09 1989 MAYIS AYAKLANMASI

Page 1

1 9 8 9 M AY I S

AYA K L A N M A S I

2014 MayÄąs - Haziran Makale ve Analizleri


1989 Mayıs Ayaklanması

BULTURK BGSAM Yayınları Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi - BGSAM -9 BULTÜRK Genel Başkanı: Rafet ULUTÜRK Basım: Mayıs - Haziran 2014 Koordinatör: Dr. Nedim BİRİNCİ Editör: Raziye ÇAKIR İnternet sorumlusu : Kapak Tasarım: Murat ULUTÜRK Pazarlama Sorumlusu: Hamiyet ÇAKIR Arşiv: İbrahim SOYTÜRK İsteme Tel: 0212 511 63 47 www.bulturk.org; www.bghaber.org; info@bulturk.org İnternet sitesinin yazıları Adres: Yıldırım Mah. Şehit Kamil Balkan cad. No.114/A Bayrampaşa İstanbul Tel: +90 (212) 511 63 47 Belgegeçer: +90 (212) 526 51 98 https://bgsam.org/, https://issuu.com/bulturk, https://bulturk.org.tr/ Baskı : DİNÇ OFSET MATBAACILIK SAN. ve TİC. LTD. ŞTİ. Adres: Davutpaşa Cd. Emintaş San. Sit. No: 103/580-581 Topkapı - İstanbul Tel: 0090 212 493 24 67 TÜRKİYE CUMHURİYETİ YASASI GEREĞİNCE BU ESERİN YAYIN HAKKI BULTÜRK’ten İZİNSİZ KISMEN VEYA TAMAMEN ÇOĞALTILIP YAYINLANAMAZ

Web: www.bghaber.org ; E.Posta: rafetuluturk@yahoo.com


“Bilgi Ordusu, Bizim Ordumuz, Bildiğimizi Öğretmek,Bizim Borcumuz.” Rafet ULUTÜRK

Düşünceler dizisi olan elinizdeki eserin anlamı derin bir uğraşın ancak başlangıcıdır. Bulgaristanlı Türk Müslümanların başına 1970-72, 1984-85’te düşen yıldırımın bir daha düşmemesi için bir uyarı ve ışık niteliğindedir. Saygılarımızla, B U LT Ü R K İ st a n b u l



Önsöz Yerine Yıl 2014 70 yıldan beri anadili, dini, yaşadığı şekilde yaşaması, istediği gibi sevip sayması yasaklanmış olan Bulgaristan Trükleri’nin bir yıl önce başlayan bellek zarlarını sökerek kendilerini anlatma serüveni artık tay durmaya başladı. Ekibin yazdıkları kalemler dik, olaylara yaklaşımları cesur ve bilgedir. Okurları uyanmaya kışkırtan bu yazılar elektrik çağından elektronik çağ sıçrayan genç kuşağa hitap ederken, onların soy boy vatan geçmişlerini, kavgalarını, parçalanmalarını, göçleri, kader çizgisini değiştirme mücadelelerini anlatıyor. Anadilinde okuması yazması, kitap basması yasaklanmış bu etnik Türk azınlığının öz edebiyatını ve oradaki koşullarda özgün kültürünü oluşturması geleneklere dayanan yaşam biçimine nefes aldırmaya devam etmesi sanki bir kahramanlıklar serüveni. Türkiye ve Türkiye’deki yakınlarıyla ilişkileri kesilmeye çalışılırken yasaklanmış ama onlar közleri asla söndürmemişler. Türklük sevgisi ve Müslümanlık aşkı hayatlarını belirleyen temel etken olmuş. Dünya pencerelerini onlara kapayanlar ruhlarının sönmesini beklerken 1989’un Mayısında onlar İsyan edip hakları uğruna birlikte toplu olarak şahlanmışlar. Doğu Blok psikologları bu gelişmeleri öngörememiş, gafil avlanmış ve olayların sonunda aynı yılın 10 Kasımında komünist partinin totaliter baskı ve terör rejimi Bulgaristan Türkleri sayesinde devrilmişti. Bulgaristan Türk-Müslümanlarının Türk kimliğini oluşturup geliştirme davasındaki büyük özellik, mücadelenin genel insan hakları, adalet ve demokrasi kavgasına örülmesi, politik nitelik kazanması ve ulusal çapta alevlenmesidir. Bu dış dünyadan maddi yardım almadan örgütlenen ve kendi közünde alevlenen bu Ayaklanma çok yüksek bilinçlilik düzeyi sergilerken, okumuşluk düzeyi düşük olan halkların ruhu kör ve güçsüzdür tezini de kırdı. 2014 yılı yazılarımız, siyasi çalkantıları, seçim dalgalanmaları ile birlikte çok sevdiğimiz vatanımızı, diktiğimiz ağaçları, meyvelerimizin tadını,


6

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

tozlaşmak için rüzgar bekleyen buğday denizlerimizi, Tuna’mızı, Balkanımızı, Ardamızı, Tunca’mızı, çilekeş insanlarımızı da anlattık. Bizden iyi anlatan şair ve yazarlarımızı hep aramızda bulduk. Saygılarımızla, Raziye ÇAKIR


Önsöz: Toplumların hayatında yazılı tarih büyük bir öneme sahiptir. Ancak bizde yazılı olmayan tarih, yani nesilden nesile aktarılan tarih vardır. Bu nedenle bazı olaylar zamanla faklı şekilde anlatılmakta veya algılanmaktadır. Gelecek nesillere aktarılacak olan bilgi birikiminin arşivlenmesi, kitap, dergi veya gazete gibi yayın organları aracılığı ile kalıcı hale getirilmesi büyük bir öneme sahiptir. Bu nedenle edindikleri tecrübeleri, yaptıkları çalışmaları toparlamak ve kitaplaştırmak güzel bir çalışmadır. Bunu bireysel olarak yapımaktan öte kurumsal olarak da yapmaları takdire şayan bir davranıştır. BULGARİSTAN TÜRKLERİ KÜLTÜR VE HİZMET DERNEĞİ kısa bir süre önce 2013’te kurulan internet haber sayfası www.bghaber.org sitesindeki yazıları bir araya getirerek yapılan bu çalışmaları kitapçık halinde getirerek bu konuda büyük bir ciddiyet göstermektedir. Derneğin internet haber sayfasında çıkan yazıları ve çalışmalarının yıllıklar halinde kitapçık haline getirerek yer aldığı bu çalışma gelecek kuşaklara aktarılacak ve ışık tutacaktır. Öte yandan dernek büyük bir arşiv de oluşturmuş durumdadır. Dernek faaliyetlerini gerekli ciddiyetle yürüten dernek Başkanı öncülüğünde dernek kurucuları, Yönetim Kurulu ve üyelerinin yaptıkları özverili çalışmalarından dolayı kutluyorum ve başarılarının devamını diliyorum. İsmail Gemici BULTÜRK Kurucu Üye


8

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Değerli Hemşehrilerim, Bulgaristan’da hepimiz zor günler yaşadık, itildik, ezildik, çiğnendik, hatta gün geldi vurulduk, şehitler verdik. Bu nedenle bizler kendi içimize kapanarak, yaşam mücadelesi vermeye çalıştık. Ancak bu içine dönüklükten kurtulmalıyız ve Türkiye’de yaşadığımıza göre, yasaların bize verdiği tüm haklardan bizlerde yararlanmalıyız. Peki, neden bunu yapamıyoruz? 1877-78 Rus-Türk savaşından sonra Osmanlının Balkanlardan çekilmesiyle birlikte, savaş esnasında işlenen akıl almaz katliamlar nedeni ile atalarımız asırlarca yaşadıkları yerleri terk ederek göç yolunu tutmuşlardır. Geride kalanlar ise Bulgaristandevleti’nin uygulamaya başladığı soy kırım politikalarına karşı direnmiş ve hayatta kalmaya çalışmışlardır. Şimdi ise burada Türkiye’de yaşayanlar oralara yardım edebilmek için, burada ilk önce bir araya gelmek ve bir merkez oluşturmalıyız. Artık bir kurum altında toplanmalı ve birlikte hareket etmeliyiz. Bu birliğe hepimizin ihtiyacı olduğuna inanıyorum. Artık bir birimizi kötülemekten vaz geçmeliyiz, birisi için yanında konuşamayacağımızı başka bir yerde konuşmamalıyız, yani kısaca arkasından konuşmamalıyız. En önemlisi samimi, hoşgörülü ve ahlaklı olmak. Zamanla her şey yerine geleceğine inanıyorum, ama tabi ki bu dava üzerinde kafa yoran, stratejiler üreten ve devamlı bunun üzerinde çalışan olursa. Bizim savaşımız insanlarımızı ahlaklı yetiştirmek olmalı, birlik ve beraberliğe kendi insanlarımızla başlayarak tüm Türk Dünyasına taşmalıyız. Bizler burada Türkiye’de yaşayan Bulgaristanlılar büyük bir kitle haline gelmiş durumdayız. İşte bu nedenle şimdi bu kitleyi yani kendi hemşerilerimizi, bir araya toplayarak bir merkez, bir güç birliği oluşturmalıyız, tabi ki bu bizim doğal tabii hakkımızdır. Bizler de artık toplum gücünü kullanabilmeliyiz. Toplum olarak haklarımızı elde etmek zorundayız ve bu yönde çalışmalıyız. Biz bunu söylerken, önderlerimizi seçerken, başkaları kötüdür demiyoruz.


Makale ve Analizler - 2014

9

Biz bu işi onlardan daha iyi yapabileceğimize, Türkiye Cumhuriyetine ve Türk Dünyasına daha verimli olacağımıza, buralarda bu bölgelerde yaşayan Türklerin daha iyi, daha güvenilir, yaşamalarını sağlayacağımıza inandığımız için, Önderliğe, Yönetime talibiz. Bu arada Bulgaristan’da kalan kardeşlerimizin hepsinin siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel kimliklerini, muhafaza edebilmeleri için mücadele etmeliyiz ve bu konuda gerekeni yapmalı ve gerekli yardımları yapmalı ve yaptırmalıyız. Aramızda Ahlâklı, Adaletli olanları seçmenli ve yüceltmeliyiz. Geçmişi konuşmaktansa, gelecekten söz etmeliyiz, bugünü değil, yarınları görerek hareket etmeliyiz. Aramızdan stratejistlere imkân ve fırsat vermeliyiz ve onları bizler yetiştirmeli yön verebilmeliyizkısa-10 ve uzunvadeli -50 yıllık hedefleri gösterebilmeliyiz. Aramızda kötü niyetli insanları tespit etmeliyiz, bilmeliyiz ki, onların kusurlarından dolayı değil, bu güne kadar yapılması gerekenleri engelledikleri için aramızdan uzaklaştırmalıyız. Bu güne kadar neler yapılmamış, onları araştırmalı, bilmeliyiz ve neler yapılması gerekir onları söylemeliyiz ve bunları bir an önce hayata geçirmeliyiz. Bizler gözyaşları dindirmek için, yaralara mehlem olmak için, her yüke ortak olabilmeliyiz. Gençlerimize, sadece balık pişirmesini değil, balık tutmasını da öğretmeliyiz, insanlarımızı denizlere, okyanuslara açılmalarını sağlamalıyız. Aramızda Tek Lider değil her sokakta, her mahallede bir lider yetiştirmeliyiz, biz dünyayı yönetmek için oğullarımızı yetiştirmeliyiz. Bizim insanlarımız yani Bulgaristan Türkleri şahsi başarıları Türkiye’de belkide en çok olanlardanız. İşte artık bizler toplum olarak haklarımızdan yararlanmasını bilmeliyiz. Her şeyden önce siyasi haklarımızı toplum olarak kullanmalıyız, daha sonra ekonomik ve kültürel haklar onu takip edecektir. Hepimizin gördüğü gibi, tarihte büyük güçler çok defa kötü politikaların kurbanı olmuşlar ve bunlar devam edecektir. Bir toplumun Lideri olmadan hiçbir şey olmaz, bu lideri de toplum çıkarmalıdır. Siyaseti güvenilir, sevimli hale getirmek bizim hedefimiz olmalı, bu gün çok zor, imkânsız olarak görünse de, yarınlara umutla bakabilmeli ve baktırabilmeliyiz. Var olabilmemiz için, var kalabilmemiz için, öncelikle temel hususlarda anlaşma sağlamalıyız. Aramızda bir birimize güveni kaynaştırmalıyız ve samimi olmalıyız.


10

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Her şeyden önce özgüvenimizi kazanmalıyız, birlik ve beraberliği ön planda tutarak insanları insan oldukları için sevip saymalıyız. İçimizde barışı sağlayıp, tek merkezde bir çatı altına toplanmalıyız. Bu çatı da “BULTÜRK Derneği” olmalıdır. Buradan tüm dünyaya sesimizi duyurabiliriz. Balkanlar konusundaki politikalarda etkili olabilmek için yolları aşındırmalıyız. Çünkü gelişmiş ve Bulgaristan’da etkili bir Türkiye Balkanlara tamamen hâkimiyet kurabilecektir. En önemlisi kararlı olalım ve birbirimize samimi, saygılı olmayı ve bir birimizi sevmeyi öğrenmeliyiz. Bizim derdimizi ve problemlerimizi en iyi anlayabilecek zaat bizden olduğunu idrak etmeliyiz. Bulgaristan Türkleri konusunda teşhisi bizler kendimizi yetiştirerek yetki mercileri alarak son noktayı biz koymalıyız, bu güne kadar ki eksikliğimiz budur. Ayrıca Balkanların anahtarı Bulgaristan’da yani Bulgaristan Türklerinden geçtiğini de öğrenmeli ve öğretmeliyiz. Sevgili dava arkadaşlarım. Kendimizde özgüveni, aramızda güveni ve merkezioluşturduktan sonra, kimsenin aramıza nifak tohumları ekmesi mümkün değildir. Bizim için önemli olan, eksiklerimizi bulmaktır. Geçmişi bırakarak artık bizler aydınlanma dönemine bir an önce geçmeliyiz. Halimizi tespit etmek çok kolay, gazete, dergi yayın hayatımız nerede, kaç gazete, tv, radyo bizimle ilgili haber yapıyor.Burada suçlu değil, sebepleri aramalıyız. Gelin bunları tartışalım, niçin bu güne kadar bir Bulgaristan Kültür Merkezi olmamış, bunu şimdi nasıl gerçekleştirilebiliriz, bunlara yönelik çalışmalar toplantılar yapmalıyız. Hedefimiz Türkiye Cumhuriyetini daha güçlü, daha huzurlu ve daha iyi yarınlara götürmek için olmalı. Güçlü bir Türkiye Bulgaristan da yaşayan Türklerede güven ve huzur verecektir, onların daha rahat yaşamalarını hep birlikte sağlayabiliriz. Bunlar zannetiğiniz kadar zor işler değil. Dünyada insanlar bir iş için değil, bir İdeal için hayatını feda ederler. Bunun için güçlü olmak sesini duyurabilmek için öncelikle bir Kurum ve bunun Merkezini oluşturmalıyız. Çünkü Merkezi olmayan hiçbir topluluk bir yerlere gelmesi mümkün değildir. Bu güne kadar konuşmalar tartışmalar yapılmış fakat bir ağıç ekilmemiş işte bu gün bunu yaptık BULTÜRK tüm Bulgaristan Türklerinin biz öncelikle sadece Bulgaristanlıyız.


Makale ve Analizler - 2014

11

Bizler elimizdeki kıt kaynaklarla bir merkez oluşturmaya çalıştık, bunda da muhafak olduk. Bu merkeze ulaşmakta büyük güçlükler ile karşılaştık bu konuda bizlere yardımcı olan emeği geçen herkese teşekkür ediyoruz. Ayrıca bizlere kendi yerini veren Mümin Hocamıza huzurunuzda kendisine tekrar tüm halkımız adına buradan teşekkür ediyoruz. Bundan sonraki hedef de Türkiye’nin her yerine ulaşmak ve bu birlikteliği her yerde tesis etmektir. Bu merkezimizde artık kendimize ait bir kültür merkezimiz oluştu toplantı salonumuz da mevcuttur her 15 günde bir toplanıyoruz. Amacımıza ulaşabilmek için devletin bir şeyler yapmasını beklememeliyiz. Birlikten kuvet doğar Atasözünde olduğu gibi güçlerimizi birleştirerek devlet yönetiminde söz sahibi olmalıyız ve geleceğimize kendimiz yön vermeliyiz. Gençlerimizin devlete girmelerinin yolunu aydınlatmalıyız. Artık bizim de Ankara’da TBMM’de kendi temsilcilerimiz olmalı. Bizler de buralara kendi içimizden birilerini gönderebilmeliyiz. Aramızda birlik ve beraberliğimizi oluşturduğumuz takdirde kendi içimizde samimi olduğumuzda başarıların ard arda geldiğini göreceğiz bunu başaracağımıza eminim. İhtiyacımız olan tek şey kendi içimizde daha adaletli olabilmek. Sevgi ve saygılarımı sunarım, Genel Başkan Rafet ULUTÜRK


12

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Eski Zaman, Yeni Zaman

Rafet Ulutürk-12.Mayıs.2014

Bugün Ukrayna’nın Donets ve Lugans eyaletlerinde seçim var. 7 bin kişi sandık başına davet edildi. Donets sakinleri “Donets Halk Cumhuriyeti’nin Başına Buyuruk Olması Bildirisini Destekliyor musunuz?” sorusuna “Evet” ya da “Hayır” cevabı verecek; Lugans eyaletinde yanıt istenen soru ise şöyle biçimlendirilmiştir: “Lugansk Halk Cumhuriyeti’nin Devlet Egemenliği Bildirisini Desteliyor musunuz?” Bundan tam 25 yıl önce 11 Mayıs 1989’da Bulgaristan’da en doğal haklarımız: Türk isimlerimizle yaşamak, Türk okullarında okumak, Türk kültürüyle varolmak, öldüğümüzde Müslüman mezarlığına İslam usullerince defnedilmek v.b. ve insan haklarımızdan etnik azınlık olarak yasal haklarımızı kullanma; serbestçe seçme ve seçilme; totaliter rejimin baskı ve diktatörüne son verilmesi; yönetim, yürütme ve yargı sistemlerinin birbirnden ayrılması ve tüm politik tutukluların salıverilmesi için başlatılan açlık grevleri çeklindeki protesto direnişimizin 6. günüydü. Herkes köy meydanlarına topluca oturmuş, kimileri gölgelerin daha koyusuna uzanmış, kuyu başları, çelme etrafları danışma ve dertleşme merkezleri olmuştu. Açlık grevleri “Hür Avrupa”, “TRT” ve “Bi Bi Si” radyolarından aldıkları haberleri paşlaşıyorlardı. Sabri İskender Münih’ten yayın yapan “Hür Avrupa” radyosundan Rumyana Uzunova ile bu defa Nova Zagora şehrinden bağlanmış ve yayılan açlık grevi dalgasına katılanlar arasında eşleri hapislerde ve sürgünde olan kadın ve gelinlerin, kızların çok kalabalık olduğunu bildirmişti. Artık Türkiye’ye kovulmuş olan Mustafa Ömer TRT - dış yayınlarına ilk demecini vermiş ve yarı legal mücadele şeklini seçen İnsan Hakları Örgütü Demokratik Lig’in Tüzük ve Programında silahlı mukavemet ve terör yöntemleri olmadığını vurgulamıştı. Aynı gün ilk kez olmakla Manolov’un yönettiği Demokratik Haklar örgütü, “Bi Bi Si” yeyınına katılarak, Türklerin doğal ve demokratik insan hakları mücadelesini tamamen desteklediklerini bildirdi. Pomakların hak ve özgürlük hareketiyle koordineli çalıştıklarını bildiren Manolov, “Bulgaristan’da havanın değişmeye başladığını” bildirdi. Açlık grevleriyle birlikte hareketlenen Bulgaristan Türklerinin dip dalgası dünyanın dikkatini üzerine çekmeyi başarırken, iktidarın gizli saldırı planları yaptığını duyumluyordu.


Makale ve Analizler - 2014

13

Bu mücadelenen devam etmesi için, o aşamada, aydın katmandan örgüt başkan ve militanları ülkeden kovulsa da, başkalarının ışığına gerek yoktu. 1945 yılından beri Bulgar ulusuyla birlikte aydınlanmak isteyen Türk azınlığı 1956’dan sonra kendini her gün biraz daha kararan bir dünyada bulduğu gibi 1972- 84 -1989 baskı ve eziyetleri paralelinde ve sapık bir aşırılıktan başka birşey olmayan “soya dönüş” yalanıyla kimlik değiştirenlere karşı gelinmeliydi bunun da ayaklanmadan başka yolu yoktu. Grevlerin başlamasıyla gündeme gelen en önemli sorun yine de Atavatan ve Anavatan sorunuydu. Bir yandan Bulgaristan’da Türk olmadığını iddia eden Bulgar totaliter rejimi aynı zamanda açlık grevlerinin başladığı gün Türklere yine “zorla göç edeceksiniz” sopasını göstermişti. Bulgaristan Türkleri için vatan sözünün anlamı “karnım nerede doyarsa vatanım orasıdır” tekerlemesinden çok daha derindi. Bir defa onlardan bazıları bu diyara 1000 yıl, bir başkaları 800 yıl, daha başka boylar da Osmanlıyla birlikte 600 yıl önce, 1856 Kırım Savaşından sonra gelenler de vardı. Onlar bu toprakları islah eden, Vatan olarak seven, bütün kimlik ve sanatını burada yaratıp geliştiren, ata kabirleri de burada olan, kendi toprakları üzerinde yaşayan, üreten ve kimseye muhtaç olmadan geçinip giden köklü soylardı. Gelenekleri ve görenekleri burada kökleşmişti. Dünyanın her bir yanı, 3. kuşaktan sonra herkese vatansa, onlarda burada 25 - 30 kuşak kök salmıştı. Kendilerinin geliştirdiği öz değerli olan bu insanların bu topraklardan söküp atmak bir de 1000 yıllık bir beraberliği baltalamak anlamına geliyordu. Bu beraberlik yalnız birlikte doymak anlamında değildi, yine bu topraklarda oluşan kültürel beraberliği de tüm faklılıklarıyla birlikte yaşamaktı. “Soya dönüş” süreci ayrım yapmamış fark gözetmemiş ve hepsini ezmiş ve kimlik olarak sıfırlamış, dillerini yasaklamış, kültürlerini gömmeye çalışmıştı. Tüm imkânlar imkânsızlaştırılmıştı. Bulgarla Türkün güveni yok olduğu gibi iki tarafın birbirine söyleyecek sözü de kalmamış, ara çok açılmıştı. Türkler çok sabırlı insanlardı. “Sabrın sonu selamet!” dillerinden düşmezdi. Ama besbelli ki artık bütün imkânlar zorlanmış ve iletişim kesilmişti. Böyle yaşamaktansa açlık grevlerinde ölmeyi seçenler, genç kuşağa ölümsüzlük dersi veriyorlardı. Grevcilerle görüşmeya gelen yetkililerle ilk temaslarda kendilerine verilen yanıt şu oldu: “Kardeşim git işine bak, o kadar zeki olma, senden daha zekiler hapiste veya Vatandan kovuldular!” Yine o günlerde “Bize en büyük kötülüğü kim yaptı” sorusu belirdi.


14

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu soruyu soranlar kandırıldıklarını anlamışlardı. Onlara en büyük kötülüğü yapan onları kandırandı. Bu büyük bir kaygıydı. Onlar toplu halde kandırıldıklarını fark ettikleri, vicdanlarının uyanabildiği ve kimlik duyumu ile bilinçlendikleri için ayaklandılar. Hedeflerinde olan, sınır yıkmak, hükümet devirmek, ya da bugün Lugabnsk Donets seçimlerinde olduğu gibi başka bir Halk Cumhuriyeti ilan etmek değildi. En doğal olanı anasının evladıyla ana dilinde konuşma, kendi okullarında okuma, davul zurnalı düğünlerinde oynamak, kendi isimleriyle İslam dininyle, ezanıyla namazıyla, mevlidi ve bayramlarıyla ve Türkler olarak Türklük âleminde Türk gibi yaşamak istiyorlardı. Onların en kutsal ve en doğal haklarına saldırılmıştı. Kafalarındaki aydınlıkta “genel grev”, “iç savaş”, “hepsi için toplama kampı” ya da “toplu mezar” gibi dehşet veren kuruntular dolaşmaya başladı. Ama onlar bu korkuyu yenmişlerdi. Şöyle ki, gelinlerin kocaları hapistesürgünde, kandınlar erkekleri için ayaklanmıştı. Onlar erkekleri yanlarında olmadan hayatı devam ettiremeyeceklerinin biliyordu. Yıllar geçiyor onlarsa dönmüyordu. En fazla söylenen şarkı “Yemen Türküsü” oldu. Onlar bu büyük gerçeğin bilincine topluca varmışlardı. Yarınlar yalnız kadın ateşiyle ne ısınır ne de aydınlanırdı. Bu öyle birşeydi ki, karı koca bütün gece mıkırdaşsalar da Bulgarin nüfus hiç artmadığı ya da Bulgar nüfusun tamamen yok olacağı açlık grevine katılanlardan hiç kimsenin artık umrunda değildi. Açlık grevini yayıldığı 11 Mayıs günü genç gelinler şu şarkıyı söylemeye başladı: “Anem beni yetiştirdi, Bu yerlere yolladı. Al sancağı teslim etti, Allaha ısmarladı Boş oturma, çalış, dedi. Hizmet eyle Vatana, Sütüm sana helal olmaz Saldırmazsan düşmana...” O gergin günlerde iktidar da uyumuyorda, nereden çıktığı açıklanmayan ve ufak ufak “göreceli özgürlük” sözü gevelenmeye başlandı. Anlaşılan Türkler kinci bir millet olmasalar da, unutkan bir millet de değillerdi. 1984’ten beri üzerine pudra şeker serperek ikram ettikleri “soya dönüş” masalına kanmamışlardı. Görüldüğü üzere ne Todor Jivkov totalitarizminin yergisi ne de demokratik bir geleceğin övgüsü onları tatmın etmeyebilirdi. Ayaklanma


Makale ve Analizler - 2014

15

devam edip yayılırken durumun gerginliği de artıyordu. Türkler artık tüm Bulgar siyasal rejimlerinin kendilerine karşı kötü davrandığına inanmıştı. 1908’de Bulgar egemenliğinin ilan edilmesinden sonra ülkede ilk etnik ayaklanması başlamış ve iç ve dış destek toplarken bazı Bulgar demokratik çevreleri ve aydın kesim de onlardan yanaydı. Daha da derin düşünürken, Türklerin aile büyüklerine saygılı olan bir soy yapısına uygun yaşadığı, Çingenelerle beraber olsalar da, onlara kapının dış mangalı muamelesi yaptıkları, Pomakları da din kardeşi bildikleri dikkatlerini çekti. Öte yandan Çingenelerin başkasının kuyusunu kazan kötü yaratıklar olduğunu, bazılarına göre Türklerin ve Pomakların da kurt olduğunu biliyorlardı. Bu gergin durumda, onların Türk ve Pomak olmayan yeni bir kara koyun bulmaları, Müslümanları içtikleri suyun aynasına bakmada özgür olduklarına kandırırken başlarına “soya dönüş” torbasının yerine yeni bir çuval geçirme zamanı gelmişti. Bu mantığa göre suyun aynasında insan yalnız kendini görebilirdi. Greve kalkışanlarsa birbirlerinde arkadaş, yoldaş, kardeş görüyorlardı ki, bu çok tehlikeli bir bitrliktelik ve savaşın azmi doğurup besleyebilirdi. Kendi aralarında Türkçe konuştuklarında bu birliktelikten hükümet deviren güç doğabilirdi. Tam o günlerde, doğuştan Dobrucalı olup, uzun yıllar hapis yatan ve lise öğrenimini Panagürişte lisesinde bitirdiğimdem dolayı olacak Bulgarcası, başarılı Türk filolojisi öğrenimine dayanan Türkçesi kadar güçlü ve duru olan Halim Pasajov, toplam sayıları 46 olan Türk demokratik direniş birimlerinden birini Sofya kenarındaki Vitoşa Dağı bayırlarından birine geziye çıkarmış ve güncel direniş problemlerini gündeme getirmişti. Bu gürüşmede yeni kurulacak direniş hareketine Hak ve Özgürlükler Hareketi adının uygun görüldüğü daha sonra açıklandı. Bu ismin adını koyan H.Pasajov olmuştur. Burada çok ilginç ve dikkati çeken bir nokta üzerinde durmak istiyorum. Birkaç ay sonra, yani 10 Kasım 1989’da Todor Jivkov rejiminin devrilmesinden sonra, 04. 01. 1990 günü Ahmet (Dönek) yönetiminde Varna’da toplanan ve Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH) kurulması için yapılan görüşmede hazır bulunan Pasajov yeni hareketin isminin Hak ve Özgürlükler Hareketi olmasını önerdiğinde, Ahmet (Dönek) hazır yazılmış Tüzük, Programı cebinden çıkarıp masa üzerine koydu.Daha sonra bu Program ve Tüzüğün Sofya “Simeonovo” Polis Akademisinde kaleme alındığı ve Varna İl Mahkemesinde bir görevli sivil polis tarafından tescil ettirildiği ortaya çıktı. 10 Ocak 1990’da Hak ve Özgürlük Hareketinin kuruluş toplantısını yine Varna’da yapmıştı. Artık politik nitelik kazanan bu olaydan 25 yıl sonra da olsa, o dönem yöneticilerinin hazırladığı büyük bir tertip, Türklük kapanı, Türkleri,


16

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Pomakları ve Çingeneleri topluca Hak ve Özgürlükler sayasına kasaplık koyun gibi kapama planı hazırladıklarını ortaya çıkmış oldu. Buradaki mantık şudur: 1989’un 10 Kasımından yanı BKP’nin iktidardan düşürülmesinden sonra, demokrasiye geçiş propagandasıyla başlayan bir toplumsal dönüşümde uyumlu yanı özgür bir toplum düzeni insanların bir bütün içinde eritilmesiyle kurulamazdı. Normal bir insanın özgür olmayı arzulayacağı gerçeğinden kaynaklanarak birşeylerin değiştirilmesi ve özgürlüklere yeni kılıf bulunması gerekli oldu. Türkler tiran bir düzene kulluk etmekten vaz geçmişler ve ayaklanmışlardı, totaliter tiran kendiğinden çökerken itmek bile gerekmedi. İtmeye hazır olan güç kullanılmadı. Hak ve Özgürlükler Hareketi Türkleri “özgürlükler” yalanıyla şekerlendirilip tatlandırılmış bir ortama götürürken, aslında gönüllü köleliği dayatıyorlardı. İyi bildikleri birşey vardı: Halk bir kere kulluklaşmaya görsün, haklarını ve özgürlüklerini, verdiği mücadeleleri öylesine unutuyor ki, artık onun yeniden uyanıp yeniden özgürlüğünü ele geçirmesi olanaksız gibi oluyor. Bu örneklemenin doğru olmadını bugün yapılan Donetsk ve Lugans seçim örnekleriyle karşılaştırmalı anlatmaya çalıştım. Tabii arada şu bir de başka fark var: O zaman, bu zaman. Konumuz devam edecek.

Halisülasyonlar Sarayı

Renginar Güler-13.Mayıs.2014

Bir adam bir kapıdan içeri ne kadar sık girerse, içerde kalma olasılığı o kadar büyüktür. Krallar gibi eğilenen, istediği her şeyi yapabilen, sorumsuzca para harcayan kişiler gözlerinin önüne perde düşmüş tiplerdir. Sofya’da kendini para için satan kızlardan biri “cinayetler evinde” Ahmet (Dönek) ile geçirdiği gece serüvenini fahişe arkadaşlarına anlattınca olay sarı basına düştü. Bulgar basınından çeviridir. “60 yaşında olmasına rağmen, 30 yaşında gibi hareket etmek isteyen ev sahibi cinsel preformansını düşürmüş ama cinsel arzularını köreltmemişti.” Anlatmaya bu sözlerle başlayan, fakat isminin açıklanmasına razı olmayan genç kız, olayların belli bir sırayı izlediğine, tekrarlanan bir alışkanlıkla ilerlediğine


Makale ve Analizler - 2014

17

ve onun başına gelenlerin başka fahişelerin de başına gelmiş olabileceğine işaret ediyor. Basın adına “Saray” dese de, son zamanda, hele de Ahmet Emin’in kurşunlanarak öldürülmesinden sonra ilgililerin lügatında “cinayetler evi” olarak dolaşan bu eski binaya iki hafta önce bir cumartesi gecesi saat 22’den sonra götürüldüm. Adres ve müşterisi hakkında peşin bilgi alamadım. Tedirgindim. Korktum da diyebilirim, diyerek anlatmaya başlayan 18 yaşındaki kızın gözleri hep etrafta dolanıyordu. “Cinayetler evi” korumaları tarafından geçerken çok sıkı arandım. El çantam masaya döküldü. İçinden çıkan bir tükenmez ile iki anahtara ve makyaj aynama içerde kaldığı süre için el kondu. Yüksek topuklarımda iğne yada enser olup olmadığı tespit edilirken röntgen çekildi. Krem ve pudramda zehir testi yapıldı. Tabanca ehliyetim olup olmadını sordular. “Doğu Sporları” kurslarında eğitim görüp görmediğimden ilgilendiler. Sabıkalı olup olmadığım bilgisayardan yoklandı. Parmak ve dil izim alındı. Gizemli binaya gelmezden önce paramı peşin aldım. Kapı kontrolünde paralarıma el kondu. İçeri girdiğinde salon yaşlı kadın kokuyordu. İlk defa geliyordum ve müşterimin kim olduğunu bilmiyordum. Salon aynası kenarına monte edilmiş kamara vardı. Bolca resmedildiğimi sanıyorum. Bundan rahatsız oldum ama bir defa teklifi kabul etmiş bulundum ve geri dönüş yoktu. Evin kiracısı bir hayli gecikti. Sonra ansızın belirsiz bir köşeden çıktı. Oldukça alkollü olduğundan, normal dışı davranırken sarhoşluk heyecanıyla birşeyler söyledi. Ben anlayamadım. Saçları soylu bir kişi olmadığını ele veriyordu. Yanıma gelmeden bara uğradı iki kadehe buzlu viski doldurdu ve kendini konforlu hissettiği ortamda, sağ eli ilerde yaklaşırken, - “Hoş geldin!” dedi. Kristal bardağı uzattı ve “Daha önce seninle işimiz oldu mu?”, diye sordu. - “Sizi ilk defa ziyaret ediyorum,” cevabını verdim. İçkisini yudumladı. Ben de yudumlar gibi yaptım fakat damağıma bile dokundurmadan yutkundum. Adam çok yaşlı ve alkollüydü, biraz çekindim. - “Yatak odasına buyurun!” davetinde bulunan müşterim, kapağı açık ve yarıya kadar dolu viski şişesinin yanından geçerken bir eliyle onu da topladı ve basamaklara yöneldi. Burası bir kişi için çok büyük bir evdi. İçerde bizden başka kimseler yoktu. Hangi kata ve hangi odaya gireceğini bilmediğimden, bir elinde kadeh bir eli şişeli yaşlı adamı beklerken, duvarlardaki tablolarda yalnız çıplak karı kız sulietleri olduğu dikkatimi çekti. Dirseği ile usta bir hareket yapan orta boylu yaşlı adam bu kapıyı el sürmeden ilk defa açmıyordu. Salon büyüklüğün-


18

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

deki oda, yatak odasından fazla bir eğlence salonuna benziyordu. Karşıdaki pençereye vuran loş ışıklar arka bahçe lambalardan geliyordu. Bu salonun da ötesinde berisinde kamara gözleri olduğunu gördüm. Bu işte rezil olmak da vardı. Yine korktum. Genişçe bir koltuığa oturdum ve beklemeye başladım. Müşterim art arda birkaç yudum iştikten sonra, - “Endişelenme, bu oda özel işler için ve o gördüklerin çalışmıyor!” dedi. Sandi havayı sakinleştirdi. Çok deneyimli olmadığımdan sürprizler beklemeye başladım. Ne yapacağımı bilmediğimden, ilk adımı yaşlı müşteriden beklerken, - “Ben şimdi üç saat uyuyacağım, sen o kitapları dergileri karıştır ama sesiz olmaya dikkat et!” dediğinde, iyice şaşırdım. Beni buraya dergi kitap karıştırmaya göndermiş olamazlardı. Şeflerim müşterime muntazam hizmet veriyordu ki, bana paramı peşin vermişlerdi. Yaşlı adam yandaki battaniyeyi üzerine çekti ve hemen sızdı. Masaya geçtim ve elime geçen ilk kitabı karuıştırmaya başladım. Etienne de la Boetie’nin “Gönüllü Kulluk Üzerine Söylev” eseriydi. Bu kitabın 20. sayfası çok kalın çizilmişti: Şunlar yazıyordu: “Kötülüğe sabırla dayanılı ve gelecekteki daha iyi bir yazgıya hazırlanılmalıdır.” Nanındaki notta ise şunlar kaydedilmişti: “Ben DC’ye nasıl köle oldumsa, onlar da bana köle olacak!” Bu eserin 85 sayfası kırmızı tükenmezle çizilmişti: “Toplumsal azınlık bir kere kulluklaşmaya görsün, özgürlüğü ve haklarını öylesine unutuyır ki, artık onun uyanıp yeniden özgürlüğünü ele geçirmesi imkansız olur.” Yanındaki not ise şöyleydi: “Görecekler onlar, Peevski’ye baş kaldırmayı! Onu başbakan yapacağım, o benim en iyi dostumun torunu.” Hemen uykuya dalan yaşlı Ahmet (Dönek) beyin okuduğu son kitabı karıştırırken hegemonya bölümünde durakladım: “On kişi bir insandan korkabilir, fakat yüzbinlerin, milyonların sırf korktuklarından dolayı kulluğu, kölelliği benimsemeleri düşünülemez. Korkaklığın da belli bir sınırı vardır. Böylesine büyük boyutlara ulaşması olanaksızdır.” Yanı başına da şunları kaydetmişti: “Hiç kimseden korkmayan insanlar da vardır. Türklerin hepsi delibaltadır. Ben artık (buradan) çıkmayacağım, halktan ne kadar uzaklaşırsam, hayatım o kadar garantide.....” Bu yaşlı adam yalnız yaşıyor ve korumalarına rağmen korkuyordu. Üç saat geçmiş olacaktı ki, bir çalat saat beni korkuttu. Ahmet (Dönek) uyandı.


Makale ve Analizler - 2014

19

- “Sen artık git!” derken, elini cebine soktu. Birkaç para verdi. “Benim o işte çok iyi olduğumu anlat” dedi ve sağına döndü. Loş ışıklı merdivenlerden usulca indim. Salondaki koku burnuma yeniden vurdu. Dışarı çıktığında, ayaklarına uzun tüylü bir köpek enceği dolaştı. Sanki beni uğurluyordu. Çok ufak olduğundan o şin olup olmadığının kokusunu alamadı. Burun kıvırdı ve uzaklaştı. Kapıdaki korumalar, “3 saat ne çabuk geçti” derken, paralarımı ve alı koydukları diğer eşyalarımı iade ettiler. Taksi bekliyordu.

Kırılma Noktaları

Şakir Arslantaş-13.Mayıs.2014

11. Mayıs 2014’te Ukrayna eyaletlerinden Lugansk ve Donetskte yapılan “Bağımsızlık Referendumları” ile dünya politikası kırılma noktası yaşıyor. Şimdiye kadar devlet ve ülke sınırları ancak büyük savaşlardan sonra çiziliyordu. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Balkan ülkeleri arasındaki sınırlar yeniden çizildi. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa devletlerinin sınırları değişti. Almanya ikiye bölündü. “Dobruca” Bulgaristan’a geri verildi. 1990’da “Soğuk Savaş”ın sona ermesiyle de eski Sovyetler Birliği’nden 15 devlet ayrıldı. Bağımsızlıklarını ilan etti. Ne ki, bu devletlerden biri olan Ukrayna’da ana dilleri farkı olan birkaç etnikten oluştuğu için, resmi dil konusunda ortaya çıkan çelişkiler gittikçe derinleşti ve Kırım’dan sonra ana dilleri resmi dilden farklı olan, yani Rusça olan Doğu Ukrayna eyaletlerinden ikisi halk oylamasıyla bağımsızlık ilan etti. Referenduma katılanlardan % 90’dan fazlası eyalet yönetiminin “bağımsızlık” kararına “evet” dedi. İşte bu noktada yani Kırım, Lugansk ve Donets örneklerinde ve belkide çok yakında Odesa ve başka eyalet yönetimlerinin de bu konuda alacakları kararlarla Ukrayna devlet sınırları değişecek, hatta Ukrayna’nın Karadenize çıkışı bile kalmayacaktır. Bulgaristan Türklerinin yakın tarihinde birkaç kırılma noktası oldu. Bunlara “değişim ya da dönüşüm” noktaları da diyebiliriz. Birinci, 6 Mayıs 1989’da açlık grevlerine başlanması, Bulgaristan Türklerinin devletin o güne kadar yani 107 yıl boyunca aldığı tüm kararları tepkisiz kabullenme ve uyma süreci noktalandı ve pasiflik aşılarak “aktif direniş” aşamasına


20

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

geçildi. 107 yıl süren ittatkar, sabırlı ve hoşgörülü tavrın açlık grevleri başlatarak aktif mücadele şekline dönüşmesi bir kırılma noktasıdır. Pasif dayanma ve beklemeyi aşıp eyleme geçme kendiliğinden köklü bir değişim sergiledi. Yine aynı dönemde Bulgar devletinin Türklere karşı uyguladığı sert politikada da bir kırılma yani köklü değişme gün ışığına çıktı. “Bulgaristan’da Türk yok” savı bir anda unutuldu. Türklerin topluca Türkiye Cumhuriyeti’ne sözde turist olarak göçe zorlama ve kendilerinden sonsuza dek kurtulma, tüm varlıklarına el koyma politikası gündeme geldi. Yine 1989 Mayısında Bulgaristan Türk azınlığının psikolojisinde ve ruhunda da bir kırılma, yani köklü bir dönme gözlendi ki, zorbalığa karşı doğal hakları için ayaklananlar, yurt değiştirmeyi akkılarından bile geçirmeyenler, Bulgaristan topraklarını kendi kadim ve ebedi Atavatanı bilen bu kalabalık etnik azınlık gözünü Ana Vatan’a çevirdi. Bu gelişmeler ve kırılmalar kuralsız bir oyunun sonuçlarıdır. Barışçı gösterilere ve açlık grevlerine tankla topla saldıran, ateş açan ve kıyım yapan Bulgar devleti adil olmak istemediğini, demokratik istekleri kabul etmediğini, insan haklarını tanımadığını, Türklerin Türklüğünü tanımayacağını tüm dünyadan yüz çevirerek ilan etti. Türkiye devlet ve halkı başta olmak üzere, İslam dümyası ve demokratik Avrupa toplumu Bulgaristan Türk ve Moslümanlarının insan hakları uğruna verdiği büyük davadan yana çıktı. O yıllarda dünyada kamuoyu oluşturan en güçlü araçlardan biri olan radyo yayınlarında Bulgar parti ve devlet yönetimi lanetleniyor, Türk azınlığın davasının, açlık grevlerinin ve isyan hazırlıklarının haklı olduğundan gece gündüz söz ediliyordu. O günler öyle günlerdi ki, sanki Bulgaristan Türklerinin hepsinin canı kullaklarına toplanmış ve herkes hep beraber radyo dinliyor, yorum yapıyor, haber paylaşıyor ve çelikleşen ruhuna yeni su veriyordu. Açlık grevlerine katılanlar ve onları destekleyenler tek kelime söylemeden, konuşmadan, tartışmadan birbirlerini anlıyor, kardeşleşiyor ve yürekler kucaklaşıyordu. Pasiflikten direnmeye geçiş işte böyle çok kararlı bir ortamda gerçekleşti. Yılların biriktirdiği zulmün acıları toplanmiş ve direniş gücü olmuştu. Burada ne Sofya, Sliven, Pazarcık, Stara Zagora ve Varna zındanlarında yenen dayağın hesabı, ne işittikleri küfürlerin sayısı, ne yakınların hor görülmesine tepki olan yürek acısı belirleyiciydi. Yeni nitelikte acı ve çekileri yenmişlik, zulmün yükünden sıyrılmışlık, kamburunu doğruturken gözleri dönenlerin ölümü aşma azmi vardı. Bunu karşılaştırmalı ifade edersek, özgürce uçmanın doğal hakkı olduğunan inan kartal yuvadan uçmuş, kanat açıyordu. Açlık grevcilerinin yüzleri ışıl ışıldı, halkın yüzündeki umut pırıltıları hepsini hem aydınlatıyor hem de yüreklendiriyordu.


Makale ve Analizler - 2014

21

Bulgaristan Türklerinin acıları açıp yeni dünyaya açılması kolay olmadı. Yüzbinlerce insanın bireysellikten kurtulması, vicutlarındaki bin bir korku bağın adeta çözülmesi ve birden mücadele eden Türk yani bir bükülmez yumrukta birleşmesi kendiliğinde olmadı. Totaliter rejim karşısında direnen müthiş bir insan denizi, derin ve sesiz bir uğultu ve tüm barajları yıkıp önü alınmaz bir sel gibi akmaya hazır bir halk toplulu belirdi. Köyde pazarda, işte veya hapiste, sürgünde ya da mahkemede nerede olursa olsun Türkler haklı bir davanın kurbanı oldukları konusunda aynı şekilde düşünüyordu. Tek yürek şeklinde atan bu büyük güç, Bulgar’ın ellinden geleni ardlarına bırakmadan 107 yılda yarattığı öfkeden, hınçtan kaynıyordu. Kimse kimseye ürkme, korkmma dedi. Sokaklardaki sesizlik çok manalı ve düşman için öldürücüydü. “Fesli”, “ibrikli”, “poturlu”, “şalvarlı” diye alay ettikleri ve küçümsemeye çalıştıkları bu ağızı var, dili yok köylüler dünya serbest güreş şampiyoru Lütfü Ahmedov, Hüseyin Mehmedov’un, olimpiyat şampiyonu halterci Naim Süleymanov, Halil Mıtlu ve daha nicelerin anası babası, nenesi, demesi, kardeşleriydi. Bulgaristanı dünyaya tanıtanlar insanlarımızdı. 1989 Mayısı’nda bu insanların kalbinde isyan vardı. Bulgaristan Türklerinin içindeki Hak ve Özgürlük duygusu hareketlenmişTİ. gücünü de kendi ateşinden alıyordu. Başlattıkları ayaklanma aynı anda ayrı ayrı kalplerde yanan ateşin birleşmesiydi. Onlar zalimlerle hesaplaşıp ellerini kana boyamak da istemiyordu, çünkü Bulgar halkının kendi katilleriyle er veya geç kendisinin hesaplaşacağına inanıyordu. Bulgaristan Türkleri “Ezdik bitirdik” - “Türk kalmadı” diye hesap verdiklerinkarşısına hiç umut etmedikleri ve asla beklemedikleri bir kudretle dikildi. Bu büyük güç çektirenlerden hesap sorma kapısını açtı. Aslında büyük kırılma noktası tam bu dev gücün hareketlenmesidir. Hesap sorma kapısı bugün de kapanmadı açıktır. Türkler hür oldukça, sorulmayan hesap kalmayacaktır.

Eski Hamam, Eski Tas

Şakir Arslantaş-16.Mayıs.2014

25 yıl önce bugün tutukluların hemen serbest bırakılması, sürgünlerin salıverilmesi, isimlerimizin, kültürel ve dini haklarımızın iade edilmesi ve eğitim alanındaki haklarımızın 1956 yılı seviyesinde geri verilmesi istekleriyle başlatılan açlık grevlerimizin 10. günüydü. Bulgar sınır kapıları Batıya ve Türkiye’ye


22

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

doğru daha da aralanmış ulusal açlık grevi direnişine katılanlarla birlikte insan hakları örgütlerimizin öncü Türk kadroları, militanlar birer birer yeniden tutuklanıp sınırdan kovuluyordu. Açlık grevleri, Türk kimliklerimizin evrak üzerinde değiştirilmesine tepki olarak başlayan ve her geçen günle gelişen ve güçlenen 1984 - 1989 arası yer altı mücadelesinin su üstüne çıkması ve ilk legal biçimiydi. Bulgaristan Türkleri ve Müslümanlar doğal kimliklerinin değiltşirmesi olayını asla içlerine sindireyip çok değişik yeraltı direniş hareketleri denediler. Bu arada Burgas Sofya treninde, Plovdiv tren garında ve Varna uçak alanında patlamalar oldu. Tutukluların sayısı kat kat arttı. ilk üç idam cezası da o zaman infaz edildi. Bütün baskı ve teröre rağmen, ağır yaptırım ve tehdit süresi içinde Türkler kendi aralarında, ailelerinde Türkçe konuştu, aile içi dil olarak Türkçe değişmedi, hısım akraba arası iletişim Türkçe ve İslamı kuramlara uygun sürdü, erkek çocuklar gizli gizli sünnet ettirildi, mevlit okutuldu vs. vs. Uluslararası tepdilerden korkan totaliter devlet camilleri direk olarak kapatmaya gidemediğimdem Türkler özellikle cuma namazında camilere çok daha kalabalık toplanmaya başladı. Bu buluşmalarda aralarında bilgi alış verişi gerçekleştirdi. İsimlerin değiştirilmesi olayı ikircimli durumda olan bazı Türk aydınları da tepki veren kitle alayına katılmayı denedi. Son yıllarda Türk olduklarını gizleyenler, aralarında Bulgarca konuşanlar da limon gibi sıkıldıklarını ve kullanıldıklarını anlayınca Türk kardeşlerinin ortamına dönme yolları aradılar. Fakat Bulgaristan Türkleri tarihinde daha önce hiç rastlanmayan bir özellik de yeni ortamda belirdi. Halk geri dönmek isteyenlere “dönekten dost olmaz” tavrı aldı. “Bunlar bizi gene satar” inancıyla hareket derek ihanetçileri gizli direniş sıralaruına almadı. Bulgaristan Türklerinin direniş psişiğindeki büyük değişiklerden biri de, totaliter bir devlete karşı bireysel mücadeleyle başa çıkılamıyacağı gerçeğiydi. Toplumsal yerlerde patlama olayları ve infazlar da bunu kanıtlıyordu. Mücadelede başarı şansı arayanlar, özgürlük yolunun birleşmeden, örgütlenmeden geçtiğine inanıyordu. 1984 - 1989 döneminde işte böyle bir anlayışla uzun ya da kısa ömürlü olması belirleyici olmamak şartıyla 49 gizli Türk direniş örgütü kurulduğunu anımsastıyoruz. Bu örgütlenmeyi kolaylaştıran dış etkenler de vardı. 1945 sonra gitgide sertleşen “soğuk savaş” yılları, Mihail Gorbaçov’un hayata davet ettiği “Glastnost” (Şeffaflık) ve “Perestroyka” (Yeniden Yapılanma) politikaları Bulgaristanı da etkisi altına aldığından, “Ne oluyor?” sorusu her kese ulaşmıştı. O zamana kadar BKP ve “DC” (gizli polis) el ele vermiş, yargıyı işlemez duruma getirip tatile göndererek işledikleri yasa dışı suçlara şeffaflık getirmek, yani birçok şeyi açıklama ve belki de hesap vermek zorunda kalacaktı. Sos-


Makale ve Analizler - 2014

23

yalist dünyanın ilgiyle izlediği Sovyetler Birliği’ndeki gelişmeler bu havadaydı. Bu da büğyük bir gizlilik içinde gelişen Bulgaristan Türklerinin direniş biçimlerinin ilk çatlaktıktan, bulutların birazcık aralanmasından yararlanarak, Avrupa Radyolarını aramasına, gizli örgütleri yasallaştırmak için mahkemelere başvurmalarına yol açtı. Yeni ortamda sislerin dağılmasına vesile olan önemli olaylardan biriyse Türkler ile birlikte Bulgar halkının kendisinin de Pomak, Türk ve Çingene kökenli Müslümanları tümüyle içine alan “Tek Bulgar Milleti” projessini kabullenememesi oldu. Unutmayalım genelde bulgarlar “milliyetçi” bir toplumdur. Bu milliyetçiliğin temeli de Türk düşmanlığına oturtulmuştur. Bulgar destanlarında baştan başa Türklerden intikam alma konusu işlenmiştir. Türkleri kesmekten bahsedilir. En büyük Bulgar kahramanları, Türklere ve Müslümanlara karşı savaşmış olanlardır. Yazılı ve görsel basın, radyolar, milli eğitim ve öğretim kurumları bu konuyu sürekli canlı tutmuştur, askerde genç nesil bu ruhta etim alır. Türk düşmanlığı ortadan kalkacak olursa, Bulgar milliyetçiliği dayanıksız kalır ve yok olur. Özellikle de çok şiddetli biçimde devam eden 1985 - 1989 arası anti-Türk propagandada Bulgar milleti üstün ve mümtaz bir soy olarak gösterilmeye çalışıldığı gibi, Türklerle ve Çingene kökenli Müslümanlarla yani kendilerinden alçak gördükleri bu etniklerle ve birleşmeyi kaynaşmayı ve bütünleşmeyi içine sindirememişti. Bu konu Bulgar kamuoyunda gizli gizli de olsa 1960’dan sonra gündeme alındı ve tartışma konusu oldu. Bu tartışmalarda kristalleşen ana görüşler 1975’lerden sonra koyulaşan diktatör totalitarizm yıllarında bir daha gün ışıyına çıkarılamadı. Herkes gerçekleri söylemekten korkuyordu. Ne ki, dünya konjüktürü totalitarizm alehyinde gelişmeye başladığında, bu gibi görüşler yeniden açıkça söylenmeye başlandı ve Türk direniş hareketinin ayrı bir cesaret kaynağı oldu. Bu konuyu bugün bir daha işlememizin nedeni, bir yandan Bulgaristan Türklerinin şanlı mukavemet tarihinde kavganuın yeraltı biçimlerinden açlık grevi şeklinde kamuoyuyla kucaklaşmasının 10. gününü anımsatmak hem de, 1956 yılından başlayarak tümü yasadışı çok değişik biçim ve yöntemlerde gelişen Türklerin Türk kimliğini köreltme, dinlerini yasaklama politikalarının, 1989’da yenilgiye uğratılmış olmasına rağmen, 1992’ne yeni Bulgaristan Anayasası’nın kabul edilmesinden sonra yasal biçimde sürdürüldüğüne bir daha işaret etmektir. Şurada önemle belirtelim: Çarlık dönemi ve Komünist Partisince yönetilen totaliter sosyalist Bulgaristan’da Türk sorunu politikasına ait ana hedefte herhasngi bir değişiklik ypoktur. Bu politika devamlı olarak ya göçe zorlayarak ya da kimlik değiştirerek Türkleri Türklüklerinden vazgeçmeye zorlamayı temel


24

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

hedef bilmiştir. Bulgaristan’da kalan Türklerden en şiddetli saldırı hedefi her defazında aydın kesim oldu. Aydınlar kültür ve aydınlığın taşıyıcısı olduklarından hep ezildiler. İkinci yerde. Yine baş yerde Türk eğitim sistemi yani okulların kapatılıp özgün kültürlerün sıfırlanmasıydı. Bulgar iktidarlar bu hedeften asla şaşmadı. Bu alanda, Çar Ferdinant ve III. Borisin yapamadığını, Türk eğitim merkezlerini, okullarını tamamen yasaklayan totaliter Todor Jivkov rejimi ve 1990’da sonra onun yerini alan ve devamcısı olan sözüm ona demokratikleşme düzeni, Türkler konusunda değişiklik yapmadı. 1990’a kadar Türklere ve Müslümanlara karşı yasadışı biçimlerde yürütülen sindirme, yasaklama ve yaptırım politikaları, 1992’de sözde demokratik Bulgaristan Anayasası’nın kabul edilmesiyle yasal biçimde devam etti. Bu Anayasa’da da tek uluslu Bulgar devletinden söz edildiğine göre, etnik azınlıkların öz haklarının üzerinden bir sünger çekildi. Gözümüzde saygıdeğer demokrat aydınlar olan rahmetli Prof. İbrahim Tatarlı, doçent doktor İbrahim Yalamov, Çimgene kökenli kardeşlerimiz adına da Petar Georgiev Bulgaristan Sosyalist Partisi ve Hak ve Özgürlükler Partisi adına bu Anayasa’yı hazırlayan komisyonda çalıştılar. Bugün de Sofya Halk Meclisi Hukuk Komisyonu Başkanı HÖH milletvekili Metin Kazak’tır. Fakat değişen hiçbirşey yok, olmadı ve olmayacak gibi. Şimdi yürürlükte olan, 1992’de Nüyük Millet Meclisinde kabul edilen Bulgar Anayasası artık yerlerinde yer esen, dağılan ve dağıtılan, politika dışı hurdalığa atılan Demokratik Güçler Birliği (CDC) milletvekillerinden 34 tarafından onaylanmadı. Vekiller açlık grevi başlattılar, direndiler ama hiçbirşey elde edemediler. Eski statükonun, köhnemiş ve küflenmiş görüşlerin Türklerimiz arasından da yeni savunuları belirdi. “Soya dönüş” politikasına ilişkin birçok eserin müellifi olan ve bu yöndeki devlet politikasının uyguulanmasında parmağı olan Orlin Zakorov (Şükrü Tahirov) yeğeni olan, totaliter yıllarda Kırcali gizli poliz görevlilerinden olup, HÖH Genel Başkanlığına halka rağmen, hemşerisi Lütfü Mestan’ın atanmasından sonra, bir bilim adamı olarak kürsülere çıkmaya başlayan Mümün Tahir, son dönemde “Bulgar milliyetçiliği ve kimlik” konusunda öteden beriden topladığı alıntılarla derlediği yazılarından birini Reformcu Blok partisine katılan, Başkan Korman İsmailov tarafından yönetilen Onur ve Özgürlük Partisi’ne de mal etmeyi başardı. M. Tahir’in “yazdığı yazıların” temelindeki görüşte, “bir Anayasa, tek ulus ve azınlık yok gerçeği” vardır. Bu yazılar, Türkler’in Türk olduğunu ret edip ve ezilip eritilmelerinin yasal bir süreç olduğunu savunur. 1989’da Mayıs İsyanıyla kazanılan hak ve özgürlüklerimizin ve Türk kimliğimizi yaşatma davamızın can düşmanıdır. Totalitarizm sözüm ona demokrasıyla değişti, yani tas değişti ama hamam aynıdır. Hamamcı Bulgar devletidir. Tellak rolü üstlenen HÖH eliti


Makale ve Analizler - 2014

25

(Ahmet Dönek ile Lütfü Mestan) Türklüğü keselerken oğa oğa hepimizi eritmeye çalışıyor. M. Tahir de tellaklardan biri oldu. Tebrikler. Bulgaristan’da Türk hamına girenler kirimi yumşatıyorum bahanesiyle erimek ve Bulgar olmak zorundadır.

Örgüt İçin Özgürlük

Dr. Nedim Birinci-16.Mayıs.2014

1989 Mayısı’nın 13’ünde açlık grevleri, kabaran mücadele ruhunun ülkeye yayılması ve bütün Türkleri ve Müslümanları kucaklaması 2. haftasını yaşıyordu. Tutuklular, hapisler, sürgünler, kovuşturanlar, sorgu odalarında bulunanlar haber almış ve herkesin yüreği coşmuştu. Savaşım ateşinden alev olmak isteyenlerin kendilerini bir yere kaydettirmelerine, birilerine telefon açmalarına ya da mektup yazmalarına gerek yoktu. Herkes her Türkün ve çingene kökenli Müslüman kardeşlerimizin ve Pomak ernik topluluğunun bu ayaklanma içinde bir er olduğunu biliyordu. Böyle heyecanlı ve korku perdesinin yırtıldığı bir ortamda illegal hareket eden insan hakları örgütleriyle paralel çalışacak, öncü Türklerin politik başı olacak bir siyasi partiye ihtiyaç vardı. İnsan Hakları Örgütü Demokratik Lig gerek Plevne İl Mahkemesi’nde, gerekse Sliven’e bağlı Kotel’ belediye mahkemesinde tescil rdilmedi. Parti Başkanı Mustafa Ömer artık Bursaya geçmiş Ulu Cami önünde açlık grevini sürdürürken, direnilin başına Albvanlar (Yablanovo) dan Ormanlı geçti. Sekreter Sabri İskender direniş merkezlerini dolaşıyor halkı yüreklendiriyordu. İşte böyle bir ortamda özgürlük insan için olsa da bir Politik Parti için özgürlük isteniyordu. Yarı legal bir politik oluşum olan Petır Manolov’un Demokratik İnsan Hakları Hareketi içinde “Türk Kanadı” kuruldu. Bu kanat açlık grevlerinin uyanan Bulgar demokratik aydın hareketi ve Sofya’daki demokratik kitle hareketlenmesiyle bağlar kurmasında rol oynadı. Demokratik uyanış ve mücadele cephesinin ana hedefi Todor Jivkov’un totaliter düzenini devirmek ve Bulgaristan’da demokratik bir toplumsal yapılanma ortamı yaratmaktı. Demokratik güçlerin karşısında tepeden tırnağa silahlı totaliter ordu, polis, kırmızı baret ekipleri, eğitimli komandolar, yargı ve zulüm makinası vardı. Direnenler-


26

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

den yana olanlar, uluslararası demokratik güçler, ilerici örgütlerin dayanışması, Türkiye ve Sofya baskı rejimine yüz çeviren Mihael Gorboçov’un “yenilenme” rüzgarı vardı. Grev direnilerine katılan Türkler ve onları destekleyenler başarılı olabilmek için ikinci bir doğa aramaya başladılar. Bu ikinci doğa mücadelenin politik ve ideolojik doğası olacaktı. 1878’de Osmanlı’dan koparılan Bulgaristan Türk ve Müslümanları, ne 1908’de kurulan III. Bulgar Çarlığına kadar, ne 1908 - 1945 arası Çar Ferdinad ve oğlu III. Boris dönemin’de, ne de 1944’ün 9 Eylülünde başlayan Bulgaristan Halk Cumhuriyeti döneminde, ta ki grev direnişlerinin toplumu çalkaladığı Mayıs 1989’a kadar kendi politik partilerini kuramamıştı. Balkan Savaş’indan sonra Radoslavov’un Liberal Partisi’ne oy veren, 1919 Asker Ayaklanmasından son Al. Stanboliyski’nin Çiftçi Partisi’ni destekleyen, daha sonra aynı partinin değişik kanatlarını ve Demokratları arkalayan, 1934 faşist darbesinden sonra ve İkinci Dünya Savaşı yıllarında Bulgar İşçi Partisi (komünistler) ile partizan pıtikalarında bile birlikte yürüyen ve 1945’ten sonra daha fazla Bulgaristan Halk Çiftçi Partisi ve önce Bulgaristan İşçi Partisi ve daha sonra Bulgaristan Komünist Partisi’nin davasına katılan Bulgaristan Türk ve Müslümanları artık içinde bulundukları kırmıştı. Açlik grevleri politik heddefli bir başkaldırıydı. Grevciler kavga meydanına ekmek teknesiyle çıkmamış insan hakları, özgürlükleri için ölüm kalım mücadelesi vermeye toplanmıştı. Ve bu bir sokakta, öteki köşede ve kör bir meydanda verilen bir kalmga olmakla kalmayıp, etnik azınlıkların yaşadığı bütün yerleşim yerlerinde kabarak ve bayrak olan bir başkaldırıydı. “Soya dönüş” politikası, topyekün “bulgarlaştırma”, “Türkleri eriterek yok etme” ve başka bir değişleasimile etmesiyaseti bir ceset gibi köy meydanlarında kaldı. Bulgaristan Türkleri ve tüm Müslümanlar bu politikayı ağızına almadı, çiğnemeyi, özümsemeyi denemedi, yutmadılar. 1956’da Türk okullarının kapatılmasıyla tatlı şakalarla yumuşatıp yumuşatıp önlerine sürülen eritme politikasını kucaklayan olmadı. 1945 - 1956 yılları arasında oluşan Bulgaristan Türk aydın ordusu her zaman Türklüğü yaşatmadan yana çıktı, halkın manevi dayağı oldu ve Türk öncüler yetiştirdi. O yıllardan sonra iki defa göç yaşanmış olmasına, yurdu terk etmek isteyen aydınlara öncelik tanınmasına karşın, Bulgaristan Türkleri arasında Türklük ruhu kırılamadı, derin kökleri güç kazandı. Direnmek öz doğalarında olan Bulgaristan Türkleri sosyalist totalitarizmi ret ederken yerine yeni bir politik anlayış, insancıl bir ideoloji, gönüllerini ısıtacak ve güçlerine güç katacak yeni bir siyasi açılım aramaya başladı. 1984 - 1989 baskı ve terör döneminde kurulan illegal ya da yarı illegal Demokratih Lig, Uzun Kış,


Makale ve Analizler - 2014

27

Demokratik birlik, İnsan Hakları Teşkilatı ve başka birçok irili ufaklı ve ömürleri kısa olan, dağılan ya da dağtılan birlik ve direniş grubları legal kitle partisi niteliği alamadığından ortada bir boşluk vardı. Aydınların ve yılmaz ruhlu Türklerin hapislerde tutulması yeni politik atılımı yıllarca engelledi. Şimdiki grevciler ve onlarla gece gündüz dayanışanlar mücadele rüzgarının geçeceğini, direniş dalgasının alçalacağını duyumladıklarından olacak, enerjilerini bir örgütte, yebir bir oluşumda, bir partide toplamak ve yeni bir ideolojiyi kendilerine bayrak edip göndere çekmek istiyorlardı. Aradıkları ikinci bir kişikti. Onların Türk ve Müslüman kimliğini birleştirecek bir politik kişilikti. Aranan, Komünist Partisi dışında, Çiftçi partisi dışında, Vatan Cephesi ve Komsomol dışında, kendilerine ihanet eden, onları ezenlerin tümünün dışında yeni bir kimlik arayışı yenir bir aşamaya girdi. Mayıs 1989 direnilerinin politik dalları önderler yurt dışına kovularak kansız budanıyordu. Budandıkça da hareketlenen alt taban başsız kalıyordu. Sorunların sorunu olarak ortaya çıkan bu politik kimlik kimlik arama meselesinde onların doğaları ve emelleri birleşiyordu. Demek oluyor ki, 1989 Mayısı’nda ilk defa olmak üzere, Bulgaristan Türkleri içinde yeni bir ego oluşuyordu. Ruhu demokrat olan insanlarımızın aradığı, doğal ve insan hakları ile hayat hakkı isteyen özgürlüklerin birleştiği süper bir egoydu. Yaşam hakkı kazanan olgu yaşam alanı istiyordu. İşte bu noktada en büyük dönüşümler savaş meydanlarında doğar deyenler haklıydı. Ve işte böyle bir ortamda, Bulgaristan Türkleri ve Müslümanları tarihinde zulmü, totalitarizmi, baskı ve terör rejimlerinin her çeşidini, adaletsizliği ve insanın insana düşmanlığının her türünü ve envayi çeşidini ret edilip, olumsuzlanıyor ve yerine insanın insana olan en yürekli kardeşiği, demokratik düzenlerin en özgürlükçü ve adaletli olanı hayata çarılıyordu. Bu yepyeni bir bilinçlenme düzeyiydi. İnsanımız o zamana kadar hayatlarında rol oynayan ve canlı olmaya devam eden herşeyden sıyrılıp kurtuluyor, olumsuzladıkları herşeye yüz çeviriyor ve ikinci bir dünya arıyordu. Bu dünyanın adı özgürlüktü!


28

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Matem Ayı

İbrahim Soytürk-16.Mayıs.2014

Yazımı yazmama başladığım an, Türkiye Soma maden ocağından 282 cesetin çıktığı bildirildi. Türkiye ve dost dünya matem yaşıyor. Acı haberler birbirini izliyor. Yaralar yürek yakıyor. BULTÜRK Kültür ve Hizmet Derneği, Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi ekibi, bghaber. org yazarlar grubu; ile BULTÜRK Gazetesi çalışanları tüm Türkiye halkına başsağlığı dileklerini iletiyor. Kültürümüzde “cana gelmesin, mala gelsin” sözü vardır. Bu defa cana geldi ve Türk ulusunun, hepimizin canı yandı, ulusça ağır matem yaşıyoruz. İnsanoğlunun hak ve özgürlükleri candan sonra gelen, hayatımızı belirleyen ve yönlendiren değerli toplumsal ve hukuksal edinimler arasında önde gelir. “Matem ayı” dediğimiz 2014’ün şu ayında biz Türkiye’de ikamet eden Bulgaristan Türkleri başka birçok büyük bir kaybımızı sineye çekmek zorunda kaldık. Biz, bu ayın 25’inde yapılacak olan Avrupa Birliği Parlamentosu seçimlerinde, bir AB ülkesi olan Bulgaristan’ın vatandaşı olmamıza rağmen, seçme ve seçilme, oy kullanma hakkımızı kaybettik. Bulgar Halk Meclisi’nde kabul edilen son yasalarla, Bulgaristan vatandaşı olmamıza ve isimlerimizin seçim listelerinde bulunmasına karşın, AB seçimlerine katılmamıza kısıtlama getirildi. Bu defa AB seçimleri için Türkiye’de seçim büroları, sandık açılmayacak, Bulgaristan’da oy kullanmamız içinse, seçimden önceki son 3 ayda orada yaşamış olmamız koşulu getirildi. Hepimizin işimiz gücümüz var, AB seçimine katılacağım diye 3 ay Bulgar da yaşamak olmaz. Hedef bu defa da politiktir. Bizim en doğal insan ve vatandaşlık hakkımız olan seçme ve seçilme, oy kullanma hakkımız elimizden zorla alındı. Biz 1989’da vatanımızdan kovulduk, şimdi de seçime katılma hakkımız gasp edildi, sıra vatandaşlık hakkımıza geldi. Seçme ve seçilme hakkımız demokratik toplumun temel taşıdır. Bulgaristan’ın totaliter baskı ve terör rejiminden demokrasiye geçişi en başta yerli Türk ve Müslümanların verdiği sert tepki sonucu gerçekleşti. Bu tepkinin güçlü sivri ucu Mayıs 1989 Türk İsyanıdır. Bu bir Türk köylülüğü ayaklanması olmakla birlikte, oradaki Türk işçilerin de ortak katılımıyla gerçekleşmiştir. 1989 Bulgaristan Türklüğünün tek yumruk, tek yürek olduğu dönemdir. Bulgaristan’da demokratikleşme ve çoğulcu politik sistem bu mücadelede doğdu. Seçme ve seçilme hakkımız, demokratik vatandaş hakları arasında en önemlisidir, özgürlüklerimizin özünü teşkil eder. Bu hakkımıza el kaldıranlar, hakkımızın en temel haklarından birine hunharca saldırılmıştır. İktidarda bulunan ve


Makale ve Analizler - 2014

29

insan haklarımızı, Türklüğümüzü ve huzurumuzu korumak için kurulan Hak ve Özgürlükler Partisi (HÖH) 2014 itibarıyla demokrasinin ana ilkelerini savunamaz duruma geldi. Seçme ve seçilme hakkımızı savunamayan HÖH partisi bizim olmaktan çıktı. Demokratik toplum kurma davamıza, hak eşitliği ilkesine, sosyal adalet prensibine ve temel özgürlüklerimize yüz çevirdi. Artık bizi temsil etmiyor. İzlediği siyaset ve savunduğu politikayla Bulgaristan’da yaşayan Türk, Pomak ve Çingene kökenli Müslüman klardeişerimizin oylarıyla, biçimlenmekte olan Bulgar büyük burjuvazisinin, yerli oligarşi ve ülkemize çöreklenen Rus oligarşisinin menfaatlerini savunuyor, politik sahnede onları temsil ediyor, AB parlamentosuna da onların dalavereleri, kirli işleri için Daniel Peevski gibi oligarşi ayısı temsilci göndermeye hazırlanıyor. İzninizle konunun iki satırla dışına çıkıyorum. Tütün paranızı alamadığınızı, birçok yerde Tütünlerin elinizde kaldığını da biliyoruz. Aynı zamanda Tütüncülerin oylarıyla iktidar ortağı olan HÖH - DPS liderliği zamanında, yalnız bir Bulgar şirketinin 1 yılda Dubay üzerinden 80 milyon Euro Bulgaristan sigarası kaçakçılığı yaptı açıklandı. Bu arada en büyük distributor, 2 aya kadar Daniel Peevski ortaklığındaki şirketlerdi. Şimdi bu adamın parmaklıklar ardına girmesi gerekirken, biz kendi oylarımızla, Ahmet (Dönek) istediği diye, bu oligarşi ayısını 80 bin leva aylık maaşla, Brüksel’e göndermek için hazırlık yapıyoruz. Bu yol kesilmezse, bir hepimiz köle oluruz. Uyanalım lütfen Konumuza devam edelim: Bulgaristan Türklerinin 1878 - 1989 yılları arasındaki ağır, acılı, ezici uyanış, dirilme ve örgütlenip kurumsallaşarak politik iktidara uzanma davasının en önemli kazanım, politik örgütlenme hak ve özgürlüğümüzü elde etmemiz oldu. Kişisel mücadelenin kolektif zaferi olan özgürlüğümüze kavuşmamız ne yazık ki, bu zor davayı yürütenlerin, bu uğurda halkımızın yararına kullanılacağına, sefil halkımızla hiçbir ilişkisi, bağlantılı, sözleşmesi, menfaat ortaklığı olmayan, rüşvet ve dolandırıcılık işlerinden palazlanan oligarşi zümresi lehinde iş görüyor. HÖH parti liderliği yerli ve yabancı oligarşi ortaklığıyla halkımızdan koptu, insanlarımızı garantili, satın alabileceği, aldatabileceği “oy” kitlesi olarak kullanıyor. Bu açıdan baktığımızda yeni oyunları da her gün görüyoruz. Bulgaristan Türkleri bugün çok yoksul, parasız, sefil durumdadır. 100 leva borç para istesen verecek zor bulunur. Bu sene, Ak Kadınlar (Dulovo) Belediye Başkanı Dr. Nihat Tabakov, diğer muhtarlara gözdağı vermek için Varna hapsine atıldı. Ahmet (Dönek) ile Lütfü Mestan’ın dediklerini yapmazsa HÖH eski


30

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Silistre İl Başkanı Sefer hapsi boyladı boylayacak. Seçim önünde biz ne dersek o olur, anlamında, seçmeni hem ürkütmek hem de yüreklendirmek için Razgrat Eski Belediye Başkanı B. Bahri’yi şimdilik serbest bırakıldı. Burada söylemek istediklerimiz şudur: Bu belediye başkanları ve haklarında asli hukuk davası açılmış bulunan daha birçok Türk Muhtar ve Belediye Başkanı, aslında tamamen suçsuzdur. Çünkü onlar Avrupa fonlarından yol, köprü yapmak, bina onarmak, alt yapı ve üst yapı tesisi açmak için para almıştır. Kendi itiraflarına göre, bu paraların dağıtımında baş dispeçer koltuğuna oturmuş olduğunu kendisi beyan eden Ahmet (Dönek) hem para verdiriyor, hem de para alanın peşine adam koyup, işleri karıştırıp, suçsuz ve onurlu insanlarımızı mahkemeye düşürüyor, haklarında savcılık soruştırması açtırıyor ve bu işlere “eh” demeyen mahkeme başkanlarının başına da çuval geçirmeye çalışıyor. Bulgaristan Bulgaristan olalı halkımızı alt tabanda temsil eden aydın, öncü kadrolarımızın, aydınlarımızın başına böyle bir kabak patlamamıştı. Hiç bir muhtarımızın yaşamı, hakları ve özgürlükleri güvende değildir. Halkımızın, insanlarımızın yararına çalışanların her biri her an içeri alınıp sorgulanabilir. Pek tabii ki, hiç bir Bulgar makamı Ahmet (Dönek) yüzsüzüne sen “Bulgaristan’da yaşayan Türklerin, Pomakların ve Çingene kökenlilerin hepsinden her bakıma ve her yerde Ahmet (Dönek) sorumludur” diye bir belge yoktur. Bulgar meclisinin, hükümetinin ve cumhurbaşkanlığının böyle bir kararı yoktur. Ahmet (Dönek) bu hakkı kendi kendine uydurmuş ve her yere yaymıştır. Bugün Vitoşa altında bir siperde bulunan, öldürüleceğine ilişkin yüzlerce tehdit sinyali olduğundan dolayı korunan Ahmet (Dönek) milletvekili bile değildir. Bir tek Bulgar rüşvet ve dolandırıcılık kodamanlarının ortağıdır ve bu gidişle ve halkımız, seçmenimiz uyandıkça onlar da kendisinden kurtulmak isteyecektir. Bu bakıma, hala başımıza geçirilmiş bulunan ve 1989 Mayıs İsyanımızla elde ettiğimiz haklarımızı ve özgürlüklerimizi kullanmamıza engel olan, “HÖH - DPS çuvalını” mutlaka çıkarıp atma ve yakma zamanı gelmiştir. Özgürlüğümüz elde ettiğimiz en büyük hakkımızdır. Özgürlüğümüzün bir başka adı Hak ve Özgürlükler Hareketimizdir. HÖH partimizi dönek ve hainlerin elinden kurtardığımızda gerçek hürriyetimizi bulmuş olacağız. Soydaşlarımızın seçim ve seçilme hakkına saldıranlar, haklarımızı kullanma hakkımıza saldırdılar. Bu defa da Muaffak olduklarından dolayı 2014’ün Mayıs ayı bizim için bir matem ayıdır. 1990’dan sonra ilk kez olmak üzere yüz binlerce soydaş seçmen en kutsal demokratik hakkımızı kullanamıyoruz. Uşaklığımız devam ediyor. Bizi yeni köye yapmak isteyenler bizim kendilerine yalvarıp yakarmamızı istiyorlar ki, bu da bizim şerefimize yakışmaz. Kölelik etmektense, yas tutmak daha hayırlıdır.


Makale ve Analizler - 2014

31

Zaten bizi bu mübarek günlere açlık grevleriyle başlayan direnişlerimiz getirmedi mi!

DUR!

