezlerde çalışan Türk gazeteciler ve tercümanlar, başlarında kontrol görevinde olan kişiler Bulgar olmalarına rağmen, çevirileri halk diline indirgeyerek dinleyicilere doğru bilgi verme görevini başarıyla ve şerefle yerine getirmişlerdir. Şunu da anımsatmak istiyorum. 1984 yılının 25 Mayıs günü “Sofya Radyosu’nun Bulgaristan Türklerine Mahsus Özel Türkçe Yayınları” saat 19–20.30 yayını son yayın olmasına rağmen, yayını canlıda sunan spiker yayını kapatmadan, stüdyodan ağılayarak çıkmıştır. Arkadaşlarına “ben yayını kapatmadım,” sevdiğin insanlarla ayrılık o kadar zor ki, “veda sözleri bulamadım!” demiştir. O yıllarda Sofya Radyosu’nun Türk dilinde sabah, öğlen ve akşam yayın yapan programlarında sözcü olarak görev alan İzzetin İzzetov, Beyhan Nalbantov, Hikmet Efendiev, Ahmet Nuriev, Osman Azizov, Sabahat Milaşeva, Şöhret Ademova ve Nadiye Ahmedova Bulgaristan Türklerinin ana dillerinde ve herkesçe anlaşılır bir edayla bilgilendirmeye yıllar yılı, çok büyük ve samimi çaba sarf etmiştir. İzzetin İzzetov Ankara’da vefat etti. Ahmet Nuriev’in gözleri Sofya’da kapandı. Yayın yönetmeni Hasan Tekkeliev de Bulgaristan Başkentinde toprağa veridi. Hepsinin ışığı sonsuz olsun. Hatırlanacağı üzere, o yıllarda Sofya Radyosu Bulgaristan Türklerinden günde en az 200 mektup alıyordu. Reel dinleyenler kitlesi ile program yapımcıları arasında canlı temas vardı.


Makale ve Analizler - 2014

143

Kırcali, Şumen ve Razgrat tiyatroları ayaktaydı. Yetenek aranıyor, kabiliyetli gençlere ve seslere yol vermeye çalışılıyor. Kadriye Latifova, Osman Azizov, Ahmet Yusuov, Pakize Hasanova, Emel Tabakova, Yıldız İbrahimova ve daha nice sanatçılarımızın sesi gece gündüz tarlada evde kulağımızdaydı. Böyle bir ortamda, Sofya Radyosu Bulgar devletinin politikasına ve halklar arasında dostluğa ve tüm Balkan ve Avrupa ülkeleriyle iyi komşuluğa hizmet vermeye çalışırken, Dr. Tabakov’a “kim Türkçe radyo dinliyor, kulak ver ve bildir” denmesi akla çılgınlık vericidir. Düğüne davet edilen bir misafir davul dinliyorsun diye yargılanamaz. Soysa Radyosu yayınları halkın dinlemesi için yapılmıyor muydu. Başka bir mantık geçerli kabul edilemez. Tekrar ediyorum: Bu işin içinde başka bir şey var. Günümüz Bulgaristan’daki durum gibi gergin bir ortamda, aynı kaynaktan olan ve akarken BSP ve GERB partileri olarak iki kola ayrılan, fakat istemeseler de şu an birbiriyle amasız çarpışan bu güçlerin arasında kalan ve BSP’ye yamaklık yapan Hak ve Özgürlük Hareketi ve bu politik eğilimin propaganda hocaları Ahmet Doğan ile Daniel Peevski Dr. Mithat Tabakov’u neden çakallara yem olarak attılar, devlete hizmet dosyası neden gazetelere düştü? Bu sorulara yanıt aramak zorundayız. Kimlik kalemizin, şerefli dünyamızın içine korku yılanı salmayı bir daha başarırlarsa mücadelemiz zor olur. Dr. Tabakov’un bildiği sırlar mı var? Bazı haberlerde, Dr. Mithat Tabakov ile Güney Seferin Amerika’nın Sofya Büyükelçiliği’nden vize aldıkları, Waşington’a birkaç milyon US Dolar çıkardıkları, okyanus ötesine gidip geldikleri, orada kaldıkları sürede ABD vatandaşlığı istedikleri, İngilizce bilmedikleri için dilekçelerinin kabul edilmediği vb. yayılıyor. Şimdiye kadar, HÖH fahri başkanı yeni saraylı Ahmet Doğan’a çok yakın olan kişilerden sadece İliya Pavlov’a ABD vatandaşlığı verilmiştir. Multi Grup şefi arzusu yerine getirildikten 3 ay sonra kalbine isabet eden tek kurşunla öldürüldü. Neden öldürüldüğü sorusuna yanıt, Rus petrol şefi Rem Yaheref’e olan borçlarını ödemeden ve Bulgaristan’dan çaldığı paralarla (bu arada Bulgaristan Türklerini Ahmet Doğan yardımıyla soyan adam da odur) Amerika’ya kaçmayı planlamasıdır. Bu arada, kamuoyunun gözüne gül suyu serpmek amacıyla çok büyük ve ziyadesiyle lüks bir yat yaptırıp okyanuslarda yaşayacağını ilan etmişti. Bu yatla Ahmet Doğan ile Güney Sefer kumpanya bir defa İstanbul’u da ziyaret etmişti. Multi Grup ilişkisinden bir sayfa: Ahmet Doğan kafası çalık bir mason olan ve kendine ölümsüz süsü veren İlya Pavlov’la işi ne olabilir diye hiç düşündünüz mü?


144

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu dostluğun temelinde, dünya insan hakları örgütleri, Batı Avrupa, Türkiye ve Amerika tekellerinin Bulgaristan Türklerine bazı imtiyazlar sağlamak için HÖH yönetimini aramaları ve sundukları tüm olanakları Ahmet Doğan’ın Multi Grub’a tepsi içinde halkım için “karşılıksız” sunmasıyla başlar. Biz bu yazımızda, propaganda, radyoculuk, beyin karartma, insanları semelime, bıktırma usandırma, uyutma ve saf dışı etme, ya da tek yoldan yürüyen ve başka seçenek aramayan tipler yaratma oyunları üzerinde duruyoruz. HÖH görev süresinde kurulan Berov hükümeti işe başlar başlamaz Bulgaristan Türklerinde kendiliğinden bir canlanma olmuştu, Türk dilinde radyo ve TV yayınları, gazete, kitap basımı ve zorunlu anadil eğitimi gündeme gelmiş ve HÖH yönetimi sıkıştırılmıştı. O zaman HÖH lideri ve Multi Grup Başkanı İliya Bavlov arasında çık özel bir görüşme olmuştu. Bu temas esnasında ele alınan sorunları açmazdan önce aşağıdaki bilgileri öğrenmeniz gerekiyor: Yazımın başında, insan beynini etkileme gibi işlerde bizde Hitler Almanya’sı yöntemlerinden ve pratiğinden yararlanıldığına işaret ettim. Faşist propaganda’nın babası olan Göbels’in radyo propagandası ile ilgili yaptığı ve uygulamaya koyduğu çok önemli bir icat vardır. O, normal müzik kayıtlarının 34 Herz üzerinden yapıldığında insan beyni üzerine doğal etki yaptığını; kayıt esnasında Herzler yükseltildiğinde, müzik ya da propagandanın beyni gitgide aforoz ettiğini, yorduğunu, dinleyicinin semeleştiğini, dinlediğini anlamasa da memnun kaldığını ve bu uzun zaman uygulandığında uyuştuğunu; Herzler alçaltıldığında ise, insan beyni canlanıp yaratıcılığa uyanan havalara ve dalgalara girdiğini tespit etmiş ve bunu özellikle Rusya’ya ve Doğu Avrupa propagandasında uygulamıştır. Bu gerçeklerden çıkarak, “istekleri bitmeyen” halkın ağzını kapatmak ve kafasını pıhtılaştırmak için Ahmet Doğan da Multi Grup vasıtasıyla devlet parasıyla Bulgaristan Türkleri için özel yayınları yeniden başlatmayı ama yüksek Herz üzerinden kayıt edip yayınlamayı düşünmüştür. İliya Pavlov’tan sonra sahneye D. Peevski çıktı. Onun birinci ve başlıca hedefi de bizi ekarte etmek ve çayırlarımıza çarşaf sermektir. Biz bu adama yani Ahmet Doğan’a “Hain” demekte haklıyız.


Makale ve Analizler - 2014

145

Bulgaristanlılar Birlik ve Beraberlik İçerisinde

Rafet Ulutürk-11.Şubat.2014

Bu gün Pazar 09.02.2014 sabah saat 09.00-11.30 arası G.O.Paşa Küçükköy Merkezinde bulunan Gümüş kafesinde BULTÜRK üyeleri birlikte katıldıkları kahvaltı muhteşem oldu. İstanbul GOPaşa ilçesinde Küçükköy Gümüş Kafe-Restoran’ta düzenlenen kahvaltıya; Bayrampaşa Kaymakamı Sayın Hasan Gözen, Gaziosmanpaşa Belediye Başkan Adayı Hasan Tahsin Usta, G.O.P. AK Parti İlçe Başkanı Şahin Pirdal ve Bulgaristan Türkleri Evlad-ı Fatihan Platformu Başkanı Metin Karan ve Bultürk yönetimi ve G.O.Paşa’da yaşayan 180 kişi Bulgaristan göçmeni kahvaltıda buluştular. Yapılan kahvaltı ve sonrasındaki toplantıda yapılan çalışmaları gözden geçirip, gündemdeki konuları da görüştüler. Açılışı Dernek Genel Başkanı yaptı, ardından AK Parti İlçe Başkanı, Bulgaristan Platform Başkanı, G.O.Paşa Belediye Başkan Adayı Hasan Tahsin Usta ve son konuşmayı Bayrampaşa Kaymakamı yaptı. AK Parti G.O.Paşa ilçe Başkanı Şahin Pirdal Bulgaristan göçmenlerinin böyle birlikte görmelerinden dolayı çok memnun olduklarını söyledi. Bulgaristanlıları bizler aramızda görmek isteriz gelin beraber olalım biz sizinle birlikte yönetmek isteriz, fakat sizlerden siyasete ve patiye gelen olmadığından şikayet etti. Bizim kapılarımız sizlere her zaman açıktır dedi. Bulgaristan Platform Başkanı Sayın Metin Karan; “Biz Bulgaristan Türkleri artık yönetime talibiz. Biz hakkımız olanını istiyoruz, hakkımız olmayanı değil. Biz bu gün sizlere Seyhan kardeşimizi veriyoruz ve sizinle birlikte çalışmalarına devam edecek ve bizlerde her tür yardımı yapmaya söz veriyoruz. Biz Gaziosmanpaşa’da yönümüzü belli ettik sıra sizlerde. Sizlerde kardeşimize iyi bir yer veriniz ki birlikte çalışmalara devam edelim”, dedi. Gaziosmanpaşa Belediye Başkan Adayı Sayın Hasan Tahsin Usta; “Ben burada sizlerle olmaktan gurur duyuyorum. Bizler Bulgaristan konusunda mezarlık, cami, medrese vs. bize ne düşerse yapmaya söz veriyoruz. Bizler hepimiz Osmanlının torunlarıyız. Bu gün bize bu fırsatı veren dernek başkanı ve yönetimine teşekkür ediyor ve hepinizi saygı ve sevgilerimle selamlıyorum.” Bayrampaşa Kaymakamı Sayın Hasan Gözen, Dünyada Müslümanların ortaya çıkışları ve daha sonra Selçuklu, Osmanlı ile Dünya’ya yön verdiğini. Yani kısa bir dünya tarihi anlatarak en büyük alkış aldı. Bu gün ise Birleşmiş Milletler, ABD, İnsan Hakları ve İMF gibi kuruluşlarıyla geçmişte günümüze kısa bir


146

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

dünya tarih turu yaptırdı. En büyük alkışı da hak etti. Herkes çok mutlu olduğu katılımcıların gözlerden görünüyordu. Ardından katılımcıların aralarında bol bol sohbetler yapıldı. Neşe İçinde geçen kahvaltıda sevgi ve dostluk mesajları verilirken bu tür toplantıların tekrar edilmesi istendi. BULTURK Genel Başkanın: Açılışta konuşmasının tam metni; Değerli Misafirler, Sayın Bayrampaşa Kaymakamı, Gaziosmanpaşa Belediye Başkan Adayı Sayın Hasan Tahsin Usta, G.O.P AK Parti İlçe Başkanı Sayın Şahin Pirdal, Bulgaristan Türkleri Patform Başkanı Sayın Metin Karan, hanımefendiler, beyefendiler ve kıymetli hemşerilerimiz, çok değerli Gaziosmanpaşa sakinleri, öncelikle, bu davetimize teşrifleriniz nedeni ile tüm BULTÜRK ailesi adına hoş geldiniz, sefalar getirdiniz. Barbaros Hayrettin Paşa, Şemsi Paşa, Bağlarbaşı, Eyüp merkez, Fevzi Çakmak, Hürriyet, Karadeniz, Karayolları, Karlıtepe, Kazım Karabekir, Küçükköy Merkez, Mevlana, Pazariçi, Sarıgöl, Yıldıztabya ve Yenidoğan mahallelerinde ikamet eden, Değerli kardeşlerim, biz Türkler tarihin en eski devirlerinden itibaren dünyaya yön vermiş, tarih yazmış, hak, hukuk, adalet, kültür, sanat, mimari ve dünya ticaretinde de tarihe damgasını vurmuş bir Milletin mensuplarıyız. Müslüman Türk Milleti, tarih boyunca Göktürklerden, Selçuklu ve Osmanlı Devletine kadar, her gittiği yerde, her fethettiği ülkede, hangi din, hangi millet, hangi dil ve hangi kültürden olursa olsun, her zaman adalet ve hakkaniyet ile yönetmişlerdir. Kurdukları çok sayıda vakıflar ile o ülke ve bölge insanlarına karşılıksız asırlarca Allah rızası için hizmet vermişlerdir. Devletler kuran ve yöneten atalarımız, bu ülkelerde hala görebileceğimiz camiler, medreseler, tekkeler, çeşmeler, köprüler, kervansaraylar ve daha pek çok mimari ve sosyal eserler inşa etmişlerdir. Ne yazık ki, bu tarihi eserlerin artık pek çoğunu ya hiç göremiyoruz, çünkü yok edilmişlerdir, ya da camilerin ve tekkelerin kilise, lokanta ya da müzeye çevrildiğine üzüntü ile tanık oluyoruz. Mezarlıklarımız da nerede ise ya yok edilmiş, ya da yok olmak üzeredir. Bu hal sadece, Bulgaristan Türklerinin asırlardır yaşadıkları vatan topraklarında değil, diğer Balkan coğrafyasında da benzer üzücü görüntüler ile karşılaşmaktayız, yani Osmanlı eserleri her şekilde yok edilmekte ve biz dikkatli ve sorumlu adımlar atmaz isek, biz sahip çıkmaz isek bu üzüntü verici süreç devam edecektir.


Makale ve Analizler - 2014

147

Bunu durdurmanın tek yolu Dünyada söz sahibi olacak, Büyük ve Güçlü bir Türkiye’yi hep birlikte oluşturmakla mümkün olacaktır... Bununla beraber, zaman içerisinde, Osmanlı Devleti, çeşitli sebepler sonucu, gerileme ve çöküş yaşamaya başlaması ile Müslüman ve Türklerin yaşadığı bu geniş coğrafyada, yaşanan savaşlar, göçler ve sürgünler ile maalesef terk etmek zorunda kalındı. Bu süreçte, Ortadoğu’da, Kafkaslarda olduğu gibi, Osmanlının çekilmesiyle önemli bir Müslüman-Türk kitlesi de Balkanlarda Bulgaristan’da kaldı. Yıllarca çok zor şartlar altında, dinlerini, dillerini, kültürlerini, adlarını koruyabilmek ve varlıklarını sürdürebilmek için amansız bir mücadele de bulundular. Halen de çok zor şartlar altında bu mücadeleleri sürmektedir. Bazen zorunlu göç bazen baskılardan bunalarak Anavatan Türkiye’nin yolunu tutarak buralarda da göçmen daha doğrusu muhacir topluluğunu oluşturdular. Göçmenler, Anavatan Türkiye’ye geldikten sonra, birçok sorun da ortaya çıkmaya başladı. Bu sorunların çözüme kavuşturulabilmesi için, göçmenlerin siyasette de, sosyal ve ekonomik hayatta da etkili olmaları gerekiyordu. Ancak, Türkiye’ye göç etmiş olan hemşerilerimiz, yaşadıkları ülkede, gördükleri baskılar nedeniyle, Anavatan’da da siyasete karşı mesafeli yaklaşmaktadır. Bugün bu mesafeli yaklaşım, halen kısmen de olsa sürmektedir. Bizler, yani Bulgaristan Türkleri olarak, ilçemizde, İstanbul’da ve Türkiye genelinde ve hatta Bulgaristan’da ve diğer ülkelerde yaşayan soydaşlar olarak, çok daha birlik ve beraberlik içersinde olmalıydık. Biz sesimizi çok daha gür çıkarmalı ve haklarımızı hukuki zeminde kalmak şartı ile aramak ve almak için gayret etmeliydik. İşte, bizler Türkiye’de, Bulgaristan’da ve hariçte yaşayan soydaşlarımızın da artık sesi, soluğu, nefesi BULTÜRK. Yani bizler, yani sizler, eğer sizler olmazsanız, sizler kadını ile erkeği ile genci çocuğu, dedesi, ninesi ile bir ve beraber olarak BULTÜRK’e sahip çıktığınız için, sizlere teşekkür ediyoruz. Sağolunuz varolunuz. Genel Merkez binamızda yaptığımız konferanslar, sempozyumlar, paneller, sohbet toplantıları ve gezilerimiz ile hem tanışma hem kaynaşma, hem de tarihimiz, kültürümüz, sanatımız, müziğimiz, folklorumuz ve hem Türkiye hem de Bulgaristan’daki yaşanan siyasi, ekonomik ve kültürel gelişmeleri, uzmanlarımız ve hocalarımızın da katılımı ile toplumumuzu bilgilendirme ve bilinçlendirme gayretindeyiz. Yine bütün bu toplantılarımıza verdiğiniz destek, katkı ve katılımlarınız için, her birinize ayrı ayrı teşekkür ediyorum


148

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Aylık olarak yayınladığımız BULTÜRK “Bulgaristan Türklerinin Sesi” Gazetemiz ile aynı şekilde hem Atayurt’ta hem Anayurtta olan gelişmeleri ile kültürel ve sosyal açıdan hemşerilerimizi bilgilendirmekle birlikte; Göçmen hemşerilerimizin, kardeşlerimizin, siyasete olan çekimserliklerini kırabilmek için, elimizden geleni yapmaktayız. Üyelerimizi sivil toplum hayatının her kesiminde faaliyet yürütmeleri için, teşvik ediyor ve destekliyoruz. Ve çok şükür, şu anda yaşanılan bütün olumsuzluklara rağmen, bu salonda bulunan beyefendi ve hanımefendiler içinde, ne mutlu ki çeşitli branşlarda doktorlarımız, mühendislerimiz, işadamlarımız, yerel yöneticiler, akademisyenlerimiz var. Memur, işçi ve esnaf kardeşlerimiz de aramızdalar. Ve artık aramızda, özellikle gençlerimiz, daha fazla okuyan, araştıran, ülke meseleleri ile ilgilenen, ev hanımlarımız, annelerimiz, gençlerimiz var. Üniversitelerde okuyan, geleceğin büyük ve müreffeh Türkiye’yi kuracak ve dolayısıyla da geldikleri ecdat topraklarını da unutmayarak, Bulgaristan Vatanımız Türkiye Anavatanımız, Vatana da Anavatana da Türk Dünyasına da hizmet edecek, kültürlü, bilgili, şahsiyetli, her biri bizim gururumuz ve geleceğimiz olan, gençlerimizin de bu salonda, bizler ile birlikte olduklarını görmek, bizleri geleceğe doğru daha ümitle bakmaya sevketmektedir. Her birinize tekrar tekrar teşekkür ediyoruz... Ancak bizler, her çeşit meslek grubundan, her yaş grubundan oluşan ciddi bir nüfus ve ciddi bir enerji potansiyeline sahip olan Bulgaristan Göçmenleri, artık Gazi Osman Paşa İlçemizde de, diğer ilçelerimizde de ve hatta İstanbul dışındaki diğer şehirlerde de, bu ve bundan sonraki süreçte siyasi, sosyal ve kültürel sahalarda çok daha aktif çalışmalarda yer alacağız, projeler üreteceğiz ve çeşitli sahalarda varlığımızı göstereceğiz. Siyasi alanda da, bundan böyle yerel ve genel seçimlerde, çok daha aktif olacağız... Artık sesimizi çıkaracağız, bizi dikkate alan ve başkanlık yönetiminde ve meclislerinde, Bulgaristan Türklerini ve BULTÜRK Yönetim Kurulunu dikkate alan politikacıları ve başkan adaylarını biz de dikkate alacağız ve elimizden gelen bütün desteği kendilerine vereceğiz. .... Ancak, bizi ve Bulgaristan Türklerini dikkate almayan, haklarımızı aramayacak, sözümüzü ve taleplerimize kulaklarını tıkayacak, yönetim ve meclislerinde yer vermeyen politikacı ve başkan adaylarına da gerekli cevap sandıkta verilecektir. Bu nedenle, sandığa gitmeden önce kılı kırk yaracağız, çok düşüneceğiz ve sandıkta da ona göre oy kullanacağız.


Makale ve Analizler - 2014

149

Sayın Hasan Tahsin Usta, Gazi Osman Paşa Belediye Başkanı ile çalışacak ve beraber faaliyet gösterecek olan arkadaşımız Sayın Seyhan Özgür kardeşimizin her zaman yanında olacağız. ... Yerel siyaset ve yerel yönetim mekanizması olan belediye başkanlık seçimlerinde, Bulgaristan Türkleri ve BULTÜRK’ü temsil edecek olan Seyhan Özgür’e gösterilecek değer ve yerin, camiamıza gösterilmiş olduğunun bilinciyle bizler de elimizden gelen bütün gayreti göstereceğiz. Biz, Biz’e ve bizim insanlarımıza değer veren ve haklarını arayan yerel yönetime talip olanlarla birlikte olacağız... Bizim maksadımız gelecek kuşaklara müreffeh özgürlüklerden tam olarak yararlanabilen, özgüveni yüksek insanlar ile demokrasinin kalesi olmuş bir ülke bırakmak. Muhterem arkadaşlar, Sayın Gaziosmanpaşa Belediye Başkanımız Sayın Hasan Tahsin Usta, sizlere Bulgaristan göçmenlerinin kurduğu G.O.Paşa ilçesinin yarınları için düşüncelerini, hayallerini ve hedeflerini anlatacaklar. Sizler de doğru bulduğunuz projeleri takdir edeceksiniz. Değerli üyelerimizin tercihi bizim de, tercihimiz olacak. Bu seçimler son derece kritik seçimler olacak. Bu nedenle her birimiz çok iyi düşünerek oylarımızı kullanmalıyız. Sayın Hasan Tahsin Usta’dan ricamız da bizim üyelerimizden meclis üyeliğine aday olan Sn. Seyhan Özgür kardeşimize destek olmasıdır. Bulgaristan Türklerinin, artık GOP belediyemizin yönetimlerinde olmaları şarttır. ... Belediye Başkanlığı Yönetimi ve Belediye Meclisinde BULTÜRK üyesi arkadaşlarımız tercih edilmeli ki, Bulgaristan Türklerinin sosyal haklarının korunması, vatandaşlık problemleri, Bulgaristan ile kardeş ilçe konuları gibi ve daha pek çok problemlerin nedenleri ve çözüm yoları noktasında bilgi ve iletişim sağlanabilinsin. Aksi takdirde, Gazi Osman Paşa ilçesinde ikamet eden soydaş kardeşlerimizin çözüm bekleyen problemleri, Belediye yönetimi ve Meclisinde temsilci ve muhatap kimse olmadığı için, atıl kalacak ve problemlerimiz de sürecektir. Hepimizin malumu olduğu üzere; İstanbul’da büyük bir göçmen kitlesi yaşamaktadır. Sadece GaziosmanPaşa’da değil, Bayrampaşa, Sultangazi, Başakşehir, Kâğıthane, Esenyurt, Avcılar vsy. Sizler, bu salonu şereflendiren aziz ve sevgili kardeşlerimiz,


150

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bizler her zaman olduğu gibi, elbette bu gün de Anavatanımız Türkiye Cumhuriyeti’nde ve İstanbul’umuzda da, hayatımızı sürdürdüğümüz, Gaziosmanpaşa ilçesinde de varız, var olacağız ve ülkemiz, milletimiz, devletimiz için çalışacağız. Ancak, doğduğumuz, büyüdüğümüz yerlere, ata topraklarımızda yaşayan hem vatandaşlarımıza da, kültürümüze de, toprağın üstündeki değerlerimize de, şehirlerimize de, mezarlarımıza da, geçmişimize de tarihimize de sahip çıkacağız. Ki biz var olalım, geçmişini bilmeyen ve bugününe de sahip çıkamazsanız, var olamazsınız. Dilinize, Türkçenize, dininize, adınıza, kültürünüze sahip çıkamazsanız, var olamayız. Var olmak için, hür olabilmek için, özgür olabilmek için, bütün bu milli ve manevi değerlerimize sahip çıkmalıyız, sizlerle, sizlerin varlığınızla, gücünüzle, dualarınızla, katılımlarınızla ve hep birlikte sahip çıkacağız. Yaşayacağız, yaşatacağız ve geleceğe taşıyacağız. ... Değerli BULTÜRK üyeleri bizlerin hepimizin dedelerimizin mezarları o topraklarda, onlar bizim tapumuzdur. Bizim dedelerimiz Bulgaristan’ın koynunda yattıkça bizimsin ey güzel dedemin, ninemin, atalarımın kutsal ve güzel toprağı. Pek çoğumuzun hala oralarda akrabaları var ve bizler, Bulgaristan’ı düşünüyoruz ve düşünmeye de devam edeceğiz. Oradaki kardeşlerimizin hak ve hukuklarını, kültürlerini, dil, din ve eğitim problemlerinin de takipçisiyiz, takipçisiydik ve bundan sonra da, Bulgaristan Türkleri hiçbir zaman sahipsiz değildir. Çünkü sizlerle varsınız, sizlerle birlikte bu mücadelemiz ebediyete kadar sürecektir. Bizler BULTURK Derneği olarak hem buradaki soydaş vatandaşlarımızın hem de Bulgaristan’da yaşayan soydaşlarımızın, haklarının savunucusu, sesi, soluğu olmaya devam edeceğiz. Burada da, orada da var olduğumuzun bilincindeyiz ve biz BULTÜRK olarak, Bulgaristan Türklerinin her platformda sesiyiz ve sesi olmaya da devam edeceğiz. Bizi ve halkımızı dikkate alanları, taleplerimizi dikkate alanları, verilen vaatleri yerine getirenleri asla ve asla unutmayacağız. Değerli arkadaşlar biz İstanbul’da, yani dünya başkentinde, dünyanın merkezinde yaşıyoruz.


Makale ve Analizler - 2014

151

Dünyanın başkentinin de ona yakışır bir hale ve seviyeye gelmesini gönülden arzu ediyoruz istiyoruz. Aday arkadaşlarımızın da bu bilinçle çalışmalarını istiyoruz ve bu hususta onlara güvenimiz tamdır. Değerli üyelerimiz, aziz kardeşlerimiz, tekrar toplantımıza teşrifleriniz için, tekrar teşekkür ediyor, sevgi ve selamlarımı sunuyorum. Sayın Hasan Tahsin Usta’ya ve arkadaşlarına başarılar diliyorum... Yük ağır, yol uzun. Allah Devletimize ve Milletimize zeval vermesin. Türkiye’mizi ve Bulgaristan’da yaşayan kardeşlerimizi ve bütün soydaşlarımızı korusun ve yüceltsin. Beni sabırla dinlediğiniz için ve teşrifleriniz için özellikle Bayrampaşa Kaymakamımıza ailesi ile birlikte bu davetimize katılımlarından dolayı m tekrar teşekkür ederim. Sevgi ve Saygılarımızı Sunarım... Rafet Ulutürk BULTURK Genel Başkanı

HÖH Çoğulcul Seçime Neden Karşıdır?

