12 YOKSULLUK VE DEĞİŞİM

Page 1

Makale ve Analizler - 2014

YOKSULLUK VE DEĞİŞİM

2014 Eylül - Ekim Makale ve Analizleri

1


2

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

YOKSULLUK VE DEĞİŞİM

BULTURK BGSAM Yayınları Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi - BGSAM -12 BULTÜRK Genel Başkanı: Rafet ULUTÜRK Basım: Eylül - Ekim 2014 Koordinatör: Dr. Nedim BİRİNCİ Editör: Raziye ÇAKIR İnternet sorumlusu : Kapak Tasarım: Murat ULUTÜRK Pazarlama Sorumlusu: Hamiyet ÇAKIR Arşiv: İbrahim SOYTÜRK İsteme Tel: 0212 511 63 47 www.bulturk.org; www.bghaber.org; info@bulturk.org İnternet sitesinin yazıları Adres: Yıldırım Mah. Şehit Kamil Balkan cad. No.114/A Bayrampaşa İstanbul Tel: +90 (212) 511 63 47 Belgegeçer: +90 (212) 526 51 98 https://bgsam.org/, https://issuu.com/bulturk, https://bulturk.org.tr/ Baskı : DİNÇ OFSET MATBAACILIK SAN. ve TİC. LTD. ŞTİ. Adres: Davutpaşa Cd. Emintaş San. Sit. No: 103/580-581 Topkapı - İstanbul Tel: 0090 212 493 24 67 TÜRKİYE CUMHURİYETİ YASASI GEREĞİNCE BU ESERİN YAYIN HAKKI BULTÜRK’ten İZİNSİZ KISMEN VEYA TAMAMEN ÇOĞALTILIP YAYINLANAMAZ

Web: www.bghaber.org ; E.Posta: rafetuluturk@yahoo.com


3

Makale ve Analizler - 2014

“Bilgi Ordusu, Bizim Ordumuz, Bildiğimizi Öğretmek,Bizim Borcumuz.” Rafet ULUTÜRK

Düşünceler dizisi olan elinizdeki eserin anlamı derin bir uğraşın ancak başlangıcıdır. Bulgaristanlı Türk Müslümanların başına 1970-72, 1984-85’te düşen yıldırımın bir daha düşmemesi için bir uyarı ve ışık niteliğindedir. Saygılarımızla, B U LT Ü R K İ st a n b u l


4

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2014

5

Önsöz Yerine Yıl 2014 70 yıldan beri anadili, dini, yaşadığı şekilde yaşaması, istediği gibi sevip sayması yasaklanmış olan Bulgaristan Trükleri’nin bir yıl önce başlayan bellek zarlarını sökerek kendilerini anlatma serüveni artık tay durmaya başladı. Ekibin yazdıkları kalemler dik, olaylara yaklaşımları cesur ve bilgedir. Okurları uyanmaya kışkırtan bu yazılar elektrik çağından elektronik çağ sıçrayan genç kuşağa hitap ederken, onların soy boy vatan geçmişlerini, kavgalarını, parçalanmalarını, göçleri, kader çizgisini değiştirme mücadelelerini anlatıyor. Anadilinde okuması yazması, kitap basması yasaklanmış bu etnik Türk azınlığının öz edebiyatını ve oradaki koşullarda özgün kültürünü oluşturması geleneklere dayanan yaşam biçimine nefes aldırmaya devam etmesi sanki bir kahramanlıklar serüveni. Türkiye ve Türkiye’deki yakınlarıyla ilişkileri kesilmeye çalışılırken yasaklanmış ama onlar közleri asla söndürmemişler. Türklük sevgisi ve Müslümanlık aşkı hayatlarını belirleyen temel etken olmuş. Dünya pencerelerini onlara kapayanlar ruhlarının sönmesini beklerken 1989’un Mayısında onlar İsyan edip hakları uğruna birlikte toplu olarak şahlanmışlar. Doğu Blok psikologları bu gelişmeleri öngörememiş, gafil avlanmış ve olayların sonunda aynı yılın 10 Kasımında komünist partinin totaliter baskı ve terör rejimi Bulgaristan Türkleri sayesinde devrilmişti. Bulgaristan Türk-Müslümanlarının Türk kimliğini oluşturup geliştirme davasındaki büyük özellik, mücadelenin genel insan hakları, adalet ve demokrasi kavgasına örülmesi, politik nitelik kazanması ve ulusal çapta alevlenmesidir. Bu dış dünyadan maddi yardım almadan örgütlenen ve kendi közünde alevlenen bu Ayaklanma çok yüksek bilinçlilik düzeyi sergilerken, okumuşluk düzeyi düşük olan halkların ruhu kör ve güçsüzdür tezini de kırdı. 2014 yılı yazılarımız, siyasi çalkantıları, seçim dalgalanmaları ile birlikte çok sevdiğimiz vatanımızı, diktiğimiz ağaçları, meyvelerimizin tadını,


6

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

tozlaşmak için rüzgar bekleyen buğday denizlerimizi, Tuna’mızı, Balkanımızı, Ardamızı, Tunca’mızı, çilekeş insanlarımızı da anlattık. Bizden iyi anlatan şair ve yazarlarımızı hep aramızda bulduk. Saygılarımızla, Raziye ÇAKIR


Makale ve Analizler - 2014

7

Önsöz: Toplumların hayatında yazılı tarih büyük bir öneme sahiptir. Ancak bizde yazılı olmayan tarih, yani nesilden nesile aktarılan tarih vardır. Bu nedenle bazı olaylar zamanla faklı şekilde anlatılmakta veya algılanmaktadır. Gelecek nesillere aktarılacak olan bilgi birikiminin arşivlenmesi, kitap, dergi veya gazete gibi yayın organları aracılığı ile kalıcı hale getirilmesi büyük bir öneme sahiptir. Bu nedenle edindikleri tecrübeleri, yaptıkları çalışmaları toparlamak ve kitaplaştırmak güzel bir çalışmadır. Bunu bireysel olarak yapımaktan öte kurumsal olarak da yapmaları takdire şayan bir davranıştır. BULGARİSTAN TÜRKLERİ KÜLTÜR VE HİZMET DERNEĞİ kısa bir süre önce 2013’te kurulan internet haber sayfası www.bghaber.org sitesindeki yazıları bir araya getirerek yapılan bu çalışmaları kitapçık halinde getirerek bu konuda büyük bir ciddiyet göstermektedir. Derneğin internet haber sayfasında çıkan yazıları ve çalışmalarının yıllıklar halinde kitapçık haline getirerek yer aldığı bu çalışma gelecek kuşaklara aktarılacak ve ışık tutacaktır. Öte yandan dernek büyük bir arşiv de oluşturmuş durumdadır. Dernek faaliyetlerini gerekli ciddiyetle yürüten dernek Başkanı öncülüğünde dernek kurucuları, Yönetim Kurulu ve üyelerinin yaptıkları özverili çalışmalarından dolayı kutluyorum ve başarılarının devamını diliyorum. İsmail Gemici BULTÜRK Kurucu Üye


8

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Değerli Hemşehrilerim, Bulgaristan’da hepimiz zor günler yaşadık, itildik, ezildik, çiğnendik, hatta gün geldi vurulduk, şehitler verdik. Bu nedenle bizler kendi içimize kapanarak, yaşam mücadelesi vermeye çalıştık. Ancak bu içine dönüklükten kurtulmalıyız ve Türkiye’de yaşadığımıza göre, yasaların bize verdiği tüm haklardan bizlerde yararlanmalıyız. Peki, neden bunu yapamıyoruz? 1877-78 Rus-Türk savaşından sonra Osmanlının Balkanlardan çekilmesiyle birlikte, savaş esnasında işlenen akıl almaz katliamlar nedeni ile atalarımız asırlarca yaşadıkları yerleri terk ederek göç yolunu tutmuşlardır. Geride kalanlar ise Bulgaristandevleti’nin uygulamaya başladığı soy kırım politikalarına karşı direnmiş ve hayatta kalmaya çalışmışlardır. Şimdi ise burada Türkiye’de yaşayanlar oralara yardım edebilmek için, burada ilk önce bir araya gelmek ve bir merkez oluşturmalıyız. Artık bir kurum altında toplanmalı ve birlikte hareket etmeliyiz. Bu birliğe hepimizin ihtiyacı olduğuna inanıyorum. Artık bir birimizi kötülemekten vaz geçmeliyiz, birisi için yanında konuşamayacağımızı başka bir yerde konuşmamalıyız, yani kısaca arkasından konuşmamalıyız. En önemlisi samimi, hoşgörülü ve ahlaklı olmak. Zamanla her şey yerine geleceğine inanıyorum, ama tabi ki bu dava üzerinde kafa yoran, stratejiler üreten ve devamlı bunun üzerinde çalışan olursa. Bizim savaşımız insanlarımızı ahlaklı yetiştirmek olmalı, birlik ve beraberliğe kendi insanlarımızla başlayarak tüm Türk Dünyasına taşmalıyız. Bizler burada Türkiye’de yaşayan Bulgaristanlılar büyük bir kitle haline gelmiş durumdayız. İşte bu nedenle şimdi bu kitleyi yani kendi hemşerilerimizi, bir araya toplayarak bir merkez, bir güç birliği oluşturmalıyız, tabi ki bu bizim doğal tabii hakkımızdır. Bizler de artık toplum gücünü kullanabilmeliyiz. Toplum olarak haklarımızı elde etmek zorundayız ve bu yönde çalışmalıyız. Biz bunu söylerken, önderlerimizi seçerken, başkaları kötüdür demiyoruz.


Makale ve Analizler - 2014

9

Biz bu işi onlardan daha iyi yapabileceğimize, Türkiye Cumhuriyetine ve Türk Dünyasına daha verimli olacağımıza, buralarda bu bölgelerde yaşayan Türklerin daha iyi, daha güvenilir, yaşamalarını sağlayacağımıza inandığımız için, Önderliğe, Yönetime talibiz. Bu arada Bulgaristan’da kalan kardeşlerimizin hepsinin siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel kimliklerini, muhafaza edebilmeleri için mücadele etmeliyiz ve bu konuda gerekeni yapmalı ve gerekli yardımları yapmalı ve yaptırmalıyız. Aramızda Ahlâklı, Adaletli olanları seçmenli ve yüceltmeliyiz. Geçmişi konuşmaktansa, gelecekten söz etmeliyiz, bugünü değil, yarınları görerek hareket etmeliyiz. Aramızdan stratejistlere imkân ve fırsat vermeliyiz ve onları bizler yetiştirmeli yön verebilmeliyizkısa-10 ve uzunvadeli -50 yıllık hedefleri gösterebilmeliyiz. Aramızda kötü niyetli insanları tespit etmeliyiz, bilmeliyiz ki, onların kusurlarından dolayı değil, bu güne kadar yapılması gerekenleri engelledikleri için aramızdan uzaklaştırmalıyız. Bu güne kadar neler yapılmamış, onları araştırmalı, bilmeliyiz ve neler yapılması gerekir onları söylemeliyiz ve bunları bir an önce hayata geçirmeliyiz. Bizler gözyaşları dindirmek için, yaralara mehlem olmak için, her yüke ortak olabilmeliyiz. Gençlerimize, sadece balık pişirmesini değil, balık tutmasını da öğretmeliyiz, insanlarımızı denizlere, okyanuslara açılmalarını sağlamalıyız. Aramızda Tek Lider değil her sokakta, her mahallede bir lider yetiştirmeliyiz, biz dünyayı yönetmek için oğullarımızı yetiştirmeliyiz. Bizim insanlarımız yani Bulgaristan Türkleri şahsi başarıları Türkiye’de belkide en çok olanlardanız. İşte artık bizler toplum olarak haklarımızdan yararlanmasını bilmeliyiz. Her şeyden önce siyasi haklarımızı toplum olarak kullanmalıyız, daha sonra ekonomik ve kültürel haklar onu takip edecektir. Hepimizin gördüğü gibi, tarihte büyük güçler çok defa kötü politikaların kurbanı olmuşlar ve bunlar devam edecektir. Bir toplumun Lideri olmadan hiçbir şey olmaz, bu lideri de toplum çıkarmalıdır. Siyaseti güvenilir, sevimli hale getirmek bizim hedefimiz olmalı, bu gün çok zor, imkânsız olarak görünse de, yarınlara umutla bakabilmeli ve baktırabilmeliyiz. Var olabilmemiz için, var kalabilmemiz için, öncelikle temel hususlarda anlaşma sağlamalıyız. Aramızda bir birimize güveni kaynaştırmalıyız ve samimi olmalıyız.


10

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Her şeyden önce özgüvenimizi kazanmalıyız, birlik ve beraberliği ön planda tutarak insanları insan oldukları için sevip saymalıyız. İçimizde barışı sağlayıp, tek merkezde bir çatı altına toplanmalıyız. Bu çatı da “BULTÜRK Derneği” olmalıdır. Buradan tüm dünyaya sesimizi duyurabiliriz. Balkanlar konusundaki politikalarda etkili olabilmek için yolları aşındırmalıyız. Çünkü gelişmiş ve Bulgaristan’da etkili bir Türkiye Balkanlara tamamen hâkimiyet kurabilecektir. En önemlisi kararlı olalım ve birbirimize samimi, saygılı olmayı ve bir birimizi sevmeyi öğrenmeliyiz. Bizim derdimizi ve problemlerimizi en iyi anlayabilecek zaat bizden olduğunu idrak etmeliyiz. Bulgaristan Türkleri konusunda teşhisi bizler kendimizi yetiştirerek yetki mercileri alarak son noktayı biz koymalıyız, bu güne kadar ki eksikliğimiz budur. Ayrıca Balkanların anahtarı Bulgaristan’da yani Bulgaristan Türklerinden geçtiğini de öğrenmeli ve öğretmeliyiz. Sevgili dava arkadaşlarım. Kendimizde özgüveni, aramızda güveni ve merkezioluşturduktan sonra, kimsenin aramıza nifak tohumları ekmesi mümkün değildir. Bizim için önemli olan, eksiklerimizi bulmaktır. Geçmişi bırakarak artık bizler aydınlanma dönemine bir an önce geçmeliyiz. Halimizi tespit etmek çok kolay, gazete, dergi yayın hayatımız nerede, kaç gazete, tv, radyo bizimle ilgili haber yapıyor.Burada suçlu değil, sebepleri aramalıyız. Gelin bunları tartışalım, niçin bu güne kadar bir Bulgaristan Kültür Merkezi olmamış, bunu şimdi nasıl gerçekleştirilebiliriz, bunlara yönelik çalışmalar toplantılar yapmalıyız. Hedefimiz Türkiye Cumhuriyetini daha güçlü, daha huzurlu ve daha iyi yarınlara götürmek için olmalı. Güçlü bir Türkiye Bulgaristan da yaşayan Türklerede güven ve huzur verecektir, onların daha rahat yaşamalarını hep birlikte sağlayabiliriz. Bunlar zannetiğiniz kadar zor işler değil. Dünyada insanlar bir iş için değil, bir İdeal için hayatını feda ederler. Bunun için güçlü olmak sesini duyurabilmek için öncelikle bir Kurum ve bunun Merkezini oluşturmalıyız. Çünkü Merkezi olmayan hiçbir topluluk bir yerlere gelmesi mümkün değildir. Bu güne kadar konuşmalar tartışmalar yapılmış fakat bir ağıç ekilmemiş işte bu gün bunu yaptık BULTÜRK tüm Bulgaristan Türklerinin biz öncelikle sadece Bulgaristanlıyız.


Makale ve Analizler - 2014

11

Bizler elimizdeki kıt kaynaklarla bir merkez oluşturmaya çalıştık, bunda da muhafak olduk. Bu merkeze ulaşmakta büyük güçlükler ile karşılaştık bu konuda bizlere yardımcı olan emeği geçen herkese teşekkür ediyoruz. Ayrıca bizlere kendi yerini veren Mümin Hocamıza huzurunuzda kendisine tekrar tüm halkımız adına buradan teşekkür ediyoruz. Bundan sonraki hedef de Türkiye’nin her yerine ulaşmak ve bu birlikteliği her yerde tesis etmektir. Bu merkezimizde artık kendimize ait bir kültür merkezimiz oluştu toplantı salonumuz da mevcuttur her 15 günde bir toplanıyoruz. Amacımıza ulaşabilmek için devletin bir şeyler yapmasını beklememeliyiz. Birlikten kuvet doğar Atasözünde olduğu gibi güçlerimizi birleştirerek devlet yönetiminde söz sahibi olmalıyız ve geleceğimize kendimiz yön vermeliyiz. Gençlerimizin devlete girmelerinin yolunu aydınlatmalıyız. Artık bizim de Ankara’da TBMM’de kendi temsilcilerimiz olmalı. Bizler de buralara kendi içimizden birilerini gönderebilmeliyiz. Aramızda birlik ve beraberliğimizi oluşturduğumuz takdirde kendi içimizde samimi olduğumuzda başarıların ard arda geldiğini göreceğiz bunu başaracağımıza eminim. İhtiyacımız olan tek şey kendi içimizde daha adaletli olabilmek. Sevgi ve saygılarımı sunarım, Genel Başkan Rafet ULUTÜRK


12

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Saldırıların Vardığı Yer...

İbrahim Soytürk-14.Eylül.2014

2014 Eylülü’nde Bulgar seçim kürsülerine çıkanlar ülkedeki ağır kriz şartlarında özgür insan ve özgür düşünceye karşı saldırıların vardığı yeni noktayı ortaya koydu. Vatanımız olan ve 05.10.2014 günü genel meclis seçimlerinde oy kullanma hazırlıkları gördüğümüz Bulgaristan’da doğal ve genel insan haklarına, demokratik toplumlarda yasal ve evrensel bir hak olan seçme ve seçilme hakkına, seçimde oy kullanma özgürlüğüne sözlü saldırılar şiddetleniyor. Haysiyetli Olan Sessiz Kalamaz! Bulgaristan Anayasası ve Seçim Yasasıyla güvence altına alınmış olan eşit haklı vatandaşlar olarak, hiçbir etnik, dinsel, dilsel, cinsel ve yaş itibarıyla ayırıma tabii tutulmadan seçimlere katılma hakkımız çiğnenerek serbest katılmamız, oy kullanmamız sınırlanmak ve engellenmek isteniyor. Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği BULTÜRK Gençlik Kolları Başkanı sıfatımla, yazılı ve sözlü Bulgarca bildiğine dair sertifika, şahadetname veya herhangi bir okuldan belge getiremeyenlerin, bir Bulgar okulunda 8. sınıf bitirdiğini belgeleyen bir resmi evrak ya da özel okul sertifikası sunamayanlara seçime katılma, oy kullanma ve seçme hakkının engellenmesi isteniyor. Bu açıklamayı Bulgar TV yayınlarında, Varna, Filibe (Plovdiv) ve Stara Zagora seçim toplantılarında her saat tirajlayan ve devamlı tekrar eden “Sansürsüz Bulgaristan Partisi” Başkanı Nikolay Barekov’tur. Bulgar Başsavcılığı hala ona: “Hey sen ne yapıyorsun? Burası bir Avrupa Birliği Devleti, isteyen istediği okulda okur, istediği dilde konuşur! Seçime katılmak için sertifika, diplama falana bağlı değildir. Parlamento seçimlerine katılma en kutsal ve değişmez genel geçerli vatandaş haklarımızdan biridir!” demedi. Ne yazıktır ki, Hak ve Özgürlükler Partisi (HÖH - DPS) Genel Başkanı Lütfü Mestan, 28 il milletvekili aday listeleri başları, kıdemli milletvekilleri, genç ve artık kemale gelmiş ve politikada pişmiş olmalarını beklediğimiz öz davamızın omurga kemiğinden olduklarına inanmak istediğimiz mebuslarımızdan hiç biri, Bulgar demokratik kamuoyundan, demokrasinin taşıyıcıları olan sivil toplum örgütlerinden, Adalet Bakanlığından, Başsavcılıktan, Yüksek Seçim Kurumundan


Makale ve Analizler - 2014

13

çıt yok, hiçbir tepki gelmedi. Basının tamamen susması hayret uyandırıyor. Seçim havalarına giren, meyi savunduğu neyi ret ettiği belli olmayan, Bulgaristan Türk ve Müslüman seçmenlerden sürekli oy isteyen, kendi başına sıktıramadığından dolayı Reformcu Blok partilerine katılan Onur ve Özgürlük Partisi Başkanı Korman İsmailov ile B.Y. Kasım Dal da dut yemiş bülbül gibi sustu. Her şeye seyirci kalmaları kabul edilebilir bir politik tutum olamaz. Azınlık olan etniklere bu yeni amansız dil, eğitim düzeyi, sertifika ve diploma saldırısı Bulgaristan’da özgür insana olan düşmanlığın vardığı yeri birdaha göstermiş oldu. Bugün seçim sandığına yaklaştırılmak bile istenmeyen, seçip seçilemeyen vatandaşlar, yarın aynı sebeplerle ve başka bahanelerle işe alınmayacak, öbür günse onların Bulgar mağazalarından alış veriş yapmalarına yasak getirilecektir vs. vs. Ne bekleseler azdır. Bunlar yaşanmıştır. Çocuklarımıza anan sana evde Bulgarca öğretmemiş biz seni anaokuluna, ilkokula vs. alamayız, okul kaydını yapamayız engelleri kapıdadır. Geleceğimize karşı çok büyük bir yeni düşmanlık dalgası yükseliyor. Bu iğrençliğin köpükleri hepimiz için zehirlidir. Azınlıkların insan haklarına karşı propagandaya hemen son verilmelidir! Burada dikkatleri üzerine çeken nokra, HÖH - DPS partisi karma orkestrasının şimdiye kadar “aman oyunuzu bize verin, bak isimlerinizi yine değiştirecekler, bizden başka sizi kurtaracak ve koruyacak yok!” hasasını çalmasıydı. Şimdi plak değişti. Eski piyeste bu işin baş aktörü atakacı Volen Siderov’tu. Anlaşılan şimdi bu piyes bitti. Baş aktör de değişti. Seçim sahnesine bu defa Nikolay Barekov delisi çıktı. Adamın senaryosu yok, konuştukça konuşuyor. Tehdit savuruyor. Ve yeni korkutma ve ürpertme yöntemi daha sert ve daha barbarca gelişiyor. Halkımız “kalkan tozun yere düştüğünü ve ilk yağmurda yola yapışacağını bilir.” Yalancı borazanların mumu İnşallah yalnız ve sadece 05 Ekim 2014’e kadar yanar... Oyumuzu kime vereceğimiz konusu hayati önem taşıyor. Örneğin oyumuzu GERB Partisi’ne verirsek Nikolay Barekov’un partisi hemen dağılabilir. İstedikleri oyumuzdur. Bizi üzerek zorlamaya devam ediyorlar. Korkacak bir şey yok! Birliğimizden gelen kuvvetle hepsini bu defa da püskürtmeliyiz. HÖH - DPS partisi de tuzak ardına tuzak kurarak, çakal yerine köpek besleyip havlatarak karanlıkta sinek avlamaya çalışıyor. O günler geçti. Tuzakçılara oy yok!


14

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu davranışlarıyla, itleri üzerimize süren, bize karşı havlatan HÖH - DPS partisi uyanan ve hiçbir şeyden korkmayan Bulgaristan Türklerini, Pomakları ve Müslüman Çingene kardeşlerimizi, ülke sefilerini kendisine düşman ilan ediyor. “Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla” oyunları bize söylenmemiştir. Barekov köpeğine ekmek atan, bayrak savurma hakkı tanıyan, cebini dolduran, “onları korkut çok bilmesinler!” diyen Ahmet Doğan uşağı Lütfü Mestan gibi çöplük siyasetçileridir. Bulgar propaganda araçları demokratik ayar yapmak zorundadır! Bu propagandanın temelinde karşılıklı hoşgörüyü mezara gömmek ve faşizmi canlandırmak yatıyor. Gözle görülen köy kılavuz istemez. İki kişiye ekmek veremeyen bir kişinin 1 milyon işsize iş vereceği vaatleri tamamen laftır, boştur, aldatmacadır, çağresizlik sömürüsüdür. Bu durumda AB Parlamentosu Seçim Komisyonunun hemen harekete geçerek gerekli önlemleri alması, Bulgaristan Dış İşleri Bakanlığını, geçici hükümeti, Cumhurbaşkanı Plevneliev’i, Yüksek Seçim Kurulunu ikaz etmesi ve sert bir dille uyararak faşist nitelikli propagandanın durdurulmasını istemesi bekleniyor. Bir AB ülkesinde yasal ve serbest seçim yapılmasına engel yaratan hiçbir şey yapılamaz. Her seçmen vatandaşa saygı gösterilmeli, hakları açıklanmalı, demokrasi koşullarında seçme ve seçilme hakkının özgür kullanılmasının kutsallığı üzerinde durulmalıdır. Hiçbir politik parti lideri ve milletvekili listesine alınmış adayın etnik azınlıkların demokratik seçme ve seçilme haklarına karşı konuşma, eleştiride bulunma, kınama, yasalara aykırı kişisel düşüncelerini tehdit ederek dayatma hakkı yoktur. Hiç kimse yasaları ayakaltına alan bu son duruma katlanmak zorunda değildir. Kimliğini oligarşi hizmetine sunan ve paraya karşı antiyasal propaganda yapmayı kabullenen, Bulgar medyası son saldırılara sözcülük ederken demokrasinin kalesi olmaktan tamamen çıkmıştır. Bulgar medyası antidemokratik gelişmelerden artık sorunlu tutulmalıdır. Yapılan propaganda geniş tartışmaya açılmalıdır. Ülkemiz son 25 yılda hiçbir zaman bu kadar rezil ve kepaze olmamıştı. Doğal haklarımız bakımından yerlerde süründürülmemiştik. Demokratik toplum son gelişmelerle dıştan akıtılan paralarla başlayan bir yalan ve iftira, aldatma ve manipüle etme makinesiyle karşı karşıya bulunuyor. Ne yazık ki, artık 25. yılında, özgür bir genel seçimle gerçek demokrasi ve adalet kapısını açmaya çalışırken karşımıza biri kapandığında yenisi tescil edilen yeni parti şakşakları, milliyetçilik hurdaları, kafaları beyin ve zekâ değil, yağ dolu bozuk yürekliler çıkmaya devam ediyor. Bu durumu görmekte hepimizin daha ısrarlı olmamız, soydaş gençlerin daha büyük bir azimle birleşmesi ve gerçekleri halkımıza indirmemiz günden oldu. Zira soydaşların ve tüm insanların doğru haber alma olanakları da oldukça sınırlıdır. Kendi radyo ve TV kanallarımızı he-


Makale ve Analizler - 2014

15

nüz açamadık. Fakat doğru bilgilenme ihtiyacımız her zamankinden büyüktür. Doğru seçim yapma doğru bilgilenmeden geçer. Bizde hala olmayan yasal demokratik özgürlüklerin sağlam temellerini seçimlere serbestçe, kendi seçimimizi kendimiz yaparak başarılara gidebiliriz. Aslında bizim kimseyi seçme mecburiyetimiz yoktur! Bir kendi yarınlarımızda yürüyeceğimiz doğru yolu seçmek istiyoruz. Oyumuzu bunun için mutlaka kullanmak zorundayız. Yaralarımız başka türlü asla kapanmaz! Seçimden seçime de olsa seçimi biraz düşünelim!

Aktif Yaşama Zamanı

Hüseyin Yıldırım-14.Eylül.2014

Bulgaristan’a, kasaba ve köylerimize gidip, İstanbul’da 130’dan fazla sandık başında durup oy hakkımı kullanmaya geldim! diyeceğiz. Biz bir iki konu komşu değiliz, yüz binlerceyiz ve istersek çok daha fazla da olabiliriz. Oy hakkımı kullanmaya geldim! - ne demektir? Göndereceğim milletvekilimi tanıyorum, kendisine güveniyorum ve oyumu ona vereceğim anlamındadır. Oy alıp satılan bir nimet değildir. Seçime katılma herkesin eşit kullandığı bir haktır. Seçim günü vatandaşların hak eşitliğinin bayram günüdür. Başka bir ifadeyle seçime katılmak her vatandaşın boyun borcudur. İkinci olarak, bu, seçimimi bilinçli yapmaya geldim anlamındadır. Bilinçli seçim yapmak ise, ben muhafazakârım, ben geleneklerime ihanet etmem, ben geleneklere bağlı kala kala miskinleştim anlamına gelmediği gibi, ilk defa oy kullanıyorum “kısmet”, “ilk taş araba devirmez” anlamında da değildir, daha doğrusu olmamalıdır. Gelenekler geçmişe aittir, kısmet şans işidir, ilk taş da henüz atılmamış olduğundan mazlumdur. Doğrusunu isterseniz, bir kişinin bir yerde durması, bir fikre saplanması, içine düştüğü durumdan kendini kurtaramaması da kişisel saldırıyla kötülenecek bir durum değildir, çünkü içinde bulunduğumuz çok ağır koşulları tek başına oluşturmadığımızdan, bize neden şahsi sitem edilsin ki?! Bulgaristan gibi ülkelerde “kolektif suç” diye bir şey olmadığından, geçerli olan hep “şeytan aldı götürdü satamadan getirdi...” Asıl suçlular saraylarda yaşıyor ya da ülkeden kaçtılar. Durumu değiştirme şansı elimizdeki seçim hakkını kullanmada, oyumuzda gizlendiği için isabetli seçim yapmalıyız. Aklınızdan geçen “Nasıl yapalım?” sorusu kulağıma geliyor.


16

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bir Sır Açıklıyorum! Kapalı seçim odasına girmezden önce yapacağınız işler: 1) 18 parti ile 7 sivil koalisyon seçime giriyor. Bunlardan hepsi milletvekili adaylarını listelerinde sıraladı. Örneğin, içinizde Türklük Müslümanlık, hak adalet duygusu ağır bastı “vicdanınız az mı çekti” diye isyan edip başka bir listeye bakmanıza mani oluyorsa. HÖH - DPS listesine bakın. yapıştırmış. Bu kişilerden da yaşıyoruz, gençlerimiz işsiz, tütüne para vermez oldular, yaşlıların emekli maaşları yetersiz, masraflara yetişemiyoruz derken, yakınmayan, durumun özünü ve dertlerini anlatan kardeşlerime, ağabey ve yengelerime, ana baba ve nene dedelerime küsecek bir durum yok.ç Hatta bu samimiyet içinde endişelenmemize de gerek görmüyorum, çünkü herkes aynı kaderi paylaştığına göre, herkesin el ele verip durumdan çıkmamız gerekiyor. Ne ki, bu el ele vermenin, omuzlaşmanın, yoldaşlaşmanın bir de bireysel boyutu var. İşte bu bireysel boyutlardan biri oy kullanma işidir. Herkes oyunu kendi seçtiği ya da birlikte seçtikleri bir adaya verirken, tek başına, egemen, bağımsız, bilinçli hareket edebilir. Bulınçlı hareket etme işte bu nokrada, milletvekilini seçtiğin anda kendini gösterir.

Alt Kat Yok!

Seyhan Özgür-14.Eylül.2014

Selam olsun Lütfü arkadaş, selam olsun. Bundan böyle maskeler çabuk düşsün. Bellekler unutma hastalığına düşmesin. Kimsenin askeri olmayan sıra neferlerine selam olsun. Biz etnik bir problemdik Lütfü arkadaş, Etnik olan unutuldu, selam olsun. Sayende ekonomik ve politik olduk, Sen neymişsin be arkadaş, selam olsun! Şirini verdik, damat oldun Lütfü arkadaş, Serseriydin, vekil oldun helal olsun. Soframıza aldık, açtan tok oldun Hak ve hürriyet davasına lider oldun, helal olsun.


Makale ve Analizler - 2014

17

Gizli yolunda Çankaya Köşkü varmış selam olsun İnsan tükürdüğünü yalar mı, be lider arkadaş, Dün “soy kıran” bugün dostun, selam olsun. Sen yağıcı değil misin!?, Lütfü arkadaş!? Şimdi HÖH partisinin gelmişine geçmişine saldıranlar var ya!!? Onlar bir zamanlar en fazla HÖH’cü olanlardı. Onların arasında bizi ilk günden lanetleyen Lütfü Mestan ise, lider oldu. HÖH ve ilkelerine en fazla sahip çıkanlar, önüne gelenin HÖH’e olan bağlılığını sorgularlardı. Koğuş narında, “Belene” kampından, sürgünde acı çekmiş, şiir yazmış, hepsi kahramandı. Her şey değişti değişti de adamlar yine de adam gibi adam kaldı. Döndükçe dönenler ayaklanmış ama arkalarına kimsecikler takılmamıştı. Gördüklerine sen Ahmet Doğan’ı tanır mısın diye soranlardı. HÖH bir dava partisiydi. Kimse üzerine toz konduramazdı. Dava buharlaştı. HÖH kaldı. Hainler lider oldu. Yıllarca nedense Lütfü’yü soran yoktu? Çünkü en HÖH’cüler hiç umut etmediklerimizdi. Zaman geldi ant içtiler. Zaman geldi yemin ettiler. Zaman geldi birbirlerine düştüler, parçalandılar, sonra yine beraber yediler, ajanlık ettiler, göz çıkardılar. Bir kümeste bir horoz kavgası, bizde daha ilk günde başladı. Hakaret ettikleri yöneticilerin gözüne girmek için ne kadar adam yıpratıldı, çelindi, süründürüldü, kovuldu, “haindir” dendi. Kimin ne olduğu asla bilinemedi. İyi olandan da kuşkulanmak haklarından yalnız bir tanesiydi. Kullanma sınırı yoktu. Her şey oldu da cezalandırılan asla olmadı. Öteden beri haklı olan, her işe saldıranlar olur ya!!? İşte onlar, daha o zamanlar kafamızda beliren en ufak demokrasi, adalet ve hürriyet sorularına tepki gösterenlerdi. Susup susup nereye gittikleri bilinmeyenler en tehlikeliydi. Onlar yağı gibi üste kalmak isteyenlerdi. Onların ve Bulgarcacıların başında gitmek isteyenlerden biri de hep bizim Lütfü oldu. O zaman genç ve toydu. Hiç düşünmeyen ve hep ayni şeyleri anlatanların da iyi yaşadığı küçük yaşta dikkatini çekmişti. Zengin bir babanın kızını tavlamak da yollardan biriydi. Hayatta mutlaka çalışmalı diye bir şart yoktu. İşleri yapacak meraklı boldu. Önemli olan dışa şekil vermek ve kimsenin anlamadığı sözlerle konuşmaktı. Yalan söylemek serbestti. Yetiştiği yıllarda BKP, KPSS, SSCB ve daha birçok isim asla eleştirilemezdi. Türklerin yaptıkları hep kötü, Bulgar ise davranışında hep haklıydı. Adalet diye bir şey olsa ona yol kalmazdı. Adaletsizliği yaşatmak da bir yaşam biçimiydi. Bulgar’ın yaptıkları sorgulanamazdı. Lütfü de ortaçağ rahipleri gibi ortalıkta do-


18

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

laşıp aforoz edecek birilerini aramayı kendine meslek edindi. Oysa onun ne iş yaptığını bilen de yoktu. Az mı can yaktı. Kürek mahkûmları gidip geldiler. Cezasını çekenler geri döndüler. O da yola düşüp Moskova’da “hacı” olmaya sevdalıydı, ama çıkaracak göz bulamadı. Hak ve Özgürlükler Hareketi kurulmuştu onları önce Türk milliyetçiliğiyle kınadı. “İslamcı, ayrılıkçı, etnikçi” dedi. Git gide hiçbir şey demesem de olur, fikrine vardı. Etnik sorunlardan korktu. Böyle bir şey yok böyle bir şey deyip hepsini aştı. Dört elle tutulduğu kural inkârdı. Türkçeyi inkâr etti. Tayyib Erdoğan’dan başka hiçbir kimseyle Türkçe konuşmayacağına yemin etti. Önce Türkçesi yetersiz olduğundan ceza aldı. Sonra borcunu ödedi. Sertifikalandı. Zaten her şey ezberinde olduğunda, Türkçesine birçok Fransızca kelime soktu. En çok sevdiği söz “para” oldu. O da Fransızca olduğundan dikkat çekmiyordu. Partili olduğunda önce adam olmanın yolu nedir?, derdine düştü. Osmanlı “soykırım” yapmıştı, kimse kabul etmek istemiyordu. O birkaç imza attı, tanındı. Yol birden açıldı. “Adam oldu” dediler. Elinde para oynadı. Sakal saldı. Umreden dönmüşlere benzedi. Hacılar hep aynı kitaptan anlatanlardı. O kitabı bilmediğinden, birkaç anlaşılmaz söz daha öğrendi. Ezberinden konuşurken kitleye konuşuyorum havasına girip etrafına bakındı. Hiç kimsenin hiç bir şey anlamadığını anladığında artık boş konuşma hastalığına yakalanmıştı. Derken çok beğenildi. En iyi Bulgarca konuşan vekil oldu. Ardında virgülleri koyan ve nerede durması gerektiğini işaret eden bir Bayan Profesör buldu. Bulgarca Profesöründen Spor Bakanı yapacak kadar iktidar sahibi olabildi. Nasıl geliştiği sır kaldı. Çünkü ne komünist, ne sosyalist, ne yeşiller ve Çarcılar arasında yıllar yılı yer bulamamıştı. Bulgarların arasında keçi sakal tipler pek tutulmadığından önce işi çözmekte zorlandı. Bir ara aklından sofu Müslüman olayın fikri geçmedi değil, ama cami yolu uzak geldi. Ararken işi ve derdi olmayan ama her işi tıkırında olan bir parti buldu. Dedesinden kalma bir söz vardı. “Öküze öküz demek yok!” Hak ve özgürlük arayanlara asla yüz vermek yok, formülünü icat etti. Buluşunu geliştirdi: “Özgürlük İçinizdedir!” dedi. Sanki para cebinizdedir, diyordu. Önemli olan kimsenin bir şey anlamamasıydı. Haftada bir yemek yiyenin içi kurumuş olsa bile, insanlar gururlu olduğundan, “açım” diyen yoktu. Ağzı kokan açların içinde özgürlük ne gezer? Basaklarına baksan içleri yukarıdan aşağı boş olan insanların konuşmaya takati olmadığını yeni öğrendi. Açlığın bir tür özgürlük olduğuna ikna ettiklerinden itiraz eden olmadığına göre artık Erdoğan’ın yanına gidebilirdi. Özgürlük yiyen açla-


Makale ve Analizler - 2014

19

rın açlığını doyurmak işten değildi. Erdoğan beyin eli büyük gönlü genişti. Ona şu yeni icat ettiği açları içlerindeki açlıkla besleme formülünü açabilirdi. İçi huzurluydu. Çünkü milletin derdi Doğan’la Peevski’de odaklanmıştı. Doğancılıkla suçlananlar paçasını kurtarmaya bakıyordu. Eskiden Doğancı olmak gururdu ama şimdi her şey çöktü. Adam bir deli hastanesinde bir mahkemede bir sarayda bir dağ başında... “Olsa olsa hastadır!” diyenler haklı çıktılar. TBS’li olduğuna önce pek inanan olmadı. Tüberküloz kökü kazınmış bir hastalıktı. İnandırıcı değildi, çünkü onun viski medetini aç karnına içtiğini bilen yoktu. Evde yemek yapılıp sofra kurulmadığından Aylin gelin de bir deri bir kemik kalmıştı. Dayanamadı, aldı başını çekip gitti. Bu dünyada model olmak çok zordu. O, “açlıkla doyan insan modeli olayım” derken, hastalandı, ilacı olmayan, dermansız bir rahatsızlıkla başa çıkmak zordu. “Bulgar etnik modeli” de onun icadıydı, tutmasa da neden tutmadığı açıklanmadığından, tuttuğu anlatılıyordu. Şu “model” sözü de Fransızca olduğundan, tam ne olduğu pek anlaşılamadı. Bir de siyasi inancın insan özünde oluştuğu aklına takıldı. Siyasi mücadele anlayışı insan dünyasında oluştuğundan, bilinçlenenler sanki yenidünyaya düşmandılar. Fırsatçılık da içsel bir olguydu. İçsel olan dışa vurmadan suç olmuyordu. Tam bu nedenle 5 Ekim 2014 seçimleri sloganında “Hürriyet insan içindedir!” dedi. Kimsenin bir şey anlamadığından tepki gelmedi, olay kapandı. Bu durumda yeni olanaklar ele geçirdi. Elindeki imkanları zenginleşme ve kariyer için kullandı. Son yıllarda birden zenginleşenler birer ikişer öldürülürken can derdine düştü. İyi ki bir ihbar da kendisi için yazdı. Artık korumalar etrafını sardı ve rahatladı. Demokrasiyi siper edip ardına gizlendi. Korumalı daireler dar geldi. Şirinle köşke kilitlenme derdindeler. En sonunda hiç ses çıkaramaz oldu. Erdoğan’ın kahvesini içti de TV’de “iyidir kötüdür” bir şey demedi. Kırcali’de ve Ankara’da işi kahveye bağladı. Şimdi işler bakımcıya kaldı. Büyük adamlarla içilen kahvenin büyük falı olur. Küçük işleri elinin tersiyle itti. Etnik sorunu yuttu. Ekonomik ve politik sorunlar boğazında kaldı. Tüm ayak oyunlarının hep içinde yerini alabildi. O aslında yalnız sofraya davet edilmişti. Liberaller oyun bozdu. Açgözlü davrandılar. İlk geldiğinde çoban ol sürü senin denmişlerdi. Şu liberaller bütün ülkeyi istiyorlar. İçi karıştı ve o da çobanlık az gelince, yetmeyince, politikaya, iktidara, oligarh olmaya uzandı.


20

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Birbirlerinin ayağını kaydıranlara karıştı. Bu işte o kadar çaba harcadı ki...Bir tek Danço Peevski’nin ayağı yere sağlam bastığından kaydıramıyor... Kimileri “intihar” etti. Ötekiler kaçakçılıkta yakalandı. Kaza kurbanları çok. Her gün kendilerini yakanlar var. Sebebi açıklanmıyor. Bir kıyımdır gidiyor, bakalım nereye kadar!!? Birbirinin dostu olanlar, köprübaşlarında öpüşenler, sarmaş dolaş resme duranlar, şimdi birbirlerinin gözlerini oyuyorlar. Bu sözlerin kendisi için söylendiğini biliyor... Ve sonra aynı sofrada yeniden toplanıp birlikte kadeh tokuşturup “şeytan” taşlıyorlar ama olmuyor. İçten içe kaynayan o şey hep oyun bozuyor. Ve bunu kendi sivri uçlu mızraklarına, boynuzlarına, temrenli kuyruklarına bakmadan yapıyorlar. Ah ben sizlere ne deyeyim be kardeşlerim! Siz eskinin düşman kardeşleri, yeninin baş düşmanları, yeninin ahbap casusları, yeni fitneci jurnalciler! Siz hainsiniz hain!!? Siz eski komsomol sekreterleri, sonra parti adayları, sonra ajan taslakları, sonra sahte hapishane miskinleri, siz kim olduğunuz belli olmayan, olsa da anlaşılmayan pislikler ve ben şu net ortamına gireliden beri hepinizle uğraşmaya devam ettiğim lider bozuntuları, sizin hepinizin üzerinizde zafer kazanana kadar bu çatışma sürecektir. Ne yazık ki, ben belki de hiç galip olamayacağım, çünkü tükürdüğünü yalayanlarla kavgada galip olmak istemiyorum. Feryat ediyorum. Çünkü sen, siz, hepiniz halkıma saldıran düşmanları silahlandıracak kadar alçak düştünüz. Ve alçaklıkta bundan daha bir alt kat, yok!

Yorum

BG-SAM-14.Eylül.2014

HÖH Başkanı Lütfü Mestan bu söyleşiyi Ankara’ya Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’la görüşmeye gitmezden önce yaptı. Demecinde, Ankara’ya yolu olduğunu söylemedi. Seçmenbe ve halkımıza hangi konuları götüreyim Başkan Erdoğan’a diye sormadı. Bulgaristan Türkleri, Türklük, özgün kültürümüz, basın, gazete, dergi, radyo, TV ihtiyaçlarımız, devlet okullarında çocuklarımızın zorunlu Türkçe dersleri ol-


Makale ve Analizler - 2014

21

ması gerektiği vs. vs. sorunlar gündeme getirmedi. Avrupa Birliği ülkelerinde en fazla tütün üreten bir ülkeyken ekmek teknemizin kırıldığından, işsizlikten söz bile etmiyor. AB içinde en sefil yaşayan azınlık olduğumuzu gizledi. Müslümanların iş, ekmek, ibadet, kültürel hakları vs. konulara değinmiyor. Etnik azınlığımızın sosyal ve ekonomik olarak eziyet çektiği, işsiz olduğuna değinmedi. Bulgaristan’daki Müslüman mimari ve kültürel mirasının, vakıf taşınmazlarımızın geri verilmesine engel olduklarını gizledi. Haklarımızdan yana çıkmadı. Savunduğu seçim tezi “özgürlük içimizdedir” bir saçmalıktır. Bizim özgürlüklerimiz Anayasa ve yasalarda garanti altına alınmalıdır. Bütün doğal, insan ve medeni haklarımız kanunlaşmalıdır. Bulgaristan Türk ve Müslümanlarına karşı her saldırının, her dil uzatmanın yasal cezası olmalıdır. Eğer saldırıları azmettirici HÖH - DPS partisi ise yasaklanmalıdır. Bulgaristan Türklerine ve Müslümanlara karşı tümö saldırılar kesinlikle son bulmalıdır. HÖH - DPS partisi Türklerin dil, din, kültür haklarına çok uzak olduğunu gizlemeye çalışıyor. Milliyetçi Bulgarlara yaranıyor. Onlarla işbirliği yapıyor. Devleti mafya ele geçtiğinden söz etmiyor. İnsanlar her gün çaresizlikten kendilerini yakıyor da, görmezlikten geliyor. Partiye karşı propaganda yapıldığından söz edilirken Nikolay Barekov’un “Sansürsüz Bulgaristan” ve Volen Siderov’un “Ataka” gibi anti-Türk, anti-İslam kopoy partilerinin HÖH - DPS liderleri ile devamlı temas halinde olduklarını, Türk partisinden milliyetçilere para aktığını, ırkçı gruplaşmanın aynı kanaldan gelen büyük paralarla kurulduğunu, bize karşı saldırıların bir de Moskova paralarıyla yapıldığını gizliyor. Lütfü Mestan, Tayyip Erdoğan’ın huzurunda ikiyüzli davranmıştır. HÖH - DPS liderlerinin riyakarlığının sınırı yoktur. Ana hedefleri Türk-İslam düşmanlığını ayakta tutmak ve gerçekleri görmezden gelmektir. 25 yıldan beri her sene 7 milyon leva karşılıksız devlet yardımı alan HÖH DPS partisinin bir okul yaptırmadığını, bir cami duvarı sıvatmadığını, iki özürlü ve yaşlıya kömür ve ekmek yardımında bulunduğunu, çocuk okutmadığını, iki kaldırım taşı dizdirip yol yapmadığını gören varsa söylesin. Halkı aldattığı, soydaşları da değişik vaatlerle aldatarak oylarını çaldığı ortadadır. Ankara ziyaretinden önce şiddetlenen anti-Türk ve anti-İslam propagandasının ikiyüzlü hain liderlerin kışkırttığı medyaya düştü. Açıklandı. Siderov’un Barekov’un diğer Bulgar milliyetçilerinin HÖH - DPS tarafından finanse edildiği ve devamlı pohpohlandığı açıklandı.


22

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Herkes biliyor ki, Başkan Tayyip Erdoğan, Lütfü Mestan ve tayfasının ciğerini bilir. Bu resmi ziyaret ve kabul de ABD gibi dış güçlerin baskısıyla gerçekleşmiştir. Ve Ahmet Doğan gibi Moskova ajanlarının Ukrayna ve Kırım olaylarından sonra sözde başka yöne bakmaya başladıkları uydurmasına bir lütuftur. Çünkü itlerin tüy değiştirdiği ama öz değiştirmediği her Türk tarafından bilinir. 25 yıl kötülük yapan kötülük yapmaktan başka hiçbir şey bilmez ve öğrenemez. Takmış yüzüne keçi sakalını Tayyip Erdoğan’dan utanmadan dilenmeye gitmişler. Oysa para alabilse Bulgar mafyasına yedirmeyeceği, köpekleri havlatmayacağı ne malum? Barekov gibi seviyesizlerin, politika çöplüğü artıklarının karı üstüne karı değiştirmelerini ve konaklarda yaşamalarını finanse edilmeyeceği ne malum?! Bulgaristan Türklerine ve Müslümanlara karşı ağır laflar söyleyen, çifte vatandaşlığa saldıran, 1 ile 6 Ekim 2014 günleri arasında Bulgar Türk devlet sınırının kapatılmasını isteyen Barekov - Siderov şerefsizleri, sokak politikacıları HÖH - DPS itidir. Ahmet Doğan çobanının “koyunlar köpekle güdülür” mantığının en büyük ürünüdür. İtleri besleyen, onlara para veren ve telefondan emreden Lütfü Mestan, Daniel Peevski ve Ahmet Doğan’dır. Bulgaristan makamları bu dörtlü grubun kendi aralarında bir İsviçre telefon hattı üzerinden sıkı bağlantı ve danışma halinde olduğunu tespit ettiğinde ürpermiştir. Bu gerçeği bilmeyen artık kalmadı. Bu derece yüzsüz olan bu grubun Ankara’da “Köşk”te kabul edilmesi, Bulgaristan Türklerini ve tüm Müslümanları düşündürmüştür. Herkes bu grubun bize karşı saldırılarını finanse etmek için para istediğinden dem vuruyor. Son zamanda Arap-Oman kaynaklarından başka Türkiye kaynağının da kesilmesi saldırı boyutlarının kat kat büyütülmesine engel oldu. Bulgaristan’da seçim arifesinde kızışan propaganda saldırılarını gerekçe ederek Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dan talep edilen yardımlar ortaya çıkarılmalı ve kesin kınanmalıdır. Bu kişilerin tüm etkinlikleri Bulgaristan Türkleri ile soydaşlarımızın huzurunu bozduğundan dolayı kendilerine oy verilmemesinde ısrarlıyız..


Makale ve Analizler - 2014

23

Unutulanlara Selâm Olsun!

Raziye Çakır-14.Eylül.2014

Sofya’da çıkan günlük “Standart” gazetesi 12. Eylül 2014 tarihli sayısında Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH - DPS/ Genel Başkanı Lütfü Mestan ile bir söyleşi yayınladı. Yönettiği partinin adını anmadan, Türk demeden, Müslüman demeden, genel seçim arifesinde problemlerimizden hiç birine değinmeden demeç veren başkana “pes” vallahi... Bu söyleşinin Lütfü Mestan’ın Ankara’ya gidip Başkan Tayyip Erdoğan ile “Köşkte” görüşmesinden 2 gün önce yayınması dikkat çekicidir. Lütfü Mestan Bulgaristan Türk halkına sanki “biz briç oynuyoruz, siz iskambilcisiniz, briçten anlamazsınız, oyunuzu verin, çilenizi çekin” diyor. Çeviriyi aynen veriyoruz. Koalisyon hükümeti olmayacak üfürükçülüğünden vazgeçin! Bulgaristan’da reformları tek parti yapamaz, yeni hükümete 200 gün hoşgörü tanıyalım. HÖH partisinin ayakta kalması Bulgaristan için bir stratejik önceliktir. İktidar ortaklarını belirleyecek olan seçim sonuçlarıdır. Söyleşi: Ekaterine Nikolova Soru: HÖH - DPS partisi seçim kampanyasına “Özgürlük İçindedir” sloganıyla girdi. Bir buçuk yıldan beri Bulgaristan parçalanmış durumdadır ve içinden atması zorunlu olan nedir? Yanıt: HÖH - DPS partisi seçmenleri özgürlük konusunda daha hassastır, çünkü olan hor görüldükleri, asimile edilmek istendikleri dönemde hürriyetsizliğin ne olduğunu tattılar. Bu nedenler onlar demokratik standartların dışına çıkan her iktidara karşı tepkilidirler. Ne yazık ki, bizim seçmenimiz sadece HÖH - DPS partisi yönetimden bir parça olduğu zaman kendini bütünleşmiş olarak duyulmuyor. Bu bizim geçici bir sorunumuz olmakla birlikte, bütün politik sistemin bir problemidir. Başka bir açıdan baktığımızda, insan hür dünyaya gelir, özgürlüğü içinde taşır ve seçimde onu ifade eder. Bizim “Özgürlük İçindedir!” mesajımızın anlamı budur. Böylece Bulgaristan’ın “anti konuşmalarından kurtulması ve el yapımı saldırılarla mutlaka ayrılması gerekir. Toplumumuz tüm bu saldırılardan artık bezdi. Saldırmakla hiç bir problem çözülemez, bundan dolayı saldırı politikasından uzlaşma politikasına geçilmelidir. Soru: “Giderek politik istikrara geçilmelidir!” HÖH partisinin 5 Ekim’de yapılacak seçimlerle ilgili yükselttiği öncelik sloganıdır. Siz bu giderek geçişi nasıl algılıyorsunuz?


24

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Yanıt: Eskiden hesap sormama (revanşizm) olmayan bir geçiş bu bir ve problemli koalisyonlar gibi, artık ret edilen yönetim biçimlerine ve özü olmayan istem olarak ortaya çıkan ve Avrupalı ve demokrat olma maskesi ardında gizlenen otoriter yönetim biçimlerine dönülmemesi, iki olmak üzere, iki şeyden birden gereksinme duyuluyor. Soru: HÖH - DPS ülkenin öncelikleri konusunda ulusal uzlaşmaya gereği olduğunu beyan etti. Bu öncelikleri hangileridir? Yanıt: Bir: Yasaların etkileri üstüne bir değerlendirme yapıldıktan sonra, şeffaf yasalar çıkarılması; İki: Halkla temas halinde olan makamlarda, enerji sektöründe, sağlık ve eğitim işleri gibi sorunları sürüncemede olan alanlarda köklü reformlara geçilmesi; Üç: Sadece büyük kentlerin merkezlerine değil, ufak yerleşim yerlerine de olmak üzere, her yerde dengeli bölgesel gelişim sağlanmalıdır, çünkü en uzaktaki köyümüz de Bulgaristan’ın bir parçasıdır, orada yaşayanlar da eşit haklı Bulgaristan vatandaşı olduklarından miktar ve nitelik olarak aynı hizmetleri hak etmişlerdir. Dört: Toptan (10 milyar leva olan) Avrupa Birliği yardımlarının % 80’ini üreticilerden ancak % 60’sinin ele geçirmesi gibi halkın lehinde sonuç vermeyen uygulamaya son verecek, AB sübvansiyonlarının başka bir biçimde dağıtılmasına ağırlık tanıyan bir yeni tarım politikası izlenmelidir. Bu konuda, şimdiki geçici hükümete hitaben, şimdiye kadar onaylanan Bakanlar Kurulu kararlarında değişiklik yapma yolunu seçmemesini isterken, böyle bir değişikliğin on binlerce küçük üretici aile için feci sonuçlar doğuracağına işaret etmek istiyorum. Bu işi sözde bırakmak istemiyoruz. HÖH - DPS küçük ölçekli üreticileri tüm yasal yolları kullanarak destekleyecektir. Soru: Siz ulusal uzlaşmadan söz ediyorsunuz. Bunu yaparken geri adım atmayacak olduğunuz nedir? Yanıt: Üste verdiğim yanıtın son tümcelerinde de görüldüğü üzere, biz uzlaşma ile uzlaşmalı olma arasında fark gözetiyoruz. Bu arada, “Bliznaşki” seçim hükümetinin başlattığı politik istifalara da işaret ederek, temel insan hakları konusunda ödün vermemizin söz konusu olamayacağını vurguluyorum. İşaret ettiğim politik kabine bileşimi değil, sıradan devlet görevlilerinin bire dek GERB kadrolarıyla değiştirilmesidir. Cumhurbaşkanı Plevneliev’in seçim hükümetinin partiler üstü ve herkesten aynı mesafede uzak olacak bir iktidar olacağına ilişkin vaatlerine ne oldu?!... Bu yanıtsız kalmayacaktır ve HÖH - DPS seçmenleri tarafından 5 Ekim seçimlerinde gerekli cevap verilecektir.


Makale ve Analizler - 2014

25

Soru: Ülkemiz için koalisyon hükümeti mi?,tek partili hükümet mi daha hayırlı olur? Yanıt: İyi ya da kötü anlamında, Bulgaristan’da tek partili ve koalisyon yönetimleri birbiri ile karşılaştırılırken yanlış yapılıyor. Gerçek oldukça farklıdır. Avrupa ve dünya çok başarılı ya da başarısız tek partili yönetimler tanıdığı gibi, tersi olan başarılı ya da başarısız koalisyon örnekleri de vardır. Taçır ile Bleyır 10 - 12 yıl, kuşkusuz başarılıdır, tek partili yönettiler. Hollanda ise, en az aynı başarıyla yıllardan beri koalisyon hükümetlerince idare ediliyor. Basit bir ifadeyle, bu politik kompetanlık, idari bilgelik ve bu işi becerebilirlik ustalığıdır. Bizde koalisyonlu yönetimine tercihlerimizde, onun yönetimden bir parça olabileceğimiz biricik formül sunduğundan ötürü olduğu kadar, ülkenin içinde bulunduğu durumun karmaşıklığı ve ağırlığı dikkate alındığında, koalisyon ortaklığı için daha işlevsel bir formül olduğundan dolayıdır. Büyüklüğü önemli olsa da, reformlar yalnız bir parti işi değildir. Soru: İdari işlerde, enerji, sağlık ve eğitim sektörlerinde köklü reformlar ne kadar bir zaman kesiminde gerçekleştirilmelidir? Yanıt: Bu reformlar sancılı olacağından dolayı yönetim için olumsuzluklar da getirecektir. Muhalefet tarafından parti egoizmince sömürülmelerine olanak tanınmaması politik sorumluluk ve olgunluk sorunudur. Biz, HÖH - DPS olarak böyle bir sorumluluk üstlenmeye hazırız. Seçimlerden sonra kurulacak hükümete geleneksel 100 gün değil 200 hatta 300 gün tolerans tanınması isteğime parti liderlerinin katılmasında ısrarlıyım. Ve bunun, seçim sonuçları açıklanmadan önce, kimin iktidar, kiminse muhalefet olacağı açıklanmadan önce beyan edilmesini öneriyorum. (Oreşarski hükümetine 100 gün tolerans tanınmadığını anımsatıyorum.) Soru: Diğer partilerden her birinin seçim propagandasını HÖH - DPS’ye karşı söyleve dayandırdığı bir ortamda ve partinizin üçüncü politik güç olduğu şu dönemde, işaret ettiğiniz koalisyon hükümetinin kurulması için gerekli olan politik olgunluğu görebiliyor musunuz? Yanıt: Koalisyon hükümeti olmayacak gibi büyücü öngörülerine yer yok, duygular ya da partilerin istekleri değil, seçmenin oyudur kimin kiminle ortak kuracağını belirleyecek olan. Soru: Kamuoyunda dolaşan ve aynı zamanda Georgi Parvanov, Tatyana Donçeva ve Nikolay Barekov gibi parti liderlerinin iddia ettiği HÖH - DPS partisiyle kimsenin ortaklık yapmak istemediği, HÖH - DPS partisinin yalnız bırakıldığı savlarını nasıl yorumlayacaksınız.


26

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Yanıt: Parvanov biliniyor. Barekov da ortada. Şimdi de Donçeva kendini aştı. Hatırlarını saysam da kendilerini anlamakta güçlük çekiyorum. Yeni beliren politik partiler arasında anti-DPS partisi çıkmadı. Vaktiyle İvan Kostov bizi lanetlemişti. HÖH - DPS liberal kimlikli bir laik partidir. Var oluşu yalnız Balkanlarda değil dünya çapında da Bulgaristan için stratejik önem taşıyor. Soru: HÖH - DPS partisinin fazla iktidar kullandığı konusunda deyeceğiniz bir şey var mı? Yanıt: Bu da bir basmakalıp ifadedir. Bunu söyleyen hiç bir şey kanıtlayamaz. HÖH - DPS partisinin 18 bakanlık hükümette 3 bakanı vardı. Partimiz iktidar sunan bir partidir. Valiler ve Bakan Yardımcıları açısından da Sosyalist Partiye daha fazla imkân tanıdık. Yakınmaları gülünçtür. Kendilerini haklı çıkarmaya çalışıyorlar. Kendi başarılarımızı ya da başarısızlıklarımızı analiz ederken, kendimize bakalım lütfen. Soru: “Standart” gazetesine 12 Mayıs 2013 seçimlerinden önce verdiğiniz bir demeçte, en büyük parti olan GERB partisinin seçimden sonra iktidar olamayacağını söylemiştiniz, o zaman olduğu gibi, şimdi de, sosyalistler Boyko Borisov’un partisinin en fazla 100 - 105 milletvekili çıkaracağını tahmin ediyor. Bugünkü tahmininiz ne olabilir? Yanıt: Tahminci olduğumu iddia edemem. Son söz seçmenindir. Yanlışları tekrar etmemek ve kararından fazla umutlanmamak için hepimizin daha önceki seçim derslerini okumuş olmamız gerekir. Soru: Borisov ile Kırcaali’de içtiğiniz kahve bir politik metafor oldu. GERB partisi başkanına karşı tutumunuz değişti mi? Yanıt: Bir diyalog sembolü olarak kabul edilmesi gereken bu kahvenin fazlasıyla dramatik algılanması, ülkemizdeki politik kültürün ne kadar zayıfladığına bir kanıttır. Borisov’a gelince kişisel değerlendirmelerde bulunmaktan hoşlanmam. Bu yüzden, ben Borisov’un bir kez daha Mesih olarak ortada belirme arzusunu yakından bildiğimden dolayı, kendisine Bulgaristan politikasında Mesih zamanlarının geçtiğini hatırlatmak isterim. Aynı zamanda ben onun gerçekçi davranışlarda bulunduğuna da işaret etmek isterken bunların gereği gibi değerlendirilmesinden yana olduğumu belirtiyorum. Soru: AB seçimlerinden sonra sosyologlar HÖH - DPS partisinin 2. politik parti olma potansiyeli kapasitesi olduğunu yazmıştı. HÖH partisinin örgütleri önüne böyle bir ödev bıraktınız mı ve hangi bölgelerde daha yüksek başarı elde etmeyi beklıyorsunuz?


Makale ve Analizler - 2014

27

Yanıt: Güçlü bir başarı ve coğrafya olarak genişlemiş bir HÖH temsilciliği umuyorum. Seçim yarışında alacağımız yer özel hedefimiz sayılmaz. Politik gücün ölçütü olarak seçmenle direk temas ve çalışmayı ön plana alıyorum.

Kimin Kulağı Kimin Cebinde?

Alptekin Cevherli-14.Eylül.2014

Bir gün çocuk okuldan kanlar içerisinde eve gelmiş. Kapıyı açan annesi yüzü gözü şişmiş, dudağı patlamış, kanlar içerisindeki oğlunu görünce telaşla sormuş: - “Ne oldu evlâdım sana? Kim yaptı bunu?” - “Önemli değil anne. Arkadaşlarla okul çıkışında kavga ettik.” - “Nasıl önemli değil çocuğum. Şu haline baksana... Sana bunu yapan çocuğu görsen tanır mısın?” - “Nasıl tanımam anne? Kulağı cebimde!” *** M.S. 1280 yılında, Yani Anadolu’da Haçlı Seferleri’nin yıkıcı etkisi henüz unutulmamışken İngiltere Kralı “Uzunbacaklı” Edward İskoçya’nın büyük bir bölümünü işgal eder ve işgal sırasında aslında bir soylu olan William Wallace’ın babasıyla ağabeyini İskoç milliyetçisi oldukları için öldürtür. Amcası tarafından yurtdışında (Kudüs ve Endülüs’te süregelen Haçlı Seferlerinde) büyütülen Wallace, yıllar sonra Uzunbacaklı’nın zalim yönetiminin sürdüğü İskoçya’ya döner. Çiftçilik yaparak sakin bir yaşam kurmak isteyen Wallace, beladan uzak durmaya çalışır. Çocukluk aşkı Murron’a tekrar âşık olan Wallace Murron’ın çocukken verdiği ve yıllarca sakladığı “gül”ü ona geri verir. Daha sonra kralın koyduğu “primae noctis” İlk Gece Emri1 yüzünden gizlice evlenirler. Fakat bir gün, kasabayı işgal etmiş bulunan İngiliz askerleri Murron’a tecavüz etmeye çalışır. Askerlere saldıran Wallace, Murron’ı kurtarır. Ancak Murron yolda yakalanır. Kasabanın İngiliz Komutanı, bütün kasaba halkının önünde Murron’ın boğazını keser. Gözü dönen Wallace, kasabadaki diğer İskoçların da yardımıyla İngiliz garnizonunu basar ve hepsini katleder. Bölgedeki İngiliz lordu1- Evlenen her genç kızın ilk geceyi kenti işgal etmiş bulunan İngiliz komutanla geçirme zorunul luğu


28

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

nun karşılık vereceğini bilen Wallace ve adamları, İngiliz askerlerinin üniformalarını giyerek İngiliz kalesine girer ve kaleyi tamamen yakarlar. Wallace’ın kahramanlıklarından cesaret alan İskoç halkı da İngilizlere karşı ayaklanır... Tarihi gerçeklerle birebir örtüşmese de % 90’dan fazlası aynen yaşanmış olan bu olaylar, 1995 yılında 5 dalda Oscar alan ve 100 milyon dolardan fazla hâsılata sahip Mel Gibson’ın başrolünü oynadığı Cesur Yürek (Breavheart) filminin hikâyesi aynı zamanda... *** Gelelim günümüze; Rahmetli Adile Naşit, Münir Özkul ve Ayşen Gruda’nın oynadıkları eski Türk Filmlerinde elinde bardağı duvara dayayıp komşuyu dinleyen sahneyi hepiniz hatırlarsınız... Almanya ile girdikleri istihbarat savaşında açık vererek pişti olan 3 Batılı müttefikimiz (Almanya, İngiltere ve ABD), peş peşe birbirlerini Türkiye’yi dinlemekle suçlamışlardı. Bu ülkelerden birisi İngiltere idi. İskoçya’yı işgal edip her türlü pisliği yapıp ve bu sayede millî birliğini ancak 308 yıl önce kurabilen İngiltere’nin, NATO müttefiki ve stratejik ortağı Türkiye’yi, yıllardır dinlediği bir anda ortaya çıkıverdi. Biz ah -vah ederken, “Vay hainler, müttefike hiç bu yapılır mı?” derken, en güzel yanıtı ise İskoçlar verdi... 18 Eylül’de İskoçya’nın İngiltere’den tam bağımsızlığı için plebisite (referanduma) gidilecek. İngiltere’de Sunday Times gazetesi ile You Gov şirketinin ortak kamuoyu araştırmasında “Bağımsızlığa Evet” oyları yüzde 51 çıkmış, bağımsızlık yanlıları ilk kez bir kamuoyu araştırmasında önde görünmüş. Independent‘ın manşeti “Birleşik Krallık’ı kurtarmak için 10 gün kaldı”, Daily Telegraph‘ın manşeti “Birliği korumak için son 10 gün”, Guardian’ın manşeti “Birliği korumak için son çırpınış” haberleri ile yayınlandı. Kısacası İngiltere’de ateş artık bacayı sardı. Daily Telegraph da, 308 yıllık Birleşik Krallık’ın dağılması halinde Başbakan David Cameron’ın istifasının isteneceğini vurguluyor. *** İşte hani derler ya, “Allah’ın sopası yok” diye; Rabbim işlerini, anlayana öyle bir güzel gösteriyor. Yeter ki görmesini bil... Sen kalk 40 yıllık müttefikini Rusya’yla, İrlanda’yla bir tut gizliden gizliye dinle. Bütün istihbaratını sana asla zararı olmayacak ve zarar vermeyi düşünmeyen Türkiye’ye yönelt. Ondan sonra da kendi ülkende doğan istihbarat zafiyeti ile bölünmenin eşiğine gel...


Makale ve Analizler - 2014

29

Vay bee... 1706’da ancak millî birliğini tamamlayabilmiş İngiltere; 1075’de Millî Birliğini tamamlamış Türkiye’yi dinleyip, 5’inci kol faaliyeti yürüt. Ondan sonra da bir de bak ki, dağılma aşamasına gel. Şimdi, kimin kulağı kimin cebinde?

En Güzel Günler İleride!

Raziye ÇAKIR-16.Eylül.2014

Size bu hafta yeni ders yılının başlaması vesilesiyle okul şiirleri ve ana dil esintileri göndermek geçti içimden. Aradım. Karıştırdım. 2013 yılında Bulgaristan’da Türkçe yazılmış okul, öğretmenim şiiri bulamadım. Gönüllere yazılmıştır da, basılmadığından elime geçmedi besbelli. Ben bu şiir işini büyük bir buluttan düşen damlalar gibi görüyorum. Düşerse düşer, düşmeyince de bekletir kendini. Politika hepimizi sıkıyor. Kar kalkmadan, toprağın donu çözülmeden çiçeklerin baş gösteremediği gibi, kalpler coşmadan ya da büzülüp içine kapanmadan, şiirsel yansıma da parlamıyor. Ben şahsen “Belene” kahramanlarımızdan çok değerli eserler bekledim, bekliyorum, bekleyeceğim. Halkımızın XX. yüzyılı şiirsel, destansal anlatılamadı. Anlatılsa da anlatım içinde bütünsellik şakımadı. Kafalarda kızışan fikirler beyaz kâğıda kendiliğinden dökülmek istiyorsa, kalem alın elinize lütfen. Zaman ayırın! Yazın! Biz yazmazsak, hepimiz susarsak şeytanın arkadaşları galip gelir. İnanın bu tehlike de var. Olmadığı iddia edilen bir şeyin var olduğunu sonradan anlatmak, ispatlamak çok zordur. Bir gün gelecek ve “Sen, sen, sen, Şeytanın en büyüğü sen!” Başlıklı Bulgarca bir övgü destanı yazılacak diye korkuyorum. Bunu bekleyenler var kuşkusuz. Ne yazık ki biz seçkinler toplumunda yaşamıyoruz. Avustralya artık toplum çöplüğünden mültecileri deniz sınırından karaya sokmuyormuş. Bu adada 2 asır İngiliz ağır ceza mahkûmları barındı. Artık seçkin insanlar toplumu olmaya gay-


30

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ret gösteriyorlar. Irkçılığın nasıl ve nerede başladığını ve en modern biçimlerini araştırıyorum. İnsanlığın kardeş sofrası kuracağı günü bekliyorum. İngilizler o adadaki oboregenlerle kaynaşmadı. Kimse kimseyle kaynaşmak istemiyor. Herkes diğerini yok etmek, kovmak veya mezarını kazıp gömmek istiyor. Ne yazık değimli! Oysa her şey güzellik yolunda ötekiyle kaynaşarak, bütünleşerek birbirine arka olmak zorundadır. Kapitalizmin amansız ve acımasız kanunlarını Allah’ın yazdığına inanmıyorum. Adalet olmayan yerde insanlığın, aşkın, sevginin ve karşılıklı hoşgörünün ancak eşek dikeni gibi dikenli, katırtırnağı gibi boynuzlu olabileceği geçiyor aklımdan. Kişiliğe, şahsiyete saygı olmayan bir toplumda ikinci kişi hep ötekidir. Biz çok ötelendik. Bitirilmek istendik bitilemedik. Öteki ise gözleriyle gördüğünü görmeye devam eden ve kulaklarıyla işittiğini duymaya devam eden insanlar tarafından hiçbir zaman ve hiçbir yerde sevilemez. Adaletsizliğin insanları boğduğu, nefes almalarına engel olduğu bir ülkede demokrasi ve güven, huzur ve sevgi olamaz. Hepimiz heyecanlıyız, hepimiz bir arayış içindeyiz. İşte ders yılı açıldı. Öğretmenlerine çiçek veren çok az çocuk gördüm ülkemde. Eğitim, soğan ekmeye benzemez, çapalamasan da, sulamasan da, sarı otunu koparmasan da olur... diye bir şey yok. Eğitim ve öğretim, kısacası okul ve okutma meyvelerini en erken 20 yıl sonra veren olgulardır. Ve 2013’te Bulgaristan Türkleri bahçesinde bir okulum, bir Anadilim, bir vatanım, bir Seni Seviyor Gibiyim vs. şiiri serpilip hayat alanı ararken açmamışsa, 20 yıl önce, 20 yıldan beri ve 20 yıl sonra bu bahçenin gavgalaz dikenleriyle dolu olacağına çok acı ve çooook üzücü bir işarettir. Bu zehirli dikenler zaten her gün elimize ayağımıza batıyor. Uzattım. Özür isterken, sizin için özel seçtiğim iki Sevgi Şiiri sunuyorum: EYLÜL Eylül, gözyaşıdır kirpiklerimde biriken Zamanlı zamansız eylülüm oluyorsun Yalnız kırlangıç ormanında duruyorsun Seni, uzanmış kanadlarda bulamıyorum. Bu kaçıncı eylüldür konan dal uçlarına Bu kaçıncı kuşaktan sevgidir unutamadığım Seni, yorgun körfezlerin kayalarında tanıdım Günlerden kapıları çok açılmış bir pazardı


Makale ve Analizler - 2014

31

Kapıları çok açılmış bir yürek taşıyordum Şimdi aykırı düzenlerde durmak neyine Unutalım takvim takvim küçülen yılları Dikilecek aşk anıtına taş olalım Yazıtlarda daha bir çoğalsın öykümüz Tükendiğimiz odalardan sevinç toplayalım. Bırakalım eylülü, kurusun aynalarda Evrenin her dakikasına ayrı çağlar yükleyelim Yayılalım bulutlarımızla bir uçtan bir uca Kuşları, balıkları, ağaçları tanıyalım Ömrümüz boyunca. Aşkımı taşıyamaz atları küçük denizler Nasıl varayım kırlangıç ormanına. Kerim Aydın Erdem iyi aşk şiiri yoktur bu da olmadı her aşk şiiri yalnızca tekrarlar tekrarlanmaz olanı her biri yalnızca bir sonrakinin ilhamı

ÇOK İSTEDİK... belki bu kadar söz bağışlatır bana bu aşkı 2001 yazıydı çok istedim çok istedi çok istedik ama olmadı. Murathan Mungan

Istırap Sınırı

Raziye Çakır-17.Eylül.2014

Türkiye Cumhuriyeti Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, Hak ve Özgürlükler Partisi (HÖH) Başkanı Lütfü Mestan’la Ankara Çankaya Köşkünde 45 dakika görüştü. 5 yıl aradan sonra gerçekleşen temas soydaşlarımızı, Bulgaristan Türk ve Müslümanlarını ve Bulgar kamuoyunu düşündürdü. Erdoğan’dan arka bulursa ıstırap uzar endişesi belirdi.


32

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgaristan’da siyasi sivilce görüp hastalığa teşhis koyabilen uzmanlar görüş beyan etti. 140 yıldan bu yana Ana Vatana olası en yakın noktada bulunmak isteyen Bulgaristanlı Türk ve Müslümanlar, 20. yüzyıl boyunca Türkiye kendilerine dünyanın en uzak ucu olduğundan gelişmeleri izlerken nefes kestiler. Tüm umutları bir dünya lideri olan Recep Tayyip Erdoğan’da odaklandı. Son yıllarda Bulgaristan Türkleri HÖH liderlerine “kurşun piyon” gözüyle bakmaya başladı. Seçmen kitle, kendisi adına aktifleşenler hakkında “o bizim kovanından değil”, “sarıca arı”, “eşek arısı”, “bala gelirler” diyip kendini avuttu. Son dönemde “Sarıca arılar bizden fazla olursa ne yaparız?” endişesi aldı yürüdü. Değişen ortamda, 5 Ekim 2014 erken seçim arifesinde “dayanıklılığımızın sınırı” zorlanıyor, “ruhumuzu delmek istiyorlar” ve “bileğimizi bükmeye çalışıyorlar” gibi sözler söylenmeye başladı. Son 25 yılda Bulgarların hepsi birden şimdiki gibi karşımıza çıkmamıştı. Olaylar 1972 ve 1985’i anımsatıyor. Seçim kampanyası soydaşlarımıza ve Bulgaristan Türklerine amansız saldırılarla başladı. Düşmanca sloganlar meydanlarda yükselirken, basın, radyo ve küçük ekranda ana konu Türkler oldu. Suyun birdenbire bulanacağını düşünemeyenler şaşırdı. Afallayanlar oldu. Saldırı dalgasının başında olan 4 aylık “Sansürsüz Bulgaristan” partisi Başkanı Nikolay Barekov’un maskesini en yakın arkadaşı olan Angel Slavçev indirdi. Basın demecinde, Nikolay Barekov Ahmet Doğan, Daniyel Peevski, Lütfü Mestan ve “Bobovdol Kömür Maden Ocağı” işletmecisi, Moskova’nın oligarşisi Rumen Kovaşkı arasında “yabancı bir ülkenin telefon ağı üzerinden direk temas hattı var,” “paraları HÖH partisinden ve “Bobovdol” işletmesinden alıyor” açıklamasında bulundu. Daha önceki seçimlerde bu işi yine HÖH partisi yatırımıyla tescil edilen “Ataka” lideri Volen Siderov yapıyordu. O, “isimlerinizi geri alacağız”, “hepinizi kovacağız” deyip Türkleri ve Pomakları korkutarak HÖH - DPS sayasına topluyor ve bu iş için para alıyordu. Bir Rusofil olan Siderov’un ateşi Moskova’nın Ukrayna ve Kırım politikasıyla söndü. Bu dönem Rusyacı toplantılara pek giden yok. Barekov “isim değiştirme işinin bayatladığını bildiğinden” çifte vatandaşlığı, Kurban Bayramı ziyaretlerini, Türkiye’deki seçim sandığı sayısını, 24 saat açık olan Türkiye devlet hududunu, Bulgarca bilmeyenlere oy kullanma hakkı vs. hedef alarak yeni icatlarla ateş açtı. Plovdiv ve Varna’da Bulgaristan Türkiye’nin yeni sömürgesi oldu, derken içini kustu. Angel Slavçev’ın “ne kadar çok saldı-


Makale ve Analizler - 2014

33

rırsa o kadar çok para alıyor” demesinden ve Lütfü Mestan’ın Ankara ziyaretinden sonra bayrağını biraz dürdü. Bulgaristanlı Türkler ve Müslümanlar yeni Bulgar tarihinde (1908 - 2014) 2 defa hükümet düşürdü. 6 defa göçe zorlansalar da güçleri tükeneceğine sanki daha arttı. Karlanıyor katlanıyor ve birden birleşip zafer kazanma yolu buluyorlar. 1989 Mayıs Ayaklanması yalnız totaliter Todor Jivkov rejimini devirmekle kalmadı. Bulgar toplumunu uyandırdı. Demokratik dönüşüm çağrısı yaptı. Son düşen Başbakan Plamen Oreşarski hükümetini hem kurduran ve hem de güvenini çekip düşüren, omurgasını Türk ve Müslümanların oluşturduğu HÖH partisidir. Son 3 ayda Bulgar kamuoyu yeni bir noktada birleşti. Bu “Türklerle bir daha (HÖH) iktidar ortaklığı yapmayalım” kararlılığıdır. Bu motif şimdiki erken seçimde slogan oldu. Ne ki, bugüne kadar yeni bir hareketlenme ve dalga yükselmesi gözlenmiyor. Anti-Türk motif 2009’da işe yaramıştı. O zaman HÖH Genel Başkanı Ahmet Doğan “Koçan” köyündeki konuşmasında: “Devletin finans porsiyonlarını dağıtan, iktidardaki araç, benim!” dedi. Kampanya birden döndü. GERB tek başına iktidar oldu. Halen çıkarları olanlar saldırıya geçti. Sanki Türkler daldan düşse yerine onlar konacak. Hevesliler yeni zenginlerin Rusyacı kesimidir. 1992’de Büyük Millet Meclisi’nde yeni Bulgar Anayasası’nı imzalamayan, 1999’da NATO uçaklarına Bulgaristan semalarından geçip Yugoslavya’yı bombalama yolu açan, NATO ve AB üyeliğimizin gerçekleşmesinde aktif rol oynayan HÖH politikası yeni pusula ayarı yapınca azılı düşman oldu. Son günlerde Bulgar siyasi fikir babaları “olayları nasıl mütalaa edelim!” nokrasında durdu. Yeni jeopolitik durum ortadadır. Ülke, boşanan ana baba arasında paylaşılamayan çocuk durumdadır. Almanya bir kolundan Rusya öteki kolundan çektikçe çocuk iyice hırpalandı. HÖH partisi kamuoyuna Rusofil olmadığını bir daha sergilerken, Atlantik yargı değerlerini yeğlediğine işaret verdi. İpler kopunca iktidar düştü. Son durum futbol karşılaşmasındaki 15 dakikalık arayı andırır gibi... En son durumda, Bulgaristan Türkleri ve Müslümanları atık sayadaki kurbanlık koyunlar değiller. Daire savunmasına geçip sırtlarını birbirine dayamış ve aralarında kenetlenmiş sırtlanları andırıyorlar. Omurgasında onların olduğu HÖH partisi görünüşte kendi başına giriştiği yeni politik açılımıyla korumaya çalıştığı veya ret ettiği nedir? Yeni dayanma sınırında kırılma bekleniyor mu!?


