20 KARALIKLA AYDINLIĞIN SAVAŞI

Page 1

KARANLIKLA AY D I N L I Ğ I N S AVA Ş I

2015 Kasım - Aralık Makale ve Analizleri


KARANLIKLA AYDINLIĞIN SAVAŞI BULTURK BGSAM Yayınları Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi - BGSAM -20 BULTÜRK Genel Başkanı: Rafet ULUTÜRK Basım: Kasım - Aralık - 2015 Koordinatör: Dr. Nedim BİRİNCİ Editör: Raziye ÇAKIR İnternet sorumlusu : Kapak Tasarım: Murat ULUTÜRK Pazarlama Sorumlusu: Hamiyet ÇAKIR Arşiv: İbrahim SOYTÜRK İsteme Tel: 0212 511 63 47 www.bulturk.org; www.bghaber.org; info@bulturk.org İnternet sitesinin yazıları Adres: Yıldırım Mah. Şehit Kamil Balkan cad. No.114/A Bayrampaşa İstanbul Tel: +90 (212) 511 63 47 Belgegeçer: +90 (212) 526 51 98 https://bgsam.org/, https://issuu.com/bulturk, https://bulturk.org.tr/ Baskı : DİNÇ OFSET MATBAACILIK SAN. ve TİC. LTD. ŞTİ. Adres: Davutpaşa Cd. Emintaş San. Sit. No: 103/580-581 Topkapı - İstanbul Tel: 0090 212 493 24 67 TÜRKİYE CUMHURİYETİ YASASI GEREĞİNCE BU ESERİN YAYIN HAKKI BULTÜRK’ten İZİNSİZ KISMEN VEYA TAMAMEN ÇOĞALTILIP YAYINLANAMAZ

Web: www.bghaber.org ; E.Posta: rafetuluturk@yahoo.com


“Bilgi Ordusu, Bizim Ordumuz, Bildiğimizi Öğretmek,Bizim Borcumuz.” Rafet ULUTÜRK

Düşünceler dizisi olan elinizdeki eserin anlamı derin bir uğraşın ancak başlangıcıdır. Bulgaristanlı Türk Müslümanların başına 1970-72, 1984-85’te düşen yıldırımın bir daha düşmemesi için bir uyarı ve ışık niteliğindedir. Saygılarımızla, B U LT Ü R K İ st a n b u l



Önsöz Yerine Yıl 2015 1970-1985 arası üzerimize yıldırım düşmüş gibiydik. Stres geçti mi diye, soranlara cevabımız yoktu. Çünkü acımız anlatılır türden değildi. Ayrıca “Geçmiş olsun!” da uygun bir teselli değildi. Çünkü derin izler kaldı ve hiç bir şey unutulmadı. Tanımak zorundayız. Biz Bulgaristan devleti tarafından seri tuzaklara düşürüldük. “Başa gelen çekilir” özlü sözünü de yanlış algıladık. “Başa gelen tepilir!” anlamını açmamız gerekiyordu. Kimlik değiştirme trajedisinden sonra, bir de “Büyük Göçten” sonra Türklerin Türklerle kaynaşması serüveni yaşandı. 120 bin soydaşımızın geri dönüşü Türk bilincinde buluşma dalgasını kırdı. Neyse yılların geçmesiyle bu da aşıldı ve 1989 Ağustosunda “Kapıkule”den girenlerimizin toplam sayısı, Türkiye’de doğan çocuklar dışında 2015 yılı itibarı ile artık Türkiye’de 710 bin kişiye ulaşmış durumdayız. Biz çok büyük, örgütlü ve bilinçli bir güç haline dönüşeceğiz. En büyük özelliğimiz de ata toprağımızı, atalarımızın mezarlarını asla unutmamış olmamızdır. Bugünde bizim için ata vatanımızdaki en değerli taş, oradaki mezar taşlarımızdır. Biz Bulgaristan’da Bulgar çocukları ile aynı kitapları okuyarak aynı okulları bitirmiş olsak da zıt yetiştik, adına sosyalizm yani sözde insan kardeşliğine ve eşitliğe dayanan bir toplumsal düzende bu çelişkiler, ulus ile etnik azınlıklar arasındaki bağdaşmazlığa (antagonizme) kadar kızıştı. “Soya dönüş” yalanı, totalitarizm yıllarında bizi tamamen köreltebildiklerine inananların icadıydı. Türk iradesinin toplu tutuklamalarla, toplama kamplarında taş kırdırılarak, “Belene” ölüm kodeslerinde ve koğuşlarda kırılamayacağını, sulandırılıp eritilemeyeceğini çok geç anladılar. Biz bugün de yeni bir başlangıçtayız. “Bulgar Etnik Modeli”ni gömmeye, Rus ve Bulgar istihbarat ajanlarını politik yapılanmamızdan atmaya ve gerçek demokrasi ile adaletli topluma açılmaya çalışıyoruz.


6

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu özgürlükçü demokrasi ve Batı medeniyetinde buluşma yoludur. Yazılarımızda işlediğimiz konulardan biri de yeni asırda göçmen kimliğinden sıyrılıp Türk ulusal kimliğiyle kaynaşmadır. Saygılarımızla, Raziye ÇAKIR

Eyüp Belediye Başkan Yrd. Ahmet Tüfekçi’yi makamında hayırlı olsun ziyareti


Önsöz: Toplumların hayatında yazılı tarih büyük bir öneme sahiptir. Ancak bizde yazılı olmayan tarih, yani nesilden nesile aktarılan tarih vardır. Bu nedenle bazı olaylar zamanla faklı şekilde anlatılmakta veya algılanmaktadır. Gelecek nesillere aktarılacak olan bilgi birikiminin arşivlenmesi, kitap, dergi veya gazete gibi yayın organları aracılığı ile kalıcı hale getirilmesi büyük bir öneme sahiptir. Bu nedenle edindikleri tecrübeleri, yaptıkları çalışmaları toparlamak ve kitaplaştırmak güzel bir çalışmadır. Bunu bireysel olarak yapımaktan öte kurumsal olarak da yapmaları takdire şayan bir davranıştır. BULGARİSTAN TÜRKLERİ KÜLTÜR VE HİZMET DERNEĞİ kısa bir süre önce 2013’te kurulan internet haber sayfası www.bghaber.org sitesindeki yazıları bir araya getirerek yapılan bu çalışmaları kitapçık halinde getirerek bu konuda büyük bir ciddiyet göstermektedir. Derneğin internet haber sayfasında çıkan yazıları ve çalışmalarının yıllıklar halinde kitapçık haline getirerek yer aldığı bu çalışma gelecek kuşaklara aktarılacak ve ışık tutacaktır. Öte yandan dernek büyük bir arşiv de oluşturmuş durumdadır. Dernek faaliyetlerini gerekli ciddiyetle yürüten dernek Başkanı öncülüğünde dernek kurucuları, Yönetim Kurulu ve üyelerinin yaptıkları özverili çalışmalarından dolayı kutluyorum ve başarılarının devamını diliyorum. Ahmet Tüfekçi BULTÜRK Kurucu Üye


8

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Değerli Hemşehrilerim, Bulgaristan’da hepimiz zor günler yaşadık, itildik, ezildik, çiğnendik, hatta gün geldi vurulduk, şehitler verdik. Bu nedenle bizler kendi içimize kapanarak, yaşam mücadelesi vermeye çalıştık. Ancak bu içine dönüklükten kurtulmalıyız ve Türkiye’de yaşadığımıza göre, yasaların bize verdiği tüm haklardan bizlerde yararlanmalıyız. Peki, neden bunu yapamıyoruz? 1877-78 Rus-Türk savaşından sonra Osmanlının Balkanlardan çekilmesiyle birlikte, savaş esnasında işlenen akıl almaz katliamlar nedeni ile atalarımız asırlarca yaşadıkları yerleri terk ederek göç yolunu tutmuşlardır. Geride kalanlar ise Bulgaristandevleti’nin uygulamaya başladığı soy kırım politikalarına karşı direnmiş ve hayatta kalmaya çalışmışlardır. Şimdi ise burada Türkiye’de yaşayanlar oralara yardım edebilmek için, burada ilk önce bir araya gelmek ve bir merkez oluşturmalıyız. Artık bir kurum altında toplanmalı ve birlikte hareket etmeliyiz. Bu birliğe hepimizin ihtiyacı olduğuna inanıyorum. Artık bir birimizi kötülemekten vaz geçmeliyiz, birisi için yanında konuşamayacağımızı başka bir yerde konuşmamalıyız, yani kısaca arkasından konuşmamalıyız. En önemlisi samimi, hoşgörülü ve ahlaklı olmak. Zamanla her şey yerine geleceğine inanıyorum, ama tabi ki bu dava üzerinde kafa yoran, stratejiler üreten ve devamlı bunun üzerinde çalışan olursa. Bizim savaşımız insanlarımızı ahlaklı yetiştirmek olmalı, birlik ve beraberliğe kendi insanlarımızla başlayarak tüm Türk Dünyasına taşmalıyız. Bizler burada Türkiye’de yaşayan Bulgaristanlılar büyük bir kitle haline gelmiş durumdayız. İşte bu nedenle şimdi bu kitleyi yani kendi hemşerilerimizi, bir araya toplayarak bir merkez, bir güç birliği oluşturmalıyız, tabi ki bu bizim doğal tabii hakkımızdır. Bizler de artık toplum gücünü kullanabilmeliyiz. Toplum olarak haklarımızı elde etmek zorundayız ve bu yönde çalışmalıyız. Biz bunu söylerken, önderlerimizi seçerken, başkaları kötüdür demiyoruz.


Makale ve Analizler - 2015

9

Biz bu işi onlardan daha iyi yapabileceğimize, Türkiye Cumhuriyetine ve Türk Dünyasına daha verimli olacağımıza, buralarda bu bölgelerde yaşayan Türklerin daha iyi, daha güvenilir, yaşamalarını sağlayacağımıza inandığımız için, Önderliğe, Yönetime talibiz. Bu arada Bulgaristan’da kalan kardeşlerimizin hepsinin siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel kimliklerini, muhafaza edebilmeleri için mücadele etmeliyiz ve bu konuda gerekeni yapmalı ve gerekli yardımları yapmalı ve yaptırmalıyız. Aramızda Ahlâklı, Adaletli olanları seçmenli ve yüceltmeliyiz. Geçmişi konuşmaktansa, gelecekten söz etmeliyiz, bugünü değil, yarınları görerek hareket etmeliyiz. Aramızdan stratejistlere imkân ve fırsat vermeliyiz ve onları bizler yetiştirmeli yön verebilmeliyizkısa-10 ve uzunvadeli -50 yıllık hedefleri gösterebilmeliyiz. Aramızda kötü niyetli insanları tespit etmeliyiz, bilmeliyiz ki, onların kusurlarından dolayı değil, bu güne kadar yapılması gerekenleri engelledikleri için aramızdan uzaklaştırmalıyız. Bu güne kadar neler yapılmamış, onları araştırmalı, bilmeliyiz ve neler yapılması gerekir onları söylemeliyiz ve bunları bir an önce hayata geçirmeliyiz. Bizler gözyaşları dindirmek için, yaralara mehlem olmak için, her yüke ortak olabilmeliyiz. Gençlerimize, sadece balık pişirmesini değil, balık tutmasını da öğretmeliyiz, insanlarımızı denizlere, okyanuslara açılmalarını sağlamalıyız. Aramızda Tek Lider değil her sokakta, her mahallede bir lider yetiştirmeliyiz, biz dünyayı yönetmek için oğullarımızı yetiştirmeliyiz. Bizim insanlarımız yani Bulgaristan Türkleri şahsi başarıları Türkiye’de belkide en çok olanlardanız. İşte artık bizler toplum olarak haklarımızdan yararlanmasını bilmeliyiz. Her şeyden önce siyasi haklarımızı toplum olarak kullanmalıyız, daha sonra ekonomik ve kültürel haklar onu takip edecektir. Hepimizin gördüğü gibi, tarihte büyük güçler çok defa kötü politikaların kurbanı olmuşlar ve bunlar devam edecektir. Bir toplumun Lideri olmadan hiçbir şey olmaz, bu lideri de toplum çıkarmalıdır. Siyaseti güvenilir, sevimli hale getirmek bizim hedefimiz olmalı, bu gün çok zor, imkânsız olarak görünse de, yarınlara umutla bakabilmeli ve baktırabilmeliyiz. Var olabilmemiz için, var kalabilmemiz için, öncelikle temel hususlarda anlaşma sağlamalıyız. Aramızda bir birimize güveni kaynaştırmalıyız ve samimi olmalıyız.


10

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Her şeyden önce özgüvenimizi kazanmalıyız, birlik ve beraberliği ön planda tutarak insanları insan oldukları için sevip saymalıyız. İçimizde barışı sağlayıp, tek merkezde bir çatı altına toplanmalıyız. Bu çatı da “BULTÜRK Derneği” olmalıdır. Buradan tüm dünyaya sesimizi duyurabiliriz. Balkanlar konusundaki politikalarda etkili olabilmek için yolları aşındırmalıyız. Çünkü gelişmiş ve Bulgaristan’da etkili bir Türkiye Balkanlara tamamen hâkimiyet kurabilecektir. En önemlisi kararlı olalım ve birbirimize samimi, saygılı olmayı ve bir birimizi sevmeyi öğrenmeliyiz. Bizim derdimizi ve problemlerimizi en iyi anlayabilecek zaat bizden olduğunu idrak etmeliyiz. Bulgaristan Türkleri konusunda teşhisi bizler kendimizi yetiştirerek yetki mercileri alarak son noktayı biz koymalıyız, bu güne kadar ki eksikliğimiz budur. Ayrıca Balkanların anahtarı Bulgaristan’da yani Bulgaristan Türklerinden geçtiğini de öğrenmeli ve öğretmeliyiz. Sevgili dava arkadaşlarım. Kendimizde özgüveni, aramızda güveni ve merkezioluşturduktan sonra, kimsenin aramıza nifak tohumları ekmesi mümkün değildir. Bizim için önemli olan, eksiklerimizi bulmaktır. Geçmişi bırakarak artık bizler aydınlanma dönemine bir an önce geçmeliyiz. Halimizi tespit etmek çok kolay, gazete, dergi yayın hayatımız nerede, kaç gazete, tv, radyo bizimle ilgili haber yapıyor.Burada suçlu değil, sebepleri aramalıyız. Gelin bunları tartışalım, niçin bu güne kadar bir Bulgaristan Kültür Merkezi olmamış, bunu şimdi nasıl gerçekleştirilebiliriz, bunlara yönelik çalışmalar toplantılar yapmalıyız. Hedefimiz Türkiye Cumhuriyetini daha güçlü, daha huzurlu ve daha iyi yarınlara götürmek için olmalı. Güçlü bir Türkiye Bulgaristan da yaşayan Türklerede güven ve huzur verecektir, onların daha rahat yaşamalarını hep birlikte sağlayabiliriz. Bunlar zannetiğiniz kadar zor işler değil. Dünyada insanlar bir iş için değil, bir İdeal için hayatını feda ederler. Bunun için güçlü olmak sesini duyurabilmek için öncelikle bir Kurum ve bunun Merkezini oluşturmalıyız. Çünkü Merkezi olmayan hiçbir topluluk bir yerlere gelmesi mümkün değildir. Bu güne kadar konuşmalar tartışmalar yapılmış fakat bir ağıç ekilmemiş işte bu gün bunu yaptık BULTÜRK tüm Bulgaristan Türklerinin biz öncelikle sadece Bulgaristanlıyız.


Makale ve Analizler - 2015

11

Bizler elimizdeki kıt kaynaklarla bir merkez oluşturmaya çalıştık, bunda da muhafak olduk. Bu merkeze ulaşmakta büyük güçlükler ile karşılaştık bu konuda bizlere yardımcı olan emeği geçen herkese teşekkür ediyoruz. Ayrıca bizlere kendi yerini veren Mümin Hocamıza huzurunuzda kendisine tekrar tüm halkımız adına buradan teşekkür ediyoruz. Bundan sonraki hedef de Türkiye’nin her yerine ulaşmak ve bu birlikteliği her yerde tesis etmektir. Bu merkezimizde artık kendimize ait bir kültür merkezimiz oluştu toplantı salonumuz da mevcuttur her 15 günde bir toplanıyoruz. Amacımıza ulaşabilmek için devletin bir şeyler yapmasını beklememeliyiz. Birlikten kuvet doğar Atasözünde olduğu gibi güçlerimizi birleştirerek devlet yönetiminde söz sahibi olmalıyız ve geleceğimize kendimiz yön vermeliyiz. Gençlerimizin devlete girmelerinin yolunu aydınlatmalıyız. Artık bizim de Ankara’da TBMM’de kendi temsilcilerimiz olmalı. Bizler de buralara kendi içimizden birilerini gönderebilmeliyiz. Aramızda birlik ve beraberliğimizi oluşturduğumuz takdirde kendi içimizde samimi olduğumuzda başarıların ard arda geldiğini göreceğiz bunu başaracağımıza eminim. İhtiyacımız olan tek şey kendi içimizde daha adaletli olabilmek. Sevgi ve saygılarımı sunarım, Genel Başkan Rafet ULUTÜRK


12

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Karanlıkla Ayfınlığın Savaşı

Neriman Eralp Kalyoncuoğlu-15.Kasım.2015

Konu: Türklük çırpınışları. Son yıllarda bizim tarlalarda en fazla kabak yetişiyor. Gübre ve su bulan bal kabakları şiştikçe şişiyor ama içleri boş. Koskoca kabaklar, çekirdekler pörsük, yesen içi, tohum eksen özü yok. Bizim kabaklarımızın içi boş ama bizi düşünen Avrupa Liberal Strateji Merkezleri’ndekilerin kafaları çalışıyor. Lütfü Mestan onlara bağlı, konuşmalarının anlaşılır tarafı olmaması da yine onlardan kaynaklanıyor. Hak ve Özgürlükler Partisi (HÖH - DPS) göbekten Avrupa Liberal Alyansına düğümlüdür. Alyans üyesidir. Alyansız olamaz, ondan kopamaz. Avrupa’daki liberal babalar bizimkilerin her birinde sanki bir liberal kertenkele görüyorlar. Kertenkelenin lehçemizdeki adı mancarak. En dik yerlerden çıkıp inen bir sürüngen, bazen tırmanırken çok zorlanırsa kuyruğunu koparır ama yolda kalmaz. Karşısında ölümcül tehlike görse rengini değiştirir. Yeşilden kahverengi olur kayıplara karışıp yoluna devam eder. HÖH partimiz ikide bir kuyruk koparıp şöyle bir rahatlıyor, kimisini partiden, diğer bazılarını parti meclis grubundan ihraç ediyor, her konuda söz isteyenleri savcılığa çektiriyor, korku hapını yutanlarını evlerinde tiril tiril titretiyor, bu da az gelirse, Varna Hapishanesine postalıyor ve yoluna devam ediyor. Kertenkeleye benzemek iyi aslında1 Çocuklar kertenkeleden korksalar da ben bugüne kadar kertenkelelerin insan öldürdüğünü görmedim. Bizde “Kene gibi yapıştı” sözü vardır da, kertenkele hakkında bir şeye musallat oldu benzetmesi hatırlamıyorum, buna rağmen Avrupa liberaller bizi anlatırken Kertenkele demiş, çok dikkatimi çekti. HÖH’ten kaynaklansa, partisinin şimdiye kadar renk değiştirmesine pek gerek olmadı, çünkü etrafımızdaki politik ortam faşist kahverengisinden totaliter kırmızı arasında nüans değiştirdiğinden istediği kuytu gölgeyi her zaman bulabildi. Kuşkusuz bu işte Genel Başkan Lütfü Mestan’a en fazla arka olan Avrupa’daki Liberal Merkez oldu. Geçen hafta çok açık ve çok anlaşılır yeni bir rapor göndermişler. Merkez, “Bulgaristan vatandaşları ortalama gelir seviyesi bakımından 1989 yılı ortalamasına erişti” demiş. Aslında iyi bir haber gibi. Anlaşılması güç olayları anlaşılmaz şekilde anlatma ustası olarak ün yapan Genel Başkan Lütfü Mestan, bu olay çok basit olduğundan bir türlü anlayıp hem Bulgar’a hem de Türk’e anlatamadı. Romanlara anlatmaya zaten ge-


Makale ve Analizler - 2015

13

rek yok. Çünkü onların arasında orta gelirli yok. Topluca sefalet çizgisinin altına kümelenmişler. Birbirine sımsıkı sokulmuşlar. Bu sene güz güneşinin yüz güldürmesine seviniyorlar. Avrupa Liberallerine göre, biz kertenkeleler olarak 1989’da toplumsal gelişmemizin en yüksek mertebesine tırmanmışız. Orta gelirlilerin geliri de o zaman en yüksek doruk noktasına ulaşmışmış. Bizim o yıl yanı 26 yıl önce satın alım gücümüz en yüksekmiş, kesemiz en doluymuş ve belki de tam o yıl maddi bakıma en mutlu yılımızı yaşamışız. Bu rapor bizim 1989 Ağustosunda memleketimizden sökülüp atıldığımızı yazmıyor, unutmuş olabilirler. İstatistiklerinde onlar bizi tam da 1989’da tutup kertenkele olarak tırmandığımız doruktan en dibine yani 1945 yılı düzeyine indirdiler. 1945’te kepek ve mısır koçanından ekmek yapıldığını, patateslerin soyulmadan yendiğini hatırlatmak da bizim vazifemiz. Tabii biz 1989 doruğundan alınıp 1945 dibine konduğumuzda, bize “hadi bakalım gösterin kendinizi ve şu yokuşu bir daha tırmanın” denmiş. Denmiş olsa da, bizimim haberimiz yok. Buna rağmen biz bu diki bir daha tırmanmışız ve 26 yılda yine aynı tepeye çıkmışız, bunu da bilmiyorduk, fark edememişiz, onlardan öğrendik. Böylece Lütfü Mestan’ın o önemli demeçlerinde, neden “Geçiş Dönemi” deyimini kullanmadığı anlaşıldı, çünkü bizimki “Tırmanış Dönemi” imiş ve o da yaşlı olduğumuza bizi ürkütmeyeyim diye atlamış olabilir. Lütfü Mestan, yeni tepeye bayrak dikmiyor, susuyor, çünkü “değişen ne oldu?” sorusundan çok korkuyor. 26 yıl “geçiş” dendi, bu bizim için bir “tırmanışmış” ve aynı tepeye bir daha çıkmışız. Soru: şimdi ne olacak? Avrupalı Liberal babalar bizim için ne düşünüyor acaba! Biz artık gençliğimizi yaşamıyoruz, yarımız özürlü ve emeliyiz. 1989’da emekli maaşı almaya başlayanlara kıyasla, yıl geç emekli olduk. Bu bakıma, satın alma gücümüz % 10 oranında azalmışmıştır. Köylerde yaşayanların kent sakinlerinden daha sağlıklı olduğuna dikkat çekiliyor, daha fazla maydanoz ve ıspanak yediklerinden ve köy yumurtaları sarısının daha sağlıklı olduğundan olabilir. Suyu da pet şişelerden içmediklerine işret ediliyor. Keçi sütünün koyun ve inek sütünden daha yararlı olduğunu Avrupa da artık öğrenmiş. Yaşlı şehirlilerin işi iş değil. Paraları bitince çöp kofaları karıştırdıkları ve bu işte Romanlarla rekabet içinde olduklarına, sıkça tekme tokat çöp tenekelerini paylaşma kavgasına karışmak zorunda kaldıklarına işaret edilmiş. Hayat standardı kıyaslaması yapılırken, örnek olarak 8-10 sene bekledikten sonra sıramız gelen “Moskwich” arası başka bir örnek olarak gösterilmiş. O, o zaman 6 bin leva idi. Şimdi 6 bin levaya 6 yıllık bir “Ford” alabiliriz, ikinci el ama daha yüksek kalite tabii. Yine 1989’da “Sofya 21” televizyon alıcıları çok modaydı, 1,5 sene bekleniyordu, fiyatları da 1250 leva idi. Şimdi 150 levaya


14

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

teknik bakıma 100 katı daha iyisini alabilme imkânları doğdu. Cep telefonu ve tablet çağındayız. Yaşlı kuşak bilgisayar çağının dışında kadı! Kitap okuyanlar da azaldı. Küçük kasabalardaki kitapçılar kırtasiyecilere birlikte bakkala taşındı. Dünya penceremiz TV ekranı. Bulgaristan’da Türklerin yaşadığı köylerin % 75’ine gazete girmiyor. Bedava dağıtılanları da okuyan yok. Povdiv’te Romanlara yayın yapan bir Bulgar FM Radyosu “Zaman” gazetesini Bulgarca okuyor. Hem “paralelci”, “hem Fetullahçı”, hem de “dinci” olsalar da makamlar bir şey demiyor. Geçen hafta Sofya’da 2 Türk yaratıcının kitabı tanıtıldı. “Samimiyetin Acısı” Kültür Bakanlığı sergi salonunda, Bulgaristan Türklerinin isimlerinin değiştirilmesini protesto etmek için 2 Şubat 1985’te kendini yakan (ölümü 1989) sevilen şairlerimizden Mehmet Karahüseyinov anıldı. Eşi, çocukları, Deliorman’ın “Sevar” köyünden yakınları, yaratıcı arkadaşları, şair ve yazarlar, Sofya’da yaşayan Bulgaristan Türk aydınları anısını ve eserlerini yaşatmak için kurulan vakfın temsilcileri hazır bulundular. “Samimiyetin Acısı” adlı şiir kitabı tanıtıldı ve dağıtıldı. Anma törenine HÖH yönetim ve kadrolarından gelen olmadı. Türkiye’den gelen ve Bulgaristan’da okuyan 3 bin üniversiteli öğrencinin ve Yüksek İslam Enstitüsü öğrencilerinin de Sofya Türklerinin Kültürel etkinliklerinden uzak kalması dikkati çekiyor. Besbelli Avrupa Liberalleri “Ne işiniz olur Türk kültürüyle” demiş olabilirler. Hayatta aydınlıkla karanlığın birbirinden ayrılıp uzaklaşması işte böyle başlamıştır. İlgi göstermeyen, karanlığa sevdalanmışların kafasında bu ayrışım asla başlayamaz. Öz kültüründen, Türk kimliğinden utananlar anma törenlerine, mezar ziyaretlerine, camiye, mevlide, kurbana gelmez oluyorlar, sonra bunu HÖH’ten ayrılışlarda da görüyoruz, örneğin Lütfü Mestan’ın doğduğu ve özüyle ve ruhen bağlı olması gereken Doğu Rodopların Kirovo Belediyesi’nde 9 muhtarlık HÖH’ten çekilmiş, seçimi GERB partisi kazanmış. Soranlara “fazla oldu be gülüm” demişler. İşte böyle tamamen Müslüman ve Türk olan köylerde kertenkelenin kuyruğunu koparıyorlar. İşlerin içine çıkar girince kertenkele renk de değiştiriyor. Bunun sebebi de derenin baştan bulanması, balığın baştan kokması, Lütfü’nün bu işlere müzevirlik yaparak başlaması ve gammazlıktan 26 yıldan beri vazgeçememesidir. Gün gelir işte böyle halk kertenkelenin kuyruğuna basıverir. Bu süreç, yani insanın doğasından, adaletten, kendinin olandan, kutsal bildiğinden vaz geçmesi, şair Mehmet Karahüseyinov’un 1982 - 1987 yılları arasında yazdığı şiirlerinden birinde çok ustaca dile gelmiştir.


Makale ve Analizler - 2015

15

Ekmek ve Kutsam Üstüne Tespihin boncukları düşüyor – Toprağın okşayışını unuttu eller Birer birer. Kara ekmek tadını unuttu damaklar Puslu şehir ekiyor bizi Burnumuz aramıyor artık Kenar mahallelerine... Buğday kokusunu. *** Bu kil ve kumda Ancak patates oluyor. Burada başkaldıran ense yapmış şairler “kahraman günlerimiz” üstüne şiir üstüne şiir diziyor. (Kendilerine gerekli şartlar sağlanan) Henüz ağızı süt kokanlar ise, Işığı bile olmayan tavan katlarında Metaforlarla uçuşurken Eski gizemlerle buluşuyor. *** Sonuç: Hayatta kutsam yok olmadan, Gidip buğday ekmek gerek. *** Şair neredeyse daha 35 yıl önce bizim 2015’te başa dönüşe çağrılacağımızı sanki hissetmiştir. Biz hep aynı yerde döndüğümüzden bunu fark edemedik ve yazık oldu. Avrupalı Liberallerin tarih içinde zamanı dolsa da bizi unutmuyorlar. Şimdi yeniden başlarsak aynı doruğa bir daha tırmanmaya, bize bu tuzağı kuranların ömrü 2 yıl daha uzayacak, Lütfü de derin bir soluk alabilir, Ahmet de yapıştığı memeden 25 yıl daha emebilir. Önemi olan onların bizim için kurduğu tuzaklara düşmememiz, bir daha boş yere dağ bellerinde kertenkeleler gibi tırmanmayı kabul etmememizdir. Şair bizi buğday ekmeye. Umut ekmeye. Çocuklarımıza iyi bakmaya çağırıyor. Umutlar Öldürülemez! Başmüftülük Kültür Merkezi’nde 13 Kasım 2015 akşamı, Kültürel Etkileşimcilerimiz yazar ve şair Sabri İbrahim Alagöz’le buluştu. “Kurşunlanan Umut-


16

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

lar” kitabı incelendi. Hınca hınç dolu salonda birçok Bulgar ve Türk aydın, gazeteci, yazar ve din adamıyla birlikte büyük sayıda genç, üniversiteli de vardı. 1965’ten beri Türkçe kitap basmanın yasak olduğu ve hele de 1990’dan beri HÖH partisinin kültür ve edebiyatımızı yaşatma, tarihimizi genç kuşağa öğretme konularında dut yemiş bülbül havasına girmesi ve bu toplantıya da HÖH’lülerin katılmaması dikkati çekti. 1990 ile 2015 yılları arasında kaleme alınan ve değişik yerli ve yabancı gazete ve dergilerde basılan yazıların derlemi olan 80 eseri içeren bu kitabın ilk şekli Bulgar dilinde geçen yıl çıkmıştı. Eserde işlenen ana konu Bulgaristan’da Etnik Sorun. Bulgaristanlı Türklerin hak ve özgürlükleri sosyal adalet, hayatın her dalında verilen eşitlik mücadelesidir. Yazar 1984 - 1989 “soya dönüş” saçmalığın karşı verilen sert ve iradeli mücadeleyi konu ederken Kuzey ve Güney’de mayalanan direnişleri, illegal örgütlenmeyi, gerekçesiz tutuklama ve sürgün, hapsetme, toplama kamplarına tıkma olaylarını ayrıntılı olarak ele almıştır. Pomakların 1972’de başlayan İslam dinini savunma direnişleri, Türk kimliği davası, sürgün ve hapishane çekileri çok ayrıntılı söyleşilerle verilmiştir. Eser direniş meydanında, yaralıların yatağı başında, mezar başında, toplama kampında, polisle çatışmada, mahkeme salonunda, tutuk evinde yazılmış havasını yaşatıyor. 400 sayfadır. Bulgaristan Türk Kültür Derneği Başkanı da olan yazar Sabri Alagöz, kitaplaştırdığı yazıların birçoğunu “Kaynak” dergisinde yayınlamıştı. Sofya-Kosova, Üsküp, Levkoşa ve Beş Kök’e kadar birçok yerde düzenlenen Türk dünyası kurultaylarında bu eserler ilgililere ulaşmış ve Bulgaristan Trüklerinin öz kimliğini koruyarak geliştirme davasını dünyaya yaymıştır. Alagöz’ün bu hizmetleri toplantıda özel olarak belirtilmiştir. Edebiyatı olmayanlar millet değildir sentezinden çıkılarak, Bulgaristan Türkeri edebiyatının yazılı olarak hayat bulmasında Sabri Alagöz’ün büyük hizmetlerine de özellikle değinilmiştir. Sabri Alagöz’ün derlemesi, Bulgaristan Türk edebiyatında tüm yasaklara rağmen bir süreklilik, kesintisizlik olduğuna da işarettir. Gelecek kuşak memleketimizde Türklük bitecek diyenler yanılıyor. Türklük aynı zamanda sönmeyen bir umuttur. Kurşunlanmış olabilir, ezilmiş olabilir, fakat o yarınımızdır. Yarınlar ise öldürülemez, her zaman vardır ve var olacaktır. Sofya’da çıkan Türkçe her kitap hepimize, özellikle yeni kuşaklara bir meşaledir. Umutlarımız asla öldürülemez. Bu karanlıkla aydınlık arasında bir savaştır ve bu savaşı her zaman aydınlık kazanmıştır ve gelecekte de zafer aydınlığın olacaktır. Türklüğümüz var olmaya devam edecektir.


Makale ve Analizler - 2015

17

Doğru Ders Alamayan Kendini Beğenmişler

Dr. Nedim Birinci-15.Kasım.2015

Konu: HÖH - DPS partisinin suyu çekiliyor. 1 Kasım 2015’te yapılan yerel seçimler Bulgaristan’da aklı başında olanları durup düşündürdü. Rüşvetsiz iş yapmayan, kendi dalaveresinin esiri olan HÖH - DPS partisi hızlı çöküş dönemine girdi. Bu yalnız BG Stratejik Araştırma Meresi tespiti olmakla kalmayıp, Sofya’da kamuoyu oluşturan en ciddi gazetelerin ana konusudur. Çünkü derme çatma olan Başbakan Boyko Borisov hükümetinin bacakları iyice sallanıyor ve onun da yeni dış kredi alma gibi temel politik adımlarda güvendiği dayanak meclisteki dalavere ortağı HÖH - DPS grubu olduğundan olay iyice ciddi nitelik adı. Kırcaali’de belediye meclis başkanı seçilemiyor. Sofya’daki saray kurdu Ahmet Doğan’ın dayattığı kadroları seçilen üyeler onaylamıyor. Kırcaali ilindeki 53 köyde GERB partisi muhtar seçti. Etrafında estirdiği rüzgârdan bölgeye kuş konmayan Cebel Belediye Başkanı ve HÖH DPS Kırcaali il Başkanı bu defa burnu bükük geziyor. Hak ve Özgürlük Davamızda partiler kuran, direniz merkezleri oluşturan, ilk ayaklanmayı gerçekleştiren, kurban veren, davamızı dünyaya duyurmayı ilk başaran an Cebel yöresi insanı, birçok köyde seçime gitmedi. HÖH partisinin dava pazarlığına ve ihaneti tercih ettiğini görenler protesto eylemine bu defa da pasiflikle başladılar. Koşukavak (Krumovgrad) Türk köylerinde GERB’in yüzde yüz seçim kazanması, şehirde bir arya gelip dört laf yapacak insan kalmaması bu seçimin çok acı gerçeklerinden birisidir. Bulgaristan’da hava değişti. Bulgaristan Türkleri ve Müslümanlar yeni bir rahmet bekliyor. İnsanlarımızın ruhu çatlamaya başladı. Özgürlük nemine muhtaç yanıp tutuşuyor. Bulgar’ın da dili “Bizim buralarda Türk yok, hepsi Müslümandır” şeklinde sürtmeye başladı. HÖH - DPS partisi yönetimine çekilen kadrolar Bulgaristan Türk kültür ve edebiyatından, Kimlik Davasına uzak ve yabancı, ruhsuz kişiler arasından olduğundan dolayı, işler iyice sarpa sarıyor. 1969’dan beri memleketimizde Türkçe kitap çıkarılması yasaktır, HÖH - DPS ana dilimizde 26 yılda bir tek kitap bastırmamakla tarih olmuştur. HÖH partisi yönetiminin halk kitlesinden kopması, partiyi büyük bir bunalım götürürken, parti


18

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

içi baskının artması, yeni duruma çözüm olmadığı gibi, partinin suyunun çekildiği herkesin dikkatini çekiyor. Becerisiz, kendini beğenmiş, bencil ve egoist lider takımından kurtulalım çağrıları yükseliyor. 13-17 Kasım 2015 sayılı “Kapital” gazetesi 1 Kasım seçimlerinde HÖH DPS kalelerinin yıkılmasına şu yorumu getirdi. Taşlar Sözkülüyor HÖH - DPS modeli: Sıkı baskı kurarak seçimleri kontrol altında tutma; tartışma kabul etmez liderlik modeli; emekçi halkı şirketler çemberiyle ve Roman sevdasıyla boğma siyaseti artık sökmüyor. 1 Kasım yerel seçimlerinden sonra en fazla kullanılan: Onların Taşlarına, Onların Kafasına - Bulgar atasözü, en fazla HÖH - DPS partisi için dile getiriliyor. Son 25 yılda yüzde yüz hâkimiyeti olan İsperih, Kubrat ve Gırmen belediyelerini HÖH - DPS kaybetti. 3 kale birden yıkıldı. Bundan 8 yıl önce Kote (Kazan) yere seçimlerini kazandığında yanlarından geçilmeyen HÖH - DPS yönetimi bu kaleyi de yitirdi. HÖH Silistre ilinde ve Kuzey Doğu karma bölgelerinde çok oy kaybetti. Bununla birlikte HÖH - DPS partisinin Roman (Çingene) mahallerindeki oy tekelini tuzla buz etmeyi başardı. Çöküş o kadar derinleşti ki, Filive, Plovdiv belediye meclisinde HÖH - DPS partisinin artık bir tek meclis üyesi yok. Parti başkanı Lütfü Mestan’ın HÖH DPS yerel seçim yenilgisini, 10 bin seçmenimizin dış ülkelerde bulunduklarından dolayı oy kullanmamalarına; 480 bin oyun geçersiz olmasına ve partinin oy satın almaya bel bağlamadığı gibi gerekçelere açıklamaya çalışsa da, bu yerel seçimler HÖH hareketine çok büyük ders olmalıdır. Bu sonuçların başında gelen ise şudur: parti çalışmalarında şimdiye kadar ana üslup olan, her şeyi şirketler çemberiyle sıkıştırarak dayatma; parti kadrolarını tepeden indirme ve zorla kabul ettirme; yerel idarelerdeki küflenmiş kadroların seçmen üzerindeki baskısıyla iş görme, artık bir istil olarak çalışmaz, sonuç vermez odu. Üstüne üstelik bu dayatmalı uygulama artık geri tepmeye başladı. Seçimin verdiği dersler şunlardır: Birinci Ders: Seçmen liderin sözüne kulak asmıyor: DPS partisinin Gırmen belediyesini kaybetmesinden çıkarılan sonuç budur. HÖH - DPS yönetimi Belediye başkanlığın Ahmet Başev’i yükseltirken, bu kişinin tartışmalı biri olduğunu biliyordu. O, bu belediyeyi daha önce 14 sene yönetmişti. Partiden atılmıştı. 2007 seçimlerini bağımsız aday olarak kazandı. Sonra partiye geri alındı. Başev yıllardan beri HÖH - DPS milletvekili ve parti yönetim üyesi Aliosman İmmov ile anlaşamıyor. İlişkileri gergindir. Yerli parti-


Makale ve Analizler - 2015

19

lilerle de kavgası bitmiyor. Son meclis seçiminde o Blagoevgrad listesinde ikinci sıradaydı., fakat seçmen öncelikli (tercihli) oy kullanma hakkından faydalanarak Musa Palev’i seçti. Halkın sevgisini alan Palev’e baskı altına alan HÖH DPS, milletvekilliğinden vaz geçmesinde direndi. Palev şimdi bağımsız milletvekilidir. Daha sonra, Gırmen’in “Kremikovtsi” Roman mahallesindeki evlerin dozere yıkılmaya başlanmasıyla Ahmet Başev, HÖH - DPS kadrosu, belediye başkanı Bayan Minka Kapitanova ile sonsuz kavga başlattı ve halkın gözünden iyice düştü. M. Kostadinova ile belediye meclis üyeleri HÖH partisinden ihraç edildi. Böylece A. Başev’in belediye başkanlığı yolu açılmaya çalışıldı. Ne ki, Başev seçimi kaybetti. Pomaklar Lütfü Mestan’ı da dinlemedi. Gırmen’e gidip Başev hakkında “Gırmen’in DPS Şahini” dese de, seçmen “hayır” dedi. Unutmamak gerekir, konuşması esnasında seçmenler Lütfü Mestan’ın sözünü birkaç defa yuhalayarak kesti, bu 2 köyde daha oldu, fakat Mestan burada da halkı anlayamadı. İkinci Ders: Şirket üzerindeki tekel ancak şirket sahibinindir: Blagoevgrad milletvekili İvan Palev’in başına gelenler, Kemaller (İsperih) milletvekili Günay Hüseyin’in de başına gelmemiş olsaydı, Lütfü Mestan’ın İsperih ve Kubrat belediye seçimlerini neden kaybettiğini anlatması geremeye bilirdi. Mestan “DPS gerekli dersleri çıkaracaktır”, dedi ama doğru dersleri çıkarabilecek mi? Günay Hüsmen HÖH - DPS meclis grubundan İvan Palev gibi, aynı nedenle atıldı. Halkın kendi milletvekilini seçmesi HÖH - DPS yönetiminin boğazına balık kılçığı gibi oturdu. İkisi de seçmenin tercihli oyuyla seçilmiştir. Palev, birkaç dönem mecliste oturan Nigar Cafer’i liste dışın atabilmişti. Günay Hüsmen Kemallerde büyük ölçekli bir tarım üreticisidir. Bölgede büyük çiftliklerde iri baş hayvancılık geliştiren odur. Birkaç defa Kemaller Belediye Başkanı seçilmiştir. HÖH meclis grubundan atılmazdan önce parti Kemaller ilçe başkanı görevinde bulunuyordu. 1 Kasımda yapılan yerel seçimlerde Günay Hüsmen, başkanı İlyana Raeva olan Birleşik Bulgaristan partisi aracılıyla Beysim Rasim’i Belediye Başkanı adayı olarak gösterdi ve HÖH - DPS adayı Beysim Şükrü’nün yolunu kesti. İsperih belediyesi ile birlikte Kubrat Belediyesi de Güney Hüsmen taraftarlarının eline geçti ve bölgede yeni bir sosyal ekonomik ve politik iktidar kuruldu. Kubrat’ta yerel bir örgüt olan Değişim Zamanı Koalisyonu adayı Bürhan Müzellifov, HÖH - DPS adayı olan Günan Halil’i ikinci turda belediye dışı bıraktı. Böylece herkes Güny Hüsmen’in DPS parlamento grubundan atılmasının bir yanlışlık olduğunu görebildi. Güny Hüsmen verdiği demeçlerde, “partiden uzaklaştırılmış olmasına rağmen, Bulgaristan Türklerinin hak ve özgürlük davasına hayranlık duyduğunu” söyledi.


20

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Üçüncü Ders: Güç kullanma yöntemleriyle başarı elde edilemez. Kemaller seçimleri HÖH - DPS’ye bir ders daha vermiş olmalıdır. DPS, Günay Hüsmen’i geriletip yenmek için göstermişti Beysim Şükrü’yü ikinci dönem belediye başkan adaylığına... Bilindiği üzere eski belediye başkanı Beysim Şükrü 2013 Nisanında “Voden” devlet orman çiftliğinde izinsiz avcılık yaparken iki orman bekçisine ve bir de koruyucuya ateş açmıştı. HÖH-DS milletvekilleri B. Şükrü’nün 2 defa Belediye başkanlığına aday gösterilmesinin yanlış olacağını dile getirseler de, saray kurdu Ahmet Doğan elinde abuk sabuk hareket eden ve kaba kuvvet kullanan başka bir dalkavuk aday olmadığı için onun adaylığını ön plana çekti ve tosladı. Geçen sene Pomakları ürküterek HÖH saflarında disiplin sağlamak için geçen seneki erken Meclis seçimlerinde DPS milletvekili adayı gösterilen eski bir “DS” generallinin torunu olan Delyan Peevski’nin kaba hareketleri de Velingrad ilçesinde HÖH oylarını % 50 azaltmıştı. Türkler ve Pomaklara baskı artık geri tepiyor. Bir önceki seçimlerde 5 057 oy alan DPS bu seçimde 2 504 oy aldı. Bu, yalnız Sarnıtsa’nın Velingrt’tan ayrılmasıyla açıklanabilecek bir olay değildir. Çünkü 2011 yerel seçimlerinde DPS Sarnıtsa ile etraf yakın köyler olan Medeni Polyani ile Pobit Kadım köylülerinden toplam 837 oy almıştı. Dördüncü Ders: HÖH - DPS Roman oyları üzerindeki tekelini kaybetti. HÖH - DPS Filibe örgütü kaynıyor. Bitmeyen kavgalar, ikinci büyük şehrimizde HÖH’ü bir belediye danışmasını çıkaramayacak duruma düşürdü. Yeni Mahalle “Stoliponovo” 2011’de DPS adayına 7 bin 999 oy verirken ve DPS Filibe şehir meclisinde 3 temsilci gönderirken, bu defa kapının mangalına yapışamadı. Son 20 yılın en büyük yenilgilerinden biri budur. DPS’nin Sliven iline bağlı Kotel (Kzan) belediyesinde GERB adayına belediye başkanlığını kaptırması ve belediye meclisi üyeliği içinde de GERB 609 oy alırken, ancak 120 oy alması büyük bir çöküşe işarettir. 1989 direnişin başladığı ve çok alevlendiği merkezlerden biri Kazan köyleridir. Mestan ve etrafındaki sofra ağları ve saray keneleri 1 kasım 2015 yerel seçimlerinden nasıl sonuç çıkaracaklar, yoksa bayram mı edecekler pek bilinmez, çünkü bu istihbarat gammaz lamacılarının ana ve esas ödevi Hak ve Özgürlük Hareketini çökertmek ve mezar taşının altına kibrit suyu emek de olabilir. Bu yönetim seçmenden, halktan, köylü ve kentli seçmenden kopmuştur ve halk düşmanlığı körüklemiştir. Aldığı tüm kararlar yanıştır ve partiyi hendek kenarına getirmiştir. HÖH DPS partisinin suyu çekiliyor, haberiniz olsun.


Makale ve Analizler - 2015

21

Bartholomeos’un Bulgaristan Ziyareti

Hüseyin Yıldırm-15.Kasım.2015

Konu: Ateş olmayan yerden duman çıkmaz. Fener Rum Patriği Bartholomeos, 4 günlük bir ziyaret için Bulgaristan’daydı. Bulgar Bilimler Akademisi (BBA) Başkanı Akademisyen Stefan Vodeniçarov’un davetini eski başbakan Reneta İncova İstanbul’da sundu. Bartholomeos Bulgaristan’da büyük ilgi gördü. Ziyaretinin, geçen yıl ölen Bulgar Ortadoks Patriği Maksim’in daha önce İstanbul’da Fener Rum Patrikhanesi’ne yaptığı ziyaretin iadesi olduğunu açıklayan Bartholomeos, “Aleksandar Nevski Katedrali”nin önünde Bulgar Ortodoks Kilisesi’nin ruhani lideri Patrik Neofid’in himayesinde düzenlenen törenle karşılandı, ayine katıldı ve onuruna verilen resmi yemekte 40 dakika konuştu. O konuşmasında, Birinci Dünya Savaşı ve Müttefikler Arası Savaşta Gen. Jekov komutasındaki Bulgar Ordusu’nun Batı Trakya kilise ve manastırlarından topladığı, bugün Bulgar müze ve kiliselerinde bulunan ve toplam değeri en az 1 milyar Euro olan 400’ü el yazısı 364’ü de kilise eşyası, toplam adet 764 nesnenin iade edilmesini yineledi. 72 yıl önce el konan ve İkinci Dünya Savaşı sırsında Sofya Merkez Müzesi’nin mahzeninde korunan bu kilise envanteri hemen gündem oldu, fecebook patladı, basın konuyu yoruma açtı. Bşbakan Boyko Borisov Fener Rum Patriği Bartholomeos’u kabul etmedi. Bulgar medyasında tepkiler sürerken, Batı Trakya’da 45 Hıristiyan köyü bulunduğu, bunların 27 Kasım 1919 imzalanan Nöyyi (Neuikky) Antlaşması gereğince Bulgaristan’ın elinden “haksız” olarak alındığı, o topraklarda 30 manastır ve kilise ile 720 Bulgar okulu kaldığı anımsandı. Bu arada, savaşlarda araklanan bu kilise değerlerinin iadesi sorunun daha önce de gündeme getirildiği ortaya çıktı. Yüksek konuğun, kullandığı kavramdan yararlanırsak, “Batı Trakya kiliselerinden çalınan” kilise kutsallarına karşı, Bulgar taraf, halen Yunanistan’da Müzelerinde korunan Bulgar Çarı Samuel’in (997 - 1014) na’şının kalıntılarını talep etmektedir. Olay, Bizans’ın Balkanları Ortodokslaştırdığı döneme aittir. Bulgar Çarı I. Boris Hıristiyanlığı 865’te resmen kabul etmiş ve oğlu Çar Simyon Birinci Bulgar Patriği ilan edilmiş olsa da, bu topraklar Hıristiyanlığın yerleşmesi kanlı sa-


22

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

vaşla olmuştur. Bu bakıma, tam 1000 yıl önce, tarihin bildiği en vahşi intikamlardan biri Bizans İmparatoru II. Vasil tarafından gerçekleştirilmiştir. Balkanlar’da egemenliğini tescil ettirmek isteyen bu Bizans İmparatoru 1014’te Belasiza Savaşı’nda Çar Samuel’i yenmiş ve 15 bin Bulgar askeri esir almıştır. O, bu 15 bin esirin tamamını kör etmiş ve gücünün delili olarak Bulgar topraklarında yaşamalarını emretmiştir. Bulgar köy ve kasabalarına dağıtılan bu kör er ve subaylar Bizans’ın gücünü, sonsuz bir korku olarak tüm Balkanlara yaymıştır. Bu vahşetin oluşturduğu dehşetli eziklik altında Balkanlar kısa bir sürede Ortodokslaşmıştır. Koyu korku perdesi 2 asır kalkmamış, 220 sene Bizans’a başkaldırı olmamıştır. Bu olay Bizans’ın Bulgar askeri ruhunu kırdığına kanıttır ki, daha önce Bulgar Hanı Krum, İmparator I. Nicephorus’u yenince kafasını kestirerek kendisine içki bardağı yapmış olmasına beslenen öfkeden kaynaklanan bir tepki olmuştur. Çar Samuel ise, kör edilen ordusunu görünce dayanamayıp ansızın ölmüştür. Bu yüzden olacak ki, Konstantinopol dendiğinde Bulgarların yüreğinde olumlu çağrışım uyanmaz olmuş, kin ve nefret kaynamaya kaynaya bu günlere gelmiştir. Öyle ki, şu olay Bulgar tarihinde en karanlık dönemin Osmanlı varlığı değil, Bizans dönemi olduğuna kanıttır. Görüldüğü üzere bundan bin yıl önce Doğu Ortodoks Hıristiyanlığı Bulgar topraklarına bir de dil olarak Rumca yerleşince, karanlık katmerleşmiştir. Kilise ve manastırlarda ayinler Rum papazlar tarafından yönetilmiştir. Din dili Rumca, Osmanlı Tanzimat’ıyla değişirken, Bulgar uyanışı nefes almaya başlamıştır. Rum papazlar Bulgar kiliselerden Osmanlı döneminde ve ön ayak edişiyle kovuldu. Kilise dili Bulgarca oldu. Bulgar Doğu Ortodoks kilisesine bağımsızlık tanıyan da Osmanlı olmuştu. Bu, Bulgarlara tarih boyu yapılan belki en büyük iyiliktir. Doğu Ortodoks Bulgar Kilisesine bağımsızlık tanınması Bulgar milli kimliğinin oluşmasında, Bulgar dilinin gelişmesinde ve Bulgar halkının orta çağ karanlığından uyanmasında başat rol oynamıştır. Ah şu iyilikler unutulmasa. Ah! İyiliklerden kötülük doğmasa... Bizans tarihini öz geçmişi olarak yaşatan Rumlar Atina’da caddelerden birine “Bulgarları öldüren Vasiliy” adını vermişti. Yunan başkentini ziyaret eden Bulgar turistlerin rahatsız oluşunu dile getiren makamların ricasını dikkate alan Atina Belediyesi caddenin ismini değiştirirken Fener Patriği komşu ülkelerin halkları arasında dostluklara gölge düşüren tarih anıtlarının yaşattığı olumsuzlukların aşılmasında aktif rol oynamaya çalışmıştır. Samuel’in na’aş kalıtlarının Bulgaristan’a verilmesi konusuna Atina olumlu yanaşmazken, 1964’te imzalanmış bir antlaşmada iki devlet arasında çözmemiş sorun olmadığına işaret etmiştir. Fener Rum Patriğini, Bulgar Ortodoks Kilisesi Meclis Konseyi (Sinod) da makamında kabul etmedi.