İbrahim Soytürk-11.Şubat.2014

24 yıldan beri Bulgaristan politik sistemine katılan ve 4 iktidara ortak olan Hak ve Özgürlükler Partisi (HÖH / DPS) seçmen iradesinin doymaz sömürücüsü durumuna geldi. Seçmen kitlesi başlıca Bulgaristan’da yaşayan Türk, Pomak ve Müslüman Çingeneler olan bu politik oluşum, Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ndeki (KKTC) soydaşlarımızdan ve Batı Avrupa ülkelerinde çalışan işçilerimizden de oy alıyor. Bu politik partinin kurulmasıyla ilgili şimdiye kadar söylenmemiş ve yazılmamış olan bir cümleyi şuracıkta sizinle paylaşmak istiyorum. 10 Kasım 1989 tarihinden beri Bulgaristan Türkleri ve Pomakların hayatında kalıcı iz bırakan ve tarihe geçen 3 önemli olay olmuştur. Bu olaylar aslında 3 önemli ve yaşam biçimi belirleyen edinimdir. Vatanımızda totalitarizmden


152

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

demokrasiye geçiş çabalarının bize getirdiği bu kazanımlardan birisini günümüz aktüelliğinde irdelemek istiyorum: Konu 1: 31.Aralık 1989 günü Bulgaristan Müslümanlarına zorla Bulgarlaştırılan Türk isimleri iade edildi. Dini haklarımız geri verildi. Bunun anlamı, kimliklerimize, tapularımıza, evlilik belgelerimize, miras vesikalarımıza, iş ve sigorta belgelerimize, iş sözleşmelerimize ve mahkeme kararlarına işlenen Bulgar isimlerimiz kaldırılacaktı. İsteyene Türk isim, baba ve ana ismi ve soyadıyla yeni kimlik, pasaport ve tüm diğer belgeler verilecekti. Belediyeler arzu edene bu konularda ayniyet belgesi (svidetelstvo za identiçnost) vermek zorundadır. Bu belgeleri aldık, gösterip sınır bile geçtik. Türk isimlerimiz Bulgar seçim kütüklerine yazıldı. Seçimlere Türk isimlerimizle çıkardığımız kimliklerimizle katılıyoruz. İslam’a ait olduğumuzu kabul eden Bulgar makamlar dini yasakları kaldırarak, ibadet haklarımızı iade etti. Camiye gidenlere, namaz kılanlara, kurban kesenlere, oruç tutanlara, cenazelerini İslam istemlerine göre kaldıranlara, mevlit yapanlara, çocuklarını Müslüman din okullarına gönderenlere engel olunmaz oldu. Totaliter düzenin yıkılmasından hemen 50 gün sonra elde edebildiğimiz ve aslında en doğal insan haklarımız olan, hepimiz için çok önemli ve hepimiz için çok büyük bir değer olan edinimler, cümlemiz için zaferlerin zaferinden büyüktü. Biz XX. yüzyılda bundan büyük bir UTKU yaşamamıştık. Hepimiz için 100 yıl devam eden yani 3 (üç) nesil arasız süren zulme yenik düşmeden insanca yaşama davamız zaferle yıldızlandı. Bu yaşamsal öneme sahip kazanımımızın genişletilip güçlendirilmesi, pek tabii ki, kölelerin özgürlüğe kavuşması öz davaları, özgürlüğü yaşatmaları da kendi davaları olduğu gibi, bizim de, doğal haklarımızın bütünsel sağlayıp pekiştirmemiz mücadele azmimizi şahlandırmıştı. Bu mücadelenin içinde, dört sende bir yapılan parlamento (meclis) seçimlerine birlikte katılmak ne kadar önemliyse, bunların hangi seçim sistemine göre yapılacağı da çok büyük bir önem taşımaya başladı. Hele XXI. yüzyılda! Dedelerimiz III. Bulgar Çarlığı döneminde yani 1945’e kadar, fırsat bulup parlamenter düzenin, demokratik meclis seçiminin, verilen her oyun kader belirleyici önemini öğrenemediler. Öğrenemedikleri, bilmedikleri bir şeyin bilincine de varamadılar. İstanbul görüp gelenler, Balkan Savaşı’ndan dönenler, Çanakkale Savaşı gazilerimizin ömrü Sultanlığı, Meşrutiyeti, Enver Paşayı ve hezimetleri anlatarak geçti. Avrupa’yı anlatanlar sözlerini hep “gâvura güvenilmez” ipiyle bağladı. Gece boyu süren bu sohbetler hep şu sualle bitiyordu: “Bilen yok mu, ne oldu


Makale ve Analizler - 2014

153

şu Osmanlı’nın malı mülkü, gemi gemi altınları?” Döşek üstüne serilmiş, beli yastıklara dayalı, sarıklı fes gece gündüz başından inmeyenler arasından biriler, kaçak dumanından göz gözü görmeyen odalarda, maşa ile ocaktan çektiği son isiyle sigarasını yakmaya uğraşırken, hep şu söylerdi: “Ne olacak, denize battığını işitmediğimize göre, şekerli kahveyle içmişlerdir!” İçtikleri sabah kahvelerinden sonra da oldukları yerlerde şekerlemeye dalarak, kim ne hülyalar görerek, ömür törpülemeye devam ediyorlardı. Bizim o kuşaklardan yüklendiğimiz bilinç, sabırlı olan derviş muradına ermiş inancıyla daha zeki birisini beklemekten başka bir şey değildir. Bu geleneksel algılama tarzımızda geçmişimizi ve geleceğimizi kader işi olmaktan kurtarana, tarihi toplumsal yasallıklara, devirler arası çelişkilere, medeniyetler ve kültürler arası savaşıma göre anlatarak bilinç örmemiz başlayana kadar köprülerin altından çok su aktı. Biz de yürümeyi düşe kalka öğrendik ve sonra da koştuk. Orantılı seçim sisteminin yerine oyumuzu çoğulcul sisteme göre kullanma hakkı istediğimiz ile o zamanlar arasında, başlangıç ve son tarihini gösterebilmede zorlandığımız uzun dönemden sonra hüküm eden, bir başka 50 yıl daha var. 1945 ile 1990 yılları arasında hepimiz her defasında seçim sandığı başına koyun gibi götürüldük, bir tek oyu bir tek sandığa atıp zafer kutladık. Karşımızda muhatap olacağımız, bizden farklı olan biri olmasa da, hiçbir şahıs ve tüzel kişiyle seçim yarışı içinde olmasak da, biz seçimleri her defasında % 99,98 kazanırdık. Oyunu kullanamayanlar ise, ya ölüm yatağında can çekişen, ya ismi listelerde olan fakat seçim arifesinde hayata ansızın gözlerini yuman ve seçim günü cenazesi kaldırılanlardı. Dağda bayırda koyun kuzu peşinde koşarken, ömürleri seçim yapıldığından haber almadan geçen birkaç çobanla tanıştım. Hayat yollarını “seçim” ve “oy” sözlerini öğrenemeden geçen bu “sosyalist demokrasi emekçileri” ile anlaşırken “intihap” ve “rey” üzerinden temas kurabildim. Hiçbir yerde, hiçbir konuda ve hiçbir uygulamada kendine muhalif tanımayan sosyalist düzen, seçim günü de hepimize fabrikadan çıkmış tuğla gibi baktı. Aynı gün bakırdan dökülürcesine yağmur yağsa, gök yere inse ve tuğlaların hepsi su altında kalsa, hiç birinin birazcık da olsa su almaya, birazcık nemlenip demlenmeye hakkı yoktu. Hatta seçim iş gün arasına sıkışmış bir günde, yaz güneşinin en fazla kızdırdığı bir günde yapılsa bile, kimimiz biraz daha fazla güneşlenip diğerlerinden bir azcık daha fazla sertleşmeye kimsenin hakkı yoktu. Ağaçların dalları bile aynı usulle kesilip taşlanıyordu. Aynı ilaçla ilaçlanıyordu. Köklere damlayan su damlaları bile sayılıydı. Meyveler aynı büyüklükte kasetlere diziliyordu. Bulgaristan Komünist Partisi Merkez Komitesi Politik Bürosu Genel Sekreteri ve Devlet Konseyi Başkanı Todor Jivkov’un bu doğal süreç içinde gücünün et-


154

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

mediği bir tek şeycik vardı. Bahar açan goncalardan hangi arının hangi çiçeği tozlaştıracağına sözü geçmiyordu. Arıların ilaç kokusuna isyan edip bahçeye çıkmadığı zaman grev yapacaklarını da düşünemedi. Arılar baş kaldırınca tozlaştırma işini baharda rüzgâr esintisinin yapabileceğini bilmediğinden, Moskova’ya bir rüzgar makinesi sipariş etmeye akıl edemedi. Bugün hicivle anımsadığımız ve üzerinden 30 yıl geçen bu saçmalıkları dikkatinize sunma lütfü gösterirken, size anlatmaya çalıştığım, çok büyük bir gerçektir. Donmuş komünist kafalar bizim oralarda çok şeyi çarpıttılar da, yalan makinesini çalıştırmada, şimdiki “lider” Hak ve Özgürlükler Partisi Genel Başkanı Lütfü Mestan karşısında hepsi solda sıfır kaldı. Bu hemşerimiz “ustası” Ahmet Doğanı da solladı. Başımızdaki fese püskül olana kadar, inişli çıkışlı yollardan yürümeye zorlanan, birkaç hapishanede nar üzerinde sürünen Ahmet Doğan da yeni gelişmeler karşısında dilini yuttu. Bu kadar zahmet arasında Türkçe yazıp okumayı öğrenemeyen Doğan, Bulgarca okur yazar duruma gelene kadar, hakkımızda 10 cilt ihanet, fitne ve lekeleme yazdı. O zamanlar tükenmez yoktu. Mürekkep kalem ucunu dilinde ıslatmadan yazmazdı. Zavallı ne kadar mürekkep yaladı! Gizli servislere sunduğu bu hizmetlerinden dolayı “lider” unvanına layık görüldü. “Hapisten” doğrudan lider çıktı. Türklerin arasına sızıp Türklük ağıcını kurutan bir kurt (köstebek) olarak çalışmalarından ötürü de “Şeritli Koca Balkan” madalyasıyla ödüllendirildi. Bu madalyayı almadı, çünkü “ağaç kurumadı.” Ve sonunda her şey bayatlayınca ruh çöküntüsü geçirdiğini doktor raporlarıyla belgeledi. Günümüzün yeni Saraylısı olan Doğan beklemediği bir anda, havada tek bulut dolaşmazken ansızın gölgelendi. İnsanın en büyük düşmanı en yakın dostudur, deyenler haklıymış. Lütfü Mestan Veliko Tarnovo’da Bulgar Filolojisi okumuş, Ahmet Doğan da Şumen’de 2 yıl Bulgar Filolojisi okumuştu. Güney Tahir de muhabir öğrenci olarak Bulgar Dili tahsili görmüştü. Lütfü Mestan’ın 5 yıl bu işle uğraşırken nokta ve virgülün tam nereye konduğunu iyi öğrenmişe benziyor, çünkü Ahmet’i de Güneri de ardında bıraktı. Doğrusunu isterseniz, ben de, şimdiye kadar Türk, Pomak ve Çingenelerle meşgul olacak politik kadroların dil kurslarında eğitildiğini bilmiyordu. Bu yıl yeni politikacı akademisi açmak isteyenlere bildirelim de, masraf etmesinler. Bu işi filologlar da yapabiliyor. Onların bir tek eksikleri var, bir ağaç iki defa aşılanmadığı gibi, ana dilini bilmeyenler ikinci bir yabancı dil öğrenemiyorlarmış, ama bu kadar kusur “kadı kızında da olur.” Şuna da işaret etmek istiyorum.


Makale ve Analizler - 2014

155

Lütfü Mestan Cumartesi gün yapılan Sosyalist parti, BSP kurultayını Bulgarca kutlarken bayağı zorlandı. Bazı şeyleri doğru dürüst söyleyebilmek için yalnız Bulgarca bilmek yeterli olmuyor, biraz daha derin bilgilenmiş olmak da gerekli gibi. O, BSP’yi olgun bir parti olarak, hatta “Bulgar olmayanları eritme” politikasıyla ilgili “özür” dileyecek derecede kemale ermiş şeklinde anlatmaya çalışırken tökezledi. Neden bilir musunuz, çünkü zülüm eden birinin sana daha önce başkası daha fazla zülüm etmiştir, deyip işkenceye devam etmesinin mantığı yoktur. Bu iş, biraz şimdi hatırladığım bir Çingene masalına benzedi: “Çingenenin biri su getirmesi için kızına iki alaca testi vermiş ve kız daha yola çıkmadan onu dövmeye başlamış. Bağırış çağırışı duyan komşular toplamış. “Yapma etme, kız testileri kırmamış, kırınca döversin, deseler de, Çingene bildiğini okurken, “Testileri kırdıktan sonra dövmemin ne faydası olacak?” demiş.” Sözümüzü bağlarken, zafer kazanmamış biri düşman barış ve uzlaşma teklifinde bulunamaz, demek istiyorum. Komünistler bizi yenemediler ki, onların varisi olan BSP ne Bulgar totalitarizmini yıkan ne de demokratik bir düzene geçmeyi gerçekleştirebilen bir güçtür. XXI. yüzyılda kendi kendine gelin güvey olanları devamlı kutlamak da yakışık almıyor. Biz gelelim ana konumuza: HÖH çoğulcul seçime neden karşıdır? 7 Şubat 2014 Cuma günkü sayısında Sofya gazetelerinden “24 Saat” gazetesi Lütfü Mestan’la uzunca bir söyleşi yayınladı. HÖH genel Başkanı bu demecinde 2001 ve 2009 yılı parlamento seçimler “Orantılı sisteme göre değil de Çoğunluk sistemine göre yapılmış olsaydı” ne olacaktı hesaplarını yapıyor. Orantılı sistemden alınan sonuçlar esas alınarak yeniden gece gündüz hesaplatmış ve diyor ki: “2001’de seçimler çoğunluk (macoriter) sisteme göre yapılmış olsaydı, 21 yerine 45 milletvekili; 2009’da ise, 38 yerine 50 milletvekili çıkaracaktık.” Hatta şöyle değil de böyle olsaydı, 2009’da HÖH / DPS partisi ikinci parlamenter parti olacaktı, diye eklemiş. Lütfü Mestan bu yazıyı, HÖH partisinin seçmenlerin kendilerinin seçtiği adayları kendi oylarıyla parlamentoya göndermesini önlemek için yazmıştır. Yani majöriter sisteme karşı olduğunu beyan etmiştir. HÖH partisinin böyle bir değişikliğe ihtiyacı olmadığını belirtmiştir ve muhtemel olumsuzluklara ilişkin görüşlerini şöyle esaslandırmıştır: 1. Bu işten demokrasi kayba uğrar; - (sana ne?)


156

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

2. Politik çoğulculuk yara alır; - (sana ne?) 3. Küçük partiler meclis dışı kalır; - (sana ne?) 4. Meclis dışında kalan partiler irileşebilir - (sana ne?) 5. İki kutuplu model oluşur. - (sana ne?) İstesem de istemesem de şu satırları yazmak zorundayım. Anladığım kadarıyla Bulgarca Fakültesinde matematik dersi verilmiyor. Bir sistem üzerinden yapılan seçim sonuçlarını, bambaşka bir matematik formülle Hesaplanan başka bir seçim sitemine göre hesapladım deyim, gazetelerde yazı yazmanın anlamı yok. Böyle bir şey olamaz. Sayın Mestan, majoriter sistem uygulansa senin ızbandutlarına, sabıkalılarına, hapishane koğuşuna konan vekillerine, hırsıza, çapulcuya kim oy verirdi acaba??????? Bu yazısında Mestan, bir Alman modeli olan % 50 orantılı % 50 çoğunluk sistemine de karşı çıkıyor. Aynı zamanda zorunlu oy kullanmaya veya oy kullananların hepsine sandık başında 20 levalık bir çek verilmesine de ters bakıyor. Acaba neden? Bu soruların bir tek cevabı var: Sistem değişir ve seçmen kendi adamlarını meclise gönderirse, gizli polis, mafya ve oligarşi HÖH / DPS bültenleriyle kendi ajanlarını parlamentoya gönderemeyecek ve kendi borusunu istediği gibi öttüremeyecek yani kendi hükümetini kurduramayacaktır.


Makale ve Analizler - 2014

Yeni Bulgaristan

157

BG-SAM-11.Şubat.2014

Bulgaristan Türk ve Müslümanların demokrasi döneminde 3 büyük edinim elde ettiklerini, bunlardan birincisi olan İsimlerimizin ve Dini Haklarımızın geri alınmasını anlattık. Bugün ise, ikinci büyük kazanımımız olan Hak ve Özgürlükler Partisi’nin kurulmasını ve son 24 yılda oynadığı rolü yazmak istiyoruz. Bulgaristan Türklerinin geçen yüzyıl gördükleri ırk ayrımına ve farklı muameleye karşı, 1970 - 1990 arası kendilerine karşı uygulanan baskı ve terör politikasına, isimleri ve kültürleri değiştirilerek “kimlikleri eritilerek Bulgarlaştırma” politikasına karşı verdikleri ağır ve şanlı savaşımın tacında çok yüksek politik bilinç ve Hak ve Özgürlükler partisinin kurulması vardır. Partinin ismini Bulgaristan Türklerinin adalet ve hürriyet davasında bayrak olan Pasajov koymuştur. İlk Tüzük ve Program, “Simeyonovo” Yüksek Polis Okulu’nda kaleme alınıp 4 Ocak 1990 günü Varna İl Mahkemesinde tescil edildi. Bulgar polisinin bu kadar büyük işgüzarlık göstermesine şaşmamak gerekir. O gün bu gün 24 yıl geçti, ne partinin tüzüğü uygulandı ne de programında yer alan hedeflerden her hangi biri gerçekleştirildi. Partinin temelleri atılırken Bulgaristan Türk, Pomak ve Müslümanlarının en büyük sorunu etnik kimlik, halk topluluğu olarak birlikte ve gelenekleri bozmadan yaşamak, ana dillde konuşmak, kendi söylevleriyle kültür sanat yaratıp yaşatmak, hem Bulgar hem de Avrupa medeniyetine özel güzelliği ve dillere destan inceliyle farklı bir renkle katılmaktı. Ana dile dayanmayan kültür gelişemez, başkasının dilinde öz kültür yaşatmak yabancı birinin kaşıyla yemek yemek gibidir ve bu olmaz. Bizde de olmadı. Yeni kaşık kullanmadan, eski tahta kaşıklarla tarhana ve fasulye çorbasını kaşıklamaya, pideleri ellerimizle parçalayıp parmaklarımızla yemeye ve hoşafı da tastan içmeye devam ediyoruz. Bugündü durum 1990’lardan çok farklaştı. Köyler boşaldı boşalıyor. Üretilen satılmıyor. Bulgaristan’ın 28 ilinin 11’inde gece eczanesi yok. Bunlar bizim illerimizdir. Okullar kapandı, açık olduğu yerde öğretmen, öğretmen olan köyde çocuk yok. En önemlisi ülkede adalet ve huzur yok. Bir toplumda hukuku çökertmek, adaleti rafa kaldırmak ve devletin belini baltalamaktır. Bugünkü Halk Meclisi’nde Hukuk Komisyonu Başkanı HÖH Milletvekillerinden biri olsa da, ülkemizde adalet diye bir şey yok. Biz 24 yıldan sonra olmayan işlerle uğraşıyoruz. Parti liderlerinin sahte adalet ortamından gelmiş olması, örs ve çekiç arasındaki gerçekleri bilmeden yükselmesi, bü-


158

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

tün emellerimizin belini kırdı. Ölümcül bir hastalığa yakalandığı için 10 Kasım 1989’da devrilen totalitarizm ejderhası altında kaldık, ona yamak olarak can çekıştık. Halkımıza devamlı yalan söylediler ve onlara inanmamızı istediler. Olmadı. Ezilenler de uyanıyor. Uyananlar dünyayı görünce açılıp bilinçleniyor. Zekâ ateşi baş kaldırıyor. Bize “hak ve özgürlük” diyenler bugün Saraylara çekildi. Başımıza çavuş olarak totaliter rejimden general torunlarını atadı. Delyan Peevski gibi, bizden biri olmayan, HÖH’lü de olmayan ama hiç tanımadıklarımızın isteği üzerine bizim adımıza 2. dönem milletvekilliği yapan bu ızbandut, bu medya mafyası başı, devlet korosuna orkestra şefliği yapıyor. Gazetelerinde geçmişi koklatıp geleceği karartıyor. Mahkemeler felç oldu. Katiller, uyuşturucu kaçakları, dolandırıcı başları oligarşi ve mafya gölgesinde, gel keyfim gel, yaşamaya alıştı. Halk arasına çıkmaya yüzü olmayan saraylı baş hain adına işleri karıştırma kulislerinde 33’ünde başkan olanlar, kendileri yürümeyi öğrenmeden, başkaları adına nizam istiyor. Onların telefonu ağır cinayet davalarını durdurabiliyor. % 90 yabancı kaynaklarca finanse edilen Bulgar medyası adaletsizliğe çanak tutuyor. Ve bu karışıklık, keşmekeş, adaletsizlik çamurunda subaşı olan Ahmet Doğan ve yamağı Delyan Peevski ‘ye baktıkça, HÖH 24 yılda “döndü” diyoruz. Döndü sözünü babaannem yoğurt ekşimeye başlarken kullanırdı. Evet, her şeyin tadı kaçtı. Yine Ahmet Doğan’ın köy muhtarlığından meclis kürsüsüne çıkardığı ayarsızlardan biri olan A. Başev, bir TV yayınında (vesilesi önemli değil) “hepsinin kafasını lahana başı gibi keseceğiz,” demesi, kardeşlikten, adaletten, huzurdan dostluktan, hoşgörüden yana olanların emellerini yine dipsiz kuyuya itti, işin yoksa git ayıkla pirincin taşını... En asil azimle kurulan, 120 (yüz yirmi yıllık) öz birikimin patlaması, en insancıl ve hoşgörülü kardeşlik arayışının doruğu olan Hak ve Özgürlükler Partisi, ne yazık ki, bugün iktidar hastalığına yakalanmış ve ray değiştirmiştir. 4 defa koalisyon ortaklığında bulunması da insanımızın maddi ve manevi yaşamına niteliksel bir değişiklik getirememiştir. Ve HÖH partisi 24. yılında ve 2014’te “değişmez değerlerin sarsılmaz bekçiliğini yapmaya devam ederken,” yine de iyi bir şeycikler oluyor tabii...Yani değişmezler değişmeye başladı. AİHM, Pomak kardeşlerimiz İslam’ı kabul ederken olmamışları olmuş gösterip kan gölünde kelle yüzdüren Bulgar yazar Anton Donçev’in “Ayrılık Zamanı” adlı romanı, etnikler, uluslar ve halklar arasında düşmanlık kışkırttığı gerekçesiyle yasaklanma davasında duruşmaya aldı.


Makale ve Analizler - 2014

159

Bulgar ırkçı milliyetçiliğinin sönmeyen ilham ocaklarının en büyüklerinden biri olan ulusal yazar İvan Vazov’un “Esaret Altında” romanı hurdacılarca kilosu 12 st.’dan satın alınıyor. Irkçılık öyle bir bulaşıcı ki kendiliğinden kurumuyor. Kurusa bile yerine iyilik meleklerinin yuvalanması uzun zaman alıyor. Vidin Kalesi Paşası Pazvant oğlundan beri boşalan ama minaresinin tepesinde insan sevgisinin yuvası olan kalp hala duran, Tuna Ovası’nda kimsesiz ev, köy, cami, vakıf malı arazilerine Kanadalı zengin Yank Bari talep oldu, Suriyeli savaş kaçağı çocuklu ailelerle barınak yapıyor. “Bulgar toprağını satmayalım!” imza kampanyası 500 bin imza toplayamadığından halkoyuna sunulamıyor. “Sevgililer Gününde” bin bir renkli laleleri en çok sevilen Hollandalı gençler, yetenekli genç Bulgar ressamlara bizde daha önce renk çeşitliliği görülmemiş boyalar gönderdiler. Pomak kültürünün dokusu olan Rodop ve Pirin Dağlarının pastel renklerinin ebedileştirilmesini istiyorlar. Memlekete bir de Amerikalı geldi. Maykıl Stremetis adında bir Amerikan vatandaşı. Gelir gelmez Yeni Bulgaristan adında bir politik parti kurdu. Bulgar dilini bilmeyen bu Amerikalı parlamento seçimlerine katılmak istiyor. TV’de dedikleri, Bulgarcaya tercüme edildi. Anlayan anladı anlamayan anlamadı. HÖH / DPS Genel Başkanı Lütfü Mestan seçim propagandasını İngilizce yapıyor diye Maykılı jurnallemedi. Ben, ondan “Hey sen ne yapıyorsun? Burası Bulgaristan! Yabancı dilde propaganda yapmak yasak!” demesini bekledim. Ben Türkçe konuştum, cezalandım! Seni neden cezalandırmıyorlar? Sorsa isabetli olacaktı. Ama bizimki toleranslı. Biz Bulgar’dan Bulgar, Bulgarcıdan daha Bulgarcı kesilmezsek, Bulgarlar bizi nasıl sevsin? Biz Levkiyi Bulgardan fazla sevdik, kıskançlıktan başımıza gelmeyen kalmadı. Şimdi Musta Paşa’da 150 metre yüksek V. Levski Anıdı dikeceklermiş, bağış toplasalar da birkaç para versek. Levski devasında tuzumuz olur. O Türkleri Bulgaristan’dan kovmayı düşünmemiş. Ne güzel değil mi. Peevski’nin gazetesinin bugünkü başlığı: “Halkı çingenelerden koruyun!” Çingeneler aç! Şu Maykıl Stremetis’in yerine bize Martin Lüter King’in ırkçılığa karşı amansız savaşçı ruhu gelseydi, ne güzel olurdu değil mi! Belki Çingenelerin kal-


160

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

pazanlık ve kara cahilliğine bile çözüm getirirdi. M. Gandi’nin Hindistan’ı uzay gücü yapan zekâ ateşini yaktığı gibi bir mucide ihtiyacımız var. Herkes dil sorununa takılmış. Oysa, bizdeki ana sorun, yalnız bizim Bulgar dilini kendimizin iyi konuşmamızla bitmiyor. Bir politik figür olarak, bilmeyenlerin de Bulgarcayı bilenler kadar iyi öğrenmesini ve konuşmasını sağlamalıyız. Bulgarca iki lafı üst üste koyamayan, mektep kapısını yalnız uzaktan görmüş, okul odasına girmemiş, sıraya oturmamış, kara tahtaya tebeşirle bir çizgi bile çizmemiş babaanne ve anneannelerimiz Lütfü Mestan’ı nasıl anlasınlar? Onlar pişmiş aşa su kaçmasın diye onu dinlermiş gibi yaparak, içlerinden “söyleyeceğini söyledinse, hadi bitir artık be gülüm, her şey olacağına varır, bizim işimiz gücümüz var,” dediler de ne oldu? Şu lakırdılarından hiçbir şey anlayamadıkların Maykıl’ın söylemesiyle bir şeyler değişir mi? Usul icabı, Bulgarca konuşanın ağzına bakmaya devam ediyoruz. Dereye taş atmakla suyun yönü değişmez. Lütfü Mestan ne anlatırsa anlatsın “it ürür kervan yürür!” rüzgârı esiyor. Şimdi, köy meydanına Lütfünün yerine Maykıl gelse, “artık unutun şu eski Bulgaristan’ı, Yeni Bulgaristan’da buluştuk, birlikte yaşayacağız, bütün oylar bana” dese ve alkış tufanını dindirmek için cebinden çıkardığı dolarlar tomarlarını başlasa saçmaya ne olur dersiniz? Herkes para toplamak için eğildiğinde Maykıl bunu saygı ifadesi olarak kabul ederse, sandıktan çıkmayı beklemez mi? Bekler! Hem de parasını ödedim der ve beklemeye devam eder. Emir büyük yerden geldiğinde, herkese İngilizce ders kitabı dağıtılır. ABD’den gelecek “barış gönüllüleri” köylere kasabalara yerleşip ana dilini bilmeyenlere İngilizce öğretmeye başladığında, gel de seyre bak... Osmanlıdan ayrıldığımızda Bulgaristan Prensliğine Rus asıllı olan Aleksandır Batenberg oturdu. O da Bulgarca bilmiyordu. Kendine münasip bir prenses de bulamayınca hastalandı ve dostlar sağ olsun. Yeri boş kalacak değil ya, yine Bulgarca bilmeyen ve bir Alman kontu olan Ferdinand Saks Kobur Gortski 7 Temmuz 1887’de Bulgar Prensi ilan edildi. 22 Eylül 1908’den 2 Ekim 1918’e kadar Bulgar Çarı oldu. Daha sonra da Bulgar Çarlığı’na oğlu III. Boris geçti. Bu örnekleri vermemin sebebi, Bulgaristan’ın daha önceleri de Bulgar dilini bilmeyen yabancı prensler ve Çarlar tarafından idare edilmiş olduğunu hatırlatmak istememdir. Bu bakıma, çok saygı değer biri olan günümüzün kahramanı Amerikalı Maykıl Stremetis Bulgaristan’ı bir Cumhurbaşkanı ya da bir Bakanlar Kurulu


Makale ve Analizler - 2014

161

Başkanı olarak idare edebilir. Bu arada olağanüstü bir azimle dikkat edilmesi gereken bir husus var. Onun hiçbir surette ve asla Türkçeyi öğrenmemesine dikkat edilmelidir. Türkçe kafasını karıştırabilir. Bulgar milliyetçiler Türkçe bilen bir başkan kaldıramaz, taşıyamaz, ona tahammül edemezler. Hele şimdi Bulgaristan Bulgarca konuşan Türkiye olduğu bir dönemde bu olamaz! TV kanallarının hepsi zincirleme Türkçe seriler veriyor. Kibirli Bulgarlar bakmak istemese de, şu kıtlık günlerinde ekranda öyle sofralar kuruluyor ki ballı börekli, içkiler içiliyor kadehler zincirli, ince belli kızların hepsi albenili, doya doya sevişmekten önce kavga eden gönül çelenler sanki ekranda mıknatıslı... Şu elektronikleşme var ya, öyle bir şey ki, ne taşa, ne çamura, ne boyaya ne de tuvale benziyor. Bu filmlere bakılmasın diye bu Türk güzeller mermerden olsa burnunu yamuk, gözünü şaş yaparsın, çamurdan olsa kulaklarını eşlek kulağı kadar büyük ve tiksindirici yaparsın, çizilmiş olsa al yanaklarına kömür karası sürüp, tuvali tam ortasından yırtarsın da, olmuyor işte. Komando karının elindeyse çık işin içinden, çıkabilirsen! Elektronik dediğin insanın dışında olan ama içine işleyen ve Bulgar’a fikir değiştirten bir sihir değil de, nedir acaba! Maykıl Stremetis Bulgarca öğrenmede zorlanırsa, ana dil olarak bizde İngilizceyi ilan edip, Bulgarcayı yasaklar mı dersiniz! Maykıl’ın parti kurup politika havuzuna atlaması, politik ortamı kirlettir mi? Kirletmediyse bize başka Maykıllar da gelir, onlar da parti kurarsa, mecliste konuşma, tartışma ve yazışma dili İngilizce olabilir mi? İngilizce resmi dilimiz olunca bizim Hindistan’dan farkımız kalır mı? Hintliler İngiliz sömürgesi olduklarında İngilizce öğrenmeye zorlanmışlar. Hepimiz resmi dil olarak İngilizce kullanırsak, Bulgar parlamentosu hiç zaman kaybetmeden ve fırsat elden kaçmadan “Bulgarcayı iyi konuşanlara ikinci bir maaş verilecek” kararı alırsa, milletvekillerimizin Bulgar dilini Lütfü Mestan gibi öğrenebilmelerine kaç yıl gereklidir, dersiniz? 30 bin Bulgar genci yüksek öğrenimlerini İngilizce yapmak için dünyaya açılmıştı, dönüyorlarmış, hepsi Yeni Bulgaristan partisine katılırsa, Maykıl meclis başkanı seçilir mi? Bu çok zor bir soru tabii, çünkü Lütfü Mestan Bulgar dilini hem anlaşılır ve hem de anlaşılmayan düzeyde iyi konuşuyor. Bir ceviz kabuğu dolduracak kadar İngilizce bilmeden, seçim kampanyası döneminde Maykıl parti başkanı kalabilir mi, yoksa onun yerine Amerika’da “yükseköğrenimini tamamlamış ve yerli bir hot dokçuya evlenmiş” gece kulüplerinde bulaşık yıkamaktan bezmiş bir istidatlı mı gelir! Eski hükümetin Maliye Bakanı depo bekçiliğinden gelmişti. Bizden 1.4 milyar çaldı ve şimdi Moskova’da Üniversite Rektörü atandı. Moskovalılar 1 milyardan fazla çal-


162

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

mada yeni algoritim geliştiremediklerinden oligarşiden biri olan Hodorkovski bile yıllarca içerdeydi. Amerika’da bulaşık yıkamak mı Bulgar hapishanesinde yatmak mı zor? Bu soru yanıt bekliyor. Bulgar dilini bilmeyen bir yabancı gelip Bulgaristan’a prens, Çar ve Başbakan olabiliyorsa, hapishanelerimizde neden yatmasın?. Yoksa Yeni Bulgaristan’da bu işten de mi Delyan Peevski sorumlu olacak. O zaman Ahmet ikinci kez içeri girmez! Sraylı olmak kaderde olmayınca, sürün sürünebildiğince... Maykıl’ın konuşmaları biraz ezberden, “yıllar yılı Bulgaristan ismini lekelemiş insanların yerini almak için geldim!” diyor. Yani gözü Saraylarda. Saraylılar ne olacak! O, mitinglerde İngilizce yaptığı konuşmalarda, “Bulgaristan asırlardan beri uyuyor!” dedi. Demek bir çobandan bir Kral olduğunu bilmiyor. Saray uykusunun derin olduğunu işitmemiş. Komünizm, anti-komünizm ve eski moda anti-komünizm gibi konularda İngilizce konferans verirken, “sen bir proletersin, bir proleterden kapitalist olmaz, hadi dön git Amerika’ya deyenlere, adil olur musunuz” diye yanıt verdi. Adil olmak? Adalet nedir? Adaletin ne olduğu bilinmeyen bir ülkede Yeni Bulgaristan masalı dinlenmesine dinlenir de, acaba akılda bir şey kalır mı!