34

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Olayın tarihçesi: 1990 yılında Bulgaristan Türk ve Pomaklarında toplumla kaynaştırma politikası yeni aşamaya girdi. Ulusal politikaya ayar veren kulis irileri bu işi şöyle düşünmüşlerdi. 1) “Bulgar etnik modeli”nde Türklerle ilgili işleri Türk elit eliyle uygulayalım. Yeni stratejik çizgi yataydı. “Daha derin düşünenler” aralarında fısıldanırken “birkaçını sofraya davet edelim, diğerleri kaşınsınlar” demişti. Ahmet Doğan, Ünal Lütfü, Kadir Kadir, Osman Oktay, Kasım Dal ve daha birkaç kişi sofraya buyurdu. Bilmeyenlere “devlet malı yemekle içmekle bitmez” gibisinden işitilir işitilmez imada bulunuldu. 2) Bazı odun kafalılar Geçiş Dönemini “sosyalizmden komünizme geçiş” olarak algılamaya heveslenseler de, demokratikleşme sözü sık sık kullanılınca işler karıştı. Bu geçişin sözde de olsa totaliter rejimden demokratik düzene geçiş olduğu beyinlere işlemeye başladı. Hele 7 Haziran 1990’da Sofya’da 1 milyon insanın Demokrasi Mitingi düzenlemesi ve hemen ardından ilk demokrat Cumhurbaşkanı’na 2 milyon 860 bin oy çıkması, deprem etkisi yapmıştı. Olayların odağındaki motor güçlerden biri Bulgaristan Türk ve Pomakları, onların demokrasi azmi, uyanıklığı ve direşkenliği elden bırakmamaları oldu. Sorun git gide değişti, birkaç kişilik elidin sofraya davet edilmesi, işi kökten çözemeyebilirdi, çünkü gerçek adalet ve demokrasi uğruna yıllarını verenler baş eğmiyordu. Demokratikleşirken etnik hak ve özgürlük tanınmıyor, adalet üstünlük sağlayamıyor, insan hakları askıda kalıyordu. Okullarda ana dil eğitimi bile gündeme alınmadı. İsteklerini tanıyalım ve yola birlikte davet edelim diyenler politikayı terk ediyordu. Demokratik toplumda etnik azınlıkların yer alması tüm haklarının - ana dil, din, kültür, adet, gelenek, eşit haklı vatandaş vs. tanınmasını zorunlu kılıyordu. Sofradakiler bunu bildiklerinden sustular. Susmayanlar sofradan ve partiden atıldı. Bugün de yükselen istekleri şudur: Eğitim ve özgün kültürel haklar konusunda 1950’lilere dönmek istiyorlar. Temel isteklerden biri seçim kampanyalarının ana dilde yapılması talebidir. Bültenlerin üzerine aday isimlerinin Türkçe de yazılmasıdır. HÖH partisinin kuruluş amacı bu isteklerde kilitlenmiştir. Tam bu politik çizgi bu noktada derinleşirken HÖH partisi “kitle” ve “elit” olarak ikiye bölündü. Bu kayıktaki yoğurt ve yağı gibi oldu. Yoğurt kitleydi. Tere yağ ise elit. Bu yoğurttan daha fazla yağ çıkmaz deyenler Türk halkına dönmediler. Tereyağı yoğurtta eritilemeyeceğinden kitleden tamamen koptu. Sofradaki “elit” kendini unuttu. “Kitle” ise bu 25 yılda önce “kasaplık davar” gibi muamele gördü, fakat 2009’da 220 bin Türk oyunu HÖH partisine vermeyince karşılarında sırtlan sürüsü gördüler ve bugün bu kalabalık sırtlan daire savunmasına geçmiş durumdadır. Aç, susuz ve yorgun


Makale ve Analizler - 2014

35

da olsa vicdanını yaşatma nöbetinde devriye duruyor. Bulgaristan Türk ve Müslümanlarını demokrasiye eşit haklı vatandaş olarak dahil edecek güç işbu sırtlanlar sürüsüdür. HÖH seçilmişler grubunu sofradan kaldıracak olan da yine bu önü alınmaz güç olacaktır. 3) HÖH lideri Erdoğan’la buluşma öngünlerinde heybesini açtı. Seçimi vesile ederek içini döktü. Kulisteki irilerin onun kafasına akıttığı yeni sözler şunlardır: Uygarca Bütünleşme. Mestan bunu kabul etmiş ki, Ankara ve Sofya’da tekrarladı. “Standart” gazetesine de anlattı. Şimdiye kadar siyasi tezgâha konmayan bu deyimde “uygar” medeniyet yerine kullanılmıştır. “Bütünleşme” ise asimile etmeye devam ederek kimliklerini eritme anlamındadır. Bu işte yeni Başkan Lütfü Mestan’ın tuzu da “Özgürlük İçinizdedir” sloganı oldu. Anlamı, “haktan özgürlükten vazgeçin, herkes kendi yağıyla kavrulsun, biz oyun oynuyoruz, briç yarıda kesilmez, siz işinize biz işimize, gösterdiğimiz milletvekillerini seçin!” gibilerdendir. 25 yıldan beri Bulgaristan Türk ve Pomakları özlerine hapsedildi. Onlara özgürlük haram edildi. İnsan zaten özgür doğmuyor mu? Daha ne istiyorsunuz? Türkiye Türklerine hürriyet yeterken siz neden özgürlük diye tutturdunuz diye sitem edildi. Hak hukuk nedir!? Allahın adaleti yetmiyor mu? Hakkı da içinizde arayın! Bugünlere kadar süründük. Bu üç aşamalı süreçte korunması lehimize hiçbir değişiklik olmadı. Bulgaristan Türkleri ve Pomaklar arasından birkaç kişi, bir sürü Bulgar mafya babası, oligarşi aracısı ve sabıkalı politikacı sofradan kalkmadı. Türklere bir pısırık oy hazinesi olarak bakılıyor. Bizimle birlikte Bulgar demokratik kamuoyu da artık uyandı. Oyunu bozmak istiyor. İstenen ve istenmeyen nedir: O birkaç kişinin sofradan kovulmalıdır. Türklere demokratik hak ve özgürlükleri tanınmalı ve iktidara ortak olmalarına yol verilmelidir. HÖH’lü elit statükocudur. Tüm değişikliklere karşı çıkıyor. Mafya babalarını köy ve kasabalara dağıtmış AB’den tarımsal programlara gelen paraların % 80’nini %6 olan kendi adamlarına dağıtıyor. Yalnız tütünün yasaklanmasından 129 bin Türk ve Pomak ailesi işsiz, aç ve sokakta kalıyor. Şu yeni durumda HÖH’lü elit ne gibi yeni adım atar? “Ataka” iti nalları attı. Şimdi “Sansürsüz Bulgaristan” köpeği havlıyor. Yıllardan beri “iftiradır” denen gerçek, krallın çıplak olduğu göründü. Saldırı kaynağı kanıtlandı. Soru -1) HÖH’lü elit bunu neden yapıyor? Soru -2) Ankara görüşmesi öngünlerinde sözlü ve yazılı saldırılar neden zirve yaptı? Köşk görüşmesi neden gizli kalmadı?


36

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Yanıt: HÖH’lü elit artık “sırtlanların yani halkımızın daire savunmasından” korkuyor. “Kitlenin” oyunu bilinçli kullanacağından ve hiç birini bırakmadan güverteden atacağından korkuyor! Bu sahnede sırtlanlar aç ve susuz, sefil, devamlı korkutulmak istenen Bulgaristan Türk ve Pomaklarıdır, tüm azınlıklardır. Bu soruların yanıtı 25 yıldan beri hep aynıydı. Şimdi de pek değişmedi. Umut olarak yaşıyor. Ankara’dan koparılmak istenen paracıklar hep soydaşlarımıza ve Bulgaristan Müslümanlarına karşı sindirme tuzaklarına kullanılmasaydı, işlerin rengi başka olabilirdi. Artık bunu bilmeyen de kalmadı. Ne yazık ki, HÖH liderliği her konuda ve hep Bulgaristan Türklerine ve Müslümanlarına karşı çalıştı. Türklüğün ve Müslümanlığın kuyusunu kazdı. Öldürmek istediği mazlum kişileri üstelik kullandı. Aynı politika devam ediyor. Sinsi planlarına Türkiye Başkanı Erdoğan’ı da alet etmek istiyorlar. “Dün Türkiye’den bize hayır gelmez” diyordu. Bugün çamura saplandı bulsa yılana sarılacak... Başkalarının derdine derman arıyor.” Unutmayınız Başkan Lütfü: Bulgaristan’da Bulgar kabristanlığına gömülen Türk ve Müslüman yoktur. Düşün taşın, son gün yerin yanımızdır! Bu sözler HÖH’lü tüm elit için geçerlidir. Bulgarların birleşip “sofrayı kaldırıp kendilerini sokağa atacaklarını görünce” çareyi Köşk kapısına yamanmakta buldun. Unutmayınız: Tükürdüğü yalayan adamdan bize fayda gelmez. Bunlar bizim dayanma, sabır sınırımızı deniyor. Kesişmeyen yollar vardır: Modern Türkiye ile bunalımlara saplanmış Bulgaristan’ın uygar dünya yollarında buluşma olasılığı sıfırdır. Türkiye sistem değişikliğine açılırken, Lütfü Mestan gibi politika uzantıları hangi yargı değerlerine takılmış ve “kurşun piyon” olmaya devam ediyor. Seçimlere 25 gün kaldı. Ani ziyaretlerle seçmenin niyetlerini bozmaya gerek yoktur. 25 yıl ters yürüyen bir hareket son anda doğru yolunu bulamaz. Görüşümüz kesindir ve seçimde politik tutumumuzu belirleyecek kıstas oluşmuştur. Biz HÖH partisi adaylarına oy vermeyeceğiz. Boşa seçim yapmaya gerek yok. Biz Bulgaristan’da gerçek demokrasi, güven, huzur, barış ve karşılıklı hoşgörü mücadelemize devam edeceğiz. Saflarımızda hepinize yer var. Buyurun beraber olalım. Rafet Ulutürk. BULTÜRK Genel Başkanı


Makale ve Analizler - 2014

Yeni Ayar

37

Şakir Arslantaş-21.Eylül.2014

BULTÜRK Kültür ve Hizmet Derneği Başkanı ve Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi yöneticisi Sayın Rafet Ulutürk arkadaşımızın “Sabrımızın Sınırı” konulu yazısını dikkatle okudum. Size sunmak istediğim bazı görüşlerimi ihtiva eden konumun başlığına “Yeni Ayar” derken, hiç şüphesiz onun izniyle bazı noktalara ilavede bulunmak ve konuyu bir az daha derinleştirmek istiyorum. Sorun Bir: Bulgar istihbaratı, Türklerle ve Müslümanlarla ilgili gizli polis çalışmaları, zorbacı totaliter mekanizma bu denli güçlüydü, hatta Anayasa’yı ve tüm yasaları çiğneyerek 1985’te isim değişikliğine ve total Bulgarlaştırmaya karşı İsyan eden Türklerin üzerinden zırhlı araçlarla, tanklarla geçecek kadar kuvvetliydi de, 1990’da yine aynı gizli servis “DC” tarafından kurulan HÖH partisini neden kapatmıyor! Neden kapatamıyor? Kapatabilecek mi? Son günlerde Varna’da bulundum. Hiddetten kükremişler gördüm şehir merkezinde! Büyük Nazım Hikmet geldi aklıma! Onun “İnsan Manzaraları”nda geçen “Bulgar Kini” sözü yani... Şu kin denilen de çok dayanıklı çıktı. Nazım olayı 80 yıl önce anlatmıştı. Karadeniz incisinin merkezinde politik partiler dizmişler ofislerini. Kulübü olmayan bir tek HÖH - DPS partisi. Buna rağmen şehirde HÖH havası var. Parti davasının haklı olduğunu yaymak, dalgalandırmak ve zafer yoluna yöneltmek için Ahmet Doğan’ın saraydan emir vermesine, ona buna telefon açmasına ya da Lütfü Mestan’ın “ben şu elimle Büyük Başkan Recep Tayyip Eedoğan’ın elini sıktım, gel tokalaşalım” demesine ve “sıradan insanlara el uzatmasına” gerek yok. Burada politika ile deniz arasındaki fark, birinin sularda dalgalanırken hırsını alamadıkça kendini köpüre köpüre kayalara vurup huzur aramasındaiken, insanların köpürmesi de içten içedir, nefretleri gözlerinde parlar. Bu nefreti sokak süpüren Nefize gelinde, çocuğunu okul açılışına gönderirken eline 2 leva veremeyen Mehmet Beyde ve aylardır iş bulamayan Mustafa’nın bakışlarında gördüm. Ne var ki, bu kardeşlerimden hiç biri “ne zamana kadar”, “bana para ver”, “iş arıyorum, iş ver” çığlıklarıyla HÖH - DPS partisinin yakasına yapışan, kapısına dayanan ve onu silkeleyen birini görmedim. Bu insanlar neden İsyan etmiyor diye düşünmedim değil?! Düşündüm de böyle bir hava yok. “Kinli Bulgarlar” - Barekovlar, Siderovlar, Karakaçanlar, Simovlar ve daha ne kadar istersen var onlardan, hepsi bize karşı, HÖH partisine karşı konuşurken ağızları köpürüyor da, bu havlamadan bizim “sabır sınırımız” etkilenmiyor gibi...


38

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

HÖH - DPS partisini gizli polis “DC” ya da Komünist Partisi kendisi kurmuş ya da kurdurmuş da olsa, şimdi onu ne kapatabilir ne de yasaklayabilir. Neden mi? Çünkü onların “sabır sınırları” artık laçka oldu. İpler birbirine karıştı. HÖH - DPS partisinin kurulması, buzu çözülmemiş tarlaya tohum ekmek değildi! 1989 Mayısında Ayaklanan yediden yetmişe kükreyen bir iradenin yücelmesidir, ardından 500 bin kişinin aynı anda evini barkını terk edip sel olup ülkeyi terk etmesi çok büyük, tarihe yön değiştiren bir olaydır. Hak ve Özgürlükler hareketi suyunu, iradesini, gücünü iş bu kaynaktan aldığı için yaşıyor, yaşamaya devam edecektir. Yokolması, kendini fes etmesi, yön değiştirmesi de ne Ahmet Doğan’ın, ne Lütfü Mestan’ın iradesinde veya elinde olan bir şey değildir. Onlar istedikleri kadar kendi kendilerine gelin güveyi olabilirler. Bir defa ana dilinde konuşmaktan çekinen bir Türk asla Bulgaristan Türk ve Müslüman halk topluluğuna “lider” olamaz. Bulgar istihbaratına hala uşaklık edenlerin, halkımızı aç ve yoksul tutup, bir oy kuluçkasına çevirip politika yapanların lambası yassıya kadar yanacaktır. “Bulgar Kini”ni ise, ancak düşmanlık ocağını körükleyen yönsüz bir esinti olarak kabul ediyorum. Deniz yağmurdan korkmaz! Türk de üflemekten ve tükürükten asla korkmaz! Bu iş öyle bir iştir ki, demek istediğim Hak ve Özgürlük Hareketinin kurulması!!! Bu, ölüm yatağında bir hastaya suni kalp takılması gibi bir şeydir yani. Adam bu kalbi istemeyebilir, ama kendisi söküp atsa yapamaz, söküp attırsa kendisi ölür. İstese de istemese de bu kalple yaşamak zorundadır. Bulgarların bizimle birlikte yaşamak zorunda oldukları gibi! Burada tükenecek olan, sınırları zorlanan sabır, bizim olan değil, onların sabrıdır... Başka bir değişle, HÖH - DPS partisini kapatmak artık ellerinde değildir. Ancak ve yalnız Bulgaristan Türklerinin, hak ve özgürlük davamızın iradesindedir. Soru iki: “Sabrın sınırı” sorunu, bir de kim kime ne kadar büyük kötülük yaptı meselesidir. 20. yüzyılda Bulgar Çarları, komünist parti, onların istihbaratı, muhbir ordusu v.s. bizi, soylarımızı, halk topluluğumuzu, Türklüğümüzü, Müslümanlığımızı geçmişimizi ve geleceğimizi çok zorladı. Zulmün devlet politikası olması kötü bir şeydir. Baskı ve terörün sınırsız şiddetlendirilmesi kötü bir şeydir. Adalet olmayan yerde devlet olamaz. Halk zulme dayanır, ama devlet adaletsizliğe dayanamaz, yıkılı, çöker! Bunu 10 Kasım 1989’da gördük. Herkesin “devrilmez” bu “melet”, yıkılmaz bu “gavur” dediği Todor Jivkov bile devrildi gitti. Ve bunu yapan ezilenler, hor görülenler, hapislerde çürütülenler, sürgünlerde süründürenler, çilesiz günü olmayan zavallılar becerdi. Bunu ne kadar ısrarlı ve kime sorup soruşturursanız sorun, bilin ki, cevap vermeyenlerin, o yıllarda tutulmuş ve hala bir türlü dili çözülmeyenlerin, hep toprağa bakanların, şafağı değil ölümü bekleyenlerin hepsi aynı görüştedir. Bu adamlar kitap oku-


Makale ve Analizler - 2014

39

yarak bilinçlenmedi. Onların iradesi 100 bin tonluk pres altında ezilerek sertleşmedi. Onları hayat çilesi, ezilmişlikler, ayrılıklar, dökülen gözyaşları, yutkundukları gam ve keder adam yaptı, elleri silahsız ama gözleri lazerden güçlü bakışlı savaşçı yaptı, dökülen kandan kuvvetsiz kalmadılar, daha da kükrediler ve daha da önü alınmaz oldular. Bunları yazmamın nedeni şudur: Bir defa “sabrın sınırı” yazısında, Hak ve Özgürlükler Hareketi’nin birisi Todor Jivkov ve ikincisi de Plamen Oreşarski hükümetleri olmak üzere 2 Bulgar hükümetini devirdiği kaydedilmiştir. Bulgaristan Türkleri ve Pomaklarının Müslümanlarının partisi, son 25 yılda 4 Sofya hükümetini devirdi. Bir: Totaliter Todor Jivkov hükümetini 1989’da devirdi, Bulgaristan Komünist Partisini toplumu, devleti ve her şeyi yöneten öncü bir güç olduğu balonunu patlattı ve ebediyen tahtalıköye gönderdi. İki: Başbakan Filip Dimitrov hükümetini devirdi. O da Demokratik Güçler Birliği “CDC” hükümeti olmasına rağmen, eğitim, ana dilde okul, özgün kültür gibi haklarımızı hiçe saydı ve bunları tanımaya ve yasallaştırmaya yanaşmamıştı. Üç: İvan Kostov hükümetini devirdi. O da önce Türklerden ve Pomaklardan gördükleri zulüm ve “soya dönüş” eziyetinden ötürü devlet adına özür diledi, fakat daha ileri adım atmaya, haklarımızı bütünsel tanımaya yanaşmadı. Dört: Plamen Oreşarski hükümetini devirdi. Bu hükümet Bulgar devletini soyup soğana çevirmeye çalıştı, başardı da, örneğin bankalardan 7 milyar leva çalınmasına göz yumdu, hayali hesaplarla, (Nasrettin Hoca gibi) “ya tutarsa” umutlarıyla plan bütçe yaptı, tüm hesapları boşa çıktı. Paraları eski komünistlerin torunlarına, onların kurduğu oligarşi yapılanmalara aktardı. Bir düşünsenize! Şu anda kapısına kilit vurulan Sofya - “BTK” bankasından 2 milyar 200 milyon leva 128 kişiye (adı var kendisi yok olan şirkete) verilmiştir. Bunlar havanda su döven tipten kuruluşlar. Bankanın sözde sahibi olan Bay Tsvetan Vasilev Yugoslav polisine Belgrat’ta teslim olmuş. Bulgaristan’a gelemiyor, “beni öldürürler” diyor. Başbakan Oreşarsi ile Merkez Bankası şefi İskrenov’u suçluyor. Kurdukları oyuna bakın: Devletin paralarını BTK gibi haydutların bankasından geçirip komisyon alıyorlarmış, işte bu noktada ben “utanmanın da bir sınırı olmalı” diyorum. Dilimizde bunun sözü var. “Ayıp be!” Bir şey eklemek istiyorum. HÖH - liderler açısından bu soygun ve dalavere işlerine şöyle de diyebiliriz: “Çok uğraştım senin için, zorla yaptım kendim için!” Kuşkusuz, ne derseniz deyin, Bulgarların sabrının da bir sınırı var. Sen bir Türk partisi olarak kalk da 4 Bulgar hükümetini devir ve sonra itibar bekle.


40

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu da olacak iş değil, ama kalkıp şu Doğanlari, Mestanları, Kostadinovları, Peevskileri, Tsonevleri ve daha bir on yirmisini toplasalar HÖH - DPS partisi yıkılır mı dersiniz, hiç bir şey olmaz. Onlar bizim halklımızın öyle “nalım takırtısına hamamdan çıkmayacağını” artık öğrenmiş olmalı.... Bunu anlatmamın sebebi ise şudur. Varna’da konuşulanlara kulak misafiri oldum ve insanlar bu işin ardında “Ahmet Doğan ile Daniyel Peevki” var, diyorlar. Demek istediğim, bir “temiz eller” operasyonu başlasa ve “Ahmet Doğan ile Daniyer Peevski” tutuklansa ve cezaevlerinde ve ardından da ömürlüklerin arasında döşeme silmeye başlasalar, Hak ve Özgürlük Hareketi dağılır, kapanır mı?, dersiniz. Hayır hiçbir şey olmaz!. Sen bal arılarının dağıldığını ve sandığa dönmediğini gördünüz mü? Arılar oğul verip, ailesini, soyunu korur. Kuşkusuz sepetten çıkmak için kendi içinde bir Bey yetiştirmesi gerekir. İşte şimdi bizim işler bu yola gidiyor. Öyle uçamayan, vızıldayamayan, yumurtlayamayan, kendi gölgesinden korkan Beyle olmaz bu işler. Değişim zamanı geldi, değişim. Şu seçimlerde niyetimizin bozuk olduğunu azdan az da olsa gösterelim ve yeni bir ayar çekelim. Bu işler kendiliğinden düzelmeyeceği gibi, biz hareketlenmeden de bir şey olacağı yok. Hepinize Varna’dan selam getirdim. Havada nem vardı. Gelen rahmettir İnşallah! Sağ olun.

Virgül Arıyorum

Raziye ÇAKIR-21.Eylül.2014

Son yıllarda bizim Ata vatana çok İskoçyalı geldi. Toprak mı çekiyor ne! Kimiler yerleşti. Eski kitapçılarda gali (keltler) üstüne yazılmış bir sürü kitap var. Soyları onlardan mı ne! Vaktiyle bizim oralara gelip yerleşmişlermiş ve zaman içinde dağılmışlar. Ağustos 1989 göçüyle boşalttığımız köylerde ısız kalan okulların durumunu hatırlıyor musunuz? İskoçyalı bir Bayan fotoğraf Nikola Milak birkaç yıldan beri bizim memleketi dolaşıyor, göçmen evlerini, okulların içini dışını, düşmüş tavanları, koparıp alınan cam ve pencereleri, sökülen döşemeleri, kazılan duvarlardan çıkarılan su borusu ve elektrik tellerinin izlerini birer birer resmediyor, kadroya alıyor. Çöken bir medeniyetin belgeselini yapıyormuş. İvan Vazov, Hristo Botev, Payisiy Hilendarskı, Reşat Nuri Güntekin, Nazım Hikmet, Sabahattin Ali


Makale ve Analizler - 2014

41

vs. tarih, edebiyat, coğrafya kitapları ayakaltında, kara tahtalarda satır izleri, tebeşir kutuları kırılmış, rahleler, sandalyeler, askılar vs. vs. hatta çeşmelerin muslukları bile yok, yokta yok! Burası sanki Ding o’nun ahırı!. O kamarasıyla ne arıyor bilmem, ama be biricik virgülcük aradım, ama o da yok, bulamadım. Giderken sözde bu iş “Büyük Geziydi!” giden geri gelmedi. Okulu olmayan bir halkın kültürü, medeniyeti ve geleceği olamaz! “Bayan Milak belgeselinde” bunu demek isteyecek. Sonra bu belgeseli besbelli Brüksel de görecek ve “uygar olmayan insanlar Avrupa Birliği sınırları içinde yaşayamaz kararı çıkaracaklar ve bize yine yol gözükecek!” Artık Brüksel’de Komisyonlarda görev alan Nikolay Barekovlar bunu bekliyor. İnanın başka dertleri yok! Belgeselin ardındaki ses, 800 yıllık medeniyetlerinden hiçbir şey kalmamış diyecek, bizim içinde.. Ne isterse desin, bize ne. XII. Yüzyılda Sarı Soltuk, Şeyh Bedrettin, Demir Baba, Bali Baba ve daha niceleri kafalarındaki uygarlık ışığını buralara taşırken de ne okul, ne rahle, ne öğretmen defteri, ne tükenmez ne kâğıt varmış, hatta kara kalem ve odun defter bile yokmuş. Ama onlar dizlerinin dibine oturttukları evlatların beynine en kolay aşılanan gücün bilgi olduğunu bildiklerinden, Türk ve Müslümanlık ormanı yaratabilmişler. Bilgilenmenin sonsuzluğunu öğretmişler. Bilginin en değerli ama bir de en hafif şey olduğundan, nice zekâlar açıp doldurmuşlar. Türk ve İslam adaletini, üç insana yetenin dört kişiye de yeteceğini, yaratanın insanoğluna verdiği nimetlerin herkese yetip artacağını, bir ekilenden 10 bittiğini öğretmişler. Döşeme, tavan, kiremit, tebeşir gibi sözleri topraklarımıza onları getirmişler. Biz gidince her şeyin nasıl söndüğünü ve bittiğini görüyoruz. En önemlisi onlar bu topraklara, ata vatanımıza kibriti yani ateşi yani ışığı getirmişlerdi. Karanlıkları yenen ve gün ve geleceğimizi aydınlatan ışığı... Haskovoya bağlı Dolno Voyvodino köyündeyiz. Okula HÖH - DPS partisine oy veren Çingene aileler yerleşmiş, ötesini yazmama gerek yok. Kırcaali’nin Donla Kula köyündeyiz, okul binası ferma, avlu saya, spor salonu samanlık... Size ders yılının açılışı için güzel şiirler, anadil, vatan, okul ve öğretmenim şiirleri seçmiştim. Bunları okudukça gözyaşlarını tutmak zor olduğundan yazmaktan vazgeçtim. Bizimki ağır bir durum! Bir anket yapılsa ve “ata vatanından en çok neresini özlediniz?” sorusuna yanıt aransa, % 80’ininiz okulumu, öğretmenimi, okul müdürümü diyecektir, biliyorum. Biz bilim ışığını okul camında gördük, insan sıcaklığını öğretmenimizde seçtik, bilginin dağıtıldıkça, paylaşıldıkça, benimsendikça çoğalan ve zenginleşen bir nimet olduğunu sınıf odalarımızda öğrendik...


42

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Yenilen insan bilgisiz olandır. Çok daha bilgili olabilseydik dayanabilirdik. Çünkü bilgi Çin Duvarı’ndan güçlü bir settir. Bizi 100 yıl bilgisizleştirenler en sonunda ezmeyi denediler. Zekâmız olmasaydı ki bu okulda öğrenilen bir şey değildir, eriyip gidecektik. Onlar insan zekâsının erimediğini, çözülmediğini bilmiyorlardı. Biz bir insanın yaptığı işin karşılığının yalnız para olması gerektiğini düşünmeye devam edersek, bataklığa batmaya devam ederiz. Sizlere okul zili sesi yerine Virgül Arıyorum şiirini hediye ediyorum: Defterin birçok sayfasını koparmışlar. Örtünemez artık virgül bazı sayfalarla. Kış gelir, virgül üşür. Kış insanı üşütür. Üşenen hayvanlar da Girip toprağın altına Uyurlar. Toprağın sayfalarını koparmamışlar. Çocukların sayfaları her kış koparılır. Sobayı tutuşturur sayfalar. Yanan kâğıt değil, bilgidir. Kopar, kopar sayfaları ve en sonunda defteri yak. Ne olup bittiği kimsenin umurunda değil. Kartoplarıyla voleybol oynayan çocukluk Her çocuğun defterinde Birçok sayfa olmasa da Birçok güzel virgül vardı. Şimdi virgüller ancak damlayan gözyaşlarımda kaldı. Virgül kıştan üşür. Çünkü kış gelince yaprakla koparılır. Artık göçüp giden öğrencilerin, Okula maaş almak için bile gelen öğretmenlerin Ve en yeni kitap ve defterlerin


Makale ve Analizler - 2014

43

Virgülü olsa ne olur!? Okul kapanmış, Öğretmen göçmüş, Öğrenci gitmiş, Her yer virgül olsa ne olur!

Ana Dilim

Filiz Soytürk-21.Eylül.2014

Babalarımız 25 yıl önce kaçıp gelirken her şeyi bırakıp anadilimizi aramaya geldiler. O zaman bu zaman hep gidip geldiler gelip gittiler. Belki de ana dilimizi gelirken düşürdük mü, diye düşündüler. İnsan dokusunu biçimlendiren ana dilidir. Buna inandıkları için yerlerine ısınamadılar. Anadil çürük bir diş değildir, çektirince yerine başkası takılmaz. Türklüğümüzle dostluktan kazananlar bu konuda bize düşman oldular. Tütün dilimiz Türkçemizdi. Dilimizi alamayınca, Tütünü aldılar elimizden ve bizi aç bıraktılar. Düşman adım adım ilerliyor. “Benden her şey iste ama bir tek ana dilini geri isteme” diyecek kadar ileri giti. “Az kaldı”, diyorlar, şu dillerini de söküp alsak, iş bitti diye seviniyorlar. Kimseye hatırlatmak istemedikleri bir şey var, Araplar vaktiyle doğuran Elin kadınlarının dilini kesermiş, çocuklarına Rumca öğretemesinler diye, eski Yunan kültürünü evlatlarına devredemesinler diye. Bu da geldi başımıza. Bizde Elen kültüründen söz edilmez, uyanmayalım ve ne yitirdiklerini öğrenmeyelim diye. Her insanın elindeki vesikalar onun Fransız, İngiliz, Alman, Türk, Arap olduğunu gösterebilir. Fakat Fransızca bilmeyen Fransız, Fransız değildir. İngilizce konuşmayan İngiliz, İngiliz değildir. Almanca konuşmayan Alman, Alman değildir. Türkçe bilmeyen Türk Türk, değildir. Arapça konuşmayan Arap da Arap değildir.


44

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Ben İstanbul’da Şakir Selim adında bir Kırımlı Türk tanıdım. Alrılmadan önce bana bir kitabını hediye etti. Bu kitabın içinden “Küçük Öğüt” adlı bir şiirden size bazı dörtlükler seçtim. Vatanlarını kaybeden, sürgünlerde bin bir çile çeken, yok olma üzere olan, ama ne de olsa ayakta kalan ve yaşamaya gönül veren bu halkın anadil Türkçemizle ilgili görüşlerinin aynı problemleri yaşayan biz Bulgaristan Türkleri için yararlı olacağı göründeyim. Kırım Tatarlarına yapılan yok edici saldırı 1850’lere rastlar. Kırım Savaşında gelmiştir başlarlına gelenler. Osmanlının ilk döneminde Kırım Sofya Beylerbeyliğine bağlıdır. Bizim başımıza gelen büyük felaket ise 1878 Pleven’e Savaşıyla başlar. Arkadaşlarımızdan Şakır Türkaslan Beyin yazısında “Bulgar Kini” dediği olay, aslında Nazım Hikmetin “İnsan Manzaraları”nda “Bulgar ve Moskof Kini” olarak geçer. Yani bizim özümüzü hedefleyen saldırı Rusların başlattığı ana dilimizi hedef alan saldırıdır. 1812 Napolyon Bonapart savaşlarından önce, Ruslar da ana dillerini kaybetmek üzereydiler. Bunun ne olduğunu iyi bildiklerinden, “benim başıma gelen, düşmanımın başına kat kat gelsin” felsefesidir ki, bize karşı uygulanandır. Bu işte Bulgarlar Rus’un bu bulaşıcı hastalığına kapıldı ve kurtulamadı. Sunduğum dörtlükler bir de anadilimizde konuşurken çekinip utananlara selamdır. Şu noktaya dikkat edelim. 18. yüzyılda Osmanlı - Rus Savaşları’nın olduğu yıllarda Osmanlı medeniyeti Rus medeniyetinden yüksektir ve savaşlar onun yok edilmesini amaçlar. KÜÇÜK ÖĞÜT Lâkin nerede kaldı senin medeniyetin? Anayurda dönüp geldik, devletsiz yaşıyoruz; Konuşamıyorsun ana dilinde, Hiçbir millete olmamış şey, dilsiz yaşıyoruz; Seni anlamıyorsa kendi milletin, Acılar hep çoğalıyor da, dinsiz yaşıyoruz; En garip adamsın yaşadığın ülkede Kalbimizde derdimiz çok, inlemeden yaşıyoruz. .... ... Sana sorduğum sualler seni üzmesin; Beni affet kardeşim, vatandaşım, kandaşım. Nerede ve kim olursan ol, diline saygı duy; Medeniyetinle “övün” kardeşim! ...

Üç evladını ikiz olarak doğuran ana, Ana dilde bir söz söylemiyor televizyonda. Asan, Üseyin ve Osman, diye adlarını anıyor; Amma millet, Vatan ruhu nerededir, hani? ...


Makale ve Analizler - 2014

45

Nidamızı işit sen de, ey Çobanzade! “Ana dil”i okurken ağlıyoruz bazen. Nasıl zengindi dilin ve nasıl sade; Başka dilde söyleşmeyi edindik âdet ...

Bağışla, genzime geldi canım; Seni böyle âdi sözlerle andım. Varsın, dilsiz tende kurusun canım; Dilsizlik beterdir vatansızlıktan. ...

Biliyorum, günden güne eksilmektesin; Dil bilmeden köklerinden ayrılmaktasın; Ecdâdıın hatırasını hep silmektesin; Dilsiz bir millete çevrilmektesin. ...

Dilsizlik beterdir bin haksızlıktan, Gözyaşın kurumaz olmasa dilin... Ana dil, en büyük vatanın, memleketin; Dille kurtulursun bataklıktan, sazlıktan ...

Bana derler: “Bizim inat Emiramet” Kalsa bile cahil olarak, tamamen kör, İnatçılığından taş kesilip ömür boyu Ana dilinde ne bir gazete, ne kitap okur. ...

Arada Ezilenler

Neriman Eralp-22.Eylül.2014

Ay’a sordular: “Neyi istersin en çok?” Cevap verdi: “Güneş’in kaybolmasını, ve ebediyen bulutlarla örtülü olmasını.” Biz en iyi duygularımızı dile getirirken hep: “Güneşli günler yakındır!” deriz, oysa güneşi istemeyenler de var. Babam evden çıkarken “Yüreğimin büyük bir parçasını Bulgaristan’da bırakıyorum ve Bulgaristan’dakilerin dostluklarını beraberimde Türkiye’ye


46

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

götürüyorum!” demişti. Çok küçüktüm ve kapımızın eşiğini aşarken takılıp düşmeyeyim diye elimden tutup bana yardım ederken elinin terden sırsıklam olduğunu hiç unutamadım. Bu soğuk bir terdi. Annem bana, soydaşlığa alışırken bazı ılımlı gecelerde, “evimizi yaparken baban taşları kendisi kesti, yonttu, çap taşlarına çok büyük özen gösterdi,” sözlerini gidip gelen hatıralarda yüzer gibi dalgalı bir sesle anlatırdı. İçimden resim yapmak geldiğinde bezi gerip, palete boya sıkıp fırçamı alırken elime, hep odalarından birinde doğduğum, ninnileri içinde dinlediğim, kimsesiz öksüz kalan evimizi çizmek istedim. Ne kadar da çizsem, bu evin o ev olması için babamın ellerindeki nasırların altından çıkan enerjiyi, annemle baş başa verip yuva kurma hayallerini, bu yuvanın içinde yaşayan insan sevgisini sanki çizemiyorum. Pastellerin hangisi sevgi rengidir ve hangi karışımla elde edilir, çap taşlarının açık yeşili bahçemizde açmış güllere ne güzel yakışırdı, o renkleri bulamıyorum. Yıkılan bir dünyayı yeniden yaratmanın olanaksızlığına inanmak istemesem de yapamıyorum. Olanak ile olanaksızlık arasında bocalıyorum. Ruhum yapışacak dal bulamıyor. Hani güneş batınca karanlık basar ya, hani biz özel bir şafak beklesek de, ertesi gün doğan günün nasıl olacağını ne de yapsak kestirebilmemizin imkansız olduğu gibi bir şey... Bir de boyalarımı bir bir üstüne sıkarken annemin usulca yanıma sokulup kocaman gözleriyle bakışı var! Konuşmadan bakar annem. Bu bakışta hep bir bekleyiş vardır. Bir umut fışkırır sanki gözlerinden. Sesiz konuşan o bakış, “hani gelirken beni günlerce arabanın altında tutmuşlardı, sen de bana yamanmış, ağılamaktan tükenmiştin, benim de sana verecek hiç bir şeyim kalmamıştı ve dudakların çatlamasın diye gözyaşlarımla ıslattığım bürgümü küçük dudaklarının kenarcıklarına hissettirmeden dokunduruyordum, onu çizsene, diyor gibime geliyor...diyor mu demiyor mu bilmiyorum da o sesiz konuştuğuna ve ben de sesizliği dinliyorum ve dermiş gibime geliyor.” Ama diyor, çünkü hiçbir anne en kçtü olanın tekrarlamasını istemez...Kötü ise tekrarladıkça unutulmaz, unutulmadıkça da kendine yaşam ortamı bulamaz. İyi ama ben çizemiyorum, çünkü o zaman çok küçük olduğundan acının rengi yarasını açamamış belleğimde...işte böyle karmakarışık bir şey... İnsan bazı şeylerin dönüşünü yaşamak istemiyor. Öyle de olsa, ne yaparsam yapayım içimde kötü bir göç kokuyor. Bulgaryalı olmanın getirdiği bir koku bu. Sanki domuz kotrasından gelmişiz. Oysa ben babamın ve enemin anlattıklarından orada pırıl pırıl insanlar bıraktığımızı biliyorum. Şu ayrılık var ya! Ayrılık bazı şeyleri hafızadan siliyor. Bunun olması için hafızanın kuru temizlikçiye verilmesine gerek yok. İnsan ruhu perdeleniyor. Bunun gözlerin perdelenmesiyle bir ilgisi yok. Gıdasız ve besinsiz yaşayan ruhun perdelenmesi çok kötü! Bu, bilgisa-


Makale ve Analizler - 2014

47

yar belleğinden istemediklerini silmek gibi bir şey de değil! Ruh neyi sileceğini kendisi seçiyor. Belleksiz kalmak çok kötü! Ben küçük geldiğime Bulgaristan’da güz ve kış hatırlamıyorum. Oradaki karın rengini, soğuk mu sıcak mı, bilmiyorum. Bilmediğim bir şeyi de hatırlaya mı yorum. İnsanın geçmişine yani belleğinin içine bakan üçüncü bir gözü olduğunu işitmiştim. Hafızayı düzenleyen zarlarını üst üste dizen, hepsinin aynı kokuyla kokmasını sağlayan işte bu üçüncü ışıkmış! O, geriye ya da derine bakan gözle görülen bir olmayandır. Geçmişsiz, dostluksuz, vatansız ve hatta umutsuz olan! Hafızamızda kökleri olmayan bir umut olsa neye yarar, nasıl yeşerip dallanır ve nasıl kanatlanıp uçar, onu anlatır bize üçüncü gözümüz. O düşünme gözü gibi bir şeydir. Onun da ne yiyip ne içtiği belli değil, ruh gibi bir şeydir. Bir de şu iyi ve kötü olanın yan yaan kardeş kardeş yaşarken devamlı birbirini yemesi yok mu? Bizim de başımızı yiyen bu olmadı mı. Eskiden Bulgarya dilinin yüzde kırk ikisi Türkçe sözlerle uyumlaşmışken, sözlerimizi çıkarıp atmaya, söküp çiğnemeye başlamadılar, diş olsa genç yaşta dişsiz kalacaklar, atılan hep bizim sözler oldu ve doldurdular dillerine nereden ne buldularsa ve tutturmadılar mı, siz de sökün Türkçenizi dilinizden diye. İnsanın dili hafızasıdır, belleğidir, beynidir, ruhu, hayal ve emelleridir. Dili olmayanda özlem olur mu? Sevdalansa ve dile gelemese iş olur mu? Gönül şarkı ister. Karanlık gecede bulut mu arıyoruz? İnsanın dili ağıcın beli gövdesi gibidir. Ne kadar kalın ve yüksekse o kadar güçlü kuvvetlidir. Dalsız yapraksız yani kültürsüz, edebiyatsız kalırız da gövdesiz yani dilsiz kalınmaz. Sözle, bakışla, dille anlatılanı resim edemezsin, en iyi boyaların da olsa çizemezsin, geçmişimin renklerini bulup resmedemiyorum işte, bu kadar karanlık bir geçmişin emelleri de olmuyor, ışık karanlığın özünden çıksa da, aradığım yeni renk çıkmıyor çalıştığım renklerin özünden. Yaratan ana renkleri yaratırken siyahı kendine saklamış, sonra belki de bulamazlar, aman çok zorlanmasınlar, kendilerini işlerine güçlerine versinler diye geceyi yaratıp bize hediye etmiş. Herkese bol bol ve istediğinden defalarca fazla karanlık vermiş. Umutlarımızı karanlığa saklamış. Birer birer çıkıyorlar diyeceğim ama insan emeği olmadan bir yerde umut bitmiyor. Şafakla dünyaya umut değil hala ve hep problem yağıyor. Onları çözdükçe ise umut bitiyor. Olacak ya öteki dünyayı karanlıktan sonra yaratmış, renklerini gizli ve gizemli olduğundan onu çizmeye, resmetmeye kimsenin eli varmıyor. Üst üste çizenler var ya, onlar da bizim o gizemli rengi aramamız için sıvıyorlar kat kat üstüne. Sonra ay konuşturmuş, ona da günün yarısı yetmiyormuş gibi, bütün güneşi karartmak istiyor. Sanki herkes karanlığın peşinde! Bizde de parası olan yeraltı sığınaklarına, kalın duvarlı, korumalı, demir kapılı saraylara, zindanlara saklanıyor, son günlerde büyük bankacılar bile gidip savcılığa, polise teslim oluyorlar. Dört yanı su


48

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

olan adalara gizleniyorlar. Şu korku dediğin öyle bir şey ki, onun da rengi yok. Hürriyetin de rengi yok. Bu yüzden tüm hürriyetler sizin deyenler bizi aldattılar. Bize bir şey lazım değil deyenler de yalancı. Çünkü şu demokraside hepsi sandıktan çıkacak renkten korkuyorlar. Korku dağları korur diyenler haklıymış. Senin değil benim rengim çıksın sandıktan diye para saçanlara bakıyorum ve “seçim zaferi” denen meletin de rengi yok da fiyatı neden bu kadar yüksek diye düşünüyorum. Sandık içinde boyalar karışmadıkça çıkan hep geçmişin rengi olacak, diye düşünüyorum. Ah şu aradığımız rengi bir bulabilsek! Bu işler bir kaynarcadan fokurdayarak çıkan suyun denize döküleceğim diye sevdalanması gibi bir şey, kendisi mi akıyor, akarken gözyaşı mı topluyor, denizi bulamadım diye kendisi mi ağılıyor, yeni yeni çığlık mı atıyor, onu da bilen yok, öğrenmek istesek de öğrenmenin yolu yok. . Annemin bürgüsünü ıslattığı ve çatlayan dudak kenarlarıma sürdüğü birkaç son damla, sanki en değerli olan. Son günlerde biri “hürriyet içinizdedir” demiş. İçimizde olsa ve doğum esnasında boğulup ölmemişse, 25 yılda çıkardı!. Fil filken 24 ayda doğuruyor. Yavrusu 350 kilo ama doğuyor. Bizim hürriyet ne kadar büyük ki, hem içimize sığıyor, hem de çıkamıyor. Biz ömürlük gebe miyiz yani?! Yoksa ayılar gibi kış uykusu esnasında mı doğuracağız. Ağrısı sızısı, barış çağırışı olmadan bu iş olmaz! Biz Alman karısı mıyız? Onlar dişini sıkıp fırlatıyorlarmış.. yok, yok, olmaz, oyun bozanın işi gitmez... İnsanlar neden böyle, neden kurallara uymuyorlar? Bize evde okulda, öğrettiklerinle hep hayatını planla, amaçlarına yönel, hedeflerini gerçekleştir demediler mı!? Bir de şu hayattan ne beklediğini bil meselesi var. Sanki kabaran ve kararan buluttan yağmur beklerken, başımıza yağan hep tolu değil. Şu, azim ve disiplin sayesinde yapamayacağın şey yoktur da saçmalık. Görüyorsunuz bizimkiler çekiler ateşinden geçmişler, ayaklanmışlar, kurban vermişler ve sonunda ortak bir ateşte birleşmişler ve bu ateşte ısınanlar başkaları oldu. Tuzağa düşürülen biz değil miyiz? En büyük tuzaksa, şu bizim 500 bin kişi halinde memleketimizden kovulmamız. Ne güzel be, kov insanları ve otur mülklerine. Onlar bizim havamızı soluyorlar. Havamızı soluyorlar. Havamızı istiyoruz, havamızı! Baharda açan gelinciklerin rengini istiyorum. Yaz aylarında kavun kokusunu! Hava için isyan eden yok. Su kavgaları, kadın kız için savaşlar olmuş da, hava için kan dökülmemiş henüz. Belki o günler de gelecek. Ruslar bizim orada havayı konserve etmeye başlamışlar. Havamızı para ödemeden konserve ediyorlarmış. Bu Japonların kış ayları için yaz sıcaklığını konserve etmeleri gibi bir şey. Nerelere geldik! Belki ben de vatan sevgimi konserve edeceğim. Ve bunu yapma yeteneğine sahip olduğuma inanıyorum.


Makale ve Analizler - 2014

49

Sanat, resim çizmek, en yanık bir sesle ağılamak, gözyaşlarının en irilerini dökmek, benim ustalığımın yanında beş para etmez. Ben Vatanımı konserve edeceğim! Ben o toprağı çok seven ve kaybeden bir nesilim! Kaybettiğimizi ve emel ettiğimi konserve edeceğim kalbime! Ne ekmek ister ne su, yaşasın istediği kadar, zaten aynı özlemle yaşayan ruhum da orada birleşsinler çiftleşsinler ve kaybolan eski ile olmayan geleceğin anıtını diksinler. Neden olmasın ki! Ay, güneşle kavgalıklı, karanlığı arıyor. Ben de kavgalıklıyım geçmişimle, çünkü koptu benden. Ay karanlığı arıyor yeni bir gün mayalamak için. Ben ne arıyorum söylesene! Ben arada kaldım. İki arada kalmak çok zor bir şey! Güzelin güzelini aramak da boş iş, çünkü her yerden hem aya ve hem de güneşe olan mesafe aynıdır. Bizden uzaklaşan ve bize yakın gelen hep onlardır. Onların da derdi, büyük, güneşin ışığı, ayın da karanlığı konserve edecekleri yer yok. İsteseler de istemeseler de mutlaka göndermeden edemiyorlar bize. Öyleyse biz neden almayalım geleceğimizi istediğimiz yerden ve istediğimiz renklerle istediğimiz pazardan. Bugün bizim Pazar kapalı olabilir ama yarın mutlaka açılacaktır. Mutlu gelecek sergide olacaktır. Güneşli günler yakındır. Gelecek de geçmiş gibi ne kadar büyük olursa olsun, bazen küçülüyor küçülüyor ve sivrildikçe sivriliyor da insan yüreğine birden saplanıyor. Yazımı böyle bir anda yazdım. Kanadıysa özür dilerim.

Anket Sonuçları

İbrahim Soytürk-22.Eylül.2014

Bu defa Bulgaristan genel erken seçimleriyle ilgili kampanya pek ateşli geçmiyor. Sanki bir şey demek isteyenlerin söyleyecek yeni sözü yok, dinleyiciler de kulakları aynı şeyleri dinlemekten paslanmış gibi, herkes “kısa kes” havasında. Bazen gözle görülen, kulak işitmese de, anlaşılıyor. “Görülen köy kılavuz istemez” gibi bir şey. Ne ki, şu son dönem işlerinin bir de başka tarafı var. Artık 25 yıl geçti. “Kim kimdir?”, “İşler neden gitmiyor?!” Kulağa gelen sorular bunlar. Bulgaristan politikasının oluşup biçimlenmesinde söz sahibi olan “Fox nüz” bir anket yapmış.


50

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Popüler ortama sorulan soru şu: (05.10.2014 erken seçimleri arifesiyle ilgili değildir.) Kendisinden en fazla nefret ettiğiniz politikacı kimdir? Sizin aklınızdan geçen kimdir? Bu da çok önemlidir kuşkusuz da. Biz anket sonuçlarına bakalım. Yanıtlarda sıralama şöyledir: 1. İvan Kostov. Eski BKP üyesi. Komünist. Rusya’da okumuş. Bulgar demokrasisinin şafağında (1989 Yuvarlak Masa görüşmelerinde) komünistlerin saflarından Demokratik Güçler Birliği (CDC) tarafına geçti. 90’lı yıllarda CDC başkanı ve Başbakan oldu ve ardında 2 milyon 800 bin kitlesi olan partiyi dağıttı, yok etti. Yugoslavya savaşı esnasında Bulgar mafyası oluşmasına yeşil ışık yakmıştır. Dönekliği ve hainliği için. Bulgaristan’ı çökerttiği için liste başıdır. Kendisinden en fazla nefret edilen politikacıdır. Bulgar sağ cephesini yok eden kişi olarak bilinir. 2. Ahmet Doğan. Varna’nın “Drandar” köyünden bir çoban ailesinden çıkmıştır. Askerde gizli Bulgar polisi Türk Şubesi muhbiri, ajanı, jurnalcisi, gammazcısı olarak celbe dilmiştir. Gizli Bulgar polisinin sağladığı bursla okumuştur. “Devlet Arşivinde” 10 ciltlik polis ajanı dosyası halka açılmıştır. Birçok insanın canını yakmıştır. 10 bin Bulgaristan Türk aydınının memleketten kovulmasından sorumludur. “Bulgarlaştırma” politikası canilerinin cezalandırılmasını Meclis oyunlarıyla engellemiştir. 985’te Varna’da Bulgar totaliter rejiminin “isim değiştirme” kampanyası sırasında zavallı ve namuslu Türklere daha şiddetli saldırmasına vesile yaratmak için, 12 gizli polis ajanıyla birlikte Bulgaristan Türklerinin Kurtuluş Partisini kurdu. 1986 - 1989 arasın hapse düştü. Hapiste “Bulgarlaştırma sürecini” Geçiş Döneminde şaşmadan sürdürmek için özel eğitim aldı. 10 Ocak 1090’da yine gizli polis “DC” tarafından hazırlanan bir tuzak olan Hak ve Özgürlükler Hareketini kurdu, sözde “lider” oldu. Türkleri ve Pomakları asimile ederek yok etmeyi amaçlayan “Bulgar Etnik Modeli”ni sahiplendi. Bulgaristan Türk ve Pomaklarını HÖH partisi davasından kopardı, oy makinesi haline getirdi. Gizli polis ve eski komünistlerin kışkırtmasıyla 3 Bulgar hükümeti düşürdü. Moskova ile yakınlaştı. Rus İstihbaratı ile bağlandı ve gizliden gizliye Moskjova lehinde çalışarak, Rus - Bulgar oligarşisinin kurulmasına olanak sağladı, Rusya’nın Bulgaristana egemen olma, halkımızı dize getirme planlarına yol açtı. Devletin en derin örgütlerinden olan Devlet Güvenlik Ajansı “DANS” örgütüne, oligarşi aracısı ve kopoyu Danıel Peevskiyi Başkan adayı gösterdi. Türklerin ve Pomakların politik partisi ve iradesinin yansıması olan HÖH - DPS partisini Bulgar Çingeneleri tabanına kaydırdı, milletvekili aday liste başlarına hep Bulgar koyarak, partinin halktan somasına, seçmenin partiden kopmasına neden oldu.


Makale ve Analizler - 2014

51

Adı yolsuzluk, dolandırıcılık, para aklama vs. işlere de karışan Ahmet Doğan’a 19 Ocak 2013’te tabanca çıkarıldı. O tarihte HÖH - DPS Genel Başkanlığından düşürüldü. Fakat sözüm ona “sarayda” yaşasa da eli de politik, siyasi ve kriminal bataklıktadır. Ahmet Emin gibi politikacılar “sarayda” öldürüldü, ama canilerden hala hesap sorulmadı. A. Doğan Bulgaristan NATO ve AB üyeliğine alınırken o “Bulgaristan’da çözülmemiş etnik sorun yoktur” deklarasyonu imzalayarak, Türk ve Müslümanların demokratikleşen toplumda haklarını elde etmesi yollarını tıkadı. Ahmet Doğan’ın bağlı olduğu çevreler Bulgar devletini çökertme politikası izlediklerinden, o 20124 seçimleri öncesi en istenmeyen politikacılar listesinde 2 yere dizildi. Bulgaristan Türkleri içinse bir haindir. Bu arada, tamamen başarısız bir dönem olan Bulgar Geçiş Dönemi’nin yüksek mimarı olarak gösterilen politikacıların başında yine İvan Kostov, Ahmet Doğan, eski başbakanlardan Andrey Lukanov sıralanıyor. Bu noktada vurgulanan özelliklerde, en kötü, en fazla kin beslenen, en fazla kendisine kızılan bu politikacıların insanların belleğinde en derin olumsuz iz bıraktığına işaret ediyoruz. Bu politikacıların Helen halkın intikamından korktuğuna işaret ediliyor. Analizin birinci bölümü tamamen politik içeriklidir. İkinci bölümünde ise, en büyük dalaverelere imza atan, en fazla rüşvet alan, en fazla insan dolandıran ve devletin soyulmasına, çalınan paraların dış ülkelere kaçırılmasına en fazla yardım eden eden politikacılar yer alıyor. Bunların başında ilk 4 yerde de Hak ve Özgürlükler Hareketi milletvekilleri yer alıyor: Sıralama şöyledir: 3. Daniyel Peevski. En büyük dalavere çeviren ve en fazla rüşvet toplayan politikacıdır. Ahmet Doğan ile Bulgar ve Rus oligarşisi arasında aracıdır. Bulgar savcılığı ve yargı sisteminde etkilidir. 7 milyar levası kayıplara karışan KTB bankasının soyulmasında Ahmet Doğan ile ikisinin en büyük rol oynadığı belirtiliyor. Olay mahkemeye düşmüştür. HÖH - DPS partisinden 3. kez milletvekili adayıdır. 2014 seçimleri arifesinde Bulgaristan Türk ve Müslümanlarına ve soydaşlarımızın oy kullanma hakkına karşı kampanyayı finanse eden kişi olarak ün yapmıştır. 4. Lütfü Mestan. Ocak 2013’ten beri HÖH - DPS Genel Başkanıdır. Bulgar kamuoyunca en fazla rüşvet alan, en büyük dolandırıcı çetesi içinde olan ve mafya ile bağlı bulunan bir milletvekili ve politikacı olarak ön plana çıkarılmıştır. Lütfü Mestan’ın bu işlere daha Mestanlıdaiken HÖH partisi tarafından dış ülkelere okumaya öğrenci gönderme işlerine karıştığında başladığına dikkat çekilen ankette, “onun maskesi bir defa gizli polis ajanı “Pavel” olarak indirilmişti” deniyor, “ajan polis dosyası” olduğu ön plana çıkarılıyor. Milletvekili olarak da dolandırıcılık olaylarında parmağı olduğuna işaret ediliyor. Onun, HÖH - DPS


52

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

milletvekili, parti başkan yardımcısı ve Halk Meclisi Başkan Yardımcısı Hristo Biserov’un uluslar arası para aklama olayından tutuklandığı zaman, kendisini desteklemesi dikkatleri üzerine çekmişti. Lütfü Mestan eski bir gizli polis “DC” ajanı olarak “soya dönüş” siyasetine bağlı kaldığı gibi, BKP’nın başlattığı Bulgaristan Türk ve Müslümanlarını eriterek yok etme politikasını inatçı bir şekilde açık ve sinsi uygulamada ısrarcıdır. Osmanlının Bulgarlara karşı soykırım uyguladığı kabul etmiş bir politik figürdür. HÖH - DPS partisi Genel Başkanı seçileli 1 yıldan fazla bir süre olmasına rağmen, etnik azınlıkların hak ve özgürlüklerinin, doğal ve insan haklarının geliştirilmesi, ekonomik güvence sağlanması vs. konularında bir politik platform açıklayamamıştır. Bulgaristan halkının tümünün nefretini bu yüzden kazanmış ve liste ikincisi gösterilmiştir. 1. ve 4. yerlerde Kamen Konstantinov ile Nikolay Tsonev bulunuyor. İkisi de yine Hak ve Özgürlük partisi politik elit kadrolarından gizli polis ajanı, Türk düşmanlığıyla ünlü, 3. defa milletvekili “seçilen” ve Türklüğk ve Müslümanlık davasına asla yararı dokunmayan yalnız soyup soğana çevirme ve devlet imkânlarını talan etme işinde ustalaşmışlardır. “Yere bakan can yakan” tiplerinden usta dolandırıcılardır. Ahmet Doğan tarafından özel olarak seçilmiş ve gizli servis tarafından Şumen ve Varna illerindeki Türk Pomak ve Çingene Müslümanlardan sorumludurlar. Bu kadrolar HÖH - DPS partisine, Bulgar devletine ve AB fonlarına doymaz, boğulmaz, yedikçe iştahlanan kene gibi yapışmışlar, gammazladıkça gammazlamayı meslek edinmişler ve elde ettikleri başarılarla Bulgaristan Türk ve Pomak kardeşlerimizi canlarından bezdirme politikasında oldukça yol kaydetmişlerdir. Beş yerde ise Bayan Maya Manolova yer alıyor. Sosyalist Partinin genç avukatlarındandır. 2 kez Millet Meclisinde Başkan Yardımcılığı yaptı. 43. Millet Meclisi Köstendil ili liste başı adaydır. Bulgaristan Başmüftülüğünün ve vakıflarımızın mal ve mülklerinin ve tüm taşınmazlarımızın yasal olarak geri verilmesi yolunu kesen politikacılardan biridir. 3 yerde ise Bayan Miglena Kuneva gösterilmiştir. BKP MK Politik Büro kızlarındandır. AB Genel Kurulu’nda komiserlik yapmıştır. Bulgaristan AB üyesi olurken hiç gereği yokken “Kozloduy” AES’de 4 reaktör kapatmış, bu iş için bir Fransız bankasından çok büyük rüşvet aldığı sanılıyor. Reformcu Blok partisinde Kasım Dal’ın yakın dostu olduğu biliniyor. Bulgaristan politikasında yaptığı işler için kendisine kızılmayan ve ülkeyi iğliye götüreceğine inanılan politikacı ise GERB partisi Başkanı Boyko Borisov’tur. Borisov partisinin 25 Türk ve Müslüman’ı 43. Halk Meclisine milletvekili adayı göstermesi ve hükümette 10 Müslüman bakan yardımcısı atayacağını açıklaması ise, Bulgaristan’da güvenli gelişme ve ekonomik istikrar ışığı olarak


Makale ve Analizler - 2014

53

değerlendiriliyor. Ankette, Borisov ikinci defa başbakan olama şansı olan güçlü bir politikacı olarak seçilmiştir. Anket Bulgar politik sistemi İtalyan mafyası örneğince çalışmaktadır, gerçeğini de ortaya koymuştur.Yine aynı ankette, Bulgar vatandaşları, Baş Savı Sotir Tsatsarov’u da politik dalaverelerden sorumlu göstermiş ve kendisine diş bilediklerini gizlememişlerdir. Bu ankette, Türk ve Müslüman düşmanlığı ve soydaşlarımıza karşı da olumsuz çıkışlarıyla bilinen “Sansürsüz Bulgaristan” partisi Başkanı Nikolay Barekov ise “dünyayı kötüye değiştirmek isteyen” adam olarak özel not almıştır. Barekov’un Bulgar halkının enerjisini boşa tüketmek isteyen, aldatan ve dolandırmaya çalışan bir politik lider olarak ön plana çıkmak istediği de yapılan değerlendirmeler arasındadır. Bu ankette önemli bir soru da şudur: Bulgar halkı politik değişim istiyor mu yoksa su nereye akarsa aksın, akmaya devam etsin, gideceği yer denizdir saplantısında mı kaldığı özel olarak incelenmiştir. Bu noktada, “liderlerden nefret eden kişilerin, komşularıyla iyi geçindiği” saptanmış, genelde son 25 yılda ülkenin her alanda gerilediğinden olacak, ileri hareket yapılabileceği inancı körelmiştir. Ülkenin bugünkü politik ekonomik ve sosyal durumdan çıkması ancak Boyko Borisov (GERB) tek başına iktidar olduğunda olasılaşabilir görüşü ağırlık kazanmıştır. Anket sonuçları Bulgar basınında manşet olarak yayınlanmıştır.

Tuzları Koktu!

Hüseyin Yıldırım-22.Eylül.2014

Fırsatçı bir zamanda yaşıyoruz. Bugün 22 Ekim 2014, bundan tam 106 yıl önce Bulgaristan egemenliğini ilan etti. Bu egemenlik Osmanlıya karşı ilan edilmişti. Derken yıllar içinde Bulgaristan’da yaşayan Türklerde ve Müslümanlardan kurtulma davası olarak değişik şiddetle devam etti. Ve bu dalga 1989 Ağustosu’nda bizi de Türkiye’ye attı. O zamanlar, “Egemenlik Bildirgesini” yerli, köklü soylu Bulgarlardan kalkıp da hiçbiri okumadı Bu işi, Avusturya’dan gelen Ferdinant okudu ve ardından ülkeye Çar olarak yerleşti. Egemenlik ilan edilirken dıştan gelen konuk yoktu.


54

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

1878 Berlin Konferansı kararlarında da “egemenlik” maddesi yoktu. Bugün yani bir asır ve 6 yıl sonra Bulgar egemenliği yine yabancı konuksuz anılıyor. Bir asır önce ayrılıp egemenlik ilan etmek sanki bugünlerden kolay oluyordu. İskoçya’da hafta sonu seçimleri işi olumlu bitiremedi, İngiltere’den koparak egemen devlet olamadılar ve olay bir daha mayalanana kadar en az 3 asır geçer. Rusya bu işleri daha kolay hallediyor. Kırım’da “Ukrayna’dan kopma ve Rusya’ya bağlanma” kararı sözde sandıktan çıktı. Ukrayna’nın Lugans-Donesk bölgeleri bugün de ateş altında, ne kopmak ne de katılmak öyle kolay olmuyor. Bu trajediyi Yugoslavya dağılırken Kosova Arnavutları da yaşadı. Yarım milyon insan yuvalarını terk etti. Bosna Hersek’ te çok kurban verildi. Şimdi Suriye ve Irak bombalanıyor. İŞİD çıbanı İrak ve Suriye’de çok kan döktü. Yerli halkı tehdit edip evlerinden köylerinden şehirlerinden kovup kelle kesmekle “İslami düzen” kurulmaz. Bu işin de bir tuzak olduğu anlaşıldı. Bölgede korku yaşıyor. T.C. devlet sınırını bir günde 150 bin sığınmacı geçiyor. Biz göç çocuklarıyız ve sayıda insana ekmek, su, ilaç vs. vs. ihtiyaçlarını karşılayan Türk halkıyla gururlanmamak elde değil. Ama bu olay bir faciadır. Durdurulmalıdır. Bunların tuzu koktu, niyetleri ortadadır. En büyük hedefleri Türkiye’yi savaşa zorlamaktır. Sabrımıza yenik düşeceklerdir. Bu olayların hepsi Osmanlı Topraklarında cereyan ediyor. Ben bu işi biraz da bir ağıcın kuzey dallarını güneye, güney dallarını da kuzeye değiştirmek gibi görüyorum. Kuzey dallar kısa ve sıktır, gövdeyi sert rüzgâr ve dondan korumak için biçimlenmiştir. Güneye bakanlarsa uzun yaygın ve açılımlıdır, çiçek açmak, meyve yüklemek ve güneş toplamak için yapılanmıştır. Doğal düzen bozulunca ağaç kurur. Düşman Osmanlı halkını Türkiye’ye toplanmaya zorlamakla, bizi zor duruma düşürmeye çalışıyor. Osmanlı toprakları için savaş 120 yuıldan beri devam ediyor. Her işte bir mantık var.. Çocuğun gözü anasındadır. Kovulan insanlar güvendikleri tek ülke Türkiye sınır kapısına dayanıyor. Bu insanların var olan düzeni, hayvanları, tarlaları, bağ bahçeleri imha ediliyor. Ama nereye kadar! Dünyanın büyüklüğü insanlara göredir, herkesin bir yere toplanması gibi bir şey olamaz. Yalan ve istila devirleri de çoktan tarih oldu. Korku içinde yaşayan halkların bir daha uyanma zamanı geldi. Bir alman öyküsü şöyle der: Almanya’da demokratlar, sanatçılar alınıp götürülürken Rahip Niemöller hiç sesini çıkarmamıştır; bir gün Naziler onu da almaya geldiklerinde, çevresinde tepki gösterecek kimse bulamadı... Faşizimdi işte bu. Mazlum halkların umut kapısı Türkiye! Bu ne büyük bir erdemdir. Korkulu yılları Bulgaristan’da biz de yaşadık. Düşünüyorum da, yaban hayvanlar besleyemedikleri yavrularını boğuyor, devletlerse besleyemedikleri insanlarını sınır


Makale ve Analizler - 2014

55

dışı ediyor. Biz de 500 bin birden kovulduk. Hem de devleti de biz beslerken. Sonra kimsenin kovulmasına gerek kalmadı. 2 milton 500 bin kişi kendileri terk etti Bulgaristan’ı. Bu büyük bir olay! Tekrar yazıyorum, kovulan insanlar vücuttaki pis kan olsa, hepsini de değiştirsen bir şey olmaz, hasta iğleşmez, çünkü karaciğer yine hasta kan üretir. Hasta bir tolumun içinde, pis kokan bataklık içinde bir damla temiz su gibi, biz sizlerden üstünüz demek isteyenler, evlerinde gece gece portakal ve muz yiyip kabuklarını köy yoluna atarlardı, konu komşuya demek istedikleri “görün bak biz kimiz” saçmalığıydı. Ruhları hastalanmış insanların tedavisi yok gibidir. Köyleri asker, polis, sivil basardı. Komşusu tutuklandığında, köpek seslerine uyanmayanlar, tıkırtıyı işitmezden gelenler vardı. Tam Alman Rahip Niemöller gibi... . Sonra anlatırlardı, ineklerinin muulayışını, hayvanlar susuz, aç masallarını, tavukların yumurtadan kesildiğini. Ev sahiplerini alıp götürmüşler. Kapılar ardına kadar açık. Sınır açılınca ilk kaçanlardı. “Yataklık yapmakla” övündüler. Türkiye’de bu söz pek rağbet görmedi. Daha büyük yalan bulmaları gerekiyordu. Yalan aratan ise korkuydu. Korku gece doğar ve gece yaşamayı sever. Karanlıkta bahtiyardır. Birkaç gün önce birisi gelmiş, ofisimde “sen içindeki korkuyu yenmek için yazıyorsun” dedi. “Ne korkusu?” dedim. “Zihinsel gücün seni rahatsız ediyor, onu dağıtma, düşüncelerini başkalarına paylaşma gereği duyuyorsun, rahatsız edilmeden çalışmak için buna gerek duyuyorsun” demesin mi! “Sen kafanla değil, ağzınla konuşuyorsun” derken, “söylediklerini kulakların duyuyor mu” diyecektim, hadi kırmayayım, derken, ben yazmazsam, sen yazmazsan, o yazmazsa nasıl yenilir korku! Evet, biraz kopya gibi ama bunu demek geldi içimden. Şimdi kalkıp “işleri başka kalıba sokma” diyecek diye, bir perde daha sustum. O gittikten sonra, susmakla unutmak eş anlamlımıdır, sorusunu sordum kendime ve düşünmeye başladım. Vaktiyle dünyayı baklava tepsisi gibi düz grenler rahat mı idiler acaba? Biz gelişmeyi çelişkilerin çatışmasında ve bu kavga içinde zıddiyetlerin çözülmesinde ve yeninin doğmasında görüyoruz. Özgürlük mücadele etmektir. Korkunun olduğu yerde özgürlükten bahsedemezsin. Çünkü korku insanı yozlaştırarak boyun eğdirir. Biz göçe zorlandık ama korkuyu yendik, yaralarımızı sardık. Korku insanları tutsak duruma düşürür. Her tarihsel dönem kendi meyvesini yaratmıştır. XXI. yüzyılın ilk meyvesi “korku içinde yaşamak” olabilir mi. Bu meyve geçen yüzyılda bitirilemedi mi? 1990’da biten ve başlayan bir süreç yani totalitarizmi gömme ve yerine hürriyetlerin bahçesi olan demokrasiyi geliştirme “dönemi” başlamadı mı? Bir defin merasimi kaç yıl sürer!? Şu komünizm


56

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

buzdağı olsa erirdi. Dağa suni kar taşıyıp da bizi korkutanlar var. Bulgaristan’da HÖH - DPS partisi köpekleri yapıyor bunu. Aslında buzlar çözüldü. Bizimkinin tuzu koktu hala ayakta. Biz bir istisna mıyız yoksa? Haber dinlerken ürperiyorum. Yeni Bulgar meclisine liste başı konumda 98 gizli servis ajanı seçilecekmiş 5 Ekimde. Ne yapıyoruz biz. Bu soruyu birbirimize değil, kendi kendimize sorma zamanı gelmedi mi? Gizli polislerden 16’sı Türk ve Müslümanların oy verdiği HÖH partisinden gösterilmiş. Bulgarlara “Bravo!” demek geliyor içimden. Bulgarca bir laf vardı: “Suçlu olan lahana pidesini yiyen değil, yedirendir!” Onların lahana turşusundan pideleri meşhurdur. Belki de en orijinal yemekleridir...Diyorlar ki şimdi, Bulgar istihbaratında Bulgaristan Türklerine karşı çalışan şube yok!. Ne gerek var. 5 bin HÖH - DPS kadrosu başka iş yapmıyor ki. Hep bizim kuyumuzu kazıyor. Bu ne zamana kadar böyle devam edecek!? Düşün! Düşünelim ve Görüşelim. Görüşme yeri ve saati. Seçim sandığı, 5 Ekim Pazar, 9 nolu bülten. Sayın okuyucum sana bir de şiir seçtim: Ahmet Arif: Öyle yıkma kendini, Öyle mahzun, öyle garip... Nerede olursan ol, İçeride, dışarıda, işte, evde, Yürü üstüne, üstüne Tükür yüzüne, yüzüne Fırsatçının, fesatçının, hainin Seni korkutmak isteyen her liderin Dayan kitap ile, Dayan iş ile, Tırnak ile, diş ile Umut ile, sevda ile, düş ile, Dayan zafer yakın, Tuzları koktu, Pes etmelerine yalnız bir adım...


Makale ve Analizler - 2014

57

Neden GERB’i Seçtik?

Dr. Nedim Birinci-22.Eylül.2014

Yalana yalan! Doğruya doğru! Biz Bulgaristan Türkleri ipi kopmuş yolunu kaybetmiş insanlar değiliz. Borcumuz olmayan bir partiye seçimden seçime sadaka “oy” dağıtmıyoruz. Verdiğimiz fitre de değildir. Huzurlu geleceğimize teminattır. Biz Bulgaristan seçimlerinde oy kullanmakla, orada kalan insanlarımızın yüzünü güldürmek için, huzur içinde ve rahat yaşamalarına katkıda bulunmak için sandık başına gidiyoruz. Türkiye ve Bulgaristan insanları ve hükümetlerinin dostça, kardeşçe ve karşılıklı yararlı işbirliği içinde olmalarına katkıda bulunmak için oy veriyoruz. Biz çifte vatandaşlığımızla soydaşlığımızla, Bulgaristan vatandaşı olarak korunan haklarımızdan, Bulgaristan’daki mal mülkümüzden ve emeklilik gibi sosyal haklarımızdan yararlanmak yaşamak istediğimiz için sandık başına gidiyoruz. 2014 yılı itibarıyla bu durumu ve siyaseti en iyi anlayan ve 5 Ekim seçimleri arifesinde programa alan ve en iyi anlatan politik parti Boyko Borisov’un GERB partisidir. Bu parti milletvekili adaylığına 25 Türk ve Müslüman yükselttiği gibi, iktidar olduğunda 10 Müslüman’ı Bakan Yardımcısı atayacağını açıkladı. GERB partisi Bulgaristan Cumhuriyetinde 9 kez ard arda seçim kazanan partidir. 10. zaferinde birlikte olmamıza el uzattı. Türkiye Cumhuriyeti ile daha sıkı, kapsamlı ve verimli işbirliğinden yana olduğunu açıkça ortaya koydu. Nüfusu karma bölgelere özel yatırım yöneltme politikasını seçim programına aldı. Bu seçimlere kadar 100 bin civarında soydaş seçmen Hak ve Özgürlükler Partisi (DPS)’ne oy verdi. Bu parti çangal inek gibi yemeye ve tekme atmaya alıştı ve halkımızdan koptu. Seçmeni arızalanmayan, yağlamak bile istemeyen, kendi patentinde olan bir oy makinesi olarak görmeye başladı. Bu durumun değiştirilmesi, HÖH yönetimi ile soydaş seçmen kitlesi arasında verimli işbirliği kurulması için saygın ve yapıcı işbirliği gelişti. Yanlışa yanlış demek gerekiyordu. Doğru yol da gösterildi. Fakat HÖH yönetimi doğru olanı kabul etmedi. Seçmene devamlı korku hissettirerek seçimden seçime süresiz başarılı olacağını hesap etti.


58

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Son yıllarda soydaşlarımızın aklını ve bilgisini hangi amaç için kullanacağı yolunda çalışmalarımıza başladık. Büyük bir yol kaydedildi. Bu yol, GERB listesinden Türk milletvekilleri çıkarılması, Bakan, Bakan yardımcıları, İl Başkanı, Vali, Vali Yrdımcıları ve birçok Genel Müdür atanmasıyla açıldı ve genişliyor. Bulgaristan Türk- Müslüman ve soydaşlarımızın demokratikleşen Bulgaristan toplumuna katılmasında GERB partisi bir dalgakıran oldu. Kampanya açılışında 50’den fazla Türk ve Müslüman vatandaşın hazır bulunması, soydaş dernek heyetinin işbirliğine yatkınlığı, Başkanı Sayın Boyko Borisov’un kampanyayı Şumen ilinde, sünnet düğünü, at yarışı, Hasan Pehivan anıtının açılışını yapması çok anlamlıdır. Bu işbirliğinin devamında GERB partisinin iktidar olmasıyla sosyal, ekonomik ve politik alanda nüfusu karma bölgelere eşit haklı yaklaşılması, yatırımlar yöneltilerek hem alt yapı sorunlarının hem de işsizlik sorununun üstesinden gelinmesi anahtarını görüyoruz. Bu politikada 1990’lı yılların başında Demokratik Güçler Birliği ile başlatılan etnik azınlıkların devlet işlerine kazanılması, eğim ve özgün kültürel hakların tanınması politikasının devamını görüyoruz. Bulgaristan’da yerinden sayan Geçiş Dönemi’nden çıkıp gerçek demokrasiye geçiş ya GERB partisinin tek başına kuracağı iktidarla ya da mümkün en geniş katmanları ve tüm politik partileri kucaklayan bir koalisyon hükümetiyle olabilir. Tek partili GERB yönetimiyle ağır bir bunalım içinde bulunan Bulgar devletinin totalitarizm kalıntılarından ve kollarını toplumun her tarafına salan ahtapottan arıtıp kurtarılma şansı doğacaktır. Eski gizli polis ajanlarından devleti ve toplumu temizlemek ve demokrasiye nefes aldırmanın başka bir yolu yoktur. Biz işte bu sebeplerle, Avrupa Halk Partilerine bağlı, Avrupa Birliği’nde ülkemizi en geniş bir ekiple temsil eden, bölgede istikrar, güvenlik ve işbirliği programlarının gerçekleştirilmesinden yana olan GERB politik partisini desteklememiz, Başkan Boyko Borisov’un Başbakanlığını desteklememiz ve oyumuzu 9 nolu bültenle kullanmamız isabetli olacaktır. İlk kez Bulgaristanlı bir Büyük politik parti soydaşlarımıza el uzatıp, birlikte olalım ve birlikte ilerleyelim diyor. Bu davet bizimdir. Zaman birlikte olma zamanıdır! Haydi herkesin oyları No.9 numaraya verelim.


Makale ve Analizler - 2014

Pisliği Atalım

59

BG-SAM-24.Eylül.2014

Biz oy kullanma hakkımız olan soydaş gençlerin 5 Ekim seçimleri yaklaştıkça daha tartışmalı günler geçirdiğimiz dikkati çekiyor. Tartışma konularımızın başında, “ne de olsa haklarımızın büyük ölçüde kısıtlanmış olduğu” gerçeğidir. Seçim günü kullanamayacağımız haklarımızın başında ise öncelikli seçim yapma hakkımızın olmaması geliyor. Bu, hak aslında 2014 baharında Bulgaristan Cumhurbaşkanı Plevneliev’in ısrarıyla yasallaştı. Tercihli seçme hakkının özü şudur. Bir listede 9 aday olabilir. Liste başı parti başkanı da olsa, oy veren sıralanmış olan adaylardan birine kalem dokundurunca, sıra değişiyor. Birinci seçilmeye de bilir. Şimdi Bulgaristan seçmenlerinden % 33,3’ü “liste içinden birine öncelik vereceğim ve istediğim adayı seçeceğim” diyor. Genç seçmen “ben istediğimi seçerim, bana dayatamazlar!” Derken kesin konuşuyor. Hele HÖH - DPS ve BSP listelerinde gençlere yer verilmemiş olması sert tepki uyandırıyor. Öncelikle liste başlarına ve seçilmesi garantili yerlere 98 eski gizli polisin yerleştirilmesi de yenir yutulur gibi değil. Gençler Sofya meclisinde ve devlet içindeki totaliter, baskı ve terör uygulama işlerine karışmış pisliğin atılmasını ve derin ve kesin bir temizlik yapılması tezini destekliyor. Seçimlerde soydaşların kandırılıp yalandırılarak inandırılması da tepkiyle karşılanıyor. 25 yıldan beri hiçbir sonuç elde edememe, komünist cenazenin ortada kokuşmaya devam etmesi akıl alır bir durum değil. En fazla yalan söyleyenlerin başında HÖH - DPS partisi geliyor. Bir de halkımızı hak ve özgürlükler konusunda yalandırdı, aldattı. Polis partisi, hafiyelik şebekesi, gammazlar sürüsü yarattı ve hainler kimseye nefes aldırmıyor. Gençler bizim Ahmet Doğan - Lütfü Mestan - Danço Peevski, ekibine muhbirlik edemeyiz, tüm soydaşlar aynı kan aynı candır, birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için varız, deyenler her gün çoğalıyor. HÖH - DPS partisinin ikinci bir gizli servis “DC” merkezi olduğu konuşuluyor. En fazla yalan söyleyenler arasında ilk yerlerin birinde yer alan bir de Nikolay Barekov var. Bu adam, sahneye yeni çıktı, konuşuyor da konuşuyor, “Türk, Müslüman, soydaş” derken köpürüp kuduruyor şimdiye kadar şişirdiği en büyük balon, “1 milyon işsize iş vereceğim” yalanıdır. Bu adam 2 eşeği bir kazığa bağlayamaz! 12 Mayıs 2013 seçimlerinse Sosyalist Parti (BSP) bir yılda 250 bin işyeri açacağım demişti, 5 kişiye iş veremedi, yalanı işiten partiden koptu, parti bir yılda 2 defa parçalandı. BSP - HÖH ikilisi majorişter (çoğulcu) seçim sistemini de uygulatmıyor. Oylar çuvalla Sofya’ya gitsin de oligarşi itlerini, vergi kaçakçısı kalın enselileri, murta babalarını, sabıkalıları, devleti devirme işinde birleşmiş banka


60

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

çökertenleri meclise sokmak istiyor. Bir de eski generalleri, onların torunlarını meclise sokmaya çalışıyor. HÖH partisi bültenine el uzatmak yok. Bulgar seçimleri için 7 milyon 340 bin bülten basılmış. Bunlardan 150 bini T.C.’deki seçim bürolarına gelecek. Siz öncelikli yani tercihli oy kullanıp, kaleminizle şu adamın seçtim diye işaretleyemeyeceğinize göre, üzerinde 9 yazan bülteni alıp kullanmanız gerekir. Şimdilik daha iyisi ve bize uyanı yok. Şu seçim işlerinde en fazla dikkatimi çeken bir noktaya değinmek istiyorum. Bulgaristan’da oy kullanma hakkı olan, yani 18-ine basmış ama okuma yazma bilmeyen nüfusun sayısı 1 milyon olmuş. Bu kişilerin mesleği, ihtisası, el becerisi, iş pratiği, çalışma alışkanlığı yok. Bu adamlara değil kırmışı, değil AB, allı pullu ve yaldızlı Şengen pasaportu da versin gittikleri yerlerde ne yapa bililer ki? Onlar trafik kurallarını bile bilmeyen insanlar. HÖH - BSP ikilisi 25 yıldır ipe sapa gelmez haydut tipler yetiştirdi. Amaçları halkı ürkütmek, korkutmaktı. Bunların damarına Türk ve İslam düşmanlığı akıtıldı. Bu ordu Ahmet Doğan ve Lütfü Mestan gibilerin etnikleri yok eden, ulusu sıfırlayan, kültür düşmanı, medeniyetler katili eğitim politikasının en büyük başarısıdır, Yaratılan gençlik, anadili yasaklanmış cahiller ordusudur!?. Olanlar, ana dil eğitimine okul kapılarına kilit vuranların zaferidir. Sanki insan değil, kasaplık hayvan yetiştirdiler. Olay yalanla, dolanla, saraylara gizlenmekle çözülemez. Bu olayı Lütfü Mestan gibi ke ke me ler çözemez. Bu politik bir olaydır ve devlet çökertebilir! Birlik olalım. Toplumun daha da çökmesini durdurmak işin 9 nolu bülteni kullanın. Bu GERB partisinin bültenidir. Bulgaristan toplumunda 25 yıldır kokuşmuş pisliği atmanın, halkı boğazlamış dolandırıcı, dalaverecilerin, oligarşi köpeklerinin, sonradan görmelerin, ne oldukları belli olmayanların, yeni ve eski gammazcıların elinden, pençesinden kurtarmanın tek yolu budur. GERB partisinin programında onlarla mücadele ışığı var. Hayırlı olsun.

Onuncu Zafer № 9

Seyhan Özgür-24.Eylül.2014

yor.