Renginar Güler-19.Mayıs.2014

Değişen Liberalizm ve itildiğimiz HÖH çıkmazı. Hak ve Özgürlük Harekeri (HÖH - DPS) Liberalizmi kendine ideoloji olarak benimsedi ve Avrupa Neo-Liberallerine katıldı. Hatta Ahmet (Dönek) in yakın çevresinden olan sabık milletvekili Önal Lütfü Avrupa Neo Liberalleri yönetiminde HÖH - DPS partisini temsil ediyor. Herşeygibi, kavramların anlamları da değişiyor zaman içinde. 19. yüzyolda, hatta 20. yüzyılın ilk on yılında Liberalizmin anlamı, bir ölçüde “liberalcilik” ve özgürlükçülüktü. Bundan 200 yıl önce birisine “liberal” dendiğinde, o kişinin, toplumun demokratikleştirilmesinden yana olduğu, fikir özgürlüğüne önem verdiği, hata radikal değişimlere açık olduğu anlamı çıkardı. Tarihten örneklemek gerekirse temelde muhafazakâr eğilimli bir yazar olan ve Osmanlının Rusya ile Pleven Savaşı’nın başlamasından yana tavrıyla da bilinen Dostoyevski “Ecinniler” adlı romanında, radikal gençlerin kendisinden çok onlara cevaz veren liberal aydınları hedef aldı. O zamanlar Liberalizm genç ve dinamik bir süşüçti. Rus liberalizmi muhafazakârlıkla (konservatizmle) çatışan bir akımdı. Öyle ki muhafazakârlıkla sosyalizm arasında ne kadar kalın ve aşılmaz duvarlar varsa, liberalizm ile sosyalizm arasındaki duvar da ancak bir tül perdeyiydi. Liveralizmden demokratlığa ve sosyalizme geçen çok aydın oldu. Bulgaristan koşullarında da Birinci Dünya Savaşından sonra Türk ve Müslümanların desteğiyle iktidar olan Radoslavov’un Liberal Partisi 1930’lara doğru Demokrat Parti olarak politik sahnedeydi. Bizim neoliberalizm bataklığında işimiz olamaz! Gel zaman git zaman Bulgaristan koçullarında 1930’lardan 1990’lara yani Hak ve Özgürlük Partisi (HÖH - DPS) kurulana kadar, kendini Liberal olarak ilan eden ve Liberalizm ilkeleri ve fikirleri uğruna mücadele eden bir politik akım,


32

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

hareket ve parti sahneye çıkmadı. HÖH bayrağı altında yeniden doğan Bulgaristan liberalizmi, 20. yüzyılın sonunda politika alanına çıkarken, dünyada Liberalizm çok yaşlanmıştı. Bunu şöyle de ifade edebişliriz. Hele 2. Dünya Savaşından sonra Liberalizm canlı düşünme ve dünya sorunlarından herhangi birine çözüm getirme yeteneğini iyice yitirmişti. Yaşlanan insanların çoğu gibi o da tutuculaştı. Belki de, artık ideallerim gerçekleşti havasına girip reelkapitalizme ve halen çalışan kurumlarına sırt çevirdi. Olabilir ya, belki de yorulmuştu. Ve bir emeklilik hakkı hak ettiğini düşünüyordu. Ne var ki, vahşi kapıtalizm hayatını uzatabilmek için, 1980’lerde insanlığa, doğaya ve insan kaynaklarına amansız saldırıya geçtiği koşullarda emekli ihtiyar liberalizm yeniden göreve çağrıldı ve neo-liberalizm (yeni- liberalizm) adıyla danışmanlık yapmaya çağrıldı. Artık gençliğindeki gibi daha iyi bir dünyayı özleyecek bir durumu yoktu, hayal gücü de tükenmişti ve köklü bir değiliklik yapma işlerine girmeyi asla istemiyordu. Başlıca ödevini belirlerken, kendini var olanı muhafaza etmeye ve dünyanın hala yaşayan eski hücrelerini muhafaza etmeye adadı. Başka bir değişle, kendini eskiden (gençliğinde - 19. yy) çatıştığı muhafazakârlarla el ele verdi. Bir dereceye kadar da muhafazakârların hizmetine girdi, işini yapmaya başladı, hatta onların yedek gücü haline geldiğini bile söyleyebiliriz. 1990’da kurulurken bir orta direk, merkez konumlu politik parti olarak kurulan ve kendini halka ne sağcı ne de solcu olarak tanıtan Hak ve Özgürlükler Partisi (HÖH - DPS) can çekişen Avrupa Liberalleri arasında ne aradı? Neden onları seçti? Emekçi halkın menfaatlerini ve Türk ve Müslüman azınlığın yitirilen haklarının geri alınmasını ana hedef olarak belirlemesi gerekirken neden Avrupalı muhafazakarların hizmetinde olmayı, yalakalığı tercih etti? Yoksa günümüzde kuhafazakarlık değişti mi? Muhafazakarlığın anlam değişimindeki özsel farklılaşma ve değişim ne oldu? Eskiden, yali Liberalizm gençken, muhafazakarlığın anlamı, modernist projeye karşı eski toplumların değerlerini ve ilişkilerini korumaktı. Buzde 1o Kasım 1989’dan sonra çöken totaliter düzenin kanıntılarını yaşatmak buy anlama gelebilir mi? Öyleyse, HÖH - DPS partisinin 3. defa hükümet ortaklığı yaptığı, ve sağ parti olduğu ortaya çıkan, Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) muhafazakar bir parti midir? Evet, hem eskiden, hem de şimdi muhafazakârlık kapıtalizme karşı direnmek anlamına gelmez. Muhafazakârlar kapitalizmi her zaman var güçleriyle desteklediler. Fakat bunların bizde hem totalitarizm, de ge sözüm ona, demokrasiye geçiş döneminde modernizmin yıkıcı ve düzleyici buldozerine karşı toplumun eski ve olumlu değerlerini korumak, yaşatarak geliştirmek gibi bir amacı olmadığı da dikkati çekti. 1990’ların başında çökertilen sosyalist alt yapının modern bir ekonomiyle değil-


Makale ve Analizler - 2014

33

tirilmesine yanaşmayan sosyalist parti, üst yapıda, kültürde, eğitimde herkesin isteklerine doyurucu cevap veren reformlara gitmedi. Örneğin Bulgaristan Türklerinin ana dilde okuma yazma, kültür geliştirme ve varolma hakkını bile iade etmedi. İşte bu tavrıyla aşırı sağcılığa yani konservatizme hizmet eden sosyalistler toplumun dönüştürülmesinde dinamo olma gibi bir işlev üstlenmeye hazır olmadıklarını gösterdi. Bağnaz, milletçi, tutucu düşünce ve inançlar hele de BUlgaristan Türk ve Müslümanlarının doğal haklarının verilmesi konusundaki gericiliği bunu gösterdi. Toplumsal dönüşümü engellediği savunduğu inanç ve geleneklerde kendini gösteriyor. Bunu gören vurttaşlar evini barkını terk edip başka ülkelerde geçim aramayı tercih ediyor. Muhafazakârlığa hizmet ettiğimiz sürece işlerimiz yürümez. Bugün muhafazakârlık, sadece reelkapitalizmin “kazanımlarını” korumak anlamına gelmektedir. Bizim açımızdan sa BSP’nin Türk ve Müslümanların sosyalist-totaliter rejim döneminde gaspedilen haklarının geri verilmemesi anlamına geliyor. Kuşkusuz, iktidarda kalabilmek için Bulgar emekli sosyalistlerinin kalesi BSP gibi modern muhafazakar partiler, iş başı yapmak içim 25 yılda temel kazısı tamamlanan kapitalist toplumu kurarak modernleşme projelerine inanmaya başladılar ve böylece Avrupa Birliği önünde Bulgar modernizminde koçbaşı olmaya adaylıkta direniyorlar 25 Mayıs 2014 seçimlerini kazanacağız havaları bundandır. HÖH / DPS arkalamasıyla atılıma geçen BSP modernizmi aynı zamanda toplumsal tutuculukla, ırkçılığa uzanan milliyetçilikle, azınlık haklarının iade edilmesi konularında iç huzur içindedir. Hatta HÖH – BSP uyumu, tutuculuğu ve oldubittiyi karıştırmayalım politikasını destekliyor. Onlar birbirlerini besliyor. Bu açıdan HÖH partisi yol kesen rolü oynuyor ve Türkleri ve Müslümanları oyalayarak uyutmaya devam ediyor. İşte bu noktada HÖH - DPS neo- liveralizmi gericidir ve bize faydası yoktur. 2 kuşaktır haksız hukuksuz yaşıyoruz, 3. kuşaktan sonra özümüze dönemeyiz. Dolayısıyla, 21. yüzyılda düşündel ve kültürel bakımdan tutuculaşan liberalizmle, ekonomik modernizmin en azgın temsilcisi olarak ortaya çıkan ve Bulgaristan gerçejkliğinde (Oreşarski hükümetinin iktidarda kalma süresinin uzatılmasını isteyen) muhafazakârlıkla neo-liberalizmin el ele vermesinin önünde hiçbir engel kalmamıştır. Hatta şöyle diyebiliriz: Modern muhafazakârlık ile yeni-liberalizm el ele vermiş ve yerli ve yabancı oligarşinin Bulgaristan çıkarlarına hizmet vermede yarış etdiyor. Başka bir anlatımla: AB nezninde kapitalizmin insanlarımıza


34

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

bugünkü saldırısı, modernist – muhafazakâr - neoliberal bir projedir ve HÖH DPS partisi, Bulgaristan Türk, Pomak ve Çingene kökenli Müslüman kardeşlerimize hiç bir yararı olmayan bu projeye alet edilmiştir. Bu gidişe mutlaka “Dur!” demeliyiz. Ne yazık ki, Bulgaristan’da son 25 yılda bu proje yürürlüktedir ve her 4 yılda bir hükümet değişse de hiç biri aydınlığı göremedi ve halen yerinde sayıyor. Muhafazakâr (BKP - BSP) ile neoliberal (HÖH - DPS) partilerini anlamaları, köprübaşında öpüşmeleri ve devamlı paslaşmalarının anlamı budur. Yine bu cümleden olmak üzere, halkktan oy toplayarak, halkı sandığa gitmeye zorlayarak ve zorla oy verddirerek demokrasi ve özgürlük ilkelerini çiğneyerek oligarşi ayısı Peevskiyi HÖH listesinden Brüksel’e gönderme projelerinin ardındaki gerçek de aynı çarpıklıktır. Bulgaristan’da özellikle son yıllarda olup bitenler liberal ideolijinin muhafazakârlığa dönüştüğünü HÖH - BSP yakınlaşmasında gösterirken, aynı zamanda toplumsal tıkanmayı da gün ışığına çıkarıyor. Oyunu kime vereceğine dikkat et. D.Peevski gibi oligarşi auyılarını AB milletvekili seçersek bizdeki bunalımlara yenileri eklenecek, ekonomimizin üçte birine sahip olan Rusya ökçesi bastıkça basacak ve Rus uçakları Karadniz sahilimize her gün biraz daha sık uğramaya başlayacaktır. HÖH ideolojisinin işimize yaramadığını, bir oyla da olsa bu gidişe “Dur!” zamanının geldiğini anlatmaya çalıştım.

“Balkan Birleşik Devletleri” Olabilir mi?

Alptekin Cevherli-17.Mayıs.2014

Balkanlar Türk idaresinden çıktığından beri kargaşası dinmeyen çetin bir coğrafya. Çeşitli milletlerin, alt grupların ve inançların küçük sayılabilecek bir alanda iç içe yaşadıkları bu yarımadada istikrar ve huzuru sağlamak oldukça zor. Söz konusu karışık bölgede huzur ve güven, ya şimdiye kadar olduğu gibi dışarıdan gelen egemen bir gücün varlığı ile sağlanmaya devam edebilir (bu durumda tarih şahittir ki, söz konusu egemen güç zayıfladığı anda, kan ve vahşet Balkanlara bütün şiddetiyle geri dönüyor) ya da bölgede yaşayan milletler bir arada yaşamayı öğreneceklerdir... Evet, bu zor ama imkânsız bir çözüm değildir! Balkanlarda tarih boyunca Romalılar, Hun Türkleri, Peçenek Türkleri, Bi-


Makale ve Analizler - 2014

35

zans, Osmanlı Türkleri, SSCB (Rusya) ve son olarak da ABD; bölgede bir nevi istikrarı sağlamış ve sağlamaya devam ediyor. Ancak NATO’nun yani ABD’nin bugünkü gücünün ortalama on yıl içinde Balkanlardan çekildiği anda; ne olabileceğini kimse düşünmek bile istemez öyle değil mi? Gerçi ABD’nin varlığı sayesinde bölgede kan akması durmuştur. Doğru. Fakat diğer yandan Balkanlar’da müthiş bir asimilasyon politikası başlatılmıştır. Kültür emperyalizminin en alası bölgede uygulanırken diğer yandan da coğrafi yapının kontrol altında tutulabilmesi için böl - yönet politikası uygulanmaktadır. Bu kapsamda mikro milliyetçilik ve etnik, dinsel, mezhepsel ve lehçe farklılıkları körüklenmektedir. Misyonerlik faaliyetleri ise sıradanlaşmıştır. ABD, bölgede güçler dengesi politikasıyla ‘şimdilik’ vahşeti durdurmuştur. Ama bu güç dengesi bozulduğu anda neler olabileceğini ve dostların bir anda nasıl düşmana dönüşebileceğini tarih göstermektedir. ABD yönetimleri, Saddam Hüseyin ile İran’a karşı müttefik iken on yıl sonra idam etmiş; Usame bir Ladin’i SSCB’ye karşı kullandıktan sonra öldürmek için fellik fellik aramış ve katletmiştir. Bugün için Kosova’yı destekleyen ABD; yarın Almanya veya Rusya ile antlaşıp bölgeyi Sırpların insafına terk edebilir. Bu durumda bölge insanının yine tek umudu Türkiye olacaktır. Diğer yandan şu andaki can güvenliği ortamının NATO yani ABD bölgeden çekildikten sonra ise tamamen ortadan kalkacağı malumdur. Gelecek de, bir gün gelecektir! Öyleyse, geleceğe karşı hazırlıklı olmak gerekir. Balkan yarımadasında kimler yoktur ki? Ana unsur olarak aslında bölgede 4 millet yaşıyor. Bölgede adlandırılan diğer millet ve devletler ise bu ana milletlerin alt unsurları. Üstelik bu alt unsurlar da hızla daha alt unsurlara ayrılmaya devam ediyorlar... Bölgede yaşayan alt etnik unsurlarla ilgili konular o kadar girift bir hal almış ki; din, mezhep, dil ve antropolojik ırk kavramları hepsi birbirine girmiş. Bu nedenle alt unsur olan milletler en kısa sürede üst kimliklerinde bir araya gelmek zorundadırlar. Aksi durumda ABD’nin önümüzdeki on yıl içinde Rusya karşısında geri adım atıp kendi kıtasına çekildiğinde ya da Rusya ile antlaştığında yarım adada yeniden yaşanması muhtemel katliamları ve soykırımları “Türkiye hariç” hiçbir güç engelleyemez. Türkler, Slavlar, Latinler, Germen (Alman) soylular ana unsurlar olarak Balkanlara dağılmış vaziyettedir. Bölgenin en eskisi olanlar ise Türkler ve Latinlerdir. Slavlar, Hun Türklerinin önünden kaçarak bölgeye gelmişler. Almanlar ise esas olarak Osmanlı’nın yıkılma döneminde kuzeyden güneye sarkmışlardır. Ancak buna rağmen Balkanlar etnik unsurlar müzesi gibidir... Bakın sadece bölgedeki (kabul etseler de etmeseler de) Türk soylu unsurları kısaca listelediğimizde ne demek istediğimizi çok daha iyi anlayabileceksiniz:


36

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

1. Osmanlı döneminde bölgeye yerleşen çoğu Konyalı Oğuz Türkleri, 2. Kırım Hanlığı yıkılınca kaçıp gelen Tatar Türkleri, 3. Peçenek Türkleri’nin devamı olan Pomaklar, 4.Oğuz soylu olmalarına rağmen Türkçe’yi konuşamayan Torbeşler 5. Oğuz soylu olmalarına rağmen Hıristiyanlaşmış ama Türk olduğunun henüz bilincinde olan Gökoğuzlar (Gagauzlar) 6. Türk soylu olmalarına rağmen dinleri ve dillerini yitirmiş, Türklükle alakası kalmayıp Slavlaşmış ve Germenleşmiş Macarlar. (Ancak şu anda Macaristan’da yoğun bir öze dönüş hareketi olduğunu da vurgulamak lazım) 7. Türk soylu olmalarına rağmen dinleri ve dillerini yitirmiş, Türklükle alakası kalmayıp Slavlaşmış Bulgarlar. 8. Cumhuriyet döneminde mübadele ile orta Anadolu’da yaşarken Yunanistan’a gönderilen Hıristiyanlaşmış ama dillerini kaybetmemiş Karamanlar (Selçuklulardan önce Anadolu’ya gelip yerleşen ve Bizans baskısı ile Hıristiyanlaştırılan Oğuz Türkleri) 9. Kıpçak ve Kuman Türklerinin Avrupa’ya akınları ile gelip bölgeye yerleşmiş, Bogomil adını almış, zamanla Slavlaşmış ama Osmanlı döneminde İslamiyet’i yeniden kabul ederek Avrupalılar tarafından ‘Türk oldu’ diye nitelendirilen Boşnaklar. 10. Hunlarla birlikte bölgeye yerleşen Latinler ve Slavlarla karışarak dil özelliklerini kaybeden, Osmanlı döneminde yeniden İslamiyet’le tanışarak ¾’ü Müslüman olan Arnavutlar. Ve daha adını şurada sayamadığımız niceleri... Düşünün ki bunlar sadece antropolojik olarak Türk soylu olan Balkanlardaki etnik unsurlar. Bir de Latin, Slav ve Germen soylu milletlerin alt unsurları var. Tahmin edebileceğiniz gibi liste uzar durur... Ve hatta kültür mühendislerince halen Balkanlarda yeni alt etnik unsurlar adeta yaratılıyor da zaten... Şu anda bölgede ABD’nin askeri gücü sayesinde geçici bir istikrar sağlanmıştır. En azından kan dökülmesi azalmıştır. Balkanlara konuşlanmış bulunan NATO kuvvetleri (ki Türk Ordusu da bölgede çok önemli bir güç olarak görev yapmaktadır) şu an istikrarın teminatıdır. Ancak Putin Rusya’sının Balkanlar’a yönelik derinden gelen hareketleri ve ABD’nin buna karşı yetersiz kalışı ile Afganistan ve Irak’ta saplandığı bataklıktan geri çekilişi ve askeri yönden yıpranması, NATO’nun ana gücünü oluşturan Amerikan askerlerinin bölgede daha uzun müddet dengeyi sağlaması ihtimalini hızla zayıflatmaktadır. NATO güçlerinin ki buna Türkiye de dâhildir. Bölgeden çekilmesi ise Slav unsurların Rusya’nın desteği ile birlikte özellikle Türk ve Müslüman soylu milletlerin üzerine yeni bir soykırım politikası ile gelmesini sağlayacaktır. Böylesi


Makale ve Analizler - 2014

37

bir durumda Türkiye’nin soydaşı ve dindaşı olan milletlere karşı sistemli bir soykırım yürütülmesine karşı sessiz kalması düşünülemez. Aynı zamanda AB’yi hegemonyasına almış bir Almanya’nın da Hırvatlar ve Slovenler gibi akraba topluluklarına karşı bir soykırıma sessiz kalması da mümkün değildir. Bölgedeki üç büyük güç olan Rusya, Türkiye ve Almanya’nın karşı karşıya gelmesi ise büyük bir “Dünya Savaşı”nın temelini oluşturur. Bu nedenle Türkiye, o döneme kadar kesinlikle kendi askeri gücünü dış bağımlılıktan kurtarmak zorundadır. Kendi tank, uçak ve savaş gemilerini, denizatlılarını dünya standartlarının çok üstünde bir başarı ile üretmek zorundadır. Aksi halde Balkanlardaki dost ve akrabalarımızın varlığı orta vadede ciddi bir tehdit altındadır. Ama bunun yanı sıra; bölgedeki Türk orijinli ve Müslüman halkların da en kısa sürede bir federasyon çatısı altında tek devlet haline gelmeleri gerekmektedir. Bugün ABD’nin desteği ile kurulmuş bulunan Kosova, Karadağ, hatta Bosna-Hersek ve Makedonya’nın NATO askerleri bölgeden çekildiğinin ertesi günü bağımsızlıklarının tehlikeye gireceği aşikârdır... (Bunları ne yazık ki; “Dost acı söyler” atasözümüze sığınarak söylüyorum. Sizler de lütfen öyle dinleyin...) NATO çekildikten sonra Türk askerinin bölgede kalması ise oldukça güçtür. Bunun yukarıda bahsettiğim gibi tek yolu, kendi silah teknolojimize sahip olmamızdır. Ki bu da; Rusya ile her an bir çatışmaya girmeyi göze almak demektir. Öyleyse çözüm şudur: Arnavutluk, Makedonya, Kosova, Sancak, Karadağ, Bosna-Hersek ve hatta Bulgaristan’ın da dahil olacağı bir Balkan Birleşik Devletleri Federasyonu’nun kurulmasıdır. Yunanistan’ın bile Güney Makedonya (Selanik bölgesi) konusunda teminat verilerek bu oluşum için desteği sağlanabilecektir. Sancak bölgesi ise Kosova benzeri bir yöntem ile kansız bir biçimde bu birlikteliğe katılmak zorundadır. Böylesi bir federasyonun iç işlerinde bağımsız, dış ilişkilerinde ve güvenlik konularında ortak hareket etmesi yaşama şansını artıracaktır. İç işlerinde bağımsız olması yerel ayrılıkların ve mikro etnik ırkçılığın önüne geçilmesini sağlarken, güvenlik ve dış politika konularında ise “akıl yollu düşüncenin” galip gelmesi bütün toplumun çıkarlarının korunmasını sağlayacaktır. Bahsettiğimiz ülkelerin birlikteliği sonucu Karadeniz’e ve Akdeniz’e (Tiran Denizi vasıtasıyla) aynı anda çıkışı olan büyük bir bölgesel güç doğacaktır. Halkın nüfusunun yüzde 60’ı Müslüman olan ülkede diğer inanç Ortodoks Hıristiyanlar olacaktır. Bu ise bölgede yaşayan Müslüman unsurların yaklaşık 600 yıldır alışık olduğu bir durumdur. Aynı şey Hıristiyan azınlık için de geçerlidir. Türkiye ile sınırdaş olunması ise Müslüman unsurlar için ayrı bir güvence teşkil edecektir. Türkiye, bölge ülkelerine göç edecek vatandaşlarına çifte vatandaşlık hakkı vererek ve düşük faizli kredi açarak sınırlı bir teşvik programı uygulayabilir. Bu durumda Balkan ülkelerinde dengeleyici bir güç olan Türk nüfus


38

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

artmış olur. Bu öneri, şu an için ütopya gibi gelebilir. Lakin ütopyaların gerçekleşmesi, plânlanırsa imkânsız değildir! Unutulmamalıdır ki, Kurtuluş Savaşı’nın hemen ardından Atatürk’ün önderliğinde Balkan Paktı kurularak 15-20 yıl önce birbirini boğazlamış Balkan milletleri bir araya gelebilmiş. Anadolu’yu işgal edip soykırım yapan Yunanistan ile Türkiye bile, bir amaç etrafında el sıkışmıştır. Yeter ki durumun vahameti, başta Bulgaristan olmak üzere, Balkanlarda yaşayan söz konusu milletlere iyi anlatılabilsin. ATAKA bu konuda büyük bir şanstır... Ayrıca şu an için ABD ile ortak hareket edilebilir olması ise büyük bir avantajdır. Bugünden bu oluşumun temelleri atılarak, Rusya’nın Kırım tarzı muhtemel provokasyonlarının önüne geçilebilir. Çünkü geçen her an, bu konuda kaybedilmiş fırsattır. Not: Kocaeli 6’ncı Kitap Fuarı’nda 19 Mayıs Pazartesi günü saat 13’te C Salonu’nda “Yeni Stratejik Konsept” konulu konferansım vardır, hepinizi beklerim efendim...

O Hepimize Sevdalıydı

Neriman Eralp-19.Mayıs.2014

1989 Mayısının ortasında havalar iyice ısınmıştı. Tütün dikimi de birçok yerde bitmişti. Yeşil buğday denizi bir kuzeye bir güneye akar gibi dalgalanıyordu. Güneş okşadıkça yemyeşil başaklar hem doluyor hem kılçıklanıyordu. Dobruca ve Deliorman’ın ılıman havasında sanki bu toprakların en kadim sevda şarkısı yankılanıyordu: Doğa ile gönül ruhu bir olmuştu: Yârin yanağından gayrı herşeyde ve heryerde beraberiz! Ruhuyla yaşayanlar sevdalı ve mutluydu. Özlemlerin özlemi olan büyük mutluluk özlemi bizimdi. Gönülleri dağlayıp coşturan umuttu. Özlemse, Büyük Çınarın gölgede buluşup birlikte ferrahlama umuduydu! Hem umudun hem de özlemin hem anası hem babası olan Büyük Çınardı. Bin yıldan beri derinlere uzanan kökleri bütün öteki köklerle kardeşleşen, dalları gökyüzüne uzandıkça gölgesinde taht kuran Dev Çınardı o. Hiçbir kimseye sen kimsin, neren gelip nereye gidiyorsun ya da sen şu sun, sen busun asla demedi. Gelip onun altında ferrahlık arayanların hepsine gölge verdi. Büyük Çınar kimseden gölge kirası talep etmedi. Onu da kıskananlar oldu. Devirler değişirken


Makale ve Analizler - 2014

39

gölgesini çalmak istediler. Gönül çözen gölgenin serinliğine, bereket ve huzuruna hançer çıkardılar bile oldu. Gölge gölge olmaktan vazgeçmedi, korkmadı, yılmadı hep geleni gölgeledi. Kibirini yenemeyenlere güldüğünü göstermek için bazan alacalandı, gün geldi karardı, ama kimseyi kovmadı. İnsan sevgisi ve hoşgörü açısından şu koca dünyanın en cömert yaratığı olduğunu, gölgelenenlerin hiçbirinden, hiç kimseden hiçbirşey istemediğini anlatacaktı da, dili yoktu. Söylemesi kolay olsa da, gölge olmak hakikatten zordu. Zaman geldi en azılı kan düşmanları huzuru onda bulurdu. Yıllarca birbiriyle hır mır edenler gölgelenirken düşmanlıklarını unuttular. Büyük Çınar, aralarında savaşanların gölgede barıştıklarına tanıklık etti. Gölge de bir Tanrı nimetiydi. Kardeşçe ve adilce paylaşıldığında herkese yetecek kadar büyüktü. Ne ki, Büyük Çınar, ne kadar uğraşsa da, bu ebedi gerçeği küçük hesaplar peşinde olanlara anlatamadı, kuzeyden veya güneyden esen rüzgârların gölgeyi alıp götürecerğini sananların kafasına sokmayı bir türlü başaramadı. Oysa Büyük Çınar’ın ferrah gölgesi bu diyarda yaşayan hepimizin vatan bağrı, sevgili yurdumuzun bir parçasıydı. Büyük Çınar bizim için Ata Vatan bildiğimiz Bulgaristan’dı. Atalarımız onun köklerinde huzur bulmuş ve toprağına karışmıştı. Bu dünyadan göç edenlerimizin sayısı büyüdükçe Büyük Çınar’ın gölgesi de koyulaşıyordu. Bu toprak, topraktaki soy suyumuz, boylarımız, yakınlarımız ve onlardan güç kudret alarak dallanıp budaklanan, yeşil yaprakları gökyüzüyle sarmaş dolaş olduğunda yayılan gölge bizim hepimizindi. Kökleri kesilen çınar ağacının yaşaması nasıl mümkün değilse, yapraklanması ve gölge yapması da münkün olamazdı. Bir de, gölgeyi parçalamak, kesip kıyıp çuvala doldurup sırtlayıp başka bir diyara götürmek de olasızdı. O Vatan gibiydi. Bir uçtan bir uca bir bütündü. Ne senin ne benim ne de onundu, o bizim o hepimizindi. Büyük Çınar 1989 Mayısında hüzünlüydü. Gölgesinde koşup oynarken yetişen çok sevdiği evlatlarından kimileri gölgeden zorla alınmış ve bir daha geri dönmemek üzere Vatandan kovulduklarını gördüğünde yüreği sızlıyordu. Büyük Çınar herkese yetecek kadar gölge verdiğinden, paylaşamayanın ne olduğuna akıl erdiremedi. Yârin yanağından gayrı herşeyde ve heryerde beraberiz! Ruhu ile yaşayacağız diyenlere ne olmuştu? Büyük Çınar herkese istediği kadar gölge verdiğinden Bulgarların neyin kavgasını ettiğini anlayamakta güçlük çekiyordu.


40

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Gölgenin her yerinde herkes istediği kadar oturup ferrahlayabilirdi. Ancak Büyük Çınar kimseye gölgeden çalma hakkı tanınmamıştı. Gölge kovalayanlar, onu durdurmak isteyenler, onu hançerleyerek parçalayıp kaçırmak isteyenler boş gayret içine düşmüştü. Gölgeler, çiçeklerin kokusu, derenin şırıltısı, rüzgarın şarkısı gibi birşeydi. Hürriyet gibi herkesin ve hiçkimsenindi. İnsan olmadan, insanlar birleşmeden, insanlar toplaşmadan, ortak mücadeleye kalkışmadan nasıl hür olamıyorsa, Büyük Çınar da gölge yapmadan özgüt olamazdı. Gölge onun güneşle kardeşliği ve gökyüzüyle dostluğunun yaşayan yansımasıydı. Büyük Çınarın gölgesi onun toprak içinde öteki köklerle sarmaş dolaş olmuşluğunun de ifadesiydi. Bu anlamda insanların ortak geçmişi tarihin ne kadar derinliklerine iniyorsa o kadar güçlüydü. Ne yazık ki, bazı kavimlerin bunu anlamakta güçlük çekmeleri Büyük Çınarı üzüyordu. “Hem toprak, hem gökyüzünü ve gölgeler benim” diyenlerin zavalılığına gülmeli mi ağlamalı mı bir türlü karar kılamıyordu. Olabilir ya, belki de, kimi okşadığı meltem için ne kadar önemsizse; kokusu hangi nefesle kimin gönlüne dolacağı gül için ne kadar belirleyici değilse; sevda şarkısını kimin dinleyip esinlendiği bülbül için ne kadar ehemmiyetsizse, adı tarih olan Büyük Çınar’ın gölgesinde kimin oturup ferrahladığı da hiç bir açıdan hiçbir önem taşımıyordu. Gölgenin kapısı yoktu. Hayat’tan farksızdı. Ve insanların ona anlamayıp aralarında kavga etmesı, birbirini kıskanmaları, hesaplaşma işine devleti bile alet etmeleri çok üzücüydü. 1989 Mayısı’nda Bulgaristan Türklerinin adına bin yıllık Vatan denen Büyük Çınar’ın gölgesinden kovulmaları da anlaşılır gibi değildi. Büyük Çınarın gölgesi gibi Vatan da hepimizindi. Hiçkimseden en ekmek ne su ne de kira istidi. O hepimize aynı derecede sevdalıydı. Özü ortak yaşam olan ve kimin kimle aynı ülkede ve aynı gölgede, kimle komşu, kimle hemşeri olarak beraberce yaşayacağı yaratanın lütfüydü. O hepimize sevdalıydı. Yarın yanağından gayrı her zaman ve her herde beraber olun! Diyen de oydu. Ve bunu anlamak neden bu kadar zordu?


Makale ve Analizler - 2014

41

Ölenlerle Ölünmüyor

İlyas Vatansever-19.Mayıs.2014

Mahmuzlu köyünden (Todor İkonomovo) Mehmet Sali Lom, Mehmet Saraç ve Hasan Arnavut 17 Mayıs 2014 günü işimde gücündeydi. Pazar gün köylerinde düzenlenecek düğün merasimi hazırlıklarına kenarından ucundan yardım da ediyorlardı. Sözde silah çalınmış bahanesiyle totaliter baskı ve terör rejimi mislerinin düğün gününde köyü kuşatıp basacakları ve halka ateç açacakları kimsenin aklının ucundan bile geçmedi. Milis güçlerinin kadınlı, çocuklu, neneli dedeli düğün töreninde kalabalığa açtığı ateşte 27 kişi kurşunlandı, yaralandı ve Hak ve Özgürlük davamızın 1989 Mayıs kahramanlarından Mehmet Sali Lom, Mehmet Saraç veHasan Arnavut can feda etti. Yaralılar Şumen, Novi Pazar hastanelerine nakledildi. Birçokları sakat kaldı. Bu vahşi saldırıdan sonra, zaten 1985’ten sonra iki kişinin bir araya gelmesine, Türkçe iki laf etmesine tahammülü olmayan Bulgar milisleri, artık Türklerin üremesini önleyip durdurmak için bütün yolları kesmeyi karar almıştı ki, düğün törenini bastı ve yaylım ateşiyle dağıtmaya çalıştı. Bu olaylara tepkiler de çok büyük oldu. Bir yandan açlık grevleri 11. gününde devam ediyor, diğer yandan gizli ve üniformalı polis Öncü Türk avına çıkmış en mert, en cesur en aydın ve gözü kara gençlerimizi yakalayıp uçakla trenle ülkeden kovuyor, “Kapı Kule”de kuyruk oluşmuştu. Önemle anımsatmak isterim ki, Mahmuzlar köyünde düşen üç kahramanımızdan sonra direniş bayrağı daha da yükseklere kalktı, halk Ayaklanması taştı ve toplam 2 ay gibi bir sürede 40 kurban verdik. Ne yazıktır ki, bu olayların üzerinden 25 yıl geçmesine rağmen ve 21 Mayıs 2014’te Mahmuzlar karşı katliamının çeyrek asır yıldönümü kutlanacak olmasına rağmen, katıllerden hiç biri yakalanmadı, sorgulanmadı, yargılanmadı ve hapse atılmadı. En kötü olan ise şudur. Daha 1990’da demokrasi güneşinin şafakta görünmesiyle birlikte Bulgaristan Türkleri, Pomakları ve Çimgene kökenli kardeşlerimizin başına geççirilen Hak ve Özgürlükler Çuvalı o gün bu gün dünyamızı karartı. Hiç kimse, şehyitlerimizin kanının yerde kalacağını düşünmemişti. Hiçkimse 24 yıl sonra, o ağır şartlarda ayaklanan halkımızı aldatanların, ona tuzak kurarak başa geçecek olan bir grup hainin, Mahmuzlar köy meydanında 17 kişiyi kurşunla yere serenlerin oğullarıyla Sofya “Kartal Köprü” meydanında öpüşeceğini ve kucaklaşacağını düşünmemiştir.


42

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Beklemediğiklerimiz hep başımıza geldi. Şimdi, ulusal ayaklanmamızın 25. yıoldönümünde bizden istenen nedir, biliyor musunuz? 1985-1989 döneminde “Belene” kampından sonra Kuzey Batı Bulgaristan köylerine sürgün edilen önzü Türk militan kadroya zulüm edilmesinden sorumlu olan ve bu işleri İç İşleri Bakanklığı Vratsa İl Müdürlüğünden yöneten General Peevski’nini torunu olan Dançoyu 80 bin leva maaşla Avrupa Birliği Parlamentosuna milletvekili seçip göndermemizdir. Demokratikleşme, adaletin yerini bulması, hak ve özgürlüklerimizi elde etmemiz açısından, işler o kadar geriledi, tersyüz oldu, ihanet sınırını bile fersah fersah aştı ki, bizim “liderlerimiz” olduğunu sanan ya da başka bir ifadeyle, Bulgar gizli polisinin bizim başımıza ektiği “lider” bozuntularından Ahmet (Dönek) ile yeni kanatlanan Lütfü Mestan, eski gizli ve uniformalı polisin torunlarını milletvekili seçmemizi istiyorlar. Biz piyon olsak bu kadar küçük düşmezdik. Biz köle olsak bu kadar ezilmezdik, kendimizi ezdirmezdik. 1989 Mayısı bunun en büyük ve şanlı ispatıdır. Bir de üstüne, kendilerini yeni Liberal göstermeye çalışıyorlar. AB parlamentosunda yeni liberal grup var ya, onlara karışacaklarmış. Doğrusunu isterseniz, ne anayasası, ne yasası, ne bankaları çökertenleri hapse atacak bir yargı organı ve kuralı olan bu Brüksel kurumu veya Strazburg müessesesinde en önemli iş “Lobizmdir”. Bu lobicilik işi aslında herkesim her işe burnunu sokması anlamına gelir. Şimdi biz babalarımıza, amcaklarımıza, dedelerimize kan kusturan totaliter milis generali Peevski’nin torunu oligarşi ayısı Dançoyu, sözde bizim adımıza, ama Bulgar palazlı zenginleri ve Rusya parababası oligarşisi adına Avrupa Birli Parlamntoru Genel Kuruluna göndereceğiz ve soygun, rüşfet ve dolandırıcılık işlerinde eski kıtayı karıştırmasına ve kendi oylarımızla rezil olmamıza seyirci olacağız. Zaten bu defa biz bunu yaparsak, suçu başkasında aramaktan vaz geçelim. Mayıs 1989 kahramanları Mehmet Sali Lom, Mehmet Saraç ve Hasan Arnavut 2014 gerçekliğini bir görse mezardan çıkar ve ensemize yapıştırır vallahi. Oysa. 19 Ocak 2013 örneği, genç kahraman Oktay Yeni mehmedov’un Ahmet (Dönek) ve oligarşi hademeliği yapan tayfasına, zamanınız doldu, saatiniz geldi dediğine şahit olduk. Bulgar Bulgarken Oktay’ı haklı buldu ve aklayarak serbest bıraktı. Çünkü gerçekler ortada, 1984’ten sonra ne kadar Türk öncü aydın ve kahraman toplama kapmlarına ve hapishanelere doldurulduysa, şimdi de sözüm ona dolandırıcıktan, sözüm ona rüşfetten vs.Türk muhtar ve Belediye başkanların içeri düşmesi bekleniyor. Bu olunca gizli polis be hademesi Ahmet (Dönek) ne diyecek: Biz onlara imkan verdik amaonlar işi yapamadı, yamuk çıktılar. Evet, tam böyle deyecek. Artık sözü geçmiyor, oyalama bitti, çeza evlerinin kapıları aralanıyor.


Makale ve Analizler - 2014

43

Bunu kendileri çok iyi biliyor. Görüyorsunuz gözleri kırpmadan Ak Kadınlar (Dulovo) Belediye Başkanı Doktor Nihat Tabakov Varna koğuşuna tıkıldı. Başkaları sırada. Soruyorum: Nasıl oldu da Dr. Nihat Tabakov 17 milyon levayı harcadı? Yok böyle bir şey, Belediye Başkanlarına, muhtarlara verilen paraların yarısı geri isteniyor, geri verince iş görülmüyor, işler batakta kaldığında Bulgar ve AB komisyonları ayağa kalkıyor, ha sorgu, ha savcılık, ha ön yargı derken işler sarpa sarıyor. Adaletsizlik diz boyu. Bu işte Ahmet (Dönek) in rolü şudur. Dara düşen hırsızı, dolandırıcıyı, kaçakçıyı, ipi pazara çıkanı, savcılık tarafından sıkıştırılanı senin benim oyumla milletvekili yapıyor. Ona birlikte yaptıkları dalaverayı ele vermiyeceğine, savcılıkta açıklamayacağına yemin ettiriyor. Bunun için mükafat olan milletvekili dokunulmazlığı ile ödüllendiriyor ve hırsızın, dolandırıcının içeri girmesini 4 yıl bekletiyor, yani erteliyor. Örneğin, şimdiki HÖH - DPS milletvekili Şterü Şterev. Onun kasasındaki fon paralarından bir gecede sözde 10 milyon leva alındı. Bu paranın (Ahmet Dönek). adamları tarafından alındığını Şterev kendisi de çok iyi biliyor.Çünkü kasanın anahtarını hırsızlara veren kendisidir. Ahmet (Dönek) paranın üzerine oturunca, “iyilik meleği oluyor” (ah vah istemediğin kadar) Şterev henüz şikayet falan ettirmeden, adamcağızın iştahı kesilmesin diye 4 yıl millet meclisi köftecisine bağladılar. Ama 4 yıl geçecek, belki de şu (25 Mayıs 2014) AB seçimlerinden sonra Boyko Borisov Genesel Seçim deyecek ve Şterev anında sokakta kalacak ve “Razvigor” adıyla bilinen Sofya merkez sorgulama merkezine düşüp bayılana ve kendi anlattığı yalanlara kendisi inanamaz duruma gelene kadar gidip gelmeye başlayacak ve sonra da kafası karışmış deyip, koğuşu boylayacak. Kısmetse Dr. N. Tabakov’a arkadaş olur. Onun durumunda olan onlar, yirmiler, yüzler var ki, sıra bir türlü Ahmet (Dönek) dolandırıcısına gelmıyor. Fakat gelmeyen hesap günü yoktur. Soruyoruz: Ahmet (Dönek) ile henüz tüylenmemiş politikacı Lütfü Mestan şu oligarşi hafiyersi ve general torunu Peevskliyi neden AB Parlamentosuna göndermek istiyorlar? 1) Bulgar savcılığından ve hapisten kaçırmak için. 2) Peevski ağızını açarsa bizi de ele verir ve işler karışır korkusundan. 3) Hristo Biserov da savcılıkta ve daha onlarca sabıkalı HÖH - DPS adamı sorguda, gerçekler ortaya çıkarsa biz de içeri gireriz diye korkuyorlar. Ne desek yalan.


44

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bir defa, ölülerle ölünmüyor. Davamız dipdiri ayaktadır, Şehitlerimiz şanımız ve şöhretimizdir. Tüm satılmış hainlere rağmen mücadele devam ediyor ve edecektir. Mayıs 1989’da ayaklanan halkımız gerçekleri görüyor. Dönek ve hainlerin yeri eskiden hapisti şimdi de boş koğuşlar onları bekliyor.

Boş İşler

BGSAM-19.Mayıs.2014

Hazreti Muhammed’in doğum günü kutlamaları vesilesiyle Sofya “Ts. Ts.Kl. Ohridski Üniversitesi” büyük salonunda yapılan konferansta hazır bulundum. “Aula” tıklım tıklım doluydu. Büyük ilgi gören forum Üniversite’nin Felsefe ve Din Tarihi Bölümü ile Başmüftülüğe bağlı İslam Araştırma Merkezi tarafından düzenlendi. Bulgaristan Türkleri Başmüftüsü Mustafa Hacı ve müftülük yönetimi hazır bulundu. 4 konuşma sunuldu. “Kuranı Kerimi” Arap dilinden Bulgar diline tercüme eden Prof. Teofanov Modern Dünyada Uluslararası Hukuk ve İslam Hukuku üzerinde durdu. Doç. Dr. İbrahim Yalımov çadaş dünya ve Bulgaristan Müslümanları açısından Hazreti Muhammedi’in Veda Hütbesi’nin felsefi özüne değindi. Sofya İslam Enstitüsü öğrencileriyle birlikte, öğretim üyeleri, “Başmüftülük Tarihi” yazarı İsmail Cambazov, Bulgaristan Türkleri Kültür Merkezi Başkanı Savri Alagöz, eski ve yeni rektörler, felsefe ve teoloji fakültelerinden okutman ve öğrencilerin, ayrıca Sofya’daki Üniversite ve yüksek okullarından Türkiyeli üniversitelilerin büyük bir grup halinde katılımıyla renklenen konferans herkes için yararlı bir tartışmayla son buldu. Katılımcılar arasında dikkatimi çekenlerden biri Prof. Mihayil İvanov’tu. Asansörü olmayan üniversite binasının 3. katında bulunan salona 2 elinde iki patrikle zar zor çıkabildi. O, halen Sofya Yeni Bulgar Üniversitesi’nde (NBU) etnik azınlık konularında ders veriyor. İlk yükseköğreniminin ne olduğu bilinmeyen, fakat totaliter rejimin sözü geçen akıl hocalarından birinin oğlu olan Prof. İvanov’un habilitasyon konusunu gizli tutuldu. Ahmet (Dönek)in işlediği konu artık biliniyor. Bulgaristan Türklerini iç göçlerle eritmeyi önermiştir.


Makale ve Analizler - 2014

45

1985’te Türklerin isimlerinin bulgarlaştırılırken nükleer fizik konusunda akademik öğrenim yapmak için Sovyetler Birliği’ne gönderilen ve orada atom rektörlü bir nükleer araştırma merkezi olan “Dubna” da 6 yıl ihtisaslaştığını iddia eden İvanov arka sıralarda kenara oturdu. Görev hayatını hep Türkler, Müslümanlar ve İslam dini ile meşgul olarak geçiren Prof. İvanov, Bulgaristan Müslüman azınlığı arasına çok ilginç bir şekilde girdi. 1989’un dondurucu Aralık ayının son günlerinde Pomaklar isimlerini ve din haklarını geri almak için Sofya Millet Meclisini kuşattıklarında, başkent varoşlarından “Gorna Banya” tank kıtasından bir askeri araçla getirilen sıcak çayı plsastik bardakla ikram ederken aramıza girdi. Daha sonra kendisiyle yapılan görüşmelerde bu gerçeği ret etse de, olay budur. Prof. İvanov’un iş hayatında Müslümanlar arasına sıcak çayla sızdı ve bir daha asla ayrılmadı. Totalitarizm sonra B.C.’nin ilk demokratik Cumhurbaşkanı seçilen Jelü Jelev, ömründen 11 yılı eşinin köyünde sürgün olarak geçirirken çok aktifti. 1989 baharında ülkede onun öncülüğünde kurulan ilk demokratik Bulgar örgütlerine karşı rejimin çok sert tavır aldığında onun Sliven şehrinde gerçekleştirdiği bir görüşmeden sonra tutuklanma tehlikesi belirdi. O zaman o yerlilerden fotocu Vılçev’in eline sığındı. Çingene kökenli olan Vılçev “Yukarı Mahale” de kalıyordu ve geleceğin Bulgar devlet başkanını birkaç gün gizledi ve misafir etti. Bu sıkıntılı günlerinde o, fotocunun ortanca oğulu olan ve yazdığı şiir ve romanlarla birkaç kez ödül alan genç yazar Georgi Paruşev’le tanıştı. İstidatlı kalem, aslında bir bilim adamı olan Jelev’i etkiledi. 1992’de Bulgar Türk, Rom ve Pomaklarının da oylarıyla Cumhurbaşkanı seçilmesiyle yönettiği makamda bir “Azınlıklar Komisyonu” kurulmasına karar verdi. Yazar G. Paruşev’i bu göreve atamak üzere Sofya’ya davet etti. Ne yazık ki, Paruşev’in bu yüksek makamda çalışması nasip olmadı. Çünkü görevi, bir fizikçi olan Cumhurbaşkanı yardımcısının ısrarı üzerine SSCB’de uzmanlaşmış bir nükleer fizikçi olan M. İvanov aldı. Artık adının önüne Prof. unvanı da takan ama ne profösörü olduğu bilinmeyen bu zat, saflarımıza bir meydan çaycısı olarak katılmış olmasına rağmen, son 25 yılda ve Bulgaristan etnik azınlıklarından sorumlu en yüksek makamlarda görev aldı. Bu arada 8 yıl Cumhurbaşkanı J. Jelev’in danışmanlığını yaparken, Türklere, Pomaklara ve Çingene köklü Müslümanlara hiç bir konuda hiç bir taviz verdirmedi. Daha sonra B.C. Bakanlar Kurulu’na bağlı “Etnik Sorunlar Ajansı”na geçti. Orada da başkandı. Biçip kesen oydu. Bir on sene de orada demlendi. Bugün artık kart vizitinde Prof. İvanov yazıyor. Ahmet (Dönek) ile de can ciğer dost oldular. O, görev başında bulunduğu sürede özgün Türkçülü-


46

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ğüyle bilinen Bulgaristan Türkleri arasından öncülere “sen faşistsin” deyecek kadar kendinde güç buldu. Artık sırtında çok ağırlaşan Türk ve İslam düşmanlığı yükünü taşırken iki baston kullanan Prof. İvanov’ün “nükller fizikçi” kimliğinden “etnik sorunlar profesörlüğüne” sıçraması aydın kesimin dikkatini çektı. 25 yıldan beri yerinden bir milimetre kımıldamayan Bulgaristan etnik azınlık sorunlarının devamlı tökezlemesinde ve hiç birinin asla çözülmemesinde orta direk rolü gören bu “bilim adamı”nı yakın takipten çıkan sonuçlar çok ilginçtir. Bulgaristan Türklerinin şanlı 1989 Mayıs ayaklanmasından sonra, yıllar yılı “soya dönüş”, “Bulgaristan’da Türk yok”, “Bulgarlaştırma”, “asimilasiyon” ve “eritme” şekillerinde gelişen totaliter zulüm politikalarının hiç bir sonuç vermediğini gören resmi makamlar, Bulgar Bilimler Akademisi’nde Türkleri ve Türlüğü Kökünden Yok edebilme konusunda bir gizli konferans düzenlemiştir. Bu konferansa katılan genç “bilim adamı” M. İvanov konudan esinlenerek BKP Merkez Komitesi’ne bir “Türk Problemine Çözüm” raporu sundu. Bu tezde Bulgaristan Türkleri “su” yani “H2O” olarak ele alınmıştı. İvanov’un H2O formülünde (H2) Türklük (O) ise Müslümanlık olarak ele alınıyordu. O birkaç çözüm üzerinde dururken, birinci çözüm olarak, Meriç ırmağı örneği, Türkiye Cumhuriyeti’ne “akıtılmalarını” önerdi. (Bu öneri, Bulgaristan Türkleri meseleleri konusunda sözüm ona hapislik yıllarıbnda iyice ihtisas sahibi olan Ahmet (Dönek) in önerisine tersti. Ahmet (Dönek) iç göç, M. İvanov ise dış göç önerdi. İki tezin kesişme noktası Türklerin mutlaka göç ettirilmesiydi.) İkinci çözüm olarak da, aynen şunlar yazdı: “Hani, kavurucu sıcak yaz günlerinde üç-beş tane buz küpünü meşrubat bardağına atıp, öyle içeriz ya; işte o buzlardan birini trilyon ve trilyonlarca derecelik sıcaklıkta ısıtırsak acaba neler olur?” (Bunun anlamı Türk ve Müslümanlara değişik biçimlerde zulmü daha da arttırsaktır.) “Cevabımız bellidir; tabii ki buz, önce su, daha sonra da buhar haline geçer, havaya karışır, gözden kaybolur gider. Ancak bu olaya, atom altı seviyesinden, yani daha da derinden baktığımızda acaba nelerle karşılaşırız?” Buz önce su, daha sonra buhar haline geçtikten sonra, bu buharı kapalı bir kapta daha da ısıtırsak, bu kez buhar moleküllerinin birbirinden koptuğu görecektik, yani (H2) ile (O) birbirinden bir daha birleşmemek üzere ayrılacaktır. Yeni durumda, karşımıza, ayrı hidrojen ve ayrı oksijen gazı olarak çıkacaktır.”


Makale ve Analizler - 2014

47

M. İvanov tarafından Türklerin ruhunu parçalama formülü olarak ilgililere sunulan bu “buluş”, onu hem Prof. yaptı hem de 25 yıl çalışmadan yedirdi içirdi. Ne var ki, yine aynı dönemi içine alan son 25 yıldan beri aynı kör sofrada yeyip içen Ahmet (Dönek), İvanov’un formülüne göz koydu. Dikkatinizi çektiyse, o 19 Ocak 2013 günü Sofya NDK 9. Salonda toplanan HÖH - DPS 8. Kurultay kürsüsünden Oktay Yenimehmedov tarafından itilirken, tam (H2) - hidrojenin yani Bulgaristan’da yaşayan Türkler ve Türklük elektrik enerjisine çevrilerek yoklara edilmesi tezini okumaya çalışıyordu. Okuyamadı, çünkü okutmadılar. Ruh hastası oldu. M. İvanov da iki bastona tutunmuş, zor adım atıyor. Bu işin içinde bir iş, Türklerin sihirinde büğücülük var. Nerden nereye. Bunların derdi hep biziz. Bu gidişle boş işler ikisinin de başını iyice yiyecek. Ne de yapsalar: Ol! Demeden Olmuyor. Hayırlı olsun!

Ruhumuzu Değiştirmek İsteyenler

Rafet Ulutürk-20.Mayıs.2014

Sayın HÖH Başkanı Lütfü Mestan bizim ruhumuz şöyle mayalanmıştır. “Hep bir ağızdan türkü söyleyip hep beraber sulardan çekmek ağı, demiri oya gibi işleyip hep beraber, hep beraber sürebilmek toprağı ballı incirleri yiyebilmek hep beraber yarın yanağından gayri her şeyde, her yerde hep beraber diyebilmek için milyonlar verdi beş yüz binini...” Lütfü Mestan’ın Deliorman “Demir Baba” Tekkesi’nde yaptığı konuşmaya yanıt. Demir Baba. Hacı Bektaşi Veli’nin (1209 -1270) aydınlarındandır. Bir büyük şahsiyet olan Demir Baba Deliorman’a gelir ve bir tekke kurar. İslam’ın ve Türklüğün bize uygun temellerini neredeyse 800 sene önce atmıştır. O zamandan beri halkın gönlünde yatar. Tekke ziyaret edilir. Bu tarihi ibadet yeri Razgrat ili, İsperih (Kemaller) belediyesi Sveştari (Mumcular) köyünün batısında bulunur. Her yıl bahar aylarında ziyaretçi akımına uğrar, anma törenleri ve şenlikler düzenlenir, geçmiş, bugün ve yarın mütala edilir. Bu Tekke’de bir hacet taşı vardır. İçi deliktir, insanlar oradan geçer ve dilek dilerler. Bu dileklerin arasında en be-


48

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

lirginleri adaletin hâkim olması, halkın öz haklarına dokunulmaması, yaşam tarzının korunması, dini haklara saygı duyulması ve geleneksel özgün kültürü yaşatma yollarının tıkanmamasıdır. Demir Baba Bulgaristan’da Müslüman ahalinin çok hürmet ettiği ve âlim bildiği bilge bir zattır. İbadet yerinde kurbanlar kesilir, dilekte bulunulur, umut tazelenir ve adaklar yerine getirilir. Buraya Alevi, Sünni akın eder gelir. Demir Baba Tekkesi Razgrat İslam Cemaati’ne bağlıdır. Bu tekkeyi ziyaret eden birçok gayrı Müslim de vardır, onlar da dilek diler ve hastalıklarına şifa ararlar. Bulgaristan’da 1990’da kurulan ve Türk ve Müslüman ahalinin bir asırdan fazla devam eden adalet, hak ve özgürlük mücadelesinin parlak bir ifadesi olan Hak ve Özgürlükler Partisi artık 24 yıldan beri olmak üzere yıllık Demir Baba anma törenlerine katılır. Konuışmalar yapılır, sosyal ve ekonomik sorunlar anlatılır, politikadan söz edilir. Bu açıdan “Mumcular” köyü Demir Baba Mayıs şenlikleri bölge halkı için çok önemliir. Bu yılkı geleneksel toprakta HÖH Genel Başkanı Lütfü Mestan konuştu. Ortaya koyduğu sorunlara tuttuğu ışık ahaliyi adeta kör etti. O yarınlara dayanmayan bir gelecekten söz ederken, işi 25 Mayısta yapılacak AB parlamentosu seçimlşerinde boğdu. Yarınlarımız tarihimizin devamıdır! Dünümüze dayanmayan bir politika bizi bugün mutlu edemez ve şeffaf yarınlara götüremez! Başkan Lütfü Mestan’ın bizim yani Bulgaristan alevi ve sünni Müslüman Türk ahalisinin yaşam felsefesi bilmediği ortaya çıktı. Onun, tüm diğer etnik ve uluslara, inanan ve inanmayanlarla, Hıristiyan ve Katoliklerle ve kendi aramızadan olup kutsal dinimize ve özgün kültürümüze ve ana dilimize yüz çevirmiş olanlarla kardeşçe beraber olmayı hedefleyen hoşgörülü yaklaşımımızı da anlayamamış, kavrayamamış, özümseyememiş olduğu gün ışığına çıktı. Bir defa, Bulgaristan’da, Deliorman toprağında 800 yıllık destansı bir yaşam en güzel meyveleriyle biçimlenmiş ve halen var olmaya çalışıyor. Toprağı işlemiş, ormanlar yetiştirmiş, köyler, kasabalar, okullar, medreseler, mescit ve camiler kurmuş orada. Bu beldelerde yaratılan özgün kültür unutulmayacak şekilde serpilip açılmış. Bu toprakta 8 asır boyunca yaratılan herşey ebediyete uzanacak kadar güçlü. Anlamlı yerde inanç bir Tanrıya inmiş ve insanoğulunun bir insan olarak büyüklüğünü gösteren bir vahdet dünyaya ayna tutmuştur. 2014 Demir Baba törenlerinde gelenler, ölmeyecek kadar dar bir yaşam alanına sıkıştırılmış kalmış ve daha da elemi buna alışmak zorunda bırakılmış insanlarımızdır. Lütfü Mestan onlara hitaben konuşurken, sözleri boştu. Tarihin binlerce yıl derinliklerine bakarak gönül ferrahlığı arayanlardan uzaktı. Belki birşey işitiriz umuduyla kulak kabartanların dünyası 40 düşman avcısının okuyla vurul-


Makale ve Analizler - 2014

49

muş bir geyikin ayağa kalkmayı hayal etmesi gibi bir gayret içindeydi. Görülen ve görülmeyen düşman son asırda hepsinin bağrını yağmalamış, kültürlerini talan etmiş, ruhsal dünyalarını değiştirmek istemişti. Şimdi Başkan Mestan karşılarına geçmiş ve çekinmeden kendilerine “oy” diyordu. Yeni Başkan, Demir Baba’nın “Evlatlarım, veren el alan elden her daim üstündür.” vasiyetini bilmiyordu. Hiç birşey vermeden istemekse yalnız yaratana mahsustu. Kuşkusuz buradaki kadem ve kutsal kültürde “Kapımıza geleni istemeye mecbur bırakmayın. Onlar istemeden verin! Bu iki kere vermektir! Lakin hallerini de sormadan etmeyin. Ola ki, başka arzuları, muhtaçları da olabilir!” Son 24 yılda, halen yeni Başkanı dinleyenler, gelenek kurallarına sadık kaldı. HÖH’le ilgili ahlaksal anlamla dolu yaşamlarına bağlı hareket ettiler. HÖH liderlerinde hiç birini boş elle çevirmedi. Hak ettikleri özgürlüğün sembolü olan Parti, onlar için adeta bir rızık kapısıydı, ama hep kapalı kaldı. Ne vakit muhtaçları olsa açılmadı. Oysa Demir Baba kapısı her daim açıktı. Bir de nifak tohumu ekildi. En güvendikleri adamlar, Ak Kadınlar, Kemaller ve Razgrad’lı öncü Türkler mahkemelere düştü, kimi artık Varna hapsinde nar eskitiyor. Oysa hafızasında halen süründürülenlerin geçmişleri yıldızlar kadar parlaktı. Konuşan vijdanları bu işin içinder bir kurt yeniği var diyordu. İsteseler de, istemeseler de, akıl erdiremedikleri, HÖH’e olan güvenlerinde gittikçe işleyen ve bir çıban gibi can sıkan gerginlik belirdi. İlk yıllarda kendilerine Halil İbrahim sofrası bereketi gibi anlatılan HÖH işinin boşa çıkması, sofraya yalnız belirli kişilerin davet edilmesi, karşılıklılık ilkesinin bozulması dikkatleri üzerine topladı. Dilenen HÖH elinin kapanmadığı görüldü. Zaman gelir yağmurdan sonra Demir Baba diyarında dolaşırken toprak kokusundan doyan bu insanlar yeni bir medeniyet yaratmak için hayata çağırılmıştı. Onlar için HÖH olayının anlamı buydu. Varizi oldukları ve değerlerini yaşattıkça gururlandığı öz tarihleri bu diyarda devasal bir uyanış yaşamıştı. Her şeyin gökteki güneş gibi ortak olması fikri buralarda doğdu. Bu çağırışımın ilk zamanlarında yerlilerin her biri en sevdikleri yarın nikâhından ve yanağından başka herşeyin ortaklığını gönülden kabul etti. İnsanların düşüncede birleştiği yerde medeniyetler de aynı boyda ve aynı zamanda yükselebilirdi. Diller eşit, dinler eşit, hakta eşit, hürriyette eşit olanların toprağın verdiği ürünleri ortak ve eşit kullanma konusunda anlaşamadıkları bir sorun yoktu ve olamazdı. Törendekiler Lütfü Mestan’ı dinlerken gölge gibi susuyordu. İşittikleri ile düşündükleri, özlemleri ve umutları arasında hiçbir yakınlık yoktu. Fikirlerinde olan şuydu: “Evladım sizi böyle “oy” dilenciliği yaptıran nedir!” Onlar şimdiye kadar oylarını istemeden vermişlerdi. Büyük bir milletin, şanlı bir tarihin evlatları ve devamcıları olmakla gururlu olan bu güzel insanların canını sıkan, oylarının


50

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

kaç defadır hep boşa gitmesi, politikada işi olmaması gereken kişilerin Bulgar Meclisi’ne sokulması ve 4 yıl sandalya eskittikten sonra çöpe atılmaları, hapse tıkılmaları, sorgulanmaları “aklıselim olamazdı.” Bu soruyu Demir Baba’nın da sorduğuna inanıyorlardı. Tekke taşlarında, kubbe altında bir uğultu vardı. Bu uğultuya karışan doğa da sankı “Bir Daha İsyan Edin!” diyordu. Bunu herkes işitse de, henüz yüreklenemiyordu. İşlerin ters gittinin herkes farkındaydı. Öte yandan, Bu diyarda, Demir Baba’dan önce de muhtelif vakitlerde farklı farklı milletler yaşamıştı. Şimdi Bulgar milletiyle birlikte olmak nasipti. Onlar için ortak yaşam değerleri aynı olmalıydı. Gururlarında, tarihten kalan her şeyi tutup kaldırmış, saygı göstermiş, yükseltmiş ve yüceltmiş olmanın gururu vardı. Ne yazık ki, karşılarındaki konuşmacı, onların öz kültürlerinin budanmışlığından söz etmedi. Başka ağaçların yeşilliğini anlattı durdu. Bir de, geçen asır aldıkları yaralardan söz bile etmedi. Mayıs 1989 Ayaklanması’na şehit düşen kahramanlşarın aziz hatırası önünde bir dakika saygı duruşuna buyurmadı. Acaba kutsal ayaklanmamızı Bulgar devletine karşı işlenmiş bir suç olarak mı idrak ediyordu? O, sanki onların geçmişini, anılarını, azizlerini, dinlerini, kültürlerini çalmak isteyen büyük hırsızın eli koluydu. Demir Baba şöyle buyurmuştu: “Kim kötü ve çirkin bir iş görürse onu eliyle düzeltsin; eğer buna gücü yetmiyorsa diliyle düzeltsin; buna da gücü yetmezse kalben karşı koysun!” Aslında bu idamın en zayıf derecesiydi. Bunun bilincinde olmayan bir Başkandan ne istenebilirdi? Kürsüde dönüp dolaşan Başkan, acınası bir halde olan Bulgaristan Türk ahalisine baktıkça, hiç bir çözüm ve çare bulamadı ve konuşmasını kesti. Bir kafes içindeki kuş gibi, kürsüde dönüp dolaştı, halsiz ve sakallı yüzü renksizdi, yaklaşan seçimlerin kara haberinin ilk sızısını o an oracıkta duydu. O hafiften kıvranırken, bir telefon geldi: “Dert etme. Kısmetten ötesi yok!” diyen, artık halkımızın arasına çıkamayan Ahmet “Dönek”ti. Demir Baba törenleri, Bulgaristan Türklerinin yakın tarihten gelen öfkeyi yudum yudum sindirdikleri bir yerdi. Onlar için sabır taşı burasıydı. Anlaşılan, sabır söylenmemiş sözdü. O sözlerse çoktu.


Makale ve Analizler - 2014

51

1989 Mayıs Ayaklanması - 1

Rafet Ulutrük-21.Mayıs.2014

Bulgaristan Türklüğü’nün 20. yüzyıl tarihinin en önemli olayı 1989 Mayıs İsyanıdır. Bu Ayaklanmayı Bulgaristan Türklerinin hareketlenip başkaldıran dip dalgası dediğimiz 2 milyonluk kitlesi gerçekleştirdi. Bu insanların nerede oldukları hiç önemli değildi: gelinler gözleri yaşlı çocuk emziriyor, anneler surat bir karış hamur karıyor, çayır biçmeye gidenler kosa bilemiş, tırpan sallamadan, bir koltuk otla eve dönüyor, odun yaranlar sanki kelle kesiyordu. Erkekler “Belene” toplama kampında, çıkanlar sürgün, hapishanedekilerin burnu değişim kokusu almış gözler kapıda, köpekler bir başka havlıyor, mayıs kedileri kiremitlikten inmiş fırsat gözlüyordu. Bu, tarihimizi kanla yazan, bizi devletle karşı karşıya getiren, sonra bizi ikiye bölen, büyük sevince ve büyük acılara neden olan devasa olay, büyük zafer içinde ve sonrasında tüzel kişilikler doğurdu: Bunlardan birincisi, Bulgaristan Müslümanlarının adalet ve özgürlük mücadelesinde Türklerin başlı başına bir güç olarak yer ve öncü rollerinin belirlenmesiydi. Bu özellik ayrıca mercek altına alınmalıdır. Bu yapılmadan, ne 1989 Mayıs Ayaklanması, ne onun hazırlıkları, ne Bulgaristan demokratik mücadelesi içindeki rolü ve yeri anlaşılabilir. Ne hareketin kendi içindeki yapısal ve işlevsel dinamitler ile yönlendirme gücü, ne de politik öncüsü görülebilir. Ne de bir büyük patlamaya gebe oluşu ilk baştan içinden ele geçirip yönetmekle görevli ajanlar, hain güçler, onların kimlik, rol ve hedefleri ortaya çıkarılabilir. 25 yıldan beri cevap arayan bu sorular, bugün dünden çok daha canlı, çok daha net ve keskin yanıt bekliyor. Üç bölümden oluşan bu analiz yazımızın son hedefi, 1989 Mayıs Ayaklanmasını bir başka ışığa çekmek ve farklı bakış açısıyla irdelemektir. Sosyal hareketlerin kitapları kalın olur. Okumak sabır ister. Yeni bir sayfa açarken tarihler sanki bitmeyecek gibidir. Son hesapta zamanını yazmak ve anlatmakla tüketmeyen sinsiler kazançlı çıkar. 1989 Mayıs Patlamasında öyle olmuştu. Eline yaba almayan, tırpan kaldırmayan, Ayaklanma günlerinde Pazarcık hapishanesinde mahkûmlarla yaptığı toplu çalışmada Bulgaristan Türkleri “Türk Dünyası’ndan bir parça değil, Bulgar ulusundandır” diyen Ahmet Doğan, yağ gibi üste çıktı ve hareketin özünü ve amacını değiştirebildi. Sosyal hareketler sivil toplum hareketleridir. Onların ilk teorisyeni olan Robespierre (1758 - 1794) Büyük Fransız Devrimi arifesinde mayalanan hareketlenmenin itici ve öncü güçlerini göstermişti. Bu hareketlerin içine her defasında ajanlar, ha-


52

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

inler sızdığını ve yönetimi ele geçirmeye çalıştıklarını ilk yazan o oldu. Sosyal hareketler birbirinin beş aşağı beş yukarı tekrarıdır. Gün sabahtan belli olur misali, bizim harmanda da buğdaya salatalık tohumu değil, karışsa karışsa ancak arpa kılçığı karışır. Biz mayalanan her kabarışa önce evrim gözüyle bakarız. Anne karnında çocuk yürüyemez, konuşamaz, acısını ve sevincini dışarı çıkaran sesler çıkaramaz, ancak tekmeli yumruklu hareketlerle konuşur. Onun yanlış ya da doğru hareketleri böyle başlar. Ve o an yanlış başlayan bir hareket doğru yaşanamaz. Demek istediğim sivil toplum hareketlerindeki stratejik hatalar taktik başarılarla telafi edilemez. Mayıs Ayaklanmasında stratejisi neydi? Taktik neydi? Ve doğru başlarken neden eğrildi? Biz kitle hareketi dendiğinde ne anlarız? Strateji: hangi güçlere karşı hangi güçlerle hareket edileceği sorunudur. Güçlerin yer alışı sorunudur. Mücadelenin statik; uzun teorik hazırlık ve uzun vadeli bakış gerektiren yanıdır. a) 1989’da hangi güçlerle karşıtlık içindeydik? Düşmanımız Todor Jivkov’un totaliter rejimiydi. Totaliter rejim yönetme, yürütme ve yargıyı bir yumrukta birleştirip baskı ve terör uygulayan rejimdir. Tespit doğrudur, totaliter rejim silahsız halkımıza karşı silahlı asker, polis, kırmızı baret, tank ve helikopter kullandı. Devletin tutuk evleri, zindanlar, toplama kampları Türk doldu. (Bizim güç kaynağımız kooperatifçi köylülerdi. % 83 köylüydük. Aydınlarımız öğretmen, doktor, kooperatif başkanları ve postacılardı. İşçi sınıfımız yarı köylüydü.) b) Karşıt güçlerin yer alışı neydi: Düşmanda eğitimli, zırhlı ve silahlı güçler vardı. Saldırı köylerinde, evlerinde, iş yerlerinde, sokakta, meydanlarda oldu. İsimler zorla değiştirildi ve 5 yıl baskı kalkmadı. (Herkes saldırı kurbanı olduğundan hareketin güç kaynağı halktı. Her yerde her an hareket etmeye hazır olan taban dokuydu. Eğitimsiz ama sıkı bir dayanışma içindeydi.) c) Hazırlık görülmüş müydü? Düşman her an saldırıya hazırdı. Tepeden tırnağa silahlıydı. (Bekleyişlerinde, 10 yıllık çekinin 10 günde aşılabileceği inancı vardı. Herkes haksızlık ve baskı mağduruydu ve herkes mücadele etmeye hazırdı. Susarak bekleyenlerin çığlığı “iyi ve kötü günde beraber” inancıyla yükselecekti.1953


Makale ve Analizler - 2014

53

– 1989 arası tarlalarını beraber olanlar, bu işle birlikte başa çıkacaklarına inanıyordu. Omuz omuza olmak onlara güç kaynağı oldu. Politik öncüleri yoktu. Yapmak istediklerini dedeleri bile yapmamıştı. İstenmeyen rejime “Hayatımdan Çık!” derken, yitirdikleri hak ve özgürlüklerini geri almak istiyorlardı. Politik hedef netti.) Taktik: O güçlerin ilerleme mi?, Geri çekilme mi?, yapması gerektiği sorunudur. Bunlarda hangi mücadele ve örgüt biçimleri kullanılacağı sorunudur. Mücadelenin dinamik, esas yaratıcılık ve esneklik gerektiren yanıdır. a) İlerleme mi, geri çekilme mi? Rejim, köle gibi çalışmalarını, hareket engellemeyi ve düşürüldükleri bataklıkta boğulmalarını hedefliyordu. (Türklerse, ne pahasına olursa olsun politik tutukluların salıverilmesini, sürgünlerin dönmesini, isimlerinin, din haklarının geri verilmesini, okullarının yeniden açılmasını, basın, yayın, radyo haklarını, yaşam tarzlarına müdahale edilmemesini istiyordu. Bütün kaleleri alınmış, hak adalet kalmamış, eziyete daha fazla dayanacak kuvvetleri de olmadığından geri çekilecekleri bir tek yer, mezardı.) b) Hangi mücadele ve örgüt biçimleri kullanılacaktı? Düşman total saldırı, teker teker tutuklama, yargılamadan hapse tıkma, hücrede tutma, oyalama, eziyet, yıpratma taktiklerine başvuruyordu. En büyük hazırlıklarına hapishanelerde başlamıştı. Ayaklanmayı ajanlarını göstermeden bastıracaktı. Rejim değişirse, Türklerin haklarını asla vermemek için inanmış, hain kadrolar hazırlıyor, onları besliyordu. Bu kadroların içinden önemli bir isim de Ahmet Doğandı. Onunla ilgili her şey göstermelik ve devlet kontrolündeydi. Yeni işlerin taktikleri gizlice bileniyordu. Terör yöntemlerini tercih edenler ve bu işi bir gün önce bitirmek isteyenler vardı. İlk hareketlenmede Türkan bebe, Mestanlıya bağlı Guevo köyünde 2, Kırcaali’de bir kişi kendini savunurken kurşunlandı. Deliorman, Gerlovo ve Dobruca’da kurşunlanan sayısı 7 olarak gösterilse de ezilip, yaralanıp, dayaktan ölenlerin sayısı yüzlercedir. Hiç kimsenin gözünün yaşına bakılmamış, herkes basılmış, ezilmiş ve yok edilmek istenmişti. Baskı ve terör halkı sindirse kısa sürede tepki başlattı. Onların grev, boykot, iş yavaşlatma gibi işlerde deneyimi yoktu. Önce Burgas Sofya treninde bir vagon patlatıldı. Tutuklanan Emin Mehmet Ali, Abdullah Çakır, Safet Recep asıldı. Filibe (Plovdiv) tren garı, Varna uçak limanı hedef oldu. Hesaplaşma ağır ve kanlıydı. Herkesin herkese karşı olduğu ortamda, hazırlıkları görülen bir halk ayaklanmasıydı. c) Mücadelenin dinamik, esas yaratıcılık ve esneklik gerektiren yanı. Türklerinin hazırlıklarının özünde kitaptan alınmış bilgiler yoktu. Hiçbir zaman uygulanmayacak Tüzük ve programların bağlayıcılığı da yoktu. Herkes herkese ısınmış, toplum Bulgar ve Türk-Müslüman’a çatlamış, yarıldıkça yarı-


54

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

lıyordu. Bu işte yaratıcılık ve esneklik toplu imhaya karşı topluca dik durmaktı. Düşmanın hedefinde isimlerden sonra ana dilleri ve öz kültürleri vardı. Ölümün ötesi yoktu. Türk doğup Türk ölecekleri için onurluydular. Kabarmaya başlayan İsyan’ın ruhsal dokusu kendiliğinden oluştu. Birbirini tanımayanlar tek yumrukta birleşti. Tutuklama, karanlık hücre, yargısız infaz, düşünme ve özgürce nefes alma yasaklı olan bu karanlık ortamda hürriyet inancı içten içe yürekleri, herkesi sardı. Büyümeye başladı. Çatlayan tohum, Hür doğup Hür ölmek için, ağaçlara baka baka güneşe uzanacaktı. Trajik kader denizinde hürriyet meşaleleri birer ikişer yanacaktı. İnsanlarımız kader kurbanıydı. Fenerini ne önünde ne ardında taşımazdı. Işık onların kalplerindeydi. Ağır zulümlü, çok sıkıntılı ve dayanılmaz derecede acılı geçen 1984 1989’ döneminde Bulgaristan Türkleri kimsenin dikkatini çekmeden usulca gizlice örgütlenmeye koyuldu. Bu teşkilatlanmanın esasında anılarında yaşayan kültürlerinin yeşerdiği dönem, okullarının açık olduğu yıllar, Bulgar döneminde ana dillerinde çıkardıkları 160 merkez ve yerli gazete ve dergi, her kapıyı açan kültür elçiliği vardı. Arzulamak hedeflemeyi yaşatan kaynaktır. Devrimci bir ayaklanma hazırlığı şeklinde gerçekleşen bu gizli faaliyetler politik öncüsünü arıyordu. Ezilenler büyük bir gerçeği sökmüştü. İnsanlar, hangi halktan olduklarına bakılmaksızın, eşit haklı doğuyordu. Bazı milletler diğerlerinin haklarını tanıyacaklarına, kan emici ve katil oluyordu. Bir insanın adını değiştirmek suçtu. Okul kapatmak suçtu. Ana dilde konuşmayı yasaklamak suçtu. Ve bu suçlar binlerce ve binlerceydi. Hedefleri kalkıp gitmek değil, bu bir hak ve adalet davasıydı. Biz daha önce ayaklanmamıştık. Haklarını isteyenlerin balyoz kafalarına iniyordu. Hep şu cevabı aldık: Hak hukuk isterseniz: Hadi Türkiye’ye! Bu bizi kovmak veya sindirmek için hep kullanıldı. Bu sözlerden yüreğimiz hep kanadı. Ödün vererek yaşıyorduk. Nereye kadar gerileyecektik. Elimizde canımızdan başka ne kalmıştı. En küçük şey için yalvaran dilenci haline geldik. Biz çiftçi ve çobandık. Vazifemiz eşek ardında gitmek veya koyun gütmekti. Ezan sesi ile çan sesi birbirine karışırken oyalandık uyutulduk. Yoksulluğumuza sarılırken, Allah’tan medet umduk... Biz buyduk ve bu durumda ayaklanacaktık... Ve biz bu hazırlıkları yaparken düşmanın da gözüne uyku girmiyordu. Korkuyordu. 1277-1280’de kendiliğinden ayaklanan İvaylo Ayaklanmaları bile Çar devirmişti. Akıllarında geçen Türkleri bir Çingeneye boğdurmaktı. Hedeflerinde tek adım gerilemeden ödün vermeden hepsini uyutmak ve sem elemek, hak hukuk adalet, özgürlük vs. mesellerini unutturmak vardı. Son hedefleri Türklüğü Bulgaristan Türklerinin kursağında düğümlemekti.


Makale ve Analizler - 2014

55

Döneklerin Akıbeti...

Neriman Eralp-22.Mayıs.2014

Yavuz Sultan Selim, pazara çarşıya uygun bir kıyafet yaptırmış, Kuşlar Çarşısı’nı geziyormuş. Avcılar avladıkları kuşları, tuzakçılar da yakaladıkları maharetli, eğitimli, güzelim kuşları satıyorlar. Bir ara gözü kekliklere ilişiyor padişahın. Bir grup kekliğin üzerindeki kağıtta, “Satış fiyatı tanesi 1 altın” yazıyor. Hemen yanı başlarında asılı, adeta altın kafes içinde bir keklik daha var ki, fiyatı 300 altın. Padişahın gözü 300 altınlık kekliğe takılıyor. “Hayırdır” diyor satıcıya. “Bu kekliğin diğerlerinden ne farkı var ki, bunlar 1 altın, bu 300 altın?” “Bu keklik özel eğitimli, çok güzel ötüyor, ötmesi bir yana bunun ötüşünü duyan ne kadar keklik varsa hepsi onun etrafına doluşuyor. Tabii bu arada avcılar da o etrafa doluşan keklikleri daha rahat avlıyorlar.” diyor satıcı. “Satın alıyorum” diyor padişah. “Al sana 300 altın.” Parayı veren padişah, hemen oracıkta kekliğin kafasını koparıp atıyor. “Be adam! Ne yaptın? En maharetli kekliğin kafasını koparttın” diye şaşıran adam karşısında padişah gürlüyor. “Bu başını kopardığım kendi soyuna ihanet eden bir keklikti. Bu gibilerin akibeti er veya geç ölüm olacaktır. O bunu yıllar öncesinden haketmiştir.”


56

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Korkutan Hatıralar

Raziye Çakır-22.Mayıs.2014

Çarlık Rusyası, Balkanlar’ı Osmanlı’dan koparmak gayesi ile Balkanlarda Hıristiyan milletlerine gizliden gizliye silah dağıtıp, bir yandan da fitne ve etnik düşmanlık tohumları ekerek onları ayaklandırmaya çalışıyordu. Bu olaylar Bulgar 1976 Nisan Ayaklanması öncesine rastlar. Osmanlı döneminde kardeşçe yaşayan soyların ve boyların birbirine düşürtülmesi için görevlendirilen Rus Generali Çirnayev’in 1877 yılında Bulgaristan’dan Petersburg’a Rus Çarına gönderdiği gizli bir askeri raporunda şöyle anlatır: “Buralarda hiç yoktan ordular meydana getirdim. Bulgarları Osmanlı Padişahına karşı kışkırttım ve onlara gönderdiğiniz silahları dağıtım. Bu askerleri yüreklendirdim ve ölüme gönderiyorum. Bu Bulgarları sendeleyen bir engel var. Türklerin, Bulgaristan’da yaşayan Türklerin hatıraları, komşuluk ettikleri yıllar! Ölümden korkmayanlar bu hatıralardan çok korkuyorlar. Yalnız Türkleri değil, onların tarihlerini de yenmek lazım. Onların şanlı tarihsel geçmişi ve inanıyorum ki, onlarda her halde bir sihirbaz zekâsı var. Bir değil birkaç istila bile, Bulgarların iliklerine işleyen Türklerin ve bu topraklardaki Müslümanların üstünlüklerini yıkmaya bence kâfi gelmeyecektir.” diye yazarak oldukça ibretli bir iftirada bulunmuştur. Bizim 1878’den beri yaşatmaya çalıştığımız kimliğimizin en büyük özelliğimiz de budur. Biz üstün meziyetli milletlerin önünde gidenleriz.


Makale ve Analizler - 2014

57

Bu Elde Hepimiz Pas!