Makale ve Analizler - 2015

23

Ziyaretin ikinci günü, Bulgaristan Bilimler Akademisi Başkanlığı Akademisyen Stefan Vodeniçarov Fener Rum Patriği Bartholomeos’a “Fahri Doktor Honoris” unvanına layık görürken, Bulgaristan Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev de BC. Dışişleri Bakanlığı’nın önerisine uyarak yüksek misafire Bulgaristan Cumhuriyeti’nin en yüksek madalyası olan “Birinci Derece Stara Planina” ödülünü verdi. Eleştirilerin yersiz olduğuna değinen yerli çevreler, Bilimler Akademisi Başkanı Stefan Vodeniçarov’un girişimiyle bir basın toplantısı düzenleyerek, Fener Rum Patriği Bartholomeos’un bu ziyaretini çok yararlı bulduğunu açıkladı ve Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev’in Bartholomos’a gösterdiği ilgiye yüksek değer verirdi. Bu basın toplantısında, Rosen Plevneliev, Bilim adamlarından oluşan bir girişim komitesi tarafından, ikinci bir süre için Bulgaristan Cumhurbaşkanı adayı gösterildi. Seçimler 2016’da yapılacak, henüz tarihi açıklanmamış olsa da, girişim geniş destek buldu. Bu iki olay tepkileri daha da alevlendirirken Sofya parlamentosuna taşıdı. Sosyalist Parti Lideri Mihail Mikov Fener Rum Partiği’ne en yüksek Bulgar devlet nişanı verilmesini kınarken, ödüllendirme kararının Bulgar Devlet Gazetesi’nde yayınlanmasının durdurulmasını istedi. Sağ milliyetçi cepheden (PF) V. Simyonov, meclis kürsüsünden Fener Rum Patriği Bartholomeos’a T.C. vatandaşı olarak ve Rum menfaatlerini savunan bir din adamı olarak saldırdı. Bulgar Doğu Ortodoks Başpiskoposluğu görevlileri Cumhurbaşkanlığındaki ödüllendirmeden sonra protokol resmi çekimine katılmadı. Sinod’un ziyareti değerlendiren açıklamasında hiçbir olumsuzluğa işaret edilmedi. BAN Başkanı ve Akademi Konseyi ortak bir basın toplantısı düzenleyerek Fener Patriği’nin Bulgaristan ziyaretine yüksek değer verdi. Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev’in devlet adına yaptığı ödüllendirme tam destek ve takdir buldu. Bu vesileyle BAN Başkanlığı Rosen Plevneliev’i ikinci süre Bulgaristan Cumhurbaşkanı adayı gösterdi. Böylece 1 Kasım’da yapılan yerel seçimlerin yankıları sürerken, 2016 Bulgaristan Cumhurbaşkanı seçim kampanyası başlamış oldu. Ziyaretin birinci günü Fener Patriği Bartholomeos’un Sofya ziyareti genelde “skandal” nitelendi. Şeklinde tarif edilen bir başka konu daha yaşandı. Fener Patriği, Karadeniz bölgesi kilise ve manastırlarında ayinlerin Rumca olmasını istedi. Ayine, Bulgaristan’ın eski kralı Simeon Sakskoburgotski, Spor Bakanı Krasen Kralev ve bazı diplomatlar da katıldı. Bartholomeos’un gün içinde görev sırasında hayatını kaybeden İçişleri Bakanlığı personelinin çocukları ile de bir araya geleceği belirtildi.


24

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgaristan Bilimler Akademisi tarafından yarın kendisine “Fahri Doktora” verilecek olan Bartholomeos, daha sonra Bulgaristan Cumhurbaşkanı Rosn Plevneliev’in elinden ülkenin en yüksek devlet nişanı olan “Stara Planina”yı alacak. Ziyareti sırasında Başbakan Boyko Borisov tarafından da kabul edilecek Bartholomeos, Bulgaristan’dan ayrılmadan önce içinde geçen yıl ölen Bulgaristan Ortodoks Kilisesi’nin eski Patriği Maksim’in mezarının da bulunduğu Troyan Manastırı’nı ziyaret edecek.

Ortak İrade

İbrahim Soytürk-16.Kasım.2015

Konu: Büyük Türkiye yolu sonun kadar açıldı. Dünya liderleri ilk kez devamlı bombalanan ve yanan bir savaş alnına bu kadar yakında bir araya geldi. Antalya, konum olarak, eli kolu dünyanın dört bir yanına uzanan hırslı bir terör ahtapotunun çok yakınında bulunur. G-20 zirvesinin huzur içinde ve başarıyla gerçekleşirken, olaysız noktalanması, 21. Yüzyıl Dünya Tarihine Türkiye Cumhuriyeti ismini özel bir güvenlik adası olarak yazdıran çok önemli bir olay oldu. İkinci Dünya Savaşı’nda Paris, Varşova, Stalingrad yanarken, devlet başkanları Roosevelt, Churchill ve Stalin savaş ateşinden ve bombaların patladığı bölgelerden çok uzaklarda, Tahran ve Yalta’da buluşup görüşmüştü. Yeni dünya haritası Yalta’da çizilmişti. G-20’nin, tüten Yakın Doğu’nun burnunun dibinde, Antalya’da toplanması günümüzün eskiye kıyasla çok daha güvenli olduğuna işaret olmadı mı? Yıldırma denemesi, önce Ankara’da patladı, Mısır’da bir Rus yolcu uçağı düştü. 124 kişi öldü. 13 Kasım gecesi Paris 135 kurban verdi. Eşzamanlı terör saldırısı gerçekleşti. Cephesiz bir savaş yayılıyor. Ahtapotun Brüksel’de bölgesel merkezi olduğu ve Londra ve Belçika’da bomba patlatıp dünyayı korkutmak istediği ortaya çıktı. Cumhurbaşkanı François Hollande Fransa’da “savaş durumu” ilan etti. 124 kişi tutuklandı. 160 konut arandı. Yakın Doğu ateşine yıllardan beri en fazla odun atan Fransa oldu. Uçak gemilerini ve filolarını bölgeye gönderdi Bomba-


Makale ve Analizler - 2015

25

lamaya devam ediyor. 1919’dan beri kendini bu bölgenin baş aktörü ve düzenleyicisi olarak gören Fransa, Kürt asileri silahlandıra silahlandıra PKK, DEAŞ ve IŞİD’de Modern ölüm araçlarını kullanmayı öğretti. Geçen sene kayıt dışı silah ticareti 98 milyar Euro’ya tırmandı. Paris’te “Batalan” konser salonunda 90 kişiyi sıraya dizilerek 3 saat boyunca teker teker “Kalaşnik”le öldürüldü. Bulgaristan’ın Kazanlık kentindeki “Arsenal” fabrikası “Kalaşnik” üretiyor. Tüm üretimi fabrika kapısında elinden alan endüzerli silah ticareti 3 US şirketidir. Siirt’te Türk zırhlı araçlarına atılan füzeler AB üyesi Doğu Avrupa ülkelerinde imal edilmiştir. Asilerin eline sıkıştıranlar hep aynı güçlerdir. Teröristle savaşan terörist kendini aklayamaz. Katliamın affı olmaz. Halkını kıyan diktatörleri savunanların zulmü haklı gösterilemez. Bu Suriye’de de böyledir, Bulgaristan’da da böyle olmuştur. Terör tröstlerinin sinsi oyunlarına, tuzak ve kışkırtmalarına göz yumulamaz. Sığınmacıların huzurlu yaşayabileceği vatan toprağında (güvenli bölge) oluşturulmadıkça, terörizmle savaşta kesin başarı elde edildiği iddia edilemez. 129 kişinin hayatını alan Ankara saldırısından sonra, Antalya Dünya Zirvesi’nden bir gün önce vahşetin Paris’te yinelemesi, dünya liderler zirvesine damga vurdu. Terörü Kınama Bildirgesi yayınlandı. Öncelikle terörizmin din, millet ve etnik grupla ilintileyemeyeceğine işaret edilirken, küresel terörizme karşı küresel güvenlik çağrısı yapıldı. Terörün mali kaynaklarının kesilmesi dondurulması kararlılıkla açıklandı. Terörün küresel sorun olduğu vurgulanıyor. Terörizm ve mülteci krizine ortak sorun bulunması isteniyor. Sınırlarda, karada ve havada güvenliğin arttırılması ortak irade olarak dile geldi. Antalya organizasyonunun yüksek başarısı, güvenli dünya kurulmasına bir yeni mini örnek oldu. Antalya zirvesi bütün dünyayı etkiledi. “İslam Devleti” ve çakalları dünyayı korkutmak istiyor. Türkiye, dünyayı korkutup yıldırmak isteyenlere karşı en güçlü kalkan olarak ortay çıktı. 2 milyon 500 bin sığınmacı burada konaklıyor. Türk devleti 1970’lerden beri PKK ile savaşıyor. Bugün artık bombalar PKK, DEAŞ ve IŞİD’e silah ve mermi verenlerin avlusunda patladığını görüyoruz. Her bakıma güvenli ve istikrarlı ülke Türkiye terörle verdiği haklı mücadelesinde açık destek toplarken, barış güçleri arasında ön plana çıktı, büyük takdir buldu. Dünya liderler şöleninin başkanı Sayın T.C. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, ev sahipliğini Türkiye halkı yaptı. Dünyanın gözü, gönlü ve güvenli gelecek umudu Türkiye üzerindedir. Türkiye dünya siyasetinde bölgesel, son söz sahibi olan bir belirleyici güçten, küresel istikrar gücüne büyümeyi başardı. Türkiye terörle kararlı mücadele ve sığınmacı sorunlarını çözmede örnek model oldu. Dünyanın siyasi değişimi kabul ediyor.


26

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Geçen hafta, Sofya’da T.C. Başbakanı ve AK parti Genel Başkanı Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu’nun Stratejik Derinlik eseri Bulgarca olarak lüks bir baskıyla yayınlandı. Bu araştırma eseri daha önce birçok dile çevrilerek dünyanın Türk devletinin 21. Yy siyasetini anlamasında elden düşmez kılavuz oldu. Yazarının benzer bir iddiası olmasa da, bu eser, bir de, 1988’de okuyucuya sunulan Amerikan siyaset bilimcisi, Harvard Üniversitesi Profesörlerinden Samuel Huntington’un birçok siyasi lider, akademisyen ve entelektüel arasında yıllarca tartışılan “Medeniyetler Çatışması” eserine sanki en derin cevap oldu. İki dahi, Davutoğlu ile Hungtinton 21. Yüzyılı çok farklı gördüler. Bilim çevreleri ikisinden birini desteklerken, diğerleri karşı görüş ifade etseler de, siyaset de akan sular gibi zaman içinde berraklaştıkça derin gerçekler göründü. Her iki eser de, dünyada hiçbir yönetimin veya diktatörün ebedi olmadığı ortak gerçeğini ortaya koyarken, sosyal sistemlerin ve medeniyetlerin de zaman içinde değiştiği üstüne aynı görüşü savundu. Bu değişimler yalnız dış dayatmalarla değil, iç yasa ve kurallar göre de olur. “Arap Baharı” Tunus pazarında bir esnaf gencin kendini ateşe vermesiyle başlamadı mı? Huntington kitabında ülkeler arasındaki çatışmaların ve ülkelerin kendi bünyelerinde yaşanan çatışmaların giderek kültürel ağırlık kazanacağını savundu. Yazar her kültüre yaşama hakkı tanınmasını istedi. Yazar, küreselleşme sürecinde Batı ve diğerleri arasındaki çatışmaların artacağı öngörüsünde bulundu. Huntington, milli devletlerin 21’nci yüzyılla birlikte artık merkezi siyasi rolünün tamamlandığı görüşüne asla katılmadı. Medeniyetler Savaşı, öncelikle, içinde yaşadığımız çağın kendine özgü yanlarını nasıl anlamamız gerektiğine dair de bir model sundu. Son dönem uluslararası forumlar bunu kavradı. Elini sıcak sudan soğuk suya sokmak istemeyen devletlerin son söz sahibi olmalarının doğru olmadığı ortaya çıktı. Ele aldığımız kitap, bu model, ulusların din, dil ve kültür ayrımı temelinde bölgesel ve dünya çapında çatışmasının kaçınılmaz olduğuna işaret ederken, yıl 1988 idi. Savaşlar gecikmedi. “Berlin Duvarı” yıkıldı, sosyalist dünya çöktü, “Arap Baharı” yaşandı. US ve Fransız uçakları Bengazi’den Beyrut’ta bombaladı. Bombalar çiçek dikmedi. Hep ölüm ve yıkım getirdi. 1956, emperyalizmin sömürgecilik sisteminin çöküş yılıdır. Bu yıllarda eski bir Fransız kolonisinden (örneğin Cezayir’den) kaçmış bir Arap’ın ana diliyle, ibadet diniyle ve öz ahlakıyla Fransa vatandaşı olması mümkün oldu. Fakat dilini, dinini, kültürünü unutup Fransız olduğunu dünya göremedi. Paris varoşlarında kıvılcım kapan asimile edilişe ve adaletsizliğe tepki ateşi alevleri defalrca göklere tırmandı. Bu büyük gerçeği görüp anlamadan 5 bin Fransalı Arap’ın, 5 bin İngiltereli Arap’ın ve binlerce Orta As-


Makale ve Analizler - 2015

27

yalı Müslüman’ın IŞİD’e gönüllü er oluşu anlaşılamaz. 80 bin kişilik silahlı IŞİD ordusu böyle oluşmadı mı? Bu eski kıtanın ana kentlerde mülteci, sığınmacı, savaş kaçağı, etnik azınlık kimliklerinin asimile edilmesi siyasetine tepki değil de nedir? Bir de alternatifsizlik (seçeneksizlik), umutsuz gençlik sorunu var. Sosyalist dünyanın yıkılmasıyla Batılı genç kuşak umutsuzluk kuyusu dibine düştü. Ne yazık ki, kültürel farklılıklarını yaşatabilmeleri için IŞİD onlara bir seçenek olarak göründü. İnsan kelesi keserek dünyaya korku salmak, olmadı uçak düşürmek, Paris’i yıldırmak, saflarına yüksek bilgisayar mühendisleri toplamamalarını başka türlü nasıl açıklayabiliriz. Terör haklı gösterilemez ama onlar 9 dilde radyo yayını yaparak bunu dayatmaya çalışıyorlar. Terörün, teröristin iyisi olmaz! Evladını kaybeden hiçbir ananın gözyaşı sahte değildir. Kültürel ve etnik, yerel ve bölgesel büyük kavga ateşlerinin yanacağına işaret eden Huntington haklı çıktı. O, yenidünya medeniyetinde etnik ve ulusal farklılıkların yeni bir demet oluşturabileceğini öngöremedi. Belki de emperyalist ortamdan gelişine bağlı eksik yanı kaldı. O, bunun aşılabilir bir sorun olduğuna inanmalıydı. Multi kültürel ortamda birlikte yaşamanın bir çözüm olabileceğine inanmalıydı, ama emperyalizmin kültürel dayatmaları bitmedi ki! Bizde de öyle olmadı mı? 2007’de, Huntington’un ölümünden tam bir yıl önce, Bulgaristan Avrupa Birliği üyeliğine soyundu. Brüksel çözülmemiş iç ve dış sorunlar raporu istedi. Nüfusun % 24’ü Roman, % 12’si Türk ve % 10’u da Pomak Müslüman olan memleketimizde totalitarizm döneminde ayak altına alınan etnik azınlık haklarımızın hiçbiri ne anadilimizde okuma yazma, konuşma, şarkı söyleme, ne özgün kültür, yaşam tarzı yaratma haklarımız dahil hiçbirinin bir virgülü bile tanınmadı. Ahmet Doğan ve HÖH yönetimi asla af edilmez bir hainlik yaptı. Bulgaristan’da çözülmemiş etnik sorun yok diye bildiri imzalayıp Brüksel’e gönderdi. Hepimizi birden, çocuklarımızın geleceğiyle birlikte tümümüzü yaktı. Ahmet Doğan’ı neden kuş uçmayan saraylarda, yeni buzağılamış ineğin memesine yapışmış bir kene gibi beslediklerini anlayabildiniz mi?! O, tüm haklarımızı, Türk kimliğimizi, Türk geleceğimizi ateşe verdi. Mestan ise, Bulgaristan’da Türklüğü ve Müslümanlığı yok etme ateşini sonuna kadar yakmak ve külünü saçmakla görevlendi. Başka bir ödevi yoktur. Her gün 5 vakit camiye gitse ve bin def tövbe etse beş para etmez. Silinmeyen ve unutulmayan günahlar vardır. Büyük Türkiye yolunun kapıları sonuna kadar açıldı. Antalya’da Türk stratejik liderliğinde geliştirilen görüşlerde barış, güvenlik ve istikrarın üstünlüğü öne çıktı. Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan liderliği dünya forumuna huzur aşıladı. G-20 zirvesinde terörle yan yana sığınmacı sorunu da ağırlık kazandı. Bu soruna bir sonsuz sarmal niteliği ka-


28

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

zandırılma yolu kesildi. Daha önce, bu konuda, eski kıta susuyordu. Akdeniz üzerindeki teknelerden gelen feryat, onları uyandırdı. Nüfusu yaşlanmış ülkeler gelenlere önce yalnız genç iş gücü olarak bakarak sevindi. Dünya teröre yenilmemeli inancı böyle doğdu ve halkları kucakladı. Son 5 yılda sığınmacılara kanat açan Türkiye, Ürdün ve Lübnan’da bu inanç zaten pekişmişti. Halklara yeni bir birlik mesajı veren yine Türkiye oldu. Anavatanımızın öncü rol üslenmesi, 21. Yy başında kısa bir süre de olsa, altın çağını yaşaması, emperyalizm bunalımlarına elini kolunu kaptırmadan ayakta alması, Başbakan Sayın Ahmet Davutoğlu’nun “Stratejik Derinlik” eserinin doğmasına teorik temel oluşturdu. Bu eserde bir de Balkan siyasetine yeni yaklaşım esasa oturtulmuştur. Sığınmacı alaylarını topraklarda görenler yeni bir Balkan savaşını gevelemeye başladı. Ele aldığımız eser Balkanlar’da barış tesis eden mücadele içinde doğdu. “Medeniyetler Çatışması” yerine “Uygarlıklar Uzlaşmasını” getirdi. Türkiye’nin izlediği siyasetin barış, uzlaşı, birlik ve kardeşlik olduğunu bütün dünya G-20 zirvesinde de gördü. Son 15 yılda Ankara’nın AB’ye ve tüm dünyaya, komşu Arap ülkelerine mesajları hep uzlaşma, güvenli ve barış olmuştur. 1970’ten beri uluslararası ve iç terör odak ve tröstleriyle, son dönemde paralel yapıcı hainlerle ve onlara siyasi omuz verenlerle ağır mücadele veren Türkiye devleti, terörün tüm dünya halklarının ortak düşmanı olduğu gerçeğini artık birçok uluslararası forumda kabul ettirdi. G-20’den önce, Viyana’da yapılan Suriye Dönem Toplantısında bunu gördük. Şm götüren batış yolunun taşları dikilmeye başladı. Antalya’da Obama - Putin, Erdoğan - Putin, Erdoğan - Obama ve Erdoğan - Merkel görüşmeleri bu başarılı siyaset yolunun uluslalar arası durakları oldu. 21. Yy ilk 1 yılının en büyük zaferi küçük ve büyük devletlerin terörü ortak düşman olarak tanıması ve karşısında korkup yılmayacak bir bitlik beyan etmesi oldu. Antalya Bildirisi’nin derin anamı budur. Dünya zirvesi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Başbakan Ahmet Davutoğlu’na güvendiğini ve inandığını en parlak biçimde gösterdi. Büyük Türkiye yolu sonuna kadar açıldı. Bu kapı artık kapatılamaz. Yolumuz açık olsun.


Makale ve Analizler - 2015

29

Şansa Bak, Şansa!

Dr. Mustafa Kahraman-17.Kasım.2015

Konu: Sınırlar kaldırılıyor mu, yer mi değiştiriyor? Sık sık karmakarışık diyoruz. Arapsaçı gibi karışmış da dediğimiz oluyor. Bunu Balkan Yarımadasındaki devlet sınırları için söyleyebilir miyiz? Bu sınırların en uzunları 1990’dan sonra çekildi. Yugoslavya dağıldı bir sürü devlette parçalandı. Bu yeni devletlerin arasındaki sınırlarda çakılmış kazık ve çekilmiş çit bile yoktu. Bosna Hersek gibi aralarından sivrilenler artık Avrupa Birliği’ne üye oldu. Şimdi sırada Sırbistan ve Makedonya ikisi de AB ve NATO üyeliğine aday olduklarını sık sık yineliyorlar. Makedonya ile Sırbistan memleketimiz Bulgaristan’a komşu ve sınır. Bu sınıra Türkiye sınırına gerilen 3 metre yüksek 5 katlı tel örgü çekilmedi. Sosyalizm yıllarında yani 1990’dan önce çekilmiş olan beton direkli 4-5 kat dikenli tel çitler rüzgârla boğuşmada yenik düşmüş ve ya Batıya ya Doğuya yatmış, toprağa yatıp teslim olmak üzere yere yatmıştır. Bu sınırlar, 27 Kasım 1919’da Paris çevresindeki Nöyyi (Neully) İtifak devletleri arasında imzalanan Barış Antlaşması’nda çizilmişti. Bu Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Bulgaristan’a galip müttefik güçler tarafından dayatılan bir antlaşmadır. Bu antlaşma gereğince, Bulgaristan Ege sahiline çıkıştan vazgeçmiş ve topraklarından 11 278 km kare yitirmişti. Bu topraklar Batı Trakya, Struma Irmağı boyunda, Bosilovgrad, Tsaribrot bölgesi ve Kula belediyesi köylerinden bazılarıydı. Bununla birlikte Nöyyi Barış Antlaşması, Balkan Harbinden ve Müttefikler Arası Savaştan sonra 1913’te imzalanan Bükreş Antlaşması hükümlerini de onaylamıştı ki, bu antlaşmaya göre Güney Dobruca Romanya’ya verilmiştir. Bulgaristan’a ekonomik, mali ve askeri yaptırımlar, 2.25 milyar altın Frank tazminat ödemesini ve galip devletlere 70 825 iri baş hayvan ve 225 bin ton kömür vermesi zorunlu kılınmıştı. 1940’ta imzalanan Romanya Krayova Sözleşmesi, 1913 Bükreş ve 1919 Paris Antlaşması’nın Güney Dobruca’ya ilişkin maddelerini geçersiz kılarak, Güney Dobruca’yı Bulgaristan Çarlığına geri vermiştir. Bu, Nazi Almanya’sının baskısı altında olmuştur. İmzalanmasından 96 yıl sonra 2015’te Nöyyi Antlaşmasıyla çizilen sınırlar devlet sınırıdır. Bugünkü Sırbistan’da bulunan Niş, Bosilovgrat ve Tsaribrot yöresinde Bulgar nüfus yaşıyor. Onların da özgün kültürel ve etnik topluluk haklarında, okullarda Bulgar dilinde eğitim görme gibi kaynağı devlet bütçesi olan istekleri yerine getirilmiyor. Bulgaristan bu kasaba ve köylerdeki Bulgar ocak-


30

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

larını yaşatmak için kitap, CD, film vb gönderiyor, sanatçılar sık sık bölgeyi ziyaret edip konser veriyor. Kuzey Batı Bulgaristan illeri ile Sırbistan’ın Bulgar sınırına tekâmül eden bu bölge arasında ortak ekonomik kalkınma bölgesi kurulması gibi girişimler de güncelleşmiş bulunuyor. Bu arada tanınmış Bulgar demokrat siyasetçilerinden, yazar ve şair, diplomat Edvin Sugarev geçen ay Niş Bulgar Konsolosu olarak görevlendirildi. İşte böyle bir ortamda, geçen hafta, Sofya’da Bulgar Ulusal Bilim ve Sanat Akademisi (BUBSA), yeni başkanı Stefan Vodeniçarov yönetiminde ilk kurultayını düzenledi. BUBSA sosyalism yıllarındaki Bulgar Bilimler Akademisi’nin (BBA) kapatılmasını, devlet bütçesinden aldığı ödeneklerin durdurulmasını, emekli akademisyenlere verilen 3 bin leva emekli maaşının kesilmesini ve eski Akamemi taşınmazlarının kendilerine devredilmesinde ısrar ediyor. BUBSA Başkanı St. Vodeniçarov Nöyyi Antlaşmasıyla çizilen Bulgaristan Sırbistan devlet sınırı ve Sırbistan devlet sınırı içindeki Bulgar kamuoyunda adı Batı Sınırımızın Kenar Yöreleri olarak bilinen toprak parçasının Bulgaristan’a iadesi için çok ciddi bir talepte bulundu ve bu isteği dış işleri bakanlığımız üzerinden Brüksel’e iletmek üzere belgeledi. Olay şudur: Sırbistan Avrupa Birliği (AB) üyeliği için talepte bulunmuştur. Brüksel yeni adaylardan İç ve Dış (komşularıyla) sorunu olmadığına ilişkin özel bir belge talep ediyor. Bulgaristan, Sırbistan devlet sınırları içindeki “Bulgar topraklarını” geri vermeyi kabul etmeden, Bulgaristan Sırbistan’la sorunu olmadığı sözleşmesini imzalamak istemiyor ve böylece Sırbistan’ın AB üyeliği yolunu keserken, Batı sınırı boyunda, Sırbistan topraklarında, Bulgar nüfusun yaşadığı toprakları kendi devlet sınırlarına katmak istiyor. Not: Bir çok yazımızda Ahmet Doğan ve HÖH yönetiminin Bulgaristan Türkleri ve Müslümanların bir etnik halk topluluğu olarak çözülmemiş hiçbir sorunu olmadığı sözleşmesini imzalayıp Brüksel’e sunması, hakhukuk, adalet ve özgürlük sayfamızı kapatarak, 40 korumalı, 3 aşçılı, ekmek elden su gölden gel keyfim gel saraya sefasına çekilmesine benzer bir olaydır. O zaman da Şarta Bak, Şarta, demiştik. Bu uluslararası diplomasi konusudur. Daha önce, AB’de böyle bir istekle karşılaşmamıştır. 1954’te imzalanan “Roma Demir ve Kömür Antlaşması”nın imzalanmasından beri büyüyen AB, her defasında daha önce imzalanmış olan tüm uluslararası sözleşmelere saygı ve uyma hazırlığı dile geçirmiştir. AB eski kıta devletleri arasındaki sınırları kaldırmak, tüm vatandaşlara ve iş gücüne serbest gezme ve istihdam hakkı tanıyan ve ekonomik ve sosyal olarak tek bünye yaratmak için kurulan ve geliştirilen bir toplumsal vücuttur. 2015’te sığınmacıların AB’ye akınıyla devlet sınırları konusu


Makale ve Analizler - 2015

31

yeniden güncel oldu ve telli duvar şeklinde birçok yere gerildi. AB ilk kez “sığınmacı isteyen ve istemeyenler” olarak değişik gruplara parçalandı. Bu parçalanmaların yarattığı çelişkiler v çatışmaya götürebilecek kızışmayı en güçlü belirtileriyle Balkanlarda, Balkan devletleri arasında his etmeye başladık. Hırvatlar ile Slovenler silaha sarılmış durumdadır. BABSA Başkanı Vodeniçarov’un sözleri henüz kurultay salonlarında yankılansa da, yeni kurulan Akademi kadrolarının Çar III. Boris zamanından geldiği ve eski kıtada kabaran milliyetçi dalgayla ahenklik içinde yükseldiğini vurgulamak yerinde olur. İşte böyle bir ortamda, Antalya Beleg’te G-20 zirvesi düzenlenirken, İngiliz “İndipendent” gazetesi Bulgaristan Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev ile bir söyleşi yayınladı. Plevneliev, “Rusya Balkanlar üzerinden Avrupa’da istikrarsızlık yaratıyor” dedikten sonra şu özelliklere işaret ediyor: “Putin siber savaş yürütüyor, bizi siber saldırılarla sarsıyor. 25 Ekim günü Bulgar Parlamentosu, Cumhurbaşkanlığı ve Yüksek Seçim Kurulu daha önce görülmemiş bir Rus siber saldırısına hedef oldu. Avrupa’yı istikrarsızlaştırmanın en kısa yolu Balkanlardan geçer. t Putin bu fırsattan yararlanmaya çalışıyor.” Avrupa’nın güvenlik siyasetinin kalbini Balkanlar oluşturmalı, deyen Plevneliev bu bakıma NATO ve AB yönetimine çağrıda bulundu. Kırım Adası’nın ilhak edilmesinden sonra, Karadeniz’de Rus uçaklarının hava sahamızı 10 defa daha sık ihlal ettiğine işaret etti. Devlet başkanı, bu saldırıların siber baskıdan halka olduğunu söyledi. Plevneliev “İndipendint” gazetesine, Bulgaristan’ın 2015 sonuna kadar 20 bin sığınmacı daha alacağını da sözlerine ekledi. İşte böyle eski kıta ve Balkanlarda bir yandan sınırlar sökülüp atılsın derken, yenileri çekiliyor, toprak talepleri başlıyor ve siber savaşın ilk kıvılcımları yerde gökte çakmaya başladı.

Fransa’nın 11 Eylül’ü

Alptekin Cevherli-18.Kasım.2015

Bir gün 2 çocuk yolda giderken biri diğerine çelme takmış. Çocuk yavaş bir şekilde yere düşmüş. Hiçbir yerinde en ufak bir çizik bile yokmuş. Fakat 10 dakika boyunca salya sümük ağlayıp durmuş, diğer çocuk bin pişman özür dilemiş dilemiş ve nihayet ayağa kalkıp yollarına devam etmişler.


32

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Aradan 5 dakika geçmiş geçmemiş bu sefer yine aynı çocuğun ayağı taşa takılmış ve yine yere düşmüş. Tam o sırada yan taraftaki yardan aşağıya uçmuş, takla ata ata 5 metre daha sürüklenmiş, üstünü başını çalılar yırtmış. Çocuğun her yer yanı kan revan içerisindeymiş. Kafası yarılmış, kolu kırılmış; fakat çocuk hiçbir şey olmamış gibi düştüğü yerden silkinerek kalkmış, “Haydi gidelim” demiş. Diğer çocuk şaşkınlıkla demiş ki; “Demin düştüğünde bir yerinde çizik bile olmamasına rağmen 10 dakika boyunca ağladın, zırladın resmen kulak zarıma işkence ettin, şimdi ise her yerin kan içinde ve hiçbir şey olmamış gibi nasıl gidelim diyorsun?” Başından yanaklarına doğru kan sızan çocuk buna aldırmadan demiş ki: - “Kendi düşen ağlamaz!” *** 11 Eylül 2001 yılında Nev York’taki Dünya Ticaret Merkezi kulelerine El Kaide adı verilen bir örgüt tarafından 4 yolcu uçağının kaçırılması sonucu yapılan saldırılarda 19 saldırgan da dahil 2996 kişi hayatını kaybetmişti. Ardından dönemin ABD Başkanı 2. Bush “Bu bir Haçlı Seferidir!” diyerek sözüm ona El Kaide’ye karşı savaş başlatmış ve bu vesile ile Afganistan ve Irak’ı işgal edivermişti. Oysa “Taliban” denilen ve medrese talebelerinden (öğrencilerinden) oluşan bir örgüt içerisinden kopan El Kaide, aslında SSCB’nin (Rusya’nın) Afganistan’ı işgali ardından kurulmuş bir 5’nci kol faaliyetiydi ve Taliban’ın elit kuvvetlerini oluşturuyordu. Rus ordusuna karşı mücadele veren bu grup, bölgedeki Tacik, Türkmen, Özbek ve Urdu vd. kökenli geleneksel İslâm’ı ön plâna alan iç dinamiklerle işgale karşı refleks olarak kurulmuş yerel güçlere karşın; Taliban ise direkt olarak Batı’dan emir ve lojistik destek alan bir örgüt olarak ABD’nin bölgedeki gerçek müttefiki ya da maşası idi. Ancak komünist sistemin çökmesi ile birlikte Rusya’nın Afganistan işgaline son vermesi ardından tasfiye süreci yaşayan Taliban ve El Kaide varlıklarını devam ettirmek isteyince; bir anda kötü çocuk olmuş ve 2011 yılında El Kaide lideri Usame bin Ladin öldürülmüştü. Aynen Saddam Hüseyin’in de işi bitince öldürülmesi gibi. Ancak bu süreçte çok ciddi bir ayrıntı vardır. Afganistan’daki yerel Müslüman güçler Özbekler, Tacikler, Afganlar veya Urdu’lar sadece Rus askerleriyle mücadele ediyor, düşmanla savaşırken aynı zamanda kendi canlarını da savaş şartları dahilinde korumaya gayret ediyorlardı. Oysa ABD patentli ve o dönem Suudi Arabistan destekli Taliban ise intihar bombacıları vasıtasıyla Rus ordusuna korku salıyor, üzerine bomba bağlayıp


Makale ve Analizler - 2015

33

Rus tanklarının altına kendini atan fedailer ile ateist düşünce kalıplarıyla eğitilmiş olan Sovyet subaylarını dehşete düşürüyorlardı. Bu taktik biraz Hasan Sabbah’ın Haşhaşilerini anımsatsa da canlı bombalara “şehit” denilerek kutsanıyor ve yüceltiliyordu. Bu anlayış İslâm ülkelerinde cılız teknik uyarılara rağmen ciddi bir eleştiri almamıştı. Çünkü ‘kafir Ruslara’ karşı cihat ediyorlardı. Ancak savaş bitince bu şekilde Batı tarafından kendince revize edilmiş İslâm ile formatlanmış intihar bombacıları ve bu anlayış bir anda elde kalıvermişti. İlk önce Afganistan’daki geleneksel İslâm’ı temsil eden güçlere saldırdılar. Ardından Çeçenistan’da patlayan canlı bombalar, 11 Eylül saldırıları, Irak’ta her gün patlayan canlı bombalar, Suriye’de patlayan canlı bombalar, Türkiye’de patlayan canlı bombalar ve en son Paris’te patlayan canlı bombalar ve sayamadığımız diğerleri geldi... Ord. Prof. Dr. Rahmetli Sulhi Dönmezer hocam, “Sosyal bilimlerde laboratuar ortamlarında deney yapamazsınız. Çünkü tahmin edilemeyecek kadar çok sayıda farklı değişken ve şart vardır. Bu nedenle laboratuarda elde edilen sonuç, gerçek hayatta çok farklı neticeler verebilir” derdi. Oysa Batı, bir zamanlar Osmanlı Devleti’ne karşı ürettiği virüsü, revize edip bir kez daha piyasaya sürmüştü bile... Osmanlı Devleti’ni yıkmak ve Ortadoğu’yu paylaşmak amacıyla Batı tarafından icat edilen Vehabilik ve ardından Osmanlı Devleti’ne karşı çıkarılan isyanlar maksadına ulaşmış ve Türkler ciddi anlamda Ortadoğu’dan tecrit edilmişlerdi. Ardından da Fransa, İngiltere ve İtalya bölgeyi istedikleri gibi paylaşmışlardı. 2. Dünya Savaşı ardından ise bu kez Fransa, İngiltere ve tabii ki ABD bölgeyi yeniden reorganize etmişlerdi. 1980’lerle birlikte Türkiye’nin güneyi ile yeniden ilişki kurmaya başlaması hamlesi ise PKK terörüyle Batı tarafından cevaplanmıştı. Biz ise IŞİD’e (DAEŞ’e) geri dönelim... İslâm dininde savaş halinde dahi teslim olan kişi kasten öldürülemeyeceği gibi, size karşı mücadele etmeyen, karşı koymayan kimse de öldürülemez. Savaş kararı sadece devlet tarafından verilebilir. Kişi ya da kişiler bir devlete karşı savaş açamaz (terör saldırısı gerçekleştiremez). Kişi asla kendi canına kıyamaz. Kıyarsa kafir olur. Savaş halinde elbette ölüm ihtimali vardır ancak gazi olmak veya sağ salim savaştan çıkmak ihtimali de vardır. Oysa canlı bombanın asla kurtulma şansı yoktur. Bu nedenle hem masum kişilerin, hem de kendisinin katilidir. Üstelik Batı Avrupa ve ABD’de hızla


34

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

yayılmakta olan İslâm’ın imajını zedelediği için ayrıca da büyük bir günah işlemiş olmaktadır. 4 Halife döneminde Abdullah İbn-i Sebe ile başlayan İslâm dinine tefrika sokma ve farklı İslâmlar oluşturma çalışmaları her geçen gün gelişerek ilerlemiş kimi zaman Haşhaşiler olarak Selçuklu Türkleri’ne musallat olmuş, kimi zaman da Vehabiler olarak Osmanlı Türkleri’ne musallat olmuştur. Tarih boyunca çok farklı varyasyonlarla İslâm dönüştürülmeye ve Batı’nın çıkarları doğrultusunda evrilmeye çalışılmıştır. Ayetle sabit olduğu üzere Yüce Allah, dini elbette korumuştur ancak bu yıkıcı plân da sürekli işlemiştir. En son ABD’nin Irak’ı işgali esnasında içinden cihat ayetlerinin çıkarıldığı ve İncil’den bazı cümlelerin ilave edildiği Arapça ve Kürtçe sözüm ona Kur’an-ı Kerimler’i ABD’nin Truva birliklerinin bedava dağıttığı bilinmektedir. Amerikan Board’un çalışmalarından Lawrance’ın faaliyetlerine ve Sykés - Picot gizli antlaşmalarına kadar Batı’nın, ama en çok da İngiltere, Fransa ve ABD’nin yarattığı bu heyula 11 Eylül’de kendi yaratıcılarından ABD’yi vurmuş, 2015’te de Paris’te 6 yerde patlayan bombalar ile de Fransa’yı vurmuştur. Laboratuarda ürettikleri yapay İslâm’ı dünyaya musallat edenlerin bir gün gelip Ucube’nin Dr. Frankeştayn’ı yani mucidini de öldüreceğini bilmeleri gerekirdi. Ne diyelim, kendi düşen ağlamaz. Ağlamaz ama oradaki masum insanlara da üzülmemek elde değil... Fransız halkının başı sağ olsun.

Şeytan ve Öğrencisi

Filiz Soytrük-18.Kasım.2015

Konu: Masallar hepimizi öğretir. Sizler için Deliorman’da anlatılan bir Bulgar halk masalı seçtim Geçim bohçası uçlarını iliştirmede zorlanan yoksul bir anne oğlunun bir işe sap olmasını çok arzu ediyormuş. Onu bir terziye çırak vermek için, bir gün önüne takmış ve şehir yoluna düşmüşler. Az gitmişler, uz gitmişler, uzun yol yürümüşler. Yorulunca soluklanmak için bir kuyu başında oturmuşlar. Yaşlı kadın çok yorulduğundan yere çöker çökmez:


Makale ve Analizler - 2015

35

“Oh!” deyip içini çekmiş. Kuyudan hemen fırlayan bir şeytan, etrafında göz gezdirip sormuş: “Beni neden çağırdınız?” “Ben kimseyi çağırmadım.” demiş ürkek sesli yaşlı kadın. “Ben, “OH,” adlı şeytanım, sen, “OH,” dedin.” “Yolda yoruldum, içimi çekerken ohladım,” cevabını vermiş kadın. “Yolunuz nereye böyle,” diye sorup soruşturmaya devam etmiş şeytan. “Bir zanaat öğrenmesi için oğlumu şehre götürüyorum.” demiş kadın ve şeytan hemen eklemiş: “Onu bana ver. Ona şeytanlığın her çeşidini öğretirim. Üç yıl sonra gel, geri vereyim!” Biraz düşündükten sonra kadın razı olmuş. Şeytan oğlanı tuttuğu gibi, kuyuya atlamışlar. Genci evine götürmüş. Ev havalı ve zengin döşeliymiş. Şeytan’ın eşi yeni öğrenciye kalacağı odayı gösterme için önüne takmış ve giderken şöyle konuşmuş: “Kulağını aç! Söyleyeceklerimi aklından çıkarma! Eşimin kendisine zanaat öğrettiği gençlerden hiç birisi buradan canlı çıkmadı. Çünkü hepsi budalaydı. Eşimin onlar gösterdiği şeytanlıkları ne kadar güzel öğrendiklerini hemen sahnelemeye can attılar. Eşim, kendinden hünerli olanları pek sevmez, kıskanır. Bu yüzden sen gösterileni belle, öğren, ama öğrendiğini belli etme. O senin hiçbir şey öğrenemediğine ikna olursa, seni serbest bırakır.” “Ama hiçbir şey öğrenemeyişime hiddetlenirse! O zaman ne yaparım?” “Sana öfkelenebilir, hatta seni dövebilir, canın kıymetliyse, susup dişini sık, dayan.” Oğlanın şeytan evindeki hayatı böyle başlamış. Temizlik yapar, odun keser, hizmette kusur etmezmiş, ardından şeytan ona eşek, tavşan, ayı ve başka hayvana dönüşme ustalığını öğretiyormuş. Gösterileni dikkatle gözleyen, benimseyen oğlan, aklında kalanlar üstüne ödev ve denemeleri gizlice yaparken, şeytanın karşısında hep bir şeyleri eksik yapıyor ve sihir bozuluyormuş. Üç yıl böyle gelip geçmiş. Yaşlı kadın kuyu başına yine gelmiş, oturduğu gibi de “OH!” demiş. Önce şeytan ardından da oğlan kuyudan hemen çıkmışlar. “Hadi gidelim ana!” demiş oğlan. Şeytan ona biraz öfkeli bakmış, “bu oğlan bana aptal numarası yaptı, aslında her şeyi kavradı, bu yüzden gitmeye acele ediyor,” diye şüphelenmiş. Ve yaşlı kadına dönerek şöyle demiş: “Oğlun zanaatımı öğrenemedi. Yarım yıl daha kalsa iyi olur!”


36

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Genç razı gelmemiş, anasını elinden tuttuğu gibi, çekmiş, oturduğu yerden kaldırmış ve yola yönelmişler. Az gitmişler uz gitmişler, ormandan geçerken kulaklarına avcıların boynuz sesi gelmiş. Oğlan anasına dönerek: “Ben şimdi anne, ben bir av köpeğine dönüşeceğim ve avcı beni satın almak isteyecek. Sen 200 akçe iste ama boynumdaki tasmayı sakın verme. Verirsen sana asla dönemem.” Kendi kendine bir iki sihirli söz söylemiş, olduğu yerde bir dönme dönmüş ve av köpeği olmuş. Ormana girdiği gibi ilk tilkiyi ürkütüp avcılara doğru kovalamış. Avcı başı köy ağasıymış. İlk atışta tilkiyi indirmiş, çalıların arasında kuyruk kıvıran köpek sahibine dönmüş. Biraz daha yürüdükten sonra avcılar önlerine çıkmış ve avcı başı: “Bu köpeği bize sat, ne istersen verelim,” demiş. “200 akçe isterim, fakat boynundaki tasmaya kıyamam,” demiş kadın. “Tasma senin olsun - biz ona altın boyunluk takarız,” demiş avcı başı ve yoksul kadının avcuna saymış parayı. Avcılar ormana dağılmış, köpek de çalılıklara girmiş. İlk bayırın ardında köpek yine oğlan kılığı almış ve anasına dönmüş. Bunlar olurken göklerde süzülen bir kartal her şeyi görmüş. Oğlan ile annesi imparatorluğun başkentine vardıklarında, oğlan alnında beyaz benli siyah Arap atına dönüşmüş ve anasını, “500 akçe almadan beni satma, başlığımı da verme” diye tembihlemiş. Atı gören zenginler, saray hizmetinde olanlar fiyat sormuşlar. “500 akçe! Ama başlığını vermem.” diye yanıtlıyormuş kadın. “Al şu parayı, başlığı senin olsun, biz ona altın başlık takarız,” deyip atı götürmşler. Gece ayağa kalkan at, oğlan dönüşmüş, avludan atladığı gibi anasına dönmüş. “Ana, ben yarın bir öküz olacağım, kaç para verirlerse versinler yularımı verme,” diye yine tembihlemiş. Sabah erkek pazara inmişler, pazarda onun gibi tosun öküz yokmuş, müşteriler gelip “fiyat” demişler. “Bin akçe verene veririm, ama yularını vermem,” demiş kadın. “Bin akçe üstüne sayayım, yularlı olsun, yularsız götüremem,” demiş alıcılardan birisi.


Makale ve Analizler - 2015

37

“Yolarını veremem!” Diye diretince kadın. “Al şu iki bini! Ver şu yuları!” diye ısrar eden, müşteri kılığında, şeytanın ta kendisiymiş. Bu pazarlığı işiten oğlan, alıcının kim olduğunu fark eder etmez, hemen bir tavşana dönüşüp sıçramış, kaçıp toz olmuş. Bunu gören şeytan ise, hemen köpek olup peşine takılmış. Yakalanacağını sezen oğlan güvercin olup havalanmış. Ardından şeytan atmaca olmuş ve onu kovalamaya başlamış. Nihayet güvercin bir avluya konmuş ve bir avuç darıya dönüşerek her yere saçılmış. Şeytan geri kalacak değil ya, hemen bir serçe olmuş ve darı tanelerini teker teker gagalamış. İki tane taş kenarına sıkıştığından şeytan kuş onları görememiş. O iki darı tanesinden tilkiye dönüşmeyi başaran oğlan, serçeyi yakalayıp yemiş. Görüldüğü gibi, şeytanın öğrencisi kurnazlıkta hocasından üstün gelmiş ve daha önce öldürülen öğrencilerin öcünü çıkarmış. Masal burada biterken biz dönelim bu masalın bize öğrettiklerine. Bu bir Bulgar halk masalıdır, demiştik. İnsan istediğinde mutlak öç alabilir ve almalıdır, dersi verir. Bizim kültürümüz, “Şeytanın dostluğu, darağacına kadardır,” der. Anlamı, kötü arkadaş insanları yoldan çıkarır ve ölüme kadar götürebilir. Ama kurnaz olduğundan ölümün eşiğinde onu kaderiyle baş başa bırakır. Biz bunu son 26 yılda her gün yaşadık. Dilimiz dönüp demese de, Bulgarlar Ahmet Doğan’a “Şeytan” dediler. Başımıza geçmeden, özel eğitim aldığı şeytanlık merkezlerinde, Türkleri Bulgar’a, Müslüman’ı Hristiyan’a dönüştürme şeytanlığını öğrenmiş. Bize uyguladı. Bölündük, parçalandık, işsiz, aç susuz kaldık ve yoksulluk çemberinde sanki kendisine teslim olduk ki, bizi “Bulgar Etnik Modeli” kuyusuna itti ve Bulgarlaştırmaya çalıştı. Anadilimizi dilimizden söküp almak için bin bir dolaplar çevirdi. Aç kalan sefil düşen insanlarımızı “çık çık eden nalçadır, iş bitiren akçadır” deyip son seçimlerde de aldatmaya ve oylarını toplamaya kalktı. Halkın uyandığını, şeytanlık sihirlerini çözdüğünü anlayınca, şu rakam gerçektir, Deliormanın Kubrat ve İsperih Belediye merkezinde ve köylerinde 500 bin leva para saçtılar, oy satın aldılar, ama halkımız uyandı, köpeği, atı, öküzü verdi, Türklüğümüzden elinde kalan tasmayı, başlığı ve yuları asla satmadı, vermedi, iradesi ve özgürlükleri üstüne pazarlığa oturmadı, seçimleri kazandı. İsperihte Beysim Rasim’in, Kubra’ta Bürhan Müzilifov’un, Dulovo’da Yüksel Ahmedov’un “koalisyon”, “dönüşüm zamanı” ve “bağımsız” şeklinde örgütlenerek yerel seçimlerde HÖH - DPS’yi yenmesi ve belediye başkanı


38

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

olması, üstüne Deliorman’da birçok muhtarlıkları da ele geçirmesi, öğrencisinin şeytanı yenmesine, yiyip bitirmesine benzedi. Deliorman’da yeni Pazar kuruluyor. Halkımız Türklüğümüzü yok etmek isteyenlerin yolunu kesti. Kimse ne paraya ne pula inandı. Masaldaki annenin bir yulara 1000 akçe vereni elinin tersiyle geri ittiği gibi Lütfü Mestan’ın ve Ramadan Atalay’ın halkımızla alay etmesine tepki büyük oldu. Oy pazarı bozuldu. Vicdan uyandı. Halkımız bilinç, gönül ve ruhundaki Türk iradesinin paha biçilmez olduğu, 500 bin levaya ne Türk tasması, ne Türk başlığı ne de Türk yuları satılmadığı ortaya çıktı. Türk onuruna Pazar olmadığını dünya gördü. Yerel seçim zaferimiz bütün memlekete ve Türkiye’deki soydaşlara ibret dersi oldu. Bulgaristan’da hava tamamen döndü. HÖH karı kalkıyor. 1 Kasımdan bugüne 17 gün geçti, Ramadan Atalay saklandığı kuyudan çıkamıyor. Kaybettiği paralara çok üzülmüş. Lütfü Mestan’dan çıt çıkmıyor. Saray’dan uğultu sesi geliyormuş. Masalımızdaki kuyu Ahmet Doğan’ın kapalı tutulduğu saraydır. Masalsı anlatım Dobruca, Deliorman, Gerlovo, Rodop, Trakya Türklüğünün ağır çekiden silkinmeyi başarabileceğine en parlak örnek oldu. Bu zafer, ekmek parası için Batı ülkelerinde el açan kardeşlerimize de dönün artık, her şeyi birlikte değiştirebiliriz, çağrısı oldu. Türkiye’deki akrabalarımız ve onların dernek ve diğer örgütleri: Bulgaristan’a başka bir gözle bakmak zorundadır, insanın memleketinden güzeli yoktur. Atalay’ın ve Mestan’ın halkımızın önüne çıkacak yüzü kalmadığı gibi, saray kapısı da kilitlenmiş ve Ahmet Doğan içerde ebediyen hapsedilmiştir. Şeytanlık dönemi bitti. Korku içinde, parayla sadet olmaz! Memleketimizde Türklük baharı açıyor. Kutlu olsun!


