08 HALKLA ALAY EDİYORLAR

Page 1

Makale ve Analizler - 2014

HALKLA ALAY EDİYORLAR

2014 Mart - Mayıs Makale ve Analizleri

1


2

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

HALKLA ALAY EDİYORLAR

BULTURK BGSAM Yayınları Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi - BGSAM -8 BULTÜRK Genel Başkanı: Rafet ULUTÜRK Basım: Mart-Mayıs - 2014 Koordinatör: Dr. Nedim BİRİNCİ Editör: Raziye ÇAKIR İnternet sorumlusu : Kapak Tasarım: Murat ULUTÜRK Pazarlama Sorumlusu: Hamiyet ÇAKIR Arşiv: İbrahim SOYTÜRK İsteme Tel: 0212 511 63 47 www.bulturk.org; www.bghaber.org; info@bulturk.org İnternet sitesinin yazıları Adres: Yıldırım Mah. Şehit Kamil Balkan cad. No.114/A Bayrampaşa İstanbul Tel: +90 (212) 511 63 47 Belgegeçer: +90 (212) 526 51 98 https://bgsam.org/, https://issuu.com/bulturk, https://bulturk.org.tr/ Baskı : DİNÇ OFSET MATBAACILIK SAN. ve TİC. LTD. ŞTİ. Adres: Davutpaşa Cd. Emintaş San. Sit. No: 103/580-581 Topkapı - İstanbul Tel: 0090 212 493 24 67 TÜRKİYE CUMHURİYETİ YASASI GEREĞİNCE BU ESERİN YAYIN HAKKI BULTÜRK’ten İZİNSİZ KISMEN VEYA TAMAMEN ÇOĞALTILIP YAYINLANAMAZ

Web: www.bghaber.org ; E.Posta: rafetuluturk@yahoo.com


3

Makale ve Analizler - 2014

“Bilgi Ordusu, Bizim Ordumuz, Bildiğimizi Öğretmek,Bizim Borcumuz.” Rafet ULUTÜRK

Düşünceler dizisi olan elinizdeki eserin anlamı derin bir uğraşın ancak başlangıcıdır. Bulgaristanlı Türk Müslümanların başına 1970-72, 1984-85’te düşen yıldırımın bir daha düşmemesi için bir uyarı ve ışık niteliğindedir. Saygılarımızla, B U LT Ü R K İ st a n b u l


4

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2014

5

Önsöz Yerine Yıl 2014 70 yıldan beri anadili, dini, yaşadığı şekilde yaşaması, istediği gibi sevip sayması yasaklanmış olan Bulgaristan Trükleri’nin bir yıl önce başlayan bellek zarlarını sökerek kendilerini anlatma serüveni artık tay durmaya başladı. Ekibin yazdıkları kalemler dik, olaylara yaklaşımları cesur ve bilgedir. Okurları uyanmaya kışkırtan bu yazılar elektrik çağından elektronik çağ sıçrayan genç kuşağa hitap ederken, onların soy boy vatan geçmişlerini, kavgalarını, parçalanmalarını, göçleri, kader çizgisini değiştirme mücadelelerini anlatıyor. Anadilinde okuması yazması, kitap basması yasaklanmış bu etnik Türk azınlığının öz edebiyatını ve oradaki koşullarda özgün kültürünü oluşturması geleneklere dayanan yaşam biçimine nefes aldırmaya devam etmesi sanki bir kahramanlıklar serüveni. Türkiye ve Türkiye’deki yakınlarıyla ilişkileri kesilmeye çalışılırken yasaklanmış ama onlar közleri asla söndürmemişler. Türklük sevgisi ve Müslümanlık aşkı hayatlarını belirleyen temel etken olmuş. Dünya pencerelerini onlara kapayanlar ruhlarının sönmesini beklerken 1989’un Mayısında onlar İsyan edip hakları uğruna birlikte toplu olarak şahlanmışlar. Doğu Blok psikologları bu gelişmeleri öngörememiş, gafil avlanmış ve olayların sonunda aynı yılın 10 Kasımında komünist partinin totaliter baskı ve terör rejimi Bulgaristan Türkleri sayesinde devrilmişti. Bulgaristan Türk-Müslümanlarının Türk kimliğini oluşturup geliştirme davasındaki büyük özellik, mücadelenin genel insan hakları, adalet ve demokrasi kavgasına örülmesi, politik nitelik kazanması ve ulusal çapta alevlenmesidir. Bu dış dünyadan maddi yardım almadan örgütlenen ve kendi közünde alevlenen bu Ayaklanma çok yüksek bilinçlilik düzeyi sergilerken, okumuşluk düzeyi düşük olan halkların ruhu kör ve güçsüzdür tezini de kırdı. 2014 yılı yazılarımız, siyasi çalkantıları, seçim dalgalanmaları ile birlikte çok sevdiğimiz vatanımızı, diktiğimiz ağaçları, meyvelerimizin tadını,


6

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

tozlaşmak için rüzgar bekleyen buğday denizlerimizi, Tuna’mızı, Balkanımızı, Ardamızı, Tunca’mızı, çilekeş insanlarımızı da anlattık. Bizden iyi anlatan şair ve yazarlarımızı hep aramızda bulduk. Saygılarımızla, Raziye ÇAKIR


Makale ve Analizler - 2014

7

Önsöz: Toplumların hayatında yazılı tarih büyük bir öneme sahiptir. Ancak bizde yazılı olmayan tarih, yani nesilden nesile aktarılan tarih vardır. Bu nedenle bazı olaylar zamanla faklı şekilde anlatılmakta veya algılanmaktadır. Gelecek nesillere aktarılacak olan bilgi birikiminin arşivlenmesi, kitap, dergi veya gazete gibi yayın organları aracılığı ile kalıcı hale getirilmesi büyük bir öneme sahiptir. Bu nedenle edindikleri tecrübeleri, yaptıkları çalışmaları toparlamak ve kitaplaştırmak güzel bir çalışmadır. Bunu bireysel olarak yapımaktan öte kurumsal olarak da yapmaları takdire şayan bir davranıştır. BULGARİSTAN TÜRKLERİ KÜLTÜR VE HİZMET DERNEĞİ kısa bir süre önce 2013’te kurulan internet haber sayfası www.bghaber.org sitesindeki yazıları bir araya getirerek yapılan bu çalışmaları kitapçık halinde getirerek bu konuda büyük bir ciddiyet göstermektedir. Derneğin internet haber sayfasında çıkan yazıları ve çalışmalarının yıllıklar halinde kitapçık haline getirerek yer aldığı bu çalışma gelecek kuşaklara aktarılacak ve ışık tutacaktır. Öte yandan dernek büyük bir arşiv de oluşturmuş durumdadır. Dernek faaliyetlerini gerekli ciddiyetle yürüten dernek Başkanı öncülüğünde dernek kurucuları, Yönetim Kurulu ve üyelerinin yaptıkları özverili çalışmalarından dolayı kutluyorum ve başarılarının devamını diliyorum. İsmail Gemici BULTÜRK Kurucu Üye


8

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Değerli Hemşehrilerim, Bulgaristan’da hepimiz zor günler yaşadık, itildik, ezildik, çiğnendik, hatta gün geldi vurulduk, şehitler verdik. Bu nedenle bizler kendi içimize kapanarak, yaşam mücadelesi vermeye çalıştık. Ancak bu içine dönüklükten kurtulmalıyız ve Türkiye’de yaşadığımıza göre, yasaların bize verdiği tüm haklardan bizlerde yararlanmalıyız. Peki, neden bunu yapamıyoruz? 1877-78 Rus-Türk savaşından sonra Osmanlının Balkanlardan çekilmesiyle birlikte, savaş esnasında işlenen akıl almaz katliamlar nedeni ile atalarımız asırlarca yaşadıkları yerleri terk ederek göç yolunu tutmuşlardır. Geride kalanlar ise Bulgaristandevleti’nin uygulamaya başladığı soy kırım politikalarına karşı direnmiş ve hayatta kalmaya çalışmışlardır. Şimdi ise burada Türkiye’de yaşayanlar oralara yardım edebilmek için, burada ilk önce bir araya gelmek ve bir merkez oluşturmalıyız. Artık bir kurum altında toplanmalı ve birlikte hareket etmeliyiz. Bu birliğe hepimizin ihtiyacı olduğuna inanıyorum. Artık bir birimizi kötülemekten vaz geçmeliyiz, birisi için yanında konuşamayacağımızı başka bir yerde konuşmamalıyız, yani kısaca arkasından konuşmamalıyız. En önemlisi samimi, hoşgörülü ve ahlaklı olmak. Zamanla her şey yerine geleceğine inanıyorum, ama tabi ki bu dava üzerinde kafa yoran, stratejiler üreten ve devamlı bunun üzerinde çalışan olursa. Bizim savaşımız insanlarımızı ahlaklı yetiştirmek olmalı, birlik ve beraberliğe kendi insanlarımızla başlayarak tüm Türk Dünyasına taşmalıyız. Bizler burada Türkiye’de yaşayan Bulgaristanlılar büyük bir kitle haline gelmiş durumdayız. İşte bu nedenle şimdi bu kitleyi yani kendi hemşerilerimizi, bir araya toplayarak bir merkez, bir güç birliği oluşturmalıyız, tabi ki bu bizim doğal tabii hakkımızdır. Bizler de artık toplum gücünü kullanabilmeliyiz. Toplum olarak haklarımızı elde etmek zorundayız ve bu yönde çalışmalıyız. Biz bunu söylerken, önderlerimizi seçerken, başkaları kötüdür demiyoruz.


Makale ve Analizler - 2014

9

Biz bu işi onlardan daha iyi yapabileceğimize, Türkiye Cumhuriyetine ve Türk Dünyasına daha verimli olacağımıza, buralarda bu bölgelerde yaşayan Türklerin daha iyi, daha güvenilir, yaşamalarını sağlayacağımıza inandığımız için, Önderliğe, Yönetime talibiz. Bu arada Bulgaristan’da kalan kardeşlerimizin hepsinin siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel kimliklerini, muhafaza edebilmeleri için mücadele etmeliyiz ve bu konuda gerekeni yapmalı ve gerekli yardımları yapmalı ve yaptırmalıyız. Aramızda Ahlâklı, Adaletli olanları seçmenli ve yüceltmeliyiz. Geçmişi konuşmaktansa, gelecekten söz etmeliyiz, bugünü değil, yarınları görerek hareket etmeliyiz. Aramızdan stratejistlere imkân ve fırsat vermeliyiz ve onları bizler yetiştirmeli yön verebilmeliyizkısa-10 ve uzunvadeli -50 yıllık hedefleri gösterebilmeliyiz. Aramızda kötü niyetli insanları tespit etmeliyiz, bilmeliyiz ki, onların kusurlarından dolayı değil, bu güne kadar yapılması gerekenleri engelledikleri için aramızdan uzaklaştırmalıyız. Bu güne kadar neler yapılmamış, onları araştırmalı, bilmeliyiz ve neler yapılması gerekir onları söylemeliyiz ve bunları bir an önce hayata geçirmeliyiz. Bizler gözyaşları dindirmek için, yaralara mehlem olmak için, her yüke ortak olabilmeliyiz. Gençlerimize, sadece balık pişirmesini değil, balık tutmasını da öğretmeliyiz, insanlarımızı denizlere, okyanuslara açılmalarını sağlamalıyız. Aramızda Tek Lider değil her sokakta, her mahallede bir lider yetiştirmeliyiz, biz dünyayı yönetmek için oğullarımızı yetiştirmeliyiz. Bizim insanlarımız yani Bulgaristan Türkleri şahsi başarıları Türkiye’de belkide en çok olanlardanız. İşte artık bizler toplum olarak haklarımızdan yararlanmasını bilmeliyiz. Her şeyden önce siyasi haklarımızı toplum olarak kullanmalıyız, daha sonra ekonomik ve kültürel haklar onu takip edecektir. Hepimizin gördüğü gibi, tarihte büyük güçler çok defa kötü politikaların kurbanı olmuşlar ve bunlar devam edecektir. Bir toplumun Lideri olmadan hiçbir şey olmaz, bu lideri de toplum çıkarmalıdır. Siyaseti güvenilir, sevimli hale getirmek bizim hedefimiz olmalı, bu gün çok zor, imkânsız olarak görünse de, yarınlara umutla bakabilmeli ve baktırabilmeliyiz. Var olabilmemiz için, var kalabilmemiz için, öncelikle temel hususlarda anlaşma sağlamalıyız. Aramızda bir birimize güveni kaynaştırmalıyız ve samimi olmalıyız.


10

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Her şeyden önce özgüvenimizi kazanmalıyız, birlik ve beraberliği ön planda tutarak insanları insan oldukları için sevip saymalıyız. İçimizde barışı sağlayıp, tek merkezde bir çatı altına toplanmalıyız. Bu çatı da “BULTÜRK Derneği” olmalıdır. Buradan tüm dünyaya sesimizi duyurabiliriz. Balkanlar konusundaki politikalarda etkili olabilmek için yolları aşındırmalıyız. Çünkü gelişmiş ve Bulgaristan’da etkili bir Türkiye Balkanlara tamamen hâkimiyet kurabilecektir. En önemlisi kararlı olalım ve birbirimize samimi, saygılı olmayı ve bir birimizi sevmeyi öğrenmeliyiz. Bizim derdimizi ve problemlerimizi en iyi anlayabilecek zaat bizden olduğunu idrak etmeliyiz. Bulgaristan Türkleri konusunda teşhisi bizler kendimizi yetiştirerek yetki mercileri alarak son noktayı biz koymalıyız, bu güne kadar ki eksikliğimiz budur. Ayrıca Balkanların anahtarı Bulgaristan’da yani Bulgaristan Türklerinden geçtiğini de öğrenmeli ve öğretmeliyiz. Sevgili dava arkadaşlarım. Kendimizde özgüveni, aramızda güveni ve merkezioluşturduktan sonra, kimsenin aramıza nifak tohumları ekmesi mümkün değildir. Bizim için önemli olan, eksiklerimizi bulmaktır. Geçmişi bırakarak artık bizler aydınlanma dönemine bir an önce geçmeliyiz. Halimizi tespit etmek çok kolay, gazete, dergi yayın hayatımız nerede, kaç gazete, tv, radyo bizimle ilgili haber yapıyor.Burada suçlu değil, sebepleri aramalıyız. Gelin bunları tartışalım, niçin bu güne kadar bir Bulgaristan Kültür Merkezi olmamış, bunu şimdi nasıl gerçekleştirilebiliriz, bunlara yönelik çalışmalar toplantılar yapmalıyız. Hedefimiz Türkiye Cumhuriyetini daha güçlü, daha huzurlu ve daha iyi yarınlara götürmek için olmalı. Güçlü bir Türkiye Bulgaristan da yaşayan Türklerede güven ve huzur verecektir, onların daha rahat yaşamalarını hep birlikte sağlayabiliriz. Bunlar zannetiğiniz kadar zor işler değil. Dünyada insanlar bir iş için değil, bir İdeal için hayatını feda ederler. Bunun için güçlü olmak sesini duyurabilmek için öncelikle bir Kurum ve bunun Merkezini oluşturmalıyız. Çünkü Merkezi olmayan hiçbir topluluk bir yerlere gelmesi mümkün değildir. Bu güne kadar konuşmalar tartışmalar yapılmış fakat bir ağıç ekilmemiş işte bu gün bunu yaptık BULTÜRK tüm Bulgaristan Türklerinin biz öncelikle sadece Bulgaristanlıyız.


Makale ve Analizler - 2014

11

Bizler elimizdeki kıt kaynaklarla bir merkez oluşturmaya çalıştık, bunda da muhafak olduk. Bu merkeze ulaşmakta büyük güçlükler ile karşılaştık bu konuda bizlere yardımcı olan emeği geçen herkese teşekkür ediyoruz. Ayrıca bizlere kendi yerini veren Mümin Hocamıza huzurunuzda kendisine tekrar tüm halkımız adına buradan teşekkür ediyoruz. Bundan sonraki hedef de Türkiye’nin her yerine ulaşmak ve bu birlikteliği her yerde tesis etmektir. Bu merkezimizde artık kendimize ait bir kültür merkezimiz oluştu toplantı salonumuz da mevcuttur her 15 günde bir toplanıyoruz. Amacımıza ulaşabilmek için devletin bir şeyler yapmasını beklememeliyiz. Birlikten kuvet doğar Atasözünde olduğu gibi güçlerimizi birleştirerek devlet yönetiminde söz sahibi olmalıyız ve geleceğimize kendimiz yön vermeliyiz. Gençlerimizin devlete girmelerinin yolunu aydınlatmalıyız. Artık bizim de Ankara’da TBMM’de kendi temsilcilerimiz olmalı. Bizler de buralara kendi içimizden birilerini gönderebilmeliyiz. Aramızda birlik ve beraberliğimizi oluşturduğumuz takdirde kendi içimizde samimi olduğumuzda başarıların ard arda geldiğini göreceğiz bunu başaracağımıza eminim. İhtiyacımız olan tek şey kendi içimizde daha adaletli olabilmek. Sevgi ve saygılarımı sunarım, Genel Başkan Rafet ULUTÜRK


12

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Memleketim, Memleketim!!!

Şakir Arslantaş-28.Mart.2014

Şimdi şu ikisinin de vatandaşı olduğumuz (çifte vatandaş), hatta üçünün de vatandaşı sayıldığımız Türkiye, Bulgaristan ve Avrupa Birliği (üçüz vatandaş) yapılanması arasında çok büyük farklar var. Bir defa insan yalnız Türkiye’yi iyi bildiğinde Bulgaristan’da alışıp yerleşirken zorlanıyor. Bu yetersizliği, gelip bizde Teknik Üniversite okuyup elektronik mühendisliği olmuş bir bayanla sohbet ederken bile, söz elektronikten hep “lütenitsaya” kayıyor. Varna Üniversite’sinden çıkmış gençler ise, konudan konuya atlarken “Rus turist kızlardan” söz etmeden yeni konuya geçemiyorlar. Kuşkusuz insanın gençliğinin renkli geçmesi çok iyi, ufuk açılır.Gençlerimizin de aktifliği sayesinde olacak, Bulgaristan’ın nüfus sayısı ve modern yatırım merkezi olarak üçüncü şehri alan Varna, geçen yıl Plovdiv’i (Filibe) 3 bin nüfusla geride bıraktı ve ikinci büyük şehrimiz oldu. Varnanın en büyük özelliği kuşkusuz Karadeniz İncisi olmasıdır. Son 25 yılda Bulgaristan’da en fazla otel ve sayfiye merkezi Varna koylarında inşa edildi. Bizim Bulgaristan’da henüz Anayasa Mahkemesi katlarında olan, “Yabancılara Toprak Satmayı Yasaklayan” bir kanun var. Bu yasaya göre, bir yabancı Bulgar vatandaşı olmadan gidip kendi adına istediği yerden istediği kadar taşınmaz alıp mülküne geçiremez. Fakat para sayıp almak istediği ofis ya da daire olduğunda ve seçtiği konut bir apartman binasının zemin kat üstündeyse tapulu mülk edinebilir.İşte bu yasaya dayanarak Varna içinde ve etraf sayfiye köylerinde yeni inşa edilen konaklama merkezlerinde son dönemde çok daire satın alan Ruslar artıkça artıyor. Bu arada, gelmelerine deyeceğimiz yok, gelene “Hoş Geldin”. Onlardan artık Türkiye sınırına kadar sahi şeridi boyunca uzananlar az değil.Varna nüfusunun üçte biri artık Rus kökenli vatandaşlardır. Şöyle düşünmem doğru mudur, dersiniz? Bulgar taşınmazlar pazarının inicisi olan Varna’ya bu denli akın varken, Rusya vatandaşları yarın öbür gün, henüz yakında demiyorum, örneğin birkaç zaman sonra yani Varna il nüfusunun % 51’ini oluşturduklarında, bir referandum (halk oylaması) yaparak, (Kırımda yaptıklarını yapabilir), durumun vaziyetini değiştirip, kantarın topuzunu Moskova’ya çevirdiklerinde, istesek de istemesek de, biz, yani hepimiz yalnız Varnasız değil, bir de Vatansız mı kalacağız? Diye sormaya başladım kendi kendime...


Makale ve Analizler - 2014

13

Bizde insanlar ana kara yolu ve tren istasyonları etrafına göç edip toplanıyor.Ruslar ise, petrol boru hatları boyunca yeni yerleşim yerleri kurup, oralara odaklaşıyor, diye bilir miyiz? Şu “Güney Akım” doğal gaz boru hattı var ya, Varna’dan başlıyor, oraya toplanmaları doğal karşılanmalı öyleyse... Yoksa yine ters mi düşünüyoruz?Böyle saçmalarken, bazı şeyleri pek açmak istemiyorum, tabii. Nedense ağır geliyor. Son zamanda içim sızlamaya başladı. Varna’da artık 28 okulda Rusça okutuluyor. Varna Belediyesinde bu konu açıldığında nedense “ana dil” tabiri kullanılmıyor. Ruslar “ana dil” yerine, “rodnoy yazik” yani “vatan dili” diyorlar. Onlar hakikatten büyük bir millet. Vatanı analarından öne koymaları, kendi kendini anlatıyor. Yorum yapmamıza gerek yok. İkinci Dünya Savaşı’nda da “Umirayu za Rodinu” (Vatanım için ölüyorum!) diye diye kazanmışlar zaferleri ve gömmüşler Hitler canisini cehennemin dibine.Bu konunun büyük yazarı Konstantin Simenov’u okumaya yeni başlamışsanız, daha birinci cilt bitmeden cebinizde kuru mendil kalmaz. Çok büyüklerin hayatı hep bir trajedidir. Onun ki de, farklı değil. Onun kahramanları “Za Rodinu!” yani (Vatan Uğruna) öldüklerinden, hayalet güçler bir gün kapısına gelip “Vatan”ı “Stalin”le değiştir, “Za Stalinu!” (Stalin için Ölüyorum!) diye yaz!, emrini verdiklerinde, canına kıydı. İşte böyle, o da “Vatanı için öldü!” Artık Vatanı için ölen kaç yazar kaldı ki!? Dâhilik budur işte! Yazar olmak kolay da, büyük yazar olmak çok zor. Hem de, oradan burada çalmadan, pudralayarak satmadan, her an kırılmaya hazır bir kalemle onu kaderin ateşinde sivriltip yazmak çok mu, çok ama çok zor bir iş... Etrafınıza baksanıza, Ahmet Şeriften başka “Ben, Vatanımı bir Türk olarak sevdim!” deyebilen bile çıkmadı. Yaş soğut kütüklerinden alev çıkmaz deyenler, dün olduğu kadar bugün de haklıdırlar. Haklı olmak ne güzel bir şey, değil mi! Ne yazık ki, haklı olmak, eldeki somun değil, parçalayıp başkalarıyla bölüşesin ve yiyenlerin hepsi haklı olmanın ne olduğunu seninle birlikte ve senin


14

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

kadar olmasa da, biraz olsun, hissedebilsinler.Haklı olmak haksız olmaktan bin defa değil, yerden göğe kadar iyidir. Ne yapalım hayat böyle, bazen haklı ve haksız olma arasında amansız bir kavgadır hayat. Büyük Nazım’ın Sovyet edebiyat kalemşorları arasında en sevdiği yazarlardan bir dehaydı Konstantin Simenov. Nazım “memleketim” dediği Vatanı Türkiye’nin emperyalizmin ökçesi altında ezilmesine dayanamadı. Kalem ve kader dostu Simenov da Vatanını Stalin’le değiştirmedi. Stalin’in “Kızıl Meydan”daki büstü 5 kez dikildi 6 kez söküldü. O meydandaki “sönmeyen ateş”in adı hala “Vatan İçin Can Feda Edenlerin Ebedi Ateşi”dir. Yaz kış, yanmaya devam ediyor. Bizde memleketi için can feda edenlerin, Çanakkale’de, Sakarya’da, Edirne’de kalanların toplu adı “Mehmetçikler”dir. Ben “ağlayan analar” sözünün Türkçemizden çıkarılmasından yanayım. Bir ananın nasıl sevdiğini kimse bilmez. Varsın analarımızın nasıl ağladığını da kimse görmesin ve bilmesin. Ana yarasını doktorla toplum saramaz. Yaralar analar ağlamazsa sarılır. Toprak da ağlar ama ağladığını belli etmez, çatlar yarılır ama hiç kimse çıt işitmez! Ben Varnalıyım. Şu Kırım halk oylaması, eskiden bir Türk Yurdu olan, uğruna nice can feda edilen, bu ana yurt parçasının Rusya’ya sözde “halk iradesi” ve isteğiyle bağlanması, herkes gibi beni de düşündürdü.Vatan deyip de geçme. Hurmanın vatanı Basra yolu, getir de ek bakalım bizim oralara olacak mı? Ne ki, Ruslar “yavaş çekim” bir millet, sanki hepsi dip dalgası eğitimi almış ve bizim tenimiz beyaz, Karadeniz bize uyar, değip açılıp geldiler, geliyorlar. Şimdi Rusların dünyaya yayılması ile bizim anlayışımız arasında çok büyük fark var. Aslında modern bir terim kullanırsak, örneğin film çekiminden olan “yavaş çekim” terimini kullanırsak, Ruslar bizim buralara yavaş yavaş giriyorlar. Onlar bizden çok farkı bir millet. Bu “yavaş çekim” terimi bizim için de geçerli.. Biz de Bulgaristan’dan yani ata vatanımızdan, yavaş yavaş çekiliyoruz. Ama onlar, bizim oralar, güzel bir memleket olduğu için gelip gelip yerleşiyor, bizse orada burada eşek dikeni var diye, oraklardan kaçıp gidiyoruz. Hayırlı olsun, zaten insanın başına ne gelirse, dünyaya bakış açısı farlılığından geliyor. Daha da dikkatli, bakarsak, biz Ruslarla sanki aynı yöne bakıyoruz, onlar daha kuzeyde yaşadıklarından Güneye bakıyor ve güneye kayıp yerleşiyor-


Makale ve Analizler - 2014

15

lar, biz de daha güneyde bulunan Türkiye’ye bakarak yeni yerleri ana vatan deyip gaslediyoruz. Ama bizim için Türkiye’den güneyi yok. Hem biz güneye kayarken, arkamızı boşaltıyoruz, Kuzey ise, öteden beri ve ebediyen hep onların.İşte bizler de biraz bu konular üzerinde düşünelim ve yeni stratejiler belirleme zamanı gelmiştir diyoruz. Üçlü vatandaş olsak, ne fayda eder! Biraz değil bu konuyu çok düşünelim deriz!

Kına Gecesi

Raziye Çakır-25.Mart.2014

Bizim Doğu Rodoplar’da düğünün ilk akşamı damat evinde davul çalınırken, kayınço bölüğünün kaprisleri karşılanırken, gelin tarafında kına gecesi yapılır. Gelinin eline kına yakılır. Kına gecesinde, gelinin yarın kocasına götüreceği bütün çeyiz odalara serilir, herkesin görebileceği şekilde duvarlara asılır. Bütün ev adeta bir etnograf sergisine döner. Konu komşu kadınları çeyizleri birer birer gözden geçirirler, el işlerine bakarlar, beğendiklerini söylerler, kızın anasını çok çeyiz verdiği için överler. - “Aşkolsun bizim Fatme’ye. Ne de çok çeyiz yapmış kızına.” - “Yapar o, idarelidir. 17 yıldır birer birer toplamış bunları” - Güveyin parasıyla yaptılar bunları diyenlerde çıkar. (Damat da birşeyler alır buraya) Kına gecesi gelin, iki sandık üzerine uzatılmış bir tahta üzerine oturur. İki tarafında da en yakın kız arkadaşları vardır. Hepsi şen görünmeye çalışır am bir mahzunluk vardır üstlerinde. Bu dostlar birbirlerinden ayrılacaklardır. Hayat yolları, yaşam koşulları değişecektir. Bu gece ayrılık gecesidir. Nasıl garipsemesinler. Bu hüzünlü kasvetli havayı bozmak için söyledikleri şarkılar da yanıktır, yürekleri daha da yakardır:


16

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İndim çeşme başına Yazı yazdım taşına Sevda nedir bilmezdim O da geldi başıma. ***

Uzaklar seçilmiyor Gönülden geçilmiyor Gönül bir top ibrişim Dolaşmış açılmıyor ***

Ben sarılar giymezdim Sevda nedir bilmezdim Bir ateşten gömlekmiş Bileydim hiç giymezdim *** Şarkılardan sonra kınacı yenge çıkar ortaya elindeki kına tasıyla. Kızın ellerine ağır ağır kına sürmeye başlar. Hem de tutturur bir kına türküsü: *** Nerede kızın leğenesi Kız kınası, naz kınası Kına yaksın kendi ingesi Ellerinde mum yanası Kına yaksın öz ingesi Ko ağlasın kız anası Kepek döksün öz ingesi. Sevinsin oğlan babası... *** *** Altın tasta kınamı ezerler Gümüş tarak ile saçımı çözerler Ak bakırlarım susuz kaldı Ak evlerim kızsız kaldı. *** Bu sırada bağrı yanık anne sarılır kızın boynuna... Eline kına yaktım Kızım sana, kızım sana Yüzüme güller taktım Kan ağlasın gözüm sana Dokuz ay zahmet çektim Sevip emzirdiğim südüm Helal olsun kızım sana. Helal olsun kızım sana Ak bakırlar susuz kaldı *** Ak evlerim kızsız kaldı. ***


Makale ve Analizler - 2014

17

Annenin inilti makamındaki türküsüne kız hıçkırıklar arasında cevap verir. Uçurmayın beni yuvacığımdan. Annem, annem, canım, ninem Bakırlarım susuz kaldı Südünü emdim kana kana Anneciğim susuz kaldı Helal eyle döne döne Ayırmayın beni anneciğimden Ayırmayın beni anneciğimden Uçurmayın beni yuvacığımdan *** *** Anne kız arasında bu türkülü konuşmadan sonra abla sarılır kardeşinin boynuna: Herkes sevdiğine acep Yüksek kahvelerde gülüm Böyle mi yanar. Lambalar yanar *** Lambaların ışığına gülüm Şahinler konar Yengeler de sıralanır. Hepsinin peşinen hazırlanmış türküler vardır. Kimisi tutturmuş hüzünlü “Akşam olur” türküsünü. Akşam olur kardeşlerim gezinir. Akşam olur kardeşlerim aç gelir Gezinir de hayatlarda büzülür. Bu gece bana el kapıları güç gelir Bülbül eşten ben kardeşten ayrıldım Bülbül eşten ben kardeşten ayrıldım Bülbül gülden ben annemden ayrıldım Bülbül gülden ben annemden ayrıldım *** *** Kına yakma işlemi bu minval üzerine bir saat kadar devam eder. Genç gelinler, yaşlı kadınlar kendi kınalarını hatırlamışlar, kalpleri yanmış, gözleri yaşlanmıştır. Bu ortamda yaşlı kadınlardan biri çıkar ortaya kalbimiz şenlensin diye haykırır ve hemen bir kaynana türküsü yakardı. Kaynanayı napmalı, Kaynak suya atmalı, Kaynak suda kaynarken Cümbüşüne bakmalı ***

Garanfili napmalı, Kaynak suya atmalı, Gelin kaynana çekişirken Cümbüşe bakmalı ***


18

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Artık yol açılmıştır. Dayansın kaynanalar. Arpalar anız oldu Taş avlu örülür mü, Kaynanalar domuz oldu Kaynana dövülür mü, Kaynanaların dilinden Kaynanasını döven gelin, Gelinler durmaz oldu... Mahallelikte övülür mü?... *** *** Bu türküler, takılmalar kınaya gelenlerin gönlünü açar. Herkesin ağzı sökülmüştür artık. Kimisi türkü söyler, kimisi masal anlatır. Bu karışmalıkta kınalı gelin adayının kız arkadaşlarıyla yandaki odalardan birine sıvıştığı anlaşılmaz bile. Dostların ayrıca aralarında konuşacakları çok şeyler vardır. Arkadaşları yarın gelin olacak dostlarının durumuna gıpta ederken. *** “Ah, ben de Ahmed’ ime kavuşabilsem”, “Benim kına gecem acaba kaç sene sonra olur?” diye hem ümit, hem korku ile düşünürler. O akşam son olarak beraber yatarlar, sabahlara kadar fingirdeşirler. Kına gecelerine gelen hısım akraba, eş dost kadınlar arasında ertesi gün için iş taksimi yapılır. Bir kısmına kaynanayı, misafir kadınları karşılayıp ağırlama görevi verilir. Bir kısmı ise çeyizi, çemberi toplayıp paketleyecekler, denk yapacaklardır. Sizlere Doğu Rodoplar’ın geleneksel kına gecelerinden birini anlattım.


Makale ve Analizler - 2014

19

Toprağımız ve Biz

İbrahim Soytürk-29.Mart.2014

Usta gazeteci Dr. İsmail Cambazov’un “Beşiğim ve Eşiğim” kitabı çıktı. 700 sayfanın yazarı kitabı yazma nedenlerini kısaca şöyle anlatırken eserini mütevazi tanıtıyor: “Bu kitabı en aşağı 50 yıl kalbimde yaşadım. Kendi kendime ‘zaman gelecek ben doğduğum büyüdüğüm köy için kitap yazacağım’ diye vaat ettim. Ancak gençliğimde, her işittiğimi gördüğümü hemen kafama nakşeden hafızama güvenerek günlük tutmadım, not almadım. Ne kadar hata yaptığımı kitabı yazmaya başlayınca anladım. 50 - 60 yıl önce kafama yazmış olduğum hadiseler, eski kitap sayfaları gibi sararmış, solmuş, birçok yerleri okunmaz olmuş. Bu hayat kitabı hepten okunmaz hale gelince aklımda kalanları yazayım diye oturdum basanın başına.” Bizde “bize biz derler” sözü vardır. Ama deneyimli yazarın 80’ni aşmış beyazlı kafasında ve genç gönlünde biz hep “Eli Katranlı, Nasırlı, Gönlü Nur Dolu” olarak anlatırken, insanımızı daha bir başka tanıtmak için aynı tepelerin başka bir ozanı olan Recep Küpçü’den yardım alıyor: “Sende büyür, canımın içi Rodoplar, Uykuları tütünden talan edilen, Yollar yapan, Temeller kazan, Benim fakir, garip kardeşlerim, Çam ormanı havası kadar Temiz yürekli kardeşlerim! Nerede olursa oturup çıkınını açan, Sofra kurup peynir ekmek yiyen, Gençlik çağını yaşamadan, Dalından vakitsiz yere düşen, Ahlar örneği yüzleri kırılan, Halleri güz rüzgârlarına tutulmuş Yapraklar gibi perperişan Yolda belde evindeymiş gibi konaklayan, Canım kardeşlerim!...


20

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İnsanımızdan sonra toprağımız, köy ve kasabalarımız anlatılır bizde, yazar köy ve mahaller yerine, canımız olan Arda ırmağını şöyle dile getirmiş: Nereden geliyor, bu pek de şairlerimizin büyüttüğü kadar muazzam olmayan nehrin şöhreti? Doğu Rodoplar’ın atan damarı, akan kanı olmasından. Rodoplar’ın iki yakasına açtığı geniş, verimli vadilerinden. Arda Doğu Rodop nehirlerinin en büyüğüdür. Doğu Rodopları ortasından ikiye yarar.Kuzeydeğu Rodoplar, Güney Doğu Rodoplar. Benim doğup büyüdüğüm köy, belediyem, ilim, Güney Doğu Rodoplar’da bulunurlar. Doğu Rodopların her iki yakasına da hayat veren Arda Nehri, bu alçak yüzeyde derin bir vadi açarak çok verimli tarım toprakları meydana getirmiştir. Kırcali’nin üst ve alt tarafına kurulan iki büyük baraj (Kırcali, Studen Kladenets /Soğuk Pınar/ Barajları), Bulgaristan ve Türkiye’nin ortaklaşma kurmayı kararlaştırdıkları “Tunca” barajı Rodoplara hem elektrik vermekte, hem yeni bir sanayi kolu olan balıkçılığı geliştirmekte, tarım ürünlerini sulamakta, göl turizmini geliştirmektedir. Smolyan (Paşmaklı) şehrinin güneyinde bulunan Çur Dağından çıkan Arda nehri Meriç’e kadar 246 kilometre uzunluktadır. Ancak bunun sadece 170 kilometresi Bulgaristan Topraklarındadır. Bu kısmında vadi 6 bin 80 kilometre karelik bir alanı kapsamaktadır ki, bu da 17 - 18 bin kilometre karelik Rodop yüzeyinin 3 / 1’ini oluşturmaktadır. Arda nehri havzası boyutu itibarıyla Bulgaristan’da 6. yeri tutar. Tunca’nın arkasından gelir. Uzunluk bakımından ise 7’ncidir. Önünde Yantra nehri vardır. Arda, Bulgar halk türkülerinde Tunca ve Meriç nehirlerinin kız kardeşi olarak efsaneleştirilmiştir. Doğu Rodopların hayat damarı olan Arda nehrinin coğrafi, ekonomik, stratejik önemi anlatmakla bitmez. Vadilerinde mis kokulu tütün yetiştirilen, elektrik santrallerinden ışık elde edilen, barajlarında milyonlarca metre küp su toplayan Arda, Büyük Dağ ile öyle kucaklaşmıştır ki, Arda Rodoplar demektir, Rodoplar Arda demektir. Yazar Dr. İsmail Cambazov Bulgaristan’ın Eğri dere (Ardino) belediyesinin Halaçder (Brezen) köyünde 10.06.1928’de doğmuştur. Şöyle anlatıyor: “Eğri büğrü derenin iki yakasına serpilmiş bir köy. Ardino şehri eskiden köyün içinden geçmekte olan dereden dolayı Eğridere olarak bilinirdi. 1934’te Eğri dere adı Ardino olarak değiştirildi. 1960’ta bir kasaba olarak ilan edildi. Kuzeyinde, doğusunda ve güneyinde Kırcaali ve Cebel kasabarı ile batısında da Nedelino, Madan ve Smolyan bölgesinden Banyalar ile komşudur.”


Makale ve Analizler - 2014

21

Büyük savaşların birisinden sonra bizim oralara uğrayan bir Rusnak Eğri dereyi şöyle anlatmıştır. Çeviri yine Rodoplu Koşukavak köylerinden Ömer Osman Erendoruk: “Otuz ev ki, hepsi birer Türk süsü Ortasında çürük mürük köprüsü Bir de eğri büğrü minare İşte sana Eğri dere Tabii, o zamanlar Eğiri dere, derenin iki tarafına serpişmiş mahallelerden ibaretti. İnsanın doğup büyüdüğü yer ne kadar fakir olursa olsun, yaşam koşulları ne kadar ağır olursa olsun, herkese yeryüzü cenneti gelir. Nereye gitse, ne yapsa da orasını bir türlü unutamıyor. Bulgar zindanlarında 23 yıl çürümüş olan rahmetli şair Nuri Adalı, hapishanede dahi rüyalarında hep doğup büyüdüğü köyü görüyor. Tek hücrede gece mum şavkınsda yazdığı “Köyüm” şiirinde doğup büyüdüğü toprağın hasretini şöyle dile getiriyor: GÜLLERİN ve gülen yüzlerin bir yana Kırlarında eşek dikenlerini özledim. Evladımın gülüşünü, şen türküsü bir yana ağlamasını da özledim. Bir kıyısında geçen çayı değişmem Cennet ırmağı ile... Gönlümün sesi mümkün olsa da gelse dile. Seni soruyorum güneyden esen bir rüzgara; Hasret kaldım tırmandığım yamaçlara... Gümüş sularında yıkandığım dereler hep Öyle çağlayarak akar mı? Suların aynasında sevgilim ağlayarak Aya, yıldızlara bakar mı? O mehtaplı geceler gönlümün cennetiydi. Baharın getirdiği çiçekler O cennetin ziynetiydi... Tatlı tatlı meleyen kuzular, Gül yanaklı kızlar neş’e saçar mı köyüm? Senin kucağındaydı gerdeğim, düğünüm!... Doyamadım ne sevgilime ne de sana, Ömrüm geçti zındanlarda


22

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Köyüme, sevgilime yana yana... Ziyanı yok, ko ben menfalarda çürüyeyim Yeter ki bir gün seni AZAD göreyim. Hayvan bağlasan durmaz güzelim Halaçdere sırtlara, çukurlara, gayraklara serpilmiş 9 mahalleden oluşu: Emiroğulları, Alaylası, Hüseyinciler, Kocabaşlar, Ezigüller, Kayacılar, Salihoğulları, Kırbaşlar, Hacılar mahaller ve bunların arasında ikişer üçer kilometre mesafeler vardır. Bazıları ise adeta birbirine bitişik olsa da kendi isimleri vardır.” “Toprağımız ve Biz” anlatımı devam edecektir..

Zaferimiz Kutlu Olsun!

Dr. Halide Ümitfer-31.Mart.2014

Türkiye’de politik harmanlamanın zorluğunu gördük. Milyonların ortak iradesini bir günde ortaya koymamız, uygarlık seviyemize zirve oldu. 53 milyon seçmeni 12 saatte aynı süzgeçten geçmek kolay iş değil. Dünkü gün, değişen, yenileşen, büyüyen bir Vatanda yaşama gururumuz büyüdü. Bu seçim daha önce yapılan seçimlerin tümünden farklı, zorlu ve kutlu oldu. Yeni politik tablo, güçler dağılımı ve dengesi çok net ve kesin renkler verdi. Biz İstanbul’da sarı ile kırmızının kaynaştığı en büyük denizde yaşıyoruz. Hepimiz paşa paşa oy verirken deniz dalgalandı, köpürdü ve duruldu. Aynı gemi ve ayni kaptanla yoluna devam etmek istiyorum, dedi. Boynu kıldan ince demokrasi büyük bir olgunlukla yeni semalara açıldı. Politikaya küsenler, demokrasinin başka bir biçimini isteyenler sandığın içinde tüm Türkiye ile yüz yüze geldi. Hiç kimsenin ötekinden daha demokratik, daha hür ve daha adil olmayı kendiliğinden hak etmediğini, havanın, yasanın ve adaletin ayrıcalık tanımayan ortak değerler olduğunu bir daha hissetmek, algılamak


Makale ve Analizler - 2014

23

ve bilinç etmek zorunda kaldı. Türkiye genelinde ilk defa bu kadar çok katılım vardı, yani halk değişimin sandıkta olduğunu algılamıştı. Bu da artık Türkiye’de hiç kimse sandıksız iş başına gelemiyeceğinin göstergesiydi. 2014 yerel seçimleri politikaya küskünlüğünü sandığa gitmemekle, sandığı tekmelemeyi politikayı ret etme manasında idrak eden komşularımıza da iyi bir demokrasi dersi olmuş oldu.Halkın seçime katılmadığı, sandıkların dolup taşmadığı yerde demokrasiden söz edilemez.Bu bakıma Türkiye demokrasi dersinde örnekler sunan dünya ülkelerine önder oldu.Halkın demokrasiye yoğun katılımı, dönüşümlerin, uygarlıklarının kucaklanmasında en büyük atılımların hem temeli hem de motoru oldu. Demokrasiyi demokrasi eden boş sandık değil, halk katılımından doğan ve dolu sandıkta ifade bulan, halkın sürükleyici gücüdür. Türkiye’de yaşayan Halk, biz soydaşlarımız oyumuzu hangi politik partiye vermiş olursak olalım Türkiye Cumhuriyeti’nin anayasal, layık ve demokratik bir toplum olarak kalıp gelişmesini destekledik. Türküye toplumunda Mustafa Kemal Atatürk ile başlayan dönüşümler, demokratikleşme, kalkınma ve yükselme yolunda ilerleme politikasına destek verdik ve bu yolca beraberce yürüme kararlılığımızı bir daha birlikte onayladık. 2014 seçimlerinde biz Büyük Atatürk ile dalgalanan istiklal ve cumhuriyet bayrağını daha yükseklere taşıdık. 30 Mart Pazar günü biz emperyalist düşmanı Gelibolu’da, Çanakkale’de, İzmir’de, Mersin’de, yurdun dört bir yanında ve daha nice yerde bir daha yendik, bir daha denize döktük ve bir daha muzaffer olduk. Seçim günü Türkiye’de yaşayan halklar bir daha kardeş ellerini uzattılar. Bir daha sarmaş dolaş olduk, bir daha olmak üzere renk renk ve tüm renklerin hepsiyle olsak da, ancak bir tek buket olduğumuzu ve ancak ve yalnız Türkiye Cumhuriyeti koktuğumuzu ve renglerin çeşitliliğinde ve kokuların en güzellerinde Başbakanımızın da dediği gibi Bir Bayrak, Bir Devlet ve hep Türkiye Cumhuriyeti kalacağımızı tüm dünya önünde kanıtlamış olduk. Biz, BULTÜRK - Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği olarak, 30 Mart 2014 yerel seçimlerinde oyunuzu kendinizin özgürce seçtiğiniz, doğruluğuna inandığınız, geleceğinize umut aşılayan bir politik partiye vermenize herhangi bir katkıda bulunabilmişsek, ne mutlu bizlere. Her zaman yanınızda ve her yerde hizmetinizdeyiz. Seçimlere katıldığınız için teşekkür ederiz.


24

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Yalancı Emzik

Neriman Eralp-31.Mart.2014

Hak ve Özgürlük Masalcıları Şeytanın Doğum Gününü Kutladı Bizim orda kaba ağaç ormanı yoktur. En serti kızılcık bile olsa, gürgen, meşe, kayın, karaağaçlar her işe yarar. Hepsinden balta sapı da olur, kazma sapı da. İnsanımız da öyledir. Sert ve kendinden emindir. Yalan nedir bilmez. Bizim oralarda bambaşka bir şeyin de, diğer yerlerde olmayan, bir özelliği vardır. Yalanın ağırlığı yoktur. Kantara koysan bir dirhem etmez. Öyle ama ben, o zaman annemim kucağında olduğumdan bazı şeylerin farkına varamamışım. Dilim de henüz çözülmemişti. Ama annem beni 1990’larda yapılan bütün Hak ve Özgürlük mitinglerine götürmüştü. O meydanlarda, beni sallayıp oyalayıp avutması da gerekmedi. Güneş başıma geçmesin diye, gölge aramadı, çünkü ömründe ilk defa kürsüye çıkanları en dikkatli dinleyen bendim. Onlar konuştu ben dinledim... Konuşanların hepsi hamaldı, anlattıkları ise hayaldi. Hayalleri dinlemek ne kadar tatlıydı. Tay durup emeklemekten kurtulduğumda “oy benim kendi ayağı üzerinde duran evladım,” derken, yürekten gelen sıcacık sesi hep kulağımdadır. Benimki de tüm öteki analar gibi, olanı değil, olmasını istediğini söylerdi. Benim ayakları üzerinde duran, başına buyruk, hak ve adaletten yana özgür biri olmamı istemesi doğaldı. Bana, korkma, dürüst kal! Hiç kimseye kulluk etmezsen, hiç kimsenin karşısında iki büklüm olmasan, zaten hak ve özgürlüklerinle cennette yaşarsın, dedi. Bunların ana kalbinde gizli nedenleri olmalı. Peydahlanmam babamı alıp götürmelerinden bir gece önce olmuş. Bunu da anamdan biliyorum. “Olmaz olsaydı, 9 ay az mı çektim tek başıma” derken, beni kastediyordu, sonra bana sarılıyor, sanki iyi oldu da oldun, olmasaydın ne yapardım, der gibi, başımı avucuna alıp beni öpüyordu. O söyleyemediğini sayıklayanlardandı. Biz hepimiz sayıklayan anaların evlatlarıyız. Babam hapisteyken ben annemin karnındaymışım. Bana öyle geliyor ki, ilk üniversitem olan, hayat okulumu hiç okula gitmeden dokuz ayda, anamın karnında bitirdim. Hayat bilgeliğimin en derin çizgisini halk bilgeliği ortamında çizdim. Anam yalnız değildi. Onun durumunda birçok başka gelin vardı. Onlar devamlı baş başa verip bir şeyler fısıldanıyordu. Bu bilgi alış verişi beni de


Makale ve Analizler - 2014

25

etkiledi. Ben dünyaya sonsuz bir bekleyiş, sevgi, derin bir özlem iziyle geldim. O zaman babamın babam olduğunu bilmesem de, birilerinin geleceğini, onunla birlikte başka ve çok daha büyük şeylerin geleceğini, gelecek olanın kutsal olduğunu, hatta hayatımızı değiştireceğini duyumlu yordum. İçimdeki özleme, bekleme, inanma, sevme ve itaat etme çizgileri böyle oluştu. Yalnız değildim. Öteki hapisçi çocukları da baba kokusunun ne olduğunu bilmediklerinden analarına bağlıydı. Onların da iyi ile kötüyü, sevmekle düşmanlığı ayırt etmeleri tek yanlıydı, çünkü “ha bir şey olur da” cezası katlanır korkusu objektif olmamızı engelledi. Biz, hayatı normal insanlardan biraz farklı, bir nebzecik de olsa hep tek yanlı algılarken, çarpık bir dünyada yaşadığımızı kabul etmedik. Adaleti sorgulama babaların özgürlüğü yitirmesiyle konuşur ve eve döndükleri gün susar. Dokularda yaşayan o büyük ve kutsal olan var ya, o hiç birimizi bir an olsun rahat bırakmayan, endişe uyandırandır. Beklenenin babayla geleceğine inanç sonsuzdur. İçerdeki babalar haklıdır, umut onlardadır. Babam hapisken, ben anamın karnında da olsam, bu hislerle yaşadığımı, bu duyumlarla doğduğumu biliyorum. Anamın karnında hissetmeden yaşadığım korkuyla, dışarıdaki korku birdi ama dışarıdaki korku kurban alıyor, beni ise anam koruyordu. Biz korku dünyası çocukları olarak doğduk ve yaşadık. Olur ya, ruh korkuya yenik düşerse, sıkıntılardan kurtulabilmenin tek yolu başka bir umut ve gücün hayat bulmasıdır. Anamda bu, bana olan sevgisiydi. Bir Türk ailesinde çocuk en kutsal beklenti ve en büyük umuttur. Çocuklardaysa ucu tatlı yalancı emzikle gelen mutlu uçuştur. Biz umut olarak doğduk ve umut olarak oyalanarak öldürüldük. Bekleyen adam insanlaşma süreci yaşar. Bu süreçte hayat, her şeyi yiyen, pir ana balıkları gibidir. Bu balıklar toprak yemediğinden, toprağın tadını bilmezler. Yeni olan topraktan, halkın arasından geliyorsa, yani dayak yiye yiye, sevile sevile ve kavga ede ede geliyorsa sivrilme ve yücelme şansına sahiptir. Bizde bunu totalitarizmin bitmeyen zulmünü yaşayanlar en iyi bilir. Biz 1989’a on binlerce bu nitelikli savaşçıyla girdik. Aralarında kaba ağaç hemen hemen yoktu. Hepsi kızılcıklardan da sertleşmiş, hayat suyunu ala ala çelikleşmişti. Onlardan bir çoğu da yalancı emzikle oyalandı. Annem gece boyu babamı düşünür, ağılarken mi? Sabah namazına kalkıp dua ederken mi? Çamaşır kayasında iki büklüm “ben ne zamana kadar yalnız kendi giysilerimi yıkayacağım, ne haber, ne selam!,” diye mırıldanırken mi? Kafese yumulup kendini unutmuşçasına hızlı hızlı tütün dizerken, iğne parmağına batınca “oh,” dediğini bile hatırlamadığım bir dünyada oluştum. Bu dünyada anamın ellerinin kınası toprak ve katrandı.


26

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bana söylenen sözlü sözsüz Türküler hem sevda hem hasret, gamlı ahit türküleriydi. Anam başka türkü bilmezdi. Ben oluşurken ne damarıma ne de o yumurta sarısı kadar beynime, olabilir ya, DNH dokuma, modern Türkçemizde adına savaşım denen yani anamın babamın yaşayamadığı şekilde yaşama, onların sevemediği şekilde sevme, daha güler yüzlü, daha bir başka olma özlemi aşılanmıştı. Bu özlem soyumda daha önceleri de yaşamış ki, damar dokum farklıydı. Eksik taraflarım da oluştu. Anam babamın hapisten dönmesi konusunda her söylenene inandığından, kafama hiç kimseye ve hiçbir şeye körü körüne inanma çizgisini kazımadı. Keşke kazımış olsaydı, benim yalancı emziği ağzıma almama izin vermeseydi. Keşke toprak yiye yiye büyüseydim. Ben anamın benim için söylediği ninnileri duyup duymadığımı bilmiyorum, ruhum onlarla oluştuğundan onlarsız olamıyorum. Yine o yüzden olacak, ben anamın beni sırtında taşıyarak götürdüğü hak ve özgürlük mitinglerinde yaşanan havayı, anlatılanları, o zaman henüz dile gelmemiş olsam da, çok iyi hatırlıyorum. Ve anlatılanları anladığımı belli etmek üzere, ara sıra heyecanlanıp alkış tutmaya başlayanlara katılıp ben de tapiş yapıp henüz parmaklarım pek açılmamış olduğumdan yumruk sallıyor, sesler çok fazla yükseldiğinde de, “ihi, ihi” yaparak koroya katılıyordum. Keşke o yaşta beni emzikliler sürüsüne katmasaydı. Keşke dedelerimin savaşçı ruhuyla aç susuz kalsaydım. Keşke ben de babam gibi hapse girip hayat suyu alsaydım... Ben hak ve özgürlük emziğini o zaman taktım. Babam benim eşikten çıkınca toprak yiye yiye, sürüne sürüne büyümemi istiyordu. Anam beni sırtından bırakmadı ve emzik takmama itiraz etmedi. Bu ikilim bir yana, beni hak ve özgürlük davasına mayalayan anamla babam oldu. Köyümün insanı da böyle hamurlandı. O yıllarda kimse bu işin bir yalancı emzik olduğunu düşünemedi. Bir şeyler olacak umuduna herkes kapıldı. 25 yıl hiçbir şey olmayınca millet semelindi, artık emziği ağzından çıkarıp atacak takatı kalmadı. Tütünü devlet ödeyecekmiş, emekli maaşlarına 4-5 leva zam yapacaklarmış, açlıktan bayılıp ölenleri yolda bırakmayıp parasız gömeceklermiş gibi yeni ballı emzikler dağıtıyorlar. Lütfü mestan geçen hafta 1200 karışık küfte bile dağıttı. Yalancı emzik dağıtmak 25 yıllık âdetimizdir. Şu da var ki, artık çiğneyenlerde ne diş, ne çene, ne de tükürük kaldı... Biz bir halk topluluğu olarak yalancı emzikleri ilk taktığımızda, ülkede durum çok gergindi, memlekette, halk arasında, evlerde, herkeste korku vardı, “Bulgarlaşma” kasırgası geçmemişti, ne olacağı belli değildi, sınır açılmış trene, otobüse, arabasına binen kaçık gidiyordu, gidenler geri dönmeyi düşünmüyordu. Yalancı emzik iyi olur temennisi, bir umut kapısı, bir beklemenin başlangıcıydı. Kimsenin aklından bunun bir Ahmet Doğan adıyla gerçekleştirilen tertip, bir tu-


Makale ve Analizler - 2014

27

zak, bir komplo olduğunu düşünemedi. Ama düşünen Türkleri ve Pomakları oyalamak, uyutmak ve onları sindirip kendileriyle bildiğini yapmak için düzen hazırlamış, pusu kurmuş ve herkese yalancı emzik dağıtmıştı. İşi anlayanlar alıp başını gitti. Ne ev, ne yol, ne okul, ne kasaba kimsenin gözünde değil. 14 yıl yalancı emzik gevelemek çok ağır geldi herkese. Yalanın çok büyük olduğu yıllar sonra anlaşıldığında, halkımız yeniden takatsiz kalmış ve yere yaslanmıştı. Bu defa kalkamıyor, umutlarını da uyandıramıyordu. Bizim köyde bu 24 yılda, dönüşüm adına, ne mi oldu? Dere temizlendi. İçindeki yosunlu taşlar çıkarıldı. Eski söğüt kütükleri söküldü. Kurbağa yuvaları bozuldu ki, vaklamaz oldular. Sığırların işi ise zorlaştı, bentten uzanıp su içemez oldular. Bunda da hayır vardı ki, ağızlarına sülük kaçmaz oldu. Bir iki kişi yenilenen dereye ördek saldı. Taşlar sökülünce sel gibi akan su ördek yavrularına acımadı. Olan yine köylüme oldu. Dereye çöp atmak yasaklandı. Daha önce her şeyin yasak olduğu dönemde bu hakkımızı kullanmada özgürdük. Bu çöp meselesi oyalandığımıza ilk işaret oldu. O zamana kadar biz dereyi kendimizin bilirdik. Aslında hak ve özgürlük dendiğinde aklımıza ilk gelen, yakadan yakaya dolu akan, mikropların, kurbağaların, kertenkelelerin, yosunların ve çöplerin tümünü önüne takıp gözden kulaktan uzak bir yere taşıyan güçtü. Evlerimize hak etmediğimiz bir şey girmesi adetten olmadığından, gelip giden hak ve özgürlükçülerden kendimiz için bir şey istemedik. Yedirdik içirdik kendimiz ağmazımızdaki yalancı emzikle kaldık. Ben de bir yalancı emzikliyim. Bana inanmıyor ve anlattıklarımla ilgili bir yoklama yapmak istiyorsanız, beni ismimden bulabilirsiniz. Hatırladığım kadarıyla o zaman 1990 ilkbaharıydı. Anamla babam Türk isimlerini geri almamıştı. Benim de doğum kâğıdım yoktu. Bulgarca ismimden arayıp bulabilirsiniz. Biz sürgün ve mahpusçu çocukları kalabalıktık o mitinglerde, şimdi artık 24 25’indeyiz. Bazılarımız evlendi. Aile kurdu. Kimimiz okuduk da bir şey olmadı. Şimdi hepimiz sık sık görüşüp doludan boşa, boştan doluya doldurup plan yapıyoruz ve nihayet bir karar aldık. Ben ve arkadaşlarım, tüm borçlarımızı ödeyip, herkesle helalleşip memleketi terk ediyoruz. Gözümüzün gördüğü yere gitmeye karar verdik. Gideceğimiz yer ne kadar uzak, ne kadar boşluk ve ne kadar insan ayağı basmamış ısız bir yerse, orasını tercih edeceğiz. Bu kadar uzağa gitmek istememizin sebebi var. Vardığımı bir tespite göre, biz, 80’li kuşak, hepimiz sakat doğmuşuz. Kurtuluş yolumuz bizi sakatlayan toplumsal ortamdan kaçmaktır. Bir Bulgar’a rastladım, hapisten çıktıktan sonra Avustralya’ya gitmiş, kangurularla yaşamak, burada didişmekten çok daha hayırlı dedi.


28

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Daha beşikte yalancı emzik ve yalancı oyuncaklarla oyalanıp uyutulmuşuz. O özgürlük mitinglerinde de ruhumuza yalancı emzik takılmış ve yıllar yılı analarımız ve babalarımız da oyalanırken olup biteni görememişiz. Kurtuluş yolu aramayalım diye oyalanmışız. Hayata eli ayağı düzgün girmemiz hepimizin sakat olmadığımız anlamına gelmiyor. Biz annelerimizin maneviyatını, bünyesini ve ruhunu sarsan çöküşte ezilmişiz. Kayıtta “sağlıklı doğdu” yazsa da özürlü doğmuşuz. Bizim ki, öyle bir özürlülük ki, dermanı yok. Şimdi anlıyorum. Hak ve özgürlük mitinglerine insanımız çaresiz olduğundan kendi geliyordu. Anamın kendi kendine türkü yaktığı, bütün gece tavana baktığı, “ne yapıyordur?, aç mıdır?, sus mudur?, işkence görmüş müdür?, dayana bilmiş midir?, atlata bilmiş midir?, acaba bir tarafı sakatlandı mı?, saçları döküldü mü?, beyazlaştı mı?, neden yazmadı?, yazmayacak mı?, salacaklar mı? ve diğer bin bir ama hep dertli ve gamlı yanıtsız soruları düşündükçe sayıklaması benim ruh özürlü doğmama sebep oldu.” Anamı itham etmiyorum. O dayanırken yapabileceğini yaptı. Fazlasını da yapamazdı. İsteyerek değil, istemeyerek olan ama olmuş olan bir durum, benim, senin, bizim hepimizin ki! Ve 1990’da ağzımıza verilen hak ve özgürlük emziği aslında çiğnedikçe kendi karnımızı kendi tükürüğümüzle doldurmamız için bedava dağıtılmıştı. Ne güzel düşünülmüş değil mi?! Kendi tükürüğünü yutan adam, istifra etmez. Çiğne kardeşim çiğne plastik biberon çiğne!!! Doktora gitmedim. O zamanların totaliter toplumu bizden sakat ve hiçbir işe yaramayan bir kuşak yaratmayı hedeflediğinden olacak, belki hepimizin ruhunu bozmazdan önce, belki bir ilacını da bulmuştur, deyenler oldu. Aile hekimlerine gözükenler var. Derman bulan yok!. Deli delinin deli olduğunu anlayamadığı gibi, biz de ruh harabeliğinde yaşadığımızı uzun zaman fark edemedik. Beni düşündüren, hepimiz tımarhanelik olsak da, bizim kuşaktan hiç kimsenin henüz deli hastanesine gönderilmemesidir. Aslında 2013’te Ahmet Doğan’ın tımarhaneye gidip birkaç rapor alması hepimize işaret oldu. Şimdi biz bir karar aldık. 1990’da Bulgaristan’ın dört bir yanında, köy ve kasabalarda Türklere, Pomaklara ve Çingenelere dağıtılan yalancı emzikleri, plastik biberonların hepsini topluyoruz. 28 Mart 2014 günü bu işi başımıza saran Ahmet Doğan’ın Sofya Sarayı’nda Doğum Günü kutlaması var. Köfteci milletvekillerini, bir işe yaramayan Bulgar mafya arkadaşlarını ve valileri falan çarmış, biz de gidip büyün emzikleri geri vermek istiyoruz. Yalancı emzik çuvallarını 5 kamyon ve 100 kişilik muhafaza alayı ile taşıyacağız. Biz bu yalancı emziklerin bundan böyle kimseye dağıtılmasına asla yol ve olanak vermeyeceğiz. 25 yılda


Makale ve Analizler - 2014

29

hiçbir iş yapamayan bir adam 26. yıl da hiçbir iş yapamaz. Güvenimiz sıfırdır. Yüzünü gözünü görmek istemiyoruz. Ahmet Doğan aç olduğu günleri, ayakkabısız gezdiği yılları, hainliğini unutmasın! O bizden biri olmadığını kanıtladı. Alsın emziklerini ve onlarla yaşasın. Sarayın kirasını kendi cebinden ödesin. Zaten dışarı çıkmasına izin verilmediğine göre, yalancı emzikleri kendisi de emsin, emsin, emsin ve tükürüklerini içtiği viskilere meze yapsın. Yalancı emzikçi - “Sava”, “Medi”, “Doğan!” Hatırlatalım. Şeytanın doğum günü kutlanmaz. Emzikleri iade ediyoruz! Çaldığın paraları almaya geleceğiz. Yok, ettiğin umutların hesabını sormaya geliyoruz! Biz gidiyoruz.

Nisan Ayı yazılanlar Kral Sensin!

Dr. Nedim Birinci-02.Nisan.2014

Avrupa Birliği Parlamento Seçimlerinde beklentimiz var mı? Biz hepimiz çok adaletli bir dünyada yaşıyoruz, ama adalet yok. Biz hepimiz çok demokratik bir Bulgaristan’da yaşıyoruz, ama demokrasi yok. Nerde var böyle bir şey, sanki sokakta parasız demokrasi dağıtıyorlar. Biz hepimiz çok hak’an bir devlette yaşıyoruz, ama hakkımız yok. Biz hepimiz çok hür bir Vatanda yaşıyoruz, ama özgürlük yok. Hayat öyle bir şey ve politikacılar öyle cüretkâr ki: Demokrasi en derin bunalımda, ölüm döşeğinde can çekişse bile,


30

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bizimki günümüş değil, ham demokraside yaşıyoruz, amma AB’indeyiz İşte böyle bir ortamdayız, varız, nefes alıp yaşıyoruz. Genç bir bilim adamının oyu, 89’da yoğun bakımda, nabzı durmuş ninemizin oyuna eşit. Oyların azı ya da çokluğu ise, yalnız bir şeye - sayılan paraya eşit. O zaman demokrasi de paraya eşit mi oluyor? Bizde para yok. O zaman parasız demokrasi nasıl olsun? Bizde demokrasi de yok? Einstein’den 50 yıl sonra Seçimin İzafet Teorisi bulundu: Yeni formülü lütfen öğrenin: Para = Oy = Seçim Zaferi = Rakamların Krallığı. Seçim kazanmak iktidar olmak anlamına gelmez. Eskiden de gelmezdi, şimdi de öyledir. Dünya hep Nasrettin Hoca devrinde yaşıyor: Düdüğü çalan, hep parayı ödeyendir! Durum böyle olunca ona buna, şuna buna kızmaya, darılmaya, surat asmaya gerek yok! Evden çıkıp, eline 20 leva ile birlikte peşin verdikleri bir kâğıdı, bir yerlere girip çıkıp, iki imzadan sonra bir sandığa salıvermek, işten mi canım? Sal gitsin! Çok düşünmek zaten zarar! Keskin sirkenin zararı küpünedir, dur yerinde, sus ve al parayı. Einsteinden sonra bulunan Seçim İzafet Teorisindeki kural bu. Önemli olan, parayı bulmaktır, parayı almak, parayı seçime yatırmaktır, seçimi ideolojik, politik, vicdan, adalet, hak ve hürriyetler uğruna kazanmak değil, rakamsal olarak kazanmaktır. Oyun Türk’ten Bulgar’dan, Çingeneden Pomaktan, işçiden işsizden, kör cahilden ya da bilginden, bir hasta bakıcıdan ya da taburca olmayı beklemekten uzanmış bir hastadan, bir okul hademesinden ya da okul müdüründen gelmesi hiç mi amma hiç önemli değildir. Önemli olan oyun gelmesidir. Oyların tadı, tuzu, rengi, küçüğü büyü yoktur. Hepsi birdir. Eşittir. Yasaldır. Haktır. Doğal hukuktur. Yargısız adalettir. Sahte olsa bile bizimdir. Rakamdır ve biz rakamlarla yaşarız, iktidar olur, yönetiriz, unuturuz, bize oy veren bizden hesap soramaz, seçim işi “al gülüm ver gülüm işidir.” Oyunu veren parayı alır! O noktada oracıkta hesap kapanır, daha sonra kimse kimseden hesap soramaz.


Makale ve Analizler - 2014

31

Daha seçim günü herkes evine, sefil kulübesine, zengin sarayına, bankacı bankasına!!! Demokrasi başı ve sonu olan bir dünyadır. Demokrasi sahtekârlıkların en daniskası, en cıvıtmışı, en iğrenç kokulusu olduğunu kanıtlayabilen, demokrasiyi yargılayıp kalem kıran hâkim yoktur. Demokrasi tam bizim içindir. Rakamların tadı tuzu asla olmadı ve yok. Sandığa giren kâğıt oydur, sandıktan çıkarken rakam olur, sayılır toplam olur, altına yalnız yazılır ve iş biter. Ve Rakamların Krallığı ilan edilir! Hep böyle oldu ve olur. Unutmayınız, Rakamlar Krallığı’nda anadil, baba dil, Anneanne Masalı, Büyükbaba Hikâyesi yoktur. Doğal haklar, insan hakları, herkese iş, tümümüze geçim kaynakları, demokratik özgürlükler, demokratik haklar, dernek hakları, kendi ana dilimizde basın yayın, radyo televizyon, anaokulu, ilkokul, ortaokul, lise ve üniversite hakları, azınlıklara özel anayasal haklar, etnikler için özel kanun maddeleri, daha yüksek gelir kazanma hakkı, sağlık hizmetlerinin herkesin kullanabileceği düzeyde her yerde ve daha da iyileştirilmesi, eğitim sistemini yeniden hakça bir düzenleme, emekli maaşlarını yükseltme, bedava kömür dağıtma vb. vs. ve diğer İdeolojik ve politik saçmalıklara dayanan istekler yoktur, olamaz, olması doğru değildir. Çünkü rakamların ideolojisi yoktur. Politikayı rakamlarla anlatmak herkesin işi değildir. Bulgaristan’da tonlarca cahilin arasında en okumuş olarak tanıtılan. Ömründe okuduğu kitapları yediği izlenimi yaratmak için 60’ıncı doğum günü tören pastası kalın mı kalın bir kitap şeklinde hazırlatılan. Sayfalarına saf çikolata ile yazılan yazıda: “yeter artık okuduğun, mesele okumakta değil, okunanı anlamaktadır” yazılmış olsa da, yine de politikamızı hep bir vektor şeklinde anlatan Ahmet Doğan oldu. O Kültür Sarayı kürsülerinde HÖH’ün seçim tablosundaki inkişafını anlatırken kolunu kaldırdı. İnandırıcı göstermeye çalıştı. Şimdi köfteci milletvekili Hasan Hasan da Mecliste oturduğu yerden kol bacak gösteriyor. Ne demek istediğini anlayan yok, o da matematik okumuş, ama rakamların dilini çözememiş gibi. Ahmet Doğan, yanına en yakın yardımcı olarak çektiği M. Karadayı’da, meslekten yüksek matematikçidir. Olsa ne olur, okuduğu denklerlerden aklında yalnız eşit, eşit olabilir, eşit olması muhtemel gibi varsayımlar kaldığından, ne HÖH partisinden çalınan paranın hesabını yapabildi! Ne son seçimde HÖH partisine oy vermeyen 250 bin kişinin kozunu kime sakladığını formülünü çözebildi!


32

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bir de şu, 2013 nüfus sayımında, “Hangi dine mensupsunuz?” sorusuna “başıma bir bela gelmesin endişesiyle cevap vermeyen” 685 bin kişinin Türk, Müslüman Çingene ya da Pomak mı olduğunu söyleyemedi. Şu rakamlar koku çeki almadığı gibi dinden de habersiz, hele etnikler arasındaki sayısal boyutu ve etniklerin nüfus oranı içindeki payını gösterme formülünün henüz geliştirilememesi şu çözüm bekleyen yeni işleri iyice karıştırdı. Bir baksanıza, 1978’den 1990’a kadar Bulgar istatistiklerinde 340 bin Çingene nüfus olduğu kaydedilmiş, oysa etraf, köy kasaba, büyük şehirler Çingene şoparı kaynıyor. Bunları sayısal hesaplamayı düşünen yok mu acaba! Vaktiyle birisi tek yönlü uçak biletiyle hepsini ABD’ye göndermeyi düşünürken bir milyon bilet sipariş edersek şu kadar tutar, indirim istemezsek, ikinci partiye para yetiştiremeyiz, gibi laflar etmişti. Ahmet Doğan Türk, Pomak ve Çingene etniklerinden sorumlu olduğundan en çok kullandığı rakam üç. Şimdi AB seçimlerinde de 3 milletvekili çıkarmak istiyor. Üç rakamı hayırlı bir sayımıdır, bilmiyorum! Rakamlar kimi defa önemli değildir. Örneğin ideolojinin olmadığı yerde sınıf kavgası olmaz. Biz de yok. Politikanın olmadığı yerde ise bir şey olmaz. Belki bizde her şey bu nedenle yerinde sayıyor. Etnik sürtüşme, dini kızışma gibi zıtlaşmalarla iktidar devrildiğine şahit olan yok. Evet, vaktiyle Katolikler ile Evenjelistler aralarında 100 yıl savaşı yürütmüşler ama, işin temelinde İngiliz Kraliçesinin kısırlığı ve Katolik dininde “Boşsun!, Boşsun!, Boşsun!” olmadığından olmuş bu savaşlar. Grev yapan işçi gördün mü? İş saatinin azaltılmasını, ücretlere zam yapılmasını, sosyal haklarını genişletilmesini, sosyal edinimlerin arttırılmasını, fabrika yönetimlerine işçilerin katıldığını gördün mü? “Hayır!”, “Yok!”, çünkü demokraside işçi sınıfı olmasa da olur. Bizde de yok işte. Aslında batı demokrasisi, yani bunun klasiği “hazır oncular toplumudur, insanları sosyal yardımla yaşamaya alıştıran toplum düzenidir”. Daha ciddi baktığımızda, bu gibi, batı örnekli sosyal asalaklar rejimleri pek bizim kuşak için değildir, çünkü biz ha babam çalışmaya hazırlanmışız. Bir düşünsenize, Bulgaristan gibi, bir avuç bir ülkede 285 bin ton tütün üretiyorduk. 1 milyon inek ve dananın, manda ve eşek, at ve katırın derdi gene başkaydı. Türkiye’de bile çalışmadan yaşadığımız ilk dönemde geçirdiğimiz can sıkıntısını bir düşünsenize! Şimdi al sen bizim can kardeşlerimize, ağabeylerimize, teyzeciklerimize: “yengeciğim al sana 245 leva emekli maaşı” ve “ister


Makale ve Analizler - 2014

33

ban, ister yala, ister doğra, ister ekmek arası yap, sesini çıkarma, yaşa da yaşa. Oldu mu bu şimdi...” “Eh, gülücüm, Allah kabul etsin,” diyenin sorduğu “Siz benden ne istiyorsunuz?” sorusunun cevabı da şu: “Oy!” Hem kimse kimseyi kıskanmasın. Biz Rakamlar Krallığında yaşıyoruz. Bu gidişle cebimize birer bankamatik kart vereceklermiş, çek çek yaşa, köyde geçmeye bilir, ama kasabada harcarsınız. Bundan böyle cebimizde hiç para olmayınca, işler bir karta dayanacak ve hesabı, aritmetiği ve matematiği baştan sona unutmanız doğal sayılacaktır. Önemli olan “0” sıfırı unutmayalım. Her şeyin başı sıfırdır! Dünyada kalkınma, gelişme, yücelme hep sıfırdan ve sıfırla başlamıştır. Biz artık dibe vurduk ve sıfırı bulduk ya, işler düzelecek, demektir. Ne var ki, şu seçim sandıklarından “0” (sıfır) oy çıkarsa, paran da olsa, beş para etmez, Krallığın da başına yıkılır. Yaşasın sıfırın krallığı! Kral olan Sensin!

Madde Maksat, İnsan Amaçtır!

Alptekin Cevherli-02.Nisan.2014

Günümüzde insanlık, bir girdabın içerisinde çırpınıp duruyor. Çırpındıkça daha çok batıyor. Enerjisi tükeniyor. Özerlikle genç nesiller tamamen hayattan bezgin ve geleceğe yönelik hiçbir amacı olmayan bir şekilde, günübirlik yaşıyor. Mutlulukları, hüzünleri, umutları birkaç günde geçiyor, unutuluyor. Bu hızlı yaşam koşturmacasında insanlık, amaçsız ve hedefsiz olarak bir o yana bir bu yana savruluyor. İnsani değerler unutulmuş, kavramlar karışmış; herkeste bir bencillik, bir vurdumduymazlık almış başını gitmiş. Okulda okuyan çocuklar eğitim görmeden (!) öğrenim gördükleri için sıkıntılı ve kendilerinden -ne yazık ki- bir haber vaziyette yetişir olmuş. Okullarda esas olarak öğretilmesi gereken insanlık bi-


34

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

limlerinin adı bile geçmezken, sosyal bilimlerde ve fen bilimlerinde pek çok teori ve kuram somut gerçek gibi öğretilip duruyor. İnsanlar mutlu yaşamak hülyasıyla, zengin olmak ve güzel yemekler yemek maksadıyla yanıp tutuşuyorlar. Oysa amaç olan insanın elbette güzel yemeklere, şık kıyafetlere, paraya, otomobile, villaya kaliteli yaşam standartlarına, gülmeye, eğlenmeye ihtiyacı var. Ama bu maksatları gerçekleştirmesi, kendisinin huzurlu bir şekilde amaçlarına ulaşabilmesi için gerekli. Yoksa bunların hiç biri nihai amaç değildir. Bunlar insanın dünyaya geliş amacına ve ömürlük davasına ulaşabilmesi için gerekli olan lojistik ihtiyaçlar. Bu aynen şuna benziyor. Bir ordu düşünün savaşa gidiyor. Bunun erzağa, silaha, uçağa, mermiye, tanka, topa, konaklama ve barınma imkânlarına, iletişim imkânlarına, uydu bağlantılarına ihtiyacı var. Ama bütün bunlara, nihai olarak düşmanla karşılaşıp yenmek için ihtiyacı vardır. Yoksa düşmanla savaşıp onu yenmedikten sonra; hatta cepheye bile çıkmadıktan ve er meydanında mücadele etmedikten sonra dünyanın en iyi donatılmış ordusu olsanız; ne yazar... Ukrayna ordusu gibi tek kurşun atmadan ülkenizin yarısını teslim edip kös kös ‘cehennem azabına’ ve sıratta vicdan muhasebesine geri dönersiniz... Öyle ise her bir birey olarak bu dünyada niye bulunuyoruz, amacımız nedir, neden dünyaya insan olarak gelerek şeref verdim diye düşünmemiz gerekiyor??? * Örgünöz

Halkın Bilge Sesi

Murat Ulutürk-02.Nisan.2014

2014 Türkiye yerel seçim sonuçları Türk halkının yeni bir bilgelik düzeyine eriştiğini gösterdi. Sandıktan çıkan irade, adına demokrasi denen idare biçiminde, kamu işlerinin tüm vatandaşların yararına ve hâkim olan kanıya ayarlı yürütme politikasına yeşil ışık yaktı.


