11 BULGARİSTAN TÜRKLERİ NASIL KANDIRILDI

Page 1

Makale ve Analizler - 2014

BULGARİSTAN TÜRKLERİ NASIL KANDIRILDI?

2014 Ağustos - Eylül Makale ve Analizleri

1


2

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

BULGARİSTAN TÜRKLERİ NASIL KANDIRILDI? BULTURK BGSAM Yayınları Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi - BGSAM -11 BULTÜRK Genel Başkanı: Rafet ULUTÜRK Basım: Ağustos -Eylül - 2014 Koordinatör: Dr. Nedim BİRİNCİ Editör: Raziye ÇAKIR İnternet sorumlusu : Kapak Tasarım: Murat ULUTÜRK Pazarlama Sorumlusu: Hamiyet ÇAKIR Arşiv: İbrahim SOYTÜRK İsteme Tel: 0212 511 63 47 www.bulturk.org; www.bghaber.org; info@bulturk.org İnternet sitesinin yazıları Adres: Yıldırım Mah. Şehit Kamil Balkan cad. No.114/A Bayrampaşa İstanbul Tel: +90 (212) 511 63 47 Belgegeçer: +90 (212) 526 51 98 https://bgsam.org/, https://issuu.com/bulturk, https://bulturk.org.tr/ Baskı : DİNÇ OFSET MATBAACILIK SAN. ve TİC. LTD. ŞTİ. Adres: Davutpaşa Cd. Emintaş San. Sit. No: 103/580-581 Topkapı - İstanbul Tel: 0090 212 493 24 67 TÜRKİYE CUMHURİYETİ YASASI GEREĞİNCE BU ESERİN YAYIN HAKKI BULTÜRK’ten İZİNSİZ KISMEN VEYA TAMAMEN ÇOĞALTILIP YAYINLANAMAZ

Web: www.bghaber.org ; E.Posta: rafetuluturk@yahoo.com


3

Makale ve Analizler - 2014

“Bilgi Ordusu, Bizim Ordumuz, Bildiğimizi Öğretmek,Bizim Borcumuz.” Rafet ULUTÜRK

Düşünceler dizisi olan elinizdeki eserin anlamı derin bir uğraşın ancak başlangıcıdır. Bulgaristanlı Türk Müslümanların başına 1970-72, 1984-85’te düşen yıldırımın bir daha düşmemesi için bir uyarı ve ışık niteliğindedir. Saygılarımızla, B U LT Ü R K İ st a n b u l


4

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2014

5

Önsöz Yerine Yıl 2014 70 yıldan beri anadili, dini, yaşadığı şekilde yaşaması, istediği gibi sevip sayması yasaklanmış olan Bulgaristan Trükleri’nin bir yıl önce başlayan bellek zarlarını sökerek kendilerini anlatma serüveni artık tay durmaya başladı. Ekibin yazdıkları kalemler dik, olaylara yaklaşımları cesur ve bilgedir. Okurları uyanmaya kışkırtan bu yazılar elektrik çağından elektronik çağ sıçrayan genç kuşağa hitap ederken, onların soy boy vatan geçmişlerini, kavgalarını, parçalanmalarını, göçleri, kader çizgisini değiştirme mücadelelerini anlatıyor. Anadilinde okuması yazması, kitap basması yasaklanmış bu etnik Türk azınlığının öz edebiyatını ve oradaki koşullarda özgün kültürünü oluşturması geleneklere dayanan yaşam biçimine nefes aldırmaya devam etmesi sanki bir kahramanlıklar serüveni. Türkiye ve Türkiye’deki yakınlarıyla ilişkileri kesilmeye çalışılırken yasaklanmış ama onlar közleri asla söndürmemişler. Türklük sevgisi ve Müslümanlık aşkı hayatlarını belirleyen temel etken olmuş. Dünya pencerelerini onlara kapayanlar ruhlarının sönmesini beklerken 1989’un Mayısında onlar İsyan edip hakları uğruna birlikte toplu olarak şahlanmışlar. Doğu Blok psikologları bu gelişmeleri öngörememiş, gafil avlanmış ve olayların sonunda aynı yılın 10 Kasımında komünist partinin totaliter baskı ve terör rejimi Bulgaristan Türkleri sayesinde devrilmişti. Bulgaristan Türk-Müslümanlarının Türk kimliğini oluşturup geliştirme davasındaki büyük özellik, mücadelenin genel insan hakları, adalet ve demokrasi kavgasına örülmesi, politik nitelik kazanması ve ulusal çapta alevlenmesidir. Bu dış dünyadan maddi yardım almadan örgütlenen ve kendi közünde alevlenen bu Ayaklanma çok yüksek bilinçlilik düzeyi sergilerken, okumuşluk düzeyi düşük olan halkların ruhu kör ve güçsüzdür tezini de kırdı. 2014 yılı yazılarımız, siyasi çalkantıları, seçim dalgalanmaları ile birlikte çok sevdiğimiz vatanımızı, diktiğimiz ağaçları, meyvelerimizin tadını,


6

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

tozlaşmak için rüzgar bekleyen buğday denizlerimizi, Tuna’mızı, Balkanımızı, Ardamızı, Tunca’mızı, çilekeş insanlarımızı da anlattık. Bizden iyi anlatan şair ve yazarlarımızı hep aramızda bulduk. Saygılarımızla, Raziye ÇAKIR


Makale ve Analizler - 2014

7

Önsöz: Toplumların hayatında yazılı tarih büyük bir öneme sahiptir. Ancak bizde yazılı olmayan tarih, yani nesilden nesile aktarılan tarih vardır. Bu nedenle bazı olaylar zamanla faklı şekilde anlatılmakta veya algılanmaktadır. Gelecek nesillere aktarılacak olan bilgi birikiminin arşivlenmesi, kitap, dergi veya gazete gibi yayın organları aracılığı ile kalıcı hale getirilmesi büyük bir öneme sahiptir. Bu nedenle edindikleri tecrübeleri, yaptıkları çalışmaları toparlamak ve kitaplaştırmak güzel bir çalışmadır. Bunu bireysel olarak yapımaktan öte kurumsal olarak da yapmaları takdire şayan bir davranıştır. BULGARİSTAN TÜRKLERİ KÜLTÜR VE HİZMET DERNEĞİ kısa bir süre önce 2013’te kurulan internet haber sayfası www.bghaber.org sitesindeki yazıları bir araya getirerek yapılan bu çalışmaları kitapçık halinde getirerek bu konuda büyük bir ciddiyet göstermektedir. Derneğin internet haber sayfasında çıkan yazıları ve çalışmalarının yıllıklar halinde kitapçık haline getirerek yer aldığı bu çalışma gelecek kuşaklara aktarılacak ve ışık tutacaktır. Öte yandan dernek büyük bir arşiv de oluşturmuş durumdadır. Dernek faaliyetlerini gerekli ciddiyetle yürüten dernek Başkanı öncülüğünde dernek kurucuları, Yönetim Kurulu ve üyelerinin yaptıkları özverili çalışmalarından dolayı kutluyorum ve başarılarının devamını diliyorum. İsmail Gemici BULTÜRK Kurucu Üye


8

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Değerli Hemşehrilerim, Bulgaristan’da hepimiz zor günler yaşadık, itildik, ezildik, çiğnendik, hatta gün geldi vurulduk, şehitler verdik. Bu nedenle bizler kendi içimize kapanarak, yaşam mücadelesi vermeye çalıştık. Ancak bu içine dönüklükten kurtulmalıyız ve Türkiye’de yaşadığımıza göre, yasaların bize verdiği tüm haklardan bizlerde yararlanmalıyız. Peki, neden bunu yapamıyoruz? 1877-78 Rus-Türk savaşından sonra Osmanlının Balkanlardan çekilmesiyle birlikte, savaş esnasında işlenen akıl almaz katliamlar nedeni ile atalarımız asırlarca yaşadıkları yerleri terk ederek göç yolunu tutmuşlardır. Geride kalanlar ise Bulgaristandevleti’nin uygulamaya başladığı soy kırım politikalarına karşı direnmiş ve hayatta kalmaya çalışmışlardır. Şimdi ise burada Türkiye’de yaşayanlar oralara yardım edebilmek için, burada ilk önce bir araya gelmek ve bir merkez oluşturmalıyız. Artık bir kurum altında toplanmalı ve birlikte hareket etmeliyiz. Bu birliğe hepimizin ihtiyacı olduğuna inanıyorum. Artık bir birimizi kötülemekten vaz geçmeliyiz, birisi için yanında konuşamayacağımızı başka bir yerde konuşmamalıyız, yani kısaca arkasından konuşmamalıyız. En önemlisi samimi, hoşgörülü ve ahlaklı olmak. Zamanla her şey yerine geleceğine inanıyorum, ama tabi ki bu dava üzerinde kafa yoran, stratejiler üreten ve devamlı bunun üzerinde çalışan olursa. Bizim savaşımız insanlarımızı ahlaklı yetiştirmek olmalı, birlik ve beraberliğe kendi insanlarımızla başlayarak tüm Türk Dünyasına taşmalıyız. Bizler burada Türkiye’de yaşayan Bulgaristanlılar büyük bir kitle haline gelmiş durumdayız. İşte bu nedenle şimdi bu kitleyi yani kendi hemşerilerimizi, bir araya toplayarak bir merkez, bir güç birliği oluşturmalıyız, tabi ki bu bizim doğal tabii hakkımızdır. Bizler de artık toplum gücünü kullanabilmeliyiz. Toplum olarak haklarımızı elde etmek zorundayız ve bu yönde çalışmalıyız. Biz bunu söylerken, önderlerimizi seçerken, başkaları kötüdür demiyoruz.


Makale ve Analizler - 2014

9

Biz bu işi onlardan daha iyi yapabileceğimize, Türkiye Cumhuriyetine ve Türk Dünyasına daha verimli olacağımıza, buralarda bu bölgelerde yaşayan Türklerin daha iyi, daha güvenilir, yaşamalarını sağlayacağımıza inandığımız için, Önderliğe, Yönetime talibiz. Bu arada Bulgaristan’da kalan kardeşlerimizin hepsinin siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel kimliklerini, muhafaza edebilmeleri için mücadele etmeliyiz ve bu konuda gerekeni yapmalı ve gerekli yardımları yapmalı ve yaptırmalıyız. Aramızda Ahlâklı, Adaletli olanları seçmenli ve yüceltmeliyiz. Geçmişi konuşmaktansa, gelecekten söz etmeliyiz, bugünü değil, yarınları görerek hareket etmeliyiz. Aramızdan stratejistlere imkân ve fırsat vermeliyiz ve onları bizler yetiştirmeli yön verebilmeliyizkısa-10 ve uzunvadeli -50 yıllık hedefleri gösterebilmeliyiz. Aramızda kötü niyetli insanları tespit etmeliyiz, bilmeliyiz ki, onların kusurlarından dolayı değil, bu güne kadar yapılması gerekenleri engelledikleri için aramızdan uzaklaştırmalıyız. Bu güne kadar neler yapılmamış, onları araştırmalı, bilmeliyiz ve neler yapılması gerekir onları söylemeliyiz ve bunları bir an önce hayata geçirmeliyiz. Bizler gözyaşları dindirmek için, yaralara mehlem olmak için, her yüke ortak olabilmeliyiz. Gençlerimize, sadece balık pişirmesini değil, balık tutmasını da öğretmeliyiz, insanlarımızı denizlere, okyanuslara açılmalarını sağlamalıyız. Aramızda Tek Lider değil her sokakta, her mahallede bir lider yetiştirmeliyiz, biz dünyayı yönetmek için oğullarımızı yetiştirmeliyiz. Bizim insanlarımız yani Bulgaristan Türkleri şahsi başarıları Türkiye’de belkide en çok olanlardanız. İşte artık bizler toplum olarak haklarımızdan yararlanmasını bilmeliyiz. Her şeyden önce siyasi haklarımızı toplum olarak kullanmalıyız, daha sonra ekonomik ve kültürel haklar onu takip edecektir. Hepimizin gördüğü gibi, tarihte büyük güçler çok defa kötü politikaların kurbanı olmuşlar ve bunlar devam edecektir. Bir toplumun Lideri olmadan hiçbir şey olmaz, bu lideri de toplum çıkarmalıdır. Siyaseti güvenilir, sevimli hale getirmek bizim hedefimiz olmalı, bu gün çok zor, imkânsız olarak görünse de, yarınlara umutla bakabilmeli ve baktırabilmeliyiz. Var olabilmemiz için, var kalabilmemiz için, öncelikle temel hususlarda anlaşma sağlamalıyız. Aramızda bir birimize güveni kaynaştırmalıyız ve samimi olmalıyız.


10

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Her şeyden önce özgüvenimizi kazanmalıyız, birlik ve beraberliği ön planda tutarak insanları insan oldukları için sevip saymalıyız. İçimizde barışı sağlayıp, tek merkezde bir çatı altına toplanmalıyız. Bu çatı da “BULTÜRK Derneği” olmalıdır. Buradan tüm dünyaya sesimizi duyurabiliriz. Balkanlar konusundaki politikalarda etkili olabilmek için yolları aşındırmalıyız. Çünkü gelişmiş ve Bulgaristan’da etkili bir Türkiye Balkanlara tamamen hâkimiyet kurabilecektir. En önemlisi kararlı olalım ve birbirimize samimi, saygılı olmayı ve bir birimizi sevmeyi öğrenmeliyiz. Bizim derdimizi ve problemlerimizi en iyi anlayabilecek zaat bizden olduğunu idrak etmeliyiz. Bulgaristan Türkleri konusunda teşhisi bizler kendimizi yetiştirerek yetki mercileri alarak son noktayı biz koymalıyız, bu güne kadar ki eksikliğimiz budur. Ayrıca Balkanların anahtarı Bulgaristan’da yani Bulgaristan Türklerinden geçtiğini de öğrenmeli ve öğretmeliyiz. Sevgili dava arkadaşlarım. Kendimizde özgüveni, aramızda güveni ve merkezioluşturduktan sonra, kimsenin aramıza nifak tohumları ekmesi mümkün değildir. Bizim için önemli olan, eksiklerimizi bulmaktır. Geçmişi bırakarak artık bizler aydınlanma dönemine bir an önce geçmeliyiz. Halimizi tespit etmek çok kolay, gazete, dergi yayın hayatımız nerede, kaç gazete, tv, radyo bizimle ilgili haber yapıyor.Burada suçlu değil, sebepleri aramalıyız. Gelin bunları tartışalım, niçin bu güne kadar bir Bulgaristan Kültür Merkezi olmamış, bunu şimdi nasıl gerçekleştirilebiliriz, bunlara yönelik çalışmalar toplantılar yapmalıyız. Hedefimiz Türkiye Cumhuriyetini daha güçlü, daha huzurlu ve daha iyi yarınlara götürmek için olmalı. Güçlü bir Türkiye Bulgaristan da yaşayan Türklerede güven ve huzur verecektir, onların daha rahat yaşamalarını hep birlikte sağlayabiliriz. Bunlar zannetiğiniz kadar zor işler değil. Dünyada insanlar bir iş için değil, bir İdeal için hayatını feda ederler. Bunun için güçlü olmak sesini duyurabilmek için öncelikle bir Kurum ve bunun Merkezini oluşturmalıyız. Çünkü Merkezi olmayan hiçbir topluluk bir yerlere gelmesi mümkün değildir. Bu güne kadar konuşmalar tartışmalar yapılmış fakat bir ağıç ekilmemiş işte bu gün bunu yaptık BULTÜRK tüm Bulgaristan Türklerinin biz öncelikle sadece Bulgaristanlıyız.


Makale ve Analizler - 2014

11

Bizler elimizdeki kıt kaynaklarla bir merkez oluşturmaya çalıştık, bunda da muhafak olduk. Bu merkeze ulaşmakta büyük güçlükler ile karşılaştık bu konuda bizlere yardımcı olan emeği geçen herkese teşekkür ediyoruz. Ayrıca bizlere kendi yerini veren Mümin Hocamıza huzurunuzda kendisine tekrar tüm halkımız adına buradan teşekkür ediyoruz. Bundan sonraki hedef de Türkiye’nin her yerine ulaşmak ve bu birlikteliği her yerde tesis etmektir. Bu merkezimizde artık kendimize ait bir kültür merkezimiz oluştu toplantı salonumuz da mevcuttur her 15 günde bir toplanıyoruz. Amacımıza ulaşabilmek için devletin bir şeyler yapmasını beklememeliyiz. Birlikten kuvet doğar Atasözünde olduğu gibi güçlerimizi birleştirerek devlet yönetiminde söz sahibi olmalıyız ve geleceğimize kendimiz yön vermeliyiz. Gençlerimizin devlete girmelerinin yolunu aydınlatmalıyız. Artık bizim de Ankara’da TBMM’de kendi temsilcilerimiz olmalı. Bizler de buralara kendi içimizden birilerini gönderebilmeliyiz. Aramızda birlik ve beraberliğimizi oluşturduğumuz takdirde kendi içimizde samimi olduğumuzda başarıların ard arda geldiğini göreceğiz bunu başaracağımıza eminim. İhtiyacımız olan tek şey kendi içimizde daha adaletli olabilmek. Sevgi ve saygılarımı sunarım, Genel Başkan Rafet ULUTÜRK


12

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Sis Kalkmıyor

Dr. Nedim Birinci-16.Ağustos.2014

Daha önceki iki yazımda da anlatmaya çalıştığım siyasi olay Bulgaristan’da hükümet düşmesine neden olan ve tekrarlayan bunalım darbeleri dinmiyor. Geçici hükümet 5 Ekim 2014 parlamento seçimlerini örgütlemek ve yasalara uygun şekilde gerçekleştirmek için kuruldu. Başbakan ve bakanlar kuruluna giren kadrolar için sözümüzü artık söylemiş de olsak, özetleme şeklinde yineliyorum. Ortada bozuk ve yürümeyen bir araba var. Bunun gerçek adı Bulgar hükümetidir. Yolun ortasında durmuş, ne nereye gideceği belli, ne de şoförü şoför. Yapılan şudur, karbüratörü çalışmıyordu komşunun karbüratör aldık, lastikler patlamıştı öteki komşudan lastik alıp taktik, aksesuarları dökülmüştü onları da ithal mal satan yedek parçacıdan aldık ve üzerine parlak bir boya çekerek arabamızı trafiğe bıraktık. Başka bir anlatımla, Başbakan solcuydu, sol saflardan atıldı, sağdaki boşluğu doldurdu ve Başbakan oldu, bakanların politik geçmişleri ve gelecekleri belli değil, kimilerini de Brüksel, Amerika ve Japon kurumlarından topladık. Hepsinin ilk işlerini analiz etmek istemesem de Başbakan yardımcısı Zaharieva’nın Ekonomi ve Enerji Bakanı sıfatıyla ilk açıklamasında, kış aylarında elektrik enerjisi kısıtlama programı ve rejim uygulanacağını, elektriğe % 10 oranında zam yapılacağını açıklamasına şaşmadım. Bu bakan bizim 50 yıl dış ülkelere, komşulara elektrik enerjisi dış satımı yapan, Balkanlarda ve Avrupa’da en ucuz elektrik enerjisi kullandığımızı duymuş mudur acaba!? Sofya’da ağustos sıcakları 39 derece olunca, trafolar patladı. 6 saatte bir sigorta yenileme işi zar zor yapıldı. Herkes kışa odun almayı düşünüyor da, apartmanlarda bacalar tıkalı, bacaları yıkmışlar, ne olacak bilmem... Unutmayalım 2013 Şubatında isyan elektrik faturalarından patladı. O zaman GERB Boyko Borisov hükümeti istifa etmek zorunda kaldı. Şimdi devlet her ay elektrik dağıtım şirketlerine 50 milyon leva “yardım” ediyormuş ki, onlardan ikisi yabancı ve toplamı üç olup halkımızın ensesine kene gibi yapışmıştır. Ahmet Doğan’ın yasal ve saya dışı eş ve metreslerinin ve onlarda olan “evlatlarının” analarının hemen hepsi bu şirketlerde çalışıyor. Uzatmayayım, hava değişirken romatizma hep aynı yerden sızlar. Bizde ince tel besbelli ki, enerji kablolarıdır. Anlaşılan, parlamento etrafındaki demir parmaklıkların kaldırılması özgür ve adil düşünmek için yeterli olmadı. Kendi kendime sorduğum bir soru var. İnsan uyurken düşünür mü? Kuşkusuz bu işlerin kitapları var, yazanlar yazmış çizmiş. Benim kesinleşmiş kanıma göre, insanlar iki çeşittir: çok çeşittirler de, iki


Makale ve Analizler - 2014

13

büyük gruba ve bazı istisnalara ayrılıyorlar. Düşünenler ve düşünmeyenler grubu iri olanlar. Kanımca düşünmeyenler grubu uyurken yalnız uyuyor. Düşünenlerin kafası ise devamlı bilgi süzüyor, farkındalıklar geliştiriyor, iyi kötüden ayırıp, işe yaramayana “sen çöpsün” deyip atıyor. Demek istediğim, yeni başbakan Prof. Bliznaşki’nin Sofya Üniversitesi’nde kışkırttığı ve yönlendirdiği öğrenci protestoları ve boykotlar esnasında, gençler her yönlü alabildiğine çalışmış olacak ki, Sağlık Bakanlığı’nın son açıklamasına göre, boykottan 9 ay sonra, Sofya’da doğum oranı % 5.5 gibi sıçramalı bir artık kaydetti. Devrim mi yapıyoruz, çocuk mu?! Düşünenler arasında bir de fırsat kollayanlar var. Örneğin HÖH milletvekili Nikolay Tsonev çok fırsatçı. Milletvekili olmak için Varna’nın “Asparuhovo” mahallesine Cami diktirdi. Şimdi semt su altında kaldı, evleri sel götürdü ortalıkta yok. İnsanlara hemen şehir dışında furgon evcikler göstermişler. Besbelli yağmur tanrısıyla araları iyi ki, fakir fukaranın evlerini telef etme ve arsaları boşaltma yollarını buldular. Yüzde yüz baraj duvarlarını yıkmışlar ya da savakları açmışlardır. Mezdra’da da öyle olmadı mı, şehir sazan balığı gölüne döndü. Yağmuru sel edip mahalleri selle yok edip arsa hırsızlı yaparak Karadeniz incisinin en gözde bellerine el atma işi, uyuyan kafada akla gelmez. Fırsatçıları düşünen soyguncular - mafya grubuna dahildir. Bazılarının hakikatten başına gelecek var, çünkü en sonunda “eden kendine eder.” Anlaşılan, seçim hükümeti bakanlarının henüz Bakanlar Kurulu ofislerinin pencerelerinden sokağa bakmaya vakit bulamadıklarından bazı yeniliklerin farkına varmamış olabilirler. Ülkemize çok ağır ve nemli bir siyasi sis çöktü. Bizim kendi dilimizde biz şu duruma “dumandan göz gözü görmüyor” deriz. Bu siyasi havanın başka bir ismi ise, korku ve güvensizlik havasıdır. Bulgaristan’daki korkunun esasında halkın perspektif duygusunu kaybetmiş olması var. Bulgar halkı, bu arada Türkler, Pomaklar, Çingeneler ve diğer azınlıklar geleceği olmadığını fark etti. Hakim olan geleceksizlik duygusudur. Korkutan bir duyumsamadır. Yaşamayan bilmez. İnsanı büzer, sıkar, sıkıntı yaşatır ve hem kör hem de pes eder. Başka bir değişle, 2008’den beri aralıksız devam eden ve derinleştikçe derinleşen çok yönlü yani ekonomik ve sosyal bunalımın boyutları halkın psikolojisini çok fazla etkiledi. Ruhları değiştirdi. Aktif durumda olan halkın ruhsal hali pasif ve karamsar oldu. Çocuğunu okula göndermeyenler artıyor. Neden mi? “Okuyup da ne olacak!?” zihniyeti yerleşti. Okula gidenlerin ailelerine parasal yardım yapılan yerlerde ise, daha önce de yazmıştım, 3 kuşak yani çocuk, anası, babası ve sağsa nenesi veya dedesi de okulun aynı sınıfına yazılmışlar. Sınıf defterinde 50 kayıtlı öğrenci var, sınıftakilerin sayısı beş altı. Okumanın yaşı yok, devleti aldatarak dolandırma ile yeminli yalan söylemenin de yaşı yok. İsteyen


14

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

istediği yaşta okula kaydını yaptırıp sosyal yardım alabilme kapısını açmaya çalışıyor. Anlaşılması ve anlatılması zor bir psikolojik durumdayız. Aç kalma korkusunun doğurduğu yeni ortam. “Korku dağları deler” deyenler hafiften geçmiş, bizde korku yılana kap değiştirtiyor. Korkunun önüne bir de güvensizliği koyalım. Genel bir güvensizlik ortamı var. Köylü tarlasını ekse, mahsulü toplayabilir miyim acaba endişesi içinde eğrilip bükülüyor. Hiçbir şeyi sigorta ettirecek parası yok. BTK bankasının kapısına anahtar vuruldu. Binlerce memur işçi Temmuz maaşını alamadı. Emekliler ağustos güneşinde kapıda kaldı.. Bir günde 118 yaşlı sıcağa dayanamayıp kaymış gitmiş. Beklenmedik kötü sürprizler günlerimizi zehir ediyor. Su, elektrik, doğal gaz, çöp hesapları BTK bankasının içinin boşaltıldığına inanmak istemiyor, “ver parayı” diyen tahsildar kapıdan gitmiyor. Mestanlar, Peebskiler, Doğanlar dillerini yuttu. Belki de hükümet düştü ve kurtulduk diye bayram ediyorlardır. Ama nereye kadar???? Yalancının mumu yassıya kadar deyenler hoşgörülü insanlar, oysa hırsızların köyü hapishane kapısıdır. Güvensizlik ve korku duygusu ibresi, 2014 ağustosunda duvarda tavan yapmış termometre ibresi ile kıyaslandığında, birincisi yıldırımdan hızlı yükseliyor. Devletin en önemli kurumu olan Merkez Bankası (Bulgar Halk Bankası) gibi en usta uzman maliyecilerin görev yaptığı bir kurumun, burnun dibindeki BTK bankasından 4 milyar levanın ve bu arada 149 milyon AB yardım parası ile program fonu ödeneğinin çalındığını fark edememeleri, düdüklü tencereyi patlama durumuna getirdi. Çalan sirenler neyi haberdar ediyor bilen yok. Mezdra su seline yenik düştü. Siren 3 günden sonra çaldı. BTK bankasının içi kitaba uygun dalaverelerle 4 milyon leva çalınarak boşaltıldı. İlk haberden bugüne 20 gün geçti. Siren henüz çalmadı! Hükümet düştü, yenisi kuruldu. Beklenen nedir? Tüm hırsızlar ülkeden kaçsa, insan kalmayacak. Bunu anlamak için hangi akademiden mezun olmak gerek! Ben bu yüzden yazımda sis öyle koyu ki, göz gözü görmüyor, diyorum. Sanki memurların hepsi karınca ordusundan, devletten bir şey çalıp bilinmeyen, görünmeyen inlerine taşıyorlar. Kimse kimseye “Hey ne yapıyorsun” demiyor. “Devletin malı deniz yemeyen domuz!, Hadisene, ne duruyorsun sen de sırtla!” atasözü, sessizce söylenen bir hit şarkı olmuş gibi... Güvensizlik ve korku ortamında devamlı bunalımda yaşamak, sorunların hiç birine çözüm bulamadan var olmaya çalışmak, durumu takviye eden tek umudun ara sıra kapıya gelen bir iki koli gıda yardımını beklemek, gerçekten bireyi ve aileleri, küçük toplulukları içine kapayan bir koyu karanlık oldu. Çaresizlik ortamında var olma, bekleyerek yaşama, en kötünün ne zaman geleceğini sayıklama


Makale ve Analizler - 2014

15

yaşam normuna dönüştü. Kendilerine verilen emekli maaşlarıyla iki ucunu bağlayamayan Bulgar köylüler ki, tüm azınlık yaşlıları da aynı durumdadır, emekliler nüfusun % 24’ünü oluşturuyor, bu tünelin ucunda ışık göremiyor. Şu olaya bir bakalım: Daha önce de yazmıştım, Kuzey Bulgaristan’da Tuna vadisinde bulunan Mezdra şehrini ağustos başında su bastı. Şehir 2 - 3 metre su altında kaldı. Evler, ahırlar çöktü. 350 ev yıkılacak. Hayvanlar boğuldu. Devlet seferber oldu, halkı felaketten kurtarmak için her şey yapıldı. Neyse, herkese geçmiş olsun. Bu örneğe yeniden dönmemin nedeni, Felaket bölgesini ziyaret eden Avrupa Birliği doğal afetler komiseri Bulgar vekil Kristalina Georgieva’nın demecidir. Komiser diyor ki, bu perişan olmuş insanlara Avrupa Birliği ancak toplam zarar 42 milyon Euro’dan daha fazlaysa, büyükse yardım edebilir. Yani az suda boğulana yardım yok. Yardım almak için 42 milyonluk telef olmak lazımmış. Anlamakta zorluk çektiğim şöyle bir durum var, biz TEXAS’mıyız, Mezdra’da yaşlılar kalmış, birisinin 10 tavuğu ve 15 yumurtası, komşusunun 5 koyunu ve 3 kuzusu, ötekinin eşek ya da katırı, avlusundaki fasulye ve maydanozu, domates biberi toptan mahıv olmuş, avlu duvarı, evi, samanlığı çökmüş, adamın başka bir şeyi yok ki, her şeyi gitmiş, çeşmesinden su akmıyor, elektriği kesilmiş, telefonu yok...daha ne gibi kötülük olsun ki, kala kala bir tek çıkmadık canı kalmış. Şimdi hesaplıyorlar. Zarar 42 milyon Euro’dan az ise avuç yalayacaklar. Yüzde yüz emininm, bu yardım gelse bile sokakta kalmışları bulmaz, baraj duvarı patlayan ve bu felakete neden olan, serbestçe dolaşanların kasaları dolar. Ama bizden her sene 860 milyon Euro AB üyelik parası alırken, “her zaman yanınızdayız” diyorlar. Felaket başa geldiğinde ortaya bin bir şart curt çıkıyor. Anlaşılır gibi değil. Sonunda bu konuda bir de sorum var: Mezdra’da çok insan öldü. AB standartlarına göre bir canın fiyatı kaçtır? Bir de şu var, su seli öyle basmış ki kasabayı, korku herkesin canını sanki söküp almış ve yerine aşılmaz, derman bulmaz bir korku ve herkeste ve her şeyde güvensizlik. İnsanlar korkuya boğulmuş bir ruhla yaşıyor. Şehre dönmek istemiyorlar. Bunun bir başka anlamı daha var. Sel Mezdralıları korku ve güvensizlik dünyasına hapsetmiş, çıkış yok, alışıp oracıkta büzülüp yaşamaya zorluyor onları. Böyle işlerde öncülere ihtiyaç var. Lider olmakla liderlik yapmak arasında fark var. HÖH - DPS milletvekilleri Mezdra’yı ziyaret etmediler. Komşu, kötü gün için vardır. Biz birlikte yaşıyoruz ve yaşamak mecburiyetindeyiz. Kanımca, AB komiserleri korku hapsinde yaşamanın ne olduğunu biliyorlar. Ülkedeki genel durum budur, eski bakış açıları yol kesmiş, sis kalkmıyor, kimse önünü göremiyor. Biz Bulgar halkıyla aynı kapandayız. Geçmişin birikimlerinden gelen bir ruhsal hapisteyiz. Bu, dışarda olduğumuzdan özgürüz anlamına gelmeyen, korku ve güvensizlik tel örgülerinin ruhumuza saran bir durumdur. Bu tel örgüler, Suri-


16

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

yelilerin gelmesini engellemek için Turkiye Bulgaristan sınırına gerilen 3 metre yüksek ve 5 kat dikenli tel örgülerden çok daha dehşetlidir. O tel örgülerden sınırın iki tarafı görünebiliyor. Bizimkisinin üstünde bir de sis çulu var. Bu korku ve güvensizlik sisidir ve koyulaştıkça hepimizi bitirmek istiyor.

Büyüklüğümüze Ölçü Yoktur

Dr. Halide Akıncı-16.Ağustos.2014

Tarih, 27 Kasım 1878’di. Plevne 14 aydan beri kuşatılmıştı. Balkanları ele geçirmek ve Yakın Doğuya da yerleşmek isteyen Rus İmparatoru II. Aleksandır 1877’inin 12 Nisan günü Kişinev şehrinde Osmanlı İmparatorluğuna savaş ilan etti. 185 binlik Rus orduları Kafkaslardan, Kara Deniz üzerinden ve Tuna’yı geçerek Osmanlı topraklarına saldırdı. Tuna vadisine kuduzca çullanan saldırganı durdurmak için Osmanlı generallerinden Osman Paşa Belgrat dolayında konuşlandırılmış 50 binlik ordusunu Plevne şehrine çekti ve Kayalık mevkiine karargâh kurdu. Ordu Alman tüfeği, Alman ve Amerikan toplarıyla donatılmıştı. Rus orduları Tula yapımı mavzerler Rus ve İngiliz toplarıyla silahlanmıştı. Savaşın ilan edilmesiyle Romanya saldırgandan yana çıktı. Karadağ da Osmanlıya tüfek patlatmaya başladı. Osman Paşan’ın Plevne savunu hattı delinecek gibi değildi. Bir kış ve bir yaz geçti. Düşman su kaynaklarına ölü hayvan ve zehir atıyor, Osman Paşa askerini ve yerli halkı açlıkla yormak için ekinleri ateşe veriyor, köprüleri havaya uçuruyor yardım gelmesini engelliyordu. Şumnu ordusu Karadeniz üzerinden gelen yağmacılarla başa çıkmaya çalışırken, Süleyman Paşa da diz boyu karda “Şipka” geçidinde durmuştu. İstanbul’dan Plevne’ye çekilen yiyecek ve mühimmat yüklü son katar Sofya’da boşaltılmış, “bu diyar bize vatan olmaz telaşına kapılan Çerkezlerin eşleri ve çocuklarıyla dolu geri dönmüştü.” Rus saldırısı başlamazdan önce Plevne yarısı Türk yarısı Bulgar iyi komşuluğun en güzel örneklerini verip huzurlu yaşayan bir büyükçe bir şehirdi. Osman Paşa’nın karargâh kurduğu Kayalık uçsuz bucaksız dizileri salkım yüklü Hafız Ali üzümleri cennetiydi. Şehir esnafı tabakhane, kaytancı ve abacı dükkânları açmış, vagonlara yüklediği ilk üzümleri eski kıtaya göndermiş ve sevilmişti. Rusçukta başlayan Bulgaristan uyanış devri Plevne’yi de sarmış, 1839’dan sonra kurul-


Makale ve Analizler - 2014

17

maya başlayan Türk ve Bulgar okulları şehirden taşmış ve 960 aydınlık yuvası olarak bölgeye konaklanmıştı. Hem Türk hem de Bulgar halkının aynı zamanda aydınlık çırası yakması etrafı aydınlatmış ve karanlığın rüyalarını unutturmuştu. “Ezilen” Bulgar köylüleri “kurtarmaya” gelen asker kaputlu, sımsıkı sarıldıkları tüfeklerin şakıyan süngüleri önde, kemerli kapılar salkımlı, sağ sol gül açmış, asmalı, sebze ve meyve bahçeleri nimet yüklü avlulara girdiklerinde hep önce şöyle bir duraklayıp “batüşkanın” (Rus toprak ağasının) böyle düzenli avlusu yok” diyor ve iç çekiyorlardı. Aralarındaki konuşmalar Rusça olduğundan, Bulgar köylüler biz kimi kimden kurtarıyoruz, bu köylüler bizim zenginlerden rahat ve varlıklı yaşıyor, gibi sözlerle aralarında anlaşmaya çalışırken, içlerindeki hayranlık gözlerine vuruyor, buralara ne işle geldiklerini unutuyor, tavuk kümesine, holuktaki yumurtalara, kotradaki domuz yavrularına uzandıktan sonra mahzene inip küçük fıçıları sırtlayıp kaçırıyorlardı. Bulgar uyanış çağı yazarlarından A. Popov, “Plevne Savaşı” kitabında nesnel olayları halk değimleriyle anlatırken talan ve soygunun o denli ayrıntılarına girmiş ki, Rus askerlerin belki de bütün Rusya steplerinde Plevne ovasının nimetleri gibi nimet, lezzeti gibi lezzet, doğası gibi güzellik görmediklerini yazmadan geçememiştir. Türk ve Bulgar Plevnelilerin gururuna da değinerek o yılları bir film şeridi gibi okur gözlerinin önünden geçirirken, düşman toplarının ateşlendiği her an çanların çaldığı gibi tellalarlın da haber yaymaya başladığını, ailelerin kendi elleriyle kazdıkları sığınaklara saklandığını, Türk ve Bulgar ailelerin birbirini takviye ettiğini, seyyar hastaneler dolduğunda yaralı er ve subayların Müslüman ve Hıristiyan demeden, nerede boş yer varsa, orada bakıma alındığını anlatıyor. Plevne Savaşında, Rus toplarından getirilen kör mermilere hedef olan şehirlerinin, evlerinin, kiliselerinin korunması için dua eden Hıristiyan aileler bir karar alır ve Osman Paşa güçlerini desteklemek için aralarında 5 torba altın para toplar. Papaz başta olmak üzere şehir ileri gelenleri, zenginler ve öğretmenlerle eşraf Osman Paşa’yı ziyaret edip torbaları kendisine şahsen teslim eder. Osman Paşa’nın şehir Hıristiyan nüfusu koruması ve Rusları yenmesi için dua edilir. Bulgar nüfus tarafından toplanıp kayıtsız koşulsuz verilen bu altınlar ordunun ihtiyaçları için kullanılmak üzere verilmiştir. Son eşeklerin de kesilip yendiği ağır kış şartlarında, derin kar tabakası altında kalan şehre takviye gelmediği gibi yardım kervanları da uğranmaz olmuştur. “Vit” ırmağı boyunca uzayan yardım yollarının kesildiğini, ardından bulaşıcı hastalıkların yayıldığını ve mehlem ve ilaçların birer ikişer bittiğini gören Osman Paşa’nın şehir halkı, ayrıca Hıristiyan ahali için endişesi kat kat artmıştır. Ulaşımı aksatan kışla gelen güçlüklere karşın düşman çok zorlanmıştır. Aşıl-


18

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

maz savunma cephesini birkaç kez hücuma geçiren ve indirdiği ağır darbelerle Rusları Bulgaristan’a geldiklerine pişman eden, hatta birçok yerde beyaz bayrak dikmeye zorlayan ünlü meydan muharebesi komutanı, 27 Kasım 1878 günü, Rusya İmparatoru’nun Romanya’ya çok büyük tavizlerde bulunup Plevne’ye doğru yeni bir Romen ordusunu hareketlendirebildiği haber almıştır. Aynı gece kurmaylarını toplayan Osman Paşa, onların önüne iki şık koymuştur. Plevne’yi savunurken son ere kadar can feda etmek ya da kuşatmayı yarıp şehirden çıkmak. Kurmaylar savunma savaşına devam etmekte ayak direrken, Osman Paşa’nın Plevne’yi terk etme planı kabul edilmiştir. Bu derinlikte olmak üzere, Müslüman ve Hıristiyan halkın şehirde kalması veya orduyla birlikte Plevne’den uzaklaşması şıkları uzun uzun görüşülmüştür. Aynı gece papazın da aralarında bulunduğu Hıristiyan zenginler ve esnaf Osman Paşa’nın huzuruna çağrılmıştır. Paşa kendilerine son durum ve kuşatmayı yarıp topluca şehirden çıkma planını açıklamış ve niyetlerini sormuştur. Plevneli Bulgarların önde gelenleri Osmanlı ordusuyla birlikte şehirden kaçmak istediklerini ve kararlarında kesin olduklarını beyan etmiştir. Bu durumda, beraber gideriz deyen Osman Paşa, yaverinden yan odadaki üç buçuk torba altını getirmesini emretmiştir. Hıristiyan nüfusun Plevne savunması için aralarında topladığı beş torba altının bir buçuk torbasının askeri ihtiyaçlar, seyyar hastanelerin gerekleri ve halka gıda dağıtma işlerinde kullanıldığını bildirdikten sonra, “kenara konan dolu torbalara işaret ederek, hangi ailelerden alınmışsa, iade edin, artık ihtiyacımız olmayacak!” demiştir. Plevne seçkinleri altınları geri almayı ret etmişler ve ordu ihtiyaçları için kullanılmasını rica etmişlerdir. Ertesi sabah, at üzerindeki Osman Paşayla birlikte Pleven Hıristiyanları da “Vit Köprüsü”nü geçmiş, ansızın yaşanan izdihamda Hıristiyan ailelere yol gösterirken bacağından yaralanan Osman Paşa atından düşmüştür. Bu büyük savaşın sonunu belirleyen şu talihsiz yazgı, tüm yaşananlar, Osman Paşanın Hıristiyan ahalinin bağışlarını geri çevirmesi, bize bugün “büyüklüğümüze ölçü yoktur!” dedirten ve parmak ısırtan bir eşi olmayan insanlık örneğidir. Popov’un kaleme aldığı ve içinde başka hiçbir yerde rastlamadığım çok samimi ve gerçekçi bir anlatım tarzıyla Plevne Savunması, Osman Paşa’nın askeri dehası, Müslüman ve Hıristiyan halkın öz şehirlerini birlikte korurken gösterdikleri yürekli yiğitlik, zor günlerin doğurduğu dostluklar ve pekişen dayanışma ve yardımlaşma anlatılarak yaşatılmıştır. Okuduğum en gerçekçi tarihi eserlerden biri olan bu öykülemeyi Bulgaristan’ı ziyaretlerimde aradım da bulamadım. Bir


Makale ve Analizler - 2014

19

daha elime geçse tercüme ettirip kendi tasarruflarımla hem Türkçe hem de Bulgar dilinde bastırıp hayır için dağıtmak istiyorum. Vakit ayırdığınız ve ilginiz için teşekkür ederim.

Esas Sorun - 1

Şakir Arslantaş-16.Ağustos.2014

Deve kuşu, dünyada olup biteni görmemek için başını kuma sokar. Siyasetçilerse saklanır. Çıkmazlar. Halkın gözüne görünmezler. Halk işitmediği ve görmediği şeyin ne olduğunu bilemez. Fakat öğrendiğini bilir, unutmaz. Seçime katılsa seçtiğini bilir. Parlamento seçimine katılsa milletvekillerini tanır. Muhtar seçse kapısını çalar. Belediye başkanını, belediye meclisi üyelerini seçer tanır, sayar. Seçimlerin arasında bir de Cumhurbaşkanı seçimi var. Eğer dilimizde cumhur halk demekse, halk Cumhurbaşkanı için oy kullanırken, kendi başkanını seçmiş olur. Bulgaristan’da Cumhurbaşkanı seçimi direk oylamayla olur. 10 Ağustos’ta Türkiye seçmeni de kendi başkanını seçerken direk oy kullandı. Seçmen’in %52’nin oyunu alan başbakan Recep Tayyip Erdoğan Başkan seçildi. Tayyip Erdoğan’ı Başkan adayı olarak Adalet ve Kalkınma Partisi milletvekilleri gösterdi. Büyük yarışta ikinci yerde kalan 14 partinin ortak adayı Ekmelettin İhsan oğlu; üçüncü yerde ise Kürt asıllı sosyalist aday Selâtin Demirtaş yarışa başarılı katıldılar. Biz, BULTÜRK olarak, “oyunuzu neden Tayyip Erdoğan’a verin,” dedik? Çünkü 2002’den 2014’de Türkiye Cumhuriyeti, ekonomik ve sosyal yapı olarak, demokratik yenileşme ve kültürel bütünleşme olarak onun liderliğinde dönüştü ve gelişti. Defalarca büyüdü. Eskiden Rumelilerle Anadolulular ve Güney Doğulular ve bu karada birçok etnik azınlık içine kapanmış birbirine göz akıyla bakıyordu. Şimdi buzlar eriyor. Silahlar sustu. Barış kök salıyor. Ufukta mutlu beraberlik var. 10 Ağustos’ta Türkiye halkı bir bakıma Tayyip Erdoğan’a vefa borcu ödedi. “Seni Başkan istiyoruz!” dedi. Lider, yol gösteren, önder, başı çeken olmadan ilerleyemeyiz, yerimizde sayar, dönenip kalırız. Erdoğan bu işi 12 yıllık çalışmayla hak etti. Türkiye Cumhuriyet düzenini daha yukarı bir halka kaynaşarak büyüme ve pekişme sistemine taşıyacağınıza inanıyoruz.


20

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Rumelilerimizin birçoğu Türkiye’nin sıçramalı atılımlarına ayak uyduramadıklarından ve Atatürkçülüğün yaşama ayak uydurmak için değişerek zenginleşmesinin kaçınılmaz olduğunu anlamada zorluk çektiklerinden olacak, oylarını CHP - MHP ve daha 12 partinin ortak adayına verdiler. Soydaşlarım, niceliklerin toplamı her zaman ve her yerde yeni bir nitelik doğurmaz. Örnekleyelim: ceviz kabuklarını toplasak yeni nitelik oluşur mu? Hayır oluşmaz. Aynı şeyi fındık fıstık kapları için de söyleyebiliriz. Bu partiler boş parti olduğundan sayıları 50 de olsa, Türkiye politikasına emsalsiz çözüm sunamazlar. Hele Sayın Ekmelettin Bey, 30 yıl T.C. dışında kalmış, İngiliz makamları önerdi diye, hepimize Başkan olacak, olur mu böyle şey, halkın bilinçli iradesinin üstünlüğü nerede kaldı? Bu adam akmamış, durulmamış, yerinde saymaktan rahatlık duyma yaşına gelmiş bir hali var, Başkanlık basamakları yokuşunu alamayacağı çok beli oluyordu. Bir kişinin zenginliği, karısının şirinliği, oğullarının leventliği, Başkanlık ve liderlik söz konusu olduğunda, ikinci plan olur, değer arz etmez. Liderin gücü kendi içindedir. Uzağı görme gücü kendi gözündedir. Halkı kucaklama kudreti kendi dilinde ve çenesindedir. “Taşıma su ile değirmen dönmez” atasözümüzü atalarımız söylemiştir. Siz Ekmelettin beye oy vermekle Kemalizm’e, Atatürkçülüğe bağılılığınızı dile getirdiniz. Bazen yeni sevgili eskiyi aratır. Bunu şimdilik böyle kabul edelim, su akarken durulur, fikirler tartışılırken netleşir, yenidünya görüşü yeni nazariyeyle doğar. Gelecek seçimlerde birlikte olmak dileğiyle... Genç sosyalist lider Selatin Demirtaş, etnik olguyla yan yana sınıfsal farklılıklara hitabesiyle ideolojik ve politik söylemiyle seçmenlerin neredeyse % 10’unu sürükledi. Onun her sözünde ayrılıklara son verelim, barışı güçlendirelim, bölgemizde ateş var el ele verip ateşi söndürelim çağrısını okuyanlar kendisini destekledi. Bu çağdaş yaklaşımın ekonomik tabana inmesi daha fazla oy getirebilir umudu uyandırdı. Seçmenin verdiği her oy bir bilincin hareketlenmesi demektir. Selahattin Demirtaş’ın bir Kürk politikacı ve aydın olarak Türkiye Cumhurbaşkanlığı seçimlerine katılması ve iyi başarı elde etmesi T.C’nin demokratik toplumda zorunlu bütünlük, çağdaş değerlerin ortaklığı ve farklılıkların beraberliği yolunda büyük yol kat ettiğine kesin kanıttır. Demokrasinin özünde sandıktan çıkma var. Kuranı Kerimde yaratanın bir başka adı kadın, bir başka adı da topraktır. Demokrasi yunanca bir kelimedir. Demokrasi koşullarında doğan sandıktan çıkar. 10 Ağustos günü, Türkiye çoğulcu ve demokratik gerçekliğinde beklenenden çok barışçı bir gün yaşandı. Seçim yarışı seçmenin demokrasiyi yerleştirdiğine ve oyunu verip lider yaratma sınavlarını başarılı verebildiğine sahne oldu. Seçim geçti. Sonuçlarını değerlendirmekle meşgul kalemler, köşe yazarları, TV yorumcuları tükenmezlerini kılıflarına topladılar. Herkes seçim sonuçlarını kendi po-


Makale ve Analizler - 2014

21

litik beklentilerine ve duruşuna göre yorumladı. Bunda da anlaşılamayacak bir yan yoktur. Hepimiz nasıl aynı zamanda, aynı dünyada veya ülkede yaşıyor ama görüp yaşadığımız aynı olaylardan nasıl tamamen farklı sonuçlar çıkarıyorsak, seçim sonuçları karşısında da farklı olmaz. Aynı rakamlar herkes için farklı anlamlara sahiptir. Peki, niçin öyledir? Esas sorun budur. Bu sorunun cevabı ise, seçim sonuçlarında değil; toplumsal gerçekliğin derine inen analizlerinde ve o analizlerin dayandığı metodolojide (yöntembilim) bulunabilir. Bu hem Bulgaristan hem de Türkiye için geçerlidir. Dikkatinizi çekmiştir, biz Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi BG-SAM olarak olayların (seçimlerin) görünen yüzüyle uğraşmıyoruz. Onu merak edenler, etrafı doldurmuş yüzlerce yazara bakabilirler. Belki seçim günü kahve kenarlarına sıkışmış girip çıkanı izlemişlerdir. Bizim Bulgaristan gerçekliğinde yetişmiş ve Bulgaristanlı bakış açısıyla olayları değerlendirmemiz farklıdır. Bu farklılık olaylara bakış açımızın farklı oluşundan kaynaklandığı gibi, halkın içinden gelmemizden, halkın düşünme tarzına, menfaatlerine, özlemlerine, isteklerine vs. vs. tercüman olmaya çalışmamızdan güç alıyor. Fikir ve hareketlerimiz geçen yüzyıl biçimlenmiş ve özlenmiş olan Bulgaristan Türklüğü öz kimliğinden de esinleniyor. “Onlar kafa sallıyorlar, ama bildiklerini yapıyorlar” diyenler haklıdır. Şu bilinmelidir: Biz, bugüne kadar, BG-SAM olarak, Bulgaristan’da seçimlere katılan partilerin programlarından hiç birine katılmadık. Neden mi? Ortada işe yarayan bir program olmadığından tabii. Geçen hafta kurulan Prof. Georgi Bliznaşki’nin Geçici Seçim Hükümeti programını, 12 Mayıs 2013’te dağılan, bir önceki geçici seçim hükümeti olan ve Başbakan Marin Raykov tarafından yönetilen Bakanlar Kurulunun programından yalnız tarihleri değiştirerek kopyalamış. Özür dileyerek yazıyorum, durumun özü buyken, nasıl olur da “biz sizi destekliyoruz” diyebiliriz. Bakanlar daha koltuklarına oturmadan “zam, zam, zam” demeye başladılar. Bunlar nerede okumuş, nerede eğitim almış, başka söz öğrenememişler mi? Bakıp kalanlara şaşmaz oldum. 20 bakan tayin edilmiş, beşi otursa ikişer sayfa yazsa al sana geçici hükümet programı.... ama.... nerede.... Bu politikalar eskidi. Biz partiler üstü değiliz. Tavrımız partiler üstü olmamızdan kaynaklanmıyor. Biz öncelikle modern bir sivil toplum örgütüyüz. BULTÜRK Kültür ve Hizmet Derneği etrafında örgütlenmişiz. Düşünce kaynağımız gerçekçiliktir. Hem Türkiye hem de Bulgaristan hakikatleridir. Soy-


22

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

daşımızın ve orada kalan kardeşlerimizin işine yarayacak gerçeklerdir. İçimizdeki güdüler halkımızın yaşamsal dayanaklarıdır. 5 Ekim 2014 günü Bulgaristan’da yapılacak seçimlere katılan partilerin zamanını, programlarını yaşamış, geleceği olmayan, pilleri tükenmiş partiler olduğunu görüyoruz. Defalarca çekinmeden yazdık. Sandalye kapmaya heveslenmiş milletvekillerin kafasında ise Bulgaristan halkının problemleri değil, şu devleti soymak için daha modern formül bulabilir miyim, endişesi var. Devlet ve halkın genel zenginliğini çoğaltmak için meclise gönderilenler halk varlığından bana düşen payı nasıl daha büyük yapabilirim derdine düşmüşler. Bu defa 1 yılda biletleri kesildi, (bu kavgada en büyük rolü STÖ oynadı) hevesleri kursaklarında kaldı, gizli gizli yaptıkları çalıp çırpma hesapları boşa çıktı. Şimdi boşluktayız. Oy kullanacağımız güne topu topu 50 gün kaldı. Kimse kürsüye çıkıp bir konuşma yapmıyor. Gazete sayfaları sütünden sarkan manken bacağı dolu!. Politikacılar yazmıyor. Fikir dökmüyor. Halka seslenmiyor. Hiç beklemezdim. Bulgarcası iyi olan Lütfü Mestan bile, besbelli yalnız konuşma dili öğrenebilmiş ki, hiçbir yazısı çıkmadı. Miting düzenlemedi. TV’de programsal konuşma yok. Herkes susmuş, sinmiş gibi. Toplum, kamuoyu, sıradan seçmen kamer ton gibi tel germiş, koptu kopacak, ilk notayı çalacak kişiyi, orkestra şefini merak ediyor, bekliyor. İl konuşma heyecanını yaşamak istiyor. Gönlünde tutuşup yanma, sevdalanıp ateş olma özlemi var. Orkestraya katılmak isteyenler çok, fakat ilk notayı bilen yok. Yani kimsenin kafasında yarın tınısı yok. Politikacılar kör olunca, toplum ne yapsın!... Siyasetçi kafası davul tokmağına bile, ses vermez duruma gelmiş. Hani halkımız, “bu yumurta pıhtı, ne yenir ne kuluçkaya konur” der ya, öyle bir durum bizimki. Tohumları sıçanlar yiyip bitirmişse, köylü ne eksin, ne yapsın, kime küssün!!! Politikanın kaynağı halktır. Kitleler kaynamadan alanlar boş kalır. Eskiden, “Hadi!” dendiğinde daireden sokağa fırlayanlar, meydanlara dolanlar artık bezmiş. “Bana ne!” diyor. Oy pazarlığı için kapı çalanlara “biz toptan satılığız, tek oy fiyatı yok” hazır cevap, kapılar kapanıyor. Herkesin aynı şeyi düşünüp, politikacıya kapı kapaması ne güzel! Sönmüş ateş kimseyi ısıtamaz. Yaş kibritle ateş yanmaz. Esas olan, seçmenin elindeki kibritin kuru olmasıdır. Çünkü seçim sandığı çelikten de olsa, içini yakıp dünyayı değiştirecek olan seçmendir. Seçmenlerin ortak iradesidir. Olup biten, bir uyanma değil de nedir!? Sen söyle! Bayram yakında geçti, ama herkes Bayram Namazına uyanır gibi baş kaldırıyor. Bayramınız kutlu olsun! Sokaklara sürülen cicik minik kızlar, analarına, dedelerine “yapmayın böyle” demek istiyorlar. Aldıkları cevap şu: Yalnız yalan umutla yaşanmıyor. Ayakkabılarımızı eskittiğimizle kalıyoruz, bir şey olduğu, olacağı yok. İnsanımız sanki so-


Makale ve Analizler - 2014

23

nun sonunda olduğunu seziyor. Bulgarlarda adettir. Merhum en iyi elbisesinde, en yeni ayakkabı ayağında, pırıl pırıl gömlek ve kravatla defnedilir. Cennette kar kış var gibi, kulaklı şapkası da başucundadır. Almanya’dan kamyon dolusu gelen, ikinci el kilo fiyatına satılan elbiseler boykot ediliyor. Bu dünyada çektik, ahrette adam gibi gideceğim!, deyenler çoğaldıkça, birazdan biraz da olsa tekstil ve konfeksiyon sanayimizde bir canlanma yaşanıyor. İşte bu farklılığı yaşayanları kutluyoruz. Ahmet Kaya’nın “An Gelir!” dediği, andır bu... Hemen itiraz edip SDS, Saks Koburgotski’nini II. Simeyon Partisi, Sosyalistler, Boyko Borisov’un GERB’i halkın desteğini harıl harıl hep kazandı. Hangisinin neresi kötü?, diyebilirsiniz! Evet, bu partilerin hepsi su kenarında kamış gibi bitti, ne meyvesi var ne de oturulacak gölgesi. Yeşerdi, ekim için bir avuç tohum bırakmadan kaybolup gittiler, gidiyorlar, bir de gitmeye mecburdurlar. Bulgar halkı 1990’da bulanık akan acı suyu arıtacak bir politik tesis (düzen) kuramadı. Politik sistem yenilenemedi. 25 yıldan beri işten atılmayan kalmadı diye düşünsek bile, son haberlere göre, daha 100 kurumda çalışanların tümü sokağa kürenecekmiş. İş olmayan yerde besbelli yönetici gerekmiyor. Gazete ve dergilere girip çıktığım oluyor. Redaktör yok ama Baş Redaktör var. Akıl erdirilecek gibi değil. Şu yeni politik ırmağın suyu ne içiliyor ne de bahçe sulamaya yarıyor. Esas sorun yolu olmayan bir yolda yürümemizdir.