Makale ve Analizler - 2015

39

Atatürk’ün “Milli Devlet” Projesi Başarılı Olmuştur

Dr. Sakin Öner-19.Kasım.2015

Türkiye Cumhuriyetinin son otuz yılı bölücü PKK örgütünün ve bu örgütü destekleyen politikacıların bütün çalışmaları ve son on yılda siyasi iktidarın başının sürekli “Türkiye’de 36 etnik grup var” söylemi ile geçmiştir. Bölücüler, biraz da siyasi iktidarın gaflet ve dalaletinden dolayı epey mesafe almışlardır. Fakat bütün bu ayrıştırıcı söylem ve eylemlere rağmen Türkiye ne bölünmüş, ne de bir iç savaş çıkmıştır. Bu başarı, Atatürk’ün, çeşitli farklılıkları bünyesinde barındıran bir imparatorluk bakiyesinden bir “milli devlet” oluşturma projesinin başarısıdır. Atatürk’ün milliyetçilik düşüncesi, “ırkçılık” ve “ayrımcılık” düşüncelerinden farklı olup, Türkiye’nin gerçeklerine göre şekillendirilmiştir. Çünkü, Osmanlı İmparatorluğun yıkılıp, İstiklal Harbinin zaferle sonuçlanması ile elimizde kalan misakı milli hudutları içinde, Anadolunun fethinden önce yerleşmiş olan kavimler, çeşitli zamanlarda İmparatorluğun değişik bölgelerinden göçler veya zorunlu iskan yoluyla gelen, Lozan’dan sonra mübadele ile gelenlerden oluşan bir toplum yaşamaktaydı. Bunların ortak bir coğrafyada, ortak değerler ve ülkülerle yoğrulması gerekiyordu. Bu oluşumun mayasını da, Atatürk’ün ifadesiyle “Yüksek Türk Kültürü” oluşturacaktı. “Türk kültürü”; “dil, din, vatan, tarih, töre, hukuk, ahlak, edebiyat, güzel sanatlar, folklor, gelenek ve görenekler”i kapsar. Bunlardan sadece biri milli kimliği oluşturmaz, ancak tamamı milli kimliği oluşturur. Türk kültürü, Türk kimliğinin mayasıdır. Türkiye Cumhuriyeti dışındaki Türklerde, milletin oluşumunda kan bağı önemli bir amil olabilir. Onlar da bile milli kimliği ayakta tutan kan bağından çok, dil ve din gibi unsurlardır. Fakat çeşitli medeniyetlere ve imparatorluklara beşiklik yapmış, çeşitli alt kimliklere mesken olmuş Anadolu ve Trakya coğrafyasında, milletleşme sürecinde en önemli amil, “milli kültür”dür. Osmanlı devletinin yıkılmasından sonra Atatürk, kurduğu “milli devlet” sürecinde Türk milli kimliğini oluştururken, milli kültürü ön plana çıkarmıştır. Yeni Türk milleti, milli kültür ortak paydasında oluşunca, “Türk milliyetçiliği” kavramı da, yeni bir boyut kazanmıştır. Bu milliyetçiliğin, “ırkçılık” ve “ayrımcılık” ile uzaktan yakından bir ilgisi yoktur. Milliyetçilik, mensup olunan milleti, bütün maddi ve manevi değerleriyle sevmek ve onun mutluluğunu ve refahını istemek demektir. “Türk Milliyetçiliği”nin hareket noktası, Türk milletidir. O zaman Türk deyince neyi kastettiğimizi açıklayalım. Ziya Gökalp’e göre,


40

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“Kendini Türk hisseden, Türk kültürünü benimseyen ve Türk milletinin menfaatine çalışan herkes Türktür. Irk, hayvanlar için önemlidir, çünkü hayvanlarda biyolojik özellikler genetik yoluyla aynen geçer. İnsanlar ise yetiştikleri kültür ve medeniyet çevresine göre kimlik kazanırlar”. Gökalp burada, kan bağı dışında kültür bağıyla kendini Türk hisseden ve Türk milletine ihanet etmeyen insanların da Türk milletinin bir ferdi olduklarını vurgulamaktadır.. Danıştay’ın 18 Şubat 2011 tarihli kararına göre ise Türk’ün tanımı şöyledir: “Türk kelimesi, bir ırkın değil, Türkiye Cumhuriyeti devleti sınırları içinde yaşayan dili, dini, ırkı, rengi, cinsiyeti, siyasi düşüncesi, felsefi inancı, mezhebi ne olursa olsun, tüm vatandaşların bir araya gelerek oluşturdukları ve herkesi kucaklayan milletin ortak adıdır. Türkiye Cumhuriyetine vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes Türk’tür”. Atatürk’e göre ise “Türkiye Cumhuriyeti Devletini kuran halka Türk milleti denir.” Atatürk de Gökalp gibi, milliyetçiliği bir his ve şuur olarak görmüş ve onun için “Ne mutlu Türk olana!” değil, “Ne mutlu Türküm diyene!” ifadesini kullanmıştır. Atatürk bu ifadeyi, Türkiye coğrafyasında yaşayan insanların sosyolojik tahlilini yaparak, birleştirici bir ifade olarak kullanmıştır. “Irkçılık” kavramına gelince; “Bir halkın, diğer halk ya da insanlardan farklı olmakla kalmayıp, aynı zamanda diğerlerinden fiziksel, entelektüel ya da ahlaki bakımdan daha iyi, daha güçlü, daha yüksek ya da daha yaratıcı olduğunu, bu üstünlüğün atalarından miras alınmış olan biyolojik farklılıklardan kaynaklandığını savunan anlayışa “Irkçılık” denir. Irkçılığın en çarpıcı örneği, Hitler’in Nasyonal Sosyalist düşünce sistemidir. Bu sisteme göre, Cermen ırkı, bütün ırklardan üstündür. Bu anlayışı dünyaya egemen kılmak isteyen Hitler’in dünyaya ve Alman milletine yaşattıkları acıları unutmayalım. Hitler örneği, ırkçılığın insanlık için ne kadar olumsuz sonuçlara yol açabileceğinin çarpıcı göstergesidir. “Ayrımcılık” ise “Bir kişinin veya grubun; cinsiyeti, ırkı, ten rengi, dini, inancı, siyasi görüşü, yaşı ya da milli, sosyal ya da etnik kökeni sebebi ile başkalarından daha kötü, haksız ve yanlış muamele görmesidir” diye tanımlanabilir. Dünyada ayrımcılığın örnekleri, sayılamayacak kadar çoktur. Bu konuda en çarpıcı örnekler, beyazların Amerika, Avrupa ve Güney Afrika’da zencilere yaptıkları ayrımcılık ve hrıstiyan dünyasının Müslümanlara karşı yürüttüğü islamofobiadır. Görüldüğü gibi, bazı kişilerin ve çevrelerin, bilmeden veya bilerek “Milliyetçilik” düşüncesini, “Irkçılık” ve “Ayrımcılık” düşünceleri ile bir göstermeleri son derece yanlıştır. “Irkçılık” ve “Ayrımcılık” ne kadar bölücü ve ayrıştırıcı ise, “Milliyetçilik” o kadar birleştirici bir düşüncedir. Fikir dünyası ile siyaset dünyası


Makale ve Analizler - 2015

41

birbirinden farklıdır. Fikir dünyasında söylemler daha radikaldir. Fakat bir fikir, siyasi platforma taşındığı zaman daha geniş kitleleri kuşatması için esner. İçinde bulunduğumuz dönem ayrıştırma değil, birleştirme dönemidir. Milli birliği sağlayabilmemiz için kimseyi yok farzedemeyiz, herkesi kucaklamamız gerekir. Atatürk’ün, çeşitli farklılıkları bünyesinde barındıran bir imparatorluk bakiyesinden bir milli bir devlet çıkarma projesi, son derece tutarlı bir projedir ve başarılı olmuştur. Son yıllarda siyasetin rotasını çizen kişi, sürekli “Türkiye’de 36 etnik grup var” diyerek farklılıkları kaşımamış olsaydı, bu proje hedefine daha çok yaklaşacaktı. Bugüne kadar iç ve dış bölücüler, bütün çabalarına rağmen, milletimiz arasında bir iç savaş çıkaramamış veya ülkeyi bölememişlerse, bu Atatürk’ün “milli devlet” oluşturma projesinin başarısındandır. 36 etnik alt kimlikten bir Türk üst kimliği oluşturabilmiştir. Bunun için Türk milliyetçileri, işin özünden sapmadan pergellerinin bacaklarını, bütün milleti kuşatacak şekilde açmalıdırlar.

Sanatla Yaşayan Bir Halkız

Raziye ÇAKIR -19.Kasım.2015

Konu: Beyni, gönlü açık memleket insanlarım. Türkün aklı gözünde, diyenleri dikkatle dinlerseniz, kalbinin sesini dinlemeden Türkü anlamak imkânsızdır, sözlerinin kendiliğinden geliverdiğine hemen şahit olursunuz. Mavi Tuna başkenti Rusçuk’tayım. Tuna’dayım: Osmanlının yarattığı, başka bir yerde eşi olmayan şahane anakent merkezinden kıyıya uzandığımda “Dostluk” köprüsüne ve mavi dalgaları aşınca Romanya algınlıklarında kaybolan görünümde: “Tuna nehri akmam diyor. Şanı büyük Osman Paşa, Ben Plevne’den çıkmam diyor.” nameleri sedasında yüzleşiyor gönül. Hüzünlü ama şanlı geçmişle kucaklaşmaya can atıyorum. Yankılanma var dalgalarda. Çarpışan dalgalar “Ben bir Roman kızı gördüm Tuna boyunda” fısıldaşıyor sanki...Tuna Tuna olalı, böyle özlememiş, böyle beklememiş ve böyle sevmemişti. Belki böyle de ağlamamıştı. Hala dirençli. Yıkmıyor kıyılarını, ak-


42

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

tıkça taşıyor gamını Karadeniz’in o derin karanlığına, umudu ve aydınlığı bırakarak ardında... Dalgalar pul pul ışık saçıyor şarkılarda... Deliorman yollarındaydım: Alaca gölgeliklerin serinliğinde sönmeyen bir gençlik. Renklerini korumuş bindallılar. Beyni gönlü açık insanlar. Büyük pehlivanlara doğanın güç verdiği diyar! İnsanların ruhunda sanat sayfaları birer birer kendinden açılıyor. Sazların sapları kırıldığında, rüzgârlar eşlik etmiş “Dağlar, dağlar, Viran dağlar, İçimi dağlama, Güzel dağlar!” türküsünü söyleyenlere. Bu topraklarda “canların ruh rahatlatan” toplaşmalarında yüz sazın birden çaldığı nameler yankılanıyor. Bülbüllerle rüzgâr orkestra kurmuş, “Alişimin kaşları kare” kulaklarda. “Bulamadım derdime çare” diyenler şimdi “gel iç suyumdan, öp gönlümden. İlham al gül yüzümden, bu toprak sana da bana da yeter. Yeter öpmen saçımın telinden!” diyor. İyilikle yaşayan insanlarımızın Deli Ormanı yeni bir baharla açıp coşmaya gönül atıyor. Rodop Dağlarındayım: Dökülen yapraklar altın sarısı. Şu barajlar var ya! Engel oldular Arda’ya. Taşıtmadılar dağın gamını denizlere. Öfke ve nefret birikti gölet diplerinde. Öfke suda erimez. Nefret rüzgârla savrulmaz. Gönülde kaldı acılar. TRT müzikte, Asker Türkülerimizi” Taşlı’lı göçmen kızı Sabriye Pehlivan’dan dinliyorum. Bizim dere boylarında “Uzun da Kavaklar” hala eğirilip bükülüyor, yaprakları pırıl pırıl oynaşırken yelleri öpüyor.. “Halilim” türküsü nameleri var dağ patikalarında. “Arda ile Kırcali” arası hep öyle derya. Suyun aynası yüzünü tarihe dönmüş. “Geçmişimde sızılar var, unutursam Türkü söyleyemem” diyor. “Durgun su batak olur, batakta koku olur” türküsü yenilerden. Ayrılık acısı var insanımızın gönlünde. Sevilen yaratıcılarımızdan ince ruhlu şair Habibe Ahmetova bir sabah gönlünü şöyle dökmüş. Kırcaali Kasım 2015 Edebiyat Gecesinde okuduklarından: “Mayıs 1989 büyük göçten sonra yapayalnız kaldığım bu topraklardayım yakınlarımı kaybetmenin / bu dünyadan göçenlerim dahi / hasretiyle ve sevgisiyle hala yaşayabiliyorum... sessiz-sedasız...Ara-sıra köyüme gidiyorum, baba evime varıyorum - camsız kalmış pencerelerin karşısında kendimi arıyorum ve hatıralarımla beraber yoluma devam ediyorum... Sessizliği dinlerken gözlerim önüne küçüklü büyüklü ,artık tamamen grileşmiş, yosunlu mezar taşları görüyorum.... sadece mezar taşları.....hatta bir an için, mezar taşlarında varız düşüncesiyle kendimi mutlu bile hissediyorum.. ...Atalarım burada yatıyor... Annemle Yolculuklarımız Yıllar sonra İşte o yol Bugün yine bu yoldayım, Elim annemin elinde Ayni yol, ayni patika beraber yürüdüğümüz


Makale ve Analizler - 2015 Taşları yosun sarmış, Toprağı çoktan çim bürümüş... Simdi, Sen yoksun anacığım İstanbul’un bir mezarlığında Soğuk mermer taşında yazılı adın... Bıraktığımız izler silinmiş. Yalnızlığımla beraber yürüyor çocukluğum... Anamın eline sıkıca tutunmuş yeni beklentiler içinde... Güneş güne teslim-aşıyor Sararmış ağaç yapraklarına Elveda dansı oynatıyor Esen akşam rüzgarı...

43

O eski çeşmenin kurnasına bir kuş konmuş Yudum yudum su içerken Akan suyun şarkısına eşlik etmekte. Bugün, Ayni yolda yine yolcuyum Yıllar sonra annemsiz Mutlaka değişecek dediğim dünyadaha renksiz... Mutluluk sesleri duyulmuyor Seveni-sevileni yok Gerisin geriye dönüyorum kalbim hüzün yüklü içim boşalmış.

Dağlarımın yeni Türklük baharını bekliyorum. *** Bulgaristan Türk köylerinde söylenen 3 halk türküsü: Çoban ile Kız Ben bir köylü kızıyım Burda mısın köylü kızı Davar inek sağarım Ben de seni ararım

Yüzüme bak güzel çoban Hep böyle midir acap Ben bir karagöz kızım Köylülerin dilberi

Çıktım yolun üstüne Arayıp da bulamazsam Çobanımı ararım Gözyaşıyla ağlarım

Bilmem alacak mısın Topraklarla oynamış Çünkü köylü kızıyım Pamuk gibi elleri Gel yanıma, gir koluma Biz gidelim odaya Efendiler gücenmesin Oynaşalım orada...


44

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Kızım Kızım Kızım kızım, kınalı kuzum Kızım kızım, kınalı kuzum Baba, baba, ben gidemem ona Baba, baba, ben gidemem ona Versem seni bir serhoşa Versem seni bir cambaza Gece serhoş, gece meyhoş Onun paraları çoktur Gider misin ona Gider misin ona Ne kalır bana?... Saydırır bana... Aman Zümbülüm, gider misin ona? Aman Zümbülüm, gider misin ona? Kızım kızım, kınalı kuzum Kızım kızım, kınalı kuzum Baba, baba, ben giderim ona Baba, baba, ben gidemem ona Versem seni bir işçiye Versem seni bir mollaya İşten döner, güçten döner Onun kitabı çoktur Gider misin ona Gider misin ona Sarılı bana... Okutur bana... Aman Zümbülüm, gider misin ona? Aman Zümbülüm, gider misin ona? *** Entarisi Entarisi ala benziyor. Benim yârim, anneciğim, bana benziyor Aman dostlar, yanıyorum, bakın halime Tulumbayla su serpiniz yanık kalbime. Entarisi salkım saçak Sol yanımdan, anneciğim, vurdular bıçak Aman dostlar, yanıyorum, bakın halime Tulumbayla su serpiniz yanık kalbime. Entarisi boylu boylu Benim yârim, anneciğim, fidan boylu Aman dostlar, yanıyorum, bakın halime Tulumbayla su serpiniz yanık kalbime.


Makale ve Analizler - 2015

45

Entarisi metil boya Saramadım, anneciğim, doya doya Aman dostlar, yanıyorum, bakın halime Tulumbayla su serpiniz yanık kalbime. Entarisi biçim biçim Ölüyorum, anneciğim, ben o yar için Aman dostlar, yanıyorum, bakın halime Tulumbayla su serpiniz yanık kalbime. Pencereden kar geliyor Ben zannettim, anneciğim, yar geliyor. Aman dostlar, yanıyorum, bakın halime Tulumbayla su serpiniz yanık kalbime. Benim yârim bahçede gezer Kasketimin etrafına karanfil dizer Aman dostlar, yanıyorum, bakın halime Tulumbayla su serpiniz yanık kalbime. *** Türkülerle yaşayanın ruhu genç kalır. Söyleyin ve söyletin.

Terörü Tanıyalım

Ertaş Çakır-19.Kasım.2015

Konu: Birini savaşta öldürürsün madalya takarlar, sokakta öldürürsün hapse atarlar. Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov, DAEŞ’la savaş girmeyiz, dedi. Ortada bir devlet yok. Karşısında tehdit savuran bir devlet görmedikçe NATO da savaşa açmaz. Paris katliamından sonra Fransa “savaş halindeyiz” dedi. Uçak gemisi ve savaş uçağı gönderdi. Almanya “her adımda beraberiz” diyor. Rus


46

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

bombardımanları devam ediyor. DAEŞ – terör örgütü, kendini İslam Devleti olarak diye tanıtsa da, dünya onu devlet olarak tnımadı, terör acısı yaşıyor. Önce terörün ikiyüzlülüğüne görelim. Köpekle Tavşan Bir av köpeği yakaladığı tavşanı bir taraftan ısırıyor, diğer taraftan yalıyormuş. Bunun üzerine tavşan, “Bir taraftan ısırıyor, bir taraftan yalıyorsun. Düşmanım mı, yoksa dostum musun? Karar ver.” demiş. İslam barış demektir, yaptıkları iş katliam. Fransa, kıyılarına uçak gemisi gönderip, savaş uçakları kaldırarak. Bombalar teröristi bir babadan, bir çocuktan nasıl ayırt edebilir! Öğrenemedim. Bombalardan kaçan çocukların hepsi uzun yürüme maratonu şampiyonu. Bu yaz 3 200 kilometreyi 1 ayda yürüdüler. Hepsi hayatı ölümden korum savaşını kazandı. Hepsi birden ölümü yendikleri için Büyük bir kahraman. Bir de dünyanın gözünü çatıkları için tarihe yazıldılar. Yaşasın genç kahramanlar. Yarınlar onlarındır. Gece gündüz bomba yağan doğadan ve toplumdan kaçanlar mutla görecekler barışlı günleri. “Yuva bozanın yuvası bozulur.” Bu da bir Fransız atasözü. Tüm halklar öğrense iyi olur. Katliam düzenlemek - terörizmin son hüneri. İnsanları korkutabilirsin ama yenemezsin. Yılmamışların çılgınlığı var havda. Diyarbakır, Suruç, Ankara, Yemen, Mısır, Sudan, Lübnan ve son olarak da Paris’te acımasız terör saldırıları, büyük sayıda suçsuz insan öldü. Ortada DAEŞ adında, dünyayı korkutmak isteyen bir ejderha, vahşet örgütü var. Terörün tersi de terördür. Avrupa’da terörist avı başladı. Acımasız toplu katliamlara karşı acımasız hava saldırıları yapan Türkiye’de dahil devletler, halklara güven aşılamaya, barışı ve huzur içinde bir yaşam umudunu diri tutmaya çalışıyor. Teröre cevap sıkı güvenlik tedbirler. Halkımız devletimizle gurur duyuyor. Aynı hisleri bir oydaşlar d paylaşıyoruz. Devletimizin attığı her adımın bizim için, iyiliğimiz, güvenliğimiz için atıldığına inanıyoruz. Artık her yerde korkudan fazla nefret var. T.C. Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın dediği üzere “artık sözün bittiği yerdeyiz.” G-20 Antalya / Belek dünya liderler zirvesi sırsında, Akdeniz incimiz Antalya’da ve daha 2 yerde eş zamanlı saldırı planlanmış olması ki, T.C. güvenlik güçleri hepsini açıklayıp felç etmeyi başardılar, kontrolsüz çılgınlığın boyutlarına bir işarettir. Tarihte hiçbir savaş öncekisine benzememiştir. Adına siber denen ve artık Büyük Yakın ve Orta Doğuyu kapsayan ve Avrupa’ya sıçrayan terör saldırıları, Batı devletlerine diplomaside mat etti. Muhatap olunacak bir kurum yok. Kaçan, saklanan, acımasızca bomba patlatanlar, intiharcılar hiçbir konuda muhatap alınamaz. Halklar buna razı olmaz, olmamalıdır. Operasyonlarda kurşunlayıp öldüren polisler,


Makale ve Analizler - 2015

47

intikamdan intikam doğduğunu asla unutmamalıdır. Hepimiz dünyayı daha yaşanası yapmak için buradayız. Yeni büyük savaş, 11 Eylül 2001’de başladı. Başlatan US Başkanı Bush (babadır). İkiz kuleleri düştüğünde, dünya basını Üçüncü Dünya Savaşı, dedi. 14 yılda sıçramalı yayılma (metastaz) Afganistan, İrk, Libya, Yemen, DAEŞ, Ukrayna’yı sardı, yerden göğe sıçrayan kıvılcımlar Paris’e, Avrupa’ya düştü. Eski uygarlık yandı. Perde perde yayılan savaştır. Sıralanan ülkeler katliam zincirinde yanan halkalardır. “Siber savaş” dedik. Biz artık insanları korkularından tanıyabiliriz. Bu korku çok büyük. Söndürmeye Ak Denizin suyu yetmeyebilir. Bu, sonu görünmeyen bir savaş. Henüz tırmanmaya başladı. Hem terör, hem de “terörizmle mücadele” ikisi de yakıyor, öldürüyor. Çocukları okulsuz bırakıyor. Kurşunlar iyi ve kötü insanları birbirinden ayırt edemiyor. Hepsi kör. Eskiden olduğu gibi, bugün de savaşta öldürenler kahraman, sokakta öldürenler hapse atılıyor. Kıstaslar neden eskimiyor? Şiddet tek çözüm olarak algılara kazınırken, şiddet uygulama mahareti yüceltiliyor. Sonu görünmeyen bir savaştıyız. Daha açık ifade edebilmek için burada Rus dilinden “matriyoşka” sözünü “savaş matriyoşkası” olarak kullanmak istiyorum. Görmüşsünüzdür, hediyelik olarak satılır. Ağaçtan oyulmuş Rus köy kadını kılıklı bebek ve bunun iç içe olanıdır. Oyuncak bebek içinden çıkanlar hep “anaya” benzer. Yeni savaşın aşamaları, kullanılan silahlar, hedefleri, katılan devletler hep farklı olacak, birbirine benzemeyecektir. Balon bombaları, kanatlı füzeler vb artık kullanıldı. Bu savaşta da ölümden ilk kaçan yine imamlar oldu. Kolsuz bacaksız cesetler yine kardeş mezarlığında. Yaşsın dozerler. “Matriyoşka” benzetmesindeki farklı olan işte budur. Silahlar barbarlaştıkça cenaze törenleri unutuluyor. Başkan Obama Antalya’da sussa da, zirveden 2 gün sonra US Dışişleri Bakanı Kerry, “Türkiye ile DEAŞ’ karşı kara operasyonlarına hemen başlıyoruz,” dedi. Bu bir nabız yoklama ve kışkırtmaydı. TSK’nin dışta ve içte PKK’nın bel kemiğini kırdığını gören Pentagon kararlılığımızdan ve gücümüzden yararlanmak istiyor. Onlar hep dost görünse de son günlerde US uçaklarının PYD’ye silah indirdiğini dünya biliyor. ABD, Fransa, Almanya gibi müttefiklerin DAEŞ’e karşı ortak operasyona doğru adım atarken gözleriyle bizi aradıklarını görüyoruz. İkinci Dünya Savaşı’ndan beri her tek tek her bir savaşa katılan ama hiç birinde zafer bayrağı dalgalandıramayan Washington, İngiltere ve İsrail ile birlikte Yakın Doğu’da cihatçı kökten dinciliği, “Al Kayda” ve DAEŞ oluşumunu ve artık kıtadan kıtaya sıçrayan metastazının her tür ve biçimini yarattılar. Yaktıkları savaş ateşleri hepsi güya “demokrasi” içindi. Diktatörlere hep karşıydılar. Irak lideri Saddam Hüseyin ile Libya lideri Kaddafi’nin sülalesi yok edil-


48

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

medi mi? 2011’te Şam’da ilk silah diktatör Beşar Esad’a karşı patladı. 5 yıldan beri kan akıyor. Ufuktaki Esad’sız Suriye’dir. Silah durumu nasıl mı? Geçen sene Amerika Birleşik Devletler ile Suudi Arabistan 63 milyar US Dolarlık silah ticareti antlaşması imzalandı. Suudi Arabistan Fransa ile de 39 milyar US Dolarlık silah alım sözleşmesine imza attı. Çöl aslanı Suudiler, halen “minikler” savaşını izliyor. Avını diğerlerin tırnaklarıyla parçalamaya hazırlanıyor. Rus uçaklarından atılan büyük bombalar DAEŞ’ın darphanesini patlattı. Suriye’nin Doğu Suriye petrol kuyuları artık akmıyor. Barzani Kürdistanı ya da Bağdat’ta ham petrol sürümü felce uğradı. Bu gidişle durum durulmaya başlayacak ve askeri uzmanlar: Moskova’nın Suriye’de hava akınlarının başladığı 30 Eylül 2015’i, Üçüncü Dünya Savaşı’nın başladığı tarih olarak resmen ilan edeceklerdir. Alman “Bild” dergisine göre, DAEŞ’in yıllık geliri 2 milyar Euro. Paranın dörtte biri ham petrol ticaretinden elde ediliyordu. Şehirlere atılan her bombadan Özgür Suriye Ordusu erleri, bayır bucak Türkmenleri, çocuk, kadın ve yaşlılar öldüğü ortadadır. Çocuklarına gelecek göremeyenler Suriye’yi terk ediyor. Lübnan ve Ürdün sığınmacı kamları sökülmüş durumda. Akdeniz ve Ege’nin sularında tekneler savaş kaçağı dolu. Yunan, Makedon, Sırbistan, Avusturya, Almanya yollarında diz boyu çamur. Silahlı polis gözetiminde ilerleyen sığınmacı alayı uzadıkça uzuyor. Putin, Antalya’da “DAEŞ, 40 devletten yardım alıyor, üstelik bazıları G-20 üyesidir” dedi. Kaynak olarak, Suriye Doğal Gazı ve Musul petrolünden başka, Suriye pamuğu, antik eşya ve organ satışı ve Müslüman olmayanlardan toplanan vergileri gösterdi. İnsanlar topyekûn aç kalsa huzur olur mu? Dünya’da birçok merkez bugün DAEŞ’le meşgul. Sofya Yakın Doğu Stratejik Araştırma Merkezi bunlardan biri. Merkezin tespitlerine göre, 70 bini Irak’ta, 50 bini de Suriye’de olmak üzere DAEŞ ordusunda toplam 120 bin silahlı savaşçı var. Rus uçaklarının son günlerde attığı orta menzili füzeler askeri düzeni bozdu. 35 bin deneyimli er ve subay pasaportlarını yaktı, savaşarak ölmek istiyorlarmış. DAEŞ tüm yedekleri Suriye’ye çağırdı. Yeni erlere verilen 6 aylık ideolojik ve silah eğitimi durdurulmuş ve tüm güçler cephede. Savaşçılardan 12 bini Batı Avrupa devletlerinden, 15 bini de eski Sovyetler Birliği ülkelerinden. Büyük bir kısmı da Suudi Arabistan, Tunus, Cezayir ve Libya’dan gelmiştir. Aralarında Türkiyeli de var. Bunların hepsinin öldürülmesi neyin hazırlığı olarak algılanmalı? Arkadan daha büyük şiddet mi gelir? Amaç insanlığı parçalamak, giderek daha da yoksullaştırmak mı?


Makale ve Analizler - 2015

49

Her şeyin sahte, şiddetin gerçek olduğu ve kutsandığı bir dünya yaratmak olabilir mi? Şu sığınmacılar, yıl sonun kadar en az 1,5 milyon olacaklar. Kaç nesil sonra “Şükür Allaha!” diyebilecekler İnşallah. Terör hepsini gittikleri yerde de bulmazsa! Yoksa savunmasız, aidiyetsiz, adaletsiz, örgütsüz bireyler olarak “geldiği gibi gitsin” mi diyelim. 129 kişinin öldürüldüğü ve 350 kişinin de hastaneye düştüğü Paris katliamında DAEŞ-terörü dünya kamuoyunun dikkat merkezine oturdu. “Focus” haber, teröristlere su şebekelerini ve yiyecekleri zehirleme emri verildiğini bildirdi. Bir defa insanların yerinden yurdundan kov ve sonra gittikleri yerde ekmeklerini ve içme sularını zehirle. Bunu hangi kitap yazar? Kitapsızları anlamaya başladım gibiyim. Olanlar hepimize bir uyarıdır. Türkiye’de, uluslararası terörizmin metastazının son halklarını “mecliste yeminin çarpıtılmasında”, “öz yönetimli belediyeler”, “Kürt illeri, Kürt ilçeleri”, “marketlere bomba atma”, “hastaneleri harap etme”, “hastane donatımını tahrip etme”, “okulların camını kapısını kırma” gibi eylem biçimlerinde ve hatta “açlık grevi” niyetlerinde görüyoruz. Memleketimiz içinde çok aktifleşen paralel yapılanma hortlaması dikkatleri kilitledi. Düşman ve teröristin de maskelisi ve maskesizi var. Legal örgütlenme adı altında, illegal yapılanmışlar ve anavatanımızı havaya kaldırmak istediler. Polisin kendisi paralel yapılanma görevlisi bir terörist ise, biz kime ve neden güvenelim. Teröristler öncelikler haindir. Onları tanıma dersi okul mevzuatına ne zaman alınacak? Meclise sızanlar, anayasa değişikliğini, demokrasiyi pekiştirmemize, Büyük Türkiye hamlemize taş koymaya, Başkanlığa büyümemize fesat sokmaya can atıyor, fırsat kolluyorlar. PKK’nın, DAEŞ’in ve onlarla birlikte PYD’nin tüm hesaplarının çökertilmesi, petrol kuyularının doldurulması, demokrat maskelerini, ırkçı, ayrımcı hain iç yüzlerini tamamen ortaya çıkarabilecek mi? Zaman en iyi gösterir. Suriye halkının Türk halkından daha iyi komşusu ve dostu olamaz. Dil farkı bilmeyiz, din farkı bilmeyiz, sanki doğduk bir anadan.


50

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Tarih Tekerrürden İbarettir - 1

BG-SAM-22.Kasım.2015

Kafaların değişmesi için kaç kuşak değişmelidir? Dünyada yeni olan bir şey yoktur, her yeni eskinin tekrarıdır. Bu çok eskilerden beri bilinse de, bu gerçeğin bir kuralı da yoktur. Tekerrür de olsa yeni olan yeni bir öz ve biçimle gelir, farklı bir zamanın ürünüdür, mekânı da farklıdır. Üstüne üstelik kuralsız olan bir şey, tekrar etmez diye bir ilke de yoktur. Mesela, 1877 - 78 Plevne Savaşı’nda Osmanlı imparatorluğundan Rus Çarı tarafından koparılan Bulgar Prensliği (Kuzey Bulgaristan toprakları ve Sofya bölgesi) 1908’de Bulgar Çarlığı biçiminde egemen bir devlet ilan edilirken artık Almanya’ya ve Batı’ya bakıyordu. Çar Ferdinant Avusturya - Alman soylarından, Saks - Kobur - Gotski sülalesinden gönderilmişti. 1945’te sona eren İkinci Dünya Savaşı sonunda, Bulgaristan kendini ikinci kez Rus çizmesi altında buldu. 1990 yılına kadar hep Moskova’ya baktı, yani 1877 - 78 havası tekerrür eti. 1990’dan başlayarak, Bulgaristan, Batı “demokrasisine” hayranlığını gerçekleştirme yolunu seçti. Git gide, tüfek patlamadan Moskova’dan koptu. 2004’te NATO üyeliği ve 2007’de Avrupa Birliği’ne (AB) kabul edildi. Geçen yıl AB ve Amerika’nın Rusya’ya uyguladığı ticari ambargo ve yaptırımlara katıldı. AvroAtlantik cephede yer aldı. Yani 180 derece döndü. Ne yazık ki, bu yelpaze ve yön değiştirmelerin hızı ve açısı iç dinamitlerden fazla, dış faktörlerce, büyük devletlerarasındaki güç dengelerince belirlendi. 2014-15 yıllarında Pentagon bizde 3 üs kurdu, eğitim merkezleri açtı. Bu yazımı kaleme almamın sebebi, dün akşam (19.11.2015) Rusya Federasyonu Başkanı Vladimir Putin’in Bulgaristan Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev’e hitaben söylediği sözlerdir. Putin’in konuşmasına gerekçe ise, bir hafta önce Plevneliev’in “Rusya bize karşı siber savaş yürütüyor!” demiş olması oldu. Bu iddiaya Putin’in cevabı çok sertti: O, “Siz bizim dilimizi konuşuyorsunuz; Siz bizim alfabemizle yazıyorsunuz; Biz sizi iki defa kurtardık, minnettar olmak zorundasınız!” şeklindeydi. 1980’li yılarda d benzer bir olay yaşanmıştı. O zaman Moskova’da son sahibi Leonit Brejnev’ti. BKP MK Politik Büro üyesi ve BHC Kültür Bakanı Lüdmila Jivkov (Todor Jivkov’un öz kızı) “Kiril alfabesini getiren Kiril ve Metodiy Kardeşler Bulgar’dır” demişti ve daha sonra ansızın ölümünü anlatanlar, bunu hep hatırlattı. Şimdiki Bulgar gazete manşetleri: “Kremlin Plevneliev’e parmak salladı.”


Makale ve Analizler - 2015

51

Bu olayın olduğu gün Moskova Suriye’ye deki modernleştirdiği Laskiye ve Tarsus skeri üslerine ağır stratejik silah indirdi. Hava saldırılarına “MİG” ve “SU” tipi son model “Jetler” ile birlikte katılan “uçan kaleler” inmeden 1 kilometre uçabilen ağır bombardıman uçakları son hedeflere kanatlı füze yağdırdı. Adını “İslam Devleti” olarak reklam eden terör örgütü DAEŞ’in mevziilerini kaybettiği, birçok yerde panik halinde kaçtığı dikkati çekti. Bütün önemli savaşlara hep sonradan katılmış olan, ama her zaman savaş sonrası kural koyma taktiği uygulayan Amerika, bu defa da DAEŞ’in beli kırıldıktan sonra, yanına İngiltere, Fransa ve Almanya vb devletleri alarak Yakın Doğu’ya çöreklenmeyi düşünüyor intibaı yaratabildi. Bu işte en kötü olan, Türkiye Suriye sınırın bir incir gibi küçük bir Kürt devleti dikme plan tasarıları, barış isteyenlerin tümünü yeniden endişelendirdi. Geçen hafta Paris’te sergilenen aile içi Fransız trajedisi en ince düşünen senaristlerde bile, “komşunun avlusunda oynayan ayı, bizim avluya da gelir” fikri doğurmadı. Çünkü faillerin hepsi Fransa’da mayalanmış doğmuş, eğitilmiş ve katil olmayı yeğlemişlerdi. Bu işin içinde başka bir iş olduğu kokusu geldi, hemen burunlara! Bütün savaşlarda dökülen kan, savaş sonrasında yuvarlak masa etrafına oturmak ve coğrafya haritasını açıp üzerinde bazı yeni çizgiler çizmek içindir. Suriye Savaşı’nda Laskiye ve Tarsus’a önceden iyice yerleşen, üslenen, limanlarına demir atan, gözüne kestirdiği genişçe bir bölgeyi çitleyen Rusya, ne gibi yeni isteklerde bulunabilir. Çölde deve güdecek hali yok her halde. Rusya’nın peşinen elde ettiği toprak parçası, iki liman, deniz altı hangarları ile yetinmesi olası olabilir mi? İşte bu soru Rusya tarihini, Rus’un huyunu, henüz derin uykusundan uyanmış ve doymak bilmeyen Rus ayısını bilen Bulgarlar politik bilimcilerin kafasını alabildiğine karıştırmaya başladı. Çünkü daha önce her savaştan galip çıkan Rusya, her zaman ganimet olarak yalnız toprak istemiştir. Yakın Doğu coğrafyasında Laskiye ve Tarsus yöresinden başka göze kestirdiği yarı çöl arazi olmadığından, politik gözlemciler, hele Başkan Putin’in Bulgar Cumhurbaşkanına sert tepkisinden ve yeni yeni yeşermeye başlayan Moskova’nın 21. Yüzyıl Balkanlar politikasından esinlenerek, “bizi isteyecektir”, “Bulgaristan yine Moskova yörüngesine çekilecek” endişesine düştüler. Böylece Bulgaristan’ın yeni tarihinde 25 yıllık bir aradan sonra, ilk kez yeniden Rusya’ya dönüş, tarihte tekerrür esintisi yüze vurdu. Öz v biçim olarak sorun işte budur. Son aylarda Bulgaristan’da Rus’çu politikacılara karşı sert uygulamalar oldu. Moskova yandaşlarının aleni politik lideri, “Ataka” başkanı ve milletvekili Volen Siderov, yardımcısı milletvekili Çukolov parlamenter dokunulmazlıklarınıkybettiler. Savcılığa ve ardından mahkemeye sevk edildiler. Son 25 yılda Bulgaristan’da ilk defa bir Rusofil siyse adamı yargı önüne çıkarıldı. Siderov’un “holiganlık”


52

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

olarak değerlendirilen davranışları kamuoyunda pek destek bulmasa da, Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) ve Bulgaristan’ın yeniden Doğuşu İçin Alternatif (ABV) partisi üye kitlesi koyu Moskof yanlısıdır. Basında ve kamuoyunda Sofya, Pleven, Şipka, Filibe (Plovdiv) park ve tepelerindeki Rus askeri, Rus generali, Rus Çarı anıtlarının “kurtarıcı anıtı mı?” yoksa “bizi esaret altına alanların anıtları mı?” konusu tartışmaya açıldı. Topumda bu bir fikir ayrılığı belirmesi totalitarizm döneminde asla mümkün olamazdı. Bu açıdan bakıldığında şöyle bir soru da ortaya çıktı: Şam’a Diktatör Başer Esad’ı DAEŞ’tan kurtaran Rus General Anıtı dikilecek mi? İkinci Dünya Savaşı’ndan tam 70 yıl sonra, Bulgaristan’ın Kamçiya ırmağı boyunda bir köye bundan 71 yıl evvel, III. Ukrayna Ordusu ile Tuna’yı geçerek Bulgaristan’a giren Sovyet Mareşalı Tolbuhin’ın anıtı dikildi. Ruslar savaş kazandıkları her ülkeye altın kubbeli birkaç kilise diker, acaba Suriye’ye kaç kilise dikecekler! Tarih tekerrürden ibaret olsa da, önünüzü görebilmemiz çok zorlaştı. Biz benzetmeli analizimize devam edelim. Rus Çarları 19. Yüzyılda “toprak köleliği düzenine” son verirken, ülkedeki Yahudileri sınır dışı etmişti. O zaman kurtuluşu kaçmakta bulanların daha fazlası Almanya’ya yerleşti. 21. Yüzyıl başında Almanya’nın kaderinde savaş kaçağı ve sığınmacı barındırma açısından bakıldığında bir tekerrür gözlüyoruz. Naziler 1939 - 45 arasında Yahudileri yaktı. Başka halkların deneyimlerini kopyalamayı sevmeyen Almanlar, bu defa (sığınmacıların kaderi konusunda) Polonya örneğini tekrar edebilir mi? Hatırlanacağı üzere, Hitler 1 Eylül 1939’da Polonya’ya saldırınca, 300 bin Leh erkeği ülkeyi terk edip Londra’ya sığındılar. Onlardan 100 bini eğitim alıp Polonya Kurtuluş Ordusu kurarak vatanlarını Nazilerden kurtarmak için geri dönüp kahramanca savaştılar. DAEŞ, Suriye’de 300 bin kişi öldürdü. 7 milyon Müslüman evini barkını bırakıp yurt dışına kaçtı. En büyük sığınmacı kitlesi Türkiye’dedir. Batı Avrupa ve Almanya’ya sığınanların sayısı yılsonuna kadar 1,5 milyonu bulacak. Acaba Almanlar ne düşünüyor? Yakın Doğuya en fazla silah satan 4. devlet olduğuna ve PKK ve PYD teröristlerini bile en modern biçimde donattığına göre, (PKK militanlarının ellerindeki uzun menzilli silahlar Alman ürünüdür) stratejik açıdan akıllarından geçenler olmasın olamaz!? “Berliner Zeitung” gazetesinin işaret ettiğine göre, askerlik yapmamış Suriyeli kaçaklar 1.5 yıl Alman askeri kamplarında eğitime tabii tutulacakmış. Geçen yüz yıl olaylarının askeri platformda tekerrürü açısından, Almanya 200 binlik modern bir Suriyeli sığınmacı ordusuyla Yakın Doğu’ya yerleşmeyi düşünüyor olabilir mi? Yoksa Başbakan Bayan Merkel’in “aman gelsinler, kapımız açık” sözlerinin başka bir anlamı mı var? Son haberlere göre, Hollanda, Belçika, Almanya, Lichtenstein,


Makale ve Analizler - 2015

53

Avusturya ve Fransa altılısı, AB içinde bir Mini Şengen Grubu oluşturmayı gündeme getiriyorlar. Bir yandan 28’den 35’e büyümesi tasarlarken, aynı zamanda iç parçalanma ve gruplaşmaların önünü alamayan AB yönetimi, bu gelişmelerin temelinde tarihin tekerrürü olduğunu gündem yaparken yanlış hesap peşinde olduğunu, kabul etmiyorum. Sığınmacılar meselesi bir de eğitim işidir. Türkiye’de de birçok okul misafir çocuklarına kapılarını açtı. Ne ki, bizde kötü niyet yok. Arap çocukları eğitimlerini Arapça ve memleketlerindeki mevzuata göre alıyorlar. Burada özellikle vurgulamak istediğim, eğitimin bir kuşağın bakış açısını, dünya görüşünü, zihnini değiştirmek için bir araç olarak kullanılmasıdır. İnsn geçmişini unutturmak ancak eğitimle olasıdır. Nazi Almanya’sında her Yahudi’nin başına kurşun sıkılması, her Yahudi kadın ve çocuğun gaz kamarasında yakılması lanetlenmeyecek kadar Almanların kafası boşaltılıp içine düşmanlık doldurulabildiyse, halen durumun tamamen değiştiğini, sokakta dolaşan, bankalarda çalışan Yahudilere kötü gözle bakılmadığını görebiliyoruz. Bu nasıl mı oldu? Bu soru biz Bulgaristan Türkleri için çok önemlidir. Çünkü Bulgar toplumu Türk düşmanlığını unutmuyor. Örneğin, Sofya’da çıkan “Galerya” gazetesinin (yıl 2015 sayı 46) AB milletvekili Angel Cambazki “Hoşgörü - tolerantnos ve entegrasyon (bütünleşme) masallarını bir yan bırakın ve fırsat fırsattır terörizme karşı ayaklanın!” çağrısında bulunuyor. Onun terörist dedikleri ise, biz Türkler ve Müslümanlarız. 45 yaşında olan bu ırkçının kafası, dedesinin kafası 1912’de nasıldıysa, babasının kafası 1985’te nasıldıysa, onun da kafası 201’te aynı insan düşmanlığıyla doludur. Demek oluyor ki, XX yüzyıl boyunca Bulgaristan eğitim ve öğretim sistemi bir milim değişim kaydetmemiştir. Konumuza dönelim: İkinci Dünya Savaşı sonunda Federal Almanya’ya çöreklenen Amerika, Nazi Almanya’sının eğitim sistemini kökten değiştirdi, mevzuat baştan aşağı yenilendi, Nazilerin icat ettikleri insan düşmanı öğretim ve eğitim uygulanmasından eser, iz, harf bile kalmadı. Bu Japonya’da da böyle yapıldı. Bu işin finansmanı US Marshall Planı (1948) karşılandı. Almanların kafası işte böyle bir iki kuşakta değiştirilebildi. Daha iyi anlatabilmem için. Öğretmenlerimiz bilirler. Türkiye ile Bulgaristan okul mevzuatı birbirine uymaz. Bunu bilen öğretmenlerimizi Türkçe dersleri için Bulgar okullarına davet ettiğimizde pek gelmek istemediler. Fark düşünme biçimindedir. Fark köklüdür. Almanya’da yapılan derin dönüşümdür. 1990’da Berlin Duvarı yıkıldı, 25 yıl geçti, ama Federal Almanya ve Doğu Almanya nüfusu hala kaynaşamadılar. Çünkü dünyaya bakış açıları, değer sistemleri, kültürleri farklıdır. Bu kaynaşma belki bir sonraki kuşakta başarılı olacaktır.


54

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Anlaşılan, işte böyle bir sığınmacı planı var Bayan Merkel’in kafasında. Tüm bu tasarıların içinde, Türkiye konumundan bakıldığında, Suriye Güney, Bulgaristan Kuzey komşumuzdur. Suriye Savaşı’nın, alevleri komşulara sıçramadan söndürülmesinde Türkiye’mizin rolü ve önemi olağanüstü büyüktür. Bu bakıma Sayın Başbakanımız Ahmet Davutoğlu başkanlığında kurulan yeni T. C. hükümetine olağanüstü büyük ödevler düşüyor.Olayın önemini G-20 Antalya zirvesinde Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın gayretlerinde görebildik. Gelişmeler çok derin geçmişi olan bir sürecin devamıdır. Yakın Doğu konusunda tarih boyu Türkiye dostu devlet olmamıştır. 1919’dan beri Fransa ateşe odun atarken, 1970’ten beri PKK’yı silahlandırdığını bilmeyen yoktur. Bölge sorunlarını havadan bombalamak veya taşeron terörist örgüt eliyle çözmenin olanaksız olduğunu da görmeyen kalmadı. Bu nedenle tarihin Yakın Doğu’da, Balkanlar’da tekerrür etmesi halinde çooook, ama çooook dikkatli olmamız gerekmektedir. Siyasi sorunların önemi her zamankinden fazla artmıştır. Tarih içinde anavatanımızı parçalayıp yok etmek isteyenler bugün de kapımızdadır. Olaya bu açıdan bakmak zorundayız. Suriye’de yaşayanlar bizim kardeşlerimizdir.

Çao - Mestan!

Dr. Nedim Birinci-22.Kasım.2015

HÖH - DPS Başkanı Değişiyor. Bulgar basınında önemi haberleri ilk veren “Galeriya” gazetesi, Bulgaristan Hak ve Özgürlükler Partisi (DPS) Başkanı Lütfü Mestan’ın parti örgüt işleri sekreteri Mustafa Karadayı ile değiştirileceği haberini verdi. Gazetenin 318. Sayısına kapak olan haberde aynen şöyle deniyor: Mustafa Karadayı - HÖH - DPS partisi şefliğine favori adaydır. Lütfü Mestan’ı nalçası düşmüş ayakkabı gibi çöpe atıyorlar. Partinin en yüksek makamına en güçlü aday olarak gösterilen M. Karadayı’nın arkasında duran, parti işlerini “Saray” dan idare eden, gizli servislerin bir dediğini iki edemeyen “fahri” başkan Ahmet Doğan.


Makale ve Analizler - 2015

55

Mestan’ın günleri sayılıdır. “Büyük Bos” ve “Partinin kurucusu” 1 Kasım yerel seçimlerde elde edilen sonuçlara kudurdu. “Saray’a 4 günde, 4 bakımcı çağırmış ve dördü de “hemen değişiklik, Mestan’ın pili bitmiş” demiş. Saray’dan kulağa gelen yankılarda “Mestan beni sattı, yüksek sadakat göstermiştim, bitti! Borisov’a sattı beni!” gibi sesler yükseldikçe yükseliyor. Saraya gidip gelişmeleri yakından koklamak isteyenlerin getirdikleri şu sözler üzerinde duruluyor. “GERB’e hizmet edecek ve uydu siyaset yapacaksak, halk bize öfkelenir.” Anlatılanlarda, “Fahri Başkan satılmışlığın, ezilmişliğin yükü altında, güven krizi acısı çekiyor.” havası ağır basıyor. Doğan, “Lütfü Mestan’dan kesin ayrılmanın parti örgütleri üzerinde bırakacağı muhtemel izleri sorup sorgulamış ve görüştüğü güvenilir kişilerden yeni Başkanın ismini de söylemişler Mustafa Karadayı’ya arka olmalarını istemiştir.” HÖH içinde kansız kavgasız bir darbe daha hazırlanıyor. Sarayda sadece onaylıyor. Karadayı’yı yakından tanıyan siyasetçiler, ondan Türkiye Cumhuriyeti’nin HÖH üzerindeki etkisini azaltması, Bulgaristanlı Türkleri ve diğer Müslümanları Türkiye bağımlılığından uzak tutması, özgün kültürel ve diğer hakların tanınması konusundan uzak durması istendiğine değiniyorlar. Tarafsız siyasi gözlemcilerin işaret ettiğine göre, Lütfü Mestan Ankara güdümlü bir siyasetçi olmaktan kurtulamamıştır. Doğan, yaptığı açıklamalarda “HÖH partisinin bağımsız kalması ve yalnız ve bir tek Bulgaristan’da bulunan liderlerinin sözünü dinlemesinde ısrarlı olduğunu” belirtmiştir. DPS içindeki Alevilerden sorumlu olan milletvekili Ramadan Atalay ise, partinin büyük seçim kayıplarından sonra tamamen Doğan’dan yana saf tutmuş ve M. Kardayı adaylığını kendisini koruyabilmek için desteklemeyi kabul etmiş. *** Mustafa Karadayı, Rodop Dağları göbeğindeki Devin Belediyesine bağlı Borino Türk köyünden olup 1991’den beri Hak ve Özgürlükler Hareketi gencik örgütü ve parti saflarında emek vermiştir. Rodop Türklerinin özgürlük ve demokrasi davasına canla başla katılmış ve sert sınavlar vermiş, biridır. Yeni kuşak özgürlükçü ruhun temsilcisidir. 2014 erkek genel seçimlerinde Mustafa Karadayı Smolyan ilinden milletvekili oldu. HÖH - DPS Ulusal Yönetim Kurulu üyesi olup parti örgüt işlerinden sorumludur. Gizli polis DS ya da yeni gizli polis DANS ajanlığı konusunda, yayınlanmış bilgi yoktur.


56

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Karadayı’nın bu yüksek göreve önerilmesinin ardındaki gerçekler: Değişmez başkan bilinen, fakat 23 yıl sonra 19 Ocak 2013’te 3 bin yerli ve yabancı delegenin gözü önünde Sofya Milli Kültür Sarayı’nda (NDK) toplanan HÖH - DPS olağan 8. Kurultayı’nda konuşma yaparken, üniversiteli özgürlükçü Oktay Hasanov Yeni Mehmedov tarafından ansızın kürsüden savrulup atılan Genel Başkan Ahmet Doğan düştüğü yerde debelenirken yardımına ilk koşan Mustafa Karadayı olmuş mu du? Şimdi Mestan’ın yerine Genel Başkanlığa aday gösterilmesi gecikmiş bir bakıma minnettarlık olarak algılanıyor. Olayın ardında uzun mücadele yolu var. 19 Ocak 2013 sabahı başkaldıran genç Oktay’ın kurşunsuz tabancası NDK’da tutukluk yaptı. Fakat Bulgaristan Türklerinin, Müslümanların hak ve özgürlük, adalet ve mutlu umutlarla daha gönençli yaşam davası asla tutukluk yapmadı. Halkımız özgürlük ve adalet davasında oyuna getirildiğini anladı; davayı zafere taşıma yeminini unutmadı; Türk kimliği uğrun verdiği direnişlerin en ağır günlerinde doğan “sen ölmedin, ölemezsin, her zaman yüreklerimizdesin” mırıltısını şarkılaştırdı. Her geçen gün biraz daha dirildi, biraz daha bilinçlendi. “Hep kahır, hep kahır, bıktım ben” diyenlerin sesi gökleri delmeye başladı. Hayatı bir başka okuyorlar artık. 2014 erken meclis seçimlerinde Kemaller’de (İsperih) Güney Hüsmen’i ve Blagoevgrat’ta Ahmet Doğan’ın önerdiği A. Başev’in yerine Paşov’u tercihli (öncelikli) sisteme göre bilinçli oy kullanıp Sofya parlamentosuna delege ettiler. Türk seçmenden bu kadar yüksek bilinç düzeyi kimse beklemezdi. Olay mecliste, kamuoyunda, ulusal çapta azınlıkların dip dalgasında kıpırdama var şeklinde yorumlandı. Asında bir ne oldum delisi olan Genel Başkan Lütfü Mestan ocak başında çorba karıştıran, ahırda inek sağan, sayada koyun kırdan seçmenlerimizle boks maşında ilk kez son erken genel seçimde nakavt olmuştur. Maçın ikinci raundu 1 Kasım 2015 günü yerel seçimde oynandı. Gırmen, İsperih, Kubrat ve Dulova’da gitti DPS kaleleri yıkıldı. HÖH davasında ruhen çökme gözlendi, çünkü seri zaferler ikinci turda (balotajda) kazanıldı. Seçmen HÖH merkezinin gösterdiği dayları seçmemekte kararlılık sergiledi. İradesini değiştirmedi. Bunun anlamı seçmen kitlesinin parti içindeki ilişkilerde derinleşen kokuşmuşluğa daha fazla tahammül etmek istediği; derebeyi davranışlarından kurtulmayı amaçladığı; HÖH içindeki yolsuzluklardan güç alan kişisel rejim baskısına son verilmesinde kararlı olduğunu ortaya çıktı. Seçmenin ağızında şu sözler vardı: “HÖH - DPS Ahmet Doğan ile Lütfü Mestan çiftliği değildir.”