Türkiye’deki seçmenlerde ruhsal değişme ve yeni yönelme gözleniHÖH - DPS partisi yalanlarına doyanlar şimdi şansı: BÜLTEN № 9


Makale ve Analizler - 2014

61

GERB partisi şimdiye kadar seçimlerde 9 defa art arda en fazla oy kazandı. 2009’da tek başına iktidar oldu. 2 ay önce AB Genel Kuruluna 7 millevekili gönderdi. Partinin halkçı tavrı destek buluyor. Anket Sonuçlarında oylar GERB’e akıyor. Parti 5 Ekim 2014’te 10. seçim zaferini kutlamaya hazırlanıyor. Bulgaristan’ın en büyük politik partisi GERB 05 Ekim 2014 Pazar günü yapılacak erken parlamento seçimlerinde Onuncu Seçim Zaferini kutlamaya hazırlanıyor. Kuşkusuz GERB partisi tüm öteki partilerden daha fazla oy alsa ve 121 milletvekili çıkarsa bile, sandık mücadelesindeki rakibi Bulgaristan Komünist Partisinin (BKP) devamı olan Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) yok olmadıkça pek rahat edemeyecek! 663 milletvekili adayından 98 gizli polis ajanıymış, dosyalıymış, onlar nalı atsalar bile öldüklerini beyan etmezler. Yani biraz daha beklemek mi lazım ne? Çünkü memleketin derdi bir değil üçtür. Dert Bir, meclisi sosyalist şimali komünistlerden arıtmak. Dert İki, meclisi gizli polis ajanı ve dosyalılardan arınmalı, yani onları seçmemeliyiz. En fazla dosyalı gizli ajan HÖH - DPS listelerinde gizleniyor. İsimlerimizi değiştiren, sizi tutuklayan, işkence eden, hapse atanları vekil yapamazsınız. Bir de vicdan azabı çekmek var! Dert Üç, HÖH - DPS partisindeki gizli polis ajanları, dosyalılar, oligarşi hademeleri, general torunları, kalın enselilerin şirket temsilcileri, dalkavuklar, dalavereciler, dolandırıcı, rüşvetçi ve yalancılardan temizlemek ödevlerin ödevi oldu. Bu tipler Hak ve Özgürlükler Hareketinin ciğerini kemiren illetlerdir ve onlardan temizlenmeden yaşayamayız, var olamayız, teslim olur, köle olmayı kabul ederiz. En önemli olansa Türk ve Müslümanların Hak ve Özgürlük davasına ihanet eden gizli polis ajanı elit-kadrodan şimdi de çok aktiv ve yönetici konumda olan Ahmet Doğan, Lütfü Mestan, Kamen Konstantinov, Danıyel Peevski ile Nikolay Tsonev’ten mutlaka ve ne pahasına olursa olsun kurtulmak zorundayız. Onlara verilecek her oy kalbimize saplanmış yeni bir hançerdir. HÖH - DPS partisine oy yok! Kullanılacak oy № 9. Sergey Stanişev kaçtı ve ardına bakmıyor. Kokuşmaya başlayan totalitarizm uzantısı Sosyalist Partisi Başkanı Sergey Stanış’en Brüksel’de Türklere ve Müslümanlara karşı konuşacak kadar ileri gitti. Bir partinin lideri kaçmakla kurtulamaz, yönettiği katliamcı çetenin ölümünden de sorumludur. Ölsünler de ben bayram edeyim diye bir film yok. Brüksel’de 4 yıl kalırsın, sonra?


62

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Sosyalistler 25 yıldan beri totalitarizmi yaşatma hırsına yenik düştü, yoruldular. Her gün yeni bir parti başkanı seçseler de işlerin yoluna girmesi umudu yok. 2014 seçimlerinde onların rolü bugün mü ölürüm yoksa bir iki gün daha dayanabilirim derdidir. 110 yaşında olan bu partide genç yok gibi. Dönemeçleri ve yaya yolunu iyice şaşırdılar. Bulgaristan’da özürlü arabası için özel şerit olmadığına çok zorlanıyorlar. Kerten kele olsa, kuyruğu bir kopar iki kopar, rengi bir değişir iki değişir, her şeyin bir sınırı ve sonu var. Bastonlu seçmen grupları önünde şimdiki konuşmaları hep “ölümsüzlükle” ilgili ve artık sonun geldiğini hakikatten sezdiler. Su baskını, deprem ve başka büyük felaketler kapı çalarken köpekler uğuldar, sıçanlar, yılanlar ortaya çıkar ve sığınmaya yer arar. Yaşlı seçmen meydanlarda, debelenip koşuşturuyor. Bu debelenme BSP partisinin söndüğüne işarettir. Düne kadar BSP Başkanı olan Sergey Stanış “Ben artık Avrupa Birliği milletvekili seçildim” dedi ve kimseye hoşçakal demeden, babasının sadık yoldaşlarına bir şarap ikram etmeden, uçağa binip kaçtı. Erken seçim kampanyası umurunda değil. Yeni seçilenlerden bazıları Brüksel’den aldıkları yüksek maaşları sözde “seçim işlerine”gönderip vefa borcu öderken, Stanışev’in aklı kendi derdinde.Otobüsle son kez gittikleri “Buzluca Tepesinde” içilen biraların ve kişi başı dörder köftenin paralarını partiye ödetmiş. Şimdi “Ver elini Brüksel! Bak İşine Yoksul Bulgarya!” Böylesi var mı? Lütfü Mestan’la “Kartal Köprü” öpüşmesini çok tez unuttu? Mirasçılardan hayır yok. BSP bu seçimsel “ölümden” sonra hangi evladımızın aracılığıyla yaşamaya devam edeceğiz, derdine düşmüş, toplanıp müzakere ediyorlar. “ABV” partisi yani eski sosyalistlerden Cumhurbaşkanı Georgi Parvanov ile irtibatları koptu. Selam sabah kesildi. Paralar eski partinin elinde kaldı. Yaşlı ve zorda olan seçmenlere bu paylaşımdan pay düşmedi. Çarın tarla, orman ve Köşklerini geri verdiler de yoldaşların BKP’ye ödedikleri aidatlar geri evirilmedi. Gönüllü emek günleri için de bir şey alamadılar. Bulgaristan’ın “en erkek kadını” olan Bayan Tatyana Donçev’a 4 dönem sosyalist milletvekilliğinden sonra parti liderlerinin yüzüne bakmıyor. Ayrıldı. “Hepsi kokuşmuş!” diyor. Kokan kaşar iyidir, diyeceğim ama dilim dönmüyor. Son konuşmasında “Millet Meclisi cenaze evi mi?” dedi. Olacak iş mi! Seçime “XXI. Yüzyıl” partisiyle kendi başına katılıyor bu seçimlere, seçilmese de, ne olacak ki? O ahşap sandalyelerde oturmak zaten canına geçmiş... Kürsüye çıktıkça “Başkan Cumhuriyetine geçelim ve bu iş bitsin,” diyor. Cenneti kirletmesinler:


Makale ve Analizler - 2014

63

110 sene politik sahnede yaşayıp da ardında güvenilir gençler bırakmadan yok olup gitmek iş mi?! Son merasim bir anma törenidir. Bir ritüeldir. Bu işin, masası kurulacak, defin merasimi, ayinleri, miras taksimi vs. vs. olur, bunları kim yapacak, masrafı kim çekecek. Bu yıkımın ardından büyük masraflar var. Bir de Heykel falan masrafları olur. Bu olaya biraz da üzülmemek işten değil, çünkü BSP’ ye oy veren, bu partiyi seven, bu parti saflarında önce Çingenelerin, ardından 1972’de Pomakların, daha sonra yani 1985’te Türklerin isimlerini değiştirip “kahraman” olan nice kadrolar var! Ne yazık ki, o zaman onlar partinin sözüne inandılar, yalanlarına kandılar, zavallı insanlarımıza itmediklerini bırakmadılar, zulüm boğaza çıktı, ağılamayan hane kalmamıştı ve kendi ailevi gece işlerine bakmadılar. Geceleri haydutluk yapacaklarına sıcacık yatakta kadınlarının koyununa girselerdi, şimdi torunları olurdu. Etraflarında gençler dönerdi. Şu anda görüldüğü üzere, sandıkta sakladıkları ve defin töreninde tabut içinde giydirilecekleri en iyi takım elbiselerinin sol yakasına takılacak altın, pırlanta, sarı kırmızı, şeritli şeritsiz madalyalardan başka hiçbir şeyler kalmamıştır. Şerefleri bile! Adama sen bu madalyayı nasıl hak ettin? Almasaydın, almakla ayıp ettin, eşekten at olmuyor, bir şey olsa katır çıkıyor, Çingene, Pomak ve Türklerin donuna poturuna, ismine, kitabına, dinine imanına dokunmakla ayıp etmişsin, Türk’ten Bulgar olur mu?! desen işitecen yok. Çünkü adamlar partileri kadar yaşlı, kulakları duymaz olmuş, gören işitmiyor, işiten yürüyemiyor, yatağa düşense kalkamıyor. Bir ulusal facia değil de nedir bu! Onlar adına üzülüyorum. İnsanız sonunda! Bu adamların ömürlerinin en iyi yılları biz Türklerle, Pomaklarla, Çingenelerle uğraşmakla geçti. Şimdi öğrendim ki bazıları defin elbisesinin cebine parti biletini de peşin koymuş. Cennet kapısını açar umudu! Öğrendim ki, insanın belleğindeki hücreler öldükten 40 gün sonra sönüyormuş. Bir düşünsenize, bu adamlardan bazıları Cennet kapısına dayanacak, bizi küçük düşürmek için oralarda bildikleri bilmedikleri yalan yanlış şeyleri anlatacaklar... Biz böyle böyle yaptık “hepsinin mezar taşlarını bile çıkardık, onların mezar taşı yok, sakın cennete almayın” demeye kalkacaklar. Tanklarla köylerine girdik, binlercesini hapse attık ve bir o kadarını da sürgünlerde aç susuz süründürdük diye anlatacaklar. Adamların başka yaptıkları bir iş yok ki, kapıya varınca bunları kusacaklar... Parti biletini gösterecekler, sökerse tabii. Yeni biletlerde “dinsiz” oldukları yazmıyormuş. Paçayı kurtaran olabilir. Öyleyse cehennemlik olana kadar yaşasınlar, diyorum. “Yaşasın BSP!” başka deyeceğim bir şey yok. Ölmeleri çok kötü! Cennetin temiz kalmasını istiyorum ve “çevrecileri” işbirliğine davet ediyorum.


64

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

En büyük kötülükler görmüş de olsak, mezara kazık kakmak yoktur adetlerimizde. “90 yaşındaki dede ve neneler, elleri bastonlular” artık kışlık konserve yapmaktan başka hiçbir işe yaramayanlar, elektrik faturasına yansımasın diye radyo ve TV dinlemeyen, köy meyhanelerine yalnız seçim önü toplantısında gittiklerinden dolayı rakı ve şarabın bile tadını unutan bu zavallılar... BSP partisi bu seçimde son nefes verirse ne yapacaklar? Bu çok ciddi bir sorun. Ulusal önem taşıyan bir sorun haline gelebilir. “Ben senden önce öleyim!” sohbeti başladı. Bu sözün şu dönemde “sayın yoldaşlar beni yalnız bırakmayın!” anlamındadır. İnsanlar bu iş doğal olarak temizlenmeden topum arınamaz, diyorlar. Onların geçmişi ve zaten az kalan kabristan yolundaki tüm umutları, partiye bağlıdır. Bir çelek de olsa mutlaka gönderilir. Umutla beklemek var bu işte, çelenk olmasa, bir demet çiçek. En büyük kötülükler görmüş de olsak, mezara kazık kakmak yoktur adetlerimizde. Ayine davet edilsek “iyi biliriz” deriz. Kader işte. Kurtulan adam kurtulduğuna bakar. Boyko Borisov’un erken seçim zaferini kutluyorum. Bulgaristan Çarlığı 1908 - 1945) ; Bulgaristan Halk Cumhuriyeti (1945 1989) ve Bulgaristan Cumhuriyeti (1990–2014) tarihlerinde GERB partisinden başka hiçbir Bulgar partisi Türklerden 13 ve Müslüman Pomaklardan 12 olmak üzere toplam 25 milletvekili adayı göstermemiştir; Boyko Borisov’tan başka hiçbir Bulgar politikacı Türk ve Müslümanlara 10 Bakan yardımcılığı vaat etmemiştir. Oyumuzu GERB Partisi’ne verelim. 9 nolu bülten. Ölen ölsün kalanlar bizimdir. 9 n.o’lu bültenı kullan lütfen! 9 n.o.’lu bültenle yolumuza devam! HÖH - DPS partisine oy vermenin anlamı yok. GERB kazandığında dolandırıcılık ve rüşvet işlerinden hepsi topluca ceza evine girecektir. Adalet isteyenlerin bülteni № 9 Onuncu seçim zaferinin uğurlu bülteni № 9.


Makale ve Analizler - 2014

65

Şanlı № 9

Dr. Müjgan Deniz-24.Eylül.2014

Hak ve Özgürlük davamızın devamı için kullanılacak bülten № 9 Demokrasinin öz anlamı hakların ve özgürlüklerin tanınması için: Bülten № 9 Evrensel haklarımızın tanınması için: Bülten № 9 Etnik azınlık haklarımızın tanınması için: Bülten № 9 Adaletin ve hak eşitliğinin egemen olması için: Bülten № 9 Herkese iş ve aş; yaşam standardına uygun emekli maaşı için: Bülten № 9 Özgür bir ortamda, korkusuz, endişesiz ve sınırsız mutluluk içinde büyük bir kardeş ailesinde karşılıklı hoşgörülü yaşamak için: Bülten № 9 Demokraside hak ve özgürlüklerin güçlenmesi; daha yüksek bir uygarlık için: Bülten № 9 Çağdaş medeniyette farklılıkların eşitliği ve bütünleşmesi için: Bülten № 9 Hak ve Özgürlükler için senin kullanacağın isabetli bülten: № 9 25 yıllık Geçiş Dönemini diri diri sandığa gömmek istiyorsak elinizi başka bültene sürme! Senin bültenin № 9. Dalkavuk, dalavereci, dolandırıcı, yalancı, sonradan görme tiplerden kullanmak istiyorsan senin bültenin № 9. Kooperatiflerimizi yok ettiler; fabrikalarımızı çökerttiler, bankalarımızı soydular, bizi evimizden yurdumuzdan kovdular. Haşama hakkı için senin bültenin № 9. Kölelik değil, insan gibi yaşamak istedin, özgür olman için kullanacağın bülten № 9. Çocuklarının hak ve özgürlükleri, mutlu aile geleceğinizin bülteni № 9 “ATAKA” - HÖH - BSP işbirliğine son vermek için bizim bültenimiz №9 Yurdumuzda faşizan “Ataka” partisini sandıkta boğmak için hepimizin bülteni № 9 Ukrayna ve Kırım’da savaşa alkış tutyan Moskov uşağı “Ataka”yı bir kaşık suda boğmak için: Bülten № 9


66

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgaristan Türk, Pomak, Rom Müslümanlarını polis tuzağına düşüren, oyuna getiren, totaliter komünistlerin “eriterek yok etme politikasını 25 yıldır sürdüren”, “HÖH - DPS” partisi lider-ekibini, oligarşi-uşaklarını, yeni kopoyları ve yaltakları yargıda süründürmek, zindanda çürütmek ve yeniden özgür olmak için kullanılacak tek bülten: № 9 Komünist rejimin en tehlikeli uzantısı, Türk, Pomak, Rom, azınlıkların baş düşmanı, ayırımcı, doğal ve insan haklarını hiçe sayan, devlete kene gibi yapışmış ve içinden çökertmek isteyen, BSP partisini tarihe gömmek için kullanacağın bülten: № 9 Tütünlerinizi yollarda yakmak istemeyenler, tütün parasını zamanında almak isteyenler, çocuklarının okulda zorunlu ana dil okumasını isteyenler, iş arayanlar, emekli maaşlarına zam isteyenler sizin bitleniniz: № 9 İsimlerimizi değiştiren, bize faşist zulmü eden komünistlerle, onların devamcıları sosyalistlerle ve faşist piçleri “ATAKA”cılarla işbirliği yapan, ortak hükümet kuran HÖH “ polis ajanı” liderlerine, yamaklarına ve hademelerine № 9 bülteni kullanarak hak etti dersi vermeliyiz. HÖH - hainlerinin mezarı T.C.deki soydaşların oy sandıkları olacaktır. 25 yıl bizden oy alıp 4 defa iktidar olan ama hatırımızı sormayan, devleti soyan, haklarımızı savunmayan, emellerimizi bize zehir eden HÖH - DPS soydaşlarına seçim sandıklarını tabut etme fırsatı bizimdir. Zaman bu zamandır! Bu fırsat kaçırılamaz! Bülten № 9 kullan! HÖH - DPS hainlerini mezara gönder! Bu şeref senin! Türklere, Pomaklara, Çingenelere ve tüm yoksul Bulgar halkına karşı soygun ve talanda birleşen “ATAKA” - HÖH - BSP üçlüsü işbirliğine son vermek isteyenlerin bülteni № 9. Bulgaristan komünistlerinden kurtulmak için oy № 9 Komünistlikleri faşistlerin icadını fersah fersah geride bırakan ırk düşmanı, aşırı milliyetçi Bulgar komünistlerinden devleti, toplumu, ekonomik, sosyal ve kültürel yaşamı kurtarmak için yeni adımlar atmak istiyorsanız, sizin bülteniniz № 9 Güncel hayattaki korkuyu yenmek istiyorsanız, bülteniniz № 9 Gizli polisin sizi izlemesini, üniformalı polislerin kapınıza dayanmasını istemiyorsanız sizin bülteniniz № 9 Hakkınızda dosya yapılmasını, bileklerinize kelepçe takılmasını, yargılanmadan hapse atılmanızı, işkence görmek istemiyorsanız sizin bülteniniz № 9 Kardeşlerinizin yaşadığı devletin tüm makamlarına, tüm katlarına yerleşmiş ve görevlerini bırakmayan sinsi ve intikamcı komünistlerin sokağa atılma-


Makale ve Analizler - 2014

67

sını ve yerlerine demokratların atanmasını istiyorsan kullanacağın bir tek bülten var: № 9 HÖH partisi hain liderliğinin köy ve kasabalarda görevlendirdiği ve sayıları toplam 500 olan kalın enselilerin halkımızın parasını çalmasını, sömürüden kurtulmayı, kredileri kendiniz kullanmayı, AB fonlarının talan etmesini önlemek istiyorsanız, baş aşağı gidişimizi durdurmak istiyorsanız kullanabileceğin bir tek bülten var:№ 9 Komünistten sosyalist belki olabilir ama adam olmaz. Senin bültenin № 9 İsmimizi değiştiren, dilimizi ve dinimizi yasaklayan, mezar taşlarımızı kıranlara, camilerimizi taşlayanlara karşı en güçlü silahımız: Bülten № 9 Totaliter caniler amansızdı. Sen yumuşak yürekli olamazsın. Bülten № 9 Biz onları sandığa gömeceğiz! Kullanacağın oy: № 9 Türkçe konuşma cezalarını onlara ödeteceğiz. Bülten № 9 Sünnetsiz kalan çocuklarlımızın günahını onlara ödeteceğiz: Bülten № 9 Kestirmedikleri kurbanlarımızın günahını onlara ödeteceğiz: Bülten № 9 Kıldırmadıkları namazın, tutamadığımız orucun günahı onların boynuna. Bülten № 9 Türk doğup Türk olarak ölmek için oyumuz: № 9 Bulgaristan’da Türk ve Müslüman olarak yaşamak için oyumuz: № 9 Komünistlerin yaptıkları işkencelere karşı oyumuz № 9 Cezaevlerinde, hapishanelerde, hücrelerde, koğuşlarda kalan, en ağır işkenceleri gören 12 bin kardeşimizin ahtı için kullanacağın tek bülten var: № 9 “Belene” ölüm adasında kalan, sürgün edilen, kürek cezası çeken, ailesinden, yakınlarından ayrı kalan kardeşlerimizin ahtı için kullanacağın oy: № 9 25 yıldan beri tutuklanmayan, yargılanmayan, cezalarını çekmeyen ve başımıza yine püskül olan işkencecilerin mutlaka yargılanıp cezalandırılması için kullanılacak oy: № 9 “Soya Dönüş” zulmü katillerinin cezalandırılması için kullanacağın oy: № 9 HÖH partisi içindeki tüm hain, ajan, jurnalci, gammazcı, muhbir, dönek, dalkavuk, yalancı, dolandırıcı, dalavereci çetesinin partiden atılması, tutuklanması, yargılanması ve işledikleri tüm suçlar için kendilerinden hesap sorulması için kullanacağın oy: № 9 “Üçlü koalisyonlar” yıllarında devletin çökertilmesinde ve halkın sefil duruma düşürülmesinde parmağı olanların hepsinden yargı önünde hesap sorulması için kullanacağın oy: № 9


68

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

1984 - 85 - 86 - 87 - 88 - 89 zulmünün hesabının sorulması için: № 9 Totaliter zulüm yıllarında şehit düşenlerin hepsine anıt dikilmesi için: № 9 “Soya Dönüş” zulmüne karşı ulusal anıt dikilmesi için № 9 Bulgaristan Türk ve Müslümanlarının etnik kimliklerini ebediyen yaşatma davasına öz katkıda bulunmak için kullanılacak oy: № 9 1989 anti totaliter ulusal Türk ve Müslüman Ayaklanması Bulgar tarihinde şerefli yerini alması için bülten: № 9 Totalitarizme karşı mücadele kahramanlarımızın ödüllendirilmesi için: № 9 Totaliter rejime karşı mücadelede şehit düşenlerin isimlerinin ve soyadlarının köy, sokak, meydan, anaokulu, ilk ve ortaokullara verilmesi için: № 9 1979 - 1989 zulmüne, devlet baskı ve terörüne, sürgünlere, işkencelere hayır diyenlere inat oylar: № 9 1970 - 72 Pomak katliamının tanınması ve lanetlenmesini isteyenlerin oyu: №9 Hiç bir şey unutulmadı ve unutulmayacak: Bülten № 9 Gotse Delçev (Nevrekop) şehrine yeni bir cami kurulması için: № 9 Zulme karşı Pomak ve Türk mücadele birliğinin ebediliği için: № 9 5 Ekim’de başlayacak yeni dayanışma ve beraberlik tarihimiz için: № 9 1970 - 1989 zulüm döneminin bir daha asla yaşanmaması için: № 9 Osmanlı “soykırımcı” diyen Lütfü Mestan’a inat oyumuz: № 9 Kişisel kariyer yapmak için tarihi çarpıtanlara inat oyumuz: № 9 Kişisel meslekte yükselmek için gerçekleri çarpıtanlara inat oyumuz: № 9 Kişisel uzmanlaşmak için halkımızı aldatanlara inat oyumuz: № 9 Kişisel zenginleşme hırsını tatmin etmek için dolandırıcılara himaye eden Lütfü Mestan’a inat oyumuz: № 9 Kişisel kazanç için uluslar arası para aklayıcısı Hristo Biserov’u koruyan Lütfü Mestan’a inat oyumuz: № 9 Kişisel dostluklarıyla çevirdikleri dolaplarla BTK bankasını çökerten ve halkımızı 7 milyar zarara sokan Danael Peevski, Ahmet Doğan ve Lütfü Mestan üçlüsünden savcılıkta hesap sorulması için, şeffaf bir yarın için: Bülten № 9 Komünist rejimin, totaliter zulmün cinayetlerine 500 bin insanımızın evinden barkından yurdundan kovulmasına “Evet” diyen HÖH - BSP “ATAKA” ortaklığına dalaverelerine ve soygun talan politikasına insan ayrımcılığına son verilmesi için kullanılacak bir tek oy var: № 9


Makale ve Analizler - 2014

69

Halk ile dalga geçen milletvekillerine inat kullanılacak oy: № 9 Atasına “katil” diyenlere inat oylar: № 9

Bayrm Dili

Sevilcan Yüce-26.Eylül.2014

Ahmet Doğan’ın Kurultay Kürsüsünden atılmasından sonra, Bulgaristan Türk ve Müslümanlarının gönül azmiyle 1990’da kurduğu Hak ve Özgürlükler Partisi (HÖH - DPS) Başkanlığına 19 Ocak 2013’te getirilen eski gizli polis ajanı ve anti-Türk ve anti-Müslüman eğitim almış olan kitapsız ve namazsız lider Lütfü Mestan Kırcaali’de seçmenlere ana dilimiz Türkçe konuşma cesaretini gösteremedi. İngiliz Büyükelçisinin de korteje dahil olduğu mitingde, kendilerini Türkçe şarkı ve türkülerle, davul zurna ve oyun havalarıyla karşılayan Müslüman kalabalığı ana dillerinde yalnız selamlama cesareti bulabilen Lütfü Mestan, teslimiyet bayrağı kaldırmıştır. Bulgarlığa ruhen ve fiilen teslim olmuştur. Böylece HÖH lideri vasıflarını halkın nezdinde kaybetmiş ve sıfırlanmıştır. Halkımız ruhsuz bir adam tarafından yönetilmek istenmiyor. Seçimde yeni yön almak ve ana dilimizi ve özgün etnik Türk kültürümüzü ret eden, kabul etmek istemeyen bir kişiden uzak durmak istiyor. Büyük şairimiz Tevfik Fikret bu konuda şöyle demişti: Kimseden fayda ummam, dilemem kol kanat. Kendi boşluk ve gök kubbemde uçar giderim Eğilmek, esaret zincirinden ağırdır boynumda Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür bir şairim. Dönemler vardır lider doğurur. Dönemler vardır lider yok eder. Biz bu ikinci dönemde yaşıyoruz. Bir lider zamanı dolmuş, eskimiz, pili bitmiş, formül ve modeller savunamaz ve onlarda ısrar edemez. Lütfü Mestan, 1990’dan beri ölmüş eşeğin nallarını sökmekle meşgul olan ve kendini haklı çıkarmak için “Bulgar Etnik Modeli” eşek babası olan Ahmet Doğan’a yaltaklanıyor. Savundukları model totaliter düzenini Türkleri, Pomakları ve Müslüman Çingeneleri eriterek asimile etme ve


70

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgarlaştırma modelidir. Bu modele karşı Mayıs 1989’da halk ayaklandı. “Soya dönme” politikası bir zulüm olarak nitelendi ve ret edildi. Yerinen konması istenen tüm etniklerim tüm özgün haklarının bu arada din, dil, kültür, gelenek, örf adet haklarının tanınması istendi. HÖH - DPS partisi zamanını dolduran ve 25 yıldan beri kokuşan Ahmet Doğan’ın “Bulgar Etnik Modeli”ni stratejik bir kazanım olarak savunmaya devam ederken, evrensel bir edinim olan, halkların multi kültürel politikasının tanınmasına ve yasal şartlarda geliştirilmesine yanaşmıyor. Kırcaali mitinginde savunduğu da budur. Böylece o Bulgar etnik milliyetçiliğine ve ırkçılığına çanak tutuyor, yol açıyor ve 5 Ekim 2014 seçimleri arifesinde kanıtlandığı üzere onları hatta onları finanse ediyor. Biz bu yazımı, 26 Eylül 2014 günü Avrupa Halklarının Anadil Günü’nde yazıyorum. 24 temel dilde konuşan ve çalışan Avrupa Birliği etnik halk topluluklarının ana dil, özgün kültür ve gelenek, görenek özelliklerine hayat hakkı verilmesi için büyük ödenekler ayırıyor. Bu paralardan bir kısmı Bulgaristan’a da geliyor. Fakat Lütfü Mestan yönetimindeki “ana dil”, Türk kültürü ve Müslüman dini düşmanı politik HÖH yapılanması delinin çomağa yapıştığı gibi dört elle sarıldığı “Bulgar Etnik Modeli”nden vazgeçmiyor. Hepiniz biliyorsunuz ki, bir saçmalık olan bu bir ”model” bir ruh hastası olduğu sertifikalanmış bulunan ajan “Sava-Ahmet Doğan” tarafından hazırlanmıştır. Bu adam Türk değildir. Bizim içimizi dışımızı bilemez. Nereden ve nasıl bilsin ki? Halktan kopmuş bir eve girmiş çıkmıyor, koruma- polisleri etrafta kuş uçurtmuyor. Son karısı Aylin Hanım da “ben bir gencim, Ruhsal hali bozuk bir adamla ömür geçiremem” demiş ve çekiş gitmiş. Bizi ruh hastaları ne zamana kadar idare edecekler!? Onların model ise bizim kültürel haklarımızı, ana dil ve ana dilde edebiyat, sanat ve kültür sahibi olma yolumuzu kesiyor. Bizi manen köreltiyor sakat bırakıyor. AB üyesiysek bu topluluğun Anadil yasaları bizde de uygulanmalıdır. Türkçemiz selam sabah ve bayramlaşma dili olmakla birlikte bizim yaşam dilimiz, her şeyimizdir. Sözde bir Bulgarca öğretmeni olan Lütfü Mestan’a, Avrupa Halklarının Anadil Günü’nde bir ana dil şiiri hediye ediyorum: ANA DİLİM TÜRKÇEM İlim, obam, şen oymağım Güzel Türkçem ana dilim Şekerim, balım, kaymağım Ömrümdesin, dilimdesin... Ağzımdasın, dilimdesin... Canım, cananım, sevgili Dalgalan sen bayrağım Gönlümdesin, dilimdesin... Gururumsun, iftiharım İltifat, azar duymağım


Makale ve Analizler - 2014 Duam ve de intizarım Bağrımdasın, dilimdesin... Sazım, sözüm, özüm Türkçe Elim-kolum, gözüm Türkçe Şirin dilim, bizim Türkçe Aklımdasın, dilimdesin... Gurbetimsin, sılam benim Öz güvencim, kal’am benim Dayım, teyzem, halam benim Arkamdasın, dilimdesin... Varımda sen, yoğumda sen Azımda sen, çoğumda sen Kavrulduğum yağımda sen Bahtımdasın, dilimdesin... Oğlum - kızım gündüz - gece

71

Seni söyler hece hece Sen bilmece, bildirmece Yuvamdasın, dilimdesin... Sızar gözde yaşım Türkçe Hayallerim, düşüm Türkçe Yavan ekmek, aşım Türkçe Soframdasın, dilimdesin... Düşüncemin temelisin Bana Türkçe demelisin. Sevilmeli sevmelisin Aşkımdasın, dilimdesin... Güzel Türkçem varlığımsın Şu cihanda dirliğimsin Sen ki; gönül birliğimsin, Ruhumdasın, dilimdesin...

Sayın Lütfü Mestan sen bir öğretmensin ve bunları bilirsin. Bir öğretmen öğrencilerine, bir lider halkına bilgeliğini değil, sadece inancını ve sevgisini verebilir. Şimdi ne oldu, biz sizin bilgilerinizi, inancınızı ve sevginizi istemiyoruz, çünkü siz yanlış bir yoldasınız, mevkiinizi korumak için halkımızı yanıltıyorsunuz, usandırıyorsunuz, oyalıyorsunuz ve kör yola itiyorsunuz. Eğer sen gerçekten HÖH lideri kalmak istiyorsan ve kendine dış görünüşünle ve Bulgarca konuşmalarınla bilgelik imajı vermek ve insanlarımızı bilgeliğin evine davet etmek istiyorsan, onları kendi akıllarının eşiğine ve beşiğine doğru yönlendireceksin! Bunlar ise ana dilimiz Türkçemizdir, kültür, adet, gelenek ve yaşam dilimiz Türkçemizdir, eğitim ve öğretim dilimiz Türkçemizdir, iş diklimiz Türkçemizdir, düğün bayram dilimiz Türkçemizdir, din dilimiz Türkçemizdir. Ana dilimizin öğretilmesinin zaruri olduğuna kendin de inanacaksın! Sen bir politikacı olarak, etnik politika üstüne bilgilerini ki hepsi saçmalıktır, insanlarımıza mitingden mitinge anlatabilirsin, buna mecbursun çünkü sana zavallılarımızı kandırman için para ödüyorlar, fakat sen onlara ana dil anlayışını, sevgisini veremezsin, çünkü o sende yok.


72

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Sen bir müzisyen olsan her yerde var olan ritimlerle bir şarkıyı belki de söyleyebilirsin, ancak ne ritmi yakalayan kulağı, ne de oku okuyan sesi öğrencilerine sunamazsın. Bunların ikisi de sende yok. Seni Kıracali’de karşılana çocuklar Türkçe konuşuyordu, şarkılar türküler ana dilimizdeydi, ama sen etkilemedin, çünkü Türklüğün körelmiş, şimdi sen bizim de sakatlanmamızı, özürlü olmamızı istiyorsun. Sen bir bencilsin! Sen, 05. 10. 2014 seçim reklâm panosunu yaptırırken de yanlış yapmışsın. Küçük güzel sarışın bir kızı kucaklamışsın. Bu noktada Yüksen Seçim Kurulu sana “DUR! Sen çocuklara dokunamazsın!” dedi. Sen ancak analarını babalarını yalandırabilirsin, “Çocuklar benimdir!” dedi ve reklâmlarını TV ekranlarından bir çırpıda indirdi. Düşün! Düşün! Ve Aklını devşir!. Sen Lütfü kardeş başka bir ilhama sahipsin. Asla unutma. Ne esintini, ne kanatlarını başka birine ödünç veremezsin. Biz Türk olarak uçmak istiyoruz. Sende böyle yürek ve kanat yok. Senin Tanrıyı ve dünyayı anlayışın yok. Bildiğiniz Bulgarca bu anlayışa dar gelir. Bizimse Tanrıyı ve dünyayı anlayışımız Türk özlüdür, ancak ve yalnız bize özgüdür. Siz eskiden öğretmendiniz. Şu okul şiiri de size hediyem olsun: OKUL Çeşitli taştılar bir de trenler, Dünyanın en zengin aklını gördüm, Hekim olup her yareyi saranlar, Sermayesin sordum dedi ki okul. Bunu sen mi yaptın yoksa erenler? İnsanlara hizmet yaptığın yardım, Daha neler yapar dedi ki okul. Merhametim, duygum dedi ki okul. Radyo hayrete düşürdü beni, Sudan ateş yapan ne güzel sanat, Her dilden biliyor yok amma canı. Dünyayı ışığa kaplarsın kat kat. İlim, akıl, fikir yaratmış bunu, Fikirle mi ettin bunları icat, Lambası, dalgası dedi ki okul. Rehberim oldu dedi ki okul. İnsanlar kafası bunları bulan, Bu bir keramet mi yoksa hüner mi, Göz görmese gönül bunlara kanar mı, İlimdir dünyada hakikât olan, Bütün bu işlerin temelin kuran, Öküzsüz tarla da saban döner mi? İnan buna anam dedi ki okul. Rasathane kurmuş dedi ki okul. Biz ana dilimizi yitiremeyiz. Sizin tarafınızdan yalnız Bayram Dili olarak kullanılmasına da müsemmamız yoktur.


Makale ve Analizler - 2014

73

Nereye Kadar?

Şakir Arslantaş-26.Eylül.2014

Dezenformasyon, manipülasyon ve provokasyon Beğene bildiniz mi? Hak ve Özgürlükler hareketi 24 yıldan beri bütün seçimlerde bu yöntemleri kullandı ve kullanmaya devam ediyor. Bu işi yaparken asla sakınmıyor, gözü dönmüş hareket ediyor. Hedef: Türk ve Müslüman seçmeni sindirmek ve oylarına bir “kurtarıcı” olarak sahip çıkmaktır. Sözde “hak ve özgürlüklerimizin garantörü olan” bu parti, oy toplamak için halkı sindirmekten başka hiç bir şey düşünmüyor, kışkırtma kundaklıyor, seçmeni medya ile yanlış bilgilendiriyor, hileyle yönlendirmeye çalışıyor, tuzak ardından tuzak kuruyor. Herkes artık sındı, bıktı ve usandı. Durum: 05 Ekim 2014 Bulgaristan erken meclis seçimleri. Halkı sindirip oyunu almak. Saldırı yöntemi bir: Dezenformasyon. “168 Saat Gazetesi” Tarih: 26 Eylül – 2 Ekim 2014; Sayı 15; Yıl XXV. Sayfa 7, 8 ve 9. Manşet: Ulusal Güvenlik Ajansı “DANS” İslâm Devleti İŞİD’in Çemen Yöresindeki Üstlerine Saldırdı. Böyle bir şey olduğu yok tabii. “Şumen ilinde İŞİD için gönüllü toplanıyor. Satılmış belediyecikler üstlere himaye ediyor.” Sayfa altı: “Şumen bölgesindeki İslami gruplar “İslâm Devletini” finanse ediyor.”, “Nurcular”, “Süleymancılar”, “Nakşîbendiciler” yerli belediyecilerin göz yummasıyla ülkemizde üstlendiler. Uzun uzun anlatılan: DANS Nüvvab Dini Okulunu basmış, kütüphaneye girmiş, “çok tehlikeli” kitaplar ele geçirmiş, pansiyonda kız öğrenciler kalıyormuş, hocalar Türkiye’denmiş, Kuran kursu düzenleniyormuş vs. vs... Böyle bir olay olmadı ve yok. Sözüm ona “gerçeklerin” (uydurma yalanların) kaynağı HÖH - DPS partisi Şumen İl Başkanı Nurettin Basri ve Şumen HÖH - DPS partisi belediye sorumlusu Günay Tevfikov ile pek tabii ki, gizli servis “DC” subayı, eski Başmüftülerden Nedim Gençev’tir.


74

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu yerli “liderler” ipleri pazara çıkmış dolandırıcılar olduklarından, HÖH DPS kontrolündeki merkez meyyadan yararlanarak halkı manipüle etmeye çalışıyorlar. Başka söyleyecek sözleri kalmadı, halkı korkutmaya çalışıp oy toplama peşine düşmüşler. Şimdiki amaçları: Sözüm ona “gece baskınları gene başladı”; “yakındır alıp götürecekler”, “çocuklarımızı dini okullara göndermeyelim çok tehlikeli” vs... Bu gazete kimindir? “168 Saat” gazetesi HÖH - DPS partisi 2 süre milletvekili ve şimdi de Pazarcık ilinden 3. defa aday olan, Bulgaristan politikasının “eşek dikeni”, fahri başkan “Ahmet Doğan”ın “manevi oğlu” oligarşi uşağı ve kalın enseliler ajanı Danço Peevski’nin emrindedir. Bu yalan haber neden yayınlandı? 2014 Ağustos ayının ortalarından beri Bulgaristan Türklerine ve Müslümanlara karşı çok şiddetli bir saldırı başladı. Bu saldırı önce propaganda şeklinde gelişti. Ana yönü HÖH - DPS partisi şahsında Türkleri bir daha Bulgar iktidarının yakınına bile sokmamak gözden düşürmekti. Bu ödev bu defa Bulgar politikasına yeni giren, gözden düşmüş ama itirazları büyük bir TV gazetecisi olan N. Barekov’un “Sansürsüz Bulgaristan” partisi eliyle yapılıyordu. Bu parti Türklere saldırmakla hem HÖH partisi liderlerine yardım ediyor, bu iş için paracık alıyor ve aynı zamanda Bulgar milliyetçi ve ırkçılarını etrafına topluyor ve onlardan kendi partisi için oy istiyordu. Bu işte 4 yarar vardı. Türkler korkutuluyor. Para kazanılıyor. HÖH liderleri temiz kalıyor ve “Sansörsüz Bulgaristan” da isim yapıyor ve seçmen kandırıyordu. Ne var ki, 2014 erken seçim kampanyasını Şumen ilinden, Venets ve Hitrino belediyelerinde Türk ve Müslümanlarla birlikte sünnet düğünlerine ve at yarışlarına katılan, dünya şampiyonu Hasan Pehlivan andını açan GERB Genel Başkanı Boyko Borisov’un çok büyük ilgi görmesi, aynı bölgede okul müdiresi olan fakat HÖH partisi tarafından geçen sene işten atılan Selime Kırcaalieva’yı 43. halk meclise seçilir bir yerden milletvekili adayı göstermesiyle gelişmeler tamamen değişti. Türkler ve Müslümanlar GERB partisine gönül hoşluğuyla bakmaya başladı.Ve ardından yalan haber, hileli tutum, kışkırtma gecikmedi. Halk seçim öncesi korkutulmak istendi. Olay budur. Bu bir kör fişektir. “168 Saat” Şumen’de hane hane bedava dağıtılması buna en büyük kanıttır. Din okullarımızın, Başmüftülüğün ve cami ve medreselerimizin HÖH DPS kışkırtmasıyla saldırı ve kundaklama olaylarına hedef olması yeni değildir. Başbakan Filip Dimitrov hükümeti Başmüftülük kavgalarıyla düşürülmüştü. 1997’de İvan Kostov hükümeti de yine Nedim Gençev’in içinde bulunduğu ve neden olduğu kargaşalıkla düşürüldü.


Makale ve Analizler - 2014

75

1997’de tütün üreticilerimiz teslim ettikleri tütün için ilk defa devlet primi almalarına rağmen, HÖH eliti ve yerel yapıları tarafından zam için kışkırtılmasıyla büyük gerginlik yaratıldı. Bu kışkırtma ve protesto eylemlerinin ardında hep DPS - HÖH partisi vardı. Bu seçimlerde, yanlış bilgilendirme ve yanıltma, korkutma, endişelendirme, ürkütme ve durdurma kampanyasını, HÖH - DPS parasıyla kurulan, milliyetçi, Türk düşmanı ve anti-İslam yeminli N. Barekov’un partisi yürütecekti. Amansız saldıracaktı. Saldırı hedefi öncelikle soydaşlarımız olacaktı. En büyük tehlike olan GERB partisine kaymaları önlenmeliydi. Propaganda planlarında, seçim sandıklarının sayısı, sınırın kapatılması, 1 ile 6 Ekim dünleri arasında sınır boyunda yol kesmek, kurban kestirmemek, bayramlaşmamıza izin vermemek gibi saçmalıklar vardı. Soydaşlarımız huzurunu koruyup sabır göstererek bu saldırılara yanıt vermeyince iyice kudurdular. Boyko Borisov’a düşman olduğunu gizlemeyen N. Barekov Şumen kundaklamasını yapmaya kendinde cesaret bulamadı ve işe risk alarak yalan haberciliği koştular. Olay Başmüftülümüz tarafından protesto edilerek, Baş Savcılık harekete geçirilmiştir. HÖH alçaklıklarını deşifre etmek için özel bir ekip kurmak gerek. Bunların net realiteye uyan hiçbir şeyleri kalmadı. Şimdi oy toplamak için Seçim günü evlenenlerin hepsinin lokanta masraflarını ödemek istediklerini açıkladılar. Oy toplamak için neler icat etmiyorlar. Bunlar normal politikacı değildir. Hak ve özgürlüklerimizle ise hiç ilişkileri olmayan kişilerdir. Ahmet Doğan köylümdür. Çocukluğundan tanırım, hep evden kaçar, bir takım dolaplar çevirir ve devamlı dayak yerdi. Bu gidişle Bulgaristan Türk ve Müslümanları da dayanamayacaklar, taşan sabırlarını zapt edemeyecekler. O zaman korkarım! Bir de bu adamın artık cana tak diyen “dönekliği” var. Siz de bilirsiniz “döneklik” kariyer/ statü planlamasıyla ortaya çıkar. Onda da öyle oldu. Kafasını karıştıran oldu, eli ve cebi çalışmadan para gördü. Kafası karıştı. Yarı Çingene olduğunu unuttu ve birden bire kendini “lider” görmeye başladı. Halkımızı birincisi 1985’te, ikincisi de 1990’da HÖH partisi kurulurken aldattı, 2007’de ise AB üyeliğiz arifesinde ”Bulgaristan Türk ve Müslümanlarının çözülmemiş problemi yok deklarasyonunu” imzalayarak üç defa takla attı, “döndü”, kendini ve hepimizi rezil etti. Bu konuda bizim insanımızın ve soydaşlarımızın ortak görüşü şudur: “Hiç olur mu; para, pul, mevki, içki, ün, şöhret, gavur madalyası, diploma, koltuk,


76

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

oligarşi sınıfına kabul olma, murta şirketlerini yönetme adına “döndüm”, “hainlik ettim” denir mi?” Ahmet Doğan ve etrafındakiler dönekliği meziyete dönüştürmede ustalaşmışlar, ama nereye kadar! Kurnazlık yapmak nereye kadar? Camilere taş atmak nereye kadar. Bir din okulunu basmak nereye kadar! Yapılmamış şeyleri oldu diye göstermek nereye kadar! Hademelik nereye kadar? Hey köydeşim benim: Döneklik dönmekle sona ermez! Okuruma sözüm: Bu çekilerin hiç biri boşuna değildir. Yeter ki, çekilen acılardan ders çıkaralım. Bir de şaşırmayalım: Bu defa oyumuz - № 9

Kısır Ruhlular

Neriman Eralp-27.Eylül.2014

“Vay zavallı Bulgaristan!” diyenler bu defa da haklıdırlar. Bir adamın kaç paralık adam olduğu her gün belli olmaz, fakat bayramda, seyranda, seçimde mutlaka ortaya çıkar. Yüreklerde gizlenen ne kadar gizli ses varsa hepsi işitildi bu defa. Dost sandıklarımızın düşman olduğu hemen şakıdı gün şakıdı. Türkleri savunan bir gazetede bir yazı, bir fıkra, bir radyo yayını, TV’de bir söyleşi yapılmadı. Buna rağmen bir hariç soydaş dernekleri kör ve sağır. Sanki Bulgaristan’ın başına gelen kötülükleri bir yarattık ve çoğalttık. Neyi savunuyorsunuz anlamak mümkün değil. Siz değişmeden hiç bir şey değiştirilemez. Atacağın bülten № 9. Güç iştir çünkü bir tarihi insan gibi yaşamak Bir hayatı insan gibi tamamlamak güç iştir... En güç olansa körün bakması ve sağırın duymasıdır... Diyen şair Edip Cansever bu mısraları sanki bizim için yazdı. Biz, Bulgaristan’da yaşayanlardan her iki kişiden birinin her akşam yarı tok yarı aç yattığını biliyoruz. Komşularım var, gidip geliyorlar. Emekli maaşları ekmek parasına yetmiyor, haberleri, doğruyu anlatıyor.


Makale ve Analizler - 2014

77

Necati Cumalı ne güzel yazmış: Varmayın üstüme yeter, beni söyletmeyin Ben bilirim dost kim, düşman kim Bilirim kim sinsi adımlarla beşimizde gezer de Göz geze gelince başını eğer... Bazılarımız gerçeklerden uzaklaşmak gereğini paylaşıyor. Bayramda, seçimde üzerimize bir yorgan çekelim ve gerçekleri görmeyelim diyor. Ben, bu 25 yılda zamanın bir solucan hızıyla geçmediğini, çok hızlı ilerlediğini ve biz onu etkilemezsek kendi bildiğini okuduğunu anladım. Dün komşu Feruze teyzem gelmiş, “kızım yazını okudum, bizim Serdar çıktı almış, bana getirdi, pek üzüldüm be kızım” diyor, “senin içindeki sorunlar neden dışına vurmuyor?”, diye soruyor. “Sen hepimiz için varsın, demek” deyip, dudak ısırıyor. “Anacığını araba altında mı tutular geberesecikleri” diye üzülüyor. “Siz kaç günde geçtiniz?”, diye sorunca, “8 gün aynı yerde kaldık, dere kenarıydı, ağustosta çavdar sapı kadar da olsa akıntıcık vardı, arkamız da gürgen korusuydu, üzülme mi dersin, yandık tutuştuk, oracıkta ölüyoruz sandık” diye ağalandı. “Okudum da, diyor, sen okumaya böyle devam edersen, kişiliğini sakatlayacaksın, yalan söylemeden yazmak ne güzel, kimse siz gibi anlatmıyor, ama büyük yalanlar içimizde kaldı, bir delinse de hepsi aksa, paklanabilsek be kızım!” derken, boynuma sarılıyor. Geçmişini kaybeden her şeyini kaybeder fikri insanlarımızda uyanmaya başladı. Genç kuşak yozlaşmamızın önüne geçecektir. Buna inanıyorum. Bizim aldatılmışlığımız, 1990’da gafil avlanmış olmamızdan çıkan şöyle bir sonuç var: Efendileriyle yükselenler, Efendileriyle düşerler! 1990’da aldatıldığını, tuzağa düşürüldüğünü anlayan Bulgaristan Türklerinde nefret zihniyeti mayalandı. Bugün artık bu hele soydaşlarımızın arasında Dik Duralım! Şeklinde oturdu ve biçimlendi. BULTÜRK gibi soydaş dernekleri sınırı delip geçti, vatanda odaklandı. Yayın kapasitesini her geçen günle genişleterek güçlendiren www.bghaber.org, BULTÜRK Gazetesi, hazırlıkları tamamlanmak üzere olan BULTÜRK radyo


78

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

yayınları, Bursa ve Edirneli okuyup yetişmiş genç ve istidatlı soydaş kardeşlerin davamıza olan ilgisinin artması, Kocaeli, Gebze, Ankara ve İzmir’de mayamızın tuttuğu haberlerini almamız çok sevindirici ve moral verici oluyor. Biz 2 yıldan beri büyük bir ısrarla ve yineleyerek Bulgaristan sosyalist partisi parçalanıyor, dağılıyor, çöküyor, dedik. Tam öyle olmadı mı? Hak ve Özgürlük Partisi (HÖH - DPS bir (BKP) - (BSP) ve gizli servis “DC” tuzağı olarak hazırlandı ve ajanların ajanı zavallı Sava-Ahmet’e kalaylı tepsi içinde servis edildi, demedik mi!? Şimdi bu işin efendileri, onu Türk ve İslam düşmanı bir hain ajan olarak yaratanlar yıkılıyor, çöküyorlar ve o da efendileriyle birlikte düşecektir, yok olacaktır, ülkeyi terk edip kaçacaktır, diyoruz. Şunu özel olarak eklemek istiyorum. Bu adamlardan hiç biri Bulgaristan’da ölemez. Onlar dış ülkelere kaçacaklar ve oralarda önce güzel yaşayacaklar ve sonra sürüneceklerdir. İnanınız: Böcekler, ışıklar sönünce meydana çıkar. Günleri yakındır. Şu anda artık akıl tutulması yaşadıklarını söylemek, tam yerindedir. Bu sözlerim Lütfü Mestan için de geçerlidir. Tohum çatladı. Evet 2003’ten beri devam eden uyanış kavgasında “tohum çatladı” kanısı yerleşti. Bunu bugün artık yalnız aynı dava ışığı etrafında örgütlenmiş olanlar demiyoruz. “İlk ve son cümlesi, ne yapalım be gülücüğüm!?” diyenler toplantılarımıza geliyorlar, yerlerinden kalkıp BULTÜRK ekibini ayakta karşılayıp yine ayakta alkış tufanıyla uğurlarken üşenmiyorlar. Bu hak edilmiş bir saygıdır. Biz sözün insana, düşündüğünü saklayabilsin diye verilmiştir. Sizin ağzınızla değil, kafasıyla konuşan insanlar olduğunuzu biliyorum ve size katılıyoruz. Bizim dilimizi yasaklayanlar, bunu bilmediklerinden daha 1989 Mayısında tosladılar. Şimdi de durum aynıdır. Bu hafta Bulgar basınında en fazla satan gazetelerden biri olan “Presa” gazetesinde HÖH - DPS partisi eski “dostları” Korman İsmailov ile Kasım Dal çok ciddi bir bel altı vuruşu yaptı. “Presa”, (Tarih 25 Eylül 2014, sayı 259, yıl III) HÖH - DPS partisinin verdiği milyon levalarla kurulan, tescil edilen, kurultay yapan, seçim kampanyası yapan ve gece gündüz tüm medyalarda Türklere, İslam dinine soydaşların seçim hakkına, çifte vatandaşlığına karşı konuşan, bir yandan bu propaganda ise, açlıktan ağzı kokan Bulgar milliyetçilerinden oy isteyen ve aynı zaman sözde korkuttuğu Türklerin, Pomakların, soydaşlarımızın ve Müslüman Çingeneleri HÖH bültenine inadına oy vermeye zorlayan Nikolay Barekov’un “Sansürsüz Bul-


Makale ve Analizler - 2014

79

gaeristan” Partisinin seçim ortağı “Georgyovden” Başkanı Lüben Dilov sinle bir söyleşi yayınladı. Parası HÖH - DPS tarafından ödenen bu yazıda, sözde Korman İsmailov ile Kasım Dal 12 Mayıs 2013’te bir önceki erken meclis seçimlerde Demokratik Güçler Birliği (ODS) ile ortak oldukları bşr görğmede Türkçemizin “Bulgaristan’da ikinci resmi dil” olmasını istemişler. Lüben Dilov Sin ve “Gerprgyovden” partisi de bu görüşmede hazır bulunduğu için her şeyi işitmişler. Onur ve Özgürlük Partisi (OÖP) yöneticilerinin Türk dilinin Bulgaristan’da “ikinci resmi dil” olmasını istediklerini bildiği için, bu partinin şimdi Reformcu Bloktan’tan aynı isteklerde bulunup bulunmadığını yazdı. Bu yazı, 26 Eylül Cuma sabahı bütün Bulgar radyo ve TV programlarını tüm milliyetçileri ayağa kaldırdı. Kasım Dal ile Korman İsmailov “yok öyle bir şey” deyinceye kadar zorlandı. Kassımla Kormanın Türk dili derdi zaten yok da, ikinci resmi dil istemeleri, çuvaldan çıkan iğne oldu. Çok korktular!!! HÖH - DPS 2014 seçimlerinde yaptığı saldırıların şirketine şimdiye kadar ulaşamamıştı. Bulgaristan Türklerine, Müslümanlara, Camilerimize, din okullarımıza, İslam dinine ve kiöliğimize karşı şimdiki saldırı çok güçlü oldu ve başarıyla göğüslenebildi diyebilirim. Geçen yıllarda “ATAKA” partisi Başkanı Volen Siderov da köpek gibi havlıyordu, fakat bu hadde varmamıştı. Şimdi yalnız, soydaşların yolunu kesmek için, analarını babalarını ihbar eden, kardeşlerini sürgün ettiren Sana ajanı ile Pavel ajanının “Kapitan Andrevo” - “Kapıkule” sınır çizgisine gidip yan yana, ellerine birer şişe alıp yan yana asfalta serilerek Türkiye’den gelen otobüslerin yolunu kesmeleri kaldı. Belki bu anların tamamen rezil olmaları için en son şanstır. Toplum bu ajanlardan, hainlerden, çöplerden arınmadan hiç birimizin yüzü gülmez. Halkımızı uyandıran maya tuttu. Bir de Lütfü Mestan çıkıp çıkıp “propaganda dilini yumuşatın!” diyor. Kardeşim işler söz safhasından çoktan çıktı. Ve bunu siz yaptınız. Kopoylar, beslemeleriniz bir az daha para kopartalım diye, gece gündüz asfaltta yatmaya hazırlanıyor. Bu paraların da hesabı sorulacak ama bakalım kısmetse yakındır. Bilirsiniz Sayın Mestan, “Yarına kalsa da, yanınıza kalan olmayacaktır!” Bakıyorum bazı gerçekçi yayınlar, kızınızın halkın 5 milyon levasının üstüne oturup kapanan BTK bankasında aldığı maaşın fişini çıkarmışlar: 10 bin leva (on bin leva) Sava Ahmet’in Şirin’i, boşadığı öteki metresler ve oğlu Erol ise yanancı enerji şirketlerinden ayda 12 bin leva maaş alıyormuş.


80

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Lütfen vazgeçin artık şu hep bana hep bana politikalarından. Halkımız açlıktan gevriyor. Deyecek sanki başka bir şeyler yok. Lütfen beni benimle bırakınız! İnsanın iradesi onun temel taşıdır. Bütün Bulgaristan tutuştuğu an, bu ateş insanı yakmaz demenin bir anlamı yoktur. Bu seçimlerde benim kibritim 9 №.lu bültendir. Bir yanından siz de tutuşturun lütfen. Şu rezaleti cehennem kazanında birlikte kaynatalım! Bülten № 9’la işi ateşleyelim. Kısır ruhlardan başka bir şey beklemememiz boşunadır.

Türkiye - Balkan Devletleri İlişkileri ve Bulgaristan

Dr. Sakin Öner-27.Eylül.2014

Balkanlar, Avrupa kıtasının güneydoğusunda bir milyon kilometrekare yüz ölçümü kaplayan ve 75 milyon nüfusun yaşadığı bir yarımadadır. Balkan bölgesinin güneyi Yunanistan’ı içine alacak şekilde Adriyatik Denizi, Ege Denizi ve Karadeniz ile sınırlıdır. Balkan yarımadasının doğu sınırı Tuna-Sava-Kupa suları ve kuzey sınırı Tuna, Drava nehirleri ile Hırvatistan’ın Fiume (Rijeka) Limanıdır. Balkanlarda, Arnavutluk, Bulgaristan, Makedonya, Kosova, Macaristan, Sırbistan, Karadağ, Bosna Hersek, Slovenya, Romanya, Yunanistan ve Türkiye’nin toprakları bulunmaktadır. Balkan topraklarında Macar, Dalmaçyalı, Slav, Sırp, Hırvat, Romen, Bulgar, Makedon, Karadağlı, Boşnak, Rum ve Türkler yaşamaktadır. Nüfusun %15’i Müslüman olup, Müslümanların toplam nüfusu 9 milyon civarındadır. Türkiye’nin Trakya kesiminde yaşayanlarla birlikte bu sayı 15 milyonu geçmektedir. Arnavutluk’un %70’i, Yugoslavya’nın (Makedonya, Sırbistan, Hırvatistan, Bosna Hersek, Karadağ, Kosova, Slovenya) %17’si, Bulgaristan’ın %26’sı Müslüman’dır. Balkanlar tarih boyunca siyasî ve stratejik özelliği nedeniyle Avrupa büyük devletlerinin çıkar çatışmalarına sahne olmuştur. Bölge, Osmanlı Devleti’nin


Makale ve Analizler - 2014

81

güçlü olduğu devirler dışında, coğrafî, tarihî, etnik ve dinî nedenlerle parçalanmış şekilde kalmıştır. Bu özelliğinden istifade edilen Balkanlarda, I. Dünya Savaşı çıktığı esnada çatışmalar ve ayaklanmalar çıkarılmıştır. Büyük devletlerin peşinde I. Dünya Savaşı’na katılan Balkan devletleri savaş sonrası parçalanmış olarak ortaya çıkmışlardır. Lozan Antlaşması’ndan sonra Yunanistan’la Türkiye arasındaki ilişkiler, ancak 1930 yılında düzelmiştir. Balkanlarda barış politikası izleyen Türkiye, 1925’te önce Yugoslavya sonra Bulgaristan ile dostluk antlaşması imzalamıştır. Türkiye 1926’da Balkan Devletleri arasında güvenlik sisteminin kurulması yolunda girişimde bulunmuş, 1933’te Romanya ile dostluk antlaşması imzalamıştır. Mussolini, Mart 1934’te İtalya’nın geleceğinin Afrika ve Asya’da olduğunu ifade etmiştir. Türkiye, İtalya’nın bu sömürgeci yaklaşımından aşırı derecede rahatsız olmuştur. Bunun üzerine 9 Şubat 1934’te Türkiye, Yunanistan, Romanya ve Yugoslavya arasında Balkan Paktı kurulmuştur. Taraflarca imzalanan Balkan Paktı, II. Dünya Savaşı’na kadar Balkanlarda barışın garantisi oldu. 1. Dünya Savaşı’nda büyük bölümü Alman istilasına uğrayan Balkan devletleri, savaştan sonra uzun süre komünist sistemle yönetilmişlerdir. 1990’lı yılların başlarında Yugoslavya’da çıkan iç savaş ve özellikle müslümanlara uygulanan soykırımın uluslararası müdahale ile sonlandırılması sonucunda Balkan coğrafyası yeniden şekillenmiştir. Karadağ’ın 2006, Kosova’nın da 2008 yılında bağımsızlıklarını ilan etmeleri ile Balkanlarda yeni bağımsız devletlerin sınırları kesinlik kazanmıştır. Türkiye bölgenin geleceğine en fazla katkıyı Balkan ülkelerinin sağlayabileceği inancında olup bu anlayışla Balkanlar’daki özgün işbirliği mekanizmalarının geliştirilmesi üzerinde de hassasiyetle durmaktadır. Bu bağlamda, Güneydoğu Avrupa İşbirliği Süreci (GDAÜ) bölgeden kaynaklanan yegane girişim olarak önem taşımaktadır. Türkiye’nin kurucu üyeleri arasında yer aldığı söz konusu girişime üye olan ülke sayısı Slovenya ile birlikte 12’ye ulaşmıştır. İyi komşuluk ilişkileri ve bölgesel işbirliğine yaptığımız katkıların en somut örneğini Türkiye’nin inisiyatifi ile gerçekleştirilen Türkiye - Hırvatistan Bosna - Hersek ve Türkiye - Sırbistan - Bosna - Hersek üçlü danışma mekanizmaları oluşturmaktadır. Bölgede kısa sürede kayda değer güven artırıcı önlem olarak kabul gören bu işbirliği mekanizmaları ile bir yandan Bosna - Hersek’te barış, istikrar ve refahın pekiştirilmesine çalışılmakta, diğer yandan ise, Balkanların daha istikrarlı hale gelmesine çaba gösterilmektedir. Bölgede barış ve istikrar ortamının sürmesi, Balkanlarda büyük acılara neden olan Bosna Hersek ve Kosova krizleri gibi krizlerin tekrar yaşanmamasına bağlıdır. Bölgenin barış ve istikrarı için Türkiye vazgeçilmez bir ülke konumuna oturmuştur.


82

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Türkiye - Bulgaristan İlişkileri Türkiye ile Balkan devletleri arasındaki ilişkiler içinde Türkiye-Bulgaristan ilişkilerinin özel bir yeri vardır. Bu ilişkiler, zaman zaman Bulgaristan’daki Türklerin hakları konusunda gerilmektedir. Başta Kırcaali, Razgrad, Şumnu, Eski Cuma, Silistre, Dobriç, Burgaz, Rusçuk, Sofya şehirleri olmak üzere birçok yerleşim bölgesinde, 2001 yılında yapılan nüfus sayımına göre Bulgaristan’da 746 bin 664 Türk yaşamaktadır. Bulgaristan Türkleri, bazı dönemlerde nispeten özgür bir yaşamakla birlikte bazı dönemlerde din ve dillerinden dolayı ağır bir baskıyla karşılaşmışlardır. 1984 - 1989 yılları arasında Bulgaristan’ın Komünist cumhurbaşkanı Todor Jivkov Türklere karşı ağır bir Bulgarlaştırma siyaseti başlattı. Bu bağlamda Türklerin adları zorla Bulgar adlarıyla değiştirildi, Türkçe konuşma, Türk gelenek ve görenekleri yasaklandı. 1989 yılında Bulgaristan Türkiye’yle olan sınırlarını açarak bu siyasetten hoşnut olmayan Türkleri Türkiye’ye göçe zorladı. Bunun sonucunda 300 bin Bulgaristan Türkü Türkiye’ye göç etti. Aynı dönemlerde Bulgaristan’daki komünist yönetim sona erdi. Yeni yönetim Türklerin eski adlarına geri dönmesine izin verdi ve Türkleri etkileyen diğer ağır şartlar yürürlükten kaldırıldı. Türkiye’ye göç eden Bulgaristan Türklerinin bir kısmı Bulgaristan’a geri döndü. Bulgaristan Meclisi, Nisan 2012 tarihinde Todor Jivkov rejiminde uygulanan Türkleri Bulgarlaştırma politikasını kınadığını deklare etti. Ayrıca Bulgaristan Meclisi, 2007 yılında Sözde Ermeni Soykırımı’nı tanımayı içeren yasayı reddetti. Türkiye ile Bulgaristan, köklü tarihi ilişkilere sahip dost, komşu ve müttefik iki ülkedir. Bulgaristan’ın demokrasiye ve serbest piyasa ekonomisine geçişiyle ilişkiler her alanda kapsamlı bir gelişme kaydetmiş ve her düzeydeki temaslar artmıştır. İkili ticari ve ekonomik ilişkilerin geliştirilebilmesi için gerekli hukuki çerçeve tamamlanmıştır. İki ülke arasında geniş bir ticaret ilişkisi mevcuttur. Halen Bulgaristan’ın ihracatındaki payımız %10’dur ve Almanya’dan sonra Türkiye ikinci ihracat pazarı konumundadır. Bulgaristan’ın ithalatındaki payımız ise %5,6 olup, Türkiye dördüncü sıradadır. Türkiye ile Bulgaristan arasında köklü bir coğrafi ve tarihi bağ vardır. Bu bağ, her iki ülkede yaşayan Türkler arasında yüzyıllara dayanan bir ortak kaderin paylaşılmasına ve ortak bir kültürün yaşanmışlığına dayanmaktadır. Bu Türkler arasında dil ve din birlikteliği de söz konusudur. Tarih içinde meydana gelen siyasi olaylar ve savaşlar, bu insanların bir kısmının göçler nedeniyle diğerlerinden kopmasına yol açmıştır. Bizim amacımız; Bulgaristan’da yaşayan Türkler ile Türkiye’de yaşayan Bulgaristan Türkleri arasındaki tarihî ve kültürel bağları kuvvetlendirmek ve birbirlerine daha da yakınlaşmalarına katkıda bulunmaktır.


Makale ve Analizler - 2014

83

Bugün Türkiye ile Bulgaristan; ilişkileri her alanda gelişen, bölgesel işbirliği süreçlerinde aktif rol oynayan ve benzer dış politika yönelimlerine sahip olan iki komşu ve müttefik ülkedir. Günümüzde Türkiye-Bulgaristan ilişkileri dostluk zemininde gelişmesine devam etmektedir. Bulgaristan Türkleri iki ülke arasında önemli bir köprü rolü oynamaktadır. Bugün Türkiye’de 1,5 milyonun üzerinde Bulgaristan Türkü yaşamaktadır. Dostluk ve Kültür Köprüleri Türkiye ve Balkan ülkeleri halkları arasında köklü tarihsel ve güçlü bağlar bulunmaktadır. Balkan ülkelerinde azınlık, soydaş ve akraba topluluklar, diğer yandan ise ülkemizde Balkan kökenli vatandaşlarımız yaşamaktadır. Bu nedenle, Balkanlarda ortaya çıkan bunalımlar Türkiye’yi yakından etkilemektedir. Balkanlarda barış ve istikrarın korunması, Türkiye için hayati önem taşımaktadır. Balkanlar, coğrafi, siyasi ve ekonomik açıdan olduğu kadar, tarihi, kültürel ve insani bağlar bakımından da Türkiye için öncelik ve önem taşımaktadır. Coğrafi olarak Türkiye’nin Avrupa kıtasına uzantısını teşkil eden Balkanlar, Türk milletini şekillendiren tarihi süreçteki özel konumu, bölgesel bütünleşme ve geleceğe dönük içerdiği potansiyel ile de büyük öneme sahiptir. Bir bölge ülkesi sıfatıyla Türkiye, Balkan ülkeleri ile ikili ilişkilerine büyük önem vermekte ve bölge ülkelerinin tümüyle iyi ilişkiler sürdürmektedir. İkili ilişkilerimiz bağımsızlık, egemenlik ve toprak bütünlüğüne saygı ve içişlerine karışmama prensipleri üzerine kurulmuş, tarihi bağlarımız ve iyi komşuluk ilkesi ışığında daha da gelişmiştir. Bu ilişkilerin, ortak sosyal ve kültürel etkinlikler biçiminde sürdürülmesinde iki tarafın da yararı bulunmaktadır. Türkiye, bölgedeki çok etnikli, çok kültürlü, çok dinli toplumsal yapıların korunarak, siyasi, ekonomik ve kültürel işbirliğinin hızlandırılmasını ve kapsamlı bir bölgesel entegrasyon sağlanmasını hedeflemektedir. Türkiye son yıllarda bölgede tarihsel ve kültürel bağlarını geliştirmiş, ilişkilerini ekonomik ve siyasi alanda daha ileri seviyeye götürerek kalıcı işler yapmayı başarmıştır. Biz de bölgenin önemini kavramış sivil toplum kuruluşları olarak, yaptığımız etkinliklerle bu entegrasyonun sağlanmasına katkıda bulunmayı arzulamaktayız. Türkiye’nin ve Balkan ülkelerinin barış ve istikrarının korunması ve parlak bir geleceğe kavuşması, bölge insanları arasındaki ekonomik, sosyal ve kültürel işbirliği ile kurulacak dostluk ve kültür köprülerine bağlıdır.


84

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Uslu Uslu Duramayız!

Nafiye Yılmaz-27.Eylül.2014

Ben kafamdaki soruya yanıt bulmaya çalışıyorum. Bizden şimdiye kadar hep “uslu uslu durmamız” istendi. “İşlerin düzeleceği” söylendi. Fakat nafile. Nefesi kuvvetliler verdikleri sözlerin birini tutmadılar. Ben artık cin çıkarma seansına girdim. Daha kalın kitaplar okuyup, daha açık ve kısa yazarak, okurlarımın da cin çıkarmasına yardım edeceğim. Sıkıntıdan kurtulmak ne ferahlatıcı bir bilseniz! “Liderlerimiz” bizim kuşağa yaşama pınarı, ilham kaynağı olmadı. Kendime hipnoz uygulattım, okurken telefon bile açmıyorum. Geçen hafta altını üstüne getirdiği kitaplardan biri İbn Fadlan’ın Seyahatnamesi. X ve XIII. yüzyıllar arasında var olan ve Bulgar okullarındaki tarih kitaplarından öğrendiğimiz üzere adına “İdil-Kam Bulgar Devleti” denen ve modern literatürde İdil Bulgarlarını (Volga ırmağı boylarlında yaşayan Bulgarlar) gidip gören ve gördüklerini yazan İbn Faldan şöyle der: “Türk kavmi Bulgarlar, zekâsı ve bilgileriyle dikkati çeken birini “bu adam Tanrıya hizmet etmeye layık” diyerek, boynuna bir ip geçirip ağaca asıyor ve çürüyene kadar ağıcın dalında sallandırıyordu.” Bu aslında yeniliğe karşı bir önlem olarak kullanılıyordu. Yenilikler hep “kıllı adam” kafasından çıktığı, icadı olduğu için olacak. Ben de hem kahvemi içip İbn Fadlan’ı okuyor ve hem de düşünüyorum. Dünyada değişmeyen, yenilenmeyen, inadında üstüne olmayan bir halk varsa, bana kalsa, o da Bulgar Halkıdır. Çünkü orada yaşadım ve gördüm. Başka hiçbir şeye inanmasam da, Bulgar kavminin çok bencil olduğuna inanıyorum ve bunu aşmanın olası olup olmadığını soruyorum kendi kendime. Yoksa şimdiki Bulgarlar eski İngiliz Başbakanlarından ve Ütopya - cenneti eserinin yazatı Tomas Mor’u çok mu okudular da, geleneği bozup uygulamada değişiklik yaptılar. Çünkü kendileri “Ajan Sava - Ahmet Doğan”ın “çok akıllı olduğunu” defalarca yazdılar, çizdiler ve anlattılar. Eski geleneklerine göre, onu şimdiye kadar yüz defa öldürmeleri gerekirdi. Onlarsa onu bir “saraya” kapadılar ve etrafında kuş uçurtmuyorlar. Yoksa şu “Türklerden Bulgar yapma” ve hiç zahmet çekmeden çoğalma, onların yürekten gelen sesi olduğundan, hala bastıramıyorlar mı? Bir de şu var kuşkusuz, insanın insan üzerindeki baskısı arttıkça hep yeni / alternatif bir toplum projesi / hayali bir ürün doğdu da ondan mı? İşaret ettiğim “Bulgar Etnik Modeli”dir. Tomas Mor zamanında yoktu ama şimdi nalları atmış olsa bile, kokuşmasın diye yer gün üzerine kolonya sıkıyorlar ve vitrinde tutmaya


Makale ve Analizler - 2014

85

devam ediyorlar. Aslında İvan Vazov’un “Esaret Altında” eseri 0.12 levaya hurdacıya veriliyorsa, Sava-Ahmet “Etnik Modeli” 0.3 santim bile etmez... Tabii şöyle bir şey daha var. Gerçeği öldüremezsiniz. Bizim ülkemizin de özgür düşünmeye ihtiyacı var. Düşünme izne tabii tutulamaz. Evet, insanları hapis ederek, toplama kamplarına tıkarak ya da “saraylara” kapayarak fikirlerinin donup katılaşması, halkın bu fikirleri işitip yüreklenmesini önleyebilirsiniz ama bu kadar. Uslu uslu oturmak da bir yere kadar. Ne yazık ki, Yalan yenmiyor. Bir de insanları şablona inandırma işi var. Bunun için güçlü medyaya ihtiyaç var. Şablonlar her şeyi bildiğini sanan, her zaman haklı olduğunu düşünen, kibirli, halktan uzaklarda yaşayan, ama medya aracılığıyla hep onun arasındaymış havası yaratılan bir liderler grubu var. Tabii halkın hep aynı kişileri görüp dinlemekten rahatsız olduğu görüldüğünde diğerlerine ibret olsun diye, birisinin ipte sallandırılması ve sinekler, kurtlar, böcekler içinde çürüyüp kokuşmaya bırakılması, belki etkileyici, korkutucu olur ama onu şimdi artık uygulanmıyor. İstenmeyenler kenara itilip unutuluyor. Bu işlerde gecelerini gündüzlerine katıp bir şeyler yapanlara ben misyon politikacıları diyorum. Öldürülmeyen, çöpe atılmayan, fazla yıpranmalarına izin verilmeyen, korunan, hep pırıl pırıl olmalarına dikkat edilenler işte bu misyon ya da görev ya da özel politikacılardır. Bulgar’da bunlardan birkaç tanesi de Türk’tür. Onlar da zenginleştiler, elbiseleri İngiliz Gabardin kumaşından, tükenmezleri ve gözlükleri altın kaplama, ayakkabıları su almaz ve pas tutmaz deriden vs... vs... Örneğin Başkan Recep Tayyip Erdoğan’la görüşmeden önce otele uğrayıp üst baş değiştirmeye vakit bulamayınca, HÖH heyetinden biri takım elbisesini uçak alanı tuvaletinde değiştirmiş, fakat kullandığı koku bavulunda kaldığından dolayı değiştirememiş ve “Çankaya Köşküne” girerken korumalara birkaç defa “üzerimde bir koku var mı?” diye sormuş. “Tuvalet kokusu” demek istiyor besbelli. Neyse! Bunlar utanç duygusunu yitirmiş “modern” tiplerdir. Örneğin “Ajan SavaAhmet Doğan” tipinin yaptıkları aklıma gelince elim ayağım birbirine dolanıyor. Ben yazarak özgürleştim ve yazarak özgürleşmeye devam edeceğim ve onun benim belleğimde nasıl bir iz bırakacağı benim elimdedir. Bir yazar yarattığı kahramana asla yenik düşmez. Ben de insanı var edenin nedeninin cesareti olduğuna inanıyorum. Ve bizim, Bulgaristan stratejik araştırma Merkezi olarak yaptığımız iş, hakikatken cesaret isteyen bir iştir ve değil Türkçe Bulgar dilinde bile grubumuzun yaptığı irdelemeler kadar gerçekçi analiz bulup okuyamıyoruz.


86

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Ajan Sava-Ahmet ve dolayındaki grup, görüldüğü üzere bir hayal dünyasında yaşıyor ve etrafındakileri kendi ütopyalarına inandırıyor. Öylem ki, onları sanki hipnotize ediyor, akıl ve mantıklarını paralize edebiliyor. Nasıl mı? Çünkü etrafındakilerden her birinin ondan beklediği bir şeyler var. Onları hayallerinin hamalı yapıyor ve besleyip yönlendiriyor. Ajan Sava - Ahmet Doğan’ın derisinin şimdiye kadar yüzülmemesinin nedeni ise şudur. Yok edilirse, “Bulgar Etnik Modeli” tuzağı çökecek, çorap söküğü gibi sökülecek hele şu “soya dönüş dosyaları”, “Belene” Stara Zagora, Sliven, Sofya, Varna hapishane klasörleri açılırsa, vay canına, dünya ayaklanır be. Çünkü Çar düşer, Çarlık çöker ve halk bayram eder, gerçek budur. Biz şimdi burada her kirli işin, tezgâhın altından çıkan bir isim görüyoruz. Gizli ajan “Sava-Ahmet Doğan” Onu yok ederlerse, inanınız, yeni bir gön suratlı bulmak zordur. Herkes vicdanına küflü tenekeden zırh yaptırmaz... İnsan değer verdiğini eleştirir. Ama Doğanlar eleştirenleri katlediyorlar. Ülkeden kovuyorlar, işsiz bırakıyorlar, açlığa mahkûm ediyorlar, dış ülkelerden yardım almakla suçluyorlar, tek sözle rahat bırakmıyorlar. Vaktiyle sığır sırtı taradığımız demir taraklar vardı, tarak sırtında gezdikçe hayan rahatlardı. Bu bizimkilerin bırak demir dişli tarağa kınalı ellerle sıvazlayana bile tahammülü yok. Ne tuhaf değil mi!? Bu 1970 - 1972 Pomaklarla didişmede ve 1984 - 1989 Türklerle boğuşmada da böyleydi. Ve burada uygulanan bir usul vardı ki, bu, bin yıl öncesinin Orta Asya’sından getirdikleri “akıllıları bir söğüt dalında sallandıralım” mantığı kadar etkili olurken, totalitarizm dönemi boyunca genel geçerlilik kazanarak uygulandı. İşte bakın: Bizde geçerli olan Orta Çağı hukukudur: “Bir şüpheli ya da sanık ne ile suçlandığını asla bilmemeli! Sanığa iddianame gösterilmemeli!” Bunu 1376’da yazan Engizisyon Mahkemesi Başkanı Nikcholas Eymenich’tir. Bense, Engizisyon Yargıcının Kitabı’ndan aldım. “Belene” ölüm kampına girip çıkanlardan 10 - 15 kişiyle görüştüm. Ne için tutuklandığını tam olarak hiç biri söyleyemedi. (Bilmiyorlar çünkü.) Bu 15 kişiden 7-si lokantadan çıkınca “toplanmıştı”. Üçü evden gece yarısından sonra alınmış, beşi de otobüs duraklarda alı konuşmuştu. İnsan hayatta değişik suç işlemiş olabilir. Ve o yıllarda “isim değiştirmeye zorlanma” sıkıntısı içinde olduğumuzdan, herkes kendini bin bir şeyden suçluyordu. Kafalarında yolunu kaybetmiş saçma gibi dolaşan şuydu: “olabilir mi?”, “ağzımdan laf mı kaçırdım!” Bu gibi saçmalıklar beyinlerini devamlı yorduğu için, aralarından birinin kesin cevap bulması zaten imkânsızdı. Önemli olan herkes aynı dereye itilmiş, herkes ıslanmış, ama bizi o dereye itenin kim olduğunu bilsek bile, biz hep dere kena-


Makale ve Analizler - 2014

87

rına gelme sebebimiz üzerinde bocaladık kaldık, çünkü yanı başımızdakini suçlamak daha kolaydı. Uzağı göremiyorduk. Daha doğrusu görmek istemiyorduk, çünkü bilinmeyen korkutandı. Oysa bizi sorgulamadan, mahkeme kararı olmadan, keyfi bir şekilde tutuklayıp sürgün, hapis ettiler. Bize karşı uygulanan her şey, yazılı olan ve olmayan tüm kanunlara ve moral değerlerine göre suç teşkil ediyordu. Bu nedenle, neden tutuklandığımızı bilmememiz, hep şüphe içinde yaşamamız gerekiyordu. Plan buydu. Bizim aramızda hiçbir işe yaramayanlardan tutuklandıkları için yani adam sayıldıkları, yani sürüye katıldıkları için içten içe sevinenler bile vardı. Bunların hepsi yapıldı. Sonunda işler “Ajan Sava - Ahmet Doğan”a devredildi. Akılı uzun olanları “artık söğüt dalında sallandırmaya kuvvetleri olmadığından” ülkeden kovmayı ya da “sayaya kapamayı” emrettiler. Saya-Ahmet’te bu işi yapabilmesi için Hak ve Özgürlük Hareketini devrettiler. İşler yol almaya başladı. Şükür 25 yıldır yerinde sayıyor. 2013 ün başında çoban değişti. Saya yerinde. Şimdi biz süttü değil, yoğurdu da üflesek, sanki fayda yok, çünkü tarihi onlar kendileri yazıyorlar. Bizim tarih yazmaya ne hakkımız ne de kalem kâğıdımız var. Çünkü biz, bir de başımıza gelenleri birbirine bağlayamayacak duruma getirildik. İnsan 30 yıl aldatılırsa, özür dilerim: Aptal Olur! İş soru da sivrildi: Hiç ders alınsa tarih tekerrür eder mi? Biz artık uslu uslu duramayız, durmamalıyız. Ben daha kalın kitapları daha derin okumaya devam ederken kararımı verdim: Oyumu 9 numaralı bültene vereceğim. Her seçimde şok olmak canıma geçti. Bu sene 9 uğurlu diyorlar. Şans işte.

Almanlara Var da Bize Yoh mi?