Esas Sorun - 2

Şakir Arslantaş-17.Ağustos.2014

Bizdeki esas sorun, politikacıların başlarını deve kuşu gibi kuma sokup dünyanın değiştiğini görmek istememesidir. Dünyaya kapalı kalmak, insanı körleştiriyor, mayhoş kişiye söylenenler hep iyi geliyor, inanıyor, inandırılıyor, kandırılıyor. Böylece toplumsal gelişme frenleniyor. Yerinde duran her şey geriliyor. Gerilemesi için bir şeyler yapmasına gerek yok, çünkü ileriye hamle yapan dünya, ondan devamlı uzaklaşıyor. Bir gün aradaki mesafe kapanamaz duruma geliyor. Öyleyse niçin isyan etmiyoruz? Esas soru budur. 2014 yılında Bulgaristan’ı kim idare etti? Bu sorunun tek yanıtı var. Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev. Haziran 2013 ile Ağustos 2014 arasında Sofya


24

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

hükümeti hiçbir girişim gerçekleştirmedi. Başbakan hiçbir hastane, okul, yol, çeşme vs. şeridi kesmedi. Hiçbir açılış yapmadı. Halkla iç içe bir toplantı ve miting düzenlemedi, dertlerimizi bile anlatmadı. Ülke sellere uğradı, felaketzedelerin yanına uğramadı, dert sormadı. Hep dinledi ve seyretti ve en sonunda neyi gözlediği ortaya çıktı. Bankalardan birinde 4 milyar leva aşırılınca ayağına sanki sarıdiken battı ve uyandı. Sanki vazifesi bu hırsızlığı gizlemekmiş gibi, ardından da istifa bastı. Biz totalitarizm korkusunu hala aşamadığımızdan olacak, bizde 25 yıldan beri hakim olan psikolojik durumun tarifi şudur. “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın!” 10 Ağusto 2014 günü Türkiye’de yapılan Başkanlık seçimlerinde, Recep Tayyip Erdoğan’ın başarıcı Bulgaristan’ı da fazlasıyla etkiledi. Bulgar devleti Erdoğan’in son 12 yılda Türkiye politikasını içe dönüklükten dışa dönüklüğe dönüştürmesinin Balkanlar’daki etkisi sözle anlatılır gibi değildir. Balkanlar’da yaşayan Müslümanların 10 Ağustos’ta kıvanç duyduğu ortadadır. Türkiye’nin yeni politikasını Rumeli sınırlarında doğmadan dondurmak isteyenlerin planları boşa çıktı. Bosna Hersek, Makedonya, Arnavutluk, Batı Trakya Türkleri Tayyip Erdoğan’a binlerce mesaj, SMS, mektup göndererek kendisini kutladı. Seçim gecesi Kırcaali’de sokaklara dökülen Türk ve Müslümanlar sevinç şöleni düzenlediler. Dünya değişiyor, politikalar halkları direk etkiliyor, yeni umutlar doğuyor. Büyük liderler yalnız kendi ülkelerine, yalnızca kendi halklarına olumlu etki yapmakla kalmıyor, yenileşim bekleyen diğer halkların umutlarına su serpiyor, herkesi yüreklendiriyor. Burada önemle belirtilmesi gereken bir gelişme oldu. Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’de Başkanlık yolunu aşmasından hem korkanlar hem de bu gelişmeyi bir örnek olarak görenler ortaya çıktı. Yaşını almış Bulgar sakinleri komşuda olup bitene seyirci kalırken genç nesil içi bir dışı bir politika istiyor. Olumlu örneklerden yararlanmak istiyor. Türkiye seçim sonuçlarının açıklanmasından 4 gün sonra Sofya’da çıkan haftalık “Galerya” (sayı 252) gazetesinde, kamuoyunda sağ-milliyetçi kanadın görüş belirlemesinde etkili olan eski bakanlardan Prof. Dimitrov Dimitırov, “Bulgaristan şimdiki bunalımdan nasıl çıkabilir?” sorusuna şu yanıtı verdi: “Bulgaristan Başkanlık Devleti olmalıdır.” Amerika Birleşik Devletlerinde ve Rusya’da olduğu gibi Devlet Başkanı neye karar verirse o olmalıdır. Ben bizde, önümüzdeki 3 - 4 yıl içinde bu değişikliğin gerçekleşeceğine kesin inanıyorum. Bir parlamenter cumhuriyet olarak kalmaya devam etmeye karar verildiğinde ise, Almanya, Yunanistan ve İtalya’da kusursuz bir şekilde çalışmaya devam eden sisteme geçilmelidir. Geniş koalisyon sistemine geçilmelidir. Bu sistemse, en büyük iki parti, kamuoyu önünde kendi aralarında anlaşma yolunu bularak ve nasıl


Makale ve Analizler - 2014

25

yönetecekleri konusunda aralarında mutabık kalarak, güçlü bir hükümet kurup güvenli yönetim sağlamalıdır. Bugün ülkemizde küçük partilerin zorla dönemi hüküm sürüyor, o zaman küçük halk topluluklarının küçük partileri sahneden inecektir. O zaman meclis genel kurulunda son söz küçük partilerin sonuç belirleyen oyunda değil, büyük oyuncuların iradesinde olacaktır. Soru 2: GERB partisi ile lideri değişen, Sosyalistlerin BSP partisi arasında böyle güçlü bir ortaklık kurulabilir mi? Yanıt 2: 5 Ekim 2014 seçimlerinden önce hiçbir şey söylemem mümkün değildir, söyleyeceklerimse yalnız tahmin olur. Bu, Bulgar milliyetçilerini akıl hocasının görüşüdür. Ortaya çıkan nedir? Türkiye halkının, Başkanlık sisteminde 12 yıldan beri hız alan demokratikleşerek kalkınma atılımları Bulgar kamuoyunu etkiliyor. 12 yıldan beri dünya yerinden sayarken Türkiye’nin büyümesi bazılarının uykusunu kaçırıyor. Son gelişmelere bir göz atalım. Amerika ile Avrupa Birliği Ukrayna konusunda bir oldu, Rusya’ya yaptırımlar uygulamaya başladı. Moskova’da para çok, aç kalacak hali de yok, Türkiye Cumhuriyeti Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’dan yıllık ticaret hacmi üstünde 4,5 milyar dolarlık ek gıda istedi. Hemen “verelim komşu” cevabını aldı. Bu talep, meclis dosyalarına girse 6 ayda karar çıkmazdı. Başkanlık sisteminin işleyiş ve sonuçlandırma yöntemleri çok daha büyük meyveler verecektir. Bu örnekleri, Suriyeli göçmen kamplarına yapılan yardımlarda, İŞİD silahlı örgütünün Irak Türklerini sıkıştırmasıyla ortaya çıkan durumda, Türkiye’nin yardım konvoylarını hemen hareketlendirmesinde vb. görüyoruz. Tayyip Erdoğan’ın Başkan olmasına sevinenler beklentileri gerçekleştiği için onurlu ve kıvanç duyuyorlar. 10 Ağustos seçimleri Türkiye demokrasisinde büyük bir olgunluk sergiledi. 34 yıldan beri Kürtlerle silahlı mücadele veren, bir yıldan beri de barışçı çözüm formülü bulan Türkiye’de, Kürt etnik halk topluluğunun ve geleneksel ortamının çıkarlarını ve daha demokratik bir Türkiye mücadelesini ifade ve temsil eden Selahattin Demirtaş’ın Türkiye Cumhurbaşkanlığına aday olması, geniş halk kitlesinde, hele sol ve sosyal demokrat cephede olumlu karşılandı. Propagandası gerçekçi ve yapıcıydı. T.V kanallarında yaptığı konuşmalar Türkiye’de barış ve güven havasına, tüm etniklerin birlik ve beraberliğine, daha demokratik bir ortak vatan özlemine kanat verdi. Başkanlık seçimlerinin büyük kazanımlarından biri kuşkusuz işte bu gerçektir. Seçimle yerleşen yeni ortamda, barışın dönüşümü ve seçeneği olmayan bir ortak nimet olduğu kanıtlandı. Kimin kazandı değil, Türkiye demokrasi mücadelesinin devam etme kararlılığı ağırlık kazandı. Bu açıdan 2011’de Bulgaristan’da yapılan Cumhurbaşkanı seçimlerinde, otori-


26

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

tesi günden güne artan ve sözü yalnız Türkiye’de soydaşlar arasında değil, Bulgaristan Türk ve Müslümanları arasında da giderek büyüyen BULTÜRK Kültür ve Hizmet Derneği’nin bir sivil toplum örgütü olarak bir Türkün Bulgaristan Cumhurbaşkanı adayı göstermesi bizdeki milliyetçi ve ırkçı kanadı ayağa kaldırmıştı. Bu yazılarımda kullandığım “deve kuşunun başı kuma gömülüdür” örneği, kafasını kumdan çıkaranları sersem etti. Nereye gideceklerini şaşırdılar. Gizli istihbarat DANS ajansı kapısını aşındırdılar, Meclis’e protesto mektupları yağdı. Kendi TV kanallarında söylemedikleri bırakmadılar. Oysa zaten başlarını kumdan çıkarmışken, bir azcık etrafa bakınsalardı, Fransa Cumhurbaşkanı Sarkuzi’nin bir Ermeni, Amerika Başkanı Obama Afrika kökenli, Brezilya Başbakanı Ruseva’nın Bulgar kökenli vb. vb. örnekleri hemen göreceklerdi. Ne ki, Bulgar milliyetçilerinin kafalarında “küflü bir enser” olmasa, bunlar belki de gerçek bile olabilirdi. Ah o enser, ah o küflü enser var ya! 150 yıldan beri küfleniyor, ama toplum alışmış, “benim olsun da ne olursa olsun!” mantığı sökülmeden, köklenip çöpe atılmadan, bu enseri söküp atmak olanaklı olmaya bilir. Akla gelen şu soru hep canlı: Amerika’da siyah derililerin hak eşitliği mücadelesi binlerce kurban alarak 250 yıl sürdü, bizim derdimiz 139 yıl önce başladı, daha 111 sene var, Allah hepimize sabır versin! Sorunun bu olduğuna ve bu kadar uzayacağına inanmıyorum ve kimsenin inanmasını da istemiyorum. Biz hepimiz, tüm Bulgaristan vatandaşları yasalarımız ve anayasamız önünde eşit haklıyız. Vızıldayanlar bataklık sinekleridir. Buna rağmen, “her diken battığı yerden çıkar” gerçeğine dönersek, Bulgar milliyetçiliğinin 19. yüzyılda Batı’dan ve Rusya’dan geldiği dikkate alındığında, Bulgar toplumu bu küflü enseri kendi gücüyle sökebilecek durumda değilse, acaba yardım etsek mi?, diye düşünmeye başladım. Aslinda biz bataklığın durulmasına hep yardım ettik. Lütfü Ahmetlerin Naim Süleymanların, Halil Mutluların, Hüseyin Mutkufların dünya ve olimpiyat şampiyonlukları Bulgaristan’ın yüzünü ak etmedi mi? Adını dünyaya duyurmadı mı? O zaman bir Türkün ülkesine altın madalyalar taşımasından kıvanç duyan Bulgarlar, bir Cumhurbaşkanı Türkün vereceği hizmetlerden neden kuşkulansın ki! Hem de Türklerin hepsi Ahmet Doğan gibi mafya babası, dalavere ve dolandırıcı yamağı değildir. Türkün dostluğu ve güveni gibi yoktur. Adam seçerken isabetli olmak gerekir. Cumhurbaşkanı olarak kendi ve toplumun dertlerini aşmış, yalnız ileri bakan zeki ve bilge bir lider bulmak gerçekten çok zor. Ortaya şöyle bir soru çıkıyor. Soru toplumda mı, lider de mi? Tabii lider olmakla liderlik yapmak arasında fark var. Herkes önce kendisi olmalıdır. Nasrettin Hoca’nın sözselliği, Çarli Çaplin’inse görselliği canlansa, bugünkü dünya üstüne ne derlerdi?, diye düşündüğüm oluyor. Dünya öyle yaratılmış ki, bir elma bile özüne girip çekirdeklerini çıtır çıtır yiyen kurtla baş edemiyor. Bugün için hiç gereği olmayan milliyetçilik


Makale ve Analizler - 2014

27

de, bazı Bulgarların özüne yüzde yüz dışardan girmiş ve ancak yine dış ülkeden uzman doktorlar gelip toplumu ameliyat etmeden kemiricinin çıkarılıp kavanoza koyulup, gelecek nesillere bir illet olarak gösterilmesi mümkün olmaya bilir. Ben insanın kendi ciğerini kendisinin ameliyat ettiğini henüz görmedim. Mutlaka bir cerrah lazım! 150 sene önce Bulgar milliyetçiliğini yaratanların “kötü bir iş yaptık, Türkler bunu hak etmiyor, bitirelim şu işi! Herkes rahat etsin!” deyeceklerine pek inanmıyorum. Avrupa Birliği’nin topluluktaki milletçi rüzgârlar inini bir daha açılmamak üzere kapatması, mangalına bin kilit değil, çelik zırh koyması son ve büyük rica ve tem menimizdir. Türk adayın savunduğu dünya görüşünün özünde olan neydi: O, politik olanın dillere, dinlere ve kültürlere göre tanımlanmasını esas alıyordu. Yani Bulgaristan Türklüğü, Pomaklığı ve Çingeneliğinin ve diğer etnik halk topluluklarının, Hıristiyanlığın, İslam’ın ve Katolikliğin toplumun her yerinde ve her katında eşit politik birimler olmasını savunuyordu. Aynı zamanda o, Bulgarlığın da savunucusuydu, Bulgarlığın politik ortamdan çıkarılmasını istemedi, kültür, din, dil vs. olarak çok yönlü gelişmesinden yanaydı. Bulgar olan her şeyin politik anlamı olmasında ısrarlıydı. Var olmayan bir şeyle beraber olma, bütünleşme ve gelişme olamaz. Tek tek ama hepimiz olacağız ki, birleşip güçlenelim tezine bağlı kaldı. Bulgar milliyetçilerini en fazla korkutan şey ise şudur: Okullar ayrılmasın! Yani somutlarsak, Türkler Türkçe ders veren okullarda Türk tarihi okur; Bulgarlar Bulgarca ders veren okullarda Bulgar tarihi okur; Çingeneler Romca ders veren okullarda Çingene tarihi okur vs., vs.. duruma düşmeyelim endişesidir. (Pratik bir çözüm olarak, tüm dillerden, dinlerden, kültürlerden bir araya gelmiş bir heyetin yazacağı bir tek tarih okunur.) Fakat zorunlu anadil eğitimi olmalıdır. Bizim seçimlerde bu programı savunun başka aday yoktu. HÖH her zamanki gibi sustu. Halkın esas sorunlarının gündeme geldiği durumlarda HÖH partisi seyirci kalmayı, hakem olmayı kendine uygun buluyor. Oysa taraf olması ve halkımızdan yana çözüm esasına inmesi gerekir. Hakemler oyunu idare ederler, ama esas sorunları çözmezler. Bir futbol karşılaşmasında hakemin attığı gol sayılmaz. Hakem oyuncuyu sahadan çıkarabilir ama yerine kimin gireceğini belirleyemez. HÖH partisinin rol değiştirmesi ve esas sorunların çözümünde kollarını sıvaması zamanı 25 yıl önce gündem oldu. Hala ıhım kırım ediyor. Bu gidişle esas sorunlardan birini çözemez. Bugün meclis seçimleri öncesi kabaran anti-HÖH tepkisi de buradan kaynaklanıyor. Halkımız oyunculardan seyircilik yapmalarını istemiyor, canla başla oynamalarını talep ediyor. Oreşarski hükümeti ile ortaklık


28

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

programı imzalamadan destek veren Lütfü Mestan herkesi düşündürdü. Bu işlerin başka karşılığı varsa hemen açıklanmalıdır. Bir Türk adayı Bulgaristan Cumhurbaşkanı adayı gösteren sivil toplum örgütü bugün büyüdü, iki ülkede birden çalışıyor, müttefikler buldu ordu kuruyor. İlkeli politika insanları sürüklüyor. Yenidünya görüşlerini aşılamak zor olduğu kadar zaman da istiyor. Bulgaristan’da tutarlı ve köklü bir demokrasi tesis edilmesi, etnik hakların genişletilerek zenginleştirilmesi açısından 2011 Cumhurbaşkanı seçimleri tam bir başarısızlıktı. Genişleme bir yana hak ve özgürlükler büzüldü, sınırları daraltıldı. O zaman, Hak ve Özgürlükler Partisi ise, masaya yumruk vurup kendi Cumhurbaşkanı adayını çıkarmadı. Ne yazık demiyorum. Çünkü “yamak” olmak savaşçı olmaktan zordur. Cumhurbaşkanlığı seçimleri konusunda 25 yıldan beri HÖH partisi kendisini ve seçmen kitlemizi “yamakçılar hapishanesine” kapadı. Sanki onlardan Başkan oluyor da bizden çapa sapı bile olmuyor havası estirdi. “Yamakların hapishanesi” ruhumuzu baskı altına aldı. Bu koğuşta iki pencerecik var. Biri sağ, biri sol duvardadır Onun için bizim “anadan aç doğan liderler” hangi pencereden “€ ÇEK €” uçurulduysa, insanımızı oyunu oraya vermeye zorladılar. Gündöndü gibi olduk, Jelev sağaydı, Parvanov sol! Şimdiki orta direk! Seç seçebilirsen. Biz ezildik. İdeolojik olarak buz pisti gibi kaygan olan sosyalist Kalfin’e oy vermeye zorlandı insanlarımız 2011’de. Sözde şartsız destekledik ama “çekler” uçuşuyor. Seçmen kapalı kavanozdan kompostuiçiyor. Bize hep unutuluyor ya da unutturmaya çalışıyorlar. Bu işlerde başarının ne olduğu, onların ceplerine giren paralar değil, sizlerin amacına bağlıdır. HÖH partisi kayıtsız koşulsuz destek verip yamaklık yaparken, para tırtıklamaktan başka amaç gütmediğinden devamlı başarısız oldu. Bu yüzden sürünüyoruz. Esas sorun budur.


Makale ve Analizler - 2014

29

Vatanımı Özledim

Raziye ÇAKIR -17.Ağustos.2014

Her an ve her şey üstüne şiir yazılabilir, deyenlerimiz var. Şiir bir duyulmayıştır. Dili yoktur! Deyenlerimiz var. Din ve bilimin dili varsa, edebiyatın dili neden olmasın? Önemli olan hissedilen mi, onu dile getiren, yaşatan dil mi? Her ikisi de önemlidir. Hissedilen bir kalemle, bir fırçayla çizilip ebedileştirilirken, bir müzik eserinde de yaşatılır. Duygularımızı ifade etme araçlarımız ana dilimiz Türkçemiz ve özgün sanat ve kültürümüzdür. Anadili gelişmeyen bir halk topluluğu dünyaya ayak uyduramaz ve uygarlık eşiğini aşamaz. Anadili yaralı olan bir halkın edebiyat hazinesi de özürlüdür. İnsanların duyumsaması şahsidir. Yaratıcılığı da özel ve kişiseldir. Tamamen düşünme ve düşünce gibi. Kolektif düşünme diye bir şey olamaz. Şu “beyin fırtınası” denenin anlamı, birlikte boşuna kafa yorduk, olabilir. Birlikte düşünmek, bir ananın başkasının evladını doğurması gibi bir şey olur ki, hayatın kurallarına tamamen aykırıdır. Ayının aslan, aslanın da ayı doğuramayacağı kadar açık ve nettir. Bulgaristan Türkleri şiirinin Vatan hasreti, sıla özlemi şeklinde gelişmesi, göçler nedeniyle farklı şekler doğurdu. Ülkeden taştı. Bizde gurbet söylemi, sıla özlemi ve Vatan hasreti şiirleri çok derin anlamlı olup farklı bir dile gelişle hayat hakkı kazandı. Son yüzyılda ikili bir çağrışım doğdu. Gidenler özlemle yanarken, kalanlar da hasret ağıtları yaktı. Vatanla özlemin büyü ve küçüğü olmaz. Vatan Vatandır, özlem özlemdir. Vatanı olmayan onu özleyemez, çünkü olmayan şey özlenmez. Şimdi biz Türkiye’de dünyaya gelen ve yetişen çocuklarımızdan Deliorman’ı özlemelerini, Ağustos ayı geldiğinde çatlamış bal kavunları hayal ettikçe, ağızlarının sulanmasını ve Bulgaristan’daki köylerine gitmeye çırpınmalarını isteyemeyiz. Vatan soyut bir kavram değildir, ne havada bulut, ne denizde balıktır. Sılada olanlar Vatanı hafızalarındaki zarda, damarlarımızdaki kandadır, yuvası orasıdır. Canlanırsa anında canlanır, canlanamazsa sararıp solmuş, unutulmuş, istenmeyen olmuştur. Fakat her insan bir de sonun sonunu düşünür ve en iyi rahat edeceği yerin Vatan’daki karaağacın gölgesi olduğuna inanarak yaşar. Bu öyle bir duygudur ki, ne gelişir, ne küçülür ne de renklenir, çünkü son özlemenin rengi ve boyutu yoktur. Vatan parmağımıza batan diken kadar somuttur. Kolları yok kucaklayamaz, ayakları yok kaçamaz ama kendini sevdirir. Seven için bahar yağmuru, yaz sıcağı, tütün katranı, kışın yağan ıslak kar Vatandır. Değerlerin en değerlisi olan Vatan’a bir de şairlerimizin sesinden kulak verelim:


30

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Köyüm Rodoplarda Bu gece düşümde yine köyümdeyim, Bekliyorum, Gurbetten dönecek babam. Bizim o eski evdeyim. Gülmeyi unutan gözlerim Ve yaşım henüz sekiz. Gülümseyecek. Gözümün önünde, Ismarladığım balonu, Attığım ilk adım, Babam getirecek. Bıraktığım ilk iz... Derken Anam gencecik, Bakacaksın bir gün Çiçek toplamaya çıkmış Çocukluk dağa kardeşlerim. Balon gibi Ara ara doluverdi gözlerim. Elden uçup gidecek... Ama sevinçten, ama üzgüden, Şükrü Esen çocukluk bu sana kardeşim. Kırcaali Sende gerçekleşti tüm arzularım Sana bağlıdır her damarım İsteseler de koparamazlar Bazı senden uzak, gülsem de Beni senden Güzelliğin büyüledi beni Adını andıkça İçimde Canlanıyor hayallerimde Hasretliğin düğümlenmiş ağlayışı. Geçmiş anılarım. Sende dile geldi ilk aşkım Nazife Habib Sende anneliğim. İlk sevinç gözyaşlarım. Hasret Şiiri (Memleket ve sevgiliye özlem) Güzel olur bizim eller baharda Çıkıp şöyle ASAR dağın başına Ahu seker yaylalarda, dağlarda Seyrelesem Adaları, Ardayı Yar olanım uzaklardan bakar da Yüzüm sürsem her yosunlu taşına Gelemez ah, neyleyim baharı Onduramam başka türlü bu yarayı Güneş doğar Balca dağın ardından Çatal kaya altında naneler Bir tanemin bulunduğu diyardan Mis kokarlar, menekşeler, laleler Yarim sanki ayna tutar oradan Yaşadığım acı tatlı o yerler Gel gel, diye basar o da narayı Unutamam, unutamam orayı


Makale ve Analizler - 2014 Evimin önünde açar lale, sümbüller Bahçemizde nağme yakar Bülbüller Hani nerde beni seven o eller? Çal sazını hasretine Adalı Evimin önünde akar arda ırmağı

31

Gözyaşları boncuk boncuk yar yanağı Nedir benim, nedir onun günahı Ulu tanrım ondur bende bu yarayı Nazmi Adalı

Terörün Kökenleri - 2

Murat Ulutürk-17.Ağustos.2014

Pazar sabahının İstanbul serinliğiyle “Terörün Kökenleri -2”yi yaşmaya başlarken, bütün hafta yalnız şu iki cümleyi düşündüğümü yazsam bilmem inanır mısınız? Bir, Osmanlı ile Rusya’nın 1877 - 78 Plevne Savaşı’nın tüm gerçeğini her yönüyle açıklamadan;İki, 1876 Nisanında patlak veren Bulgar Ayaklanmasını en şeffaf bir şekilde mikroskop altına almadan ve o yılların yayınlarından, alıntılarla, müze ekspozeleriyle, soy kütüklerinden çıkararak ortaya koymadan öz ışığımızla illeti kör edemeyeceğiz gibime geliyor. Bu iki konu hakkında en az 500 kitap yazıldı. Bunların arasında olayları yaşayanların, katılımcıların, her şeyi gözle görenlerin, “kahraman” ve “kurban” olanların anı eserlerinden alıntılarla yazıp anlatmak zorundayız. Diş hekimi Halide Hanım gibi örneğin, kendisini Pazar sabahının hayırlara vesile olması dileklerimle özel olarak kutluyorum. “Büyüklüğümüzün Ölçüsü Yoktur” yazısı o kadar etkileyici olmuş ki! Bulgarlığın, İslavlığın ve Hıristiyanlığın en zalim düşmanı olarak anlatılıp gözü çıkarılmaya çalışılan Osman Paşa’nın üç buçuk torba altını Plevneli Bulgar esnafa geri verdiğini okuduğum an donup kaldım. İtiraf ediyorum, kıvanç duygum nefesimi kesti. Türklerle birlikte düşman ateşine hedef olan Bulgarları Vita Irmağı köprüsünden kaygan ve sisli bir havada şafak sökmezden önce geçirirken kör bir kurşuna hedef olup yaralandığı gerçeğini okuduğumda dondum. İsyanım “Ne istiyor bunlar bizden oldu!” Kanımca aramızdaki husumetin Bulgar Türk düşmanlığının köklerinin kazınması için Bulgar Uyanış Çağı’na, bu uyanışın Osmanlı yıllarında yerli Türklerin de yardımlarıyla olduğuna, o zaman yalnız Bulgarların değil Türklüğün de medeniyete uyandığına, çok ince eleyip sık dokuyarak, özel yer ayırmamız gerekiyor.


32

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Değinmek istediğim bir başka nokta da, sınıfsal yurtsever aydın tabaka değil, halkımızı ve Türklüğümüzü, dinimizi ve toprağımızı seven bir yeni aydın tabaka yaratmamız olacaktır. Şu çok önemli, biz biziz ve biz başkası olamayız. Gıvıl yamul buyuz işte! Biz buyuz. Bulgarlaştırma döneminin zulüm acılarından sonra yetişen yeni bir kuşak var. Onlar bizim evlatlarımız. Biz biriz. “İnsan komşu külüne muhtaç kalır” diyenler atalarımızdır. Bize ders olsun diye söylemişler bunu. Vatan toprağını koklamak, dedesinin mezar taşını doğrultmak, çökmüş baba evinin kiremitlerini aktarmak bu kuşağın ödevi ve hakkıdır. Öz görevidir. Kuş yumurtalarını yuvasına yumurtlar. Yavrularına yuvasında bakar. Baba evlerimiz, köylerimiz, derelerimiz ve tepelerimiz yuvamızdır. Konumuza geçiyorum. Şimdi şu bizim Nisan Ayaklanması gerçekleri ile komitacılık işlerinin anlatıldığı gibi olmadığını Birleşik Amerika CIA (TSRU) örgütü de artık inceleyip öğrenmiş ve görüşlerini yayınladı. Birinci yazımızda “reket” yani ölümle tehdit edip herkesi zorla para ödemeye mecbur kılma - yöntemini ve Geçici Bulgar hükümetinin bu konudaki özel kararını açıkladık. Bu hafta Sofya’da çıkan günlük ve haftalık basına dikkatle baktım. Manşetlerde “Sansürsüz Bulgaristan Partisi” Başkanı” Nikolay Barekov, “Boyko Borisov Bulgaristan’da “reketi” (halktan zorla para toplama işini) yeniden başlatan adamdır!” diyor. Evet, Osmanlı dönemindeki Geçici Bulgar hükümeti tarafından 1872’de özel bir genelgeyle başlatılan “reket”, (hiçbir suçu ve borcu olmayan insanları para bağışında bulunmaya zorlama işi,) 142 yıl sonra, yani günümüzde Bulgar politikasında en büyük parti olan GERB partisinin Başkanı Boyko Borisov’un yaptığı ana iş olarak basın manşetlerinde süzülüyor. Değişen ve farklı olan nedir? 142 yıl önce bu işlerin çok gizli yapılması, bugünse hükümet, meclis, parti kurultayları, değişik meclislerde gündem olmasıdır. Bakandan gümrükçüye herkesin para için zorlama işiyle uğraşmasıdır. Değişen bir şey yok da, şu değişiklik gözden kaçmıyor. O zaman zehirli mantar toprağın altındaymış, şimdi bütün orman zehirli mantar oldu. Uzatmak istemiyorum. İnandığım bir şey var, toplumun ret edip kurtulmak istediği zahirin kusulmasına yardım etmek zorundayız. Bu bizim kuşağın ana vazifesi olmalıdır. Başımıza gelen bütün belalar, “reketçi” kafaya sahip (başkalarının olan mülklere el koyma kafasıyla yaşayan) kişilerin Türklerin yani bizim malımıza mülkümüze, evimize, camilerimize, medreselerimize, vakıf mallarımıza ve topraklarımıza, vurguluyorum canımıza göz koyup en kısa ve kesin yoldan her şeyimizi elimizden alıp kendilerine mal etme yolu olarak göç etmemizi görenlere nefes aldırmamalıyız. İstanbul Üniversitesi’nde bilim doktoru Müjgan Deniz hanımın değerli yazılarını dikkatle okuyorum. Bir noktada kendisiyle aynı görüşte olmadığımı yazmak istiyorum. D-r Deniz Ha-


Makale ve Analizler - 2014

33

nım, konuyu işlerken Bulgaristan Türklerinin XX. yüzyıl tarihinde en büyük olayın Mayıs 1989 Ayaklanması olduğuna işaret ediyor. Bir yandan haklıdır. Ayaklanmamız bir asırlık acı birikimin gökleri delen patlayışıdır. Birde şu Türkiye Bulgaristan sınır kapısının açık kalması olayı var. Benim gözlemlerime göre, Ayaklanmamızın kendisi kadar görkemli bir olay da Türkiye ile Bulgaristan devlet sınırı kapısının açık kalmasıdır. Bu görüşümü şöyle de örnekleyebilirim. Biz, Kırcaali yöresinden olduğumuzdan, Arda ırmağı boyları çocuklarındanızdır. Bizim dedelerimiz Arda’nın bahar sellerini nasıl beklediklerini anlatırdı. Bahar selleri onların hayat kaynaklarındandı. Çünkü bahar yağışlarıyla yakadan yakaya şişen Arda ırmağına çırpınmaya yani yumurtalarını dökmeye gelen balık sürüleri Egeden denizinden yola çıkardı. Arda ırmağı Meriç ırmağının bir koludur. Egeye Meriç’e katılarak iner. Baharla Ege denizinden Meriç’ dolan balık sürüleri Ardaya sapar ve ırmağı besleyen çaylara kadar alay alay oynaşarak gelirlerdi. Dedemin anlattıklarını hatırlarken, balıklar anlatması çok zor olan sıçrayışlı bir gelişle kokusunu mu, taşların yosununu mu, ılgın köklerinin derinliğini mi yoksa ötesi ve ilerisi olmayan kaynak sularını yani dünyaya geldikleri (vatan bildikleri) yerleri arıyorlardı. Doğdukları ortamsa o bizim yuvarlak ve yalabık taşların arasıydı. O halde taşlarımız hayatı yaşama çağıran, ebelik edendir. Zamanla her şey değişti. Önce “Soğuk Pınar” (Studen Kladenets), ardından “Kıraacali” daha sonra da “Orta Köy” (İvaylovgrat) baraj duvarları çekildi. “Kaskada Arda” adlı üçlü bir baraj seti planlandı. Balıklara kalkan duvarlar birbirinden yüksek!. Çin duvarı gibi. Yolları kesilen balıklar ne yapsınlar? Gelemez oldular. Analarının çırpındığı çaylarda çırpınamıyorlar. Hayat ortamları kayboldu. İnsan her şeyi değiştirebilir, fakat hiçbir varlığın hayat yolunu değiştiremez. Bunu yapmaya çalışmamalıdır! Balıklar karşılaştıkları ilk baraj duvarı betonunu koklayıp koklayıp ağlayarak döndüler. Yaşamı sürdürme yolları kesilmişti. Onlarla birlikte türleri, soyları, hayat öyküleri son buluyordu. TV’ler anlatıyor: şu denizde, bu denizde şu ya da bu balık türünün cinsi tamamen tükeniyor, diye. Tükenecek tabii, sen balıklar yumurtalarını atamazsa, yenizi nasıl yetişir? Biraz konu dışına çıktım, sınır kapısının açık olması benim için çok büyükten çok büyük bir anlam taşıyor. Bana biraz suyollarında baraj duvarı olmayan ırmakları anımsatıyor. Yakında, son bayramda Bulgaristan’a gittiniz mi? Etrafa şöyle bir baktınız mı! Köylerimizde lamba yanmaya başladı. İçim öyle bir hisle doldu ki!!! Sanki köye leylekler gelmiş ve çene çalıyordu... Demek istediğim sınır kapısı açık kaldıkça insanımız dönecektir. Bu yağmur çiseyince doğanın yeşermesi gibi bir şeydir. Doğaldır. Vatana dönüş de doğaldır. Konuyu açmışken, öyle de böyle kendi konumuzun dışına çıktık, ben bir


34

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

kahve daha pişirip, size şu balıkların dönüşüne ilişkin bir öykü daha anlatmak istiyorum. Bir defa “Ohri Gölü”ne turistik geziye gitmiştim. Lise kitaplarından Bulgar Çarı II. Asen tarafından inşa edildiğini bildiğim Ohri Kalesi’ne çıkan dik taş merdivenin ilk ayağına basmış, göz gezdiriyorum. Rehber kız, kalenin adının nereden geldiğini açıklıyor: “Oh!” Yol yorgunu bir kişinin “Ohu!”dur. “Her dilde aynı,” diyor. “Ri” ise tepe, yokuş... demekmiş. Yani kale adını “Oh Yokuş!”tan almış. Olay, XI. Yüzyıl “Klokotnıtsa” ve “Belasitsa” Savaşlarını yankılıyor. O zaman Bizans İmparatoru Vasiliy ile Bulagr askeri arasında çok sert bir çarpışma olmuş ve galip gelen Bizans komutanı her bin Bulgar erinden birinin tek gözünü bırakmak suretiyle hepsini iki gözünü de çekip kör etmiş. Çok vahşi bir olay!. Serbest bırakılan askerler Bulgar Çarı’nın kalesine dönmek için batıya dönüp el yordamına az yürümüş uz yürümüşler ve aç susuz, yorgun argın tamamen pes olmuş bir durumda tepsi dibi gibi düz toprağın bittiğini ve çarıklarının ucuna bir yokuş takıldığını hissedince “Oh...Ri!” yani “Oh Yokuş” demişler ve bizim Türkçemizle “Nihayet geldik.” Demiş olmuşlar. Bu olay benim üzerine bastığım taşın olduğu yerde olmuş. Yani asker bile, savaşta yenilmiş, kör sakat ama yine de Çarının kalesine dönmüş.... Çünkü Vatan bildiği yer o tepeymiş...Bu olay bu kadar da, bir başka öyküyle tamamlamak istiyorum konumu: “Ohri” gölünden büyük bir ırmak çıkıyor. Bu bol su dönüp dolaşıp Adriyatik denizine dökülürken, bizim “yılan balığı” dediğimiz ince uzun balıkların hayat yolunu da çiziyor. Yine aynı rehberin anlatmaya çalışırken üzerine durduğumuz etrafı bol sazlı geçit köprüsündeyiz. Bir eli pervazda ötekisiyle ise suda yüzen irili ufaklı balıklardan “ha şunlar” diyerek diğerlerden ayırt etmeye çalıştığı “yılan balıklarına” işaret eden ve “görebildiniz mi?” diye soran rehber kızın gösterdiği “sivri kafalı siyah uzun” yaratıklardan birkaçını ben de gördüm. Öyküleri şöyle: Bu balıklar, bir dünya harikası olan ve dipten kaynayan bu gölüm 1300 metre derinliğindeki kocaman kovuklardan çıkıyormuş. Sonra bir sere kadar uzayınca ırmağın ağzına yönelip, sen nereye ben de oraya misali deniz yolu yolcusu oluyor. Benim gördüklerime ırmak bileti henüz kesiliyordu. Adriyatik Denizince uzayan bu yolculuk Ak Denizin, ifade uygunsa göbeğine kadar devam ederken, balıklar göbek ve kafa büyütmeden uzayıp 1.5 metre oluyorlar. Uzama durduğunda, dönüş yolculukları başlıyor. Bahar aylarında semiz ve dünya görmüş halleriyle aynı ırmağın deltasında belirip ırmak beleri alıp “Ohri Gölü”ne gelirken hem tuzlu hem ırmak ve hem de göl suyunda kendilerini evlerinde hissedenleri seyrettiğim anlar, heyecanlı ve çok zevkli yaşantılarım arasındadır.


Makale ve Analizler - 2014

35

Kuşkusuz göle giren balıklar, kuyruk sallayıp balık avcılarına “gelen bizi yakalayın” demiyor. Hemen derinliklere yönelip çıktıkları kovuklarda kayboluyorlar. Birkaç gün sonra göl sularında bir sere boy atmak için kovalaşan balıkların oyunları başlıyor. Biz insanlar da böyle değil miyiz? Bir anne hamileliğini, çocuğunu bekleyişini, doğurduğu anı ve günü unutabilir mi? Çocukluğumuzda saçlarımızı savuran ilk rüzgârı, yüreğimizi dağlayan ilk bakışı unutabilir miyiz!? Asla unutamaz. Kahvem bitti. Yazımı noktalıyorum. Yıllan balıklarını anlatırken onların bile birbirilerine “reket” yapması yaratılıştan yasaktır, demek istedim. Dünyaya gelişlerinin vesilesi birbirlerini yemeden yan yana ve beraberce aynı sularda yüzmek, var olmak ve hayatı başladığı yerden devam ettirmektir. Arda balıklarını anlatırken hayat yolları kesilen, göçe zorlanan, sınır ötesinde bırakılan ve dönemeyenlerin acı kaderini anlatmak istedim. Doğal olanın yasal olduğunu, yasal olanınsa hayat hakkı olduğunu, var olmak için doğduğunu anlamak istemeyenlere seslendim. İnsanları 142 yıldan beri aynı şekilde ve yöntemlerle, hatta devleti de kirli ve pis işlerine alet ederek zorlamanın anlamsız olduğunu anlatmak istedim. 142 yaşındaki kart küstah zulmün şekil değiştirerek toplumumuzda yaşamaya devam etmesinden kötü bir şey olabilir mi? Biz kendi konumuzu işlemeye devam edeceğiz. Okuduğunuz için sizi kutlar, gelecek hafta daha özlü anlatacağıma söz verirken, bu defa araba biraz yoldan çıktı, ama yön ve yolumuz aynıdır. Demek istediğim, terörün kökleri ve kaynakları hep aynıdır, çok derindir, gizlidir, gizemlidir, ama çözülemeyen düğüm yoktur. Bir anne çocuğunu doğurduğu yeri, anı ve günü unutabilir mi? Unutulmayan hayat yaşar ve kendini daha iyi yarınlara taşımak zorundadır. Akan sular durulur.


36

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bataklık Gazı

BG-SAM-18.Aüustos.2014

Aynı sokakta yaşayan insanlar, aynı mahallede oturanlar toplantı yapıp oylarını topluca satma planları yaparken, bir yandan da pazarlıklar başladı. Seçimden 38 gün önce “Olacak, olacağına varır!” görüşü hakim. Çingene çocuğuna sormuşlar. - “Bu sabah ne yedin?” - “Evde peynir ve yumurta olsa anam börek yapardı ama un da yok!” demiş. Varna’da deniz ve park havası konserve etmeye başlamışlar. Rusya’da kutusu 6 Ruble’den satılıyormuş. AB ve ABD ihracat yasaklarına girmiyor. Bizim memlekete eski yeni toplam 66 bin 888 traktör var. Ehliyetli traktör sürücüleri ise yalnız 8 bin. Traktörcü başına 84 traktör düşüyor. Çık işin içinden çıkabilirsen. Kargalar tarlalarda güven yok diye şikâyet etmişler. Konumuza geçelim. Kargaların mektubundan da anlaşıldığı üzere şimdi ülkede ön plana çıkan güven sorunu. Seçim yaklaştıkça parazitleşen politik partilere güvenmeyenler çoğalıyor. Türklerin HÖH - DPS ve kart komünistlerin BSP partisini endişeye düşüren artık içten içe kemiren parti kurdu değil, biz artık kimliksiz kurlara alıştık. Kurt delikleri ağaç kesilmeden pek görünmez. Partiler kapanmadan içlerindeki kurdeşenlik da görünemez. Bu sabah II. Simyon Partisi kapağı kalktı. Eski Dış Şişeri Bakanlarından Solomon Pasi, “artık alacağımızı aldık, çalacağımızı çaldık, içimizi dışımızı pakladık, partiyi kapatalım!”, dedi. Bu baharda HÖH - DPS ve BSP partilerinin dallarına yapraklarına “ışık kelebekleri” adıyla bilinen beyaz kelebekler çok kondu ve yumurtalarını attı. Örümcek ağı gibi yayılan bu melet yaprak soldurup dal kurutuyor. Bunu görenlerde, gelecek bahar yeşerip çiçek ve yaprak açabilecek miyiz acaba korkusu aldı yürüdü. Yarın güvensizliği ve endişe var. Artık bizim seçmen de tek başına oy vermeye korkuyor. Bu defa oylar pazara topluca sürülüyor. Örneklersek Plovdiv’in “Solipenovo” mahallesi sakinleri Sivil Toplum Örgütü kurmuşlar ve Lütfü Mestan ile Mişo Mişev’e “toplu oy teklifi” yapmışlar. İsterlerse açık arttırmaya çıkarız, diyorlar. Daniel Peevskiler demokrat olalıdan beri, bizdeki demokrasi açık arttırmalı oluverdi.


Makale ve Analizler - 2014

37

Güvensizliğin kapanındayız. Biz Ahmet Doğan’a inanmıyoruz. Hak ve Özgürlükler Partisinin soydaşlarımız ve Bulgaristan’daki Türk, Müslüman Pomak ve Çingeneler için bir şey yapacağına bel bağlamıyoruz. Onlarda niyet olsaydı, 25 yılda birazcıktan birazcık, küçürek de olsa bir şeycikler yapılırdı. Yok! Bu HÖH parti yönetiminde birazdan biraz değişme olmadı değil! Oldu da, şöyle oldu. Ahmet Doğan’ın 1985’te 18 kişiyle Varnada bir gizli parti kurduğu zaman, bu 18’in 12’si gizli polis DS ajanıymış. Şimdi bunların sayısı arttı. Değişen ancak budur. Ahmet Doğan kendisi ise asla değişemez, çünkü anam ve babam da “DS” denmiş. Olamaz!. Anası ve babası da “DS” olunca, istese de değişemez. Hele şu son 2 yılda topluma güvensizlik sisi çöktü. Heryer batak gazı gibi kokuyor. Ağır koku burun direğine vuran Bulgar nüfus, HÖH - DPS partisinden teskindi. “Doğan Mafya!” sloganı biraz da ağır kokuya karşı yükseltildi. HÖH - DPS’yi politik sahnede görmek istemeyenler meydanlara çıktı, çoğalıyor. Bu görüş basında ve TV’de her gün yeniden günden oluyor. HÖH DPS’yi iktidar ortaklığında görmek isteyen yok. Bu yüzden Boyko Borisov Cebel köylerine gidip “gösterin bana hazırlıklı kadrolarınızı 10 bakan yardımcısı atayacağım!” diyor. O, “ben HÖH - DPS’den 10 bakan yardımcısı tayin edeceğim” demedi, Türklere ve diğer Müslümanlara, halkımıza kadrolarınızı verin birlikte çalışalım dedi. Olay bu, ayağımıza gelip “bataklıktan uzaklaşın” diyorlar. Seçimlere 6 hafta kala politik ortamda yeni bir durum hasıl oldu: Türk, Pomak ve Çingene ortamındaki bilinçsiz tepki şöyle oldu. Zoru vardır. Bu büyük işler bizsiz olmaz, ayağımıza düştü! Bu, kendi kendine konuşanların örgütsüz ama beraber hareket eden ve birbirini etkileyen grubudur. Bulgar nüfusun gıcık olduğunu görenler, yeni gelişmeden içten içe memnun. Bizsiz yapamaz havasını körükleyenler, oylarını inadına HÖH - DPS’ye vermeye hazırlanıyorlar. “Parçalanmayız, bölünmeyiz, hesaplarını göreceğiz!” naraları yükseliyor. HÖH liderleri de sert tabakanın daha da katılaşmasından ve gösterdiği tepkiden memnun. DPS’ci seçmen sürüsü, aslında HÖH - DPS sayasında kuzu olduğunu biliyor. Bu tuzağa düşürüldüğünü bile bile, 7 kapı ve 7 kilit altında olduğunu göre göre,. oyunu HÖH’e verme inadı, kara kaya gibi ortadadır. Hakim kanı şudur: Sürünelim ama gözlerinde diken olalım! Mesele karşı koymaksa, haklı olabilirler. Bu, tepki göstermenin klasik yöntemidir. Şu da var: İçine düştüğümüz bataklık hepimizi dibe çekiyor. 25 yıldan beri bir arpa boyu büyüye-


38

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

mediğimizi, hiç ilerleyemediğimizi görmek zorundayız. Görmek yetmez. Kabul etmek zorundayız. Ekmek parası, su, elektrik, çöp faturaları için el kapılarında iş arayanlar ordusundan birileri değil miyiz? Bu inat kime ve nereye kadar? Olan bize olmuyor mu! 1989 yılının şimdiki gibi şu ağustos sıcağında banka kapılarındaydık. Bankalarındaki paraların % 34’ü Türklerin hesaplarındaydı. Torbayla çekip yola çıkıyorduk. Geçen hafta kapısına kilit vurulan, ülkenin büyüklük bakımından 4. bankası - Kooperatif Ticaret Bankası (BTK)’da sadece dört Türkün hesabı var. Biri Ahmet Doğan, 2. Emel Etem, 3. Vejdi Raşidov ve 4. Ramadan Atalay. Nasıl isterseniz öyle düşünün. İster “vay be, 4 kişiye düşmüşsek, biz bitmişiz” deyin, isterse “gözleri kör, yedikleri zehir olsun!” deyin, isterseniz “Vay be!” deyiniz. Her üç tepkinizde de haklısınız. Örnekliyorum: Vejdi Raşidov’un bundan 5 yıl önce GERB partisinin arkalamasıyla milletvekili seçildiği gün BTK bankasında hesabı yoktu. Şimdi 2 milyon 600 bin leva kaybetti. 5 yıl milletvekili olarak toplam 180 bin leva maaş almış. Bunu üstü olan 2 milyon 380 bin leva nereden geldi. Neymiş efendim, paralarını çalmışlar, şimdi artık TV ekranlarında konuşmayacakmış, darılmışmış vs. vs. Sen önce şu 2 milyon 600 bin levayı nereden çaldın, hangi öksüzün lokmasını ağzından aldın onun hesabını ver. Bu kadar parlak örneklemeye hiçbir şey eklemek istemiyorum. Eee, söyle bakalım, öyleyse ne istiyorsun?, deseniz. Cevabım şu olurdu: Bulgar savcılığında çalışmak istiyorum. Uyu babam uyu...Bu işlere doğaldır, deyemeyiz, hırsızlıklara olabilir havası vermeyiz. Biz en kodaman dolandırıcıları, yüzlerinde sakal var ciltleri görünmüyor diye yeniden ve yeniden milletvekili seçemeyiz. Bataklıktan gelen koku hepimizi boğacak. Büyük dalavere tütüncülere yardım paralarında. Son dönemde HÖH - DPS partisi yalnız Bulgarları rahatsız etmekle kalmıyor. Kırda tarlara ekmek parası için bocalayan Türkleri ve diğer Müslüman nüfusu her zamankinden daha fazla ve alabildiğine aldatıyor. Şu rüşvet ve dolandırma politikasını yaratan ve geliştiren, ülkemize yerleştiren “Doğan Holding” adında, adı olan, kendi olmayan bir kuruluş olduğunu herkes görmeye başladı. Daha önce bu kuruluşun adı “Doğan Çevresindeki Mafya Şirketleri” olarak gündem oluyordu. Adı uzun olduğundan Avrupalı liberal çevreleri “Doğan Holding” demişler. Yani kısaltmışlar. Dış İşlerinden protesto mektubu çıkmadığına göre, besbelli onların iç işlerimize müdahale hakları var. Bulgaristan’da Ahmet Doğan ve oğlu Delyan Peevski adına tescil ettirilmiş firma, LTD şirket, Holding, vakıf vs. yok. Dolayısıyla ikisi de hırsızlık, dolandırıcılık ve rüşvet almaktan hiçbir sorumluluk taşımıyor. Of’şor şirket ve “Kayman” yada “Baham” adalarında veya İngiliz eski sömürge merkezlerinde Of’şor banka hesabı açmış olsa-


Makale ve Analizler - 2014

39

lar bile, bu şirket ve hesaplar Bulgaristan üzerinde çalıştıklarında vergi, gümrük vs. ödemediklerinden, hesaplarına kaç para girip çıktığı, gizledikleri para bilinmiyor. Bilinse bile yasal takibe uğramıyor. Örnekliyorum: HÖH - DPS Başkan Yardımcısı, BC Meclis Başkan Yardımcısı Hristo Biserov para aklarken suçüstü yakalandı ama dış savunma sonucu tutuklanamadı, evinde bey bey yaşıyor. Anlaşılan transferleri asıl kontrol eden başkaları. Bu işin Türkçesi “tut kelin perçeminden!” Öyle ama bataklık kokusu burnumuzu deliyor. Son yıllarda “Doğan Holding” Bulgaristan’ın en büyük vergi kaçakçısı oldu. Bu cümleye tepkiniz olacağını biliyorum. Kimileriniz “Sana ne!” diyeceksiniz. İkinci bir grup da, “Onlar bizi az mı soydu! Ahmet haklarından gelir! Aşk olsun!” diyecektir. Tepkiniz ne olursa olsun, Ahmet Doğan ve ekibi Bulgaristan’da başkasını değil öncelikle ve en başta sizi, büyük harflerle yazıyorum bizi yani beni, seni, tütüncülerimizi soyuyor. Bu sene 50 bin tütün üreticisi aile için 119 milyon leva karşılıksız devlet yardım istendi. Biliyorsunuz Satovça’da, Haskovo ana yolu üzerinde ve Razdrat’ın merkezinde tütün balyalarını yakanlara, “aman zaman tütünleri teslim edin, biz paranızı vereceğiz, HÖH olarak garanti ediyoruz!” demişlerdi. Şimdi paralar devlet bütçesinden çıktı, (6 ay beklettikten sonra, seçim önü tabii) ve paralarını bekleyen 50 bin tütün üreticisi aileye değil, “Ahmet Doğan Holding”e bağlı 20 geçmişi karanlık, geleceği olmayan şirkete verildi. Yasaya göre, devletin verdiği karşılıksız yardımlarda aracı olmaz!” Öyle ama bizde, devlet de onların, şirketler de, Allah insana iki elle yazma izni vermemiş, ama bunlar dört elle saldırıyor. Gelecek sene kısmetse bu 20 şirket de bu işin üstüne bir soğuk su içer, çünkü tütün paralarının hepsi yalnız “Doğan Holding”in kız holdingi olan Delyan Peevski’ satın aldığı “Bulgar Tabak Holding” ve kumpanya gidecek. Bizim tütüncüler buna “genizlerine dursun!” demezde ne der... Bunu fıkra ile anlatsam şu uygun mudur acaba. “İki yaya zebra gibi işaretlenmiş yoldan karşıya geçecekler. Yüksek süratli bir araç onları görmüyormuş gibi geliyor. Arkadaşın biri - “Geçelim!” diye ısrar ediyor. - “Dur! Araba geliyor!” diye itiraz ediyor ikincisi ve aldığı cevap şu oluyor: - “Yahu geçelim, şerit üzerindeyiz, çarpsa da, davayı yüzde yüz kazanırız!”


40

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bazen düşünüyorum da şu kendini şeytanların en açıkgözü sanan dalavereciler babası Ahmet Doğan’dan hesap soracak biri çıkmayacak mı? diye soruyorum kendime. Biliyorsunuz 2014’te Bulgaristan hem politik ve hem de ekonomik olarak çöktü, bu çöküşün suyu hükümeti de götürdü. Yerli basına göre, çevirtilen dolaplar için HÖH - DPS partisinden şimdi de hesap sorulmayacakmış, zaten şimdiye kadar kimden hesap soruldu ki?. Çünkü son iktidar ortaklığına ilişkin imzalı kaşeli tutanak yokmuş. Daha öncekiler için de yoktu. Soru: Bunlar Bulgaristan’ı illegal mi idare ettiler? Memleket Danço’nun ahırına döndü. Bu arada DPS artık yerleşik bir politik güç olmayı aştı ve Bulgaristan’a politika model oldu, yani hırsızlık yasallaştı. Nasıl mı yasallaştı?. Basının yazdığına göre bir maşa tarafından yönetilen HÖH - DPS partisi Doğan-Peevski işbirliği ile yargıçları ve savcılığı kontrol altına aldı. Gazetelere para verip ne yazacaklarını dikte ediyor. Ülkedeki tüm sermaye akımını ve işleri denetliyor. Şöyle düşünün: Tutuklanması için kırmızı bülten çıkarılan BTK bankası sahibi Tsvetan Vasilev ile D. Peevski kavga edene kadar ikisi ortaktılar. İnternet, TTNET, feecebok vs. elektronik haberleşme araçlarında kendileri ve bankaları hakkında çıkan olumsuz haberleri yalanlamak için 200 kişilik bir ekip çalıştırmışlar. Kamuoyunu birkaç yıl böyle uyutmuşlar. BTK sözde “en yüksek faiz veren, batak kredisi olmayan” bankaydı. Reklâmlarla hükümeti, Merkez Bankasını ve tüm müşterileri topluca aldattı, soydu ve paraları kaçırdı. Bir sabah beş parasız kaldıklarında şok geçirenler hava almak için pencere kanadını açtıklarında, bataklık kokusu etrafı çoktan sarmıştı. Al gülüm ver gülüm! İnsan bir komediye gittiğinde, ne kadar gülerse o kadar daha iyi değil mı?. Gülmek, huzur değil de nedir? Tiyatro da öyle değil mi? O zaman gocunduğumuz ne? Hırsızlar soysunlar ne varsa, olmayanı alacak halleri yok. Avrupalılar “Bulgar Çingeneleri ülkede çalacak bir şey kalmadığından buralara gelmişler, bizi soyuyorlar!” demeye başladı. Hırsızlar acaba yalnız Çingene mi? Aslında Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev de hırsızlıkları görmüş olacak ki, İngiliz “Gardiyan” gazetesine son hafta çıkan makalesine “Devleti soyuyorlar” başlığını atmış. Neyse canım, Bataklık kokar, olan yerde gene olur, belki bizimki çalmakla bitmez... Liberaller bataklıktan memnun. Batı Avrupa liberalleri üstün üslup Bulgarca konuşan Mestan ile aç köpek gibi saldıran Peevski’den çok memnun olduklarını gizlemiyor. “Vur patlasın, çal oynasın!” şeklinde gelişen Bulgar neo-liberal politikasında bazı değişiklikler


Makale ve Analizler - 2014

41

yapması yakında bir karara bağlamışlar. Şimdiye kadar, Bulgaristan’da da bir iki Türk ile bir iki Çingene ve birkaç Pomak zengin olabilir havası estiriliyordu. Artık bu Bataklıkta gaz kokusu doğal olarak çok şiddetlendiğinden mi ne, Çingene baron ve çarlara sadece unvan verilsin ve bununla yetinilsin, zengin olmalarına gerek yok, zenginleşince etrafa değişik kokular yayılıyor ve yeni kokularla bataklıktan çıkan gazın kokusu birbirine karışınca demokrasi boğulabilir cümlesi tutanaklara geçmiş. Kuşkusuz demokrasimizin geleceği konusunda mutabakata varılmış olması büyük bir başarıdır. Ahmet Doğan’ın çingeneliği şimdilik gündeme getirilmiyor. Belçikalı bir neo-liberal, Çingenenin oğlu da muhtemelen Çingene olduğuna göre, Peevski’yi Başbakan yapmayı düşünmüyor muyuz?, sorusunu cevapsız bırakmış. Durum çetrefilleşiyor: Avustursa’nın (IWM Vienna) Enstitüsü ile Liberal Stratejiler Enstitüsünün ortak tespitine göre “Doğan Holding”i Bulgar iktidarından ayırmak artık imkânsız duruma gelmiş. Bu, anasını 37 yıl emen Çin Kralının durumu gibi bir şey, 25 yıldan beri çalıp, soyup kaçırdıkları yetmezmiş gibi, bir de birbirlerinden ayrılamaz duruma gelmişler yani iyice kaynaşmışlar. Ne oluyor şimdi? Doğan Holdingi memeden ayırsak, açlıktan ölecek öyle mi? Vallahi aklım ermedi! Türk halkının nükteli sözlerinden biri “biz kız topuğuna bakar, memesinin tanesini görürüz!” der de, bu işin böyle olacağını neden göremedik? Yani Doğan Holding ile Bulgar hükümeti birbirine “Siyam İkizleri” gibi kaynaşmış ve ayrılmaları imkânsızlaşmışsa durumun vaziyeti vahim demektir. “Vay vay!” desenize... Halkın öfkesi kükrerse: Adamların mayası hırsızlıkla tutulmuş, karga karganın gözünü oymaz, deyenlerin sesi kulağıma geliyor da, Bulgar kendinden çalınmasına göz yummaz, demek istiyorum. Halk çok fakirleşti. Öfkesi patlarsa ne HÖH ne de DPS, ne babası Doğan ne de Peevski kalır. Mestan da grameri iyice karıştırır demek geliyor içimden. Almanya’da çıkan “Süddeutschezeitung” gazetesi Bataklık gazı olayını konu etmiş ve “Bulgaristan Türklerinin partisi olan Halk ve Özgürlükler Partisi (DPS) seçenek önündedir, ya Delyan Peevski’yi partiden uzaklaştıracak, ya bataklıkta metan gazı patlamasında yok olacak!” Bu Almanların dediği de laf mı şimdi. 2 milyon Türk ve Müslüman’ı görmezlikten gelip, HÖH partisi ile Ahmet Doğan ve Peevskiyi bir görmüşler. Yoksa şu bataklık gazından bütün ülkeye sis mi çöktü ki, bizi göremiyorlar?


42

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Çengeldeki Hedef

BG-SAM-18.Ağustos.2014

Bulgaristan’da 5 Ekim’de parlamento seçimi var. Bu seçimler hepimizi direk ilgilendiriyor. Çünkü demokrasilerde gelecek sandıkta mayalanır. Politik durum: “Sana ne! Oyumu kime istersem ona veririm!” seviyesindedir. Etnik hedefler bilinçlenmeye henüz tırmanamadı. Bulgaristan seçimlerinde Vladimir İliç Lenin tarafından uygulanan bir fıkra tatbik ediliyor. İzninizle anlatıyorum: “Lenin ölüm yatağında! Eşi Krupskaya baş ucunda! Ekim 1917 Devriminin önderi gidip gelmeye başlayınca, eşi öteki proleter önderlere telefonda haber verir. Stalin, Trotski, Buharin, Djerjinski ve diğerleri Moskova dışında bir devlet evinde vodka içiyorlarmış. Stalin: - “Gidip görelim” demiş. Gitmişler. - “Eğe, geçmiş olsun. Biz, votka içmekten baş kaldırıp, senin şu kitleleri nasıl yönettiğini bir türlü öğrenemedik, bize bu işi anlat da öyle git, gideceksen”, demiş. Lenin anlatmış: - “Ben proletarya kitlesini aç kedi sürüsü gibi görürüm”, diyerek başlamış ve devam etmiş: “Bu kediler bir büyük kapalı sahaya toplanmış ve miyav miyav aç olduklarını anlatır.” - Devrim, benim 2 yıllık NEK planım, 5 yıllık devlet kalkınma planım Çengele asılmış bir hayvan gövdesidir. İleri çekilip kedilerin ulaşabileceği yüksekliğe alırken, “Buyurun hepsi sizindir, yiyin, yaşatın!” dedim. “İktidar sizindir, yöneten benim, siz çalışın!” Lenin’in kitleleri yönetme teorisi, dehalığının temelindedir. Büyük önder gözlerini kapayıp ve bu dünyadan göç etse de halkı sürükleme buluşu canlıdır ve seçimden seçime bizde de uygulanıyor. Ne yazık ki, kitleleri aldatarak kullanma yöntemi sanki bizde her defasında daha iyi sonuç veriyor. Seçimlere 39 gün var. Bizdeki etnik azınlıkların psikolojisi çok farklı! Evleri olmayan seçmen Çingenelerin eli açık, her gün istiyorlar. HÖH - DPS zengini Delyan Peevski de Pazarcık ve Plovdiv’e açmış sergiyi, “ye köfteyi, iç birayı, ver oyunu” propagandası yapıyor. Plovdiv’in “Stoliponovo” mahallesinde Peevski’yi tanıyan yok. Halk bir şey beklemiyor. Önemli olan sofrada köfte olması!


Makale ve Analizler - 2014

43

GERB partisi başkanı Boyko Borisov’un gözü uzakta. Cebel köylerine futbol sahası yaptırıyor, cami onarımına para veriyor, yollara asfalt döşeniyor. Konuşmalarında bol keseden dağıtıyor. “Türklere 10 bakan yardımcılığı vermeye hazırım!” gibi. Eh, ne de olsa Lenin’in gönlü daha büyüktü. “Bütün iktidar sizin!” Derken hiç çekinmiyordu. Değişen bir şey yok. Bu bol keseden dağıtılan köfte, bira ve vaatleri BSP sosyalistleri yapsa neyse, onlarda bu işler adettendir derdim, fakat onlar aralarında didişmekten bu seçimleri de gözden kaçıracak gibi. Borisov HÖH partisini ikinci parti olarak görüyor ki, kesenin ağzını açtı. Şu Bulgaristan’da Türkler olmadan hiçbir iş olmaz deyen, ben değil, sizsiniz aziz seçmen kardeşlerim. Fırsat fırsattır. Kapımıza geldiler. Gösterin kimliğinizi!

Sen Çöp Bile Olamazsın - 4

Seyhan Özgür-19.Ağustos.2014

Temmuz ve Ağustos ayında yayınlanan “Sen Çöp Bile Olamazsın” dizi yazılarımdan sonra, Hak ve Özgürlükler partisi HÖH kurucularından, eski Genel Başkan Yardımcısı ve şimdiki Şeref ve Özgürlük Partisi ŞÖP lideri Kasım Dal, Türk basınına verdiği son demecinde şunu itiraf etti: “HÖH yönetiminin Türklükle hiçbir alakası yok. Onlar Türklüğe karşı eğitilmişler. İç yüzlerini gördükten sonra çöplüklerin arasında nasıl kalabilirdim ki!” Bu satırları seçip de buraya eklememin nedeni, “ileri gitmediniz mi?” diye sitem edenlere cevabımızdır. Ne yazık ki, Kasım Dal demecinde, ana soruna yani Hainlik konusuna değinmiyor. Bize yaptıkları en büyük kötülük Hainlik. Gelişmeleri izleyen okurlarım, “Hainliğin” nasıl bir iş olduğunu, Bulgaristan Türkleri ile ilgili hangi biçim ve boyutlarda baş gösterdiğini daha derin, her yönlü, geniş kapsamlı ve kıyaslamalı yazmamı rica ediyorlar. Onlar, baş hain ile yardımcı hainleri, yalaka hainleri tek tek bilmek, hatta resimlerini yayınlamamızı ısrar ediyorlar.


44

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu arada bazı okurların hainleri ne kadar anlatırsanız o kadar halkça tutulmalarına hizmet ediyorsunuz, kirli işler iyi niyetlerimize karıştıkça, su bulanıyor. İstemesek de, hainlik değirmenine su taşımız oluyoruz, diye yazmışlar. Hele seçim öngünlerinde isimlerini ağza alanlar onlara reklâm yapmış oluyor, bu yüzden tepki göstermiyorlar. Diye yazanlar da var. Yazıların hepsinde Bulgaristan Türkleri ve Müslümanlarının öz davasına en büyük hainliği yapan kişinin baş hain Ahmet Doğan olduğunu onaylıyor. Hainliğinin tüm ayrıntılarının ortaya konması, yeni kuşağı uyanık eğitmek açısında, şeffaf bir ortam yaratılması için yararlı olduğu görüşüyse hakim durumda. nda duruma getirilmesinde ısrar ediyorlar. Bu konuda kitap basılması gereğine işaret edenler var. Direniş ruhuyla yaşayanlar hainin en güçlü projektör ışığına çekilmesinde ayak diriyorlar. Dizimin ilk üç bölümü toplanıp sesle okuyanlar: “Akan sular durdu!” demişler. Gelgelelim bizim ülkemizde “hainleri” övenler de az değil. Artık rahmetli olan Prof. İbrahim Tatarlı, (HÖH eski milletvekili) kitaplarında hainlerin hainliklerine dokunmadan “kahramanlıklarını” anlata anlata bitiremedi. Hem Bulgarca hem de Türkçe yan yana, bir arada, ayrı ayrı yazdı, HÖH parasıyla bastı ve parasız dağıttı. Hedefi hainlerden kahraman yapmaktı. İnananlar oldu. Önemli olan sular akarken durulur. Tatarlı, 80 yıllık yaşamının ana yapıtı olan “Bulgaristan’da Türk Kültürünün Problemleri” kitabında olayları bile bile ters anlattı. Konuya girelim: Bir toplumda olabilecek en aşağılık yaratık, haindir. Bir insanın taraf değiştirmesi, soyunu, yakınlarını, komşularını, etnik topluluğunu en ağır döneminde satması, akıl fikir alacak bir kötülük değildir. Doğal olarak ezilen azınlıkta yer alırken ezenlerden yana çıkmak af edilir bir suç değildir. 1980’lerde amansız ezilen Türk ve Müslüman azınlığa sırt dönüp zülüm eden totaliter rejimine ihbarcılığı seçmek aklanmaz yüz karasıdır. Hainliğin af edilir bir yanı yoktur. Bu iğrençlik halkımızda her zaman nefret uyandırmıştır. Bulgaristan’da hain dendiğinde ilk akla gelen HÖH Partisi sözde “kurucusu”, “lideri” şimdiki ve “fahri başkanı” Ahmet Doğan akla gelir. Doğan dendiğinde Baş Hain akla gelir. Bulgarlarsa Ahmet Doğan dendiğinde Mafya Şefi anlıyor. Tarihte hainliğin cezası iptir, kütüktür, ölümdür. Halkıma ölümcül darbe indiren Büyük Hainlik fiilen 1985’te başlamıştır. Daha önce de insanlarımızı gammazlamış, arkadaşlarını jurnallemiş olan Büyük Hain - Doğan hakkında arkadaşı Kasım Dal şöyle diyor: “Dosyaları okuyunca gördüm ki, Ahmet Doğan Türklere karşı eğitilmiş, Türklerin asimile olması için, Bulgaristan’da bir tek Türk kalmasın diye eğitilmiş. Komünist partisinin yaptığını biz ne yazık ki Ahmet Doğan’la yapmışız.”


Makale ve Analizler - 2014

45

Kasım’ın söylemediği ve yapmadığı ise şudur: Düşman zaman zaman saygı uyandırabilir, ama hain daima mahkûm edilir. Ahmet Doğan yaşıyor. Rahatı da yerinde! Bunu nasıl mı anlayalım? Sultan Abdülhamid 93 Harbinde (Plevne Savaşı) Osmanlı’yı İngilizlere ihbar eden Başbakan Mithat Paşayı ölüm boyu sürgün etmiştir. Biz Ahmet Doğan’ı ne sürgün ne de hapis edebiliriz, çünkü onu kullananlar bugün Bulgaristan’da hakim durumdadır. Demokratikleşmemiş bir Bulgaristan’da totaliter düzen ajanlarını yargılamak ne yazık ki, hala mümkün değil. Çünkü totalitarizm uzantıları ile Türklere karşı hainlik edenlerin menfaatleri bugün de örtüşüyor, birbirlerini kolluyorlar, görüyorsunuz Türk yiğitlerden “sen benim babamı öldürtürsün ha!” sesleri yükselmeye başlayınca, Doğan özel korumaya alındı. Yaptığı hainliğin değeri o kadar yüksek ki, devlet ona koruma verdi, sarayda yaşatıyor, kılına dokunulmasına fırsat tanımıyor. Oysa genel kurala göre hainler köpeklere atılır. Besbelli bir bildikleri var. Dünya yargı sisteminde en ağır ceza ve en aşağı mevki halkına ihanet edenlere ayrılmıştır. Haine itibar edilmez! Halkımız bu yüzden geleneklerimize bağlı kalarak Ahmet Doğan ve çetesinden yüz çevirmiş ve kesin itibar etmez duruma gelmiştir. Alınan konum açıktır. Bulgaristan Türklerinin hainlerle işi olmaz! Çünkü hain bir de öbür tarafın kullandığı adam anlamına gelir ki, bunun zaman aşımı yoktur. Hain Ömür Boyu Haindir. Ahmet Doğan hainliğini yöneten mantıkta önemli olan yaşanan andır. Hainlik an meselesidir. Sonradan hainlik olmaz. “İş işten geçti” sözü tam bunu yansıtır. İş işten geçer, zaman gelir, bizdeki ajan ve hain dosyaların açıldığı gibi, su çekildikten, balıklar kaçtıktan sonra balığa gidilir. Şu bir gerçektir, haini emrinde bulunduran taraf, örneğim gizli servis DS, istediği an hainin faturasını kesebilir, onu köpeklere atabilir. Ahmet Doğan’ın 10 ciltlik dosyası açıldı, balonu patlatıldı, leş avcılarına atıldı, fakat kendisi korundu. Bunun iki sebebi olabilir ya hizmetleri çok büyüktür ya da ondan beklenen yeni hainlikler vardır. Üçüncü bir şık da hainlikler sistemi ile bir birey olan hainin birbirine kopmaz biçimde kaynaşmış olmasıdır. Bu durumların üçü de hainin kurbanlarına yeni kötülükler etmeye hazır tutulduğu anlamına gelir. Daha somut analiz etmemi isterseniz, şöyle bir durum da var. Bir tek hain kişiyi gün ışığına çıkarmakla, aynı hainliği onunla birlikte ortak yapan bir grubun maskesini indirmek farklı şeylerdir. Dosyalar açılmadan 18’den 12-sinin hain olduğunu öğrenebilmek imkansızdı. Çünkü çok önemli olan bir özellik,


46

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Hain kendisini kurtarmak için öteki hainleri yani arkadaşlarını kurban edebilir, ama resmen açıklayamaz. Bulgaristan’da, 1985’te gizli polisin bilgisiyle Varna’da Bulgaristan Türk Milli Kurtuluş Hareketi kurulması aralarında 12’si ajan olan 18 kişinin işidir. Bu 12 kişi değişik kanallardan aynı gizli polis “DS” merkezine bağlıdır. Olabilir ki, onlardan bazıları milliyetçi dalganın yükselmesini bir serüven kabul edip kenarda kalmayayım niyetiyle ne kadar tehlikeli bir tuza düşürüldüklerinin bilincine varmış olmaya bilirler. Bu onları af etmez, aklamaz, şereflendirmez. Olaya bir de şöyle bakalım. Bu 12 ajan, hepsi gizli polise bağlı çalışmış olsalar da, deyelim ki, 1985’te Türk halkına yapılan zulme kişisel nedenlerle dayanamadı. Türklükleri, anıları, zekâları isyan etti, bilinç kararması yaşadılar. Yürekleri döndü ve önce ne olursa olsun cesaretiyle gizli Bulgar polisine (DS’ye) gizlice ihanet etmeye karar verdiler. Halkı direnişe örgütleme, direniş yolunu birlikte yürüme, gönüllere kıvılcım saçma, yeni kaderi paylaşmayı isteyerek seçtiler. İlk bakışta sanki bunların hepsi “kahraman!” Bizim mantığımızda “zararın neresinden dönersen....”, var ya, işte bu noktadayız şimdi. Öyle ama bu 12 kişinin hepsi o an bir defa kesin fahişedir. Boyuna ve soyuna ihanet etmeyi kabullenmiştir. Onlar Türlüğe hainliği önceden kabullenmiştir. 1985 ortamında, kendi en yakınlarına en sevdiklerine karşı da şiddet içeren devlet politikasına içten içe tepki gösterip kendileri büyük “hizmetlerde bulunmuş olmalarına” rağmen isimlerini bile koruyamadıklarından hiç birinin içi içine sığmadığından, devlet politikasına karşı çıkmayı, hatta başkaldırmayı adaletli görmüş olabilirler. Fakat kızlık diktirmekle kız olunmaz! Bu işin hainlik olduğu işte bu kabukta gizlidir. 12 hainden hiç biri bugüne kadar halkımızla, verilen kurbanların aziz anısı önünde yüreğini açıp içini dökmedi. Dökemezler çünkü hepsi daha 1985/86’da (aklınızı başınıza devşirin) manasında yargılandı. Siz gerekli eğitim ve dersi almamışsınız, girin hapishaneye de “eğitime devam edelim” sitemine itiraz etmeden pisi pisi koğuşlara girdiler. Siz zannetmeyiniz ki, Ahmet Doğan’la Necmettin Hak Pazarcık cezaevinde kaldıkları sürede birbirlerine “biz ne yaptık be!” diyebildiler. Merhabaları bile yoktu. Hainlik kalın enseli kurt işidir. Kurtlar birbirini boğazlamaz. Birbirini koklamadan ayrılıp uzaklaşırlar. Bir daha da görüşmezler. Hainler zamanlar değiştiğinde birbirlerinin yakasına yapışmazlar. Halk adına kimseye hesap sormadılar. Çünkü bu hesabı önce kendileri vermelidir. İnsanın en büyük hesaplaşması kendisiyledir. Hainlerde bu bilinç yoktur. Kendilerinden hesap soracak vicdan da yoktur. Onlar gizli polisle bağlandıkları an halktan kopar,


Makale ve Analizler - 2014

47

halk adına konuşma hakkını ebediyen yitirirler. Bu bütün dünyada böyleyken, bizimkilerin bir de 25 yıl “liderlik” taslaması, halkın başına bir sürü yeni belalar açması akıl ermez bir mucizedir. Bugün oynanan yalnız sahne oyunudur. Bayramdan bayrama ayıp olmasın diye cemaat önünde bayramlaşmadır.