Makale ve Analizler - 2015

57

Seçmen çekilerinin tarih kitabının yazılmasını istemiyor, HÖH kalelerini domino pulları gibi yıkıyordu. Geniş kapsamlı değişim gözlendi. Halkın gözdesi bağımsız Türk adaylar, HÖH baskılarına, buram buram kokan korkuya, tehditlere, kudur musluğa rağmen, milletvekili Ramadan Atalay’ın 500 bin leva saçarken, avuç dolusu rüşvet dağıtmasına karşın, sonuçlar Genel Başkan Lütfü Mestan’ın dut yemiş bülbül gibi susturdu. Olan tarihi bir olaydı. Türkler Ahmet Doğan’a karşı çıkamaz diye düşünenler yanılmıştı. HÖH yönetimi böyle sille yememişti. Hepsi korktu, sanki gök yarılmış ve güneş görülmüştü. Güneşe uzanan halkımızdı. Nasırlı eller ve asla yılmayan savaşçı ruhumuzdu. Güneştir bizim özgürlüğümüz, inançlarında olandı.... Güneştir bizim adaletimiz. Herkese eşit gelen ve adil dağıtılınca asla bitmeyen kutsalımız odur. Ahmet Doğan ve Lütfü Mestan ve etraflarına topladıkları perde arkasında iş çevirme ustaları artık peş para etmez olmuştu. Umutlar boşanmış, özlenen adaletin kardeşlik sofrası kurulacaktı. Çöküş perdesinin başka bir perdesi de şöyle gelişti. Kükreyiş, kararlılık ve bilinç fışkırışı sarayda yatan Rus Ayısını uyandırdı. Bilirsiniz ayılar uyurken yavrular. Durumu öğrenen hainlerin haini, etrafına bakındı. Kimi görsün. Karşısındaki üzgün, suskun, büzgün Karadayı. “Umut budur” dedi. Meydanda, seçim sahnesinde, mecliste oynatılacak yeni bir yavrucağız bulunmuştu. Halbuki Başkan hayatında ilk defa Kırcaali camisine bile girmişti. Amma Saray Lütfü erken kocadı, geçti aklından. Ona, bir gözlük kılıfı, bir de tansiyon ölçme cihazı hediye edip onunla vedalaşma, daha doğrusu ondan kurtulma zamanı gelmişti. Camide istenmeyen, seçimde oy alamayan yeteneksizle daha fazla işi olamazdı. Bir kahvenin bir sene hatırı var, Başbakan Boyko Borisov’la kahve içse yeter, masallarına bel bağlayıp daha fazla vakit kaybetmek tehlikeli olabilirdi diye düşünmüş olabilir. *** Deliorman’da taa Şeyh Bedrettin zamanında açılan sınırsız ve duvarsız kardeşlik sofrası bilinç olmuştu. Burada yüksek kültür sahibi canlara “Türkçe konuştuğum için beni cezalandırdılar” efsanesini ısıtıp ısıtıp önlerine sunarak oy avlamak olanaksızdı. Demir Baba’nın su kenarına yatırdığı o ilk bakışta sanki musalla taşına benzeyen ama zaman içinde sihrini yitirmeyen inanca dayanan hünerin etkisi güçle yaşıyordu. Gökyüzünde uçan kuşlar özgürlük tablosu çizmekten yorulur-


58

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ken, kravat takıp karşılarına dikilen partililer yüzünden kaç defa ak yüzleri yere sürülmüştü. Halk çekisinin öyküsünde üzerine yeni tuz ekilmiş yara acısı vardı. Buraların adı Deliorman olsa da, halkın adet ve töre kaynağında en büyük kadın topraktı. İnançlarının özünde kadına ve yaratana saygı vardı. İman kültürlerinde, her gönülde yer etmiş hakikatte ve yarın yanağından gayrı, her şeyde, her yerde hep beraberiz olabilme inancı, emsalsiz bir kardeşlik (biraderlik) yaratmıştı. Lütfü Ahmedov gibi ağır sıklet olimpiyat ve dünya şampiyonları bu toprağın ve burada yaşayan Türlüğün evladıydı. 70 yıldan beri başlıca dertleri yaşayış tarzımızı, ekmek mayamızı bozma, onları ana toprağımızdan soğutmaya çalışanlar, fazlasıyla zarar ziyandan sonra artık ebediyen toslamışlardı. Yerli aksakalların bilgeliği, başka koşullarda ve başka yerde yazılmış, yerlilerin okuyup öğrenemediği kalın kitaplardaki kurgularla değiştirilemezdi. Karşılarına dikilip anlaşılmaz sözlerle konuşanlara boyun eğip hizmet etmek günahtı. Bu ayak oyunlarıyla berrak Türklük suyunu bulandırmak isteyenler, hayattan kaynaklanan bilgelik düşmanları ve hafızaların derinliğindeki paha biçilmez zenginliği köreltip unutturmak istediler. Deliorman’ı anlatan nice kitap yazıldı ama bir türlü gün yüzü görmedi. Sağlam ekonomik temele dayanan altyapı yarattılar da, sanatla, edebiyatla, müzikle örgüsünü bir türlü tamamlayamadılar. Hep engel olundu. Sazlı sözlü Deliormanlılar gecelerinden korktular. Deliorman’da bahar kokusu herkese yetecek kadar doyurucu, buğday sarısı altın sarısını aratmıyor. Kuşların, vahşi hayvanların, derelerin ve ormanların, rüzgâr ve güneşle kucaklaşan halkın söylediği hikâyeler, şarkılar, türküler, ninniler anlaşılamamış, fısıldanan fıkralar çözülememiştir. Ne madden ne de ruhen vuslat umudundan başka hiçbir şeye el avuç açmamış yerlilerin gözleri gökyüzü kadar derin, güneş kadar sıcaktır. Deliorman’ın kükremesini, toprak uyanırken milyonlarca yaprak ve çiçekle açması nasıl doğalsa, insanının bilinçlenmesi, sevdalanması, toplumun kenetlenmesi da o kadar doğaldır, ayaklandığında haykırışı dünyayı sağır eden, Deliorman kadınları kadar güzeldir. Seçimden sonra BULTÜRK Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği Başkanı Sayın Rafet Ulutürk başkanlığında ve BGSAM - Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezinden gazeteci arkadaşlarla birlikte İsperih, Dulovo ve Kubrat Belediyelerini ziyaret ettik, yeni başkanların başarısını kutladık ve kendileriyle yardımlaşma, dayanışma ve ortak eylem ufku açtık. Be de izlenimlerimi kaleme aldım. Burada 1 Kasım 2015’te olan yalnız birkaç belediye seçimini kazanmak değil, toplumun ve doğanın sonsuz bir coşkuyla alkışladığı tarihsel bir olaydır. Deliorman insanı çok ihanet gördü.


Makale ve Analizler - 2015

59

Ahmet Doğan ve Lütfü Mestan’dan önce onlara büyük oyuna getiren sevip saydıkları Penço Kubadinski yoldaştı. Loznitsa köyündendir. Gençliğinde partizandı, eşkıyaydı, komitacıydı, silahlıydı, söz dinlemezdi. Çar III. Boris jandarmaları hep peşindeydi. Bir gün iyice sıkıştırıldığında bir Türk evine sığındı, karnı açtı doyuruldu, sabah şafak sökerken koyun postuna sarıldı koyunlarla birlikte köyden çıkarıldı. Bu defalarca tekrarlandı. Türklerin büyük dostu, Sofya temsilcisi oldu ve sonunda 12 bin kardeşimizi hapse attı, sürgün edildiler, adlarımız değiştirildi ve sonunda vatanımızdan kovulduk. Böyle dostluk öte dursun. 1 milyon 500 bin Türk’ten birini - hain Ahmet’i sarayda yaşatıyorlar ve hayır işliyoruz havalarına giriyorlar. Öte dursun böyle hayır. Köyler doktorsuz ve öğretmensiz. Halk sıkıntı içinde. *** Saray sekreterinden Mustafa Karadayı dosyasını istedi: Son dönemde o Sofya Meclis Başkanlığı tarafından biraz sıkıştırılmıştı. Sebebi, yaşadığı daireyi devlet fonunda çok ucuza alırken, usulsüzlük tespit edilmişti. Başa bir çürük diş ise, Borino muhtarlığı ve Türkiye İnegöl Belediyesi arasında tesis edilen dostluk ve yardımlaşma ilişkileri çerçevesinde düzenlenen son şölende, Türkiye’den davet edilen Makedonya kökenli, Bulgaristan Türk hak müziği ve kültürü özelliklerini bilmeyen bir sanatçının ön plana çıkarılmasında parmağı olmasıydı. 26 Eylül günü aynı sanatçı İsperih’e götürülmüş ve her notanın başını tokmakla ezen bir Roman “orkestrası” eşliğinde, Deliorman’ın göbeğinde, Bulgarların gözde şarkılarından olan “Prenses Rayna” eserine çamur atılmasına göz yummuştu. O da Saraydaki gibi yemeyi içmeyi seven, alçak gönüllü biri baba olan HÖH Örgüt İşleri Sekreteri Karadayı’nın bu olayların hepsinde az çok gölgesi olsa da, gölgelenme henüz alacalıydı. Fahri liderin aklından geçenler ısındı, düşündükleri olabilirdi. O, yanız kaldığında, HÖH - DPS’yi bir saya olarak görüyordu. Bir çoban olan dedesinin peşinde sürünün ardında büyüdüğünden, saya ve sürü sahibi olanın çobanı her zaman değiştirme hakkı olduğunu biliyordu. Hayat akıp gitse de hepimiz için, bu çocukluk anısı onu asla terk etmemiş, çoban bulup seçme ve atama hakkını kendine korumuştu. Ömründeki en büyük başarısı, gençliğinde muhbiri olmayı kabul ettiği Bulgar gizli istihbarat servisinin bir gün ansızın eline sıkıştırdığı, hayat oyununun dört valesini, asla kullanmamış olmasıydı. Genç Oktay onu kürsüden saman çuvalı gibi savurduğu an, acı yaşamaktansa, o valelerden birini kullanıp, Genel Başkan görevinde kalabilirdi aslında. Ağızını arayanlar da olmuştu. Ama


60

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

yapmadı, yardım aramadı, çünkü bu acı alışılır, çekilir ve sevilir türden bir acı değildi. Onu saray hapsine mahkûm eden bu oldu. Temel ödevi, Bulgaristan Türk ve Müslümanlarına, Roman, Türk ve Pomaklara demokrasiyi tattırmamak, özgürlük gülünü koklatmamak, haklarını devletten değil, Tanrı’dan beklemeleri gerektiğine, bir Hıristiyan erkin Müslüman nüfusa hak hukuk tanımasının günah olduğuna ikna etmekti. Bu ödevi o şahsen, başarmasına başardı da, geçmişi onunkinden daha karanlık ve karışık olan ve 3 yılda berraklaşmayan Mestan’ın hayat yolu ara sıra, kimseye paylaşmasa da, canını iyice sıkıyordu. Kahve içtiği her kişiyi “dost” sanan Mestan, aldatıldığını duyumsayamıyordu. Nalları daha 20 yıl önce o Mestnlı’da iş ararken sökülen, bir süre üyesi olduğu Demokratik Güçler Birliği (CDC) ile hiçbir zaman üyesi olamadığı, bir defacık kapısını bile çalamadığı BKP ve gizli istihbaratın emekli elit kadrolarından oluşan GERB partisini birbirine karıştırıyordu. Muhalefetteki yerini genişleteceğine ya da Bulgar muhalefetinin mezarını kazacağına durmadan bağlaşıklık arıyor, erkek erkeğe öpüşüyor, rüzgârsız havada fırıldak gibi dönüyor, yön değiştirirken meclis kürsüsünde olmasına rağmen, kendine köy okulunda edebiyat hocası havası veriyor ve zamanını yaşamış birçok saçmalığı politik sepette dolduruyordu. Onların köyü çalılık olduğundan “her taş yerinde ağırdır” atasözünü sanki hiç işitmemiş, anlamını öğrenememişti. Şu Karadayı da çam ormanında patatesle yetişmiş biriydi. Çocukluğunda öğrendiği tek iş kozalak toplamaktı. Bunu bilenlerin ondan bir şeyler bekleyeceğine inanmıyordu. Ankara ile arayı bozmayı üslenmesi de iyi oldu. Nedim Gençev’i Başmüftülüğe getirebilse işler yine yolun girmiş olur ve birkaç sene daha kış uykusuna yatabilirdi. Durdu ve yemek bekleyen köpeğinin yanına gitti. Köpek “Çao” sözünü anlıyordu. Lütfü içeri girmeden doğrudan köpekle de vedalaşabilirdi. Sonu sonunda her ikisi de onun köpeği değil miydi!?... İnsana güvenmeyen köpeğe güvenebilirdi. Ne var ki, Lütfü artık kendisine güvenilecek bir köpek değildi...


Makale ve Analizler - 2015

61

Sosyal ve Mali Statüsü Yükseltilmeden Öğretmen Kalitesi Yükselmez

Dr. Sakin Öner-23.Kasım.2015

Yeni 24 Kasım Öğretmenler Gününü kutluyoruz. Bu günler öğretmene övgüler düzülen değil, öğretmenlik mesleğinin toplum hayatındaki öneminin vurgulandığı günler olmalıdır. Tabii ki, sadece bu önemi vurgulamak yetmez. Öğretmene gereken değerin verildiğinin de gösterilmesi gerekir. Eğitimin başarılı olabilmesi için, her şeyden önce bütün toplumun üzerinde mutabık kaldığı bir milli eğitim olması gerekir. Bu politika, siyasi iktidarlara göre değişen değil, siyasetüstü bir politika olmalıdır. Bu politika sık sık değiştirilmemeli ve uzun sure uygulanmalıdır. Eğitim, eğitimciler eliyle yönetilmeli ve yürütülmelidir. Eğitimdeki çağdaş gelişmelere ve yaklaşımlara göre bazı düzenlemeler yapılacaksa, bu da eğitimciler eliyle yapılmalıdır. Çeşitli türdeki okullar, siyasi düşünce ve isteklere göre değil, ülke ihtiyaçlarına göre açılmalıdır. Okul türleri arasında bir ayırım yapılması, bazı okullara özel avantajlar sağlanması, diğer okulların dışlanması ve öğrencilerinin ikinci sınıf görülmesi, öğrencilerin belirli okullara girmeye zorlanması, bazı öğrencilerin de “okulların kontenjanları doldu” denilerek açıkta bırakılması, milli birlik ve bütünlüğü zedeler. Bütün bu yanlış uygulamalar, çocuklarımız ve gençlerimiz arasında farklılaşma ve kutuplaşmalara yo açar. Bu da Tevhid-i Tedrisat (Öğretim Birliği) Yasasına aykırıdır. Halbuki eğitimin bir amacı da, milli birlik ve bütünlüğü sağlamaktır. Devletin görevi, bütün vatandaşlarına on iki yıllık zorunlu eğitimi örgün verecek fiziki ortamı hazırlamaktır. Devlet evlatlarının bir kısmını bedbin yapamaz, bir kısmını sokağa atamaz. Bilim ve teknolojinin baş döndürücü bir hızla geliştiği günümüzün küreselleşen dünyasında, eğitimin dijital bir ortama taşınmaya çalışıldığını görüyoruz. Eğitim, insan ve toplumla ilişkili bir eylem olduğu için, sürekli eğitim teknolojisini, yöntem değişikliklerini ve çağdaş yaklaşımları takip etmek zorundadır. Buna göre kendine çekidüzen vermek zorundadır. Ama tamamen de bunlara teslim olmak zorunda değildir. Unutmayalım ki, en başarılı eğitim, bire bir yapılan eğitimdir. İnsan unsuru devreye girmeden eğitimde tam başarı sağlanamaz. Teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin eğitimin temel direği, öğretmendir. Öğretmen olmazsa olmazıdır eğitimin. Onun için mutlaka öğretmen kalitesinin yükseltilmesi lazımdır. Ama bu yetmez, bunun sağlanması için, önce öğretmenin mali ve sosyal statüsünün yükseltilmesi gerekir. Devlet, hem öğretmene, toplumun tamamını en iyi şekilde yetiştirmek gibi en büyük sorumluluğu yüklüyor,


62

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

hem de en düşük ücreti veriyor. Bugün öğretmenin çoğu ikinci iş yapıyor, yapmıyanlar da bulamadığı için yapmıyor. Bu politika ile öğretmenden hem verim alamazsınız, hem de kalitesini yükseltmesini bekleyemezsiniz. Eğitimde son yıllarda yapılan en büyük hata, Öğretmen Liselerinin kapatılmasıdır. Öğretmenlik mesleği, 1848 yılından beri özel bir meslek kabul edilmiştir. 1848’de Öğretmen Okulları, Cumhuriyet’in ilanından sonra Eğitim Enstitüleri ve Yüksek Öğretmen Okulları açılmıştır. 12 Eylül 1980 İhtilalinden sonra önce öğretmen yetiştiren yükseköğretim kurulmaları kapatılmış ve öğretmen yetiştirme görevi üniversitelere verilmiştir. 2014 yılında da Öğretmen Liseleri, mezunlarının çoğu Eğitim Fakültelerine gitmiyor diye kapatılmıştır. Böylece öğretmenlik bir meslek olmaktan çıkarılmıştır. Halbuki Atatürk “Benim iki ordum vardır: Biri Asker Ordusu, diğeri İrfan Ordusudur” demiştir. Bugün Asker Ordusunun eğitici ve yöneticileri, askeri liseler, Harbokulları ve Harp Akademisinden yetişmektedir. Şu anda irfan ordusunun eğitici ve yöneticilerini yetiştirecek eğitim kurumu kalmamıştır.Onun için bu hatadan bir an önce dönülmelidir. Öğretmen Liseleri, hem de tamamı yatılı olarak açılmalıdır. Eğer mezunlarının Eğitim Fakülteleri dışında başka fakültelere gitmesi istenmiyorsa, mezunlarına eskiden olduğu gibi mecburi hizmet getirilmelidir. Milli Eğitimdeki her türlü olumsuzluğa rağmen Türkiye bugün bir yerlere gelmişse, örneğin G-20 Ülkeleri arasına girmişse, bunu eğitim sayesinde gerçekleştirmiştir. Onun için siyasetüstü bir milli eğitim politikası oluşturmalı, bütün çocuklarımızı eşit gören ve kucaklayan bir anlayışla yeterli eğitim kurumları oluşturulmalı, öğretmen yetiştiren eğitim kurumları yeniden hayata geçirilmeli, sosyal ve mali statüsü yükseltilerek öğretmene gereken değer verilmelidir. Öğretmenlerimizin, Öğretmenler Günü Kutlu Olsun!


Makale ve Analizler - 2015

63

Soldan Sağa mı, Yoksa Sağdan Sola mı?

İbrahim Soytrük-23.Kasım.2015

Konu: İsteğinize uyarak, iğneyle kuyu kazıyorum. Fener Rum Patriği Bartholomeos’un Bulgaristan Ziyareti siyasi platformda çok yorumlandı. Siyasetçiler ve gazeteciler eteklerinde ne varsa döktüler. Yorumlar US sakızı gibi uzarken Rum Patriğine “Türk Ordusundan Albay”, “CIA Ajanı” vs yakıştırmaları hep içinden çıktı. Daha neler neler dendi. Suçu, “şu Birinci Dünya Savaşı’nda Batı Trakya kilise ve manastırlarından araklanmış olanı lütfen iade edin!” demiş olmasıdır. Çocukluğumdan hatırların, annem, pişirdiği yemekten kokusu komşuya gitmiştir, tattırmadan olmaz, anlayışımızla tadımlık gönderdiğinde, “kızım bekle, tası geri getir Muazzez, almadan dönme kızım!” diye her defasında arkamdan bağırarak tembihlerdi. Öyle ama bizim Bulgar’da da ele geçirdiğim benimdir ve geri vermem duygusu çok güçlü. Rum kiliselerinden topladıkları haç, ikon, kitap ve dini kalıtları 100 yıl saklamak, nasıl bir diploması anlayışı, akıl erdirilecek gibi değil. Anlaşılan söz konusu kilise malları çalınırken pek gören olmamış ki, uluslararası antlaşmalara işlenmemiştir. Bulgar dilinde “haram maldan hayır gelmez” deyimi yok. Bizim dertler de böyle birikmedi mi? Sosyalist Bulgar devleri 1945’ten sonra kılıf bulup el koyduğu vakıf topraklarımızın, koru ve ormanlarımızın, otlaklarımızın, okullarımızın, dükkânlarımızın, bezi stenlerimizin, otellerimizin, hanlarımızın, hamamlarımızın, mezarlıklarımızın, medrese ve camilerimizin, İl ve Başmüftülük mallarımızın alırken hepsini aldı da, sonra herhangisini geri verdi? 1990’dan sonra totaliter devletin, belediyelerin ve diğer kurumların gasp ettiği tüm taşınmaz, mal ve mülklerin geri verilmesine ilişkin özel kanun çıkardı. Yürürlüğe girmesine rağmen herhangi birini geri alabildik ki? Mahkeme kararlarına rağmen vermediler, vermiyorlar. Her gün yeni bir çomakla geliyorlar meclise. Şimdi kalkmışlar, Sofya meclis kürsüsünden Avrupa Birliği İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) kapatılmasını istiyorlar. Neden acaba! Çünkü bu mahkemenin kanunlarında “yükümlülükler” yokmuş. Sofya Meclisi “totaliter devletin ve makamlarının el koyduğu ve kullandığı taşınmazların, mal ve mülklerin tamamının geri verilmesi zorunludur” hükmünü getiren kanunu onaylarken, çalınan mülkleri iade etme hükme esas getirmiş olmadı mı? Gerekçesi ise yasa dışı alınanın iade edilmesi değil midir? Böyle olmamış olsa, Katoliklerin ve Doğu Ortodoks kilise-


64

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

nin mülklerinin tamamını neden iade ettiler acaba? 2014 erken genel seçimlerini yöneten geçici hükümetin başbakanı Georgi Bliznaşki Sofya Merkezi’ndeki altın kubbeli “Aleksandır Nevski” kilisesini Doğu Ortodoks Kilisesi Başkanlığı “Sinod”a iade etti. Fakat Müslümanların mallarına gelince sular duruyor. Mahkemeler, usuller, baskılar, dolaplar, gösteriler, taşlamalar ve sonunda Yüksek Temiyiz Mahkeme’nin birinci derece (asi) ve il mahkemelerinde lehimizde verilen kararların, sudan, uydurma gerekçelerle hepsini bozması, adalet aramamızı yokuşa sürüyor, anlamsızlaştırıyor. “Gereği görüldü - itiraz edilmez” tüm umutlarımıza balyoz oluyor. Görüldüğü üzere artık sırada AİHM’ yolunun kesilmesi var. Dağıtılmasını, kapatılmasını da isteyebilirler. Amaç, Türklerin, Müslümanların, haklarını, mallarını, mülklerini yasal yollardan geri alabilme yollarını tıkamaktır. Bu, 1878’de böyle başlamış bir zorlama, yokuşa sürme süreci olup şekil değiştirip devam ediyor. Aldı başını gidiyor, ne durdu, ne soluklandı, ne de niyetinden vaz geçti. Kuşkusuz, gözü doymazların, açgözlülerin esin aldıkları ve bıçak biledikleri tarihsel kaynaklar var. Zaten bu dolandıran dolandırana olayı bütün toplumu sardı. Tezimi bir örnekle açıklamak istiyorum: Stefan Stanbolov 1 Eylül 1887 ile 31 Mayıs 1894 arasında, kudurmuş bir katilin kör bir satırla başını ikiye yardığı ana kadar, Bulgaristan Prensliği Başbakanıydı. Sofya’yı ziyaret edenler görmüştür. Ordu Evi önündeki “Aksakov Parkı”nda artık 121 yıldan beri kafa tası ikiye bölünmüş gelip geçene öyle bakan bir büst var. O anıt onun yazgısını anımsatır. Stambolov’u katledenleri araştıran meclis komisyonunun 6 ayda hazırladığı 645 sayfalık raporda çok ilgin, bir çok gerçek dikkat çekiyor. Bir örnekle sizi konumuzun dibine çekiyorum. 1854’te Tırnovo şehrinde dünyaya gelen ve çocukluğu baba kahvesinde kaymaklı Türk kahvesi yapmakla geçen Stambolov, 1886 ile 1894 yılları arasında Prensliğin başbakanı iken, İstanbul’daki Osmanlı Bankası’ndan 80 bin altın leva kredi almış ve bu parayla Burgas illerinde göçe zorlanan Türklerin topraklarına konmuştur. Bu kayıt, Osmanlı Bankasından borç par alan Bulgar başbakanının ciğerinin içini göstermiyor mu!? Bu rapor, bir röntgen olsa Stanbolov’un ciğerini bu kadar şeffaf gösteremezdi. Bu gerçek, 20. Yüzyıl göçlerinin hepsinde örneklenebilir. Örnekler böyleyken AİHM’nin kapatılması yapılacak en birinci iştir. 1980 darbecisi General Kenan Evren, Sofya ziyaretinde, diktatör Todor Jivkov’la görüştü. Biz Bulgaristan Türker’i hakkında “eti senin, kemiği benim” dedi. Bizi maldan mülkten caydıran, memleket sevgimizi kahreden işte bu sözler olmuştu. Bu sözler umutlarımızı ince ayar kıyan bir satır etkisi yapmıştı. Oysa onun da annesi bizdendi. 1878 büyük bozgununda Tuna kıyısı, Sviştov kasaba-


Makale ve Analizler - 2015

65

sından göç edip anavatana sığınmışlardı. Biz Bulgaristanlı soydaşlar insan belleğinin kendini ve kimliğini unutanlara ve kişisel menfaatler için Türklüğe ihanet edenlere büyük isyanını bekliyoruz. Bu ateş mutlaka tutuşacaktır. Yazıma, Katolik doğan Boris, neden Doğu Ortodoks dinine geçti, başlığını atma istemiştim. 20. Yüzyıl Bulgar tarihinde bu çok önemli bir olaydır ve temelinde III. Boris’in vaftiz edilmesi vardır. Kişisel menfaatler, Bulgaristan’a Prens ve Çar olma hevesi, egemen olma tutkusunu yenemeyen Ferdinand Saks Koburg’un serüvenler dolu hayatından bir anı sizlere yazarak anlatmak istiyorum. Yukarda başının satırla iki ayrıldığını hatırlattığım Stefan Stambolov, başbakan olmazdan önce de, Bulgarların tarihinde çok önemli şahıslardan biridir. O, okumaya gittiği, Odesa Papaz Okulundan siyasi görüşlerinden dolayı kovulmuştur. Bulgar dilinde adına “hış” denen, 19. Yüzyılın ikinci yarısında Romanya’daki devrim ocağında demlenmiştir. Osmanlıya başkaldıran Bulgar komitacılığının atası sayılan Vasil Levski’den sonra komitacılık işleri ona devredilmiştir. 1875 Eski Zara (Stara Zagora) Ayaklanmasını yöneten de Stmbolov’tur. Üstüne üstelik bir Rusofil olarak eğitim görmesine karşın 1876’da Osmanlının çekilmesinden sonra bu toprakları idare etmekle görevlendirilen Prens Aleksandır Batenberg’in hastalık yüzünden Bulgaristan’dan ayrılması gerekince, onun yerine Viyanalı bir üsteğmen olan Ferdinand’ı getiren ve Bulgar tahtına oturtan da yine odur. Kuşkusuz, bu arada, yukarıda anlattığım dalavereler dışında hazinesinde para, devlet yapısı, yerleşmiş medeniyeti olmayan bir ülkede bu kadar işi yapmak çok büyük irade, kararlılık ve devlet adamı kimliği gerektirmiş olmalı! 1878’de Rus İmparatorluğu’nun Osmanlı’dan koparabildiği Bulgar Prensliği, Padişahın 1870’te Bulgar Doğu Ortodoks Kilisesi’ne ibadet için tanıdığı topraklardan bir karış ne eksik ne de fazladır. Bunlar, San Stefano (Yeşilöy) Antlaşmasında belirlenen sınırlardır. Ne ki, ben top toprakları Bulgarlara verdim diye olup bitenden sonra sızlayan da Osmanlı değildir. Yeşilköy Anlaşmasıyla Bulgarlara tesis edilen toprakları fazla bulan Batılı büyük güçlerdir ve 1878’de Berlin Konferansını çağıranlar da onlardır. Berlin Anlaşması Bulgar Prensliği sınırlarını Tuna Boyu, Dobruca ve Sofya yöresi olarak büzmüştür. Biz bu konuya daha defalarca döneceğiz, çünkü Bulgar milliyetçiliği ve Türk düşmanlığı, Müslümanlara kin kıvılcımlarını çakan, Balkanları bir barut fıçısı haline getiren, birçok savaşı patlatan, iş bu gerçektir. Hele şimdi tek kutuplu dünyanın da yıkılması ve denizden ve karadan kalkan Rus savaş uçaklarının Suriye köy ve kasabalarına bomba yağdırmaya başlamasıyla yürekleri yağ bağlayanların iştahları kabarmaya başladı. Fırsat bulsalar XX. Yüzyılda “kaybettiklerini” teker teker toplayıp çelik kasalar istifleyecekler. 20 yüzyılı iyi bilmeden 21 yüzyıl siyaseti çizeme-


66

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

yiz. Bulgaristan’daki bugünün olaylarının sızlayan köklerini en az 100 yıl gerilerde aramak gerekir. 1886’da Batı dünyasından bir teğmenin Bulgar Prensi yapılması aslında Sang Petersburg’un siyasetine bir çomak sokmak oldu. Plevne Savaşı Çar II. Aleksandır zamanında olmuştu. Siyasi soğukluk III. Aleksandır’ın ölümüne kadar da devam etti. Son Rus İmparatoru olan II. Nikolay (1894-1917) Ferdinand’ın Bulgaristan’a yerleşmesinde ve Prenslikten adımlayıp Bulgar Çarı Tahtına oturmasına ışık tutan oldu. Bu çok anlamlı olayın seyri şöyle olmuştur. Ferdinand Mariya Luiza ile evlenmezden önce Vatikan’da Papa’nın elini öptü. Yeminlerinde “Evlatlarımız doğuştan, inanç, ruh ve eğitim olarak Katolik olacak.” dediler. Ne ki, Tırnovo Anayasası’na göre, Katolik biri, Bulgar Prensi olamazdı. Prens’in ve Çar’ın dini Doğu Ortodoks olmalıydı. Bu konuda, Papa’dan resmi izin almak üzere, Vatikan’a 1897’de yeniden giden Ferdinand’da soğuk ve sert duran Papa XIII. Löv’ün sözü şu olmuştu: “Bütün görevlerinden vazgeç, heveslerini unut.” Papa, söz dinlemeyen Ferdinand’ı daha sonra Katolik kiliseden attı. Bu olaya olumlu bakan Rus imparatoru II. Nikolay, Sofya’ya gönderdiği fermanla Ferdinand’ın Katolik dininde kalmasına razı olurken varisinin Doğu Ortodoks kilisesinde vaftiz edilmesini istemişti. Bu konuda gerekli olan yasal düzenlemeler kısa sürede yapıldı. Ferdinand’ın oğlu Boris’in Doğu Ortodoks Kilisesi’nde vaftiz edilmesi töreninde vaftiz babası olarak Rus Çarı II. Nikolay’ın yerini 1806’da İsmail’de Osmanlı’yı ve 1812’de Moskova’da Napolyon’u yenen General Kutuzov’un torunu aldı. Papazdan sonra, Boris adına, “Katolik kiliseden ayrıldım, Doğu Ortadoks Kilisesi’ne geçtim” sözlerini tekrarlamıştı. Katoliklere ait olan sağdan sola inancını çözüp, soldan sağ el gezdirip yeni din kabul etmiş oldu. Boris’in din değiştirmesi törenine Sultan Abdül Hamit adına Muzaffer Paşa katılmıştı. Büyük devletlerin arasında Bulgaristan konusunda imzasız mutabakat sağlandığına bir kanıt olan olayı kutlamak için ertesi gün İstanbul’dan özel bir trenle gelen Zihni Paşa ise Ferdinand’a 2 adet Sultan Fermanı getirmişti. Birincisiyle Ferdinand’ın Bulgar Prensliği tanınırken, ikincisi ile de onu Doğu Rumeli topraklarına idareci atamıştı. Gelişinden 22 yıl sonra, 1908’de Bulgaristan Çar olan Ferdinand, 1912’de Batı Rodoplar’da yaşayan Pomakların yediden yetmişe vaftiz ettirdi. Pomaklar istavrozun soldan sağ mı sağdan sola mı çekildiğini ve bunun ne anlama geldiğini bir türlü öğrenmediler. Çünkü onlar hep Müslüman kalmak istediler. 1936’da ve 1942’de oğlu III. Boris yine aynı Müslümanların


Makale ve Analizler - 2015

67

ismine ve dinine saldırdı. Bu saldırılar da Rusların emriyle mi yapıldı, bu henüz bir arşiv sırrıdır. “Benim başıma gelenin başkalarının başına gelmesi haktır” diyen ise Ferdinand oldu. Bu konu üzerinde durmamın nedenlerinden biri çok farklıdır. Ferdinand ve oğlu III. Boris Bulgaristan’da şahsi idare kurmayı ve yerleştirmeyi başaran iki hükümdardır. Şahsi idare konusu tutmuştur. Todor Jivkov da şahsi diktatörlük rejimi kurmuştu. Bugün Türklere karşı Ahmet Doğan’ın uyguladığı da şahsi dikta türlerinden biridir. Toplumdan ve dünyadan yalıtlayark sömürüp ezme biçimidir. 1984-85 yıllarında hapse düşen Bulgaristan Türklerine alaca karanlık hücrede okumaları için verilen kitaplar arasında Ferdinand ve varisi üstüne yazılmış kitaplar da vardı. 1908 - 1944 arasında Bulgaristan’da sert faşist dikta rejimi kurulmuştu. Binlerce kişi öldürülmüş veya zindanda çürütülmüştür. 1918, 1923 ve 1944’te halk faşist monarşiye karşı ayaklandı. 600’den fazla grev ve köylü hareketi oldu. Bunların bastırılmasında hep silah kullanıldı. Rusçuk Türk v Bulgar köylü ayaklanmasında 100 şehit düşmüştü. Baba oğul son iki Bulgar Çarı etnik azınlık topluluklarındakilere ezilmişlik, hor görülmesi gerekenler, kara işleri yapmak zorunda olanlar, köle ruhlular, siz her zaman bizden sonrasınız, kendilerine güvenilemez, ikinci sıradakiler gibi kıstas, tutum, davranış ve duyguları yaratmış ve ikinci sınıf insan ruhu dayatmıştır. Ferdinand, Türkler ve diğer azınlıklar arasında ilk hafiye ve hain ağı kurduran hükümdardır. Bulgaristan’da II. Aleksandır anıtları onun zamanında dikildi. Şipka Tepesi’nde Türklerle çarpışmalar her yıl canlandırılıp Müslümanlarla alay etme törenlerini o başlattı. 120 yıldır devam ediyor. Bu sabah -23 Kasım 2015- Sofya’dan yayın yapan “On Air” TV, Suriye’de 11.5 milyon insanın evsiz barksız kaldığını, sığınmacılarla birlikte büyük sayıda “El Kayda” ve “DAEŞ” ajanının Batı Avrupa’ya sızdığını anlatırken şöyle bir fikir alış verişi oldu. Batı Avrupa anakentlerinde oynanabilecek ajan oyunları tartışıldı. Terör olayı Brüksel’de Avrupa Birliği merkezini kapattı. Şöyle de bir yorum getirildi. Bulgaristan’dan Türkiye’ye 20. Asır göç kafilelerinde sınırı geçen büyük sayıda ajan vardı. Göçmenlerin zorluklar karşısında geri dönmelerini önlemek açısından çok önemli rol oynadılar. Onlar, memleketlerini, evlerini gözden çıkarıp gidenlerin geri dönmelerine engel olmuştur. Dinledim dinlemesine de, sanki dilimi yuttum, ne diyeceğimi bilemiyorum. Irmaklar hep aynı yöne akmaya devam ediyor sanki. Dünya dönmeye devam ediyor.


68

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Konumuz bitmedi. Başımıza gelen büyük felakettir göçmenlik. Ferdinand zamanında da vardı, oğlu III. Boris zamanında da oldu, Todor Jivkov döneminde de ocağı sönmedi, Ahmet Doğan da aynı pis işlerin çobanıdır. Nedenleri yaşadığımız toplumun içinde gizlidir. İçte midir yoksa dıştan mı iğnelenir bu mikrop? Sorun bunu bulup açıklamaktır. Görebilmemiz çok önemlidir. Mikrop gibi şırıngalanmış da olsa, bulmak, çıkarmak, herkese göstermek ve kökünden kurutmak zorundayız. Sözünü ettiğim milliyetçilik, ırkçılık, Türk ve Müslüman düşmanlığıdır. İkinci yazımı okuduğunuz için teşekkür ederim.

Korku Yönetimi

BG-SAM-26.Kasım.2015

Konu: Dünya kimseden korkmadığımızı gördü. Korkuyu doğuran korkudur. Propaganda korku makinesidir. Korku yönetim ve yönlendirme aracıdır. Bu sıralamayı devam ettirebilirim. Bir de yaşanmış ve yaşanmamış korku var. İstanbul’da bir arkadaşım bana “Sen korku hakkında konuşmasan iyi olur! çünkü siz Bulgar korkusundan kaçmışsınız, yaralısınız.” dedi, bir anda öyle bir tuhaf oldum. Bulgaristan’da başımıza gelmedik kalmadı ama biz korkudan kaçarak geldik anavatanımıza. Hareketlenmemiz orada hayatın yaşanmaz olmasından oldu. Şöyle ki, korku alışıla-bilen bir şeydir. İnsan kamburluğuna, böbreğindeki 5 sm taşa alıştığı gibi korku karanlığına da ayak uydurur. Evet bizler 1990’da geldik. Bulgarlar bizi asimile etmeyi, eriterek Bulgarlaştırmaya daha 1881’de akıllarına koymuştu. Sorun, anam babam, kendim ve ailem 109 yıl eritme kazanında hep birlikte kaynamışız. Eritilememişiz, ufalmadan, çözülmeden, dipdiri kalmışız. Biz Türkiye’ye Türk olarak geldik. Ben anavatanın beni ve ailemi Türk ve Müslüman olarak bilir. Korkudan kaçıp geldiğim. Mücadeleci bir kimliğe korku vız gelir. Bulgar’dan kork-


Makale ve Analizler - 2015

69

tuğu için kendini asan ya da intihar eden Bulgaristanlı Türk yoktur. Ben böyle birini tanımadım. İsmimi değiştirdiler diye ağlayan Türk de görmedim. 40 şehit verdik. Bunlar bilinenler. Bilinmeyenler!!! Ayakta kalmak zor oldu. Türklüğü yaşarmak anlamında, o ağır koşullarda Türk gibi öksürmek ve osurmak bile kahramanlıktı. Büyük Nazım “Hava kurşun gibi ağır” sözleriyle sanki bizim çekilerimizi de anlatmıştır. Doğa bizi, biz de onu sevmiştik, ardımızdan yerin ve göğün ağladığını siz de işitmişsinizdir. Korku ağır bir konudur. 100 yılda bize karşı uygulanırken yüz defa şekil, şiddet, yöntem ve usul değiştirse de öz olarak hep aynı kalmıştır. Biz, Bulgarların kendi aralarındaki didişmelerinden, aralarındaki kavgalarından hep uzak durmaya çalıştık. Ev terbiyemiz bu yöndedir. Ama onlar bize karşı her zaman birliktiler ve amansızdılar. 2015 sonunda ve 2016’da bu konuya özel olarak değinmek istiyoruz. BG-SAM yazarı olarak bu ödev bana verildi. İçimizde korku izi olmasa da, bir korku sisi içinde yaşadığımızı biliyorduk. Bu sis zaman geldi gül koktu, gün geldi lavanta koktu, ne kokarsa koksun biz bu kokunun zehirli olduğundan, bizi semeleştirmek ve zehirlemek istediğinden emindik. Bir defa Türk korku bilmez, gözü pektir. Onlar bunu biliyordu. Korku, cesaret içindeki özü kemirgendir. Ne var ki Türklük ağacına girmek de zordu. Onların gözünde, Türkler akasya ağacına benzer, yazdan, kıştan, nemden etkilenmez, haşarat onun özünü delemez. İri ve kalın dikenleri gövdesine çıkılmasına imkân vermez. Türkün gönlü ve vicdanı akasya balı gibi berraktır. Akasya tomruğu bataklıkta çürümez. Türklerin böyle insanlar olduğunu bilenler, saygılı olmayı seçerler. Bulgaristan’da bize karşı asır boyu katmerleşen baskı altında 3 bin kişinin özünden ödün vermiş, hafiyeliği kabul etmiş olmasına (Geçen yüzyıl 3 016 Bulgaristanlı Müslüman hafiye olduğu açıklandı.) bu korkunun üzerimizdeki zaferidir diyemeyiz. Hainler albayı Ahmet Doğan bile kendini bir ine saklamak zorunda kaldı. Türklere karşı çalışmak zordur. Bumerang gibi geri çarpar. Dün Sofya Şehir Mahkemesi’nde solucan (çervey) davasına bakıldı. HÖH - DPS eski Başkan Yardımcısı Kasim Dalın, Parti Başkanı Lütfü Mestan’ı öldürmek için hazırlık gördüğü telefon kayıtlarından ortaya çıktığı açıklandı. Ahmet Doğan’ın “ayı ininde” Ahmet Doğan’ı halkımızın hak ve özgürlük davasına ihanet ettiği, davamızı sat-


70

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

tığı için kurşunlayarak öldürmeye hazırlandığını gazeteler defalarca yazmıştı. Bu örnekleri korkunun her yerde var olduğunu kanıtlamak için verdim. Korkunun toplumsal katı yoktur. Geçiş Döneminde Bulgaristan’da 76 başbakan, bankacı, siyasetçi, yüksek rütbeli polis, holding sahibi kurşunlanarak sokak ortasında evinin önünde, ofisinde öldürüldü. Bu gerçekler 137 yaşında bir toplumun hamlığına, acısını atamadığına, durulamadığına kanıttır. Bir yüzyılda bir ülkeden 6 defa kitlesel göç olur mu? İnsanların evinden yurdundan sökülerek kovulmasından doğan acı söner mi? Bu dehşet toplumun omuzlarından iner mi? Bulgaristan Türk ortamından ihbarcı, hain bulup beslenmesi olağanüstü zordur. Hainliğin kaynağı öncelikle korkudur. Korkuyu yaratan ve besleyense insanın kendisidir. Türkün ruhu korku almaz. Aç kalan hain çekilmek zorundadır. Bunun en parlak örneğini Ahmet Doğan’da görüyoruz. İnsan arasına çıkamaz oldu. Biz özü çözülmeyen bir milletiz. Ruh esir edilemez. Mezarımıza bastırmayız. Kutsallığımız dualarımızda yaşar. Korku ve biz! Yazı dizimizin ana teması olacaktır. Olayları güncel örneklerle de besleyeceğiz. Şerefli insanın düşmanı onurlu olmalı. “SU - 24” Rus savaş uçağını düşüren Türk pilot Türkün gözünün pekliğine yeni örnek oldu. Olay dünya siyasetinin ortasına oturdu. Bu açıdan Suriye konusunda söylenecek bazı sözler var. Düşmanını tanımayan savaşa girmez. Ruslar Korkunç İvan zamanından beri kendi başlarına savaş kazanmamıştır. Şimdi IŞİD adında yaratılan düşman, onların da şişirdiği bir balondur. Çünkü DAEŞ savaşçılarının yarısı Rusya’dan veya Orta Asya Cumhuriyetlerinden toplanmıştır. Kafkasyalı, Çeçen ve Dağıstanlı, Kırımlı savaşçıların Şam diktatörü Beşer Esat’ı iyice sıkıştırdığı bir anda Rusya Yakın Doğuya askeri güçle çörekleniyor. Türkmen ve Kürt köylerine kanatlı füze atarak halkı korkutmaya çalışıyor, evlerinden yurtlarından kovuyor. İşiyle gücüyle meşgul insanları modern kitle imha silahlarıyla korkutuyor. 11.5 milyon insan evsiz yurtsuz kalmış, sığınmacı yollarına düşmüş. Çoluk çocuk perişan! İnsanları korku kabusunda yaşatmaktır bunun adı. Öldürmek, sakat bırakmak, aç susuz perişan etmek ve üstüne kendini haklı göstermek. Bir defa bir diktatörü, halkını kimyasal silahla zehirleyen bir diktatöre arka olmak, katilliğin en büyüdür. Yürüyen her insanı katil diye bombalamak baştan başa katilliktir. Ne yazık ki modern katilleri yargılayan ne yasa ne de mahkeme var.


Makale ve Analizler - 2015

71

Düşman yaratığı, halka saldırmak ve kitle halinde insan kıyımı da katilliktir. Katillik ise korku saçmalıktır. Ruslar, İngilizler hep iyi tanıdıkları ya da kendi yarattıkları düşmana saldırır. . DAEŞ terör örgütü subaylarının % 80’ni Saddam Hüseyin zamanında Rus Askeri Akademilerinde eğitilmiştir. DAEŞ yönetimi İslamcı kılıf içinde İngiliz - Rus ajanı doludur. Bu askeri ajanların Moskova’da aldığı eğitim eksiktir. Aralarında uçaksavar silah kullanan ya da askeri pilot yoktur. Bu yüzden Rusya Suriye-Irak saldırısına havadan daldı. Denize uçak gemileri, SS 400 saldırı sistemleri yığıyor. Yakın Doğuyu korkutmak için Hazar’dan uzun menzilli kanatlı füzeler ateşledi. Ne ki, insanlar öldürmekle bitmez. Rusya’nın Yakın Doğu’da hakkı yoktur. 1970’ten sonra teröristlerin gösterisine karnı tok olan TSK, İkinci Dünya Savaşından sonra ilk kez Rus savaş uçağını saldırı esnasında tek atışta indirdi. Bu hareket, Yakın Doğu’da Rus moral prestijini kırdı. Türkiye hakların gözünde bir anda kurtarıcı oldu. 2 milyon 500 bin sığınmacı Türkiye’de ve bir o kadar da Lübnan ve Ürdün kamplarında çadırdan çıktı ve Allah Büyüktür! Diye göklere el açtı, dua etti. Herkes, korkunun en büyük düşmanının korkmazlık ve yılmaz olduğunu gördü. Korkusuzluğun yuvası Türk ruhudur. Bu ocağın ateşi ise sabırdır. Gücünü de her zaman haklı olmamızdan alır. Dış korkudan başka her topluluğun iç endişeleri de vardır. Eskiden kolaydı. Kimin neden korktuğu bilinirdi. Kızlar evde kalmaktan, ergenler askerliğin uzamasından korkarlardı. Kuraklıktan korkulurdu. Göç selinde yolda kalırım diye korkmuştum. 1953 göçünde, ben dünyada yokmuşum, bizimkiler Balkanı aşıp Tunca boyunca sınır boyuna kadar inmişler inmesine de, kapı birden kapanmış, dedem Mustafa Paşa pazarında öküzleri satmış, trenle dönmüşler. Göç edenler boş giden, korkuların ve hayallerin hamallarıdır. Beraberinde eskiyi, kötülükleri, gördükleri zulmün anısından kurtulmadan, sınırı geçmekten çekinirler. Öfke, kin, dinmeyen acılar huzursuzluktur, hiç birinden yeni bir yuvaya taş olmaz. Makedonya, Bosna, Slovenya, Avusturya ve Almanya yollarında ilerleyen sığınmacı alaylarının hızlı ilerleyişini izlemişsinizdir. Bu insanlar katillerden öç alma öfkesini sırtlarından ve ruhlarından silkmiş, başka bir zaman bırakabilmiş oldukları için 3.5 bin km’yi yaya geçebildiler. Bu bir kahramanlıktır. Dünyayı baştan başa değiştirecek bir gücün belirmesidir. Yıllardan beri uyuklayan Brüksel bürokrasisini 4 gün eve kapayan onlar oldu. Rahatlığın kalesi Avrupa Birliği Merkezine uyanın diyen de onlar oldu. Yeni durum polisle, jandarma ve askerle çözülemez.


72

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Her şeyin temelinde insan olmalıdır. Yeni insanı yetiştirecek insan. Sığınmacılardan hiç birinin üzerinde bir tek bomba olduğuna inanmıyorum Onların içindeki enerji eski kıtada topluma daha şimdiden deprem yaşatıyor. Yeni korku doğuyor. Bu biz ne yaptık korkusudur. Yakın Doğulu, Akdeniz’in kuzey kıyısı MAGREB ülkeleri emperyalizmin sömürgecilik zincirlerini 1960 yıllarda kırmıştı. Eski kıta ana kentleri o mazlum haklara özgürlüğü fazla gördü. Ve işte şimdi hürriyetlerini geri isteyenler kapılarına dayandı. Korktukları oldu. Bu yüzden korkunun anası da babası da korkudur, diyorum. Ve tespitimde tamamen haklımıyım değilmiyim siz okuyucular söyleyeceksiniz... Ne var ki, ölümden kaçanların, korkuyu kendi yurtlarında yenemeyenlerin umutları ölmez. Eskiden mayalanmış umutlarını evde, bağı bahçede, diktikleri fidanların dallarında bırakan biz gibi göçmenler, en sonunda zamanı dolan umutlarını kendi elleriyle öldürmek, hepsinden vaz geçmek zorunda kalabilir. Çünkü özlem yeni endişelerin kaynağıdır. Göçmenler memleketine, yurda, arkalarında kalana geçen yılın kışından karı olarak bakabilecek kadar güç bulamazsa, gittikleri yerlere ısınamaz, ruhlanıp yerleşemez. Belirsiz durum içinde yarın ne olacak korkusu belirdiğinde, soydaşlarım “her şey onun olsun, yüzünü görmesem, ne mutlu bana”, “malda mülkte gözüm yok, hürriyetime kavuştum, yeter bana!” sözlerinde kendilerini avuturken huzur aranır. Bu dönemi hepimiz yaşadık. Suriye sığınmacılarının yürüyüşü de kararlı! Ne de olsa, yeni ortamda ısınıp kaynaşmak zor iş! Göçün kitabı ve kılavuzu yoktur. Ürküp korkma, bir tehlike tuzağı olarak her zaman vardır. Eskiyi düşünmek insanı yıpratır. Bilinmeyen hep korku yarattır. İyi günlerle avunmakta, yeni korkusu gizlidir. Bir bulaşıcı gibidir o. Kültürel farklardan kaynaklanan kaynaşamama korkusu son göçte 150 bin Bulgaristan Türkünün geri dönmesine sebep oldu. Daha önceki göçlerde geri dönüş olmamıştı. Demek, zamanla Bulgaristan ile Türkiye arasında kültürel ve medeniyet farkı açılıyor. Derinleşen hendek aşılmaz oluyor. Bulgaristan’da Türk geleneklerini ve kültürünü yaşatmalıyız. Çocuklarımıza Türkçe okumalarını yasaklayanların derin niyetinde bizi dilsiz bırakmaktır. Ana dilsiz insan bir hiçtir. Dönenler bu yüzden döndüler. Dönüş bir teslimiyettir. Eski korkuları yeşertir. İleri atılacak her adım yeni ödünler ister. Erimeyen de erime ve çözülmeyi “kader buymuş” sözleriyle hazmetmek zorunda kalır. Kendi kendine pes edip asimile olma kapısı böylece açılmış olur. Böylece korkulan başa gelir. O zaman korunamazsınız, çünkü direnme gücünüz sönmüştür.