Makale ve Analizler - 2014

35

Demokrasi, kavgalı zıddiyetlerin bütünlüğü içinde oluşup gelişir ki, bizim toplumumuzda “karar halkındır” olgunluk aşamasına artık ulaştı. Türkiye Cumhuriyeti demokrasisi Türk-İslam dünyasında, Balkanlar, Kafkaslar, Yakın ve Orta Doğu, Orta Asya, Afrika gibi, yakın ve uzak daha birçok ülkeyi kapsayan çok geniş bir coğrafyada model duruma gelirken, aramalı, tek partili ve çoğulcu bir mayalanmayla bir asırdan uzun bir süre olgunlaşıp gelişerek, bu günlere gelindi. XXI. yüzyıl Türkiye’si, bir anayasal layık demokrasi modeli olarak, Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) hükümetleri ve Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde zorlu ve güçlü bir yönetimle ilerledi. Geçen yüzyılın başlarında Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde verilen Ulusal Kurtuluş Savaşı’ndan sonra padişahlığın tarihe gömülmesiyle başlayan ve ulusal devletin kurulması yollarını açan politik, sosyal, ekonomik ve kültürel dönüşümlere daha geniş bir yapılanma ve daha zengin bir yaşam alanı ancak AK Parti iktidarında olanak buldu. Atatürk’ün vesaikli bir anayasal yönetim modelini, vesaiksiz bir demokratik yönetime dönüştürmeyi üstlenen Başbakanımız Erdoğan önderliğindeki AK Parti, bu politikanın kaçınılmaz gereği ve demokrasinin yeni taşıyıcısı olarak, yenileşmeyi kabullenmiş bir orta sınıf yarattı. Son dönem, Türkiye iç ve dış politikasının orta direği konumuna gelen bu yeni oluşum, bireyselleşerek aile dokusundan güç aldı ve özgüvenli davranarak, yeni bir gelecek umudu doğurdu. İşte bu noktada, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın başını çektiği yeni milliyetçilik, yeni Osmancılık akımı, Büyük Osmanlı İmparatorluğu’nun dört bir yanından gelenlerin yarattığı Anavatan - çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayan ama “benim sınırlarım buradaki coğrafya ötesindedir” deyenlere nefes verince, herkeste yepyeni bir güçlü güven berildi. AK Parti’nin 30 Mart 2014 seçim zaferi, ayrıca toplumsal lider Tayip Erdoğan’ın seçmenin % 51’inin gönül sevgisini kazanması, yeni olan fakat başarılı uygulanan son dönem politikasının büyük ürünüdür. İstanbullu soydaşlarımızın Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği (BULTÜRK), Dernek Başkanımız Rafet Ulutürk ve bu yeni politik mayalanmayı insanlarımıza açıklayıp hepsini bilgilendirmeyi hedefleyen Stratejik Araştırma ve Yayın Merkezimiz işte bu siyasetin doğru olduğunu göstermeye gayret etti. Rumeli-Balkanvatandaşları bu komploya karşı oyunu AK Parti lehine kullanın dedi.“Türkiye’ye operasyon yaptırtmayız, ey dünya güçleri, küresel güçler” diye mesaj verdi. Hepinizi AK Parti’ye oy vermeye davet etti ve ortak zaferlerle kucaklaşmamızı kutladı. İdeolojik ve politik evrimsel gerçekliğin gelişim seyri büyük ırmakların akarken kâh genişleyip yayıldığı, kâh daralıp derinleştiği görünümünü sergiler.


36

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Kemalizm ve Atatürkçülüğü kaskatıymış gibi görenler post modern dünyaya ayak uyduramadılar. Herkesin gelişirken değiştiği gibi, Atatürk’ün kurduğu anayasal cumhuriyet devlet ve yaşama çağırdığı ilkeler, devamlı gelişim ve zenginleşme sergilemek zorundadır. Kimsenin Mustafa Kemali, Atatürk ve Atatürkçülüğünü, onun Türk toplumuna verdiği kazanımları, açtığı ufukları tekelleştirme veya başkalarından kıskanma lüksü yoktur. Atatürkçülük yaşayan bir nimet olduğundan, onu bohçaya sarıp sandıkların en derinine saklama da hayır alameti değildir. Yenidünya tarihinde Ulusal Kurtuluş Çağı’nı başlatan Atatürk, onlarca halkın emperyalist kölelik zincirlerini kırmasına, ulusal devlet kurmasına ve dünya devletleri ailesine katılmasına yol açmıştır. Ne var ki, bu devletlerin ve ulusların gelişim süreci de noktalanmadı. Birçoğunun gözünde nur olan Türkiye Cumhuriyeti’nin yeni tarihi, AK Parti yönetimi, atılımları, aldığı yön, ve açılıklarını izleyenler nefes kesmiş bizi izliyor. Bu bakıma, 2014 yerel seçim zaferi, Türk halkının dünya halklarına bilge sesi oldu. Bu büyük gerçek, hepimizin, biz soydaşların birlikte yaşadığımız, hepimizin şu ya da bu şekilde katıldığımız büyük bir kavganın içinde ortaya çıktı. Başbakan Erdoğan’a oy verenler,güvenli bir gelecek politikasını görebilenlerdir ki, bu Türkiyelilerin en örgütlü ve bilinçli kesimidir. Ben şahsen CHP partisine ve lideri olan Kemal Kılıçdaroğlu’na oy veren bir kitle olduğuna inanmıyorum. Politika alanlarında cumhuriyetçi geleneklere bağlı bir politik parti olarak boy gösteren CHP, Türkiye’nin politik gerçekliğini çözemediği gibi, hiçbir konuda yeni bir algoritma, yeni, bir seçenek gösteremiyor, kitlelerin aradığı politik motor olamıyor. Bu arada, kişisel suçlamalara dayanan modern politikaların mutlaka tosladığı, 30 Mart örneğiyle bir daha kanıtlandı. CHP’ye verilen oylar halk bilgeliğine henüz ulaşamayanların çaresiz ve seçeneksiz arayışının yansımasıdır. Ne yazık ki, öncelikle İstanbul’da oy kullanan Rumeli-Balkan göçmenlerinin, bazı federasyonlar tarafından, yenilenme yolunu açamayan politikaya, CHP listesine oy vermeye davet edilmesi, bir yandan bütünlüğümüze gölge düşürürken, aynı zamanda politik basiretsizliğin, vesaik döneminden kalmış kör anlayış ve yaklaşımın hala aramızda yaşamaya devam ettiğine işaret oldu. Geleneksel katı milliyetçi çizgiyi izlerken, çok önemli bir muhalif güç olduğunu her an sezdiren, devleti içinden kemirip çökertmek, yerli yersiz yolsuzluk suçlamaları ile erk otoritesini itibarsızlaştırmak isteyenlere karşı sert tavır alan


Makale ve Analizler - 2014

37

MHP ve Genel Başkanı Devlet Bahçeli, birçok merkezde halkın desteğini hak etti ve adayları il ve ilçe başkanlıklarına getirildi. Türkiye’de toplu halde yaşayan Kürtlerin, Türk ulusu içinde oluşturucu bir bütün olarak bilinçlenmelerine ve yapılanma çabalarına öncülük eden Barış ve Demokrasi Partisi, izlediği seçim politikasında ana kadrolarını ve yaydığı evrensel insan hakları ve doğal hak ve özgürlükler ideolojisinin bilinen taşıyıcılarını il ve ilçe belediye başkanlıklarına ve muhtarlıklara aday göstermişti. Türkiye toplumuna uzlaşma ve barışı selamı sunan bu kararlı yolunda yürüme azmi seçim günü yerel düzeyde hayat buldu. 30 Mart 2014 Türkiye Cumhuriyeti yerel seçimlerinde, AK Parti hükümetinin 13 yıllık başarılı aralıksız ekonomi kalkınma politikası galip geldi. Zafer kazanan, Türkiye’nin dört bir yanında aynı zamanda sanayileşme, aynı zamanda modernleşme, aynı zamanda yeni bir teknoloji çağına geçme politikası; Türkiye’nin artık dünya bunalımlarından fazla etkilemeden yol alabildiğini kanıtlayan siyasetlerin de var olduğunu göstermiş oldu. Bu anlayış, Türkiye’de kültür ve eğitim devrimi yaparken her il merkezine üniversite taşıyan zihniyettir. Zafer kazanan yenileşerek uygarlaşma, uygarlaşarak dünyada ilk onlara katılma, emsalsiz bir İstanbul yaratanların eşi olmayan bir ülke, bir Anavatan, yepyeni bir Türkiye yaratmaya muktedir oldukları gerçeği ve bu dev atılıma önderlik eden, fedakâr ve vefakâr adam Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ta kendisidir. Tüm dünya mazlumlarına yeni eski belediye Başkanları hayırlı ve uğurlu olsun. Allah yar ve yardımcıları olsun.

Cennet Efsanesinden Sonraki Durum

Rafet Ulutürk-02.Nisan.2014

AB Parlamento seçimlerinin düşündürdükleri. Artık Bulgaristan 25 Mayıs 2014 Avrupa Birliği Parlamento seçimlerine kilitleniyor. Adaylar belli oldu. Yalnız Hak ve Özgürlükler Partisi (DPS) henüz listesini açıklamadı. Geçen dönem partiyi


38

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

AB Parlamentosu Genel Kurulu’nda HÖH - DPS Başkan Yardımcısı Filiz Hüsmenova ile hukukçu Çetin Kazak temsil etmişti. Son 4 yılda Avrupa Parlamentosu Bulgaristan Türkleri, Pomaklar ve Müslüman Çingenelerle ilgili herhangi bir özel ya da genel karar almadı. Halk topluluğumuzun bir etnik azınlık olarak verdiği doğal haklar, genel insan hakları ve devlet okullarında etniklerin zorunlu ana dil eğitimi, Çarlık döneminde ve totaliter rejim tarafından gasp edilen Müslüman vakıf ve Başmüftülük taşınmaz mülklerinin iadesi konularında ses çıkarmadı. AP, Anayasası olmayan bir devletler topluluğu olduğundan hukuksal açıdan yaptığı müdahalelerde sadece Brüksel politik yönetiminin çıkarlarını gözetir, izlenimi yerleşti. AP Parlamentosunun yaptırım mekanizmaları ekonomiktir, en geçerli olanı da mali kısıtlama ve yasaklamalar, prim ve teşvikleri askıya almak veya yasaklamak, hatta hiç vermemek şeklinde gelişiyor. AP Genel Kurulu üye olan 28 ülkede insan haklarının uygulanması, azınlık haklarının korunması gibi konuşlarda şimdiye kadar ne bir karar almış ne de bir adım atmıştır. Bu arada, yeri gelmişken belirtelim, AB komisyonları, bir Fransız Kültür Ataşesiyle Sofya Varna uçağında sözlü çatışmada bulunan “ATAKA” Partisi Genel Başkanı Volen Siderov’un küstah durumunu görüşüp Bulgaristan’ı kınayan ve tehdit eden bildiriler yayınladı. Fakat Karlovo’da mahkeme kararlarını kınama amaçlı Türk ve Müslümanlara karşı düzenlenen gösterilere seyirci kaldı. Filibe (Plovdiv) şehrinde “Eski Cami”nin taşlanmasına, mezarlıklarımıza, hamamlarımıza değişik gerekçelerle el konmasını görmezden geliyor. Vidin’de bir Müslüman anıtı olan “Konağın”, Dobriçte bir Türk okulu olan “Hristo Smirnenski İlk Okul Binası”nın ve Kırcaali’de bir Müslüman okulu olan “Medrese”nin iade edilmesi konularında hemen ve yerinde adalet sağlanması gibi hukuksal konularında ses çıkarmadı, genel geçerli olarak tanıttığı doğal ve evrensel insan haklarına sağır kalıyor. Bu konularda Kazak ile Hüsmenova Brüksel’de uyudu, Strazburga gidip uyarıda dahi bulunmadı. Bize Brüksel Meclisi’nde Saray köpeği lazım değildir. Bizim milletvekillerimiz bu sorunları ne basında ne Genel Kurulda ne de Komisyonlarda dile getirdi. Eğer Hak ve Özgürlükler Partisi bu defa da Belçika’ya, Brüksel ile Strasburg’a turist gönderecekse bu işten vazgeçelim, AB seçimlerini boykot edelim. AB Genel Kurulu TC’deki soydaşlarımızın 25 Mayıs 2014 seçimlerine istedikleri yerde ve istedikleri gibi hür katılmalarını yasaklayan “seçim gününden önce


Makale ve Analizler - 2014

39

“Bulgaristan’da 3 ay kalma” gibi saçma sınırlamaların Sofya meclisinde onaylanmasına da sesiz ve sağır kaldı. Öte yandan, bilindiği üzere, AB fonlarına bağlı olarak görev yapan, Bulgaristan “Devlet Tarım Fonu” bütünsel olarak Saray köpek bakıcısının kontrolünde bulunuyor. “Devlet Tarım Fonu” en başta karma bölgelerde olmak üzere, dilekçeleri geçen yılın (2013) Haziran ayında verilen ve hala “çıt” olmayan, toplam sayıları 500 adet olan, hayvan bakıcılık, meyvecilik ve sebzecilik projelerinin 150 milyon leva teşvikle desteklenmesi efsanesi de kuyruklu yalan oldu. Art arda her şey oyalanıyor, unutturulmak için ellerinden geleni yapıyorlar, işte görünmek üzere dilekçe toplayıp, bilirkişi raporları hazırlıyorlar, vaat ediyorlar, yiyip içiyorlar ve hiç bir faydalı gerçek iş yapmamak için ellerinden geleni arkalarına bırakmıyorlar. Büyük büyük lüks ofislere yerleştiler, kahvehaneler, pastaneler, lokantalar hep dolu boştan doluya doludan boşa bir muhabbettir gidiyor ve bakalım nereye kadar gidecek! Neo – liberal bir anlayışla çalışan AB Parlamentosu, Bulgaristan gibi ülkelerde bir avuç zengin yaratıp onları saraylarda yaşatarak durumu idare etme peşindedir. AB’ye iş aramaya gidip oraklarda sürünenleri gören bile yok. Ancak sosyal patlama tehlikesi belirdiğinde insanımız mercek altına alınıyor ve onlardan kurtulma yolları aranıyor. AP cennet efsanesi boşa çıktı. Bugün yeşil soğandan marula ve havuca kadar dışardan alıyoruz. AB teşviklerinden yararlanan Polonya patates üreticileriyle başa çıkmamız tamamen olanaksız. Eskiden harıl harıl çalışan 5 adet şeker fabrikamızdan her yıl yalnız Sovyetler Birliği’ne 500 bin ton beyaz şeker ihraç ederken, 24 yıldan beri şekeri dışardan alıyoruz. Binlerce tonunu Türkiye’ den çektik. Artık pancar üretimine prim bile alamıyoruz. Hangi ürüne prim almışız ki? Tütüne de alamadık! Tütün tohumlarını karıştırmışız, kaba kulakla Koşukavak ve Cebel Basma cinsleri birbirine karışmış, AB eksperleri (uzmanlar) kör değil, kanattaki kılcal damarların ana toplanmadığını tespit etmişler ve teşvikleri kesmişler. Bu işleri “yöneten” ömründe bir dip tütün dikmemiş, bir iğne tütün dizmemiş, bir kök tütün sulamamış ve uzmanları da kendileri gibi olan, hey Saray kurtları söyleyin: “Karnımız ne zaman doyacak? Yüzümüz ne zaman gülecek?” Biz, bu AB Parlamento seçimlerinde, oyumuzu isteklerimizi yerine getirecek adaylara verelim.


40

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İsteğimiz ise, şu olsun: 24 yıldan beri Bulgaristan’da dönen dolapları, dalavereleri bilen ve açıklanmasına yardım etmeyenleri cezalandırıp hapse atacak bir kanun çıkarılsın! Örneğin tarımımızın nasıl çökertildiği, 1991 - 92 yıllarında Ahmet Doğan’ın desteğiyle Başbakan olan Filip Dimitrov’un uyguladığı talanı, binlerce tarım kooperatifinin yok edilmesi, bir milyon sığır ve 5 milyon küçükbaş hayvanın kanına girilmesi delilerle kamuoyu önüne dökülmelidir. Geçiş döneminde yapılan soygunu bilenler bildiklerini açıklamalıdır. Söylemelidir. Savcılığa ve mahkemelere delil sunmalıdır. Dolap çevirenlerin ardında olanlar kulaklarından tutulup yargılanmalıdır. İçeri atılmalıdır. Bir toplum hiçbir konuda hiçbir suçludan hiçbir zaman hesap sormadıkça, katilleri, suçluları, kaçakçıları, soyguncuları, devletimizi çökertenleri, dolap döndürenleri hep fırsatta aklamaya devam ederse, kendisi arınamaz, paklanamaz, temizlenemez ve kendini yok olmaya mahkûm eder, köle oluruz. AB Parlamentosuna göz boyamacı aday seçmeyelim, artık gerçekçi olalım. Onlar bizi istemiyorsa, biz onları istemek, kabul etmek zorunda değiliz! Biz onlarsız oluruz. Onlar bizsiz asla olamaz. Halk olan biziz, oy tabanı, oy kitlesi, sandık ağası sen ben hepim iziz. Kimseye kölelik etmek zorunda değiliz! İkinci kanun devlete, işçi sınıfına, köylülere ve etnik azınlıklara karşı işlenen suçların görüldüğü davalarda mahkeme başkanı “deli hastanelerinden ekspertiz raporu” kabul etmemelidir. Tımarhanelerin rapor vermesi kesin yasaklanmalıdır. Bu gibi raporları bu ülkede her iki kişiden biri alabilir. Sağlıklı olan, devletin ve halkın sırtından yaşayan ve emekçi kitlelerin soyulup soğana çevrilmesine, ülkemizin soyulmasına, yabancı enerji tekellerine peşkeş çekilmesine çanak tutanların hepsi yargılanıp taşınmazları ve paralarına el konulmalı, kendileri işledikleri suçlara göre ceza almalıdır. Bulgaristan eski çobanların torunlarının çiftliği değildir, olamaz ve olmuşsa halk hemen ayaklanmalı, durum düzeltilmek zorundadır. Hey eski Tarım Bakan’ı Mehmet Dikme “Lütfen aç ağzını söyle gerçekleri!” Çetin Kazak ile Filiz Hüsmenova dört yıllık çalışmalarıyla ilgili ne HÖH ana kadrosu, ne HÖH meclis grubu, ne de basın ve yayın organlarında gerekli


Makale ve Analizler - 2014

41

ve beklenen açıklama ve değerlendirmelerde bulunmadı. Çözüm bekleyen sorunlara bile işaret etmedi. Bu işlerin yalnız Saray’da kahve içmekle çözüleceğini veya böyle devam edeceğini sananlar git gide yanılmaya başladıklarını fark edeceklerdir. Seçmen ve halk kitlesi artık kıllanmaya başladı. Sayın soydaşlar, siz şu yaklaşan AB Parlamento seçimlerinde en bilinçli ve en kararlı olmak zorundasınız. Memleketten kovulmanız az gelmiş olacak ki, vatandaşlığınızı koruyabilmenize rağmen, çifte vatandaş olmamıza rağmen, cebimizdeki kırmızı pasaporta rağmen, AB vatandaşı oldunuz demelerine karşın, seçme ve çimle haklarınıza her fırsatta bir nebzecik, bir kıyımcık tecavüz ediliyorlar. Hak ve hürriyetlerimizin her yerde ve her zaman kısıtlanması, bütünsel yasaklanması isteniyor. Bizim öz Vatan kaderinden uzak kalmamız, olup biten yolsuzluklara seyirci olmamız, dede yadigârlığından somanız, her şeyi unutmanız, her gün biraz daha bezip caymanız isteniyor. İnsana en yakın olan en büyük düşmanı olur! Büyük gerçeği başımıza sarılan kötülüklerde gördük. Ahmet Doğan tayfası aramıza sokuldu ve bizi Vatanımızdan, haklarımızdan, adalet davamızdan, özgürlüklerimizden, oralarda kalan ve talan edilen mal ve mülkümüzden uzak bırakmaya, hepsine el koymaya çalıştı, çalışıyor. Bunların hepsi namussuz dev üz çıktı. Bizi aldatmayı kendilerine ödev bildi, dava yaptı. Bu adam karşımıza çıkıp “hak-özgürlük” derken her şeyi kendisi için istiyormuş. Saraylara yerleşti halkım açlıktan geberse umurunda değil. Allah onun da hesabını gün gelir keser, umuduyla yaşıyoruz. Partimize verilen devlet yardımlarından kendine Saraylar, anasına saraylar, yakınlarına arabalar, mendil gibi değiştirdiği Şirinlerine lüks yaşam sağladı, verdi veriştiriyor. Bu seçimde Türkiye’de sandık açılmayacak. Şimdiye kadar Bulgar partilerinden hiç biri, hatta bizden 100 binden fazla oy alan Hak ve Özgürlük tayfası bir “Bir AB Parlamentosu milletvekili adayımızın listeye alınmasına, liste başı yapılmasına” karşı çıkıyor. İplerinin pazara çıkacağından korkuyorlar. Halkın iradesinden korkuyorlar. Oy kullanmak isteyenlerin Otobüslerle özel araçlarla 25 Mayıs 2014 günü buraya gelmesi gerekecek. Oylama parti listelerine göre yapılacak. Bir adayın seçilebilmesine yaklaşık 100 – 130 bin oy gereklidir. Kampanya henüz başlıyor. 2014 Bulgar politik sahnesinde baş aktör olan ve BUolgaristan Komünist Partisi üçüzleri olan:


42

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

1) BSP (sosyalist Parti, yani Bulgar emeklilerinin partisi). 2) GERB - Boyko Borisov partisi (yani emekli Bulgar milis ve ordu mensuplarının partisi). 3) HÖH - DPS - Türklerin ve Müslümanların partisi (yani yönetim olarak eski gizli polis servisi DC ajanlarının partisi). Bu grup, bu AP seçimlerinde en fazla oy alması beklenen, 3 parti olarak sivrildi. BSP ile GERB at başı gidiyor. İkisinin de % 21 - % 22 oy alması muhtemeldir. HÖH partisi geçen seçimlerde 250 bin oy kaybetse de % 7 oy alması, seçime katılım oranının düşük olması beklendiğinden dolayı, tarifi zor, şöyle bir geçerli formülle garantilenmiş olduğu görülüyor: Bu seçimlerde katılma oranı genelde % 20 - % 30’dur. Bu oran ne kadar düşük olursa bu işten HÖH Partisi o kadar daha yararlı çıkar. Az katılımda aldığı oylar oran ve yüzde olarak büyük rakam doğuruyor. Örneğin katılım % 85 olsa bir milletvekilini zor çıkarırken, Oran % 35’e düşerse 3 vekili garantiler. Eğer Saray kurtları, TC soydaşlarımızdan 1 milletvekilini Brüksel’e göndermeyi kabul ediyorsa, adayımızı gösterelim, liste başına çekelim ve gidip oyumuzu verelim. Olmadı mı bağımsız olarak gösterelim. Eğer bu iş bizim işimizdir, havasındaysalar, her defa dedikleri gibi bu defa da, “Siz bakın keyfinize!” diyorlarsa, o zaman, onlar da baksın işlerine ve Elveda!

Umutsuzluk Ortamı

Muazzez Yurdakul-03.Nisan.2014

Eskiden Bulgaristan’ı gidip görenler anlatarak bitiremezdik. Şimdi gidip gelenler, 25 yıldan beri cephesi sıvanmamış, dökülmeye başlamış binalardan, pişmanlıktan dem vuruyor. Dinleyenlerde, işi gücü olmayan, yüzleri tıraşsız, kaş kılları uzamış insanların medeniyet dışı tavırları ayrı bir gerginlik


Makale ve Analizler - 2014

43

yaratıyor. Hafta sonunda, Filibe (Plovdiv) ana yolunda açık havada 140 km. süratle ilerleyen 20 aracın önüne kimilerine göre kara, bir başka gruba göre, kahverengi sis çökmüş, üçüncü bir grubun paylaştığına göre ise, etrafı duman sarmış, herkes kendini karanlık tünelde bulunca, anlatılması zor bir zincirleme trafik trajedisi yaşandı. Sebep yok. Aydınlık bir havada etraf nasıl kapkara olur, açıklayabilen yok. Yok da yok! Bizi yoklara mı? Kara kara düşünmeye mi?, yoksa karamsarlık içinde çaresiz ve umutsuz yaşamaya mı alıştırıyorlar, bir türlü anlayamadım. İnsan kara günde kara günü, trajik günde trajedisini düşünüyor. Fakat bu yıllarca sürünce çok kötü olmuyor mu? Biz 25 yıldan beri hep kara düşünürken, mal mülk bir yana, en kötüsü umudumuzu kaybettik. Ruhumuz 1985’te karardı ve bir daha gönlümüzce açılmadı. Avrupa yeni bir soğuk savaşa başlarsa, AB içinde yeni-nazi faşizan uçlar üstünlük sağlayabilir mi? Bulgaristan bu gidişin neresinde bulunuyor. Tehlike ne kadar büyüktür. HÖH partisinin halktan kopmuş olan politikasına nereye kadar güvenebiliriz? Cevap aradığımız konular bunlardır: Politik karanlık ne kadar kara? 25 Mayıs 2014, Avrupa Birliği (AB) Parlamento seçimleri eşiğindeyiz. Ben bir öğretmen olarak her gün dersimi iyi hazırlamak zorundayım. Bu seçimlere de sizi iyi hazırlamayı kendimize vazife ettik. Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi (BGSAM)’nde arkadaşlar konuyu çok ciddi ele almaya başladı. Başlayan çok ciddi bir şey daha var: Kanımca 2000’li yılların başında dünya kökten değişmeye başladı. Bu değişimi yakın takip eden İngiliz “Ekonomist” dergisi, daha yılın dördüncü günü yani 4 Ocak 2014’te, Avrupa ülkelerinden aşırı sağ politik güçler, Mayıs ayında, AB Parlamentosu’ndaki sağ marjinal (uç) milletvekili sayısını 2 kat arttırabilir, diye yazarak, bombayı patlattı. Avrupa ülkelerindeki sağ sıra dışı seçmen % 20 oranındadır. 2009’dan beri onlar güçlerini toparlamak için birçok adım attı. Bir: Avrupa Hürriyet Birliği (EAF) kurdular. Bu birliğe, başta Marin le Pen (Fransa) tarafından yönetilen Milliyetçi Cephe ile Georg Wilders (Hollanda) yönetimindeki Hürriyet Partisi katıldı. İki: Uç milliyetçiler 25 Mayıs 2014 için Ortak Seçim Manifestosu yayınladı.


44 tiler.

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) Üç: Fransa ve Slovenya’da yapılan yerel seçimlerde önemli başarı elde et-

Milliyetçi hatiplerin halkı etkileyici konuşmaları ve aşırıların sosyal tabanı yerinden oynatabilen hitabesi dikkate alındığında İngiliz dergisi öngöründe haklıdır, demek geliyor insanın içinden. Şu noktaya dikkat çekmek isterim. AB Parlamentosunda, aşırı milliyetçi grubun artık % 20 oranına varabileceği ortada, ya karşılarında % 80 dururken, esemeleri mi okunur, demeyin. Çünkü politik hayatta dengesiz olmayan bir şey yoktur. Aşırı sağ toparlanırken, karşı tarafta yaniaşırı sol da kendini toparladı. Komünist ve komünistlerin fikir ortağı olan sosyalistler de % 15 - 20 gibi bir oy potansiyeline sahip olduklarından ortaya çıkan tablo şöyledir: Aşırı sağ ile aşırı sol bazı konular oylanırken birleştiklerinde ki, onların AP politikası konusunda birçok ortak eylem noktaları olduğu biliniyor, dengeler değişiverebilir. Aşırı uçların ortak hareket etmesi geleneksel oyalama ve toplumu beklenti içinde yaşatma politikasında usta kaptan olan Sosyalistler, Hıristiyan Demokratlar ve Yeni-Liberaller için, belki bu dönem kimi defa AB gemisinin güvertesi dar gelebilir. Aşırı sağ ve sol uçlar AB’ye güvenmeyenleri temsil ediyor. Seçim günü oy kullanmayan ve daha önce hep % 50 oranında kalan, bu kesimin de AB politikalarına bel bağlamadığını belirtirsek, 28 ülkede izlenen ortak politikaya güvenmeyenlerin çok kalabalık olduğu sonucu kendiliğinden sivriliveriyor. 2009’da Bulgaristan’da yapılan AB seçimlerine katılma oranı % 42’de kaldı. 25 Mayıs 2014’ten sonra AB Parlamentosunda çok kutuplu bir ortam meydana gelecek. Bir defa sol ve sağ aşırılar iki kutup oluştururken, sağ marjinallerin fırsat bulduklarında ne sosyalistler ne liberaller ne de Hıristiyan demokratlarla birleşme niyetinde olmadıklarını vurgulaması, çok grupluluğu ve çok kutupluluğu kendiliğinden oluşturuyor. Olaya AB Parlamento seçimleri arifesinde açıklanan mesajlar açısından bakalım: Aşırı sağcıların anahtar konulardaki temel görüşü şudur: 1. AB’ne aşırı sağcı güvensizlik şu noktalarda netleşti: a) Brüksel kurumlarının 28 üye devletin ulusal egemenlik haklarını daraltma ya da kısıtlama hakkı olmamalıdır;


Makale ve Analizler - 2014

45

b) Ortak para birimi Euro’nun üye ülkelerin hepsinde uygulanması zorunlu olmamalıdır. Ulusal para birimleri korunmalıdır. Örnek: Bulgar levası. c) AB ülkeleri içinde iş gücünün serbest dolaşma ve istihdam arama haklarına sınırlama getirilmelidir. Şimdi bizde kırmızı Pasaportu olan AB ülkelerine çıkıp iş arayabiliyor. Bulursa çalışıyor. Bulamazsa aramaya devam ediyor. Çingene azınlığında ve ülkemizin bazı Bulgar meskûn bölgelerinden büyük gruplar halinde aileler Almanya’ya göç edip sosyal yardımlarla yaşamayı tercih ettiler. Kuşkusuz ciddi sorunlarla karşılaşılıyor. d) Mali yetersizlik yaşayan devletlere parasal yardımda yapılmamalıdır. Bu, genel çizgileri önceden belirlenmiş olan, AB politikasına karşı gelişimin sivri uçlarından biri rüşvetçi ve dolandırıcı görevlilerin Brüksel ve Strasburg’tan kovalısı hareketidir. Bu eylem güç kazanıyor. İngiliz milliyetçilerinin önderi olarak hareket eden, N. Fraj şu sloganı yükseltti: “Ulusal demokrasi Avrupa devlet bürokratlarıyla savaşmalıdır!” Fraj’ı yerli seçmenin % 25’i destekliyor. Avrupa Birliği Parlamentosunda sandalye sayısı 220’dir. Bunlardan 70’i eski bileşimde yeni- liberallerindi. (HÖH - DPS Partisi 3 vekille bu gruba katıldı.) Yeşillerin 40 vekili var. Almanya ve Yunanistan’da sol aşırıların seçim hazırlığı, bu seçimde seçmenin ilgisizliğini ateşleyebilecek durumdadır. Bulgaristan gerçekliğine geri dönersek, bugün aşırı sağ demekle yetindiğimiz Hitler faşizmi yandaşı güçlerin daha 1934’ten sonra ülkemizde General Lukov tarafından örgütlendiğini görürüz. Demokrasiyle birlikte başkent Sofya sokaklarında “Lukov Marşları” belirdi. Yani faşistler kaldırım çiğnemeye başladı. 1934’te kurulan ve adına Bulgar Demokratik Cephesi (BDC) denen faşizan hareket yeniden örgütlendi. Dikkatinize çekerim, Bulgar faşistleri daha 1992’de yani daha demokrasi şafağımız sökerken Başbakan Filip Dimitrov hükümetine katılmayı başardılar. (Filip Dimitrov’un başbakanlığını onaylayanlardan biri Ahmet Doğan’dır.) Bulgaristan Halk Cumhuriyeti tarım ve sanayisinin yerle bir edilmesinde tırpan savuranlar bunlardı. ( Bu işte suçsuzuz deyemezsiniz!) Daha sonra 2001’de Başbakan İvan Kostov Güçlü Bulgaristan Hareketi DCB) ve Demokratik Güçler Birliği (CDC) ile birlikte kurduğu hükümete aynı faşizan güçler (BDC) yine katıldı. Ve biz bugün “Lütfü kardeşim, sen bu bizim hak ve özgürlükler işinde olamazsın, çünkü kanın başka, ideolojin başka, mayalanman başka derken ve dilimizde tüy bitene kadar anlatarak bitiremiyorsak, hatta gülünç duruma düşüyorsak, demek istediğimiz budur.” Senin BSP ile kurduğun hükümete de faşist Volen Siderov’u davet ettin. Kardeşim anla


46

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

bizi, bu işlerin yani politikanın kuralı vardır. Sen dil bilim okumuşun, bazı dillerde virgüller, noktalar, nida ve soru işaretleri tümcenin başına konur, nasıl bir cümle olduğu ta baştan belli olsun diye, ama bu iş Türkçede ve Bulgarcada böyle değildir, senin bilmediklerin var ve Lütfen gönüllü vazgeç! Sen faşizan zihniyetle iç içe ve sarmaş dolaş olmuşsun. Zehirlendiğinin farkında değilsin. Konumuza devam edelim: Aşırı milliyetçilerin AB ülkelerinde bir enternasyonalde birleşme çabaları, onların da kendi aralarında farklı renklerde olduğunu ortaya çıkardı. Örneğin, birinci grup olan ve kendilerini ılımlı- demokratik - milliyetçiler olarak tanıtanlar ile Yunanistan’daki “Altın Ufuk” hareketi, Macaristan’daki “Yubik” oluşumu, Britanya Ulusal Partisi vs. temas bile kurmak istemiyor. Bu sonuncular açık faşizan yani yeni-faşist tipidir. Aşırı milliyetçiler arasında başka bir farklılık daha var. Hollandalı Georg Wilders, yeni liberallerin (HÖH partisinin katıldığı AB grubunun) talep ettiği çok sıkı bütçe kısıtlamaları ile her çeşit sosyal harcamaların durdurulması (yani 2014 Bulgar bütçesinde olduğu gibi, emekli maaşlarına yalnız 4 - 5 leva (2 Euro) zam yapılmasıyla yetinilmesi) politikasından yandır. Ilımlı milliyetçiler sosyal devletin onarılmasından, daha büyük rol üslenmesinden yana olduklarını gizlemiyorlar. (Bulgaristanlı V. Siderov’un AB milletvekilleri geçen dönem bu gruptaydı. Emekli maaşlarının 500 Euro olmasını istemişlerdi.) Böyle bir durumda Bulgar milliyetçilerinin lideri Volen Siderov ile İngiliz aşırı milliyetçilerinin lideri Hayjıl Fraj arasında aşılmaz çelişkiler olması gün gibi ortadadır. Bulgar milliyetçi partileri seçim arifesinde: 25 Mayıs 2014 AB Meclis seçimlerine Bulgar milliyetçileri 2 politik partiyle katılıyor: Bir: Kendini ılımlı milliyetçi olarak tanıtmaya çaba gösteren ama Müslümanların vakıf haklarını elde etme, devlet okullarında ana dilde zorunlu ders görme ve benzer etnik ve dini haklar konusunda sert ve aşırı saldırgan tavırlı olan ve aşırı sağ politika propaganda eden “Skat” TV yayınlarının sahibi olup ideolojisine bağlı bulunan, ayrıca anti-Türk, anti-İslam eylemlerde aktif katılan Bulgaristan’ı Korumak İçin Ulusal Cephe (BKUC) aday listesini kaydettirdi. Bu partinin merkezi Burgas şehrindedir. Ulusal çapta örgütlenmesini tamamlamıştır. İki: Bulgaristan koşullarındaki eylemleri ve söylevleriyle aşırı uç milliyetçi olarak nitelenen “Ataka” partisi de aday listesini açıkladı. Bulgaristan’da 2013 protesto eylemlerinin sona ermesinden sonra “Ataka” partisi bayrağını dürmedi. Emekli maaşlarının ve ücretlerin yükseltilmesi, tekel-


Makale ve Analizler - 2014

47

lerin devletleştirilmesi, imtiyazların kaldırılması vb. halk yardakçısı (popülist) isteklerle propagandasını sürdürdü. Ukrayna bunalımının patlak vermesiyle Rusya’nın yanında yer alan “Ataka” hareketi aşırı sol ve Moskovacı seçmeni de yanına çekti. Bulgaristan’da şimdilik kimsenin elini kanatmayan saçını yolmayan aşırı sol ve aşırı sağ sloganların yer değiştirmesine kimse şaşmaz oldu. Önemli olan her gün bir şeyler bekleyen seçmeni oyalamak ve başını bir sağ ve sonra da sola çevirerek devamlı hareket halinde olmasını başarabilmektir. Onların anlayışına göre, bir noktaya bakan insan, istese de istemese de körleşmeye başlar. Bu bakış açısında Nikolay Barekov’un kurduğu “Sansürsüz Bulgaristan” ve Parvanov’un Sosyalist Partiden kopardığı “ABV” gibi yeni oluşumlar da AB Parlamentosuna aday listeleri açıkladı. Önemli olan bu yeni akımların izledikleri politikaların artık Leh, Çek ve Macar politik arenasında başarılı baş göstermiş olmasıdır. Yeni politik akım, aşırı milliyetçiler gibi olumsuzlamaktan çıkmayarak, ılımlı orta çizgiyi izlemeyi tercih ediyor. Bu ılımlı çizgide: 1) milliyetçilik - saldırgan olmayan yurtseverliktir; 2) proteksiyonist yani yalnız ulusal çıkarları savunan ve içine kapalı olan iktisatçılık yerine - dünyaya açık ekonomik politika izlemelidir ve; 3) Bulgar ulusal çıkarlarının Avro-Atlantik Birliği menfaatlerinin altında olmadığını savunan politik çizgide kendini gösteriyor. Bu akım GERB partisinden oy çekebilir. Bu defa başlıca aşırı milliyetçileri büyült geç altına aldık. AP seçimlerine giren diğer partilerin ve politik akımların siyaset çizgilerini açmaya devam edeceğiz.


48

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Oy Fiyatı 20 - 150 Leva Arası

Şakir Arslantaş-03.Nisan.2014

Pazar kuruldu. Oy alıcıları ve oy satıcıları meydana çıktı. 15 politik parti ve kuruluş 5 bin levayı saydı ve pazara girdi. Yüksek Seçim Kurulu kayıt yapmaya devam ediyor. Her yerde canlılık var. İlk kurbanlar kesti. Seçimle Hıdrellez üst üste gelince kuzu fiyatları fırladı. Avrupa Birliği (AB) Parlamento seçimleri 25 Mayıs günü yapılacak. Çingene oylarında peşin ödemeli ilk toptan fiyat oy başı 20 levaya takıldı. Aydınlar ve gençler 100 ile 150 leva geveliyor. Tartışılan konu yok. Bilinçlenme süreci henüz başlamadı. Alış veriş hayvan pazarındaki el sıkışmalar şeklinde yol alırken, kalabalıklaşan bir ortamda giriyor, kızışmaya başlıyor. Pazarlıklar bira masalarında yapılıyor. Bira şişeleri kasa ile taşınıyor. En çok tüketilen “Astika” ile “Becks”, “Tuborg” içenler de var. Su akan yerde bereket vardır. Köpüklü bira akıyor. Marul soğan karışımı taze mezeye sınır yok. Politika sayfası henüz açılmadı. Sanki hiç kimse Brüksel’de hiçbir şey istemiyor. AP politikalarını anlatmaya gerek yok. Zaten ne anlatılacak ki? Şu Kırım ve Ukrayna işleri bizim politikayı karıştırdı. “Standart” gazetelerde çıkan bir yazıda, Rusya İmparatorluğunun tarihi boyu Saldırgan Savaş yürüttüğünü yazıyor. Bu işlerin böyle olduğu şimdiye kadar yazılmazdı. Öyleyse, Bulgar resmi kamuoyu bakış açısını değiştirdi! 1877 - 1878 Rus - Osmanlı Savaşı’nda saldırgan olan ve saldırı harbini başlatan Rusya’dır. Saldırıya hedef olan ve uğrayan da Osmanlı toprakları olduğuna göre, Rusya “kurtarıcı” olmayıp, “işgalci”dir, diyebilir miyiz? “Standart” bunu böyle kabul ettiğine göre, bundan sonraki tarih yazıları değişecek ve 1877 - 1878 savaşını anlatan sayfalar yeniden yazılacak, anlamına gelir. Bu olur mu?! Bunalım ortamlarında bizde uzun vadeli plan program yapılmaz. AB milletvekili seçimleri de “al gülüm ver gülüm” şeklini aldı. Oyları yeşile kapatmak isteyenler aracılara ve mahallelerdeki gorgor başlarına pek güvenemiyorlar. Oy avcılarında parayı alır gider poliste ihbarda bulunur endişe ve korkusu var. Şu ana kadar Mercedes’ten çuval dolusu para indiren ve saymadan başka birine teslim eden henüz yok.


Makale ve Analizler - 2014

49

Bu seçimlerde HÖH partisinden milletvekili ve Meclis Başkan Yardımcısı Hristo Biserov’un yokluğu hakikatken hissedilecek gibi. Onun Çingene “baronlarla” arası iyi olduğunda, çekinmez, onların evlerine gider, sofralarına oturur, boş dolu kâğıtlar imzalar ve işleri hallederdi. “Kaldaraş” Çingenelerin başbuğ olarak bilinen “Çar Kiro” da hapisten çıkalı aylar oldu fakat henüz bir türlü toparlanamadı. İki seçim arasında Sofya Çingenelerinin elebaşçısı “Yaponetsa” lakabıyla bilinen Japon Kiro da kabuğuna çekildi. Bundan dolayı, bu seçimlerde büyük miktarda oyu topluca satın alma işi gerçekleşmeyen hayal kalabilir. Bir de bu işin içine artık kendi politik partisiyle giren, azı durmayan gazeteci Nikolay Barekov var.. Hatırlayacağınız üzere, 12 Mayıs 2013 seçimlerinde TV-7’de çalışan Nikolay Barekov çok aktif bir gazeteci sezisiyle oylamayı izlerken, sandıklar kapanmadan birkaç saat önce Sofya varoşu olan Kostinbrod şehrindeki bir matbaadan 350 bin oy pusulasının çıkarıldığını tespit etmiş ve stüdyodan fırlayıp çekim ekibiyle basım haneyi basmış ve dalavereyi görüntülemişti. Bu olay, Başbakan Boyko Borisov’un GERB partisinin iktidardan düşmesinde büyük rol oynadı. İki çok yakın dost olan, Todor Jivkov’un eski korumalarından, Başbakan Boyko Borisov ile çok dinamik ve vurucu yayınlarıyla kendini sevdiren gazeteci Nikolay Barekov’un arasını açtı. Bundan 11 ay önce, Kostenbrod matbaasında kullanılmış gibi hazırlanmış seçim bültenleri görüntüleyip büyük bir politik seçim dalaveresine parmak basan ve çok populer olan Barekov, bu yılın başında “Sansürsüz Bulgaristan” partisini kurdu ve şimdi AB seçimlerine giriyor. Giriyor da, onun açıkladığı 350 bin sahte bülten olayından sonra, AB seçimleri için bültenlerin numaralı ve şifreli bir şekilde Merkez Bankası matbaasında basılması kararlaştırılmışken, şimdi ansızın bir kısmının da Ruse şehrinde başka özel bir matbaada basılacağı haberine yeniden kükredi. Bu olaya dikkatinizi seçmemin nedeni şudur. Biz Türkiye’de yaşayan ve Bulgaristan seçimlerine katılan soydaşlar kalabalığız ya, fakat bu gidişle belki de (daha önce de olduğu gibi) /olabilir ya başkasının günahını almayalım. Belki olmamıştır, olabilmiş olur da, belki çok büyük boyutlarda olmamıştır. İstanbul’da, Ankara’dan, İzmir’den ve başka il merkezlerinde Bulgar konsolosluklarına giden torba torba, kaşon kaşon oylar diyorum yol boyunda çoğalmış olamaz mı, bunlar hep Bulgar seçim küpüne Dobriç üzerinden girdi, şimdi Dobriç köylerinde insan kalmamış, oradan hep büyük sayıda milletvekili çıktı, kendilerini ne gören, ne tanıyan, ne de kendilerinden bir iş isteyen ya da isteseler de yapılan bir olmayan bu dolap, şimdi nasıl dönecek diye düşünüyorum.


50

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Propaganda ve Aksi Propaganda -1

İbrahim Soytürk-04.Nisan.2014

Bulgaristan’da en büyük propaganda imkânlarına sahip olan, fakat halkımız, Türkler, Pomaklar ve Müslüman Çingeneler için “gık” demeyen Hak ve Özgürlük Hareketi’nde Ajitasyon ve Propaganda, Basın Yayın, Kültür ve Eğitim Şubeleri yoktur. Nasıl oldu da 2.5 milyon insan ana dillerinde dört söz propaganda edilmeden yalnız ara sıra köfte kebap yedirmekle 24 yıl idare edildi, akıl erdirilecek gibi değil. Partinin propaganda olanakları ve araçları başkalarının elinde bulunuyor. Bu güce sahip olanlardan biri, ikinci süre HÖH listesinden milletvekili olan ve fahri başkan A. Doğan’ın çok yakın dostu olarak bilinen D. Peevski ile annesinin elindedir. HÖH Vekili Peevski, Bulgaristan’da en ucuz gazete olan günlük “Telegraf” ile haftalık sarı basının gözdesi olan “Uikent” gazetelerin sahibi olduğu gibi, “168 Saat” gazetesini de kontrolünde bulunduruyor. Bunun dışında, iletişim holdingi başkanı olarak tüm basın yayın ve elektronik propaganda araçları üzerinde yüksek otoriteye sahiptir. Annesi de günlük “Monitor” ve haftalık “Politika” gazetelerinin sahibidir. Bu gazeteler Bulgar dilinde çıkıyor. Direk tesir gütmüyor, bilenlerin bilmeyenlere anlatması, anlayamayanlara anlamış olanların açıklaması mantığına göre kurulmuş ve yayın yapıyor. Bu organların kullandığı basın yayın dili “özel dildir” okumuş olmayanlar kavramların içeriğini anlamakta güçlük çekebilirler, son hedef resim, alt yazı ve “şarj” türleriyle, kısa nüans ve ayrıntılı açıklamalarla kovalanıyor. HÖH parti başkanı ne Ahmet Doğan ne de Lütfü Mestan partinin taktik ve stratejisi konularında yazı yazmaz, açıklamada dahi bulunamazlar. Bu gazetelerde, HÖH - DPS hakkında iyi kötü yazı çıkmaz. Yapılan eleştirilere yanıt verilmez. Her şey susarak halledilir. Hâkim olan mantık, dağ başına bir kuş konsa ya da bir sürü kuş konsa hep aynı değimli, saf saklığıdır.


Makale ve Analizler - 2014

51

Bu gazetelerde, Bulgaristan Türk ve Müslümanları bir kaygı ve mesele olarak yoktur. Onların hiçbir problemi ve programı yoktur. Bu yayın araçları insanımızı ve halk topluluğumuzu görmezden gelir. Devamlı diğerlerinin sorunlarıyla uğraşan bu gazeteler, çalışma ilkelerinde aksi propagandayı ön plana çekmiştir. Kendileri susarken, Ahmet Doğan, Lütfü Mestan ve HÖH yönetiminden başka bir iki kişi hakkında yazılanları ve söyletenleri yansıtırken, lehte propaganda yapmış olur. Bu yazımızın konusu bu mantığı birkaç bölüm halinde açmaktır. Gazete okurken satır aralarında neye dikkat edilmesi gerektiğine işaret etmektir. Stratejik araştırma grubu olarak biz, okurlarımızla metodik çalışmaya başlamamız gerektiğine, bu konularda sözlü yayınlara da geçmemiz gerektiğine inanmış bulunuyoruz. Örnekleyelim: Tütünler satılmadı. Haskovo’da tütün üreticileri ana yolu kesti. Balyalar yolda. Demetler açıldı, pastallar saçıldı. Kibrit çakıldı. Benzin dökülüyor ve tütünler yakılıyor. Ateş, duman, dalaş, dövüş. Haykırış, bağrış, küfür ve yumruklar hepsi TV ekranında. Bir demeç: “Sofya’ya gelip Meclis önünde kendimi yakacağım!” Bu röportajlarda Hak ve Özgürlüklerin adı sapı, lideri, il merkezinden herhangi bir görevli yok. Basın olayı körüklüyor. Kullandığı söz: “İsyan!” Ardından HÖH “propaganda borazanları” çalmaya başlıyor: “Biz Bulgaristan’ın Kosovo olmasına müsaade edemeyiz!” “Etnik kavga kışkırtanlar cezasını bulacaktır!” Hemen ardından bir iki kişinin bilekleri kelepçelenip 72 saat içeri atılıyor. Hemen sonra, HÖH’ten daha kodaman biri (Lütfü Mestan olabilir) TV programlarında burnunu gösterip, “Tüccarın satın almadığı tütünü biz gelecek yıl devlet bütçesinden ödeyeceğiz!” diyor. Tabii havanda su dövüyor. Bir defa gelecek yıl iktidarda olup olmayacakları belli değil. Gelecek yılın bütçesi “boş teneke, boş ses.” Amma bunu halk anlayamıyor. İki, AB finans komisyonu bu gibi ödemelere asla izin vermez.


52

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Fakat HÖH’lü kodaman işi “ben sizin garantörünüzüm”, “ne olursa olsun yanınızdayım”, “her şey bize bağlıdır”, “ben sizin kurtarıcınızım”, “ben sizin babanızım” demeye getiriyor. Aslında tüccardan komisyon isteyen, tütüncülere mallarını daha ucuzdan elden çıkarmaları için baskı yapan, ödemeleri geciktiren, tüccarla fıkırdaşan, tütün fabrikaları üzerinde kontrol sağlayan, sigara dağıtıcılarından haraç alan hep kendileridir. Halkımızın ekmeğiyle oynadığı oyunlarla süreğen baskı uygulayan, herkesi bezdiren, oyalayan, çaresizlikte boğan HÖH politikacılarıdır. Onlar Bulgar devletinin baskı mekanizması içinde en önemli dinamit durumundadır. “Biz olmadan bir şey olmaz” boşboğazlığına kapılmışlardır. Böylece üretici için olumsuz durumdan kendisi için olumlu durum çıkarıyor, üreticiyi ezerek, propaganda oyunuyla kendini umut meleği gibi göstermeyi başarmış oluyor. Ellerindeki araçlarla izledikleri propaganda, “aksi propaganda” (yani kendi aleyhlerinde gelişen durumdan lehte olan duruma geçiş) şeklinde geliştiriliyor. Bu propagandanın çok önemli kalemlerinden biri düşman icat etmektir. Örneğin, 2003’te icat ettikleri ve artık 11 yıldır besledikleri düşman: “Ataka” Partisi ve Volen Siderov’tur. Bu parti HÖH parasıyla kuruldu. Bu parti AB Genel Kurulu’nda “ılımlı milliyetçi” bir parti şeklinde tanıtılırken, genel geçerli istekleri tamamen “sol” talepler olmasına karşın, Bulgaristan’da “Çingenelerden sabun yapma”, “Türkleri ikide bir Anadolu’ya gönderme” söylevini körüklüyor. 25 Mayıs 2014 Meclis AB seçimleri arifesinde vakıf mallarının iadesi için mahkeme kararlarını kınama, camileri taşlamalar, “Bulgaristan malı Bulgar’ındır, Türk’e verecek taşınmazımız yok. Camiler bizimdir!” sloganlarını yükseltenler, HÖH liderlerinin beslemesi olan “Düşman” ATAKA oldu. Volen Siderov ve “Ataka” - propaganda hedefidir. Onlar üzerimize tükürdünüz “paramızı verin” oyununda aktör, yani propaganda düşmanıdır. Bu propaganda oyununda esas olan “Sel gider kum kalır” gerçeğidir. İkinci tip düşman, GERB meclis grubundan, bağımsız milletvekili, eski Kültür Bakanı Vejdi Raşidov’tur. Komünist Partisi (BKP), HÖH partisi ve Ahmet Doğan, Vejdi Raşidov’un Bulgaristan Türk ve Müslümanlarının hak ve özgürlük davasının sözde liderlerine muhalif olarak yetiştirmeleri için çok çaba ve para harcadı. V. Raşidov iyi bir ressam veya heykeltıraş olabilir, ama (Bulgaristan’da Türkler ve Müslümanlar kan kusarken, sopa enselerinden inmezken ve ulusal ayaklanmaya hazırlanırken) ona Avrupa Sanat Akademisi’nin 1989’da Parist’e “Al-


Makale ve Analizler - 2014

53

tın Madalya” vermesi, BKP Merkez Komitesi tarafından örgütlenmiştir. Bulgar sanat çevresinde onun otoritesini beslemek için Washington Büyükelçiliğimiz önüne dikilecek “Vasil Levski Anıtı”nı yapma ödevi, yine danışıklı dövüştür. Sipariş “Multi Grup” yani “lider” Ahmet Doğan tarafından verildiği gibi, parası da “Multi Grup” şefi İliya Pavlov tarafından ödenmiştir. Şu da var İliya Pavlov, Ahmet Doğan’ın isteği üzerine Vejdi Raşidov’u “Ebedi Mutlak” ödülüyle ödüllendirdi. Demek oluyor ki, HÖH liderleri, kendilerine karşı devamlı havlayacak köpekleri beslerken, “hedef olan, mahrum olan, acınacak olan” biziz havasını yaratma mekanizma ve araçlarını oluşturdular. Bu politikanın içinde öz olan “Türkün ve Müslüman’ın her zaman ve her yerde merhametli ve her zaman azaba uğrayanın, muhtaç olanın, ezilenin, mahrumiyet çekenin, özürlünün, ihtiyaç duyanın” yanında olmasıdır. Bu işin propagandası yapılırken 2013’te Oktay Yenimehmedov duruşmalarıyla ilgili “ağır ruh çöküntüsü geçirmiş”, “tımarhanelere düşmüş”, “doktor raporu sunmuş” gibi mahrumiyet havası yaratmaya yarayan araçlar kullanıldı. Birden bire bütün Bulgaristan’da “adamın durumu iç açıcı değilmiş, bıraksınlar da kendine gelsin” acınası bir durum, merhamet duygusu yaratıldı. Üstüne üstelik adam Sarayda viski içerken “az mı çekti, sarsılmıştır” diyenler çoğaldı. Radyo ve basında ağız değişikliği, acımalı söylem yaratıldı. Bir defa işin içine Bulgar devleti, mahkemesi, soruşturma organları girdi mi bizim halkımızda “olumsuz /negatif/ duyumsama” başlar ki, bu herkesi mağdurun yanında olması ile sonuçlanır. Bu defa bu başarılı kullanıldı. Bulgaristan Türk ve Müslümanlarıyla ilgili propagandanın bir özelliği oldu. Bizde inandığımız adama inanmak devamlı ve kalıcıdır. Yanlış da yapsak yanlış yaptığımızı itiraf etsek bile düzeltme yolunu seçmemiz çok zordur. Biz Bulgaristan Türkler için “su yolunu kendi bulur” sanki yanlışlar kendiliğinden düzelir görüşü hâkimdir ki, HÖH yönetimi halkımızın ruh halini belirleyen bu özellikleri sömürdü ve sömürmeye devam ediyor. Bulgarlar açısından örneklense (su yolunu kendi bulur) değiminin anlamı değişiktir. Bulgar yanlış yaptığını anlar, bu işin bilincine varır ve yanlışlığı tekrar etmez. Bu örneğin, daha kolay anlaşılması için yakın geçmişimizden politik misaller veriyorum:


54

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgar adamı dener, yanlış yaptığını tespit ettiğinde yanlışı tekrar etmez, dedik. (1990 - 2014) Geçiş Dönemin’nde Bulgar politikacılarından hiçbiri çılgınlığı yeniden deneme şansı bulamadı.

Fırsat Yok!

Dr. Nedim Birinci-06.Nisan.2014

30 yıldan beri bizimle aynı şerefsizler uğraştı. Bugün de kimseye nefes aldırmıyorlar. Bütün sorunların kilit noktasında olan gerçek: Kimseye şans tanınmıyor. Bu durumun bir başka adı: Talihsizlik de olabilir. Ne yapıyorsunuz sorusunu yeni cevabı: Şansın dönmesini bekliyoruz. HÖH Başkanı Lütfü Mestan ile GERB Başkanı Boyko Borisov Kırcali’de karşı karşıya oturup kahve içerken, aklımdan geçen şu oldu: Bunlar şimdi bir araya gelmişken bir Türk ve Bir Bulgar kızını AP Parlamento seçimlerine aday göstermeyi kararlaştırsalar, biz de onları desteklesen, şansımız döner ve ne güzel bir ilk olurdu! Ama olmadı. Nerede! Bu kahve görüşmesinden sonra halk arasında dolaşan fıkra şudur: “Bir Çingene evine döndüğünde, karısı Ayşe onu - “Gene mi boş elle geldin, nerede o ‘demokrasi’ dediğin kuzu? Nerede?,” diye hiddetle karşılar ve kocasının sırtını yumruklamaya başlar. Dayanamayan Çingene, - “yahu hakikatten bu ‘demokrasi kuzusu’ bizim buraya ne zaman gelecek?” diye, Müdüre sormaya gider. Müdür Çingeneyi balkona çekip evin önünde dizi arabaları göstererek sorar: - “Şu aşağıdaki “Mercedes”i görüyor musun?” - “He, görüyorum.” - “O benim. Yanındaki, şunu da görüyor musun?”


Makale ve Analizler - 2014

55

- “Ha, görüyorum.” - “O da damadımın. Onun yanındakini görüyor musun?” - “Ha, onu da görüyorum.” - “O da özel sekreterimin. Onun yanındaki boş yeri görüyor musun?” - “Ha, orayı da görüyorum.” - “Sen “Mercedes”ini oraya park ettiğinde, demokrasi size de gelecek. Anladın mı?” Çingene evine dönmüş ve kapıyı açtığında karısının yan yana dizdiği ayakkabıları göstererek, - “Şu senin, benim ve çocukların ayakkabı sırasına müdürün ayakkabıları da dizildiğinde, demokrasi bize de gelecek,” demiş. Karısı da süpürgeyi kaptığı gibi savurmaya başlamış... Bu fıkra ağızdan ağza dolaşırken, 25 yıldan beri Kırcaali’de insanlar bir türlü eriyip bitmeyen “demokrasi” bonbonunu düşündüm. Bir de şu Ahmet Doğan’ın yakın dostu ve uzun yıllık yardımcısı olan, sayesinde sülalesi fakirlikten sıyrılan Kasım Dal ile Kroman İsmailov’un mantığına bir türlü akıl erdiremedim. Bu hafta GERB partisinden sonra AB Parlamento seçimlerinde aday listesini Reformcu Bblok partisi de tescil ettirdi. Liste başı Miglena Kuneva’dır. Bu partiden 1 vekilden fazla çıkamaz. Parlamento dışı bir sağcı kuruluştur. 2013 yazında yönetimine Kasım Dal ve Korman İsmailov’da alınmıştı. Bu listede Korman İsmailov olsa da hiçbir şey değişmez. Reformu Blok kimliği açık olmayan bir oluşumdur. İçindeki kalabalıkta 1934 yılı Lukov faşist çetelerinden önde gelenlerin torunlarına kadar tipler vardır. Bu esnek gericiler, 1992’de Filip Dimitrov hükümetine, 2001’de ise, İvan Kostov hükümetine sızmışlardı. Şimdi de AB parlamentosuna doğru sürünüyorlar. Bu kalabalıkta Türklerden Pomaklardan ve soydaşlardan birkaç bin oy gelir, oyun rengi yoktur, sayı rakamdır, rakam da adaydır mantıyla Kasım Dalı ve Korman İsmailov’u kullanıyorlar. Türk, Pomak ve tüm Müslümanlardan destek istiyorlar. Hatta onlar adına olmak üzere, T.C. Dış İşleri Bakanı Ahmet Davudoğlu’nun son Sofya ziyareti sırasında, bu defa da bir şeyler yaparsınız anlamında el açıp yüz kızartan Kasım Dal’ın Brüksel’e göndermek istediği Miglena Kuneva’ yı tanıyor musunuz? Lütfen dikkatle okuyun: 1. Miglena Kuneva bir komünist diplomat ailesinde dünyaya gelmiş ve anası ve babası Büyük Elçilikler gezerken, birkaç dil öğrenmiştir. Özel bir öğrenimi yok. Hukuk danışmanı olarak biliniyor.


56

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

2. Bulgaristan Komünist Partisi iktidardayken Merkez Komitesi Politik Büro üyelerinde daha sonra Başbakan olan Andrey Lukanov’a ve 1996’da Sosyalist Parti (BSP) Başbakanı Jan Videnov’a danışmanlık yapmıştır. Bilindiği üzere, Başbakan Andrey Lukanov zamanında Bulgaristan ekonomik olarak yıkıldı. Başbakan Jan Videnov yönetiminde de mali bakımdan çöktü. Bir US Dolar 37 leva olmuştu. Maaşlar 4-5 Dolardı. Aç kaldık. Yani M. Kuneva Bulgaristan’ı çökerten politikaya danışmanlık yapmıştır. AP’ye gitmesi büyük bir yanlış olur. 3. Daha sonra Miglena Kuneva Bulgar devleti paralarının bir Afrika ülkesine çıkarılması operasyonuna katıldı. 4. 2007’de sonra belirli bir süre Bulgaristan’ın AB komisyonlarında çalışan şimdiki Reformcu Blok’un AB Parlamento milletvekili adayı ve Kasım Dal’ın kendisi için oy istediği kişi, AB’de şu işleri yaptı: a) Tütün de dahil, hiçbir tarım ürünü için kota almadı. Üstelik 280 bin ton tütün üreten Bulgaristan’ın üretiminin 20 bin tona düşürülmesine imza attı. b) Tarım ürünleri için Yunanistan’a Bulgaristan’da 3 defa daha fazla teçvik ve para yardımı veren AP Programlarına imza attı. Milletimizi, halkımızı büyük kayıplara uğrattı. c) “Kozloduy” AET’lerimizin 3. ve 4. reaktörlerinin kapanmasına gerek yokken, AB üyeliğimizin şartı olarak kapatılması isteğini, halka sormadan, perde ardından, özel koşullarla kabul etti ve ülkemizi milyarlarda Euro zarara soktu. d) Ülkemizi bir gelişmiş sanayi ve tarım ülkesi olması yerine bir Turizm Diyarı olmasına evet dedi ve ekonomik kalkınma programlarımızın belini kırdı. e) Biz bugün AB ülkeleri arasında en sefil ve yoksuluz. En düşüm maaşlar bizde. Çocuklarımız ve torunlarımız Vatanı terk ediyor. En büyük ölüm ve en düşük doğum oranı bizdedir. Sağlık hizmetlerimiz krizde. Eğitim sistemi bunalımda. Biz bambaşka insanlar seçmeliyiz. Bu eski “politikacılara” yeni fırsat tanımamalıyız. Ve daha neler neler... Böyle gerçekler herkesin gözünü çıkarırken, halkımızın ekmek alacak parası yokken, herkes elektrik faturalarını ödemekte her gün biraz daha zorlanırken ve yeniden seçilmelerini ve ayda 40 bin Euro maaşla sefa sürmeleri istenen Miglena Kuneva gibi politikacılara oy verilemez, vermemeliyiz, vermeyeceğiz. Bu listenin içinde Kroman İsmailov da olabilir. Bu hiçbir şey değiştirmiyor. Her şeyi önceden düşünmeleri gerekirdi. “Reformcu Blok” Komünist Partisi’nin en azılı ajanlarını AP Genel Kuruluna sokma, yerleştirme ve ajanlık etme mekanizması olmuşsa. “Hayır!” bizden oy alamazsınız.


Makale ve Analizler - 2014

57

Sağ parti olmanız hiçbir anlama gelmez. Bu sağ oluşumun içi kaşarlı faşist doludur. Bulgaristan Türkleri, Pomaklar ve Çingene kardeşlerimiz artık oyalanmak istemiyor, uyandılar, onu bunu zengin yapma, saraylarda yaşatma politikalarına karşı dikilmeye kararlıdır. Bu yol, seçim günü evde kalma ya da üzerinde tam açıklama ve araştırma yaptıktan sonra gösterilecek belirli bir adayı destekleme politikamız olacaktır. AB seçimleri yeni Bulgaristan tarihinde en büyük soyguncuları, ülkemize en fazla kötülük edenleri özendirme, ileri itme aracı olamaz ve olmamalıdır. Bu bizim elimizdedir ve oyumuz kuvvetimiz oldukça adalet yolunda kullanacağız.

İkna Olmanın Yolları

BGSAM-06.Nisan.2014

Aldatıldığımıza ikna olsak işler düzelecek. Almanya’da faşizmi yaratan, toplama kamplarında milyonları yakan, İkinci Dünya Savaşı’nı başlatan Adolf Hitler Alman halkını “doğru ve haklı olduğuna” ikna etmek için bin bir yol denemişti. O ikna etmenin ikna olmak kadar zor olduğunu biliyordu. Bir gün yanına propaganda şefi Göbelsi çağırıp, - Halkın bize inanması için ne yapayım? diye sorduğunda, şu cevabı aldı: - “Almanya’yı bombalayın.” Evet, Göbels Hitler’e halkın gözünü boyamak, kendisine kayıtsız şartsız bağlanmasını ve körü körüne inanmasını sağlamak için Almanya’yı bombalamasını önermişti. Şu da bir gerçek Göbels Hitleri ikna etmeye çalışsa da, Hitler Almanya’yı bombalamadığına göre, ikna olmamıştı. Almanya’nın bombalanması korkusu ve bu barbarlıktan Alman halkını kurtarabilecek tek güç olarak Hitler’i gösteren yalan propaganda “Büyük Önder Führeri” yarattı.


58

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

O dünyaya hâkim olmaya heveslendiğinde, onu ateşe verdi. Toplam 100 milyon insanın ölümüne sebep oldu. Alman halkı Hitleri putlaştırdı. Her dediğine inandı ve başını yaktı. Sık sık “lider” olarak tarif edilen önderlerin sivrilmesi için bazen toplumun derin bunalım geçirirken bataklık içinde çaresiz debelenmesi yeterli oluyor. Birinci Dünya Savaşı (1914 - 1918)’den ve 1918 Devrimi’nden sonra Almanya derin bunalım yaşadı. İçinden ulusal demokrat sargı bezleriyle diktatör Hitler çıktı. 1989’dan başlayarak, sosyalist düzenin geçirdiği depremden ve ardından çökmesinden sonra, Rusya da bunalım bataklığına saplandı. İçinden kurtarıcı diktatör Putin sivrildi. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, sosyalizm ve totalitarizm yıllarında Bulgaristan toplumunda derin etnik alanda katmerleşip şiddetlenen boğuşma “soya dönüş” politikasında kilitlendi. Toplum parçalandı. Bir yanda, devlet terörü uygulayan yönetme, yürütme ve yargı erki, baskı ve terörle bütünleşen rejim, öte yanda daha fazlası köylülerden oluşan emekçi Türk, Pomak ve diğer Müslümanlar. Bu çatışma isim, baba, ana ismi, soy isim değiştirmeyle kalmadı, geleneklere, tarihe, yaşam tarzına, ülkenin ikinci büyük halk topluluğu için kutsal olan her şeye uzandı. Bulgar devleti Türkleri, Pomakları ve diğer Müslümanları kimlik olarak ezip geçerken, ikna yolları aradı, değişik metotlar denedi. Basın, radyo, TV işe koşuldu, kişisel ikna denendi, hiçbir usul sökmeyince ülkenin karma bölgeleri yıllarca kapandı, izinli giriş çıkış rejimine geçildi, etrafta kuş uçurtulmadı. Halkın manen çöküşü, ruhların daralması, hapislerde, toplama kamplarında, sürgünde, evde kalanlar arasında başkaldırma ve direnme dokusu ördü, doğal mukavemet eylemlerinin erkek, kadın, genç yaşlı örgütçüleri, önderleri belirdi ve sivrildi. Devrimci direniş kendi yolunu çizmeye başladı, kolları kanatları oluştu. Bu arada devlet de boş durmadı. Büyük baskıların büyük tepkiler ve sosyal direniş dalgası doğurduğunu iyi bilenler, direniş hareketini gemleyebilmek, direnenleri paketlemek, mukavemeti durdurabilmek için değişik planlar yaptılar. Kişisel sindirme uygulandı. Aileler baskı altına alındı. Soylar sülaleler parçalandı. Evler, haneler, mahalleler erkeksiz, başsız kaldı. Halkla hesaplaşma isteyenlerin gözüne uyku girmiyordu. Halkın tepki ve direnişinin belini kırma ve Türkleri yine kendi kabuklarına kapama planları çizilmeye başladı. Bu sosyal tasarımlar üzerinde çalışan grupların içinde özel görevli biri olarak, gerek Sofya’da Sosyal Bilimler Akademisinde, gerek Polis Akademilerinde, gerekse Bulgar Bilimler Akademisinde kendini halkla haşır neşir etmek için hapse bile giren bugünkü Hak ve Özgürlük Hareketi fahri başkanı Ahmet Doğan aktif yer aldı. Halktan biri olduğunu ikna etmek için üst başı kirli, saçı sakalı birbirine karışmış, pantolonu ütüsüz, ayak kapları ökçesiz gezen istikbalin “büyük lideri” insan arasında


Makale ve Analizler - 2014

59

belirmeye, burnunu oraya boraya sokmaya, aldata bileceği, kandırıp başını belaya vereceği kişileri, aileleri, grupları belirlemeye başladı. Sofya’ya indiğinde cebinde otel parası olmayan bu “lider bozması, sahtekârın teki” o gün bu gün insan elemekle uğraşıyor. İnsanları ikna etmede ustalaştı. 25 yılda en az 1500 Bulgaristan Türk aydınının başını yaktı. Yeni yetişen ve ekmek parası için hayat mücadelesine katılanların yoluna taş koymaya hala devam ediyor. Sofya’da “Vitoşa Dağı” eteklerinde adına “Saray” denen bir süre yıkık dökük olan fakat onarımdan ve çevre düzenlemesinden sonra kirada oturduğu korumalı binaya 60. doğum gününde topladığı 100 kişi arasında Hak ve Özgürlük Davası’na baş koymuş bir tek kişi yoktu. Hepsi istihbarat subayı, hepsi HÖH örgütü içine girmiş “Truva Atı” ajan sürüsü elemanlarıydı. O, kendi kendini “ben büyük biriyim” diye ikna ede ede halktan fersah fersah uzaklaştı. Aslında bütün krallar gibi o da çıplak. Yarın Bulgar parlamentosunda herkes 1990 durumuna dönecek, varınız yoğunuz hazinenindir, çaldıklarınız dolandırdıklarınız devletin olacak dense, kokulu bir şopar durumuna düşeceğini bilmeyen yok. Ama halkın buna ikna olması için, önce yasanın onaylanması gerek. Nikolay Barekov böyle bir yasa yazmaya başladığını bildirdi. Yaşayıp görmek, ömür meselesidir. “Temiz Eller” operasyonu bizde de başlayacak. 1989’da Türkler ayaklandığında Ahmet Doğan Pazarcık hapishanesinde mahkûmlara Cumartesi ve Pazar günlerinde Orlin Zagorov’un (Şükrü Tahirov) Türklerin Bulgar olduğunu anlatan “İstinata” (Gerçek) adlı kitabından konferanslar veriyordu. Türklerin başkaldırısı Bulgar devletini geriletmişti. Todor Jivkov ile Turgut Özal arasındaki söz düellosundan sonra, “Kapıkule” kapısı açıldı. Bulgaristan Türk topluluğu büyük bir sel halinde Türkiye’ye akmaya başladı. Böyle durumlarda insanımız, ailelerimiz, yakın akrabalarımız, köylerimiz “aman herkes gidiyor biz burada mı kalacağız” havasına girmeleri işten değildir. “Herkes nereye biz de oraya!” ya da “Besbelli orada yiyecek ekmeğimiz var, ekmek çeker,” havasına girer ve ne propaganda, ne ağabey sözü, ne komşu nasihati, ne imam, ne muhtar lafı dinleyen olamazdı ve olmadı da... Büyük göçle ortaya çıkan yeni durumda, Bulgar iletişim araçları pek tabii, “aman gitmeyin”, “tütünleriniz, evleriniz, hayvanlarınız, bağ bahçeleriniz kalıyor!”, “her şey değişir, düzelir” propagandasına başladı. Kimse ikna olmadı. Devlet propagandasına kimse inanmadı. Yüz binler geri dönmeden çekip gitti. Bu propaganda o zaman kokuşmuş bir hamurdan yapılmış pastanın üzerine çikolata cilası yapmaktan başka bir şey değildi. İnanan olmadı.


60

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

1985’e kadar Bulgaristan’dan göç etmeyi aklından geçiren Türk yoktu. İsimler değiştirilirken de göç propagandası yapılmadı. Türk ve Müslümanlarına içten içe bıkkınlık veren, onları göçten yana tercihlerini sessizce yapmaya iten, hızla karar almaya zorlayan çok sert ve acımasız politik baskılar uygulandı. Böyle bir durumda, fazlasıyla ezilen halkımız Bulgaristan’ı bırakıp kaçmaya ikna olması pek zor olmadı, aslında hiçbir şey yapılmasına gerek de yoktu. Mayıs 1989’daki başkaldırıdan sonra, en güçlü sosyal hareketlilik olan yığınsan göç büyük dinamitlerin hareketlenmesiyle, uzlaşmaz çelişkilerin keskinleşmesi sonucu ve kitlelerin bir dip dalgası olarak kaymaya başlayıp kendine yeri yatak aramasıyla gerçekleşmeye yol aradı. Bu Türkleri ve Müslümanları devinime geçiren son etnik zülüm oldu. “Olacağı varsaolsun!” bizim ancak son sözümüzdü. Halkın gözü döndü. Böyle durumlarda hareketlenen toplum eski kuralları tanımaz, yasaları hiçe sayarak, kendi kural ve kanun, ahlak belirlemeye başlar. 1989’da Bulgaristan’da yaşanan buydu. Gerçek durum sertti. İktidara ve baskı düzenine karşı ayaklanan bir etnik azınlığın enerjisini dışa yani komşu Türkiye’ye akıtarak deşarj olmasını sağlamak, bugünkü vahim durumu doğurdu. O zaman durum böyle sakinleştirildi. Sınır kapısının açılması ikna etmenin gayret ve yöntemlerini rafa kaldırdı. Göç seli bulanık aktı. Hareketlenme dinamitlerini birlikte sürüdü. İşte böylece sakinleşen ortamda seralarda yetiştirilen fidanlar pazara, hapislerde beslenen “lider” adayları meydanlara, halk arasına çıkmaya başladı. Bu başlangıcın tarihi 10 Ocak 1990’dır. O gün, Bulgar milli istihbaratı, Varna İl Mahkemesinde tescil ettirdiği “Hak ve Özgürlük Hareketi” partisinin başkanlığını özel eğitimli ajan Ahmet Doğan’ın sol eline sıkıştırırken sağ eline de bir çanta para verdi ve “ha gülüm sen şu koyunları topla ve bizim sayaya kapa” ödevini, ulusal vazife olarak verdi. O gün bu gün Ahmet Doğan Bulgaristan Türk, Pomak ve Tüm Müslümanlarının ikna olmuş, yeminli çobanıdır. Zaman döndü, devir değişti çoban işini iyi yaptı ve kıymeti arttı ve saraya girdi. Onu ikna etmek gerekmedi. Onun koyunları toplarken kullandığı yem ve tuz ise Hak ve Özgürlükler yalanıydı. Bu yıllarda koyunlar birer ikişer bayıldı. Bir yudumcuk da ben alayım diye koşarken melemeyi bile unuttular. Koyun tekme atmadığı için fazla yaralanan veya ayağı boynuzu kırılan olmadı.


Makale ve Analizler - 2014

61

Zaten olsa da ne olacak, kes kafasını gitsin, ne kadar azalırlarsa azalsınlar, hak ve özgürlükler yalanına kurban gitmek zaten kutsal bir şey, cennetlik olmanın da tek yoludur. Klasikler kölelerin köle olduklarına inanmadıklarını yazar. Rusya toprak ağılığı döneminden mujikler “toprak köleleri” hak hukuk sorunlarını mesele yapmamış, her şey kendiliğinden çöküp çürüyene kadar dayanmışlardır. Bizim insanımız da demokrasinin güzelliklerine alıştıkça alışıyor. Sesi çıkmaz oldu. İnsanımız uysaldır. Her şeye akan suya bakar gibi bakarken, kenarda durup seyretmeyi tercih etmişken, bir karışsa su bulanacak ve durulana kadar yine beklemesi gerekecek. Zaman kaybı. Toprağını elinden aldıklarında direnmediler. Geri verdiklerinde ise almadılar. Kimse bir şeye ikna olmuyor. Neye ikna olması gerektiklerini de bilmiyorlar. “Olsa da olur, olmasa da olur” felsefesi ağır bastı. “Olsa da ne olacak!” deyenler de var. Bu sözleri Ahmet Doğan’ı düşürsek de ne olacak şeklinde anlamalıyız. Saraydan çıkarıp müzeye koyacaklar. 120 yıllık Bulgar tarihinde en büyük iş, Türkleri ve Müslümanları ezmekti, kimin elliyle ezdiler, Ahmet Doğan’ın. O zaman Ahmet’i neden eritsinler ki, gün gelir lazım olur. Ekmek halktan (halktan toplanan vergilerden), saray kirası devletin HÖH partisine verdiği karşılıksız yıllık yardım parasından, koruma paraları da bu bütçeden). Yesin içsin, yatsın kalksın ve herkes Sarayda çok zehirli uyuyan karayılan ve çok güçlü ve aç bir ayı olduğunu unutmasın. Korku dağları bekler. Korku halkı uyutmanın en güçlü silahıdır. İnancımıza göre, en kötü olan bile gün gelir düzelir, bizim işler de nasılsa düzelecektir... Herkes bilir, bir insanı elektik çarpması için, her iki telde de cereyan olması gerekir. Telin birinde yaşayanlar durumlarından memnun! Onlar oligarşi, onlar yenginler, onlar Ahmetler, onlar Lütfüler. Kendileri yiyip içip seni, beni, hepimizi kandırıyorlar. Oyalandığımıza artık onanmışlar. Onlar bu işten geçiniyorlar. Ya biz. Onları sırtımızda devamlı taşımaya mecbur muyuz? Mecbur olmadığımıza, bu işin


62

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

bizim kaderimiz olmadığına ne zaman ikna olacağız? Sen artık ikna oldun mu? İkna olup bu işe son verme zamanımız gelmedi mi? Hadi hayırlısı olsun.

Hayır!