Katil ile Hain

BG-SAM-19.Ağustos.2014

Hafta sonunda Büyük Ada’da bulundum. Arkadaşım çok çiçekli ve sakin bu cenneti anlatırken Leon Troçki bu evde kalmış, dedi ve bir ahşap yapı gösterdi. - “Burada, Türkiye’ye ikinci gelişinde kalmıştı, değil mi?” deyince açıldı. - “Stalin tarafından “hain” ilan edilip vatanından kovulduğunda”, diye ekledi. Troçki son derece ilginç bir tarihsel figür. Balkan Savaşında (1912) İstanbul’da bulunmuş ve Odesa gazetelerine askeri muhabirlik yapmıştır. İş Bankası Kültür Yayınları savaş muhabiri yazılarını topluca yayınladı. O bir deha! Sapına kadar adaletli bir yazar. - “Ben de sana Troçki hakkında bildiklerinden bir şey anlatayım mı?”, dedim. - “Anlatsana”, derken heyecanı yükseldi. - “Asker parkası ve şapkası giymiş bir Rus köylüsü Ekim 1917 Devrimi öngünlerinde devrim stratejisinin büyük üstadı V.L.Lenin’in yanına sokulur ve “Biz bu Kerenski hükümetini ne zaman düşürebiliriz?!” diye sorar. Lenin de askerin kulağına eğilerek: - “Kerenski’den daha zeki ve akıllı bir önder bulunca!”, cevabını verir. Lenin yazılarında bu zeki kişinin Leon Trotski olduğunu yazmıştır. Ekim Devrimi bir Kitle Devrimi’dir ama birkaç kişinin zekâsıyla zafer kazanmıştır. Daha sonra Troçki Rus İşçi Köylü Devleti Savunma Bakanı oldu. Lenin’in ölümünden sonra Stalin tarafından “hain” ilan edildi. Ülkeden kaçtı, Büyük Ada’ya sığındı. Stalin’in işçi devleti tarafından görevlendirilen kiralık katiller Troçki’yi


48

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İstanbul’dan Kuzey Amerika’ya kadar izledi. Peşini hiç bırakmadılar. Sonunda birsi Meksika’da onun kafasına ölümcül bir kazma darbesi indirmeyi başardı. Anlattıklarımı ilginç bulan arkadaşım hemen yetiştirdi. - “Peki, katile ne oldu?” Devam ettim: - “Yaklaşık on yıl Meksika cezaevinde kaldıktan sonra tahliye edilince, Moskova’ya döndü. Komünist Partisi tarafından bir kahraman gibi resmi törenle karşılandı. Stalin tarafından ülkenin En Büyük Kahramanlık Nişanıyla ödüllendirildi.” Bu öyküde “hain” ve “katil” var. Devletin “hain” dediği kişi öldürülüyor, devletin tutuğu kiralık katil, “kahraman” ilan edilip ödüllendiriliyor. Bizim Bulgaristan Türklüğüne ihanet edip hain olanların durumu biraz farklı. Çünkü Ahmet Doğan’ı ajan yapan, ardından hain durumuna düşüren, aynı zamanda en yüksek ödülle - “Şeritli Koca Balkan” - ödülüyle ödüllendiren hep aynı devlettir. Birisi Bulgaristan Halk Cumhuriyeti sosyalist (totaliter) devleti, ötekisi de 1990’da ilan edilen Bulgaristan Cumhuriyeti (demokratik) devlettir. İşte bu nokrada, terör ve baskı yıllarında halkına ihanet eden bir haine, demokratik devletin sahip çıkması, işin içinde iş olduğuna en büyük kanıttır. Birinci devletin zülüm mekanizması olan gizli polis DS yasaklandı. Fakat ajanlarından Ahmet Doğan gibiler ayakta kaldı, korunuyor ve en iyi şartlarda yaşatılıyor. Neden mi? Halkımıza yapılacak yeni pisliklerde kullanılmak üzere semizletiliyorlar. Bundan dolayı, bizdeki totalitarizmden demokrasiye dönüşüm olmamıştır. Olsaydı hainlerin yeri hapishane olurdu. Onlarsa saraylarda yaşatılıyor. Verdiğimiz kurbanlarınsa hakkı hesabı yok. Hem hainlik et, hem rejim değişsin, hem de ödüllendirilme olayı, insanlık tarihinde bir istisnadır. Tarih tekerrürden ibarettir deyenler benzer bir örnek gösteremezler. Burada katledilense Bulgaristan Türklerinin geçmişi de geleneğidir.


Makale ve Analizler - 2014

49

Beğenmiyorsak Çekip Gideriz!

Hamiyet Çakır-21.Ağustos.2014

Dünyanın yenilenmesi hep devrimlerle olmuştur. Devrim önce insanın içinde olur. Kafası boş doğan insanoğullu gerekli bilgileri aldığında gözü açılır ve harekete geçer ve hedeflerine ulaşır. Bütün Büyük Devrimler azınlıkların devrimleridir. Çünkü eski ve modern toplumda en fazla ezilen azınlıklardır. Ezilen ise diğerlerinden çok daha kısa bir sürede durumunun farkına varır ve bilinçlenir. Devrimler azınlıkların eylemleriyle mümkün olabilmiş ve gerçekleşmiştir. Bulgaristan’da 1990 dönüşümü Mayıs 1989 Türk Ayaklanması ile başladı. Amerika devriminin temellerini siyah derili azınlık hareketlendirdi. Osmanlıda 1908 Genç Türkler hareketinin motoru Musevi ve Ermeni azınlıklardı. Ekim 1917 Rus Devriminde Yahudi azınlık başı çeken rol oynamıştı. Çoğunluk, ancak olay gerçekleştikten sonra bu çok köklü tarihi değişikliklere uymuş ve bunları desteklemiştir. Bütün devrimlerde bu böyledir. Bulgaristan’da 25 yıllık bir durgunluktan sonra hareketlenme başlıyor. 5 Ekim seçimlerinde sürprizler gizleniyor. Bizde azınlık olanlar bu defa oy hakkı olan ve yurt dışında bulunan soydaş gruplarıdır. Biz onların sivil toplum örgütlerinden toplumsal çöküşe yön değiştirtecek atılım bekliyoruz. BULTÜRK derneğinden insanlarımız seçenekli öncelik bekliyor. Büyük yangınlar bir kıvılcımla başlar. Kalın kitapların ilk satırında kısa bir haber vardır. Nabza göre şerbet verebilirsek bu iş olur. Bulgaristan’da bazı değişiklikler nefes kesiyor. Bir grup bilgisayar mühendisi genç, iş aramaya batı ülkelerine gitmektense, büyük siparişler almışlar, Sofya’dan topluca çıkıp Berkovitsa Balkanı dağı belinde bir köye yerleşip orada çalışmaya karar vermişler. Köyün yalnız 15 sakini var, gelenlerle 65 olmuşlar. Muhtar kamu arazisinden kır evi şeklinde ev yapmaları ve gönüllerine göre yaşamaları için kendilerine ucuz arsa tesis etmiş. Kepçeler kazıyor, inşaat malzemesi taşınıyor, gençlerse eski tarım kooperatifi ahırına germişler masaları ve bilgisayarla AB işlerine çözüm sunuyor. Değişim belki de böyle başlayacak? En küçük değişimde bile iki taraf vardır, birisi zamanı dolmuş eski gibi yönetemeyen tutucu güçler, öteki de eskisi gibi yaşamak istemeyen dönüşüm yapmaya çağırılan bilgili devrimci güçlerdir. Azınlıklar her zaman ezilen ve zülüm gören durumda olduklarından, düzende değişik ve yenilenme kavgasında ön saflarda olup motor gücü rolü oynar. Şimdi başı çekenlerin bilgili ve yapabilir oldukları dikkati çekiyor. Eski top-


50

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

lumu ret etmek, ondan kaçmakla uzaklaşmakla mümkün olabilir mi? Bu soru da yanıt bekliyor. İnsanlık tarihi, insanoğlunun birbiri ardından taraf değiştirmesinin örnekleriyle doludur. İnsanlar renk, mevki ve parti, bazen da futbol takımı bile değiştirmeye yatkındır. Bulgaristan’da eski komünistlerin sosyalist, sosyal demokrat, Çarcı olduklarını gördük. HÖH liderleri gibi çöp bile olamayanların, liderliğine de doyduk. Yine eski komünistlerden başbakanlık yapanların 180 derece dönüp kapitalist koyu sağcı olduğunu izledik. Sosyalistim diye böbürlenerek sağ politika izleyenler, iri zenginlere ve oligarşi temsilcilerine hizmet edenler dikkatimizi seçti. Politikacı yoğurdun üstündeki tere yağ toplayıcıysa, evet sağı solu olmaya bilir, çünkü kayık yuvarlak, topaç yuvarlak, elimizde işe yarar bir şey varsa o da sapını tuttuğumuz tokmak. Evet, kayık başındaki silahımız ve üretim aracımız tokmaktır, seçim günü ise tüm varlığımız ve geleceğimiz elimizdeki bültendir. Tokmakla her şeyi nasıl darma duman edebilirsen, bir oyla dünyanı değiştirebilirsin. Hem tokmak hem oy vermek bilinçli hareket ister. Kendimize inanç duymak, yanımızdaki insana inanç duymak, doğru olduğuna inandığımız yolda ilerleyene inanç duymak, bize gösterilen adaylara değil inandığımız adaylara oy vermemiz, bizi hainlerin olmadığı bir topluma götürebilir. O zaman kendimizden, arkadaşlarımızdan, yakınlarımızdan ve geleceğimizden korkmamıza hiçbir neden kalmaz! Bulgaristan’da 05.10.2014 tarihinde yapılacak seçimlerde görevinizi yapmanız dileği ile, Beğenmiyorsak çekip gideriz!

Yargı Haini Bulur!

Sevilcan Yüce-21.Ağutos.2014

Yıllar önce her ülkenin bir sloganı vardı. Üçüncü Reich - Hitler’in Almanya’sı: (“Deutschland Über Alles” / Almanya Her Şeyin Üstünde). Birleşik Krallık: (“Dod Save the Queen” / Tanrı Kraliçeyi Korusun).


Makale ve Analizler - 2014

51

Sovyetler Birliği: (Dünyanın Bütün İşçileri, Birleşin) Fransa: (“Liberté, Egalié, Fraternité” / Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik) ABD: (“İn God We Trust” / Tanrıya Güveniriz) Bulgaristan (Bulgaristan Her Şeyin Üstünde) Türkiye (Ne Mutlu Türküm, Diyene) Derken Walter Rudolph Hess (Nazi ve Hain) olayı ibret dersi oldu. İkinci Dünya Savaşı’nın doruğunda, 1943’te Alman uçakları Londra’yı bombalarken, Alman denizaltıları İngiliz gemilerini batırırken, İngilizlere barış teklifinde bulunmak üzere uçakla gizlice İskoçya’ya inen Walter Rudolph Hess bütün dünyayı harekete düşürdü. Hitler tarafından Hain ilan edildi. Ölüm cezası aldı. Churchil tarafından savaş esiri olarak cezaevine kondu. Savaştan sonra başlayan savaş suçluları Nürnberg Mahkemesinde akli durumu sorgulandı. Ömür boyu hapse mahkûm edildi. İkinci Dünya Savaşı suçlularını cezalandıran Nürnberg mahkemesi Hess’i İngiltere’ye barış teklif ettin diye cezalandırmadı, daha önce Hitlerin dava arkadaşı olarak işlediği cinayetleri dikkate aldı. Nürnberg Mahkemesi HESS’e insanlığa karşı işlediği cinayetlerden ötürü müebbet hapis ceza verdi. Hitler ise Alman halkına ihanetine “hainlik” cezasına da “ölüm” dedi. İngiltere’ye barış önermesi götürmesi eski suçlarını aklamadı. Hess, Alman halkına ve insanlığa karşı işlediği suçların cezasını çekti. İkinci Dünya Savaşı’nda 50 milyon insan öldü. Onların ahtı vardı. Dünyada Hess’se kesilen ömür boyu hapis cezasını bozacak hiçbir mahkeme kurulmadı. Berlin Spandau Cezaevi’nde kırkbir yıl boyunca tek başına hücrede tutuldu. Son 21 yılı, cezaevinin tek mahkûmu olarak geçirdi. İngiliz, Fransız, Amerikan ve Sovyet güvenlik görevlilerinin gözünde dünyanın en iyi korunan mahkûmuyken, 1987’de 94 yaşında intihar ettiği haberi yayıldı, hemen ardından cezaevi de yıkıldı. Hainlerin kaldığı bu cezaevinin yıkılması halkına, devletine ve davaya ihanet edenler aleyhine işleyen yasa, adalet sistemi ve yeni kurulmuş cezaevleri yok anlamına gelmez. Bulgar devleti, bugün himayesi altına aldığı Ahmet Doğan gibi hainlere ebedi yuva olamaz! Bulgaristan Türk ve Müslüman halkının doğal ve insan hakları uğruna kutsal davalarına ihanet edip, mücadele hedeflerini boşa çıkartmak ve insanlarımızın Vatanlarından kovulmalarına yol açmak hem insanlık suçu hem de hainliktir.


52

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu, Bulgar halkına da ihanettir. Çünkü 800 yıllık beraberliğimizi baltalamıştır. Bugün harabe olan, çökertilen ortak vatanımızdır. Totaliter komünist rejim maşası olup herkesle kardeşçe birlik içinde yaşama özlemimize büyük darbe aldık. Bulgaristan Türk ve Müslümanlarını ulusal toplumumuzdan ayıran, toplumsal politik yaşamdan uzaklaştıran, özgürlük hareketimizi baltalayan Ahmet Doğan ve HÖH yönetimindeki hain-ajan ekibinin ihaneti cezasız kalamaz. Bu haklı davada 39 kişi can feda etti. Binlercesi hapislerde çürütüldü. Aileler parçalandı. On binlerce aydınımız Vatanından kovuldu. Memleketimiz harabelik oldu. Ahmet Doğan ve ajan arkadaşlarının “Bulgarlaştırma” gibi faşist Çarlık dönemi ve totaliter baskı rejimi slogan ve eylemlerine takılıp kendilerini beş paralık iki viskilik hain durumuna düşürdükleri için, biz bugün uyanıyoruz. Onların gerçek yüzünü göremediğimiz için kendimizi itham ediyoruz. Hainlerle barışılmaz. Halka ihanet cezasız kalamaz. Kan kusturulan halk hainliklerini yanına bırakmaz! Hainliğin hesabı verilmeden bu memlekette demokrasi gelmez. Halkın gördüğü zulmün hesabı mutlaka verilecektir. Hainliğin zaman aşımı yoktur! Tarih konuşacak, dava dosyalar açılacak ve yeni mahkemeler kurulup adalet üstün gelecektir. 1990’da bu yana hepimizi esir köle durumuna düşüren, işsiz ve gelirsiz bırakan Ahmet Doğan ve HÖH yönetimine çöreklenen ajan-ekibi, en doğal insan haklarımızı elimizden aldı. Halkımızı sefil ve muhtaç duruma düşürdü. Totaliter zalimliği devam ettirdi. Gençlerimizin geleceğini kararttı. Hain ruhlarını korumak için, geçmişi eşeletmemek için Bulgar hükümetlerine yamanma hiç birini, hiçbir hususta asla af etmez. Yeriniz zindan dibindeki koğuşken, özel korumalı saraylarda yaşamak hangi hizmetinizin bedelidir?

Kahramanlarımızı Anıyoruz

BG-SAM-21.Ağustos.2014

Bulgar basınında 30 yıldan beri devam eden tartışma kahraman mı? Terörist mi? Burgas’a bağlı Dikenli (Trınak) köyü kenarında 3 kurnalı bir çeşme gece gündüz akıyor. Güneşin sabahtan akşama alabildiğine parlattığı mermerde Emin Mehmedali, Abdulla Çakırov ve Safet Gunev’in isimleri var. Onlar, 1976’dan


Makale ve Analizler - 2014

53

1987’ye kadar 11 yıl boyunca Bulgaristan Türklerinin gizli direnişini örgütleyen ve bizzat yürüten kahramandır. Berrak su akışı kutsal davamızda kurşunlanarak şehit olan kahramanları anlatıyor. 1989’da Bulgaristan’da totalitarizmden demokrasiye doğru ilk adımların atılmasına, ele geçmez yiğitlerimizin, şehitlerimizin ve ölümsüz kahramanımızın akan kanı olağanüstü katkı vermiştir. Onlar kalbimizde yaşıyor: Bulgaristan’ın en yeni tarihinde ilk iki bombalı saldırının gerçekleştirilmesi, bundan 30 yıl önceye rastlar. 30 ağustos 1984! Saat 17,29. Plovdiv (Filibe) tren garında bir düzenek patladı. 36 dakika sonra da Varna uçak alanı önünde bir bomba infilak etti. Bu iki olay, Bulgaristan Türklerinin anti-totaliter saldırılarını başlattı. 9 Mart 1985 günü, yani ilk patlamadan 8 ay sonra, Burgas Sofya sürat treninin çocuk ve anne vagonu “Bunovo” istasyonu yakınında çok güçlü bir patlamayla raydan çıktı. İkisi çocuk, 7 kişi öldü, 9 yolcu yaralandı. Aynı gün Sliven şehrindeki “Sliven” pastanesinde de bir patlama oldu. 23 kişi yaralandı. 1986’nın 31 Temmuz günü yani ikinci patlamadan tam 15 ay sonra Varna’ya bağlı “Drujba” kumsalında bir düzenek teknik arıza yüzünden patlamadı. 1987’nin Ağustos ayında Bulgar devlet güvenlik polisi DS, “Biz” adlı direniş grubu üyesi, Bulgaristan Türkü Emin Mehmetali, Abdulla Çakırov ve Safet Gunev’ı tutukladı. Yargılandılar. Gereğini görenler “ölüm” dedi. “Bulgarlaştırma” ya illegal başkaldıranlardan sekizi öldürüldü. 76’sı yaralandı. Yaralıların birçoğu ömür boyu sakat kaldı. (“Presa” gazetesi, sayı 225, yıl 2014). Bombalı saldırılar, 800 bin Bulgaristan Türkünün isimlerinin zulüm uygulanarak, haklı ve sert protestolarına rağmen, devlet terörüyle zorla değiştirilmesine karşı silahlı tepkiydi. Amansız zülüm Türkiye’ye Büyük Göçle sakinleşti. Tren istasyonu, uçak alanı ve otellerle birlikte devleti de ateşe veren bu üç Bulgaristan Türkü: kahraman mı? yoksa terörist mi? tartışması 30 yıl sürdü. Bulgar milliyetçiliği eridikçe değişti de halen devam ediyor: Kahramanlık yıllarından anılar 30 Ağustos 1984 günü saat 17.39’da Filibe tren garı bilet kasasının önü kalabalıktı. Tatille gidenler treni kaçırmak istemediklerinden acele ediyordu. Bekleme salonunun en uç noktasına, bozuk parayla çalışan kenar duvara monte edilmiş telefonlarının yanına konmuş mavi plastik çöp kofasına bakan bile yoktu. Kofa ansızın patladı. Gar sanki yolcuların üzerine çöktü. Yakalanan 3 kişiye karşı duruşmada, patlamadan yara alan bir bayan şöyle konuştu: “Bombanın patladığı an gişeden biletimi alıyordum. Vitrinler tuzla


54

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

buz oldu. Duman içinde kaldık. Elbiseleri sim siyah, yüzü yanmış bir çocuk ile bir kadın sedye ile salondan çıkarıldı.” İnfilak dalgasının salondan dışarı fırlattığı 50 yaşındaki Kırcaali şehrinden Dora Vasileva bir gün sonra hastanede can verdi. 42 kişi yaralanmıştı. Kader işte, bu olayda en fazla yara alan iki kişi de Türkiyelidir. 13 yaşındaki Mustafa Şentürk ve 16 yaşındaki kardeşi Binaz anneleriyle Filibe’ye akraba ziyaretine gelmişlerdi. Mustafa bir gözsüz kaldı. Aynı gün saat 18.06’da Varna uçak alanı park alanında ikinci patlama oldu. Bomba bir süs eşyası olarak kenara konmuş olan beton çiçek saksısına yerleştirildiğinden, infilak dalgası göğe yöneldi. Yakından geçen 2 bayan yaralandı. Uçak terminali önündeki yüzlerce kişinin verilmiş sadakası varmış. Bulgar makamları bu iki patlamadan şok oldu. Devlet güvenlik polisi DS’nin açıklanan dosyaları bunu kanıtlıyor. Polis ilk anda olup biteni halktan gizleme derdine düştü. Olaylardan 3 gün sonra, 3 Eylül 1984 günü, İç İşleri Bakanı Orgeneral Dimitır Stoyanov Filibe-Varna olaylarıyla ilgili Bulgaristan Komünist Partisi Merkez Komitesi’ne özel bir ileti gönderdi. Can kaybı olmadığını, 10 kişinin yaralandığını, hasarın onarıldığını bildirdi. Ertesi gün ise, Bulgar Telgraf Ajansı (BTA) üzerinden 8 satırlık bir haberin yayınlanmasına izin verdi. Bu haberde, Filibe’de bomba patladığı duyulurken, Varna olayı gizlendi. “Bunovo” garında trende meydana gelen patlamadan sonra da halka bilgi geniş bilgi verilmedi. Polis Bakanı açıklamasında, toplanan verilerden, “sosyalist devrimin 40. yıldönümü arifesinde planlı terörist saldırıya girişildiği” sonucu çıkarıldı. Aslında, halka yanlış bilgi verildi. İç İşleri Bakanlığı’nın gerçekleri görmek istemeyişi büyük bir yanılgıydı. O zaman Filibe, Varna, “Bunovo” ve Sliven olaylarını birbirine bağlı olarak görmek istemediler. “Bunovo” infilakından sonra, devlet güvenli DS’nin 6. Şubesinde “T” (Terör) Şubesi oluşturuldu. Bu yeni ekip uzun bir süre sonra sis perdesini kaldırdı. O zamana kadar makamlar olayları birbirine bağlı görememiş, ayrı parçalar halinde ele aldıklarından dolayı, 1976 yılından beri bu işleri yapan, burunlarının dibinde ve gözlerinin önünde olan Türkleri göremedi. 8 Nisan 1987’de, terör konusunun irdelendiği bir gizli oturumda, İç İşleri Bakan Yardımcısı Orgeneral Grigor Şopov, emrindeki sivil polis gücü önünde şöyle dedi: “İç İşleri Bakanlığı’nın saldırıları kundaklayanlarla başa çıkamadı.” Ve şunları da itiraf etti: “Filibe ve Varna olayları sistemimizi gereği gibi harekete geçiremedi. Bunlar bizim için daha çnce benzerine rastlamadığımız olaylar olduğundan dolayı, kadrolarımızın daha çoğu infilakları içine kapalı, yenilemeyecek olaylar gibi algıladı.”


Makale ve Analizler - 2014

55

Patlayıcıları, bomba işlerinden anlayan, mesleği inşaat teknisyeni olan Safet Gunev hazırladı. Düzenekler, 4.5 W bir standart pil, cereyan iletkeni, amonyum sülfat, elektrikli patlayıcılar ve “Amonit 6” gibi basit bir mekanizmadan oluşturuldu. Sovyet “Slava”, Romen “Viktoriya” veya “Aradora” marka saatlerinden çıkarılan bekletme mekanizması kullanıldı. El işi bomba ya bir kavanoz ya da bir konserve kutusuna yerleştiriliyordu. Emin Mehmetali ile Abdulla Çakırov patlayıcıları önceden belirlenmiş yerlere yerleştirdi. Grubun tutuklandığı an polis şok yaşadı, çünkü terörist olarak tutuklananlardan Emin Mehmetali ile Abdulla Çakırov Bulgar gizli polis DS’nin gönüllü yardımcısıydı. DS- dosyalarında Emin Mehmetali’nin “dürüst olmadığı için” 1979’da sistemden ihraç edildiği kaydı var. 1976’da Bulgaristan Halk Cumhuriyeti devlet güvenlik polisi DS’ye gelen bir mektupta, Türkiye’ye kaçarken tutuklanan ve hapse atılanların hemen serbest bırakılması isteniyordu. Mektup, Tryavna kasabası postanesinden gönderilmişti. Yazı altında imza vardı. 1983 yılının yazında, zarf üzerinde gönderenin adresi olmayan, fakat mektubun altında dört kişinin imzası bulunan, Plovdiv ve Asenongrat şehirlerinden postalanmış 2 mektup BKP Merkez Komitesi Genel Sekreteri Todor Jivkov ile İç İşleri Bakanı Dimitır Stoyanov’a ulaştı. Bu mektuplarda, “Bulgarlaştırma” süreci durdurulmadığı takdirde, trenlerin havaya uçurulacağı, bombalar patlatılacağı ve yangınlar başlayacağı ihbar ediliyordu. “Biz” grubu, “İsimlerimizi geri verin! Türk isimlerimizi geri vermezseniz etkinliklerimize devam edip büyük zarara sebebiyet vereceğiz!” diyordu. Birkaç aydan sonra grup faaliyete geçti. 1983’ün 9 Eylül ulusal bayram öngünlerinde “Kamçiya” barajı yakınında 750 dekar orman yakıldı. Yangına yakın bir mevkide, devlete karşı savaşa ve “Anavatan Türkiye’yeden himaye talep eden!” 2 adet el yazılı metn ele geçti. Ormanın Emin Mehmetali tarafından yakıldığı anlaşıldı. Yangınından hemen sonra Emin Mehmetali Aytos şehri tren istasyonu yakınında kazaya neden olmak amacıyla tren yolu raylarına frenleyici “ayakkabı” taktı. “Kamçiya” barajı yakınına bıraktığı çağrılardan tren garı kenarına da saçtı. 1984 Ocağında Emin Mahmedali Filibe yakınında da bir tren kazasına neden olmak için kuzeni M. Haciev’i Filibe’ye gönderdi. “Rabotniçesko Delo” (işçi Davası) gazetesine sarılmış bir frenleyici “ayakkabıyı” ve birkaç bildiri metnini ona verdi. Haciev getirdiklerini amaca yönelik kullanmayıp tren yolu kenarına attığı için, paket polisin eline geçti. Mehmetali ile Çakırov Bulgaristan Türklerinin davasına uluslar arası destek almak için daha kesin eylemlere geçmeyi karar verdi. Halkı uyandıracak bombaları hazırlatmak için Safet Gunev’ı göreve çağırdı. Ondan bomba yapmasını istendi. Filibe ve Varna patlamaları gecikmedi. Bulgar polisi uyumuyordu. “Bunovo” patlamasından sonra, DS 1984 ile 1985 yılları arasındaki bombalı olaylar ve 1976 ile 1983 yılları arasında bulunan uyarı bildirileri ve Sofya’ya gönderilen anonim mektuplar arasında ilişki kurmaya


56

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

çalıştı. Dikkatlerin, 11 defa tutuklanan ve sır vermeyen Emin Mehmedali’nin üzerine yöneltilmesine neden, yine Sofya’ya gelen mektuplar oldu. Polis dosyanın derin analizinde ortaya çıkan şu gerçek var. Sofya’dan İl Takip Merkezlerine gönderilen bir mektupta, (1985) isimleri değiştirilenlerden, 1976 yılında Gabrovo ve Tryavna bölgesine gitmiş olanların aranıp bulunması ve el yazısı örneği alınması emredildi. 1987’de DS Altıncı Şubesinin şefi olan general Sava Cendov, “Terörizmle Müvadele Bölümü adına kaleme aldığı 9 Ekim 1987 tarihli raporunda, “DS’ye gönderilen mektup, araştırdığımız dönemde Travna bölgesinde bir dağ evinde tatil yapan Emin Mehmedali tarafından gönderilmiştir, bu kesindir.” Dendi. Bu tespitten sonra Emin Mehmedali hemen koğuşa atılsa da, başka delil olmadığından serbest bırakıldı. Altıncı Şube şefi daha sonra yazdığı bir başka raporda, “Ne için yeniden sorgulanmadığını bugün söylemek artık imkânsız oldu.” diyordu. Varna yakınındaki “Drujba” kumsalında patlamayan bombanın ele geçirilmesinden sonra, DS - sivil polis, Emin Mehmetali’nin, Filibe yakınında tren kazasına sebep olmak için raylara frenleyiciyi takmayan kuzeni M. Haciev’i tutukladı. Devlete karşı bildiri dağıtma işi onun üzerine yıkıldı. Ne var ki, “Kamçiya” barajı bölgesinde bulunan bildirilerle Haciev’in üzerinde bulunanların aynı olduğu kimsenin dikkatini çekmedi. Daha sonra, büyük şüpheli Emin Mehmedali’nin içeri alınmasından sonra, onun daha önceleri DS gönüllüsü sıfatıyla el yazısı ile bildirilerdeki yazı karşılaştırıldı ve bu yazıların aynı kişinin olduğu ortaya çıktı. Varna “Drujba”daki düzenek, üzerinde “vagon restoran” yazan bir masa örtüsüne sarılı, alış veriş filesi içine yerleştirilmiş, metal süt kabı (güm) içinde bulundu. İşte bu masa örtüsündeki yazıdan dolayı, yine karşılaştırma yapmak amacıyla isimleri değiştirilen ve Burgas Sofya demiryolunda çalışanların hepsi bire dek sorgulandı. Emin Mehmedali bu defa ucuz kurtuldu. Bu arada, Polis müdürlüklerine yeni bir emir geldi. İsimleri değiştirilenlerin adres kayıtları, çalıştığı yerler, kimlikleri ve diğer evrakları istendi. Binlerce polis çalıştı. Tüm ülkede denetlendi. Burgas polisi yazılı raporunda, güncel kovuşturmada dikkat çeken, “Drujba” kumsalına bombanın konduğu 31 Temmuz 1986 günü için ifadelerinde kesin olmayan bir durumu olan Emin Mehmetali’nin Burgas şehri, “İzgrev” semti, apartman 58, daire 90’da oturduğunu iletti. Bu tespite karşın, milislerin hazırladığı rapor, İç İşleri Bakanlığı Burga İl Müdür Yardımcısı tarafından “saçmalık” olarak değerlendirilip çöpe atıldı. Ardından Sofya’dan gelen bir yeni emirde, “Bunovo” tren istasyonunda patlatılan 326 no’lu trendeki yolcuların hepsinin aranıp bulunması istendi. Bu trene Burgas’dan binen ve vagona bombayı yerleştirdikten sonra, bir başka düzeneği bir kahveye bırakmak üzere elinde bir el çantasıyla Sliven tren garında inen Emin Mehmetali sorgulanmadı,


Makale ve Analizler - 2014

57

fakat polisler gereği görüldü raporunu yazdı. Emin Mehmedali ve arkadaşlarına götüren ince yol el yazılarının karşılaştırılmasıyle başladı. “Drujba” kumsalında kimsenin dikkatini çekmeyen bombanın yanındaki masa örtüsünden çekilen iz de yine Emin Mehmetaliye yöneldi. Yapılan araştırmada bu masa örtüsünün ildeki tren istasyon lokallerinde ve vagon restoranlarda kullanılmak üzere Burgas’da sipariş üzere üretildiği ortaya çıktı. Bu tespitten sonra, DS Altıncı Şubesinde yüzbaşı Georgi Sotirov yönetimindeki sivil polis ekibinin dikkati yine Burgas garında dondurma satan Emin Mehmedali üzerinde odaklandı. Onlara göre, patlama günleri hakkında verdiği bilgilerde kuşku vardı. Gizli polis DS Emin Mehmedali’yi yakın takibe aldı. Dairesine böcek yerleştirdi. Bu çalışmalar sonunda polis Abdula Çakırov’a ulaştı. O, “Okyanus Balıkçılığı” şirketinden bir gemiciydi. Türkiye Burgas Konsolosluğu’ni takip eden polisin gönüllü yardımcısı olduğu ortaya çıktı. Daha sonra onun Türkiye Konsolosluğuna isim değiştirme ve ülkedeki durumla ilgili bilgi verdiği de öğrenildi. DS bu iki kişi hakkında 1987’de “İkiyüzlüler” adlı yeni bir takip dosyası açtı. İki arkadaş, bu dairede yaptıkları bir görüşmede, içki kullandıktan sonra grubun üçüncü üyesi olan Safet Gunev’in ismini ağızlarından kaçırmıştı. Yine bu buluşmada, yeni bir bombayı önce Sofya’daki “ZUM” mağazasında, daha sonra da fikir değiştirip “Slınçev Bryag” (Güneşli Kumsal)da 15 ağustos günü patlatmayı kararlaştırmışlardı. Emin ile Abdulla Burgas köylerine uğrayıp bir “Sava” saat satın alıdı. Takıpteydiler. 13 ağustos 1987 günü ikisi de aynı anda tutukladı. 19 ağustos günü Safet Günev de yakalandı. Onların yardımcılarından daha 11 kişi tutuklandı ve hepsi yargılandılar. Bulgaristan Türklerinin Büyük Davasında yüzlerce kahraman var. Hepsinin aziz anıları yaşıyor. 30 Ağustos 2014 günü Dikenli çeşmesinde anma törenine hepiniz davetlisiniz.

Deliliğe Dayalı Hainlik!

Hamiyet Çakır-22.Ağustos.2014

Zaman İkinci Dünya Savaşı’nın son aşaması! Amerikan güçleri Akdeniz yoluyla Sicilya sahillerine demirlemişti. Hitler Alman yası’ndan yana olan Musolini faşisti 5 yıl halka kan kusturdu. İtalyan partizanları ve şehir gerillaları da Musolini’ ye uyku uyutmadı.İtalyanca yayın yapan birçok radyo vardı. Bunların birinde sözcü olan şaire Ezra Pound Çok iyi hazırlanmış etkisi güçlü bir radyo


58

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

konuşmasında amerikan askerlerinden İtalyaya ve İtalyanlara karşı “Ateş Etmeyin!” çağrısında bulundu.ABD Ordu Komutanlığı Ezra Paund’u tutukladı ve “Hain” ilan etti. ABD. işgal güçleri tarafından İtalya’da hücre hapsine mahkum edildi.Hakkında çok yazıldı çizildi.İtalyan demokratları, geniş halk kitleleri, Ateş Etmeyin!, İnsanları Öldürmeyin! Çağrısında bulunmak asla hainlik olamaz. Dünyada böyle bir yasa. Benzer töre, adet ve gelenek yok dediler. Buna rağmen, şair Ezra Paund barış şiirleri yazmaya devam etti. “Öldürmesin kurşunlar insanları, Bombalar düşmesin köylere, Korkuyla uyanmasın çocuklar, İhtiyarlara bombalanmamış mezar yeri bırakın!” dedi. İtalya ve Avrupa’da barış sedaları güçlendiğinde, Amerika’ya götürüldü. Nürnberg Mahkemesi’ne verilmesini isteyenlere, Mahkeme başkanı “Biz barış çağrısı yapanları yargılamıyoruz!” cevabını verdi.Washington’da Vatana ihanet suçundan yargılandı. Suçlu bulundu.Cezaevi yerine St. Elizabeth Akıl Hastanesi’ne gönderildi ve orada 12 yıl kapalı kaldı. Sonra mahkemenin kararı açıklandı: deliliğe dayalı vatan hainliği, demişlerdi. Öyle bir şey olamazdı. Bir adam ya delidir ya değildir. Deli halkına ve Vatanına hainlik edemez, çünkü Vatan ve Halkın ne olduğunu bilemez. Belli Başlı Amerikan şair ve yazarlarının baskısı sonucunda, Dünya Barış Örgütünün çağrıları da dikkate alınarak Amerika Birleşik Devletleri hükümetince özel bir kararla serbest bırakıldı. O gün dünya demokratik güçleri bir “Oh!” çekti. Ne ki, Bulgaristan Türklerine yapılan hainlik bu türden değildir. Tasarlanmış, planlamış, uzun süre hazırlanmış bilinçli bir ihanet ve hainliktir. Bizde, halkına ihanet eden Hainleri akıldan özürlü gösteren yasa olmasa da şimdiye kadar yargılanan hainde yoktur. İki arada, bir burada bir orada vakit dolduran hainlerden biri de HÖH kurucu lideri, gizli polis ajanı Ahmet Doğan’dır ve o Bulgaristan Türk ve Müslüman haalkının bir asır devam eden jak ve özgürlükler mücadelesini bilinçli olarak baltaladığından dolayı halkımın bilincinde ve gözünde en büyük dönek ve haindir. Bir yurttaşı memleketinden vatanından kovmak, bir insanı anasından babasından ayırmak, bir insanı jurnalleyip tutuklatmak, sürgün etmek, yargılanmadan hapsetmek, işkence odalarında ezmek, ailesine baskı yapmak affı olmayan hainliktir. Halkımız büyük zulüm gördü. Bu zulmü yapanların düşman yanında yer alan, zalimlere hedef gösterenlerin hepsi Haindir. Bizde deliliğe dayalı hainler yoktu, kendilerini deli gösteren hainler vardı. Kaçamayacaksınız! Mazlumların adaleti yakanıza yapışmaya geliyor. 5 Ekimde sandığa gömülenlerin başında hainlerolacak!


Makale ve Analizler - 2014

59

Şiirimizdeki Rodop Dağları

Filiz Soytürk-22.Ağustos.2014

Daha kadım zamanlarda, Ege denizinin kuzeyindeki yüzlerce kilometrelik sahayı kaplayan Rodop Dağları ve çevresi, kimselerin iştahını kabartmamış?! Milattan önce, Büyük İskender’in babası Makedonyalı Filip, buralarını da topraklarına katarak, Filibe’de Rodoplar’dan kopmuş birkaç tepeciğin üzerine kendi adına bir kent kurmuştur. Rodoplar oldum olası şairlerin, sanatçıların, ilham kaynağı olmuştur. Omir, bu topraklar üstüne destanlar söyler, Orfey’in Rodop dağlarında kavalı ve liri ile söylediği türkülerle kuşları dahi mest ettiğini kim bilmez? Gel zaman, git zaman Rodoplar sürekli sakinlerini değiştirmiş, yenilemiştir... En nihayet Türkler, Müslümanlar ebedi mekân tutarlar buralarını. Be Türküleri, dizeleri ve ezgileriyle Rodopların eşsiz güzelliklerini, çekiciliğini dile getirirler. Bu sanatçılarımızın sadece birkaçından örnekler vermeye çalışacağız. Zvezdelli (Güren) şair ve müzisyen Fahri Nur için bu dağlar, canı kadar değerlidir. Ve daha sonraları notalara döktüğü şiirine haklı olarak “Canım Rodoplar” adını verir. Hele şu dörtlüğü hep beraber okuyalım: Tatlıdır suları, hoştur havası Her yanı yeşillik, bülbül yuvası Coşturur türküsü, kırık havası Andırır kendini canım Rodoplar. (Baklalarda Türk kültürü, dergisi) Su, Rodop insanının kutsal varlıklarından en kıymetlisidir. Buralarda yollar, beller geçer, susuz asla kalmazsınız. Gidenlerden görenlerden işitmişimdir. Dünyanın hiçbir yerinde bunca çeşmeli, yalaklı, pınarlı yollara, bellere rastlamamışlardır. Su, Rodop insanının özünü teşkil eder. Bir şiirinde o, dağlarımızdaki çeşmeleri ne güzel anlatır. “Taşları kim getirmiş, bu çeşmeyi kim yapmış Buralı mı ustası, yabancı mı sağ mıdır? Onun soğuk suyundan önce kimler tatmış Yoksa bunun tanığı yalnız koca dağ mıdır?” (Türkçenin Sarmaşıkları...) Usta şair Recep Küpçü de, tası tarağı hangi beldelere atsa, şiirlerinde burcu burcu Rodoplar tüter. Rodoplar’ı ne aklından, ne rüyalarından çıkarabilir. Ve o, şirin dağları capcanlı bir varlıkmış gibi karşısına alır, dillenir, sohbet eder. Rodoplar’a “Canımın içi Rodoplar” diye sımsıcak hitap etmesi, okuyucuyu coştururcasına etkiler. Onun kaygısı, bir sanatçı duygusallığı ile bu dağ insanlarının gurbet yollarına düşmeleridir. Hele şu babalar! Yolları yapan, tünelleri açan, köprüleri çeken hep bu cefakar insanlardır. Ne var ki, bir an olsun o babalar, dere içlerinde, dağ yamaçlarındaki yuvalarını unutmazlar. Bu evlerde yavrularıyla analar vardır. Omuzlarında da ailelerinin tüm sorunları...


60

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Buu yüzden onlar, şairin güçlü kalemini layıkıyla hak etmişlerdir. Şair “Köyüm ve Ben” şiirinde köyünü, Rodopları, Filibe’yi ne güzel anlatır... Ben de senin eteklerinde doğmuşum. Gönlünde tahtını ezelden kurmuşum. Elverir bunca ayrılıklar, Eyy, devler cüceler diyarı, Canımın içi Rodoplar! (Rodoplar) Ne zaman varsam ben sana, İlk önce babam karşılar, Dış kapı önünde beni... Karşımda tepeleriyle Filibe durur pek maruz. Ve heyecan hisleriyle Kalbim benim hoplar durur... Yanı başında Rodoplar... (Ötesi var) (Türkçenin Sarmaşıkları) Çernooçeneli (Karagözler) genç yaşta yitirdiğimiz şair Mümin Bekir, dağlı kökeniyle birçok kez hakaret görmüş, azar duymuştur. Onun için “dağlılık” gurur kaynağı, dik duruş olmalıdır. Koca kente ilk geldiğim zaman Beni parmakla gösterenler vardı Dağlı, bakın dağlı! Diyorlardı.Buna ben hiç aldırmıyordum Ve koca kentin kaldırımlarında Bizim dağların heybetiyle adımlıyordum... (Türkçenin Sarmaşıkları...) “Rumeli” tabiriyle büyük ölçüde Rodopları kasteden şair Faik İsmail Arda, bu dağların, yalınayak, başıkabak çocuklarını da görmezlikten gelmez. Unutulmaz dizeleriyle eşsiz tabloları gözlerimizin önüne serer. Bir gazallık gızanı sevdim Elleri tütün kokuyordu. Ayakları, fıstık ayakları,Gıldır gıldır mekik dokuyordu. Gözleri, ah o güzel gözleri Kibritsiz kandil yakıyordu. (Türkçenin Sarmaşıkları...) Not: Şair yerel ağzı kullanmıştır.Şair Durhan Hatipoğulu da doğma büyüme bir Rodop evladıdır. “Baba ocağı”na bir seslenişi var ki, en katı yürekleri dahi yumuşatır. Şu mahaalle, harman yeri, karadut, Şu köşe başı ahşap ev, Avlusundaki koca armut, Ocak başı, dolap, musandura, sedir, Yazlıkta yatan teneşir tahtası İçimi sızlatan acı bir hadisedir Kıdrezli köyü Merhaba ömrümün sefil ve mutlu çocukluk çağı Geciktik biraz, Hoş gör beni baba ocağı! (Seçilmiş Şiirler 2003) Şiirimizdeki Rodoplar bahsini, genç şaire kızımız, Aynur Açıkgöz’ün “Ot Kokusu” eseriyle noktalamaya ne dersiniz? İçimlik dağ suları Kalaylı bakır kokuyor susuzluk Karlar eriyor güneyinde Rodopların Kuzular meliyor eteklerinde Kekik kokulu türküler çalıyor kaval Bir çoban kızı Ayakları çamur, yapış yapış Kuru tütün rengi saçlar Tırnak izi geçmiş topraklar Basma eteğinden savrulur mor menekşeler Beşi bir yerde dizili gerdanında Bir insan gizi sanki Daracık dağ yollarında Umutların değişmeyen dokusu Teninde taze biçilmiş ot kokusu (Rumeli’nin Duygulu Telinde İnce Nazım)


Makale ve Analizler - 2014

61

Politik Kıvılcımlanma

Dr. Nedim Birinci-23.Ağustos.2014

25 yıldan beri ilk kez Bulgaristan’da büyük demokrasi ateşi yakacak politik kıvılcımlanma izliyoruz. 5 Ekim 2014 erken parlamento seçimleri öncesi beliren ideolojik ve siyası duraklama aşılıyor. Çeyrek asır boyunca bir naaş gibi önümüze atılan komünist-totaliter toplumsal ceset ne kaldırıldı, ne kokusu kesildi ne de papaz ayinleri dindi. Yavaş ama kararlı dönüşüme artık bir yönelimdir seziliyor, yeni yöne birlikte dönüyoruz. Ahmet Doğan’ın “Bulgar Etnik Modeli” uydurmasıyla aldatılıp uyuttulan halkımız, bu arada diğer etnikler ve Bulgar halkı semeliği savıyor. Bu uyanışında BULTÜRK Kültür ve Hizmet Derneği’mizin, 3 yıldan beri doğru yönde yoğun bilgilendirme etkinliklerine bir gün ara vermeyen Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi’mizin başarılı çalışmalarına katılan ve böylece büyük davamıza katkıda bulunan yönetime, gönüllü yardımcılarımıza ve tüm arkadaşlarıma teşekkür borçlu olduğumuzu ifade ediyorum. Olan ve değişmeye yüz tutan büyük gerçek nedir? 10 Ocak 1990’da Bulgar gizli polisi “DS” (Bulgaristan Türk ve Müslümanlarının tüm taleplerini, hak ve özgürlük hayallerini rafa kaldırmak, daha doğrusu kasasına kilitlemek üzere) Hak ve Özgürlükler hareketini kurdu ve iplerini Ahmet Doğan’ın eline verdi. Bu olay polisin gizli politik tuzağıdır. 1989’da tamamen politik istekli ve politik yönetimli Mayıs Ayaklanmamızdan ve aynı yılın Ağustos’unda 500 bin Türkün topluca ülkeyi terk etmesinden, olayın uluslar arası yankılarının büyüklüğünden korkan Bulgar devleti, bacasını saran ateşi söndürmeye seferber oldu. Halkın nabzını tutan Türk politik nüve liderlerinin, demokrat aydın tabakanın, öğretmen ve hocaların, yazan çizen ve sözü geçen arkadaşların sınır dışı edilmesinde, yarım milyon Türkün yuvalarını terk etmeye zorlanmasında en büyük görev kışkırtıcı ajanlara düştü ve bunların başında Ahmet Doğan ve ekibi vardı. Doğan’ın dönek ve kışkırtıcı ekibi bu işte başarılı oldu. Büyük sayıda kurban alan ve aktıkça akan yaranın sızısı sanki biraz kesilmişti. Yalnız 1989 ve 1990 değil, 1993 yılı da Hak ve Özgürlük Hareketi’nin (HÖH - DPS) geleceği, yani halkımızın kaderi açısından çok önemli bir yıldı. O yıl HÖH partisinin Büyük Kurultayı yapıldı. Bu forumda yön belirlenmişti. Bulgaristan Türklerinin önünde iki yol vardı: Bir, Bulgar toplumundan uzaklaşarak ayrılmak, kendini tecrit etmek (izole olmak, kapsülleşmek). Geçiş Döneminde gerçekleşen bu sinsi planı çizen, BSP Başkanı, KGB ajanı, Başbakan Andrey Lukanov ve DS’nin yetiştirdiği gizli ajan


62

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Ahmet Doğan’dı. Bu şahısların ikisi de Moskova (KGB) ajanı olduklarından, aslında bizim Bulgar toplumundan ayrılmamızı, kopmamızı, bir tümör gibi vücudu ezmemizi ve toplumsal bünyeyi devamlı rahatsız etmemizi Rusya istiyordu. Onun yeni planlarında güçlü ve muhtaç olmayan bir Bulgaristan’a yer yoktu. Bu gidişi durmak isteyen halkımızdı. 2009 seçimlerinde Bulgaristan Türklerinin yarısı HÖH partisine oy vermedi. Her şey birden olmuyor tabii. Bu seçim arifesinde kapıyı açan Başkanı Boyko Borisov ve liberal demokrat bir yapılanma olan GERB partisi oldu. Borisov’un tek başına iktidar olduğunda 10 Türk Bakan yardımcısı atayacağını açıklaması, işlerin bugünkü tıkanma nokrasına kesin kanıttır. Ha yapmayacak mı, onu o zaman konuşuruz, biz onlara karşılıksız destek demedik bu gün için, yarın Allah kerim. Bulgar politik sisteminde, HÖH’ün yanlış olduğu defalarca ispatlanan, “Bulgar etnik modeli” ile zehirlenen toplum yapısı hastaneliktir. Bugün “Bulgar Etnik Modeli” bir cesettir. Avrupa’yı da kokutuyor. Brüksel “Siz azınlıkları ne zaman topluma katacaksınız” diye sormaya başladı. Cevap yok. İki, Demokratikleşen Bulgaristan toplumunda bütün politik partilerin tüm etniklere kapılarını açması, vatandaşın istediği partiyi seçmesi, politik yaşama özgürce katılmasına yol verilmesi şıkkı vardı.1993’te HÖH kurultayı bu yolu kapadı. Büyük politik güç olan ve toplumsal dönüşümde öncülük yapmak isteyen Sosyalist Parti (BSP), parti yönetiminde tek Türk ve Müslüman’a yer vermedi, “Bulgarlaştırma” süreci için özür dilemedi, gizli ırkçılık ve milliyetçilik besleyerek “eritme ve asimile etme” politikasıyla toplumu devamlı karıştırdı, Müslüman milletvekili seçmedi, bakan göstermedi. Bize ikinci sınıf insan olarak baktı. Bizi Ahmet Doğan sürüsünden koyun gibi gördü. Ve bu yaklaşımının hesabını 11 defa seçim yenilgisi, her yıl parçalanma ve derin çöküşle, terziye ısmarladığı beyaz bayrağı göndere çekme durumuna gelerek ödemek zorunda kaldı. Bu arada, Moskova Bulgaristan’da ana iş gücü olan Türklerin ülkeyi terk ettiğini gördüğü için, ülkenin ekonomik olarak çökeceğini öngörmüştü. Kendi yardım elini de geri çekerek, hammadde fiyatlarını yükseltip bu yıkılım sürecini hızlandırdı. Bugün Bulgaristan bir harabeliği andırıyorsa, yıkıma götüren gelişmenin kuyusunu kazan Rusya yönetimi oldu. Bu politik kısır döngüde HÖH partisinin Moskova’dan aldığı ödev BSP’yi desteklemekti. Çünkü demokratik Batı dünyası ve totaliter Moskova rejimi arasında gidip gelen BSP yönetimi Bulgarlar toplumunda Rusyacı kanattan oy alıyordu. Batı ile ılımlı olma ve ödünler vererek Avrupa’daki mevcut durum içinde kalma ise sadece bir politik oyundu.


Makale ve Analizler - 2014

63

Son yıllarda Rusya’nın Balkanlara ve Karadeniz jeopolitik alanına daha da yayılma atılımları, hem Bulgar halkını hem de Müslüman halk topluluğumuzu uyandırıcı etken rolü gördü. Bugün ülkemizde izlediğimiz ve adına demokrasiye doğru politik kıvılcımlanma dediğimiz yeni süreç, bir yandan “Bulgar Etnik Modeli”nin inkâr edilmesi, ikinci de Rus egemenliğinin Bulgaristan’a geri dönmesine engel olma anlamındadır. 5 Ekim 2014 seçimlerinde bu yeni süreci desteklemeliyiz. Biz bugün 1993’ten beri kapalı olan kapılarınancak 2014’te aralandığını görüyoruz. 18 Ocak 2013 sabahı genç üniversiteli Bulgaristan Türkü Oktay Yenimehmedov’un Ahmet Doğan’ı HÖH partisi 8. Kurultay kürsüsünden hem bütün Bulgaristan halkı, hem de bütün dünya demokratik kamuoyu gözü önünde kürsüden fırlatıp atması, “Bulgar Etnik Modelinin” ve “Rus köleliğine dönme” planlarının ret edilip çöpe edilmesi anlamındadır. Bu olayın yanlış algılanması, ters okunması toplumu yaralayabilir. Defalarca işaret ettiğimiz üzere 2013 Ocağında başlayan süreç sertti ve ancak 2014’ün ağustos ayında erken seçimlerden bir ay önce politik kıvılcımlanma başladı. GERB Başkanının Kırcaali’ye bağlı Pripek köyündeki demecini “kapıyı açma” Bulgaristan Türk-Müslüman azınlık topluluğuna yeşil ışık yakma olarak kabul etmek zorundayız. Biz Bulgaristan’da totaliter cesedin nihayet kalkmasını, ülkemizin nefes alacak duruma gelmesini, toplumsal yaşama ve iş hayatına özgür ve eşit haklı vatandaşlar olarak katılmayı istiyorsak, politik kıvılcımlanmayı mutlaka ve mutlaka desteklemek zorundayız. HÖH - DPS yönetimi, şahsen Ahmet Doğan, Kırcaali’de Boyko Borisov ile bir kahve içen Başkan Lütfü Mestan bu yeni gelişmenin kendilerini tarihin çöplüğüne atacağını biliyor. Dikkatinizi çektiyse Lütfü Mestan’ın fincan tutan eli titriyordu. Bu titreme büyük depreme ilk işarettir. Bulgaristan politikasının fay hattı Kırcaali’dir. Tüm gelişmeler, seçim kampanyası, kamuoyundaki hareketlenme bunu doğruluyor. Bizi geleceği olmayan bir yola sokanların sahneden inmeleri işini de halkımız, bu defa kısmetse sandıkta bitirecektir. Politik mayalanma, kıvılcımlanma doğru yöndedir. Halkımız büyük politik ayaklanmasını Mayıs 1989’da yaptı. Her gün ayaklanma olmaz. “Anlamayana davul zurna az, anlayana sivrisinek saz!” Kendilerini “saraylara” hapsedenler: “Devleti yöneten benim. Kazanın çaprağı benim elimdedir!” deyenlerin ortaçağlarda olduğu gibi, “kazan kaldırma” beklemeleri yanlıştır. Şimdiki kazanlar, seçim sandıklarıdır. Kazanı kaldıran oyunu veren halkımızdır. Bulgarları “bak herkes çanağını almış, çaprak bende” pisipisi bekletirim, istediğimi istersem aç bırakırım, havası estirenlerin zamanı tamamen doldu. Kimse gettolara kapanmış, sıkışıklıktan boğulmuş, karanlığa gömülmüş işsiz ve sefil bir dünyada yaşamak istemiyor.


64

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Boyko Borisov’un bir liberal demokrat politikacı, en büyük politik formasyonun lideri olarak Bulgaristan Türklerine ve tüm Müslümanlara yaptığı davet, soydaşlarımıza yapılmış bir nazik çağrı olarak kabul edilmelidir. Bu defa kendi milletvekillerimizle şimdilik yeni iktidar partisi GERB’de yerimizi almalıyız. Politik değişikliğin başlangıcı bu olacaktır. Yazımı bir fıkra ile tamamlamak istiyorum. Günün gelişmelerine uygun olduğunu düşünüyorum. “HEÇ!” Bir gün genç bir gizli polis subayı halka sormuş. “Sen kimsin?” “Heç!” demiş halk ve “Sen kim olursun?” diye sormuş. “Subayım!” demiş genç polis. “Sonra ne olacaksın” diye üstelemiş halk. “Sonra bir üst, yüzbaşı, yarbay, albay..!” “Sonra? Sonra ne olacaksın?” diye ısrar edince de. “General olurum!” demiş genç. “E e e sonra!” “Sonrası yok demiş” genç, “Sonrası bir HEÇ!” “Evet, ben o HEÇİM” halk. Çünkü “Heç”ten büyü yoktur. En büyük olan halkımızdır. Bu fıkra kendilerini bir şey sanan, böbürlen, kimseyle görüşmeyen, 8 kız değiştirip karı beğenemeyen, tavuk kümesi yanındaki pireli saya odasından çıkıp korumalı hademeli saraylara yerleştirilen tiplere cevabımızdır. Halkımız var oldukça, onların olduğu ve olacağı bir “Heç”ten başka hiçbir şey olamaz ve değildir. Çatırdamaya başlayan ocağın kıvılcımları hepsini sıçan deliklerinde çıkaracak ve hapishane koğuşlarına tıkacaktır. Saygılarımla.


Makale ve Analizler - 2014

65

Suları Isınıyor

Hamiyet Çakır-25.Ağustos.2014

Bulgaristan’ı bilen, Tuna ırmağını, Tuna’yı bilen kıyı ve liman şehri, uygarlıklar beşiği Rusçuk’u (RUSE) görmüştür. Kentin yüzü Osmanlı zamanında kalma merkezidir. İdari binalar, tiyatrolar, konaklar, çeşme ve fıskiyeler. Avrupa’nın en büyük ırmağı üzerine gerilmiş “Dostluk” adlı kara ve demiryolu köprüsü. İki buçuk asır önce Osmanlı Sultanları yavaş yavaş reform yapılacağını duyuran fermanlarına Tanzimat mı, Reform mu yoksa Dönüşüm mü diyelim diye düşünürken. Rusçukta Türk Tiyatro Sahnesi kurulmuş, piyes oynanıyor, notaya bakıp kemanla klasik eserler seslendiriliyormuş. Anlata anlata bitirilemeyen ve bütünüyle Osmanlı döneminde gerçekleşen Bulgar Uyanış Çağı’nın beşiği ve kalesi de Rusçuk şehridir. Kızların ve erkek çocukların ayrı okullarda okuduğu, Türk ve Bulgar kızların birlikte işçi olduğu kıyı şehridir burası. Öteki Tuna boyu yerleşim yerlerinden farkı ise, Avrupa’dan esen modernizem rüzgârlarının mola için burasını seçmesidir. İlk tohumlarını buraya atması ve toplumsal politik ortam elverişli olduğundan yeşermesidir. Son 10 yılda şehrin klasik merkezindeki dev açları çevreleyen oturma yerlerinden birine her gün saat 14 sularında gelip oturan ve bu oturuşuyla devleti protesto eden Petır Vılkozanov isminde bir vatandaş var. Yaşı emekliliğe merdiven dayamış, saçlarına kar düşmüş, eli bastonlu bu vatandaşın isteklerini işitmeyen kalmadı. TV yayınları ve gazetelerde gündem olduğundan isteklerini artık herkes biliyor. Vılkozanov, Geçiş Dönemi’nde başbakanlık ve bakanlık yapmış olan ve suç işledikleri bilinen, rüşvet ve dalavere işleri pazara düşenlerin yargılanmasında ısrar ediyor. Bulgar adliyesinde böyle bir gelenek var. 1908 ile 1945 yılları arasında yani Çarlık döneminde 49 kişi başbakanlık yapmış, bunların hepsi değişik nedenlerden ama en fazla hırsızlık ve dalaverelere karışma suçundan yargıya düşmüş, 44 yargılanmış, 5’i de haklı bulunmuş ve aklanmıştır. Geçiş Dönemizi kapsayan son 24 yılda ise diyor, P. Vılkozanov 11 Başbakan değişti, ülkemiz ekonomik ve sosyal olarak çöktü, devlet yağmalandı, fakat tutuklanan ve yargılanan başbakan yok. Onun kanısına göre, bunun içinde bir anormallik var ve Baş Savcılığın bu sorunla ilgilenmesi ve gerekli tedbirleri alması gerekiyor. Cezalandırılması gerekenlerin başında, hiçbir şey yapmadan yaşayan, hiç işe gitmeden banka hesaplarına para akan, devletin sırtından geçinen ve onun kendilerine “soyguncular” dediği grup da var.


66

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bay, Vıkozanov, mafya, holding ve oligarşi sözlerinin ne manaya geldiğini bilmiyor. Ona göre, halkın kim olduğunu bilmeyenlerin hepsi yerli ve yabancı hırsız olmalı. Hepsi tutuklanmalı, sorgulanmalı, yasa dışı kazançlara el konmalı ve fakir halka devlet eliyle dağıtılmalıdır. Vılkozanov’ 100 yıl önce Bulgar halkının daha akıllı olduğunu savunuyor. Devletin yapmadığını halk kendi elleriyle hallederdi. Stanbolov’un başını halk satırla yardı. Faşist başbakan Al. Tsankov halkın hesaplaşmasından korktu ve ülkeden kaçtı, soluğu Arjantin’de aldı. Georgi Dimitrov Moskova’da öldürüldü, Çar III. Boris ise Almanya’da zehirlendi....anlattıkça anlatıyor. 1945 Halk Mahkemesinde yargılananları saatlerce sıralıyor. Her gün daha kalabalık olan bu “yargılasınlar sohbetleri” şimdi de politik parti başkanları da yargı huzuruna çekilsin havasına girdi. İnsanların en fazla gıvık olduğu politik figürlerden biri Ahmet Doğan ötekilerse parti başkanı ve başbakanlardan Saks Koburgotski ile İvan Kostov. Yargılanmalıdırlar istekleriyle ısıtılan politik kazanda su kaynamaya başladı. Bir de şu var. Herkesin kanısına göre, Bulgaristan’da yeni olan her şey her defasında Rusçuk’tan başlamıştır. Rusçuğun mayası bu defa da kısmetse tutar. Demokrasimizin anası olan “glastnos” hareketi de Rusçıktan başlamamış mıydı? Ülkemize jimnastik dalında avuç dolusu altın madalya taşıyan Neşka Robeva da Tuna kızıdır, sohbetlerde aktif olmaya başladı.

Esas Sorun Politiktir

BG-SAM-25.Ağustos.2014

Bulgaristan Türkleri yeni politik karar almak zorundadır. Seçime katılma hakkı olan 552 bin Türk vatandaşımızdan 269 bini son seçimlerde (12 Mayıs 2013) Hak ve Özgürlük Hareketine (HÖH - DPS) oy vermedi. Seçmenimizin hemen hemen yarısı HÖH partisine oy vermemekle yeni bir seçim yaptı. Taraf değiştirdi. Yeni bir grupta yer aldı. Şimdi önemli olan yeni seçimin toplumsa çağrışıma yanıt verip vermemesidir. Yeni grup neresidir: Seçimleri boykot etmek! Politikadan çekilmek! Başka bir politik partiye ya da harekete oy vermek!


Makale ve Analizler - 2014

67

Hiç kimseyi politikaya yüz çevirmeye davet etmiyoruz. Seçiminizi yaparken Bulgaristan’ın çözüm bekleyen sorunlarını çözmeye hazırlıklı politik yapılanmayı tercih edelim. Bütün partilerin programlarını arayalım, bulalım, okuyalım tartışalım. Politik sorunların çözümü ancak politiktir. Bizim hak ve özgürlüklerimiz, istihdam problemimiz, anaokulu ve anadilimizde zorunlu eğitim, özgün halk kültürümüzün yaşatılması ve geliştirilmesine özel ödenekler ayrılması gibi konular politik niteliklidir. Kendimizi, oyumuzu ucuza satmayalım. Doğru yolu bulmak ancak korku ruhunu yenen insanların bilinçli seçimiyle olur. Halk arasında, seçmen kitlesinde cesur ve atılgan öncüler belirmeden hedef ve niyetini dolduran ret edilemez. Bizim çeyrek asırlık deneyimlerimizin de ispatladığına göre yeniye açılmak büyük bir birikimle, bilgilerin ve inançların seçmen kitlesine inmesiyle, yolları tıkanmış insanlara aydınlığı göstermekle mümkün olabilir. Atılan ilk kararlı adımlar yelkenlerimizi yeni bir havayla doldurmamız zamanı geldiğini gösteriyor. HÖH - DPS partisi yönetiminin emekçi işçi köylü emekli halkımızın, genç ve yaşlılarımızın çıkarlarını kendi öz çıkarlarına feda ettiğini, menfaat takası yaptığını, zenginledikçe zenginlemeyi hedeflediğini, parti tepesinde açgözlülük ve kıskanç-benciliğin egemen olduğunu gün gibi ortaya koydu. “Doğan Holding” dendiğinde oligarşi hademeliği, amansız dış menfaatlere satılmışlık, yabancı olana boyun eğme, ülkemizde halen çalışmakta olan üretim güçlerini de ucuz pahalı yabancılara peşkeş çekme anlaşılır oldu. Doymak bilmezlik ve dayanaksız bencillik ülkemizdeki bütün yeni ekonomik girişimleri baltaladığı gibi, var olanı da çökertmekte ve sonunda hayatı ateşten gömlek olan halkımıza, emekli maaşı gününü bekleyecek durumda olmayan yaşlılarımıza oluyor. Olan yediden yetmişe hepimize oluyor. Biz hepimiz politikanın içindeyiz. Ayıdan korkan ormana girmez. Politika bizsiz olamaz, çünkü insana hizmet işidir. Politik partiler, bu arada Hak ve Özgürlükler Partisi emekçi halkımıza, Türk köylüsüne, dağlımıza, oduncumuza, memurlarımıza, tütüncümüze, arabacımıza, şoförümüze, çocuklu gelinlerimize, camilerimize, öğretmenlerimize, okullarımıza, kültür ocaklarımıza hizmet taşımak için kuruldu. Biz hepimiz HÖH partisi milletvekili adaylarına bir tek oy vermesek. Ortada sap gibi kalır. Adı var, lideri var ama üyesi, kitlesi, kendisi yok parti olur. Ellerinde kalan bir balon ipinden başka hiçbir şey olmayacaktır. Acaba Lütfü Mestanlar, N. Tsonevler, Daniel Peevskiler, Konstantinovlar Rizalar bu işin farkında mıdırlar. Yoksa deniz kumsallında başlarına sıcak geçmiş ve akşam serinliğinde viski saatinin gelmesini ve sofranın kurulmasını mı bekliyorlar?