Makale ve Analizler - 2015

73

O gün korkunun galebe çaldığı gün olur. Ansızın baş gösteren korkular da insanın hayatını allak bullak eder. 1974’te askerdim. Bir sabah komutan “Varşova Paktı Prag’a girdi” izin ve teskere yok dedi. Biz Türk askerler kürek eri, silah tutmak bilmeyiz, fakat korktuk. Askerlik 6 ay uzadı. Mektup yazsan bir dert, evdekileri habersiz bırakmak başka dert! Yazmakla anlatılacak gibi değildi. Sıkıntıdan endişe, endişeden korku doğdu ve kışlaya çöktü. Gün sayıp, teskere beklerken uzandık. Her akşam bu gece Prag’a gidiyoruz havası esti. Belirsizlik korkunun can kardeşidir. İnsanın içini nasıl kemirdiğini “Belene” Ölüm kampında, sürgünde, hücrede kalanlar iyi bilir. 1984’te içeri düşenler çıkamayız diye korktular. İlk tutuklulardan dönen olmadı. Tırmanan korku bacayı sarınca bütün erkekler tutuklanmayı bekledi, aralarında adını gönüllü değiştirmiş kimse yoktu. Hepsi kader kardeşiydi. O yıllarda bize hep İkinci Dünya Savaşı filmleri gösterildi. Nazilerin Yahudi erkekleri bire dek yok etti anlatıldı. Sanki siz halinize şükür edin demek istiyorlardı. Hiç kimse başka biriyle dertleşmek, beraber olmak, vakit geçirmek istemiyordu. Herkesin herkesten korktuğu bir ortam yaratılabilmişti. Bu ortam korkuyu yaratandı. “Korku dağları bekletir” atasözü böyle zamanlarda doğmuş olmalı, diye düşünüyordum. Memleketim düz ovalık, hafif tepeliktir. İnsanlar zulüm, ya da ceza görmekten korkup dağa çıkarken, bizim sığınağımız ovamızdı. Ovamız kimseyi korkutmamış ki, bizim doğamıza atasözü düzülmemişti. Kendi ovamızda olsak da, kötü bir durumla karşılaşacağından korkuyor, gece köye dönüyorduk. Ortam yatışıncaya kadar herkesten korktum Yıllar sonra o günleri konu ettiğimizde arkadaşlarımın da, öğrenimli biri olduğumdan, o zaman benden korktuklarını anlattılar. Düşmanlık ortamı yaratanlar korku ekmeyi başarmıştı. Başarılarının doruğu Türkler arasında güveni kırmak oldu. İnsan insansız, dostsuz, arkadaşsız olamazdı. “Belene Adası”nda gün sayanlar korku içindeydi. Tuna nehri taşar, ada su altında kalır, boğuluruz korkusu bir an bile atlatılamadı. Bu korku orada yaşanan dehşetin püskülüydü. Gün geldi tir tir titredik. Taşan nehrin boğmaya çalıştığı ada ile kara arasındaki köprü su altında kaldığında korku sanki bir yanar dağ oluyor, uğuldarken küfür püskürüyordu. Büyük söğüdün gövdesine uzun ve kalın enserlerle mıhlanmış birer metre arayla çizilmiş derinlik ölçeği tahtadan gözlerimi sabahtan akşama ayırmadığımı hatırlıyorum. Su 6.5 metre çizgisini yuttuğunda hepimizi 3 kata çıkarmışlardı. Sanki birinci ve ikinci kat su altında kalsa üçüncü kattakiler kurtulacaktık Milisler de bizim odaya doldular. O geceyi anlatamam. İnsan hayalı karanlıkta çalışmıyor, anı kaydı da yok. Korku milisleri de pisileştirmişti. Uluyan köpekleri bir görseydiniz. Sıçan deyip de geçmeyin,


74

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

birbirimizi işitemez ve göremez olduğumuzda, suyun milim milim santim santim değil karış karış yükseldiğini hisseden sıçanlar da 3. kata yanımıza toplandı. Karınca ve böcekler de gelmişti. Bu bir zulümdü. Hepimizin aileleri, yakınlarımız dehşet içindeydi. Su hepimizi birden götürse, hiç birimizin mezar taşı olmayacaktı.Adaya korkunun ve zulmün anıtı henüz dikilmedi. Sorgu tutanakları, tonlarca dosya bir anda yok olsa, 518 Türkün çektiklerini bilen olmayacaktı. O günlerde hep insan gururunun ıslanmadığını, boğulmadığını, yanmadığını, ebedi olduğunu düşündüm. Bizi ayakta tutansa kutsal bir davanın eri olarak birbirimize kenetlenmiş olmamızdı. Ölümü hissedenlerin ruhu çöküyordu. Ölüm adasında bizi ayakta tutan bir tek inancımızdı. İnanmayanların korkusu gözlerine vuruyor, korku ruhlarını teslim alıyordu. Aramızda 52 ajan olduğu böyle ortaya çıktı. Azrail onları hazırlıksız yakaladı ve korkuya teslim oldular.

Katolik Boris Neden Ortodoks Oldu?

Şakir Arslantaş-26.Kasım.2015

Konu: Çok mesaj aldım, isteğinize uyuyorum. İnce iğneyle kuyu kazmaya devam. Fener Rum Patriği Bartholomeos’un Bulgaristan Ziyareti siyasi platformda çok yorumlandı. Siyasetçiler ve gazeteciler eteklerinde olanı döktüler. Yorumlar US sakızı gibi uzarken içinden Rum Patriğine “Türk Albayı”, “CİA Ajanı” vs daha akla ne gelirse dendi. Yüksek misafirin suçu, “ya şu Birinci Dünya Savaşı’nda Batı Trakya kilise ve manastırlarından arakladıklarını bir kılıfını bulun ve iade edin lütfen!” şeklindeki şifahen bir iyi diyet önerisine elçilik etmekten başka bir şey değildi. Çocukluğumdan hatırların, “annem, bazı komşularımıza pişirdiği yemekten, kokusu gitmiştir tattırmadan olmaz, anlayışımıza göre, bir tasta tadımlık gönderdiğinde, bekle, tası geri getir, almadan dönme!” diye her defasında tembihlerdi. Bulgar’da da ele geçirdiğini iade etmeme duygusu çok güçlü. Rum kiliselerinden topladıkları haç, ikon, kitap ve dini kalıtları 100 yıl geri vermemek de nasıl bir diploması, akıl erdirilecek gibi değil.


Makale ve Analizler - 2015

75

Bizde de öyle olmadı mı! Sosyalist Bulgar devleri 1945’ten sonra değişik biçimlerde el koyduğu vakıf topraklarımızın, koru ve ormanlarımızın, otlaklarımızın, okullarımızın, dükkânlarımızın, bezi stenlerimizin, otellerimizin, hanlarımızın, hamamlarımızın, mezarlıklarımızın, medrese ve camilerimizin, İl ve Başmüftülük mallarının herhangisini geri verdi? 1990’dan sonra totaliter devletin, belediyelerin ve diğer kurumların el koyduğu, gasp ettiği tüm taşınmaz, mal ve mülklerin geri verilmesine ilişkin kanun çıkmasına ve yürürlüğe girmesine rağmen herhangi birini geri verdi mi, vermedi. Mahkeme kararlarına rağmen vermiyor. Bugün kalkmışlar, Sofya meclis kürsüsünden Avrupa Birliği İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) kapatılmasını istiyorlar. Neden acaba! Çünkü bu mahkemenin kanunlarında “yükümlülükler” yokmuş. Bir defa Sofya Meclisi “totaliter devletin ve makamlarının el koyduğu ve kullandığı taşınmazların, mal ve mülklerin tamamının geri verilmesi zorunludur” kanununu onaylarken, çalınan mülkleri iade etme yükümlülüğü üslenmiş olmuyor mu? Olmamış olsa, Katoliklerin ve Ortodoks kilisenin mülklerinin tamamını neden iade etti acaba? 201 genel seçimlerini yapan geçici hükümetin başbakanı Georgi ...... Sofya Merkezi’ndeki altın kubbeli “Aleksandır Nevski” kilisesini Doğu Ortodoks Kilisesi Başkanlığı “Sinod”a iade etti. Fakat Müslümanlara gelince sular duruyor. Mahkemeler, baskılar, dolaplar, gösteriler, taşlamalar ve sonunda Yüksek Mahkeme’nin yerel asi ve il mahkemelerinde lehimizde alınan kararların, sudan, uydurma gerekçelerle hepsini bozması, adalet armamızı anlamsızlaştırması ve “gereği görüldü - itiraz edilmez” demesidir. Şimdi de sırada AİHM’nin dağıtılması var. Amaç, Türklerin, Müslümanların, haklarını, mallarını, mülklerini yasal yollardan geri alabilme yollarını tıkamaktır. 1878’den beri devam eden bir zorlama sürecidir aldı başını gidiyor, ne durdu, ne soluklandı, ne de niyetinden vaz geçti. Kuşkusuz açgözlülerin esin aldıkları ve bıçak biledikleri tarihsel kaynaklar var. Tezimi bir örnekle desteklemek istiyorum: Konu: Ateş olmayan yerden duman çıkmaz. Bartholomeos’un Bulgaristan Ziyareti Kas. 15 - Muazzez Yurdakul Konu: Ateş olmayan yerden duman çıkmaz. Fener Rum Patriği Bartholomeos, 4 günlük bir ziyaret için Bulgaristan’daydı.Bartholomeos, 4 günlük bir ziyaret için Bulgaristan’daydı.


76

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Güle Güle Rusya

Alptekin Cevherli-26.Kasım.2015

1970’li yıllarda bazı kimseler önce Sovyetler Birliği’nin ardından ABD’nin dağılacağını ve tarihe gömüleceğini söylediğinde çoğu insan müstehzi bir ifade ile suratınıza bakıyordu. 1980’lerin sonunda komünist sistemin çökmesi ve Sovyet Birliği’nin dağılmasıyla birlikte Rusya’nın içinde düştüğü durumdan bir daha çıkamayacağı fütüralistlerce açıkça dile getirilmeye başlanmıştı. O dönemde Rus generallerinin üniformaları ve madalyaları İstanbul Beyazıt meydanında 2 - 3 dolara satılıyor, her gün bir eski Sovyet Cumhuriyeti bağımsızlığını ilan ediyordu. Bu süreci ve tahmini doğrularcasına Kızılordu’nun düzenlediği başarısız darbe girişimi ve Boris Yeltsin’in demokrasi kahramanı olarak tankların üzerine çıkarak buna engel olması Rusya’da artık geri dönülmez bir sürecin başladığının en önemli nişanesi olarak tarihe geçmişti. Hatta öyle ki, Sovyet Cumhuriyeti bile olmayan Çeçen - İnguş Özerk bölgesi dahi bağımsızlığını ilan etmiş, müdahale eden Rus ordusunu bozguna uğratarak Yeltsin’le eşit şartlarda masaya oturmuş ve Rusya, resmen Çeçenistan’ın bağımsızlığını tanımıştı. Ancak Rus derin devletinin desteğiyle eski bir istihbaratçı olan Vladimir Putin’in Rus milliyetçiliğini de el altından destekleyerek iktidara gelmesi, bu süreci önce yavaşlatmış ve ardından da psikolojik bir operasyonla sanki bir toparlanma sürecine girilmiş havası oluşturulmuştu. Şunu da açıkça söyleyelim ki; o dönemde Türkiye’nin hazırlıksız yakalanması ve Rusya’nın tamamen bitmesi durumunda ortaya çıkma ihtimali olan “Gerçek Yeni Dünya”dan korkanlar, Rusya’nın dağılma sürecini kontrollü hale getirmek için yoğun çaba sarf ettiler... Bunun en açık örneği de 20 yıl sonra geçen yıl ilk kez Rusya nüfusunun azalmasının durması olarak gösterilmişti. Yaklaşık 150 yıl içinde 120 milyon nüfustan 50 milyona inmesi beklenen Rusya nüfusunun bu dehşet azalmasının durduruluşu ülkede adeta zafer olarak kutlanmıştı. Bu toparlanma gösterisinde, Rusya tribünlere oynarken; bazen eski komünist söyleme sarılmış, bazen Avrupa Birliği üyesi olabileceği mesajı vermiş, bazen Avrasya Birliği demiş, bazen Çin ile ittifaka göz kırpmış hatta bazen de Türk - Rus birlikteliği gibi uçuk projeleri dahi resmen dillendirmişlerdi. Ama gerçek şuydu ki Putin Rusya’sı eski gücündeymiş imajını vermeye çalışırken bir yandan da toparlanmak için zaman kazanmaya çalışıyordu.


Makale ve Analizler - 2015

77

Eski Cumhurbaşkanı Demirel’in Azerbaycan’ın Rahmetli Elçibey döneminde istediği 2 helikopter için “Karşımıza Kızılordu çıkarsa maazallah ne yaparız?” sözü veya yakın dönemde Obama’nın yumuşak kuvvetleri ön plâna alan barışçıl politikasından cesaret bulan Putin, önce şansını denemiş Abhazya’ya müdahale etmiş, ardından Güney Osetya’yı işgal etmişti. Gürcistan’ı da işgale kalkınca Türkiye’nin wikileaks belgelerinde de görüldüğü gibi çok sert bir tepki vermeye hazırlandığını haber alması üzerine operasyonu yarıda keserek Gürcistan topraklarını terk etmişti. Ardından Moldova’dan Transdinyester’i, ve Ukrayna’dan Kırım’ı koparma girişimleri ile bir zar daha atmıştı. AB’nin (Almanya’nın) Transdinyester’in bağımsızlığı konusunda koyduğu engel ile bu olay buzdolabına kaldırılmasına rağmen, Ukrayna’da kendi yanlısı hükümetin de desteği ile Kırım’ı işgal ediverdi. Ukrayna’nın yeni hükümeti ise buna kuvvetle hayır dese de, Putin bir kez daha fiili durum yaratarak bir parça toprağı daha Rusya’ya filen katıvermiş oluyordu. Zavallı Gürcistan, Gariban Ukrayna’dan sonra gözünü Rus tarihinde ilk kez deniz aşırı bir toprağa diken Rusya, Kırım olayındaki fili durumdan da cesaret alarak bu kez Suriye’de fiilen askeri harekâta girişti. PYD ile ve Şam’daki Esad yönetimi ile anlaşarak IŞİD’i temizliyorum masalının ardına saklanıp, bölgedeki Türkmen ve Arap güçlere saldırmaya ve 1 Ocak’ta belirlenecek ateşkes için nüfuz alanını artırıp elini güçlendirmeye yönelik hızlı bir harekât başlattı. Türkmenlere karşı soykırım, Araplara karşı da zorunlu göç politikası uygulayarak bölgeyi anlaştığı PYD’ye açmaya hazırlanan Rusya’nın gözden kaçırdığı bir - iki gerçek vardı... 1- Rusya tarihinde ilk kez deniz aşırı bir bölgeye asker çıkarıyordu, tecrübesizdi. 2- Suriye ordusu bitmişti, Hizbullah ise Müslümanlarla değil İsrail ile savaşmak üzere oluşmuş bir güçtü. Bu nedenle İsrail’e karşı gösterdiği başarıyı Türkmenlere karşı göstermesi beklenemezdi. 3- Projeyi destekleyen İran ise kendi içindeki Güney Azerbaycan Türkleri ile karşı karşıya gelmişti. 4- Üstelik Suriye’de saldırdıkları Türkmenler, Türkiye Cumhuriyeti sınırına sadece 5 km. uzakta yaşıyordu. Buna Türkiye’nin sessiz kalacağını beklemek ise en hafif tabirle “aymazlık” olarak nitelendirilebilecek bir durumdu. Üstelik “yeniden toparlanan Rusya” balonun bir yerde patlayacağı da beklenen bir gerçekti...


78

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Halkı alkolik, sistemi çökmüş, her konuda geri kalmış, en önemli ihraç malı olarak ise Rusça bir kadın adının bütün dünyada aynı anlamda kullanılır hale geldiği bir ülkenin oynadığı kumarı kaybedeceği zaten baştan belliydi. Peki, bir uçak düşürülmesinden bu sonuç çıkar mı? Evet, çünkü en büyük yangınlar bile küçücük bir kıvılcımla başlar... Ne diyelim, buraya kadarmış... Dokunulmaz diye bir şey yoktur. Bundan sonraki süreci yaşayanlar yaklaşık 10 yıl sonunda görecektir ki, Rusya ikinci kez küçülme sürecine girmiştir. Dünya, inşallah bunu da birincisindeki gibi kansız olarak atlatır. прощай Россия! Maybe see you again, a thousand years later...

Biz Büyük İşlere Bakalım!

Dr. Mustafa Kahraman-27.Kasım.2015

Konu:Dünyanın geleceğine geleneksel olmayan bir bakış. Başkanlık sistemi gibi bazı değişimlere yol açmamız gerekiyor. Her işin başlangıcı çok önemlidir. İlk adımda tökezleyen sonra da tökezler. SU-24 Rus askeri uçağının düşürülmesi dost ve düşman bildiklerimizi gün ışığına yeniden çıkardı. Yeni gündem ortaya koydu. 7 Haziran molasından sonra tam tırmanışa geçerken ayağımızı kaydıran olay, sanki uzun zamandan beri pusudaymışlar izlenimi bıraktı. “Kanatlı füzelerin” uçurulması, “SS-300” ve “SS400” füze sistemlerinin İran’dan sonra Suriye’ye konuşlandırılması, son model savaş gemilerinin Akdeniz’e toplanmasına başka bir anlam verilemez. Paris terör olaylarından sonra Fransa’nın da olağanüstü aktifleştiğini, yarattığı panikle Brüksel’i de felç ettiği, bir Obama bir Putin kucağına atlayıp elinden kaçırdığı Yakın Doğu balığını sepete atmak istediğini izliyoruz. Fakat bu dünyada herkes stratejik ve taktik sonuçları ancak gözle gördüklerinden mi çıkarıyor? Olamaz, çok derin düşünenlerin çok derin sonuçları dikkat çekmeye başladı.


Makale ve Analizler - 2015

79

Hiç birimiz için bağlayıcı hiçbir yanı olmamak şartıyla siz BG-SAM hayranları ve “Bghaber.org” izleyicilerine “a-specto” dergisinden (tarih 03.11.2015) bir yazıyı büyük uğraşılarla tercüme ettim ve ilginize sunuyorum: Birleşmiş Milletler’in (BMÖ) son genel kurulundan sonra BMÖ Genel Sekreteri Pan Ki-mun tarafından veda için verilen akşam ziyafetinde diplomatik protokol açısından ilginç “detaylar” dikkati çekti. Çin Başkanı Si Dzinpin ile Papa bu yemeğe katılmadılar. Onlar, genel kurul katılımlarından hemen sonra BMÖ’nü terk ettiler. Resmiyetin gerektirdiği zaman protokolün bozulması analiz yapıp sonuç çıkarmak için bilgi kaynağıdır. Tanınmış İngiliz seremoni ustası Sör Con Finet (1571 - 1641), iş hayatında başına gelen son derece zor fakat son derece ilginç bir merasim olayını not defterine almıştır. Fransız ve İspanyol Büyükelçileri arasında şöyle bir protokol anlaşmazlığı çıkmıştır. Bir konferansta Papa’nın Büyükelçisi’nin sağ tarafına kim oturacak!? Kuşkusuz Papa Büyükelçisinin de sağ kolu birdi. Seremeni ustası bu zor durumdan parlak bir çıkış bulmuştur. O, Papa Büyükelçisi’nden Pariste’ki Papa nonsunu hemen çağırmasını rica etmiştir. Büyükelçi bu ricayı alayla karşılasa da, yerine getirmiştir. Yeni durumda Papa Büyükelçisi’nin sağ yanında nons’un oturması doğal kabul edilmiştir. Böylece Fransa ve İspanya Büyükelçilerine oturacakları yeri seçme hakkı tanınmıştır. İspanyol sağ yanı seçmiştir. Bir nons aşırı olsa da daha saygın bir yer aldığını düşünmüştü. Büyükelçilerden ikisi de çok memnun kalmıştır. Bu durumda somut duruma kompromisli çözüm bulunmuş olsa da, görülmeden geçiştirilen birçok diplomatik protokol ihlalleri göze çarpmıştır. Fakat biz şimdi BM son Genel Kurulu’ndan sonra verilen veda yemeğine dönelim. Pan Ki-mun’un sağ tarafına ABD Başkanı II. Obama Barak Hüseyin oturdu. Onun yanında da ünvanı Kral Hazretleri Prens Oranski olan Hollanda Kralı WilemAleksandır Klaus Georg Ferdinand yer aldı. Pan Ki-mun’un sol tarafında ise Rusya Başkanı Vladimir Putin oturdu. Onun yanına da Ürdün Haşimed Krallığı Kralı Abdulla II. Bin al-Hüseyin oturdu. BMÖ konuklarına şöyle hitap etti: Your Majesty, Your Highness, Your Excellency, Ladies and Centilmen! Türkçesi, Yüksek Fehametliler; Yüksek Kral hazretleri; Yüksek ekselansları; Bayan ve Baylar. BMÖ bir monarşi teşkilat değildir. BM sekuler bir kurumdur. Sağ ve solunda iki Başkan otursa da Pan Ki-mun, önce bir kişi aşırı oturanlara hitap ederek başladı. Protokolde bir aksama olduğunu düşünebiliriz. Ne ki, Genel Sekreter Kral şahsına derin bir referans göstermiş oldu. Monarşi unsuru ön plana çekti. New York’ta bu yılın Eylül ayında yapılan BMÖ Genel Kurulu’nda Barak Obama, Vladimir Putin ve Si Dzinpin bunalımdan çıkış ve dünyanın geleceği üstüne kendi görüşlerini paylaştılar.


80

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Onlardan çok daha önce yine bu yılın Şubat ayında Lord Ceykıb Rotshild bir İngiliz “Telegraf” gazetesine şöyle demişti: “Biz İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra en tehlikeli jeopolitik durumu gözlüyoruz. Karmaşık jeopolitik tablo, dünya ekonomisindeki zayıf yükselme, dünya ana dövizlerinin ucuzlaması ve sıfıra düşen faiz oranları gibi faktörler yatırımcılar için riskleri arttırdı.” Lord dünya bunalımından çıkmak için 3 seçenek sundu. Birinci Seçenek: Dünyanın içinde bulunduğu durumun, zaman kesimi olarak devam etmesi ve uzatılmasına çaba gösterilmelidir. Derin kaynak ve çevre bunalımından çıkmak için reform yapmalıyız. Başkaldıran teröristlerle, bölücülerle, aşırı uçlarla ve bunlara benzeyen marjinallerle savaşılmalıdır. İkinci Seçenek: Üçüncü Dünya Savaşına çekilecek (itilecek) olan devletler hesabına olmak üzere Amerikan ekonomisinin diriltilmesi; Transatlantik ve Trans Pasifik Okyanusu işbirliğine kazanılacak olan devletlerin Amerika tarafından soyulması gerçekleşmelidir. Dünya kamuoyunun aldatılması amacıyla Üçüncü Dünya Savaşı’nda Kötülüğün Güçleri İyiliğin Güçleriyle savaşacaktır. Kötü olanlar İslam Devleti - DAEŞ’tir. İyi olan ise demokrasidir. Üçüncü Dünya Savaşı ABD için borçlarını ödememe açısından eşi bulunmaz bir fırsat olacaktır. Hepiniz işitmişinizdir, Papa 2014 Eylülünde “Üçüncü Dünya Savaşı başladı” dedi. Ve sözlerini bir defa daha yineledi. Üçüncü Seçenek: Yeni bir mali - döviz dünyası oluşturmak. Her şeyi yeni baştan hesaplayarak petrol dolarından vaz geçip ons ve karat sistemine geçilmelidir. Çin dev miktarda altın topladı. Takriben 30 bin bin ton altını var. Bu amaca ulaşabilmek için US Dolar ile petrol arasındaki bağ kesilmelidir. Petrol-doları darbe almalı ve ezilmelidir. Franklin Rouzwelt ile Suudi Arabistan Kralı AbdulAziz bin Abdul-Rahman ibn Faysal Al Saud arasında 1945’te “Kuinsy” kruvazörü güvertesinde imzalanan anlaşma geçersiz kılınmalıdır. Bu antlaşmanın imzalanmasından sonra petrol doları dünya ticaretinde geçerli döviz oldu. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Bretyn Antlaşmasının imzalanmasından önce, dünyadaki altınların büyük bir kısmı (25 bin ton) ABD’ye taşınmıştı. Çin’de 30 bin ton altın toplanmasıyla “Altın Yuvan” belirdi. Üçüncü seçenek gerçekleştirilirken yeni dövizli dünyayı yaratanlar kazançlı olacaktır. *** Bu arada, BMÖ Genel Kurulu’ndan sonra Si Dzinpin’in 4 günlük Londra ziyaretine büyük önem verdiler. Çin Başkanı’nın Büyük Britanya ziyareti sembollerle dolu geçti. “Euronews” tv ekranında Yüksek Hazretleri’nin 15 dakika geciken Si Dzinpin’i bekleyişleri çok ilginçti. İngiltere Kraliçesi II. Elizabeth’in Si Dzinpin’le el sıkışırken Başkan’ın huzurunda eğilmesi çok dikkat çekti. Kraliçe Çin Başkanı’nın ziyareti esnasında Londra yürütme erkini elinin tersiyle


Makale ve Analizler - 2015

81

oyun dışı bırakarak, büyük oluna kendisi girdi. Bu, hükümete eleştirel bir eda oldu sanki. İngiliz bakanlara maaş ödenen işleri Bakin gam Sarayı üslendi. “Gardian” gazetesi şunları kaydetti: “Çin yükseliş halindedir, Amerika ise çökmeye devam ediyor. Büyük Britanya bu gerçekliği görmeden edemez... Birçok bakıma düzeltilmesi gereken, Çin’deki insan hakları sorunları, bizi direk olarak ilgilendirmese de olur... İnsan hakları Çin’le daha sıkı ilişki kurmamıza engel olmamalıdır.” II. Elizabeth Başkan Si Dzinpin’e Bıkingam Sarayında gecelemeye buyur etti. Üstün’e Si Dzinpin Kraliyet Faytonu’na bindi. O, Kraliyet Faytonuyla Londra’yı dolaşan ilk yapancı konuk oldu. Çin Başkanına İngiliz Kralı’na eşit bir konuk gibi Kral ziyafeti verildi. Gazetelerde yayınlanan resimler göz kamaştırıcıydı. Si Dzinpin Kral Faytonundan indi ve Bıkingam Sarayına girdi, daha önce böyle bir şey görülmemişti. Si Dzinpin Londra Parlamentosunda konuşurken çok yüksek bir ruh hali sergiledi. O şöyle dedi: “Evet, bizim XIII. Yüzyıldan beri parlamentomuz var. Fakat biz yasaların üstünlüğünden ve insan haklarından 4 bin yıl evvel konuşmaya başladık ve bunları bizim koşullarımıza uygun tatbik etmeye 2 bin yıl önce başladık. Öyle ki, hangi devletin daha kadım olduğunu artık unutmayalım.” Si Dzinpin onuruna verilen resmi öğle yemeğinde Keyt Midılton’un parlak kırmızı elbisesi başındaki elmas çelengiyle dikkatleri üzerine topladı. Çin geleneklerine göre, kırmızı renk başarı ve gönencin sembolüdür. Uzmanlar bir kadının ancak düğününde kırmızı elbise giydiğini yazdı. Si Dzinpin’in eşi bu yemekte yoktu, resmi resimlere de katılmadı. Kendisi Britanya tahtının varisi olarak gösterilse de, Keyt’in eşi Kemrich Hersog’u Prenses Wulyam Artır Filip Lui Mauntbaton – Winzor da resmi ortamda yoktu. Keyt ile pırlanta yıldızı gibiydi ve sanki Çin bayrağındaki yıldızları anımsatıyordu. Pırlantaların en irisi kalbinin attığı yerde parlıyordu. II Elizabeth kadeh kaldırdı ve “Britanya ile Çin’in dünya çapında muhataplığını” gündeme getirdi. Londra’dan Honkong’u çekip alan Dın Syaopin’i saygıyla andı. Öte yandan Si Dzinpin ise kaldırdığı kadehte daha samimi, daha da somuttu ve şöyle dedi: “Büyük Britanya ve Çin Büyük Doğu ve Büyük Batı uygarlığını temsil eder”, coğrafya olarak birbirimizden uzakta bulunsak da, “devletlerimiz uzun zamandan beri aralarında” işbirliği yapıyorlar. Si Dzinpin’in söylediği esas fikirler şunlardı: “Bir eski Çin atasözü şöyle der - fırsat insanı yalnız bir defa bulur, bu yüzden elden kayıp kaçmadan ondan faydalanınız. Sizin Büyük Britanya’da da her yerde bilinen bir atasözünüz var: Zeki adam değişikliklerden mutluluk yaratabilir.” “Aramızdaki stratejik işbirliği yirminci yılına bastığına göre, birlikte iş görmek ve Çin ve Britanya ilişki-


82

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

lerini daha iyi bir duruma taşımak için el ele verip bundan faydalanma yolu birlikte bulalım.” Çin Başkan’ı Londra’yı ilk kez 2005’te ziyaret etmişti. Bu bakıma, Si Dzinpin’ın konuşmasında şu 3 anahtar konumlu vurgulama dikkat çekti: Bir: O, farklı uygarlıklar olduğuna parmak bastı. Çin’in Doğu uygarlığındaki liderliğine işaret ederken İngiltere’nin Batı Uygarlığında başı çeken olduğunu tanıdı. İki: “Fırsat bir defa belirir, henüz elinizden kayıp gitmeden, lütfen faydalanın.” Bir Çinli liderin ağızından çıkan fazlasıyla samimi sözler bunlar. Bu sözlerle o “Çin bir buzkıran gibi önde gidecek, lütfen izimizden geliniz,” demiş oldu. Bu ancak bir defa yapılan bir teklif olabilir. Ardından başka bir öneri gelmeyebilir. Bunlar güç mevziinden söylenmiş sözlerdir. Bağımsız bir mevziiden söylenmiştir. Üç: “Zeki adam değişimlerden mutluluk yaratmaya muktedirdir.” Bu sözlerin anlamı da Büyük Britanya’da değişikler olmazsa olmazdan başka bir şey değildir. İstemenize bağlı değildir. Çine karşı değil, Çin’le birlikte yola çıkarsanız, kendinizi herhangi bir şekilde kurtarabilirsiniz. İngilizler Çin Başkanı’nın sözlerini tam olarak anladılar. Bu yemekte Si Dzinpin dışında herkesin beyaz kravat taktı. O, geleneksel Çin takım elbisesi giymişti. Kravat, boyun eğmenin ve yükümlülükleri kabul etmenin, oyun kurallarına bağlı kalmayı kabullenmenin en eski sembolüdür. Bıkingam Sarayı kapısı üzerinde Çin, Honkong, Union Jack ve Royal Dutch Shell bayrakları olmak üzere dört bayrak dalgalanıyordu. Royal Dutch Shel bir İngiliz Hollanda petrol ortaklığıdır. Özel bir enerji şirketi olarak, büyüklük bakımından dünyada ikinci sırada yer alır ve petrol sektöründe dünya altıncısıdır. Rotshild ailesi bu şirketin tek sahibidir. Si Dzinpin’in Londra’yı ziyareti esnasında aslında Uindzorlar, Rotshildler ve Kızıl Ejderhalar arasında aleni birlik kurulduğu açıklandı. Karat ve ons esaslı yeni dünya mali sistemini (petrol doları olmayan bir dünya olarak) kuracak olan işte bu üç güç artık sahnededir. Herkesin bildiği BRİCS, Çincede iki çizgiyle yazılır. Anlamı “altın külçedir.” Bir başka anlamı da yeni dünya mali aksanı, eskiden olduğu gibi Londra ve New York arasında değil, Londra ve Honkong arasında oluşacaktır. Çin’de üç döviz grubu var. Liberal komsomolcular; Maocu partililer ve Milliyetçi - kırmızı ejderhalar. Bu üç grup kendi aralarında kavga etmez. Onlar, Çin’in refahı için, imparatorluğun gönenci için Başkanlık (Taç) etrafında birleşmiştir. Londra ziyaretini yansıtan BBC, Si Dzinpin, Çin Halk Cumhuriyeti Başkanı olarak tanıtılmadı. Çin Cumhuriyeti Başkanı geldi dendi. Anlamında Çin’in ko-


Makale ve Analizler - 2015

83

münizmle vedalaştığına işaret vardı. Si Dzinpin değişmeceli anlamda bir “imparator” olarak tanıtıldı. Bunun anlamında, artık Tayvan yok, bir tek Çin var. *** Hollanda Kralı Wilem-Aleksandır Klaus Georg Ferdinand bu yılın 25 Ekiminde yani Si Dzinpin’in Londra ziyaretinden sonra Pekin’e uçtu. Niyeti Çin’le ticaret hacmini arttırmak değil, temelleri atılan stratejik sorunları derinleşmekti. Britanya ve eski kıta elitinin Avustralya ve Yeni Zelanda’ya taşınması gündemdedir. Britanya nüfusunda olan Singapur bir finans merkezi olacaktır. Amerika deniz piyadelerini ve savaş gemilerinden birçoğunu artık Avusturalya limanlarına demirledi. Geçen yıl Çin Asya Alt Yapı Yatırım Bankası kurdu. İlk müşterileri arasında İngiltere var. İngiltere’den sonra Fransa ile Almanya ve daha 57 devlet bu bankaya koştu. ABD bu bankanın kapısını açmadı. İngilizleri “ihanetle” suçladılar. 2015 Martında Barak Obama Büyük Britanya’yı git gide “Çin’e uyum sağlamakla” itham etti. Bu sözler Washington ile Londra arasını soğutmuştu. “Bizi hayal kırıklığına uğratansa, bizimle hiçbir danışmamalarıdır. İngiltere bize bilgi bile vermiyor.” Dedi Amerikan dış işleri temsilcilerinden biri. ABD, bir Pasifik Okyanusu Dünya Merkezi kurulmaya çalışıldığını görüyor. 2009’da Hilari Klington “Foreign Police” dergisinde yayınladığı araştırmasına “Amerika’nın Pasifik Asrı” başlığını vermişti. Yeri gelmişken Rusya Savunma Bakanı Sergey Şaugu’nun bir demecine yer vermek iyi olur. O, Rusya’nın Singapur’da bir askeri deniz üssü kurmaya hazırlık gördüğünü söyledi. Bu sözler yukarıda alıntılar verdiğimiz politikacıların demeçlerine anlam ve mantık kazandırıyor. 2013’te Henri Kizinger Amerika Başkanı Obama ile Çin Başkanı arasında bir görüşme örgütledi. Barak Obama ile Si Dzinpin somut sözleşmeye vardı. Görüşme, Bney Brit örgütüyle bağlantılı olan, Florida’daki Ananberg Sunshine Vilage çiftliğinde yapıldı ve ABD ve Çin etki alanları sınırlarının çizilmesi konusunda anlaşıldı. O zaman H. Kizinger Çin ile ABD arasında “G-2” kurulacağından söz ediyordu. Ne ki, Çin bu fikre yanaşmadı ve ret etti. Ama “Çin’in yeni ekonomik çemberi “İpek Yoluna” ve “İpeğin Deniz Yolunu” kurmasında mutabık kaldılar. Bu yol eski kıtaya yönelik Çin ürünlerinin lojistiğini ve alt yapısını kapsayacaktı. Dev deniz gücü olan ABD’ye Trans Atlantik Sözleşmesi ile Trans Pasifik Okyanusu Sözleşmesi kaldı. Yeni mali düzenin oluşumuna 10 yıl öngörüldü. Bu 10 yıl Çin’e biriktirdiği dolarları “İpek Yoluna” ve “İpeğin Deniz Yoluna” kurmaya harcaması için bir fırsattır. (Bu yolların güzergâhını başka bir yazımızda açıklayacağız.) Bu gidişle US Doların çöküşü hemen başlamayacaksa da, giderek bu ray-


84

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

lar döşenecektir. Bu plan gerçekleşmezse Çin işçi ve köylülerinin emeği havaya gidip buharlaşmış olur. Değişik devletlerin aldığı tutum. ABD dünyadaki yönetici konumunu açıkça yitirmeye başladı. Pax Amerika daralıyor. Değişen durum dikkate alındığında Trans Pasifik işbirliğinde değişikliklerin zorunlu olduğunu görüyoruz. Japonya global politikadaki yerini değerlendirmiş olmalıdır. Moskova ile ilişkilerini iyileştirmeye devamlı gayret gösteriyor. ABD’nin dünyanın her yerindeki varlığının sürekli daralmak zorunda olduğu dikkate alındığında Japonya’nın Çin”le “baş başa” kalmak istemediği ortadadır. Tokyoya bağımsız geleceği ancak Moskova garanti edebilir. Güney Kore ve Filipinlerin Trans Pasifik İşbirliğine katılmayı onaylamamaları da ilginçtir. ABD politik ve ekonomik çalışmalarını Batı kıyısına, yeni jeopolitik merkezlere daha yakın yere taşımak zorundadır. Bu çok pahalı ve sancılı bir süreçtir. ABD dirilebilmesi için uzun süre tecrit kalmalıdır. Büyük söz söylememek şartıyla İngiltere, Rusya ve Çin arasında eylemlerde uyum aramaya geçme başlangıcına gidildiği dikkati çekiyor. Kuşkusuz bu üç devletten her birinin kendi, farklı jeopolitik stratejisi var. Şu aşamada bu üçlünün stratejik çıkarlarının biraz örtüştüğü ortadadır. 2015’in Temmuz ayında Ufa şehrinde Avrupa Ekonomik Birliği ve “İpek Yolu Ekonomik Çemberinde” çalışmaların uyumlanması (sinhronize edilmesi) konularında sözleşmeler imzalandı. Öte yandan, Büyük Britanya Çin’le birlikte çalışma yolları araştırıyor. İngiltere Çin’e karşı tek başına söz sahibi olmak için gerekli kaynak sahibi değildir. Sermayeyi korumak ve Pekin’in yükümlülüklerini kusursuz yerine getirmesi için ek askeri güce gerek duyan İngiltere’dir. Bu askeri gücü ise yalnız Rusya Federasyonu elinde bulunduruyor. Yakın Doğu olaylarına dünyada yeni mali düzen kurma açısından bakalım. Şu an, Rus askeri gücü, Endonezya ve Malezya’daki Müslümanları etkileyebilecek olan, Suriye’deki İslamcıları yok etmeye çalışıyor. Dünya’nın “eski merkezi” bir Hıristiyanlık odağı idi. Şimdi kurulmakta olan yeni Asya merkezi, ideolojik ve dini planda çok karışıktır. Hindistan bu merkezdedir. Güney Doğu Asya’da sonsuz alanlarda Budistler, Konfüçyüsçü Çinliler yaşıyor. Rusya, Filipinler, Avustralya Yeni Zelanda hemen hemen Hıristiyan nüfusludur. Endonezya ve Malaysiya Müslümandır. Yakın ve Orta Doğu’da sağ kalan cihatçılar sığınmacı sürüleriyle Avrupa’ya sürünecekler. Eliti kara cahil ve hain olan eski kıta dünyanın “arka avlusu” haline geliyor. AB’nin dağılmasından sonra, küçük devletler


Makale ve Analizler - 2015

85

ve sığınmacılar Rusya’nın kontrolü altına geçecektir. ABD gibi Rusya’nın da çok sancılı değişiklikler yapması gerekecektir. Moskova Pasifik Okyanustan, geleceğin jeopolitik merkezlerinden uzakta bulunuyor. Rus medyasının başkentin Ural’a ya da Batı Sibirya’ya taşınmasını tartışıyor. Bu, bir rastlantı değildir. Geleceği tamamen karanlık olan ise Avrupa’dır. O, coğrafik, ekonomik, siyasi ve hatta iklim bakımından yaralar alacaktır. Golfstrim son yıllarını yaşıyor. Avrupa’nın çökmesiyle oraya sert buzlu kışlar gelecek. Hatta Rus dondurucu soğuklarından daha soğuk bir iklimin yolda olduğu biliniyor. Golfstrim kendisi yok olacak ve Arktik adan gelen ters soğuk akımın etkisi altında kalacak. Özellikle Batı kıyıları olmak üzere Eski Kıta bol tarım hasatlarını, ısı için az enerji tüketimini falan tamamen unutacak. Aynı zamanda Uzak Doğu ve Asya ikliminde köklü değişiklikler ve yumuşama gözlenecektir. Japonya, Kamçatka ve Çukotka, ABD’nın Doğu kıyısı gibi sıcak ve ılımlı iklimli olacaktır. Eski kıta Avustralya ve Yeni Zelanda’ya, Güney Doğu Asya ve Çin’e, hatta Rusya’ya taşınacaktır. Avrupa’da kalanlar Yakın Doğu ve Afrikalı göçmenlerle birlikte yaşayacaktır. Avrupa’nın eski soylarının yüzyıllardan beri propagandasını yaptığı Evro-liberalizm, Avrupa’nın çöküşü ve ABD’nin içine çekilip kapanmasıyla nalları dikecektir. *** İşte böyle, bu yazıların hayal ürünü olmadığına artık inanmamız gerekiyor. Bir uçak düştü diye, halkını aç bırakmaya kalkışan sert tavırlı Putin gibilerin de içinde gizlediği bazı umutlar var besbelli. Bu kadar uzun bir yazıda Müslüman medeniyeti sözü geçti mi? Geçmedi, öyleyse yeniden düşünmeye başlayalım. Oysa biz dünya tarihinde en büyük imparatorluğun varisleriyiz, Büyük Türkiye kurmaya yürekleniyoruz, ama birbirimizi engellemekten baş kaldıramıyoruz. Okuduğunuz için teşekkür ederim.


86

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Daha Büyük Tehlike Doğabilir

BG-SAM-27.Kasım.2015

Konu: Bir Arap gazetecinin gözüyle DEAŞ’la Savaşın bazı özellikleri. Türkiye’nin Yakın Doğu’da rolü artıyor. Yakı Doğu Araştırma Enstitüsü’nden Iraklı gazeteci Mohamet Halav, DEAŞ’ın yok edilmesinden sonra küllerinden daha büyük tehlike doğabilir diyor. 27 Kasım – 3 Aralık 2015 tarihli haftalık “168 Saat” gazetesinde çıkan söyleşide aynen şu görüşlere yer verilmiştir. Soru: DAEŞ yenilebilir mi? Yanıt: DAEŞ’in Suriye ve Irak mevzilerini 1 yıldan beri 64 devletten oluşan koalisyonlar bombalıyor. Hedefi Suriye Özgürlükçü Muhalefet Hareketi’nin mevzileri olsa da 2 aydan beri Rusya da DAEŞ’in bombaladığını iddia ediyor. Tüm bunlara rağmen, biz DAEŞ’İN bir yıl önce kontrol ettiği konumları bugün de kontrol ettiğini görüyoruz. Üstüne yeni mevzilerde ele geçiriyor. İlk dönemde olduğu gibi DEAŞ yalnız Suriye ve Irak’ta mevzilenmiyor. DAEŞ’e bağlı örgütler Yakın Doğu ve Kuzey Afrika’da değişik devletlerde var olduklarını gizlemiyorlar. Bununla birlikte DAEŞ’in Paris’te terör eylemi gerçekleştirdiğini, Rus uçağı indirdiğini, Türkiye, Irak ve Libya’da terör eylemleri yaptığını hepimiz görüyoruz. DAEŞ bir devletin elindeki tüm olanaklara sahip bir örgüttür. Irak ile Suriye eski sınırlarına artık asla dönemez. Sorunun çözümü en az 50 - 60 yıl alabilir. Soru: DAEŞ hangi silahla, nasıl bir orduyla yenilebilir? Yanıt: Bu çok zor bir iş değil aslında. DAEŞ’i yenmek için dünyanın tüm silahlı güçlerine gerek yok. İstese, Türkiye kendi başına bile DAEŞ’i yok edebilir. Fakat DAEŞ külünden doğacak olan ne olacaktır? Daha da korkunç bir savaşçı örgüt dirilecektir. Savaş sorunlara getirmediği gibi, onları daha da derinleştiriyor. Dünya “Al Kayda” ile 15 senede başa çıkabildi. Şimdi onun DAEŞ adıyla daha büyük bir güç olarak döndüğünü görüyoruz. DAEŞ, “Al Kayda”dan kopan, ayrılan, siyaseti ve hedefe ulaşma araç ve yöntemleriyle hemfikir olmayanlar tarafından kuruldu. Bu iki örgütün ideolojileri birbirinden farklı değildir. DAEŞ’in yenilebilmesi için bölge sorunlarının çözülmesi gerekir. Afganistan’da savaş 16 sene sürdü. NATO angaje oldu. Geri çekilirken Amerikalıları 5 bin askerle bıraktı. Olan ortadadır. Talibanlar döndü. Afganistan’da daha güçlü bir DAEŞ beliriyor.


Makale ve Analizler - 2015

87

Soru: DAEŞ’i doğuran nedenler hangileridir? Yanıt: Farklı bölgelerde değişik nedenler görüyoruz. Mesela Avrupa ülkelerinde bu nedenler, 40 yıldan beri çöken entegrasyon siyaseti ve eğitim öğretim sistemlerinde gizleniyor. Terör olaylarını gerçekleştirenlerin profili, onların bu ülkelerde dünyaya geldiğine, aynı devletlerde eğitim ve öğrenim aldığına, aynı devletlerin okul ve üniversitelerinde okuduklarına işaret ediyor. Bu insanlaraın yaşadıkları toplumdan bir oluşturucu parça olmasını engelleyen durumlar, sebepler olduğunu kabul etmeliyiz. İktidar eksikleri ve yanlışlar olduğu ortadadır. Nüfusunun bir kısmı hakkında paçavra ve tortu diyemezsiniz. Pakistan’da, Afganistan’da ve birçok Kuzey Afrika ülkesinde DAEŞ gibi örgütlerin belirmesi nedenleri arasında toplumun aşırı uçlara kaymasında ve nüfusun bir kısmının hor görülmesinde gizlendiğini görebiliyoruz. Bazı yerlerde daha büyük bir etnik ya da dinsel grup, başka yerlerde ise etnik azınlık ve dini bir oluşum iktidarı elinde bulunduruken diğer nüfusa baskı uyguluyor. Suriye’de bu alauyit azınlığı, Irak’ta ise Şii çoğunluktur. İnsanların iktidar tarafından baskı altında bulundurulduğu ezildiği her yerde DAEŞ gibi örgütlerin belirmesine ortam vardır. Onlar bu ortamda belirip, iktidara karşı olan tüm ezilen, baskı altında tutulan azınlık katmanlarının hak ve çıkarlarının savunucusu olarak ortada beliriyorlar. Bu nedenle, iktidarın, ekonomik gelirlerin paylaşılmasında, tüm tenik ve dinsel gruplar, azınlıklar arasında eşitlik olmalıdır. Bu arada kimlik sorunu asla ikinci plana bırakılmamalıdır, globalleşme döneminde etnik ve dini kimlik ön plana çıkan sorunlardan biridir. Soru: DAEŞ’in ele geçirdiği toprakları geri almak mümkün olabilir mi? Yanıt: Bu asla ve hiçbir zaman olamaz. Ne Irak, ne de Suriye eski sınırları içinde kalamaz artık. Fransız istihbarat şefi birkaç gün önce şöyle demişti: “Bildiğimiz, tanıdığımız Yakın Doğu bundan sonra aynı olmayacak.” Soru: Öyleyse ne yapmalı. Dünya DAEŞ’i tanımak zorunda mı kalacak? Yanıt: Hayır ama Başer Esat iktidarda kaldıkça ve Irak Şiiler tarafından yönetildikçe DAEŞ güçlü bir örgüt olmaya devam edecektir. Suriye, Irak ve Yemen Savaşları artık bu ülkelerin içişi olmaktan çıkmıştır. Burada söz konusu olan, bölgede ve bu bölge dışında değişik devletler arasında farklı çelişkilerin patlamasıdır. Yakın Doğu dışındaki büyük güçler bölge-


88

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

deki grupları, onları silahlandırıyorlar ve ellerine sıcak para veriyorlar. Savaşları taşeron ve aracılar vasıtasında ve onları kullanarak yürütüyorlar. Soru: Türkiye’nin SU-24 Rus savaş uçağını düşürmesi bölgedeki gergin duruma nasıl yansıdı? Yanıt: Yakın Doğu’daki durumu daha karmaşık hale getirdi. DAEŞ konumlarını daha da güçlendirdi. Fransa’nın DAEÇ’e karşı oluşturmaya çalıştığı koalisyon ise kurulamayacak. Rusya ile Türkiye’nin bir araya gelmesi artık mümkün olamaz. Başkasının (taşeron) eliyle yürütülen savaşlar kızışacaktır. Rusya NATO ve Ankara ile savaşa girmeyecek, fakat PKK ile PYD olmak üzere Suriye asilerini silahlandırıp kışkırtacaktır. Rusya’nın Kürtleri kışkırtması Türkiye’de bir iç savaşa neden olacaktır. Suriye’de etnik ve dinsel topluluklar arası savaş devam edecektir. Bir yandan İran “Hizbullah” örgütünü destekledikçe, Şam ve Bağdar rejimlerine, Yemen asilerine, Irak’taki Şii milislere ekonomik ve askeri yardım göstermeye devam ettikçe, öte yandan Suudi Arabistan, askeri yapılanmalarda Şii güçlere karşı savaşmaları için sunileri desteklemeye, onların savaş örgütlerini silahlandırmaya devam edecektir. Tüm bunlar bölgede terör örgütlerinin rolünü daha da arttıracaktır. Soru: DAEŞ ile barışçı uzlaşma yoluyla hesaplaşma ne kadar zaman gerektirir? Yanıt. En iyimser tahmine göre 50-60 yıl. Eğer Rusya Başer Esat ve İran’a verdiği desteği durdurursa, diğerleri de DAEŞ’e arka çıkmaktan vazgeçerse, durumun durulması süreci başlayabilir. Bölgede siyasi istikrardan ve ekonomik kalkınmadan söz etmek tamamen yanlış olur. Yakın Doğu bunalımı on yıllarca sürmeye gebedir. Bölgenin huzuru, güvenliği ve barışı büyük ölçüde Türkiye’nin rolünün artmasına ve güçlenmesine bağlı bulunuyor.


Makale ve Analizler - 2015

89

Büyük Türkiye Yolu Mücadele Yoludur

Rafet Ulutürk-28.Kasım.2015

İlk önce 1 Kasım AK Parti seçim zaferiyle Başbakanımız Sayın Ahmet Davutoğlu yönetiminde kurulan 64. Türkiye Cumhuriyeti hükümeti hepimize kutlu olsun. Üçte bir yenilenerek ve kan tazeleyerek vücut bulan iktidar bileşimine içten temennimiz 2002’de bir halk seferberliğiyle başlayan Büyük Türkiye yolculuğunda başarılı ve dünya haklarına örnek olma yolunda devam ediyor. Geçen yüzyılda Büyük önder Mustafa Kemal Atatürk yönetiminde verilen anti-emperyalist ulusal kurtuluş savaşı sonunda kurulan Türkiye Cumhuriyeti bir tarih sayfasını kapayıp yeni bir medeniyet sayfası açması bakımından tüm dünya halklarına daha önce görülmemiş bir emsal sundu, örnek oldu. 1960’larda emperyalizmin sömürgecilik sisteminin çökertilmesinde ve yeni bağımsız, egemen devlet biçimleri kurulmasında halkları yüreklendiren Türkiye örneği oldu. Bu gerçek, şu an topraklarında kan akan Yakın Doğu halkları için de geçerlidir. 20. Yüzyılın en önemli ve en etkili devrimi Türk halkının ulusal demokratik devrimidir. Çökmüş bir feodal imparatorluğun yerine kendi dinamitleriyle ayağa kalkıp modern bir ulusal devlet, demokrasi ve uygarlık kurma atılımı bizimdir. Daha önce dünya tarihinde benzer sayfa açılmamış, Türk örneği gibi bir örnek yoktur. Bu gün, bu büyük ve kutsal sefer, 21. Yüzyıl bayrağını yükseklerde dalgalandıran AK Parti iradesi, Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde Türkiye’mizi, demokrasimizi ve uygarlığımızı yakın ve uzak halklara ilham kaynağı olarak örnek, Türkiye demokrasisine, Büyük Türkiye ufkuna başarıyla devam ediyor. Bu dönemde Türk halkının “altın çağını” yaşaması 2015 seçimleri çok etkiledi. Balkan ülkelerinden gelen göçmenler özellikle Bulgaristan’dan gelenler seçim öncesi toplantılarda bu dava bizsiz olmaz dedi ve kendi soydaşlarına “Büyük Türkiye Yolunda Biz de varız” dediler. Son 1 kasım seçim zaferi, yeni hükümetin kurulması, TBMM Başkanı seçimi, hükümet programının hazırlanıp TBMM’de onaylanması ve halkımızın tek yürek, tek irade ve ulusal bütünlük olarak seferber olması 21. Yüzyılda başka hiçbir ülkede görülmemiş yeni bir açılımın başlangıcı oldu. Yeni asırda hiçbir ülke ve hiçbir idare halkına bu denli yakın olmadı ve ona bu kadar bereketli bir el uzatmadı. AK Parti programı etrafında birbirine kenetlenmiş Türkiye halkının kesin ve yılmaz kararlılığı, gücünü deneyimlerden ve ortak değerlerden alan programlı birbirini tamamlayan seri açılımlarımız yakın ve


90

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

uzak halklara, dünya kamuoyuna ve iktidarlarına bakış açısı değiştirten bir güç oldu. Bunun son örneğini Antalya / Beleg G-20 zirvesinde görebildik.