Neriman Eralp-22.Mayıs.2014

Bulgristan’d 25 Mayıs 2014 Avrupa seçimleri seçmeni sandıktan soğuttu. Oy kullanma heveslileri yok gibi. Kimse pazar gün yapılacak olan seçimlerin ne için yapıldığını bilmiyor. Soydaşlarımızın Türkiye’de oy kullanma hakkı da zaten baltalandı. Avrupa Birliği’ne mebus olarak kimin gideceği kimsenin umrunda değil. Oyuncuların kafalarında dolaşan pas! Seçilenler de Brüksel’e halkın sorunlarını çözmeye değil, bol keseden para almak için gidecekler. Bu bakıma seçilenler listelere girenler şanslı gibi. Halkın yüzünü görmeden, seçim kazandım havasına girenler ayda 40 bin Euro’yu yani 80 bin levayı ya da 120 bin TL.’yi cepleyecekler. Seçildikleri gün de hepinizi unutacaklar ve 4 yıl yüzlerini göremiyeceksiniz. Böyle kelepiri nerede bulsunlar!? Seçildikleri gün hepiniz unutulacaksınız... Bu fırsat seçilecek adaylar için eşsiz bir avantadır. Bu bir vurgundur. Şu ya da bu adam, tanımadığın, görmediğin herhangi biri seçmen sırtından ayda hiçbir iş görmeden 40 bin Euro alacak! Bu para senden benden kesilen vergilerden ödeniyor. Bana ne deyemezsin, dememelisin! Birkaç Türk üniversite öğremcisini Avrupa Yüksekokullarında okutsalar anlarım. Razgrad veya Şumen’e bir Türk anaokulu açsalar yine anlarım. Aylık ücret olarak alacakları paranın yarısıyla Bulgar okullarında okuyan Türk ve Müslüman öğrencilere birer bilgisayar hediye etseler yine kabulümüzürdür. Fakat adaylardan hiç birinde böyle bir niyet yok. Bu seçimler büyük bir soygun... Kendileri 40 nin Euro alacaklar, bize 20-şer leva dağıtıyorlar. Bu iş buraya kadardı. Yutmayız artık... Sofya’da herşey şimdiden süt liman, birden sakıınleşti. Parti kodamanları aralarındaki pazarlıklar sona erdi. Yeni sofralar kuruluyor. Şişeleri açılmış “Şerefe!” sedalarıyla seçim zaferi kutlanıyor. Madencilerle inşaat işçilerine 100’er leva dağıtmişlar. Çingene kökenli vatandaşlar hanelerine 20-şer leva aldılar, ama parayı aynı anda harcadıklarından, “Oy moy yok! Para para!” diyorlar.


58

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Ek para alanlar da pek sandık başına gitmek istemiyor, çünkü bu işi anlamsız buluyorlar. Seçim görüşmelerine gelen adaylar yeni elbiselerini cepsiz diktirmişler. Ceketlerinin yan ceplerini ise açtırmamışlar. “Biz çaldırmayız!” demek istiyorlarmış. Seçmen kimseye inanmıyor. “Dün çalan yarın da çalar!” diyenler çok kalabalık... Kaç oy kullanılacağı da hiç önemli değilmiş. Çünkü yalnız 100 kişi oy kullansa, seçim yine kanunlara uygun olarak kabul edilecek. Seçim başarısı yine çok büyük olacak. GERB partisinin yalnız 1 milletvekili fazla çıkarırsa BSP-DPS hükümeti düşüyor. Kısmetse güze Bulgaristan’da parlamento seçimi yapılacak. Önemli olan zaten o seçimlerdir. Şimdiki seçimlere gidip uğraşmanuıza ve angaje olmanıza gerek yok. İşinize gücünüze bakınız! Kimse size niye oy kullanmadınız deyemez! Kimse size neden verilen parayı aldınız da, oyunu kullanmadınız deyemez! Her hususta haklı olan sizsiniz. En hayırlısı sandık başına gitmemenizdir. Gitmeniz gerekse bile, boş zarf kullanmanız olacak! Seçmen için en büyük zafer oyunu kullanmadan seçimi kazanmaktır. Bu seçimler briçbelot oyunu gibi birşeydir. Bu elde hepimiz PAS!


Makale ve Analizler - 2014

59

1989 Mayıs Ayaklanması - 2

Rafet Ulutürk-22.Mayıs.2014

Bulgaristan Türklerinin 20. yy. tarihlerinin en önemli olayı 1989 Mayıs Ayaklanmasıdır. Bu daha baslangıçtı. Aydınlık bir dünya sonra ki gelecek günlerde kurulacaktı. Selam olsun o dünya için ayaklananlara! Selam olsun o dünyayi kuracaklara. Emeği geçenleri kutluyorum. Selam olsun mutlu geleceğin uzun soluklu yolcularına!.... Ve bu uzun soluklu yolcular bugün bizim aramızda. Ayşe teyze, mahpusçu Haşim, kör Ali, öder Rafet, öğretmen Müzeyyen, paskal Hüseyin, nalbant Mehmet, sütçü Hasan, börekçi Hatme, bideci Fatma, oyacı Bedriye, kantarcı Rasim, hemşire Hacet, arabacı Orhan, onbaşılar, çavuşlar, hacılar, hocalar ve daha kimler kimler!... Hiçbir zaman kimliklerinden hiçbir şey yitirmemiş olanlar ve birbirlerinden utandıklarına aldatıldıklarını birbirlerine anlatamayanlar. Hâlbuki açsalar yüreklerini, paylaşılan dert yarı derttir, beldi de sebebin sebebini ve başlarına gelenlerin nedenini birlikte bulabileceklerdi. Onlar, ama hep önlerine baktılar. Ekmek teknesi başında una, tuza, suya; tarlada toprağa taşa çapaya; ahırda danaya, düveye samana baktılar. Başlarını kaldırım açan çiçeklere, kokan bahara bile bakmadılar. Ogün bu gün onlar kendilerinden utandı. Neden böyle oldu diye içten içe kendi kendilerini kemirdi. Yurt bıraktı, memleket değiştirdi. Kafasını duvara vuran oldu. Ne yazık ki, davanın kutsallığına öyle inanmıştı ki, akla en yakın olanı düşünemedi. Anlatan olsa da inanmadı... Nasıl olurdu, hainliğe akıl erdiremedi, kardeşlerim benim. Hâlbuki soramadıkları sorunun cevabı dillerinde, ellerinde, önlük denen fıtalarındaydı. Şeytanla kabak ekenin, kabak başına patlar! Ve olan oldu. O onlar güneşe doğru tertemiz akıyordu. Evlerinden, köylerinden, derelerinden sel gibi çıktılar. Ayaklanma denizine katılırken, ara sularda, zehirli akıntı girmişti sele, kuşkulanmadıklarından fark edememişlerdi.


60

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Saflarına sızan ve başa geçmeye çalışan yürekleri bozuk, vicdanları zehirli, gözleri bulanık, ruhları kirli, ruhsuz hainlerdi. Ve bu sunuşun başka bir anlatımıysa şöyleydi: İsim ve kimlik değiştirme, “soya dönüş”, “Bulgarlaştırma” trajedisiyle 1984-1985’te açılan ve kanayan büyük yarayı izleyen gözlem adamlar (totaliter generaller ve bu işle birlikte başa çıkalım diye çağırdıkları KGB generalleri) ortak çalışmalarına başladı. Önce tepki gösteren halk arasından uçuşan “sineklerin” konacağı bir yapışkan yarattılar. Türklerin işi tütündü. Tütün yaprakları da sıcakta yapışkan bir su salardı. Tütüncüler bu sudan tiksinmezdi. Önce yapışkan bulundu. Doktora tezini gizli savundu. Bilimler Akademisi Felsefe Fakültesi’nde sandalye gösterildi. Bazı Üniversitelerde öğrenci önüne çıktı. Suya sabuna dokunmayan yazılar yazdı. Bir general kızıyla yaşıyordu. Dobriç’in Baraklar (Bakalovo) köyünden Necmettin H. Hak, Zahid Vahid ve Mümün Mustafa ile birlikte 1985 baharında Sofya’ya geldiğinde niyetleri temizdi. Yapışkan (ajan) “Sava” (Ahmet Doğan) ile başkentte görüştüler. ( O zaman üçü de Ahmet’in ajan olduğunu bilmiyordu) Ajan Sava bağlı olduğu subay aracılıyla generallerle danıştıktan sonra illegal mukavemet örgütü kurma fikrini destekledi. İllegal Türk Mukavemet Teşkilatı kurulmasını sabırsızlıkla bekleyen Gözlem Adamlar (görülmez rejisörler - generaller) hareketlenmeyi beklerken birçok hazırlık da yapmıştı. Her şey yazmış, basmış hazır etmişti. Adı sapı, ismi cismi olmayan bu gizli örgütün Tüzük ve Kuruluş Bildirisini Ahmet onlardan aldı. Daha sonra (10 Ocak 1990) Varna’da Hak ve Özgürlükler Hareketi kurulurken de mahkemede tescil işlerini bile gizli servis görevlileri yapmıştı. Bu ilk görüşmelerinde ajan Sava Necmettin H. Hak, Zahid Vahid ve Mümün Mustafa’ya bir Gizli Teşkilat Tüzüğü ile bir Politik Bildiri verdi. Hak’ın daha sonra anlattığına göre, bir de İvo Andriç’in “Drava Köprüsü” kitabını okumalarını tavsiye etmişti. Bu kitapta ihanet eden birinin ağzından kakılan ve götünden çıkan bir kazığa 3 gün çakılı tutulduğu anlatılır. Acaba, “ben sizi ele verdim, ama siz de beni ele verirseniz, üçünüzü de kazağa çakarım” mı demek istiyordu. Yine daha sonraki yıllarda HÖH Genel Başkan yardımcısı Osman Oktay’ın paylaştığına göre “Ahmet Doğan kendinden korkan insanlarla çalışmak istiyordu. Bu üçüyle “Drındar” köyündeki görüşmelerinde ise Osmanlıya başkaldıran Bulgar asilerden “Hristo Botev’in hayat öyküsünü okuyun” demişti ki, Botev yakın dava arkadaşları tarafından kurşunlandıktan sonra, kellesi bir kazağa çakılmış ve bugünkü Vratsa şehri sokaklarında üç gün gezdirilmişti. Kendisi de sonraki yıllarda başka bir Bulgar savaşçı olan V. Levski’nin hayat öyküsünü yazacağını ilan etti, fakat Levski’nin Türkler tarafından dar ağı-


Makale ve Analizler - 2014

61

cına asılmadığı kanıtlanınca vazgeçti. Aslında Türkler merhametliydi ve kedi sıçan oyunlarına bayılırdı. Dobriç’e dönerken Necmettin Hak’ın beraberinde götürdüğü Tüzük, tam istedikleri gibiydi. Özünde “koyu ırkçı” ve aşırı milletçi olan ve Türkler ile Müslüman ahali üzerinde bir etnik soykırım olan “soya dönüş” politikası şiddetli faşizmdi. Müslüman kamuoyu ve dünya tolumu yalanla aldatılmak isteniyordu. Müslümanların isimleri zorla değiştirilmişti, fakat Bulgar adlarını gönüllü aldıkları yayılıyordu. Bulgaristan Türkleri ve Müslümanlar üzerinde bir etnik soykırım yapılmıştı. Totaliter rejim azınlıkların kararlılığını ve cesaretini yanlış okumuş ve bu yüzden Tüzükle azınlıklar ayaklanmaya davet ediliyordu. Tüzükte aynen şöyle deniyordu: Bizim geleceğimiz kendi ellerimizdedir. Hiç Bir halka özgürlük hediye edilmemiştir, hürriyetler savaşımla elde edilir. Ve dikkat ediniz lütfen: Bulgaristan’da Türk Halk Kurtuluş Hareketi (BTHKH) özgürlüklerimizi kazanmamız davasında öncümüzdür. (Alıntılar verdiğim Tüzük BTHKH kurulmazdan önce yazılmıştır. Örgütün adı da önceden konmuştur. Tüzük de önceden yazılmıştır. Necmettin Hak ve arkadaşları Sofya’ya gelişlerinde gizli teşkilatı henüz kurmamıştı. Kurulmamış bir teşkilatın hazır belgeleri eline verilmiştir.) Tüzüğün II. Bölümünde BTHKH’nin ödevleri sıralanmaktadır. Bu ödevlerin arasında anadilini kullanma hürriyeti ve Bulgaristan Türklerinin öz kültürleriyle yaşama haklarını elde etme hedefi yoktur. (Özü bakımından bu Tüzüğün Pomaklar için yazıldığı izlenimi doğuyor. Çünkü 1989 Aralığının son gününde Bulgaristan Müslümanlarının isimleri ve din hakları iade edilirken, Türklerinin ana dili ve etnik kültüründen söz bile edilmemişti.) Tüzüğün III. Bölümünde, temel ödevler sıralanırken, a) dinsel hakların elde edilmesi birinci yere konmuştur ve bu fıkra da Tüzüğün özel olarak Pomaklar için hazırlanmış olduğuna işaret ediyor. b) politik mücadele biçimlerini sıralarken, terör yönlemlerine baş vurmadan barışçı mücadele biçimleri kullanılmasına işaret ediyor. Bu “savaşım” Tüzüğü Bulgaristan Halk Cumhuriyeti 1971 Ananası’na ve 1975 Helsinki İnsan Hakları Bildirisi’ne uygun şekilde kaleme alınmıştır. Mücadelede silah kullanılmaması, ancak ekonomik direniş şekillerinden yararlanılması, iş yavaşlatma gibi ayak diremeler öne çekişmiştir. Sanki bu Tüzüğü yazan Aralık 1984 ve Ocak 1985’te Bulgaristan Türklerinin üzerinden tankla geçildiğini ve herkesin ezildiğini görmemiş ve işitmemiştir. Tüzüğün V. maddesi terörizmin her çeşidini kınarken, VI. Madde ise, Birleşmiş Milletler Örgütü İnsan Hakları Komisyonu, Avrupa Parlamentosu İnsan


62

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Hakları Komisyonu ve İslam Ülkeleri Konseyi, Büyük Devletler v.b. Bulgar totaliter rejiminin Bulgaristan Türklerinin haklarına tecavüz etmesini kınaması isteniyor. Ahmet Doğan’ın daha hiçbir örgüt kurulmadan Necmettin Hak ve arkadaşlarına böyle hazır bir Tüzük vermesi ve teşkilat kurmayı hemen kabul etmesi, bundan tam 29 yıl önce daha mayalanırken, daha kurulmadan, daha yapılanmadan Bulgaristan Türkleri Hak ve Özgürlükler davası. Örgütü ve partisi içine kurt düştüğünü ve bu kutsal davanın özünü kemirerek yediğini ve artık insan arasına çıkacak, kimsenin yüzüne bakacak hali kalmadığından sığınaklara kapanıp çaldıkları paralarla yaşadıklarına en büyük kanıttır. Bir yılan ne kadar eğri büğrü kıvrılarak gitse de deliğinden çıkarken doğrulmak zorundadır. O gün çok yakın. Soru 1: O zaman (1985’te) artık 12 yıllık gizli polis servisi ajanı olan (19731985 dönemi) Ahmet Doğan’ın irtibatta bulunduğu sivil polis subayına danışmadan, Bulgar Bilimler Akademisi’nde felsefe doktoru işini bırakıp “ben gizli bir mukavemet teşkilatı kurulması teklifini kabul ediyorum ve size katılıyorum,” demesi, olacak iş mi?, mümkün olabilir mi? Yanıt: Asla olamaz! Yetiştirilmesine o kadar çok masraf edilen, üniversitelerde okutulan, cebi parasız bırakılmayan, önemli ve derin bir ajanın ihanet etmesinin cezası ancak ve yalnız “Kurşun” dur. Başka bir şey olamaz. Ahmet Doğan bile bile, danışlı dövüş ihanet ettiği için öldürülmedi. Sağ kaldı. Gizli servisteki gizli görevine devam etti ve bugüne kadar devam ediyor. İşler o kadar gelişti ki, DANS - gizli polisine başkanı da 2013’te kendisi atamak istedi. Onun, 1985’teki önemli yeni vazifesi kurulacak olan illegal Türk mukavemet örgütünün başına geçmekti ve o başardı, şansı yaver gitti ve Başkan oldu. Başka bir şekilde ve farklı örnekleyerek anlatıldığında olay şudur. Yazımızın başında, sorunun cevabı dillerinin altında, ellerinde veya önlük denen fıtalardaydı derken, şunu demek istemiştim: Bizim kadınlarımız mısır ekerken tohumu önlüklerinde taşır. Hiç ayrım yapmadan elini önlüğe salıp dörder beşer tohum alır ve ocak ocak ya da göz göz eker. Kimse hangi tohumda ne çıkar acaba diye düşünmez. İşte 1985 Sofya görüşmesinde Necmettin Hak, Zahid Vahid ve Mümün Mustafa ile Ahmet Doğan sözde birbirlerine inanip ve güvendiklerinden aynı ocağa ekilmelerine razı oldular. Onlar zor dönemin 4 istidatlı evladı, geleceğin kahramanı olacaktı. 4 mısır tanesi gibi toprağa gizlendiler. Gizli örgüt kurmayı karara bağladılar. 1985’te Bulgaristan Türk Milli Kurtuluş Hareketi (1985-1986) kurulurken bu dört tohumun dördü de topraktaydı, dördü de bitti, bir iki yaprak saldı, birinci kazımda Zahid Vahid ile Mümün Mustafa söküldü. Karığın kenarına kondukları an soldular. Kö-


Makale ve Analizler - 2014

63

künden sökülen mısır başka bir yere dikilemediği gibi, onlar da bitti. 1989’dan sonra yapılan ikinci çapada Necmettin Hak da çıkarılıp kenara kondu. Ahmet Doğan tek kaldı, kazıldı, sulandı. Bulgaristan’da 1990’da öyle bir hava yaratıldı ki, sanki Hak ve Özgürlük davasını tozlaştıracak başka mısır püskülü yoktu. İşler dört kişiden biri ve aslında bir hain olan Ahmet Doğan’ın eline böyle kaldık. Gizli polis zafer kazandı. İşlerin 2. aşamasına da şöyle geçildi. 04. 01. 1990 günü Varna’da Emin Hamdi’nin dairesinde 33 kişi yeni ismini Halim Pasajov’un koyduğu Hak ve Özgürlük Hareketi temelleri atılırken, bu defa Program ve Tüzük Sofya’da “Simeonovo” Polis Akademisinde kaleme alınmıştı. Varna Mahkemesinde tescil ettirilmiş ve Ahmet Doğan’ın eline tutuşturulmuştu. Daha teşkilatın kurulduğu gün Program okunurken, ideolojik davadan gelen ve sözlerin anlamını iyi algılayan Hasan Pasajov ile Ahmet Doğan arasında bir tartışma çıktı. Konu: Bulgaristan Türklerinin Bulgar ulusundan mı, yoksa Türk dünyasından mı, bir azınlık olduğu üstüneydi. Ahmet “Biz Bulgar Ulusundanız!” tezini dayatınca, yollar ayrıldı. Bundan böyle Türklükten yana olan kurucu delegelere sağlam bir çenede çürük diş gibi bakılmaya başlandı. Hepsi birer ikişer kimi iğneli kimi iğnesiz söküldü, örgütten atıldı, kalanlar çift sürmeye devam ediyor, kovulanlar Türkiye Cumhuriyetinde yaşlı soydaşlar arasında emeklidir. Bugün artık HÖH Merkez Yönetim Kurulu’nda Kurucu Meclisten tek üye yoktur. Örgüt tamamen gizli polisin eline geçmiş ve hatta eski bir generallin torunu olan milletvekili tarafından yönetilmektedir. İzninizle: Şeytanla buğday eken, samanını alır!


64

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Selam Olsun!...

Rafet Ulutürk-23.Mayıs.2014

25 Yıl geçmiş. Şimdi sizi düşünüyorum Deliorman, Rodop ve Gerlovo Türkleri Aldığım nefeste siz varsınız. Siz orada, biz burada, perişan ve garip dıygular içindeyim, halimi anlarsınız. Kartallarla beraber ölemedim. Yıllar yılı gülemedim. Acılarınızı paylaşmak için ortasından, Tutup da bölemedim. Kulaklarda gezdiği gibi, kimlik davamız “dinlene dinlene” fakat savaşarak gelişiyor. Ben Rodopların bir köyünde doğmuşum, Düşmanların mezarı kazılmadı, Destanları yazılmadı. Ben, Rodopların bir köyünde öleceğim. Rodoplardan Dobrucaya Duyulmuş ağıtlarla döneceğim. “Demokrasi, hak ve özgürlük” vaad edenler, 25 yılda aynı yere döndüler. Sayarken aynı yerde yol şaştı, Demokrasi batakta kaldı. Hapistekiler, sürgünler, zifiri zından ışık arayanlar, Yıiğitler derdi ki, bu uzun soluklu bir mücadele Ne kadar haklıymışlar!.... 25 yılda hava açmadı!... Çeyrek yüzyıldan sonra Vatan, 25 yıl öncesinden daha karanlık, İnsanlar seyrelmiş, yorgun ve bitkin.


Makale ve Analizler - 2014 Yaşamak isteyenler beklemekten bezgin... Herşeyi çok yakın ve kolay sanmıştık ama bu çok uzun bir yol... 25 yıl önce özgürlüğe en yakın olanlarla aynı ilham ve düşüncelerle yaşarken, Boyun eğmeden dim dik dururken , Bize tekmeyle, copla, dipçikle vuranlar ve bizi vatanuımızdan kovanllar... köşklerde yaşasalar da hala, biliyorlar mutlaka unutacaklar... Onlar, mahkümdurlar tarihin çöplüğünde çürümeye Bir gün yollarının mutlaka oraya düşeceğine... Seni oyuna getirenlerin yeri çöp tenekesinde dibin dibi olacak! Herkesle birlikte buna ben de inanıyorum. Yılda bir kez şehitleri anmakla bitmiyor bu iş. Bitemez ve bitmeyecek! Müslüman şehit Hırıstiyan gibi anılamaz, Fatiha bilmeyenler şehitlerimizi anamaz! Ayaklanma Ayındayız Uyanıyoruz, doğa, toplum ve hepimiz, biz... Hepinize Selam olsun! Kimlik davamızda baş eğmeyen yiğitlerimize... Selam olsun! Ata Vatanda beraberce yaşanacak aydın geleceğe!... Selam olsun Her daim dim dik duranlara!.

65


66

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İkinci İşaretle Herşey Değişebilir!

Dr. Nedim Birinci-23.Mayıs.2014

Şimdi ne de olsa Hak ve Özgürlük Partisi (HÖH-DPS) hepimizin eski sevdası.Babalarımızın dedelerimizin, tüm şehitlerimizin bize mirasıdır. Bulgarlara inat olsun diye gideriz ama biz eşeğimizi çamurda bırakmayız, gider oyumuzu kullanırız, düşünce olan pek çok kardeşimizin olduğunu biliyoruz. Size oyunuzu kullanmayın demiyoruz! Gidin kullanın, yalnız lütfen dikkat ediniz. Dikkat edilecek olan nokta şunalrdır! 1) Bülteni elinize alıp çarşafın (battaniyenin) ardına geçtiğinizde, partilerin listesinde DPS (29) numaradır. (29) üzerine (X) işaretleyiniz! Böylece oyunuzu Hak ve Özgürlük Partisi (DPS)’ye vermiş oldunuz. 2) Kalem elinizdeyken bir de sol yana bakın. Orada (O) halkalar var, lütfen beşinci (O) üzerine (V) işareti yazınız. İki işaretleme yapılacak, lütfen unutmayınız. Bu iki işaretlemeyi önerdiğimiz şekilde yaptığınızda hem kendinize, hem Vatana, hem HÖH - DPS partisine hem de hak ve özgürlük davamıza yardımcı olmuş olacaksınız. Demokrasi halkın hür seçme hakkını kullanma imkânıdır! Bu imkân 100 yıl elimizde yoktu. İki işaretlemeyle dağ devirme imkânından faydalanalım. Kimse sizden gidip kanal kazmanızı istemiyor, iki işaretlemeyle Biz de varız! Hür irademizi kullandık! Demiş olacaksınız. Sizlerden büyük sürpriz bekliyoruz. Büyük değişiklikler iki doğru işaretlemeyle başlayabilir. Lütfen Türklüğümüzü, düşündüğümüzü, seçme hakkımızın öz hakkımız olduğunu ve köle olmak istemediğimizi iki işaretle gösterelim!


Makale ve Analizler - 2014

67

Seçmen Mektubu

BG-SAM-23.Mayıs.2014

Kime: Brüksele gidip 40 bin Euro aylık alma meraklısı Danço Peevski Gönderen: Bulgaristanlı Türk seçmenler. Peevski arkadaşa, Biz seni HÖH /DPS partisinden milletvekili seçmedik. Bizim senin gibi bir hoburu besleyecek takatimiz kalmadı artık. Neyse, elimizi vermişiz, şimdi de kolumuzu istiyorsun. Vazgeç şu yeni heveslerden. Avrupa bizden zaten ürkmüş. Türk deyince korkuya dehşete kapılır. Senin heybetin, iştahın, hoburluğun, el, kol, yumruk sallamaların Maşallah, Maşallah!... bizi tümden yanlış anlatır. Yazdığımı daha iyi anlayabilmeniçin bir şiirde gönderiyom: Dağ doğuruyormuş bağıra çağıra neler neler bekleniyormuş yeryüzünde Dağ fare doğurmuş doğura doğura Senin için yazıldı bu masal işte Söze gelince mangalda kül bırakmazsın, işe gelince kocaman bir sıfırsın. Her gün işimiz gücümüz var, Bizi daha fazla uğraştırmayasın. Domuz köftesi dağıtmakla Oy mu alacağını zannetin Türk’ten oy alınmaz!

Beraber Ağlayalım

Sevilcan Yüce-23.Mayıs.2014

Dün bu meydanda karşılaştık. Birbirimizin boynuna sarıldık Birbirimize “çocukları”,


68

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) “işleri”, “evdekileri”, “sağlığı”, “arkadaşları”, “ortak bildiğimiz davayı”, “yolculuğu” sorduk. Bir şarkı dinledik beraber, Buğulandı gözlerimiz. O günler hep beraber ağladık... Nedir ayıran bugün bizi? Neden ağlayamıyoruz karşılaştığımızda Neyi bölüşemiyoruz aramızda... “Belene” ölüm kampında bir nar yeterken ikimize, Bugün neden gözlerin hep başka yerde! Kaç paraysa gözyaşların Söyle vereyim Görüşünce beraber ağlayalım...

Bir Anı

BG-SAM-23.Mayıs.2014

Belki unutmuşsundur diye yazıyorum, Kutuya oy pusulasını atmak, Taş atmak değildir kardeşim. Sen oyunu istediğine verebilmen için, Önce tutuklandın ardından mahpus yatıldı, Demokrasi tolu’su yağdı sürgünde, Sonra özgürlük silindiri geçti üstümüzden Bir deri bir kemik yapıştı sülyetimize Kara asfaltta, kara kaderimizle Ve korkarak geçtik insan hakları meydanlarından


Makale ve Analizler - 2014

69

Yüzü maskeliler tanklarla çıktı karşımıza Saniyede bilmem kaç kurşun atan silahlar “Pristoe” köyünde onyedileri serdi yere. Özgürlük özleyenlerin çocukları artık yetim. Ayaksız, kolsuz, gözsüz kovulanlar kelepçesizdi, Unutulamaz demokrasiyi hayal eden yıllar. Ne sandın sen? Hak ve özgürlük güpegündüz mü düştü çarşıya! Ekmek arası köfte gibi mi geldi? Ve zenginlik, İnsanları korkudan uykusuz bırakır mı? Ve umutsuz ve gönlü yaralı olmasa, 350 bin kuş 3 ayda gökyüzünü terk eder mi? Bu nasıl demokrasi? Düştüğü yeri yaktı! 1989 Mayısında merhamet ve hürriyet, Can veren kahramanlara o kadar mı uzaktı?

Büyük Türkiye Yolunda

Rafet Ulutürk-25.Mayıs.2014

2001’de değişen “tehdit algılaması” sonrası “Dört tarafı denizlerle çevrili Büyük Türkiye Modeli” tartışmasını yazılarımda ilk ortaya attığımda, içeriden dışarıdan aynı tepkiyi alıyordum; olmaz, çok zor... Evet zordu, liderlik farkı hesaba katılmayınca olmazdı, olamazdı... 2003 öncesi lider görmemiş toplum için Lider’in ortaya koyabilecekleri, o günden bakınca bugün kadar net görülemezdi... Sevgili dostlar, yukarıda bahsettiğim model bir “işbirliği-etki alanı tanımlama” modeliydi ve belki de sorgularken önümüzdeki “aşılmaz engelleri” düşününce, isteyen-inanan bizler bile zaman zaman “acaba” diyorduk... Diyorduk


70

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ama oldu! “Olacak - olacak mı? - Ne olacak?” tadında konuşulan Türkiye, artık çok farklı. Daha doğrusu Dünya Düzeni ve bu yeni denklem içindeki Türkiye Gerçeği çok değişti, farklılaştı... Bir Türk vatandaşı olarak “bu büyümenin, kopuşun, yeni gerçeğimizin” hazzını yaşamak da inanın çok güzel. 2003 yılında Süleymaniye’de “askerinin başına çuval geçirilen Türkiye’den”, 2014 yılında “yeni Dünya denklemine merkez olmaya” giden bir Türkiye’ye... Bu noktada en önemli tespit şu; 2006’dan bakınca aşılmaz görünenleri Başbakan Erdoğan’ın kararlılığı ve tek başına kaldığı noktalarda dahi dik duruşu ile aştık. 2008 en önemli dönemeçti, direndi... İnandı, direndi ve ülke tam 150 yıl sonra finansal olarak bağımsız kaldı... Sevgili dostlar, kısa bir süre önce yurtdışında bir toplantıda “dünyanın gözünden Türkiye” algılamasını dinledim... “Yeni Bir Yüzyıl İçin Strateji” belgesi yazan akademisyenlerin ağzından “2023 - 2071” detaylarını duymak ve “ne oluyor” sorusuna muhatap olmak, 2001 - 2003 arasındaki Türkiye’yi düşündüğümde hayal gibi... 5 milyar dolar için IMF’den ülkeye “vali atanmasına izin veren” Türkiye, bugün “2023 ve sonrası” vizyonunu dünya genelinde kabul ettirmiş durumda... Bu noktada sormak istiyorum; bizler içeride dışarıdakilerin gördüklerini, gerçekten “ne olduğumuzu, olabileceğimiz” gerçekten idrak edebiliyor muyuz? Bu noktada diyeceksiniz ki; güzel söylüyorsunuz da bizim Amerika’nın veya Rusya’nın yazdığı gibi bir vizyon belgemiz yok? Bu stratejiyi nerede aramalıyız? Sevgili dostlar, yazılı bir hale getirilmese bile Türkiye’nin çok net bir stratejisi ve belgesi var! Nasıl mı? Son birkaç yıla dikkatli bakalım ve özellikle Halkın seçeceği Cumhurbaşkanı gerçeğimiz öncesi detayları birleştirelim... Başbakan Erdoğan’ın son “AK Parti Kongresi”nden bugüne söylemlerini alt alta yazın ve “analiz etmeye çalışan yabancılar” gibi karşıdan bir bakın. Gelin birlikte deneyelim; Sevgili dostlar, Bir Başbakan; 1- “Selçuklu - Osmanlı - Cumhuriyet” sentezi’ne işaret ediyor ve bu yola çıkarken “Alparslan gibi kefenimi giydim” diyorsa, 2- Bir Başbakan 2023 hedefini 2071’e, yani bu topraklara girişimizin 1000. yılına işaret edecek şekilde ilerletiyorsa ve arkasına konuşurken Türkiye değil de Dünya haritası koyuyor, Barzani de seyirciler arasındayken “Türkiye’deki Kürt kökenli insanlarımıza” Selahaddin Eyyübi üzerinden el uzatıyorsa,


Makale ve Analizler - 2014

71

3- Bir Başbakan, kime olursa olsun gerektiğinde verdiği “yeni one minute notaları” ile Türkiye’nin gücünün farkında olduğunu ve bölgede “lider” olmaya doğru emin adımlarla ilerlediğini gösteriyorsa, 4- Bir Başbakan bu mesajların üzerinden aylar geçmeden Cumhuriyet tarihinin en büyük açılımını başlatıyor ve “bugünü” yeni bir tanımlamanın” başlangıç noktası almamıza yol açacak çok ciddi mesajlar verip, adımlar atıyorsa, 5- Bir Başbakan içeride bizi vurmak isteyenlere karşı Ahmet Yesevi ile ilgili vurguyu sürekli tekrarlıyorsa, 6- Bir Başbakan ekonomide “sıfır faiz - sıfır enflasyon” hedefine bu kadar yakınken, ne pahasına olursa olsun her türlü “piyasa bozulur” tehditlerine rağmen blok satışı iptal edip “Halka Arz”ların önünü açıyorsa, 7- Bir ülke yıllar sonra “yerli savunma endüstrisi” için çok net adımlar atıyor ve “montajcıların” yerleşik yapı olarak çöreklendikleri yapıyı yıkmak için strateji tanımlıyorsa, 8- Bir ülkede “1946 sonrası kurgulanan sanal düşmanlar” tek tek yıkılıyor ve ülkenin insanı “özgürleşme” yoluna giriyorsa, 9- Bir ülkede, topraklarında yaşayan herkesi içine alacak bir “Selçuklu Osmanlı - Cumhuriyet” sentez’i oluşmaya başlamış ve bu somut bir süreç ile tanımlanmışsa, 10- Ve en önemlisi ülkeyi yöneten irade ve başındaki Başbakan, daha çok kızacakları birçok adımı, ülkenin kaderine çöreklenmiş Yerleşik Yapı’ya rağmen atıyorsa ve Yerleşik Yapı, Gezi olaylarından başlayarak ülkeye ve seçilmiş lidere karşı tarihin en büyük saldırısına geçmesine rağmen, Ülke ve Lider dimdik durmaya devam ediyorsa; Orada yeni bir Türkiye Yüzyılı için Strateji Belgesi yazılıyor ve uygulanıyor demektir dostlarım... Sonuç: Türkiye son 10 yılda, 1946 - 2003 arasında her türlü varlığımızı ve irademizi ipotek altına alan Yapı’yı tasfiye etmeye başladı ve Yeni bir Türkiye’nin temelini kazdı. Çok zor ve sıkıntılı bir dönemdi... Yetmedi yerleşik düzen ve paralel yapılanma birlikte dış mihraklarla birlikte Cumhuriyet tarihimizin en büyük saldırısını gerçekleştirdiler... Ne oldu? Türkiye, daha da güçlenerek yoluna devam etti... Son söz: Şimdi bu temel üstünde “Yeni Dünya Denklemi’nin” üç büyük gücünden biri olacak Yeni Türkiye’yi hep birlikte bina edeceğiz, ediyoruz... Bu yolda herkese çok büyük iş düşüyor... Durmak yok, devam etmek de yetmez, hep birlikte koşacağız... Yeni Yüzyıl Bizim Yüzyılımız Olacak!


72

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Hayallerin Hamalları!

Şakir Arslantaş-26.Mayıs.2014

Pazar gün yapılan seçimler çok büyük bir gerçeği gün ışığına çıkardı. Bundan sonra işler eski hamam eski tas gitmeyecek. Oldu bittiye getirilen durumun mutlaka dğzeltilmesi ve yeni raylar üzerine oturtulması zorunlu oldu. Biz Avrupa Birliği Parlamentosu’na gidenlerden zaten birşey beklemiyoruz. 752 kişi arasında 17 kişinin esamesi okunmaz. Okunsa bile kimsenin sözü geçmez. Zaten AB Genel Kurulu zenginler klübü gibi birşey olmuş ki, eski kıtanın çok sefil olan küçük bir ülkesinden gelen temsilciler ancak dinleyici statüsü hak edebilir. Bir de, bu denli kalavalık vekiller meclisinde, 17 kişinin kuvveti ne kadar etkili olabilir ki? Aralarında hem Bulgaristan lehinde, hem de Avrupa yararına iş görebilecek görmüyorum. Hele bizim şu HÖH grubunda bu nitelikte biri yok. AB ana kriterleri 1950’lirde Fransa-Almanya Kömür ve Demir Sözleşmesi ve ardından Ortak Pazar’ın kurulduğunu ilan eden Roma Antlaşmasıyla duyuruldu. O zaman bu zaman sözde her şey iyi gidiyordu da, bir Ortak Anayasa kabul edilemedi. 28 devletin çok farklı sorunları, planları, umutları var ki, bunları uyumlamak zor. Örneğin büyük AB devletleri Bulgaristanı bir tranzit yol ve ucuz deniz ve dağ turizmi merkezi olarak görüyor. Hayallerinde olan Varna ve Burgaz plajları, Bansko ve Panporovo kayak merkezleri, modern sanayi geliştirmeyi, eğitim öğretim işleridir. Bazı işleri dünya seviyesine çekme niyetlerinde yok. 1990 - 95 çöküşünden sonra sanayii canlandırma ve yeniden yapılandırma hayal bile edilemez oldu. Adına demokrasi denen toplumsal düzene geçiş 25 yıl önce başladı. Ne zaman biteceği belli değil. Sürekli devam etse ne olur? Bilen yok. Öz imkanlarla, devlet parasıyla sanayileşme programlanamadı. Böyle bir atılım için finans kaynağımız da yok. Tarımsal üretim de değişti. Amerikan yapımı büyük traktörler Dobruca ve Trakya ovasına girdi ve köylüleri tarladan çıktı. Geçen yıl Dobruca’da dekar başı ortalama 830 kg. buğday alındı. Buğdayın buğday olarak dış satımasına önem veriliyor. Hayvancılık ve tarımsal ürünü işleme sanayii henüz biçimlenmedi. Norveç’teki 150 bin domuz kapasiteli modern çiftlikler bizde henüz hayal. 1990’dan önce Bulgaristan’da 15.5 milyon koyun vardı. Şimdi böylesi büyük ölçekli girişimlerer başlamak için gerekli alt yapımız yok. Örneğin kuzu-


Makale ve Analizler - 2014

73

culukta Avrupa birincisiydik. Küba’dan yılda 5 miyon ton şeker kamışı milası alıp küspesi ile kuzu besliyorduk. Bir yıl olgunlaşmış kaşar peynirlerini Amerikan pazarına sunuyorduk. Şimdi bunların hepsi hayal oldu. “Focus” ajansını açtım, bakıyorum Almanya Başbakanı Merkel’in gözü yaşlı ağlıyor. Yılların başbakanı, hem de Alman kadınları sert olur ve öyle kolay kolay göz yaşı dökmez. İlgilendim. Oysa sebebi neymiş biliyor musunuz? Almanlar geleceklerini kadere bırakmaz, herşeyin kendi ellerinde ve gözlerinin önünde olmasını ister. Genç kuşağın geleceğini düşünen makamlar 2014’te yaşı 16 olan Almanların 63-65 yaşında emekli olurken sosyal durumları ve geçim problemleri üstüne bir inceleme yapıp şimdiki emeklilerden daha kötü şartlarda yaşayacakları ortaya çıkarmış. Yani, araştırma sonuçlarına göre, XXI. yüzyılın ortalarında Almanlar bugüne kıyasla daha kötü şartlarda yaşayacak. Rakkamların diliyle ifade edildiğinde, geçim sıkıntısının % 20 oranında artacak ve yaşam daha kötü olacaktır. Torunlarının emekliliğini düşünen Başbakan Merkel gözyaşlarını tutamayıp ağlıyor. AB üyesi bir ülke vatandaşı olarak bu durum üzerinde bizim de düşünmemiz yerinde olur. 2 milyon 500 bin yurttaşımız dış ülkelerde çalışıyor ve bunlardan % 85’i sigortasız yani emeklilik primi ödemiyorlar ve 65 yaşında emekli maaşı alamayacaklar. Genelde tütün işleyen tarım emekçilerimiz de sosyal sigorta sistemine bağlı değildir. Hepsinin gelecekleri yaşlılık açısından zifiri karanlıktan farksızdır. Artık sezon açıldığı için dikkatinize sunuyorum. Geçen sene denizdeki otel ve lokantalarda, plaj veya parkinglerde hizmet verenlerin ancak % 40’ı sigorta primi yatırdı. Nüfusumuzun % 24’ünü oluşturan ve hemen hiç biri her gün biraz daha yaklaşan emeklilikleri üstüne hiçbirşey yapmayan Çingene kökenli vatandaşlarımız ulusal tabloyu daha da karamsar ediyor. Sosyal durumu yüreksel acısı olan bu büyük katmanda artık 3. kuşan sosyal yardımla geçinen, hiç bir dönem hiç bir yerde çalışmamış olanlar çoğalıyor. Yalnız yeni seçimleri beklemekle ve oy için dağıtılan paralarla geçinmek perspektifsizdir. 60 gün seçim propagandası yapıldı, yazıldı çizildi. Hiç bir aday kalkıp ben bu şehre şu fabrıkanın kurulması amacıyla mücadele edeceğim diyemedi. Sanki asvalt üzerindeki delikler, patlamış su boruları, akan kiremitler, su baskınları vicudumuza kene gibi yapışmış ve bizi, hepimizi bayıltmaya çalışıyor.


74

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Neredeyse hayal etmeye gücümüz yok. Biz hayallerimizin yükü altında ezilen bir kuşak olarak, belki de emekliliğimizi bile alamadan, ahretkapısını tıklatmak zorunda kalacağız...

Peevski Korktu

Neriman Eralp-26.Mayıs.2014

25 Mayıs 2014’te Bulgaristan’da yapılan Avrupa Parlamento seçimleri çok büyük bir gerçeği ortaya çıkardı. Seçmenlerden ancak % 35’inin oy kullanması, tepe takla sonuçlar doğurmaya devam ediyor. Bu sonuçlardan biri seçmenin sandık başına gitmemesi izlenen politikaların Bulgar nüfusun üçte ikisi tarafından ret edildiğinı ortaya koydu. Bulgaristan’da yaşayan her 3 kişiden ikisi eskisi gibi yaşamak istemediği gibi, sözde demokrasi koşullarında devam eden totaliter politikayı kesin olarak kabul etmediğini gösterdi. “O yersem de vermesem de hiçbirşey değişmiyecek!” inancıyla hareket edenler bu seçimin gerçek sesini bütün Avrupaya duyuranlardır. Pazar gün yapılan seçimde GERB partisinin 7 milletvekili çıkarıp, yeniden birinci parti olması ve Sosyalist partiyi sandık başında 7. defa yenmesi, Bulgaristan halkının eski partizanları, yaşlı komunistleri, faşizme ve kapitalizme karşı mücadeleye katıldıkları için yıllar yılı ikinci emekli maaşı alanları, sosyalist emek kahramanlarını ve komsomol aktivistlerini çöpe itmeye devam ettiğini ve onların yerine daha genç, daha çağdaş ve öğrenimli kişileri politik sahneye davet ettiğini gösteriyor. Bu seçim BSP partisine ciddi bir sille vurdu. Yine sahte sosyalist nitelikli olan ABV harekleti ise sıfırlandı. Bu seçimlerden çıkan en büyük sonuç, Bulgaristan’da daha bu yılın güzünde bir Parlamento seçimine gidileceği işaretidir. Bu açıdan, seçim günü Boyko Borisov’un bir demeç vererek Sansürsüz Bulgaristan Partisi Başkanı Nikolay Barekov’u kutlaması, parlamento seçimlerinden sonra seni hükümete davet ediyorum anlamındadır. Seçmen’in, bu seçimi kazanan GERB partisini de eski komünist Partisi (BKP) nin bir kanadının devamı olarak gördüğünnden dolayı, yeni bir alternatif belirdiğinde “yüz çevirebilir” korkusu Borisov’un da içini kemiren endişedir. Bu rahatsızlık, ona Güzün yapılacak meclis seçimlerinde çoğun-


Makale ve Analizler - 2014

75

luğu kazanamadığı takdirde şimdiden koalisyon ortağı aramaya zorluyor. Bilindiği üzere Boyko Borisov ile N. Barekov arasında kişisel temas yoktur. Bu AB seçimi’nde, Bulgar seçmenin sandığı gönlünden itmesi, en önemli demokrasi enstrumanı (aracı) olan seçime inanmaması ve okula ya da muhtarlığa uğrayıp oy kullanacağı yerde gidip patates çapalamayı tercih etmesi, çok anlamlıdır. Bulgar seçmenin sandığa küskünlüğü Hak ve Özgürlşük Partisi HÖH - DPS partisinin işine yaradı. Orantılı seçim sisteminde, HÖH gibi garantili seçmen kitlesi olan partilerin işine yarar. Bu seçimde HÖH partisi, Mayıs 2013’te yapılan parlamento seçimlerine kıyasla 70 bin oy kaybetmiştir. Alınamayan oylar HÖH partisinin Türklük ve Müslümanlık davasına ihanet eden gerçek yüzünü gören Türk ve Pomak seçmendendir. Bu seçmen bilinçlendikçe HÖH - DPS partisi Hırıstiyan asıllı Çingene seçmen kitlesine kayıyor. Tespitlere göre, Ahmet (Dönek)’in sıkı dostu olan ve Bulgar kömür madenlerini işleten Kovaşki’nin madenci ailelerine 100 leva dağatarak oylarını DPS için satın alması, HÖH milletvekili sayısını 4’e çıkardı. Bu seçimde, halkın kendisini hakikatten sevmediğini, Türklerin partisi olan HÖH partisine eski polis mensuplarının oylarıyla seçildiğini artık hakkikatebn hissetmeye başlayan Daniel Peevski’nin seçim gecesi AB mebusluğundan vaz geçtiğini açıklaması, ilginçtir. Bir defa bu milletvekilinin Rusya ve Bulgar oligarşisinin ajanı olduğu ortaya çıktı. İki, AB politik çevrelerinde Peevski aleyhinde çalışmalar başladı ve onun Brüksel’den Moskova ajanı olarak geri çevrilmesi ihtimalı ağırlık kazandı. İşte böyle bir durumda özellikle de Bulgaristan Türk ve Pomakları arasında “ajanlara oy yok” kampanyasınuın ateşlenmesi, Daniel Peevski’yi Brüksel mebusluğundan vazgeçmeye zorladı. Bu gerçekçilik açısındasn politik olarak bilinçlenen Bulgaristan Türkleri ile Müslümanlığının yeni büyük zaferidir. Peevski’nin istifasını sunmasını şu benzetmeyle anlatabiliriz. Gebe bir köpek yavrulamak için başka bir köpekten yuvasını ister. Yalvarır yakarır ve alır, encekler, yuvaya yerleşir, hırım kırım eder çıkmaz ve enceklerini işgal ettiği yuvada büyütür. Yuvası gaspedildiğinde dışarıda kalan köpek, bir gün artık çık git, ben yuvama dönmek istiyorum diye fazla israr ettiğinde ana köpekten aldığı cevan şudur: Gel de keseyim hesabını, benimle ve 12 arslan yavrumla başa çıkabilirse yuvanı geri al, der. Bu iş bizim 100 sene mücadele ederek kurduğumuz Hak ve Özgürlük Partimize gizli polis “DC” ajanlarının Ahmet (Dönek), Önal Lütfü, Lütfü Mestan vb. girip yerleşmelerine, parti içinde ajan ağı kurarak üreyerek iyice yerleşmelerine ve partimizi kendi mal ve mülkü saymalarına benzedi. Ama ilk kez olmak üzere, 2013 yazında ve güz aylarında Bulgar Sivil Kuruluşlarının “Anti-Peevski”


76

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ve “Doğan Mafya” protesto eylemlerinden sonra, 2014’ün Ocağından Mayıs 25’e kadar devam eden “Peevski Moskova Ajanı” ve “Peevski Dönek Köpeğin Enceği” hareketlerinin Brüksel’de destek bulmasının kesin sonucudur. Yüzsüzler bu defa istenmedikleri yere yani Brüksel’e gitmekten korktular ve Peevski yerini başkasını gönderiyorlar. 100’lerde ajandan sonra Peevski ajanı da HÖH yuvasından bir yere kadar da olsa çıkmaya zorlanabildi. Mücadelemiz devam ederse tüm inler öz yuvamızı terk etmek zorunda kalacaktır. HÖH partisi bugün içinde ecekleyen giz polisin ini durumundadır. Lütfü Mestan’ın soydaş ve Türkiye düşmanlığına gelince durum şudur. Yakın akrabalarının büyük bir kısmı T.C.’de olsa da, onların insan haklarını, demokratik toplumda en doğal hakkımız olan oy kullanma hakmızı, BSP ile danışlı oynayıp, özel bir yasa ile engelediği için tarihte lanetlenecek olan bu balon lider, HÖH / DPS partisinin soydaşların oyları olmadan da büyüklüğünü gösterdiğini vurguladı. Fakat, parayla aldığı 400 bin Çingene oyuna 100 bin soydaş oyu da katılmış olsa, Sosyalist Partisi sollayıp ikinci parti olma fırsatını kaybettiğini dile getiremedi. Onun söylerken tökezleyeceği daha pek çok gerçekler olduğundan son dönemde dilinin şişmeye başladığını öğrendik. İtiraf edemediği hakikatlerden biri de, bu seçimlerde kaç para harcadığı ve paraları nereden aldığıdır. HÖH - DPS partisinin seçim zaferi, 4 milletvekili çıkarması, Bulgar seçmenin seçim sandığını tekmelemesinden, seçime gitmemesinden doğan bir sonuçtur. N. Parekov Sabsürsüz Bulgaristan Partisi’yle yoksul dip kesimden oy aldı. Pirin bölgesinden Makedonlar ve Plovdivli Makedonlar da Barekov’a oy verdi. Bu parti de güz aylşarında yeni seçim talep ediyor ve GERB partisine ortak hükümette yer almak hevesindedir. Kuneva’nın liste başı olduğu Reformcu Blok partisi, son 10 yılda burcuvalaşan Bulgar orta kesiminden ve Osmanlı döneminde başlayan ve 1877 - 78 Rus Osmanlı Savaşıyla kesilip yarıda kalan Avrupa uyanış çağını gerçekten yaşamayı heves eden Ruse bölgesinde oy aldı. Sağ politik kanatta yer alan bu mayalanma, Bulgaristan’da gerçek demokrasi yerleştikçe vekil sayısını arttıracaktır. Pazar gün yapılan seçimler, ülke ekonomisinin üçte birini elinde tutan Rus sermayesinin Bulgaristan koşullarında daha fazla yayılmasının istenmedini de gösterdi. Aşırı Rus yanlısı olan Volen Siderov - “Ataka” hareketi ve diğer milliyetçi partiler % 6 çıtayı aşamadı ve elendi. Böylece Bulgar halkı Rusya’nın Ukrayna, Kırım ve Kara Deniz üzerinden alabildiğine güneye yayılmasına da “Hayır” demiş oldu.


Makale ve Analizler - 2014

77

Ne yazık ki, AB seçimleri Fransa ve Avusturya’da hortlayan milliyetçiliğe sert bir yumuruk olmadı. AB parlamentosu milliyetçilerle doldu.

Kabahatlık Duygusu

Seyhan Özgür-27.Mayıs.2014

12 Mayıs 2013 - 25 Mayıs 2014 arası dönem Bulgaristan’ın yeni tarihi açısından çok belirleyici çizgilerle yazıldı. 12 Mayıs 2013’te Bulgaristan’da olağanüstü Parlamento seçimleri yapılmıştı. Sonuçta iktidar değişikliğine gidildi. Boyko Borisov tarafından yönetilen tek partili GERB hükümeti % 25 daha az oy alınca, ortak bulamadı ve yeni kabineyi kuramadı. Sandıktan çıkan dört politik parti GERB; BSP; HÖH - DPS ve ATAKA aralarında anlaşamayınca, ikinci büyük Bulgar partisi olan Sosyalist Parti (BSP)’ye gün doğdu. BSP - HÖH - ATAKA koalisyonu böyle oluştu. Bulgar finans oligarşisi ile ülkemizdeki Rus sermayesinin temsilciliğini yapan Plamen Oreşarski başbakan koltuğuna böyle oturdu. Tam 1 yıl sonra, Bulgar politikasında yükselen sedalarda “gensoru”, “hemen istifa”, “sosyalist parti yönetiminin bütünüyle değişmesi”, “hükümetin 1 yılda zamanını doldurduğu” çığlıkları var. Fakat bu haykırışta da politik olarak kabahatlılık duygusu sezilmiyor. Sanki olup bitenden kabahatlı olan yok. Adalet rüzgarları hala iktidar katlarında esmiyor. 25 Mayıs Sosyalist Parti’de çöküş trendinin hızlandığını gösterdi ve kanıtladı. Yıkıma sebep olanlarda biz bu işten kabahatlıyız, suçluyuz, halkın enerjisini boşa kullandık gibi ruhsal ve bilinçsel pişmanlık ve tepki yok. Bu gerçek, aslında hümanist bir temele oturmuş olan sosyalist fikirlerin Bulgaristan gerçekliğinde halka çok çarpıtılmış bir şekilde sunulduğunu ortaya koydu. Bir defa, sosyalist parti, bir politik iktidar olarak sosyal-demokrat bir politika izlemeye özen gösterirken, daha somut bir ifadeyle, oluşmakta olan Bulgar Büyük Burjuvazisine; dış ülkelerden gelen büyük ölçekli sermayeye; of shor şirketlerde biçimlenmiş olan Rus oligarşisine hizmet sunuyor. Halkın öz menfaatleri okunmadan, kucaklanmadan ve acil çözüm bekleyen sorunlara bile eğilmeden yürütülen politikalar memnun olmayan geniş tabakayı, hoşnutsuzluğun dip dalgasını hareketlendirdi. 110 yıllık siyasi gelenekleri olan BSP partisinin 25 Mayıs 2014 seçim kaybı halk tepkisinin kaynamaya başladığına işaret oldu. Bir-


78

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

kaç ay öncesine bakıldığında, 2012 yılına kadar 8 yıl Cumhurbaşkanı, daha önce de BSP Başkanı olan Georgi Parvanov’un “ABV” adli bir politik grupla partiden ayrılması ve AB seçimlerinde % 6 barajını aşmaması ise Bulgar sol cephesinde derinleşen çöküşün bir başka işarettir. Bulgar halkı sosyalist partinin halktan koptuğunu, onun içine işlemiş olan totaliter illetlerden kendini arıtamadığını ve kapamadığını sezdi. Öte yandan, çöküş eğilimi sözleriyle sosyalist, menfaatleriyle büyük sermaye temsilcisi (kapitalist) olmanın sahtekarlıktan başka birşey olmadığının da bilincine yüklseldi. Sosyalist Parti (BSP) nin Bulgaristan Türkleri, Pomaklar ve Çingene kökenli Müslümanlar konusunda da totaliter politikadan farksızdır. Azınlık hakları, azınlıkların eşitliği, etnik azınlıkların özgün kültürel yaşamına hayat hakkı tanıma, dillerinin gelişmesine olanak sağlama, çocuklarının etnik tarih, kültür ve edebiyat üstüne bilgilendirmelerine önem vermedi, totaliter anlayışı değişikliksiz, ya da kozmetik retuşlarla sürdürmeyi yeğledi ve bu sahte gelişme yoluna HÖH - DPS yönetimini de çekebildi. Ekonomik alanda karma bçlgelere, köylere ve belediyelere özel yatırımlar yapılması, gençlere yeni iş sahaları açılması siyasetine öncelik vermedi, insanlarımızın ülkeyi ekmek parası için otobüsler dolusu terk etmesine de seyirci kaldı. Bu vurdum duymaz seyircilerin arasında HÖH - DPS yönetimi de yer aldı ve alıyor. Böyle bir durumda BSP ile HÖH partilerinin daha büyük bir destek bulması yoları kapalıdır. Politik yükselme basamakları halkın öz menfaatlerine çözümler getirmekten geçer. Bir başka açıdan analiz ettiğimizde, GERB partisinin 2013 Mayısında oy kaybına uğraması ve sonuçta iktidardan uzaklaşmak zorunda kalması, çok derin anlamlıdır. Çünkü GERB partisi Bulgaristan sosyalist partisini ve HÖH partisini ret ederek, 2009’da tek başına iktidar olmuştu. Başarısının nedeni, ekonomik ya da sosyal değildi. Sosyalistlerle HÖH’cüler ortaklığının fidye için insan kaçırma olaylarını durduramaması ve kamuoyunda egemen olan korkulardı. Böyle bir ortamda iş başına gelen GERB partisi, iktidar olduğunda ekonomik ve sosyal sorunlara çözüm getirmediği için olduğu kadar, rüşfet ve dolandırıcılığın alıp yürüdüğü için 12 Mayıs 2013’te yeni bir süre için halkın desteğini alamadı. Fakat yerine gelenler daha büyük vurguncu çıkınca, şimdi yeniden yelkeni dolmaya başladığı ve aktifleşti. Bu en büyük üç politik partinin ruhunda, Bulgaristan Müslümanlarına yapılanlarla ilgili kabahatlılık, utanç ve tövbe duygusu yoktur. Onlar bu seçimde soydaşların sandık başına gidip, hür oy kullanma hakkını da engellemekle, faz-


Makale ve Analizler - 2014

79

lasıyla küstah olduklarını tüm dünyaya gösterdiler. Pişmanlık nedir bilmeyen bizim özürlü sosyalistler, bizim anadan anti-Türk ve anti-İslamcı doğan ve hala “lider” geçinen höhçüler, ajanlıklarıyla ünlenen hainler adalet önüne dikilmeden haksız ve kabahatlı olma gerçeğiyle yüzleşemezler. Onların hafızasında ve vijdanında pişmanlık çizgisi yok. Memleket ekonomisini 25 yılda çökertenler ve Bulgaristan halkının Avrupa’nın en sefil insanları durumuna getirenler, ne yazık ki bugün de, kendilerini kabahatli bulmuyorlar. Bu “lider” bozmaları kendilerini yargılamıyor, kınamıyor. 25 yıldan beri yaptıkları işlerden, işledikleri suçlardan, rüşvet ve dolandırıcılıktan ötürü hiç kiimsenin cezalandırılmasına izin vermiyorlar. Mahkemnelerde süründürülenler, hapse atılanlar zavalı mıniklerdir. Göstermelkik işlerle halkı oyalıyorlar. Kabahatlilik duygusunun kamu nezninde yargılanması, gizli işlerin sırlarının ortaya çıkarılmasıyla yeni boyutlar alacaktır. Bu olmuyor, çünkü dolaplar sığnaklarda, saraylarda dönüyor. Politika sahnenin ardında biçimleniyor. Dolkandırıcıların hiç birinde geçmişte işlenen suçlardan kabahatlı, günahkar, suçlu olma duygusu sezemedik. Onlar bugün de kendilerini haklı görüyorlar. Bu durumda ülkemizde iki gerçeklik, zenginlerin ve sefillerin olmak üzere iki dünya ve hatta bu gidişle köle sahipleri ile köleler dünyası belirdi. Başka bir değişle aşı olmayan ve tokluktan patlayanlar sınıfı oluştu. Kendilerini iyi insan olarak tanıtan sözüm ona “liderler”, oligarli hizmetkarları, para babaları korumaların ardına saklandıkça, saraylarda gizlendikçe halktan iyice kopuyor. Halktan korkuyorlar! Bu seçimlerde bilinçlenen halkın nefretini liste başı olan BSP lideri Sergey Stanişev ile Reformcu Blok favorisi Miglena Kuneva’nın seçilmemesinde gördük. Bu iki politik şahsiyetin doğrudan doğruya BKP MKkadrolarından olması, kirli yağ gibi hep suyun üstünde durma niyetleri halkın hışımıyle karşılandı. HÖH’ten D. Peevski’de uçağa binip Brüksele gitmekten vazgeçti. Bu seçimlerden çıkan en büyük ders tam budur. Bulgaristan seçmeni öncelikli seçimi benimsemeye başladı. Görüldüğü üzere Ahmet (Dönek) bile 25 Mayıs seçimlerinde halk arasına, hiç bir kürsüye çıkamadı, miting demeçleri bir yana, TV veya Radyo konuşması bile payamadı, gazetecilerden kaçtı. Bunun sebebi kabahatlilik duygularının canını ciğerini sarmış olmasıdır. Hainleri rahata bırakmayan ruhsal çökül devam edecektir. Halk önünde kabahatlı olma duygusu bu günkü HÖH - DPS yöneticilderinin tümünü sardı.


80

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Anlaşabilmemizin Yolları

Dr. Nedim Birinci-27.Mayıs.2014

Biz, Bulgaristan’da yerleşik, 2007’den sonra Batı Avrupa ülkelerine dağılan ve milyonlarcamızında Türkiye’de soydaş olarak ikamet ettiği çok büyük bir halk topluluğu olduğumuz bilinciyle varız ve var olmaya kararlıyız. İtiraf etmeliyiz ki, günümüzde modern uygar Avrupası’nın dayandığı kültürel miras bizim yaşadığımız Bulgaristan, Balkanlar, Anadolu topraklarında oluşmuş ve dünyaya ışık vermiştir. Bu ışık bugün bizi loş geliyor. Çünkü aydınlanma bilmeden ve öğrenmeden, algılama, özümseme ve soyutlamadan geçer. Öz kültürümüz olan Türklüğümüz ve dinimiz olan İslam’ın da ayrıca dünyaya taşıdığı aydınlığın öteki işiklarla katışmasından daha yüksek ve güçlü bir ışıma ve aydınlanma doğması beklenirken, adı filmlere de verilen “Işıklar Savaşı” yaşıyoruz. Kültürler arası etkileşimin alabildiğine arttığı bir çağdayız. Avrupa Birliği bu kaynaşımı yaşıyor. Bu bakıma, çağımız bir iletişim çağıdır. Böylesi enternasyoneleşmiş bir çağda toplumun kendini dış dünyadan soyutlayarak, ya da halk topluluklarına, azınlıklara insanlığın gidişine ayak uydurma imkanları tanımadan birlikte ilerlemek olanaksızdır. Her kültür değerlerine evrensellik kazandırmak ister. Biz Bulgaristan Türkleri de bunu istiyoruz. Kimse şu kültüğr eksiklidir, şu engellidir, şu özürlüdür diyemez. Kültürlerin doğuştan eşit olduğu bir gerçektir ve bunu herkesin, her toplumun, her devletin ve uluslararası makamların kabulş etmesi gerekir. Her toplum uygarlık yarışında ön saflarda yer tutmak ister. Her toplumk diğer toplum ya da toplulukların yarattığı kültüre, bilime ve sanata ilgi duymak zorundadır. Bu açıdan kültür hegemonizmine karşıyız. Kültürel eşitlik her yerde ve her zaman galip gelmelidir. Kültürler arası yarış eşit şartlarda yürütülmelidir. Bu olaya demokrasi açısından baktığımızda, hiç bir çoğunluğun hiç bir azınlık adına karar alması veya dayatması söz konusu olamaz. Başka bir değişle çoğunluk azınlık adına ve azınlık hakkında karar alamaz ve almamalıdır. Biz, Bulgaristan’da yaşayan bir azınlık Tükt toplumu olarak 160 yıldan beri yani Osmanlının Tanzimatından beri Batılaşmaya çalışıyor ve Batının kültürel ve uygarlık yapısını anlamaya, almaya ve uygulamaya çalışıyoruz. Zamanın Ruse Valisi Mithat Paşa, bu işi en iyi kavramış idarecilerden biri olarak, Bulgaristan’da Türk okullarıyla yan yana Bulgar okulları, Gabrovoda Bulgar Lisesi açılmasında, Ruse’de dram tiyatrosu, müzik sahnesi, kitap evleri ve basımhaneler kurdurarak, pek çok Türk ve Bulgar kız ve oğlanı özel meslek okullarında eğiterek, Batıya öğrenime göndererek öncü rol oynamıştı.


Makale ve Analizler - 2014

81

İnsanların zihinsel yapısını etkilemek, daha iyi olarak ve zamana uygun olarak kabul edilenle yenilemek yıllar asırlar alıyor. Bir kuşağın ömrü buna asla yetmiyor. Bu süreç de 160 yıldan beri devam ediyor ve edecektir. Bulgar Çarlık dönemi,sosyalist totaliter aşama ve şimdiki demokratikleşme süreci bu devresel dçnüşümlerle yenileşme ve modernleşmenin, yeni uygarlıklara dahil olmanın ayaklarıdır. 25 Mayısta yapılan AB meclkis genel kurul bileşim seçimleri de ayrı bir ayaktır. Biz ilk kez olmak üzere bu seçimde 4 milletvekili çıkardık ve Hey Avrupa, şu küçük olduğu için pek dşkkat etmediğiniz ve önemsemediğiniz Balkanlarda biz Türkler de yaşıyoruz ve özgün kültürümüzle, dilimizle, edebiyatımızla, üretimlelerimizle birleşik Avrupa içinde bir ateş böceği gibi uçmayı biz de istiyoruz, diyebildik. Kendi imkanlarımız açısından olmak üzere, AB’ne tarihsel eleştirel açıdan biz de bakalım desek, Batı’yı bugünkü uygarlık düzeyine eriştiren Rönesans Aydınlanma döneminin insancıl değerleri olduğunu, görürüz. Batı, Ortaçağın karanlık dokmatik değerlerini ilk kez aydınlanma ve Rönesans devrinde sorguladı ve antik çağdan kalma yapıtlarındaki özgürleştirici havayı tam anlamıyla ilk kez bu dönemde soludu. Önemle belirtiyorum, Batı’da ulusal dillerin gelişmesi de, toplumların ulusal benlik ve kimliklerine kavuşmaları da bu aydınlanma dönemine rastlar. Durum böyle iken ve biz Batı dünyasına kendi aydınlığımız ve elde ettiğimiz özgün özgürlüğümüzle katılmışken, okulsuz, okuma evsiz, bası yayımsız, şair ve yazarsız, kitapsız, ana dilde ders veren öğretmenlerimiz olmadan nasıl olur da Büyük Avrupa’nın aydın dünyada yer alabiliriz? Soruyorum: Çağdaş Bulgar zihniyeti, özürlü olduğuna inandığım HÖH lider ekibi, hakkikatten Bulgaristan Türklerine bir Rus “Matryoşka”sı olarak mı bakıyor?. Bizi Avrupa Birliği’ne bir minicik matröşka gibi mi tanıtıyotrlar! Bilirsiniz, Matroşka’da birbirinin aynı ama değişik büyüklükte olan ve birbirinin içine giren farklı büyüklükte aynı oyuncaklar vardır. Şimdi biz Bulgaristan Türkleri ve Müslümanları olarak en küçük Matröşka figürü olarak bizi en dibe ve en içeri koyacaklar. Dışımızda “AB” - etnik Türk Müslüman grubu” yazsa bile ömür boyu ve ebediyen en karanlık, en kapalı ve başkaları açıp bizi çıkarmadıkça dışarı çıkıp aydınlık görmemiz olanaksız olan zavallılar olarak oracıkta kapalı kalacağız.İç içe girmiş matröşkaların en içindeki zifiri karanlıkta kaldıkça üzüntüden kendimizi yedikçe, kapkara kararacağız ve kahrolup yok olacağız. Demek istediğim, aydınlık ve uygarlıklar böyle matröşka misali iç içe girince, küçükler kayboluyor, yaşam hakkı kazanabilmelerinin yolu yok. Evet AB’ye dört milletvekili gönderdik ama, 752 yanında 4 kişinin dikkate alınması zor olur. Bu açıdan, çoğunluğun azınlığı hem ulusal hem de uluslararası AB çapında ezilmesini önlemek için kollarımızı sıvamalıyız.


82

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Tarihte aydınlanma döçnemlerinin birbirinin devamı olduğunu kabullendiğimiz gibi, iletişim ve kültürel bütünleşme dünyasında da uygarlıklarda azınlıkların da özgün yeri olduğu gerçeğini hayata çağırmalıyız. Bu açıdan AB’ye yolcu ettiğimiz 4 HÖH milletvekiline başarılar diler, Bulgaristan Türk, Pomak ve Çingene Kökenli Müslüman kardeşlerimizin oylarıyla seçildiklerini ve kalabalık içinde kaybolmamalarını ve başarılar dilerim.

Viraja Gidrik

Rafet Ulutürk-27.Mayıs.2014

Pazar gün yeni bir viraja girdik. Sandık başına giden seçmen oyların daha fazlasını muhalefetten 2 parti olan Bulgaristan Cumhuriyeti için Vatandaş Birliği (GERB) ve Reformcu Blok (RB) partilerine verdi. GERB lideri olan eski başbakanlardan Boyko Borisov mecliste güven oyu istedi. Çarşamba gün görüşülecek. 25 Mayıs 2014 seçimleri Avrupa’nın bu arada Bulgaristan’ın sağ politikayı tercih ettiğini gösteriyor. Eski kıtada işsizliğin ve sefil kesimin artması seçmenlerin yön değiştirmesine neden oldu. Yalnız vaatte bulunan ama icrası olmayan politikalar sahneden inecek. Hak ve Özgürlükler Partisi (HÖH - DPS) de iktidar ortağı olmasına ve 3 ten 4 milletvekili çıkarmasına rağmen bu virajın içindedir. Dönemeci alamayan kanafkaya, hendeğe kayar, sıkışıklık dönemi başladı. Bu seçimlerde HÖH - DPS partisinin başarısı Bulgar seçmenden üçte ikisinin izlenen politikaya güvenmediğinden dolayı, sandık başına gitmemesinden kaynaklandı. Son dönemde HÖH partisinin izlediği Bulgaristan Sosyalist Partisi’ne yaranma politikası çelişkili, tehlikeli ve geleceği olmayan bir politikadır. Perspektifsizliğin temelinde Bulgaristan Sosyalist Partisinin (10 Kasım 1989’da iktidardan düşen ve dağılan Bulgaristan Komünist Partisi (BKP) nin mirasçısı ve devamcısı olması bulunuyor. BKP’nın 1970’li ve 80’li yıllarda izlediği totaliter politika yani baskı ve teröre dayanan siyaseti, hele Türklere ve Pomaklara karşı uygulanan emsalsiz zulüm herkesin hafızasında ve yakın tarihimizde kolay kolay silinmez izler ve yaralar bıraktı. Bu yaralar sarılmadı. 500 bin Bulgaristan


Makale ve Analizler - 2014

83

Türkü vatanından kovulmuş ve geri dönmeleri için güvence ve huzurlu ortam hala yaratılamamıştır. Demokrasi, demokrasiden söz etmekle olmaz. Todor Jivkov da sosyalist demokrasiden söz ediyordu, ama hak ve özgürlükleri ayak altına almıştı. İnsanlar kan kusuyor, terör kol geziyordu. Sosyalist demokrasi bumudur. Avrupanın uyanış ve Rönesans devrinin en yüksek ideallerinin taşıyıcısı olan sosyalist uygarlık bu mudur. Tek partili sistemde demokrasiden, haktan, hukuktan, özgürlüklerden söz edilemez. 1990’da bizde çok partili sisteme geçildi. Bulgaristan politik sisteminin içinden, bu kadar zordan, zulümden, baskıdan sonra Türklerin, Pomakların ve Çingene kökenli Müslüman kardeşlerimizin de bir politik yapılanmada birleşmeleri herkesçe doğal karşılandı. Yeni politik parti Bulgaristan’ın bütünlüğünden, parçalanmışlığından, halkın beraberlik ve kardeşliğinden yana olduğunu ilan etse de, 24. yılında partinin yönetiminde demokratik ilkelerden çok uzak bir dünya görüşüne sahip ajanlıkla geçinen, hainliği meslek olarak benimsemiş kadroların yer aldığı “lider” durumuna geldiği ortaya çıktı. Ne ki, bu iş böyle devam edemez. Bekleyen halkın sabrı taşar. Görüldüğü üzere yeni bir viraja giriyoruz. Bu yeni ortamda bir yeniden birlik olmak zorundayız, Bulgaristan Türklerinin politik yuvası olan HÖH - DPS partisine insanımızı ve kamuoyunu aldatarak giren ajan kesiminin yuvadan çıkması, yuvayı gerçek sahiplerine devretmesi ve pasif duruma geçme zamanı gelmiştir. Bir kadro 24 yıldan beri bir işi yapamamışsa, o beceriksiz olduğunu kanıtlamış olup, dizginlşeri yeni kuşağa devretmek zorundadır. Genç kuşağımız yeni politik ortama daha azimli, kararlı, esnek ve bilinçli katılıp önümüze çıkan yeni virajı aolmalı ve davamızı düze çıkarmalıdır. Politika kısa süreli hedef ve hesap işi olmadığı gibi, çıkar işi de değildir. Politika, demokrasi ortamından asillik temeline dayanmalıdır ve bu işi çocuklukları travmalı geçmiş, ajanlığı ve hainliği ekmek kapısı yapmış kişilerin işi olamaz. Politika, XXI yüzyılı doğuştan cesur, öğrenimli, meciyetli, bilgili liderlerle yaşamak istiyor. Bu sözler genelde öncelikle barışçı birleşme çabalarına başlayan Avrupa için geçerlidir. Bilindiği üzere, XVIII. yüzyılı burjuva devrim hazırlıkları ve devrim ateşi içinde geçen, XIX. yüzyılda Napaleon Bonapart savaşlarının yaralarıyla inleyen, XX. yüzyılda da İki Dünya Savaşı ateşi yanan eski kıta Avrupa’da XXI. yüzyıl sanki barışçı atılımlarla yeni bir uygarlığa açılma asrı olarak başladı. 2007’den beri biz Bulgaristan vatandaşları bu büyük atılımın saflarına alındık. Pazar gün yapılan seçimlerde de hiç olmazsa Bulgar nüfusunun üçte birinin bu politik hevese katıldığını gösterdi. Aynı zamanda Bütün Avrupa, XVIII. yüzyıl Fransız Burjuva Devriminin sönmemiş coşkusuyla yeni milliyetçi bir dip dalgasının yükseldiğini, hareketlenmenin Avusturya ve Hollanda’yı da etkilediğini ve


84

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

netice olarak 2014 Brüksel AB Genel Kurul Birleşiminde daha kalabalık ve etkili bir sağ kanadın yerleşebildiğini ortaya koydu. Bu gelişmeyi tabii ki, Rusya’nın son dönemde hırçınlaşan gözü kör yayılma politikası da körükledi. Bulgaristan’da sağcı partilerin AB parlamentosuna temsilci gönderememesi iyi oldu.Kamuoyu ve seçmen Rusya kucağının sıcak ve bereketli olmaktan fazla, sıkıcı ve boğucu olduğunu görebilmesi ülkemizde yeni dengeler sağlayabilir. Yeni durumda bir oyla hükümet ortaklığını dayaklayan destekleyen V. Siderov ve partisi Ataka’nın da önemini kaybettiği görüldü. Bu durumda çarşamba gün yapılacak gen soru oylaması derin anlamlıdır. BSP - HÖH - Ataka yamamalı ortaklığının karşısında daha büyük bir kararlılıkla güçlü bir muhalefet dirildi. Bulgaristan yeni bir viraja girdi. Kazasız belasız çıkması temenimizdir.

Edebi Hayatımız Kimlere Kaldı?

Mehmet Alev-27.Mayıs.2014

Hiç şüphe yoktur ki, Bulgaristan Türkleri bir çok sanat dallarında olduğu gibi kendi edebiyatlarını yaratma, yaşatma alanlarında da oldukça bir hayli mesafe almış, hatta zirveleri de zorlamışlardır. Koşullar her ne kadar el verişli olmasa da, totaliter dönemde eleştiri dalında bir Riza Mollov, İbrahim Tatarlı, Mehmet Çavuş vb. yetişmiş ve kalıcı ürünler vermişlerdir... Şiir sanatında bir Recep Küpçü, Latif Ali, Ahmet Şerif, Süleyman Yusuf vb. unutulmayacak eserlere imza atmışlardır. Ne var ki, Bulgaristan Türk edebiyatı, 140 yıllık tarihinde bin bir güçlüğe göğüs germiş, hiç umulmadık badireler atlatmıştır. En nihayet, elhamdülillah, demokrasi adıyla meşhur bir rejime kavuştuk, derken kendimizi bir kriz, bir çıkmazda buluverdik. Bir çeyrek yüz yıl önce o dil, din, iman ve imanımızla ilgili yaşadığımız cehennem kabuslarını unutarak rahat bir soluk alıp dolu dizgin yola koyulacağımız yerde, neden bir takım krizlerden, hala çıkmazlardan söz ediyoruz, neden yerimizde sayıp duruyoruz?! Tüm Bulgaristan Türk yaratıcılarını, şairini, yazarını, aşığını şemsiyesi altına toplayacak bir kurum, kuruluş nerede? Ve bu kurum veya kuruluşun bir medyası, gazete veya dergisi... Bu güne kadar ülkeyi ikiye, Kuzey ve Güney diye bölüp bir takım sanat kulüpleri kurma çabaları da bir netice vermemiştir. Kırcaali’deki


Makale ve Analizler - 2014

85

“Recep Küpçü” adına tahsis edilen edebiyat derneği, sönük faaliyet alanına girmiş, ayrımcı davranışlarını sürdürmektedir. Aliş Sait, Sabri Alagöz, Mestan Adalı vb. yaratıcılar, neden bu dernek faaliyetlerinde yer almazlar? Anlı şanlı bir şairimizin adını taşıyan kuruluş artıları, eksileri ile insanlarımıza hizmet etmek için çatısı altına toplamalı... Razgrat’ta da, Yazarlar Birliğine kim başkan olacak? Mücadelesi ivme kazanarak kızışmaktadır. Dosya kavgaları, mühür kimde olacak yaygaraları bitmek bilmiyor. Bundan iki yıl önce Sofya’da Kültürel Etkileşim kuruluşu, tüm Bulgaristan aydınlarını bir sempozyumda buluşturmuş, bir ilke imza atmıştı... Ve, ne var ki, arkası gelmemiş, her ne sebeptense devamı bir türlü getirilmemişti Bulgaristan Türklerinin edebiyatı kimlerin elinde, kimlere kaldı?

1989 Mayıs Ayaklanması - 3

Rafet Ulutürk-27.Mayıs.2014

İkinci yazımızın sonunda “Şeytanla Buğday Eken Samanını Alır!” demiştik. Kuşkusuz 1985 te kötüden de çok kötü olacağını tahmin eden olabilirdi. “Soya dönüş” - “Bulgarlaştırma” operasyonuna tepkiden 28 mukavemet örgütü kurulacağını önceden söylemek zordu. Bu 28 teşkilattan yalnız birkaç yıl sonra yalnız birinin ayakta kalacağını öngörmek de olurlu değildi. Ayakta kalacak olanın Ahmet Doğan ve ona gizli polis servisi tarafından emanet edilen Hak ve Özgürlükler Hareketi olacağını tahmin etmek de imkânsızdı. Bulgaristan Türkleri ve Müslümanlar nasıl oyuna getirildi de örgütlerini koruyamadı. Herkeste mücadele azmi vardı da, neden kimse kötünün kötüsünü sezemedi? En ağır koşullarda örgütlenebilenler daha sonra demokratikleşme sürecinde neden ayakta kalamadı? Bu yazımızda sizlere Bulgaristan Türklerinin en önemli olan ve 1989 Mayıs Ayaklanmasını başlatan illegal direniş örgütü Demokratik Teşkilatı anlatacağım: 1) Demokratik Teşkilât. (İnsan Haklarını Koruma Örgütü.) “Belene” Ölüm Kampı’ndan sonra Vratsa İli Tlaçene köyüne sürgün edilen Mustafa Ömer (Asi) tarafından 13 Kasım 1988’de kuruldu. Mustafa Ömer 1960’larda biçimlenen Bulgaristan Türk aydınlarından biridir. 2 yaşında babasız


86

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

kalmış ve ağır bir çocukluk geçirmiştir. Osmanlı ordusu çavuşu, sert ve nizamlı biri olan dedesi Ömer Çavuş’un yanında yetişmiştir. İlköğrenimini öksüzler okulunda görmüştür. 1963 yılında Kırcaali Pedagoji Okulunu bitirmiş ve yüksek öğrenimine Sofya Üniversitesi’nin Felsefe Fakültesi’nde devam etmiştir. Lise öğretmeni olarak çalışırken Koşu kavak’ta (Krumovgrad) tutuklandı ve “Belene” ölüm kampına düştü. Örgütleyip kurduğu İnsan Haklarını Koruma Örgütüne Başkan seçildi. Sliven’e bağlı Alvanlar köyünden Ali Ormanlı Genel Sekreter; bir maden işçisi merkezi olan yine Sliven ili Sarıyer köyünden Sabri İskender ise sekreterliğe atandı. Yüksek öğrenimini 1983’te tamamlayan Mustafa Ömer daha 1984 - 1985 yıllarında Güney Doğu Rodop bölgesinde Türklerin hak ve adalet uğruna direniş başlatırken öncülerdendi. Bölge nüfusunda Türklerin ağırlıklı olduğu bu yörede başta öğretmenler olmak üzere Türk aydınlar geniş bir mücadele ağı örerken tutuklananlar oldu ve birçoğu “Belene” ölüm kampına kapandı. “Belene”den çıktığında önce Kuzey Batı Bulgaristan’da bulunan “Kunino” köyüne sürüldü. 1988’de aynı yörede bulunan “Komarevo” köyüne değiştirildi. “Belene” kampından sonra aynı bölgedeki “Tlaçene” köyünde kalırken 13. Kasım 1988’de aydın Türk sürgünlerle bir araya geldi. Bu toplantıda Mustafa Ömer, insan haklarını korumak için Demokratik Teşkilât (Lig) kurdu. Kısa bir sürede Program ve Tüzüğü’nü kaleme alan Mustafa Ömer o günleri şöyle anlatı: “Haklarımızı ayrı değil, birlikte savunmalıydık!” O, Lig’in Program ve Tüzüğünü kaleme alırken, profesyonelce davrandı. Vtaysa bölgesine daha önce sürülmüş hukukçulardan yardım aldı. Gerekli belgeleri hazırlayıp totaliter baskıların devam ettiği o ağır dönemde örgütün tescili için mahkemeye başvurdu. 28 Nisan 1989 günü Kotel (Kazan) Belediye Mahkemesi’ne kayıt için dilekçe ve Tüzük sunuldu. Alınan ön karara göre, teşkilatın ilk kurultayı Gerlovo’nun Alvanlar (Yablanovo) köyünde toplanacaktı. Koku alan milis Mustafa Ömer’in peşini bırakmadı. Onu ölümle tehdit etti. Sınır kapısını gösterdi. O, davayı ve örgütü yüzüstü bırakmadı, Türkiye gitmeyi ret etti. Baskıların çok tırmandığı 6 Mayıs 1989’da açlık grevine başladı. Direniş slogan ve çağrıları halk arasında yayıldı. Totaliter rejimin sert tepkilerine karşın gizliden gizliye gerçekleşen örgütlenme kalabalık bir tabana yayıldı. Açlık grevlerine katılanların sayısı büyüdü. Sımsıkı dayanışma hareketlendi. Batı radyoları onları anlatırken, milis grevci kitleyle başa çıkamıyordu. Yasak ve eziyete her gün kesilen cezalara karşın, Türklerin birbirine kaynaştığı dikkati çekti. Bulgar makamları artık bu kaleyi alabilecek güçte değildi.