68

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Politik partiler iş yapmak, hizmet taşımak, halkın iyi ve kötü gününde yanında olmak için kurulur ve çalışır. Varna’yı su götürdü, Mizya göl oldu, Kubratın Kamenovo köyü su altında kaldı, yoksunuz. Siz nerelerdesiniz?! Sizin de mi gemileriniz battı. Biz size 24 sene hiçbir şeycik istemeden oy verdik. İyi günümüzde tanışamadık, kötü günümüzde olsun bir telefon açın, hal hatır sorun. TV programlarını açıyoruz oralarda da yoksunuz... “Eskiden bir elin nesi var, iki elin sesi var” diyen sizlerdiniz. Çok zor günlerdeyiz! Şimdi nerelerdesiniz? Hiçbir şey yapmamak iş yapmak anlamına gelmez! Halkın sabrını sınamak politikadan sayılamaz! Bulgaristan Türkleri, Pomaklar ve Çingeneler ne oy kuluçkası, ne oy mandırasıyız. Bulgaristan Türklüğü doluda dövüldü, yağmurdan korkmaz. Burada kalan bir milyona yakın kardeşimiz mutlu, güvenli ve belirli hedeflerle yaşamak için kaldık, döndük, yeniden yuva kurduk, ısındık ve bekledik. Siz bize geleceğinize hep uzaklaştınız ve aramızı açıp ilişkiyi kopardınız. Sorun politiktir! Sorun Bulgaristan Türk ve Müslümanlarının politik partisinin yok oluşu, bir daha geri dönmemek üzere halktan uzaklaşması, halka sırt çevirmesi, kitle menfaatlerine ihanet etmesi ve komşu bahçesine giren ve sepetini elma armutla doldurduktan sonra kaçıp gitmeye hazırlanırken sahneden kaçiş sorunudur. 25 yılda bir okul kurduramadınız, 25 yılda dört köye yol yapamadınız, 25 yılda 5 fabrika kurduramadınız, 25 yılda dünyayı hep ters anladınız, buz gibi soğudunuz, bir gazete çıkaramadınız, bir radyo yayını başlatamadınız, bir TV programı açamadınız, yediniz içtiniz, yediniz içtiniz ve kendinizi şu iki satıra benzettiniz. Sanki 100 önce sizin için yazılmış: Yiyin efendiler yiyin bu hani iştaha sizin, Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin! Seçime politik programla girmek gerek. Hani programınız? Yok! Seçimlere kültür programıyla girmek gerek. Hani kültür programınız? Yok! Seçimlere sosyal programla girmek gerek. Hani sosyal programınız? Yok! Seçimlere ekonomik programla girmek gerek. Hani ekonomik programınız? Yok! Seçimlere ana dilimizi zorunlu ders yapma programıyla girmek gerek. Hani programınız?


Makale ve Analizler - 2014

69

Yok! Seçimlere Türk çocuklarına Türkçe anaokulu programıyla girmek gerek. Hani programınız? Yok! Seçimlere yaşlılara aylık sosyal yardım programıyla girmek gerek. Hani programınız? Yok! Seçimlere özürlülere kesintisiz yardım programıyla girmek gerek. Hani programınız. Yok! Seçimlere bütün köylere içme suyu programıyla girmek gerek. Hani programınız? Yok! Seçimlere tütüncüleri garantileyen devlet programla gitmen gerek. Hani programınız? Yok! Seçimlere eşleri dış ülkelerde çalışan kadınların ve çocuklarının özel sağlık sigortası kapsamına alınması gerek. Hani programınız? Yok!! Seçimlere tarımsal üretimin ve hayvancılığın devlet korumasına ve yardım programlarına alınması gerek. Hani programınız? Yok! Seçimlere tarımsal üretimimizi Avrupa Birliği ve dünya ekonomisinin ve ticaretin yıkıcı etkilerinden koruma programı geliştirilmesi gerek. Hani programınız? Yok! Seçimlerde sabıkalı, şaibeli, dolandırıcı, vergi kaçakçısı, gümrük kaçakçısı kişileri hiçbir surette milletvekili göstermeme programıyla girmek gerek. Hani programınız? Yok! Seçimlerde yasa dışı işler yapıp HÖH partisini yasa dışı yollardan yaşatma çabalarını kesinlikle durdurma programı gerek. Hani programınız? Yok!


70

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Seçimlerde karma bölgeler, dağlılık bölgeler, uzak köyler için özel sağlık programı gerek. Hani programınız? Seçimlerde herkesin oy kullanma özgürlüğüne kesin saygılı olma programı gerek. Hani programınız? Seçimlerde Türkiye’de yaşayan soydaşlarımızın sosyal ve ekonomik haklarını sağlama programı gerek. Nerde programınız? Yok! Seçimlerde yalnız kalmış köylü emeklilerin elektrik, su, yol masraflarının devlet tarafından karşılanmasını garantileyen bir program gerek. Nerde programınız? Yok! Seçimlerde Türkiye’deki yakınlarımızın Bulgaristan’daki yakınlarına direk yardım yapma yolarını açacak bir program gerek. Nerde programınız? Yok! Seçim propagandasında halkı oyalamayı yasaklayan, aldatmaya son veren, boş vaatlerde bulunma yollarını kapayan program gerek. Hani programınız? Yok! Bu seçimlerde daha çok, çok, çok şeyler yapılması gerek. 25 yıldan beri yerinizde bile saymadınız. Yalnız dilinizi kaşıdınız. Bakalım şimdi ne olacak! Hey Lütfü Mestan!. Ayıdan kork, bokundan kork, senin işin bu defa bombok. Unutmayalım sorun politiktir. Eşek ölüyor. Ünü kalır. Kerpeteni verin nallar sökülecek!


Makale ve Analizler - 2014

71

Gagauz yeri Kıpçak Köyü’nün 23. Yılı Kutlamalarından

BG-SAM-28.Ağustos.2014

Gagvuz Töreni Kıpçak Köyü’nün 223.yılı kutlamalarında Rafet Ulutürk’ün konuşma metni Sayın Cumhurbaşkanım, Sayın Belediye Başkanım ve milletvekilleri, Değerli misafirler, Saygı değer aziz Kıpçaklı kardeşlerim, Muhterem Gagavuz halkı ve Dün bağımsızlığını kutlayan Moldovalı biraderlerimiz. Bayramınız kutlu ve mutlu olsun. Davetinizle şereflendirdiğiniz şanlı yerel 223. yıldönümü kutlamalarınızı, Bulgaristan Türk ve Müslümanları, Balkan halkları, Türkiye’deki soydaşlarım, Rumeli göçmenleri ve tüm Türkiyeliler adına yürekten selamlarken, sizler için özel olarak getirdiğim kucak dolusu sağlık, başarı dileklerimi sunuyorum. İyi olan her şey, bir daha anılarak yaşamak için dönüp dolaşıp başlangıç noktasına gelir. Katıldığımız bu tören de hem yerel, hem tarihsel olarak çok anlamlıdır. Kıpçak atalarımız bundan bin küsur yıl önce atlı alaylarıyla Balkanlara inip, yerli haklarla birlik olup, Bizarsa karşı nice zafere imza attı. Nal, ok ve kılıç sesleri hala kulaklarda çınlıyor. Hiçbir şey unutulmamıştır! Bir yandan Bizans’a uyku uyutmayanlar, aynı zamanda 1072’de Malazgirt Savaşı’nda Selçuk İmparatorluğunu doruklara çıkardı. Osmanlı İmparatorluğunu hayata çağırdı. Kıpçak savaşçıların kılıç seslerinde çınlayan kahramanlık bugün de yankılanıyor, tarih sayfalarından taşıyor. Yelelenmiş atları Anadolu’ya getiren, dünyaya at üstünde ok atmayı öğreten, toplumsal enerjiye at gücü katarak çağ açan atalarımızdır. Tarihin derinliklerinden gelen selam sizleredir. Birlikteliğimiz akla fikre sığmayacak kadar kadim ve zengin bir tarihin devamıdır. Biz birbirinden kopmayan bir bütünün en yeni halkalarıyız. Kıpçak köyünde doğan her çocuk, dev bir Türk Dünyasında bir nur, gül bebek, evladımızdır. Her başarınız, bizim de başarımızdır. Bu bağların ve Türk Dünyası bozkırlarının her köyünde doğan hayat parçalanmaz bütünlüğümüzü simgeleyen bir ışıktır, geleceğimizdir. Biz hep birdik, beraber olduk ve bir medeniyet ve ruh olarak aynı yolun yolcularıyız.


72

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

28 Ağustos 2014 efsane ve destanlar yuvası Kıpçak Köyü’nde önemli bir kutlama vesilesi olduğu gibi, Türk dünyası için de bu bir çifte bayram günüdür. Bugün, sonrası olmayan Büyük Türklük tarihinde çağ değiştiren bir gündür. Biz bugüne kadar çağımıza Geçmiş Çağ diyorduk, artık yeni birlikte oluşturacağımız çağının ilk adımı atılmıştır. Artık dünyamız değişti. Bugün Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olduğu günüdür. 10 Ağustos günü yapılan genel seçimde Türkiye halkı ilk kez olmak üzere aracısız, direk olarak kendi oyu ile Tayip Erdoğan’ın Türkiye Cumhuriyeti Başkanı seçti. Erdoğan Türkiye Cumhuriyeti’nin 12. Cumhurbaşkanı olsa da, sıradan bir Cumhurbaşkanı değildir. Kurucusu ve lideri olduğu Adalet ve Kalkınma Partisi, (AKP) 2002’den beri onun Başbakanlığında kesintisiz bir iktidar utkusuyla Türkiye’de yeni bir Türkiye yarattı. Yeni Türkiye Cumhuriyetini yaratan Tayip Erdoğan’dır. Fabrikaları, yolları, demiryolları, barajları, uçak alanları, tünelleri, sayfiyeleri v.s. ile beklenen çağı getiren modern Türkiye’nin ruhu bugün artık Cumhuriyet sınırlarına sığmıyor. Türkiye farklı bir devlet oldu. Gerçekleştirilen niteliksel büyüme ile aynı sınırlar içinde kalarak, dünya çağındaki etkisini kat kat arttırdı. Büyüklerin, gözdelerinin arasına girdi. Çok güçlendi. 80 milyonluk bir ülke cömertliğiyle 800 milyonu besleyen duruma geldi. Osmanlıdan ayrılan 44 devlet, ülke ve diyar insanlarına Anavatan, Türkiye’dir. Başı sıkılanın Vatanı’dır Türkiye Cumhuriyeti. Değişerek büyüdükçe büyüyorken, dünyada ve bölgede barış ve huzur kalesi olurken, Dünya mazlumlarına herkese el uzatırken, bölgesel savaşlarda tüm kovulanlara, başı dara düşenlere kapısı açık devlet, Türkiye’dir. 1990’larda “Srebrenitsa” katliamında Bosnalıları, Kosovo bombalanırken Arnavutları, “Büyük Göçte” Bulgaristanlı Türkleri, şimdi de Suriyeli Türkmenleri, Saddamdan kaçan İraklı Türkmen ve Kürtleri, IŞID barbarlığından, İsrail füzelerinden kaçan Gazze ve Filistinlileri hep Türkiye bağrına basıyor, doyuruyor, çocuklarını eğitiyor, okutuyor. Bu bakıma da Türkiye Tayyip Erdoğan liderliğinde zor gün dostu Büyük Türkiye oldu. Bu zor dönemde dünyayı zihnen ve filen değiştirecek güçlerin arasında en güvenilir örnek ülke Türkiye’dir. Feryattan kaçanlar Türkiye diyor. Türkiye bölgesel ve kıtalararası Huzur Ülkesi oldu. Yıllardır sıcak bölge olan Yakın Doğu tarihinde boşa tüfek patlamayan bir tek Türk dünyasıdır. Barış ve huzurlu güven medeniyeti İslam’la geldi. Bugün, güç kaynağı uygarlığımızın Müslümanlıkla birleştiği topraklarımızda, köklerimiz yeniden birbirine örülüp kardeşleşiyor. Yani artık köklerimizle buluşuyoruz. Bu açıdan yeni Büyük Başkan Tayyip Erdoğan liderliğinde Türkiye


Makale ve Analizler - 2014

73

yıldızı parlayan güçlü devlet oluyor. Liderimizle beraber kaderimiz ve devletimiz büyüyor, değişiyor ve gelişiyor. Dev Türk Dünyasını yeniden oluşturmaya ufuk açan, ufukları parlayan bir dönemdeyiz. Bugün tarihsel bir gündür diyorum, çünkü bu gün Tayyip Erdoğan Çankaya’ya emin adımlarla ve tüm Türk Dünyasına umut saçarak girdi. Bu kutlama mesajımda çok emin olduğum bir şeyi ilk kez sizinle paylaşmak istiyorum. Geleceğin Türkiye Cumhuriyeti Başkanı Erdoğan’ın Türk Dünyasını Çankaya köşkünde değil, geçmişte olduğu gibi Sultanlarımızın Saraylarından yöneteceğine eminim. Atalarımız, bir telefon bile olmayan çağlarda 5 kıtaya uzanan dev imparatorluk yönetmişken, elektronik çağda Türk uygarlığının dünyayı mucizelerle şaşırtacağından eminim. O anları ben de sabırsızlıkla bekliyorum. Ben, töreninize İstanbul’dan geldim. Aynı anda yeraltında, boğaz ve deniz altında, deniz üstünde, karada ve gökyüzünde yaşayan kıta ve uygarlıkları birleştiren dev şehirden selamlar sunarken, orada yaşayan milyonlardan biri olmak, ne güzel! Aynı anda milyonlarca kilometre etrafına ekmek, güven ve gelecek veren bir şehirde yaşamak ve çalışmak ne mutlu! Yeni İstanbul’u yaratan Türk Halkının önderi Recep Tayyip Erdoğan’dır. Biz Türkler saldırı harpleri başlatan bir boy, soy ve millet olmadık. Kalbimizden kaynayan ve gözlerimizde parlayan sıcaklık ancak içimizdeki insan sevgisidir. En büyük özlemimiz Türk Dünyasında, bölgede ve dünyada barıştır. Ne yazık ki bugün de yanan bizim ata topraklarımızdır. Halkların boyların soyların kaderlerini belirleme ve kendi barış ve güvenlik yolunu bulma çabalarına karışmadık. Yakın Doğu ateşi sönecektir. Kürt kardeşlerimiz sözümüze inandı, Tayyip Erdoğan politikasına, halkımıza güvendi ve silah indirdi. Her çatışmada kan dökülmesine karşı ve adaletten yana olduğumuzu tüm dünya gördü. Bölgesel ve yerel sorunların çözümünde, Kırımda olduğu gibi, nüfus oranları değiştirilerek gerçekleştirilen ilhak politikası ve dünya barışına gölge düşüren, komşu Ukrayna örneğinde olduğu gibi halkı galeyana getirip etki alanları yaratmak, yeni barış politikasına anahtar olamaz. Ambargoların, hele gıda ticaretinde sınırlandırma ve yasakların bir barış silahı olduğuna inanmıyorum. Politikalar iktidarların işidir, halkları açlığa itham etme doğru bir seçenek olamaz! Dünya zihinsel ve eylemsel olarak hangi yönde değişirse değişsin, Türk Dünyası’nın atılımlı büyümesini, güçlenmesini ve kardeşliğini asla etkileyemez ve durduramaz. Yeni dev çınarlarımız, eski dev çınarlarımızın köklerinden geliyor. Dünya halklarının yeni boyutlarında, sizin Kıpçak Köyünüzün yeni güzelliklerini de gö-


74

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

rebildiğim için her defasından daha mutluyum. Başarı, sağlık ve mutluluk dileklerimle hepinizi kucaklıyorum. Köyünüzün ve kilisenizin gününü kutluyor. Sağ olun! Var olun!

Haysiyeti Olan Seçim Yapmak Zorundadır

BG-SAM-31.Ağustos.2014

Biz, yeni bir seçim yapmak zorunda olduğumuza işaret ederken, HÖH yada başka bir partiye düşman olduğumuz anlaşılmasın lütfen. HÖH partisini en az siz kadar seven, halkımızın bir politik partisi olması için en az her biriniz kadar mücadele etmiş olan şerefli kişiler varsa, siz kadar bizleriz! Haklarımızı savunan, özgürlüklerimizi yaşatan, bizim için politik mücadele veren bir partimiz olması tarih boyu en büyük hedefimizdi. Biz ezelden beri Türk’üz. Lakin 1877 - 1878 yılları Rus - Osmanlı Savaşı sonucu, Osmanlı yaşadığımız toprakları kaybetti. 3 Mart 1878 tarihinde (günümüzde Bulgaristan bu tarihi Milli Bayram olarak kutlar) İstanbul Yeşil köyde imzalanan Anlaşma, uluslararası kabul görmeyince, Berlin Konferansı toplandı. Berlin Antlaşması imzalandı. İşte burada, (1878 Berlin Konferansında) Bulgar Prensliği doğdu. Ve şu ya da bu yolla Üçüncü Bulgar devletine hayat hakkı tanındı. 1908’de Bulgaristan egemenliğini ilan etti. O zaman bu topraklarda yaşayan Türk ahalisi Bulgaristan Türkü oldu. Türlü tehditler, saldırılar, katliamlarla zorunlu göçle çoğunluk durumundan azınlık durumuna düştü. En büyük hezimetlerimizden biri 1989 Ağustosu kitle göçü oldu. 25 yıl önce parçalanmadık bir tek ailemiz kalmadı. Biz Türkiye’ye keyfimizden gelmedik, Sürüm sürüm süründürülmeyen insanımız yoktur! Biz Türkiye’ye sıcak ve konforlu evlerimizden, şirin köylerimizden, mağrur kasabalarımızdan gelmedik, sürgünden, hapishanelerden, toplama kamplarından geldik. Biz göç etmedik, kovulup da geldik. Biz unutamıyoruz. Siz de unutmayın, bir zahmet! Bulgaristan Türkleri olarak 100 yıl yaşadığımız Vatan topraklarımızda bıraktığımız ve değeri en yüksek olan nedir. Hiç kuşkusuz Hak ve Özgürlükler Hareketimizdir. Bir halk olarak bir asırda politik bilince ulaşıp kendi partimizi kurabilmemiz çok büyük bir erdemdir. Her azınlığın politik partisi yoktur. Her


Makale ve Analizler - 2014

75

milletin devlet kuramadığı gibi her azınlık da politik örgütlenmeyi başaramaz, yapılandıramaz, iktidar yolunu bulamaz. Hak ve Özgürlük Hareketi Bulgaristan Türklerinin dip dalgasının, halk psikolojisinin ruh ve beden olarak hareketlenmesinden ve Mayıs 1989 Ayaklanmasından doğmuştur. Bu isyan politik nitelikli bir hareketlenmeydi. Totaliter Bulgar devletine karşı ilk başkaldırıydı, başarılı oldu Bulgar halkının demokratik öncüsü olan demokrat aydınları da kendi sivil toplum örgütleri öncülüğünde hareketlendi. 10 Kasım 1989’da halka zülüm eden totaliter iktidarı devirdi. 30 Aralık 1989’da isimlerimizin geri verildi. Anadilimiz Türkçemiz konuşma ve yazışma olarak serbest bırakıldı. Anadilimiz üzerindeki yasaklar kaldırıldı. İslam dininde ibadet, İslam Türk geleneklerine ve kültürüne göre yaşama haklarımız yeniden tanındı. Bu büyük başarılar Mayıs 1989 Ayaklanmamızın ve Ağustos 1989’da bakışlarımızı Sofya’dan Ankara’ya çevirip bir göç seli olarak yeniden en kitlesel bütünlük içinde bir daha hareketlenmemizin hem sonucu hem de büyük zaferidir. Biz, bugün de kendilerine karşı düşmanlık duygusu beslemediğimiz ama fırsatçı ve bencil olduklarını çok iyi bildiğimiz Bulgarlara, tüm Balkan halklarına, tüm Avrupa’ya ve dünyaya demokratik kamuoyuna hareketlenebilen, ayaklanabilen, örgütlenebilen bilinçli cesur ve başı dik bir halk topluluğu olduğumuzu gösterebildik. Biz bu güçlü kükremeyi Bulgaristan Türkleri olarak, adları değiştirilmişler olarak, camileri katılmışlar olarak, mezar taşları yıkılmışlar olarak ama kalplerindeki deha ile hiçbir yenilgi kabul etmeyen ruhları dipdiri olanlar olarak gerçekleştirdik. Biz bu haysiyeti 25 yıldan beri yaşattık. 1990 yılında tam destek verdiğimiz Hak ve Özgürlükler Partisi kuruculuğunda hain bir tuzağa düşürüldüğümüzü sonradan anladık, boş bulunduk, aldatıldığımızı kabul ediyoruz. Hiçbir yanlışın düzeltilmesine geç değildir. Hainleri partimiz HÖH’ün yönetiminden çekilmeye zorlamak ana baba ödevimiz, Türk kimliğini koruma vazifemiz, benliğimizi yaşatma davamız oldu. Biz bu defa 5 Ekimde oyumuzu sivil toplum örgütlerimizin işaret ettiği partiye vermekle yeni bir seçim pampaya karar alıyoruz. Haysiyeti olan her soydaş yeni bir seçim yapmak zorundadır. Birlik ve beraberliğimizi bozmadan, demokrasi kurallarına uyarak hainlere dersimizi verip yolumuza devam edelim. Seçim yapma hakkı en doğal ve insan haklarımızdan biridir. Türklük ve Müslümanlığa sadık kalmamızın en kısa, en emin en doğru yolu 5 Ekim 2014’te yeni bir seçim yaparak, özümüze ihanet edenlere ders vermekten geçiyor. Başarınız kutlu olsun!


76

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Hedef 10 Milletvekili

Dr. Nedim Birinci-31.Ağustos.2014

Politik hedefimiz Bulgaristan seçimlerinde Sofya parlamentosuna 10 milletvekili göndermektir. Seçimler, 5 Ekim 2014 günü, hem bütün Bulgaristan’da, hem de Türkiye de aralarında olmak üzere, dış ülkelerdeki Bulgar diplomatik temsilciklerimizde ve özel açılacak seçim bürolarında yapılacaktır. Seçimler, Kurban Bayramına rastladığından dolayı, bizler için o gün biraz Bayram telaşı olsa da, hepimiz mutlaka katılmak zorundayız. Oyumuzu vermeliyiz. Bir önceki 2009 genel seçimleri göz önünde bulundurularak Türkiye Cumhuriyeti’nde şimdi de yine 126 seçim merkezinde oy kullanılması öngörüldü. Fakat bu geçici bir karar. Verilen dilekçelere göre değişecektir. Sandık sayısı artabilir. Bu konuda son karar 9 Eylül günü alınacaktır. Sandık sayısı yapılan müracaat ve kayıtlara göre, hiçbir kısıtlamaya tabii tutulmadan, bir daha hesaplanacak ve son tespit yapılacaktır. Dikkat edilecek bir nokta: 2014 parlamento seçimlerine Türkiye’deki soydaşlar arasında olağanüstü büyük bir ilgi gözleniyor. Her gün Konsoloslukların önü seçim kaydı yaptırmak isteyenlerle dolup taşıyor. Politik aktifliğin hele ilk kez oy kullanacak gençler arasında yüksek olması çok memnuniyet vericidir. 126 seçim bürosunun şöyle bir 30 sandıkla artması bekleniyor. Bulgar seçim yasalarına göre, önceden belirlenen merkezlerden uzakta bulunan, bir İL yerleşim yerinde 20 kişinin seçime katılmak için dilekçe vermesi, yeni bir seçim merkezi açılması için ise 1001 dilekçe yeterli sayılır. Bulgar Seçim Merkezi kararına göre seçim günü 8 saat sürecektir. Bir günde bir sandığa en fazla 850 - 900 kişi ov atabilir. 2009’da bazı sandıklarda 1500 seçmen soydaşın oy kullanmıştı. Rakamın büyüklüğü dikkati çekti. Bulgar Yasa ve Adalet Partisi (RZP) Başkanı Y. Yanev’in Yüksek Mahkemede itirazda bulundu. Bu nedenle, kimi sandıklardan alınan sonuçlar sayılmadı. Şimdi daha fazla seçim sandığı açılması istekleri İzmir, Bursa ve İstanbul gibi mega merkezlerde artarken, lütfen herkes seçim listelerinde isim ve adresinin doğru işlenip işlenmediğine dikkat etsin. Sandık başına kimlik veya pasaportla gidiniz. İlk kez oy kullananlar ve yaşlılar.


Makale ve Analizler - 2014

77

18 yaşına basmış olan her Bulgaristanlı soydaş oy verip seçme hakkını kullanabilir. Daha önce seçime katılmamış gençler seçim büro ve komisyonlarında görev alamaz. Bu seçimde soydaşlarımızın en az 130 bin oyla 10 milletvekilini Sofya parlamentosuna göndermesi bekleniyor. Oy kullanmanın üst sınırı yoktur. Bizim oylarımızla kim milletvekili oluyor: Bu seçimde 43. millet meclisini seçeceğiz. 2009’daki olağan seçimde Türkiye’den gelen oylarla 5 HÖH - DPS milletvekili ve 1 de GERB milletvekili seçildi. Oyların hepsi Sofya’da kullanıldı.. Şimdi soydaş oylarının hangi illerde ve nasıl kullanılacağı henüz açıklanmadı. 2009’da HÖH partisi Türkiye derneklerinden yükseltilen Türk milletvekili adaylarının Sofya meclisine girmesine engel oldu. Bu oylarla kendi listesinden 5 Bulgar milletvekili çıkardı. Vatanlarındaki politik yaşama, ağır sosyal ve mali bunalım sorunlarının çözümüne ve iki ülke arasındaki işbirliği ve yardımlaşma kapılarını daha da geniş açmaya katkıda bulunmak isteyen adaylara bu defa şans tanınmalıdır. Oylarımızla delege edeceğimiz milletvekillerinin başlıca ödevleri: Bu seçimlerin hem soydaşlarımızın kendi sorunlarının çözümüne hem de Bulgar Türk ilişkilerinin yeni daha semereli ve herkese yararlı bir düzeye taşınması açısından büyük önem taşıdığı biliniyor. Soydaşlarımız Bulgaristan’da kalan evlerine ve diğer taşınmazlarına sahip çıkarken, aynı zamanda demokratikleşmeyi seçen Bulgar toplumuna hak ve adalet, özgürlük ve eşitlik temin etme davasında yararlı ve faydalı olmak istiyor. HÖH listelerindeki durum: 2014 parlamento seçimlerinde, Hak ve Özgürlükler Partisi HÖH - DPS listeleri açıklandı. Bütün ülkede liste başı yalnız 2 Türk var. Biri Lütfü Mestan diğeri de İsperihli Ahmet Ahmet. Bu partinin Türklük ve Müslümanlığa madden ve ruhen yüz çevirdiği bu seçimlerde de ortaya çıkıyor. Ülkemizde özgün Türk kültürünü, diğer etniklerin öz kültürlerini geliştirerek, İslam dinine bağlı yurttaşlara daha büyük saygı gösterilmesi sayfasını da kapatan HÖH partisi kadrolarının Türklerden, ne Müslümanlardan ne de soydaşlarımızdan oy istemeye yüzü yoktur. Bu parti çilekeş halkımızın sorunlarını, dertlerini, geleceğini unutmuş ve çizmiş bir partidir. Politikayı halkın menfaatlerini savunmak için değil, mafyotik - oligarşi - hırsızlarının çıkarları için yürütüyor. HÖH’te liste başları yerli ve yabancı oligarşi aracıları: Daniel Peevski, general Simyon Simyonov, Kostenbrotlu İliya İliev, Nikolay Tsonev v.s.v.s HÖH - DPS liste başıdır. Bu insanlar sizin, senin benim oyumuzla meclise girmeye yalakalık yapıyorlar. Bizi bu kişiler temsil edemez. Onlar ne bizim iyi ne de kötü günümüzde yanı başımızdaydı. Ar-


78

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

kamızdan hesap kitap yapılıp iş çevrilmesi yolunu birlikte keselim. Şartlarımızı kabul etmeyene bir oy yok. Bu partinin bu defa da Türklerden ve Pomaklardan dava uğruna oy alması değil, kalaycı ve burguculardan dalavereye devam etmesi için daha fazla oy satın alması bekleniyor. İşlerin iç yüzü budur. Avrupa ülkelerinde HÖH - DPS partisine oy verip oligarşi temsilcilerini, mafya babalarını, hapis kaçaklarını, parlamentoyu otel sanıp bir yıl uyuklayanları seçmek istemiyor. Bu oylarla son seçimde milletvekilli olanlar (5 kişi) hiç biri hiçbir defa soydaşlarımızı aramadı, sormadı, derneklere uğramadı, AB’de çalışan işçilerimizin problemini sormadı, hiçbir sorunumuzla ilgilenmedi. Bulgaristan’daki ana sorun: Bu seçimle çözülmek isteyen ana sorun mafyanın ve oligarşi kenelerinin devlette ve yürütmeden atmak olsa da mümkün olmayacaktır. Parti listelerini parti merkezleri belirledi. Halkın gösterdiği milletvekili yok. Liste başlarını kimse değiştiremez, onlar Ekim ayından sonra devam edecek olan politikaya atanmış gibiler. Liste başından indirilmelerine ve yerlerine yeni birisinin gösterilmesine % 51 ol gereklidir. Bunu da kimse bu günden sonra artık kimse toplayamaz, çünkü liste değişikliği için oy kullanan kişi, seçim günü oy kullanma hakkını yitirir. Kullandığı en çok seçim dalavereleriyle devlet içine en fazla asalak yerleştiren HÖH - DPS partisidir. Plamen Oreşarski hükümetinde Maliye Bakanı olan ve burnunun dibinden 3 milyar 700 milyon leva çaldıran Petır Çobanov HÖH - DPS’den liste başı gösterildi. Bizim oylarımızı kullanıp kendine uygun kişileri milletvekili gösteren HÖH - DPS, Bulgar dili profesörü Maryana Georgievayı yine soydaş oylarıyla Sofya’dan milletvekili göstermek için liste başı yapmıştır. Tüm derneklerin bu konuda uyanık olmaları zamanı gelmiştir. Soydaşlarımız Ahmet Doğan ile Lütfü Mestan tarafından kim ne hesaplarla hazırlanmış listelerden tanımadığımız kişilerin milletvekili seçilmesi için oy vermek istemiyor. Bu gidişle Bulgar devletini çökerten oligarşi hırsızlarını biz kendi oylarımızla iktidara ve politikaya taşımız oluyoruz ki, bu çok tehlikelidir. Satır döner sap döner ve oy kullanma hakkımızı, en yasal hakımız olsa bile kaybedebiliriz. Bildiğimiz kişileri, öz temsilcilerimizi seçelim. Bu seçimlerde de Türkiye Cumhuriyetinden gelecek olan oyların hangi seçim bölgesinden kimi parlamentoya götüreceği hala bilinmiyor. Biz bu oylarla seçilecek olan temsilcilerimizin Türk ve Müslüman etnik grubundan, aydın, halkımızın bildiği ve tanıdığı yüksek öğrenimli ve sosyal aktif kişiler olmasında ısrarlıyız. Adaylarımızın seçmenimizin göstereceği kadrolar olmasında kesin kararlıyız. HÖH - DPS partisinin bizim oylarımızla hiç tanımadığımız, görmediğimiz,


Makale ve Analizler - 2014

79

adını işitmediğimiz ve bizim sorunlarımızı bilmeyen ve onlarla ilgilenmeye niyeti olmayan kişileri milletvekili yapmasını kabul edemeyiz. Bu çözüm bu defa bize dayatılamaz. Biz bu defa aday listelerimizi politik partilere kabul ettirmeliyiz. Adaylarımızın başlıca ödevleri: Soydaş seçmen, karma bölgeler adıyla bilinen Türk ve Müslüman kardeşlerimizin yaşadığı köy, kasaba ve şehirlerin sosyal ve ekonomik, sağlık ve eğitim sorunlarını yakından tanıyan ve bu alanlardaki sorunların çözülmesinde aktif rol oynayacak yüksek öğrenimli, uzman, nüfuslu genç kişiler olmasında ısrarlıdır. AB fonlarının karma bölgelere akması yollarını açmak uğruna çalışmalıdırlar. Bulgaristan Türk ve Pomaklarının üretim biçiminin yenilenmesi, daha verimli, daha uygun üretimler celbe dilmesi olanaklarını araştırmalıdır. Türkiye ile Bulgaristan arasında daha sıkı ve verimli işbirliği ve yardımlaşma projeleri geliştirme öncelikli vazifelerinden olmalıdır. Oyumuzu, parti listelerine alınmış, işten anlamayan, hayat hedefleri bizimkilerle örtüşmeyen, tanımadığımız bilmediğimiz karanlık kişilere vermek istemiyoruz. Derneklerimizin öncülüğüne güvenelim: Soydaş problemlerini Bulgaristan’daki kardeşlerimizin sorunlarıyla bir bütün halinde BULTÜRK kültür ve hizmet derneği konularında işlenen ve geliştirilen güncel ve uzun vadeli konular seçim işlerinde, oy kullanmada, isabetli seçim yaparken dikkate alınmalıdır. Bize bizden başka yardım eden yoktur. 25 yıldan beri oylarımız boşa gitti. Reformcu Blok partisi liste başlarından aday gösterilmeleri için 100 bin, ikinci adaylık içinde 70 bin leva para istiyor. HÖH lideri Ahmet Doğan bizim oylarımızı 25 yıldan beri sattı. Bu gidişe dur deyen, halkımızı bilinçli oy kullanmaya davet eden BULTÜRK derneğidir. Bizi düşünmeyenleri düşünmek zorunda değiliz. Saraylarda yaşayanların bizim sırtından yılda 3 milyon leva koruma parası ödemesine daha fazla tahammül edilemez. BULTÜRK’ün Bulgar politikasına aktif katkıları: Ortak çözüm yolu arayan, amaç tespitlerini sosyolojik araştırmalara dayandıran, hem Bulgar hükümetine hem de Türkiye’ye faydalı çözüm aramada öncü olan BULTÜRK Kültür ve Hizmet Derneği’nin özverili ve akılcı çaba ve önerileri aday gösterme, işbirliği yapılacak partiyi belirleme, öncelikli problem belirleme, hedef belirleme gibi işlerdeki deneyimleri ve öngörüsü dikkate almalıdır. BULTÜRK gibi sivil toplum örgütleri, 2013’de Sofya’da etkinliklerini yoğunlaştırarak ülke problemlerini kucaklayamayan BSP - HÖH - ATAKA ortaklığını iktidardan indirdiler. Bugün Bulgaristan’daki sosyal ve politik durum her zamankinden ağırdır. Politikayı hayat yolu yapanlar 5 Ekim 2014 seçimlerinin


80

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

de ülkeyi içine düştüğü ve son kalelerini de çökmekten korumakta güçlük çeken ülkenin sorunlarını sıçramalı çözebileceğine inanmıyorlar. En emin sosyolojik ve politik analizler bu seçimleri hiçbir Bulgar partisinin kazanamayacağını, sosyalistler ve HÖH - DPS tarafından temsil edilen sol kanat içindeki çelişkilerin çok derinleştiğini ve artık birbirinin yüzüne bakamayacak duruma geldiklerini kanıtladı. BG stratejik araştırma merkezi yayınlarında bu tespit ve öngörüler her defasında zamanında sizlere iletilmiştir. Bulgaristan hakkında doğru karar vermek için, BULTÜRK yayınlarını mutlaka izleyiniz. Geçiş Dönemi bir çöküş dönemi olarak sona ermek üzeredir. Zamanını doldurmuş ve modern politika sahnesinden ve Bulgaristan politikasından hiçbir iz bırakmadan bir sis gibi kalkıp gitmeleri için çanların çalmasına karşın, ayak direyenlerle iş olmayacağını hayat gösterdi. 25 yılda 2 fabrika yapamayan politik parti ve güçlerden reform, dönüşüm, yenileşme ve ilerleme beklemek yalan olur. Halkın içinde bulunduğu sefillik çukurunun daha derini ve başka dibi yok. Köyler insansız, tarlalar sürülmeden, sürüler çobansız kaldı. Daha da kötüsü memleket insansız kalıyor. Sağ kanattaki durum: Avrupa Halk Partilerinin Bulgaristan’daki sağ kanat temsilciliğini yapan Boyko Borisov’un GERB partisi de bu seçimleri salt çoğunlukla kazanıp tek başına hükümet kuramayacaktır. 240 milletvekilli mecliste tek başına hükümet kurmak için 121 oy gerek. GERB partisinde bu kadar yüksek sıçrayabilecek potansiyel yoktur. Ona yamak olarak, birçok küçük ve yerel partinin birleşmesinden oluşan Fransa sağ kanat örneği dikkate alınarak düşünülen Bulgar Reformcu Blok - ortaklığı ile sağdaki ana güç olan GERB arasından kara kedi geçti. 5 küçük partiden oluşan Reformcu Blok, GERB tarafından yutulmaktan korkuyor. Milliyetçi Cephe heveslileri: Seçime bir ay kala ortada milliyetçilik kanı keskin bir cephenin sesi duyulmaya başladı. Türk düşmanı “Skat” TV sahibi tarafından yönetilen, Barekov’un “Sansürsüz Bulgaristan” ve Makedon milliyetçilerinin (VBRO) partisi voyvodalarını bir araya toplayan bu cephenin iki ana politik ilkesi var: 1) Türklerin Partisi olan HÖH - DPS’yi iktidardan uzaklaştırmak. 2) Türkiye Cumhuriyetini Avrupa Birliği’ne girmesi yollarını kesmek. Bulgar devleti çökmüş, ama içindeki milliyetçi benciller, “ben olmazsam o da olmasın” inadından kurtulamıyorlar. Bu bocalama Büyük Millet Meclisi ile noktalanabilir. Bulgaristan’da 5 Ekim 2014 seçimleri’nin ülkede herhangi bir değişikliğe neden olacağına inanalar bir elin parmakları kadar azdır.


Makale ve Analizler - 2014

81

Herkes daha şimdiden, Şubat 2015’te yeni genel seçim olur mu hesaplarına dalmış. Bazıları ise, işler birkaç seçimde daha tosların da Büyük Millet Meclisi seçimi yapalım ve Anayasayı değiştirelim hayalini gerçekleştirme kurgularına dalmıştır. Soydan vekilleri göreve çağırılıyor: Biz Bulgaristan Türkleri, Müslümanlar, soydaşlarımız ve dış ülkelerde çalışan işçilerimiz için bu seçimler de çok önemlidir. Bu genel seçimde biz soydaş dernekleri 10 milletvekili üzerinde anlaşıp oylarımızı veriyoruz ama bizim oylarımızla işte bu listedeki vekillerimiz meclise girip bizi temsil edecekler derken çok ısrarlı olmamız gerekiyor. Bunu yapabilirsek biz ilk kez olmak üzere, Bulgar parlamentosunda ilk kez bir Soydaş Milltvekili Grubu oluşma imkânı belirecektir. Bu grup politik duruma göre hareket edecek ve hak ve özgürlüklerimizi savunmada ısrarlı olacaktır. Bu grup üyeleri Bulgaristan Türk ve Müslümanları arasında da çok aktif ve etkin rol oynayabilirler. Türkiye politikasının etkileri: 28 Ağustos günü Recep Tayyip Erdoğan’ın Türkiye Cumhuriyeti Başkanı görevine başlaması ve Dış işleri Bakanı Ahmet Dağutoğulu’nun da Ak Parti Başkanı ve Türkiye Cumhuriyetinin Başbakanı seçilmesi ve Yeni Bir Türkiye Yaratma Mücadelesinin Fiilen Başlaması Bulgaristan’ı da alabildiğine etkiledi. Soydaşlarımız ve Bulgaristanlı Türk ve Müslümanları Türkiye örneğinde toplumu değiştirme, uzlaşma, anlaşma, iş ekmek ve güven yolunun seçimden geçtiğini artık iyi öğrendi. İnsanlarımız demokraside seçimin önemine inandı. Soydaşlar arasındaki aktiflik ve katılım azmi buradan güç aldı. Türkiye’nin olumlu örneklerini, birikimlerini Bulgaristan2a taşıyacak gücün kendileri olduğuna da inandılar. Bununla beraber, yeni Başbakan Ahmet Davudoğlu Kurultay konuşmasında Rodopları anmakla, insanlarımıza selam göndermekle hepimizi yüreklendirdi ve arkamızda büyük Türkiye olduğu inancımıza güç kattı. Bu bakıma, Türkiye’yi istemeyen, Türkiye’yi görmezlikten gelen ve hiçe sayan HÖH lider ekibi, Türk milletinin ortak büyük atılımından kendini bir daha dışlamış oldu. Bu durumda, bizim 10 kişilik bir soydaşların seçilmiş temsilcilerinden oluşan milletvekili ekibi olarak, HÖH - DPS bağlılığımız kalktı, uygun bulduğumuz partinin içinde çalışmalarımızı sürdürebiliriz. Zaten kimseden bir beklediğimiz de yok. Son Sözler 5 Ekim 2014 Kurban Bayramına rastladı. Hayırlara vesile olsun. Oyunuzu Türkiye’de yada Bulgaristan’da kullanırken, dereye çöp atar gibi atmayın lütfen, dernek başkanlarının, seçim komisyonlarının öğütlerine, tavsiyelerine kulak ve-


82

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

riniz. Biz bu işlere birlikte başladık ve birlikte olmaya devam edelim. Mücadele ortaktı, seçim hepimizindir. Başarı temennilerimle.

Yeni Yol Bulalım

BG-SAM-31.Ağustos.2014

Kapıyı çalan seçimdir! Kimsenin sizden özel bir şey istediği yok. Genel parlamento seçimlerine herkes katılmak zorundadır. Tüm soydaşlarımız için de geçerlidir. Seçimde seçme ya da seçmeme, oy kullanma ya da kullanmama, yeni yol arama ya da eski yolda devam etme hakkı anonim, bireysel, yasal ve kutsaldır. Ne olursa olsun da bir değişik özgürlük biçimidir. 5 Ekim 2014 günü bu hakkımızı bilinçli kullanabiliriz. 10 - 12 politik parti ile 29 kuruluş “beni seç” vitrinine çıktı. Bu bizdeki “görücülük” gibi bir şey, onlar kendilerini anlatacak bir de birisini seçeceğiz. Seçme hakkında hürüz! Partilerden hiçbiri önümüzdeki dört yılda bir şey yapacak kudrette olmadığından, hepsi susarak konuşuyor. Çoğu ağzımdan bir laf kaçırırım diye korkuyor. Bulgaristan’da insanların politik seçme özgürlüğü 18’inde başlıyor. 18’ine basan seçme hakkını kullanma özgürlüğü elde ediyor. Bir nevi iradesi yasallaşıyor. Adam arasına karışıp memleketin bugünü ve yarını hakkında “şöyle ya da böyle” diyebiliyor. Seçme hakkı ve kimin seçildiği, hele oylama, parlamento genel seçimleriyse çok önemlidir. Çünkü ülkemiz parlamenter bir cumhuriyettir, yürütme makamını, hükümeti, genel müdürlük, ajans başkanlarını vs. hep meclis seçer. Yayaları da o kabul eder, değiştirir ya da yürürlükten kaldırır. Bulgar meclisinde 240 sandalye var. Bunların toplamı Genel Kurul Bileşimini oluşturur. Meclis görev süresi 4 yıldır. Son Meclis 12 Mayıs 2013’te seçildi ve 1 yıl çalıştı. Hükümet % 50 artı 1 oyla seçilir. Bakanlar Kurulu’nun istifasından sonra ve yeni hükümet kurma yolları tıkanmışsa erken seçim yapılır. Şimdi erkek seçim yapılacak. BSP - HÖH “Ataka” partisi hükümeti mali bunalıma dayanamadı ve çöktü.


Makale ve Analizler - 2014

83

Politik partileri hükümet kurmayla görevlendiren cumhurbaşkanıdır. Bizde meclisin her bileşimi Anayasayı değiştiremez. Bulgaristan’ın demokratik Anayasası 1990 Haziranında seçilen Büyük Millet Meclisinde (BMM) hazırlandı ve kabul edildi. BMM’nde 120 milletvekili vardır. Görevi yeni anayasa hazırlamak ve kabul etmekti. BMM’nin görev süresi 2 yıldır. 1990 – 1992’de BMM Komünist Partisi’nin tek başına yönetimine son verdi ve demokratik, insan haklarını kabul eden ve sosyal Bulgaristan Cumhuriyetini yeni devlet biçimi olarak onayladı. Artık 24 yıldır Bulgaristan Cumhuriyeti sosyalist totaliter düzenden demokratik liberal sisteme geçişi tamamlıyor. Başka bir adı, devlet ve kooperatif üretim sisteminden pazar ekonomisine geçiş olan bu dönüşüm için ucunca bir süre gerektiği görüldü. Yeni süreç bizde topyekun demokratikleşme şeklinde yol alırken, tüm toplumsal süreçler gibi zorlana zorlana yol açmaya çalışıyor. Bizde komünist partisinin sosyal, ekonomik ve politik sistemden çıkarılması ve yerine demokratik kuruluşların yerleştirilmesi, sivil toplum örgütlerinin göreve çağrılması uzun zaman gerektirdi. Demokratikleşme sürecinde tek partili sistemden çok partili sisteme geçildi. Çeyrek asır önce ülkede yalnız iki parti Komünist Partisi BKP ile Bulgaristan Halk Çiftçi Partisi (BZNS) vardı. Şimdi 150 politik parti tescilini yaptırdı. Ofis açtı. Görüldüğü üzere bunlardan 100’den fazlası inlerinden çıkıp halktan oy isteyemiyor. Sosyalizm yıllarında sağ ve sol politika yoktu. Komünist partisi devlet totaliter düzen partisiydi. BZNS ise aynı siyaseti köylüler arasında yürütüyordu. Demokrasiye geçiş döneminin başında sağ kanatta kurulan Demokratik Güçler Birliği (SDS) ve vb. kitle partileri birkaç defa iktidar olsa bile, üretim öncelikli tabana dayanmadıklarından bir daha toplanamamak üzere kısa dönemde dağıldılar. II. Simyon Partisi de bunlardan biridir. Halen sağ kanat partisi olduğunu iddia eden ve 5 Ekim seçimlerine katılmaya hazırlanan “Reformcu Blok” da üretim güçlerine sırt çevirmiş, konjuktür partisidir. Sol kanatta ise, komünist partisinden sosyalist partiye (BKP’den BSP’ye) ad değiştirerek kendini “reform” eden ve sosyal demokrat politika izleyeceğini ilan eden büyük güç parçalanıp dağılma rüzgârına artık göğüs geremiyor. Kabuk ya da tüy değiştiren hayvanlar gibi bir şeyler oluyor. Burada bir fidan 40 defa aşılanmaz sözünü hatırlatsak yerinde olur. Bulgar halkı ilk politik seçimini yaparken taraf tuttuğunun farkına varamadı. Sosyalizm yıllarında tek partiye oy verdiği için halkta taraf tutma kültürü yerleşmemişti. Halkın maneviyatına bu zihniyet yerleşmemişti. Hala da bu anlayışın köklenmediğini söyleyebiliriz.


84

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Çünkü taraf tutma, taraf değiştirme, yeni taraf tutma politik kültürün bir parçasıdır. Olaylara taraf seçme açısından baktığımızda, Bulgaristan’da daha 1990’da taraf tutan ve sosyalizme ve komünist ideolojiye “soya dönüş” uygulamasından ötürü kesin yüz çeviren Türkler, Pomaklar, Çingeneler, tüm Müslümanlar ve öteki dil, din, etnik azınlıklar yüzde yüz haklıydı. Onlar bir asır süren hak ve adalet mücadelesinde hep devlete karşı olan tarafta kaldılar. Devlet onları zorlarken onlar da devlet zulmüne karşı mücadeleyi seçtiler. Zülüm edenlerle ortak tarafta yer almaları asla beklenemezdi. Geçiş döneminin ilk yıllarında durum buydu. Bir de seçme kültüründe birikimi ve derin kökleri olmadığından olacak, Bulgaristan Türkleri, öteki etnik ve dini azınlıklar Taraf Seçme Kültürünün, böl ve yönet kültürünü, kendi kendine dayatma, dışarıdan dayatılsa bile kabullenme şeklinde düşünmedi.. Hak ve Özgürlükler Hareketi’ni (HÖH) seçenler, ki ilk dönemde bütün kitle ayrılmayı ve özgün kalmayı yeğlemişti, bu politik hareketin, bir bütünden ayrılma ve kendi içine kapsülle nişi seçme olarak düşünmedi. HÖH’ü seçmenin bir komünist tuzağı olduğuna işaret eden de olmadı. Aslında HÖH’ün kurulması Bulgar toplumunda taraf seçme, içsel bölünme, bütünselden ayrılma, kültürel olarak içine kapanma olduğu çözülemedi. O yıllarda çok yara almış olan Bulgaristan Türkleri totalitarizmin yenilgisini kutlarken gafil avlandı. Gizli polis ajanlarının uzun zamandan beri hazırladıkları tuzağa düşürülecekleri akıllarında geçmedi. Yeni seçimin ön şartının “Bulgarlaştırmayı” zorlayan zihniyeti HÖH ile gizlice desteklemek olduğunu sökülemedi. Gizem çözülemedi. Bu işin ardında Bulgaristan oyununda HÖH kartı oynamayı planlayan Rusya’nın eli olduğunu anlayana kadar uzun zamana gerek duyuldu. Bu arada, 2007’lerde Batıya yönelik (AB ve NATO) büyük seçim yapılırken Bulgaristan Türk seçmenine “hakların özgürlüklerin ne durumda, doğal haklarını insan haklarını alabildiniz mi?” diye soran olmadı. Biz demokrasiyi seçmekle bir temsili demokrasiyi seçmiş olduk ve başkalarına bizim hakkımızda söz sahibi olma ve bizi temsil etme hakkını tanımıştık. Hepimizi hiçe sayarak bunu yapan artık HÖH lideri Ahmet Doğandı. Halkımızın, senin benim, bizim hepimizin yerine tüm imzaları bir gizli polis ajanı olan Ahmet Doğan attı. Her şeyi berbat etti, yaramıza tuz ekti, olup biteni kamuoyundan gizledi, basına bir şey açıklanmadı. Öyle oldu ki, dönüp dolaşıp işler gene en başa döndü. Biz HÖH partisini seçmekle kendimizi haklı gördük, ama aldandığımızı daha doğrusu aldatıldığımızı anlayamadık. Biz HÖH’ü seçmekle başkalarını mahkûm eden insanlar durumuna düştük. Biz hepimiz hiçbir zaman bugünkü kadar çok seçim yapmadık. Başkalarını hiçbir zaman seçtikleri değerlere göre bugünkü kadar çok değerlendirmedik.


Makale ve Analizler - 2014

85

Demokratik düzen seçme ve seçilme üzerine kurulmuştur. Demokrasinin ana ve değişmez ilkesi budur. Bizim hepimizde artık “Ben seçtim...” duygusunun güçlenmesi gerekiyor. Seçebilmek güçlü bir ilişkidir. Bilinçli bir tavır ister. İnsanı sürüye katar ya da sürüden ayırır. Hiç ya da adam eder. Seçmek takdir ve kabul görmek istemez!. Çünkü gizli ve anonim bir eylemdir. İnsan kimi seçtiğini yalnız kendisi bilir. Oyu anonim kullanma seçme özgürlüğünün temelidir. Seçime katılmamız ise en doğal demokratik hakkımızdır. Demek istediğim, kendi seçimimizi yaparız, kimi seçtiğimizi ya da kime oy verdiğimizi yalnız kendimiz biliriz. Bu olay an işidir, ardı önü yoktur. Hiç kimse hiç kimseden hesap soramaz, hesap vermek zorunda değildir. Oy kullanıldı an, olur biter. Başka bir değişle, anonim seçim ile birey ve kurulu düzen arasındaki ilişki ayrım gözetmez. Yani istersen HÖH’ü seçersin istersen GERB’i, istersen Rafet’i, istersen Mehmet’i seçersin, seçim anonim olduğundan, sorumluluğa tabii değildir. Devamlı aynı partiye oy vermek sağlıksız sonuçlar da doğurabilir. Örneğin parti çökmüştür ve dağılmıştır ama seçmenden durumunu gizlemiştir. Başka bir örnek: Kasım Dal “HÖH partisi 12. Mayıs 2013 seçimlerinde Stara Zagora’da oylara 1 milyon 300 bin leva saydı” diyor. Yani HÖH partisi gerçek durumunu gizliyor. Parayla oy almak yasa dışıdır. Yasaktır. Özellikle seçimden seçime taraf değiştiriyorsak, zor bir seçim yapıyorsak, bu bizi politik strese kadar götürebilir, çünkü biz taraf değiştirmenin kötü olduğuna, güçlü bir insanın verdiği kararda direnmesi gerektiğine inanırız. Bir de seçmek bir yere ait odlumuz demek anlamına geldiğinden, taraf değiştirmekte güçleniriz. Örneğin 5 Ekim seçimlerinde (Kurban Bayramına rastlıyor) BULTÜRK ve diğer göçmen dernekleri birlik olalım ve oyumuzu bu defa şu partiye verelim, şu isteklerimizi kabul ediyor, dediğinde topluluktan ayrılmak riski bir seçim olabilir. Çünkü soydaş dernekleri son yıllarda başarılı politika yürüttüklerinden yeni seçimlerinde taraf belirlerken yanılacaklarını sanmıyorum. 25 yıldan beri hiçbir çivi çakmayanlara, ekmeğimizi lokmamızı devamlı küçültmeye çalışanlara, halktan para tırnaklayanlara köle olmaya devam etmek zorunda değiliz. Artık yaşan dinlemek de istemiyoruz. Doğru yolu kendi aramızda danışarak, daha deyimli olanların kararına ve önerilerine kulak vererek seçmemiz isabetli olabilir. Her oy bir kurtuluş oyudur. Biz de kurtuluş oyumuzu yeni seçeceğimiz tarafa, partiye, adaya, lidere vermeliyiz. Özgür oyumuzla seçeceğimiz temsilcilerimizle, inandığımız kişilerle istediğimiz yönü belirlemek öz hakkımızdır. Doğru yönü seçmemize tam 40 gün vaktimiz var.


86

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Yeni Türkiye

Murat Ulutürk-31.Ağustos.2014

Kimimiz tatilde, kimimiz gezideyken Türkiye’de çok köklü değişiklikler oldu. İşin görünen tarafı Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) Ankara’da Kurultay yaptı. Prof. Doktor Ahmet Davudoğlu AK Parti Başkanı ve sonrasında Başbakan seçildi. Recep Tayyip Erdoğan da Halkın Başkanı sıfatıyla Çankaya Köşküne girdi. 2014 yılına Türkiye halkı “beklenen çağ” havasında başladı. Beklenen “Yeni Türkiye Çağına” başarılı geçildi. 2002’den beri Türkiye toplumunu içe dönük bir yapıdan dışa dönük bir yapılanmaya taşıyan AK Parti ağustos 2014 atılımıyla topulumu rahatlatan, kırgınlıkları saran ve partinin bütünlüğünü koruyarak, yeni bir performansla gerçekleştirebildi. Biz soydaşlar olarak, BULTÜRK Kültür ve Hizmet Derneği ve BG Stratejik Araştırma Merkezi olarak AK Parti yeni Genel Bakanı ve Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Prof. Dr. Ahmet Davudoğlu’nu ve yine bu vesileyle Türkiye ve dünya Türklerinin yeni Lideri Recep Tayyip Erdoğan’ı yeni görevlerine başlama vesilesiyle sağlık, başarı ve halka yararlı, Türkiye devletini güçlendirici, Türklüğü dünya öncüsü yapma çalışmalarında devamlılık temennileriyle kalpten kutluyoruz. Bütün Türkiye halkı önünde, göz dolduran bir yeni sınav veren AK Parti’de, 10 Ağustos Cumhurbaşkanlığı seçim zaferinden sonra kurucu başkan, fikir ve hedef babası, halk önderi Recep Tayyip Erdoğan’ın yerini dolduracak birinin bulunması gündem olmuştu. Yeni parti başkanın Cumhurbaşkanı Erdoğan’la uyumlu, halkın gönlünü dolduran ve umut aşılayacak biri olması ön plana çıktı ve beklendi. Başkan değişikliğinde partinin kabulü, halkın kabulü gibi özellikler ilk kez olmak üzere ince elendi sık dokundu. Parti başkanı seçilen Prof. Dr. Ahmet Davudoğlu partinin politik omurgasından, kurucu köklerinden, siyasi mücadele saflarından ve 2009’danberi Dış İşleri Bakanlığı’ndan gelmesi kurultay delegeleriyle, tüm seçmeni, halkı ve dış Türkleri rahatlatı. Bu olumlu gelişmeler Prof. Dr. Ahmet Davudoğlu’nun Ankara Spor Salonunda 1300 delege önünde yaptığı ve bütün Türkiye ve dış Türkler tarafından TV’den izlenen konuşmasına, “Selam olsun, İnsana, Mekâna ve Zamana!” hitabıyla başlaması, dünyayı ve tüm Türkleri bir bütünsellik içinde görmesi, “Ro-


Makale ve Analizler - 2014

87

doplu kardeşlerim” deyip biz Bulgaristanlı Türklerini yüreklendirmesi, soydaşlarımızı çok etkiledi. Konuşmayı bize de direk hitap şeklinde kabullendik. BULTÜRK Kültür ve Hizmet Derneği olarak, 2003’te kuruluşumuzdan bu günlere kadarki yoğun çalışmalarımızda, kendi kurultay, sempozyum, forum, toplantı ve görüşmelerimizde, tüm yayınlarımızda soydaşlarımıza değişen dünyayı, yenileşirken ekonomik sosyal ve politik öz olarak atılım yapan Türkiye’yi, dünya Türklüğünü anlatmak sürekli hedefimiz olmuştur. AK parti kurultayı ve Başkan Prof. Dr. Ahmet Davudoğlu’nın esaslı konuşması, derneğimizin etkinliklerine katkı olacağı gibi, bilgilendirme, Bulgaristanlı soydaşların, Rumeli göçmenlerin ve Anadolu insanının, tüm Türklerin XXI. yüzyılda aynı ruhlu, özlü ve hedefli insanlar olduğu inancına yeni ve bol ışık verdi. Türkiye’nin Balkanlar ve Bulgaristan’ı da etki alanına alan dışa dönük politikası, Avrupa Birliği üyeliğini hedefleyen adımları, geleceğimize tutulan ışık soydaşlarımızı olduğu gibi, Bulgaristan’daki yakınlarımızı da sakinleştirdi. Görev değişimiyle Türkiye politikasından devamlılığın kopmaması, eski Türkiye dönemi ve yeni Türkiye dönemi diye bir bölünme baş göstermeden, güvenin kuvvetlenerek devam etmesi büyük takdir kazandı. Bu bakıma, hiçbir ayırım yapmadan tüm Türklere yönelik politikada devamlılık ve güven dile getiren AK Parti Başkanı kurultay konuşmasıyla biz soydaşlarla direk iletişime geçti, tepkimiz duyduğumuz coşkudan kaynaklandı. Biz bugün artık AK Partinin önümüzdeki birkaç dönem daha iktidarda olacağına kesin inanmış bulunuyoruz. Dernek çalışmalarımızı da bu çizgide yoğunlaştırmaya kararlıyız. Kurultay’da çizilen Büyük Türklük Tablosunda daha güvenli, daha gönençli, daha mutlu bir gelecekte bizim, yanı soydaşların ve Bulgaristanlı kardeşlerimizin de yerinin olduğuna hepimiz inandık, bu yeni perspektif bizleri mutlu etti. AK partinin yeni dönem politikasının insan odaklı, değer odaklı, farklılıkların bütünlüğünden güç alma odaklı olması hepimiz için memnuniyet vericidir. Biz soydaşlar da atılımlı süreklilik içinde değişim ve yenilenme yoluna girmeye kararlıyız. Çocuklarımızın bir refah toplumu içinde yaşayacağına inanıyoruz. AK Parti Başkan Davutoğulu konuşmasında aidiyet bilinci konusuna açıklık getirmekle biz göçmenlere çok yararlı oldu. “Millet ait olma bilinciyle ayakta durur!” diyen Başbakan, bu yüksek bilincin temelinde “tarihdaşlık ile vatandaşlık” olduğunu vurguladı. O, kaderdaşlığımızı, eşit vatandaş olduğumuzu, Türkiye devletinin asli unsurlarından olduğumuzu, düşünce ve inanç özgürlüğümüzün sınırsızlığını ön plana çıkardı. Bu sözler soydaşlarımızı, hepimizi bir başka rahatlattı. Anadolu’nun ve tüm Türkiye’nin bir “merhamet ve şefkat” yuvası olduğuna değinen Başkan Davudoğlu, bu sözlerini sanki direk olarak biz Balkanlılara yöneltmişti.


88

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Soydaşlarımızın ruhunun daha da sakinleşmesi için derneklerin AK Parti hareketinin öz ve yeni Türkiye hedeflerini her bireye, aileye indirme açısından yoğun bilgilendirici çalışmalara başlaması gerektiğine inanıyorum. Türkiye bu hafta yeni bir sayfa açtı. İkinci büyük sıçramadan söz ediyoruz. Birinci sıçrama, Büyük önder Atatürk öncülüğünde Cumhuriyet devletimizin kurulması, istiklal ve egemenliğimizin tesisidir. 90 yıllık yeni tarihimizdir. İkinci büyük sıçrama cumhuriyetimizin, istiklalimizin ve egemenliğimizin tam bağımsızlık yolunda yeni bir öz ve hedeflerle kesintisiz devamıdır. Daha da gelişmiş bir Türkiye ideali güncel hedef oldu. Soydaşlarımıza Türkiye’de kapanan ve açılan dönemlerin özünü iyi anlatmalıyız. Biz akılcı dünyaya açık yeni bir sayfa açmak derken, büyük tabloda cumhuriyetle gelen parlamenter sistemden yarı başkanlık ve olası başkanlık sistemine geçişi, bir değişimimin aşamalarını, biçim ve özünü Çünkü bizin geldiğimiz Bulgaristan bu toplumsal yapısal gelişmelerin çok gerisinde olduğundan anlayabilmede güçlük çekenlerimiz olabilir. Bir de Atatürkçülüğün özündeki devrimci gelişerek yenilenme ve daha yüksek bir düzeyi devamlı arama yolunu iyi açıklamak gündem oluşturmaya başladı. Soydaş kitlelerimize eski Türkiye ile yeni Türkiye arasındaki tüm farklılık ve özellikleri doğru açıklarken kendilerini yeni yola açılmaya davet ediyoruz. Bu konudaki yazılarımız devam edecektir.

Gözle Görülmez, Elle Tutulmaz!

BG-SAM-31.Ağustos.2014

Vatanımız Bulgaristan’da anadilimiz Türkçemizle özgür düşünce düzeyinin vardığı noktayı (yeri) kimseye anlatamıyorum. Yıllardan beri aynı yerde duruyoruz. Dipsiz çukurda gibi... “Gözle görülür, elle tutulmaz!” - nedir o? “Duman!” ya da “Sis!” Bilebildik diye yerimizde sıçrardık. Karbüratörü boğulmuş bir araba olsaydık, aksırır öksürür yerimizde sıçrar, hayat ışığı arardık... Türkçemiz, sis ve çukurdaki araba arasında fark yok.