Seyhan Özgür-06.Nisan.2014

Hak ve Özgürlükler Partisi (HÖH / DPS) Avrupa Birliği Parlamentosu milletvekili adayı olarak Daniel Peevski’ nin yükseltilmesine kesin ve kararlı bir Hayır! Haziran 2013’te HÖH fahri başkanı Ahmet Doğan’ın HÖH milletvekili Daniel Peevski’yi Devlet Güvenlik Ajansı (DANS) Başkanlığına meclis kararıyla tayin ettirmesi bütün Sofya’yı ve Bulgaristan’ı ayağa kaldırmıştı. O zaman Bulgaristan halkının “Hayır!” hareketi başladı ve ilgili görevinden geri alınıncaya, Meclis kararı bozulana kadar şiddetle devam etti. “DPS Mafya!” bir sivil toplum eylemi olarak geniş tabana yayıldı. Sonunda zaferle noktalandı. Daniel Peevski, 32 yaşında bir Bulgar gencidir. Vidin, Mihaylovgrat, Vratsa, Pleven gibi Kuzey Batı illerinde Todor Jivkov’un totaliter baskı ve terör rejimi döneminde İç İşleri Bakanlığı müsteşarı olan generallerden birinin torunudur. 1985’ten sonra bu iller totaliter politikaya, zorla isim değiştirme ve Türk kimliğinin baskı altında Bulgarlaştırılmasına baş kaldıranların yoğun sürgün edildiği köy ve kasabalar oldu. Peevski tamamen anti-Türk ve anti-İslam bir aile ortamında direnşçi bir ruhla yetiştirilmiştir. Saldırgan bir kişilik sahibidir. 150 kiloluk bedeniyle bir ağır sıklet halterci görünümü sergileyen bu gencin siyasi hayata girmesi, Hak ve Özgürlükler Hareketi Başkanı Ahmet Doğan’ın 2001’yılından sonra partinin demokratik ilkelerini rafa kaldırıp kolektif yönetim organlarını yok ederek tek kişilik otoriter yönetime geçtiği döneme rastlar. Tam o yıllarda, Bulgaristan’daki Rus sermaye egemenliğini ayakta tutan, renkli metaller, elektronik ve petrol iş kollarına hükmeden milyarder Maykıl Çorny ve Erich Berşov gibi iş adamları ülkeden kovulduğunda, iletişim ortamında alan boşluğu belirdi. O zaman etkili kitle iletişim araçlarını satın alarak ele geçirmek ve kamuoyu oluşturma işini boşa bırakmamak için Moskova Daniel Peevski’nin annesi-


Makale ve Analizler - 2014

63

nin adına milyonlar çıkardı. Onlar, böylece, daha önceki dönemde Demokratik Güçler Birliği “CDC” partisinin elinde bulunan ve sonra silah tüccarı Mancukov tarafından satın alınan “Monitor”, “Politika”, “Telegraf”, “Uyikent” gibi günlük ve haftalık baskı sayısı yüksek gazetelere sahip oldular. Böylece Peevski soyunun Rusya ile göbek bağı olduğu ortaya çıktı. O, liseden sonra Blagoevgrad kentindeki Güney Batı Amerikan Üniversitesi’nde okudu. BSP Başkanı ve Başbakan Sergey Stanişev’in yönettiği üçlü koalisyon hükümetinde doğrudan bakan yardımcısı görevine atandı. İş başını Bakanlar Kurulu’nda yaptı. Başbakan şahsen onu biraz yakın takibe aldığında “işe yaramaz” deyip görev aldı. Ardından İç İşleri Bakanlığı’na bağlı Ulusal Sorgulama Müdürlüğüne tayini çıktı. Orada da tutunamadı. 2009’da HÖH lideri Ahmet Doğan onu HÖH listesinden seçilir bir bölgeden milletvekili gösterdi. Artık ikinci süre Sofya Parlamentosu’nda HÖH meclis grubunda işte görünüyor. Şu dönemde işe gitmediği ve meclis komisyonlarına uğramadığı basına sızdı. Şunu da anımsatalım, 12 Mayıs 2013 günü yapılan Bulgaristan milletvekili seçimlerinden sonra, yeni kabine belirleme tartışmalarında, 2001’de Başbakan olan İvan Kostov hükümetinde Maliye Bakanı görevinde bulunan ve yeni hükümette Başbakan olma teklifi alan Pl. Oreşarski ile HÖH milletvekili Daniel Peevki arasında sert bir kavga olmuştu. Bu didişmede, Peevski, Oraşarski’ye “ben senden zenginim, başbakan koltuğuna oturmaya laik olan benim,” dedi. Bakanlar Kurulu kayıtlarına geçen bu küstahlık basında haftalarca tartışıldı. D. Peevski’nin son olarak kamuoyunda görünmesi ise, geçen hafta sonunda HÖH fahri başkanı Ahmet Doğan’ın 60. doğum günü kutlamaları için Bulgar İş Çevreleri temsilcisi olarak katıldığı, son dönemde adı “Saray” olmaktan çıkan ve Merkez TV programlarında ve basında “Bunker”, Bulgaristan Türklerinin ana diline de “bunker” olarak giren, aslında bir sığınak, biçerdöverde tahılın toplandığı sandık, ya da /düşman hücumlarını püskürtmek için tertip edilmiş ve lazım gelen araçlarla donatılmış askeri yer/ olarak tertip edilen 100 kişilik kutlamada görüldü. Bu törende, o, Rusya’nın Bulgaristan katı yakıt ve madencilik sektöründeki menfaatlerini temsil eden, Bulgar devlet vergi dairelerine çok büyük borçları olduğu bilinen ve Ahmet Doğan’ın çok eski dostlarından olmakla övünen Rumen Kovaçki’nin yanına oturdu. Bu buluşmada, Daniel Peevski Bulgar iletişim ortamı holding başkanı, ülkede sigara dağıtıcılarından biri, inşaat sektöründe de ortaklarıyla birlikte tüm devlet ihalelerinin üstüne oturan ama birini bitirmeyen bir iş adamı olarak yer aldı. Konumuzun dışına çıkmakla itham edilmemek şartıyla bu doğum gününde çok ilginç bir olay sergilendi, sizinle paylaşmak istiyorum. Tören masasında Ahmet Doğan’ın sağ yanına HÖH Başkanı Lütfü Mestan’ın eşi Şirin Mestan hanı-


64

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

mın oturması dikkati çekti. Ahmet’in yıllar yılı gözdesi olan moda sunucusu Alten Alieva ise, uzun masanın uzak kenarında sıradan bir sandalyeye oturtuldu. Şunu önemle belirmek isterim ki, HÖH Genel Başkanı Lütfü Mestan’ın kendi nikâhlı karısının bu törenli ziyafet masası başında Ahmet’in yanına oturmasına müsaade etmesi, “Herşeyim sana emanettir sayın başkan” anlamında yorumlara yol açtı. Kadın konusunda bir sapık olduğu herkesçe bilinen ve daha önceki yıllarda, dünyadaki bütün güzel kadınları kendinin sanan Ahmet Doğan’ın HÖH partisinin Silistre bölge temsilcilerinden Orhan Memiş’in güzel eşine de aynı şekilde sulanıp sonunda ailelerinin bozulmasına neden olması, dedi kodu konusu oldu. Şimdiki törene, asıl katılmaları gereken, Ahmet’in öz oğulları Birol ile Oktay ise davet edilmemiştir. Aslında politik ve oligarşi temsilcilerinin bu Bunker buluşmasına, “Multi Grup”ta Ahmet Doğan’ın sağ kolu olan Smolyan, Maden, Ruduzem şehirlerinde ve bölgesinde, kurşun çinko madenleri ile zenginleştirme tesislerinin işletilmesinden sorumlu dostu Kolyo Vılkanov’un davet edilmeyişi kimsenin gözünden kaçmadı. Bu olayı, hazır bulunanlarca ve perde ardında bekleyen gazeteciler tarafından Ahmet Doğan imparatorluğunun dağılışı ve çöküşü başlamıştır şeklinde yorumlandı. Bu doğum gününde ele alınan ve görüşmeye açılan en önemli ödevler şunlardı: Bir) Milletvekili D. Peevski’nin Sofya Meclisinde canının fazla sıkışıldığından ve dokunulmazlığı kaldırılarak tutuklanıp yargılanma olasılığı kapıda olmasından, 25 Mayıs 2014 günü yapılacak, AB Parlamento seçimlerinde onun HÖH listesinde seçilir bir yerden, ne bahasına olursa olsun seçtirip AB Parlamentosu Yeni Liberaller grubuna vekil olarak sokmak ve tüm AB ülkelerinde tutuklanmasını 4 yıl boyunca engellemek olarak biçimlendi. İki) Milletvekili D.Peevski’nin 2009 ile 2013 yıllarının Nisan ayı arasında Sofya’da İç İşleri Bakanlığı’nda Bakan Tsvetan Tsvetanov’un çalışma odasında yaptığı 49 gizli görüşmenin ortaya çıkmasından sonra ve Tsvetanov hakkında artık 3 dava açıldığı dikkate alınarak, sorgulanan dolandırıcılık vakalarında milletvekili D. Peevski’nin de isminin geçtiğinden dolayı acil tedbir alınması düşünülerek, ilgiliye Brüksel Milletvekilliği ve AB parlamenter dokunulmazlığı sağlanması karara bağlandı. Üç) Daniel Peevski’nin de yakın dostu olan ve eski Başbakan Boyko Borisov hükümetinin görev süresi içinde, bir savcı olarak yürütme ve yargı işlerine değişik biçimde direk karışıp sonuç belirleyen baskıcı müdahalelerde bulunduğundan dolayı yargılanan ve geçen hafta 3.5 yıla mahkûm olan savcı Zlatanov ile HÖH milletvekili Daniel Peevski arasındaki ilişkilerin gizli tutulabilmesi esas,


Makale ve Analizler - 2014

65

Peevski’nin AB milletvekili dokunulmazlığıyla donatılıp Brüksel’e gönderilmesi uygun görüldü. Dört) Bulgar merkez basınının Rusya tarafından finanse edildiği şayialarına (kanıtlarla düzenlenmiş iddia dosyası) dayanılarak Sofya Baş Savcılığı’na sunulan ihbar mektupları esas, hemen başlaması muhtemel sorgulamada, Daniel Peevski’nin medya holding başkanı olarak davalara sanık olarak çağrılmasının önlenmesi amacıyla ilgilinin AB Parlamento seçimlerinde HÖH partisinin seçilir bir yerden liste başı olarak gösterilmesinde hazır bulunanlar arasında görüş birliği sağlandı. Beş) “Sansürsüz Bulgaristan” Partisi Başkanı Nikolay Barekov’un medya holding başkanı Daniel Peevski’nin milletvekili dokunulmazlığının kaldırılması ve daha önce hiçbir yerde çalışmadan birden bire kullanmaya başladığı sonsuz mali kaynakları açıklaması için sorgulanması isteğiyle Baş Savcılığa sunduğu dilekçe, işleme girmeden, ilgilinin Brüksel’e HÖH milletvekili olarak çıkarılması konusunda oy birliyle mutabakat sağlandığı tespit edildi. Altı) “Bütün Suçlular Yargılanmalıdır” ulusal hareketinin milletvekili ve medya holding şefi Daniel Peevski hakkında soruşturma başlatılması için Bulgaristan Baş Savcılığı’na sunduğu dosyaya dayanılarak, bu işlemin başlamasından önce ilgilinin AB Parlamentosu HÖH milletvekili adayı olarak yükseltilmesi ve desteklenmesi uygun görüldü. Tespit) HÖH partisi biz mağduruz sayfasını yeniden açtı. 25 yıldan beri hak ve özgürlük umutları yıkıldıkça yıkılan canım kardeşlerime bu gibi haberler vermek ne kadar zor, bilmem biliyorlar mı? Sizin ellerinizle, iradenizle, oylarınızla kurduğumuz parti Hak ve Özgürlükler Hareketi artık hırsızların, dolandırıcıların, şmekerlerin, diğer devletlerin vatanımızdaki ajanlarının işlerini düzeltme, yolsuzlukları aklama, devletimize ihanet edenleri hapisten kurtarma, sabıkalılara Sığınak Partisi olmuştur. Daniel Peevski’nin Hak ve Özgürlükler Partisi listesinden Avrupa Birliği Parlamentosu milletvekili olarak gösterildiğine ilişkin haber 10 Nisandan sonra önce merkez basında ve ardın da Yüksek Seçim Kurulu bülteninde yayınlanacaktır. “Mafya ajanlarını kurtarma opersayonlarına Hayır! Ulusal Direniş Hareketi başlamak üzeredir. Bütün ülkeyi saracaktır.” Sivil toplum örgütleri, sendikalar ve dernekler, meslek kuruluşları, aydınlar, gençlik ve üniversite öğrencileri 2 ay sürecek olan protesto eylemlerinde çok aktif olması için örgütsel çalışmalar başlamış bulunuyor. Örgütlenmede siber iletişim kullanılacaktır.


66

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

AB Parlamentosu milletvekili aday listelerin açıklanmasıyla patlayacak olan yeni direnişlerde, soydaşlarımızın da “Sabıkalılara oy yok!” kampanyası başlatarak aktif olmanızı bekliyoruz. Bu eylemlerin başını göçmenlerimizin kültür, dayanışma ve hizmet dernekleri çekecektir. Davamız her zaman ve her yerde ortaktır! Zaferimiz de ortak olacaktır. Bu mücadelenin ilk aşamasında “bunkerde” sığınaklarda gizli, korumalı yaşayanları ortaya çıkarıp yüzlerindeki maskeleri indireceğiz. Bizi bundan böyle kullanmalarına izin verilmeyecektir. Vermeyeceğiz! Tüm sabıkalıların, dolandırıcıların, ajanların ve hainlerin yeri AB Parlamento Genel Kurulu ve Komisyonları değil, Bulgaristan Mahkemelerinde duruşma salonlarıdır. Büyük direniş, sivil kalkınma şeklinde ve “Hayır!” hareketi olarak şarj olup güç topluyor.

Yeni Tuzak Kuruldu

Muazzez Yurdakul-07.Nisan.2014

Türk onurludur, dürüsttür, ahlaklıdır, sözüne inanılır. 25 yıldan beri sözde mağdurlar tarafından aldatılıyoruz Şu bizim Seçim Kanunu değiştirildi, yenilendi, yamandı dikildi de bazı maddelerine hiç dokunulmadı. Örneğin: 1) Bulgaristan Cumhuriyeti’nde kim milletvekili olabilir? 2) Bulgaristan Cumhuriyeti’nde kim Avrupa Birliği Parlamentosuna milletvekili seçilebilir? Bu iki sorunun yanıtında adayın 18 yaşını doldurmuş olmasına işaret edilmesi yeterli sayılamaz. Milletvekili nitelikleri sıralanmalıdır. Sabıkalı bir kişi, vergi kaçakçısı, dolandırıcı, yalancı, rüşvetle çalışan, okuduğunu anlamayan, görüp işittiğini anlatamayan, okuduğu karar ve yasaları yorumlayıp açkılayamayan kişiler milletvekili olamaz. AB milletvekilliği içinse, adayın etnik kültürünü, ulusunun medeniyet düzeyini, tarihsel geçmişini, bugünkü durumunu, potansiyelini, hedeflerini iyi bilmesi gerekir.


Makale ve Analizler - 2014

67

Adayın ahlaklı ve şerefli bir kişi olması gerektiğini vurgulamak istemiyorum, çünkü bunu bizim nasıl bir insan olduğumuzu bir örnekle anlatmak istiyorum: Bir Leva Çocukluğumda bir gün komşumuzun kirazlığında oynarken, Ali cebindeki bir levayı düşürmüştü. Otların arasında aradık taradık, hiçbir yerde bulamadık. Arkadaşının çok üzüldüğünü gören Hasan eve koştu ve döndüğünde bizimle beraber aramaya devam etti. Ansızın heyecanlı bir sesle - “Buldum” dedi ve avucunu açarak avucunun içindeki 2 adet 50 stotinkayı Aliye uzattı. Ali demir paralara baktı ve - “Bu paralar benim değil. Benim bir levam, bütün levalıktı. Buldukların başkasının, alamam”, deyip aramaya devam etmişti. Bizim özümüzde mağduriyet sömürmek diye bir şey yoktur. Onun için Türk onurludur, dürüsttür, ahlaklıdır, sözüne inanılır... Biz temiz ahlaklı insanlarız! Çocukluğumdan olan ve paylaştığım örnek bizim ne kadar pırıl pırıl, ne kadar dürüs, ne anlamlı ve parlak, hilesiz ve örnek bir ahlak sahibi olduğumuzu kanıtlamaya yeter de artar. Kuşkusuz böyle olduğumuz için, bugün artık yaşlanmış da olsak, içimizdeki ana doku, dürüstlük dokusu olduğundan dolayı aldatılmamız zor olmuyor. Bugün bizim içimizde temel adalet kıstası Ali’nin davranışıdır. Biz kendi ruhumuzu sakinleştirmek, mağduriyetimizi avutmak için hiç kimsenin malına mülküne, örnekte olduğu gibi, bir levasına bile el uzatmayız. Aslında bu özelliğimiz bir dimdik ayakta tutan ve kendi kendine dolup boşalan büyük nimetimiz ve güç kaynağımızdır. Fakat son 135 yıllık Bulgaristanlı tarihimizde bize birçok defa tuzak kuruldu. Birçok defa aldatıldık. Boş bulunduk. Bazı gerçekleri geç görebildik. Etrafımızdaki insanları kendimiz gibi dürüst sandık ve aldatıldığımızda ağır kayıplar verdik. Öyle görülüyor ki, bu son 135 yılın son 25 yılında biz, bizden olmayan ama kendini bizden gösteren, yaptığı ayak oyunlarıyla bizi oyalayan ve aramıza sokulmayı başarıp öğrendiklerini başkasına sızdırarak kene gibi kanımızı emen, ikiyüzlü olduğunu bilmediğimizden, gerçek yüzünü hemen yeni yeni görebildiğimiz Ahmet Doğan’a getirmek istiyorum sözümü.


68

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Aldatılmamızın temelinde yatan şudur: Biz, Bulgaristan Türkleri 1985 1990 çekimizden sonra, aldıkları ağır yaralar 1972’den 1990’a kadar açık kalan Pomak kardeşlerimizle birlikte, İfadem cazipse “güneş ışığı gibi sıcak, dinmeyen acımızı saracak” bir lider bekliyorduk. Gönlümüzü böyle birine açmıştık. Beklentimiz büyüktü. Ne yazık ki aldatıldık. Bu öyle bir durum ki, belki bir yere kadar, tohuma aç toprakla, çocuğu olmasını isteyen bir kadınla mukayese edilmesi doğru olabilir. Bir gerçek kurtarıcıyı, karışan işlerin önüne geçecek ve her şeyi düzeltecek güvenilir birini beklemek çok zordur. 1989’da böyle bir bekleyiş mayalanmıştı ve kabardıkça kabarıyordu. Biz, “ağlasam inlemesem, silinmez bahtın karası” şarkısını biliriz. Bu yüzden merhamet beklemiyorduk. Fakat mağduriyete uğramışlara yardım eli uzatmaktan da asla vazgeçmemiştik. Ve tam bu noktada boş bulunduk, gafil avlandık. Hapisten danışlı düğüş salınıveren Ahmet Doğan’ın bizim tarlamıza dikilmesi için düşman yıllar yılı çalışmış hazırlık görmüş ve para harcamıştı. Ahmet Sofya’ya indiğinde eskiden tanıdığı bir Türk ailesine sığınacak ve halka onların yardımıyla karışacaktı. Besteci Turgut Şinikarov’un eşiyle çok iyi tanışıyordu. Bulgar Bilimler Akademisi’ne bağlı Felsefe Fakültesinde sekreterlik yapan ve daktilo işlerine bakan Bayan Şinikarova, Ahmet Doğan’ın BKP Merkez Komitesi için yazdığı yazıları daktiloya çekerdi. Onun “Simyonovo” Polis Akademi’sinde savunduğu doktora tezini bile daktilo eden oydu. Bu savunmaya MK üyelerinden başka birçok general de katılmıştı. Savunmadan sonra verilen ziyafetin masrafını İç İşleri Bakanlığından yoldaşlar karşılanmıştı. O hapse girmezden önce cereyan eden bu olayları yakından bilen ve birçoklarına bizzat katılmış olan Şinikarov ailesi ile aralarındaki ilişkiler samimiyet derecesinde yakındı. Bu yüzden Ahmet önce bu aileye sığındı. Kaldığı daire bir gazeteciler sitesinde olup, SSCB Büyük Elçiliği’ne de yakındı. Ve işte o zaman, daha 1989’un son aylarında Ahmet Doğan Bulgaristan Türk aydınları, aydın çevreler ve aileler önünde ben mağdurum rolü oynamaya başlamıştı. Aslında onun 25 yıldan beri sahnelediği tavır budur. İkiyüzlü olduğundan kendini ve niyetlerini gizlemeyi becermiştir. Hapiste ve özel eğitiminde aldığı bilgiler ona bu bakıma yardım etmiştir. Ahmet Doğan’ın mağduriyet, ben de sizin için haksızlığa uğramış kimseyim, mazlumun havaları aslında önceden iyi düşünülmüş ve Bulgaristan Türk ve Müslümanları için hazırlanmış kapandır, seçimden seçime içine düşürüldüğümüz tuzaklardır.


Makale ve Analizler - 2014

69

Kapımıza geleni boş çevirmemek; bohça açmış dilenci olsa bile bir şeyler atmak; bayram etimizden herkese tattırmak; evde iyi bir yemek yapılsa mutlaka komşuya da bir tabak götürmek; ruhumuzun özünde olduğundan, asırlar içinde Nasrettin Hoca’dan önce mi? Yoksa sonra mı?, dilimize yerleşmiş, bilemiyorum ama “isteyen bir dilenci, vermeyen iki dilenci” deyimi çocukluğumuzda kafamıza çizilen ilk bilinç çizgilerindendir. Bu çizgi şopar kafasında yoktur ve olamaz. Ama mağdur rolü onların doğuştan ezberinde olan bir roldür. Bulgar istihbaratı ile Rus casusluk servisinin fısıldayışıyla Ahmet Doğan’dan 25 yıldan beri her seçimde oynaması istenen şu “Ben Mağdur Biriyim!” sahne oyunudur. 25 yıldan beri hepimiz seçime katılma hakkımızı ve özgürlüğümüzü kullanırken, aynı tiyatroya ve aynı sahne oyununu görmeye götürüldük. Sahne hep aynı sahneydi. (Demokratik seçime katıldık. Bir profesöz, bir bakan, hatta Ahmet Doğan’ın oyu ile cahil bir köylünün oyu aynı değerdeydi. Oyun hep 1 = 1 olan başladı ve bitti.) “Mağdurlar” farklı kişiler olduğundan önümüze sunulan pilavın hep ısıtılmış eski pilav olduğunu yıllarca fark edemedik. Fark edenlerse, “ev sahibinin yemeği üstüne laf söylemek adetten değildir, düşüncesiyle hep sustular” olan hep bize oldu, “İnşallah tekrar etmez!” temennisiyle geçiştirdik. 3 - 4 yılda bir defa olmak üzere, birinci sıralarda localarda oturduk. Aman bu piyesi T.C.’deki soydaşlarımız da görsünler diye, gelemeyenler içinse, seçim sandıkları Bursa, İstanbul, İzmir, Ankaralara taşındı. “Az mı çektirdi! Bulgar’a bir ders de biz verelim!,” dedik Mağdurlarımızın hep yanında olduk. Bize “Oy İneği” olarak bakmaya başladılr. Bizi 25 yıldan beri, hep inek gibi sağdılar. Ne süt dünden, ne yağından ve yoğurdundan hayır gördük. Bir balya saman getirip önümüze atmadılar. Bizler kovulduk sustuk! Sağıldık tekme atmadık! Aldatıldık yutkunduk! Oyalandık oyalanmasına da, artık oyalandığımızın farkındayız. Bu arada, her defasında anamız ağlatıldı. Önce mağdurum diye kıvranan Ahmet Doğan’ı adam ettik. Onunla birlikte Önal Lütfü’yü besledik. Hapis arkadaşıdır gelsin o da alsın kaşığı eline dedik, Kasım Dal’ı sofraya aldık. Ardından bir sürü yeni mağdur belirdi, Emel Toşeva, Şerife Mostafova, Şirin Mestan hepsi hiçbir iş yapmadan ve hiçbir zor görmeden “mağdur” olduklarından, onlar da “mağdurlarımızdandır” dedik, ayrı sofra kurduk, özel besledik.


70

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Sonra aslında işleri iyi olan ama soframıza sokulan Dr. Tabakov’u, Sever’i, Dimitrov’u, Şterev’i himayemize aldık, yemeyi beceremediler, “mağdur” duruma düştüler, Sterev 10 milyon, diğer ikisi 27 milyon kaçırmışlar, devlet sofrasında olmak kolay değil, neyse 10 yıl da meclis köfte sofrasında semizlendiler ve şimdi Varna hapishanesinde sıçanları sayıyorlar. Onları “mağdur” gösteren, mağdur değillerse bile oyuna getirip “mağdur” eden hep o “mağdurlar kralı” Ahmet Doğan oldu. “Bir köye bir deli yeter!” diyen haklıdır. Bulgaristan Müslümanlarına da bir Ahmet tımarhane soytarısı yetti de arttı. Şimdi sözde Bulgaristan’ın en zenginlerinde olduğunu gizleyemeyen milletvekillerimizden Danço Peevski’ye acılı köfteler dokunmaya başlamış. O da “mağdur.” Ağa babası Ahmet Doğan ama biraz Brüksel’e gitsin ve gönlü açılsın diyor. Oyunuzu “zavallıya” veriverin kararı yazdırıyor. Onu, 40 bin Euro maaşla Brüksel’e AB Parlamentosuna milletvekili olarak göndermemizi istiyor. Vay be “Hayırsever Cemiyeti” olsak, bizden böyle bir fedakârlık ve özveri istenmezdi. Bulgar ayağımıza düştü desene... Vay vay vay!!! Vallahı, bizim parti Hak ve Özgürlükler Partisi mi, yoksa “Hayır Cemiyeti mi?” Yıllarca generalleri, sonra oğullarını, şimdi de torunlarını kuş süttü ile beslemek. Bu, bize Allah emri mi? Hey tüm serbestli elindeki oyolan kardeşim! Uyandın mı? Uyan kardeşim uyan! Gelin birlik olalım ve şu 40 bin Euro maaşı hak eden bir kardeşimizin evladına verelim. Yeter artık “mağduruz” piyesi. Dizi bitti. Sarayda oturuyor, “mağdurum” diyor. Bulgaristan Türklerinin ve tüm Müslümanlarımızın, tüm soydaşlarımızın oyları cankurtaran simidi değildir. Yargıya düşen yargılanır, cezası olan gider çeker. Çekerken de İnşallah adam olur. Artık aldatılmayalım. Bu işi biz düzeltmezsek uzun sürer, zor düzelir. Ne kadar “ah”, “oh” etsek, kendimizi paralasak azdır, şu zamanı kaçırırsak, tav kaçar ve çorabı sökemeyiz. Bir milletin aldatılması kolay da aldatıldığını fark ve kabul etmesi, çok ama çok zor. Hele bu millet Türk ise, hele bizsek, hele bin bire parçalanmışsak, hele ezilmişsek ve hele aldatılmaya ve oyalanmaya alışılmışsak. Gelin silkinelim ve bu işi bitirelim. Tavı kaçırırsak yıllar değil, asırlar ister. Osmanlıda Tazminata kadar 350 sene sürünmüştü. Biz bu satırları yazmaya başlayana kadar 137 yıl geçti.


Makale ve Analizler - 2014

71

Son 25 yılın pişmanlık ve acısını yazmaya ise adeta takatsizim. İşte gördünüz gençlerden bazıları deli cesaretiyle atıldı savaş meydanına. Oktay Yenimehmedov gibi gerçekleri şahin gibi gören ve yumruğunu kaldıran gençlerin ardından yürümek sürünmekten çok daha kolay olacak. Şimdi istenen “mağdurların” listesine oy vermemektir. Biz mağdurun halinden anlayan bir milletiz, ama bunların hepsi sahte mağdur kişilerdir. Hedefleri oyumuzu alıp bizi aldatmaktır. Derneklerimizi, federasyonlarımızı, kulüplerimizi, tüm aydınları 25 Mayıs 2014 seçimleri arifesinde halkımızı uyandırma görevine çağırıyorum. Bu defa bu tuzağa hiçbirimiz düşmeyelim! Kimseyi düşürmeyelim. İmkân versinler kendi adaylarımızı seçelim. Namuslu, Öğrenimli, yabancı diller bilen, şerefli genç kadrolarımız var. Brüksel’e onları gönderelim. Dava ortaktır. Vatan birdir..

Korkuluk

Neriman Eralp-07.Nisan.2014

Bostan Korkuluğundan Korkan Kargadır. Arkadaşlarım, ben iş icabı Snoptaydım, orada Sabahattin Ali’nin hapis kaldığı kaleyi gezdim, oturdum hapis duvarlarının ardında denizi dinledim, duygudaşlık (empati) kurmaya çalıştım. Kaldığı hücrede bulundum, duvarlara kazıdığı şiirleri okudum. Çok duygulandım, çok etkilendim. O bizim etimizden et, canımızdan can, tırnağımızdan kıymıktır. İzlenimlerimi yazarak sizi Bulgaristan Türkleri soyundan olup tarihte dalgalandıkça dalgalanan, bizde de Bulgaristan Türk edebiyatının anadilimizde oluşumunu hem şiir hem de düzyazı olarak etkileyen Eğiri Dereli (Ardino) büyük ozanı anlatacaktım, ama hafta sonu yazılarımızdan etkilendim ve “merhamet oyunu” üstüne fikirlerimi paylaşıyorum. Bizim bir bostan vardı. Dere boyunda küçük bir yerdi. Oraya biber domates, kavun karpuz ekerdik, Birkaç da kiraz ağıcımız, eriklerimiz, ayvamız ve dutlarımız vardı. Dedem, bahar aylarında beyaz kirazların sararmasını, alların da kızarmasını beklerken çayıra uzanır, gökyüzünde bir noktaya bakar ve beklerdi. Bah-


72

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

çenin tam ortasında bir sırık, ucunda bir şapka, şapkanın altında rüzgâr estikçe ses çıkaran bir naylon parçası, üzerinde beyaz amerikandan bir gömlek, bir elbise ve ta üzerinde de uzun kollu bir serte vardı. Bu dedemin her yıl diktiği ve giydirdiği korkuluktu. Özür dilerim ama yazılarınızı okuduğumda aklıma ilk gelen bizim bostandaki korkuluk oldu. HÖH parti “lideri” Ahmet Doğan hakkında, Bulgaristan’da ilk kitaplardan birini yazan, birkaç zamandan beri tarafsız analizler yayınlayan “Presa” gazetesinin yazı işleri müdürü, bilinen gazeteci Toma Tomov, 2013’te en çok kitap satan “Helikan” Yayınevine, Kasım Dal’ın son 15 yılda sipariş ettiği ve satın aldığı kitapların listesini çıkartmış. Neden K. Dal’a mı? Çünkü Ahmet Doğan şu dönemde bile korumalı bir binaya kapatılmış ve neredeyse adeta bir modern hapishane hayatı yaşadığından, onun yıllardan beri öyle gidip kitapçı gezmeye, kitap satın almaya ne imkânı ne de vakti olmuş. Bu işi onun adına hep erkek sekreterliğini yapan Kasım Dal ile bir ara Ahmet Emin, şimdi de Mustafa Karadayı yapıyormuş. Helikan’un T. Tomov’a gönderdiği listede dönemli (periyodik) bir arayla en çok aranan yazarın Nikolo Machiavelli (1469 - 1527) olduğu ortaya çıkmıştır. Kasım Dal, Helikan’tan Machievelli’nin 1513’te kaleme aldığı “Prens” eserini çok sık aldığı, bazı yüksek rütbeli “arkadaşlara” hediyelik olarak da özel kutuda sipariş etiği almıştır. “Prens” eserinde bir liderin nasıl oluştuğu, ötekileri mutlaka korku içinde yaşatmak; korku tür ve biçimleri; korkuyu besleme, büyütme ve sürekli ayakta tutma yolları; korkuyu halk arasına salma ve geri toplama usulleri XVI. yüzyıl İtalya’sı gerçekliğinden yaşantılarla verilmiştir. Machievelli’nin yaratıcı kalemi, gücü sınırsız bir monarşi erki gerekliliğini koşullandırırken, bugünkü koşullarda yaratılan kudreti total hâkimiyette var olan perde ardı (kulisteki) oligarşi düzenini görebilmek olasıdır. Avrupa tarihinin önemli yazarlarından olan Machievelli, lider siması yaratırken, onun halktan uzak kalmasını, kendini halktan kopararak ötekileştirirken, kitleyi korku içinde boğma ve hiçleme yani sıfıra indirme yöntemlerini yaratan kişiliktir. Bu eserde, “Prensin” yani modern bir batı terimi olan ve bizde de çok sik kullanılan, “lider” emrinde tutmak ve kendilerine istediğini yaptırmak istediği kitleyi kendi içine kapamak, kendi öz kültüründe kapsülleştirmek, öz dinine hapsedebilmek için öncelikle parçalanmasını önlemek, dağılmasına engel olmak, bilgisizlik içinde boğmak, ruhsal gıdasını vermemek, düşünmeye başlayıp yeni istekler ileri sürüp hak hukuk adalet özgürlük masallarından uzak kal-


Makale ve Analizler - 2014

73

maları için baktıkları yerin hep karanlık tutulmasını mutlaka sağlamak gerekli olduğunu yazmıştır. Bu gerçeği bir defa, tarih içinde Bulgaristan’da Türk ve Pomaklar ve diğer Müslümanların aynı ümmetten oldukları açısından ele aldığımızda şu ortaya çıkıyor. Üçüncü Bulgar Çarlığının ilan edildiği 1908 ile devlet olarak son defa çözüldüğü 1989 yılları arasında ele alındığında şunu gözlüyoruz. Pomaklarla Türklere birbirlerinden “farklı etniklermiş” açısından bakıldığında, onların topluma ve dünyaya böyle tanıtılmaya başlanmasından sonra, yani 20-nci yüzyılda bizde biri ötekine yabancı 3 kuşak yetişti. Ahmet Doğan’ın vazifesi HÖH kitlesini (Tüm Bulgaristan Müslümanlarını) bir kapta kapsülleşmeye zorlamak, onları ayrılmaz ve parçalanmaz bir şekilde bütünleştirmek anlamına geldiğinden, öteden beri uygulanan geleneksel devlet stratejisine (ayır buyur uygulamasına) her açıdan ters olup, sıra dışıdır. 1989’dan sonra böyle bir etniksel bütünleşmeye yol verildiği için bugün saç baş yolanlar olduğuna inanıyorum. Belki de, Ahmet Doğan’ın cumartesi ve Pazar çarşıya çıkış izni bile olmadan, çok sıkı düzenli “saray hapsinde” modern değimle “bunker karanlığında” tutulmasının derin nedeni buur. Bu noktada, Machievelli’yi okuyan, okuduklarını ters anlamış ve devlet menfaatlerine rağmen, ancak oligarşiye hizmet etme açısından uygulamıştır. Bu ise, devletin içindeki ayrışmaya neden olduğundan anayasa ve yasalara aykırı düştüğünden, ağır ceza yolunu açar. Bir asır merhametsizlik görmüş bir halkın aldatılabileceğini düşünmek boş iştir. Halkım uyanmıştır: Yavaş da olsa halk uyanmaya başlamıştır. Yine Machievelli eserindeki “bakılan yer karanlık olmalı” (umut öldürülmeli) gerçeği XXI. yüzyılda insanımızla ilgili pek geçerli akçe olmadı. Bulgaristan Türklerinin tüm Müslümanların baktığı yer hep Ankara olduğundan, 2001’den sonra Türkiye’de başlayan hızlı inkişaf, yükselme ortamında, dünyanın gözü önünde yepyeni bir Türkiye boy attı. (14. yılını yaşadığımız yeni asırda Türkiye açısından karanlık bir bakış açısı yaratmak olanaksızlaştı.) Tam bu noktada, Bulgaristan’da boş kalan yeri: “mağduriyet mizanseni” doldurdu. İç ortamda bu senaryoyu sahneye koyan Ahmet Doğan’ın kendisidir. Bugünün ve dünün milletvekilleri, Şterü Şretef, Dr. Nihat Tabakov, hırsızlar başı Sever, şimdi başı sıkışan Daniel Perevski ve daha nice “mağdur” aktörleri yaratan, bulan, giydiren, adam eden hep Ahmet’in kendisidir. Soruyorum:


74

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Hangi aklı başında Bulgaristan Türkü, hangi soylu boylu Pomak kardeşimiz milletvekili oldu? Yok, böyle bir şey! Olamaz ve olmayacak da! Duvara asılan elek bile olsa, bin de deliği olmuş olsa, özel bir yerinde başka bir delik olacak, yada asmaya yarayan bir ipi olacak (yani bizim değişimizle bir bok yemiş olacak) ki, halk önüne çıkarıp, duvara asılabilesin ve Ahmet Doğan da onun “koruyucusu hatta kurtarıcısı” olsun. İnanmanızda ısrarlıyım, Ahmet Doğan şimdiye kadar ne kimseyi korudu ne de herhangi birimizi kurtardı. Zayıflıklarımızdan yararlandı ve hepimizi birer birer limon gibi sıkıp sıkıp çöpe atmaya devam ediyor. Örnek: Üçlü koalisyon hükümetinde Dış İşleri Bakanı Yardımcısı olan Feyim Çavuşev (Petır Çavuşev), komploya düşürüldü, şimdi Ahmet Doğan’ın en yakın dostu Rumen Kovaçki,’nin Bodovdol madenlerinde kürek cezası çekiyor. Bunun tersi olan tek bir örnek gösterebilmek imkânsızdır. Bugün Varna hapishanesinde nara uzanmış gün sayarken denizin uğultusunu dinleyen ve artık süt dökmüş kediye dönmeye başlayan yani kendini suçlu hissetme çöküntüsüne girmiş olan Dr. Nihat Tabakov’u, doktor kabinesinden çıkarıp Belediye Başkanı yapan, ona 30 milyon kredi dayatan, Dulovo anaokulunu kapatıp, ben ne dersem o olacak kafasıyla “kumarhane” açtıran kimdir. Başkası değil Ahmet Doğan’ın ta kendisidir. Sonra onu savcı, yargıç, icra memuru gibi kurtlara yem yapan ve “kardeşimiz mağdur” deyip ondan milletvekili yapan, 8 sene parlamento büfesinde küfte yedirip derin derin düşündüren oyun senaryosunu yazan Ahmet Doğan’ın kendisidir. Vazifesi bizi ya aç bırakmak, ya köpeklere atmak ya da hapiste çürütmektir. Bu katliam Bulgaristan’da düşünen ve şerefli son Türk ve Müslüman yok edilinceye kadar devam edecektir. “Bunker”de çizilen planlar bunlardır. Bize çektirmek. Hiç düşünmediniz mi Sofya Meclisi Haskovo’lu Atilla’ya neden dar geldi diye!!! Arkadaşlarımın da yazdığı gibi, bu son çeyrek asırda sözde “mağdur” gösterilen aktörler hep ne hak ve özgürlük davasıyla uzak yakın ilgisi olan, daha önce ne hapiste yatan, ne tutuklanıp sorgulanan kişilerdir. Birçokları kendileri, kardeşleri, babaları, akrabaları “soya dönüş” terör uygulamasında ve kimliğimizi yok etme davasında aktif rol almış kişilerdir. Hepsi ikiyüzlü ve hainlikten başka hiçbir şey düşünmeyenlerdir. Bunlar gazete bile okumayan, okuduğunu anlamayan süprüntülerdir. Hepsi devlet beslemesi, ahlaksız, hain tiplerdir. Aralarında bizden olan, davaya sağdık gençler yok demek istemiyorum. Fakat daha fazlası bunlar-


Makale ve Analizler - 2014

75

dandır. 4 yıl parlamento sandalyesinde uyuklayan hiçbir konuda söz almayan, yazmayan, çizmeyen, fikir beyan etmeyen tiplerden ne bekleyebiliriz ki? Aralarında sabıkasız olan var mı bilmiyorum! İşte bu “kahramanlar” Machievelli’nin eserlerinden çıkarılmıştır. Bunların arasında en büyük “Korkuluk” ise, Ahmet Doğan’dır. Machievelli, yarattığı simalardan lider yaparken “Sizden Korkacaklar” diye yazdı. Ahmet Doğan’da Saray’da “yıllardan beri sığındığı inde” yakın “dostlar” (haydutlar) çevresinde: “Ben beni sevenleri değil, benden korkan insanları görmek istiyorum!,” diye var gücüyle bağırıp çağırmaya defam ediyor. Bu feryat dinmeyecektir! Fakat biz kimseden korkmuyoruz! Korkarak yaşamak istemiyoruz! Oktay Yenimehmedov örneği ortadadır. En yakın hedefimiz hür olmak ve adil demokratik toplumu yaratmaktır. Biz bu toprakların doğurduğu aydınlarız ve tarihte alacağımız yerde: Korkulukların maskesini indiren kuşak olacağız. Korkulukları yıkanlar biz olacağız! Sen bizi korkutma planları yaparken tımarhanelere düştün. Sen artık “bunkere” hapsedilmiş bir zavallısın! İşte sana, bizden olup, bizim de onun uzantısı olduğumuz, hapislerde çürütülmek isteyen Sabahattin Ali gururumuzun tırnaklarıyla Sinop kalesinde duvarlara kazıdığı birkaç dörtlük: Gezip dolaşanlar varmış, Burada çiçekler açmıyor, Aynada hayalim ağlar Avluda volta vururum; Günler su gibi akarmış... Kuşlar süzülüp uçmuyor Geçmiyor, günler geçmiyor Kâh düşüp otururum. Geçmiyor günler geçmiyor. Yıldızlar ışık saçmıyor Yanımda yatan yabancı, Türlü hayaller görürüm; Her sözü zehir gibi acı, Geçmiyor günler geçmiyor Bütün dertlerin en gücü; Geçmiyor günler geçmiyor. Geçmiyor günler geçmiyor. Gönülde eski sevdalar İyi insandan kötü söz çıkmaz. Dışarda mevsim baharmış, İyi insan olan biziz! Gözümde dereler, bağlar


76

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Sen, hey Ahmet Doğan, hep “Her sözü zehir gibi acı”, “Büyük bir korkuluk” kalacaksın. Hiçbir işe yaramadın, yaramıyorsun, yaramayacaksın! Dikkat et Saraydan burnunu çıkarırken Oktaylar çoğalıyor olabilirler... Zehirli ağacın meyvesi yenmez. Yemedik, yemeyeceğiz! Sen yarınları olmayan birisin. Sen karanlığın ta kendisisin. Sen ruhunu zehirlemiş birisin. Ve bizden değildin. Bostan korkuluğu’nun hiç meyve verdiğini görenler var mı. Yok. O zaman senden meyve bekleyenlere duyurulur. Biz korkuyu yendik. Aç kollarını sevgilim: Korkuyu yendim. Gelen benm! GELEN HALK

Mantığun Yolu Birdir

Rafet Ulutürk-07.Nisan.2014

İngiliz doğa bilimcisi Darwin (1809 - 82) Türlerin Evrimini araştırıp yazmazdan tam 100 yıl önce Erzurumlu halk bilgesi Hakkı Efendi şunu kaydetmişti: Su evrim geçirdi toprak oldu, Toprak evrim geçirdi bitki oldu, Bitki evrim geçirdi hayvan oldu, Hayvan evrim geçirdi insan oldu. Darwin ret edilene kadar en az birkaç yüz milyon defa basıldı. Söylediği en büyük söz “Evrimdir!” En büyük bulgusu “Evrim Teorisidir.” Erzurum’lu Hakkı Efendi yabancı dillere tercüme dilmemiştir. Fikrimi soran olsa, doğal evrimi Darwin’den çok daha başarılı ve özlü anlatmış, derdim. Ama soran olmadı. Bunu bir Osmanlı düşünürü olan Hakkı Efendi’nin yerine bir Batı Avrupalı klasik söylemiş olsa, ünlülerin âlimi olurdu.


Makale ve Analizler - 2014

77

Toplumun yeni fikirleri kabul etmesi çok zor oluyor. Sanki insanın kafası yeniliklere kapalıdır. Hele işin içinde bir para meselesi yoksa yeni fikirler doğmasa daha da iyi olur. Büyük İskender’in İskenderiye Kütüphanesini ateşe vermesi, insanlık tarihinde cezasız kalan en büyük suç mudur? Tüm öteki dinlerden farklı olarak, hem iman hem de bilim dini olan İslam’ın İskenderiye Kütüphanesiyle kucaklaşması dünyayı nereye götürebilirdi bir düşünebiliyor musunuz? En zengin kütüphanelerini yitiren insanların dünyaya, kitaplara, bilime soğuması, araştırma yapma ve kitap okuma sevgisini kaybetmesi doğal olabilir mi? Olmuş işte! Şu günlerde ilk silahın patlamasının 100. yıldönümü anılacak olan Birinci Dünya Savaşı’ndan bir yıl önce küçücük Yunanistan, tüm Arap devletlerinde tercüme edilip basılan kitaplardan 10 kat daha fazla kitap çevirip yayınlamıştı. Bilgi altında ezilmeden bilim oluşmaz ki! Büyük İskender’in ayak izlerini 2.300 yıl sonra hissetmek ne kadar kötü değil mi! Biz Bulgaristan Türkleri de öz eleştirimizi yapmadan aydınlanamayız. Öz eleştiri tuğumun kabuğunu atması, topraktan çıkıp yapraklanması, sonra başak salması ve püskülleşmesi gibidir. Dünya bir öncekinin bir sonra gelen tarafından olumsuzlaşmasına ve ona “zamanın doldu, işin bitti” git demesinden güç alır. Böylece gençleşerek ilerler. Genç olanın yaşını almış olana “artık sana gerek kalmadı” demesi bir suç değildir, yaşamı hayata çağırmanın ta kendisidir. Mantığın özünde olan da budur. Hayatı bu şekil okumadan ilerleyemeyiz. Toplumsal atılım yaşamamız ise tamamen imkânsızlaşır. Bizim halk dilimizde bu evrim “te geliyor işte, ardındadır” sözünde ifade bulmuştur. 1936 - 53; 1968 - 78 ve 1989 göçleri arasında yola çıkarken yanımıza aldığımız ve arkamızda bıraktığımız kitapların sayısı bakımından mukayese edilse, ortaya her hangi bir fark çıkar mı dersiniz! Şahsen bana kalsa Türkiye’ye getirdiğimiz kitaplar arasında en büyük sayıda olan “Moskowich” ve “Lada” arabalarının tamir kılavuzu, 70’li yıllarda Bulgar dilinde yayınlanan “Napravi si sam” (Ev İşlerini Kendin Yap) ve “Narıçnık na zelençuko proizvoditelya” (Sebze Üreticisinin Kılavuzu) kitapları olmalıdır. Yaşlılar beraberlerine Musaf da almıştır. Evlerimizde kalan kitaplara gelince, Marksizm Leninizm kuramına ilişkin eserleri “biz gidiciyiz aman gören olur, bize komünist demesinler” diye yak-


78

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

tık. Çocukların ders kitaplarını “oradan yenisini alırız” dedik de getirmedik. Türkiye’de o zamanlar pek popüler olmayan satranç kutularını bile “orada olmaz mı, vardır” deyip, bir kenara attık. Bizim eleştirilecek çok yanımız olduğu ortada. Rus dili ders kitabını ve sözlüklerimizi de getirmedik de, geldiğimizde memur statüsüne girenlere Bulgarca için ayrı, Rusça için ayrı ve tüm öteki diller için ayrı dil parası ödendiğini görünce, kitaplara yeniden sarıldık. Bizim Bulgaristan’da inat ederek öğrenmek istemediğimiz İslav dilleri için Anavatanımızda harıl harıl para ödendiğini gördüğümüzde, dünyamız değişti. Kuşkusuz şimdi böyle bir şey yok, çünkü bilgisayarların çeviri programları bu işleri hemen hemen yapmaya başladı. Biz, bizden yıllarca Türklüğü unutmamız istendiğinden olacak, oturduğumuz köylerden 200 – 300 km. mesafede olan Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasında çok büyük katkılarımız olduğunu işitiyor ama anlayamıyor ve kulağımıza gelenlere yeterli değer veremiyorduk. Örneğin, dedem Edirne Savaşı’ndan (1912) tek bacaklı dönse de, anneme ve babama bu savaşı pek fazla anlatmamış, onlarda dedemin anlatmadıklarını bana aktarmamıştı. Oysa o savaşta en büyük rol oynayan atalarımız yani biz Balkan Türkleri olmuşuz. Bizim Doğu Rodoplar’da lakaplar hep “Onbaşı” ya da “Çavuştur” ve bunlar Edirne muharebesinden gelen soy atlarımızdır. 1908 İkinci Meşrutiyet’e de seyirci kalmamışız. Resneli Niyazi öyküsünü bilmeyenler Osmanlı bağrında ilk demokrasi kurumlarının (millet meclisinin) doğuşunu anlamakta zorluk çeker. Türklük içinde Hürriyet Söylevi onun katıldığı kavgalarda doğdu. Bu kavgalara Türklerle birlikte İstanbul’un tüm öteki etnikleri de katıldı. Osmanlının yerine Cumhuriyet düzeni kurma, istiklal ve özgürlükler mücadelesi Gelibolu ve Çanakkale’de atalarımızın kanıyla kahramanlık sayfaları yazdı. Maneviyatımızdaki coşkun mücadeleci ruhumuzun derin kökleri bu savaşlara uzanır. Biz Bulgaristan Türkleri on dokuzuncu yüzyılın sonlarında ve yirminci yüz yılda çok eziyet ve mağduriyet gördük. Ne var ki, hep mağduriyetimizi belli etmemeye çalıştık. Haksızlığa ve zarara uğrasak da derdimizi açığa vurmamada ısrar ettik. Biz hepimiz dağ etekleri köylerinden geldik. Şimdi doğduğumuz köylerle ilişkimiz kesilse de yankılanır kulaklarımızda asırlarca söylenen türküler. O topraklar bizim ata yurdumuzdur ve nice hayallerimize yuva olmuştur. Biz oralarda da devamlı bir evrim içindeydik, zevkimiz, ruhumuz, gücümüz oralarda gelişti, kimlik bilincimize o dağ doruklarıyla yükselebildik.


Makale ve Analizler - 2014

79

Nasıl politik evrim geçirdiğimizi ise lütfen siz düşünün.

Romlar Ayrılıyor. Bulgaristan’da Azınlıklar Bakanlığı Kurulmalı

Dr. Nedim Birinci-07.Nisan.2014

HÖH - DPS’de toplu yönetim değişikliği zorunlu oluyor. Bulgaristan’ın Samakov ilindeki “Borovets” (Çam Korusu) adlı kış sayfiyesinde Bulgaristan Romları Ulusal Toplantısı yapıldı. Hafta sonunda toplanan Çingene liderler güncel konularla birlikte, yeni bir politik hareket oluşturma, Romların toplum dışında kalmasının vahim sonuçları, Avrupa Birliğinden yardımlarının Rom mahalle ve ailelerine ulaşmama nedenleri; Bulgaristan’da Çingene nüfusun sosyal ve eğitim sorunları gibi konularda rapor dinlediler. Hak ve Özgürlükler Hareketi (DPS) Samakov milletvekili Aleksandır Dimitrov, gerçekleştirilen Ulusal Rom Toplantısı’nın girişimcilerinden biri olarak, basına demeç verdi. O, HÖH / DPS partisi yönetiminin zamanını doldurmuş bir politik grup olduğunu ve Bulgaristan politik sahnesinden inmesinin zorunlu olduğunu, HÖH - DPS’ nin toplu yönetim değişikliğine gitmesi gerektiğini, bu yapılmadığına göre, HÖH partisi saflarından ayrılma kararı aldıklarını ve yeni bir politik çizgi izleyeceklerini, açıkladı. BULTÜRK Derneği’mizin Başkanı Rafet Ulutürk ve Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezinin yayınları Hak ve Özgürlük Partisi’nin çözülme dönemine girdiğini aylar önce bildirdi. Yıllardan beri halktan tamamen kopmuş olan HÖH partisi Bulgaristan Türk, Pomak ve Müslüman ve Hıristiyan Çingenelerin nabzını tamamen kaçırmıştır. Yönetim kararlarından hiç biri geniş halk kitlelerinin hiçbir sosyal ve ekonomik derdiyle hiçbir noktada kesişmedi. Dalavere ve rüşvet alma planları yapan, bazı güçlü aracılarla kontrolünde tuttuğu iletişim araçlarıyla halkı sürekli manipüle eden parti yönetimine başkaldırma süreci bu nedenle başladı. Ahmet Doğan’ın 60. doğum gününe hiçbir çingene çalgıcının, hatta virtüöz klarnetçi İbrahim Papazov’un, hatta Sliven’li “Beyaz Kuğular” grubunun davet edilmemesi, “çalka” müziğinin paşası olan Aziz’e bile sahne verilmemesi tepki uyandırdı. “Biz artık tamamen gözden düştük” Çingene çevreleri yorum getirmeye devam ediyor. “Bizim müziğimizi dinlemek istemeyenler bizimler nasıl bütünleşir?” sorusu en çok tek-


80

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

rarlanıyor. Başkaları ise, “Bu adam hem bizim kanımızdan, hem de bizi istemiyor!” neden acaba diye soruyor. Çingene çalgıcılar, Ahmet’te hakikatten bir şeyler var, ruhsal çöküntüsünden (depresyondan) sonra değişti. Sevdalandı mı ne? “Rus Romanslar” dinlemiş. “Visotski şarkıları söyletmiş,” dünyadan uzak, eski zamanlara dönmüş, taşlamaları birbirini izliyor. Adamı Vitoşa eteğine kapadılar. “Hayat durdu. Bize ekmek kalmadı!” diyenler çoğalıyor. HÖH’ten kopma ve uzaklaşma sürecinin Rom ahali aydın kesimi öncülüğünde yol aliyor. Seçimden seçime Rom mahallerinde elektrik faturalarını ödemekle, bayramdan bayrama makarna paketi dağıtmakla veya su parasını ödetmemekle politika yapan Ahmet Doğan çetesi, artık Çingene bataklığına saplanıyor. Çingeneler oy satmama sayfasını açıyor. İçinde rüşvet vardır korkusu etrafı sardığından postacının getirdiği havale zarfları imza karşılığı almayı ret ediyorlar. Çingene mahallelerinde değer yargıları değişmeye başladı, eskiden 20 levaya oy satan ve 2 gün yaşayanlar artık, köklü dönmüşümler hedefleyen istekler haykırıyor. Şimdiye kadar haksızlığa uğratılanlar, aldatılanlar, oyalananlar, yalanla kandırılanlar, bundan böyle mağdur yaşamak istemiyorlar. Yerleşen yeni bilinç budur. Çingeneler de demokrasi kurallarının hakikatten uygulanmasını ve adalet güneşi doğmasını bekliyor. Ahmet Doğan ile Lütfü Mestan’ın “Aşağı mahallede yalan söyledim, yukarı mahallede kendim inandım” politikası artık sökmüyor. Çingenelerin önde giderlerini hiddetlendiren politikalardan biri de 2011’de yapılan ulusal sayım sonuçları oldu. Avrupa Birliği’ne bildirilen resmi rakamlarda, Bulgaristan Cumhuriyeti’nde yalnız 300 bin Çingene kalmıştır, bunlar da her yıl değişik sebeplerle % 14 oranında azalmakta ve bu gidişle 2020 yılında Bulgaristan’da Çingene diye bir “etnik azınlık”tan iz bile kalmayacaktır, denmesi bardağı taşıran son damla olmuştu. Bilindiği gibi, aynı çevrelerde hazırlanan yanıltıcı istatistiklerde Bulgaristan’da Türk de yoktur. Çünkü 1979’da Türkiye’den sözde Sofya’ya bir heyet gelmiş ve o zaman devam eden göz selini durdurmak için “Bulgaristan’da Türk kalmadı, gelenler hep Çingene, bu gidişle Çingene de kalmayacak, kapıyı kapayalım” demişlermiş. Amerikan sakızı gibi çiğne uzat çiğne uzat, yalan istatistiklerin başı sonu yok. Geçenlerde AB yeni liberallerinden Sofya’ya gelen ve Vitoşa eteklerindeki “bunker” sığınağına uğrayıp beslenen çoban köpekleri yavrularının kulübelerini gezdikten sonra HÖH fahri Başkanı Ahmet Doğan’la bir kahve içip görüştükten sonra, yakın dostuna dönerek şöyle bir soru sormuştur: “Ya bu adamda pek Türk suratı ve asaleti yok. Daha önceleri de bir yerde işitmiştim. Bulgaristan’da hakikatten Türk kalmadı mı?” Şu dönemde Bulgaristan’ın en büyük etnik azınlığını oluşturan Çingeneler, Amerikan Merkezi Haber alma Örgütü (CIA) 2013 resmi rakamlarına göre, 2 milyon 400 bin kişidir. Yıllık nüfus artışı % 13 - 14 olan bu azınlığın geçimini sağlamak


Makale ve Analizler - 2014

81

için ne tarım sektöründe, ne inşaatlarda ne de sanayide istihdam alanı açılmadığı gibi, sosyal yardımlar da ailelere ulaşmamaktadır. Çingene mahallerinde anaokulu ve ilkokul sorunları çözülmemiş, ana dillerinde öğretim ve eğitim sorunlarını çözmeyi ise, anayasaya aykırı bulan Bulgar makamları soruna her zaman uzak kalarak, olayların kendiliğinden çözüleceği havasını beslemiştir. Bulgaristan’da Çingene sorununun seçimden seçime Çingene kızanlarına futbol topu dağıtmakla çözülemeyeceğini artık anlamayan kalmadı. Çingene karılarının çiğnediği “demokrasi bonbonu” artık erimek üzeredir. Bundan 7 yıl önce ülkenin AB’ye girmesiyle Çingenelerin sosyal yardım aramak için eski kıtanın ana merkezlerine akıp yığılmaya başlaması, bizdeki durumun evrak üzerinde gösterildiği gibi olmadığını, çok derin sosyal ve ekonomik sorunların çözüm beklediğini politik gündeme taşıdı. Bugüne kadar bu sorunlar para karşılığı “işler yapıldı ve paralar ödendi diye” imza atan bazı Çingene sözüm olan yetkililerin “Evet” demesiyle halledilirken, hiçbir şeyin çözüm bulmadığı ortadadır. “Borovets” Ulusal toplantısından önce değişiklik isteyen genç Çingene militanlar TV programlarında demeç verdi ve HÖH yönetiminin izlediği politikaları desteklemeyeceklerini beyan ettiler ve Bulgaristan hükümetinde Azınlıklar Bakanlığı kurulması zamanı geldiğini, oyalama ve uyutma politikasıyla sorunlara çözüm getirilemeyeceğini açıkça duyurdular. Buna cevap olarak, şimdiki Başbakan Plamen Oreşarski ve hükümetinde Sosyal İşler Bakanı Dr. Hasan Ademov’un “her Çingene için 7 metrekare konut kurulup dağıtılacak” beyanı da tatmin edici olmadı. Çingeneler bunun da yeni bir yalancı emzik olduğunu hemen anladılar. Onların istekleri çözülmeden önce gruplaştırılmalıdır. Bölgelere göre, tasnif ve analiz edilmelidir. Soylar aile katmanları, sosyal tabakalar derin incelendikten sonra en acil ihtiyaç tespitleri yapılmalıdır. Özel devlet ve AB fonlarıyla sorunlara yanıt aranması zamanı kapıyı çalıyor. Azınlıklar Bakanlığı’na HÖH / DPS dışı aydın Türklerin de alınması ve halkımızın gerçek sorunlarını çözme yolları aramasını sağlık veriyoruz. Bulgaristan Azınlıklar Bakanlığı AB ile uyumlu ve politik şapka dışında görev yapmalıdır. Biraz geriye dönmüş olsak, öteki azınlıkların sorunlarıyla birlikte Çingene “büyük etnik grubunun” problemlerini de çözme yolları arayacağını vaat eden HÖH / DPS partisi, Çingeneler için Brüksel’den gelen sosyal ve kültürel ödenekleri, Çingeneleri Bulgar Toplumuna Katmak İçin Örgütlenen “Çingene 10 Yıllığı” programı paralarını da hedefsiz ve yarar sağlamayan işler için harcamış ve bitirmiştir. Bu sahte ve aldatıcı politikayı temsil edenlerin başını çeken ve HÖH yönetim ekibine katılış nedenleri ve hedefleri pek bilinmeyen, doğuştan Şumen’li olup, yerel Türkler tarafından dışlandığı için, 12 Mayıs 2013’te seçimlerinde Kuzey Batı Bulgaristan (Montana, Vratsa, Vidin) Çingeneleri’nin oylarıyla millet-


82

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

vekili seçilen, Kamen Konstantinov, bir gazetecinin sorunlarını yanıtlarken şöyle dedi: Soru: Etnik azınlıkların yaşadığı karma bölgelerde insanların yaşam güçlükleri artıyor, durum yıldan yıla kötüleşiyor, herkes asgari geçim göstergesinin (endeksinin) altında sürünüyor. Bu bölgelerde 24 yıldan beri HÖH yönetimi var ama hiçbir şey yapılmıyor. “Problem nedir?” Cevap: Onlar daha önce de çok kötü yaşıyordu. Yorum: Ne Türkler, ne Pomaklar ne de Çingeneler daha önce kötü yaşamıyordu. Belki Bulgar manavında muz ve portakal yoktu ama aç, işsiz ana baba yoktu, okula gitmeyen çocuk yoktu, mesleği olmayan hiçbir kimse yoktu. Bulgar Bankalarındaki sıcak paranın % 38’i azınlıkların tasarrufundaydı. Son 25 yılda azınlıklardan olan aileler kendilerine yeni ev yaptırmadı, mahalleler ve köyler barındırılmıyor, sosyal kazanımlara yenileri eklenmiyor. Gençler işsizdir. Yaptığım yanlışlığı söyle de, yeni yanlış yapmayayım! 24 yıldan beri yerinde sayan, vatanımızı harap bizi de perişan eden bu politikalardan kurtulmak istiyoruz. Bize ne yapacağımızı söyleyin! Sokaktaki iki çingeneden birinin ağzından çıkan bu sözlere kulak verilmelidir. Romların Hak ve Özgürlük Partisi’nden ayrılması ve değişik bir seçenek aramaları, Ahmet Doğan / Lütfü Mestan ikilisinin sorunları çözme yeteneği, algoritması, formulü olmadığını kanıtladı. Pomakların “Pomak” partisi kurup hareketin ana çizgisinden uzaklaşma çabaları da ortadadır. İzlenen kısır politikalarla hiçbir sorun çözülemez. HÖH partisi hiçbir iş yapmayan sadece maaş bekleyen ve gölgede serinleyen yönetim ekibinden bir an önce kurtulmalıdır. AP Parlamento seçimler, Saray kurtlarının ne düşündüğünü halkımızı oyalamak için ne gibi yeni komplolar icat ettiğini gösterecektir. Bu defa Türk Bulgaristan Türklerinin ve soydaşlarımızın sandık başına gitmeme olasılığı ve böylece 25 yıldan beri insanlarımızı oyalayan ve menfaatlerini geri tepen politik yönetimi ret edip, ondan kurtulma imkânı ortaya çıkmış bulunuyor. Çingenelerin Ulusal “Borovets” Toplantısının düşündürdükleri bunlardır. Dertlerimize birlikte derman arama davamız devam ediyor ve edecektir. Biz Bulgaristan’da yaşayan tüm azınlıklar hepimiz kardeşiz, dertlerimiz ve davamız ortaktır.


Makale ve Analizler - 2014

83

Akıl Hocalarımız

Raziye Çakır-08.Nisan.2014

Radyo, TV’ler ve günlük basından sonra, Cumhurbaşkanlığına yakın çevrelerin haftalık ağır topu olan “Kapital” gazetesine de demeç veren: US Güney Doğu Avrupa uzman takımından Richard Ran ile Ronald It ikilisinin gözünde bizim eksik yanlarımız şunlardır: 1) Yeraltı doğal zenginliklerimizi özelleştirmemiş olmamız; 2) Taş gazı çıkarma usulüyle doğal gaz ve petrol arama ve çıkarma işlerine yeşil ışık yakmamış olmamız; 3) Her yıl ürettiğimizden daha fazlasını harcamamız; 4) Vergi sistemimizi daha şeffaf bir duruma getirememiş olmamız ve 5) Yasaları daha büyük bir titizlikte uygulamamız. US uzmanlarının gözünde Bulgaristan’ın eksikleri bunlardır. Ran-It ikilisi, Bulgaristan’da bilinen kişilerdir. Onlar, 1990’da İsviçre’de ofis açtı ve Bulgaristan’da Ekonomik Gelişim ve Pazar Ekonomisine Geçiş yolunun kilometre taşlarını dikmişlerdi. O günlerden bugünlere 25 yıl, tam çeyrek asır geçti. Ran-It ikilisinin yukarıdaki konulardaki ikna çabaları: 1) Yeraltı doğal zenginliklerimizi özelleştirmemiş olmamız; Onlar, Bulgaristan yakıtının % 90’nı Rusya’dan geldiğinden durumu çok kritik buluyor. Haklı olduklarını kanıtlarken, Ukraynalı iki kaçık ülkeden geçen gaz boru hattını birkaç yerden havaya uçursa ne yapacaksınız? Sorusunu çekinmeden soruyorlar. Devletin özellikle enerji sektöründen el çekmesini istiyorlar. 2) Taş gazı çıkarma usulüyle doğal gaz ve petrol arama ve çıkarma işlerine yeşil ışık yakmamış olmamızdan yakınıyorlar. Yabancılara toprak satma kanununda, Mecliste yapılan son oylamadan ve Anayasa Mahkemesince yapılan son düzeltmelerden sonra da, beş yıl Bulgaristan’da yaşamamış bir yabancıya toprak satmak yasaktır. Öteki Avrupa Birliği ülkelerinde yabancılara toprak satmak serbest olsa da, AB üyeliğine rağmen, Bulgaristan bu konuda özel sınırlandırıcı kanunlarını şimdilik bozmuyor. US uzman ikilisinin istek ve önerileri şöyle özetlenebilir: Bulgar toprağının özelleştirilmesi US topraklarının özelleştirildiği gibi yapılmalıdır. Toprak üzerinde tapusu olan mülk sahibi toprağın altındaki tüm doğal zenginliğin de sahibi olduğu gibi, kimseye danışmadan toprak altındaki zenginlikleri çıkarma ve işletme hakkına sahip olmalıdır. Örneklerken, Amerikan pet-


84

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

rol sanayinde rekabetin böyle kızıştığını ve US akaryakıt sanayinin böyle inkişaf ettiğini vurguluyorlar. Bütün Avrupa’da yalnız Fransa ile Bulgaristan’ın topraklarından taş gazı çıkarılmasına karşı olduklarına işaret edip, son dönemde Fransa’nın bazı bölgelerde bu konuda ılımlı davrandığına işaret ederken, Koca Balkan ile Tuna ırmağı arasında (Tuna Ovası’nda) büyük miktarlarda doğal gaz ve petrol bulunduğunu ve bunları işletirsek, Rusya’dan akar yakıt bağımlılığından kurtulabileceğimizi, anlatıyorlar. 3) Her yıl ürettiğimizden daha fazlasını harcamamız; Az üretip, çok harcadığımızı, buna rağmen çok dış borç yapmadığımızı tespit etmiş olan Ran - It ikilisi, adına Döviz Bordrosu dediğimiz, Bulgar para birimi Levanın Euro’ya karşı sabit kurda kalmasını 20 yıldan beri başarılı sağlayan (1 Euro =1.95 leva) uygulamasına değinirken, bizde işlerin iyi gittiğine, Arjantin’de bu işin patladığını ve çok kötü sonuçlar verdiğine anlatıyorlar. Ran - It ikilisi, kendilerinin önerdiği ekonomik program Bulgaristan koşullarında artık çeyrek asır uygulanırken, bir yere kadar Pazar ekonomisine başarılı geçildiğinin altını çizerken, sanayi ve tarımsal üretimde sürekli azalma ve sıkıntı yaşandığına değinmek istemiyorlar. Onlar, ekonomide tökezleten nedenin rüşvet olduğunu ön plana çıkartıyorlar. Kendilerini haklı göstermek için, 1990’da Bulgaristan’da ücretlerin çok düşük olduğunu, tarımsal tüketim malları bulunmasında sıkıntılar yaşandığını, yakıt bulabilmeninse çok zor olduğunu anımsatıyorlar. Onların kanısına göre, Geçiş Dönemini en başarılı gerçekleştiren Doğu Avrupa ülkelerinden Estonya ile Macaristan’dan sonra, Balkan devletleri arasında ön sırada olan ülkemizin orta konumda olduğunu saptadıklarını ve kanılarında kesin olduklarının altını çiziyorlar. Şimdi AB devleri arasında hayat pahallığı bakımından birinci yerde, ücretler açısından ise, sonuncu yerlerden birinde olduğumuz gerçeği, bu Amerikalı iki uzmanı endişelendirmiyor. Makedonya ve Arnavutluk gibi, Balkan komşularımızla karşılaştırmalarda bulunarak bizim daha iyi durumda bulunduğumuzu belirtiyorlar. Meksika’nın ekonomik ve mali sorunlarını nihayet çözerek, yılda % 6 gibi bir Gayrı Safi Milli Hasıla artışı kovaladığını anlatan US uzmanları, Birleşik Amerika pazarının diş dünyaya açık olduğunu, büyük pazarlara yönelmenin iyi sonuçlar verdiğini kanıtlarken, son yıllarda Yunanistan yoğurdunun US market satışlarında % 50 pazar payına sevindiğine işaret ediyor. 4) Vergi sistemimizi daha şeffaf bir duruma getirememiş olmamız. Ran - It ekibine göre, Bulgaristan’da uygulanan % 10 gelir vergisi özel sektörde huzurlu bir ortam sağlasa da, devlet teşvikleri ve kamu yatırımlarının artmasına gem vuruyor. Ülkemizin AP içinde ekonomik yerini ve payını genişletme çabalarına değinen uzmanlar, AB merkezlerinden gelen teşvik paralarının


Makale ve Analizler - 2014

85

rüşvet mekanizmasının ve mafyanın dişleri arasında kaldığına dikkati çekiyorlar. Diğer Doğu Avrupa ülkelerine kıyasla Bulgaristan’da daha güvenilir yatırım ortamı oluştuğuna tanık olduklarını gizlemeyen US kalkınma programı uzmanları, 6 aydan beri süren Ukrayna bunalımında Rusya’nın değişik uygulamalarla bu ülkeyi ele geçirme çabaları derinleştiği takdirde bütün bölgeyi uzun süreli bir bunalıma sürüklenebileceğine dikkati çekiyorlar. 5) Yasaları daha büyük bir titizlikte uygulamamız. Amerikalı uzmanlara göre, yürütme ve yasama işlerinde belirli bağımsızlık aşamasına erişen Bulgaristan’da adalet sistemi tamamen çalışmıyor. Onların incelemelerinden çıkan sonuçlarda, adalet sistemi bütünüyle rüşvete bağlanmıştır. Bu nedenle, toplumsal adalet bekçisizdir. Can ve mal güvenliği rafa kaldırmış durumdadır. Hukuk dışı yollarla adalet uygulama çabaları kurban almaya devam ediyor. Onların önerileri şudur: Bu durumun aşılabilmesi için, daha önce aynı sorunları yaşamış bazı başka devlerin pratiğinden yargılanılarak diş ülkelerden, örneğin İsviçre veya İsveç’ten Yargıç getirilmelidir. Bu yargıçlar Bulgaristan’da 6-7 sene çalışarak adil yargı sistemini sağlamalı ve yeni bir pratik yaratmalıdır. Onlara göre, çözüm yollarının en kısa ve en sağlıklı olanı budur. Amerikalı uzmanlar, “Kapital” gazetesine verdikleri demeçte olduğu gibi, TV programlarında ve günlüm gazetelerle söyleşilerinde, § Bulgaristan’da 2014 yılında en acil çözüm bekleyen sorunların başında gelen etnik azınlıkların yaşamsal sosyal ve ekonomik zorluklarının çözüm yollarına; § Her geçen günler daha da ağırlaşan işsizlik problemine; § Ekonomik nedenlerle tırmanan dış ve iç göçlere; § Din ve dil özgürlüğü gibi insan haklarının her yerde ve her zaman uygulanmasına; §Ana dilimizi kullanma, geleneksel yaşam ortamı ve biçimi tahrip edilmeden yaşama gibi doğal hakların engelsiz uygulanmasına; § Hak ve özgüzrlüklerin bütünsel uygulanacağı bir ortam yaratılması gibi temel sorunlara değinmemişlerdir. Bulgar kamuoyu, Riçard Ran ve Ronald It gibi, ömürlerinin yarısından fazlasını ülkemizi izlemekle, analiz etmekle, hükümetlere öneriler sunmakla, Geçiş Dönemi ve Ekonomik Kalkınma Paketleri hazırlamakla geçiren dünya çapında uzmanlardan ekonomik altyapımızı, üretim potansiyelimizi değiştirecek, ulusal ekonomimizin yeniden yapılandırılması kapılarını açacak yeni üretim-


86

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

lerle ilgili öneriler bekledi, ne yazık ki beklediğiyle kaldı. Bu memleketin bu hale gelmesi hep Akıl Hocalarından gelmedi mi?

Kızlık Adı “Oy”

Neriman Eralp-08.Nisan.2014

“Su akarken durulur” diyenler, dün olduğu gibi, bugün de haklılar. Şu bizim tütüncülük işleri daha 1990’ların başında karışmıştı. Kimimiz isimlerimizi geri almadan göç edince işler hepten allak bullak olmuştu. Tütün işimiz de öyle olmadı mı? Sözde tütün işini çözmek için, önce Ahmet Doğanlar ve etrafındaki kopoylar Güney Kıbrıs’a gidip, “Philip Mor is” temsilcileriyle Larnaka gölgelerinde birkaç şişe Viski ve buzlu Coca Cola devirdiler. “Tütünleri yeşille satmaya” karar bağladılar. Türün alım satım işlerinde dünya öncüsü Amerikan devi, paraları İsviçre Bankaları’na bloke etmiş ama serbest bırakılmasını kendi emrine bağlamıştı. Yabancı dil bilmeyen bizimkiler, işin inceliklerini anlayamadı, tabii. Aslında attıkları ilk adım iyi idi de, dengeyi pek yapamadıklarından, kantarın topuzu başlarına vurdu. 1993 Cebel tütüncü kadınlarının isyanını anımsadınız değil mi? Yolları kapattılar. Ogün bu gün, bizim tütün işi çok defa el değiştirdi. Bir arada, sayıları 18 olan tütün fabrikaları “İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra tazminat olarak Sovyetler Birliği’ne verildi” dediler. Moskova eski fabrikaları aldı almadı, istiyor istemiyor derken, üretim de 10 defa azalınca hemen hepsi kapandı. Fakat Blagoevgrat, Sofya ve Burgas gibi büyük fabrikalar ayakta kaldı. Kalsa da ne olacak, ardından tütün işi kotaya bindi, 30 bin tondan fazla olmaz dediler. Teşvikleri Yunana kaydırdılar... Sosyalizm döneminden tütün üretip işleme, ticaret, sigara fabrikaları vs. işlerini yönetmek için “Bulgartabak” holding kurulmuştu. Totalitarizm yıllarında sosyalist mülkiyetin devlet mülkiyeti şeklinde tekelleştiği anlatılırken, devletin tekelci yapılanmasının içindeki oluşturucu kurumlardan biri “Bulgartabac” holdingdi. Geçiş dönemi yollarında bu holding parçalandı, anonim ortaklık olarak satıldı. Birkaç defa el değiştirdi.


Makale ve Analizler - 2014

87

Son haberlere göre, “Bulgartabak”ın % 80’ni geçen hafta merkezi Avusturya’da olan, sermayesi “Billa” ticaret yapılanması bankalarında bulunan, Viyana’daki tescil unvanı “Linc” LTD olarak bilinen, Tuna ırmağının doğduğu ülkenin bir sayfiye köyünde oturan bir Bulgar tarafından satın alınmıştır. Daha sonra gelen ajans haberlerinde ise, “Linc” Ltd şirketinin ardında Hak ve Özgürlük Hareketi milletvekillerinden Daniel Peevski ile Varna yöresinde örgütlü “TİM” sermaye grubunun ortaklarından ve Bulgar Merkez Kooperatif Bankası (ZKB) sahiplerinden Tsvetan Vasilev olduğu açıklandı. Bu yılın başına kadar Daniel Peevski ile Ts. Vasilev ülkede sigara iş dağıtımında ortaklardı. Artık bu sayfa kapandı. Tütün ürünleri holdingin büyük ortağı oldular. Bu iki iş adamı inşaat sektöründe, bankacılıkta ve basın yayın işlerinde vs. ortak iş yapıyorlar. “ZKB” Bulgar bankasına bilinmeyen kaynaklardan akan paraların bankanın öz sermayesinden defalarca büyük olduğu iddialarıyla savcılığın aldığı sinyaller araştırılıyor. Peevski ile Vasilev’in ülkemizdeki Rus sermayesini temsil eden iki oligarşi kodamanı olduğu da basının gündeminde bulunuyor. Artık gizli kapaklı bir şey kalmadı. Tencere tekerlendi kapağını buldu. 25 yıldan beri Bulgaristan tütün üretimini bir bütün olarak Rusya’ya nasıl devredeyim, sıkça başkaldıran ve protestolara başlayan tütüncülerin başını iyice nasıl bağlayayım diye kara kara düşünen Ahmet Doğan’ın yüzü güldü. Dün “bunker”den çıkmış, bahçeyi dolaşırken henüz 4 aylık yavrucuk olan Kav kaz çoban köpeği “Karat”ı tasmasından salmış, biraz başını boynunu okşarken kıllar dört yanına yapışınca elbiselerini kuru temizlikçiye gönderdiğini öğrendik. “Karat”ın kılını kuru temizlikçi temizler de, şu tütün işi ciddi, bu kara katran ruhumuzu kararttı ve kimsenin elinden çıkmaz, bu oyun da tutmazsa kimse kimseyi kurtaramaz. Artık herkes Daniel Peevski’nin bütün işlerini bırakıp da neden milletvekili dokunulmazıyla Brüksel’e kaçmak istediği anladı. Şimdi artık bilmeyen yok, HÖH - DPS liste başı olarak AB parlamento seçimlerinde alay çekecek ve paçayı kurtaracakmış. Vay be.. Plana bak. Bir de vazifesi varmış. Artık tütün holding şefi olarak AB primlerini üreticiye dağıtacağım diye arttıracak ve hem kendi cebini dolduracak hem de tütünleri parasızdan ucuz kapatabilecekmiş. Tsvetan Vasilev de kendi bankasından, işlenir toprak, bağ bahçe karşılığı tütün üreticilerine kredi verip, kimse kredi ödeyecek durumda olmadığından, herkesin taşınmaz mülkünü de eline geçirmenin yolunu açtı, diyorlar. Bulgaristan’da artık Tam Kölelik Devrine Geçiş dönemi başlamıştır. Hayırlı olsun!


88

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu olup bitenleri, hele 2014 başından beri çok yakından takip eden, Bulgaristan’ın sosyalist düzenden Pazar ekonomisine geçiş programını hazırlayan iki Beyaz Saray uzmanı olan Riçard Ran ile Ronald It ikilisi, geçen hafta verdikleri demeçlerde, “Bulgaristan’ın 25 yıl önce Geçiş Dönemi’ne girdiğini ama bu gidişle bu geçişin asla bitmeyeceğini” itiraf ettiler. “ bTV” cumartesi sabah programına katılan “It” 1990’dan önce “Bulgaristan’ı partizanların idare ettiğini, o tarihten sonra da yönetimin onların torunları olan mafyanın eline geçtiğini” anlattı. Sizin hazırladığınız “Geçiş Dönemi Planı” neden tutmadı?, sorusuna verdiği yanıtta da, “Başbakan Andrey Lukanov politikadan ayrıldıktan sonda Demokratik Güçler Birliği, kendi planlarını uyguladı ve ülkeyi talan etti.” cevabını verdi. Böylece Amerikalı uzmanların hazırladığı ve Bulgaristan koşullarında sonsuz bir dalavere, rüşvet, dolandırıcılık, tekelleşme, oligarşi balyozu şeklinde hayat bulan “Ran - It” planı taşı olmayan bir yel değirmeni pervanesi gibi dönmeye devam ediyor ve edecek. Önemli olan bu değirmen buğday kırmıyor ve çuvallara un dolmuyor. Bunun böyle olması bazı çevrelerin yararına olmalıdır. Tütün işlerimiz de artık % 80 Rus sermayesinde olup bizdeki kıdemli “temsilcilerin” elebaşlarından sayılan, bir ayağı mecliste, bir eli İç İşleri Bakanlığında, kafası savcılıkla dertte, kulağı “bunker” ağasında olan Daniel Peevski yani çiftlik sahibi ve köpek oynatıcısı Ahmet Doğan’ın eline geçtiğine göre, işler yeni baştan karıştı ve iyice sarpa sardı demektir. Ömründe hiçbir iş tutmamış olan Peevski’ye devletin bütün işleri, bütçenin tamamı ve AP fonlarının tümün istediği kişilere dağıtılmasını ve bütün halkın mağdur edilip, bir lokmaya muhtaç bırakılmasını devretsin, diyorum. Böylece bir işten, o da içindeki “benden başkasına hayat hakkı yok” hırsından kurtulmuş olur. Zaten eski tüfekler yani sözüm ona partizanların özlemi çalışmadan yaşamak, devlet kazanından kaşık dolusu yağ bal yemek ve Saraylarda sefa sürmek değimliydi? Şimdi Peevski, gayretkeş çıktı oğlan, işleri yapsın, onlarda sefa sürsün, demek istedim! Olmaz mı? Neden olmasın? Son dönemde BSP Başkanı Sergey Stanişev’in birkaç yerde birden görev alarak hiçbir iş yapmadan yönetme usulü yeni örneklerini art arda veriyor. Hem hepsi parlak mı, parlak! Bir baktın Sofya’da Mecliste, bir paktın kürsüde nutuk atıp kafa tutuyor.