Kuru Dere

Murat Ulutürk-12.Şubat.2014

Bulgaristan Türkleri arasında piyano başına oturmuş, sol eli beyaz ve siyah tuşlarda, sağ eli nota kâğıdına bir yazıp çizen, sonra durup burun deliklerinden çıkan melodiyi kendi dinleyen, “ha oldu” dedikten sonra yeni baştan çalmaya başlayan bir tek kişi tanıdım, besteci Turgut Şinekr. Peştere ormanından bir esnaf ailesinden gelen bu yaratıcı önce Filibe’de (Plovdiv) sonra da Yüksek Müzik Öğrenimini Bakû’de görmüştü. Zümbülzadeler, Bülbülzadeler ve Sevdazadeler sülalelerinin saz, bağlama, yaylı tambura ve kanun çalmaktan nasırlı elinden içtiği sanat sularının şırıltısını memleketimize getirmiş ve 30 yıl gibi aslında uzun ama bir sanat yaşamı için


Makale ve Analizler - 2014

163

çok kısa bir dönem Bulgaristan Türk müziğiyle haşır neşir olmuş, yatmış kalkmış kendisi kemalle erirken onu da yaşatmış ve sevdirmişti. Yüksek müzik akademilerine girebilmiş ve şan dersi alacak kadar yükselmiş birkaç kızımızdan başka aramızdan nota dilinden anlayan pek yoktur. Bizim okulda hademelik yaban Cemile yengenin müzik öğretmeni Kondov’un kara tahtaya çizdiği sol anahtarı ve içine yerleştirdiği notaları gördüğünde, “davulun bir tokmağı olur, bunlar sekiz, bu ni be canım!” dediğini hiç unutamadım. Bürgüsünün kenarından saçları birazcık görünen Cemile yenge, okula girip çıktığından, diğer kadınlardan daha iyisini “bilir” havasıyla yaşıyordu. Kara tahtadaki “bayraklı davul tokmaklarını” boş bulunup sökememesi, kulak dolması bilgeliğin ve kör cahilliğin bir aynasıydı. Koro grubumuz vardı, “Mahpushane Türküsü” ile “İzmir’in Kavakları”nı söylerken çok zorlandığımı hatırlıyorum. İnsan anlamadığı bir şeyi anlatırken güçlük çektiği gibi, öyküsünü bilmediği türküleri seslendirirken de zorlanıyor. O zaman sesimde pek sanat özelliği olmadığını anlamaya başlamıştım, evde “Yemen Türküsü”nü söyleyen babamın ise, bu işi bayağı başardığını gördüğümde, ana soyuna çektiğini düşündüm ve nice yıl sonra boynum kısa olduğundan yanık ses çıkaramadığımın farkına vardım. Tütün imecelerinde, başak soyarken ya da fasulye kapçıklarken bizimkiler “Ayva da Çiçek Açmış, Yaz mı Gelecek!”, “Zilli de Maşa” gibi türküleri beraberce mırıldanıyorlardı. Bizim evde hiç müzik aleti olmadı. Evimizin karşısında olan kışladan her sabah gelen nefesli orkestra ve davul seslerinin ruhuma tamamen yabancı olduğuna kendimi büyüdükçe inandırdım. Doğduğumuz yerlerde o zaman bir gırnatacı Mümün Ali Kiriş vardı. Saadete geldiğinde zurnayı ağılatırdı. Yerli havaların dışında biz gençlere hele kına gecelerinde saraylar dışında bestelenmiş ve insanımızın gönlünde taht etmiş İstanbul müziği (klasik Türk müziği) parçaları dinletirdi. Dede Efendi’ye kadar uzanır ve kaynaktan çalıp aldığı parayı hak etmeye özen gösterirdi. Bu törensel gecelerinde gırnatacının yanına oturdukları için adamdan sayılan Çingene gençler kimi zaman ustalarının takımından olduklarını ispatlama azmiyle solo bir şeyler söyleyerek tayfaya katılır, içki ve sigara hak ederdi. Bizim öz sanatımız rakı kokan ve sigara dumanı içinde galeyana gelen erkek müzik ortamı dışında da yaşıyordu. Aşık geceleri oldurdu, saz dinletilerine gençler kalabalık gelirdi, şiir geceleri olurdu, şairler kendi şiirlerini okurdu. Bu etkinlikler beklenirdi. İnsan önüne ilk


164

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

çıkışımız, halk arasına karışmamız, birbirimizle haşır neşir olmamız ve kaynaşmamız heyecanlı geçen bu gösterişli faaliyetlerle oldu. Yerli Türk şiiri okuma güzelliğini, tane tane sözlerin akış ritmini, sözlerle çizilen tabloları, ağzı açık dinlerken pür dikkat kesilmiş kardeşlerimi sanat gecelerinde, dinletilerde, karşılaşma ve törenlerde tanıdım. Türk şiirinin sihirli etkisiyle titrediğim anları hep hatırladım. Açan çiçeğin özü kokusundaysa, halk yaratıcılığının özü de sanatındadır. Canlı müzik dinletisi, canlı şiir sesleyişi emsalsiz bir güzelliktir. İnsanların aynı duyguları aynı anda ve aynı yerde yaşaması birleştirici gücün kaynağıdır. Nene ve dedelerimizin okuma yazması pek olmadığından, evimizde şiir, öykü, masal kitapları bulunmadığından, ana ve babalarımızın da bize masal okuyacak zamanları hiç olmadığından edebiyat ve sanatımızın büyüleyen sırlarını fırsat buldukça hissettik. Bu yüzden sanatsal bütünselliğimiz delik deşiktir, çalıp kapmadan biçimlenmiştir. Kültürel bünyemizde tamamen boş alanlar olduğunu itiraf etmekte yüz karası bir şey yoktur. Şükür aramızda Ahmet Hüseyinler, Sabahattin Bayramlar, Adalılar, Dağlılar, Alagözler, Çakırgözler, Çavuşlar ve daha niceler tatlı sohbetler dışında sanat tarihimizin dip derinliklerine bazen inip inciler çıkardılar. Ama düzenler, rejimler, yasaklar, çekinceler bunları bir ipe dizmemize ve halkımıza gönül tacı etmemize olanak tanımadı. Fakat biz bu olumlu ve olumsuz gelişmelere kişisel değil, toplumsal baktığımızda önümüze bambaşka bir tablo çıkıyor. Gençliğimizden ve iyi kötü anılarımızdan yola çıkıp günümüze bir göz attığımızda akla ilk gelen bir Kuru Dere’dir. Bizim oralarda, Rodop Dağlarında akan dereler yaz aylarında kurur. Fakat lehçemizde kuru dere sözü yoktur. Yankılanış ancak dere kurumuş şeklindedir. Kuru dere derken, derelerimizden fazla, artık sanatımızın ses getirmediğini, ruhumuzun derelerimizin sesini yansıtan bir şırıltıyla yaşamadığını söylemek istedim. “Dere kuruluş”un değişmeceli anlamında bir şey varmış da yok olmuş gerçeği vardır. Davul zurna, saz keman, sesli sanat gönül sesidir. İnsanların gönül sesleri farklıdır. Aynı gönül sesinde birleşen insanlar bir boydan, bir soydan, bir kavımdan, bir etnikten olan halktır. Gönül sesinin yansıması olan müziğin bir de oyun ritmi vardır. Halk müziği ile halk oyunlarının bileşimine folklor denir. Folklor özelliklerinin öz ve şekillerinin birleşmesinden süit, senfoni ve oratoryomlar yaratılmıştır. Şöyle söyleyeyim, şimdi mevsimi olduğundan çiğdem, akça bardak (kardelen) ardından menekşe desem ve bunlardan üç ayrı deste yapsak ve bu demetleri karıştırıp birleştirsek bahar çiçekleri buketi oluşur. Folklara dayanarak yaratılan müzik eserlerini de aynı gözle gördüğümüz ve tek kulakla algıladığımızda, üç demedin birleşmesinden oluşan yeni sesi işitme, yeni kokuyu kok-


Makale ve Analizler - 2014

165

lama olanağı buluruz. Güzellik tam buradadır. Fransız parfümleri bin bir çiçek kokusunun değişik bileşimlerinin sentezidir. Zemzem kokusu çöl çiçeklerini yaşatır. Türkiyeli sanatçıların yarattığı ve Küçük Asya (Anadolu) tarihi boyunca o toprakta var olan, unutulan ya da yaşayan tüm müziklerin, ritimlerin ve havaların kaynaşmasıyla oluşturulan Anadolu Ateşi süit eseri tüm dinleyenlere medeniyetlerin kesintisiz devamlılığı seyrinde yeni bir uygarlığın doğuşunu yaşatır. İnsan tarihinde dönüşüm belirleyen dehasal olaylar birçok müzik eserine ilham olmuştur. Örneğin, bugün Avrupa Birliği Marşı olan Ludvig van Beethoven’ın bundan tam 200 sene önce yarattığı Dokuzuncu Senfonisi insanlığın toprak ağılığı ve imparatorluklar çağından hürriyetler ve halk yönetimi devri olarak tanımlanan demokrasiye geçişi bir tarihsel inkişafı yansıtır. Bunun dışında insanların kimliğinin belirlenmesinde din müziği de önemli rol oynamıştır. Melodiler birbirine ne kadar karışırsa karışsın sanatsal mozaik içinde her müziğin yeri bellidir, bir ritim bile kimlik belirleyicidir. Örnekleyerek açarsak, Sultan Selim’den sonra Arap din müziğinin Türklük dünyasına alabildiğine girmesine hem tepki hem de Türklüğün ruhsal kimliğinin geliştirilerek korunmasında hem öz, hem kalkan hem de yeni bir yorum olan Mevlana Rumi’nin müzik alemi, yaşama 300 yeni ritimle renk vermiştir. Son dönemde, gönüllerimiz gamlı ki çağlamıyor. Sanat ortamı bir Kuru Dere andırıyor. Hayatta olan durgunluk sanata yansıyor. Bu suskunluğun ve dinginliğin hele bizim için derin anlamı ve acı bir yaşantısı var. Bulgar devleti bağlamalarımızı daha 70’lerde topladı. 80’li yıllarda bütün sazların sapı kırıldı. Halkın sesiyim deyip, ne inleyen ne çağlayan ne de yankılanan bir eda kaldı. Dağda bayırda koyun kuzu ardında radyo ile düet yapan çobanlar bile transistorları ekmek torbalarından çıkarıp samanlıklara sakladı. Sabah karanlığında tütün kırmaya giden tütüncü kızlara sırtlarındaki kafesten gelen türkücüler eşlik etmez oldu. Müziksiz kına ve düğünler, hocasız mevlitler gördük. Ses sanatımızın mekanik ve elektronik taşıyıcılarına el kondu. Çağlayarak akan sanat deremiz böyle git gide kurutuldu. Bir derenin suyu bir defa kaçtı mı, yeniden kaynayıp akması çok zaman alıyor. Bizim halk sanatımızı mutlaka yaşatmamız gerekiyor, çünkü şarkılarını türkülerini, şiirlerini, kahramanlık destanlarını, fıkra, nükte ve tekerlemelerini, öykülerini ve masallarını unutan bir halk topluluğu yok olmaya mahkûmdur. Yeşermeyen ağaçlar kurur. Ruhumuzun ve benliğimizin gıdası sanatımızdır. Halk sanatçıları, sazcılar, zurnacılar, davulcular, aşıklar, ozanlar bizim kültür belleğimizdi. Gerçek aydınlarımızdı. Aramızda yaşayan bu kişiler parmakla sayacak kadar az olsalar da bizim manevi varlığımızın taşıyıcıları olduklarından, her zaman ve her yerde kendilerine olan samımı saygı ve takdir asla eksik olmadı.


166

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Ülkülerinden soyutlaşan, gençlerle canlı bağları kopan ve öz sanatını yaşatabilecek gücü olmayan bir halk topluluğu yok olmaya mahkûmdur, Çiçek açmayan, yaprak sürmeyen ağaca kuş konmaz. Bizim çiçeklerimiz, yapraklarımız şarkılarımız türkülerimiz, fıkralarımız, taşlamalarımız, tekerleme ve şiirlerimiz yaşıyor. BULTÜRK Kültür ve Hizmet Derneği’nin yeni yayın döneminde hepsinin yeniden basılacağına ve soydaşlarımıza dağıtılacağına, sazlı ve sözlü yaşatılacağına inanıyoruz. Sanatçı ruhlu, kulağı delik sesi yanık insan binde bir çıkar. Bilirsiniz, Alfatlı’dan Osman Aziz ile kız kardeşi Selime, Paşa köyden Kadriye Latifova, yine Kırcali yöresinden Ahmet Yusuov, Varnaya bağlı Medovetsten İbişev, Şumnu’dan Sıdıka Ahmedova, Razgrat’tan Ayfer Sadıkova, Silistre’den Yıldız İbrahimova ve başka sanatçılarımız, Burgaz köylerinden saz toplulukları halk sanatımızı yaşatmaya yıllar yılı çok çaba gösterdiler. Şarkı ve türkülerimizi sahne oyunlarıyla, kına gecelerinde, düğünde gecede, bayramlarda, mayilerde, anma törenlerinde hep halka taşıdılar, sanatımızla halkımızın kaynaşmasını sağladılar. Bir bakıma ve büyük ölçüde sanatın gelişmesi de paraya dayanıyor. “Davulcuya, zurnacıya kız verilmez” atasözü bizimdir. Bugün açlık bayrağı çekmiş Bulgaristan’da çocuk sanat grupları çalıştırmak, halk evlerinde saz, klarnet, piyano, keman dersleri vermek neredeyse hayal oldu. Sanatsız yaşayan insanlarsa ruhen sakatlandı. Yüksek sanat birikimiyle yaşayan insanların aralarında uzlaşması, anlaşması ve barışması, ortak noktalar bulup birlikte yürümeleri kolay olur. Biz yokluk içinde, sefil yaşayan insanlardan, topluluklardan yüksek erdemler bekleyemeyiz. Aç ve ruhen tükenmiş insanlarda mükemmeliyet arayamayız. Biz yeni mükemmeliyeti aynı hasta toplumun ve ruhları bozulan insanları milletvekillerinde ve “liderlerinde” de arayamayız. Sofya’ya vekil olarak gelen Hak ve Özgürlükler Partili temsilcilerinin hiç birisi hiçbir senfonik konser izlemeden, hiçbir arîye dinlemeden, hiçbir opera veya baleye gitmeden, opera binasına bile girmeden zaman törpülüyor. Hiç olmazsa çok sevdikleri fahri Başkanları Yeni Saraylı Doğan “Saray Bahçesinde Şelale” veya Aligiero Dante’nin 800 yıl önce yazdığı “Cehennem” eserciğini göreydi. İnsan bu dünyadan öteki dünya loca bileti kestireme de, hepimizin gideceğimiz mekânda 20 katlı cehennem olduğunu ve yerin dibinde kat seçimini günah defteri tutanların yaptığını bilmesi iyi olur. Ama bu da nasip değil işte. Vatanımız olan Bulgaristan’da sendikaların verdiği resmi rakamlara göre, halkın % 80’ni yoksul yaşıyor. 1 milyon 600 bin kişi, yani nüfusun % 28’i fakirlik çizgisinin altında sefillik içinde hayat sürdürmeye çalışıyor. İyi komşuluk


Makale ve Analizler - 2014

167

ve hoşgörünün köylerden ve mahallelerden kaçmasıyla yerini hırsızlık ve nefret doldurdu. Aç kalan Çingeneler Bulgar köylerini basıyor. 24 yıldan beri ilk kez olmak üzere, Bulgar polisinin en güçlü motorize ve silahlı ekipleri olan Jandarma 11 ilde köylere yerleşti. Köy bekçileri, polis ve avcı gruplarının başa çıkamadığı köy evlerini, mahzenleri, ambarları basarak kışlıkları çalınanların son yedeklerinden de edilmesini önlemeye çalışıyor. Bu köylerde 10 – 15 yıldan beri düğün yapılmamış. İşsizlik pençesinden kurtulamayan ve çaresizliğe yenik düşen gençler hiçbir ciddi bağlantıya girmeden çiftleşerek hayatı yaşatmaya çalışıyorlar. Bu durumda sanattan söz bile edilemez mümkün mü? Jandarmanın yerleştiği köylerde sanat dal budak salabilir mi. Aile sıcaklığı olmayan yuvada sevda şarkıları söylenir mi? Uzatmak istemiyorum. Birçok yerde yaşlıların iniltisi, köpeklerin havlaması ve son dönemde daha sık işitilmeye başlayan kilise çanlarından başka ses yok. Yaşlılar “Allah’ım bir daha çocuk sesi işitmeden, canımı alma” diye dua ediyor. Hayatsa, toprağınızı lanetlediniz, sizden el çekiyorum, kararına kulak vermeyenlere, anlamak istemeyenlerin kulağına buz gibi esen rüzgârın sesiyle akıl sokmaya çalışıyor. Biz, aç düşmüş, düştüğü yerden kalkabilme gücünü yitirmiş yaşlanmış bir toplumda aydınlık dolu bilinç, kanatlanıp uçan, yükselip alçalan dalgalarda yaşayan, güzellikler serpen ruh aramaktan vazgeçtik, çünkü bulamayız. İnsanoğlunu önce doyurmalı, ona tay durmayı öğretmeli, okula göndermeli, adam etmeli, mezun olduğunda iş göstermeliyiz. Bu vazifeler senin benim onun olmaktan önce, aile, toplum ve devletin öz görevidir. Ve bu işi aile sıcaklığı görmeden yetişmiş “liderler” asla, asla ve asla yapamaz. Kuru Dere sözü dilimizde yoktur. Birleşelim, kardeşleşelim ve yücelelim! Kuru dere’den “çok kuru dere”, “tamamen kuru dere” ve “kurudan kuru dere” sözlerinin türemesine ve dilimize girmesine yol vermeyelim.

Devlet Sürgünden Dönsün

Dr. Nedim Birinci-14.Şubat.2014

Avrupa’da işsizlik: Avrupa’da yapılan son istatistik hesaplamalarda işsizler ordusuna her gün yeni 1000 kişi katıldığı ortaya çıktı. Sezon işlerinin de durgunluğu ortada, kış


168

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

mevsimindeyiz, ama yapılan son 4 (dört) yıl genellemesinde bu ordunun 10 milyon kişiyle arttığı etkileyici oldu. İşsizler sayısındaki büyüme yalnız mali bunalıma ve ekonomik krize bağlı olmakla kalmıyor, bir de genel ekonomik durgunluk var. Helen 2008’den sonra işsizlikte artma süreci hız aldı. İnsanların çalışmadan yaşama sevdası daha doğrusu eğilimi hayal olmaktan çıkarken, Bulgaristan gibi ülkelerden eski kıta anakent merkezlerine sürü sürü akın edenler oralarda bir yol bulup kayıt yaptırıp sosyal yardımlarla geçinmeye başlıyor. İnsanlar kendi kabuğuna sığınıp, kendi derdinin çaresine bakma yolları ararken evi barkı, yakınlarını unutuyor, hayal ve planlarını bir yana bırakarak, sosyal yabancılaşma ortamına kapanıyorlar. Avrupa Birliği resmi rakamlarına göre 2018 yılında kıtadaki işsizlerin toplam sayısı 215 milyon kişiden fazla olacaktır. Hallo, hallo, Brüksel, biz ne zamana kadar yoksullaşacağız? Şu da var. Biz Avrupa Birliği’ne 7 yıl önce devamlı yoksullaşmak için girmedik. Amacımız, işleri düzeltip daha iyi yaşamaktı. Sonuç yalnız işsiz kalmamızla da bitmedi. Çalışanlarımız ücretlerinin dondurulduğunu, düşürüldüğünü, aylarca ödenmediğini anlatıyor. Maaş alamayanlar kredilerini ödeyemiyor, elektrik, su, gaz, okul faturalarını ödeyemiyor, ilaç alamıyor, daha iyi bir hastanede tedavi görmeyi seçemiyor ve çocuklarına daha üstün bir eğitim öğretim verebilme yolları kapanıyor. Ülkemizde ve AB ülkelerinde, hele Güney Doğu Avrupa üye ülkelerinde sosyal yardımların, sosyal patronajın ve yardımlaşmanın 1950’ler düzeyinden gerilere kaydığını gözlüyoruz. Biz, AB ülkeleri arasında en fakir, en yoksul ve en sefil hayatı yaşamak zorunda olan bir ülkedeyiz. Tünelde ışık yok. Bir politik öncü rolünde bulunan Hak ve Özgürlükler Partisinin (HÖH / DPS) insanlarımıza işe yarayan bir reçete verebilmesi için doktor değiştirmesi gerekiyor ya da tüneldeki lambaları yakabilecek yeni bir elektrikçi çağırmak zorunludur. Adına bakıldığında, bir sol parti olması gereken Bulgaristan Sosyalist Partisi’ne (BSP) yamak olup, onun izlediği sağ politikaya, halkın % 99’u aç ve sefilken, oligarşi ekmeğine yağ bal sürme gayretlerine hep alet oluyor. Neo-liberal politika tosladı. Bizi AB’ye sokarken “hiçbir dertleri, hiçbir şikâyetleri, hiçbir istekleri, çözülmemiş tek bir sorunları yok, karınları tok!” diye imza atan, HÖH partisi lideri, bu imzayı atıktan sonra Saraylarda beslenen Ahmet Doğan, viski içmekten başkaldırıp, “ne oluyor acaba” deyip etrafına bile bakınamadı. Aç-susuz kalan insanlarımıza klasik neo-liberal reçete dağıttı, herkes “austerity” adında bir ilaç aldı, yuttu ve genel sağlık durumumuz daha da ger-


Makale ve Analizler - 2014

169

gin oldu. Bu ilaç bizim hastalıklara değilmiş. Bu ilaç yemekten içmekten kabız olanları rahatlatmak içinmiş. Aç karnına içildiğinde tuvaletten çıkamadık, perişan olduk. Bu haplar herkese dağıtıldığından aramızda beli tutan adam kalmadı. Neo-liberal reçete ekonomimize de mehlem olmadı. Bütçe giderleri çok kısıldı, sosyal harcamalar, maaşlar ve emekli maaşları donduruldu, devlet yatırımları durduruldu. Bu politika hayatımızı daha iyi yapmadı. Hele GERB partisi döneminde “biz devleti çöküşten koruyoruz” sloganıyla çok sıkı tasarruf önlemleri uygulandı. Amerika’da depo şefliğinden gelen ve orada sözü geçen, eli kolu uzun Amerikalı kayın pederinin hatırı için Maliye Bakanı olan ve sonunda 1 miyar 400 milyon leva kaybolan veya kaybeden S. Dyankov “Yemeden yaşamaya öğrettiğim eşek, öldü!” demekten kendini alamadı. Her yerde ve her zaman kemer sıkma politikası halkı daha da ezerken, bir avuç zengini daha da palazlandırıyor. Adil olmayan ve adalet yaratmayan bu neo-liberal politika yalnız Bulgaristan’da değil bütün Avrupa’da şiddetli gerginlik yaratıyor, yol açamıyor, çözüm getiremiyor. Neo-liberal ortamda palazlanan milliyetçilik ve ırkçılık. Biz son aylarda Bulgaristan’da beş altı ay öncesine kadar yalnız faşizan, aşırı milliyetçi “ATAKA” partisinin eylemlerinde ifade bulan, kin, öfke ve nefret politikasının anti-Türk ve anti-Müslüman yön aldığını, her geçen günle yoğunlaşarak şiddetlenip azdığını ve kurumsallaştığını görüyoruz. Bir de, son dönemde ulusal çapta geniş kapsamlı art arda eylemler düzenlediğine bakıldığında, zengin kesimden temsilciler tarafından desteklendiği intibası doğuyor. Şimdi (14 Şubat 2014, saat 10) ben şu satırlarımı yazarken Plovdiv İl Mahkemesi’nin Karlovo şehrindeki tarihi “Kurşun Camiinin Baş Müftülüğe geri verilmesine ilişkin adıl mahkeme kararını, ” Plovdiv İstinas Mahkemesi nezdinde protesto eden aşırı milliyetçi ırkçı tayfalar toplanıyor. Karlovo, Stara Zagora Pazarcık ve başka şehirlerden otobüslerle azgın Bulgar milliyetçileri taşınıyor. Motorlular Sofya’da yola çıkmış, Plovdiv futbol takımlarından ve Sofya’dan fenler hareket halindedir. Kan kabartanlar aynı kazanda kaynamak istiyorlar. Bu işin ardında 8 belediye başkanı var. Sokak adaleti: Onlar, alınmış mahkeme kararını sokak “adaletiyle” bozamazlarsa “çok kötü” olacağını haykırıyorlar. “Ardından 90 mahkeme kararı daha çıkacak” diyorlar. Baş Müftülüğün Bulgaristan’da 1000’den fazla tapulu malı mülkü olduğunu, hiç birini vermeyeceklerini, barım barım bağırıyorlar. Devlet sürgünde, ortada adalet sağlayacak devlet yok.