Makale ve Analizler - 2014

87

Yayılan ve radyolara düşen açlık grevlerinin halkı sarmasında büyük rol oynayan öncülerden biri sekreter Sabri İskender oldu. O, iyi yürekli, cesurdu. Daha 1985 isim değiştirmeye mukavemette kendini halka sevdiren kız kardeşi Safet İskender kadınlar arasında ateşleyendi. Kotel bölgesinde yeraltı işçisi gelenekleri olan 5 madenci köyü Sarıyer, Atyar, Özencik, Yeniköy ve Çeşli’de açlık grevi bütün haneleri sardı. İsyan edenler önceleri şoför olarak çalışan ve tutulan, 1985 zulmüne boyun eğmeme kararlılığında mukavemetin omurgası olan Sabri İskender’in tutuklandıktan sonra 119 gün hücrede kaldığını, 45 dakika arayla dövüldüğünü, fakat iradesinin kırılamadığını ve Bulgar ismi almadığını açlık grevine katılanlardan herkes biliyordu. Onunla gurur duyanlar “Belene” ölüm kampında görüşmeye geldiklerinde, sanki “sen söyle biz yapalım” dercesine ağzına ve gözüne baktılar. 7 metre derin akan Tuna sularının “Belene” ölüm adasında Bulgaristan Türk kahramanlara yapılan eziyeti, görüşmelerde akan gözyaşlarını silemediği bilinir. Safet “Belene” adasında tutuklu ağabeyi ile ilk görüşmesini şöyle anlattı: “Belene bir cehennemden beter. Ben, sanki ağabeyimle değil, bir iskeletle görüştüm. Hislerimize hakim olamadık. Hep ağladık. Açlık çekiyorlardı. Oradaki Türklerin hepsi aynı çileyi çekti.” İki yıl “Belene”de tutulan Sabri İskender önce Montana ili “Kameno Pole” köyüne sürüldü. Takatsiz olduğundan 14 - 15 yaşındaki oğlu Hüseyin’i çağırdı, oğlu ona yardım etti. Davrandığında oğlunun da yardımıyla dere bayır demeden Yugoslavya sınırını boyladı. Tutuklandılar. Sabri İskender bir yıl ağır hapis cezası aldı. Stara Zagora hapishanesinde yattı. Serbest bırakıldığında yine “Kameno Pole” köyüne sürüldü. İşte bu ağır mücadelede her an gönül yakınlıyla onu yalnız bırakmayanlar, 1989 Mayıs başında işi gücü bırakıp onunla birlikte açlık grevine başlayanlardı. Bu direniş erleri, Sabri İskender’in sekreteri olduğu Direniş Örgütü’nün kayırsız mücahitleriydi. Onlar örgüt Tüzük ve Programının BKP MK’ne, BHC Cumhurbaşkanlığına, Baş Savcılığa, “Rabotniçesko Delo” (İşçi Davası) gazetesine, TC Sofya Büyükelçiliğine gönderildiğini biliyordu. Her akşam radyo dinliyorlardı. Açlık grevi dalgasının Gerlovo’dan taşarak Deliorman’a, Dobruca’ya, toplama kamplarına, sürgün mekânlarına, hapislere, karanlık hücre zindanlarına yayıldığını ve ışık aradığını biliyordu. Açlık grevi devam ederken Safet İskender ile örgüt Genel Sekreteri Ali Ormancı’nın kızı Duranca ile birlikte Stara Zagora hapishanesinde mahpus ziyaretine gitme bahanesiyle 8 Mart 1989 günü “Hür Avrupa” radyosunda Rum-


88

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

yana Uzunova ile temas kurup, grev dalgasının yayılışını anlattılar. Birkaç defa daha temasa geçip direnişlerin çok güçlendiğini bildirdiler. Birkaç gün sonra tutuklandılar. Hemen Türkiye’ye kovuldular. 1989 Mayıs İsyanı’nda devrimci mücadelemizin başını çeken en yürekli, en gözü pek kadrolar birer birer tutuklandı ve yargı önüne çıkarılmadan, sağlam çeneden sağlam dişlerin iğnesiz çekilmesi örneğinde olduğu gibi sökülüp yurt dışına atıldılar. Eli boş, cepleri beş parasız Atavatan’dan kovuldular. Bunlar hep o zaman devlet beslemeliğinde bulunan ajanların ajanı, hain Ahmet Doğan’a ihanet sahası açmak için yapılıyordu ve göçe zorlama, seçkinleri kovalama uzun süre devam edecekti. Yıllar sonra Safet İskender şöyle dedi: “Tüm uluslar gibi, Türk ulusu da sağ salim yaşasın, var olsun! Ben, başımıza gelen soy kırımın, kültürümüzü yok etme saldırısının bir daha tekrar etmemesini temenni ediyorum. Bir daha dünyaya gelsem, aynı yüreklilikle aynı fedakârlığı bir daha yapardım, diye düşünüyorum. Türk kalabilmek, kendi hak ve özgürlüklerimizle yaşamak için hepimizin her zaman elinden geleni yapması şarttır!” Bu ağır direniş koşullarında, sürgünde bile, Bulgar halkı Türklerin yok edilmesine kör kalmamıştır. Mustafa Ömer’in kaleme aldığı çağrılar, Sabri İskender’in teşebbüsüyle Romam kasabasından Bulgar Bayan İvanka tarafından Batı Radyolarına iletilmişti. Bu çağrılarda 35 yıl devam eden totaliter baskılara göğüs geren Bulgaristan Türklerinin “bir azınlık olma hakkından asla ödün vermeyeceği” tüm dünyaya duyurulmuştu. Ve işte şimdi soruyoruz: Bulgaristan Türkleri açlık grevlerine başladığında daha sonraların sözüm ona lideri Ahmet Doğan ve arkadaşları ne yapıyordu. Arkadaşlarına deyeceğimiz yok, çünkü o onları kullandı. Unutmayalım bizim “lider” Bulgar ve Rus generallerle “şerefe” kadeh kaldırıp viski içerken, işler mayalanıyor diye seviniyordu. Unutmayalım. Biz kimseye laf olsun diye ne ajan, ne hain dedik. Arşivde 10 cilt gammazcı dosyası var. Hainlik olaylarını birer ikişer açıklıyoruz. 16 Mayıs 1989’da teşkilatın Sekreteri İskender ile Nazım Salim Bulgaristan’dan kovuldu. 18 Mayıs 1989’da Mustafa Ömer da Bulgaristan’dan kovuldu. 19 Mayıs 1989’da Mustafa Ömer’in başlattığı açlık grevleri ülkeyi sardı. Öncüler, aydınlar, teşkilatlı kadro ülkeden kovulmaya o zaman başladı. Sınır kapısını zorlayan sel güç toplayarak akıyordu. İşte tam bu gün, 6 Mayıs 1989’da başlayarak Bulgaristan Türklerinin oluşturduğu sağlan inci diş gibi güçlü örgütsel çenesinden en sağlam dişler, Mus-


Makale ve Analizler - 2014

89

tafa Ömerler, Ali Ormanlılar, Sabri İskenderler, Nazım Salimler, Safet İskenderler ve daha kimler kimler birer ikişer değil, gruplar halinde sökülüp Edirne’ye, Belgrad’a, Viyana’ya ve daha nelere gönderilmeye kovulmaya başladı. Aslında bu çok büyük zorlamaydı. Aydın ve militan kesim, önderler, başı çekenler, örgüt üyeleri kovarak saha boşaltılıyordu. Bu derin operasyon Bulgaristan Türklerini başsız bırakmak için yapıldı. Adına “büyük seyahat” denen Türk göçü sel gibi aktı. Başkaldıran kitleyi Türkiye’ye akıtmak ise, hem onlardan ebediyen kurtulmak, Bulgaristan’ı Türk unsurdan arıtmak hem de kimlik davasında kenetlenmiş azmi kırmak ve dağıtmak için yapıldı. O zaman hala sözde Pazarcık hapishanesinde kalan ve her gün “Batak” Balkanındaki devlet villalarına lüks “Volga” arabayla çıkarılıp gizli servisten generallerle ve Rus diplomatlarla kadeh kaldırıp Bulgaristan Türklerinin kaderini daha da karartma yolları üstüne sohbet ederken Ahmet Doğan’a ayrıntılı bilgi, öğütler veriliyor, yol gösteriliyordu. Kimliğini savunan Türk aydınları ve halkıyla mücadeleye sürülen sahte “lider” arasındaki kapışma uzun soluklu olacaktı. Önce devleti, sonra da oligarşiyi ardına alan Ahmet Doğan bu savaşımda halen geçici bir dönem için de olsa, galip durumdadır. Ahmet’in ilk ödevi ve hedefi başkaldıran Türkü ve Müslüman aydınları, örgüt kadrosunu ekarte etmekti. Türkleri tamamen başsız ve kimsesiz kalmanın yolları aranıyordu. Olaya 1989 Mayıs isyanı açısından bakıldığında direnişin safları seyreltiliyor, mukavemet güçleri arasından öncüler eziliyor ve ülkeden kovuluyordu. Polisin planlarına göre, başsız bırakılan Türk mukavemet hareketinin yeniden toparlanması 1990’dan sonra gizli ajanlar önderliğinde olacaktı. 1990 Hak ve Özgürlük kükremesi uğul otu gibi bir şeydi. Amaç ayaklanmadan ve “büyük göçten” sonra Ata Vatan’da kalanları Hak ve Özgürlük Hareketinde toplamaktı. Bu açıdan, yeniden başlayan legal “büyük dava”nın hezimeti kafeste keklikti. Bu arada “lider” beğenmediklerini ya da gerçekleri bilenleri Bulgaristan’dan kovsun ve sahada aydın ve şerefli kimseyi bırakmasın diye Ahmet Doğan’a 50 bin vize bile sağlandı. Güvenilir adamlar otobüs kiraladı. Bizim milletin sırtı yere gelmez, çünkü o artık göreceğini gördü, çekeceğini çekti. Son olarak ama bundan 25 yıl önce Hak ve Özgürlük Hareketi ile aldatılıp esir alınan halkımız Ahmet Doğan’a umut bağlarken sözde yeni ve aydınlık, gerçekte ise zifiri karanlık yeni bir tünele girdiğinin henüz farkında değildi.


90

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Sosyalistlere İnen Yeni Darbe

Dr. Nedim Birinci-29.Mayıs.2014

Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) iktidar ikanlarını da kullanarak girdiği 25 Mayıs 2014 seçimlerinde büyük yara aldı. Parti Başkanı Sergey Staniş’en Avrupa Sosyalistleri (PES) lideri sıfatını kullanarak, “seçim zaferi bizim olacak” derken, hesabını iyi yalmamış olduğu ortaya çıktı. Seçimler, demokratikleşme sloganlarıyla kapitalizme açılan bir toplumun sosyalist parti yönetiminde ancak beton duvara toslayabileceğini kanıtladı. Toplumsal gelişimin nesnel yasallıkları, birbirini ret eden sosyal olguların, örneğin bir sömürü toplumu olan kapıtalizmin, sömürüyü ve özel mülkiyetin hakimiyetini ret etmesi beklenen bir sosyalist parti tarafından yönetilmesinin olumlu sonuçlar doğuramıyacağına yeni bir işaret oldu. Bulgaristan sosyalistleri, özlerini inkar ederek sosyal - demokrat bir politikaya bel bağladılar. Sosyalist kılıklı kapıtalist olmayı seçtiler. BSP yönetiminden Rumen Ovçarov gibi Bulgar enerji zenginlerinin Babaları sivrildi. Atom Elektrik Santralleri ve R. Kovaçki’nin mülkündeki kömür madenleri onların kontrolünde bulunuyor. Sosyalist partinin iç politikada 1990’dan sonra oluşan Bulgar oligarşisine hizmet etme işine dört elle sarılması; dış politikada ise Rusya’ya bakıp, Batıya gülümsemesi dikkati çekti. Fakat bu hele Bulgaristan koşullarında kısır bir politikadır, çünkü Rusya ve Batı dev güçleri arasındaki çelişkiler bu siyasete bizim topraklarımızda hayat hakkı tanımıyor. Örneklersek, Burgas Aleksandropolis Gaz Botu Hattı döşenmesi; “Belene” AES, “Güney Akım” Gaz Boru Hatı vs. bunlardan birkaçıdır. İşi gücü olmayan ve sefil durumda bulunan ve sosyalist partiye geleneksel olarak bağlı olan Bulgar emekliler, son 25 yılda Türkiye yatırımlarıyla kurulan Tırgovişte “Şişe Cam” ve Şumen “Aluminiyum” tesisleri dışında tüten yeni baca göremeyince büyük ölçüde hayal kırıklığına uğradı. BSP’nin ağır ve hafif endüstri dallarında sanayileşmeye, tarımsa yenileşmeye ters bir politik yön seçmiş olması, budalımdan çıkış yolu bulamaması; hele şu son dönemde 2 milyon 500 bin yurttaşın ülkeyi terk etmesi herkesi endişelendirdi. 25 Mayıs seçim sonuçları, bu defa BSP’nin ikinci parti olma durumunu bile yitirmesi bu büyük gerçekliğin yansımasıdır. Öte yandan, iç bunalımları da olan bu parti, totalitarizm illetinden ve heveslerinden tamamen kurtulamadığı gibi, artık pıhtılaşan Türk ve İslam düşmanlığını da söküp atamadı. Seçim yılında Müslüman vakıf mülkleri konusunda kopan çatırtıda ağır sözünü söyleyemedi. Bulgaristan’da yaşayan etnik gruplar da dahil, bütün vatandaşların doğal haklarını ve insan haklarını tanıma yolunda bir yeni adım atmadı. Statükoyu muhafaza etmeye dayanan geleneksel katı halk düşmanlığı sosyalist partinin Türklerden, Pomaklardan ve Çingene kökenli Müslüman kardeşlerimizden 5


Makale ve Analizler - 2014

91

oy almasını bile olanaksız kıldı. Nufüsün yarısını oluşturan azınlık topluluklar milliyetçi sosyalistlerden medet ummadığı gibi, onlardan uzak kalmaya çalışıyorlar. Halen Oreşarski hükümetinin ana dayanağı olan BSP, eski ve yeni yanlışlardan ders alıp politikasında yebi bakış açıları aramayı kabul etmiyor. Yıllar yılı BSP’yi mecliste temsil eden hukukçu Tatyana Donçeva’dan sonra, 2012’ye kadar 8 yıl Cumhurbaşkanı görevinde bulunan ve BSP’nin kurucularından biri olan Georgi Pırvanov’un da büyük bir partili grupla 110 yıllık geçmişi olan bu partiden geri dönmemek üzere ayrılması, bir yandan seçmen tabanını parçaladı; ayrıca Bulgar sosyalistlerinin hangi ideolojiye hizmet etti ve politikalarına sosyal adalet ilkeleri alıp almadığı konularında kafa karıştırdı. Bu nedenle, Bulgar Sosyalist Partisi’nini seçimden seçime çözülerek dağılmasını beklemek en isabetli olandır. Halkk bunu normal karşılamaya kendini hazırlıyor. Sosyalist ideler hiçkimsenin tasasrrufunda ve mirasında olmadığı gibi, demokrasi koşullarında sosyalist partilerde liderlik babadan oğula devredilemez. Sergey Stanışeb olayı, böyle olduğundan, gerçekleri gören seçmen kitle tavır almaya başladı. Son seçimlerin sonuçlarına göre, BSP toplumunda ikinci parti olma özeliğini yitirdi. Hak ve Özgürlük Partisi (HÖH - DPS) ile aynı sayıda yani dört milletvekili çıkardı. Bu durumda reel olarak hükümet ortaklığında durumun değişmesi beklenmelidir. Eşit güçlerin eşit ortaklığı olmalıdır. BSP ile HÖH partilerinin oy potansiyeli eşitlenmiştir. Yeni durumda Oreşarski hükümetinde HÖH partisinin bakan ve bakan yardımcısı sayısının da BSP kadar olması göndeme gelmıştir. Demokrasite iktidar yapısını belirleyen güç oy sayısı olduğuna göre, yeni durumfa Türk ve Müslümanlar partisinin iktidar pastasından daha büyük bir pay, hatta eşit pay istemesi doğaldır. Bu durumda HÖH partisinin eline daha büyük olanaklar geçtiğine, partinin daha da tüylendiğine, daha da güçlendiğine ve Sosyalist iktidar ortağından daha fazla istekte bulunma olanağı belirmesine işaret ederken, Türk çocuklarına ana dillerinden ana okulları açılması; Türk dilinin 8. sınıfa kadar zorunlu bir dil olarak okutulması, Türklerin ve tüm Müslümanların özgün kültürlerini özgürce geliştirme olanakları yaratılması gibi çözüm bekleyen sorunların acele çözmesini istememiz hakkımızdır. Bu arada AB komisyonlarından tütün kotalarını arttırma ve tütün primlerini yükseltme ve zamanında ödeme isteklerinde bulunulması da zorunlu oldu. AB ülkelerinde çalışan işçilerimizin yakınlarına sigorta primleri ödenmesi, emeklilşik haklarının güvence altına alınması da çok önemlidir. Çarşamba gün Parlamentoda gen soru önergesi tartışılırken, HÖH lideri Lütfü Mestan “genel seçimlerin kaçınılmaz olduğunu” söyledi. Aynı zamanda


92

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

HÖH partisi sosyalistlerle ortaklaşa kurduğu Oreşarski hükümetini desteklemeye devam ediyor. Oreşarski hükümeti, şimdiki iç ve dış bunlımlarla belirlenen süreç içinde görevine devam etmek istiyorsa, programında değişiklik yaparak işaret ettiğimiz acil sorunları mutlaka çözmek zorundadır. “Ataka” partisinin sandık dışı kalması, şu anda HÖH partisinin durumunu ve mevzilerini göçlendirirken, halkımızdan yana ve hepimiz yararına yasal çözümlerle Bulgar tolumuna daha ileri demokratikleşme yolu açabilir. Son seçimler AB meclisi seçimidir. Ülkemizde Batı demokrasisinden, insan haklarının tanınmasından, doğal hakların engellenmesine son verilmesinden ve etniklerin serpilip açmasından yana bir oluşum süreci başlatılması isteklerine de işarettir. Bu objektif gelişimlerin yerleşmesi ve güç toplaması ise, hükümet ortaklığının kararlılığına veya çöküşü kabullenmesine bağlı olacaktır. İkinci eğilimin ağır basması sonucu Bulgaristan toplumu erken seçime gitmeyi ve bu yılın Eylül - Ekim aylarında yeni bir iradeyi politik iktidarla yüklemeyi kabul eder. Sosyalist Partinin dağılması ve en sonunda sıfırlanması beklenen bir süreçtir. Aslında 1992’de bir kez bu olmuştu. Seçmen oyunu Demokratik Güçler Birliği (CDC) partisine verdi ve BSP’yi poitika dışında bırakmıştı. Önemle vurgulamak gerekir ki, demokratik toplumlarda totaliter bir zihniyetle iktidar olmak, kesin bir saplantı ve çarpıklık ürünüdür. BSP bunu 1992’den sonraki canlanmasıyla değiştiremedi, çünkü iki yüzlü bir politika izleyenlerin, halkın öz menfaatlerine ihanet edenlerin akibeti en nihayet hep aynı, yani yok olmak olmuştur. Şu da var ya, yenilen yenilmeye doymaz...

Bulgaristan Bulgarlarındır, Türkler Türkiye’ye Rafet Ulutürk-31.Mayıs.2014

1989 Mayıs ayaklanmasıyla doğan, Vatan bilincimizi paramparça eden, en büyük ve etkileyici sonuç budur. Direnişçilerin söylediği türküler o günlerde değişti. “Tuna Nehri Akmam Diyor, Duvarımı Yıkmam Diyor” ile birlikte “Dağ başını Duman Almış” ağızdan düşmez oldu. Mücadele ateşi içinde Bulgaristan vatanımızdır inancımız burası sadece bir ikametmiş duygusu ile değişti.


Makale ve Analizler - 2014

93

Anavatana Özlem Senelerce sana hasret taşıyan Bir gönülle kollarına atılsam. Ben bir gün kucağında yaşayan Bahtiyarlar arasına katılsam öpsem. Ben de bir gün kucağına ulaşsam Gözlerimden döksem sevinç yaşını Bayrağının gölgesinde dolaşsam Öpsem toprağını taşını. Hak aramaya başlayan halkın dip dalgasının hareketlenmesi örgütlenişin gerekliliği noktasına yükseldi. Mayıs Ayaklanması kendiliğinden bir hareketlenme değildi. “Açlık grevlerine başlayanlar”, “Deliormanda İlk Olarak Eyleme Geçenler Ajandır” gibi saçmalıklar düzmece ve uydurmaydı. Polis ayaklanmanın başlayacağını öğrenmiş olabilirdi. Ne ki, direnenlerin selini durdurabilecek durumda olmadığından Ayaklanma alevleniyordu. Polisler, askerler, siviller, jandarmalar karşılarında totaliter rejimi, baskı ve terör düzenini kökten değiştirmeyi amaçlayan ve bu yönde kesin ve kararlı bir birikimle yüklü büyük bir kitle gördüğünde korktu. Ayaklanan Türkler davanın uzun süreceğini, uzun soluklu olmayı gerektirdiğini biliyordu. İlk hamlede hedefe ulaşmakla iş bitmeyecekti. Stratejik amaçlarında 1950 yılları başında elde ettikleri özgün eğitim ve kültür haklarını yeniden elde edene kadar sürecek bir kararlı hareketlenme güç topluyordu. Bugün, ben bu yazımı yazarken günlerden Cuma, tarih 30 Mayıs 2014. 25 yıl sonra, ayaklanmacı Türklerin politik partisi hükümet ortaklığını bugün yapılan “gen soruda” yeniden pekiştirdi. Fakat, haklarımızı genişletme, yitirdiklerimizi elde etme konusunda mındar ve kokulu bir iğrençlik içinde bulunuyor ve halkımıza öncülük etmiyor. Başkan Lütfü Mestan’ın “yeni birşey istemiyoruz” sözleri buna kanıttır. O zaman Ayaklanan, fakat haklarını elde edemeyenler ayaklanmanın bir şiddet olduğunu biliyordu. Kurban vereceklerinin bilincindeydiler. Ne tekim 40 Türk yiğit can verdi. Yaralıları Bulgar hastahaneleri almadı. İşte bu noktada Bulgaristan Türkleri ve tüm Müslümanlar bir insan, bir komşu ve bir dost olarak Bulgarlardan kat kat ileriydi. Çünkü 1989 Ayaklanması bir anti-Bulgar Ayaklanması değildi. O, anti-totaliter bir başkaldırıydı. Ayaklanmanın niteliğinde bir halkın başka bir halka düşmanlığı yoktu. O yüzden “Bulgaristan Bulgarların, Türkler Türkiye’ye” saçmalığı ırkçılık ve faşizm kokuyordu. Ayaklanmanın temelinde baskı ve terör politikasını ret etmek vardı. Zulmün devlet politikası haline getirilerek azınlıkları ezen totaliter rejimi yıkarak değiştir-


94

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

mek vardı. Bu bakıma, Mayıs 1989 Ayaklanması bir demokratik devrim niteliğindeydi. XX yüzyıl Bulgaristan tarihinde en hümanist insan hakları için isyandı. Bulgar demokratik toplumunu ardından sürükleyebilen bir kalkışmaydı. Mayıs Ayaklanmasında Bulgaristan Türk azınlığı demokratik dönüşümle yenilenme davasına yürekten bağlandı. Ayaklananlar asla horlanması gerekmeyenlerdi. Ezilen Türkler ve diğer azınlıklardı. Onlar Bulgaristan halkının en kutsal parçasıydı. Gayrı safi milli hasılanın daha büyük kısmını üretenlerdi. Ülkenin döviz getiren dış satımı onların alın terine dayanıyordu. O cesur insanlar, mücadele yolunda birbirine kopmaz biçimde bağlandı ve sel halinde akıtmanın yolunu açtı. Nesnel ortam ayaklanma koşullarının olgunlaştığını gösterirken, ülke baştan başa direniş azmi kokuyordu. Bu açıdan değerlendirdiğimizde, Mayıs’ta yükselen ayaklanma dalgası 10 Kasım 1989’a kadar tırmandı. Aylar ardı ardına mücadelelerle dolu geçti. Türklerin davasını Bulgar demokratik toplum örgütleri kucakladı. Uyutulanlar uyandı ve yüreklendi. 1989 Mayıs Ayaklanması kıvamını bulmuş düşüncelerle yönlendi. 1970 - 1980’lerde halkın en cesur evlatlarını yargılamadan mahküm eden savcı ve yargıçlar, aşağılık bir katildi. Küflü cezaevi kapıları birer birer açılıyordu. Önemle belirtilmesi gereken özelliklerinden biri ise, halkımızın bir defa baskı, terör ve zulüm rejimine karşı politik olarak ve aynı zamanda isimler, mezar taşları, ezan sesi, Türkçe kitap, gazete, dergi, radyo ve televizyon, tiyatro, özenci sanat, geleneksel ve modern özünde ve biçiminde özgün kültür hakkı için kesin kararlı başkaldırıyı kucaklamasıydı. Ayaklanma özündeki ateş, hareketlenmenin doğrudan üst yapıyı, iktidarı, kuş uçurtmayan BKP’yi ve “DC” Bulgar istihbaratını hedef aldığını gösterdi. Başka bir değişle, Bulgaristan Türkleri ve ülkede yaşayan tüm Müslümanlar benliklerini ve kimliklerini yaşatmaya özgürlük ararken ulusal bir mücadele saflarında buluşmuşlardı. Bu, 100 yıl süren karanlığı yararak aydınlık arayan bir halk topluluğunun bayramıydı. Totaliter baskıya karşı çıkışta hürriyetlerini arayanların kudret kaynakları doğdu. Demokratik dünya onlardan yana çıktı. Türkiye arkalarında durdu. Aslında kendi haklarını ve özgürlüklerini arayan Türkler, Bulgarların hakları ve özgürlüğü uğruna da savaşıyordu. O çatışmalı günlerde özgürlük davasının ortak olduğunu o zamanları anlayanlar belki çok azdı. Fakat, bugün herkes Todor Jivkov’un totaliter rejimini Bulgaristan Türklerinin devirdiğini kabul etmek zorunda kaldı. Ayaklanma elbette ki halk kitlelerinin ortak eseri oldu. Bulgar demokratik kamuoyunda ve azınlık kitlelerinin tümünden öncüler, yol gösterenler belirdi.


Makale ve Analizler - 2014

95

Aydınlar, öğretmenler, örgütleyiciler, atılgan yiğitler ...onlarsız hareket başarıya ulaşamazdı. Totaliter rejimin gizli polisi ise, ayaklanmayı bastırmaya, liderlerini yurt dışına kovmaya çalışırken, sahte “liderler” besliyor ve onların kuracağı tuzaklarla Bulgaristan Türk ve Müslümanlarını “ezme ve uyutma” politikasına devam etmek planları yapıyordu. Bulgaristan’da yaşayan Türklerin Mayıs 1989 Ayaklanması önümüze belki XX. yüzyılın ikinci yarısının eşsiz vahşet portrelerini koydu. Bebeler anne kucağında kurşunlandı; hamile gelinler can verdi; tank zincirlerinin altında , ezilenler oldu; köy yolları, şehir meydanları kana boyandı... Bayrak taşıyan yoktu. Hak ve Özgürlük bayrakları yüreklerindeki kanla boyandı. Tükenip yıkılanlar oldu, ama geri dönen ve teslim olan olmadı... Halk davasına baş koymuş, varlığımızı dünyaya duyuran, çağımızın seherindeki yıldızların gökleri delen abidesini hala dikemedik. Oysa düşman onların dinmeyen sesi karşısında bugün de ürperiyor ve ürperecektir. O günlerden bugüne çeyrek asır geçti. Dava bitmedi. Yeni yetişen kuşaklar Bulgar demokrasisinin azınklık dillerindeki renkleri göremedi. Modern uygarlığın azınlık farklılıklarından oluşan yeni bir demet olduğunu, ne yazık ki henüz anlayamadı. Vekiller Sofya parlamentosunda bütün gün otursalar da demokratik toplumda çoğunluğun azınlık haklarını belirleme hakkı olmadığını algılayamadılar. 1989’da ayaklananlar aydınlanmaya inananlardı. Devrimlerin kutsal sloganı olan özgürlüğü, eşitlik ve kardeşliği candan benimsemişlerdi. Demokratikleşmeye inananlar halkın içinden, arasından gelmişlerdi. Biz bugün her zamankinden daha büyük bir azimle olmak üzere Mayıs 1989’da ayaklanan kahramanlarımızı yaşatmalıyız. Onları tanımamız, tanıtmamız, onların aziz davasını tarihimize işlememiz, ders kitaplarımıza, değerlemelerimize almamız, kendi edebiyatımızda nakışlarla süslememiz gerekiyor. Tarihini bilmeyen bir halk yarınlarını göremez, gösteremez. Şanlı tarihimizin her sayfasını şerefle yaşatmalıyız. Bu gün bu tarihi bizler yapmaktayız, geçmişi suçlamaktansa bu gun bizler arkamızda neler bıraktığımızı görmeliyiz. Bulgaristan Türklerini tanımak yiğitlerimizi tanımaya bağlıdır. Eminim, ayaklanan yiğitlerimizi tanırken kendimizi daha iyi tanıyacağız. Bulgaristan Bulgarlarındır, Türkler Türkiye’ye saçmalığını tuzla buz ederken 500 binimiz vatansız kaldık, unutmayalım!


96

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Beyaz Bayrak İnsin

Seyhan Özgür-31.Mayıs.2014

Bulgaristan yeni politik dalgalanmadan korkuyor. HÖH - DPS partisi teslimiyetten vazgeçemiyor. Bulgaristan’da yapılan Avrupa Birliği seçimleri politikanın havanda su dövmek olmadığını gösterdi. Ömrünü fabrikada tarlada geçiren emekçi halk 4.5 leva zama kanmadığına işaret verdi. Hükümetin, kendini partiler üstü görüp yalnız ve sadece mali oligarşiye ve uşaklarına hizmet etmesi ile isabetli ve yararlı iç ve dış politika yürütmenin olanaksız olduğu ortaya çıktı. Daha önce de, uzman hükümetleri ile idare edilmiş olan Bulgaristan’da bu hükümetin havada kalması, halka inememesi, program ve uygulamasının aktüel durum, çıkar ve hedeflere dayanmaması ve bunlardan güç almaması vatandaşı ürküttü. Gensoru anahtarı ile kapı açılamadı. 30 Mayıs günü oylanan “gensoru” oyunu bu kez de boşa çıktı. Ülkemizde şimdiye kadar hiçbir hükümet gensoru ile düşürülemedi. Hiç bir iş yapmayan ve kendisini yükselten politik partilere de pek faydası dokunmayan Plamen Oreşarski hükümeti beşinci gensoru sınavını başarılı atlattı. Meclisin politik yetkilerini kullandığı bu sınavda birkaç gerçek dikkati çekti. Bir defa, gensoruyu veren GERB partisi, çıkardığı 6 AB milletvekili ve en fazla oy alarak, 25 Mayıs 2014’te sanki biraz daha güçlü ve heybetli bir duruma gelmiş gibi görünse de, aslında seçimlere toplam seçmenle kıyaslamalı bakıldığında oyların ancak % 10’nunu alabilmiştir. % 10 ile politik duruma hakim olup hükümeti devirerek değişiklikler dayatmak, pek imkan dahilinde görülmediği gibi, umutları canlandırmak bile biraz hayal kaldı. İki, GERB partisine karşı açılan yolsucluk davaları, İç işleri bakanı ve parti Başkan Yardımcısı Tsvetan Tsvetanov’un mahkemelerde duruşma salonlarından çıkamaz duruma gelmesi seçmenin gözünden kaçmadı. Olayın özünde bir de şu var ki, GERB 2009 - 2013 iktidar döneminde savcılığın birçok kararını dikkate almadığı gibi, yasa dışı işlere, soygun ve vurgun olaylarına kapı aralamıştır. Bu gerçekler kendiliğinden olmak üzere halkın güvenini sarsmış ve var olan durumda politik değişikliklere gidilmesini şimdiden kapamıştır. Sosyalist Parti sertleşiyor. Seçimlerden önce iki defa parçalanarak yara alan Sosyalist Parti (BSP) meclisteki gensoru oylamasını atlatınca Yürütme Kurulu topladı. Son hafta hem AB seçimlerinde liste başı olan İlyana Yotova hem de Parti içindeki en büyük “demokratikleşme” grubunu yöneten Yanaki Stoyanov Parti Başkanı ile tüm yö-


Makale ve Analizler - 2014

97

netimin istifa etmesini ve yeni yönetim seçilmesini istemişti. Yürütme Kurulu toplantısı Başkan Sergey Stanışev taraftarlarının hakimiyetinde ve sert tonlu konuşmalarla geçti. Parti şimdilik yönetimini korusa da, izlenen politikayı benimsemeyen, hükümeti partiden kopmuş gören ve hükümet programında değişiklik isteyenler sözünü vurgulayarak söylemeye devam ediyor. Sosyalist partinin bir daha parçalanması, Bulgar halkının bir sol-sosyalist partinin sağcı bir politika izlemesine, yıllarca yerinde saymasına, reformları askıya almasına ve demokratikleşme yollarını kapamasına tahamulü olmadığını bir daha kanıtlamış olur. HÖH - DPS Partisi teslimiyetten kurtulamıyor. AB seçiminde, ikinci parti durumunu BSP ile paylaşan ve Filiz Hüsmenova, Necmi Ali, İlhan Küçük ve İskra Radeva’yı Brüksel’e gönderen Hak ve Özgürlükler Partisi takdire değer bir destek kazandı. Bu seçimler aynı zamanda seçilen ama AB’ye gitmekten vaz geçen Daniel Peevski için de bir ders oldu. Çünkü Bulgar kamuoyu işlerin yalnız oy almakla bitmediğini, aynı zamanda halkın güvenini kazanmadan seçilmenin anlamsızlığını da sorguladı. Şimdiki dönemde ülkemizde paralı olmak çok önemli olsa bile, halk uyandıkça paranın kaynağını bilme hakkını kullanmaya başlıyor. Bu seçimler, birkaç medyayı satın alıp halkı un, politikayı da su olarak görenlerin istedikleri zaman istedikleri hamuru karmaya çalışsalar bile, istedikleri ekmeği pişiremiyeceklerini gün ışığına çıkardı. Bulgaristan Türk ve Müslümanlarının mayasında hak ve özgürlüklerini söke söke elde etme mayası vardır. Hiçbir dalavera, yalan dolan, oyalama ve usandırma politikaları, oy satınalma oyunları bu mayayı hamurumuzdan ayıramaz. Peevski saflarımıza tesadüfen, oligarşi – hademesi, bir Rus politikası hizmetçisi, para sahipleri olan perde ardındakilerin hademesi olarak girdi ve öyle kalacak ve sonunda aramızdan ayrılma mecburiyetinde kalacaktır. Aynı sözleri HÖH / DPS Partisi Genel Başkanı Lütfü Mestan için de söyleyebilşiriz. Seçimden sonra, sırtımdan büyük bir yük indi havasına girip rahatlayan “lider” “doyduk” dedi. “Evet” o iktidara doymuş olabilir, paraya da doymuş olabilir, karnını da doyurmuş olabilir ama yönettiğini iddia ettiği parti Bulgaristan Türk ve tüm Müslümanlarının öz ve öz hak ve özgürlüklerini elde etme davasında, kurbanlar alan çatışmalarda, 500 bin akrabamızın, kardeşimizin, yakınlarımızın vatan kaybetmesi pahasına kuruldu. Savaşanlar, hapis yatanlar, kürek cezası çekenler, çakıl kıranlar, sürgünde yatanlar, “Belene” kampında çürütülenler, bazıları 32 yıl zındanlarda kalanlar doğal haklarını, evrensel insan haklarını, eğitim hakkını, iş hakkını, hak ettiği emeklilikle yaşayabilme hakkını elde edemediler. Bu yıl HÖH lider ekibi vakıf mallarımızın, camilerimizin, türbeleri mizin,medreselerimizin, okullarımızın, mescitlerimizin, dükkan ve bizestenleri-


98

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

mizin geri alınması ve Müslümanlık yararına işletilmesi davasında sınıfta kaldı. Ne Kırcaali’de, ne Dobriç’te, Ne Plovgdiv’te ne de Karlovo ve Vidin’de Müslüman Mülklerinin geri verilmesi için davaları durduran erteleten güçlere karşı bir bildiri bile yayınlamadı. Hükümeti ve makamları harekete geçiremedi. Bu davamızda müttefik olmadı, bağdaşıklar politikası yürütemedi, pasif kaldı. Filibe (Plovdiv) Türk mezarlığına konanları tutuklatıp attıramadı, mezar taşlarını sökenleri sorgulatamadı. Yıllardan beri şiddedtlenmeye devam eden anti-Türk ve anti- İslamist politikayı durduramadı. “Hükümetten isteyeceğimmiz birşey yok!” diyen Lüthü Mestan, teslimiyet bayrağı sallıyor. 4 kişiyi Brüksel’e göndermekle işler bitmedi. Dava devam ediyor. Bir başkan olarak, siz Bulgaristan Türk ve Müslümanları için ne yaptınız? Bir okul mu açtınız? Bir TV programı mı başlattınız? Bir kitap mı çıkardınız? Gazeteniz ya da derginiz mi var? Saray ile Meclis arasında mekik dokumak politika yapmak anlamında değildir. Hatırlatıyorum: Sizin köyde suyu içilmeyen bir kuyu var. Annen o suyu ne süde ne de yoğurda katardı, o su içilmezdi, bahçenizdeki fasulyeleri sulasanız, büyümeleri kesilirdi. Bizim için Bulgaristan Türklüğü ve Müslümanlığı için Saray’ın suyu içilmez bir sudur. Bu politikadan karnımız şişti. Hangi bardakla, hangi şişeyle sunarsan, sun biz bu sudan artık asla içmiyeceğiz. İçiremezsiniz! Evet, biz sizi anlıyoruz. Belki de siz, “ben de bu suya doydum” demek istiyorsunuz. Ve bu yüzden “pas” anlamında teslimiyet bayrağını indirmiyorsunuz. “Başka hiçbirşey istemiyorum” derken, yüzde yüz, “ben artık Saraydan gelen hiçbirşey istemiyorum” demek istiyorsunuz. Bunun böyle olmasını temeni ediyoruz. Elimizdeki fırsat, 100 yıl çekiden sonra Allah’ın lütfüdür. Memleket baştan aşağı çökmüş, insanlar vatan terk edip kaçmış, 2 milyon 500 bin kişi Batıyı boylamıştır. Böyle bir durumda daha büyük azimle çalışmamaız, asla teslim olmamamız, asla beyaz bayrak kaldırmamaız ve haklarımız ve özgürlüklerimiz uğrunda mücadelemize yeni bir azimle devam etmeliyiz. En yüksek tepeler görünüyor. Yeni rüzgarlar esiyor. Bayraklarımızı yeni doruklara dikmeliyiz.


Makale ve Analizler - 2014

99

Bir Varmış, Bir Yokmuş...

Filiz Soytürk-31.Mayıs.2014

İnsanlar dünyayı öteden beri hep masallarla anlattılar. En büyük aşkların, çile ve çekilerin masalları dilden kullağa yayıldı, dünyayı dolaştı, renkleştikçe renklendi... İnsanların doğayla, hayvanlarla, bitkilerle konuştuğu en yakın yer masallar dünyasıdır. Dünyayı masallarla anlatanlar beceremediklerini masal dünyasında kurguladığı devlere yaptırdı ve kendi özlem ve yaratıcı gücünü çırpıladı. “Bin bir Gece Masalları”nı dinlemeden, Andersen’i okumadan, günümüzün masalsal çizgi filmlerini izlemedden vs. hiç bir uygarlığın tepelerine uzanmak mümkün değildir. Bizim masallarımızda Nasreddin Hoca ile eşeği bir bütündür. Masallarda, aslan soylu bir yaratık olarak güçlü buyurgan; tilki kurnaz, işini bilen, alaycı; kurt yırtıcı sağtöresiz; köpek çamur atan; güvenilmez; fare çevik, açıkgöz; eşek aşağılanmış, “eşek gibi çalışmak” değimine uygun olarak yük altında, eziler çeker. Fakat masallar hep insan dünyasını anlatmak için kurgulanıp anlatılır ve dinleyenlere ibret dersi olması temeni edilir. İnsanoğuluna özgü tüm bu özellikler gerçek kahramanlarıyla olay olarak anlatıldığında öykü olur. Öykülerde, başka bir canlandırma ortamında, eğlendiren görüntüler içinde çeşit çeşit tipler belirir. Örneğin kurbaların yaygarası aşağı katman insanları canlandırır. Geyik güzelliği başına dert açar, hoş ve boş bir yaratık; öküz iriliği; keçi aptallığı; sinek kendini bilmezliği; karınca durup dinlenmeden çalışmayı; kartal özdeki gücü; çaylak yırtıcılığı somutlaştırır. Bir de en güzel masallar ve öyküler çocuklar üzerinden ve çocuklar için yaratılıp yaşatılmıştır. Bugün sizlere ilk adım olarak benzetmeli bir masal anlatmak istiyorum. Ara açıklamalarım için önceden özür dilerim. Bu masalda olmayan şeyle insanları oyalama özdür: Amacım Bulgaristan’da 1990’dan sonra ve bugünlere kadar uzanan sosyal olaylarda insanlarımızı oyalama ve kandırma özlü bir eğilim olduğunu ortaya koymaktır. Biri kız biri oğlan iki küçük çocuk, ikisi de çok sevimli ve naziktir. Bu şirin ve nazik çocuklar babalarıyla birlikte, büyük bir ormanın eteğindeki kendilerinin olan çok güzel bir köşkte oturur. Onlar daha küçük yaşta iken anneleri ölür. (Anne simasında 1989’da nalları atan Bulgaistan’daki sosyalist düzeni düşündük.) Babaları öksüzlere iyi bakma niyetindedir. Mini mini yavrularını bütün kalbiyle sevdiğini gösterirken, annelerini aratmamaya gayret eder. (Bizde de sosyalizm yıllarında elde edilen ne varsa


100

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

halka alel acele sözde dağıtıldı. 15 bin sanayi işletmesi kapılarını kapadı. Tarımda kooperatifçilik yok edildi. Tarlalar, ormanlar iade edildi.) Öyle ama baba yavaş yavaş hastalanır. Zayıf düşer. Çocuklar sabahtan akşama neşe ve sevinç içinde köşkte oynayıp koşup eğilenirken, yüzü sapsarı kesilmiş takatsiz yatan babalarının durumunun çok ağır olduğunu pek kavrayamaz. Bir gün babaları onları çağırtır ve şöyle der: “Sevgili evlatlarım, ben seyahata çıkmak zorundayım. Bir süre ortadan kaybolacağım. Belki de bu seyahat çok uzun sürecektir. Bu sure içinde uslu durunuz. Birbirinizi daha çok seviniz ve beni de unutmayınız.” Öleceğini bilen zavallı baba, durumu çocuklarına hissettirmek ve gidince geri dönmeyeceğini çocuklarının bilmesini istemez. Masum yavrularının onun bu köşke dönmesini uzun zaman ümitle beklemelerini arzu eder. Baba bu konuda kardeşine özel mektup yazarak sevimli yavrularına dönmeyeceğini hissettirmeden bakmasını rica eder. Çocuklar babaları öldüğü zaman, onun seyehat için gittiğini sandıklarından, pek fazla üzülmezler. Parkta, bahçede, köşkte neşe içinde oyunlarına devam ederken bir gün amcaları çıkıp gelir. O köşke oturmak ve sefa sürmek için gelmiştir. Ümitle aşılayarak konuşur: “Babanız çok yakında tekrar gelecek, siz merak etmeyiniz ve uslu durunuz!...” (1990’dan sonra emekçi halkın malına mülküne oturan komünist uzantısı sosyalistler ve gizli servis ajanı höhçüler herkese hürriyet, adalet ve özgürlük vaat etmediler mi?) Geçen günlerin belirli saatlerinde, küçük kız mini mini eliyle mendilini sallar ve sesi çıktığı kadar bağrarak: “Baba, baba! Artık çabuk gel!” der. Kendisi gibi mini mini olan kardeşi de gelen birini gördüğünde: “Kardeşim aşağaya bak! Gelen kravatlı galiba babamız olacak!” der. Gelenler hep babaları delildir. Fakat çocuklar her gün aynı sabırla bekler, çünkü onlara babalarının mutlaka geleceği söylenmiş ve onlar da buna inanmışlardır. (Bu, Ahmet (Dönek) adında bir ajanın sözlerine inanıp umut bağlayanların durumunu hatırlatır.) Amcaları babaları gibi zengin değildir. O: “Eğer kardeşimin çocukları olmasaydı köşk benim olacaktı.” diye düşünür. Ve onun bu adi ve çirkin düşüncesi gün geçtikçe güçlenir. Bir gün köşke kıyafetleri kötü ve davranışları kaba, hayduta benzeyen iki adam gelir.


Makale ve Analizler - 2014

101

Amcaları köşkün gizli bir odasına kapanıp onlarla uzun uzadıya gizli konuştuktan sonra, bu eşkiya kılıklı adamlara çok altın verir, onları memnun ederek gönderir ve o gün çocuklara şunları söyler: “Babanız sizi görmediğinden dolayı çok canının sıkıldığını bana bir mektupla bildirdi. Sizi bulunduğu yere istiyor. Ben iki seyyahla görüştüm. Onlar sisi babanızın bulunduğu yere götürmeyi üstlendi. Nasıl gider misiniz?” (Burası Bulgaristan NATO ve Avrupa Birliği’ne girince işler düzelir, masalı gibidir.) Çocukların sevinçli cevabı: “Gideriz, gideriz... hemen gideriz!” Haydutta benzeyen adamlar atlarıyla belirir, biri kizi, diğeri de oğlanı alır ve köşkten dört nala uzaklaşırlar. Zavalı mini kardeşler haydutların amcalarından onları öldürmek için para aldığını bilmediğinden sevinçlidir. Oğlan kendini götüren hayduta: “Babamın bulunduğu yer daha çok uzak mı?” diye sorar. Haydut: “İlk dört yol ağızına vardığımızda oraya gelmış olacağız!” İlk dört ağızına geldikleri zaman, çocuklar sevinç ve neşe içinde el çırparak bağırırlar: “İşte oraya geldik! Babamız nerede? Baba, baba! Neredesin baba!...” İlk dört yol ağızında duran ve etrafına bakınan haydutlardan biri: “Biz yanılmışız, babanızın bulunduğu yer, ikinci dört yol ağızında imiş!” Haydutlarla çocuklar at üzerinde yollarına devam ederler. İkinci dört yol ağızına da gelirler: Çocuklar yine sevinç ve neşe ile bağırırlar: “İşte oraya da geldik! Babamız nerede? Baba, neredesin?” Bu defa ikinci haydut söze karışır: “Biz yanılmışız, babanızın bulunduğu yer, üçüncü dört yol ağızında imiş!” Yine yollarına devam ederler. Üçüncü dört yol ağızında, haydutlar yine yanılmışız, derler. Dördüncü dört yol ağızında, yine yanılmışız derler. Beşincide, altıncıda hep aynı sözler, hep aynı lakırtılar. Yeni bir dört yol ağızı gördüklerinde hep biz yanılmışız, biz yanılmışız derken, birinci haydut: “Bu mutlaka, birinci pınarda olmalıdır!” dedi.


102

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

(Bu iş, bizdeki geçiş dönemi lakırtılarına çok benzer, önce demokrasi ha geldi ha gelecek, sonra pazar ekonomisi yalanı uzadı, ardından AB dosyalarını açtık, daha sonra NATO üs kuracak ve biz kiradan yaşayacaktık, bir hamle sonra Rusya “Güney Akım” gaz boru hattınndan yılda 2 milyar toprak bastı parası verecekti, “Belene” AES elektriğinden gelecek gelirle yan gelip yatacaktık vs. vs.) Birinci pınara gelinir. Çocuklar sevinç ve neşe ile bağırır: “Baba, baba! A, nerede babamız?” İkinci haydut: “Biz yanılmışız, orası ikinci pınarda olacak!” İkinci pınarda yine yanılmışız, der. Sonra üçüncü pınar ve en son dördüncü pınara gelirler. Bütün pınarları gördükten sonra. “Biz yanışmışız, babanız birinci kayada olacak” Ve atlarına binerek sürüp giderler. Haydutlar bütün kayaları, ağaçları gördükleri zaman, her gördükleri ağaçta yanıldıklarını söylerler. Böyle diye diye ormanı baştan başa görürler. Nihayet bir yerde dururlar. Atlarından inerek birbirlerine bakınırlar ve birinci haydut yavaşça diğer haydutun kulağına fısıldayarak: “İşlerini bitirelim ama bu küçük çocuk çok kibar, onu öldürmeye kıyamam” der. İkinci haydut da: Bu küçük kız da çok kibar, çok sevimli ve nazik ben de onu öldürmeye kıyamam...” İkisi birden çocuklara dönerek: “Çok yoruldunuz, biraz burada oynayınız. Siz burada oynarken, biz gidip babanızı arayacağız!” (Masalın bu bölümü de fabrikalar özelleştirilirken hepimize dağıtılan ve payımız olan bonolarımız ve bozulan kooperatiflerden geri verilen topraklarımız sözde elimizde olmasına rağmen, hepimizin işsiz ve gelirsiz olduğumuz yılları anımsatır.) Haydutlar uzaklaşmaya başladıklarında, çocuklar orada yapayalnız kalırlar. Zavallılar haydutların arkasından ağlayarak koşmaya başlar. Haydutlar daha çok uzaklaşmamıştır. Arkalarına baktıklarında çocukların kendilerine doğru koştuklarını görürler: Çocuklar korka korka: “Biz böyle yapayalnız kalmaktan korkuyoruz. Sizinle gelmek istiyoruz!” Birinci haydut çok kızgın bir sesle ikincisine dönerek:


Makale ve Analizler - 2014

103

“Şimdi ne yapacağız?” İkincisi: “Bilmem!” Birinci: “Pekala, ben sana şunu teklif ediyorum. Çocuklar senin olsun, paralar da benim, ben paraları alacağım!” İkinci haydut: “Yok, yok! Hayır! Paralar ikimizindir. Ben hakkımı isterim. Ben hissemi almalıyım. Başka birşey kabul etmem!” Birinci haydut: “Madem ki, sen birşey yapmak istemiyorsun, hiçbir hakkın olamaz!” “Ya senin, senin hakların var öyle mi? Asıl verilecek karara karşı çıkan, vazgeçen sensin!...” Çocuklar bu ağız kavgasını hiçbir şey anlamadan dinler. Kavga gittikçe kızışır. Birden bire ikinci haydut çocukların amcalarının gösterdiği altın kesesini göstererek: “İşte altın kesesi! Sen onu çok iyi görüyorsun. Kendine güveniyorsan gel de al!” Bu arada ikinci haydut çocuklara dönerek: “Haydi gidin oynayın, böğürtlen ve yabani meyve arayın. Kelebeklerin arkasından koşup eğilenin!... ben arkadaşıma birşeyler söyleyeceğim!” Çocuklar gider. İki haydut yalnız kalınca canavarlar gibi birbirinin üzerine saldırırlar. Birkaç dakika bıçaklı yumruklu dövüşten sonra birinci haydut geberir ve ikincisi de ölmek üzereyken: “Ben öleceğim. Size yardım edemem. Arkadaşımın torbasında altın kesesi var, onu alın ve kaçın... babanızı aramayın, onu bulamayacaksınız! Çünkü ölmüştür. Amcanız çok kötü kalpli bir adamdır. Bizi sizi öldürmek için görevlendirdi. Onun için de bize çok para verdi. Kaçın ve kurtulun.” Bunları söyleyen ikinci haydut hemen ölür. Çocuklar ortada kalır ve yeni hayat yolu aramaya koyulur... (Bu masallın sonu, vatanımızda iç kavga ve kapışmalar, hırsızlığın türlerinden olan rüşvet, dolandırıcılık, yankesicilik vb. sonucu beklenen mutlu hayatın geciktiğini ve ne zaman geleceğinin belli olmadığını, boş boş oturup baklemenin de anlamsız olduğunu anlayan 2 milyon 500 bin yurttaşımızın yurdumuzu terk etmesini anımsatıyor. Yalan dolan da ne zamana kadar? Baştakilerle hak


104

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ve özgürlük ümidi de boş olduğundan, bu iş baştan başa, bir varmış, bir yokmuş olmuyor mu?)

Haziran Ayı Yazıları Anılarla Yaşıyoruz

Hamiyet Çakır-01.Haziran.2014

Hayatımıza yeni yön veren 1989 Mayıs Ayaklanmasını anarken önce gönül hoşluğuyla şunu paylaşmak istiyorum. Yakın tarihimizin çok büyük bir olayı olan bu Ayaklanmanın anısını üslenme cesareti gösterebilecek tek bir Bulgaristan Cumhuriyeti hükümeti çıkmadı o yıllardan bu yana. Sayın Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev’in Prestoe köyüne gidip de Yerel Anma Törenine katılması, 25 yıl önce Ayaklanmanın ilk gününde o köyde verdiğimiz 3 şehidimizin anıtına çelenk ve çiçek koyması, hepimizi şereflendirmiştir. İstanbul’da bulunmama rağmen, haberi okuduktan sonra gözlerim gururla yaşlandı, kendisine teşekküerlerimi arz etmek isterim. Bu saptamamı yaparken, 1989 Mayıs Ayaklanmamızın tamamen halı ve tamamen yasal olduğu dikkate alındığında, verdiğimiz toplam 40 şehidimizin isimlerinin Bulgaristan Ulusal Pantiyonuna Altın Harflerle yazılmasını canı gönülden arzu ettiğimi gururla ifade ediyorum. Bu Ayaklanmamızın özünde 100 yıllık lanetin, 100 yıllık çilenin, 100 yıllık zulmün ağırlı vardı. Müsadenizle, duygularımı ve fikrimi başka bir değişle ifade edeyim: 1989 Mayıs Ayaklanması şehitlerini toprağa vermemiz, onların can feda etmesi, onların ölümü özgürlüğümüzün ilk ışığıdır. Onlar özgürlüğümüzün başlaıgıcıdır. Bu büyük olay bugün Bulgaristan Türklerini, Pomak ve Çingene kökenli kardeşlerimizi temsil etmekle böbürlenen ve kendilerini büyük köşklerin aşılmaz duvarları ardına kapayan, otomatik silahlı korumalarla haşır neşir olmu tuzu kuru takımının özleminden değil, hallinden bile fersah fersah öteklerde olan bir


Makale ve Analizler - 2014

105

olaydır. “Lider” geçinenler için kahramanlarımızın ateşli silahlarla ölüdürülmesi basit bir olay olarak algılandı, çünkü onlar için ölüm ebedi bir uykudur. Bizim içinse şehitlerimizin anısı ebedi ilham kaynağı olduğu gibi Hak ve Özgürlük davamız da sonsuza dek devam edecektir. Anma törenleri, anıtlara konan çiçekler, demetler ve çelenkler, saygı duruşumuz dün olduğu gibi Türk topluluğunun ulusal bilincini oluşturmaktadır ve oluşturacaktır. Bizim ulusal bilincimizin temellerinde, suyunda ve özünde ise Türk kimliğimiz bulunur. Türk kimliğimizin her gün yeniden yoğrulması ve geliştirilerek biçimlendirilmesi ise ailede olduğu kadar, vergilerimizi verdiğimiz devletin okullarında ana dilimizde, sağlanan eğitim ve öğretimle sağlanmalıdır. HÖH -DPS partisi bırakın çocuklarımıza ve gençlerimize 100 yıllık kabusu yaşamış ve özgürlüğün tüm çilesini sırtlarında taşımış olan yaşlılarımıza, ana-babalar düzeyine bile uygun bir dille, gönül okşayan bir yaklaşımla inemiyor, inemedi. Unutmayalım: İnsan zekasının en yüce buluşlarından biri Tanrının varlığıdır. Ve Tanrıyla birlikte, vuhsatla ruhumuzun ölümsüzlüğüdür. Yani davamızın, Ayaklanma ve mücadelemizin yenilmezliği ve sonrasızlığıdır. Ayaklanmaların ateşinde özgürlük inancı, umudu ve ilhamı vardır. Biz Türkler için, biz Müslümanlar için hürriyet hoşgörü ile bütün inançların bir arada yaşamasını emreder. Ayaklanma da iyiliklerin galebe çalması için iyi yürekli ve inançlı insanların umutlarının örgütlenmesidir. Umutlar ise özde eşitliği yaşatır. Bu yüzden biz Mayıs 1989 Ayaklanmamıza yasaldı, haklıydı, muzafferdi, yüceydi ve ebedi idi, diyoruz. Bütün insanların dünyaya eşit ve mutlu yaşamak için geldiğini unutmayalım. Bundan dolayı ayaklanmacılara karşı ateşlenen silahları lanetliyoruz. Üzerimize tankları sürenleri lanetliyoruz. 1989 Ayaklanmamısı istismar edip hiçbir hizmette bulunmadan halkımızın bugün de ezilmesine göz yumanları lanetliyoruz ve lanetleyeceğiz. Kimse sonradan kahraman, sonradan ayaklanmacı, sonradan devrimci olamaz! Kahramanlar ayaklanma ateşinde yanan ölümsüzlerdir. Anılarımızla yaşamaya devam edeceğiz.


106

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bozgun Ruhu

Şakir Aralsntaş-01.Haziran.2014

Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği (BULTÜRK) Yönetim Kurulu üyesi olup Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi’ yayınlarından olan (www.bghaber. org) sayfalarında yazan soydaş kardeşlerimin Mahmuzlar (Todor İkonomovo) ve Bohçalar (Kaolinovo) bölgesinde başlayan Mayıs 1989 Ayaklanmasına bu denli büyük önem vermeleri ve olayları (imkanlarımız dahilinde olmaklla) yeni bir sık elekten geçirmeye çalışması, şahsen beni gururlandırdı. Burada çok önemli bir olaydan, Bulgaristan Türklüğünün bir zulüm rejimi olan komünist totalitarizme ve tek partili komünist yönetimin keyfi idaresine karşı ayaklanmasından söz ediyoruz. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra 1956’da Macaristan’da ve 1972’de Çekoslovakya’da olmak üzere, daha önce iki anti-totaliter ayaklanma yaşandı. Birincisi Rus tanklarıyla ikincisi de Varşova Parti çizmesiyle bastırıldı. O iki ulusal patlamadan farklı olarak, Bulgaristan’da ayaklananlar bir ernik azınlık olan Türklerdi. Bulgaristan Türk azınlığının doğal ve insan hakları, hak ve özgürlük uğruna isyan etmesi hem ülkede hem de dünyada pek çok kişiyi şaşırtmıştı. Çünkü bir asırdan daha uzun bir zaman ezilen ve kimlikleri tescillerden silinen, hakları kölelerin haklarından az olan, hatta ana dillerinde konuşmaları bile yasaklanan ve İbadet hakları da ortadan kaldırılan bu Müslüman azınlığın kendinde kuvvet, ruhsal uyanış, cesaret ve umut ışığı bulup ayaklanmasına hayret etmemek elde değildi. “Türksüz bir Bulgaristan” yaratma çabaları çok eskilere dayanır. Bu, Güneye devamlı yayılmayı hedefleten Rusya’nın imparatorluk stratejisinde ana yönlerden biri olmuştur. 3 Masım 1839’da Sultan I. Abülmecid tarafından imzalanan ve toplekün bir değişikliği ve yeniden yapılanma ifade eden, “düzenleme”, “yapılanma” (reorganizasyon) anlamına gelen Tanzimat Fermanı’nı imzalamasından sonra siyaseten Batı’nın yörüngesine giren Osmanlı’da birçok değişiklikler oldu. Bu yenilenme bizim Dobrucayı, bugünkü kuzey Bulgaristan’ı doğrudan etkilemiştir. Tanzimat Dönemi 1839’dan 1876’ya kadar uzanan bu 36 yıllık reel yenilenme süresidir. 1876’da Osmanlı Anayası’nın kabul edilmesiyle noktalanmıştır. Bu dönemin insan haklarının eşitliği açısından uyguladığı özellikler şunlardır:


Makale ve Analizler - 2014

107

1) Fransız Devrimiyle hayat bulan özgürlük, adalet, eşitlik ve kardeşlik gibi temel insan hakları Padişah tarafından Osmanlı halkına (bu arada Hıristiyanlara ve Bulgarlara) bahşedilmiştir. 2) Adalet sistemine hiçkimsenin yargılanmadan cezalandırılamıyacağı ilkesi getirilmiştir. Yargılanan bir kişinin malına ve mülküne devletin el koyması ilkesi kaldırılmıştır. 3) Gayrımüslüm Osmanlı uyuruklarına kaldırılan haklarla, Müslüman ve Müslüman olmayan halk arasındaki adli ayrılıklar ortadan kaldırılmıştır. 4) Gayrı Müslümler için İslam hukukundan kaynaklanan farklılıklar ortadan kaldırılmıştır. Fakat Ruslar ve Bulgarlar bu değişiklikleri kendi menfaatleri için kullanmayı başarmiştir. Bu reformlarla can ve mal güvenliği sağlanan gayrı Müslüm halkın, Rumelideki Türk ve Müslümanların Meşrutiyet ve arkasından Cumhuriyete, aydınlığa ve modernizme birlikte ilerlemelerinin hukuksal yolları açılmıştır. Osmanlı tarihinde, Aydınlanma çağına geçişin kapısını aralayan Tanzimat Dönemi’nde, bizdeki yaşam daha iyi olduğundan dolayı Rumeli’ye büyük sayıda Hırıstiyan giriş yapmiştir. Tanzimat ile birlikte din ve mezhep ayrımı gözetmeksizin herkesi yasa önünde eşit sayan bir toplum anlayışı geliştirilmeye ve yerleştirilmeye çağrılmıştır. İşte böyle bir sosyal ortamda Bulgar okulları açılmış, Kiliselerde din eğitimi verilmiş, Osmanlı yıllarında aydıınlanma ve uyanış çağını yaşayan Bulhar halkının aydınlar ordusu kurulmuştur. Büyük yazar Dostoevski’nin “Anılarım” eserinde yer verdiği üzere, 1877’de “Bulgar halkını esaretten ve sefillikten kurtarmak için” Tuna’yı geçen Rus asker ve subayları “Bulgar köylülerini avlusu ve bahçesi olan, sayaları koyun keçi dolu, huzur içinde, iyi komşuluk ilişkileriyle belirlenen varlıklı bir yaşam tarzı içinde bulmuştur.” Buna rağmen, Osmanlı’yı parçalayıp topraklarında hakimiyet kurmayı stratejik hedef bilen Rusya objektif gerçeklerden asla etkilenmeden, Balkanlar’da “Hrıstiyan” ulusları devlet kurma yolunda yönlendirmekten ve silahlandırıp kışkırtmaktan asla vaz geçmemiştir. 150 yıl sonra bu tarihsel gerçeklerden ders almak ve yeni gelişmeleri doğru algılayarak, çözmek zorundayız. Rus planlarında, bizdeki Müslüman Türk nüfusun Hırıstiyan nüfusla değiştirilmesi çok önemli yer tutar. Bu değişmez planın uygulanmasında farklı aşamalar görüyoruz. Örneğin 1977 - 1878 Rus - Osmanlı Savaşı’nı ve ardından gelen Bozgun’u dikkate aldığımızda şöyle bir gerçekle yüzleşiyoruz. Rus Osmanlı Harbi’nden Rusya’dan yana yer alan Rumeli’deki Bulgar nüfusla Türk nüfus arasında birbirine karşı güvensizlik ve düşmanlık başgöstermiştir. Harp sonrası Türkler yenilgiyi kabul ederek, bundan böyle bu topraklarda kendilerinin güven içinde olma-


108

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

dıkları duygusuyla Anadolu’ya göç etmeyi tercih etmişlerdir. Zafer sarhoşluğuna kapılan Bulgarlar bunu fırsat bilerek, Türklere gözdağı verip, onları göçe zorlamışlardır. Osmanlı topraklarına yapılan bir saldırı savaşı, haksız bir savaş olan Plevne Savaşı’ndan sonra Bulgaristan Türkleri arasında bir Atasözü ayarında şöyle bir söylenti belirmiştir: “Bu topraklar bize haram olmuştur. Yürüyebilen yürüsün, yürüyemeyen sürünsün gitsin. Gideceğimiz yer Anavatan Türkiye’dir!” Bu ruhsal kırılma ve ani değişim sonucu, “askerlere cephane taşımak için hazırlanan trenlere, göçmenler doluşup İstanbul yolunu tuttular.” Şipma ve Plevne bozgularınden panikleyen ve göçe kalkışan ahali hakkında şu ünlü sözünü söylemekte hajklıydı: “Böyle ahaliyi Allah kahretsin!” Panik halinde kaçarak ata topraklarını terk edenler (Evlad-ı Fatihan) Fatihlerin Çocuklarıydı... Bulgaristan Türkleri’nin ruhunu parçalayan bu ilk yara bir daha kapanmadı. Bulgaristan Türkleri arasında yerleşmiş bir değim olan “halkın göçe kalkışması” ne 1878 Berlin Sözleşmesi’nde Kuzel Bulgaristan toprakları Osmanlı Padişahına bağlı bir Prenslik olduğu; ne 1908’de Çar Ferdinant’ın III. Bulgar Çarlığı’nı ilan etmesinden sonra; ne de sosyalist-totaliter Bulgaristan yarım yüzyılında unutturlmadı. Burada çok büyük bir özenle şu noktayı vurgulayarak hatırlatmakta yarar vardır. Bizde “halkın göçe kalkışması” her defasında savaş veya ayaklanma (örneğin 1923 Eylül Ayaklanması) ya da 19391945 İkinci Dünya Savaşı) bozgunlarına rastlamadı. Rusların himayesi altında hareket eden Bulgar hükümetleri, Türk ahalide ardı arası kesilmeyen bir şekilde tırmandırdıkları hor görme, kötüleme, tehdit etme, korkutma, huzursuzluk içinde yaşatmayargısız mahküm etme, adaletin yalnız kendileri için varolduğu inancını aşılama politikalarıyla Müslümanların ruhunu bunaltma yolunu seçerek halkı göçe kışkırtmış ve zorlamışlardır. Son 136 yılda ardı arası kesilmeyen göçlerin ana nedeni budur. 1989 Mayıs Ayaklanması Türk ve Müslüman nüfusta bir nefret patlaması ve taşmasıdır. Bulgar makamlarınca iyi yönlendirilerek “büyük seyahat” şeklinde göç olarak gerçekleştirilmiştir. Şimdi de bu süreç devam ediyor. 500 bin çifte vatandaşın Türkiye’de yaşaması, 2.5 milyon Bulgaristanlının halen Batı ülkelerinde bulunması bunun kesin kanıtıdır. Pek tabii ki, Türkleri memleketlerinden kovma politikasının körükleyicisi olan Moskova politikalarının bir ucu da Pomaklara ve Çingene kökenli Müslümanlara da dokunduğundan Bulgaristan boşalıyor. Ne ki dünyada boş kalan bir yer yoktur. Rusya Federasyonu Varna Başkonsolosu Yuriy Solovyov, görev süresinin sona ermesi nedeniyle Varna Belediye Başkanı İvan Prtnih ile gerçekleştirdiği görüşmenin ardından yaptığı açıklamada, Bulgaristan’da daimi ikamet eden Rusya


Makale ve Analizler - 2014

109

vatandaşlarının, 500 bin civarında emlakın sahibi olduğunu ifade etti.Rus vatandaşlarının Bulgaristan’da sıkıntıyla karşılaşmadıklarını vurgulayan Solovyov,Bu lgaristan’dakiRusların Rusya’ya dönme gibi bir niyetleri olmadığını söyledi.Solovyov, 300 bin Rusya vatandaşının, genelde görev bölgesi içindeki Varna, Burgas, Yambol, Dobriç ve Sliven’de ikamet ettiklerini belirtti. Bizde bozgun havası sürerken, onlar topraklarımıza gelip yerleşiyorlar ve kendilerini huzurlu hissediyorlar. Kırım olayları bu politik komplolara başka bir örnektir. Türk düşmanlığı politikasını şöyle tanımlayabiliriz: Bulgar milliyetçiliğinin temelleri Türk düşmanlığına oturtulmuştur. En büyük kahramanları Türklere karşı vavaşmıl olanlardır. Milli eğitim, yazılı-görsel basın bu konuyu devamlı canlı tutar ve de genç nesli bu yönde eğitir.Türk düşmanlığı ortadan kalkacak olursa, Bulgar milliyetçiliği dayanıksız kalır ve yok olur. 1989 Mayıs Ayaklanmasına silahlı, toplu tanklı saldırılar bu bakıma acımasız ve gadar olmuştur. Büyük bir yüz karasıdır. Türk ruhu kırılmamız, ama iktidar değişikliğine yönelmişken, çağreyi barışçı göçte aramıştır. Bugünkü HÖH - DPS önderleri 1990’dan beri izledikleri politikayı “Yürüyebilen yürüsün, yürüyemeyen sürünsün gitsin!” sentezine dayandırdılar. Yürüyemeyenleri süründürüyorlar, ama nereye kadar?

İt Olma!

Neriman Eralp-02.Haziran.2014

Her sabah işe gidderken tasma ucu ellerinde köpeklerini yol kenarlarında bahçelerde gezdirenlere rastlıyorum. Boyunluk ve tasma, köpekleri evlere kapamak aslında bu hayvanlara it köleliği devri yaşatıyor. Hürriletleri belirledikleri birkaç ağıç belini ıslatmak, taşları ve bazı otları koklamaktan ileri gitmiyor. Havlamayı unutmuş olan köpekler var... Geçen gün grubumuzdan bir arkadaşın anlattığı İki Köpek Hikayesi beni etkiledi. Bu benzetmede, doğurması yakalaşan bir köpek, kendi kulübesinde sefa süren bir başka köpekten üstü kapalı kuru bir yerde, kuytuda doğum yapmak ve enceklerinin yağışta toluda telef olmaması için birkaç günlüğüne olmak


110

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

üzere, kulübesinden çıkmasını rica eder ve muaffak olur. Fakat encekleyen köpek doğumdan sonra yavrularını aynı inde emzirir ve büyüter ve bir gün kulübe kendisine ait olan it “çık arık” diye daha sert hırlamaya ve diş sıkmaya başladığında “gel bakalım, 12 aslanım ve benimle başa çıkabilirsen, gir yuvama!” cevabını verir. Arkadaşım bu anlatımıyla Ahmet (Dönek) ve diğer Bulgar gizli polisi ajanlarının Hak ve Özgürlükler Partisi yönetimine çöreklenmelerini ve halkımıza hiçbir hizmette bulunmadan, 25 yıldan beri bildiklerini okuduklarını anlatmıştı. Ben bu cümleden olmakla birlikte başka bir benzetmeli ibret dersi olan Kurt, Köpek ve Özgürlük öyküsünü anlatmak istiyorum. Aslında bu çok eski zamanların bilinen bir masalıdır. Benim her sabah işe acele ederken yolda tasmalı köpekler gördüğüm gibi, anlatacağım tiplerle de her gün yolda, meydanlarda, TV ekranında ve gazetelerin birinci sayfalarında istesek de istemesek de indirek olarak temas halinde olmak zorunda olduğumuzdan öykü dedim. Kurt, Köpek ve Özgürlük Bu öykümle sizlere özgürlüğün ne tatlı ve hiçbirşeyle asla değişilmez bir nimet olduğunu kısa yoldan anlatacağım. Bir deri bir kemik kalmış bir kurt bir gün tıka basa doymuş bir köpekle karşılaşır. Birbirini kokladıktan sonra karşı karşıya durmuş ikisi de ve kurt sormuş köpeğe. “Parlaklığına diyecek yok doğrusu. Ne yiyorsun da böyle semirdin? Senden çok daha güçlü olmama karşın, ben açlıktan ölüyorum, bir kemik bir deri kaldım, açlıktan ağızım kokuyor.” Köpek kuyruğunu sağ sola sallayarak cevap vermiş açıkça:, “Efendine saygıda kusur etmezsen, sen de yakalarsın benim yakaladığım fırsatı.” “Nasıl yani?” demiş kurt. “Bekçilik edeceksin kapı önünde, geceleyin evi hırsızdan koruyacaksın!” Bunu içiten ve açlıktan barsakları gugurdayan kurt hiç dişinmeden: “Ben hazırım doğrusu” derken, anam ağılıyor ormanlarda, yağmurun, karın altında, diye düşünmüş ve köpeğe biraz daha sokulmuş. Ardından da hayal etmiş: “Ah! nasıl işime gelir bir bilsen yan gelip yaşamak bir çatı altında. Karnım dolu yiyecekle ve uyu uykun kanana kadar...” Kurdun iştahlandığını sezen köpek“Gel öyleyse benimle!”demiş ve ikisi beraberce köpeğin evine doğru yollanmışlar.


Makale ve Analizler - 2014

111

Yanyana yürürlerken kurdun gözü köpeğin boynundaki zincir izine ilişmiş ve “Dostum” demiş “Ne oldu burana, tüyleri düşmüş?...” Yanit vermiş köpek “Birşey değil...” diye. “Söyle söyle haydi...” diye üstelemiş kurt. “Korkutan bir görünüşüm olduğundan, bağlarlar beni gündüzleri. Gündüz uyurum. Gece uyanık olayım ve gece dolaşayım diye çözerler beni...” diyerek cevaplamış ve devam etmiş köpek: “Ekmeğimi kendileri getirir. Efendim sofrasından kemik verir. Aile bireyleri kırıntılar atar önüme. Sevmedikleri yemeklerin hepsini ben yerim. Hiç çalışmadan karnım doyar tıka basa...” Dikkatle dinleyen kurt “Canın bir yere gitmek istese, izin var mı pek iyi?” diye sorar. Köpek: “Hiç olur mu! Yok! İstediğimi yapamam. İstediğime havlayamam!” deyince “Anladım. Tepe tepe kullan övdüğün şeyleri, ye istediğin gibi bulaşık artıklarını, istemem eksik olsun saraylarda saltanat sürmek, özgürlüğü yitirmek pahasına.” diyen kurt köpekten uzaklaşır ve ormana döner. Özgür olduğundan dolayı ensesi bugün de kalındır. Özgürlük it olmadan yaşamaktır!

Güller Diyarı Güzeliyim

Filiz Soytürk-03.Haziran.2014

Benim şehrim, gül kazanlarından almış adını, Yaprak gül, yağ gül kokan şehrim Nenem Gül, Anam Akgül, komşumuz Güllü Ben güllere sevdalı bir güller diyarı güzeliyim... Uyurken gece ve yoldayken güneş, Binbir gül açarken binbir bülbül dile gelir bahçelerde Ve ilk koklamak için gülü erken gelir bize güneş. Bilirim, ben bir güller diyarı güzeliyim.


112

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) Gül kokusunu şafakla yakalamak Ve bu gül benim gülüm diyebilmek Yaydan çıkmış oku yakalamak kadar zordur. Bilirim, ben bir güller diyarı güzeliyim. Zordur çalabilmek kokusunu daldaki gülün Karışmadan kokusu gül demedi kokusuna, Ve gül yağı olup dağılmadan dünyaya Bilirim, ben bir güller diyarı güzeliyim. Dünya hissetmeden açar bizim goncalar, Karışır alla kırmızı şafağın ışığına Eller, gözler, düğünler bayramlar gül kokar Bilirim, ben bir güller diyarı güzeliyim. Bugün, Vatan toprağımıza sevdali gül ormanları Çubuk çubuk gelmiş atalarımızın kuşağında Gel gör sen bizim oraları, gül kokan insanları Bilirim, ben bir güller diyarı güzeliyim. Vatan bizim, bahçeler bizim, güller bizim Hangi gülün hangi kokusudur sizin? Tüm güllerin tüm kokuları hepimizin. Bilirim, ben bir güller diyarı güzeliyim.

Rusya’da Kazak Türkleri OMSK’ta Toplandı

Bultürk-03.Haziran.2014

Rusya Federasyonu’nun Omsk kentinde “Rusya Federasyonu’nda yaşayan Kazak Türklerinin dünü, bugünü ve yarını” konulu bir konferans yapıldı. Davet edildiğimiz bu konferasa BULTURK adına Aydın Fidan ile birlikte gittik. İstanbul’dan yola çıkarak havayolu ile OMSK şehriine ukaştık. Omsk güneybatı Sibiryada Moskovaya yaklaşık 2.400 km uzaklıkta Ural nehri boyunda


Makale ve Analizler - 2014

113

bulunan bir şehir. Ruslar 17. yy. buraya bir kale inşa ederek Sibirya’nın istilası için kullanmışlardır. Omsk havaalanında indikten sonra bizi Altanay Junusova hanım ve teşkilatının gençleri karşıladılar. Karşılayan arkadaşlar bizleri kalacağımız yere kadar götürdüler. Şehrin dışında Otel İrtiş. Göl kenarındaki orman içinde sakin ve güzel bir otel. Otelde bir banyo yapıp hemen yola çıktık, bu gün konferansın açılışı yapılacaktı. Açılışı kaçırmak istemiyorduk çünkü Rusya Federasyonu’nda yaşayan Kazak Türkleri hakkında imkânı olduğunca fazla bilgi edinmek niyetindeydik. Bu nedenle çok yorgun olmamıza rağmen hiç dinlenmeden hemen açılışa gittik. Açılış konuşmasını Altanay Junusova yaptı. Ardından Protokol konuşmaları yapıldı. Daha sonra bilim adamları Rusya Federasyonu’nda bulunan Kazak Türklerinin dağılımı ile ilgili bilgi verdiler ve görüşlerini açıkladılar.Birlik ve beraberlik konusunda eksiklikler dile getirildi. Konferansı ana konusu “Rusya Federasyonu’nda yaşayan Kazak Türklerinin dünü, bugünü ve Yarını”nı irdeleyen konuşmalar yapıldı. Verilen kısa arada katılımcılar birbirleri ile tanışma fırsatı buldular. Akşam Konser Açılış merasiminin tamamlanmasından sonra akşamı muhteşem bir konser verildi. Omsk Kazak Türklerinin başkanı Sayın Altanay Junusova konserin açılışını yaptı. Folklor grupları, teatro gösterileri, şarkılar, türküler, 7 den 70’e muhteşem bir gösteri düzenlemişlerdi. Gelen misafirlere de kendilerini tanıtma ve selamlama konuşması yapmaları için fırsat verildi. Konferansa davet edilen Duma (Rusya Parlamentosunun) temsilcileri, Türkiye, Kazakistan, Kıgızistan, Bulgaristan , Sibirya, Novosibirsk, Samara, Altay, Çin ve Ukrayna temsilcileri münasebet aldılar.Bizlerde Türkiye Cumhuriyetinin 77 milyonun selamını ileterek kısa bir konuşma yaptık. Konserde özellikle miniklerin gösterisi ve aksakallıların miniklere destek vermesi çok güzel bir manzara oluşturmuştu.