Kuşkusuz Bu Yol Yokuştur

Rafet Ulutürk-30.Kasım.2015

1970’ten beri Kandil dağında şarjör dolduran Kürt taşeron terör örgütü, ölüm pusularına aracılık edenler, emperyalizmin emzikten yetiştirdiği uşakları, ruhunu, iradesini ve halkını satmış hainler, barış ve demokrasi maskesi takıp uzlaşma bayrağı kaldırarak devletimizi içten çökertme, huzur ve güvenle belirlenen sivil yaşamımızı dinamitleme, iç ve dış saldırı savaşı ateşini birlikte yakma yolunu seçtiler. Ne yazık ki, bu kümelendikleri yerlerde isyan ettiler ve patlamalar başladı. 7 Haziran ile 1 Kasım 2015 tarihleri arasındaki dört ay Cumhuriyet tarihimizin en kanlı, en sıkıntılı ve en ağır günlerini yaşadık. Her gün mücadele içinde geçti. Çok değerli evlatlarımız şehitler verdik. Ulusal bütünlüğümüzü, birlik ve beraberliğimizi, Türkiye’mizin bölünmezliğini, hak ve özgürlüklerimizin ve demokratik edinimlerimizin kutsallığını savunurken kahramanlık dolu bir sürecin onurlu tarihimizi yeniden yazdık. Dış düşmanın bel kemiği kırıldı, altyapısı çökertildi, iç düşmanın başı ezildi, eziliyor, belirdi her yerde yok edilecektir. Topraklarının ve halkının, geçmişinin ve geleceğinin, demokrasi ve medeniyetinin, özlemlerinin parçalanmaz bütünlüğünü böyle bir azim ve iradeyle silah elde başarılı savunan Türkiye örneğinin diğer halklara sıçraması dünyayı şok etti. Bu arada terörün babalarını çok korkuttu. İşte bu yüzdendir, Başbakanımız Sayın Ahmet Dağutoğulu’nun Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan onayını da alıp vur emrini verdi gün “SU-24” Rus savaş uçağı semalarımıza girdi, sanki “yalvarıyorum düşür beni” derken, uyarılara sağır kalıp Yakın Doğu’da ve dünyada terörü daha da tırmandıralım çığlıkları atıyordu. Bayır Bucak Türkmen kardeşlerimizi bombalayanları görmezden geleceğimizi zannettiler, cevabını da aldılar... 2015’te Rus savaş uçaklarının kışkırtıcı ve gözdağı verme amaçlı semalarımıza girişi ilk değildi. Saldırganın misyonu vardı. Burnumuzun dibine üslenmişti. Eli kanlı Yakın Doğu diktatörü Beşar Esat’ı ayakta tutmak, deniz ve kara üssü kurduğu, havadan ve denizden bomba yağdırdığı bölgeye yılan gibi çörek-


Makale ve Analizler - 2015

91

lenmek ve yerli halklarını sürekli korkutarak Arap dünyasını göçle boşaltıp insansız kalan petrol ve doğal gaz çöllerine yerleşmekti. Bu önceden tasarlanmış ve uygulaya konmuş bir stratejik saldırı planıdır. Yakın Doğu ülkelerine birer katil-diktatör idareci dikip bölgeye ve zenginliklerine hakim olma; var olan devletleri mezhep, din, dil, etnik farklılıkları ön plana çıkarıp birbirine kırdırıp parçalama; geleneklerinden, törelerinden, dost bildiklerinden koparma; Kürt bölgesinde sürekli saldırı halinde olacak PKK - PYD silahlı çeteleri oluşturma ve mazlumları kırdırma, evlerine, topraklarına, nimetlerine konma gibi halkaları var bu stratejik planın. Bugün Türkiye’nin bölge halklarına, etniklere, aşiretlere koruma kanadı açmış, barışı savunan, sığınmacıların evlerine, yurtlarına dönmesini engelleyen her siyasi tutum emperyalizme, savaşa hizmet etmektedir. Rus uçaklarından atılan bombalar dünyanın hiçbir ülkesine barış, huzur, güven ve mutluluk getirmemiştir. Vatanımızın sınırları, egemenliği ve bölünmezliğinin masaya yatırılmak istendiği bir ortamda ideoloji, sınıf ya da mezhep ve özel çıkarı söz konusu olamaz. S. Demirtaş’ın yaptığı gibi, bir Kandil - Washington mekiği de hiçbir olaya çözüm olamaz. Düşmanımın düşmanı dostumdur, her haine yakışır. CHP ve HDP içindeki “paralel” yapılanma kurtlarının da özü sözü, niyet ve işi pazara çıktı. Güçlü bir silkinmeyle yenilenmelerinden başka çare kalmadığı gün ışığına çıkmıştır. Bu bakıma 1 Kasım seçim zaferi ve Bakanlar Kurulu üyelerinin Başkanımız Sayın Ahmet Davutoğlu öncülüğünde Anıt Kabir ziyareti halkımıza moral verdi. Artık görmeyen kalmadı. Türkiye sorunlarının harmanlanıp çözüleceği yer Ankara’dır. Cumhurbaşkanlığı Beştepe Sarayı ve Başbakanlıktır. Bu gerçek yeni Anayasa’da özel yer alacaktır. Türkiye halkının Başkanlık referandumuna hazır olduğu da dikkatleri çekiyor.


92

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Aralık Ayı Yazıları Kırmızı Pasaportlarımız

Musa Vatansever-01.Aralık.2015

Konu: Dikkatle okuyunuz! Seni, beni, hepimizi, bugünümüzü ve geleceğimizi ilgilendiriyor. Çifte vatandaşlığımız elimizden alınmak isteniyor. Kırmızı Pasaportlarımızı toplayıp yerine “Mavi Kart” vermek istiyorlar Elimize bir “Bulgar Kartı” sıkıştırmaya hazırlanıyorlar. İslam düşmanlığına hedef olmayalım. Biz çifte vatandaş olmakla birlikte tüm vatandaşlık haklarına sahip Bulgaristan vatandaşıyız. Biz memleketimizden kovulmuş insanlarız. Bulgaristan’ın bizimle derdi asla bitmedi ve bitmez. Memleketimizden elimizde kala kala bir kırmızı pasaport kaldı, şimdi onu da çekip almak istiyorlar. Sanki orda kalan yol ve fabrikaları, barajları, şehirleri, dağ ve deniz sayfiyelerini biz kurmadık, memleketimizin her karışına bir kova alın teri bırakmadık! *** Bu olay Türkiye yeni hükümetinin Türkiye vatandaşlarına Avrupa Birliği ülkelerine vizesiz seyahat ve AB üyeliği sorununa kesin çözüm getirdiği günlerde ortaya çıktı. T.C. artık yalnız Yakın Doğu sorunu çözümünde değil, yalnız sığınmacı ve savaş kaçağı sorunlarının çözümünde de değil, AB istikrarı konusunda da belirleyici rol oynadığı bir dönemde gündem oluyor. Haklarımızı koruma ve genişletme davasında her zamankinden daha sımsıkı birlik içinde olmak zorunda olmalıyız. Bu sorunun da, bundan sonra hain siyasetçilere oy vermek istemediğimizi anlayan ve yerel seçimlerde gören HÖH - DPS yönetimi tarafından icat edilip basın aracılıyla kışkırtılmaya başlandığına tanık olurken, birkaç zamana kadar karşımıza çıkıp “bu sorunu ancak biz çözebiliriz, oyunuzu yalnız bize verin” demelerini bekliyoruz. 26 yılda bize sağladıkları tek kazanım buydu, anlaşılan onu da şarta bağlayacaklar. Bir adamdan iyilik gelmezse asla gelmez. *** Bulgaristan’da kamuoyu belirleyen gözde gazetecilerden Valeri Naydenov’un yorumladı. Lütfen dikkatle okuyunuz. Bu yazıyı “Bulgaristan Türklerinin Sesi” gazetesinin Kasım 2015 sayısında da bulabilirsiniz.


Makale ve Analizler - 2015

93

Çifte vatandaşlık Bulgaristan’ın ensesine inmek üzere olan bir satırdır. Vizesiz seyahat etme hakkımız elimizden alınabilir. Geçen hafta Fransız parlamentosunda konuşan Cumhurbaşkanı F. Olande anayasal değişiklikler istedi. Bu değişikliklerden biri, Fransa’da dünyaya gelmiş olsalar bile, cihatçılarla bağlı olan İslamcıların, Fransa vatandaşlığının iptal edilmesi olmalı, dedi. Bizim de Bulgar vatandaşlığı verirken ince eleyip sık dokumamız gerekiyor diyen gazeteci V. Naydenov şöyle devam ediyor: “Biz yabancılara kolayca pasaport dağıtıyoruz. Bundan 26 yıl evvel, Türkiye’ye göç eden vatandaşlarımızın çocukları ve torunları şu an Bulgaristan vatandaşı olmak için dilekçe dolduruyorlar. Onlar Türkiye vatandaşıdır. Yaşadıkları ülkenin ruhunda eğitilmişlerdir. İki söz Bulgarca bilmiyorlar. Birçokları Bulgaristan’a ayak bile basmamıştır. Bulgar Pasaportu onlara Avrupa ülkelerine serbestçe gidip gelmeleri ve istedikleri yerde çalışabilmeleri için gereklidir. Artık açıkça görüldüğü üzere, Türkiye büyük olasılıkla Avrupa Birliği’ne (AB) kabul edilmeyecektir. (31 Kasımda Brüksel’de yeni rüzgâr estiğini hepimiz gördük.) Paris’ten esen rüzgâra bakıldığında, Türkiye’nin AB üyesi olması ihtimali çok zayıftır. Hatta Türkiye AB üyesi olsa bile, Türkler Bata Avrupa’ya serbestçe gidip orada çalışma hakkını elde edemeyecektir. Türklerin kurnazlıkla açtıkları ve kullandıkları arka kapı ellerindeki pasaporttur: Bulgar Pasaportu. Şahsen ben insanların serbest seyahat etmesinden ve istedikleri yerde çalışmasından yana olan bir kişi olsam da, pasaport olayı Bulgaristan için iki büyük tehlike gizliyor, diye yazan Naydenov şunlara işaret ediyor: Bir: Bulgaristan olarak biz, yabancı bir devlete gönülden bağlı olan, Bulgaristan’a saygı duymayan, sayıları git gide daha da artan bir insan topluluğu oluşturmuş oluyoruz. Bu topluluğu oluşturanların hayatı Bulgaristan’da olup bitenin tamamen dışında ve bağımsız gelişiyor. Aynı zamanda bu topluluk üyeleri Bulgar vatandaşlarının kişisel vatandaş haklarının tümünden hepimiz gibi yararlanabiliyor. Bununla birlikte, bu vatandaşlar İslam dininin giderek daha da radikal bir duruma gelmekte olduğu bir devlette yani Türkiye’de eğitim alıyorlar. Hepimiz, İstanbul stadyumunda, (Türkiye Yunanistan maçında) Paris terör kurbanları için yapılan bir dakikalık saygı duruşuna ıslık çalarak tepki gösterdiklerine şahit olduk. Bu, güney komşumuzdaki doğal (avdettik) tepkidir. Hepimiz Paris sakinlerinin acısını paylaşırken, güneyimizde yaşayan futbol severlerin neye sevindiklerine tanık oluyoruz. Hepimizin bildiği üzere, futbol fanları halkın kin yüklü ruhudur. Ülkedeki elitin çok kültürlü bir tutum ve


94

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

söylem sergilediği doğru olsa da, bundan 20 yıl önce Avrupalı olmaya neredeyse 20 dakika yakında bulundular, bugün ise Burka giymeye beş dakika yakında bulunuyorlar. Türk kızları, 632 yıl önce ruhunu Tanrıya teslim etmiş olan Peygamberin vasiyetlerine uyarak, kısa etekleri unuttular, dekoltelerini gizlediler, boyunlarını, saçlarını sarıp sarmalayarak, alınlarını da yarıya kadar kapadılar. Giyimi bu biçim olan bir kadın için laik bir devletin vatandaşı demek zor olur. İki: Batı Avrupa toplumu, sürüler halinde gelen, sefil yaşam biçimini oralara taşıyan, ucuz iş bulup ücretleri düşüren Bulgar ve Roman vatandaşlarından zaten bıkmış durumdadır. Bir Fransız kimin Roman (Çingene), kimin etnik Bulgar olduğunu nasıl anlasın? Biz hepimiz onlar için Bulgar’ız. Olaya ciddi bakıldığında onlar artık bizim hepimizi neredeyse kapı dışarı etmeye hazırlanıyorlar. Aynı zamanda Batı Avrupa ülkelerinde İslam düşmanlığı moda oldu. Sağcı gençler camileri ateşe veriyor. Ben şahsen bu barbarlığı onaylamıyorum ama Küçük bir ülke olan Bulgaristan’ın Avrupa Birliği dışında yaşayan binlerce hatta yüzbinlerce kişiye Bulgar pasaportu vermesine de akıl erdiremiyorum. Biz işlerimizi şimdiye kadar yürüttüğümüz gibi yürütmeye devam edersek ve yakında vizesiz seyahat hakkımız elimizden alınırsa kimseye küsmeyelim ve şaşırmayalım. Ben de “DAEŞ” savaşçılarından bir kısmının Bulgaristan kökenli Türk olduğuna inanıyorum. Geçen sene, internette bir Suriyelinin evini soyarken, köçek oynayıp aralarında Bulgarca konuşanları gördüm. Bu kişilerin Bulgar pasaportlu olduğuna da inanıyorum. Onların Paris’e, Brüksel ve Londra’ya gitmelerine biç bir engel yok. (Bu gazeteci bizi birileriyle karıştırıyor.) Naydenov şöyle devam ediyor: Bulgar teskeresi, soylarında Bulgar kökeni olduğunu birden bire fark eden, on binlerce Makedonyalının neyine gerek? Makedonlar, Bulgar pasaportu alıyorlar ama hemen ardından Bulgar vatandaşlığından vaz geçiyorlar. Soy kökenlerinin Bulgar olduğunu sanki artık tanıdılar, diye sevinen ve bayram eden Bulgar milliyetçiler var. Onlar boşuna hava yapıyorlar. “Ohri” gölünü bize verseler, ama yanaşmıyorlar. Bulgaristanlı Makedon hayranı sevgili kardeşlerim, siz “Ohri” gölünün Bulgar topraklarına bağlandığını, ancak Putin Obama’nın kızına evlendiğinde görebilirsiniz.


Makale ve Analizler - 2015

95

Biz Makedonları sevsek de onlar bizi umursamıyor. Hepsinin eski aşkı Yugoslavya’dır. Bir adama istediği yere gidip gelmesi için bedava bir metro kartı ne kadar gerekli ise, onlara da Avrupa’yı dolaşmak için Bulgar Pasaportu gerekli oldu. Siz şimdi gidip Sofya meydanlarından birinde bedava metro kartı dağıtsanız, kuyruk uzadıkça uzar, Makedonların Bulgar Pasaportu sevdası da böyle bir şeydir. Siz, aşırı Makedon milliyetçilerinin Bulgaristan örgütü olan OMO “İlinden” grubunun Bulgaristan’ın iç siyasetine müdahale ederek Güney Batı Bulgaristan topraklarına baştanbaşa sahip çıkmaya çalıştığını unutmuş olamazsınız. 200-300 bin Makedonya vatandaşına daha Bulgar Pasaportu verdiğinizde OMO “İlinden” milliyetçilerinin önüne geçilmez bir güç oluşturduğunu hepimiz birden görme şansını hemen yakalayabiliriz. Arnavutların toprakları ile vedalaştıktan ve Sırbistan’a katıldıktan sonra Makedonya hakkında düşüncelerinizi öğrenmek isterim. Çifte vatandaşlık kaldırılsın. Benim kesin görüşüme göre, diyor gazeteci Naydenov, 1991 yılında Başbakan Filip Dimitrov tarafından uygulanan çifte vatandaşlığın kaldırılması zamanı gelmiştir. O zaman Başbakan Dimitrov’u kimin kışkırttığını bilmiyorum. Başbakanı olduğu hükümetin ortağı olan Ahmet Doğan olabilir. Bir Büyükelçilik de olabilir. Makedonlara ve Bulgaristan’dan göç eden Türklerin çocuklarına ve torunlarına kilo ile vatandaşlık verip onları Avrupa Birliği üyesi yapıyoruz, fakat AB’de hava artık dğişti. Yılların geçmesiyle uzak görüşlü bir adım olmayan bu gidiş Bulgaristan’ın milli güvenliği için bir tehlike olarak gittikçe büyümeye devam ediyor. Bazı Avrupa devletleri çifte vatandaşlık veriyor, fakat Almanya, Avusturya ve Hollanda gibi başka bir grup devlet çifte vatandaşlık tanımıyor. Bazı Avrupa devletlerinde Kısmi Çifte Vatandaşlık uygulanıyor. Mesela Varşova’da, daha önce eski Sovyetler Birliği Cumhuriyetlerinden herhangi birinin vatandaşı olan Lehlere “Polonya Kartı” veriliyor. Bu kartı elde edebilmek isteyen kişilerin soy kökenini kanıtlaması ve Leh dilini bilmesi gibi iki şarta uyması gerekiyor. Polonya Kartı bu vatandaşlara Polonya’ya vizesiz giriş yapma, Polonya’da çalışma ve bedava sağlık hizmeti alma gibi haklar tanıyor. Benzer bir uygulama Türkiye’de de var. Alman veya Avusturya vatandaşı olan Türkler “mavi kart” alabiliyor. Bu kart, kendilerine Türkiye’de kalma ve çalışma haklarını tanırken, seçimlerde oy kullanma hakkından onları men ediyor.


96

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bizm de, başka bir devletin vatandaşı olan vatandaşlarımıza “Bulgar Kartı” vermemize hiçbir kimse kimse engel olamaz. “Bulgar Kartı” bir tuzak. Bu kartla onlar Bulgaristan’da yaşayıp çalışabilir, fakat seçimlerde oy kullanamazlar. Avrupa ülkelerine vizesiz giremezler. İşler böyle giderse Schengen bir gerçekleşmemiş hayal kalacaktır. Öyle ki, Bulgaristan’ı sevenler yalnız Bulgaristan’da yaşayabilecekler. Yukarıda işaret ettiğim gibi, Batıda bizi çiçek demetiyle bekleyen ve karşılayan kalmadı. Yakında yapılacak olan halk oylamasında (referandum) İngiltere Avrupa Birliği’ne çao derse, bizim işçilerimizin de girip çıkmasına sınırlama uygulayacaktır. Ardından Fransa ve Hollanda ve bazı başka devletler bu örneği uygulayabilir. Şimdiye kadar bu ülkeleri ürküten Romanlardı, fakat çok kültürlülüğün topuzu geri dönünce, onlar artık Müslümanları da istemiyorlar. Çifte vatandaşlığı “Bulgar Kartı” ile neden değiştirmeyelim? Böylece biz dış ülkelerde yaşayan vatandaşlarımıza Bulgaristan’a gelme, memlekette ev satın alma ve çalışma hakkı tanımış olacağız. Yabancı vatandaşlıktan vaz geçtikleri halde, Bulgar vatandaşlığını geri alabilir. Bizden bilgilendirmesi, ötesini siz düşünseniz iyi olur. Su uyur, düşman uyumaz.

Rus Uçağı Neden Vuruldu?

Rafet Ulutürk-01.Aralık.2015

Ne yazık ki, çağdaş emperyalizm kendi kazdığı ve içine düştüğü kuyudan, maddi ve manevi krizden, borç batağından çıkamazken, bizdeki işbirlikçi ve uşaklarını başkanlık ve yeni Anayasa ve Büyük Türkiye konularında alabildiğine kışkırtıyor. Fırsat bulduğu her yere nifak ekip halkları ezerek ufkumuzu karartmaya çalışıp ayakta durmaya çalışıyor. Bu dünya Sultan Süleyman’a kalmamış onlara da kalmayacaktır. İki seçim arasında verilen son dere ağır ama kutsal, ne pahasına olursa olsun var olma, egemenlik ve toprak bütünlüğümüzü koruma, Büyük Türkiye irademizi güçlendirme davamız güç toplarken, Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet


Makale ve Analizler - 2015

97

Derneği BULTÜRK, Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi BG-SAM, göçmenlerimizin tüm sivil toplum örgütleriyle birlikte birçok girişim gerçekleştirdi. Buluşma, panel, toplantı ve forumlarımızda dönemin önemini, AK Parti kanatları altında birlik ve beraberliğin hayati önemini, teröristlerle mücadelenin geri dönüşü olmayan ulusal bir kavga olduğunu açıkladık, her eylemde barış ve kardeşlik sloganı yükselttik. Bu çalışmalarımızda soydaşlarımız bizi anladı ve ilk defa büyük çoğunluğu birlikte hareket etti. Onlar bizi imparatorluk zulmüyle ezme hevesinden bir türlü caymayan eski ve yeni Moskova yönetiminin tüm sinsi icraatlarını, komplolarını, devlet terörizmini, totalitarizmi, baskıları, yasasız ve kuralsız yönetim zulmünü yıllarca yaşadı. Bugün Suriye’de gözlenen istila edilen bölgeleri yerli halklardan boşaltma terörünü biz Bulgaristan’da 6 büyük göçle yaşadık. Bombalar ancak ve yalnız ölüm getirir. Rus uçaklarından atılanlar da öyle, Rus kanatlı füzeleri de ölüm ve felaket müjdecisidir. Rusya Yakın Doğu’ya bomba yağdırmaya başlayalı 11 milyon evsiz barksız kalmıştır. Biz soydaşlar olarak Suriye halkının “Bayır Bucak” Türkmenlerinin, Kürt köylülerinin kamplardaki sığınmacı ailelerin Batı Avrupa ülkelerinde değil, kendi memleketlerinde barış, güvenlik ve huzur istediğine inanıyoruz. Ayrıca burada savaşı başlatan her zaman olduğu gibi dış güçler Hristiyanlar olmuştu. Fakat savaşan ve bir birini öldürenler Müslümanlardır. Bundan böyle biz Müslümanım diyenler artık bu olaylardan ders almaları gerekir ve kendi aralarında kenetlenme yollarını bulmalıdırlar. Yakın Doğu sorunlarının havadan atılan bombalarla değil, barış masasında, güvenlik bölgeleri yaratılarak, savaş uçaklarına yasak hava sahaları oluşturularak, diktatörler devrilerek, terör ocakları söndürülerek çözüleceğine inanıyoruz. Bu bakıma SU - 24’ün, defalarca uyarılmasına rağmen bildiğinden şaşmazken,Yakın Doğu coğrafya haritasını yeniden çizmek isteyenlere hizmet ettiğine inanıyoruz. Rusya dış siyaseti son dönemde askeri araçlarla yürütüyor. Egemen devletlerin kara, hava ve deniz sahasını sürekli ihlal etmeleri moda oldu. Rusya diğer devletlerin devlet sınırlarını hiçe sayarak sürekli çiğneme siyasetine 2008’de Güney Osetya, Abhazya ve Gürcistan hava sahasına girerek, Baltık devletleri hava sahasını sürekli ihlal ederek, 2014’te Kırım Adasını ilhak ederek ve Ukrayna’yı parçalayarak başladı ve geliştirdi. SU-24’ün uyarılara uymaması Moskova’ya yayılma siyasetinde yeni bir sayfa açma olanağı sağladı. SS 300 ve SS 400’ler Suriye’ye indi. DEAŞ ve diğer bölge güçlerinde uçak savar silah, radar sistemi vb olmadığı dikkate alındığında, SS sistemlerinin Türkiye’ye gözdağı vermek için Akdeniz’e konuşlandırıldığı hemen anlaşılır. Çünkü Yakın Doğu’da en önemli bölgesel denge gücü Türkiye’dir. Türkiye olmadan ne Suriye ne de Irak bunalımı çözülemez. Bu cümleden olmak üzere son dönemde Estonya ve


98

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgaristan’a yapılan siber saldırıları unutmayalım. Bu arada Rus denizaltıları İskandinav devletlerini Soğuk Savaş yıllarının ölümsüz dehşet ruhu gibi kuşatmış ve bu devletleri kara suyu ihlalleriyle gece gündüz rahatsız etmektedir. Yalnız bu yıl, Rus savaş uçaklarının Kara Deniz kıyılarımıza yöneldiğini uyaran Bulgaristan hava savunma sistemi 7 defa alarma geçmiştir. Bu açıdan Karadeniz sahil kentimiz Kavarna’da kurulan US askeri hava üssü büyük önem taşıyor. Yine işbu beyin fırtınası sınırları içinde kalarak, DAEŞ terör örgütü subaylarından önemli bir kısmının Saddam zamanında Rus askeri akademilerinde eğitim gördüğünü ve 140 şehit alan Paris terörü ve DAEŞ arasında bağ olduğunu hesaba katarak, son komplonun ardında Fransa, İngiltere ve Almanya’yı havadan saldıranlar cephesine kazanma planı olduğuna inanıyorum. Ne var ki, teröristlerle özgürlükçüler birbirinden ayıran 64 devlet bugün DAEŞ’e karşı zaten savaşıyormuş gibi görünüyorlar...Türkiye kamuoyunun, tüm Dünya Türk-İslam aleminin Lideri Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan ve Başbakanımız Sayın Ahmet Davutoğlu tarafından defalarca ifade edilen haklı tutum ve Türkiye’si ekonomik bunalıma sürüklemeyi hedefleyen son Putin yaptırımlarına karşı kararlı tutum hepimizin gönlünde tam destek buldu.

Şarkılar Bekleyen Memleket Hüzünlü

Raziye Çakır-01.Aralık.2015

Konu: Gönlü şiirle beslenen bir halkız. Dobruca sis yorganı altında. Tavanı basık evlerin bacalarından çıkan ve etrafına bakınmadan dimdik uzayan duman, sanki sise yol gösteriyor. Buğday döşeği kar örtüsünü bekliyor. Çiğdemleri, menekşeleri, derelerimizin şırıldayan şarkısını yazmayın artık, onları herkes biliyor, diyenleredir sözlerim. Şu Dobrucayı buğday tanelerinin henüz süt, yeşillik denizi içindeki gelinciklerin henüz iki yaprak açmış ve benden güzeli var mı diye haykırırken uzamış ama henüz kılçıkları çıkmamış sonsuz enginle alay ettiği kavga güzelliğini görmemiş olanlardan başka bir şey bekleyemeyiz zaten. Alıp ısırmadan bilemezsin bizim kızılcıkların ne kadar ekşi olduğunu! Dünyayı bilgisayar ekranında sevmek kavanoz dışından şeftali kompostosu yemekten ya da film seyrederken baş aktrise sevdalanmaktan farklı değildir.


Makale ve Analizler - 2015

99

Şiir, şarkı ve türkü sedası olarak sanal dünyanın gözü kör olsun. Kırcaali’de yeni parka Bulgaristan Türklüğünün gönül sesi, yanık dünyamızın yakan sesi Kadriye Lativova’nın heykelini dikmişler. Oğlu heykeltıraş Vejdi Raşidov anne hayalini taşa yonmuş. Bulgaristan Türk sanatından bir tek türkü ezberinde olmayan Mümün Tahir gibi yaratıcılığı devlet pompasıyla şişirilenler, “büyük adamı yazanlar büyük adam olur” saçmalığından esinlenerek, kâh Atatürk, kâh Kadriye Latifova hakkında kitap yazdılar ve en sonunda Bulgaristan Türklerinin kimliksizliği üstüne doktora tezi savunarak, ovasını ve belini sis sarmış, dört yanı bulut olan doruklardan birine oturarak, dünyayı tamamen göremez oldular. Kadriye Lativova, parktaki heykelde, saçlarına örülmüş çiçek demetlerinden fazla gönlümüzü saran sıcaklıkta yaşıyor. O, bir yetenek olarak, bir sanat mucizesidir. Güzün kıralı sabahlarında, kış karı altında, buz kesen günlerde donuk donuk bakışlarıyla karşımızda, her yağmurda yeniden açan yüzüyle aramızda olması iyi oldu. Anıtların küçüğü olmaz. Önemli olan halkın gönlünde ebedileşmektir. O gelecek kuşaklardan da biridir. Hani Selda Bağcan “Sarı saçlım mavi gözlüm dön gel”, Cem Karaca “Kaptan sen beni bu limana götüremezsin” derken tüylerimiz nasıl diken diken olup nefesimiz nasıl kesiliyorsa, işte söyle bir etkileşim, dolup taşma, somutluk ve sonsuzluktur, tavada kavrulan tere yağ kokusu gibi bizden olan bir güzelliktir Kadriye Latifova. Dönmesini çok arzuladığımız bir geçmişin sembolüdür. Eleştirilerinize teşekkürler. *** Yazımın devamına Kadriye Latifiva’nın yanık sesiyle söylediği türkülerden hangisini isterseniz ekleyebilirsiniz. “Kadriye Latifova.com” yazın ve birini seçin. İyi dinlemeler. *** Sönmeyen memleket sevgimizi şair Ahmet Şerif’in iki şiiriyle besliyorum. Penceremin Altında Kavak Sana bir sorum var, Rüzgarların diliyle konuşan kavak ağacı: Delice sevebilir mi esen rüzgârlar, sevdiğini kıskanabilir mi, adaletini kaybedebilir mi insanlar gibi? Ey sevgi ağacı!


100

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) Ey yüce kavak! Mağrur kavak! En sevilen dalını kırmış geçen rüzgârlar, kıskançlıktan mı bu, sevgiden mi yoksa? Gönlüm yakınlarından geçiyor, uzaklarından kervan yolunda Ay’ın bulutların altından geçtiği gibi. Kavağın yapraklarından rüzgâr geçiyor yine çocukluğumun gençliğimin şarkılarından ve dağılan saçlarımın tel tel aklarından! *** Buğdayların Türküsü Siz ne şirin, ne dilber, ne cevhersiniz ekmeği beyaz buğdayları deniz Dobruca kırları! ... Bir gelin kıyafetinde gelir buralara orak sarı sıcakla beraber öyle bir geneecik ... Başaklardan örülmüş bir peçe koyar başına Kulağına bir de tutuşan gelincik. Çocuksu gülümseyişi öyle içten, öyle sıcak! Buğday buğday dökülür ter, ışıl ışıl yanar yüzünde ateşli böcekler akşamları ... Düğün bayram edilir orak, çoluk çocuk çıkar bire dek, neş’e sarar ekmek kokan kırları! Orakçı kızların türküsü geçer yanan yüreğinden serin serin. Gölgede ağustos böceği keman çeker boyuna,


Makale ve Analizler - 2015 saka kuşu öter mavisinde göklerin. Bir bakarsın akşam rüzgârında dansa kalkar bütün çiçekler bütün buğdaylar ... Hayal et edebildiğin kadar, sevdiğin kadar, buğdayları duy, insanları duy aç gönül yelkenini martısız enginlere. Armut dalında savrulurken yarış bayrağı, kaderleri düşün ey, toprağın sahibi, geçmişe dön, iyi günlere ... Bahtiyarlığında ararsan kendini, varlığının içinde olduğunu anlarsın gençliğinden giden i sonra ... Mevsimin nasıl geçtiğini anlayamazsın yalnız. Kırlar soyunur yazlığını yavaştan bürünür Güz’ün bürgüsüne. Anızlara koyun sürüleri iner dağlardan, çan sesleri karışır rüzgarlara, Çocukların panayır düdükleriyle bir kavalın ardından kırağılanıp gider mevsim turnalarla hac’dan dönmek için gelinlikleriyle Bulgaristan Türklerinin halk edebiyatını anlatmaya devam edeceğiz.

101


102

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Tarih Tekerrürden İbarettir - 2

BG-SAM-01.Aralık.2015

Konu: Yineleyenin kötülük olması neden daha kolay? Bir gün Nasrettin Hoca’ya “En açız ve en beceriksiz insan kimdir?” diye sormuşlar. O da, bu soruya şu cevabı vermiş: “En aciz ve en beceriksiz insan, dostu olmayandır. Ondan daha acızı ve daha beceriksizi ise, bulduğu dostu kaybedendir!” Rusya başkanı Vladimir Putin, Paris Dünya çevreciler toplantısında, 155 devlet, hükümet ve kurum başkana katılıp bir anı fotoğrafı çektirmedi. Neden mi dersiniz. Kimsenin yüzüne bakacak yüzü yok da ondan. Türkiye ile Rusya halkları arasındaki dostluk ve işbirliği ilişkileri geçen yüzyılın başlarında Büyük Atatürk ve Ekim Devrimi önderi Lenin tarafından tesis edilmiş ve 100 yıllık bir gelişme kaydetmiştir. Ulusal Kurtuluş Mücadelemiz yıllarında Türk Halkının ve Sovyet iktidarının da düşmanlarına sıktığımız mermilerin bir kısmını vermesi, yalnız bizim değil Rusya halkının da yararına olmuştu. Dünya emperyalizminin ortak güçlerini Çanakkale’de durdururken Boğazlara girmelerine yol vermeyen, gemileriyle Karadeniz’e çıkıp 1917 Rus devrimini kan gölünde boğmak isteyenlere taşeronluk eden, kuduz köpek Denikin’in karşı - devrim güçlerine destek verme hamlesini suya düşüren Büyük Atatürk oldu. Türk halkının muzaffer davası, Orta Asya halklarını uyandırdı ve bağımsız ve egemen devletlerini kurmalarına ilhak oldu. Büyük Atatürk’ün yönettiği anti-emperyalist ulusal kurtuluş savaşı örneği, mazlum halkların sömürgeciliğe karşı milli kurtuluş direnişleri çağını açarak, dünyada Sovyetlerle ve Türkiye ile dost olan ülkeler ve halklar kuşağı oluşturup, sömürgeci emperyalizmi kendi inine tıkmıştı. Hiçbir anlaşma ve sözleşmeye dayanmayan, ancak karşılıklı yarardan güç alan, bu ruhsal bütünleşmede, diktatörlerle, kendi halkına zulüm edenlerle, halkları din ve dil, kültür ve medeniyet esasında birbirinden ayırmaya ve onları ezmeye asla yer olmadı ve olamazdı. En modern uzaklarıyla, kanatlı füzelerle tarlasını süren, pınarından su çeken, işe giden insanları, okula giden çocukları, hastane ve çarşı pazarı bombalayan insanları terörist diye bombalayan Putin’in yaptığı gibi dostla düşmanı birbirine karıştırıp katleden bir durum olmamıştı. Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarında her zaman ana emperyalist güçlerle birlik olmayı başaran Rusya imparatorluk siyasetinden asla vaz geçmedi ve Yakın Doğu’da bir diktatörün sözüne uyarak dünyayı Üçüncü Dünya Savaşı’na it-


Makale ve Analizler - 2015

103

meye çalışıyor. Bu savaşta bombaların patlatılacağı alan olarak Yakın Doğu ve Orta Doğu topraklarını seçen ve İslam dünyası ve medeniyetini yok etmek isteyen, Moskova Ortodoks ve İsrail Yahudi stratejisinin yürürlüğe konduğunu görüyoruz. Son çabalarla bu ortaklığa Batı Katolik dünyasını da katma yönündedir. Anti-terör, anti-DAEŞ sloganı ile uyanan yakın ve uzak halkların bu işin de ortak emperyalist cephe eline geçtiğine tepkisi büyümeye başladı. Bir defa Türkiye’nin ihtar kabul etmeyen “SU-24” savaş uçağını düşürmesiyle Üçüncü Dünya Savaşı başlayacağını düşünenlerin hesapları tutmadı. 28 Haziran 1914’te İmparator ve Kral hazretleri, Doğu Avusturya Prensleri arasında en büyüklerinden biri olan Frans Ferdinand’ın Sarayevo garında öldürülmesiyle Birinci Dünya Savaşı’nı patlatma vesilesini bulanların hayali bu defa boşa çıktı. Çünkü Türkiye “SU-24” uçağını düşürmekte haklıydı. Devlet sınırlarının dokunulmazlığını koruma hakkını kullanmıştı. Üçüncü Büyük Savaş heveslilerinin hayalinde ise Yakın Doğuyu baştan sona yakmak, İslam medeniyeti kalelerini yıkmak ve bir öküz gibi yatırıp kesip yedikten sonra boynuzlarını Türkiye tarafına atmak vardı. Olmadı. Aslında bu, Nazi Almanya’sının Çekoslovakya’yı 1939’da ansızın ilhak etmesi emsalinde de arandı. Geçen sene Rusya uydurma bir oylamayla Kırım Yarımadasını ilhak etti. Ankara’nın Kırım Adası’nda yerli halk olan Tatarların haklarıyla ilgili defalarca uyarıda bulunmasına kulak asmadı. Bildiğini okumaya devam etti. Bir katil diktatör olan Başer Esat’ın sözde ricasına uyarak, DEAŞ’a karşı 64 halkın birlikte yürüttüğü silahlı mücadeleye destek olmayı da güya bahane ederek Batı Suriye kara ve limanlarına üstlenen Rusya Suriye halkının özgür ordusu ile hesaplaşmak için oradadır. Stratejik hedeflerinden birisi de PKK ve PYD asilerine TSK’nin havadan indirdiği darbelere engel olmak, Türkiye’ye karşı silahlı savaşa katılan taşeron güçleri her bakıma desteklemektir. Bütün dünya bilir ki Moskova 1970’ten beri dünya terörist örgütler listesinde yer alan PKK’yı yıllar yılı terör örgütü olarak tanımayıp devamlı silah ve parasal desteklemiştir. Türkiye’ye karşı başkaldırıda PKK, PYD, diktatör Sedat ve onlara kanat açan Putin’in menfaatleri artık örtüştü ve çakıştı. Bu gelişmeler seyrinde Putin, yıllardan beri taş taş üstüne koyarak kurulan Rusya-Türkiye; Rus halkı ile Türkiye halkı arasındaki dostluk, kardeşlik ve karşılıklı yarar sağlayan işbirliğini haince bıçakladı. Bu bilinçli ve planlı bir operasyondur. 2.5 milyon savaş mağduruna, sığınmacı ailelere, Türkiye’nin sıcak çorba ve kalacak yer temin etmesini kıskanan, üstüne üstelik her yıl 4-5 milyon Rus turistte de konforlu ikamet sunan Türkiye Cumhuriyeti’nin “Akçay AES”, “Türk Akımı” vb irili ufaklı projesini baltalamakla da Büyük Türkiye kurulmasına elinden geldiğince engel olma niyeti dışa vurdu. Putin’in son ayda or-


104

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

taya koydukları, Rusya halkları için son derece büyük bir nimet olan Türkiye ve Türk halkıyla dostluk ilişkilerini ateşe vermesidir ve bu olayın acısını çok uzun zaman çekecektir. Rusya örneğinde olayların tekerrürünü Orta Asya’da da izliyoruz. Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan, Azerbaycan, Özbekistan, Tacikistan gibi devletleri dünya pazarlarına çıkarak güçlenmesini, bağımsızlık ve demokratik düzene oturmalarını 1990’dan beri elinden geldiğince engelleyen Moskova bu halkları kargaşa ortamında bırakmaya çalışıyor. Rusya’nın gözü devamlı bu devletlerin üzerindedir. Bu devletlerin ekonomik bağımsızlıklarını kuvvetlendirirken istikrar yolunda Moskova’ya karşı birleşmelerinden korkuyor. Bölge halkları yakın geçmişe kadar “Rusya’nın kötülük imparatorluğu” olduğunu unutmamıştır. Moskova Orta Asya halklarının kendi dinlerine, İslam’a, öz dillerine, yaşam tarzlarına ve kültürlerine, kadım kültürlerinden kaynaklanan yeni medeniyete dönmelerinde kendisi için tehlike görüyor. Özellikle de bu ülkelerin dünya ekonomisine ve hammadde kaynaklarına kendi bağımsız yollarından bağlanmalarında çok büyük bir tehlike görmektedir. Örneğim 8 milyonluk Tacikistan’da devlet okulu sayısı kadar, medrese ve orta ve yüksek din okulu da kurulması, Moskova’yı tamamen rahatsız eder duruma gelmiştir. Dünya siyasetinde ve ekonomisinde Orta Asya’nın yeri nedir? Olaya bir Avrupa - Asya Evi kurulması açısından baktığımızda, bu bölge devletlerinin çok önemli rolü olduğu hemen dikkati çekmese de, fakat bu bölgedeki 6 devlet Avrupa - Asya Binası’ndan sökülüp kenara konmak istense, binanın yapısında çatlaklar belirecek ve bina mutlaka çökecektir. Üstüne üstelik bu gölge halkları dış baskılara pek gelmeyen, kolay gücenen doğaya sahip olduklarından, onlarla her zaman dikkatli olunması zorunluğu vardır. Burada özel önem arz eden durum, Moskova planlarında ve Kremlinde çizilen haritalarda yer alan demiryolu hatları, doğal gaz ve petrol boru hatları, kara ve ırmak yolları, ekonomik ve ticari bölgeler, serbest ticaret merkezleri bakımından bu devletlerin her birinin hassasiyetlerinin mutlaka ince hesap ve hiç birini kırmadan yürürlüğe konması zorunluğu vardır. Din, dil ve kültür alanlarında Moskova baskısının 1990’da 70 yıllık zorla kaynaşma gayretlerini bir çırpıda nasıl çöpe attığını bizim kuşak görebildi. Bu bölgede bütün büyük devletler nüfus sahibi olmaya çalışıyor. Özellikle de Afgasitan ve Suriye bunalımı ve savaşları açısından bakıldığında Büyük güçlerin bölgeye birçok bakıma sığınak yapmasını beklemekte haklıyız. Aynı za-


Makale ve Analizler - 2015

105

manda Orta Asya’daki nüfusunu yitirmek istemeyen Moskova’nın da elinden geleni ardına bırakma niyeti yoktur. Biz halen belirli sorunları olan ve Avrupa Asya ekseninde gerçek yerini bulamamış olan Orta Asya Türki devletlerinin menfaatlerinin öncelikle ve başlıca Büyük Türkiye üzerinden geçtiğine inanıyoruz. Azerbaycan Başkanı G. Aliyev’in G-20 zirvesine özel konuk olarak davet edilmesi bu açıdan çok anlamlıdır. Türkiye öncülüğünde ve örnekliğinde olmakla, biz son 30 yılda Yugoslavya, Irak, Libya ve Suriye gibi devletlerin başına gelenlerin Orta Asya Müslüman devletlerin başına gelmeyeceğine inanmak istiyoruz. Bu ancak Orta Asya’da güvenlik ve istikrarın korunmasıyla sağlanabilir. Bu bölgede bir Arap Baharı yaşanmasına da asla yol verilemez. Bu arada Büyük Türk iradesini gerçekleştirme azmi içinde olan Türkiye’nin Orta Asya devletlerine her bakıma destek olurken, daha geniş işbirliği ve yardımlaşma kapısını da sonuna kadar açacağına inanıyoruz. Batı dünyasını korkutan en büyük olaysa, Orta Asya halklarının kendi dini köklerine, Müslüman ahlakına, kültürüne ve bilimine dönmesidir. Devamlı tekrar edilen rakkamlar şunlardır: 17 milyonluk Kazakistan’da 2 bin 228; 30 milyonluk Özbekistan’da 2 bin 50, 5 milyonluk Kırgızistan’da 2 bin 200 ve 5 milyonluk Türkmenistan’da da 400 cami olmasıdır. Din dışı okullarda verilen eğitimle din öğreniminin aynı zamanda eşit koşullarda yürütülmesidir. Objektif yasallıkların içinde tekerrür olduğunu kabul etmek zorundayız. Dünya yepyeni ve hepimizi kucaklayan bir kültür ve uygarlık yaratamadığına göre, insanların farklılıklarını kabul edip beraber yaşamalarına yol vermek zorundadır. Bu bakıma, en aciz ve en beceriksiz insan dostu olmayan sözünün anlamı çok derindir.

Zafer Tüm Türk - İslâm Aleminin Olacaktır

Rafet Ulutürk-02.Aralık.2015

Türkiye kamuoyunun, tüm Dünya Türk-İslam aleminin Lideri Cumhurbaşkanımız Sn. Recep Tayyip Erdoğan ve Başbakanımız Sn. Ahmet Davutoğlu tarafından defalarca ifade edilen haklı tutum ve Türkiye’si ekonomik bunalıma


106

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

sürüklemeyi hedefleyen son Putin yaptırımlarına karşı kararlı tutum hepimizin gönlünde tat kurdu ve tüm Türk-İslam aleminden tam destek buldu. Bu kesin kararlı tutum, dünya halklarının devlet sınırı dokunulmazlığını koruma hakkına dayandığı için NATO devletlerince desteklendi. Bu olayın Bulgaristan’daki etkisi son derece güçlü oldu. Kamuoyu Rusofil ve Rusofoblar olmak üzere ikiye bölündü. Bulgaristan Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev başta olmak üzere Atlantikçiler Rus savaş uçaklarının egemen devletlerin hava sahasını istedikleri zaman ihlal etmesini ve son dönemde ülkemize karşı yürütülen siber savaşı yeniden kınadı. Sofya meclisinde bir konuşma yapan HÖH - DPS Genel Başkanı Lütlü Mestan bile Türkiye’den yana tutum aldı. Bir egemen devlet ve NATO müttefiki olan Türkiye’nin hava sahasını koruma hakkını kullandığını, toprak bütünlüğünü savunduğunu ve ihbarlara uymayan SU - 24 uçağını düşürmekte haklı olduğunu belirtti. Moskovacı sosyalist milletvekilleri meclis salonunu terk ederken, aşırı sol, Moskova beslemesi “Ataka” partisi Sofya’nın Türkiye Büyük Elçiliği önünde protesto gösterisi yaptı. Kayıtsız şartsız Rusçu, olayların özüne bakmayan, gözü kapalı hareket eden Bulgar milliyetçisi olduklarını bir daha gösterdiler. Bulgar basını, Türkiye’nin bölge barışı için çok büyük önemi olan bir güçlü devlet olduğuna işaret ederek, boşuna körüklenen Türk düşmanlığının esasız olduğunu kanıtlarken, kışkırtma siyasetine son verilmesinden yana tutum aldı. İşte böyle, 7 Haziran 1 Kasım arası ağır dönemin yarattığı sorunlar azmış gibi, dış düşman PKK’nın belinin kırıldığı ve terörle fışkıran iç düşmanla da başa çıkıldığı bir dönemde, Türkiye Cumhuriyeti yeni hükumetinin daha açıklandığı gün terör tröstleri yeni bir sayfa açmaya fırsat aradı. Bu gelişmenin derin anlamında İran’a ve Tarsus’a konuşlandırılacak SS 300 ve SS 400 radar sistemleriyle PKK kamplarını bombalatan Türk savaş uçaklarını kilitleme planlarının gerçekleştirilmek istendiği gün gibi ortadadır. Dış düşmandan para, silah ve mühimmat alan PKK ve ülke içindeki uzantıları yanlış yolda olduklarını kabul etmedikçe, ellerindeki silahları kullanılmaz hale getirmedikçe ve Türkiye Cumhuriyetini parçalama planlarından vaz geçmedikçe bu kararlı ve amansız ulusal mücadelemiz devam edecektir. Düşmanlarımızın korkusu Büyük Türkiye emelimizin gerçekleşmesidir. Onlar Türkiye güçlendikçe, demokratikleştikçe, halkın yaşatışı iyileştikçe ufalmaya, erimeye ve yok olmaya mahkum olduklarını biliyorlar. Zafer Türkiye’nin, Türk halkının, yani tüm Türk Dünyasının hepimizindir. Şimdiden hepimize hayırlı olsun.


Makale ve Analizler - 2015

107

Suriye, Balonun Patladığı Yerdir.

Dr. Mustafa Kahraman-03.Aralık.2015

Konu: Dünya halkları arasında en onurlu yer Türkiye’nin olacaktır. “Dikkatsiz insan, ormanda yürür de yakılacak odun görmez.” Bu bir Rus atasözüdür. Uçağın düşürülmesinden sonra meydana gelen gergin durum, bana bir de İngiliz atasözü hatırlattı: “Ebedi dostluk ve ebedi düşmanlık da yoktur, ebedi çıkarlar vardır.” Türkiye Rusya ilişkileri Atatürk ile Lenin’ın anti-emperyalist mücadele ortaklığından doğmuştu. Bir asır tırmana tırmana belirli bir doruğa yükselmişti. Atom elektrik santralimizi Ruslara yaptıracak olmamız, 4 milyon Rus vatandaşın Türkiye’de okuması, tatil yapması ve çalışması sıçramalı bir gelişim olmuştu. Rus gazı odun ve tezeği unutturdu. Şimdi durumda birden bire değişme oldu. Söz konusu olan Türkiye Cumhuriyeti sınırlarının tahrik edilmesidir. Rus uçaklarının toprak bütünlüğümüz ve egemenliğimize gölge düşürmek istemesidir. Rüzgâr neden tersten esmeye başladı? Ortada bir yangın var. Büyük devletler rüzgâr döner ve alevler bana gelir diye korkuyor. En fazla korkan da anlaşılan Rusya’dır. Son yıllarda, Ukrayna olaylarından sonra Rusya yalnız kaldı. Suriye diktatörü Başer Esad gibi can çekişen halkına düşmanlara yardıma koşarak, kendini terörizme karşı savaşan dünya güçleri saflarına katmak istiyor. “DAEŞ” terör örgütünü bombalıyorum bahanesiyle Özgür Suriye Ordusunu ve Bağ Bucak Türkmenlerini bombalıyor. Bir de kendini yeni bir uluslararası anti-terör koalisyonu içinde bulmaya can atıyor. Hedefinde olansa, Orta Doğu’da bir “Rus-İsrail”i oluşturmaktır. Bölge’de en iyi istihbaratı olan İngilizler üçüncü Rus askeri üssü kuruculuğunun sürdüğünü duyurdu. Anlaşılan bölgeye çöreklenmek, sınırları yeniden çizmek, Suriyeli’lerin yerlerine ve yurtlarına dönmelerini engellemek ve dünyanın bu bölgesinde söz sahibi olmak istiyorlar. Planlarında olan ve kafalarından geçen budur. Rusya’nın canını yakan ne? Hemen cevaplayalım. Ham ve işlenmiş petrolün fiyatı. Rusya yakın geçmişte Peterburg’ta ilk “Petro Rubla” anlaşması imzaladı. Yani ilk kez petrolünü Runbla üzerinden sattı ama tutmadı. Ham petrolün varil fiyatı biraz daha düşünce (bugün 46 US Dolar) anlaşma bozuldu. Canını sı-


108

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

kan bir başka olay da, Çin parası Yuan’ın Uluslararası Para Fonu tarafından US Dolardan sonra 2. Döviz olarak kabul etmesi oldu. Rubla bu sıralamada yok. En kötüsü ise, DAEŞ’in çıkardığı petrolün hamını 10 US Dolara, işlenmişini de 20 US Dolara satmasıdır. Bu gerçek Putin’in canını en fazla yakıyor, çünkü dünyanın en büyük petrol rezervlerinin bulunduğu, US ordusunun 15 yılda başa çıkamadığı Irak’ta petrol fiyatının dibe inmesi, 2016 Rusya bütçesinin bağlanmasını engeller ve ülkeyi çökertir. Zaten ABD, İngiltere, Almanya, Fransa ambargosuna boyun eğmek zorunda kalan Putin sözde “Suriye’de yangını sürdürmeye geldi.” Bu konuda bizim atasözümüz “Köpeğe gem vurma, kendisini at sanır” demiştir. Putin uçaklarından atılan bombalar DAEŞ kamplarına değil, köy evlerine, çarşı pazara düştüğünden, Suriye bombardımanları sempati değil, genel ve keskin düşmanlık ve tepki uyandırdı. Bağımsız ve egemen, NATO üyesi Türkiye sınırlarını ihlal etmesi de tüm olumsuzluğa püskül oldu. Suriye’de yanan ateşten kıvılcımın Rusya’ya yani çok uzağa sıçraması beklenmese de, herkes yaptığını en iyi kendisi bildiğinden “Moskova’da korku dağları bekliyor.” Olayın ekonomik etkisi ilginçtir. Bundan 20 yıl önce Rusya devlet bütçesini ham petrol varil fiyatı 21 US Dolar üzerinden bağlıyordu. Fiyat tırmandıkça yüzü güldü. 152 US doları bulduğunda en yeni silahlarını denedi. Petrol ihracından elde ettiği paralarla Moskova halkın sosyal ihtiyaçlarını çözmedi, emekli maaşlarını yükseltmedi, evsizlere ev dağıtmadı, silah üretti, deniz altı ve uçak yaptı uzun menzilli silahlarla denemeleri sürdürdü. Petrol fiyatı son dönemde düştükçe de hırçınlaşıp kudurmaya başladı. DAEŞ olayı çıkınca, Güney Kıbrıs’a ve Suriye’ye üslenmiş 4 Rus enerji şirketi harekete geçti. DAEŞ’ten harıl harıl petrol alıyorlar. Dördü de sırtını Putin’e dayamış. Suriye bombalarının neden yanlış hedeflere atıldığı, gökte bulut yokken Bayır Bucak Türkmenlerine ve Petrol taşıyan kamyonlara bomba yağmurunun sebebi de ortadadır. Mesele DAEŞ’i yok etmek değil, Suriye yeraltı zenginliklerine oturmak, bunları tek başına sömürmek, dünya pazarlarındaki petrol fiyatlarını tırmandırmaktır. “Türkiye’ye kaçak petrol borularından yakıt akıyor” yalanları da yayıp, şişirerek balon gibi uçurmaktır. Anlaşılan, Rusya’daki iç sıkıntılar Putin’i buna zorluyor. Ne ki, terbiyesiz bir kişinin sataşmasıyla temiz kişi lekelenmez. Diktatör Beşar Esat’ı silahlandıran, lojistik destek veren, onun adına Suriye köylerini bombalayan Rusya’dır. İçine düştüğü uluslararası tecrittin ve iç bunalımın yükünü başkalarına yükleme çabası içindedir. Ukrayna’da denedi olmadı.