170

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Mahkeme kurulmuş savcı yok, savcı var, hakim yok, hakım var mahşer yok. Özetlersek adalet sağlayacak mekanizma yok. Bunların hepsi bulunsa, kanun yok. Jandarma dağda taşta hırsız, çapulcu kovalıyor, belki devleti bulur da geri getirir. Devletin olmadığı yerde adalet olamaz. Herkes gördüğüne sahip çıkarsa, kargaşa olur, kavga olur, düzen bozulur. Ülkede hukuksal adalet tesis etmek gerek. Bunun için iktidar olan Bulgaristan Sosyalistleri, teslim bayrağını çekti, höhçü neo-liberal elit peşine takarak sağ cepheye geçerek, olaylara seyirci kalmayı tercih ediyor. Açılacak tek kapı kaldı: Strazburg Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi. Bu Mahkeme Yasalarında cami, medrese, hamam kurmuş Hıristiyan Bulgar emsali var mı bilmiyoruz. AİHM Lütfü Mestan için de son bir şans. Bu bakıma, ana dilde konuştuğu için 2000 leva cezaya çarptırılan ve TV’de yaptığı konuşmada Bulgaristan Ana Yasasında propaganda dili konusunda bir değişiklik yapılmasını istedi. Temel kanuna “Bulgarca dışında İngilizce, Fransızca, Yunanca, İspanyolca ve Rusça propaganda dili olarak serbesttir, Türkçe konuşmak, yazmak, propaganda yapmak ve sevişmek bile yasaktır!” yazılsın derken, Genel Başkan Mestan son bir şans kullandı. Öneri sundu. Önerisi kabul edilmezse ötesini kendisi düşünsün! Çünkü Bu problem Bulgaristan’da Çingenelerin de problemi, Pomakların da problemi, Gagavuzların da problemi, Ulahların, evla kilerin, Karakaçanların da problemidir. 28 dilli bir Avrupa Topluluğu kurdum diyorsun, topluluğun içinde 52 dil konuşan halk toplulukları yaşıyor. Böylece 24 dili yasaklayıp katlederken, “ben en insancıl toplumum iddialarında bulunuyorsun.” Dil konusunda ırk ayırımı yapmıyor musun? Çapek ile Mişel’in dili “iyi”dir, Hasan ile Manuş’un dili “kötü”dür diye bir şey olur mu? İnsanlık tarihi süzgecinden geçemeyen, yaşam ortamı bulamayan, ruhsuz ve kültürsüz insanlarla yaşamak istemediğinden yok olmayı tercih eden yüzlerce dil zaten tarih olmuş, yeryüzünde dikili taşları yok, iyi ki insanoğlu eşelenmeye alışkın, yeri dibe doğru kazmaya üşenmiyor da ne güzel dillerin izlerini buldu. Yer dibinde konuşan kimse olmasa da duvarları bellek zarı olarak kullanıp anlayana kendilerini anlattı. Bay Greel Matzen: Son günlerde, ortaya “benden başka bir şey istemeyin, bu işi çözeriz” deyen biri çıktı. Anlaşılan bu işin viskisi de içilmiş. Bulgaristan’a gelen Avrupa Neo-liberallerinden


Makale ve Analizler - 2014

171

Bay Greel Matzen, ücret falan talebinden de bulunmadan, (fakir olduğumuzu anlamış olacak) “25 Mayıs 2014 günü, Avrupa Birliği Parlamento seçiminde, beni HÖH / DPS Milletvekili seçin, işi halledeyim!” dedi. İnsanın aklına ilk gelen: “Bizim de Allah’ımız var!” olmaz mı! Biz kendi aklımızca devleti sürgünden geri çağırıyoruz, oysa Avrupa’dan dağ gibi adam geldi. Avrupa Birliği milletvekilinin aylık maaşı 40 bin Euro, 5 yıl için seçildiğine göre, 60 ayda alacağı para, 2 milyon 400 bin Euro olduğundan yani 4 milyon 800 bin levaya geliyor ki, Vay be! Müstakbel vekilimiz bizden başka bir şey istemiyor. Avrupa’yı gidip görme imkânım oldu da, Avrupalıların “verdiğini geri isteyen” tipten oldukları dikkatimi çekmemişti. Vay ve! Biz onlara her yıl 600 milyon Euro veriyoruz, onlarsa bize verdikleri vekil maaşlarına bile göz dikmişler, geri isteme yolu bulmuşlar. Tabii bizde adam kıtlığı olduğundan Bay Greel Matsen’i vekil seçiverelim, diyorum da, o bizim ne istediğimizi nereden bilsin ki, dilimizi bilmez, suyumuzu içmez. Neyse, “viski gönderir” durumu idare ederiz. Ne de olsa ben devlet sürgünden dönsün diyorum. İşte böyle Ahmetlere, Lütfülere vaktıyla demişerdi. Göndermeyin şu çocukları Çin’e, Viyetnam’a, Singapur’a şuracıkta burnumuzun dibinde Avrupa merkezlerinde okusunlar, diye. Önal Lütfü’nün çocuğunu da Amerika’da okudu, “döneyim mi?” baba diye sordu, babası da “gel” dedi, döndü ama dayanamadı, geri gitti. Anlaşılan Amerikan hotdokları bizimkilerden daha büyük. Bir de dükkâncı İsmail’in küçük çocuğunu göndermiştik, o da orada yerli bir kıza sevdalanmış, kız da hotdok hastalığına yakalanmış, kilosu 150’yi aşınca uçağa bilet bulamamışlar, o da orada kaldı, geri dönemedi. Hiç olmazsa gençlerden kimisi insan hakları, kimisi iş hukuku, ötekiler deniz hukuku okusun deyenler dinlenmediler. Deniz Hukuku bizim neyimize deyenler oldu. Benlik gemimiz batıyor, kimliğimiz su aldı yatıyor. Deniz hukukçularına çok iş var. Bizim Saraylı Ahmet hep bir taşla iki kuş vurma peşindedir. Kendine daire bile alamadan Saraya yerleştiği gibi. Ona Metin ile Çetin ikiz kardeşlerin aynı hukuk fakültesinde okuması hayır alameti değildir dedik. Dinlemedi. İkisini de Fransa’da okuttu? Okuttu da mahkemede iki taraf olur, ikiz kardeşlerin iki hasım taraf olması Başkanlıkça kabul edilmiyor, “olamaz, imkânsızdır” diyorlar. AB hukukunda öyleymiş. Bak şimdi, yazık masrafa, ikizler davaya çıkamıyorlar. Birisi Avrupa Parlamentosu Hukuk Komisyonu üyesi, ötekisi de Sofya Mec-


172

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

lisi Hukuk Komisyonu başkanı olunca, işler iyice sarpa sardı, bir kardeş ötekine mektup gönderiyor gibi, bir şey oldu, yazışmalar durduruldu. Bizim Ana Yasa’da olmasa bile, AB Hukukuna göre, iki ikiz kardeşin ikisi de aynı adalet düzeni içinde görev aldığında, adaletsizlik olmuyormuş. Bizim saraydakiler burunlarının dibinden uzağını görülmediklerinden, bu işin de farkına varamamışlar, ama öyleymiş... Bilirsiniz, Osmanlı zamanında iki kardeşin ikisinden de tellal yapmıyorlarmış. Sebebi birbirini etkilemesinler. Tabii bizim aklımız ancak bu kadarına bile ermediğinden, devletin sürgünden geri gelmesine dua ediyoruz.

İdil - Volga Bulgar Devleti

Murat Ulutürk-14.Şubat.2014

İtil Bulgar Devleti, ilk Bulgar Devleti olarak telafuz ettiğimiz Büyük Bulgarya’nın dağılmasıyla Büyük Bulgarya’yı yıkan Türk Devleti Hazar bünyesine girmeyi kabul etmeyen ve kuzeye doğru göç eden Ak Bulgarlar tarafından kuruldu. İtil Bulgar devleti ile ilgili bilgilerimiz, tarihi kaynaklarda yeteri kadar belirtilmediği için 900 yılına kadar olan süreçte oldukça kısıtlıdır. Ancak 900’lü yıllarda Rus Knezleriyle yapılan münasebetlerde kayıtlara rastlanmaktadır. İtil (Volga) Bulgar’ları, 7. Yüzyıl’ın sonlarına doğru varlıklarını ilan ederek devlet olma teşebbüsünde bulundular. Bu nedenle 700. Yılı kuruluş yılı olarak telafuz edebiliyoruz. İtil Bulgar’ları 6 asıra yakın bir süre varlıklarını sürdürdüler. Bu nedenle Türk Tarihinde önemli bir yere sahip olmaları gerekirken popüler tarihçilik kültürü nedeniyle tarihin arka sayfalarında kısıtlı bilgilerle yer bulabilmektedir. İtil Bulgarları Kurulduğu dönemde (7. Yüzyıl) bölgede hakim güç olan Hazar’ların otoritesini kabul etmek durumunda kaldılar. Yarı bağımsız bir yapıyla


Makale ve Analizler - 2014

173

Hazar’lara bağlı olan İtil Bulgarları 10. Asıra kadar bölgede hakim güç olan Hazar Devletinin hakimiyeti altında varlıklarını sürdürdüler. 965 yılında Hazar Devletinin yıkılmasıyla tamamen bağımsızlıklarına kavuşabildiler. İtil Bulgarlarının bilinen ilk hanı Kotrga Han’dır. Devletin teşkilatlanma ve yapılanma şekli ile tam anlamıyla bir Türk devleti olduğu sonucuna varılmaktadır. İtil Bulgarları aynı zamanda islamı devlet dini olarak kabul eden ilk Türk Devletidir. Maalesef popüler kültür literatürü Karahan’lıları ilk Müslüman Türk Devleti olarak kabul etmektedirler. Oysaki İtil Bulgarlar’ının islamı kabul etmeleri Karahanlılardan öncesine tekabül etmektedir. İtil Bulgarları hakkındaki bilgiler, Hazarlara bağlı kaldığı dönemde oldukça kısıtlı olmasına karşın Müslümanlığı kabul etmelerine vesile olan Abbasilerle ilişki kurmaya başladıkları dönemde (921) daha detaylı bilgilere ulaşabiliyoruz. 921 yılında, İtil Bulgarlarının hanı olan Almış han, islama ilgi duymaya başlamış, Abbasi halifesi Muktedir’den İslam hakkında bilgi almak ve öğrenmek için mimar, mühendis ve din bilginleri göndermesini istemiştir. Kısa bir süre sonrada İslamı kabul ederek bünyesindeki Bulgar toplulukları arasında yayılmasını sağlayarak devlet dini haline getirmiştir, adınıda Cafer olarak değiştirmiştir. Abbasi’li bir seyyah olan İbn-i Fidan’ın seyahatnamesinde 922 yılında Almış han, huzuruna gelen Abbasi heyetini şükür secdesi ve tekbir ile karşıladığı belirtilir. Müslümanlığı kabul eden İtil Bulgarları, 965 yılında hakimiyeti altında bulundukları Hazar Devletinin yıkılması ile tamamen bağımsızlıklarına kavuşmuş olurlar. Boyundurukluktan kurtulan ve Müslümanlığı kabul eden İtil Bulgarları, kısa zaman içerisinde güçlenerek Doğu Avrupa’nın en önemli ticaret merkezlerinden biri haline gelirler ve bu vasfını 12. Yüzyıla kadar sürdürürler. Güç ve bölgesel hakimiyet ile birlikte beraberinde bölgesel politikaların sonucu olarak Kuzey Doğu komşuları Kiev Prensliğiyle mücadeleye girdiler. Yaklaşık 20 yıl süren bu mücadeleden sonra 1006 senesine ticari münasebetler kurulmaya başlandı. Ancak 11. Asrın sonlarına doğru (1090 - 1100 arası) kuzeydeki kürk ticaretinde ortaya çıkan anlaşmazlıklarla uzun süreli anlaşmazlıklar ve savaşlar meydana geldi. Bu savaşlar Moğol istilasına kadar devam etti. 1200’lü yıllarda Moğolların Doğu Avrupaya doğru ilerlemesi bölgedeki tüm Devletleri rahatsız etti. İtil Bulgarları, Moğolların (Altın Ordu Devleti) 1224’de Halka Nehri kıyılarına kadar ilerleyip Rusları mağlup etmesinden sonra geri dönüş yolunda tuzağa düşürerek ağır kayıplar verdirdi. 1236 yılında, Bulgar’lardan intikam almak isteyen Moğol (Altın Ordu) Hanı Batu Han, muazzam ordusu ile Bulgarların üzerine yürüdü ve güzergahları üzerindeki tüm şehir ve köyleri talan ettikten sonra 50 Bin nüfusu bulunan Bulgar şehrini yerle bir etti. Bu olay-


174

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

dan sonra İtil Bulgarları yıkılarak Altın Ordu devletinin hakimiyeti altına girmek zorunda kaldı. İtil Bulgarları, pek çok kez baş kaldırmalarına rağmen bağımsızlıklarını tekrar kazanamadılar. Altın Ordu hanı Pulat Timur, Bulgarların başkaldırmalarını cezalandırmak amacıyla 1361 yılında Bulgarların üzerine yürüyerek ağır tahribatlar yaparak geri çekildi. 1391 yılında ise bölgede hakimiyet kazanan Timur’un (Timur İmparatorluğu), Altın Ordu Devletinin Hanı Toktamış’a karşı mücadeleye girişir. Bu mücadele Altın Ordu devletinin hakimiyeti altındaki İtil Bulgarlarını da önemli ölçüde etkilemiştir. Hakimiyetlerine kavuşmayı düşünen İtil Bulgarları, daha da zayıflayarak güçlerini yitirdiler. 1399 yılında Ruslarla giriştikleri mücadeleyi de kaybedince zayıflayan otoriteleri tamamen ortadan kalkarak dağıldılar. Halkın büyük kısmı Kama Nehrinin kuzeyindeki Kazan Nehri boyunca göç ederek bulundukları bölgeyi Türkleştirdiler. 1437 yılında kuzulan Kazan Hanlığı’nın temel taşlarını oluşturan İtil Bulgarları, Kazan Türkleri ve Şimal Türkleri olarak anılırlar.

“A” Takım, “B” Takım

BGSAM-14.Şubat.2014

Şu dünyada en kötü olan nedir? Olup bitenden ne kadar habersiz olduğunun farkında olmamaktır. Uzaktan sivrisinek saz, yakından davul zurna az! İşte böyle olup bitenden bihaber ömrümüz gelip geçiyor. Bulgaristan’da komünizme alternatif doğmadı. Sahada 2 takım var. İkisi de eski komünist soylardan geldi. “A” takım Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP); “B” takım, kaptan şeridini Boyko Borisov’un taşıdığı GERB. Hak ve Özgürlükler Hareketi ile “ATAKA” partisi ise, “A” takımda “konuk” oyuncudur. “B” takımda “konuk” oyuncu yok. İki takımın da genel stratejisi yok. İki partinin de ne ideolojisi, ne stratejisi ne de uygulama taktiği var. Bizde bu oyun 1997’den beri böyle oynanıyor. Ekibe alınmazsam öteki takıma geçerim umuduyla oyunbozanlık yapmayan oyuncular temkinli davranıyor. “A” takımdan çekilen “ABV” oyuncuları seyirciden destek arıyor.


Makale ve Analizler - 2014

175

Oyun örgütlemede sıfır artı sıfır elde var sıfır olan Sosyalist takım kaptanı Sergey Stanışev topu sürekli taçça çıkararak amacının oyun kazanmak değil, oyun süresini uzatmak olduğunu gizlemiyor. Herkesin kafasında bir saçma olduğu gibi, onun kafasında da dolaşan bir şey var. 1891’de kurulan Bulgaristan Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nin (BSDİP) hem kurucusu ve hem de ömrünün sonuna kadar yani en uzun dönem Başkanı olan Dimitır Blagoev’ten ve 35 yıl Bulgaristan Komünist Partisi Genel Sekreteri olan Todor Jivkov’an sonra, şimdi Sergey Stanişev en uzun dönem takım kaptanı kalma yarışına devam ediyor. Bütün sosyalist partiler gibi, Bulgaristan sosyal demokrat hareketi de, kâh komünist, kâh sosyalist isimlerle aynı gölün etrafında 123 yıldan beri avlanıyor. Sosyalist hareket dünyanın diğer ülkelerinde olduğu gibi iç ve dış savaşı iç içe ve aynı zamanda vererek gelişiyor. Komünist Partisi hizip, bölüngü, grup, kanat, akım konularında çok hassas ve amansız mücadele verirken, tarihini kurultay kararları ve kesip biçme, aklı ermeyenleri sürgünde eğitme ya da taş kırdırarak olgunlaştırma yöntemlerini başarılı uygulayarak yazmıştır. Sosyalist Partiler ise, Marks, Engels ve Lenin gibi klasikleri fazla derinleşmeden okurken, komünistler “İki Adım İleri, Bir Adım Geri” ve “Komünizmin Çocukluk Hastalığı, Sosyal Demokrasi” gibi yapıtlar üzerine toplu çalışmalarında çıkan ateşli kavgalarda kurbanlar vermiştir. Sosyalist Parti’den farklı olarak GERB partisi kurs sertifikası olmayanları da istedikleri göreve atadığından ve devlet kazanından daha büyük çaprakla dağıttığından dolayı, ayakta dururken çatlıyor ama parçalanmıyor ve henüz dağılmıyor. Bir de, meslekten itfaiyeci ve alaylı orgeneral olan Başkan Borisov, “kitap okumakla akıllı olunmaz” kuramına bağlı olduğunu açıkladığından buyana, gensoru hazırlayıp, art arda sunuyor ve hep “eksi” not alsa da, rahatsız olduğunu belli etmiyor. Başkan, “toplama”, “çıkarma” işleminden şimdilik vazgeçin, doğrudan “çarpıya” geçin, çarpıda iki eksi bir artı yapar mantıyla herkesi yüreklendiriyor ve bu defa olmazsa, gelecek defa olur, deyip ümit veriyor. Tek arşınla ve biraz da ölçmeden kesip biçen Boyko Borisov, strateji ve taktik hesaplarını şimdilik rafa kaldırmış olup halk oylamasına imza topluyor. Öte yandan bilimsel teorilerin gelişmesi büyük ırmakların akışına benzer. Sakin sakin akan sular, gözle görülen neden yokken, birden bire karşıki dağın ardına dolanıp ufuktan kaybolur. Bu ani ve köklü değişiklikler genelde tarihin “U” işaretine uyarak yaptığı aksi yöne dönüşte gözlenir. Hareket devam eder,


176

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

fakat seyir başka bir şerit üzerinden ters istikamette sürer. Son dönem Bulgar tarihinde “U” işaretine 3 defa uyuldu. Birinci 50 yılda, Bulgaristan’ı Osmanlı’dan ayıran Rusya’ya ters istikamet izlenirken; İkinci 50 yılda Rusya izince koşuldu; Bundan 25 yıl önce, 1990’da rota yine değişti. Bulgar sol hareketi de bu dönemlerde sosyalist, komünist ve sosyal demokrat olmak üzere farklı politik renk tonu aldı. Bu renkler hem sosyalist parti hem de GERB’ciler için geçerlidir, çünkü düne kadar onların tümü aynı saflardaydı. Bu bakıma eskiden yazılmış olan ve düne kadar okunması zorunlu olan kitaplardan tüm komünistlerin hafızasında izler olması gerekir. Şu “İki Adım İleri Bir Adım Geri” kapital eserde, sayısal durum yalnız nicelikleri yansıttığından, niteliksel gelişmeyi değerlendirebilmek için, adımların büyüklüğünü ölçmemiz gerekir. Kibirli bir millet olan Bulgarların ilk ve son lafı “gözüm görmesin” olduğundan, eskiyi tamamen yok etmeden yeni bir şey yapmaya başlama âdetleri yoktur. Osmanlıdan ayrıldıklarında köprü ve cami duvarlarındaki taşları kaldırabilmiş olsalardı, 500 senenin tüm izlerini silip süpüreceklerdi, fakat güçleri yetmedi. Hitler Almanya’sından koptuklarında ise, yıkıp yakacak yapı bulamadıklarından, kndi insanlarından olan 200 bin yerli “faşisti” birkaç yılda pek düşünmeden kıydılar. Sosyalizm yıllarında inşa edilen tüm ekonomik altyapı, köy çeşmelerindeki musluklara kadar hurdaya çıkarıldı ve değiştirilmek üzere söküldü. Tüm bilânçolar kâğıt üzerinde yapıldığından ve uzun vadeli planların tasarımları da hala yalnız kâğıt üzerine çizildiğinden, herhangi bir şey yapma zahmetine katlanmadan paralar ödeme dönemine geçildi. Paraları kendi aralarında paylaşanlar, hiç bir şeyi bir yerden bir yere değiştirmedi. Belirleyici ve temel olan geri atılan o tek adımın, büyüklük bakımından daha önce ileri atılmış olan 2 (iki) adıma eşit olmasıydı. Çünkü yerinde saymanın ana kuralı aynı yerde kalmaktı. Ekonomik ve politik anlamda bu sözde “gelişme” bir sosyal kaza, facia, yıkım, duraklama ve donma anlamında olsa da, batmayı da hareket olarak gördüğümüzden dolayı, bir yönü dikkate almayız ve ilerleme olarak kaydederiz. Dibe vurduğumuzda ise, dibin dibine inebilmek için, elimize burgu alır, delik açar ve açtığımız kuyuda batmaktan zevk alırız. Bu bakıma 1 + 1 = 2 formülü bizde 2 = 1 şeklindedir. Diyalektiğin gelişmenin yönü devamlı yükselen spiral şeklindedir kuralı da, yine bizde hep aynı düzeyde ve dairesel gelişim şekli olarak algılanır. Bazen küçük düzeltmelere işa-


Makale ve Analizler - 2014

177

ret edilse de öz aynıdır. Bu tanımdan rahatsız olana bizde pek rastlanmaz, çünkü hepimiz etrafı görüp başı dönmesin diye gözleri perdeli dolap beygirleri ile birlikte su çıkarırken yetiştiğimizden, kuyudan su çekmenin dairesel dönmeyle olduğunu iyi biliriz. Bu yüzden Gözümüz bu yüzden yükseklerde değildir. Onun için Lenin’in sosyal demokrasiyi yönetme çabalarında, iki ileri bir geri olta atarken yazdığı, kitapta gizlenen ana gizem, bizim de ana sermayemiz olduğundan, kimseye sır vermeyiz. Öteki temel esere gelince, “Komünizmin Çocukluk Hastalığı, Sosyal Demokrasi” okuyana birçok şey öğretir. Adı sosyalist olan bir politik partinin (BSP), “ben sosyal demokratım,” diye ayak diremesi, bir çocuk hırçınlığı değil de, nedir? Hem teoride hem de pratikte, ikide bir, her şeyi ret edip başa dönüş, hangi kurala, yasaya veya yasallığa göre yapılır? GERP partisi doğduğunda çocuk hastalıkları dönemini geçirmiş, kemik gibiydi. Yaşlandıkça gençleşmek mümkün olsaydı, dedem bunamazdı. Sosyalist bünyedeki sosyal demokrat derme çatmalık sayelerinde 25 yılda tay durup ilk adım atamamanın kader olduğunu gördük. Kartlaştıkça hırçınlık ve kıskançlıkları dayanılmaz oldu. Hem bu bir “A” takım karşılaşmasıdır, herkes maça diyorlar, hem de Türkiye’deki soydaşlarımıza tribünden yer ayırmıyorlar. Hem seyirciye bayrak dağıtıp “sesiniz çıktığı kadar bağırın” diyorlar, hem de Türkçe tezahüratı yasaklıyorlar. İyi ki “maç” İngilizce, “gol” Fransızca, “sosyalist” Fransızca ve “sosyal demokrat” da Fransızca da fiş kesmek yasak ama yedikleri goller bir gün sayılacak. Bir de bu karşılaşmada çok şike yapılıyor. Sözde “A” takımdan olan loca konuğu HÖH milletvekili Delyan Peevski son karşılaşmada, 40 kez sahaya girerdi. Çıkar karşılığı bir şeyler yaptığı ortadadır. Futbolla arası pekiyi olmayan HÖH Genel Başkanı Lütfü Mestan’ın durumunu dolap başında açıklayalım. Vazifesi çılbırı çekmek olan Genel Başkan, 125’ine basan dolabın ağır gıcırtısından artık iyice rahatsız oldu. Dolandıkça dolanırken son günlerde içten içe bir türkü yakmak havalarına girdi. “Beygir maniye alışmasın” diyenler ağır bastığından, tenha bir yerde dert yandı: Atmış çılbırını pınar dalına Diviti kalemi almış eline,


178

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) Yazmış Strazburg hâkimine Derdim dert anlayan mert! Arka oldum, hükümet oldu. Söz verdin, alay oldu. Yanak öptün, söz oldu. Derdim dert anlayan mert!

Komisyon kurdun, karar almaz. Vaadin çok, yasak kalkmaz. Çılbır çeksem at almaz, Derdim dert anlayan mert! Atın ardında bir de kamçılayıcı var. Hitler zabitine benzeyen bir herifin uzun kamçısının sapı omzunda. Yaptığı iş “Ataka” yani hücum, hevesi Göbels’ın “Angrif”inden almış. Göbels dolabından çıkan su bulanık ve acıymış. Kuyu gıcırdıyor, karşılaşma oynanıyor, “konuk oyuncuların gol atması yasak,” Peevski şike yapıyor, “B” takım, “A” takımı yense bile, “ABV”li oyuncular sahayı terk ettiklerinden dolayı “A” takım galip geldi, diye tutanak tutulmasını emrediyor. Protokol imzalanıyor. Futbol sevenler cami derdine düşmüş, yabancı futbolseverlerse ülkeye kaçak girmiş, soydaşlara bu maç için bilet kalmamış, stadyum boş, “A” takımın dolap beygirinin ağzı köpürdü, hemen “B” takımın beygiri koşuluyor, sicim yularcının elinde, kamış omuzda, dolap dönüyor, su akıyor, beygir dünyadan bihaber, hayvanlar ve bitkiler bu suyu içmek istemiyor. Başka kuyu yok, başka su da yok.... Karşılaşmanın neticesi asla önemli değil, önemli olan top sahasının işgal edilmiş olması ve başkalarının sahaya çıkmalarına engel olmaktır.


Makale ve Analizler - 2014

179

Bulgaristan’da Ayarsız Demokrasi

Rafet Ulutürk-16.Şubat.2014

sız.

İşin gerçeği, şu Bulgaristan demokrasisi hakikatten tamamen ayar-

Şimdiye kadar Anayasa’ya uyulmadığını, kanunların ayakaltına alındığını gördük de, kendini beğenmiş belediye başkanlarının iyice yoldan çıktığını İç İşleri Bakanlığı ve Baş Savcılığın uyarılarına, talimat ve emirlerine de uymadığını görmemiştik. Bilinen bir kuraldır, bir şehirde gösteriler, yürüyüşler, protestolar beledi iznine tabiidir. Belediye Başkanı izin vermezse yollar meydanlar kapatılamaz, şehrin içinde kimse bağırıp çağıramaz, eli sopalı dolaşamaz, camilere taş atamaz, kapı, cam, pencere kıramaz, dükkân vitrinlerini tuzla buz edemez, yoldan geçene sarkıntılık edemez, insanları evinden barkından kovamaz, başka vatandaş ve kurumların taşınmazlarını talan edemez, mahkemenin normal çalışmasını engelleyemez vb. vb. Bunların hiç birine uymayan Plovdiv Belediye Başkanı bir Gauleiter gibi hareket etti. Gauleiterler Hitler Almancası’nda Belediye Başkanıydı. Bizde ilk kez böyle bir olay gerçekleşti. Yerel idare haklarını merkez erkten daha yüksek gördü ve itaat etmedi, netice 6 kafa patladı, 130 tutuklu, binlerce levalık maddi hasar ve Politik ibre bir anda hızla oynadı. Balık baştan kokar demişler. Bizde, baştan kokmazsa, ciğerden kokar. Hem kafası hem ciğeri bozuk olduğundan mutlaka kokar ve etrafı kokutuyor. Yapılanlar bu şehre hiç amma hiç yakışmadı: Milattan önce 300’lü yıllarda kurulan, Makedonya Kralı II. Filip tarafından ele geçirilmesinden sonra Filipolis yani Filip şehri adını alan, daha sonra Romalılar hâkimiyetine geçtiğinde yeni ismine Trimontsium yani “3 Tepe” şehri denen, Osmanlılar döneminde Filibe adını koruyan ve şimdi de Slavcadan gelen Plovdiv adıyla bilin ve huzurlu esnaf yaşantısıyla anlatılan bir yerleşim yerinden söz ediyoruz. Türkler ve Bulgarlardan başka büyük sayıda Çingene, Pomak’ın, Ermeni ve Yahudi’nin de oturdu bu Rumeli şehri, Balkan Yarımadasının ovası çok geniş,


180

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

suyu bol ve dağları yakın, gözde, şirin ve huzurlu şehirlerinden biri olma özelliğini bu hafta tamamen bozdu. 14 Şubat 2014 (Cuma) sabahı erken saatlerde bu kadim şehre toplanan 3 bin dazlak kafalı, ızbandut, haydut hurdası, futbol serserisi, aşırı milliyetçi ve ırkçı – faşist, Karlovo şehri Belediye Başkanı liderliğinde ve Plovdiv yerli makamlarının göz yummasıyla Plovdiv tepelerinden etnik ve dini hoşgörü şehri olma tacını indirip çiğnediler. Aynı gün, şehir merkezinde, daha önce yaşanmamış bir iğrenç olay yaşandı, Türk, Müslüman, İslam düşmanlığını ayyuka çıktı. Yumruklar, kaldırım taşları, sopalar, küfür ve lanetler yerle göğü birbirine kattı. Kendilerini “şpits komando” yani (ön saflarda çarpışan milliyetçi komandolar) olarak tanıtan, modern Türkçemizde aşırı sağcı marjinaller olarak tanımlanan, gözü dönmüşlerin kara cehalet alayı önce Plovdiv İstinaf Mahkemesi’ne (apelativen sıd) saldırdı. Bu mahkemede saat dokuzda başlayan duruşmada, birinci derece bir yargı organı olan Plovdiv İl Mahkemesi’de alınan Karlovo şehir merkezindeki tarihi “Kurşun Cami”nin belediye mülkünden alınıp gerçek sahibine yani Bulgaristan Müslümanları Baş Müftülük mülküne geri verilip ibadete açılması kararına itirazı görüşecekti. Marjinaller, İstinaf Mahkemesi’nin kararı lehlerinde vermesini sağlamak amacıyla sokaktan şiddetli baskı yapmaya toplanmışlardı. Bir çırpıda Türklüğe ve İslama ait ne varsa süpürmek istediler: Tehdit altında çalışmayı kabul etmeyen mahkeme heyeti, duruşmayı erteleyince, gözü dönmüş, öfke kusan, derme çatma ırkçı-faşist kalabalık Plovdiv’in merkezine yöneldi. Cuma namazı esnasında ana cadde üzerindeki “Cuma Cami”ye saldırdı. Camlar kırıldı. Kapılar zorlandı. Cami taş yağmuruna tutuldu. İnsan müsveddelerinin ciğerlerinde birikmiş iğrençlik meydana döküldü. İslam’ın onur kalesi, yüzyıllarca ayakta kalmanın gururuyla mağrur “Cuma Cami” ayarı bozulmuş, dengesi kaçmış bir toplumda “olacak o kadar” haşmetiyle huzurunu bile bozmadı. Kinini kussa da, öfke stresinden kurtulamayan vahşet sürüsü adres şaşırmadı. Plovdiv şehrindeki Türkiye Cumhuriyeti Konsolosluğu’na yöneldi. Kafalarındaki küflü çivi binayı yakın işareti veriyordu. Bu şehrin ne kaldırımı, ne tepeleri ne de ilk insan buraya geleliden beri hiç kimseye hiçbir zarar vermemek için dalgalanmadan, taşmadan akan Meriç böyle bir rezillik, bu denli alçak düşmemişti.