Alptekin Cevherli-28.Eylül.2014

Bir zamanlar ülkemizde espirili şarkıları olan bir müzik grubu vardı. Bir de onların meşhur şarkısı vardı... Hatırlarsınız o şarkının sözlerini “Ellere var da bize yoh mi?” diye söyler dururlardı... Aradan yıllar geçti, bu “ellere var da bize yoh mi?” durumu giderek hayatımızın her zerresine kadar neredeyse girdi. Hatta öyle oldu ki, artık uluslararası politikalar bile bu mantıkla yürüyor... Mesela nükleer enerji... Geçen hafta Almanya’nın meşhur gazetesi Die Welt’te eski


88

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

bir Türkiye uzmanı Türkiye’yi nükleer silah elde etmeye çalışmakla suçlayan bir makale yazdı. Aslında bunda büyütülecek ne var, alt tarafı bir makale diyebilirsiniz. Ama şu var ki, bu aynı zamanda Alman devletinin de resmi görüşünü yansıtıyor aslında. Meşhur Türkiye’yi dinleme skandalının altında da bu var. Yoksa İŞİD’i ve PKK’yı takip etmek için 20 yıldır Türkiye’yi dinlediklerine kundaktaki bebeler bile güler ... İŞİD dediğin bir yıl evvel icat edildi. PKK ise zaten Almanya’da... Almanya müttefiği Türkiye’nin nükleer silaha, işin doğrusu nükleer enerjiye sahip olmasını hiç bir şekilde istemiyor. İlginç değil mi, müttefiğinizin güçlenmesini istemiyorsunuz! O zaman Türkiye ile ilgili başka bir hesabı (gizli ajandası) olduğu insanın aklına geliyor. Aynen altın işletme atölyelerimizde ve altın madenlerimizin çıkartılmasının engellenmesinde de olduğu gibi... Peki ne olabilir bu gizli ajanda? Ekteki tabloda da görüleceği gibi, Dünyadaki bütün sanayisi gelişmiş ülkelerde nükleer santral var. Ve enerjilerinin hatırı sayılır bölümünü nükleer enerjiden elde ediyorlar. Peki neden? Malûm sanayi üretimi yapıyorsanız ve bunu yabancı pazarlara sunuyorsanız, sattığınız ürünün fiyatı o ülke pazarına girebilmek ve yer edinebilmek için önemli bir kriter oluyor. Hani hep denir ya, “Aslında filanca ürünü Türkiye’de üretmek mümkün ama, adamlar yurt dışından daha ucuza getiriyorlar” diye... Hah işte tam ondan bahsediyoruz. Bir ülke pazarını ele geçirip oradaki yerli üretimi öldürmek ve piyasada tekel olup istediğiniz fiayata mal satmak istiyorsanız. Öncelikle ilk iş olarak fiyatlarınızı aşağı çekmeniz gerekir. Bu da maliyetlerin düşük olması ile olur. Alın size rakamlar. Almanya’daki sanayici bir kwh elektriği fabrikada 6 cent’e kullanıyor. Bizde ise sanayici aynı elektriğe 18,5 cent ödüyor. İşte maliyet farkı. Peki bu fark nereden kaynaklanıyor? Almanya’nın kullandığı elektirğin % 38’i nükleer santrallerden karşılanıyor. Nükleer enerjinin ise kurulum maliyeti yüksek, ancak sonrasında üretim maliyeti neredeyse sıfıra yakın. Biz ise tükettiğimiz enerjinin yaklaşık % 51’ini doğalgaz santrallerinden elde ediyoruz. Çevreciyiz ya... Aman hava krililiği olmasın! Memlekette dağ taş linyit kömürü, dünyanın en önemli taş kömürü madenlerinden birine sahibiz ama Rusya’dan ve İran’dan aldığımız pahalı doğalgazdan elektrik elde ediyoruz. Peki enerjimizde kömürün payı ne? Sadece % 7. Peki Almanya’da ne kadar % 6,9. Fransa’da % 15, İtalya’da % 10,7... Bakın kim daha çevreci? Bir de gelip Türkiye’yi çevre konusunda Green Peace ve Yeşiller eleştir miyor mu? Şaka gibi değil mi? Peki bu müttefiğimiz Almanların nükleer santralleri kaç tane? Almanya’nın 19 adet nükleer santrali, şu anda faal vaziyette... Biz de ise bir tanesi 34 yıldır inşa edilmeye çalışılıyor. Kaç hükümet geldi gitti ortada hâlâ santral yok! Şu anda ülkede 12 yıldır süren istikrarı ve büyük halk desteğini ardına


Makale ve Analizler - 2014

89

alan Cumhurbaşkanı Erdoğan nükleer santral konusunda çalışmaları ciddi anlamda hızlandırınca bir anda Die Welt, Erdoğan’ın fotoğrafını nükleer tehlike işareti ile birlikte Libya’nın vahşice katledilen lideri Kaddafi, Kuzey Kore Devlet Başkanı ve Pakistan Başbakanı ile yan yana basıverdi. Bu açıkça Türkiye’ye ve Sayın Cumhurbaşkanına tehdittir... Kuzey Kore’nin durumu malûm dünyadan tecrit edilmiş vaziyette. Pakistan ise sürekli iç kargaşa, isyanlar, dini referanslı terör ve suikastlerle çalkalanıp duruyor. Eski Cumhurbaşkanı Pervez Müşerref bu kadar bela ile karşılaşacaklarını bilse yine de o santralleri inşa eder miydi, şüpheli... Hatırlarsanız İstanbul’da Gezi olaylarının başladığı gün İstanbul’dan santralin yapılacağı alana doğru dev bir tırın içerisinde ilk nükleer santralimizin gövdesinin nakli başlamıştı... Green Peace ve yerli işbirlikçileri de tırın önünü kesip engel olmaya çalışmış ve jandarmanın müdahalesi ile konvoy yoluna ancak devam edebilmişti. Bu arada siz değerli okurların gözlerini yormak pahasına şu bilgileri de paylaşmak isterim: Bugün dünyada 200 küsur devlet olmasına rağmen sadece 34 ülkede nükleer santral var veya inşa edilmeye çalışılıyor. Bu 34 ülkeden sadece ve sadece 2’si Müslüman. Pakistan’da 2 adet nükleer santral faal vaziyette. Diğer ülke ise İran ve o da sadece bir tanenin inşasını bitirdi bitirecek... Henüz faal değil. Diğer bazı ülkeler ise şöyle; Fransa 59 adet, Çin 7 adet ve 4 tane de inşa halinde, Almanya 19 adet, Hindistan 14 adet ve 7 adet de inşa halinde, İngiltere 31 adet, Rusya’da 30 adet, Güney Kore 18 adet ve 2 adet de inşa halinde, Kuzey Kore ise bir adet santrali inşa etmeye çalışıyor. Ve bütün dünya Kuzey Kore’ye yükleniyor nasıl santral inşa edersin diye. İyi de kardeşim Güney 20 santral sahibi olurken “tık” yok da aynı milletin kuzeyinde bir tane olunca ne değişiyor??? Ve, ve, ve ABD 104 adet santrale sahip... İsrail mi? O ne yazık ki listelerde yok. Nükleer santrali olduğu biliniyor ama, kaç tanedir, nerededir bilinmiyor. Karıncanın dişi mi, erkek mi olduğunu uydudan gören dünya, İsrail’in santrallerini uzaydan göremiyor. Yazık... Nükleer santral sahibi ülkeler sanayide de zirve yapmış veya ciddi anlamda rekabet gücü olan ülkeler. Eğer ucuza ısınmak, sanayi maliyetlerimizi düşürmek ve ekonomik olarak dünyada biz de varız demek istiyorsak; bu santrallere muhtacız. Bu nedenle nükleer santral konusunda hep destek, tam destek vermek zorundayız. Bu millî bir meseledir. Ha bir de Ermenistan’da 1 adet ve Bulgaristan’da da 6 adet nükleer santral var olduğunu söylemekte de fayda var. Hani çevre için karşı çıkan arkadaşlar varsa zaten yanmışız bilesiniz diye söyleyeyim...


90

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Kararımız Kesindir!

Dr. Nedim Birinci-27.Eylül.2014

Biz 5 Ekim Pazar günü Bülten №: 9 kullanarak, oylarımızı GERB partisine vereceğiz. Kararımız kesindir. Bu bir çığlık değildir, Bulgaristan’da 25 yıldan beri devam eden hukuksuzluğun ve adaletsizliğin doğurduğu bir mucizedir. Evet, siz bize karşı “Olur mu böyle şey!” tepkisiyle isyan edebilirsiniz. Biz haklı olduğumuzu her an ve her yerde ispatlamaya hazırız. İlk önce şu konuda şeffaf olduğumuzu bir daha vurgulamak isteriz. “Lider” Ahmet Doğan (Meyü Doganov), gizli ajan “Sava-Ahmet”; halkımıza karşı karanlık işlere karışmış, “liderliğe”, milletvekilliğine ve farklı başka görevlere yükselmiş Türk kadrolar hakkında yazılarımızda kullandığımız nitelendirme - (suçlayıcı karalayıcı, itibardan düşürücü bir tek söz, değim, lakap) kendimizden kullanılmadı ancak kitaplardan, Bulgar basınından ve elektronik medyadan çıkan (hain, ajan, muhbir, jurnalci, gammazcı, dolandırıcı, dalavereci, oyuncu, rüşvetçi, mafya uşağı, oligarşi aracısı gibi nitelemeler) alındı. BG Stratejik Araştırma Merkezi bu kişiler hakkında son 25 yılda Bulgaristan’da çıkan kitap, araştırma, makale ve beyanları vs. hepsini büyüteç altında aldı, gazetecilerin, yazarların ve değişik politikacıların kullandığı kategorilerden faydalandı. Bunlar kamuoyuna yerleşmiş kesin kanı ifadeleridir. Bizim HÖH - DPS liderleri için kullanmak istediğimiz “siz karanlıkçısınız” değiminin özünde ise şu vardır: Siz Türkleri, Pomakları ve Çingenelerimizi bilgisiz, kör cahil bıraktınız ve aydınlık düşmanlığı yaptınız. Bu sözlerin derin anlamında biz Avrupa Birliği ile önümüzdeki 30 yılda da bütünleşmeyeceğiz, biz yoksullaşmaya, sefilleşmeye, köleleşmeye devam edeceğiz. Ülkemiz çoraklaşacak ve Devletimiz varla yok arasında can çekişecektir. Bu sözlerin başka bir anlamı yoktur. İthamlarımız kişisel değildir. İşleri baş aşağı çeviren siz olduğunuz için, hesap verip ceza çekecek olan sizsiniz. Bizim sizinle ortak geçmişimiz olmadığı için, ortak geleceğimiz de olamaz! Aramızdaki bölücü kırmızıçizgi neden belirdi, hangisidir ve neden aşılmazdır? İlk kurduğunuz örgüt: Bulgaristan Türkleri Milli Kurtuluş Hareketi (1985 - 1986) 13 gizli servis ajanı tarafından anti-Türk bir teşkilat olarak kuruldu. Hedefi Bulgaristan Türklerinin “soya dönüşe” karşı direnişlerini baltalatmaktı. Siz totaliter düzene ve zalime köle oldunuz. Siz suskunluğa ve yok oluşa mahküm


Makale ve Analizler - 2014

91

edilen Bulgaristan Türklerine mezar kazmayı kabul edenlersiniz. Sizinle işimiz olamaz! İkinci kurduğunuz hareket: Hak ve Özgürlükler hareketi (HÖH - DPS) “(10 Ocak 1990). Bulgaristan Türkleri ve Müslümanlarının aklını çelmek, zeka, akıl ve hoşgörümüzü gömmek, hepsini ülkeden kovmak, aç ve işsiz bırakmak, “kader kölesi” durumuna getirmek, ayrıca sosyalist parti adı ardına gizlenen komünist totaliterlerin iktidar ömrünü uzatmaktı. Bu örgütleri kurduran gizli polis “DC”. Siz 25 yıldan beri ajanlık, totaliter rejim kalıntılarına uşaklık ettiniz. Yoksul halkımızın demokrasi yalanlarıyla kandırıp korkuttunuz. HÖH - DPS partisinin Bulgaristan Türk, Pomak ve diğer Müslümanlarını temsil eden, haklarını savunan somut hedef ve programı yoktur. Vaatleri sözdedir, boştur ve yerine getirilmeyeceği peşin bellidir. Soydaşlarımız için yeni dönemde de hiçbir şey yapılmayacaktır. Hedef onları T.C.de bırakmaktır. “Bulgar Etnik Modeli” uydurmasıyla demokratik toplumun ilk ilkesi olan tüm azınlıkların tüm haklarının tanınması ilkesini baltalanıp yok edildi. Yıllar yılı zulüm gören, 1989 Mayısında öz doğal ve temel hakları uğruna isyan eden, ağır kayıplar kurbanlar veren, parçalanan ailelerimizin, topluluğumuzun özgün eğitim ve kültürel haklarının yasallaşmasına bu model saçmalığıyla engel oldunuz. Bugün okur yazar olmayan bir milyon kör cahil Bulgaristan vatandaşı var. Siz yalnız kendi çocuklarını okuttunuz. Artık AB’de ve Avrupa’da en yoksul halk topluluğu sayenizde biziz. İşimiz gücümüz elimizden alındı. 2 milyon 500 bin insanımız Batı Avrupa’da ve 500 bin soydaşımız da Türkiye’dedir. Bu model bizim yuvamızı bozdu. Sayenizde sahte bir demokrasi kurduk. Siyasetçi yerini mafya aldı. Bakanlıklara. Bankalar, elektrik kurumlarına, kazançlı işlere hep sizin çocuklarınız atandı. AB fonlarından ülkemize gelen paralar sizin seçtiğiniz talancılara peşkeş çekildi. İktidar olduğunu dönemlerde 15 banka çökertiniz, doymadınız. İşsizlikse 100 defa arttı. Halk aç kaldı, aç! Sizinle aramızda derin bir uçurum belirdi. Kırmızıçizgi geçti. Sizim menfaatlerinizle kendilerine “oy kuyusu” dediğiniz kitle ve bizim kendilerine halkımız dediğimiz Türkler, Pomaklar ve Romların çıkarları bundan böyle hiçbir surette bağdaşamaz, uyuşamaz ve örtüşemez. Tokla açın aynı sofraya oturduğu nerede görülmüştür. Oyunu aldığınız insanları temsil etmiyorsunuz, aldatmaya, kanlarını emmeye devam ediyorsunuz. Siz iktidarda kaldıkça hiçbir sorun hiçbir zaman halktan yana çözülemez. Sizde böyle bir niyet ve hedef olmadı ve yoktur. 1990’da siz yani ajan sürüsü olmasa da kurulacak olan HÖH partisi Türk ve Müslümanların partisi olarak gösterilirken, insanlarımızı bilinçli olarak oyuna getirdiniz, yanılttınız, aldattınız. Türkiye Cumhuriyeti’ne kovulan yarım milyon


92

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

soydaşımızı da aptallaştırmaya çalıştınız. Bu işi yaparken dernek başkanlarını bazı eski “dostlarınızı” yemlediniz. Gerek niyetlerinizi sis perdesi ardına gizlediniz. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetindeki soydaşlarımızı da boş umutlarla oyaladınız. Bugünde hiç birinin vatandaşlığı yok, iki arada bir derede sürünüyorlar. Hiçbir aileye yok açıp Vatana dönmeleri için çaba göstermediniz. Şimdi AB ülkelerinde oy kullanmak isteyen işçilerimizi ve ailelerini de pembe rüyalarla aldatmak peşindesiniz. İnsanlarımızı umutsuz ve aç bırak sizsiniz. Sizin beceriksizliğinizdir. Kimse bundan böyle HÖH partisine oy vermek istemiyor, çünkü 20 yıl aldatan yalancı bugün de yalancıdır, yalandırır. En büyük korkunuz Türk, Pomak ve Müslüman Çingene Genç Aydın Halk Ordusu’nun oluşmasıdır. Sizi çöpe atacak olan işbu ordu olacaktır. Bugün değilse yarın doğacaktır. Artık 250 bin Türk ve Pomak seçmen size yüz çevirdi. 12 Mayıs 2013’te bilinçli olarak HÖH - DPS’ye oy vermediler. 5 Ekimde bu sayı çok daha büyük olacaktır. . Kuzey Batı Bulgaristan’da burgucuları kandırmaya devam edfin. Şu BSP’lilerden, Sergeylerden dost olmaz, öpüşmeyin, sarmaşmayın şunlarla diye defalarca yazdık. Şimdi size karşı en fazla havlayan köpek oldular. Barekov dostunuz TV ekranlarında timsah gözyaşı dökmeye başladı. Bu dünyada en hafif şey “vicdandır.” Beslenen it sahibini ya sahiplenir ya ısırır. Bizimki “vicdansız” kalmış, Türkleri kötüleyenin azabı uzun sürer ve cezasız kalmaz. Kendisi anlatıyor, çocuk arabasıyla parka çıkmış, halk toplanmış, “Mezarını kaz ve öl, biz seni gömeceğiz” demişler. Tempo tutmuşlar! Siz parka ne zamandan beri çıkmadınız?. Dört defa iktidar oldunuz ve Bulgaristan’ı çökerttiniz. Bu hesabı kim ödeyecek? Siz totaliter komünist küflü hurdalara uşaklık ediyorsunuz. HÖH - DPS partisi ekonomiden ve maliyeden anlamadığını, bu işin derme çatma kadrolarla olmayacağını, anlamalıydı. Devleti hırpalamak, dolandırmak, soymak ve önüne gelenden rüşvet almak için iktidar ortaklığı suçtur. Adliye bugün emrinizde olabilir ama yarın bağımsızlığını kazanır ve hesap soracaktır. Başsavcı görevine daha önce savcılık makamına girmemiş 5 Baş Savcı atadınız, ama nereye kadar. Bir gün gelir bu halk Başsavcısını bulur. AB’nden gelen paraları (% 86) birkaç yüz kişi arasında paylaşılıyorsunuz. Bunun da hesabı sorulur. Dünyanın en güzel ülkelerinden biri eşek dikenliği kalamaz! Halk hak ettiği ve kendisine gönderilen paraları almanın yolunu bulur. Zaten çekirdek artık çatladı. Çingeneler bile uyanıyor. Örnekleyelim.


Makale ve Analizler - 2014 aldı.

93

Bulgaristan C. 2007’den beri AB üyesidir. 7 milyar leva sübvansiyon

1989 yılında Bulgaristan 1 milyon ton domates üretmişti. 2009’da yalnız 60 bin ton üretti, ihtiyacını karşılamak için 56 bin ton domates dış alımı yaptı. Aynı yıl Polonya, Almanya ve Türkiye’den 100 bin ton patates aldı. Bulgaristan 1989’da 1 milyon ton elma üretti. Ülkemizin yıllık elma ihtiyacı 120 bin tondur, 2013’te üretim 30 bin tondu. 80 bin tonu dışardan geldi. Maydanoz, dereotu, kırmızı, yeşil tatlı ve acı biber (% 60) dıştan geliyor. Bulgaristan dış satımında ana kalemlerden beri et ve etli mamullerdi. 2013’te et tüketimimizin % 90’nı yabancı ülkelerden sağlanıyor. Geçen sene Romanya’da 7 milyon yumurta aldık... Aynı dönemde 2007 yılından beri AB tarımsal üretimimizi geliştirmemiz için bize karşılıksız para veriyor, ama biz bu paralardan % 60’ını sayenizde doğru dürüst kullanamadık. Tütüncülere gönderilen paraları bile ödemediniz. Bu konu dipsiz kuyudur. Çünkü AB fonlarını dağıtma işi su başı “Saray Ağası”dır. Ben, çok çaldık, yeter artık deyen Çingene tanımadım... Özet: HÖH - DPS yönetimi oy kitlesini oluşturan tarım emekçilerinin yanında, hizmetinde yer almadı, onların hak ettiği paraları çar çur etti. Yardımları kendi cebine aktardı. Gerçek buyken biz oyumuzu neden HÖH listesine verelim. Bunların biri değil hepsi hırsız, dolandırıcı ve rüşvetçidir. Köy ekonomisinde gözü doymaz hırsız tayfası oluşturan HÖH - DPS elidi ile emekçi köylülerle soydaşlar arasında menfaat yakınlığı, çıkar kesişmesi, uzlaşma yolu yoktur ve olamaz. Kırmızıçizgi çok derindir. Aşılamaz. Onlardan bize bir şey sızmadı ve sızmaz. Bu konuda ne de deseler boştur, asılsızdır, yalandır. Sonuç: Bir iş yan başlarsa yan gider, ters başlarsa ters gider. AB üyeliğine katılma işi bizde yetersiz başladı. Çapulculuğa ve hırsızlığa dönüştü. Sorumsuzluk doğurdu. Halk sefilleşti. Bu ters gidişin başında HÖH - DPS (Ahmet Doğan) vardı ve var. Bu yetki onun elinden mutlaka alınmalıdır. L. Mestan bunu yapabilecek güçte değildir. GERRB partisinin tek başına iktidara gelmesi lazım. Paraların yalnız hısım akrabaya, kendi çevresine, “mutralara şirketlerine”, mafyaya, oligarşiye dağıtılması, dışarı akıtılması devleti çökertir, halkı da bitirir.


94

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Devleti devamlı borçlandırmak da çok tehlikelidir. 25 yılda ülkede 5 fabrika kurulmadı. Alt yapı için gelen ödenekler çalınıyoy, kaçırılıyor, sonra devlete ödetiliyor. Bu gidiş durdurulmalıdır. HÖH adamları bunu yapamaz, çünkü çalan kendileridir. Ne yapmak gerek? Bir defa HÖH - DPS partisine oy vermeyerek sert bir tepki gösterme ve hak ettikleri dersi verme zamanı geldi. En kısa zamanda ve hatta daha bu yıl hazırlıklara başlayarak, Türkler, Pomaklar ve Çingeneler arasından en az 5 bin lise öğrencisini üniversitelere yöneltmeliyiz. Yüksek lisanslı ve İngilizcesi olan uzman kadrolara ihtiyacımız var. Bu kadrolar olmadan ülke çölleşmeye devam edecek. Onlar halkımızı ve ülkemizi AB ile bütünleştirme modülünü geliştireceklerdir. Bütünleşme algoritmamız AB’den gelmeyecek, biz hazırlamalıyız Bu bakıma, HÖH - DPS yönetiminin aklı çalışan gençleri ülkeden kovma politikasına kesin son verilmelidir. Halkın tepkisi yakındır. Olaya bir başka açıdan bakalım. Bulgar gençler gittiler okudular ve geri dönmeye başladılar. Bir küçük örnek. Pazarcığa bağlı olan Panagürişte şehrinden Batı Avrupa’ya giden, okuyup, uzmanlaşıp, sertifikasını alıp dönen gençler artık aile kurmaya başladı. Yerleşiyorlar. Yılbaşından beri bu şehirde 150 bebek dünyaya geldi. 3 yıl önce bir yılda doğan çocuk sayısı 27 idi. İşte bu gençler AB ile bütünleşme işlerinde kaptan oluyor.Biz ne zaman geri döneceğiz.Baba ocağımız bizi bekliyor. HÖH - DPS halkımızın AB ile bütünleşme zihniyetini öldürüyor. Bu düşüncenin hayat bulmasına imkân tanımak istemiyor. Bu işlerde her geçen gün geri kalıyoruz. Bu gidişle birkaç kişi çok zenginleşebilir, ama halkımız körleşiyor, köreliyor ve köleleşiyor. Halkımızın problemlerini kucaklayacak genç kadro ordusu yetiştirmemiz zorunlu oldu. Bunu HÖH - DPS yapmadı, planlamadı, yapmaya niyeti de yoktur. HÇH partisi bizden bir tek oy bekliyor. Zoru “bey gibi yaşamak” sırtımızda sefa sürmektir. Bu gidiş, gidiş değildir. Onların hepsi sırtımızdaki kenedir. Bu gidişe son vermek zorundayız. Biz kesin kararlıyız. Bültenimiz №. 9.


Makale ve Analizler - 2014

Neden GERB?

95

BG-SAM-29.Eylül.2014

Bu soru günün sorusudur. Soydaşlar arasında, derneklerde, federasyonlarda, kurumlarda tartışılan ana sorundur. Bulgaristan Türkleri, Pomaklar ve Rom kardeşlerimiz ve yoksul ve sefil Bulgar seçmen katman arasında da ana tartışma ve çözüm bekleyen problemdir. Cevap veriyorum: Biz çürümüş bir sistemle, çürümüş bir ruhla, körleşmiş ve irinleşmiş bir düşünce tarzıyla yani totaliter komünist, zulümcü, zamanı tamamen geçmiş bir düşünce biçimiyle 25 yıldan beri mücadele, kanlı kavga halindeyiz. Artık düze çıkma zamanımız geldi. Son hamleyi veriyoruz. Bir defa biz Bulgaristan Türk ve Müslüman kardeşlerimiz, tüm soydaşlarımız bu sert ve bilinçli kavganın, ölüm kalım kavgası olduğunu, yanlış insanlarla toplandığımızı ve yanlış cephede yer aldığımızı anlayana, bu yanlışın yanlış olduğu bilincine varana kadar tam 13 yıl geçti. Biz 2003 yılında uyanmaya başladık, yani yeni tohum o tarihte çatladı. Çöküşümüz o zaman çok hızlandı, karnımız o zaman hiç doymamaya başladı ve dünyadan fersah fersah geri kalmaya başladığımızı yine o zaman fark ettik. Bu gerçeği ilk kez BULTÜRK derneği dedi diye yazmıyorum, o zaman siz BULTÜRK’ün fikirleriyle alay ediyordunuz, çünkü zamanını doldurmuş ama dalında kurtlu, yarı çürük meyveler var diye, gölgesi bile olmayan ağaçların altına sığnıyordunuz. Birçoklarınız bunu bugün de yapmaya devam ediyorlar. Bu seçimlerde HÖH - DPS bültenine oy vermek isteyenler aynı kişilerdir. Bunu yapmakla daha 1990’da yıkılan, bugüne kadar çürüyüp yerinde yeller esmesi gereken Bulgaristan komünist partisinin (BKP) isim değiştirip sosyalist parti (BSP) adıyla ayakta kalmasına, o günden sonra 4 defa iktidar olmasına dayak, destek, arka ve yamak oldunuz. Bu işi, totalitarizm yıllarında en fazla zulüm gören Türk ve Pomakların partisi olan, Hak ve Özgürlükler adıyla bilinen (HÖH - DPS) partisi yaptı. Biz, HÖH liderlerine körü körüne inanarak hiçbir işe yaramayanlara yıllarca yamak olduk, hizmet ettik. Bize egemen olanların arasında, böyleleri bile vardı: Krallık çöplüğünden çıkarılıp yeni elbiseler giydirilip Bulgaristan’da işleri “800 günde yola sokacak” yalanıyla II. Simeon Partisi. Hatta höh’çüler ve çarcılarla birlikte iş görecek üçüncü BSP dayağı aranırken daha da ileri gidildi. Bu alçaklıkta yani eski komünistlerin yükünü sırtında taşımaya gücü etmez olan HÖH partisinin


96

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

parasıyla kurulan faşizan, Rus yanlısı, anti-Türk ve anti-İslam mayalı “Ataka” partisiyle birlik olundu. Ortak iktidar kuruldu. “Şeker tuzda erimez!” diyen olmadı. Biz aldatıldık ve hayallerin hamalı olarak kullanıldık. Artık kullanılmak isteniyoruz. Mestan bunun için oyumuzu istiyor. Ama, sizin bayram yolunuzu kesmek için sınır çizgisinde yatmaya hazırlanan Nikolay Barekovlara, azılı milliyetçilere, Bulgar ırkçılarına “Hey siz ne yapıyorsunuz?” demiyor. Çünkü insan beslediği köpeğe taş atmaz. Biz 25 yıldan beri bulutsuz gökten yağmur bekledik. Hiç bir işe yaramayan it-çakal, yaban domuzu, hırsız, dolandırıcı, sabıkalı, kaçakçı, mafya ve oligarşi aracısı veya uzantısı takımını ayakta tuttuk ve bu işleri hep BSP iktidarının sürmesi için yaptık, çok iğrenç, çok kötü ve zarar verici oldu. Hiçbir hakkımızı alamadık. Hep kurban olduk ve alet edildik. Ve bir yamak olan onlar, Türk halkı, Pomak ve Çingene kardeşlerimiz gerçekleri öğrenmesinler, hissetmesinler, görmesinler diye anadilimizde bir gazete çıkartmadılar, ana dilimiz öğrenmemize karşı çıktılar, dağlarımızda, bahçelerimizde, yaylalarımızda, yer altında ve yer üstünde yeni bir türkümüzün doğmasına bile izin vermediler. Radyolarda konuşanlara kulaklarını tıkadılar, “renkli pencere” dedikleri TV’da anlatılanları görmek istemediler, bunları yaparken uyananlara da amansız düşman oldular, saldırdılar, her şeyimizi kıskandılar. 25 yıldan beri halkıma zulmeden komünistlerin sofrasından kalkmayan, çürümüş ve kökünden kopmuş komünizm direğinin ayakta durmasına dayak oldukları için milyonlar alan, bizim tüm yasal hak ve özgürlüklerimi, doğal ve insan haklarımızı rafa kaldıran, bize kasaplık koyun gibi, çaprak onların alinde “oy kazanı” gibi bakan bu insanlardan kopmamız, ayrılmamız, bire daha yüzlerini görmememiz şarttır oldu, zorunlu oldu, mutlaka gerçekleşmeli gerek davamızın ana ilkesi burumunda biçimlendi. Biz soydaşlar olarak, Bulgaristanlı Türkler olarak bağımsız hareket etmemizi engelleyen her kişi gericiliğin, yalan dolanın irinli batağına mutlaka düşmüş, bir daha oradan çıkamamak üzere saplanmış, ebediyen orada kalıp yok olmuş ve olacaktır. Yalaka, hademe, ajan ve hain tipler için kurtuluş yolu yoktur. Harmanlı kenarında bir mezar taşı var. 25 sene önce dikilmiştir. Yazısını okuyun lütfen. “Komünistir dediler. Hastadır dedim. İnanmadılar. Hastayı yaşatmak için beni gömdüler!” Bizim halimiz ve yazgımızdır bu!


Makale ve Analizler - 2014

97

Lütfen bir fatiha okuyun ve bir şişe su dökün! Mezara, mezar da olsa ruhu yaşasın. Bizi kanatlandıran yeniden doğuşumuzu hayata çağıran ruhtur bu. Bizden devamlı olarak “özveri” isteniyor. “Özveri” sözü anneler için üretilmiştir. Onlar zaten yapacaklarını yaptı. Onların “özverisi” artık tükendi. Nereye kadar özverili olunabilir ki? 25 yıldan beri 15 defa sandık başına gidildi. Her defasında “ayıp” edildi. “Utanç” sözünü ise biz yeni kuşak Bulgaristan Türkleri ürettik. “Utanın be!” bu halkı soya soya bitiremediniz. Ama onlarda utanmak diye bir şey yok. Bizim aramızda gece mumla arasan bu kadar ayıp edeni bulmak zordur da, Bulgar’a “bravo” vallahi... Somut Konuşuyorum! Mestan çıkmış “Bulgaristan Müslümanları iktidar ortağı olmadan eşit haklı olduklarının farkına varamıyorlar,” diyor. Bunun Türkçesi “yorgan altına girmeden ısınamıyorlardır.” Yani kısaca alışmış kudurmuştan beterdir, biz onları bu işe alıştırdık, vazgeçemezler, diyor. Ya biz fahişe miyiz? Yazarken utanıyorum! Bunun bir anlamı da, biz onlarla baş ederiz, bizim adamlarımız, araçlarımız, ustalaşmış komplocularımız, manipüle etme yollarımız, sindirme araçlarımız, kışkırtma, sindirme, ürkütme işinde kara propaganda yaparız, oylarını zorla alırız ama yine alırız, diyor. Ve biz Lütfü Mestan’a inadına yaşayacağız, inadına mücadele edeceğiz, inadına maskenizi indireceğiz, sizlere de ikna edene kadar, inadına uyanacağız ve aldattığınız kitleyi sizden koparıp alacağız, cevabını veriyorum. Sen benim canım halkıma “fahişe” muamelesi yapamazsın! Ürkütücü bir hava, tiksindirici bir koku da “saray”dan geliyor son günlerde! Doğan bizim hepimizin bir hikâyesi olduğunu, buralarda soydaş olsak da, hepimizin her gün tütün tarlarına gidip geldiğini, maden ocağına indiğini, ormana gidip ağaç kestiğini, sığır ardında gezdiğimizi bilmek istemiyor. O bizim öykümüzde “Belene” ölüm kampı, camı açılmayan karanlık koğuş, pirinci kurtlu, kompostosu kurtlu, çorbası yal gibi hapishane yılları, işkence masalarında dayanma iradesi, yapmadığımız şeylerin zorla kabul ettirilmesinin çilesi, yargısız infaz bekleyişi olduğunu unutmuş benziyor. O bizim yüreğimizi hiç bilemedi zaten: Yağmur gibi yağar başıma taşlar İlle dostun bir tek gülü yaralar beni...


98

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Evet, siz bizi sahte olduğunuz anlaşılınca, çok yaraladınız, hainliğinize artık cevap vermeliyiz. Önce size olan sözümüz şuydu: Duyulmaz söz bizimdir Ayrılmaz yol bizimdir... Fakat sen, siz kalbimizi yaralayanların başındaydınız, yolumuz bir daha kavuşmamak ve karışmamak üzere ayrılmıştır. Bu davayı dostça yaşamak için birbirimizi tanımalıyız, deyenler kazandı. Sen saraylardan bizi koyun olarak gördün ve aldandın! Bulgaristan Türkünü, Pomak’ını ve Müslüman Çingenesini tüm soydaşlarımızı tanıyamadın. Yanlış yönettin. Bundan böyle yönetemezsin! Eğittiğin Lütfü Mestan sık sık “paradigma” diyor. Sorduk bizimkilere bilen yok. Sözlüğe baktık “çıkış yolu olmayan bocalama” yazıyor. Sen ise, “düşünme modeli” diye tanıtıyorsun. Bir defa “Bulgaristan Etnik Modeli” dedin, canımız 25 yıl yandı. Lütfen daha fazla düşünme, al maaşını, mahkemeye tebligat gelene kadar otur oturduğun yerde. Lütfü’ye ise, anlamadığı ve bilmediği şeyleri konuşmamasını öğütle lütfen. Sen kapalı bir yerde yaşıyormuşsun, köpeklerin, korumaların arasında havasız yerde kalan insanın beyni ve zihni kapanır. Sen artık bize karışma! Çağırıldığında hesabını verir, tekrar yerine döner, hapisliğini yatarsın... Lütfü ise, bizden oy beklemesin, bir de artık koalisyon ortaklığı sözünü kullanmasın, bu iş irinleşti ve kokuştu. Seçmen üçlü dörtlü ortaklıklarınızdan tiksindi. 1991’den beri hep ortaklık şarkısı, hep çöküş, hep sefillik, hep işsizlik. Siz Bulgaristan Türklerini ve Müslümanları anlayamadınız, çünkü ne sen ne de Lütfü halkın arasından gelmediniz. Halkımız sizi ret ediyor. Halkımız bir önder, yönetici arıyor. Bu kişinin bütün Bulgaristan halkını ayrım gözetmeden yönetmesinde ısrar ediyor ve bu seçimlerde GERB lideri Boyko Borisov böyle bir halk önderi olarak mazbatasını, yani yönetme yetkisini halktan alacaktır. Hayırlı ve Uğurlu olacağına inanıyoruz. . Siz eski komünist döküntüleri, artık işe yaramayan, sözü tutulmayan gizli polis “DC” ajanları, “Sava-Ahmetler”, “Pavel-Lütfüler” ile bizim yeni hesaplaşmamız olacak. 25 yıl halkımızı aldatmanın, yalan, dalavere ve soygunun hesabını vereceksiniz. Şimdi acı çekme sırası sizdedir. İnsanda doğuştan acı çekme yeteneği yoktur. “Acıya dayanma” başka birinden ödünç de alınmaz.


Makale ve Analizler - 2014

99

Şu da var: “acı çekme yeteneği” siz gibi iradesiz insanlarda hiç olmaz. Olsaydı zaten ajan ve hain olmazdınız. Ve özel olarak belirtiyorum. Yeryüzünde hiçbir kötülük insan korkaklığı kadar çile üretmemiş ve kan dökmemiştir. Siz korkaksınız. Daha 1990’da demokratikleşen dünyadan korktunuz ve ejderhaya teslim oldunuz! Bu korkaklık sizindir. Siz bunu yaptınız! Hala korkuyorsunuz. Doğru bildiğimiz şudur: Korkandan korkulur!... Biz Bulgaristan Türkleri, Müslümanlar kardeşlerimiz olarak sizinle 05. Ekim 2014 günü sandık başında hesaplaşmaya hazırız: Bizim bültenimiz 9 numara. Bu ilk savaşta galip çıkarsk, son 25 yılda yaptıklarınızın hepsinin hesabını vereceksiniz, Çektirdikleriniz fitil fitil burnunuzdan getirilecektir. Bunların hesap vermesini isteyenlere sesleniyoruz. Lütfe kullanacağınız bülten № 9 olsun! Önceden teşekkür ederiz.

Ekim Ayı Yazıları İnadına Kazanalım

Alpay Dinçer-02.Ekim.2014

Sakın ve olaysız geçen seçim kampanyası, son günlerde birden alevlendi. Çarşamba, Perşembe ve Cuma gün politikacılar eteklerindeki tüm taşları dökecekler. Cumartesi bizim Kurban Bayramımız. Bulgar halkı ise, sözde “Kime oy vereyim!?” diye düşünüp kararalacak. Politikacılar korku içinde. İktidarı kaybetme korkusu büyüyor. Bulgaristan halkı ise kötülüğü yenmek istiyor. Çok çelişkili bir durum! Geçen yılın Şubat ayında, “elektrik faturaları ayaklanmasının” üçüncü gününde Sofya’da Cumhurbaşkanlığı ile “Büyük Cami” (şimdi ulusal arkeolojik müze) arasındaki dairevi fıskiyenin kenarında 50 yaşındaki Dimitır Dimitrov ken-


100

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

dini yakmıştı. Dubnitsa şehrine bağlı Kraynitsa köyünden olan Dimitrov bir demirciydi ve o da elektrik faturasını ödeyemeyince mahkemeye düşmüş ve icra örsle çekicine el koymuş, ocağını söndürdü. % 25 yanıkla taburca olmuş “suç delili” olmadığından ne yargılanmış ne de “özürlü kategorisine girip” emekli maaşı alabilmişti. Dimitrov’un 5 Ekim seçimleriyle ilgili merkez basında açıklaması başlık oldu: Ben Çalmayacağım! ve Ben Yalan Söylemeyeceğim! diyen politikacıya oy vereceğim. Seçimlere 4 gün kaldı. Bu beyanda bulunan bir politikacı meydana çıkmadı. Çok ağır ve karmaşık dediğim durum işte bu. Geçen Şubatta, kendini yakanlar 4 kişiydi. Üçü öldü. Politikada bir söz vardır nereye çekersen oraya gelir. Kimileri devrimler evlatlarını yer!, derken bazıları da bu sözleri devlet sadık evlatlarını yer, şeklinde kullanıyor. Bize kalırsa, “devleti içinden kemirenler” ve bitirmek isteyenler var. Bulgaristan’da bazı kimselerin söylemek istemediği bir başka gerçek de şudur: Politik partiler kendilerini tüketmiştir. Bir, Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) nefes alamaz durumdadır. Günlerini sayıyor dersem abartmış olurumda, bir iki seçim daha ve nalları sayılacaktır.İki, şimdiki kampanya’da “ben Başbakan olacağım,” ben “Ahmet Doğan’la anlaştım, ben Delyan Peevski olacağım” ve Bulgar oligarşisine yamak olacağım deyen Nikolay Barekov, TV ekranına çıktı ve ağıladı. Seçimden 5 gün önce hangi lider ağlar? Tükenmiş, kendi zavallılığının farkına varan, söylediği sözlerin anlamsız olduğunu gören kişi ağlar. Çok acıklı bir durum! Her millet zafer kazanamaz. Örneğin, Bulgar ordusu çok çarpışmada galip gelmiş ama hiçbir savaş kazanmamıştır. Almanya da öyle, çok savaş başlatmış ama hiç birinde muzaffer olmamıştır. Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarını Almanlar başlattı, ama ikisi de onlar için bir facia oldu. Bu, insanlar için de geçerlidir. Örneğin Deliordan’dan nice Dünya ve Olimpiyat şampiyonu Türk güreşçi, Rodoplar’dan Türk halterciler çıkarken, Nikolay Barekov’un doğup büyüdüğü Plovdiv şehrine Olimpiyat madalyası götüren olmamıştır. İnsanlar kendilerini hep birilerine benzetmek istiyor. Nazilerin başı Adolf Hitler politikitirazını Bavyera birahanelerinde büyütmüştü. Barekov da politikaya Plovdiv içki barlarında


Makale ve Analizler - 2014

101

Zaferle Bayramlaşalım!

Raziye ÇAKIR-02.Ekim.2014

Biz insanların bu dünyaya, çakmak taşından ateş çıkarmak ve bir öpücükten insan yaratmak, ekip biçmek, üzümden şarap yapmak, çiçeklerden demet derlemek için geldiğine inanıyoruz. Biz insanlarımızın göçlere, ayrılıklara, çekilere, yoksulluklara, sefalete, bin bir belaya karşın ille de yaşamaları gerektiğine inanıyoruz. Biz 100 yıldan beri Avrupa’dan, Balkanlar’dan. Bulgaristan’da geri püskürtülmeye çalışan büyük bir medeniyeti yaşatmaya hevesli orduların ordusuyuz.Bu bakımdan bizi Pazar gün yapılacak Bulgar meclis seçimlerine katılmamamız, oy kullanmamız söz konusu olamaz.Biz bu dünyaya geldiğimizde önce güvenli bir ortama mı geldi, iyi koşullarda mı yaşayacağız ve nasıl karşılandık diye bakınırız. Konuşamasak da bunları anlarız ve kötü olan her şeye tepki gösteririz. Bu bakıma geçen yüzyıl bizim tepki verdiğimiz bir yüzyıldı. 21. asırda da henüz sakinleşmiş, huzur bulmuş değiliz. Sızılarımız dinmedi sızlıyor, ruhumuz konmaya daha sakin bir yuva arıyor.İnsan politikanın içinde doğmaz. O politikaya yıllar sonra girer. Sanki çocukluğumuz, gençliğimiz, okul, kitaplar, kamuoyu, dostlar, yaşlılar bizi hep politikaya hazırlar. O olan ve olmayanın, iyi ve kötü yaşamın kavgasıdır. Gelecek hep geçmişte mayalanmıştır. Tutan iyi maya ise sosyal ve ekonomik hayat, işler iyi gider. İşleri gitmeyenlerse inadına yaşar. İnadına yaşamaksa mücadeledir. Mücadele enerji ister. Enerjinin taşıyıcısı ise gençliktir. İnsan enerjisini yönlendirebilmek örgütleniş gerektirir. Teşkilatlanma üretim birimlerinde, kooperatiflerde, şirketlerde, derneklerde, sivil toplum örgütlerinde, kulüplerde, partilerde olur.Bu kuruluşlar yasal çalışır. Yasallık kazanmak mahkeme tescili ve ilgili kayıtlarla olur. Etkinlik ve eylemlerin program ve tüzüğü vardır. Toplantı, sohbet, forum, bilgi şöleni, kurultay ve uluslar arası etkinlikler örgütlü politik çalışma biçimleridir. Bu çalışmalar devlet yardımlarıyla değil halkın girişim ve tasarruflarıyla yapıldığından, özveri gerektirir. Siz soydaşlarımızı 5 Ekim seçimlerine örgütleyen BULTÜRK bir kültür ve hizmet derneğidir. Seçim önü faaliyetlerinde, gazete, broşür, el kitabı, TV programlarına katılma, milletvekili adaylarıyla görüşmelerde size Bulgar genel seçimlerine katılmanızın demokratik ve yasal bir hakkınız olduğunu açıklarken, seçme ve seçilme hakkınızın önemini ve bilinçli seçim yapman gereğini vurguladı. Biz T.C. de 24 yıllık göçmeniz. Üç kuşak bizden önce gelenler de var. Birçoğumuz AtaVatanla bağlarımızı koparmışız, diğerlerinin arasında doğup büyüdüğü, geldiği, dede ve nene mezarlarının bulunduğu köy isimlerini unutanlarımız var. Arkada bıraktığımız yıllar o kadar acılıydı, gördüğümüz zulüm o kadar ağırdı ki, çoğumuz geri gitme yolları aramayı bırakınız,


102

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ardına bakmadı bile. Son gelen soydaşlardan büyük bir bölümü de artık emekli oldu. Bahar veyaz aylarında geri dönüp köylerine, Türklük ortamına can veriyorlar. Son yıllarını huzur içinde orada geçiriyorlar. Aslına bakılırsa Türkiye’ye yerleşmemize çok çaba harcamış olsak da, içimizdeki asil duygu ağaçtan koparılmış bir dal olduğumuzu hepimize gece gündüz hatırlatıyor. Gece uyusak memleketin hali bizi değişik seslerle uyandırıyor. Bizim hiç birimiz artık o eski ben sen değiliz, durmadan bir yerlerden sesler alıp sesler veriyoruz. Memleketteki durumun çok kötü olduğu, insanlarımızın yoksulluğu, geçim sıkıntısı, seçtiğimiz yolun doğru olup olmadığı ikircimi hhep aklımızdadır. Diz boyu yoksullukta gözüneuyku girmeyenler... Uyuyamayanlar, huzur bulamayanlar, yarın da uyuyamayacaklar ve huzur bulamayacaklardır. İnsan sevdiğini unutamaz. İnsan sevdiğine yakın, onun yanında olmak ister, ne olursa olsun orada olmak ister. Bizim içimizde sönmeyen sevda vatan sevdasıdır. Pencereden denizin dalgalarına bakan adam yurtsever olamaz. Anlamlı dünya görüşüne sahip olmak için insanların arasında, toplumun içinde kaymak gerekir. Bilinçli konumlanma yerlerinden biri iseseçimlere katılıp oy vermektir. Bilinçli seçim yapmaktır. Seçim bir anlamda vazgeçme ve başka birini seçme yeridir. Her şey gibi en sevdiklerimiz, kuruluşuna katıldığımız partiler bile zamanını doldurur, politik çizgiden çıkar, değişir ve bizden uzaklaşabilir. İşte bu durumda yeni bir seçim yapmamız zorunlu olur. Bununiçin ortak irademize tercüman olan BULTÜRK Derneği seçimde, soydaşlardan oy alan ama onların sorunlarına eğilmeyen HÖH partisine değil daha halkçı, bizden de aday yükselten GERB partisine oy vermemizde ısrar ediyor. Bu partinin bülten numarası 9.Daha önce değişimin bu kadar zor gerçekleştiğini bilmiyorduk. Bir açıdan baktığımızda insan neyse odur, değişmez aslında, değişen onun niyetleri, hevesleri, aldığı kararlar, etkinlik ve hareketleridir. İnsanın değişmesi içine korku düştüğü zaman başlar. Korkuların en kötüsü ise düşmanından korkmak değildir. Düşmanı olduğunu bilen kişi kendini sıkar ve kötülüğü göğüslemeye hazırlanır, yakınlarını uyarır. Büyük ve yenilmesi zor olan korku sevdiklerimizden korkmamızdır. Bu öyle bir korkudur ki, gitti giderken önce insanın gözlerindeki ışıkları söndürür, ona nefes kestirir, göğsüne oturur ve ağırlaştıkça ağırlaşır. İnsana hiçbir an huzur vermez. Sevdiklerinize bakamaz olursunuz, hepsinin yüzü size kara gelir, ruhlarının çirkinleştiğini sezersiniz, onlardaki sıcaklık ve güzellik nuru uçup gider, git gide aramaz olursun onları. Şu dönemde böyle bir korku sindi içimize. Bu, insanlarımıza kendimizi gereği gibi, anlayabilecekleri bir şekilde anlat amamızın korkusudur! Bu aşılması zor bir sıkıntı olduğundan, üstesinden gelme zaman ister, bilinçlenerek değişim yaşanmasını gerektirir. Biz 1990’da Bulgaristan’da Türk ve Pomakların birleşerek Hak ve Özgürlük Partisi kurmalarına çok sevinmiştik, hatta gururlandık. T.C.’de otursak da oyumuzu yıllar yılı bu partiye verdik ama lehimizde değişen bir şey


Makale ve Analizler - 2014

103

olmadı. Bulgar bildiğini okumaya devam ederken, bu partinin yöneticileri hiçbir surette engel olmadılar. Eğitimde etnik azınlık çocuklarının ana dil öğrenmesi yolunu bile açmadılar. Birçok yasak olduğu gibi kaldı. Birçoklarımız ana dilimizde konuştuğu için kesilen cezaya tepki olarak makbuzu cebine sokup göç etti. Bu ceza bugün de kesiliyor, hem de parası mahkeme kararı ve icra yoluyla toplanıyor. Düğünde bayramda kana kana şarkı türkü söyleyip içimizi dökmemize, coşmamıza, kanatlanmamıza engel olanlara tepki olsun diye Vatan bırakıp geldik. Ne değişti. Bu hafta Burgas Belediyesi müzikli düğün yapılmasını yasaklamış, aynı yasak Pazarcık’ta da çıktı. Belediye yazıp çiziyor polis uyguluyor. Değişen bir şey yok. Bu gelişmeler oyumuzla iktidara getirdiğimiz, kendimizin olduğunu sandığımız HÖH dönemlerinde oluyor. Davul sesine, çocuk çığlığına dayanamayan bir parti zamanını doldurmuştur. Bunun için yeni bir seçim yapmamız gerekiyor. Bu defa oyumuzu 9 nolu bültenle verelim.Bu dönemde değişmeyen bir şey varsa yoksulluğumuzdur. Bu değişim yoksulluktan sefalete doğru ilerledi. Birçoklarımız bir tas çorbaya ihtiyaç, bir dilim ekmeğe muhtaçtır. Ekmek teknemizi kırdılar. 4 defa hükümet olan Türklerin partisi HÖH halkımızı ona buna karşı kışkırttı, Bulgar’a bizi yeni baştan düşman etti, var olma yollarım Bizim için her seçim “Vaar olma ya da olmama” sorunudur. Oyumuzu umutla atarız, ama boş çıkınca hep üzülürüz. Üzül üzül nereye kadar?Bizim bildiğimiz hayat bir de aydınlanma ve bilinçli hareket etme kavgasıdır. Bu hesaplaşma aslında insanın kendisiyle hesaplaşmadır ve kesintisiz bir süreçtir. Geçiş döneminde demokrat kişiliğimizin oluşmasından korkanlar bizi küçülttüler. Aç adam küçük adamdır. Küçülen adam kendine ve insanlara olan güvenini yok eder. Direnme kabiliyetinden olur. Kolay inanır ve aldatılır. Büyük işlerden uzak durmak ister. Gerileme, durma, geri dönme, gerçeklerden kaçma ise akıl durmasıdır. Bu korkutarak yapılan bir eylemdir. Hani bizi “isimlerimizi geri alacaklar”, “din yasaklanacak”, “camiler kapatılacak” şeklinde yıllar yılı korkuttukları gibi, bu seçimlerde de Nikolay Barekov adında bir toy ve aşırı uç parti liderine “çifte vatandaşlık kaldırılsın”, “otobüsler gelmesin”, “sınırda asfalt üzerine yatıp otobüslerin girmesini engelleyeceğiz” dedirttikleri gibi. Bu saldırılar bizim hevesimizi kırmak, bizi küçültmek, bizi ürkütmek, devamlı korku içinde yaşatmak ve geriletmek için yapılıyor. Bizi korkutmak isteyenlerin saldırı hedefi olan, bizim öz kazanımlarımızdır, isim meselesinde, dinsel haklarımız konusunda, camilerimizi ibadete açtık olması gibi konularda onu toptan geriletmiş olmasıdır. Sindiremiyorlar. İçleri kaynıyor. Sınır kapısını biz açtık, çifte vatandaşlık kazandık bunlar onlara çok ağır geliyor. Ahmet Doğan’a da ağır geliyor, çünkü sizi yanı bizi istediği gibi kalıplayamıyor. Edinimlerimizin tümü bizim 19089 Ayaklanmamızın kazanımlarıdır. Şimdi yeniden saldırıyorlar. Zaferimiz gözlerine battı. Rüzgâr ters döndü. Olay budur. Bu işin içinde kötü en


104

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

olansa, kendimizden bildiğimiz, lider ettiğimiz kişilerin dönek, hain, uşak ruhlu, insan süprüntüsü çıkması oldu. Şerefsizlik ettiler. Ters yol seçtiler. Bu işte Ahmetler Lütfüler ve onların dolayındakilerin çok fakir aileden gelmiş olması, polis beslemesi olarak yetiştirilmesi, hasımlarımıza hizmette kusur etmemeleri,son 25 yılda işleri olumsuz etkiledi. Biz BULTÜRK olarak sizden Pazar gün kullanacağınız oylarla onlara bir ders vermenizi istiyoruz. Bu defa verelim oyumuzu GERB partisine bakalım bundan böyle Lütfü Bey ayağını denk alacak mı ve lehimizde olan her kanuna karşı oy kullanabilecek mi. “Soya dönmüş” ve totaliter komünist rejim suçlularının cezalandırılmasına karşı oy kullanan kendisidir. Osmanlıda “Bulgarlara soykırımı yapıldı” belgesine oy veren yine odur. Bir çekirge bir sıçrar iki sıçrar üçüncüde düşer. Ona cevap verme zamanı artık geldi. Bir oyun acısı yeter de artar. Bu defa ders olsun diye verelim oyumuzu inadına 9 numaralı bültene ve görsün Hanya Konya’yı ve alsın ters işler yapmanın faturasını... Bu faturanın ödenmesi ağırdır. Seçim birde başka bir imkân sunuyor. Bizim, Bulgar’da kalan kardeşlerimizin, memleketimizin, taşınmazlarımız sürünen ve sahipsizmiş gibi bir hal alan kaderi de ortada. Pazar gün bir daha olmak üzere hey Vatan! Gözyaşların dinsin. Yetiştik artık biz! Demelim beraberce... Birde şu var. Bir insan ne yapabilir ki? Hepimizin birden ve beraberce bir Hızır gibi yetişmemiz gerekiyor. Bu seçimlerde, demokratik haklarımızı kullanarak birlikte uzanacağımız bir hedeftir beliren ortada. Bu hedefin özünde büyük doğal ve demokratik haklarımız var. Kendi dilimizde eğitim, özgün kültürümüz, davul zurnamız, sağılığımız, çocuklarımızın en iyi koşullarda eğitilmesi, toplumun gereksinimlerine uygun yetiştirilmeleri, iş, tatil, seyahat, dinlenme ve eğlenme vs. vs. tüm sosyal, ekonomik ve politik isteklerimiz yeralıyor. Üretim ve dağıtımın, paylaşımın yeniden örgütlenmesi yer alıyor. AB’den gelen yardımların halka erişme yollarının açılması zorunludur. Adaletin üstünlük sağlaması gündemdedir. Suçlular daha fazla meclise giremez ve sokaklarda dolaşamaz. Seçime katılıp beğendiğimiz adaya oy vermemiz ve onu seçmemiz ise emellerimizin gerçekleştirilmesinde en önemli adımlardan biri olacakt Bayyramın ikinci günü bizim Bulgaristan vatandaşı olarak oy kullanmamız en başta gelen en demokratik haklarımızdan birdir. Bu hakkı elde edip yasallaştırmak için 1878 Savaşından beri mücadele verildi. 100 yıl kendi partimizi kurdurmadılar. T.C.de yaşayıp da Bulgar parlamentosunun içindeki milletvekillerini seçme hakkını elde etmemiz, 6 göçten sonra oldu. Rüzgârın yönünü çeviren Büyük Göç oldu. Biz bu hakkın öneminin önce farkına varamadık. İlk seçimlerde 18 bin oy verildi, en fazla 116 bine yükseldik, bizim bu defa en az 150 bin oy vermemiz gerekiyor. Biz çok kalabalığız. Bir topluluk olarak gücümüzü, varlı-


Makale ve Analizler - 2014

105

ğımızı hissettirip isteklerimizi dayatmalıyız.Elde ettiğimiz zafer ortaktır. Bulgaristan Cumhuriyeti vatandaşlığımızı koruyabildiğimiz gibi, artık Avrupa Birliği vatandaşı da olduk. Bu çok önemli bir kazanım oldu. Bu haklarımızı yaşatırken daha da genişletmemiz ve bunlardan faydalanmamız için bu seçimlere mutlaka katılmamız zorunludur. Bizim pasifliğimiz, bayramdır, misafir gelir falan deyip, oy kullanmaya gitmemek aslında bir asırlık mücadelemiz sonunda elde edilen nimetlere bir tekme vurma anlamına gelir. Bu yüzden 9 numaralı oyla yoksulluktan çıkma yolunu seçmeye davet ediyorum. Davamız ortaktır. Sandık başında bayramlaşmak dilekleriyle.

Yoksulluk ve Değişim

BG-SAM-02.Ekim.2014

Biz insanların bu dünyaya, çakmak taşından ateş çıkarmak ve bir öpücükten insan yaratmak, ekip biçmek, üzümden şarap yapmak, çiçeklerden demet derlemek için geldiğine inanıyoruz. Biz insanlarımızın göçlere, ayrılıklara, çekilere, yoksulluklara, sefalete, bin bir belaya karşın ille de yaşamaları gerektiğine inanıyoruz. Biz 100 yıldan beri Avrupa’dan, Balkanlar’dan. Bulgaristan’da geri püskürtülmeye çalışan büyük bir medeniyeti yaşatmaya hevesli orduların ordusuyuz. Ve biz bu dünyaya geldiğimizde önce güvenli bir ortama mı geldim, iyi koşullarda mı yaşayacağım ve nasıl karşılandım diye bakınırız. Konuşmasak da bunları anlarız. Politikaya girmemiz yıllar sonra olur. Sanki her yaş, okul, kitaplar, kamuoyu, dostlar, yaşlılar hepimizi politikaya hazırlar. Politika iyi ve kötü yaşamanın mayası gibidir. İyi maya tutarsa sosyal ve ekonomik hayat, işler iyi gider. İşleri iyi gitmeyenlerse inadına yaşar, inadına yaşamaksa mücadeledir. Mücadele vermekse enerji ister, insan enerjisini yönlendirmekse örgütleniş gerektirir ki, bu derneklerde, sivil toplum örgütlerinde, kulüplerde, partilerde olur. Bu kuruluşların çalışmalarının yasallık kazanması için mahkemede tescilleri yapılır, program ve tüzükleri yayınlanır. Toplantı, sohbet görüşmeleri, forum, bilgi şöleni, kurultay ve uluslar arası etkinlikler politik çalışma biçimleridir. Bu çalışmalar devlet yardımlarıyla değil halkın girişim ve tasarruflarıyla yapıldığından dolayı büyük özveri gerektirir. Biz Türkiyede 24 yıllık göçmeniz. Arkada bıraktığımız yıllar o kadar acılıydı, gördüğümüz zulüm o kadar ağırdı ki, çoğumuz geri gitmedi. Şimdi soydaşlardan büyük bir bölümü emekli oldu ve bahar ve yaz ayla-


106

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

rında dönüp geldikleri ortama can verip orada zaman geçiriyorlar. Aslına bakılırsa yerleşmemize çok çaba harcansa da, içimizdeki duygu bize ağaçtan kopan bir dal olduğumuzu gece gündüz hatırlatıyor. Gece uyusak memleketin hali bizi seslerle uyandırıyor. Bizim hiç birimiz o eski ben sen değiliz, durmadan bir yerlerden sesler alıp sesler veriyoruz. Memleketin halinin çok kötü olduğu, insanlarımızın yoksulluğu, geçim sıkıntısı, seçtiğimiz yolun doğru olup olmadığı hep aklımızda. Diz boyu yoksullukta gözüne uyku girmiyor ki... Bugün uyuyamıyorsun, yarın da uyuyamayacaksın... Eskiden değişimin bu kadar zor gerçekleştiğini bilmiyordum. İnsan değişmiyor aslında, değişen niyetler, hevesler, alınan kararlar ve yapılan hareketlerdir. Bizim değişmemiz içimize korku düştüğü zaman başlamıştı. Korkuların en kötüsü de insanın düşmanından korkması değildir. Büyük ve yenmesi en zor olan korku insanın sevdiklerinden korkmasıdır. Bu öyle bir korkudur ki, gitti gider, insanın gözlerindeki ışıkları söndürür, nefes kestirir, göğsüne oturur ve ağırlaştıkça ağırlaşır. Bakamazsın sevdiklerine, hepsinin yüzü sanki kararır, çirkinleşir, güzellik nuru uçup gider, aramazsın bir daha onları. Şimdi böyle bir korku var içimde. İnsanlarımıza kendimizi gereği gibi anlatamamanın korkusu! Bu aşılması çok zor bir olay! İşte şimdi seçimler geliyor, bizim, orada kalan kardeşlerimizin, memleketimizin, taşınmazlarımız sürünen kaderiyle ilgili bir korku bu. Hey Vatan. Gözyaşların dinsin. Yetiştik artık biz! Demek istiyorum. Ama bir insan ne yapabilir ki? Hepimizin birden ve beraberce yetişmemiz gerekiyor. Bu seçimlerde, demokratik haklarımızı kullanarak birlikte uzanacağımız bir hedef var. Bu hedefin özünde büyük doğal ve demokratik haklarımız. Eğitim, özgün kültürümüz, sağılığımız, çocuklarımızın en iyi koşullarda eğilmesi, toplumun gereksinimlerine uygun yetiştirilmesi, iş, tatil, seyahat, dinlenme ve eğlenme vs. vs. tüm sosyal, ekonomik ve politik isteklerimiz yer almalıdır. Seçime katılıp beğendiğimiz adaya oy vermemiz ve onu seçmemiz ise emellerimizin gerçekleştirilmesinde en önemli adımlardan biridir. Bayramın ikinci günü bizim burada da Bulgar parlamentosu erken genel seçimleri var. Bir Bulgaristan vatandaşı olarak oy kullanmamız başta gelen demokratik haklarımızdan birdir. 1978 Savaşından sonra Bulgaristan’dan göçe zorlananlardan biz bu hakkı elde edebildik. Totaliter bir rejimin devrilmesiyle sonuçlanan büyük bir Ayaklanmadan sonra ve kovularak geldiğimiz için sınır kapısı ardımızdan kapatılamadı. Açık kaldı. Bulgaristan Cumhuriyeti vatandaşlığımızı koruyabildiğimiz gibi, artık Avrupa Birliği vatandaşlığı da elde ettik. Bu bakıma seçimlere katılmamız zorunludur. Bizim pasifliğimiz, bayramdır, misafirlerimiz gelir falan deyip, oy kullanmaya gitmemek aslında bir asırlık mücadelemiz sonunda elde edebildiğimiz bir edinimimize bir tekme de sizin vurmanız anlamına gelir. Çifte vatandaşlık ile her iki komşu devlette de seçme ve seçilme hakkımız, en büyük kazanımlarımızdan biridir.


Makale ve Analizler - 2014

107

Bizim için her seçim “Var olmak ya da olmamak” sorunudur.

Kutlu Olsun!

Filiz Soytürk-02.Ekim.2014

Bizim en güzel günlerimiz bayramlarımızdır. Kurban Bayramı bunlardan biridir. İslam dünyasının kardeşlik bayramıdır. Sizlere Kurban Bayramınız Kutlu olsun Aziz Müslüman Kardeşlerim derken mutluyum. Bir iki günden sonra ben de yola çıkacağımdan dolayı yazımı önceden kaleme aldım. Önce düşünce ve heyecanımın ifadesi bir Bayram şiiri sunuyorum: Kurban Bayramı Küsmek olmaz bugün herkes barışsın Barış bayrağını her bir yana dikelim Umut tarlasına sevgi fidanı dikelim Atalarımızın izinden her bir yana gidelim. Rahat olsun bütün İslam alemi Yoksulu fakiri bir ziyaret edelim Bugün bayramınız mübarek olsun Riyadan gösterişten elimizi çekelim Aliselim kardeşler hepimiz biz bize Ananeye örfe sevgi saygımız olsun Nimeti bilelim gelelim kendimize Milletimiz vatanımız sağ olsun Irk ve dil farkı aradan kalksın. Şair Güner Kaymak’ın bu temennilerine katılmamak elde değil. Bayram her yerde bayram, kınalı koçları kesip, dualarını edip, sofraya toplanamayanlar da var tabii. Fitreni vermeye unutma diye tembihlerdi her defasında anneannem. Perihan nineye veriyordum. Elini öpüp tatlılarından tatmak, gül sularını koklamak, kurutulmuş gül yapraklarını avucuma alıp yüzüme götürmek son derece etkileyiciydi. Bizim Kazanlık köylerinde hayat güle bağlıdır, gül kokar, gül rengindedir. Çocukluğumda Bayramları çok özel bir heyecanla beklediğimizi, biz kızların ilk kınamızı bayramda yaktığımızı, pullu yemeniyi de ilk kez Bayramda yağladığımı hatırlıyorum. Mektebimiz Bulgar Okulu da olsa Bayram Günü okula gitmez, bayram ederdik. Bulgar hocalarımızsa bize uzaktan bakardı. Onlar bizim gerçekten Türk olduğumuzu Bayram günleri fark ederdi. Tatlılarımızı tattırır, kurban sofrasından kendilerine özel servis edilir, ev ekmeklerimizden, kayık ayranımızdan tatma imkânı buluyorlardı. Belki de bizim oradaki özgün dünyamızı ayakta tutan fedakârlıklarımızdı.


108

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bizde kurbanın bir çeyreği köy kazanına götürülür, kurban kazanlarında kaynardı. Evde kalan kısmından nenelerime, dayılarıma amcalarıma üleştirilirdi. Kurban yemeği yendikten, taslar et dolu eve döndükten ve evde de kadın, kız çocuğu, özürlü, hasta ve çok yaşlıların özel kurban sofrası kurulduktan sonra, gelinler hemen hazırlanır ve eğer yakın yerleşim yerlerindenseler acele edip öz ana babalarının ve yaşlıların, en yakınlarının ellerini öpmeye acele ederlerdi. Bayram günü cümle alemde küslükler ve dargınlıklar kalkar, eli öpülen gönlünü yeni sevgi, dostluk ve kardeşliklere açar, tövbeler edilerek günahların da af olduğu kabul görürdü. Bayram çök özel bir günümüzdür. El öpenin çok olsun temennisi çok sık işitilirdi. Şimdi gidenler gidiyor, gidemeyenler, görüşme olanakları kısıtlı olanlar telefonla bayramlaşıyorlar. Bayramlaşma dilimiz ana dilimiz Türkçemizdir. Çocukluğumda ortak kurban alma, falan sözlerini hiç. İşitmemiştim. Şimdi burada İstanbul’da çok moda olmuş. Ortak alıp paylaşmak! Kasaphanede kestirmek. Bizim orada erkeklerin hepsi kurban keserdi, yüzerdi, parçalardı. Ben hep su taşırdım ve sanki babamın “Semizmiş!” demesini beklerdim. Bu söz bir az da bizim bütün sene verdiğimiz emeğe bir takdirdi. Kurbanlık biraz kenara alınır, az da olsa özel bakılırdı. Kurbanlığa kına sürme işine ben de katılırdım. Bizde kına uğur ve kısmet getirir inancı yaygındı. Babaların oğullarını en önemli eğitim günü kurban bayramı günüydü. Kardeşimle ilk kez camiye birlikte Kurbanda gittikler bugünkü gibi aklımdadır. Camiden döndüklerinde babam biz kızlara siz benden sonra bayramlığı bir de kardeşinizden alın derken, kardeşimi sanki İslam alemine katıyordu. Sonra kurban kesmezden önce ona köstere başında verdiği nasihatleri, kurban bıçağının keskinlenmesindeki özellikleri anlatması da çok zevkliydi. Babam kurbanı yüzmek için her sene kiraz dalına asardı. Hayat tecrübesi devredilirken yaşam biçimimiz, kültürümüz, adet ve geleneklerimiz genç kuşağa geçiyordu. Kavurma yapılması, tava ve taslara dökülmesi, birkaç bekletilerek yağın dondurulması, sonra kırıp dökmeden çıkarılması ve bohçalara sarılıp, en serin yerimiz olan kelerdeki sandığa dizilmeleri çok zevkli bayan işiydi. Annemde bu işi kendisi seve seve yaparken bir de bize öğretme yollarını buluyordu. Köyümüzde hanelerin hepsi kurban keser, hepimiz herkesin kurbanının helal olduğuna inanırdık, sevincimiz ortaktı. Kuşkusuz her şeyimizin dört dörtlük olmadığı yıllar da gelip çattı.


Makale ve Analizler - 2014

109

Erkeklerin, babalarımızın, ağabeylerimizin “Belene” ve sürgün yılları, ağır zulmün her yere çökmesi, yıllarca hapislerde çürütülenlerin ortak acısı büyük eziyetti. Belirsizlik içinde beklemek zordu. Bir de ardından Büyük Göç geldi ve geleneklerimizi adetlerimizi özel sevincimizi, yalnız bizim olanımızı aldı. Buralarda soydaşlar arasında, çeyrek asır da geçse, köyümüzdeki adetlere dönmemiz olanaksız her yerin kendi usulü var. Kadın ortamlarına Bayram günü yön veren büyük ölçüde TV yayınları oluyor. Bir de kötü günlerimizi unutmayalım diye sizin için Murat Kerim Hoca’nın “Belene” Kampında kaleme aldığı şiirini seçtim: Belene Zindanları Acayip karanlık olur hücreler, ilk uğrak Vahşi canavar bekliyordu, BELENE son durak Ne suç işlemiştik biz, masum fertler Ne ile ödenir, o kanlı işkenceler, eziyetler. Kırılmadı, tek bir arkadaşımın o, inançlı ruhu Direndik, mücadeleden bıkmadık, Bekledik doğacak güneşi Kükredi hep kaynadı birlik duygularımız Her birimizin başı dik, alnı ak, yıkılmadı umudumuz. Recep arkadaşımın morarmıştı vücudu ağır dayaktan Ama o, kolay lokma değildi ki yutulsun ayaktan Bir gün hücrelerde alnım secdede, öğle vakti Gardiyan şaşkın, şaşkın, Hemen kanlı copu boynuma dayattı. Davamız kutsal, şerefli, kimse döndüremez Yolumuzdan Yalanlar, iftiralar boşa gider, yok edemezler Kimliğimizi Ellerimize kelepçe de vursalar, ayaklarımıza elektrik De verseler Boynumuza ip de çekseler, Türklüğümüzden asla Vazgeçiremezler.


110

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Göç ettikten sonra “Belene” zindanında en sık söylenen türküyü de öğrendim: Telli turnam selam olsun sevgilimin diyarına Üzülmesin, ağlamasın, belki gelirim yanına Hasret kimseye kalmasın Sevdalılar ayrılmasın... Sonra bu türkülerin zamanı da geçti. Kimse çekileri hatırlamak istemiyordu. Hepinize Bayramınız Kutlu ve mutlu olsun dileklerimi yinelerken, Bayramdan bayrama da olsa camiye gitmeyen, camiden alıp ailelerine, çocuklarına Bayram götürmeyen ve liderden geçinenlerin nasıl olup da kendilerine Türk ve Müslüman demeye utanmadıklarına şaşıyorum ve üzülüyorum. Türk kimliğinin yuvası Bayram safrasıdır, Bayram selamı, Bayram kucaklaşması ve temennileridir. Bayramlarımızı saymayanlar ne adil, ne özgür ne de mutlu olabilirler. Çekilen çilelere Bayramlarımızı yaşatmak, kurbanımızı kesmek, el öpmek ve özlem gidermek için katlandık. Nasıl söyleyeyim bayramlarımız şakaya ve alaya gelmez. Bunu böyle bile...

Çin Duvarını Aşalım!

Seyhan Özgür-02.Ekim.2014

Bu yazıma “Çin Duvarı” diyorum, çünkü 25 yılda Bulgaristan mafya ve oligarşisi, tüm yasaları hiçe sayarak, hiçbir hükümet ve devlet kararını dikkate almayarak ülkede bir aşılmaz bir Çin Duvarı ördü. Aslında oyunu verip bir şeyleri lehimize değiştirmek isteyen seçmenin karşısına gerilmiş bir Çin Duvarı var. Bu duvar çimento, tuğla, kireç ve inşaat demiriyle örülmedi. Bu bankaların ve devletin içini oyan, bakanlıklardan paraları kendi özel şirketlerine akıtan bir erişilip aşılmaz düzenektir. Bu mekanizmanın içinde totaliter komünistler, komünist sosyalistler, totaliter çiftçiler, cumhuriyetçi çarcılar, faşist demokratlar, sahte mahpusçular, tutuk evlerindeki ajanlar ve en önemlisi bunların arasından seçilmişler gece gündüz bir aradadır. Tabii bunlara hizmet sunan fahişe kafilesi de bu sofra-


Makale ve Analizler - 2014

111

dadır. Şu dönemde yani totaliter komünist rejimden demokratik pazar ekonomisine geçişin 25. yılında, seçilmişlerin birbirinden ayrılması, birbirinden kopması, birbiriyle kavga etmeleri, birbirini iktidar katından itmeleri asla ve asla olası değildir. Bunlar derin bir mağaranın zifiri karanlığında birbirine yapışmış yarasalar gibi birbirinden kopmayan mahlûk olmuşlardır. Bunların birbirine sarmaş dolaş oluşunda başka bir özellik varsa o da, seçim kampanyalarında bile kavga etmeden, söz ve çiş yarışı yapıp, birbirlerini tamamlayarak yaşamalıdır. Onlar artık zengin fakirin halinden anlamaz duruma yükselmişlerdir. Bu bir ağıcın kabuksuz, bir öküzün boynuzsuz, denizin dalgasız ve bir taşın yosunsuz olamayacağı gibi bir şeydir. Onların halinde ağaçla kabuğu, öküzle boynuzu, denizle dalgası ve yosunla taş birdir. Sözünü ettiğimiz bu kategori Geçiş Dönemi Bulgaristan mafyasıdır, HÖH - DPS liderleridir, oligarşisidir. Sosyalist Parti (BSP) ve Hak ve Özgürlük Partisi (HÖH) içinden yetişen bu tipler açısından olaylar şu şekilde biçimlenmiştir. 1) 1990’da totaliter komünist, zulümcü terör rejimi devrilince onlar bir daha yenilmemek üzere birleştiler ve bugünkü şu duruma eriştiler. Bulgaristan Ulusal Vergi Dairesi 2013 yılında Elektrik Sektöründen en fazla verdi ödeyen 150 şirket ve sahiplerini isimlerini resmen açıkladı. Kuşkusuz bizde kısmen de olsa hala çalışan bu sektördeki çelişkilerin şiddeti, kavganın kıyasiliğini, söz düellolarının keskinliğini anlatmasam da biliniyor. Şu seçim haftasında her akşam saat 17’de Sofya’da ve öteki büyük şehirlerde kitlesel tepki gösterileri başlıyor. 1 Ekim’den başlayarak % 10 elektrik zammına karşı şiddetli protestolar yapılıyor. Geçen hafta Sivil Toplum Örgütleri ile Ulusal Enerji Komisyonu zam konusunda görüşme yaparken salona yumurta yağdı. Toplantıda yumurtalı savaş alanına dönüştü. Ben yazımı 30 Eylül akşamı yazıyorum yani yarın (1 Eylül 2014) elektrik zammı yürürlüğe girerse ulusal direniş alevlenebilir. STÖ’leri 5 Ekim günü sandık başına gidip oy kullanılmasını engelleyebilir ki, böyle bir ayaklanmayı Bulgar polisinin gemleyebileceğine inanmıyorum. Hatırlanacağı üzere, 2013 Şubatında “elektrik faturalarına karşı ayaklanan sivil toplum örgütleri”, isyanın 5. gününde GERB hükümetini düşürmüştü. 2) Kendileri mazlum göstermeye gayret eden ama aslında yeni Bulgar oligarşisini oluşturan enerji zenginleri halkın seline dayanamaz. Güçlü bir sosyal uzlaşmazlık sergileyen şimdiki çelişki enerjisini neren alıyor? Bir buçuk yıldan beri devam eden mücadelenin hiddet, kin ve öfke birikimi hat sayfada ve yeni bir patlamaya hazırdır. Birkaç gün önce Sayın Rafet Ulutürk yazısında Korkandan Korkmalı! dedi. Bu büyük bir gerçek ve uyarıdır. Hiddetlenenden, öfkelenenden, köpürenden de-


112

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ğil, korkandan korkmalıyız. Günümüzün gerçeği budur. Halk korkmuyor ki, sokaklara meydanlara doluyor. Toplantı salonlarında yumurtalı savaş veriyor. Korkanlarsa yazı korumalı villalarda, dağ evlerinde, deniz kumsalında, saraylarda, dış ülkelerde geçirdiler. Onların korkusu halk ayaklanır ve her şeyimizi alırsa biz ne yaparız endişesidir. Onlar, seçmen Pazar gün seçim boy ederse, ne yaparız?, korkusudur ki, haftalardır gözlerine uyku girmiyor. Çin Duvarı gerdik, ama bunlar aşar, korkusu var işlerinde. Hele şu Oktay Yeni Mehmetov olayı var ya o gün bu gün rahatları kaçtı, aralarında gidip ruh hastalıkları doktoruna görünmeyen kalmadı. Şu büyük bir gerçektir. Bugün Bulgaristan’da halktan fazlasıyla korkan, haksız olarak zenginleşmiş bir ince tabaka var. Bu tabakanın en seçkin kodamanları Enerji Sektörü’ne bağlıdır. Oradan yemleniyorlar. Bildiğinize göre, 2013 yılında Rus asıllı bir oligarşi grubu Bulgaristan’ın Enerji Dağıtım Sistemini satın almak istedi. 3 milyar US Dolar saymak istedi. O zaman ve şimdi Elektrik enerjisi dağıtım sistemimiz biri Avusturya, biri Çek üçüncüsü de Bulgar, üç özel şirketin elindedir. Onlar elektriği devletimizden alıp halka satıyorlar. Ülkemizde 3 tip elektrik üreticisi var: a) devlet tesisleri; b) özel üretim tesisleri ve c) yabancı üretim tesisleri. Birinci gruba “Kozloduy” AES, ulusal HES ve TES’ler girerken, ikinci grupta rüzgâr ve güneş enerjisi üreten Bulgar şirketleri var. Üreticiler imal ettikleri enerjisi Ulusal Elektrik Şirketi (NEK) şahsında Bulgar devletine satıyorlar. Elektrik üretim ve alım satım sektöründe özel şirketler ile bir devlet müessesi olan NEK arasındaki ilişkileriUlusal Vergi Dairesi (UVD) yayınlarından inceliyoruz: UVD tarafından yayınlanan vergi ödeyicisi iriler arasında HÖH - DPS eski Tarım Bakanlarından, Yüksek Yönetim Kurulu üyesi Mehmet Dikme’nin ismi özel yer alıyor. Bilindiği üzere, Mehmet Dikme, Eğiri Dere’ye bağlı Ak Pınar’dan bir köylü çocuğudur. Ünü HÖH’lü bir bakan olarak Bulgar tarımında çevirdiği dalaverelerle bağlıdır. Onunla olanlardan tutuklanan, yargılanan, cezaevine atılan olmadı. Devlet ve belediye tarlalarını, orman ve çayırları kendi üzerine mülk edenlerin birinden hesap sorulmadı. Sıkıntılı günler geçiren kodamanlardan birinin isimi yayınlanmadı. Mehmet Dikme bakanlıktan ayrılırken kuyruğunu apış arasına aldı ve sus pus hemen kabuğuna çekildi. Son yıllarda susmasının gerçek nedenini geçen senenin vergisini ödendikten sonra onun elinde temiz gelir olarak 12 milyon Euro kalmasında arayabiliriz. Bu büyük parayı Mehmet Dikmen’e Bulgar Ulusal Elektrik Şirketi (NEK) e sattığı elektrik enerjisinden elde etmiştir. “NEK” Mehmet Dikmen’in şirketinden satın aldığı elektrik enerjisinin her megawatı için 489.56 leva ödemiştir. Oysa bugün “Kozloduy” Atom Elektrik


Makale ve Analizler - 2014

113

Santralinde üretilen elektrik enerjimizin kws devler alım fiyatı 0.14 US senttir. Ulusal Elektrik Şirketi M. Dikme gibi “üreticilerden” satın aldığı elektrik enerjisinden 1 miyar 500 milyon Euro yani 3 milyar leva açık vermiştir ki, bu açığı kapatmak için seçim önü geçici hükümeti Avrupa Merkez Bankasından 4 milyar 500 milyon Leva borç para talep etmiştir. Yani devlet dış borç alıp Mehmet Dikme gibilerin gırtlağını tıka basa doldurmaya çalışıyor. Ayıp be! 3) Kurdukları Çin Duvarı bu soyguncuları koruyamaz! Olay iki: Ulusal Vergi Dairesi’ nce yayınlanan 2. isim ise, 5 defa HÖH - DPS milletvekili olan Ramadan Atalay. Bu köylü Multi Grup kökenlidir. Hani o sizin borderolarınızı topladılar da sizi zengin yapacaklardı. İşte öldürülen İliya Pavlov’un Mutlaklarından biridir. Atalay’ın Elektrik dalaverelerinden geçen yıl elde ettiği temiz kazanç 7 milyon Euro yani 14 milyon levadır. Uygulanan şema aynıdır. Bu milletvekillerinden istenen Sofya parlamentoda yıllarca susmaktır. Senin ana dil, gazete, dergi, radyo, TV yayını sorunlarını o şimdiye kadar işitmedi ve işitmeye niyeti de yoktur. Onların çorabı örülmüş, çorbası kaynamış ve onlardan istenen ancak elini sıcak sudan soğuk suya sokmamalarıdır. Türk ve Pomak halk topluluğunun isteklerine kulaklarını kapadıkça böylece yaşayabilirler. Halk aç ölmüş kimin umurunda! Ayıp be! Siz Atalay’ı adam sanıyordunuz değil mi? 4) Çok yakındır saklanacak sıçan deliği arayacaklar. UVD evraklarında ismi geçenlerden biri de sabıkalı HÖH - DPS Başkan Yardımcısı, Bulgar parlamentosu Başkan Yardımcısı, Elektrik üretim dalaveresinde oğluyla birlikte ustabaşı olan Biser Kirov’tur. Bir Haskovo köylüsü olan Kirov, Çingene Baron ve Çarlarıyla senli benli olarak ve Demokratik Güçler Birliği (CDC) hükümetini devirerek HÖH - DPS kuytuluğuna sığındı. O da yıllarca sustu. O da yürürken iz bırakmadı da en sonunda uluslar arası para aklama operasyonunda yakalandı. Sabıkalı olduğundan ve sözde soruşturması tamamlanmamış olduğundan yayınlanan evrakta kazancı somut açıklanmamıştır. Bunlar bizim adı pazarda, legal çalışan ama aslında çok derin ve iri dolandırıcı ve kaçakçılarımızdır. Bunlar dokunulmazlık zırhı içinde devleti aldatan, devleti içinden kemiren, devlet bütçesini kendi kasalarına akıtan kodamanlar arasına girmiş zavallı köylülerimizdir. Ayıp be! 5) Bu devlet korumalı hırsızların ipi çok yakında pazara çıkacaktır. Burada duruyoruz? Siz de bir sigara yakın ve devam edeceğiz. İsimlerini açıkladığımız üç iri “kahraman” korkuyu yenmiş, susmayı alışkanlık haline getirmiş, milletin ilgisini uyutmuş, kendilerini zavallı gösterme rolünden çok ustalaşmış yeni tip demokrat dolandırıcılardandır. Bu arada, bunların üçünden daha büyük dolandırıcı, dalavereci kafilesi var ama onların formülü farklıdır. Başları olan Ahmet Doğan değimiyle “oyuncu” işleri saraydan idare ediyor. Saray subaşıdır. Pa-


114

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ralar oradan yönlendiriliyor. Demek istediğim “şu adamın parasını hemen öde, o beklesin, o dosyayı rafa kaldır” emirleri Saraydan veriyor. Şu son hükümetin Maliye Bakanı olan P. Çobanov adı üstünde iyi çobanlık yaptı, şimdi HÖH DPS milletvekili olacak. Şu noktada bir daha mola verip, size Boyko Borisov’un HÖH ile neden ortaklık yapmak istediğine dikkatinizi çekeyim. Çünkü Maliye Bakanlığı Sarayın emrinde olursa devlet mutlaka çöker. Şimdiye kadar 15 banka çöktü. Sonuncusunu da Ahmetler ve Dançolar çökertti ve 7 milyar lira kayıp, bankanın kapıları kapalı, insanlar 2 aydır açılmasını bekliyor. Çin Duvarları türlerinden biride bu. Çalıyorlar, kapıya anahtar vurup savuşuyorlar, hesap sorulacak adam yok. Şimdi bu adı yok ama kendisi de olmayan oligarşi grubuna bakalım. Başlarında yine HÖH - DPS fahri başkanı Ahmet Doğan bulunuyor. Bu şahsin firması, şirketi yok ama yıllık - 3 milyon leva silahlı, zırhlı, gece gündüz koruma masrafı, 1 milyon leva saray kırası, 1 milyon leva da fuzuli masrafı var. Fahişe ücretleri bu hesapta yok tabii. Yakın çevresinden, yine 3 - 4 kez milletvekili olmuş, soydukça soymuş ama bir türlü doymamış olan Kamen Konstantinov, Danço Peevski Yordan Tsoven, Lütfü Mestan gibileri ve başkaları var. Örneğin Lütfü Mestan’a “ye yiyebildiğin kadar ve sular akarken doldur bakırlarını” dediklerinde, adam sevinçten haftalarca sakal tıraşı olmadı. Aklının sakalına karıştığını görenler, “keçi sakallı” değimini kullandı. Şu modern “oyuncuların” kendi üstlerine, yani adı sapı olan, ofis mekânı, mahkemede tescil kararı, yazışma adresi, vergi numarası, telefon, fax, elektronik adresi, meşgalesi belli olan şirketleri yok. Hepsi havanda su dövüyor. Onların kurdurduğu yüzlerce şirket başkalarının üstüne kayıtlı görünüyor, başkaları onların hesabına iş çeviriyor. Mecliste özel bir karar çıkardılar ve kendilerine devlet müfettişleri tarafından denetleyemeyen gizli hesap açmayı hak ettiler. Gel keyfim gel! Bu iri baş ve önemli HÖH kodamanlarının, milletvekillerinin çevresinde, dolayında, etrafında böyle onlarca şirket var. Bu şirket aynı Atalay’ın, Dikme’nin ve Biserov’un şirketlerinin elektrik enerjisi üretip Bulgar devletine yüz defa pahalıya sattığı gibi, bir de devleti iyice yanıltmak ve batağın dibinde boğmak için danışmanlık hizmeti satıyorlar. İş yapar gibi görünüp naylon fatura ödetiyorlar. AB fonlarından gelen paraları ceplerine böyle indiriyorlar. Yalnız dere ve ırmak yataklarının temizlenmesi için geçen sene 560 milyon Euro gelmiş. Paraları seçim ön yatırımı olarak Kuzey Batı Bulgaristan mangal şirketlerine, baron küsurlarına, burgucu Çarlarına aktarılmıştır. Ardından Miziya şehri 3 metre su altında kaldı. Burgas’ın Çingene Mahallesi suda yüzdü. Razgrat köylerinde durum aynıdır. Paralar iş yapmayacak paravan, çevrelerindeki şirketlere seçim yatırımı olarak aktarıldı. Şimdi seçim propagandası yapıyoruz havasına girdiler yiyip içiyorlar. Ahmet Doğan’ın militanları Konstantinov, Tsonev, Peevski, Çobanov sofradan sofraya hatır sayarken onar kilo al-


Makale ve Analizler - 2014

115

mışlar. Eh öyledir bu işler, ne ekersen onu biçersin. Adamlar para ektiler, viski içiyorlar. Seçim kazanacaklar. Kazanacaklar tabii. Çünkü üç değil, yalnız 2 şıkları var ya parlamentoya ya kodese. 6) Çin Duvarı halk seline dayanamayacak! Halk ve Özgürlükler Partisi Türklerden, Pomaklardan ve Müslüman Çingenelerden tamamen koptu. Halkı görmüyor, derlerini işitmiyor yalnız oy istiyor. Doğan, 2013’te Satovça’da “Avrupa fonlarını, Bulgar devletinin paralarını dağıtan, paylaştıran benim” derken ben bu paraları kendimin ve dostlarımın şirketlerine dağıtıyorum, “oyunuzu bana verin” bir kısım yem de sizin kümese saçarım demek istemişti. Olay budur. O, halka gönderilen yardımları kendinin olarak görüyor. Olayı “gelin alıcının cömertliği yani dün alayı kalkarken kaynatanın bonbon saçması gibi görüyor.” Tutan tuttu, alan aldı yanan yandı. 7) Halkımız 5 Ekimde HÖH partisine oy vermeyecek. Ben şimdi burada, yazım fazla uzamasın ve çok fazla vaktinizi almayayım diye, BSP yönetiminden hırsızların isimlerini, çaldıkları paraları, çevirdikleri dolapları birer birer sıralamak istemiyorum. Belki siz de işitmişinizdir, hani Bulgar basınında baş yalancılardan biri olarak gösterilen Lütfü Mestan’la köprübaşında dil dile, dudak dudağa öpüşen ve sonra AB’ye kaçan Sergey Stanışev o geçen hafta TürkPomak köylerini dolaşmış. Size şu yazdıklarımı anlatıyormuş köylülerimize, ama dinleyen olmamış. Çünkü onun anlatmasının anlamı ne olabilir? Ben şu yağlı peynirli su böreği sofrasından kovuldum dan başka ne olabilir! “Benim payımı çaldılar” diye yakınmış. Bizim köylüler de “bizim payımıza düşen nerde?” demişler. Şaşırmış kalmış. Aynı sözleri Podkovo mitinginde Lütfü Mestan’a da soracaklarmış da, Türkiyenin Büyükelçisi Gökçe Bey orada ayıp olmasın diye, bu defalık erteleyip işi suskunluğa vurmuşlar. Fakat herkes artık bu işin böyle gitmeyeceğine inanıyor. Karşımızda Çin Duvarı olsa açarız, diyorlar. Biz ise Bulgar devleti bizim devletimizdir, bu Vatan bizim Ata Vatanımızdır soyulmasına, kemirilmesine, canının çıkarılmasına karşı olduğumuzdan yazıyoruz bu yazıları. Gerçekleri, olup biteni okurlarımıza iletmeye çalışıyoruz. Onlarla bizim aramızda dağlar kadar fark var. Bu fark Çin Duvarından da büyük oldu. Ben şimdiye kadar Ahmet Doğan hakkında “senden çöp bile olmaz” derken, şu yazdıklarımı biliyordum. Bu soyguncuları seçip de yine meclise sokup da dokunulmazlık zırhıyla donatmaktansa yolda bırakalım ve toplanıp çaldıklarını çırptıklarını, halkımızın malını halkımıza dağıtsınlar ve olay bitsin. Bu iş böyle gitmez! Bugün bizimle olmayana, seçim günü merhaba, sandıkta da oy yok. Ramadan Atalay kim? Babasının evinde baca yoktu! Mehmet Dikme kimmiş. Köyünde ona merhaba deyen yoktu! Diğerleri konu etmek istemiyorum. İçimize sızdılar, ajanlık ediyorlar, halkımın alın terini, nasi-


116

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

bini sömürüyorlar. Halkımızı köle durumuna düşürenler onlardır. Şimdi de devleti kemiriyorlar. Gün gelir bu hesap bize çıkar diye korkuyorum. Bilirsiniz, atasözümüzdür “karga karganın gözünü oymaz!” Uyanalım! Beraberce bakalım gerçeklerin gözüne! Beklenen zaman gelmiştir! Oyumuzu onlara vermeyip hepsini bir çırpıda ortada bırakalım ve yan gelip seyre bakalım! Konumuza devam edeceğiz. Lütfen bu defa oyunuzu 9 numaralı bültene veriniz!