Makale ve Analizler - 2015

109

Şimdi Orta Doğuya atıyor postu. Şu da var, oraya taşıdığı o SS 300 ve SS 400’ler hibe değil ha, hepsi Esat tarafından peşin ödenmiştir. Türkiye’nin hedef alınması ve 100 yıllık dostluğu bir anda bozma kışkırtısı da İsrail ile yakınlaşma yolunu açma aracıdır. Hem Türkiye hem de Arap düşmanı Tel Aviv’le dost olamayacağına göre, “eski dost düşman olmaz” hesaplarıyla Türkiye ile havayı buzlandırdı. Şu da bir gerçektir. Hele şu G-20 görüşmesinde, Antalya’ya gelen Putin Türkiye halkının inkişafını, bölge barışının ana direği olarak biçimlenmesini kıskandı. Onu çileden çıkaran şu da var. Yakın Doğu halkları Türkiye halkına kardeştir. Türkiye Cumhuriyeti dışında başka bir devlet bölge güvenliğine dayanak olamaz. Herkes bilir ki, Rusya’nın bu bölgede işi yoktur. Herkes bilir ki, silahıyla, askeri üsleriyle birlikte, Doğu Almanya’dan, Çekoslovakya’dan ve Macaristan’dan tasını tarağını toplayıp çekildiği zaman Rusya’ya birçok bakıma yardım eden Türkiye olmuştu. Afganıstan ve Doğu Avrupa’dan tasını tarağını toplayan Rusya, zalim Beşar Esat’la birlikte mutlaka Orta Doğu’dan da çekip gidecektir. Onun Orta Doğu’da tutunacağı dal, oturacağı gölge, yiyeceği ekmek yoktur. Ona Orta Doğuya yerleşme hakkı tanıyan bir tek uluslararası geçerli sözleşme gösterilemez. Afganistan Dağlarından ardına baka baka çıktığı gibi Suriye çölünden, Bayır Bucak Dağlarından tasını tarağını toplayıp gitmek zorunda kalacaktır. Şimdiye kadar gittiği nerede kime ne faydası olmuş da Suriye halkına yararı dokunsun. Suriye halkı bugün garip kuş gibidir. Yuvası düşman bombalarla yıkılmıştır. İnancımız, garip kuşun yuvasını Allah yapar, gerçeğinde düğümlenmiştir. Türkün komşuluğu dünyanın hiçbir yerinde yoktur. Rus uçaklarından atılan ölüm bombalarına hedef olan Suriye halkı, Türkiye’ye sığınmaya geldi. “Komşu komşunun külüne muhtaçtır.” Ocağından ve yuvasından kovulan bu mazlum insanların, gelinlerin, anaların çocukların barışa inancı, düşmanın ne pahasına olursa olsun dövülmesine sabah akşam duaları kutsaldır. Bu ağır dönemde Türkiye halkıyla Suriye halkı arasında yıkılması asla mümkün olmayan bir kardeşlik bağı güç almış, pekişmiş, kenetlenmiştir. Sığınmacı kamplarında, İzmir, İstanbul, Bursa okullarında birinci sınıfta giden sığınmacı yavruları “barış” sözünü bizim okullarımızda öğrendiler ve asla unutmayacaklarına kesin inanıyoruz. İnsanoğlu ilk su içtiği çeşmeyi unutmaz. Türkiye milyonlarca Suriyeliye bir umut oldu. Onların memleketlerine dönme umudu ebediyen yaşayacaktır. Putin’in bombaları bu çocukların, annelerinin, ailelerinin yarın umudunu asla öldüremez, çünkü yarın hiçbir silahla öldürülemez. ***


110

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Başbakanımız Sayın Ahmet Davutoğlu yeni hükümetin ilk dış siyaset hamlesinde sığınmacılar sorununa çözüm aradı. Avrupa Birliği’nden bu garibanların çorbasına tuz aldı. Sağlanan 3 milyar Euro, kışı da sıcak ve karınlarının tok olması için, barış ve ev dönüş umudunun yaşatılması için harcanacaktır. Atılan adın son derece büyük bir diplomatik başarıdır. Koskoca eski kıta 1 milyon sığınmacıya barınak göstermekte zorlanırken, yeni Ankara hükümetinin 27 ülke başbakanlarını karşısına alarak kesin çözüp sunup, kesin çözüm alması, tarihte rastlanmamış bir başarıdır. Türkiye’nin insan sevgisiyle dolu ve kalbi barış için atan yüz milyonların gerçek temsilcisi olduğunu dünya gördü. Paris’te devam eden Dünya Çevre Sağlığı buluşmasında ise, Putin’ın sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın karşısına çıkamadı. Hatıra fotoğrafında bile yer almadı. Kimsenin elini sıkmaması dikkati çekti. Herkes bilir ki, dünya çevre sağlığını en fazla kirleten onun uçaklardan ve gemilerden attığı bin bir çeşit bombalardır. Her bomba hayatı öldürmek için atılır. Ve Bombaları sivil halk üzerine atanın adı ve kimliği katildir. *** Çok yakında “Kaçan balık büyüktü” havasına girecekler. Aradıklarını bulamayacaklar. Türk’ün dostluğunu arayacaklar. Ne yazık ki, KGB’ci Putin, içinden pazarlıklı, itten it olduğunu ortaya koydu. Oysa, “komşu iti komşuya ürümez.” Herkes bilir ki, komşu devletler arasında yakın ve kaçınılmaz ilişkiler olmalıdır, vardır. Komşular birbirini incitmemeli, birbirinin hatırını saymalı, birbirine yardım etmelidir. Bu ilkeleri çiğneyen dünya halkları arasında şerefli yer alamaz.

Çözüm, Farklı Yaklaşımda Gizli

BG-SAM-04.Aralık.2015

Konu: Barut Fıçısı Balkanlar. Çocukluğumdan kalmış aklımda, Balkanlar bir barut fıçısıdır. Tarih hocam Petrov, hele Birinci Dünya Savaşı arifesini anlatırken sık kullanırdı bu değimi. Ben o fıçıyı bir türlü hayal edemediğimden evimizin mahzenine iner ve fıçılara bakardım. Büyükçe olanda turşu, ortancasında küspe, küçüğünde ise pastırma


Makale ve Analizler - 2015

111

tuzlanırdı. Üçünün de üstü havalanacak şekilde açık olduğundan patlama ve evimizi havaya uçurma tehlikesi yoktu. Petrov’un anlattığı barut fıçısı bir kıvılcımla patlamaya hazır barutu kuru bir fıçıydı. “Fıçı patladı” sözünü Aralık ayında okulda Bulgar arkadaşlarımdan işitirdim. Bocuk bayramına fıçıda bekletilen şarabın kaynayıp köpürerek tapasını fırlatması ve taşmasıydı anlatılan. Üzücü bir olaydı fıçının patlaması onlar için, çünkü kıvamı kaçmış şarap kış gecesi muhabbetlerinde kadehler kalkıp inerken keyfe kederdi. Bu olay biz Bulgaristanlı, Balkanlı Müslüman gençleri pek etkilemez ve ilgilendirmezdi. Bizim kültürümüzde şarap sofrasında sızmak yoktur Aradan yıllıyyar geçmesine rağmen “barut fıçısı” değimi bu yıl yine pazara sürüldü. İngiliz parlamentosu “Suriye’ye savaş uçakları gönderelim DAEŞ mevzilerini bombalansın” kararını büyük bir çoğunlukla onaylar onaylamaz Başbakan David Cameron Sofya’ya indi. Burası “yine barut fıçısı olmuş” gibi sözler kulağa gelmeye başladı. Cameron aslında bizi görmeye değil, Burgas askeri uçak alanımızı denetlemeye, Türkiye Bulgaristan sınırımıza gerilen tel örgünün güvenirliğini yoklamaya ve politik havayı koklamaya gelmiş. Burgas’a gitme sebebi hemen anlaşıldı. Irak bombalanırken US uçakları Burgas’dan kalkmıştı. Şimdi İngiltere Irak’a bomba sallamaya devam ediyor da, Suriye’ye atılacak bombaların Burgas’dan yüklenmesi uygun olur mu diye bakınıyor. Sığınmacılar evlerini hangi ülkenin uçakları yıkarsa o ülkeye sığınmaya gittiklerinden, tel örgülerimizi de yerinde gördü. Kuşkusuz yeni yoğun bombardımanlarla artacak olan sığınmacı akını beklendiğini iyi bildiğinden, kendi tedbirlerini almakta gecikmedi. Sığınmacılara artık sosyal yardım verilmeyecekmiş. Bize önerisi ise, daha 6 sığınmacı kayıt merkezi açmamız yönünde oldu. Cameron sınırın tel örgüsünden her ay 15 bin Suriyeli geçtiğini biliyordu. Bunların 5 bini sınırda tutuklanırken, 5 bini ülke içinde yakalanıyor, beş bini de Sırbistan üzerinden AB’ye gidiyordu. Sığınmacıları İstanbul’dan Belgrada kadar telefonla yönlendiren bir Bulgar kaçakçı örgütü olduğunu, bu insan kaçıran teşkilatın büyük paralar yığdığını ve politik iktidarı ırgalamaya başladığını da işitmişti. Bu işin içine Bulgar mafyası yalnız değildi, Balkan ve Avrupa Mafyasıyla beraberdi. Yunanistan, Makedonya, Bosna, Slovenya tarlalarının kenarından acele acele yürüyen kafile her yerde “toprak bastı” parası ödüyordu. Sığınmacı yolu ipek yolu gibi uzarken arkasında altın izler bırakıyordu.


112

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu görüş Sofya’da geçen hafta düzenlenen Güvenlik Forumu’nda ifade buldu. Yeni sığınmacı kafilelerinin gidecekleri ülkeye hava yoluyla gönderilmesi istendi. Büyük kararsızlık gösteren Batı Avrupa’nın sığınmacılar sorununa çözüm bulabilme şansını elinden kaçırdığına işaret edildi. Forumda Suriyeli sığınmacı kadınlar da bulundu. Birisi 4 çocuğuyla Bulgaristan’a geldiğini, eşinin Özgür Suriye Ordusu’nda savaştığını, evlerinin ve köylerinin yakıldığını, kız kardeşinin DAEŞ tarafından kaçırıldığını gözyaşlarını silerek anlattı. Anlatırken birden kafasını dikti ve Suriye’de iç savaşı başlatan diktatör Beşar Esat, köylerimize zehirli gaz bombası attı. İşkence gördük. Zulüm etti, derken sesi çok sertleşti. Çocukları ile birlikte sığınmacı olarak yollara düşen kadınların eşleri Özgür Suriye Ordusunda savaşıyor. Bu yurtseverlerin toplam sayısı 100 binden fazladır. Hafta sonu 13 anti-Esat direniş örgütü birleşme ve direnişi kat kat güçlendirme kurultayı çağırmıştır. Rusya’nın havadan bombalayarak ve Kürt asilere silah atarak, Akdeniz Lâskîye limanından Fırat’a kadar uzanan bir “Kürt Bölgesi” oluşturarak ve terör kurtlarını Türkiye’nin ensesinde solumaları için devamlı besleme planı artın gün ışığına çıktı. Türkiye’nin sığınmacıların ve savaş kaçaklarının kalacakları bir güvenlik bölgesi yaratma planını suya düşürmeye çalıştığı da ortaya çıktı. Putin’in Perşembe gün Moskova meclisinde, tüm bakanların ve eyalet başkanlarının önünde, Türkiye’ye gözdağı verme yeltenişinde şu “terör ocağı bir Kürt Bölgesi” oluşturma hesapları artık açıktan açığa politikaya sızdı. Bu planlara göğüs geren ana güç anti-diktatörcü silahlı direniş hareketidir. Rusya’nın PKK ve diğer yan terör örgütlerin yanında yer aldığı pazartesi gün Kürt bölgelerine 5 ton modern silah atmasında kendini bir daha gösterdi. Suriye halkı Rus bombardımanlarının diktatör Esat’ın ömrünü uzatabileceğine, ama onun mutlaka yenileceklerine kesin inanıyorlar. Foruma katılan Yunan temsilciler, yılbaşından beri deniz yoluyla gelen 700 bin sığınmacıdan % 25’inin yani yaklaşık 200 bininin çocuk olduğunu, bunların da sahile ölü çıktığını yürek acısıyla anlattılar. Makedon Yunan sınırında çadırda yaşayan kimsesiz Suriyeli 70 çocuğun UNİSEF himayesinde olduğu duyuruldu. Yunanistan sığınmacılara geçit verirken, kamplarda kalmalarına izin vermiyor, yarım da göstermiyor.. 90’lı yıllarda iç savaşla parçalanan Yugoslavya’da iç savaş sızılarının hala geçmediği bir ortamda, Avrupa’da en hassas bölgesinin yarımada olduğu ve yarımadada tırmanan gerginlik ortamında terörün kıvılcımları sıçraması beklendiğine işaret edildi. Almanya Başbakan’ı Angela Merkel’in olayı şu sözlerle açtı: “Balkanlarda bir iç savaş kızışıyor.” Konuşmacılardan bazıları, Balkan devletlerini kendi arasında bir “Küçük Schengen” kurmaya davet ederken, diğerleri bunun çok farklı etkiler doğurabileceği üzerinde tartıştı.


Makale ve Analizler - 2015

113

Günümüz Balkanlarında, birbiriyle bağdaşmayan bir ortam var. Bir yandan Kosova ve Bosna gibi yeni bağımsız devletler, egemen devlet gibi ayakta durmakta sorunlar yaşıyor. Romanya ile Bulgaristan da bunalım içinde yaşamalarına rağmen bu sorunları aşmıştır. Bosna gibi ülkelerde insanların son savaştan yaraları henüz kapanmamış, yakınları ölmüş ve yaralanmış aileler zorluk çekmeye devam ediyor, kayıplara karışmış veya göç etmek zorunda kalmış aileler, malını mülkünü yitirmişlerin sızıları dinmiyor. Bu aileler sığınmacılara kapı açsa bile, kalabalık sığınmacı kafileleri kabul edip onlara gerektiği gibi bakabilecek durumda değildir. Makedonya’da yapılan bir araştırmanın sonuçlarından, Suriyeli sığınmacılardan % 65’i hayatları için dolaysız tehlikeden kaçtıklarını paylaşırken, asla geri dönmek istemediklerini kaydettirmiştir. Bulgaristan sığınmacı kamp ve yurtlarında kalanlardan % 67’si Almanya ve İsveç’te yaşayan yakınlarının yanına gitmek istiyor. Kamplarda kalan sığınmacılardan yaklaşan kışta ancak % 10 sosyal yardımla yetinmeye razı olduğunu beyan ederken, diğerleri çalışmak, ev bark sahibi olmak, çocuklarını okutmak ve meslek sahibi yapmak istediklerini gizlemiyor. Sosyal ve kültürel yaşama katılma olanakları arıyor. Sofya Güvenlik Forumu, sığınmacılar konusunda olduğu gibi, Balkan ülkelerinin diğer sorunlarıyla ilgili de farklı yaklaşım ve somut ve amaca yönelik bir siyaset yürütülmesinde ortak noktaya vardı. Örneğin sosyal ve ekonomik sorunları çok ağır olan Makedonya’nın sığınmacı almasında direnmek bugün anlamsızdır. Slovenya bu konuda Macaristan, Çek, Slovakya ve Polonya birlik olmuş ve sınırlarına tel örgü çekti. NATO üyeliğine davet edilen Karadağ, sığınmacı kabul etme tekliflerine henüz cevap vermedi. Mali sorunları derin olan Arnavutluk da olaya soğuk bakıyor. Balkan ülkeleri arasında gelir düzeyi en yüksek olan Yunanistan ise, Atina yakınına 50 bin kişilik bir sığınmacı kenti kurulmasını kabul etmedi. AB üyeliğinde fasılların sonuncusunun da açılmasını bekleye Sırbistan konuya şimdilik sert tepkili değildir. Ne ki, olanaklarının sınırlı olduğunu defalarca belirtiyor. Bulgar milliyetçileri ve Moskova’nın Suriye saldırısıyla burunları kızaran Rusofiller, iki sığınmacıdan birinde terörist gördüklerini gizlemeyip İslam ve Müslüman düşmanlığını harman edip savuruyor ve Putin’in Türkiye’ye karşı düşmanca demeçlerinden ilham alarak yeni saldırı cepheleri açıyor ve düşmanlık ocağı etrafında ısınırken kuduruyorlar. Bu arada Cameron’un Sofya ziyareti esnasında Başbakan Boyko Borisov’la görüşmesinde, “AB içinde Türkiye’yi sizden iyi tanıyan yok Moskova ile gerginliğin aşılmasına arazı olun” dediği de basına sızdı. Güvenlik Forumu Başkanı Yordan Bojilov ise kapanış konuşmasında, sığınmacı sorunları zaten kutuplaşmış olan toplumumuzu daha da böldü. Savaş


114

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ateşinden düşmanlık doğar, barış ve güvenliği, hoşgörü (tolerans) ve iyi komşuluğu, dostlukları yeniden yaşayabilmek için diktatörlüklerin yıkılması, yeni hayatın medeniyetlerin herkese yayarlı olan en iyi erdemleriyle kurulması gerektiğini vurguladı. Yalnız Avrupa’nın değil Türkiye’nin de, Balkan devletlerini ve halklarını bir bütün, bir tek olgu olarak gören, geleneksel yaklaşımından vazgeçip, farklı ülkelere farklı yaklaşım uygulanması çoktan kapı çaldı. Balkanlara Osmanlı bakışıyla bakmak artık çok zarar veriyor. “Biz sizi bir birinizden hiç ayırmadık” sözlerinin artık anlamı kalmadı. Burada 14 devlet ve 10’dan fazla dil, faklı dinler söz konusudur. Bu devletlerden sorunları çok farklıdır. Makedonya anayasası ile Bulgar anayasası karşılaştırıldığında insan hakları konusunda değil benzer, değil yakın, değil birbirini tamamlayan maddeler, birbirine zıt durumlarla karşılaşırız. Bulgarlar, Sırbistan’da yaşayan Bulgarların etnik ve kültürel haklarının tanımadığına soğuk bakıyor fakat Bulgaristan’da etnik sorunların çözüm açısı gözden geçirmeye yanaşmıyor. Binlerce camide kurumlaşmış olan İslam, bu yarımadada birçok etnik ve ulusal dille buluşmuş, sevilmiş ve kaynaşmışken, bazı ülkelerde ciddi sorunlar yaşıyor. Bulgaristan’da 1360 cami ve mescit, 4 İslam lisesi ve bir de İslam Enstitüsü varken, Slovenya’da bir tek cami ve musalla taşı yok. Arnavutluğun devlet dini ise İslam’dır. Bosna’da İslam kültürü Slavlıkla kaynaşmışken, Bulgaristan’da İslam’la ilgili olan her şeye ters bakış hala aşılamadı. Ne var ki, inancı güçlü olanlar İslam Kültür ve Bilim Merkezi’nin Sofya’da olması gerektiğinde birleşen fikirler güç toplamaya devam ediyor. Türklük ve İslam medeniyet sütunlarını dikenler açısından Balkan Yarımadası İslam uygarlığının yayılmasında ve zenginleştirilmesinde, Avrupa Katolik ve Balkan Doğu Ortodoks dinleri ve kültürlerine köprü atıp uyumluk sağlamada büyük adımlar atmış, çağ açmıştır. Olaya eski dinler ve farklılık merkezleri açısından baktığımızda Bogomilciliğin de, Bulgaristan ve Bosna Hersek ile Hırvatistan’da derin izler bıraktığını görürken, diğer Balkan ülke ve halklarını saflarına çekememiştir. Balkanlarda her azınlığın politik partisi yoktur. Bulgaristan’da Türklerin ve Pomakların politik iradesini savunmak için kurulan Hak ve Özgürlükler Hareketi, 26 yıl geçmesine karşın, siyasi suda yüzmeyi öğrenemedi, tefecilik, dolandırıcılık, para aklama, rüşvet alma gibi yasa dışı suçlardan fire vermeye devam ediyor. Müslüman kültürden uzak kalarak etnik toplulukları idare edebileceğine inanıyor. “Bulgar Etnik Modeli” ile azınlıklardan uzaklaştı. İktidarlara koltuk değneği rolü görüyor. Balkanlar işte böyle bizim fıçılar gibi irili ufaklı devletlerdir. Kimisinin problemi içinde turşu olması, diğerinin tuzlu etleri koruması, bazılarının da kaynayan ve tapasını fırlatan şarapla ter su içinde kalmasıdır. Belki de bu yüzden, yani birbi-


Makale ve Analizler - 2015

115

rimizden çok farklı olduğumuzdan bize “barut fıçısı” demişler. Dedikleri zaman Bulgaristan da “Orient” idi. Ve “Orient” dendiğinde bütün Yarımada anlaşılıyordu. Sonra Rumeli, Balkanlar ve Şimdi Güney Doğu Avrupa olduk. Bu değimin içine birçok bağımsız, kültürü, dini, dili ve sorunları farklı, kimileri NATO ve AB üyesi, diğerleri aday üye, kimileri sığınmacı kabul eden, kimileri “toprak bastı” parası toplayan ve daha pek çok sorunları olan ülkeler girdi. Bunların arasında Bulgaristan var ya, onun problemleri ise diğer komşularına kıyasla çok daha derin, daha özgün ve yalnız somut ve farklı yaklaşımla çözülebilir nitelikleri olan sorunlardır. Başkan sözü bilimdir. Toprağımızın dağlarındaki balın kan yaptığını anlatır. Okuyanların hepsine bal kan olsun.

Unutamayız!

İbrahim Soytürk-04.Aralık.2015

Konu: Memleketimin güzellikleri hiçbir yerde yoktur. Biz kendi memleketimizden geldik. Ata, dede toprağımızın güzelliklerini unutamayız ve unutamıyoruz. Eğrilmiş yosunlu kabir taşları, bin yıl yenilene yenilene son halini alan evlerin kapısı açık, lambası yanık kaldı. Köprülerimizi akan sularla, rüzgârları diktiğimiz ormanlarla ve yol gözleyen dağ tepelerini öylece bıraktık da geldik. Aman canım, şu dünyada güzel olmayan yer mi var, nedir bu bitmeyen sıla hasreti, çok özledinse git gör, deyenler oldu, oluyor. Onlara hiç aldırmadık, söylenene kulak vermedik, çünkü bizimki içimizi yakan bir acıdır ve bu sızıyı çekmemiş olanlar memleket özlemini anlayıp anlatamaz, anlatsa da anlaşılmaz. Biz hepimiz vatan toprağına şifası olmayan bir sevgiyle, üzerinde düğüm olmayan, incelip kopacak bir yeri bulunmayan bambaşka bir tutkuyla sevdalanmışız sanki. O toprakta doğduk, çocukluk oyunlarımızı orda oynadık, beliğim ilk kez orada çekildi, orada boy attık, büyüdük. Bugünün gençlerine abayı yakmıştık biz o doğaya, sımsıkı bağlanmıştık diye anlattığımızda, onlara abartılı görünebilir. Onlar yeraltı treninden otobüse, dolmuştan tramvaya yetişmeye çalışırken, canlı doğayla iç içe oluşu bizim gibi yaşayamadı. Asfalt yeraltı ve yer üstü yaşamın nefes alıp vermesine en büyük engel oldu. Bizim memleket hikâyelerimizse o


116

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

denli heyecanlıydı ki, sevdalanmışlığımızı yansıtıyordu sanki. Öyle olmasa “çileli asır” dediğimiz 20. yüzyılda bu kadar çileye nasıl dayanılırdı? Gençliğini Bulgaristan’da bırakıp öç etmek zorunda kalmış olanlar, saçlarına ak düşmüş nine ve dedelerin dertleşirken söz kesip “Ah, imkân olsa da mezarım orada olsa!” demesi yok mu. İnsan mezarının en çok sevdiği ve yakınlarının olduğu yerde olmasını arzu eder. Bu özlem ben, her zaman çok derin etkilemiş, sönmeyen bu sevdayı daha yakından anlamaya zorlamıştır. Bu gizem, başka hiçbir yerde rastlamadığım, içime doldukça dolan, eşsiz bir ferahlıkla gönül coşturan, baharda ıhlamur, akasya, çimen ve karanfil kokan ancak memleketimizin havasında yaşıyor. Olabilir ya, açıklanamayan bu sırı bulutların kovalamaca oynadığı tepelerin ardından bin bir renkle ve yakan şualarla yükselen güneşte aramamız iyi olur. Şairlerimizin anavatanda yazdığı dörtlüklere baktım, hep derelerin şırıldayışını, dağ çiçeklerinin pastel renklerini, baharda çiğdem sümbül, sonra ığıdır kokusunu, papatyadan derilmiş çelenkleri, taze biçilmiş çayır, yonca kokusunu yankılarken, hiçbir şeyi unutamadıklarını ele veriyorlar. Çayır çimenden başka bir şey demediniz diyenler, bu bakıma haklı değildir. Yaşlı ninelerin diz dize verip hatıralara dalmış sohbetlerinde hem tütün, hem buğday, hem de dünyanın başka bir yerinde olmayan gül bahçelerimizin kokusu var. Bizde kirazın kaç çeşidi vardır bilir misiniz? Ayşe kadın kirazını tadanlar diğerlerini tatmak istemez de, ne renkleri, ne iriliği ne de ismi kalır akıllarında. Kiraz suyunu 8 metre derinden taşır, uç dallara çıkarınca terini atar ve saf ve bayıltan bir lezzet oluşur. Memleket toprağına ilk gülfidanlarını atalarımız Kafkaslardan ve Isparta’dan götürmüş oralara. Gül yağı damıtma, bayramdan bayrama camileri gül suyuyla yıkama geleneği bizimdir. “Allahın evi gül kokar” öz kültürümüzde dile gelmiştir. Lavanta çiçeklendiğinde bahçelerin mavi denizini görmüş müsün? Yer ve göğün aynı kokuya bayıldığı günlerde bir gör sen o sevdalı gençleri. Kızlara çiçek demedi sunmaya gerek yok, zaten her yer çiçek. Burada Kırmızı Gül adlı kız yoktur, gülse ya Ak Gül ya da Sarı Güldür. Memleketimde gökyüzünde mavilik, suyun tadı, doğa ile kaynaşmışlık bir başkadır. Zaman gelir sabah horoz konseri, köpek korosu birbirine karışır. Kendini beğenmiş ördeklerin deredeki göle hanım hanım yönelişini bir görseniz. Kazların köy bekçisidir. Karşı tepenin üzerinde kara bulutlar yuvarlanmaya başladığında kırlangıçlar havalanır. Yağmur oyunu başlar, Kaçın ıslanmayın çığlıkları atan bizim kırlangıçları nasıl unutabilirim!


Makale ve Analizler - 2015

117

Yazdıklarım size biraz fazla özlemli ve romantik gelebilir. Eşekdikenlerini, atların kişneyişini ve köy basan aç kurtları unutmuşsun ithamında bulunup alay edenlere, deyeceğim yok. Köylülerin, gölge uzunluğuna bakıp satın kaç olduğu söyleyebildiği kaç ülke var? Bizim oralarda adını koyamadığım özgün bir farklılık, özel bir doyuruculuk var. Memleketimin dünyanın başka bir yerine benzemediğini ve belki de bu yüzden devamlı burnumda koktuğunu çok farklı sözlerle anlatmakta zorlanıyorum. Ama biliyorum, bizim oralarda şimdi yeni bir kavga başlamıştır. Yağmurla karın sürekli didişmesi: ben yağacağım, yağsan da seni 2 günde kaldırırım, balçık ve su edip derelere doldururum, çığlığını atan yağmura, evimizin kar tanecikleriyle gelip gelip evimizin kuzey penceresine vuran kuzey rüzgârının uluyan sesini hatırlıyorum. Hiçbir orkestra hiçbir salonda bu sesi çıkaramadı. Bizim rüzgâr gibi esip uluyamadı. Bu doğa orkestrasının akordunda dükkânda adı “çudo” (harika) olan içi yandıkça dışı kızaran ama saçsı asla erimeyen sobamızdan çıkan o ahenkli ses veriyordu. Esen kuzey rüzgârlarının bu denli acele etmesinin nedeni ise bacadan çıkan buluta sarılmak içindi, sarmaş dolaş olurlar, kâh damdan düşer ama paçayı kurtarır, kâh dirilip ip gibi göğe uzanırlardı. Şu içinde bulunduğumuz değişken sıcaklı aralık ayı kardelenleri ve kaysıları aldatıp goncaya çağırır. Marta kadar devam edecek yeneni yenileni olmayan bir boğuşmadır başlatır. Bizim oralarda toprak hava ve suda olmayan bir şey toplumda yoktur. Aslan, fiil, timsah, boğa yılanı bulunmaz, ormanların kralı kurtlardır. Kurt öldüren avcının övgüsü bitmez. Av ve sofra başı onlardır. Kurtlarımız gri taşlı bayırlarımızın efendisi olduklarından tüyde gridir. Bizim kurtların başı önde, kuyruğu bacak arasında, sağ sola bakarken boyun çevirmezler. Eş arama dönemi dışında sessizlik ve kuytu severler. Fazla uluyan güzel eşi arayandır. Bizim avcılar yek kurda çifte sıkmaz, masallarımızda da öldürülen kurt en az ayı kadar büyük ve sırtlan sürüsü gibi kalabalıktır. Kurt vuran avcı, baş benim havasına girer ve başı olmayan bu laflamanın sonu gelmez. Bizde birbiriyle yakın dost olmayanlara birlikte yani aynı avcı grubunda avlanama izini verilmez. Tek başına ava çıkana Bulgarlar “bayır budala” der. Avcı gruplarının birbirini yakın tanıyan ve aralarında husumet olmayan kişilerden oluştuğunu abamdan dinlemiştim. Geçen hafta Sofya’da çıkan “Retro” gazetesinde okudum. HÖH - DPS partisi Genel Başkanı Lütfü Mestan avcı kılığında resme çıkmış. Bakışı puslu havada sinsi kurt bakışı! Eşi Şirin’in köy sırtlarında avlanmış. Resimde eski gizli polis başmüfettişleri, daire başkanları ve hatta “DS” başkanlarından N. Gyavurov yan yana durmuşlar. Elleri silahlı, Doğu Rodop dağlarının mavi gözü “Soğuk Pınar” göledine duvar olan yalçın sırtlarının tam tepesinde önlerine öldürdükleri 8 - 10 kurt sermişler. Önce memleketi kurtlar işgal etmiş


118

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

dedim, kendi kendime. Resimdekiler gururlu ve memnun. Duruşları çok havalı: “Biz kurt da öldürebiliyoruz” demek için hindi gibi şişmişler. Bulgar mitolojisinde kurt liderdir. Sürüyü götüren odur. Bu anlamın aynasında, Ahmet Doğan Türklere hep bir “kurt” olarak tanıtılmıştı. Resimde biz bir sürü kurtla bile baş edebiliriz demek istendiği belli oluyor. “Retro” bu resmi özel olarak satın almış olmalı! Bir hafta önce, “Galerya” gazetesi Lütfü Mestan’ın yerini M. Karadayı’ya bırakmaya zorlanacağını yazmıştı. Sebebi de Mestan’ın “sürüyü” iyi yönetemediği, 1 Kasım 2015 yerel seçim yenilgisiydi. Yere serilmiş ölü kurtların toplu halinde acınası bir ortak çizgi vardı. Topluma mesajda bizim kurtluğumuzu tanımayanın kaderi budur okunuyordu. Vesselam yeni bir kurt kovalaması başlıyor. Pınarları hala berrak akan, halkının gönlü değişim bekleyen, güneş herkese aynı aydınlığı gönderse de her yer sis ve gölge olduğundan ayakta olanlar kurtlar gibi kuytu arayan güzelliği emsalsiz memleketimi bu haliyle de çok özledim. Bizi 500 bin birden kovdular dağların taşların haberi olmadı. Şimdi 8 - 10 kurt birden öldürülmesine izin verildiğine göre, işler düzelecek ve memleketimde doğruluk, dürüstlük, hoşgörü ve iyi komşuluk baharı yeniden yeşerecek inancı doğuyor demektir. Bugüne kadar kaç kurt öldürüldüğü bilinmiyordu. Horozlar telaşlı yeni ufku müjdelemeye sabırsızlanıyor. Köpeklerin boynunu tasmalar sıkmış, özgürce havlamak için zinciri zorluyorlar. Kurt kovalamak için can atıyorlar. Gül goncalarının en güzel renkler en güzel kokularla baharı bekliyor. Kırlangıçlar kar müjdesi veremediklerinden, işi serçeleri bırakmış ve güneye uçmuşlar. Şu günler havası gelin atı gibi, bir ileri iki geri tepiniyor. Bağ bahçe yeşil örtüsünü sermiş sevgilisi karı bekliyor. Bu güzelliklerin hepsi bizim, hiçbir şeyi unutmayın lütfen.

Bulgaristan’da Türklerin Durumu

Menderes Kungün-09.Aralık.2015

Halihazırda Bulgaristan’ın Türk-Müslüman topluluğu yaklaşık 1 milyon 200 bin kişiliktir. İktidardaki Bulgar hükumetlerinin izledikleri baskı ve asimilasyon politikası sonucunda 1989 yılına kadar yaklaşık 784 bin kişi ülkeden göç ettirildi, daha 410


Makale ve Analizler - 2015

119

bin kişi demokratik geçiş döneminde de ülkeyi terk etti. Azınlığımız, 1878 tarihi Berlin Antlaşması, 1909 tarihli İstanbul Antlaşması, 1925 tarihli Ankara Antlaşması gibi bir sıra uluslararası sözleşmelerde tesis edilen ulusal azınlık olarak tespit edilmiştir. Ancak insan hakları ve azınlıklar haklarına adanmış bütün uluslararası belgelerde söz konusu azınlıkların gerçekten var olması ve ulusal mevzuat hükümlerinde tanınmış olması gibi bir şart vardır. Bulgaristan’da hukuki açıdan Türk-Müslüman azınlığı yoktur, ne Anayasada, ne de diğer kanunlarda böyle bir azınlık tanınmış değildir. Gerçekten biz bugün bu Avrupa ülkesinin hudutları içinde oturuyoruz, çalışıyoruz, var oluyoruz, ancak kendi bilincimizi yansıtacak bir hukuki tanımlama hiçbir yerde yoktur. Lukanov’un 1991 tarihli yeni Anayasasında Bulgaristan Türklerinin ulusal azınlık statüsünü ortadan kaldırarak devletin tek ulusçuluğunu kabul ettirildi. Bugünkü Bulgar Anayasası, ulusal azınlıkların var olmasını düzenleyen eski sosyalist anayasasından farklı olarak bizi Bulgar olarak tanımlıyor. Asimilasyona dayalı bu hüküm 1999 yılında imzaladığımız Ulusal Azınlıkların Korunması için Çerçeve Sözleşmesi hükümlerine aykırıdır. Bu sözleşmede Bulgar ulusal mevzuatı ile uygulanacak ana ilkeleri belirtilmiştir. Sözleşmede ulusal azınlık mensuplarına kendilerine özgü kültür özelliklerinin geliştirilmesine ve din, dil, gelenek ve kültür olmak üzere ulusal kimliğinin muhafaza edilmesine uygun ortam sağlanması öngörülmüştür. Devlet, Türk ulusal kimliğinin korunması ve geliştirilmesini garantileyen Avrupa Sözleşmesini uygulamayı ve hükümlerine uyulmasını Avrupa bürokratları önünde raporlamayı reddediyor. Eski komünist rejimi tarafından kurulan ve bu rejimin politik uydu partilerince gerçekleştirilen sözüm ona “Bulgar etnik modeli” de Avrupa Sözleşmesine karşı çıkıyor. Bu model ülkedeki etnik gerginliğin artmasına, etnik gruplar arasında korku ve nefret uyandırılmasına, azınlığımızın ayırımına ve yıkılışına yol açtı. Bulgaristan Türkleri ve Müslümanlarının bugünkü durumu sosyalist dönemindekine kıyasla daha kötüdür. Bulgaristan Türklerinin yurt dışına kavuşturuldukları 1990 yılından sonra devlet mülkiyetinin özel mülkiyete dönüştürülmesi ve piyasa ekonomisinin uygulanmasını da kapsayan birçok köklü ekonomik reform yapıldı. Ana ekonomik sektörlerden 3 bini aşkın devlet işletmesinin özelleştirilmesi Bulgar ekonomisinin çehresini ve toplum içindeki ilişkileri değiştirdi. Eski komünist üst düzey yetkilileri, gerçek mali karşılığı olmayan senetler aracılığı ile işletmeler sahibi haline gelerek ekonomiyi fethetti. Bugün devleti ekonomik aletler ile idare eden kapitalistler kısa bir süre içinde dünyaya geldi. Bunun yanı sıra menşeyi bilinmeyen yabancı sermaye de ülkemize girmeye başlayarak


120

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

yerli firmaların iflasına sebep oldu. Yerli piyasa yabancı mallar ile dolduruldu, düşük kaliteli Bulgar ürünlerinin Avrupa piyasalarına erişimi ise kesildi. Bu karmaşık ortamda korumasız Bulgaristan Türklerinin kimileri varlığını sürdürebilmek üzere ahırda ve tarlalarda kaldı, diğerleri ise yurt dışına gurbete çıktılar. Bu ekonomik gelişme politik değişmelere de yol açtı. Ayrı ayrı ekonomik oligarşi çevreleri için lobi kurarak farklı program ve ideolojilere bağlı 300’den fazla parti kuruldu. Bizim için de “devlet güvenlik güçlerince” bizleri eskide isimlerimiz zorla değiştirmiş bulunanların yararına yöneterek yakından izlemek üzere bir politik parti kuruldu. Sonuç olarak devlet yönetimi zayıfladı, yolsuzluk üstün geldi, bürokrasi genişletildi, yatırımcılar yeni yeni riskler ile karşı karşıya geldi, suç olayları kat kat arttı ve dolayısıyla Avrupa fonlarının kesilmesine sebebiyet verildi. Çok partili ve sorumsuz sosyalist yönetiminin Bulgaristan’ın Avrupa Birliğine üyeliğinin ileri sürdüğü meydan okumaların üstesinden gelmek üzere yetkili olmadığı anlaşıldı. Sözde Bulgaristan Türklerinin partisi sayılan Hak ve Özgürlükler Hareketinin, eski komünist rejimi ile sıkı sıkıya bağlı olup oligarşi çevrelerini temsil eden liderlik tipi bir Bulgar partisi olduğu görüldü. Rus gizli servislerinin baskı aparatı tarafından kurulan bu parti, bugünkü sosyalistlerin koalisyon partneri olup Türk azınlığının menfaatini korumaz. Türklerin ağır sosyal durumundan ilgilenmez. Gerçekten bu parti, Bulgaristan Türklerinin güçlükler ve sıkıntılar ile dolu yaşamının iyileştirilmesi ve de bunların azınlık statüsünün tanınması için hiçbir şey yapmış değildir. Eski komünistler ve ajanlardan oluşmuş küçük bir grup kendi firmalar çemberi kurup zavallı Türk proleterleri hesabına daha da zenginleşiyor. Politik partiler Türk-Müslüman azınlığının statüsü ve hakları sorununa çözüm getirilmemesi için çama harcıyor. Ülkede, Bulgaristan Türkleri azınlığı mensuplarının politik, kültürel, sosyal ve ekonomik haklarının gerçekleşmesi için uygun ortam yoktur. Avrupa Birliği üyesi olan Bulgaristan’da anayasa hükümlerine göre ulusal azınlıkların mevcut olmadığından dolayı böyle azınlıkların var olmadığı zannedildiği için azınlıklara yönelik uluslararası sözleşmeler ile Avrupa Yönetmeliklerine devletçe uyulmamasına gerekçe sağlanır. Bir örnek verelim. Ülkemiz, Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslar arası Sözleşmesinin “her halkın kendi kendini tayin hakkına sahip olduğu, kendi sosyal ve kültürel gelişmesini serbestçe gerçekleştirebildiği” belirtilen 1. Maddesine uymaz. Devletlerin mevcut


Makale ve Analizler - 2015

121

azınlıkları ve bunların ulusal kültürünü korumasını gerektiren BMT’nın 1992 tarihli Azınlık Haklarına ilişkin Beyannamesine aykırı olarak Türk etnik grubuna karşı propaganda devam ediliyor. Bulgaristan, yasa gereğince kesinleşmiş Ulusal azınlıklar Çerçeve Sözleşmesine uymamaktadır çünkü benzeri azınlıklar yokmuş, sözleşme ise Avrupa’nın aldatılması amacı ile formal olarak kabul edilmiş. Türkçenin ülke topraklarından kaldırılması amacı ile Avrupa Sözleşmesinin karma bölgedeki Türkçe sorunu düzenleyen 12 no’lu Protokolünün kabulü bugüne bugün de reddediliyor. Okullarda Türkçe, mecburi bir ders olarak değil de serbest seçmeli ders olarak kabul edildi. Böylece çocuklarımızın ana dilini okumamaları garantilendi. Yukarıdaki olumsuz görüşler esasında ve Bulgaristan Türklerinin mutsuz durumu gerekçesiyle kapsamlı imza toplama etkinliğine başlayarak Bulgaristan devletine 10 puanlık talep listesini sunduk. Bu belgede Bulgaristan’da Türk ulusal azınlığının tanınmasını istedik. Ayrıca serbest ulusal tayin hakkını istedik. Anayasada yer alan etnik açıdan parti kurma yasağının kaldırılması, Türkçenin mecburi olarak okutulması ve karma bölgelerinde ikinci resmi dil olarak tanınması, devletin Müslüman dinine karışmaması, Bulgar etnik modelinin kaldırılması, Türk okulları, okuma evleri ve üniversitesinin açılması taleplerimizin bir kısmını oluşturdu. Uluslar arası hukuka uygun olan taleplerimizin gerçekleştirilmesi Bulgaristan’ın Avrupa Birliği ile başarılı bütünleşmesi amacı ile Bulgar devletinin önceliklerinden biri haline getirilmelidir. Serbest birleşme ve ulusal Türk azınlığına mensubiyet haklarımızın ihlali nedeniyle Strasburg Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde dava açtık. Sivil toplumun bu ilk demokratik etkinlikleri parti aleyhindeki itiraz niteliğini kazandı. Bunlar, partiler statükosuna ve Türklere karşı devam eden asimilasyon politikasına karşı koymamızı ifade eden bu etkinlikler Türk azınlığının siyaset seçkinlerine karşı tutumunu açıkça gösterdi. Bulgaristan’ın AB’ne bütünleşmesinden sonra Bulgaristan Türklerinin yaşam standardının yükseltilmesi, ülkedeki etnik barışın korunması ve Tük ulusal kimliğinin muhafaza edilmesi olmak üzere üç ana amacı vardır. Bu sorunların çözüme bağlanması ekonomik amaçlı göç olaylarının sınırlanmasına, özel ekonomi ve serbest özel girişimlerinin geliştirilmesine katkıda bulunacaktır. Türk dili ve kültürünün muhafaza edilmesi, Türk okulları, liseleri ve üniversitesinin açılması olağanüstü önemli sorunlardır.


122

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Türkçe yayınlanan radyo ve televizyonun kurulması, okuma evleri, kültür merkezleri ve basın yayınları, kütüphaneler ve Türk kültürel ve tarihsel kalıtını sergileyen müzelerin açılması Bulgaristan’daki Türk azınlığının sağlamlaştırılmasına katkıda bulunacaktır. Türkiye Cumhuriyeti bu amaçların gerçekleştirilmesine yardımda bulunmalıdır. Bu amaçla Kamu sektörü ve Türk politik seçkinlerinin tümü ile karşılıklı etkileşim programı ve açık doktrin hazırlanmalıdır. Bu, devletin ve bütün partilerin önceliklerinden birine dönüştürülmelidir. Ulusal açıdan sorumlu bir politikanın uygulanması için ara buluculuk gerekli değildir. Bulgaristan Türkleri arasında üstün geldiğini iddia eden bir partinin tercih edilmesi başarısız, zararlı bile çıktı. Bulgaristan’daki Türk-Müslüman topluluğunun geleceğinin, Avrupa Birliği çerçevesindeki var olmamızı garantileyebilecek tek etken olan Ana vatan Türkiye’nin katılımı olmaksızın mümkün olmayacağı görüşü tespit edilmiştir. Bulgaristan’ın AB’ne katılmasından sonra karşı karşıya geldiğimiz riskler çoğaldı. İçinde yaşamak mecburiyetinde bulunduğumuz ortamda normal yaşam koşulları ve sosyal-politik şartlarının garantilenmesi için zayıflayan azınlığımıza karşı benzeri yükümlülük üstlenmelidir. Türklerin Bulgar etnik modelinden serbest bırakılması yalnız Türkiye Cumhuriyetinde etkin faaliyet yürüten hükumet dışı örgütlerin yardımı ile başarı sağlanabilinir. Bulgaristan’daki Türk ulusal azınlığının korunması Balkanların istikrarı, refahı, demokratik güvenliği ve barışı için olağanüstü önemlidir.

Seçime Doğru

BG-SAM-10.Aralık.2015

Çığ başladı, Bulgaristan hükumeti sökülüyor. Bulgaristan hükumetinde Başbakan Yardımcısı ve Adalet Bakanı Hristo İvanov ve üç yardımcısı istifa etti. Bu, Başbakan Boyko Borisov kabinesinden ikinci istifadır. Daha önce İç İşleri Bakanı Veselin Vuçkov ayrılmıştı. Savunma


Makale ve Analizler - 2015

123

Bakanı Nikolay Nençev ile Eğıtım Bakanı Todor Tanev’in de hükumetten dilekçesi bekleniyor. Başbakan Boyko Borisov istifaları hemen onayladı. Meclis görüşmesi Ocak ayında yapılacak. O zaman kadarsa milletvekilleri tatile çıkıyor. Yeni seçim kararının Mart 2016’ya kadar alınması bekleniyor. İkinci Boyko Borisov hükumeti sökülmeye başladı, yıkılıyor. 2013’ün Şubatında elektrik faturalarından devrilen Birinci GERB hükumeti ile şimdiki durum arasında fark var. Başbakan artık olaya futbol karşılaşması gibi bakıyor. Kendisi kenarda peykeye oturmuş, sahada sakatlanan ve oyundan çıkmak isteyen oyuncuları değiştirerek durumu idare etmeyi düşünüyor. Onu böyle düşünmeye sevk edense, 24 milletvekilli Reformcu Blok partisi hükümetten çekilse de, yedekte 36 milletvekili “koltuk değneği” HÖH partisi var. Yeni hükmet bunalımının ana nedeni. Meclis, “anayasa değişikliği” adı altında, mahkemelerin ve savcılığın bileşim ve çalışma usulüne ilişkin değişiklik öngören bazı maddeler görüştü. Olayın özünde olan, 1992 anayasasında, yasama, yönetim ve yargı sistemini birbirinden ayrılırken, yargı sisteminde yargıç ile savcıların aynı bütün içinde kalmasıdır. Olay Yüksek Mahkemede (Yüksek Yargı Konseyi) - /BCC/ kilitlenmişti. Amaç, Yüksek Mahkemede - en yüksek yargı organında, üye sayısı değiştirilerek Başsavcılığın ve Başsavcının hakim durumda olmasına son vermekti. Yargıç ve savcı kotası arasında eşitlik sağlamaktı. Fakat bu olmadı. Milletvekilleri, komünizm zamanından kalan savcılığın hakim durumunu koruyan eski duruma oy verdiler. Bakan Hr. İvanov, Adalet sisteminde reform yapılmasına çok çaba harcadığını, fakat sistemde adalet sağlanması için yapılanların gerekli olmadığını, yolların tıkandığını, gerekçe göstererek, görevine devam edemeyeceğini açıkladı. Bakan, bu meclisle herhangi bir reform yapılmasının imkân dışı olduğunu belirtti. Hükümette ve mecliste yeni bir durum meydana geldi. Bakan İvanov kimdir. Hristo İvanov, bir yıl boyunca devam eden 2013 sivil toplum hareketlerini örgütleyen ve yöneten genç hukukçulardan birisidir. Hukuk eğitimini Birleşik Amerika’da tamamlamıştır. 2014 erken genel seçimlerini düzenleyen Prof. Bliznaşki hükümetinde Adalet Bakanıydı. Borisov kabinesinde görevine devam etti. İvanov herhangi bir siyasi parti üyesi değildir. Adalet Bakanı görevine Reformcu Blok kotasından atanmıştı. Mecliste yapılan oylamadan sonra Bakan İvanov “Bulgaristan’da savcılık idaresi kuruldu, ben istifa ediyorum” dedi. Aynı gerekçeyle, bakanın istifasını, Reformcu Blok içindeki ana figürler Radan Kınev izlediler. Karacov meclis ulaştırma komisyonu başkanlığından ayrıldı. Kı-


124

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

nev, 5 partiden oluşan ve 24 milletvekili olan blok içinde ana parti olan Güçlü Bulgaristan partisinin başkanıdır. Adalet ve Özgürlük Partisi lideri Korman İsmailov’un da hükümet bloğundan ayrılması ve mecliste muhalefet saflarına geçmesi bekleniyor. İvanov’un başlattığı Adalet reformunu destekleyen sivil toplum örgütleri Meclisi kuşattı. Gece boyu nöbet tuttular. Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev, İvanov’un istifa etmesine esef ettiğini, “o adalet reformunu toplumda merkez ve kaçınılmaz bir konu olarak kabul ettirmeyi başardı, anayasa onarımı değil, anayasa reformu gerek”, dedi. Önerilen adalet reformu? Yargı sisteminde yargıçlarla savcıların iki ayrı oda oluşturması ve Yüksek Mahkeme gibi bileşim olan yerde yargıçlar ile savcıların eşit üye sayısına sahip olması; Başsavcı hâkimiyetinin kaldırılması önerisi yapıldı, fakat meclisten geçmedi. Olayın özünde Bulgaristan’da Başsavcı diktatörlüğü kuruldu. Bundan böyle son söz mahkeme başkanına değil, Başsacı’da olunca adalet sağlanamaz. Davalarda savcı adaleti değil devleti temsil eder. Bakan İvanov, bu temel değişikliğin kabul edilmesinde direndi, ama yapamadı. Olayı son dakikada karıştıran Lütfü Mestan oldu. Büyük Millet Meclisi toplanmalı. Söz alan, HÖH Başkanı Lürfü Mestan, Büyük Millet Meclisi seçilmeden anayasal reform yapılması olansızdır, çünkü anayasada bu gibi değişikler yapılmasına, bazı anayasa maddeleri engeldir. Cumhurbaşkanı Plevneliev’ten Büyük Millet Meclisi seçimi girişiminde bulunmasını istedi. Venedik Komisyonu’ndan baskı. Hukuk sisteminde demokratikleştirici ve adalet sağlayacak değişiklikler yapılmasında direnen Avrupa Birliği’ne bağlı Venedik Komisyonu, Bulgar hukuk sisteminin içsel yenilenmesinde ısrar ederken, toplumsal adaleti esaslandıracak yenilenme kapısını da açın diyor. Bu sene Sofya Şehir Mahkemesi Başkanı Yaneva’nın ve aynı mahkeme yargıçlarından Çinalova’nın görevinden serbest bırakılması kamuoyunda çok yorumlandı. Bu iki yargıca karşı dava açıldı. Bu davalar telefon ve ofis dinlemeye izin verilmesi hakkındadır. Yargıçlar bu imzaları atarken Başsavcıdan baskısı gördüklerini gizlemiyorlar. Başsavcının Anayasal hakları: Anayasa. Başlık 7. Savcılık. Madde. 112. Savcılık bir bütündür ve merkezileştirilmiştir. Her savcı, bir üst savcıya bağlıdır, hepsi de Başsavcıya bağlıdır.