Makale ve Analizler - 2014

181

Kuduz muşluklarını gizlerken selam sabahı kesmeyen, bayramdan bayrama baklavalarımızı tadan, yaz tatilleri dışında hafta sonlarını da Türkiye’de geçiren gözü doymazların öfkesinde birikmiş çok enerji vardı. Ruhen minicik oluşları ve büyük işler yapamamaları içlerini kemirendi. “Bende olmayan sende de olamaz!” “Bende olmayan sende varsa, o benimdir!” “Burası Bulgaristan, Türklerin mal mülkü değil, mal mülk edinme hakkı bile olamaz! gibi çağlar dışı bir kibirle mayalanmış olduklarını ele verdiler.” Halbuki Rus-Türk harbinden önce Bulgaristan’da toprakların %80’i Türklerindi, ya şimdi?” Hitlerin vaktiyle “Almanya’da ne varsa Almanlara aittir” saçmalığı onların beyinlerini de tamamen yıkamıştır. Camilerimizi, medreselerimizi, çeşmelerimizi, hamamlarımızı, mezarlıklarımızı, vakıf malı bağ bahçeleri, çayır, orman ve işlenir tarlalarımıza el atmışlar, mahkeme kararlarını hiçe sayıyor, devlete bile karşı geliyorlar. Belediye Başkanlarının mahkeme kararlarına uymadığı bir ülkede demokrasinin ayarı yok demek azdır, çılgınlar totalitarizm döneminin adaletsizliğine, hukuksuzluğuna, yargısız yaşama yeniden susamışlar. Çok tehlikeli olan bu zihniyet Todor Jivkov totaliter rejimini ve daha önce Hitleri başını yemekle kalmayıp Almanya’yı da yıkıp yerle bir etmiştir. Avrupa hakları faşizmle mücadelede 50 milyon kurban verdi. Bunu Filibe de tüm ırkçılara hatırlatmak isteriz. Bu kökten çarpık ve sıra dışı zihniyet Bulgaristan’a, Bulgar Milli Lejyon’u ve ona bağlı olarak “Brannik” Gençlik Örgütü kurulmasıyla geçen yüzyılın 1930’lu yıllarında girdi ve 9. 09. 1944’e kadar ayakta kaldı. General Lukof faşimle bütünleşmenin başını çekmişti. Şimdi her yıl Lukov fener alaylarıyla Sofya’da anılıyor.. Almanya’da Hitlerin eserleri, faşizme ait son zırnık bile yasaklanmışken, bizde Alman ve İtalyan faşizmini öven eserler serbest satılıyor. İktidardakilerle eski komünistlerin Bulgar, Türk ve Pomak varisler. Nasıl oldu da babalarının ve dedelerinin faşizmle amansız mücadelesini, partizan hareketini, İkinci Dünya Savaşı cephelerinde verilen şehitler unutuluverdi??? Çarlık yıllarında “Barannik”lere Hitlerin “Ost” (Doğu) politikası dâhilinde Alman faşistlerinden paralar akmıştı. Onlar, o zaman Bulgaristan’ın Sovyetler Birliği’ne karşı savaşa katılmasında ayak dirediler.


182

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

O ağır dönemde ülkedeki İngiliz, Fransız ve Amerikan yanlısı ve Moskova’ya müttefik güçler faşizme karşı ortak mücadele vermişlerdi. Yeniden canlanma ve yapılanmanın şekilleri: 60 yıllık bir aradan sonra, önce Rusya’nın isteğiyle NATO ve Avrupa Birliği’ne ve genelde Bulgaristan’ın Batı lehinde bir politika izlemesine karşı, bir aşırı uç olan Volen Siderov’a kurdurulan “ATAKA” partisi, Bulgar aşırı milliyetçilik ve faşizmini XXI. yüzyıl sahnesine çıkardı. Şu anda Bulgaristan marjinalleri motorcu, futbolcu, düzenci vb. fenler olarak totaliter rejim tarafından gasp edilen Bulgaristan Müslümanlarının vakıf mallarının hukuk yoluyla ve mahkeme kararıyla resmen geri verilmesine karşı ulusal cephe halinde birleşme sağlamış durumdadır. Plovdiv şehrindeki kanlı olaylar bu cephenin son anti-Türk, anti-İslam hortlamasıdır. Stratejik hedefleri Bulgaristan’ı Türklerden, Pomaklardan, Çingenelerden, İslam eserlerinden, Müslümanlığa ait ne varsa her şeyden tamamen ve kesin temizlemek olan, bu aşırı milliyetçi faşizan hareket, Anayasa ve yasa dışı hareketlerine 3 bin kişilik dalaş dövüş çetesi toplayabiliyor, öz propaganda araçlarından yararlanıyor, meclisteki grubuyla iktidar ortaklığına yükselebilmiş durumdadır. Milliyetçi propagandayı yönlendiren radyo, gazete ve TV yayınlarına sahiptirler. Bulgar demokrasisinin ayarını bozan bu kesim 20 - 25 yaşlarındadır. Finans kaynakları dış ülkelerde olduğu için yabancı çıkarlara da hizmet etmekte, hem ülkemizde hem de Balkan Yarımadasında huzuru bozmak için ellerinden geleni arda bırakmıyorlar. Bu gruplar üç denizle sınır olan bir Büyük Bulgaristan hayaliyle de besleniyor. Makedonya ile Bulgaristan arasındaki sorunların temelinde olan da budur. Sürüdeki büyükçe kesim 1990’dan sonra dünyaya gelmişti. Özel milliyetçilik kurslarından, ırkçılık ekolünden, faşist eğitimden geçmemiş olsalar da, şeker bile gerekli yaşam ortamı bulamayınca nasıl zehire dönüşüyorsa, onlar da ayarsız demokrasinin acı meyveleridir. Gönüllerinde olan hep, Türklerin mallarına konmak, mirasa oturmak, Bulgaristan’da kalan Türkleri köle gibi çalıştırıp dilenci gibi süründürmektir. Osmanlı döneminde Filibe Beyliği Konağı olan bugünkü “Pılden” lokantası, halen beş leva kira ödemeden kullanılıyor. Eski iki mescit içkili lokantadır. Tarihi Müslüman kabristanlığı çöplük olarak kullanılırken, bir sanat eseri olan göbek taşlı hamamın çalıştırılmasına izin verilmiyor. Bununla birlikte mahkeme kararıyla geri alınan bazı dükkân ve bezi stenlerin camları gün aşırı saldırıya uğruyor. Plovdiv Belediyesi aşırı milliyetçileri ar-


Makale ve Analizler - 2014

183

kalıyor. Anti- Türk, Anti-İslam davranışlarında Sofya’dan bağımsız hareket etmeye çalışıyor. Bu durumun mutlaka değişmesi ve sorunların kökten çözülmesi kaçınılmaz oldu. HÖH politik partisinin birinci ve temel ödevi kendini politik yamak olma psikolojisinden silkip sorunların çözümünde söz sahibi olmaktır. Halkımızın can alıcı problemlerine inmektir. HÖH politikacılarıyla Müslüman kurumlarımız arasındaki dostluk ve yardımlaşma yalnız seçim gününe dayanamaz, dayanmamalıdır. Irkçı alayın Plovdiv’te yaptığını Müslüman gençler yapsa, Kiliselere taş atmaya başlasa, herkesin sabrı taşsa Bulgaristan Kosovo, Bosna olabilir. Burada yanacak ateş bütün Balkanları yakabilir. Bunu mu istiyorlar acaba? Bulgar marjinalliği Türk ve Müslüman düşmanlığı, ırkçılık, zulümden has alanlarca mayalanmıştır. Bu hastalığa ilacı, mucize bilim, alşimi bile bulamadı. Son hesapta Bulgar demokrasine ayar bulma sabır ve zaman istemeye devam edecek de nereye kadar...

İtleri Salmışlar, Taşları Bağlamışlar

Alptekin Cevherli-16.Şubat.2014

Adamın biri eski zamanda yaya olarak bir köyden diğerine gider. Tam köye yaklaşmıştır ki uzaktan köpek havlamaları gelmeye başlar. Nasılsa bağlıdırlar deyip, kendini teskin eder. Biraz daha ilerler, bir de bakar ki gayet muntazam bir köy. Yolları arnavut kaldırımı kaplı, kenarlarda kaldırımlar var. Kendi kendine, “Ne güzel köymüş” derken bir de ne görsün, köyün köpekleri etrafını sarmış...


184

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Kimisi havlıyor, kimisi hırlıyor... Can havliyle eğilir yerden bir taş alıp, köpeklere atayım der... Fakat o da ne? Elini attığı taş, sanki yere mıhlanmıştır. Bir diğerini almaya kalkar, o da aynı. Yanındaki; o da öyle... Bırak eline alıp köpeklere atmayı, yerinden oynatamaz bile; mırıldanır: “Ulaaan, bu köyde itleri salmışlar, taşları bağlamışlar...” *** İki gün önce İstanbul Sefaköy’de çoluk çocuk otomobile atladık, bir yere seyahat etmeye çalışıyoruz. Çalışıyoruz diyorum, elbette İstanbul’un trafiği malum... Sefaköy’ün ana caddesine girdik. Önümüze bir seçim minibüsü düştü. Aracın arkası sanki gök kuşağı. Her renkten, her dilden yazı var. Ermenice, Süryanice, Arapça, İbranice, Rumca, Bulgarca, İstanbul Türkçesi ve çeşitli lehçeler, şiveler, ağızlar ve de daha ne olduğunu çözemediğim bir sürü alfabe ile yazılar... Mübarek sanki Birlemiş Milletler’de seçim yapılacak, oraya aday olan Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nin propagandasını yapıyor sanırsınız. Aracın sağ ve sol yanlarından boynuna poşu bağlamış 20 yaşlarında iki genç ise çıkmış, sağa sola gülücükler atarak zafer işareti yapıyorlar. Sanki seçim sonuçları belli olmuş da, kutlama yapıyor gariplerim... Hoparlöründen ise anlamadığım bir dilde, şarkı çığırıyorlar. Anlamadığım dil diyorum, çünkü ne kırmançi, ne sorani, ne gorani ne de zazaca... Arkadaşlar uçmuş, Sefaköy gibi neredeyse tamamı Rumeli - Balkan göçmenlerinden oluşan bir semtte, açıkça provokasyon gerçekleştiriyorlar. Neyse Allah’tan millet, sağ duyulu da onlara prim vermiyor. Tabi bu, daha bir şey değil(miş)... Biz böyle çalgılı, gülücüklü, zafer işaretli giderken, ışıklarda duruyoruz. Kızım soruyor, “Baba bu Türkü’de ne söylüyor, ben anlamıyorum...” Dedik ya sanki Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’ni seçeceğiz. “Valla kızım ben de anlamıyorum(!)” diyorum. Neyse, yanımıza bir polis otosu yanaşıyor. Seçim minibüsünün yanına gelip; o da kırmız ışıkta beklemeye başlıyor. İçinde orta yaşlarda iki polis memuru var. Bizim gülücükler atan poşulu genç polisleri görür görmez, elini polis otosunun camına dayayıp zafer işaretlerine devam ediyor. Yüzünde ise çok pis ve hain bir bakış beliriyor. Gülücüklerden, zafer kazanan komutan edalarından eser kalmıyor. O nefret dolu bakışı unutmam, mümkün değil...


Makale ve Analizler - 2014

185

Bu da yetmiyor, hepimizin bildiği malum “3’ün 1’i işaretini” polisi otosunun camına dayayıp, polislerin gözünün içine bakarak yapmaya başlıyor. 1 dakikaya yakın; ha şimdi silahlar patladı, ha patlayacak diye bizim ufaklıkları nasıl oradan kaçırırımı, düşünüyorum. Bir yandan da öndeki provokasyon hâlâ devam ediyor. *** Allah’tan yeşil ışık yanıyor da, BM Seçim minibüsü tekrar hareket ediyor. Polis aracı ise, hala duruyor... Yanına yanaşıyoruz. Polislerin yüzüne bakıyorum, kıpkırmızı olmuş. Şoktalar... Öndeki araçta ise gençler, yine zafer işareti ile gülücükler saçıyorlar. O polislerin yerinde olmayı, asla istemezdim. Düşünün; aslında o kadar çok söyleyecek söz var ki, ama adı “demokrasi” ya... (Not: Bu anlattığım olay, tamamıyla gerçektir)

Sevgililer Günü Şiirleri

Neriman Eralp-17.Şubat.2014

Gitme

Sevgililer gününde en çok En çok sevdiğimi aradım. Küsme, bir tanem, gitme! Deyebilsem, deyecektim.

Deyememek onurda yaşadığından Çıkamadı yuvasından, Belki de, bendeki onur da Sevdiğimden büyük olduğundan. Türkiye - 2014


186

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Vaktin birinde Yaşı küçük bir cadı tanıdım. Başka bir cadı ondan güzel Olamazdı.

*** Aşk sonrası Bitti! Ve elim kolum sevgilim, Artık kanat değil, yalnız el kol kaldı. Yatağım da Sadece yatak kaldı. Gökyüzü de Renksiz...

O sendin... Beni gönlüne kapayan Sihirli su içirdin. Beni sana mahkûm ettin. Hatırında mı Oynadığımız öpücük oyunları? Hatırında mı İkimizin aşk oyunu? Ve anlayana kadar ikimiz Öpücüklerin gerçek öpüşme olduğunu? Ve gerçek aşkın da Öpücüklerde olduğunu Sevgilim O oyun Ansızın bitti! Sevgilim Oyun

Soğuk namluyu Beş yıl tuttu Askerin eli. Gözleri yaşlı

Ve soruyorum Nedir şimdi bizi kaynaştıran, Bizi sarhoş eden, İçimizde ateş yakan? Adı nedir? Söyle! Belki de aşk sonrası...

Çarpmaktan çıldırmış Deli bir kalp işitiyorum. Ve biz birbirimize O kadar yakınız ki, Senin kalbin mi, Benim kalbim mi, Anlayamıyorum Sevgilim. Lübomir Levçev - Bulgaristan 1974 *** Eller Çekti tetiği Kocamış köpeğine Avcının eli. Bir ömür durmadan


Makale ve Analizler - 2014 Art arda Yumrukladı Boksçunun eli. Bir ömür her akşam Kaldırdı kadehleri Sarhoşun eli.

187

Ve işte bu Seni yirmi yıldan beri Her akşam okşayan Benim elim... Benim mutlu elim... İzet Sarayiç - Bansalı Omir

141 Yaşındaki Hainlik

BG-SAM-17.Şubat.2014

Vasil Levski’nin ölümünden bu yana 141 yıl geçti. Kimse öldü demiyor, kullanılan söz “asıldı.” İpi çeken kim? “Osmanlılar!” Levki’yi ele veren kim? Bulgar papazı “Krastö Nikoforov.” Sofya’da Vasil Levski davasına kim baktı? Osmanlı Mahkemesi Başkanı Bulgar Hakim İvanço Hacıpençeviç. Hakim Hacıbençeviç’e göre Vasil Levski kimdir: Bir hayta, bir serseri ve bir uyuzdur. Osmanlı döneminde muhbirlik nasıl değerlendiriliyordu? “Hukuksal anlamda bir hizmetti.” İhbarda bulunanlar “Suç işlemiş olanların çevresinden çıkarılıyor ve hain şerefliler tahtında yer alıyordu.” “Arabakonak” hırsızlığını sorgulayan dolayısıyla Levski soruşturmasında da katkısı olan Mazhar Paşa 24 Kasım 1872’de İstanbul’a gönderdiği bir telgrafta şöyle der: “Komitelerle ilgili ihbarda bulunanlar, halk ve devlet için övgüye değer hizmet sundu!” Vasil Levski’nin hayat yolunu en iyi anlatan Bulgar yazar kim? Vasil Levski’yi şahsen tanıyan, dava sırdaşı, onunla omuz omuza mücadele eden, Osmanlı’nın Diyarbakır zindanında yatmış, daha sonra Sofya’da Bulgar Parlamentosu başkanı olan, Komitacı yazar Zahari Stoyanov’tur. O, “Bir Dava Uğruna Mücadele Eden Kahraman” yani Havari (Apostolıt) kitabında “son duruşmada idam ce-


188

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

zasını işittikten sonra taş duvarlı mahzene indirilen yaralı ve kuvvetten düşmüş halde olan Levski’nin başını duvardaki büyük taşlardan birine vurarak, yaşamına son verdiğini” yazar. Ne var ki, büyük davasına son derece büyük ve kutsal bir ulusal kahraman arayan Bulgar halkının Levski’nin “canına kıydığını” kabul etmemesi normaldir. Bundan dolayı da o, “Şubat ayının en karanlık, en soğuk bir gecesinde, kurt uğultusundan ve köpek sesinden başka hiçbir şeyin işitilmediği diz boyu karda dar ağıcında sallanan ve ipi çekilen ölümsüz kahraman efsanesini yarattır ve ona inanır.” Biz Levski’den Levski eğitildik. Biz hepimiz “Vasil Levski” okullarında okuduk. Birinci sınıfta bize okunan ilk masal “Levski’nin Kahramanlığı” üstüneydi. “Çavdarçe” teşkilatımızın adı “Levski” olup, ilk çiçek koyduğumuz anıt Levski büstüydü. “Piyoner” örgütümüzün adı da “Levski”ydi, komşu koruya yaptığımız ilk gezimizi Levskiye adamıştık. Dimitrovcu Komsomol birliğimizin adı da “Levski” idi ve her yıl yapılan gençlik festivalini Levski’ye adamak adetten olmuştu. Tutuğumuz futbol takımının adı da “Levski” olduğundan bazı karşılaşmalarda yenildiğinde derin hüzün yaşamasak olmazdı. Üniversite yıllarımız da Sofya’daki Vasil Levski’nin anıtına çelek taşırken, “Levski’yi anma geceleri”nde, “Levski için şiir yarışmalarında”, “Levski’den ilham alma gecelerinde” geçti. Birimiz herhangi bir konuda en küçük bir yetersizlik göstersek, bu Levski’nin kutsal davasına ihanet olurdu. Okuduğumuz Yeni Bulgar Tarihi’nde uyanış, diriliş, ulusal bilinçlenme, komitacılık sayfalarında hep Levski vardı. Bulgar edebiyatının atası olan İvan Vazov en gözde şiirinde Levski’yi ölümsüzleştirdi. Birkaç köy ve bazı şehir ismi “Levski” oldu. Çarlık döneminde Ferdinat, Levski’yi kıskandı, çok anılıp çok sevildiğinden korktu. Levski az sevilirse unutulur korkusuna kapılan yazar Nikolay Haytov, Levski’den ateşli Levski olup kitaplar yazdı, naşını birkaç mezardan çıkarıp her ayinde olsun diye kiliseye gömdü. Film senaryoları yazdı. Ardından Bulgaristan’da muhbirlik dosyaları açıldı. Levski de hainlerce ele verilmiş olduğundan Levski Dosyası da açıldı. Bulgar polisinde kriminoloji uzmanı Doç. Dr. Nedelço Stoyçev’in yönetimindeki uzmanlar ekibi “Levskiyi ihbar eden kim?” konusu üzerinde birkaç yıl çalıştı. Yazar Rosen Yankov’un kaleminden, “Levski’nin ele verilmesi” - Yeni Deliller başlıklı, yepyeni bir kitap çıktı. Yepyeni diyorum, çünkü aynı konu daha önce 120 eserde, geçen sene de yeni 8 kitapta işlense de, bu yeninin yenisi yani yepyeni oldu. “Levski’nin ele verilmesi” - Yeni Deliller araştırma yapanlar, “Levski hakkında ilk ihbarın yapıldığı günden tutuklanmasına kadar geçen 62 günü” büyültücü altına aldı. Fakat Levski tutuklandıktan sonra da, yani Osmanlı zinda-


Makale ve Analizler - 2014

189

nında tutulurken, sorgulanırken, yüzleştirmelerde ve hatta ölüm cezasını aldığı ve hakimin kalemini kırdığı an bile hainlerce ele verilmeye devam etti. Biz hainlerin boyu ne kadar uzar bilemeyiz. Ne ki, Osmanlı’nın son döneminde Bulgarlar arasında hainlik hukuksal bir mevki haline gelmiştir. “Ben ihbar ediyorum. Lütfen ödülümü verin.” Diyenler bile olmuştur. Aslında o gün bugün değişen bir şeycik yoktur. Bu gün de hainler ya saraylarda yaşıyor ya da “korunan tanık” olmayı hak ediyor. Kitabın can alıcı noktası: Bu kitapta üzerinde önemle durulması gereken bir özellik var. Yazar yalnız hainliği değil, insanların hain olma azmini de irdeliyor. Eserde, Bulgaristan’da hainlik konusunda ilk kez yapılan üç ayrı araştırmaya yer veriliyor. Birinde hainin psişik - görüntü resmi çiziliyor. Levski’yi ele veren aranırken, Osmanlıda bir istihbaratçı, bir papaz, bir sığınakçı, bir ihtiyar, bir genç, bir köy zengini (çorbacı) bir hancı ve bir bakırcının kimliğinin nitelik özellikleri ve görüntüleri arasında yıllar sonra bir karşılaştırmalı inceleme söz konusudur. Zaman ve mekan açısından meydana gelen silinme ve aşınma dikkate alınmadan, kaymakamlık, zaptiyeler ve yerli yardımcılarının, kadın ve erkek tiplemesinde en ince ayrıntıya iniliyor. Zamanla defalarca yüzleşmenin temelinde, yıllar önce muhbirlerden kalmış suç izleri esas alınıyor. İşlenen suça göre sima çizip karakter görebilen uzmanlar Levski’yi ele vereni ararken modern analiz yöntemlerine baş vuruyor. Kitaptaki önemli saptamalardan biri muhbir, ele veren, hain, fesatçı, lekeleyici simadır. Bugün de yanı tiplemelerin aramızda gezindiği düşünüldüğünde analiz yararlıdır: Bilindiği üzere, normal düzende, ahlak ve yasalar her türden hainliği ve ihbarcılığı kınar. Hainlik, bir davaya ya da bir şahsa bağlılığı, güveni, yemini, sadakati, verilmiş sözü, üstlenilmiş yükümlülüğü bozmaktır. Psişik anlamda, hainlik, bir kişiye ya da bir grup insana, kötülük yapmak amacıyla önceden planlanmış, bilinçli niyetlenilmiş bir hareket ve ya eylemler toplamı olarak ele alınır. Hainlik üstüne yapılan bu tanım, hainliği, davranış düzeyinde birini bilinçli olarak kapana düşürme, bir kişiyle hesaplaşmak için verilmiş bir sipariş, kötüleyici haberler yayılması ve gözden düşüren söylentiler yayma şeklinde


190

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

olumsuz duygularla gerekçelenmiş, dolaylı da olsa alçakça bir şiddet olarak gün ışığına çıkarıyor. Dolaylı şiddet şekli olarak gerekçelendirilen hainliğin temelinde, kıskançlık, egoizm, tahammülsüzlük, kin beslemek, kendini beğenmişlik, kibirli olma, böbürlenme, aç gözlülük gibi olumsuz duygular bulunur. Hainin genelde kurbanının yani ele verdiği kişinin güvenini kazanmış olan biri olduğu ispat edilirken, ele verilip canı yakılanın umumiyetle hainden daha saygın, daha büyük güven kazanmış, daha yüksek mevkide olan bir kişi olduğu dikkati çeker. Hainler, ihbar ederek canlarını yaktıkları kişileri kişisel nitelikleri menfi olan şahsiyetler olarak göstererek yaptıkları hainliği haklı çıkarmaya çalışırlar. Hainlerin kendilerini savunma davranışları, yani kendilerini haklı gösterme mekanizmaları, lanetlemeden, uzaklaştırmadan, inkâr etmeden, kötülemeden ve sıkışmadan geçer. Somut bir eylem veya yenileyen bir davranış olarak ortaya çıkan hainlik, muhbir ile bilgiyi alan tarafından aynı şekilde algılanıp kavranıldığından dolayı yürürlüğe konur. Hainlik yaparak işlediği cinayetin izlerini kapatmak, işlediği suçtan ceza almamak için, muhbir islerini örtbas etmeye ve suçu başkalarına aktarmaya, olay yerinden uzaklaşmaya büyük çaba gösterir. Çağdaş kremi nal psikoloji yöntemleri, kişiye karşı işlenmiş suçun araştırılması esnasında olduğu gibi, hainliğin ortaya çıkarılmasında da, suçlunun kimliğine ilişkin doğru ve isabetli sonuç elde edilmesine olanak veriyor. Suçun psikolojik analiz ilkesi, suçu işleyenin davranışlarının onun kişiliğini yansıttığı varsayımına dayanır. Yapılan bilimsel incelemeden sonra “Bilinmeyen suçlunun psişik profilinde” şunları okuyoruz: Kimlik özellikleri: “Kendini beğenmiş, izzeti nefis sahibi, kendini koruyan ve açgözlü. Hakiki liderler önünde iki büklüm olarak üstünlük heveslerini gizleyen biridir. Kurnaz ve başarılı bir hilekâr. Kendini sosyal ortamda aranan biri olarak gösterip güven kazanıyor. Başarısız olduğu hallerde ithamcı ve kişisel tehlike gördüğünde ödlek. İhbarda bulunmak için kişisel gerekçesi vardır.” Hainlikten sonraki tavrı: İnkâr edicidir. Suçu başkalarının üstüne atar. Levki’nin tutuklanmasından sonra onun yaşayışı değişmemiştir. Haincik konusu Bulgar toplumunu ve ilgili makamlarını çok yakından ilgilendiriyor.


Makale ve Analizler - 2014

191

Son 141 yılda ortam, insanlar ve dava değişti. Ama hainlerin sayısı azalacağına çoğaldı. En büyük hinler, en kalın gölgelerde ve en görkemli saraylarda devam ediyor. Hainlerden korunmak, dünyayı korumakla eşittir.

Ölüm Dansı

Şakir Arslantaş-17.Şubat.2014

Işığı bulan (lambaya gelen) beyaz kelebeklerin ölüm dansını izlemişsinizdir. Onların oynaşası, karanlığın nurla buluşma mutluluğu dansıdır. Kokusu uçup kâinata karışan çiçek yaprakları vals ederek uçuşur. Ağaç yaprakları, mümkün olduğu kadar uzağa düşmek için pike yapar. Bir bakıma, ölüm dansı da uzaklaşarak kaybolma ya da yakınlaşarak içiçe erime şeklinde gerçekleşir. Cisimler şekil ve nitelik değiştirirken kaybolmayan ancak ve bir tek enerjidir. Ölüm uzaklaşma veya bütünleşme şekillerinde yaşar. Kaynaşma da bir ölümdür. Her ölüm yeni bir başlangıçtır. İnsan ölümü, bir bakıma, ikili kavuşmadır. Beden var oluşun başka bir şeklinde yalamak için ilk şekline dönerken, ruh vuslat yaşar. Yok oluş esnasında iki cismin enerjisi zaman ve uzam anlamında eriyip kayıplara karışırken, örneğin erimek üzere suya düşen tuz veya şeker kütlesi, küçülen dalgacıklar halinde çırpınarak yüzeye vurduğunda, kıyıya koşarken enerjisi söner. Politik hayatta da ölüm dansı izleyebilmemiz mümkündür. Görebildiğimizi doğru algılayabilmemiz için sosyal yaşamın yasallık, yasa, süreç ve belirme ve yok olma kategorilerini, zaman ve uzam gibi iki daimi büyüklüğün sosyal yaşam üzerindeki azalmayan etkisini sezinleyip idrak ederek özümsememiz ve soyutlamamız yeterli olabilir. Bu süreçleri sosyal ve politik yaşamdan örneklerle anlaşılır bir şekilde açıklayabilirim. Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH-DPS) 25 yıllık pratiği ile örnekleyelim. HÖH-DPS politik hareketi Bulgaristan’da yaşayan Türk ve Müslüman halk topluluklarının XX. asırdaki olumsuz birikim patlaması sonucu oluştu.