Makale ve Analizler - 2014

89

Birisi boşa sıçrıyor. Öteki yerinde sayıyor. Totaliter dönemde (1956 - 1989) Bulgaristan Türklerinin başına neler, neler geldi? Bu bir soru değil, durum tespitidir. Soru olsa herkes kendine göre yanıtlar, ortak noktalar hemen göze çarpardı. Yetmişli yıllarda Türkçe basına yasaklar kondu. Bir süre sonra da Türkçe konuşma kanun dışı ilan edildi. Bir süre daha sonra Türkçe konuşanlara ceza kesildi. Bir toplumun başlıca sözlü ve yazılı iletişim aracı dildir. Bir edebiyatın, bir kültürün, sanatın başlıca aracı dildir. Hayat dille dile gelir. Dilimiz gelişmeden bunlardan hiç biri gelişemez. Kendi arabamızda değil, belediye otobüsünde yolculuk ederiz. Dil öldüğünde yaşam göz yumar. Halkı körelir, yok olur. Bu dünyadan dillerini kaybettikleri için yok olan haklar çoktur. Her halk kendi öz diliyle yaşar. Bir dil başka dillerin var olmasına engel olmaz. Hindistan’da 656 dil var. Basın yayın açısından 1877 - 78’den beri Bulgaristan Türklüğünün durumu hiçbir zaman bu kadar dibe vermemişti. Halen ele alacak bir gazete ve dergimiz, kapısı açık bir Türk Kültür Merkezimiz yok. Biz Türkçemizin köklerinin kaç bin yıl gerilere dayandığını bilmekte zorlansak da 27 asırlık edebiyatımız var. Bundan bin yıl önce bu topraklara kendi dilimizle ve kültürümüzle geldik. Bunu dedelerimizin dedelerine ve atalarımızın atalarına borçluyuz. Ve bugün Türkçemizin yaprakları solgundur ama can damarları çok derinlerdedir ve her an yeniden fışkırabilir. 1950’lerde köyde her haneden bir yumurta toplanır, Kırcaali’de satıp bir Türkçe gazete alalım diye köy gençleri nöbet tutardı. Gazete cani odasında Nüvvab’lı hoca tarafından sesle okunur ve haberler ek bilgilerle yorumlanırdı. Biz bugün bu durumdan da kötüyüz. Türkiye Cumhuriyeti’nin yeni seçilen Başkanı Recep Tayyib Erdoğan’ın geliştirdiği “barış süreci” ülkede yaşayan tüm etniklerin, dil ve dinlerin, kültürel özelliklerin yaşama hakkına saygı ve teşvik verdi. Güney Doğu’da Kürt Enstitüsü açan Türkiye, Rom Kültür ve Dil Yüksek Araştırma Merkezleri etkinlikleri başlattı. Dünyanın en büyük kozmopolit kenti İstanbul yöre kültür geceleriyle yaşarken, hemşeri konağı düğün salonları dolup boşalırken, “Biz halk kültürü düzeyini aştık” edası savuranlar klasik sanat dallarında gönül coşturuyor. Piyanolar her gece kaval, flüt, bağlama, yaylı tambura, davul, zurnalı türkü ve şarkımıza renk katıyor. Ressam bayan sergileri göz kamaştırıyor, hayaller uyandırıyor. Biz, Bulgaristanlılar eskiden olduğu gibi şimdi de sanat dallarında nazlılardan nazlıyız. “Davulcuya kız verilmez!”, “Zurnacı yuva kurmaz!”, “Resim işi


90

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

kız işi mi?” gibi saplantılarımızdan bir türlü kopamadık. İnce işleri hep başkalarına iteledik. “Bizim şarkımız içimizdedir. Derin dünyamız gönlümüzdür!” Bu deyimler bizimdir. Kına düğün gecelerinde bir kol belde, öteki omuz düzeyinde oynarız. Ne birine dokunur, ne el kaldırırız. Coşkumuzu yüksek sesle ifade ederken yere bakarız, biz basarken hep köklerimize basarız. Rumeli TV’ye gözüm kaydığı oluyor. Son dönem sanatçıların alt çeneleri dik, ünikleri fırlamış, sağ ellerinde sopa gibi mikrofon dimdik gökte....içten içe bu bizden değil, diyorum. Biz düşmanı el kaldırmadan yenen soylardan olduğumuzdan sesiz konuşur, söyleneni anlar, anladığımızı unutmayız. Bu işlerde bizdeki faşizm ve demokrasi dönemlerinde değişen hiçbir şey olmadı. Aslında değişiklik olsun diye bir şey yapmadık. Hayatın sunduğu yenilikleri uygun bulduğumuzda özümsedik, uymayanları ret ettik. Liderlikten geçinen Ahmetlerin Lütfülerin halkın nabzına şerbet verdiğini göremedim. Ezilenlerin ve üsttekilerin yaşamı birbirinden koptu. Sürünenin halinden anlayan yok. Ana dilimize, halk kültürümüze, sanatımıza, yazılı ve sözlü edebiyatımıza, özgün kültürümüze karşı umursamaz, ilgisiz, vurdumduymaz tavırları sürüyor. Çeyrek asır bir şey değişmedi. Süreç kötüye gidiyor. Liderler özel seçilmiş, onlar anneler günü, babalar günü olmayan, Kurban ve Şeker Bayramı kutlamayan, ezan dinlemeyen, mevlit okutmayan, saza gitmeyen, konser dinlemeye vakit bulamayan, baleyi baldır bayram sanan, Noel Bayramı ile Yılbaşı kutlamaları arasında gönül eğleyen tipler olarak, kopyalanmış ve kavanozda korunan numunelerden seçmelerimizdir. Bir kişinin hafıza ambarında, duygu dünyasında kültüre, sanata susamışlık yoksa o kişi özürlü kopyadır. Bir kişinin beden hareketlerinde, coştukça parlayan ya da solup sönen bakışlarında kültür özü yoksa tohum örneği alamazsın. Bir yaprak, iki yaprak, bir başak iki başak vermesini bekleyemezsin, çünkü klonlu tipler doğrudan saplı, yapraklı ve başaklı doğuyor. Öyle ki, Ahmetler Lütfüler gibi bizim topluma bir yerlerden düşseler bile dibini kazıp sulayamazsın, kültür ve sanat eserleriyle eğitemezsin, çünkü kopyanın hafızasında kültür ve sanat zekâsı yoktur. Onun için konservatuarda bir Türk veya Müslüman öğrenci yok. Kültürel özürlüler kültürün gelişmesinden rahatsız olur. Kültür onlar için gereksizdir. Müspette insanın hayatı karanlıkta başlar ve karanlıkta geçer. Kültürel karanlıkta geçen hayat yaşarlar. Etraf karanlık kafalar bulanıktır. Karanlıkta hiçbir şey gözle görülmez, gözle görülemeyen elle de tutulamaz! Karanlık bekleme yeridir. Beklenen şafaktır, umut edilen mutlaka gelecektir. Ahmet ikide bir, şopar damarı tuttuğunda Appazı ya da Slivneli Dukiyi davet eder, biraz doğaçlama dinlerdi. Şimdi o da bitti. Vidin’de bir dansöz, Burgaz’da bir orkestra, şair istemez, yazar istemez, tiyatro oyunu istemez, filarmoni iste-


91

Makale ve Analizler - 2014

mez, Türk kültürü istemez... çok sevdiği yalnız bir şey kaldı, Omar Arap Bankalarından dolarlar sayan makine orkestrasının ritmik sesi. Makineler saray karanlığında gece çalışıyor. Bizi etnik kültür karanlığında tutuyorlar. Karanlıkta tutmalarının nedenini biliyor musunuz? Gece karanlığında devlet düzeni güçleri genelde uykudadır. Bürokrasi, gardiyanlar, polisler, okullar, kısacası hayatımızı düzenleyen güçler uykudadır. Askerler erken yatağa girer. Baskı ve terör elemanlarının uyku satı bellidir. Yatılı okullar, cezaevleri, toplama kampları, hastaneler... Kişinin istediği saatte yatma hak ve özgürlüğü yatmamızı ve uyumamızı ister. Çiftler aynı saate yatağa girer. Avrupalı kent sakinleri feodal toplumda mumlarını aynı saatte söndürmek zorundaydı. Düzen ve baskı güçleri her zaman belirli bir uyku saatini zorunlu kılar. Bu belirli saatin erken bir saat olması ve uzadıkça uzaması yine uyuyan insanın düşünmediği gerçeğinden kaynaklanır. Tüm kültürler bize karanlığın kötü güçlerle ilişkili olduğunu öğretir. Türk kültürü için olduğu kadar, Bulgar kültürü için geçerlidir. Masallarda gece karanlığından, gece yaşayanlardan korkmamız gerektiği anlatılmadı mı? Oysa hayatımız uyuklarken ya da uykuda geçtikçe gündüz hayatımız kısalır ve anlamsızlaşır. Ne var ki, gece ve gündüz hayatını yaşayan kişiler hep aynı kişilerdir. Yani biziz. Kültürel bakıma uyumamıza özen gösterilen bir halk topluluğu olduğumuzdan, bize korkuyla bakmaya başladılar. Çünkü geceler gebedir, sosyal egemenlik kuralları ancak gece bozulur. Bir de gece düş görme zamanıdır. Emeller gözle görülmez, elle tutulmaz ortamlarda mayalanır ve gün doğarken gerçek olur!

Защо не трябва да гласувам за ДПС

BG-SAM

Дядовците одържавиха, внуците приватизираха. Изминаха 25 години от началото на Българската Перестройка. Нарекоха я „преходен период“, „период на демократизация“ или това беше уж краят на Комунистическия Тоталитарен режим и начало на Европейската демокрация с нейната либерална икономика. Какви ли не още етикети, суперлативи се използваха за началото на този период, в които като неизменен епитет се използваше думата демокрация. Думата демокрация наистина


92

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

беше един психиологически ключ към прехода жадуван цели 45 години. Образно перефразирано това приличаше да предлагаш вода на тълпа държана на слънчев пек за наказание. И видимо 1989 година ще се запомни с уж разкъсването на веригите, разковаване на оковите на тоталитаризма и юруш на демокрацията. Какво обаче се криеше в невидимата част на това начало–там зад пердето, в Комунистическата тоталитарна кухня, където се ковеше съдбата на по–нататъшната хронология на най-новата история на България. Първо вълка си смени козината тоест БКП стана БСП. Какво „смело и демократично“ решение на столетницата, какъв голям „подарък“ за Българския народ. С много голяма гюрюлтия и патърдия се прие това решение и най върлите комунисти бяха смирени и накарани да се съгласят да приемат тази „звучна“ промяна на партията наречена социалистическа. Беше измислен хода как да се даде отпор на нестихващото брожение в низините, тоест на народното недоволство. Даде се право на тези жадуващи за демокрация същества наречени Български граждани да сформират всякакви свои сдружения, организации, движения даже и партии. Каква „демократична“ победа на свободните граждани! Даже и на Турците им се даде това право за сдружние и те на бърза ръка си укроиха едно движение с готов подготвен от ДС устав и Председател на име Меди Доганов. Тази извоювана „свобода“ за народа имаше едно значение, а за верните партийни кадри и ДС агентите имаше съвсем друга формулировка и разшифровка. На тях им беше заповядано всеки да заеме място в новите сдружения и форуми не къде да е, а непременно в ръководните постове на тези организации. А що се отнася до Турците и тяхната организация, те не биваше да бъдат оставени на по голяма „свобода“. Там трябваше да се играе на сигурни карти в лицето на изпитани, доверени и опечени кадри на ДС и партията на чело с Ахмет Доган, Юнал Лютви, Кадир Кадир, Осман Октай и.т.н. Бяха сформирани безброй малки „демократични“ партийки. Обаче никой не се сещаше да се допита колко от тях бяха сформирани по естествен път с народни хора и с волята на истинските народни лидери. Колко от учредителите в тях бяха с некомунистически произход или казано по иначе бяха с чисто минало в смисъл не бяха лоялни партийни функционери – комунисти или ДС активисти. С тази си стратегия (внедряване на верни лакеи в ръководствата) комунистите държаха конците в ръце и тези партии бяха обречени да се раздробят още преди да са пораснали. Очеваден пример в това отношение е СДС с 33 си партии в съюза. С внедре-


Makale ve Analizler - 2014

93

ните си хора в ръководствата на тези партии комунистите успяха да свалят първото демократично правителство на България - Правителсвото на Филип Димитров. Това го сториха с помощта на верния другар, безприкословния ДС агент Сава–Ахмет Доган. За да стане по ясна „демократичната“ политическа мозайка на България през преходния период нека разгледаме политическата хронология на България през последния четвърт век на фона на процесите в ДПС. ДПС като политическа формация излезе на политическата сцена в началото на 90 та година като спонтанно сформирало се сдружение на репресираните Български граждани от Турския етнос и Мюслюманите. За да се овладее тази спонтанност на Турците комунистическите стратези са предвидили и подготвили свой верен кадър в лицето на Доган с когото са предрешили съдбата на Турците и Мюслюманите в България още в неговото начало. За да научат кой е А.Доган и за да видят до каква долнопробност и нищожество може да достигне човек лишен от идентичност, на чистокръвните Турци и Мюслюмани им препоръчвам да прочетат книгата „Досието на Доган“ за да го намразят достатъчно. На останалите не им препоръчвам защото биха го обикнали още повече. И така прецизно подготвения от страна на БКП и ДС А.Доган на софийския митинг през януари 1990 година беше „сервиран“ с полицейска кола и мегафон на ръка за да държи реч на събралата се многобройна група от Турци и Мюслюмани, които искаха да им се върнат Турско–Арабските имена. Вечерта по националната телевизия Доган обещаваше, че тези искания на Турците непременно ще се изпълнят и всичко ще си дойде на място и самият той е гарант за това. Коя общност или малцинсвена група не би харесал такъв „лидер“ и за какво им е да си търсят или пожелаят „по–смел“ лидер от този. Четейки и виждайки всичко това кой не би се питал каква саможертвеност, какво безстрашие да се опълчиш на вчерашните си палачи–комунисти. Така Меди Доганов с помощта на комунистическите медии и трикове можа и успя да си направи място в сърцето на милионния бъдещ електорат. Колко лесно беше в тези времена, в такава дезинформационна среда за минути да величаеш някого имайки власт над тогавашните оскъдни медии в лицето на една национална телевизия и 3–4 национални весника. Въпреки, че комунистите владееха медийната власт и много лесно демогогствуваха с тях и манипулираха общественото мнение в България осезаемо се установи една псевдо демократична среда. Отърсихме се от партията ръководител на държавата и народа по конституция и преминахме


94

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

към една среда на плурализъм. Това изгеждаше добре като първото необходимо, но недостатъчно условие за демокрация. Доживяхме и първото некомунистическо правителство–правителството на СДС в коалиция с ДПС. Току се зарадвахме, че започнаха истинските демократични промени. По това време в смесените райони бяха започнали разследвания срещу служители на МВР, които са злоутребили със служебните си положения и преувеличили правата си през „Възродителния“ процес. Събираха се подписки, оплаквания, жалби и т.н. от пострадалите. Процеса изведнъж се разнасна и стана опасен, защото тръгна като разплетка на чорап и неминуемо щеше да достигне до ДС агентите и височайщите партийни функционери – архитекти на „Възродителния“ процес. А същите архитекти сега отново държаха юздите в ръце, само, че вече бяха се канализирали в новосформиращата се политическа формация на тоталитарната машина БСП и незабавно вълкът, който си смени козината рефлексира инстиктивно по нрава си и веднага се задейства машината. Как тази много трудна задача се оказа много лесна за решаване посредством рожбата А.Доган с баща ДС и майка столетничката? Защото много по трудно беше да се действува с „Лидерите“ – Комунисти внедрени в ръководствата на партиите в СДС. Резултатите от операцията бяха предварително пресметнати. Като се действува с безприкословния изпълнител на ДС поръчките и верния до ден днешен на своите работодатели агент Сава, ако загубят ще загуби само машата Ахмет–Сава, но ако спечелят печелят всички комунисти и ДС. За съжаление хронологичен израз намери втория вариант тоест комунистите и ДС се оказаха гъвкави и политическата рулетка се завъртя в тяхна полза и с този си ход те положиха основите на ново 25 годишно властвуване. А.Доган със своя татовски маньовър завъртя гръб на партньорите си от СДС, падна правителството им и се коалира с вчерашните асимилатори, палачи и угнетители на електората (Турците и Мюслюманите) му БСП–Комунисти. Запитан на една среща защо го направи този ход Доган отговаря много дървено филисофски - „Защото СДС не са били искали да възвърнат правата на Електората му. Историята ще докаже правотата на тази моя постъпка“. Тук е мястото да се зададе въпроса какви ли права е поискал от СДС ДС философът за своите избиратели. Да към днешна дата историята наистина доказа, че той е вярното куче на своите стопани и безупречно изпълни указанията им като продължи асимилацията на Турците и Мюслюманите в България. След този маньовър на ДПС–ДС вожда, логичното беше Турците и Мюслюманите наричани електорат на ДПС да се дигнат на крак и гневно


Makale ve Analizler - 2014

95

да реагират на своя господар–„Правозащитник“, но водача им се оказа опитен демагог, а лъжата, лицемерието и наглоста негови имунно придобити качества. Възползвайки се от тези си качества и ползувайки услугите на тогавашните медии и ДС стратези, той успя не само да се измъкне от тази неловка политическа ситуация, но успя да се справи и с опониралите го съпартийци като Мехмет Ходжа. Той го изхвърли пред електората като го обвини забележете „Върл комунист, опортионист и предател на каузата ДПС“. Да Мехмет Ходжа се оказа предател на каузата ДПС, но предател на комунистическата версия на каузата ДПС. Той беше докрай верен на Народната версия на каузата ДПС. Тук е мястото да се подчертае, че политическият терен пред А.Доган беше разчистен още през 1989 година –Всички политически затворници, заточените в Белене и опонентите на БКП активисти от Турския етнос и Мюслюманите бяха депортирани или прогонени от страната. В този смисъл той беше свободен да си разиграва коня в безконкуретна среда на фона на ДС подкрепата. Тази среда му помогна да се обиграва и опече политически, за да стане по–нататък проблем и за своите рабододатели за да ги изнудва в полза на личните си материални облаги. За да затвърди позициите си пред електората той трябваше да се представи и като „Голям Турчин“ и приятел на Република Турция, без това да има реално покритие, разбира се. От онова време много ни е извесна фразата „Пътят за Европа минава през Босфора“ за която фраза се изписаха доста страници по весниците и се изказаха доста излишни коментари, които ангажират излишно обществото. С подкупената медия това не преставляваше проблем, така се успяваше да се упоява и психиката на хората с националистически наклонности от едната и другата страна. През периода 1993–97 година се проведоха няколко избори – местни и парламентарни, резултатите от които бяха на приливи и отливи от гледна точка на ДПС. В случаите на лошите резултати и когато ДПС оставаше зад борда на власта агент Сава се възползваше от религиозната чувствителност на електората му. Дефакто това означаваше превземане на Мюфтийството от друг обигран агент на ДС Недим Генджев, който също е готов да предаде своите и да се продаде за личните си облаги. С идването на Генджев в Мюфтийството веднага започваха митингите и шевствията на Мюслюманите и ДПС подкрепяше тези брожения. Каква ирония на съдбата атеистът Доган подкрепя вярващите Мюслюмани за свалянето на Недим Генджев от поста Главен Мюфтия на Мюслюманите в България. Със свалянето на Н.Генджев на пост идваше друг верен и послушен човек на


96

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ДПС. Във видимата част на тези борби е Мюфтийският стол, а в невидимата част бяха продажбата на вакъфските имоти, от които се възползваха и Доган и Генджев като се облагодетелствуваха материално. В тези борби имаше една единствена губеща страна– Мюслюманската общност в България. Каква подиграфка със святото чувство на хората, а уж борбата се водеше за тяхното добро и благоденствие. Периода 1992–97 година от така наречения преходен период известно място се отреди на ликвидацията на селскостопанските сдружения-ТКЗС, АПК, приватизацията и поземлените реформи. Именно това е периода на полагане на основите на капитализиране на комунистическите чеда или образно казано „Дядовците одържавиха, а внуците приватизираха“. Докато внуците се облизваха и трупаха богатсва и имот през този период, народа се радваше само на празните обещания за демокрация. Разбира се същата участ сполетя и електората на ДПС –чиито придобивки от приватизацията бяха равни на нула. Никакви ползи от поземлената реформа, а ликвидацията им отне и малкото, което го имаха–лишиха се от работните си места, защото бяха съкратени от работа. Този период не може да се отбележи с нищо особено като придобиване на права и свободи на Турците и Мюслюмани на България касаещи изучаването на майчин език, придобиване на културни центрове, радио и телевизия на майчин език, религиозно обучение и най–интересното няма никакви постъпки и предложения в Народното Събрание от страна на ДПС за придобиване на такива права и свободи. Да живее Турската Комунистическа Партия на Съветския съюз в България Този период (1990–1997) ще се запомни най–вече с икономическата девалвация през 1996 година, когато долара достигна рекордните 3 600 лв за долар и 1 800 лв за марка. Това закопа гроба на комунистическото правителство и породи нови надежди в лицето на ново некомунистическо правителство, това на Иван Костов. Беше избран и Президент с некомунистически произход Петър Стоянов. Изборите през 1997 година спечелени от СДС бяха втори шанс за България за да положи основите на реалната демократизация на страната и да се изкоренят ДС - Комунистическите останки. Но уви комунистите минаха в инкубационен период през този мандат на Ив. Костовото правителство и се подготвиха за следващите катострофални за България избори 2001 когато идва на власт така наречената тройна коалиция.


Makale ve Analizler - 2014

97

На тези избори 1997 година ДПС беше ударил дъното с 14 Народни Представители. Тогава Иван Костов, ако беше се престрашил да даде достатъчно място на кандидатите от Турския етнос в смесените райони сега А.Доган и ДС кликата му може би щяха да трият наровете на някой затвор, но за съжаление Г–н Костов не прояви такава далновидност в онези времена, а в последствие и другите големи партии като ГЕРБ не можаха политически да еманципират Турците и да им дадат шанс в своите редици. За съжаление все още продължава това болестно състояние на Българските партии спрямо малцинствата. Те все още не можаха да се освободят от националистическите си предразсъдъци към тези хора. Колкото и да се престарават и насилват да изглеждат като големи демократи лидерите на тези партии са все още много далече от Европейското разбиране за демокрацията. Дефакто с тази си позиция те подхранват ДПС, но явно няма кой да разбере това или това са капацитетите на стратезите и съветниците на тези партии. Или всичко това се прави умишлено за да се държат умните знаещите и можещите Турци далеч от политическата сцена, защото явно действията на ДПС се дирижираха от ДС и комунистите което се харесваше и от другите партии. Защото всичко това означаваше Турците и Мюслюманите да бъдат обуздани и да останат под контрол. Този период на управление на СДС ще се запомни с това, че за първи път държавен глава на Р.България в лицето на Г–н Петър Стоянов се извини за нанесените психологически травми на Турците и Мюслюманите на България в резултат на така наречения Възродителен процес. По това време бяха назначени първите зам.Областни управители, от Турския етнос. Във външно Министрество или по точно в консулските представителства в Чужбина за първи път Р.България беше преставляван от етнически Турци. С други думи добре се започна, но само толкова. Разбира се трудна беше борбата с политически обиграните ДС–Комунистическа мафия и олигархия. Приватизационно–ликвидаторският процес и първите застроховалени дружества на силовите групировки дадоха възможност за сформирането на нов политически потенциал в България. Този потенциал за да разрасне и се трансформира в политическа власт БКП–БСП трябваше да се освободи от старите си комунистически глави. Или казано с други думи несклонните да изменят на Комунистическата философия и да станат неокапиталисти трябваше да бъдат ликвидирани. “Големите„ стратези – кому-


98

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

нисти спретнаха ръце и се започна, отсраниха се от ръководството на БСП Лилов и сие, Петър Младенов и без това си беше изпял песента с гафа за танковете, а съдбата на Луканов е всеизвестна. “Дебелите вратове“ в лицето на собствениците на застрохователните дружества ВИС, МУЛТИГРУП и т.н. започнаха да се просвещават. За да могат да влязат в политиката и се трансформират в властта трябваше да са окумуши хора, защото добре знаеха, че Българският народ не търпи неграмотници на върха. Хит за онова време бяха правните факултети, почти всички университети бяха си открили факултети по право. Много далновидно подходиха “стратезите“ комунисти, защото за да узаконят своите незаконни, неокапиталистически придобивки бъдещите “политици“ трябваше да са правно грамотни. И машината се задейства, най–напред трябваше да се свали правителството. Затова се започна с най-лесната за манипулиране част–електората на ДПС. Недим Генджев, който управляваше мюфтийството с идването на власт на Иван Костов продължи своята служба в мюфтийството. (грешка на Иван Костовото правителство, който не усети, че това е коз в ръцете на ДПС) Започнаха недоволствата и митингите за свалянето на Н.Генджев. Подстрекаваха се тютюнопроизводителите и подведени от ДПС те също слязаха на улицата с искане повишаване на цените на тютюна. Макар, че през този период за първи път правителството на Костов изплащаше премии за килограм изкупен тютюн. Закъсненията в плащанията на тези премии не можа да мине пред демагогията на ДПС активистите, които използвайки медиите над които властвуваха комунистите и ДС лесно манипулираха хората. Никой не си даваше сметката, че правителството на КОСТОВ унаследи от Жан Виденовото комунистическо правителство финансова тежест от 1,5 милиарда лева само от отпуснатите кредити на така наречените кредитни милионери, а да не говорим за свръх девалвацията, която също беше по време на Виденовото правителство. Тук е мястото да се отбележи, че по време на никое правителство подкрепяно от ДПС тютюнопроизводителите никога не са били доволни от изкупните цени на тютюна. Но те (тютюнопроизводителите) винаги са били манипулирани срещу правителствата неподкрепяни от ДПС. Използувайки медийната демагогия комунистите успяха всичките тези движения и брожения по улиците да придадат вид на неуспешно управление на СДС правителството. В резултат гражданите бяха успешно манипулирани. И така дойдоха злополучните за Българската демокрация избори 2001 година. Неокапиталистическата - ДС комунистическа клика много осторожно е очертала своята бъдеща конюнктура през инкубационния период


Makale ve Analizler - 2014

99

1997 - 2001 години и си измислила много добра психологическа интрига за да примами българския избирател. С утопичната идея да спаси България от дъното на пропастта и за 800 дни да изгради една икономически стабилна Европейска България за стръв бе използуван Българския цар в изгнание Н.В.Цар Симеон Сакскобурготски. За българския избирател тази идея изглеждаше като възглавница за болния така, че нямаше как да се каже „НЕ„ на тази идея. Каква ирония на съдбата комунистите отново успяха да приклонят една своя предишна жертва и да я използуват за користните си цели и ненаситните си апетити за власт и пари. Тази роля добре я отиграха и през 1992 година когато с верния им Агент Сава–Доган свалиха първото демократично правителство - правителството на СДС. Този път комунистите отново свалиха правителство на СДС и отново подеха България към дъното на втората пропаст в най-новата ѝ история. След уговорката със Симеон, цар Борис сигурно се преобърна в гроба си, но Симеон беше решен да си възвърне бащиния имот макар цената да бъде народната ненавист. Изборите минаха и България вече се управляваше от злополучната коалиция така наречената “тройна коалиция“. По същество тройната коалиция представляваше съвкупност от Българските и Турски комунисти–комунисти неокапиталисти и наследниците на старата Българска буржоазия с апетит да възвърне имотите на своите дядовци с идването на царския наследник. За да звучи безобидно те се самоназоваваха монархисти. В интерес на истината и в името на справедливото възмездие, те заслужаваха дядовските си имоти, в това нямаше нищо лошо. Лошото беше в това, че всички те (коалиционните партньори) имаха един общ знаменател - “Пази боже сляпо да прогледа“. Защото всички те бяха бедни и станаха богати без да вложат почтен труд за пукнат свой грош. Опасното беше, че те имаха власт, а бедственото, че повечето от тях бяха и са безбожни тоест атеисти лишени от всякаква милостивост. Само това(атеизма) със сигурност успяха да унаследят от комунизма. Затова те са безмилостно жестоки към своя народ и държава и личните им интереси винаги надделяват над всичко. Периода на управление на тройната коалиция е характерен преди всичко с заздравяване и узаконяване на икономическото положение на своите подопечени. През този период обиграните вече „политици„ показаха на практика как политическата власт диктува икономическите структури. Как държавните пари могат да се трансформират в лични сметки, как се оформят фирми на обкръжението и как същите фирми могат да “печелят“ търгове.


100

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Създаваха се закони за възвръщане на имоти. Именно през този период се “узакониха“ поземлените реформи, чрез които се направиха заменки и земи от планински и полупланински райони се замениха с “равностойните“ по категория земи от крайбрежните черноморски ивици, крайградските регулярни ивици, промишлените зони и т.н. като същите тези закони бяха с известна давност съобразена с оставането им на власт. От друга страна сиромасите от народа не можеха да си въстановят собствеността си върху бащини земи, които са се пречислили към горския фонд. Хилядите молби с искане за възвръщане на тези земи не намериха израз в смяна на закона в полза на обезщетените от страна комунистите сиромаси. Да не говориме за въстановяването на земите на правоимащите пребиваващи в чужбина понеже те винаги бяха ориентирани умишлено погрешно и бяха заставени да се уморят от чакане и докато най–накрая се откажат от тези си права. ДПС ръководството много далновидно действаше и ръководеше и “разяснаваше“ поземлената реформа на своя желязно дисциплиниран електорат - “Ако няма да я обработвате земята, няма защо да си въстановите собствеността си върху нея, защото утре други ден такива данъци ще се наложат, че ще се чудите как да се оправите“. И вкрайна сметка резултата е на лице, в смесените райони по места 60–80 % от земята остана общинска или държавна собственост. Отново отлична свършена работа от ДС протежетата на ДПС–комунисти. Периодът на Тройната коалиция може би е периодът с най големите катаклизми от управлението на България от гледна точка на нивото на икономическия стандарт на населението. През този период всичко държавно или обществено беше доразпродадено, доликвидирано, доунищожено и беше вече дооформен неокапиталистическия финансово олигархичен–ДС комунистически елит в България. Този процес беше приключил и в Руската федерация и като по– голям исторически брат отново започнаха флиртовете. Само, че този път флирта не беше между БКП и КПСС, а между новосформиралите се финансови олигархии во главе с бивши ДС и КГБ елементи. Макар и с нови имена България отново се върна към старата си позната формула от периода на стремежа и желанието да стане шестнадесета Република с призива „Да живее Българската Комунистическа Партия на Съветския съюз“


Makale ve Analizler - 2014

101

Разбира се първите стъпки на флирта естествено беше да бъдат печелившите сектори, носещи високи печалби за кратко време или сигурни печалби за дълъг период. След което веднага се въстановиха връзките в енергийния пазар–покупко продажба на петролни продукти, петролопроводни проекти, изграждане на ядрен централ и т.н. За “по големия“ брат от КГБ беше важно кой от политическите лидери в България е с по– трайни тенденции да се задържи на политическата сцена. По този показател с най големи плюсове беше А.Доган, който имаше твърд електорат от порядъка 400–500 хиляди избиратели и за това разбираемо беше той да бъде повече ухажван от КГБ батковците. Това ухажване пробуждаше циганското у Ахмет, след което той–тупайки се по гърди говореше за разпределяне на порции във властта. Тука е интересно да се анализира как А.Доган си спечели това „доверие“ на по големия брат и започна да разпределя порциите на тортата в Българската политика. Или казано по другояче как той си гарантира дългия застой на върха на политическата сцена. Турска лие „Турската“ партия ДПС След като бяха депортирани от страната всички потенциални политически опоненти на Доган, той започна чистка по места, което означаваше смазване и унищожаване на последните реални борци за правата и свободите на Турско–Мюслюманската общност в България. Беше заповядано „отгоре“ по местните организации в ръководните кадри на ДПС мнозинството абсюлютно да бъде осигурено и заето с личности от изпитаните и доверени кадри на ДС. В подбора на тези кадри достатъчен беше показателят „завербуван от ДС на едикоя си дата“. Това обаче не се знаеше от болшинството (електората), защото в онези времена все още не бяха отворени досиетата. Но самите те се знаеха и се познаваха много добре или по точно имаха общ пастир в лицето на ДС. Иначе не е възможен вариантът 90% от ръководството на ДПС –от кметове по населени места до народните представители да имат плюс по този показател (завербуван) лично или някой от родата по права линия. В този смисъл стягането на редиците не им отне много време, защото се видя, че потенциалът е много голям. Почти няма Турчин с образование, който да не е минал през ситото на ДС и да не е носил или доносничил. С така оформената върхушка на партията с ДС гръбнак въпроса се сведе до това как да се процедира или казано по точно как да се озапти редовия електорат. Опитните ДС елементи знаейки, че най–бързи резултати биха се получили въздействайки чрез най– святите чувства на хората – религиозната и етническа идентичност. И вед-


102

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

нага идва на помощ формулата с Недим Генжев и опонентните му главни мюфтии в ролите им на „добрия“ и „лошия“ полицай при завземането на мюфтийското ръководство. Оказа се обаче, че и Недим Генджев, и другия кандидат са били възпитаници на ДС, които са имали за цел не да проявяват религиозно лидерство на вярващите, а да се възползват и разпродават вакъфските имоти и да продължават да изпълняват асимилационните указания. Но по медиите, които се владееха от ДС в онези времена се пишеше и говореше само за Н.Генджев, понеже той беше нарочен да играе „лошия“ полицай. В озаптяването на електората много добре се използуваха провокационните методи, като показен в този смисъл можем да посочим случая с подпалването на Казанлъшката джамия. След този акт ДС стратезите анализират, че гласовете на ДПС в региона разрастват геометрично. И това поражда идея за намиране на нови формули, което на практика се изразява в сформирането на нова партия–плашило за Турците и Мюслюманите. В резултат с помощна сума от 1.600.000, (един милюн и шестотин хиляди лв.) дадена от ДПС през 2005 година се ражда новата партия на име АТАКА начело с Волен Сидеров, който също е с ДС минало. Сумата е фиксирана в докладната записка на покойния Ахмет Емин от 27.04.2005 година до Ахмет Доган, която записка вече е всеизвесна. Няколко свастики по улиците на Кърджали, нови нападения по джамии преди изборите, замерване на „изборните“ автобуси организирани от уж привържениците на АТАКА и урожаят е повече от очакваното. Още на първите избори в 2005 година ДПС покачва броя на своите народни представители от 21 през 2001 година на 34 народни представители през 2005 година. Каква наглост, какво безсрамие, каква подигравка и каква гавра със своите избиратели. Но това може да си каже само човек, който знае задкулисните игри на ДПС –ДС върхушката. Но повечето хора виждат или искат да виждат само това, което се разиграва на видимата политическа сцена. Липсата на знание и опит и непознаването на играчите–дяволи, наречени ДПС политици също могат да бъдат причини да се гледат на нещата от този ъгъл и да се отценяват положително. Тук е нужно да отворим една скоба и да поясним и позициите на изселническите организации в Турция. За съжаление така виждаха и продължават да са на същата гледна точка спрямо ДПС изселническите сдружения в Република Турция. С тази си близка позиция до ДПС те подвеждаха и подвеждат и политическите среди в Република Турция, с което допринесоха много за заздравяването на позициите на ДС върхушката в ръковод-


Makale ve Analizler - 2014

103

ството на ДПС. Така, че в подтискащата и смазващата политика на ДПС спрямо своите избиратели, в мизерстването на хората от смесените райони и в страха, който изпитват от властимащите си управници реален принос имат и изселническите организации в Република Турция. Те не можаха да подведат само министър председателя Реджеб Таййип ЕРДОГАН, който още на първата си официална среща с Ахмет Доган в София оттегли доверието си от него. Понеже е с опит в организационните работи и е с добър организаторски усет той веднага разбра, че Доаган е един фалшиф лидер, привидно Турчин призван да бъде пречка пред Турската и Мюслюманска общност в Република България. Като добър стратег и опитен политик той– реагира веднага и за кратко време успя да откопчи „най–ключовата“ фигура на партията – зам.председателя по организационните въпроси в лицето на Касим Дал. Тази му стратегия беше правилна от гледна точка на нормалните организации. Всяка нормална организация лишена от организатора си би трябвало да изживее една депресия или да преживее инфарктна ситуация. Понеже в ДПС всичко беше анормално и в „правозащитната“ организация конците бяха в ръцете на Доган и се дърпаха само и изключително от него с ДС–КГБ указания тук не се получиха такива разклащания. А Касим Дал реално беше един привиден зам.председател по организационните въпроси, доведен на този пост от Варна с пет лв. в джоба. Бъдейки послушен, покорен, услужлив подчинен и безприкословен изпълнител на „черните“ работи на партията, той успява тези пет лв. да ги направи петдесет, а може би и повече милиони. Грешката на Ердоган беше, че не беше опознал достатъчно Касим Дал или по–точно обкръжението или съветниците му по балканските въпроси го подведоха. И тази грешка се заплати много тежко и се отрази на резултатите на парламентарните избори през 2013 година в Р.България, като с тях замряха и последните надежди на опозиционно настроените сили против ДПС върхушката. Знаещите политиката на ДПС и познаващите Касим ДАЛ много добре знаеха, че той е привиден опозиционер. Ако той наистина беше настроен да действува против ДПС върхушката, от него се очакваше да организира всички опозиционно настроени организации и личности които открай време критикуваха и бяха против политиката на ДПС. Ако затворим скобата и продължим по хронологичния ред идва периода на управление на тройната коалиция. През този период на управление ДПС постига върха на своите постижения като политическа формация. При това управление ДПС има квота на няколко министерства, доста зам.Министерски кресла, обласни


104

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

управи, директори на стопанства и т.н. Но кой се възползува от тези постове–? Отговора е ясен– единствено и само заелите тези постове господа и тяхното близко обкръжение. А хората с чиито гласове са избрани и са призвани да се борят и извоюват техните права и свободи отново остават насаме с празните обещания на своите политици, мизерията, нищетата и страха от бъдещето. Като заздравиха политическите и икономическите си позиции господата управници–(ДС–ДПС върхушката) започнаха да всяват сред своите избиратели. Така, че всеки, който се осмели да критикува ДПС, обезателно бива наказван по някакъв начин–изгонване от работа на самия критикуващ, близък роднина и т.н. Този страх сред ДПС избирателите в никакъв случай не може да бъде сравняван даже и с тоталитарните БКП времена. Защото страхът сред хората днес е по голям от онези времена, защото днес това означава да ги оставят без работа и да ги обричат на глад, тормоз, гурбетлък, гавра с достойнството и т.н. След като си разчистиха редиците от неудобните за ДС каузата на ДПС фигури, дойде време тези опразнени места в партийните редици да се запълнят с добре „подготвени“ и лоялни ДС агенти. Такъв рядък екземляр се оказа агент Павел или по–точно Лютви Местан–бъдещият председател на ДПС. За да докажем, че в политиката на ДС комунистите няма случайни неща особено, когато в тематиката на въпроса са Турците. Ще се спрем на няколко изблици и деяния на самия Местан, които му отварят пътя към председателското кресло. За да се самодокаже как си „заслужи“ председателския пост, достатъчно е да се обърнем към неговото „блестящо“ минало. Пърбо се оказа че г–н Местан е завербуван агент на ДС с псевдоним Павел–безприкословно необходимо условие за да си вътре в играта и за да можеш да служиш на комунистически–ДС каузата на ДПС, което ще рече продължаване на асимилационния процес на Турците и Мюслюманите в България. Без да се издребняваме нека се спрем на други себеотрицателни, антитурско настроените му действия и постъпки. Тук ще цитираме един негов показно–демонстративен антитурски ход, с който той „заслужи“ и „затвърди“ мястото си на председателския пост. На 16.02.2011 година на заседание на народното събрание Волен Сидеров внася предложение „За осъждане на геноцида над Българите по време на Османската Империя“ и се взема решение за гласуване на това предложение. Видно от стенограмата на народното събрание от 16.02.2011 година и от публикацията във в–к Атака от 17.02.2011 видният


Makale ve Analizler - 2014

105

български филолог, привиден Турчин и Народен Представител от ДПС на име Лютви Местан гласува „за“ заедно с бъдещите си коалиционни партнюри от Атака. Който глас „ЗА“ означава, че Господин Местан е съгласен с предложението на АТАКА и поддържа мнението, че Османската Империя е извършила геноцид над Българите. Още по драматичното е, че той дава изявление в полза на вота си като допълва, че и други депутати биха гласували „за“, но се страхуват от една съседна нам държава касая Република Турция. След това деяние на видния „политик“ всеки нормален човек би се запитал „дали това чадо е засукало от майка туркиня“ или казано на исторически език, ако Паисий Хилендарски беше Турчин, то недвусмислено неговата извесна фраза би звучала така: „О неразумний, бесрамний и продажний юроде, поради что се срамиш да се речеш Турчин. Нима незнаеш, че Турците са имали голяма империя и богата култура“. Но тук проблема е ясен. Когато човек се просвещава само от ДС–комунистически източници, гледа на света като жабока от дъното на кладенеца. След всичко това, ако трябва да обобщим и оценим ДПС съдейки по неговите лидери, първият не владее Турския език, вторият владее, но не говори, а когато го говори, говори с български акцент, не е ли е редно да се запита човек „Турска ли е „Турската“ партия ДПС“? Или повече прилича на ДС–комунистически продукт заквасен с развалена „Турска“ мая–каква ирония на съдбата, Турските „лидери“ са туркофоби. Най– демонстративен показ и доказателство за Туркофобията и най–гнусната си подигравка със своите избиратели ДПС върхушката демонстрира гласувайки в Народното събрание за давност на наказанията по време на комунистическия тоталитарен режим включително и Възродителния процес като ги опростиха виновниците. С този си ход те много явно и безпардонно доказаха още веднъж своя ДС–Комунистически произход. Каква е каузата на ДС Върхушката на ДПС –асимилаторска или... Обобщавайки този катаклизмен за България 25 годишен период от така наречения преходен период към демокрация нека си зададем няколко риторични въпроса как ДПС е „демократизирал“ своя електорат. За какви техни права се е борил и какви свободи е извоювал. 1. Кой върна имената на Турците и Мюслюманите в България? Отговор: БКП (БСП) за да се самозапази и за да може да запази гражданския мир беше не само принуден но беше и длъжен да го направи. Но го направи по много позорен начин, като накараха хората да си подадат молби за да си възвърнат имената, а някои даже и чрез съд.


106

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Тук лидерите на ДПС, ако бяха достойни защитници на правата и свободите на своя електорат трябваше да настояват регистрите да бъдат занулени във вид от 1984 година за Турците и 1970 година за Помаците. Тъй като същите не се застъпиха за това 30 % от имената поради една или друга причина все още останаха невърнати. А получилите имената си граждани при справка на личната документация в общините или други държавни инстанции, леличката от другата страна на гишето все още се надвиква и вика „кажи си Българските имена“ – срам и позор за една Европейска страна като България, ако въобще е Европейска разбира се. „Възродителният процес“ уж се ненавижда даже се осъжда с решение на Народното Събрание, но той с цялата си тежест и нечовешки последствия все още тежи на гърба на потърпевщите Турци и Мюслюмани в България. Това със сигурност е Българският вариант или патент на демокрацията. И може ли да има по голям срам и позор за лидерите на ДПС, станали заможни богаташи с гласа на народа, ако и те са лидери въобще. 2. Какво направи ДПС за изучаването на майчиния език? Отговор: Абсюлютно нищо, даже се отиде много по– назад защото през 1992/93 година в почти всички училища в смесените райони се изучаваше майчиния език. От тогава насам никакви предложения не са внесени в Народното събрание относно регламентирането на изучаването на майчиния език. При това член 36 ал.2 от конституцията на Р.България е много ясен и категоричен в регламентирането и разрешаването на този проблем. Цели 25 години ръководството на ДПС с много немърливо отношение, обаче съвсем съзнателно успя да проточи този въпрос, който до ден днешен не е решен в полза на малцинствата така, че да могат да изучат майчиния си език в редовната учебна програма. Много се спекулира по този въпрос, че нямало желаещи да изучат майчиния си език. За тях отговора е много категоричен, а именно едно е да имаш право, а съвсем друго е да искаш да се възползваш от него. 3. Как стои въпроса с религиозното обучение на Мюслюманите в България? Отговор: Не е ясно дали въобще съществува някакъв регламент в полза на свободното реализиране на това обучение. Отново никакви действия от страна на ДПС ръководството за регламентирането на Ислямското обучение. Даже тук проблема е по–трагичен, понеже болшинството от ръководството са атеисти те не се и сещат, че съществува такъв проблем. Никакви действия не са предприемани относно стабилизирането на ръководството на главното Мюфтийство като основна ръководна институция на Мюслюманите в


Makale ve Analizler - 2014

107

България. Тук най–сигурното е, че Мюфтийството и главните Мюфтии винаги са били зависими от ДПС върхушката и най–болезненото е, че всички те имат подобно минало–агенти на ДС. Всички новопостроени джамии през този период са изключително с дарения на дарители без стотинка принос от Българката държавата или държавните институции, а да не говорим за помощи от „правозащитната“ партия наречена ДПС. 4. Как ДПС подходи към радиото и телевизията на Турски език? Отговор: Обсюлютно негативно, даже няма и един весник на Турски език. Срамен показател за безсрамниците от ДПС върхушката, призвани да бранят правата и свободите на Турците и Мюслюманите в България. Като няма весник за радио и телевизия няма какво да се говори, защото тук нещата са още по зле. През 90–те години деребеят от сараите се оправдаваше, че няма подготвени кадри владеещи добре Турския език, за да има радио и телевизия на Турски език. Но от 20 години има учащи и завършили студенти в Република Турция, които перфектно владеят Турски език повечето, от които не намериха никаква реализация след завръщането си в България. Явно проблема не е бил в кадрите, а просто в това, че ДС психиката на ДПС върхушката няма нагласата да мисли в тази насока. Да не говорим за културните центрове, за равиването на фолклорни дейности и етно–културни мероприятия, те просто са оставени в ръцете на мними патриоти, които с лични амбиции се мъчат да издокарат и създадат нещо. А партията пазителка на правата и свободите и пръста си не помръдва за тях, а да не говорим за материално подпомагане. Само за сравнение можеме да цитираме, че Република Турция не е член на Европейския Съвет, но по националната телевизия (ТRТ) има 24 часа програми на Кюрдски и Арабски езици, които програми изцяло са спонсорирани с държавни средства. 5. С какво ДПС помогна на своя електорат при осъществяването на поземлените реформи? Отговор: Почти нищо, никакви съвети, наставления, упътвания и т.н. в полза на правоимащия електорат. Поради което на места в смесените райони 60–70% от земята остана общинска или държавна собственост. Царят успя да си възвърне и храсталаците около Витоша от бащините си имоти, а Турците сиромаси не успяха да си въстановят ни земя, ни гора, ни мера. Тук е нужно обаче да отворим една скобичка и да отбележим, че от поземлените реформи добре се възползваха някои номенклатурни кадри на ДПС кликата, служители в местната власт–служители в общини, кметове на


108

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

населени места и т. н. в комбинация със служителите на поземлените комисии по места. Като същите успяха да припишат на свое име имотите на близки и живущи извън страната граждани, да правят заменки с „равностойни“ по категория земи. За това новосформиралата се ДПС номенклатура работи до откат на изборите и са верни на кликата от върхушката за да няма обрати и рокади във властта. Защото, ако загубят властта и при една коректна съдебна власт те са първите потенциални клиенти за раираните дрешки поради злоупотреба със служебното си положение. 6. Какво „рамо“ подаде ДПС на своите подопечени при приватизацията? Отговор: При приватизацията ДПС подаде на своя твърд електорат доста твърдо „рамо“. От получените приватизационни бонове или книжки, електората успя да види едно зелено тефтерче на тяхно име, в което бяха записани цифри с много нули отзад, които уж значеха много пари. С тях електората няколко нощи спа като съсобственик на голяма фабрика, демек фабрикант, работодател или патрон по новому дето се вика, защото под възглавницата стояха илюзионни големи пари. След това по указание от „горе“, демек агите от ДПС върхушката, същите книжки бяха предадени на приватизационни фондове назовани в онова време като „близки до ДПС“. И така сиромасите се сбогуваха с големите пари без да замирисат ни една банкнота от тях, с което замряха и илюзиите им за по богат и заможен живот. 7. Какво съпричастие имаше ДПС относно ликвидационните съвети? Отговор: Участието на ДПС в ликвидациите беше пълно. Като балансьор в Българския парламент и коалиционен партньор на повечето правителства от онези времена ДПС дейно участваше в изковаването на законите за ликвидацията на Селското стопанство в България. А реално тъй като на електората когото преставляваха основният му поминък беше селското стопанство, ДПС най–яросно трябваше да се противопостави на ликвидацията. Но уви, те със съратниците си БСП–ДС комунисти неуморно узаконяваха незаконните действия на ликвидаторите. В света сигурно няма друг пример, където гражданите му със закон да унищожат своите, родните произвеждащи селскостопански единици–кооперации, ТКЗС, АПК и т. н. Но за съжаление неуспорим исторически факт е, че ликвидаторите с ясно съзнание разпродадоха, присвоиха, раздадоха и наистина ус-


Makale ve Analizler - 2014

109

пяха да унищожат Българското Селско стопанство. Опустяха нивите, засъхнаха овощните градини, изпразниха се кошарите и фермите. С други думи Добруджата не е вече златна, няма я Долината на прасковите, Тракийската низина е лишена от своите сливи, ябълки и круши. Няма ги лозята в Старазагорско, Бургазко, Плевенско, Хасковско и други. За съжаление няма я Джебелската басма или по точно Родопския тютюн. За хората от смесените райони ликвидацията дефакто означаваше съкращаване или изгонване от работа, търсене на ново препитание далече в гурбетлъка или коренно решение на въпроса – изселване. Междувпрочем нали именно в това се състои ДС каузата на ДПС изгонване на национално будните Турци и продължаване на асимилацията на останалите с помоща на завербуваните Турци. Колко жертви отнесе диктатурата на пролетариата в България, наречен в последствие Тоталитарен режим И като заключение какво реално се осъществи през последния четвърт век от псевдодемократичния период от най–новата история на България. Тъй като в света няма случайни неща и явленията са причинно–следствени, нека завъртим лентата малко назад за да видим или си припомним как работеше комунистическата система. Начело на системата стоеше полуграмотен инстинктивно хитър, с бърз усет за ориентация в обстановката, съмняващ се във всичко, но за да прикрие това правещ се в същото време на весел и шегаджия човек. Произхождащ от бедно семейство, с бедно прекарано детсво като овчарче, със силна вяра в успеха на социализъма и комунизъма и плюс още други знайни и незнайни неземни качества които, му позволяваха и подпомагаха да държи конците цели тридесет и три години само и единствено в неговите си ръце. Поне за нас потърпевшите от „Възродителния“ процес друга истина за Тоталитарната система и диктатора не може да съществува, защото за всичко случило се по този процес а и за целия тоталитарен режим беше посочен като единсвеният човек –виновник, без разбира се да претърпи никакви наказания за тези си деяния. Каква „слънчева“ система – гаргите да му повярват, но такава е реалността за съжаление защото наказването на „Първия“ означаваше справедливост за „възродените“, демек Турците и Мюслюманите, кому беше нужно това. И така ако продължим да разнищим структурата на системата в низходяща линия ще видим, че по–долния етаж се заемаше от послушно и покорно обкръжение. Между впрочем когато се изгради една система и ако всяко посегателство, всяка грешка към нея се наказва или се заплаща с живот,


110

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

трудно биха се намерили смелчаци, които да се осмелят да рискуват живота си за да ѝ се противопоставят. Плюс това самата система е подхождала и действувала с доста имунно защитни прийоми, като много показно е смазвала и унищожавала тези смелчаци в лагери, затвори, заточения и т.н. за да не ги последват други нови опортионисти и съмишленици. По надолу в пирамидата се нареждаха безкомпромисните образовани кариеристи, готови да се откажат или продадат най–святите си човешки качества като националната идентичност, морала и т.н. само и само да могат да се доберат до някакъв кокал. Сред Турците този процес е известен повече като приемането им във Висшите учебни заведения без приемни изпити, поне така се знае от етническите Българи. Но знайно е, че цената на този прием беше отказ от етническата идентичност тоест „преждевременно доброволно възраждане“. Егоисти до мозъка на костите си и със силно развит инстинкт за самосъхранение те се възпитаваха и подготвяха като крайно предани на комунизма или социализма. Въоръжени с безкрайна власт и лишени от всякакви нормални човешки чувства и качества без абсюлютно никакво собствено мнение те бяха машата и проводника на уж комунистическите идеи. Дефакто това бяха партийните секретари по всички производтвени единици като заводи, фабрики, цехове, кооперации, учреждения, институции и т.н. Разбира се с най–голямо значение тук трябва да отметнем най–вече партийните структури и звена по махали, села, общини, окръзи и области, офицери в армията и МВР, отговарящи по политическата част и най–вече ръководният елит на службите на ДС–Държавна сигурност. В дъното на пирамидата на тази система стояха стотиците хиляди подръжници и преки изпълнители на системата в лицето на доносниците, които бяха пипалата на имунно защитната част на тази система. Тази армия се подбираше от неграмотници в пълния смисъл на думата, полуграмотни и що годе грамотни, които лишени от съвест изпълняваха безприкословно поставените задачи и заповеди, без да влагат в тях лично мнение и коментар тоест действаха като обсюлютни роботи. Към тях трябва да причислим и ограмотилите се или изучилите с „държавна“ помощ и завербувани след това за отблагодарност лица. Според степента на „образованост“, „заслугите“ и „връзките“ си те биваха настанявани на работа по населените си места като прислужници, пазачи, пъдари, звеноводи, помощници на бригадири и т.н. но все по скътани работи, така че спокойно да осъществят основните си задължения като доносници. Сублимния момент от цялата тази доносническа дейност беше как се усвояват и обработват всичките тези доноси, защото в тях се криеше съдбата на потенциалния „враг“, смазващият, подтискащият и унищожаващият ефект на системата. Горко на онзи гражданин получил етикет


Makale ve Analizler - 2014

111

„враг“ на държавата (разбирай системата) от някакъв си донос. Съдбата на един такъв гражданин се очертаваше по предварително инсцениран етапен ред–предварителна обработка в МВР, което ще рече бой до припадък от милиционери или ДС служители–биячи. За тези биячи се знаеше, че са подбрани от извън брачни деца, деца от разведени семейства, от бедни изнемогващи семейства отгледани и обучени в специални училища. Или това бяха деца лишени от бащина ласка и майчина обич и за това бяха лишени от всякаква милостивост и човечност. Според степента на поставената диагноза за „опасност към държавата“ гражданина биваше предаван на съда от там в затвори, лагери и т.н. за да го унищожат психологически докато накрая „обикне“ комунистическата система или морално и физически изтощен го отпращат в отвъдния свят. От така изградената и функционираща комунистическа система заживяла цели 45 години и унищожила стотици хиляди живот по лагери, затвори и заточения може ли да се очаква да останат граждани с нормална психика. Не е ли е по–нормално тази общност да се е превърнала в съвкупност от живи немислещи същества–роботи чакащи само команда „отгоре“ може ли от харод с такова минало да се очаква да излязат свободно мислещи, решителни граждани с инициативни и предприемачески чувства. С провеждането на възродителния процес през 1984–85 година комунистическата система си закла кокошката снасяща златни яйца, с което предначерта своя край. За четири години тя грохна най–напред икономически, след това политически и накрая всячески, като през ноември 1989 година с един партиен маньовър бе свален и самият Тодор Живков. След 45 години съществуване Т.Живков се оказа прав, че преди 1944 та година България е била на ръба на една голяма пропаст и след това е направила крачка напред. България през 1990 година се намираше на дъното на голяма икономическа пропаст, не беше прекарала война, нямаше природно бедсвие, но по магазините липсваха даже стоки от първа необходимост, хляб, брашно, олио, ориз, оцет, яйца, мляко и т.н. та даже и сол. От тази пропаст България тръгна към изграждане на нова по–модерна, по–демократична правова система, с надеждата за по–благоустроен и благоденствен живот. Пази боже сляпо да прогледа В началото на този преходен период може би най–често употрябяваната, най–много изписаната и най–много цитираната дума беше думата демокрация. В тази атмосфера се премина към едно многопартийно управление или вече имаше плурализъм дето се вика на политически език. Или казано с други


112

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

думи започна така наречения „преходен период“ към демокрация. Какъв преход какви пет лв бе човек би се запитал сега бай Хасан и бай Асен. Смени се името на партията, името на системата и хайде юруш към демокрацията. Каква заблуда сервирана от комунистите. Ако можем да си позлужим с една такава метафора –„може ли един пребоядисан Москвич да стане изведнъж Мерцедес? Да, вярно е и двете са коли и двете започват с буквата М но са коренно ралични машини. Толкова бяхме ошеметени и заблудени, че с нашата безгранична наивност бяхме склонни да повярваме, че пияният Руснак шофьор на Москвича след като бъде пребоядисан се насилвахме да се убеждаваме, че едва ли не и шофьора стана дисциплиниран Западноевропеец. Каква наивност, какво лековерие. Има ли пример по света, където да се е провела революция без да се е водила истинска борба за нея. Да вярно е,че сепремина към много партийно управление, създадоха се 160 и кусур партии и организации в началото на този период. Въпроса е кой ги основа и създаде тези партии. Да не би да са бай Хасан и бай Иван от с.Рупча. Да не би да очаквахме, че тези кадри, които активно поддържаха комунистическата система във всичките му нива, да се приориентират и да тръгнат да пасат патки, овце, крави и т.н. или пък да слезнат на нивата да орат. Да те се преорентираха, но не към завода, нивата или кошарата, а се трансформираха в новосформиралата се политическа и икономическа власт. Те вече бяха Народни представители, Министри, кметове на населени места, директори на заводи, приватизатори, ликвидатори, продавачи, раздавачи и присвоячи на държавните имущества. Колко от новосъздадените партии бяха некомунистически или на колко от тях в ръководствата им нямаше комунистически – ДС активисти. Най–блестящ пример в това отношение е ДПС. Кой днес не знае, че ДПС е продукт на ДС. Изхождайки от това по–уместно е тук да се зададе въпроса защо ДПС успя да се задържи толкова дълго на политическата сцена. Отговора е категоричен и ясен комунистическата система отново си изгради абсюлютно същите структури със същите си актьори и кадри, но с нови имена. Хората на системата от доносниците до върхушката пак си останаха на служба разпръснати по йерархиите на властта. Наказателните прийоми отново останаха в действие, но този път те са повече от икономическо естество–изгонване от работа и обричане на глад.


Makale ve Analizler - 2014

113

Само за по–вироглавите опоненти се налага да се прибягва до помоща на „дебелите вратове“, които се поддържат и са под закрилата на власт имащите. И нагоре по–познатата пирамида идват вече кметовете на общини народните преставители, Министрите, производните на кредитните милионери банкери, босовете на медии и с нищо не проблясващите и изглеждащи невинни персони от съдебната власт. Новосформиралата се аристокрация или олигархията които са или роднини или правоприемници на баш актьорите от ДС комунистическата номенклатура вече са новите фигуранти на политическата арена. Така, че с пълни основания можем да наречем този преходен период 1990–2014 години скрит нео комуно–капиталистически период с абсюлютно низходящи политически, икономически, социални и т.н. показатели. Дефакто лишените от всякакви човешки качества като морал, съвест, справедливост, милостивост и т.н. и изневерявайки дори на собствените си философски принципи като комунистическият идеал псевдо–комунистите и техните чеда реално днес са капиталистите на България. Материалните средства блага и парите за съжаление са се съсредоточени в ръцете на тази нео комуно– капиталистическа клика. И на практика се оказа, че България през 1990 та година е била пред една втора пропаст и е направила още една крачка напред както през 1944 та година, когато закрачиха дядовците а сега 1990 та година внуците принудиха България да направи тази крачка. За съжаление Бог неможа да спаси България от „прогледалите слепци“ От тук на сетне как би се измъкнала България от дъното на тези пропасти. В края на този 25 годишен преходен период от най–новата история на България политическата среда в България отново е в кризисна ситуация, отново се върнахме към яловите правителства и предсрочните избори. Вече в България не само политиците, но и обикновените граждани гласно си мислят и се питат „как би се измъкнала България от дъното на тези пропасти“. От друга страна знаейки реалностите гражданите още по– силно затъват в дълбок песимизъм и все по често се питат. С какво може да помогне на България новородилия се „бизнесмен“ с дебел врат, як като бик и почти толкова умен? Той с помощта на власт имащите комунисти е успял да приватизира няколко завода, разпродал всичко налично държавно в него и оставил сградите да пустеят и саморазрушат.


114

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Къде са истинските Бизнесмени производители–работодатели, имали ги въобще в България. С какво може да помогне на България „политик“ като Волен Сидеров? Какъв му е е капацитетът на интелигентност. Доколко той може да защити имиджа на България на международни форуми, пред световната общественост въобще. Какви други „висши качества“ притежава той освен ругатните, псувните и злословията против Република Турция, Турците и Мюслюманите. Как биха спасили България от тази ситуация политическите матрушки Лютви Местан, Янаки Стоилов, Станимир Станишев, Пламен Орешарски, Георги Първанов, алкохолика от сараите и т.н. Колко жалки изглеждаха господата в кризата с предлагането на Дилян Пеевски за шеф на ДАНС. Те не посмяха да изричат кой пръв е назовал това име и кой въобще го е предложил. А да не говорим за господин Орешарски заемащ поста Министър Председател на Република България, който се държеше като „прасе у кукуруз“ пред журналистите и безпомощно върволеше глупости с пълни противоречия относно тази кандидатура. В тази суматоха някой политик – матруга даже се изръси като каза, че Господин Пеевски може да се е самопредложил. Резултатите от изборите на12.05.2013 и съставеното правителство показаха, че политическият морал в България се е приравнил на нула. Коалицията в която участват ДПС и АТАКА показва до къде е стигнала нравствената деградация при тези хора или казано направо тя е ударила дъното. С неограниченото си безочие, лишените от чувството за срам Господа наистина са се ослепили от алчността непременно да останат на власт. Те са загубили своя характер, ако въобще са го имали разбира се. За съжаление това е действителността от крайната политическата картина на България, от която не може да се избяга колкото и страшна да изглежда тя. Ако отворим ежедневниците или визуалните медии месеци наред можем да прочетем и видим само „новини“ за кражби, изнасилства, убийства, катострофи, обири на къщи и апартаманти, побоища и изнудвания и т.н. по които показатели България сигурно е доста напред в световната ранглиста на глава от населението. Бума в предлагането на жива плът, което е неизменно явление в ежедневието през последните години е много яростен показател за икономическата нищета, мизерия и безпомощност на гражданите в една страна. Евтиния алкохол сигурно помага за „забравяне на мъките в пиянство“, но от друга


Makale ve Analizler - 2014

115

страна поттиква към всички онези негативни прояви снижаващи стандарта на живота. Къде е рецептата за спасение на България? През този преходен нео комуно–капиталистически период, Българският народ един път си обвърза надеждите с Царя, който за 800 дни щеше да оправи България и да я нареди сред Европейските държави. Приемайки щафетата от Господин Иван Костов той прибегна и до Божията помощ, но самият той се оказа голямо трупче или препъни камък пред Божията помощ продавайки народните интереси заради собствените. Така че вече Българският народ наред с Божията помощ трябва да вярва и в собствените си сили за да се измъкне от дъното на двойната комунистическа пропаст. За това този път или още на следващите избори Българският народ трябва да обвързва надеждите си в един млад лидер с чисто некомунистическо минало за Министър Председател. Млад, енергичен, смел, решителен и с чувство за справедливост главен прокурор, в екип с млади неопетнени и некорумпирани съдии–патриоти. Тези млади патриоти трябва да очистят политическата, икономическата, медийната, съдебната и пр. власти от вируса на комунистическата паплач. Да потърсят сметка и накажат приватозаторите, ликвидаторите, политиците унищожители на България. Веднъж за винаги България трябва да се очисти от комунистическото си минало като въдворителите на тоталитарния режим със своите лагери, затвори и заточения достигнал кулминацията си с „възродителния“ процес трябва да бъдат поставени на подсъдимата скамейка. Това трябва да се прави с цел в България никога вече да не се извършват престъпления влизащи в категория „престъпления против човечеството“. Всичко държавно разграбено от нео комуно–капиталистите трябва да се върне на истинския собственик–народа. Тази политическа ситуация в България може единствено да се характеризира като „опиране на ножа до кокала“. Именно такава ситуация може да накара всяко живо същество да реагира рефлексивно за да се самосъхрани. Най–искрено вярваме че на следващите избори Българският народ ще реагира наистина рефлексивно и ще затрие всичко комунистическо като ги зарови в гроба на историята завинаги. Най–искрено вярваме че Българският народ ще съумее да стъпи здраво на своите крака правейки правилен избор и само така ще може да спаси България. Нека Бог да пази България


116

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Eylül - Ayı Yazıları Sen Çöp Bile Olamazsın - 5

Seyhan Özgür-02.Eylül.2014

Temmuz ve Ağustos ayında yayınlanan “Sen Çöp Bile Olamazsın” dizi yazılarımdan sonra, Hak ve Özgürlükler partisi HÖH kurucularından, eski Genel Başkan Yardımcısı ve şimdiki Şeref ve Özgürlük Partisi ŞÖP lideri Kasım Dal, Türk basınına verdiği son demecinde şunu itiraf etti: “HÖH yönetiminin Türklükle hiçbir alakası yok. Onlar Türklüğe karşı eğitilmişler. İç yüzlerini gördükten sonra çöplüklerin arasında nasıl kalabilirdim ki!” Bu satırları seçip de buraya eklememin nedeni, “ileri gitmediniz mi?” diye sitem edenlere cevabımızdır. Ne yazık ki, Kasım Dal demecinde, ana soruna yani Hainlik konusuna değinmiyor. Bize yaptıkları en büyük kötülük Hainlik. Gelişmeleri izleyen okurlarım, “Hainliğin” nasıl bir iş olduğunu, Bulgaristan Türkleri ile ilgili hangi biçim ve boyutlarda baş gösterdiğini daha derin, her yönlü, geniş kapsamlı ve kıyaslamalı yazmamı rica ediyorlar. Onlar, baş hain ile yardımcı hainleri, yalaka hainleri tek tek bilmek, hatta resimlerini yayınlamamızı ısrar ediyorlar. Bu arada bazı okurların hainleri ne kadar anlatırsanız o kadar halkça tutulmalarına hizmet ediyorsunuz, kirli işler iyi niyetlerimize karıştıkça, su bulanıyor. İstemesek de, hainlik değirmenine su taşımız oluyoruz, diye yazmışlar. Hele seçim öngünlerinde isimlerini ağza alanlar onlara reklâm yapmış oluyor, bu yüzden tepki göstermiyorlar. Diye yazanlar da var. Yazıların hepsinde Bulgaristan Türkleri ve Müslümanlarının öz davasına en büyük hainliği yapan kişinin baş hain Ahmet Doğan olduğunu onaylıyor. Hainliğinin tüm ayrıntılarının ortaya konması, yeni kuşağı uyanık eğitmek açısında, şeffaf bir ortam yaratılması için yararlı olduğu görüşüyse hakim durumda. nda duruma getirilmesinde ısrar ediyorlar. Bu konuda kitap basılması gereğine işaret edenler var. Direniş ruhuyla yaşayanlar hainin en güçlü projektör ışığına çekilmesinde ayak diriyorlar. Dizimin ilk üç bölümü toplanıp sesle okuyanlar: “Akan sular durdu!” demişler.