114

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Konserde birbirinden farklı birbirinden renkli 7’den 70’e gösterileri ve yaşlı ozanlarından kör gözle saz, akordeon çalması çok büyük alkış aldı. 7’den 70’e konseri muhteşem bir gösteriydi. Münasebet alanların büyük çoğunluğu Sn. Altanay hanımın üstün gayretleri ile meydana getirilen bu büyük organizasyonundan duyduğu memnuniyeti dile getirdiler. Konserin konusu katılımcıları derinden etkiledi. Bizlerin de Bulgaristan Türkleri olarak bu tür organizasyonlar yapmamızın faydalı olacağı konusunu düşündürdü. İkinci günü yine bilim adamları konuşmalarına devam ettiler. Konuşmalarda Rusya Federasyonunda 2 milyon Kazak Türkünün yaşadığı, bu kitlenin birleşerek ortak hareket etmesi konusu ile dünyanın çeşitli yarlerinde yaşayan Kazak Türklerinin birlik ve beraberlik içinde hareket etmeleri durumunda etkili olunabileceği dile getirildi. Konuşmacılar bu konudaki fikirlerini ortaya koydular. Çinde büyük bir Kazak Türkü kitlesi olmasına rağmen engellemeler nedeniyle çalışma yapma imkanlarının kısıtlı olduğundan bahsedildi. Avrupada yaşayan Kazak Türklerinin daha bilnçli ve daha profesyonel çalıştıklarını ve onlardan gurur duyduklarını açıklayan katılımcılar, Türkiyede yaşayanlarından da pek memnun olmadıklarını, bir birilerinden çok uzak olduklarını kenetlenmenin olmaması nedeniyle üzüntülerini belirtiler. Özellikle Moskovada yaşayan Kazak-Türklerinin Rus kültür hegemonyasının etkisi altında kaldığını, Kazak Türk halkını problemlerini pek düşünmediklerini ve halktan kopuk olduklarını belirttiler. Moskovada yaşayanların büyük büyük madalyalar aldıklarını ancak amma madalya almanın KazakTürk halkına pek faydası olmadığını gördüklerini ve bundan da memnun olmadıklarını belirtiler. Öncalikle Rusyada yaşayan Kazak Türklerinin problemlerinin belirlenmesi ve buna göre stratejilerin ortaya konması konusunda görüş birliğine varıldı. Altanay hanım gibi dürüst, davaya sahip çıkacak, idealist ve bu konuda fedakarca çalışacak insanların bir araya getirilerek ortak çalışma programalrının oluşturlması gerektiği vurgulandı. Teşkilatlar arasında kopukluk olduğu ve her teşkiletın plansız programsız hareket ettiği açıklandı. İşte tüm bunların aşılması için Rusya Fedrasyonundaki Kazak Türklerinin bir merkezlerinin olması gerektiği ve bu merkezin de ivedilikle faaliyete geçirilmesinin şart olduğu dile getirildi. Bundan sonra kısa, orta ve uzun vadeli stratejiler belirlenmeli ve programlar yapılmalıdır dendi. Kazak-Türk halkına ışık tutan bir yolun bulunması gerektiğini ve bu yola doğuru insanların da yönlendirilmesi için çalışmaların yoğunlaştırlmasının gerektiği ortaya kondu. Kazakistanın dışında bulunan Kazaklara Kazakistan Cumhu-


Makale ve Analizler - 2014

115

riyetinin pek sahip çıkmadığından yakınıldı. Bir an önce bu STK ları desteklemesi gerektiğini belirrttler. Konuşmacılar Rusyada yaşayanların Rusça yazıp çizidiklerini ancak Kazakistanda yaşayanlar artık Kazakça okuyup yazdıklarını, Rusçanın bilim dili olarak da kabul edilmediğini söylediler. Bir kişinin Kazak Türkçesi bilim dili olmaz demesi üzerine tepkiler aldı ve Kazakistanın bu konuda ki tavrını destekleyerek kutladıklarını, ancak ve ancak bu şekilde Kazak Türklerinin kendine güven duygularınınn yükseleceğini ve Rue kültür hegemonyasından kurtulabileceklerini, bu güne kadar Kazakistan diye bir devlet olduğunun bile bilinmediğini ama artık dünyanın büyük çoğunluğunun bunu öğrendiğini, Türk Dünyasının bir parçası olduğu unutulmadan dünyada Kazak Türklerinin tanıtılması konusun projeler geliştirilmesi lazım geldiğini belirttiler. Çeşitli ülkelerde yaşayan Kazak Türklerinin asimile edilmelerinin önlenmesi için de Kazakistanın onları çifte vatandaş yapmasının etkili olacağı, Kazakistan dışında yaşayanlar ile kültürel ve sosyal bağların güçlendirilmesi, mal, sermaye ve insanların serbest dolaşımının sağlanması gerektiği açıklandı. Biz de BULTÜRK temsilcisi olarak konuşmamızda: Bizler Türklüğün meyvesi olan orta Asya Bozkırlarından yola çıkarak Anadolu’dan önce Türkleşen Bulgaristan-Balkanlara ulaşanlarız. Bu bölgeyi de bu toprakları da Türk Dünyası haritasına katan Evlad-ı Fatihan’ların torunlarıyız. Bizler Tuna’dan başlayarak Deliormanı, Büyük Balkanı aşarak, Pirin ve Rodoplara inenleriz. Arda boyundan kıvrım kıvrım akarak Anadolu’ya doğru hızla ilerlediği Akıncılar yurdundan, bir çok türkülere, hikâyelere ve manilere konu olan Rodop insanının ayrılmaz parçası nazlı yari Arda boyundan İstanbul’a yerleşenlerdeniz. Bizlerde “İstanbul’da Bulgaristan Türklerinin probleminin çözümü, kültürel bağların güçlendirilmesi için bir dernek kurduk. Bulgaristan Türklerinden bir cumhurbaşkanı adayı çıkardık ve 50 bin civarında oy aldık. Biz seçime girerken adayımızın seçilmeyeceğini biliyorduk amma bu tür faaliyetlerin Bulgaristan’daki Türk gençlerinin kendine güvenini arttırdığını, ülkeyi yönetebiliriz düşüncesinin kafalarında yer ettiğini ve ülkenin asli unsurlarından olduklarını hissetmelerini sağladığını da biliyoruz. Bu nedenle Bulgaristan’ın siyasi, sosyal ve iktisadi hayatında kısaca toplumsal yaşamın her yerinde var olmaya çalışıyoruz. Ben buradan Kazak kardeşlerimize seslenmek isterim: Bu gün Rusya’da demokrasi yerleşmeye başlamıştır, bu gün Rusya demokrasi ile yönetiliyor. İnşallah Putin’in ardından Putin sonrası bir Kazak kardeşimiz aday olur ve


116

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Rusya Başkanı olabilir, bunun ABD’de örneği mevcuttur. Rusya’da yaşayan Kazak Türkü kardeşlerimize de Rusya’nın siyasi, sosyal ve iktisadi hayatında yer almalarını ve demokrasinin sağladığı özgürlüklerden azami ölçüde yararlanmalarını tavsiye ederiz. Kazak Türk kardeşlerimiz çocuklarınızı dünyayı yönetmek için yetiştiriniz. Çünkü gelecek Türk birliğindedir. Çocuklarımız bunu anlayıp kafalarına koyduklarında yapmaları kolay olacaktır” dedik. Konferanstan son derece memnun ayrıldık. Organizasyonunu yapanlara başta Altanay Junusova olmak üzere Dinara hanıma tüm ekibine ve emeği geçenlere teşekkür ediyor Kazak Türk kardeşlerimize hayatlarında başarılar diliyorum. Rafet Ulutürk BULTÜRK

Değişen Zamanlar

BG-SAM-07.Haziran.2014

Türkler Bulgaristan’a daha yüksek bin kültür ve medeniyetin temsilcileri olarak geldiler. Akıncı atalarımız bu güzelim toprakları fethederek kendilerine yurt edinmiştir. Kalıcı ve ebedi niyetlerini, son haftada Bulgaristan’da düşen yoğun yağışların 50’den fazla köprüyü, yolları, pek çok evi götürdüğü, ama aynı zamanda daha XV. yüzyılda, Osmanlı döneminde inşa edilen köprülerin, kervan sarayların, hamamların, cami ve medreselerin zarar görmeden dimdik ayakta kaldığı dikkate alınırsa, Türklerin sabit, kalıcı niyetli ve devamlı yerleşim yerleri, ibadethaneler, ticaret ve konaklama makamları sıhhiye merkezleri kurduğu gün gibi ortada olup dünya mimari örnekleridir. Kemer taşları, temelleri kurşun üzerine oturtulan Meriç ırmağının iki yakasını bağlayan Mustafa Paşa (Svilengrad) şehrinde vızır vızır işleyen “Meriç Köprüsü” bu yüceliğin parlak örneklerinden biridir. Vidin’de Tuna ırmağı kıyısının muhteşemlik simgesi Pazvant oğulu kalesi, künyesi, cami konak binaları, Sofya’da halen Tarih ve Arkeolojik Müze olarak kullanılan “Büyük Cami”, Karlovo şehir merkezindeki yüksek mimarlık şaheseri 500 yıllık “Kurşun Cami”, Strara Zagora Eski Zara şehrindeki Eski Cami ve daha pek çokları bazıları halen kapıları açık ve bütün heybetiyle ayaktadır.


Makale ve Analizler - 2014

117

Bu bakıma Balkanların diğer yerlerinde olduğu gibi, Bulgaristan’ın dört bir yanındaki İslam Yüksek Mimarisi’ne ait gökleri selamlayan tarih eserleri günümüz Bulgar ve Hıristiyan mimarisinden kat kat üstün olan yüksek mimari özelliklerini yaşatıyor. Sofya’nın en önemli kiliseleri eski Osmanlı cami yapılarında kısmı mimari değişiklikler yapılarak kilise haline getirilmiş ve halen kullanılmaktadır. Bunlardan bizi Sofya “Graf İgnatiev” sokağındaki “Kara Cami”dir. Bu yüksek İslami mimari andının halen Kilise olarak kullanılmasına hoşgörüyle bakan Başmüftülüğümüz, karşılıklı hoşgörü varlığını sürdüren kültürel mirasımızın çağımıza ayak uydurma çabaları içinde bulunuyor. Öte yandan, birçok tarihi eserin cami özellikleri yok edilse de, yine ülkemizde örneğin Karadeniz’in Balçik sahil incisinde aynı tarihi ibadet binasında çan kulesi ile minareli şerif enin aynı çatının iki ucunda yükseldiği emsalsiz semboller de görebiliyoruz. Yılların geçmesiyle insanlarımız Vatan topraklarını bırakıp gitmemişler, Ata Vatanı hiçbir yerle değiştirmemişlerdir. Bu bakıma insanımızın gücü hiçbir zaman sona ermediği gibi, olaylar kaderin karanlığına terk edilmemiştir. Ne yazık ki, Bulgar devleti Bulgaristan Türk ve Müslümanlarını her zaman “öteki” olarak gördüğü yetmezmiş gibi, hep bizden kurtulma yolları aranmıştır. Bulgaristan Türkleri hep baskı ve eziyet görmüş olsalar da, 1984 Aralığı ile 1989 Mayısı hariç ülkemizde Türk ve Müslümanların üzerine askeri birlikler, ordu, baretler, jandarma sürülmemişti. Daha Rus - Osmanlı Savaşı yıllarında bile, sivil köylülere ve halka saldırılar hep haydutların, çapulcuların ve soygun çetelerinin eliyle yapılmıştı. Bu yüzdendir ki, biz totaliter rejimden söz ederken ordunun eşit haklı Türk vatandaşların üzerine, onların Anayasal haklarını, doğal haklarını ve insan haklarını hiçe sayarak, kimliklerini çiğneyerek üzerlerinden geçmesinden söz ettik. Bu gerçek, yeni Bulgar tarihinin kendi vatandaşlarına karşı işlediği bir vahşettir. Totaliter Bulgar rejiminin başı olan Todor Jivkov ırk ayrımında derman aradı, insan kardeşliğini rafa kaldırdı, hoşgörüye kucak açanları tutuklattı ya da ülkeden kovdu. Sosyalizmin özünde yer alması gerekli olan insan birlikteliğini yani enternasyonalizmi çiğnedi. İnsan haklarının eşitliğine dayanması gerek sosyalist düzeni faşizan bir yapılanmayla değiştirdi. Halkımıza, azınlıklara zulüm etti. Azınlıkların farklı özelliklerine tahammülsüz davrandı. Hiç bir diktatörün ebediyen ayakta kalamadığı gibi o da 10 Kasım 1989’da devrildi. Alaşağı edilen Jivkov bir daha başkaldırmamak üzere tarihin derinliklerine gömüldü. Bulgaristan Türk ve Müslümanlarının da baş koyduğu bu kutsal davada Mayıs 1989 Ayaklanması çok önemli rol oynadı. Türkler, demokrasi, adalet ve özgürlük davasında Bulgarlardan çok daha önce uyandı, birleşti ve ayaklandı. Ülkedeki tüm diğer sos-


118

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

yal gruplardan çok ileri geçti, başı çeken duruma geldi. Bulgar toplumunu devrimci dönüşümlere zorladı. Direniş yollarını ararken süründük. Diplomatik oyunlara, yetersizliğe, komplo ve kışkırtmalarla kurban olduk. Son yüzyılda hiçbir türlü huzur ve güven bulamayan Bulgaristan Türkleri için Türkiye’ye göç adeta bir tutku (Sönmeyen bir özlem) haline getirildi. Bu, insanımızın bilinçaltına büyük bir ustalıkla yerleştirildi. Öyle ki, Moskova’nın emriyle çalışan Bulgar makamları Bulgaristan’da yaşayan Türklerin başka bir dünyaya ait olduğunu, öz Vatanlarının başkalarına ait olduğunu ve bu toprakları boşaltmaları gerektiğini hepimizin bilinçaltında işlerken paraya para, zamana demediler, sürekli çalıştılar. Amaçları öz duyumlamamızı değiştirmek ve bilincimize ve belleğimize başka bir dünyaya ait olduğumuzu sıkıştırmaktı. Göçler bu hileliğin, küstahlığın ve zorlamanın sonucudur. Türklerde ikircimlik ve kuşku yaratan politikanın 1985 - 1990 arası zikzaklarına kısaca bir göz atalım: Nisan 1985 tarihinde, Bulgaristan Parlamentosu Başkanı olan Stanko Todorov şu beyanda bulunmuştu: “Göç olabilir, ancak Türk halkının göçü ülkenin bir bölgesinden, diğer bölgelerine olacaktır.” O da şu demek oluyor: 1950’li yıllarda Pomaklara uygulanan yöntem şimdi de Türklere uygulanacaktır. Bu politika gerçekten de uygulanmaya kondu. 1986 yılında yerlerinden edilenlerin resmi sayısı 2 bine ulaşmıştı. Bunlar sürgün edilen ailelerdi. Ne var ki, olaylar perde ardında çizilen yol haritasında belirlendiği gibi gelişmedi. BKP MK Politik Büro üyelerinden Penço Kubadinski bu konudaki görüşlerini şöyle açıklamıştı: “Bulgaristan, Türk meselesine gebedir. Rahminde 1 milyon 600 bin Türk, Pomak ve Çingene taşımaktadır. Bu da ülke nüfusunun % 20’sini oluşturmaktadır. Türkler bir yana, Bulgar milleri bile “yeniden doğuş” adındaki politikaları kabul etmiyor. Kanaatime göre, 900 bin Türk’ten 600 bini hemen göç edecektir. “Bu halkın göç etmesine müsaade edilsin” diye teklif sunuyordu. Fakat Politik Büro üyelerinden birçoğu bu önerileri kabul etmiyorlardı. Örneğin Aleksandır Lilov isimlerinde değiştirilmesine karşı olduğundan dolayı BKP MK Politik Bürosundan uzaklaştırılmıştı. Mayıs 1989 olayları, “asimilasyon” politikasını suya düşüren Politik Ayaklanma niteliği taşıdı. Bu tutum ve durum karşısında Sofya hükümeti yeni bir göç formülü aramaya başladı. Bu formül şudur: “Bulgaristan Türklerine göç izni verilsin, fakat Türkiye ile bir göç antlaşması imzalanmasın ve resmiyette göç hakkında konuşulmasın. Onların görüşüne göre, aksi halde Bulgaristan’da bir Türk azınlığı olduğu kabul edilmiş olacaktı. Bu politika bugün de devam ediyor. Bulgaristan’da bir Türk azınlığı, İslam dinine bağlı bir Türk, Pomak ve Çingene azınlığı yaşadığı resmen kabul edilmiyor. Oysa ülkede 1300 cami var.


Makale ve Analizler - 2014

119

Türk direnişçilerin açlık grevlerinin yoğunlaştığı 9 Mayıs 1989 tarihinde Bulgar parlamentosu “Sınır Ötesi Pasaport Kanunu”nu kabul etti. Bu yasanın 1. Maddesine göre, Bulgaristan vatandaşlarına, ülke dışına çıkıp geçici veya sürekli olarak başka bir devlette kalma hakkı tanındı. Böylece Türkiye’ye 500 bin Bulgaristan Türkü aktı ve bunlardan üçte biri 150 bini geri döndü ve bazıları ekonomik nedenlerle daha sonra yine T.C.’ye göç etmek zorunda kaldı. Aslında Göç Kanunu’nun yürürlüğe girme tarihi 01 Eylül 1989’dur. Ne ki, protesto mitingleri kontrol edilemez bir hal alınca, Türklerin derhal ülkeyi terk etmesi kararı alındı. Todor Jivkov 29 Mayıs 1989’da Sofya TV’sine çıkarak şöyle dedi: “Bulgaristan Müslümanlarına istedikleri ülkeye gitmelerine imkân veriliyor.” Ayrıca Türkiye hükümetine dönerek, “Bulgaristan Müslümanlarına sınırlarınızı açın, isteyenler geçici olarak, isteyenler sürekli orada kalabilirler.” dedi. Bulgaristan Türklerinin Mayıs 1989 İsyanı totaliter rejimi böyle geriletti ve yıktı. Bugün soydaşlarımızın Bulgaristan ya da Türkiye’de yaşamaları hiç önemli değildir, onların nefes alması Bulgaristan politikasını arzu edilen şekilde etkilemeye yeterlidir. Bütün bu olaylar Bulgaristan Türklerinin bilinç altını değiştiremedi. Türk kimliğimiz korundu ve daha da gelişti ve güçlendi. Bulgarların Türkleri yok sayarak yaşayabilmesi artık tamamen imkânsız oldu. Biz bugün Bulgaristan’ı yeni demokratik değişikliklere mayalamaya çalışırken, sizi susmaya ve beklemeye davet etmiyoruz. Her şeye hazır olmak, yalnız o günü beklemek değildir. Her gün her şeye hazırlanmak lazımdır. Halkımız yeni günlere manevi köprülerini hazır tutarak hazırlanıyor. En önemli köprümüz dil, kültür, inanç ve tarih birliğimizdir. 25 Mayıs 2014 günü AB Parlamento seçimlerinde Bulgaristan’da dengeler yeniden değişti. Politik liderlerden Boyko Borisov, S. Stanışev ve diğerler artık hepimizi yeni Parlamento seçimine davet ederken, 100 % herkesin on vermesinde ısrar ediyor. Bu işi kanuna bağlayacaklar. Hepimiz sandık başına gitmek zorundayız. Dün kovulduk bugün yine sandık başına davet ediliyoruz. Hesapları bu defa da tutmadı. Bizden kurtulmaları tamamen imkânsızdır. Zamanı değiştiren güç bizim elimizdedir, bu defa daha isabetli kullanalım.


120

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Dalgalı Politika

Rafet Ulutürk-07.Haziran.2014

Bilgar iktidarlarının Türk ve Müslümanlarla ilgili resmi politikası dalgalı, zikzaklı ama hep aynı doğrultuda oldu. Bulgar pıolitikasının Türk azınlığı ile ilgili politikalarında yer alan yöntemlerden biri de göç sorunu oldu. Bulgaristan’da yaşayan Türkler ve Bulgarlar arasındaki güvensizlik 1977 - 78 Rus - Osmanlı Savaşı’ndan sonra Türklere karşı art arda patlak veren kanlı olay ve katliyamlarla derinleşti ve şiddetlendi. Birkaç yıl süren ezici ve yorucu savaşın ve yenilginin olumsuz etkilemiş, Türklerin malında mülkünde gözü olanları yüreklendirirken Müslümanları göçe zorlama hareketlerini şiddetlendirmişti. Ruslar tarafından kışkırtılan sahte Bulgar milliyetçiliğinin yeni havalara girerek, “Türkler Türkiye’ye” sloganı hükseltmesiiki millet arasındaki güvensizliği o zaman arttırdığı gibi günümüz politikasında da çıban başıdır. Son 137 yılda Bulgaristan’dan Türkiye’ye göçler hemen hemen hiç durmamıştır. Savaş sırasında, Plevne, Stara Zagora gibi şehirlerin yerle bir edilmesi, birçok köyün yakılması, Sofya Bozgu’nu, Filibe (Plovdiv) yenilgisi bu kentlerde çoğunluk olan yerli Türk nüfusu azınlık durumuna düşürdüğü gibi, yıllar içinde çıban başı zonklaya zonklaya toplamış ve yeni yaralar da açmıştır. Bu yazımızı kaleme aldığımız 2014 yılında, Bulgaristan’daki Türk Bulgar ilişkilerinde huzura kavuşup durulma bir yana, Başmüftülük ve Vakıf mallarımızın, camilerin ve medreselerin, hamamlarımızın ve kabristanlıklarımızın geri verilmesi için hukuksal yol ararken, hiç beklemediğimiz şiddet gösterilerine tanık olduk. Plovdiv’e bağlı Karlovo kentinde, ibadete bundan 50 yıl önce kapatılmış, 1474 eseri tarihi ve yüksek mimarlık eseri olan “Kurşun Camii”nin bir Müslüman mülkü olarak onarılması olanüstü iğrenç olaylara sebebiyet verdi. Ve en nihayet, Karlovo Beledi Başkanı’nin “Türksüz Karlovo” slogani yükseltmesi, XXI. yüzyıla ırkçı bir zihniyetle girdiğimizi kanıtladı. Bu hareket Stara Zagora Belediyesince desteklendi ve ilin Rozovo köyüne yerleşen üç Suriyeli savaş kaçağı ailenin, Bulgaristanda ikamet hakkı kazanmalarına rağmen, köyden kovulması aynı köhnemiş zihniyete hizmet etmiştir. 137 yıldan beri göçler hiç dinmedi derken, 1893 ile 1939 yılları arasında geçen 36 yıl zarfında, yıllık ortalama Türki’yeye göç eden sayısı 8 bin 834 iken, Moskova’ya bağlı milliyetçi Bulgar komünistleri iktidara gelir gelmez 1950 - 1951 yıllarında 2 yıl süren bir kitlesel göç esnasında 37 bin 351 aileden oluşan, toplam 154 bin 393 Bulgaristan Türk’ü Türkiye’ye göç etti. Bu da yıllık ortalama 77 bin 196 kişidir. (1878 - 1908) Prenslik ve (1908 - 1944) Krallık dönemlerindeki ortalama göçmen sayısına göre, göç edenlerin sayısı ortalama 13 kat artmıştır.


Makale ve Analizler - 2014

121

1950 - 1951 göçü üzerinden henüz 12 yıl geçmişti. 1963 - 1964 yıllarında yeni bir göç dalgası ortaya çıktı. Göç etme istemiyle, Türkiye temsilciliklerine toplu göç dilekçeleri verilmeye başlandı. Mart 1964 tarihine kadar yapılan başvurular aşağıdaki gibidir. 140 kişi doğrudan T.C. Dışişleri Bakanlığına; 8 bin 322 kişi T.C. Burgas Başkonsolosluğuna; 51 bin 442 kişi T.C. Filibe Başkonsolosluğuna ve 323 bin 454 kişi T.C. Sofya Büyükelçiliği’ne başvurdu. Türkiye’ye göç etmek isteyenlerin toplam sayısı 383 bin 358 kiyiydi. Bu durum Bulgaristan Türkleri’nin Bulgaristan Halk Cumhuriyeti’nde huzursuz yaşadıklarına, rahatlarının bozulduğuna bir kanıttı. Bu dalgalanmaya karşı, Bulgar makamlarının alduıüı sıkı önlemler sonucu göç olayı gerçekleşmedi. Ancak 4 yıl sonra 22 Mart 1968’de Bulgaristan ile Türkiye arasında “Yakın Akrabarın Göçü” ile ilgili yeni bir göç antlaşması imzalandı. Aslında bu antlaşma dar çerçeveli bir göç antlaşması idi. Türkiye’de anası, babası, dedesi, anneannesi ve babaannesi olanlar, Bulgaristan’daki oğullarını, kızlarını, dede ve ninelerini T.C.’ye getirebileceklerdi. Antlaşmaya göre, haftada sadece bir gün - Çarşamba günü - 300 kişilik kafileler halinde , trenle Türkiye’ye giriş yapılacaktı. Bu uygulama Ekim 1969 tarihinde başlayıp on yıl sonra 1978’de sona erdi. Bu dönem içinde 130 bin Bulgaristanlı Türk, Türkiye’ye göç etti. Bu, anne, baba, dede, nine, kız, oğul ve torunlar göçü, Bulgaristan Türkleri arasındaki durumu öyle bir hale getirdi ki, zincirlerin halkaları misali, herkesin mutlaka bir yakın akrabası Türkiye’de bulunuyordu. Buna dayanarak Türkiye’ye göç istemeyen Bulgaristan Türki neredeyse kalmamıştı. Her aile birer dilekçe hazırlamış sunmak için çaba içindeydi. Bulgar devleti o zaman buna tedbir almaya mecbur kaldı. Konsoloslukların çevresi abluka altına alındı. Hiçkimse konsolosluklara yaklaşamaz oldu. Türklerin tamamı göç edecek olursa tarlada, bahçede, fabrikalarda, yer altındaki kömür, kurşun çinko ve bakır ocaklarında, inşaatlarda, en pis ve en ağır işlerde kim çalışacaktı. Bu göçten sonra göç meseleri daha sıkı bir rejime girdi. Bu, taa 1989 Ağustos seline kadar böyle devam edecekti. Devam edecek.


122

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Nazım Hikmet’i Anarken

Sevilcan Yüce-07.Haziran.2014

Nazım Hıkmetin ölüüm yıldönümünü Bulgaristan’da bilinmeyenbir şiirle anıyoruz. Nazım Hikmet Kar yağıyor Lambayı yakma, bırak, sarı bir insan başı düşmesin pencereden kara. Kar yağıyor karanlıklara. Kar yağıyor ve ben hatırlıyorum. Kar... Üflenen bir mum gibi söndü koskocaman ışıklar... Ve şehir kör bir insan gibi kaldı altında yağan karın. Lambayı yakma, bırak! Kalbe bir bıçak gibi giren hatıraların dilsiz olduklarını anlıyorum. Kar yağıyor ve ben hatırlıyorum.

Ne Ormansız, Ne Kültürsüz Olur

Raziye ÇAKIR -08.Haziran.2014

Hayatı masal şeklinde anlatmaya devam ediyoruz. Elek elek içinde, kalbur saman içinde.... Bugünkü konumuz bir orman benzetmesiyle insanlın, halk topluluklarının, azınlıkların da kültürsüz olamayacağını en inandırıcı bir şekilde anlatma yollarını aramaktır. Ağaçların intikamı Bizim tepeyi süsleyen güzel bir orman vardı. Birbirine karışmış ağaç dallarında kuşlar ötüşür, yuva yapıp yavrulardı. Sincaplar daldan dala sıçrayarak birbirini kovalarken, serin gölgelerde tavşanlar yavrularıyla oynaşırdı. Baharla yeşeren ormanda çiçek kokuları gönül okşardı. Çınar ve kestane ağaçları altında piknik payan köylülerin çocukları koşar oynardı.


Makale ve Analizler - 2014

123

Köy ile orman arasında akan nehir, tatlı çağıltılarıyla köy ile ormanı birbirine bağlardı. Köylülerden Memiş dayı odunla geçindiğinden güzel ağaçları baltasıyla kesip devirir ve odun satardı. O ağaçları birer birer kestikçe orman içine ilerlerken kulağına derin iniltiler gelirdi. İç çeken ihtiyar ağaçlar: “Acaba bu gün hangimiz öleceğiz?” gibi sesler çıkarıyorlardı. Odunculuktan bıkan Memiş dayı zahmet çekmeden zengin olmayı hayal edip bunun yollarını arıyordu. Tarlaları ve sürüleriyle meşgul olan köylülerse onun bu maksadını önce dikkate almadı. Bir gün Mamiş dayının köye çağırdığı bir adam geldi ve kahvede topladığı köylülere şöyle konuştu: “Ben sizi mutlu ve bahtiyar etmeye geldim.” Köylüler şaşkın şaşkın birbirlerine baktılar, çünkü onlar hayatlarından zaten memnundu. Yabancı sözüne devam ederken: “Elinizin altında çok kıymetli bir hazine olduğu halde niçin böyle yoksulluk içinde yaşamaya devam ediyorsunuz.” dedi. Köylüler mızırdanarak birbirlerine: “Bu adam hangi hazineden söz ediyor? Yoksa bizimle hayal etmeye mi gelmiş!” dediler. Saflıklarıyla alay edildiğini zanneden köylülerden biri: “Bize hazinenin nerede olduğunu söyle de öğrenelim,” dedi. Yabancı: “Ormanda,” cevabını verdi ve Memiş dayı da telaşla: “Evet, ormanda ya!” diye yabancıyı tasdik etti. Köyün en yaşlısı başını sallayarak: “Bize her şeyi öğreten babalarımız bize bundan söz etmediler,” dedi “Sizin babalarınız cahil idiler, siz de onlar gibi cahil kalmak mı istiyorsunuz?” Genç bir köylü: “Hayır, hiçbir zaman!” diye cevap verdi. “O halde beni dinleyiniz.” Memiş dayı sabırsızlanıyordu. Diğerleri de gittikçe ikna olmaz bir hale geliyordu, yabancının sözüne inanmıyor görünüyorlardı.


124

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Sizin ahmakça inkâr ettiğiniz hazine bizzat ormanın kendisidir. Bunu anlamak o kadar zor mu? Yabancının sesini kesen köylülerden biri: “Ormanın bize ne faydası var? Bak anlatayım da dinle!” dedi ve devam etti: Orada kadınlarımız, çocuklarımız gezinir, güzel gölgeli ağaçların altında piknik yapar, eğlenir ve hoş vakit geçirirler..” Buna karşı yabancı: “Zavallı insanlar! Eğer siz zengin olursanız daha güzel memleketlere gidebilirsiniz.” Memiş dayı, “Çok doğru söylüyorsun!” diyerek yabancıyı destekledi. Aynı köylü: “Belki! Fakat bunun için ne yapmalı!” diye sordu. Yabancı: “Ormanı bana satınız!” “Ormanı size satalım mı? Fakat siz onu ne yapacaksınız?” “Sandalye, masa, koltuk, konsol, gibi şeyler yapacağım ve işinize yaramayan bu kaba ağaçların yerine size şıngır şıngır öten sarı altınlar vereceğim,” dedi. Köylüler bu teklif karşısında şaşırıp kaldılar ve bir türlü karar veremediler, nihayet işlerinden biri: “Eğer beni dinlerseniz bu defa da gidip köyün ihtiyar öğretmenine soralım. Biliyorsunuz ki o, hemen hepimizi okuttu ve bize güzel öğütler verdi,” dedi. Öğretmen köylüleri samimiyet ve dostlukla kabul etti. Onları dinledikten sonra dedi ki: “Aziz dostların, ihtiyacınız olmayan birkaç altın karşılığında sakın ormanı satmayınız. Ağaçları koruyunuz. Çocuk iken siz de onların serin gölgelerinde oynadınız. Sakın ormana karşı nankör olmayınız.” Memiş hariç, diğerlerin hepsi, öğretmene “Siz haklısınız!” dediler. Memiş: “Siz ne inatçı insanlarsınız, sanki ağaçlar kesilince, başınıza büyük bir bela mı gelecek!” diyerek, onları rahatsız etmeye devam etti. Memişin sıkça söz ettiği altınlar da birkaç kişinin hayalini karıştırdı. Onlar da diğerlerini kandırdılar. Artık her evde altından söz ediliyor, başka bir şey konuşulmuyordu.


Makale ve Analizler - 2014

125

Birkaç gün sonra ormanı kesmeye başladılar. Tatlı kuş cıvıltılarının yerini ağaç çatırtısı aldı. Gölgeler kayboldu. Yıkılan ağaç gövdelerinin etrafında tavşan ve sincaplar, çaresiz kuşlar uçuşuyor, acıklı acıklı feryat ediyorlardı. Ağaçkakanlar kaçtı, kargalar bu felaket sahnesinin üstünde acı acı bağırarak daireler çizerek uçuştular. Tavşan göcenleri inlerine saklandı, dışarı çıkmadı. Merhametsizce kesine genç ve ihtiyar ağaçlar cansız yere devrildi. Bu görünüm karşısında ormanı sattıklarına pişman oldular. Ormanın kesilmesi bitti. Dallar budaklar gövdelerden ayrıldı. Ağaç tomrukları ağaçlara insan cesetleri gibi yığıldı. Bu manzaraya dayanamayan köylüler oldu, başlarını çevirip ağıladılar. Köylüler gözden kaybolan ağaçları, yaprakları, gölgeleri, sesleri hasretle aradılar. Eski asırlık güzel ormanın bulunduğu arazi çöle dönmüştü. Kaybolan ormanla vicdan azabı belirdi. Güz ve kışın gelmesiyle ağaçlar yok olunca emilemeyen sular ırmağa doldu, ırmak taştı, köyü ve etrafı seller aldı. Taşan nehir, köylülerin tavuklarını ve koyunlarını alıp gitti. Evler su altında kalınca zor günler geçirdiler. Sular her tarafı harap etmeden çekilmedi. Kış ağır geçti. Her sene neşe saçan bahar güneşi de üzgün ve buruktu. Selin ardından gelen haşaratlar sebze ve meyve bahçelerine büründü. Etrafta zararlı sivrisinekleri yiyecek kuş bile kalmadı. Sivrisineklerin üremesiyle sıtma geldi. Köylüler, kesilen ağaçların ve ormanın intikamını düşünmeye başladı. Bu hüzünlü düşünceler, selden, çamur ve sivrisineklerden sonra alabildiğine kızdıran güneşle daha da dayanılmaz oldu. Başlarını serinletecekleri gölge yoktu. Köylüler serin bir gölge bulamadıkları gibi, bohça açıp güzel bir yemek yiyecekleri bir yeşil çayır bile bulamıyorlardı. Hiçbir şeye güçleri yetmiyor, çaresiz, şaşkın, pişman ve izüntülü bir halde başlarını önlerine eğiyorlardı. Yeniden bir orman yetiştirmek gerekiyordu ve elbirliği edip fidanlar dikmeye başladılar. Lütfen, ormanı Bulgaristan Türklerinin kültürü, ana dili, nen ileri, şarkı ve türküleri, masal, hikâye ve şiirleriyle değiştirin ve öyküyü bir daha okuma zahmetine katlanın. Kültürümüz, dilimiz, gelenek ve törelerimiz yok edildiğinde ruhumuz bir çöl olmuyor mu? Torunlarımız bizden intikam almaz mı?


126

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Ekim 2014’te Seçim Var

Rafet Ulutürk-08.Haziran.2014

Bulgaristan’da politik bunalım derinleşti. HÖH - DPS - BSP “Ataka” üçlüsü ipleri kopardı. Yeni parlamento seçimi Ekim2014’te Kendimizi önce bir şiirle anlatalım: Her susmak ölüm değildir iyi bille Sustum sustum da güçleniverdim Susmak! Daha büyük çığlıklara hazırlık bende. 25 Mayıs 2014 Avrupa Birliği (AB) Parlamento seçimlerinin sonuçları Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) nin eridiğini kanıtladı. Yenilgiyi yutamayan BSP P. Oreşarski tarafından yönetilen hükümetin zamanını doldurduğunu tanımak zorunda kaldı. Yani seçim fikri hükümetin ana direkleri olan BSP Başkanı Sergey Stanişev ile HÖH Partisi Başkanı Lütfü Mestan arasında bu hafta yapılan görüşmede iki farklı şekilde ortaya çıktı. Lütfü Mestan hükümetin 4 ay daha idare etmesini ve yıl sonuna kadar parlamento seçimi yapılmasını önerirken, Stanişev Eylül 2014’te milletvekili seçimi önerdi. Genel seçim önerisi şu anda en büyük sayıda milletvekili olan GERB partisi başkanı Boyko Borisov tarafından da desteklendi. Burada sivrilen nokta şudur: Stanişev seçim hakkı olan bütün vatandaşların seçime zorunlu olarak katılmasında ısrar ediyor. Yani çifte vatandaş olan soydaşlarımız da mutlaka sandık başına gitmek zorunda olacaklar. Oylarını T.C.’de açılacak sandıklarda veya Bulgaristan’a giderek kullanabilecekler. Bu gelişme için son 6 ayda mücadele verdik, soydaşların seçime katılma,aday gösterme ve seçilme haklarının kısıtlanmasına karşı yüzlerde konuşma yapıldı yazılar yapıldı. Bu gelişmeleri izlerken aklımdaki mısralar şöyle diyordu: Bir kıvılcım var içimde şöyle minicik Zaman büyüttü içimde suç benim değil İşte gerçek oldu yangın başladı suç benim değil.


Makale ve Analizler - 2014

127

Gelişmeler, Bulgaristan politikasının soydaşlarımız olmadan olamayacağını, dış ülkelerde ekmek parası arayan 2.5 milyon kardeşimiz olmadan olamayacağını böylece tanımış ve kabullenmiş oldu. % 8 oyla % 92’kiyi de idare etmenin adıl olmadığı ortaya çıktı ve politikacılar bunu kabullenip değiştirme yollarını aramak zorundadır. AB seçimlerinde Bulgar seçmen oylarının yalnız % 10’nu anlan GERB partisinin gen soru sunmasının da anlamsızlığı ortadadır. Bizim ülkede seçmenin % 70’i sandık başına gitmiyor. % 30’un yüzde yüzü idare etmesi adil olabilir mi? % 70’in kabul etmediği bir politik doğrultu halkı refaha götürebilir mi? Götüremez. Böyle bir durumda BSP şefi Stanişev’in Salı gün (10 Haziran 2014) MYK toplantısından sonra Eylül’de genel seçim ve halen yürürlükte olan Seçim Yasası’nda değişiklik isteyerek “seçime katılma her vatandaş için zorunludur” ilkesini getirmek istemesi, herkesi düşündürdü. Bir defa, herkesin seçime gitmesi BSP partisinin sonu da olabilir. Çünkü seçmen bu partinin demokratik topluma geçişi istemediğini son 25 yılda görebildi. Seçmen BSP partisinin BKP partisinin işe yaramaz devamı olduyğunu da görebildi. BSP partisi kendi başına iktidar olsa bile Bulgaristanı dönüştürme programı ve düşüncesi olmayan bir politik oluşumdur, kısırdır, oligarşik bir yapılanmadır ve ülkemizin altyapısında bir kalkınma hamlesibi başlatabilecek bir güce ve enerji kaynağına sahip değildir. BSP Bulgaristan halkını, Türkler, Pomaklar ve Çingene esaslı Müslüman kardeişerimiz de buara bizi sefalet sınırı altında yaşamaya,Vatanımızı terk etmeye zorladı, el kapılarında avuç açtırdı. Bu parti bizim T.C.den ve Batı Avrupa ülkelerinden yanınlarımıza em zaruri ihtiyaçlarını karşılayarak geçinebilmeleri, suyu, elektriği, çocuklarımızın okul giderlerini ödeyebilmeleri için gönderdiğimiz paraları yatırım olarak gösterecek kadar ileri gitti. Stanişev, “herkesin sandık başına gitmersini zorunlu kılabilir” ama kimin hangi partiye oy vereceğini önceden belirleyemez. Çünkü “zorunlu seçime katılma” şartlarında para babalarının oy satın alma imtiyazı kendiliğinden ortadan kalkar. Bu durumda seçmenin % 70’i sandık başına gitmiyorsa, zaten BSP politikasını ret ettiği için gitmiyordu, şimdi gidip BSP’ye oy vereceklerine inanmıyorum. Eylül seçimi BSP’nin iki yüzlü politikasını süngerle silip çöpe atabilir. HÖH - DPS politikasına gelince, burgucu ve kalaycı Çingenelere para dağatarak ya da dalavera imkanları yaratarak sağlanan oy artışları da son bulacaktır. HÖH - DPS politikası, BSP politikasının bir uzantısı olarak geliştiği için Eylül 2014’te oyunu kaybedecektir. HÖH yönetimi ideolojik olarak çökmüştür. HÖH


128

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

liderliği Bulgaristan Türkleri, Pomaklar ve Müslüman Çingene kardeşlerimize yüz çevirmiş, onlar yararına yıllarca hiç bir şey yapmamakla ün salmıştır. HÖH yönetimi Bulgar milliyetçiliği önünde diz çökmüş, “Ataka” ile bile sarmaş dolaş olmuştur. Ve hiçbir eğitimsel, kültürel ve ekonomik menfaatimizin gerçekleştirilmesi için mücadele etmeden takvim yıllarını tarihe katmıştır. HÖH - DPS lider edibi halkımızı, seçmenleri oyalayarak uyutmuştur. 4 defa hükümet ortaklığına yükselse de her defasında öz haklarımız açısından eli boş dönmüştür. HÖH yönetiminin girişimiyle 25 yılda Bulgaristan’da hiçbir fabrika kurulmamış, kimseye iş gösterilmemiş, ana dilimizde ana okulu ve okul açılamamış, özgün kültürümüz boğulmaya çalışıldığı gibi kitap basımına, Türkçe basım yayıma, radyoculuk ve TV programcılığına kapı aralanmamıştır. HÖH partisinin bu işler için hükümetlerden aldığı paralar, AB’den gelen ödenekler harcanmış, savrulmuş, saray kirası, koruma masrafı, viski parası olarak çar çur edilmiştir. Bu bakıma, Bulgaristan Türkleri ve seçmen Müslüman Çingene ve Pomaklar bu defa hiçbir işe yaramayan HÖH parlamento temsilciliğini tarihe gömebilir. Bu noktada seçmen kitlesinde birikmiş ve çaresizlik kabardıkça sivrilen bir hınç ve öfke vardır. Bu defa halkkımızın, seçmenin şairlerin diliyle baş kaldırması beklenebilir. Neden mi geciktim sormayın zaten anlatacağım Zaten istesem de dinmez içimdeki kasırga Zaten bırakamam başladığım türküyü yarım Bir büyük yarıştan geliyorum yebi bir yarışa katılmak için. Cümlenize Merhaba! Yeni durumda Bulgaristan’daki Bulgar politik partilerine öncelikle GERB partisine çağrımız şudur. Soydaşlarımıza, dış ülkelerde bulunan kardeşlerimize seçimlerde kendi istediklleri vekilleri seçebilmeleri için hak tanınmasını istiyoruz. Bulgar ulusunun milliyetçilik zehirini kusma zamanı gelmiştir. GERB gibi partilerin içinde azınlık parlamenter grupları oluşturma olanaklarına hayat hakkı verilmelidir. Gerçek demokraside, çoğunluk azınlıklar haklkında karar alamaz, almamalıdır. Azınlıkların isteklerinin duyulması ve gerçekleştirilmesi için AB üyesi olan Bulgaristan’da yepyeni bir politik ortam yaratılmalıdır. Örneğin Türkiye’de ikamet eden ya da çalışan soydaşlarımızın 7 - 8 milletvekili ile GERB partisi içinse Eylül 2014 seçimlerinde meclise girerek kendi haklarını savunmasına imkan verilmeli, milliyetçilik kapıları kırılıp açılmalı ve ortak değerlerde buluşmamız sağlanmalıdır. HÖH - DPS saltanatından kurtulamızın ve demokraside kendi kimliğimizle yeşermemizin ve kendimizi olduğumuz gibi kabul ettirme-


Makale ve Analizler - 2014

129

mizin yollarından biri Bulgar politik partilerine katılıp kendi adaylarımızı seçmemiz olmalıdır. Bunun bir başka haykırışı da şu olmalıdır: İşte benim yine dimdik karşınızda Yine tek direncim, birlik olmaya çağrışımda. Bizce de Ekim 2014’te hepimiz sandık başına!

Nazım Hikmet

Raziye ÇAKIR -08.Haziran.2014

“Hava kurşun gibi ağır” diyen büyük şairin 51. Ölüm yıldönümünde ben de ona ait birkaç hatıramı paylaşmak istiyorum. Ben dünyada henüz yokken Nazım Hikmet benim güzel şehrim Varna’ya iki defa gelmiş. O hayatıma çocukluğumda girdi. Evimizde sık sık Nazım’dan söz edildiğini anımsıyorum. Annem Bulgaristan’da ebelik öğrenimi gören ilk Türk kadını olduğundan kültürel olaylara kulağı delikti. Kültürle sanat ve Nazım ise eşdeğerdi. Nazım’ı Bulgaristan Türkleri kültüründen ayırıp koparmak düşünülmesi imkânsız olan bir şeydir. Nazım bizim Türklüğümüzün sönmeyen mumudur.Hatırlıyorum: Babam Şumnu’dan dönmüştü. Yıllardan 1970’lerdi. Elinde büyük bir paket getirdi. Paketi gören annem önce bir ev eşyası sanmış olacak, “aman dikkat et, yere koyma, kırılmasın” derken, babamın “getirdiğim, yere konacak bir şey değil ki,” dediği bugünkü gibi aklımda. O, salonda masa başına geçip paketi açmaya başladığında biz pür dikkat kesilmiştik. Kâğıt sicim bağı çözüldüğünde içinden beyaz kapakta kanat açılmış havalanma hamlesinde bir güvercin vardı ve büyük harflerle Nazım Hikmet Cilt 1 yazan 8 kitap yan yana dizildi. Bizim evde ilk defa bu kadar kalın ve çok kitap yan yana dizilmişti. Bunlar, Sofya “Narodna Prosveta” (Halk Eğitimi) tarafından Türkçe basılan şairin toplu eserleriydi. Bu külliyat Bulgaristan Türklerinin XX. Yüzyıl kültür tarihindeki en büyük Türkçe basım oldu. Önceleri evimizde bir yazardan 8 cilt aynı rafa konmamıştı. Yıllar içinde annem ile babamın baş başa kaldıklarında Nazım’dan şiirler okuyup sıcak sohbet etmeleri beni çok etkilemişti. Babama göre, Nazım Hikmet bir denizdi, “karanlığın gözüne bakarak yürüyen


130

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

adamdı.” Okulda “Beyazıt Meydanında Ölü” şiirini ezberledim. 1990’da Hak ve Özgürlükler Partisi kuruluş mitinglerinde “Ben yanmazsam, sen yanmazsam, o yanmazsa, Nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa?” dizeleriyle ben de ant içtim. Razgrad Tiyatrosu’nda “Leyla ile Mecnun” sahnelenmişti. Varna Açık Hava Tiyatrosu’nda oynandı. Bizimkiler beni de götürmüşlerdi. Vatanım Bulgaristan’da gördüğüm ilk ve son Türkçe Tiyatro Oyunu “Leyla ile Mecnun” oldu. Genç kız halimle çok etkilenmiş ve haftalarca “Leyla”yı düşünmüştüm. Sıkça aklıma gelen bir fikir var. Varna’da mutlaka bir Nazım Hikmet Caddesi olmalıdır. Çünkü Varna Varna olalı Nazım kadar büyük ve yürekli bir şairi konuk etmedi. Varna Varna olalı Nazım gibi bir deha tarafından ziyaret edilmedi. Bir de, o “Memleketimi” bizim rıhtımda, Kara Denizi alabildiğine yudumlarken hayal etti ve yarattı. “O çınarlı ve kubbeli şehre” yola çıkan geminin kaptanıyla Varna’da konuştu. Tuzlu suların deli dalgalarından demir alan gemileri nemli gözlerle okşarken “Memedim”i yarattı. Ardından “Dikili Taşlar”da bu Vatan toprağımızı iki büklüm işleyen insanların ebediyen dimdik kalacak tarihini görebildi. Nazım Hikmet’in Bulgaristan’ı ilk ziyaretinde, 1952’de, halkımızın kapıldığı göç psikozunu yenip, silkeleyerek aşmasında olağanüstü bir rol oynadığını söyleyebilirim. Bir kişinin göç yoluna dökülen 1 milyonu durdurabilmesi, bozgun ruhunu yenip herkese umut, bizim ana babalarımıza, herkese güven aşılaması ancak bir dev işi olabilir. Bu bakıma Nazım Hikmet Devlerin Devidir. Okullarının, okuma yurtlarının adını “Nazım Hikmet” koyan bizim insanlarımız Nazım’da “insan kardeşliği”nin geleceğini görebildi. O ağır günlerde, Deliormanlı, Dobrucalı sıradan insanlarımızla bir aksakal, bir baba, başka bir dünyadan gelmiş yürekli bir önder şefkatiyle görüşüp konuşan o oldu. Büyük Şair sanki karşısında Şeyh Bedrettin’in torunları gördü. Dilindeki hoşgörü insan kardeşliğinden geride kaldı. İnsanın emel ettiği en güzel dünyaların bu topraklarda, suyu doyumsuz içilen şu ırmakların boyunda, Torlakta, Kemallerde, denizin kıyıyı öperek hayat verdiği yerde yaşadığını gördükçe içi içine sağmazcasına coştu. Yalnız insanlarımız için değil, belki büyük ozan için de, en yürekli buluşmalar yaşandı. İşini gücünü bırakmış Nazımla görüşmeye koşan köylülerimiz, kapılarını ardına kadar açtı. Bu insan sevgisi karşısında Nazım bile yutkundu kaldı. Şeyh Bedrettin Destanı’nı Bursa Hapishanesi’nde kaleme alırken, hayal ettiği insanların yüceliği karşısına dikilmişti. Bir de buralı dostu vardı zindanda. Deliormanlı Mehmet aga. Balkan Savaşına, Çanakkale Harbine, Emperyalizmin Türklüğün suyunu çıkarıp diri diri mezara gömmeye hazırlandığı Sakarya ölüm kalım çarpışmalarına katılmış, muzaffer olduktan sonra eve döndüğünde, ne yazık ki, kızının namusuna el uzatıldığı öğrenince, haddini bilmeyenleri birer


Makale ve Analizler - 2014

131

birer yere serdiğinden dolayı içeri düşen Mehmet aga, hücre komşusu oldu ve onunla birlikte Bursa zindanında ömür törpüledi.Konuşmayı sevmezdi Mehmet aga. Hangi konu açılsa ellerini açar ve sanki hep en küçük ve en büyük şeylerin, kötülüklerin ve iyiliklerin insan ellerinin eseri olduğunu söylemek istiyordu. Eli bohçalı eşi, beyaz bürgü ve siyah örtülü cuma günleri hep gelirdi. Duvar dibine çöküp aynı havayı soluyarak iki söz etmeden anlaşan onlardı. Göz göze gelmeden birbirine doyan insanlardı. Deliorman ve Dobruca insanlarıyla kucaklaşırken Nazımın gözleri Mehmet ağayı aradı hep. Orada Türklüğün ruhunu yaratan büyük insanlar gördü. Onları hangi eserinde anlatmadı ki? O sıradan olanlar hem Selçuklu, hem Osmanlı, hem Şeyh Bedrettin ve hem de Nazım Hikmetin kendisiydi.Büyük şair “...Tepeden tırnağa iman,Tepeden tırnağa kavga, hasret veÜmitten ibaret...” sözlerini onları anlatırken söyledi.İnanıyorum, o bizi her hecede anlattı.Ve biz bugün, bu yüzdendir ki, ölümün değil, ölümsüzlüğün yıldönümünü anıyoruz.Nazım “güneşin zaptı için örgütlenmeye çağırdı” insanları. Biz de ırkçılığa, milliyetçiliğe, ihanete karşı örgütlüyoruz aynı kavgayı. Hak ve Özgürlükler davası devam ediyor. Deniz sahili öpmeye devam ettikçe, karanlıklar aydınlığı aradıkça devam edecek kavgamız. Bizim Vatan, Hürriyet, Kardeşlik kavgamız... Biz Mayıs ve Haziran 1989 Ayaklanmamızı anımsadıkça hep Nazımla yaşadık. Beyazların daha beyaz olacağına, hürriyetli yarınların dünden daha yakın olduğuna inandığımız için Nazımcıyız. Yeni doğanlar ölmediler, umutlar Nazımla yaşıyor. Büyük adamın ölümsüzlüğü umutlarımızın ebediliğinde yaşamaya devam edecektir. Çünkü o, “İnsanlar için öldüHem de yüzünü bile görmediği insanlar için,Hem de hiç kimse O’nu buna zorlamamışken,Hem de en güzel, en gerçekçi şeyin!Yaşamak olduğunu bildiği halde...”

Toslayan Dostluk

Rafet Ulutrük-10.Haziran.2014

İnsan parayla dost edinemez. Eski dost düşman olmaz. Dost yıkım günlerinde belli olur.


132

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Biz Bulgaristan Türkleri gerçek dostlarımızı bulma konusunda uzun yol aldık. Soyumuz, dinimiz ve suyumuzdan olan insanların geçmişte olduğu gibi yarın da gerçek dostlarımız olabileceğine inandık. Biz, iç dünyasının oluşumunda, yakınları hakkında kötü konuşmayan, sır tutan, ilke bilen, ahlaklı kişileriz. Bu geleneksel meziyetlerimizle hanede, köyümüzde, eş, dost, akraba arasında olup biteni göz bebeğimiz gibi korumayı daha çocukluğumuzda öğreniriz. Bu kuralların dışına çıkan, namus anlayışımızda haindir, cezası bellidir. Kültürümüzde, dostlart kötü günlerde, namuslu kişilerse alış verişte kendini gösterir. Büyük bir imparatorluğun uzantısı olan bir tarihin arka plan sahnesinde olsak da, son 137 yılda Bulgar devletinde ikamet ettiğimizden dolayı, politik etkinliklerde ön planda değildik. Bu yüzden manevi ve siyasi niteliklerimiz ile zekamız kendini gösteremedi. Buna karşın bir canlanma içindeyiz. AB seçimlerinde 4 milletveklili çıkaran Hak ve Özgürlükler Hareketi’nin büyüyen başarısı dikkati çekti. İzlenen politikada hepimiz için üzücü noktalar olduğunu biliyoruz. Kabullenmede zorlandıklarımızın başında bağlaşıklık yani müttefikler, yani ortaklık ve işbirliği politikaları gelir. Son 25 yılda HÖH - DPS partisi 4 kez hükümet ortaklığına yükseldi. Başbakan Lüben Berov hükümetindeydi. Sakskoburgotski kabinesinde yer aldı. İki defa da Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) hükümetine ortak oldu. Şimdiki Oreşarski hükümetinde 3 Bakanlık ve 5 bakan yardımcılığı HÖH - DPS Partisi’nindir. Buna rağmen, işin içinde kurt yeniği olduğu görüşünde birleşiyoruuz ve birçok eksikliğe işaret ediyoruz. Eleştirimiz her zaman olumlu ve yapıcı olmuştur. Gelişmeler eleştirilerimizin yerinde ve isabetli olduğunu her gün daha parlak bir biçimde ortaya koyuyor. Öncelikle HÖH - DPS partisi ile BSP partisi artık birbirlerine güven beslemediklerini resmen ilan ettiler. Bu gerçek, HÖH Başkanı Lütfü Mestan ile BSP Başkanı S. Stanışev’in 25 Mayıs seçimlerinden sonraki ilk görüşmesinde ortaya çıktı. Kabinede ortak olmalarına rağmen, ikisi de “erken seçim” dedi ve güvenin suya düştüğünü ifade etti. Bizler, Bulgaristan Türk ve Müslümanları bu bakıma tecrübe sahibi ve akıllı insanlarız, çünkü örneğin sefil bir durumda olsak bile, şimdiye kadar aramızdan hiç kimsenin “servetim yok” diye üzüldüğünü görmedim. Demokratikleşme dediğimiz son 25 yılda (Ahmet Dönek dışında) aramızdan kimseye servet yığıma hakkı tanımadı. Eli uzun ve devlete çok yakın olanlkar, kendilerini unutunca hemen ceza evlerini boylamak zorunda kaldı. Bu tabloda, hırsızlığa uzananlara “korkmayın” deyip himaye eden Ahmet (Dönek) gibi “liderler”in, sahte dost olduğunu görmeyen kalmadı. Bu arada, Bulgarlar bile, Türklerin, Pomakların ve diğer Müslümanların servetinin aklı ile gördüğü hayır işleriyle çoğal-


Makale ve Analizler - 2014

133

dığını görebilme imkanımız oldu. Bu eğilim, bambaşka bir anlayış ve modernin üstünde bir dünya görüşü olarak yerleşiyor. Bizim Avrupanın en sefil ülkesinde, günümüz Bulgaristan’ında çok büyük mali ve ekonomik sıkıntılar yaşadığımız gizli kapaklı değildir. Fakir de olsa, seven insanın sevildiğine, çamura saplanan ve bunalıma düşen bizden birininin yine eş dost ve arkadaşlar yardımızla kurtaracağına inanıyorum. Bu bizim değişmez yaşam kuralımız oluyor. Birbirimize kenetlendiğimiz gözden kaçmıyor. Kurtuluş yolumuzu böyle bulacağımıza inanıyorum. Dostluk ve Para konusunda görüşlerimiz kesindir. Değişmez. Bir defa kimse kimseye nedensiz para vermez. İnsanlar para ile kendilerine dost edinemezler. Tanımadığımız bilmediğimiz birinden borç para almayız.Biz böyle görmüş böyle biliriz. Üstelik bize daha önce fitnelik etmiş, kötülükte bulunmuş bir kişiden, küçük büyük fark etmez bir halk topluluğundan iyilik beklemeyiz. İnsanların fırsatçı, tamah ve tutkulu olduklarını biliriz ve böyle kişilerden uzak dururuz. Bizim düşünme tarzımızın bir bölümünde şöyle bir gerçek de vardır: “Arkadaşı olmayan kimsesizdir. Kimsesizi kimse aramaz. Parasız kimse unutulur gider...” Yoksulluğun baş belası olduğunu bildiğimiz gibi, dünkü gün cebinde beş parası olmayan bir kişinin ertesi gün zengin olmasının da içinde kirli bir iş gizlediğini biliriz. Dünkü gün açlıktan ağzı kokan, Ahmet (Dönek), gibi kişilerin bugün “sarayda” yaşaması, bir yediğini bir daha tatmaya tenezül etmemesi, korumalı gezmesi bu gibi sahtekar durumlara açık ve kesin örnektir. Onlar, Bulgaristan Türk ve Müslümanlarının kimliğini sattıkları için zenginlikle ödüllendirildiler. Kuşkusuz gün gelir, dervan döner, her hesap ödenir. Hainliğin hesabı idamdır. Bu açıdan bakıldığında “varlıklı övülür, yoksul kötülenir!” sözlerinin anlamı açıktır ve su gerçek suni yaratılan “zenginler” için de geçerlidir. Bulgaristan Türkleri ve Müslümanları son çeyrek yüzyılda olduğu gibi bugün de kötülenenlerdendir. Daha önce ise ezilenlerdi. Bizde yoksulun cesuruna “deli” dendi. “Deliler” hapishanelerde tutuldu. Parlamentoda “anadil, okul, insan hakları, hak hukuk” demeye kalkan milletvekili H. Hocov’un başına gelenleri gördük. Az kaldı, cesareti onu “tımarhaneye” götürüyordu. Bizde eli açık olan, hayırsever yoksula çok harcıyor derler. Şimdi Varna hapishanesinde yatan Dr. Tabakov’a “kumar oynuyor” dedikleri gibi. Oysa şehirlerimiz neredeyse Las Wegas gibi oldu. Yoksul uysalın adı düşkün, iş bilmezdir. Gençlerimizin “Bulgarcayı iyi bilmiyor”, “okumuş ama sertifikası yok” gibi asılsız iddialarla hiçbir yerde iş


134

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

bulamayıp Bayı Avrupayı boylaması buna örnektir. Ülkeyi terk etmek zorunda kalan 2.5 milyon kişiden % 99’unda sertifikasızdır. Vasıfsızdırlart demiyor, iş bilirler, ama ellerinde geçerli belgeleri yoktur. Eski belgeleri ise geçersiz kılınmıştır. Devlet nerede bir meslek kursu açtı da gitmedik? Bir de fakirlikten, parasızlıktan bunalmış, ne olursa olsun bir işin ucundan tutayım diye ağırbaşlı hareket eden gençlerimizin de “budalanın teki” olarak hakaret gördüğüne tanıkız. Bu durumda biz başkasından ve devletten bir şey umacağımıza, böyle daha iyidir, fikrine teslim olmuş bir ortamda yaşıyoruz. Ortada ne hol ne de yumurta varken, “kötüden bir şey isteyeceğine yılan azından zehir alıp içse daha iyidir.” sözleriyle hayal kırıklığı yaşamak da hiç birimize mutlu olabilme yolu açmıyor. Benzer görüşler, Vatanı son ziyaretim esnasında beni çok etkiledi. Böyle bir ortamda yeni dostluk kurmak çok zor. Bu durumun temelinde şöyle bir gerçek olduğuna inanıyorum: Fakirlik yüzünden paradan tiksinmeye ve parayı lanetlemeye gerek yok, fakat kendini para hırsına teslim edenlerin sonu da yıkımdır. Parası varlığı helal olmayan pis bir zengin bütün varlığı, bütün hırs ve ihanetiyle halkın gözünden er ya da geç bir köpek gibi düşecektir. Bunları yazmanın nedeni ise, zengin adamın yoksul bir kişinin dostu olamıyacağını anlatmaktır. Çünkü dünyada iki çeşit dostluk var, birincisi çıkara dayanır, ikincisi de zorunludur. Birincisi çıkara dayanır ama insan karşısındakine bir yere kadar güvenebilir. İkincisinde ise, insan tedbirli olmak zorundadır. Örneğin, ne pahasına olursa olsun iktidar olmalıyız hırsı ve bu işten karlı çıkmalıyız hesapları HÖH ile BSP partilerini 25 yılda dört defa iktidar ortaklığında yan yana getirdi. Bu ortaklıkta taban çıkarları açısından, tarihsel geçmişte Bulgar komünistlerinin Türklere yaptığı kötülükler bakımından iktidarda ortaklık kurabilen bu iki politik partinin dostluğunda çıkar ortaklığı olduğu dikkati çekiyor. Aslında hükumetten düştüklerinde hemen bozulması gereken bu dostluk sona ermiyor, taraflar yeniden buluşuyor. Bizde bu 4 defa tekrar etti. Bulgaristan’da HÖH - DPS - BSP ortaklığı neye benziyor biliyor musunuz? Bir kabın içindeki su, altında ateş yandıkça kaynar. Ateş sönünce su da soğur. BSP, buharlaştırmak ve yok etmek için HÖH’ün suyunu ısıtıyor. Şimde HÖH - BSP hükümet ortaklığını doğuran ve yaşatan çıkarlar sanki ortadan kalktı.Bu işlerde zayıf olanın her zaman temkinli olması gerekir. Zaten HÖH - DPS partisinin 25 Mayıs zaferi ve BSP partisiyle eşit milletvekili çıkar-


Makale ve Analizler - 2014

135

ması, BSP’yi ürküttü. BSP’nın Hak ve Özgürlükler Partisinin güçlenmesini, yani güçlü müttefik istemediğini daha ilk görüşmede ortaya koydu. Bulgaristan Türk ve Müslümanlarının güçlenmesi BSP’yi korkuttuvedosytluk tosladı.Sen ancak zayıf, yoksyul, zavallı, işsiz güçsüz olunca ben seninle dost ve ortak olurum fikri ağır bastı. Böyle dostluk öte dursun! Görüldüğü üzere BSP ile HÖH dostluğu içinde düşmanlık taşıyan bir “dostluktu.” “Kartal Köprü” öpüşmesi, Panporovo otellerinde “her yerde her zaman birlik olalım,” uyumlamadan yasaları Mecliste Genel Kurula getirmeyelim gibi yeni yeni mayalanan fikirlerin balon olduğu görüldü. BSP, HÖH partisini aldatmaya çalışırken, saldırı hazırlığı içinde olduğunu gizleyemedi. Başmüftülük vakıf mal ve taşınmazlarının iade edilmesi yolunu yasa değişikliyle kesmeye çalıştı. Soydaşlarımızın AB seçimlerine katılmasını hem T.C. ye sandık açtırmayarak, hem de “son üç ayda Bulgaristan’da ikamet zorunluğu” getiren değişikle haince baltaladı.BSP’nin içinde pazarlıklı hareketleri herkese dil yutturdu. Önemle belirtiyorum. Sinsi düşmanlık, gizli düşmanlık açık düşmanlıktan kat kat daha tehlikelidir. Dostan, bir dostluk, bir iyilik beklendiği için dost denir. BSP buna laik değildir. Düşmandan daima kötülük geldiğini unutmayalım. Gerçek iki dostun arası ne açılabilir, ne de düşmanlığa dönüşebilir. BSP - HÖH dostluğuna samimi olmayan, halkımızın hak ve özgürlüklerinin elde edilmesi yolunu kesen, sahte dostluk derken, BSP ile dost olma zorunluğunu da göremiyoruz. Burada geçerli olan ilke, zayıf olanın bazı hesaplar peşine düşüp halkın geçmişine, şimdiki sefil durumuna rağmen, güçlü bir eski düşmanla dost olmaması, işbirliği yapmaması prensibidir. Benzer bir dostluk her zaman bozulur.

1989 Mayıs Ayaklanması - 4

Rafet Ulutrük-12.Haziran.2014

1989 Mayıs İsyanı Açlık Grevleriyle Başlamıştı. Ülkeyi Saran Protestolar Kana Boyandı. Paris İnsan Hakları Konsey Toplantısı Arifesinde Direniş Bütün Ülkeyi Sardı.


136

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İnsan Hakları Teşkilatının kurucularından biri olan Genel Sekreterliğe seçilen Ali Ormanlı Kotele bağlı Alvanlar (Yablanovo) köyündendir. Bulgaristan Türklerinin isimlerinin değiştirilmesi ve “soya dönüş” adıyla yürütülen “Bulgarlaştırma” sürecine en sert tepki gösteren ve amansız ve güçlü direnen bir kahramandır. Bu vahşi olayın boyutunu ve dehşetini tasavvur edebilmek için, Hamzalar köyünden İbrahim Çetin’in kollarını yayıp göğsüyle bir tankı durdurmaya çalışırken dişliler altında ezilerek can verdiğini anımsatmak yeterlidir. Ormanlı’nın doğup büyüdüğü köy muhtarlığına girip, vatandaş kimlik listelerini almak için, zırhlı araçlarla gelen asker, polis, kızıl berelet ve itfaiye birimleri şeklindeki totaliter devletin baskı ve terör güçlerine kürek, yaba, çapa, tırman ve satırla karşı koyan köylülere helikopterlerden ateş açılmıştır. Son derece sert baskı sonucu isyan 18 ile 19 Ocak 1985 günü bastırıldıktan sonra tutuklamalar başlamıştır. Boyun eğmeyenlerin önderi olarak ilk tutuklananlardan biri Ali Ormanlı’nın bileklerine kelepçe 21 Ocak günü takılmış ve Sliven Milis Müdürlüğü’ne kapanmıştır. Dışarıda hava buz kesmiş, Şubat donunda 5 no’lu hücrede tutulan ve her gün amansız dövüldükten sonra üzerine kofalarla buzlu su atılan Ali Ormanlı 33 gün sonra yani 2 Mart 1985’te “Belene” Ölüm Kampına atılmıştır. “Belene” adasındaki günlerini daha fazla ölüm döşeğinde geçirmiştir. 31 Temmuz 1986 günü Vratsa ili “Drakşan” köyüne sürgün edilmiştir. Ali Ormanlı Direniş Örgütünün kuruluşu hakkında şöyle bilgi veriyor: “Bölge köylere sürgün edilenler “Drakşan” köyünde gizlice buluşuyor ve Bulgaristan Türk azınlığının durumunu aramızda görüşüyorduk. Ağır durum bundan öte böyle devam edemezdi. Çıkış yolu birdi: örgütlenerek savaşım başlatmamızın zamanı gelmişti. İşte böyle sürgünlük koşullarında ve sürgünler arasında Demokratik Lig adlı direniş örgütümüzü kurduk.” Yine o dönemde Ormanlının kızı Duranca da mücadeleye katılıyor ve Sabri İskender’in kız kardeşi Safetle birlikte “Hür Avrupa” ve “Amerikanın Sesi” radyolarına Bulgaristan Türklerinin, sürgünlerin, tutukluların ve hapishanelerde kalanların durumu üstüne bilgi iletmeye devam ediyordu. Demokratik Lig direniş örgütünün kuruluşuna ve ilk faaliyetlerine etkin katılanlardan biri de Silistre ili Doğrular (Pravda) köyü doğumlu Nazım Saliman Saliev (Nazım Başaran). Razgrad Türk Pedagoji kolunu bitiren ve uzun yıllar öğretmenlik yaptıktan sonra Sofya Üniversitesi Hukuk Fakültesini (1971) bitiren Saliev İç İşleri Bakanlığı Silistre İl Merkezinde göreve atanmıştır. 1970’li yılların sonunda BKP MK Politik Büro kararıyla bazı kişiler İnşaat Erleri Birliklerine subay olarak tayin edilirken, Razgrad, Varna, Ruse, Kırcaali, Tır-


Makale ve Analizler - 2014

137

govişte, Silistra ve Sofya’da İç İşleri Bakanlığına da her ilde birer Türk subay işe alınmdı. Parti il ve belediye komitelerine 100 görevli tayin edildi. Bunlardan biri de Nazım Saliev, (Nazım Başaran) dı. Bu hususa dikkatinizi çekmemin nedeni, daha sonra özellikle kaşarlı komünistler ve Bulgar milliyetçi çevrelerinden çıkan seslerde, sözde Bulgaristan Türklerinin isimleri, “soya dönüş” sürecini, “Bulgarlaştırmayı” bu Türk aydınların isteği ve ısrarı üzerine yapıldığı saçmalığıdır. Kendisi İç İşleri Bakanlığında çalışan Nazım Saliev bu konuda şöyle dedi: “Çok kısa bir sürede Bulgaristan Türk azınlığı ile bu devlet ve parti görevlerine atanan kişiler arasındaki uçurum derinleşti. Ben, bir görevli olarak bu sürecin boyutlarını çok iyi hissediyordum. Siz bana şunu diyebilirsiniz: İyi ama siz bir gizli serviste görev almayı neden kabul ettiniz? Komünizm böyle bir sistemdi. Bu gibi bir görev teklifini kabul etmemek suç sayılıyordu. Bir başka cevap da, ebediyen işsiz kalmayı kabul etmek...” Milis şefi, Nazım Saliev’n işine gönül sarmadığını anladığında (3.12.1977) onu işten uzaklaştırdı. O daha sonra değişik kurumlarda hukuk danışmanı olarak çalışır. İsimlerin değiştirilmesi siyasetini onaylamadığı için 14.10.1986’da Vratsa ili Stoyanovtsi köyüne sürgün edilir. Üç yıl Roman kasabasında eşiyle birlikte kalır. Orada Koşukavaklı şair ve yazar Ömer Osman’la, Burgas köylerinden Hüseyin Karabaşla, Kırcaali’den Hasanla ve yine Koşu kavak’tan Hamdi Ekimoğulu ve Şakırle tanışır. Komşu köylerde sürgün olan Koşukavaklı Mustafa Ömer; Yalvanlarlı (Radovene) İsmail Hamzov; Sarıyerli Sabri İsmail; Alvanlarlı Ali Orman ile dost olur. Razgradlı Ali Mutlu, Silistreli Hayrettin Ali ve Nasuf Bilal ile davaya uyanış yolunda birbirlerine ısınırlar. Nazım Salih Direniş Örgütüne üyeliği hemen kabul etmez. Dilekçesini tüm belgelerini, program ve tüzüğü okuduktan, üzerinde uzunca düşündükten sonra onaylar ve imzalar. O andan sonra da grevlerin, yürüyüşlerin, ayaklanmanın en önemli örgütçüsü ve kitleyi kabartan motor olur. Mukavemet hareketi gizli örgütlendi. Türk ahalisi hak ve özgürlükleri geri almak için her şeye, her fedakârlığa hazırdı. Gizli örgüte 3 bin kişi kaydoldu. 1988’de sürgünlerden bazılarının serbest bırakıldıktan sonra köylerine dönmeleriyle çalışmalar daha da geniş boyutlar aldı. O da Aydemir köyüne oğlunun yanına döndü. Demokratik Lig yönetimi ile Razgrad, Şumen ve Sevlili örgütleriyle irtibatı kurdu. Bu gizli faaliyetinde Razgratlı Ali Mutlu ve eşi Fatma, Şumen’li Ahmet Osman ve Ak Kadınlı Ehliman Dönmez, Doğrularlı Selahattin Bayraktar ile Yüksel Osman, Sevlili öğretmen Yusuf Akın ve eşi Vasfiye, “İskra” köyünden öğretmen Osman ve diğer birçok yürekli Türk aydını Ayaklanma örgütlenmesinde ve gerçekleşmesinde gece gündüz güç esirgemedi. Çalışmaların koordinasyonu “Hür Avrupa” ve “Amerikanın Sesi” radyolarında yankılandı. 1989’un Mayıs ayında Bulgaristan Türkleri


138

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Münih’ten yayın yapan “Almanya’nın Sesi” radyosundan Rumanya Uzunova ile 100 defadan fazla irtibat kurmayı başarmıştır. Türkler sürüldükleri bölgelerden bu yayınlara faal katıldı. Ayaklanma eşiğinde Demokratik Lig direniş örgütü yarı legal durumdaydı. Merkez yönetim sürgündü. Bölge yöneticileri de yarı legal durumdadır. Halk arasına yayılan örgütün Kurultay toplayıp legalleşmesi ve açık çalışmalara yoğunluk kazandırması zamanı gelmişti. Yönetim açlık grevlerini başlatma kararı aldı. Örgütü tescil ettirmek için önce Pleven mahkemesine başvurdu. İktidarı şaşırtmak için değişik kurultay yeri ve tarihi duyuruldu. Bu çalışmaların merkezinde olan ve açlık grevlerini koordine eden Nazım Saliev 15 Mayıs 1989’da tutuklandı. Türkiye’ye kovuldu. Yapılan hazırlıklara göre, açlık grevleri 20 Mayıs günü Ayaklanma şeklinde kabaracak ve yayılacaktı. Türklerin yaşadığı bölgeleri saracaktı. Bulgaristan’dan kovulurken Nazım Saliev kendi yerine Ayaklanma davasını sürdürmek için yetkilerini Silistreli dostu hukukçu İsmail İsmail’e devretti. Demokratik Lig Başkanı Mustafa Ömer ise, tutuklanıp Türkiye’ye kovulmadan önce başkan yetkileriyle Sliven’in Alvanlar (Yablanovo) köyünden Hüseyin Nuh’u donattı. Örgütün arşivi de Nuh’a teslim edildi. Böylece ayaklanma başsız kalmamıştı. Bulgaristan Türklerinin Demokratik Lig yönetiminde gerçekleşen 1989 Mayıs Ayaklanmasının son hazırlık dönemine çok aktif katılan Nazım Saliev’in çalışmalarını hatırlayalım: Silistre Gizli Polis Şefi Yovko Marinov 8 Mayıs 1989 günü, dik kafalı tutumundan vazgeçmesi için, onu son defa yanına çağırdı. Nazım, memleketten kovulacağını düşündü. Geceyi ailesiyle geçirmesi için eve gönderildi. Fırsattan yararlanıp yola çıktı, 500 km geçti ve Vratsa ili “Donla Kremena” köyünde Nasuf Bilal ile buluştu. (Nasuf Bilal Kotel’e bağlı Doğancılar köyünden olup, yüksek öğrenimli, 18 yıl Alvanlar’da Okul Müdürlüğü yapmış, Ocak 1985’te isim değiştirmesine karşı direniş öncülerden biri olup, işkence görmüş, 3 yıl “Belene” ölüm kampında kaldıktan sonra bu Bulgar köyüne sürülmüş, Demokratik Lig kurucularındandır.) Aynı gece Demokratik Lig yönetimiyle görüşür. Başkan Mustafa Ömer ile ayrı görüşmede bulunur. Sekreter Sabri İskender ile konuştuktan sonra Nasuf Bilal ile bir daha buluşur. Bu onların son görüşmesidir. Ertesi gece Sevlievoya geçer ve örgütçü Yusuf Akınlar’ı bulur. 11.Mayıs.1989 günü Razgrad’a döner. Bölge sorumlusu Ali Mutlu’nun evinde kalır. O gece Razgrad il örgütü üyeleri gelip kendisiyle görüşür. Talimat alır. 12.Mayıs.1989 örgüt sorumlusu Ali Özgür’ün evinde konaklar. Ona gerekli bilgileri verir. Doğrular’da örgüt eylemcileri Ehliman Dönmez, Selahattin Bayraktar ve Yüksel Osman’la


Makale ve Analizler - 2014

139

son görüşmesinden sonra, Aydemir’e ailesine döner. Milisin her gün kapıya geldiğini öğrenir. 15 Mayıs sabahı Silistre polisine gider. Baş amir Yanko Marinov önceden hazırlanmış 12.Mayıs.1989 tarihli pasaportlarını verir ve eşiyle ikisinin de ülkeyi terk etmesini ister. Totaliter rejimin iki polisi eşliğinde Kapı Kuleye getirilir 16 Mayıs’ta Bulgaristan’dan çıkar. Mustafa Ömer’in kaderi de aynı olmuştur. Yeri gelmişken işaret edelim. HÖH Başkanı Ahmet Doğan ve arkadaşları Demokratik Lig örgütünü ve yönetimini arayıp temas kurmamıştır. O ağır dönemde sürgün bölgelerine gidip Mustafa Ömer ile görüşenlerden ve işbirliği yolları arayanlardan biri 1989 Viyana Destek Örgütü Başkanı Avni Veli’dir. Bu örgüt, Mayıs 1989’da Kırcaali ve Haskovo illerinde açlık grevleri, Cebel ve Mestanlı’da ayaklanma, Kırcaali’de polisle çarpışmıştır. AvniVeli Mayıs 1989’da Bulgaristan’dan kovuldu. Örgütün dağılması ya da mücadeleye devam etmesi konusunda alınan bir karar olmadığından Ayaklanma halkı ve ülkeyi sarmıştır. Nisan Mayıs 1989’dan başlayarak açlık grevleri ve grevler Bulgaristan’ın etnik olarak karışık nüfuslu ya da yalnız Türklerin yaşadığı Şumen, Novi Pazar, Mahmuzlu, Vırbitsa, Orlyak, Omurtag bölgelerini sarmış ve Silistre, Razgrad ve Kırcaaliye taştı. Açlık grevine, 7 Mayıs 1989 Bayram ertesinde, ilk başlayan Şumen’e bağlı Todor İkonumovo köyünden 7 kişidir: Tahir Çavuş, İsmail Kılıç, Rahim Fıçıcı oğlu, Mücellip Tabak, Vazım Kaçak, Kazim Tabak ve Hidayet Kuşku açlık grevini başlatanlardır. Birkaç günde etraf köylerde 300 kişi ölüm orucuna katıldı. Grevcilerden Rahim Fıçıcı oğlu ile Mücelip Tabak da olmak üzere 10 kişi Viyana’ya kovuldu. Daha sonra büyük sayıda Belgrad ve tek yönlü biletle Toronto’ya da kovulanlar oldu. Demokratik Lig tarafından örgütlenen kitle hareketleri, gösteri ve yürüyüşler kurban almaya başlamıştı. Mayıs Ayaklanması yarım asırdan beri tırmanan totaliter baskı ve terör rejimine karşı bir isyandı. Bulgaristan’da zülüm rejiminin devrilmesi ateşini yakan ve halkı uyandıran, Bulgar demokratik güçlerine de cesaret veren bir büyük ve güçlü hareketlenme oldu. İnsan haklarını çiğneyen, adaleti ayakaltına alan, demokrasiyi koklatmayan bir rejimden hak ve özgürlük arama, hesap sorma ışığını kendilerinde bulan Bulgaristan Türkleri bütün toplumu etkilemiş ve ayaklanmaya uyandırmıştı. Batı radyoları Bulgaristan Demokratik Lig yöneticilerinin, isyan alayı önderlerinin ülkeden kovulmaya başladığını 18 Mayıs 1989 akşam yayınında ilk kez duyurdu. Aynı haberde Demokratik Lig öderlerinden biri olan Ali ormanlı, eşi ve


140

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

kızının da Bulgaristan’dan atıldığı bildirildi. 20 ve 21 Mayısta bütün Bulgaristan’da Türkler gösterideydi, polisle, askerle çatışıyordu. Sürgünler Kuzey Batı Bulgaristan köylerinde sürgündeyken, doğum yerlerinde hepsinin pasaportları hazır edilmiş ve ülkeden kovulmaları kararı yürürlüğe konmuştu. Ayaklanan halk ülkeden kovulmaları kararlaştırılan kahramanlarına sarılmış onları bırakmak istemiyor ve onların peşinden sınıra yönelmeye başlıyordu. Ayaklanma günü bir rastlantı sonucu seçilmemişti. 6.Mayıs.1989 Kurban Bayramdı. Türkler bayramlaşırken kendi aralarında 30.Mayıs.1989’da Paris’te Avrupa İnsan Hakları komisyon toplantısı olacağını paylaştılar. Hazırlıklara başlamadan hemen ertesi gün başlayan açlık grevlerinde isimlerin geri verilmesiyle birlikte, geleneklerimize göre yaşamak ve okullarımızın açılması istendi, Bulgaristan Türk ahalisini yok etme politikasına son verilmesi tüm dünyaya duyurma hedeflendi. Bu anımsatmayı yapmamızın nedeni, Mayıs 1989 Ayaklamasında Ahmet Doğan ve arkadaşlarının, onun sözde kurduğu Bulgaristan Türkleri Ulusal Kurtuluş Örgütünün hiçbir rolü, etkinliği ve katkısı olmadığını göstermek içindir. Nazım Saliev ve illegal mücadele arkadaşları, yerel militanlar, eylemciler, sığınakçılar, sürgün edilenler ve aile üyelerinden ve yürüyüşlerde polisle çarpışanlardan, tutuklandıktan sonra eşek sudan gelene kadar dövülenlerden, “Belene” Ölüm kapında kalan 518’kişiden hiç ama hiç biri Ahmet Doğan’ı ve onun sözde kurup yönettiği BTHKH’ni tanıdığını, onunla irtibatta olduğunu söylememiştir. Doğan’ı öne geçirmek ve “lider” yapmak için Demokratik Lig liderleri ve kahramanları birer ikişer tutuklanarak Bulgaristan’dan kovulmuş, geri dönseler de hiçbirine hayat hakkı tanınmamıştır. Şunu da eklemekte yarar var. Mayıs 1989’da düzenlenen açlık grevlerine, daha sonraki HÖH yöneticilerinden katılan yalnız Ak Kadınlı Osman Oktay’dır. O. Oktay’ın Demokratik Lig ile uzaktan yakından ilişkisi yoktu ve olmamıştır. Demokratik Lig yönetiminden hiçbir kişi HÖH - DPS yönetimine alınmamıştır. 1984 -1990 yılları halk kahramanlarımızın sürgün edildiği illerde İç İşleri Bakanlığı Generali olan Peevski’nin torunu Daniel Peevski bugün artık HÖH / DPS partisini tamamen ele geçirmiş ve istediği gibi yönetmektedir. Bu bakıma “Peevski soyunun Bulgaristan Türklerine Ahtı vardı. Şimdi torunları Danço onu çıkarıyor.” Şimdi gelelim Mayıs Ayaklanması’nın Demokratik Lig önderliğinde gelişmesine: 20.Mayıs.1989 sabahı köylüler Şuman’e bahlı Yusufhanlar (Prestoye) köy meydanına toplandı. Kaolinovo kasabasına yönelen protestocu bin kişilik direnişçi alayı heyecanlı, coşkulu ve ellerinde pankartlarla ilerlerken saldırıya uğradı. 7 kişi öldürüldü ve 20 ağır yaralı düştü. Taşınan pankartlarda “Biz Türk’üz!”,


Makale ve Analizler - 2014

141

“Yaşasın Türk Halkı!”, “Haklarımızı İstiyoruz!”, “Anadilimizde Okullarımızı İstiyoruz!” Emberler (Kliment) köyüne yaklaşan nümayiş alayı mezarlık başında durdu, atalarına saygı duruşunda durdu ve yürüyüşe artık 2 bin kişiyi bulan bir sel halinde devam etti. Bu yöre Şumen Varna arası Türklük kalesidir. Gösteri yürüyüşü haberini alanlar alaya katılırken 15 - 16 bin kişi aşılmaz bir sel duvarı oluşturmuştu. Ayaklanma alayı karşısına polis gücü dikildi. Komünist partisi ve totaliter devlet önderleri dilini yutmuştur. O zaman 111 yılında olan yeni Bulgar devleti sakin, hoşgörülü ve namuslu bildikleri Türklerden böyle bir şey beklemiyordu. Burada şuna da yer verelim, bu ayaklanma yerel yönetimlerin merkez yönetime Türk ahalisinin durumu, ruh hali, çekisi ve hıncı üstüne yanlış bilgi verdiğini ortaya çıkardı. Ellerinde “Kalaşnikov” yaşlı ve gençlere, kadınlara saldıran milis gücü Türklerle başa çıkamayınca, zırhlı birlikler de taşla karşılanmış, milisler gaz bombası kullansa da gösteri seli düşmanı ezip geçmiş ve Kliment kasabasının merkezine toplanmıştır. Yüksek bir yere çıkan Novi Pazarlı Gülten Osmanova göstericileri ve bu ilk büyük mitingi Demokratik Lig adına kutlarken, yitirilen hak ve özgürlüklerimizi koruma davasında programsal açıklama yapmıştır. (Bu gösteride, şehir meydanı eyleminde, yürüyüşte Ahmet Doğan’dan ve onun sözde hareketinden söz eden olmamıştır.) Ertesi gün (21 Mayıs 1989) totaliter rejimin baskı ve terörü 2 can daha aldı. Mahmuzlar (Todor İkonopmovo) köyünden sıradan bir köylü, tütün üreticisi olan Mehmet Salih Raşit oğlu öldürüldü. Gösteri alayına katılmak isteyenleri kamyonetiyle köylerden taşıyan 47 yaşındaki Necip Osman oğlunu da polis dayağına dayanamadı. Ertesi gün Bohçalar’a toplanan 500 - 600 kişilik kalabalığa asker ateş açtı. 21 kişi yaralandı. Bulgar doktorlar yaralılara yardım çağrısına gelmedi. Novi Pazar’a taşınan yaralılardan 46 yaşındaki Hasan Saliev yolda; Lom kasabasından 46 yaşındaki Mehmet Saliev hastanede; 37 yaşındaki Mehmet Ruşidov da hastanede can feda ederken atları Bulgaristan Türklerinin ölümsüzler defterine altın harflerle yazdı. Benzer gösteriler Bulgaristan Türklerinin yaşadığı bütün köy ve şehirlerde gerçekleşti, çok ölü verildi, büyük sayıda yaralanan oldu. Yaralılardan Zahide Fıçıcı oğlu alçıya alındı. Türkiye’ye gönderildi. Celil Korkaz ve Cevat Çavuş İstanbul Cerrah paşa hastanesinde ameliyat oldu. Kazım Tabak’ın göğsünü delen kurşunlar da Cerrah Paşa’da çıkarıldı vs. vs.