Makale ve Analizler - 2014

89

Bir baktın sosyalistlerin forumunda son zamanda sivrilen ve AB parlamentosu oylamasında sosyalist seçim oylarını parçalayan “ABV” hizbine karşı ateş püskürüyor. Konferans toplayıp Çingene problemleri üzerinde konuşurken “Çingene sorunu ancak Bulgaristan Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı bir Çingene olursa çözülür!” tespitinde bulunan eski Başbakan Boyko Borisov’a yanıt bulmaya çalışıyor. Sofya’nın “Fakulte” mahallesinin çok çamurlu olduğundan, ayakkabısı boyasız bir milletvekilini Brüksel’e göndermemiz imkânsızdır, ön savında direnen S. Stanişev, konuyu “uygarlık düzeyimize” taşıyor ve “biz AB Parlamentosuna Çingene milletvekili adayı gösterebilecek düzeye henüz gelmedik!” demekle yetiniyor ve konuyu noktalıyor. Bulgaristan Anayasa ve İnsan Hakları Yasaları el kitaplarına ek olarak Şu bizim Çingeneler dinlerken düşünmediklerinden, “Peevski de kazan duvarı gibi, kömür karası, hem de 150 kilo ve AB Standart’ı dışı olsa da, ona bir şey demiyorsunuz”, demek akıllarına henüz gelmiyor. Son zamanda Stanışev’in bazı konuşmaları alkış tufanı yaratmasa da, onu alkışlayan kalmadı diyemeyiz. Avrupa sosyalistleri örgütü PES’ın Aman toplantısında konuştu ve çok alkışlandı. Ertesi gün Strazburg merkezinde dolaşırken bir telefon aldı ve bir buçuk saat bir şeyler anlattı. Değişik dillerden farklı değimler ve jargon kelimeler kullandığından, ne demek istediği pek anlaşılmadı. İşleri karısına bırakmış ve denetliyor izlenimi bıraktı. Peevski ise ondan genç ve evli değil. Çok da dinamik olduğuna göre, bizim yani Türklerin, Pomakların, Çingenelerin, tütüncülerin, madencilerin, işleyenlerin ve işsizlerin tümünü ve öteki bilinen ve bilinmeyen işlerini uzaktan komando sisteme göre, kendi cep telefonuyla yönetebilir. Elini sıcak sudan çıkarıp soğuk suya sokmadan yaşayanların zamanı geldi gibi... O yapıversin her şeyi canım! Madem heveslenmiş... Zaten hep yerinde sayan işlerimizi bozan adam bir mi, yoksa bir bölük iş bilmez mi? Ne önemi var! Olmasa da, pek önemli değil. Şunu da unutmayalım, bizim Peevski’nin AB meclisinde çok önemli bir işi daha var.


90

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Yakın temasta olduğu sağ kanat milletvekilleri, bizim “ATAKA” cılar da bu sürüde olmak üzere, AB’nin önümüzdeki 20 yıl genişlemesini durdurmayı planlamışlar. Bunun için “Genişleme Yasak” kanun teklifini daha şimdiden hazırlamışlar. 25 Mayıs 2014 gece uçağıyla Brüksel’e uçarken beraberlerinde götüreceklermiş. Büyük hedefleri Türkiye Cumhuriyeti’nin AB yolunu kesmek için mi? Bu işin ödeneği için İsrail Yahudileri kaynaklı “Neo Com”la anlaşmışlar. Yeni bir sanal mali dalavereyle tomar tomar paralar cepte hesabı yapıyorlar. Bu yüzden yenen köftelerin ve içilen biraların hesabı olmayacak. Önemli olan “Türkiye’ye bir gol atmak!” Daniel Peevski seçilince, peşin anlaştıklarına göre, kimse görmeden ve kimse anlamadan, şöyle usulca “evet” oyu verebilirse, işi hal etmiş olacak, çünkü kimsenin görmemesi çok önemliymiş, hele Ukrayna ve Rusya’nın kulağına gitmeyecek. Anlaşılan işler çok karışık. Dönüp dolaşıp, her şey hep bizim Ayşe gelinin eli katranlı kalsın, Türkiye’nin yükselişi mümkünse engellensin davasında düğümleniyor. Böyle büyük hem ulusal ve hem de uluslar arası dalaverelerde köftenin, biranın birkaç baş soğan, domates ve biberin birkaç kasa şeyin...vs. vs. hesabı mı olur. Verin yesinler içsinler ve “oy”cazlarını HÖH’e versinler. Biz de ne adamlarız be... Hak ve Özgürlüğün gerçek adının “Oy” olduğunu 25 sene sonra öğrenebildik mi acaba? Şu gizli ajanlar da bir alem ha!!!


Makale ve Analizler - 2014

Dibin Dibi

91

BG-SAM-09.Nisan.2014

AB Parlamentosuna sanki Rus ajan grubu gönderiyoruz. Bulgaristan’ı çalkalayan ve bunaltan sorular: 1) 42. Halk Meclisindeki milletvekili ne iş yapar? 2) AB parlamentosuna göndereceğimiz milletvekilinin vazifesi ne olacak? 3) Oligarşi totaliter ızbandutları Brüksel meclisine göndermemiz doğru mu? 4) Politikacı ve milletvekilleri için adli ve politik elek yok mu? Biz AP seçimleri arifesinde bu gibi sorunlara yanıt ararken nereye gittiğimizi, daha doğrusu hangi çukura itildiğimizi düşünmek zorundayız. AB Başkanı Barozo, Bulgaristan’da Rus kol ordusundan ve seçilecek milletvekillerinin Rus ajanlığından dem vurdu. Bundan böyle olaylara seyirci kalamayız. Seçime katılıp oy kullanmak büyük sorumluluktur. Üzerinde derin derin düşünmeden HÖH yönetimi istedi, Ahmet Doğan dedi diye hareket edersek Türk halkına büyük yanlış yaparız. Seçtiğimiz adayların Brüksel’den geri çevirtilmesi hepimiz için kırıcı olur. Bazı ücretli kişiler Razgrad, Smolyan, Madan, Ruduzem, Burgas köyleri ve Kırcaali’de para karşılığı Daniel Peevski adaylığı lehinde imza topluyor. Demokratik Bulgar toplumunun kabul etmediği Daniel Peevski gibi bir kişiyi HÖH / DPS partisinin liste ikincisi olarak Brüksele gönderme kararı bütün ülkede memnuniyetsizlik uyandırdı. Bulgaristan’da kendi insanımız bitti mi hani 2 milyon Türk vardı bunlardan bir AP bulunamadı mı? Bakan yardımcılığından atılmış, DANS Başkanlığından atılmış, milletvekili olarak işe gitmeyen, seçmenin menfaatlerini temsil edip savunmayan yalnız totaliter oligarşi mali gruplaşma içinde aracılık yapmakla vakit geçiren bir kişi bizim Avrupa Birliği’ne göndereceğimiz vekil olamaz. Bu kişi hakkında Bulgar Başsavcılığına sunulmuş şu ana kadar 5 adet suç duyurusu var. Her an hakkında bir soruşturma başlatılabilir ve ağır cezada dava açılabilir. Çevirdikleri dalaverelerden sonra “mağdurum” oyunuyla karşımıza çıkan birine oy borcumuz yoktur. Bireysel hesapları aşıp herkes herkesi, hepimiz hepimizi düşünmek, adalet ve gerçek adına el ele vermek ve ortak menfaatlerimiz etrafından birleşmek zorundayız. Tanımadığımız kişilere oy vermeyelim.


92

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Konuyu ele alan Başsavcı Tsosorkov, “perde ardında yapılan hesapların ipleri Moskova’ya uzanıyor,” dedi. Bulgaristan Cumhuriyeti 2007 yılında Avrupa Birliği’ne girdiğinde Batı yanlısı bir politikayı kabul etmiştir. 2014’te Rusya’nın Kırım Yarımadasından sonra Ukrayna devletinin yarısına ve Dnester Irmağı boyunca tüm bölgeye uzanırken, ülkemizin çok büyük bir baskı altında bulunduğu ortaya çıktı. Moskova’nın yayılma politikasını durdurmak için Batı dünyasının yaptırımlar politikasını harekete geçirmesi Bulgaristan vatandaşlarının ancak % 6-sı tarafından onaylandı, bu da Plevne savaşından 150 yıl sonra Bulgar halkının kendini Rusya’ya borçlu sandığı gibi çok çarpık bir durum ortaya koydu. “Mediyana” Ajansı’nın Sofya’da yaptığı bir soruşturmadan alınan sonuçlarda, “Bulgaristan politikasında Rus ajanlar var mı sorusuna verilen cevapların % 90’nı “Evet” demiştir. Yeni seçimlerin Bulgaristan’ın “Rusya yanlısı” ve “Rusya aleyhinde olanlar” olarak ikiye bölündüğü bir ortamda yapılacağı dikkati çekiyor. Öte yandan, Kırım halk oylaması sonucunda ilhak edilmesinden önce çizilen bir haritada şimdiki gerginlik daha ileri taşındığında ateşin Kosova ve Bosna Hersek yönüne kayacağına işaret ediliyor. Bulgaristan’ın Karadeniz kıyısındaki Asparuhovo ve Sarafovo askeri uçak alanlarında NATO savaş uçaklarını kabul etmek üzere hazırlıklar görülüyor. Bu durumda Bulgaristan’da Rusya konusunda ikiyüzlü bir tutum ortaya çıkarken, GERB partisi ile daha dün kurulan “Sansürsüz Bulgaristan” partisi Rusya’dan yana olduklarını gizlemeden açıkladı. Rus of Shor paralarına bağlı Bulgar şirketleri de Rusya’dan yana tutuma düştü. Bu durumda, koalisyon hükümetinin bel bağladığı “Güney Akım” gaz boru hattının “ölü doğduğu” şimdiden belli oldu. HÖH - DPS’nin seçim önü politik tutumu ciddi eleştirilere neden oluyor. Hak ve Özgürlük Partisi kurucularından ve 2001 yılına kadar Başkan Yardımcısı ve Örgütleme İşleri Sekreteri görevinde bulunan Osman Oktay TV ekranından yaptığı üçüncü konuşmada, 19 Ocak 2013’te Kurultay Kürsüsünden indirilen Ahmet Doğan’ın iç hırsını yenemediğini söyledi. Kurultayda kürsüden atılması gibi bir şeyle karşılaşacağını ummadığından ve asla beklemediğinden dolayı, Bulgar devletine ve koruma organlarına çok kızgın olduğunu, hırsını yenemediğini ve şimdi totaliter oligarşi kolisin maşalarından Daniel Peevski gibi, eski Rusya sermayesine sımsıkı bağlı olan, bir komünist generalin torununu, 33 yaşında bir ızbandudu AB parlamentosuna aday


Makale ve Analizler - 2014

93

göstermekle hırs almak istediğini, siz “beni durduramazsınız, ben istediğimi yaparım!,” demek istediğini, açıkladı. Bulgaristan’da AB milletvekili adayları için uygulanan hiçbir aday olmaması ciddi yorumlara ve eleştirilere neden oldu. 25 Mayıs 2014 Avrupa Birliği (AB) Parlamento seçimleri yaklaştıkça Bulgaristan baştanbaşa ve bu defa bambaşka bir şekilde çalkalanmaya başladı. Ekonomik bunalım, mali kriz, politik çöküş ve parlamenter buhran açısından çoktan dibin dibine vuran ülkenin halen çıkışı dibin dibini daha da derine kazmakta aradığı herkesin ağzındadır. Bununla birlikte dinmeyen, etnik ve dini kışkırtma politikasının dumanı “Vitoşa Dağı” eteklerindeki “Bunker”den çıkıyor ve artık herkesi boğmaya başladı. Eski hesaplarla, halka ve devlete beslenen eski kinle yeni politika yürütülemez. Osman Oktay’ın belirttiğine göre, 19 Ocak 2013 tarihinde, Hak ve Özgürlükler Partisi (DPS) politikasında kötü bir değişiklik oldu. Ahmet Doğan, nasıl olur da koskoca devlet, koskocaman hükümet, İç İşleri Bakanlığı, gizli polis, HÖH iç koruma örgütü, kurultay güvenliği, milyonlar ödediği Ulusal Güvenlik Şirketi ajanları ve özel korumalar kürsüden bir bostan korkuluğu, boş bir torba gibi atılmama seyirci kalır! sorusuna yanıt bulamıyor. Bu onu en fazla sinirlendiren oldu. Hırsı, onu sıfırlayan tehlikenin yolunu kesemedi. Ahmet Doğan bir buçuk yıldan beri burnunu sığınaktan çıkaramadı. Sığınaktaki korku içini kemiriyor, içi içine sığmıyor. Bu olaydan sonra Bulgar devletinden, Bulgaristan Türklerinden, Pomaklardan ve tüm diğer Müslüman kardeşlerimizden hınç çıkarmak, öç almak için elinden geleni yapmaya hazır olduğunu yapmak için hazır olduğunu gizlemiyor. Hele şu Oktay Yenimehmedov’un mahkemede haklı bulunması ve hapisten salıverilmesi Ahmet Doğan’ı iyice çökertti, öfkesini daha da köpürttü. Ahmet Doğan, topluma totalitarizm uzantısı ızbandut – oligarşi hademesi politikacı tipi dayatmak peşindedir. Olabilir ya, eski komünistlerin ve oligarşi ile arkalarında duran Moskova’nın istediği tam budur. Bu tip politikacıları Brüksel Parlamentosuna doldurmanın en kolay yollarından biri de HÖH - DPS gibi seçmen tabanı korku içinde yaşayan bir kitleden ucuz oy almaktır. Burada Türk halkının oylarını kullandırılarak Rus vekillerini Avrupa’ya taşıyabilecekler mi acaba? Son aylarda Bulgaristan’da yapılan sosyolojik araştırmalardan elde edilen ve Rus basınında yayınlanan verilerde, Bulgaristan’daki ağır bunalım şartlarında, düşünen insanların nüfus içindeki oranı % 6’ya düşmüştür. Etnik azın-


94

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

lıklarda bu oran % 1’e kadar iner. Vatandaş hele seçimlerde, biraz paraya karşı, ne denirse yapmaya hazır olduğundan oligarşi hademelerinin yardımıyla iktidar ortamını hatta A.Parlamentosu Genel Kurulu’nu iyice karıştırmak ve çalışamaz hale getirmek olasıdır. HÖH sığınanda yapılan hesaplar ve çizilen planlar bu doğrultudadır. Bizim için bundan daha dip olamaz. Bu oyunlara gelmeye devam edersek ülkemiz egemenliğini kaybetmekle kalmayacak, yoksulluktan kurtulamayıp, ona buna el açar duruma gelecektir. Bu günden başlayarak Bulgar kamuoyu, demokratikleşmemizi içinden kemiren, boğan ve yok etmeye çalışan kötülüklerin başında olan en zehirli ve en tehlikeli kadro grubunun Hak ve Özgürlük Hareketi (HÖH / DPS) fahri başkanı Ahmet Doğan etrafında olduğunu tespit etmiş ve bundan 300 gün önce başlayan “Peevski Mafya!”, “Doğan Mafya!” hareketiyle yeniden sokaklara dökülmeli ve dökülecektir. Bu günden başlayarak Bulgar kamuoyu, HÖH Partisi Genel Başkan Lütfü Mestan’ın hiç bir konuda ve hiçbir yerde sözünün geçmediğini tamamen anlamış olup, onun sığınakta yaşayanlar tarafından belirlenen politikayı uyguladığını ve bu siyasetin Bulgar toplumunda huzursuzluk yaratıldığını iyi biliyor. Bu günden başlayarak Bulgar kamuoyu, Hak ve Özgürlükler Partisi’nin etnik bir parti olmadığını, Türklerin, Pomakların, Çingenelerin ve tüm diğer hak ve adalet, insan olma ve özgür yaşama heveslilerinin partisi olmadığını, ancak ve ancak oligarşi ve mafya çevreleri hizmetinde olan bir siyasi oluşum olduğunu çok iyi görebiliyor. Bu günden başlayarak Bulgar kamuoyu 25 Mayıs 2014 günü yapılacak, AB milletvekilli seçimlerine gösterilen adayların, kendilerinden imza alınmış olmasına karşın, öz adayları olmadığını, bambaşka hesaplarla aralarına sızan ve ne için Brüksel’e gitmek istediklerini gizleyen kişiler olduğunu öğrenmiş bulunuyor. Bir vatandaşın oy vermek ne kadar anayasal hakkıysa, seçimlere katılmamak, oy kullanmamak da o kadar kutsal olan bir hakkıdır. Tanımadığınız, yüreğinize yatmayan, kimin nesi olduğu belirsiz kişilere oy vermek zorunda değilsiniz. Dibin dibini aramak zorunda değilsiniz.


Makale ve Analizler - 2014

95

Yeni Stratejik Konsept

Alptekin Cevherli-10.Nisan.2014

SSCB’nin iflası ve dağılması ardından Türkiye ve NATO rahatlamış, askeri harcamalarda ciddi bir kısıntıya gidilerek aradan doğan fark ülkelerin refahına ve bilimsel çalışmalara fonlandırılmıştı. Hatta Mihail Gorbaçov ve ardından gelen Boris Yeltsin döneminde süren bu rahatlama ortamı, Rus generallerinin üniformalarının Beyazıt’ta işporta tezgâhına düşmesine kadar devam etti. Hatta o dönem Çeçenistan’da bozguna uğrayan Kızıl Ordu, işgal altında tuttuğu Çeçenistan’ı terk ederken silahlarını da Çeçen mücahitlere satacak kadar vahim durumdaydı. 2 asra yakındır arka bahçe olarak gördükleri Balkanlar’da ise NATO tarafından hallaç pamuğu gibi atılan Rusya’nın karizması Yugoslavya’nın (Yeni Slav ülkesi) lokmalara ayrılmasıyla iyice dibe vurdu. Ancak bu rahatlama ortamının Batı ülkeleri ve Türkiye tarafından çok da iyi değerlendirdiğini söylemek biraz safdillik olur. Türkiye o dönemde ABD ve Almanya destekli bölücü terörle mücadele ederken, Batı ülkeleri de Irak ve Afganistan bataklığında çırpınıp durdu. Bu arada doğuda yeni bir güç unsuru hızla gelişmeye başladı. Bu da Çin’di... Türk Dünyası’na karşı korkutulmuş, sindirilmiş, ötekileşmiş, yetersiz bilgi ve stratejiye sahip olan Türkiye, YÖK merkezli öğrenci değişim programı ve birkaç proje hariç Türk Dünyası’na yönelik hiçbir stratejik derinlikli çalışma gerçekleştiremedi. Alfabe birliği gibi olmazsa olmaz bir ihtiyaç dahi aradan geçen 24 yıla rağmen henüz tam layıkıyla hayata geçirilebilmiş değil. Hâlâ Kazakistan ve Kırgızistan’da Kiril alfabesi kullanılıyor. Viladirmir Putin dönemi ise Rusya açısından bir gelişme dönemi olmakla birlikte Batı tarafından iyi değerlendirilememiş bir fırsatın da sonu anlamına geldi. Medvedev ve Putin ikilisi özellikle istihbarat imkânlarını çok iyi kullanarak Rusya’yı coğrafi derinlik imkânlarını da kullanarak hızla toparlamaya çalıştılar. Ne yalan söylemek lazım ki; bunu da önemli ölçüde gerçekleştirdiler. Henüz yeteri kadar güçlenene kadar dış politikada da dişini göstermeyen Rusya, son iki yıldır ciddi bir atağa kalkmış durumda. Suriye konusunda Batı’yı ve Türkiye’mizi frenleyerek elde ettiği diplomatik başarı, Kırım’ın tek kurşun atmadan işgali ile askeri başarıya da dönüşmüş oldu. Gerek Batı Avrupa ve Türkiye’nin doğalgaz yönünden Rusya’ya zorunlu olarak ihtiyaç duyması ve gerekse de askeri yönden eskisi kadar olmasa da hatırı sayılır bir güç haline gelmesi NATO’yu frenlemiştir. Şimdi de, Moldova’ya


96

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

bağlı Transdinyester Özerk Devleti, Ukrayna’ya bağlı Donetsk ve ardından Harkov bölgeleri Kosova örneği halk oylaması ile bağımsızlık ilan edip, ardından Kırım örneği ile Rusya Federasyonu’na bağlanma çalışmalarını hızlandırdılar. Diğer yandan Moldova’ya bağlı Gagauz Türk Özerk Devleti de yaptığı referandum ile Moldova’nın AB’ye tam üye olarak girmesi durumunda Rusya Federasyonu ile birleşme kararı aldı. Böylece Rusya toprak büyüklüğü ve nüfus açısından çok önemi olmasa da jeostratejik konumu ve psikolojik etkisi bakımından çok önemli olan Kırım dahil 5 bölgeyi müdahale edilmezse kısa sürede topraklarına katmış olacak. Bunlardan birisinin Türk asıllı olması ise işin en ilginç yanını oluşturuyor! Bu konuda Türkiye’nin telkini var mı bilmiyoruz ama AB açısından çok onur kırıcı bir durum olduğu kesin. Netice olarak Karadeniz’de ciddi hiçbir limanı yokken önce Abhazya’yı fiilen işgal ederek Karadeniz’e yeniden merhaba diyen Rusya, ardından Kırım ile Karadeniz’de yeniden çok önemli bir üs elde etmiş oldu. Balkanlar’da da varlığını Kuzeydoğu istikametinden az da olsa hissettirmeye başlamış oldu. Böylece bundan 10 yıl önce ABD tarafından kuşatılma tehlikesi dile getirilen Türkiye, bu kez de Rusya tarafından kuşatılmaya çalışılıyor olabilir mi? Suriye, Irak Merkezi yönetimi, Ermenistan, Karadeniz kıyıları ve Balkanlar’da, yeniden karılmaya çalışılan kartlarla Türkiye sıkıştırılmaya çalışılıyor olabilir.

Totalitarizm Nedir?

Osman Bülbül-10.Nisan.2014

Tarih bilen akıllıdır. Tarihini bilmeyen, önünü göremez. Bulgar totaliter devlet düzeninin temelleri ne zaman ve nasıl atıldı? Bulgaristan Türkleri ve azınlıklar hak ve özgürlüklerini neden elde edemiyor? Politik edebiyatta, yazı ve yorumlarda, demeçlerde çok sık kullanılan bir terimdir.


Makale ve Analizler - 2014

97

Totalitarizm:Anayasal hak ve özgürlüklerin fiilen yok edilmesi, muhalefet ve farklı düşünenlerin tümü üzerinde bakı ve terör uygulanması anlamında, toplum hayatının her alanının topyekun ve bütünsel olarak devletin sıkı kontrolü altına girmesiyle nitelenen, otoriter devlet biçimlerinden biridir. Totalitarizm: Böyle baskıcı bir rejimin kurulmasını, devletçiliği ve tek kişi iktidarını haklı gösteren politik düşünüde bir yöndür. Bulgaristan’da totaliter yönetimin temelleri 1908’de Veliko Tırnovo’da Çar Ferdinand’ın III. Bulgar çarlığını ve egemenliği ilan etmesiyle başladı. Konumuza bugünkü aktüel şekliyle daha kolay ve iyi anlaşılabilmesi için, İkinci Dünya Savaşının Sona ermesinden sonra yani 1945’ten sonra Bulgaristan Halk Cumhuriyeti’nde totaliter rejimin nasıl iş başına geldiğini anlatmakla giriyoruz. 1940’lı yılların ortalarına doğru Bulgaristan tarihinde yeni bir sayfa açıldı. 9 Eylül 1944’te kurulan yeni sosyal sistem 4-5 yıl gibi kısa bir süre içinde Sovyet tipi sosyalizme dönüştü. 10 Şubat 1947’de Bulgaristan Müttefik devletlerle Paris Barış Anlaşması’nı imzaladı. Bu sözleşme imzalanırken, Bulgaristan heyetine başkanlık eden Dış İşleri Bakanı Vasil Kolarov’un yanında yani Bulgar heyetinde iki Bulgaristan Türkü de vardı. Bu sözleşmenin 2. maddesi gereğince, Bulgaristan, ırk, dil ve din mensubiyetlerine bakılmaksızın tüm vatandaşlarına insan haklarını ve temel özgürlükleri sağlamakla yükümlenmiştir. Büyük Savaştan sonra Bulgaristan iki büyük cepheye bölünmüştü: Birinci grupta bulunan Komünistler, Sovyet tipi sosyalizm uygulamak için yeni bir Anayasa ise devlet düzenini kökten değiştirip, sanayi işletmelerini millileştirmek ve toprağı da kolektifleştirmeyi hedefliyordu. İkinci grupta: Bulgaristan Halk Çiftçi Partisi ve onun G.M. Dimitrov ve Nikola Petkov tarafından yönetilen kanadı komünist partisinin toplumdaki yönetici rolüne karşı çıkarak çiftçi idaresi kurmayı önerdi. Böylece ülkede, biri Batı tipi demokrasiden yana olan ve Sovyet modeli sosyalizm isteyenler olmak üzere, ikiye bölünme oldu. Politikada, birbirini aratan ve birbirine benzeyen noktalamalar vardır. O zaman da şimdi olduğu gibi Türk azınlık anahtar duruma gelmişti. Politik havanın açılması ve suların durulması için 2 seçim ve bir referendum (halk oylaması) yapıldı. 18 Kasım 1945’te Olağan Halk Meclisi seçimi yapıldı.


98

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

8 Eylül 1946’da Cumhuriyet için halk oylaması yapıldı ve 22 Ekim 1046’da Büyük Millet Meclisi seçimi yapıldı. (BMM’nini ödevi Anayasa hazırlamaktır.) Bu seçimlerde Türk ahalisi Çiftçi partisince izlenen muhalefet politikasına oy vermiştir. 1944 ile 1948 yılları arasında Komünist partisi öncülüğünde olan Vatan Cephesi hükümeti, Türklerin Sovyet tipi sosyalizm kurma davasına kazanılması için politikasını yumuşatmış ve hedeflerinde belirli başarı elde etmiştir. Totalitarizmin Anayasal temellerinin atılması: 4 Aralık 1947’de Büyük Millet Meclisi Bulgaristan Halk Cumhuriyeti Anayasası’nı kabul etti. Bu anayasa, gerçekten totaliter sosyalizm esaslarına dayanır. Tek partili yönetime yeşil ışık yakar. İktidarın paylaşılması fikrini kesinlikle dıştalar. Tüm üretim araçlarının kamu mülkiyetinde olduğunu ilan eder. Ve böylece Bulgar totaliter rejiminin hukuksal temellerini atmıştır. Ne var ki, bu Anayasa 10 Şubat 1947’de imzalanan Paris Barış Antlaşması istemlerini de göz önünde bulundurmuştur. Yaşamın tüm alanlarında halk topluluklarının eşit haklılığı ilkesi anayasaya alınmıştı. Örneğin, bu Anayasa’nın 71. maddesinde şöyle deniyor: “Bulgaristan Halk Cumhuriyeti vatandaşlarının hepsi yasalar önünde eşittir.Halk topluluğu mensubiyeti, menşe, din ve mal mülk varlığına dayanan, herhangi bir ayrıcalık hiç kimseye tanınamaz.” “Irk, ulus veya din esaslına dayanan herhangi bir ayırım propagandası yapılamaz.” Yeni Anayasa’da dahil edilen bunlar gibi maddeler Bulgaristan Türk azınlığına eşit haklı vatandaş maneviyatını yükseltmiştir. Ve bu yeni anayasada, özellikle 79. madde onların yeni yönetime ısınmasında özellikle büyük rol oynamıştır: 79. madde şöyle der: “Vatandaşların öğrenim alma hakları vardır... Bulgar dilini öğrenmeleri zorunlu olmakla birlikte, ulusal azınlıkların eğitim ve öğrenim hakkını kullanmaları, ulusal kültürlerini geliştirmeleri ana dillerinde olabilir.” “İlkokulda okuma bedava olup zorunludur. Tüm okullar devlet mülkündedir.” Bu ayrıntıya girmemizin nedeni şudur: Bir yandan 1947 Anayasası ile Bulgar sosyalist totaliter rejiminin temelleri yasallaştırılırken, aynı zamanda bu politikaya taraftar toplamak ve özellikle o yıllarda Bulgaristan nüfusunun % 9.6’sını oluşturan Türklerin yeni politikaya da-


Makale ve Analizler - 2014

99

hil edilmesinin saplanması için, 1908’den 1944’e kadar Çar rejiminin tanımadığı demokratik hakların tanındığına tanık oluyoruz. Böylece yeni Bulgar tarihinde Türk halk toplumunun temel hakları ve azınlık durumu Anayasa’ya girmiştir. Önemli bir husus ve kazanım olduğundan ötürü belirtiyoruz: 1947 Anayasası Bulgaristan Türklerine kendi kültürlerini ve dillerini geliştirme hakkı getirdi. Gerçekten de 1940’lı yılların ikinci yarısında Bulgaristan’da Türk ahalisinin öz kültürünün gelişmesi ve öğrenim düzeyinin yükseltilmesi için elverişli şartlar oluşmuştu. 1944’ten önce Bulgaristan’da zorunlu öğretim yasası yoktu, Vatan Cephesi hükümeti 7 ile 15 yaş arası çocukların cins, milliyet ve dini ayrım yapılmadan okula gitmesini mecbur kılmıştır. Bu arada arzu eden Türk çocuklarına Bulgar okullarında okuma hakıkı da tanınmıştır. 27 Eylül 1946’da kabul edilen Bulgaristan Halk Eğitim Yasası’nın 154. maddesinde “Bulgaristan’da yaşayan azınlıkların okulları belediyeler ve devlet tarafından açılır, finanse edilir ve yönetilir.” Aynı yasanın 155. maddesinden aynen veriyoruz: “Azınlık okulları: Bulgar olmayan halk topluluğundan olan, Bulgaristan sınırları dahilinde yaşayan ve Bulgar devleti tarafından bir halk azınlığı olarak tanınmış bulunan, Bulgaristan vatandaşlarından olan öğrencilerin okuduğu okullardır.” Bulgaristan Türklerinin özünde totaliter bir mayalanma olan (1947 Anayasası) ama bizim azınlık haklarımızın bir kısmını da olsa, ilk kez olmak üzere, devlet eliyle ve yasal olarak tanıdığından dolayı Bulgaristan Türk azınlığı yeni iktidara sıcak bakarken oluşan destekleyici rakamlar şöyleydi: 1943 - 1944’te 424 olan Türk okullarının sayısı 1947 - 1948 ders yılında 894 oldu. 1943 - 1944 ders yılında okula giden Türk öğrencilerin sayısı da 1947 1948’de 88 bin 600 olmuştu. Kuşkusuz o zamandan bu yana geçen 66 yıl içinde Bulgaristan’da bir tek Türk Okulu kalmadı, devlet okullarında Türk dilinin zorunlu ders olarak okutulmasını yasallaştırmaya bile gücümüz kuvvetimiz yetmiyor. Ama biz bu memlekette varız. Yaşıyoruz ve Hak ve Özgürlükler Hareketi olarak güncel politikanın içinde 25 yıldan beri çok önemli, dengeleyici yer almaya da devam ediyoruz: Bu işte hep kullanılıyoruz, ama artık kullanıldığımızı anladık. Benim görüşüme göre, şu özellik çok büyük önem arz ediyor:


100

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

1947 Anayasası Türklerin ve Müslümanların ayrı bir partide birleşmelerine izin vermedi. 1990’anayasası Hak ve Özgürlükler Partisi’nin ayakta kalmasına göz yumdu: Neden? Bir devletin halkıyla istediğini yapabilmesinin tek yolu totaliter yönetimdir. 10 Kasım 1989’da Todor Jivkov’un iktidardan düşürülmesiyle meydana gelen ve adına “devrim” ya da “darbe” denen bazıların ise “saray içi görev değişikliği” dediği değişiklik ve hemen ardından gelişen demokrasiye “Geçiş Dönemi”nde dikkati çeken bir özellik var. 1990 Anayasasıyla Bulgaristan’da Totaliter rejim yasal olarak yıkıldı. Totalitarizmin yasal dayanağı olan 1947 Anayasası rafa kaldırıldı. Öyleyse Bulgaristan Türk ve müslümanlarına bu değişiklik nasıl oldu da hissettirilmedi, Çünkü onlar için totaliter yönetim devam etti ve ediyor. Başka partilere girmelerine izin verilmeyerek, hepsi Türkleri uyutup oyalamak ve haklarını vermemek için özel eğitilen ajan Ahmet Doğan’ın emrine verdi ve bu esaret devam ediyor. Şimdiki aşamada derebeylik ve ağılık hükmü olarak sürüyor. Bıçak ellerinde kestikleri kestik, biçtikleri biçtik “Ben kimi gösterirsem o seçilecek, sizin işiniz imza toplamak ve oy vermektir,” diyor. Biz 1947’den beri gerileye gerileye bu günlere geldik. 1947’de Anayasaya giren azınlık hakları yasallaştırıldı ve belirli bir süre gerçekleştirildi. 1990 Anayasasında demokratik ilkeler getirilirken “ulus devlet ilkesi” korundu. Demokratikleşmenin azınlıkları sarmasını ve azınlık eğitim, öğrenim ve kültür haklarının gündeme gelmesini önlemek için onları “hak ve özgürlük oyalamasıyla” kendi içlerine kapsülle yen “Bulgar etnik modeli” icat edildi ve bu modelin yönetimi otoriter bir yapılanma olan Hak ve Özgürlük Hareketi ve onun bugünkü “fahri” lideri Ahmet Doğan’a devredildi. Bunu yapan Bulgar idaresi ellerini Ahmet Doğpan’la yıkadı ve bizi de eritmeye ve yok etmeye devam etti. Bugün Bulgaristan’da ulusal Müslüman azınlık açısından Totalitarizm devam ederken, yönetim özgün bir yapılanma olan totaliter oligarşi kodamanlarının elindedir. Öyleyse, 25 Mayıs 2014 AB parlamento seçimleri açısından durumu nasıl kavrayalım? Cevap: Bulgaristan’da 3 milyon 200 bin kayıtlı seçmen vardır.


Makale ve Analizler - 2014

101

Bunlardan 2 milyon 800 bini oy kullansa dağılım şöyledir: a) 2 milyon seçmen oyu eski sosyalist düzenin ve Komünist Partisi uzantısı olan BSP ile GERB partileri arasında 5 aşağı 5 yukarı birer milyon oy olarak ikiye parçalanmış durumdadır. b) Ortada olan diğer 800 bin oy da ikiye parçalanmış durumdadır: * 400 bin milliyetçi cephe - “Ataka”, “SansürsüzBulgaristan” * 400 bin, Türkler olmak üzere (HÖH - DPS). “ABV” ile “Reformcu Blok” hikâyedir. En çok alsalar birer vekilden fazla çıkaramazlar. Kapsülleşmiş ve sıfırlanmış olmamıza karşın Bulgaristan Türk ve Müslümanlarının toplamı bundan 60 yıl önce olduğu gibi bugün de Sofya politikasında anahtar rol oynamaya devam ediyor. Ne ki, bugünkü anahtar ile o günkü anahtar arasında çok büyük fark var. 1947’de politik bilinç ve irademiz insan yerine konmamıza, azınlık haklarının tanınmasına ve birçok kazanım elde etmemize götürmüştü. Bugün ise, olgunlaşması için kapağı sıksı kapanmış bir peynir kutusu içinde salamura peyniri gibiyiz. Fakat, son hafta Bulgar politikasını karıştırmayı başardık. Peynir tezeğinin içinden büyük bir kurt çıktı. Adı 5 yıldan beri sözde milletvekilimiz olan Daniel Peevski: Bizim hiçbir hakkımız olmadığını bilip bilmediğini bilmeseniz de, bu adam bizim haklarımızı ve özgürlüklerimizi savunmak için Brüksel’e gidecekmiş. Avrupa Birliği Bülteninde HÖH milletvekili adayı politikacı Daniel Peevski şöyle tanıtıldı: “ İşe gitmeyen bir politikacı, hiçbir yerde çalışmamış olsa da büyük mesaisi olan bir zengin, sabıkasız, sorgulanmamış, çünkü sorgulayan kişi odur. Milletvekili olarak seçilmiştir, ama meclise uğramaz, parlamentoya tabancayla evine de büyük sayıda korumalarıyla girer. Üzerinde hiçbir mal mülk görünmese de, ülkenin en zengin kişilerinden biridir. Eski bir gizli servis ajansı tarafından işe atanmıştır.” Peevski kurdu peynir tezeğinden düşmeden, başka bir kurt da başını çıkardı. Çikago’da zengin olduğu anlatılan Madanli Adem Çebeci’nin yeğeni de Brüksel’e gidecekmiş. Bizim işimizi bilmeyen insanlar neden bizimle uğraşıyor, anlayamiyorum. HÖH - DPS peyniri iyice bozuldu, içinden kim ne yeni kurtlar çıkacak. Totalitarizm nedir diye anlatırken, iş kurtlu peynire geldi, besbelli totalitarizm bizim için, kurtlu peynir olmalı...


102

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Deutsche Welle - Almanya’nın Sesi

İbrahim Soytürk-10.Nisan.2014

Daniel Peevski’yi desteklememiz için üç neden. Şimdiye kadar, bütün Avrupa Bulgaristan’ın çok problemli olduğunu biliyordu. Fakat Daniel Peevski’nini AB parlamentosuna girme teşebbüsünün Bulgaristan için çok büyük bir tehlike olduğu nedense pek bilinmiyordu. Şimdi artık, bu adamın AB parlamentosuna girmesi Bulgaristan Cumhuriyeti için direk tehlike oluşturduğu kesin biliniyor. Yorumcu: Tatyana Wacsberg “Almanya’nin Sesi Radyoru” Hak ve Özgürlükler Hareketi milletvekili Daniel Peevski, Bulgar problemlerini izleyen Brüksel için bulunabilinen en dört yanı mamur bir simadır. Bu politikacının en kısa tanıtımı şöyle olabilir: İmrenilecek kadar çok mal mülk sahibi olan, geliri mütevazi sayılan, çalışmayan bir zengindir, fakat zenginliğinin kaynağı ile ilgili sorguya çekilmemiştir, çünkü kendisi sorgu amiridir. Peevski’nin Hayat Öyküsünden kesitler: Peevski, diş ülkelerde anlaşılması çok güç olan bir Bulgar olgusudur. Onun hakkında bilinenleri anlatmak da zordur. O seçimle görev alınan bir makamdandır, ama işe gitmiyor. Evinde de çalışmadığı gibi, seçmenleriyle de görüşmüyor. Parlamentoya silahlı, evine ise korumalarıyla giriyor. Üzerine kayıtlı malı mülkü olmasa da en zengin erkekler listesindedir. Beş yıldan beri parlamenter olsa da, meclis kürsüsünden yalnız bir defa, o da muhalefette küfür etmek için konuştu. O yılların kurallarına ters olabilir ama devletin gizli servis ajanlarından biri onu sorgu amiri olarak önerdi ve tayin ettirdi. Onun sorgulamasını tamamladığı dava dosyası göstermek zor olsa da, yarın öbür gün milletvekilliğine son verilse, sorgu amirliği görevine her an dönebilir. Kendisi hakkında “ben başarılı biriyim” diyor, ama hiçbir somut başarı gösteremiyor. Demeç vermiyor, canlı konuşma yapmıyor. Stanişev ve Mestan tarafınsan gizli istihbarat ajansı DANS Başkanlığına önerilmiş olmasaydı, Bulgaristan üstüne yazılıp çizilirken işaret edilen dört skandal olay her defasında yine DanielPeeski ismiyle bağlı olacaktı. Bir. Bulgaristan’da basın ve yayın, iletişim ortamı özgür değildir.


Makale ve Analizler - 2014

103

İki. Adalet sistemi çalışmıyor. Üç. Rüşvet devletin her katını esir almıştır. Dört. Politik yaşamda kriminal suç işleniyor. Eğer tüm bunların Avrupa insanları tarafından daha iyi bir şekilde anlaşılmasına yardımcı olacaksa Daniel Peevski’nini AP milletvekili olmasına itirazımız olamaz. Peevski’nin Politik Partisi - HÖH: Aslında ve hakikatten kayıtsız ekonomiyi ve işleri savunurken ve temsil ederken, yıllardan beri kendini Bulgaristan Müslümanlarının temsilcisi ve savunucusu olarak tanıtan HÖH - DPS partisi, Daniel Peevski’nin desteklenmesini gerektiren en önemli unsurdur. Peevski’yi Avrupa Birliği Parlamentosu’na göndermek şu iki soruya kesin ve şeffaf yanıt getirebilir: a) Hak ve Özgürlük Hareketi için Daniel Peevski neden bu kadar değerli biridir? b) Bu partinin seçmeni Peevski’ye neden bu kadar çok bel bağlıyor? Son seçimlerde (12 Mayıs 2013) Peevski, 2 seçim bölgesinde liste başı olan 3 milletvekilinden biriydi. Şimdi iddia edildiğine göre Hak ve Özgürlükler Hareketi’nin 25 Mayıs 2014 günü liste başı çekecek olan adayı da yine o olacakmış. Bu adayın hak ve özgürlük hareketi seçmenine ne gibi hizmetlerde bulunduğu kimse tarafından bilinmese de, partiye ne gibi hizmetler sunduğu da, bilinenler tarafından açıklanmıyor. Kendisini Bulgaristan Müslümanlarının koruyucusu olarak tanıtan ama bu konuda pek bir şey yaptığı bilinmeyen hak ve özgürlükler partisinin iç yüzünün açığa vurulması açısından, Peevski bulmacasını artık çözmek yeterli olabilir. 300 Gün Peevski Peevski’nin desteklenmesini zorunlu kılan 3. nedense, artık 300 günden beri devam eden Sofya sokak ve meydanlarındaki protesto hareketleridir. Geçen yıldan beri süregelen bu eylemler birkaç defa solmak, sönmek ve hareketliliğini yitirme aşamalarına girse de Daniel Peevski’nini isminin belirmesiyle daha ilk anda hemen birden bire parlayan bu eylemler, dün akşam başkette yeniden başladı. Böyle bir protesto patlaması son defa, Anayasa Mahkemesi’nin özel bir kararla Peevski’nin milletvekilliğini savunmasına karşı ayyuka çıkmıştı. Bu arada Anaya Mahkemesi kararı “anlaşılır türden değildi”, nitelemesini ilave edelim. Burada anlaşılmayan, Yüksek mahkemesinin kararından fazla, finans oligarşi kulisinin her defasında Peevski’yi hemen ve dört elle işe sarılarak desteklemesidir.


104

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Daha önce söylemek istemiş olsam da, unutmuş olabilirim, bu milletvekilinin bir de yargı hükmü verme ve adalet dağıtma hakkına sahip olduğunu da unutmadan ifade etmiş olayım.

BULTÜRK Yönetimi Cahit Altunay’a Hayırlı Olsun Ziyareti

Neriman Eralp-12.Nisan.2014

BULTÜRK Yönetimi olarak Belediye Başkanımızı Cahit Altunay’a 30 Mart 2014’te AK Parti’nin seçimlerdeki büyük başarısından dolayı hayırlı olsun ziyaretinde bulunduk. Belediye Başkanımız; Seçim öncesi yapmış olduğumuz Basın Toplantısından dolayı bizlere teşekkür etti. Tüm Rumeli-Balkan camiasının karşısına çıkarak tek başımıza bir tabuyu yıktığınızdan dolayı bizleri kutladı. BULTÜRK Derneği ile gurur duyduğunu belirtti. Ayrıca Sayın Altunay yeni Belediye Hizmet Binası ile ilgili bilgi verdi. Sultangazi Belediye Başkanımızın yeni dönemde yeni binasında hizmet vermeye başlamış. Komplekste belediye birimlerinin yanı sıra nikah salonları, 1500 kişilik düğün salonu ve AVM de bulunuyor. 75 bin m2 alana yapılan binanın ilk etapta Belediye Birimleri ve nikah salonları hizmete girdiğini anlattı. Yeni kurulan Sultangazi ilçesi henüz hiçbir alışveriş merkezi bulunmuyordu. Belediye Hizmet Kompleksi’nde, bünyesinde birçok marka ve hizmeti barındıracak olan Alışveriş ve Yaşam Merkezi 18 bin metrekare inşaat alanından oluşuyor. Sultangazi ilçesinde ilk AVM’nin beklentilere en iyi şekilde cevap verecektir dedi. Bizlerde Sultangazi’de ki değişimin halkın da gözden kaçmadığını ifade ederek kendilerinin çalışmalarını ve Sultangazi’ye hizmetlerinden dolayı da bizler hemşehrimiz olarak gurur duyduğumuzu belirtik. BULTÜRK Derneği olarak Başkanımıza ve ekibine bu yeni dönemde başarıların devamını diledik. Bulturk-İstanbul


Makale ve Analizler - 2014

105

İnanılmaz Bir Girişimcilik Hikayesi: Eşekli Kütüphaneci

Raziye Çakır-12.Nisan.2014

Yıl 1943. Genç Mustafa’nın tayini kütüphaneci olarak Ürgüp Tahsin Ağa Kütüphanesi’ne çıkar. Devlet memurluğu o dönemde süper bir şey, çünkü özel sektör falan yok. Bizimki kütüphanede heyecanla okurları bekler; bir gün olur, beş gün olur, gelen giden yok. Etraftakilerle konuşur, herkese anlatır: “Bakın kütüphane bomboş duruyor, gelin kitap okuyun.” Gelen giden olmaz. Amirlerine durumu bildirir. - “Kardeşim otur oturduğun yerde, maaşını düzenli alıyon mu, almıyon mu?” - “Alıyorum.” - “Eee, o zaman ne karıştırıyon ortalığı, gelen giden olsa maaşın mı artacak? Başına daha fazla bela alacan, o kütüphaneye yıllardır kimse gelmez zaten...” 23 yaşındaki genç memur “Ne yapayım, ne yapayım?” diye düşünür durur. Sonunda aklına bir fikir gelir, eşine söyler. Eşi önce “Deli misin bey?” der, ama kocasının bir şeyler üretme, işe yarama çabasını yakından görünce fikri kabullenir. O dönem devletteki amirlerinin çıkardığı tüm engellerin tek tek, binbir güçlükle üstesinden gelir. Çünkü o zaman da şimdiki gibi, “Aman bir şey yapmayalım da başımıza bir iş gelmesin. Çalışsan da aynı maaş, çalışmasan da” zihniyeti aynen var. O bıyıklı, kravatlı, asık yüzlü, sigara kokan, arkalarındaki Atatürk resminden utanmayan, ama ülkesine gram faydası da olmayan bürokratları zorlukla ikna eder ve bir eşek alır. İki tane de sandık yaptırır. İki sandığa, kalınlığına göre 180 - 200 kitap sığar. Sandıkların üstüne “Kitap İade Sandığı” yazar. Kitapları eşeğe yükler ve köy köy gezmeye başlar. Kütüphaneye de bir yazı asar:


106

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“Sadece Pazartesi ve Cuma günleri açıyoruz.” Köydeki çocuklar şaşırır. Eşeğe bir sürü kitap yüklemiş bir amca, o gariban çocukların küçücük ellerine kitapları verir. Düşünün, Noel Baba gibi. Noel Baba yalan, Mustafa Amca ise gerçek. Geyikler yerine eşeği var. Eşek de daha gerçek, Mustafa Amca da. “Çocuklar bunları okuyun, aranızda da değişin. On beş gün sonra aynı gün gelip alacağım. Aman yıpratmayın, diğer köylerdeki arkadaşlarınız da okuyacak” der. Mustafa artık Ürgüp’teki kütüphanede bir iki gün durmakta, diğer günler eşeği Yüksel’le köy köy gezmektedir. Köylerdeki çocuklar Eşekli Kütüphaneciyi her seferinde alkışlarla karşılarlar. Kalpleri küt küt atar heyecandan, sevinç içinde yeni kitapları beklerler. Mustafa Amca‘nın ünü etrafa yayılır. Diğer devlet memurları makam odalarında sıcak sıcak oturup iş yapmazken, Mustafa’nın eşeği Yüksel yediği otu hepsinden fazla hak etmektedir. Zamanla insanlar kütüphaneye de gelmeye başlar. Mustafa bakar ki kütüphaneye kadınlar hiç gelmiyor. Zenith ve Singer’e mektup yazar: “Bana dikiş makinesi yollayın, firmanızın adını kütüphanenin girişine kocaman yazayım” der. Zenith dokuz tane, Singer bir tane dikiş makinesi yollar (ilk sponsorluk faaliyeti). Salı günlerini kadınlar günü yapar. Kumaşı alan kadın kütüphaneye koşar. On makine yetmediği için sıra oluşur. Sırada bekleyen kadınların eline birer kitap verir, beklerken okusunlar diye. Okuma-yazma oranının düşüklüğünü görünce halkevlerine okuma yazma kursları vermeye gider. Halıcılık kursları başlatır, bölgede halıcılığı canlandırır. Bu arada valilik Mustafa hakkında dava açar, “kendi görev tanımı dışında davranıyor” diye. 50 yaşına gelen Mustafa Amca baskıyla emekli edilir. Mustafa Amca köylüler arasında efsane olur, yıllar geçtikçe köylerdeki çocuklarda okuma aşkı yerleşir. 2005 yılında Mustafa Amca vefat eder. Tüm Kapadokya çok üzülür, aralarında toplanırlar. Ürgüp’e Eşekli Kütüphaneci Mustafa Güzelgöz ve eşeğinin heykelini dikerler. Girişimcilik ne biliyor musun? Bulunduğun yere yenilik katmalısın. Mutlaka adım atmalısın.


Makale ve Analizler - 2014

107

Yaptığın iş olduğu yerde durup duruyorsa, sende bir uyuzluk vardır arkadaş. İnsan var, dokunduğu yere değer katar; insan var, dokunduğu yere değer kaybettirir. Bakın Nevşehir’den ve bu ülkeden nice müdür, amir, vali, bürokrat, milletvekili, politikacı geçti; binlercesinin adını kimse hatırlamaz ama Mustafa Güzelgöz ve eşeğinin heykeli var.

Halkla Alay Ediliyor

Rafet Ulutürk-12.Nisan.2014

ruz.

Halk Peevski’ye karşı yeniden ayaklanıyor. Sokaklar gösterici doluyor. Seçmen HÖH - DPS listesine oy vermeyi topluca ret edebilir. Peevski seçilirse Avrupa Birliği’nde sözümüz geçmez, alay konusu olu-

AB Liberalleri de Peevski’ye karşı tutum aldı. Avrupa Birliği Parlamento seçimlerine katılacak 14 politik parti kaydını yaptırdı. Daniel Peevski’nin HÖH / DPS partisi tarafından Brüksel parlamentosuna aday gösterilmek istenmesi Sofya’da protestocuları meydana topladı. 300 gün önceyi anımsayanlar aynı sloganları bağırıyorlar. “Peevski Mafya!”, “Doğan Mafya!” Köy ve kasabalarda istediğimizi seçemiyoruz. İş yapmayacak adamları dayatıyorlar. Oy pazarlıkları hoşnutsuzluğuna sebeptir. Bir vekilin seçilmesine 160 bin oy gerek. Sosyolojik araştırma sonuçları şimdilik yalnız 4 politik partinin yani Sosyalistler Partisi BSP, GERB, HÖH - DPS ve “Sansürsüz Bulgaristan” partilerinin milletvekili çıkaracağını açıklıyor. Hiçbir vekil çıkaramazsa “ABV” ile “Reformcu Blok”un dağılacağı belli oldu. Seçimi GERB kazanırsa hükümet kesin düşecek. Yani erken parlamento seçimine gidilecek. HÖH / DPS partisinin, fahri Başkan Ahmet Doğan’ın çok yakın dostlarından olan, kamuoyunda kabul edilmeyen, kavgacı genç bir tip olan 33 yaşındaki


108

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

milletvekili Daniel Peevski’yi AB aday listesine koyma hesapları Bulgaristan’da olduğu gibi, Brüksel’de de ciddi tepkiler doğurmaya başladı. AB Başkanlığı, “Rus ajanlarının burada işi yok” beyanıyla kesin tavır aldı. HÖH - DPS partisinin Daniel Peevski’yi aday listesinde ikinci yere koyma niyeti, Brüksel’de adayları inceleme komisyonu kurulmasına neden oldu. HÖH’ün bağlı olduğu AB Liberaller Grubu da endişesini gizlemedi. Bulgaristan kamuoyunun rahatsızlığını ifade eden, 2009 - 2014 yılları arasında Sosyalistlerin AB milletvekili grup başkanı ve eski Diş İşleri Bakanı İvaylo Kalfin, Cuma sabahı “NOVA” TV konuşmasında, Peevski’nin aday gösterilmesi “Bulgaristan halkıyla alay etmek anlamında olur,” dedi. Bulgaristan Türkleri arasında çok dürüst, aydın ve yabancı dil bilen hazırlıklı genç kadrolar olduğuna işaret eden deneyimli diplomat, Bulgaristan Türkleri kendi adaylarını kendileri göstersinler, diye konuştu. Kalfin “ızbandutların babası” olarak bilinen bir kişinin Brüksel’e gönderilemeyeceğine işaret etti ve bu gibi olumsuz gelişmeler, “AB parlamentosunda Bulgaristan ile ilgili özel bir karar alınmasına vesile olabilir ve Genel Kurul’da karar alma sürecine katılma hakkımıza yasak getirilir,” diye konuştu. Aynı konuda, basına demeç veren, kıdemli AB komiserlerinden Miglena Kuneva , “herkes AB milletvekili olamaz!” beyanında bulundu. Öte yandan basında çıkan yorumlardan, yalnız fahri başkan Ahmet Doğan’ın değil, HÖH - DPS Genel Başkan Lütfrü Mestan’ın “Halkın istemediği ve kamuoyunda tepkiler uyandıran Daniel Peevski’den kurtulmak için, onu Brüksel’e göndermek istedikleri” öğrenildi. Hafta sonunda, HÖH - DPS partisi yönetiminin AB listesini kesin açıklaması beklenirken, Parlamento Başkan Yardımcısı ve HÖH Yönetim Kurulu Üyesi Aliosman İmamov, AB seçimleri konusuna açıklık getirmek üzere “Presa” gazetesine bir demeç verdi. Soydaşlarımızın AB seçimlerinde oy kullanabilmek için “en az 3 ay aynı yerde yaşamış olma şartı getirildiğinden” 20 bin oy kaybedeceklerine işaret eden İmamov, HÖH - DPS ekiplerinin İspanya, Almanya, Belçika, Hollanda ve Büyük Britanya’da konuk işçi çevrelerinde istişareler yaptığını ve AB ülkelerinden önemli miktarda oy elde etmek için çalıştıklarına açıkladı. Bulgaristan 2007’de AB üyesi oldu. Bu üyeliğe hazır değildi. Avrupa Birliği üyeliğini zor kucaklayan ülke, kenara itildi, en yoksul üye devlet durumuna düştü. Böylesi ağır ve bunalımlı bir durumda ekonomik kalkınma ve istihdam gibi bir iki ana konu üzerinde yoğunlaşacağına Batı yanlılığı ve Rusya taraftarlıları olmak üzere, ikiye ayrıldı. Totaliter geçmişten kurtulamayan ülke AB politikasına soğuk bakıyor.


Makale ve Analizler - 2014

109

Seçmenin % 46’sı AB ülkelerinin Rusya’ya yaptırım uygulamasına karşı çıkıyor. Bu politikalarla ilgili HÖH - DPS partisi yönetimi hiçbir açıklamada bulunmadığından, seçmenler özgür hareket edemiyor, üzerlerine çullanan baskı mekanizmaları altında eziliyorlar. Hak ve Özgürlükler partisi seçmen kitlesine özgür olma, özgür yaşama ve özgürce seçme hakkını sunamadı ve yaklaşan seçimde de sunamayacaktır. Kimsenin tanımadığı, dayatılan adaylarla Bulgaristan Türkleri, Pomaklar ve Çingenelere AB üyeliğinin esaslı kazanımlar getirmeyeceği önceden biliniyordu. Bu durum seçmenleri rahatsız ediyor. Zaten AB üyeliğimizden önce, HÖH partisi Başkanı olan Ahmet Doğan, kimseyle görüşmeden, hiç kimseye danışmadan, kendi başına hareket ettiğinden, AB üyeliğimizle ilgili çok büyük yanlışlar yaptı. “Bulgaristan’da çözülmemiş etnik sorun yok” Deklarasyonu vermekle haklarımızı genişletme ve yeni kazanımlara uzanma yollarımızı tıkadı. Onun bu bireysel hareketiyle temel hak ve özgürlüklerimiz donduruldu. Onları güçlendirme ve genişletme yolları tıkandı ve tüm umutlarımız kesin suya düşürdü. Şimdi AB seçimlerinde HÖH adayı olarak gösterilen ama problemlerimizle, dertlerimizle hiçbir alakası olmayan, Bulgar kamuoyu tarafından da istenmeyen, savcılıkta dosyaları olan, ne işle meşgul olduğu bilinmeyen, ne geçmişi ne de geleceği hakkında herhangi bir bilgi verilen Daniel Peevski adında bir kişiyi Brüksel’e gönderme planları dayatılıyor ki, bu huzurlu bir gelişmeye işaret değildir. Özellikle de, Daniel Peevsi’nin Rus sermayesi tarafından yaratılmış olması, bu göbek bağıyla Bulgar iletişim ortamı (medya) holding şefliğine yükselmesi, Moskova’nın Bulgaristan üzerinde gerçekleştirdiği inşaat tasarımlarının hemen hepsinde ortak görünmesi, sosyalist totaliter dönemden bir Bulgar istihbarat generalinin torunu olduğunun bilinmesi, Brüksel’de ciddi endişe uyandırırken, beklenmedik sertlikte yeni tepkilere neden oluyor. Bulgar kamuoyunda, AB Genel Kurulu’nun Bulgaristan’la ilgili özel bir karar almasından korku var. Bu kararla, yatırımların bütünüyle dondurulabilir; yeni seçeceğimiz milletvekilleri AB Genel Kurul toplantılarından dışarıda tutulabilir; karar alma hakları geçersiz kılınır. Politik gözlemciler çok olumsuz gelişme ihtimallerine işaret ediyor.


110

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Özellikle şimdi dünya yeni bir “soğuk savaşa” giderken, Kırım Yarımadasına el atan Moskova, Ukrayna’ya çok gergin günler yaşatıyor. Baskı politikası burnumuzun dibinde yeni bir cepheleşmeye neden olurken, gerginlik yaratıyor. Rusya Başkanı Putin, Türkiye Başbakanı Recep Tayip Erdoğan’da bu arada, tüm Batı Avrupa Başbakanlarına özel mektup göndererek, doğal gaz ve petrol sağlanması konularında uyarılarda bulundu. Rusya’ya olan 5,5 milyar US Dolar doğal gaz borcunu Ukrayna ödeyemezse, Bulgaristan’a olan sevkıyat da durabilir. Böylesi gergin bir ortamda, Hak ve Özgürlükler Partisi’nin inat edip, kendisinden kuşku duyulan ve onaylanmayan bir kişiyi Brüksel’e zorla seçtirip gönderme politikası, rüzgâra karşı koşmaktan başka bir şey değildir. Bulgaristan’da 2 milyon Türk var derken bir AB Parlamentosuna gönderebilecek kişi bulamaması ve Bulgarlardan da en kötüsünü seçmek istemesi düşündürücü. Ülkedeki son gelişmeler HÖH partisine karşı ulusal cephe oluşturmayı gündeme gelmiştir. “Demokrasi, kulisten yönetilen bir düzen olamaz” diyenler çoğalıyor. Peevski’ye karşı halk ayaklanıyor, Türkleri göremiyoruz! Ayaklanma ızbandutların politik egemenliğine karşıdır. Halk artık kendisiyle alay edilmesine tahammül edemiyor. Biz neden ve niçin susuyoruz...

Söylemek İstemedikleri Dalları, Onlar Oluşturuyor

Sakir Arslantaş-14.Nisan.2014

Yazılarımızda çık sık kullandığımız kavramlardan biri Demokrasidir. Bu bir toplumsal düzenin adı, bir politik partiye verilen isim de olabilir. Türkiye’de olduğu gibi, Bulgaristan’da da Demokrat Parti isminde politik oluşumlar vardı. Türkçemizde, bir şahsın demokrat olduğu anlatılırken, diğerlerinin fikirlerine saygı gösterdiği vurgulanmış olur. Bir yönetim biçimi olarak demokrasi, çoğulcu, yani birden başka partinin idare işlerine katıldığı anlamındadır. Son yıllarda bizde Demokrasiye Geçiş, demokratikleşme gibi kavramlarla, tek partililikten, yani totaliter rejimden çok partili yani herkesin sözünün geçeceği bir toplumsal düzene geçildi. Bulgaristan’da 10 Kasım 1989’da Todor Jivkov’un tek başına yönettiği otoriter düzen yıkıldığında ve 1990’da Büyük Millet Meclisi Anayasa’dan Bul-


Makale ve Analizler - 2014

111

garistan Komünist Partisi yönetici parti olduğu maddesini kaldırdığında, demokratikleşmeye yol verildi. Demokrasiye Geçiş kavramıyla başladık. Bu işin sabah başlayıp akşam biteceğini sanmıştık. Oysa 25 yıl geçti, bir türlü tünelden çıkamadık, yol bitmedi. Biz 1990’a kadar bizim sosyalizmin bir totaliter sosyalizm olduğunu da düşünmüyorduk, düşünmediğimize göre, bilmiyorduk da, çünkü sosyalizm sözünü kullananların dilinin altında sıra bekleyen değim sosyalist demokrasiydi. Olmayan bir şeydi. Bu kavramlar arasında totalitarizm sözü, anayasaya göre, iktidarda komünist partisinin ortağı olmaz anlamında olduğundan, demokrasi sözünü kullanmamıza hiç gerek yoktu, çünkü demokrasiçoğulcudemektir ki, bir parti tek başına iktidardaysa, nasıl çoğulcu olsun. Bir de klasik anlamda demokrasi şu demektir: Demokrasi kelimesinin kökeninden hareketle genellikle şöyle açıklayabiliriz: Demos (Halk), Kratos (İktidar) demektir; o halde demokrasi “halkın iktidarıdır” yani “halkın egemenliğidir.” Demokrasi, kralın, sultanın veya belli bir azınlığın değil de, halkın egemen olduğu bir (yönetim) rejimdir. Neredeyse bütün bilinen ve yaygın demokrasi tanımları, bu tanımın çeşitli varyasyonlarından başka bir şey değildir. Dışardan bir örnek: demokrasinin en bilinen ve kabul görmüş tanımlarından biri, Amerika Başkanı Abraham Lincoln’un (1809 - 1865) meşhur, tanımıdır. Bu tanıma göre: “Demokrasi, halkın, halk tarafından, halk için yönetimidir.” Hemen görüleceği gibi, bu tanım da aslında etimolojik kökene dayanan “Halkın Egemenliği” tanımının değişik bir versiyonundan başka bir şey değildir. Demokrasi sık sık, “toplumun” bir yönetim (rejim) biçimi ya da devlet biçimi olarak, diğer yönetim biçimleriyle kıyaslama içinde de tanımlanır. Örneğin Monarşi, kişi yönetimi; Otokrasi, kişisel yönetim, Oligarşi, zengin azınlık yönetimi ve Demokrasi, çoğunluk yönetimidir. Lincoln’un tanımındaki Halk, çoğunluk anlamında alınırsa bu anlama da gelir. Bu tanımın da ilk tanımın diğer bir çeşitlemesi olduğu açıktır. İnternette bakıldığında böyle onlarca, yüzlerce tanım görülebilir. Örneğin Vikipedi’de demokrasi şöyle tanımlanmış: “Demokrasi, tüm üye veya vatandaşların, organizasyon veya devlet politikasını şekillendirmede eşit hakka sahip olduğu bir yönetim biçimidir.” Aslında çok güzel söylenmiştir. Biz kavramların anlamını bilmeden hak arama, adalet sağlama, özgür olma mücadelesini anlayamayız. Yazılarımızdaki ana kavramlarından biri Demokrasi kavramıdır.


112

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bugün bu konuya dönmemizin ana nedeni, bu kavramın son zamanlarda halkın gözünü boyamak için kullanılmasıdır. Bunun anlamı da sahte demokrasidir. 25 Mayıs günü yapılacak Avrupa Birliği Parlamentosu seçimleri arifesinde sözüm ona pek çok sahte demokrasi oyunları oynanmaya başlandı. Toplu oy satımı pazarlanıyor. İmza toplanıyor. Tehdit edilenler var. Halen HÖH milletvekili, halk tarafından sevilmeyen ve istenmeyen biri olan ve 2013 gösteri yürüyüşlerinde kitlelerin kendisini şiddetle ret ettiği politik tiplerden biri olan Daniel Peevski için Razgrat’tan Madan’a kadar köy ve kasabalarda haneler gezilerek imza toplandı ve bu herkesin dikkatini çekti. HÖH partisinin halkın istemediği bir kişiyi yükseltme çabalarına akıl erdirmek çok güç oldu. Bu şekilde tesis edilmek istenen demokrasi sahte olur. Bilinmeyen ne var ki, insanların istemediği şu Peevski Brüksel’e gönderiliyor? Şimdiye kadar hiçbir iş yaptığı yokmuş. Ömründe hiçbir iş tutmamış. Bir haylaz gence bu kadar büyük güven bağlanmasının demokrasiyle ne alakası var? Soruyorum, ne ilgisi var? Halktan imza toplayarak yapılan iş demokratik mi oluyor? Bu işten halkın menfaati nedir? Yoksa başkalarının gizli hesapları ve büyüm menfaatleri mi var? İmzalar kapımıza dayanılarak, göz göre göre, çocuklarımızın önünde, baskı altında alındı. İş yerine geldiler müdürün ekip şefinin gözü önünde istedi, baskı altındaydık. Bu işin demokrasiyle ne alakası var? Benim iradem değil ki bu. Halk ve Özgürlükler Hareketi, haklarımızı ve özgürlüklerimizi ayakaltına aldığı gibi, şimdi demokraside de baskı uyguluyor. Sözüm yüksek seçim kurulunadır. Bizden önceden alınan imzalar asla dikkate alınmasın. Tanımadığım bir adamın AB milletvekilliğinden bana ne? Demokraside ancak gizli verilen oy demokrasi ifadesidir. Oyların hepsi halkın hür iradesidir. Halkımız hür olmayı hak etmiştir. İmza toplayarak, değişik biçimde baskı uygulayarak, en doğal hakkımız olan seçme ve seçilme hakkımızı hür ve gizli kullanmak bizim özgürlüğümüzün kutsal anlamıdır. 25 yıldan beri oyumu verdiğim partimden tek isteğim var. Oyuna gelmesin. Bizi de oyuna getirmesin. Yeter artık çok oldu. Parasız satılan şu demokraside varsın bizim de tuzumuz olsun. Kapıma gelindiğinde, elime para sıkıştırıldığında, elime kalem verilip imza atacağım yer gösterildiğinde Demokrasi biter. Biz zaten, adı var, kendisi yok, sosyalist demokrasiden geldik.


Makale ve Analizler - 2014

113

Siz haklarımızı yaşatamadınız, özgürlüklerimizi yaşatamadınız, şimdi de demokrasimizi kurutuyorsunuz. Bırakın bizi, oyumuzu istediğimize verelim ve demokrat olalım!

İpler Pazarda

Dr. Nedim Birinci-14.Nisan.2014

Bizde demokrasi mayalanmaya mı başladı ne! Sivil toplum örgütlerinin sesi duyulmaya başladı. Demokrasinin alt dokusu sivil toplum örgütleridir. Onların sesi, dille getirdikleri istekler uzaktan işitilir. Bir dernek, bir federasyon deyip de küçümseme, arkalarında binler var. “Damlaya damlaya göl olur!” diyenlerin işaret etmek istemediği damlalardır onlar. Yerel seçimlerde BULTÜRK Kültür ve Hizmet Derneği’nin sesi duyuldu, kararlı atılımlara da soydaşlardan güçlü bir destek buldu. Evet, artık Bulgaristan Türkleri Bayrampaşa Belediyesi’nin kapısını bir başka cesaretle açabilirsiniz. Şu, doğru ile eğrinin ayrışım noktasını bulmak ve seçmeni doğru yönlendirmek çok önemlidir. Sofya’da 300 günden beri devam eden “Anti-Peevski” hareketi var. En soğuk, yağışlı ve rüzgârlı akşamlarda bile 20 - 30 genç zaman bulut bu sloganı yüksekte tuttular. Yerlerinde durarak seslerini duyurdular. Bulgaristan’da, sizin de bildiğiniz üzere 25 Mayıs günü Avrupa Birliğini oluşturacak Parlamenterler seçimleri yapılacak. Bu seçimler için ilgili partiler liste açıkladı, Merkez Seçim Kurulunda kayıtlar başladı. Kaydını yaptırıp da liste açıklayamayan tek parti Hak ve Özgürlük Partisi oldu. Liste başına oligarşi hizmetçisi Daniel Peevski geçmek isteyince akan sular durdu. Peevski’nin adamları torba torba paralarla bütün karma bölgeleri dolaştı, imza topladılar, şimdiye kadar 24 bin imza toplamışlar, halk imzalamıyor. Bizim halkımız, Türklerimiz, Çingenelerimiz, Pomaklarımız, yoksul Bulgar kitlesi sefilliğine rağmen, paraya karşı iş yapmak, imza atmak istemiyor. Bu-


114

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

rada sivil toplum örgütlerinin, aydınların, öğretmenlerin, doktorların, üniversitelilerin sözü ağır bastı. Peevski kimdir? Todor Jivkov’un eski milis generallerinden birinin torunu. Bu dolandırıcılık işitildin de büyük rol oynayan anası İrina Krısteva kimdir. Bulgar loto-toto işlerinin eski başkanı. Ruslardan aldığı paralar için ben çalıştım da kazandım diyen kadın. Rusun parasıyla “Telegraf”, “Monitor” ve “Uikent” gazetelerini satıl almıştı. İki gün önce, sözde İrlanda parasıyla geçen hafta Sofya’da kurulan bir şirkete yukarıda ismi geçen gazetelerin üçünü de sattı. Bu gazetelerin toplumdaki rolü neydi? 1) İrina Krısteva’nın sevgili oğlu Daniel Peevski’yi “Medya Holding” başkanı yaptı. 2) Moskova emrinde çalışan İrina Krısteva’nın sevgili oğlu Daniel Peevski’yi HÖH partisinden milletvekili yaptı. Neden HÖH partisinden diye sorarsanız haklısınız: Çünkü GERB lideri Boyko Borisov ona “Bak işine!” dedi. Onu evinden kovmuştu. Neden Sosyalistlerden yani BSP’den milletvekili olmadı? Bu soru da isabetli: Çünkü 25 yaşında paraşütle indirilerek Varna Liman Yönetim Kurulu üyeliğine atanan ve hiçbir işe yaramadığı için kovulan, sonra Sergey Stanişev - Ahmet Doğan - Saks Koburgotski ortak hükümetinde Bakan Yardımcılığına atanan ve oradan da kovulan haylaz Daliel Peevskiyi BSP lideri Stanışev seçilebilir bir yerden milletvekili listesine alamazdı. Almadı da. İşten atıldıktan sonra Ahmet Doğan’ın koltuğunun altına sığınan Daniel Peevski, gizli servis, muhbirlik, ajanlık, insan karalama işleri başuzmanı ve kendini devletin üstünde sayan lider tarafından milletvekili gösterildi. Buradaki püf noktası şudur: Ben istediğimi yaparım. Ben istediğimi yaptırabilirim. 3) Ne ki, anlaşılan Ruslar çürük tahtaya basmıyor. Daniel Peevskinin Bulgar oligarşisi ile Ahmet Doğan da aralarında politik parti liderleriyle temaslarını yürüttüğü açığa çıkınca tutum değiştir. a) Oligarşi bankası (CCB) Peevski medyasına para vermeyi kesti. b) Bir aracı ajan durumunda olan Peevski artık ihtiyaç kalmadı. c) Hizmetleri dokunmamış ve kurtulmak istedikleri bir kişiden nasıl kurtulunur: ya sokağa atılır, ya daha yüksek bir göreve yükseltilir ya da dış ülkede bir görevle kamuoyundan uzaklaştırılır. İşte bu üçüncü yol seçildi. Dikkate alınması gereken bir özellik.


Makale ve Analizler - 2014

115

Ahmet Doğan, 19 Ocak 2013 günü Bütün Bulgaristan ve bütün dünyanın gözü önünde HÖH 8. Olağan Kurultay kürsüsünde eli tabancalı bir Türk genci tarafından indirilmesini, bir anda sıfırlanma tehlikesini içine sığdıramadı. Bu hareketi için o, Oktay Yeni Mehmedovtan bin defa daha fazla Bulgar İstihbaratına, Bulgar Devletine, Bulgar Polisine, HÖH İçi Güvenliğe ve onu korumayı boşlayan, onun sıkılmış bir paçavra gibi çöpe atılmasına göç yuman, başka bir değişle, onu gözden çıkaran devlete kızdı. Önemle ve altını çizerek belirtiyorum: O an Bulgaristan’da yepyeni bir durum ortaya çıktı: Nedir bu durum sorusunun yanıtı şudur: “Ben devletin üstünde olan bir yetkiliyim!” Bu iddia Ahmet Doğan’ın kendi ağzından çıkmıştır. Satovça’da Pomaklar önünde “kendisi söylemiştir.” Daha sonra da tam böyle bir tavırla hareket ediyordu. Kurultayda okuduğu raporda tam bu havadaydı. Ve onun kurultayda okuduğu raporda “devlet benim kontrolümdedir” demek için ağzını açtığı bir anda, kürsüye çıkan bir Türk Genci tarafından “Hadi yeter gevezelik yaptığın!” demesi, 2 yıldan beri bütün politikamızın can alıcı noktasıdır. Çünkü Ahmet Doğan bu sözleri kendi adına söylermiş gibi söylese de ardında duran oligarşi temsilcilerini (Valentin Zlatev’i; Ognyan Donev’i vs.) Bulgar oligarşisini, istihbarat örgütü DANS ve Moskova’nın Balkanlar ve Bulgaristan politikasının gücünü hissediyordu. Onlar adına konuşuyordu. Güç bizde demek istiyordu. İşte bu zirve noktasında, bizim öz dilimizle söylersek tam tepeye çıkıp bakınmaya başladığı bir anda, görülmeyen bir yerden bir yerde yani Genç Oktay elinde tabancayla devrilip, “Defol!” deyip onu tepeden itmesidir, Yeni politikanın püf noktası. Pek tabii ki, ben o zaman o an her şey değişti demek istesem de her şeyin yıllar içinde yavaş yavaş değişeceğini biliyorum. Buna rağmen, bir yılda ne oldu sorusunun cevabı şudur: 1) Bulgar kamuoyu ve yargı organları Oktay Yenimehmedofu haklı buldu ve salıverdi. 2) İlk kez olmak üzere, Bulgar devleti ile Ahmet Doğan’ın arasının açık olduğu ortaya çıktı. 3) Ahmet Doğan’ın, bir “azınlıklar çobanı olarak” Bulgar devletinden gizlice istedikleri ve bekledikleri olduğu ortaya çıktı. 4) Bulgar devleti, Ahmet Doğan’a Oktay Yenimehmedov eliyle “Bak İşine!” dedi. Başka ne oldu?