Makale ve Analizler - 2014

117

Gelgelelim bizim ülkemizde “hainleri” övenler de az değil. Artık rahmetli olan Prof. İbrahim Tatarlı, (HÖH eski milletvekili) kitaplarında hainlerin hainliklerine dokunmadan “kahramanlıklarını” anlata anlata bitiremedi. Hem Bulgarca hem de Türkçe yan yana, bir arada, ayrı ayrı yazdı, HÖH parasıyla bastı ve parasız dağıttı. Hedefi hainlerden kahraman yapmaktı. İnananlar oldu. Önemli olan sular akarken durulur. Tatarlı, 80 yıllık yaşamının ana yapıtı olan “Bulgaristan’da Türk Kültürünün Problemleri” kitabında olayları bile bile ters anlattı. Konuya girelim: Bir toplumda olabilecek en aşağılık yaratık, haindir. Bir insanın taraf değiştirmesi, soyunu, yakınlarını, komşularını, etnik topluluğunu en ağır döneminde satması, akıl fikir alacak bir kötülük değildir. Doğal olarak ezilen azınlıkta yer alırken ezenlerden yana çıkmak af edilir bir suç değildir. 1980’lerde amansız ezilen Türk ve Müslüman azınlığa sırt dönüp zülüm eden totaliter rejimine ihbarcılığı seçmek aklanmaz yüz karasıdır. Hainliğin af edilir bir yanı yoktur. Bu iğrençlik halkımızda her zaman nefret uyandırmıştır. Bulgaristan’da Hain dendiğinde ilk akla gelen HÖH Partisi sözde “kurucusu”, “lideri” şimdiki ve “fahri başkanı” Ahmet Doğan akla gelir. Doğan dendiğinde Baş Hain akla gelir. Bulgarlarsa Ahmet Doğan dendiğinde Mafya Şefi anlıyor. Tarihte hainliğin cezası iptir, kütüktür, ölümdür. Halkıma ölümcül darbe indiren Büyük Hainlik fiilen 1985’te başlamıştır. Daha önce de insanlarımızı gammazlamış, arkadaşlarını jurnallemiş olan Büyük Hain - Doğan hakkında arkadaşı Kasım Dal şöyle diyor: “Dosyaları okuyunca gördüm ki, Ahmet Doğan Türklere karşı eğitilmiş, Türklerin asimile olması için, Bulgaristan’da bir tek Türk kalmasın diye eğitilmiş. Komünist partisinin yaptığını biz ne yazık ki Ahmet Doğan’la yapmışız.” Kaimin söylemediği ve yapmadığı ise şudur: Düşman zaman zaman saygı uyandırabilir, ama hain daima mahkûm edilir. Ahmet Doğan yaşıyor. Rahatı da yerinde! Bunu nasıl mı anlayalım? Sultan Abdül Hamid 93 Harbinde (Plevne Savaşı) Osmanlı’yı İngilizlere ihbar eden Başbakan Mithat Paşayı ölüm boyu sürgün etmiştir. Biz Ahmet Doğan’ı ne sürgün ne de hapis edebiliriz, çünkü onu kullananlar bugün Bulgaristan’da hakim durumdadır. Demokratikleşmemiş bir Bulgaristan’da totaliter düzen ajanlarını yargılamak ne yazık ki, hala mümkün değil. Çünkü totalitarizm uzantıları ile Türklere karşı hainlik edenlerin menfaatleri bugün de örtüşüyor, birbirlerini kolluyorlar, görüyorsunuz Türk yiğitlerden “sen benim babamı öldürtürsün ha!” sesleri yükselmeye başlayınca, Doğan özel korumaya alındı. Yaptığı hainliğin değeri o kadar yüksek ki, devlet ona koruma verdi, sarayda yaşatıyor, kılına dokunul-


118

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

masına fırsat tanımıyor. Oysa genel kurala göre hainler köpeklere atılır. Besbelli bir bildikleri var. Dünya yargı sisteminde en ağır ceza ve en aşağı mevki halkına ihanet edenlere ayrılmıştır. Haine itibar edilmez! Halkımız bu yüzden geleneklerimize bağlı kalarak Ahmet Doğan ve çetesinden yüz çevirmiş ve kesin itibar etmez duruma gelmiştir. Alınan konum açıktır. Bulgaristan Türklerinin hainlerle işi olmaz! Çünkü hain bir de öbür tarafın kullandığı adam anlamına gelir ki, bunun zaman aşımı yoktur. Hain ömür boyu haindir. Ahmet Doğan hainliğini yöneten mantıkta önemli olan yaşanan andır. Hainlik an meselesidir. Sonradan hainlik olmaz. “İş işten geçti” sözü tam bunu yansıtır. İş işten geçer, zaman gelir, bizdeki ajan ve hain dosyaların açıldığı gibi, su çekildikten, balıklar kaçtıktan sonra balığa gidilir. Şu bir gerçektir, haini emrinde bulunduran taraf, örneğim gizli servis DS, istediği an hainin faturasını kesebilir, onu köpeklere atabilir. Ahmet Doğan’ın 10 ciltlik dosyası açıldı, balonu patlatıldı, leş avcılarına atıldı, fakat kendisi korundu. Bunun iki sebebi olabilir ya hizmetleri çok büyüktür ya da ondan beklenen yeni hainlikler vardır. Üçüncü bir şık da hainlikler sistemi ile bir birey olan hainin birbirine kopmaz biçimde kaynaşmış olmasıdır. Bu durumların üçü de hainin kurbanlarına yeni kötülükler etmeye hazır tutulduğu anlamına gelir. Daha somut analiz etmemi isterseniz, şöyle bir durum da var. Bir tek hain kişiyi gün ışığına çıkarmakla, aynı hainliği onunla birlikte ortak yapan bir grubun maskesini indirmek farklı şeylerdir. Dosyalar açılmadan 18’den 12-sinin hain olduğunu öğrenebilmek imkansızdı. Çünkü çok önemli olan bir özellik, Hain kendisini kurtarmak için öteki hainleri yani arkadaşlarını kurban edebilir, ama resmen açıklayamaz. Bulgaristan’da, 1985’te gizli polisin bilgisiyle Varna’da Bulgaristan Türk Milli Kurtuluş Hareketi kurulması aralarında 12’si ajan olan 18 kişinin işidir. Bu 12 kişi değişik kanallardan aynı gizli polis “DS” merkezine bağlıdır. Olabilir ki, onlardan bazıları milliyetçi dalganın yükselmesini bir serüven kabul edip kenarda kalmayayım niyetiyle ne kadar tehlikeli bir tuza düşürüldüklerinin bilincine varmış olmaya bilirler. Bu onları af etmez, aklamaz, şereflendirmez. Olaya bir de şöyle bakalım. Bu 12 ajan, hepsi gizli polise bağlı çalışmış olsalar da, deyelim ki, 1985’te Türk halkına yapılan zulme kişisel nedenlerle dayanamadı. Türklükleri, anıları, zekâları isyan etti, bilinç kararması yaşadılar. Yürekleri döndü ve önce ne olursa olsun cesaretiyle gizli Bulgar polisine (DS’ye) gizlice ihanet etmeye karar verdiler. Halkı direnişe örgütleme, direniş yolunu birlikte yürüme, gönüllere kıvılcım saçma, yeni kaderi paylaşmayı isteyerek seçtiler. İlk bakışta sanki bunların hepsi “kahraman!” Bizim mantığımızda “zararın neresinden dönersen...”, var ya, işte bu noktadayız şimdi. Öyle ama bu 12 kişi-


Makale ve Analizler - 2014

119

nin hepsi o an bir defa kesin fahişedir. Boyuna ve soyuna ihanet etmeyi kabullenmiştir. Onlar Türlüğe hainliği önceden kabullenmiştir. 1985 ortamında, kendi en yakınlarına en sevdiklerine karşı da şiddet içeren devlet politikasına içten içe tepki gösterip kendileri büyük “hizmetlerde bulunmuş olmalarına” rağmen isimlerini bile koruyamadıklarından hiç birinin içi içine sığmadığından, devlet politikasına karşı çıkmayı, hatta başkaldırmayı adaletli görmüş olabilirler. Fakat kızlık diktirmekle kız olunmaz! Bu işin hainlik olduğu işte bu kabukta gizlidir. 12 hainden hiç biri bugüne kadar halkımızla, verilen kurbanların aziz anısı önünde yüreğini açıp içini dökmedi. Dökemezler çünkü hepsi daha 1985/86’da (aklınızı başınıza devşirin) manasında yargılandı. Siz gerekli eğitim ve dersi almamışsınız, girin hapishaneye de “eğitime devam edelim” sitemine itiraz etmeden pisi pisi koğuşlara girdiler. Siz zannetmeyiniz ki, Ahmet Doğan’la Necmettin Hak Pazarcık cezaevinde kaldıkları sürede birbirlerine “biz ne yaptık be!” diyebildiler. Merhabaları bile yoktu. Hainlik kalın enseli kurt işidir. Kurtlar birbirini boğazlamaz. Birbirini koklamadan ayrılıp uzaklaşırlar. Bir daha da görüşmezler. Hainler zamanlar değiştiğinde birbirlerinin yakasına yapışmazlar. Halk adına kimseye hesap sormadılar. Çünkü bu hesabı önce kendileri vermelidir. İnsanın en büyük hesaplaşması kendisiyledir. Hainlerde bu bilinç yoktur. Kendilerinden hesap soracak vicdan da yoktur. Onlar gizli polisle bağlandıkları an halktan kopar, halk adına konuşma hakkını ebediyen yitirirler. Bu bütün dünyada böyleyken, bizimkilerin bir de 25 yıl “liderlik” taslaması, halkın başına bir sürü yeni belalar açması akıl ermez bir mucizedir. Bugün oynanan yalnız sahne oyunudur. Bayramdan bayrama ayıp olmasın diye cemaat önünde bayramlaşmadır.

Barış Günü

Ertaç Çakır-02.Eylül.2014

Savaşı yaşamayanlar barışın ne olduğunu ve değerini bilemezler. Bu, sarımsak yemeyenlerin sarımsak kokusu, soğan yemeyenlerin soğan kokusu bilmedikleri gibi bir şeydir. Dünya Barış Günü’nde, Hitlerci Almanya’nın Polonya’ya karşı 1 Eylül 1940’ta başlayan barbarca saldırısı, bir daha yinelemesin diye anılır. O gün İkinci Dünya Savaşı’nın başladığı, karanlığın çöktüğü gündür! Barışseverlerin umudu yaşatmaya her yıl yeni bir şans istedikleri anma günüdür!Bizde


120

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

savaş dendiğinde Balkan Savaşı akla gelir. Gözlerimizde tek bacaklı dedelerimiz canlanır. İkinci Dünya Savaşında “Makas Tüneli”nden kafaları pansumanlı, kolları boynuna asılmış çıkan Alman askerlerini hatırlarız. Tutrakan Şehitliğinde yatan Bulgarve Türk erlerin alt alda yazılmış isimlerini okuruz. Ötesi film, kitap, tarih dersidir.Savaşlardan sonra yenilgi anıtı dikilmez. Tüm anıtlar Zafer Anıtı! Zaferin büyü küçüğü olmaz, büyük ve küçük olan anıtlardır. Berlin Zafer Anıtı! Bir Sovyet Askeri kucağında bir kız çocuğu. Moskova Zafer Anıtı “yaldız içinde yanan sönmez ateş!” Bulgarlarda Zafer Anıtı yok. Altın kubbeli kiliseler var. Bu millet savaşlarda sancak bırakmamış, çarpışmaları hep kazanmış ama savaş kazanamamıştır. İkinci Dünya Savaşı’nın son aşamasında İngiliz ve Amerikan uçakları Bulgaristan’ı bombaladı. Kör bombanın biri Sofya Büyük Cami Minaresinin şerefesini vurdu. Ardından minare yıkıldı. Cami Tarih Müzesi oldu. İçini gezenlere rehber cami olduğunu ve minaresinin talihsizliğini anlatmıyor. Hitler faşistlerini kovalayanlara katılan Bulgar asker kıtalarında Pomak ve Çingeneler de vardı. Gotse Delçev’li (Nevrekop) Koca Ali savaşta Bulgarin ne kadar madalya ve nişanı varsa hepsine laik gönülmüş. Avrupa’ya gidip gelirken vize yerine madalyalarını gösteriyordu. Bu numara ancak Macaristan başkenti Budapeşte’ye kadar geçiyordu. Bulgar askerleri daha ileri gidememiştir.Bir defasında Koca Ali’ye “hayatta hangi isteğin gerçekleşmedi?” diye sormuşlar. Cevabı şu olmuş: “Beynimi yıkamalarını istedim, yıkamadılar!”, “Beyninle zorun nedir?” deyene de... “Gözlerimin önünde pek çok arkadaşım telef oldu, parçalandı, sakatlandı, korku yaşadım ve bunlardan kurtulmam için beynimi yıkatmak istemiştim!” dedi.İkinci Dünya Savaşının derin izleri bugün de kanıyor. Kırıma, Ukrayna’ya bakınız... İnsanlar aynı dehşeti bir daha yaşamamak için teslim olmaya hemen razılar... Devletlerin öremediği barış demetlerini sivil toplum örgütleri derleyecek. Batış her birimize hava ve su kadar gereklidir. Barış olmayan her yerde insanlar korku içinde yaşıyor. Korkunun barışa yenildiği gün Dünya Barışı’nın Zafer Günü olacaktır. Kimilerine göre 40, başkalarına göre ise 60 milyon insanın hayatını kaybettiği İkinci Dünya Savaşı’nda Avrupa yerle bir olmuştur. Yaraların sarılıp, öfke ve kinin aşılması bakımından eski kıtanın son 69 yılda kat ettiği yol çok uzundur. Daha 1950’lerde başlayan Avrupa’da savaş ruhunu yenip dostluklar, kardeşlikler, yardımlaşma ve birlikte yaşama raylarına geçme kolay olmadı. “Soğuk Savaş” dönemi halklar arasında yakınlaşma, işbirliği ve ekonomik olarak bütünleşme emellerine 1990’lara kadar uzanamadı. Birbirinden çok uzaklaşan Doğu ile Batı dünyası arasına eski kıtanın anakentinde Berlin Duvarı çekildi.


Makale ve Analizler - 2014

121

Duvar yıkılmadan barış şafağı sökmedi. Doğunun füzeleri Batı anakentlerini, Batının füzeleri de Doğu’nun köy ve kasabalarını bir anda yok etmeye konuşlanmış bir kıtada barış bir serçe kadar çaresiz ve zayıftı. Ne yazık ki Avrupa kıtasına bir Barış Ormanı dikilemedi. Şairlerin derlediği Barış Destanları hala bir çiçek kadar nazik, her sabah gün ışığı ve her akşam serinleticisu bekliyor. Bir gün devamlı barış umutlarımız ilk rüzgârda dökülen akağaç yaprakları gibi yeşil çimenlere yaslanacağından korkuyorum. Bu yıl da Dünya Barış Günü rüzgârı her yerde esmedi. Örneğin vatanımız Bulgaristan’da biz 100 yıldan beri etnik barış için savaşım veriyoruz. Bizde etnik barış anıtı da yok. Bugün Suriye ve Türkiye sınırında el ele tutunan kadın ve erkekler Barış Zinciri ördüler. Diyarbakırlı Kürk kardeşlerimiz Barış Şarkılarını İzmir’de söylediler. İstanbul Beşiktaş Belediye Başkanı Haznedaroğlu Van Gölü’nde Barış Horonu tepti. Barış ancak her yerde ve her şeyde yaşadıkça Dünya Barışı olacak. Çok yakında Türkiye’nin dört bir yanında Balkanlarda asırlık çınarlar aynı anda Barış Çiçekleri açacak. Barış Rüzgarları, Barış Şarkıları seslendirecek. Dünya Barış Gününüz kutlu olsun.

Bulgaristan Türkleri Arınıyor

Şakir Arslantaş-02.Eylül.2014

Şükür Yaratana, şu günleri gördük. Bulgaristan Türk ve Müslümanları “DS” ajanlarından, hainlerden arınmaya başladı. 1990 yılından beri ilk kez olmak üzere baş jurnalci, baş hain ve “saray” kurdu, HÖH - DPS “fahri” başkanı 43. meclise aday gösterilmedi. Hepimizin gözü aydın!. Haberi alır almaz bazı köylerde kurban kesmişler. Allah kabul etsin! İnşallah gelişmeler hayırlara vesiledir. Bu kararlı gidiş (prosesin, sürecin) ilk fiili adımı 18 Ocak 2013 sabahı genç Oktay Yenimehmedov’un kendini yeri doldurulmaz lider zanneden Ahmet Doğan’a Sofya’da Ulusal Kültür Sarayı (NDK) 9. salonunda tabanca çekmesi ve onu kürsüden çöp torbası gibi savurup atmasıyla başladı. Genç Oktay halk davamızın adalet basamaklarından çıkmaya devam ediyor. Sofya İstinaf Mahkemesi’nde (apalativen sıd) davaları kazandı, aklandı ve serbest bırakıldı. Burgas ili Türk belediye ve muhtarlıklarından 1000 Türk ve Müslüman’ın gö-


122

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

nüllü attığı imzalarla 5 Ekim 2014 seçimlerinde Bağımsız Milleyvekili Adayı gösterildi. Halkımızın adalet, hak ve özgürlük davası bayrağı dalgalanmaya devam ediyor. Onu aday gösterenler Ruen, Zayçar, Planinitsa ve Lülekovo köyleri, Karnobat ve Ayros ile Sungurları sakinleridir. Koca Balkan’ın Türklük etekleri Sofya Parlamentosuna biri eski milletvekili Hüseyin Hafızov ve ötekisi de Oktay Yenimehmedov olmak üzere, iki genç ve mert aydınımızı gönderme kararlılığı içinde, seçim hazırlığı görüyor. Burgas köylerinde seçim havası olumludur. Oktay Yenimehmedov’un milletvekili seçilmesi bir kişinin yerine başka birinin seçilmesi, bir Türkün başka bir Türkü değiştirmesi anlamına gelmez. Sizin de gözlediğinize göre geçen dönem Bulgar parlamentosu “ölü canlılarla, dokunulmazlık statüsü ardına gizlenerek savcılıktan, sorgudan, yargıdan” kaçan kişilerle doluydu. 13 ay yani bir yıl bir ay görev yapan 42. halk meclisinde toplam söylenen 36 bin 600 söz arasında en fazla kullanılan “burada” ya da “yok” sözleri oldu. Milletvekilleri sanki hapishane yoklamasına hazırlık talimi görüyordu. En fazla tartışılan konu “Seçim Yasası” olurken, bu kanunda esas değişiklik yapılamadı. Bütün süre boyunca konuşulmayan konularsa: “Türk öğrencilere ana dilde zorunlu eğitim verilmesi,” etnik Türk vatandaşların özgün kültürlerini geliştirme olanakları yaratılması, ülkede bir Türk yayın evi açılması, Türkçe kitap basılması, bir günlük gazete ve haftalık dergi çıkarılması vs. Türk çocukların ana dilde eğitim veren anaokulları isteği de dile getirilmedi. Kürsü konuşmalarında “Müslüman kültürü, İslam dini, cami, hak ve özgürlük davamıza damarımdaki son damla kan akana kadar devam edeceğim” sözlerini ise, yalnız ve sadece Burgas milletvekili Hüseyin Hafız kullanmıştır. Bu anlamda olmak üzere, biz Burgas ilinde, belediye merkezlerinde ve köylerde yapılan seçim görüşmelerinde halkın güncel ve uzun vadeli, yakın süreli ve stratejik önem taşıyan sorunlarının birlikte tartışılmasından, görüşülmesinde ve ortak bir dava olarak kalıcı çözüm için Meclise taşınmasından yanayız. Davamız birdir ortaktır, uzun sürelidir ama hedefleri açık ve aydındır. Yerli Bulgar halkıyla bölüşemediğimiz lokma yoktur. Tarihdaşlık ve vatandaşlık temelinde özgürlük hamlelerimize sarsılmaz temelidir. Koca Balkan dağ köyleri, Karadeniz esintili yamaçlar Türklük ve Müslümanlık yuvası ve kalesidir. Kahramanlarımızın anıt çeşmeleri bu diyarda akıyor. Anma törenleri ile seçim mitingleri beraber yapılırken Türklüğümüzü yaşatma, dinimize bağlılık, halkın ekmek yolunu kolaylaştırma, gelecek kuşakları Türklükle çelenkleşmiş Vatanda birlik ve beraberlik azmi Mevlit dualarında yankılanıyor. Ancak bu seçim Hak ve Özgürlükler partisinin ajanlardan ve hainlerden arınması, farklı bir yapının oluşturulması, öz davamızın, adalet, hak ve özgürlük


Makale ve Analizler - 2014

123

kavgamızın omurgasından, Türklüğümüzün köklerinden genç ve aydın, insanımızın arasından gelen ve gönlüne yatmış kadrolara oy vermemiz çok büyük önem kazandı. Bu yolda kararlı ve birlikte hareket etmemiz, bizden olanla bizden olmayanı birbirinden arınmamız, bizden olan kadrolara yol vermemiz, onları seçmemiz, meclise göndermemiz biz Bulgaristan Türklerini içinde bulunduğumuz kara delikten çıkaracaktır. Dava halkımızın öz davasıdır, seçimler elimizdeki ilk işe yarar demokratik aracımızdır. Silistre’de seçeneksiz yüzleşme: Varna’ya bağlı Drındar köyü nüfusundan olan Kasım Dal ile Ruşen Rıza Silistre’den iki farklı partiden liste başı milletvekili adayı yarışına girdi. Kasım Dal HÖH Partisi Başkan Yardımcısı görevinde bulunduğu yıllarda zaten 3 defa milletvekili seçilmişti. Halkımıza yararlı herhangi bir iş yaptığını gösterebilmek mümkün değildir. Bu defa Varna ili Türklerine söyleyecek sözü olmadığından olacak ki, Reformcu Blok partisinden Silistre milletvekili aday listesinde birinci oldu. Bulgarların ana taktiklerinden biri Türkleri birbirine kırdırmaktır. Halkımız 25 yıl hain-ajan Ahmet Doğan zulmü yaşadı. Bu zulmün uygulanmasında 5 yıl öncesine kadar HÖH örgüt sekreteri ve başkan yardımcısı sıfatıyla, vaat edip hiçbir şey yapmama taktiklerinde başrolde olan Kasım Dal’dı. Silistreli eski milletvekilleri Dr. Nihat Tabakov ile S. Sever Kasım Dal döneminde savcılığa düştü. Dr. Tabakov Varna hapishanesindedir. Hiçbir zaman hiçbir kimseye yararı dokunmamış olan Kasım Dal Bulgaristan Türklüğüne yapışmış bir kene gibidir. “Presa” gazetesinin yazdığı üzere, Kasım Dal’ın Türkiye iş adamlarıyla gizli görüşmeleri hakkında ayrıntılı bilgileri köydeşi Ahmet Doğan’a vermediği için araları açılmıştır. Kasım Dal, kendi itiraflarına göre, köydeşinin gizli polis “DS” ajanı olduğunu daha 1991’de biliyordu. 1985’te ikisinin kurduğu Bulgaristan Türkleri Milli Kurtuluş Hareketinde 18 kurucudan 12’sinin polis ajanı olduğunu da bildiğini kendisi itiraf etti. Yargılanan ve hapisten çıktıktan sonra 10 Ocak 1990’da Varna şehrinde HÖH partisinin kuruluş toplantısında ajanların başı ve hain olduğunu bildiği Ahmet Doğan’ın yanında yer aldı, onun sayesinde partide kariyer yaptı, politik alana girdi. 25 yıl birlikteydiler. Kasım Dal’ın son dönem tavırları, gazete sayfalarından taşıyor. HÖH Genel Başkan’ı Lütfü Mestan’a suikast planları üstüne gizli polis ve İçişleri Bakanlığı haber alınca 8 ay gece gündüz izlendiği ve dinlendiği açıklandı. İşte böyle bir ortamda, bu defa ne süt içmiş ne de süt yemiş Kasım Dal ile 1986 yılında Ahmet Doğan tarafından gizli polise jurnallenen Ruşen Rıza, iki köydeş, iki komşu çocuğu, hemşerilerinin yüzüne bakacak durumda olmayan iki partili, boy ve güç ölçmek için komşu illerden Silistre meydanlarına çıkıyor. Unutmasınlar Silistreliler Bulgaristan Türklüğüne çok önemli kadrolar vermiş, derin kökleri olan kültür geleneklerimizi yaşata gelmiş, her zaman davamıza bağlı


124

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

kalıp mücadele bayrağımızı yükseklerde dalgalandırmıştır. 1964’te Todor Jivkov okullarımızı, liselerimizi, din eğitim merkezlerimizi, kültür ocaklarımızı kapatmaya kalktığında “ben bu işte yokum!” deyip Sofya’yı terk eden BKP Merkez Komitesi üyesi Ali Rafiev Silistrelidir. 1989 Mayıs Ayaklanmasını ulusal çapta örgütleyen av. Salih Başaran Silistrelidir. Tuna boyu Türklüğümüz mert, cesur, derin sabırlı ve çok kararlıdır. Hainlere yamaklık eden “Drındar” gençlerinden her ikisine de oy vereceklerine inanmıyorum. Bizim davamız çok kurban aldı, çok can yandı, çok acılar çekildi ve işin hatır sayılarak gönül eğleme sayfaları çoktan kapanmıştır. Bu defa Silistre’de GERB partisi adayına oy vermek, (kim olursa olsun) çok daha hayırlı olacaktır. Çünkü HÖH - DPS partisi saflarında, ideolojik, politik, halka bağlılık, gizli polis ajanlarından sıyrılma ve tamamen kopma açısından başlayan ve gelişen arınma sürecinde, “Doğan Holding” kanatlarını kesecek tek güç GERB partisi ve HÖH dışı bir iktidarıdır. Şimdiki sorun, HÖH - DPS partisi içindeki “kara kanın” akıtılması, “kara deliğin” kapanması davasıdır. Bu mücadelede yalnız bir yılan yuvasından çıkmış havası yaratan “Drındar” köyünden çıkan tüm kadrolarla - Ahmet Doğan, Kasım Dal ve Ruşen Rıza ile hesaplaşmadan geçer. HÖH partisi bacanak çotanak, dalkavukluk ve yalakalık partisine dönmüştür. “O benim tavuğuma kış dedi!” masallarını bırakın lütfen. Türk ve Müslüman halkımıza zarar ve kötülük yapmaktan, maymunculuklar yaparak engel olmaktan başka hiçbir işe yaramayan kalın enselilerin uzantısı, “Drandar” sofrası etrafına toplanmış eski milletvekili ve yeni milletvekili adayı Kamen Kostadinov, Nikolay Tsonev, Daniel Peevski gibilere “hadi işinize” demek, zaman onlara tek oy vermemek, zamanıdır. Bu işi daha fazla uzatamayız. Onların uzmanlık alanları ne olursa olsun!, niyetleri ne olursa olsun! Hiç birinden asla hiçbir fayda gelmez. Onlar, bizim memleketimizi bu yürekler acısı duruma getiren yeteneksizlerdir. Yalnız halkımızı değil, devletimizi de soyanlar, borçlandıranlar, çökertenlerdir. Bizi ve yakınlarımızı soyup soğana çevirenler, Türklüğümüzün köküne kibrit suyu dökenler, hepimizi bir kaşık çorbaya muhtaç edenler başkaları değil, ta kendileridir, onlardır. Hiç birinin aramızda işi olamaz ve yoktur! Onlardan biri olan eski milletvekili, meclis başkan yardımcısı, HÖH Başkanı Lütfü Mestan’ın parti sorunlarında birinci yardımcısı, şeytan hukuku uzmanı sözüm ona avukat Biser Kirov onların başıydı. Anası neyse danası da odur. Hepsi bir çöplüktendir. Hr. Biserov’un “hırsız ve dolandırıcılar babası” olduğunu tutuklanınca görmeyen kalmadı. Bir de şuna dikkat edin, her fırsatta Türklere karşı konuşan General Atanas Atanasov, şimdi Kasım Dal’ın (RB) parti yoldaşıdır. Birisi Silistre’den ikincisi Blagoevgrat’tan milletvekili adayı gösterildi. Yani bunların özü sözü bir-


Makale ve Analizler - 2014

125

miş. Sorumu mazur görünüz: “Ben “DS” ajanı değilim!,” demek ne demektir!. “Benim dosyam yok!, ” demek ne demektir? Ya kardeşim Kasım, sen gizli polis şefiyle aynı partidensin, yani en zehirli yılanın babasıyla, ejderha deviyle aynı çanaktan yemek yiyorsun, yoldaş olmuşsun, dava ortaklığın var, kancalaşmışsın. General Atanasov çıkmış TV programına seni savunuyor. Bir gizli polis şefi kendisine hizmet etmeyen birini, kendisinden aldığı bilgileri yararlı bulmayan birini neden savunsun?!. Dilini arı mı sokmuş! Sabah sabah TV’ler senin gizli işlerinle uğraşıyor. Şeref mi? Onur mu?, adlı partinin senin partin olduğunu söylüyorsun. Kime bağlıysan, nereye yumurtluyorsan açıkla da, olay birsin, sen de kurtul, seninle ilgilenenler de rahatlasın. Sözüm yabana, siz gibilerin vicdanlarının dile gelmesi ve kendi mezarınızı kendi ellerinizle kazma zamanı gelmedi mi? Kravatla gezmek, “Opel” jiple gezmek, pura içmek hiçbirşey değiştirmez, çünkü insanın vicdanı ve ruhu yemez içmez, ya vardır ya yoktur. Başka sorum yok. Bildiğim bir şey varsa o da şudur. Vicdanı olmayanlar milletvekili olmamalıdır! General A. Atanasov 1984 - 1989 yılları arasında Bulgar karşı istihbarat dairesi - gizli polis “DS” şefiydi. Şimdi Blagoevgrad ilinde Pomak kardeşlerimizden Reformcu Blok partisi için oy istiyor. Yazımın başında adalet basamakları dedim, burada yüzkarasından utanç kuyusunun dibine inen basamaklarından söz etmek istiyorum. Yüzsüzlüğün bu derecesi ancak bizde görülür. Biz bu pirincin taşlarını bu defa da ayıklamazsak, bu iş bir daha kangren olur ve 10 kuşak çözülmez ve pislik arınmaz... Biz keneleri damarımızdan koparıp atmadan, ezmeden, canlarını çıkarmadan rahatlayamayız. Kim ne derse desin bu dava bizim öz davamızdır. HÖH partisi mutlaka arınmalıdır. Ne Konstatinov’u, ne kumarcı Tsonev’i ne de ne olduğu ve kime hizmet ettiği bilinmeyen Peevski’yi biz saflarımıza davet etmedik, saflarımızda besleyemeyiz, aramızda tutamayız! Biz yani hepimiz onlardan hiç birine oy vermek zorunda değiliz. Kimseye borcunuz yoktur. Oy vermek bir haktır. Kullanımı özgür ve serbesttir. Hiç birimiz bu hazır yiyicileri seçmek mecburiyetinde değiliz. Soydaş oylarımız onlara gidecekse, bırakın oy vermeyelim! Biz onlara oy verdikçe son saatlerini bekleyen hastalar gibi asla hastaneden taburca olamayacağız. Zaman HÖH partisini arıtmak, temizlemek ve yenilemek zamanıdır. Zaman, kendi vekillerimizi seçip Sofya Parlamentosuna delege etme zamanıdır. Biz Ayaklandığımızda, 1989 Mayısında, Vatanımızdan kovulurken onlar konvoylarımızın yanında eli silahlı olanlardı, bize gitsinler de kurtulalım gözüyle bakanlardı, bizi bir kaşık suda boğmak isteyenlerdi. Hiç bir şey unutulmadı ve unutulmayacaktır! Seçimlerde oyunuzu atmazdan önce lütfen düşünün! Yara kaşımakla savmaz, gerekirse ameliyat edelim...


126

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Çözüldüler Ve Dağılıyorlar

İbrahim Soytürk-02.Eylül.2014

Stratejik Araştırma Merkezimiz Hak ve Özgürlükler Hareketi’nin çözülme dağılma aşamasına girdiğini bir buçuk yıl önce yazmıştı. Bu süreç artık gerçek oldu. 5 Ekim 2014 parlamento seçimlerinden önce, HÖH Merkez Yürütme Kurulu üyelerinden Fuad Cafer ile Arif Aguş’un da diğer politik partilerle gizli görüşmeler halinde olduğu ortaya çıktı ve Türkler partisinden ayrıldıklarını açıkladılar. Bundan bir buçuk yıl önce yaptığımız öngörüye o zaman katılmayan arkadaşlarımız “kına yakın” demeye acele etmesinler. Bulgaristan Türk azınlığının diğer etnik halk topluluklarıyla omuz omuza vererek adalet, hürriyet ve insan haklarını savunmak için 100 yıl devam eden çok ağır ve zorlu bir mücadeleden sonra kurduğu partiyle zulme kalkan olma davasını kimse küçümseyemez ve bir kılının bile kopmasını istemez. Bu dava büyük sayıda kurban almış ve Bulgar totaliter toplumunu dönüştürerek demokratikleştirme gibi bir misyonla bayrak açmıştır. Bulgaristan Sosyalist Partisi BSP’den ayrılan “ABV” hizbinden Haskovo ilinden liste ikincisi olmak milletvekili gösterilmek sevdasıyla HÖH MYK üyeliğinden ayrılan Fuad Cafer adını 1912 yılında Hristo Dimov adıyla değiştirmiştir. Biz, bu kişileri iki grup olarak görüyoruz. Birinci grup: Türk olup Türklüğünü ve Müslümanlığını unutmuş, kimliğine ihanet etmiş kişilerdir. Fuad Cafer bunlardan biridir. Aslına bakılırsa, HÖH MYK toplantılarında konuşulanları kimse görmeden gidip gizli polise anlatmakla yine gözden kulaktan uzak bir ortamda bazı Bulgar partilerine sızdırmak, aynı tip hainliktir. Hainliğin cezası da birdir, tektir ve tarih boyu değişmemiştir. Öz partisini ele veren, halkımızın kutsal davasını ele vermiştir ki, bundan büyük alçaklık olamaz. Cafer’in yaptığı budur. Milletvekili olup olmaması hiç önemli değildir. Çünkü hainlerin ciğerini kediler bile yemez. İkinci gruptakiler hain değil aramıza sızmış ajanlardır. Hak ve Özgürlük davamızın omurga ruhunun taşıyıcıları olarak, MYK üyeliğine çekilmiş, lanse edilmiş, yüreklendirilerek ödüllendirilmiş, seçmenlerimize “önemli kadro” olarak tanıtılan “ölü canlılar” grubudur bu ikinci grup. Biz onlara Bulgaristan Türk ve Müslümanları davasına hizmet sunma açısından


Makale ve Analizler - 2014

127

her zaman “pas” olduklarından “ölü canlılar” diyoruz. Ancak onlar rüşvet ve dalavere, dolandırıcılık, maymunculuk işlerinde “büyük usta” rütbesindedirler. Etnik olarak Türk partisine ekilmiş Bulgar partililerdir. Mecliste bizim milletvekillerimiz olarak küflenen bu kadrolardan kumarhane kadrosu Yordan Tsonev ile dalkavukluktan başka hiçbir şey bilmeyen Şumenli Kamen Kostadinov, dalaverecilerin başı olmaya aday, en büyük Bulgar bankalarından “BTK” bankasının çökmesine neden olan Delyan Peevski’yi hepiniz bilirsiniz. Geçen sene bu grubun önemli üyelerinden biri olan Meclis Başkan Yardımcısı, Ahmet Doğan’ın gözdesi Biser Kirov tutuklandı. Halen yargılanamıyor, çünkü işlediği suçlar uluslar arası nitelikli olduğundan ve Bulgar kanunlarında bu gibi suçlara ceza öngörülmediğinden (para aklama işinde yakalandı) hala yargılanamıyor. Halen, onun önemli yeri boş kalmasın diye son hükümette Maliye Bakanı olan ve Devlet Bütçesinden yalnız Ahmet Doğan’ın telefonda bildirdiği şirketlere ödeme yapan Petrır Çobanov HÖH milletvekili olacak ve böylece kısmetse dalavere devam edecek. Petır Çobanov’un HÖH milletvekilliğini, yukarıdaki üçlü bandonun HÖH üyeliği, HÖH MYK üyeliği ve milletvekilliği kadar yanlış, yararsız ve bize zararlı buluyorum. Üstelik idesel politik arılık, dava köklerimize bağlılık, davamızdaki devamlılık, davamızın sivil toplum örgütleriyle örülüp bağlanması, halkımızın her an her yerde kucaklaması açısından tamamen yanlış buluyorum. Bu kadroların HÖH yönetimine alınması ve hemen çok önemli ödevlere tayin edilmeleri Parti yönetimi ile Türk kitle arasındaki bağları koparmıştır. Partideki çözülme ve dağılma nedenlerinden biri de budur. Başka bir değişle, bir sarıca arı kovanına dönen HÖH yönetiminde çelişkiler çok keskinleştiğinden dağılma süreci derinleşmiştir. Arif Aguş, iki dönem HÖH Smolyan milletvekili idi. Reformcu Blok hareketiyle gizli görüşmelerde bulunduğu ve 43. millet meclisine aynı ilden liste başı aday gösterilmesine karşı HÖH yönetiminden ayrıldığını ilan etmiştir. Arif Aguş zengin Pomak soylarından olup, bölgede Demokratik Güçler Birliği (SDS) hareketinin kurucularındandır. SDS eriyip bittiğinde HÖH - DPS saflarına geçen Aguş, ben bir “tavuk gibiyim” nerede “çöplük varsa orasını eşelerim” mantığıyla hareket ediyor. İdeolojik ve politik dünya görüşü olarak sıfır olan ve zenginliğine zenginlik katma anlayışına köle olan bu kadrolar da HÖH hareketine ilk günden zarar verdikleri gibi, hareketin ne omurgası ne de kökleriyle bağlı kişiler değildir. Bu kişiliksiz ve kimliksizlerin HÖH yönetimine toplanması da hareketi dağılarak çökertme eğiliminden bir aşamadır. HÖH kadrolarından çok önemli bir kayma da GERB partisi yönünde gözleniyor.


128

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Yine Rodop bölgesi Gırmen’den Asım Ademov ile Şumen’e bağlı Venets’ten okul müdiresi Selime Kırcalieva da GERB partisinden milletvekili adayı yükseltildi. Türkiye’den gelecek oylarla Bulgaristan Türk ve Müslümanları arasından bir grup milletvekili adayının da parlamentoya gitmesi ve GERB partisi içinde büyükçe bir Türk parlamenter grubu oluşması öngörülmektedir. Bundan dolayı Bulgaristan Türklerinde bir yandan HÖH yönetiminde dağılma ve çözülme, seçmenin HÖH’e oy vermeme eğilimi güçlenirken, Türklerin ülkenin sorunlarına uzak ve yabancı kalmak istemediği ve aktif çalışma azmi yeniden biçimlenmeye başlamıştır.

Kasım Dal Dalı Kesildi

BG-SAM-02.Eylül.2014

Bulgaristan Türk ve Müslümanları 2 bin yıllık uzun tarihlerinden bir kesim olan son Bulgar toplumuyla yaşadıkları son 139 yıl gibi bir öz tarihlerinde Bulgar sağ kanat politikacılarıyla hiç iç içe olmadı. Ortaklık kurmadı. Veliko Tırnovo’da toplanan daha il Bulgar meclisinde 40 kişi tarafından temsil edilen Müslüman halk topluluğu orta direk rolü oynadı. Atatürk de 1913 seçimlerinde temsilcilerimizi bir Orta direk partisi olan liberaller etrafında birleştirmişti. Balkan savaşı (1912) den sonraki ağır yıllarda bize yakın duranları destekleyen insanlarımız, daha sonra Bulgar Çiftçi hareketinin başı Al. Stanboliyski’nin reformlarının ardına durdu. 1934 askeri darbesinden sonra İkinci Dünya Savaşı’nda son top patlayana kadar kabuğuna sığındı. Bulgaristan Türklerinin önemli silahlarından biri hep sabır oldu. 1945’ten sonra vaatlere bel bağlayıp, halk idaresi, halk demokrasisi ve sosyalizm rüzgârlarına kanat açan insanımız “soya dönüş”, “Bulgarlaştırma” gibi baskı ve terörle uygulanan zulüm politikalarına karşı isyan etti. Bulgar toplumunu dönüşüme yüreklendiren cesur hareketin “Büyük Göç”le kırılmasından sonra da, yüz yıl devam eden insan hakları uğruna ağır mücadelemizin doğal bir sonucu olarak görüp kabul ettiğimiz Hak ve Özgürlükler Hareketi’nde 1990’da kenetlendi. Yılların geçmesiyle Türk ve Müslüman kitlenin özlem ve emellerini sabırla, bir şey yapmamakla kıran, hak topluluğumuzu aç, işsiz sefillik


Makale ve Analizler - 2014

129

içinde yorarak soysuzlaştırmaya çalışan, sivil polis ajan dosyalarının açılmasıyla hain tayfası oldukları ve halk topluluğumuzu ezmek ve tüketmek amacıyla misyon gerçekleştirmeye çalışan HÖH lider ekibi Müslüman kitlenin orta direk konumunu kurucu tabanından tamamen koparıp uzaklaştırdı. Türk ve Müslüman kesimden yeni kadro eğitmedi, yönetim olarak kadroları diğer politik partilerin çöplüğünden toplamayı tercih etti. Bir de memleket içinde karma nüfuslu yerlere eski sivil polis kadrolarını kendi elemanı olarak atadı. Böylece HÖH yönetimi ile seçmen kitlesi arasında su geçirmez, uzaklaştırıcı, yabancılaştırıcı bir tabaka meydana geldi. Çöplükten alınan ve devlet yönetimine yükseltilen kadrolardan üçü şunlardır: Politik çöplükten toplanan kadrolar: 1) HÖH partisi, Başbakan İvan Kostov’un Demokratik Güçler Birliği (SDS) yönetiminden ve Başbakan yardımcılığından attığı Çingene kökenli dolandırıcılar başı Hristo Biserov’u HÖH - DPS Genel Başkan Yardımcılığı’na, Meclis Başkan Yardımcılığı’na yükselti. Bu kişi daha sonra uluslar arası para aklama operasyonunda tutuklandı. Halen politikadan uzaklaştırılmıştır. 2) Yine SDS çöplüğünden alınan kumarhane ebesi Nikolay Tsonev HÖH - DPS Merkez Yönetim Kurulu üyeliğine ve Meclis Ekonomi Komisyonu Başkanlığına yükseldi. Partiyi, meclisi ve ulusal ekonomiyi bir kumarhane gibi gören N. Tsonev, Bulgar ekonomisini tamamen kansız ve takatsiz bırakmaya çok gayret etti. 3) 5 Kasım 2014’te parlamento seçimlerinde HÖH - DPS partisinin Sofya ve Monatana ili liste başı adayının isminin açıklanması Bulgar kamuoyunu şok etti. Her gün biraz daha eriyen Sosyalist Parti’nin yetiştirdiği bir kadro olan ve yerli ve yabancı finans oligarşisine yakınlıyla bilinen, geçen ay düşen Plamen Oreşarski hükümetinde Maliye Bakanı olan, sadece 1 yılda (Haziran 2013 – Temmuz 2014) Bulgar finans sisteminden 7 milyar 200 milyon leva çöküşe neden olan, (devlet bütçesinin dörtte birine eşittir) parayı “gitti gelmedi” masalına benzeten, büyüklük bakımından 4. Bulgar bankası olan “KTB” bankasından 4 milyar 200 milyon levanın aşırılmasını görmezden gelen, tüm hırsızlıklara göz yuman Maliye Bakanı Petır Çobanov’u milletvekili adayı gösterdi. Sosyalist parti saflarından atılan ve milletvekili listelerine almayan bu kişiyi çöplükten aldı. HÖH - DPS liste başı yaptı. Çobanov HÖH - DPS’ye ne hizmette bulundu?!. Yoksa çöplükten nemlenen kargalar, denizlin kumsala attığı ölü balıklarla beslenen graluslar gibi, HÖH - DPS partisi de politik çöp kofalarını mı karıştırıyor? Partiye halkımızın davasına sadık kadro yetiştirmeyen,


130

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

halktan kopan, halkın ruhundan uzaklaşan tüm politik subjelerin kaderini mi birleştiriyor. Tabanından kayan tüm partiler yok olup gider. Tarih bir bakıma da politik parti mezarlığıdır. Acı veren bir başka konu: Dal’ın dalı kesildi. Bununla birlikte, 29 ağustos günü Bulgar kamuoyunda bir başka olay daha patlak verdi. Reformcu Blok (RB) partisinde yönetim üyesi olan, eski gizli polis “DS” şefi general Atanas Atanasov, merkez TV yayınlarından “bTV” sabah programında Kasım Dal’ın HÖH - DPS Genel Başkanı ve milletvekili Lütfü Mestan ile 3 süre HÖH - DPS milletvekili adayı olan, Bulgar medya holging şefi, birkaç gazete sahibi, hiçbir şirketi olmasa da Rus oligarşi çevreleri ile “Ahmet Doğan Holdıng” arasında aracılık yaptığı için finans çevrelerinde nüfuslu olan Delyan Peevski’yi suikast düzenleyerek öldürtme planı açıklandı. RB bir sağ kanat politik gruplaşması olarak 2013 sivil toplum örgütleri eylemlerinden derlenerek ortaya çıktı. Genelde, politika dışı kalan, gizli polis ajanı ve eski Komünist Partisi M K ve Politik Büro üyelerinin yakınlarından olan Miglena Kuneva gibi kadroların aktifliğiyle oluşan bu politik blok üyelerinden biri de, Başkanı Korman İsmailov ve lideri Kasım Dal olan Şeref ve Özgürlük Partisi’dir. Kasım Dal 1985’te illegal Bulgaristan Türkleri Milli Kurtuluş Hareketi kuran 12-si gizli Bulgar polisi DS ajanı olan 18 kişiden biridir. 1990’da yine Bulgar gizli polisi DS tuzağı olarak legal tescil ettirilen Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH - DPS) kurulurken baş hain Ahmet Doğan’ın en yakınında yer almış, HÖH Genel Başkan Yardımcısı görevinde bulunmuş ve 3 defa HÖH milletvekili olmuştur. Birkaç yıl önce Kasım Dal HÖH - DPS partisi Başkan Yardımcılığından ayrıldı. Neden olarak eski başkan Ahmet Doğan, yeni genel başkan Lütfü Mestan ve başka birçok yönetim kadrosunun gizli Bulgar polisi ajanı olduğunu gösterdi. Hainlerle çalışmak istemediğini öne sürdü. Türk basınına verdiği demeçte Kasım Dal 30 yıldan beri beraber çalıştığı kişilerin gizli polis ajanı ve hain olduklarını, hedeflerinin Bulgaristan Türkleri partisini eriterek yok etmek, mevzilerinden kaydırmak olduğunu açıklarken, kimin ajan olduğunu daha 1991’den beri bildiğini söyledi. Şimdi, Kasım Dal “eski polis olmaz” değimini unutmuş olacak, gizli polisin DS eski şefleriyle, generallerle aynı masaya oturdu, işbirliği sözleşmeleri imzalayarak, sağ kanatta Reformcu Blok’ta yer aldı. Onun unuttuğu bir de şu var: Gizli polis işlerinde zaman aşımı yoktur. Polis ömür boyu polistir.


Makale ve Analizler - 2014

131

General A. Atanasov bir yandan Kasım Dali’ı suyu sıkılmış limon gibi çöpe atmak isterken, öte yandan da amanı RB parçalanmak isteniyor yaygarası koparıyor. Ne yazık ki şu Bulgar politika sahnesine orijinal bir şey çıkmıyor. Senaryo yazarları 25 yılda çok yoruldu. Laf arasında, şu yeni seçilecek milletvekillerine bir yeni Anayasa yazdıralım da şu perdeyi indirelim diyenler sanki haklıdır. Derme çatma bloklarla bir sağ bir sol boşluklar doldurulma işi uzandırıcı oldu. İnsan hameleon olsa bu kadar renk değiştirmez. RB’un bırakın sermayeyi, üretim güçlerini ya da kalkınma planlarını, ofisleri bile yok. Bol para ödeyip de yaptırdıkları sosyolojik araştırmalarda rakam oyunlarıyla bir yerlere gelmeye çalışıyorlar. Yeni kurulan geçici seçim hükümetinde Başbakan eski komünist, sonra sosyalist, şimdi de sağcı Georgi Bliznaşki, tüm bakanlar ise 2013 sivil toplum örgütleri eylemlerini Londra, Washington, Paris ve Tokyo ofislerinden izleyen genç “reformcu” sağ-kanat uzmanlarıdır. Bunlar bir Bulgar köyüne uğramamış, iki tavuğa yem vermemiş, fabrika nedir bilmez, dünyaya bilgisayar ekranında aşık genç hayalperestlerdir. Göreve başladıkları ay, elektrik enerjisi fiyatlarında % 50 zam istediler, ülkenin soluyabilmesi için 6 milyar leva dış borç almamız gerekiyor beyanında bulundular. Olabilir, eski maliye bakanı ve şimdi HÖH milletvekili liste başı adayı Perır Çobanov yenilere çalacak çırpacak hiçbir şey bırakmamış olabilir. Yeni Maliye Bakanı Rumen Projanov “sıçan aldı götürdü geri getirmedi” türünden eksik olan paranın 7 milyar 100 milyon olduğunu açıkladı. Şimdi HÖH - DPS partisi aman eski bakan Petor Çobanov’u Savcılığa davet edip, hapishane kapısını göstermesinler diye, kanat açıp, himayemize alarak şimdi de biz milletvekili mi yapıyoruz. Hem de onun bu vekilliğe soydaşlarımın oylarıyla Sofya’dan uzanması, “beni kahır mı etsin, yüreğimi mi yesin,” diye ah vah edenleri anlamamak elde değil... Bizim bilinçlenme yolumuz bu defa da çok mu çok dikenli... TV programlarında boy gösteren ve Kasım Dal’ın Lütfü Mestan ile Daniel Peevski’yi öldürtmek için bir komplo içinde olduğunu yeni ismi DANS (ulusal güvenlik ajansı) olan aynı gizli polise bilgisayarda yazılmış birkaç sayfalık bir anonim mektupla ihbar edildiği ortaya çıktı. DANS’ın da 8 aydan beri gece gündüz Kasım Dal’ın bütün telefon görüşmelerini ve yazışmalarını dinlemiştir. Mestan’la Peevskiyi’nin güvenliği için çok özel tedbirler aldığı yazıldı, anlatılıyor. Demek oluyor ki, sarıca arı kovanı devamlı kaynıyor, özel ve devlet basın ve elektronik medyası hiçbir kuruş ödemeden hem Kasım, hem Lütfü, hem de Peevski isimlerini devamlı yayarak seçim propagandasını yapıyor. Propagandanın kötüsü, armudun günüsü gibi en iyisidir. Gelen seçimdir, ismimiz ne kadar çok işitilirse o kadar iyidir, mantığı hakimdir.


132

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Her şey iyi de, Kasım Dal’ın 18 Ocak 2013’te HÖH - DPS Genel Başkanı Ahmet Doğan’a Milli Kültür Sarayı’nda HÖH partisi olağan 8. kurultayında yapılan suikast teşebbüsünde azmettirici olduğu üzerinde uzun zaman yazılıp çizilmişti. Olaylar birbirine birleştirildiğinde K.Dal sinirlerine hakim olamayan ve bir yerlerden aldığı paralarla kurucusu ve uzun yıllar ileri gelen yöneticilerinden olduğu HÖH - DPS partisi birinci sıra yeni lider kadrosuyla hesaplaşma peşinde olduğu ve yeni komplolarda yine azmettirici rolünde olduğu intibası yaratılmak isteniyor. Bu tuzakların son hedefi K. Dal’ın Reformcu Blok ve genelde Bulgar politik yaşamındaki rolüne son vermek olabileceği akla yakındır. Dün DANS - adresine anonim ihbarlar gönderen, yarın Baş Savcılık adresine anonim ihbar dosyası gönderebilir. HÖH - DPS emrinde olduğu iddia edilen savcılığın kelepçeleri bir daha olmak üzere 1986’da olduğu gibi Kasım Dal bileklerinde şaklar. Olmayacak bir şey yoktur. HÖH Sarayından artık birkaç ceset kalktı. Hapislerde birçok kadromuz nar siliyor. Dulovo (Ak Kadınlar) şehri Belediye Başkanı, eski milletvekili Dr. Nihat Tabakov iş bu ihbarlar, tuzaklar, rüşvet zorlamaları yüzünden Varna hapishanesinde narın boyunu ölçüyor. Yine HÖH eski milletvekillerinden S. Sever ha bugün gelecekler ha yarın gelip toplayacaklar diye tiril tiril titriyor. Ailesinin gözüne uyku girmeden polisleri bekliyor. Son dönem milletvekili olarak hapisten bir yıl kaçabilen HÖH - DPS eski Sofya şehir örgütü Başkanı Şterü Şterev, “dokunulmazlığım kalktı yandım” diyor. “Toplayacaklar beni ağabey,” deyip gün sayıyor. Vidin milletvekili Dimitrov da parlamentodan çıkar çıkmaz ülkeyi terk etmiş. Korku dağları bekliyor. Bugün artık Kasım Dal’ın dalının kesildiğine şahit olduk. Yarın kimin dalı kesilecek? Sorun budur. Bulgaristan Türk ve Müslümanları HÖH - DPS partisinden, ajan ve hainlerlerin eşek arısı kovanından korktukları için HÖH - DPS ajan adaylarına oy vermek zorunda kalıyor. Seçmen arasında korku giderek büyüyor.. İçine düştüğü tuzaktan çıkmak isteyenler eziliyor. Karma nüfuslu bölgelerde HÖH - DPS terörü var. Halk korku içinde yaşıyor. Bulgaristan Türk ve Müslümanlarının kurtuluş dalgası 5 Ekim parlamento seçimlerinde yükselmelidir. Oylarımızı HÖH - DPS adayları dışında bildiğimiz, tanıdığımız adaylara vermemiz kurtuluş yolunda atılmış büyük adım olacaktır. HÖH partisinin izlediği politika Bulgaristan Türk ve Müslümanlarının menfaatlerine tamamen ters olduğundan ziyade, Bulgar devletinin ve geniş halk kitlelerinin menfaat ve emeklerline de tamamen aykırıdır. Kurtuluşumuzun yolu ilk aşamada 5 Kasım 2014 seçimlerinde yapacağımız doğru seçimle güçlenecektir.


Makale ve Analizler - 2014

133

1950 - 1951 Dönemindeki Göçler

Murat Ulutürk-03.Eylül.2014

II. Dünya Savaşı sırasında Bulgaristan Almanya’nın yanında yer almıştı. Almanya’nın 1943 yılından itibaren çeşitli cephelerde yenilgiler almaya başlaması etkisini Bulgaristan’da da gösterdi. Sovyetler Birliği 5 Eylül 1944 tarihinde Bulgaristan’a savaş ilan etti ve Rus Orduları 8 Eylül 1944 tarihinde Bulgaristan’a girdiler. Bulgaristan’daki Alman yanlısı hükümet görevden uzaklaştırıldı ve yerine “Vatan Cephesi” diye isimlendirilen Alman karşıtı gruplar iktidara geldi. 27 Ekim 1946 tarihinde yapılan genel seçimlerde Vatan Cephesi oyların % 71’ni aldı. Vatan Cephesi içerisinde yer alan Bulgar Komünist Partisi Vatan Cephesi’nin kazandığı 364 milletvekilinden 277’sini elde ederek kurulan hükümette önemli bakanlıkları ele geçirdi. 10 Şubat 1947 tarihinde Bulgaristan’ın Paris Anlaşması’nı imzalamasından sonra ekonomik, siyasal, sosyal ve kültürel alanlarda ülkede önemli gelişmeler yaşandı. Bu süreçte Bulgaristan’da yaşayan Türk ve Müslüman - Türklere karşı asimilasyon politikası başlatıldı. Söz konusu politika ile etnik kökeni ne olursa olsun sınıf bilincinin geliştirilerek kişisel ve etnik kimliklerin ortadan kaldırılması ve Sosyalist bir Bulgaristan devletinin ve toplumunun yaratılması amaçlandı. Ancak bu politikanın gerçekleşemeyeceği kısa sürede anlaşıldı. Hatta Türkler arasında ulusal bilincin gelişmesi yanında kendini Müslüman-Türk olarak tanımlayan Pomaklar, Romanlar, Tatarlar ve Torbeşler arasında da “Türk” tanımı kuvvet kazandı. Bulgaristan yönetimi bu durum karşısında daha çok tarımla uğraşan bu kitlenin elindeki toprakları kolektifleştirdi ve ellerindeki üretim araçlarını devletleştirdi. Birçok Türk ve Müslüman-Türk köylü işsiz ve topraksız kaldı. Ayrıca dinsel baskılar arttı. Kadınların eğitim ve iş hayatında yer almasına yönelik politikalar daha ziyade muhafazakâr bir görünüm arz eden bu kesimde huzursuzluğu daha da fazlalaştırdı. Türk ve Müslüman - Türkler Türkiye’ye göç etmek için yollar aramaya başladı. Bu sırada Bulgaristan Hükümeti de Kore Savaşı nedeniyle Türkiye ile ilişkileri bozulunca Türk ve Müslüman - Türkleri göçe zorlayarak ülkedeki nüfuslarını azaltma ve kalanları da uygulayacağı politikalarla asimile etme yolunu seçti. Bulgaristan, Türkiye’ye göç etmek isteyen Bulgar vatandaşı Türklerin durumu ile ilgili olarak Türkiye’nin Sofya Büyükelçiliği’ne 10 Ağustos 1950 tarih


134

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ve 304-50-1 sayılı bir nota vererek Türk asıllı tüm Bulgar vatandaşların üç ay içinde Türkiye tarafından kabul edilmesini istedi. Bu notaya Türkiye, Sofya Büyükelçiliği aracılığıyla şu cevabı verdi: “Türkiye’ye hicret etmek isteyen Bulgar vatandaşı Türklerin durumu ile il­gili olarak, 10 Ağustos 1950 tarihli ve 304-50-1 sayılı notasında Bulgar Halk Cumhuriyeti Hükümetinin serdettiği mütalâaları dikkat ve ehemmiyetle in­ celemiş olduğunu Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı mezkûr hükü­mete bildirmekle şeref kazanır.” Bulgar Hükümeti, meselenin aslı ile yakın bir münasebeti olmadığı halde, notasına ırk, din ve ırk farklarına bakmaksızın, bütün Bulgar vatandaş­larına eşit haklar tanımış olduğu, azınlıkları sosyal, kültürel ve siyasal haklarının eşit şekilde verildiğini belirtti. Bulgaristan, notada 18 Ekim 1925 tarihli Türk-Bulgar ikamet sözleşmesinde yazılı hükümlere göre hareket ettiğini belirterek halen 250 bini bu­lan ve bunu da aşacağını ima ettiği göçmenlere gerekli izin belgelerinin verdiğini dile getirdi. Hatta bunlardan 54 bin kadarına memleketi terk için vize de verildiğini açıklayarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nin sözleşmede belirtilen sorumluluklarını yerine getirmediğini iddia etti. Bulgaristan Türkiye’yi zor durumda bırakmak, Kış mevsiminin yaklaşması sebebiyle zorla göç ettirmek istediği Türklerin mallarını ucuza satmalarını temin etmek ve çok kısa bir sürede yüksek bir miktarda göçmenin Türkiye’ye gelmesi ile Türkiye’nin iç huzurunu bozmak istemişti. Büyük bir sorun yaratan 1950 1951 dönemindeki göçlerde 154 bin 393 kişi Türkiye’ye gelmişti. 1950 yılı Sonbaharında 12 bin 233 aile ve toplam 52 bin 185 nüfus Türkiye’ye geldi. Bulgaristan bu hareketi ile Türkiye’yi zor durumda bırakmak, Kış mevsiminin yaşlaşması sebebiyle zorla göç ettirmek istediği Türklerin mallarını ucuza satmalarını temin etmek ve çok kısa bir sürede yüksek bir miktarda göçmenin Türkiye’ye gelmesi ile Türkiye’nin iç huzurunu bozmak istedi. Türkiye’nin sınırını Bulgaristan’dan gelen göçmenlere kapatmasının asıl sebebi, Bulgarların göçmenler arasına vizesiz bazı kimseleri ve Çingeneleri karıştırmasıydı. 1934 yılında çıkarılan 2 bin 510 sayılı İskân Kanunu’na göre Türk soyundan olanlar Türkiye’ye göçmen olarak gelebiliyordu. Kanunda Çingeneler Türk soyundan sayılmıyordu. 12 Eylül 1950 günü Bulgaristan’dan gelen 150 Çingene’nin Türkiye’ye girişine izin verilmedi. Gerekçe olarak da Ruslara hizmet etmek amacıyla Bulgarların göçmenler arasında Çingeneleri koyarak onlardan ajan olarak yararlanmak istediği belirtildi. Zira Çingeneler hem Türkiye sınırına yakın yerde oturmaktaydı, hem de Türkçe bilmekte ve Türk adetlerine vakıf durumdaydılar. Türk Hükümeti, Çingeneler yüzünden 12 Eylül 1950 tarihinde sınırını kapattı ve ancak göçmenler Türk sınırında yoğun bir şekilde bekleşmeye başladılar. Bu durum karşısında


Makale ve Analizler - 2014

135

Bulgar makamlarıyla yapılan görüşmeler sonucunda Türkiye sınırını göçmenlere 22 Eylül tarihinde tekrar açtı. Türkiye sınırını tekrar göçmenlere açarken Bulgaristan’la bir protokol yaptı ve vizesi bulunmayanlar ile Türk soyundan olmayan Çingenelerin Türkiye’ye gönderilmemesini şart koştu. Menderes Hükümeti bir karar alarak yapılması gerekenleri belirledi ve Başbakan Adnan Menderes imzasıyla tüm illere yapılması gerekenleri belirten kararı gönderdi. Kararda şöyle denilmektedir: “Bugünlerde Bulgaristan’dan memleketimize külliyetli miktarda gelmesi muh­temel bulunan göçmenlerin önümüzdeki aylar içinde en iyi ve isabetli bir şekil­de barındırılmaları için gerek Hükümet, gerekse millet olarak işbirliği yapılması zarureti günün en önemli olayları ara­sında yer almaktadır. Bu maksatla, gelecek göçmenlerin ille­rimizin iktisadi ve içtimai durumlarına, iklim şartlarına, sevk imkânlarına ye mevcut köy sayılarına göre bu kış için barındırabilecekleri göçmen sayısı tet­kik ve tespit edilmiş ve buna nazaran ilinizde muayyen bir miktarda göçmenbarındırılması kararlaştırılmıştır. Aşağıdaki esaslara göre ilinizde barındırılması mümkün bulunan göçmen adedinin acele tetkikiyle doğrudan doğ­ruya Toprak ve İskân Genel Müdürlü­ğüne derhal tellenmesi lâzımdır. 1. İlinize bu Kış barındırılmak üzere tertip edilecek bu göçmenlerin il mer­ kezine ve bağlı ilce, bucak ve köylere taksiminde veya şehir ve kasabalarda mevcut mirî ve askerî boş binalarda toplu bir halde barındırılmalarında mahallî şartlara, icap ve imkânlara göre valiliğiniz tam bir serbestliğe sahiptir. 2. İlinize mürettep göçmenlerin sevki işi izdiham ve karışıklığa mahal ve­ rilmemek için peyderpey gönderilmek suretiyle yapılacaktır. Ancak, her ihtimale karşı valiliğinize bunlar hemen ve defaten gelecekmiş gibi hazırlıklı bulunulması ve bu hususta gereken her türlü tedbirlerin derhal ve zaman geçirilmeden alınması lâzımdır. 3. İlinize tertip edilecek göçmenlerin ilk sevk merkezlerinde tefriki yapılır­ ken sanat ve meslekleri ve çiftçi olan­ların ziraatın hangi kısımlarında uğraş­mış oldukları bölgemizin hususiyetlerine göre dikkat nazarına alınacaktır. Valiliğinizce de bunların il dâhiline serpiştirilmelerinde işbu esasların bilhassa göz önünde tutulması icap eder. 4. Hükümetçe sağlanması çare­leri aranmaktadır. Bununla beraber valiliğinizce bu husu gereken bütün mahallî tedbirlerin ittihaz edilmesi ve ilinize mürettep göçmenlerin bakımları ve barındırılmaları ve biran evvel ken­di kendilerini geçindirir duruma getiril­melerinin temin edilmesi zaruridir.