Nice Bayramlara!

Rafet Ulutürk-04.Ekim.2014

Öylesine yakından ve derinden tanıyoruz ki birbirimizi, öylesine ortak bir umut ve bilinçle paylaşıyoruz ki iyi ve kötü günleri, öylesine inanıyoruz ki dostlukların, soydaş olarak birlik olmanın, ortak özlemlerimizin sonsuz gücüne, omuz omuza attığımız her adımın önemine... Bu duygularla Kurban Bayramınız kutlu ve mutlu olsun! Kurbanlarının hayırlara vesile olsun! Kader kardeşliğimizin daha iyi günleri birlikte devam etsin... Nice Bayramlar! BULTÜRK Kültür ve Hizmet Derneği, BG-SAM olarak hepinize içten bayram dileklerimizi sunuyoruz. En iyi günler sizin olsun! Bayramdan bayrama yıl geçti. Şu güz günlerinde tohum eksek bir yıl sonrasını düşünürüz. Bayram günlerinde fidan diksek on yıl sonrasını düşünürüz. Biz bir kültür ve hizmet derneği olarak 100 yıl sonrasını düşünmek için bir araya geldik. Bir kuşak sonrasını düşünürken eğitim, öğretim okul, lise, üniversite, meslek eğitimi deriz. Ve hayatın özündeki gerçekte bir kez ürün verir ektiğin tohum, on kez meyve verir ektiğin fidan ve yüz kez olur bu ürün, eğitirsen halkını... Daha da büyük konuşursak bir bireyin bilincindeki değişim tüm halkta, hatta tüm dünyada değişim yaratabilir. Biz hepimiz 2003’te BULTÜRK’ü kurduğumuzda uzun bir yolculuğa çıktık. Bu yolculuğun adı: Kendimizi geliştirip hepimizin değişimimizi sağlamaktı. Birlikte başarmak ve birlikte zafere ulaşmaktır. Bizi başarıya götüren inançlarımız vardır.


Makale ve Analizler - 2014

117

Biz her şeyin bir sebep ve bir amaç için var olduğuna inanıyoruz. Bulgaristanlı soydaşlar olarak büyük ve inançlı bir sosyal topluluğuz. Birimiz hepimiz için hepimiz birimiz için yolunu seçmemiz isabetli oldu. Yakınlarımızın daha büyük kısmı Bulgaristan’da kaldığından ve biz de gelirken vatandaşlığımızı koruyabildiğimizden daha da büyük, güçlü ve etkin bir topluluğun ayrılmaz oluşturucu bir parçasıyız. Emel ve hedeflerimiz bazı noktalarda artık tamamen kesinleşti ve netleşti. Bilirsiniz sınırlı inançların sınırlı insanları olur. İçine kapanmış topluluklardan pek fazla bir şey beklemek yanlış olur. Biz hepimiz Türkiye, Bulgaristan ve Avrupa Birliği vatandaşı olarak farklı bir bilince ve sorumluluğa ulaşmış bulunuyoruz. Birçokları için hayal olan emeller bizim için reel edinimdir. Başka bir değişle biz sınır engelini fersah fersah aştık. İki ülkede ve 28 üyelik bir uluslar arası birlikte politik, ekonomik, sosyal ve kültürel yaşama katılma olanağı elde ettik. Yıllar içinde farklı yollar aradık ve dar göçmen imkanlarına rağmen örgütlendik, sivil toplum örgütlerimizde birleştik, kendi gazetemizi, elektronik iletişim olanaklarımızı geliştirdik, kültür merkezimizi açtık, Türkiye makamlarıyla yerli ve merkez yönetim düzeyinde sesimiz duyulmaya başladığı gibi, Bulgaristan politik yapısında da yankılandı bunlar. Her durumda başka olasılıklar arıyoruz. Şimdi AB merkezinden soydaşlarımızın eğitimsel ve kültürel gerekleri için özel ödenekler çıkarmaya çalışıyoruz. Bu etkinlikler BULTÜRK yönetimince ve istişare kurullarımızca yönlendiriliyor. Sivil toplum örgütümüzün kolektif yönetimi lider rolü oynuyor. Bu anlamda, bizler için liderlik eğer biri liderse çölde bile bahçe görebilen insandır. Bizim inancımızda başarısızlık diye bir şey yoktur. Bizlerde her işten, başarılı veya başarısızlık, bizler bunlardan tecrübe alır geleceğe daha güvenle bakmamızı sağlar. Son çeyrek yüzyılda Büyük Göçe zorlanmış olmamıza rağmen, köpek havlamasına pabuç bırakıp kaçanlardan olmadık. Bize uygulanan zulüm dayanılacak gibi değildi, onun için acıyı orada bıraktık ve kendimizi Ana Vatan’a attık. Bu bizim Vatan sevgimizi azaltmadı, öz yurdumuzu daha gelişmiş ve mutlu bir düzeye getirme azmimizi kırmadı, biz emellerimizle geldik ve umutlarımızla yaşıyoruz. Bu bakıma kutsal inancımızda başarısızlık diye bir şey yoktur. Totaliter baskı ve terör rejiminden sıyrılmaya yanaşan, fakat içine sıkıştığı dar boğazda bocalamaya devam eden Bulgaristan’da Pazar gün erken genel milletvekili seçimleri var. Kim ne derse desin bu seçimlere katılmak ve her seçime mutlaka katılmayı yeni kuşağa devretmek bizim öz vazifelerimizden biridir. Bu bakımdan her yerde ve her zaman örnek olmalıyız.


118

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu öz hakkımızı elimizden almak için göz dikenler o kadar çok ki, dış etkenlerin hiç biri tarafından etkilemeden, elimizdeki ikanı kullanıp oyumuzu verip varlığımızın sesini devamlı yükselteceğiz. Bazen insanın kime oy verdiği hiç önemli değildir. Bu seçim ise çok anlamlıdır. Seçim gününe 2 gün kala size şunu kesin olarak yazabilirim. Seçim sonuçları bir sosyal anın aynada yansıması olsa da, seçimin kendisi bir toplumsal sürecin gelişim anıdır. Yukarıda da işaret ettiğim gibi, bizdeki gelişim süreci totalitarizmden sıyrılma ve kurtulma gidişidir. Bu süreçte ben, sen, biz değil sayın okurum, ama bizi temsil ettiklerini iddia eden HÖH - DPS yöneticileri, Ahmet Doğanlar, Lütfü Mestanlar pazartesi günden başlayarak artık Bulgaristan iktidarına uzaktan bakacaklardır. Sebebi, ölümü ilan edilen, yassı tutulan totaliter rejime 25 yıldan beri hastabakıcılık yapmalarıdır. Bilirsiniz naaş defnedilince hasta bakıcı ve hademelerin de işi biter. Durum budur. Siz GERB partisine oy verseniz de vermeseniz de, o en fazla oy alacak ve büyük olasılıkla tek başına gelecektir. Ha olmadı mı inanın bana, artık bünyesinden kendinden olmayanları silkeleyen Sosyalist Partiyle ortak hükümet kurma yolunu bile seçecektir. HÖH - DPS partisinin bu yeni hükümetin dışında kalması bir şey değil, adı var kendi yok şirketler çemberini dağıtmak, mafyadan kopmak, oligarşinin yanına sokulamaz duruma gelecektir. HÖH - DPS liderlerinin bayrakları birer ikişer dürülecektir. Bu durumda HÖH - DPS partisini kuran Türk ve Müslüman kitle eski yönetimi kusma ve yeniden örgütlenme yollarını aramaya başlayacaktır. Bu da size Bayram müjdemiz olsun. Ne olursa olsun sorumluluğu üstlenmeye hazırız. Yeni bir döneme giriyoruz. Sorumluluk her alanda başarının destekleyicisidir. Unutmayalım hepimiz her şeyden sorumluyuz. Bizler Pazar gün sorumluyum elimden geleni yapacağım bilinciyle hareket etmeliyiz. Soydaşlarımızın büyük bir aldatılmışlık, olan bulutu içinde olduğunu defalarca yazdık söyledik. Senin, benim, hepimiz in şimdiye kadar 25 yıldan beri bir an düşünmek bile istemeyenler, şimdi gelmişler hane hane İstanbul, Bursa, İzmir Edirne soydaş dairesi dolaşıyor, kapı çalıyorlar, “biz 48 milletvekili çıkarırsak haklarınızı Anayasa Mahkemesi’nde arayacağız” diyorlar. Alçaklığın sınırı yoktur. Evet, bu defa Türkiye’den 150 bin oy bekleniyor. Bunların çoğunlu HÖH - DPS için verilmiş olabilir, ama ilk kez bir başka parti de onlardan oy koparmış olacak. Biz eminiz ki, bu kopma kesin ve sonuç belirleyici olacaktır. Çünkü bu kopan oyların arasında Kara Fatmaların, Kara Ayşelerin, Kara Hamdelerin


Makale ve Analizler - 2014

119

oyu da var yani Kara Koyun suyu geçecek ve durum kökten, kesinlikle ve dönüşümsüz değişecektir. Onların alacağı oylar korkuyu yenememiş, korkuya esir olmuş olanlarıdır, Ama Bulgaristan’da yaşayan yakınlarımıza zarar verilmesin, işten kovulmasınlar, çocukları okuldan atılmasın hesaplarıyla verilen oylardır ve bu noktada demokrasi ölüdür. Pazar gün alacağımız sorumluluk bizim gücümüzün ve politik olgunluğumuzun ölçüsü olacaktır. Sorumluluk üstlenip başarı yolunu açacağız. Açmalıyız! Ancak hepimiz sorumluluk alarak sonuçları değiştirebiliriz. Kuşkusuz bu işin içinde bir şans faktörü var. Bu defa HÖH - DPS partisinin işi yaver gidiyor. Bulgaristan’da “Gorni Lom” fabrikasındaki infilaktan ve benzer patlamalarda 18 kişinin can feda etmesinden sonra matem var, halk tepkili ve bu tepki seçim günü pasiflikle ifade edilebilir. Temmuz ve Ağustos aylarındaki su baskınlarına maruz kalanlar da sandık başına gitmek istemiyorlar. Bizler büyük düşünen sizlerin, öz güven ile yaşayan hepimizin, ilke ve değer bilinci olan, Ata Vatan sevgisi sönmeyen soydaşlarımızın, etkili iletişim kurarak gerçeği görebilenlerin başarılı olacağına inanıyoruz. Bizim hedefimiz Bulgaristan’daki hak ve özgürlüklerimizi ne pahasına olursa olsun elde etmek, demokratik adil bir ortamda yaşamak ve bize çektirenlerin, zulümcülerin mutlaka cezalandırılması, bizi aldatanların, halkımızı oyalayanların, totaliter katillere yardım edenlerin, hainlerin, jurnalcilerin, ajan bozuntularının hak ettiklerini bulmasıdır. Bizim bu davamızda, bu mücadelemizin başlangıç noktası vardır, ama son noktası yoktur. Kendi planı ve hedefi olmayanları, amaçları uğruna kitleleri yüreklendirecek örgütü olmayanları başkaları aldatabilir, kandırabilir, kendi karanlık hedeflerine alet edebilirler. Bu 25 yıldan beri böyle oldu. Bizim BULTÜRK derneğimiz var! Bu defa oyumuzu GERB-No.9 numaraya vereceğiz yani 9 nolu bülteni kullanacağız. Sizi de doğru yolu seçmeye ve 9 nolu bültenle seçmeye davet ediyoruz. 9 nolu bültende 25 Türk ve Müslüman milletvekili adayı var. HÖH - DPS partisinin boş vaatleri artık bayatladı. Seçim zaferimiz kutlu olsun! Nice Bayramlara!


120

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Maskeli Seçim

Neriman Eralp-04.Ekim.2014

Ben başka bir yazı yazmaya oturdum. Fakat parmaklarlımdan bilgisayarımın ekranına Maskeli Seçim başlığı aktı. Maskeli insanlar. Onlar bize kendilerini kendi istedikleri gibi göstermeye çalışıyorlar. İnsanlar niçin maske takar? Bu sorunun yanıtı insanın yetiştiği ailede ve sosyal çevrede, politik hedeflerinde yatar. Örneğin seçmenin adayı adam yerine koyması için, onun seçmenin duymak istediği şeyleri konuşması, arzu ettiklerine işaret etmesi, açsa onu içirip doyurması gerekir. Örneğin şimdi, HÖH - DPS milletvekilleri düğün masraflarını çektiği için, Çingene mahallerinde birkaç düğünün birden yapıldığı gibi örnekler çoktur. Başkasının şeyiyle gerdeğe girilmez deseler de, bugün esen rüzgâr budur. Maskelinin kendisi için yazdığı şiir şöyledir: MASKE Bana aldanmayın! Yüzüm bir maskedir, Sizi aldatmasın. Binlerce maskem var, İndirmeye korkuyorum Ve Hiçbiri ben değilim... Biz maskenin ardındaki korku ve yalnızlık içinde bocalayan kişiyi hissettiğimizde savunuya geçeriz, böylece bir şey yapmasak bile karşımızdakinin maskesini indiririz. Fikir değiştiririz. Yeni karar alırız. İşte bu nokta yeni seçim yapma anıdır. Şimdi biz böyle bir zaman kesimindeyiz. Kuşkusuz bu birden bire olmuyor. Önce aldatılmış olmamıza tepki olan içsel kin ve nefret kükremesi yaşarız. Çünkü maskeli adam maskesini bilinçli olarak takmıştır. O bu maskeyi ya kendisi yapmış ve takmış ya da ona maske ve rol veren birisi vardır. Bu rol vermek insanlar arasındaki ilişkiyle olur. Maskelinin hedefi bizi aldatmak, bizi doğru yoldan şaşırtmaktır. Örneğin 1990’da Ahmet Doğan ve gizli polis ajanı arkadaşlarının Hak ve Özgürlük Hareketi maskesi ardına gizlenip Bulgaristan Türk ve Müslümanlarının arasına öncü özgürlük savaşçıları gibi sızmaları; gerçek özgürlük savaşımcılarını topluca aldatmaları ibret vericidir. Bu HÖH - DPS maskesiyle yapıldı. O zaman maskelilerden şüp-


Makale ve Analizler - 2014

121

helenen olmadı. Bu iş onları “kahraman yaptı”, “ödüllendirildiler”, çok paralar ödendi, köpek kulübesinden saraylara taşıdı. Bir maskeli tarafından ustaca ve topluca aldatılmamız sosyalistim deyip totaliter zulüm dayatan ve anamızdan emdiğimiz süttü burnumuzdan getiren Todor Jivkov tarafından takdir edildi. Todor Jivkov, Ahmet Doğan’la “Sekvoe” dağ evinde 4 saat görüştü. Başka hiç kimseyi bu kadar uzun kabul etmemiştir. Bu görüşmede, ajan Sava-Ahmet’e maske değiştirme kuramı öğretildi. O da yeni yeni maskeler taktı. Kendine önce “doğan”, sonra “baba”, sonra “koruyucu”, daha sonra “ruh hastası”, son zamanda da “saray hastası” gibi maskeler taktı. Maskelerin düşürülmesi bireysel eylemle ya da halk kitlelerinin sokağa dökülmesi ya da isyan etmesiyle olur. Biz yakın tarihimizde bireysel eylemi halen Burgas ilinden bağımsız milletvekili adayı olan inşaat mühendisi Genç Oktay Yeni Mehmetov’un 19 Ocak 2013 günü Sofya Kültür Sarayında (NDK) Ahmet Doğan’ı kürsüden atarken maskesini indirmesinde görüldü. Böyle bir kişisel eylem cesaret ister, anında sonuç verir çünkü kin ve nefret birikimiyle gerekçelenmiştir. Yine Ahmet Doğan ile yakın dostu Delyan Peevski’nin mafya maskesini ise sokağa akın eden Sofya sivil toplum örgütleri aylarca devam eden direnişle indirebildi. Parlamento Başkan yardımcısı ve HÖH DPS Başkan Yardımcısı Biser Kirov’un çöpe atılması da benzer örnektir. Burada doğrudan gön suratlık gördük. Bu mücadelenin kesin sonucunu 23 Temmuz 2014 günü BSP - HÖH - ATAKA ortak hükümetinin devrilmesinde gördük. Her iki biçimde de indirilen maskenin ardında bir yalan bir aldatma olduğu ortaya çıkmıştır. Halkı aldatma işinde kullanılan maskeler devamlı olarak değiştirilir. Neyse ki, bazı maskelerin indirilmesi zaman geçmeden gerçekleştirilemez. Maske indiren etkenler yalnız sosyal değil, doğal faktör de olabilir. Bir örnek: Şu geçen yaz aylarında Kuzey Batı Bulgaristan’a metre kare başına 216 kilo yağış düştü. Derelerin çayların yataklarının açılması, su kaynaklarının temizlenmesi yeni bentler, köprüler, savaklar inşa edilmesi işlerine son 10 yılda 2 defa çok büyük paralar ödendi. Birinci ödeme Başbakan Saks Koburkkotski üçlü hükümet ortaklığı (BSP - HÖH - NDSV) tarafından, Doğal Afetler Bakanı Emel Etem tarafından ve ikinci büyük ödemeler de Başbakan Yardımcısı ve Doğal Afetler Bakanı Emel Etem imzasıyla yapıldı. Paralar Kuzey Batı Bulgaristan Rom şirketlerinin naylon faturalarına karşı ödendi. Bu paralar gelecek seçim zaferlerine yatırım olarak yapıldı. Bugün Lütfü Mestan’ın sözüne inanıp da Kamen Konstantinov ile Petor Çobanov’un Montana, Vratsa illerinde oy toplamaya gitmesinin nedeni budur. Bu maskenin indirilebilmesi için Mizya şehrinin 3 metre su altında kalması, insanların, hayvanların, hayatın telef olması gerekti. Maskeler her zaman düşer. Buna inanmalıyız. Bir örnek daha sunalım: Bulgaristan Türk ve Müslümanlarının haklarını ve özgürlüklerini sağlamak ve ülkede adalet tesis edilmesi için mücadele etmeyi üs-


122

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

lenen HÖH - DPS bu alanda hiçbir iş yapmayınca 25 yıl sonra Türkler arasında ana dilinde okuryazar olmayan bir kuşak, Çingenelerden de 1 milyon kör cahil ortaya çıktı. Şimdi bu insanların çakmak çakıp ateş yakarak ısınması ve devrimci bir atılım için uyanması zamanı geldi. Bu maskenin indirilmesi çeyrek yüzyılımızı aldı. Yalnız 2007’den sonra azınlıkların topluma bütünleşmesi, eğitim problemlerinin çözülmesi, kültürel düzeylerinin uygarlık istemlerine eriştirilmesi için Bulgaristan’a 1 milyar Euro para geldi. Nerde bu paralar? Bu parayı çalanlar araştırılırken bir maske düşecektir. Masonlar arasında suçlu “olmadığı” gibi, maskeliler arasında da suçlu bulmak ve adalet önüne çıkarmak cesaret ve savaşım ister. Ulusal meclis üyelerinin dokunulmazlığı maskelerin indirilmesini engellemeye devam ediyor. Bu nedenle seçimde oyun bilinçli kullanılması gerek. Bu defa biz 9 numaralı bülteni kullanacağız. GERB partisi son yılların maskeleri indirmede kararlı olduğunu beyan etti. Modern Avrupa’da maske indirme konusu çok günceldir. Avrupa Birliği bu işe çok zaman ve para ayırıyor. Bu konuda mücadele veriyor. Değişik maskeler kullanarak Brüksel’den azınlıklara gelen paraları çalanlar, kayıplara katanlar, çar çur edenler 3 kategoride ele alınıyor. Gün ışığına çıkarılan ve izlenip soruşturulmaya başlanan bu kategoriler şunlardır. Alık; ahmak ve kafasızlar. Alıklar: kaşığı ağzına götüreceği yerde kaşına götüren, söyleneni anlamayandır. Örnekleyelim: BSP milletvekillerinden Toma Tomov, AB fonlarından 2 milyar Euro alıp, hiçbir iş yapmayan, milletvekili dokunulmazlığının zırhlı gölgesinde tiril tiril titreyerek yaşamaya çalışıyor. Dulovo’lu HÖH milletvekili S. Sever de kelepçelerin kollarında şaklamasını beklerken hiçbir gece adam gibi uyuyamamıştır. Bu örnekler yazmakla bitmez. Çiğsime falan bu alıklar pisliğini temizleyemez. Bu işe büyük sel gerek. Şu dönemde ancak GERB iktidarı bu işle baş edebilir. 2. Ahmak: Söylemesi gerektiğini söyleyen; kasti olmayan gaflar yapan Kişidir. Bir yere kadar da bilir bilmez konuşandır. Son zamanlarda böyle bir “politik yorumcu” olarak Bulgar TV ekranlarında Bulgaristan Türkleri, HÖH - DPS ve T.C. uzmanı olarak şakıyan HÖH eski Başkan yardımcısı Osman Oktay’ı izliyoruz. Tahsili sağlık memuru olan bu arkadaş, politik kitapları yalnız satın alan, rafa dizen ve uyku arası bile okumadan, bazı basmakalıp değimler (stereotipiler) ezberleyerek ahkâm kesiyor. Hatta dinleyici bulduğunda “kâhin” rollerine girdi girecek durumlara yaklaşıyor. Hele de HÖH - DPS konusuna girerken, benim olduğum zamanlarda dediğinde, yalan söyleyeceği hemen belli oluyor. Kısa sözümüz şudur, politik yorumcu rüzgâra kapılmaz, kapıldığında ahmak durumuna düşer.


Makale ve Analizler - 2014

123

3. Kafasızlar: Bunlar ilk başta doğru dürüst akıl yürüttüğünü sandığımız ama kısa sürede yanılgı içinde olduğu ortaya çıkan kişilerdir. Çok tehlikeli tiplerdir. Onlar her zaman hatalarını yüksek sesle ve bağırarak öne sürer ki, herkes duysun. Bunu halk önünde ve resmi ortamda yapmayı çok severler. Uzaktan bakan ve olayı seyredenler kafasızlığın nasıl da boru gibi öttüğüne hayran kalır, şaşarlar. En sık kullandığı cümle şudur: “Artık güvenilir kaynaklardan biliyoruz ki....” Soru: Sizce Lütfü Mestan kafasız kategorisine giriyor mu: Yanıt: (kendinize saklaya bilirsiniz.) Bu seçimde, yani Pazar günü (iki gün sonra) birçok sahtekârın, soytarının, maskeli balo şövalyesinin maskesini indirmek, çekip almak, çöpe atmak istiyorsanız, lütfen oyunuzu 9 numaralı bültenle veriniz! Hayırlı olsun!

Akıllı Olalım!

Ertaç Çakır-06.Ekim.2014

Ben, hepimize dönüp akıllı olalım derken, sizin aranızda kendimi en yetersiz buluyorum. Bu çağrıyı öncelikle kendime yapıyorum. Akıllı olalım derken düşündüğüm ve size hatırlatmak istediğim bir o kadar iğrenç, bir o kadar zulümlü ve kanlı, bir o kadar acımasız olan geçmişimiz ve derleyip toparlamaya çalıştığımız bugünümüzdür. Beğensenseniz de beğenmeseniz de buğunun tarihimizde hepimiz varız. Bu bakıma çağrım öncelikle içime dönüktür. Çünkü ben de bu iğrenç tezgâhtan ve zor bir iklimden kaçıp geldim. Gördüğünüz üzere 100 yıl sürünmeden sonra bugün de hala belimizi doğrultamadık. Didişmemiz ve gelişmemiz devam ediyor. Belirli bir zaman sonra yazdıklarıma döndüğümde, hangi zaman kesiminde neyi anlatmak istediğime ve ne gibi sonuçlar çıkarmaya çalıştığıma takılıyorum. Hepimizin işi zor! İlk yazılarımda hep “Tarih bilen akıllıdır!” demiştim. Hala aynı görüşteyim. Tarihimizi hepimiz bilinçaltımızda, zekamızda taşırız. Bizi uyaran ve yönlendiren geçmişimizdir. Tarihimiz üstüne bilgimiz yani kendimizi tanımamız, geçmişi duyumsamamızı bir de ruh gözümüzle olur. Ruhsal hassasiyetimiz yalın bakışla göremediğimize işaret edendir.


124

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Biz Bulgaristanlı Türk’üz. Biz Avrupa Birliği vatandaşıyız. Çifte vatandaşlarımız bir de Türkiye Cumhuriyeti kimliğimiz var. Bunlar yeni tarihimizin çok önemli üç dayanak noktası oldu. Çünkü geçen asır 6 defa göçe kalktık ve dünyada Türkiye Cumhuriyetinden başka açacağımız kapı yoktur. Şimdi bu noktada kök salarak durumumuzu güçlendirmek zorundayız. Bu bizim yeni tarihimizin yeni sayfasıdır. Tarih geçmiş demektir. Geçmişe açılan penceremizin önünde kapkara bir duvar olsa, öz geçmişimizi göremeyiz. Geçmişini bilmeyen geleceğini göremez. Tarih hem geriye hem ileriye olan bir sonsuzluktur. Okuyup yazma, anlatılanı algılama dışında hissederek de birçok şeyin doğru ya da sahte olduğunu, bazı şeylerin bizi aldatmak için hazırlandığını görebiliriz. Buraya şunu sıkıştırmak istiyorum. Bunlar doğrudur da, akşam yatıp uyuyan bir insan sabah başka biri kalkamaz. Hislerimizin duyum cevheri zihnimiz uyurken değişmez. Sahte duyarlılık, kahramanlık, fedakarlık gibi şeyleri bilinçaltımızdan aldığımız duyumlarla doğru algılarız. Fırsatçılığı ve efelenmeleri karşılaştırma yoluyla asıllarından ayırt edebiliriz. Maskeleri indiririz. Sahte ve doğru tarih yazımı da böyle olur. Çarpıtılan tarih insanı yok eder, kimliksizleştirir. Bu noktada bir daha dikkatinizi çekmek isterim, HÖH partisi Türklerin ve Pomakların hak ve özgürlüklerini savunmak için kuruldu, ne var ki, bunu yapmadı ve Çingenelere kaydı, ardından 5 Ekim seçimlerinde Türklerin üçte biri, oy kullanma hakkı olan soydaşların sa sadece kullanılması beklenen seçmenlerinden üçte birinden bu partiye oy verdi. Bu anlamda, geçmişte verilen sözlerin yerine getirilmemesinden toplanan olumsuz birikim, seçmenimizin bugünkü davranışını belirledi. 1985’te Bulgar olduğumuzu iddia edenler, aslında geçmişimizi çarpıtıyordu. 1990’da Hak ve Özgürlük Hareketimiz kurulurken ise, Ahmet Doğan ve ajan arkadaşları geleceğimizi köreltmek istediler. Bu davranışlar bizim talihsizliğimizdir. Bunlar dışsal düşman etkenler sonucu meydana geldi. Ve bugün biz hala bunları arıtmaya çalışıyoruz. 1945’ten 1990’a kadar Bulgar okullarında eğitim parasızdı. Bize bin bir şey öğretildi, ama Bulgaristan Türkleri tarihi yani öz tarihimiz öğretilmedi, çünkü hedefleri ruhumuzu köreltmek ti. İçimizden öz güveni almaları için ön çalışmalardı ve bunu başardılar. Şöyle bir düşünelim; Okulda size anlatılan bir Türk masalı hatırlıyor musunuz? Yok, hatırlayamazsınız, çünkü anlatılmamıştır. Sebebi halkların ruhunun masallarda yaşamasındadır. Ruh köreltilmeden geçmiş sıfırlanamaz, bilinçaltından silinemez. İnsan ruhu geçmiş üstüne inşa olur ve geleceğe kanat açar. Yıllar yılı bizim bilmemiz ve görmemizi istemeyen ise hep şanlı tarihimiz olmuştur.


Makale ve Analizler - 2014

125

Manevi yapımızı oluşturan insan sevgimiz ve yardımseverliğimiz, hele şu hoşgörülü olmamız düşmanlarımızı çok uğraştırdı. Onlar, geldiği yolu bilmeyen geleceği bulamaz sözlerine takılmıştı. Şu noktaya dikkat ediniz lütfen: Bütün halklar bir önder arar. Bir lider ardından yürümek ister. Beraber olmanın sıcaklığına muhtaçtır. İşte bu noktada biz 1990’da HÖH kurulurken boş bulunduk. Aldatıldık. Derin tarihimizden gelmeyen soylardan gelmeyen aldatılmış toy gençlerin ardına takıldık. Bunu tekrar tekrar yazmamın nedeni ise, tarihte kırılma noktalarının çok önemli olmasıdır. 1990’a kadar ulusal çapta örgütlenememiş tik. Mayıs 1989 ayaklanması niceliklerden nitelik doğurdu, yani halkımız ulusal politik örgütlenmeye yükseltme durumuna gelmişti. İşte bu noktada gizli ajanların sürecin başına geçmesiyle kırılma yaşadık ve yarası bugün de sızlıyor. Neden yazar ve şairimizin, politikacılarımızın, hocalarımızın heykeli yoktur? Neden geçmişimizi anlatan kitaplar dünya yüzü göremedi? Neden masal, şiir, hikâye, öykü, fıkra, manilerimizin dilden dile yayılması engellendi? Neden aramızdan sivrilmiş sporcu, sanatçı, müzisyen, mucit ve bilim adamları isminin yaygınlaştırılması olanak bulamadı, neden hepsi göç etmek zorunda kaldı? Neden insanlarımızın düğünde bayramda köy töreni, panayır, yarış, türbe ve tekke ziyaretlerinde birlikte olup iletişim kurup birbirlerini bilgilendirip eğlenmelerine olanak tanınmadı? Neden Türkçe konuşanlara bugün de ceza kesiliyor? İşte bunların hepsinin aslında bir cevabı var. Neden? Çünkü yaşam tarzımızdan gelen ve dinimize dayanan tarihi oluşturan ve ayakta tutan doku maddi ve manevi hayat ortaklığımız dilimiz, kültürümüz, dinimiz, alış veriş, üretim, ibadet, adet ve geleneklerimizin sürme bunlar olmadan olamaz. Türkçeyi bilmeyen Türk Türk değildir! İslam’ı bilmeyen ve ibadet etmeyen biri Müslüman değildir. Türklük ve Müslümanlığımızı oluşturan bilinçaltı ve bilincimize devamlı saldırılarak yıpratılmak, yorgun düşürüp pes ettirilmek isteniyor. Olay budur. Yeni tarihi yazan biziz. Son 25 yılda Türkiye üzerinde Bulgaristan genel seçimlerine katılmamız, Büyük Göç’le başlayan yeni tarihimizde çok önemli bir sayfadır. Büyük Göçle bir defa çok parçalandık, çok büyük yara aldık ama Türkiyeyi görmekle Türklüğümüzü besledik, çifte vatandaşlıkla ruhumuzu kanatlandırdık. Dünyanın bütünlüğüne ve bölünmezliğine inandık. Yeni dönemde iki ülkede de seçimlere katılmamız en önemli demokratik haklarımızdan biri oldu. Oyumuzu vermekle Türkiye üzerinden Bulgaristan politik hayatını etkileme ola-


126

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

nağı bulduk. Bu bireysel olmakla birlikte ortak bir eylemdir. Pazar gün yapılan erken meclis seçimlerine Bulgaristan’da 3 milyon 443 bin 326 seçmen ve dış ülkelerdeki Bulgaristan vatandaşlarından 135 bin kişi katıldı. Biz bu olayda vardık. 58 devlette 386 sandığa oy verildi. Bulgaristan’da verilen oylardan % 34’ü parti ve koalisyon listelerine göre değil, seçmen önceliğini kullanarak, kendi adayını kendisi işaretledi. Bir defa Türkiye Cumhuriyetinde büyük bir kitle olarak oy vermemiz bilinçli bir hareketimizi sahnelerken, liste içinde seçim yapılması da bilinçli yaklaşımın yeni bir belirtisi oldu. Seçimlerin aynasında beliren birkaç simaya dikkat çekmek istiyorum. Bir defa Bulgaristan batmaya devam ediyor. Hiçbir politik parti eskiden aldığı oylar kadar oy alamadı. Hepsi küçüldü. İki, Bulgaristan’da seçime bu kadar düşük bir katılma oranı olmamıştı. Üç, evro-atlantık yasaklara rağmen, üç ırkçı, aşırı milliyetçi parti meclise girdi. Daha somut analiz şunları sergiliyor. Ortaya çıkan tablo Bulgaristan’ın yani bizim en yeni tarihimizdeki son durumdur: Bulgar tarihinde ilk kez olmak üzere toplumun ana politik kaleleri tamamen ufalandı. % 4 barajı aşan 8 parti meclise girdi. Orta direk GERB oyların % 32, 68’iyle meclise yalnız 84 milletvekili sokabildi. Hükümet kurması için 121 sandalyeye gerekli.Bu sonuçlar Başkan Boyko Borisov’a hükümet kurmayı deneme hakkı tanısa da, Bulgar seçmeninin iktidarı tek ele vermek istemediği, çok katılımlı demokrasi istediği gün ışığına çıkardı. Bu partinin başarını oluşturan oyların %28.14 dış ülkelerdeki etnik seçmenden geldi. Yazılarımızda, 110 yaşında olan Bulgaristan Sosyalist Partisi’nin gün saydığını, Pazar gün biraz daha eridiğini, oy oranının % 15,41’e düştüğünü, büyük bir bunalım içinde olduğunu ve seçmeninin % 60’ının köylerde emeklilerin oluşturduğunu ortaya koyduk. Totaliter düzenin devamcısı olan bu parti geçen kıştan kalan kar gibi dağın tepesinde birkaç mevsim daha ağarmaya devam edecek benziyor. Dış ülkelerde verilen oyların % 43,82 sini alan Hak ve Özgürlükler Partisi Türkiye Cumhuriyetinde oy veren 60 bin soydaşın 50 bin soydaşın çabasına tekamul etmelidir. Soydaşlar HÖH’ten bir şey bekledikleri için değil, Bulgaristan’da yaşayan yakınlarımızın huzurlu olması için bu partiye oy verdi. HÖH partisi oylarının % 83’ünü köylü Türk ve Pomaklardan alırken, Çingene nüfusun % 46’sını da kazanmış oldu. Son zamanda HÖH Bulgaristan Türklerinin politik öncüsü rolünü bir yana bıraktı ve Bulgaristan’da yaşayan yoksul Romların ve dış ülkelere sığınan ya da ekmek parasını gurbette arayanların partisi olarak biçimlendi.


Makale ve Analizler - 2014

127

Seçimlerde dikkati çeken bir özellik ise, anti-Türk ve anti-İslam programlı 3 Bulgar partisinin (“Ataka”, “Sansürsüz Bulgaristan” ve “Milliyetçi Cephe”) barajı aşıp parlamentoya girmesidir. Bulgar milliyetçiliği vahşidir ve yeniden politik şahlanma yolunu bulmuştur. Onların ortak isteğinde, Türkiye Cumhuriyetinde 600 bin soydaşımızın, çifte vatandaşlığının kaldırılması, Bulgar ve AB vatandaşlıklarına son verilmesi gibi istekler var. Onları birleştiren bir de, Türkiye Cumhuriyetinin AB üyeliğine ellerinden geldiğince engel olmaktır. Bu durumda Bulgar meclisindeki durum “kartal, yengeç ve turna balığı” masalını andırıyor. Kimse 40 senelik turna balığına yüzmeyi öğretecek durumda değil. Ama şöyle de bir şey var. Aynı tarihten (yoldan) gelenler geleceğe beraber devam edebilirler. Bu noktada, seçimlerden önceki yazısında, yeni hükümeti GERB ve BSP ikilisi kuracaktır diye yazan Rafet Ulutürk’e katılıyorum. Gelinin nazı gerdek gecesine kadardır. Boğulanların birbirini kurtarmak için el uzatması genel kültürün gereklerinden biridir. Bulgaristan’daki son durum budur. Biz bu tarihte varız ve var olmaya devam edeceğiz. Biz, özellikle Osmanlı sonrası buralarda kalanlar 140 yıldan beri Bulgaristan’da yaşayanlar şimdiye kadar kendi tarihimizi kendimiz yazamadık. 1990 yılına kadar hangi seçimde kaç Türk’ün veya Pomak yurttaşın oy kullandığı asla bilmedik. Kaç kişi olduğumuzu bile bilmiyorduk. Çingenelerin sayısı asla bilinemedi. Demokrasiye Geçiş döneminde oyumuzu kullanarak kalemi kendi elimize aldık ve kendi tarihimizi yazmaya başladık. En yeni tarihimizin renkleri bunlardır. Kesit 5 Ekim 2014. Gelişmeler pek lehimizde sayılamaz. Akıllı olalım!

Tortu hareketlendi

BG-SAM-08.Ekim.2014

BGSAM, bizim akıllı olmamız, görgülerimizin sınırlarını aşamaz. Bizim birbirimize benzememiz, aynı olaylara aynı tepkiyi göstermemiz doğal olduğu kadar, deneysel bilgilerimiz içinde yaşadığımız ortamdan farklı da kılabilir. Konumuz Bulgaristan erken meclis seçimleri olduğundan, alınan sonuçlar ortada, kazanan yok, seçmen her zamankinden az oy verdi. Genel çöküş ve bat-


128

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

maya devam eden bir ortamda çökeltiler hareketlendi ve üste çıktı. Üstelik iri politik oyuncularda (GERB ve DPS) küçülme olunca ve sandıktan çıkan pıhtılaşmış çökeltilerin iktidar hevesini bile gözlüyoruz. Bu yazımda “Sansürsüz Bulgaristan”, “Yurtsever Cephe”, “Ataka”, “Reformcu Blok” ile “ABV” partilerine tortu yani çökelti diyorum. Bu 5 politik partinin saflarında ırkçısından, aşırı Bulgar milliyetçilerine, reformcusundan, hırsızına, dolandırıcısından sosyalistine kadar her rengi bulabilirsiniz. Toplam % 34 gibi bir oy almış olsalar da kişisel çıkarları dışında hiçbir noktada yan yana gelmeleri mümkün değildir. Bu partilerin tescilleri yakında yapıldı. Onlar Bulgar politik sahnesinde ancak bir antiTürk ve anti-İslam oluşum olarak ayakta durabilirler. İnanç, istekleniş ve hedef olarak yeni olumlu bir oluşum olarak kabul edilemezler. Hepsi bundan 25 yıl önce 10 Kasım 1989’da kendini dağıtan Komünist Partisinin (BKP) kalıtının artık pıhtılaşan çökeltileridir. Bulgaristan’da politik ekonomik ve sosyal bunalım o denli derinleşti ki, demokrasi güneşinden, evro-atlantik yönelimden ve genel anti-komünizm ve antitotaliter selden korkan çökeltiler yıllar yılı saklı kaldıkları konumlardan bu seçimde su yüzüne çıkabildiler. Doğal afetlerin, askeri fabrikalarda art arda meydana gelen ve 28 can alan patlamaların, yüzde 30’u bulan işsizliğin, fakirlik ve sefaletin nüfusun yüzde 40’ının belini bükmesiyle hareketlenmeye başlayan dip dalga pıhtılaşmış tortuyu milliyetçilik renkleriyle su aynasına çıkardı. Uzaktan bakıldığında Bulgaristan’da seçimler sakin geçti. Fakat toplum büyük patlamalara gebedir. Seçimden 2 gün sonra İhtiman şehri Çingeneleri ile Petriç şehri Romları faizci, dolandırıcı, dayakçı ve uyuşturucu baronlarının eli sopalı saldırgan sürüleriyle kavgada birkaç kurban verdi. Olay yerine gönderilen jandarma sayısı 500 artı 500 bin kişidir. Hatırlayalım Bulgar tarihinden en büyük ayaklanma olan Nisan 1876 İsyanına ancak 360 kişi katılmıştı. Bu mukayeseyi olayların ani patlamaların boyutlarına işaret etmek için yapıyorum. İngiliz “Ekonomist” gazetesi, Başbakan koltuğunda gözü olan ama nazlanan Boyko Borisov’un GERB partisini 8 kollu bir ahtapota benzetti. Ahtapotlar tuzlu suda ve derinlerde dolaşır. Gazete Bulgar bunalımına “bataklıkbatmaya devam ediyor,” dedi. Bana ise, son gelişmeler ve su aynasına ağzı açık vuran küçük balıklar, belki bugün Bayramımızın son günü olduğundan Kurban Kazanlarını hatırlattı. Şöyle: Köyümüzde art arda dizilmiş iri kara taşlardan oluşan uzunca olukta yanan ateş alevlerinin yaladığı içi taze kalaylı pırıl pırıl kazanlar kaynarken şakıyan kalay kıyısına tortu birikirdi. Elindeki uzun saplı ahşap kepçeyle etleri karıştırmak için ara sıra kapağı kaldıran baş usta önce pıhtılaşmış kan olan bu tortuya uzanır ve ince bir ustalıkla alıp bir tasta toplardı. Tortu soğuduğunda bu işi uzaktan izle-


Makale ve Analizler - 2014

129

yen sümsük köpeklere verilirdi. Bu, kesilirken kanı bir çukura akıtılan kurbanın vücudunda kalan kandı. Bizim mutfağımızda ve çanağımızda kan yoktur. Bulgarca, Almanca, İspanyolca ve İngilizce gibi dillerde günlük kullanımda olan “kan çorbası”, “kan sızdırması”, “kan kavurması”, “kan sucuğu” gibi sözler Bulgaristan Türklerinin lehçelerinde yoktur. İşte bu noktada Sayın Nafiye Hanım aynı ortamda yaşayan insanların farklı görgüye, geleneklere sahip olması ve birbirine benzememesi tabiidir. Ben burada aynı köyde çıkan bir Bulgar ile bir Türk genci düşündüm. Bu noktadan yola çıkarak ve aynı düşünme usulüne bağlı kalarak, 5 Ekim 2014 günü oyumuzu verdiğimiz Bulgar seçimlerinden alınan sonuçlarla ilgili yorumumu sunmak istiyorum. Bulgar toplumu 1990’da arınamadı, vücutta kalan kan pıhtılaştı ve çökelti oldu. Tüm kötü tümörlerin kaynağı ve barınağı olan bu tortulu ortam bizde küresel kapitalizmin mafya biçimini doğurdu. Dünya kapitalizminin aç karnı ulusal ekonomileri ve halkların sosyal kazanımlarıyla doyduğundan, bizi yiyip bitirdiler. Ulusal olan bitince azınlıklara saldırı başlar. İşte şimdi yeniden başlayan saldırı Bulgar milliyetçilerin eliyle ve diliyle yapılacaktır. Bu seçimlerde hayat bize Bulgar halkının Bulgar politikacılardan daha zeki ve akıllı olduğunu gösterdi. Totaliter dönemin ana kalıtları olan ve kendilerini güncelleştirmeye çalışırken top sahasının bir sağında bir solunda koşan GERB ve Sosyalist Parti (BSP) “sol”, “sağ” ve “sağ merkez” gibi laflarla seçim gargara yaparak göz boyamasına inanan olmadı. Totalitarizmden ve diktatörlüğün her biçiminden korkan ve demokratikleşme ve modernleşme isteyen Bulgaristan halkı Boyko Borisov’a kendi başına iktidar olma olanağı tanımadı. Halkın zekâsını şu noktada da görüyoruz. Tortudan çöpten başka bir şey olmadığını, ülkedeki sosyal, ekonomik, mali ve siyasi bunalımın açtığı hendeğin derinliğini çok iyi bilen ve gören seçmen art arda seçime evet diyerek, “üçlü atlamayı, bir defada sıçrarım deyenlere, ha bakalım!” dedi. Sonuçlara bakıldığında 8 partinin sekizi de hendeği atlayamayıp halkın ayağına düşmüştür. Bu işin içinde kötü bir tümör olarak gelişen bir de kulis oyunları ve perde ardı var. Görünüm şudur ki iyice irileşip hantallaşan olumsuz uğur yeni dönemde önce BSP partisini tırnaklarına kadar yemeye devam ederken kendine yeni kurbanlar aramaya devam edecektir. Ahmet Doğan gibi “A” takım politikacılarının bu seçimlerde sahneye çıkmaması ve halkın karşısına yetiştirdiği kuduz köpeklerden Delyan Peevski gibileri sürmesi, ancak bataklığın kokuştuğuna ve tortu köpüğünün kapağı kaldırmış taşmaya başladığına işarettir. Bunu Başkandan geçinen ve her gün kendisine söylenen farklı bir fikri tekrar eden ve kamuoyuna dayatmaya çalışan Başkan Lütfü Mestan’ın “muhalefete razıyız” sözlerinden de okuyoruz.


130

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgaristan Türkleri ve Müslümanları Bulgar toplumunun tortusu değildir. Tortu kazanına düşen HÖH - DPS partisi lider takımıdır, bunu her kez iyi bilmelidir. Önemle vurgulanması gereken özellik, Bulgar toplumunun arınması, içsel temizlenmesi, ırkçılık ve aşırı milliyetçilik, İslam ve Türk kültürü ve kimliğine tahammülü bundan sonra çok daha zor ve çileli olacaktır. HÖH - DPS partisi Bulgaristan Türk ve Müslümanlarını tüm azınlıkları eğitme ve aydınlatma davasından uzak kalmanın faturasını artık ödeme zamanı gelmiştir ve ödemek zorunda kalacaktır. Üç yıldan beri BSP partisinin elini kolunu kaptırmış ve yok olmayı kabul etmiş bir çöküntü olduğuna işaret ettik. Şimdi ejderha ağzını açmış ve birkaç yudumda yok etmeye hazırlanıyor. Hastanın yanında duranın virüs kapabileceğine inandıramadık. Ve şimdi artık virüsün büyütüldüğüne tanıklık ediyoruz. Bulgaristan Türklerinin en büyük düşmanları eskiden Ahmet Doğan’ı pohpohladıkları gibi, artık Lürfü Mestan’ı övmeye başladılar. Neden mi? Çünkü onun da çökelti olduğunu anladılar. En olumlu çözümle bir hükümet kurulsa bile, durum ağırdır, yamalı pantolonla düğüne gidilmez. Ortada bizim kurbanları kaynatırken tortuyu toplayan eli çapraklı bir ustabaşının olmaması kötünün kötüsü olandır. Avrupa Birliği tortudan politik “şahsiyetlerle” dolan yeni Sofya parlamentosunu ciddiye alır mı bilemiyorum. Olup bitenin iyi tarafı da var tabii. Bu seçimde pıhtılaşmış çökelti hareketlendi ve bin bir zahmetle suyun aynasına çıktı. Herkes havuzun dibine çöreklenmiş hiçbir işe yaranmayan illetleri görebildi. İnşallah Mizya’da, Varna’da, Burgas’da olduğu gibi büyük bir sosyal sel olur, toplumsal havuz taşar ve iki günden beri aynasını kirleten tortu lekeleri isteseler de istemeseler de akıp gider. Bu yalnız bizim için değil, Bulgar toplumu için hatta tüm Bulgaristan için de büyük kurtuluş olur. “Gorni Lom” köyünde meydana gelen ve 15 canı birden alan büyük sosyal patlama gibi bir sosyal gelişme de olabilir ve Güzel Vatanımız çökelti-tortusunu temizleme derdinden sonsuza kadar kurtulur. Tortu hareketlendi. Bulgaristan’ın tamamı için hayırlısı ne ise o olsun.


Makale ve Analizler - 2014

131

Totaliter Lekeler Artık Havuzun Aynasında!

Şakir Arslantaş-10.Ekim.2014

Köyümüzde art arda dizilmiş iri kara taşlardan oluşan uzunca olukta yanan ateş alevlerinin yaladığı içi taze kalaylı pırıl pırıl kurban kazanları gözümün önünde... Kazan kaynadıkça şakıyan kalayda tortu birikirdi. Etleri karıştırmak için kapağı kaldıran aşçı başı elindeki uzun saplı ahşap kepçeyle uzanır ve pıhtılaşmış kanın pıhtılanmışı olan tortuları ince bir ustalıkla alır ve bir tasta toplardı. Olup biteni gün boyu dört gözle izleyen köpekler sonunda çökelti ziyafeti ederdi. Tortusuz yaşamanın çok değişik boyutları var. Bu bakıma bizde düne göre bugün daha bir umut var. Çünkü 5 Ekim 2014 seçimlerinde Bulgar toplumunda hareketlenip toplum aynasında beliren politik tortuyu görebildik. Bu yazımda politik tortu derken “Sansürsüz Bulgaristan”, “Yurtsever Cephe”, “Ataka” gibi politik partileri düşünüyorum. Üstelik toplumun derinliklerinden yeni fırlayan bu çökelti güçlerin iktidar heveslisi olduğunu da gözlüyorum. Bu ruhsal dünyalarında aşırı milletçilik ve ırkçılık olan bu partilerin tescili yakında yapıldı. Onlar politik sahnede bir anti-Türk ve anti-İslam oluşum, biraz sözde HÖH - DPS’ye ve başat olarak Türkiye’deki soydaşlarımıza karşı dikildi. Özlerinde inanç, istekleniş ve hedef olarak yeni olumlu hiçbir şey yok! Hepsi bundan 25 yıl önce 10 Kasım 1989’da kendini dağıtan Komünist Partisinin (BKP) acı-zehirli kalıtından dibe çökendir. Ve dibin dibinde pıhtılaşan çökeltilerdir. Aslında bazı kasıtlı yanlışlar yapılmasa yeniden hareketlenmeleri pek beklenmiyordu. Çeyrek asırda totalitarizmden demokrasiye açılma sancılarını aşıp toplumu yönetecek ne bir lider ne de şerefli bir siyasi parti oluşturabilen Bulgar toplumu 70 politik birimden oluşan 8 partiyle Genel Kurulu renklendirdi. Olaylar öyle gelişti ki, politik tortu üste çıktı ve meclise girme hakkı kazandı. Gelişmelerin son derece esaslı nedenleri var. Bunların başında ise küresel sermayenin toplumumuzda olumlu olan her şeyi bitirme azmidir. Bu alabildiğine tüketme bir yandan halkın % 80’ini sefil durumda kıvrandırırken, bir de doyumsuz mafyaoligarşi tabakası yarattı ki, bunun adına kötü tümör desek daha iyi olur. Toplumun tortusu olan bu olumsuz uğurun ortaya çıkmasıyla aşırı milliyetçi ve ırkçı çığlık toplumu boğmaya başladı. Kamuoyunda “soya dönüş” politikasının elebaşları olarak bilinen ve 1989’dan sonra demokratik Bulgaristan’da yaşama hakları bulamadıklarından çöküp derinlerde pıhtılaşan ve bir daha yeryüzüne çıkma imkânı bulamayacağı sanılan bu olumsuz güçler 5 Ekim akşamı sandıktan galipler misali çıktı ve birçok kişiyi tamamen şaşırttı. Ne var ki, bu fırlamanın nesnel nedenleri ortadaydı.


132

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İlk başta olan şudur: Türk ve Müslüman seçmenden oy almak için onların ürkütülmesi, korkutulması, paniklemesi gereğine inanan HÖH - DPS partisi, ilk önce bu amaçla “Ataka” partisini kendi parasıyla kurdururken, bu seçimlerden önce “Sansürsüz Bulgaristan” Başkanı N. Barekov’u mali açıdan ihya etti ve kışkırttı. “Ulusal Cephe” oluşumunun 20 yıldan beri “Skat” televizyonu üzerinden gece gündüz devam eden azılı Türk - İslam düşmana bir kez yanıt vermedi. İt ürür kervan yürür siyaseti bu noktada sekti. Üstelik Türk ve Müslüman partisi 2014’te Başmüftülük taşınmazların geri alınması için verilen yasal mücadeleye saldırılarına seyirci kaldı. Böylece AB üyesi bir ülke demokratikleşirken demokrasi ve ilerleme cephesi kuvvetleneceğine, milliyetçi ırkçı dalga kabardı ve pıhtılaşmış totaliter çökeltiyi politik sahneye birkaç politik parti olarak servis etti. Olayın özü budur. Bunlar Hak ve Özgürlükler Hareketi açısından irdelendiğinde totaliter ruhlu milliyetçi dalganın kabarmasına yeşil ışık tutan şu gelişmeler oldu: 05.10.214 tarihinde yapılan Bulgaristan Genel seçimlerinde Türkiye’de ikamet eden soydaşlardan 150.000 kişi oy kullanması beklenirken sadece 60.000 ni oya gitti. İlgisizliğin büyümesinde soydaşlar arasında Türk partisinin başında bulunan Lütfü Mestan’ın “Osmanlı Bulgarlara Soykırım Yaptı” konulu bir el kitabı dağıtılması başrol oynadı. Seçmeni etkileyen eserin ardından gelen seçimi boykot uygulaması HÖH - DPS yöneticilerini bilinçli cezalandırma anlamındaydı. Derinleşen ilgisizliğin nedenlerini yakın geçmişe dönerek araştırma ayrıca gereklidir. Süreç üniversitelerimizin sosyoloji bölümlerinde tez konusu olarak da işlenmelidir. Çünkü halk topluluğumuzun hal ve hareketlerine bakıştan alınan sonuçlarda aklın, mantığın ve aidiyet anlayışına tamamen ters bir davranış biçimi oluştuğu gözleniyor. Bu arada yaklaşık bir milyon insanı yerini, yurdunu terk etme zorunda bırakan katil Jivkov rejiminin uzantısı olan şimdiki siyasi yapılanmaya uyulması ve kendilerine oy vererek öz çıkarlarımıza ters davranmaya zorlanmamız akla ve mantığa sığmaz bir açılımdır. İsimlerimizi değiştiren, mezar taşlarımızı kıran, dinimizi ve dilimizi yasaklayan, gelenek ve göreneklerimizi unutturmaya çalışan bir zülümcü zihniyete her seçimde oy vermenin hiçbir gerekçesi olamaz ve bundan sonra da olmamalıdır. Adı HÖH olan bu sözde Türk partisinin başında bulunan ve Başkanı sıfatını kullanan şahsın “Osmanlıyı bir soykırımcı” olarak nitelendirmesi ve bu yalanı doğru olarak kabul edip Bulgar parlamentosunda onaylaması dahi seçimlere katılıp kendilerine oy vermemizi anlamsız ve anlaşılmaz hale getirmiştir. Seçim sonuçlarıyla çizilen tablosu şudur: HÖH partisi bu seçimde 460 bin kişinin oyunu aldı ve 38 milletvekili çıkardı. Bu oyların 60 bini Türkiye’den, 30 bini Batı Avrupa ülkelerindeki gurbetçilerimizden, 200 bini Çingene nüfustan,


Makale ve Analizler - 2014

133

15 bini sefil Bulgar seçmenden ve 180 bini de Bulgaristan’da yaşayan Türk ve Pomaklardan geldi. Aynı tabloda 1990’da Büyük Millet Meclisi seçimlerinde oyların % 90 oranı Türk ve Pomaklardandı. HÖH bu seçimlerde öz kitlesinden ancak % 40 oy alabildi. Bu da partinin temel ilkelerinden azınlık hak ve özgürlüklerini savunma misyonundan kaydığına kesin kanıttır. Son durum Bulgaristan’da ırkçı ve aşırı milliyetçilerin alanı boş bulup baş kaldırmalarına olanak yarattı. Bugün Bulgaristan’da milliyetçilik sokaklarda kol gezerken iletişim ortamını istila etti. Daha da vahim olan, HÖH partisi totaliter rejimde işlenen suçlara zaman aşımı getiren yasaya da oy verdi. Daha da korkunç olan ise son seçimlerden hemen önce Bulgaristan parlamentosunda onaylanan ve “Bulgarlaştırma” süreci suçlarına zaman aşımı getiren yasaya, “Belene” ölüm kampında, hapiste ve sürgünde kalmış Bulgaristan Türk ve Müslümanlarının tepkisiz kalmasıdır. Akla mantığa sığmayan bir duruştur bu! 1989 Mayısında hak ve özgürlükleri için ayaklanan bu etnik halk topluluğu, bugün yeniden sindirilmiş ve kabuğuna kapanmak zorunda bırakılmıştır. Bu olup bitenlere kayıtsız kalan HÖH partisinin hiç bir şey olmamış gibi tavır sergilemesi, bu mağdur insanlardan kendi katilleri lehinde destek istenmesi, ruhumuza ters bir dünya görüşü savunan bir politik partiye oy verilmesinde ısrar edilmesi nasıl izah edilebilir? Allah aşkına çıksın birisi bunu bizlere anlatsın. Yeni ortamda Bulgaristan Türkleri arasından olup Bulgaristan da yaşadığı dönemlerde totaliter sisteme hizmet etmiş olan ve Türkiye’ye göç ettikten sonra aynı zihniyete hizmet edenlerin tutumu da hiç şaşırtıcı gelmiyor. Üstelik Türkiye’ye göç ettikten sonra hiç bir kimse sorgulanmadı. Türkiye’de Türklüğe ihanetten dolayı ceza alan hiç olmadı. Komünist ve Totaliter sisteme hizmet veren zihniyet yeni koşullarda hiç bir bozuntuya uğramadı. Özünde hainlik olan işbirliğinin temelleri bu esas üzerinde yükseliyor. Duruma hâkim olduklarını savunanlar, Türkiye üzerinden yayın yapan, antenleri Balkanlara çevirmiş iletişim araçlarını kendi hedeflerine rahatlıkla araç edebeliyorlar. Onlar, inancımıza ters düşen bu etkinliklere engel olmaya çalışan yerli STK’ları ise bölücü olarak nitelendirerek soydaşlar arasında tamamen yanıltıcı algı uyandırabiliyorlar. Örneğin seçim öncesi bir TV programında, bölücü diye nitelendirdikleri bir STK nın bir el kitabının kapağını göstererek içeriğine değinmeden izleyicileri yanıltıcı tanıtım yaptılar. TV program sunucusu da el kitabında yazılanların doğruluğu üstüne Bulgaristanlı milletvekili adaylarına soru bile sormadı.


134

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgaristan da yaşadığı dönemde Türklere ve Müslümanlara zulüm eden totaliter rejime hizmet vermiş soydaşlardan bazılarının Türkiye’ye geldikten sonra da devlet görevlisi olabilmeleri aynı kişilerin STK’larda aktif rol almalarında önemli katkı sağlamaya devam ediliyor. Bu şahısların geçmişlerini araştırıp Türklüğe ihanet ettikleri belgelenmiş olanların tespiti bir an önce yapılmalıdır. Çünkü Bulgaristan’da Türklere ve Müslümanlara uygulanan asimilasyon süreci halen devam etmektedir. Bu sürecin Bulgaristan ayağı sözde Türk partisi HÖH’ dür, fakat Türkiye de ayağı ise hağla STK’larda görev yapan eski Bulgar istihbaratı ajanları ve BKP elemanlarıdır. Unutulmamalıdır ki, 1968 - 78 yıllarındaki göçle gelen soydaşlarımızın bir çoğu Türklük açısından tamamen yıkanmış zihniyet taşıyor. TTürkiye’de ikamet eden ve hala Bulgaristan da Türk ve Müslümanları eritici zihniyete hizmet eden bu kişilerin mumu söndürülmelidir. Bu yapılmadıkça Bulgaristan’da son dönemde inşa edilen camilerin müzeye dönüştürüleceği gün yakındır. Tüm çabalarımıza karşın bugün de Türklüğünden utanmamaya devam edenlerin sayısı artmaktadır. Artık Bulgaristan’da köylerde cenazeleri islami usule göre defin işlemleri yapanlar yalnız yaşlılar kalmıştır. Yeni neslin dini törelerimize uyma hevesi köreltilmiştir. Manevi hayatımızın yok olma tehlikesi hiçbir kurum ve kuruluş tarafından dile getirilmiyor. Çocuklar için köylerde ve belediyelerde örgütlenen kuran kursları yakın takibe alınırken, katılımcı çocukların ailelerine farklı yöntemlerle baskı uygulanıyor. Dolayısı ile Türklüğe her yönlü ihanet probleminin çözümüne gidilirken önce Türkiye ayağındaki ateist işbirlikçilerden, özellikle de devlet memurlarından başlanması iyi olur. Bulgaristan’daki son gelişmeler lehimize değildir. Politik ekonomik ve sosyal bunalım o denli derinleşmiş ki, demokrasi güneşinden, evro-atlantik yönelimden ve genel anti-komünizm ve anti-totaliter selden yıllar yılı korkan çökeltiler saklı kaldıkları yerlerden bu erken genel seçimde çok ufalanmış da olsa ortaya çıkabildiler. Parlamentoya giren 8 politik partinin bünyesinde ortaklık sözleşmeleriyle bağlanan 70 politik birim var. Onları siyasete katan nesnel nedenler de büyük önem taşıyor. Doğal afetlerin, askeri fabrikalarda art arda meydana gelen ve 28 can alan patlamaların, yüzde 30’u bulan işsizliğin, fakirlik ve sefaletin nüfusun yüzde 40’ının belini bükmesiyle hareketlenmeye başlayan dip dalga içindeki pıhtılaşmış tortu anti Türk ve anti-İslam milliyetçiliğinin renkleriyle sivrildi. İlk belirtileri Başmüftülük mal ve mülkünün iadesini baltalama eylemlerinde görülse de, soydaşların oy hakkını kısıtlama hortlamasında şiddetlenirken, Suriyeli savaş kaçaklarının sığınak istemesine karşı daha da güç topladı.


Makale ve Analizler - 2014

135

Uzaktan bakıldığında Bulgaristan’da seçimler sakin ve sönük geçti. Fakat toplumun büyük sosyal patlamalara gebe olduğu her an her yerde hissediliyordu. Seçimden 2 gün sonra İhtiman şehri Çingene Mahallesi ile Petriç şehri Romları faizci, dolandırıcı, dayakçı ve uyuşturucu baronlarının eli sopalı saldırgan sürüleriyle kavga etti ve birkaç kurban verdi. Harmanlı Çingeneleri de başkaldırdı. Olay yerine gönderilen jandarma sayısı 500 artı 500 bin kişiyi buldu. Bulgar tarihinden en büyük ayaklanma olan Nisan 1876 İsyanına ancak 360 kişi katılmıştı. Bu mukayeseyi ani patlama olaylarının boyutlarına ve kitleselliğine işaret etmek için sunuyorum. İngiliz “Ekonomist” gazetesi, Başbakan koltuğunda gözü olan ama tatlı naz yapan Boyko Borisov’un GERB partisini 8 kollu bir ahtapota benzetti. Ahtapotlar tuzlu suda ve derinlerde dolaşır. Gazete Bulgar bunalımına “bataklık batmaya devam ediyor,” dedi. 84 milletvekili çıkaran ve hükümet kurma hakkını ilk elde eden GERB partisi Başkanı Borisov hakkında yerli gazetelerden “Presa” şöyle yazdı: Sağ olsaydı eski Yunan düşünürü Seneka şöyle derdi “Halk B. Borisov’a istediğini verdi, fakat o bunu istediğini henüz idrak edemiyor.” Bu seçimler Bulgar halkının Bulgar politikacılardan daha zeki ve akıllı olduğunu gösterdi. Totaliter dönemin ana kalıtları olan ve kendilerini güncelleştirmeye çalışırken top sahasının bir sağında bir solunda koşan GERB ve Sosyalist Parti (BSP) “sol”, “sağ” ve “sağ merkez” - “sol merkez” gibi laflarla seçim gargarası yapıyor. Totalitarizmden ve diktatörlüğün her biçiminden korkan ve demokratikleşme ve modernleşme isteyen Bulgar halkı tek partili iktidara başbakan olmak isteyen B. Borisov’a bu hakkı tanımadı. Halkın zekâsı şu noktada da parladı: Ülkedeki sosyal, ekonomik, mali ve siyasi bunalımın açtığı hendeğin büyüklüğünü ve derinliğini çok iyi bilen seçmen iki yılda üç seçime “evet” dedi. “Hendeği bir defada sıçrarım!” diyen üçlü sıçramacılara, “ha bakalım!” dedi. Halk hendeğin dibine ya sürünen ya da sıçrayınca havada basmaya yer arayanların indiğini iyi biliyordu. 121 sandalyeyi kimse kazanamadı. Sonuçlara bakıldığında 8 partinin sekizi de halkın ayağına düştü. Belirsizlik içinde hükümet kurma çabalarında bir de kötü tümör misali etki yapan kulis oyunları var. Görünümde küresel kapitalizm ufaldıkça ufalan BSP’ni bitirmeye hazırlanırken yeni kurban arıyor. GERB partisi Sofya hükümetini kiminle kurarsa kursun ülke batmaya devam edecek. Bunu Başkan Lütfü Mestan’ın “muhalefete razıyız” sözlerinden de okuyoruz. En olumlu çözümle bir hükümet kurulsa bile, düğüncünün pantolonu yamalı!


136

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu işin içinde en kötü olansa kaynayan kazanda tortuyu toplayan eli kaşıklı bir ustabaşının olmamasıdır. Avrupa Birliği tortudan gelen politik “şahsiyetlerle” kurulan hükümeti ciddiye alır mı? Olup bitende iyi tarafsa bu seçimde pıhtılaşmış çökeltinin hareketlenmesi ve gözle görülür şekilde havuzun aynasını kirletmesi oldu. Totaliter lekeler artık havuzun aynasında! İsteyen temizler isteyen seyreder.

DPS’den Memnun Olmayanlar

BG-SAM-10.Ekim.2014

Bulgar gazetecilerinden İvan Bedrov Hak ve Özgürlük Hareketi (DPS) nin artan gücünden memnuniyetsizlik ifade eden politikacılara 3 öneride bulundu. “En fazla beklediğimiz haber bizi en fazla şarttı,” sözleriyle başlayan yazıda, “Halk Meclisi için yapıla seçimlerde DPS partisi oy artışı kaydederek, hepimize dudak ısırttı!” deniyor. Gerçekten son 25 yılda en az katılım gösteren şu erken genel seçimlerde DPS dışında bütün politik partiler oy kaybına uğradı. Toplam 460 bin oy alan DPS oylarının 60 binini T.C.’deki soydaşlarımızdan alırken, 30 bin oy da Avrupa’daki gurbetçilerimizden ve 200 bin oyu da Çingenelerden topladı. Bu arada yoksul Bulgar seçmen de DPS partisine 15 bin oy verdi. Ortalama 13 bin oyla bir milletvekili çıkıyor. Analizin gösterdiği üzere 1990 seçimlerinde oylarının % 90’nını Türk ve Pomaklardan alan DPS, politik yatağını artık % 69 değiştirdi. “8 partinin katıldığı çok renkli bir parlamentodan sağlıklı ve güçlü bir hükümet çıkmasını beklemek güç olur” diyerek devam eden Bulgar gazeteci Berov şunları yazıyor. “Seçmenin halk yardakçılarına çok kolay inandığı; bazı köy ve mahallelerde oyların toptan satın alındığı gibi küstah iddialara rağmen, kenarından geçerken görmezlikten gelemeyeceğimiz bir faktör olan DPS partisini artık kabul edip tanımamız gerekir.” Yazı şöyle devam ediyor: “Gelişmeye yön veren şudur: Biz geçmişimizi, Türk ve Pomakların isimlerinin zorla değiştirildiğini, bu partinin nasıl sıkı bir örgütlenme gerçekleştir-


Makale ve Analizler - 2014

137

diğini, kadrolara yapılan yatırımı, militanların “beslendiğini” vs. vs. biliyoruz. Şimdi şu son seçim kampanyasına da bir göz atalım: “Bu seçime giderken DPS bir düşman olarak gösterildi. Kimileri “perhiz” uygulansın derken, diğerleri DPS partisini yalnız kendileri tarafından iktidardan uzaklaştırabileceğini iddia ettiler ve hep bir ağızdan DPS partisiyle asla ve hiçbir zaman hiçbir koşulda ortak iktidar kurmak istemediklerini devamlı tekrar ettiler.” Bunu, Sosyalistler (BSP), “Sansürsüz Bulgaristan” partisi her gün yineledi. Politik sahneye yeni çıkan ve faşist bir kuruluş olan “Milliyetçi Cephe” DPS partisini Bulgaristan’dan kovma, soydaşlara oy kullanmayı yasaklama, AB dışında olan Bulgaristan vatandaşlarına da neredeyse oy kullanmayı yasaklama hedeflerini ön planda tuttu ve tutmaya devam ediyor. En fazla Türk vatandaşa saldırıldı. Uluslararası yasalara ters olmasa, Çingenelerinse sandık başına gitmeleri neredeyse yasaklanacaktı. Bu konuda özel yasalarla yasak getirmek istedikleri dillerinin altındaydı da meydanlarda söyleyemediler. “Beyinlerindeki birikim bu olanlar şöyle konuştu: İktidarı DPS’ye bırakmayalım. DPS kadroları iktidar olunca çok hırsızlık yapıyor. Çalmayan var mı? DPS kadroları yalnız kendi akrabalarını işe alıyor. Bu da bir başka iddiaydı. Bunu yapmayan var mı? DPS kadroları basit ve tahsilsiz, cahil insanlar! Ötekilerden tümü Paris’te Sorbon mezunu mu?” Berov şu noktalara da işaret ediyor: “Neyse ki, kanayan sorunun ne olduğunu kesin tarif eden olmadı. DPS partisinin problem olması çok hırsızlık ettiği ya da kendi adamlarını işe alındığı için değildir. Sorunların sorunu #KİM!?, sorunudur. #KİM modeline etalon olduğu için yönetime katılmamasında gizlidir bu tarif. Emirlerin geldiği yerin bir saray, bir başkentin adını taşıyan bir otel ya da Sozopol limanı açıklarında bir yat olması önemli değildir, çünkü tüm yönetim ellerinden alınmış olan meşru kurumların, yürütme, yasama ve yargı erkinin #KİM tarafından yönetildiğidir gizemli sorun. Kurallar geçersiz olduğunda, erkin paylaşımı yok edildiğinde, pay dağıtımı yalnız bir gişeden yapıldığında...Kurumların çalışmasına engel olan ve şirketlerin kazanmasına yol vermeyen bu model, kötü bir tümördür. Çalışmasına ve kazanmasına yol verilmeyen şirketler var ve bunlar onların dalavereleri dışındadır.” Sorunu açarken, “hepsi bana” formülüyle bütçesinin boşaltılmasını, bir bankada 5.2 milyar lv. çalınmasını, 1 Ekim 2014’te elektrik enerjisine % 10 zam yapılmasını, özel üreticilerinden alınan elektrik için yüksek fiyat ödemelerini, elektrik dağıtım şirketine her ay 50 milyon leva heybe edildiğini, “Belene” AES’ nin neden kurulmadığını vs. irdelememiz gerekebilir.


138

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“Seçim kampanyasının son günlerinde bir istisna olarak kısa bir süre için de olsa DPS’ ye saldırmayan tek başına, sessizce hareket eden bir tek Reformcu Blok’un istifa eden sözcüsü Radan Kınev oldu. Bunu anlatabilmek de çok zor. İnsanların daha fazlası tarafından anlaşılabilmesi ise daha da zordur.” Reformcu Blok 9 partinin birbirine yamanmasından oluşurken, içindeki üyelerden biri Korman-Dal ikilisinin Şeref ve Hürriyet Partisi olduğundan dolayı DPS’ti hedef almaması doğal karşılansa da, ne Kasım Dal ne de Korman İsmailov parlamentoya giremediği için, yapılan hesaplar çarşıya uymadı. “Seçmen kitlesi bu defa DPS partisine karşı en geniş ve güçlü saldırıya tanık oldu. DPS partisine yalnız ve sadece DPS olduğundan ötürü saldırıldığında, insanların kafasındaki farklıdır. Samimi olanlım ve sohbetlerimizde “DPS” sözünün yerine kaç defa “Türkler” sözünü kullandığımızı anımsayalım.” İvan Bedorv’un bu saptamasına şunu da eklemek gerek, şimdi artık Bulgaristan’da “Türkler” dendiğinde “Türkiye’deki soydaşlarımız” ve Batı Avrupa ülkelerinde gurbetçi “Türkler, Çingeneler ve Pomaklar” da anlaşılıyor. “Sansürsüz Bulgaristan”, “Milliyetçi Cephe” ve “ATAKA” gibi bu seçimde toplam 45 sandalye kapan bu 3 milliyetçi oluşum, AB dışında yaşatan Bulgaristan vatandaşlarının, çifte vatandaşların oy kullanmasını yasaklamak isterken, dışardan gelen oyların sandalye dağılımını engellemesini de yasaklamak istiyorlar. Bulgar aşırı milliyetçiliğinin yeni zirvesi ise, Bulgar dilini yazılı olarak bilmeyen ve “Başka Bir Yerde Oy Kullanmayacağım” bildirisini kendisi el yazısıyla Bulgarca olarak dolduramayan çifte vatandaşları oy kullanma hakkından men etmek ısrarıdır. Seçim yorumlarında dikkati çeken bir yeni özellikse, T.C.’de açılan 136 sandığa hizmet sunan Türk gönüllülerin kendi aralarında Türkçe konuşmasına yasak getirilmesi talebidir. Bu konuya ışık tutarken İvan Berov şöyle devam ediyor: “Ve eğer siz kendiniz “DPS” sözünü “Türkler” ile değiştirmiyorsanız, bu seçimlerde birçok başka Bulgar bunu çok defa yaptı. Ders kitaplarında birden bire beliren “zaptiyeler”, “polislerle” değiştirildi. Sonra yine ansızın ve birçok yerde düzenlenen seçim önü mitinglerinde DPS adayları Bulgarca yaptıkları konuşmaların bir bölümünü Türk dilinde de sunmaya başladı. Sonunda, her soruna kesin çözüm olan Türkiye’den gelen otobüslere yüklendik. Bunların örtüşen vakalar olduğunu ispatlayan gerekli delil elim altında olmasa da, benzer popülist konuların terazinin iki kefesini de iyice doldurması, kendiliğinden olacak, kendilerini saldırı hedefi olarak gören DPS seçmenlerini son hadde kadar seferber etti. Aynı zamanda kafalarındaki sorunların çözümü beyaz yakalı gömleği giymekle ve devlet sınırına tel örgüler germekle başlayan aşırı popülistleri de iyice kışkırttı.”