142

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Unutmayalım 1989 Mayıs Ayaklanması Bulgar Komünist totaliter diktatörlüğüne karşı bir Türk İsyanıdır. Deliorman, Gerlovo, Dobruca ve Rodop Türkleri yok olmaya karşı ayaklanmışlardı. Bir de şunu unutmayalım Bu gösteri ve mitinglerde, illegal örgütlenmede, tüm halkı saran isyanda, 1989 Mayıs Ayaklanmasında Ahmet Doğan adında bir kişinin ne adı, ne ini, ne de cini vardı.

Acı Bal

Neriman Eralp-17.Haziran.2014

Bizim kovanların balı acı değildir. Acı bal da nereden çıktı? Hafta sonlarında Çatalca’daki bir arkadaşımın köy evindeydim. Kız kıza sonsuz sohbetlerimizi uzatırken, erkekler avluda körükleri temizliyor, bıçak biliyor, kovaları yıkayıp kurutarak petek bozumuna hazırlık görüyordu. Öğleden sonra çıktık. Bu gölge köylerinde Kuzey Bulgaristanlı çok göçmen haneleri var. Köy kenarındaki çeşmeler, köy içindeki kuyular, dibek taşını andıran özel yontulmuş kuyu başları, zincirlerin takılış biçimi ve bakır çengellerindeki su kapları ve daha kadar birçok şey bizim Vatan havasını kendiliğinden anlatıyordu. Osmancık köyü kanarasındaki kuyunun kapağını kaldırdım ve suyun aynasına uzun uzun baktım. Kuyu taşlarlı yosunlu, duvarlar ıslaktı. Buya bakarken içinde bir ejderha aradım. Kuyunun dibinde şakıyan suda güneşten başka bir şey görünmese de ben son dönemde Türkçe okuduğum Rus klasiklerinden Lev Tolstoy’un “Ağzımı Tatlandırmayan Bal” hikâyesini hatırladım. Aslında Tolstoy öyküsüne bir başlık atmamış, “herkesin bildiği bir masal” demekle yetinmiş olsa da, bende çok çağrışım uyandıran bu kuyu hikâyesi üstüne düşündüklerimi sizinle paylaşmak istiyorum. Konumuz özgürlüklerimizdir.


Makale ve Analizler - 2014

143

Tolstoy konuya şöyle girer. Bir adam serseri serseri dolaşırken bir ayıya rastlar ve ayı kendisini kovalamaya başladığında canını kurtarmak için bir kuyuya atlar. Benim kapağını açıp içine baktığım koyunun dibindeki su aynasında güneş vardı. Fakat klasiğin anlatımındaki kuyunun dibinde ağzını açmış ve çiğnemeden yutmak için kurbanını bekleyen bir ejderhanın kocaman sivri dişleri vardır. Ayıdan kurtulmak için kuyuya atlayan adamcağız bu korkunç dişleri görünce yosunlu taşların arasından uzanan bir dala yapışır ve ortacıkta takılı kalır. Rus klasiğinin kahramanı yukarı tükürsen bıyık aşarı tükürsen sakal misali, yukarı baksa ayı, dibe baksa ejderha dişlerini görür ve asılı kaldığı dala daha sıkı yapışır da, bu durumu göre birkaç sıçan adamın kurtuluşunu kıskandıklarından dalın kökünü dişleriyle kemirmeye başlar. Bu durum bizim göz bebeğimiz olan Hah ve Özgürlükler Hareketi (HÖH - DPS) partisinin ya da başka bir değişle nice mücadeleden sonra elde ettiğimiz özgürlüklerimizin son durumunu dile getirmiyor mu? 2014 başlayalı bağlaşık ve iktidar katında ortak olduğumuz Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) HÖH partisine, Türklere, İslam dinine, Başmüftülük taşınmazlarına, vakıf mal ve mülklerine, ardından da biz soydaşların serbest seçme ve seçilme, oy kullanma haklarımıza saldırdı. AB seçimlerine katılmamızı engelledi. Gelişmelerin gösterdiği üzere, 25 Mayısta bir milletvekili de biz soydaşlar çıkarsaydık, o zaman HÖH partisi GERB partisinden sonra 5 milletvekili ile 2. Yerde olacak ve Bulgaristan’ı AB Parlamentosunda 2. güçlü parti olarak temsil edecekti. Kuşkusuz bu değişiklik Bulgaristan iç ve dış politikasında yepyeni bir durum sergileyecek ve güçler dengesini de tamamen yenilemiş olacaktı. Bulgaristan’da etnik azınlık olmadığını iddia edenlerin aksine HÖH - DSP’den 5 milletvekilinin AB Genel Kurulunda yer alması kafaları tamamen karıştıracaktı. Böylece politik varlığımız ve durumumuz, hak ve özgürlük davamız tamamen ve uluslararası alanda legalleşmiş olacaktı. Yeni durumda özgün etnik haklarımızı talep etmemiz kolaylaşacaktı. Sözü uzatmadan belirtmek istediğim nokta şudur: BSP - HÖH partisinin zaferinden korktu. Bu nedenle HÖH partisine karşı iktidar eliyle ve yan kışkırtmalarla yeni saldırılar başlattı. Neticelerin olumsuz olması, Bulgar kamuoyunda değişikler isteyen, açık ve gizli ırkçılığı ret eden bir tabaka oluşmaya başladığına, halkın gerçekten demokratikleşme istediğine bir işaret de olabilir. Yeni işaretler bu yönde BSP partisi Başkanı S. Stanişev’in “zorunlu oy kullanma isteğini gündeme getirmesi” sinsi niyetlerinden vazgeçmediğini, yenilgiden ders almadığını gösteriyor. Masalda kuyuya düşen adam örneğini daha dikkatli okursak, acaba BSP “ben seni yiyip bitiremedim ama sana yaşama hakkı da tanımayacağım ve ejderha senin hakkından mutlaka gelir” mi anlamı çıkıyor!


144

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

HÖH - DPS partisi son aylarda BSP kontrol ve güdümünden çıktı sanki. BSP’nin insan haklarını kısıtlayarak kendisine muhalif olanları ezme ve herkesi sımsıkı kendine bağlama politikası da HÖH - DPS partisinde tepki buldu. Erken “seçime zorunlu katılma” isteği insan haklarını ve özgürlükleri kısıtlayıcı bulundu. HÖH partisini ve kısmen de olsa elde ettiğimizi zannettiğimiz özgürlüklerimizi kör kuyuya itip orada ejderhaya yem etme planları gerçek hayal kırıcı bir komplodur. Ne pahasına olursa olsun ayakta kalıp iktidar olmayı planlayan sosyalistler için “dostlukların” değeri olmadığı göründü. Bu politik benzetmede kuyunun dibinde, suyun içinde ağzı açık bekleyen ejderha GERB partisi ise, BSP’nin sinsi hainliği de gün yüzüne çıkmış oldu. Bir AB ülkesi olan Bulgaristan’da BSP partisinin partizan, sosyalist emek kahramanları ve parti sekreterlerinden oluşan seçmen tabanının hayat hakkı olmadığı, bu politik gücün miyadının dolduğu artık göründü. Bunu kanıtlayan büyük gerçekse, genç sosyalistlerin S. Stanışev’e yüz çevirmesidir. HÖH - DPS partisini kurban eden BSP’nin çıkarı ne olabilir? Yalnız Türk ve Müslümanlardan hınç ve öç almak yeterli olabilir mi? Bulgar seçmen BSP partisine Türk, Pomak ve Müslüman Çingenelerle işbirliği, müttefiklik, iktidar ortaklığı yapıyorsun diye mi oy vermedi? Uyanan ve değişen kamuoyu ve toplumun bedelini biz mi ödeyeceğiz? Türk ve Müslümanlar da Bulgarlar kadar Bulgaristan vatandaşıdır. Tüm vatandaşlar eşit haklıdır. Milliyetçilik ve ırkçılık uygusundan ayamayanların yolu kesilmelidir! Yapılması kaçınılmaz olan erken parlamento seçimlerinde, yarım milyon Bulgaristanlı Türkün Türkiye’de bulunduğu ve Bulgaristan’daki Müslüman ailelerden en az bir iki kişinin de Batı Avrupa devletlerinde işte olduğunu dikkate alınarak BSP ve GERP gibi iktidar hevesli partiler HÖH - DPS partisini küçültmek, milletvekili sayısını azaltmak, Türklerle hükümet ortaklığı planlarını suya düşürmek ve Müslüman Hıristiyan bağlaşıklığını baltalamak için yeni bir stratejik plan yapmış olabilirler mi? AB devletlerinde milliyetçiliğin yeniden tırmanması ve Rusya’nın da Kara Denize doğru yayılmak için birçok şeyi göze almış olması, bu gibi sinsi planları doğrulayıcı niteliktedir. Tolstoy’un masalındaki adamın tutunduğu dalın kökünü kemiren sıçanların, bize karşı en büyük hainliği yapmaya her zaman hazır olan Bulgar milliyetçiliğini “Ataka” ve Volen Siderovları ve benzerlerine işaret ediyor. Onların büyük bayramı, dal kopar ve adam ejderhanın ağzına düştüğünde başlayacaktır. Bu arada, çok susayan ve sabah serinliği ile dalın yapraklarından kayan damlaları diliyle yakalamaya çalışan masaldaki adam, damlalara can suyu, bal damları gözüyle baksa da, ağzına düşen damlaların bal zahiri, acı bal olduğunu


Makale ve Analizler - 2014

145

hissetliğinde hayal kırıklığına uğrar. Tolstoy masalında dalda sallanan adamı kuyuya düşürmez ve ejderhaya kurban etmez, ayının kuyu başından uzaklaşması ve adamın tırmanarak kuyudan çıkma yolunu açar. Klasik yazar insan ümidini, özgürlük emelini yaşatır. Bu anlatımda Bulgaristan Türkleri olarak bizim gerçekliğimizi görmemek elde değil. Biz arkadaşımla hiç kimsenin kuyuya düşemeyeceği bir şekilde kapağını kapadık, zincirini bağladık ve köye dündük. Bal makinesi çıkırdık gibi dönüyor ve kurnasından bal akıyordu. Tattım. Bal bal gibiydi.

BSP - GERB Zihniyeti

Nedim Birinci-17.Haziran.2014

Hükümet yıkılıyor. Politik iktidar gitti gidecek.Bu defa iç çelişkilrle birlikte, “dostlukların” duvara çarpmasıyle beraber, bunu Avrupa Birliği (AB) Komisyonu da istiyor. Brüksel’den gelen son açıklamalarda, 2014 - 2020 harcamalarımızın amaca yönelik, isabetli ve iş görecek bir şekilde gerekçelendirilmediği bildirildi. AB ülkemize yönelttiği yatırımları sıkı kontrol ediyor. Paraların şimdiye kadar olduğu gibi projesis harcanmasına yol vermek istemediğini gizlemiyor. Bir de şu “Güney Akım” gaz boru hattı projesi askıya alındı. AB boruların döşenmesi yolunu kesti. Bu da Rusya’nın Kırım ve Ukrayna politikalarına karşı yaptırım (ceza) şeklinde ortaya çıktı. Bu işten yılda 2 milyar Euro kira bekliyorduk, “garga aldı götürdü, geri getirmedi” gibi bir şey oldu. Hükümet dut yemiş bülbül gibi... Brüksel’in son ikazında, adalet sisteminde reformün geciktirildiği, sağlık reformunun tamamlanmadığı ve eğitim öğretim reformlarının askıda kaldığı gibi ithamlar sıralanıyor. Bizde hukuk sisteminin yeniden düzenlenip, rüşfetten ve politik baskıdan kurtulmuş bir şekilde çalışmaya başması sağlanamadı. Ayakkabıları sıkmaya başlayan yargıç ve savcılar sistemden ayrılırken gerçekleri anlatmaya başlıyorlar. Örneğin, 19 Ocak 2013’te Ahmet (Dönek) ajanına kuru tabanca sıktı diye Sofya Temyiz Mahkemesi tarafında serbest bırakılınca, Oktay Yenimehmedov hakkında 20 yıl ağır cezası verilmesi için HÖH milletvekili D. Peevski’nin mahkeme başkanlığına çok ağır baskıda bulunduğu ortaya çıktı.


146

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Değişik davalarda yargılanmaya devam eden Eski İç İşleri Ts. Tsevatanov’un parmaklıklar aradına atılması için de dışarıdan baskı uygulandığı açıklandı. AB Komisyonuna göre, Bulgaristan Adalet Bakanlığı’nda ve mahkemelerinde ciddi reform yapılmalıdır.Adalet sistemi hukuka şaffaf bir şekilde hizmet etmelidir. Hak arama organları politik baskıdan kurtarılmalıdır. Adaletin bağımsızlığı güvence altına alınmalıdır. Hukukun adil bir şekilde uygulanabilmesi için totaliter sistem anlayışı ve kadroları mahkemelerden ve bakanlıktan çıkarılmalıdır. Yürütme ve yargı organlarının birbirinden bağımlılığına son vermeden demokrasiye geçiş gerçekleştirilemez, bağımsız demokrasi kurumları tesis edilemez. Sağlık sistemindeki reforma gelince, yurttaşların % 60’ı sağlık sigortası ödemediğinden dolayı sağlık sistemi kendiğinden felç olmuştur. Büyük mali güçlükler içindedir. Ülkede köy sağlık olacakları aynı sebeple kapanmış, belediye merkezlerindeki sağlık merkezlerinde de uzman hekim ve modern teknik ve teknolojik yetersizlik dikkat çekiyor. İlk yardım sistemi büyük merkezlerinden uzak olan yerleşim merkezlerinde çökmüş durumdadır. 2013’te yaklaşık 600’e yakın ihtisaslı veya genç. uzman doktorun ülkeyi terk ederek Batı Avrupa devletlerine göç ettti. Bu gelişme, sağlık sistemimize indirilen son ağır darbelerden biri oldu. Hastanalerde uzman hekim eksikliği büyüdükçe, amaliyatlar yapılamıyor. Bununla birlikte kronik hastaların kullandığı bedava ilaçların da eczanelerde zor bulunması durumu daha da ağırlaştıran etkenlerin başında geliyor. Eğitim sisteminde yapılacak reform, okul kapatma, okul kantinlerinin kapılarına kilit vurma gibi önlemlerle çözülemez. Eğitim reformu öncelikli olarak derslerin içeriğine ilişkin olmalıdır. Bir defa ırkçı ve milliyetçi ruhu besleyen, tarihimizi doğru yansıtmayan tarih ve edebiyat derslerine yeni bakış açısı getirmek zorunlu oldu. AB ülkelerinde okutulan genel dersler aynı bilgiyi sunmalıdır. Etnik azınlıkların ana dilde zorunlu ders görmesi, öz kültürleri ve tarihleri üstüne bilgilendirilmesi gereklidir. Bu yolda son 25 yılda ileri adım atılamadı. Bu durum, AB Komisyonu’nun dikkatini çekmiştir. Modern eğitim sisteminin ulusal devlet ve ulusal kültürü oluşturup beslerken, ulusal kültüra ait temel öğelerden olan etnik tarih, kültür ve edebiyat, folklor, gelkenek ve töreleri v.b. yı görmezlikten gelmesi, farklılıkların beraberliğinden oluşan yeni medeniyet anlayışına da ters düşüyor. AB’ye uyumlu yeni insanlarımızı kendi okullarımızda, ana okullarımızda yetiştirmek, eğitmek ve okutmak zorundayız. Bu eğitimin temelinde ise yalnız yeni kitaplar yazmak değil, zamanını yaşamış olan herşeyin, yararlı olmayan görüşlerin, toplumu birbirinden ayırıp parçalayan fikirlerin ders konularından çıkarılması yer almalıdır. Bir dil bilen bir lişi dünyaya bir pençereden bakar, iki dil bilen iki pençereden v.s. Fakat bir de şu var, ingilizce bilenler bir pençereden baksalar da dünyayı görebilirler görüşü doğru değildir. Gerçeklik somut-


Makale ve Analizler - 2014

147

luğa, özelliklere ve özgünlüklere dayanır. Bizim var olmamızın, kültürümüzün atkı ve dokusu ana dilimiz Türkçemizdir. Hafızamızdaki ana dilimizin yaşama hakkı, gelişmek için toplumsal olanakların devlet eliyle yaratılıp gel,iştirilmesi zorunluğu gibi kaçınılmaz gerekler vardır ki, bunlara uyulmalıdır. Bu reformların AB istemlerine göre yapılmaması 2020 yılına kadar bu alanlara yapılması gerekli sayılan yatırımların gelmesi için kapılar kapayacak ve işlerimizin iyice karışacağı benziyor. Olayları bu açıdan değerlendiren “Dayanışma” Sendikası başkanı Trençev de Oreşarski hükümetinin bir haftaya kadar istifa etmesini istedi. Mali politikada yolsuzluklar, yatırımların hedefe yönelik yapılmaması esas alınarak GERB partisi Başkanı Boyko Borisov da 6. gensoru ile hükümetin istifasını yenide istedi. Şimdiye kadar hiçbir Bulgar hükümeti gensoru ile dişürülemese de, bu defa Ekim 2014’te genel seçim yapılması konusunda anlaşma ruhu hakim geldi. Şimdiki iktidar ortaklarından HÖH - DPS ve BSP partileri arasından geçen hafta kara kendi geçti. Sosyalistlerin Başkanı Stanışev AB seçim yenilgisini taşıyamıyor, herkesin katılacağı bir genel seçimle, parlamentoyu sosyalistlerle dolduracağını umut ediyor. İnsanları boş hayallerin hamalları gibi oyalıyor. Son seçimler, AB ülkelerinden Fransa, Hollanda ve Avusturya’da milliyetçi kesimi AB Genel Kuruluna taşırken, Ukrayna ve Kırım olaylarından sonra bulgar Rusofillerinin başı olan “Ataka” partisi başkanı Volen Siderov’un kafasına balyoz oldu. Hükümeti desteklemeye devam eden ve anlaşılan yeni bir genel seçimin getireceği sürprizlerden korkan Bulgar neo- faşist- milliyetçileri, şimdilik kuyruklarını toplamış durumdalar. Sahnedeki en büyük politik oyuncu olduğu için ek roller talep eden GERB partisinin durumu ise, Fil ile Çalı Kuşu masalında çok güzel benzetilmiştir. İnsanlığın Büyük İskender’in Hindistanı işgal edip çekilmesinden sonra ülkede kurulan sert diktatörlüğe karşı anlatılan bu masalda, yol kenarına yuva kurup yumurtlyan ve yavru çıkaran çalu kuşunun yuvasına basan ve yavruları öldüren file kızıp öç almaya karar veren çalı kuşu, düşünmüş taşınmış ve önce gargaya giderek acı olayı anlattıktan sonra, uyuklayan filin gözlerini gagalayarak onu kör etmesini rica etmiştir. Ardından kurbaya giden çalı kuşu ondan da, vadinin öbür tarafındaki kuru dereye gidip yüksek hendeğin altında vaklamasını rica etmiştir. Susayan kör fil kurbağ sesine doğru yöneldiğinde hendekten devrilerek gebermiştir. Bulgaristan politik sisteminde, Bulgar devletine ve halkına, bu arada Bulgaristan Türklerine ve Müslümanlara asla unutulamayan ve acımaya devam eden çok kötülük yapmış, halen de sosyal politikada, sağlık, eğitim ve adalet sistemi


148

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

reformu konularında (yalnız dalavere düşündüğünden) toslamış politikacılar ve partiler vardır. Bu partilerin zamanını dolduğundan hepsi hendekten devrilerek politik sahneden çekilmek zorundadırlar ve hatta zamanları tamamen gelip geçmiştir. Bunlardan ikisi, hem BSP hem GERP partisi 1990’da kapatılan Bulgaristan Komünist Partisi’nin (BKP) devamıdır. Onun egemen tek ulusal politikasını uygulayarak ikisi de azınlıklarımızı ezmeye ara vermeden devam ediyor. 500 bin yakınımızın Vatanı terk etmesine sebep olan “Bulgarlaştırma” politikası onların kendilerinin ya da babalarının işi oldu. Kimse kimseyi aldatmasın. GERB ile BSP hangi renge girerse girsin, hangi kılıfı seçerse seçsin ikisi de politik sahneden uzaklaşmak zorundadır. Aralarındaki kavga devleti ben soyayım kavgasıdır. Bu zor olduğu kadar da asil bir iştir. HÖH parti yönetimi de onlara bu işte hizmet sunarken günah işlemektedir.

Hendeğe Kim Düşecek?

BG-SAM-17.Haziran.2014

Bulgaristan politikasında kazan fokurduyor. Yalan dolan gonkurukları bir bir patlıyor. Boyko Borisov önderliği’ndeki GERB partisinin kendilerinden biri olan Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev’in talebine uyularak halk oylamasıyle “seçime zorunlu katılımı yasaya bağlama” isteği henüz tartışmaya açılamadı. Çünkü toplanan yarım milyondan fazla imzanın 100 binden fazlasının sahte olduğu açıklandı. Öte yandan, Sosyalist Parti (BSP) Başkanı S. Stanişev, hükümet istifa etsin ve “Temmuz 2014’te genel seçim yapalım” diyerek, zaman kazandı. Muhalefetin 2 ay gibi çok kısa bir sürede, hele de kimsenin evinde yerinde olmadığı tatil aylarında parlamto seçimi yapılmasını uygun görmediği hemen açıklık buldu. Politik olun ve intrigalar birkaç yönde birden güç topluyor. Bir defa genel zorunlu oylama getirmek isteyenler, Hak ve Özgürlükler Partisi (HÖH - DPS) partisinin Avrupa Birliği seçimlerinde 4 milletvekili çıkarmasını kabullenemediler. Hele BSP son seçim yenilgesiyle bir daha parçalanmaktan korkuyor. Bulgar seçmen ve kamuoyu BSP partisinin sosyalist olarak geçinerek sosyal demokrat bir politikayla yerli ve yapancı oligarşiye hizmet ettiğini görebildi. Halkı tamamen unutanm sosyalistler emekli maaşlarına ayda 5 leva zamla


Makale ve Analizler - 2014

149

olayı çözeceklerini sanmıştı, ama evdeki hesapları çarşıya uymadı. Biz komünist partisinin öz devamcıları olarak halkı istediğimiz gibi uyutur, oyalar, ezer ve yönetiriz mantığı artık meyve vermez oldu. Rafet Ulutürk’ün son yazısında sunduğu “Çalı Kuşu ve Fil” benzetmesi çok yerindedir. Çünkü biz büyüküz, biz deviz, biz biliriz, bizden başkası yoktur iddiaları artık tamamen bir palavradır. En önemli olay halk zekasının uyanmasıdır. Küçücük bir Çalı Kuuşu, yavruparını ezip öldüren bir Fil ile onu hendeğe düşürerek nasıl kesin hesaplaştıyla, seçmen de oyuyla istediği politik güçle, parti ve hareketle hesaplaşabilir. Seçmen haklıdır. Halkın iradesi yenilmez bir güçtür. Bu bakıma, BSP Genel Baikan Yardımcısı da Çarşamba gün, BSP Yönetim Kurulu toplantısından sonra verdiği demeçte, partisinin “dağılma ve yok olma” tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğunu açıklamaktan çekinmedi. Bu paerti 2014’te 2 defa parçalandı. BSP’deki fikirleri “ölü” bulan milletvekili Tatyana Donçeva ile BSP kurucusu ve 2 dönem Cumhurbaşkanı olan Georgi Parvanov da sosyalist partiden büyük omuzdaş gruplarıyla ayrıldılar. AB parlamentosuna milletvekili seçilen gru bile BSP’nın yenileşmesini, Doğuya bakıpa Batı ile sarmaşma politikalarına son vermesini, politik olarak netleşmesini ve halkın menfaatlerini doğru okuyarak iktidar olmasını istiyor. Sergey Stanışev başkanlığında katılaşmaya devam eden eski tüfek sosyalist “seçimde zorunlu oy kullanma” istekleriyle kör bir fiil gibi hendeğe doğru adım adım ilerliyorlar. Çünkü 2 milyon 500 bin Bulgaristan vatandaşının yurt dışında olduğu Temmuz ayında yapılacak bir parlamento seçiminde, oy kullanma hakkını kullanabilenlerin çok az olacağı gün gibi ortadadır. O zaman ne olacak? Zorunlu oy kullanma kuralına seçmenin yüzde 70’i uymayınca, bu defa da seçim geçersiz ilan edilecek ve sosyalistler “ölüm hendeğinin” kenarında olsalar da, ömürlerini biraz daha uzatmış olacaktır. Yapılacak genel seçimde sosyalist parti dördüncü parti olduğunda kendini dağıtmak zorunda kalabilir. Birkaç küçük gruba parçalanması da muhtemeldir. Hayat Bulgaristan koşullarında totaliter bir düzende sertleşen komünist bir partinin isim değiştirerek sosyalist parti (BSP) partisi olmasının imkansız olduğunu ortaya koydu. 1990’dan sonra 20 yıl boyunca bu parti çok güçlüydü. Kesip biçen oydu. Açık ve gizli politik araçları, idare iplerini elinde tuttu, Demokratik Güçler Birliği (CDC) yi; Çar S. Sakskoburgotski’nın “II: Simeon” Partisini, İvan Kostov’un “Güçlü Bulgaristan Partisi”ni ve daha nice partiyi yok etti. Politik sahneden ne figürler attı. Elinde olsa politikayı koklamayı bile yasaklayacaktı. Sildi süpürdü, fakat bunları yaparken kendisi değişemedi, yenilenemedi, demokratikleşemedi, halka el uzatamadı. Şimdi BSP’nin vaad edip yapamadığı işlerin hesabını ödeme zamanı geldi. Evet, o, bir ileri iki geri dans ederek ömrünü birkaç ay daha uzatabilir ama bu gidişin sonu bir daha çıkamamak üzere kendi elleriyle açtığı derin hendeğe devrilmek olacaktır.


150

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu arada, Bulgaristan toplumunu ikiye bölen parti de BSP’dir. 1960’larda Bulgaristan vatandaşı Muslüman Çingenelere; 1972’de Pomaklara ve 1984’sonunda da Bulgaristan Türklerine amansız ve acımasız saldıran, azınlıkların öz kimliklertini yok ederek, ana dillerini ve kültürlerini unutturarak, hepsini eritip Bulgarlaştırma, eritme, asimilasyon politikalarına ateş veren Komünis Partisi (BKP) nin 10 Kasım 1989’da iktidardan devrilmesiyle çeyrek yüzyıl devam eden sözde “demokratikleşme” döneminde etnik azınlıkların insan haklarının tanınması yolunda ileri adım atmadı, çember sıkmaya devam ederek alan daraltı. Sonuç olarak insanlar sürü sürü, otobüs otobüs, tren tren memleketi, öz Vatanlarını terk etmek zorunda kaldılar, ama BSP bu gelişmeden, ulusal çöküşten ders çıkarmadı. Bu parti, Bulgaristan’ın modernleşmesiyle “ulus devlet” zorlamasını birbirine kaynaştırdı vr çözümsüz hale getirdi. Ne yazık ki, Bulgaristan’da BKP ve BSP partileri ulusal sorunu zora girdiğinde kuyruğunu koparıp atan ve duruma göre renk değiştiren bir kertenkele örneğince kavrayıp uyguladılar. Koparılıp atılan kuyrukla etnik azınlık sorunlarını çözdüklerini zannedenler, yeni çıkan kuyrukla aynı meselelerin yeniden yeşerdiğini kavramak istemediler. Renk değiştirmeleri de bir işe yaramadı, çünkü hem komünist hem de sosyalist olmak nasıl mümkün değilse, hem yeşil hem de kahverengi olmak da olanaklı değildir. Burada geçerli akçe hemö komünist herm de faşist olmak olabilir, başka bir benzetme bulamıyorum. İşte bu açıdan bakıldığında, “zorunlu oy kullanma yasası” kabul ederek yeni 2014 güzünde seçime gidilmesi, insanlarımızdan 500 bin kişisi Türkiye Cumhuriyeti’nde başka büyük bir bölüm de İspanya. Büyük Britanya, Fransa, Almanya ve Hollanda’da vb. Avrupa Birliği ülkelerinde ekmek parası peşinde dağnık olduğundan Hak ve Özgürlükler Partisi’nin gerekli oyu alamıyacağı hesaplanıyor ve böylece HÖH - DPS partisini ezme ve parlamentoda 10 - 12 kişilik çok küçük ve iradesi ve sözü olmayan bir grup haline getirilmeye çalışılmak planları uygulanmaya konmak isteniyor. Bu planlara karşı başkaldırmak şimdilik güçtür, çünkü Türk ve İslam düşmanlığı konularında Bulgar kamuoyu halen çok kolay birleşebiliyor ve tek yumruk haline geliyor. Bunu, son olarak, Başmüftülük ve vajkım taşınmazlarımızı istediğimizde görebildik. Şimdi de “zorunlu oy kullanma” yasası onaylanırken GERB, ATAKA ve BSP’nin birleşmesinde göreceğiz. Aslında her vatandaşı seçimde oy kullanmaya zorlamak antı-demokratik bir uygulama, özgürlüğü çiğneme, insan haklarını saymama anlamına gelir. Bugün Bulgar seçmenin % 70’i politik partilerden hiç birine güvenmediğinden dolayı oy kullanmıyor. Oy kullanmama bir haktır. Yasal bir haktır. Yine bu açıdan bakıldığında, Bulgar toplumunun ikiye bölünmüşlüğü bu bakıma büyük ve derin bir hendek oluşturduğu gibi, şimdiki parçalanmışlık henüz kurpanlarını almadı. Toplum 1960 - 1990 yılları arasında etnik azınlıklara yaprığı baskı ve zul-


Makale ve Analizler - 2014

151

mün hesabını ödemedi, kapatmadı. Bu bakıma, toplum gerekli ibret derslerini çıkarıp kendi vijdanıyla hesaplaşmadı. Bu arada Bulgar politik partilerinden GERB ile BSP’nin azınlıklara yaşam alanı vermemesi, nefes alma imkanı tanımaması, aday listelerinde Türk ve Çingene vatandaşlardan aday göstermeyi kanbul etmemesi, kamuoyu ve toplumun demokratikleşme ve insan haklarında eşitlik ilkesinden ne kadar uzakta olduğunu gösteriyor. Azınlıkların özgün hakları tanınmadan Bulgar halkı kaynaşamaz ve bütünleşemez. Demoktarik toplum ancak özgürlük, hak eşitliği ile adalete dayanır. Eksikli politik ortamda, HÖH - DPS parti yönetimi daha sert ve kararlı bir tavır almak zorundadır. Bulgar toplumunun bölünmesinden Türkler, Pomaklar ve Çingeneler borçu değiliz. Toplumu bölen ve birliğimizi dağıtan azınlıklara yapıulan baskılardır. Ulusal bütünlüğü biz bozmadık, toplumu parçalanlar biz değiliz. Şu anda politik olarak sakat olan Bulgar toplumunda cevap bekleyen sorun: CDC, II. Simiyon Partisi; Güçlü Bulgaristan Partisi ve nefes bile alamadığı için hiçbir işe yaramayan 150 tescilli politik parti ve hareketten sonra hendeğe hangi yeni ya da eski partinin bir daha çıkamama üzere devrileceği meselesidir.

Bu Durumu Biz Yaratmadık

Şakir Arslantaş-17.Haziran.2014

Konumuz vatan konusudur. Acıyası, sızlamalı bir haldedir Bulgaristan’da yaşayan yakınlarımız, ama biz kimseyi gözyaşı dökmeye davet etmiyoruz. Hedefimiz: İnsanımızı “Gözleri var görmezler, kulakları var işitmezler, sabırlı doğmuşlar ve sabır içinde beklerler!” durumundan uyandırmaya ve aydınlık yoluna taşımaya çalışıyoruz. Ötekiler, Bulgarlar, HÖH - DPS yönetimi aydınlık yolunu göremiyor mu? Bu soruyu sormakta haklısınız. Vaktiyle bir yazımızda sizlere, HÖH yöneticilerinden “lider” olarak şişirilen Ahmet (Dönek) lakaplı ajanın bir yarasa olduğunu yazmıştık. O bir yarasadır, çünkü gece hayatını sever, karanlıkta yaşa-


152

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

mayı, “saray” adıyla tanıtılan sığmakların nemli karanlığına gizlenmeyi sever, demiştik. Bu gibi kişiler ancak gece karanlığında gördüğünden dolayı, gündüz güneşte körleşir, kimseyi göremez, görmek de istemez. Gündüz ve gece, karanlık ve aydınlık konusu günümüzde Bulgaristan gerçekliği için çok önemli bir meseledir. Bu sorun “sen yalan içinde yaşıyorsun, bense hakikat içinde” nasıl anlaşalım, dediğinde bu, bir insanın ötekine söyleyebileceği en ağır sözdür. İşte sorun budur. Yine bu cümleden olmak üzere, çocuklarını, kardeşlerini, eşini, anasını ve babasını seven bir insan bir insanda, tüm sevdikleri yanlış bir inanca döndürmek isteyen kimselere, zulüm ederek öz kimlik değiştiren isteyenlere, yakınlarımızı sürü sürü Vatanımızdan kovan kimselere ancak ve ancak, yalnız düşmanca davranabilir. Bu durumu biz yaratmadık. 1878’de bizi Vatanımızdan kovanlar, 1913’te bize acımasıca saldıranlar; 1934’te askeri darbe yapanlar, 1952’de topraklarımıza ve öteki taşınmazlarımıza, hayvanlarımıza sahip çıkanlar; 1984’te isimlerimizi değiştirenler, kültürümüzü yok etmeye yeltenenler; 5 bin kişiyi “Belene” ölüm kampına tıkanlar, sürgün edenler, 12 bin kişiyi hapislerde çürütenler, 1989’da yarım milyon soydaşımızı öz vatanlarından kovanlar yarattılar. Onlar düşmanlık körüklemeye devam ediyorlar. Düşmanlığı yaratanlar bugünde karanlığı arayanlardır. Çünkü 10 bin aydın Türkü öz Vatanından kovanlar onlardır. Yaşanın bir stratejik çöküştür. Türklere ve Müslümanlara karşı stratejik derinlikte “son hesaplaşma planı” yapanların hesabı bu defa da tutmadı. Unutmayalım. Bu topraklar Bulgarlar için olduğu kadar Türkler için de büyük bir medeniyet eşiği ve beşiği oldu. Bu medeniyetin etinde ve kemiğinde Türklük tuzu vardır. Traklar’ın, Romalıların, Bizans’ın, Osmanlı’nın yarattığı kültür evrenseldir, Bulgar halkının öz malı değil, tüm insanlığın kültürel ve sanatsal mirasıdır. Bu topraklarda çok yetenekli şair ve yazarlar, sanatçılar, aynı zamanda çok zalim diktatörler ve en büyük hainler doğdu ve yaşadı. Vatan toprağımız anlatıldıkça güzelleşen masallara esin verdi. Nice ozanlar yüreklendirdi. Eski hazineler kendi başına bir tarihtir. Olabilir ya, beklide biz biraz talihsiziz sanki. XX. Yüzyılda, 1912 - 1914 savaşlarından, 1934 askeri diktatörlükten sonra, 1950’lerde kooperatifleştirme döneminde, 1989 büyük göçünde hep yağmaya davet çıkardı. Bizim Vatanda hep köksüz kuklalar gelip hükümdar oldu. Prens Batenberg Rus’tu, Çar Ferdinant Avusturya’dan getirildi, 1945’ten sonra idare edenler de hep köyden bayırdan toplanmışlardı ki halkımızın ruhunu, hoşgörüsünü ve yaratıcı zekâsını okuyamadılar. En nihayet 1990’da başımıza sarılan A. (Dönek) de işe yaramayan, aydınlıktan korkan ve karanlığı seven bir yarasa gibi bun kere sığındı. İn-


Makale ve Analizler - 2014

153

sanın hareketleri karakterinin aynasıdır. Hitler de İkinci Dünya Savaşı’nda Avrupa köy ve şehirlerinin bombalanmasını karanlık bunkerden emretmişti. Bizim Ahmet (Doğan) da işleri, yolsuzlukları, dalavereleri hep karanlık inden idare etmeye çalışıyor. Biz aydın dünyaların insanlarıyız. Müslümanlar güneşi ve ışığı sever. Camilerimizde 999 pencere vardır. Hıristiyanlığa özenenler kiliselerin loş karanlık olduğunu unutmasınlar. Karanlıkta yaşayanların hevesi iş yapmak değil, baş olmaktır. Karanlıkla aydınlık arasındaki savaşımda uygulanan kural şu oldu: İş bilmeyenler, hainler, ajanlar hep başa geçirildi. HÖH - DPS yönetimi ele geçirildi. 1950’li yıllardaki haklarımıza dönebilmemiz baltalandı, engellendi. Özgürlüklerimize yaşama hakkı tanınmadı. Hortlayan duyumsuzlar, fırlamalar, vurdumduymazlar, tahammülsüzler ve soyu bozukların hepsinin kanında Türk ve Müslüman düşmanlığı olduğu ortaya çıktı. Son 25 yıl Köprü altında öpüşmekle, tokalaşmakla, birlikte viski içmekle düşmanlıkların aşılamadığını ortaya koydu. Tarih bakış açılarında değişiklikler ile değer kıstaslarının yenilenmesini, modernleşme ile ulus devlet salatası birbirine karıştırılmamasını, etniklerin eritilmesine son verilmesini ve öz haklarının tanınmasını zorunlu kılıyor. Eski kurallarla modernleşmenin mümkün olmadığı göründü. Kültürümüze saldıranlarla, mezar taşlarımızı kıranlarla, çeşmelerimizi yıkanlarla, anıtlarımızı devirenlerle, camilerimizi, vakıf taşınmazlarımızı, hamlarımızı vb. mal ve mülklerimizi mahkeme kararlarına rağmen vermeyenlerle nasıl anlaşalım. Bulgaristan’da bir Türk Okulu açılmasına izin vermeyenlerle sarmaş dolaş olup kardeşleşmemiz mümkün olabilir mi. Düşmanlığı ayakta tutanlar, körükleyerek yaşatanlar bugün de meydanlardadır. Ağaçsız orman ve kültürsüz azınlıklar yasaları kapıdadır. Her şeyi yok ederken çevreci kesildiler. Politikayı alt üst edenlerin çevreyle ne işi olur ki. AB parlamentosuna Çevre Bakanımızı gönderdiler. İş olmasın, Türklerin hakları tanınmasın diye ellerinden geleni yapıyorlar. Zaman yine seçim zamanıdır. Yılsonuna kadar sandık başına gideceğiz. Bulgaristan’da 2. Parti olma şansımız kapıdadır. Bu gidişle belki de birinci parti bile olacağız, çünkü 1989 politik depreminde BKP yıkıldı ve onun devamı olan BSP ve GERB partileri ardıl depremlere dayanamayacaktır. Halkın yenileşme ve demokratikleşme isteklerinden kaynaklanan bu güç giderek zamanını dolduranları politik sahneden indirirken kendilerini bize düşman edenlerin ve onlara hademelik edenlerin de hesabını da görür.


154

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

1989 Göçünün 25. Yılı Sempozyumu

Bultürk-19.Haziran-2014

Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği (BULTÜRK), İstanbul Üniversitesi, BulgaristanStratejik Araştırma Merkezi (BG-SAM) ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile ortaklaşa “1989 Göçünün 25. Yılı” konulu Uluslararası bir Sempozyum düzenlemektedir. 20 - 21 Haziran 2014 tarihlerinde gerçekleştirilecek olan bu sempozyumda, Türkiye’den ve Bulgaristan’dan katılacak bilim adamları tarafından göç konusu bilimsel açıdan ele alınacaktır. Buanlamda çağ dışı insanlık dramlarının bir daha yaşanmaması adına önemli konular ele alınacaktır. Bu trajedilerin tekrarlanmaması için insanlarımızın daha bilinçli ve duyarlıolmaları hususunda inancımız tam ve sizlerinde katkılarınızı esirgemeyeceğinizden eminiz. Derneğimizin ve işadamlarımız imkânları ile yakın tarihimiz ile ilgili bu kadar önemli bir olayın gündemegetirilmesinde bizlere destek veren tüm kurum, kuruluş ve şahıslara katkılarından dolayı teşekkür ederiz. Bu davamıza destek veren herkesi aramızda görmekten onur duyarız. BULTÜRK Derneği

1989 göçünün 25.yılı Uluslararası Bulgaristan Sempozyumu başladı

Bultürk-20.Haziran.2014

Sempozyumun açılışından önce Bulgaristanlı Burhanettin Ardagil’in Resim sergisinin açılışı yapıldı. Tek tek resimler gezilerek Ardagil kendisi bilgi verdi. Resimler tek tek gezilerek ne anlama geldiğini anlattı.


Makale ve Analizler - 2014

155

Ardından Sempozyumun açılışını Dr. Müjgan Deniz yaptı, Saygı duruşu ve istiklal marşı okunduktan sonra Dr. Müjgan Deniz kısaca BULTÜRK Derneği’nin tarihçesini anlattı. Ardından Fatih Belediyesi’ni Temsilen Başkan Yardımcısı Hasan Suver bir konuşma yaptı, Kocaeli Belediye Başkanını temsilen BAL-TÜRK Genel Başkanı Sayın Bayram Çolakoğlu kısa bir selamlama konuşması yaptı. Ardından BULTÜRK Genel Başkanı bir konuşma yaptı. Başkanın Konusması; 1989 Göçünün 25. Yıldönümü Uluslararası Bulgaristan Sempozyumu Organizasyon komitesi adına açılış konuşması Sayın Belediye Başkanlarım, çok değerli yerli ve yabancı bilim adamları, çok kıymetli Sivil Toplum Kuruluşu (STK) başkanları, yöneticileri sevgili konuklar, çilekeş ve sırtı yere gelmeyen soydaşlarım, bir daha geri dönmemek üzere, varımızı yoğumuzugeride bırakarak, tüm hayat boyunca tırnaklarımızı kazıyarak edindiklerimizi bir kalemde silerek yola koyulduğumuz, daha adil ve mutlu bir hayatiçin yola çıktığımız, o hatırlamak bile istemediğimiz 1989’dan buyana 25 yıl geçti. Çile dolu bu çeyrek asrı dimdik yürüyen bir Toplumu - Bulgaristan Türklerini temsilen sizleri bu bilgi şöleninin yüksek kürsüsünden selamlarken, önümüzdeki 2 gün içinde birlikte yürüteceğimiz çalışmaların hepimiz için, özellikle soydaşlarımız, Bulgaristan’daki yakınlarımız ve ayrıca tüm Bulgaristan halkı için çok anlamlı, faydalı ve başaralı olmasını temenni ederim. Asırlarca dökülen gözyaşlarımızla ıslatılan topraklarımız, doğduğumuz evler, en iyi umutlarımız, birlikte yaratmaya çalıştığımız hoşgörüye dayanan bir medeniyet, komşularımız, köylerimiz, yürümeyi öğrendiğimiz yollar kaldı oralarda. Bulgaristan bizim ilk göz ağırımız; zorla göç etmiş de olsak, acımız unutulmaz da olsa bizim Atavatanımızdır Bulgaristan. Bizler kovulmuş da olsak Vatanımızda düşmanlık tohumları bırakmadık, yüreğimizde hınç beslemedik, öfke büyütmedik. Bizler hiç bir zaman vatanımıza karşı hainlik yapmadık. Bir canlının nasıl anne baba seçme şansı yoksa, ayni şekilde vatanını da seçme şansı yoktur. Bir çocuk nasıl ana babasına el kaldıramazsa, insanoğlu da vatanına düşman olamaz. Fakat her vatandaşın vatanından anne şefkati gibi şefkat, baba merhameti gibi merhamet beklemesi tartışılmaz hakkıdır. Bir anne evlatlarını nasıl ayırmadan, kırmadan, incitmeden var ediyorsa, vatan da vatandaşlarını bağrında aynı sıcaklıkla yaşatmalı, hepsini hiçbir ayrım gözetmeden eşit kılmalıdır. Vatan vatandaşlarının hepsini aynı özgür ortamda


156

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

mutlu etmek için vardır. Vatan senin ya da benim değil, hepimizin ve bölünmez ortak paydamızdır. Bulgaristan, sadece Bulgarların vatanı olmamakla beraber, bu topraklar üzerinde doğmuş ve yaşama gibi en doğal haklara kendiliğinden sahip olan Türk, Roman, Ermeni, Yahudi, v.s. aynı sorumluluk ve yükümlülüklerin ağır yükünden kendine düşen payı sırtında taşımayı kabullenen her birimizin Vatanıdır. Vatan hakkı tüm diğer insan haklarının en başında gelir ve kutsaldır. Bu anlamda, 1989 göçünün, ismi ne olursa olsun, adına ne denirse densin, bizler için tek bir anlamı vardır. Bu göç sayıları milyonları aşan Bulgaristan Türklerinin, tüm kardeşlerimin, en doğal hakkına, vatandaşlık hakkına Totaliter rejimin en vahşi, en barbar, en amansız bir saldırı ve bu hakkımızı gasp etme çabasıdır. Emsali olmayan bir zalimliktir. Kalbimizdeki sönmeyen bir acıdır. Fakat burada bir hususun altını çizmek ve bir birinden ayırt etmek lazım. Tüm bu olup bitenlerin baş mimarı ve uygulayıcısı Totaliter komünist rejim ve uzantılarıdır. Burada Bulgar halkına bir suç ve kabahat yüklemek bizim adalet anlayışımıza aykırı ve Bulgar halkına karşı haksızlık yapmış oluruz. Evet, bize karşı işlenen suçlarda 25 yıldır adalet yerini bulmadı bu da bir gerçek. Buradan herkes kendine düşen sorumluğu düşünmeli, bilmeli ve bir gün suçlular hesap vermesi gerektiğini buradan yetki sahiplerine sesleniyorum. Bir gün Bulgaristan da demokrasinin kuralları işleyecek ve adalet yerini bulacaktır diye inanmak istiyorum. Çünkü başımıza gelenleri biz asla ve asla hak etmedik. Neden mi? Çünkü bizler Bulgaristan topraklarını Vatan yapanlarız. Biz üreten, var eden, inşa eden, helalından geçinen, her şeyimizi alın teri ile kazanan bir toplumuz. O topraklarda güzellikleri, öz kültürümüzü, farklılıkların uygar örgüsünü, imanlı, gelenekli, sevgi dolu gönüllerimizin sevgi dolu sıcaklığıyla adam ettik, yaşattık. Nasırlı ellerimizle inşasına katıldığımız, içinde çalıştığımız 15 752 küçük ve büyük ölçekli sanayi işletmesinden 13 bin 500’ünün hurdaya çıkarılıp yok edilmesine, meyve yüklü bıraktığımız bağların, bahçelerin, başak denizi altın rengi ovaların bizden sonra yıllar yılı nadasa bırakılmasına; 1 milyon 650 bin iri baş hayvandan ancak 90 bin kalmasına; 1 milyon 400 bin koyun ve kuzudan ancak 1 milyondan az kalmasına üzülmemek, “likide edenleri” lanetlememek, parçalanan yürekleri avutmak elde mi?


Makale ve Analizler - 2014

157

Serpilip açıp sarmış, mutlu gelecek yüklenmiş bir diyarı gavgalaz ve eşek dikenliği haline getirenleri eleştirmemek, kınamamak ve tüm bu olup bitenlere görüpte karşı duyarsız kalabilir mi bir bilinçli vatandaş? O eşsiz güzellik ve bolluğun orta direği, ana dayanağı bizmişiz demek. Biz kovulduk ve oralar kısırlaştı, karardıkça karardı, sefileşti. Ahımız tuttu demek istemiyorum çünkü üzülüyorum bu duruma. Her şeye rağmen, bugün, savaşsız, zulüm süz, işkencesiz, katliamsız, giyotinsin bir Avrupa Birliği’nde yeni ortak bir uygarlık yaratılmaya çalışılıyorsa, biz bu asil davada en ön saflarda olmaya hazırız. Biz eski kıtanın yeni uygarlığını oluşturan kültürün, hukukun ve dinlerin eşiği ve beşiği olan toprakların evlatlarıyız. Evet, dünya değiştikçe biz de değiştik. Hiçbir nimet bize altın tepside sunulmadı. Vatan özlemini içimizde yaşatıyor ve Vatan hoşgörüsünü hak ediyoruz. Modernleşirken, bazıları gibi dünyayı uluslara; etnik azınlıkları da düşman ve dostlara ayırmadık. Allah birdir deyip, Tanrı’yı düşman bilmedik, hiçbir dine Haçlı Sefer açmadık, yaratanın ibadet evlerine saldırmadık, yıkmadık. Yaratılanı yaratandan dolayı seven ataların torunları olduğumuzu da hiç amma hiç unutmadık. Vatanımızın spesifik renkleri bizim genlerimizde kodlanmış ve yaşıyor. Bilmeyenleriniz varsa diye söylüyorum: Özlemlerimiz ezile ezile bilinç oldu. Vicdanımız yaratıcı güçle kanatlandı. Umutlarımız ortak ufuk arıyor. Ve büyük ezilmemiz, 1877 - 78, yani 93 harbiyle başladı, 1912 -14’te bozgunlar yaşadık; Balkan coğrafyasında en büyük acıları Bulgaristan Türkleri çekti. Çarlık dönemi, 1934 askeri darbesi hepimizi perişan etti, Büyük Savaşlar bir katliamdı, göç dalgalarını büyüttü de büyüttü. Artık Ana vatanda 10 milyonu aştık. Bize Vatan olan topraklara ebedi borçluyuz. Bizi kabul eden, kardeş bilen insanlara minnettarız. Temennimiz ortak sofralarımızın dolup taşmasıdır. Ve bugün biz, buraya, işbu bilgi şölenine, hala devam eden Bozgunluk psikolojisini dağıtnak, diriliş kıvılcımlarını hayata çağırmak için toplandık. Biz Vatansızlığın ruhunu, artık yaşı 135 olan yaşlanan Bozgun Ruhunu ebediyen gömmek için buradayız. Biz, bizi ezenlere karşı çarkı ters çevirmek için el ele verdik, cephedeyiz. Evet, biz, uykusuz, aç, susuz göç yollarında, tutuk evlerinde, hapishanelerde, sürgünlerde, “Belene” ölüm kapında Mayıs 1989 İsyan ateşinde örs ile balyoz arasında dövülürken suyumuzu aldık ve tepeden tırnağa böyle çelikleştik.


158

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Ve bizi biz eden, 93 harbinde, o büyük Vatan kavgasında emsalsiz kahramanlık örnekleridir; 1934 askeri darbesinden sonra 1936 göçünün çilesidir; 1945’te faşist Çarlık rejimi sosyalist düzenle değiştirenler eşitlik geldiğini ilan etseler de, Bulgaristan’da Türk düşmanlığının hiç bir rejim ve ya düzende değişikliğe uğramamıştır. Bu “terbiye”nin devamı 1951 - 53, 1968 - 69 ve 1977 - 78 kitlesel göçlerinde sardığımız yaralar ve aldığımız büyük derslerdir. Hele 1970 - 1984 - 1989 “eritme”; “asimile etme”, “Bulgarlaştırma” politikalarının uygulandığı ve 3 milyon civarında Türkün ve Müslümanın devlet terörü ile kimliğinin resmen yok edilmek istenmesi ile şekillenmiştir. Sabrımızı taşıranHitlerin icatlarını bile sollayan mezardaki atalarımızın isimlerini de değiştiren, bir Türk ananın öz çocuğuyla öz dilinde konuşmasını yasaklayan yüz karası icatlardır. Ve başımıza gelen daha nice çile tümümüzü Hak ve Özgürlük için ayaklandırmıştır. Son dönem insanlık tarihinde ezilen bir halkın tek vücut halinde ulusal çapta baş kaldırışına örnek veren biz olduk. İsyanımız, Vatan sevgimizin ateşiyle doğal haklarımız için, en tabii haklarımızla, özümüzün yansıması olan özgün kültürümüzle yaşama azmimizin volkan gibi patlamasıydı. Halkımızın önü alınmaz infilak gücü totaliter rejimi, diktatör Jivkov’u; demokratik Bulgaristan’ın ilk Cumhurbaşkanı Sayın Jelü Jelev’in değişiyle “faşizmleşen komünist rejimi ve totaliter iktidarı devirdi ve tarihin çöplüğüne attı.” Ne yazık ki, İsyan dalgasının görkemi ve gücü Komünist rejimi paniğe sevk etti, Jivkov sınırlarını açtı ve bizleri de göçe zorladı. Son çeyrek asırda birçok şey değişse de, birçoğu da aynı kaldı. Bir defa göç selinin açtığı Türkiye Bulgaristan devlet sınırı bir daha kapatılamadı. Demek istediğim, iki tarafa açılan Bulgar-Türk sınırı “Göç” sözünü de tarihe gömdü. Tüm çarpık, ters ve asılsız iddialara karşın, Bulgaristan’da yaşayan Türkleri ile son 135 yılda Vatanımızdan kovulan tüm soydaşlarımızın aynı sudan, aynı boydan ve aynı özden Türk olduğu ve dönüşü olmayan bir biçimde kanıtlandı. Biz, Balkanlılar, biz Bulgaristanlılar artık Türkiye Cumhuriyeti’nde 10 milyonu aştık, orada kalan kardeşlerimiz de en az bizim kadar Türk’tür. Aynı kökten, aynı soydan, aynı boydan ve çekirdekten gelmemiz, aynı ruhta birleşerek koparılamaz biçimde kaynaşmamız hepimizde yepyeni bir BİZ yarattı.


Makale ve Analizler - 2014

159

Bu emsalsiz olgu, bu kudret toplayan yeni güç bu defa da Türkiye’den Balkanlar’a, Bulgaristan’a geri taşıyor, ata yadigarı topraklarımızda politik gündem belirleyen nitelik alıyor. Bulgaristan Bulgarların, Türkler Türkiye’ye sloganına artık eşekler bile gülüyor. Derin bir hüzünle ifade ediyorum. Bugün Bulgaristan stratejik çöküş yaşıyor; ulus devlet, tek ulus-tek dil, tek kültür saçmalıklarının enkazı altında inliyor. Öyle ki, politik, sosyo-ekonomik ve manevi çöküşün ardından, nüfus körelmesini de getirince “Türk’ten iyi ne komşu ne dost bulunur!” diyenler çoğaldıkça çoğalıyor. Biz içimizdeki hoşgörüyü koruyarak, iyi kötü buralarda barınırken, 2 milyon 500 bin Bulgaristan vatandaşı, bu arada yakınlarımızın büyük kısmı ekmek teknesini Batı Avrupa’ya taşıdı. Olayı “ulusal çöküş”le açıklayanlar “yok oluştan” dem vurmaya başladı. 35 yıl sonra, yani 2051’de son Bulgar’ın toprağa verileceği açıkça anlatılıyor. Profesörler, Bulgar Bilimler Akademisi uzmanları TV ekranlarına çarşaf çarşaf verilerle vahim olayı ispatlarken, çare mi arıyorlar? Biz son Bulgarın cenazesine gitmek istemiyoruz. 600 yıl beraber oluşumuzun bir saygın hatırı da olmalı. Yaşamak ve varolmak Tanrının hepimize bahşettiği kutsal hakların en büyüğüdür. Beraberliğimizin sonu, 25. Yılını andığımız son büyük ve acı göç, Bulgar milletinin sonunu getirip, son Bulgarın mezarını kazıyor ise, gelin acıları gömelim, yeni kardeşlik ağıcı dikelim ve gölgesinde iyi kötü birbirimize katlanarak, beraberce yaşayalım. El ele verip “eski dosttan düşman olmaz” ata sözünü hayata geçirelim. Bu düşünceler seyrinde, kimseyi lanetleyip kötülemiyoruz. Ama bir anaya evladına ana dilini öğretmeyi yasaklayanları Cenab-ı Hakk’ın cezalandırması, ebedi adaletin değişmez kuralıdır, buna inanıyoruz. Bir ulusun XXI. Yüzyılda ıssız köylerde, insansız yollarda, komşusuz şehirlerde, torunsuz dairelerde in cin gibi, ucubeler gibi tek başına, nefesine torun kokusu almadan yaşatmaya mahküm etmesi de, inanınız, Cenab-ı Hakk’ın lütfü olmalı... Güzellikler bin bir olduğu gibi, çekilecek çileler de bin birdir. Biz Bulgaristan göçmenleriyiz, çifte vatandaşız, Avrupa Birliği vatandaşı haklarına da sahibiz. Bu durum bizim mücadelelerimizin bir erdemidir. İstenen her seçime katıldık. Yüksek bilinçli irademizin ifadesi oyumuzdan korktular, kanunları kırpa çırpa anlaşılmaz duruma getirdiler, son seçime katılamadık, ama şimdi “yine bizsiz olmuyormuş” herkesin seçimlere katılmasını zorunlu kılan yeni yasalar yazmaya başlamışlar.


160

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bize daha büyük sandık gönderin. Sofya Parlamentosunun yarısını vekillerle doldurmaya hazırız. Ve biz oyumuzu GERB’e de veririz, bağımsıza da veririz. Oyların rengi insan kardeşliği gibi tek renktir. Bizim kimseye kinimiz yok! Ama atalarımıza yüz yıl kan kusturanlara, ninelerimize bir asır göç yolu gösterenlere, Türklüğe ve Müslümanlığa ihanet edenlere, hak ve özgürlüklerimizi bit pazarına sürenlere, hem söylenecek sözümüz var hem de hainlerle bitmeyecek bir kavgamız ve hesabımız var. Çoban kulübesinden çıkıp Sofya’da “Saraylarda” sefa sürenlerle çok özel görüşmelerimiz olacak. Türklüğe ihanetin bedeli değişmez... Durum böyle olunca, değerli kardeşlerim, sayın konuklar, biz Bulgaristan vatandaşı olarak Vatanımızdaki tüm kültürel, sanatsal, siyasi, ekonomi sportif vs. etkinliklere Bulgaristan vatandaşı olarak eşit haklarla katılmak istiyoruz. Genlerin kaynaşması yarının dostluk, kardeşlik, işbirliği, farklılıkları birleştirecek yeni uygarlıkların kapısını açacaktır. Şu anda, hepimizi gururlandıran ünlü Vatan evlatlarımızdan Tokyo Olimpiyatlarında Serbest Güreş Şampiyonu Lütfü Ahmedov gözlerimin önünde; Şampiyonlar şampiyonu Naim Süleymanoğlu ve Halil Mutlu hep aramızda. Newyork’un Büyük Orkestra Salonunda Dünya Filarmoni Orkestrasına şeflik eden Muhsur Mehmedov’un namelerini sanki hala dinliyorum. Ve tüm benliğimle tekrar ediyorum: Bulgaristan’ı Bulgaristan yaparak vatana gurur yaşatan bizlerdik. Ve biz bugün de o eskimeyen gururla yaşıyoruz ve yaşayacağız. Bu bilgi şöleni, sizin ilginiz ve katılımınız, her açıdan çok anlamlıdır. Balkanlar’da Bulgaristan’da, tüm bölgede yepyeni bir dünya yolcuları olarak hepinizi candan kutluyor; hepinize başarılar diliyorum. Ardından Dr. Müjgan Deniz, Sayın Hasan Suver ve Sayın Bayram Çolakoğlu’na birer plaket taktim edildi ve böylece açılış merasımı bitmiş oldu. Ardından 1. Oturuma geçildi.


Makale ve Analizler - 2014

161

Çatlayan Karpuz Çürür

Şakir Arslantaş-23.Haziran.2014

Bizde kavun karpuz Ağustosta çatlar, biraz erken değil mi? diyenleriniz olabilir. İki yıl önce Temmuz başında Lübimets’ten geçerken yol kenarına yığılmış karpuzlardan bir tane seçtim, kestik, içi kıpkırmızı ama tatsızdı, hatta kelek gibiydi. Sordum soruşturdum, “yerli Çingeneler karpuza tarlada daha sapındayken eşek sidiği iğneliyorlar, içi kızarıyor, fakat tadı kesiliyor ve karpuzlara yazık oluyor,” gibi hikâyeler anlattılar. Şırıngalanan karpuzların çatlamadığı şayiası da dolaşıyor. Şaşmamak elde değil. Bir bakıma bunları dinlerken, karpuzun kavunun çatlayıp çürümesine karşı tedbir icat eden iktidarların kendilerinin çöküp çürümesine engel olacak önlemleri neden alamadığı geçiyor insanın aklından! Neden mi, diyecek olursanız, memleket nüfusunun % 24 Çingene olduğundan, seçimlere en kitlesel ve düzenli biçimde katılan etnik halk topluluğunun da Çingene azınlığı olduğundan, ayrıca toplam nüfusun % 32’ın sandık başına gittiği dikkate alındığında, nüfusun dört biri Çingene olduğu göz önünde bulundurulduğunda, karpuzların kızarması ve çatlamamasına çare sidik şırıngası olduğuna göre, iktidar da özel bir iğne ile işi bitirse ve yerinde dursa demek istesem de, olmuyor işte. Eskiden karpuzlara “Mastika” şırıngalayanlar meşhurdu, sofra başı onlara ayrılırdı. Bu işlerin de zamanı geçti. Sözü konumuza getirirsek, “çatlayan kapuz çürür” derken, Plamen Oreşarski hükümetinin 2 ayı kaldı, Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) ile Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH - DPS) ortaklığı çatladı, bu gidişle yaz sıcaklarında kokuşup çürür, demek istedim. İktidar ortaklığı yapan partilerin arası neden açıldı? BSP - HÖH ortaklığının PROGRAMI yoktu. BSP - HÖH ortaklığı ilkesiz. BSP - HÖH ortaklığı Bulgaristan devlet imkânlarını birlikte soyup talan etme hedefiyle kuruldu. BSP - HÖH ortaklığı Bulgar Finans Oligarşisine özellikle Rusyaya hizmet etmek için kuruldu. Öyle olunca da kısa ömürlü oluyor besbelli. Başka bir değişle HÖH - BSP Hükümet Ortaklığı bir Kurtlar Sofrasıydı. Açlar sofrasına oturanların kim olduğu Haziran 2013 ile Haziran 2014 arasında


162

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

yani bir yılda ortaya çıktı. Sofrada oturan aç kurtlar birbirine saldırmaya ve birbirinin elini kolunu kapıp ısırmaya başladılar. En azgın ve karnı beline yapışmış kurtlar hangileriydi? BSP partisini temsil eden, Varnalı 3 iş adamı (TİM) ci ve (KTB) Koorparatif Ticaret Bankası sahibi, oligarşi başı Tsvetan Vasilev. HÖH milletvekili, oligarşiden, skandalcı iş adamı, savcılık ve mahkemelerin işine müdahale eden, demokratik kamuoyunun asla istemediği Daniel Peevski; Saray bekçisi Ahmet (Dönek) ve eski Multigrup Başkan Yardımcısı Dençev ve halen Sofya Üniversitesi Kütüphanesine kümelenen iş ve finans grubu üyeleridir. Paylaşamadıkları nedir? Ahmet (Dönek) tarafından desteklenen ve pohpohlanan milletvekili Daniel Peevski’nin kayıtlı hiçbir şirketi ve ortaklığı olmamasına rağmen, görülmeyen sihirli ellerin yardımıyla ve (KTB) bankası gibi kuruluşların parasıyla Bulgar Tabak Holding senetlerinin % 80’ini ele geçirip, Tüm Türklerin, Pomakların ve diğer tütün üreticilerin lokmasını saymaya başlaması önemli neden oldu. Ülkede çok büyük gerginlik yarattı. 25 yıl önce 280 bin ton tütün üreten bir ülkede tütüncülük gibi bir kooperatif ve devlet sektörünün, kayıtlı şirketi bile olmayan, ömründe tütün tarlarına girmemiş ve bu işten haberi olmayan, dört tütüncü tanımayan Daniel Peevski gibi bir milletvekili kabadayısına tepsi içinde verilip, sözde devredilmesi, ailelerimiz, hepimiz için ölümcül tehlike arz ediyor. Ahmet (Dönek) ve ekibi bizi ekonomik olarak canlı canlı gömmek için ekmek teknemizi kırıyor. “Bulgar Tabak Holding”i sahibinin adı ve soy adı bilinmeyen, ortakları bilinmeyen, adresi bile meçhul bir gruba devretmekle, kimin hainlerin haini olduğu, hainliğin boyutları ve sınırsız oluşu bir daha kanıtladı. Bununla birlikte “adı olan ama kendisi olmayan” Daniel Peevski şirketler grubu, yine hiçbir iz bırakmadan “Yeni Medya Grubu” gibi karanlık şirketlerle, kaynağı belli olmayan paralarla “Trud” ve “Monitor” gibi günlük gazeteleri ve birkaç haftalık yayını satın aldı, “Vodstroy 98” şirketi inşaat sektöründe Bulgaristan’da yapılan ihalelerin tümünü zorla, baskıyla, şarlatanlıkla, sahtekârlıkla kazanır duruma geldi. İtiraz edenlerin de “vay” anasına... Karpuzu çatlatan durum ise, Rusya’nın yeni “GAZPROM” projesi olan Varna’dan başlayıp Tuna vadisi boyunca uzanacak olan doğal gaz boru hattını hangi Bulgar ya da yabancı inşaat şirketinin kazacağı ve boruları kimin döşeyeceği kavgasıdır. Daniyel Peevski ile TİM’ci ve Bankacı Tsvetan Vasilev arasında Temmuz 2013’te başlayan ve alevlenen kavgada paylaşılamayan “Güney Akım” borularının döşenmesi için ayrılan 1 milyar 250 bin Euro’dur. Pl. Ore-


Makale ve Analizler - 2014

163

şarski hükümetini ırgalayan, düşüren ve tarihe gömecek olan didişme budur. Bu kavgada bir başka taraf ise Cumhurbaşkanı Plevneliev’e bağlı olduğu bilinen Prokopiev’in “Kapital” grubudur. Onlarsa, bu işte dış sermaye kullanılmasında ısrarlıdır. Önemle işaret edilmesi gereken bir nokta ise, Ahmet (Dönek), kömürcüler kralı, rusofil iş adamı ve enerji sektörü oyuncusu Rumen Kovaşki gibi irili ufaklı oligarşi gruplarına bu kavgadan pay ayrılmamış olmasıdır. Şu da önemlidir, sözde her hususta sözü geçen kaşarlı ajan Ahmet (Dönek) Haziran 2013’te Daniel Peevski’yi bir gizli servis olan Devlet Ulusal Güvenlik Ajansı (DANS) Başkanı yaptıramayınca, gözden iyice düşmesidir. Peevski artık kendi çorabını örmeye başladı. “Güney Akım” gaz boru hattından Ahmet Dönek ve sofrasındakilere pay çıkarmadı. Bu işte daha büyük payı ise TİM’ciler ile KTB bankası istediğinde, hükümet çatırdadı, karpuz çatladı ve Temmuz 2013’!ten beri üzerinde sinekler uçuşuyor ve kokuşmaya başladı. Yani şimdi Bulgar hükümeti, devlet yönetim dizginlerini Daniel Peevski gibi göbeğini taşıyamayan kafasız hafiyelerin ele geçirip her işten aslan payı istemeleri yüzünden düşüyor. Ahmet (Dönek) in de şirketi, firması, holdingi yok ama Bakanlar kanalıyla Avrupa Birliği ve Bütçe fonlarının dağılmasına baskı yaparak paraları kendine topluyor. Bu defa Sofya devletini yıkan karanlık işlerin kontrol edilemez hale gelmesindendir. Hatırlayacağınız üzere, Ahmet (Dönek)’in “Saray”da kutlanan doğum gününde iki sözüm ona iş adamı vardı. Biri Danıel Peevski, ikincisi de Rumen Kovaşki. İkisi de Rus ajanı, yan yana oturdular ama hiç konuşmadılar. İkisinin de benzi soluktu, hep kadehlere baktılar, çünkü havuzda biriken (parayla) suyla “Saray Bahçesini” değil, kendi bostanlarını sulamak istiyorlardı. 1990’dan önce Bulgaristan’ı idare eden bir gizli servis olan (DC) nin Kuzey Bulgaristan bölge generali olan Daniel Peevski’nin dedesi, Tuna Vadisini torununa miras bırakmış olamaz. Demokrasi koşullarında her karış toprağın tapusu vardır. Buna rağmen, Peevski her şeyin kendisine ait olduğu bilinciyle hareket ederek saldırıyor da saldırıyor. Dedesi Türk sürgünleri köle gibi çalıştırmıştı o da demokrasi şartlarında değişim olduğunu kabullenmek istemiyor. Bu gidişle açgözlülük HÖH - DPS partisinin de kesin sonu olabilir. Peevski’nin Ahmet (Dönek) kayıtsız iş adamı çevresinden uzaklaşması, artık benim bu teknede yiyeceğim bir şey kalmadı, Bulgar Tabak bana yeter, “Güney Akim” konusunda siz bana yardım edemezsiniz anlamına gelmiyor mu? Şimdi Peevski’nin Brüksel’e gitmekten neden vazgeçtiği de anlaşıldı. Basında ve internette çıkan haberlerde Daniel Peevski’nin Şubat 2013’te Başbakan Boyko Borisov’a telefon ettiği ve “hemen istifa et!” dediği ortaya çıktı. 12 Mayıs 2013 seçimlerinden bir ay sonra başlayan BSP - HÖH - “Ataka” hü-


164

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

kümetini kurma görüşmelerinde ise, daha sonra başbakan olan Pl. Oraşarski’ye “adaylığını geri çek, ben senden daha zenginim ve ben başbakan olacağım” dediği öğrenildi. Soruyorum: Karpuzu çatlatan kimdir? Cevap: Oligarşinin mali çıkarları, halkı alabildiğine sömürme pahasına devleti soyma planlarıdır. Bulgaristan’da yaşayan kardeşlerimizin ve soydaşlarımızın Eylül ayı sonunda yapılacak yeni seçimlerde gerçeği görebileceklerine inanmak istiyorum.