136

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

5. Bu maksatla il merkezinde bir göçmen komisyonu ile, il merkezi ve bağlı ilçelerle bucak ve hatta köylerde göçmenlere yardım komiteleri kurul­ması, bu komitelere mahallî hürmet, muhabbet ve itimadı haiz erkek ve ka­dın vatandaşların katılmaları, il mer­kezindeki komisyon ve komitenin biz­zat başkanlığınız altında bulundurulması, komiteler vasıtasıyla halktan top­lanacak aynî ve nakdî her türlü iane ve teberruların Kızılay şubelerinde, olma­yan yerlerde Ziraat Bankalarında bu iş için açtırılacak özel hesaplarda toplanması ve bunlar elinde muhafazası, bu hesaplardan yapılacak her türlü sarfi­yatın mahallî idare komitesi kararı ve il merkezinde vali ve ilçelerde kayma­kamın onayı ile icra edilmesi lâzımdır. Bu suretle elde edilecek teberru ve ia­neler, şehir merkezi ve kasabalarda toplu bir halde barındırılacak olanların her türlü ihtiyaçları karşılanacağı gibiköylere misafir edilmiş olan göçmenlere de lüzumu halinde gerekli yardımlardabulunulacaktır. İl içindeki yardım komitelerinin toplantı iane ve teberruları valiliğiniz, vilâyetdâhilinde hasıl olacak lüzum ve ihtiyaç­ lara göre sarf ve idareye mezundur. 6. Gelecek göçmenlerin uzun müddet iaşe ve ibade etmelerine imkân olamayaca­ğından valiliğinizce bunlara en kısa müd­det içersinde birer iş temini cihetine gi­dilmekle beraber bu durum kendilerine de münasip lisanla anlatılacak ve ilk barındırılmalarından itibaren (15) gün içinde birer iş tutmalarının konusu üze­rinde önemle durulacaktır. Bu memleket şümul hizmetin aziz, Türk Milletinin asilâne anlayışı, civan­ mertliği ve fevkalâde misafirperverliği sayesinde kolaylıkla başarılacağına emin bulunuyorum. Valililerimizin de alacak­ları isabetli tedbirlerin bu işin iyi bir şekilde yürütülmesinde ve sağlanmasın­da birinci derecede âmil ve müessir ola­cağına kaniyim. Bu hususta ilinizce vilâyet dâhilindeki bütün mülkî teşkilâtın her türlü imkânlardan faydalanmak suretiyle gere­ken bütün tedbirlerin plânlı bir şekilde ve zamanında alınmasını, gönderilecek göçmenlerin hiçbir suretle sefaletlerine mahal bırakmayacak şekilde barındırılmalarının ve misafir edilmelerinin sağlanmasını ve kendilerine elden gelen her türlü şefkat ve ihtimamın gösteril­mesini üstün gayret ve vazife severliğinizden bekler başarılar dilerim. Adnan Menderes Başbakan” Bulgar Hükümeti, göçmenlere ülkeyi terk etmeleri için 48 saat verdi ve süre sonunda Türkleri tren vagonlarına bindirerek Türk sınırına gönderdi. Bulgarlar bununla da yetinmeyerek Türklerin yoğun biçimde yaşadıkları Kırcaali, Mestanlı, Darıdere, Kuşkovak ve Çorbacılar’dan 70 vagon dolusu Türkü Bulgaristan’ın kuzey ve batısına sürgüne gönderdiler. Bunun üzerine Türkiye sorunu, Birleşmiş Milletler Özel Siyasi Komisyonu’nda bulunan delegesi aracılığıyla komis-


Makale ve Analizler - 2014

137

yona bildirildi. Diğer taraftan da İçişleri Bakanı ile İskân Genel Müdürü, EdirneKaraağaç’taki göçmen evlerine giderek incelemelerde bulundu. Dışişleri Bakanlığı, 6 Ekim 1950 tarihinde Çingenelere gerek giriş gerekse transit geçiş vizesi verilmemesini tüm konsolosluklara bildirdi. Türk Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü, “Bulgarların hudutlardan vizesiz, Türk aslından olmayan bir takım eşhası sokmak için yaptıkları hareketler üzerine hükümet hudutları kapatmaya karar vermiştir” diyerek sınırın 7 Ekim 1950 tarihinde kapatıldığını açıkladı. 24 Ekim 1950 tarihinde Merkezi İskân Komisyonu, Türk soyundan olup vizesiz geldikleri için alıkonan göçmenlerden Türkiye’de akrabası bulunan ve bunlar tarafından kabul edildiğini beyan edenlerin Valilikçe yapılacak inceleme sonucunda doğruluğu tespit edilenlerin Türkiye’ye göçmen olarak kabul edilmesini kararlaştırdı. Bu sırada 48 bin 531 vize almış göçmen, vizesiz ve pasaportsuz Çingeneler yüzünden sınırda beklemekteydi. 1 Kasım 1950 tarihinde yeni yasama yılının başlaması sebebiyle TBMM’de konuşan Cumhurbaşkanı Celal Bayar, “Göçmenler meselesi hakkında Bulgaristan Hükümeti nezdinde yaptığımız teşebbüsler müspet bir netice vermediği takdirde hükümet, bu mühim ihtilafı milletlerarası mercilere intikal ettirmek kararını şimdiden vermiş bulunmaktadır” diyerek Türkiye’nin Bulgaristan’dan gelecek olan göçmenlerle ilgili izleyeceği yolu açıkladı. Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın TBMM açış konuşmasından hemen sonra Dışişleri Bakanlığı tüm elçilik ve konsolosluklara gönderdiği tamimle sorunun Birleşmiş Milletlere götürüleceği bildirildi. Bunun üzerine Bulgaristan tutumunu değiştirerek uyguladığı sert tutumdan vazgeçti. Türkiye ve Bulgaristan arasında varılan mutabakat sonucunda 2 Aralık 1950 tarihinde Türkiye sınırlarını bir kez daha göçmenlere açtı. Türkiye Bulgaristan’la yaptığı mutabakatta; “Türkiye’ye giriş vizesi olmadan göçmenler arasına karışarak girenler olursa bu kişilerin Türk makamlarınca geri çevrilmesi ve Bulgar makamlarınca geri alınması, daha önce vizesiz gelip Edirne’de bulunan 67 ailede 360 nüfuslu Çingene’nin, Bulgar sınırı makamlarınca geri alınmasını” şart koşmuş ve Bulgaristan da bu şartları kabul etmişti. Sorunun çözülmesinden sonra Türkiye’ye göçmenler akın etmiş ve Aralık ayında 36 bin göçmen Türkiye’ye giriş yapmıştı. Göçmenlerin iskânı için Valilere ne kadar göçmen alabilecekleri sorulmuş ve her ilin göçmen kontenjanı belirlenmiş, Göçmenlere Yardım Birliği kurulmuş, Göçmen Piyangosu düzenlenmiş, yoğun göçmen akını sebebiyle Birleşmiş Milletlerden yardım talep edilmiş, 1951 yılı bütçesine ödenek konmuş ve Gelir ve Kurumlar Vergisi mükelleflerine göçmenlere yapacakları yardımlara karşılık vergi indirimi kanunu çıkarılmıştı.


138

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Çanakkale’de iskân edilecek muhacirler önce Edirne’ye geldiler. Sonra da karayolu ile Çanakkale’ye ulaştılar. 1950-1951 yıllarında Bulgaristan’dan Çanakkale’ye iskân için getirilen göçmenler Çanakkale’de Kızılay tarafından sağlık kontrolleri yapıldıktan sonra İskân Komisyonu tarafından iskân edilecek mahallere yerleştirildiler. Çanakkale’ye gelen göçmenlerin geldikleri yerler; Razgrat, Filibe, Karalan, Eskizagra, Zofça, Kırcaali, Rusçuk, Şumnu, Senli, Karaalan, Gutrokan, Kamallar, Yenipazar, Zişton, Osmanpazarı, Omurtak, Silistre, Eğridere, Koşukavak, Elene, Bezirgan, Popova, Tapova, Nevrekop, Mestanlı, Eskipazar, Eskicuma, Karnabat, Koşukavak, Selvi, Ponliken, Yanbolu, Rahova, Tutrakan, Gırnova, Işıklar, Pileme, Bavutsa, Hasköy ve Panlikos’tu. Bulgaristan’dan Türkiye’ye gerçekten baskı gördükleri için göç etmek isteyen Çingeneler, dönemin siyasal koşullarına kurban gitmişler ve Türk hükümeti tarafından da kabul edilmemişler ve Bulgaristan hükümetinin baskısı altında yaşamlarını sürgünde ve baskı altında sürdürmek zorunda kalmışlardı.

HÖH’e açık mektup

BG-SAM-03.Eylül.2014

DPS - HÖH Merkez Yürütme Kurulu Üyeleri, Milletvekilleri, 1984 yılı Bulgaristan’da Türk halkı haklarını savunmak için ayaklandı sokaklara indi. Türk halkı öldürüldü. Mahpuslara tıkıldı. Belene adasına kapatıldı. Sürgüne gönderildi. Binlercesi işten atıldı. Sonunda bir milyona yakın Türk doğdukları toprakları terk etmek zorunda kaldı. Türk halkı Bulgaristan parlamentosuna hükümet ortağı olabilmeleri, sorunlarını çözmek için 25 yıldır milletvekilleri göndermek için koşulsuz DPS HÖH harekâtına oy vermekte. AB kanunları çerçevesinde seçme ve seçilme hariç Bulgaristan Türkleri ve Pomak Müslümanların ne gibi kazanımları oldu? Sizlere DPS - HÖH yöneticileri ve milletvekillerine Türk ve Pomak Müslüman azınlıkların 25 yıldır çözülemeyen sorunlarını sizlere hatırlatmak isteriz. Bulgaristan’da siyasi partiler tarafından DPS - HÖH dahil parlamentoda konsensüs ile kabul edilen son anayasasında Türk azınlığı çıkarılmasına niye onay


Makale ve Analizler - 2014

139

verdiniz? DPS - HÖH yönetimi ülkede ikamet eden Türklerin çocuklarına anadilini okullarda. Zorunlu olarak okuyabilmelerini sağlayabildiniz mi? Ülke çapında Türkçe yazılı, görsel yayın yapan medya sağlayabildiniz mi? Var olan Türk tiyatrolarının kapatılmalarını engelleyebildiniz mi? Zorunlu verilen Bulgar, Slav isimleri nüfuz kütüklerinden sildirtmeyi başarabildiniz mi? Bulgaristan’da yetişen Müslüman çocuklarına din dersi almalarını niye sağlamadınız? Türklerin ve Pomak Müslümanların yoğun olarak ikamet ettikleri bölgelerde hayatta kalmaları ve doğdukları toprakları açlık sebebiyle terk etmemek için tedbirler hangi sebeplerle alınmadı? Asimilasyon politikasına karşı gelip şehit edilen şehitlerin, cezaevlerinde yatanların, Belene adasında sürgüne gönderilen binlerce işinden edilen Türklerin tazminatlarını sınır dışı edilenlerin soysa haklarını alabilmeleri için çalışmalar niye yapılmadı? Dinsiz, yarım yamalak Türkçe konuşan Bulgaristan Türk gençliğini bu durumdan kurtarmak için neden çalışmalar yapılmıyor? DPS - HÖH teşkilatı yönetiminde ve kadrolarında barınan eski DS ajanlarını uzaklaştırılmak için niye çalışılmalar yapılmadı? Kilisenin çanları kulak zarlarını patlatırcasına çalarken neden cami minaresinden yükselen ezan sesini duyulmayacak seviyeye getirmesine çözüm aranmıyor? Ulusal Bulgar Televizyonunda on dakika Türkçe haber okunmasıyla var olan sorunlar çözüldü mü? Sayın DPS - HÖH MYK üyeleri ve milletvekilleri, 25 yıldır Bulgaristan devleti tarafından kabul edilmeyen Türk ve Müslüman Pomak azınlıkları koşulsuz sizlere destek vermiştir. 4 dönem hükümet ortağı oldunuz. Önemli bakanlılar yönettiniz. Buna rağmen var olan sorunları çözmek için hiçbir gayret göstermediniz. Yıllardır parlamentoda azınlığız olayın arkasına saklandınız. Bulgaristan’da ve yurt ışından ikamet eden Türk ve Pomak Müslümanları sizden umudunu kesmiş bulunmaktalar. Bulgaristan vatandaşları olarak 25 yıldır görev alan DPS - HÖH Merkez Yürütme Kurulun DS dosyalı üyelerini ve milletvekillerini halk onaylamıyor yerlerine kimselere tabi olmayan gençler arzu ediliyor. Bundan dolayı milletvekili adaylarını parti başkanı değil halk tarafından belirlenmesi tercih ediliyor. Sizlere 25 yıl daha oy verilse Türklerin ve Pomak Müslümanların kaderlerinde ne değişecek? 05.Ekim.2014 yılında Bulgaristan’da gerçekleşecek olan


140

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

parlamento seçimlerinde sizler DPS - HÖH yöneticileri ve Milletvekilleri, hangi gerekçeyle Türklerden ve Pomak Müslümanlarından oy isteyeceksiniz. İsmet Topaloğlu - İzmir

Geçmiş Olsun!

Rafet Ulutürk-04.Eylül.2014

Boyaciev’le Sofya İşçi borsasında karşılaştık. - “Duvar işçisi mi lazım?” diye sordum. - “Hayır, boya, fayans ve kapı pencere” dedi. “Türk işçi aramıyorum, yabancı, Kuzey Batı Bulgaristanlı da olabilir. Tırın tarafından...” diye ekledi. Önce gözlerim karardı. Birden kötü düşündüm. Eskiden işçilerde milliyet aranmıyordu, acaba yine bir şeyler mi karıştı!? - “Ne oldu be Bay Boyaciev, eskiden bizi seçerdiniz, kusurumuz ne?” ağzını arıyordum. Başını çevirip bakmadan uzaklaştı. İyice yaşlanmış, ağır yürüyordu. 1991’de Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde sosyalistlerden adaydı. Bir TV tartışmasında, Demokratik Güçler Birliği adayı Jelü Jelev’e “fes” ve “ibrik” dedi. Sonradan pişmanlık fayda etmese de, “pişman oldu mu?” bilmiyorum. Kendisi eski komünist, uzun yıllar Almanya ve Avusturya’da kaldığından Bulgarların arasında biraz geniş görüşlü, bakış açısı farklı bir entelektüel olarak saygı görse de, “Kremikovtsi Demir Döküm” fabrikasında Türk ve Çingene işçilerin amiri olarak yıllar geçirdiğinden, bizi hem bilir, görünüşte sever ama içten içe... bilirsiniz işte... Ne de olsa “Hoşt” demeden havlamayan köpeklerdendir. İlk bakışta pek göz dolduran bir şahsiyet sergilemediğinden mi, Türk ve Müslüman desteği kazandığından mı olacak, rakibini biraz ürkütüp karalamakla puan kazanacağını sanmıştı. Oysa gerçek hiç de görüldüğü gibi değildi. Dr. Jelev sosyalizm yıllarında Sofya Üniversitesi Felsefe Fakültesi’nde doktora tezi hazırlarken Lenin’in “Madde Kuramı”ndaki “Madde Tanımı”nda eksik bir şeyler bulmuş, Bulgar Bilimler Akademisini, Felsefe Fakültesini, bilinen Akademisyen Todor Pavlov’u ve hatta Bulgaristan Komünist Partisi Merkez Komitesi Politik Bürosunu tiril tiril titretmişti.


Makale ve Analizler - 2014

141

Meslekten hukukçu olan Boyaciev, Jelev’in cesareti ve argümanları karşısında, solda sıfırdı. Hatta eminim, Dr. Jelev “fes” ve “ibrik” gibi kötü niyetle ve aşağılamak amacıyla söylenen sözlerden rahatlamıştı. Somut anlamı, “sen Türklerden birisin, onların oylarıyla Bulgaristan’a Cumhurbaşkanı olmak istiyorsun” olan hakaretleri ciddiye alan yoktu. 1990’da Bulgaristan Türkleri bir ayaklanmada geliyor, Büyük Göçle ülkeyi ırgalamış, çok kararlı ve mert demokratik kitlesel güç olarak sahnedeydi. Bu nedenle, “vatandaşlık haklarından, medeni hukuktan” fersah fersah uzakta olduğunu gizleyemeyen sosyalistlerin adayı, demokratik görüşlü Bulgar seçmenden oy alamamıştı. Türkler bir demokratik aydın olan Dr. Jelev’e inanmışlardı. O, TV tartışmasında “sen bir ibrikçisin” diyecek kadar küçük düşen rakibine tebessümle bakmıştı. Boyaciev Cumhurbaşkanı olamadı. Avukatlık yaptı. Eski zenginlerin Vitoşa Dağı eteklerindeki evlerini kiraya verdi. Kiraladığı binalardan biri, Bulgar kamuoyuna “Saray” olarak tanıtılan ve HÖH fahri başkanı Ahmet Doğan’ın oturduğu korumalı evdir. Bu binaya yıllardan beri badana yapılmamış, içine yapı ustası girmemişti. Ahmet Doğan’ın “saray” denen bu eski eve taşınması HÖH partisi kurucularından biri olan ve 12 yıl Başkan Yardımcısı ve Örgüt Sorunları Sekreteri görevini yapan Osman Oktay’ın partiden kovulduğunda İstanbul’da Yalçın Koçak’la görüşmesinden sonra Bulgar dış istihbaratı gizli polis “DS” ye bir yazılı jurnal iletti. Bu ihbar alındığında Kasım Dal HÖH Başkan Yardımcısı ve Ahmet Doğan’ın sağ koluydu. Ahmet Doğan’ı yok etmek için bir dış komplo hazırlığı bildirilmişti. Devlet önlem aldı. Milletvekili olan ama meclise uğramayan, içki bağlılığı dikkati çeken, seçmenden ve parti kitlesinden tamamen kopmuş bir hayat süren Doğan Boyaciev’ten kiralanan “saraya” taşındı. O, o gün bu gün oraya kapandı. Girip çıkışı, ziyaretleri rejime bağladı. Bu, böyle yıllarca devam ederken, 18 Ocak 2013 sabahı Sofya NDK kurultay merkezinin delege dolu 9. salonunda kürsüden rapor okurken Ahmet Doğan’a tabanca sıkıldı. Bu kurusıkı tabancadan önce Doğan’ın kafasına namlu dayanmamıştı. Nüfus kaydı “sarayda” olan Doğan zamanının daha büyük kısmını İsviçre’de ve “Baham Adaları”nda geçiriyor. Öyle ama son günlerde iskambil kâğıtlarını karıştıran bir olay oldu. Bu defa Osman Oktay değil, Oktay Yeni Mehmedov da değil, Ahmet Doğan’ın en yakın dostu, hem 1985’te gizli polis “DS”nin 12 ajanıyla birlikte Bulgaristan Türkleri Milli Kurtuluş Hareketi Partisi kurucularından, hem “liderle” birlikte Sofya hapishanesinde nar eskiten, hem de 10 Ocak 1990’da Varna’da yine bir sürü gizli polis ajanı “DS” muhbiri ve hainle birlikte Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH) partisini kuranlardan biri olan, bir de Ahmet Doğan’ın 20 yıl birinci yardımcısı


142

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

görevinde bulunan, birkaç dönem milletvekilliği olan Kasım Dal, şimdi HÖH partisinin yeni Genel Başkan’ı Lütfü Mestan ile HÖH milletvekili ve MYK üyesi Delyan Peevski’yi öldürtme hazırlığı içinde olduğu haberi geldi. Daha doğrusu olay 8 aylık bir sırdır. Yine Türkiye kaynaklı bir anonim ihbardır. Bulgar gizli polisi ihbarı alır almaz Kasım Dal’ı 8 ay gece gündüz izledi. Dinledi. Yazdıklarını okudu. Ona gelen yazıları peşin inceledi. Bu ön tedbirler yetmedi. Şimdi, Ahmet Doğan gibi, Lütfü Mestan ile Daniel Peevski’ye güçlendirilmiş özel devlet koruması verildi. Verildi de, halen başka bir köşk bulunamadı. Öyle korumalı, camı kurşungeçirmez, kapısında top patlasa açılmaz, çatısına yumruk büyüklüğünde tolu düşse kiremitleri kırılmaz, kardan çökmez, bahçesindeki akağaçlar, çamlar ve diş budaklarla birkaç meyve ağıcına uç ay su verilmese kurumaz bir “köşkü” nereden bulsunlar ki? Fahri başkanı çıkarıp Başkana verelim fikri akla yakın geldi. Bu konuda ilgili yerler birkaç toplantı yaptı. Türk sultanlarının saraylarından çıkarıldıktan sonra nerelere gönderildiği incelendi. Genelde Batı ülkelerini tercih ettikleri ve gidiş o gidiş bir daha geri dönmedikleri tespit edildi. Doğan’a da “saraydan çıkan geri dönmez” mantığıyla İsviçre’yi seçmesi tavsiye edildi gibi... Tüm bu haberlere kulak misafiri olan Petır Boyaviev de “saraya yeni kiracı yerleştirmezden” önce şöyle bir eskinin pasını kokusunu almak ve her yere yaz sonu güz başı ferahlığı vermek için borsada usta boyacı arıyordu. - “Ustaların Türk olmasını istemiyorum, çünkü eski kiracımdan kalma bazı izler var. Duvarlarda patlamış boş ve dolu şişelerin yara bere izleri, içerde öldürülenlerin canlı ruh görüntüleri, girip çıkanların kullandığı çok farklı parfümler eşyalara sınmış, havalandırdım olmadı, plastik boya, vernik, renkli cila yapılacak ve bir sürü başka işler var,” derken “sizin oğlanların tüm bunları görüp öğrenmesi, konuşulur, işte bunu sizin görmenizi istemiyorum,” dedi. - “Bay Boyaciev sen biz “ibrikçilerin” ciğerimizi bilirsin, bizde sultanlar eski saraya taşınmaz, daha çalım bir yer bulunamadı mı?” diye sordum. - “Ek masraf yapmak istemiyorlar. Bilirsin duvarların içi böcek dolu, bu yüzden, böyle idare etmek zorundayız,” dedi. - “Şey, o giderken Kafkas çoban köpeğini alacak mı acaba?” diye yetiştirdim. - “Bilmem”, dedi. Bana kalsa, bu iş de oldubitti gibi görünse bile, bazı bilinmeyen tarafları var gibi. Ahmet Doğan gider gibi yapsa da gerçekten gidici midir!, yoksa yine istersem çıkarım gibi... oyunu mu yapıyor?


Makale ve Analizler - 2014

143

Taburcu olmakla kiradan çıkmak arasında fark var tabii. GERB hükümetiyle başının belaya gireceği ortada. Şu banka işi de kokmaya başladı. Bütün parasının şu Ts. Vasilev’in kapılarına kilit vurulan bankasında tuttuğu ve kaybettiği söyleniyor. Düşman başına gelmesin! Hapisten çıkmak aklanmak anlamına da gelebilir, ama memleketten çıkıp gitmek ya kaçmak ya da kovulmak anlamına gelir ki, ikisi de gönül açıcı değil... ağzını bıçak açmayan Ahmet banka ile birlikte çökmüş olabilir...? Ya zaten “haydan gelen huya gider” deyenler hep haklı çıkmıyor mu? Adam yapsın onarımını ve ötesine Allah kerim...! Hadi geçmiş olsun!

Korkutan Hatıralar

Ertaş Çakır-04.Eylül.2014

Çarlık Rusyası, Balkanlar’ı Osmanlı’dan koparma gayesi ile Balkan Hristiyan milletlerine gizliden gizliye silah dağıtıp, bir yandan da fitne ve etnik düşmanlık tohumları ekerek onları ayaklandırmaya çalışıyordu. Bu olaylar Bulgar 1976 Nisan Ayaklanması öncesine rastlar. Osmanlı döneminde kardeşçe yaşayan soyların ve boyların birbirine düşürülmesi işi için görevlendirilen Rus Generali Çirnayev’in 1877 yılında Bulgaristan’dan Petersburg’a Rus Çarına gönderdiği gizli bir askeri raporda şöyle dedir: “Buralarda hiç yoktan ordular meydana getirdim. Bulgarları Osmanlı Padişahına karşı kışkırttım ve onlara gönderdiğiniz silahları dağıtım. Bu askerleri yüreklendirdim ve ölüme gönderiyorum. Bu Bulgarları sendeleyen bir engel var. Türklerin, Bulgaristan’da yaşayan Türklerin hatıraları, komşuluk ettikleri yıllar! Ölümden korkmayanlar bu hatıralardan çok korkuyorlar. Yalnız Türkleri değil, onların tarihlerini de yenmek lazım. Onların şanlı tarihsel geçmişi ve inanıyorum ki, onlarda her halde bir sihirbaz zekası var. Bir değil birkaç istila bile, Bulgarların iliklerine işleyen Türklerin ve bu topraklardaki Müslümanların üstünlüklerini yıkmaya bence kafi gelmeyecektir.” diye yazarak ooldukça ibretli bir iftirada bulunmuştur. Bi-


144

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

zim 1878’den beri yaşatmaya çalıştığımız kimliğimizin en büyük özelliği de budur. Biz üstün meziyetli milletlerin önünde gidenleriz.

Amerikan Sakızı

İbrahim Soytürk-04.Eylül.2014

“Hem Kurban Bayramına hem de seçimlere tam 1 ay kaldı. 5 Ekim günü yaklaşıyor. Seçimlerle bayramın aynı günde olmasını bu defa GERB partisi Başkanı Boyko Borisov sağladı. Türkiye’de Bayram tatili bir hafta olduğundan, genel seçimler vesile otobüslere binip gelsinler görüşsünler, bayramlaşsınlar, demiş. Bazı defa Bulgar da insafa geliyor. Bizim bayramlarımızın memlekete bereket havası getirdiğini, bayram günü düşen rahmetin bolluk habercisi olduğunu işitmiş, “Vallahi bilmezdim!” hepsi gelsin, oy kullansınlar!, buyursunlar etmiş. Aldığımız son haberlere göre, 7 Eylül’ de Sofya’da Mili Kültür Sarayı’nda GERB partisi seçim kampanyasını törenli başlatırken, İstanbul BULTÜRK Kültür ve Hizmet Derneği’nden ve diğer göçmen kuruluşları ve sivil toplum örgütlerinden heyetler davet etmiş. Bu arada seçim kampanyasını başlatan Sansürsüz Bulgaristan Partisi (SBB) “1 milyon Bulgaristan gencine iş vereceğini” açıkladı. Kuşkusuz bu kadar büyük bir işin şartları da var. Parti Başkanı Nikolay Barekov seçimleri kazanıp başbakan olmak istiyor. Parti başkanı olunca iş başı yaptı. Her şeyi yenileyeceğiz sloganıyla ortaya çıktı. Kucağında bebeli birinci eşini boşadı. Mariya Kalenderski isminde parti işlerine hevesli genç bir bayanla evlendi. 2 ay önce ikinci kez baba oldu. Yine gelişim halindeki yeni süreçte 4 milyarla batan Korporatif ve Ticaret Bankası’ndan (BTK) seçim önü politik paylaşımdan kendine düşen payı alarak 500 bin levalık bir yeni ev aldı. Arabalarını değiştirdi. Propagandasına çeki düzen verip susulacak, kötülenecek, kınanacak ve yalanla ballandırılacak hedefleri belirledi. İşte yalanla ballandırılacak olan hedefler: 1.a) Seçimleri kazandığında GERB ve HÖH - DPS partileriyle ortak Bakanlar Kurulu Kurmayacağını ilan etti. Nedenmiş o: “Doğan Holding”i dağıtıp


Makale ve Analizler - 2014

145

yerine “Barekov Holding” kuracak ve AB’den gelen bütün paraları kendisi dağıtacakmış. “Doğan Holdingi”in de suyunu çekip köküne kibrit suyu dökecekmiş. Bu işi yapmak için 50 bin Çingene gence iş vereceğini gizlemiyor. 1.b) Barekov son seçimlerde AB milletvekili seçilmişti. Artık suyun başını tuttu. Kanal, ırmak yatağı, su altında kalan kasaba, köy, mahalle ve ana yolları temizleme işine cezaevlerinden ve cezaevi dışından 100 bin Rom’a iş göstermek istiyor. Oldu sana 150 bin işsize iş bulundu. 1.c) Hemen seçimden birkaç hafta sonra iş başı yapacak. İlk işlerden biri de, büyük sayıda yeni şirket tescil ettirip, toplam sayıları 1 milyon 400 bin olan isimleri var, kendileri olmayan, kimlik n.o.’ları bilinlerden 500 bin kişiyi işe tayin etmek olacaktır. Bu şirketlerin işgali çöp çatma, yalan tirajlama, fitne yapma, dedi kodu yayma, boş dolaşmak, cami taşlama, anıtlara, öteye beriye Hitler’in kırık hacını çizme v.s v.s. işlerdir. Yeni tip şirketlerde yarım milyon işsizi işte gösterip Avrupa Birliği’nin İşsizlikle Mücadele Fonlarından para almaktır. Önemli olan bu parayı “Doğan Holding”ten geçirmeden direk olarak ceplemektir. Al sana toplam 650 bin kişiye iş bulundu mu? 1.d) Barekov, 300 bin 18 ile 35 yaş arası gence de Almanya’da iş bulduğunu açıkladı. Haber, hem Bulgar hem de Alman basınında çıktı. Bu gençler genelde Rom asıllı olacak, çünkü memlekette Bulgar ırkından pek elle tutulur göz doldurur genç adam kalmadı. Bunların işleri, önce 5 Ekim 2014 günü Nikolay Barekov’un partisine oy verip, ellerine aldıkları bir vesikayla otobüse binip Almanya’nın muhtelif şehirlerindeki hastanelere gidecekler. Kayıtlarını yaptırıp 7 gün dinlenecekler. Hamam yapıp temizlenecekler, tırnakları, saçları, burun kılları kesilecek, biraz pudralanarak koyu buğday renginden açık mercimek rengine geçince ve saçları kuaförde biçimlendikten sonra fotoları çekilecek ve bir “sperm bankına” soy suyundan birkaç damla verecekler. Almanya’da döl kuruması problemi böylece aşılmış olacak, iki ülke arasında AB içi işbirliği yeni bir boyuta ulaşacak ve invitro usulüyle bebek sahibi olmak isteyen Alman bayanlara değişik ırk, soy, insan tipi ve entelektüel görünümlü Romlardan doğuracakları çocuklarına şima seçme hakkı tanınacaktır. Demokrasilerde seçme hakkı özgürlüklerin önde gelenidir ve bu kurala Almanya’da uyulduğu kanıtlanacaktır. Bir de Bulgaristanlı genç Romlara tohum satma özgürlüğü tanınmış olacaktır ki, bu onlara bir de aynı tohumdan doğuracak Alman bayanı tanımama ve çocuğunu hiçbir zaman görmeme özgürlüğü getirmektedir. Bu özgürlükleri kullananlara toplam 1500 Euro ödeme yapılır. Al sana 850 bin işsize iş. 1.e) İşsiz kalan, fakat istihdam sorunlarının çözümü 2-3 ay içinde çözülmesi gereken diğer 150 bin Rom genci de karılı erkekli Kasım ayı içinde ya da Aralık 2014 başlarında 6 ay için Sofya Merkez ve Kremikovtsi, Stara Zagora, Pazar-


146

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

cık, Sliven ve Varna Hapishanelerine alınacaktır. Bu iş için geliştirilmiş hukuksal ve yargı usulü öteden beri geçerlidir. Böylece çocuksuz Rum aileler kalorifer, sıcak su, soğuk su, temizlik, tuvalet, yemek, içmek, her cumartesi ve Pazar günleri özel odalarda görüşüp sevişme özgürlüğünden yararlanarak kışı hafif hatta tamamen masrafsız geçireceklerdir. 6 aydan sonra Allah büyüktür. İşte sana 1 milyon işsiz Bulgar vatandaşlına iş, istihdam, en önemlisi sefalet çizgisi üstünde ve orta halli endeks çizgisi altında bir geçim standardı. Şimdi bu vatandaşlar o “uzaktan baktım çok, yanına vardım yok” yani listede var ama hayatta yok kontenjanından da olabilir, reel Çingene gettoları kontenjanından da alınabilir. Önemli olan onların kendilerine teklif elden işi kabul etmeleri ve görev sürelerinin sonunda memnuniyetlerini bir imza ile beyan ederken, iş husumeti, itilaf ve çatışma gibi sınıf savaşlarına kıvılcım saçan işlerle ilişkileri, bulaşmışlıkları olmadıklarını kanıtlamalarıdır. Avrupa’nın istediği budur. Bizdeki demokratik sosyal devlet de bu işten çok memnun olarak ömrünü uzatacaktır. Barekov Başbakan görevinde istediği kadar kalabilir. Bu durumda bir sonraki seçimler için 1 milyon oy garantilemiş olacaktır. Zaten birinci görev süresinde pek inkişaf olmuyormuş. Amerikan sakızı uzadıkça işlerin tümü, olmayan işlerin de hepsi çözülür ve veren memnun, alan memnun, hayat devam eder. Zaten hayatımız Amerikan sakızına benzedi. Çiğnenir ama yenmez, yutulsa mideye yapışır ve hiçbir delikten çıkmaz, ne güzel değil mi?!

Masallardaki Umut

Raziye Çakır-04.Eylül.2014

Bulgar okulundan aklımda kalan bir tek “Krali Makro” masalıdır. Bir dev adamın büyük elleri, kocaman gözleri, güçlü adaleleri, uzun kılıcı ve tepeden tepeye sıçrayışıyla işleri hal etmesi anlatılır bu masalda... Avrupa’nın yoksullar dostu Roben Hut gibidir. Olağanüstülükte yaşayan Krali Marko’ya güvenip zulümden kurtulmak, masalı dinleyene zor günde kurtarıcı olan birine umut bağlamayı aşılar. Ruha işleyen umut, gözleri oraya buraya çevirir. Ortaya çıkan sonuçta kurtuluş ezilenin kendi işi değildir. Ancak yabancı


Makale ve Analizler - 2014

147

birinin yardımı gücüyle mümkün olabilir. Aşılanan budur ve sonunda alın yazgısı gibi inanç olur. Dıştan yardım geleceği hep hayal edilir. Bir yerlerden uzanacak “kurtarıcı el” özlenir. Bulgar’da bu, 1877 - 78 Osmanlı - Rus Savaşı’nda yaşandı. “Kurtarıcı” Rus geldi. 1944’te Tuna ırmağını ikinci defa geçen Sovyet Ordusu Alman faşistlerine palayı pırtıyı toplattığında bu inanç güçlendi. Bağlılık doğdu. Birkaç gün önce Berlin’i ziyaret eden ve Başbakan Merkel ile görüşen yarının Bulgar Başbakanı Boyko Borisov ziyaret sonuçlarını açıklarken şöyle dedi. “Siz seçimleri kazanın biz size yardım edeceğiz!” Yani Bulgar Osmanlıdan ayrılalı 139 yıl oldu. Başkalarının bize yardım edeceği inancı artık bir hayal olmaktan başka politik program olmuş! Ne yazık değil mi?! Genelleştirirsek, dış güce güven Bulgar öykülerinde öz oldu. Olağanüstüyü bekleyişte bir psikolojik kurtarıcı umudu vardır. Ormandaki kötü kurt Kırmızı Şapkalı Kız ile nenesi diri diri yutar. İyi yürekli avcı yetişir, onları kurdun karnından çıkarıp kurtarır. Bu kurgu, politik olarak harmanlandığında, insanın, devletlerin karanlıkta yürüme riskinden korkmama hissini doğurur. Bulgaristan 2007’de Avrupa Birliğine (AB) çağrıldığında üye olmaya tamamen hazır değildi. Üye olmakla büyük risk aldı. Bu risk ülkeyi iyice çökertti. Şimdi bocalıyoruz. Rusya hareketlendiğinde toplum her defasında ikiye bölünüyor. Yarımız Moskova’ya, yarımız Brüksel’e bakıyor. Lütfü Mestan yönetimindeki Hak ve Özgürlükler Hareketi Rusya’nın Kırımı ilhakından korkarak bakışlarını Batıya çevirmesiyle Sofya hükümeti düştü. Dengeler çok ince ve hassadır. Sergey Stanişev ile Lütfü Mestan “Kartal Köprü”de öpüşürken, bu işin tuzu biberi olan bir şarkı söyleyen sanatçı Kıristina Dimitrova şimdi, Bulgaristan’da bir Türk olmasını istemeyen “Ulusalcı Cephe”den milletvekili adayı oldu. Bizse bunlar sarmaş dolaş şapır şupur öpüştüler demiştik. Nerde, gerdek gecesi ayrıldılar. Bulgar’da, dolu da yağsa, kar da serpiştirse, bela kapı çaldığında Rusya bizi kurtarır havası canlıdır. Unutmayalım kurtarılanlar kurtarıcının isteklerine tabii olmak zorundadır. Kurtarılma anı bir doruktur. Aynı an yeni bağımlılık başlar. Bulgaristan “demokrasi” dediği an Rusya enerjimizi aldı. Kölelerin uyanmasını kimse istemiyor. Hakim olan mantık şudur: “Ne kadar daha kötü yaşamak zorunda kalırlarsa, bize olan bağımlılıkları o derece artar.” Bunu diyen şimdi yan yattı, bayılmamızı bekliyor. Ahmet Doğan gibi Moskova uşakları sem eletilerek bayıltılmamız rol aldı. Ödevleri halkımızın suyunu çıkarmaktı. Avcı avını öldürmek için avlar. Ahmet Doğan çetesi şimdi anlatılan öyküde bizi hala öldürmüyor, hayvanat bahçesinde kafeslere kapatılmış durumdayız, aç susuz bırakıldık, hiçbir iş yapmadan iştahtan kesildik, hava parasız, nefes almaya çalışıyoruz, dayanamayıp ölmemizi bekliyor. Yazdığım canlı öykümüzdür. Avrupa Birliğine Bulgaristan emeklilerinin üçte birinin 130 ile 180 leva arasında emekli maaşıyla


148

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

hayat sürdürdükleri yanlışlıkla rapor edilmiş olmalı, dünya işitmesin diye merkezin dış dünya ile iletişiminde birkaç gün arıza çıkmış. Bu da bir masal tabii de, içinde işler düzelir umudu var. Bu bakıma biz Türkler içimizdeki ilk mayalanış açısından diğer insanlardan farklıyızdır. Bulgarların bizi anlayamamasının ana nedenlerinden birisi tam budur. Biz, kurtarıcı gücü içimizde ararız, insanı bir durumdan başka bir duruma dönüştürenin özsel olduğuna inanırız. Öz gücümüzün kaynağı bedenimiz ve ruhumuzdaki gizemdir. Karanlıktan çıkan ışık gibi, parladıkça güçlenir. “İşçi sınıfının kurtuluşu öz davasıdır” diyenler, bu sloganı bizden asırlar sonra yükseltti. Biz kendimize inanarak kök saldık, dallanıp yapraklandık, isyanlarımız açtığımız çiçeklerdir. Büyük Goethe “Bin Bir Gece Masallarını” okumadan Batı dünyasına ışık saçamadı. Uyanmak için, dağı delen Ferhat’tı görmeliydi. “Hafız”ı okumalıydı. “Dede Korkut” masallarının kokusunu almalıydı. İnsan doğasına, onun vicdan ve ruhuna, inancına, yaşam biçimine, baş kaldırmasına, ayaklanmasına, devrim yapmasına, mayalandıkça ışık arayan yolculuğuna ne adasak azdır! İslam’a inanan bir halk, alın yazısını örerken zaman gelir seçim yapmak zorunda kalır. Birey ve kitle olarak hareketlenme, kader yolu çizme kullanıma açık kutsal bir haktır. Örneğin soydaşların yeni yol seçerken, 5 Ekim 2014 günü, mübarek Kurban Bayramı duasında bir sayfayı kapatıp yeni bir sayfa açmayı seçmeleri, nefes keser nitelikte bir seçimdir. Şunu da unutmayalım, masallardaki özün ateşinde hep iyilik ile hoşgörü vardır. İyilik ve hoşgörü Türklüğün Çoban Yıldızıdır. Alman halkı İkinci Dünya Savaşından yaralı çıktı. Ülkesi yerle bir edilmişti. Alman ruhunun iyilikle uyanmasında Anadolu efsane, öyküleri ve insanlığı yaşatma mücadelesi büyük rol oynadı. 1945’te bu ülkede 12 cilt halinde Almanca olarak basılan “Anadolu Masalları” büyük ilgi gördü. Savaş yorgunu Almanlar insandan insana iyilik akışına susamıştı. Elleriyle gömdükleri hoşgörüye yaşam hakkı tanımaya yürekleri varmıyordu. İçlerindeki barbarlığı gömmekse hiç de kolay olmadı. Her şeyini yitiren bir halkı ayağa kaldıran iyiliği yaşatma hırsı Anadolu öyküleriyle ateşlendi. Yine eski kıtanın birincisi oldular. Türklerin iyi olanı bulup yaşatma tutkusu, klasik dünyanın ateşi bulmasından önemlidir, çünkü iyilik insanın içindeki ateştir. Çünkü iç dünyamız, inançlarımız, var oluş nedenlerimiz iç ateşimizle değişmeden, dış dünyayı değiştirme ve dönüştürme gücümüz harekete geçmez. Kendisi değişmeyen başkasını etkileyemez. Ufuktaki yükseliş içimizdeki özün derinliğindedir. Dış kurtarıcı bekleyen bugün de AB’de “yardım programı” ya da Moskova’dan “doğal gaz fiyatında indirim” hayal edip bekliyor. Kıyaslamalı bir ifadeyle, kendiliğinden kaynayan bir ayazma havuzuna ber-


Makale ve Analizler - 2014

149

rak su dolmasına benzer. Dışardan yardım bekleyense boş bir kovadır ve birisi tarafından doldurulmayı bekler. Aradaki fark bu kadar büyüktür. Gerçek böyle olunca, Batı kurtarıcı masallarını kendisi için değil, sözüm ona kurtarmak istedikleri, yani himayesi altına almak istedikleri için uydurmuştur, desek abartmış olmayız... Şu dönemde bizim bütün kalkınmamızı, tüm yatırımlarımızı AB programlarına bağlamamız anlamı aynı olan acı bir örneklemedir... Kurtuluşumuzun, haklarımızın, özgürlüklerimizin başka birileri tarafında paketlenmiş hediye paketinde kalaylı bir tepside sunulacağını beklemek, bebelerin leyleklerin gagasındaki bohçada geldiğine inanmak gibi bir şeydir. Çünkü “armağanı getiren” ayağını bastığı yerden geri almaz. Bizdeki Rus egemenliği 100 yıl sürdü. Çanakkale şehitliği ve egemenliğimiz savaşla kazanılan edinimlerin hafızamıza kazınmış örneğidir. Ahmet Doğan “haklarınızı ve özgürlüklerinizi” garanti ediyorum dedi, kendisi saraya geçti, herkesi aç ve susuz karanlıkta bıraktı. Yani aldatıldık! Onun sayesinde bize tanıdığı özgürlük kümesteki tavuğun eşelenme özgürlüğüdür. Hak olan, insanın kendisi için mücadele ederek elde ettiğidir. Ak yüzümüzü dünyaya gösteren 1989 Mayıs Ayaklanmasıdır. Her halk ayaklanamaz. Bu iş yürek hem bilinç ister ve bizde bu yüceliğin olduğunu dünya gördü. Yıllar içinde vicdanımızda körleşme olduğu sezildi. 1990’da Ahmet Doğan’ı başa geçirmekle boş bulunduk ve tuzağa düşürüldük. Kuşkusuz son 100 yıl hepimizi çok etkiledi ve değiştirdi. 19. yüzyılda yabancı kalemlerce hakkımızda kaleme alınan öykülerinde cami, hamam ve çarşı arasında dolaşan hayaldik. Kara çarşaflı “öcü”lerse dişilerimizdi. İnsanın içi değişmeden dışı değişmez, zulüm gören halklarda dışsal yani şekilsel değişiklik izlenir. Bu bizde de izlendi. Rüzgâra kapılanlarımız, yön değiştirenlerimiz oldu. Bundan dolayı dıştan dayatılan değişim içsel dönüşümün önünde gittiğinde, yaşam kuralları terse döner. Bugün bunu yaşıyoruz, yabancı bir dili ana dilinden daha iyi konuşanların ruhu çarpılmıştır. Bir fidan dalındaki meyveden daha iyi bir meyve veremez. Erikten armut, elma ağıcından portakal toplayamayız. Meyveler özü yaşatan özlerdir. Buradaki umut doğal olanın her zaman üstün geleceğine inancımızdır. Bir de işi bitti, artık düdüğü ötmez, hesabı görüldü dediklerimizin hayatımız üzerindeki etkisi, kokusu çekisi öyle halı silker gibi silk ilemez, yıkanıp paklandı desek bile kokmaya devam eder. Burnumuzdaki başımızdan geçenlerin kokusudur. Burnu koku almayanlarsa hainlerdir. İç dünya paklamakla paklanmaz. Korkmuş olan koktukça ürperir. Ürperdikçe sigaraya sarılır. Yataktaysa kalkar. Gezinir. Işık aramak için kafasını cama dayar. Dört duvar koğuşta cam yoktur. İçerdeki alnını cama dayamayı özler. Mahallenin öte ucunda kör bir lambanın loş ışığı kurtuluş simidi olur. Sıcağı hayal eden ısınmayı umut eder. Sevgi


150

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ile umut içsel yaşantıdır, mesafe tanımaz, insanın içinde hep yaşar ve yaşadıkça hayata su verir. Komünizm sözde gitti, ama etkisi yaşıyor. Totalitarizm aşıldı, ama insanların hafızasında “Belene” ölüm adası, hapishane zulmü, işkenceler, sorgular, koğuş karanlığının tırnak izleri her hücremizde acıyor. Yaralı sinir dokularımızı pansuman edecek doktor hala doğmadı. Artık akademide en iyi öğrenci olsa bile yaralı ruhlar için pansumal bezleri henüz geliştirilemedi... Şimdi size iyi yürekli güçsüzün kötülük yapan dev güçlüyü nasıl yendiğini anlatan bir masalım var. Bana hediye edilen bu kitabın içindeki bilgeliği bana akıtmak isteyen kalbin sıcaklığını hissederek birlikte okuyalım: Serçe ile Fil Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde bir serçe varmış. Yol kenarına yuva yapmış, eşi kuluçka yatarken, yoldan geçen hantal fiil yuvaya basmış, eşini ve yumurtalarını ezmiş. Her şeyinin yok olduğuna, soyunun tükeneceğina yanan serçecik çok ağılamış, yanık yanık ötmüş ötmüş ve sonunda olan odluyu kabul etmiş. Kendine geldiğinde kadere teslim olmayıp öç almaya karar vermiş. Önce kargaya gitmiş, başına gelenleri anlattıktan sonra yardım istemiş. - “Ben ne yapabilirim!” demiş karga. - “Fiil uyurken gaganla gözlerini oyacaksın, kör olsun!” demiş serçe.. Bir gün fiili uyumuş, gözlerinin etrafı sinek kovanı olunca karga gagasıyla gözlerini oymuş ve onu kör etmiş.... Kargaya teşekkür eden serçe uçup derede vaklayan kurbağanın yanına gitmiş ve ona da: - “Kurbağa kardeş bana yardım et!” demiş ve başına gelenleri anlatmış. - “Ben ne yapabilirim?” diyen kurbağaya - “Karga kardeş fiilin gözlerini oydu, artık göremiyor. Senden istediğim, susayan fiili kurumuş olan karşı dereye götürmeme yardım etmen. Yüksek kanonun altında vak vak yapman yererli olur. Fiil de senin sesine aldanıp su içmeye gelir!” demiş. Kurbağa serçenin isteğine uymuş ve su arayan fil etrafta dolaşırken kanondan gelen vak vaklara aldanmış ve susuz dereye devrilmiş ve serçe muradına ermiş. Bu masal bize saraylarda bilgelik taslayanlardan güçlü olanın zekâ olduğunu öğretir. Zeki davranan her zaman kazanır. Masallardaki başarı ruhunu yaşatan zekâdır.


Makale ve Analizler - 2014

151

Deliliğe Dayalı Hainlik Olur Mu?

Hamiyet Çakır-05.Eylül.2014

Zaman, İkinci Dünya Savaşı’nın son aşaması! Amerikan güçleri Akdeniz’de Sicilya sahillerine demirlemişti. Hitler’den taraf olan Musolini faşisti 5 yıl halka kan kusturdu. İtalyan partizanları ve şehir gerillaları ona uyku uyutmuyordu. İtalyanca yayın yapan birçok gizli radyo vardı. Bir gün sözü şaire Ezra Pound’a verdi. Çok iyi hazırlanmış etkisi güçlü radyo konuşmasında o, amerikan askerlerine İtalya’ya ve İtalyanlara karşı “Ateş Etmeyin!” dedi. Bu çok güçlü bir çağrıydı. ABD ordusunu etkiledi. ABD Ordu Komutanlığı Ezra Paund’u tutukladı. “Hain” ilan etti. ABD. işgal güçleri tarafından İtalya’da hücre hapsine mahkûm edildi. Hakkında çok yazıldı çizildi. Lanetlendi ve övüldü. İtalyan demokratları, geniş halk kitleleri, “Ateş Etmeyin!”, “İnsanları Öldürmeyin!” çağrısında “Hainlik” görmedi. Dünyada barışa çağıranı hapseden, bir yasa, töre, adet ve gelenek yok dediler. Şair Ezra Paund barış şiirleri yazmaya içerde de devam etti. “Öldürmesin kurşunlar insanları, Bombalar düşmesin köylere, Korkuyla uyanmasın çocuklar, İhtiyarlara bombalanmamış mezar yeri bırakın!” dedi. İtalya ve Avrupa’da barış sedaları güçlendiğinde, gizlice Amerika’ya götürüldü. Nürnberg Mahkemesi’ne verilmesini isteyenlere, Mahkeme başkanı: “Biz barış çağrısı yapanları yargılamıyoruz!” cevabını verdi. Washington’da Vatana ihanet suçundan yargılandı. Suçlu bulundu. Cezaevi yerine St. Elizabeth Akıl Hastanesi’ne gönderildi ve orada 12 yıl kapalı kaldı.


152

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Sonra mahkemenin kararı açıklandı: “deliliğe dayalı vatan hainliği,” demişlerdi. Öyle bir şey olamazdı. Bir adam ya delidir ya değildir! Deli halkına ve vatanına hainlik edemez, çünkü vatan ve halkın ne olduğunu bilemez. Belli Başlı Amerikan şair ve yazarlarının baskısı sonucunda, Dünya Barış Örgütü’nün çağırıları da dikkate alınarak Amerika Birleşik Devletleri hükümetince özel bir kararla serbest bırakıldı. O gün dünya demokratik güçleri bir “Oh!” çekti. Benzer bir olay bizde de yaşandı. Halkımızın sesi olan genç Oktay 198 Ocak 2013 günü saat 10:12 geçe, halkımızın Hain dediği, Dönek Ahmet’i, HÖH - DPS kongre kürsüsünden “Hainlerin burada işi olamaz!” sözleriyle savurup attı. Dava görüldü. Dönek Ahmet, Deli Hastanesinde rapor ardına rapor aldı ve duruşmalara gelmedi. Sonra da “turp gibiyim, kendimi gençleşmiş hissediyorum” dedi. Biz şimdiye kadar deliliğin savdığını işitmemiştir, dedik ya bir adam ya delidir ya değildir, ama doktorlar “delidir” dediyse bugün de delidir, çünkü dünyada şimdiye kadar normalleşen deli yok. Ne de anlatsak, onun Bulgaristan Türklerine yaptığı hainlik bu türden değil, doktor raporuyla af edilemez. Bizimki, tasarlanmış, planlamış, uzun süre hazırlanmış bilinçli bir ihanet ve hainliktir. Bizde, halkına ihanet eden Hainleri akıldan özürlü gösteren yasa olmasa da, şimdiye kadar yargılanan hainde yoktur. Bir de şunu ilave edeyim, akli problemli olanlara geçerli raporu yalnız İsviçre Tıp Komisyonları verebiliyor. Bizdeki raporlar da bire de sahtedir. İki arada, bir burada bir orada vakit dolduran hainlerimizden HÖH kurucu lideri, gizli polis ajanı Ahmet Doğan seni, beni, partiyi, halkımızı, kamuoyunu ve devleti parmağında oynatmaya devam ediyor. Bulgaristan Türk ve Müslüman halkının bir asır devam eden hak ve özgürlükler mücadelesini bilinçli olarak baltaladığından dolayı halkımın vicdanında, bilincinde ve gözünde en büyük ihanetçi ve haindir. Yaptığı kötülükler polis dosyalarından taşıyor. Bir yurttaşı memleketinden vatanından kovmak, bir insanı anasından babasından ayırmak, bir insanı jurnalleyip tutuklatmak, sürgün etmek, yargılanmadan hapsetmek, işkence odalarında ezmek, ailesine baskı yapmak, sözde değil, fiili suçlardır ve hiç birinin affı yoktur ve olamaz. Halkımız büyük zulüm gördü. Bu zorbalık ve zulmü yapanlar, zor günlerimizde düşman yanında yer alanlar, zalimlere hedef gösterenler bire dek Haindir. Bu bilinç yerleşmeden kafası kesilmiş ve avluya atılmış tavuk gibi debbeleşmeye devam ederiz. İrademizin ve bilincimizin özünde bu anlayış ve yaklaşım olmadan ileri adım atamayız.


Makale ve Analizler - 2014

153

Bizde deliliğe dayalı hainlik olmadı. Kötülükler bilinçli yapıldı ve hesapları da adalet önünde verilecektir. Bizde kendilerini deli gösteren hainler vardı. Kaçamayacaksınız! Mazlumların adaleti yakanıza yapışmaya geliyor. 5 Ekimde sandığa önce Hainleri gömelim!

Yerli Malı Türk’ün Malı (?)

Alptekin Cevherli-06.Eylül.2014

Bir zamanlar coşkuyla kutlanan Yerli Malları Haftamız vardı. Her geçen gün yerli malı haftalarımızın etkinliği azaldı, azaldı; neredeyse unutulduydu. Ne zaman ki ekonomik yaptırımların gücünü keşfettik, boykot kampanyalarıyla birlikte yerli malının önemini yeniden anladık. Hatırlarsınız Apo İtalya’ya kaçmıştı. Devrin İtalyan hükümeti de Apo’yu Türkiye’ye iade konusunda isteksiz davranınca vatandaşlarımız, zamanın İtalya başbakanına (affedersiniz) “Maksimum Dallama” diye isim takıp İtalyan mallarını boykota başlamıştı da; Batı özentisi nedeniyle adı İtalyanca olan tekstil ve mobilya firmalarımız “Vallahi de İtalyan değiliz, Billahi de değiliz” deyu gazetelere sayfa sayfa ilanlar vermişlerdi... *** İsrail-Hamas gerginliği ile birlikte yurt çapında pek çok sivil toplum örgütünün başlattığı İsrail mallarını boykot kampanyaları uluslararası pek çok markayı ciddi anlamda vurdu. Hoş, kampanya ile birlikte İsrail’le hiç ilgisi olmayan pek çok yabancı marka da nasibini aldı ama aslında iyi de oldu. Yerli üreticiler bir nefes aldı... Ama tabii her işin bilinçli yapılması lazım. Bu İsrail boykotunu yaparken hurmaya kutsiyet atfedip Kudüs’ten geliyor zannıyla İsraillilerin yetiştirdiği hurmalarla iftar açan arkadaşlarımız da çok oldu... İsrail’de böylece “Kudüs hurmasıyla” aslında boykotu ramazan münasebetiyle Müslümanların eliyle bir güzel deldi.


154

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

*** Şimdi ise Filistin ile İsrail arasında barış sağlanınca sakın sanmayın ki boykot bitti. Yerli üretimin teşvik edilmesi hâlâ gerekiyor... Çünkü dünyada Filistin haricinde de zulüm gören Müslümanlar yaşıyor! Doğu Türkistan’da Ramazan ayında oruç tutukları için 3 bin Uygur Türk’ü katledildi. Bunlardan 2000’i idam edilerek, 1000’i de sokaklarda hunharca infaz edildi. Kırım’da binlerce Tatar Türk’ü Kırım’ı Rusya’nın yeniden işgali ile yerinden yurdundan oldu. Filipinler’de Müslüman katliamı sürüyor... Irak’ta IŞİT binlerce kişiyi katletti. En son Tuzhurmatı yakınlarında 20 bin Türkmeni bir kasabada sıkıştırdı. Hepsini kılıçtan geçirmeye hazırlanıyor... Haydi, şimdi tam sırası... Başta Çin olmak üzere Rus mallarına (!) ve diğer İslâm düşmanlarının mallarına da boykot! Müslüman’sa bunlar da Müslüman! Neden olmasın???

Hepinize Son Mektup

dım.

06.Eylül.2014

Gönderen: Ahmet Doğan HÖH Fahri Başkanı Sofya - Bulgaristan Size nasıl hitap edeceğimi bilemiyorum, Cümlenize Merhaba! Bu yıllar içinde sizden çok mektup aldım, fakat hiç birini cevaplayamaHepinize topluca bir yanıt gönderip içimi dökmek istiyorum.


Makale ve Analizler - 2014

155

Tanrı bir an için benim bir hiç olduğumu bilse, normal insana verdiği candan bana da vererek beni ödüllendirse ve yaptığın tüm kötülükleri Bulgaristan Türklerine, Pomaklara ve tüm insanlara anlat, içini dök dese, yaptığım her şeyi dile getirebilecek kadar cesareti kendimde bulamaya bilirdim, ama en azından belleğimdeki kötü kokan ince zararlar arasında ne varsa bir daha aklımdan geçirir ve sizi üzmeyecek olanları açıklamayı düşünebilirdim. Size hiçbir zaman ve hiçbir yerde değer vermedim, belki de bunun yanlış olduğunu artık anlamam gerektiğini de düşünebilirdim. İnsana değer vermemek benim yaratılış özümdedir. Ben size değer verseydim aranızda erir giderdim, hedefim sizi eritmekti. Sizin defterinizi dürdükten sonra tek başıma da olsa yaşamaya devam etmekti. Bana sen bir şeytan olacaksın deyenler, şeytanların ölümsüz olduğunu söylemediler, ben yaptığım kötülüklerin ağır yükü altındayım, ezildikçe eziliyorum ve artık nefes alamıyorum ve ölmek istiyorum. Artık ölebilir miyim? Elime hakikatten insan olarak yeniden doğma fırsatı geçse az uyur, çok rüya görür, gözlüklerimi çıkarıp gözümü yumduğum her dakikada, 60 saniye boyunca ışığı yitirdiğimi düşünürdüm. Ben aşktan vazgeçtim ve yaşlandım. Evlendim, yatağıma çok kız kadın girdi ama sevemedim. Oysa şeytanlar sevemiyormuş. Bana bunu söylemedilerdi. Söylemiş olsalardı belki sizi yok etmeyi kabul etmezdim. Artık ölmek istiyorum! Ölebilir miyim? Aşktan vazgeçenin yaşlandığını bilmiyordum. Ben hiç sevemedim ki, sevemediklerimle yaşamaya çalışırken bunaldım. Oysa ben siz durduğunuz zaman yürümek istiyordum ama bunu da yapamadım, çünkü benim işim sizinleydi, aranızda olmayı istemesem de aranızda olmak ve sizi oyalamak vazifemdi. Sizi geniş bir anız engininin ortasında sıcaktan kafasını sokacak yer arayan koyunlar gibi birbirinizin bacakları arasındaki karanlıkta bir arada tutmak, su içmeyi bile unutturmak ve seçimden seçime tek delikli bir sandık başına götürüp elinize verilen bülteni o deliğe attırmaktı. Siz buna alıştınız, kendinize tanınan bir hak olarak kabul ettiniz, kendisine çok kızdığınız insanları en önemli mevkilere seçerek kendi kuyunuzu hep kendi ellerinizle kazdınız. Kazdığınız dipsiz bir kuyudur, kazdıkça kazılır, yerin toprağı bitmez ve kuru toprağın dibinden su çıkmaz. Siz suyu bulup düşman gözüne bakar gibi aynasına bakarak ve her damlasında yansıyan güneşi görerek uyanmak istiyordunuz. Hiç biriniz şeytan toprağında su olmadığını bilemedi. Ben sizi aldattım. Aldatmaktan yoruldum. Ölmek istiyorum. Ölebilir miyim? Ben hiç konuşmadım, konuştuğumda sizin beklediğiniz şeyleri anlatmadım, buzlu viskimi çektim ve ardından gelecek çikolatalı dondurmanın tadından zevk almaya baktım.


156

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Tanrı beni yaratırken şeytan ruhlu yarattığı için, bende insan ruhu hiç olmadı. Tanrı bana birazcık insan canı verse, sizden biri olmak için basit giyinir, yüzümü güneşe çevirir, sadece vücudumu değil, ruhumu da tüm çıplaklıyla açardım. Sizin terinizi kokmak bana nasip olmadı. Çünkü şeytanların burnu koku almaz. Ben viskiyi de hep koklamadan içtim. Aramızdaki fark şu: Beni çözseniz bile, ben kendimi anlatmadıkça, vicdanım bozuk, hafızam zehir dolu, benden size iyilik gelmez demedikçe siz beni anlayamadınız. Ben sustum. Gözlerime bakmanıza izin vermedim. Gözlerimi görseniz sahte olduğumu anlar uyanırdınız. Sizde can var ama adam gibi adam olduğunuz için içinizde kötülük yapma iradesi yok. Ben sizi hep aldattım, naif ve safdil inandınız, inanmayanlar da başını büktü. Ben aranızdan aldatamadıklarımı gammazladım, kendimden uzaklaştırdım, kovdum, tüm işlerinde engel oldum, daha sonra hepinizi yola gelesiniz diye süründürme geldi içimden ve hepinizi süründürdüm. Son mektubum hepinizi sürünürken bulacak. Ben egoist ve kıskanç biriyim ve bende olmayanın sizde olmasına razı olamam. Olmadım. Hitler Yahudiler yakmış da köklerini kurutamamış, bu iş sizinle hiç olmaz. Siz başka birinden yardım beklemeyenlerdensiniz. Artık benden de hiç bir şey beklemediğinize göre ben gidiyorum. İzin verin öleyim! Ölebilir miyim? Siz benim tanımadığım ve anlattıkları gibi olmayan başka bir tip insanlarsınız. Ayrık otu gibisiniz, kurut kırk sene, toprak kokusuna canlanan tiplersiniz. Ben canlanıp adam gibi adam olamadım. Hepinizi kıskanıyorum. Hepinizi yok edecektim, edemedim. Ben gidiyorum. İzin verin öleyim! Ölebilir miyim? Ben canlanamadım. Ruhumda Türk canım yok ki, ne canlansın? Bazen şiir söylemek geliyor içimden, ama Türkçe şiir bilmiyorum. Şarkı da bilmiyorum. Türkçe ağılamayı da beceremem. Ben Türk gibi canlanamam. Artık Türkler arasında da yaşayamam. İzin verin öleyim! Ölebilir miyim? Ben adam gibi adam olabilseydim gözyaşlarımla gülleri sular, vücuduma batan dikenlerinin acısını hissederek dudak kırmızısı taç yapraklarından öpmek isterdim. Ben hiç gül öpemedim. Ben gül koklayamadım. Hayatta kalmamın bir anlamı kalmadı. İzin verin öleyim. Ölebilir miyim? Tanrım bir yudumluk insan yaşamım olsaydı... Gün geçmesin ki, karşılaştığım tüm insanlara onları sevdiğimi söylemeyeyim. Benim insan olmadığımı anlayanlar beni sözde saray dedikleri eskiye kokan bir eve kapadılar. Bahçedeki ağaçlardan hiç biri açmıyor, koksa da burnum almıyor, onlar da icat edilmişler, onlar da benim gibi canı olmayan dik duranlar, sallanan yaprakları dökülmüyor, çatırdayan gövdeleri çatlamıyor, kuşlar dallarına konmuyor. Bahçede tavus kuş-


Makale ve Analizler - 2014

157

ları var onlar da yalnız şak şak bağrışıyor, bir defa çiftleşip bir yumurta yumurtlamadan yaşadılar. İzin verin öleyim! Ölebilir miyim? Bir de köpek var avluda o da yüreksiz, yalnız yaşıyor, benim gibi kalın enseli olacakmış, kendi işini kendisi yapacakmış. Oysa kendi işini kendisi yapmak kötü bir iş! Kadınlarımın hepsi beni bırakıp gitti. Bazı işleri onlarla birlikte yapsaydım kalırlardı. Onları tutamadım. Toprak saban ve tohum istiyor. Veremezsen üzerinde eşek dikeni bitiyor. Benim sizlere verecek hiçbir şeyim yok. Ben yalnız alan ve asla kimseye bir şey vermemek için yaratılan bir yüreksizim. Canım olsa ve insan yürekli olsaydım, tüm kadın ve erkekleri, sizleri en sevdiğim insanlar olduğunuz konusunda birer birer ikna ederdim. Ne yazık ki, ben sizi hiç sevmedim. Sizlere seviyorum derken de yalan söyledim. Ruhumun gıdası hainlikti. Ben iyilik nedir bilmem. İyilik yaptığım insanlardan hep sizlere kötülük yapmalarını istedim. Kötülük de benim ruhumun öz gıdasıdır. Kötülük yapmadan yaşayamam. Hepinize kötülük yaptım. Sizi sattım ve aldattım. İzin verin öleyim! Ölebilir miyim? Ben iyi ruhlu bir insan olsaydım, aşk içinde yaşardım. Erkeklere, yaşlandıkları zaman aşkı bırakmalarının ne kadar yanlış olduğunu anlatırdım. Çünkü insan aşkı bırakınca yaşlanır. İyi bir insan olsaydım çocuklara kanat verirdim. Uçmayı kendi başlarına öğrenmelerine olanak sağlardım. Okul yaptırdım içine ne öğretmen ne öğrenci girdi. Cami yaptırdım Tanrı kapısına durdu herkesi geri çevirdi. Bu ev benim evim değil dedi. Ben çok kötü bir şeytan olduğumu o zaman anladım. Anam benim için defalarca kurban kesti, dualarında şeytanı kovmak istedi, mevlit yaptı ama ben kendim şeytan olduğumdan kovamadı. Ben yaşlılara bir şey öğretmedim. Adam gibi adam olsaydım, yaşlılara ölümün yaşlanma ile değil unutma ile geldiğini öğretirdim. İzin verin öleyim! Ölebilir miyim? Ey insanlar! Ben size hiçbir şey vermeden sizlerden ne kadar da çok şey öğrenmişim. Tüm insanların, mutluluğun gerçekleri görmekte, hayatın doğru zamanda doğru seçim yapmakta saklı olduğunu bilmeden, dağların zirvesinde yaşamak istediğini öğrendim. Yeni doğan küçük bir bebeğin, babasının parmağını sıkarken aslında onu kendisine sonsuza dek kelepçeyle mahkûm ettiğini öğrendim. Sizlere hiçbir şey vermeden sizlerden çok şey öğrendim. Ama bu öğrendiklerim pek işe yaramayacak. Çünkü hepsini bir çantaya kilitledim, bavullarımı sıktım ve ben artık gidiyorum. . Mutsuz bir şekilde... Ah şeytanlar ölebilse, ben başkalarına zülüm etmek için artık sizden ayrılıyorum. Siz beni unutun. Artık ölebilir miyim?