Makale ve Analizler - 2014

139

Seçim öngünlerinde bu üç milliyetçi partinin mobilize edebildiği aktifle birlikte, özellikle belirtilmesi gereken bir olay da, DPS milletvekilleri tarafından defalarca desteklenen, 3 defa hükümet ortağı olan BSP eski başkanı, şimdi AB milletvekili ve PES başkanı Sergey Stanişev’in Brüksel’deki işini gücünü bırakıp, kendi inisiyatifiyle Bulgaristan’ı baştanbaşa dolaşarak “Biz artık DPS ile işbirliği ve ortaklık yapmayacağız” propagandası yapması oldu. Aynı hava bugün GERB Başkanı B. Borisov’un “DPS ile hükümet ortaklığı yaparsam seçmenim ne der?” sözlerinde okuyoruz. Anti-Türk, anti-İslam ve anti-soydaş şovenist çökeltisi DPS milletvekili adayı Rom Aleksandır Metodiev’in (Bay Sali) Köstendil ilinden 810 oy alıp T.C.’den gelen soydan oylarından takviye edilerek milletvekili seçilmesine karşı göklere çıktı. İl merkezinde düzenlenen mitingde konuşanlar “Biz Çingenelerden akıl istemiyoruz!” sözleriyle ağızlarına geleni söylediler. Soydaş oylarına karşı ilk kez milliyetçi ırkçı başkaldırı yaşandı. Kuşkusuz seçimden önce ve seçimden sonra politik liderlerin konuşmaları anında değişirken, değişmeyen yalnız anti-Türk söylev kaldı. Yukarıda sıralanan 3 milliyetçi Bulgar partisi liderleri hemen “U” dönüşü yaptı. Sağ-merkezde birleşme yolları aranıyor. Bu konumda dikkati çeken şudur. Bulgar politikasına kulis kaynaklı büyüleyici hava “PİK” Haber Ajansı kanalıyla püskürtülüyor. Bu defa da “geri adım atın” ve anlaşın emri “PİK” hoparlöründen geldi. Bu konulara İvan Berov şöyle değiniyor: “Şimdi artık DPS ile “Sansürsüz Bulgaristan”ın büyük ve etkili bir parlamento grubu var. (DPS 38; SB 15 ve toplam 53 milletvekili), İkisini neden bağladığımı mı soruyorsunuz? Kuşkusuz ben şu an Tsvetan Vasilev’i, Delyan Peevski’yi ve Hristo Kovaçki’yi de düşündüm. “ATAKA” şefi Volen Siderov’un seçim kampanyasını hangi medya araçlarının propaganda ettiğini hatırlarken, başka şeyler de geçti aklımdan.” Tsvetan Vasilev - batık BTK bankasının Başkanıdır. Kayıplara karışan para 5 milyar 200 milyon levadır. Delyan Peevski - Bulgar ve Rus oligarşisi arasındaki bağlantıdır. “Medya Holding” başkanı ve birkaç günlük gazete sahibidir. 3. süre DPS milletvekilidir. Hristo Kovaçki - Bulgar kömür madeni ve enerji sanayindeki büyük oyuncudur. Madencilerin maaşlarını ödemedi ve oy verme işlemine bağlı kıldı. “Lütfen #KİM? olan kişiyi kutlayınız, çünkü o seçim kazandı.” “Ben sıcak suyu keşfettiğimi iddia etmeden, gelecek defada aynı sonuçların tekrarlanmaması için politikacılara 3 önerim var. Bir: DPS partisinin politik hasımı olduklarını açıkça beyan eden partiler, DPS partisini sembolize eden problemi fakat bunu yaparken “Peevski DPS mil-


140

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

letvekilidir!” üslubuna takılıp hiçbir şey susmadan çok net ve açık bir şekilde formüle etsinler ve Anayasa değişiklikleri de içinde olmak üzere, bu modeli çözüp sökecek olan reformları masaya yatırsınlar. İki: DPS partisinin Bulgaristan Müslümanlarının oyları üzerinde tekel hakkı olmasını istemeyen partiler dil ve din ayırımına bakmaksızın, Bulgaristan vatandaşlarının hepsine kapılarını ardına kadar açmalı ve kontenjanları unutup DPS’ den başka kimsenin ayak basmadığı köy ve mahallelere akın etmelidirler. Bu bir ay ve bir yılda baş edilecek bir iş olmadığından bunu içtenlikle ve sabırla yapmalıdırlar. İlave olarak sunarken, buna en iyi misalin GERB partisi Kırcaali milletvekili Karayançeva’nın bizim bayırları köy köy mahalle mahalle gezdiğini ve Türklerden bu defa da oy aldığını hatırlatırım. Bu defa Kırcaali ilinden seçilen tek Bulgar milletvekilidir. Üç: DPS ile ortaklık ve işbirliği yapmayacaklarını basa basa söyleyen partiler, iletişim ortamında, yargıda veya iş çevrelerinde rahatlamayı sağlayacak himayeyi elde edebilmek için “benden yardımlarıma ya da en fazla benim tebessümüme” güvenip işlerin oluruna gireceğini hiç umut etmesinler. İşler zor: #KİM’i gelecek seçim zaferi için şimdiden kutlamak daha kolay. Bu yazıda Sayın Berov’un dikkate almadığı bir nokta Bulgar politik parti liderlerinin dönekliğidir, ülkenin son 25 yılda hep kendine ve halkına ihanet etmiş, başkalarının menfaatlerini kollamış ve kendi menfaatleşmiş kişiler tarafından yönetilmesidir ki, şimdi de aynı tablo çizilmeye başlandı. Meclise dolan 8 parti vekillerinden hiç biri beyaz gömlekli ve Wersache kravatlı bit pazara gitmek, yamalı ve kirli elbiselerle dönmek istemiyor. Sahnedeki en iyi koltuklara yayılmak ve merkez sağcı maskesiyle rol almak isteyenlerin amacı, kulislere hizmet ederken, kendileri de palazlanmaktır ve bu şansı kaçırmak istemeyecekleridir. Bu noktada anti-Türk ve anti-Müslüman kışkırtma ve tuzak kampanyalarıyla etnik azınlıkları sofradan kovanlardan 4 yıl ılımlı olmaları da beklenebilir. Çünkü ağzı dolu it bile havlamaz.


Makale ve Analizler - 2014

141

Ne mi Oldu?

Musa Vatansever-12.Ekim.2014

5 Ekimde yapılan Bulgar parlamento seçimleri çok alaca bulaca bir yeni politik tablo çizdi. Marjinal yani sağ uç ile sol uçlar politikada sandalye kaptı. Dışarı vuran seçmenlerin içindeki renklerdir. Sonuçta, GERB partisi 23 Şubat 2013’te kaybettiği mevzii % 80 geri aldı ve yeni bir karma hükümet kurma olanağı ele geçirdi. Hatırlanacağı üzere GERB Başkanı Boyko Borisov geçen yılın 20 Mayıs gecesi “Saraya” dayanmış ve fahri başkan Ahmet Doğan’a “söyle kaç bakanlık istersen vereyim, gel beraber hükümet kuralım demişti!” O zamandan bugüne köprülerin altından çok su aktı ve seçim arifesinde dozu kaçırılan anti-Türk ve anti-İslam tavır ve saldırlar, Bulgar kamuoyunda kan kabarttı. Bu durumda Boyko Borisov seçim öncesi verdiği vaatleri (Türk ve Müslümanlara 10 bakan yardımcılığı vereceği gibilerinden) bire dek unutup, Türklerin hakları konusunda yutkunmak ve bon bon bakmak zorundadır, çünkü işlerin dozu kaçırılmıştır. Bulgaristan’daki son durum Boyko Borisov’un HÖH - DPS partisinin dıştan ya da içerden desteklemesiyle (oylarına güvenerek) iktidar kurması yollarını kesin kapamıştır. 25 yıldan beri ilk defa olmak üzere Türklere karşı ruhsal milliyetçi kabarma bardaktan taştığı gibi, seçimden sonra da meydanlardan çekilmiyor, seçim sonuçlarına itiraz şeklinde hamle yapıyor. HÖH - DPS partisi 5 Ekim akşamı Kırcaali kalesini geri aldı. GERB partisinin Bulgaristan Türklerini metres olarak kullanmak istediğini seçmene apaçık ve inandırıcı biçimde gösterildi ve öz kimlik savunmasına geçen seçmen doğru seçim yaptı. Seçim kampanyasında Türklere ve İslam dinine yapılan sözlü saldırıları ve incitici yüklenişi doğru okuyan Pomaklar da oylarını HÖH - DPS partisine verdi. AB üyeliğinden ve çifte vatandaşlıktan elde elden haklarının son 2 yılda mecliste ve parlamento dışında saldırı hedefi olması, soydaşlarımızın oyunu HÖH partisine vermesi yolunu genişletti. Bir defa, iki defa aldatılan, yalanlarla kandırılan Bulgaristan Türkleri ve Pomaklar artık yoğurdu bile üfleyerek içiyor. Dış ülkelerdeki durum her yerde aynıdır. Batı Avrupa devletlerindeki gurbetçilerimiz sandık başındaydı. Belçika’da an yüksek aktiflik gözlendi. Ker ve Anverben gibi bazı belediyelerinin yönetiminde sosyalist ve sosyal demokrat Türkiyelilerden yardım gören Şumen, Razgrat ve Tırgovişte yöresi gurbetçilerimiz oylarını topluca HÖH bültenine verdi. Bu defa oy kullanma usulü seçmene zor geldi. Tüm oylardan 215 bini boş çıktı. Öncelikli işlemde zorlananların toplam 70 bin oyu imha edilirken, bunlarda 15 bini HÖH partisinindir. Mesela Varna ilinde 18 no’lu bültene oy verirken 18 no’yu da seçtiğini işaretleyenler ortao-


142

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

kul tahsili olmayan Rom Aleko Atanasov HÖH listesinden meclise gönderdi. İsperih’te ise yeni usul son hükümette Sosyal İşler Bakanı Dr Hasan Ademov’u liste sıralamasında geriye itti. HÖH partisi Köstendil listesine Türkiye’den gelen oyları aktarıp yüksek tahsilli bir Rom olan Aleksandır Metodiev’i milletvekili yapmaya çalışırken halkın tepkisi uyandı ve kabardı, hatta Sofya’ya kadar taştı. Öncelikli bültenlerin analizinde, seçmenin sirkesi keskin HÖH - DPS milletvekillerini istemediği gün ışığına çıkarken, Blagoevgrat ilinde geçen sene tütüncülerle çok senli benli pazarlıklara giren milletvekili Ahmet Başev’in yerine İl Başkanı Musa Palev’i meclise gönderdi. Başbakan Plamen Oreşarski kabinesinde Maliye Bakanı olan Petır Çoban’ov ise seçmenden “sen işine iyi bakmadın, BTK bankası senin zamanında battı” yanıtını alsa da, soydaşların oylarıyla mecliste sandalye kapmayı başardı. Seçme ve seçilme hakkı olan, 18 yaşını doldurmuş Bulgar vatandaşlarından yalnız % 46, 8’i oy kullandı. Totalitarizm zamanında halkın % 98,8’inin oy verme geleneği iyice bozulmuş olsa da, Sliven kadın hapishanesine ve Burgas cezaevinde bu oran bu defa da yüzde yüzdü. Şimdiye kadar HÖH - DPS’ye oy vermeyi bir umut kapısı olarak gören hapisçiler bu defa ikiye bölündü ve yarısı oyunu Reformcu Blok partisine verdi. Son hesapta, Kırcaali’deki oy dağılımı Bulgar kamuoyu için düşündürücüdür. Seçim kampanyasına 2 ay önce başlayan ve 50 milletvekili adayı göstererek direk demokrasi formülünden yana olduğunu ortaya koyan sözde Türklerin partisi, her köyde, her sokakta ve mahallede çalışarak anti-Türk ve anti-DPS seline karşı Türk seçmeni mobilize etti. İyi örnekler sunarak ve hoşgörülü yaklaşımla Pomakları da kazandı ve 5 milletvekilliğinin 4’ünü kaptı. Bulgaristan Türkleri ve Müslümanlarında bir genel uyanma ve öz bilince dayanarak konumlanma adımları izlendi. 2013’te Kırcali seçmeninden 3063 oy alan Şeref ve Hürriyet Partisi Başkanı Korman İsmailov bu defa 1668 oy alabildi. Burada yaşayan 24 bin Hıristiyan ise, HÖH - DPS partisi ile ortaklık yaptığı için kendisine çok kızdıkları Sosyalist Parti’yi (BSP) cezalandırdı. Oylar sol marjinal (aşırı uç) cepheden “Ataka” ile “Sansürsüz Bulgaristan” partisine ve sağ aşırı milliyetçilerden “Milliyetçi Cephe”ye kaydı. Şöyle ki, Bulgar seçmen oyunu daha sert ant-Türk oluşumlara verdi. 2009’da Türk seçmen Kırcaali’den eski Kültür Bakanı Vejdi Raşidov’u meclise gönderirken, şimdi GERB partisine de yüz çevirdi. Bulgar ve Türk seçmen boş vaatlere inanma zamanlarının geçtiğine işaret verdi. GERB partisi Doğu Rodoplar’da ancak 11 084 oy aldı ve 1 milletvekili çıkardı.


Makale ve Analizler - 2014

143

240 kişilik parlamentoda yalnız 43 kadın milletvekili var. Eski meclis bileşimini temsil eden GERB 84, BSP 39, HÖH - DPS 38 ve “Ataka” da 11 milletvekili çıkarırken, 4 yeni parti de toplam 68 sandalye kaptı. Ufuktaki Hükümet ve Türklerin Durumu! Bir defa seçim sandığından sevimli bir parti - Reformcu Blok ve en yüksek başarı elde eden Bulgar siyasetçisi ve Avrupa’nın başarıdan başarıya giden sağcı liderlerinden biri olarak Boyko Borisov sivrildi. Aşırı sağcı cephede “Milli Cephe” ile Makedonya İç Devrim Teşkilatı (VMRO) ile birleşmesiyle şiddetlenen anti-Türk, anti-İslam, anti-soydaş ve Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğini engellemeye yönelik aktifliği yeni hükümet programını olumsuz etkileyeceği görüşü de ağırlık kazanıyor. Hükümet görüşmeleri pazartesi günü (13.10.2014) Sosyalist Parti (BSP) ile başlayacak, GERB Hak ve Özgürlük Hareketi’ni görüşme listesine almadı. Bu siyasi incelemeyi yaparken bir noktayı açıp yeniden okumak gerekiyor. 1990’da Demokratik Güçler Birliği (SDS) Bulgaristan’da sağ hareket olarak kuruldu. Burada üzerine basarak belirtilmesi gereken bir özellik, eski bir Komünist Partisi üyesi olan ve daha sonda sağ kanada geçip hem (SDS) partisi başkanı hem de başbakan olan İvan Kostov, (adına eski sağ hareket diyeceğimiz) 2 milyon Bulgar seçmeninin örgütleyen bu siyasi örgütlenmeyi yok etti. Şimdi yani 2014 seçimleri, Bulgaristan politika sahnesine yeni bir sağ hareketi -Reformcu Blok’u siyasete kattı. Yeni durumda Bulgar gerçekliğinde şakıyan yeni ışıklar arasında, 7 politik partiden oluşan Reformcu Blok’un GERB ile anlaşarak toparlanıp güçlenme ya da parçalanıp dağılma, bir de milletvekillerinden bir kısmının GERB’in tekliflerine dayanamayıp bloktan ayrılması gibi gelişmeler beklenebilir. Bu fikirde Ulusal Cephe ile birlikte Merkez Sağ Koalisyon kurma şıkkı başta geliyor. Sağ cephedeki gelişmeler önümüzdeki hafta Bulgar politik sahnesinde birleşik ya da Avrupa Halk Partisi örneği sözleşmeli bir sağ kanat hükümeti doğurabilir. Bulgaristan sağ merkezinde popülist muhafazakârlardan GERB Başkanı B. Borisov dışında odaklanan politik şahsiyetler: Reformcu Blok’un önde gelenlerinden Radan Kınev ile Miglena Kuneva gibi sağ liberaller; İvan Kostov’un Güçlü Bulgaristan Partisi (DSB) kalıtı konservatörler ve Burgas’dan yayın yapan “Skat” TV sahibi Bulgaristan Kurtarmak İçin Milli Cephe (NFSB) ile Makedonya İç Devrim Örgütü (VMRO) ortaklığından oluşan Milli Cephe sağ uç milliyetçileridir. Bu oluşum Bulgaristan Türk ve Müslümanları ve soydaşlarımız için ağır günlere işaret ediyor. Son günlerde HÖH - DPS listesinden gösterilen fakat Kostendil işlinde milliyetçilerce istenmeyen, buna rağmen yasalar gereği Türkiye’den gelen soydaş oylarıyla meclise giren Aleksandır Metodiev’e karşı


144

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

60 kişinin Makedonya ve Yunanistan ana yollarını kesmesi ve Köstendil Belediye Başkanı Petır Paunov tarafından yayınlanan ve tüm haber araçları tarafından desteklenen politik bildirilerdeki istekler şöyledir: 1) Seçim Kanunu değiştirmeli ve şu yasaklar getirilmelidir; a) Türkiye’de yaşayan Bulgaristan Türklerinin oy kullanması yasaklanmalıdır. b) 5 Ekim 2014’te Türkiye’den gelen 60 bin oy geçersiz sayılmalı ve HÖH - DPS milletvekillerinin oyları yeniden sayılmalı ve listeler yeniden sıralanmalıdır. c) HÖH - DPS Aleksandır Metodiev’in milletvekilliği geçersiz sayılmalıdır. d) Seçim Yasası değiştirilerek milletvekili seçimlerinde de oranlı (majoritar) seçim sistemine geçilmeli ve meclis seçimlerine Türkiye’de yaşayan Bulgaristan Türklerinin katılmasına kesin yasaklanmalıdır. vs. Sağcı güçler önümüzdeki 2 ay içinde bu yasanın Meclisten geçirilmesini istiyorlar. Amerika Birleşik Devleri’nde yapılan bir araştırma, son 60 yılda, dünya ülkelerinde iktidar olan sağ koalisyon hükümetlerinin en fazla 2 yıl ömrü olmuştur. Haziran 2013’te Bulgaristan’da kurulan BSP-DPS ve “Ataka” hükümeti Temmuz 2014’te dağıldı. Şimdi Boyko Borisov Başbakanlığında kurulacak olan hükümet bir karma sağ oluşum olacaktır. Bulgaristan’daki politik havada sağ milliyetçi ve etnik azınlıklara karşı sağ milliyetçi bir kabarma var. Bu başkaldırışı sol güçlerin, sendikaların, yurtseverlerin sosyaliz ve sosyal demokratların gemlemesi ve yolunu kesmesi gerekirdi. Sakat sol cepheye de yeni girin “Sansürsüz Bulgaristan” gibi sol tabanlı politik oluşumlar da oy kavgasında Türklere zehir saçarak yol aldı. Türkiye Cumhuriyetinin Avrupa Birliği üyeliğine olanak tanınmamasını istediler. Türk Bulgar sınırının daha sık tel örgüyle kapanmasından ısrar ettiler hatta seçim günü ve Kurban Bayramı arifesinde Kapı Kule’den gelen otobüsleri durduracaklarına and içtiler. Bulgaristan’da kaynayan kazanda eski kokular var ve ufukta “güneşli günler görünmüyor!” Gelişmeleri yakından takıp ediyoruz ve Ne mi oldu?, sorusuna her gün yeni yazılarla yanıt vermeye ve hepinizi bilgilendirmek için elimizden geleni yapacağız. Bulgaristan’da demokratikleşme testisi kırılmak üzeredir... Bulgar milliyetçilerinin Türklerle ve Müslümanlara olan öfkesi yeniden kabardı ve taşmaya yer arıyor...


Makale ve Analizler - 2014

145

Kabine Kurulacak

Neriman Eralp Kalyoncuoğlu-13.Ekim.2014

Tam yazımı yazmaya başlarken televizyonları bu yılki Eurovizyon yarışında Bulgaristan’ı solist olarak 12 yaşındaki Krasiya ile 15 yaşındaki ikizler Hasan ve İbrahim’in temsil edeceğini bildirdi. Üçü de Deliorman incisi Razgratlı! “Özgürlük ve Mutluluk” şarkısını söyleyen Krasiya’ya Hasan ile İbrahim kuyruklu piyanoda (royal) eşlik ediyorlar. Güzel Krasiya’nın sesi yıldızları okşarken, bizim afacanlar piyanoyu ağlatıyorlar. Üçüne de en içten birincilik temennilerimizi sunuyoruz. Kuşkusuz her yerde olduğu gibi bizde de olumlu ve olumsuz haberler aynı anda ve aynı yerde meydana gelip birbirini izliyorlar. Güzel haberlerin geldiği an, Bulgaristan’la ilgili dünya en iyi şeyleri konuşmuyor. Örneklemem gerekirse, Rusya Federasyonu, Ukrayna’nın Avrupa Birliği’ne üye olduğunda ülkedeki durumun ne kadar kötü olacağını ve halkın çekeceği sıkıntıları, 2007’de AB üyesi olan Bulgaristan köy ve kasabalarında çektiği bir filmle anlatıyor. Seçimden sonraki hafta hiç de durgun geçmedi. Daha önce hiç yaşanmamış yeni bir sayfa açıldı. Politikacıların şimdi çözeceği denklem, dış ülkelerden gelen oyların dağılmasında yaşanan anti-Türk ve anti- DPS dalgasının kabarmasının etkisi altında olacak. Gelişmeler yeni oluşan iki ana nedenin politik güçleri hükümet kurma sorununu mutlaka çözmeye zorluyor. Kulislerin görüşü: Bir. Büyük kulis yani Moskova, Washington, Brüksel, Berlin ve Londra hükümetin mutlaka kurulmasında ısrar ediyor. Almanya Başbakanı Angele Merkel seçimden 84 milletvekili ile çıkan ve Başbakanlığı hak eden GERB lideri Boyko Borisov’u ikinci kez arayarak, eski hükümetlerin çöküş yükünü üslenmeden kabine oluşturmasını öneriyor. İki. Küçük kulis dediğimiz Bulgar kolisi de kabine kurulmasından yana, çünkü bu seçimlerin 150 milyon levaya patladığını bilenler, ikinci defa hele şu anda böyle bir masrafa girmenin mümkün olmadığını ve hemen seçime gidilse bile seçim yasası değiştirilmeden farklı sonuç elde edilemeyeceğini biliyorlar. Hükümetin 1 - 2 yıllık olmasında, seçim yasasının majoriter (çoğulcu) sistemle değiştirilmesi ve Bulgaristan’ın dışında birkaç seçim bölgesi oluşturulması ve bu arada seçim propagandasının ana dilde de yapılması üzerinde düşünülüyor.


146

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu arada, hafta sonunda HÖH partisi büyük karışıklık yarattığı için öncelikli oy kullanma ilkesinin yeni seçim kanununa alınmaması için çalışma yapma niyetini kamuoyuna duyuırdu. Hükümet kurma görüşmeleri başladı: Bulgaristan’ın Avrupalı Gelişim için GERB Partisi iktidar ortaklığı bulmabilme görüşmelerine Pazartesi (13.10.2014) başladı. İlk tur 7 gün sürecek ve GERB heyeti parlamentoya giren her partiden heyetle ayrı görüşecek. Partiler arası temaslara parti başkanları katılmıyor. Hazırlıkları yönetim kurulu üyelerinden özel görevlendirilmiş üçer kişilik heyetler görüyor. Birinci buluşmada GERP heyeti ile Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) karşı karşıya geldi. Bu iki partinin toplam milletvekili sayısı 123. Hükümet kurmaya yetiyor ama güçlü hükümet kurmaya yetmiyor. Bu temastan pek bir şey çıkacağı umut edilmiyor, çünkü BSP yönetimi bu konuya adadığı geniş oturumunda “muhalefette kalma” kararı aldı. Toplantıda GERB ile ortaklık kurulduğunda “eriyerek yok olma tehlikesi olduğu” dile getirildi. (BSP seçmenlerinden büyük bir kısmı GERP partisine olumlu gözle bakıyor.) Sosyalistler Hak ve Özgürlük Hareketi’nin 38 oyunu da katarak, 240 kişilik mecliste 166 milletvekili ile ezici çoğunluk kurulmasının da kendi lehlerinde olmadığını savunarak, HÖH ile işbirliğine yanaşmamada inat ediyorlar. İkinci tur GERB ile HÖH - DPS heyeti arasında yapılacak. HÖH partisi hükümete direk olarak katılmaya ya da azınlık kabinesi kurulursa dışardan destek vermeye razı olduğunu açıkladı ve olaya olumlu yanaşıyor. GERB’in kurmak istediği sağ merkez hükümette HÖH’ün yer alması orta direk konumundan ve ilkesel temeller üzerinde olacaktır. GERB Türkler ve Pomaklar partisiyle (toplam oyları 122 ve kabine kurmaya yetiyor) hükümet ortaklığına yanaşmıyor, nedenine gelince, anti-Türk nefretin kabardığı bir ortamda seçmen kitlesini kaybedeceğinden endişeleniyor. Anlaşılan GERB partisi seçimden önce taraftar kitlesine böyle bir söz vermiştir. Çarşamba gün 7 partinin bileşiminden oluşan ve hükümet ortaklığına olumlu bakan Reformcu Blok (RB) ile GERP heyetleri aynı masa etrafına oturacaktır. Sağ merkez konumlu olan Reformcu Blok içindeki ağırlıklı politik güçleri Demokratik Güçler Birliği (CDC) adına Başkan Bojidar Lukarski; Güçlü Bulgaristan Hareketi (DSB) adına Başkan Radan Kınev; Sivil Cephe adına Başkan Miglena Kuneva ve Hürriyet, Şeref ve Halk Partisi (HŞHP) adına Başkan Kroman İsmailov vb. temsil ediyor. RB, kabineye kişisel temsili yet olarak değil, ilkeli programa dayanarak katılmak istiyor. Şu dönemde bu programın temel ilkeleri arasında, ekonomi geliştirilerek hayat seviyesinin yükseltilmesi; nüfusun azalması sorununa köklü çözüm getirilmesi; eğitim, sağlık, gençler arasında iş-


Makale ve Analizler - 2014

147

sizlik gibi sorunların çözülmesine öncelik tanınması yer alıyor. Radan Kınev’in son demecinde, “halk bize Rusya istilasına çözüm bulmamız için oy verdi” dedi. Seçimlerden önce B. Borisov’un başbakan olmasını desteklemeyen RB sözcüsü Radan Kınev seçimden sonra görüşünü değiştirdi. Kabineyi ilkesel temelde 23 milletvekili ile desteklemeye yatkın olan RB ile GERB oylarının toplamı 107 olduğundan yalnız ikisi hükümet kuramıyor. Politik gözlemcilerin işaret ettiğine göre, böyle bir kabine 19 milletvekili olan aşırı sağıcı Milliyetçi Cephe (MC) tarafından desteklendiğinde merkez sağ bir hükümet kurulabilir. Oy toplamı 126 olduğundan ve partilerin üçü de sağ kanattan olduğundan bu gerçekçi gibi dursa da, milliyetçiler ilkesel hükümet kurulmasına katılırken, milletvekillerinin bakanlar kuruluna katılmasına karşı oldukları gibi, eksper kabinesinde ayak diriyorlar. Onlşarla görüşme de Perşembe gün başlayacaktır. Diğer politik güçlerden “Ataka” partisi yeni seçim yapılmasını istediğini açıkladı. Bulgaristan’ın yeniden Doğuşu için Alternatif (ABV) Partisi ise Boyko Borisov’la aynı hükümette olmak istenmediklerini yazılı olarak duyurdu. Seçim öncesi Türklere ve Müslümanlara saldırdığı kadar Boyko Borisov’a da söylemediğini bırakmayan Sansürsüz Bulgaristan (SB) partisi Başkanı Nikolay Barekov ise, AB Genel Kurulunda yerini almak için Brüksele kaçtı ve partisinin Cuma gün ilk temasa programlı bir şekilde iştirak edeceğini bildirdi. Bulgaristan’ın 25 yıllık Geçiş Dönemi ve demokratikleşme tarihinde yeni bir sayfa açılıyor. Olayları dikkatle izleyip hepinizi bilgilendirmek vazifemizdir. Klasik tablo: Günümüzün demokrasi ortamında, özellikle Batı Avrupa ülkelerinde, sol partiler liberal dünya görüşlü kentli kesimin, aydın tabakanın ve serbest meslek sahiplerinin, daha genç ve başka bir değişle daha kozmopolit olan bir yığının partileridir. Kuşkusuz, sol partiler öncelikle üreten kesimin, işçi sınıfının, beyaz yakalıların, toplumsal devinim için can atan öncü müfrezenin partisi olmalıdır ama bizde 1990’dan sonra çökertilip yağmalanan ekonomi işçi sınıfını sıfırlarken sendikaları da teslim aldı. Sol partilerin tersi olarak sağ partiler de klasik seçim tablosunda oylarını orta katmandan, şehirlerde yaşayan daha yaşlı ve daha muhafazakar olan kesimden, küçük kentlerin sakinlerinden, milliyetçi ve hatta marjinal gruplardan alır. HÖH - DPS gibi azınlık partileri de oylarını etnik azınlıklardan alır. Bulgaristan Türk ve Müslüman azınlığı köylerde ve küçük kasabalarda yaşar.


148

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Gerçek durum: Daha 1990’da Bulgaristan Komünist Partisi (BKP) ile totaliter rejimin ikinci partisi olan Bulgaristan Halk Çiftçi Partisi (BZNS) iktidardan düşüp dağıldığında tam tersi oldu. Önce şunu hatırlatalım siyaset meydanına biri Demokratik Güçler Birliği (CDC) ötekisi de Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) olmak üzere 2 politik oluşum çıktı ve boy ölçmeye başladılar. Yeni ortamın tarihçesi: Demokratik Güçler Birliği (CDC) seçmenlerini daha büyük kesimi liberal, reformcu ve kozmopolit kişilerdi ve başkentte ve il merkezlerinde oturuyordu. Bu hareket Sofya ve Ruse’de çevreci hareketlenme olarak başladı. İşçi sınıfının demokrasiye uyanmasından daha öncelere rastlar. Demokratikleşme isteyen öncü kitlenin politik sahneye çıkışı 25 Ekim 1989’a rastlar. O gün Sofya’daki “Kristal” Park”ta polisle ilerici aydınlar arasında ilk çatışma oldu. (CDC) işte bu çarpışmalarda doğdu. XX yüzyıl boyunca ezilen Türk ve Müslümanların bilinçli uyanışının sesi Bulgar demokrat aydınlarının hareketlenmesinden çok daha önceleri ve ayrı başladı. Böyle bir kıyaslama yapıldığında, totalitarizme ölümcül darbeyi indiren etnik azınlıkların kitle direnişleri 1970 - 72 ve 1984 - 89’da tavan yaptı. Yüzyıllık bir birikim kabı zorlandı. 1970 - 1989 yılları arasında insan hakları, demokratik özgürlükler uğruna pek çok kurban verildi. “Soya dönüş” olaylarındaki şiddete karşı Türklerin toplu direniş dalgasının kabarması, 1989 Mayıs Ayaklanması ve aynı yılın Ağustosu’nda yollara düşenlerin demokratik dönüşümlerde devinim gücü oldu. Bu bakıma Todor Jivkov’ ve Bulgar totalitarizmini devirenler Türklerdir deyenler haklıdır. Bu mücadelede öncülük eden etnik azınlığımız CDC hareketine katılmadı. Kendi yolunu Hak ve Özgürlük hareketinde bağımsız ayaklanmada buldu. Bu yüzden CDC İvan Kostov tarafından dağıtılırken, HÖH - DPS ayakta kaldı. Bulgar vatandaşlarının demokratik güçler, çevreciler vs. olarak sokaklarda ve meydanlarda silahlı totaliter milislerle yüzleşmesi Türk ve Müslümanların zafer zirvesinden 3 - 4 ay sonra başladı. Bu birkaç aylık gecikme bile kendi başına Bulgar demokrasi mücadelesinin çok derin köklere dayanmadığına inandırıcı bir kanıttır. Ve yine bu açıdan analiz edildiğinde, Başbakan İvan Kostov’un 1997’de Demokratik Güçler Birliği’ne ölümcü darbe indirip onları dağıtması ve 2001 yılında II. Simiyon’un İspanya’dan gelip “CDC” kitlesinin oylarını alarak Başbakan olmasıyla, sağ-merkez konumda olan bu büyük kitleyi merkez konuma kaydırdı. Bir bütün olarak görülen bu kitle II. Simyon’un verdiği vaatlerin hepsinin boş çıkmasıyla, kendisinden yüz çevirdi ve dağıldı. Ne Bugün bu kitlenin son kalıntılarından olan Demokratik Güçler Birliği partisi başkanı Bojidar Lukarski ilkesel reformlar yaparak demokratikleşmeden yana olup Reformcu Blok yönetiminde olup, aynı blokun üyelerinden olan Şeref ve Hüriyet Partisi


Makale ve Analizler - 2014

149

(ŞHP) lideri Korman İsmailov’a en yakın olan politikacılardan biridir. 2007’de “CDC” kitlesine sahip çıkan ve Sosyalist parti (BSP) kitlesi ise kaçınılmaz olan reformların yapılmasını istemeyen, sosyal muhafazakar ve milliyetçilerdi. Daha sonra onların saflarından, HÖH - DPS Başkanı Ahmet Doğan’ın “Multi Grup” üzerinden yaptığı yatırımla “Ataka” parti sol marjinal cepheye yerleşti ve “Kırım ve Ukrayna” olaylarında Rusya’dan yana tavır almakla kendi mumunu kendi söndürdü ve yine aynı çevrelerin finansmanıyla sol marjınaller “Sansürsüz Bulgaristan” partisinde örgütlenerek, mecliste 5. parti oldu.

Mevsimidir

Rıdvan Tümenoğlu-13.Ekim.2014

Sayın milletvekillerimizden Mustafa Öztürk’ün HÖH - DPS Genel Başkanı Lütfü Mestan’ın Çankaya Köşkü ziyaretten iki hafta sonra yaptığı açıklama iyi niyetli cesur ve samimidir. İlk defa olmak üzere, Hak ve Özgürlükler Partisi şeref başkanı Ahmet Doğan başta olmak üzere, partinin gelişmesine gölge düşüren dinamiklerin etkisinden kurtulmasını apaçık öğütlendi. Bu çok anlamlı bir demeçtir. HÖH hareketini temsil ederek Köşke çıkan heyete kendinizi gösterin anlamındadır. Anlaşılan Genel Başkan Lütfü Mestan bu sözlere kulak verdi ama işleri gerekeni yapmaya cesareti ve gücü var mı. Bizim bildiğimiz o aldığı makama “iplerinin çekilmesine razıyım” sözleşmesiyle oturan bir kukladır. bir kukladır ve kendisine “senin işin bitti” demesi gereken kişi ise, onun iplerini çekendir. Halkımız arasında Büyük Hain olarak bilinen Ahmet Doğan tamamen gölgede olsa da, asıl durumunu, Bulgaristan sosyal, ekonomik ve siyasi yaşamına bir asalak kötü kütle olarak çöreklenmiş olduğundan Genel Başkan ona el kaldırabilecek mi acaba?! Kuşkusuz siz okuyucularım, Mevsimlerden, sonbahardır. Lütfü Mestan çürük armutları silkeleyip düşürmezse onlar kendileri de dökülecektir, diyebilirsiniz. Evet doğrudur. Çünkü Türkiye’den 150.000 oy beklenirken sadece üçte biri gelmiştir, bunların sorunu bu yönetimdir. Mevsim, ağaçların budanması zamanıdır. Parti içi arınmaya uygun bir mevsimdir, çünkü 05 Ekim 2014 seçimleri


150

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

henüz yapıldı ve ülkedeki durum Türk ve Pomak Partisi’nden kurucu ilkelerine ve programsal konumuna dönmesini zorunlu etmektedir. Fakat Ahmet Doğan tümörü partinin içindedir, ciğerine, dalağına, bağırsaklarını sarmış ve halkla ilişkisini kesmiştir. Bütün parti bünyesi için büyük bir tehlikedir. Hak ve Özgürlükler Hareketi HÖH - DPS fahri başkan Ahmet Doğan’dan kurtulması ne kadar zorunlu ise, Hürriyet Şeref ve Halk Partisi (HÇHP) nin de onun en yakın dostu ve en yakın ilişkide bulunduğu adam olan Kasım Dal’dan kurtulması o kadar gündemdedir. Bulgaristan Türk ve Pomaklarının aktüel başat sorunu bu iki sahte mahpusçu, sahte partici ve sahte “lider” bozuntusunu bir an önce çöpe atmaktır. Ankara’dan gelen yeşil ışık bu bakıma çok anlamlıdır. Gerçekçi olalım. Bu seçimde Ahmet Doğan zaten korkudan saraydan kafasını çıkaramadı. Kasım Dal ise en güvendiği bölgelerden aday çıktı, ama seçmenden oy alamadı. Daha ne olsun ki? Doğan ile Dal ikilisi bu defa aynı kantarın küfesine konmalıdır. Kısaca bunlar halkımız tarafından kabul edilmemektedirler. Büyük piyesin “o ajandı ben dosyasını açtırdım” sahnesi artık bitti ve perde kapandı. Bugün artık elektronik çağda yaşıyoruz ve en büyük sırların bile 3 gün ömrü yok. Bir yanda “dosyaları” bitpazarı için kamyona yüklerken, öte yandan bu sözde sır küpü, cadı kazanı dosyaları değrleten gizli polis “DC” şefi General Atanas Atanasov senin üyesi olduğun Reformcu Blok partisinden 43. mecliste milletvekili oldu ve bu gidişle ya İçişleri Bakanı ya da Meclis Güvenlik Komisyon Başkanı olacak. Sayın Dal senin hareketlerinden anlaşılan şudur: Biz beraber yiyoruz ama ayrı tuvalette görüyoruz. Şimdiye kadar yaptıklarına başka bir anlam vermek mümkün değildir. Hadi eyvallah. Politikadan uzaklaşma zamanın geldi. Bu arada çevirdiğiniz dolapları gizli servis DANS dosyaları açıldığında birlikte okuruz. Şu da var: Bu Doğan - Dal ikilisi, kendi vicdanlarının, bilinç altlarının ve bilinçlerinin ürünü, meyvesi değildir. Bulgaristan Türklüğünü ve Müslümanlığını yok etmek isteyen zihniyetin ve zorbacı güçlerin yarattığı en tehlikeli ikilidir. Artık 30 yıldan beri biri “iyi” ve biri “kötü” polis rolü, ya da “o ajan” “ben değilim” kandırmaca sı oynayan bu köylü kurnazların-dan hiç bir kimseye yardım veya fayda dokunmadığı gibi, halkımızı sürüm sürüm süründürenler de onlardır. Yaptıkları hainlik ve kötülükler için Bulgar devletinden her yıl milyonlar alan bu ikili yıllar yılı Türkiye Cumhuriyeti yetkililerince de her bakıma desteklenmişlerdir. Sayın milletvekili M. Öztürk’ün demeci gerçekliği görme açısından devrimsel niteliklidir. Şu da var, yalandırılıp dolandırılmış oldukları gerçeğini, her açı-


Makale ve Analizler - 2014

151

dan aldatıldıklarını uyutulmaya çalışıldıklarını görüp anlayan Bulgaristan Türkleri hakikatten devrimci milli bilinçlenme ve hainlere büyük darbeyi indirme yönde adımlıyor. İnsanımız devamlı değişiklik yaşar. Deşiklikleri kucaklamaya hazırdır. Yenilenmeyi Tanrı lütfü olarak bağrına basar. Bu mevsimdeki değişimimizin özünde içimizde büyüyen bir kötü tümör olduğu görebilmemiz oldu. Kötü tümörden kurtulmamız gerektiğine inandık. Yapımız bizi içten yiyenden de kurtulmamızı helal kılar. Her seçimde bu işler böyleydi de bu defa bize karşı saldırılar, dil uzatmalar hem aşırı sol hem de uç sağ milliyetçi kesimden yükseldi ve Bulgaristan sınırlarından taştı. Bulgar milliyetçilerini biz şimdiye kadar pek sağcı ve solcu olarak ikiye ayırmazdık, çünkü her iki marjinal kanadın da ilk ve son hedefi Türkleri Bulgaristan’dan kovmakla başlar ve biterken, yapabilirlerse Müslümanlığı da kökten silip savurmakla rahatlayacak gibiydi. Bu işin pek kolay olmadığı görüldü, çünkü bu kaynakta su ne bitiyor, ne kayboluyor, aktıkça akıyor, son 140 yılda kaç defa göç oldu, sınır kapları 50 defa genişletildi, ama Bulgaristan’da Türklük bitmiyor, bitmeyecek. Bir de şu var, akan su nasıl durulursa, Türklük de kendini hainlerden, ajanlardan, muhbir ve kötü habercilerden giderek arıtıyor. Görüldü üzere Ankara adına konuşan sayın milletvekili M. Öztürk, “hadi yeter artık, herkes işine baksın ve Bulgaristan Türklerine özgürce yaşama hakkı tanınsın!” dedi ve değerli sözleri büyük yankı ve destek buldu. Şimdi bizim korkumuz şudur. Artık Ahmet Doğan’ın ciddi boyutlu kötü bir tümör olduğunu ve ameliyat masasına yatırılıp kesilip çöpe atılması gerektiğine kesin inandık. Bunu yapmak isteyen artık biz Bulgaristan Türkleri ve Müslümanlarından, Rom kardeşlerimizden fazla Bulgarların kendileridir. HÖH partisine, bu partinin dolandırıcılıktan başka bir şey simgele-yemeyen iktidar ortaklığına, bir mafya-oligarşi kütlesi olan yönetimine, Bulgaristan’ın egemenliğine ciddi tehlike uyandıran Moskova bağlarına ve gizli totaliter ilişkilerine karşı 2013 yılında protestolar dinmedi. Bulgar basınında son zamanda sorulan soru şudur: “Şu Ahmet Doğan’la adamlarının ülkeye ve halkımıza yararlı olan yaptığı bir iş varsa lütfen gösterin..” Kimse bir şey gösteremiyor. Fakat herkesin kesin inandığı bir gerçek var, Bulgar makamlarını, yargı ve yürütmeyi felce uğratan kötü tümörün kesip atmadan hiçbirimize hayat yok. Çok yakında kötü kütle - mafyatik işler, oligarşik dalavereler, dolandırıcılık ve ulusal ihanet gibi işlerden narkozlu ameliyat için Ahmet Doğan’la can ciğer arkadaşlarının adaletin cerrah masasına yatırılacağını bildiğimden, bu seçimde de oyumuzu verdiğimiz HÖH - DPS partisi davaya sağdık taraftarların üzerine


152

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

pis kan sıçramasın diye hepsine bu işten ve onlardan uzak durmaları konusunda uyarıyorum. Mevsim yaprak dökümü ve kuru dalları, hiçbir işe yaramayan kütükleri temizleme zamanıdır. Hepimiz iş başına! Mevsimidir.

Hendek Kenarı

Dr. Nedim Birinci-13.Ekim.2014

Bulgaristan Merkez Seçim Kurulu kesin sonuçları açıkladı. Özelliklerden biri 218 bin zarfın boş olması ve Bulgaristan’ın Avrupalı Gelişimi İçin GERB Partisi’nden Vejdi Raşidov, Huseyin Melih ve Reformcu Blok’tan Korman İsmailov dışında başka bir Bulgar partilerinden hiç bir Müslüman Türkün milletvekili olamamasıdır. Boş zarf kullanan 218 bin kişi yeni bir partiye oy vermiş olsalardı, GERB, Bulgaristan Sosyalist BSP Partisi ve Hak ve Özgürlükler Hareketi HÖH - DPS sıralamasında dördüncü olacaklardı. Olağanüstü ilginç bir durum, çünkü bu rakama 70 bin yanlış oldurulduğu için geçersiz sayılan oyu da eklediğimizde, toplam oyların % 10’undan fazlasının çöpe atıldığı ortaya çıktı. İstisnalardan olmakla, zarflar içinden “yeter ürediğiniz” misali yazı ve bir prezervatif de çıktı. Bu açıdan 5 Ekim 2014 erken seçimleri Bulgar seçmeninin gerçekten de totaliter kadro sürüsüne karşı bilinçli ve kendiliğinden çizgileri olan bir protesto sergilediği görüldü. Uzadıkça uzayan ve sonu görülmeyen totalitarizmden demokratik düzene Geçiş Dönemi’ni inceleyen yeni kitaplarda, Bulgaristan’ın “Rus totalitarizminden çıkıp mafya totalitarizmine” girdiği tespiti dikkat çekti. Buna “mafyalı demokrasi” güzellemesi de eklendi. Dolayısıyla bizde seçim sandığından prezervatif yerine “damarlarınızı kesin de sizden kurtulalım” mesajıyla jilet de çıksa şaşmamak gerekir. Çünkü bugünkü oylar, geçmiş ve geleceğimiz bizimdir. Yani bir anne yeni doğan çocuğuna burnun neden kısa ya da uzun diye soramaz! Demokratikleşme döneminde bizde 2 farklı seçim yasası uygulandı. İlkine “Dont” dendi. Bu sisteme göre, dış ülkelerden gelen oylar önceden belirlenen bir ilin milletvekili listesindeki adaylara dağıtılıyordu. “Dış yardım” sayesinde


Makale ve Analizler - 2014

153

o ilden kimsenin tanımadığı kişiler milletvekili olabiliyordu. Bu örneği birkaç defa Dobriç ilimiz yaşadı. Bu defa uygulanan seçim yasası: İkincisi sistem “Hayer - Nimayer” adıyla açıklandı ve iki defa uygulandı. Son değişiklikleri Sosyalist Parti BSP milletvekili ve 42. meclis başkan yardımcısı Av. Maya Manolova tarafından hazırlanmıştı. 2013 Mayısında HÖH - DPS milletvekili dış ülkelerden ve Türkiyeli soydaşlardan “teşekkür ederiz” bile demeden aldığı oylarla, bu yasaya göre hareket edip Vidin ve Sofya’nın 2 seçim bölgesinden milletvekili çıkardı. Hatırlayacağınıza göre, insan kıtlığında kriminal bir tip olarak bilinen Şterü Şterev 500 oyla Sofya’dan milletvekili çıktı. Vidin seçmeni ise yalnız 400 oy verdiği vergi kaçakçısı Dimitrov yine bu uygulamayla 14 ay meclis sandalyesinde oturdu. Sabıkalıydılar, “dokunulmaz” statüsünde yaşayıp rahat ettiler. Bu yasaya göre hesaplama formülü yüksek matematik fakültesinde bile okutulmuyor. Aslında “ölü canlıların” oyları seçim gününden birkaç hafta önce çuvallarla Merkez Seçim Kurulu’na taşındığından formülü bilenler bile olasılıkların batağından çıkabilecek durumda değildir. Bulgar sosyolojisi bu defa meclise 8 partinin gireceğini 3 ay önceden bildirdiği ve tutan bir öngörü yapabildiği için iplerini çeken kulis olduğunu açığa vurdu. Yasal karışıklıktan kısmeti çıkanlar: Yine şu “Hayer - Nimayer” sistemine göre, oy takviyesi ancak az oy alanlar arasında en çok oyu olanlara yapılıyor. Örneğin 42 mecliste Hukuk Komisyonu Başkanı olan, Hukuk öğrenimini Fransa’da bir yerlerde yaptığı için her bakıma şişen Çetin Kazan Gabrovo ilinden HÖH - DPS liste başı adaydı. O seçmene son 1.5 yıl içinde HÖH - DPS dalaverelerinin hukuksal tutarlılığını anlatırken çok yutkunduğu, belki de dışarıdan gelen jandarma mı diye hep pencereden dışarı baktığı ve kimseye şu bizim özürlü yargı sisteminin ne zaman adaletli çalışmaya başlayacağını anlatamadığından ötürü olacak pek oy alamadı. Fakat o gibi adaylar adaletsiz yargı sisteminin bir az daha yaşayabilmesine can suyu kadar gerekli olduğundan Türkiye’den gelen oylarla beslendi ve tam sandıktan çıkarken Gabrovolu seçmen isyan etti. Aynı işlem Köstendil’de Aleksandır Metodiev, Yambol’da İliya İliev vs. için uygulandı. Dubnitsa, Köstendil, Yambol seçmenler birkaç eşeğin boyunlarına “mecliste eşek istemiyoruz” tabelası asarak Sofya’ya kadar uzandılar. Ne var ki, bu protestolar seçim öncesi alevlenen anti-Türk hareket ve söylevin devamı oldu ve nefret dalgası bir o kadar daha kabardı. Seçim kanunu nasıl değiştirilecek:


154

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Genel Kurulun toplanmasıyla ilk işlerden biri seçim kanunu değiştirmek olmalı deyenler çoğaldı. Yasa değişikliği ile milliyetçiler Türkiye’deki soydaşlarımızı seçme ve seçilme hakkından men etmeye çalışmak için bıçak biliyor. Hiçbir dayanağı olmayan atış noktaları Türkiye’nın Avrupa Birliği üyesi olmamasıdır. Onlar AB dışında yaşayan ülkelerde oy kullanılmasını yasaklamak istiyorlar. Bu defa 64 ülkede oy kullandı. 36 ülkede oy kullanılması yasaklayan bir Bulgar yasası onaylandığında, Makedonya, Sırbistan ve Moldova’daki Bulgar kitlenin de oy hakları yasaklanmış oluyor ki, bu da başlı başına başka bir problem doğurabilir. Brüksel AB aday üyelerinde kullanılan oylar yasaldır yasası çıkarsa, soydaşları ilgilendiren problem kendiliğinden aşılacaktır. Bu değişikliğin özünde dış ülkelerde, örneğin Türkiye’den gelen oylarla Bulgaristan’da kazanamayan adayların meclise sokulması yerine oy kullanılan ülkelerde seçim bölgeleri belirlenmesi ve orada yükseltilen adayın yerinde seçilmesi öneriliyor. Bursa’da 2 seçim bölgesi belirlense, majoriter (mutlak ekseriyet yani çoğulcu) sisteme göre kazanan adaylar hemen yerinde belirlenebilir. İstanbul, İzmit ve İzmir, Çorlu seçim bölgelerinden çıkacak milletvekilleri Sofya meclisinde bir soydaş grubu oluşturup halkçı çalışmaları raya oturtmaya başlayabilir. Bu gelişmelerin seçmene indirgenmesinde ve açık olarak anlatılmasında Sivil Toplum Örgütlerine çok büyük ödevlet düşüyor. Bu çalışmaların yazılı yapılması yanında, bir İnternet radyo yayını başlatmak ve UKW uzerinden Bulgaristan Türklerine ve soydaşlarımıza hitap eden bir radyo programı başlatma zamanı geldi de geçti. Yasa değişikli ve seçim dili sorunu: 7 partinin Bulgar milletvekilleri seçim yasasını Türklere karşı değiştirme hevesinde olsalar da onların seçenek özgürlüğünü kısıtlayan yanlar da var. Örneğin bazı partiler seçim listelerinin illere göre hazırlanmayıp Ulusal Parti Listeleri hazırlanmasında ısrar ediyorlar. Bu isteği kabul etmek için, HÖH - DPS partisi seçimde propaganda dili serbestliği istemelidir. Böylece seçmenimize ana dilinde propaganda yapma hakkımızın yasallaşmış olabilir. Bu çok önemli bir şanstır. Çünkü Bulgar partilerinden hepsi yasanın değiştirilmesinde ayak diriyor. Bu değişiklikler önümüzdeki aylarda yapıldığında, bir sepet otu iki eşeğe paylaştıramayan kişilerin parlamento yolu kapanabilir.


Makale ve Analizler - 2014

155

Demokrasi Destanı

Raziye ÇAKIR-13.Ekim.2014

Gönül her hafta bir iki kitap çıkmasını ister. Bizde bir seneden birkaç çıkınca seviniyoruz. Smolyan Prita.com yayınevi, bu defa bizi Deliorman bilgesi Hüseyin Manav’ın “Girme Bahar” şiir derlemesiyle kucakladı.76 yıldan beri aynı yer, aynı köyde ve ortamda yüksek bir angaje oluşla süregelen bir hayat zirvesinden bugüne bekleyiş ve umudun süzgecinden bakış. Elinde kalem, gözünde fotoğraf makinesi objektifi ve yılların birikimiyle dile gelen destanlar, horoz, tavşan ve atla konuşan bilgelik, totalitarizm balyozunda ezilen bir hayatın sınıf odalarında anadilimizi yaşatma çilesi. O zulüm çekerken ve şafak doğarken kendi köyünde umut veren orta direkti. Öğretmen şirin hayat öyküsünü kendi anlatımından sunuyoruz. Özgeçmişim Ben, Hüseyin Ali Manav, 16.10.1938 yılında Razgrat ilinin Kubrat belediyesine bağlı Mıdrevo köyünde doğdum. İlk ve Ortaokulu doğduğum köyde, Türk Pedagoji okulunu da1956’da Sofya’da bitirdim. 1956/57 ders yılında, ilkokul öğretmeni olarak köyüme atandım. 1958’de Varna civarındaki topçu birliğinde askerlik görevime başladım. Zaman zaman kesintilerle, eğitime hizmet verdim. Ayrıca, askerlik dönüşü Ruse’deki Lokomotif fabrikasında bir yıl kadar tesviyecilik yaptım. İsimlerimizin zorunlu olarak değiştirilmesi, 22 Ocak 1985’te başlamıştır. Herkes gibi ben de direndim. Karşımıza dikilenlerin elinde silah, tanklar, toplar vardı. Birkaç ay sonra eski geleneğimiz olan Hıdrellez kutlamalarında, hiç unutmam, onur kırıcı bir hal yaşadım. Karşımda bir levha asılıydı. Bu levhaya tahammül edemedim: “Biz Hıristiyan değiliz. Türkoğlu Türküz!” diye kükredim. Bu büyük bir münakaşaya yol açtı. O zaman “Yeni Işık” (Nova Svetlina) gazetesinde “Mizah Köşesi”nden sorumlu Mehmet Bekirov (Mihail Bekarov) adını taşıyan şahısla şu konuşmamız oldu. O bana: - “Siz ne işle meşgul oluyorsunuz?” dedi. - “Mahalle çobanıyım,” dedim. Bu sıra konuşmamıza şahit olan okul müdürü söze karışarak: - “O, çoban değil, öğretmendir,” dedi. Bekirov da:


156

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

- “Sen her şey olabilirsin, ama hiçbir zaman öğretmen olamazsın!” diye lafa karıştı. Ben de: - “Tam aksine, sen her şey olabilirsin, ama mutlak surette gazeteci olamazsın, çünkü hakikati yazmaya korkuyorsun,” dedim. Bu münakaşadan dolayı öğretmenlikten uzaklaştırıldım. Yaklaşık 1992’ye kadar, köy ekonomisinde olduğu gibi, kesintili olarak inşatta da çalıştım. Daha sonra yine öğretmenliğe atanarak, 2000 yılına kadar mesleğimi sürdürdüm. Halen emekliyim ve köyde oturuyorum. 18 Şubat 1990’da Hak ve Özgürlükler Hareketine faal olarak katıldım. Ahmet Doğan ekibine fotoğrafçı olarak girdim. Bütün Kuzey Doğu Bulgaristan’ın belli şehir ve köylerini gezerek, yeni kurulan partinin temel amaçlarını görüntüledim, bu karelerde milletimin sevinçli anlarını, beklentilerini de görebilirsiniz. Ve daha neler neler. Bu resimler arasında Veliko Tırnovo’da Büyük Millet Meclisi’nin açılışı da yer almaktadır. Arşivimde çok sayıda resim korumaktayım. Şair Hüseyin Manav’ın kitabında 27 eser var. İşte onlardan biri: DEMOKRASİ DESTANI Sokaklara dolup taştın, dere tepe geçip aştın, Vaatlerinden neden kaçtın?...Seni gidi Demokrasi!.. Eşi-dostu hükme koydun, soğan gibi halkı soydun, Ne de para, mülke doydun. Bu mu gerçek Demokrasi!? Yandı millet cayır cayır, yok kimseden hiçbir hayır, Tarla doldu tiken çayır, bu mu gerçek Demokrasi!? Kıymetsizdir köyü, malı, ceket, kasket hep yamalı, Yaşayışı muammalı, bu mu gerçek Demokrasi?! Kimse sormaz can yakanı, arasan da hep hakkını, Tut tutanı, kap kapanı...Bu mu gerçek Demokrasi!? Hastalandı bütün millet, elinde yok hiçbir servet, Dolanıyor dilde lanet... Dur da sen de sabret... Modalandı altı patlak, sokaklarda kadın-kaltak, Çoluk çocuk çırıl çıplak, yandı millet; oldu salak... Yalan planı maymunculuk, sürüp giden oyunculuk, Ahlakımız soygunculuk...Bu mu gerçek Demokrasi!?


Makale ve Analizler - 2014 Yerli yersiz kredi saldın, gırtlağa kadar borca daldın, Çil paraya muhtaç kaldın, bu mu gerçek Demokrasi!? Başkasına attın suçu, İvan uçman, Osman sucu, Eklenir mi iki ucu?.. bu mu gerçek Demokrasi!? Herkes için göz ve kaştın, soframızı güya açtın, Gerçeklere sen de şaştın...Bu nasıl Demokrasi!? Dalgıç olduk aramağa, her yerini taramaya, Yüzüklendik her parmağa. Bu mu gerçek Demokrasi!? Aldanmaya doyduk artık, ateş pahası ekmek, katık, Memlekette her şey batık... Bu mu gerçek Demokrasi!? Bütün dertler sanki sonsuz, dilencilik olmaz onsuz Bakanlıklar hep sorumsuz. bu mu gerçek Demokrasi!? Levi aştı bir litre süt, fukaranın sırtında yük, Söndü yurtta her bir ümit. Haydi, sen de Demokrasi... Sağ-solu oldu zübük, budalalar zurna, düdük, Gerçeğini işte gördük. Bu nasıl bir Demokrasi!?. Terbiyesiz olmak şeref, ancak onlar oldu eşref, Böyle ahlak gayet çirkef... Bu mu gerçek Demokrasi!? Emekli maaş bir aldangaç, yaşlılara bu bir kırbaç, Bile bile o bir amaç... Bu mu gerçek Demokrasi!?.. Tuttu millet garip yolu, şaşırınca sağı-solu, Tutmaz oldu belli, kolu... Bu nasıl bir Demokrasi!?.. Her yörenin tüccarı var, akıllıca seni soyar, Oyalanmaz hemen kayar. Bu mu gerçek Demokrasi??? Nerde kaldı güvencemiz, dolu dertle can evimiz, Şaşa kaldı ecnebimiz...Bu mu bizim Demokrasi?!.. Her kundakçı ister para, düştüğünde bin bir dara, Yoksullara bu bir yara. Seni gidi Demokrasi!?! Böyle sönmez ilelebet, nihayet olur elbet, Kaç senedir çekti gayret, topyekunca bütün millet... Kazıkladık dilimizi, çekmeyince ilgimizi, Yok eyledik sevgimizi... Berbat olan bölgemizi...

157


158

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) Hak ve özgürlük yurtta kurduk, Türkçe mecbur dedik durduk, Dilimize gemi vurduk, hakkımızı yedik durduk. Etekçedir kadın, kızan. Buna ne der yazan, ozan?.. Teraziyi kimdir bozan? Vazgeç bundan Demokrasi!!! Her kavşakta dilenci var, zenginlere eğlence dar, Yükseldikçe yüce duvar, sesini kim acep duyar?!? Kime kanar artık millet, sürmez böyle ilelebet, Elindeki bomboş sepet, yaptı onu deli peltek. Nüfusumuz bitti gitti, yeter artık bunca etki, Tüm acıyı kimler çekti?..Söyler misin demokrasi!?? Zamanıdır hey milletim! Bitsin artık hükmü itin, Kadın erkek hepsi bitkin... Kahrolsun Demokrasi!!!

DPS - Derin Dondurucuda

Dr. Halide Akıncı-14.Ekim.2014

İnsanların önemli özelliklerinden biri bulaşıcı hastalıklardan uzakta durup kendini korumasıdır. Politikada bulaşıcı hastalığın anlamı dolandırıcılık, dalaverecilik, yabancı menfaatleri ulusal çıkarlardan önde tutmak, adam kayırmak, rüşvet almak, ikan ve hak eşitliği ilkesini bozmak, devleti çökertip soymak, ulusal güvenliği sarsmak vs. vs. sıralaması sıralamakla bitmeyecek kadar uzun bir dizindir. Biz bugünkü yazımızda bu sosyal ve politik bulaşıcıdan hasta olan HÖH - DPS partisinin hükümete katılma çabalarına ışık tutacağız. Biz, Bulgaristan Türkleri olarak, 1990’da benim öz şehrim olan Varna’da, Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH - DPS) partisinin kuruluşunu kutlarken, büyük umutlar içindeydik ve bu amaçlarımızın ufkunda adalet ve özgürlük özlemi en parlaktı. Ben her seçimde bu partinin siyasi çizgisine oy verdim. Bunu yaparken, her zaman orada kalan yakınlarımıza bir faydası olur diye düşündüm. Halkımızın kalbi aynı temizlik ve parlaklıkla atmaya devam etse de, balık baştan kokar öğütleri haklı çıktı. Politik partimizin yönetimi etnik azınlığımızdan ve Bulgaristan halkından koptu. Kendini olmayacak işlere kaptırdı. Papazdan


Makale ve Analizler - 2014

159

büyük papazlık yapmaya başladı. İnsanlarımızın daha gönençli yaşama istencini ret etti. 5 Ekim 2014 günü yapılan son meclis seçimlerinde 150 bin oy yerine 60 bine yakın oy kullanan soydaş seçmen aslında “bize yüz çeviren bir istence karşı mıyız, yoksa ondan yana mıyız?” sorusuna üçte iki olarak açık bir şekilde “Hayır!” dedi. 14 Ekim 2014 günü Sofya’da en fazla oy alan Bulgaristan’ın Avrupalı Gelişim için Vatandaşlar GERB Partisi ile Genel Başkan Yardımcısı Ruşen Rıza, milletvekili Aliosman İmamov ve milletvekili Yordan Tsonev tarafından temsil olan HÖH - DPS partisi arasındaki hükümet görüşmeleri başarısızlıkla sona erdi. HÖH partisi GERB tarafından kurulacak bir “Azınlık Hükümetine” iştirak etmeden “Evet” derken, parlamento içi koşulsuz tam destek verme önerisi kabul edilmedi. Görüşmede GERB partisinin “azınlık hükümeti” kurmak istemediği ve HÖH - DPS partisinden parlamento içi ve dışı destek istemediğini de kesin açıkladı. GERB partisinin aşırı milliyetçilerin (Milliyetçi Cephe) katılımıyla kuracağı bir kabineye herhangi bir destek sağlamayacağını açıklayan HÖH - DPS ile görüşmeler bu noktada kesildi. HÖH - DPS heyeti bu görüşmeye 18 maddelik bir programla gitmişti. 12 öneri üzerinde mutabık kalan tarafların, 6 madde üzerinde de ilkesel mutabakat sağladığı açıklandı. Anlaşmaya varılamayan ana konusu “Etnik Model”dir. HÖH - DPS partisi devlet ve yürütme dışı kaldığında, parti kanalıyla tayin edilen kadrolar makamlardan sökülecektir. Ahmet Doğan heyetinin GERP partisinden bundan böyle de Bulgaristan Türklerini tek başına temsil etme hakkı; DPS’nin makamlara soktuğu kadroların görev başında kalmaları ile parti çevresindeki şirketlerin menfaatlerine dokunulmaması gibi isteklerde bulunduğu öğrenildi. HÖH - DPS heyeti bu görüşmede, Türklerin okullarda ana dil öğreniminin zorunlu ders olarak programa alınmasını istemediği gibi, özgün kültürümüz, sanatımız için yaşam alanı, aile ve tolum geleneklerimiz, dinsel haklarımız için daha geniş imkânlar, ana dilimizde basın, radyo ve televizyon istemediği de açıklandı. Bu görüşmede, ağırlıklı olan konu, HÖH - DPS iktidar dışında kalınca, Ahmet Doğan ve Lütfü Mestan heyetinin Türklerden, Çingene ve Pomaklardan bakanlıklara hiç kimsenin tayin edilmemesini istememiş olmasıdır. Bulgaristan Türkleri tarihinde yeni bir sayfa açılıyor: Bir yandan Bulgar kamuoyu bir yandansa etnik azınlıkların ezici çoğunluğu ve soydaşlarımızla Batı Avrupa ülkelerindeki gurbetçi garibanlarımız bundan böyle DPS dendiğinde Türkler anlaşılmasını istemiyorlar. Bulgaristan Türkleri kendilerini DPS partisinin kirli hesapları dışında görüyorlar. 1990’dan beri DPS partisi yalnız hileli hesaplarına alet ettiği şerefsizleri devlet işlerine ta-


160

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

yin etti. Devlet iktidarı üzerinde tekel kuran DPS partisinin şimdi GERB hükümeti kurulacağından sonra yeni atamalar yapılacağını, GERB hükümetinin A.Doğan’a danışmadan hareket edeceğinden korkuyor. Ana korku budur. HÖH - DPS kirli çamaşırları ipe serilir korkusu bacaya yapıştı. HÖH - DPS partisinin GERB hükümetine kayıtsız koşulsuz ve süresiz destek vermesinin temelindeki ana neden, büyük hesap budur. Saraylı heyet, GERB partisinden bir de bir anti-DPS koalisyon hükümeti kurulduğunda, bu hükümetin anti-Bulgar hükümet olacağını belirtti. Soruyoruz: Düne kadar GERB partisine karşı ayakta duran BSP - DPS hükümeti bir anti-Bulgar hükümetimiydi? Bir de şu var, sözüm ona sol oligarşi kuruluşu olan Plamen Oreşarski hükümetini desteklemek için Sosyalistlerle (BSP) ve aşırı milliyetçi olduğu bilinen “ATAKA” ile içli dışlı olan HÖH - DPS partisi nasıl olur da, bugün bir sağ merkez partisi olan GERB’i kayıtsız koşulsuz ve süresiz destekleyeceğini ilan eder! Nasıl olur da, bir Türk ve Müslümanlar Partisi bir sol ve sonra sağ ile aynı zamanda aşırı milliyetçi Türk ve İslam düşmanlarıyla her zaman ve her koşulda ortaklık yapmaya hazır olduğunu beyan edebilir. Bu işlerin dibinde çok büyük bir çöküntü, büyük bir dalavere, karışık bir hesap olduğu dillenmeye başladı. Hesap sorabilirler korkusu kabarıyor. Gerçekleri görebilmemiz, HÖH - DPS partisinin asalak ve halk düşmanı hınçlı, kendini beğenmiş katmandan kurtulması için bir politik güç olarak iktidar dışı kalmasına sağlık veriyoruz. Bu durumda HÖH - DPS tecrit duruma düşecektir. Bu asla Bulgaristan Türk ve Müslümanlarının tolumdan, sosyal ve politik yapıdan uzaklaştırılması anlamına gelmemektedir. Bundan böyle Bulgar politik hayatını oluşturan etnik ruhlu vatansever partilerin hepsinde kendi insanlarımızı görmek istiyoruz. Bugün Bulgar devleti halsiz kalmıştır. Yeni bir seçim olaylara çözüm değildir. Seçim kanunundan doğan nedenlerle birçok şehirde protestolar devam ediyor, Yunanistan ve Makedonya yolları kesilmiş durumdadır. Kışkırtılan halk uygulanan seçim yasasını hazırlayan BSP milletvekili ve bir önceki meclis başkan yardımcısı Maya Manolova’nın kapısına dikileceklerine, anti-Türk gösterileri şiddetlendirmeleri de yasalara aykırıdır. Bugünden başlayarak HÖH - DPS partisi Bulgaristan Cumhuriyeti’nin politik yaşamında derin dondurucuya konmuştur. Bu Bulgaristan Türkleri, Müslümanları ve Romlarının ve öteki hak ve özgürlük savaşçılarının, demokratikleşmemiz uğruna mücadele edenlerin sosyal, ekonomik ve politik yaşam dışına bırakıldığı anlamına asla gelmemelidir. Dava devam ediyor. Politik tümörlerin toplumdan temizlenmesi demokrasi yolunu genişletmemizi sağlayacaktır. Bu gelişmeler soydaşlarımız için de can alıcı niteliktedir.


Makale ve Analizler - 2014

161

Sefalet Vadisi

Musa Vatansever-14.Ekim.2014

Üç arkadaş tartışıyoruz. Birimiz köyden yeni döndü, ikincisi şehirde çalışıyor ve ayakkabılarında köy tozunu henüz silmemiş olana “insanlarımız nasıllar” diye soruyorum. “Geçiniyorlar. İyidirler,” dedi. “Ne diyorsun!” dedim. “Biz hepimiz iyi yaşamadıklarını, yoksul olduklarını, üretimin azaldığını, geçim sıkıntısı, sefillik çektiklerini biliyoruz,” diyerek itirazda bulundum. “Hayır, memnunlar,” diye ısrar etti. “Ben ruh hallerini iyi buldum, kendi hallerinde olsalar da huzurlular,” diye öz savunma yaptı. “Bir önce köyden döndüğümde 150 - 170 leva emeklilikle ay sonunu getiremeyenlerin sıkıntılarından dem vuran sen değil miydin? Değişen nedir?” diye üsteliyorum. “Bir de, bizimkiler bir yana Bulgar köylülerinin bile ne şartlarda yaşadığını şu su baskınlarında duvarlar kayınca gördük,” dedim. Öyle ama onlar sen ben gibi bilgili insanlar değil, kendi sefilliklerinden kendileri acı duymuyorlar, yaşlı olsalar bile bu bakıma zekâları ham, domatesler kızarmış, asmadaki salkımlar kararmış, kırmızı soğanlar morarmış, maydanoz sulamadan boy atmış, turşuluk “köse” yaprak üstüne yaprak sarmış ve taş gibi lahana olmuş, onların duygusal sınırları bu kadar daralmış... Televizyon olmasa ve dünyanın dertleri gece gündüz harıl harıl mutfaklarına akmasa, anlamadıkları birçok şey olsa da, bazılarını görmeseler hepsini çok mutlu bırakacaktım, diyebilirdim. Bizim köylümüzün kendi yaşamı üstüne acı duyma duygusu sanki gelişmemiş. Şimdi şu askerden, sürgünden, hapisten, zindandan gelmedi acısı da yok. Bu acıları çok çekmiş olanlarsa ya kabristanda ya da ana vatanda olduklarında, ortam sanki süt liman. “Elimizde avucumuzda olmasa da gönlümüz dolu” inancı hakim. Hayatlarını deney kurallarına göre yaşayan köylülerimiz, anlattıklarınıza bakılırsa, sanki yaşayışı seyrederken biraz kestirip dalmışlar, diye söze karışan şehirli arkadaşımız, çok uzun bir çekiden sonra bu dünyadan göç eden 1950’ler kuşağı, kendini izleyen gençliğe kendi acılarını devredemeden gitti, dedi. Göçler tarihte kesinti yaratıyor.


162

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Kültürün kitapla, folklorla, sinema ve piyeslerle beslenmemesi de boşluk yaratıyor, çünkü 1989’da bir anlık bir kurtuluş yaşansa da, o an söndü, dedi ve daha düşünceli devam etti: Acı nesilden nesle devredilmediği gibi, kurtuluş duygusu da devredilemiyor. Biz Bulgaristan Türk ahalisi olarak sürekli kurtuluş yoluna giremedik, ancak bir an yaşayabildik, bizim kurtuluşumuz tadımlıktı yani, devamlı kurtuluş ve özgürlük raylarına girebilseydik gece gündüz kendi özgün ahlakımızla yaşamaya başlayacaktık ki, bunu yapamadık. Çünkü bizi ısırgan tarlasında yaşamaya zorlayan ve bize yabancı olan ahlakların üstelemesinden baş kaldırıp rahat nefes alamayan ahlak ve kültürümüz ıhmadı, daha doğrusu ıhtırılmadı. Tespitlerin çok isabetli, dediklerin doğru, dedim ve baksana son zamanda şu Çingenelerin açık havada üç gün üç gece düğün yapmasını sınırlıyorlar, istedikleri gibi davul çalmasına karışıyorlar, dedikten sonra başladım anlatmaya: Ahlakın temel iç sezide acımadır. Kültürümüzün yasaklanması, isimlerimizin değiştirilmesi, düğün alaylarının cenaze alayı gibi gidip gelmesi gibi eziyetlerin acısını yaşamayan yeni kuşaktan yani eski olayların acısını çekmemiş nesilden biz bugün bu konularda duyarlı olmasını ve bilinçli hareket etmesini ne bekleyebiliriz ne de isteyebiliriz. Acılar kendi kitabını kendisi yazabilen, ya da unutulmayalım diye kendini konserve edebilen ve bana inanmıyorsan aç kavanoz kapağını ve parmağının ucuyla birazcık al da tat bakalım, acı biber mi daha acı yoksa benim çekilerim mi?, diyebilecek bir vasfa sahip değil. İşte bu ortamda biz sürekli olarak acı çekme ya da sürekli olarak kurtuluş yaşayamayız. Dünyada, zaman ve mekân anlar zinciri halkalarından oluştuğundan dolayı, zincirin bir halkası altın, bir halkası demir, diğer biri de bakır olabileceği gibi, iyi ve kötü günlerin dizilişinden oluşuyor. Bu durumda bilincin acıdan doğduğunu esas aldığımızda, kendi halinde yaşayan insanların bilinçsiz olduğunu söyleyemesek de, aktif yani etkin bilinçli olmadıklarını yazabilirim. Evet, evet bu hakikaten böyle ve klasik fikir yürütme usulünde “bu kendi iş özünün başkalarının da iç özü olduğunu bilmekle gerçekleşir, hani şu bugündü dilde “empati” (duygudaşlık) denen olay budur. Biliyor musunuz, Ahmet Doğanların Bulgaristan Türk halkıyla çalışmalarında uyguladıkları ana yöntemlerden biri özellikle bu. Bulgaristan’daki kardeşlerimiz ne kadar daha kötü, daha yoksul, daha sefil yaşarsa, ihtiyaçları ne kadar daha büyükse, bizim soydaşlar da kendilerine yardımcı olup, onların çekilerini azaltmak, acı çekmelerine olanak vermemek için, seçimden seçime onlara oy verip yardım edelim havasına giriyorlar, diyerek heyecanlanan köyden dönen arkadaşımız. Tam da bunu uygulayıp duygudaşlık sömürüsü yapıyorlar. Bunu yaparken de yalan söyledikleri, sıradan seçmeni aldattıkları, oylarını çaldıkları


Makale ve Analizler - 2014

163

anlaşılmasın diye gümede yaban ördek bekleyen avcılar gibi, yan gelip yatmışlar olayları seyrediyorlar. Durumda biraz da olsa değişme oldu, diyerek girdim söze ve 150 bin oy beklerken bu defa yalnız 50 bin alabildiler, ne de olsa acı çekerek de olmasa yapılan değişik biçimli şeffaf ve samimi propaganda sonucunda kafalarda çalışma ve gönüllerde dönme oldu, dedim. Şu, başkasının acısı benim acımdır ve dolayısıyla bildiğimiz merhamet anlayışı var ya, bu bizim kanımıza, damarımıza o denli işlemiş ki, gözümüzü gönlümüzü bürümüş diye başlayan şehirli arkadaşımız, bu aslında en iyi taraflarımızdan biri, yardımseverlik, iyi komşuluklar, kardeşçe paylaşma ve hoşgörümüz hep bu kaynaktan gelir dedi ve biraz durduktan sonra şöyle devam etti: Bulgaristan’da yaşayan yakınlarımızı süründürmelerinin ana nedeni Batı Avrupa’dan ve soydaşlardan merhamet oyu toplamak. İyi düşünülmüş değil mi? Ne oluyor şimdi?, diye söze girerken, köyden gelen arkadaşıma baktım, insanlarımızın diyorsun keyfi yerinde ve kendileri sefalet içinde sürünseler de kırmızı domatesleri ve turşuluk lahanaları gördükçe acı hissetmediklerinden kendileri rahat ama onların zavallılığını görenler acı içinde kıvranıyor. Biz insanlarımızı, daha iyi yaşamak hepimizin kendi ellerimizdedir havalarıyla terbiye ettiğimizden onlar eski durumlarını kaybetmiş olmanın acısını yaşamıyor, kafalarında yeni tasarım olmadığından da acı çekmiyor. Üstelik araştırmayan, denemeyen, koşturmayan, sorup soruşturmayan insanların enerji tüketimi de az olduğundan ruhsal dengeleri hep aynı seviyede dengeli ve huzurlu duruyor. Dahası da var, dedi şehirli arkadaş ve şöyle girdi konuya: Bir de dışa alıp vermeme durumu var. Kendi işlerine kapanmış olan insanlarımız dış dünya ile temastan kötülük geleceğinden, aldatılacaklarından korkuyorlar. Dışa güvensizlik güçlü! Veresiye mal vermek yok. Deliorman köylerine son uğradığımda bir köyde 400 kilo bal olduğunu gördüm, ikram ettiler yedik, şerbetini iştik. Hediyelik de verdiler, ama satılsın diye şehre göndermiyorlar. Giden gelmiyor havası hamim olmuş. Dışlarında olan hayatın işbirliği içinde var olma iradesini ret etme katılığı da var. Bunun olması doğaldır, çünkü bizi karıştırıp eritmeye çalıştılar bilinçaltı zarlarında yaşıyor. Vicdan bütün görünüşlerinde kendini bir istek ya da bir iştah olarak da kendini gösterdiği için şimdilik o da kapsüle edilmiş durumdadır. Şu da var, görüştüğüm kişiler bir isteğin bir açlığın hiçbir zaman sonuna kadar doyurulamayacağına, ağız açılıp kapandıkça iştahın da devamlı kabaracağına inandıklarından “Allah ne verdiyse kabulümüzdür, fazlasını istemeyiz” kuralına sımsıkı bağlı kalmışlar, diyerek fikrimi baylaştım. Sözümü kesen köylü kardeş,


164

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Evet ben, şu seçim öncesi katıldığım Podkova mitinginde de izledim. 700 kilo et kaynatıldı, kazanlar yan yana, sıra sıra aşçıların bayram günüydü. Ama belki de, göz hakkı kalmasın, belki rüyalarıma girip beni rahatsız etmesin diye, etlere bakanı pek görmedim, herkes tabağını almış, kepçenin ucuyla içine dökülene kanaat kılmıştı. Şu Hak ve Özgürlük Parti’nde gümede bekleyenler bu “bolluk sofralarıyla”, “Türkiye Büyük Elçisi bile aralarına katarak, siz korkmayın biz buradayız” havaları yaratmayı ustalıkla beceriyor, diye ekledi. Bir düşünsenize, dedim, tasta ayranı olmayan insanların yanına 27 ciple, seçim otobüsleriyle çok büyük bir gürültüyle gidenlerin istediğine, hayır dua ve oy. Tabii bunların ikisi de bizim her köyde, hatta yol kenarında biye yetişiyor, ne çapa ne kazma ne sulama istiyor. Muhtaç kalmışlar havası da yaratılınca, bunların ikisini de almak hiç işten değil. Bana kalsa dedim, acı çekmeden oy kullanma bilinci de gelişmiyor. Aslında özünü suyunu bilmediğine hayır duası etmek de günahtır da, o kadar derine inmeyelim. Şu da var kuşkusuz dedi, şehirli arkadaşımız, zekâ olgunlaştıkça acı artar, çünkü elde giden, harman saman edilen fırsatlar da acı doğurur, en çok bilgili insanın acı duyması da bu yüzdendir. Şu açıdan da bakalım, bu dünyayı iyi ya da (sefalete rağmen) dünyaların en iyisi saymak yalnız aptallık değil, bir küfürdür de. Çünkü yemesi içmesi olmayan insan vicdanı bile sefalet, yetersizlik, kıtlık ve boş umut ortamında yaşamak istemez. Vicdanı bizimle yaşatan içinde yaşadığınız dünya düşünülebilecek dünyaların en kötüsüdür inancıdır. Dili olsa vicdan iki ucunu bağlayamayan insanlarımıza şu yaşadığınız dünya azıcık daha kötüleşse, var olmaktan vazgeçer artık, demeye hazırlanmıştır. Oysa bizim bilincimiz ancak bizi görür, bizim irademiz bizim dışımızda yaşayamaz ve hiçbir şeyi daha iyiye doğru değiştiremez, bu iş için bizim ateşlenmemiz gerekir. 1989’da dedelerimizin ve ninelerimizin ayaklandığı gibi mesela, demeye kalmadı, şehirli sözü kaptı. Şimdi Bulgarlar soydaş oylarının dağılımına karşı neden ayaklandı? Dersin. Tam bu sebepten, çünkü vicdanlarına dıştan etki yapılmasına hoşgörü göstermek istemiyorlar. Bizden istenen devlet yönetimine daha fazla ve etkin, daha kalabalık katılmaktan vazgeçmemizdir. Bunun bir başka anlamı da daha iyi bir yaşam istemeyi unutmamız ve sefiller mutluluğunda yaşamaya razı olmamızdır. Bizim ana dilimizde okuma yazmamıza bile müsamaha göstermemekle istenen bilgi ışığını yakarak kendi kendimize bakmamıza bile izin vermektir. Dedim ve şöyle devam ettim:


Makale ve Analizler - 2014

165

Biz bugün geçen yüzyılın 50’lı yıllarında atalarımızın şarj ettiği enerjiyle aydınlanmaya çalışıyoruz. Artık kendi kendimizin ne olduğumuzu göremez duruma geldik. Hepimizde bir akıl tutulması oluşmuş ve bundan bir an önce kurtulmalıyız. Hayatın bu karanlığı, bu yükü taşımaya, bu sıkıntılar çekilmeye değer mi? Tabii, o köydeki gün sayan yaşlılar telli horozların sesinden, çift yumurtlayan tavuklardan, döne döne guguklaşan güvercinlerden, havlayan köpeklerden, meleyen kuzulardan zevk alıyor. Ve her gün kendiliğinden değişen hayatın ani güzellikleriyle toplumsal yaşamı beslerken, sürekli adalet, sürekli kurtuluş, sürekli özgürlük yolu arayıp bulmak ve tıkandığı noktada açmak gerek. Bu bizim özgür yaşama istencimizin ifadesi olacaktır. Sefalete teslim olmak özgürlüğü de öldürmektir. Tüm dünya insanları gibi mutlu yaşamakla hepimizin en doğal hakkıdır. Hayatın bize gösterdiği çok büyük bir gerçek var. Mutluluk, hayatın özgür vicdanı seçimden seçime sandığa atılan oyla yaşamak istemiyor. Bizdeki durumda sandığa atılan oyun anlamı “ben yoksul yaşamaya” razıyım anlamındadır ki, bu da bizim yaşama irademizi ret ettiğimiz anlamındadır ki, bizim irademiz öldürmek için yoksulluğa isteye isteye boyun eğdiğimizi gün ışığına koyar. - Son seçimlerin hepimizi düşündüren yanları var deyen dostlarım, ortaya çıkan son tabloda halkımızın yaşayışı bol sulu bir ırmak kıyısında susuzluktan kurumuş tarlaları ve orada burada cennet sefası sürenler olduğuna işaret ediyor, deyip, konuyu kapattılar.