116

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

1) Ahmet Doğan’ın hırçınlığı devam etti. O, 19 Şubat 2013 günü kürsüden itildikten sonra, ki bu bir bakıma Bulgar Oligarşisinin de Bulgaristan Erkinden itilmesi anlamındadır. 3 hafta sonra Boyko Borisov istifasını sundu. Yani politik kürsüden indirilmesinden tam 23 gün sonra, 12 Şubat 2013 günü, HÖH fahri başkanı sıfatıyla Ahmet Doğan bir bildiri yayınladı. Bu belgenini özünde Bulgar devletine şu şekilde kafa tutuldu: “Ben istersem sizin Anti-Doğan, antiDPS eyleminizi anti-Türk ve Anti- Müslüman bir başkaldırı hareketi olarak korumleyebilirim ve size buraları dar gelir!” dedi. Bu mektubun başka bir anlamı yoktur. Fakat, Boyko Borisov’un devrilmesiyle Bulgaristan’da sivil toplum örgütlerinin aylarca devam eden protesto eylemleri başladı. Bu eylemleri fırsat bilen Ahmet Doğan, “ben varım ve olacağım” havasına girerek, 12 Mayıs 2013 seçimlerinde öok fazla paralar saçtı. Hele Kuzey Batı illerine destelerle para dağıttı ve 36 milletvekili çıkardı. Bu onun kişiliğini yeniden canlandırdı ve ikinci kez milletvekili seçtirdiği en olıgarşi ile ilişkilerinde aracı olan ve yakın hafiye olarak kullandığı Daniel Peevski’yi Haziran 2013’te bir meclis kararıyla gizli istihbarat örgütü DANS Başkanlığına atatması, Ahmet Doğan’ın yeni bir başkaldırısı oldu. Bu defa o, “şimdi hepinizin imanını gevrettim” anklamına gelen, hınçlı, icranlı bir öz alma ve hesaplaşma hareketiydi ki, Bulgar sivil örgütleri, demokratik kamuoyu, aydın tabaka bunu sezi ve “Anti-Peevski” ve “Anti-Doğan” eylemlkerini başlattı. Bu eylemler başarılı oldu ve Bulgaristan’ın en yeni tarihinde ilk kez sivil tolum örgütleri DANS Başkanı Peevski’yi istifaya zorlayabildi.. Kuşkusuz bu yenilgi Ahmet Doğan’a çok ağır geldi, ruh santısı geçirmesine neden oldu ve bu durumu da kendi lehine çevirmek için Oktay Yenimehmedov’a karşı Sofya’da görülen dava duruşmalarına gelmemekle “istediğimi yaparım. Bulgaristan’a komanda eden benim havalarına” yeniden girdi. Gün geldi bu sapıklık da bitti. Şimdi Daniel Peevski’yi Avrupa Birliği Parlamentosuna göndereceğim, “isteseniz de istemeseniz de göndereceğim” havalarına girdi ki, bu işin sonu iyi görünmüyor. Sonuç ne olabilir? Hak ve Özgürlükler Hareketi 3 yerine 2 milletvekili gönderir. Artık bizim seçmenimizin de canıuna tak dedi ve olanları görüyor. Oyle 20 levaya karşı oy toplama, imza alma zamanı mazi oldu. Bu işlerin neden olmadığını, neden her defasında sarpa sardığını görmeyen kalmadı. Artık herkes biliyor ki, Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH - DPS) Bulgaristan Türkleri, Pomakları, Çingeneleri ve daha ne kadar Müslüman biraderimiz varsa hepsinin ortak arzusuyla ve ortak iradesiyle kuruldu. Bu inkâr edilemez. Ama şu da inkâr edilemez: HÖH partisi tepeden düşme, yukarıdan salınma bir partidir. Halk böyle bir parti için savaşmıştı, böyle bir partinin kurulmasını


Makale ve Analizler - 2014

117

istiyordu, böyle bir partiyi bağrına basmaya hazırdı, ama kendisi doğurma. Yani halkımız böyle bir partiye hamileydi, fakat doğum esnasında evladımız, öz çocuğumuz, kendi yavrumuz değiştirildi ve yerine Bulgar İstihbaratının paketlediği HÖH - bebesi işte sizin çocuğunuz budur, diye bize dayatıldı. Evet aldatıldık. Evet, oyuna getirildik. Eğer anlayamadınızsa, şöyle de anlatabilirim, hani biz tarlaya süt başaklık için mısır ekeriz de, içinden bir bakmışın kıtır yani patlamış mısır çıkar. Ne deriz “kuş gagasından düşmüştür” ya da “hayvan gübresiyle gelmiştir” deriz, suç bizde değil anlamında kendimizi avuturuz, “olsun canım, büyümüş işte, bundan böyle su istemez, çapa istemez” kalsın der geçiştiririz.. Ne var ki, HÖH meslesinde bu böyle değil, bu partinin sahye yani kıtır bu sözün ana anlamı yalan soyleyip sahte işle çevirmektir - bildiğini okuyup kuyumuzu kazıyor. Bilirsiniz “Herşeyin üstünde olan benim!” meselesi Bulgar’da geçmez. Geçmemesi de iyidir. Geçmesi demokrasiye aykırıdır. Hepimiz için zararlıdır. Şimdiki sidik yarışı da şudur. Sivil toplum örgütleri Ahmet Doğan’a gönderme şu Peevskiyi AB parlamentosuna, zaten durum iyi değil, adamlar Bulgaristan Rus ajanı dolu diye yaygara koparmış, ama bizim Ahmet halkla, kamuoyuyla, sivil toplum örgütleriyle sidik yarıştıracak: Bu işin sonu iyiye gitmez. Biz kimse ile hesaplaşmak istemiyoruz. Alıp vereceğimiz yok. Kavga etmek isteyen aramızdan ayrılsın ve kenara çekilsin. O dava bizim davamız değildir...

BULTÜRK’ten G.O.Paşa AK Parti İlçe Başkanına Ziyaret

Durmuş Mutlu-15.Nisan.2014

Bulgaristan Sivil Toplum Kuruluşları Evlad-i Fatihan Platformu BULTÜRK yönetim kurulu ve üyelerinden oluşan heyet GOPaşa AK Parti İlçe Başkanı Şahin Pirdal’ı makamında ziyaret etti. Başkan Şahin Pirdal misafirlerine ziyaretlerinden dolayı teşekkür etti. Misafirlerine çay ve tatlı ikramından sonra. Başkan Pirdal yapmış olduğu açıklamada: “Gaziosmanpaşa AK Parti ilçe teşkilatı, seçimlerde elde ettiği büyük başarıya rağmen “Durmak Yok Yola Devam” ilkesi ile Ekim ayında yapılacak Cumhurbaşkanlığı ve 2015 yılında yapılacak olan Genel Seçim çalışmalarına başladık. Dolayısıyla başarının nereden geldiği veya başladığı belli oluyor. Yani, Çalışan her zaman Kazanır”. “Başba-


118

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

kanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın Ülke genelinde teşkilatlarına hâkim olduğunu ve ayrıca bu güne kadar kurulan Türk Cumhuriyetleri içinde ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Atatürk’ten sonra sahip olduğu en iyi teşkilat kurma ve teşkilatçılığın başarısını görüyoruz. Böyle bir teşkilatı kurma sevk ve idare etmek çok zor bir şeydir ve bunu başaran Liderler sayesinde Devletler asla yenilgi yüzü görmezler. Şu anda, AK Parti de böyle bir lidere sahip ve Partisini çok iyi idare eden içinde bulunan tüm guruplara hâkim bir Genel Başkan ve Yardımcıları var. Bu yoğun çalışmalar da onların haklı başarısı oluyor”... “Gaziosmanpaşa AK Parti teşkilatı olarak bizler de daha yeni bir yerel seçimden çıktığımız halde önümüzdeki yıllarda yapılacak seçim çalışmalarımızı başlatarak her mahallemize ziyaretler yapmaya, toplantılar organize etmeye başladık. Bizim için gerçekten durmak yok, halkımıza hizmete ve yola devam” dedi. “Özellikle seçim sonrası halkımızın teveccühüyle yeni Belediye Başkanımız Hasan Tahsin Usta’yı kazandıran Gaziosmanpaşa halkımıza duyarlılıklarından dolayı çok çok teşekkür ediyorum”. “Ayrıca sizlerin ziyareti beni şahsen çok memnun etti, teşekkür ederim. Ülkemiz Çok zor dönemden geçti ve bu zor dönemde sizlerin desteği bize güç verdi. İnşallah GOPaşa halkı da bize inandı ve bizlere yolunuza devam edin dedi. Bizler hep birlikte bu zorlukları aşdık, GOPaşa ilçesini hep birlikte daha iyi yerlere taşıyabilmeliyiz. Bizler de üzerimize düşen görevi layıkıyla yapmaya çalışacağız”, dedi. “Bulgaristanlılar ve BULTÜRK’e seçim öncesi açıklamalarından bize AK Parti’ye destek verdiklerinden dolayı kendilerini kutluyorum. Tüm Rumeli - Balkan camiasından tek sizler bizim yanımızda olmanız ve AK Parti’yi desteklemeniz tüm diğer STK’lara karşı dik durmanızdan dolayı sizleri tekrar tekrar kutluyorum. Ayrıca sizleri her zaman destekleyeceğimizi bilmenizi isteriz. Çalışmalarınızda her türlü desteği yapmaya hazır olduğumuzu bilmenizi ister ve artık bizlerde Bultürk’ün çalışmalarında varız ve var olmaya da devam edeceğiz” dedi. BULTÜRK Yönetimi de yerel seçimlerdeki başarılarından dolayı kendilerini kutladı. GOPaşa Halkına inandığınız ve bu inançla halktan oy istediniz ve bu halk sizlere güvendiğini ve doğru yolda olduğunuzu gösterdi, muhalefet kırmızı kart beklerken halk sizlere tekrar yeşil kart gösterdi. Böylece yolunuza ve işlerinizi bıraktığınız yerden devam dedi. Bizler Bulgaristan’da yapılan hizmetlerinizden dolayı AK Parti’ye her zaman desteğimizi sürdüreceğiz. BULTÜRK olarak sizleri destekliyoruz ve başarılarınızın devamını dileriz. Sizlere ve tüm ekibinize önümüzdeki seçimlerde de başarılarınızın devamını diliyoruz.


Makale ve Analizler - 2014

119

Artık Bulgaristan Türkeri’nin de AK Partiye oy verdiğini tüm Türkiye gördüğüne inanıyor ve buna herkesin inanmasını diliyoruz. Bizim insanlarımız oylarını ayakları yere basan vaatlere verirler. Kısaca Bayrampaşa’da Bulgaristanlıların Rumelilerden daha çok olduğunu da ortaya çıkmış oldu. Bizim insanlarımız adaletlidir, bizler nankör, vicdansız değiliz, Bulgaristan’a yapılan hizmetlerinizi görüyor ve bizlerde takibe devam ediyoruz. Bizlerde Hemşerilerimizin AK Parti’ye verdikleri destekten dolayı memnuniyetlerimizi sizlerle paylaşmak istedik. Allah utandırmasın, Allah yar ve yardımcınız olsun. Tüm dualarımız yaşanabilir Türkiye” ve “Yeniden Büyük Türkiye”yi birlikte kurmamız için... Bultürk Yönetim Kurulu üyesi Sayın Seyhan Özgür’e Mazbatasını Gaziosmanpaşa Ak Parti İlçe Başkanı Sayın Şahin Pirdal’dan aldı. Ziyarete katılanlar: Başta Bultürk Genel Başkanı Rafet Ulutürk, Yönetim Kurulu üyelerimizden Seyhan Özgür, Yuksel Demir, Şaban, Durmuş Mutlu, Fatma Mutlu, Nesrin Sipahi Kıratlı, Bengü Mutlu ve kurucu üyelerimizden Zihni Karpat katıldılar.

Anlamsız Zıtlaşma

Dr. Nedim Birinci-16.Nisan.2014

HÖH / DPS Daniel Peevski batağına saplandı. Keskinleşen anlamsız zıtlaşma AB seçimlerinde Hak ve Özgürlükler Partisi milletvekillerini ikiye indirebilir. Ahmet Doğan takıntılarını, saplantılarını aşamıyor. Bulgar devletine kafa tutmak HÖH partisine ancak çok büyük zarar verebilir. Oligarşi ile Ahmet Doğan arasındaki ajan aracı Daniel Peevski’de kurtulmak isteyenler şimdi de Avrupa duvarına tosluyor. Biz de onlara çıraklık ediyoruz. Gelişmeler öyle bir safhaya girdi ki, insanın içinden bizde demokrasi mayalanmaya başladı demek geliyor. İlk işaret: sivil toplum örgütlerinin sesi duyuluyor. Onlar olmadan olmaz, onlar demokrasinin alt dokusudur. Sesler gürdür. Durduramayacaklar Halkın Sesini! Ancak ve yalnız onlar için söylenmiştir. Bir dernek, bir federasyon deyip de geçmeyin, küçümsemeyin, arkalarında binlerce binler var. “Damlaya damlaya göl olur!” diyenlerin işaret etmek istemediği onlardır. Bir düşünsenize: “Anti-Peevski” protesto eylemleri 300. Gününü


120

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Kutladı. Oligarşi hizmetkârlarının partimizi, halk topluluğumuzu kendi menfaatlerine kurban etmesi, Bulgar kamuoyu ile aramızın açılması kötü oldu. Bulanık, pis ve kokulu su 25 Mayıs seçimlerine doğru akmaya devam ediyor. Oy hakkı olandan önceden imza almışlar. Herkesin Bulgar kimlik no.’su EGN’si onların ellinde, defterinde kayıtlıdır. İmzalarımız bile onların kaleminin ucunda. Dün Ulaştırma Bakan Danço Papazov’un imzasını atıp para çekmişler. GERB Partisi Başkanı Boyko Borisov halk oylaması için 560 bin kişiden EGN, imza, kimlik kartı no.’su, aldı. Seçim çalışmaları artık başladı. 12 Mayıs 2013 seçimlerinde 350 bin sahte oyla yakalanmışlardı. Şimdiki seçim arifesinde seçmen imza atmaktan bıktı. Kimlik verileri parti merkezilerinde, onların elindedir. Sanki hepimiz kendimizi önceden satmışız. Her şey korumalı, kapalı kapılar ardında, kapılar zırhlı demir-çelik! Bu seçimlere bütün Bulgaristan’da yalnız ve sadece 100 kişi katılsa, sistem öyle yapılmış ki, yine kazanan olacak, yine zafer kutlanacak ve bavulları şimdiden sıkılmış olanlar Brüksel’e mutlaka gidecekler. Bundan kimsenin kuşkusu olmasın. Ve belki de, bu işler onların düşündükleri gibi, olmazsa, o zaman bakın siz cümbüşe.Kendini dürüstlerin dürüstü göstermek isteyen en şeffaf olduğunu iddia eden, ama bir günde hem 500 milyon leva vergi ödeyen ve 2 milyon leva sayıp Vitoşa eteklerinden lüks dağ evi satın alan Nikolay Barekov girebilecek mi, Brüksel Parlamentosuna? Halk uyanıyor. Halkı uyandıran açlıkmış bilmeyen öğrensin. İrim kırım ettiler, yasadan kırptılar, gizli plan yaptılar, meclise gelmediler, uy kullanmadılar ve Bulgaristan Türklerinden 150 kişinin oy vermesini “üç ay aynı yerde bulunma” zorunluluğu getirerek bu defa engellediler. Bakalım, yarın olmazsa öbür gün, Türkiye Avrupa Birliği üyesi olduğunda ne yapacaklar! O zaman Türkiye sandıklarından Sofya Parlamentosu için 500 bin oy çıktığında, kuşkusuz bugün bayram edip zafer kutlayanlar, dilini yutacak. Son iki yılda sivil toplum örgütlerimizde bir hareketlenme var. Doğru yolu buldular. Somut hedef belirliyor ve başarılı oluyorlar. Halk onları izlemeye başladı. Sözleri geçiyor. 30 Mart yerel seçimlerde BULTÜRK Kültür ve Hizmet Derneği’nin sesi İstanbul, Bursa, İzmir ve Ankara’da duyuldu. Kararlı atılımları daha büyük destek bulacak. Şimdi İstanbul Başrampaşa Belediyesi’nin kapısını bir başka cesaretle açabilirsiniz. G.O.Paşa AKParti Başkanı da aramızdan biri seçildi. Bultürk, doğru ile eğrinin ayrışım noktasını buldu. Seçmeni doğru yönlendirdi. Doğru strateji güzel sonuçlar veriyor. Bulgar örneklerinde başarı örneklerinin boyutları bir başkadır. Sofya’da 300 günden beri devam eden “Anti-Peevski” hareketi renkleniyor. Dondurucu soğukta, yağışlı ve rüzgârlı akşamlarda 20–30 genç bu sloganı yüksekte tutmaya zaman ve güç buldu. Aynı yerde dimdik durup seslerini


Makale ve Analizler - 2014

121

duyurdular. Tamamen haklı oldukları artık daha da iyi anlaşıldı. Ortam öyle bir ortak ki her kıvılcımdan alevleri gökleri delen ateş çıkabilir. Sizin de bildiğiniz üzere, 25 Mayıs günü Bulgaristan’da Avrupa Birliği parlamento seçimleri var. 2007’den beri bu seçimlere katılıyoruz. 16 parti katılacak. Listeler açıklanıyor. 10 bağımsız aday kaydını yaptırdı. Kaydını yaptırıp da liste açıklayamayan tek parti Hak ve Özgürlük Partisi’dir. Aşamadığımız engel Daniel Peevski domuzudur. Adam, “size hizmetim dokundu,” beni “liste başı” göstereceksiniz, diye iki biçiyor. Bir aydan beri imza toplanıyor. En fazla imza HÖH Gençlik Örgütü Başkanı Nihat Küçük’e ve ardından da milletvekili Peevskiye verilmiştir. İmza atandan aynı kişiye oy vermesi isteniyor. Böylece seçmenin özgürce seçime katılma seçme ve seçilme hakları çiğneniyor. Seçim sonucu önceden belirlenmiş oluyor. Bu konuda Bulgaristan Ombusman’ı Konstantin Pençev yaptığı açıklamaya göre, iş yerlerinden, dairelerden, okullardan, köylerden seçmenlerin kimlik verileri satın alınmıştır, alınan sinyallere göre, bu hırsızlara 500 levadan 100 bin levaya kadar para ödenmiştir. Ombusman seçim arifesinde “Ülkede kişisel verilerle ilgili çarşı-pazar” kurulduğunu söyledi. Öte yandan, Devlet Kişisel Veriler Komisyonu’na her gün 40 - 50 şikayet geldiği ve kimlik kartı ve pasaport hırsızlıkları haber edildiği duyuruldu. Yüksek Seçim Komisyonu da işletmelerden personelin kişisel verilerinin alındığına ilişkin sinyaller almaya devam ediyor. 2014’te Bulgaristan’da seçim hürriyetinden söz etmek çok zor oldu. Toplum Brüksel’e gitmek için can atan Daniyel Peevski olayını tartışmaya devam ediyor. Bu HÖH milletvekilinin oligarşinin gizli aracı ajanı olduğu anlaşıldı. İpi pazara çıkan ajan işini yapamaz duruma geldi. Artık daha 33 yaşında açıkta kaldı. Şimdi Brüksel diyor, başka demiyor. Liste başına oligarşi hizmetçisi Daniel Peevski geçecek. Saray’da akan sular durdu. Peevski’nin adamları torba torba paralarla karma bölgeleri dolaştı. İmzalar toplandı. “Halk istiyor” havası yaratıldı. Zaman değişti. Bu defa seçmen hemen imzalamadı. Zorladılar. Kandırdılar. Para oynadı. Seçmenimiz Türklerimiz, Çingenelerimiz, Pomaklarımız, yoksul Bulgar kitlesi sefilliğine rağmen, paraya karşı birçok yerde imza atmak istemedi. Kendi satmak onursuzluktur kanısı ağır basmaya başlamıştır. Böyle kirli ve pis işlere HÖH Gençlik Örgütü Başkanını da alet etmeleri yüz karası oldu. Gençleri daha şimdiden köle yapmak istiyorlar. Bu işin içinde bir iş var sezisi ağır basıyor. Şu Avrupa Birliği seçimlerinde adalet, hak hukuk diye bir şey kalmadı.


122 dir?

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) Herkesin ağzında bir soru var. A. Doğan’a yamanan şu Peevski kim-

Todor Jivkov’un eski milis generallerinden birinin torunudur. Gidip gelen, uzadıkça uzayan dolandırıcılık işlerinde büyük rol oynayan anası İrina Krısteva kimdir? Bulgar loto-toto eski başkanıdır. Birkaç gazete satın almak için Moskova’dan aldığı milyonlar için “çalıştım da kazandım” diyen sosyate lambası bir Bayandır. Rus’un parasıyla “Telegraf”, “Monitor” ve “Uikent” gazetelerini satıl almıştı. İktidara gelenin propagandasını yapmıştı. Son zamanda sıkıştılar. Sofya’da protesto dalgaları, dalga dalga dalgalanıyor. Geçen hafta kurulan sözde İrlandalı bir şirkete gazetelerin üçünü de sattılar. O gazeteler ne iş gördü? 1) Her hükümeti destekledi. Medyaya basan Ahmet Doğan yönetim üstü olmaya çalıştı. Siz aşağıda kavganızı sürdürün, biz yukarıdayız, problem olursa buradayız, dendi ve toplum bu yeni duruma alıştırılmaya çalışıldı. Ahmet Doğan’ın “ben SARAY’dayım, idare ediyorum, beni aramayın!” formülü yutturuldu. 2) İrina Krısteva’nın sevgili oğlu Daniel Peevski’yi “Medya Holding” başı yaptı. Hür basın ezildi. Kamuoyu yanlış haberlerle beslendi. Gerçekler tes yüz gösterildi. 2) Moskova emrinde çalışan İrina Krısteva oğlu Daniel Peevski’yi HÖH partisinden milletvekili yaptı. Anlaşma şöyleydi: “Siz Dançoyu milletvekili yapın ben de sizin kirli çamaşırlarınızı askıya çıkarmayacağım.” Bu sözleşme 5 yıl uygulandı. Bakalım şimdi sözde “İrlandalı” yeni gazete sahibi ne yapacak? “Kirli kokulu” haber sıradadır. 3) Neden Daniel Peevski HÖH partisinden milletvekili seçildi. Başka parti yok muydu? Haklısınız: GERB lideri Boyko Borisov Danço’ya “Bak işine!” dedi. Milletvekiliği istediğinde onu evinden kovdu. 4) Neden Sosyalistlerden yani BSP’den milletvekili olmadı? Soru da isabetli: Çünkü Daniel Peevski, daha okulunu bitirmeden, yirmibeşinde paraşütle indirilip Varna Liman Başkanlığı Yönetim Kurulu’na atandığında “hiçbir işten anlamadığı anlaşıldı.” Hiçbir işe yaramadığından dolayı oradan kovuldu. 5) Sergey Stanişev - Ahmet Doğan - Saks Koburgotski ortak hükümetinde Bakan Yardımcılığına getirilmişti. Oradan da kovulan haylaz Danço, BSP lideri Stanışev’le papaz oldu. Stanişev onu yanına fazla sokmadı.


Makale ve Analizler - 2014

123

6) Bakan Yardımcılığından atıldıktan sonra Ahmet Doğan’ın koltuk altına sığındı. Gizli servis, muhbirlik, ajanlık, insan karalama işleri başuzmanı ve kendini Devletin üstünde sayan lider Ahmet Doğan tarafından milletvekili gösterildi. Buradaki püf noktası, Daniel Peevski’nin işten anlayıp anlamadığı değildir. Parlamentoda, imza atmayı yeni öğrenen ve sabah kahvaltısında sarımsak yiyip meclise gevdirmeye gelen bir ton vekil var. Ahmet Doğan’ın egosu: “Ben istediğimi yaparım!”, “Ben istediğimi yaptırabilirim!”, “Bütün yollar Saray kavşağından geçer!” saçmalığında düğümlendi. 7) Ne ki, anlaşılan Ruslar çürük tahtaya basmıyor. Daniel Peevski’nin Bulgar oligarşisi ile Ahmet Doğan aralarında temas aracılığı açığa çıkınca, tutum birden değişti, ortada bırakıverdiler. a) Oligarşinin bankası (CCB) Peevski medyasına para vermeyi kesti. Gazeteler satıldı. b) Bir aracı ajan durumunda olan ve ipleri pazara çıkan Peevski’ye ihtiyaç kalmadı. c) Hizmeti dokunan bu ajan şimdi AB milletvekiline sokulup kurtarılmak isteniyor. Kurtulmak nasıl olur? Burunları Kaf Dağında olan “DC” ajanları bile sokağa atılmıştır. Ya sokağa atarsın; Ya daha yüksek bir göreve atanırsın; Ya da postu dış ülkede bir göreve atarsın. Yani bu adamın bir yere atılma zamanı geldi. Ama nereye? Peevski’ye üçüncü yol uygun görüldü. Bulgaristan Türk seçmenin oylarıyla bu bal gibi olurdu. En ucuz atama da buydu. AP parlamentosunda milletvekili olacak! Vay, Vay!!!. Zaten orada şimdilik yapılacak iş yok! Uygun mu? Uygun! Halkımız ne der: Anlamsız zıtlaşmadan fayda gelmez.

Vallahi Bilemedim

Dr. Halide Ümitfer-16.Nisan.2014

Yazımın başlığına önce “Nicel Evrim” diyecektim. Anlaşılmaz diye, endişelendim ve bu işte yani anlatmak istediğimi kendimin anlamakta, güçlük çektiğimi itiraf etmekle yetindim. “Her gönülde bir aslan yatar” atasözümüz sanki şu günler için söylenmiş. Söylenmiş de, bizim aslanlar hala çok de-


124

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

rin uykuda. Aslanın uykusu yufka, kulağı hep delik olur, diyenlere derdimi anlatırken, içimden, bizim aslanlar, ayılar gibi kış uykusunda, demek geliyor. Sözüm, 25 Mayıs günü Bulgaristan’da yapılacak olan Avrupa Birliği Parlamento seçimlerinedir. Bu seçimlerin ilki, Bulgaristan’ın Avrupa Birliğine üye olmasından hemen sona 20 Mayıs 2007’de yapılmıştı. Olaya bağımsız adaylar açısından baktığımızda, o zaman Mariya Sekercieva ile Çavdar Nikolov adında sadece 2 kişi gerekli olan 15 bin imzayı toplayıp, 50 bin levayı da ödeyip seçmene “Hadi gelin bana oy verin!” deme hakkını, hak etmişti. O seçimde, Bulgaristan’da AB Parlamentosuna girip Genel Kurul sandalyesinde yer almak için toplam oyların % 5,56’sı gerekliydi. Bu şarta uyamayanlar iki bağımsız aday parmak yaladı. Onlardan biri % 0,14 öteki de % 0, 27 oy alabildi. Bundan 7 yıl önce Bulgaristan’da demokrasi anlayışının derecesini, halkın olup bitenden ne kadar uzak olduğunu göstermeye yalnız şu iki adayın aldığı oylar yeter de artar. O yıllardan akılda kalan birkaç olay da var tabii. Bir defa, kimse ne olup bittiğini anlamadan hemen seçilen milletvekillerinden olan E. Konstantinova uzun, sarışın ve gözlüklü olduğundan Avrupa Sorunları Komiseri adayı gösterdiklerinde, kimse bu işin moral kıstasları bir de bilgi sınavı olduğunu bilmediğinden, Sofya’dan gelen cevapta “münasiptir” deyivermişti. AB komiserliğine ilk adayımız iki soruda takıldı. Biri: Magdeburg şehri nerede bulunuyor?Almanya Demokratik Cumhuriyeti’nde mi?, yoksa Federal Almanya’da mı? Birkaç yıl art arda çocuk yapma, çocuk doğurma ve çocuk bakma işleriyle meşgul olan Bayan Bulgar aday, o arada iki Almanya’nın birleştiğini gözden kaçırmıştı. Aslında Magdeburg şehrinde Çevre Sağlığı okuduğundan, bu soru ona kolay soru olarak sorulmuştu. Fakat takıldı kaldı. İkinci soru da, Ekvador’un bir Güney Afrika ülkesi mi, yoksa bir Güney Amerika ülkesi mi? sorusuydu. Bu dizi doğum tatilinden yeni çıkan bir anne için çok karışık bir soru olduğundan cevaplayamadı. O zaman olduğu gibi şimdi de bizde, AB Parlamentosuna seçilecek kişilerin politik hazırlığı, morali, adalet duygusu ve dürüstlüğü üstüne sorup soruşturan yok. Önemli olan seçilsin, 4 - 5 çocuk için çocuk paraları da ilave edilince alacağı para da öyle az bir para olmadığından, önemli olan eli ayağı tutsun ve güle güle harcasın.... İki yıl sonra yani 2009 yılının 7 Haziran günü Bulgaristan’da bu defa olağan AB parlamento seçimi yapıldı. Birinci seçim yalnız Bulgaristan’da yapılırken, ikincisi bütün üze devletlerde birden yapıldı. Parti listelerinin yanında bağımsız adayların da kendisini kaydettirmesi demokratikleşmemizin gösterisi olacaktı. Propaganda o yöndeydi. Sadece bir bağımsız aday çıktı. Prof. Çavdar


Makale ve Analizler - 2014

125

Nikolov 15 bin oyu öğrencilerinin yardımıyla toplamıştı. O eşiyle kavgalıydı ve biraz istirahate çekilmek istiyordu. Seçimde % 0,33 oy aldı. Umutları kırıldı. Eşi saldırılarını bir o kadar sertleştirdi. Adam hiç eve gidemez oldu ve dayanamadı. Seçilmesi için oyların yalnız % 5, 88’ini alması gerekiyordu. Ama olmadı. Bizim seçmen adam değerlendirmesini bilmiyordu ve demokrasiden çok uzaktı. Kuşkusuz 2009’da hüküm süren bu denli yüksek bir ilgisizlik ve duyarsızlık, benim yazımın başında “millet kış uykusunda, sizin zorunuz ne?” derken anlatmak istediğim tam buydu. Bu mahmurluk Bulgar toplumunu gamda boğmaya bile yeter de artardı. Tam o zaman General Boyko Borisov Başbakan seçilmişti ve verdiği ilk emir de “uykuya devam, kimse gözlerini açmasın!” oldu. Ülkede politika yalnız politik partilerin işidir, ya da olmalıdır görüşü gibi saçmalıklar iyice yerleşti, üst üste dizilip katmerleşti. Artık politika problem çözme aracı olmaktan çıkmış para toplama ve yığma aracı oluyordu. Halkı soyma safhası birmiş ve devleti soyda aşamasına başarıyla geçilmişti. Bu işte sıra yoktu, koparan kavrayabildiği kadar çalabilirdi. Hem de çeşmeye yepyeni altın kurna takışmıştı. Avrupa fonları önce damlarken birden akmaya başlamıştı. Ne olduğundan kimsenin haberi yoktu. Son 5 yılda, bu bizim bağımsızların uykusu kanmadı. Demokratik toplumda, sivil toplum örgütlerinde bağımsızların rolü basında bile irdelenmedi. Dünya nereye giderse gitsin, bizde çeşme akıyor demokrasi bayrağı dalgalanıyordu. Hak ve Özgürlükler Partisi HÖH / DPS “su akarken bakırlarımı doldurayım” mantıyla çeşme başında yerini aldı. Ayrıca devlet çeşmesinden de yılda 10 milyon leva geldiğinden “gel keyfim gel!” havası bahar açtı. Saraylara çekildiler. “Ekmek elden su gölden” bundan iyisi peynir derisi diyenler, belki de peynirin gün gelip kurtlanacağını ve kokacağını bilmiyorlardı. Halkı ara sıra unutmaları bir yana, onlara zahmet edip oy veren seçmenden de tamamen koptular. Politikanın merkezine yerleşen herkesi izlemek, gözlemek, dediğine dikkat etmek, etrafta kuş uçurtmamak oldu. Milletin zaten işten güçten vakit bulup başkaldıracak hali mi kaldı! Her şey Bulgarca takır tukur anlatıldığından, cevap vermek isteyen köylü iyice şaşırdı. Tabii sofra başında yedikçe yiyenlerin iştahı açıldı. HÖH yönetimi yedi de yedi ve aldığı bu 10 milyon leva da az gelmeye başladı. O zaman kendilerinden daha zengin olan Oligarşi memesinden de emmeyi düşündüler. Yine o vakit hem ağızları hem de gözleri, hem de oligarşi yeline yapışmış elleri meşgul


126

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

olduğundan, seçmenden iyice uzak kaldılar. Aslında yerlerinden kalkıp acaba halk nerede, ne yapıyor, diye bakacak halleri yoktu, çünkü çömelmişler, ağızları memede ve sağmal inek gibi bir şey olan Olgarşi Mandası bol sütlü, süttü de yağlı mı yağlı, emdikçe emdiler. Oligarşi mandası, sözün tam anlamında bir manda, devlet ambarından önüne verilen her yemi yiyip, suyu içince yan gelip çamura yatıyor, dünya batsa umurunda değil. Şu AB seçimlerinde herkesi mandadan uzak tutmak parti vazifesi gibi bir şey oldu. Bağımsız bir milletvekili çıkıp biraz da ben emeyim dese, kıyamet kopacak. Brüksel’e giden, vaktiyle Yemene gidenler gibi geri gelmiyordu. Şimdi gelen, gene gitmek istiyor. Sonra bu iş sırayla değil, parayla oluyor. Bizden bağımsız çıksa para nerde? Hadi diyelim para buldu, çünkü Daniel Peevski 24 bin imzayı parayla toplamış ve millet azdan aza demlenmiş, ama bir defa imza atan ikinci defa imza atamıyor, hakkını yitirmiş oluyor. Şimdi millette para var ama bağımsıza imza yok. Kapılar değil, yollar da kapanmış. Artık Bulgaristan’da şu Manda Sağma yarışının üçüncü turuna giriyoruz. Bağımsızlar listesinden 10 kişi, demokrat bir topluma dönüşmemizin “simgesi,”, gerekli görülen ama artık on defa daha az imza gerektiren listeyi hemen eşe dostta imzalatmış, 2 bin 500 leva da yatırıp kayıt yaptırdı. Yeni aday isimlerini okudum, listeyi inceledim ve kafamı tuttum. Nikolay Yovev 24 yaşında, 18 ay tutuk evinde kalmış ve hemen çıkmış. Yeni Nazi (faşist) ruhlu bir köylü genç, Sandanski şehrindeki Çingene Partisi “Evroroma” ofisini bombaladığında 54 yaşında bir Çingene öldürmüş. Seçilirse, paçayı kurtaracak. 5 yıl dokunulmazlığı olan bir kişi olarak Brüksel’de yaşayacak. Sonrası Allah kerim! Belki kendini sevdirir ve bir daha seçilir, sonra şu adam öldürme işlerinde zaman aşımı olduğunu artık herkes öğrendi. Rumyana Ugırçinska, Paris’te yaşıyor, kriminalistik üniversitesinde ders veriyor, KGB, DS, Kadafi, Gaz Savaşı, Mehmet Ali Ağaca’nın Papa II. Pavel’e yaptığı suikast üstüne inceleme kitapları yazdı. Kimi dergilerde editör, “Frans Kanal ve Kanal +” TV’de raportör. Anlaşılan çok çalışkan bir genç bayan. “Bulgaristanlı kriminal tipler AB anaketlerine yönelirken sıraya girdim”, diyor. Bir adayı daha tanıtayım. Evgeniya Baneva, 4 çocuk annesi, 5 dil biliyor, oligarşiden olan eşiyle birlik 25 yılda 16 sanayi işletmesini batırmışlar. Hepsinin altından girip üstünden çıkarken, suyunu içmişler. Bayan Baneva “Maybah” marka bir otomobille geziyor. Araç 25 - 30 metre uzun olduğundan asfalt üzerindeki delikleri hissetmiyor. Bayan Baneva ülkemizdeki derin ve dibin dibinde olan mali ve ekonomik bunalımı, bu yüzden olacak, henüz hissedememiş,


Makale ve Analizler - 2014

127

çünkü o bir anne olarak şimdiye kadar çocuk bakmış, bundan böyle de Bulgaristan problemlerini Brüksel’den sayısal kontrol altına alacakmış. Kararlı. Yenilikçi. Buluşçu adaylarımızdan biridir. 1500 oy toplamasına gerek kalmamış. Hemen 3 kişilik bir öncelik komitesi kurmuş ve parayı basıp tescilini yaptırmıştır. Yine şu günlerde acaba ben bu seçimleri nasıl kazanırım stratejisi ve taktığı üzerinde yoğunlaşmış, boş zamanı yok. Propaganda çalışmalarına İtalya’dan başlamak istiyor. 23 AB ülkesinde seçim sandığı açıyoruz. 5 ülkede adamımız yokmuş. En fazla seçmenimiz İspanya’da. İspanya eşekler ülkesi olduğundan bu yıl en fazla oraya toplanmışız. Her sandıktan 1000 oy çıkarsam, 23 bin eder, kazanması için daha yalnız 127 bin oy gerek. Bunları Türkiye’den alabilirdi. Bizim insanımız çok çocuklu analara merhametlidir. Fakat bu işlerde biz artık ikinci derece gibiyiz. Bizi yasaklamaya alıştılar. Önce anadilde konuşma, sonra Türk olarak sevişme yasaklandı. Şimdi de her bakıma gözaltında olduğumuzdan seçim odasında karartılmış bir oda var ya, işte orada Türk seçmen ne yapar ne yapmaz, belli olmaz, korkusu ağır basmış ve bizde bu defa sanık açılmayacak Bağımsız adaylar on. 2007’ye baktığımızda 5 defa, 2009’a kıyasla ise, 10 defa daha fazla adayımız var. Aktifleşmişiz. Avrupa’nın bize diyecek sözü kalmadı gibi. Nicel evrim kaydettik. Onların dilinde bu, kıvantitiv büyümeymiş. Çok olumlu bir gelişmeymiş. 20 bağımsız aday kaydetsek, bizi nasıl övecekler bilemiyorum. Halka sordum. Seçmen “Nerde Çokluk, Orada Bokluk!” dedi. Vallahi bilemedim.

Durmak Yerine Yola Devam!

Rafet Ulutürk-16.Nisan.2014

Yanlış bir Strateji İçinde Doğru İşler Yapılamaz Doğru strateji her zaman kazanır. Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği’nin soydaşlarımız arasındaki çalışmaları olumlu gelişmelere vesile olurken iyi meyveler vermeye başladı. Bultürk yönetiminde yürütülen çalışmalar, henüz heyecanı sönmeyen 30 Mart yerel seçim zaferimiz, İstanbul’da aldığımız yeni politik kaleler, daha büyük bir azimle


128

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ve daha bilinçli ve seçmene ve soydaşa daha yakın, daha candan sarılarak, sıkı birlik halinde iç içe çalışmamıza devam etmemize güç kazandırdı. Bu yoğun etkinliklerimizde, tüm soydaşlarımızı seferber edebildiğimiz son atılımlarımızda gücümüze kuvvet katan özellik inandığımız gerçeklerin somutluğunu kabullenerek kademeli hareket planımızı çizip onaylamamızdır. Oldukları yeri beğenenler ve dünyanın her an değiştiğini kabullenmek istemeyenler, eski Rumeli manileriyle OK Masası başında kaldılar. Çay ne kadar güzel demlenmiş olursa olsun iyi bir sohbete vesile olmadıkça, algılama gözenekleri açılamaz, dünya karanlık kalır. Bizim yeniden esaslanan politik görüşümüzün esasında “Doğru Olanın” bile her an değişebildiği gerçeği vardır. Biz Atavatan’dan kovulduk da Anavatana geldik. Biz hala “Anavatanlıyız” demiyoruz. “Bulgaristanlıyız” diyoruz. Orada yaşadığımız yıllarda ve arkamızda kalan kardeşlerimiz, akrabalarımız da, atalarımız gibi, gerçekliğe her defasında somut bakmışlardır. 1878’de Plevne kaybından top sesleri henüz dinmemişti. O güne kadar birlikte yaşadığımız, komşu bildiğimiz, zaman geldiğinde tohum zaman geldiğinde mısır ekmeğimizin yarısını verdiğimiz, kendimizden sandığımız, bizden bildiğimiz, ortak duvarda komşu kapımız olan, Bulgar Komşularımızın, kapımızdan eksik olmayan Çingene kardeşlerimizin bir kısmı Rus’tan yana geçti. Osman Paşa ordusunu Şipka Tepesinde zorlayanlara yol gösterdi, nal sattı. Büyük ve kanayan yaralarımızdan hiç birine henüz pansuman bile yapılmamıştı ki, abalı poturlu, elleri tespihli başları fesli dedelerimiz Tırnova şehrinde “Konakta” toplandı. İlk Bulgar Büyük Millet Meclisi Genel Kurul oturumlarına katıldılar. Öyle pabuç sesine memleket bırakmak yok dediler. Sağdan sola yazdılar. Bugün 135. yıldönümünü kutladığımız Kurucu Meclisin kabul ettiği İlk Anayasa’nın, III. Bulgar Devleti’nin kuruluş Anayasası’nın hamuruna mayamızdan maya tuzumuzdan tuz kattılar. Bir düşünsenize, dik kafalılık etmiş olsalardı. Ona buna boyun eğmiş olsalardı, bizim bugün halimiz ne olurdu. “Biz Osmanlıyı geri istiyoruz, Osmanlı olmadan olamayız!” demiş olsalardı, biz bugün ne durumlarda olurduk. Yani biz Bulgar devleti hamurunun karılmasında hem su, hem maya hem de tuz olduk. Ne kadar elesen, ne kadar kurutsan bu üçün bileşimini yeni hamurundan yani bugünkü Bulgaristan Cumhuriyeti’nden ayırıp koparmak, kesip atmak mümkün değildir. Bu hamuru “süzme yoğurt” gibi düşünmek yanlıştır. Yanlış olur ve yanlış olacaktır. Biz Pirinli, Deliormanlılar, Rodoplular, Gazi Osman Paşa’lılar, Bayrampaşalılar olarak tarihimizi hep böyle algıladık ve anladık. Biz, odun olsak yarılmaz, taş olsak yontulmaz, bulanık su olsak durulmaz tip yaratıklar değiliz.


Makale ve Analizler - 2014

129

Yineleyerek belirtiyorum: Biz hayata somut bakan insanlarız. Bizim için gerçeklik somuttur. Bu yüzden 30 Mart 2014 seçiminde AK Parti adaylarına oy verdik. Çünkü zafer kazananların arasında olmak, onlardan biri olmak, bizim için şereftir. Onur kaynağımız olmaya devam edecektir. Bizim stratejik düşüncemizde “pire için yorgan yakmak” yoktur. Politik geleneklerimize baktığımızda aynı stratejik esnekliği her zaman ve heryerde görebilirsiniz. 1913’te Batı Rodoplar’da, Pirin Dağı eteklerinde yaşayan Pomak kardeşlerimizin isimlerini ve din haklarını sert saldırıyı ağır yaşadık. Haklarımızı geri aşma davamızda o zaman Sofya’da askeri ataşe görevinde bulunan Büyük Önder Atatürk bize yol gösterdi. O yılların Liberal Partisi Başkanı ve daha sonra 1913 - 1918 yılları arasında Bulgaristan Başbakanı olan Radoslavov’la aramızı düzeltti, seçimden önce söz aldık, parlamentoya girdik ve haklarımızı geri alabildik. Bulgaristan meclisinde ilk Türk milletvekili gruba da o zaman kurulabildi. Bulgar haydutlara, Makedon çapulculara kızıp da “biz küsüz” deyip dargın durmuş olsaydık, haklarımızı geri almamız mümkün olmayabilirdi. 1919’da ve sonra 1920 - 1923 arası hükümet olan Bulgar Çiftçi Partisi’nin reformcu hükümetini ve Başkanı olan Türk dostu Aleksandır Stamboliyski iktidarını mecliste ve meclis dışında destekledik. Balkanlarda cereyan eden 3 ağır yıkıcı savaş ve ekonomik çöküşten sonra Bulgaristan Türkleri Liberallerden Çiftçilere geçme yolunu kendileri bulmuş ve başarılı izlemişlerdir. O zaman da politik hava ve güçler dengesi sık sık değişiyordu. 1924’te bir partiler koalisyonu olan “Demokratik Birlik” yani (Vrapça -1) Çiftçi Partililerin ve Demokratların ardında durduk. Oyumuzu onlara verdik. 1934’te ortam değişti. Aleksandır Tsankov askeri darbe yaptı, Hitlerci Lukov faşistleri hükümet oldu. Biz de içimize büzüldük. Ağır baskı yıllarının yükünü Bulgar demokratlarla birlikte çektik, anti-faşist mücadeleye katıldık, partizanlarımız var, hapiste çürüyenlerimiz oldu. Karanlık yıllarda tüm hak ve özgürlüklerimizi yitirmiştik. 1947’de Bulgaristan Türk azınlığı olarak tanınmamızla birlikte dil, din, okul, kültürel azınlık haklarımızın tanınması gündeme geldi. Hak ve özgürlüklerimizin, özgün kültürel dünyamızın yeşermesine olanak tanıyıp gelişimine olanak sağlamayı kabul eden Bulgaristan İşçi Partisi (Komünistler) bizde destek buldu. 1947 Anayasası’na oy verdik.


130

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Haklarımız çiğnendi, özgürlüklerimiz yaşama hakkını kaybetti, adalet rafa kaldırıldı ve 1989 Mayısında biz, “Biz de varız!” deyip doğal haklarımızı isteyerek ayaklandık. Bu tarih bizimdir. Başkasının ne içinde ne de dışında yaşayamaz. Ancak bizimle var olabilir. Zaman geldi komşu olduk. Zaman geldi son lokmamızı paylaştık. Zaman geldi oyumuzu verdik. Zaman geldi iyiliklerini gördük. Zaman geldi hışma uğradık ama biz varız, susan da biziz, çeken de biziz, ayaklanan da biziz ve kimi defa kenara çekilip bakarken, akılları gelir inşallah, deyip bekleyen de biziz. Bizi aldattıklarını sananlar ancak kendileri aldanmışlardır. Bunu anlamaları bile zaman istiyor. Hayat böyle. 1990’da isimlerimizin iadesini, dil, din, okul, eğitim ve okul haklarımızla doğal ve genel hak ve özgürlüklerimizi korumayı ve geliştirmeyi ana ödev olarak benimsediğini ilan eden Hak ve Özgürlük Partisi (HÖH - DPS) partisini bütün gücümüzle destekledik. Pomak ve Çingene kardeşlerimizi de ardımızdan sürüdük, yol açtık yol gösterdik. Çünkü bu işin doğru olduğuna inanmıştık. Yıllar yılı her seçimde, her hareketlerinde yönetimi destekledik, bağrımıza bastık, varımızla yoğumuzla ardında durduk, parlamento yolunu açtık, iktidarlara yükselttik, faka bir gün geldi, aldatıldığımızı anladık ve kendilerinden buz gibi soğuduk. Ardından bezi bu işleri düzelteceğiz, bizimle olun deyip HÖH partisinin şerefsizliğini ıslah etmek için Özgürlüğün Şereflileri çıktı önümüze. Onların da boyama olduğunu anladık ve bütün işlerinden hem el hem de yüz çektik. Bizler yanlış strateji içinde doğru iş yapılamayacağını çoktan anlamış bulunuyoruz. HÖH - DPS ile ÖŞP stratejileri birdir ve baştan sona yanlıştır. Onların ikisi de Türklerimizi, Pomaklarımızı, Çingenelerimizi Bulgarlardan dil, din, kültür yaşayış tarzı bakımından farklı etnikler, halk toplulukları olarak göremediler. Ya da görmek istemediler. Şimdi de istemiyorlar. Amaçlarına olan “Bulgar Etnik Modeli” dedikleri bizim hepimizi Bulgar’a yamamak istiyorlar. Buz gibi çeliğin çürümüş oduna yapışmayacağını göremediler, anlayamadılar, anlayamayacaklar da. Çünkü stratejisi yanlış olan doğru iş yapamaz. Bu strateji baştan yanlış olduğundan sinsi sinsi bulanık işlerde uygulama esnasında ne bize, ne de öteki etnik kardeşlerimize faydalı bir adım atılabileceğine inanmıyoruz. Dedelerimiz de aynı bilinçler mücadele etmiştir. İşe yaramayandan, zamanını doldurmuş olandan, yorganı hep kendi üstüne çekenden, halkı aç susuz bırakandan, halkı görmezden gelenden yüz çevirmiştir.


Makale ve Analizler - 2014

131

Her zaman somut hareket ederek doğruyu bulmuştur. Biz de 30 Mayıs seçimlerinde olduğu gibi Ekim 2014’te de esnek ve akılcı davranmalıyız. Bulgar bizi istemiyor mu! Hak ve Özgürlükler Hareketi seçme ve seçilme haklarımızı savunamıyor ve bizden aday göstermiyor mu! Bırak sürsün kendi öküzüyle kendi tarlasını. Eminiz sabanı birinci çöpte kulak kıracaktır. İrim kırım yapıp en yakın zamanda kapımıza dayanacaktır. Bizim içimizden, ruhumuzdan, gönlümüzden, öz tarihimizden çıkan bir direniş hareketi ve partisi bizim büyüklüğümüzün dışında hiçbir yerde yaşayamaz, barınamaz, başkasına yar olamaz, mutlaka geri dönecektir. HÖH liderlerinin saray sığınaklarında yaptığı hesapların tümü “in” hesabıdır, hilelidir ve asla Pazar gerçeklerine uymaz, uyamaz, uymayacaktır. Gelecek yıl Türkiye Avrupa Birliği’ne girse, o zaman tüm soydaşlar seçme ve seçilme hakkımızı otomatik olarak geri almış olacağız ve 500 bin oyla hepsini sandalyeleriyle birlikte değil Sofya meclisinden AB parlamento Genel kurulundan bile bir üflemekle dışarı fırlatacağız. Bu gün de yakındır, yakın... Bütün hakikatlerin, doğruların her an değişe bilirliği gerçekleri vardır. Onların özündeki doğruda bugün ezilenlerin, seçime katılma hakkı bile elinden alınanların tarihsel çıkarına ve haklılığına uygunluk vardır ki, ebedi olan zaten budur. Dünya kurulduğundan günümüze; doğru strateji her zaman kazandı, kazanıyor ve kazanacaktır.

Hırsını Yenemiyor!

Şakir Arslantaş-16.Nisan.2014

Hak ve Özgürlükler politikası derin bir bunalım yaşıyor. Ahmet Doğan 19 Ocak 2013 ‘ten beri derin ruhsal çöküntü içindedir. Lütfü Mestan’ın “Başkan turp gibi” sözleri yalan. Ahmet’in “İyileştim, 60’ındayım ama kendimi 30’unda hissediyorum” sözleri palavradır. Yenilgisi hırsa dönüşen Doğan pes etmek zorundadır. Bulgaristan Türklerini, Pomakları ve Çingeneleri sinsi hesaplaşmasına alet edemez, buna yol verilemez.


132

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Yeni politikayı anlamak için dikkate alınması gereken özellikler: Yeni durumun başlangıç noktası: HÖH fahri başkanı Ahmet Doğan, 19 Ocak 2013 günü bir salon delege, bütün Bulgaristan ve dünya kamuoyunun gözü önünde HÖH - DPS 8. Olağan Kurultayında kürsüden atıldı. O gün HÖH / DPS durumunda, politikasında, gizlenen gerçeklerin ortaya çıkmasında ve partinin geleceği konusunda yebi bir tarih sayfası açıldı. O gün Lütfü Mestan’ın Genel Başkan seçilmesi hiç mi hiç önemli değildir, önemli olan Ahmet Doğan’ın kürsüden tekerlenip gitmesidir. Bu, onun HÖH - DPS Başkanlığından, Bulgaristan Cumhuriyeti politikasından, halkımızın bugününden ve geleceğinden silinmesi anlamına gelir. Onun için o, o gün bu gün adına Saray dedirttiği, sığınaktan çıkamıyor. Çıkamayacak da... Tabancalı bir Bulgaristanlı bir Türk genç, Kurultay delegesi - Oktay Yenimehmedov HÖH - DPS yeni tarih sayfasını yazmaya başlayan kişidir. Yeni tarih tabancayla yazılmaya başlandı. Ahmet Doğan’ın kürsüden yaka paça indirilmesini, pos teki gibi yere serilmesi, bir anda sıfırlanması, onun içine sığdıramadığı büyük gerçek oldu. O gün, orada, Ahmet Doğan bu denli kahraman bir hareket yapan Oktay Yenimehmedov’tan bin defa daha fazla kime kızdı biliyor musunuz? Onu korumayı üstlenen Bulgar İstihbaratına kızdı; Onu yaratan ve görevlendiren ve sonra da onu gözden çıkarıp böyle bir olaya yol verip onu sıfırlayan, hiçleyen Bulgar Devleti’ne kızdı; Onu korumak için tomar tomar para alan Bulgar Polisine kızdı; Onu koruyacaklarına yemin eden HÖH - DPS İç Güvenliğ’ne kızdı ve en fazla da; Hak ve Özgürlükçü geçinen ama herbirinin içinde aç kalma tehlikesi olan ve herbiri içinde bir kudurmuş köpek gizleyen HÖH - DPS delegelerine kızdı; Ona yaranmak için Oktay Yenimehmedov’u kan içinde bırakırken HÖH - DPS Partisinin insancıl, demokrat bir parti olmadığını tim Dünyaya gösteren zavallının zavallısı sahte yoldşlarına kızdı; O an, orada, kürsüden savrulduğunda herşeyin kontrolünden çıktığını, Bulgaristan’da yepyeni bir durum meydana geldiğini fark etti ve o gün, bugün hırsını yenemiyor! Bu, öyle, hap içmekle, pansuman yaptırmakla, şifalı sularla, kurşun döktürmekle, falcıya para vermekle, hocaya okutmakla savan, rahatlayan bir serencam değildir. Bu, ne tedavisi ne de dermanı olan bir ruhsal sarsıntıdır ki, ne yarası


Makale ve Analizler - 2014

133

beresi vardır, ne kanı irini akar. Fakat içini yedikçe yer, gece uykunda, gündüz göz önünde, bir ejderhadan daha büyük, daha dehşetli bir görünmeyen görüntüdür ki, ne gerçeklikte ne de hayal dünyasında, ne eşi ne de benzeri olandır. Ahmet Doğan’ı büyük avucuna alan ve boğazını sıkacakmış gibi yapan cin’i şişeden çıkaran Oktay Yenimehmedov oldu. Bu dev cin’i hayata çağıran dünya halklarının en güzeli olan halkıma etmediğini bırakmayandan hesap sormaya yetkili olan İlahı Adalettir. Ben Devletin üstünde olan bir yetkiliyim balonu patladı! Patlak balonu yapıştıramazsın. Bu iddianın ömrü de böyle bitti. Ahmet Doğan “Ben devletin üstünde olan bir yetkiliyim” sözleri geri yutmak zorunda kaldı. O günden sonra dünyası değişti. Daha sonra da tam böyle bir tavırla hareket etmek istedi ama sökmedi. Karşısına aşamayacağı bir duvar örüldü. Karşısındaki halktı. Ve o Kurultayda okuduğu raporda tam “devlet benim kontrolümdedir” demek için ağzını açtığında kafasına dikilen tabancaydı. Bu an çok anlamlıdır. Tabancalı Bulgaristanlı bir Türk Gençti. Onu Türkler adam ettiler ve yine Türkler ona “Hadi yeter gevezelik ettiğin!” dedi. Gerçeğin ve adaletin dengesi Türk halkıydı. Bu gerçek son 2 yılda bütün politikamızın can alıcı noktası oldu. Bultürk’e bağlı Stratejik araştırma merkezi bu amaçla kuruldu. Halkımızı en doğru bilgilendiren bir yayın merkezi oldu. Ahmet Doğan kürsü konuşmasında bu sözleri kendi adına söylermiş gibi söylese de ardındaki oligarşi temsilcilerini Valentin Zlatev’i; Ognyan Donev’i vs. Bulgar oligarşisini, istihbarat örgütü DANS ve Moskova’nın Balkanlar ve Bulgaristan politikasının gücünü hissediyordu. Onlar adına konuşuyordu. Güç bizde demek istiyordu. İşte bu zirve noktasında, bütün Bulgaristan’a meydan okuduğu bir anda, bu gerçeği öz dilimizle söylersek tam tepenin tepesine çıkıp bakınmaya başladığında, şöyle derin bir nefes alırken, görülmeyen bir yerden karşısına dikilen bir kişi – eli tabancalı güçlü kuvvetli Genç Oktay “Defol!” deyiverdi. Demesi yetmedi, tepeden savurdu ve bir daha kalkamamak üzere dibe indirdi. İktidardan itti. Bugüne bugün sığınak saklanırken içi geçtiğinde hep düşündü ve bir türlü akıl erdiremedi, nasıl çıktı bu genç tepeye diye. Kendisi bu bayırda sürünmeden, indirilmişti tepeye, ama öyle boynuna kravat, kolalı gömlek, cilalı ayakkabıyla çıkılacak bir doruk değildi bu tepe. Nereden ve nasıl çıkmıştı! Başına gelen masal gibi bir şeydi. Değişen politikanın püf noktası.


134

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Pek tabii ki, o zaman, o an, oracıkta, her şey değişti. Değişmek istemeyen yalnız ve bir tek Ahmet Doğan’dı. Nasıl olurda 25 yaşında bir genç onu yerle bir edebildi? Sorunun sorusu buydu. O an karşısına dikilen taş duvar delinecek gibi değildi, bir yıldan beri deniyor ve ne mi elde etti: 1) Bulgar kamuoyu ve yargı organları Oktay Yenimehmedov’u haklı buldu ve salıverdi. Olacak iş değildi, ama oldu. 2) İlk kez olmak üzere, Bulgar devleti ile Ahmet Doğan’ın arasının açık olduğu ortaya çıktı. Nasıl olurdu, ama oldu. 3) Ahmet Doğan’ın, bir “azınlıklar çobanı olarak” Bulgar devletinden gizlice istedikleri ve bekledikleri olduğu ortaya çıktı. Ona kimsenin hiçbir şey vermeye niyeti olmadığı ortaya çıktı. O aldatılan en ilk ne de son kişiydi. Bunu anlasa bile kabullenemedi. 4) Bulgar devleti, Ahmet Doğan’a Oktay Yenimehmedov eliyle “Bak İşine!” dedi. Bunu anlamak ise, her şeyden daha zordu. Beraber yedik içtikleri neden ona ihanet etmişlerdi. “İhanet edene, ihanet dersi verilir” gerçek olamazdı. Hem de herkesi korkutmuştu. Başka ne oldu? 1) Ahmet Doğan hırsını yenemedi, hırçın oldu. O, 19 Şubat 2013 günü kürsüden itildikten sonra, ki bu bir bakıma Bulgar Oligarşisinin de Bulgaristan ekinden itilmesi anlamına geldiğinden - vereceği hesabı veremedi. 2) 3 hafta sonra Boyko Borisov istifasını sundu. Onun politika kürsüsünden indirilmesinden tam 23 gün sonra, 12 Şubat 2013 günü, o “fahri başkan” sıfatıyla bir bildiri yayınladı. Bu belgenin özünde hırsını alamadığı Bulgar devletine şu şekilde kafa tutuldu: “Ben istersem sizin Anti-Doğan, anti-DPS eyleminizi anti-Türk ve AntiMüslüman bir başkaldırı hareketi kontaklarım ve size buraları dar gelir!” Mektubun başka bir anlamı yoktu. Fakat Boyko Borisov’un devrilmesiyle Bulgaristan’da sivil toplum örgütlerinin aylarca devam eden protesto eylemleri başladı. Bu eylemleri fırsat bilen Ahmet Doğan: Ben varım ve olacağım havasına girdi, 12 Mayıs 2013 seçimlerinde çok fazla para saçtı. Hele Kuzey Batı illerine destelerle para dağıttı. 36 milletvekili çıkardı. Daha 1878’de Tırnovo Büyük Meclisinde 40 milletvekilimiz vardı. Yazık masrafa bizim 136 sene önceki durumumuza bile erişemedi. Ne de olsa, seçim sonuçları, onun umudunu yeniden canlandırdı. İkinci kez milletvekili seçtirdiği ve onun oligarşi ile ilişkilerinde aracı olan ve yakın hafiye olarak kullandığı Daniel Peevski’yi Haziran 2013’te bir meclis kararıyla


Makale ve Analizler - 2014

135

gizli istihbarat örgütü DANS Başkanlığına atattı. Ahmet Doğan’ın biraz canlanışı ve yeni bir başkaldırısı oldu. O, “benden korkun, şimdi hepinizin imanını gevrettim” havasına girdi. Kanlı gözleri hınçlı, yüreği icrandı. Öç alma, hesaplaşma safhasına girmişti. Bulgar sivil örgütleri, demokratik kamuoyu, aydın tabaka bunu sezdi ve “Anti-Peevski” ve “Anti-Doğan” eylemi başlattı. Tepki başarılı oldu. Bulgaristan’ın en yeni tarihinde ilk kez sivil tolum örgütleri gizli polis DANS Başkanı Peevski’yi istifaya zorlayabildi.. Kuşkusuz bu yenilgi Ahmet Dopğan’a çok ağır geldi. Ruh sarsıntıları başladı. Bu durumu da kendi lehine çevirmek için Oktay Yenimehmedov’a karşı Sofya’da görülen dava duruşmalarına gelmedi. “İstersem giderim” havası yarattı. “İstediğimi yaparım” böbürlenmeye dönüştü. “Bulgaristan’ı kumanda eden benim havalarına” yeniden girdi. Gün geldi bu sapıklık da bitti. Şimdi Daniel Peevski’yi Avrupa Birliği Parlamentosuna göndereceğim, “isteseniz de istemeseniz de göndereceğim” safhasına geçti ki, bu işin sonu iyi görünmüyor. Sonuç ne olabilir? Tepkiler kararlı. Hak ve Özgürlükler Hareketi 3 yerine 2 milletvekili gönderecek. Artık bizim seçmenimizin de canına tak dedi. Gerçekleri görüyor. Eskiden olduğu gibi, 20 leva karşılığı oy toplama, imza alma mazi oldu. Bizim işlerin neden olmadığını, neden her defasında sarpa sardığını, görmeyen kalmadı. Herkes biliyor ki, Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH - DPS) Bulgaristan Türkleri, Pomakları, Çingeneleri ve daha ne kadar Müslüman biraderimiz varsa hepsinin ortak arzusuyla ve ortak iradesiyle kurulmuştu. Bu asla inkâr edilemez. Ama şu da inkâr edilemez: HÖH partisi tepeden düşme, yukarıdan salınma bir parti olarak belirdi. Halk böyle bir parti için savaşmıştı, böyle bir partinin kurulmasını istiyordu, böyle bir partiyi bağrına basmaya hazırdı, ama kendisi doğurmadı. Yani halkımız böyle bir partiye hamileydi, fakat doğum esnasında evladımız, öz çocuğumuz, kendi yavrumuz, partimiz değiştirildi. Yerine Bulgar İstihbaratı’nın paketlediği HÖH - bebesi işte sizin çocuğunuz budur, diye elimize verildi. Evet aldatıldık. Evet, oyuna getirildik. Eğer anlayamadınızsa, şöyle de anlatabilirim, hani biz tarlaya süt başaklık mısır tohum atarız, karık içinde bir bakmışsın kıtır yani patlamış mısır çıkmış. Ne deriz “kuş gagasından düşmüştür” ya da “hayvan gübresiyle gelmiştir.” Suç bizde değil anlamında kendimizi avuturuz. “Olsun canım, büyümüş işte, bundan böyle su istemez, çapa istemez,” kalsın der geçiştiririz.. Ne var ki,


136

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

HÖH meselesinde de bu böyle değil mi? Bu parti bizim değil, çünkü bizim tohumumuzdan değildir. Kuyumuzu kazmak için aramızdadır. Bilirsiniz “Herşeyin üstünde olan benim!” meselesi Bulgar’da geçmez. Geçmemesi de iyidir. Geçmesi demokrasiye aykırıdır. Hepimiz için zararlıdır. İmza toplatmış, demokrasiyi kılıfına uydurmaya çalışıyor, Peevskiyi gönderirse, onun dediği olacak ama yine de geri bir adım atacaktır. Hırsı yine de kursağında kalacaktır.

Tarihte Beraber Olanlar Gelecekte de Birbirini Bulur

BG-SAM-16.Nisan.2014

Nenem kavga eden iki genç görse, “birbirini çok seviyorlar,” derdi. Biz Bulgaristan Türkleri de, başımızdan neler neler geçti de, hep “toy millet” deyip geçiştirdik. “Komşu komşunun külüne muhtaç olur” atasözü bizim. Ben bugün bu yazım üzerinde çalışırken çok üzgünüm. Bulgaristan’da 16 parti, 10 sivil toplum kuruluşu ve 8 bağımsız kişi Avrupa Birliği Parlamento seçimlerine milletvekili adayı olarak katılmak üzere Merkez Seçim Kurulu’na kayıt yaptırmış. Bağımsızlardan biri olan Viktor Papazov, kaydını yaptırdıktan sonra verdiği demeçte şöyle dedi: “Biz çok sefil durumdayız. Arık kendi kendimize yetemiyoruz. Ben Brüksel’ halkım için karşılıksız 10 milyar Euro yardım istemek için gideceğim. Seçilirsem birinci ve son vazifem bu olacak” Son 25 yılda düşüp çökmeyelim, toparlanıp dirilelim diye bize el uzatan devletlerin başında hep Türkiye Cumhuriyeti oldu. Hele son 15 yılda Türkiye’nin yardımları sayesinde en büyük projelerimizi başarıyla gerçekleştirebildik. Öne Türkiye İktisadi Kalkınma Ajansı gelmişti. “ERPA” şirketiyle çalışmaları hep gözlerim önündedir. Otel kurdular. Kırcaali, Haskovo ve Sliven illerinde ilk ve ortaokullar onardılar, her şeyi gıcır gıcır yapıp gittiler. Sofya’da Başmüftülük binası zeminden çatıya yine onlar onardı. Ne kadar çok hayır duaları aldılar. Yıllar içinde Türkiye’den Bulgaristan’a gelen en ciddi yatırımcılardan birinin “Alcomet” AD, ikincisinin de “Şişe Cam” AD olacağını önceden düşün-


Makale ve Analizler - 2014

137

mek mümkün olamazdı. Bu iki dev yatırımcı Deliorman’ın Şumen ve Tırgovişte merkezlerine yerleşerek, Bulgar hafif ve ağır sanayine canlılık getirdiler. Bugün Bulgaristan’da Türk sermayesiyle çalışan işletmelerde 10 bin işçi istihdam bulmuşsa, bunların çok büyük kısmı bu iki devde çalışıyor. İki ülke arasındaki 1913 ticaret hacminin 2 milyar Euro’yu aşmasında da bu devlerin önemli katkı payı vardır. İşbirliğimizin iri meyveleri Türkiye sermayesinin Bulgaristan açılımının kalıcı olduğunu kanıtladı. Güdülen hedef barış, iyi komşuluk ve barışa dayanan güvenliktir. Bu arada kültür anıtlarımızın, dini abidelerimizin korunması ve ebedileştirilmesi gündeme geldi. İstanbul Büyük Şehir Belediyesi kolları sıvadı. Plovdiv’te “Büyük Camii” onardı. Haskovo’da yanan şehir mescidinin yerine en modern yenisi kuruldu. Doğu Avrupa ülkelerinde tüm vatandaşların taşınmaz mülkleri iade edildi de yalnız ve bir tek Müslüman azınlıkların mal mülklerinin, tarihsel anıtlarının gerçek sahiplerine geri vermemesi, bu işin çok uzaması çok üzücü oldu. Öyle oldu ki, yenidünya medeniyet ve uygarlığına uzandığını iddia eden topluluklarda Müslüman tarih ve yüksek mimar ve sanat eserleri güzelliklerini sergileyemiyor, bilgi ve anı hazinesini gelecek kuşaklara aktarma olanaklarından uzak tutuluyor. Aynı zamanda Dianet İşleri Başkanlığı Güney Doğu Rodoplar’da yeni kentsel merkez olarak biçimlenen Mestanlı’da yeni İmam Hatip Okulu binasını kurdu. Şimdi bölge çocuklarının okul, yerleşke, yemekhane, kütüphane, okuma, dinlenme ve spor salonu problemleri kalktı. Sosyalist totaliter rejimin çöküş tarihi olan 10 Kasım 1989’dan sonra başlayan Bulgaristan’da giderek demokratikleşme sürecinde cömertlik eli uzatan örnek ülke Türkiye Cumhuriyeti oldu. “Biser” köyü su altında kaldı, ilk Türkler yetişti. Komşu işte... Dünyanın en büyük anakentlerinden biri olan İstanbul ilk olarak kapılarını Bulgaristan’a açtı. Vizeleri kaldırdı. “Büyük Göçle” orada kalan 300 - 400 bin soydaşımızın ardından, bu defa da ekonomik nedenlerle Türkiye’de ekmek parası arayan on binler komşu kapı çaldı. Hepsine iş bulundu. Aç kalan olmadı. Bizde hafif sanayi durmuştu. 16 pamuklu ve 5 ipekli dokuma fabrikası, birçok hazır giyim ve dikiş atölyesi kapandı. İşsiz kalanlar hep Türkiye’de iş aradı. “Berlin Duvarı”nın yıkılması, Sovyetler Birliği’nin dağılması, Doğu Avrupa sosyalist devlerinin ekonomik olarak birbirlerinden kopması, Pazar ve ticaret kapılarımızı kapadığında, Türkiye hurdamıza bile para verdi. Onarılarak ayakta tutulabilecek fabrikaları çalıştırmaya yardım etti. Dobriçe bağlı “Kalyakra” ay-


138

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

çiçeği yağı, Harmanlı “Mısır Özü Yağı” fabrikaları, Stara Zagora sentetik iplik ve dokuma tesisleri hep Türk sermayesiyle çalışmaya devam etti. Varna’ya bağlı “Devnya” şeker fabrikası da Türk sermayesiyle uzun zaman ayakta kaldı. Ne var ki, 1992 - 1994 yılları arasında Filip Dimitrov hükümeti zamanında tarım sektörümüzde düzenin bozulmasına sert saldırı yapıldığında, sığırlar ve koyunlar sahipsiz gibi kaldığında, Türkiye canlı hayvan alımına sınır kapısını hemen açtı ve bize yardım etti. On binlerce sığırı Türkiye’ye gönderdik. Meriç boylarında çeltik tarlalarımız boş kaldığında Edirne ve Tekirdağ çeltikçilerinden gelenler ektiler biçtiler, ürünü değerlendirdiler, yeni koşullara uygun yeni teknoloji ve yeni tohum cinsleriyle işlerin yeniden örgütlenmesine yol açtılar. Kısacası Türkiye hep yanımızda, hem ardımızdaydı. Tüketim malı, yarı sanayi mamulü ve sanayi yapımı mal almamız ve ekonomimizi yaşatabilmemiz için Türk “Eximbank”ın 50 milyon US Dolarlık uzun vadeli kredi hattı, çırçır, iplik ve pamuklu konfeksiyon fabrikalarımızı bir süre daha ayakta tuttu. Bulgaristan’da modern anlamda ve gıcır gıcır yeni “Mercedes” Otobüslerle ilk toplu yolcu taşımacılığı o zaman bu yardımın bir bölümüyle başladı. Ardından “Adres”, “Group” gibi otobüs şirketleri, “Metro”, “Etap” ve daha birçok Türk otobüs devleri Bulgaristan’da yolcu taşımacılığında çağ açtılar. Bulgar otelciliğinde derece yıldızlarına tam anlam kazandıran Suudi Özkan’ın “Prencess” otel zinciri oldu. Plovdiv’teki “Trimonsiyum” şehrin turistik çehresini bütünsel değiştirdi. Bu yatırımlara ana yolların kenarlarında açılan lokanta zincirleri eklendi, “Byala”, “Şipka”, “Tunel”, “Harmanlı” ve daha birçok lokantalara Sofya’da “Kapriz” ve “Hoş Geldin” serileri, kahvehaneler ve çayhaneler eklendi. Artık Bulgaristan’da “Antep Baklavası” ile “Sofya Baklavası” arasındaki farkı bilmeyen yok. Her ikisi de başkentin “Halı” ticaret merkezinde vitrin dolduruyor. “Su Börekleri” ile “Sofya Böreği” arasındaki kıyasıya yarışı kazanan belki de peynir mandıraları olacak, çünkü artık herkes börek tadının tereyağı ve peynirden geldiğine iyice anladı. Özel ve belediye yatırımları ile paralel olarak Bulgaristan’a Türkiye inşaat devleri de el attığında artık tarih asır değişimine girmişti. Önce “Doğuş İnşaat” karayolu işlerine daldı. “Karnobat - Burgas” şehirlerarası oto yolu onun ilk hamle oldu. İki şerit denize iki de Sofya istikametine dört yol, trafiği hafifletti. Bu yolda çok sık trafik kazaları yaşanıyordu ki, gazeteler bütün yıl çalışıp da Karadeniz kumlarına tatile gidenlerin yorgunluktan mı, yoksa tatilini bitirenlerin evlerine dönerken dalgın olduklarından mı bu kadar çok trafik kazası yaptığını anlatarak sorunu ne bitirebilseler ne de çözebilseler, Doğuş Holding bu kâbusu bir hamlede noktaladı.


Makale ve Analizler - 2014

139

Ardından Sofya’ya atlayan dev holding Sofya zeminine daldı, “Obelya” ovasından girdi ve “Kara Tepe” (Çerni Vrıhtan) çıktı. 3 bin yıllık “Serdika”nın ruhu duymadı, trenler altında mekik dokuyor. Bu arada Ankara dev inşaat kodamanlarından “Mapa” İstanbullu Cengiz İnşaat ile birlik olarak, 12 köprüyol ve 3 Tünelle Sofya’nın “Lülin” semtini sanayi ve Üniversiteli şehri Pernik’le bağladı. Kırcaali’yi “Makaza” sınır kapısına bağlayan “A” klâs otoyol da 78 km. ve Türk yol ve köprü ustalığının gözde bir eseri oldu. Osmanlı döneminde “Sultan Yeri” olan ve kendilerinde 16. asırdan beri vergi alınmayan Gorna Orhayovitsa şehri XXI. yy’da da Türk işgüzarlığıyla karşılaştı ve şehrin modern arıtma tesisini “Mapa” şirketi kurdu. Hali Hazırda Sofya’nın en büyük ve en zengin alış veriş merkezi olan “Serdika” MOL merkezini de Türk şirketler grubu kurdu ve donattı. Tabi iki komşu ülke arasındaki işbirliğini gelişmesi de git gelli oluyor. Örneğin “Carffour” şirketi yerinde ısınırken, Koç Holdingin ticaret zinciri, ardından bazı benzinciler, kereste tesisleri vs. geri çekilmeyi tercih ettiler. Bulgaristan’da Türk sermayesinin başarılı adımlarını destekleyen finans kuruluşları ise “Demir Bank”, “Ziraat Bankası”, Frankfurt üzerinden Sofya’ya uzanan “İş Bankası” ve bazı leizing evleri oldu. Kara yollarında işbirliği gelişirken, Sofya’dan çıkan otoban artık “Hamza Bey” kapısına erdi. Uçak seferleri eskiden haftada birken şimdi sabah akşam uçuşları yapıyor. Bir arada “Pegasus”un da kanat açmasıyla seferler iyice sıklaşmıştı. Türkiye ile Bulgaristan arasındaki çok yönlü işbirliğinde ilk Türk lise ve Üniversitesinin açılması, “Yunus Emre Vakfı”nın Plovdiv’i seçmesi çok önemli kazanımlardır. İki halk birbirini ne kadar daha iyi tanırsa, o kadar daha iyi anlaşır ve yardımlaşır, sözleri gerçeği yansıtır. Türkiye Bulgaristan’la işbirliğini 3 milyar US Dolara yükseltme hedefini Başbakan Tayyip Erdoğan döneminde gündeme getirdi. Gerçekleştirmeye doğru hamlelerini yoğunlaştırıyor. İki ülke arasında ilk doğal gaz boru hattının döşenmeye başlanması gün sayıyor. Gönül ister ki, dünyanın en modern ve en uzun yeraltı ve yer üstü köprü bağlarını döşeyen Türkiye’nin ana merkezi İstanbul ile Bulgaristan Başkenti Sofya arasındaki demiryolu bağları da Türkiye örneğince modernleşsin. Arzularımız dahilinde olmakla birlikte, Edirne, Havza, Uzun Köprü ovaları Tunca sellerine bundan böyle yatak olmasın. Tunca ırmağının bir endişe ve dehşet ırmağından dostluk ve kardeşlik havzasına dönüşmesi iki ülke mühendis ve inşaatçılarının kolları sıvayıp hayallerdeki Tunca Barajını bir gün evvel inşa etmeleri, ovaları daha berrak ve daha bol sularla sulama yollarını açmalarından geçiyor.


140

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Yapılacak daha neler neler var. Atalarımız bu topraklardan kısmen çekilirken 560 büyük cami bırakmışlar, yıllar geçiyor, cami yapılarındaki çap taşları asker gibi nöbet bekleseler de, çatılar artık onarınız bizi diye çığlık atıyor. Hamamlar, kervan saraylar, medrese ve mescitler yeni sıva ve boyalarla tanışmak istiyor. Tayyip Erdoğan hükümetlerine, AP partisinin kararlılığına ve Türkiye halkının komşudan zarar gelmez sözlerine derin inandığına biz de inanıyoruz ve dağa dağa kavuşmaz ama iyi niyetli kalplerin her zaman birbirini bulduğuna ve buluşacağına, geleceğin iyiliklerle dolup taşacağına inanıyoruz. Yeri gelmişken, Türkiye’yi yenileyerek yücelten AK Parti zihniyeti ve gücünü, 30 Mart 2013 yerel seçim zaferi vesilesiyle bir daha kutlarken, her adımınızın hayır vesile olacağına inandığımızı canı gönülden duyuruyoruz ve işbirliğimizin semereli yarınlarına inanıyoruz.

Adam mı Kalmadı?

Osman Bülbül-17.Nisan.2014

Evet, biz size gün gelecek yalnız kalacaksınız, insanımız sizden yüz çevirecek, konuşacak, dertleşecek, aday gösterecek adam bulamayacaksınız, demiştik. O günler artık geldi. İmanınız gevreten, tükürdüğümü yalatan eski komünist generallerin torunundan başka Brüksel’e seçecek milletvekili adayı bulamadınız, bulamıyorsunuz, bulamayacaksınız. Sayılı günlerinizin eli kulağındadır. Değil aday göstermeye, “Merhaba!” demeye adam bulacaksınız, Belki “Merhaba!” diyeceksiniz ama karşılık veren olmayacak. Bu süreç 19 Ocak 2013’te başlamıştı. Kukla delegeler 9. HÖH Kurultayına toplanmış Başkan Ahmet Doğan’ın okuduğu bir rapor dinliyordu. Raporda HÖH sözü yoktu. Olması gerekir miydi, gerekmez miydi! Orası bilinmez. Önemli olan, HÖH parti kurultayının HÖH sözü geçmeden yapılması ve ilgililere bir işleri bu duruma getirdik diyebilmekti. Onlar, o zaman kurultaya dün de HÖH Merkez Yürütme Kurulu’na toplanan aynı kişilerdi.


Makale ve Analizler - 2014

141

O zaman yorgundular, yoldan gelmişlerdi ve uyukluyorlardı. Dünkü toplantıya dinç geldiler. Sofya’ya bir gün önceden gelmişler, yemişler, içmişlerdi. Konuşulanları kafaları almıyordu. Anlamadıkları bu işe “hayır” deseler, iş bozulacak, onları avantadan yaşatan yağı bal kurnasına kurbağa duracak ve aç susuz kalacaklardı. İstenen neydi, Daniel Peevski’yi Brüksel’e işe gönderelim mi? Göndermeyelim mi? Gitsin ağabey! Gitsin, baksın işine, gezsin tozsun! Biz buadaki işlere bakarız, demek en kolaydı. Gitsin de, o bizden biz de ondan kurtulalım. Ama bakalım Brüksel isteyecek mi? Ne büyük bir tiyatro oyunu değil mi? İnsanın anlamadığı, bilmediği işlerle uğraşması çok zor.Her defasında aynı oyun. İmanımızı Gevreten General Kopoyunun Eline Kaldık. Bu defa 1987’de “Belene” Ölüm Kampından çıkanlaradır sözüm. O yıllarda Mihaylovgrad (Montana) İç İşleri Bakanı Baş Amiri (Naçalnık) General Peevski idi. Şimdi şu Hak ve Özgürlükler (HÖH - DPS) partisi Pazarcık milletvekili olarak meclise gitmeden maaş alan ve şimdi Brüksel’e gitmek isteyen Danço’nun dedesidir. AB bizim için son umut kapısıdır. Biz demokrasi kalesi olarak biliriz Avrupa Birliği Parlamentosunu. Şimdi bizi orda temsil etmek isteyen, insanımıza etmediği eziyeti bırakmayan gizli servis “DC” generali Peevski’nin, kara cahil olduğumuzdan, milletvekili seçmiş bulunduğumuz torunudur. Unuttunuz mu?! Hatırlamıyor musunuz!? Hangi köye, hangi kasabaya, ister dağ başına ister dere dibine gönderilmiş olsak, Türk mahkûmdan birkaç gün önce o yere bir gizli polis, “DC” den bir sivil subay gönderilirdi. Bulgar köylüleri toplar akşam karanlığında ve toplantısı yapar ve onlara uzun uzun bizi anlatırdı. “Böyle böyle sizin köye “babasını kesmiş kanını içmiş” ya da “karısını kuyuya atmış” ya da “kız çocuklarını kütüğe yatırmış başlarını keserken, balta son an elinden alınmış,” ne yapacağı belli olmayan, son derece tehlikeli, tımarhaneye kapatmışlar, oradan kaçmış, canilerin canisi, kötülerin kötüsü, vahşilerin en vahşisi birini getirmek zorundayız. Sizin hepinize güveniyoruz. Devlete yardım edeceksiniz. Şu boş evde kalacak. Aman yanına sokulmayın! Elinde bıçak, satır, keser, tırpan gördüğünüzde yanından uzaklaşın. İstese de fazla ekmek vermeyin. Gelip gidene dikkat edin. Gözden kaçırmayın. En zor işleri ona yaptırın. Göz önünde olsun. Dikkat edin. Bir olay olursa hemen General Peevski’ ye haber edin..... Türklere zulmün en acısı çektiren, şu Ahmet Doğan ile Lütfü Mestan’ın sözünü kıramadığı, neredeyse evlatlık edecekleri Danço’nun General dedesiydi o zaman bu emirleri veren. Hayat bu. Danço bir işe yaramadı. Ahmet’e emir geldi ve o HÖH milletvekili oldu.