Küstüm Yastığı

Dr. Nedim Birinci-23.Haziran.2014

4 defa birlikte hükümet kuran yani halka ve devlete hizmet için aynı yastığa baş koyan Hak ve Özgürlükler Partisi (HÖH - DPS) ile Sosyalist Parti (BSP) arasından yine kara kedi geçti. Kızlarımızın çeyizlerinde olmazsa olmaz olan, bizim lehçemizde adına “uzun yastık”, “gelin yastığı”, “boy yastığı” denen, edebiyat dilimizde ise adı “küstüm yastığı” olarak geçen örnekleme analiz edeceğimiz güncel politik duruma uygundur. HÖH - BSP - “Ataka” hükümeti gün sayıyor. Yeni ve erken parlamento seçimleri için üç tarih gösterildi. En geç olan 6 Ekim 2014. Seçim günü ve bu seçimde o kullanmanın “zorunlu olup olmayacağı” konusu üzerindeki meclis ve kamuoyunda tartışmalar devam etse de, gözle görülen köy kılavuz istemez. 2 milyon 500 bin seçmenin yurt dışında bulunduğu son durumda herkesi oy kullanmaya zorlamak, sözün tam anlamında “olacak iş değil!” Halen oyların % 30’ına hâkim olan GERB partisi en büyük parti olarak mevzilerini koruyor. Türkiye’de bulunan seçmenlerin yaklaşım 100 bin oyla GERB partisini desteklemesi, Sofya’da tek partili bir yeni hükümet kurulmasına yeterli olabilir. Bu politik projede soydaş vekilleri ile GERB partisinin aynı yastığa baş koyması, aşağıdaki isteklerle olabilir. Bulgar - Türk işbirliği ve dostluğuna yeni atılım kazandırmak; Bulgaristan’da ve Türkiye’de ortak projeler gerçekleştirmek;


Makale ve Analizler - 2014

165

Bunlardan bazıları “Tunca Barajı”; “Kuzey Bulgaristan “Hemus” Oto Yol projesinin tamamlanması; Rodoplar’da yarım kalan 3 baraj ve HES projesinin tamamlanması ve hizmete açılması; Tütün kotasının sınırlandırılmasından sonra “5 milyon dut ağacı dikip ipek kozacılığı ve has ipek sanayi geliştirme” projelerinin gerçekleştirilmesi v.b. olabilir. GERB partisinden Bulgaristan Türklerinin ana dil, eğitim ve özgün kültürel haklarının 1950 - 1960 dönemi düzeyinden yeniden sağlanması gündeme yatırılır. Bunların kabul edilmediği takdirde soydaşlarımız ve Bulgaristan Türk, Pomak ve Çingeneleri meclise gönderecekleri bağımsız milletvekilleriyle şartlı dengeleyici politika uygulamayı üslenmek zorunda kalacaktır. Seçim arifesinin başlangıcı olarak belirlenmesi beklenen Temmuz, Ağustos ve Eylül aylarında “küstüm yastığı” konusunda seçmene hesap vermek zorundadır. 100 yıl ezilen halkımızın öz hakları ve özgürlükleri uğruna mücadele hedeflerini gerçekleştirmeyi üstlenen ama hiçbir şey yapmayan HÖH - DPS partisi seçmenin gözünden iyice düştü. “Çeyiz yastığını” ömür yastığı yapmak için S. Stanişev ile Lütfü Mestan seçmen gözünü boyaman için ara sıra erkek erkeğe öpüşseler bile, ikisi de artık bu yastığa baş koymak istemiyor. Bulgaristan politik sahnesindeki son durum şudur. GERB ile BSP arasında seçimden sonra ortak hükümet kurma görüşmeleri yürütülmüyor. BSP Bulgaristan mali sisteminde Rus oligarşisinin kontrol sağlamasına yeşil ışık yaktığından dolayı aralarındaki çelişkiler daha da keskinleşti. BSP kontrolünde görev yapan, TİM-grubu ortaklarından Tsvetan Vasilev’in (Bulgar kooperatifno tırgovska Bankası) /Kooperatif ve Ticaret Bankası / KTB’ yi içindeki 4.5 milyar levalık sermaye ile Ruslara satmak istemesi durumu daha da ağırlaştır. Seçim arifesinde böyle bir alış verişle Rus oligarşisinin ülkemize iyice yerleştirilmesi ise; a) Bulgar levası üzerindeki “bordoyu” patlatabilir ve ülke mali çöküş yaşayabilir; b) Bulgaristan maliyesinin tamamen Moskova kontrolüne geçmesiyle Brüksel ilişkilerimizi askıya alır ve AB destekli tarım ve sanayi yatırımlar dondurulur. c) KTB bankası “Belene AES” ile “Güney Akım” gaz boru hattı hisseleri de bütünüyle Moskova’nın eline ve kontrolü altına geçmiş olur ki, ülkemizdeki Rusya baskısı alabildiğine artmaya devam eder. 2. Önemle belirtilmesi yerinde olur: Bulgaristan’ın en büyük ve güçlü özel bankası olan Kooperatif ve Ticaret Bankası (KTB) üzerinde son yıllarda en büyük baskı uygulayan mafya varı firmalar Ahmet (Dönek) etrafında toplanmış


166

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

olan şirketlerdir. Bu şirketler devletten ve hükümetten daha büyük pay koparmaya çalışırken zorluklar çıkardı. Bu şirketlerin başında ise (HÖH) milletvekili Daniel Peevski’nin şirketleri bulunur. Bu şirketlerin “Güney Akım” projesinin inşasından daha büyük pay istemesi şimdiki Başbakan Plamen Oreşarski hükümetini sarsan kapışma oldu. Aslında Haziran 2013’ten beri aynı yastığa baş koyan HÖH – BSP partilerini küstürdükçe küstüren de Daniel Peevski ile Ts. Vasilev kapışmasıdır. Bu kavganın özündeki çıbanbaşı, KTB bankasının Rus oligarşisine satılmasından sonra Bulgaristan’da oluşacak yeni durumda “kim baş olacak?” kavgasıdır. “Faktor” gibi elektronik yayınların yer verdiğine göre, Daniel Peevski ile Ahmet (Dönek)Bulgaristan’da adalet sistemini ve güvenlik güçlerini kontrol ederken; mali sistem ise Rusya oligarşisi kontrolüne geçiyor. Seçim öncesi kristalleşen yeni durumda, GERB partisinin hem BSP ve HÖH’e, hem de Daniel Peevski ile Ahmet (Dönek) grubuna karşı amansız bir tavır alması ve politik cephe açması dikkati çekiyor. Daha ilk kapışmalarda, boynuzu çıkmaya başlayan, gazeteci Nikolay Barekov tarafından yönetilen “Sansürsüz Bulgaristan” partisinin de Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) tarafından ve KTB bankası paralarıyla kurulduğu ve GERB partisine karşı mücadelede ön safta kullanılmak istendiği ortaya çıktı. BSP - HÖH partilerinin “küstüm yastığından” baş kaldırmasından sonra ortaya çıkan yeni durumda, HÖH - DPS partisinin 25 yıldan sonra % 6 aracı aşıp meclise girememesi ihtimali ağır bastı. Yeni politik durumda Türkler, Pomaklar ve Çingene seçmen meclis dışı kalamaz, bu nedenle GERB yönetimiyle temasa geçilip dayanışma yolları açma ya da bağımsız bir grup milletvekiliyle Sofya meclisinde temsil olma zorunluluğunu kabullenme gereği kapıyı çalıyor. Seçecek olan seçmendir. Bilgi ve gözlemlerimizi, örgütsel ve bireysel güçlerimizi aynı ve tek yönde yoğunlaştırıp, yeni bir politik programla halka inme zamanı geldi. Ek,m 2014’te izleyeceğimiz politik çizgi, halkımız açısından, ekonomik, sosyal, eğitimsel ve kültürel menfaatlerimizin savunulması bakımından hiçbir işe yaramadı. İleri adım atmak istemeyen, sanki kendi yok oluşunu açıkça sezmiş olan Hak ve Özgürlükler Hareketi’ni ret edip, çöplüğe itebiliriz. Alacağımız yeni kararla, işe yaramayan politikalar eskiden olduğu gibi bugün de olumsuzlanır ve sahneden iner. BSP-HÖH evliliği bozulduğuna göre, tarafların “küstüm yastığına” bir daha baş koymasını bekleyemeyiz. Yeni bir sayfa açılmak üzere, eski sayfa tamamen kapanacak, “küstüm yastığı” kaldırılacaktır.


Makale ve Analizler - 2014

167

Geçmiş Olsun

Dr. Halide Akıncı-24.Haziran.2014

Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği (BULTÜRK); Bulgaristan Stratejik Araştırmalar Merkezi (BG-SAM), tüm arkadaşlarım ve soydaşlarımız adına Varna ve Dobruca bölgesindeki doğal felaketle ilgili olarak hepinize geçmiş olsun! Başımız sağ olsun! Temennilerimi kabul etmenizi rica ediyoruz. Başa gelen çekilir. Biz de siz kadar üzüldük, hepinizin acısı ortak acımız oldu. Sarılamayan yara yoktur, mutlaka bu da sarılıp savacaktır. Selin götürdüğü 12 kişinin yakınlarına başınız sağ olsun! Derken, kalben yanınızdayız. Çok daha büyük felaketlere katlanmış olan insanlarımızın derdine derman olmaya çalışırken, 1985 - 1989 faciamızın 25. Yılını andığımız şu günlerde, şair Zeyden Beksaç’ın Vanalı bir Türk kadınına adadığı şiiriyle en ağır anlarınızda beraberliğimizi yeniden ifade ediyoruz. Tuvalet Temizleyen Varnalı Yaşlı Kadına Merhaba deyince nasıl da sıcak sıcak baktı gözlerin, Bir ben bilirim, bir de sen. İnsanlığın yüzkarası derdim hep, Şimdi gözüm önünde görüyorum işte. Aynı dili konuşsak da, hiç konuşmadan, Anlatmadan, Anlıyorum. Martı kanadında gözün kaldı, Uzaklarda, Hep uzaklarda, Sesin kaldı.. Deniz tuzu acıttı mı gözlerini, Gök mavi, Deniz mavi, Sana ne sanki? Yüz kırışıklığın çizgi çizgi,


168

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) İçimi deliyor. Neden, Neden sormuyorum Her şeyi?!. Her şeyi anlıyorum... Gizini bilir mi Karadeniz dalgaları, Vurur mu bağrına bağrına? Bir hasret türküsü gibi, Yakar mı yürek yürek, Karadeniz anlar mı, Ne dersin!.. Ağrısını duymuş gibi oldum yüreğinin, Neden, Neden sormuyorum Her şeyi?.. Her şeyi anlıyorum. “Dünyayı güzellik kurtaracak, Bir insanı sevmekle başlayacak her şey”... Sessizce söylediğin türküde olduğu gibi, Ah bacım ah, Nedir bu insanların sevgi’yi unutması, Nedendir ki?.. 8.Şubat.1985

Göremeyenlere

Renginar Güler-24.Haziran.2014

Hak Ve Özgürlükler Hareketi (HÖH) ile Sosyalist Parti (BSP) ve “Ataka” üçlü ortaklığın uzun ömürlü olmayacağını daha Haziran 2013’te yazdık. Yine bir yıl önce Başbakan Plamen Oreşarski’in zenginleşen ve Bulgar bankacılık sistemine egemen olmak isteyenlerin temsilcisi olduğuna işaret ettik. Artık düşmek üzere olan hükümetin, bir eli Of shor hesaplarda, bir eli de Rus


Makale ve Analizler - 2014

169

paralarındadır. Avrupa Birliği’nden (AB) gelen paralara son santimine kadar el atmakta ısrarlı olanlar onlardır. Artık kendilerinden hesap sorulamıyor. Mahkemeler haklarında karar veremez duruma geldi. Kısaca bu hükümetin çok zenginlerin hükümeti olduğunu yazmıştık. “Zenginden zırnık kopmaz!” diyenler bugün de haklıdır. 2013’te tütün paralarını bile insan gibi ödemediler. Ahmet (Dönek) “bunkere” kapandı, memlekette açlıktan ölenleri, hastaneye gidemeyenleri, 48’i okuma yazmaya bilmeyen, % 7’si dilenen çocukları görmek istemediği için sokağa çıkmıyor, zırhlı arabasının zamları karartılmış... Bizi bu maddi ve manevi çöküşe iten nedenleri görebilmemiz için zaman tünelinde geri doğru adımlamak gerekiyor. Hepimize yıllarca kan kusturan, bizi dünyaya geldiğimize pişman eden, Komünist Partisi’nin (BKP) cici yavrusu olan ve 1990’da herkesin menfaatleri korumak ve karnını doyurmak için sosyal-demokrat bir politika izleyeceği ilan edip sihirbaz şapkasından Sosyalist Parti (BSP) olarak çıkan bu parti çöküşün temelindedir. Bulgaristan’ın bugünkü durumundan en çok suçlu ve sorumlu olan politik güçtür odur. Bulgaristan’ın sosyo-ekonomik ve kültürel olarak çöküşünden sorumlu olandır. 1990’dan beri 5 defa iktidar olan ve bir türlü tutunamayan BSP, iktidarda kalamamasının veya devamlı bölünmeye uğramasının, parçalanmasının ve küçülmesin temel nedeni, politik iktidarını meşrulaştıracak bir ideoloji üretememesi ve toplum projesi olmamasıdır. Başka bir değişle ne yapacağını bilmemesidir. Son 25 yılda daha yüksek emekli maaşı veya ekmek arası 3 köfte için her seçimde oyunu BSP’ye verenler artık sandık başına gidecek durumda değildir. Çok yaşlandılar. Çingene seçmense boş vaatlere doydu ve sefillikten bezdi. Hafızasına tıka basa komünist ideoloji doldurulan ve sosyalistlerce (BSP) de ümit hapıyla uyutulan bu yaşlı ve yoksul tabaka son çeyrek asrı “daha iyi olan belki gelir” umuduyla gözü yollarda bekledi. Toplum her gün geri geri kayadursun, hareket halinde olmak onlar için zevkliydi. Gerilemenin durağı olmadığını kimse bilmiyordu. Bir arada dibe vurduk gibi oldu, ama biz “iyi olanı dibin dibinde” aramaya hazır olduğumuzu gizlemedik. Oyumuzu hep aynı partilere vererek, dibin dibi daha derine doğru kazmaya devam ettik. Her yer karanlıktı. Hareket yönü ise kapkaraydı. Yaşamaya aydınlığı bulup sevmek için gelmiş olsak da, biz karanlıkla aldatıldık. Bu yüzden olacak bir adım atılmış olsa bile bu adımın ne yöne atıldığını aramızda bilen bir tek kişi yoktu. Aydınlığı görmemiş insan onun ne olduğunu nereden bilsin? Sosyalistlerin kurduğu hükümetler de karanlıkta kuruldu ve karanlıkta yönetildi. İşleri de hep karanlıktı. Ahmet (Dönek) de aydınlıkta yaşa-


170

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

mak için kapalı yaşamaya razı olduğu “sarayda” hep karanlık içinde yaşıyor, çünkü onu kapadıkları “bunkere” cereyan verilmiyor... Başbakan Pl. Oreşarski hükümeti de, yola ışık verecek hiçbir ideoloji aramadı. Zenginlerin (oligarşi) devleti soymasına kapı aralamak için kurulmuştu. En iyi hırsızlıksa karanlıkta olurdu. Bu yıl da böyle geçti. Şimdi yeni umutla seçime gidiyoruz. Koalisyon hükümetlerin yönettiği sosyalizmden vahşi kapitalizme dönüş ideolojisi henüz yazılmamıştır. Resmi adı geçiş dönemi olan “çöküş sürecinin” üçlü hükümet - HÖH - BSP ve “Ataka” gibi plansız programsız ortaklıklarla yönetilmesi ise, ancak sorumluluğun paylaşılması için tasarlanmıştır. Bu duruma bizde “kimin eli kimin cebinde belli değil” denir. Ama Ahmet (Dönek)’in adamı olan Danço Peevski elini, Sergey Stanişev’in adamı olan bankacı Tsvetan Vasilev’in cebine sokunca hükümet depremi oldu. İktidar yıkılıyor. Karanlığın en büyük kuralı şudur: Çalınan çırpılan paylaşılmaz. Dedelerimizin atalarının eski kuralı şöyleymiş: Hanla yıl boyu savaşa gidilir, ganimetler Han köşkünde toplanırmış. Yılsonunda Han askerlerinin hepsini aileleriyle birlikte ziyafete davet eder, yiyip içildikten sonra, ambardaki ganimetlerden herkes kendine gerekli olanı alır ve evine dönermiş. Eğer kimse ganimetlere el sürmez ve Han’a “hepsi senin olsun” derse, buun anlamı “biz artık seninle birlikte savaşmak istemiyoruz” imiş ki giden geri dönmez, başka Hanlara katılırmış... Şimdi dünya değişti Ahmet (Dönek) “saraya” kimseyi davet etmiyor, kimseyle bir şey paylaşmıyor. Hep “baba bana” diyor. Bizim değişle “iyice Bulgarlaşmış”... Bulgar devletinin güdümlü ve planlı kalkınma modeli lağvedilerek, sanayi ve tarım sıfırlanarak, bunların yerine kapitalist ilişkilerin daha kolaylıkla kurulabileceği serbest piyasa ekonomisi fikri ve modeli dış ülkeden gelmişti. Sosyalist üretim biçimin içinden doğal bir süreç olarak serbest Pazar ekonomisi çıkmaz. Bu bakıma, bize gelen reçeteyi ABD uzmanlarından Ran-Ir ikilisi getirdi. Sözde her şey hızla sözüm ona özelleştirildi, yani yok edildi. Amerikalıların isteklerine göre ne yapılması gerekiyorsa hepsi hemen yapıldı. Topraklar bir şekilde geri verilirken traktörler, kamyonlar, biçerdöverler, su bombaları v.b. hurdaya çıkarıldı. Satıldı. İnekler, düveler, mandalar, koyun kuzular satıldı, kesildi, yendi ve sayalar boş kaldı. 1 milyon sığırdan 90 bin inek kaldı. Küçük ve büyük ölçekli üretim ünitelerinden 13 bin 500 adet yok edildi. Bu her şeyin dibine kibrit suyu dökme işi yani yok oluş kriz yönetimi mühendisleri tarafından yönetilmedi. O gün bu gün hallerde bir türlü oluşamayan yeni ve adil toplum düzeni kuruculuğunu yönetecek mühendislerimiz şimdi de yok. Kafası çalışan ve eli iş tutanlar


Makale ve Analizler - 2014

171

“fırsat bu fırsattır” deyip, şapkasını alıp gözün gördüğü yere kaçtı. Tarlalar nadasa kaldı. Fabrikalar çöplük oldu. Pınar ve dereler o gün bu gün ağılıyor. Ekonomik alandaki çöküş sosyal yaşamı öylesine vurdu ki, biz bugün Avrupa Birliği (AB) ülkeleri arasında en yoksul, en sefil olduk. 1989’dan daha düşük ücret, safi gelirden daha az pay, daha az ve tamamen yetersiz emekli maaşı, burs, sosyal yardım aldığımızı itiraf ediyoruz. Sağlık ve eğitim sistemi neredeyse tamamen çökmüş durumdadır. Bizim için bu gerçeğin en acı tarafı, HÖH partisi, BSP ile birlikte 5 defa iktidar ortağı olurken, asıl olur da etik azınlık bölgeleri bütçeden, milli gelirden ve AB fon ve yardımlarından en az pay alır. İçimizi yakan ateş budur!? Bu feci olaya başka bir açıdan da bakalım. 1990’da Bulgaristan’da olan sosyoekonomik açıdan bir “devrim” midir, yoksa baştan aşağı bir “karşı-devrim” midir? Yoksa bizi köleleştiren bir çöküşten başka hiçbir şey değil midir? Şimdiye kadar bu konuyu yazan gazeteci, araştırmacı yazar tanımadım, bu konuyu analiz eden kitap bulamadım. Bizim istatistikçilerse işitenleri ve okuyanları nasıl aldatalım derdine düştüler. Basın diliyle konuşursak, yaşanan Geçiş Süreci, otoriter, totaliter bir baskı ve terör rejiminden, devlet güdümlü ekonomik gelişme modelinden serbest Pazar ekonomisine geçiş yani katı bir baskı rejiminden demokrasiye, çoğulculuğa, hak ve özgürlükler düzenine sıçrama ise, bu hayvan bizde kısır mı doğdu yoksa? Neden hiçbir başarı elde edilemiyor. Yoksa bizden istenen, bazı çoban torunlarının, şoparların “saraylarda” yaşamsından, zırhlı “Jeep” araçlarla yolculuk etmesinden, korumalı yaşamasından ve su yerine viski içmelerinden memnuniyet duymamız isteniyor da, biz mi anlayamıyoruz? Her şeye, ezilmemize, açlığımıza, yoksulluğumuza ve çaresizliğimize göz yumakla yetinmemiz mi isteniyor? Gerçek demokrasi buysa “gözü kör olsun!” - halkımızın son çığlığı budur. Halkın ağzında dolaşan bir de fıkra var: “Tütüncü gelinlerimizden biri sırtındaki ağır kafesin altında iki büklüm köy yolunda sırt tırmanırken yıllardır milletvekili olan kravatlı bir bey onu durdurur ve “Gelin gelin saat kaç?” diye sorar. Gelin “saat 25” der. Milletvekili “Hiç saat 25 olur mu?” der. Gelin öfkeyle “Adam 25 sene milletvekili olur mu?” der. İşlemeyen saat, çalışmayan meclisin, çöken politik, ekonomik iktidarın ve çaresi olmayan sefilliğimizin fıkrasıdır bu... Soruyoruz: Bu programsız hükümet ne iş yaptı? Bu hükümetten nasıl hesap sorulur? Cevaplıyoruz, havanda su döven adamdan hesap sorulmaz.


172

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Her şeyi kökten değiştirme zamanı artık geldi. Ortaklığının da programı yok. Partilerin kendi aralarında Ortaklık Programı olmadığı gibi, bir yıldan beri iş başında olan hükümetin onaylanmış ve halka açıklanmış bir programı da yok.. Soruyoruz: Bu hükümetin programı olmadığına göre ne iş yapar, programsız hükümetten nasıl hesap sorulur. Cevaplıyoruz, havanda su döven adamdan hesap sorulmaz...

Türk Masllarından Bir İnci

Filiz Soytürk-24.Haziran.2014

Modern dünyayı masallarla anlatmaya devam ediyoruz. Bugün sizler içim Türk Masallarından bir inci seçtik. O bizimkilerden olduğu için hepimiz işitmiş olsak da, maddi dünyamızın mader ve ezgin, manevi dünyamızın da yaralı ve bitkin olduğu günümüzde, şu garip dünyada her şey dönüp dolaşır ve yerli yerini bulur yani işler düzelir demek için hatırlatıyoruz. İnsan masalı kendisi okur ama başkasına anlatır. Siz de fırsat buldukça anlatsanız. Bu masal işler mutlaka bir gün düzelir ümidini yaşatıyor. Devlet Kuşu Evvel zaman içinde bir adamın iki çocuğu ile bir karısı varmış. Adam çok zenginmiş. Bayırda kırmızı çubuklu bağları salkım salkım sararırken, denizde dizi dizi gemileri yüzermiş. Bir gece adamın düşüne sakalı dizinde, nuru yüzünde bir ihtiyar girmiş. “Başına bir iş gelecek, gençliğinde mi gelsin, ihtiyarlığında mı?” Adam durmuş düşünmüş: “Karıma danışayım demiş.” Sabah olmuş, iş-güç derdi derken adam düşünde gördüklerini unutmuş. Akşam da yiyip içip yatmışlar. Gene o aksakallı gelip dikilmiş başına. Eğilip yavaşça: “Başına bir iş gelecek, gençliğinde mi gelsin, ihtiyarlığında mı?” Sabah olunca karısına hemen düşünü anlatmış. Karısı da: “Gelecekse gençliğinde gelsin,” demiş.


Makale ve Analizler - 2014

173

Yine akşam olmuş uykusu gelen uzanıp yatmış. Adam düşüne gelen pire “Gençliğimde” diye cevap vermiş. Bir de ne görseniz. Ev kibrit gibi tutuşmamış mı? Adam temiz yürekli olacak ki, karısı ve çocuklarıyla kurtulmuş. Hiç birinin burnu bile kanamamış. Ve sonradan kara bir haber daha iletmişler: “Bağında çubukların kurudu. Denizde gemilerin battı.” Üzülmüşler ama ne çare! Başa gelen çekilir. Üç beş gün komşularda kalmışlar. Bir gün değil, iki gün değil. El bu, üçüncü gün kapıyı gösterir. Adam karısının kulağına eğilip demiş ki: “Burada ne çalışabilir, ne geçinebiliriz. Komşuları da fazla yormayalım. Adı sanı bilinmedik, duyulmadık yerlere gidelim.” Düşmüşler yola. Altı ay bir yol gitmişler ve gele gele bir köye gelmişler. Köyde garip dostu bir adam varmış. Aileyi yerleştirmiş. Adam da zamanla köylüye kaynaşmış. Onu köye kır bekçisi tutmuşlar. Sırtında ekmek torbası adam bağ-bahçe bekliyormuş. Bir gün yol kıyısında dalgın dalgın giderken bir kervana rastlamış. El kaldırmış. Kervancı başı kervanı durdurmuş: “Ne diyorsun?” Demiş. Kır bekçisi: “Ekili yerleri ezmeden gidin. Hayvanlarınızı ekine bağ-bahçeye sokmayın.” Kervancı başı: “Hiçbir çöpüne dokunmayız. Yalnız çamaşırların çok kirlendi, yıkatır mısın? Her kaç kuruşsa vereyim.” Kır bekçisi: “Paranın sözü mü olur. Hay hay. Garibe hizmet görevimdir”, deyip alıp götürmüş çamaşırları karısına. Yıkatıp geri getirmiş. Kervancı başı çamaşırları çok beğenmiş. Köpük gibi, kar gibi tertemiz hepsi de. Fakat birden Kervancı Başı’nın içine bir kötülük düşmüş. İçinden: “Bekçinin karısını alıp kaçarım” demiş. At ile köye girmiş, bekçinin evini surmuş, göstermişler, kadını kapıya çağırmış, duvarın kenarında oturan çocuklarına birkaç para bırakmış, sonra kadını zorla atına bindirmiş, dörtnala çekip gitmiş. Bekçi akşamüzeri eve gelmiş ve bir de ne görsün, çocukların elinde para ağılaşıyorlar. Bekçi durumu öğrenir öğrenmez, düşüp kalmış “Ne talihsiz başım var. Yine göç etmek gerek uzak illere” demiş. Çocuğunun birini sırtına, birini kucağına alıp yola koyulmuş. Gitmişler gitmişler. Dağlar aşıp dereler geçmişler. Gele gele gelmişler bir ırmak kıyısına. Adam kendi kendine düşünmüş. “Çocukların ikisini birden geçi-


174

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

remem. Biri bu kıyıda kalsın birisini geçireyim, sonra gelip onu alırım.” Adam sırtında çocuk suda cambul cumbul yürümeye başlamış. Irmağın orta yerine gelince bir bağırtı duymuş. Bakmış ki kıyıdaki çocuğunu kurt almış gidiyor. Vay, hey derken telaşla sırtındakini de suya vermiş. Adam böylece tek başına kalakalmış mı? Elden ne gelir. Irmağı geçip düşmüş yollara. Az gitmiş, uz gitmiş, büyük bir kente varmış, bir hana yerleşmiş. Bir zaman sonra aynı hana kapıcı olmuş. Bir gün kulaktan kulağa acı bir haber yayılmış: “Büyük kentin Padişahı ölmüş.” Yas kırk gün kırk gece sürmüş. Kırkıncı günün sabahı halk kentin alanını doldurmuş. Bir kalabalık ki, iğne atsan yere düşmüyor. Bu nedir diye adam da kalabalığa karışmış. Büyük kentin yasasına göre Padişahı Devlet Kuşu seçermiş. Kuş kimin başına konarsa o Padişah olurmuş. Devlet Kuşu’nu uçurmuşlar. Kuş gelip adamın başına konmaz mı? Adam şaşkına dönmüş. “Ben ilden ile dolaşan bir garibim. Nasıl olur da ben Padişah olurum?...” Kuşu ikinci kez uçurmuşlar. Kuş yine dolanıp çevrilip adamın tepesine inmiş. Bazen insanın bahtı gül olur açılır. Ve bu garip kişi alkışlar arasında büyük kentin altın tahtına oturmuş. Bir de haberi öbür yandan berelim. Kurdun kapıp götürdüğü çocuk bir davar çobanının köpeği tarafından kurtarılmış. Çocuk çobanın yanında et yemiş, süt içmiş, büyümüş. Suda giden diğer çocuğu da az ötede balıkçılar ağlarıyla çıkarmışlar. O da Balıkçı Başı’nın evlatlığı olmuş. Eli hünerli, yüreği pek bir delikanlı olarak çevrede ün yapmış. Yeni Padişahın tahta çıkış nedeniyle kentte yedi gün yedi gece bayram edilmesi buyrulmuş. Herkes gelip makamında Padişahı kutluyormuş. Bu kentin yurttaşlarından olan çoban da yanına kurttan kurtardığı evlatlığını almış, önüne bir koç katıp gelmiş. Çocukla birlikte saray bahçesinden içeri girmişler. Ancak çocukla koç bahçede kalmışlar. Çoban Padişahı tebrike çıkmış. Az sonra Balıkçı Başı da evlatlığının kolunda bir balıkla gelmiş. Çocukla balık bahçede kalmış. Balıkçı Başı Padişah’ın huzuruna çıkmış. Çocuklar bahçede buluşup konuşmaya başlamışlar. Saray bahçesi de ne bahçe. Bir yanda sular şarıldıyor, bir yanda bülbüller şakıyor. Renk renk çiçekler burcu burcu kokular saçıyor. Kervancı Başı da karısıyla birlikte gelip çıkmış. Saray bahçesinde bir çadır kurup karısını oraya bırakmış. Karısını kimseye güvenemiyormuş. Bahçedeki çocukları kadını beklemeleri için çadıra göndermiş. Çocuklar çadırdaki kadınla tanıştıktan sonra oturup konuşmaya başlamışlar. Kadın çocukların başlarından geçenleri dinlerken birden heyecanla ayağa kalkıp karşılarına geçmiş:


Makale ve Analizler - 2014

175

“Siz benim çocuklarımsınız. Söyleyin Padişaha, beni bu zalimin elinden kurtarsın. Padişah, o kadının ananız olduğunu nereden biliyorsunuz derse, şu yüzüğü gösterirsiniz”, demiş. Çocuklar yüzüğü alıp Padişahın huzuruna çıkmışlar. Olanı-biteni anlatmışlar. Yüzüğü Padişaha sunmuşlar. Padişah odasında oturanları dışarı çıkarmış. Sonra tahtına kurulmuş, yüzüğe bakmış bakmış, çocukları da yine iyice dinlemiş. Tahtından ayağa fırlamış: “Benim karımdır! Siz benim çocuklarımsınız!” Bunun üzerine Padişah derhal! Kervan Başı’nın öldürülmesi için ferman çıkarmış. Kervancı Başı o saat sarayın bahçesinde ipe çekilmiş. Padişah çocuklarını kurtarıp büyütenlere teşekkür etmiş. Her birine birer kese altın bağışlamış. Yemekler verilmiş. Törende koç ve balık da yenmiş. Ve tekrar bir aile olarak eski mutluluklarına kavuşmuşlar. Onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine. Evet, büyün kötülüklerin sonunda her şey ters döner ve her şey yerli yerini bulur. Hayatın her dalında bu böyledir. Düşünmesi sizden. İnşallah Devlet Kuşu halkımızın başına da konar.

Bir Garip İş(gal)...

Alptekin Cevherli-24.Haziran.2014

Suriye’deki iç savaşla birlikte terör örgütü anlayışımız epey bir değişti. İşte size gün gün değişimin öyküsü: 10 Haziran 2014 Musul’da 28 Türk tır şoförü IŞİD (Irak Şam İslâm Devleti Örgütü) tarafından rehin alındı. Tır şoförleri derneği başkanı edindikleri bilgilere göre şoförlerin sağlık durumunun iyi olduğunu ve araçlardaki yakıtlar boşaldıktan sonra bırakılacaklarını açıkladı. 11 Haziran 2014


176

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Irak’ın 2’nci büyük kenti Musul’u ele geçiren Irak Şam İslâm Devleti Örgütü (IŞİD) militanları diğer yerleşim bölgelerine yöneldi. Musul’da yaşayan 500 bin kişi ise evlerini terk ederek Kürt bölgelerine sığınmaya çalışıyor. IŞİD’in Musul’daki Türk Konsolosluğu’na girdiği iddia edildi. Dışişleri kaynaklarından iddianın incelendiği açıklaması geldi. Irak Şam İslâm Devleti Örgütü (IŞİD) Musul’daki Türk Konsolosluğu’na girdi. Konsoloslukta 2’si çocuk, 14 - 15 elçilik çalışanını rehin alındı. Rehineler arasında, Özel Harekâtçılar da var. Dışişleri Bakanı Davutoğlu Musul’daki baskın nedeniyle New York ziyaretini yarıda keserek Türkiye’ye dönüyor. Baskında Musul Başkonsolosu Öztürk Yılmaz’ın da rehin alındığı belirlendi Musul’daki baskında rehin alınan 48 kişinin bilinmeyen bir yere götürüldüğü öğrenildi. Baskın tahliye için güvenli yol aranırken yaşandı ve teröristler konsolosluğa bomba tehdidiyle girdi. Rehinelerin sağlık durumlarının iyi olduğu bildirildi. New York’ta açıklama yapan Dışişleri Bakanı Davutoğlu, ‘Musul’da risk yükselince tahliye talimatı gönderdik. Nihai kararı oradaki arkadaşlara bıraktık. Amacımız vatandaşlarımızı salimen getirmek, kimse Türkiye’yi test etmesin’ dedi. 12 Haziran 2014 Meclis Genel Kurulu’nda Musul gündemiyle bugün yapılması plânlanan özel oturum iptal edildi. Onun yerine Dışişleri Bakanı liderleri bilgilendirecek. Davudoğlu ilk görüşmeyi CHP lideriyle yapacak. Uluslar arası nakliyeciler derneği İcra Kurulu başkanı Şener, “IŞİD tarafından kaçırılan tır şoförlerinin dün gece serbest bırakıldığını ancak şoförlerin başka bir grubun eline düştüğünü söyledi. Gruplar fidye talep ediyor. Şoförlerin sağlık durumu iyi” dedi. Irak Dışişleri Bakanı Zebari, “Türk diplomatların ve vatandaşların serbest bırakılması için elimizden geleni yapıyoruz” dedi. Zebari Türk diplomatların durumunun iyi olduğunu bildiklerini de söyledi. 13 Haziran 2014 Başbakan Yardımcısı Arınç, Musul konsolosluğu baskınıyla ilgili Türkiye’den bu örgütlere asla silah geçişi olmamıştır. Türkiye aşırı radikal gruplara karşı taviz vermedi dedi.


Makale ve Analizler - 2014

177

Iraklı Şiilerin en önemli dini lideri Ali Hüseyin Sistani, Halka “IŞİD’e karşı mücadele” çağrısı yaptı. Sistani Şiilerden IŞİD militanlarına karşı ülkelerini korumalarını istedi. IŞİD Irak’taki 2 kasabanın kontrolünü daha ele geçirdi Dışişleri Bakanlığı’ndan vatandaşlara Musul, Kerkük ve Bağdat’ı terk edin uyarısı yapıldı. THY Irak’tan Türkiye’ye dönmek isteyen Türk vatandaşları için ek seferler düzenleyeceğini duyurdu. 14 Haziran 2014 İran Cumhurbaşkanı Ruhanî, uluslar arası hukuka uygun olarak Irak’a yardım etmeye hazır olduklarını ancak henüz böyle bir talep almadıklarını söyledi. Ruhanî IŞİD’ militanlarının İran sınırına yaklaştığı iddialarıyla ilgili “Topraklarımızı korumaya hazırız” dedi. Türk Silahlı Kuvvetleri, “Irak’ta terör örgütü mensuplarına 4 Türk subayı tarafından eğitim verildiği ve söz konusu subayların Irak askerlerince Felluce’de gözaltına alındığı iddiaları, mesnetsiz ve gerçek dışıdır” açıklamasında bulundu. Dışişleri Bakan yardımcısı Naci Koru Musul baskınında kaçırılanların Suriye’ye götürüldüğü iddiasını yalanladı. Koru baskın anında Ankara’nın arandığını ve karşı koymanın mümkün olmadığının anlaşılması üzerine çatışmama kararı alındığını açıkladı. 15 Haziran 2014 Başbakan Erdoğan Irak’ta rehin tutulan Türklerin sağlık durumlarının iyi olduğu yönünde bilgi sahibi olduklarını söyledi. Gerekli adımların hassasiyetle atıldığını belirten Başbakan, Konuyu uluslar arası hukukla çözmeye çalışıyoruz dedi. ABD Irak’taki gelişmeler nedeniyle bir uçak gemisini Basra Körfezi’ne gönderdi. ABD ile işbirliği yapmaya hazır olduklarını söyleyen İran Cumhurbaşkanı Ruhanî ise, Irak’a asker göndermeyi plânlamadıklarını açıkladı. Irak’ta alıkonulan 80 Türk vatandaşının sağlık durumunun iyi olduğunu açıklayan Dışişleri Bakan yardımcısı Koru, IŞID’in Telafer’e saldırısıyla ilgili, “Orada Türkmen kardeşlerimiz yaşıyor. Saldırı şimdilik bertaraf edildi. Neler olacağını dikkatle takip edeceğiz” dedi. Türk Hava Kuvvetlerine bağlı F-16’lar IŞİD örgütünün işgal ettiği, Musul’da keşif uçuşu yaptı. Uçuş Irak merkezi hükümeti yetkilileriyle koordineli gerçekleştirildi. Savaş uçakları olası bir saldırıya karşı tam mühimmatlı olarak havalandı. 16 Haziran 2014


178

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Irak’ta nüfusun çoğunluğunu Türkmenlerin oluşturduğu Telafer kenti IŞİD örgütünün eline geçti. Kentteki Şii aileler Batı’ya Sünniler ise doğu’ya kaçıyor. Irak Başbakanı Nuri El Maliki IŞİD’in kontrolündeki her toprak parçasını kurtaracaklarını söyledi. NATO Genel Sekreteri Rasmussen Dışişleri Bakanı Davudoğlu ile bir araya geldi. Rasmussen, “Konsolosluğa yapılan saldırıyı kınıyorum. Bu suç eyleminin hiçbir meşru dayanağı yoktur” dedi. Davudoğlu ise Irak’taki siyasi istikrarın önemini vurguladı. Dışişleri Bakanlığı alıkonulan 49 konsolosluk personelinin aynı binada tutulduğunu açıkladı. Ayrıca açıklamada, Bağdat Büyükelçiliği ve Basra konsolosluğu için tahliye kararı yok dedi. Musul’daki konsolosluk görevlileri ve tır şoförleriyle irtibatta olduklarını söyleyen hükümet sözcüsü Arınç, “Konsolosluğumuz Irak hükümeti ve onun silahlı güçleri tarafından korunmamıştır. Korunmasız bırakıldığı için böyle bir durumla karşılaştık” dedi. ABD Başkanı Obama çatışmaların yaşandığı Irak’a, Bağdat Büyükelçiliğindeki personelin güvenliğini artırmak için 275 asker gönderme kararı aldı. Musul’daki Türkleri kurtarmak için hassas şekilde çalıştıklarını söyleyen Başbakan Erdoğan, Elçilikteki tüm personel bulundukları ülkenin teminatı altındadır. Maalesef Irak merkezi yönetimi personelimizi koruyamadı dedi. 17 Haziran 2014 Türkiye’nin Basra konsolosluğu tahliye edildi. Konsolosluk personelinin güvenli bir şekilde Kuveyt’e götürüldüğü açıklandı. 3 Haziran’da terör örgütleri listesine eklenen El Kaide’nin uzantısı olarak bilinen EL-Nusra Cephesi listeden çıkarıldı. Bakanlar kurulu kararı bugünkü resmi gazetede yayınlandı. IŞİD’se hâlâ listede yer alıyor. Irak’ta Tıkrit-Kerkük yolunda aralarında 15’i Türk 60 işçi, IŞİD’ce kaçırıldı. 15 Türk’ün Tıkrit’teki özel bir hastahanenin inşaatında çalıştığı ve Türkiye’ye dönebilmek için Süleymaniye’ye gitmeye çalıştıkları öğrenildi. İran cumhurbaşkanı Ruhani, ‘Irak’taki Şii kutsal bölgeleri koruyacağız’ dedi ve bunun için birçok kişinin Irak’a giderek gönüllü olduğunu söyledi. Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Irak’taki bu durumu iç savaş işareti olarak değerlendirdi. Başkonsolosluk görevlilerinin sağ salim Türkiye’ye getirmek için herkesin gece gündüz teyakkuzda olduğunu söyleyen Cumhurbaşkanı Gül, “bölgeye dik-


Makale ve Analizler - 2014

179

katle yaklaşmak gerekiyor. Türkiye’yi tüm sıcak gelişmelerden korumak birinci önceliğimiz” dedi. 18 Haziran 2014 Irak’ın Selahaddin kentine bağlı Tuzhurmatu ilçesinde bulunan Türkmenlerin yaşadığı Çardağlı, Biravcılı ve Karanaz köyleri IŞİD’in eline geçti. Irak ordusuyla IŞİD Beyci Petrol rafinerisinin kontrolü için savaşıyor. Rafineri çalışanları, IŞİD’in tesisin büyük bölümüne hâkim olduğunu ve rafineride örgütün bayrağının dalgalandığını söylüyor. Dışişleri Bakanlığı’ndan Irak’ta kaçırılan 49 konsolosluk mensubunun sağlık durumlarının iyi olduğu bildirildi. Dışişleri yetkilileri ayrıca 31 tır şoförünün IŞİD’in değil başka bir silahlı grubun elinde olduğunu belirtti. Enerji bakanı Yıldız, IŞİD’in Beyci rafinerisini ele geçirmesi sonrası Irak’taki petrol ihtiyacının Türkiye’den karşılanmasının talep edildiğini söyledi. Yıldız, “TÜPRAŞ talebi karşılayabilir ancak fiziki açıdan gerçekleşmesi kolay olmayacak” dedi. Irak’ta yaşanan IŞİD krizi nedeniyle (Türkiye’de bazı siyasi parti ve derneklerce) Türkmenlere yardım kampanyası başlatıldı. Başbakanlık afet acil durum yönetim başkanlığı Irak’ta IŞİD krizi nedeniyle Kerkük’e insani yardımların ulaştırılmaya başlandığını açıkladı. AFAD bugüne kadar 41 bin kişilik gıda kolisi, 12.500 kişilik çadır ve 218 bin kutu ilaç gönderildi. Dışişleri Bakanlığı Musul’da kaçırılan Türklerle ilgili ‘gerekli çalışmalar hassasiyetle sürdürülmektedir. Açıklamasını yaptı. Açıklamada ayrıca, Irak’a bugüne kadar 40 bin gıda kolisi, 22 bin çadır ve battaniyegönderildiği belirtildi. 22 Haziran 2014 ABD Dışişleri Bakanı Kerry, Mısır ziyareti sırasında yaptığı açıklamada Irak’ta yaşanan krize değindi ve IŞİD’in sadece Irak için değil, tüm bölge için tehdit oluşturduğunu söyledi. 23 Haziran 2014 IŞİD ülkenin batısının büyük bölümünü ele geçirdi. Örgüt Suriye’nin ardından Irak’ın da Ürdün’e açılan sınır kapılarının kontrolleriniele aldı. Bu durum Irak hükümetinin batı sınırında hâkimiyetini tamamen kaybetmesi olarak değerlendiriliyor. *** Gördüğünüz gibi IŞİD’in (Irak Şam İslâm Devleti Örgütü) “dünyaya terör Literatürü”ne girecek durumu özetle böyle. Yukarıda okuduklarınız NTV ana


180

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

haber bültenindeki günlük konu başlıkları. (Sizin bildiğiniz ancak burada bulunmayan diğer konu başlıklarını [kurşuna dizmeler vb.] NTV yazmadığı için orijinal alıntıyı bozmamak gayesiyle ilave etmedim) Sevgili okurlar, şimdi size üç sorum olacak: 1- Bir terör örgütü kendisine “devlet” diyebilir. Zaten çoğu örgüt kendisini bu şekilde tanımlar. Hiçbir terörist kendisine, “terörist” demez. Ama hiçbir devlet, terörist için “devlet” adını kullanmaz. Çünkü “devlet” dediğiniz anda statüsü değişir. Aynen “Kıbrıs Rum Kesimi” dememiz gibi. Niye basınımız ve yerli-yabancı bütün herkes konsolosumuzu ve vatandaşlarımızı kaçıran bu teröristlere niye ısrarla IŞİD veya (Irak Şam İslâm Devleti) diyor? 2- Bu örgütün orijinal adı ‘Irak-Levanten İslâm Devleti’ iken; “The Islamic State in Iraq and the Levant” (alternatively translated as Islamic State in Iraq and Syria or Islamic State in Iraq and al-Shām) Türkiye’de halkımız bu örgütü kendi kendine verdiği ve dünyanın bildiği adla, “Levanten” olarak değil de “Şam” olarak biliyor. (http://en.wikipedia.org/wiki/Islamic_State_ in_Iraq_and_the_Levant) 3- Çünkü “Levanten” Türk Dil Kurumu tarafından 3 anlamlı tanımlanır bunlar: a. Özellikle Tanzimat sonrasında büyük liman kentlerinde yoğunlaşan ve ticaretle uğraşan, “Hıristiyanlara” verilen ad. b. Avrupalı gibi görünmeye özenen, züppe tavırlı c. Bu tavra (Batılılığa) özgü olan Peki, eğer bu adamlar, madem Sünni İslâm anlayışıyla hareket ediyorlarsa dini terminolojide “kâfir” olarak tanımlanan “Levanten”i niye işin içine katıyorlar? Alın size çok bilinmeyenli bir denklem ve büyük oyun... Çözümü; haftaya!


Makale ve Analizler - 2014

181

Kısır Politikalar

Rafet Ulutürk-26.Haziran.2014

Bulgaristan’da 1990’dan sonra uzun ömürlü muhalefet doğmadı. Belirse de örgütlenemedi. Örgütlense de hemen dağıldı. 1990’ın Haziran ayı başında Sofya “Kartal Köprü” kavşağına toplanan 1 milyon vatandaşın Demokratik Güçler Birliği (CDC) Başkanı ve daha sonra 2 dönem Bulgaristan Cumhurbaşkanı Jelü Jelev’i dinleyip alkışlarken sanki anadan “demokrat doğmuşlardı.” Fakat onlar aslında içi başka dışı başka insanlardı. 1980-90’larda kemikleşen Bulgaristan devlet tekelci kapitalizmi hepsini korkutmuş ve ruhlarını öldürmüştü. 1990’da yükselen dip dalgası onları boş kutu ve sandık gibi sahile atmış, su çekilmiş ve oracıkta kaldıkları için ne yapacaklarını bilemiyorlardı. Mitinglerin yapıldığı salon ve meydanlara dolanlar sanki birbirilerini ısıtmak ve aynı havayı solumak için toplanıyorlardı. “Acaba bir şey olur da bana da bir şey kayar mı?” hesapları yapılıyordu. Devrim ve dönüşümlerin tohumu insan ruhudur. “Kartal Köprü”ye toplananlarda “kartal ruhu” yoktu. Onlardan hiç biri ölüm kalım kavgası verildiği meydanlarda göz göze diş dişe kavga etmek için eski tırnaklarını sökülmemiş ve yenileri ise henüz çıkmamıştı. Kimileri içten içe isteseler bile, aslında kartal olmaktan korkuyorlardı. XX. yy. sonunda, totalitarizmin çöküşüyle oluşan Bulgaristan muhalefeti, 2 milyonluk Sofya’da 1 milyon kişiyi meydana çıkarabilirken, kitlenin politik öncülüğüne soyunan Demokratik Güçler Birliği (CDC) ancak 1997’de tek başına hükümet kurabildi. Devrimler çocuklarını 100 yılda yetiştirirken Başbakan İvan Kostov ve daha sonra ilk rüzgârda dalından çürük armut gibi düşen ekibinden 6 bakan 6 - 7 yılda demokrat yetiştirmenin mümkün olmadığını unutulmayacak bir şekilde kanıtladı. Herkes güzel konuşmanın ve ballı yalan söylemenin demokratlıkla hiçbir ilintisi olmadığını görüp öğrendi. Kuşkusuz Bulgaristan Muhalefeti denince Hak ve Özgürlükler Partisi (HÖH - DPS) hareketini de düşünmek gerek. 1990’da pazara ithal yumurta gibi çıkan - (CDC) - Bulgar demokrasi hareketinden farklı olarak, Türk ve Müslümanların HÖH hareketi 100 yıllık ezilmişlikten doğduğu için demokrat geçinen Bulgarlardan defalarca bilinçli ve kat kat kararlıydı. HÖH - kitlesinin bilinci halkın gördüğü zulümde doğmuş ve pekişmişti. Türkler ve Pomaklar “öl de, ölelim” havasındaydı. Bu olaya milli fakat devrimci teori kıstasları süzgecinden ve olumlu, ilerici, aydın olan gerici, karanlık, zamanını yaşamış olanı ret eder, olumsuzluklardı. Ancak tarihe gömer kuralı açısından baktığımızda, totaliter Bulgar toplumunda


182

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

demokrasiyi hayata çağıran Türk ve Müslümanların öz hakları, doğal haklar ve en insancıl edinimler uğruna, eşit haklara sahip vatandaş olarak özgür yaşamak adına verdikleri mücadeleydi. “Belene” ölüm kampında, sorgu odalarında, ceza evlerinde, hapis hücrelerinde, sürgünlerde oluşan ve biriken başkaldırı ve kurtuluş enerjisi totalitarizm zırhını çatlattı ve patlattı. Fakat bir toplumsal düzeni yenisiyle değiştirmek o kadar kolay olmadı. Bizim dilimizdeki “anası neyse, danası odur” ya da “bak anasına, al kızını” deyimlerinin derin özünden, totaliter bir rejimden demokratik bir düzen doğamaz anlamı çıkar. Bu açıdan değerlendirdiğimizde, Bulgar faşist Çarlık düzeninin devamı Todor Jivkov’un (1954 - 1989) totaliter sosyalist düzeni olduğuna göre, 1990’da (vaatlerin ve hayal edilenlerin dışında) gerçekten yepyeni bir şey (toplumsal düzen) beklemek hakikatten yanlış olurdu. İki Dünya Savaşı yıkımını sırtında taşıyan Avrupa kıtası XX. yy. ‘da devamlı modernleşmeyi aradığı için, tarih olan ile yerine gelenin hep modernleşme kuramına göre bir şeyler olduğunu düşünmek en doğrudur. Söz oyunu olarak burada modernizem yerine “post modernizem” kullanılmaya başlandığını izledik. Hatta HÖH Partisi 8. Kurultayında (19 Ocak 2013) Ahmet (Dönek)’in sunduğu politik raporun yarısı “post modern toplum” masalına ayrılmıştı. Yeni olanın klasik “moderniz- imcilerden” farkı ise, “post-modern olanın” yaşama taşıyıcısının (yeni) neo-liberaller olduğu iddiasıyla halkın kandırılıp bir asır daha uyutulmaya çalışmalardır. HÖH partisinin Avrupa yeni Liberalleriyle bağlantılı olmasının ne bize ne size ne de dünyaya hiçbir faydası yoktur. Hem modernleşme hem de neo- modernizem kuramlarının önerdiği siyasi yapı temsili demokrasidir. Bu modelde iktidar ve politik muhalefet vardır. Yine bu modelde, çok partili (son seçime - 12 Mayıs 2013, 39 parti katıldı) özgür seçimler vasıtasıyla temsili demokrasinin yaşatılması esas oldu. Bunun anlaşılır anlamı, “ben göstereceğim sen seçeceksin”dir. Bir başka değişle “bir iki para verelim sen git oyu bizim adama ver” dir. Seçmenimiz tanımadığı insanları milletvekili yapmaktan bıktı. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde oy kullanan soydaşlarımız hiç tanımadıkları, görmedikleri “hırsızları, sabıkalıları” Dobriç milletvekili seçiyorlar ki, bu kişileri Dobriç’te de tanıyan yok. Bu analizimizi bir başka açıdan ve daha derin de yapalım: Totaliter Bulgaristan’da 2 politik parti vardı: Komünist Parti (BKP) ile Bulgaristan Halk Çiftçi Birliği (BHÇB). Başka parti yoktu. Türklerin ve Müslümanların 1990’a kadar politik partisi olmadı. 1990’da birçok parti kuruldu. Bir ara sayıları 159 oldu. Fakat Bulgar seçmen özgürce seçme ve seçilme hakkını kul-


Makale ve Analizler - 2014

183

lanma kültürüne sahip olmadığından oyunu hep “eskilere”, “komünistlerin varisi olan sosyalistlere” verdi. Bu yüzden düzen de sözde değişti ama özde pek değişmedi. Değişme noktasında çok partili demokrasi vardı. Totaliter sosyalizmde eken ve biçen BKP ile BHÇP iken, şimdi (örneğin 12 Mayıs 2013 – 26 Haziran 2014 arası) BSP, HÖH - DPS ve “Ataka” Partisi iktidara oturdu. DPS oy almak için ATAKA geliyor diye korkutuğu için seçim sonrası ATAKA ile beraber olmanın daha iyi olacağını anladı. GERB partisi ana muhalefet, “Sansürsüz Bulgaristan” ve “Reformcu Bulgaristan” gibi partilerin de yumurtayı yeni delen piliçler durumunda görüyoruz. Totalitarizmde muhalefet yoktu. Şimdi GERB parlamento içi, “Sansürsüz Bulgaristan” ile “Reformcu Blok” ise meclis dışı muhalefettir. 1990’dan beri Bulgar politikasında “sağ” ve “sol” dengesi oluşmadı. Sosyalist-totaliter, devlet tekelci düzeni yöneten BKP - halkların, ulusların ve etniklerin kardeşliği yani enternasyonalizm özüne ve ilkesine ihanet ettiği için bir “sağ” parti durumundaydı. Bulgaristan’da yaşayan tüm etnik halk topluluklarına - Türklere, Pomaklara, Çingenelere, Tatarlara ve Gagavuzlara baskı ve terör uyguladığı için de “sağ” ve “milliyetçi” bir partiydi. BKP, 1950 - 52; 1967 - 68; 1977 - 78 ve 1989 göçleriyle Türkleri vatanlarından kovduğu için de “sağ ve ırkçı” bir partidir, faşist ve ırkçıdır. Bu yüzdendir ki, 1990’da kendini komünist partisinin devamcısı olarak lanse eden Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) adıyla sosyal-demokrat bir politika izlemeyi vaat ederek politik sahneye yerleşen BSP de aslında “ulusalcı” ve “sağ” bir partidir. Bulgaristan’da BSP dışında, sağ boşlukta “sağ kanat” politikanın gelişmemesi, “sağcı” örgütlenme güçlenmeye nefes alacak hava bulamamsı, sağ siyasi alanın BSP tarafından doldurulmuş olmasındandır. İşte böyle, politik zarın ters düştüğü bir ortamda, kendini “sol” parti olarak tanıtan ama “sağ” alanı kaplayan ve birçok konuda, hele azınlıkların öz haklarının tanınması konusunda “sağcı” politika izleyen BSP, son 25 yılda ülkemizin çökmesinden bizzat sorumludur. Demokratik Güçler Birliği (CDC) hareketinin hayat alanı bulamaması ve kendini dağıtmasının sebebi de BSP’ nin yok edici bir hırsla “sağ alana” yerleşmesidir. Bu yüzden Bulgaristan’da gerçekten sağ politik muhalefet kurulamadı ve politik yapılanma çarpıklaştı. Bu politika içinde HÖH - DPS ile BSP arasında 25 yıldan beri güçlenen fakat son haftalarda bozulan ve çöken sıkı işbirliğinin anlamı nedir? BSP - komünist partisinin uzantısı olarak hayat hakkı ararken, HÖH - DPS partisinin yönetimi ise, BKP’nin güvenlik organı olan gizli polis “DC”nin ajanları (Ahmet Dönek - baş haindir) tarafından kurulduğu ve yönetildiği için BSP


184

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ile yakınlaşması ve koklaştıkça, devleti birlikte soymanın zevkini ala ala yakınlaşarak ortaklık kurmaları zor olmadı. Emekçi halkımızın, ezilen ve sürünen kardeşlerimizin onuru ve çilesine, yüz yıllık zulme rağmen kurulan bu “ortaklık” ne “sol” ne de “sağ” odaklıdır. Çünkü HÖH partisi Bulgaristan politik sahnesinde Bulgar partileriyle çatışmamak ve kavga etmemek anlayışıyla, Vatandaşların hepsiyle hoşgörülü olma ilkesine dayanılarak hayat hakkı kazandığı için merkezcidir. İlk ve son programındaki ilke böyle biçimlenmiştir. Fakat parti yönetimi sağ cephede konumlanan finans oligarşisine hizmet ettiği için, politikayı ilkesizleştirmiştir. HÖH yönetimine bazı mafya grupları yöneticilerinin katılması da politik nitelendirmeyi zorlaştırmıştır. Özünde demokratik olması gereken, kuruluş ilkelerinde hakçı ve özgürlükçü ruhu taşıyan HÖH parti yönetimi, “seçmenini kitle olarak kendi içine kapayabildiği” ve 1990-2014 arası temsili demokrasi biçimine itiraz etmeyecek derecede uyuşturduğu için, işleri kendi çıkarlarına göre düzenledi ve örgütledi. Bu nedenle olacak ki, ne ekonomik, ne sosyal, ne de özgün kültürel haklarına sahip olamadı. HÖH eliti Anadil sorunlarımızı bile çözemedi. Bu açıdan değerlendirilmediğinde, HÖH partisinin özgün haklarımız uğrunda muhalefet yapması, direnmesi gerekirken, o direnmemekte ısrarlı kaldı. Teslimiyetçi politika izledi. İnsanlarımızı oyalarken vatanımızın demokratikleşmesini de alabildiğine engelliyor. Bir politik azınlık hareketi yöneticilerinin kendilerini satarak davaya ihanet etmesi “Kısır Muhalefet”, “Kısır Politika” ve “Kısır Gelecek” doğuruyor. Sonunda, HÖH liderleri de kendilerini Bulgar partilerine benzeterek “lider partisi”, “lider karizmatikliğine dayanan politika” gibi saçmalıklar üreterek demokratikleşmeye hizmet edeceklerine “oligarşi sermayesine”, “otokrat”, “hegemon” yaklaşım ve politikalara hizmet ederek halkımızın özlem ve emellerini kendileri ayakaltına aldılar. Büyük olan bir gerçek de şudur: Bizdeki Geçiş Döneminde iktidarda bulunan partiler (HÖH ile BSP 4 kez ortak iktidar oldu) ister merkez sağ, ister merkez sol olsun, istisnasız hepsi otoriterliği yeniden üretip güçlendirdi. Bizim demokrasi bu bakıma da kısırdır. Uygulanan modernizem ise “ulusalcılık” ürettiği için ve dolayısıyla Bulgar milli politikası da “ulusalcılığı” esas aldığından dolayı, tüm politika “ulus devlet” esasına dayandığı için, biz Türkler özgün haklarımızı, anadilimizi kullanma hakkımız ve diğer özgün haklarımızı nice yıldan beri elde edemiyoruz. HÖH partisinin de “Bulgar ulusalcılığına yamanması ve hizmetlerini eksik etmemesi,” hiç çekinmeden onu destekleyici güç haline gelmesi, oturacağımız dalın kesilmesine razı oldu. Bu bakıma HÖH partisinin hak ve özgürlüklerimiz için izlediği politika kısırdır. HÖH-BSP işbirliği de bizim haklarımızı elde etmemiz açısından


Makale ve Analizler - 2014

185

baştanbaşa kısırdır. Bu politikalar yüzünden olmak üzere, bu yılın Eylülünde yapılması için hazırlık görülen parlamento seçimlerinde muhalefet partisi durumuna düşmesi ya da meclis dışı kalması olası olan HÖH / DPS partisinin her iki durumda da izleyeceği siyaset bizim çıkarlarımız açısından tamamen Kısır Muhalefet politikasıdır. BSP ile HÖH partileri ikisi de muhalefet partisi durumuna düşer ya da parlamento dışına itilirse çözülüp kendilerini lağvetmelerine şaşmamak gerekir. Bu, genel geçerli nitelik taşıyan totalitarizmin ve yamaklarının zorunlu olarak yok olması yasallığının HÖH ve BSP açısından da hemen uygulanma hakkı kazanmış olduğunu gösteriyor. Kısır politikadan kurtulmalıyız.

İflas Ettiler ve Dağılıyorlar

Dr. Nedim Birinci-26.Haziran.2014

Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) Başkanı Sergey Stanişev Sofya parlamentosunda milletvekili görevlerinden ayrıldı. 25 Mayıs günü Avrupa Birliği (AB) parlamentosu vekili seçilmişti. Bir kişi iki parlamentoda birden mebus olamaz. Yeni görevine gitmeyi seçen Stanişev Sofya meclisinden ayrılıp Brüksel’e gidiyor. En büyük politik parti olan GERB Başkanı Boyko Borisov’un beyanına göre “Bulgar devleti çöktü ve iflas etti. Yerine Uluslar arası Para Fonu (İMF) geliyor. Seçimler Eylül 2014 ortasında olacaktır.” Stanişev Bulgaristan’dan kaçıyor mu? Yargılanmaktan korktu. Evet kaçıyor. Anlaşılan GERB partisi Başkanı Boyko Borisov’un “hesap vereceksiniz!” sözlerinden korktu. AB milletvekili olunca, AB Parlamentosu Genel Kurulu dokunulmazlığını kaldırmadığı sürece yargılanamıyor. Bulgaristan’da şimdiye kadar böyle bir uygulama olmadı. AB milletvekillerinden hiç biri hakkında dava açılmadı. Başkan Sergey Stanişev alıp başını ardına bakmadan giderse, Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) kim tarafından yönetilecek? Sorunun cevabı Stanişev tarafından şahsen şöyle verildi: “BSP Başkanlığından istifa etmeyeceğim.” O, aynı zamanda Avrupa Sosyalistleri’nin (PES) Başkanı görevinde de olduğundan, BSP’den ayrılırsa, PES Başkanlığı görevinden de ayrılması gerekiyor ki, bunu kabul etmediğini, kendisi bildirdi.


186

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

BSP partisi Brüksel’den yönetilebilir mi? Bu sorunun yanıtını vermek çok zor. Çünkü son 3 yılda Avrupa Sosyalistlerinin (PES) işlerine çok vakit ayıran Sergey Stanişev, 2 gün Brüksel’de 3 gün Sofya’da çalıştı. Kendi partisinin (BSP) problemlerine fazla vakit ayıramamasının sonuçları 2014’te ortaya hemen çıktı. BSP bu yıl 2 defa parçalandı. a) Tatyana Donçev’a önderliğinde bir grup BSP’den ayrıldı. Yeni bir sosyalist akım olarak biçimlenirken, BSP’nin ıslahı mümkün olmayan, Bulgaristan’ın sorunlarını algılamaktan ve çözmekten çok uzak olan, 25 yıldan beri hiçbir soruna alternatif bulamadığını, Batıya bakıp, Moskova’ya bakarak iş yapılamayacağını, parti yönetiminin tamamen yenilenmesi gerektiğini duyurdu. b) İkinci olarak, ABV grubu adı altında, eski sosyalist Cumhurbaşkanı Georgi Parvanov yönetiminde büyük bir grup da BSP’yi terk etti. Avrupa Birliği seçimlerine kendi başına girdi, BSP seçmen kitlesinden % 3.28 oy kopardı ve Stanişev yönetimindeki sosyalistleri, sağ politika izlemekle, hiçbir soruna çözüm bulamamakla suçladı. BSP’nin otoriter bir parti olmaya yöneldiğini duyuran Parvanov, 10 Kasım 1989’da yasaklanan Todor Jivkov yönetimindeki komünist partisi (BKP) nin devamı olan sosyalist parti (BSP) yenileşme ve ülkeyi demokratikleştirme yolunu açacak durumda değildir ifadelerini kullanarak konuştu. Sergey Stanişev’i milletvekilliğinden istifaya zorlayan ana faktörler arasında şunları da görmek zorundayız. 1) Moskova, Stanişev’in yönettiği BSP partisinin ve Başbakan Plamen Oresharski hükümetinin Kırım ve Ukrayna olaylarındaki pasif tutumunu, AB yönetiminin Rusya’ya yaptırım uygulanma politikasına karşı çıkmamasını, Karadeniz bölgesi sorunlarında Rusya yanlısı sert bir politika uygulamaya başlamayışına eleştirel baktı. 2) Moskova, büyük çabalar gösterip 300 bin Rus vatandaşı Varna iline yerleştirerek, ardında milyarlarca Euro yatırım projeleri bulunan “Güney Akım” gaz boru hattı konusunda Bulgaristan’ın belirsiz davranışından rahatsızdır. 3) Yıllardan beri askıda olan, hakkında halk oylaması bile yapılan “Belene” AES kuruculuğu problemlerinin de uluslar arası mahkemelere düşmesi Putin yönetimini huzursuz etmeye devam ediyor. Nihayet reaktörleri imal edilmiş olan bu Atom Elektrik Santrali 20 milyar Euro’luk bir yatırım olup Rusya Federasyonu’nun Balkan Yarımadasında enerji hâkimiyetini garantileyen bir iştir. Bu noktalarda Bulgaristan hükümetinin iki kanadını oluşturan (BSP - HÖH - DPS) ortaklığı son haftalarda şöyle çatladı. a) HÖH - DPS partisinden olup “saraydan yönetilen” ve mali oligarşi grubuna hizmet eden milletvekili Daniyel Peevski’nin kurşunlanarak öldürülmek is-


Makale ve Analizler - 2014

187

tenmesi politik gelişmeyi iyice karıştırdı. Suikast hazırlanırken 3 kişinin tutuklanması, sorgulanması, ardından cinayet teşebbüsünün ardından duran şahsın (azmettiren), BSP mali oligarşi, grubu lideri Kooperatif Ticaret Bankası (BKB) sahibi; en büyük yerli tekelci ortaklıklardan TİM- yöneticisi Tsvetan Vasilev’in olduğunun iddia edilmesi, hükümetteki dengeleri de iyice bozdu. Bir Avusturya gazetesi üzerinden yayılan haberde ise, HÖH milletvekili Daniel Peevski’nin Bulgar bankalarının en büyünün sahibi ve 4,5 milyar levayı idare eden Tsvetan Vasilev’i öldürmek için kiralık katil tuttuğu (onun da azmettirici durumuna düştüğü) haberleri, hükümet ortaklarını birbirine bakamaz duruma getirdi. Böylece Pl.Oreşarski hükümetinde ifade bulan BSP - HÖH politik ortaklığı iyice tosladı, kırıldı, yere düştü ve bir daha canlanamamak üzere bitti. Kırılan testinin bir daha yapıştırılması ve bundan böyle bir işe yaraması imkânsızdır. Bu olayların içinde sivrilen en kötü olan özellikse, Daniel Peevski gibi haydut süprüntülerinin, oligarşiye hizmette gayretkeşliği gösterirken “saraya bağlı” olmalarıdır. Sonu sonunda sarayda uyuyan köpek Ahmet (Dönek) olsa bile HÖH partisi fahri başkanıdır. Leş kokusu saraydan geliyor. Öyle ki, işler hep HÖH partisine, fahri ya da gerçek “liderine” Bulgaristan Türk ve Müslümanlarının sözüm ona politikayı karıştırdığına ve ülkeyi çökerttiğine dayanıyor. Bulgaristan maliyesinin çöküşünü Rusya oligarşisinin bir başarısı olarak da görmek mümkündür. Şimdiden sonra büyük kavga Uluslar arası para fonu ile Moskova arasında da kızışacaktır. Oysa bir seçmen olarak, toplayıcı ismineHasan Aga denen amcamızın şu olup bitenlerin hiç birinden haberi yoktur. Dönen dolapları bilmez ve ilgilenmez olan odur. b) BSP artık bir ayağı mezarda bir partidir. HÖH ile BSP aynı yıl ve aynı politik kafalar tarafından kurulmuştu. BSP’nin ardından HÖH de gider ve yok olur, derken, söylenenler doğru mudur? Birisi BKP’nin uzantısı öteki ise “DS” nin çömezi olan bu iki parti “siyam ikizi midir?” birisi ölse öteki yaşayabilir mi? Günümüzün politik sorusu tam da budur. Kafaları karıştıran problem de budur. c) Eylül 2014 sonunda Bulgaristan’da erken parlamento seçimleri yapılacak. Görüldüğü üzere 25 yıldan beri politik sahnede rol alan BSP ve HÖH gibi partiler parlamentoya girseler bile bir daha iktidar olamayacaktır. Bu durumda yapılacak olan nedir? Öncelikle diğer Bulgar partilerinin Türklere, Pomaklara ve Müslüman Çingene kardeşlerimize ve tüm öteki etnik azınlıklara istediği partiye oy verme ve istediği politik partiden temsilci ve milletvekili adayı gösterme hakkı tanınmalı ve halka yeni gerçekler duyurulmalıdır. Böyle bir adımı yasaklayan kanun aslında yoktur. Olan bir şeyi istemek olmaz. Fakat Milliyetçiliği aşamayan Bulgar partiler Müslümanlarla Türklerle birlikte olmak, aynı adaylara oy verme konusunda sıkıntı yaşı-


188

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

yor. Türk ve Müslüman adayları listelerine almak istemiyorlar. Eylül 2014 seçimlerinde işte bu engeller aşılmalıdır. Vatan birdir. Meclis bizimdir. Gelecek hepimizindir. Dağılsanız ve kendi kendinizi yok etseniz de, yine beraber olmak ve demokrasi ve mutluluk yolunda birlikte yürümek zorundayız.

Renklerimiz Solmayacak

Raziye Çakır-26.Haziran.2014

Okullar yine tatil oldu. Biz öğretmenler de geçen ders yılı olaylarını iyi ve kötü yanlarıyla yeniden yaşarken, kimi defa gün boyu hafızamızdaki olaylara takılır, durup, olduğumuz yerde donup kaldığımız oluyor. Birkaç gün önce ben de öğrencilerimden bazılarının şu ya da bu fikrin ve olayın etkisi altında kolayca kalabildiklerini düşünürken, aklıma Kar ve Kardelen masalı geldi. Bundan 14 yıl önce Ankara “Doruk” Yayımcılık tarafından basılan Her Yaşa Dünyadan Masallar Serisinde - Romen Masallarından Seçmeler’de yer alan ve sizinle paylaşmak istediğim bir Romen halk eserinin derin çağrışımlı olmasından çok etkilendim. Karnelerin dağıtılmasıyla biten bu ders yılında fırsat bulup bu masalı öğrencilerime okuyup, onların cıvıltılı tartışmasına sunmadığımdan dolayı üzgünüm. Kendimi bir az da olsa teselli etmek amacıyla bu masalı şimdi sizlerle paylaşıyorum. Kar ve Kardelen İlk kar yağdığında tatlı, yumuşak ama renksizdi. Aşağılarda yeni otlar binlerce renk içindeki çiçeklerle birlikte çayırları yeşile bürüyordu. Kar gözlerini bu güzelliklerden alamıyordu. Kendi anlamsızlığından yakınmaya başladı. O da bu güzel renklerden bir kaçıyla süslenmek istiyordu. Bir gün ottan şu ricada bulundu: “Ot, bana biraz yeşil renginden ver. Çok hoşuma gidiyorsun. Sana benzemek istiyorum.” Ama ot yumuşamadı. Kar ormanda bir yabangülünün yanında durdu: “Güzel yabangülü”, diye rica etti ona, “bana biraz renginden ver. Senin gibi pembe olmayı çok istiyorum.” Ancak yabangülü de hiç etkilenmedi. Her geçtiği yerde aynı ricada bulundu. Irmak kıyısındaki düğün çiçeğine parlak sarı rengi için, unutma beni çiçeğine gök mavisi için, menekşeye moru için, yamaçtaki karan-


Makale ve Analizler - 2014

189

fil canlı kırmızı için. Ricalarına karşın hiçbiri onu duymadı. Çiçekler renklerini kıskançlıkla koruyordu. Kar derin bir acı duydu. Tüm çiçeklere kin besledi. Böylece onlar onun buz gibi soluğundan korkar oldular. Bir gün çayıra uzanıp uzun süre uyudu. Soğuk paltosunun altındaki bitkiler titredi, güzel rengini yitirdi. Çiçekler iz bırakmadan kayboldu. Toprakta hafif bir gürültü duyuldu. Hafifçe kenara çekildiğinde, bir çiçek topraktan çıktı. “Burada ne arıyorsun?” diye soğukça sordu kar. Çiçek beyaz çanını çaldı: “Ah! Dünyaya geldim sonunda. Bu donmuş topraktan geçen bir yol açmak için ne kadar çaba harcadığımı bilemezsin!” Bu küstah çiçeğe şaşıp kafasını karışan kar biraz eridi, sonra cesaretini toplayıp şöyle dedi: “Gördüğüm en saf renge sahipsin. Bana da bir parça vermeyi kabul eder misin?”, “Al öyleyse”, diye onayladı Çiçek. “Birbirimize benzeyip iyi ilişkiler kuracağız. Ama biraz kenara çekil de yeterince yerim olsun.” Kar seve seve söyleneni yaptı, beyaz renkten biraz aldı. Sonunda birisi ona acımıştı! “Adın ne?” diye sordu. Çiçek çanlarını salladı: “Daha adım yok. Gördüğün gibi yeni doğdum!”, “Şimdi ikimiz birbirimize benziyoruz. Bana rengini verdin, ben de sana adımdan vereceğim”. Çiçek heyecanla kabul etti. Böylece Kardelen Çanlarıyla ilkbaharın gelişini haber verdiğinde, kar onu karşılar, erir terk eder. Ve sonbaharın sonunda yeniden gelmek üzere çayırları terk eder. Bu masal Romen halkının derin zekâsının bir ürünüdür. Toplumsal yaşamın bir tün anlatımıdır. Romanya’da da Bulgaristan’da olduğu gibi büyük sayıda etnik azınlıklar yaşar. İsimleri sıralanan “yabangülü”, “düğünçiçeği”, “unutma beni”, “menekşe” ve “karanfil” etnik halk topluluklarının anlatımı için kullanılmıştır. “Çiçekler renklerini vermiyor ve kıskançlıkla koruyorlardı” tümcesinde, her halkın kendi özgün özellikleriyle yaşamak istemesinde gizli olan gurur ifade bulur. Bulgaristan örneğine dönersek, “soğuk kış, soğuk kar, dondurucu buzlu ortam” Bulgaristan Türk, Pomak, Çingene, Ulah ve Gagavuz azınlık halk topluluklarına karşı XX. Yüzyıl boyunca periyodik aralıklarla şiddetlenen ve devlet eliyle uygulanan baskı ve terör rejimlerinin bir ifadesidir. Çiçeklerden istenen renkleri ise, etnik halk topluluklarının öz kimliklerinden en değerli ve belirleyici olanın - isimlerin, soyadlarının, adet, gelenek, kültürlerin, eğitim ve öğrenim olanaklarının, imanlarının istenmesidir. Düşünürsek, rengi olmayan çiçek bir hiçtir. Çiçekçilerde satılan boyanmış çiçeklerin satılmadığını siz de görmüşsünüzdür. Boya renk verir ama doğallığı yok eder. Renklerini kaybeden, boyanan, solan çiçekler kokularını da yitirir. Kuru bir sap, sonra da çöp olur. Özleri köklerinde, insanların öz kimliği de hafızalarındaki tarih ve benlik bilgilerinde özgün bilgilerde ve deneyimlerde yaşamasa, onların da hayvandan farkı kalmaz.


190

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu anlatımda bizim lehçemizde “akça bardak” olarak bilinen “kardelen” de, halkamız tarafından “erken öten horozun sesi çatlak olur!” deyimiyle yayılmıştır. “Akça Bardak” kuytu bir yerde buzlu toprağı delmeye çalışırken gözü hep güneşi arar. Sonra bu kar tümsekleri arasında benim ne işim var, belli bile olmuyorum diye düşünmeye başlar. Kendi kendine sorduğu soruların cevabını da toprağa yani köküne bakarak arar. “Allah’ım sen benim karlar içinde, tümsekler altında kaybolacağımı bile bile, yeryüzüne neden gönderdin? Sorusunu soran kendisine ve yanıt bulamadan ölür.” Bu soruların ağırlığından başını kaldıramaz... Güneşten utanır ve solar... Kar “beyaz renkten biraz aldı” ifadesi de değiştirilmek istenen insan kimliğinin özünün de azar azar eritildiğini ve sonunda “asimilasyon” denen süreçlere kadar derinleştiğine bir işarettir. “Şimdi ikimiz birbirimize benziyoruz” Bulgarların “tek devlet tek ulus,hepimiz Bulgar’ız, her yer bembeyaz” uydurmalarının iyi bir benzetmesidir. Bu masal, Bulgaristan’da son yüzyılda etnikleri yok etme politikasını çağrıştırarak anlatan başarılı bir benzetmedir. En sonunda Sofya devleti, Bulgarlar Türklerden ve Pomaklarından ve öteki etniklerden çaldıklarından, kaptıklarından, el koyduklarından ve gasp ettiklerinden hiçbir kimseye hiçbir şeyi iade etmemiştir. Bu açıdan değerlendirildiğinde, somut kimlikler genelin içinde korunamadığında asla belirleyici olamaz. Avrupa Birliği’nin etnik azınlıklar politikası da farksızdır. Bu uygulamalar hayata yeni ton veremez. “Kardelen” gibi baharın geldiğini haber verdiği an yok olup toprağa gömülmek zorundadır. Başka dünyalara karıştığı için sıcak günleri müjdeleyen diğer çiçeklerle demet, birlikte kokamaz, toplumsallık dışıdır. Diğer çiçekler dünyayı kokularla yıkayıp dört mevsim renklendirip sevindirirken o yalnız “çan çalmakla” yetinir. Çünkü bütün dünyayı bembeyaz eden kar-kış onu karı eşelemeden bulunmaz duruma getirmiştir. Tam bizim “Bulgarlaştırılınca” tozlu eski tarih kitaplarını karıştırmadan Türk kimliklerimizle bulunamaz duruma getirilmek istendiğimiz gibi... Bir Romen halk masalının düşündürdüklerini çağrışımlı benzetmelerle anlattım.


Makale ve Analizler - 2014

191

Ben Babamı Hiç Görmedim..

Bojidar Çipof-26.Haziran.2014

Ben babamı hiç görmedim. Babam vardı fakat o benim saçlarımı okşayamadı. Babam vardı fakat benimle hiç oynayamadı. Ben İstanbul’da doğmuş Hıristiyan bir Türk vatandaşıyım. Türkiye’deki “Bulgar Ortodoks Cemaati” mensubu olmakla birlikte Bulgaristan’ı hiç sevmediğimi yazılarımı okuyanlar bilirler. Bazen de anlaşılmakta zorlanırım. Öne çıkarttığım hep Türk Ulusu’nun bir ferdi olmamdır. Bunu beceremeyen, etnik kökenlerini Türk olmaktan öne koyan ve de o ülkelerin menfaatlerine çalışan Türkiye’deki Hıristiyan unsurları eleştiririm, yazılar yazarım... Bu babalar gününde sizinle biraz dertleşmek istedim. Yazımın başında yazdığım gibi var olan ama benim hiç görmediğim, beni de göremeyen babamı size anlatmak istedim. Babam “İliya Çipof”; 1913 yılında Yunanistan’ın (Ege Makedonyası Egeyska Makedonia) Florina şehri “Pıtele Köyü”nde (Agios Pandeleimon) doğmuş. O dönemde Makedonların ve Bulgarların gözde göç yeri İstanbul’a okumak üzere, burada yaşayan bir akrabaya gönderilmiş ve şimdi “Boğaziçi Üniversitesi” olan “Robert Kolej”de bu zengin akraba tarafından okutulmuş ve yine aynı memleketten İstanbul’a göç etmiş olan “Çüçülayef Ailesi”nin güzel ve tek kızı “Blagodatka” ile tanışmış. Onların aşkı Aksaray Yenikapı’da dillere destan olmuş ve 1944 yılında İstanbul’da evlenmişler. Babam 1946’da, Amerika’ya çalışmaya giden dedem “Pando Çipof”u ziyarete gitmiş ve bu ziyaretin ardından, annemle Sofya’ya taşınmışlar. 31 Temmuz 1952’de Annem bana hamile kalmış fakat bir rahatsızlık da geçirmiş ve Bulgaristan’ın çok kötü koşullarında tedavi edilemeyeceği anlaşılınca İstanbul’a, ailesinin yanına bana hamile olarak dönmüş. Bu bir kâbusun başlangıcıdır. Babamın, anneme yolladığı son mektuplar 22 Eylül 1952 ve 5 Ekim 1952’dir. Bu mektuplar Aksaray Postanesi’nden aynı anda gelir. Bu aynı zamanda Babamın Annemle kurduğu son temas olur. Oradaki akrabalarla yapılan temaslardan da bir sonuç alınmaz. Çünkü komünist rejim baskısı ile insanlar susmuştur/susturulmuştur. Babam kayıptır...