Çatlatan Bakışlar

Seyhan Özgür-16.Ekim.2014

Silistre’de “Sansürsüz Bulgaristan” (SB) partisi ofisi önünde 2 275 (iki bin iki yüz yetmiş beş kişi) günlerdir dikiliyor. SB Başkanı N. Barekov bu seçmenlerin oylarıyla Avrupa Birliği Parlamentosunda sandalye kaptı. AB seçiminde kişi başı vaat ettiği 50’şer levaya 5 Ekim 2014 günü 50’şer leva daha ekleyip borcunu ikiye katladı. Kişi başı 100 leva yani toplam 227 bin levayı bekleyenler dikilmeye devam ediyor. Silistre Sofya’dan 600 kilometre, Brüksel’den ise 2 bin km uzak, haykırsalar bile duyulmaz. Mahkemeler harıl harıl oy tüccarlarının davalarına bakıyor.


166

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Ama vaat edip de zavallı seçmeni aldatanlarla ilgilenen yok. Polis olaylara seyirci kalıyor. Ofiste kimse yok, kapısı kilitli, büyük büyük soz verenler yerin dibine dalmış gibi. Barekov Brüksel’e kaçtı. Ona inanmalarının sebebi ise “ben sizi mafyadan kurtaracağım” sözleridir. Halkın ağzında “bizi aldattı, en büyük mafya kendisi” sözleri dillendikçe dilleniyor. Kiminle toplanırsan onun gibi olursun diyenlere hak vermemek olmaz. Barekov’u Ahmet Doğan yarattı. Önce 12 Mayıs 2013 sabahı, Kostenbrot kasabasında 350 bin boş seçim bülteni bulundu. Barekov bir TV7 müdürü olarak GERB partisine karşı hortladı. Anlattı, gösterdi, yazdı, çizdi top Baş Savcılıkta rafa kaldırıldı ve işin yoksa bekle. 350 bin oy da ne ki, bizde bir milyondan fazla hiçbir seçimde oy kullanmayan ama bültenleri hep sayılan “ölü canlı” var. İnsan elini vermesin ardından kolunu istiyorlar. İşte böyle bir haberin ardından Barekov pohpohlanarak şişirildi, meydanlara indi, bastonlu nineciklere kendini anlattı, uzun zamandan beri akşam yemeği yemeyenlere köftecik, kebapçık yedirdi, kola bira ikram etti ve adı akıllarda kaldı. Neredeyse kahraman oldu. Ahmet ona da yedirdi içirdi. Karıyı boşa yenisini al, “ruhun yenilensin,” dedi. Yeni ev, yeni araba aldı, boşanma davası sonuçlanmadan yenisini aldı, adam oldum sandı. Seçimden 10 gün sonra her sözünün boş olduğu, en büyük yalancıların önde gidenlerinden olduğu anlaşıldı. Onun partisi Ahmet Doğan partisine bir kız parti olarak kurulduğu hemen anlaşıldı. Barekov parayı verenin isteğine göre propaganda yaptı, savurdu ve saldırdı. Meclise 15 milletvekili ile girdi. SB kampanyası anti-Türk, ant-Müslüman, anti-İslam temeline oturtuldu. Düşmanca saldırılılar sonucunda soydaşların çifte vatandaşlığının kaldırılmasına, bayramda Türk - Bulgar sınırının kapanmasına, Türkiye’ye AB kapısının kapanmasına kadar ağızlarına geleni konuşturlar. Söylediklerinin hepsi DPS - HÖH partisi fahri başkanı Ahmet Doğan ile kukla Genel Başkanı Lütfü Mestan’ın söylemek istedikleri ama bazı nedenlerden dolayı söyleyemedikleri sözlerdi. İkinci perde: Türklere ve Türkiye’ye karşı saldırılarda en şiddetli olan Milliyetçi Cephe temsilcileri ile Bulgaristan’ın Avrupalı Gelişim İçin Vatandaşlar GERB partisi heyeti arasında bugün Sofya’da bir “Ortak Yönetim Bildirisi” imzalanması konusunda görüş birliğine varıldı. Böylece seçime katılan ve meclise giren partilerin her biriyle dört günden beri ayrı ayrı yürütülen görüşmelerde GERB partisinin öne sürdüğü 18 maddelik öncelikli programın 14 maddesini değişikliksiz kabul eden MC ile anlaşmazlıklar ancak Sağlık Hizmetleri Kasasındaki tekelci durumun yeniden düzenlenmesi; sosyal sigorta sistemi içinde emeklilik reformu yapılması gibi sorunlara takıldı. Hak ve Özgürlükler Hareketi (DPS - HÖH) dışında bütün politik güçlerle kuvvet birliği yapma konusunda uz-


Makale ve Analizler - 2014

167

laşma ve sözleşmeye gidilmiştir. GERB partisinin Başbakan ve bakanları gösterme hakkına sahip olduğunu kabul eden MC, kabineye uzman düzeyinde hizmet sunacağını ve bu kişilerin her biriyle ilgili politik sorumluluk taşıyacağını şimdiden açıkladı. Komşu ülkelerle siyasi ilişkiler konularında MC, Türkiye Cumhuriyeti ile devlet sınırının daha da güçlendirilmesinden yana çıkarken, Ankara’nın Avrupa Birliği üyeliğine kesinlikle karşı olduğunu bir daha açıkladı, Makedonya ile Sırbistan’ın ise AB üyeliğinin desteklenmesini istedi. HÖH - DPS partisini dağıtılması gereken bir “kooperatif” olarak tanımlayan milliyetçiler Bulgaristan Türk azınlığına karşı DPS karşıtı bir görüş sahibi olduklarını açıkladılar. Hükümet kutra temaslarının birinci tutu devam edecek. Başka bir bakış açısı: BSP’nin sinsiliği: Bu arada, Batı basınından galen haberlerde, Boyko Borisov’a ve GERB yönetimine Avrupa Halk Partisi çevrelerinden, aslında zamanını doldurmuş olan, meclisteki sandalye sayısı 39 olan ve ikinci politik parti durumunu koruyan Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) ile arasını ılımlı tutması ve yarın (17 Ekim 2014 - Cuma) SB partisinden de Genel Başkan N. Barekov dışında destek istenmesi sağlık verildi. Bu gelişmelerin altında, GERB partisinin kendi başına HÖH - DPS partisi tarafından yönetilen ve devleti paralize eden mafya-oligarşi-ahtapotuna karşı BSP dışında bir mücadeleye girişmeye pek istekli görünmemesidir. Endişelerin temelinde böyle bir hareket başlatanın karşısında; 1) Rusya’nın Balkanlar ve özellikle Bulgaristan’daki çıkarlarını ile, 2) BSP’de bu karışık işlerin içinde olduğundan muhalefet cephesinin çok geniş olacağıdır. Bir AB milletvekili olan N. Barekov dışında Sansürsüz Bulgaristan Partisi kadrolarının hükümet ortaklığına katılarak, HÖH - DPS menfaatlerini koruyan bir Truva Atı rolü oynamaları da olasılıklar arasındadır. RB partisinin yeni durumu: GERB partisi yetkili temsilcilerinin Reformcu Blok’la kabine ortaklığına çok sıcak bakmamalarının ardında yatan ise, eski Başbakanlardan İvan Kostov’un kurduğu bir uzantı olan ve RB içinde bulunan Güçlü Bulgaristan Hareketi (DCB) Başkanı Radan Kınev’in B.Borisov ile henüz aşılmamış kişisel anlaşmazlıkları bulunmasıdır. Bu politik ortaklardan biri olan Bulgaristan Sivil Cephesi Başkanı (BKP yönetim çevrelerinden gelen), Çar Simiyon iktidarı sırasında AB’nde komiserlik yapmış biri olan Bayan Migleva Kuneva’nın GERB yönetimiyle perde ardı gizli görüşmelerde bulunmasıdır. Bu durumda en sağlam ve en sağlıklı sağ


168

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

politikayı yürütme niyetinde olan RB aslında bir tek başkan tarafından yönetilmediğinden birinci tur ile ikinci görüşmeler arasında konumlarını sabitleştiremezlerse, pozisyon kabına uğrayıp kabine ortaklığı dışında kalabilirler. Bulgaristan yakın tarihinde bu denli ağır hükümet ortaklığı görüşmeleri yürütmemişti. Meclisten sandalye kapan partinin birbirinden bu denli idesel uzaklıkta bulunması, ülkenin sosyal, ekonomik ve mali sorunlarının çözümüne bu denli farklı bakmaları, totalitarizmden demokratikleşmeye geçiş dönemini durduran güçlerin bu parlamentoda da önemli konum sahibi olması, ekonomi ve sosyal hayatı felce uğratılan bu ülkeyi bir bataklığa iten güçlerin iktidardan bu defa da pay istemeleri, çok üzücü ve düşündürücü olaylar olarak izleniyor. 27 Ekimde Bulgar Parlamentosu açılacak ve milletvekilleri ant içecekler. Sabıkalıların, hırsız tayfasının ant içmesine anlam veremiyorum. Önümüzdeki günlerde yürütülecek görüşmelerden bir avro-atlantik ruhlu, iyi komşuluk, ikili ve çok yönlü işbirliğine açık bir hükümet çıkması dileklerimizle. BG-SAM yetkilileri gelişmeleri sizler için can kulağı ile izleyip hepinizi doğru bilgilendirme çabalarını sürdürüyor.

Giyotinlerin Hayaletti

BG-SAM-16.Ekim.2014

Paris’i gidip görenler ölüme mahkûm edilenlerin başlarının kesildiği aleti görmüşlerdir. O, insanlığa dünya tarihinde en büyük devrimin dehşet içinde doğduğunu anlatır. Daha XVIII yüzyılın sonunda öyle bir çelikten dökülmüş ki giyotin bıçağı güneş vurdukça pırıl pırıl parlıyor. Yağan yağmur, dolu ve karlar usturadan keskin bıçağın üzerindeki kan izlerini birbirine karmadan öyle bir temizlemiş ki, o yerde Fransa Kralı Lois ile Büyük Fransız Devriminin akıl hocası Robespierre’in kanlarının aynı kütüğe döküldüğünü kimse düşünmez. Devrimler evlatlarını yer diyen Victor Hugo, ikisini de birden düşünmüş olabilir. Neden ikisini de birden mi? Çünkü Fransız Çarlık düzeninin adaletsizlikleri olmasaydı, Fransız Devrimi de olmazdı. Krallarla devrimciler aynı sorunlar üzerinde aynı çözümleri düşünselerdi, devrim yine olmazdı. Yıllar sonra


Makale ve Analizler - 2014

169

Almanya’nın büyük politik düşünürlerinde Konrad Adenauer, “aynı görüşe sahip olan iki kişi, fazla bir şey yapamaz!” derken haklıydı. Bu işler böyle olduğundan olacak, yeni giyotinler kurulmasın ve belki de yeni devrimler olmasın diye insanlık uzlaşma teorileri geliştirildi. Ve bu hafta Bulgaristan Millet Meclisi resmi görüşmeler salonunda bu evrensel teorinin bizim şartlara uygun hali olan biraz telle bağlanmış birkaç yerine de çivi kakılmış şekli masaya yatırıldı. BSP ve DPS ile yapılan ilk iki tur tosladı. Sonuç alınamadı. Çünkü görüşmeye giden taraflar eski kin ve nefretten kurtulamamış ve birbirlerinden öç almak istediklerini gizleyebilecek kadar olgun davranmadılar. Bizde uygulama bir az da niyet bozmaktı. Salı gün görüşmelerin üçüncüsü yapıldı. Seçim kazanan GERB partisi Reformcu Blok grubuyla görüştü. 7 saat boyunca görüşülen konular arasında en başta gelen dört sorun şöyle gruplaştırıldı: 1) Bugün ülkede kısa adı “KİM” olarak bilinen ekonomik, siyasi, yargı ve medya iktidarlarının birbiriyle kaynaşmış durumuna bir çözüm bulunması; bir önceki kabineden yer alan göçlerin dağıtılması; bu güçlerin egemenliklerine son verilmesi; 2) Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP), Hak ve Özgürlük Partisi (DPS), aşırı sol milliyetçi bir gruplaşma olan “Ataka” partisi ile yine sol milliyetçilik cephesinde baş gösteren “Sansürsüz Bulgaristan” partisine kabineden yer verilmemesi; 3) Yargı sisteminde reform yapılması ve 4) Rusya ile ilişkilerin gözden geçirilmesi. Dikkati çeken özellik şuydu: GERB sorunlara kısa vadede çözüm ararken, Reformcu Blok daha uzun vadeli ve çözümü zor sorunlar üzerine odaklanmıştı. Yapılan açıklamada görüşülen sorunlardan % 90 üzerinde mutabakat sağlandığına yer verilse de, ortak yönetme kararı çıkmadı. Reformcu Blok koalisyonu “Bulgaristan EtnikModelinden” sonra, “KİM” modelini de yaratan Ahmet Doğan soyguncu ekibinin Avrupa kaynaklarından yararlanmasına yol verilmemesini isterken, eski iktidara bağlı oklan ve devleti içinden kemiren şirketlerin devlet eliyle izole edilmesinde direniyor. Reformcu Blok, geçen dönem yönetenlerin tecrit edilmesinde direnirken, DPS partisinin 2 süre iktidar koltuklarından uzak kalmasında ısrar etti. RB grubuna dahil olan Hürriyet Şeref ve Halk Partisi (HLHP) Genel Başkanı Korman İsmaişlov görüşmeden sonra yaptığı açıklamada, etnik azınlıkların Bulgar toplumuna entegre edilmesine daha fazla özen gösterilmesi gerektiğini vurgularken, seçim öncesi ülkede kabaran milliyetçi, ırkçı ve ksenefob hareketlerin gemlenmesi için GERB partisinden garanti istediklerini dile getirdi


170

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ve 43. millet meclisi çalışmalarının bu bakıma çok ağır şartlarda cereyan edeceğine işaret etti. Görüşülen konuklar arasında Bulgaristan’da çalışmayan bir devlet, yürütme ve paralize edilmiş bir yargı sistemi olduğuna işaret edilirken şu noktalar üzerinde durulmuştur. Bilindiği üzere 2007’de Avrupa Birliğine giren Bulgaristan’a şimdiye kadar gelen karşılıksız tarım yardımlardan % 90’nı iktidar çevrelerine bağlı çok küçük bir gruba verilmiş, küçük üreticilere ve aile şirketlerine yardım edilmemiştir. Bulgar ekonomisi üzerine çöreklenen Ahmet Doğan çevresindeki amansız sömürücü tekelci mafya şirketler ülke ekonomisini soyup soğana çevirmiştir. Ekonomi alanındaki dalaverelerin başında Ahmet Doğan’ın eğittiği ve Hak ve Özgürlükler Partisi saflarına üçüncü kez milletvekili olarak giren Delyan Peevski bulunuyor. Yeni açıklanan verilere göre, 5 milyar 200 milyon leva kayıpla 3 ay önce kepenkleri kapayan Ticaret ve Kooperatif (BTK) Bankasını çökerten HÖH milletvekili Daniel Peevski’nin kendisidir. Bankadaki paraların büyük kısmı Oman Emirlik Vakfı, Rus Dış Ticaret Bankası ve Bulgar oligarşi çevrelerine aittir. Bu arada HÖH partisi yönetiminin kesin parmağı olduğu ortaklıklar, Rus Gizli Servisi ve para aklama mekanizmaları aracılığıyla Bulgar banka sistemini çökertmeye çalışıyor gibi konular da tartışılmıştır. Çökertilen bankanın Müdürü olarak bilinen Tsvetan Vasilev ülkeden kaçmıştır. Yugoslavya polisine teslim olmuştur. Soyguncunun Sofya, Sozopol ve İsviçre Bern’de Sarayları, 9 şahsi uçağı büyük sayıda “lüx” aracı olduğu tespit edildi. Bu arada bankadaki paralardan 500 milyon leva 50 yargıcın şahsi hesaplarında bulunduğu ortaya çıktı. Bu da ülkede yargı sisteminde hâkim olan adalet anlayış ve usulünün doğru anlaşılmasına yeter de artar. Tabii böyle bir durumda Bulgar yargı sisteminde köklü reform yapılarak adalet sisteminin kapanan damarlarını açma gereği üzerinde önemle duruldu ama tam anlaşmaya varılamadı. Bu arada, yeni bir Anayasa değişikliği yapılabilmesi için geçerli olan Bulgar yasaları istenen reformların yapılması yollarını kendileri tıkıyor. Anayasa değişikliği ise, şimdi seçilen meclis olağan olduğundan dolayı yapılamaz, ancak Büyük Millet Meclisi’nde yapılabilir. Yürürlükteki temel yasa 1992’de Büyük Millet Meclisinde onaylanırken Hak ve Özgürlük Hareketi ile Demokratik Güçler Birliği’nden 39 milletvekili karşı oy kullanmıştı. Durumun böyle olmasına rağmen, HÖH partisi GERB partisi ile yaptığı dünkü görüşmelerinde adalet sisteminde değişiklik istemedi. Şimdiki anayasa temel hak ve özgürlüklerimiz açısından da eksiklidir. Aşılması gerek ve bugün Reformcu Blok tarafından masaya yatırılan politik, ekonomi, yargı ve medya gücündeki karşılıklı yarar sağlayan ortaklık (sembiyoz) yok edilmelidir. İki gün önce GERB partisi ile görüşen


Makale ve Analizler - 2014

171

BSP heyeti de bir kötü tümör olan bu sembiyozun deşilip akıtılmasında ısrar etmedi. Bulgaristan’da herhangi bir reform yapmazdan önce yasama, yürütme ve yargı sistemlerinin birbirinden koparılması ve bağımsız çalışmalarının sağlanması kaçınılmaz olmuştur. Örneklememiz gerekirse, kamuoyunda ve mecliste devam eden görüşmelerde adına “KİM” denen bu kötü uğur sistemine karşı bugün ilk kez baş kaldırıldı ve görüş birliğine varıldı. Ne var ki, savcılık ile yargının adaletten yana tavır almadığı her an kendini belli ediyor. Varna uçak alanında yaptığı holiganlıktan hakkında dava açılan yeni faşist “Ataka” partisi lideri 5 Ekim günü milletvekili seçilerek dokunulmazlık sırrına yine büründü ve 4 yıl daha yargılanmama hürriyetine kavuştu. O gibi daha kaç tanesi var. Yeni parlamentoya girenlerden birçoğu adam değil, sabıkalı dolandırıcı çeteleri üyeleridir. Yeni seçilen meclis bileşiminde HÖH - DPS sıralarında oturanlar boy boy yazıldı, çizildi Aleksandır Metodiev (Bay Sali) bir elektrik kaçakçısıdır. Yine aynı partinin 2. kez meclise sürüdüğü İliya İliev Pazarcık şehrindeki en büyük dolandırıcılardan biridir, Daniyel Peevski de en büyük oligarşi ajanı olup Bulgar halkının en fazla istemediği kişilerden biridir. Kamuoyunun boş tiplerle taciz edilmesi ülkede gerginliği arttırıyor. Bugünkü görüşmede de olduğu gibi, değişik bir şekilde hesaplaşmayı gündeme getirenlerin sayısı artıyor. Akıllardaki hep bir adalet giyotini hayaletidir. Bulgar polisi, sorgulama, savcılık ve yargısı birlik olmuş ve şu durumda yasaların uygulanmasını rafa kaldırmıştır. Ahmet Doğan’ın emrindeki mafya şirketleri çemberini koruyan bir resmi güç olmuştur. Bu kötü oluşumun yok edilmesi için DPS partisinin politik sahneden tamamen çekilmesini isterken haklıdırlar. Kuşkusuz mahkemelerin doğru dürüst çalışması bu durumu yaratanları, ülke ekonomisini çökertenleri, kamu yaşamını rüşvet raylarına bindirenleri, Bulgaristan halkını Avrupa Birliği halkları arasında en sefil duruma getirenleri hakem huzuruna çıkarılıp adil bir şekilde yargılamak zorundadır. Bulgar halkı Giyotin bıçağının kılıftan çıkarılmasını ve şakımasını istiyor. Bunun için de adil yargılama yolunun açılmasında direniyor. Şu dönemde Bulgaristan’da idam cezası olmasa da idam cezası ya da müebbet hapis cezası hak eden büyük sayıda şu anda serbest dolaşan ya da sabıkalı olmalarına karşın meclise saklanan suçluların kulağından tutup meydana çıkarılmasını istiyor. Halk bu denli sefilken 5 milyar 200 milyon kaçıranların cezasız kalması akla sığmıyor. Serbest gezen suçlular var. Bu halkla, adaletle, vicdanımız ve namusumuzla alay etmekten başka bir şey değildir. Bunların arasında yarasalar gibi birbirine sarılmış ve birbirini koruyan Ahmet Doğan, Lütfü Mestan, Delyan Peevski, Kamen Konstantinov, Hristo Biserov ve Yordan Tsonev altılısı başta geliyor.


172

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Ahmet Doğan işleri o derece boklatmış ki, ne bayramlaşabildi ne de bir seçim mitingine katılabildi. En fazla korktuğumuz bu karışıklıktan, kaçakçılık, dolandırıcılık, dolandırıcılık işlerinden halkımıza pislik sıçramasıdır. Çünkü bilirsiniz kurunun yanında yaş da yanar. Bulgaristan’da yeni kabine kurulması çalışmaları hafta sonuna kadar devam edecek ve sonra 2. tur başlayacaktır. Adaletten, barıştan, halktan yana bir hükümet kurulur umutlarımızla iyi haberler bekliyoruz. Yoksa çok yakında yine seçim mi var?

Uzlaşmak Zor

Musa Vatansever-21.Ekim.2014

Bulgaristan sorunlarını uzlaşmalı çözmede zorlanıyor. Politik partiler arkalarına bakmadan ileri adım atmak istemiyor. Arkasına bakanda ise intikam (revaşizm) duyumları alevleniyor. Bulgar’ın yeni politikası 1989’da Yuvarlak Masa görüşmeleriyle başlamıştı. O zaman bu masanın kenarında Müslümanlar adına oturmuş Nedim Gencev isminde bir ateist Başmüftü vardı. O hiç konuşması, bir şey önermedi, hiç bir şey istemedi. İşleri karıştırmazsa ödüllendirileceğini biliyordu. O zaman Ahmet Doğan henüz politik pazara sürülmemişti. Elbiseleri kuru temizlikçide, kendisi de tellaklı hamamdaydı. Ahmet Doğan’ın Sofya sahnesine çıkması 1989’un son günlerinde oldu, o zaman henüz “doğan” değildi, tüyleri çıkmamış ve uçamadığından, bir yerden bir yere polis aracığıyla gezdiriliyor, burnu zincirli ayı gibi oynatılıyor ve sonra yine kafese toplanıyordu. Yollarda, meydanlarda insanlar arasında fazla gezip tozmasına da izin yoktu, çünkü ayakkabının ökçesi olmadığından, su alır ve hastalanır diye korkanlar vardı ama al şu parayı da bir çift ayakkabı al deyen de olmadı, çünkü bilirsiniz, bal bozumu başlamadan kovandan bal yenmez. O günler de gecikmedi, “ilk ihtiyaçlarını karşılasınlar” diye Başmüftüye Bulgaristan Komünist Partisi Politik Büro üyesi Boris Velçev’ın, Ahmet Doğan’a da Başbakan Georgi Atanasov’un daireleri verildi, içi boş durmasın diye duvarlara asmak için birkaç haydut voyvoda tablosu, birkaç eski kama, kılış, patlamayan patlak vs. hediye edildi. Generallerin bu hediyeleri sunarken söyledikleri sözlerde “revaşizm” yok, yani Türk ve Müslümanların dini, doğal ve insan haklarını, ana


Makale ve Analizler - 2014

173

dil, baba dil, olup biteni sorup sorgulamak yok, hapisler, “Belene” ölüm kampı ve mengenelerde yapılan işkenceler unutulacak, unutturacak, dedi. Sorunları çözmek için çözüm yolu olarak ise “uzlaşma” formülü icat edeceksiniz. Bizden maaş beklemeyin, Başmüftü vakıf mallarını istediği gibi kullanabilir, satıp tozar, Ahmet ise Türkiye’den gelecek paraları cepleyebilir, Bulgaristan Türk. Pomak ve Çingenelerini istediği gibi dolandırıp soyabilir, yalanı esaslı ilişkilerde temel attı. Derken, Bulgaristan’da yalan, dolandırma ve aldatma, umutlandırma ve toslatma en geçerli yönetim usulü oldu. Öyle böyle de her şey her zaman düşünüldüğü bibi olmuyor. Gençev’in yaratanla zaten arası yoktu ve çalma kapma olaylarına vakıf ve Başmüftülük Mülklerini oğlunun üstüne aktarma işlerinde derinleşme başlayınca işin içine çok günah girdi. Abdest almamış insanları yüzer yüzer Hacca götürmek de günahları aklamadı. Osmanlının Bulgaristan’da kalan tüm malını mülkünü üstüne geçireceği bir sırada, dananın kuyruğu koptu ve Başmüftü görevinden düştü. Ahmet çalma kapma işlerini hapishane rezidans konutlarında geçirdiği yıllarda biraz unutmuş olduğundan, paralar tomar tomar değil çantalarla çanta dolusu gönderildi, o da saymadan aldı harcadı, diraz dağıttı, biraz yemledi, zaten elden verilen paranın hesabını da tutan, sorup sual eden de yoktu. Veren de bu paraları ekip biçip de kazanmamış, 1989 Ağustosu’nda Kapıkule Bitpazarından toplamıştı. Bilirsiniz şu verme işi bizde camiye yardım yapmak, sadaka vermek ya da fitre vermek gibi bir şeydir, faturası “Allah Kabul Etsindir!” hem de almak için mutlaka el açmak, eğilip bükülmek, boyun eğmek, vaatte bulunmak da gerekmez. Bizim özümüzün özünde “isteyen bir dilenci, vermeyen iki dilencidir”, büyüklük hep bizde kalmalıdır. İstemeden verilen de kabulümüzdür... Bu işlerde yanlış anlaşılan bir husus yoktu. N. Gencev Allah işleriyle uğraştığından kendisine verilen daireye Bulgarca Konak depoladı. Ahmet ise yabancı diplomatlara kiraya verdi. Şimdi dönelim şu “uzlaşma” konusuna, siyaset teorisi temel eserlerinde “politikacılar kendinden bir şeyler feda etmez ve uzlaşmaya çaba göstermezse, hükümet kurulamaz!” denir. Şimdi N. Gençev’de fedakârlık yapmasını beklemek boşa kürek çekmek olur. çünkü artık Başmüftü değil ve alacağını aldığı için, bu hevesi de sönmüş. Bu seçimde oğlunu Sosyalist Partiden Pazarcık milletvekili adayı çıkmış ve “hadi imzala şu Batak’ta Türklerin Yaptığı Katliamı Belgesini” diyenlere, görmediğimi imzalamam ve parayı saymadan ceplemem deyince, listeden düştü. Ahmet Doğan’ın politik olarak ödün vereceği bir şey kalmamış, çünkü bir defa alacağını aldı ve “verecekli değilim!” diyor.


174

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“Konsorsiyum”dan bir şeyler feda et deyenlere de cevabı hazır: “yönetim kurulu toplanmadan olmaz!” diyor da, oysa yönetimde kendinden başka kimseciler yok. Adı konsorsiyum da, aslında tek kişilik şirket yani (Ltd) gibi bir şey. Batıda “konsorsiyum” yönetimlerinde 100 kişi çalışıyor. Bizimkisi uzaktan baktım pek çok, yanına vardım hiç yok. Şimdi şu “politikada işler ödün vermeden gitmez” diyenlere de gıcık olmamak elde değil. Başbakanlığa soyunan Boyko Boprisov’a “sen 10 kişi öldüren bir katilsin” deyen gazeteci ve şimdi Sansürsüz Bulgaristan partisi başkanı ve AB milletvekili N. Barekov, GERB ile görüşmeye giden parti heyetine “ödün verin” demiş. Heyet de “Biz Bulgaristan Cumhuriyeti’nin adının Bulgaristan Halk Cumhuriyeti olarak değiştirilmesini yani 1990 öncesi adını yeniden almasını istiyoruz “ demişler, fakat bu defa da toslamışlar, çünkü GERB başkanı Boyko Borisov o yıllarda itfaiyeci olduğundan beni eski görevime döndürürler diye kormuş. Bulgar köylerinde “Todor Jivkov Mağazaları” açılmaya başlayanlar ise, politikacılara hava atıyor. Yine şu ödün verip uzlaşma sağlama konusunda Reformcu Blok grubu da çelişki içindedir. Onların üzerinde mutabık kalamadıkları nokta “Kim” ile “Kimler”in kim olduğu sorunudur.Reformcuların mantığına göre “Kim”in bir kişi olması mümkün değil, çünkü bir kişinin gücü bütün devleti felce uğratamazmış. Onlara göre “Kim”in karşılığı Ahmet Doğan ise, “Kimler”in karşılığı da “konsorsiyum”dur. Bulgarcada kullanılan “demonte etme” yani sökme sözünün anlamı da Ahmet Doğan’a verilen her şeyin noter kararıyla geri alınması iken, buna bir de ömür boyu hapislik ve canı fazla sıkılmasın diye Varna Hapishanesinde deniz manzaralı bir koğuş eklenmesini isteyenler var. Kimler’in üzerinde mal mülk, şirket ve vakıf diye hiç bir şey olmadığından neyin ne zaman ve nasıl söküleceği konusu cevapsız kalmıştır. Bu nedenle de GERB ile Reformcu Blok arasındaki görüşmeler kesilmedi, ikinci turda devam edecek deyenler, “biz ev ödevlerimizi çözüyoruz yani “KİMLER” in kimliklerini araştırıyoruz, diyorlar. Daha önce Bulgaristan tarihinde böyle bir uzlaşma olmadığından, sökme yöntemi de geliştirilmemiş olduğundan ve ceza kanununda bu gibi suçlara ceza da öngörülmediğinden konuya yalnız ileri dönük çözüm aranıyor. Bizde “fütüroloji” gelişmemiş olduğundan konuyu özel olarak işletmek için konu paketi Amerikan Üniversitelerine göndermişler ve şimdi cevap bekliyoruz. Sosyalistler ile GERBçiler arasında uzlaşma ise imkansız gibi, çünkü “Kırmızı Çöp” sözünün kime söylendiği henüz tespit edilmediğinden, herkes bakınıyor.


Makale ve Analizler - 2014

175

Tüm bunların üzerine bir de geçmişi olmayanın geleceği olmaz iddiaları eklenince her şey her balkıma karışıyor. Çünkü sosyalistlerin geçmişinde bir de 1950’li yıllarda “Güneşli Dünya” toplama kampında öldürülmüş ve hesabı verilmeyen 200 bin kişi var k,i, bu olay da bana “Dedeler ve Torunlar” fıkrasını hatırlattı. Dedeler bir dün toplanıp lokantaya uğramış ve yiyip içip bir daha zevklenelim demişler. Demişlerde, masaya çöktüklerinde listeye önce gözlüksüz bakmışlar ve yemeklerin resimlerine sulanmışlar da gözlük taktıklarında tam sipariş vermekten vaz geçecekleri an, garson dikilmiş başlarına ve “fiyatlara bakmayın, bizim lokantamızda torunlar ödüyor”, demiş. “Eh, torunlar ödeyecekse, getirin bakalım”, diyen dedeler iyice yayılmışlar, içmişler, yemişler, içmişler ve nihayet, çakır keyif kalkmışlar ve tam kapı ağzında, Başgarson “Durun!” demiş ve hesabı uzatmış. “Hani torunlar ödeyecekti!” diyen dedelere verilen cevapsa şu olmuş... “Bu sisin hesabınız değil, dedelerinizin eski hesabı, siz torunlar ödeyeceksiniz!” Dünya bu kadar küçük ve dar, ayrıca kötülükler hep taş gibi başımıza yağıyor. Herkesin herkese karşı olduğu bir toplumda, herkesin tutunacağı bir orta direk olmalı ki, bunun adı uzlaşma ise, bizim koşullarda yaşaması değil, nefes alması bile çok zor oldu. Orta diren bir pilon ve adı da iktidar olsa, etrafında dönen kızın ismi Uzlaşma olmalı, fakat bu direğe sarılıp sarılıp dönen ve döndükçe hava atan kızın sahibi başkası olduğundan, onunla bir gecelik bile uzlaşma yolu bulmak hakikatten çok zor.


176

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Konsorsiyum

Dr. Nedim Birinci-21.Ekim.2014

Batıda şirketleşme çok değişik biçimlerde olmuştu. İtalya’da firmalar, Almanya’da karteller kurulurken, başka ülkelerde tröstleşme oldu. Amerika’da holdingler ve konsorsiyumlar (şirket birleşimleri) boy attı. Ekonomik ticaret, mali, kredi işleri, bankacılık, kara, hava ve deniz taşımacılığı gibi iş dalları aynı grupların kontrolüne geçti. Devlet dışında olan ama devleti sürekli soyan asalaklar git gide çöreklendiler halkın sofrasına... Bu gidişin en kötü sayfaları konsorsiyumların politik iktidarı boğazladığı ülkelerde izlendi. Bizdeki, konsorsiyum bir paralel yapı olarak değil, doğrudan doğruya devletin gırtlağına yapışan bir ahtapot şeklinde hortladı. İşin en kötü yanı ise, bu dehşet saçan ejderhanın politik gücünü bizden, senden benden, bizim oylarımızdan almasıdır. Biz bu seçimde büyük ölçüde kendilerinden yüz çevirdik ve oyumuzu vermedik ama ahtapot kollarını Çingene mahallelerine, fakir Bulgar köylerine uzattı ve yine oylarını korudu. Bu defa çevirdiği dalavereleri görebilen Bulgarlar da sokaklara akın etti. Fakat ahtapot hepimiz için, Bulgar, Türk, gurbetçi ve soydaşlarımızın hepsi için büyük tehlike oluşturmaya devam ediyor. Bulgaristan koşullarında şu ahtapot olarak dillenen “konsorsiyum” ismi aslında Hak ve Özgürlükler Partisi “HÖH - DPS” yönetimi etrafında oluşturduğu şirketler zincirinin halk arasına yerleşmiş bir adıdır. Bizde herkes konsorsiyumun ne olduğunu bilmez. Bu şirketler zincirine “kooperatif” deyenler de değişik ifadelerle algılamamamızı kolaylaştırmak istiyorlar. Fakat 5 Ekim 2014 seçimleri arifesinde bu şirketler zinciriyle ilgili olarak “Kim” ya da “Kimler” gibi lakaplar ortaya çıktı. Aslında hiç birimize faydası olmayan bu kötü tümörsel oluşumun ismini ezberinden söyleyebilen pek yok, çünkü Bulgaristan şirketler kütüğünde tescilli “Kim” ya da “Kimler” ismiyle kaydı yapılmış bir şirket, holding, hatta LTD veya EOOD bile yok. Ne var ki, politik olarak HÖH - DPS sistemine bağlı olan ve parti eliti tarafından yönetilen ve merkez ofisinin “saray” olduğu iyi bilinen bu kuruluş, HÖH partisine oy veren Bulgaristan Türk, Pomak ve Müslüman ya da Hıristiyan Romların, soydaşlarımızın ya da Batı Avrupa ülkelerindeki gurbetçilerimizin hiçbir bağlantısı ve alış verişi de yoktur. Mafyotik-masonik güruba üye olmayan hiç kimseye yaptığı iş ya da gördüğü hizmet için beş para da ödenmiyor. Konsorsiyum parti yönetimine sımsıkı bağlı olduğu biliniyor. Başkanı Ahmet Doğan tamamen gizli çalışıyor. Telefon bile kullanmıyor. Türk ve Pomak


Makale ve Analizler - 2014

177

seçmen kitlesiyle ilişkilerini tamamen kesmiştir. Bu oluşum Bulgar devleti içinde bir kötü tümör şeklinde yerleşmiş bir ahtapot gibi çalışırken, toplumun içine tepeden tırnağa sızmış ve çözülüp yok edilmesi yıllar gerektirebilir. Buradaki kurtuluş yolu yine seçimlerden, seçmenin bilinçlenmesinden ve sorumlu hareket etmesinde geçiyor. Başka bir ifadeyle şirketler birliği, seçmenlerimizden aldığı oylarla halkımızı politik temsil etme hakkı elde ederken, bu imkânları konsorsiyumu palazlatmak için kullanıyor. Konumuz HÖH - DPS konsorsiyumudur. Bu konsorsiyum Bulgaristan Ticaret ve Sanayi Odasına, Ekonomi Bakanlığına kayıtlı değildir. Konsorsiyum vergi ödemez, gümrük kaydı yoktur. Konsorsiyumun Genel Müdürü, uzmanlar ekibi, CEO’su hiçbir şeyi, ama hiçbir şeyi yani telefonu bile yoktur. Ama o her yerdedir. Ciğerimizi kemiren, cebimizdeki paramızı çalan, günümüzü her gün biraz daha kara eden konsorsiyumdur. Bu “ismi yok cismi yok” ama gözü çıkaran sis gibi her yere çökmüş ve topluma nefes aldırmayan mafya-oligarşi- mason oluşumu ilk kez bu seçimin sonuçlarıyla basına düştü. Kamuoyumuz “Kim” ya da “Kimler” lakaplarıyla tanıştı ve kim bunlar diye sormaya başladı. 14 Ekim 2014 günü Bulgar parlamento binasında, 84 milletvekili ile seçimleri kazanan ama kabine kurabilmesi için 121 oyu arayan Bulgaristan’ın Avrupalı Gelişim İçin Vatandaşlar GERB Partisi heyeti ile 7 partiden oluşan Reformcu Blok (RB) grubundan 4 temsilci ilk görüşmelerini yaptı. Masaya yatırılan ana konu “Kim” ve “Kimler” oldu. Sökülmeleri ve Bulgaristan ekonomik, politik, mali, yargı vs. hayatından uzaklaştırılmaları istendi. Görüşmede “Kim” ya da “Kimler” için ahtapot-mafya-oligarşi birleşimi bir konsorsiyum dendi. Bulgar toplumu için kötü bir tümör olarak karakterize edildi. İki gün yapılan görüşmede, GERB partisine kayıtsız koşulsuz, kabinede bakanlık istemeden mecliste tam ve süresiz destek sağlayarak, arka olmayı teklif eden HÖH - DPS oluşumunun RB ile görüşmede ortak kabine dışında bırakılması günden oldu. Kuşkusuz, Bulgar kamuoyu devlet makamlarının, savcılık, mahkeme, polis ve ekonomi işlerinin, bankacılığın içine yerleşmiş olan oligarşi organı konsorsiyumun ülke ekonomisini felce uğrattığının farkındadır ki, bunu temel istek olarak öne sürdü. Üstelik bir gün sonra GERB heyeti ile aşırı sağ kanadı temsil eden Milliyetçi Cephe (MC) arasında yapılan görüşmelerde de, tüm öteki partilerle ortaklık kurulabileceği, ama HÖH - DPS partisiyle asla dendi. Anımsatmak anlamında olmak


178

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

üzere, Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) de HÖH - DPS ile ortak bir hükümette asla yer almak istemediğini ifade etti. Bu durumda GERB partisi hükümet kurabilmek için 18 oya daha gerek duyuyor ve görüşmelerine devam ediyor. Bulgaristan’daki totalitarizmden demokratikleşmeye geçiş sürecinde ekonominin kaymağına el atan konsorsiyum, aynı zamanda devletin çökmesinden, halkın soyulmasından ve Avrupa kıtasında en yoksul duruma gelmemizden doğrudan doğruya kişisel ve tüzel olarak sorumludur. HÖH - DPS liderleri tarafından yönetilen konsorsiyum ülkemizin başına daha da büyük belalar açmazdan önce durdurulmalı ve yolu kesilmelidir. Son dönemde (Haziran 2013 - Temmuz 2014) hükümet ortağı olan HÖH lider ekibi Bulgar Ticaret ve Kooperatif Bankası (BTK)’nın içinin boşaltılmasından bizzat ve tamamen sorumludur. Halkımızın ve devlet ve şahsi firmaların kayıpları o denli büyük oldu ki, bir önek durumun gerçek yüzünü gösterebilmemize yeterlidir. Son 4 ayda yalnız inşaat sektöründe 520 şirket beyaz bayrak çekti. Her gün yüzlerce dükkân kapanıyor. Tütüncüler ocak hazırlıkları için Yunana kaydı. BTK bankasının iflasıyla soyulduklarını anlayan şirketler maaş ve sigorta primlerini ödeyemeyeceklerini beyan etti. Bu hafta madenciler ayaklandı. Madan Ruduzem meydanlarında emeklilik yasasının lehlerinde değiştirilmesini isteyenlere, zam isteyen Burgas ve Bobovdol kömür işçileri de katıldı. Bu grev ve direnişler doğrudan doğruya konsorsiyuma karşıdır. Ulusal Elektrik Şirketi (NEK) kayıpları 3 milyar levayı aştı. Bulgar oligarşisi öncelikle elektrik şirketinin sömürerek palazlandı. Ekonomimizin hareketlenmeye başlaması için NEK şirketinin satılması şartı gündem oldu. Elektriğe yapılan % 10 son zam çözüm değil. KWS fiyatlarının çok yükselmesi geçen yılın Şubatında ayaklanmaya neden olurken ardından 28 kişi kendini yaktı. Başat sebep olarak “Belene” Atom Elektrik Santrali inşaatının yarım kalması ve “Tsankov Kamık” adlı Hidra Elektrik Santralinin çok pahalıya mal olması gösteriliyor. Son inşaattan Ahmet Doğan 1 milyon 250 bin leva komisyon aldı ki, en büyük dolandırıcılıkların altında imzası olan “fahri başkan” 1 milyon Euro tutarında süper zırhlı Jeep araçla geziyor. Daha doğrusu gezmiyor, çünkü artık ne dışarı çıkabiliyor ne de konsorsiyum pirleri dışında kimseyle görüşüyor. Kendileri saraylar kurmak, zenginlerin zengini olmak için halkımızı soyanların gözü doymuyor. Bugün Bulgaristan’ın ana çelişkisinin temelinde, bir totaliter devlet tekel sermayesinin serbest Pazar ekonomisi koşullarında konsorsiyuma dönüşmesinden doğan- halkımızla mafya-oligarşi tezadıdır. Bu çelişki çözülmeden Bulgaristan demokratikleşemez. Bizler oy verenler şunu çok iyi bilmeliyiz; Öyle oldu ki, biz Bulgaristan Türkleri ve Müslümanlar oylarımızla Bulgaristan’ın demokratikleşmesine kös-


Makale ve Analizler - 2014

179

tek oluyoruz. Bu da yarın bizim torunlarımıza hesap veremeyeceğiz veya bunlara verebilecek cevabımızı şimdiden hazırlamalıyız. Yarın yine biz bilmezdik demek geçerli olmayacaktır, çünkü 25 yıl bir insan ömründe uzun bir süredir ve araştırmak zorundayız. Evet en büyük günahımız Türk-Müslüman halkına parlamentoda veren zararları göre göre HÖH - DPS partisine oy vermemizdir. Bu işin en kötü tarafı ise, şimdi yeni hükümet kurulması görüşmelerinde, ortaklığa talep eden milliyetçiler, MC yönetimi, HÖH - DPS üyesi tüm devlet memurlarının, bakanlık ve kurumlarda çalışanların, belediyelerde, okullarda, hastanelerde, demiryollarında, yargı sisteminde, poliste vs. görev alanları görevden alınması ve yerlerine Bulgarların yerleştirilmesi istenmektedir. MC’nin Türk ve Müslüman azınlıkla HÖH - DPS mafyasını aynı küfeye koyması çok yanlıştır. Reformcu Blok grubu bu değerlendirmede, HÖH - DPS ile Bulgaristan’da yaşayan Türkler, Pomaklar ve Müslüman Çingeneler gibi etnik azınlıklar arasına derin bir çizgi çizilmesini isterken, GERB partisi Genel Başkanı Boyko Borisov ben kimseye karşı “anti” hükümet kurmak istemiyorum dedi, fakat Milliyetçi Cephe anti-Türk ve anti-İslam kışkırtmalarını şiddetlendirerek sürdürüyor, soydaşlarımıza oy kullanma hakkı tanınmamasında ve Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği yolunun kesilmesinde direniyor. Bulgar halkı ve kamuoyu da, HÖH - DPS partisi, Ahmet Doğan, Lütfü Mestan ve Bulgaristan Türk ve Müslüman azınlığı arasında ayırım çizgisi çekilmesinden yana çıkıyor. Yeni kurulacak hükümetin programına çok dikkatli bakmak gerekiyor, çünkü hükümet kurulduktan sonra da ırkçı, milliyetçi, yabancı düşmanı dalga yükselmeye devam ederse insanlarımızın huzuru bozulacağı gibi, duruma hâkim olmak son derece zorlaşa olabilir. MC grubuna katılan Makedonya İç Devrim Hareketi (VMRO) gibi partiler Bulgaristan Türk ve Müslümanlarını yabancı olarak görüyor ve şiddetli kin ve nefret kusuyorlar. 1990’dan beri ülkemizde Türk ve Müslüman düşmanlığı seçim öncesi şiddetlenip sönerken bu defa seçimden sonra da alevlerini yükseltti. Bu gidişe kesin karşı çıkışla son dönemde basına demeç veren Hürriyet Şeref ve Halk Partisi (HŞHP) Genel Başkanı Korman İsmailov kesindi. GERB’le hükümet kurma görüşmelerinde Milliyetçi Cephe grubunun kabineye katılması halinde ırkçılık, milliyetçilik ve yabancı düşmanlığı kışkırtmayacağına dair bir ön garanti protokolü imzalamasını şart koştu. Bu istek, RB grubuna katılan Güçlü Bulgaristan Partisi Başkanı Radan Kınev ve Demokratik Güçler Birliği tarafından desteklendi. HÖH - DPS susmaya devam ediyor. Öyle böyle derken, Ahmet Doğan’ın Bulgaristan Türkleri ve Müslümanları ve soydaşlarımızın ardından gizli gizli çevirdiği işler, demokratikleşmeye açılmak üzere olan Bulgaristan’da huzurumuzu yeniden bozacak safhaya geldi. Gö-


180

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

rüldüğü üzere, halkın denetiminden ve devlete rağmen geliştirilen şirketler zincirleri, ne yaptıkları bilinmeyen oligarşi konsorsiyumu halkımıza mezar kazıyor. Totalitarizm döneminin yaraları henüz sarılmamışken, halkımızın geçim derdi her geçen gün artmaya devam ediyor. Ana dilimizi öğrenme hakkımızı bile elde edememişken, şimdi de konsorsiyumların çevirdiği işlerin hesabını vermek zorunda kalabiliriz. Bulgaristan Türk ve Müslümanları hiçbir konsersiyuma ortak değildir. Biz hiçbir konsorsiyumun çevirdiği dolaplardan, kaçakçılıktan, soygun ve sömürüden sorumlu değiliz. Fakat verilen oylarımızla onlara destek olduğumuz da ortadadır bunu soydaşlar gözden geçirmeliler. Biz Bulgaristan’da herkese karşı adaletin üstünlüğünden yanayız. Bir Müslüman azınlık olarak doğal ve insan hakları temel alınarak, özgün kültürel, din, dil, yaşam tarzı, gelenek ve görenek haklarımızın tam özgürlüğü için mücadele ettik, ediyoruz ve edeceğiz. Bulgar devletini çökerten, bankaların içini boşaltan, halkımızı soyan ve devletimize ihanet eden Ahmet Doğan, Lütfü Mestan, Kamen Konstantinov, Hristo Biserov, Petır Çobanov, Delyan Peevski ve Kazak kardeşler gibi soyguncu, rüşvetçi, dalavereci, kaçakçı, yalancı grubuna üye kim varsa, “Kim” ya da “Kimler” oligarşisinin tüm üyeleri ve ortakları hemen tutuklanmalı ve yargılanmalıdır. Bu yapıldığında demokratikleşme ve güvenli hükümet kurma yolu sonuna kadar açılacaktır. Böyle bir hükümet Türk ve Müslümanların desteğine layik olacaktır. Yeni hükümetten beklenen Konsorsiyumcular, mafyacılar, masoncular işledikleri tüm cinayetler için hemen tutuklanıp toptan cezalandırılmalıdırlar. Adil yargı sistemi çalışmayan bir ülkede demokrasi olamaz. Bulgar devletinin var olması da bundan böyle ancak adaletin egemen olmasından geçer. Bulgar halkı kötü tümörden, karanlık yollardan zengin olanların egemenliğinden, baskının her türünden kurtulmalıdır. Bulgaristan Türk ve Müslümanları ile Bulgar gizli servisi “DC”nin yetiştirdiği ihanetçi, açgözlü, ahlaksız HÖH eliti arasına hiçbir ilişki olmadığından, bunların arasına derin ve aşılmaz bir ayrılık sınırı çekilmelidir. Ajanlar hapse girmedi, Bulgaristan’da hainler “saraylarda” yaşatılıyor. Yeni suçlular “Kim” ve “Kimler”in hapsi boylama zamanı gelmiştir. Adalet yerini bulmadan en iyi hükümet de kurulsa neye yarar?!


Makale ve Analizler - 2014

İpler Koptu

181

Filiz Soytürk-21.Ekim.2014

Size bir fıkra anlatmak istiyorum: Güzel bir Bayan bir gün bütün cesaretini toplamış ve iki dirhem bir çekirdek büyük fizikçi Albert Einstein’in yanına giderek, - “Bana bak, ne kadar güzelim değil mi? Sen de o kadar akıllısın! Gel de bir çocuk yapalım senin kadar akıllı ve benim kadar güzel olsun!” demiş. Bayanın yüzüne bakan Einstein şöyle demiş: - “Senin kadar akılı ve benim kadar güzel olursa, ne yaparız?” İşte böyle Bulgaristan seçimlerinden önce yaptığı propagandada “Sansürsüz Bulgaristan” (SB) Genel Başkanı gazeteci Nikolay Barekov 1.321 defa “Ben Başbakan Olacağım!” dedi. Başbakanlığı bir yana bırakalım, kendisi Brüksel’e kaçtı ve 15 milletvekilinden bazılarını hükümet ortağı bulup koalisyon kabinesi kurmaya çalışan Bulgaristan’ın Avrupalı Gelişim İçin Vatandaşlık GERB Partisi heyetiyle görüşmeye gönderdi ve 18 maddelik görüşme gündeminin 4. maddesinde görüşmeler kesildi ve iki parti arasındaki ipler koptu. Bu bakıma Einstein’ı iyi bilmek gerek. Başbakan olmayı düşleyenlerle görüşmek bile istemeyenler varken, iplerin kopması da doğal karşılanmalı, değil mi? 8.10.2014 günü “ATAKA” partisinin de ipleri koptu. Çünkü mecliste yapılacak görüşmeleri “Alfa” TV programında direk olarak yansıtmak isteyen parti Başkanı Volen Siderov’un isteği kabul edilmeyince, görüşme olmayacağı açıklandı. Reformcu Blok gruplaşmasına geldiğinde, bu güçler topacı henüz birbirine kaynaşmamış, politik olarak süzülmemiş ve ortak hareket edip sözünde duracak duruma gelmemiştir. Parçalanma meraklılar bir arayış içine düşmüştür. Pazartesi gün 20 Ekim 2014 günü Bulgaristan’ın Yeniden Doğuşu İçin Alternatif (ABV) Partisi ile GERB heyeti arasındaki görüşmelerden herhangi bir sonuç beklenmesi doğru olmaz, çünkü bu partinin topu topu 11 milletvekili var ve şimdiki durumda aranan vekil sayısı 18 olduğundan hiçbir şeye yaramıyor. “ABV” partisi merkez sol partisi olduğundan, GERB merkez sağ hükümet kurmaya çalıştığından yapacak bir şey yok. Bu durumda milliyetçi, ırkçı ve yabancı düşmanı çıkışları, istek ve istençleri çok sert ve ağır olan Milliyeti Cephe (MC) grubunun da hükümette yer alma hesapları yapmasına gerek kalmıyor, çünkü herkes artık emindir ki, eğer


182

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

GERB partisi yapıcı bir sosyal ve ekonomik programla, Avrupa ve Atlantik yönelimli, NATO’ya bağlılık ifade buyuran bir programla çıktığında Tek partili azınlık hükümeti de kursa milletvekillerinin çoğundan çok fazlasının oyunu ve onayını alacaktır. Aslında 8 politik parti arasında koalisyon hükümeti sondajı yapılması daha ilk turda başarı verdi. Politik partilerden hepsi GERB partisinin Aınlık Hükümetine oy vermeyi kabul ediyor. Neden mi? Bulgaristan hükümetsiz kalırsa genel bunalım çok derinleşecek, yılsonuna kadar çöküşün yeni bir telef edici aşaması yaşanabilir. Zaten Batı devletleri, Büyük kulis ve boğazı çukuruna kadar borçlanmış olan ve yeni bir meclis seçimi yükümü taşıyabilecek durumda olmayan ulusal kulis hemen bir kabine kurulmasından yanadır. İşin başka tarafları da var. Bulgaristan’da ne Büyük Koalisyon ne de Küçük Koalisyon hükümetleri 4 yıl ayakta kalamıyor. Biz İtalya değiliz. Orada 1945’ten beri bütün parlamenter partiler koalisyon hükümetlerine katılıyor. Boyko Borisov’un kuracağı bir koalisyon hükümetinin ömrü çok az olur diyenler çoğalıyor. Genç bir parti olan ve iktidar deneyimi 4 yılı aşmayan GERB partisinin iktidar ortaklığı deneyim ve kültürü yok. Şu gibi bit özel durum da dikkati çekiyor. 5 Ekim 2014 akşamı sandıktan çıkan ve bugün artık Bakan koltuğu hayal edenlerin, aklını kurcalayan şöyle bir durum da var. Hükümet kurulmaz ve yeni bir seçim yapılırsa? Yeni seçime kısa süre sonra gidilirse GERB ve HÖH - DPS partileri dışındaki politik alanda oyuncu kalmayabilir. Bulgaristan Sosyalist Partisi çözülme ve sökülmeye seçimden sonra da devam ediyor. Halk partiyi hiçbir iş yapmamanın hesabnini vermeye ve ceremesini ödemeye çağırıyor. Para kaynakları kesilen, eli cebi tıkır mıkır kalan Sansürsüz Bulgaristan partisi hatta seçime girmeyebilir, çünkü Türklere, Müslümanlara, yabancılara, soydaşlara ve gurbetçilerimize karşı söylenecek söz kalmadı desek azdır. Barekov kendisi de Brüksel’de Genel Kurula oturdu ve gel keyfim gel. Zaten oylarını satın aldığı seçmene ödeme yapmadığı için seçmen bıçak biliyor. Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev ile Rusya Başkanı Putin ve Liberal Parti Başkanı Jirinovski arasında geçen diş bilemelerinden ve Rusya’nın Bulgaristan’ın egemenliğine gölge düşürdüğü havasının sertleşmesinden sonra ülkede Rusyafobisi gelişti ve bir seçim daha olursa “ATAKA” partisinin Meclise girmesi sorun olabilir. Zaten bu defa elektrik fiyatına % 10 zam yapılmasaydı Volen Sideov ekibi parlamento dışındaki satı kaldırım üzerinde sayıklayacaktı. Yeniden Doğuş Alternatifi “ABV” partisinin şansı da yaver gitmeye bilir, çünkü 8 yıl Cumhurbaşkanlığı yapan ve sonra yeniden parti kuran Parvanov’un tüm olumsuzlukların içinde olduğu her gün ışığına çıkıyor.


Makale ve Analizler - 2014

183

İşte böyle bir ortamda yeni bir seçim yapılması, yeni bir elekle elenme anlamına gelir ki, şimdiki küçük partilerin kalbur altına düşeceklerine işarettir. GERB Başkanı Boyko Borisov bir açık ve yapıcı programlı tek partili Azınlık Hükümeti açıkladığında meclisteki sandalyelerini kaybetmek istemeyen değişik partilerden milletvekillerin hükümeti destekleyici oy verecekleri ortadadır ve “Evet” oyu sayısı 121’den çok fazla olacaktır. Bu defa bu bir risk testi değil, gerçekçi politik, ekonomik ve mali durumun, bunalımın daha da derinleşmesinin mutlaka önlenmesi gereğinden oluşan hakiki bir davranış ve zafer olacaktır. Ülkede, kamuoyunda, Türkler ve Müslümanlar arasında, dış ve iç kuliste hava ve bekleyişte değişiklik gözleniyor ve fırsat değerlendirilmelidir. Bu bakıma iplerin birer birer kopması iyi oldu. Akıllı ve güzel çocuk yapmaksa yalnız niyet değil, tamamen nasip işidir. Kısmetse şansımız açılır ve huzur hepimizin olur. Boyko Borisov’un başbakan ve GERB partisinin kendi başına iktidar olması hayırlara vesile olur temenilerimizle...

Türk Dünyası’nda Acı Bir Yıldönümü

Alptekin Cevherli-21.Ekim.2014

Kırgızistan’ın dünyaca ünlü yazarlarından Cengiz Aytmatov’un meşhur romanındaki Mankurtlara dönüşmüş bir toplum haline geldik. Hızla millet vasfından toplum vasıfsızlığına dönüşüyoruz. Elbette bu sadece bizim ülkemize mahsus bir durum değil. Bütün dünyaya şamil bir şekilde, milletleri millet yapan kültürel değerler ve tarihi miraslar hızla değersizleştiriliyor ve yok oluyor. Bugün sadece şekil şartlarına önem vererek gününü gün etmeye çalışan zihniyetin topluma egemen olması dolayısıyla ortalıkta mankurt gibi gezen insanlardan müteşekkil hale gelindi, geliniyor. Öz ise Allah’a emanet... Bizi biz yapan değerlerden birisi de 4 Ekim 1938 yılında Sovyet Rusya tarafından kurşuna dizilerek idam edilen ünlü Türk Edebiyatçısı Çolpan’dır... 1897 yılında Türkistan’da bugünkü Özbekistan’ın Fergana vilayetine bağlı olan Andican kentinde doğdu. Gerçek adı Abdülhamit Süleyman’dır. Çolpan (Tan Yıldızı) onun takma adıdır. Çolpan Türkistan’daki Cedit, döneminin en önemli şairidir. Hem medresede, hem Rus okullarında öğrenim görmüş; Arapça, Farsça,


184

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Rusça ve İngilizce öğrenmiştir. Mevlâna, Sadi, Hafız, Hayyam, Ali Şir Nevayî, Fuzülî gibi Türk ve İslâm yazarlarını okumuştur. Devrin diğer ceditçileri gibi Osmanlı, Kazan, , Kırım ve Azerbaycan Türk edebiyatlarınıyakından takip etmiştir. Türkiye’den Tevfik Fikret, Cenap Şahabettin, Mehmet Emin Yurdakul, Ziya Gökalp ve Mehmet Akif Ersoy gibi şair ve yazarları yakından tanımıştır. 1917 - 1918 yıllarında Orenburg’da “Vakit” Gazetesi’nde çalışırken Başkurt Millî Hükümeti’nin de sekreterlik görevini de yürütmüştür. Başkurdistan’ın Ruslarca işgali, Komünizmin vaat ettiği sözde “hürriyet”inin tamamen yalan olduğunu anlamasını sağlamıştır. Ülkesine dönmüş ve Türk halkına vurulan çelik prangaları Türkçe’nin yıldırımlarıyla parçalamak için daha çok şiirler yazmaya başlamıştır. Ayrıca hikâyeler, oyunlar kaleme almıştır. 1920 - 1926 yılları arasında ise Oyganış “Uyanış” (Taşkent 1922), Bulaklar (Taşkent 1924) ve Tan Sırları (Taşkent 1926) adlı eserlerini yayınlamıştır. Bu eserlerinde yer alan toplam 119 şiir, millî sembolizmin eşsiz örnekleridir. Çolpan, millî meseleler yanında sosyal buhranları da işlemiştir. Dönemin Kazak Türkü yazarlarından Magcan Cumabay gibi Türk İstiklâl Savaşı’nı gönülden desteklemiş ve bu amaçla şiirler yazmıştır. 1920’li yıllarda Türkiye’de Anadolu’yu işgal eden Batılı güçlere karşı verilen savaşı da yakından takip eden Abdulhamid Çolpan, Türk milletinin iyi tanıdığı “Tufan” adlı şiirinde; “Ey İnönü, ey Sakarya, ey istiklâl erleri, Yürü mazlumlar tufanının öç alguçı selleri”, diyerek Türkiye’nin yanında olduğunu açıkça ilan etmiştir. Bu aynı zamanda Türkistan’dan Türk Kurtuluş Savaşı’na gönderilen yardımları da harekete geçirmiş, Buhara’da, Semerkant’ta, Kaşgar’da kadınlar alyanslarını dahi satarak Türkiye’ye yardım olarak göndermişlerdir... Bu şiiri ve diğer yazı ve sözlerinden dolayı Ruslarca birçok kez yargılanarak, hapsolunmuştur. Bu arada Türkistan’a sözde adalet ve eşitlik getirmek maskesi altında Kızılıordu işgali de sürmektedir. O dönem yazdığı “Güzel Türkistan” şiirinde hemşehrilerine seslenir: Güzel Türkistan sana ne oldu? Seher vaktinde güllerin soldu, Çemenler solmuş kuşlar hem feryat Hepsi mahzun, olmaz mı dil şad? Bilmem niçin kuşlar uçmaz bahçelerinde Birliğimizin sarsılmaz dağı Ümidimizin sönmez çerağı Birleş ey halkım, gelmiştir çağı, Bezensin şimdi Türkistan bağı. Davran halkım artık yeter bunca cevr-ü cefalar Bayrağını al, kalbin uyansın, Kulluk, esaret kamilen yansın Kur yeni devlet, düşman irkilsin Yüce Türkistan ayağa kalksın Kendi öz vatanının gül bahçelerinde... Daha sonra bu şiir, bir marş haline dönerek bütün Türk Dünyası’na yayılmıştır. Kullandığı dil sade bir Türkçe ve şiir tekniği özgündür. Ruslar ve işbirlikçileri bile Çolpan’ın sanat gücüne hayrandır. Sovyet rejiminin propaganda masalları karşısında o, gerçekleri pervasızca işaret etmeye devam etmiştir. Çolpan


Makale ve Analizler - 2014

185

rejim için tehlikelidir! Önce “rejimin sözcüsü bir şair” yapmak için çok gayret gösterirler. Yapılan her öneriyi elinin tersiyle iter. Stalin’in talimatıyla 1930’lu yıllarda şiirleri yüzünden sekiz defa tutuklanır. Hapishanede de yazar. Ancak bunları yayınlayacak bir yayınevi Türkistan’da ne yazık ki kalmamıştır. Eserleri halkın dilinde ve gönlünde yayınlanmaya başlar... Hapisten her çıkışında davasına kaldığı yerden devam eder. Stalin devrinde 1937’de halk düşmanı ve milliyetçi olmakla suçlanıp yeniden tutuklanır ve Rusların meşhur “Aydınları Temizleme” harekâtı esnasında elinden kaleminden başka hiç bir silahı olmayan Çolpan, 4 Ekim 1938’de kurşuna dizilerek şehit edilir... Cesedi, mezarı türbe haline gelir ve Türk halkında millî bilinç uyanmasına vesile olur korkusuyla imha edilir... O, milletini ve şerefini her şeyin üzerinde tutarak, bir kahraman gibi şehit olmuştur. Vefatından tam 19 yıl sonra; 1957 yılında Çolpan’ın medeni hukuk yönünden suçsuz olduğu ve yanlışlıkla idam edildiği Sovyet Mahkemelerince kabul edilir. Ancak eserlerinin basılmasına izin yine de izin verilmez. Ta ki Özbekistan Devleti yeniden bağımsızlığını kazanıncaya kadar... Allah, O’na ve bütün şehitlerimize rahmet ve ihsanda bulunsun...

İkinci Tur

BG-SAM-21.Ekim.2014

8 partili yeni Sofya parlamentosu hükümet kurmak için ortak dil bulamadı. 7 gün devam eden görüşmelerden sonra toplanan GERB partisinin akıl adamlar heyeti, ikiye bölündü. İl ve ilçe parti yetkililerinden oluşan birinci grup hemen yeni seçim yapılmasında ısrar ederken 84 milletvekili ile Avrupa Birliği parlamentosundan gelen 7 vekil ikinci tur görüşmelere geçilmesinde ayak dirediler. Başkan Boyko Borisov Brüksel “yeni kabineyi kurmamızda ısrar ediyor” yeni hükümetin kiminle kurulacağına karar vermiş değildi. İkinci tur görüşmeler öncelikle sağ merkez gruplaşma olarak ortaya çıkan Reformcu Blokla başlayacak ve Sosyalist Parti, “ABV” partisi ve Milliyetçi Cephe ile devam edecektir. Şu anda GERB partisi ile Rebormcu Blok en yakın konumda bulunmaktadır, fakat ikisisinin oy toplamı 107 olduğundan, istikrarlı bir kabine kurmaya yeterli değildir.


186

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Sosyalist Parti (BS) GERB partisi ile aynı kabineden buluşursa dağılıp erime kabusundan kurtulamıyor, aynı zamanda GERB’ci militanlar da aralarındaki husumetin katı düşmanlığa dönüşmesini sanki her zamankinden daha fazla istiyor. Milliyetçi Cephe’nin “soya dönme siyasetinin” daha da şiddetli devam etmesi yönündeki kararlılığı, soydaşların seçme ve seçilme haklarından men edilmesi, camilerde Bulgarca konuşulması ve Türkiye Cumhuriyeti’nin AB yolunun kesilmesi gibi konularda sert tutumlu ve ödünsüz tavrını bir Hükümet Programına dahil etme şimdilik imkânsız olduğundan dolayı, koşulsuz ve sözde ilkeli destek sağlama çabaları biraz da kabulü olanaksız gibidir. Bulgaristan’ın İlerleme Alternatif Partisi ABV ile görüşmelerde ilkesel konularda devam edecektir. Beliren tabloda renklerin birbirine bağlanması ve resmin tamamlanması şimdilik olanaksız gibi görünse de, ulusal değerler dayanan bir ilkesel politikaya dayanan bir hükümet programı meclisten geçebilir. Şu dönemde bu kabine bildirisinin esasında 2015 bütçesi, sağlık sektöründe işlerin yoluna koyulması, eğitim öğretim alanında reforma ışık yakmak olabilir. Bulgaristan ekonomisinin belini bükense elektrik enerjisi sektöründe işlerin sarpa sarmasıdır. Bir yandan “Kozloduy” AES’de Avrupa Birliği içinde en ucuz elektrik enerjisini üreten bu santral sanki halkın hizmetinde değil ve yalnız enerji oligarşisine hizmet veriyor. Öte yandansa, iki gün önce transformatörlerinden biri patlayan “Maritsa İstok” Kömür Elektrik Santrali, Amerikalıların mülkünde olup, Balkanların en pahalı elektrik enerjisini üretiyor ve Bulgar devlet Elektrik Şirketi “NEK”e satıyor. Bu pahalı elektriği satın alıp kullanıcıya ucuza satmak zorunda olduğunu gizlemez olan NEK’in borçları artık 3 milyar leva (bir buçuk milyar Euro) oldu. Kamuoyu NEK’in özelleştirilmesine tepki göstermez oldu. Enerji sektöründe bir de başlayıp da bitirilemeyen ve son 8 yılda bir ceset gibi ortada yatan ve Bulgaristan’ı Skoholm Mahkemelerine sürükleyen “Belene” AES var ki, bitirilmesi için gerekli olan 20 milyar Euro’yu bulmak imkânsız olduğu gibi, değişen enerji pazarı koşullarında ilgili tarafları birleştirecek çizgileri bulmak da zordur. Bu santralin Rus teknolojisiyle donatılması planları Balkanlardaki AB enerji hâkimiyeti planlarıyla da ters düşüyor. Uzun vadeli hükümet görüşmelerinde ana konulardan biri olan “Kozloduy” AES’ne 7. blok ilave etme planları da keskin tartışma konularından biridir. Uzman araştırmalarında, Bulgaristan’da enerji sektörünün geliştirilmesi, ülkenin genel ekonomik kalkınma planlarına bağlı olmalıdır, eğer ülkenin geleceğine ilişkin uzak görüşte ağır sanayi ve işleme sanayi gibi iş dallarına ağırlık verilmeyecekse, yalnız ev ve kamu kullanımına gerekli elektrik enerjisi bugünkü tesislerde de üretilebilir.


Makale ve Analizler - 2014

187

2007’de AB üyesi olan Bulgaristan’da yatırım aracı olarak yalnız Brüksel’den gelecek paralara bel bağlanması, insanların kendilerini mobilize etmelerine ve ne pahasına olursa olsun kalkınma ve gelişmeyle refah yolunu bulmalarına sanki engel oluyor. Her konuda bir plan program hazırlayıp onu devlet kanalıyla Brüksel’e göndermek ve 28 ülkenin genel ortak planları arasında bizim olana yer bulmak, uzun süre beklemek gerektiren bir uygulama oldu. Bir yandan da her şeyi Brüksel’den beklemek halkın canını sıkarken birçoklarını da usandırıyor. Daha önce bizde hiç kimse sosyal bir düzenin yıkılmasından sonra, yeniyi yaratmanın ortaklaşa bir inanç olduğunu düşünenler vardı, ama bu olmadı. Kişisel fedakârlıklar yapmak için ise artık fertlerin olanakları tükenmiş bulunuyor. Sürekli kısıtlanan ve daralan imkanlar, standartlaştırma usulüyle üreticilerin kanatlarının kırılması, yalnız yaptığı somut iş üzerinde sorumluluk taşımaya eğitilmiş ve alışmış insanlardan şimdi bütün üretimden, sertifikasından, çevresinden, kalitesinden ve sürümünden, mali işlerinden vs. sorumlu olmasını beklemek ve tamamen yanlıştı, çünkü eğer işçilerin hepsinden kapitalist olsaydı, o zaman üretim tarzının özü kendiliğinden değişirdi. Bulgaristan’da henüz üretim dallarını kapsayan canlanmış bir girişimci heyecanı uyanmadı. Bulgaristan bugün Avrupa içindeki yerini tam olarak belirlemiş değildir. AB üyesi olmayan Makedonya ile Kara Dağ kendi ellerine güvenerek ve kollarını sıvayarak, iç imkânlarını seferber edip bu sefer geçen seferden daha fazlasını yapalım havasına girdiler ve bir hayli yol aldılar. Bulgaristan’a oturan bekleyelim sisi kalkmıyor. Bu açıdan değerlendirildiğinde, Bulgar halkını birleştirici yargı değerleri etrafında ortaklık kuracak yeni bir kabine, mutlak çoğunluğu önceden elde etmeden de kurulabilir ve somut tasarımlara destek alarak iş görebilir. Benzer hükümetin Başbakan Boyko Borisov yönetiminde oluşturulması mecliste saygı toplayıp istediğinde oy alabilir görüşü de ağırlık kazanmaya başladı. Hak ve Özgürlük Hareketi (HÖH - DPS) partisine gelince, GERB akil heyeti kendileriyle görüşmelerin zararlı olacağı, bunalımı derinleştireceği ve halkın tepkisine neden olacağı görüşünde olduğundan, taraflar arası temas kesilmiştir. Kamuoyu son 25 yılda en uzun zaman iktidarda kalan BSP-DPS partilerinin ülkenin çöküşünden en fazla sorumlu olduğu inancındadır ve hepe DPS partisinin devlet yapısından sökülmesinde ve kendisine ve etrafındaki şirketlere yeni imkânlar verilmesi yollarının kesilmesinde kararlıdır. Bulgar kamuoyu “Ataka” partisini HÖH - DPS partisinin bir yavrusu, bir kopyası olarak gördüğünden bu partiyle de temaslar kesilmiş durumdadır. 5 Ekim 2014’te yapılan erken genel seçimler Bulgaristan’da politikanın düşmanlık temellerine dayanarak devam etmesi olanaklarının daraldığına bir işarettir. Aşırı milliyetçi saldırı söyleviyle hortlayan ama ardından para kaynakları ke-


188

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

silince saman ateşi gibi sönen ve seçim borçlarını bile ödeyemeyen Sansürsüz Bulgaristan partisi için de aynı sözler söylenebilir. Bu esas siyasi anlayışın kabine ortaklığı görüşmelerinin ikinci turunda daha da netleşeceğine inanıyoruz.

Ruhuna Fatiha

Filiz Soytürk-21.Ekim.2014

İşe erken gider gece gelirdi. Çimento karma tesisinde kum eleğinde çalışıyordu. Kum Arda ırmağı boylarından taşınır, meydana yığılır ve ay ışığında şakırken, sanki “beni betona katma, içimde altın var” diyordu. Hilal ışığı güneş aydınlığından farklıydı. Güneş gözleri kamaştırıyor, koruyucu gözlük takınca ise her yer gölgeleniyordu. Hele geceyi gündüze bağladığı an, dolunay sanki göz açıyor, kumu ise canlandırıyordu. Bu canlılık öyle bir canlılıktı ki, avucuna aldığı kum tanecikleri birbirine benziyor, aynı değirmende öğütülmüşler gibi akıtsan akıyor dağıtsan yayılıyordu. Parasızlığın yarattığı sıkıtı ve korku ise içinde bir başka hissi daya uyandırmaya başladığında o korkuyordu. Kum taneciklerinin hepsi sararıyor ama al beni, ben altın taneciğim, diye dile gelen olmuyordu. Yusuf eve gidip gelirken kum tepesi içindeki altın tanecikleri mıknatısla toplamayı, evde eritmeyi, gidip Sofya’daki yarıcıya satmayı kaç kez düşündü. Aklından geçen kurnazlıklardan biri, mekanik elek üzerine bir elektrikli mıknatıs monte edip altın taneciklerinin hepsini birden topla, diyordu. Akla yakın olsa da, o da olmadı, çünkü müdürün karşı binadaki ofisin devamlı açık penceresinden beton tesisine bakmaktan sanki zevk aldığını fark etti. Bir gün yanına İvan geldi. O da aldığı parayla iki ucunu zor bağlıyordu. Üstelik rakısı sigarası ve yatalak hasta kayın validesi vardı. Komşu köyden arkadaşıydı, ara sıra iyice sıkıştığında ödünç isteyip, maaş günü çevirdi. Şu önemsiz görünen yardımlaşma da aralarını su geçirmez hale getirmişti. Seninle bir iş yapsak, deyen İvan’ın ne demek istediğini kestirebilmesi zordu. Yusuf belki bir sıva işi bulmuştur, diye düşündü, çünkü daha önce birkaç defa ufak tefek işlerden birkaç para almışlardı. “Uzatma, ne deyeceksen söyle” diyen Yusuf’’un aklından geçen buydu.


Makale ve Analizler - 2014

189

“Şu seçimde birkaç para kazanmak ister misin?” diye sordu İvan ve cevap bekledi: “Olur! Seçim günü zaten tatil! Sandık başı mı? Koruma mı? Ne?” diye sordu İvan’a bakarak, “Hadi, uzatma, hazırım” işareti yaptı. “Oyları toptan satın alalım”, dedi İvan ve ekledi: “Sizin köyde kaç oy var? Oy başı sana 30 leva, seçmen amcaya da 20 leva. Ağız yokla. Para peşin mi?” diye soran Yusuf’un ses tonunda, ben bu işte varım, tınısı vardı. “Evet peşin!” Yusuf’un aklından köydeşlerine dağıtacağı 8 bin levanın yanında yatan “altın balık” vardı. Peşin alacağı 12 bin leva onun 20 maaşına eşitti ve aile etrafında ağız açmış parasızlıktan kapatamadığı birçok işin üstesinden gelmesiyle birlikte, cebinde de birkaç para olacaktı. Bu işte de toptan para vardı ve o artık mıknatısı ve eleği düşünmez oldu. Köye dönerken ay ışığında koşarak yürüdüğünü fark etmedi. Tam köy girişinde hangi partiye oy verileceğini ve bülten numarasını sormayı unuttuğunu anladı. Kendi kendine “ahmağım ben ahmağım!” dedi. Kendine bazen “salak” dediği de oluyordu. Aslında geri zekalı olmadığını, gece gündüz aklının sağdan soldan bir şeyler tırtıklamaya çalıştığını biliyordu. İvan’ın teklifi ise hepten “düşeşti.” Eve girip hoş beşten ve birkaç yudum atıştırdıktan sonra, “meyhaneye uğrayıp bir bira içeceğim” dediğinde sanki eşi Yasemin’den izin istemişti. Önce asker arkadaşı Ahmet’i buldu, yaşlılarla birlikte oturuyordu ve haneden en az 5 oy çıkardı. Ahmet “getir parayı, keklik kafeste” dedi. Köyün kenar evlerinden Mehmet amcanın ağzını da yokladı. O ise 4 komşu hanesiyle birlikte 10 oya 15’er levadan razı oldu. İki gecede, biraz köpekleri havlatsa da, bütün köyü dolaştı, paraları seçimden 1 gün önce getireceğini ve bülten numarasını da bildireceğini haber ederken, “başka kimseye söz vermeyin” diye tembihledi. Onların köylerinin oylarını hep DPS partine verdiği bilindiğinden başkalarının gelip de ağız yoklaması yapacağına inanmıyordu. Ne olur ne olmaz, deyip cebinden çıkardığı parayı 2 gencin eline sıkıştırdı. Köye gelip giden olursa, kiminle konuştuklarını gözetmelerini, işite bildikleri yerde kulak misafiri olmalarını istedi. “Seçim akşamı biralar benden” demeyi de unutmadı. Seçim akşamı köylerinde sandıktan çıkan bültenlerin hepsi 7 numaraydı. Muhtar ile DPS sekreteri dışında, hatta muhtar ve sekreterin eşleri ve yakınları bile oylarını 7 numaraya vermişlerdi. Bu köyde şimdiye kadar oyların yüzde yüzünü alan DPS partisi, bu defa % 98’ini kaybetmişti. Testi kırılmıştı.


190

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Seçim ertesi DPS sekteri bütün köylüyü birahane önünde topladı. Konuştu konuştu, konuştu ve en sonunda sesini çok yükselterek herkesin önünde eşine, “Sümbül sen ruhunu kaça sattın?” Diye sordu. Etrafına bakınan Sümbül: “Kızanımıza okul çantası aldım, hadi yeter,” dedi. Oğulları 6 yaşını doldurmuş ve ilk okula başlamıştı. Meydandakiler gülüştüler. Hak ve özgürlük davası onların köyünden çok kurban almış, hepsine çok çektirmişti. Yıllarla biriken yoksulluğun aşılamayan dertleri hak ve özgürlüğün fiyatını düşürmüş, vaat ve laf salatasında ezip suyunu çıkarmaya çalışırken, kutsallığımızın fiyatını 20 levaya indirmişti. Geçliği fırtınalı geçen ihtiyarlar ellerindeki bastonlara sarılmış olup bitenin içinde kendilerinin de olduğunu fark edince, iyice çöküverdiler. Bu defa muhtar onlara döndü: “Siz de mi, dedi. 20 yıl hapis yatanlar...siz de mi sattınız her şeyi 20 levaya?” Önce kalabalıktan çıt gelmedi. “Biz sen işleri düzeltir, diye düşündük”, deyiverdi aralarından biri. Gençler de şaşırmıştı. Sandıktaki oyların hepsini değiştirmesi gerektiğinin farkına varamayan muhtar bu defa içten içe kendine öfkelendi ve “Olan oldu! Yapacak bir şey yok. Size bir fıkra anlatayım da tatlılıkla dağılalım,” dedi. Bizim köyde daha önce de olmuş böyle bir şey. Dinleyin der gibi el kaldırdı ve devam etti: “Büyük dedelerimiz Osmanlıya asker gitmiş. Dönüşte torbasında bir acem kedisi getirmiş. Dişi kediyi uzaktan sezen bizimkiler ciğer kokusu almış gibi dedemizin peşini bırakmamışlar. Takip eden sürü yolu doldurduğunda, dedemiz bu işin ucu karanlık, dadanırlarsa gece gündüz kurtulamam, damda kiremit kalmaz, huzurumuz kaçar diye düşünmüş ve torbayı kör kuyuya atmış. Sen misin atan, tüm kediler ardından kuyuya atlamış. Ruhlarına Fatiha!” “Kabahat bende, sizin bana bu oyunu yapacağınızı önceden kestiremedim. 20’şer leva kazandınız. Helal olsun. Bense işimden oldum. Bana da akıl olsun!” demiş ve “Geçim kuyusunun dibi artık bu kadar derin ha! demeden evinin yolunu tutmuş...” Böylece DPS oyları ilk kez kör kuyuya doldu. Bravo vallahi. Hadi hayırlısı...


Makale ve Analizler - 2014

191

Not: Haskovo Türk köylerinden sekizi oylarını Reformcu Blok partisine satmış.

Biz Olalım!