142

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu sözleri sizin için söylendiğini hakikaten unuttunuz mu? Sürgün edildiğiniz köylerde buz gibi soğuk karşılanmıştınız, unuttunuz mu? Sizi bir parça ekmeğe muhtaç kılan generallerin torunlarını milletvekili yapmakla Brüksel’e göndermekle demokrasimize karşı, öz hak ve özgürlüklerimize, adalet anlayışımıza karşı ne kadar büyük suç işlediğinizin farkında mısınız? Tanımadığınız, bilmediğiniz kişileri nasıl olur da aday gösterebiliyorsunuz? Başınıza gelenleri, çektiklerinizi hakikaten unuttunuz mu? Gördüğünüz zulmü, yaşadığınız ayrılığı hakikaten unuttunuz mu? Nasıl olur da inanırsınız şu Lütfü Mestan’a? Söylediklerine bakınız: “Biz hak ve özgürlüklerimizi alamamışız. Bizden hiçkimse Bulgar, GERB’e, eski İçişleri Bakanı Tsvetan Tsvetanov’a parmak kaldırıp sert konuşamamış, bu işi meclis kürsüsünden yalnız Peevski yapmış, onun için haklarımızı savunmak için onu Brüksel’e gönderiyormuşuz.” HÖH milletvekilleri Brüksel’e kavga etmeye mi gidiyorlar? Bizim kavgayla, dalaşla ne işimiz olur!Bulgar’a burada kafa tutamadık. Şimdi AB’ye gidip bütün Avrupa’yı karşımıza mı alacağız. AB’ye gözdağı mı vereceğiz. Seçilip gönderilecek Türk genç mi kalmadı? Neden ekmeğin sıcağını, yağlı ballı ekmek arasını Bulgar kopoylar yesin? Adı Danço olan bu oburun yemek içmekten ve iş karıştırmaktan başka hiçbir işe yaramadığını görmüyor musunuz? Peevski’nin liste ikincisi olarak, seçilebilir bir yerden olmak üzere, AB Parlamentosu milletvekili adayı gösterildiği HÖH YK Toplantısında Kırcaali HÖH İl Başkanı Fahri Ömer’in söylediklerine kulak verin lütfen: “Hak ve özgürlüklerimiz veriledi. Oralarda onlar için savaşacak” Sayın İl Başkanı Ömer, kim kaybetmiş de, kim verecekti senin hak ve özgürlüklerini? Kimin kime borcu var? 1990’da Perperek köyü tren istasyonunda karşıladığın Ahmet Doğan değil mıydi? Unutma lütfen, o zaman halkımız, “Arda” boyu, Soğuk Pınar Barajı kenarı insanımız, hak ve özgürlüğü senden benden çok daha fazla seven Türklerimiz, analarımız, nenelerimiz, bacılarımız, ablalarımız, karanlık bir gecede Sofya Kırcaali ekspres trenini durdurmuştu. Ekspres tren Kırcaali’ye girememişti. İlk


Makale ve Analizler - 2014

143

kez yolu kesilmişti bu kara trenin. Yol vermeyen Türklerdi. “Perperek köyü tren garında takıldı kaldı kara tren. Köylüler raylar üzerine yattı. Halkımızın iç duyusu güçlüdür. İnsanımız aranıza şeytan giriyor, yolu kesin, ekspresi durdurun, başınız dermansız derde girecek haberi almıştı. Bu vahiden güçlü bir haberdi. Telefondan değil ışıkla gelmiş, göklerden inmişti. İnsanımızın iç duyusu konuşuyordu. Türkler gece treninin karanlık vagonundaki cadalozun gizli polis ajanı Ahmet Doğan olduğunu öğrenmişti. Raylara yatıp ona Kırcali’ye yol vermemişlerdi. Unutun mu Fahri Ömer????? Sen 24 yıldan beri HÖH Yerel Başkanlık koltuğundasın, koltuklar rahattır, insan uyuklar, uyuklarken unutur, unuttukça ihanet etmeye başlar ve bir gün gelir batak içinde kalır. Sen çok iyi biliyorsun ki, Danço Peevski Brüksel’e gitmemelidir! Sen cambaz bir adamsın. Türkiye’deki yakınlarını bile gizli pazarlıklar yapa yapa iyi işlere yerleştirmeyi başardın. Kimileri dağıtıcı oldu, tencere kapağı satıyor, kimileri müdür oldu, diploma satıyor, başkaları ihale kazandı, hava satıyor. Bunlara karşılık sen de adımcık adımcık ödün verdin, gerileye gerileye küçüldün. Çünkü Bulgar devletinden de isteklerin oldu. Şu günlerde geç şöyle bir Cebel içinden bakalım kaç kişi selam verecek! Hele şu Peevski olayından sonra! Lütfen şöyle bir geç! Ödlek değildir Cebelliler. Hatırlıyor musun babasının cenazesinde belediye başkanının kafasına tabut kapağı geçiren kardeşini. Dikkat et!!! O zaman yıllardan 1990’dı. Ocak ayının soğuk günlerinden biriydi. Trenin yolu Perperek’te kesilmişti. Ve bütün Kırcaali sancağından bir sen gidip karşıladın sakallı papazı. Seni de aldatmıştı. Cebi para doluydu. Sabun görmemiş bir gömlek ve ütü görmemiş çarston bir pantolonla buldun onu ve keşke bulmaz olaydın. Başımıza bela ettin. Unuttun mu yoksa? Beraber resimleriniz var. İstersen hatırlatayım sana telefon gelmişti, git karşıla, bırakma kolla, diye. Sen milistin. Hatırladın mı? Sen tahsilsiz de olsan, biraz kurs görmüş adamsın ve bilirsin. Bir defa ihanet eden, bir defa düşman sözüne uyan, yine uyar. Dadanmış kudurmuştan beterdir atasözü bizimdir. Bir defa ihanet ihanetten sayılmaz ama 24 yıl devam ederse, affı da olmaz!!! İkinci ihanetini hatırlatıyorum: İkinci suçun birincisi kadar büyük olmasa da, gene de çok büyüktü ve çok kötülük açtı. Kırcaali sancağı seçmeni şimdi HÖH - DPS Genel Başkanı’nı milletvekili seçmemişti. Hatırladın mı?


144

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Sen HÖH Kırcaali İl Başkanıydın. Sen seçilmiştin. Sana yine bir telefon geldi. “Milletvekilliğinden vazgeç,” dedi, o kalın ses.. Gitme Sofya’ya, dedi ve kapadı. Apışmış kalmıştın. Hatırladın mı? Seçilince çocuklarına övünmüştün. Ama olmadı. İnsanın komando eri olması, ipleri başkasının elinde olması, kötü, ben de bilirim. Gitmedin, istenene uydun ve yerini Lütfü Mestan aldı. O gitti ve şimdi ikiniz sıkı fıkısınız. Hatırladın mı, ona iyilik yaparken halkımıza ikinci defa ihanet ettin, belki içinden değildi ama emre uydun. Emreden bizden biri değildi. Senin başındı. Sana oy veren seçmene verdiğin sözü tutmadın. Zavallılar baktı kaldı. Eski bir “CDC”ci ve “DC”li, Kırcaali köylerinde HÖH davasına karşı en fazla konuşan, senin yüzüne küfür bile eden ve senin hiç anlaşamadığın, hasımın olan kişiyi, özgürlük davamızla uzaktan yakından ilişkisi ve ilgisi olmayan birini, sen! Sofya’ya mebus gönderdin. Dün Sofya’da toplantıda yaptığın konuşma yediğin bütün bokların üzerine mum oldu. Peevski, mecliste konuşurken birine parmak kaldırdı diye onu Brüksel’e milletvekili olarak gitmesini desteklemen, seni sıfırladı. Sen artık bir hiçsin. Köye dönsen seni çoban bile yapmazlar. Çünkü büyük bir şerefsizlik ettin. Senin de artık ne koklanacak bir çiçek ne de yanına oturup bir çay içilecek, adam olmadığın hepten kanıtladı. Şimdi ne konuşuluyor. Peevski öyle şeyler biliyormuş ki, devleti devirebilirmiş. Eeee! Gitsin bildiklerin, anlatsın Baş Savcıya. İçişleri Bakanı Tsvetanov’la 49 görüşme yapmışlar neden anlatmamış? Gitsin şimdi yeni Bakan Yovçev’e anlatsın... Suçların en büyünü işleyenler Daniel Peevski ile onu himayesine almış olan Ahmet Doğan’dır. Lütfü Mestan söz almış konuşuyor, ama kimsenin gözünün içine bakamıyor. Ünal Lütfü söz almış, “yalnız Sofya değil, bütün Bulgaristan Bulgarları ayağa kalkabilir,” diyor. Haydutların Brüksel’e HÖH üzerinden sızdırılması Bulgaristan AB üyeliğinin sonu olabilir. Hainlerden ne zaman iyilik gelmiş ki, şimdi gelsin. Her zaman üstüne bir soğuk su içmedik mi! Şimdi de, ver, naştırpa orada, doldurun, içelim.


Makale ve Analizler - 2014

145

Brüksel Ayağa Kalktı

Dr. Nedim Birinci-19.Nisan.2014

Bir önceki yazıma “Vallahi Anlayamadım!” başlığını atmıştım. Size artık bu işin içindeki işi anladım, diyebilirim. Sizin de anlayabilmeniz için olaya birkaç yönden ışık tutmak istiyorum. Konumuz yine şu 25 Mayıs 2014’te Bulgaristan’da yapılacak AB Parlamento seçimleri. Püs noktası yani dananın kuyruğunun koptuğu yer HÖH Partisinin Daniel Peevski’yi aday göstermesi. Birinci şık: HÖH / DPS Neden Yeni - Liberal Oligarşi Partisidir? İkinci şık: HÖH / DPS Neden Aile Partisi oldu? Üçüncü şık: HÖH - DPS Neden Pazarcık ve Stara Zagora Ggizli ve Resmi Polisinin Hatırını Kıramıyor? Dördüncü şık: HÖH - DPS Neden Kuzey Batı Bulgaristan’da yani Türklerin Sürgün Bölgelerinde Gizli ve Resmi Polisin Hatırını Kıramıyor. Beşinci şık: Avrupa Birliği Bulgaristan’ın AB üyeliğini Dondurursa Ne Olur? Ve şimdi gelelim işin özüne. Lütfen yine başlamayın, ama doktor hanımcığım biz şu liberalleri, onların da anlattığın üzere eskileri ve yenileri varmış, yeni (neo) -liberallermiş, birde şu oligarşi mi, diyorsun ne, onları tanımayız, anlamayız, görmedik ki... demeyin. Onlar her gün sizin yanınızda, hissettirmeden kanını emiyor, maaşınızdan, emekliliğinizden çalıyor, kravatla gezdiklerinden siz onların yanına sokulamıyorsunuz, ama onlar sizi kasıp kavuranlardır. Birinci şık: HÖH / DPS Neden Yeni- Liberal Oligarşi Partisidir? Bir defa şu Liberal dediklerimiz Batı dünyasında 18. yy. ikinci yarısında ve 19.yy.da politikaya girdiler. Burjuva sınıfı tekelleşmeden önce parlamenter demokrasi ve özgürlüklerden yana bayrak yükselttiler, kendilerini barışçı ve reformcu olarak tanıttılar. Bulgar siyasetine daha 1878’den hemen sonra köylülüğün ve yoksul kasabalıların temsilcileri olarak girdiler. İlk temsilcileri Osmanlıda Başvezir danışmanlığından gelen Dragan Tsankov ile şair Petko Raçev Slaveykov idi. Tırnovo Kurucu Anayasası onaylanırken bizim Türk vekiller onları desteklemişti. 1879’da kurdukları ilk liberal hükümetle Bulgaristan’da demokratik bir rejim kurulmasını hayata çağıran onlar oldu. 27 Nisan 1880’de darbe yapan Prens Batenberg Liberal Partiyi iktidardan uzaklaştırdı. Sonra bu parti ikiye ayrıldı ve kılçıklaşmaya başlayan ulusal burjuvazi kanadının başına geçen Dr. Tsankov İlerici Liberal parti kurdu. Stefan Stambolov ile daha sonra Başbakan olan Radosla-


146

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

vov ise Halk Liberal Partisini kurdular.1985’te bu parti Demokrat Parti adını aldı ve 1925 seçimlerinde Türk ve Müslüman seçmen tarafından desteklendi. Bulgaristan Türkleri, Pomaklar ve Çingeneler ve yoksul Bulgarlar açısından hiçbir yerde söylenmemiş ve yazılmamış olsa da, Hak ve Özgürlükler Hareketi, aslında Bulgaristan köylülüğü’nün ve yoksul ve sefil kasabalı ve şehirli işçi-esnaf katmanın çıkarlarını birleştiren ve demokratik haklarından yana olan bir hareket olarak gelişti. Gizli niyetlerden, tuzaklardan ve sinsi planlardan söz etmek istemiyorum. Gerçek durum buydur. 1990’da parti kurulurken hitap ettiği kitle ne Türkler, ne Pomaklar ve ne de Çingene ahali ile fakir Bulgar kasabalı kalabalık arasında zengin yoktu. Onlardan hepsi ya sabanın, ya çapanın sapına ya da el emeğinden başka satacak hiçbir şeyi olmayan şehir sakinleriydi. Liberalizmin büyük özelliği: halkın serbest hareketine karşı sabırlı ve tarafsız ve tepkisiz kalmasıdır. Bu iş Ahmet Doğan’a verilmişti. bir milyon iri baş hayvan yok edildi. Bulgaristan Türk bölgeleri başta olmak üzere kooperatiflerde 14 milyon koyun vardı. 10 milyonu yok edildi. Sulama tesislerinin son burmasına varıncaya kadar çaldılar. Traktörler, kamyonlar, su pompaları, trafolar, kümesler hurdaya çıkarıldı, satıldı, yok edildi. HMH-lideri liberaller kendilerini “olgun” ve “sabırlı” gösterip sustular, “sustukları için” onları akıllı zannedenler bile oldu. Bilirsiniz, halkımız “konuşmak gümüşse, susmak altındır” demiştir. Yeni beyler oturmuş, viski içip kadın oynatırken, barajda suyun inmesini, diplemesini, son balığın bile ağzı açık can çekişmesini beklediler. Burada “suyun inmesi” - halkın öfkesinin buharlaşmasıdır. “Diplemesi” - kimsenin tepki göstermeye takati kalmaması, son damlaya kadar tükenmesidir. Başka bir değişle darcıkta unun bitmesidir. “Son balığın bile ağzı açık can çekişmesi” ise, 15 yıldan beri devam eden bugünkü aciz durumumuzdur. Yeni Liberaller yeni liberal olurken, saraylar kurulur, Mercedes’lerin kurşungeçirmez zırhlılarının en zırhlıları sipariş edilmiş beklenirken beklediler, millet sefillik çizgisinin altında can çekiştikçe, içleri rahatladı, huzur buldular. O zaman onlar yeni liberal oldular. Halkı artık yormuşlardı. Kendi dilimizde “çendili” diye hitap ettiklerimizin arasından Ahmet Doğan, Önal Lütfü, Kasım Dal, Fahri Ömer gibiler seçilmiş ve pompalana pompalana şişirilmiş ve Yeni Liberallerin geleneksel hali olan yuvarlak şeklini almışlardı. O kiloları almak var ama taşımak da var. Bak Ahmet taşıyamaz oldu, Saraya kapandı yatıyor. Bu yol uzundu. Önce hepsine devlet sofrasında yemeyi içmeyi öğrettiler. Sonra giyim kuşama sıra geldi. Örneğin HÖH milletvekili Atalay’ın elbiselerini Eskişehir Saray Tekstil AŞ dikmiş. Faturalara bir göz attık: Bir Takım Elbise için 2 bin TL, bir Gömlek için 700 TL, bir çift çorap için 60 TL, bir ipek


Makale ve Analizler - 2014

147

kravat için 200 TL. ödenmiş. Yeni Liberal olmak zor mu zor! Sonra yürümek, Yeni-– Liberal olarak bir dökük köylü gibi yürüyemezlerdi. Yazılarını başkaları yazdı. Onlar adına başkaları konuştu. Onlarsa kravat gezdirdiler. Mercedes’ lerle seyahat ettiler. Ve Bulgaristan Türkleri arasından, yani ağzı açık balıkların, vaklamaya kuvveti kalmayan kurbağaların, sürünmeye takati olmayan solucanların arasından seçilenlerden Yeni Liberaller yetiştirildi. Bunlar bir ayağı çamurda bir ayağı halıda yürüyebilen tiplerdi. Onlara her şey yakıştı. Parlamenter oldular. Bakan koltuğuna oturdular. HÖH MYK üyesi oldular. Her kurultayda delegeydiler. Kolları yorulmadan kalktı indi, indi kalktı. Halka karşı yeni kararlar alındı. Ne anlatılanı anladılar, ne alıp okudular. Onlar yalnız onayladılar! Resimlerine bakıyorum hepsinin ağzı mühürlü, konuşmadılar, yazmadılar, teklif edilene hep “evet” dediler. Yediler içtiler! Helal olsun da “Bereket versin!” bile demediler. Ajanlık “evet”, gammazcılık “evet”, halktan tamamen kopmaya da “evet” ve daha ne istersen onların cebinde bin bir “evet” var. Hiçbir yeni liberal çıktığı kümese, o can çekiştiği bataklığa geri dönmek istemedi. Hiç biri istememiştir. Onlar bataklıkta alınmış temiz su balığıdır. Yeni Liberallerin çağdaş Atası Barak Obama da gidip Kenya’da dedesinin barakasında çekirge ve yılanlarla, kurt ve köpekle yaşamak ister mi? İngiliz Lortlar Kamarası’nda 3 Hindistanlı yeni Liberal var. Gönderebilir misin onları dedesinin yıkılmış mezar taşının bulunduğu Hindistan’da cangıl orman köyüne? Fransız Meclisi’nde Cezayirli yeni liberaller geziniyor. Anlatmak istediğim şudur, kapitalistler, “her şey benimdir” diyen tekel olmadan, tekelleşme emperyalizme ve oradan da devlet tekelci kapitalizmine geçmeden yani oligarşi doğmadan sanki halkçıydı. Halktan yana işler yaptı. Ama şu bizim 1990’dan sonraki büyük sıçramalı sınıf atlama bir yerde gözlenmedi.Vladislavovo köyü Şişe-Cam teknik okulunun pansiyonundan Sofya’da “Saraya” sıçramak, herkesin ne haddi ne de nasibidir. Bu iş “hizmet” ister. Halk, köylü, işsiz kasabalı, emekli maaşıyla geçinemeyen semtli yerinde sayadursun, aralarından seçilen ve yukarda kimilerinin isimlerini saydığım Yeni-Liberaller helikopterle, Mercedes’lerle alındı ve Sofya’ya Saraylara, lüks dairelere taşındı. Onlardan istenen halktan kopmak, halkı avutmak, halkı oyalamak, halkın fazla başkaldırmasına olanak vermekti. Bravo! Bizimkilere. Son 25 yılda bunu başarılı bir şekilde yapabildiler. Halk soluk aramaz hale geldi. Lokmasını İspanya’da arıyor. Ezilen halkın sesi çıkmıyor, çıksa da işitilmiyor. Öyleyse problem nerede mi? Avrupa Yeni Liberalleri “olmaz” demişler. Bulgar halkının istemediği Daniel Peevski’yi biz aramıza alamayız, demişler. Türkler arasında, Pomaklıkta ve Çingene mahallerinde imza toplamışınız “etnik azınlık onu istiyor” diyorsunuz


148

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

da, bize Bulgaristan’da Türk, Pomak, Çingene ve başka problemli insan yok deyen siz değil midiniz? “Bizde azınlık yok”, “Olsa bile problemi yok!” bildirgesi veren siz değil miydiniz? Neden yalan söylediniz?, demişler. Brüksel’de çıkan “EurActiv” gazetesi özel bir yazıyla çıkarak, Avrupa Hak Partisi adına “olamaz böyle bir şey”, burada “ızbandutların ne işi olur” diye yazmış. Başlan Manfred Veber, Peevski’nin HÖH Başkanı Lütfü Mestan tarafından AB meclisine aday olarak gösterilmesi haberine tepki gösterirken, “biz bu haberi duymak istemiyoruz” dedi. AB parlamentosunda sosyalist grup şefi olan Hans Svoboda “Peevski yakın geçmişte gizli servis DANS Başkanı atandı, bizim aramızda ne işi olur? Rus ajanlarına kapımız kapalıdır” dedi. Artık güvenecekleri kimse kalmadı. Bulgaristan’a AB kapısı kapanırsa bedeli kim ödeyecek, halk bilmek istiyor. İkinci şık: HÖH / DPS Neden Aile Partisi oldu. Liste başında Filiz Hüsmenova. Hadi Filiz’in Amerika’da zengin yakınları olduğunu ve Ahmet Doğan ile Lütfü Mestan’a devamlı telefon ettiklerini, Amerikan Büyükelçiliği’nden de ısrarla bastırdıklarını biliyoruz. Geçen dönemde, hiçbir konuda söz almasa ve Bulgaristan Türk, Pomak ve Çingene kardeş azınlığı için parmağını oynatmasa da yine liste başı olmasının sebeplerini anlıyoruz. Biz burada kırık dökük bir azınlık olarak Birleşik Amerikanın baskısına dayanabilecek durumda değiliz. Bizim yeni liberallere de ağır gelir bu yük. Bu yüzde hadi Filizin adaylığını yedik yuttuk. Bu artık aile içi gibi bir şey oldu. Daniel Peevski’de Ahmet Doğan’ın aile üyelerinden sayılır. Pazarcık ve Stara Zagora hapislerini koklamış olan ve her gün ona bonfile, biftek, şnitzel, küfte, baklava, ballı börek, sütlü aş, viski, kahve taşıyan milislerin hepsine “ben sizi milletvekili yapayım, zaten Türklerin arasında adam yok” teklifinde bulunmuştu. Bu teklif eski gizli subaylar ve resmi çalışan milislerin yeni kurdukları sendika yönetiminde tartışıldıktan sonra, Todor Jivkov generalleri arasından olup şu “soya dönüş” işlerinde sirkesi en keskin olan Daniel Peevski’nin dedesinin hatırını saymaya karar vermişler. Hem “Pavel Banya” seçim bölgesinde, hem de Bulgaristan’da en büyük Milis Okulunun bulunduğu Pazarcık’ta Daniel Peevski’nin iki defa milletvekili seçilmesinin nedeni budur. Peevski’nin Brüksel’e gönderilme işinde yalaka olarak da Plovdiv’i Doğancı Gürsel Aliev’i kullanmışlar. Gürsel “demon” sözünün dilimizde şeytan olduğunu bilmediğinden, Peevski “bu çok iyi bir demon” diye övmüş. Söylemekte yarar vardır, Stara Zagora ve Pazarcıkta Peevski’yi hep Türklere kan kusturan en azılı ve gaddar milisler, gizli polis görevlileri seçiyor. AB seçimleri için de onlar kışkırtıyor ve onlar destekliyorlar. Ahmet Doğan’ın onlara sözü varmış...


Makale ve Analizler - 2014

149

Geçen hafta “Batak” dağı eteklerinde büyük bir sofra kurulmuş. Daniel Peevski’yi seçen milislerden birçoğu eski haydutların aba poturlarıyla giyinmişler. Kafalarında kalpak. Kuzu çevirmişler ve kırmızı şarap içerken, “aralarına girdik, HÖH - DPS’yi içinden parçalayıp, bu defa Avrupa Birliğine kapatma kararı aldıracağız” diyerek bolca eğlenmiş, yemişler içmişler. Adamların gizli hedefleri – partimizi AB eliyle yok etmek. Üçüncü aday ise, Ahmet Doğan’ın çotanağıdır. Oğlu Erol’a karı aldığı Nemci Ali’dir. Savunma Bakanı yardımcılığında işi iş, keyfi de keyif olan Nemci Ali ayda 40 bin Euro aylıktan kaçacak değil ya, hemen kabul etmiş, zaten AB’de pek fazla iş yokmuş, olsa da ne olacak, gidip gelir işte. Yani şu AB seçimleri HÖH DPS partisinin hepten bir aile partisi olduğunu, Bulgaristan’da artık Türkler arasında da oligarşi aile grupları oluşmaya başladığını, bizim oligarşiden ancak Yeni Liberal gruplaşma oluşabileceğini ve halkı tamamen unutmanın ve ancak ve yalnız seçimden seçime aramanın yeterli olacağını kanıtladı. İktidar ortak, halkı aldatmak ortak, avanta ortaktır. Yeni liberalliğin öz anlamı da budur. Fakirlikten kopmak ve zenginlikte boğulmaktır. Bizim işimiz tütün, AB’ye Tarım Bakan Yardımcısı Abası gönderseler, ama olmaz, o bakarsın oralarda bir şeyler düzeltir ve tütüncülerin işi düzelir ve al başına belayı.

AB Homurdanıyor!

Dr. Halide Ümitfer-19.Nisan.2014

Avrupa Birliğine kafa tutma hattımıza değildir. Peevski’nin seçilmesini isteyen halk değil, Ahmet Doğan, Lütfü Mestan, oligarşi ve polistir. Sözde adaletten yana olan Lütfü Mestan Peevski konusunda neden ısrar ediyor. Seçmenle yine alay ediliyor. Bulgaristan Türkleri, Pomaklar ve Çingenelerin AB seçim kazanına atılıp kaynatılması asla doğru değildir. Seçmenimiz şuurlu ve iradelidir ve oyunu kime vereceğini bilir. Demokrasinin özünde dalavere yapmak değil yapmamak vardır.


150

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Seçmenin vazifesi oyunu vermek, seçilenin vazifesi ise yasalara uymak, adil olmak, ahlaklı ve dürüst olmak, halkın ve devletin çıkarlarına hizmet etmektir. Belirli bir seçmen kesimi bir adamı istemiyorsa o adayı seçmemelidir. Pazarcık milletvekili için Tervel, Krumovgrad ya da Sandanski seçmeninden zorla olumlu görüş toplamak adil ve doğru değildir. İnsanlar tanımadıkları kişiler hakkında geçerli doğru görüş beyan edemezler. Daniel Peevski hakkında kamuoyu görüşü Pazarcık seçmenlerinden, çalıştığı yer olan meclisteki vekillerden alınırsa geçerli sayılır. Bu bakıma Lütfü Mestan’ın söyledikleri doğru kabul edilemez. Böyle bir durumda seçmen oyunu verse de ne olacak! Danisel Peevski, ard arda kopardığı skandallarıyla Sofya Meclisini birbirine katan adam değil mi? AB milletvekili adayı gösterilmezden önce neden onun bir HÖH milletvekili olarak 5 (beş) yıllık çalışmaları analiz edilip değerlendirilmedi? Hangi yasa tasarılarını hazırladı, hangileriyle ilgili tartışmalara katıldı? Bunlar neden dikkate alınmıyor. Müftülük taşınmazlarının iadesi konusunda görüşü nedir? 1913 Ermeni “soykırımı” konusunda L. Mestan gibi gizlice imza atmış mıdır. O kadar zengin ve başarılı bir iş adamıysa Pazarcık Pomak köylerinde hangi ortaokula 5 bilgisayar aldı. Hangi anaokulunda onarımı finanse etti? Pazarcık seçmeni için yaptığı herhangi bir iş gösterilebilir mi? Müslümanların haklarını ve hukukunu savunuyordu da,İmamlar Davası’nda neden bir defacık olsun görünmedi. Tutuklanan imamlardan hangisinin ailesine 5 para yardım etti? İmamları ve ailelerinin taleplerini, dertlerini neden bir defacık olsun dinlemedi? Bu milletvekili kopyası nasıl oldu da Müslümanların partisinde örnek milletvekili oldu? HÖH MYK’da yapılan toplantıda Dobriç temsilcisi Enver Haciev’in “Peevski’yi gördüğümüzde bizde öz savunma hissi beliriyor” derken, “biz Peevski’den korkuyoruz” mu demek istedi? Gizli polis, bu DANScıyı Türklerin ve Pomakların arasına sızdırmakla insanlarımızı sindirmek mi istiyor? Vardığımız seviyeye baksanıza, halk, seçmen kendi milletvekilinden korkuyor. Izbandutları (mafya babalarını) meclise ve HÖH partisine toplayanlar düşünsün. Belki de HÖH Yönetimi ile halk arasında Peevski gibi 200 kiloluk savunma duvarlarına artık gerek var? Henüz olmayabilir ama mutlaka olacaktır. Onun milletvekili olduğu Pazarcık, Velingrat, Batak, Panagürişte, Strelça ilçelerinden HÖH - DPS kaç genci okumaya gönderdi? Kaç işsize iş sağladı? Peevski o bölgede eski ve yeni polislerin ve yakınlarının oylarıyla seçildi. HÖH içine sokuldu. Partinin kanını emiyor. Partiyi kapatma yollarını arıyor. Şimdi AB


Makale ve Analizler - 2014

151

Genel Kurulu’nda elini kaldırıp ona buna parmak sallamaya başladığında HÖH milletvekilleri geri çevrilecek ve bir sonraki seçimlere katılma hakkımızı yitireceğiz. HÖH Partisi AB Hukuk Komisyonu tarafından kapatılabilir. Avrupa Birliği Liberaller ve Halk Particiler gruplarının tepkisi kesin ve inceleme komisyonları kurulmuş ve çalışıyor. Bu tepkilerin esasında “Peevski’yi halkın ‘yükseltmek istediği’ yalanının açıklanmasında direnenler” ağırlıklıdır. Brüksel, Peevski’yi bir oligarşi uzantısı ve Rus ajanı olarak algılıyor. HÖH partisine de, Amerikan ve Rus istihbaratına hizmet sunan bir mafya yapılı oluşum olarak bakmaya başlıyor. Seçmenin sorduğu sorularsa şunlardır: O, 5 yılda mecliste bir konuşma yaptı. O da küfürlüydü. Seçmenle 6 aydan beri görüşmedi. Basın yayın holdingi başkanı olmasına rağmen, ne yerel ne de merkez basında, ne bir gazetede ne de bir dergide, problemlerimiz üstüne bir yazı yazmadı, görüş beyan etmedi. TV ve radyo yayınlarına katılmadı. Hiçbir bayramda, kutlamada, düğünde, yıldönümünde ya da törende hazır bulunmadı. Kimseyi kutlamadı? Bu vekilden neden hesap sorulmuyor? Soru: Halka ve Devlete faydalı ne iş yaptı? O, totaliter rejim kalıntılarının egemenliğini sürdürmesinde kendilerine yardım etti. Milletvekili Hüseyin Hocov kürsüye çıkıp “ana dilimiz, seçim propagandasını Türkçe yapmak ve oy kullanmaya hak kazanmak için üç ay aynı yerde yaşama yasağının kaldırılmasını” istediğinde, Daniel Peevski neredeydi? İnsan haklarımız çiğneniyor, doğal haklarımıza saldırı var deyenleri neden desteklemedi? Peevski elini kolunu sallayarak, Meclis içinde eski İç İşleri Bakanı Ts. Tsvetanov’u tehdit ederken neden tedbir alınmadı. Meclis iç tüzüğünü hiçe sayıp tekme tokat hesaplaşmak isteyenler neden gemlenmiyor. Brüksel’e gönderileceklerine Meclis Disiplin Komisyonunda sorgulansalar daha isabetli olmaz mı? Şimdi gelelim bir önceki milletvekillerimizin gördüğü işler: HÖH - DPS Bulgaristan Partisi AB Milletvekili Metin Kazak Değerlendirme sözlü rakamlı 1. Seçmenin verdiği Zayıf “0” 2. AB’den gelen not Zayıf “0” 3. Seçmenle görüşmelerde başarısı Zayıf “0” 4. Yazdığı yazılar Zayıf “0” 5. TV demeçleri, tartışmalar Zayıf “0”


152

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

6. Yemekli eğlencelerde şarkı söyleme Ala “6” 7. Gezip tozma eğlenme Ala “6” Toplam: (Bir daha asla seçilemez) Nasip olur da Daniel Peevski bu başarıyı tekrarlamaz. İkisinin arasında küçük ince ayrım farkları var. Metin Kazak hiç davaya girmeden AB Hukuk Komisyonuna girdi, Daniel Peevski ise, iki eşeğe bir sepet ot vermeden milletvekili oldu. Yaşasın Hak ve Özgürlükler Partisi’nin demokrasi, adalet ve kadro anlayışı!

Saray Bank

Dr. Nedim Birinci-24.Nisan.2014

Listelerde Bizim Adamlardan Kimse Yok Kayıt işleri bitti. 751 milletvekili olan Avrupa Birliği Parlamentosu’nda 17 Bulgaristan Cumhuriyeti vekili olacak. Merkez Seçim Kurulunda 18 parti ve 6 koalisyon ile 10 bağımsız milletvekili adayı tescilini yaptırdı. 4 bağımsız gerekli parayı ödeyemedi, ikisi de imzaları toplayamadı ve isimleri silindi. Biz 25 Mayıs 2014 seçimlerinden ne beklemeliyiz? Ana soru buysa yanıtı da şudur: Hiçbir şey. Umutlanmamız yanlış olur. Bu seçimler bir başka bakıma ise çok önemli. Olayı şöyle düşünelim. Şimdi büyük bir savaşta bir çarpışmadan önceyiz. Herkes yerinde duruyor. Güçler mevzilenmiş. Çarpışma oluyor ve hemen ardından yeni haritalar çizilecek. Bu yeni haritalarda artık soydaşlarımız, Türkiye’deki, KKTC’deki kalabalık seçmen yığınımız olmayacak Lütfü Mestan salaklaşırken formül buldular ve bizi harita dışı bıraktılar. Bu biraz da (verilen görev) Ahmet Doğan oyunu gibi duruyor. Yoksa Saray kurdu “bensiz beş para etmezsiniz!” demek mi istedi. Artık kanun değişmeden istesek de AB parlamentosuna kendi adamımızı gönderemeyiz. Daha fazla bir şey söylemek için tam bir ay erken. Sonuç seçmene bağlı, her şey sandığa ve sandıklarla ilgili dönecek dalaverelere bağlıdır.


Makale ve Analizler - 2014

153

Hak ve Özgürlükler Hareketinde liste başı ilk 3 adaya şöyle bir göz atalım. Bu adaylar kimin nesi, kimin fesidir? Filiz Hüsmenova. Geçen dönem HÖH - DPS partisi Brüksel Parlamentosunda Milletvekiliydi. 5 yılda bir iş yapıp yapmadığı anlaşılamadı. Halka, seçmene hesap vermedi. 500 bin Euro konuşma, düşünme parayı yemiş. Üstü başı, saçı kınası, makyajı yürümesi maşallah. Şimdi gene gidecek. Biz hiçbir iş yapmayan bir bayanı neden seçiyoruz? Bulgaristan Türkleri arasından daha önce de milletvekillerimiz vardı. Nadiye Ferhadova Devlet Konseyi üyesiydi. Müzeyyen Durgudova Vatan Cephesi Ulusal Konseyi üyesiydi. Filiz Hüsmenova Bulgaristan Türkleri arasında bakan olan ilk bayanlardan biridir. Bu arada, son kurultayda Hak ve Özgürlükler Partisi Başkan Yardımcılığına da seçildi. Hangi sektörden sorumlu olduğu bilinmiyor. Biz ondan kadınlara iş yeri açılsın diye hiç olmazsa il merkezlerinde birer atölye açılmasını, kadınlara meslek kursları çalıştırılmasını, kadın kor gruplarının etkinlik sergilemesini bekledik. Hiç olmazsa 10 Bulgaristan Türk ve Pomak kızının Avrupa’nın en iyi üniversitelerinde HÖH bursuyla okumasında öncülük etmesini umduk. Maalesef bunların hiç biri olmadı. Yeni dönem ödevlerini de açıklamıyor veya açıklayamıyor. Seçmenle görüşmelerde yapmıyor, gerek bile duymuyor. Seçim başarısını torbada keklik sanıyor. Bunun nedeni nedir acaba? Brüksel’de yalnız Fransızca konuşuyormuş. Bulgaristan’da ana dili Türkçe konuşmakta zorluk çeken, tamamen cahil kalan çocuklarımız aklına geldikçe sinir nöbeti geçiriyormuş. Hiçbir kimseye hiçbir konuda yardım etmemek için Ahmet Doğan önünde yemin etmiş. Ahmet “Bulgaristan Türkleri iyilikten anlamaz” demeye devam edermiş. AB paralarıyla her köye arıtma tesisi yaptırdık, şimdi su istiyorlar. İstekleri bitmiyor diye yakınıyormuş. Bir de şu AB Parlamento komisyonlarından olan Tarım Komisyonu Bulgaristan doğasının hele Dobruca’nın “Norveç” cinsi iri domuz çitliği için çok elverişli olduğunu tespit etmiş. Yeni bir araştırma yapılmış ve Türklerin tamamen Bulgarlaşmadığını ve aralarından domuz bakıcısı olmaya hevesli olanların bir elin parmaklarından az olduğunu saptamışlar. Domuz çiftliği yatırımı bu sebeple durdurulmuş. Böylece önemli bir proje düşmüş. Oysa Ahmet Doğan Brüksel’e gönderdiği son raporda da “Türklerle ilgili problem yok” demişti. Filiz Hüsmenova, Sofya’da bakanken işine muntazam gidip geliyordu. Şimdi Türkiye’nin AB üyeliğinin hızlandırılması konusunda münasebet almıyor, sus-


154

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

mayı tercih ediyor. Brüksel’e gideli Türklükten soğuduğu dikkati çekti. Zaten gitmeden önce açıklama yapmıştı Türkiye hazır değil AB’ye giremez diye. HÖH seçmen kitlesi, “gelinimiz orada işine pek ısınamadı” intibasında kaldığından Filiz Hüsmenova’nın yeni adaylığına karşı bir homurdanışla cevap verdi. Burada yine Ahmet Doğan son sözünü, Lütfü Mestan’a söyletti. Anlaşılan Saraya Bazı Büyükelçiliklerden telefon gelmiş. Öğrenildiği üzere, Filiz hanımın Amerika’da yaşayan ve irili ufaklı zenginlerin arasında, bizim ölçülerimize göre, orta kesiminden az altta olduğu anlaşılan akrabası varmış. Telefon açanlardan biri de oymuş. İstanbul “Beylikdüzü”nde 5 yıldızlı bir oteli de mi varmış ne! “Uğrarsanız kalabilirsiniz, ismimi söylemeniz yeterli olur” falan, kırmayın beni, vekil kızımız Brüksel’e bir daha gitsin, kendisi orda çok gereklidir, demiş ve birkaç yıla kadar orada AB ile ABD arasında Ticaret Sözleşmesi imzalanacakmış ve ona nasıl oy kullanacağı önceden anlatıldı, diye azından kaçırmış. Türk ve Müslümanlar olarak biz, yukarıdan gelen herşeyi kabul eder ve yerine getiririz. Bu Kuranı Kerimin inmesinden sonra hep böyle olmuştur. Böyle de gider. Şimdi bizim için Rusya yukarısıdır. Boynumuz kıldan incedir. Ahmet de sayemizde geçinirken, bu inceliği öğrendiğinden hemen kabul etmiş. Yapacak bir şey yok artık, Filizi seçeceğiz... Soru: Filiz Hüsmenova Rusya’nın Brüksel’deki adamı olarak görev yapacaksa, bizim oradaki işlerimize kim bakacak? Cevap: (Henüz gelmedi) Boş verin! Biz büyük bir milletiz. Şimdi AB’ye adam gönderme derdine düştük. Eskiden o da yoktu. Nerde Brüksel Belgrad’a gidemiyorduk. Daniel Peevski. Listemizde ikinci sıradadır. Adaylığı kesinleşti. Bu adayın HÖH - DPS adayı olduğunu yazmasak, konuşmasak çok daha iyi olur. Çünkü adamın yapısı, imkânları büyük, HÖH olarak Peevski’ye dar geliriz, taşıyamayız. Bu adam o Büyük işlerin adamıdır. HÖH Pazarcık Milletvekili. Kısmetse Bulgaristan oligarşisinin ve Rusya uluslar arası yankesicilerinin Brüksel temsilcisi olacak. Vazifesi hem büyük hem de önemlidir. Adayımız 33’ündedir. Gençtir. Güçlü kuvvetlidir. Kiloları 200 olmuştur, ama daha imkân var. Kemer konusunda problem yaşandı, ama şu 1200 kilo olan Hollanda danaları var ya, birisini özel olarak kestik, derisinden 10 adet 1.70 cm kemer çıkardık. Kemerler 5 renkte boyandı. Renk sorunu da çözüldü. Duruma göre kemer değiştirebilir. Bu adayın kimi defa merdiven çıkma sorunu oluyor. Sofya Parlamentosu tek kat olduğundan bu problem ön plana çıkmadı, ama geçen sene DANS ba-


Makale ve Analizler - 2014

155

samağında takıldı, çıkamadı. Brüksel’deki AB meclis binası 14 katmış. Bakalım artık... Zaten onun gözü yüksekte, asansöre biner ve en yüksek kat kariyerine bile çıkar. Biz sıradan vatandaş olarak endişeliyiz tabii. Hem bizim sosyalistlerin hem de Avrupa sosyalist örgütü PES’in Başkanı olan Stanişev de AB parlamentosu milletvekili adayı olarak liste başı. Seçilirse ve yabancı ellerde görev ve ödev karıştırıp Peevski ile kapışırsa diye kaygılıyız. Çünkü Peevski’nin vazifesi çok gizli ve özeldir: Şimdiye kadar, Medya Holding müdürüydü. “Şef” demiyoruz, çünkü maaş listesinde Müdür yazıyor. Ayrıca kısa adı “TİM” olan bir şirketin başkanıyla birlikte, Bulgaristan içi sigara dağıtım ağını elinde bulunduruyordu. Sigara paketleri ıslanmasın, ezilmesin, yırtılmasın, açılmasın diye 170 dağıtım aracı aldı, 600 kişi vır vır ülkeyi dolaşıyor, dükkânlara sigara verip para topluyordu. Şu Moskova’dan gelen son telefonlar var ya! “Olmaz!Sen öyle ıvır zıvır işlerle zaman kaybetme” dedi. Karşıdaki adam Rusça konuştuğundan Danço pek anlayamasa da şu kulağına geldi: “Paren, mıy gatovim tebya za premier Bolgarii, a tıy çem zanımaeşsya!” Birden anladı: “Genç, biz seni Bulgaristan’a Başbakan olarak hazırlıyoruz, sen ise nelerle uğraşıyorsun.” Danço, emir kulu, doğrudan gitti parayı saydı ve Bulgar Tabak Holding hisse senetlerinin % 80’ini aldı. Dağıtım işinden vazgeçti. “Büyük” dedikleri bu iş olmalı. Ha şimdi bizim mendilliler vermesinler Dançoya oyunu da göreyim onları. Sıkıyor mu! Adam Bulgar Tabak Holding sahibi. Döndü dolaştı tencere kapağını buldu. Sigara fabrikaları Ahmet Doğan’ın elinde diye yaza çize hal olduk. Ne oldu, (KGB) Bulgar gizli polisi aldı mı elinden hepsini! Ah biz daha neler göreceğiz, ah! Hem tütün parasını, hem de senin gırtlağını tutan şimdi artık yalnız Peevskidir. Ahmet ile Lütfü avuçlarını yalasın. Gelecek parlamento seçimlerinde HÖH listesinde kaç “DC” ve kaç “KGB” subayı olacak gelin de birlikte sayalım. Adamın eli gırtlağında, solu soluya bilirsen!!! Biz insanımıza “sayada koyun” derken, bize gülenler vardı, Şimdi “gırtlaktandınız!” diyoruz. Gülün güle bilirseniz! Sizin her şeyinize “garantörüm” diyen Saray kurdu da artık, bir şey yapamaz, çünkü Danço birkaç zamana kadar onun koltuğuna da oturacak. Lütfünün bütün hesapları aç tavuğun buğday ambarı rüyasıdır. Danço’nun yeni ödevi: Bu adam bir bölük işi gücü bırakıp da neden Brüksel’e gitmek için ısrar ediyor diye düşündünüz mü?


156

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Son 6 ayda Saraya girip çıkanların hepsi bankacıymış. Bulgaristan’a nereden para giriyor diye araştırma yapmışlar. Bize Batı Avrupa’dan gelen havaleler gelen paranın % 60’ıymış. Bu işten Saraya bir fayda var mı? Yok! Yeni alınan kararda, sarayı olmayana Avrupa’dan para gönderilemez!, deniyor. Para önce Saraya girecek, ucundan ne kesilecekse kesilecek, sonra levaya bozdurulacak ve adamın eline verilecek. Biz buna alışığız aslında. Bizde eskiden de böyleydi. Köye gelen mektuplar önce muhtara gösterilirdi. Muhtar “bu adam mektup bekliyor”, dediğinde, mektup dağıtılırdı. Mektup beklemeyen adama mektup verilmezdi. Şimdi de öyle olacak. Para bekleyen adama para verilecek, para beklemeyenin ihtiyacı yoktur. Olsa beklerdi. Şimdi bu karar gelen paranın % 60’ına ilişkindir. Bir de şu Tarım Bakanlığına falan gelen paralar var. Onları da adil dağıtamıyorlar. Dağıtılan para çar çur ediliyor. Bir düşünün, geçen sene dağıtılan paradan 180 milyon leva kaybolmuş. Şimdi 87 muhtarlık ve belediye bir yıl çalışmayacakmış. Çalışmaları önemli mi, değil mi? Çalışsalar çalmaktan başka bir iş yapmadıklarından, çalışmasalar belki daha hayırlıdır. Şimdi Peevski Brüksel’de özel bir karar alınması ve tüm paraların direk Saray’a, tütün primlerinin hepsinin de doğrudan onun yeni satın aldığı Bulgar Tabak Holding veznesine gönderilmesi ve gerekirse oradan bazı dağıtımlar yapılması için özel yönetmelikler çıkartacak. Örneğin geçen sene tarım işlerine gelen paranın yalnız % 6’sı üreticiye verilmiş. Fazla değil mi? Bu görüşülecek. Prımova adında bir AB milletvekilinin “Nova” TV’de anlattığına göre, Sofya bütün paranın yalnız 150 bin dekardan fazla toprak sahibi olan köy ağalarına gönderilmesinde çok diretmiş. Telefonlar kızarmış. Prımova, yeni dönem AB milletvekili olmak istemiyor. “Dayanılacak gibi değil! İstekleri bitmiyor, büyün parayı kendilerine istiyorlar,” diye anlattı. Şimdi Peevski, iş Allah bu sorunu da başarılı bir şekilde çözer. Eski İçişleri Bakanı Ts. Tsvetanov’a Mecliste yumruk sallayan o değil mi! Brüksel’de o içili bicili vekillere taş çıkartması işten değil. Şimdiden karar almış. AB Parlamento Genel Kurulu karşısına bir Bulgar “köftecisi” açtıracakmış. Anlattığına göre, fazla köfte yiyen uyuz oluyor ve ka-


Makale ve Analizler - 2014

157

fası çalışmıyormuş. İstediği genelgeleri çıkartma yollarından biri de bu. Bu sorun çözülür iş Allah. Danço’nun Bulgaristan’la ilgili vazifesi bundan ibaret. Başka bir ödevi yok. Para musluğunu Saray’a çevirdi mi, işi bitiyor. Moskova’nın verdiği özel ödevleri de kendinden başka bilen yok. Durum bu. Nemci Ali. Liste üçüncüsüdür. Onun hakkında fazla yazmak istemiyoruz. Çünkü Brüksel de anlaşılan, işe göre adam aramıyor, adama iş arıyor. Öyle olunca münasiptir. Gidip gelsin. Hayırlısı...

Peevski seçilirse Alay konusu oluruz

Rafet Ulutürk-24.Nisan.2014

Seçmen, HÖH - DPS listesine oy vermeyi topluca reddedebilir. Daniel Peevski seçilirse Avrupa Birliği’nde sözümüz geçmez, alay konusu oluruz. AB Liberalleri de Peevski’ye karşı tutum aldı. Avrupa Birliği Parlamentosu seçimlerine katılacak 14 siyasȋ parti kaydını yaptırdı. Daniel Peevski’nin HÖH - DPS partisi tarafından Brüksel parlamentosuna aday gösterilmek istenmesi Sofya’da protestocuları meydana topladı. 300 gün önceyi anımsayanlar aynı sloganları bağırıyorlar. “Peevski Mafya!”, “Doğan Mafya!” Köy ve kasabalarda istediğimizi seçemiyoruz. İş yapmayacak adamları dayatıyorlar. Oy pazarlıkları hoşnutsuzluğuna sebeptir. Bir vekilin seçilmesine 160 bin oy gerek. Sosyolojik araştırma sonuçları şimdilik yalnız 4 siyasȋ partinin yani Sosyalistler Partisi BSP, GERB, HÖH - DPS ve “Sansürsüz Bulgaristan” partilerinin milletvekili çıkaracağını açıklıyor. Hiçbir vekil çıkaramazsa “ABV” ile “Reformcu Blok”un dağılacağı belli oldu. Seçimi GERB kazanırsa hükümet kesin düşecek. Yani erken parlamento seçimine gidilecek. HÖH - DPS partisinin, fahri Başkan Ahmet Doğan’ın çok yakın dostlarından olan, kamuoyunda kabul edilmeyen, kavgacı genç bir tip olan 33 yaşındaki


158

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

milletvekili Daniel Peevski’yi AB aday listesine koyma hesapları Bulgaristan’da olduğu gibi, Brüksel’de de ciddi tepkiler doğurmaya başladı. AB Başkanlığı, “Rus ajanlarının burada işi yok” beyanıyla kesin tavır aldı. HÖH - DPS partisinin Daniel Peevski’yi aday listesinde ikinci yere koyma niyeti, Brüksel’de adayları inceleme komisyonu kurulmasına neden oldu. HÖH’ün bağlı olduğu AB Liberaller Grubu da endişesini gizlemedi. Bulgaristan kamuoyunun rahatsızlığını ifade eden, 2009 - 2014 yılları arasında Sosyalistlerin AB milletvekili grup başkanı ve eski Dışişleri Bakanı İvaylo Kalfin, Cuma sabahı NOVA TV konuşmasında, Peevski’nin aday gösterilmesi “Bulgaristan halkıyla alay etmek anlamında olur” dedi. “Bulgaristan Türkleri arasında çok dürüst, aydın ve yabancı dil bilen hazırlıklı genç kadrolar olduğuna işaret eden deneyimli diplomat, Bulgaristan Türkleri kendi adaylarını kendileri göstersinler” diye konuştu. Kalfin “izbandutların babası” olarak bilinen bir kişinin Brüksel’e gönderilemeyeceğine işaret etti ve bu gibi olumsuz gelişmeler, “AB parlamentosunda Bulgaristan ile ilgili özel bir karar alınmasına vesile olabilir ve Genel Kurul’da karar alma sürecine katılma hakkımıza yasak getirilir,” diye konuştu. Aynı konuda, basına demeç veren, kıdemli AB komiserlerinden Miglena Kuneva, “herkes AB milletvekili olamaz!” beyanında bulundu. Öte yandan basında çıkan yorumlardan, yalnız fahri başkan Ahmet Doğan’ın değil, HÖH - DPS Genel Başkan Lütfü Mestan’ın “Halkın istemediği ve kamuoyunda tepkiler uyandıran Daniel Peevski’den kurtulmak için, onu Brüksel’e göndermek istedikleri” öğrenildi. Hafta sonunda, HÖH - DPS partisi yönetiminin AB listesini kesin açıklaması beklenirken, Parlamento Başkan Yardımcısı ve HÖH Yönetim Kurulu Üyesi Aliosman İmamov, AB seçimleri konusuna açıklık getirmek üzere “Presa” gazetesine bir demeç verdi. Soydaşlarımızın AB seçimlerinde oy kullanabilmek için “en az 3 ay aynı yerde yaşamış olma şartı getirildiğinden” 20 bin oy kaybedeceklerine işaret eden İmamov, HÖH - DPS ekiplerinin İspanya, Almanya, Belçika, Hollanda ve Büyük Britanya’da konuk işçi çevrelerinde istişareler yaptığını ve AB ülkelerinden önemli miktarda oy elde etmek için çalıştıklarını açıkladı. Bulgaristan 2007’de AB üyesi oldu. Bu üyeliğe hazır değildi. Avrupa Birliği üyeliğini zor kucaklayan ülke, kenara itildi, en yoksul üye devlet durumuna düştü. Böylesi ağır ve bunalımlı bir durumda ekonomik kalkınma ve istihdam gibi bir iki ana konu üzerinde yoğunlaşacağına Batı yanlılığı ve Rusya taraftar-


Makale ve Analizler - 2014

159

lıları olmak üzere, ikiye ayrıldı. Totaliter geçmişten kurtulamayan ülke AB politikasına soğuk bakıyor. Seçmenin % 46’sı AB ülkelerinin Rusya’ya yaptırım uygulamasına karşı çıkıyor. Bu politikalarla ilgili HÖH - DPS partisi yönetimi hiçbir açıklamada bulunmadığından, seçmenler özgür hareket edemiyor, üzerlerine çullanan baskı mekanizmaları altında eziliyorlar. Hak ve Özgürlükler partisi seçmen kitlesine özgür olma, özgür yaşama ve özgürce seçme hakkını sunamadı ve yaklaşan seçimde de sunamayacaktır. Kimsenin tanımadığı, dayatılan adaylarla Bulgaristan Türkleri, Pomaklar ve Çingenelere AB üyeliğinin esaslı kazanımlar getirmeyeceği önceden biliniyordu. Bu durum seçmenleri rahatsız ediyor. Zaten AB üyeliğimizden önce, HÖH partisi Başkanı olan Ahmet Doğan, kimseyle görüşmeden, hiç kimseye danışmadan, kendi başına hareket ettiğinden, AB üyeliğimizle ilgili çok büyük yanlışlar yaptı. “Bulgaristan’da çözülmemiş etnik sorun yok” Deklarasyonu vermekle haklarımızı genişletme ve yeni kazanımlara uzanma yollarımızı tıkadı. Onun bu bireysel hareketiyle temel hak ve özgürlüklerimiz donduruldu. Onları güçlendirme ve genişletme yolları tıkandı ve tüm umutlarımız kesin suya düştü. Şimdi AB seçimlerinde HÖH adayı olarak gösterilen ama problemlerimizle, dertlerimizle hiçbir alakası olmayan, Bulgar kamuoyu tarafından da istenmeyen, savcılıkta dosyaları olan, ne işle meşgul olduğu bilinmeyen, ne geçmişi ne de geleceği hakkında herhangi bir bilgi verilen Daniel Peevski adında bir kişiyi Brüksel’e gönderme planları dayatılıyor, ki bu huzurlu bir gelişmeye işaret değildir. Özellikle de Daniel Peevski’nin Rus sermayesi tarafından yaratılmış olması, bu göbek bağıyla Bulgar iletişim ortamı (medya) holding şefliğine yükselmesi, Moskova’nın Bulgaristan üzerinde gerçekleştirdiği inşaat tasarımlarının hemen hepsinde ortak görünmesi, sosyalist totaliter dönemden bir Bulgar istihbarat generalinin torunu olduğunun bilinmesi, Brüksel’de ciddi endişe uyandırırken, beklenmedik sertlikte yeni tepkilere neden oluyor. Bulgar kamuoyunda, AB Genel Kurulu’nun Bulgaristan’la ilgili özel bir karar almasından korku var. Bu kararla, yatırımların bütünüyle dondurulabilir; yeni seçeceğimiz milletvekilleri AB Genel Kurul toplantılarından dışarıda tutulabilir; karar alma hakları geçersiz kılınır. Politik gözlemciler çok olumsuz gelişme ihtimallerine işaret ediyor.


160

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Özellikle şimdi dünya yeni bir “soğuk savaşa” giderken, Kırım Yarımadasına el atan Moskova, Ukrayna’ya çok gergin günler yaşatıyor. Baskı politikası burnumuzun dibinde yeni bir cepheleşmeye neden olurken, gerginlik yaratıyor. Rusya Başkanı Putin, Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’a ve tüm Batı Avrupa Başbakanlarına özel mektup göndererek, doğal gaz ve petrol sağlanması konularında uyarılarda bulundu. Rusya’ya olan 5.5 milyar US Dolar doğal gaz borcunu Ukrayna ödeyemezse, Bulgaristan’a olan sevkıyat da durabilir. Böylesi gergin bir ortamda, Hak ve Özgürlükler Partisi’nin inat edip kendisinden kuşku duyulan ve onaylanmayan bir kişiyi Brüksel’e zorla seçtirip gönderme politikası, rüzgâra karşı koşmaktan başka bir şey değildir. Bulgaristan’da 2 milyon Türk var derken bir AB Parlamentosuna gönderebilecek kişi bulamaması ve Bulgarlardan da en kötüsünü seçmek istemesi düşündürücü. Ülkedeki son gelişmeler HÖH partisine karşı ulusal cephe oluşturmayı gündeme gelmiştir. “Demokrasi, kulisten yönetilen bir düzen olamaz” diyenler çoğalıyor. Peevski’ye karşı halk ayaklanıyor, Türkleri göremiyoruz! Ayaklanma izbandutların politik egemenliğine karşıdır. Halk artık kendisiyle alay edilmesine tahammül edemiyor. Biz neden ve niçin susuyoruz...

Eden Kendine Eder

Dr. Halide Ümitfer-25.Nisan.2014

Bulgaristan’da Yargı Büyük Baskı Altında Bulunuyor. Sofya İstinaf Mahkemesi Başkanı Pemkezov Sorgulanıyor. HÖH milletvekili Daniel Peevski hakkında şok açıklamalar. 25 Mayıs’ta Bulgaristan’ı Temizleyelim Kampanyası Başlıyor. Bulgaristan’ı skandallar ırgalıyor. HÖH - DPS partisi milletvekili ve HÖH - DPS Partisi Avrupa Birliği (AB) Parlamentosu milletvekili adayı Daniel Peevski’nin Bulgaristan Cumhuriyeti İstinaf Mahkemesi Başkanlığını, yargıçlarını, mahkeme üyelerini, savcılığı ve diğer devlet organlarını baskı altına aldığı, arasız baskı uyguladığı ve şiddette başvurduğu ortaya çıktı. Peevski’nin, HÖH partisi adına, şahsen fahri Başkan Ahmet Doğan adına hareket ettiği açıklandı. Yargıyı politik baskı altına alan HÖH - DPS mafyası rüşvet ve yolsuzluk davalarında olduğu gibi, cinayet davalarında da son söz sahibi olmaya çalıştığı ba-


Makale ve Analizler - 2014

161

sına düştü. Yorumlarda, Milletvekili Peevski’nin eski hükümetin İçişleri Bakanı Ts. Tsvetanov’la 49 defa görüşmesinin de yargıya baskı konusunu kapsadığına işaret ediliyor. Gazeteler bu baskının yıllardan beri devam ettiğini yazıyor. Sofya İstinaf Mahkemesi hangi derecede olan bir yargı organıdır? Bu mahkeme Bulgaristan yargı sisteminde tepeden aşağı bakıldığında 4. yerde bulunur. Bu mahkemede ancak yüksek yargıç ve savcıların, bir de dokunulmazlığı olan kişilerin yanı milletvekillerinin davalarına bakılır. 4 yıldan beri Mahkeme Başkanı görevinde bulunan Veselin Penkezov bu hafta bir dönem daha başkan kalmak için dilekçe sunmuştu. Sofya İstinaf Mahkemesinde (SİM) hangi davalar görüldü ve nasıl sonuçlandı? Örneğin halen Varna hapishanesinde bulunan HÖH milletvekili ve Silistre ili Dulovo (Ak kadınlar) Belediye Başkanı Dr. Nihat Tabakov bu mahkemede yargılandı. Yargıya uygulanan politik baskıda bardağı taşıran son damla şöyle ortaya çıktı. HÖH - DPS milletvekili ve fahri başkanı Ahmet Doğanla ilgili davalar da bu mahkemede görüldü. 2013’te yılın politik olayına parmak basan yüksek mimarlık öğrencisi Oktay Yeni Mehmedov Sofya İstinaf Mahkemesinde beraat etti. Bu Mahkemesi (SİM) 2011-13 yılları arasında ulusal çapta çok önemli iki davaya baktı. Bunlardan biri, bir önceki Sosyalist Parti ile Hak ve Özgürlükler Partisi iktidar ortaklığında gelişen ve başa çıkılamayan “para için iş adamı kaçırma” olayları davasıydı. Külhan beyler adam kaçırıyor milyonlarca Euro fidye istiyor, parmak ve kulak kesip yakınlarına gönderiyordu. Adam kaçıranlar tutuklandı ama ceza alan olmadı. Lakabı “ahtapot” olan ve gizli istihbarat servisi görevlilerinden biri olup, “Lev İns” sigorta şirketinin de sahibi olan Aleksey Petrov’un uyguladığı baskı ve teröre karşı açılan davalara da aynı mahkeme baktı. Bu davaların ikisi de Başbakan Boyko Borisov hükümeti zamanında görüldü ve içeri giren olmadı. Şimdi Mahkeme Başkanı Penkezov “İçişleri Bakanı Ts. Tsvetanov bana baskı yaptı,” diyor. Yargı sisteminin bağımsızlığının korunmasında yargıçlara yapılan her türden baskının hemen savcılık makamına bildirilmesi ve gerektiğinde kamuoyuna açıklanması zorunlu bir koşuldur. Bu yapılmadan yargı sistemi ayakta kalamaz, adalet sağlanamaz. Anında müdahale edilmezse hiçbir şeyi sonradan düzeltmek olası değildir. Kırık dirsek yenin içinde kalır. Sofya İstinaf Mahkemesi Başkanı Veselin Penzekov açıklaması: 24 Nisan 2014 günü SİM Başkanı Veselin Penkezov bir basın toplantısı düzenledi. Bulgaristan’ı ırgalayan açıklamalarda bulundu. Mahkeme Başkanı


162

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

kendine yapılan baskıları anlattı. Dava sonuçlarının dikte edilmek istendiğine işaret etti. Örneğin, milletvekili Daniel Peevski’nin Oktay Yenimehmedov hakkında 20 yıl hapis cezası istediğini. Dr. Nihat Tabakov’un da aklanmasında direndiğini anlattı. Savcılık ve devlet makamları tarafından gerekli önlemler alınmadığı halde, yargıçların davalara girmekten vazgeçeceğine işaret etti. HÖH - DPS milletvekili Daniel Peevski’nin mahkemeye müdahalesi sınır tanımıyor. Aile üyelerimin hayatı da tehlike altında, diye konuştu. Bu arada, Sofya’da adalet organlarının çalışmaları konusunda yorum yapan bazı gazetecilerin araçları yandı. Sofya Şehir Mahkemesi eski Başkanı Kutsova’nın evi soyuldu. Parlamentodan ve oligarşiden tırmanan baskılar demokratik kamuoyunda sokak tepkileri uyandırıyor. Basın kalemini sivriltti. Avrupa basını Bulgaristan’da yargı bağımsızlığı olmadığı konusuna birinci sayfaya çekti. Avusturya’da çıkan “Der Standart” gazetesi Bulgaristan yargı sistemini analiz ettiği yazıyı “Rüşvet Avcıları” başlığıyla bastı. Bu yazıda mahkemelerin rüşvvetle çalıştığına yer veriliyor. Öte yandan, Başsavcı Tsutsarov, Mahkeme Başkanı Veselin Penkezov’un ifade vermek için pazartesi gün Devlet Ulusal Güvenlik Ajansı DANS’a çağrıldığına işaret ederken, SİM’nde “tekerlek üzerinde yürüyen davalar olduğunu” söyledi ki, bu tanımın anlamı, “kim daha fazla para verirse davalar onun lehinde sonuçlanır,” şeklinde açıklanabilir. Sofya İstinaf Mahkemesi Başkanı Penkezov kimdir? Penkezov yargı sistemine soruşturma yargıcı olarak girmiştir. 2014’te Askeri İstinaf Mahkemesi Başkanlığına atanmış ve 2008’de Sofya İstinaf Mahkemesi Başkanlığına geçirilmiştir. Bu yargıcın malı mülkü son 5 - 6 yıldan beri basına düştü. Halen 900 leva kira ödeyerek eşiyle birlikte bir dairede kalan Penkezov’un üstüne kayıtlı bir şey olmasa da, Sofya’nın gözde peyk belediyelerinden Pançerevo Belediyesinde adına “Beyaz Saray” denen bir sarayı, Karadeniz sahil köylerinde denize sıfır otelleri ve üç katlı villa tatil evleri vardır. 28 Mayıs sabahı Devlet Ulusal Güvenlik Ajansı DANS’a büyük rüşvet konularında, özellikle de Avrupa Birliği fonlarından Bulgar Yargı Sisteminin daha şeffaf çalışması için kullanılmak amacıyla sağlanan paraların nasıl harcandığı konusunda ifadesi alınacaktır. İpler Saraya uzanıyor. Bütün bu kokuşmuş soruların ipleri hep Ahmet Doğan Sarayı’na uzanıyor. Yargı siteminin Saray diktasında çalışması devleti çökertebilir havası esmeye ve yorumlanmaya başladı. HÖH adını kullanarak ve halkımızın namusunu beş para ederek, Peevski ızbandudunun çevirdiği dolaplar, dalavereler ve rüşvet olayları


Makale ve Analizler - 2014

163

ile öteki yolsuzluklar kokuşa kokuşa su yüzüne çıkmaya başladığı günden beri, duruma hakim olamayan Parti Başkanı Lütfü Mestan susuyor. HÖH - DPS mafyası oligarşiye alet olmuş ve Yargı sisteminde bağımsızlı çökertmeye, adaleti Saraya bağlamaya çalışıyor. Devletin çok ciddi tedbirler alması ve tutuklamaların başlaması zamanı gelmiştir. Geç bile kalınmıştır. Politik Baskı Uygulayan Üçlü: Yargı sistemine baskı uygulama, rüşvetle iş gördürme olaylarının ardında olan ve Peevski ile birlikte hareket eden HÖH Başkan Yardımcısı Hristo Biserov’un yolsuzluk olaylarının hepsinde parmağı olduğuna işaret ediliyor. Yeni durumda, Bulgaristan yargı sistemi üzerindeki kara bulut artık iyice göründü. Bu, HÖH fahri başkanı Ahmet Doğan - HÖH milletvekili Daniel Peevski - HÖH eski Başkan Yardımcısı ve BC Halk Meclisi Başkan Yardımcısı Hristo Biserov üçlüsünde kilitlenmiştir. Başkan Lütfü Mestan komplo dışı tutulsa da, zavallıdır ve yapabileceği bir şey yoktur. Son derece ciddi bir politik ortamda Bulgar mafyasının önemli yöneticilerinden biri olan ve oligarşi ile ciddi işbirliği içinde olan Daniel Peevski’yi şahsen Lütfü Mestan kendi ağzıyla Avrupa Birliği Parlamentosu milletvekili için hazırlanan HÖH - DPS listesinde 2. aday olarak gösterdi. Aslında oligarşi maşası Peevski birinci adaydır ve son dönemde HÖH üzerinde kontrolü ele geçirmiştir. Birçok rüşvet olayının iç yüzünü bildiğinden hükümeti düğşürecek güce sahiptir. Bu yüzden daha da artan ve 1 Mayısta sokakları dolduracak tepkiler uyandırmaya devam ediyor. Sivil toplum örgütlerinin 1 Mayıs gösterilerinde “Peevski Mafya”, “Ahmet Doğan Mafya” pankartları taşınacak. HÖH Başkanı Lütfü Mestan’ın Daniel Peevskiyi desteklemesi kokuşmuşluk ve çöküşün ne kadar derin olduğunu gösteriyor. Lütfü Mestan artık HÖH - DPS partisini temizleyemez. Her şey iliklerine kadar kokuşmuştur. Çöküş kontrolden çıkmıştır. Bu dibe iniş yalnız Türklerin, Pomakların ve Çingenelerin başına değil, vatanımız olan Bulgaristan’ın başına ciddi sorunlar saracaktır. AB ceza ve yaptırımları kapımızdadır. Bu arada, TC’de yaşayan ve kullanacakları oylarla bir iki milletvekilini AB parlamentosuna gönderecek durumda olan soydaşlarımızın oy kullanma haklarına getirilen yasaklama ve sınırlamalarla, yaratılan güçlüklerle onların topluca politik hayatımızın dışına itilmeleri sert tepkilerle ifade ediliyor. Türkiye’nin değişik il ve ilçe merkezlerinde düzenlenen dernek ve federasyon toplantılarında Hak ve Özgürlük davasına yeni bir alanda devam edilmesi isteniyor. Soydaş kitlesi dernek ve kulüplerin, haber ve yorum merkezlerinin, yayın evlerinin ve gençlik ve sportif kulüplerin Göçmen Kültür ve Yardımlaşma Federasyonlarında birleştiri-


164

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

lerek daha fazla güç toplama yollarının açılması gündeme geliyor. BG. Stratejik Haber Merkezinde bu çalışmalara öncü olmasını isteyen yazılar alındı. Birlikte olmak ve beraberce mücadele etmek zorundayız. Yakınlarımız orada yaşıyor unutmayalım. O topraklar varandır. Haklarımızın daha kısa sürede elde edilmesi bakımından, soydaşlarımız 50 yıldan beri Avrupa Birliği aday üyeliği haklarından yararlanarak, Türkiye’de yaşayan üye devletler vatandaşlarının yani bizim AB parlamento seçimlerine ikamet ettiğimiz yerde özgürce katılma haklarımızı savunması istekleri dile geliyor. Bulgaristan’da HÖH partisinin en fazla 400 bin oy aldığı dikkate alınırsa, biz soydaşlar çok daha kalabalık olmakla birlikte, haklı davamız uğruna oyumuzu vermeye hazırız.

Türk - İslâm Ülküsünün Mütefekkiri Seyyid Ahmet Arvasî

BGSAM-25.Nisan.2014

Seyyid Ahmet Arvasi,gerçek bir Türk milliyetçisi idi. İslâmın meşru çerçevesi içinde Turancı denilecek kadar Türkçü ve milliyetçiydi. Türklüğü beden, İslâmiyeti ruh bilen bir milliyetçilik anlayışına sahipti. Hayatı, din ve milliyet gibi iki mukaddes varlığımızı karşı karşıya getiren dinimizin ve milliyetimizin düşmanlarına karşı mücadele ile geçmiştir. O, bu düşmanları durduracak tek reçete olarak da, felsefesini kendisinin oluşturduğu Türk-İslâm Ülküsü’nü görmüştür. Arvasi Hoca, milliyetçilik anlayışını şöyle özetlemiştir: “Ben, İslâm iman ve ahlâkına göreyaşamayı en büyük saadet bilen, Türk milletini iki cihanda aziz ve mesut görmek isteyen ve böylece İslâmı gaye edinen Türk milliyetçiliği şuuruna sahibim. Benim milliyetçilik anlayışımda asla ırkçılığa, bölgeciliğe ve dar kavmiyetçilik şuuruna yer yoktur. İster azınlıklardan gelsin, ister çoğunluktan gelsin her türlü ırkçılığa karşıyım. Bunun yanında Şanlı Peygamberimizin“Kişi kavmini sevmeklesuçlandırılamaz. Kavminin efendisi, kavmine hizmet edendir. Vatan sevgisi imandandır” tarzında ortaya koydukları yüce prensiplere de bağlıyım”. Şanlı Peygamberimizin neslinden olan Arvasi Hocanın milliyetçiliği, ahfâdından kalan bir mirastır. Ailesinin muhterem büyüklerinden, büyük din


Makale ve Analizler - 2014

165

âlimi ve gönül adamı, Necip Fazıl Kısakürek ve Hüseyin Hilmi Işık’ın mürşidi Seyyid Abdülhâkim Arvasi Hazretleri aile mensuplarına şu vasiyette bulunmuştur: “Türk milleti,sahabe-i kiramdan sonra İslâmiyete hizmet eden tek millettir. İslâmın bayraktarlığını yapan bu millet gelecekte de bu hizmetini sürdürecektir. Onun için hepiniz Türk milletinin hizmetinde olup onun yükselmesi ve yücelmesi için çalışacaksınız”. Arvasi ailesinin mensupları, bu nasihata sıkı sıkıya bağlı kalmış ve ömürlerini Türk milletinin hizmetine adamışlardır. Bu arada şu bilgiyi de aktarayım. Alparslan Türkeş’le Necip Fazıl’ı görüştüren ve aralarında bir gönül köprüsü kurduran da Arvasi Hocadır. Necip Fazıl, bu dostluk sonucu 1977 seçimlerinde MHP’nin İstanbul’daki mitingine katılarak konuşma yapmıştır. Neden Türk - İslâm ülküsü? Arvasi Hoca, hâlâ Türklerin İslâmın bayraktarlığını yaptığına ve bu görevin hâlâ bu millette olduğuna inanıyordu. Bu yüzden bu iki mukaddes varlığın birbirinden ayrı, farklı ve karşı varlıklar gibi gösterilmesine tahammül edemiyordu. Bu yüzden, l965’te Sayın Ahmet Er’in radyoda yaptığı bir seçim konuşmasında dile getirdiği ve uzun yıllar milliyetçi câmiada çok tutulan ve sürekli kullanılan “Türk-İslâm Sentezi” ifadesinden hiç hoşlanmadı. Çünkü, ona göre sentez, homojen olmayan nesnelerin bir araya gelmesiyle oluşur. Sentez analiz edilebilerek ayrıştırılabilen bir oluşumdur. Halbuki Türklük ve Müslümanlık etle tırnak gibi birbirinden ayrılmaz bir bütündür. İşte bu sebeplerle Arvasi Hoca, l970’li yılların başından itibaren, Türkiye’yi yüceltecek ve gençliğimize benimsetilecek düşünce sisteminin adını “Türk-İslâm Ülküsü” olarak koymuştur. Hoca, aynı gerekçeyle, “kültür mozayiği” sözünden de çok rahatsızdı. Arvasi, Türk milliyetçilerinin, Türk-İslâm ülkücülerinin dâvasının, Allah ve Resûlünün dâvası olduğunu, bunun da “Îlâhi Kelimetullah” dâvası olduğunu ve kıyamete kadar süreceğini savunuyordu. Aksini iddia edenlerin, ya Türk milliyetçilerini tanımadığını, ya da bühtan ettiklerini söylüyordu ve “Türk milliyetçisi, her şeyden önce bir iman adamıdır” diyordu. Türk milletinin dünyaya “nizâm-ı âlem” vermek üzere gönderildiğine inanıyordu. “Kesin olarak iman etmişimdir ki, MüslümanTürk milleti ve onun devleti güçlüyse İslâm dünyası da güçlüdür” diyen Arvasi, İslâm dünyasını esir almak isteyen şer kuvvetlerin ilk hedefinin Türk devleti ve Türk milleti olduğunu belirtiyordu. Arvasi Hoca, İslâmın ve Türklüğün âşığıydı. Tarih boyunca bütün milletlerin putları, yani müşahhas ve maddi tanrıları olduğunu, halbuki Tanrının mücerret olduğunu söylüyordu. Bu konuda sık sık “Tarihte yontulmuş tanrısı olmayan bir millet vardır, o da Türk milletidir” derdi. Hem Müslümanlığı, hem Türklüğü ile iftihar ederdi. Prof. Dr. Ümit Özdağ’ın bir yazısında dediği gibi, Arvasi


166

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Hoca, tıpkı 17. Yüzyılda yaşayan hemşehrisi müfessir Vanî Mehmet Efendi gibi düşünüyordu. Mehmet Efendi, yazdığı “Araisü’l-Kur’ân” isimli tefsir kitabında “Türkler, Kur’ân’da bahsi geçen Zülkarneyn’den maksat Oğuz Han olduğunu söylerler ki, bu konuda tereddüdü mucip olacak hiçbir nokta yoktur” der. Hoca sık sık “Oğuz’un çocukları” dediğinde gözleri ışıldar, sesi gürleşirdi. Arvasi Hoca, Mustafa Kemal Atatürk’ü, son Türk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu olarak saygı duyuyordu. Onun bu konudaki duygusunu, Savaştepe İlköğretmen Okulu’nda görev yaparken öğrencileriyle 23 Nisan 1962’de yaptığı Anıtkabir ziyareti sırasında Anıtkabir Özel Defterine yazdığı şu ifadede açıkça görmek mümkündür: “Cumhuriyetimizin kurucusu AzizAtatürkümüzün manevi huzurlarında millî ruh ve Türk şuurunun bütün imanını yaşadık.” (M. Ozan Semerci, Hatıraların Aydınlığında Seyyid Ahmet Arvasî, s. 196 - 197) Arvasi Hoca’nın Türk milliyetçiliği ile ilgili düşüncelerini açıkladığı ilk eseri olan “İleri TürkMilliyetçiliğinin İlkeleri”, 1965 yılında İstanbul’da Mümin Çevik’in sahibi olduğu Doğan Güneş Yayınları arasında yayınlandı. Mavi kapaklı ince bir cep kitabı olarak basılmıştı. Bu kitap Ahmet B. Karabacak’ın sahibi olduğu Milli Hareket dergisinin Ekim 1967 tarihinde 15. sayısında da yayımlandı. Arvasi kitabının önsözünde özetle şunları söylüyor: “Bugün Türkiyemiz çeşitli fikir akımlarınınbirbiriyle karıştığı bir alan haline gelmiştir. Ziya Gökalp’ten önceki veya Ziya Gökalp’in fikir alanına doğuşunu hazırlayan şartlara benzer bir ortam içindeyiz... Bugün içinde bulunduğumuz kaosu böylece inceleyip değerlendirecek ve Türk milletine ışıklı bir yol açacak milliyetçi ve ileri insanlara muhtacız. Türk milliyetçiliğini her türlü istismar ve ithamdan kurtarıp, aydın Türk gençliğine yeni baştan teslim etmenin zamanı geçmek üzeredir. Bizi böyle bir sisteme ulaştıracak fikir ve bilim adamlarımızın doğuşunu beklemek yerine, bu adamları yaratmak yolunda bütün imkânları ve gayretlerimizi birleştirmeliyiz.” Hoca bu kitabında milliyetçiliği şöyle tarif ediyor: “Milliyetçilik, birmilletin kendini ekonomik, kültürel, sosyal, politik yönden güçlendirmesi ve başka millet ve gruplara sömürtmeme çabasıdır. Bu bakımdan milliyetçili meşru bir hak ve şuurdur”. Turancılık ve Türkçülük Arvasi Hocanın milliyetçilik anlayışı, bütün Türklük dünyasını da kucaklıyordu ve bir anlamda Turancıydı. Henüz 17 yaşında bir delikanlı iken (1949) yazdığı “Özleyiş” isimli şiirinde, onu maziye ve ecdâda âşık ve Türklüğün muhteşem çağlarına özlem duyan bir yaklaşım içinde görüyoruz: “Tunaneden köpürmüş, Kırım neden inliyor? Nerde parlayan kılıç, nerde o akıncı ced?