158

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Sizin bana hiçbir borcunuz yok. Ben sizi kullandım ve şeytan olsam da krallar gibi yaşadım ama hayatın tadını çıkaramadım, çünkü kimseye mutluluk veremedim, ben sizi süründürmek için icat edilmiştim, sürünen kendi başına ayağa kalkamaz, ben sizi bu aciz durumda bırakıyorum, işim bitti gidiyorum. Bir daha soruyorum. Artık ölebilir miyim? Ben ölmek istiyorum. Ve sizi işte bu noktada aldatmıştım, “Ben ölmek istiyorum!” derken sizden destek, hayatınızdan hayat, mutluluğunuzdan mutluluk çalmak istedim. Mahrumiyet rolüme kandınız, bana acıdınız, sizin olması gereken tüm paralarını ben harcadım, sizin olması gereken tüm iyi işlerinizi ben bozdum, sizin olması gereken mutluluğunuzu bile harap ettim. Benden kötüsünü arasanız da bulamazdınız. Ben ölebilir miyim? Artık gitmek istiyorum. Fakat gidemiyorum, saray kapıları kilitli, yollar kesilmiş, mezarlıklarda bana yer yok, “Nasıl bilirdiniz?” soracak imam yok. Elinizde bir tek kürekler var. En büyük taşları benim çukuruma doldurma arzusu! Üzerime beton dökme! Ve açmayan dikenleri mezarıma dikme arzunuz. Ben öldükten sonra bu hiç de önemli değil. En kutsal şey toprak olmak! Adam gibi adam olsaydım, kara toprak beni bağrına basardı, fakat bugüne kadar şeytana mezar kazılmadı. Ben gidiyorum. Artık ölebilir miyim.?

Oy Toptancıları

Ayşe Halide Ümitfer-06.Eylül.2014

Karadeniz incilerimizden Burgas şehri yakınlarında bulunan Kameno köyündeyiz. Deniz sakin olduğu günlerde kalaylanmış bir tava gibi nasıl şakıyorsa, burada da orak bitimiyle ilk yağmurun dinmesini beklemeden dümdüz ovaya giren traktörlerin sürdüğü tarlalar kapkara şakıyor. Ne var ki, bu topraklar Kamenoluların malı değil. Köy ortasından geçen asfalt yol, yerleşim yerini denize bakan ve ova gören kısım olmak üzere ikiye ayırmış. 2 üç katlı evlerin balkonları ana yola bakıyor. Kameno köyü bir de “Altıncılar” ve “Çocuk Satanlar” olmak üzere iki soya bölünmüş. Burada soya “klan” diyorlar ki, bu da daha derin boylardan geldiklerine işaret ediyor.


Makale ve Analizler - 2014

159

Köyde yaşayan insanların yürekleri kaç tarafa birden gönül vermiş bilmem ama Rom etnik kökenli olan bu insanların kimliklerinde Bulgar isim, baba adı ve soyadı yazarken, kadınların sol kollarının kalp yakınında sevdiği erkeğin Türk adı (Ahmet, Sert, Metin) yazarken, erkeklerin de sol kolunun kalbe en yakın olan yerinde büyük harflerle sevdiği bayanın adı (Ayşe, Sevgi, Gül ve bir de kalp) var. İnce bir özellik, aynı köyde yaşayan bu iki klan arasında kız alıp verme yok. Altıncılar kızlarını Hırsızlık İşi öğreten “babalara” küçük yaşta “eğitime” veriyor. 16 yaşına bastıklarında geri alıyorlar. Bu özel bir eğitim, çok sıkı bir disiplin içinde çalma, kapma, dolandırıcılık zanaatını öğreniyorlar. Hırsızlığın pratik kursundan geçiyorlar. Demokrasi yıllarında kurs esnasında birkaç defa yurt dışına çıkarılıp orada da zanaat incelik ve özellikleri üstüne uygulamalı bilgi alıyorlar. Bu kursun toplam masrafı bir defada ve önceden ödeniyor. Çingene lehçesi dışında Bulgarca, pratik Türkçe ve İngilizce pratik dil kursları dahil eğitim masrafları 5 ile 10 bin leva arasında değişiyor. Kurslar yatılı olduğundan rejim sıkı. Anne ve baba kızlarını kursa verirken “eti senin kemiği benim” senedi imzalıyor. Mesela, bazı kızların karakter özelikleri, müşteri seçme kabiliyetleri geliştirilirken çok özel ve bireysel çalışılıyor. Sır tutma, yalan söyleme, farklı konuşma gibi özelikler üzerinde duruluyor. Kurban arayan bakışın odaklanması konusunda devamlı eksersiz yapılıyor. 3 - 4 yaşında kızlar bir odaya kapatılıp günlerce birbirlerini aldatıyor, yalandırıp dolandırılıyor. Kapalı eğitim rejiminin önemli bir özelliği kendilerine gelen tekliflere aldanmamak, tuzağa düşmemek, durum analizi yapmak ve tanımadığı kişilerin isteklerini geri çevirme usulü üzerine çalışıyor. Yatılı eğitim gören kızların kaldıkları yerlere hiç kimsenin dikkatini çekmeden girip çıkmaları eğitimin bir parçasıdır. Muhbirlik, hainlik gibi illetlerden kesin uzak durmaları gereği aşılanırken, polis işkenceleri önceden üzerlerinde deneniyor. Dilleri kesiliyor, yakılıyor. Kolları bilekten kırılıyor. Dövülüp, aç susuz bırakılırken çile çektim işkence gördüm, dayanamayacağım gibi şikâyette bulunma yolları kapanıyor. Kendi problemleri üstüne yalnız ana dilinde konuşmaya alıştırılıyor. Eğitimi tamamlanan kızlar 16’sına basınca ana babaları tarafından alınıyor ve Gelin Pazarına çıkarılıyor. Burada eğitim için ödenen para üstü çeyiz parası 15 bin ile 30 bin leva arasında alıcı buluyor. Kurs görmemiş ve hırsızlık bilmeyen kızların fiyatı çok daha düşüktür. “Burgucu” klanı son Gelin Pazarı geçen hafta “Baçkovo Manastırı”nda yaptı. Onların kızla eğitimsiz güzeller olduklarından fiyatları 5 bin levayı aşmadı. Kameno köyündeki ikinci klan kızları da eğitimsizdir. Onların işi çocuk doğurmak ve çocuk satmaktır. Çocuk pazarı Yunanistan’da kuruluyor. Orada da en yüksek fiyat kız çocuklarına veriliyor. Ne ki, çocuklar bir yaşını doldurmadan satıldıkları için fiyatları da 10 - 12 bin


160

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

levayı (5 - 6 bin Euro) aşmıyor. Bu klanın gelinleri evliliğin ilk birkaç yılda 3 çocuk satıp, evlerinin üstüne kat kaldırıyor. Dış görünüşlerine bakılırsa tüm binaların mimari özellikler aynıdır. Hepsinin avlusunda bir kulübeyi andıran, bacası teneke boru, kiremit yerine eternit plak kullanılmış ya da ince saçla kapatılmış bu çekimsiz yapılarda oturuyorlar. Evlerini misafir için koruyorlar desem, bilmem doğruyu söylemiş olur muyum. Belki de gösterişi seviyorlar. Akşam saatlerinde yüksek katlarda elektrik ışığı yok. Hayat kulübe önünde ve içinde kaynıyor. Tencere kapağını kaldıran kabarcıklardan gelen koku yola ve mahalleye yayılıyor. Çingeneler o işi yaparken bile kulübede olup biteni yoldan geçenler işitsin diye değişik sesler çıkarıyor. İki klanın hangi erkeğine sorarsanız sorun eşleri hep “ev işi” yapıyor. İşte böyle bir ortamda Kameno köyünde 5 Ekim 2014 seçim kampanyası açıldı. İlk toplantıya biri o biri de bu klandan yalnız 2 temsilci geldi ve bize laf anlatma, Biz Oy Toptancısıyız, fiyatımız şu dediler. Kimse fiyat kırmıyor. Şu demokrasi var ya, halkımızı öyle eğitti ki, kim seçilecek kimsenin umurunda değil, çünkü geçimi cepte para olan seçmen artık aracı ve toptancılarını seçmiş ve şekerlemeye uzanmış. Ver parayı al oyu. Çocuklarını satanlardan ve hırsız okulu mezunlarından başka bir şey beklemek yalan olur. Okudum okudum da halkın bilinçlenme noktasının başlangıcını hala bulamadım. Ana sorun şu: Biz nasıl bir toplumsal düzende yaşıyoruz? Lütfen bana yardım edin!

Kabullenme Zor Geliyor!

Hüseyin Yıldırım-08.Eylül.2014

Tarihi okuyup özümseme işi dönüşmeden öteki sosyal alanlarda değişime gidilmesi olanaksızdır. 25 yıldır yerimizde saydığımızdan dolayı herhangi bir şeyi reform etmemiz git gide daha da zorlaşıyor. 2014 ders yılı başlamazdan önce öğretmen ve aydınlar arasında tarih derslerinin yeni kitaplardaki içeriği üzerine tartışma başladı. Bilim çevrelerinde bu fikir çatışması tarih öğretmeni Dr. Mümün İsov’un “XX yüzyılın ikinci yarısında Bulgar tarih kitaplarında Osmanlıların (Türklerin) ve Osmanlı İmparatorluğu’nun (Türkiye’nin) imgesi eserinin yayınlanmasından sonra derinleşti. / Yıl 2005, Sofya, Balkanlar Genel - Genç Müellifler)


Makale ve Analizler - 2014

161

Bulgaristan’da artık yeni yazılan ders kitaplarını gözden geçiren, kabul etme ve etmeme hakkı olan “Eğitimsel Girişim Merkezi” çalışıyor. Bu merkezin Genel Müdürü Tsvetan Tsvetanovski’ye göre, öncelikle tarih dersleri ve tarihi yeniden yazıp okuma konularında işlerin yola girmesi için önümüzdeki 8 yıl içinde tarih hocalarının hepsinin değişmesi gerekiyor. Yeni kitapların özündeki konuların doğru kıstaslara göre işlenmesi Eski Bulgaristan anlayışının ölümü demek olacaktır. Bu konulardan birkaçı şunlardır: 1. Vasil Levki bir komita olarak mı yoksa bir cinayet sabıkalısı olarak mı yargılandı? 2. Nisan 1876 Ayaklanmasının gerçek yüzü nedir? 3. Batak şehir müzesindeki kafatasları etraf mezarlıklarından mı toplanmıştır? 4. Süleyman Paşa Şipka’da kiminle savaşmıştır? 5. Osmanlı köleliği mi, Osmanlı varlığı mı? 6. Ruslar kurtarıcı mı yoksa istilacı mıydı? (168 çasa, br. 36, yıl 25) Tarih gerçeklerinin değişmesi, yalanların ölmesi ve şimdiye kadar anlatılanları bir mezar kazıp gömülmesi anlamına gelecektir. Büyük klasik düşünür Frifrich Hegel (1770 - 1831) “Ölümün gözüne bakabilen yaşar!” demişti. Bulgar halkı 139 yıllık parmaktan emme tarihinin gömülüp yerine yeni bir tarih yazılmasına, eski tarih hocalarının geçmişin etkisi altında kalıp yeni kitapları ters anlatmasınlar diye görevden uzaklaştırılmasına dayana bilecek mi? Ölümün gözüne bakabilecek mi? Bu işte şimdilik başı çeken Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev’tir. O, bu yıl da Şipka Tepesi’nde düzenlenen büyük yıldönümü kutlamalarına para vermedi. Törende yaptığı konuşmasında artık üç defadır “Rus”, “Rus İmparatoru”, “Kurtarıcı Rus Ordusu” sözlerine kullanmadı. Bulgar tarihi görüşüne devrimci değişiklikler getiriyor. Bu gelişmeler sonucunda, Süleyman Paşa’nın Şipka Doruğu’nda Romanya Ordu Birlikleriyle yüz yüze geldiği, Rus ordusunun Şipka’ya çıkmadığı, orada savaşmadığı basına düştü. O yılların Osmanlı Genel Kurmay Başkanı Süleyman Paşa’nın ise, Plevne’den geçip Sofya üzerinden Filibe’ye uzanan Rus Ordusunun yolunu kesmek için Meriç ırmağı boyuna konuşlandığı öğrenildi. Tarih kazanındaki yalanların buharlaşması Bulgar tarih kavramlarından birçoğunun yerinde yeller estirirken, yerine yenileri gelecek. Kitaplar insana gözle görmeyen şeyler üstüne bilgi verir, değerler anlatır. Bu değerlerin doğru ya da yanlış olduğunu yıllar sınar. Bir defa olayların üzerinden bir asır geçmeden tarih yazılmaz. Tarihçiler suyun çekilmesini ve ırmak dibindeki taşların hepsini görmek isterler. Ders kitaplarında ısrar vardır. Akılda tutma,


162

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

öğrenme, yargıları benimseyip sindirme ve hayat kuralına dönüştürme zorunludur. Bizim okuduğumuz yıllarda kitapta yazılmış olan önemliydi. Kitapları yazdıransa Eğitim Bakanlığı olduğundan, ilk ve son söz hep devletindi. Biz bugün artık değişik çeviri kitapları okuyarak, olmuş olan, olan ve olacak olan arasında bağ kurmaya çalışıyoruz. Örneğin Süleyman Paşa Şipka Savaşı’nda Ruslarla çarpışmadıysa, o savaşta hiçbir Rus asker ve subayı ölmemişse, o tepedeki anıt nerden çıktı, o heykelin ardındaki levhada isimleri yazılı “kahramanlar” hayal mi??? Batak “katliamı” olmamışsa ve şimdi yazılıp çizildiğine göre, o müzedeki “kafa tasları” etraf mezarlıklardan toplanmış Türklerin ve Pomakların kelleriyse, işittiğimiz hakaretler için kim bizden özür dileyecek? Bir de şu var: Aslinda kendisi Sliven Balkanı’ndaki “Medovets” köyünden bir Çingene olan, Nisan 1876 Ayaklanması komitacılarından, Diyarbakır mahkûmu bilinen tarih yazarı Zahari Stoyanov’un yazıp çizdiği her şeyi kabul ediyoruz ve inanmaya çalışıyoruz da, “Havari” kitabında Vasil Levski hakkında Sofya mahkemesinde gereği görüldükten ve ipe çekilerek öldürüleceğini kendi kulaklarıyla işittikten sonra zemin kata indirildi ve “başını duvar taşlarına vurarak kendini öldürdü” sözlerine neden inanmıyoruz? İntihar etmek cehennemlik de ipe çekilmek cennetlik mi? Hakikatten tarihin yeniden okunması, tarih bahçesindeki eşek dikenlerini söküp çıkarmak ve yerine çimen ekerek gelip geçene hava aldırmak gibi bir şey olacak. Bu yapılmadan biz geçmişi geleceğe taşıyamayız. Yalanlar çok oldu ve artık bugünün süzgecinden geçecek gibi değil. Artık yeşerip yapraklanmaya başlayan yeni süreç kafamızdaki delilleri, değer yargılarını, ölçütleri değiştiriyor. Değer yargılarımızı yeni bilgi ve deneyimlerimiz belirliyor. Bu işin püf nokrası “an süzgecinin” niteliğidir. Geçmiş geleceğe akarken bugünün süzgecinden geçer, bugünün eleğinde elenir. Bu eylemde o an için yararlı ve doğru olan kullanılır ve gelecekte bir işe yarar umuduyla muhafaza edilmek üzere kalan kısım da yoluna devam eder. Bir az soyut oldu. Olayı günlük yaşantımızdan örneklersek şöyle açabiliriz: Geçen yıl ekip biçtiğimiz buğdaydan öğüttüğümüz un çuvalda (paket) içindedir. Un paketi mutfağımızdadır. (Markette olabilir.) Börek açacaksak bir işlem, ekmek yapacaksa başka işlem, mantı için daha değişik bir işlem gerekir. Mutfağımızda hazırlayıp soframıza sunacağımız yeni ürün bu sürecin içinde dönüşür. Un, su, şeker, yağ, yumurta ve daha birçok başka malzemelerle karıştırılır ve bir ihtiyacı karşılayacak duruma getirilir. Bu işte ana madde olan un temiz ve karışımsız korunmuş olmalıdır. Korunurken başka unlarla karıştırılmış, ıslanmış, tarım ilaçları deposunda kalmışsa yalnız koku kapmış bile olsa işimize yaramaz.


Makale ve Analizler - 2014

163

Biz okulda Türklerin sözüm ona kötülüklerini, caniliklerini işitmek istenmediğimizden tarih derslerinden kaçıyorduk. Bu bizim yalan tarihe tepkimizdi. Bu tepkinin kuvvet aldığı kaynaksa ana ve babamızın, yakınlarımızın, mahalle komşularımızın, yerli Bulgarların Türklerle olan saygılı davranışlarıydı. Bu durumda kitaptaki kötülük günlük hayattaki iyiliklere, hoşgörüye, iyi komşuluk ilişkilerine yenik düşüyordu. Büyük tarih de böyledir. Geçmişte olup bitenlerle ilgili bilgiler çarpıtılmışsa, olayların tarihleri, kahramanlarla katiller ve hainler yer değiştirip kanıtla birbirine karışmışsa tarihi anlamak zor olduğu kadar bir de tiksinti verir ki, bilgi alma gözeneklerimiz kapanır ve bilinç kilitlenir. Bu konuya devam ederken, gelecek yazılarımızda Nisan 1876 Ayaklanması’na katılan komitalardan biri olarak katılan Zahari Stoyanov ile bir Amerikan gazetecisinin aynı olayı nasıl anlattığını karşılaştıracağız. Bir önsöz niteliğinde olan bu yazımda şöyle bir konuya da değinmek istiyorum. Öteden beri hep yazan fakat bakış açısının değişmesiyle yeni konulara girmek istemeyen bazı kalemler, aynı tarihsel olayın yeni ve eski anlatım tarzını birlikte yaşatmak istiyorlar. Amaçları şu dönemde gerçekleri alt üst ederek anlatan tarih anlayışında hiçbir şeyi öldürmeden yaşatmaktır. Bu olabilir mi? Şöyle düşünelim: Rus Generali Gurko 1878’de Şipka Tepesi’ne çıkmamış, orada Rus askeri ölmemiş ama tarihsel bir heykel dikilmiş, şehitler kabri yapılmış, ebedi ateş yanıyor. Bu olayın Rus askerlerinin kahramanlığı açısından baştan sona saçmalık olduğunu söylediğimizde, “Şipka”ya adanan binlerce şiir, ese, öykü, kahramanlık romanları, destanlar ne olacak!? Tüm kitapçılardaki, kütüphanelerdeki binlerce cildin içinden ağızdan ağırı kesicisiz diş çeker gibi çekip çıkarılacak ve “biz ulusumuzu bu yalanlarla zehirleyemeyiz” bilinciyle yakıp kül edilecek mi? Bu yalan dünyanın yaratılmasına harcanan paralar ne olacak? Olaya şimdiki zaman deliğinden baktığımızda, Cumhurbaşkanı Plevneliev bu boş iş ödemelerini kesti de iyi yaptı, fakat aşırı milliyetçilik ve ırkçılık açısından Bulgarsızlaştırılmış bir tarih yaratılması için hepimizin dinlendirilmiş yani yatışmış yani kötülükten ve düşmanlıklardan arındırılmış bir tarih yazımına, birliktelik öyküsüne ihtiyacımız var. Bir de şöyle bir sorun var. Yeni tarih çarpıtılmış olan tarihi tamamen ret ederek yazıldığında, Osmanlı gerçekliğini Moskova ya da o zamanlar Viktor Hügo’nun Fransası ya da Başbakan İsraili’nin İngiltere’si açısından değil, Bulgarların saadete gelen samimiyeti açısından yazıldığında, bu tarihi kabul ediyoruz, istemlerine ve ortak değerlerine uyacağız andı ne üzerinde içilecek? İncil ve Kuranı Kerim üzerinde olmaz, yeni Anayasamız Avrupa Birliği anayasası ola-


164

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

cağına göre onun üzerinde de olmaz - bir demek gül üzerinde - kabul ederler mi, dersiniz? Gerçek şudur: Kabullenmek hep zor geliyor. Zaman ayırdığınız için teşekkür ederim

Son Bahar Demeti

Sevilcan Yüce-10.Eylül.2014

Yakın geçmişte sizlere her an, her renk, her değişim, her bekleyiş, ayrılık ve kavuşma, aşkınsa her anı değil her salisesi için şiir yazılabileceğinden söz etmiştim. Güz de içimizi yakıp kavuran bir mevsimdir. Kanımca güz en renkli mevsimdir. Doğanın çarpışması ve tozlaşmasından meydana gelen yenidünyalar hep güzün açıp solar. Güz gibi yoktur desem, olur mu, olmaz tabii. En fazla sürpriz sunan mevsim hep güzdür, doğrusu budur. Güz günlerinde her bakıma her şey ya uyumlu ya uyumsuzdur. Güzü yaşamadan hayatın tadı çıkmaz. İnsan geçmişinde sevemediği her şeyi güz esintisinde bağrına basmak ister. Bu bakıma ballıdır güz, baharı ve yazı hem aratır, hem de eritebilir. Uzatmadan size özel seçtiğim Güz Şiir Demetimi sunuyorum. İyi okumalar derken, şiir okumayan şiir yazamaz. Ezberinde bilen bellek çekmecesinden çekip çıkarıp istediği zaman istediğince okuyabilir. Güzü yaşamak bir başka güzelliktir ve yaşamayan onu asla anlatamaz... Duru Şam - Rengini bekledim Dışarıda çiçekler güz renklerini ararken, Başucumda bir gonca mor açtı bu sabah, Selama duran bulutlar güçlü renklerden, Goncalar kokularını unutmuş acele ederken. Kestane yaprakları erken buruştu, İkili üçlü dikenli toplar kaldı dallarda


Makale ve Analizler - 2014

165

Her biri bir dev olsa da güç yüklü, Beklediğim kestane kaldı dalında. Kestanelikte gördüm seni gölge gezerken, Aylar geçti beklerken güzün son rengini. Bu son bahar, sen de mi esirsin kalbim gibi, Hala bulamadın mı sevdiğim renkleri! *** Cemal Süreyya - Beklerken Dışarıya yağmur, yüreğime hasret, fikrime sen.. Nasıl yağıyorsunuz üçünüz birden bir bilsen... *** Nevzat Çelik - Güz sarı yaprakları ağaçların içimde seni sevmek telaşı kanatları kırık bir kuş gibi düşüyor alıp başını gidecek ta buradan duyuluyor gürültüsü alıp başını gidecek seni sevmek telaşı kalbimde dehşetli bir keder üşüyor her kuleden uzanıp açıp her mazgalı kuru yaprakları ağaçların karanlık bir kuyu gibi bakacak düşman gözü kanatları kırık bir kuş gibi düşüyor ve ben duyarak hissederek bu gözü içerde vakitsiz basıyor keder yasak bir ıslık kıvırıp dudaklarımın gözlerimi kapatıp seni düşündüm ucuna seni su başında bir karaca gibi delip de geçemezsem gözü en güzel yüzünü verirken suya kırlangıçlar uykumu basacak bir tüfeğin aynasında gördüm gözlerime vuracak tam altı bahar altı koca kış kanatlarında uçurdukları ayın kesik bir dal gibi titredim kıyasıya çıplak ve ölü yüzü bir tüfeğin aynasında gördüm kırlangıçlar uykumu basacak seni en güzel yüzünü verirken suya gözlerim deli deli bakacak içerde vakitsiz basıyor keder yasak bir kitap gibi yakılmayıp bu üçe beşe çıkacak nöbetçi sayısı yasak bir ıslık dudaklarımı yakacak güz de felaketim olacak sensizliğe mahkum edilirsem eğer felaketim olacak biliyorum hasretin beni duman edecek


166

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

bu vakitli vakitsiz bastıran keder bu kalbime sürtünen cehennem telaşı voltamın ucunda savrulan bu sapsarı hüzün bu senin tüfeklerin menziline düşen güzelim yüzün ülkemin yüzü kentlerin dağların yüzü

bu işkence bu ayrılık bu zulüm sonra bu diz boyu yaprak ölüsü göçüp giden bu kuşlar.. ağlamak ayıp değil işin kötüsü alaca bulaca yürüyor üstüme bulut gözlerime değerse duramam sevgilim sevgilim ellerimi tut

Yaşar Nabi Nayır - Sonbahar Altın rengi gözleri yanan bir semaverdi Ilık bir çay kokusu akardı saçlarından. Yanmanın lezzetini onda hissettiğim bir an Ve yazın sevgisini bana önce o verdi. Yaz gibi iri olgun meyveleri severdi, Bir çocuk gibi şendi ve gülerdi her zaman Bir mevsim gözlerinden içime doldu cihan Ve güzel yaz günleri ne çabuk geçiverdi.

Artık donuk bir cam var mavi gökler yerinde. Güneşi benden çalan o sıcak bakışlardır, Ve yazı o götürdü mutlak beraberinde. En güzel rüyaların bile bir sonu vardır: Bir bahar rüzgârından alarak bir sabah hız Mevsimlerin ömrünü yaşamıştı aşkımız. Onu şimdi kaybettim ve şimdi sonbahardır.

*** Atilla ilhan - Adım Sonbahar gözlerin kamaşır Nasıl iş bu oysa ben akşam olmuşum her yanına çiçek yağmış yapraklarım dökülüyor erik ağacının usul usul adım sonbahar ışık içinde yüzüyor *** neresinden baksan Murathan Mungan - Sözler Yaprak bazı sözler karanlıkta söylenir, diyorum uykularımın birinde bazı sözler hiçbir zaman, diyorum kendi sesime uyanırken bazı sözler karanlıkta söylenir


Makale ve Analizler - 2014 bazı sözler hiçbir zaman diyorum armaların birinde öyledir, iki yanı ağaçlı yollar, arasından geçip gitmektir şiir ağaçla, yolla, ne tarafa ve hangi zaman bu son bahar imgenin şiddetiyle çoğalır anlam parçalana parçalana geçtiğimiz yollardan onca yaprak düşer birkaç şiir kalır yalnızca o derin ağaçlardan kendi sesimize uyandığımız rüyalarda *** Duru ŞAM - GÜZ Günler gitgide kısalıyor, yağmurlar başlamak üzre. Kapım ardına kadar açık bekledi seni. Niye böyle geç kaldın? Soframda yeşil biber, tuz, ekmek. Testimde sana sakladığım şarabı içtim yarıya kadar bir başıma seni bekleyerek. Niye böyle geç kaldın? Fakat işte ballı meyveler dallarında olgun, diri duruyor. Koparılmadan düşeceklerdi toprağa biraz daha gecikseydin eğer...

167


168

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Eğitim, Sağlık ve Çevre

Ertaş Çakır-11.Eylül.2014

Bizim kültürümüzde “okuyan çok bilir” diye bir geleneksel deyim yoktur. Bizde “gezen, gören bilir” kabul görür. Bizde, okul dışında anlatanlar, gezip görmüş yaşlılardır. Geriye bakıldığında ya Evliya Çelebi’den ya Nasrettin Hoca’dan anlatırız. Oradan ötesi “şu dediklerine şurada ya da burada da rastlanır”dan ileri gitmez. Vatanımız Bulgaristan üstüne bilgilerimiz de hep çelişkilidir. Tezadın kaynağı ise, kitaplarda yazılıp basılmış, basında tirajlaşan, radyo ve TV yayınlarınca dayatılanla halkın belleğindeki ve ağzındaki arasındaki farktadır. Bizim anlayışımızda şu da vardır: “bilgiyi ezberinden anlatana” inanılır. Ne var ki, dünya artık belleği dolu kişiden fazla, her gün bin bir çeşitle doğan sorunları Bilmece çözer gibi çözen yeni tip insan arıyor. İnsanoğullu boş ya da dolu bir bilgi kasası olmaktan çıkıp olayları algılayıp özümserken harmanlayan dişliyi andıran modern zihinsel yapıya dönüşüyor. Bu işi biz yaparız deyenler Bulgaristan’da geçen sene her akşam sokak ve meydanlarda yürüdüler, şimdi de milletvekili listelerine girdiler. İktidar öyle tatlı bir şey ki parti yöneticilerinin hepsine 8 Eylül günü çamur küredi, beton karıştırdı. Köy ve kentlerde, her meydanda oy kavgası başladı. Okuması yazması olmayan, dünya görüşü sınırlı, işsiz ve sosyal yardımla iki ucunu zor zar bağlamaya çalışan “zavallı” kişiler birden bire “çok önemli adam” oldular. İsteyen bir vermeyen iki dilenci! Düne kadar halkı görmek bile istemeyenler oy dileniyorlar. İstemenin rengi, etniği, yaşı, ne huyu ne de duygusu var. Oy dilenmek demokrasilerde yarın boyutu oldu. Kimin ne vaat ettiği hiç önemli değil, çünkü vaat edip de sözünde durmayanları yargılayan ya da sorumlu tutacak makam yok. Demokrasilerde özgür bir toplumsal yapı vaat etmek, ümitlendirmek ve sonunda aldatmak cezası olmayan yasal haklardan biridir. Bizde seçim konuşmalarında şöyle dedin ya da böyle dedi, diye sorumlu tutulan milletvekili ya da parti başkanı yok. Burada hesap soran yalnız bir güç var. Halkın dip dalgasıdır bu! İnsanların görülmeyen bir kuvvetle, aynı umutla birleşmeleridir bu! Aynı dalga Jelyo Jelev 2 milyon 860 bin oyla Cumhurbaşkanı seçti. Sonra çekildi ve ne Demokratik güçler birliği (SDS) ne de Simeyon Sakskkoburgotski’nin II. Simeyon Partisi kaldı. Bir kişiyi aldatmanın bir cezası olabilir de herkesi birden aldatmanın ne sorumluluğu ne de yasalarda öngörülen cezası var. Fakat halk aynı bilinçle ayaklandı mı önüne hiç kimse duramaz. Bu, demokrasinin özelliklerinden biridir. Halkın dip dalgasının hareketlenmesine ne


Makale ve Analizler - 2014

169

üniversiteli, ne akademisyen, ne de çoban olmak gerekir. Bu hareketlenme kendi liderini kendisi yükseltir. Şu da var, belki de, halkı hareketlendiren ilham, can acıtan gerçek dünyayı unutmak isteğinde gizleniyor. Devrimci hareketlenmenin içinde yenilenirken eski olandan kurtulmak, onu dışlamak var. Bizde bu sürecin yeni kıvılcımlarını görüyoruz, ne ki henüz alevlenme başlamadı. Olaya bir başka açıdan bakalım: Toplumu dönüştürecek olan güç yeni kuşakta gizlidir. Eğer eski kuşağın dünyası bir tuzlu denizse ve yeni kuşak bu denize bir tatlı su ırmağı gibi doluyorsa, denizle arasındaki amansız savaş hemen başlar. Dalgalar tatlı suyu sahile geri atar, kumsala yayar, taşlara vurara vura döver, dalgalarında köpürtür, en sonra denizin dibine kimsenin görüp bulamayacağı bir yerlere çeker. Sosyal yaşamın dönüşmesi da bu yasallığa tabiidir. Her gün kravat değiştiren liderlerin, siyah “Mercedes 600”lerden inip halktan oy almak için çöpleri kofalara doldurup taşıması çok semboliktir. Tek anlamlıdır. Ve ancak bizi “çöp” gibi atmayın, biz “sizdeniz”, “oyunuzu bize verin” anlamındadır. Genel eğitim programlarına göre mutlu geleceğin yolunu açacak 3 ana boyut vardır. Bunu Brüksel’in ülkemize gönderdiği yazılardan öğrenebildim: Biri eğitimsel boyut, İkincisi sağlık işleri, Üçüncüsü de çevre sağlığıdır. Bu aslında dünyanın bizden “bilim”, “teknolojik bulgular”, “yaratıcılık” istemediğine bir işarettir. Bu üç alanda bizim yıllık programlar bu istemlere göre hazırlanıyor. Örneğin çevreyi koruma programını alalım. Bize son 7 yılda 230 milyon gönderilmiş. Biz bu paranın altından girip üstünden çıkmışız. Hiç bir şey yapmadığımızdan ötürü art arda 2 yağmur yağdı gölet bentleri patladı, tarlalar su altında kaldı, köyler gölet oldu, köprüler çöktü, hayvanlarımız telef oldu. Varna’daki selin nedeninin bir ormanın kesilmiş olmasında aradılar. Parası ödenip de yatakları temizlenmeyen derelerden kim sorumlu? Çar Sakskkoburgotski “devletin ormanları benimdir” dedi, 100 yıllık çamları kesti ve Yunana sattı. Göletler “bizim adamlara balık çiftliği olarak verildi.” Etrafın su altında kalması 25 yıldır devam eden bu genel çöküşün ve erimenin, sorumsuzluğun ve “suçsuzluğun” devamıdır. Sağılık alanına baktığımızda hastaneler, belediye sağlık merkezi ve köy sağlık ocakları yarı yarıya kapandı. Birçok ceset morgdan alınmıyor. Yakınları olmayan merhumların öldüğüne ilişkin işlemler yapılmıyor. Aile doktorlarının “hizmet verdiği ölü canlılar listesi” uzadıkça uzuyor. Dairelerde yalnız kalmış insanlar


170

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

vefat ettiği birkaç hafta sonra yani etrafı koku sarınca tespit ediliyor. Katafalk, ayin, mezar yeri, mezar kazma, ritüel vb. giderler hep zam gördüğünden ölülerine sahip çıkmayanlar çoğalıyor. Geleceğimizi belirleyecek alanlardan biri sağlık olduğuna göre yapılacak çok iş var. Gazeteler doktorlarımıza İngiltere, Şetlanda ve Almanya’da 20 defa daha yüksek maaşla iş teklifleri yapıyor. Bir yılda 5 bin doktorumuz ülkemizi terk etti. Yapılacak reform ve yenilenmenin tam nereden başlayacağını kestirmek de çok zor, çünkü vatandaşların % 40’ı sağlık sigortalarını ödemiyorlar. Eğitim sorunu sivrildi. Bulgar toplumu Avrupa Birliği üyesi olarak nasıl bir eğitim öğretim dünyasına yöneldi? Örnek aldığı ülke, eğitim sistemi hangisidir? AB ülkelerinde okul kitaplarının aynı standartta hazırlanmasına ne zaman başlanacak!? Okulda herkes başka bir şey okursa insanlar aralarında nasıl anlaşır ve uyum sağlar? Hangi derslerle genel kültür verilecek? Önce herkesin kendini öğrenmesi gerekir. İnsan kendi kimliğini ana babasından ve okulda öğrenir. Okullarda öğrencilere etnik aitlik kültürü verilmiyor. Azınlıklardan olan öğrencilerine azınlık tarihi, azınlık edebiyatı, özgün halk gelenekleri, örf ve adetleri üstüne ayrı ders saatleri yok. Bu sorunlara yanıt vermeyen bir eğitim öğretim sistemi etniklerde ötekileşme doğurur, toplumsal bütünlüğü bozar. Bulgarca okuma yazmayı iyi bilmek zorunlu oldu. Bulgar dili bir iş başvurusu için zorunlu istemlerin başındadır. Halen hakim olan görüş bu. Etniklerin kendi ana dillerini iyi öğrenmeleri, dinlerine bağlı kalmaları, edebiyat ve tarihlerini bilmeleri gerekli istemler olarak henüz aktüel olamadı. Bulgarca okuyup yazmak da kendiliğinden bazı sorunlar doğuruyor.. Demokratikleşme döneminde Bulgar hükümeti Türk çocukların laik Türk okullarında eğitimeyi kabul etmedi. Arapça ağırlıklı din okulları kapılarını aştı. Etnik toplumlar da parçalanıyor. Bulgaristan Türkleri ve Pomakların eğitim ve kültür alanında AB fonlarını kullanmada çok geride oldukları, girişim göstermedikleri dikkati çekiyor. Eğitim öğretim ve kültür sorunlarında Hak ve Özgürlükler Hareketinin pasif kalması ve her geçen günle “ben bir Bulgar Partisiyim” bayrağını dalgalandırması, Türk halk topluluğuna özgün kültürünü baltalama açısından bir ölümcül darbe indirdi. Yeni ders kitapları AB istemlerine göre yazılmak zorunda olduğundan, yeni içerikle pazara sunulunlar tartışma başlattı. Öğrencilerden önce öğretmenler yeni kitaplardaki bilgileri özümsemede sorun yaşarken, örneğin milliyetçi kesin tarih ve edebiyat kitaplarını açıktan açığa kabul etmedi. Yeniden yazılmaları gerektiğini ileri sürdü. Eski hızla konuşan geleneksel irade ret edilmeyen yeni deliler ve yorumları Bulgar milliyetçiliği açısından kabul edilmez buldu ve toptan ret etti. Eski kamuoyu kanısı tuzlu deniz suyu gibi tatlı su kabul etmiyor.


Makale ve Analizler - 2014

171

Sivrilen sorunlardan birisi, yeni kitapların yazılmasından ahlaken sorumlu olmak için, o eylemin özgürce yapılıp yapılmadığıdır. Eski kitapları kafaları ırkçı milliyetçilik ve Türk ve İslam düşmanlığıyla şartlanmış kişilerin yazdığı ortadadır. Ortam kendi çelişkileriyle kaynıyor. Öğretmenler önceden özümsemediği, bilmediği bilgileri ve deneyleri öğrencilerine anlatmakta, onları ikna etmede güçlük çekiyor. Pratik örneklerle olay şöyle de anlatılabilir: Bir gölde boğulmakta olan birini görürseniz, ama zeminde bir ağaca bağlanmışsanız ve kendinizi kurtaramıyorsanız, o zaman batmakta olan adamı kurtarmakla ahlaken suçlanamazsınız. Ne güzel değil mi, çocuk bilgisizlik karanlığında nefes alamazken, öğretmen bağlı olduğu eski bilgilerin kurumuş ağacından kendini kurtaramıyor. Ortada, Bulgarların meşhur deyimiyle “ne soğan yemiş ne soğana kokan var.” Yani ne ahlaken ne de yasalar önünde sorumlu ve suçlu yok. İnsanların bilgi yükünün, sorumluluklarının değişmesi bu kadar zor bir iş işte. Bulgaristan’da ilkokul çocuklarından % 40’ının okul yazar olmadığı bir yeni ders yılı kapı çalıyor. Temel sorun yalnız herhangi bir dilde herhangi bir alfabeye göre okuyup yazmayı öğretmek değildir. Yeni biçim düşünmek, yepyeni bir ahlak ve kültüre açılmayı sağlamaktır. İnsanların beyinlerinin yıkanmasının birkaç yöntemi vardır. Birisinde beyine hiçbir şey verilmez. Beyin boş bir sepet ya da kova gibi gezip dolaşır. Kölelik devrinde köleler yalnız verilen işi yapmayı, savaşmayı biliyordu. Feodal toplumda toprak köleliği yaşandı. Modern devirde cahillik köleleştirmenin ana aracı oldu. Kör cahil bir kişi modern köledir. Bu ana dil, vatan dili, kültür dili ve yabancı diller için geçerlidir. Her işi elektronik araçların yaptığı dünyamızda, “yeni bir şey icat edilse zaten öğrenirim” rahatımı bozmam mantığı yayıldıkça yayılıyor. Bizde bu olay Çingene ortamlarında çok izleniyor. Nota bilmeyen sokakta kulaktan dolma müzisyenler virtüöz olabiliyor. Hepsinin yazıp çizmeleri imza atmaktan ileri gitmez. Geleneksel zanaatlar, hırsızlık vs. bir geçim kaynağı olarak işe koşulurken “diploman var mı?” soran olmaz. Beyin yıkamanın başka bir yöntemi de çarpık bilgiler sunmaktır. 139 yıllık tarihi olan yeni Bulgar devletinin oluşumunda pek çok olayların tek yönlü ya da abartılmış, ötekileştirilerek sunulmuş, düşmanlıklar körüklenmiş, üstüne bilinçli yapılmış ve devlet politikası olarak dayatılmış olan bu durumlarının okul kitaplarında, sanat eserlerinde, kültürden vs. revize edilerek çıkarılması ve insanlar, halk toplulukları, etnikler, ana unsur ile yan oluşturucu unsurlar arasında husumet yaratan her şeyin kaldırılması istemi bütün Avrupa Birliği’nde genel geçerli bir kural olurken, bizde tepki görmesi, dikkati çekiyor. Bu olay şöyle de açıklanabilir, bir birey olarak size bir suç işlemeniz emredilmişse, o suçu işlemekten kuşku-


172

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

suz sorumlu değilsiniz, çünkü özgürlüğünüz hasar görmüştür. Bulgaristan Tük ve Müslümanları son 25 yılda huzurlu kaldıysa bu bilinçle hareket ettiklerindendir. Kimse, Yablanovo köyünde halkın üzerine tankı süren, askerin mahkemeye verilmesini istemedi, ama totaliter rejimde emir verenlerin yargılanmasında bugün de ısrarlıdır. Mestanlı, Benkovski, Hamzalar vs. olayları birbirinin aynıdır. Birçok insan yargısız kurşunlanmıştır. Bunun hesabı sorulmalı ve verilmelidir. Bunları kitaba yazmayan, halka anlatmayan, yıldönümlerini anmayan, ders kitaplarına aldırmayan zihniyet suçludur. Benzer devlet politikası desteklenemez. Kamuoyunun yeni politikalara hazırlanması gerekli oldu. Çamur kürekleme devlet politikası olamaz. Dünya nereye biz nereye? Eğitim, sağlık ve çevre sorunları gerçekten çözüm bekliyor. Usta çağırmamız için evin yıkılmasını beklemeyelim. Balık yemek için balıkların asfalta dizilmesi bizdeki istisnadır, biz balık tutmayı öğrenelim. Saplıklı olmak için, yalnız yaşamak zorunda değiliz. İnsan sağlığı ile toplumun sağlığı ayrılmaz bir bütündür. Biz dünyadan ayrı ve herkese yabancı bir dünya yaratmaya çalışmaktan vazgeçelim.

Yeni Kimlikliler Göreve

Neriman Eralp-12.Eylül.2014

Çifte vatandaşlar, soydaşlar demiyorum! “İki kimlikli!, Çatal baş şahsiyetler! Her şeyin en iyisini yalnız kendileri bilen ama bir baltaya sap olamayan avareler” değildir aradıklarım. Tek yürek ve bilinçte bütünleşmiş kimliklerdir! Bulgaristan Türkü Kimliği... İster Anavatan kimliği olsun, ikinci kimlik insana zor zamanda verilmiş bir imtiyazdır. Ayrıcalıklı olmak bir üstünlüktür. Bu farklılığı Mayıs 1989 Ayaklanmamızla ve hepimiz birden göç yoluna akarak kazandık. Bunu kesin kararlı hak ettik. İmtiyazlılar zaman gelir soyutlanır ve ret edilirler. Bu anı beklemeden yeni bir oluşum ve biçimlenmeye girdik. Üstün nitelikli ve farklaşmış insan ararken bilinç düzeyi yükselmiş sizleri buldum. Siz ikinci kimliğin bir emzik olduğunu çoktan anlamışsınız. İnsan ömür boyu emzikli yaşamaz! Su dağılır, toplanır ve bir gün yolunu bulur. Ara-


Makale ve Analizler - 2014

173

dıklarım ve kendilerine seslendiklerim tek yürek olmuş ve bilinçte bütünleşmiş şahsiyetlerdir. Kimlikli derken, kimlik kartı, kimlik belgesi sahibi olanları kastettiğim kadar, asıl kastım hüviyet cüzdansı değildir. Bizim aramızda da cebinde hüviyet cüzdanı olan ve iki eşeği bir kazığa bağlayamayan tonlarca adam var. Kemlik benim için, toplumsal bir varlık olarak insana özgü olan belirti, nitelik ve özelliklerle, birinin belirli bir kimse olmasını sağlayan şartların bütünüdür. Bir adam hem Bulgar hem de Türk olamıyorsa, olsa da yakışmıyor ve halk tarafından iyi karşılanmıyorsa, bunun anlamı “bir kalpte iki sevgi olamaz” gibi bir şeydir. Halkın söyleyişiyle “bir koltukta iki karpuz taşınmaz!” Fakat son 25 yıl bizde yepyeni bir kimlik oluşturdu.. Buna Bulgaristan Türkleri arasında oluşan yeni tip Türk kimliği de diyebiliriz. Türkiye’deki soydaşlarımız bu yeni kimliğe dahildir. Bu noktada büyük bir ayrım yapmak zorundayız. Bugün 94 yaşında olan bilinen ve sevilen Türkiye köşe yazarlarından, derya hayat deneyimi olan, Çetin Altan “Milliyet” gazetesinde birkaç ay önce okuduğum bir köşe yazılarında kendini anlattı. Plevne Rusçuk taraflı Büyük Bozgun’da İzmir’e göç etmişler, okul, askerlik, Galata Lisesi, memurluk derken İstanbul’a yerleşmişler, artık üçüncü kuşak eriye eriye köklü Bulgaristyanlı soyu bir Bulgaristan Türkü boyu olarak renk yelpazesindeki özelliklerini kaybetmiş ve o bunu tatlı bir eda olarak anlatıyor. 1878’den 1990’lara kadar gidenlerden pek geri gelen olmadı. Giden gitti geri dönmedi. Uğurlayanlar unutmamaya çalışırken göç edenler tutunmaya çalışırken, dönemediler. Başkan Tayyip Erdoğan’ın Başdanışmanı Yiğit Bulut da Plevnelidir. İş bankasının kurucusu, T.C’de Cumhurbaşkanlığı yapan Celal Bayar da bizim soylardandır. Biz Bulgaristan Türkleri hayatın en yakıcı ateşinden geçmiş insanlar olduğumuzdan dolayı, bizi nereye ekseler orada biteriz, üzerimize ne gibi aşı yapsalar taşırız, dallarımız hep meyve yüklenir. Biz doğuştan umut yüklü insanlarız. Bizden beklenen her zaman hayattan aldıklarımızdan fazla olmuştur. Yeni tip insan özelliklerini biz kendimiz yarattık. Devrimlerin etkisi yüzyıllar devam ediyorsa ve hatta yankılanışı bitimsizse, biz de Mayıs 1989’da ayaklandık ve başkaldırışımızın getirileri, kimliğimizi ve benliğimizi, özgür ruhumuzu çok uzun zaman dimdik ayakta tutacaktır. Ayaklanan halklar yenilmişlik ruhu yaşamaz. Biz kendimize has yeni şekli ve özü kendi ruh mühendisliğimizle oluşturduk, bulduk ve özümsedik. Yeni tip kişiliğimizin gelişmesi için değirmene dışardan su taşınmasına gerek yoktur. Biz Bulgaristan’ın 20. yüzyıl dehşetinden geldik ve yerli yersiz, ilgili ilgisiz, vakitli vakitsiz konuşmayız, ahenk bizim özümüzün güzelliğidir. Bize “eğri büğrü dallarıyla, eğri büğrü insanlar” olarak bakanlar yanıldılar. Devrimler ile ayaklanmalar kendi ateşiyle yanar, ısınır ve ısıtır. Bunu


174

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

bilmeyenler işin farkına ancak şimdi varabildiler. Memlekette seçim var, ortaya çıkamıyorlar. Halk öyle bilinçlendi ve öyle yüreklendi ki, söyleyecekleri sözleri, verecekleri ateş, vaat edecekleri yalan kalmadı. Aç ama aç olduğunu söylemeyen, sefil ama sefil olduğunu söylemeyen o kadar çok gururlu insanımız var ki, aşınmış ve boş yalan sözlerle onların yeni ruhuna ve bilinçli kafasına girebilmek artık tamamen boştur. Ne olursa olsun, ne değişirse değişsin, biz şairin sözleriyle hitap ediyoruz: Değil birkaç, Değil beş on 5 milyon aç bizim! Onlar bizim! Biz Onların! Günümüz politikacıları bu gerçeği pas geçip boş konuşuyor. “Karşıma çıkan insanları anlayamıyoruz!” diyorlar. Miting meydanlarından yükselen sesler ile hız alan yalan makinelerinin çıkardığı gürültü arasında artık hiçbir fark yok. En fazla haykıranlar seçim hükümetinde bakan, seçim listelerinde ise liste başıdır. Varna, Kırcaali, Plovdiv’te sabah sabah toplandılar. Liste başları halk önünde tartıştılar. Elektrikte “kesintili rejimden”, “bulanık suda balık avlamaktan” söz etmeden propaganda edemediler. Bulgaristan’ı dönüştürecek siyasi platform sahibi parti yok. Bireylerin seçimine odaklanmak zorunda bırakıldık. Tanıdığımız HÖH dışı listelerdeki öncelikli kadrolara oy verelim. Onları GERB listesinde arayalım. Bu listede 13 Türk ve 12 Pomak aday var, oyumuzu onlara verelim. Türk olduğumuzu kanıtlayan en önemli belge, ruhsal ve bilinçsel hüviyetimizdir. Tarih boyu defalarca kullandığımız seçme hakkına dönmemizdir. Duruma göre hareket etme niteliğimizle yeni karakter oluşturuyoruz. Nenelerimizden duyduğumuz “öyle bırakıp gidilir mi!” sözü yeniden canlanıyor. Bu seçme hakkımızın özündeki ateştir ve alevleniyor. “Giden gider de, bir de döner” havasında yaşam ortamı arıyor. Başka bir değişle, su başka bir suyun yolundan akmaz, her deremim kendi deresi, kendi balığı, kendi kurbağası, kendi kertenkelesi vardır. Bizim çalılıklarda çınar olmaz, ama bizim güvemler gibisi başka yerde yoktur. Kuzukulaklarımız eşsizdir. Çiğdemlerimiz öyle güzel açar ve doğaya öyle yakışır ki, koparmaya kıyıp sevdiğimize sunamayız. Güzeller de çifter çifterdir, derken doğanın tüm güzelliklerinin birbirine kardeş olduğu bilinciyle yaşadığımız ortaya çıkar. İki kimlikliler derken çatal başlar değiliz. Bu, birinin ötekini tamamladığı anlamındadır. “Ya göründüğün gibi ol, ya da olduğun gibi görün!” Mevlana’nın zamanından olsa da, günümüzde çok aktüeldir. O zamanlar, insanların bir gözü Selçuk dönemine bakarken, gönülleri de Osmanlı’nın Doğuşunu sezinliyordu ki, mi-


Makale ve Analizler - 2014

175

lenyum düşünürü bu duyumu işbu sentezle ifade etti. Şimdi de bir gönlümüzle Türkiye’de Başkan seçtik, ata vatanımızda ise parlamento üyelerini seçeceğiz. Bu iki devletin toplumsal gelişim sistemleri birbirini kovaladığından dolayı bir ikilik belirmiştir, ama zaman içinde fikirlerin üstünlüğünden doğacak kaynaşma galip gelecektir. 1989 Ağustosu’nda Türkiye’ye yerleşen Bulgaristanlı Türk aileler arasında Çatal baş soyadını alana rastlamadım. Türklük çatal değildir. Ayağı başı birdir. Son 25 yılda, sınır kapısının açık olması, ata vatanımıza istediğimiz zaman gidip gelebilmemiz, son yıllarda yaşlılar emekli olunca bahar yaz ve güzü dağ yamaçlarındaki altın ışıklı evlerinde geçirmeye başlamalarıyle gönlümüzde sevinç şimşekleri çaktı. Şafakla uyanan horozlar “yeni bir gün doğdu, kalkın!” dedikçe insan bir başka oluyor. Dağlarımızda hayat canlanıyor. Bu defa birlikte dokuyoruz. Birbirine karışan sesler güç topluyor. Görüldü ki, biz 2 kimlikliler tek yürekli ve tek bilinçliyiz. Yerel seçimlerde, meclis oylamasında ve Avrupa Birliği Parlamento Genel Kurul vekili seçiminde ata vatana oy kullanmaya davet ediliyoruz. Zaferlerimizin zaferi nedir bilir misiniz. Yüzümüzü görmek, ismimizi işitmek istemeyenlerin biz olmadan bir işe yaramamalarıdır. Zaman gelecek onlar kayacak ve defnedecek insan bulunmayacak. Bu dünyanın aklı öteki dünyada geçmediğinden ebediyen yok olacaklar. Zafer oyumuza muhtaç düşmeleridir. Biz şu günlere bir asır ezilerek, hapishanelerde takunya sesiyle isyan ederek, tel örgüleri aşanların utkusuyla, göç kervanlarıyla, dinmeyen gözyaşı seliyle geldik ama muzaffer olduk.Yeni kimliğimizin oluşması öyle az sözle kısadan anlatılacak bir olay değildir. Osmanlı insan kardeşliğinde karşılıklı hoşgörü içinde yaşayan ümmetten, Türk’e, Türk’ten de Bulgaristan Türküne, Bulgaristan Türkünden soydaşa, tek vücut, tek ruh ve vicdanla çifte vatandaşa ve oradan da son çeyrek asırda Yeni Tip İnsana yükselen bizleriz. Bu yol oluşum, biçimlenme ve bilinçlenmemizin övgü öyküsüdür. Bu sürecin içinde tek asırda iki defa dönüşerek, son çeyrek yüzyılda da bir daha kırılarak yenilenme izlenir. Dönüşüm ve kırılmalarımız gereksiz olandan ayrılma sürecini içerdiğinden dolayı dayanılmaz acılar içinde geçmiştir. Bu süreçlerde özden ödün vermeden, özümüzü koruyarak biçimsel uyum sağlamayı ustaca başarabildik. Büyük Göç özümüzü koruma yolumuzun duraklarından biridir. Kuşkusuz bu dönüşerek yenilenme kendiliğinden süzülen bir oluşum değildi. İçsel etkenler yanında bir de öncelikle ve başlıca dış faktörlerin etkisiyle uyanıp hareketlendi. Doğasal pekişmemizde kendine yaşam gücü bulabildi. Biz bugün Bulgaristan Türkleri olarak, Bulgaristan’da hayatı bir etnik azınlık ortamında yaşatmaya çalışıyoruz. Evimizin dağ yamacında, yaylada, dere boyunda, köy mer-


176

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

kezinde, kasabada, il merkezinde ya da başkentte olması fark etmez. Batıda ekmek parası aramamız da özümüzü yitirmiş olduğumuz anlamına gelmez. Dağ köylerinde, en hücra yerlerde ocak tüt etmemizin anlamı budur. Hayatı kendimizden yana değiştirme yolunu seçen biziz. Kolay bir iş değil tabii. Öz anlamında, dostu ve düşmanı Türk olarak yaşamamıza alıştırma önde gelir. Biz öncüyüz! Sabırlıyız, olgunuz! Çünkü örnek aldığımız ve güvendiğimiz bir yer var. Aynı yolda yürüyen ve benzer sorunların, hele etnik konuları, demokratik ortamda, barış süreci içinde başarılı çözen bir Türkiye var. Bize ilham veriyor. Zengin deneyimler sunuyor. Türkiye’deki gelişmeleri yakından izleyenler, uzlaşma, barışma ve güvenlik konularını barışçı çözen halkların tarih yazan halklar olduğuna inanıyor. Bulgaristan’daki yaşam, Bulgaristan’a dönme, bayramda seyranda, iyi ve kötü günümüzde akrabalarımızla yakınlarımızla birlikte olma arzumuz hayırsever, yardımsever ve vatansever özümüzün ateşinden ilham alıyor. Yeni ortamda hepimiz olduğumuz gibi göründükçe zafer zaten bizim olacak. Biz hem Bulgaristan hem de Türkiye yaşamında, siyasetinde, sivil toplum örgütleri etkinliklerinde aktif oluşla her iki taraf için de yararlıyız. Siyasetin göbeğine yerleşen öncü bir gücüz. Bizi anlamayanlara dünyayı anlatsak, doğru yolun güvenlik, huzur ve barış yolu olduğuna ikna edebilsek, tüm zaferler bizim olmaya mahkûmdur. Yeni kimliğimiz Türkiye koşullarında oluştu. Ata vatanını unutamayan soydaşlardanız biz. Büyük Göçe Türkiye’ye gelmemiz aslında iyi ve yararlı oldu. Türkçe, İslam ve Türklük dünyasına daldık. Hasret giderdik. Atalarımız Türklük özlemiyle, üzüle üzüle, çeke çeke, süründürülerek yıpratılmıştı. Türkiye’de Tük olarak yaşarken, Türk olarak yenilendik, tazelendik, güç topladık, takviye olduk, gözlerimiz bir başka parlıyor. Kök, soy, menşe, etnik köken masalları gömüldü. Türklük gerçek Türklükle kucaklaştı, kaynaştı, yeni elektrik aldı. Bizi gacal, takur tukur insanlar, ana dilleri bile olmayan kılçıklılar gibi mütalaa eden ve eritmeye kalkanlar artık utansın. 25 yılda Türkiye’de yepyeni yüksek bilinç ve derin ruh sahibi bir Bulgaristanlı Türk kuşak yetişti. Hem Ana hem de Ata Vatanımızı hepimiz seviyoruz. Yeni hareketlerimiz bilinçlidir. Ana dilimizi edebiyat düzeyinde bütün özellikleriyle öğrendiğimiz gibi, Türk tarihini ve Bulgaristan Türkleri tarihini de ayrıntılarıyla öğreniyoruz, yeni tarihi bizim kuşağımızın yazacağından eminiz. Varız ve olacağız bilinciyle yaşıyoruz. Bulgaristan’daki kardeşlerimize her bakıma yardımda bulunmaya hazırız. 4 Ekim 2014 Kurban Bayramına rastlayan bu parlamento seçimlerinde hepimiz aktif olmak zorundayız. Türkiye’de 27 Mart ve 10 Ağustos Başkanlık seçimlerinde çok etkin ve aktif olduk. Yeni başkanın seçilmesine oy verdik. Yeni


Makale ve Analizler - 2014

177

ve geleceği olanı destekledik. Oyumuzu bilinçli kullandık. Bulgar meclis seçimlerinde de aynı şekilde oy kullanmak zorundayız. Hak ve Özgürlük Partisi’nin 16 il seçim listesi başkanı olarak hiç birimizin tanımadığı ve memleketimize yararı dokunacağına inanmadığımız kişileri dayatması, Daniel Peevski gibi milletvekili adaylarının öz partimizi kamu atı gibi kullanması, isimlerini işitmediklerimizin bizim adımıza konuşması ve bizden yüz binlerce oy talep etmeleri hepimizi üzüyor. Yeni kimliğimizde dallanan hayat şevkimizi kırıyor. Türkiye’deki soydaşlar, yeni Türkler çifte vatandaşlar Bulgaristan’da seçme ve seçilme hakkını kendi adaylarını seçmek için kullanmak istiyorlar. Birkaç dil bilen, davamızın omurgasından gelen, Batı üniversitelerinde eğitim görmüş yüzlerce kadro yetiştirdik onlara seçilme hakkı istiyoruz. Türkiye’de bize 157 seçim sandığı kurduran zihniyetin majoriter yani mutlak ekseriyet sistemine göre oy kullanmamıza imkân vermeyen usulü kınıyoruz. Onların istediklerini seçmek istemiyoruz. Yetiştirdiğimiz yeni karakter sahibi kadrolara ön verme, kapı açma ve Bulgaristan’ı baştanbaşa değiştirecek olanaklar yaratma en büyük arzumuzdur. Oyumuzu eğitimli, politikayı bilen, deneyimli ve atıldan, öz davamıza bağlı olan kadrolara vermek istiyoruz.


178

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2014

179


180

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2014

181


182

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Gazi Osman Paşa’da BULTÜRK gecesinden

Türk Dünyası STK’lar BULTÜRK gecesinde


Makale ve Analizler - 2014

183

İstanbul’da bulunan en eski Sivil Toplum Kuruluşlarından biri olan Trük Ocakları’nda 20.01.2016 tarihinde BULTÜRK’ün öncülüğünde yapılan basın toplantısına katılanlar; Ahmet Burak Kavaklı - Türk Edebiyatı Vakfı Doğu Türkistan, Davud Nuriler - Bosna Hersek Dostları Vakfı, Dr. Osman Büyükkaya - Trük Dünyası Konseyi Başkan vekili, Mustafa Kemal Mahdum - Afganistan’da İpek Yolu Vakfı Başkanı, Ahmet Selim Arslan - Dünya Trükleri ve Akraba Toplulukları Hizmet Derneği Genel Sekreteri, Elif Güneş - İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde Psiholog, Celal Öcal - Türk Dünyası İnsan Hakları Derneği İzmir


184

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

BULTÜRK yönetimi basın toplantısından

Balkan STK Yöneticileri İBB Başkanı Kadir Topbaş ile birlikte


Makale ve Analizler - 2014

Türk Dünyası Kurultayı Makedonya’da

185


186

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Türk Dünyası Kurultayı İstanbul’da

Türk Dünyası Kurultayı Türkiye’de


Makale ve Analizler - 2014

Türk Dünyası Kurultayı Antalya’da

BULTÜRK Karabağ Savaşı’nda yaşanan gerçekler konulu konferans

187


188

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Azerbaycan Türkiye ilişkileri

Afganistan Türkleri ile birlikte


Makale ve Analizler - 2014

TEK Rumeli TV sahibi Atilla Baykal BULTÜRK’te

Türk Dünyası Dostları bir arada BULTÜRK toplantısında

189


190

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2014

191


192

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Cahit Altunay’a hizmetlerinden dolayı plaket


Makale ve Analizler - 2014

193

Başbakanımızın gecemize gönderdiği AYYILDIZLI çelenk

Bayrampaşa Belediye Başkanı ve İstanbul’da bulunan STK’lar bir arada


194

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Razgrad’ın İsperih İlçe Belediye Başkanını makamında ziyaret


Makale ve Analizler - 2014

195

Razgrad’ın Kubrat İlçe Belediye Başkanını makamında ziyaret

Diyarbakır Dernekleri Federasyonu’ndan BULTÜRK’e Teşekkür Belgesi


196

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İstanbul’da Türk Dünyası STK’lar BULTÜRK Gecesinde...


Makale ve Analizler - 2014

İstanbul’da Türk Dünyası STK’lar BULTÜRK Gecesinde...

Ural Derneği’nde Bulgaristan Konulu Konferans

197


198

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

BULTÜRK Gecesinde AK Parti milletvekili Hüseyin Bürge Bayrampaşa Belediye Başkanı Atila Aydıner Gazi Osman Paşa Belediye Başkanı Hasan Tahsin Usta

Bayrampaşa Emniyet Müdürümüze hayırlı olsun ziyareti


Makale ve Analizler - 2014

Azerbaycan Olimpiyatları ile ilgili söyleşi

Türk Halkları Konseyi İstanbul Üniversitesi Profesörler evinde

199


200

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Ankara - Göçmenlere Yardım Derneği Başkanı ve ekibi


Makale ve Analizler - 2014

201

Azerbaycan Cumhurbaşkanlışı’nda Trük Dünyası STK’lar

Araştırmacı Yazar Yrd. Doç Dr. Süleyman Özmen “Afgan Aydınlanmasının Mimarı Serdar Mahmut Tarzı Han ve anıları” isimli kitabıyla Afganistan ve Orta Asya gerçeklerini dernek üzyelerimizle paylaştı


202

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2014

203


204

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2014

205


206

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bayrampaşa Kaymakamı Hasan Gözen’e BULTÜRK’eyaptığı katkılardan dolayı Teşekkür ve Plaket


Makale ve Analizler - 2014

207


208

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2014

209


210

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2014

211


212

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2014

213


214

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2014

215


216

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2014

217


218

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2014

219


220

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2014

221


222

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2014

223


224

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.