192

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Özü itibarıyla bir politik kükreme olan ve giderek politik parti olarak gelişen HÖH-DPS 2 milyon 500 bin kişinin Bulgaristan’ı terk ettiği, 500 bin kişinin de bavullarını sıkmış ilkbahar güneşiyle havaların ısınmasını beklediği ve Almanya istikametinde yola çıkmaya sabırsızlandığı koşullarda, ülkede kalanların yoksulluk sınırının üstüne çıkma şanslarının asla olduğu bir ortamda sosyal tabanını genişletme olanakları sonsuz geniştir. Fakat olanaklar kendiliğinden bir eylem yaratmaz, politik faktörün programı, deneyimi, yapmış oldukları, dayanak noktaları ve toplumdaki rolü son derece önemlidir. Biz bugün bir yandan HÖH-DPS reel olanaklarının genişlediğini, öte yandan da bu partinin ortak olduğu iktidar yönetiminde bunalımın hem sosyal, hem ekonomik, hem malı hem de kültürel açıdan derinleştiğini görüyoruz. Öte yandan ana dilde okuma, yazma, konuşma, seçim propagandası yapma gibi sorunlara bir türlü çözüm getirememesi, Bulgar devletinin Türklerin ve diğer etniklerin kimliğini eritme politikasına alet ve yama olmasına da hiddetlendiğinden dolayı, sürekli gündem manşeti durumuna getiriyor. Tüklerin ve tüm Müslümanların XX. yüzyıl birikimi bir yaşam dokusu olarak, bir olumsuz birikim deposu olarak Bulgar ulusu öncülüğünde kurulan sosyoekonomik düzene ve devlet yapılanmasına karşıydı. Ötekileştirme, göç, sürgün. Zorlama, zülüm, baskı, terör, yargısız infaz politikaları genel adaletsizlik ortamı yarattığından, devlet düzenini sürekli hırpaladı. XIX. asırda Osmanlı sınırlarına dahil olan, günümüz Bulgaristan topraklarında cereyan eden, 1877 - 1878 Rus - Osmanlı Savaşından sonra, Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılan ve egemen bir devlet kuran Bulgar ulusu, hem Osmanlıdan ayrılma hem de feodalizmden kapitalist topluma geçiş devrimini kendi yapmadığından, yani formasyon değişimi esnasında boşanması zorunlu olan, içindeki pis kanı dökemediğinden dolayı, Osmanlı hanedanlığına olan düşmanlığını yerli Türk halkına ve onun dini ve kültürel yaşayış şekline karşı yönelterek kısır bir döngüye girdi. Tarih içinde iç içe, yan yana, komşu komşu ve hoşgörülü yaşamaya önem veren bu iki temel etnik topluluk yeni ortamda karşılıklı tolerans ararını bulamadı. Yeni egemen erkin yapay uygulamaları ve yaptırımları devlet zulmüyle beslendi ve etniklerin kaynaştırıp bütünleşmeye zorlanması patlamaya neden oldu. Huzursuzluk Pomaklık bölgesinde 1913’te başladı ve 1989 sonlarına kadar şiddetlendi. Demokratik bir toplumda tüm insan hakları sağlanıp etniklerin birbiriyle olumlu etkileşim içinde bütünleşmesi yeğleneceğine, Pomakların, Çingenelerin, Türklerin, Türklüğün, İslam’ın ve Müslümanlığın Bulgarlık ve dinsizlik içinde zorla eritilmesi yolu seçildi. Bir kapışmaya dönüşen bu süreç çok kurban aldı. Süreğen şiddet ortamı irili ufaklı sıra patlamalara neden oldu. Genel huzursuzluk,


Makale ve Analizler - 2014

193

güvensizlik ve korku ortamı hâkimiyet kurdu. Türklük ve Müslümanlık kimliğini bir asır ölüm dansına zorlayan Hıristiyanlık ve Bulgar milliyetçiliği bugün de kapma çalma, göçe zorlama, gasp etme ve el koyma şekliyle elde ettiği kazanımlarından tatmin olmamış, vakıf mülklerini de ele geçirip, ana okul, ana dil, ilkokul, lise, üniversite haklarını baltaladığı Bulgaristan Müslümanlarının dinsel varlığını da ezmeye baş kaldırmıştır. Bir asırdan uzun bir süre devam eden kimlik mücadele yeni koşullarda yine ölüm dansı şeklinde devam etmektedir. Diyalektik anlayışta zorla kayboluş kendiliğinden olan bir olgu değildir. Biz zorla yok olmaya zorlanıyoruz. Bu, yazımın başında anlattığım ölüm dansı değildir. Kokusu uçan, yaprağı kopan çiçeğin soğanı, kökü yerinde kaldığından, topraktan beslenip gelecek yıl yine açacaktır. Dalından kopan bir yaprağın yerine yenisi gelecektir. Bizi, kimliğimizi, kültürümüzü, dinimizi besleyen topraklarımız, iş kaynaklarımız, edinimlerimiz elimizden alındığında, bizim kendi kendimizi besleyebilme olanaklarımız tükendiğinden dolayı körelmeye, kuruyup yok olmaya mahkûmuz. Görünümde demokratik olan düzenin, paralelinde ezme, ufalama, baskı, terör, zorlama, onursuzlaştırma, kabalık vb. olduğundan XX. yüzyılda enerjimiz katılaştı ve giderek sosyal ve politik patlama mayalandı. Geçen yüzyıl Bulgaristan politik tarihinde öteki etnik topluluklarla ilgili uygulama olumsuzdu. Örneğin Pomakların isimleri 6 defa değiştirildi, geri verildi ve yine Bulgarlaştırıldı. Sonuçta olumsuzluk hat sayfada birikti. Çıbanbaşı oldu. Geçen yüzyıl, nesnel toplumsal yasalar hiçe sayıldı, hayatı zorla değiştirilmesiyle damgalandı. Baskıya karşı mukavemet geliştiren, büyük bir sabır ve olgunluk gösteren, dıştan verilen enerjiye kapanan yani devlet zulmüne göğüs geren etnik halk toplulukları 1972’de ve 1989’da ayaklandığında politik atılım enerjinde partileşme bilinci taşıdılar. HÖH - DPS partisi bu atılımlar sonucu sahneye çıktı. Bu, Bulgaristan Türk ve Müslümanlarının pozitif olanı hayata çağıran enerjisiyle oldu. Bu önemli olay hepimizi yakından ilgilendiriyor. HÖH-DPS partisinin doğuşu hepimizin enerjisiyle atılımlarıyla mücadelesiyle olduğundan dolayı, şu kritik dönemde partımızın kaderine kimse seyirci kalamaz. Partinin kurulması doğal bir süreçti, yukarıda işaret edilen yasa ve yasallıklara, düşünce ve yaşam deneyimlerine göre gerçekleştiğini önemle belirtmek isterim. Bunu anlayabilmek, yazmaktan kat kat zordur. Özellikle, bizim, soydaş ortamında, derneklerimizde, bir gerçeği anlayabilmemizi engelleyen ana neden, insanımızın “sokma akıl akıl olmaz”, “bir bildiğin varsa kendine sakla”, “kendini zorlamana gerek yok, her şey olacağına varır” şeklindeki tekerlemeleridir. Aynı zamanda, %


194

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

99’umuzda her gün bir şeyler okuma alışkanlığı olmadığından, okuyarak öğrenmeyi yorucu ve bezdirici bulduğumuzdan, şimdiye kadar hiçbir konuda hiçbir fikir beyan etmemişken ansızın önemli bir konuda geçerli bir düşünceyle ortaya çıkan kişiye pek sıcak bakmadığımızdan, kendi içimizde bilgiye, yeniliklere karşı olumsuzluk beslediğimizi itiraf edelim. Genelde, ilk anda benimsemediğimiz için hep “kulaktan dolma”, “bir yerden duymuş da, bize satıyor” şeklinde mütalaa ederiz. Böylece düşünü dünyamızın derinleşerek genişlemesine, hafızamızın algılayıp özümsemesine set çekmiş oluruz. Camide işittiğimiz, doğru ya da yanlış olduğunu asla sorgulamadığımız, algı dünyamızın tüm enerjisini emen beynimizdeki kara kaya düşünerek yaşamamıza büyük engeldir. Aramızda alıp vermeyen, dış dünyayla teması kesilmiş, vurdumduymaz ağır gönüllülerden bol ne var? Çocuklarımıza “ne duruyorsun, aç kitabı, oku!” deriz ama bir kitap bir gazete açıp evladımıza örnek olmayız. Boş vaktimizi at yarışları seyrederek, iddia oyunlarında arayıp, “mutluluğu” kısa yoldan bulmaya çalışırız. Ölü canlılara hayat gücü aşılamanın ne kadar zor olduğunu bildiğimizden akan hayat ırmağını seyretme gönül veririz. HÖH-DPS örneğine döndüğümüzde ortaya çıkan şudur. Bulgaristan Türk ve Müslümanlarının politik enerjisini taşımak, çalıştırarak çoğaltmak ve verimli yaşatmak için sahneye çıkan bu parti, son çeyrek asırda temel hak ve özgürlüklerimizi sağlamaya çalışırken, hedef belirleme ve uygulamada pek başarılı olmasa da, bugünkü politik durumda bir şans eseri olacak, en önemli durumdadır. Bulgar politik yaşamının, parlamento bileşiminin, iktidar ortaklığının ve siyaset güçler dengesinde her hususta sonuç belirleyen bir unsur haline gelmiştir. Biz HÖH - DPS partisini daha iyi, daha başarılı, daha önü açık, halk tarafından daha fazla sevilen bir parti olmasını canı gönülden isterken amansız ama yapıcı eleştiride bulunuyoruz. Çünkü bizim öz insan haklarımızdan, özgün kimlik haklarımızdan, spesifik toplum oluşturma haklarımızdan, ana dilde iletişim ve etkileşim özgürlüklerimizden önün verilemez. Biz tarihsel geçmişi, bugünü ve yarını olan bir topluluk olarak kimseye yamak olamayız, onurumuzu korumalıyız. Bulgar politika haritasında aritmetiksel durum şudur. Bulgar parlamentosunda 4 politik parti var. Bunların 3 Bulgar, birisi de Türk ve Müslüman partisidir. Bu yıl ülkenin en büyük politik olayı, diğer 27 AB ülkesiyle birlikte aynı günde yapılacak olan parlamento seçimlerine katılmaktır. 12 Mayıs 2013’te yapılan son meclis seçimlerinde zar öyle bir düştü ki, parlamentoya giren 3 Bulgar partisi aralarında kedi köpek olduklarından, iktidar konusunda kendi aralarında asla anlaşamadıklarından HÖH-DPS partisine gün doğdu. Türk partisine olmazsa olmaz şeklinde muhtaç kaldılar. Bu, 135 yıldan beri ilk


Makale ve Analizler - 2014

195

kez bu denli net gün ışığına çıkan bir durumdur. Ne yazık ki, bu durumdan etnik haklarımızın genişletilmesi açısından yararlanılamamıştır. Durumun içerdiği bu özellikle birlikte meclisteki 3 Bulgar partisinin üçü de yeni bir parlamenter seçime gitmekten korkuyor. Çünkü üçü de kuruldukları günden bu yana ilk kez dağılma, parçalanma sıkıntılarına düşmüş, tabir cazipse, üçü de inine ya da köyüne dönme süreci yaşıyor. Bu süreci daha dikkatli analiz edelim: a) Bulgaristan Sosyalist Partisi (BS) 125 yıllık bir parti olu, bu partilerin arasında en büyük olandır. 1891’de Bulgaristan Sosyal Demokrat İşçi Partisi olarak kurulan, Rusya’da 1917 Ekim Devriminden sonra “dar sosyalistler” ve “geniş sosyalistler” olarak ikiye parçalanmış, birincilerden fırsatçılık doğarken, “dar sosyalistlerden” Komünist Partisi (BKP), daha sonra İşçi Partisi, ardından yine BKP oluşurken, 10 Kasım 1989’da iktidardan düşen komünistlerin saflarınsan bu defa da, bir sosyal demokrat formasyon olarak Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) kuruldu. Komünist Partisi olumsuzlanırken Sosyalist Parti, devraldığı mirasın kadro potansiyelinin tümünü kucaklayamadı. Biz bugün, aynı partinin eski lideri ve iki dönem Cumhurbaşkanlığı yapan Georgi Parvanov’un “ABV” adlı bir ulusal alternatif arayışıyla sosyalistlerden kopması; aynı zamanda 4 süre milletvekili olan ve yine rasyonel bir kanat olarak Tatyana Donçeva başkanlığında partiden çıkan bir başka grup da yaşam hakkı istiyor. BSP içinde katı komünistlikten Avrupa Sosyalistliğine kadar uzanan çok farklı gruplaşmalar kavga içinde yaşarken kovandan çıkmamaya gayret ediyor. Yeni bölünmeler alev alabilir. BSP partisi parçalandıkça kabuğuna çekilmek zorunda kalıyor. İşçi sınıfı ateşli öncüsü olması gereken bu parti, ülkede sanayinin çökmesiyle eline kırmızı pasaport alan Batı Avrupa ülkelerine iş aramaya vedalaşmadan kaçtığından dolayı sosyal tabansız kaldı. Geri çekilecek tek alanı kimsesiz köylerdir. Bu durumda, ister istemez ölüm dansına başlama durumunda olan BSP kendiliğinden sönerken yani yok olmaya mahkûm oluşunun bilincine yükselirken bütünleşebileceği, başka bir değişle yutabileceği bir bağlaşık aramak zorundadır. 2013 yılı ilkyaz ve yaz gösterilerinin itaatsizlik direnişleri ateşinden çıkan 2 sağ oluşum yani “Sansürsüz Bulgaristan” hareketi ile Reformcu Blok oluşumu merkez sağda yuvalanmaya çalıştıklarından BSP hasımı olarak palazlanma peşindedirler. Bu durumda, ölen bir parti trajedisini yaşamak istemeyen sosyalistler, Bulgar köylerinde hayatın söndüğünü iyi bildiklerinden, kepenkleri kapamadan önce arasız bir arayış içindedir.


196

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

b) Bugün BSP’ye en yakın müttefik olan politik güç Hak ve Özgürlükler Hareketi HÖH - DPS’dir. Yazılan kitaplara, basına bakıldığında liderleri Sergey Stanişev ile Lütfü Mestan’ın köprübaşı öpüşmeleri bu iki partinin oportünist bir çizgide birleşerek bütünleşmeyi aradıkları ima edilebilir mi? İleri yürüyebilmek için ayaklarındaki dikenleri birbirlerine yardım ederek çıkarıp beraberce yol alma hevesinde olduklarına tanık oluyoruz. HÖH partisi de işçi sınıfı kökenli bir parti olmadığından, yuvalandığı tek yer yer köylerimizdir. BSP de Bulgar köylerinden başka bir yerde yanan ocak bulamayacağına göre, HÖH liderleriyle birlikte ava gidiyoruz havası yaratıp, ahır ve samanlıklarda örgütlenebilirler. İki parti yani BSP ile HÖH arasında böyle bir sıkı yakınlaşma ve ardından kaynaşma olursa, Çiftçi - tarımcı - tütüncü - orakçı - ortakçı partileri olarak ağaç gölgesine serilmesi doğal sayılmalıdır. Soydaşlara yüz çeviren HÖH lider tayfasından Çingene çergesi sermesi beklenemez. Satranç tahtasında mat olma ihtimalleri artıyor. Kuşkusuz, Bulgaristan’da seçim sistemi değişir ve majoriter yani çoğunluk sistemi kurallarına uygun bir oylama yapılırsa, bu iki partiden de hiçbir milletvekili çıkmayabilir. Bu ikisinin de en kısa yoldan mat olması demektir ki, bu yüzden yeni Seçim Yasasında da çoğunluk sisteminden söz bile edilmiyor. Mat olan partilerin mecliste temsilcisi olmayacağına göre dağılmaları gerekir. Yok olurken tatlı suda bile eriseler, yok oluş dönüşümsüzdür. Şüphesiz, Hak ve Özgürlükler Hareketi’nin başka bir şansı daha var. Sayısı 40 binden 500 bine kadar büyüyebilen Türkiye’deki soydaş kitlesiyle kucaklaşmak. Dernekler yabanıyla ve T.C. Hükümeti’nin arkalamasıyla yükselecek yeni bir dip dalgasıyla kanatlanmak. Ne yazık ki, Türkiye hükümetleri, soydaş federasyon, derken ve kulüpleri Hak ve Özgürlük Hareketi yönetiminin bir “erkek arı” yani bal yapmayan bir parazit, çanak yalayıcı ve hazır oncu olduğunu anladı. Türk ve tüm Müslümanların hakları, Türklük ve İslam mirası gibi konularda 25 yıldan beri fırsat ardına fırsat kaçıran ve halkımızı çok üzen ve yetisizliğini kanıtlayan HÖH yönetiminin boş vaatlerine kimseler inanmayabilir. 25 yıldan beri kara iz bırakan, umut öldüren, HÖH liderleri tarafından bilinçli olarak takip edilen, Türkiye’den uzaklaşma, Türklüğün etkisinden uzak kalma, Türkiye sınırını kapayıp sözde Yeni Osmanlı etkisi önüne Çin duvarı örme, Bulgaristan’da Yaşayan Türkleri aç susuz kuru tezek gibi ortada bırakıp, güneş sıcağından ve kış ayazında donup çatlayan, eridikçe ufalanan ve ufalandıkça yağmur sellerince bilinmeyene taşıyanan bir varlık gözüyle bakma, bu insancıklara dillerine varınca unutturma, Türkçe sevişmelerini bile yasaklama küstahlığınızdır. Vatanlarından kovulan soydaşlara


Makale ve Analizler - 2014

197

Bulgaristan’ı unutturmak, biz sizsiz de varız, olabiliriz, siz kendi işinize bakın politikasının ölümcül toslamasıdır. Gerçeği söylemek gerekiyorsa, Türkiye, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve değişik Batı ülkelerinde yaşayıp çalışan ve seçime katılma hakkı olan soydaşlarımızla barışma, bayramlaşma ve af dileme politikası, HÖH-BSP yakınlaşmasıyla daha da zor ve olanaksız bir duruma gelmiştir. Soydaşlarla ortak dil bulamayan HÖH partisinin izlediği yanlış politikalar sonucu enerjisini erittiğini ve 4 defa ölmeye mahkûm olduğunu görüyoruz: 1) BSP ile HÖH birleşirse ikisine de mum yakılır; 2) HÖH soydaşlarımızdan özür dileyip politikasını 180 derece değiştirmezse yine mevlidi okunur; 3) Bulgaristan’da çoğunluk seçim olursa HÖH milletvekilsiz kalır ve yine biter. 4) Bulgaristan’da mecburi seçime katılma uygulanırsa, oy kullanan ölüler cetvelden çıkarıldığında, HÖH barajı geçip parlamentoya giremez ve yine yok olur. Durumun vazıyeti buyken, Bulgaristan 25 Mayıs 2014’te yapılacak AB Parlamento seçimleri arifesinde bu politikaların hepsinden mümkün olduğu kadar uzak kalmaya çalışıyor. Biz bu durumdan üzgünüz. HÖH Partisi’nin girdiği çıkmaz yoldan birlikte çıkmak için sağduyu sahibi yönetim kadrolarına el uzatıyoruz. Bulgar milliyetçiliği ne kadar azarsa azsın mutlaka toslayacaktır, inancındayız. Çünkü hiçbir yedeği yoktur. HÖH partisinin yeni zafer yolunu nerede görüyoruz: HÖH partisi Bulgar devletinden karşılıksız para alıp da ayakta durmak için kurulmadı. HÖH partisi yerli yabancı oligarşi ve mafya ile işbirliği yapmak için kurulmadı. HÖH partisi liderleri saraylarda yaşasın diye kurulmadı. HÖH partisi Bulgaristan Türk ve tüm Müslümanlarını aldatmak, onların öz davalarına ihanet etmek, halkımızı yeni biçim ve yöntemlerle ezdirmek, halkımızı gözden düşürülüp küçümsenmesine göz yummak için kurulmadı. HÖH partisi Vatanımıza Osmanlıyı geri getirmek için de kurulmadı. HÖH partisi hak ve özgürlüklerimizi, tüm insan haklarımızı, tüm eşitlik ve etnik özelliklerle yaşama ve mutlu olma olanaklarımızı sağlayacak bir demokratik toplum düzeni için kuruldu, savaşıyor ve savaşacaktır.


198

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

HÖH partisi Bulgaristan’da kalan, Türkiye’ye ve KKTC’ne göç eden veya Batı Avrupa ülkelerine, ABD ve Kanada’ya işe giden öz kardeşlerimizden koparak, onlar sılada biz Vatanda ayrı ve hüzünlü yaşamamız için kurulmadı. HÖH partisi tüm Bulgaristan Türk, Pomak ve Çingenelerini insan hakları ve gerçek demokratik düzen davasında birleştirmek için yaşama çağrıldı ve kuruldu. HÖH programını değiştirip, BSP’ye yamak, faşist “ATAKA” partisiyle ve diğer ırkçı ve milliyetçilerle oynaşma politikasından vazgeçmeli, gücünü halkımızın birliğinden alarak zaferden zafere koşmalıdır. Partimizi ölüm dansından kurtarmalıyız. Politik analizimiz devam edecek.

Karamsar Olmayalım!

Rafet Ulutürk-19.Şubat.2014

Günlük hayatımızda bizi iyimser yapacak bir şeyler olmayınca, karamsarlık basıyor. Pesimizme yenilmemek için, günlük git gel seyrinde, küçücük de olsa kıpırdanışlarda olumlu olanı ön plana çekmek, yaşatmak zorundayız. En önemli vazifemi kötü olanın içindeki olumlu çizgileri de görebilmemizdir. Bunu yapamazsak bedbinlik bizi ezebilir. Gönlümüz yenilik esintilerine her zaman ve her yerde açık olmalıdır. Geçen hafta, Bulgaristan’da meydana gelen bizim için olağanüstü önemli iki olaydan biri üzerinde durmak istiyorum. Bu olaylarda ektiğimiz ümitlerin çürüdüğünü değil, yeşermeye can atmaya başladığını görmeliyiz. Küstahlığın kirli çamaşırlarını Plovdiv’te, devletle belediye ve değişik kurumların el koyduğu, üzerine oturduğu ve bize gönüllü iade etmek istemedikleri gibi, bu konuda alınan mahkeme kararlarına uyulmadığı ve yargı hükümlerinin sokak ve meydanlarda ayakaltına alındığı bir ortamda, vakıf mallarımızı geri alma davamızda izledik. Kanlı olaylar, bir yandan Çar ve totaliter devletlerin keyfi hareketlerinden kalan derin izlerin silinmediğini, yaraların zonkladığını meydana çıkardı. Sözde demokrasi koşullarında iğrenç geçmişin arıtılması konusunda yapılanların yetersiz olduğunu gördük. Bulgar toplumunun gönül ferahlığı içinde yaşamaya kapı açmaya el uzattıkça kuru kaplı Çarlık ve totaliter dönem yaralarında zonklayan


Makale ve Analizler - 2014

199

düşmanlık yuvaları olduğunu izledik. Bu denli kör karamsar bir ortamda, biz yine de ışıltı aramak zorundayız. Karamsar olmamalıyız. İlk kez olmak üzere, özümüzden, tarihimizden ve kültürümüzden olan taşınmazlarımız konusunda Plovdiv İl Mahkemesi lehimizde bir karar aldı. Bu karara itiraz eden, yargı hükmüne başkaldıran kinli kalabalık, ilk kez karşısında devlet polisini buldular, adaletin üstünlü üstüne çatıştılar, çarpıştılar, dövüştüler, kan akıttılar. Bizim taşınmazlarımız için devletle ırkçı marjinaller birbirine girdiler. Haklı olduğumuza, bu vakıf mülkünün hakikaten bizim olduğuna, Baş Müftülüğümüzün emrinde olması gerektiğine inananlar çoğalıyor. Hıristiyanların “camiler” bizimdir demesinden daha büyük bir saçmalık olabilir mi? İslam ve tarih eserlerimizin korunup, onarılarak hizmete kazandırılmasıyla büyük şehirlerimizde görünüm ve hava değişiyor. Tarla, çayır, bağ bahçe, ormanlardan faydalanılmasından binlerce hane nemlenebilir. Bugün AB’den dilenilen fasulye, pirinç ve ayçiçeği yağını bekleyenlerin sofrası Müslüman bereketiyle bollanır, herkesin yüzü güler. Bulgar devleti, yargı düzeni ve halkın büyük bir kısmının bu gerçekleri görüp, onlara inanmış olması, pozitif atılımların meyvesidir. Olumlu adımlar geçen yüzyıl boyunca devam eden ve katılaşan durgunluk sürecinde buzların yavaş yavaş da olsa artık çözülmeye başladığına işarettir. Tabii kör bir zihniyetin aydınlanması da çatır çuturla oluyor. Sokaklarda kabadayılık edenler gerçekleri gördükçe kendilerinden utananlardır. Gözü kararmışların meydan kabadayılığında, hakikate yenik düşme, demokrasiye mağlup olma, hukuksal adalete dayanan bir düzen anlayışı karşısında yenilgiyi kabul etmeme, zamana pes olma, köhnemiş değer yargılarından, küflü milliyetçilikten kurtulamama, bitlenmişlikten silkinememe var. Sirkeli başlılar, özgür bir dünyada ibadet hürriyetine, doğal bir hak olan, mal mülk sahibi olma yasallığına, kültürel çeşitliliğe, yeni bir uygarlıkta beraber olmamıza karşı başkaldırıyorlar. Olaylara, buruk bir yürekle de olsa, her şeyde hayır vardır, anlayışıyla baktığımızda, bir çıbanbaşının daha patladığını, olayların derinliğini, birbirini kışkırtan güçleri, serseri tayfasını, çarpık dünya görüşüyle devlet makamlarında yer almış olanları, ellerindeki silahları, sloganlarını, saldırı hedeflerini görebildik. Onlar bizi geri dönmeyen göçebe kuşlar haline getirmiş olsalar da, harama oturan rahat güngörmez, inancımızın bugün de geçerli olduğuna yeniden inandık. Sabır silahıyla donanmış yüreklerimiz birbirine kenetlendikçe zaferlerin galebe çalacağına inancımız sonsuzdur. İyimserlik karamsarlığı her zaman yenmiştir ve yine yenecektir.


200

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Demokrasi Ateşi Parlamentoyu Sardı

Dr. Nedim Birinci-20.Şubat.2014

Bir dil bir insan, iki dil iki insan, demişler. Bir dil konuşan dünyaya bir pencereden, iki dil konuşan iki pencereden bakar, dört dil konuşan aydınlık içinde kalır, demişler. Son günlerde, Sofya parlamentosunda, 25 Mayıs 2014 günü yapılacak olan Avrupa Birliği Parlamentosu seçimleriyle ilgili propagandamızı ana dilimizde yapmamıza izin vermeyen Bulgar Parlamentosu’nda daha önce görülmemiş sertlikte tartışmalar ve kınamalar oldu. Hak ve Özgürlük Partisi milletvekili Sayın Hüseyin Hafızov’un ateşli konuşması esnasında GERB ve ATAKA vekilleri salondan çıktı. Hepimiz için yaşamsal öneme sahip ana dilde propaganda konusuna değinirken milletvekili Hafızov Parlamentoyu ayağa kaldıran konuşmasında şöyle dedi: “Demokrasi konusuna yaklaşımınızı asla önemsemeden özgür ve demokratik bir Bulgaristan’da yaşama özlemime bir gün mutlaka ulaşacağım. Bulgar milletvekillerinden bir kısmının zalim fikirlerine karşı oy kullanıyorum. Özgür olmak istiyorum ve özgür olacağım. Emel ettiğim özgürlük için hapiste yatmış, kurşuna dizilmiş Bulgaristan yurttaşları var, eğer siz şu kanunla beni korkutabileceğinizi düşünüyorsanız, hepinize peşin olarak beyan ediyorum: Her adımımı her an izleyin, çünkü ben hürriyetlerimin bedelini ödemeye hazırım ve özgürlüğümden asla vazgeçmeyeceğim. Sizin sınırlandırıcı eylemlerinize karşın ben özgür olacağım. Ben Osman Kılıç, İskra köyünden Ahmet Davutoğlu’nun yolundan, Nuri Adalı’nın yolundan yürümeye devam edeceğim. Ben demokrasiden yanayım ve demokrasi taraftarı olmaya devam edeceğim. Bunu yaparken, sizin demokrasiye ve ülkemizdeki azınlıklarla ilgili düşüncelerinizin hiçbir önemi olmayacaktır.” Sayın milletvekili Hüseyin Hafızov’un ana dilde propaganda konusunda kayda değer görüşlerini kesin ve inandırıcı dille açıklamasından sonra, GERB ve “ATAKA” milletvekilleri genel kurulu terk etti. Basın, Sofya televizyonları, bütün radyolar, kamuoyu bu konuyu konuşmaya başladı. 5 - 6 - 7 Şubat günleri konuşma en az 20 defa tekrar edildi. Büyük sayıda yorumcu diyecek söz bula-


Makale ve Analizler - 2014

201

madı. Fakat bütün kollardan, yaşlardan, cinslerden ve partilerden Bulgar milliyetçileri Yeni Seçim Yasasına bu denli sert ve esaslı bir tepki beklemediklerinden dolayı, birçoğu dilini yuttu. Anadilimizi evde, okulda, toplantıda, radyoda, TV yayınlarında, ruhumuzda ve sanatımızda yasaklama yüzsüzlüğünü ve küstahlığını gösteren Bulgar ırkçı milliyetçiliğine bu defa HÖH Genel Başkanı Lütfü Mestan da beklenmedik sertlikte bir tepkide bulundu. HÖH Genel Başkanı Lütfü Mestan, HÖH milletvekili Hüseyin Hafızov’u savunurken parlamento kürsüsünden söyle dedi: “Hüseyin Hafızov’un konuşması, Avrupai Bulgaristan’ın “Bulgarlaştırma süreci” ile onlarca yıl devam eden ayırım gözetme ve eritme politikasının ağır kalıtlarının artık aşılmasına heyecanlı bir çağrıdır.” “Hafızov tarafından isimleri ve soyadları dile getirilen birkaç kişi, bu arada Bulgaristan Türklerinin Nelsın Mandelası olan Nuri Adalı ve diğer kahramanlar sayıları binler aşan zülüm görenlerden yalnızca birkaçıdır.” “Nuri Adalı köydeşimdir. Ada Köyde evlerimiz yan yanadır. 24 yıl zindanda kalan Nuri Adalı, hapislerde en uzun zaman çürütülenler sırasında Nelsan Mandela’dan hemen sonra yer alır.” HÖH Genel Başkanı Lütfü Mestan, Bulgaristan Cumhuriyeti Halk Meclisinden doğrudan doğruya ayırım gözetmeden başka hiç bir anlamı olmayan, Bulgarcanın dışında başka bir dilde, ana dilde seçim konuşması yapmayı ve seçim propagandası yürütmesi yasaklayan kararını yeniden gözden geçirip değerlendirmesini talep etti. Mitinglerde Türkçe konuştu diye bir defa cezalanan ve ardından mahkemelik olan Lütfü Mestan, konuşmalarını Türkçe yapmaya devam edeceğini bildirdi. Olay son derece gergin bir ortam yaratırken, GERB partisi erken seçim istedi. Hüseyin Hafızov Bulgar parlamentosunda bu konuşmasını yaparken 3 bin ırkçı ve aşırı milliyetçi Bulgaristan Cumhuriyeti Baş Müftülüğü’nün vakıf mallarının yasal yolca mahkeme kararına dayanılarak geri verilmesine karşı Plovdiv kentinde kanlı saldırılar düzenledi. 2014 yılında her gün tırmandırılan ırkçı ve aşırı milliyetçi şiddet ortamı sertleştirdi. Bulgaristan makamlarının ülkede duruma hakim olamadıkları, yerel idarelerin merkez erkle uyum içinde çalışmadığı ortaya çıktı. Karlovo şehrindeki tarihi “Kurşun cami”nin iade edilmesi kararına itirazda olduğu gibi, adalet makamları geri adam atmaya ve karar bozmaya zorlanıyor. Bu gelişmeler, Bulgar toplumunun demokrasi için olgunlaşmadığına kanıt sunuyor. Örgütlenen şiddet olaylarıyla Türklere, Pomaklara ve Müslüman Çingenelere gözdağı verilmek is-


202

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

teniyor. Ülkede korku ve sindirme ortamı yaratılıyor. Sayıları 1800 olan Başmüftülük ve İslam vakıfları taşınmazlarına zorla el konularak, Müslüman kurumları gelirsiz bırakılmaya çalışılıyor. Neredeyse Bulgaristan vatandaşı Türk ve Müslümanlara yeniden sınır kapısı yolu gösterildiği dikkati çekerken olaylar sert ve kesin tepkilere neden oluyor. HÖH partisi yönetimi, şiddetin tırmanmasına tepki olarak, hükümet ortaklığından ayrılma ve genel seçim hazırlığı konularında son kararını henüz açıklamamıştır. Son haberlere göre, 25 Şubat 2014’te kadar, Bulgaristan’da politik krizin aşılması yollarından biri olan Erken Sseçim yapılması konusunda, karar açıklanması bekleniyor.

Baş Koyduğumuz Yol!