Makale ve Analizler - 2014

167

Şimdi Hazar uzaktan feryadımı dinliyor Ayrıldı mı Kafkaslar yurdumdan ilelebet? Kıbrısın ayrılışı derd oldu içimizde, Barbarosun sesini kaybettik Akdenizde, Adalar yabancıda, dinmez dertleri bizde, Balkanımız vatandan ayrıldı mı nihayet?” Arvasi Hoca, ömrü boyunca Türk milliyetçilerinin sınırlarımızın dışında kalan soydaşlarımızla ilgilenmelerini ve onların kurtuluşu için mücadele etmelerini istemişti. Onun “Turan”a sevgisini, öğrencilerinden M. Ozan Semerci, Hoca ile ilgili kitabındaki (s. 106) şu anekdotta çok güzel anlatmaktadır. Yıl 1960, mevsim ilkbahar. Savaştepe İlköğretmen Okulu öğretmen ve öğrencileri okulun bahçesindeki “çınaraltı”nda halay çekiyorlar. Sırası gelen “Karadeniz üstünden horana bak horana” diyor ve buna kendi bulduğu kafiyeli bir cümleyi ekliyordu. Sıra Arvasi Hocaya gelince ek cümle olarak “Karadeniz üstünden Turan’a bakTuran’a” deyiveriyor. Kimse “Turan”ın anlamını bilmediği için şaşırıyorlar. Hafta boyunca girdiği bütün sınıflarda Hocaya “Turan”ın ne olduğu soruluyor. O da dersin ilk 15 - 20 dakikasında, Komünist Rusya’nın Orta Asyadaki Türklere yaptığı zulmü anlatıyor. Türklük dünyasının hürriyete kavuşması ve Turan ülküsünün gerçekleşebilmesi için çok güçlü bir devletimizin olmasını, bunun için gençlerin çok okuyup ve çok çalışıp ülke kalkınmasında görev almaları gerektiğini belirtiyor. Arvasi Hoca, “biyolojik ırkçılık”ın parçalayıcı ve bölücü bir karakter taşıdığını, “ictimaî ırkçılık”ın ise birleştirici ve bütünleştirici bir özellik taşıdığını belirtirdi. Kültürel anlamda soy birliği şuurunu taşıyordu. Bu konuda Ziya Gökalp, Mümtaz Turhan ve Erol Güngör çizgisindeydi. Arvasi Hoca bir din âlimi kadar dinî bilgiye sahip olmakla birlikte din adamı değildi. Onun dinî ilimler alanındaki vukufiyetini, bir Müslümanın beşikten mezara hayatını ve 24 saatini, bir haftasını, bir yılını nasıl yaşaması gerektiğini anlattığı “İlm-i Hâl” isimli eserinde görmek mümkündür. Arvasi Hocayı yakından tanımayan bazı kişiler, dinî bilgilerinin derinliği ve dinî hassasiyetlerinin yoğunluğu sebebiyle, onu hep bir din mücahidi olarak göstermeyi tercih etmişlerdir. Fakat Hoca, iyi bir Müslüman olmakla birlikte, Türkçü denecek kadar ileri derecede bir milliyetçiydi. Atatürk Eğitim Enstitüsünde birlikte görev yaparken, dinî yönü zayıf olan bazı Türkçü gençlere kızdığımı ve sert biçimde eleştirdiğimi görünce beni bir kenara çekerek “Aman Sakin Bey, Hareket’in Türkçü karakterini kaybetmiyelim, kaybettirmeyelim” demiştir. Doğu Anadolu Gerçeği Arvasi Hoca, Doğu Anadolu çocuğu olmasına rağmen, bölgeciliğe ve bölücülüğe kesin olarak karşıydı. Fakat, Hocanın insanlar üzerindeki büyük etki-


168

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

sini ve çevrenin genişliğini gören devletin istihbarat kurumları, Doğu Anadolulu olması nedeniyle onu yıllarca “Kürtçü” diye takip ettiler. Bu durumu Hoca da biliyordu, rahatsız oluyordu, fakat bu rahatsızlığını mümkün olduğu kadar çevresine hissettirmiyordu. Bu durum, Hocanın Türk milliyetçiliği inancını hiçbir zaman zedelemedi. Yalnız birçok görev için “mesela Talim ve Terbiye Kurulu üyeliği gibi” önüne engel olarak çıkartıldı. 12 Eylülden sonra MHP Genel İdare Kurulu üyesi suçlamasıyla tutuklanıp dört aya yakın askeri cezaevinde kaldıktan sonra suçsuz görülerek beraat ederek özgürlüğüne kavuştu. 1986 yılında bir gün Milli Güvenlik Kurulu, “Doğu Anadolu gerçeği”ni anlatması için Hocayı Ankara’ya davet etti. Hoca davete icabet ediyor ve konuşmak için kürsüye geldiğinde haziruna, “Beni yirmi beş yıldır takip ettiğiniz bir Kürtçünün, bir Kürt milliyetçisinin Doğu Anadolu hakkındaki görüşlerini dinlemek için mi, yoksa bir Türk milliyetçisinin görüşlerini dinlemek için mi çağırdınız. Önce karar verin, ondan sonra konuşacağım” diyor ve susuyor. Ortalık buz kesiliyor. Bir Orgeneral kalkıyor ve diyor ki: “Hoca doğru söylüyor. Biz kendisini yıllarca Kürtçü diye takip ettik, büyük hata yaptık. Devletim adına kendisinden özürdiliyorum. Biz kendisini bir Türk milliyetçisinin Doğu Anadolu hakkındaki görüşlerini öğrenmek ve tavsiyelerini almak için davet ettik. Buyurun Hocam, sizi dinliyoruz”. Hoca bundan sonra bu konudaki görüşlerini açıklıyor ve konuşmasının sonunda: “Siz Doğu Anadolu insanına güvenmiyorsunuz. Ama bu bölgenin çocukları da en az diğer bölgelerdekiler kadar vatanseverdir. Vatanını, imanını, namusunu korur. Yeter ki, siz onlara güvenin, görev verin destek olun” diyor. Koruculuk sisteminin bu tavsiyeden sonra hayata geçirildiği söylenir. Milli Güvenlik Kurulu, çok beğenilen bu konferansın genişletilerek kitap haline getirilmesini Hocadan rica ediyor. Hoca da bu çalışmayı yaptı ve teslim etti. Bu çalışma, 1986 yılında devletle bağlantılı olan Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü tarafından “Doğu Anadolu Gerçeği” ismiyle kitap olarak bastırıldı. Genelkurmay bu kitabı ordu mensuplarına ve etkili çevrelere dağıttı. Kitabın ilaveli 2. Baskısı yine aynı Enstitü tarafından yapıldı. 1993’te Burak Yayınevi 3. Baskısını yaptı. Arvasi Hocanın milliyetçiliğinin duygu ve iman ayağından başka bir de maddi ayağı vardı. Maddi ayağı, “muasırlaşmak”, yani çağdaşlaşmaktı. Hoca, Gökalp’in “Türkleşmek, İslâmlaşmak, Muasırlaşmak” çizgisindeydi. Hem Türk milliyetçisi, hem Müslüman, hem de çağdaş olunabileceğine, muasır dünyaya öncülük edilebileceğine inanıyordu. Ne pahasına olursa olsun, mutlaka ilmî ve teknolojik üstünlüğü ele geçirmemiz gerekiyordu. Hoca bu konuda şöyle diyordu: “Bu milletin en büyük özlemi nedir biliyor musunuz? Yabancılaşmadan çağdaşlaşmak. “Türklük, Müslümanlık veçağdaşlaşmak birbirine zıt düşen özellikler değil, aksine çağdaş Türk-İslâm Medeniyetinin yeniden doğuşunu gerçek-


Makale ve Analizler - 2014

169

leştirecek şartlardır.” Hoca, Türk gençliğine, kendi kökünden kopmadan, kendi kültür ve medeniyetinin değerlerini kaybetmeden, Türkiye Cumhuriyeti’ni “dünyanın bir numaralı devleti” haline getirme ülküsüyle yetiştirilmesinin önemli olduğunu belirtmiştir. Arvasi, Türk gençliğinin, dünya Türklüğünün, İslâm dünyasının ve bütün mazlum milletlerin ümidi olmaya namzet bir gençlik olarak yetiştirilmesini istemiştir. Sonuç olarak diyebiliriz ki, Seyyid Ahmet Arvasi, İslâm dinini çok iyi bilen, yorumlayan ve yaşayan samimi ve tavizsiz bir Müslümandı, din adamı değildi. İslâmın meşru çerçevesi içinde şuurlu ve idealist bir Türk milliyetçisiydi. Aynı zamanda aydın ve entelektüel bir insandı, ilimde ve teknolojide çağdaşlaşmayı, her alanda güçlü bir devlete ve zengin bir millete sahip olmayı, milliyetçiliğin bir gereği olarak görürdü. Ama onun milliyetçiliği sadece Türkiye Türklerine münhasır değildir. Bütün Türk ve İslâm dünyasını ve insanlık âlemini de kucaklayan birleştirici bir milliyetçilik anlayışına sahipti.

Tarih Ters Okundu

Osman Bülbül-26.Nisan.2014

Osmanlıda olup biten her şeyi kötü bir şeymiş gibi anlatmak gerçekçilik olamaz. Türkleri sürekli ötelemekle ileri adım atılamaz. Ulusal bütünlük özgün azınlık kültürlerini eksiksiz içermelidir. Çingenelerin de Vatanı Bulgaristan. Onları vatandaş olarak yalnız kâğıt üzerinde değil gerçekten kabul etmeliyiz. Sizce, Bulgaristan’da işlerin yürümemesinin nedeni ne olabilir? Bu soruya yanıt veren Bulgarlardan yarısı yüzde yüz eşeği Osmanlı kazığına bağlar. Adına totaliter rejimden demokratik dizene Geçiş Dönemi dediğimiz şu yıllarda Bulgar halkının iktidarlara inanmadığa kesin tanık olduk. Kimi defa, kendimizi avutmak için, hükümet ortaklığında Hak ve Özgürlükler Partisi kişiliğinde Türkler ve Pomaklar olduğuna ısınamıyorlar diye düşünsek de, bir halkın kendi hükümetine inanmamasının derin kökleri olsa gerek. İktidar modelleri birbirinden ne kadar farklı olursa olsun, hepsinde ötekilerden bir şeyler vardı. Çünkü hayat dünün bu-


170

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

güne uzanışı ve yarını arayışıdır. Bizdeki derin kökler her defasında ancak Osmanlı yıllarına kadar iner. Osmanlı döneminde halkın Sultan’a ve hükümetlerine inanmadığı kanısı yerleşmiştir. Soru şudur. Sultana ve hükümetine inanmayanların saltanatı nasıl oldu da 800 sene sürdü. Türker soyunun iyi yürekli, âlicenap, sabırlı, yardımsever, komşuluğa değer veren, hürmetli ve çalışkan insanlar olduğuna fırsat buldukça ifade getirenler, başka durumlarda insanımızı öteleyen, hor görenlerin sürüsüne katıldıklarının farkına bile varmazlar. Bir ölçüde bu, hep hoşgörülü olduğumuzdan, karşılıksız oluşumuzdan, karşılıklı toleransı aramayışımızdan, zorunlu kılmamızdan kaynaklanmadı mı? Bulgar yazarlarından Yordan Yovkov Dobruca Türklerini anlattığı eserlerinde arabacı Salih’in simasını gerçekten başarılı yazarken, samimiydi. Uockov’un toplu yapıtları ikincile ve hurdaya düşmüş, kolilere dolmuş el arabalarında gördüğümde yüreğim kan ağılıyor. Şu Levski de Türklerden gördüğü iyiliklerden, onların helal ekmeğini yediğinden olacak, demokratik cumhuriyette beraber yaşayacağız, eşit olacağız diye yazmıştı. Eşitlik sözünün içi de kemirile kemirile boş kaldı. Oysa hep tıka basa dolu olması gerekirdi. Biz çok hayırsever ve hoş gönül bir etnik topluluğuz. Olumlu yanlarımız olumsuz yanlarımızdan kat kat fazladır. Sevgisi dolu iyiliklerimizin hepsi kendi dilimizde efsaneleşti, Bulgar bizden hep yedi içti de bizi biz olarak doğru dürüst ne anladı ne de okudu. Açmak istediğim konuya bir başka açıdan bakarsak şu örneği de verebilirim. Zaman kesimi Almanya Kansleri Oto von Bismarck (171 - 1890) dönemidir. İstanbul başkenttir. Alman diplomatlarından birinin bir kız çocuğu vardır. Kız okul çağındadır ve sorun olur, haşmetlinin kulağına gider. Sultan hazretlerinin de o dönemde okul çağında bir torunu vardır Bunların ikisi Sarayın bir köşesinde özel öğretmenler tarafından yıllarca eğitilir. Hocaları Divandan, Tasavvuftan çağdaşlaşan dünyaya edebiyat dolu, bağlama ve tamburasından Türk Osmanlı sanatıyla gönül sıcaklığı akan bir ozanlardır. Okul bitiminde ikisi de oğlan gibi giyinmiş, Tekke, kervan saray, cami medrese Anadolu dolaşmışlar o memleketin yerel kültür dallardan balı toplarlar. Zaman geçer Alman diplomat kızıyla birlikte Almanya’ya döner. Kız Alman dil bilimi ve edebiyatı okur ve İkinci Dünya Savaşı öncesi ve savaşın çok ağır yıllarında İstanbul okulunda ve Anadolu gezisinde aldığı notları işler. Türklerin yaşayışını, hayatını, adetlerini, törelerini, sanatını ve sözlü edebiyatını yazar. Türk halk edebiyatını, masallarımızı, öykülerimizi, şiirimizi, manilerimizi, taşlamalarımızı birer birer oya gibi işler ve 12 cilt halinde Almanca olarak kitaplaştırır. Büyük Savaştan hemen sonra, bitkin ve yorgun Alman ruhuna yeniden hayat bulması için manevi gıda olarak 1947’de sunar. Eser sevilir. Ruhunu savaş karanlığından, canını acılardan kurtarmaya çalışan Almanlar, Türk sanat ve kültüründe, gelenek ve hoşgörüsünde, masallardaki emsalsiz-


Makale ve Analizler - 2014

171

likte sıcak bir derinlik bulur ve yeni bir dünya aramaya başlar. 1950’den sonra. Almanya’nın yeniden kalkınması gündeme geldiğinde dış ülkelerden işçi alınması gerekir. Halk oylaması yapılır. 12 ciltte toplanan Türk masalları Almanları öyle büyülemiştir ki, Türkler oylamayı kazanır ve artık 3 milyon 500 bini bulan Almanya Türk topluluğu böyle oluşur. Bunu yazıya dökmekle, bir kişinin bile gerçekçi olduğunda, dünyayı doğru okuyup doğru anlatışında düşmanlıklardan dostluklar yaratacak güçte olduğunu ortaya koyabilme gücüne sahip olmasıdır. Bu yazımı yazmama vesile şudur. Kısa adı “VMRO” - (Makedonya İç Devrim Örgütü) Başkan Yardımcısı, hukukçu ve “Sansürsüz Bulgaristan” Partisi Avrupa Birliği Parlamentosu milletvekili aday listesinde ikinci sırada bulunan Angel Cambazki’nin Bulgar TV programlarına çıkıp, Avrupa Birliği’ne gitme nedenlerini şöyle anlatmasıdır: “İik ve en önemli vazifem Türkiye Cumhuriyeti’nin Avrupa Birliği’ne üye olmasını önlemektir. T.C. AB’ye girerse biz biteriz!” Şaşma da dur. Olacak iş değil. Allah’ım bir Avrupa’dan ne kadar gerideyiz? Bunların hedefleri Bulgaristan Türk ve Müslümanlarını Türkiye’den koparıp ezmektir. Başka bir hedefleri olduğuna asla inanmıyorum. AB milliyetçileriyle bu işte birlik olmak istiyorlar. Aynı partinin arkasında duran ise, bir Rus para babası, gazeteler yazdı, 8 milyar 800 milyon US Dolar parası varmış ve bu kopoyları yemliyor. Türklük ve Türklükle ilgili, tarihimiz ve bugünümüzle ilgili her şey ters okunuyor. Bulgarlarla 6 asırlık ortak hukukumuz var. Bizim elimiz ve gönlümüz açık olduğundan, birçok şeyimizi isteseler de istemeseler de öğretip devretmişiz. 6 asır Yahudilerle yaşasalar parmak yalarlardı. Türkler sayesinde barbarlıktan kurtulduklarını unuttular. Bu açıdan baktığımızda, Bugün Bulgaristan halk “hükümetini sevmiyor,” çünkü içinde Osmanlı zamanından kalma bir hükümet düşmanlığı varmış ve bir türlü aşamıyor. Ya kardeşim memleketin nüfusu bitiyor, bunlar karılarıyla anlaşacaklarına, Türklerle kaşınıyorlar. Buy iş biraz, ev su altında kalmış, karı koca mobilya kavgası yapıyor, masalına benziyor. Osmanlı halkı hükümetlerini sevemedi gibi iddiaları da asılsız buluyorum. Hükümet düşmanlığı halkın içinde savmayan bir yara olarak kaldı, ne yapsak olmuyor, feryadı da gerçekleri yansıtmıyor. Bu sorunlar büyük ölçüde toplumun yargı değerlerine ve bakış açısına bağlıdır. Örneğin her yıl Kara Deniz incimiz Varna’da Yıldırım Beyazıt ile III. Varnençik’in Haçlı Ordusu arasındaki (10 Ka-


172

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

sım 1444) savaş canlandırılır. Gösterileri izleyen binlerce Doğulu-Batılı turiste anti-Türk, anti-Osmanlı, anti-İslam savaş oyunu sergilenir. Sahne öyle kurgulanmıştır ki, haçlı orduları yenilmiş olsa da, daha yüksek insanlık değerlerinin taşıyıcıları olarak gösterilmeye çalışılır. O zaman Yıldırım Beyazıt haçlı saldırılarından Varna’yı değil, İstanbul’u korumuştu. İstanbul hala Konstantinopol ve Bizans başkentiydi. Bu savaşta Yıldırım Beyazıt Bizans’ı korumuştu. Bu savaşın Bulgaristan Türkleri ile girdisi çıktısı yoktur, ilişkisi, ilintisi olmasa da, esen hava hep antiTürk ve anti-İslam’dır. Şimdi biraz daha gerilere gidelim. 1204 yılında IV. Haçlı Seferi Bizans İmparatorluğu başkenti Konstantinopol’u ele geçirmişti. Boğazın incisi, modern uygarlığın başkenti ayaklar altındaydı. Bu öyle bir barbarlıktı ki, tarihte eşine rastlanmamıştır. Ganimet avcısı Haçlılar ceplerini ve heybelerini değil, buldukları bütün çuval ve sandıkları bile tıka basa doldurmuşlardı. Talancılar bayram ediyordu. Bizans’ın Balkanlardaki topraklarında Latin İmparatorluğu kurdu. İmparator tahtına da bugünkü Belçika, o dönemin Flandriya Kontu Balduin Konstantinopolskiyi oturdu. Bu istilacının ne kadar gururlu biri olduğunu anlamanız için Belçika’nın Mons şehrinde (1868) kurulan Balduin Anıtını görmeniz yeterlidir. Bir gün, Balduin 10 - 12 bin kişilik ordusuyla, o zamanlar adı Adrianapol olan bugünkü Edirne’ye yaklaştığında kale küllerinde Bulgar Çarı Kaloyan’ın bandıralının asılı olduğunu görür. Şehrin içinde Kaloyan askeri olmasa da, bu yerleşim mıntıkası Bulgar hükümdarın idaresine bağlanmıştır. Baduin ordusunun Edirne’ye yaklaştığını gören Kaloyan’ın kalabalık orduları ile 14 bin kişi sayan Kuman atlıları Meriç-Tunca ırmaklarının kesişme nokrasına yönelir. (Kumanlar, XI yüzyılın başlarından XIII. yüzyılın sonlarına kadar Tuna ile Volga Irmakları arasına yayılmış Karadeniz kıyısı bozkırlarında yaşayan göçebe Türk boylarıdır. Bir kısmı, işte şimdi anlattığımız Baduin-Kaloyan (1204) çarpışmasından sonra Trakya’da kalmışlar ve yerleşmişlerdir. Trakya’ya Osmanlıdan önce gelip yerleşen Türk boylarındandır) 14 Nisan 1205 günü Kuman atlıları Balduin ordusuna yeniden aldırır, kendini kovalatır ve Latin ordusunu bir bataklıkta kilitler. Avrupa’nın en büyük tarihçilerinden biri olan Kont Lui dö Blua olayı şöyle yazmıştır: “Bulgarlar Latinlere kara bir duman gibi saldırdı. Bulduin atlılarına ne yayılma ne de silahlarını kullanma imkânı tanıdı. Mızrak kullanma ustası olan, Latin ordusunun en önemli bölüğü bu çarpışmada telef edildi.”


173

Makale ve Analizler - 2014

Soruyorum, Bizans’ı koruyan, İstanbul’un, o zamanların dünya uygarlık ve medeniyet merkezinin düşmesine yol vermeyen Kaloyan ve Kumanlar neden kahraman da, 200 yıl sonra Lehler ve Macarlar üzerinden gelen 4. Haçlı seferini Varna’da durduran Yıldırım Beyazıt neden kötü biri anlayamadım. Evet, bir türlü anlayamadım. Anlayamıyorum. Bu gidişle bakış açımızı değiştirip, ortak bir noktada birleşmezsek, anlaşmamıza da yol yok gibi. Bu olaylar bir değil beş değildir. “Batak” öyle, “Araba Konak” soygunu öyle, Hristo Botev’i kim öldürdü? Asılmamış olan V. Levski’yi kim astı? Hikâyeleri ve daha neler neler hep aynı dizidendir.

Mayıs Ayı Yazıları BULTÜRK’ün Regaib Kandili Mesajı

01.Mayıs.2014

“İşçilerimizin Emekçilerimizin Günü Kutlu Olsun! 1 Mayıs’ın birlik ve beraberliğimizi pekiştirmesi dileğiyle, Ülkemizin gelişmesine ve kalkınmasına büyük emek veren tüm çalışanlarımızın 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü’nü kutluyoruz.” En yüce değer olan emeğin, alın terinin, üreterek çalışmanın gücünün kutlandığı bu günde Atatürk’ün “her fabrika bir kaledir” sözünden hareketle ekonominin kalelerinin düşmemesi, fabrika bacalarının tütmesi, sanayide makinelerin işlemesi, tarlada traktörlerin çalışması ve yüzlerin gülmesi muasır medeniyetler seviyesine çıkmanın gerekleridir. Millet olarak emeği ve alın terini kutsal kabul eden bir medeniyetin mirasçıları olduğumuzdan, işçinin ve çalışanın hakkını alın teri kurumadan verme kültürüne sahip, sosyal adalet ve huzurun sağlanabildiği sağlıklı bir toplum oluşturulabilmesi açısından, bu güzel geleneğimizi devam ettirerek gelecek nesillere aktarmada hepimize sorumluluklar düşmektedir. Ayrıca; “Toplumsal huzura vesile olan mübarek üç ayların başlangıcı Regaip Kandilinin tüm İslam alemine hayırlı olmasını diliyoruz. Ülkemizin son dönemde yaşanan gelişmeler ışığında her zamankinden fazla birlik ve bera-


174

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

berliğe ihtiyacı vardır. Üç ayların başlangıcı olan Regaip Kandili mübarek Ramazan ayının da müjdecisidir. İnsanların birbirine karşı daha hoşgörülü ve saygılı davrandığı bu ayların toplumumuzda var olan iç huzur ve kardeşliği daha da pekiştireceği kanaatindeyiz. Hayatımızda yeni sayfalar açarak, kardeşliğimizi kuvvetlendirmeli, hoşgörü, sevgi ve saygıyı elden bırakmamalıyız. Yoksullara ve kimsesizlere yardım eli uzatıp, anne-babamız, eş-dost ve akrabalarımızla ilişkilerimizi güçlendirmeliyiz. Bu düşüncelerle, Yüce Allah’tan, Bulgaristanlı ve tüm İslam âlemini nice hayırlı mübarek gecelere, huzur, barış ve sağlık içerisinde kavuşturmasını diliyoruz!” “İnsana hizmet eden herkes emekçidir, ülkesinin ve insanlığın hizmetkârıdır.” Bu anlamda en kutsal kazanç da alın teri ile kazanılan helal kazançtır. Emeğiyle hayatını kazanan ve alın terini ortaya koyarak üreten, ürettikleriyle de ülkemizin kalkınmasına büyük katkı sağlayan işçi ve emekçi kardeşlerimizin sosyal ve ekonomik hayatımıza kattığı büyük değerin bilincindeyiz. Emeğe saygının yolunu açan ve özveriyle çalışan bütün emekçilerimizin, daha iyi hayat şartlarına en kısa zamanda ulaşmalarını temenni ediyoruz. Bu anlamda, 1 Mayıs etkinliklerinin Emek ve Dayanışma bilinciyle, kutuplaşmalardan ve gerginliklerden uzak, huzur içinde, coşkulu bir bayram havasında, kardeşlik ortamına yakışır bir şekilde kutlanmasını temenni eder, bütün üyelerimizin ve vatandaşlarımızın 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü’nü bir kez daha tebrik ederiz. Saygı ve selamlar, BULTURK-İstanbul

Ayıdan Dost Olmaz!

Dr. Nedim Birinci-03.Mayıs.2014

Mayıs ayı Bulgaristan Türklerinin hepsi için son derece önemeli bir aydır. Bir defa 1989 Mayısta Bulgaristan Türkleri ve tüm Müslümanlar tarihlerinin İsyan sayfasını yazdı. İki, aynı yıl halkımız yirminci yüzyılın en büyük ve ağır göçünü yaşadı. Atavatandan, Anavatana göç ettik. Biz doğal unsuru insan olan Türkler soyundanız. Hiç birimizin elinden yaratılışımıza karşı hiçbir şey gelmez. Atavatanı terk etmemizin sebebi soy köklerimizin budanarak kesilip yok edil-


Makale ve Analizler - 2014

175

mek istenmesi oldu. Biz ancak Türkler olarak ölümsüz kalabilir ve var olabiliriz. Atalarımız, analarımız ve babalarımız bu bilince asırlar süren ayakta kalıp var olma mücadelesinden sonra varabildi. 1878’den sonra atalarımız Bulgar ve dolayısıyla Rus egemenliği altında kalmıştır. Öz toprakları ve Türk Müslüman ortamında katlandıkları yaşam hiç de kolay olmadığından defalarca çareyi göç etmekte aramışlardı. Örgütlenme hakları, kendi sivil toplum örgütlerini kurma hakları, derneklerde güç birliği yaparak Türk dilinde eğitim ve öğretimi, öz kültürümüzü geliştirme hakları tanınmadığından daha iyi bir yaşam uğruna çaba ve direnmelerinde bozguna uğratılmışlar ve kurbanlar vermişlerdir. Mayıs 1989 Ayaklanmamızdan sonra Bulgaristan’da totaliter baskı ve terör düzeni çöktü. Bg. Stratejik araştırma merkezi yazılarında da çok sık kullanılan “çöktü” kavramı, aslında kılıf değiştirdi değimiyle değiştirilmelidir. Çünkü tek başına iktidar olan Komünist Partisinin yönettiği totaliter toplum düzeni, yeri komünist yerine sosyalist parti gibi biçimsel değişikliklerle 25 yıldan beri sürdürüyor. Bu arada Ayaklanan Türker’den belirli bir kesim ve aydınlar büyük ölçüde BKP üyesiydi. Totaliter düzenin baskısı ve terörü, ezici zulmünde Türk Türklerin hiç istisnasız isimlerinin değiştirildi. 2000 Türkün yargılanarak, 10 bin Türkün de yargısız hapse atıldı. 518 Türk aydın ve militanın adı “ölüm kampı” olarak dillenen “Belene” toplama kampına tıkıldı. Sonra da Kuzey Batı Bulgaristan Bulgar köylerine sürgün edildi. Tüm bunlardan ve Ağustos 1989’dan başlayarak, çok kısa bir sürede 500 bin Türkün evlerinden, ata vatanımızdan göçe zorlanmasından sonra yerlerinde kalan Türkler arasında sol görüşlü olanlar daha fazla olsa da, Bulgarlarla ortak bir politik yapıda örgütlenmeleri imkânsız olduğundan, Hak ve Özgürlükler Partisi (HÖH) partisinde kendi başlarına bağımsız örgütlendiler. 1990’ın başında Mayıs 1990’da yapılan Bulgaristan Büyük Millet Meclisi öncesine rastlayan bu örgütlenme 1878’den 1990’a kadar büyük sayıda deneme yapılmış olmasına rağmen gerçekleştirilemeyen bir hamleydi. 1990’da hiç kimse bu teşkil atmamızın komünist partisinin ve Bulgar istihbaratının bir planına göre yapıldığını düşünemedi. Çünkü bizim politik örgütlenmemizin de Mayıs Ayaklanmasından sonra hayat bulması ve biçimlenmesi doğaldı. 1084 1990 ağır koşullarında iradece çelikleşmiş ve ruhunu davaya adamış, yüksek bilinçli ve nitelikleriyle halkın sorunlarını ve emellerini kucaklayabilen kadro potansiyeli oluşmuştu. Ogün bu gün, hele de bu devrimci meziyetleriyle halkın öz davasını kucaklayan kişilerimizin Bulgaristan’dan kovulmasından sonra, HÖH partisi Bulgar istihbaratının hazırladığı ve halkımızın artık bugün kendilerine “hain” olarak hitap ettiği Türklük düşmanı kadroların eline kaldı. Bu kadroların başında bulu-


176

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

nan kişi HÖH fahri başkanı Ahmet Doğan’dır. 19 Ocak 2013’te HÖH 8.Olağan Kurultayı’nda Bulgaristan Türk ve Müslümanlarından olan ve halkın yazgısının karardığını gören yüksek mimarlık öğrencisi Oktay Yenimehmedov’un Ahmet Doğanı kurultay kürsüsünden tabancayla indirmesinden sonra atanan yeni HÖH Genel Başkanı Lütfü Mestan da mazlum halkımızın Türk olarak yaşamak davası suyundan içmeden yetiştirilmiş bir kadrodur. Bulgaristan’da Türklüğü yaşatma mücadelesinden gelen hiçbir kadro bugünkü HÖH yönetiminde görev almıyor ve milletvekillerinden sadece bir kaçı Türklük ve Müslümanlık davasına gönülden bağlıdır. HÖH 8.Kurultayından sonra parti yönetiminde yeni bir gelişme gözlendi. Bu gelişmenin özündeki ana çizgi halen kapatılmış olan BKP’ ye ve onun yerini alan sosyalist partiye ve Bulgar gizli polisine göbekten bağlı bulunan Bulgar yerli oligarşisine hademelik yapan Ahmet Doğan, Lütfü Mestan grubunda odaklıdır. Bu grup,adına Geçiş Dönemi denen, aslında gerileme ve yerinde sayma aşaması olan şu son 25 yılda biçimlendi ve güçlendi. Bu gruba, Bulgar soylu totaliter rejimden gelen ve yeni oluşan Bulgar oligarşisinin özünden olan ve aynı zamanda Bulgaristan’da çıkarları olan Rus oligarşisine bağlı kadrolar başarıyla sokuldu. Bu kadroların arasında en fazla göze çarpan ve sivrilmek isteyen, ikinci süre HÖH milletvekili olan A. Daniyel Peevski’dir. Bu kadro kısa adı DANS olan (Devlet Güvenlik Ajansı) Başkanlığına atanmak istedi, fakat Bulgar Sivil Örgütleri yolunu kesti. Halen, Türklerin öz partisi olan HÖH’ ün ismini kullanan bu milletvekilinin Savcılık ve Mahkeme işlerine müdahale ettiği ortaya çıktı. Şunu önemle belirtmek isteriz. Adalet organlarının işine müdahale edilmez. Tarihte “şunu içeri atın, şuna şu cezayı kesin, onu ise aklayın” masalları çok baş yarmıştır ve bizim adımıza konuşulduğundan dolayı kabak bizim başımıza patlar. Aslında bu kadrolar bu işleri gizli polis adına yapar. Onların Allah’ı gizli polistir. Olay şöyledir. Onlar, yani Peevski gibiler, HÖH partisi yönetimi ile gizli polis arasında bu iki örgütün bacaklarını birbirine bağlayan kişilerdir. Benzer bir olayı Celalettin Rumi Mesnevi eserinde Fare ve Kurbağa Fıkrasında şöyle anlatmıştır: Fare ile Kurbağa arkadaş olmuş. Fakat arkadaş kurbağa suda yaşıyor. Fare dışarıda yaşıyor. Fare demiş ki kurbağaya “Ya güzel kardeş olduk, gel birbirimizi iple bağlayalım.” Birbirlerinin ayaklarını iple bağlamış bunlar. Fakat kartal gelmiş, fareyi kapmış. Fareyi kapınca mecburen kurbağa da iple bağlandığı için bunları kaldırıp götürmüşyeni kurbağanın hiç suçu yok ama kartal bunları kaldırmış. Getirmiş uçurumun dibinden farenin leşini atarken kurbağa da gitmiş. Yeni şimdi birisi şu yargıya müdahale işinden istihbaratın ipini çekse HÖH partisi de gidecek. Tabii bu işler gizli bir yer var oradan yapılıyor. Şimdi kimileri, yükü üzerinden atmak için, bazen da bir işe yaramayanları daha da meşhur olmak için


Makale ve Analizler - 2014

177

gizli işlerin “Saray”dan yapıldığını söylüyor. Bir hedef olmadan, Bulgaristan’da hiçbir Türk ne beslenir ne de meşhur yapılır. Ahmetler Lütfüler iyice köle olmuşlar. Peevski de almış kepçeyi onlar adına, yani senin benim adımıza kazan karıştırıyor. Şurada söylemek istediğim iki söz daha var. Şimdi Daniel Peevski HÖH Avrupa Birliği Parlamento seçimlerinde HÖH liste ikincisi. Oligarşi köpeği, polis ajanı, Rus hafiyesi olduğunu basın yazan bu şahıs, Bulgaristan Türk ve Müslümanları adına Brüksel’e giderse bize fayda gelmez. Bize bu ayıdan ancak ve yalnız kötülük gelir. Bulgaristan Türklerine ve Müslümanlarımızın hiçbirine ayıdan iyilik gelmez. İşte öyküsü: Ayı ile dost olunmaz! “Ayının biri gidiyor ve ejderhanın elinden ayıyı kurtarıyor. Ayıda buna çok seviniyor, arkadaş oluyor. Bir gün adam ağacın altında dinlenirken, yüzüne sinek konuyor. Ayı da bakıyor ki, sahibinin yüzüne sinek konmuş, onu kurtarayım diyor. Alıyor kayayı adamın yüzüne, sineğin yüzüne vuruyor. Adamın kafası parçalanıyor.” Buradan bizim için çıkan ders şudur: Peevski gibilerden, bize dost olmaz, hayır gelmez. Ayıdan dost olmaz. Mayıs ayı bizim için İsyan ayıdır. AB Seçimlerinin de 25 Mayısa rastlaması büyük bir isabettir. Bizi içimizden ele geçirmek isteyenlere, hainlere, oligarşi hademelere ve uşaklara tam ders verme zamanıdır. Biz Ayaklanmalardan gelen bir soyun suyundanız, arılığımızı korumak zorundayız. Vazife: Seçim listesini iyice okuyalım ve Daniel Peevski’nin adının olduğu numarayı çizmeyin. Bir bitten kurtulsak gene kardır. Bakıyorum bizim HÖH Türk gençlerinden oluşan Lütfü Mestan önderliğindeki kandırma grubu “Peevski” diyor, başka demiyor. Mleçino köyünde halk dağılmış. Bizim “işimiz gücümüz var” uğraştırmayın bizi, deyip çekip gitmişler.

BULTÜRK, Başakşehir Belediye Başkanı Mevlüt Uysal’ı Makamında Ziyaret Etti.

Aydın Fidan-03.Mayıs.2014

Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği Genel Başkanı Rafet Ulutürk ve beraberindeki Yönetim Kurulu Üyeleri Başakşehir Belediye Başkanı Mevlüt Uysal’ı makamında ziyaret etti. Başakşehir Belediye Başkanı Mevlüt Uysal’da, Ulutürk’e ve Bultürk Derneği’nin Yönetim Kurulu Üyelerine ziyaretinden dolayı


178

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

teşekkür ederek, BULTÜRK Derneği’nin Bulgaristan Türkleri ile ilgili çalışmalarını takdir ederek izlediklerini, özellikle Bulgaristan’da Türk-Müslüman Cumhurbaşkanı adayı çıkarmalarından dolayı tüm yönetimi tebrik ettiklerini. Bulgaristan’a gittiğinde Bulgaristan’da Türklerin durumunun çok kötü olduğunu gördüğünü ve bu sebepten dolayı sizlerin derneklerin daha çok çalışmaları gerektiğini. Burada da kötü durumunda olan insanlarınızı tespit edin getirin bizler yardımcı olalım, sizin insanlarınız gururlu ben ihtiyaç sahibiyim diye gelmiyorlar bu sebeple sizler bunları bulacaksınız ve bizlere iletmeniz gerektiğini belirtti. Ayrıca seçim öncesi BULTÜRK’ün AK Parti’ye desteğini açıklaması bizleri mutlu etmiştir ve huzurunuzda sizlere teşekkür ediyorum dedi. 2. kez Başakşehir’e Belediye Başkanı seçilen Mevlüt Uysal’ı tebrik eden Ulutürk, bugüne kadar özellikle Başakşehirde bulunan Göçmen sitesi ve Bulgaristan Türkleri konusunda yapılan çalışmalar için teşekkür etti. Bizler AK Parti’yi desteklememizin nedeini zaten basın toplantısında da açıklamıştık tekrar etmek gerekir ise. Bizler bu hükümetimizin ve AK Parti belediye başkanlarının Bulgaristan’a yapmış oldukları hizmetlerinden dolayı bunu yaptığımızı belirtmiştik. Bizler burada hiç kimseye ayrıcalık yapmıyoruz bizim amacımıza halkımıza hizmet eden herkesin hakkını vermeye bizler hazırız, bizler lafa değil icrata bakıyoruz. İnşallah önümüzdeki yıllarda hep birlikte insanlarımıza daha çok hizmet etme imkânı olur dedi. Ziyarette BULTÜRK Derneği Yönetim Kurulu ve Üyelerindn Aydın Fidan, Dr. Nedim Birinci ve Nesrin Sipahi de hazır bulundular. Ulutürk’te tekrar seçilmesinden dolayı hayırlı uğurlu olsun Allah utandırmasın diyerek sözlerine son verdi.

Bayraklar Bayramlarda Dalgalanır

Raziye Çakır-03.Mayıs.2014

Biz 1 Mayıs bayramlarında bayrak dalgalandıran kuşaktanız. Ve bu bayraklar 145 yıldan beri göklerdedir. Ne şiddetli rüzgârlar, ne sağanak yağışlar ne polis şiddeti, ne totalitarizm de ne de iktidarların katılaşması ya da çökmesi bu dalga dalga dalgalanmayı durduramadı. 1 Mayıs ulusal bir bayram olmaktan fazla enternasyonal, dünya bayramıdır. Kapitalist toplumun oluşmasıyla yani işçilerin sermayeye iş gücünü satarken sömürülmeye başlamasıyla, işçi sınıfının oluşmasıyla politik bilince ulaşıp serma-


Makale ve Analizler - 2014

179

yeden hak ettiği payı talep edip bu uğurda mücadele etmeye kalkmasıyla dünya sahnesinde gün ışığına çıktı. 1 Mayıs, Amerikan İşçi Hareketinin dünya işçi sınıfına armağanıdır. İlk büyük işçi örgütü, 1869’da, New York ve Chicago’dan sonra Amerika’nın üçüncü büyük sanayi şehri olan Philedalphia’da dikimevi işçilerince gizli olarak kurulmuş “Soylu ve Kutsal Emek Şövalyeleri Tarikatı”dır. Bu hareket kısa sürede Avrupa’ya sıçramıştır. İnglitere Mançestır’da makineleri kendilerine düşman bilen işçiler fabrika donatımlarını harap ederek politik bilinçlenme yollarını aramıştır. 1 Mayıs, yine birçok uzun mücadelelerle çeşitli ülkelerde yaygınlaşırken, değişik savaşım biçimleri aramış ve geliştirmiştir. Bundan 110 yıl önce Dimitır Blagoev’in yönettiği Bulgaristan Sosyal Demokrat İşçi Partisi (dar sosyalistlerin) önderliğinde bizde ilk 1 Mayıs nümayiş ve mitingleri düzenlenmezden önce Sliven’de tekstil işçilerinin grev hareketleri başlamıştır. Bulgaristan Türk İşçiler bu bayramın enternasyonel ruhuna sağdık kalarak tüm etniklerle kenetleşerek kutlayageldi. 1Mayısın özünde emekle sermaye arasındaki amansız ve acımasız kavga bulunurken, yükseltilen sloganlar hep sömürüsüz bir dünya, daha adil bir yaşam, iş saatinin azaltılması, ücretlerin arttırılması, daha fazla sosyal haklar, tatil ve emeklilik hakkı, işletme yönetimlerine katılma vs. için oldu. Bulgaristan Türkleri arasında Türk olarak kalma ve yaşama şeklinde gelişmiştir. 1 Mayıs 1 Mayıs olmadan önce, 5 Eylül’dü. 19 yüzyılda işçi hareketinin bütün kapitalist ülkelerdeki temel sloganlarından biri: “sekiz saat iş, sekiz saat dinlenme, sekiz saat da kültür” idi. (Ve bugün bile dünyadaki işçilerin büyük çoğunluğu için gerçekleşmiş değildir). Demokrasiye geçişle Bulgaristan’da bu haklar Anayasal haklar arasında yer aldı. 1 Mayıs aynı zamanda mücadeleler bayramıdır. Unutulmayan direnişler, grevler, genel grevlerde yaşar. Örneğin Chicago’da 1 Mayıs 1886’da 40 bin işçi greve çıktı. 1934’te Bulgaristan Tütün İşçileri Genel grev yaptı. 1976’da İstanbul Taksim’de 1 milyon işçi yürüdü. Türkiye’deki 1 Mayıslar da şanlı ve onurlu tarih sayfaları yazdı. 1977 - 1 Mayısında burjuvazinin hain saldırısı derin toplumsal yaralar açtı. Taksim meydanı 1Mayıs sembolü oldu. İşçi sınıfının ve demokratik güçlerin mücadele alanı oldu. Dolayısıyla bu yıl da olduğu gibi Türkiye’de sadece işçilerin bir bayramı da olmaktan çıkmış; sömürü ve baskıya karşı tepki ve hedeflerin dile geldiği daha genel ve yaygın bir nitelik kazanmıştır. 2014 - 1 Mayısı da böyle bir anlamla kut-


180

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

landı. Bu anlamda Türkiye’de 1 Mayıs bir uluslar arası işçi günü olmaktan çok, en azından 1977’deki katliamdan beri Türkiye’nin kendi tarihinin ve sorunlarının damgasını taşıyan bir gündür. İşçi sınıfı politik duyarlılığını arttırdıkça, politik bilincini yükseldikçe toplumun tüm diğer sorunlarını da gündeme getirmeye ve çözüm bekleyen sorunlar uğruna mücadele etme yol ve yöntemlerini buldu. Bulmaya devam ediyor ve bulmak zorundadır. İşçi sınıfının politik öncüsü olan güçler, örgütler, partiler de bir asırdan uzun mücadele tarihinde çok önemli değişiklikler gösterdi. İlk 1 Mayıs bayraklarının dalgalandığı ABD’ye artık neredeyse uğramaz oldu. Emekle sermaye yani işçi sınıfı ile burjuvazi arasındaki kavgada asalaklaşan, parazitleşen toplumlarda örneğin İngiltere’de de anlam değiştirdi. Oysa bu davanın teorisini yaratan Karl Marks “Kapitali” Londra’da yazmıştı. Bu bakıma, aslında 1 Mayıs bir bayram olmaktan fazla, bir projedir, bir çağrıdır, bir çağrı için “işçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma günü”dür. Sömürüye ve zulme karşı birlikte başkaldırı günüdür. 1 Mayıs ulus, etnik, dil, din, cilt rengi ayırımı yapmayan tek bayramdır. Bu açıdan yükselttiği bayrak ve sloganlar özgün ve evrenseldir. Bütün bu olumsuz etkilere rağmen, iç savaş sonrasındaki dönemde sanayin hızla gelişmesine paralel olarak işçi hareketinin ve örgütlerinin de yükselişi görülür. Ve 1 Mayıs’a yol açan olaylar, bu yükselişin tepe noktasını temsil ederler. Dolayısıyla, öyle bir bayramdır ki, işçi sınıfına olduğu kadar tüm topluma da en yaşanası günlerin ilerideki günler olduğuna umut aşılar. 1 Mayıs, “işçi bayramı”dır. Ama işçi sınıfı, kapitalist toplumu ve düzeni yok ederken kendini yok etmek üzere var olan bir sınıftır. O kendisini var eden toplumsal koşulları, yani kapitalizmi ortadan kaldırdığı an kendisini de ortadan kaldırmaya başlar. Proletarya, yani ücretliler ancak burjuvaziyle bir zıtlık içinde var olabilir; burjuvaziyi ortadan kaldırdığında kendisi de ortadan kalkmaya başlar. Dolayısıyla 1 Mayısta sembolleşen amaçlara ulaşılırsa, yani sınıfsız bir topluma ulaşılırsa; işçiler de ortadan kalkmış olacağından ve 1 Mayısın çağrısına artık gerek kalmayacağından; ne öznesi ne de vesilesi kalmamış böyle bir bayramı kutlamak anlamsız olacaktır. Bulgaristan işçi sınıfının tarihinde benzer katliam örnekleri göstermek zor olsa da, Bulgaristan Türklerinin alnına Mayıs ayının mücadele ayı olduğu silinmemek üzere kazınmıştır.


Makale ve Analizler - 2014

181

1970-72 / 1984 - 1990 döneminde “soya dönüş” adı altında “soy kırım” yaşayan ve Türk kimliklerini savunma mücadelesine kalkan Bulgaristanlı Türkler çok ağır ve çok yorucu bir direniş verdi.Totaliter rejimin yıkılması sürecini başlattı. 1989 Mayıs Ayaklanması geçen yüzyılda Bulgaristan Türklerinde belirleyici rol oynadı. Bilinçlenme sürecini tamamladı. Politik örgütlenmeyi bütünledi. Türk kimliğiyle var olma davasında doruk oldu. Günümüzü ve geleceğimizi belirlemek üzere hayata çağrılan yeni toplum düzeninde, demokrasi koşullarında son 24 yılda yaşanan büyük çöküş işçi sınıfımızın sayıca azalmasına, 2 milyon 500 bin işçi ve ailesinin ülkeyi terk etmesine neden oldu. Bu süreç açısından, 1990’a kadar gerçekleştirdikleri üretimlerle Bulgaristan devleti döviz gelirinin % 48’ini sağlayan Müslüman etnik büyük yaralar aldı. 500 bin Türk’ün Ağustos 1989’da ülkeyi terk etmesi tarım ve tarım ürünlerini işleme sanayi başta olmak üzere, ulusal çöküşe neden oldu. Totalitarizm Bulgar devletinin çöküşüne sebebiyet yarattı. Yeni oluşan koşullarda, Bulgaristan Türklerinin,Pomakların ve Çingenelerin kendi işçi sınıfı müfrezeleri örgütlenmiş olmadığından, bu etniklerin politik kimliğini yönetmek ve yönlendirmek üzere kurulan ve desteklenen Hak ve Özgürlükler Hareketi yönetimi üretici kitleden kopması, 1 Mayıs gibi anma, kutlama ve direniş günlerinde içerik değişti. Çeyrek asır önce köylerde dahi kutlanan 1 Mayıslar bir devlet tatili olma kutusuna kapandı. 1 Mayıs bizde 3 gün tatil, bunlara cumartesi ve Pazar da eklenince oldu 5 gün. Bu tatili 550 bin kişi Yunan adalarında, 50 bin kişi Türkiye’de, 25 bin kişi de İtalya’da geçirmeyi planlarken, diğerleri de kentlerden köylerine dönüp bağ bahçelerine, sebze seralarına hizmet vermekle geçirmeyi planladı. Bu açıdan emekle sermaye arasındaki kapışmanın havası alınmış olduğu gibi, modern Bulgar sermayesini temsil eden oligarşi, devler oligarşisi ve mafya soluklanma, rahatlama ve gevşeme fırsatı bulma fırsatı ele geçirdi. 1 Mayıs 2014 Bulgaristan Türkleri ve Türkiye’deki soydaşlarımız açısından bir başkaldırı günü olmaktan fazla bir muhasebe ve düşünme günü olarak geçti. Kantara koyduğumuz 2013 ve 2014’te bazı özgün ama çok önemli haklarımızı yitirmiş olmamız, kimi konularda da henüz şahlanma aşamasını tamamlayamamış olmasıdır. Bir defa Bulgaristan vatandaşı olan soydaşlarımızın Avrupa Birliği Parlamentosu için 25 gün sonra yapılacak olan seçimlere katılma hakkını yitirmeleri acı oldu. Bu hakkımızı yitirmekle çözüm bekleyen sorunlarımızı AB’ye taşıma


182

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

yolarımız tıkandı. Bu davada HÖH yönetiminin gevşekliği, sahte aktifliği, Bulgar sosyalistlerinin de dönemliği belirleyici oldu. En doğal insan hakkımız olan seçme ve seçilme hakkımızın elimizden alınması bizi yeniden mobilize edecek bir faktördür. Bununla birlikte, geleceğimizin Türkiyenin de üye olacağı ortak bir Avrupa Birliği olacağından, bundan böyle Bulgaristan deyip de geçmemeliyiz. Bulgaristan bizim Ata vatanımızdır. Bütün kötülükleriyle onu bağrına basmak ve mutlu olacağımız bir Vatan olmasına katkıda bulunacağımız, Bulgaristan’da tüm haklarını kullanan Türkler olarak yaşama yollarını açmamız kaçınılmaz olmuştur.. Bu gün yeryüzündeki insanların büyük çoğunluğu işçidir. Sermaye her zamankinden daha uluslararası ve globalleşmiştir. Buna karşı global bir program gerekir. Ne yazık ki biz Bulgaristan Türkleri olarak böyle bir program içinde yer alabilmekten uzak olduğumuz kadar, politik öncü olmayı üstlenmiş bulunan HÖH partisi de gaddar sömürücülerin neo- liberalleriyle birlik olmuş ve karşımıza dikilmiştir. İç planda da oligarşiye hizmet eden HÖH 1 Mayısın ve Bulgaristan Türklerinin 1 Mayıs bayramında da karşısındadır. Ne olursa olsun 1 Mayıs davası haklı olanların, özgürlükleri için direnenlerin bayramıdır, mücadele günüdür ve bayraklar dalgalanmaya devam edecektir.

Ol! Dedim Oldu

Rafet Ulutürk-04.Mayıs.2014

Evet! Hayat böyle başlamıştı. Böyle de devam ediyor. Hergün yeniden doğuyor ve zamanını dolduran bu dünyadan göçüp gidiyor. Toplumsal hayatta bu böyle midir? İnsan her şeyi kendi kontrolünde sandığı sosyal yaşamda olayları nasıl yönlendirebiliyor. Her şey insanoğlunun ya da insanların iradesine tabii midir! Bu sorunların cevabında 25 Mayıs 2014 günü Bulgaristan’da yapılacak Avrupa Birliği (AB) Parlamentosu seçimlerinde hepimizi ilgilendiren bir soruna cevap arayacağız. Nedir bu sorun?


Makale ve Analizler - 2014

183

Biz hem oy verip hem şu oligarşi ayısı HÖH listesinde ikinci sırada aday gösterilen Daniel Peevskiyi seçmeye bilir miyiz. Bunun formülü var. HÖH liste numarası 29, Peevskinin ise 2’dir. Siz oyunuzu kullanırken seçiminizi yapmak için etrafı sarılmış olan köşeye girip elinizdeki kalemle işaretlemek suretiyle seçiminizi yaparken, HÖH partisine oy vermek istiyorsanız önce 29’u “X” ya da “V” şeklinde çiziniz ama listenin sağ tarafındaki sıralamadan isim seçerken 2 numarayı asla çizmeyiniz, onun yerine “X” veya “V” işareti başka bir adayın kutusunu işaretleyiniz. O zaman bu seçim kanunundaki öncelik hakkınızı kullanmış olursunuz. Yani siz oyunuzu yine HÖH partisine vereceksiniz. Fakat Brüksele oligarşi ayısının yerine bir TÜRK GENÇ gidecek. Gençlerimizden birini milletvekili olarak bizim kendiişlerimizi görsün, dertlerimize çare arasın diye görevlendireceksiniz. Oyunuz boşa gitmeyecek. En önemli demokratik hakkımızı yani seçme hakkımızı kendimiz, halkımız, problemlerimizin çözümü için kullanmış olacaksınız. Münasip gördüğünüz, istediğiniz, istidatlı bir Bulgaristanlı Türk gencini onurlandırmış olacaksınız. AB parlamentosunda milletvekili olmak büyük bir şereftir. Bilinçli olarak, aklınızı ve iradenizi kullanarak AB parlamentosuna bir Bulgaristanlı Türk genci Brüksele göndermek sizin için hem doğru bir seçim, hem de büyük bir şeref olacaktır. Bu arada sevaba da gireceksiniz, çünkü HÖH partimizin başını çok büyük bir beladan kurtaracaksınız. Görüldüğü üzere şu oligarşi ayısı (Rusya gücüyle) iyice sızdı partimizin yönetimine, birçok ip artık onun elinde ve işler tehlikeli olmaya başladı. Rus ve Bulgar oligarşisinin planlarında Peevski gibi satılmışlar, ajanları aracılığıyla HÖH partisini tepeden ele geçirip, tamamen kendi kontrollerine alma hesapları var. Bu gidişatı kendi irademizde durdurmak, olmayacak! deyip oldurmak ve tehlikeyi önlemek, partiyi büyük bir beladan kurtarmak gerekiyor. Demokrasi seçmene bu imkânı veriyor. Peevskinin numarasını hiç kimse çizmezse büyük zafer bu defa sizin olacak. Bu işte artık çok önemli bir tecrübe var. Ahmet Doğan bu oligarşi ayısını geçen sene “DANS” milli güvenlik ajansına Başkan olarak kakalamak istedi. Önce Sofya’da ve ardından bütün büyük şehirlerimizde sivil toplum örgütleri ayaklandı. Gençler, memurlar, emekliler so-


184

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

kaklara döküldü ve bu kötülüğü önlediler. Bu kazanım 2013’ün Temmuz ayında elde edildi. Şimdi şu bir işe yaramayan oligarşi ayısı, bizi Avrupa Birliğinde temsil edecekmiş, öte dursun, istemez! Brüksel’e uçma yolunu kesme imkanı elimizdedir ve kullanmalıyız. Ol! deyecek olan büyük güç hepimiziz. Ortak iradenizde, cesaretimizde, birlikte olma kararlılığımızda gizli bir büyük kudrettir. 25 Mayıs günü göstereceğimiz kararlılığa bağlıdır. Hepiniz aynı günde oyunuzda onu değil şunu seçiyorum dediniz mi olay bitmiştir. Peevski parmağı ağızında kalacaktır. Siz hapislerde yatarken, sürgünlerde çürütülürken, Vatan toprağınızdan kovulurken, onun dedesi başınızdaki General’di. Zulüm edenlere emir verendi. Nasıl olur da şimde Ahmet Doğan ile Lütfü Mestan onu seçmenizi isteyebilir? Akıl fikir erecek gibi değil. Besbelli ki, çok büyük bir baskı altında bulunuyorlar. Bu olsa olsa Bulgar ve Rus oligarşisinin baskısıdır. Siz Hak ve Özgürlükler Hareketini totaliter generallerin torunlarını milletvekili yapmak, AB Parlamentosuna göndermek, 40 bin Euro maaşla yaşatmak için kurmadınız. Ne yazık ki, bu işi yaparken, ön saflarda bulunanlar sahte kahraman çıktı, artık sizi tamamen unuttular, yol boyunda kaldınız, çözümsüz dert yükü altında çağresizsiniz. Daha da kötü olmasını istemiyorsanız, yeni seçim yapmak zorundasınız. Şimdi dertlerden kurtulmak seçimden geçiyor, silahınız oyunuz, kazanmanız bir tek tanıdığınız, sevdiğiniz ve güvendiğiniz adayı seçmenize bağlıdır. Siz HÖH partisini kurarken korkuları yenmiştiniz. Hepimizi kıskıvrak bağlayan totalitarizm zincirlerini koparan ve parçalayan sizdiniz. Şimdi, sizi 25 yıl sonra, aynı kapana düşürmek, yine kıskıvrak bağlamak isteyenlere gerekli dersi vermek zorundasınız. Karar alma ve niyetimizi yeniden belirleme davasında büyük tecrübe sahibiyiz. 25 Mayıs günü Bulgaristan Türklerinin zengin deneyimi konuşacaktır. Aklımız konuşacaktır: Akıllı yürümemiz, aklımızı rehber yapmakla olacaktır. Aklın şimdiki rehberliğinde özgür ve hür olması şarttır. Yani kararınızı hiç kimsenin etkisi altında kalmadan vereceksiniz. Bir cevher olan aklımızın esir edilmesi, onun, şu zor dönemde, hepimize son derece gerekli olan ışığını kırmak demektir. Aklımızın verdiği işik kırıldı mı, yine karanlığa mahküm olacağız. Aklımızı kullanmalı ve akıl ışığında yol alıp yüceltmeliyiz. Biz bu kararlılığı defalarca gösterdik. 1913’te Pomak kardeşlerimize yapılan şiddetli saldırıları, aklımızı kullanarak önledik ve haklarımızı, isimlerimizi, din haklarımızı ve hürriyetlerimizi geri alabildik.


Makale ve Analizler - 2014

185

Sonra işler yine karışınca Batı Traya Cumhuriyetinde birleştik. Olmadı, 1919’dan sonra haklarımızı ve özgürlüklerimizi elde etmek için Aleksandır Stanboliyski’nini Bulgar Çiftçi Partisine oy verdik. 1925’te oyumuzu demokratlara verdik. 1947’de özgün kültürel haklarımızı, ana dilimizde okul ve yaşam tarzı vaad eden Bulgar İşçi Partisine oy verdik., 1984’te büyük saldırıya uğradık, Türk olarak ayakta kalmak, kimliğimizi yaşatmak, isimlerimizi ve tüm haklarımızı geri almak için 6 yıl yüreğimizin yerinde taş taşıdık, acı gözyaşlarımızı dökmedik, sevinç, acı ve öfkeyi unutur gibi yaptık ama Mayıs 1989’da ayaklandık ve hiç bir zaman ve hiç bir yerde boyun eğmediğimizi bütün dünyaya gösterdik. Ayaklanmıştık! Ve o zaman şöyle oldu: Yürüdüler yaşamak güzelken zulmün üstüne Yaşlısından, gencinden, ölüsünden, dirisinden... Gelecek nesillere her birisinden Unutulmayacak bir destan kaldı. Ve şimdi, ol! Deme zamanı yine geldi.

Yeni Anahtar Anadil

Şakir Arslantaş-04.Mayıs.2014

Varna ilinde yaşayan nüfusun üçte biri Rus. 18 Rus ilk ve orta okulu açıldı. Göçler nereye kadar. Elden giden Vatan. Ukrayna kaynıyor. Kara Deniz kararıyor. Odesa ateşinin dumanı burnumuzda. Rus savaş uçakları semamızda burun gösteriyor. Dünyayı sarsan ve ateşleyen yeni çelişkinin adı: Anadil. Anadili Rusça olanların Kırım Yarımadasını Rusya Federasyonu’na bağlamasından sonra, körlerin gözü açılmaya başladı. Bölgesel politikada büyüyen ateş var. Yüzölçümü olarak Ukrayna devlet topraklarının yarıdan


186

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

fazlasında yaşayan ve ana dillerinin Rus dili olduğunu idda edenler Kırım örneğine uygun bir referendumla Moskovaya bağlanmak istiyor. Şİmdiye kadar dünya karasının parçalanma nedenleri, hep topraklar, pazarlar, etki alanları, sömürgeler, doğal kaynaklar, yeraltı zenginlikleri, hatta Irak’ta olduğuna göre doğrudan doğruya Petrol oldu, fakat şimdi kurallar, antlaşmalar, ilkeler değişiyor. Anadil temel, ana ve belirleyici ilke oldu. Kuşkusuz çağdaş dünyada Anadili farklı olan etnikler, halk toplulukları, ulusal azınlıklar, başka bir ulusla birlikte aynı devlette yaşayamaz diyen bir kural, bir uygulamalı ilke yok. Olmuş olsa, bütün dünya ülkelerinin sınırları yeniden ve çok farklı çizilirdi. Bir düşünelim, Belarus’un % 80’ni “Rusça bizim anadilimiz” diyor, Kazakistan’da Rus ana-dilliler toplam nüfusun % 20’si, yani bu anadil virüsü genişlerse, 15 devlete dağılan Sovyetler Birliği sınırlarının, Rusya Federasyonu sınırları olarak yeniden çizilmesi gündeme geliyor. 14 devlet sınırının yeniden çizilmesi XXI. yy. politikasına konu olabilir. Soru: O zaman Kazan Tatarlarının durumu ne olacak vs. vs. Yanıt aramaya gerek yok. Bultürk Kültür ve Hizmet Derneği ve Stratejik Araştırma Merkezi olarak anadilimiz Türkçe konusuna neden bu denli büyük önem verdiğimiz ortaya çıktı. Dünya politikasında dinamo rolü gören büyük güç artık anadil oluyor. Kırım olaylarından sonra, anadilin devlet sınırlar değiştirebilen bir güç olduğunu herkes gördü. Virüs Ukraynayı sardı. Helikopterler düşürülüyor, sendika binaları ateşe veriliyor, 400 kişi öldürüldü, meclisler, belediyeler, bakanlıklar, savcılıklar işgal ediliyor. Kiev’ten sonra Ukraynada yaşayan Ruslar anadil esasına dayalı ayrılmak ve Moskovaya katılmak istiyorlar. Yeni durum Bulgaristan’da huzuru kaçırdı. 25 Mayıs 2014 seçim konuşmaları, 1 Mayıs meydan mitinglerinde verilen demeçler, politikayı iki cepheye ayırdı. Hükümet ve Sosyalist lider Stanişev “ne Doğu ne Batı, önüme bakıyorum!” dese de, ortağı olan HÖH lideri Lütfü Mestan dilini yuttu. Bulgar dilinden başka dilde pek okuma yazması olan bu arkadaş, “anadilimiz Türkçe sorunlarını, anadilde okul, anadilde kültür sorunlarımızı çözmezse” fırtına kopmasına gerek yok, ilk esintide yerinden, makamından, koltuğundan uçacağının farkına varmaya başladı. Görüldüğü üzere şu çifte vatandaşlık, hatta üçlü vatandaş-lığımızın Bulgaristan Türklerinin ana dil sorununa çözüm getirmediğini herkes gördü.


Makale ve Analizler - 2014

187

Kimseyi daha fazla oyalamaya gerek yok. Kırım ve Ukrayna örnekleri virüs gibi dört yana yayılıyor ve Avrupa Birliği politikalarını da kökten değiştirecek güçtedir. 150 seneden beri Flamenlerin ana dilini dilden saymayan Belçika hükumetlerinden bu konularda örnek alınacak hiç bir şey yok. Burada değinmek istediğimiz, çok etnikli bir şehir olan Varna’nın son 25 yılda nüfus tablosunda büyük değişiklikler meydana gelmiş olmasıdır. Varna’mız, geçen yıl Plovdiv’i (Filibe) 3 bin nüfusla geride bıraktı ve ikinci büyük şehrimiz oldu. Şehrin en büyük özelliği, kuşkusuz Karadeniz İncisi olmasıdır. Son 25 yılda Bulgaristan’da en fazla otel ve sayfiye merkezi Varna köylerinde inşa edildi. Yabancıların en fazla konut, deniz ve dağ evi satın aldığı il de Varna ilidir. Bulgaristan’da Anayasa Mahkemesi, “Yabancılara Toprak Satma” konusuna artık açıklık getirdi. Yeni yasaya göre, Bulgaristan’da 5 yıl yaşayan her yabancı Bulgar vatandaşı olmadan gidip kendi adına istediği yerden istediği kadar taşınmaz ve toprak satın alabilir. Şimdiye kadar da, para sayıp almak istediği ofis ya da daire olduğunda ve seçtiği konut bir apartman binasının zemin kat üstünde tapulu mülk satın alabilirdi. Eski yasaya göre, Varna içinde ve etraf sayfiye köylerinde yeni inşa edilen konaklama merkezlerinde son dönemde çok daire satın alan Ruslar artıkça arttı ve büyük bir koloni oluşturdular. Bu arada, gelene “Hoş Geldin”. Onlardan artık Türkiye sınırına kadar sahi şeridi boyunca uzananlar az değil. Varna nüfusunun üçte biri artık Rus kökenli vatandaşlardır. Şöyle düşünmem doğru mudur, dersiniz? Bulgar taşınmazlar pazarının inicisi olan Varna’ya bu denli akın varken, Rusya vatandaşları yarın öbür gün, henüz yakında demiyorum, örneğin birkaç zaman sonra yani Varna il nüfusunun % 51’ini oluşturduklarında, bir referandum (halk oylaması) yaparak, (Kırım ve Ukrayna ana dili Rusça olanların özel hakları örneği esas alınarak), durumun vaziyetini değiştirip, kantarın topuzunu Moskova’ya çevirdiklerinde, istesek de istemesek de, biz, yani hepimiz yalnız Varnasız değil, bir de vatansız mı kalacağız? Diye sormaya başladım kendi kendime... Tabii bu Konuda politikacılarımız henüz susuyor. Meclis topluyor, Cumhurbaşkanlığı katında tartışmalar başladı. Bir yandan Bulgar vatandaşlığı hakkı


188

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

elde eden Suriyeli ailelere Rozovo köyünde taş çıkartılıp, köyden kovulurken, Varna konusunda toplumun dilini yutması hepimiz için düşündürücü olmalıdır. Bir de şu yonü var bu sorunun: Biz, yüz yıl Atavatan’dan Anavatana aktık. Gelin giden kız gibi, baba ocağında hiçbir şeye gözüm yok, havalarına girdik. Ama sürü sürü kaçarken arkada bıraktığımız baba evi değil, Atayurdu vatan toprağıdır. 6 asır yarattığımız kültür, yaşam tarzı, o topraklarda büyüp gelişen ana dilimizdir. Hiç düşündünüz mü? Hakkımız var mı? alıp başımızı çekip gitmeye diye. Biz kovanlar kim oluyor da topraklarımıza mülklerimize çöreklene-biliyor. Ahmet Doğanlar, Lütfü Mestanlar kim oluyor da bu politikaları destekliyor?! Yoksa bu soruları hep yutkunarak cevapsız bırakmaya devam mı edeceğiz? Uyanmamız, aklımızla yol almamız artık İlahi bir emir oldu. Bizde insanlar ana kara yolu ve tren istasyonları etrafına göç edip toplanıyor. Tren yolu Vatanımız olamaz. Biz şose kenarında büzülecek, gelip geçene yüz göz kızartacak, avuç açacak bir millet miyiz? Yol kenarı Vatanımız olamaz. O yıkık ev, o sağınlı bınar, o kurbağları vraklayan dere, buğday, arpa, mısır, ay çiçeği, tütün yüklü ovalardır bizim vatanımız. Onların şarkısını başka hiçbiryerde dinleyebilmek mümkün değildir, olamaz! Onlardan başka bir Vatan hayal edilemez. Şimdiki durum ne mı? Ruslar, petrol boru hatları boyunca yeni yerleşim yerleri kurup, oralara toplaşıyor. Şu “ Güney Akım” doğal gaz boru hattı, Varna’dan başlıyor, oraya toplanmaları doğal, artık % 33 olmuşlar ve kolenileri büğüyor. 1900’ların başında onların anadil durumu bizden farklı değildi. Peterzburgta II. Nikolay eşiyle Fransızca konuşuyordu. Şimdi Lütfü Mestan’ın Şirin hanımla Bulgarca konuştuğu gibi. Okumuşsunuzdur muhakkak. Lütfen hatırlayın. L. Tolstoy bile “Savaş ve Barış” eserinde birçok olayı Fransızca anlatmıştır. Hatta, 1912 Borodino meydan savaşından önce Çar Nikolay’ın Başkomutan Kutuzov’a emirlerini Fransızca vermiştir. Ama o savaş Rusya ve Ruslar için aynı zamanda bir ana dil savaşı da oldu ve Napolion Bonapard ordularıyla birlikte Fransızca Rus halkının dil havzasından çıktı, buharlaştı ve yerini Rus dili doldurdu ve öyle bir hakimiyet kurdu ki, bugün artık Kı-


Makale ve Analizler - 2014

189

rım ve Ukrayna’da değişim, dönüşüm, parçalanma, ayrım ve yeniden bütünleşmede motor oldu. Düşünsenize: Biz Bulgaristan nüfusunun en büyük halk topluluğuyuz ve ana dilimizde bir okulumuz yok. Ammaaaaaa! Varna’da artık 28 okulda Rusça okutuluyor. Ruslar, Güneye bakıyor ve güneye kayıp yerleşiyor. Parayla yeniz topraklar satın alıyor. Anımsarsanız, bugünkü Amerikan devleti, Fransız sömürgecilerden metre karesini 5 sente satın alınan topraklar üzerine kuruldu. Bu toprakları satın alanlar Avrupa’dan kovulanlardı. Dünyanın en güçlü ve dev devleti, metre karesi 5 sente alınmış toprak üzerine kurulmuştur. Biz ise kaçıyoruz, lanetlenmeden bile bırakıp gidiyoruz. Daha güneye, ana vatanımız olan Türkiye’ye göç ediyoruz. Korkudan kaçmak hiç bir yiğide yakışmaz. Ter dökmeden dişlemek de öyle, hele hele ata mezarlarını bırakıp kaçmak. Ruslar için bizim bıraktığımız topraklar Güney, sıcak, bereketli, yeni Vatan. Ama bizim için Türkiye’den güneyi yok. Hem biz güneye kayarken, arkamızı boşaltıyoruz, Kuzey ise, öteden beri ve ebediyen hep onların. İşte bizler de biraz bu konular üzerinde düşünelim ve yeni stratejiler belirleme zamanı gelmiştir diyoruz. Üçlü vatandaş olsak, ne fayda eder! Biraz değil, bu konuyu lütfen çok düşünelim!!! Düşünüyorum çünkü Ukrayna yanıyor...


190

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

BULTÜRK Yönetim Kurulu Üyesi Bayrampaşa Belediye Başkan Yardımcısı Oldu

Neriman Eralp-04.Mayıs.2014

BULTÜRK Yönetimi Bayrampaşa Belediye Başkan Yardımcısı İsmail Gemici’yi makamında ziyaret ederek, yeni görevinde hayırlı, uğurlu ve başarılarla süslenmesini dilediler. Sayın İsmail Gemici konuşmasında; “Kendisinin de yönetim kurulunda bulunduğu BULTÜRK Derneği’nin ziyaretinden duyduğu memnuniyeti dile getirerek BULTÜRK ve Bayrampaşa için gerekeni yapacağını ve tabi ki bu görevinde hemşehrilerine daha çok hizmet edeceğini bunun Bultürk’te olduğu gibi hız kesmeden devam edeceğini. Belediye Başkan Yardımcısı görevine getirilmem çok şükür bu bizim için onurların en büyüğüdür, dedi. Bu göreve getirilmesinden dolayı Öncelikle BULTURK Derneği’ne ve tabi ki Başkanımız Atila Aydıner’e teşekkür ederek bu görevi sürdüreceği için büyük mutluluk duyduğunu kaydetti. BULTÜRK’ün seçim öncesi yapmış olduğu AK Parti’ye destek açıklaması özellikle bizim camiamızda bir tabuyu yıktığını ve bu gelecekte daha da etkisini göstereceğini belirtti. Hizmetin çok çeşitli yolları olduğunu. Mevlam bize de Belediye Başkan Yardımcısı olarak hizmet etme fırsatı verdi. İnşallah; gerek BULTÜRK’e, gerek ilçemize, gerek halkımıza gerekse makama leke sürdürmeden bunun üstesinden geleceğini, bunun için çaba sarf edeceğini. Bize verilmiş olan bu kutsal emaneti omuzlarımızda yük olarak taşıyacağız bundan kimsenin şüphesi olmasın. Rabbim samimi niyetle çıktığımız bu yolda bizleri utandırmasın. Rabbim hepimizin yar ve yardımcısı olsun. Biz yolumuza aşkla, şevkle, muhabbetle devam edeceğiz, dedi. Sayın Dr. Nedim Birinci kardeşimize de bizimle AK Parti’ye desteğinden dolayı, seçim çalışmalarında da bizimle beraberdi, yarında beraber olmaya devam edeceğiz. Burada bir kez daha BULTÜRK’e huzurunuzda teşekkür ediyorum.” diye sözlerini bitirdi. BULTÜRK Başkanı Rafet Ulutürk konuşmasında;


Makale ve Analizler - 2014

191

“Yönetim kurulu üyemizin Bayrampaşa Belediye Başkan Yardımcısı görevine getirilmesinden dolayı çok mutlu olduklarını, hayırlı ve uğurlu olsun dileklerini iletti. Artık bizim BULTÜRK’ün de Bayrampaşa Belediyesi’nde kendi insanlarımızın olması bizi mutlu eder. İnşallah bu önümüzdeki dönemde BULTÜRK’ün Bayrampaşadan başlayarak tüm İstanbul hatta Türkiye’de daha da güçlenmesine katkıları olacağını ve tüm çalışmalarında Belediye ile birlikte daha da büyük projelere birlikte imza atacaklarını belirtti. Bultürk bu dönemde kendi binasını yapması gerektiğini ve İstanbul’da Bulgaristan Türklerinin merkezini oluşturacaklarını belirti. Ayrıca Türkiye’den Bulgaristan politikasının da tek merkezden yönetilmesi gerektiğini, ancak böyle başarılabileceğini belirtti. Artık Bulgaristan Türkleri Türkiye siyasetinde var olacaklarını, çünkü Türkiye genelinde 10 milyonu aştıklarını belirterek. Bizler bu güne kadar toplum gücünün ne işe yaradığını bilmeyenlerdeniz, amma artık bunu çok iyi gördüklerini ve bu konuda çok başarılı olacaklarını da belirtti. Bizler artık birlik ve beraberliğimizin ne işe yaradığını kendi insanlarımıza anlatmaya başladık. Bu konuda çok yakında büyük başarılar elde edeceğimizi herkes görecektir.” diyerek sözlerine son verdi. Son olarak İsmail Gemici’de Yapılan konuşmaların ardından Sayın İsmail Gemici kendi derneğinin ziyaretinden duyduğu memnuniyeti dile getirerek teşekkür etti. Ardından getirilen hediyeler taktim edildi ve toptan bu günün anısına hatıra resmi çekildi.

Değerler Yanılgısında Debelenen Toplum

Alptekin Cevherli-06.Mayıs.2014

Milletler doğarlar, büyürler ve ölürler. Aynen insanlar gibi... Bazı milletlerden başka milletler türer, bazısının ise nesli kesilir; başka milletlerin hegemonyasında tarihin tozlu sayfalarına doğru yelken açarlar. Bugün için Türkiye’mizde yaşayan bizlerde de, bazı bazı ve çeşitli açılardan bu süreçler kısmi olarak gözlemleniyor. Bu arızaların en başında da “inanç eksikliği” göze çarpıyor. “İnanç” derken, aklınıza namaz kılmak, oruç tutmak gelmesin! Bunlar zaten Allah’ın emri olan, insanı mutlu eden şekilsel ibadetler... Benim bahsettiğim ise “inanç”... Bu-


192

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

gün için genel olarak aziz milletimizin önemli bir bölümü görsel şartlara takılarak “öz”ü kaçırmış durumda. Elimizi açıp Allah’a yalvarırken bile inanmadan dua ediyoruz çoğumuz. Desinler, beni beğensinler diye bile ibadet edenlerimiz var, değil mi? Yok mu aramızda böyleleri? Yalan mı? Özü ıskalayıp, şekle takılan, şekil şartlarını yerine getirdiğinde ‘cennetin tapusunu’ aldığını zannedenlerimiz yok mu? “Nefse hoş gelen” şeyleri bir şekilde kitabına uydurup, uymayanları da “zaman icabı” deyip hoş görüp; günümüzü gün etmiyor muyuz? Dünyanın ömrüne tarih biçmeye çalışırken, kendi ölümümüzle birlikte kıyametimizin kopacağını bilmez gibi yaşamıyor muyuz, çoğumuz? “Afakî şeylere” takılıp, hayali şeyleri saatlerce konuşurken, kendi gerçeğimiz olan gönül âlemimizden bir nebze olsun bahsedebiliyor muyuz? Bırakın bahsetmeyi, biliyor muyuz? “İnsan” olmadan “İslâm” olunamayacağını bildiğimiz halde, insanca yaşamaya gayret bile göstermiyoruz. Manevi iklimlerden bahsedenleri “İşte konuşuyor yine...” deyip dinlemezlik etmiyor muyuz çoğumuz? Komşumuzu, arkadaşımızı, din kardeşimizi eleştirirken mangalda kül bırakmazken; iş kendimize gelince, “sen benim kalbime bak” riyakârlığına yatıp, zamanın arkasına saklanmıyor muyuz? Velhasıl-ı kelâm, inanmıyoruz! Devrin birinde müthiş bir kuraklık baş gösterir... Dereler kurur, göllerde tek damla su kalmaz, kuyuların dibi görünür. Gök yüzünden tek damla yağmur düşmez. Hayvanlar susuzluktan, ekinler yağmursuzluktan kırılır... Köylü toplanır, yağmur duasına çıkmaya karar verir. Köyün camiinin imamı önde, cemaat arkada yola düşerler. Bir tepeye gelip; dualarını ederler, ederler... Tabii, bırakın yağmuru, tek bir bulut bile görünmez. Köylü perişan ve yılgın bir vaziyette geri dönerken, o bölgede mübarek zat olarak bilinen bir muhtereme rastlarlar. - “Nereden gelirsiniz böyle ağalar”, diye sorar o zat. - “Efendim malum kuraklık var, yağmur yağsın diye duaya çıktık”, derler köylüler. O zat tekrar sorar: - “Yağdı mı peki?” - “Yok efendim neredeee? En ufak bir bulut bile havada yok.” - “Ama siz zaten yağmur yağmasın diye dua etmişsiniz”, deyince o zat; köylüler itiraz ederler. - “Aman efendim hiç öyle şey olur mu? Bakın, ekinler de biz de kuruduk, neredeyse susuzluktan hepimiz öleceğiz. Hiç yağmur yağmasın diye dua eder miyiz?” diye söylenirler... O zat da cevap verir:


Makale ve Analizler - 2014

193

- “Eğer gerçekten, yağmur duasına inanarak çıkmış olsaydınız, dönüşte ıslanmayasınız diye elinize ‘şemsiye’ alırdınız. Ama hiç birinizde şemsiye yok(?)” Çünkü her şey inanç ve kabullerde gizlidir...