192

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Ve Bulgaristan Hükümeti’nin, Babamı ansızın gözaltına aldığı ve yargılamaya başladığı anlaşılır. Suç; “Türkiye Cumhuriyeti lehine casusluk faaliyetlerinde bulunduğu isnadı ile tevkif edilerek ölüm tehlikesi içinde ortadan gaip olduğu....” v.s v.s. (Bu alıntı İstanbul 18. Asliye Mahkemesi’nin 1959/489 dosya içeriğinden alınmıştır.) 3 - 5 Temmuz 1991’de Bulgaristan’ın Filibe (Plovdiv) kentinde yapılan “1. Türk Bulgar İş Forumu”nda, Türkiye Delegasyonunda bulundum. Bu seyahat vesilesi ile Sofya’ya da gittim ve orada yaşayan akrabalarımla da görüştüm. Çok yaşlı bir bayan akrabam bana şunları anlattı: “Formalite bir mahkeme yapmışlar. Zaten içeri kimseyi almadılar. O esnada senin doğum haberini almıştık. Babanı ilk ve son defa o gün mahkeme kapısı açıldığında gördüm. İnan oğlum, ölümü bile göze aldım ve babana şöyle bağırdım: ‘İliya, İliya... İstanbul’da bir oğlun oldu ve adını Bojidar koydular.’ Baban bana döndü ve gülümsedi... Çok korktum oğlum ama o an dayanamadım. Nedense bana bir şey yapmadılar.” (Bojidar: Allah’ın hediyesi demektir. Ben babamı hiç görmedim. Bir babam vardı fakat o benim saçlarımı hiç okşayamadı... Bir babam vardı fakat o benimle hiç oynayamadı... Ama o benim varlığımı bildi. Kendisinin koyamadığı adımı işitince gülümsedi. O yaşlı akraba bana öyle dedi çünkü... Babamın bir mezarı da yok... Varsa da ben bilmiyorum... Babamın varsa mezarında bir dua okunamadı, okuyamadım. Zira varsa da ben yerini bilmiyorum... Bulgaristan’ın bana bir “Baba” borcu var. “Son nefesime kadar Bulgarlara hakkımı helal etmeyeceğim.” Bari babamı gömdükleri yere bir mezar taşı koydular mı? Bunu da bilmiyorum. Ben soyadını taşıdığım babamı hiç görmedim... Herkesin “Babalar Günü” kutlu olsun... Bojidar Çipof, İstanbul


Makale ve Analizler - 2014

193

Ölü Ruhlar Arasında Tek Türk

Mümin Topçu-26.Haziran.2014

Malüm 19 haziranda, Parlamento’da Bulgaristan’daki Türklerin temsilcisi olmadığını bir kere daha görmüş olduk. Eski komünist rejimin 1944 - 1989 yılları arasında insanlığa karşı işlediği suçların zaman aşımına uğramaması tasarısının yasallaşması için acilen Türklerin ve Pomakların oylarına ihtiyaç vardı. Ama salonda Türkler ve Pomaklar ne gezsin? Meğer deputat tek Türkümüz varmış! Türklere karşı işlenen son isim soykırımının dehşetini ve zoraki göçü herhalde camiamızda unutan yoktur. Parlamento’daki demokrat Bulgarların bir kısmı bu yasanın geçmesi için canla başla uğraşırken, diğer faşizan deputat başıbozukları utancından köşe bucak tırnaklarını kemiriyordu ve gizlenecek sıçan deliği arıyordu. İnsanlığın öldüğü an olarak tarihe geçecek bu onların eylemi. Ölü ruhlar Parlamentosunun duvarlarında bunların isimleri birer hain ve satılmış olarak çizilecek. Halbuki yüz binlerce Türk ve Pomak Parlamento’da gerçek temsilcisinin olmasını arzulamıştı. Aslında tek bir erkek Türk varmış bu Parlamento’da. Adını Feriha koymuşlar onun. Ellerini öperim bacım! Bir tek Türklüğünü inkar etmediğin için. Diğerleri için Fatiha bile okumam!


194

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

300 Yıl da Geçse Yine Unutulmayacak

BG-SAM-26.Haziran.2014

Bulgaristan Pomaklarının 1970 - 72; Bulgaristan Türklerinin 1984 - 89 faciasının açtığı yaralar asla savmayacak, çekiler hiçbir zaman unutulmayacak, üzerimize çullanan ve zulümle beslenen devlet politikasına karşı her zaman bütün varlığımızla ve gücümüzle durmaya devam edeceğiz. Biz ezilerek bilinçlendik. Bizim her şeyimizi aldıkları zaman da onurumuz ve ruhumuz yüreğimizdeydi. Biz hiçbir zaman teslim olmadık. Bizi esir etmeye onları güçleri etmedi ve asla ve hiçbir zaman yetmeyecektir. Ölümsüz bir halkın onurlu evlatlarıyız. Biz özümüzü yaşatma davasında hiçbir an yalnız değildik. Komşu Sırbistan şairleri bizim için hep yazdı. Yanan Yürekler (Dayanan Kahramanlara) Vefki Hasan Dayanamadı yandı ince yüreğin Bulgar’ların gaddarlıklarına zulümlerine Savaşım verdin didindin durmadan İnsanlık dışı buruk, nankör duygusuzluğa Özgürlük tadını duyamayanların Acılarını duydun hep Girdin gecelerin alacakaranlığına Tan ağartısıyla birlikte Yaşamak için ölmeyi bilenler karşısında Sen ölmedin! Hayır, hayır sen ölemezsin Öldüremez seni bağnaz dalgalan Burgaz kıyılarında Karadeniz’in Oysa büyük kalbin dayanamadı Acımasızca yapılan çekilere Ölüm haberini ilk duyuran Gazetemiz oldu kamuoyuna Yasaklanıp kesilemeyen, kesilemeyecek anadilinde


Makale ve Analizler - 2014 Anadilimizde! Seni hiç görmedim Göremedim resmin dışında Görenler oldu seni, anlattılar hep Kuşlar gibi özgürlüğe susanışlığım Bense yapıtlarından tanıdım yılmazlığını Türklük uğruna didindiğinden işsiz, aç bırakıldığını Tüm Türklerin evinden barkından olup sürüldüğünü “Belene” sürgün kamplarına kulak verdiğini İnlemeyen inletilemeyen Türklük sesini dinlediğini Gözyaşı döküp ağıt yaktığını soldurulan çiçeklerimize Rodoplar’da kasıp kavuran kasırgayla yok olanlarımıza Dayanamadı yandı büyük yüreğin Sırtlanların sinsice sürüngenliğine Yiğitçe direndin sürüncemesiz Gedik almış kayığın içindeki Mestanlıinın, Plevneli’nin, Deliormanlı’nın, Varnalı’mn... Özgürlük haykırışına, özgürlük susamışlığına İki gözü iki çeşme anaların kan ağlayışlarına. Çöktü Balkanlara simsiyah bir bulut İki milyon Türk’ü için için ağlattı Boğucu seller döküldü çırpınan Karadeniz’e Sevgi yelkenini açtın hep Açıldın umut verici dalgalarına insanlığın İşitmek istemedin çatırdayan toprağın sesini Kulak verdin, sığındın genç kıların ince kalbine Kamplardaki gençlerin duygularına Taş kesilmiş soğuk bakışlarına melek yüzlülerin Dehşet verici duyup işittiklerin Alt üst etti onursal duygularını Duygularınızı! Ümitsizliğe yüz vermedin

195


196

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) Yakıştıramadın ümitsizliği büyüklüğüne Dayanamadın silâhşor canavarların Mazlum, eli boş insanların üstüne yürümesine Anadilini kesemediler yasayla yasaklarla Son öykünü de bu güzel dilde yazdın Bizse yazdığın dilde evrensellik adına yayınladık Onurumuza toz toprak dokundurmadan Anadilimiz Türkçede duyurduk dünyaya Öyküleşen, şiirleşen yılmazlığını yiğitlerin Oysa özlediğin özgürlüğe kavuşmadan son öykün Yumdun gözlerini! Geçersizleşen duygular gölgelenmesin diye Dikenleşmesin tüm güller, konmasın gönül kuşları hep Atmaca bakışlı gözlerin önüne Sen ölmedin! Hayır, hayır sen ölemezsin Öldürülemez Rumelili insancıl yiğitler Yıpranamaz insancıl sevgi duyguları Körleştirilemez keskin sevgi bakışları Türkülerin Acı çekileri görme yetisi yetti artık Yalnız sana değil tümümüze, tüm insan severlere Tomurcuklaşacak baharları beklemekle Sonsuzluğa dek. Gözünün yaşına bakmadı yiğit anaların İnsanlık adına utanç duymadı akbabalar Bilginmiş gibi üşüştü Saygın dedelerimizin mezarlarına Elinde kazma kürek tahribe etti Cesetler çıkardı, etrafa yayıp attı Yüzyılımızın yüzkarası serseri sürüngenler Taze çiçekler serpilecek yerde Kafatasları, kemikler saçıldı.


Makale ve Analizler - 2014

197

Kökenini inkâr edenler Yeni köken aradı durdu Vaftiz yolunu başkasına da, zorla zorbayla Benimsetmek için diretti Bulamadı karışımsa özünü Özlülerin açtırmadı gözünü. Gerçek değerlerin doğruluğundan habersiz Ülküsel iç dünyasından ürken insanlar Harcanan emeğin, parlak sevgi anlamının yitirilmesi Gözlerin önünde tütmesin diye Yumdun gözlerini yanan yüreklerimiz adına.

1989 Göçü 25.Yılı Sempozyumu Basın Bildirisi

28.Haziran.2014

20–21 Haziran 2014 tarihlerinde İstanbul’da İstanbul Üniversitesi Avrasya Enstitüsü Salonu’nda “1989 göçünün 25.yılı Uluslararası Bulgaristan Sempozyumu” düzenlendi. Sempozyum İstanbul Üniversitesi, Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi (BG SAM), İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanlığı ve Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği BULTÜRK’ün ortak girişimleriyle gerçekleşti. Forum körsüsünden Bulgaristan, Avusturya, Arnavutluk ve Türkiye’den akademisyen, uluslararası ilişkiler uzmanı, sivil toplum kuruluşu temsilcileri, yazar ve sanatçılar olmak üzere otuz yetkili değerli konuşma yaptı.


198

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bilgi değil tokuşunun başlamasından önce Büyük Göç’ü konu eden Bulgaristanlı ressam Burhanettin Ardagil’in sanat sergisi görüldü. Sanatçı konuklarına eserleri üstüne ayrıntılı ve anlamlı bilgi sundu. Ana örgütleyici önceliğiyle BULTÜRK Genel Sekreteri Dr. Müjgan Deniz uluslar arası temsili forumu kısa ve anlamı bir kutlamayla açtı. Bulgaristan Türklerinin totaliter baskı ve terör rejimine karşı, demokrasi ve özgürlük uğruna başlattığı tarihsel Mayıs 1989 Ayaklanması ile Büyük Göç’ün aldığı kurbanlar anısına saygı duruşunda bulunuldu. İstiklal Marşı dinlendikten sonra, etkin toplumsal kitle örgütü olarak gelişen Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği BULTÜRK’ün Öz Vatanda kalan kardeşlerimiz ve Türkiye’deki soydaşlarımızın ruhlarını birleştiren yoğun ve çok yönlü etkinlikleri üstüne bilgi verdi. Dr. Müjgan Deniz konuşmasında, son yıllarda Türkiye’nin Bulgaristan’a ve Bulgaristan Türklerine sunduğu çok yönlü ekonomik ve kültürel yardımlara da değindi. Ardından gelen telgraflar okundu, gelen telgraflar; İstanbul Valiliği, Sultangazi Belediye Başkanlığı, Ankara Dış işleri Bakanlığı, Moldova Milletvekili Oleg Garizan, Kıbrısın Kırgızistan Büyükelçilği Prof. Dr. Erhan Arıklı, Sofya T.C.Büyükelçimiz Sayın Süleyman Gökçe’nin telgrafları okundu. Sempozyuma ev sahipliği yapan İstanbul, Fatih Belediyesini temsilen, Başkan Yardımcısı Hasan Suver konukları ve önemi görkemli ve anlamlı olan uluslararası etkinliği başarı dilekleriyle kutladı. 1989’da büyük sayıda göç alan Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkanı adına foruma ve Strateji Daire Başkanı ve BAL-TÜRK Genel Başkanı sıfatıyla da katılan Bayram Çolakoğlu da kısa bir selamlama konuşmasıyla bir ilk olan bu uluslararası çalışmaya başarılar diledi. Merkezi İstanbul’da bulunan Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği BULTÜRK Genel Başkanı Rafet Ulutürk Büyük Göçün yıldönümünü ve tarihsel ibret derslerini konu eden ana raporu sundu. Büyük göç sonrası da, Bulgaristan Türklerinin Hak ve Özgürlüklerinden yoksun olduğunu sunumunun merkezine alan Genel Başkan Ulutürk, Türkler üzerindeki baskıların 25 yıldır artarak devam ettiğini vurguladı. XX. yüzyılda mayalanan ve 1989 ayaklanması ve Büyük Göçüyle sözde durdurulması beklenen Bulgaristan’da yaşayan Türkleri eriterek asimile etme politikaların değişik kılıflar altında sürdürüldüğüne işaretle, şu dönemde çocukları ana dilsiz bırakma ve elde edilen bazı Hak ve Özgürlükleri de baskı ile geri alma yönünde yoğunlaştığına işaret etti. Ulutürk, “Her geçen gün, Türklere karşı uygulanan dini, etnik, kültürel ve sosyal asimilasyon politikalarının tırmandırılarak sürdürüldüğünü örneklerle or-


Makale ve Analizler - 2014

199

taya koydu.Emsali olmayan v devletin araçlarıyla uygulanan zalimliği dün de bu gün de bütün Bulgar halkına mal etmenin anlamsız ve yanlış olduğunu vurgularken, ezerek yok etme politikalarının baş mimarı ve uygulayıcısı totaliter komünist rejim ve bugünkü uzantılarıdır, dedi. Bu cümleden olmakla, Bulgar halkına bir suç ve kabahat yüklemek bizim adalet anlayışımıza aykırıdır ve Bulgar halkına karşı haksızlık yapmış oluruz. Evet, bize karşı işlenen suçlarda 25 yıldır adalet yerini bulmadı, bu da bir gerçek. Daha da vahimi şu ki, bu vahşet sinsice ve adı Ahmet, Lütfü v.s. olduğundan, bizden görünen, bizim aramızdan ama ruhu ve beyni bize yani Türk etnik halk topluluğuna karşı yetiştirilmiş sözde “liderler” tarafından gerçekleştirildiğinden dolayı, ajanların eliyle, Bulgaristan Türklerine en büyük kötülükler bugün de yapılmaktadır’ diye konuştu. Baskılar ve asimilasyon bir fiil artarak sürüyor. Sayın Ulutürk, Bulgaristan’da yaşanan büyük göç trajedisinden sonra da farklı kişiler ve değişik yöntemlerle sindirme ve asimile etme politikalarının yoğunlaştırılarak sürdürüldüğünü vurgulayarak belirtikten sonra şöyle dedi: ‘‘Ancak şunu da üzüntü ve net olarak ifade etmeliyim ki; komünist ve totaliter rejimde okumuş, eğitim almış, adının Türkçe bir kelime olması dışında, dini ve milli hiçbir özelliği olmayan ve Bulgaristan Türklerin Hak ve Özgürlükleri’ni sözde koruma iddiası ile 25 yıl önce sahneye çıkarılan ve ipleri çekilen kişiler ve parti tarafından, Türklerin kazandığı hak ve özgürlükler zorla alındı. Türkleri sıkıştırma, ekonomik olarak dar boğaza itme, sosyal yetersizlik içinde boğma, dini, milli ve kültürel yetersizlik yaşatarak asimile etme politikaları biçim değiştirerek yoğunlaştırılıyor.” Bilgi şöleninde 30 konuşma yapıldı. 1984 - 89 sürgün yıllarında Kuzey Batı Bulgaristan köylerinde kurulan illegal mücadele örgütü Demokratig Lig insan hakları için direniş birliğinin kurucusu ve Genel Sekreteri Sabri İskender sempozyumu hararetli bir konuşma ile kutlarken önce şöyle dedi: Bulgaristan’da Komünist, faşist ve HÖH kirli ittifakı 25 yıldır sürüyor Bulgaristan Trükleri’nin en ağır dönemi olan 1984 - 1990 yılları arasında illegal koşullarda bir İnsan Hakları Savunucu olarak ünlenen Demokratig Lig Genel Sekreteri Sabri İskender Büyük Göçten sonraki 25 yılı özetlerken, 1989 Göçü’nün ardından bu güne kadar, Bulgaristan’da Müslüman Türklerin yasal, doğal ve genel insan haklarının, ulusal azınlık ve özgün kültürel ve manevi taleplerinin asla dikkate alınmadığını ve tüm isteklerinin hiçe sayıldığını söyledi.


200

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH) yöneticilerinin isimleri ve soyadları Ahmet Mehmet olsa da, bu partinin politikasındaki amaç Türkleri ve ana dilimiz olan Türkçemizi ve özgün kültürümüzü yok etmek, Bulgaristan Türklerini ve tüm Müslüman kardeşlerimizi var ile yok arasında kıt kanat yaşamaya zorlamaktır,” diye konuştu. Bulgaristan’da yıllarca uygulanan Türkleri yok sayma ve asimile ederek “Bulgarlaştırma” politikasının koyulaştığı dönemde Komünist dikta rejimine, Pazarcıklı Paşov ile birlikte isyan bayrağı açan ve birlikte kaleme aldıkları bildirir ile Diktatör Todor Jivkov’un şimşeklerini üzerlerine çeken, “Belene” ölüm adasında arkadaşları ile ağır işkence gören, sürülen sınır dışı edilen ayaklanma önderi Sabri İskender konuşmasında, Büyük Göçte 10 bin Bulgaristan Türk aydınının göçe zorlandığını, orada kalan kardeşlerimizin yeniden uyanarak bilinçlenme sürecinin uzun sürebileceğini, bu nedenle Türkiye demokratik sivil toplum örgütleri ile Bulgaristan sivil toplum örgütleri arasında sıkı ve semereli işbirliği geliştirme zamanı geldiğine işaret etti. Bulgaristan’da Türklerin ve tüm Müslümanların Hak ve Özgürlükleri’nin elde edilip korunması ve geliştirilmesi hedef alınarak kurulan, ancak zaman içinde kuruluş amacından yan çizen ve Türklerin Hak ve Özgürlükleri’nin, kazanılması ve yaşatılması bir yana, Todor Jivkov döneminde Türkler üzerinde zorla uygulanan asimilasyon ve giderek yok etme politikalarının, son 25 yılda Hak ve Özgürlükler Partisi aracılığıyla ve tarafından sistemli ve ardıl bir biçimde uygulandığına ve Türkler aleyhine faaliyetlerin sürdüğüne parmak bastı. Son çeyrek yüzyılda 4 kez iktidar ortağı ve ana muhalefette olan HÖH DPS partisi yönetimi tarafından yönetilip yönlendirildiği gün gibi ortadayken, Türkiye’de de bazı siyasilerin, yerel yöneticilerin ve sivil toplum kuruluşların bu düşmanca politikaya destek verdiğini açıkladı. Konuşmacılardan her biri çağdaş Bulgaristan’da bir AB üyesi ülkede, gündemden inmeyen baskı, sindirme ve asimilasyonun politikalarına dinleyenleri uyararak ve önemle değindiler. Aynı konuya değinen konuşmacıların da ortaya koyduğu üzere: “1989 sonrasında, Bulgaristan Türklerine karşı çok sinsi ve korkunç oyunlar oynanmaya devam ediliyor. Ekonomik, sosyal ve politik baskı asla dinmemiştir. Bulgar Gizli Servisi (DC) tarafından yetiştirilen adları Türk ama yıkanmış beyinleri ve satılmış ruhları Türk ve Müslüman düşmanı olup, bize ve özümüze düşman olan her şeye hizmet etme vazifesinde uzmanlaşmış ve görev başında olan, HÖH - DPS yönetimi T. Jivkov dönemindeki baskıları aratıyor. Asimilasyon politikalarından daha sinsi ve tehlikeli bir eriterek yok etme siyaseti yürütülüyor.” dediler.


Makale ve Analizler - 2014

201

Sabri İskender’in uzunca konuşmasında dikkati çeken güncel hususlar ise şunlardı: İskender, konuşmasının sonunda, geçtiğimiz Cuma, Bulgaristan Parlamentosu’nda GERB Partisi tarafından görüşmeye sunulan ve 1984 yılında ve daha sonra suç işleyenlerin cezaya çarptırılmasına zaman aşımı getiren yasada sürenin uzatılmasını öngören tasarının kabul edilmesinin BSP - HÖH - DPS ve “Ataka” oylarıyla güya Türklerin haklarının korunması lehinde olduğu gerekçesiyle engellendiğine işaret etti. Hak ve Özgürlük Hareketi (DPS), Müslüman Türk düşmanı ve Jivkov dönemi politikalarının devamcısı olan Bulgar Sosyalist Partisi (BSP) ve yine Türk düşmanı olan Bulgar faşist, ırkçı parti “ATAKA” ile birlikte hareket ederek mecliste gizli polis ajanı olup olmadığı konularında araştırma yapılmasıyla ilgili olarak engel yaratmışlardır. Sempozyum’un ikinci gününde Bulgaristanlı sanatçı ve sporcular da kürsüye çıktı. TRT Sanatçısı Rüstem Avcı, Vatan sevgisini ve göç acısını anımsatan ve Türkiye’de de sevilerek dinlenen Bulgaristan Türklerine ait türkü ve şarkılardan örnekler okudu. “İBB Spor A.Ş” yöneticilerinden Ahmet Tüzün ise, Bulgaristan Türklerinin güreş ile halter başta olmak üzere sportif tarihi üzerinde durdu ve Türkiye’ye geldikten sonra Türk Milletinin guru olup şampiyonluklar kazandığını ve ay yıldızlı bayrağı göndere çektirdiğini heyecanla anlattı. Hak ve Özgürlük Hareketi (HÖH - DPS), Jivkov’un eriterek Bulgarlaştırma politikasını sürdürüyor. Tehlikeli saldırıları durduralım! Tespiti Sempozyomun sloganı oldu. Sempozyumda ele alınan konuların içinde en fazla dikkat toplayansa ise şu oldu: Sofya parlamentosunda çevrilen oyunlarda, GERB talep ve önerilerinin suya düşürülmesinde, HÖH partisi fahri başkanı Ahmet Doğan ile Genel Başkan Lütfü Mestan çok faal rol oynamıştır. BSP - ATAKA - DPS üçlüsünün Türk ve Türklük düşmanı etkinliklerinin hemen durdurulması en güncel sorun olmuştur. I. Oturum Başkanı Kırklareli Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mehet Dalkılıç da yaptığı konuşmada en önemli hususun eğitim olduğunu ve sadece bizler değil tüm yeni neslinin eğitmemiz gerektiğini ifade etti ve şöyle dedi: “Anadilimiz, özgün kültürümüz, ibadet haklarımız ve tarihi mirasımız tehdit ve tehlike altındadır.”


202

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bursa’dan Sempozyuma katılan Ayşe Hacıoğlu da yaptığı konuşmada, “Bulgaristan’da yaşayan Türk çocuklarının ana dil Türkçe eğitim ve öğrenme problemlerini dile getirdi. Bu gün Bulgaristan’da özellikle köylerde yaşayan çocukların, Bulgarca eğitim almak noktasında sorun yaşadıklarını” belirtirken, “Bu gün Bulgaristan’da Türk çocuklarına doğru dürüst Türkçe dil eğitimi verilmediği için, ayrıca bu konuda Türkçeleri yeterli olmadığından, kültürel yok oluşumuz söz konusudur. Bu elbette tek sorun değildir; İbadet özgürlüğü, ibadethaneler, tarihi kültürel mirasımız ve pek çok unsur Avrupa Birliği kriterlerini hiçe sayıldığından güvence altında değil.” dedi. İnsanların yaşadıklarını unutmasının mümkün olmadığını ve yıllarca yaşanılan acıların hafızalarda kaldığını ifade eden Hacıoğlu sözlerini şöyle sürdürdü: “Artık Bulgaristan’ın içinde bulunduğu durumu fark edip burada yaşayan tüm insanların daha iyi şartlarda yaşamaya hakkı olduğunu fark edip ona göre bir karar vermesi gerekiyor. Elbette Bulgaristan’da yaşayan Türklerin, Pomakların, Bulgarların kısacası tüm halkın haklarının korunması, eşit, adil ve şeffaf bir ülkede yaşamaları öncelikli olmalıdır. İnsan haklarına saygılı, rüşvetin, haksızlıkların olmadığı bir ülke olmasını istiyoruz Bulgaristan’ın. Biz Türkler yüzyıllar boyu bu topraklarda yaşadık ve yaşamaya devam ediyoruz, edeceğiz de. Bulgaristan kopamayacağımız bir yer, öyleyse artık silkinmeli ve bir karar vermeliyiz.” Bulgaristan’dan gelen katılımcılar, sempozyumda sunulan Ana Raporu yapıcı, hoşgörülü ve yaratıcı ruhlu buldular. Türkiye ile Bulgaristan işbirliği yapmadan ne finans ne de ekonomik bunalımlarından çıkış yolu bulunamayacağına işaret ettiler. 600 yıl iyi komşuluk diyarı olan Balkanların geleceğini belirleyecek olan da yine Türk Bulgar dostluğu ve iyi komşuluğu olacağını vurguladılar. Bulgaristan’dan gelen misafirler; Menderes Kungun, Ulusal Türk Birliği başkanı; - Bu sempozyumda olmamdan dolayı gurur duyuyorum. Özgür bir ortamda ve tarihi İstanbul Ünüversitesi’nde bizleri ilgilendiren konular üzerinde konuşma ve tartışma fırsatlarımız oldu. Bilindiği gibi, faaliyette bulunan HÖH, Bulgaristan’daki Türk azınlığının menfaatlerini korumuyor. Bence yeni veya temizlenmiş bir Türk partisi gerekli, tüm Müslümanları kapsamalı ve milli azınlığın birlikteliğini garantilemeli. Ulusal Türk Birliği (UTB) 2006 yılında kurulmasına ramen bir türlü günümüze kadar bir resmiyet kazanmadı, halbuki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararı ile kuruldu.


Makale ve Analizler - 2014

203

Birliğimizin genel hedefi Türk azınlığının kabul edilmesi, oturtulması ve gelişmesini sağlamak. Bizler Avrupa standartlarına göre bütün insan haklarını, Türkçülüğün özünün korunması için mücadele etmekteyiz. Efrem Mollov, Pomak Parti Başkanı ve Avrupa “Pomak” Enstitusu başkanı; - Bende burada bulunmaktan çok sevinçliyim, çünkü bir tek Türkiye’deki göçmen Pomak kardeşlerim bunca yıldır hiç bir zaman herhangi bir asimilasyona uğramamışlardır, baskı ve züllümün ne olduğunu bilmezler. Benim burada temsil ettiğim Avrupa “Pomak” Enstitusu, Bulgaristan’daki Pomakların tek sivil toplum kuruluşudur. İlk önce ben, bizim kuruluşumuzu bu önemli organizasyona davet ettikleri için BULTÜRK yönetimine ve bizzat Sayın Rafet Ulutürk’e teşekkür ediyorum. Bilindiği gibi, biz Pomaklar son 136 yılda Bulgaristan devleti tarafından yedi kere zoraki asimilasyona uğradık. Bu vahşi zorbalığın halkımızın üzerinde yarattığı tahribatları bir biz biliriz, bir de yüce Rabbimiz. 1989 yılının sonunda Pomaklar Sofya’nın göbeğinde büyük bir miting yaptık ve orada bu asimilasyonları şiddetle kınadık ve isimlerimizin iadesi için mücadele ettik. İşte bu miting esnasında başımıza, yine devlet eliyle, yeni bir zorba getirildi. Sivil polisler eşliğinde o beyaz arabadan inen şahıs Medi Doganov’tu. Son 25 yıldır bu şahsın yönettiği DPS partisi Pomaklara karşı en büyük asimilasyon politikalarını yürütmektedir. DPS bir devlet partisidir. Ben ümit ediyorum ki, Bulgaristan’daki Pomaklar yakın zamanda özgürlüklerine kavuşacaktır ve böylece halkımıza yönelik bu asimilasyon politikalarına son verilecektir. Osman Bülbül, Ulus Derneği Başkanı; - Bulgaristan’da hukuki açıdan Türk-Müslüman azınlığı yoktur, ne Anayasa’mızda, ne de diğer kanunlarda böyle bir azınlık tanınmış değildir. Bir imza kampanyası düzenleyerek, Bulgaristan devletine taleplerimizi sunduk. Bu belgede Türk ulusal azınlığının tanınmasını istedik. Ayrıca serbest ulusal tayin hakkını istedik. Anayasa’da yer alan etnik açıdan parti kurma yasağının kaldırılması, Türk okulları, kültür evleri ve üniversiteler açılması taleplerinde bulunduk. Serbest birleşme ve ulusal Türk azınlığının mensubiyet haklarımızın ihlali nedeniyle Strasburg Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde dava açtık ve onun kararını beklemekteyiz. Sempozyum katılımcılar ve basın mensupları tarafından yüksek değerlendirildi. Yaratıcı ve hoşgörülü ruhun Sofya’ya taşınması istendi. Sempozyumda tebliğ sunan konuşmacılar:


204

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Prof. Dr. Mehmet Dalkılıç (Kırklareli Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı), Alptekin Cecherli (Strateji Uzm. - Yazar - Kocaeli) Doç. Dr. Hasine Şen (İstanbul Üniversitesi), Prof. Dr. Cengiz Hakov (Bulgaristan - Sofya), Doç. Dr. Aleksey Kalyonski, (Sofya Universitesi) Dr. Erjada Porogonati (Gazi Üniversitesi - USGAM - Arnavutluk), Ayse Hacıoğlu, Aziz Şakir (Sabancı Üniversitesi - Sofya Üniversitesi), Rüstem Avcı (TRT Sanatçısı), Ahmet Tüzün (İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanlığı Spor A.Ş.), Dr. Müjgan Deniz (İstanbul Üniversitesi), Dr. İbrahim Karahasan Çınar, (Bulgaristan - Sofya), Abidin Karasu, Dr. Metin Yurtbaşı - (İstanbul Üniv., İngiliz Dili ve Edeb. Efrem Mollov (Avrupa “Pomak” Enstitusu Başkanı ve Pomak Partisi Genel Başkanı - Bulgaristan), Prof. Dr. Ramazan Biçer, Sakarya Unv. İlahiyat Fak. Temel İslam Bilimleri Anabilim Dalı Başkanı Alpay Dinçer, İsmail Cingöz, Bojidar Çipof Dr. Necdi Öztürk, Sabri İskender (Bulgaristan Türkleri İnsan Hakları Savunucuları), Mehmet Alev, Emel Balıkçı, Dr. Sakin Öner - İstanbul Lisesi Müdürlüğünden emekli, Şamil Kucur (Araştırmacı Yazar - İstanbul), Menderes Kungün - Bulgaristan Ulusal Türk Birliği (UTB) Başkanı,, Osman Bülbül - Austriya - Viena; İsveç’te - Seval Şakir Aliş Sait - Bulgaristan Gazeteci yazar, Celal Öcal - Türk Dünyası Kültür ve İnsan Hakları Derneği.


Makale ve Analizler - 2014

205

3 Fıkrada Politika 1

Neriman Eralp-28.Harian.2014

Gönlümden geçene bakılırsa, ben bu Pazar sizlere, Brezilya dünya şampiyonası ve sosyoloji konusunu işleyecektim. Konu öğrenimime yakın olduğundan ilginizi çekebilirdi. Yazımın başlığı da “Futbol asla yalnızca futbol değildir” olacaktı. Futbol sosyolojisiyle ilgilenenlerin dillerinden düşürmediği bir söz vardır. Belli takımların varoluşları ve taraftar kitleleriyle ulusal ezilmişlik arasındaki bağlantı aranır. İktidarlar futbolu kullanır. Bulgaristan’da futbol sersellilerinin ırkçı amaçlarda kullanılması gibi futbol takımı taraftarlarının 2014’te sosyal hareketlerdeki etkileri; cami taşlama, mahkeme basma, azınlık isteklerlini bastırma işine, din düşmanlığına alet edilmeleri ve futbol arasındaki ilişki vs. işlemeyi düşünmüştüm. Neyse başka zaman kısmetse... BG Stratejik Araştırmalar Merkezi’nin son aylarda yoğun olarak işlediği konular ve hele 20-21 Haziran günleri İÜ’nde BULTÜRK derneğinin Büyük Göçü anma - Bulgaristan forumu beni çok etkiledi. Konuşmacıları dinlerken çeyrek asrın politik ve ahlaki olayları beynimde 3 fıkra şeklinde sivrildi. Şimdi size onları anlatmak ve siyasi konulara farklı bir açıdan bakmanıza katkıda bulunmak istiyorum. Fıkralarım: 1) Başaşağı; 2) Kaplumbağalar Piknikte ve 3) Bu Huy, Huy Değil! Önce fıkraların sosyal görevini hatırlatmak istiyorum. İyi fıkralar yerinde ve zamanında anlatılanlardır. Sıkı yasaklı dönemlerde doğarlar. Fıkralar yasadışı olup bitene, haksızlıklara, oyalamalara, yalanlara v.s. mizahi bir tepkidir. Alay etmedir. Bir biçim karşı çıkmadır. Şiir de güçlü bir vurucu bir tepkidir. Hikâye de öyledir. Fakat fıkra hedefini hicivle mars eder. Bir fıkra günlük kelimelerle düşünce ve duygularımızı okuyucu ve dinleyicilerimize ulaştırabiliyorsa, Gerisi faso- fisodur.... Başaşağı Bu dünyada saygın kişilerden biri hayata gözlerini yumduğunda Ahiret Kapısından girdikten sonra, karşısına dikilen melekler: Seçiniz Efendim! Burası Cennet, şurası da Cehennem! “Önce neresini görmek istersiniz?” İlk önce Cenneti görebilir miyim?


206

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Buyurun Efendim... Cennet mekanınız olsun!, diyen Melekler cenneti gezdirip göstermişler: Balı su akan çeşmeler, tere yağ dolu tekneler, Bahar açmış doğa, dallarda bülbüller, uçuşan kuşlar, çalışan karıncalar, yeşil çimen halılar, veviz kestane gölgelerine serilmiş genç kızlar ve tek şişle çeyiz ören anneler, gözleme kızartan neneler tam bir harmoni içinde yaşıyormuş... Şimdi de cehennemi görelim efendim diyen Melekler yeni gelen saygını cennet kapısından çıkarıp cehennemi göstermeye götürdüklerinde, herkes boğazına kadar batak içinde, fakat aralarında alabildiğine Brezilya dünya birinciliğini, seçimleri, politikayı Boyko’yu, Stanışev’i, Doğan’ı, Mestan’ı yüksek sesle ve el kol hareketleriyle tartışarak, indirip bindiriyor, boştan doluya aktarıp, ufalıyormuş.cehennem’deki bu heyecan dolu ortam adamın hoşuna gitmiş ve “Burayı seçtim!” - yeryüzünden alışkanlıkla olacak, ardından bir de “Son kakarım!” demiş. Melekler, “Karar sizin, kabulümüzdür!” deyip çekilirken içeri şeytan girmiş ve yüksek sesle: “Beş dakika mola bitti, hadi herkes başaşağı!” emretmiş ve çamurun üzerinde ayak parmakları belirmiş. Bu fıkra, bende kâh iktidar olma gururuyla bunalım bataklığında tartışan kâh taht koltuğundan tepe takla düşüp bataklığa gömülen Bulgaristan politikasını çağrıştırdı. Hele Hak ve Özgürlükçülerin 4 defa hükümet olup 5 defa batması dikkat çekici oldu. Hem de mola süresi devamlı kısalıyor, bu defa 1 yıl dayanamadılar ve yine başaşağı döndüler. İnşallah son defadır. Kaplumbağalar Piknikte Bir gün kaplumbağalar piknik yapmaya karar vermişler. Gerekli tüm hazırlıklar görüp yiyecek çıkılarını kamburlarına yükleyerek yola çıkmışlar. 10 sene yürüdükten sonra piknik için seçtikleri en yüksek dağın en doruk tepesine çıkmışlar. Biraz soluklandıktan sonra da bohçaları açıp yemekleri sermişler ve bir de ne görsünler; kaşık, çatal, bıçak ve tuzu unutmuşlar. Bu kadar niyetlendikten, bu kadar heveslendikten ve 10 yıl da yürüdükten sonra bu zevk kaşıksız, çatalsız, bıçaksız ve tuzsuz yaşanmaz kararı almışlar. Karar oya sunulmuş, oylamadan “kaşık, çatal, bıçak ve tuzsuz olmaz!” çıkınca da genç bir kaplumbağayı eksikleri hemen getirmesi için yuvalarına geri göndermişler. Genç kaplumbağa kısa sürede dönmeyi vaat ederek, beklemelerini rica edip, bir şafak vakti yola çıkmış. Gidiş o gidiş, 5 sene beklemişler, dönmemiş, 10 sene beklemişler gelmemiş ve tam 15. yıl başlarken Kaplumbağalar Şurası toplanmış ve “çok bekledik, besbelli gecikecek, hadi başlayalım!” kararına oybirliği ile varmışlar.


Makale ve Analizler - 2014

207

Açlıktan içleri geçen kaplumbağalar kararı tam uygulamak üzere kollarını sıvayıp ellerini sofraya uzatırken, arkadaki çalılıklardan boynunu uzatan genç kaplumbağa: “Hani bekleyecektiniz! Yalan söylediniz!” demiş. Bu fıkra da bana Bulgaristan’da totaliterizmden demokrasiye Geçiş Dönemini anımsattı. 25 yıl oldu hiçbir şey olmadı. Bekle kuzum bekle. Bekle de Ahmetler’in, Lütfüler’in keyfi olsun ve torbaları doldursunlar. Vaatlerin ve anlatılanların hepsi boş iş, halkı oyalıyorlar... Ve üçüncü fıkramız: Bu Huy, Huy Değil! Köylünün bin, şehre odun götürmüş... Satıp köye dönerken, eşeğin semerini semerciye bırakmış; aldıklarını da bir heybeye doldurup yola düzülmüş...Çıplak eşek üstünde, sallana sallana giderken bir yandan da masraflarının hesabını aklından geçiriyormuş.. Bezzaza su kadar, çerçiye su kadar, ak ekmeğe su kadar... Elinde kalan paraya bakıyor, hesabı bir türlü tutmuyormuş... Bu sırada kay yolu, bir ince sudan geçiyormuş; yorgun eşek eğilip su içmeğe kalkınca, köylü çıplak boynundan kayıp serilmiş suya... Düşmesiyle “fırt” deyip eşeğe doğru dönmesi bir olmuş. Sağ elinin şahadet parmağını eşeğe sallayarak: “Bana bak demiş, görüyorsun, ben düştüm, kurtuldum!.. Ama bu huy, sana huy değil!...” Biz düştük kurtulduk arkadaş!.. Ama .........için e bu huy, huy değil!..” Lütfen bu güzel fıkranın yorumunu da siz okurlarım yapınız. Tüyo veriyorum: Eşek - Hak ve Özgürlükler Partisi’dir. Oduncu - aynı partinin “Liderleri”dir. Çay - hayatın kendisidir.


208

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Mezar Taşı Seni Kim Tanırdı Türk - Müslüman Halkı Olmasaydık!

BG-SAM-28.Haziran.2014

sin.

Öğrendik. Üç mezar taşı sipariş etmişsin: Biri kendine, Biri Hak ve Özgürlükler Hareketi’ne Biri de Bulgaristan Türklüğüne... İşittik: “Ben ölürsem, HÖH de ölecek! Türkler de gömülecek!” demiş-

“Kabrim, ‘Bunker’in avlusuna, HÖH mezarı da içindeki en derin beton sığınağın en dibinde olsun! Türkleri ise yakın ve külü uzaklara savurun!” Buyurmuşsun! Hayat böyle bir şeyki, eskiden bizim köyde çoban ölür, naşı geldiği köye gönderilirdi. Köyüne defnedilirdi. Dedenin koyun kuzu güttüğü “Drındar”ın köy mezarlığına kabul edilir misin, bilemem. Ruh bedenden uçunca, bu işler parti, belediye, muhtarlık, istihbarat, “DC” ve “DANS” işi olmaktan çıkar. Köydeşlerin, öteki dünyada da işimizi, rahatımızı bozar ve bize iyi gün göstermez, derken, İmam “Nasıl Bilirdiniz?” dediğinde, “Vallahi huzurumuzu bozdu, ailelerimizi parçaladı, köyümüzden 7 kişinin hapis yatmasına sebep oldu!” derse, olay o noktada biter. Zaten Cenab-ı Allah ne der; “bana kul hakkı ve inkârla gelme” der. Ayrıca burada DANS’a telefon açtırayım da bu işi bitireyim demekle bu iş olmaz. Bir defa camide telefon yok. İmam “olmaz!” dediğinde, büyük dostun Todor Jivkov dirilse “yapacak bir şey yok!” köy kenarında kurda kuşa yem olursun vesselam... Mezar taşlarına da yazık! Senin mezar taşına ancak “Bulgaristan Türk ve Müslüman halkına etmediğini bırakmayan hain! Bulgaristan Türklerinin Lawrens’i” Yazılır ki, bunu yazacak Türk çok. Herkes 1990’dan 25 yıl önce ve 25 yıl sonra, yani sen bu işleri karıştırmaya başlayalı tam 50 yıl oldu. Her gün, her ay ve yıllarca ton ton kötülük ettikten sonra hak ettiğin ancak ve ancak eşek dikenleri arasına “Diri diri ve dik gömüşmektir!” Hizmet ettiğin KGB ve DC ajanlarından öyle gömülenler var. Ne yazık ki, ne “lider” ne de “fahri lider” olmak da insanın yüzünü güldürmüyor. Şerefli bir kabir hak etmek “lider” olmak yetmez. Kişide onur da, akıl ve zekâ gibi, bir Tanrı vergisi olmalı! Bulgarlar, düşmanlarımız, halkımızın canına ve maneviyatına kastedenler seni öve öve göklere çıkardı.


Makale ve Analizler - 2014

209

Neden acaba diye hiç mi düşünmedin? İsmini “Doğan” yapması, düşmanlarımızın sinsi bir planıydı. Sen dedenin peşin çoban çomağı olarak Dobruca yollarında sürünürken “sürünen düşenin halinden anlamaz” mantığını iyi bilenler arkandan plan yaptılar. Önce susun diye dedeni “Sosyalist Emek Kahramanı” ilan ederek her ay kendisine avanta maaş bağladılar. Seni ise bahtsız buldukları için övdüler. Sen bunu anlayamadın. Aslında anlamak istemedin, çünkü işine geliyordu. Çalışamadan maaş almak, okumadan diploma sahibi olmak, hiçbir şey ödemeden hep bedava yaşamaktan iyisi yoktu. Aralarında arı gibi dolaşarak yabancı koku aradığın 1 milyon 500 bin Türkün arasında en zavallı olan sendin oysa... Görünüşte, açtın, yalın ayaktın, çamurda ve karanlıktaydın. Sahnede ve perde ardında oynamayı böyle öğrendin. Unutma çocukluğunu ne baban ne de babalığın kabul etti. Bahtsızlar için boşuna “yazısı böyle yazılmış” dememişler. Yazgı, “Tanrı eliyle çalınır bir kez İnsanın alnına!” demek işine geliyordu. Ama Allahın defterinde böyle bir kalem ve çizgi yoktu. “Tuzağa düşürülmüş bir zavallı olduğunu anlamak istemedin.”Sen ajanlığı Vatanı savunmak için değil, komşularının, okulda, üniversitede ve askerde arkadaşlarının başını belaya vermek için kullandın. Daha sonra sözüm ona “Liderliği” ise halkımı ezmek, bize zulüm ederek özümüzü eritmek Türk-Müslümanı yok etmek için kullandın, yaptığın yasalarca ağır cezalandırılması gereken yüzkarası bir zalimliktir. Oysa gerçek lider olsaydın “hain değil, doğanın üzerine eklenmiş en iyi insan olman gerekirdi!” Sana ömür boyu “Ağız tadıyla yemeği düşünüyorsanız, börekler soğumadan masaya buyurun!...” diyen olmadı, değil mi? Bu en insancıl bir davettir. 8 defa sözde evlendin ama bunu bir sabah olsun hak edemedin. Bu davet hayatın sesli anlamıdır. Buna laik olamadın. Sen hapishane gardiyanlarından artan çorbaları süpürmek için her gün “doktora çıkıyorum” havalarına girdin. Hapiste bile sahteydin. İte, havlasın diye yemek verirler, bu gerçeği bilsen bile, bilmezlikten geldin. “Sona kalan dona kalır!” mantığıyla hareket ettin, Seni besleyenler ise, “seni köylüden kentli yaparak, 5 parmakla yemekten çatal tutmaya öğretirken,ayrı yemeye, karanlıkta ama tok yaşamaya alıştırma planını uyguluyordu!” Hani şimdi seni sözde “saray” ama aslında birin “BUNKER” karanlığına kapadıkları gibi, ne o zaman ne şimdi hiçbir şeye protesto etmediğin gibi. Düşünsene, sen artık bir salatalık haline gelmişsin ve seni hangi kavanoza kapayacakları artık umurunda bile değil. Ha! Şunu diyecektim. Çıksana bir gün şöyle “Vitoşa” caddesine, yaşasana olabildiğince güzel bir bahar gününü ıhlamurların altında, içkiye vurmuşsun kendini, ısmarlasana şöyle bir kadeh buzlu buzlu;


210

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Sen hangi sarayda yaşarsan yaşa şunları yüksek sesle söyleyemezsin: “Mademki doğanın bir parçasıyım, yalnız kuru dalları değil, içimin yalnızlığını da çiçekler dolduracak! Gelen Bahardır!” Diyemedin ve diyemezsin. Çünkü o caddede demet demet açan çiçeklerin hepsi senin ölümlerine sebep olduğun bilinen ve pek çokları hiç bilinmeyen kahramanların, hep Emin’lerin, Kınço’ların ve daha yüzlercesinin mezar taşlarına konacak. Bu baharda da senin için açan çiçek yok! Sen yalan dolan kâğıtlar dışında doğada herhangi bir şeye biricik olsun imza attın mı? Atmamışsındır! Doğaya imza emekle atılır. Sen hiç çalışmadın ki! Sen bir düşman beslemesisin! Hapiste bile eğilip bükülmeden, Maşallah!, iki yerden birden bir defa bile imza atmadan düzenli maaş aldın. Hatırlıyor musun? Biyoloji öğretmeni Nikolova, “İnsan ile Hayvan, eşit koşullar altında yaratıldılar; İkisi de doğaya karşı çaresizdir! Emek insanı adam etti. Hayvan hala çaresizdir!” diyordu. Sen bu dünyada canlılara faydalı hiçbir iş yapmadığın için hayvan kaldın. Kendin sokağa çıkamadığın için Kasim Dal’a toplatıp Saray kitaplığında yan yana ve dik dizdiğin Karl Marx bir eserlerinde “Ürünün tek sahibi emektir!” diyor. Sen çalışmadan nasıl zengin oldun? Yoksa Bulgar Kooperatif ve Ticaret Bankası (KTB) bankasına 300 milyon Euro borcun olduğu doğru mu? Bu parayı HÖH partisi adına çekmişsen, Bulgaristan Türklüğünün yediden yetmişe yandığı gündür. O zaman kendine değil, Bulgaristan Türklerinin toplu mezarına çok büyük bir mezar taşı al. “Bu topraklarda 600 yıl yaşayan bir halkın ve öz partisi Hak ve Özgürlük Hareketi’nin toplu mezarıdır!” yazdır şimdiden. HÖH partisine ayrı mezar ve mezar taşı gerekmeyebilir, çünkü bu hareket halkımın kalbinde yaşıyor ve kısmetse daha çok yaşayacaktır. Unutma! Mezar taşının arka yüzünde senin de adın geçsin. Bu halka ne oldu da yok oldu sorusuna cevap olur. Hizmetlerin ve hainliğin de unutulmaz: Orta büyüklükte harflerle “Bu yok edişte en büyük hizmet benimdir!” diye peşin yazdır. Kendi mezarın olmayacağına göre, adın toplu mezar taşının arkasında geçmiş olur. Şu 1000 yıl düşünürü Karl Marx’ın bilinen “Kapital” eserinden aktarıyorum: “Bir taş, emek olmadan, mezar taşı bile olamaz!” Bu konuda özel olarak derin derin düşünüp kafa çatlatmamıza gerek yok. Marx şöyle devam ediyor: “Şu mezar taşı meselesinin en ilkel biçimini düşünelim: Taş mezara olduğu


Makale ve Analizler - 2014

211

gibi yerleştirilmiştir. Ama duruşuyla mezarın baş tarafını belirler. Bu işe insan emeği geçtiği için, o taş bir mezar taşı olmuştur!” Ahmet Doğan hep her kezden kurnaz davranarak ömrünü hiç çalışmadan, yalnız hainlik yaparak geçirdi ve ömrünü mezar taşına kadar sürüyebildi. Ama en kurnaz tilki bile yakaladığı pilici yedikten sonra tüylerini döşek, yastık ve yorganda kullanmaya akıl edemez! Bizimki de, insanlarla gönül birliği kuramadı, onları küçümsedi. Esir etti. Büyük bir hırsa kapıldı. Hürriyet arayanları oyalayıp köle etme yollarını aradı. O kendisine gösterilen saygıyı azımsadı, doyumsuzluk gösterdi ve gözlerini yukarıya dikti. Kemal noktasına da ulaşamadı. Aklı yalnız düşmanımızda gördü. Onlarla yakınlaştı. Onlara sarıldı ve bizim Türk - Müslüman kuyusunu kazdı. Budalalığını görenler ona “zekisin” dediler. O, aklın zekânın yürekle kopmaz bütünlükte olduğunu kavrayamadı ve yavan kaldı. Eline geçeni yarın yerim diye gömüp saklarken, her şeyi çürüttü. Biz Vatan toprağımıza atı evcilleştirerek gelmişiz. Atalarımız uzun yolları at üstünde geçmiştir. Bu Vatanı atlı insana göre düzenleyen yeniden kuran onlardır. Bu topraklar hepimize Ata Vatan olalı bundan büyük zafer yaşamamıştır. Bu açıdan baktığımızda, insanlarımız umut dolu öfke doludur ama asıl önemlisi merak da dolu bir yaratık olduğundan ve güçten emek yapmayı ürün yaratmayı bildiğinden ötürü ölümsüz ve yücedir. Emeğin mezar taşı ise henüz dikilmedi. İnsanın alnında parlayan yıldızdır; Parlayan, atalarımızla gücün emeğe dönüşmesi utkudur. İşimizi elimizden alan ve bizi uğraşısız bırakan adam “lider” olamaz, bu gibi kişilerin mezarı başına taş dikilmez. Söylenecek iki mısra vardır o da şudur: Seni kim tanırdı? Seni kim tanırdı Türk-Müslüman Halkı olmasaydı!


212

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Şafak Söküyor

Şakir Arslantaş-29.Haziran.2014

Bu yılın Mayıs ve Haziran aylarında Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği (BULTÜRK) ile son üç yılda birçok basım eserine ve elektronik bilgilendirme çalışmasına imza atan Stratejik Araştırma Merkezi BG-SAM artık birçok diğer dernek ve kulübün de desteğini arkasına alarak büyük bir atılım gerçekleştirdi. Bu başarı, son 25 yılda soydaşlar arasında yönsüz ve plansız programsız süregelen çalışmaların tek yumrukta, tek demette ve ortak bilinçte toplanması ile örgütsel yapılanmasının sevindirici sonucudur. Edirne’den sonra İstanbul’da İÜ salonlarından birinde yoğun yerli ve yabancı katılımcı ve büyük ilgi altında Büyük Göç, Bulgaristan’da durum, Bulgaristan’da yaşayan Türk ve Müslümanların durumu ve sorunlarını görüşen ve ortak bildirilerle sorunları basına ve kamuoyuna aktaran bu forumlar, şafağın sökmeye başladığına bir alamettir. Bugünün şafak’ı beklenen yeni umut dolu mutlu günlerin şerefli müjdecisidir. Biz 93 Harbinden sonra Bulgaristan’da kalan Türk soylarının devamıyız. 1978’den 1990’a kadar esaret altında yaşadık, kurtuluş ve hürriyeti ata vatandan anavatana kaçmakta, toprağımızdan kopup yollara dökülmekte, sınırı zorlamakta, göç etmekte aradık, çünkü ailelerimiz, topluca hepimiz bir asır boyu “bozgun süreci” yaşadık. Osmanlıdan koparılmış bir dal gibi oralarda kaldığımızda atalarımızda Türk olduğumuz bilinci yoktu. Onlar hepimizin “Osmanlılı”, “hepimizin etnik halk topluluklarının ortak kimliği olan ümmet” olduğumuz görüşündeydiler. Kabul etsek de etmesek de, “güneş balçıkla sıvanmaz,” Osmanlı Padişahına karşı dış düşman güçlerce kışkırtılan, öncelikle İngiltere, Fransa ve Rusya’nın komplosuna gelen Bulgarlar “milli kimlik bilincine” bizden önce ulaştılar. Bu, Müslüman Türklerden ve bugünkü Bulgaristan topraklarında bulunan ama 150 yıl önce “Osmanlı Ümmet Bilincine sahip olan” diğer etnik topluluklardan daha önce ulusalcı uyandıklarına bir işarettir. Rumeli’de yaşayan Osmanlı tabasını parçalayıp bölmede ve bağımsız devletler olarak örgütlemede en büyük işi İngiliz diplomasisi, Fransız aydınlatıcılığı ve Rusya’nın parasal, maddi ve askeri yardımları oynadı. 1876 Nisan Ayaklanması, 1877 - 1878 Rus - Osmanlı Plevne Savaşı bu sürecin yol taşlarıdır. O zaman başlayan bozgunda kaç Türk köyü yakıldı, kaç Türk kadın ve kızının ırzına geçildi, kaç Türk hanesi soyuldu, kaç Türk okulu, medrese yakıldı,


Makale ve Analizler - 2014

213

kaç camı yıkıldı ya da kilise haline getirildi bilinmiyor. 600 yıl kökleşen çınarların kendi kendini ilk esintide sökemeyeceği aşikârdır. 93 Harbi barbarlığı, vahşeti, şiddeti ve hayvansallığı o denli derin acılara sebebiyet vermiştir ki, Bulgaristan’daki ulu Türklük ve İslâm çınarı yaprak dökmek zorunda kalmıştır. Zalimliğin en dehşetli zulmüne göğüs gerip dayanabilen atalarımız sözün tam anlamında olmakla 100 yıl esaret altında yaşamak zorunda kalmış, çok kurban vermelerine rağmen, boyun eğmeden dimdik ayakta kalmış ve Türklük ruhunu yaşatabilmiştir. Mayıs 1989’da başlayan ve 1944-1989 Bulgaristan’da yaşayan Türk nüfusa ve öteki etnik azınlıklara karşı totaliter bir diktatörlük olarak baskı ve terör uygulayan Todor Jivkov iktidarı gücünü başka bir kuvvetten değil, yine Rusya emperyalizmin uzantısı olan Sovyetler Birliği’nin bölgede hâkim olma, etniklerin ulusal bilincini ezme ve öz kimliklerini yok etme, ruhunu öldürme politikasından almıştır. 1944 - 1989 totaliter Bulgar rejiminin yıldan yıla daha da şiddetlendirerek önce Çingene nüfusa, ardından 1970 - 72’de Müslüman Pomak nüfusa ve 1984 - 1989’da da Bulgaristan Türklerine karşı uyguladığı bu insanlık dışı acımasız politikada şöyle bir özellik de vardır. Aslında bu barbar siyaset en sosyalistlerin ve de komünistlerin icadıdır. Birinci ve İkinci Dünya Savaşları yıllarında Alman faşist diktatör Adolf Hitlerin uyguladığı “benden olmayan yok olacak” politikasının bir devamıdır. Bu vahşetin ilk adımlarını şu günlerde 100. Yılı anılan, Birinci Dünya Savaşı’nda ve ondan 2 yıl evvel yürütülen Edirne çarpışmalarında, ulusal kimliği Alman olan, Bulgar Çarı Ferdinad’ın Osmanlı ordularına karşı Dobruca ve Deliorman Türklerinden taburlar kullanmasında görüyoruz. O yılların anı kitaplarını alıp okursanız, Osmanlı Sultanı’na karşı yürütülen propagandanın özünde, Başkent İstanbul’un Bulgarların eline geçmesi gerektiği, çünkü Bulgar ırkının “Osmanlı ümmeti içinde, Türk ırkından daha yüksek bir ırk” olduğu tümcelerine sık sık rastlarsınız. Bu caydırıcı hegemonist propaganda 2000 yılına kadar tırmandırılırken, adına “demokratikleşme” denen şu dönemin akıl hocalarının da dilinden düşmemiştir. Bu açıdan değerlendirildiğinde, Bulgaristan Türklerinin Mayıs - Haziran 1989 Ayaklanması yalnız bir kin, hırs, intikam patlaması değil, yüksek milli bilinçlenme ve gemlenemez bir ruhun fışkırması oldu. Bu büyük gerçek 1990 - 1998 yılları arasında Bulgaristan Cumhurbaşkanı olan Jelü Jelev tarafından “Otobiyografi” (Her şeye Rağmen) eserinde bizzat ve özel olarak itiraf edilmiştir. Mayıs 1989’da biz Bulgaristan Türkleri olarak ayaklandık. Ümmet olarak değil....


214

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Yakın dönemin daha derin analizinden aslında 1989 Mayıs’ında Bulgaristan Türkleri tarihinde “Bozgın Dönemi”nin durdurulabildiğine tanık oluyoruz. Bu kahramanca atılım analarımızın babalarımızın, atalarımızın tarihsel hamlesiydi. Büyük zaferimizdi. Bu tarihsel başarının Bulgaristan Türkleri sınır kapılarına itilerek kırılmasında bazı dış ve iç güçlerle birlikte Bulgar idaresi sinsice yönlendirenler arasında, daha sonra (yayınlanan arşiv belgelerine göre), gizli servis ajanı oldukları ortaya çıkan Ahmet Doğan, Osman Oktay, Kemal Eyüp, Lütfü Mestan, Ünal Lütfü gibi isimler yer alıyordu. Bulgar milli iradesinin 500 bin Türk’ten kurtulmasında büyük rol oynayan bu hainler daha sonra Bulgar gizli servisinin kurduğu Hak ve Özgürlükler Partisi Merkez Yönetimi’ne getirilerek bol bol mükâfatlandırıldılar. Bu anlamda, Mayıs ve Haziran 2014 anma törenleri, miting ve toplantılar, Edirne Forumu ve İstanbul Sempozyumu hainliği, ajanları, HÖH partisinin Türkleri ezme ve “onların üzerindeki esaretin” sürmesini, Müslümanları soyma politikasını tamamen ve kesinlikle ret etme egemen görüş ve yeni irade oldu. HÖH yönetiminin totaliter rejim hedeflerini değişik biçimde devam ettirme Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) ile ortaklık politikasını bütünüyle ve dönüşsüz olumsuzlama ve zalim- hain bağlaşıklığına kesin son verme, tek seçenek olarak ortaya çıktı. 5 Ekim 2014 günü Bulgaristan’da parlamento seçimi yapılacak. Bu seçimde Ahmet Doğan ve Lütfü Mestan Partisi HÖH’e oy vermek yok! Her oy “esaretimizin”, çilelerimizin, sorunlarımızın, savmayan yaralarımızın sızlamaya ve acımaya devam etmesi anlamına gelir. Biz Türkiye’de yaşayan soydaşlar olarak oylarımızı - politik değişiklik isteyen, Bulgaristan’ı bütün olarak bataktan çıkarma programı sunan GERB partisine, ya da aramızda her hangi bir uzlaşmazlık olursa, bağımsız adaylarımıza oy vereceğiz. Ya GERB içinde ya da bağımsızlardan bir parlamenter grup oluşturulmasına ve sorunlarımızın hakikatten ortaya konmasını sağlamak için elimizden geleni yapacağız. BG-SAM ajansı olarak, seçimler arifesinde hepinizi ana dilimizde gece gündüz haber ve yorumla bilgilendirmeye devam edeceğiz. Gerekirse hepimiz otobüslerle, trenle ve özel araçlarımızla 5 Ekim 2014 günü Bulgaristan’ı işgal edip kendi adaylarımızı mebus seçeceğiz. Politikayı değiştirmek bazen insanları değiştirmekle de mümkündür. Kendi insanlarımızı seçme ve şafağı yeni kadrolarla karşılama zamanı geldi. Hepimiz görev başına. Öyle ama, Avrupa Birliği (AB) seçimlerinde Ahmet Doğan ve Lütfü Mestan ekibi daha fazla oy alan tek parti oldu mu diyorsunuz!?


Makale ve Analizler - 2014

215

Evet, öyle oldu ama nasıl aldılar bu oyları?, Bunu biliyor musunuz? Kimse gücenmesin - Çingene şirketlerine, Çingen baronlara para dağıtarak ve büyük çoğunluğunu yine Bulgaristan’da yaşayan Türk kardeşlerimizden geldi. Bilirsiniz ki, Ahmet Doğan ve Daniel Peevski’nin kendi şirketi yok. Şirketi olmayan, üzerine malı mülkü olmayan bir adam nasıl olur da 300 milyon Euro banka kredisi çekebilir? Onlar bu defa da eski taktiği kullanarak, Çingene şirketlerine özellikle de Köstendil, Montana, Vratsa ve Vidin bölgelerinden kendilerine bağlı olan yamak firmalara kredi çekmelerinde yardım etmişler ve iş patlayınca, Daniel Peevski ile Ts. Vasilev (en büyük özel banka olan KTB bankasının sahibidir) araları açıldı, birbirlerini öldürtmek istediler, kiralık katil tuttular, polise düştüler ve sonunda hükümeti düşürdüler. Şöyle de bakalım, Ts. Vasilev Bulgar oligarşisinin adamıdır. Daniel Peevski ise Rus oligarşisinin Bulgaristan’daki ajanıdır. Bulgar bankalardaki para Çingene şirketlerine verilen kredilerle Bulgar oligarşisinin elinden Rus oligarşisinin eline geçti. Ts.Vasilev AB seçimi öncesi aldatıldı. Neticede HÖH-BSP ortaklık küpü çatladı. Hükümet ortaklığı patladı. Soru: Kredi olarak gösterilip Çingene şirketlerine seçim öncesi dağıtılan paraları kim geri ödeyecek? Cevap: Şimdilik, yani seçimlere kadar hiç kimse!!! Soru: Bulgar savcılığı Ahmet Doğan ve Daniel Peevski hakkında dava açar mı? Cevap: Dava açılması 5 Ekim 2014’ten sonra oluşacak siyasi dengele bağlıdır. Seçim günü sandıktan DANS çıkarsa, Ahmet Doğan ile Daniel Peevski hapsi boylar. Onlardan başka, şimdi mecliste gizlenen birkaç HÖH milletvekili de hemen toplanacak ve hapse atılacaktır. Doğan’ın “saray”da hazırladığı dolandırma ve soyma planları artık sökmüyor. Not: Daha önce de yazmıştım, Bulgaristan’da bir adam bir defa hapse girmişse, mutlaka yine girer. Hatırlatmak üzere yazıyorum. Dulovo (Ak Kadınlar) belediye başkanı ve eski HÖH milletvekili Dr. N. Tabakov, yine eski HÖH milletvekili, HÖH partisi eski Kuzey Bulgaristan koordinatörü Sever de tam bu “borçlanma kuyusuna” düşürüldüler.


216

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Dr Tabakov halen Varna Hapishanesinde gün sayıyor. Ahmet Doğan’ın “kredileri ben dağıtıyorum”, Daniel Peevski’nin de “Sofya savcılığını ben kumanda ediyorum” tezleri artık tosladı... Bir de şu noktaya işaret etmek istiyorum. Neden Makedonya, Kosovo ve Bosna Hersek’te ve daha birçok yerde Türkler kendi anaokullarını, ilkokullarını ve ortaokullarını açabildiler, kendi ana dillerinde basın yayın işlerini, özgün kültürlerini v.s. geliştirebildiler de Biz Bulgaristan Türkleri hep yerinde sayıyoruz? Bulgaristan dışında Balkanlarda bütün cami, hamam, bizinsen, köprü, müftülük, vakıf v.b. yapıları onarıldı ve pırıl pırıl edildi de biz iki tuğlayı üst üste koyamıyoruz. Neden Balkanların dört bir yanında Türkiye’nin Balkan politikası galebe çalıyor da biz okul kurma bir yana bizler özgür olarak camiye bile gidemiyoruz: Bu işin de bütün sorumlusu HÖH partisi liderlerinin (yukarıda isimlerini sıraladım) izlediği hainlik politikasıdır. 5 Ekimde şafağı birlikte karşılayalım!

Başkanlık Yolu Açıldı

Rafet Ulutürk-30.Haziran.2014

Tarihin en görkemli İmparatorluğu olan Osmanlının çözülme ve monarşiden Cumhuriyete geçiş sürecinde toplam 44 devlet oluştu. Son hesapta, bu zengin geçmişin ana varisi Türkiye Cumhuriyetidir. O, aynı tarihsel geçmişin enerjisiyle kurulan irili ufaklı devletlerden hiç birine yan gözle asla bakmadı gibi, husumet yaratıp savaş da açmadı. Bu açıdan Türkiye’nin bir asırlık Cumhuriyet tarihi son yüzyılın emsali olmayan parlak bir örneğidir. 43 kardeşine ayırıp kayırma gözetmeyen, hepsine karşı hep aynı mesafede olmaya çalışırken bir ağabey gibi davranan Türkiye devleti, yakaladığı toplumsal modernleşme, gelişme ve kalkınma modeliyle öteki kardeşlerine örnek olurken, dara düşene ise hep yardım eli uzatıyordu. Suriye faciasında, konuk muamelesi gören sığınakçılara gösterilen sıcaklık, biz Bulgaristan ve Balkan Türklerinin yaşadığımız toplam 39 göç esnasında, hele 1989 Büyük Göçünde gördüğümüz büyük ağabey yaklaşımının bir devamıdır. Büyük Osmanlının gölgesi ruhlarımızda bugün de hepimizin Vatanı ve yuvasıdır.


Makale ve Analizler - 2014

217

Bu dev Çınar’ının köklerinin kardeşleşmesinden oluşan ormanda ağaçlar ortak gölge oluşturmaya çalışırken, son bir ayda beliren zamansız mezhep kavgaları; “İslam Devleti” ve “Halifelik” ilan edilmen ya da kargaşayı fırsat bilip sınır çizgilerini değiştirip bağımsızlıktan dem vurmaya kalkanlar, bizde farklı çağrışım uyandırdı. 1981’te, Bulgar Devleti’nin “1300. Yıldönümü” törenlerinde, olayları olduğundan görkemli, gölgeleri de olduğundan koyu göstermeye çalışan diktatör Todor Jivkov, Sofya’da Kültür Sarayı bahçesine bir günde büyük büyük yapraklı ağaçlar dikip her yeri gölgelendirilmişti. Dev ağaçlar Almanya’dan getirilen iri dişli kepçelerle kökünden söküp saray bahçesine açılan kuyulara ormandan getirilip dikilmişti. Bilirsiniz boylanan ağıcın kökü kazılmaz ve sulanmaz, çünkü o aradığı suyu derinde bulmuştur ama bizimkiler kazdılar suladılar, suladılar kazdılar ve ikide bir ilaçladılar ama bir iki yılda ağaçların hepsi kurudu. Sosyalizm düzenine de totalitarizm illetini dikerek toplumsal olarak da kurudukları misali... İslam Devleti ilan edenlerin Halifeliği de in üstüne çatı gibi göründüğünden kendini anlamsızlaştırdı. Hilafetin kaldırılması ben Osmanlıyım demekle gururlanan teba için 3 Kasım 1939’da Tanzimat fermanının ilanı ile modernleşme mikrobunun halk zihninde parçalanıp bölünen ufalanan devletten yıkıcı kanunları kendisinin nasıl yok etini göstermiş oldu. Bu olay bana, en basit tebaası “Osmanlıyım” demekle gururlanırken 3 Kasım 1839’da Tanzimat Fermanıyla içine “modernleşme” mikrobu düşürüp baştanbaşa parçalanıp bölünerek ufalanma temellerini kendisinin nasıl attığını anımsattı. 1924’te TBMM Hilafeti kaldırmakla Müslüman ülkelerin uygar dünyaya katılma kapısını araladığı gibi, Bulgaristan Krallığı’nda yaşayan Müslümanların yenileşen düzene Başmüftülük yönetiminde ayak uydurabilmelerine serbestlik getirmişti. Son yüzyılda Osmanlıdan kopan devletler uygar dünya yolunu ararken hep Türkiye’ye baktılar, Türkiye Cumhuriyeti’ni örnek aldılar. Tarihsel gidişi silah zoruyla ters çevirip, geçen hafta bir şeriat devleti ve Halifelik ilan edilmesi hepimizi düşündürdü. Hıristiyan dünyası ile ilişkilerin “soğuk ve sıcak savaş” dönemine yeniden itilmesine yol verilemez. Diş İşleri Bakanımızın Sayın Ahmet Davudoğlu’nun “dünyanın bundan sonra ilerlemesi uygarlıklar arası savaştan geçer” diyenlere verdiği yanıtında “Hayır, barış ve anlaşmadan, sınırsız bir dünyadan geçecektir” demesi yankılanırken büyük destek topladı. Balkanlar açısından bakıldığında, Büyük İskender, kimin Çarı oldukları üzerinde tartışmalar dinmeyen II. Simeon ve İvan Asen, İslav alfabesini yazan Ki-


218

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ril ve Metodiy kardeşlerin devasa anıtlarının çevrelediği Üsküp meydanında değişik vesilelerle karma mehter takımlarının Osmanlı ve Türk marşlarını dinlemek olanaklaştı. Makedonya’da Osmanlı mirası olan bütün konak, askeri okul, cami, medrese, tekke, köprü, okul ve çarşılar onarıldı. Güzellikler yaşama kazandırıldı. Kutlamaya değer gelişmeler oluyor. Öte yandan, Bulgaristan’da Başmüftülük ve vakıf taşınmazlarının, Osmanlı kale ve konaklarının, Kostendil’de “Fatih Camii” de aralarında olmak üzere Karlovo “Kurşun Camii”, Razgrad “Büyük Camii”, Kırcaali’de Medresemize, Filibe “Taşköprü camisi” ve “Türk Hamamları” gibi tarihi ve yüksek mimari mirasımızın dış mangalına bile dokunmamıza izin verilmiyor. Bulgar’ın Anti-İslam ve anti-Türk devlet politikası halen sürüyor. Düne kadar Türkiye diplomasisi tarafından da desteklenen HÖH - DPS lider takımı öz Vatanımızda Türklük düşmanı politikayı çok aşamalı ve değişik biçimli bir uygulama olarak bazı belediyeler desteklemeye devam ediyorlar. Bu konuda mahkeme kararlarının hiçe sayılması, çok manidar olduğu kadar, eski Osmanlı topraklarında çok çelişkili ve ağır problemli sorunlar yaşandığına hepimizi tanık ediyor. Bu arada Bulgaristan’a son 25 yılda en fazla yardım eden ülke de yine Türkiye Cumhuriyetidir. 2 milyardan fazla yatırımla Türkiye Bulgaristan’ın birçok il merkezinde fabrika bacalarını tüttürdü. Sofya yer altı treninin 2. Hattını inşa edip işletti. Burgas iline açılan otoyola damga vurdu. Sofya’yı Pernik şehrine otoyolla bağladı. Oteller kurdu, işletiyor. Lokantalar açtı ağız dadımız değişti. Özlemlerimizi giderdi. Eğitim ve kültür alanında atılacak yeni adımlara alan hazırlıkları devam ediyor. Bu dev yardımların 2002 yılından sonra kat kat artarak hayat bulması, olayların kökünde Sayın Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın olduğunu belirtmemize yeni vesile olmuştur. Bu minnettarlığımızın ifadesi olarak Biz Bulgaristan Türklerinden İstanbul’da BULTÜRK Derneği olarak son yerel seçimlerde oyumuzu AK Parti adaylarına verilmesi gerektiğini basın toplantısı ile açıkladık. Hareketimizin doğru olduğuna inanıyoruz. İşte böylesi karmaşık bir ortamda Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez olmak üzere direk başkanlık seçimine gidiliyor. 10 Ağustos 2014 bu bakıma çok anlamlı bir gündür. Burada Türkiye’yi ileriye ve geriye çekmek isteyen iki cephenin birbiriyle yüzleşmesini izleyeceğiz. Monarşiden Cumhuriyet düzenine geçerken Osmanlının paşası ve Cumhuriyetin de kurucusu ve Başkanı olan Mustafa Kemal Atatürk’tür. Onun zamanında gerçekleştirilen reformlar Osmanlıyı öz ve biçim olarak olumsuzlaştırdı. Fakat bu yapılırken bazı çerçeveler dar tutulmuştu. Bunları genişleterek aşma yolunu ise Başbakan Recep Tayip Erdoğan buldu.


Makale ve Analizler - 2014

219

Son 12 yılda köklü yenileştirici adımlar attı: Bir defa çoğulculuğa dayanan politik sistemin üzerindeki anayasal vesaiti kaldırdı. Politik yapıyı yeniden düzenlerken demokratikleştirdi. Anadolu’nun sermayesini oluşturdu; Anadolu’da eğitim, kültür ve sanayi devrimi yaptı; Türkiye savunmasını dışa bağımlılıktan kurtarmak için milli savaş sanayisini kurdu; modern bir Türkiye’nin dinamik alt yapısını tünel, köprü, oto yol ve hava alanlarıyla tanınmaz bir hale getirdi. Ulusal bütünlüğünün etnik farklılıkları yaşatan bir bukette yaşayacağına inandı. Kürtlere ve diğer etniklere özgün kültürel haklarını tanıdı. 34 yıldan beri çözülemeyen Kürt problemine başarılı çözüm formülü buldu. Türkiye’de XXI. Yüzyılın ilk atılımlarını belirleyen bu gelişmeler daha 139’da atılan Batıya dönük uygarlaşma yolunu genişletmeye çalıştı. Kuşkusuz burada Türkiye Cumhuriyeti’nin atlayamayacağı bir çita olmadığını yazarken, tuz içinde şekerin zor eridiğine işaret etmek istiyorum. Modern Avrupa’da ilan edilen “farklılıkların bir araya gelmesinden oluşacak yeni Avrupa Birliği uygarlığı” aslında hayal edildiğinden çok farklı çizgiler de içeriyor. Bir defa, üye olan 28 devletin sınırlarını kaldırarak, bütünleştik demesi ve Brüksel meclisinde 24 dilin resmi dil olarak kabul edilerek kullanılması, yeni bir forumsal varolma biçimi yaratırken, özsel değişikler getirmedi. Üye ülkelerin her birinde var olan ve çözülemeyen ise etnik sorunlar kangrenleşmeye devam ediyor. Üye devletlerin ulusal devlet politikalarında azınlıklara etnik eğitim, kültür v.b. haklarını kullanma hakkı devlet eliyle kısıtlanıyor. Devlet ajanlarınca yönetilen yamak partiler örneğin Bulgaristan (HÖH) partisi Türk ve Müslüman azınlıklarını eriterek yok sayma değirmenine su taşımaya devam ederek ayakta tutuluyor. Atalarımızın atları evcilleştirerek, bakır, demiri ve çeliği yerlilerden daha iyi işleyip ehlileştirerek kolayca yerleştiği Anadolu’da buldukları eski Elen kültürü, Bizans hukuku ve Hıristiyan dininin yerine daha üstün bir üretim biçimi, ahlak ve adalet anlayışı getirdiklerinden dolayı 1 000 yıl önce kolayca kabul dilip yerleşebilmeleri dünyayı şaşırtmamıştı. Avrupa Birliği’nin (AB) varoluşuna temel tarihsel dayanak olarak gösterdiği Hıristiyanlık, kadim Rum kültürü ve Bizans hukuk üçlüsüydü. Modern Anadolu’da yani Türkiye sınırları içinde İslam dini, Müslüman yaşam biçimi, Türk-İslam sentezi kültür ve devletin cumhuriyet biçimiyle tam bir uyum ve mükemmel bir harmoni içinde yaşamış, yaşıyor ve yaşayabilecekken, aynı üçlü sentez bütünlüğü eski kıtada Türklük uygarlığıyla birlikte neden uygulanmasın? Neden uygulanmak istenmiyor? Bu perspektifi, nurlu ufku neden kabulü mümkün bir uygarlık olarak göremeyenlerin yaşam ortamı bulabildiklerini anlamak, dün olduğu kadar bugün de hakikatten anlaşılır gibi değildir.


220

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İşte böyle suni olarak ağırlaştırılmış koşullarda, Türkiye Cumhuriyeti Başkanlık seçimine gidiyor. Yarın AK Parti Başkan adayını açıklayacak. Herkes Sayın Recep Tayip Erdoğan’ın üzerinde duruyor. Gerçeği isterseniz kişilik o kadar da önemli değil, çünkü Türkiye Cumhuriyeti Anayasa’sına göre bir vatandaş kendi başına Cumhurbaşkanı olmak isteyemez, kendini aday da gösteremez, parlamentodan 20 kişilik bir grup tarafından önerilmelidir. Şimdiki muhalefet, ana hatlarıyla CHP - MHP ikilisi, son 12 yılda Türkiye’de yeni algoritmaları üreten, yeni bakış açılarını yerleştiren ve devletin politik ve felsefi yeni yapılaşmasında dinamo rolü gören Başbakan Sn.Recep Tayip Erdoğan veya AK Parti’nin önereceği adayın önüne hiç beklenmedik bir şahsiyeti (Ekmelledin İhsanoğullu) aday olarak dikildi. Bu neye benziyor biliyor musunuz? AK Parti ve Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan dar başkanlık yolunda üç atlı faytonuyla normal ilerlerken, önüne muhalefet tarafından indirilen bir kani arabasıyla yolunun tıkanmasıdır. Fikrin özündeki hainlikte Başkanlık yokuşunun dar bir yol olduğu ve solama ve sağdan dolanma gibi bir imkân olmamasıdır. Bu yolun bir tarafı dere hendeğidir diğer yanı da siperdir. Monarşiden Cumhuriyete Cumhuriyetten Başkanlık sistemine başarılı geçiş, aslında Türkiye Cumhuriyeti’nin devleti yönetim sistemini daha da demokratikleştirilmesi ve ehlileştirilerek daha verimli bir hale getirilmesi açısından Avrupa Birliği’nin önüne geçmesi anlamına gelir. Evet Türkiye artık devleşiyor ve bu devleşme de yarı ve başkanlık sistemine geçmek zorundadır. Bu gerçekleştiği takdirde inşallah tüm dünyada yaşayan Türklerin de dualarıyla yeni Türkiye’nin, yeni Cumhurbaşkanı hem ülkemize hem milletimize hem de dünyanın her yerindeki insanlarımıza umut verecektir.İnşallah Ramazan ayının bereketiyle oluşan bu dualar Milletimizin hem birliğine hem beraberliğimize hem kardeşliğimizi pekiştirir ve dünyada yaşanan acıları da ancak böyle hafifletebiliriz. tır.

Bekliyoruz. Başkanlık yolu yokuştur, geri dönüşü olmayan bir tırmanışTürkiye Cumhuriyeti için ise bu bir yücelme yoludur.

Tüm Türk Dünyası ve Osmanlıdan ayrılan 44 devletin pir dikkat izlediği ve örnek almak istediği bir ilerleme ve onur yoludur. Türk Dünyası Merkezinin oluşmasına az kaldı... Şimdiden Dünya Türklerine hayırlı ve uğurlu olsun.


Makale ve Analizler - 2014

221


222

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2014

223


224

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2014

225



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.