Rafet Ulutürk-20.Şubat.2014

1970 yılından beri Bulgaristan Türkleri ana dilde konuşma, ana dillerinde yazışma, ana dillerinde haberleşme, ana dillerinde hava durumu, haber, şarkı, türkü, şiir, masal, piyes dinleme, ana dillerinde film seyretme, ana dillerinde para sayma, ana dillerinde okuma, ana dillerinde iş görme, ana dillerinde adalet arama, ana dillerinde kendimizi savunma, ana dillerinde hak ve özgürlükler uğruna mücadele etme, bu arada ana dillerinde seçim propagandası yapma veya ana dillerinde seçim konuşması yapanı dinleyerek siyasetin özünü anlama haklarımızı birer birer, her gün, her gece, her hafta, her ay, her yıl yitirdiler. 45 yıldan beri ardı arası kesilmeyen bir çiledir sürüyor. 1970 yılından bu yana ana dilinde sevişen, ana dilinde doğum yapan, çocuğuna ana dilinde ninni söyleyen, çocuğuna ana dilini öğretmeye çalışan, yavrusuna ana dilinde çekişen, onları ana dilini kullanarak azarlayan ya da öpenler her an azaltılmak istendi. Bu konuda bize yapılanlar Güney Afrika ırkçılarının icatlarını her bakıma solladı. Ana dilimiz 1970’lerde ateşe verildi. Yandı yandı, yanıyor yanıyor, köz oldu ama sönmedi.


Makale ve Analizler - 2014

203

Kimlik davamız oldu! “Ana dilimizi alacaklarına gözümün birini alsınlar!” diye bağıranlar yoruldu. Anadilimiz Türkçemizdir. Ana dilini bilmeyen bir çocuk dünyayı öğrenemez, kuru değnek gibi ortada kalır, ana dilinde konuşamayan okuyamaz, boş söz darcığıyla temas kurulmaz. Ana dilini bilmeyen derdini anlatamaz, anlatsa da anlaşılmaz, anlayan biriler bulunsa bile, yardım edemez. Ana dili bilmemek, kör olmaktan, kötürüm olmaktan, özürlülüğün en ağır türlerinden çok daha kötüdür. Ana dilimizde ninnilerimiz, şarkılarımız, türkülerimiz, sahne oyunlarımız, operalarımız, edebiyatımız, efsane ve şiirlerimiz, tarihimiz, sanatımız, kurallarımız, yasalarımız, söz hazinemiz, belleğimiz, duygularımız ve güzelliklerimiz var. Ana dilimiz bizim ruhumuzdur. Gözlerimizle baksak da ana dilimizde anlaşırız. Değişik sözler çıkarıp bağırıp çağırsak da ana dilimizde konuşuruz. Ana dilimizle yaşarız. Ana dilimiz bugüne doku, geçmiş ve geleceğe köprümüzdür. Dünyayı dönüp dolaşsak son uğrak yerimiz köyümüz, evimiz ana dilimizi konuşan sıcak yuvamızdır. Ana dilimizi yaşatmak bizim baş koyduğumuz yoldur. Öz davamızdır. Bu yüzden bize, Türklüğümüze gelen saldırılar hep ana dilimiz üzerinden geldi, hep çocuklarımızın ana dilsiz kalmasını, eşlerimizin dil eğitimi konusunda sindirilmesini hedefledi. Evlatlarımız ana dilimizle oynamak, şenlenmek, bayram etmek mutluluğunu yaşayamadı. Bulgaristan’da yaşayan insanların hepsi Bulgardır deyip bugün de ikiye biçiliyorlar. Evet, biz Bulgaristan Cumhuriyetinde yaşıyoruz. Bulgaristan Cumhuriyeti vatandaşıyız. Cebimizde Bulgaristan vatandaşı kimliği var, ama biz Bulgar ulusuna dahil olan Bulgaristan vatandaşı Türkleriz. Çingeneler ve Pomaklar da öyledir. Tatarlar, Yahudiler, Ermeniler ve Ulahlar da öyledir. Biz Türk olduğumuzdan ana dilimiz Türkçedir. Yahudiler Yahudi olduğundan ana dilleri Yahudicedir. Ermeniler Ermeni oldukları için ana dilleri Ermenicedir. Bu etniklerden hiçbiri Bulgaristan’da yaşıyoruz diye ana dillerinden vazgeçmemişler ve geçmeyeceklerdir. Bulgarcayı iyi öğrenmiş olmamız ana dilimizin Bulgar dili olduğu anlamına gelmez. Bulgarca, Bulgarlar dışında vatanımızda yaşayan tüm etniklerin Vatan dilidir. Yurt dili ile ana dil Bulgarlar için aynıdır ama tüm öteki ektikler için iki ayrı dildir. 1950 ile 1974 arası biz Bulgaristan’da yaşayan Türklerin ana dilimizde ilkokul, ortaokul, lise ve hatta Sofya Üniversitesinde Türk Dili, Tarih, Coğrafya, Fi-


204

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

zik, Matematik ve Kimza gibi fakültelerimiz, köy ve mahallerde okuma yurtlarımız, özenci sanat topluluklarımız, Kırcaali, Şumen ve Razgrat şehirlerinde Türk Tiyatrolarımız, Sofya’da Türkçe basılan “Yeni Işık”, “Eylülcü Çocuk”, “Halk Gençliği” gazetelerimiz, “Yeni Hayat” dergimiz, Türklerin yaşadığı illerde mahalli gazetelerimiz, Türkçe radyo yayınlarımız, Yayın Evimiz vardı. Türkçemiz yaşam biçimimizi, kültürümüzü, uygarlığımızı belirleyen ana dilimizdi. Bulgaristan Türkleri ana dillerinde kendi edebiyat sanatını geliştirebilen bir halk topluluğu düzeyinde olgunlaşmıştı. Aramızdan büyük sayıda bilimler doktoru, kıdemli sanat ustaları, ressam ve heykelciler, olimpiyat, dünya ve Avrupa birincisi güreşçi, halterci ve boksçularımız çıktı. Türk işçiler liseli ya da meslek okulu mezunuydu. 1970’te başlayan Türklük ateşini söndürme operasyonu 1990’a kadar gece gündüz, en şiddetli baskı ve terör uygulamalarıyla, totaliter rejimin benlik ve kimlik eritme siyasetiyle, polis, jandarma ve milis gücüyle Türk’ten Bulgar yapma politikasıyla, ana dilimiz Türkçemizi unutmamız için uygulanan bin bir yasaklayıcı, sindirici, usandırıcı, ezen yöntem ve pratikle alıp yürüdü. Ana dil davamız kurbanlar aldı. Biz bu yola baş koyduk deyenlerimiz mertçe savaştı. Ana dilimizi, kültürümüzü, dinimizi, yaşam tarzımızı, kimliğimizi yaşatma davamız en seçkin olanlarımız arasından kurbanlar aldı. Birçok öğretmen sürgün edildi, hapsedildi, dövüldü, sınır dışı edildi. İslam dinine hizmet eden kadroların ana dilimizi dipdiri ayakta tutma mücadelesinde şanlı sayfalar vardır. Başmüftü Ahmet Davudoğlu’nun ana dilli yaşatma mücadelesine olan özverisi kayda değerdir. Bulgaristan Türklerinin Mandelası lakabıyla bilinen şair Nuri Adalı şiirlerini ana dilinde yazma mücadelesinde 24 yıl hapishanelerde çürümek zorunda kaldı. Türkçe öğretmenlerinden ve romancı ve şair Ömer Osman en güzel eserlerini demir parmaklıklar ardında yazdı ve Türk dilinde 6 roman bıraktı. Sırtında çocuğuyla hapishaneye giren gelinlerimiz vardı. Ana dilimiz için nice türküler yakıldı. Besteci Turgut Şinikarov Türkçe besteleriyle sevildi. Aydınlarımızın ön saflarda verdiği direnişler halkımızın hak ve özgürlükler davasına kol kanat oldu. Bu mücadelemiz isim ve soy atlarımızın ve dinsel özgürlüklerimize 1989’da kavuştuğumuz an, doruk nokrasına ulaştı. Davayı Türkiye Cumhuriyetine göç eden kardeşlerimiz, orda okuyanlarımız, kurduğumuz dernekler, federasyonlar çok değişik biçimlerde yeni bir Türklük azmiyle sürdürdüler. Bu mücadelenin zirve noktalarından biri soydaşlarla vatanda kalan kardeşlerimizi birbirine kaynaştırmakla, her bakıma ve her alanda birbirimize arka da-


Makale ve Analizler - 2014

205

yak olarak, inkişaf halinde olan Türk dili, kültürü ve medeniyetiyle kaynaşarak yeni bir uygarlığa kanat açmamız şeklinde devam ediyor. Bugün bizi en fazla üzen olay nedir diye sormuş olsanız. 1990 yılından sonra, gerekli olan tüm olanakları kullanma fırsatı doğmuşken, öz kültürümüzden ilham alarak özgür kimliğimizi geliştirememiş olmamızdır, diyorum. Kendilerine çok inandığımız Hak ve Özgürlükler Hareketi yönetimi, Genel Başkan Ahmet Doğan ve en yakınındaki kadrolar, ana dilimize sahip çıkmadılar, Türklüğü geliştirerek yaşatma davasını kucaklamadılar. Biz Türk gazetesi çıkaramadılar. Türkçe Radyo yayını başlatamadılar. TV programımız yoktur. Basım Evimiz yoktur. Bütün Bulgaristan’da bir özel Türkçe Okulu yoktur. Türk dilinde eğitim öğretim veren bir anaokulumuz yoktur. Biz bu memlekette kültürel gelenekleri olan, kültür yaratan, kültür yayan bir halk topluluğuyduk. Ana dilimizi yaşatma kokusunda, Bulgar toplumu içinde, yokuş çıkmıyor, yokuş tırmanmıyor, çıkılmaz yokuşta asılıp kalmışız, güneşin Türkçe neyimiz varsa hepsini kurutulmasına seyirci kalmışız. Hükümetiz, iktidarız, koalisyon ortağıyız ama ana dilimizi yaşatacak gücümüz yok. Mafyayız, oligarşi yamağıyız, tüm medyalar bizim adam ettiklerimizin elinde olsa da bizim bir köşe yazısı yazacak sütunumuz yoktur. Derdimiz çoktur anlatmaya aracımız yoktur. Bunları HÖH Genel Başkanı Lütfü Mestan Türkçe konuşuyorsun diye 2000 leva ceza yiyene kadar, yargılanmaya başlayana kadar anlayamadı. Bu işler sonradan anlaşılacak işler değil. Öder cezayı iş biter. Halk ne yapacak? Bu bakıma, ilk kez cesur ve bize yakışan bir tavırla ortaya çıkan, Türkçemiz üstüne toz düşürtmeyen, ana dilimizle ilgili övgü sözleri söyleyen, seçim kampanyalarımızı ana dilimizde yapma konusunda HÖH Milletvekili Hüseyin Hafızov’un Sofya Meclisinde yaptığı konuşmada aldığı sert tavrı tamamen destekliyoruz. Anlayamadığımız bir dilde yapılan seçim propagandasına oy vermeyi reddediyoruz.


206

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Tercümanlara İş Çıktı

BG-SAM-20.Şubat.2014

Havada yağmur, kar kokusu var. Bu yıl, kış ortasında bahar yaşarken, hava birden bozar mı dersiniz. Bulgar’da politika yine buzlandı, kayganlaştı. 600 yıldan beri Rumeli’de yaşan Bulgaristan Türkleri’ne Avrupa Birliği seçim propagandası Bulgar dilinde yapılacak ve ana dilleri Türkçeye tercüme dilecek. Tercümanlara iş çıktı. İyilikten anlamayan bir millete iyilik yapmaktan zor bir şey yoktur, sözlerine hak vermemek olanaksız oldu. Politikada hava durumunda olduğu gibi ani değişimler izliyoruz. Devlet çökmüş, AB’de en fakir halk olduk, 2 milyon 500 bin insanımız ülkeyi terk etmiş ve başka ülkelerde iş ararken, 500 bin yeni gurbetçi de ilkyazı beklemeden köylerini, kasabalarını terk etmeye hazırlanırken, bütün işimizi gücümüzü bıraktık, Türklerin ana diliyle uğraşıyoruz, ana dilde konuşmayı nasıl yasaklayalım diye, günlerce genel kurul toplantıları yapılıyor. Türk bağımsız milletvekili Vejdi Raşıdov’un dediği gibi, parlamento tükenmiş, kısırlaşmış ve halktan uzaklaşmıştır, izlenen politika toslamıştır. Meclis hemen kendini dağıtmalı ve yeni genel seçime gidilmelidir. Bulgar kamuoyunu asılsız ve boş işlerle meşgul etmeye son verilmelidir. Bu ülkede herkes hayal kırıklığına uğramıştır. Eski Bakan Raşidov, oğlunun iki kızı ve eşiyle birlikte ülkeyi terk ettiğini acıyla paylaşırken, oğlum kızlarını bu kadar kara renkli, korku ve dehşet dolu bir ülkede eğitip yetiştirmek istemiyor, dedi. Türk düşmanlığı eski bakanın ailesi de bu arada bütün ailelerimizi etkiliyor. Bulgaristan’da anti-Türk, anti-İslam kinli faşizm dal budak salıyor. Bulgar parlamentosunda Hak ve Özgürlükler Milletvekili Hüseyin Hafızov’un 14 Şubatta yaptığı ateşli konuşma, samanım kuru keyfi yaşayanların rahatını bozdu. Türklerin ana dil özgürlüğü hakkını Yeni Seçim Yasasına da işleyerek ebediyen ve yasalarla yok etmek isteyenler bu defa tepki gördü. Hafızov, “demokratik haklarımız uğruna haklı davamıza her şeyi göze alarak devam edeceğim!” dedi. Bulgar meclisinde son 24 yılda bir Türk hatip Türklerin ana dil hakkı üstüne bu kadar kesin, net, ateşli ve kararlı bir konuşma yapılmamıştı. 6 cümleden ibaret olan bu kürsü söylevi, hem Boyko Borisov’u ve partisi GERB milletvekillerini, hem de Volen Siderov ve “ATAKA” meclis grubunu genel kurul salonundan çıkardı. Sosyalist Parti içinden çatırtı geldi. Ahmet Doğancı HÖH milletvekilleri sustu ve kabuklarına büzüldü.


Makale ve Analizler - 2014

207

Şimdi Bulgar Meclisinde 3 bildiri görüşülüyor. Meclis kürsüsünden hiddetli konuşmaların yarattığı gerginliği dağıtma yolları aranıyor. Hüseyin Hafızov’un sözde “Bulgarlara ve devlete karşı” konuşmasının kınanması isteniyor, Baş Savcı göreve çağrılıyor. Seçim propagandamızı ana dilimizde yapmamız en doğal hakkımızdır. Kendi toplantı ve mitinglerimizde tercümeli konuşmayı asla kabul edemeyiz. Olaya Avrupa Birliği Parlamento Başkanlığının müdahale etmesi gereklidir. Bulgaristan Türklerinin ana dil hakkı kutsaldır. Türkçe konuşmamız, politikaları, dalavereleri, rüşvet olaylarını, hırsızlıkları ana dilimizde yorumlamamız Bulgarlara ve Bulgar devletine karşı söylev olarak mütalaa ediliyor. Olacak iş değil! Avrupa Birliği üyesiyiz. Avrupa halklarını bu topluluğunda resmi 28 dilde konuşuluyor. AB dil ayrımı olmayan bir topluluktur. Bulgaristan dışında hiçbir AB ülkesinde dil yasağı yoktur. Ana dilimize karşı çıkanlar Bulgar devletinin tek uluslu bir devlet olduğunu öne sürerken, Tek Uluslu Bulgar devletinin ana dilleri farklı olan etniklerden oluştuğunu kabul etmek istemiyorlar. Türklerin ve diğer etniklerin ana dillerini yasaklayanlar, insanların en kutsal hakkı olan ana dilinde konuşmayı yasal bir uygulama, Bulgar “toleransı” şeklinde yorumluyorlar. Çarlık döneminde başlayan, totalitarizm yıllarında çok şiddetlenen ve büyük sayıda kurban alan “eriterek Bulgarlaştırma” politikası bin bir yeni icatla, değişik şekillere bürünerek en feci bir biçimde tırmandırılmaya devam ediyor. Bu işe Meclis dışında eski düzenin en gizli ajanları uyandırılarak devam ediliyor. Bir yandan Vasil Levski’yi ele verenler lanetlenirken, öte yandan Türk halkının en gözde evlatlarını ihbar eden ve onları canlarından eden hainler Saraylarda yaşatılıyor, polis taburlarıyla korunuyor, kendilerine zırhlı araçlar tesis ediliyor. Bulgar toplumunun demokrasi kurabilmesi için “korumalı hainlerden” tamamen kurtulması en acil ve en can alıcı sorun olmuştur. Ahmet Doğan Bulgaristan Türk ve Müslümanları için bir haindir ve Bulgar politik erki bunu kabul etmek zorundadır. Bulgar toplumunun en onurlu, en çalışkan ve en iyi niyetli kesimi bir hain ve ihbarcı tarafından bundan böyle bir gün bile temsil edilmemelidir. Bu işler yalan dolanla, haini kahraman göstermekle yürümez, bunu her gün görüyoruz. Yıllardır AB’ye girmek isteyen ve görüşmeleri son aşamada olan en büyük devletlerden biri Türkiye Cumhuriyetidir. Yarın öbür gün T.C. AB üyesi olunca Türk dili AB içindeki resmi dillerden bir olacaktır. Sorun gündemdeyken Bulgar parlamentosunda kopan fırtınaya, Bulgar milliyetçiliğinin şişedeki cin olduğunu görmemek için kör olmak gerek. Türk dili, Türklük ve İslam korkusu Bulgar toplumunu öyle bir sarmış ki, hepsi bir pire için yorganı yakmaya hazır. Öte yandan, daha ilk seçime karılmadan, kendi kendine gelin güveyi olan ve kendini Bulgar Başbakanı koltuğunda gören, “Sansürsüz Bulgaristan” Başkanı


208

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Nikolay Barekov, ortada ne hol ne yumurta varken,Türkiye Cumhuriyeti’nin Avrupa Birliğine üye alınmasına karşı imza topluyor, bu konuda halk oylaması yapılmasını istiyor. Bulgar politikasına yeni giren genç kuşağın da “atalarından” pek farkı yok. Bunlar Makedon komitacıların torunları. Yüzyıl geçti bir gram değişmemişler. Bulgar politikasına girme şartları netleşti: İlk önce “Ermeni Soykırımı” bildirisini imzalıyorlar. İkinci olarak, 24 ayar Bulgar olduklarını kanıtlamak için “Türkleri ve Pomakları Çingenelerle birlikte hepimizi Bulgarlaştırma” (soya dönme saçmalığı) politikasının isabetli, hakça, doğru olduğu konusunda görüş açıklamak, konum beyan etmek zorunluluğu aktüel oldu. Bu, halkla görüşmelerde, miting, toplantı ve basında yapılıyor. Üç olarak, Bulgaristan’daki Müslüman vakıf mallarının Bulgar devletinin, kurumlarının, beledilelerin malı olduğunu ve mahkeme kararıyla da olsa Baş Müftülüğe ve Müftülüklere geri verilmesine karşı çıkıp, bu amaçla çağrılar protesto gösteri, miting ve öteki eylemlerde polis kafanı da kırsa direneceksin. “Türklerin Bulgaristan’da malı mülkü olamaz!” diye tempo tutacaksın. Politikacı sınavını verebilmen için bu koşullara uyacaksın. Şu üçüncü koşulla ilgili şunlar iyi bilinmelidir. Bulgaristan topraklarında bulunan Osmanlı taşınmazları, vakıf mal ve mülkünün Bulgaristan’da yaşayan Müslüman nüfusun, İslam müesseslerinin malı mülkü olduğuna dair, 1909 yılında Bulgar Çarlığı ile Osmanlı Devleti arasında bir sözleşme imzalanmıştır. Bu sözleşme bugün de geçerlidir. Bununla birlikte Bulgar Topraklarında bulunan Müslüman taşınmazları ve tüm mal ve mülklerle ilgili 1990’da Türkiye Cumhuriyeti hükümeti ile Bulgar hükümeti arasında 2 iki sözleşme imzalanmıştır. Bu sözleşmelere göre, Bulgaristan’ın T.C.’ndeki taşınmazlarının bakım ve onarımızı, iade edilmemiş olanların yasal iadesini T.C. hükümeti üslenirken, Bulgar hükümeti de yasal yollardan olmak üzere Baş Müftülük, müftülükler ve vakıfların tüm taşınmazlarının yasal yollardan iade edilmesinin sağlanmasını, bakımına, onarımına ve kullanımına engel olmamayı üslenmiştir. Şimdi bu konuda çıkan mahkeme kararları gürültüye getirilip uygulanmalarının ertelenmesi veya askıya alınmasına çalışılıyor. Bu gelişmeler bir AB üyesi olan Bulgar toplumunun “olgunlaşmamış” olduğuna kesin kanıttır. Bu konuda, Mecliste patlak veren gerginliği yatıştırmak amacıyla Halk Meclisi Başkanı Mihov bir bildiri yayınlayarak “tarih içinde faşist ideolojiye bağlı olan kişilerin kamuoyunda aklanmasına” izin verilmemesinde, “ibadethanelere saldırıda bulunulması” yollarının kesinde ısrar ederken, “parlamentoda temsilcisi olan politik partilerden gerginlik ve öfke yaratan, kabul edilmesi olanaksız ve kışkırtıcı konuşmalar yapılmasına” son vermelerini istedi.


Makale ve Analizler - 2014

209

GERP partisi meclis grubu ise “etnikler rası barışın politikaya alet edilmemesinde” ısrar ettiklerini açıkladılar. Aynı zamanda, HÖH Genel Başkanı Lütfü Mestan ile Cumhurbaşkanı R. Plevneliev arasında “Plovdiv “Cuma Cami”ne yapılan saldırı ve ana dilde seçim propagandası yapmayı yasaklayan yasa önerisinin” müzakere edildiği görüşmeden sonra verdiği demeçte, dinsel ve etnik gerginliğin tırmanmasıyla politik gerginliğin de yeni boyutlar aldığına işaret etti. 24 yıl yerinde sayan HÖH partisinin haklarımızı ve özgürlüklerimizi “savunma” politikasının “toprağa gömülen çürümüş tohum olduğu” artık gün ışığına çıktı. Bu tohum asla çıkmayacağına, asla yeşermeyeceğine, asla sarıp meyve vermeyeceğine göre, gündem dışı alınmalı, tarla yeniden sürülerek doğal ve yasal haklarımızın en geniş kapsamlı elde edilmesi Avrupa Birliği istemlerine uygun bir şekilde köklü ve kesin çözüm bulmalıdır. Biz tercümeli seçim mitinglerine gitmeyeceğiz. Biz Delyan Peevski gibi mafya paşalarını partimizden milletvekili seçmek istemiyoruz. Biz Ahmet Doğan’ın politikadan ihraç edildiğine dair HÖH Genel Merkezinden ve parlamento grubundan açıklama bekliyoruz. Yepyeni bir politika, yepyeni bir demokrasi, yepyeni bir Vatan savaşında omuz omuzdayız!

Bulgaristan’da Yokoluş Devam Ediyor

Rafet Ulutürk-21.Şubat.2014

10 Kasım 1989’a kadar yani Bulgaristan’da resmi verilere göre 16 bin 860 irili ufaklı sanayi işletmesi vardı. Bugün, 19 Şubat 2014, yani 24 yıl sonra Bulgaristan’da sosyalizm yıllarından kalma büyük ve küçük ölçekli 300 sanayi işletmesi ile çeyrek yüzyılda yabancı sermaye yatırımlarıyla kurulan 200 işletme yani toplam 500 endüstri tesisi çalışıyor. Bu gerçeği yazarken olduğu kadar okurken de yüreği cız edenler olduğunu biliyorum. Çünkü bu işletmelerin yarısından fazlasından siz çalışıyordunuz. On-


210

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ları kuranlar da sizdiniz. İşleyip aldığını paralarla ev kurdurdunuz, araba aldınız, çocuklarınızı okuttunuz. Sonra kovuldunuz. Yurdu terk etmek zorunda kaldınız ve ardından milyonlar ülkeden kaçtı. Size yapılan kötülükleri Allah çekmedi ve ardınızdan her şey hurda oldu, çöktü, satılan satıldı, bu çapulculuktan elde elden paradan hayır gören olmadı. 16 bin 360 küçük ve büyük ölçekli sanayi tesisi yıkıldı. Bu işletmeyi neden yıkıyorsun diyen olmadı. Bir muhtar bir belediye başkanı ağzını açmadı. Polis görmezden geldi. Düne kadar her konuda gizli polise rapor verenlerin kalemi kırılmıştı. Tutuklanan, sorgulanan, yargılanan, hapse giden olmadı mı? Neden her şey yok oldu? Bu soruyu sormak hakkınızdır. Yanıtlıyorum: Yok olmaya karşı koyan olmadı! Hırsızlık işine yediden yetmişe hepsi katıldı. Ne çalarken, ne kaparken, ne aşırırken, ne uçururken hiçbir işe fesat karışmadı. Fesat karışmayınca da yapacak bir şey yok. Son olarak; NATO üyesi olmamızdan sonra, Amerikalılar Karadeniz kıyımızda Burgas ilinde bir köyün kenarına bir askeri uçak alanı kurmuştu. Uçuş ve iniş için tamamen hazır edilen askeri limanı konserve edip bekçilere teslim ettiler. Çingeneler önce kiremitleri, cam çerçeveyi, döşemeyi, kapıları talikalara yükleyip gece gündüz bir yerlere taşıdıktan sonra, beton içindeki inşaat demirlerini ve köşebentleri çıkarıp hurmaya vermek için bütün tesisin ve pislerin betonunu parçaladılar. Bu hırsızlıktan de hesap arayan yok! Ne yazık ki, Bulgaristan’daki yokoluş yalnız ekonomik ve sosyal bakıma değil, toplumun her bir yanını sarmış ve alabildiğine ilerliyor. YSK ile gelen ve yüzümüzde patlayan yeni iki durum: Yukarıdakiler iktidarda kalma derdinde. Parlamento her gün toplanıp Yeni Seçim Kanununu (YSK) görüşüyor. 500 sayfalık YSK’dan 290 sayfası kabul edildi. Oylama madde madde yapılıyor. Her madde eski maddenin bir yeni kopyası. Bizi ilgilendiren ve hepimizi büyük kayba uğratan yeni bir madde var: Seçim Propagandası yaparken Türkçe konuşmak yasaklandı. Konuşmalar Bulgarca yapılacak. Lütfü Mestan ağabeyimiz derdini tercümanlı anlatacak. Tercüman kullanmazsa ceza kesilecek. Birini cezası 2000 levadır, henüz ödemedi. Şimdi tercümanlara gündelik ödeyecek.