Devrilecek Olan Oy İmparatoru

Osman Bülbül-06.Mayıs.2014

Bir kandil olmayı, Ama sadece beni değil Bütün âlemi aydınlatmayı isterdim... Bizde,demokrasiye Geçiş Döneminde adam yetişmedi, yetişemezdi. Oligarşi zirvesi ve sefiller katmanı oluştu. Bir de daha önce masallardan başka bir yerde rastlanmayan bir olay oldu. Demokraside geçerli kurallardan hiç birini bilmeyen, hatta kendisinin yerine düşünme vaat edenlere inanan ve böylece iradesini körelten ve gönüllü köleliği kabul eden oy veren kitle boyun eğdi ve böylece Oy İmparatorluğu yarattı. Kimsenin kimseye hiçbir şey soramadığı totaliter durum, sözde değişti ama aslında hiç değişmeden aktı gitti. Eski düzende mecburen oy verenler, yeni düzende korkuyu yenemedi ve zorlanarak karşılıksız oy vermeyi sürdürdü. Bu zoraki alışkanlığa uyarken, beynini çalıştırmadı, “acaba ben kime oy veriyorum, bu adamı tanıyor muyum ve bu işten yararım olur mu” gibi soruları kendine bile sormadı. Oy alan oy veren demokraside de birbirini tanıyamadı. Her şey birkaç senede bir herkesin topluca gidip seyrettiği bir tiyatro oyunu gibi oldu. Biletler salona girerken toplanıyor. Sahneye çıkıp rol alacak oyuncular perde ardında belirleniyor. Seyirciler ise, alkışlama veya alkışlamama hürriyetine seviniyordu. Stadyum ve salondakilerin alkış tufanını bütün toplumlar bilir. Bu saman ateşi gibi bir şeydir. Bir sap tutuşsa hepsi yanmak yani alkışlamak zorundadır. İnsanlar sahnede insan boğazlayan gladyatörleri bile alkış tufanına tutmuşlardır. Alkışlayanlar, başka bir değişle, tanımadıkları adaylara oy verenler, Gönüllü köleliği kabul edenlerdir. Bulgaristan’da 25 Mayıs günü yapılacak Avrupa


194

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Birliği seçimlerinde HÖH - DPS listesinde 2. sırada bulunan Daniel Peevskiye oy veren Bulgaristan Türk, Pomak ve Çingeneler kime oy verdiklerini öğrenmek bile istemediklerinden dolayı gönüllü köleliği otomatik olarak kabul etmiş olacaklar. Bizdeki sefiller katmanı, üretim ilişkileri açısından sınıfsal ve politik bilinç sahibi olsaydı gönüllü köleliği kabul etmez ve HÖH “liderine” boyun eğmezdi. Yaklaşık yarım asır malından ve mülkünden, tüm taşınmazlarından olmuş, elinde ve emrinde üretim aracı ve ürün üzerinde hak iddiası olmayan % 86’sı köylü, % 14’ü de kentli olan demokraside gönüllü köleliği kabul eden büyük tabaka işte böyle oluştu. 1990’da demokrasi kapı açılırken, ara üretim gücü olan 20 - 30 yaşları arasındaki kesim mal mülk sahibi olmanın ne olduğunu bilmiyordu. Mülkiyet haklarımız en fazla 120 metre kare ev ya da daire ve 200 metre kare bahçeyle sınırlanmıştı. Topraklar, çayırlar, ormanlar kooperatiflere teslim ederken kimseye tabu verilmemişti. İri ve küçükbaş hayvanların, saban, tırmık, araba gibi edevatın kaydı halvacı defterine yapılmıştı. Hiç bir kasabada Noter yoktu. Üretim aracına sahip olma, yeni üretimler, teknolojiler geliştirme kimsenin kafasında yoktu. Parti her şeyi düşündüğü için, bugünkü oy makinası sefil katmanın beyni yarım asır tatile çıkarılmış ve 2 kuşak yıkanmıştı. İnsanın köleleşmesi böyle aşamalardan geçer. Bu olaylar planlı projeli yapıldığı için anlatmak kadar algılamak da zordur. Tarifi zor, dayanılmaz haksızlıklar ve adaletsiz bir toplumsal düzenden gelen ve aralarında düşünen aydın temsilcileri de ülkeden kovulan oy deposu katman 25 yıldan beri kullanılıyor. Bu gidişle 25 Mayıs’ta da kullanılacak. Her seçimde 850 000 fazla oy kullanılıyormuş. Olabilir ya, kimin idare etmesini isterlerse onun sandığından çıkıyor bu oylar. Bunların başka bir adı da gönüllü köleliği kabul etmiş ölü canlılardır. İşler böyle giderse, 25 Mayıs 2014 günü Biz soydaşlar oy kullansak da kullanmasak da oylarımız sandıkların birinden mutlaka çıkacaktır. Böyle bir ortamda çok doğal olarak eski Oy İmparatoru olan Komünist Partisi’nin yerine yeni bir Oy İmparatoru (Ahmet Doğan) geçti. Oyun üstünde oy kullananın adı, baba adı ya da soyadı yazmadığından, hiç kimse oyunu kime verdim konusunda endişelenmese en iyi olur. Ama hepimiz bir olur ve oyumuzu istediğimize verirsek o zaman oy devrimi, hak hukuk devrimi, özgürlük devrimi olur ve kimse sırtımızı yere getiremez.


Makale ve Analizler - 2014

195

Ne yazık ki, gözümüzü hala açamadık, 25 yıl hep aldatıldık, şu dünyada bedava bir şey olan birlik olmayı, birlikte bilinçlenmeyi ve yön seçmeyi hala beceremedik. Biz derdimiz oy imparatoru olamadık! Birlikte düşünelim: Kulluk etmemeye karar verdiğiniz an özgürsünüz demektir. Bu dünyada 1.000 gözlü, 1.000 kulaklı mahluk var mı? Yok, (dediniz değil mi?) ama var. Oy İmparatorunun 1.000 çift gözü, 1.000 çift kulağı ve olabilir ya belki çok daha fazlası var. O bir istihbarat ajanı haindir, örgüttür, sihirlidir, özgürlüklerimizin ve adalet özlemimizin katildir. Onun yolunu çizen Moskova, yani KGB, bunun kendi görüşü yok. İstihbaratın milyon tane görülmeyen gözü, milyon tane görülmeyen kulağı, görülmeyen uzun elleri ve görülmeyen hızlı koşan ayakları var. Seçmenler, (25 Mayıs günü) oy vermeye davet edilenler Türkler, Pomaklar ve Çingene seçmen Oy İmparatoruna (Ahmet Doğan’ın) listeye koyduğu Daniel Peevski’ye oy vermezse, onların hesapları boşa çıkar, hayalleri her şeyhemen yüzüstü devrilir, bizim adayımız Brüksel’e gider. Bu öyle bir olay ki, o an, o bin çift göz göremez, o bin çift kulak işitemez, o eller uzanamaz, o ayaklar koşamaz ve oyun biter. Bunun gerçek adı ise şudur: Kulluk etmemeye karar verdiğiniz an özgürsünüz demektir. Lütfen şu satırları dikkatle okuyunuz: Sizden Ahmet Doğan’ı ya da Daniel Peevski’yi itmenizi, yumruklamanızı, bağırıp çağırmanızı, denge bozmanızı, tabanca çıkarıp ortam karıştırmanızı istemiyoruz, yalnız oyunuzu Peevskiye vermeyiniz, onu desteklemeyiniz, göreceksiniz ki, o an, aynı saat, aynı gün sararıp solacaklar, oturdukları koltuk çökecek, kirasını bize ödettiği saray kafasına yıkılacak. 25 Mayıs günü bu şans Bulgaristan’da yaşayan Türk Milletinin. Kulluk etmemeye karar verdiğiniz an özgürsünüz demektir Şöyle de düşünelim. Eğer gönüllü köleler olarak, siz vermediyseniz, sizi gözetleyecek bu kadar çok gözü, sizi dinleyecek bu kadar çok kulağı nereden buldular? Eğer sizden almadıysa sizi kelepçeleyen bu kadar çok eli nereden aldılar? Siz oyunuzu vermezseniz onlar bir “0” sıfırdır, yani bir hiç oldukları kabak gibi ortaya çıkacaktır.


196

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Nasıl oldu da Ata Vatanınızdan, köyünüzden, kentinizden işinizden kovuldunuz! Karanlık o kadar zifiri karanlıktı ki, yolumuzu göremedik, seçemedik, yön kaybettik ve daha neler neler diyebilirsiniz, ama önemli olan gönüllü kölelikten vazgeçtiniz mi, yoksa boyun eğmeye devam mı ediyorsunuz. Kulluk etmemeye karar verdiğiniz an özgürsünüz demektir. Bir sesiz uyanma başladı meydanlarda, Hürriyetlerden, bizim haklardan yana, Ajanların sahte dostluğundan yalnız Zulüm, esaret ve aldatılmışlığımızın karanlığı kaldı... Bulgaristan’a

Sızlanma Başladı

BGSAM-07.Mayıs.2014

Seçime gidiyoruz da memlekette bir kıpırdama yok. 1 Mayıs Bayramını, cumartesi pazar tatilleri, ardından Ordu Günü, şimdi de İkinci Dünya Savaşı zaferinin yıl dönümü havalarında göklerden inmeyen bayraklar herkesin kafasını dağıttı. Sağnak yağışlar, su baskınları, seller ve hasar olmasa çok güzel bir ilkyaz tatili olacaktı. Doğa açmış, güllerle ıhlamurlar ve akasyalar saat sayıyor. Yağışta çamurda kırda tarlama iş olmadığından, imkânı olan iyice silkindi. Bu seçimde gelip bize şu Avrupa işlerini anlatan olur hevesinde olanlar da vardı. Bu arada kullaklar hep radyoda, güzler TV ekranında Ukrayna haberlerini izledi. Bu açıdan sanki AB seçimleri ikinci üçüncü sıraya itildi. Fakat bizi düşündüren aday listelerini açıklayan Parti ve sivil kuruluşların ve hatta bağımsız adayların neden kıpırdanışa geçmemelerinin asıl sebebidir. Bu defa artık kimse boş söze inanmak istemediği gibi, sanki söylenecek söz de yok. Kimin ne düşündüğü de belli değil. Herkesin kafası çatalbaş, bir Brüksel’e ve hemen ardından Moskova’ya bakıyor. Daha önce seçtiğimiz ve 5 yıl Brüksel’de kalan milletvekillerimizden ne hayır gördükse, bu işler aynı şekilde devam eder, AB’den bize hayır gelmez, deyenler çoğaldıkça, Moskova’dan korkanlar da artıyor. Bir defa Bulgaristan’ın Avrupa Birliği ile ilişkilerini sıkı geliştirme planı yok. Bağlayıcı anlaşmalarımız yok. Bu yüzden insanımız AB’ye 28 çarpaklı bir kazan gibi bakmaya başladı.


Makale ve Analizler - 2014

197

Herkes çarpağını doldurmaya çalışıyor da, bizim çarpak hep boş. Ne, ne istediğimiz, ne de, bizden ne istedikleri belli. Tarımımızı yok ettiler, her üretime sertifikat, kota koyarak elimizi kolumuzu bağladılar. Biz adamlara manda peyniri de göndersek, onlar kokulu Fransız ve İsviçre peynirlerine alışmış. Yıllar yılı bizim “Maritsa”, “İdeal” vs. domates cinslerimizi övdük, fakat onlar hibrit arıyor, aynı büyüklükte, ayn ırenkte, gön gibi etli seviyor. Bizimkilerse sulu. Tadı bal gibi de olsa neye yarar. Yıllar önce, Prag’a gazetelerinden biri bizim “kamba” biberlerimizi överken, “Çorbacı” biverlerimizin her birinde bir limonda olduğu kadar vitamin C olduğunu yazmıştı ama son dönemde onlar da iyice daha avrupalaştı ve turşuları ve salataları şekerli yapmaya başladı. Bizim ihracat kalemlerimizde işler karıştı. Sosyalizm yıllarında ABD’ne kaşar peyniri satıyorduk. Bir yıl yıllanmış olana taleptiler. Bugünkü bunalımda hangi mandra bekletebilir bir yıl kaşerini? Olacak iş değil. Sanayiimiz iyice çöktü. Toplam 1470 küçük ve büyük endüstri tesisi kapandı. Hem de bir daha açılmamak üzere, hem kapandı, hem hurdaya çıkarıldı, hem de malı mülkü sizindir diye senetleri emekçilere dağıtıldı ve vatandaş aldatıldı. Düşünebiliyormusunuz, 2 ipekli iplik fabrikamız, bunların ardında binlerce dönüm dut bahçesi, 4 ipekli dokuma fabrikamız, 16 pamuklu dokuma tesisimiz, Kazanlıkta ipek ve pamuk dikil ve nakış ipliği tesisimiz vardı. Konfeksiyonu-muz dünyaca ünlüydü. Gabrovo “gabardinleri” dünya pazarlarından ödül almıştı. Uzatmayalım... acı basıyor. Şimdi elimizde kala kala bir oy kaldı. O da ekmek değil ki bölüp bölüp pandırarak yiyesin! Doğrusunu söylemek gerekirse halk acılar çekiyor. 25 yıldan beri ne kendine gelen, ne biçimlenen, ne tay durabilen, ne de halkımıza bir yararı dokunan demokratikleşmemizden bir sızlamadır başladı. Sıkça iğneliyor. Fakat bu henüz yeni yeni başladı da, ne Hak ve Özgürlükler Hareketini nede bütünsel olarak bir işe yaramayan toplumsal düzeni henüz çatırtacak duruma gelmedi. Bu arada sızlama şiddetlenmeye başladı. Dikkatimizi çeken, son dönemde bir gizli el, halkı yatıştırmak amacıyla sürekli hamlelerde bulunutyor. Sağnak yağışlardan sonra hemen dere, çay, ırmak, yataklarının temizlenmesi, 50 yıldan beri sallanan köprülerin onarılması, selin götürdüğü asvaltların yeniden döşenmesi ya da çakıllanması gibi işlere el atılmasını isterken, aç kalan felaketzedelere 300 leva dağıtılması karar bağlandı. Ezilenler bir az yatıştırılıyor, eski yuvanızdan sakın çıkmayın rahatınız bozulur havalarına giriliyor. Bu uzun el sanki sürekli gündem belirliyor, devamlı boş umutla herkesi avutmayı beceriyor ama nereye kadar. Beni düşündüren, hiç propaganda yapmadan ve memlekette seçim günü hiç kimse evinden çıkmasa, yani Mayıs


198

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

1989’da açlık grevi yapanların direndiği gibi, seçime boykot uygulansa, bu seçimi kim kazanır? Hiç kimse oy kullanmasa sandıktan kaç oy çıkar ve “kazanan olur mu?” Bu sorusunun cevabı “Evet!” Bunun içim gerekli önlemler önceden alındı. Bir defa Türkiye’deki soydaşlarımızın kimlik numaraları (EGN) lerinin hepsi muhtarlıklardadır. Türkiye’de yaşasalar da hepsi seçim listelerine alınmıştır. “Velingrat” HÖH toplantısında dağıtılan paralar bu iş içindi. Türkiye’den kimse gelmeyecek, ama hepsi sandıktan mum gibi çıkacak ve herkes HÖH - DPS partisine yani Daniel Peevskiye, yani Bulgar (RUS) gizli istihbarat ajanlarına oy vermiş olacak. İki, biliyorsunuz 2 milyon 500 bin işçimiz AB ülkelerine işe gitti. Merkez seçim kurulu kararıyla AB ülkelerrinde 168 sandık açılacak ve bu sandıklardan bazıları “mobil” yani hareketli olacak. Sabah İspanya çilek tarlasında, öğlen seralarda, amşam sularında ahırlarda oy verilecek. Burada da herkesin oy vermesine gerek yok, BSP ile GERP partileri işçi (EGN) lerini biliyor, gerekli hazırlıklar yapılmıştır. Bir kısmı da zaten elektronik oy kullanacakmış. HÖH partisinin elinde 500 bin seçmenin (EGN) numaraları dosyalanmış. Elektronik merkezlerde yoğun bir çalışma var. GERB Partisi de 2013 Mayısında yapılan parlamento seçimlerinde yapılan büyük yanlış tekrarlanmayacak. O zaman gazeteci Nikolay Barekov Kostenbrod kasabası (Sofya varoşu) matbasında ek olarak 350 bin oy pusulası basıldığını öğrendiğinde, sandıklar fabrıkadan çıkarken “TV 7” canlı yayın kamaralarıyla basmıştı. Şimdiki sorun, şu yeni açıklanan 850 bin “ölü canlı” konusuna yoğunlaştı. Bu vatandaşlar cedvelde var, yaşıyor, ama ortalıkta görülmüyor, ölmüş olduklarına dair belge de yok. Bu isimleri, baba adları, soyadları ve (EGN) kimlik n.o.ları olan ama kendileri olmayan seçmenler, 25 Mayıs 2014 AB kütüklerinde de var. Fakat kim oldukları belli değil. Seçimde denge belirleyici rol oynayan bu kitle, çok önemlidir. Aynı zamanda bu can sıkıcı bir olay. Biliyorsunuz birkaç hafta önce bu konuyu politik tezgaha döken Devlet İstatistik Dairesi Başkanı, eski başbakan R. İncova görevinden hemen atıldı. Gazetelerin hepsi birden sustu. Soru: Bunlar “ölü canlıların” oylarıyla mı iktidar oluyorlar. Bir soru daha var: Seçim bir sahtekarlık mı? Bu konuda biz “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” diyemeyiz, çeken biziz çünkü. Tüm seçim sonuçlarına katlananlar bizleriz. Seçimlerin Mister Senko oyunu olmasına müsaade etmemeliyiz. M. Senko bir boş şapka alır, içinde önce bir, ardından iki, biraz sonra da üç güvercin çıkarırdı. Bizim seçim sandığımız da bu gidişle Mister Senko şapkası gibi birşey olacak. İçinde yüz binlerce “ölü canlı” oyu çıkınca, biz yaşayanlardan mı yoksa ölü canlılardan mıyız sorusunu sormayalım?! Bunlar bize çarığı


Makale ve Analizler - 2014

199

ters giydirebilir. Sahtekarlık almış yürümüş... HÖH eliti de bu işin içinde. Korkumuz nedir? Demokratik toplumda oy verme herkesin kişisel hakkı ve özgürlüğüdür de, “ölü canlılar” bu haklarını öldükleri gün yitirmiştir. Seçme ve seçilme hakkı yaşayan insanların hakkıdır. Bu durumda şöyle bir soru çıkıyor ortaya: Biz Peevskiyi “ölü canlıların” oylarıyla da seçtirebiliriz. Tanımadığım, bilmediğim, yüzünü görmediğim kişiye oyumu niye vereyim, mantığı üstün gelmeye başladı. Onlar da dayatıyor. Neden oy kullanmadın? Sorusunu sormaya kimsenin hakkı yoktur. Bu bakıma, seçimlerden sorumlu olan devlet makamı da yoktur. Dünya tarihinde topluca oy kullanmayan bir halktan kimse hesap aramadı, soramaz, halka karşı dava açılamaz, halk yargılanamaz. Halkın kararı kutsaldır ve yargı dışıdır. Toplu seçim boykotunun ceza ve yasası bizde de yoktur. Yani 25 Mayıs 2014 günü Bulgaristan Türkleri, Pomakları, Çingeneleri ve tüm yoksulları sandığa gidip oy kullanmasa onlara kimse birşey deyemez, kimse kimseden hesap soramak, kimse kimsenin kılına dokunamaz. Yargıç ve savcılar özgür hareket eden seçmenden yana olmak zorundadır. Halkın iradesi yasadan üstündür çünkü. Seçim günü oy kullanılmazsa, toplum mahkeme olmaz, ama bizde, toplumumuzda seçime bir mahkeme gibi bakan bir anlayış var. Oyunu kullanan biraz da kendini yargıç yerine koyuyor ve sanki bir oyla öç alıyor. Oyunu sandığa atarken dişini sıkanları gördüm. Bu bilinçsiz oy kulanmadır. Aslında demokratik toplumumuzun kökleşmesini engelleyen görülmeyen irade güçlerinden biri bilinçsizliktir, özgürce seçme yollarının tıkanmış olmasıdır. Örneğin Hak ve Özgürlük Hareketi seçmen kitlesinde bir tırmanan korkunun yaşam ortası bulmasıdır. Son zamanda daha da tırmanmasıdır. Bu ne olacak korkusudur! Devamlı olarak bir ocak gibi yanan, içine odun atılan, iğisileri karıştırılan, külü temizlenen bu ocak, bu seçim arifesinde de yavaş yavaş yanmaya devam ediyor. Bu korku ocağını beslemenin anlamı şudur. Siz bize oy verirseniz, bizimle iyi geçinirsiniz, bize oy vermezsenin suyunuz ocaktadır. Kazan su dolu ve hep sıcak tutuluyor. Bu gerçek, şimdi halkın tasvip etmediği D. Peevski adaylığında da geçerlidir. Bulgar halkının kendisinin istemediği bu otokrasi ayısını Brüksel’e göndermemizde ısrar ediliyor. Israr eden uzun eldir. Görülmeyen güçtür. Ahmet Doğan kendine görülmeyen güç şekli vermek için Saraya kapandı, halkla yüzleşmiyor, ama görülmeyen güç başkadır, o yalnız onların ajanı ve kuklası, piyonudur. Gö-


200

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

rülmeyen elin kimin eli olduğu biliniyor da, sözde bilinmiyor. Tahminlerimize göre Moskova. Ya biz başkalarının dertlerinin ve karanlık işlerinin hammalı mıyız? Ne zamana kadar kullanılacağız? Peevskiyi seçmez-senin hesabınız görülecek, aç kalacaksınız, sürüneceksiniz havaları estiriliyor. Seçmiyoruz! Ha bakalım ne yapabilirsiniz! Bu gerçekler doğru anlaşılmadan, halkımızla gündem konusu edilip tartışılmadan demokrasi yolunda adım atmamız olanaklı olamaz. Bulgar demokrasisi köy dere beyliği, totalitarizm kalıntıları, hurdaları, hiç bir şeye yaramazlar ve saray düzenbazlığıyla yollar tamamen tıkandı. Bulgar demokrasisinde 25 yıldan beri hâkim olan dayatmacı feodal, derebey mantığı, içi teşilm eden, pis kan akıtılmadan, polis ajanları politikadan atılmadan doğru anlaşılamaz, analiz edilemez, islah olması mümkün olamaz. Hakim olan şu halkı korkutarak ezen ve oyunu alan mantık köylerimizde yaşıyor. Şehirlerimizde de hala hakimdir. Bu tehditler bin bir çeşit yaşatılıp besleniyor. Su kazanı hep ocak üzerinde. Uzun eller hep ensemizde. Bu, hesabınız görülecektir baskısıdır. Kara kazan Ahmet Doğan zamanında ocaktan inmedi, Lütfü Mestan zamanında da indirilmiyor. Beyinlerimiz devamlı olarak yok edilme tehlikesiyle aforoz ediliyor, uyuşturuluyor, korku içinde yaşamamıza özen gösteriliyor. Bu politika değişmelidir. Bu değişimin sızıntılarını yaşıyoruz.

İsyan Ateşi Yakan Açlık Grevleri

Neriman Eralp-07.Mayıs.2014

Bundan tam 25 yıl önce 6 Mayıs 1989 sabahıydı. Bayram ertesiydi. Gece boyu bereket yağmuru yağmıştı. Mayıs havasında gönüllere dolan farklı bir hava vardı. Mustafa Ömer öğretmen tarafından kurulan ve yönetilen yarı legal mukavemet örgütü Demokratik Lig direniş hazırlıklarını tamamlamıştı. Bulgaristan Türklerinin hak ve özgürlükler mücadelesini yeni bir boyuta ve savhaya taşımak için açlık grevleri başlattıyordu.


Makale ve Analizler - 2014

201

Demokratik Lig örgütü, “Belene” ölüm kapından sonra, Vratsa ve Mihaylovgrad (Montana) ili Bulgar köylerine dağıtılmış ve kısa bir sürede Bulgaristan Türklerinin yaşadığı bütün köy ve kasabalarla irtibat kurup örgüt ağı oluşturdu. Lig saflarında 3 binden fazla Türk birleşti. Direniş örgütünün Tüzük ve Programını kabul etti. Ayaklanmaya çok geniş bir bölgede ve inanmış, cesur ve kararlı kadrolarla gidiliyordu. Direnişin ilk uygulama biçimi olarak açlık grevi seçildi. 6 Mayıs 1989’da Deliorman ve Gerlovo’da grevlerin başlaması kararlaştırıldı. Hakları ve özgürlükleri uğruna açlık grevlerinde ölmeye geniş bit köylü kitle oluştu. Büyük yolculuğun yeni başkaldırı aşaması böyle başladı. Halkımız totaliter tirana karşı ayaklanıyordu. Kötülüklere, ayrılıklara, baskı ve teröre sabırla dayananlar daha iyi bir yazgıya artık gerektiği gibi hazırlanmıştı. Herkes kendinden emin ki. Her şeyini dava uğruna feda etmeye hazırdılar. Kurtuluş denen alın yazısına götüren yol direniş olacaktı. Korku sınırı aşılmış, savaşçı Türklerin gözü kararmıştı. Saflarını sıklaştıranlar maddiatlarından sonra manevi değerlerini - isimlerini, ana dillerinde konuşma, yazma yazışma haklarını, Türkiye’deki akrabalarıyla görüşme, haberleşme, ziyarette bulunma, Türk gibi sevme ve yaşama hakkını, tüm geleneklerini ve yaşam tarzı özelliklerini, özgün kültürlerini yitirmiş, şu hiçbir esasa dayanmayan totaliter yasaklar dünyasında daha fazla yaşamak istemiyorlardı. Kendini insanlık tarihinde en insancıl, en adil, en demokratik toplum düzeni olarak tanıtan sosyalizm totaliter baskı ve terör, zorba ve yaptırımlar rejimine dönüşmüş, etnik kimliklerini eriterek yok etmeyi, hepsini bulgarlaştırmayı denemiş ve çok can almış ve yakmıştı. Bulgaristan Türk ve Müslümanlarının öz geçmişlerini, İslam tarih, yaşayış biçimi ve geleneklerini, konuştukları dili bile yasaklamıştı. Sürgünlerde sürünen, ceza evlerinde kapalı tutulanların aileleri zor duruma düşmüş, parçalanmış, hayat ateşten gömlek olmuştu. Onların hepsinden gönüllü köle olmaları, kimliklerini unutmaları, ağızı var dili yok varlıklar olmaları isteniyordu. Bulgaristan Türklerinin tarihinde kölelik yoktu. Şanlı bir geçmişten geliyorlardı. Soyları defalarca devlet kurmuş, iktidar olmuş, savaşlar kazanmış, hayatın hep ön saflarında yürümüştü. Diğer etniklere ve halklara örnek bir hayat tarzıyla yaşayagelmişlerdi. İyi insanların en iyilerinden olsalar da başlarına gelmeyen kalmamıştı. Her şeye rağmen, hiç kimseden hiç bir şey istemeden yaşayabilmeleri mümkündü. Yaşadıkları topraklar kendilerinindi, iş açmada, yuva kurmada, komşulukta


202

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

eşleri yoktu. Son yüz yılda kendilerine karşı uygulanan Türk düşmanlığı, Türklüğü unutturma, hafızalararını boşaltıp yıkama, gasplar, kışkırtmalar, komplolar, aşırılıklar, eziyet ve kabaran tepkinin periodik dışa göçle kırılması artık canlarına tak demişti. Onlara karşı “soya dönüş” adıyla 5 yıldan beri uygulanan kanlı baskı ve zulüm politikası hepsi için ateşten gömlekti. Kaybedecek hiçbirşeyleri kalmamıştı. Okulları kapanmış, külüplerinin kapısına anahtar takılmış, okuma yurtları yasaklanmış, tiyatroları dağıtılmış, gazete ve dergileri çıkmıyor, radyoları susturulmuş, daha önce basılan Türkçe kitaplar toplatılmış, aydın, öncü, militan Türkler içerideydi. Açlık grevlerini başlatanlar iktidarın gözünde “çılgın bir kalabalık”tı. Ne istediklerini bilmeyenlerdir. Yönetenler her zaman ve her yerde haklı olmaya alışmıştı. Ruhlarını satmış üç beş kişi iktidardan yana olduklarını gizlemiyordu. Ara sıra “gösteri mahkemeleri” düzenleyen iktidarın Tük savcıları da olsa, gerçekleri konuşmayanlar azaldıkça azalıyordu. Milisler her yerde gece sabaha karşı ev basıyor, biz birisini tutuklamışsak, suçlu olduğu için tutuklamışızdır saçmalığını zorla kabul ettirmek için tüm işkence biçimlerine başvuruyordu. Ahmet Doğan gibi ajanların ele verdiği ve “DC” adlı gizli sivil polis tarafından içeri atılanların suçsuz olabileceğini düşünmek ayrıca suçtu. Tutuklanan otomatikman suçlu oluyordu. Tutuklanıp da salıverilen olmadı. Tutuklayan, suçu ispatlamak zorunda değildi. Türk olmak tutuklanmak için yeterliydi. Camiye gitmek, Allah adaletine inanmak da tutuklam için yeter de artardı. Demokratik Lig adına ayaklanmaya davet edenler büyük bir güvenle karşılandı. Halk onları son derece duru, politika ateşinde yanmış, kavrulmuş kişiler olarak bağrına bastı. Onlar, Türklük davasına inançları ve vicdan temizliği açısından pırıl pırıl öncülerdi. Konuşmalarında son derece etkileyiciydiler. Halkın kendilerine tamamen inandığını ayaklanmanın bütün Bulgaristan’ı sarması da bütün dünyaya gösterdi. İsyan öncüleri halkla güzel Türkçemizle konuşuyor, ana dilimizde hitap ederken çekinmiyor, anlattıkları her söz herkesi yüğülüyordu. Hazırlanan açlık grevlerinin hedefinde objektif olarak halkı saran, gönülleri ateşlemiş olan, kaçınılmaz genel ayaklanma kapısını aralamak ve açmaktı. Ana amaçlardan biri de “Hür Avrupa”, “Hürriyet”, “Bi Bi Si” ve Ankara ve İstanbul Radyosuları aracılığıyla Bulgaristan Türk ve Müslümanlarının Bulgar isimlerini kabul etmediğini, T. Jivkov’un totaliter rejiminde yaşamak istemedini, isimlerini, dinlerini, okullarını, özgün kültürlerini ve Türk azınlığı olarak kendi adet ve geleneklerine göre yaşamak arzu ettiklerini bütün dünyaya duyurmaktı. Açlık Grevleri Genel Ayak-


Makale ve Analizler - 2014

203

lanma yolunu açtı ve başarılı oldu. Mayıs 1989 Ayaklanması Bulgaristan Türk ve Müslümanlarının özgün tarihinde en önemli ve en etkili olaydır. Bulgaristan’da yaşayan Türklerin, Pomakların ve Çingenelerin yani tüm Müslümanları hak ve özgürlükler davasında birleştiren, kenetleyen ve güçlü kılan kutsal isyandır. Düşmanın tank ve topuna karşı yenilmez ulu bir ruhla, ellerinde iş aletleri, çapa ve kazmalarla ayaklandılar. Tank zincirleri altında kalanlar yılmadı. Göğüsleri “Kalaşnik” kurşunlarıyla denilenler pes etmedi. Bu ayaklanma Bulgaristan’da yaşayan Türklerin yalnız zulüm çekerken değil, düşmanla çarpışırken de tek yürek olduklarını kanıtladı. Amansız ve gadarca saldırılarla, silah gücüyle ve 500 bin Türkün evinden, köyünden, Vatanından kovulmasıyla bastırılan bu Büyük Türk Başkaldırısı, Bulgar demokratik hareketi için bir çalar saat oldu. 1989 Mayısında Bulgaristan Türkleri ayaklanmasaydı, totalitarizmin zalimliği devam edecek, demokrasi hayata çağrılamayacaktı. Mayıs 1989 İsyanında 37 kişi kurşunlanarak öldürüldü. Gösteri ve mitinglerde yaralananları bir çoğu İstanbu Çapa Hastahanesinde ameliyat edildi, tedavi gördü. Türkiyedeki kardeşlerimiz, soydaşlarımız, derneklerimiz, federasyonlarımız, bütün Türkiye her an yanımızdaydı. İsyanın öncüleri Belgrat, Viyena, İstanbul vb. yerlere kovuldu. Mustafa Ömer ve arkadaşları Bulgaristan Türklerini ve Ayaklanmayı aynı Yılın Ağustos ayında Paris’te düzenlenen Avrupa İnsan hakları konferansında temsil ettiler, haklı davamızı bütün Avrupa’ya ve dünyaya duyurdular. Ne yazık ki, Büyük Ayaklanmamızın özü sistemli kovuşturmalarla hainlerle polisin işbirliğiyle giderek boşaltıldı. Ön saflardaki kahramanlarımız, halk topluluığumuzun Türklük bilinciyle yüklü olan kesimi ülkeden kovulunca, toplumsal yaşamdan dışlanınca, bize öteden beri zulüm eden totaliter baskı rejimi işi elden bırakmadı. Gizli gizli yetiştirdiği Türklük ve İslam davasına ihanet etmeyi kabullenmiş olan kadrolarını değişik komplolarla ve özellikle göçle boşaltılan sahneye çıkardı. Ahmet (Doğan) gibi gizli polis beslemelerinden “lider” yaptı. Büyük bir hevesle, azimle, kararlılıkla ve atılımla saflarında toplandığımız Hak ve Özgürlükler davamız hayinlere çökertildi. 25 yıldan beri haklarımızı elde edemedik. Halen yolumuz kesilmiş durumdadır. Hainlerin, 25 yıl sonra, artık Saraylarda yaşayan hainlerin son sözü şudur; “Yok şu özgürlüğümüz, yok bu özgürlüğümüz; hak ve özgürlük sizin neyinize?” Özgürlük isteyen Bulgaristan’ı terk eder. Ve 2.5 milyon yurttaşımız ülkeyi terk etti. Şimdi 25 Mayısta seçim geliyor. Oy alamazlarsa Sarayları terk etmek zorunda kalacaklar. Başka yapacak hiç bir şeyler kalmadı. Mayıs 1989 İsyanını gerçekleştirenlerin torunları olan bizler, Bulgaristan Türk gençliği Ahmet Doğan gibileri yalnız Kurultay kürsüsünden değil, saraydan da atmaya hazırlanıyor. Suskun Ayaklanmada beraber ola-


204

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

lım. Bu defa da zafer bizim olacak! Yaşasın Mayıs 1989 İsyanımızın kutsal anısı! Tüm şehitlerimizin aziz hatırasına, Amin!

Bir Defa Hapse Giren Mutlaka Bir Daha Girer

Dr. Halide Ümitfer-09.Mayıs.2014

Ben bir Varnalıyım. Karadeniz sularının toprak karasıyla kaynaştığı ve birbirine ısındığı aydır Mayıs ayı. Bir de doğanın tamamen açtığı ve çiçek kokularıyla deniz kokusunun buluştuğu güzel günler. Denizin nuru, ışığı değişir baharın açmasıyla. Güneş bir başka doğar mavi sulardan. “Geliyoruz” havasıvardır deniz sularındaki pırıltılar. Bizim de suyumuz sopumuz ışıktır, nurdur, biz de sizden birileriyiz der sanki deniz havası insanlara... İlk baharın bu manzarasına annem “Aman yarabbi, ne güzel yarattın” derdi. Babam, başka bir nazarla bakardı denize. Hepimiz aynı tohumuz, ama biz ne balık ne hayvanız, biz bambaşkayız, derdi babam. Hayvan yaratılışını bilmemektir. Doğa uyanır, serpilip açar, güzel kokar, denizle kaynaşır ama yaratılışını bilmez derdi, babacığım. Bunu herkesin duyabileceği bir tonda ve kimseyi ikna etmeye çalışmadan söylerdi. O da hepimizin aynı nurdan bir ışıktan geldiğimize, domateslerin, ayvanın, böceklerin, balıkların geldiği yerden geldiğimize inansa da, bunu bilmek insan olmak demektir, diye eklerdi. Babam okumayı seven bir adamdı. Bazen evimizin balkonuna oturur, gözlüklerini takmış kitao okurken bir denize, bir ağaçlara, bir yoldan geçenlere, havlayan köpeklere, ayağına sarılmış uyuyan sarı kedimize bakar ve atamızı, dedemizi bildiğimiz gibi bu sonsuz alemin özünü bilmeliyiz kızım derdi. Onun iöçin herşey insanda saklıydı. Benim atam, dedem neyi tartışmış, biz bugün seninle aynı şeyi tartışmalıyız, derken, düşüncelere daldığı yüzünden okunuyordu. Dinimiz, “herkesinaklı kendi başındadır” dese de, babam insanların ortak aklı olduğuna inanıyordu. 1985’ten sonra hep “insanları aşağalayarak, insanları döverek, zorla adını değiştirerek, kültürünü yasaklayarak” bu işler olmaz diyordu. 1989 Mayısında açlık grevleri Deliorman’dan, Şumen köylerinden Varna


Makale ve Analizler - 2014

205

köylerine taştığında, “ortak akıl” harekete geçti demişti. Bu halkın orta aklı okunmadan, yol göstericileri dinlenmeden “işler sarpa sarar” deyip durdu. Tam da Ayaklanmanın alevlendiği günlerde, babam bir Hoca masalı gevelemeye başlamıştı. Dostu olan Bulgarlara da ballı ballı anlatıyordu: Nasreddin Hoca bir gün eşeğe yükünü yüklemiş. Eşek, Hoca başında olmadan durmak yok, yoluna devam kendiliğinden pazara gitmiş. Kendiliğinden alış veriş yapmış. Nasreddin Hoca başında yok. Alıyor malı, millet parayı heybeye atıp gidiyor. Herşey kendiliğinden yani. (Bizim isimlerimizi kendimizin gönüllü değiştirdiğimiz gibi) “Bundan sonra sana eşek deyen şerefsizdir” diyor. Bundan sonra senin adın kahraman (Bulgar) diyor. Yeminim olsun eşek diyemiyeceğim, diyor. Birkaç yıl geçiyor, yolda sözde birlikte giderken eşek, hiç beklenmedişk bir anda, yolda çamurlu bir çukura düşüyor. Debeleniyor, çıkamıyor, debeleniyor, çıkamıyor, düştüğünü belli etmemek için elinden ne gelirse yapıyor, ama çamurda kalıyor. Hoca bakıyor, eşek çok basiretsiz. Küçük bir çamurdan çıkamıyor. Eşeğe: “Kulakların neye benziyor biliyorum. Kuyruğun da neye benziyor biliyorum, yüreğini ve ruhunu da biliyorum, ama yeminim var, sana eşek diyemiyeceğim,” diyor. Bu anımsama, babamın 1989 mayıs fıkralarındandır. Benim dedem neyi tartışmıştır. Eminim, Bulgar’ın Bulgar-lığını tartışmamıştır. Babam her şeyin herkeste olduğuna inanıyordu. Güzellikleri her insanda ararken, bir farklılık bir kimsede ayırt edici bir meziyet, kabiliyet sezdiğinde çok sevinirdi. Bulgar Türk Çingene ayrımı yapmaz, “herkes insandır, hepimiz aynı yoldan gelmişiz” derdi. Onun için dünya dönüyor ve bu dünyaya gelen insanlar “sevişmeye” gelmişti. Koklaşmadan, sevişmeden hayatın devamı mümkün değildi. Yeni güzelliklerin yolu insanların karşılıklı anlaşmasından geçiyordu. Yazımda bunu konu etmemin sebebi, Ahmet Doğan, o da hemşehrimiz sayılır, öz babası Varna Çingene mahallesindendir, işittiğimize göre, “babasını ret etme” kararı almış. Babası ölmüş olsa bile Bulgaristan “Dırjaven Vestnık” gazetesinde yayınlanan bir mahkeme kararı ile bu iş oluyormuş. Zaten, adamcağız da, hayattayken Ahmet’en vaz geçmeye niyetini eş dostla görüşmüşmüş. Fakat, Av. İvan Dobrev’e başvurduğunda, “yapma bütün ülke bir daha çalkalanacak”, “sen onu rat etsen bile Ahmet Bulgar olmaz, milliyetçilik Avrupa hastalığıdır, Türk’te Çingenede yoktur, size henüz bulaşmadı, bu bir azınlık yaratma hastalığıdır.” deyince, iş yerinde kalmıştı.


206

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Fakat Ahmet ısrarlı, orta yol bulalım demişler, bu işin güzelliği olmaz, demiş ve kestirip atmış. Bırak şu saçmalıkları insan babasını seçemez, kısmetin buymuş, deseler de nafile, nihayet kararın gerekçesi anlaşılmış. Ahmet’in öfkesinin dayanak noktasında “ben bir şopar olarak dilencilikten kurtuldum ama gelip beni tebrik etmedi; Varna Vladislavova’da aç susuz parasız sürünürken yanıma gelmedi; askerde ihbarcı şeytan oldum, gelip ne yapıyorsun, demedi; sahteden hapis yattım, neden içeri düştün diye sormadı; HÖH adında partiye çoban oldum, sonra “lider” dediler gene gelmedi, Sofya’da evsiz barksız süründüm, sonra Saraya girdim, tebrik ederim demedi, bana küsmüş, neyleyim böyle babayı?” Babasının küsme nedeni ise şuymuş: “Bizim cepçiyiz, bizimki mafya olmuş, oligarşiye yalakalık yapıyormuş” bu, bizim ne suyumuzda ne de kanımızda var, demiş ve yüzünü görmek istemem, demiş. Ahmet ne kadar büyük olursa olsun bulgar ceza yasalarında hırsızlığın soy boy araştırmasını zorunlu kılan bir hüküm yok. Halkın ağzında dolaşansa şu: “Bulgar’da bir defa hapse giren, mutlaka bir daha girer!”

Sürpriz Bekliyoruz!

Dr. Nedim Birinci-09.Mayıs.2014

Tarih kesintisiz olduğundan ve belirli aralarla tekrarladığından, Almanya faşizminin lideri Hitler’in, birinci yardımcılarından olan Gobbels’in şu sözüyle başlamak istiyorum. O şöyle diyordu: “Bizden olmayanların beynine her gün bir santim çivi çakacaksın ve kırk gün sonra bir bakacaksın çivi kırk santm o beyne girmiş.” Beynimiz küflü çivi doldu. Acısı sızısı her gün artıyor. Üzerimizdeki büyük baskı özgürlüklerimizi her gün yavaş yavaş kırıp kırıp yok ediyor. Hayatın her yönünde bu böyledir. HÖH partisine ve liderlerine olan güvenimiz her geçen gün azalıyor, eriyor, geriliyor. Oysa partimize olan güvenimiz bizi ayakta tutan en büyük dayanağımızdı. Her yıl seçim oluyor, oy veriyoruz, seçiyoruz, o kadar, arkası gelmiyor, sanki


Makale ve Analizler - 2014

207

“sürünen düşenin halinden anlamıyor,” biz artık karanlık bir kuyunun en dibindeyiz ve ışık arıyoruz ve bulamıyoruz. Örneğin tütün üreticilerinin durumunu ele alalım. Son 25 yılda çok tütün şirketi değişti. Yeni yeni şirket, tertip, oyun ve baskılarla aynı politikalar devam ediyor. Sözleşmelere uyan şirket kalmadı. Primler verilmiyor. Ürün kaliteli de olsa anlaşılan fiyat ödenmiyor. Alıcı şirket her zaman haklı, bizim boynumuz hep kıldan ince. Devamlı baskı, sürekli kuşku, güvensizlik içinde bocalıyoruz. Emeğimiz değersiz oldu. Çalışanlar, tütün üreticileri köleliği kabul etme sınırına getirildi. Direnmeye takatları yok. Bir yandan bankalar, bir yandan şirketler kafalarında. İnsanların takatı kesildi. Dayanacak güç kalmadı. İnsanımız içten içe teslim olmak zorunda kalıyor. Hele seçim yıllarında, öncesinde bu baskılar daha da tırmanıyor. Zaten özgürlük diye bir şey yok. Artık insanımız yaşayabilmek için pes etmek zorundadır. Hakim olan bu görüştür. 25 yıl önce Hak ve Özgürlük davasına katılırken, 1989 Mayıs ayı grev direnişlerinde, yürüyüşlerinde, mitinglerinde omuz omuza iken işlerin ters gideceğini düşünemedik. O kadar hapis yattık, o kadar sürgün çilesi çektik, o kadar ayrılık, eziyet, katlanma, gözyaşı ve nihayet şimdi sabır acısı çekiyoruz. Çok kurban verildi. Yaralar kapanmadı. Göçler enerjimizi aldı. Yıllar bizi kemirdi bitirdi. Neyse sabır acısı ağırdır ama sabrın sonu tatlıdır, deyip kendimizi avutuyoruz. Şimdi tuturmuşlar bir özgürlük teorisi masalı ve gidiyorlar. Anlattıklarından ben ancak şunu anladım: Nasreddin Hoca bakmış bir gün, kuyuda ay var. (Bizim özgürlükler ve haklar gibi, kuyu divbinde ay) Tutmuş çıkarmaya çıkarmış ayı. Çekerken kuyuya düşmüş. Düşünce bakmış ki gökte ay, “ha” demiş, “düştüm ama kurtardım.” Bizde bu da olmadı: Yalan, yalan, yalan.... Şimdi üretici “serbest yani hür, yani özgür” diyorlar. Bir bakıma tütüncü serbest, ister eker ister ekmez, ister kırar, ister dizer, istemezse tarlaya bile gitmez ama aslında köle durumuna düşürülmüş, aç mezarı yok, diklenmeye gücü yok ve her gün biraz daha teslim olmak zorunda. “Ben Brüksel’e şu bizim tütün primleri işine bir çözüm bulacak birini gönderelim!” diyemiyor. Yunan, AB’den bizden üç defa daha yüksek prim alıyor, yani bizim üreticiler üç defa daha az prim alıyorlar... Adalet kalesi olan Brüksel, Strazburg, AB Genel Kurulu bu önemli işleri neden kendisi yoluna koyup, adalet sağlamıyor. 2007’den beri bu yolda adım atılmadı. Can yakan soru bu değil mi? Evet ama biz yani siz yani hepimiz hakları ellerinden alınmış köle durumundayız, bu sorun çözülmemiştir. Brüksel’e Ahmet Doğan ajanı, oligarşi Rus ayısı Peevskiyi değil, kendi insanlarımızdan bi-


208

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

rini seçip gönderirsek, işlerin düzelme şansı parlayabilir. Onların istediği adamları, örneğin Peevskiyi seçersek, durumumuz daha da çekilmez olacaktır. Zaten AB üyesi 28 ülke arasında en yüksek ve sefil durumda olan biziz. Üreticiye git gez toz, pazarları dolaş, gözlerini yıka, yutkun ve evine dön, yorum yapma, diklenme ve evde TV yayınlarını usulca izle, öğütlerinde bulunuyorlar. Herkesin örüsü belli oldu. Ev, tarla, pazar, ekmek fırını ve kuyu başında oturmak. Uğruna savaştığımız büyük kazanım, büyük ve sınırsız özgürlük buysa, kahrolsun! Bu bir sıkı sınırlı hürriyettir. Kontrollü özgürlüktür. Ancak ünüğümüzü sıkanlar hürdür. Eskiden bu serbestlik de yoktu. Otobüse binsen “nereye?” Arabanla çekilsen “nereye?” Tarladan dönerken yoldan sapsan “nereye” diyorlardı. Bu, “nereye, nereye, nereye?” soruları, totalitarizmin kafamıza kaktığı çivilerdi. Bu çiviler bizim sınırlarımızı çizdi. Hepimizi karanlıklara hapsetti. Onun için ayaklandım 25 yıl önce. Ve aynı duruma geri geldik. Kılıfı başka, özü aynı. Dertleri ekmeğimizi, lokmamızı elimizden alıp, bizi herşeye muhtaç etmek! 25 Mayısta seçim var. “Kimi oy vereceğini örendin mi?Neresini çizeceğini biliyorsun değil mi?” soruları her gün başımıza kakılıyor. Muhrat dikilmiş başımıza kapıdan gitmiyor. Dün gelmiş, “hava çiğserse gelmeyin, ıslanmayın, EGN’leriniz bende, ben salıveririm!” falan demeye çalışıyor. Bu her yerde böyle.. Bir tek oy kullanırken eşittik, o da mı gidiyor elimizden ne!!! Ben bazen 1990’ların ilk demokrat Cumhurbaşkanı Jelü Jelev’e içten içe kızıyorum. “Totaliter sosyalist devlet, Hitlerci faşist devlete benziyor” diye yazdı, fakat Başkan olduğunda, henüz mayalanmaya yüz tutan demokraside insanların kafasına çivi çakılmasını yasaklatmadı. Bu bakıma onun öve öve bitiremediği demokrasisi de göstermelik oldu. Her gün özünden bir çizgi yitiriyor. Bu gidişle özsüz kalacak. Tütüncülerin örneğine dönersek, yazarken yüreğim acıyor, içim sızlıyor, gözlerime perde düşüyor. Bulgar Tabak Holding hisselerinin % 80’nini satın alan Moskova oligarşisinin yerlileri, HÖH içine sıza kemirici kurt Daniel Peevski, bundan böyle Avrupa Birliğinden gelen tütün teşviklerinin hepsinin üstüne oturacak. Tütünü istediği fiyattan ister alacak, isterse almayacak. Böylece biz beyaz bayrak çekmek zorunda kalıyoruz. Üreticimiz emeğinin gönüllü kölesi olacak, avucunu yalarken işi var. Bugünden sonra bütün haklarımız yine elimizden alınmış olacak. Artık holding de Peevski, milletvekilin de Peevski, HÖH Başkan yardımcısı da Peevski, 25 Mayısta oyunu ona verirse AB Parlamentosunda seni temsil edecek olan “saygıdeğer” milletvekilin de Peevski olacak. Tütün işlerinden onun ana görevi de ocak yetiştirmeden, tütün dikmeden, birinci ve ikinci çapayı yapmadan, sulamadan gübrelemeden, kırmadan, dizmeden, pas-


Makale ve Analizler - 2014

209

tal ve deng de yapmadan paraları ceplemek olacak. Zor iş tabii o kadar parayı çalmak, vergilerini kaçırmak ve Of Shor hesaplara aktarmak... Şimdiye kadar bu kadar büyük sömürücü, kan emici, bizi bitirici biri karşımıza çıkmamıştı. Bu adamı aramıza sokan ve bizi ezdiren Ahmet Doğan ajanıdır. Biz, sayın soydaşlarım, kıymetli kardeşlerim, değerli tütün üreticisi dayı ve bacılarım siz onu seçmekte, oyunuzu ona vermekte serbestsiniz ve Özgürlüğünüzü Peevski lehinde kullanırken, gönüllü olarak köle olmaya da hazır olduğunuzu bütün dünyaya göstermiş olacaksınız! Kurtuluşunuzun kapılarını iyice kapayacaksınız! Bundan sonra hak ve özgürlüğün dış mandalına bile el sürmeyeceksiniz. Aynı zamanda bir de suçlu duruma düşürülme; oyuna getirilme, kuyuya düşürülme tehlikesi var. Çünkü Daniel Peevki savcılık tarafından aranan, sorgulanmasına hazırlıklar devam eden bir kişidir. Milletvekilliği dokunulmazlığı kaldırılmak isteniyor. O da bu yüzden ülkeden kaçma yolları arıyor. Suçluya yardım etmek suçtur! Şunu unutmayınız: Demokraside sanki herşey serbest ama bizde kimsenin kişiliği ve kimliği yok. Biz bu seçimlerde çok büyük bir sürpriz yaşamak istiyoruz.

Istırap Kaynaklarımız

Rafet Ulutürk-09.Mayıs.2014

9 Mayıs 1989 açlık grevlerinin üçüncü günüydü. Tarihimizde dönüşüme neden olan bu kavgamızı yıllar sonra Bulgar demokratlarından ve 2 dönem Cumhurbaşkanlığı yapan Jelü Jelev Türkiye’de yayınlanan “Hürriyet” gazetesine 2009’da şöyle anlatmıştır: Bulgaristan’da “Direnişler açlık grevleriyle başladı.” Bulgaristan Türkleri gösterileri böyle başlamıştı. En etkilisi de açlık grevleriydi. Biri sona eriyor, diğeri başlıyordu. Bulgaristan’da Türkler çok direndiler, saldırıya uğradılar, şehitler verdiler. Ama şiddete hiçbir zaman başvurmadılar.


210

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

6 Mayıs 1989 günü başlayan ve gelişen olaylar asimilasyon politikasının kökten yanlış ve geleceksiz bir siyaset olduğunu gösterdi. Direnlerin dalgası Deliorman ve Gerlovoyu sardığında, Sofya hükümeti yeni bir göç formulü aramaya koyuldu. Perde ardında aranıp bulunan karar şudur: “Bulgaristan Türklerine göz izni verilsin, fakat Türkiye Cumhuriyeti ile bir göç antlaşması yapılmasın ve resmiyette (basında, radyo ve TV’de) göç hakkında konuşulmasın. Aksi halde Bulgaristanda bir “Türk azınlığı” olduğunu itiraf etmiş oluruz. Ayrıca göç edenlerin taşınır - taşınmaz mülkleri, emeklilik ve miras hakları da ellerinde alınmış olacaktır.” 9 Mayıs 1989 bu bakıma Bulgaristan Türkleri tarihinde çok önemli bir gündür. Tarihlerinde ilk kez olmak üzere Bulgaristan Türkleri ilk defa o gün Sofya hükümetine geri adım attırdı, geri adım almak zorunda bıraktı. Olay şudur: 9 Mayıs 1989 tarihinde Bulgaristan parlamentosu olağanüstü bir oturuma çağrılarak, “Sınır Ötesi Pasaport Yasası”nı kabul etmek zorunda kaldı. Bu kanunun Birinci Maddesine göre, Bulgar vatandaşlarına, ülke dışına çıkıp geçici veya sürekli olarak başka bir ülkede kalma hakkı tanındı. İşte bu “Büyük Seyahat” planının arkasındaki gerçeklerden biri budur. Yukarıda sözü edilen kanunun yürürlüğe girme tarihi 01 Eylül 1989 olmasına rağmen, açlık grevleri ve protesto mitingleri kontrol edilemez bir hal alınca, Türklerin derhal Bulgaristan’ı terk etmesi kararı alındı. Todor Jivkov 29 Mayıs 1989 tarihinde Bulgar TV Birinci Kanalına çıkarak şu kararı ilan etti: “Bulgar Müslümanlarına (Türkler demedi) istedikleri ülkeye gitmelerine imkan veriliyor. Ayrıca Türk hükümetine dönerek: “Bulgar Müslümanlarına sınırlarınızı açın. İsteyenler geçici olarak, isteyenler sürekli orada kalabilirler.” Aynı zamanda eski iddialarını tekrarlayarak, “Bulgaristan’da Türk yoktur ve Türkiye’nin Bulgar Müslümanlarını Türk olarak ilan etme hakkı yoktur!” diyor. İki tarafın sınırlarını açmasıyla başlayan “Büyük Seyahat” ilk günlerinde Todor Jivkov BKP MK Politik Büro toplantısında şunları beyan ediyor: “Mümkün olduğu kadar daha fazla Türkün Bulgaristan’dan çıkarılması gerekir, aksi takdirde 15 - 20 yıl sonra Bulgaristan yeni bir Kıbrıs’a dönüşebilir. Çünkü Türk nüfusu yılda 15 bin kişi artıyor.” İşte böyle bir ortamda Bulgaristan’dan akın akın Türkiye’ye geçen soydaş sayısı 3 ay içerisinde 345 bin kişiyi buldu. Bunlardan 50 bin civarında kişi okumuş aydın kişilerdir. Onlar Mustafa Ömer ve arkadaşları tarafından kurulan Demokratik Lig hareketiyle insan haklarımızı sürdürmeyi benimsemişlerdi.


Makale ve Analizler - 2014

211

Aralarında 50 bin civarında BKP üyesi de vardı. Onlar da Demokratik Lig yandaşıydı. Aralarında “Bulgarlaştırma” sürecinden nasibini almış Türk yoktu. Bu topluluğun arasında 500 kişi “Belene” ölüm kampından ve sürgünden, çok büyük bir kesim de hapislerden geçmiş, işkence görmüş ama kimliğini korumuş dirençli Türklerdi. Bu katmanın Bulgaristan’ı terk etmesine özellikle dikkat edilirken, hemen hemen hepsinin otomatik silahlı milisler evlerine gitmiş ve 24 saatte ülkeyi terk etmelerini emredilmiştir. Yani göçü yine eskiden olduğu gibi Bulgarlar yönlendiriyordu Türkiye ise sadece kabul etmekten başka hiçbir şey yapamıyordu. Haziran 1989’da 600 binden fazla Bulgaristan Türkü yollara dökülmüş yada göç etmek için hazırlık görmeye başlamıştı. Yarısı sınırı geçti yarısı yollarda telef oldular sattıkları komşularına bıraktıklarımı hayvan hasanete evlerine geri dönmek zorunda kaldılar, bazıları sokakta kaldı. Bu, Bulgaristan Türkleri tarihinde 1877 - 1878 Rus - Türk Savaşıyla başlayan büyük göç dalgasının altıncısı olup, en kısa dönemde en kitlesel ve en çilelisi olmuştu. Bu aslında Türklerin Bulgaristan sınırları dışına kovulma ve taşınmazlarının gasp edilmesi olayıdır. Haziran 1989 ile 21 Ağustos 1989 tarihleri arasındaki kısa sürede “Büyük Seyahat” adı altında gerçekleşen bu çok dramatik ve trajik kitlesel zorunlu göçün sonuçları bütün Bulgaristan Türklerinde, bütün Bulgaristan toplumunda gerek sosyal, gerek ekonomik ve manevi açılardan herkese sarsıntılar ve travmalar yaşatırken, artık 25 yıldan beri asla silinmeyen derin izler bırakılmıştı. Bu anma yazımızda belirtilmesi gereken bir başka nokta daha var: 10 Kasım 1989 tarihinde, T. Jivkov hem BKP liderliğinden, hem de devlet başkanı görevinden düşürüldü. Basın, radyo ve TV yayınları Bulgaristan’da yeni oluşumlara geçildiği haberlerini yaydı. Bu haberler Türkiye’ye yeni gelen ve yerleşme güçlükleri içinde boğuşan soydaşlarımıza değişik düşüncelere sevk etti. Onlardan bir kısmı: “Burada mı kalsak, yoksa geriye mi dönsek?” diye ikilenirken, 112 bin kişi Bulgaristan’a geri dönme kararını kesinleştirdi ve uygulamaya koydu. Öyle ki, bu defa göç daklgası geriye döndü. Geriye dönmeleri için herhangi bir engel bulunmuyordu, çünkü hepsi birer turist idi. 1989 yılının sonuna kadar ilk hamlede 100 bine yakın Türk Bulgaristana geri dönüş yaptı. 6 Mayıs 1989 açlık grevleriyle başlayan Bulgar iktidarındaki gerileme süreci 10 Ocak 1990 tarihinde Bulgar parlamentosu bir deklarasyon yayınlayarak, Türklerin zorla değiştirilen haklarının ve diğer haklarının geri verilmesi gerektiğini dünyaya duyurdu ve 1990 yılının Mart ayında bu karar yasallaştı. Yani HÖH - DPS daha yeni kuruluyordu.


212

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Şu 10 Ocak 1990 tarihi Bulgaristan Türkleri için çok anlamlı bir gündür. Aynı gün Varna’da Hak ve Özgürlükler Hareketi de kuruldu. Böylece Bulgaristan Türklerini bundan böyle ezme hakkı akademilerde ve hapislerde özel eğitilen Ahmet (Dönek) hainine devredildi ve bu zulüm 25 yıldan beri devam ediyor. Yani 10 Ocak 1990’da haklarımızı elde ettik sevincini yaşamaya hazırlanan Bulgaristan Türk ve Müslümanlarının başına HÖH / DPS sayesinde çuval geçirildi. Zoraki göçten çıkaracağımız dersler şunlardır: 1. Göçe zorlananların başında beyin takımı, aydınlarımız, entelektüellerdir. Bunların sayısı 10 bin civarındadır. Onların kovulmasıyla Bulgaristan Türklüğü öğretmensiz, hocasız, ışıksız, aydınsız kalmıştır ve öz kültürünün taşıyıcılarından mahrum edilmiştir. Son 25 yılda Bulgaristan’da yeni Türk aydın ordusu yetiştirilemedi. 2. Bulgaristan Türkleri mallarını, mülklerini, tarlalarını, çayırlarını, ormanlarını, köylerini, işlerini, iş aletlerini, sigortalarını ve tüm sosyal haklarını kaybetmişler ve göç yollarına dökülmek zorunda kalmışlardır. 3. Büyük ümit ve beklentilerle Türkiye’ye göç edenlerden bir kısmı beklentilerini bulamayınca, Bulgaristan’a geri döndü. Bu gidiş gelişte büyük travma yaşandı. Geri dönenler de hayal kırıklığına uğradı. Mallarını geri döndüklerinde bıraktıkları gibi bulamadılar. Yağmalanmış olarak buldu. Büyük manevi yıkım yaşamak zorunda kaldılar. 4. Totaliter rejimin devrilmesinden sonra da Bulgaristan Türkleri gaspedilen ve yasaklanan maddi ve manevi, kültürel haklarının çoğunu geri alamadı. Örneğin “ana dil eğitimi” ve “öz kültürleriyle yaşama hakkı”, “azınlık statüsü” vs. vs. HÖH partisi Totaliter düzendeki yasakları yalanla dolanla yaşatırken halkımızı oyaladı ve iyice körleştirdi ve kendilerini geliştirdiler ve artık, halen modern köleliğe sürüklenip gittiler. Kardeşlerimizden post-modern Avrupa köleleri, sefiller ordusu yaratmaya çalışıyor. Gerçekler Ahmet (Dönek) tarasından sözde kurulan ve yönetilen Hak ve Özgürlükler Hareketinin aslında bir faşist-liberal oluşum olduğunu, parti içi totalitarizm ve oligarşik-otokrasi örneği uyguladığını, ayrıca Bulgar sağı milliyetçilerinin Türk ve İslam düşmanlığını sürdürdüğünü gözlüyoruz. Bu ıstıraplarımızı asla unutamayız! Tarih bilen akıllıdır! Araştırmacılarımız bu gerçekleri ortaya koymalıydılar, amma onlardan kalan olmadığı için bunu Bulgarlardan beklemekteyiz.


Makale ve Analizler - 2014

213

Haydi, Haydi, Haydi!...

Renginar Güler-10.Mayıs.2014

1989’un 10 Mayıs günü bahar havası açık ve her yer güneşliydi. Açlık grevlerini sürdürenler artıyor ve kendi aralarında omuz omuza vermiş: “Tuna nehri akmam diyor, Ben kıyımı yıkmam, diyor” marşını hafifçe söylüyorlardı. Gönül açıcı ve umit yüklü başlayan günün derin anlamında, “bu topraklar bizim vatanımızdır, bir düzenimizi bozucu ve buralardan gidici değiliz!” vardı. Baş eğmeyip direnişe katılanları insanlarımızın tümü destekliyordu. “Bi Bi Si”, “Hür Avrupa Radyoları” ve “Ankara Radyoları” Bulgaristan’daki açlık grevlerini dünyaya duyuruyor, Bir İnsan Hakları Örgütü olarak kurulan ve direnişi bağrına basıp kucaklayan ve yüreklendiren Demokratik Lig bütün köy ve kasabalarda, her Türkün evinde nefes alıp veriyor, güç kaynağı oluyordu. Demokratik Ligin sekreteri Sabri İskender’in kızkardeşi Sebil İskender Stara Zagora’dan “Hür Avrupa” sözcüsü Rumyana Uzunova ile direk temasa geçmiş, sanki canlı yayında konuşuyor ve Kotel yöresinde madenci köylü ailelerin isteklerini anlatıyordu. Bu istekler arasında başta gelen bütün tutukluların salıverilmesi, hapishanelerin boşaltılması, sürgünlerin evlerine dönmeleri, “Belene” kampında kimse kalmaması, köy ve şehirlerde baskı ve teröre son verilmesi ve bütün vatandaşlara demokratik hakların garanti edilmesini istiyordu. Sabri İskender, yayında Bulgarca konuştu ve 1956 yılında elde edilen doğal ve medeni haklarımızın geri verilmesi şu aşamada açlık grevlerini durdurmamıza yeterlidir, dedi. İki sivil polis eşliğinde 6 Mayıs 1989’da “Kapı Kule”ye doğru yola çıkarılan Demokratik Lig BaşkanıMustafa Ömer, 8 Mayısta Edirne’ye varmış, oradan “Hür Avrupa” merkeziyle temasa geçmiş ve Bulgaristan Türklerinin demokratik öz hakları uğruna karşı totaliter Todor Jivkov rejiminin alaşağı edilmesi için başlattığı ulusal direnişin Kuzey Doğu Bulgaristan’ı bildirdikten sonra, aynı isteklerle kendisinin de Edirne “Selimiye Cami” önünde açlık grevine başladığını bildirimiz ve açlık grevlerine ulusal destek istemişti. Açlık grevlerinin kitlesel protesto alayları şeklinde başlamasıyla şarkılar, türküler ve şiirler de değişti: “Senelerce sana hasret taşılan


214

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) Bir gönülle kollarına sarılsam Ben de bir gün kucağında yaşasam Bahtiyarlar arasına katılsam öpsem.

“Ben de bir gün kucağına ulaşsam Gözlerimden döksem sevinç yaşını Bayrağının gölgesinde dolaşsam Öpsem toprağını taşını. Direniş dalgası bölge bir ruhsal yükseliş gösterdi ve alabildiğine yayıldı. Başkan Mustafa Ömer daha sonraki yıllarda geri döndüğünde bu olayları uzun uzun sohbet konusu etti. “Kapı Kule”ye getirildiğinde sivil polislerin kendisini sırtından iteleyerek “Haydi, Haydi... Haydi!...” deyip Türkiye’ye soktuklarını defalarca anlattı. O, Türkiye’ye kitlesel göç olmasına karşıydı. O, Bulgaristan Türklerinin öz Atavatanlarında yaşamasından, oradaki akrabalık bağlarından kopmadan var olmalarından, topluca yardımlaşarak yaşamlarından, topraklarında kalmalarından, köylerinden öz kültürlerini geliştirmelerinden ve geliştirip yerleştirdikleri kolektif üretim biçimini ayakta tutmalarından yanaydı. İnsanlarımızın çok iyi meziyetleri olduğa inanıyor, kendi kendilerine yetecek kültürel olanaklara sahp olduğunu görüyordu. O, dostane görüşmelerde bu sözlerini her defasında şair Ali Bayram’ın şu şiiriyle tamamlıyordu: Küçük Bulgar Mezarlığı Bu karşıda gördüğün, Küçük Bulgar meazrlığı Soykırım devrinin acı hatırasıdır, Kabirler üzerinde solgun açan çiçekler Bulgar adı altında yatanların yasıdır. Buna benzer mezarlıklar görmedim hiçbir yerde Ne İsa’nın haçı, ne ağacı, ne gülü. Bu mezarlıklar kanayan yaradır yüreklerde, Toprağında yatanlar kalbimizde gömülü. Mezar taşlarındaki eski Bulgar adları. Biz Türklerin gözüne bir ok gibi batıyor, Istaraplar içinde geçmiştir hayatları Küçük Bulgar Mezarlığında koca Türkler yatıyor.


Makale ve Analizler - 2014

215

1989’un 10 Mayıs günü Haydi, Haydi...Haydi!...ler artmaya başladı. Vatandan il kovulanlar Aydınlarımızdı. Bu “büyük seyahat” adı verilen göçe zorlamada Bulgaristan Türklerinin göz bebeği olan 10 bin aydın kardeşimiz, ağabeyimiz, hocamız memleketten kovuldu. Elinde küçük bir çantayla sınır dışı edilenler, Belgrad’ı, Viyana’yı boyladı. Aslında bu 1877 - 1878 Rus - Türk Savaşıyla başlamış ve 1989 itibarıyla 1111 yıldan beri uygulanan çok acımasız, gaddar, trajik bir planın bir parçasıydı. Bu gerçeği daha iyi açıklayabilmemiz için 1878’den sonra Bulgaristan’dan Türkiye’ye göç akışına bir göz atalım: Bulgar İstatistiklerine göre Bulgaristan’dan Türkiye’ye göçler: Yıllar Arası Süre Göçmen Sayısı Yıl Ortalaması 1892 - 1902 9 yıl 70.603 7.845 1923 - 1939 16 yıl 198.769 12.422 1940 - 1949 9 yıl 21. 353 2.372 1950 - 1951 2 yıl 154.393 77.196 1969 - 1978 9 yıl 130.000 14.444 1989 2.5 ay 362.000 TOPLAM 987.118 Tabii bu göçlerin felsefi anlamını en iyi anlatan tarihçiler ve rakkamlar değil, şairlerdir. Bakınız bu krajik yüzyıla hitaben büyük ozan, Balkanlar ve Evren Şairi Mehmet Akif ne diyor: “Sahipsiz olan memleketin batması haktır; “Sen sahip olursan bu Vatan batmayacaktır; “Hüsrana rıza verme ...çalış...azmi bırakma; “Kendin yanacaksan bile, evladını yakma!” Bundan bir asır önce olsa da büyük şair bugün İnsansız kalan Bulgaristan’ın kaderini sanki su aynasında görebilmiştir. “Haydi, Haydi...Haydi!...”ler yalnız Bulgaristan Türklüğü için değil, tüm Bulgaristan için geri dönüşü olmayan, büyük bir çöküşün başlangıcı oldu.


216

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Hatıraların Acıları

Ertaç Çakır-12.Mayıs.2014

Bulgaristan Türklerini “Bulgarlaştırma” politikasının 1989 Mayısında açlık grevlerinin yaygınlaşmasıyla taşa çarpması, hepimizi Bulgar ve dünya politikasının odağına çekti. Protestoların 6. günü olan 12 Mayıs 1989’da Sofya basın, radyo ve ulusal televizyonu tamamen susuyordu. “BTA” Haber ajansında çıt yoktu. Açlık grevlerine ilişkin en ufak bir haber sızdırılmasa da, dünya ajansları gün boyu bizi konuşuyordu. Bulgar totaliter devlet politikasının yoğunlaştırarak tırmandırdığı saldırıların ana hedefinde bizi asimile edip yok etmekti. Yol haritasına, yapılan masrafa, asker ve ordunun el attığı bu olaylar, sözde daha 25 Aralık 1984 ile 13 Şubat 1985 arasında bitirilmeliydi. Ne ki, kimlik kartlarının değiştirilmesi ve nufüs belgelerden “Türk” sözünün silinmesi ve üzerindeki Türk isimlerinin Bulgar ismiyle değiştirilşmesiyle olay bitmemişti. Bulgaristan devlet sınırları içinde yaşayan ve çok adil, namuslu, çalışkan, yardımsever, hoşgörülü ve sabırlı insanlar olarak bilinen bu azınlık 1878’den sonra 107 yıl boyunca kendilerine karşı uygulanan devlet politikasına karşı hiçbir şekilde ciddi bir itiraz ve direniş göstermemişti. Devletçe kendilerine uygun görüldüyse, onu sineye çekip boyun eğmişlerdi. Ancak zorla isim değiştirme olayı onlara çok dokundu ve değiştirdi. Sınırları dahilinde yaşadıkları devlet onlara devlet terörü uygularken, baskı ve terörü taşırdı. Günlük yaşamı dayanılmaz hale getirdi. Umutlarını yüzlerine kapadı. Vatanlarını Türklere zından etti. Acı olaylar çok can aldı. Büyük sayıda Türk’e eziyet edildi. Cezaevlerinden sakat çıkanlar çoktu. Zulümden nasibini almayan Bulgaristanlı Türk ailesi kalmamıştır. Sınır kapısı açıldığında Bulgardan ilk kaçanlar, durumları sözde iyi olan, BKP üyeleri yani iktidara yakın olanlar oldu. Bulgar politikacıların kuzu postundan sıyrılıp kurt postuna büründükleri zaman, Türk ahalisinde çok derin ve esaslı değişiklikler başladı. Önce mukavemet duygusu uyandı. Dünyaları döndü. İsim değişikliğiyle Türk benliği ve kültürünün yok edilmesi, mezar taşları da sökülerek tarihe amansız ret ve saldırı gerçekleştirmesi, cami ve mescetlerin kapatılması onları mobilize ettiği gibi hepsinin ruhunu birden uyandırdı.


Makale ve Analizler - 2014

217

100 uyıldan beri şiddetlenen baskı ve terör uygulamasının Anavatan Türkiye’ye bile sığınma yollarını kapadığı ortaya çıktı. Zulümden kurtulmaları için direnişe geçmekten başka şansları kalmamıştı. Bir asır ikinci sınıf vatandaş statüsünde yaşadıkları gün ışığına çıkıp kafalarına dank dediğinde, statü değişikliğiyle gönüllü köle haline getirilmek istediklerini fark ettiler. Kölelerin karısı yoktu. Onların erkekleri de yıllardan beri zındanlarda çürütülüyordu. Kötürüm olmadan eve dönen yoktu. Aile bağları koparılıp, soy ağaçları budanıyor, adet ve gelenekleri nefes alamıyordu. Açlık grevleri (Bulgar Anayasında ve yasalarında hiç kimsenin açlık grevi yapma hakkı yoktu, çünkü ortak mülkiyer ve politik iktidar herkesin olduğuna göre, kimsenin ona itirazda bulunma hakkı olamazdı) başladığında Todor Jivkov’un totaliter iktidar çevresi kudurdu. 5 yıl ezdikleri Türkler ezilmemiş, suları çıkmamıştı. Kendileri gizlice ulusal direnişe geçmeye hazırlık görmüşler ve Türk olarak tarihte yaşamak için, açlıktan ölümevi tercih ederek, direnişe en ağır grevl şekliyle başlamışlar ve yılmıyorlardı. Evinin önünde, meydanlarda aç susuz oturarak mücadele eden ve dünyanın dikkatini üzerine toplamayı başaran bir Türkü öldürmek de akıllarından geçse bile, onlar ne öldürmekle bitecek ne de dünya susacaktı. Açlık grevleri Türklerin kollektif bir seçeneği olduğundan 6 günde birçok Kuzey ve Güney Bulkaristan iline yayıldığı gibiher yerde duyuldu. Grev direnişine katılanların mantığı şöyleydi: Bundan sonra kaybedecek neyim kaldı! Türk bir onuru için yaşar! Bulgar onu da elimizden aldı! Kölelikten kurtulmak istiyorsan kendi kendine yardım et! Haklarını kendin koru, başkalarından hiçbirşey bekleme, bu konuda birşeyler yapacaksan kendin yap ve hemen şimdi yap! Hemen greve katıl. Yarın çok geç olacaktır! Açlık grevlerinde başı çeken Türk öncüler, Bulgarların aşağılayıcı ve küçük düşürücü tavırlarına aldırış etmediler. Hepsinin kesin olarak inandığı büyük gerçekte, ya öleceğiz, ya zafer kazanacağız, inancı vardı. Grev direnişine katılanların ruhunda içinde bulundukları kara günlerin aydınlığa dönüşmesi umudu yaşıyordu. Bulgar canilerin onların kişisel ve ortak hayatlarına geçirdiği zehirli tırnaklardan mutlaka kurtulmak istiyorlardı. Geneleştirici bir ifadeyle Bulgaristan Türklüğünün her geçen günle ölüme biraz daha yakınlaştırdığını sezmişlerdi. Uçurumu gördükleri için diklenmeye karar vermişlerdi. Bu savaşımın kendileri için haklı olduğuna hem dış hem iç demokratik güçlerden destek bulacaklarına inanıyorlardı. Direnişçiler köylü ve işçi, genç ve yaşlı, kadın ve erkekti, aralarında hamile kadınlar ve ufak çocuklar da vardı. Onlar kimseden öç almak istemiyordu. Öz haklarını talep ediyordu. Ata toprağı olarak bildikleri topraklarına,


218

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

atalarının onlara miras bıraktığı emanetlere, asla ihanet etmeyeceklerine dua ve yemin ediyorlardı. Onların derin inançlarında sabahı olmayan gece yoktu. Bu kararlı direnişle 5 yıldan beri devam eden zifiri karanlık geceyi yırtıp parlak bir sabah yaratacaklarına inanıyorlardı. Güçlerinin buna yeteceğine de inançları sonsuzdu. Türk, İslam dini ve Türk milleti yoktur iddiaları yapay saçmalıktı.Yemlendikçe yolunu şaşıranlar, üç beş çöplük horozuydu ve kimse onları ne işitmek ne de görmek istiyordu. Türkleri kötüleyip karalayarak öcü gibi göstermek isteyenler, açlık grevleri devam ederken yerli ve yabancı dostlardan çok kibarca bir meydan dayağı yemiş ve ilk kez maskeleri indirilmişti. Onların maskeleri dosyalar açıldığında da düştü. Baş ajan Ahmet (Dönek) onlara karşı 40 cilt ihbar yazmıştı. Ona da kızmıyorlardı, çünkü hesabının görüleceği zaman çok yakındır. Türklerin sarsılmaz ve yenilmez bir ruhla ayaklanmayı seçtiklerini görenler sığınacak yer aramışlardı.En önmelisi de Bulgaristan Türklerini harekete geçiren kin ve nefret değildi. Grevci dolan meydanlarda sevgi ve saygı hakimdi. Onlar daha önce hiç karşılaşmamış, birbirlerini zor günde hiç görmemiş gibi güler yüzle birbirlerine sarmaşıyor, bayramlaşıyordu. İsyan onların bayramıydı. Büyük bir sıcaklıkla kucaklaşıp, davaya sevgiyle ve omuz omuza sarılmışlardı. Açlik grevcileri ve onları destekleyenler Bulgar milliyetçiliğine ve totalitarizme meydan okuyordu. Sokak ve meydanlara dolan Türkler mertçe, karşı karşıya ve yüz yüze dövüşmeye çıkmıştı. Kimsede din kini de yoktu. Hıristiyanlara karşı kin, nefret ve düşmanlık gibi duygular besleyen yoktu. Onların davası kutsaldı. Saflarında yer alanlar kardeşti. Bulgaristan hepsinin ortak aziz vatanıydı. Eşikleri ve beşikleri orasıydı. Mezarları da orası olacaktı. Başına gelenlerin sebebi, itimat etmiş olmaları, sabırla beklerken, saldırılara karşı bugüne kadar ayaklanmamış olmalaıydı ki, artık isyan ateşi yanmıştı!


Makale ve Analizler - 2014

219


220

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2014

221


222

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2014

223


224

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.