Hamiyet Çakır-21.Ekim.2014

“Hafıza kaybı ahlaksızlığa götüren en geniş yoldur!” Bu sözler zulme ve toprak köleliğine karşı mücadeleye adadığı eserleriyle yeni Rus edebiyatının temel atıcısı olan Nikolay Puşkin’e (1799 - 1837) aittir. Osmanlı zamanından kalan ve belleklerden silinmeyen ibret veren bir gerçek var. Osmanlı sultanları “dün onu ele veren, yarın beni de ele verir” mantıyla hareket edip, hainlerin kellesini kaydırırmış. Hainlerden tiksinilir ve nefret edilirmiş. Bu anlamda hainler toplum içindeki lekeler olduklarından kimse onlara yakın durmak ya da onlara herhangi bir biçimde bulaşmak istemezmiş. Sonra Osmanlı bendi bizim oralarda 1878’de patladığında, bilirsiniz lekeler yüzeydedir ve akınca toplum onlardan kurtulur. İşler böyle olduğundan, suların en temizi, kaynağın billur özü dipte olduğuna göre, bizim aramızda bu kadar muhbir, bu kadar jurnalci, bu kadar hain nasıl türedi? Şu Bulgarlar bizden dolma doldurmayı, sarma yaprağı sarmayı öğrendi de, nasıl oldu da “dün seni ele verip ocağını yakan, yarın da beni ele verip ocağımı yakar” Osmanlı felsefesine kafa yatıramadı? Zehir hafiyelerin dilini kesmedi, kafeslerde kuş sütüyle besliyor. Tarihi eskiden çok seviyordum ama şimdi müze gezip okuyup öğrendikçe hiç bir şey bilmediğime daha da kesin inanmaya başlıyorum ve arkama baktığımda yol nasıl sonsuzsa, önümüz de bir o kadar bilinmedik. “Artık demir almak zamanı gelmişse zamandan Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.” Mısralarının sahibi Yahya Kemal Bayatlı, yani bizim Puşkin’lerimizden biri tamamen haklıdır. Şimdiye kadar dünyayı öğretirken, neredeyse yaratılışın kendilerinden başladığını iddia edecek durumlara kayan Bulgarlar, yükseklere çıktıkça, “vaadinin görünmez olduğunu, ama tepenin vadiden her zaman göründüğünü” unutur gibi olmuştu. Dedim dedikle tarih yazılmıyor. Aslında dinlerin temel atı-


192

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

cıları olan İsa Peygamber, Buda ve Hazreti Muhammet bile böyle bir iddiada bulunmamıştır. Kıyasıya dövüşen iki kişinin arasına girilmez. Bir de sana taş atmayanı taşlamak neyine!? Düşünüyorum da iki hafta önce kendilerini insan sayıp oy vermeye gittiğimiz seçimler dolayında ocakta kül bırakmayanların sanki başına gelecek var. Durup durup düşünmeye başladım. Şu Türk düşmanlığı yılanı ilk defa başını Batı’dan kaldırmıştı. Şimdi de Bulgaristan Batıya yanaştıkça milliyetçi, ırkçı ötekilerin hepsine birden topyekûn düşman, zehir zemberek kabadayı tayfaları iyice yeşerdi, acıtan dikenleri ayağımıza batmaya başladı. Bir de olacak olmayacak yerde şart koşmaya başladılar. Sofrasında tuzu olmayanlar devlet idare etmeye baş kaldırdı. Bizi ise kafese konmuş kör cahil, hırslı, yabani hayvanlar gibi gösterip tanıtmaya çalışıyorlar. Neymiş efendim, Türkiye’deki seçim merkezlerinde seçmen Türkçe konuşuyormuş, bunların hafızasında bir şeyler var, ya biz buraya Türkçe konuşmaya geldik. İnanıyorum ki, hiçbir şeye sınır olmadığı gibi geri zekâlılığın da sınırı yok. Hadi bize korkuttuk da kovduk havaları yaptıkları yetmezmiş gibi, Türkiye Cumhuriyetine de dil uzatarak, Avrupa Birliği’ne üyeliğine engel olmaya yeminli olduklarını gizlemiyorlar. Ortaklığın yasaları her üye ülkenin milli kanunlarından üstündür ve zorunludur maddesi göz çıkarırken, Brüksel de Bulgar milliyetçilerine “yetkinizde olmayan işlere burnunuzu sokmayınız!” demiyor. Demesi lazım tabii! Üstelik Sofya’da yürütülen hükümet ortaklığı görüşmelerinde “ATAKA” partisi AB bayrağını indirdi. “biz köle bir ülkede” yaşıyoruz tezini savunuyorlar. Kuşkusuz iyi şeyler de olmuyor değil. İlk kez olmak üzere Hristo Botev’e “terörist”, Vasil Levskiye de “eşkıya” dendi. Tarih süzgecinin ağzına şu iki kişiyi yeniden sınıflandıran değer yargısının konması da başlı başına bir olay! 140 yıldan beri en büyük “kahramanlar” onlardı. Artık, Vatanını sevmeyen dünyayı sevemez, sözlerini söylerken geri dönüp vatanında sevilecek ve sevilmeye laik olmayanları birbirinden ayırmak zorunda kalacaklar gibi. Yani pirincin taşı yeniden ayıklanacak! Tarihlerinden utanan haklar da var. Onlar da “ben bütün dünya insanlarını seviyorum ama annemle babamı hiç sevmiyorum” diyenler. Bir çocuk kendi annesini ve babasını soyunu sevmiyorsa biz onun annesini babasını ve soyunu nasıl ve neden sevelim ki?! Birlikte düşünelim ve birlikte açılalım! Siz, sayın okurlarım bu dünyada en dehşetli, en iğrenç, en korkulası olanın ne olduğunu hiç düşündünüz mü? Şimdi Puşkin’den de ileri giderek, “bir insana kendi soyunu yok etmesi için para verilmesinin şu dünyada oldum olacak en kötü şey” olarak yazıyorum. Bu sözler Puşkin’i sollar çünkü soysuz insanların


Makale ve Analizler - 2014

193

olduğu, gerçek insanların olmadığı yerde ahlak yoktur. Olmayan bir şeye götüren yol da olmaz. Geçen hafta Bulgaristan’da çok büyük bir olay oldu. Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev’in katılımıyla, Güney Batı Bulgaristan’da bulunan “Belasitsa” vadisinde XI. Yüzyılda esir düşen 15 bin Bulgar askerinin gözlerinin Bizans Karalı tarafından çıkarılmasının ve bunu gören Bulgar Çar’ın felç olup dünya değiştirmesinin 1000. yılı anıldı. Dünya savaş tarihinde ve medeni tarihlerin hiçbir sayfasında benzer bir vahşet anlatılmamıştır. Biz Bulgaristan okullarında okuduk, tarih kitaplarımıza bu vahşet alınmamıştı, kele uçuran, kadınların ırzına geçen, devşiren ve daha neler neler yapanlar hep Osmanlı başıbozuğu bile değil, Türklerdi, yani bizdik ve bu bizim yüzümüze söylendiğinden soyumuzdan, atalarımızdan, fesli, ibrikli, abalı poturlu eli tespihli atalarımızdan utanç duymaya zorlanıyorduk. Bizim yediğimiz tarhanadan, kara tavada pişen pideden ya da kaynatılan keşkekten biye tiksinmemizin iyi olacağı ima ediliyordu ki, okul kantininde ise öyle akşam kaynayan hep kuru fasulyeydi. Böyle bir hava içinde yetiştirildiğimizi söylerken çok samimiyim. Tabii, biz kendimizden, ailemizden, yakınlarımızdan utanmıyorduk, onların mis kokusu bugün de burnumuzda da, ruhumuza kendi geçmişimizden utanmamız gerektiğinin psikolojik ince baskısı yapılırken eziliyorduk. Hedeflenen bizim zaten bilmediğimiz öz tarihimizi herhangi bir şekilde öğrenmemizi engellemekmiş... Bu konular son zamanda Bulgar basınında çıkan bazı derin yazılarda işlenmeye başlandı. Toplumsal bilinçte çelişkiler patlayan mısır gibi açmaya başladı. Yeni tohumlar patlıyor. Uzak görüşlülüğün şafağı yeni olandadır. Yeni vizyon yazılarını okurken nasıl sevindiğimi bir bilseniz... Bunlar çöldeki gül gibi etkileyici oluyor. Yani Bulgar’ın arasında da gerçeklerin gerçek yüzünü bilmek ve anlatmak ve Bulgar gerçekliğini Osmanlı gerçekliği ve dünya tarihi açısından algılamak hepimizi değiştirecektir. Bunalımlar da toplumu değiştiriyor. Örneğin Bulgar Cumhurbaşkanı Rusya’ya “saldırgan” dedi. Bir gerçeğin söylenmesi için 140 sene beklenir mi!? Bulgarlar bazı şeyleri söylemeye başladı da, Rusya hep eski hamam eski tas. Liberal milliyetçi Vladir Bjejinski Bulgarlara “siz bizim ömür boyu ayağımızı öpmelisiniz, biz sizi Osmanlıdan kurtardık” dedi. Artık, “keşke kurtarmamış olsaydı,” diyenler beliriyor. Çünkü benim inançlarımda yaşamın devam etmesi en kutsal olandır. Öyleyse şu “Belasitsa” katliamını öğrendikten sonra, Bulgar halkını acıların en büyünü çekmiş bir halk olarak görmeye başladım! Daha önce de yazmıştım, acının toprağında biten bilinç, vicdan, namus ve ahlaktır. İnanırımsınız bilmem ama bana günümüz Bulgaristan ahlak ve kültürünü, Türklere, Pomaklara ve Romlara, yabancılara olan ters tavırlarını izlerken ibret derslerinin isabetli çıkarılmadığına


194

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

inanmak zorunda kalıyorum. Bir defa Bizans Rum’sa, 15 bin Bulgarin gözünü oyan da Rum’sa, Türklere düşmanlık ne alem!!! Sonra şöyle bir durum daha var. Yukarı tırmananı herkes görebilir, çünkü o insancıkların omuzlarına, sırtlarına basa basa yükselir ama bir defa yükselen ne inmek ne de arkasında kalanları görmek istiyor. Düşündüğümüzde, son seçimlerde 4 Bulgar milliyetçi partisi birden hortladı. Şimdiye kadar Bulgar milliyetçileri çok önemli bir olay olunca Sofya’da toplanır ve beraberce bir Rus kilisesi olan “Aleksandır Nevski” kilisesinde ayine katılır dua ederdi. Bu kilisenin kubbeleri altın kaplıdır. İstanbul’ın Fatih Sultan tarafından ele alınmasından sonra Moskova kiliselerinin kubbelerini altın kaplatarak III. Roma İmparatorluğu ilan etmişti. Bizim milliyetçilerin altın kubbeli kiliseye girmeleri sanki birazdan biraz ruhlarını kabartıyordu. Altın kubbeleri bizim kilisenin Rus İmparatorları tarafından kurdurulduğunu ele verir. Sofya’daki öteki kiliseler Osmanlı camilerinin onarımıyla kiliseleştirilmiştir ve kubbeleri kurşun kaplıdır. “Aleksandır Nevski” Rus silahının zafer şanını çan seslerinde yaşatsın diye çok özel bir mimari eser olarak temelden kurulmuştur. Bu incelikleri boylu boyunca anlatmamın nedeni ise şudur: O gün bu gün Bulgar devletinin resmi merasim kilisesi olarak da kullanan bu dini şaheser, geçen hafta Başbakan Bliznaşki tarafından Bulgar Piskoposluğuna heybe edildi. Bu olay bizim için çifte anlamlıdır. Bir defa Bulgar milliyetçileri dualarını artık Bulgar kilisesinde yapacaklar, yani dua ederken Moskova’yı düşünmeyebilirler, zaten araları da iyice açıldı. İkinci devletin yıllar önce el koyduğu dini kurum eserlerini Piskoposluğa devreden geçici hükümetin, acaba Müslüman cami ve medreseleri de Başmüftülüğe çevirir fikri kendiliğinden uyandırdı. İlk elde, 1487 şaheseri Karlovo “Kurşun Cami” onarım için el atıyor. Bütün dinlerde çalmak ve aldatmak ahlaksızlıktır. Bizim camilerimiz çalındı, derdimizi kime anlatalım. Ahlaksız olanı ahlaklı yapan ise insan bilinci ve vicdanıdır. Puşkin’i izleyen klasiklerden sonra da yenilerinin gelip yeni çözümler getirmesinde ısrarlıyız. Bilincimizin kutsal evi hafızamız olduğu kadar camilerimiz ve medreselerimizdir. Her şeyi kaybedebiliriz ama hafızamızı ebediyet yaşatmalıyız. Hafızasını kaybedenin tarihi yoktur, tarihi olmayanın ise geleceği olmaz. Okuduğunuz için teşekkür ederim.


Makale ve Analizler - 2014

195

Soydaşlar Bulgaristan Seçimlerine Karşı Yine İlgisiz Kaldı

Rafet Ulutürk-23.Ekim.2014

05.10.2014 Seçimleri Bulgaristan’da 5 Ekim 2014 tarihinde yapılan Genel seçimlerde Türkiye’de ikamet eden soydaşlardan 150 bin kişinin oy hakkını kullanması beklenirken sadece 60 bin soydaşımız oyunu kullandı. Ülkede 2009 yılında yapılan seçimlerde HÖH Bulgaristan’dan 610 bin 521 oy; Türkiye’den 93 bin 926 oy toplamda 700 bini aşan oylar ile oyların % 14,45’ini, Ayrıca 2013 yılında yapılan genel seçimlerde Bulgaristan’dan 400 bin 466 oy Türkiye’den 54 bin 353 ile oyların % 11,3’ünü, ve 2014 yılında yapılan genel seçimlerde ise 487 bin 134 oy alarak oyların % 14,84’ünü aldı. Seçim sonuçlarından da anlaşılacağı üzere 2013 yılında alınan oylar 2009 yılında alınana oyların önemli ölçüde azalmıştır. Tam 250 bin civarında oy azalmış durumda. 2014 yılında yapılan genel seçimlerde oylarda biraz artış olsa da 2009 yılından alınan toplam oyların epey gerisinde kalmıştır. Bunu sebepleri ise HÖH yönetiminin Bulgaristan’daki Türk Müslüman Topluluğunun taleplerine kulak tıkamaları ve halktan kopuk siyaset yapmalarıdır. 2014’te ilgisizliğin nedenleri arasında sözde Türk partisinin başında bulunan Lütfi Mestan’ın da imzasını taşıyan “Osmanlı Bulgarlara Soykırım yaptı” adlı uydurma bir broşürün Türkiye’de dağıtılmasıydı. Buna karşılık olarak, soydaşlar da kendilerinden Türk partisi olarak bilinen parti dışında bir partiye oy vermeleri istenmesine beklenen oranda cevap vermediler. Bunun başlıca nedeni ise Türklerin hala Bulgar devletine ve Bulgarlara güven duymamalarıdır. Geçmişte yaşanan baskı ve işkenceler hala zihinlerde olmasına rağmen endişelerin giderilmesi için Bulgar devletinin yeterince çalışma yapmamasıdır. Bu nedenledir ki, oy kaymaları ile Partinin uyarılması da mümkün olmamaktadır ve HÖH yöneticileri istedikleri şekilde davranabilmektedirler. Genellikle de kendi şahsi çıkarlarını halkın çıkarlarının önünde tutmaktadırlar. Bu nedenle seçimlere ilgi her geçen gün katılım ve HÖH’e oylarda aşağıya düşmektedir. Ayrıca bu ilgisizliğin nedenlerini yakın geçmişe dönerek araştırılması gerekir; hatta üniversitelerimizin sosyoloji bölümlerinde tez konusu olarak işlenmelidir. Çünkü Bulgaristan’daki Türk toplumunun ve Türkiye’deki soydaşların seçmen davranışları, hal ve hareketleri ve seçimlerde alınan sonuçlar aklın, mantığın ve aidiyet anlayışına çok aykırı bir davranış sergilendiği görülmektedir.


196

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Şöyle ki; yaklaşık bir milyon insanın yerini, yurdunu terk etmek zorunda bırakan katil Jivkov rejiminin uzantısı olan siyasi görüşün devamına destek niteliğinde oy verilmesi manidardır. Dolayısıyla; Türk azınlığın çıkarlarına aykırı davranılması hiç bir akla ve mantığa sığmamaktadır. İsimlerimizi değiştiren, mezarlarımızın taşlarını kıran, dinimizi ve dilimizi yasaklayan, gelenek ve göreneklerimizi unutturmaya çalışan bir zihniyete oy vermenin hiçbir gerekçesi olamaz ve olmamalı. Ayrıca, bu sözde Türk partisinin başında bulunan ve Türk partisi Başkanı sıfatı taşıyan şahsın “Ataları olan Osmanlıyı bir soykırımcı” olarak nitelendirmesi ve bunu Bulgaristan parlamentosunda oy vererek tasdiklemesi bu seçim sonucunu bir o kadar daha anlamsız ve anlaşılmaz hale getirmektedir. Daha da vahim olanı, parti olarak totaliter rejimde işlenen suçlara zaman aşımı getirmek için sözde Türk partisinin bir vekil hariç hepsinin evet oyu vermesi Türklüğe ihanetten başka ne anlam taşıyabilir ki? Burada daha da korkunç olanı seçimlerden hemen önce Bulgaristan parlamentosunda alınan zaman aşımı kararına Belene de, hapislerde ve sürgünde yatmış olan Bulgaristan Türkleri’nin tepkisiz kalmasıdır. Buna gerçekten anlam verilmesi mümkün değildir. Hatta akla mantığa sığmayan bir sessizliktir... Bütün bu olup bitenlere Bulgaristan Türk toplumu olarak kayıtsız kalınması ve hiç bir şey olmamış gibi mağdur ve mazlum insanları; kendi katillerine destek verdirip, bu partiye oy istemeleri de nasıl izah edilebilir. Allah aşkına “bu anlatılamaz ve açıklanamaz durumu” çıksın birisi anlatsın lütfen. Bu bakımdan Bulgaristan Türkleri arasında Bulgaristan’da yaşadığı dönemlerde totaliter sisteme hizmet etmiş ve Türkiye’ye göç ettikten sonra da bu kişilerin aynı zihniyete hizmet etmeleri hiç de şaşırtıcı gelmiyor. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti’ne göç ettikten sonra hiç bir kimse sorgulanmamış ve Türklüğe ihanetten dolayı kimse bir ceza almamıştır. Adeta yaptıkları yanlarına kâr kalmıştır... Komünist ve Totaliter sisteme hizmet veren bu zihniyet hiç bir bozuntuya uğramamış ve onun için çok rahatlıkla birbirlerine ulaşabilmeye ve aynı politikalara hizmet etmeye devam etmişler ve etmeye de devam etmekteler. Maalesef bu zihniyetin temsilcileri, Türkiye’de faaliyet gösteren Balkan kökenli medya kuruluşlarını da çok rahatlıkla bu emellerine alet edebilmektedirler. Diğer taraftan, bu çalışmalarına engel olan STK’ları da bölücü olarak nitelendirerek halk arasında çok yanıltıcı bir algı oluşturabilmektedirler. Örneğin seçim öncesi bir TV programında, bölücü diye nitelendirdikleri bir STK’nın bir broşürünün kapağını göstererek içeriğine değinmeden yanıltıcı olarak izleyicilere sunmuşlardır. Bu televizyon programı sunucusu da konuk ettiği


Makale ve Analizler - 2014

197

STK temsilcilerine ve milletvekili adaylarına bu broşür ile ilgili içeriğine bakıp doğruluğu hakkında hiç bir şey soramadan, gerçekliğini sorgulamadan sadece sözde Türk partisinin savunuculuğunu yapmış ve broşürde yazılanların çok iddialı olduğunu belirtmekle yetinmiştir. (Broşür EK-1) Bulgaristan’da yaşadığı dönemde Türklere ve Müslümanlara zulüm eden komünist totaliter rejime hizmet vermiş kişilerden Türkiye Cumhuriyeti’ne göç ettikten sonra da devlet memuru olabilmeleri onların STK’arda aktif rol almalarında önemli katkı sağlamaktadır. Bu şahısların geçmişini araştırıp Türklüğe ihanetleri belgelenmiş olanların tespiti acil olarak yapılmalıdır. Çünkü Bulgaristan’da Türklere ve Müslümanlara uygulanan asimilasyon süreci devam etmektedir. Bu sürecin Bulgaristan ayağı sözde Türk partisi HÖH’dür, Türkiye’deki ayağı ise STK’larda görev alan eski Bulgar istihbaratı ajanları ve eski Bulgar Komünist Partisi kalıntılarıdır. Unutulmamalıdır ki, çeşitli yıllarında yapılan göç dalgalarında gönderilen soydaşlarımızın arasında Türkiye’ye bu zihniyete mensup insanlar da ajan olarak gönderilmiştir. Bu gidişata dur demek için, Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayan ve hala Bulgaristan’da komünist asimilasyoncu zihniyete hizmet eden bu kişilerin önüne geçilmelidir. Yoksa Bulgaristan’da son dönemde inşa edilen camilerin yeniden müzeye dönüştürülmesi çok yakındır ve gün geçtikçe Türklüğünden utananların sayısı artmaktadır. Artık köylerde cenazeleri İslami usule göre defin işlemleri yapanlar oldukça yaşlı kimselerdir ve maalesef yeni nesilden gençler dini vecibeleri yeterince yerine getirmeye haiz olmamakla beraber, kendi örf ve ananelerine de çok uzak yetişmektedirler. Fakat bu tehlike hiçbir kurum ve kuruluş tarafından dile getirilmemekte, hatta bu gidişatın ne kadar tehlikeli bir sürece girdiğinin dahi farkında olunmamaktadır. En basit olarak düzenlenen Kur’an kursları bile yakın takibe alınmakta ve Kur’an kursuna gelen çocukların ailelerine farklı yöntemlerle çeşitli baskılar uygulanmaktadır. Dolayısı ile bu problemin çözümüne gidilirken; ilk olarak Türkiye ayağındaki komünist işbirlikçileri ile özellikle devletin içine memur olarak sızmışların ekarte edilmesi ile başlanması gerekmektedir.


198

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgaristan Erken Genel Seçimleri ve Türkler

İsmail Cingöz-26.Ekim.2014

Osmanlı Devleti’nin 1352 yılında Gelibolu üzerinden Avrupa’ya geçmesi ile Türk-İslam unsuru da bu coğrafyaya geçmiş oldu. O günden itibaren, günümüzdeki tabiri ile “İslamofobi” de Avrupa’nın gündemine girmiş ve bir daha çıkmamıştır.Osmanlı Barışı her ne kadar 600 yıl sürse de Fransız ihtilali ile başlayan milliyetçilik fikirleri, eski gücünü kaybetmesi nedeniyle Osmanlı tebaalarında da karşılık bulmaya başlamış, başta Rusya ve Patrikhanenin kışkırtmaları sonucunda Balkan milletleri bağımsızlıklarını kazanmışlardır. Bağımsızlığını elde eden devletlerin Osmanlı’ya karşı kin ve nefretleri bu coğrafyanın Türk ve Müslüman unsurlarına katliam ve işkence olarak yağmış, sürgün ve göç olarak devam etmiştir. Şunu bilhassa belirtmek gerekir ki en fazla zulüm Bulgarlardan gelmiştir. 1877’den 1989 yılına kadar Türk ve Müslüman unsurlara yaşatılan sayısız zulümler ve gözyaşları2, kara lekeler olarak bir bir tarihe geçmiştir. 2004 yılında NATO üyesi olmakla Türkiye ile aynı kanatta yer alması, 2007’de de Avrupa Birliği (AB) üyesi olması ile Bulgaristan’da sosyal, siyasi ve insan hakları konularında yaşanan olumlu gelişmeler, Türk ve Müslüman halka karşı bakış açısında da elbette pozitif etki göstermiştir. Fakat Bulgarların Türk ve Müslümanlara olan kini sönmüş görünse de hala bitmemiş olduğu görülmektedir. Bulgaristan’da 5 Ekim 2014’te erken genel seçimlerin yapıldı. Türkiye’de yaşayan Bulgaristan vatandaşı soydaşlarımızın da oy kullanabilmesi için Türkiye genelinde 136 sandık kuruldu. 2011’de yapılan genel seçimlerde Bulgaristan parlamentosuna 36 milletvekili göndermeyi başaran Müslüman-Türk kesimi bu seçimlerde daha fazla milletvekili çıkarta bilmek amacıyla yoğun gayretler sarf ettiler. Bu seçimlerde 46 milletvekili çıkartmayı hedefleyen Bulgaristan Türkleri3, 31 temsilci çıkartabildi. 7.3 milyon nüfusu olan Bulgaristan’da var olan 2 milyon civarında Müslüman-Türk, halen dört siyasi parti ile seslerini duyurmaya çalışmaktadırlar. Üyelerinin çoğunluğu Türklerden oluşanve Lütfi Mestan liderliğindeki Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH) bu seçimlerde %14,1 oy alarak üçüncü en büyük siyasi partisi olduğunu kanıtlamış ve 28’i Türk olmak üzere 38 milletvekili 2- Dr. Erjada Progonati - İsmail Cingöz, Bulgaristan Müslüman - Türk Azınlık Sorunları, http://www. bulturk.org.tr/, 15.10.2014. 3- TRT Haber, Bulgaristan’da Seçimler Başladı, http://www.trthaber.com/haber/dunya/bulgaristandasecimler-basladi-146727.html


Makale ve Analizler - 2014

199

ile parlamentoya girmeyi başarmıştır. 84 milletvekili çıkartan Bulgaristan’ın Avrupalı Gelişimi İçin Vatandaşlar Partisinde (GERB) ise sadece iki Müslüman milletvekili yer alabilirken, Reformcu Blok Koalisyonu (RB) olarak seçime katılan grupta da Hürriyet ve Şeref Halk Partisi’nin (NPSV) lideri Korman İsmailov seçilmeyi başarmıştır4. Son iki sene içerisinde yapılan ikinci erken genel seçimlerde birinci parti olmayı başaran ise Eski Başbakan BoykoBorisov’un lideri olduğu GERB olmuştur. Fakat oyların yaklaşık %33’ünü almış olmasına rağmen tek başına iktidar olamayacak olması ise yeni kurulacak hükmet çalışmalarının zorluğunun göstergesi olarak karşımıza çıkmaktadır5. Hayat standartlarının düşüklüğü nedeniyle başlayan boykotlar karşısında 20 Şubat 2013’te istifa etmek zorunda kalanBorisov, 2013 yılında yapılan erken genel seçimlerde de birinci parti olmasına rağmen koalisyon ortağı bulamadığından Sosyalist Parti ile HÖH koalisyon hükümeti kurmuş fakat bu hükümet de geçtiğimiz Temmuz ayında istifa etmişti6. Seçim sonuçlarına baktığımız zaman kurulması muhtemel hükümetin de uzun ömürlü olamayacağı veya hükümet kurulamadan yeniden seçime gidilmesi de kuvvetle muhtemel görülmektedir. Borisov’un seçim sonrası yaptığı açıklamada “İstikrarlı hükümet kurulması için GERB, diğer partilerle yürüteceği müzakerelerde gelecek yönetimde sorumluluğun paylaşılması konusunda taviz vermeye hazır” şeklinde açıklama yapmış olmasına rağmen, seçimden ikinci parti olarak çıkan Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) ve üçüncü parti HÖH ile koalisyon hükümeti kurmayacak gibi görülmektedir7. Fakat bizim dikkatimizi çeken gelişme ise daha farklı ama bilinen bir gerçeğin tekrar zuhur etmesidir. AB üyesi Bulgaristan’da Müslüman-Türk adayların milletvekili olmalarının hâlâ hazmedilemediği bir kez daha gün yüzüne çıkmıştır. 14 Ekim 2014 tarihinde internet haber siteleri ve Haber Türk Gazetesi incelediğinde bu hazımsızlık ayan beyan görülecektir. İğrenç bir şekilde “Türkler vekil olabiliyorsa eşekler de parlamentoya girebilir” pankartı asılmış bir eşek ile gösteri yapan eylemciler, Türkiye’de kullanılan oyların Bulgaristan seçimlerini etkilemesinden rahatsız olduklarını açıklıyorlardı8. 4- Kırcaali Haber (a), Bulgaristan’da Hükümet Kurma Çalışmaları, http://www.kircaalihaber. com/?pid=3&id_news=13761, 14.10.2014. 5- DeutscheWelle, Bulgaristan’da koalisyon krizi, http://www.dw.de/bulgaristanda-koalisyon-krizi/a17975748, 14.10.2014. 6- BBC Türkçe, Bulgaristan’da Erken Seçimi Borisov Kazandı, http://www.bbc.co.uk/turkce/ haberler/2014/10/141005_bulgaristan_secim, 14.10.2014. 7- Kırcaali Haber (b), GERB, Devlet Yönetiminde Sorumluluğun Paylaşılmasını Israr Etmekte,http:// www.kircaalihaber.com/?pid=3&id_news=13750, 14.10.2014. 8- İsmail Korkmaz, Türklere Eşekle Hakaret Ettiler,Haber Türk Gazetesi,http://www.gazeteler.net/link.


200

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Haberlerden anlaşılan eylemciler parti gözetmeksizin bütün Türk Milletvekillerini hedef aldıkları görülmektedir. Bulgaristan Türklerinin sorunlarının tartışıldığı “1989 Göçünün 25. Yılı” konulu Uluslararası Sempozyumu’nda9[8] dile getirilen ve ortaya konulan hususların doğruluğunu ortaya koymaktadır.AB üyesi Bulgaristan’ın, asli unsurları arasında yer alan Müslüman-Türk nüfusunun başarıları ve gelecekte ülkenin ikinci siyasi partisi olmaya doğru hızla ve istikrarlı bir şekilde ilerliyor olması önemlidir. Ancak gelecekte daha büyük sorunların yaşanmaması için ötekileştirici söylem ve eylemlerden kaçınılmalı, kabuk bağlamış yaralar yeniden açılmamalıdır. Bu konuda her bir siyasi parti lider ve yöneticilerine taraftar ve destekçileri üzerindeki kontrolü elden kaçırmama gibi önemli görevler düşmektedir. Kaynak:USGAM

Kırılgan Denge

Seyhan Özgür-29.Ekim.2014

Bulgaristan’daki gelişmeler bizi yakından ilgilendirir. Orada bıraktığımız vatandır, hatıra defteri değil. Stratejik Araştırma Merkezine yazan gözlemciler, olaylara daha fazla iç siyaset açısından baktı. Balkan Yarımadasının göbeğinde, yollar kavşağında yer alan Bulgaristan gibi bir ülkede iç siyasetin dengeleri ve konumları önemli olsa da, iç dengeler her zaman dış güçlerin ve jeopolitik konumlanman etkisi altındadır. Son 20 yılda Avrupa jeopolitiği sınır değiştirerek, Berlin Duvarı’ndan Ukrayna Rusya sınırına, Karadeniz’e kaymıştır. Cephe konumundan jeo-politik siyasete geçiş: Son 2 yılda Avrupa eski kalıpları kırdı. Yeni dengede konuşlanma oldu. 28 devletli Avrupa Birliği bütün eski Doğu Avrupa’ya yayılırken Karadeniz’de de çıktı. Biz 1990’a kadar Rusya ile Batı Avrupa ve Amerika Birleşik Devletler, (US) arasındaki soğuk savaş genelde bir ideolojik yarış olarak algılanıyordu. Oysa aynı zamanda enerji, emek verimliliği, teknolojik öncülük ve yaşam standardı savaphp?url=http%3A%2F%2Fwww.haberturk.com, 14.10.2014. 9- Sempozyumhakkındaayrıntılıbilgiiçinbakınız, 1989 Göçünün 25. Yılı Sempozyumu, Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği, http://www.bulturk.org.tr/, 15.10.2014.


Makale ve Analizler - 2014

201

şımı olarak kızışmıştı. Her yerde sistem yarışı ve üstünlüğü kavgası vardı. Batı sisteminin üstünlük sağlamasıyla eski değer yargıları bundan 25 yıl önce Avrupa çöp kofalarına doldu. Eski anlayışın yerini jeo-politik strateji aldı. Sosyalist Doğu Blok ülkelerinin Sovyetler Birliği zincirinden kopmasıyla önce Polonya, Çek ve Slovenya Cumhuriyetleri, 2004’te Macaristan, ardından Litva, Latviya, Estonya, sonunda da 2007’de Bulgaristan, Romanya daha sonra Hırvatistan Avrupa Birliği üyesi oldu. Eski kıta savaş vermeden doya doya genişledi. Avrupa Topluluğu da Avrupa Birliği oldu. Avrupa’da yeni jeo-politik denge oluştu. Bir defa Rusya etki alanı daraldı. Birkaç Orta Avrupa ülkesinin birden AB’ye katılması jeo-politik dengeyi değiştirdi. İki Almanya’nın birleşmesinden Avrupa’nın yeni motoru doğdu. Eski kıtadaki Rus etkisi kırılıp azaldı. Bulgaristan ile Romanya’nın AB ve NATO üyeliği Karadeniz’de Rus hâkimiyeti planlarını çökertti. Bu gelişmeler AB’yi devletler üstü bir örgütlenme olarak ortaya çıkardı. Başkent olarak Brüksel seçildi. Yürütme organı Avrupa Parlamentosu. Bakanları da her dalda özel sınavlarla seçilen komiserler oldu. Ortak bütçe, ortak mali politika, ortak ilkeli ekonomi, Birliğin Anayasası ve esas yasaya uyumlaşan yasa değerleri yeni bir adaletin ve uygarlığın temellerini atmak için hazırlanmıştı. Rus sisi kalkmadı. Rusya birinci kez 1878’de, ikinci kez de 1945’te çöreklendiği Bulgaristan’dan göçebe kuşlar gibi su içip bir iki de solucan yutup gitmedi. 1990’dan sonra sözde çekilmiş gibi görünse de, ensemizde solumaya devam ediyor. Ukrayna ve Kırım Yarımadası etrafında 2013 ve 2014’te tuzakları, turuncu devrim, Rus nüfusun otonomi talepleri, Kırımın uydurma halk oylamasıyla ilhakı, transit doğal gaz boru hatları etrafında dönen oyunlar vs. kırılgan ve güvensiz bir siyasi ortam yarattı. Bulgaristan’da yapılan güvenlik konulu bir sosyolojik araştırmada halkın % 17’si bir Rus saldırısından endişeli olduğunu gizlemedi. Bu endişe ve güvensizlik 5 Ekim erken seçim sonuçlarında gün ışığına çıktı. Göbekten Moskova’ya bağlı Sosyalist Parti (BSP) seçim sonuçlarında neredeyse ikinci parti olma konumunu kaybediyordu. Halkın sürünmekten tiksindiği görüldü. Bulgaristan doğal gaz ve petrol gibi enerjisini Rusya’dan aldığı yetmezmiş gibi, hala mahkemelik olan yarım kalmış atom enerji santralli tasarımlarıyla bileklerini kelepçeletmiş durumdadır. Enerji, yargı ve güvenlik konularında reform yapmasında ısrar edilen ülke, AB üyesi olmakla birlikte, ensesinde soluyan Rusya’nın etkisinden kurtulmaya güç bulabilecek durumda değildir. Moskova baskısı Sofya’da 2 haftadan beri arasız devam eden sağ merkez kabine oluşturma görüşmelerini doğrudan doğruya etkiliyor. Sosyalist Parti, Hak ve Özgürlükler Hareketi, “Ataka” partisi ve Bulgaristan’ın Yeniden Doğuşu İçin Alternatif Parti’nin ortak kabinde ya da beraberce paylaşılan sorumluluklar hükümetinde birlikte olma şansını kaybetti. Bu


202

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

gelişmeler Moskova gölgesindeki oligarşiye hizmet eden siyasi oluşumları kabine dışı tutmak için ilk denemeler yapılacağı anlamındadır. Böylece, 1944-1990 arası dönemde totaliter rejimin fiilen uygulanmasında katkısı olan ama 1990’da birden “U” dönüşü yapıp “demokrat” maskesi takan ve Moskova uşağı olduklarını gizlen ve iktidar olan siyasi güçler bu defa sahneden indirilecektir. Güney Doğu Avrupalı olmak zor: Bulgaristan, son 8 yıldır, Avrupa Birliği evraklarında Güney Doğu Avrupa ülkesi adıyla yer alıyor. Aslında ülkemizin konumunda hiçbir şeyi değişmedi. Halkın geçimi zorlaştı. Ekonomi durdu. Avrupalılardan farklı olan düşünme yapımızla, devlet makamları olarak onlar gibi iş görmeye hazırlıksız yakalandık. AB standartlarına göre dönüşümü yapacak kadro yetiştiremedik. Esnaf ve özel girişimci kültürümüzdeki eksiklikler, özel sektörde AB yatırımlarını karşılayacak kapasite eksikliklerimiz ve daha birçok olumsuzluk ortadayken Brüksel yine de katı istemli olmakta direndi. Avrupa dönüşümlerindeki genel geçerli standart uygulanması yarı cahil ve dar imkânlı Bulgaristan halkına çok sarp bir yokuş gibi geldi. Ekonomiyi gemleyen Pazar tıkanıklığı ve dolandırıcılık: “Soya dönüş” zorbalığının uyguladığı yıllarda yitirilen Müslüman ülkeler pazarları geri dönmedi. AB’ye üye olunca Rusya pazarı bize kapandı. O gün bu gün ülkemiz derin bir ekonomik bunaklım içinde debelendi durdu. Daha 1992’de devletçiliği ve kooperatifçiliği söken ve köyde bireysel üretime, sanayi ve hizmet işlerinde özel girişime geçiş tasarlayanlar “geçiş dönemini” sonu olmayan bir süreç olarak görmüşlerdi. Bu yüzden olacak çöküş derinleşirken yerli 15 banka battı. Geçen seneye kadar Sofya’da en büyük özel banka olan Ticaret ve Kooperatif Bankasında (BTK) ansızın 4-5 milyar levalık bir kara delik belirmesine pek şaşmadık. Yalan dolan ve dalaverelerle, rüşvet ve çalma çırpmayla yönetilen bir devleti yönetmeye soyunmak belki bu yüzden de çok zor oldu. İşlerin Arap saçı gibi olması AB yardım fonlarını da felce uğratmış durumdadır. Kırılgan denge merkez sağ siyasetten güç alacak. Rusya gölgesinde, AB ile pek kaynaşamamış bir ortamda ve iç politikada da öz kaynaklarla aşılamayacak kadar derin bir bataklık içinde kurulacak bir hükümet genel bunalımdan çıkmayı hedeflese de yol alabilecek mi? Kabinenin merkez-sağ konumlu olmasında artık anlaşıldı. Daha önce hiç ortaklık yapmamış, koalisyonda bulunmamış GERB partisi, meclise ilk kez giren Reformcu Blokla kaynaştığında birbirinden güç alabilecekler mi? 84 milletvekilli Avrupalı Gelişim İçin Vatandaşlık GERB partisi ancak 23 milletvekili olan Reformcu Blok grubuyla devamlı bir ortaklık sağlayabilecek mi?


Makale ve Analizler - 2014

203

121 kişilik basit çoğunluğu politik programa dayalı ortaklık dışı destekli düşünen iktidar iradesini etkileyen başka etkenler de var mı? Güvenliği etkileyen Orta Doğu etkeni: Bulgaristan’daki kırılgan dengeyi etkileyen unsurlardan biri de Türkiye’nin Irak-Suriye sınırlarındaki ateştir. Savaştan 3 milyon Suriyeli kaçtı. 80 bin Iraklı ve 30 bin Afganistanlı AB ülkelerine göz dikmiş. Türkiye’ye sığınan 2 milyon kaçak tüm yardımlara rağmen kışı düşündükçe titriyor. Göç dalgası Bulgaristan’da da gerginlik yaratıyor. Türkiye Bulgaristan devlet sınırına tel örgüler gerilmiş olmasa da, Bulgar Yunan sınırı açık olduğundan Sofya kent merkezine her sabah 100 - 150 kişilik Yakındoğulu grup dünüyor. Pek güven aşılamayan böylesi bir ortamda gelecek hafta olumlu, birleştirici, yapıcı, şeffaf ve güvenilir bir Bulgaristan hükümetinin açıklanması bekleniyor. GERB partisinden sağ uçta yer alan ve sağ merkez siyaset alanında yağlı pehlivan gibi boy atmaya başlayan Milliyetçi Cephe lider ekibi de bu börekten pay istediğinden, onların hesaplarını boşa çıkartmak çok önemli bir ödev olarak gündem oluşturuyor. Kırılgan bir dengede kazasız belasız yürüyebilenleri kutlarız.

Geleneklerimiz

Neriman Eralp Kalyoncuoğlu-29.Ekim.2014

Dilimizde “körün taşı rasgele!” diye bir deyim vardır. Doğrusunu isterseniz Bulgarin taşı hiç de rasgele değildi. Tam da gözümüzden vurdu. Geleneklerimizi yasaklamakla gözümüzü gör edip, geçmişimizi göremememizi hedefledi ve bunu yapamayınca bizi dağıttı, kovdu ve vatansız bıraktı. Bu çok derin düşünülmüş bir saldırı oldu. Bu defa sizleri, köy geleneklerimize geri götürmeye gayret edeceğim. Ben de genç olduğum ve kendi yaşımdan gerisini işittiklerim ve okuduklarım olarak anlatabildiğim için, yardımcı eser olarak Dr. İsmail Cambazov’un bu yıl basılan “beşiğim ve eşiğim” kitabını yeniden açıyorum. Önce yazarını bir daha tanıyalım.


204

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“Kitabımın konusu: doğduğum büyüdüğüm Rodoplar’daki köydür, onun insanlarıdır. Ben beşikten inip eşikten çıktıktan sonra etrafımda gördüğüm insanları, hısım akrabayı, konu komşuyu anlatıyorum. Sadece kendi gördüklerimi değil de, 80 - 90 yaşında ihtiyarlardan daha çocukluğumda işittiklerimi de ekledim. Böylece temelinin tam hangi yüzyılda atıldığı bilinmeyen köyümün bir asırlık (XX. asır) hayatını anlatmaya çalıştım. Bu tariho kadar dramatik olaylarla, çetin yaşam mücadelesi, fakirlik, sefalet, her bakımdan geri kalmışlıkla dolu ki, genç köydeşlerimin ebelerinin, dedelerinin, analarının babalarının çektiklerini anlayabildiklerinden kuşku duyuyorum.” Kitabın Bayramlar Bölümünden Ramazan: (Sayfa 414) Bayramlar: İnsan ihtiyarladıkça masumlaşır, çocuklaşır, derler. Çok doğru bir söz... Çocukluğumun bayramları, düğünleri bir film şeridi gibi geçiyor gözlerimin önünden. Tek düze köy hayatını renklendiren dini ve yerel törenlerimizi anımsadıkça kalbim hopluyor. Bunlar basitliğine, sadeliğine, hatta ilkelliğine karşın ne kadar zevk, şenlik dolduruyormuş insanın kalbine! 1. asrın 30’lu yıllarında bizim köylünün tek düze, sıkıntılı, fakir yaşamını çeşitlendiren geleneklerin göreneklerin başında gelir bayramlar. Hele de iş mevsimlerinin dışına rast gelirse her ikisi de büyük bir coşku ile kutlanır, uğurlanır. Ramazan: Kutsal oruç ayı Ramazan Haziran, Temmuz, Ağustos gibi yaz aylarına rastlarsa sevabı büyüktür; ancak kırda barıda çalışanlar için bir felaket olur. Bir taraftan kızgın güneş, öte taraftan 16 saat süren uzun bir gün, al üstüne kırda gergin çalışma ayları. Ya oraktasın ya harmanda ya kosa biçiyorsun ya düğün yapıyorsun. Mübarek güneş dikilir başına, hiç ağnamaz Batıya doğru. Saatlerce tepende duran güneş, dışını değil daha fazla içini kavurur. Susuzluğu gidermek için başımızı yıkarız olmaz, başımızı kovaya sokarız, içimiz daha fazla yanmaya başlar. İftarda yemekten önce suya hücum edilir. Su testisi elden ele birkaç defa dolaşır. Ben hayatımda iki dönem yaz aylarında oruç tuttum. Allah’tan da üçüncüye de erdirmesini niyaz ediyorum. Bizim köyde daha ğç ayların girmesiyle başlardı Ramazan hazırlıkları. Şaban ayının ikinci yarısında doruk noktasına çıkardı. Ramazan yemeklerinin başında kuskus gelirdi köyde. Her hane evvela kuskusunu hazırlar. Annelerimiz, yengelerimiz, ablalarımız sıvarlar kolları, has unu (buğday unu) elerler teknedeki hamuruna yumurta karıştırırlar tekneden yastacın


Makale ve Analizler - 2014

205

üzerine çıkarırlar hamuru bir tarafını uğura uğura küçük tanecikler haline getirirler, Küçük hamur taneleri çarşaflar üzerine serilip dışarıda kurutulur. Biz çocuklar da başında bekler, tavuklardan korurduk. Fakat kendimizi oyuna kaptırdığımız olurdu. Tavuklar kuskusun yarısını kagalarlardı. O zaman dayan annemin, yengemin şamarına dayanabilirsen. Bulgur çorbsı, pilavı Ramazan sofralarının vazgeçilmez demirbaşı idi. Komşular da bulgurlarını bizim göce kayasında öğütürler, torbalarına doldururlardı. Çiğ buğdayın dövülüp ezilmesiyle yapılan keşkek ise odanın yanındaki koca taş dibekte dövülürdü. Ramazana karşı dibeğin başı hiç boş kalmazdı. Artık tarladan çıkarılmış olan patateslerin iyiceleri Ramazan sofrası için ayrılır, geri kalanı çürümesin, donmasın, sürmesin, sürmesin diye kuyulara doldurulurdu. Fasulye zaten köylünün milli gıdası. Tarcıkta Ramazanı bekler. Güzün toplanan erikler, elmalar, armutlar kurutulmuş, tarcıklara doldurulmuştur. Ramazan hoşafı hazırdır. Bir aylık sahurluk, iftarlık temin edildikten sonra iş dayanır evlerin içini dışını temizlemeye. Her yer süpürülür, yıkanır, temizlenir. Oruç temiz vücut ve kalp ile başlar. İlk teraviye herkes yıkanarak paklanarak temiz sırt başla gider. Ramazan sevinci herkesin kalbini doldurmuş, coşturmuştur. Yüzler manevi zevkten, huzurdan şakımıştır. Eski Ramazanların zevkli yanlarından biri de Ramazan davulu ve davulcusuydu. Ramazan ayı başında sahura kalkmak için Ramazan davulcusu tutulurdu. Davul gene her cami ve mescitte vardı. Davulcu akşamları iftar vaktini bildirir, imsakten önce davulunu çalarak köyü gezer Müslümanları sahura kaldırırdı. Herkesten davulcu olamazdı. Davulu zevkle vurmak bir marifetti. Ramazanın on beşi davulcu ve köy çocukları için bir bayramdı. İftardan sonra davulcu davulunu alır, çocukları arkasına takar ev ev dolaşırdı. Her ev önünde, hep birlikte ramazan manileri söylenir ve hane sahibinden bahşiş almadan çekil inmezdi. Bahşiş para olur, gömlek, havlu vs. verilirdi. İşte o söylenilen manilerden birkaçı: Sıçan gelir tıkla tıkla, Ne nohut kaldı ne bakla. İki gözüm Mahmut aga, Cebinin dibini yokla ...

Dar yatakta yatarız, Keyfimize bakarız. Biraz bekle davulcu, Bahşişini atarız ...


206

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Davulumun içi pekmez, Aldım bahşişimi giderim, Çalarım fakat ötmez. Çok dualar ederim, Bir bahşiş vermezseniz, Sağ olup da ölmezsek, Davulcu buradan gitmez Gelecek yıla gelirim. ... ... İşte geldim kapınıza Veli aga ne uyursun, Selam verdim hepinize. Uykularda ne bulursun. Selamımı almazsanız, Kalksan namazını kılsan Bir daha gelmem kapınıza. Doğru cematini bulursun ... ... Eski cami direk ister, Söylemeye yürek ister. Benim karnım toktur ama, Arkadaşım çörek ister. Davulcu ev sahibini kaldırmayınca avludan çıkmaz. Ev sahibinin kalktığına işaret de ışığın yakılmış olmasıdır. Pencereden kandil ışımış ise, davulcu görevini yapmıştır. Yok kandil yanmaz ise, kapı vurulur, başka gürültü çıkarılır, insanlar illa savura kaldırılır. Biz mahalle çocukları davulcunun arkasına takılır, manilerini koro halinde söyler, her avluya bir yanlılık coşkuluk sokardık. İmsak da davul gümbürtüsü ile biterdi. Dervişe sormuşlar, “orucun en çok nesini seversin,” diye. Cevap “yemesini” olmuş. Orucun en zevkli yeri iftarı beklemektir. İftar yaklaşınca merdivenin başındaki göce kayasının (elle çevrilen değirmen taşı) üzerine oturup davulun vurmasını bekledim. Davul güm deyince iftar diye sevinçle müjdelerdim. Babalarımız iftarı teravih kılınan odada yaparlardı. Hoca kendimizden olduğu için hoca sırası güdülmezdi. Konu komşuyu, hısım akrabayı iftara davet etme geleneği de yoktu bizde. Herkes evinde oğul uşağının iftarı için hazırlanan yemekten bir tasa ya da sahana doldurur, bir parça ekmek alıp giderdi hocanın yanına. Daha tabiat sahibi haneler ayrıca patates pidesi, kabak pidesi getirirlerdi iftara. Böylece 15 - 20 haneden getirilen çeşitli yemekler büyük bir iştahla yenir, sofra daima dua ile bitirilirdi. İftardan sonra insanlar evlerine dağılmazdı. Herkesin karnı doymuş, susuzluğu giderilmiş, keyfi gelmiştir. Sigaralar tellendirilir, öyle koyu bir muhabbet başlar ki, tadına doyum olmaz.


Makale ve Analizler - 2014

207

Teravihlere sık sık vaiz hocalar gelirdi. Böyle hallerde kadınlar da gelir, dışarı oturarak hocanın vaazını dinlerlerdi. Ramazan ayı, uzun sıcak yaz günlerine rast gelse dahi daima büyük bir huzur, kalb rahatlığı, mutluluk içinde geçerdi. Bir defa Ramazan 15’i geçti mi, biz çocuklar bayramı dört elle çekmeye başlardık. Ancak analarımız babalarımız için Bayram büyük sorunlarla gelirdi. Çocukların giyecekleri yoktur, misafir önüne konulacak et yoktur, pide yapmak için gündöndü yağı yoktur, baklava için şeker yoktur. Pazar tamtakır. Karaborsadan almaya para yok. Fiyatlar cep yakıyor. Fakat yarım litre, bir litre gündöndü yağsız olmaz. Pideden de vazgeçersin, yağlı pilavdan da ama kulaçtan vaz geçemezsin. Hem kendi köyünün hem de komşu köylerin çocukları en aşağı yüz çocuk ellerindeki büyük şişlerle kulaç gezmeye geleceklerdir. Senden aldığı kulacı o şişe dizecek ve aralarında kim daha fazla kulaç toplayacak yarışı yapacaklardır. Çocuk yoktan anlar mı? Yağı nasıl, nice bulup kulaç pişirmek şarttır. Rahmetli babam nereden nereden birkaç litre yağ bulur amcalarıma fincan fincan taksim eder, illa İsmail Çavuş’un hanesi kulaçsız kalmazdı. Misafirler için bir iki litre et bulmak da mesele olurdu. Derede tepede gizlice hayvan kesen kasaplar çok yüksek fiyatlar koyarlardı ete. Alabilirsen al. Kendi yetiştirdiğin tavuk etini misafirin önüne koymak her halde ayıp hesap ediliyordu ki, Ramazan bayramında hiç tavuk kestiğimizi hatırlamıyorum. Enişteler, Ramazan içinde ayrıca bir akşam misafirliğe çağrılır. Birinci akşam, ikinci akşam için buyur edilirler. Ramazan bayramı kısa olduğu için misafirler en çok birinci akşama toplanır. Bizde beş tane damat vardı. Oğulları uşaklarıyla gelirlerdi. Bir orduluk insan toplanırdı. Misafirin istirahat etmesi, uyuması diye bir şey yoktu. Bütün yıl birbiriyle görüşmemiş bacanaklar bir muhabbette dalar, uykusu gelen döşeğin üzerine biraz kıvrılıp bir iki saat kestirir, gözlerini uyuşturarak kalkar, hemen muhabbete giriverirdi. Biz çiçeği burnundaki gençler ancak gelen giden ile pek meşgul olmazdık. Bizim başka derdimiz, bayramdan başka beklentimiz vardı. Kıza bakmak: Erkekler Bayram namazından döner dönmez kızlar kızlar koşa meşalelere salıncakları kurar şarkı söylemeye başlardı. Şarkıları da kendileri gibi allı pullu, şen şakrak: Benim yârim gelişinden bellidir. İbrişim kuşaklı ince bellidir. Nakarat:


208

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Gel aman gelişine Gül aman gülüşüne Hayran olayım... Armudumu dişledim, Sapını gümüşledim Ben yârimin resmini

Defterime işledim. Armut koydum sepete, Yâri buldum tepede, Küçükten bir yar sevdim, Şan oldum memlekete,

Komşu köylerin kızları böyle kendi aralarında şenlenip oynarken bizleri karşıdan görünce hemen veryansın ederler. Hepimiz için ayrı maniler yakarlar. Kız avludan atladı Ayak baktım ay ayaz. Yemenisi patladı Kıza baktım kız beyaz Yârim senin kafanı Kesede de para az Kaplumbağa mı otladı?... Bu kız bana yaramaz... Sıcakta asılı bakır Ev ardında mum yanar Yârimin gözleri çakır O burada ne arar Zengin diye gitmiş idim Yaşı gelmiş otuza Kuru imiş takır takır. On beşinde kız arar... Hepimiz kızların bu taşlamaları, takılmaları kimin için söylediklerini anlar, içerden hem sevinir, hem de yüzümüz kızarırdı. Kızların diline düştüğüne sevinirdi, aşağıladıkları için ise gücenirtdi. Gelecek yazımda size Doğu Rodoplar’da kıza bakma geleneğimizi anlatacağım.

Kokusu Burnumuzda

Raziye ÇAKIR-29.Ekim.2014

“Güneş Aşka Doğdukça” şiir kitabı alın yazısı benzerliğimiz olan Kıbrıslı şaire Gülşen Şendemir’in eseridir. Kıbrıs’ta Doğup büyümüştür, Rum mezalimini ve Kıbrıs Türkünün kurtuluşunu görmüştür, bir sıra yurt dışında yaşamış yanı sıla hasretini de yoğun biçimde yaşamıştır. Şiirlerinde sıla hasretini açık bir şekilde görebilmekteyiz. Vatan kaybetmek, vatandan uzakta kalmak büyük


Makale ve Analizler - 2014

209

bir acıdır. Yeri hiçbir şeyle doldurulamaz. Aşağıdaki dörtlükte onun sıla hasreti şöyle betimlenmiştir: Ey seher neşesi, şakıyan bülbül Bu bahar yangını, yediveren gül Baş eğme rüzgâra, mor döken sümbül Gülistan gül günü, turalı ülkem. Şiir, duyguların çağlayarak akması, kelimelerin birbirine yakışması ve seslerin çağrışmalarından oluşan bir senfonidir. Gülşen Şendemir şiirlerinde sanki bizim trajedimizi yansıtıyor. Bu şiirde sanki bizim dağların, mevsimlerin, çiçeklerin kokusu var. Eski Zaman Özlemi Bakireliyle köyünde olmalı insan, Doğayla baş başa, yaşamla iç içe. Şubatta gelin tacıdır badem çiçekleri, Bağ budamaları, sümbül koklamaları, Mart aşk yangınlarından bir kanaviçe, Anemon laleleri, papatya fallarında Nisan, Henüz tatmadığı aşkı hayal etmeli, Bahara hazırlanan dağ eteklerinden, Köpük köpük kar buz sular gibi kar arı, Coşarak akmalı yaşama sil baştan... Mayısı yakalamak misklerin deminde, Haziran gülüşleriyle zeytin çiçekleri, Temmuz sıcağında sarı başaklar, Orak tarlasının sıcacık sohbetleri, Harmanda savrulan rüzgârın sesinde, Umudun, hasadın türküsünü söylemeli, Doğduğum köy! Özlemiyle gözümde tüter, Meyve kokulu bahçelerinde kuşlar, Ovalarında yavrularıyla meleşen hayvanlar, Tepeler, bayırlar güneşle giyinirken, Yeşile dans eden gizem dolu yokuşlar,


210

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) Zincir gibi yüklenmiş cevizler, bademler, Ağustos ortasında mor mor üzümler, Eylül dendi mi, bağ bozumu, paluzeler. Ekimde güzlük ve bahar ekimleri, Toprak sürümleri, fidan dikimleri, Yeniden yaşamsal hazırlığın telaşı... Sonbaharda şiir olmalı insan, Ömrünün kışında gençliğe soyunup, Sevda düşlerinde alları yazmalı, Sonra kucaklamalı bir gül bahçesini. Aşkla doldurmalı sevgi kadehini Ne güzel bir haz, eski zaman özlemi, Altmış yaş basamağını adımlarken, Dünyayı fethedecek anılarla dopdolu, Yaşam yolcusu olmak, olabilmek ne güzel... Şaire Göç Senfonisi şiirde ise köyüne olan sevgisini şöyle dile getiriyor: Şafak söker yeniden başlar güncel yolculuk, Özlemiyle uzakta doğup büyüdüğüm köy, Suyu toprağı altın, her yan bereket bolluk, Bülbül tutkularında güle boyadığın köy, Deprem vurmuş misali, ne gül kalmış ne güllük.

Barış türkülerinin varken güzel tınısı, Bellek odalarında çınlar göç senfonisi.... Kıbrıslı şaire için vatan sevgisi sonsuz bir deryadır ve kaybedilen vatanın acısı asla dinmez: “Göç Türküsü” şiiri sanki biz Bulgaristan Türkleri için yazılmıştır. Ardımızdan varımızın yoğumuzun talan edilişi anlatılır sanki. Acının en vahimi; toprağını bırakmak! Yaşamayan anlamaz zorlu göç tufanını, Şaşkınlık çamurunda belirsizliğe akmak. Sırtındaki sancıyla, o bozgun hazanını


Makale ve Analizler - 2014

211

Tatmayan bilmez, o vurgun yangınını. Susar köyümde yaşam, susar derenin sesi, Okulun sesi susar, yiter yaşam neşesi, Yılgın bir karanlıktır çöken dağların sisi, Göremezsin ufukta sana doğan güneşi. Eller bile dilemez, o vurgun yangınını. Göçün hüzzamlı yanı, sersefil aç karınlar, Solgun yüzler yaşlılar, çocuklar ve karınlar, Denklerin yorgunluğu, güvencesiz yarınlar, Ölüm değil, ayrılık türküsünü yorumlar! Dirençlik de önlemez, o vurgun yangınını.

Mırın Kırın

Musa Vatansever-29.Ekim.2014

Bu iş de böylece bitti. Sofya’da 15 günden beri bir ileri iki geri ilerlerken hep geri giden hükümet kurma görüşmeleri nihayet noktalandı. Son görüşme Pazar gün (26 Ekim 2014) Meclis binasında 240 sandalyeli parlamentoya yalnız 84 milletvekili götürebilen ve kabine oluşturma görüşmelerinde kendine ortak bulmakta zorlanan Avrupalı Gelişim İçin Vatandaşların GERB Partisi Başkanı Boyko Borisov ile 39 vekille seçim ikincisi olan Bulgaristan Sosyalist Parti (BSP) Başkanı Mihayil Mihov arasında yapıldı. Bu görüşme iki parti liderinin kendi istekleri üzerine değil, GERB partisinin üyesi olduğu Avrupa Halk Partisi ile BSP’nin üyesi olduğu Avrupa Sosyalistler Birliği PES tarafından gelen baskı sonucu gerçekleşti. Gerçekçi olmamız gerekirse bu iki liderin birbirine söyleyeceği bir şey yoktu. Fakat Avrupa’da oturan ve bizim politikacıları sofra başında otururken çimdikleyen kulis ardındaki büyükler farklı düşünüyor.


212

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Daha önceki yazımda da BSP ile GERB partilerinin aynı kökten yani Bulgaristan Komünist Partisi (BKP) den geldiğine işaret etmiştim. BKP 1990’da parçalandı. Bu esastan çıkarak, Mihayil Mihov “Bizde talih yok, biz öbür yana düşmüşüz!” diyerek başlamış söze, yani bizim sosyal-demokrat politika izleyen bir sosyalist parti olmamızın nedeni bir tesadüf demek istese de, laflar havada kaldı. Biraz daha mırın kırın ettikten sonra Borisov: - “Sizlere güvenim yok artık!” Diyerek yerinden kalkmış. Bu kalkış son kalkıştı, hükümet kurma temas ve görüşmeleri noktalanmıştır. Avrupa’daki, kodamanlar ise tam tersini düşünüyordu: Bu iki lideri akran buluyor, ikisi de öğretmen ailesinde, ikisi de küçük taşra kasabasında, ikisi de aynı sosyal ortamda, aynı komünist gençlik örgütü Komsomol örgütünde yetişmiş, iki ayrı üniversite de okusalar da hemen hemen aynı dersleri görmüş ve aynı başarıyı göstermişlerdi. Onların bir de aynı partinin totalitarizm yıllarında ana nüvelerinde parti kuruculuğu basamaklarını birer ikişer çıkarak yükselmişlerdi. Uzlaşma şıkları çoktu. Şu Mihov’un kafasına saplanan “Bizde talih yok, biz öbür yana düşmüşüz!” sözlerine anlam vermek de zordu. Kuşkusuz 70’li ve 80’li yılların politikalarında Sovyetler Birliği Komünist Partisi (SBKP) Genel Sekreteri Leonit Brejnev ile Fransa Cumhurbaşkanı Şarl de Gol arasında yani Avrupalı sol ve sağ liderler arasında, bir örnek daha vereyim, BKP MK Genel Sekreteri Todor Jivkov’la Federal Almanha Hırıstiyan Soysan Birliği Başkanı ve Kansler Yosev Ştraus arasında çok yakın ilişkiler vardı, sık sık görüşüp anlaşıyorlardı. Mesela Straus Bulgaristan’a ava geliyordu. Fakat soğuk savaş döneminin hesapları sanki başkaydı. Günümüzün Bulgaristan’ında herkes hesabını gizli saklı yapıyor ve bazı görüntüler ya da bazı temasların sonuçları ortaya çıkınca insanlar şaşırıyor. Biz Boyko Borisov’un Başbakan olmak için can attığını, 2 yıl sonra da Cumhurbaşkanı olmak için her şeyi feda etmeye hazır olduğunu bilsek de, gözünün daha da yukarılarda olduğunu düşünmüyorduk. Başkası ne olabilir ki, Değişmez Başkan olma hevesi olabilir mi? Olsa da ne olacak. Todor Jivkov bile dayandı dayandı da 35. yılında birden çöktü. Hafta başı (20 Ekim 2014) aman ne yapalım sorusunu görüşmek ve bir karar almak için GERP partisi eski ve yeni milletvekilleri, belediye başkanları, il yöneticileri, özel yetkili militanlar ve muhtarlar Ulusal Danışma Toplantısına çağrıldılar. Sofya Ulusal Kültür Sarayı (NDK) bahçesinde birden bire 8 papaz belirdi. Dikkati çeken birinci unsur, Papazların Boyko Borisov’un elini öpmesi değil, Borisov’un yüzde yüz karizmatik duruşunu feda ederek iki büklüm eğilerek papazların eline sarılması oldu. Bu gönlünün çok daha yükseklerde olduğuna yeni bir işarettir.


Makale ve Analizler - 2014

213

Başka bir olay da, GERRB akıl hocası güruhunun % 60 “aman, seçime gidelim” ve hepsine “İncili ters okutalım” kararında birleşmesine rağmen, Boyko Borisov “ortak hükümet görüşmelerinin ikinci turuna devam edecerğiz” demesi oldu. Hafta boyu pısırık pısırık hareketlerde bulunup, olası başbakan Pazar sabahı Mihail Mihov ile görüşmesinde “Sizlere güvenim yok artık!”, demesi başlı başına çok anlam kazandı. Gelişmenin özeti budur. İki sözle söylemek gerekirse güdük kaldılar. GERB partisi hükümeti yalnız Reformcu Blok grubuyla kuracaktır. 84 - 23 milletvekilinin 107 milletvekili yapması ve hükümet kurmak için 120 +1 milletvekiline ihtiyaç olması, bize bu işe GÜDÜK dedirtti. 2009’da GERB partisi 117 millitvekili ile ilk kabinesini kurmuş ve 4 yıl ayakta kalabilmişti. 13 Şubat 2013’te iktidardan düşmesiyle politik sahnede meydana gelen bunalım bugüne kadar derinleşerek devam etti, diyebiliriz. Birçok çevrelerin umudunda belki de Ulusal Cephe (UC) yeni faşist ve ırkçı sürüsünün de bu hükümete katılabileceği söylentileri belirmişti. Fakat bu parti yöneticilerinin hemen hemen hepsinin eski gizli servis “DC” ajanı olduğu ve dosyalarının cilt cilt oluşu NATO karargâhının ve AB merkezlerinin dikkatini çekti. Mesela Makedonya İç Devrim Teşkilatı (VMRO) lideri Krasimir Karakaçanov’un Savunma Bakanı olmasına NATO Baş Komutanlığı olmaz deyince, Tarım Bakanı olsun diyenleri de AB Konseyi hemen telefonda aradı. Şimdi yeni hükümeti dışarıdan yani hiçbir makam talebinde bulunmadan destekleyeceklermiş. Reformcu Blok ise Vatandaşların Girişimi Hareketi Başkanı Miklena Kuneva’nın Dış İşleri Bakanı ve Demokratik Güçler Birliği Başkanı Bojidar Lukarski’nin Adalet Bakanı olmasıyla yetindi. Seçimden buyana Bulgar kamuoyunda ve basında en fazla dillenen siyasi formül şuydu: Paylaşılan sorumluluklar hükümeti kurulsun! Öyle ama mırın kırın edenlerden hiçbiri hiçbir sorumluluğu paylaşmak istemiyor. Sorunlar ise şunlardır: Enerji sorunu; Adalet reformu yapılması sorunu ve Güvenlik sağlanması. Şunu hemen ilave edelim: a) GERB hükümeti düşüren enerji sorunu oldu. O gün bu gün enerji sektöründeki borçlanma 3 milyar leva oldu; elektrik fiyatı % 10 yükseldi; “Belene” AES inşası yarım kalmıştı ve olduğu gibi duruyor; “Kozloduy” AES 7. reaktörü yapılacaktı, dosya açılmadı. Varna Isı Elektrik Santrali durmak üzere; “Maritsa İstok” Isı Elektrik Santralinde reaktör parladı, “Burgas” ve “Bobovdol” kömür madeni ocaklarında grev var.


214

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

b) Adalet reformu yapılacak ama nasıl olacağı bilinmiyor. Bugün siyasi yapılanma ile savcılık iç içe girmiş durumdadır. Anayasa değişikliği yapılmadan Adalet reformu yapılamaz. Olağan bir Halk Meclisi bileşimi olan 43. meclis Anayasayı değiştiremez vs. vs. İlk önce görüşülmeye açılacak yasama konusu seçim kanununda değişiklikler olmalıdır. Seçmen % 50 majoriter (çoğulcu), % 50 proporsiyonel (oranlı) seçim yasası istiyor. T.C.deki soydaşlarımız ve AB ülkelerindeki gurbetçilerimiz için oraklardaki il merkezlerinde seçim bölgeleri kurulması ve seçilecek adayların STÖ yardımıyla yerinde belirlenmesinden yani yeni bir düzenlemeden yana görüş savunuyor. 1.Güvenlik konusu da herkesin canını sıkmaya başladı. Bir defa ülkede can güvenliği yok. İki yasal güvenlikler sağlanamıyor. Hırsızlık almış yürümüş kimse kendini, çocuklarını, malını, mülkünü güvende hissetmiyor. Yargıda icra sisteminin hakları ve yetkileri son derece yükseltilmiş ve adeta adalet didişmesi duruşma salonlarından çıkmış ve sokaklarda yürütülüyor. Bunun dışında milliyetçi ve ırkçı kesimin taleplerinden kaynaklanan bir ötekileştirme ve azınlık haklarına genel saldırı şiddetlenmiş durumdadır. Bugün artık şehirlerde yaşayan Türklerinin çocuklarının ana dillerini bilmediğini kesin söyleyebiliriz. Dil din, yaşam tarzı, gelenek, görenek, özgün kültürel haklarımıza karşı acımasız saldırı dalgası kabardıkça kabarıyor. her şeyi her yerde ve her bakıma kısıtlayarak sınırlandırma ve unutturma politikası yerleşiyor. Güvensizliğin bir de dış boyutu var. O da Ukrayna-Kırım, Irak-Suriye olaylarından, IŞIT terörizminden kaynaklanan güvensizliktir. Banka sisteminden, kış geliyor yakıt yetersizliğinden, fiyatların devamlı tırmanmasından, emeklilik sisteminin bunalım yaşamasından, nüfusun % 20^den fazlasının işsiz olmasından ve genel sefillikten gelen bir başka güvensizlik var. Son dönem sosyal gelişmeler, yürütülen temas ve görüşmelerden halkın beklentileri mırın kırınla çözülemez. Herkes bir şeyler döndüğünden kuşkulanıyor. Halkın beklediği yeni ve adil yargı değerlerine dayanan, barışı, güvenliği ve istikrarı, herkes için demokrasiyi hedefleyen ilkeli bir politikaya yürütülmesinidir. Yeni hükümetin varış güvenlik, istikrar ve daha iyi yaşayış sağlama ilkelerine dayandırılması halkın ortak isteğidir. Yarın mırın kırın edenlerin değil halkındır.


Makale ve Analizler - 2014

215

Gel Zaman, Git Zaman

İbrahim Soytürk-29.Ekim.2014

Eskiden Sofya Parlamentosu’nun olduğu yer Müslüman Mezarlığı imiş. Geçen sene Başmüftülük 1944’ten sonra devlet tarafından el konan Vakıf ve Başmüftülük taşınmazlarını geri almak için 90 dava birden açınca Bulgar Bilimler Akademisi Tarih Enstitüsü Müdürü Akademisyen Georgi Markov Başmüftü Hacı Mustafa’yı ziyaret etmiş ve Sakın parlamento binasını istemeyin, demiş. Akademisyen şaka etse de, bu meclisten hayırlı bir şey çıkmaması insanı düşündürüyor. Bugün Bulgar parlamentosu açıldı, salonda hava çok gergindi. Parti liderleri birbirine karşı daha ilk günde iğneli konuşmaya başladı. Bir arada en yaşlı mebus olan St. Danailov yemin metnini kaybetti. Metinsiz de yemin olmaz tabii. Bulgar Başpiskopos’u oturum Başkanı Danayilov’un tam önüne oturmuştu ama o da İncili beraberinde getirmemişti. Bizim Başmüftü de Balkonda oturuyordu, fakat o da beraberine Mushaf almamıştı. Neyse en sonunda yemin metni bulundu. İşler böyle karışınca şöyle düşündüm: Her halkın bir nebze de olsa sabrı vardır, kuşkusuz sabrında sınırı vardır, o sınır aşılınca ise öfke hakim olur ve kafalar çalışmaz olur. Mezarık üstüne meclis kurunca da belki böyle olur... Konuşmacıların hepsi meclis kürsüsüne sanki Türklere karşı konuşmaya çıktı. “Ataka” lideri Siderov AB ile NATO’ya karşı da konuştu. Milliyetçi Cephe lideri Simıyonov’un derdi Türkiye’den daha güçlü ve daha dikenli sınır perdesiyle ayrılmak, soydaşlara seçme ve seçilme hakkı tanımamak, ana dil meselesini unutturmak, Türk gençleri yine inşaat erleri olarak toplayıp bedava çalıştırmak, Bulgarcayı bilmeyen çocukları okula almamak, iki çocuktan fazla doğuranlara yardım göstermemek vs. vs. Gel zaman git zaman biz konumuza dönelim. Çatısından kopan bir tahta, damından uçan bir kiremit, duvarından yuvarlanan bir taş senelerce düştüğü yerde kalır. Bu sözler bizim için söylenmemiş de kimin için söylenmiştir acaba! 24 yıl önce koptuk yuvamızdan yurdumuzdan ve sel gibi aktık Türkiye’ye. 24 yıldır konuşuyor, tartışıyor, sönmüş gibi olan o küllenmiş közlerde gizlenen naif özlem hiç beklemediğin bir anda birden bire alevleniyor. Şimdi Bulgaristan’da çalan plak değişmiş, yeni yüzünde bizimkiler “Bulgarcayı inadına onlardan daha iyi öğreneceğiz, bunlar bizimle başa çıkamaz” diyorlar.


216

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“TV 7” televizyon yayınına telefondan bağlanan yaşlılar “Tanrı bizi cezalandırdı, kofadan dökülür gibi yağışlar, seller, kar kış hep bizi buluyor,” lanetliyiz, ediyorlar. Hayatın gösterdiği üzere insanları evinden, yerinden yurdundan kovmak da büyük vatan sahibi olmak için yeterli olmuyor. İnsan kendi başına gelmeden acısının neresini dağladığını anlayamıyor. Ağılamaya kıvranmaya başladılar. Yaratan kimi nerede isterse orada yaşatıyor. Bizden kalan topraklarda hasat, bağ bozumu olduğunu işittiğiniz mi? Bu evladı olmayan ananının süttü de olmadığı gibi bir şey. Sahipsiz bahçede ne sebze ne meyve olur. Bu sene kiraz tadamadık, yağmurdan patladılar, cevizlerin içi de boş... Su baskınları Burgas ve Haskovo gibi büyük şehirleri göl yaptı. Çalıp kapanların malı mülkü, hayvanları, saman ve yemlerini sel götürdü, ilahi adalet sanki gereğini görüyor. Doğal afetler alışılmamış çok farklı deli divan bir çehre gösteriyor. Şimdiye kadar bizde şehirlerin su altında kalmamıştı! Ekim ayında içi insan dolu araçların 6 metre kar altında kaldığını işitmemiştik. Bulgar’ın kendi aklına derin çizgiyle yazdığı bir atasözü var: “Yanlış yaptığını gördüğün düşmana yanlışını düzeltmesi için yardım etme!” Böyle bir söz bizde yok. Okurlarım işitmemiş olabilir. Bulgarlar bizimle olan münasebetlerinde hoşgörümüzü istismar etti. Sıcak gönüllü olmamız kötüye kullanıldı. Bu yüzden olacak ve bizi düşman bildiklerinden devlet zulmüyle köklerimiz sökerken kimse bize “Nasılsın?”, “Nedir bu başınıza gelen?” demedi. Kimse merhametli olmaya asla cesaret göstermedi. Demek oluyor ki, bizi hakikatten düşman bilmişler ve hiçbirimize yardım eden olmadı. Şu bizim hoşgörülü, müsamahalı sözümüzün yerine onlarda Fransızcadan çaldıkları toleranslı sözü geçerlidir. “Biz size karşı toleranslıydık!” demeye devam ediyorlar. Aslında şu “toleranslı” sözcüğünün Paris genel evleri tüzüğünden alındığını bilseler, belki de durup derin bir nefes alırlar. XVIII. asırda Paris’te fuhuş evleri gelişirken çalışan bayanlardan her müşteriye aynı nezaketle davranıp aynı ince hizmeti kusursuz vermelerini sağlamak için bir içtüzük hazırlanmış ki adına Tolerans Tüzüğü demişler. Şimdi bize “size karşı toleranslı davrandık” diyorlar. Ağlar mısın güler misin! Bugün yeni meclise dolan vekillerin yüzüne gözüne bakan gazeteciler “sabır taştı” dediler. Belki “tolerans sınırları aşılırsa” kavga olur, akıl erdirilemeyen yerde fiziksel güç kullanır gibi bir şeyler geçiyor akıllarından olabilir. Bunu da ben düşündüm. Oysa bizim kültürümüzde mezarlıkta kavga edilmez, acele de edilmez, nasıl olsa her birimizin vakti saati gelir... Bununla birlikte ben soydaşlarımızın yeminli gibi ve inadına hareket etmesine de akıl erdiremedim. Bulgaristan’daki seçimlere seçmenin % 48’i katıldı. Türkiye’de ise soydaşlarımızdan 150 bin oy beklenirken yalnız 60 bin kişinin yani % 40’ı sandık başına gitti. Biz öteden beri her işte Bulgarlardan ilerideydik. Nasıl oldu da şimdi geri kaldık?


Makale ve Analizler - 2014

217

1992’de bizim şu oy verme derdinden kurtulma şansımız doğmuştu. Büyük Halk Meclisi Bulgaristan’ı parlamenter cumhuriyet yerine, Başkanlık rejimi ilan etseydi işler değişirdi. O zaman şu git seçim gel seçim derdinden de toptan kurtulacaktık. Aslında parlamenter cumhuriyet dendiğinde bir Çarlardan, Sultanlardan ve Genel Sekreterlerden bir çırpıda kurtulduk. Bizim parlamentonun cephe duvarına birlikten güç doğar yazmışlar. Bunu da biz icat etmemişiz. Belçika devlet armasından çalmışız. Öteye beriye büyük büyük laflar yazıp çizmenin hiç anlamı yok. 1916’da kurulan Belçika bugüne kadar birleşip kaynaşamadı. Son dönem 2 sene hükümetsizdi. Bu hükümetsizlik de salgın gibi şimdi bize sıçradı. Bizde geçerli olan başka bir atasözü var: “Nerde çokluk orda bokluk!” 42. mecliste 4 parti birbiriyle ortak dil bulamazken, şimdi 8 partinin turna, yengeç ve balık gibi hareket etmesi işten değil. Bizde her şey perde ardından idare edildiğinden, onlar da insan tabii, mezarlık işlerine fazla karışmaz oldular, bu yüzden mecliste konuşulanın ne kontrolü ne de geçerliliği var. Eskiden bizim Bulgaristan’da köylüler doğuştan zekiydi. Meclise giren köylülere bakıyorum, kör cahil oldukları bakışlarından okunuyor. Git zaman gel zaman insanlarımız değişti. Lütfü Mestan’ın işi de zor. Çalma elektrik kullananlardan biri olan Samakov’lu Al. Metodiev’i (Bat Sali) soydaş oylarıyla mebus yaptı. Yönetimindeki 180 Rom hane çalma elektrik kullanıyormuş. Her gün meclise gelirse çalmaya vakit bulamaz! Düşünmüş olabilirler. Ne ki, onun mebusluğu etrafında büyük yaygara koptu. Bulgaristan elektrik şebekesi her yıl bir milyar leva zarar ediyor ama yıkılmıyor, çünkü çalınan elektrikten doğan açığı bütçe kapıyor. Gel zaman git zaman bu işler 24 yıldır böyle. Liseyi bitirdiğimde avukatlık okumak istiyordum. Kısmet değilmiş. Rusya’da böyle imkân bulamadım. Okusam da ne olacaktı ki!. Dolandırıcı tayfasının adalet duygusu bizden çok farklı! 1 milyar levalık elektrik çalındığını görmek istemeyenlerin gözü HÖH - DPS mebusu Bay Sali üzerinde. Havadaki bulut ne kadar büyük olursa olsun, herkes üzerine düşen damladan şikâyetçi. Mebus maaşı 4 500 (dört bin beş yüz) levadır. Nihayet, Samakov Çingeneleri’nin elektrikli sobada ısınmadı, her yıl bir milyar levalık elektrik çalanlara ağır geliyor. Oysa aralarından bazıları düne kadar “Yârin yanağından başka her şeyde ve her yerde beraber olacağız!” diyordu. Anlaşılan söz sahibi olanlar mezarda ve dalaverede ortaklık istemiyor... Bulgaristan Türklerinin Türk partisi bildikleri Hak ve Özgürlük Partisi’ne oy vermelerini anlıyorum. Halen bu meraktan vazgeçen 90 bin kişi var. “Kendi işimi kendim bilirim” havasına girenler sandığa gitmiyor. Bir kapıdan çıkanın mutlaka başka bir kapıdan içeri gireceği diye bir şey yok. HÖH’ten soğanların yeni seçimlere kadar ısınma vakti var. Bu da olaylardan gelişmelerden durum değişikliğinden uzak düşmenin doğurduğu yeni bir tutumdur.


218

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgaristan’daki durum çok farklı! Yeni-liberal bir politika izleyerek, oy veren, hak ve özgürlük için savaşan, hapis yatan ve çok sefil bir durumda olan halkın dertlerini ve sorunlarını tamamen unutan HÖH - DPS partisi tabanında çok büyük bir hareketlenme gözleniyor. Sol partilerin sosyal politika izlemeye yanaşmadığını, işyeri açmadığını, fiyatları düşürmediğini, enerji sorunlarını çözmediğini, sağlık sorunlarını ve eğitim işlerini arapsaçına çevirdiğini görün hak kendini DPS partisinden çekti. DPS’nin daha fazla oy aldım diye böbürlendiğine bakmayın siz. Başkasının sayasındaki koyunların sahibi vardır. GERB partisinin aldığı 1 126 000 (bir milyon yüz yirmi altı bin) oyun % 9.5’ yani yaklaşık 100 bini Türkler ve Pomaklar tarafından verildi. Seçimle politik tutum değişikliği ortaya çıktı. Bu açıdan değerlendirildiğinde 5 Ekim 2014 seçimlerinde çok büyük bir uyanda ve yeni yönlenme olduğu dikkati çekti. Pazartesi gün meclis açıldı. 8 parti verilen oyların % 95’ini temsil ediyor. Bulgaristan bir parlamenter demokrasidir, yürütme meclisin onayındadır, yani Bakanlar kurulunu meclis seçer. Son iki senede Bulgaristan’da 4 hükümet kuruldu. Hiçbiri halkın onayını alan bir programla ortaya çıkmadı. Mecliste oturanların gözü önünde ağır ve hafif sanayi ile tarımsal üretimden sonra enerji sistemi de çöküyor. Bu arada ülkenin en büyük özel bankası Kooperatif ve Ticaret Bankası (BTK) iflas etti. Bankacılık sistemini hırpaladı. Neden olduğu 4-5 milyar levalık zararla, yeni hükümetin kurulması yolun da tıkadı. Meclisin açılışında konuşan GERB parti Başkanı Boyko Borisov, istikrarlı ve güvenilir bir hükümet kurulmasının çok zor olduğunu itiraf etti. Halkın politikacılara güveni bitmiş gibi. Daha oy sayımı yeni bitti. 2 haftadan beri birinci ve ikinci tur ortaklık görüşmeleri yapıldı. Fakat kesin sonuç alınamıyor. Hükümet kurmakla yükümlü Borisov 3 şık üzerinde durdu. Bir) Önümüzdeki 8 ay için bir geçici hükümet kurulsun ve 1 Temmuz 2015’te yerel seçimlerle birlikte yeni bir erken genel seçim yapılsın; İki) 2 yıllık bir geçici hükümet kurulsun ve 2016’da Cumhurbaşkanlığı seçimleriyle birlikte yeni erken genel seçim yapılsın; Üç) Meclisin destekleyeceği dört yıllık bir azınlık hükümeti kurulsun. Bu seçimlerden güvenilir, istikrarlı ve barışçı bir hükümet çıkmadı. Gel zaman git zaman adam gibi adam olmayan yerde hükümet bile kurulamıyor. Yoksa bu işin içinde Sofya’nın eski mezarlığının şeytanlarının çevirdiği bir iş mi var!?


Makale ve Analizler - 2014

219


220

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2014

221


222

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İstanbul Uygur Kurultayından

İstanbul Türk Dünyası STK Başkanlarıyla Bultürk’te yemekte birayaya getirdi


Makale ve Analizler - 2014

223


224

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.