Makale ve Analizler - 2014

211

İki: Bizi ilgilendiren ve üzerinde Sosyalistler, GERB ve “ATAKA” milletvekili gruplarının uyum sağladığı bir madde daha var. Bir kişi oy kullandığı yerde, (köyünde, kasabasında) bir yılda 6 ay kalmamışsa, yerel seçimlerde oy kullanamayacak. Bu kanun maddesi, bir yandan Türkiye’de oturan veya çalışan soydaşlarımızı, bir de Batı ülkelerine çıkan 2 milyondan fazla gurbetçimiz açısından ele alınmalıdır. Bu kanun kabul edildiğinde biz Vatanımızı bir nebze daha kaybetmiş olacağız. Hepimiz özgürlüğümüzü ve demokratik seçme ve seçilme hakkımızı da biraz daha ve bu gidişle kesin olarak yitirmiş olacağız. Şunu unutmamak gerekir, Bulgaristan kendi vatandaşını besleyemeyecek, geçindiremeyecek duruma gelmiştir. Gurbette çalışan bu arada Türkiye ve KKTC’de çalışan soydaşlarımız 2013 yılında Bulgaristan’daki yakınlarına toplam 1 milyar 972 milyon Euro para göndermiştir. Bu yardımlar olmasa Bulgaristan 2 yılda yaşlılar kabristanlığı olurdu. AB’den yılda 2 defa gelen ve yetim yurtları ile yaşlılar kampuslarına dağıtılan fasulye, pirinç ve ayçiçeği yağının yaşamı hayatta tutmak için yeterli olduğunu zannedenler yüzde yüz yanılıyorlar.. HÖH Sosyal Politika Bakanı Hasan Ademov’un 2014’te emekli maaşlarına yaptığı 4.5 (dört buçuk) leva zamla hayatın süreceğini hesaplamış olanların matematiği de çarşıya uymaz. Durum ağır ve zordur! Bu gidişle yerel seçimlerde sadece ev bekçisi nene ve dedelerimizle kedi köpekten başka oy kullanacak adam kalmayacak. Bultürk Derneği ve Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezimizin genel değerlendirmelerine göre, YSK’da yapılan bu ikinci değişiklikle Türklerin seçim hakkına yeni bir darbe aldı. Ben yerel seçime katılacağım diye seçimin yapılacağı günden 6 ay önce seçim yöresinde yaşama zorunluluğu bir saçmalıktır. Türkiye’de, KKTC’nde, Almanya ya da İspanya’da çalışan bir Bulgaristan vatandaşı sandık başına gidip muhtarını, belediye başkanını seçebilmelidir. Bu her birimizin doğal ve yasal insan hakkıdır. YSK’daki bu yasakla soydaşlarımızın demokratik hakları ve seçme ve seçilme gibi medeni hakları kısıtlanmıştır. Protesto edilecek bir şey varsa budur. Ve bu kanuni yasaklar Bulgar Parlamentosu Hukuk Komisyonu Başkanı HÖH Milletvekili Metin Kazak zamanında gerçekleştiriliyor. Yarınki gün hepi-


212

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

mizin yüzüne, bu kanun değişikliklerini siz kendiniz istediniz, önerileri genel kurula, oya sunan sizin vekillerinizdi, demezler mi? Bu iki yasak, Bulgaristan Türk ve Müslümanları politik yaşamdan uzaklaştırmayı, siyasetten ötelenmemizi amaçlıyor, anti-demokratik olan derin sinsi planlara hizmet ediyor. Seçim arifesinde çalınan iki eski melodi: 1) Seçim yasasını kökten yenileyip ülkede demokrasinin hava almasına hizmet edeceğine yeni yasak ve kısıtlamalar getirmeye gayret eden hükümet partileri BSP ile HÖH mevcut durumun korunmasından bu gün çıkarlıdırlar. Bulgaristan’da, BSP seçmen kitlesini oluşturan yaşlı köylülerin kafalarına genel çöküşle ve topyekûn yok oluşla birlikte yerleşen “BSP işleri düzeltir” saçmalığı nefes almaya devam ediyor. İşleri bütün gün emekli maaşı beklemek olan yaşlını almış köylülerde, şehirlerdeki dairelerini kiraya verip eski köy evlerine barınanlarda, kış aylarını huzur evlerinde geçirenlerde “BSP kurtarıcımızdır” saplantısı var. Bu kör çiviyi yaşlı seçmenlerin kafasından söküp atmak olanaksızdır. Durumun vazıyeti öyle bir hal almış ki, şu kış aylarında günde 5 defa küçük bir kadeh rakıcıkla demlenen ve TV’de 10 kez “BSP” sözünü işitince gönül rahatlığı geçiren bu kesim, oyunu eski partiye vermekten haz alıyor. BSP yönetimi de, aynı memnuniyeti, bu insancıkları devamlı aldatırken ağızlarına seçimden seçime bir parmak bal sürmekten yaşıyor. Kyarsız geçen Şubat ayında devletin köy hırsızlarına karşı 15 ile jandarma göndermesi de seçim yatırımı gibi bir şey oldu. Jandarmalar “kurtarıcı” havasıyla karşılandı. Birkaç Çingene çocuğu yakalandı. Birkaç ceza kesildi. Kimileri sorgulanıp toplandı. Ne yazık ki, Çingene hırsızla köy ve kasabalarda sirke gibi, kile gibi, bit sürüsü gibi, birkaç tanesini tırnakların arasında ezmek ya da daha kodaman kan emici kenelerin şişip düşmesini beklemek, bizim dilimizdeki “ölme eşeğim ölme bahar gelecek” tekerlemesinin karşılığıdır. Sofya Kent Mahkemesi’nde görülen bir davada iki yaşlı köylü kadının emekli maaşlarını çalmak için evlerine gece giren hırsız Çingene gençlerin kadınların ırzına geçip sonra onları öldürdüğü ortaya çıktı. Müebbet hapis cezası alsalar da ne olacak, değişen bir şey yok! Yine Burgas köylerinin birinden tren istasyonunun önünden 500 metre tren rayı bir gecede sökülüp taşındı. İyi ki, ilk yolcu treni gelmezden önce istasyon şefinin haberi oldu da, kaza tren yolda durduruldu. Burada söylem istediğimiz “BSP


Makale ve Analizler - 2014

213

Kurtarıcı” formülü sosyalist partiye oy getirmeye devam etse de, Bulgaristan’da hızla ilerleyen yok oluşu durdurma formülü olarak geçerli değildir. Kendine sol parti süsü veren, ama sağda oynayan, tekkelerin ve oligarşinin hizmetinde olan, halkı ezdiren, üretimi canlandıramayan, 2014 bütçesine biricik, damızlık olarak bir tanecik sanayi tesisi kurmayı, 20’ye veremezse hiç olmadı 10 kişiye iş vermeyi hedef edemeyen, hiçbir üretimi finanse edemeyen bir politik partiden ve onun iktidarından ne beklenir? Bütün sorunları kürsü konuşmaları ve el sıkışmalarla, ziyafetten ziyafete çözeceğini zanneden sosyalist parti, kendine çeki düzen vermezse, Tüzük değiştirip, Program kabul etmezse, ideolojik olarak belirlenmezse, kesin ve kesin kendisi de, parçalana bölüne yok olmaya mahkûmdur. 24 yıldan beri havlayan Hak ve Özgürlükler Partisi’nin “adlarınızı yine değiştirecekler”, “camiler taşlanıyor!” aman dikkat edin “sizin güvenceniz biziz!” köpekleri artık işini iyi biliyor. Tükler aleyhine çıkan kanunlara, camilerimizin taşlanmasına, insanlarımızın devamlı rahatsız edilmesine, Bulgar ırkçılarının saldırılarına karşı bir tek deklarasyon bir tek bildiricik yayınlasa canımız kurban. Lütfü Mestan’ın göbeği de sanki gizli görüşmeler çöplüğüne atılmış. Devamlı gizli, gözden kulaktan uzak görüşmeler yapıyor, hep fıs kös. Bu ne zamana kadar böyle devam edecek? Ortak oldukları yaptıkları hususlar: Bu kargaşalı durumda BSP ile HÖH’ü birbirine bağlayan noktalar da var tabii. Bunlardan biri her iki parti de hiçbir şeyde ve yerde köklü değişiklik yapılmasına izin vermemektir. - Bir) Her iki parti de seçimlerde her kesin oy kullanması zorunluluğuna karşı çıkıyor, çünkü “zaten bir şey olmuyor ve olacağına da inanmıyorum” düşüncesinde olan kesimin (12 Mayıs 2013 seçimine oy kullanma hakkı olanların % 48’i katılmadı), oyları muhalefet partilerine kayarsa, politik denge değişecek ve iktidar olma şansını kaybedebilirler. - İki) Elektronik oy kullanmaya da razı değiller, çünkü bilgisayar kullanabilen, aydın, okumuş kesimin muhalefete oy vereceğini hesap ediyorlar. Bu da iktidar şanslarına darbe olabilir. Elektronik oy kullanma Anaya tarafından da yasaklanmış durumdadır. - Üç) macoriter sisteme göre oy kullanılmasına da taraftar değiller. Çünkü o zaman milletvekili listelerini Parti liderleri hazırlamayacak, seçmen kendi milletvekili adayını gösterecek ve kendi adamını meclise gönderecektir. Her iki partinin majoriter sistemde mecliste milletvekili olmaması tehlikesi olduğundan, bu


214

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

işe hiç mi hiç yanaşmak istemiyorlar. Majoriter sistem uygulandığında, 24 yıldan beri milletvekilliğini meslek edinenlerin bir daha parlamentonun yakınına arabasını bile park edememesi yolu açılabilir. Kuşkusuz, böyle bir durumda HÖH ve BSP taraftarı olmayan birçok genç aydın meclis sandalyesinde yerini şerefle alma olanağı bulacaktır. Şüphesiz bu hususlar Bulgaristan’da demokrasinin kendi yaşam alanı genişletmesine engel olurken, sahnede daha değişik kurallar isteyen bir başka politik güç de yok. GERB farklı bir demokratikleşme yöntemi istemiş olsaydı, tek başına iktidar iken, istediği yasa değişikliğini kolayca dayatırdı. Karamsar değil iyimser olmalıyız: Tüm bu kavgalar, değişimler, yol arayışları ya da eski durumu koruma çabaları sürerken, değişmeyen bir şey var. Bulgaristan Batı dünyasına açılmayı kendine yol olarak seçti, AB ve NATO üyesidir. Bu çizgiyi izlemek zorundadır. Yükümlülükleri vardır. Acı olan, Bulgaristan nüfusu ülkeyi terk etmeye devam etmesidir. Nüfusun üçte ikisi sosyal sigortasını, sağlık sigortasını ödemiyor. Yarın emekli maaşlarımız da kesilecek. Devlet ödeyemez duruma gelecek. Ülke boşalıyor: Geçen sene, 29 bin 547 nüfuslu Sandanski şehri nüfusu kadar bir kitle dünyanın değişik ülkelerine yerleşti. Bu yara kanıyor. Bu yıl da başka bir Sandanski uçup gidecek. Dağlar taşlar, ovalar çayırlar kimsenin umurunda değil. Dünya devleri tüm mıknatıslara cereyan vermiş bizim insanlarımızı kendilerine doğru çekiyor. Rusya Eğitim Bakanlığı yeni kararında Bulgar öğrencilere bedava yükseköğrenim öneriyor. Almanya, Fransa, İngiltere gençlerimize tam burs teklif ediyor. Lise bitiren her 3 öğrenciden birinin gözü dışarıda. Okusunlar bakalım, belki geri dönerler ve işleri üstlenirler. Her yeni seçim kanunu eskimiş olana göre daha iyi olarak kabul edersek, neden şikâyetçiyiz? Çünkü getirilen yeniliklerin içinde, milliyetçi, ırkçı kaynaklı, bizlere Bulgaristan Türk ve Müslüman azınlığına karşı olan hususlar var. Bizi, hepimizi politikanın dışına iten maddeler var, işimizi zorlaştıran istemler var. Bulgar Parlamentosunun yepyeni bir seçim yasası icat ederek, dünya demokratik parlamenter tarihine ışık tutabileceğine inanmıyorum.


Makale ve Analizler - 2014

215

Şimdiki değişiklikler de 1960 yılından Batı Almanya seçim kanunundan kopya edildi. Bütün gün dinleyip anlayamadıkları, devamlı uyukladıkları sandalyelerinde otururken, ara sıra elini uzatıp düğmeye basan ve elini düğmeden çeken milletvekillerimizin çok az bir kısmı hariç, hiç birinden halkımızın dertlerine derman beklemiyorum, onların toplum işlerine kafa yormadığını çok iyi biliyorum. Kalbur kafalı olmasalar akıllarında bir şeycikler kalırdı. Bu işler böyle olmasa neden çökelim ki?!. Ne yazık ki, öyle böyle derken, her bakıma yokoluyoruz! Her işin sonunda bir hayır var, sabrın sonu selamettir derler ya...

Hainler Günü

Şakir Arslantaş-22.Şubat.2014

BMÖ ya da UNESCO senede bir günü, ispiyonlama ve ele verme suretiyle ailesine, arkadaşlarına, yakınlarına, soyuna, köydeşlerine ve halkına kötülük etmiş, çeki ve çileye neden olmuş, insanları yalan yanlış karalamayla tutuklatmış, sorgulatmış, sürgün ettirmiş ya da hapsettirmiş kişileri lanetleme günü olarak ilan etse ne güzel olur değil mi? Değişik eziyetlere, ailelerde parçalanmaya, bölünmeye, kimilerin vatan terk etmesine ya da yıllarca dağda bayırda kaçak yaşamasına sebebiyet verenleri kınama ve lanetleme gününe bizde de ihtiyaç var. Böyle bir lanetleyerek Anma Günü olsa, iyi olur görüşündeyim. Kınanacak ve lanetlenecek olan hainlerin içyüzünü herkesin anlayacağı bir dilde tekrar tekrar ortaya koyup, bunu herkesin kabul ettiği evrensel bir ahlak ve adalet üzerinden yapmak gerekir ki dünyada yepyeni bir uygarlık kurulmasında temel rol oynayabilsin. Evrensel adaletin kuralları kabul edilmeden ve zorunlu hayat normu olarak uygulanmaya başlanmadan böyle bir Anma Gününde Milet birbirine girer. İşin özünde o günün aynı zamanda bir aklanma günü, af dileme günü ve genç kuşağa ibret dersi verme günü olması da çok önemli olacaktır. Anma Gününde yapılacak törende, ailesini, yakınlarını, dostlarını, yoldaşlarını, soyunu, halkın haklı davasını düşmana ihbar ederek hainlik yapanların isimleri teker teker okunmalı ve işledikleri suçlara işaret edilmelidır.


216

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Hainler Günü, Hıristiyanlar ve Müslümanlar için iki ayrı gün olabilir. Örneğin Hıristiyan dininde İsa Peygamberin çarmıha gerilmesine neden olan ele verilişi Paskalya Bayramının arife haftasına rastladığı için, her yılın aynı günü Hıristiyan Hainleri Lanetleme Günü olarak takvime alınıp anılabilir. O gün genç kuşak akla karayı, onurlu olmakla hainliği birbirinden ayırt etmeyi tarihin ibret örneklerinden öğrenmelidir. Bulgaristan’da böyle bir kınama günü olsa, örneğin iki gün önce yani 19 Şubat 2014’te Bulgar ulusal kahramanı, Vasil Levski’yi takdir ederek onurlandırma gününde, Osmanlı döneminde Bulgar ulusunun uyanış ve ulusal egemenlik savaşçısı Vasil Levski’nin hem kutsal davasına hem de hainliğin iğrenç yüzüne işaret edilmeliydi. Ulusal anma gününde Levski’yi bir dava dehası olduğu için kıskandığından ele veren Papaz Kristü Nikiforov; komitacılığın büyük ihbarcısı Dimirır Obşti; Levski’nin simasını kara kalemle çizen ve Osmanlı istihbaratının eline geçmesini sağlayan Nana’nın hareketi tarihimizin çok büyük hainlikleri olarak lanetlenmeden, Levski’yi Anma Töreninden alacağımız ibret dersi ne olabilir ki? Acısı çekilmeyen bir olayın özü açılamaz! Aynı törenlerde, bir de şu önemli özelliğe işaret edilse, günümüz Bulgaristan huzur çiçekleri bahçesi olurdu. Vasil Levski’yi anma töreninde yapılan konuşmalarda, Bulgar ulusal kahramanının hiçbir Türk ve Müslüman tarafından ihbar edilmediği önemle belirtilmelidir. Bu vurgulanmadığı ürece, Levski davasından Türk düşmanlığı icat edenler bayram etmeye devam eder. Atalarımızın Levski’nin davasında devir yenilemeyi amaçlayan bir öz ve ışık görebilmeleri, onların Bulgar ulusal davasına ilgisiz olmadıklarına kanıttır. Azizlerimizin bu asil davaya olan yaklaşımını korumak vazifemizdir. Bulgar ulusu içinde saçma sorunlardan başımız ağarmadan yaşayabilmemizin anahtarı işte budur. Olaylara açılan yeni yaklaşım da tam bu olmalıdır. Bizim Vasil Levski’nin kişiliği ve davasıyla alıp veremediğimiz yoksa bugünkü Bulgar ulusuyla da hiçbir alıp veremediğimiz olamaz ve yoktur. Levski’nin davası paylaşılmaz bir bütündür. Onun herkesten fazla takdir etme hakkı bir de bizim öz hakkımızdır. Bu hakikatten böyledir. Levskiyi Bulgaristan Türk ve Müslümanından kıskanmak büyük bir hainliktir. Hepimiz, tarihi doğru okuyamayanların, tarihten emsal derslerle güncel politikayı besleyemeyenlerin kara cahilliğinin zavallı kurbanlarıyız. Son haftalarda saçma sapan nedenlerle, atalarımızın bundan 600 yıl önce kurduğu camilerin tapulu kimliğini kanlı kavgalarda tartışmakla, mahkeme adaletini kabul etmeyip sokaklarda adalet arayanların hortlarıyla şahit olduğumuz rezillik, özünde bir ceviz kabuğu doldurmaz. Ortak tarihimizi hurafelerden, sahte kahramanlardan, hayal simalardan kurtarıp gerçekliğe dönebilirsek, Türkün Bulgar’dan


Makale ve Analizler - 2014

217

Bulgarin da Türk’ten büyük dostu olmaz. Hainlik zahiri bundan böyle yakacak can bulamaz. Evet bugün, Hainleri ve hainliği kınama gününe gerek var. Yeri gelmişken bir hainlik biçimi olarak ikiyüzlülüğe de değinsek iyi olacak. Konuya Levski’nin yargılanması ve idam cezası açısından baktığımızda şu gerçek dikkati çekiyor. Levskiyi yargılayan Mahkeme Başkanı Bulgar İvanço Hacıpençeviç, İstanbul’da oturan, görevi hükümet danışmanlığı olan, Levski’yi şahsen tanıyan, kendisiyle görüşmüş, onu evinde misafir etmiş, komite işleri için ona para vermiş bir şahıstır. Hem komite işlerine para vermek hem de hayatını ulusal davaya adamış olan komitacı başını idam etmek iki yüzlülük değil de nedir? Olaylar tahlil edilmeden gerçekler su yüzüne çıkmaz. Bundan 141 yıl evvel cereyan etmiş olan bu tarihi vaka, günümüz için çok önemlidir. Ne yazık ki, hala tarlanın taşı dikeni temizlenmediğinden, iyi niyetlerimiz boşa çıkmaya devam ediyor. Bu yüzden, her bir hainlik olayına tarihsel durum değerlendirerek, olaylar her yanlı tahlil edilerek bakmalıyız. Gerçeğin ışınını bulmak zor iştir. Dinimizde de hainlik var: İslam dini içindeki hainlik ve fitne tarihine ilginiz varsa Prof. Nuri Yaşar’ın “İmam-ı Azam” eserini okumanız yeterlidir. “Kuran” da hainlik konusuna ilgisiz ve yabancı kalmamıştır. Hainlikle birlikte kin tutmak, kin bağlamak ve öz çıkarlarına sırt çevirip düşmanca hareket etmek temel kitabın 16 ayetinde değişik emsallerle ve soyut imgelerle farklı biçimlerde imalı işlenmiştir. Bir önderin yönettiği cemaat ta ihaneti hainlik olarak nitelenirken, halk davasına ihanet, arkadaşlarını ele verme, kötülük işleme, yalan söyleme, aldatma ve adaletsizliğe neden olma büyük günahlar arasında sıralanmıştır. Olaylara bu açıdan baktığımızda, ileri gelen din adamlarımızın HÖH önderi Ahmet Doğan’ın Hak ve Özgürlükler Davamızın başına gizli bir görevle gizli bir ajan sıfatıyla getirilmesini, demokrasi koşullarında hak ve hürriyete kavuşmayı bekleyenleri aldatmasını, umutlarımızı boşa çıkarmasını, özlemlerimize pranga vurmasını, ana dilinde konuşma yazma, okuma ve gururlanma gibi en doğal ve en yasak haklarımızı bile elde etmemizi yıllar yılı engellemesi hem günah hem de hainliğin başka bir şekli değil de nedir, sorusu gündem oldu. Yine bu açıdan analiz edildiğinde, 1953 göçünde Bulgaristan’dan Türkiye’ye göç edenler arasında büyük bir kafile iyi yetişmiş tahsilli din adamımızın olduğunu da görürüz. Onlar o zaman sosyalizmle gelen insizlik dalgasına ezilmemek için göç ettiler. Vatanda kalanlar da İslamın yaşam biçimimizi belirleyen normlarının doğru biçimde uygulanmasını sağlamak için amansız mücadele verdiler. Toplumsal olayların devinim güçleri, niteliği ve hedefleri görülmeden, doğru ile yanlış, onurlu olanla yüz karası olan görülemez. Biz bir asırdan uzun bir za-


218

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

mandan beri kimliğimizi koruma ve doğal imkânlarımız ve yasal haklarımız temelinde geliştirme uğruna mücadele verdik. Bu savaşımda, Anayasal yasaklara ya da yazılmamış ve kabul edilmemiş kanun ve kararlara dayanan iktidarlar uyguladıkları baskı ve terörü haklı göstermeye çalışırken, en ilkel insan hakları için direnen Türk ve Müslümanları “vatan haini” gösterip iteledi ve yargılamadan hapse attı, sürgün ettiler. Totalitarizm döneminde bu uygulama güncel politikayı belirliyordu. Bu siyasetin içinde “vatan haini” ile “vatansever” yer değiştirmişti. 1990’dan sonra, sanki satranç tahtası yeniden dizildi ve bu defa demokratik ortamda kurallara göre oynanacak umudu belirdi. Oyun ilk baştan düzenli başlasa da, sanki satranç figürlerinin altında mıknatıs varmış gibi, figürler kendileri hareket ederek oyunu tıkadılar. Yani, kabul edilen bazı demokratik yasalar kitaba ciltlenip rafa kaldırıldı ve eski değer yargıları toplum gündemini yeniden belirlemeye başladı. Örneğin, Vasil Levski’yi anma günü, 2014’te 1985’ten bile daha kötü, insan sever ve insanoğlu kardeşliği gibi idelerden ve hümanist anlayıştan yoksun, polis kordonu içinde kullanıldı. Sofyalılardan bazıları törende bağırıp çağırarak faşizan lider Volen Siderov’un günümüzün Vasil Levski’si olduğunu duyurmaya çalıştılar. Milliyetçiliği iyice taşıranlar törene katılanların yüzüne “Bu hava benim havamdır, siz benim havamı nefes ediyorsunuz!” deyecek kadar ileri gittiler. Ötekini düşman belleyen bu tavır, yeni politik renkler alınca, gerginlik, öfke, kin, çatışma kaynağına dönüşüyor. Toplum yediden yetmişe ürperiyor. Bulgar faşizmi 1930’larda Almanya’nın “Ost” (Doğu) politikası desteğiyle oluştu. Gençler arasında milliyetçi faşizan “Brannik” hareketi örgütlendi. 1945’ten sonra kurulan komünist Bulgar İstihbaratında parti saflarına sızan düşmanı arayan şube vardı. Birçok yerde “Baranik” çilerin, onların çocuklarının ilçe ve il komünist partisi örgüt yönetiminde kümelendiği tespit edildi, görevlerinden alınmaları istendi. Ne ki, biz çok küçük bir ülke ve çok küçük bir ulus olduğumuzdan, zaman içinde komünistlerin çocuklarıyla “Brannik”çilerin evlatları kaynaşmış, toplumda yargı değerlerin değişivermişti. Bugün “Brannik”çiler 1938’de tek komünist kurşunuyla infaz edilen ve cehenneme gönderilen “Brannik” önderi General Lukov’u gürültülü sokak nümayişlerinde, görkemli törenlerde yaşatmaya çalışıyorlar. Yine bu yıl Almanya’da ise, “Hitler” faşizminin dış ülkelerde yanan ateşinin Almanya toplumunu etkileme tehlikelerini araştıran bir Enstitü açıldı. Buna rağmen, Avrupa Birliği’nde tüm AB ülkelerinde faşizmin tüm kalıntılarının kökünün kazınması zorunluluğunu uygulatan bir yaptırım henüz yok. Alman faşizmi Nürnberg Uluslararası Mahkemesi’nde yargılandı, faşistler hak ettikleri cezayı buldu. Nice yıl Avrupa faşizmi bir insanlık suçu olarak lanetle-


Makale ve Analizler - 2014

219

yerek yaşadı. Şimdi bizde faşistlerin torunları Levski’nin kutsal davasına sahip çıkarak “kendilerinden yana olmayanlara nefes hakkını fazla bulmaya başladılar.” Hem de bu, sosyalistlerle hak ve özgürlük davacıları iktidarda olduğu bir dönemde palazlandı. Olaylara bu açıdan baktığımızda, ulusal tarihte olumlu nitelikleri koruyup yaşatmamak çok çok çok kolay olduğundan doğru olanı yanlış gösterip, yanlış olanı da görmezlikten gelmek kolayın kolayıdır. Kendi isteklerini bilmeyen ve halkın isteklerini de öğrenip üstlenmeden, hakkımızda emirleri düşman ve hain güçlerden alarak, politika içinde rol almak da başka tür ve çok büyük bir hainliktir. Bunu bugün ülkemizde izliyoruz. Dallanan ve şiddetini arttıran faşizme seyirci kalanlar da hainlik ettikleri için bir gün gelip hesap vermek zorunda kalacaklardır. Biz Bulgaristan Türklerinin Bulgar toplumu içindeki öz davamız, amansız direnişlerimiz, boyun eğmeden mücadele ederken ödün vermeden var olmamız doğal bir kaynaktan güç alır. Bu, bizim Türk olmamız ve Türklüğümüzdür. Bizim Türklüğümüz, öz tarihimiz, öz kültürümüz, dünyanın gelişmesine katkılarımız cilt cilt kitaplarla anlatılamaz. Yalnız halk masallarımız 20 cilttir. Diğer halklar bizi güzelliklerimizle sevmiştir, insan erdemlerimizden ders alarak bizimle birlikteliği yeğlemiştir. Bir Türk’ten dost edinmek insan kazanımlarının en üstün olanlarından biri olarak öykülenir. Bu erdemlerle dokunmuş bir halkın ne atkısından ne de dokusundan iplik kaçmaz, arasından hain çıkmaz. Bu inancımız doğrudur, kesindir, değişmezdir. Biz bu yazımızda Hainler Günü’nde söz ederken, özümüzde olmayan bir şeyden üzerimize leke sıçratmışsa temizleyip her şeyimizi yine gönlümüz gibi pampacık etmek için konu açtık. Biz akan suyun kendini arıttığına inanan bir milletiz. Hainler aramıza para ve zümrüt yüklü kervanla, bal dolu fıçı ve yağ dolu küplerle gelse giremez, çünkü şerefimize paha biçilemez. Sizi tanımak, sizi anlatmak ne kadar güzel bir bilseniz!


220

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Aydınların Açmazında Türkiye

Alptekin Cevherli-22.Şubat.2014

Adamın biri torununu çocuk parkına götürmüş. Çocuk oyun oynarken o da parktaki çocukların cıvıltısı eşliğinde etrafı seyrediyormuş. O esnada diğer çocuklarla fazla konuşmayan, kendi başına oynamayı tercih eden bir tanesi gözüne takılmış. Çocuğun salıncak sırasını korumak için dahi iki kelâm laf edip konuşmadığını görünce üzülmüş, hislenmiş. Torunu için aldığı çikolatayı ortadan ikiye bölüp, sessiz duran çocuğun yanına gitmiş. Başını okşamış, çikolatayı ikram etmiş. İletişim kurmaya çalışıp adını sormuş. Ardından cevap vermesine fırsat vermeden, “Dur, ben tahmin edeyim” demiş ve başlamış saymaya... - Ali, Veli, Hasan, Hüseyin, Ahmet, Mehmet... Fakat bir türlü çocuğun adını bulamıyormuş. Babacan bir tavırla gülümseyip, “Bulamadım delikanlı, bana biraz ipucu ver” demiş. Çocuk, tam “Adım ‘Y’ ile başlıyo...” derken, bizimkisi tekrar saymaya başlamış: “Yusuf, Yasin, Yadigâr, Yağız, Yakup, Yahya, Yalçın, Yaman, Yavuz, Yıldıray, Yıldırım, Yetkin, Yiğit...” saymış da saymış; ama bir türlü çocuğun adını bulamamış. Çocuk her seferinde başını yukarı kaldırıp “Ççık” diyormuş. Sonunda dayanamamış. - “Peki evlâdım, bilemedim. Sen söyle bakalım, adın ne senin?” demiş. Çocuk gülümseyerek cevap vermiş: - “Yamazan (?)” *** Eğer elinizdeki veriler yanlışsa doğru sonuca ulaşmanız mümkün değildir. Ulaşılan neticeler tesadüfi olup, bozuk saatin 24 saat içerisinde sadece 2 dakika doğru anı göstermesi gibi yanlışlar heyulasında çırpınır durulur. Eskiden ülkemizin okumuşları, aydınları için “halktan kopuk, milletine yabancı” denir, aydınlar suçlanırdı... Özellikle yabancı okul ve kolejlerde okumuş, yurt dışında tahsil almış kişiler hedef seçilerek millî benliklerini kaybettiklerinden dem vurulur, kendi milletlerine yabancılaştıklarından bahsedilirdi.


Makale ve Analizler - 2014

221

Heyhat, gel zaman git zaman öyle bir hale geldik ki; o vaktiyle küçümseyip özünden kopuk diye eleştirilen aydınları arar hale geldik... Ne yazık ki; millet, özünden koptu... Kendi kültüründen, tarihinden, coğrafyasından, türkülerinden, kendi klasik mûsikîsinden sanatından, edebiyatından bir haber yaprak gibi savrulan aciz bir toplum haline geldik... Televizyonun birinde neredeyse 450-500 yıl önce olmuş tarihi bir gerçeği gösterdi diye toplum bölünebiliyor. Bir kısmı “Yok canım, padişah efendimiz öyle şey yapmaz” diyor, diğeri ise gidip Hürrem’in kabrine tükürüyor. Kimisi gidip şehzadenin türbesinde sıraya girip Fatiha’lar okuyor. Bazı kendini bilmezler ise “Aha da Türklere bakın, nasıl evlatlarını katlediyor” deyip, ortalığı iyice bulandırıp arada işini yürütüyor. 500 yıl önce Türk Milleti’ne atılan en büyük kazığın hesabını, yine kendi zavallı aklınca, Türklere soruyor. Kimse demiyor ki; yav arkadaş, 3 kıtada at koşturan ülkede; Hürrem’den daha güzel, daha işveli, daha cilveli, daha akıllı kadın mı yoktu da; Lehistan Yahudisi Roxelana’yı “Hürrem” (yani şen, şakrak) diye padişahın haremine özel olarak yetiştirip sokmuşlar. Bu mudur yani? 500 yıl önce olan olmuş, ölen ölmüş. Sen bugün olanlara bak arkadaş... Ukrayna barut fıçısı, ha patladı ha patlayacak. Milletin derdi ise Nataşalar ne olacak? Kadınlarımız, “Ya buraya hepsi kaçarsa” diye korkuyor; erkeklerse “Nasıl ağırlarız”ın derdinde... Yalan mı? Kimse demiyor ki, Kırım’ın özerkliği ne olacak? Ülkemizin tarihten gelen garantörlük haklarından ne haber? Türkiye’nin Karadeniz’de yine ciddi ciddi Rusya ile sınır komşusu olması an meselesi... Tatar Türkleri’nin geleceğini kim garanti ediyor? Milletin umurunda bile değil!.. Yalan mı? Evlilik programlarından dede, nine yaşına gelmiş insanlarımızın pespayeliği ortaya dökülüyor. Eskiden bırakın milyonların önünde söylemeyi, çocukların yanında bile edepten konuşulmayan konular, alenen icraata dökülüyor. Gençlere soruyorsun; kızım edep nedir, haya nedir, haysiyet nedir, amaç nedir, hedef nedir diye... Bırak yaşamayı; kavramı bile gencin zihninde yok ki... Kelimenin anlamını bilmediği gibi, yerine bir alternatifi de yok...


222

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Yoklar içinde, bir millet var olmaya; geleceğe adıyla, sanıyla devam etmeye çalışıyor... Özün gidip, şeklin kutsandığı bu devirde aydınlarımız, okumuşlarımız da kalkmış televizyonlarda arz-ı endam edip, bize “Yamazan” diyor ki; biz onu mübarek üç ayların sonuncusu olarak anlayalım... Ama eldeki terazi yanlış olunca , doğru nasıl tartarız ki?




Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.