Makale ve Analizler - 2015

125

Bu durumda başsavcı dışında tüm savcıların işi soruşturmaktan başka bir şey değildir. Hiç kimsenin başsavcıyı denetlemeye hakkı yoktur. Madde 126 (1). Savcılığın yapısı mahkemelerin yapısına uygundur. Bu durum 1998’den beri yürürlüktedir. Hiçbir hükümet tarafından değiştirilmek istenmemiştir. Biz bir savcı diktatörlüğünde yaşıyoruz. Bu gerçek, gazete sayfalarında başlık olmuştur. Çorap neden sökülemedi? BG-SAM- Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi son yıllarda sürekli izlenen yayınlarında Bulgaristan’da totaliter sistemden gerçek halkçı ve adalet esaslı demokrasiye geçemediğini yazdı. Beklenen büyük dönüşümün yapılabilmesi için anayasa değişikliği yapılması gerekiyor. Gerekli değişiklik maddelerini açıkladık. Yalnız Biz değil, Avrupa Birliği, dünya insan hakları örgütleri, Venedik Hukuk Komisyonu ve daha birçok yargı merkezi bu gereğe işaret rdiyor. 2013 yazında sivil toplum örgütleri bu uğurda mücadele etti. Üstelik olaylar o denli derinleştiği ki, Batı diplomatları, Büyükelçiler diplomasi etik sınırlarını aşarak TV programlarında ve basında bu konuda demeçler verdiler. Bulgaristan Başmüftülük ve vakıf taşınmazlarının, mal ve mülkünün, cami ve medreselerimizin, tarla ve korularımızın, dükkânlarımızın geri verilmesi için kanunu haklarımızı aradık, arıyoruz ve arayacağız. Bulgaristan’da kanunların uygulanmaması çok büyük bir olaydır. Bu gelişmeler devam ederken, ortaya çıkan bir soru var. Nedir bu kulis ardı güç ki, milletvekillerini parmağında oynatabiliyor. Mecliste kimin nasıl oy vereceği önceden belirlenebiliyor. Son olayın meclisteki 86 eski gizli polis “DS” ajanları aracılığıyla yapılabildiğine inanmıyoruz. Olay çok daha büyük ve çok daha derindir. Politik gizem. 1 Kasım 2015’te yapılan yerel seçimlerde 3 il belediyesini ele geçiren Reformcu Blok, Sofya’da da birçok semt belediye başkanlık ve meclisine demir attı. Reformcu Blok, GERB partisini Sofya Büyük Şehir Meclisinde de sıkıştırdı. Bulgaristan’da reform havası esti. Reform istiyoruz dalgası yükseldi. Dipten gelen bu hareketlenme ve meclis önündeki sloganlar GERB partini korkutmaya başladı. Bu da, Reformcu Bloğun kabineden atılmasına neden olmuş olabilir. Nasıl olsa GERB’in ayakta durmasına gerekli “koltuk değneği” var. HÖH - DPS. Son çare durumu korumak Yukarıda işaret ettiğimiz, meclisteki “yasadışı” üçüncü oylamada geçen ve var olan durumu yani savcılık diktatörlüğünü koruyan “anayasal değişiklik” sarayda Ahmet Doğan ile ajan “Gotse” ajan adıyla bilinen eski Cumhurbaşkanı Georgi Parvanov arasında yapılan bir görüşmede yapılmıştır. Bulgaristan’ın Ye-


126

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

niden Doğuşu İçin Alternatif (ABV) partisi tarafından da meclise sunulmuştur. Onaylamayı sağlayansa, meclisteki elektronik oy verme araçlarının arızalandığını ileri süren ve meclis tüzüğü dışı girişimde bulunup üçüncü defa oylama isteyen Lütfü Mestan oldu. O bu defa da uşaklık etti. Meclisi ezen rüşvet yüküdür. Bugün artık Sofya Meclisi anayasal reform kararı alacak durumda değildir. Kamuoyu önünde güvenilirliğini yitirmiştir. Eski İçişleri Bakanı Tsvetan Tsvetanov için açılan ve 4 - 5 yıl hapis istenen mahkeme kararlarının hepsini Yüksek Mahkemeden düşmesi güvensizlik kaynaklarından biridir. HÖH - DPS Partisi Genel Başkan Yardımcısı ve Meclis Başkan Yardımcısı Hristo Biserov’un para aklamadan, kara kaçırmaktan, vergi ödememekten ve vergi gizlemekten yargıya düşse de hemen aklanması da düşündürücü bir olaydır. Meclis içindeki gruplar “rüşvet” yükü altında birbirinden hesap soracak durumda değildir. Başsavcılığın hakları sınırlanmalıdır. Yapılamayan adalet yolu açacak anayasa değişikliğiyle Başsavcıya istediği sorgu ve soruşturmaları durdurma veya rafa kaldırma hakkı 2017 sonuna kadar korundu. Bu defa farklı faktörler kullanıldı. Önceleri bu iş ajan dosyaları kullanılarak yapılıyordu. Eki ajanlardan herhangi birinin kirli dosyasını basında dallandırıp diğerlerine gözdağı veriyorlardı. HÖH milletvekili Daniel Peevski’nin 8 gazetesi ve etkisi altındaki TV yayınları bu işi ustalıkla başarıyor, yalan sakızını iftira ağdasına batırıp üstünü pudralayarak uzattıkça uzatıyordu. Tabii, bu sistemle ajan olmayanlara baskı yapma ve yaptırım uygulama yolları daraldı. Durum şöyle değişti. Bir sene önce Bulgaristan’da eski totaliter gizli servis “DS” sözde dağıtılıp yerine kurulan ve kısa adın DANS olan ulusal güvenlik servisine, kısaltılmış adı GDBOB olan ve polis sisteminde rüşvet ve kaçakçılık olaylarını araştıran örgüt eklendi. Bu polis örgütünün bütün dosyaları DANS arşivine taşındı. Meclis üzerinde etkisi artan DANS, artık ajan dosyalarını savurmaz oldu, GDBOB arşivinden çıkarıp karıştırdığı dosyalar çok daha işe yarıyor. Demokrasi döneminde isimleri dosyalara işlenen, tutuklanmış, sorgulanmış, mahkemelik olmuş ama para verip milletvekili seçilerek dokunulmazlık elde edenlerin dalaverelerin tümü bu dosyalardadır. Herkesin günü gelir diye bir söz var. İşte böyle kremi kokan dosyalılar meclise kümelenmiştir. Kolayca kontrol edilip yönlendirilebiliyorlar. Doğanla Pırvanov onlara aynı yasa değişikliğini üçüncü kez onaylatarak, savcılığın diktatörlüğünü sürdürmeyi başardılar. Totalitarizm devam ediyor.


Makale ve Analizler - 2015

127

Eskiden yargıçlara BKP Merkez Komitesinden ya da İl Komitelerinden telefon açılırdı, şimdi saray yapıyor hileli işleri. Borisov iki karşılaşmayı birden yönetecek durumda olmasa gerek, bazı işleri de başkalarına bırakmış olabilir. Olaylar Başsavcının kontrolünden çıkarsa kötü olur. Olayların Başsavcı kontrolünden çıktığını düşünebiliyor musunuz? Şu, içinden 4 milyar 700 milyon leva çalınan ve sahibi Bulgaristan’a gelemeyen BTK - Ticaret ve Kooperatif Bankası portföyünde yargıçların 500 milyon leva parası varmış. Yandı gitti. Bir şey deyemiyorlar. Rüşvet parası ardını arasan kötü, aramasan kötü! Böyle bir paranın kaybolduğunu düşüne biliyor musunuz? Yargıçların eline sıkıştırılan para bu! Savcıların ki nerede ve ne kadar acaba? Büyük ocakların tutuşmasına çok odun gerekmediği görüşündeyim. Bir tutuşursa ateş bacayı hemen saracaktır. Olaylar bu denli derin ve kokuşmuştur. Şimdilik durum Başsavcının sınırsız kontrolü altında kaldı. Borisov futbol oynayabilir, Lütfü Mestan da balık avına gitmezse, kurt avı açık... Burun deliğimde ağır bir koku var. Sen de işitiyor musun? Tencerenin kapağı kalksa, etraf koku içinde kalacak. Düdüklü tencere gibi sımsıkı kapanmışlar kendi içlerine ağızlarını bıçak açmıyor. Kapak her an kontrol ediliyor. Küpün kapağı kalksa içinden çıkan karayılanları sihirbaz bile durduramaz. Büyük kğlerin dibi rüşvet parası doludur. Ahmet ondan yasaklamış saraya girmeyi. Para kokusu alırlar ve başıma bela açarlar diye korkuyor. Sarayın etrafından geçenler anlatıyor, tuhaf bir koku geliyor insanın burnuna, diyorlar. DANS yeni aygıtlar getirmiş, para kokusu işe rüşvet kokusu arasındaki farkı bulmak için kokuları spektral analiz ediyorlarmış. Bu oyunu ancak sivil toplum örgütleri bozacaktır. Anaya reformu isteyen bilinçli taban, eline kürek almış ve rüşvet pisliğini sosyal, ekonomik ve siyasi sitemimizden küreyip temizlemek istiyor. Çok yığılmış birkaç yıl sürebilirmiş. Büyük ve küçük kepçeli dozerle de olmuyormuş. Rüşvet dediğin sıvı ile katı arasında bir şeymiş kepçeden kayıyormuş. Anayasa değişikliği yapılsaydı ve rüşveti koruma meselesi Başsavcının elinden çekilip alınabilseydi, işler yoluna girer ve kolaylaşırdı, ama şanssızlık işte, bu defa da kaydı elimizden. Bu işi ancak sivil toplum örgütleri becerecektir. Arzulanan değişikliğin daha 1992’de yeni Anayasaya işlenmesi gerekiyordu. O zaman komünist statükoyu koruyanlar, şimdi de totaliter statükonun erimesinden korktular. Mevcut durum yine korundu. Rüşvet, dolandırıcılık, dalavere işleri yine güvenli ellerde kaldı. Başsavcılık himayesi altında dallanabilir. Onların yüzünden “benim adam” - “senin adam” diye ikiye bölündük. Bir avuç zengin dışında


128

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

milyonları bir çanak çorbaya muhtaç bırakmak varmış kaderde. Eski Bulgarlardan işittiğim bir laf vardır. “Öyle zamanlar gelecek ki, ölülere, sen kalk da ben yatayım diyeceğiz.” Öyle zamanlar mı geliyor ne!? İyi oldu da Bakan İvanov “sizle iş olmaz!” dedi ve seçim lambası yaktı. Bu durumda hükümetin yıkılması haktır. Halkın uyanma zamanı gelmiştir. Ne ki, talan devam ediyor. Bir başka örnek verelim: Kendi adamlarına rüşvet dağıtmak açısındandır bu örnek. Lütfü Mestan’ın bir çıkışta 3–5 kurt öldürüp 50 - 60 resim çektirmesi ve her gazetede sayfa boyu karikatür olana kadar olayın çivisini çıkarmasındaki gerçek şudur. Avcılar ve futbolcular kulübünden farkı olmayan Boyko Borisov kabinesi ve meclis kankaları, bu hafta yine yakın dostlarına onlarca milyon leva rüşvet dağıttılar. Bu defa paralar Tarım Bakanlığından çıktı. Lütfü Mestan ve av arkadaşları, gizli polis şeflerinin kaldığı, ziyaret ettiği orman çiftlerine lüks “Toyota” Jeepler dağıtıldı. Araçların hepsi Sliven’de tescili, Tarım Bakanımızın okul arkadaşı Kaloyan Gançev Ganev’in yönettiği “Kaleda-Toyota-Ltd” şirketinden satın alındı. Bu şirket ihaleye en yüksek fiyat sunmuştu, ama kazandı. Her Jeep 198 bin leva üzerinden ödendi. Yolsuzluklar Lütfü Mestan ve milletvekillerimizin burnunun dibinde ve onlar için, onların uygun gördüğü şekilde yapılıyor. Avcılıkla, balıkçılıkla, lüks lokantalarda yemekle avutulanların matem çanının çalmasını bekliyoruz. Önümüz seçimdir. Hepsini meclisten atmak ulusal ödev oldu. Olay bu kadar basittir.

BULTÜRK Uluslararası Tarih ve Kültür Sempozyumunda

Rafet Ulutürk-11.Aralık.2015

Düzce Belediyesi tarafından 11-12 Aralık tarihlerinde yapılan “Uluslararası Tarih ve Kültür Sempozyum” programından Rafet Ulutürk’ün konuşma metni. Değerli Başkanım, Sayın milletvekillerim, saygıdeğer konuklar, değerli gazeteci meslektaşlarım; bizler Türklüğün meyvesi olan Orta Asya’dan yola çıkarak Anadolu’dan önce Türkleşen Bulgaristan’a ulaşan bu toprakları da Türk-İslam


Makale ve Analizler - 2015

129

Alemine katan Evlâd-ı Fatihanlarız. Birçok türkülere, hikayelere ve romanlara konu olan Rodop insanının ayrılmaz parçası nazlı yâri Arda boyundan, Tuna’dan, Deliorman ve Dobruca Türklerinden kucak dolusu selamlar getirdim. Öncelikle Bulgaristan’ın dünü, bugünü anlatmak üzere yapmış oldukları davetten dolayı ev sahibi Düzce Belediye Başkanımıza, Yardımcılarından Sayın Ali Güney abimize ve emeği geçen tüm ekibine şükranlarımızı sunarız. Öncelikle, Bulgaristan göçmeni olarak soydaşlarımın karşılaştıkları sıkıntı ve sorunlar beni de yakından ilgilendirdiğinden bu sorunların çözümüne katkı sağlamak adına Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği “BULTÜRK” çatısı altında hem Genel Başkan olarak hem de BULTÜRK gazetesi Genel Yayın Yönetmeni olarak faaliyetlerimizi sürdürmekteyiz. Değerli katılımcılar; Uzun yıllar boyunca bu faaliyetlerden elde ettiğim birikimler çerçevesinde Bulgaristan’ın dünü, bugünü ve yarını konusunu sürem el verdiği ölçüde özetlemeye çalışacağım. Bulgaristan benim memleketimdir. Toprağını sürdüğüm, ekmeğini yediğim, suyunu içtiğim memleketine aşık biri olarak doğduğum evin kapısı açık, lambası yanık olarak bırakarak buraya göç ettik. Atalarımın mezarları ve mirasları, çocukluk hatıralarım, “vatan” sevgim orada kaldı. Konum itibariyle dünyadaki sayılı girift coğrafyaların birinde bulunduğumuzdan çokça ezildik, sürgünlere maruz kaldık. Birinci ve İkinci Dünya Savaşı arası dönemde monarşi zulmünü yaşadık. Ama bununla da kalmadık. Gerek Çar Ferdinand, gerek Çar III. Boris veya komünist diktatör Jivkov dönemlerinde Türklerin maruz kaldığı zulümler, tahammül sınırlarını epey zorlamış ve dönem dönem büyük göçlerin yaşanmasına neden olmuştur. Osmanlı yüzyıllarca yatırım yaparak Bulgaristan’da ticari, zirai ve kültürel olarak kalkınmasında gösterdiği atılımlardan sonra, Rus istilası sonrası 1878’de çekilirken ardında binlerce cami, saray, konak, mescit, medrese, köprü, çeşme, geçit, köy ve kasaba miras bıraktı. Bulgar tarihinde en önemli yıl 1878’dir. O, bir sayfanın kapandığı ve yeni bir sayfanın açıldığı yıldır. Dönüp geriye bakmak, bazen insanları ikiye, üçe beşe böler, birbirine düşman eder, toplumu karıştırır ya da kaynaştırır, birleştirir veya birbirine düşman eder.


130

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgaristan ve Türkiye aynı aileden bir birinden koparılmış kardeş iki komşu devlet. İnsan kardeşini ve komşusunu kendisi seçemez. Ne var ki, dünyadaki acıklı kavga, kardeş kavgasıdır. Basit bir husumetten savaşa kadar uzanan çizgide tarihimiz boyunca pek çok devlet kardeş kavgası sonucu yıkılmıştır. 1877 - 78, Ruslarla Osmanlının son kez birbirine kıyasıya girdiği zamandır. Ardından iki imparatorluk da çökmüş ve dağılmıştır. Osmanlıdan doğan devletlerin toplamı 44’tür. Bulgaristan, bu “kardeş - devletçikler ailesine” Yunanistan ve Sırbistan’dan sonra girmiştir. Balkanların göbeğinde, Osmanlı devletinin ve o zamanlar Rumeli Beylerbeyliği topraklarında bulunurdu. Bulgaristan’ın doğum tarihi 3 Mart 1878’dir. Okul yıllarında, bizi, Bulgar öğrencilerle birbirimize düşüren hep “93 harbi” olmuştu. Bu savaşın “bir saldırı harbi mi?” yoksa bir “kurtuluş savaşı mı?” olduğunu tartışırdık. Tarihin genel geçerli gelişim yasaları, kategorileri, kıstasları, değer yargıları, süreçleri, devrim, isyan ve evrim gibi temel değimleri vardır. Biz o zaman bunların ne anlama geldiğini pek bilmesek de arasız didişiyorduk. Osmanlı ile Rusya imparatorluğunun iki feodal saltanatlık düzeni olduğunu öğrenmiştim. Türkiye tarih literatüründe pek kullanılmayan Fransız kökenli “ Formasyon” deyimini o zaman öğrenmiştim. Çağları birbirinden ayıran, belli bir şekillenme, oluşma ve olgunlaşma süreçleri olarak benimsedim. Anlamı, yeni olan her zaman eskinin bağrında oluşur ve hayat hakkı ister, şeklinde girdi kafama. Bulgaristan yeni olansa, neden “Plevne Savaşında”, neden “Şipka Tepesinde” doğdu? Yeni olanın ebesi SAVAŞ mıdır? Gibi sorunlar beni çok ilgilendirmiştir. Bir de, aklımdan çıkmayan, dedemi öldüren, soyumu vatan toprağından söküp atan Rus Çarına “kurtarıcı diyemezdim” O benim atalarımın katiliydi.... İşte bu tabloda, ölümüne birkaç yıl kalan Rus Çarı 2. Aleksandır, 1877’de Tuna’dan, Kara Deniz ve Kafkaslar üzerinden Osmanlı’ya saldırıya geçerken her iki imparatorluğun da tarih takvimindeki zamanı dolmuştu. Her ikisinin de, yılları sayılı, eski büyük devletler olduğunu öğrendiğimde, parçalanma anlamına gelen yok oluşun, yeni ekonomik, siyasi ve kültürel ilişkiler doğurması zorunluluğunu ise, henüz anlayamıyordum. Bir de Osmanlı’da farklı dinlerin ve milletlerin kokuşmuş bir “ümmet topu” içinde barındığı gerçeği vardı. Bulgaristan için, eski olanın sonu ve yeni olana


Makale ve Analizler - 2015

131

hayat hakkı tanıma anlamına gelen “93 harbi” tam bir asır önce 1774’te, Silistre yakınlarındaki “Küçük Kaynarca’da” imzalanan bir anlaşmada mayalanmıştı. Ruslara Osmanlı topraklarındaki Hristiyanları denetleme ve koruma hakkı tanıyan bu antlaşma, Osmanlının ümmet topunu delmişti. Başka bir değişle, o zamana kadar yekpare olan Osmanlı Mermerini çatlatmıştı. Halk dilimizdeki “dananın kuyruğunun koptuğu yer” işte bu anlaşmada Rus Çarına tanınan haklardı. Kritik nokta, diplomatların gözden kaçırmadığı noktadır. Osmanlı hanedanı bu hassasiyete duyarlı olup, bir büyük savaş patlamasına yol vermemek için, 1872’de özel bir fermanla Bulgar Doğu Ortodoks Kilisesi’ni Rum kilisesinden ayırmış ve Ohri Gölünden Karadenize kadar Bulgar kilise ve manastırlarından Rum Papazları kovmuştu. Fakat Osmanlıya saldırmak için fırsat kollayan Rus Çarı’nın stratejik hedefi, sıcak denizlere inmekti, savaşa vesile yaratmak için dini azınlık hakları telini çalıyordu. Yalnız bu mu? Hayır, şu da vardı. “Küçük Kaynarca” dan tam 50 yıl evvel, “Aton” Manastırı ruhani liderinden olan Payisiy Hilendarski, “Islav Bulgar Tarihi” eseriyle Bulgar maneviyatına etnik diriliş suyu vermişti. O, Bizans ve Osmanlıda uzun süre kalan ve öz tarihini unutmak üzere olan Bulgar hafıza küpünün dibine inmeyi başarmış ve “Bulgarların soyu sopu, dil, din, alfabesi,” hatta Bizans İmparatoru 1. Nıkifor’u yenen ve kellesini şarap tası yapan Krum gibi ünlü Çarları olduğunu gün ışığına çıkarmış ve kulaktan kulağa yaymıştır. Böylece Bulgarlar bizim tarihimiz var bilincine uyanmıştır. Çocukluğumdan kalan işte bu öykülerde, Rus Çarı’nın Osmanlıya saldırısı Bulgarları kurtarmak için özel olarak yapılmıştı. Büyük bir fedakarlıktı. Hatta bedeli asla ödenemeyecek kadar büyük olan, bir “Kurtarıcılık Misyonu” idi. Dolayısıyla benim Ruslara olan “minnet borcumuz” onların dedemi katletmesinden kaynaklanıyordu. Beynime çizilen tabloda, hep boynu bükük olmak Türklere haktı. Çünkü biz Bulgaristan’da kalan Osmanlı kırıntılarıydık. Bizim uyanıp bilinçlenmemiz içinse, sürekli baskı altında, suçlu durumunda, ezilmeyi hak etmiş mahkum vaziyette olmamız isteniyordu. İyilik ile kötülük arasındaki bitmeyen kavgada, insan düşmanlığı, tatmin olmayan bir hırs ve sürekli böbürlenme ihtiyacı ve her defasında haklı ve bataklığın üzerinde leke gibi ama mutlaka üstte olmak bir nitelikse, Tarih - ana iradesinde ve ruhunda bir eksiklik ya da fazlalık olan insan tipi yaratma kabiliyeti mi gizliyor?


132

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İnsan doğuştan kimseye düşman değildir. İnsan doğduğunda kim olduğunu bilmez. Sevgi, saygı, adıl olma, dostça davranma ve kardeşçe yaşama gibi, kin, nefret, öfke, tahammülsüzlük, düşmanlık, ayrımcılık, ırkçılık vesaire eğitim sonucu ve yaşadığı çevresi ve kısaca toplumun ürünüdür. Olumlu olan ve Olumsuzluk tarih küpünde gizlidir. Onları bireysel ve toplumsal hafıza küpüne depolayan da tarihtir. Ne yazık ki, yalnız tek kişinin değil, kavimlerin, soyların, milletlerin ve halkların da hatıra havzası böyle oluşur. Belki de, insanoğlunun en üstün hünerlerinden biri, gerçek bir mücevher olan anılardan, herkese ve tüm topluma yararlı, ustaca yararlanmaktır. Bizim analiz nesnemiz Bulgaristan ile Türkiyedir Bulgaristan’da değişen pek bir şey yok. Benim gençliğimde, kitapların resimlediği, radyoların anlattığı, gazetelerin yazdığı, tarih ve edebiyat hocaları tarafından bilmemiz istenen ne varsa bugün de az farkla yine aynıdır. Her yıl, milli bayram, 3 Mart’ta “Şipka” tepesine çıkıp 20–30 fesli ve sarıklı askerlerin boynu kılıçla kesilir. Ruslara teşekkür edenler yeni sözler bulmakta zorlanırlar. Biz, Türk olsak da, Bulgaristan Halkı Adına teşekkür edilirken, paketin içindeyiz. Dedelerimizi kıyıp geçen Moskoflara aman ne iyi ettiniz de Osmanlıyı Plevne’de yendiniz, Osman Paşayı Şıpka’dan kovdunuz, Bulgar halkını sözüm ona “esaretten” kurtardınız diye sevinemeyiz. Kendini bilen, dedelerini öldüren katile hiç minnet duyar mı? Bir bakıma, biz Bulgaristan’da kalan Türk ve Müslümanlar, tamamen çarpık ve iliklerine kadar Osmanlı Türk ve Müslümanlık düşmanlığı dolu bir ruhla oluşan Bulgar kimliği karşısında, hep ezilmişlik hissine kapıldık. Ancak dirilen Bulgar ulusal kimliğinde asla yerimiz olmadığını anladığımızda Türklük bilinci yeşererek bünyemizde filizlendi. Bizleri sönmüş olan ümmet bilincinden uyandıran Bulgar milli duygusunun kabarmasıdır. Bu 138 yıldan beri devam eden “etki-tepki” şeklinde gelişen iki taraflı bir süreçtir. Ana dil, din, kültür ve tarih ve perspektif olarak tamamen farklı olmamız ve birbirimizin içinde eriyerek bütünleşmemizin mümkün olmaması gerçeği, bu süreci pekiştirmiş ve ulus Bulgar devleti yapısının “çok kültürlü yapılanmayı kabul etmemesi” de kızışan çekişmelerin kopma noktasına taşımıştır. Atalarımız, Bulgaristan koşullarında “ümmet” kabuğu içinden Türk kimliğini böyle çıkardı. Aynı topraklarda reformcu Rusçuk Valisi Mithad Paşa tarafından ekilen yenileşme tohumlarında, Türkler için herhangi bir ayrıcalık olmadığından, Biz Bulgaristan Türklerinin Türk kimliğini çağıran milli uyanışımız


Makale ve Analizler - 2015

133

Bulgarlardan 60 - 70 yıl geç olmuştur. Bu bakıma biz yenilenme sürecinde, dönüşüm hamlelerinde taşıyıcı rol üstlenemedik, kendimizi icraata geçemeden hamasi sözlerle avuttuk. Kendimizi tanımlamak bir tarafa başkaları tarafından Bulgaristan Müslümanları, Bulgaristan Türkleri vsy. olarak tanımlandık. Benzetmesi şudur. Biz Bulgaristan Türkleri kilise avlusuna bırakılmış bir Müslüman çocuk olarak yetişmek zorunda kaldık. Ayinlere katılmasak da, ortak sofrada yemeyi kabul ettik. Çölde susuz kalanlar olarak tarihimizden ve dinimizden gelen serap pınarlarıyla avunduk. Tarih boyu mayalanıp oluşan Bulgar milli bilinç tohumunu “çatlamasında” iç faktörler kadar dış etmenler de rol oynamıştır. Bu bilincin içine Osmanlı düşmanlığı zehrinin şırıngalanmasında 19. yüzyıl Batı ve Doğu burjuva aydınları bu ocağa kömür atmışlardır. Volter’den, Victor Hugo’dan Dostoyevski’ye kadar keskin kalemlerin hepsi birlik olup Boğazlardaki “hasta adamı öldürmek” istemiş tirler. Yani Türklüğü yok etmek uğruna eylem birliği yapmışlardır. Ters bir örnek vermek istiyorum. Belki konu daha açık görülebilir: Klasiklerinden Karl Marks ile Fridrih Engels bile “Orient” ve Rus – Osmanlı Savaşı üstüne yazılarında, “bir saldırı savaşıdır”, “Rus İmparatoru 2. Aleksandır’ın kanlı istila savaşıdır” gerçeğinin altını kalın çizmişlerdir. Sosyalist bir ülkede eğitim alsak da biz bunları çok sonradan öğrendik. Bulgaristan’da yaşayanlar hala hakikati okuma veya işitme imkanı bulamıyordu. Çünkü baş tacı edilen bu iki deha toplu eserleri Bulgarca 56 cilt olarak basılmıştı. Oysa orijinali 153 cilttir. Marks’ın “cennet” olarak tanımladığı Osmanlı üstüne yazılanın da yer aldığı 97 cilt rafa kaldırılıp, yok sayılmıştı. “Gerçekleri karartma” ile tarihi çarpıtan makinenin kapasitesi büyük, dişleri kocamandı. Zavallı insanlarımızı çarpık, eksik ve yanlış bilgilendirme, gerçekleri öğrenme yolu tıkalı, korku ortamı toplumun bilgilenerek uyanışına büyük bir settir. Bizde de öyle olmuştur. Şimdi sizlere tam bu konuda tezimi destekleyici bir somut örnek sunmak istiyorum. Plevne kuşatıldığında yerli Bulgar erkân, çorbacılar, Papaz önde Osman Paşa kurmayına gider. “Koruyun, kurtarın bizi” diye söze başlayan Papaz, 3 torba altın çıkarır. “ Buyurun Paşam, uygun gördüğünüz gibi harcayın ama bizi savunun!” der. Şu örneğim de Plevne’den. Bulgar Çarı Ferdinand Londra ziyareti esnasında Lortlar Kamarasında şöyle bir ricada bulunmuştur. “Beyler sizden Plevne


134

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

toplu mezarındaki Osmanlı kemiklerini almanızı rica ediyorum. Çünkü Bulgar halkı uyuyamıyor, Osmanlının hortlamasından korkuyorlar.” Lortlar, bu ricayı ciddi bulup gereğini yapmışlardır. Bir kısım toplu mezarlar açılmış, kemikler çıkarılıp sandıklar içinde Varna limanından İngiltere’ye taşınmış ve öğütülüp ormanlara saçılmıştır. Not: Plevne toplu mezarda 123 bin Osmanlı askeri gömülüdür Bir örnek daha ilave ederek, Bulgar devlet adamlarının Osmanlı mirasçısı yerli Türkler hakkında düşündüklerini ve aldıkları tavrı açıklamak istiyorum. Osmanlıdan koptuktan sonra Bulgar Prensliğine en uzun zaman Başbakan olan Stefan Stanbolov öldürüldükten sonra Mecliste okunan raporda, Osmanlı Bankasından 80 bin altın borç aldığı ve bu parayla göçe zorlanan Türklerin tarla, çayır, koru ve ormanlarını aldığı açıklanmıştır. Bu zihniyet 138 yıldır süre gelmektedir. İnsan ve toplum gücünü geçmişinden, tarihinden alır. Plevne yamaçlarında yükselen ve Tuna’dan görünen bir Osman Paşa, Şipka Doruğunca göklere uzanan bir Süleyman Paşa anıtı dikilemedi. Anıtlar taş ve beton yığını değil, tarihin sembolleri, şehitlerin ruhu ve tarihsel bütünlüğümüzün simgesidir. Mezarlıklarımızın sürülüp tarla yapılmasına göz yumamayız onlar bizim tapumuzdur. “Türklerin köklerini kazıyacağız” demeçleri 1 Kasımda yapılan Bulgaristan yerel seçimlerinden sonra da meclis kürsülerine taşındı. Konuşmamı işbu küflü milliyetçilik köklerinin derinliğini ve özünü birlikte araştırma niyetiyle hazırladım. Ana konu budur. Biz, 20. asır boyunca “Türk tehlikesi”, “5’inci kolordu” ve halen “Ilımlı İslam tehlikesi” gibi her gün yağan ideolojik zehir yağmuru altında yetiştik ve yaşıyoruz. 1878’de biz Türkler Bulgaristan nüfusunun % 64’ünü oluştururken, şimdi % 15’e düştük. Oralarda Malımızı mülkümüzü bıraktık da kaçtık. Tazminat almayı düşünen dahi olmadı. Her şeyimiz onlara Bulgar Devletine kaldı. Oysa şimdi bir hafta önce Sayın Başbakanımız Davutoğlu’ndan Sofya’ya yapacağı ziyareti esnasında haberlerden sonra yine Rusçu, sol marjinal zümre, Bulgarların 1912’de Edirne saldırısından geri çekilmelerinden sonra uğradıkları kayıplar için 10 milyar dolar talep etmeye hazırlanıyorlarmış. Bu hortlama sahnesi, Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın Başbakan sıfatıyla Sofya meclisine yaptığı ziyaret sırasında da oynanmıştı. Oysa iki devlet arasındaki geçmişe ait sorunlar 1925 Ankara Antlaşmasıyla kesin çözüm bulmuştu.


Makale ve Analizler - 2015

135

Onlar 1912 yılı mağduriyetlerinin giderilmesini talep ediyorlar, ama bizler 1877’den günümüze kadar yaşadığımız mağduriyetleri dile getirmekten bile aciziz. Tarih kaşımaya uygun bir yaradır. Çünkü Bulgaristan kurulduğundan beri Bulgar Devlet Ağcı Türklere karşı hep dikenli, meyveleri hep acıydı. Geçmişe daha farklı bir açıdan da bakabiliriz. Tarih akışı içinde olayların çarpıtılması. Bilirsiniz San Stefano - (Yeşil Köy) Antlaşması din ve dili bilinen ve Osmanlıdan önce aynı topraklar üzerinde tarihi olan, Doğu Ortodoks Hıristiyan Bulgar ırkına kendi başına ruhen var olma hakkı tanıdı. O zaman Rumeli’de kalan Müslüman halk topluluklarına, yuvanızı bozmayın, kalın kaldığınız yerde, dendi. Ne var ki, Osmanlı Padişah’ının Rum Papazları Bulgar kilise ve manastırlarından kovan 1872 Fermanına göre çizilen San Stefano sınırları, Batılı Büyüklerin gözüne battı. Hemen toplanan Berlin Konferansı, “Bize Padişah’ın yaptığı iyiliği kimse yapmamıştır” anlamındaki Bulgar minnettarlığı yerine, yeniden çizip biçerken Bulgar Prensliği sınırları içine Türk düşmanlığı tohumu ekildi. Bulgar Prensliği’ne ancak Tuna boyu ve Sofya ilinin tahsis edilmesi sönmeyen bir husumet ocağı ateşledi. Bu ateşi yakan Osmanlı Padişahları değildi. “Daha fazlasını hak etmek için Padişaha küfredeceksiniz, Türklere kök söktüreceksiniz” diyen “kurtarıcılar” ve “uyumlu” yaşama ihtimalinden endişe duyanlardı. Osmanlı devrinde Balkanlarda kurulan iyi komşuluk ve yardımlaşma ortamından korkanlar vardı. Olayı daha büyük bir mercek altına çekelim. Bulgar tarihinin daha da derinlerine inip birkaç özelliğe işaret edelim. Bulgarlar, Payisi Hilendarski’den sonra, tarihini bilen bir millettir. Hazar bozkırında komşuluk yapmış olsak da Balkanlara bizden 700 yıl önce gelip 861’de Birinci Bulgar Çarlığı Kurdular ve 3 sene sonra Bizans dinini devlet dini ilan ettiler. O dönem tarih yazan kılıç Bizans’ın elindeydi. Gelen göçebelerin çadır kurduğu topraklar onundu. Bulgarlar, bir de kalem tutmayı ve okumayı sever. O zamanlardan kalan büyük eserlerden biri Kiril Alfabesidir. Bu yazım, Çar I. Boris’in oluşturduğu Preslav ve Ohrid aydın ruhunda yetişen Kiril ve Metodiy kardeşlerin yaktığı sönmez çıradır. Yeri gelmişken, değinmeme izin veriniz, son dönem Bulgaristan’a karşı şiddetlenen siber saldırı, Bükreş’te düzenlenen uluslararası güvenlik konferansında Cumhurbaşkanı Rosen Pleneliev tarafından kınandı. O, siber saldırının Moskova’dan geldiğine işaret etti. Kendine has megalomanlıkla, hemen cevap veren Putin, “unutmayın yazdığınız yazının harflerini biz verdik” dedi.


136

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Büyük aydınlıkçı Kiril ve Metodiy kardeşlerin dev eserini çalmakla, Yakın Doğu petrolünü çalmak arasında fark göremiyorum. Bu örneklemeyle de tarihin kesintisiz bir süreç olduğunu, derinliklerinden kötülük, husumet ve düşmanlık mayası çıkarılabileceği gibi, iyilik örneklerinin çıkarılmasının da mümkün olduğunu söylemek istedim. Evet, Devam edelim, Bizans imparatorlarına karşı savaşan, Peçenek ve Kuman Atlı Türk Ordularını da saflarına alan, şanlı zafer sayfaları yazan Bulgar Çarlığının çırası 1018’de söndü. Ne var ki, güneş batımından önce meydana gelen, değineceğim olay, karanlığın 168 sene sürmesine neden oldu. 29 Temmuz 1014’te Bulgar Çarı Samuil “Belasitsa” Savaşı’nda Bizans İmparatoru 2. Nikifor’a yenik düştü. 14 -15 bin Bulgar esirden yüzde biri tek gözlü bırakıldı. Ötekiler hepsi kör edildi. “Hıristiyanlığı kabul etmezseniz kaderiniz budur!” dersi orada verildi. Bulgar köylerine birer birer dağıtıldılar. Halkın ruhu ve iradesi kırıldı. Askerlerinin halini gören Samuil kayıp gitti. Rumeli’de 200 yıl kuş uçmamıştı. Evet, gerçekleri gün ışığına çıkartma zamanı geldi. Bulgar halkına bu acı sanki azmış gibi, ruhu daha da oyuldu. Balkanlara ruhsal iyiliği seven “Tangra” Tanrısıyla gelmişlerdi. Canları pahasına dayatılan Tanrı, Baba ve Oğul imanı, din ve ibadet dillerini değiştirdi. Bulgarların Hristiyanlığı gönüllü kabul ettiklerini yaza yaza yazar olan bilim adamlarına selamım var. O iş, o zaman, dediğiniz gibi olsaydı, 1168’den, yani İkinci Bulgar Çarlığı’nın dirilmesinden - 1396’da Bulgarların Osmanlıya katılmasına ve Rum Papazları Bulgar kilise ve manastırlardan kovan 1872 Padişah Fermanına kadar, din özgürlüğü ve Doğu Ortadoksluğu Oluşturma mücadelesini anlamak mümkün olamaz. Olaya böyle baktığımızda, Küçük Kaynarca’dan “93 harbine” kadar Rus İmparatorlarının Bulgarlar arasında neden din kışkırtıcılığı yaptığı da kolayca anlaşılmaktadır. Eğer Bulgar halkının özünde Tangra’dan gelen iyilik kutsallaşmamış olsaydı; bu halkın Bizans’ta her gün yaşadığı bitmeyen ve din değiştirme zorbalığından kaynaklandığına inandığı eziyete şeytan çilesi demezlerdi, isyan edip Bogomil Hareketi - (Tanrısını sevenler hareketi) alevlendirmez ve yanmaya gönül vermezdi. Bu olay 1000 yıl önceki Bulgar toplumu için ruhsal olanı belirleyendir. Buralara gelen dervişler doğanın felsefesinde sevgi ruhunu güneşle kavuşturdu. Nazım Hikmet “yârin yanağından başka her yerde ve her yerde beraberiz” dizelerinde bu sevgiye sonsuz umut çırası yaktı.


Makale ve Analizler - 2015

137

Karşımıza çıkan Bulgar ruhunun bir milenyum boyu süren, ezen ile ezilen boğuşması sahnesinde, şu gerçek yani Tırnono Patrikliği’nin “Tanrı sevenleri” bir “tarikat”, bir “eres” olarak lanetleyip, taşlatması, Batılı Kralların ise “yakalandıkları yerde yakın” buyruğu belirleyici oldu. İyilikleri yaşatmak için çıkarılan fermana rastlamadım. İyiliğin geçmişe ait olduğu kadar, bugüne ve yarına da ait olduğu için ölümsüz bir umut, en ağır balyoz altında bile asla ezilip yok olmayan, bir cıva tanesi gibi ancak saçılan, saçılıp zaman içinde hep var olan, olduğunu görebildikleri için, Osmanlı dervişlerine huzurunuzda teşekkür etmek istiyorum. Ayrıca 1952’de Bulgaristan’a gelen Nazım Hikmet Dobruca’yı köy köy gezerken yaptığı konuşmalarında, Bulgar idaresinin Türk-Bulgar ayırımı siyasetini tuzla buz etmiş, ektiği fikirler 5 - 6 senede yeşerince, Bulgaristan’da medeni anlamda Türk kimliği yaratılmasında, okul, lise, pedagoji mektepleri ve din okullarımız ve hatta Sofya Üniversitesinde Türkçe tedrisatlı 4 - 5 fakülte açılmasına temel olmuştu. Nazım’ın fikirlerinin Türklük çırası gibi yandığı yıllar “Bulgaristanlı Türklerin altın çağıdır.” Totalitarizm karanlığına rağmen bizi ısıtan ruhsal ocağımızdır. Bir örnek, kısa zamanda birçok Türkçe gazete ve dergi ve 560 Türkçe kitap basılmıştı. Bizler iyiliğin ölümsüzlüğüne inanıyoruz. Bulgarların bizi, bizim de onları anlayabilmemizin ve kardeşçe, komşu komşu beraber yaşamamız için gerçeğin 2 yüzünü de tarih suyunda yıkamak zorundayız. Analizimiz, Bulgar gerçekliğinde bu iki yüzden birinin küflenip paslandığı, propaganda ile karartılan, ters yüz gösterilen dünya ve tarihin gün ışığına çıkarılabileceği inancımı artırıyor. Bir de şu var: Tarih Tekerrürden İbarettir Zorbalık altında, korkuya yenik düşmüş bilinç, hafıza küpüne olumsuzluk depolar. Katmerleşerek sıkışan kötülükler, Bizans’ın yerine Osmanlının, Ruslar, ardından Almanların, daha sonra en büyük dalgalarla gelip üslenmeye yer arayan emperyalizmin çullandıkça çullanması, biliyor musunuz neye benziyor? Duvardaki kirleri kapatmak için taze boya yapsan da, hava nemlendikçe küflü lekelerin alabildiğine, yeniden ve yeniden sırıtmasına... Bulgar tarihinde şu tekerrürün izleri derindir: Çar Samuil’in bir günde15 bin askerinden olduğunu bilinç belirleyen acı bir tarihsel gerçek olarak anımsadık. 899 yıl sonra, tam tarih -18 Eylül 1913’te yine Makedonya yöresinde, Rumlar ve Sırplarla çarpışmada Bulgar ordusundan 49 bin 90 asker öldü. 21 bin 200’ü ömür boyu sakat, toplam 102 bin 853 yaralı verdi. Kötülüğün ölümsüzleştirilmesi açısından, buna olumsuzluğa tuz ekme diyebiliriz. Bu olaydan sonra, o “yârin yanağından başka her yerde ve her şeyde


138

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

....” Sembolizmi var ya, onu değiştiren bir karakter aynası olan yeni bir Bulgar değimi doğdu: “Benim iyi olmam önemli değil, onun kötü olması önemlidir.” Bu anlayış monarşi zamanında yerleşti, totalitarizm döneminde katmerleşti ve toplumsal dayanışma, hoşgörü, iyi komşuluk vs. değerli erdemlere kuyu kazdı. Bizans ve Osmanlıdan sonra monarşi şeklinde tek kişilik faşist yönetim, ardından da sosyalist liderlik şeklindeki totaliter rejim baskısı altında yaşayan Bulgar halkı, günümüzde de zamanını doldurmuş ve uygulanması imkânsızlaşmış demokrasiye bir türlü ayak uyduramıyor. İşte böylece Bugün ve Yarın bölümüne geçtik. 1908’de Çarlık olarak dirilen Bulgaristan bugün bir parlamenter cumhuriyettir. 138 yıllık yeni tarihinde 3 Anayasa değişti. Birincisi monarşiyi yasallaştırdı. 1947’de kabul edilen ikincisi Komünist Partisi yönetiminde halk idaresi, dedi. 1992’de kabul edilen üçüncü anayasa sosyal, demokratik düzen dese de, hiç birinde “ adalet, mülkiyetin temelidir” ilkesine yer verilmedi. Bu anayasaların hepsinde belirtilen, yasama, yürütme ve yargı ayrımı asla uygulanmaması, anayasada yer almayan “kişisel idare”, “şahsi rejim”, “diktatörlük”, “faşist monarşi”, “totalitarizm” ve bir otokrasi erki için kullanılan diğer tanımlarla zulme, baskı ve teröre dayanan rejimler hep iktidarda bulundu. Zorbalığın sivri ucu tek uluslu Bulgar devleti kurulurken hep etnik ve dini azınlıklara yöneldi. Bogomil ruhuna kazınmış “eşitlik ve kardeşlik” ilkesi, 1795’te Fransız burjuva devriminde de, ana slogan olsa da, Bulgaristan’da hep, daha kötü günler için, bir yerlere saklanmış kaldı. Bu dönemde azınlıkların, Türklerin ve diğer Müslümanların menfaatlerini de gözeten başbakanlar görev başına gelmedi mi? Geldi. Aleksandır Stanboliyski - Bulgaristan Çiftçi Partisinin lideri öyle biriydi. Türklerin ekonomik ve kültürel haklarını destekledi. Türk okullarına birçok yerde devlet ve belediye mülkünden toprak verdi. Sonra Vılko Çervenmkov da 3 - 5 sene özgün kültürümüzün serpilip açmasına olanak verdi. İlkokullardan başka liselerimizi açtık, gazetelerimizi çıkardık, büyük sayıda kitap bastık, radyo yayınlarımızı başlatmıştık, özenci sanat canlandı, tiyatrolarımız açıldı. Ama çok kısa sürdü ve artık 60 yıldan beri özlediğimiz yıllara dönemiyoruz. 1878’de Osmanlı’dan kopan Prenslikte bir etnik ve dini azınlık olarak kalan Türklerin geleceği anayasaya ve yasalara işlenmedi. Çok etnikli oluş ve farlı kültürlülük yasalara girmedi. Osmanlı feodalizmi içinde uyanan, Aydınlanma Çağı yaşayan Bulgar milletinin kapitalist bir düzen kurmaya, yani demokrasiye,


Makale ve Analizler - 2015

139

yani toplumsal ayrışıma, yani tüm azınlıkların haklarını tanımaya açılması gerekiyordu. Beklenen buydu. Hayal edilen ile uygulanan birbirini tutmadı. Aslında Bulgar ulusal devrim hareketi programını Yunandan kopyalamıştı ve bu bakıma baştan aşağı aldatmacaydı. 16 Nisan 1879’da Tırnovo’da toplanan Büyük Millet Meclisi’nde kabul edilen Butjuva Anayasası, Hollanda Anayasası’ndan kopyalanmıştı, Hollanda sömürge metropolü, azınlığı olmayan bir devletti. Fakat anayasal Prenslik hedeflendiği için bize en uygundu. Bu anayasa 68 yıl yürürlükte kaldı ve Berlin Anlaşması maddeleri değiştikçe, o da ayarlandı. Bugünümüzün daha kolay anlaşılması için bir örnekleme yapıyorum. Berlin Anlaşmasının ilk şeklinde “Bulgaristan’a Bağımsızlık Tanınması” maddesi yoktur. Rus İmparatoru 2’nci Nikolay’ın dayatması sonucu bu yöndeki değişiklik yapıldı. Başka bir misal: Anayasası’nın orijinalinde Prensi’nin Doğu Ortodoks Dinden olması şartı vardır. Ferdinand Katolik’ti. 1908 - 1918 arası Üçüncü Bulgar Çarlığının ilk Çarı olabilmesi için veliahdın Doğu Ortodoks Dininden olması şartını yine Rus Çarı İkinci Nikolay getirdi. Oğlu Üçüncü Boris vaftiz etti. Tangrı ilahının Hıristiyanlıkla değiştirilmesinden sonra, Rumeli’de din, dil, mezhep değiştirme işlerinin başka renkler alıp, “çıkar gereği” yapıldığını da görüyoruz. Kuşkusuz ardından daha 1912’de tüm Pomakların vaftiz edilişi, minarelerin yıkılıp, camilerin kiliseye döndürülmesi trajedisi yaşandı. 1936 ve 1942’de vsy. Pomakların isim ve dinlerine daha şiddetli bir saldırı geldi. 1950’lerden sonra Romanlar Bulgarlaştırıldı. 1972’de Pomakların tamamına din ve dil haklarını yeniden kaybetti. 1984-85’te 1 milyon 250 bin Türkün isim, baba adı ve soy atlarının 3 ayda değiştirilmesi, dil ve din yasağı, Müslüman ahlakı kapısına anahtar vurulması sabır taşırdı. Halk ayaklandı ve totalitarizm başı Todor Jivkov’u 10 Kasım 1989’da devirdi. Bulgaristan anayasal-demokratik bir ülkedir diyoruz da, 20. yüzyıl boyunca başımıza gelen şu sıraladığım vahşetin bir harfi, bir virgülü anayasada ve yasalarda yoktur. Olaya olumsuzlama açısından bakarsak, Bugünkü Bulgaristan topraklarındaki Osmanlı devlet yapısının, kültür ve uygarlığının kökten ret edilmesi “93 harbi” ve ilk Bulgar Anayasasıyla hemen, birden bire olmamıştır. Bir defa Doğu Rumeli Osmanlıya bağlı kalmıştır. İkinci, Osmanlıya karşı gelişen Bulgar milli kurtuluş hareketi, komitacılık, aydınlanma süreci geçmişi ret etme açısından, azınlıklara, Türklere, Yahudilere, Ermenilere vb. milli azınlıklarla ilgili “vatandaşlık


140

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

haklarını yitirirler” gibi bir aşırılığa takılmamıştır. 19. yüzyılın ikinci yarısında Bulgar ruhunu saran bu hareketlenmeyi adım adım kaleme alan, komitacı, Diyarbakır mahkûmu, Krallık döneminde meclis başkanı Zahari Stoyanov, Bulgaristan Türklerini anlatırken “memleketimizde her zaman var olacaklardır” cümlesini kullanmıştır. Olağanüstü çalışkan, namuslu, vatansever, dürüst insanlar olarak bilinen ve toplu halde yaşayan Bulgaristanlı Türkler, yakın tarihimizde, başlarına gelenlere rağmen, Bulgar devletinin yüzünü defalarca ak etmişlerdir. Bir defa, isimleri değiştirilmezden sadece bir yıl önce Bulgar döviz gelirinin % 49’una tekâmül eden tarım ve sanayi üretimini onlar sağlamıştır. Birçok kez düşmanlıkları emek ve insan sevgisiyle yenmişlerdir. Spor dalından örneklersek, ağır sıklet serbest güreşte Lütfü Ahmedov Olimpiyat ve dünya şampiyonu altın madalyalarını Sofya’ya getirendir. Naim Süleymanoğulu, Halil Mutlu hepimizin gururudur. Müzik dalında, Mesru Mehmedov New York filarmonisiyle dünyayı ayağa kaldırdı. Geçen sene Şumnulu ikiz kardeşler İbrahim ile Hasan Malta’da düzenlenen Eurovizyon yarışında ikinci oldular. Kırcaaliye bağlı Çernooçene (Karagözler) lisesinden Bayse kızımız Dünya Satranç Birincisi oldu. Bu başarılarımızı saymakla bitiremeyiz. Şimdi biraz politik yapıdan söz edelim: Osmanlının bağrında mayalanan Bulgar politik yapılanması Tırnovo meclisinde “liberaller” ve “muhafazakârlar” olarak iki renkte ortaya çıktı. Sonlara onlara Dimitır Blagoev’in, sosyal demokratları, “geniş” ve “dar sosyalistkomünistleri” karıştı. 1990’da Bulgaristan Halk Çiftçi Partisi kuruldu. Faşizm döneminde “lejyonerler” ağırlık kazandı. Sosyalizm yıllarında Çiftçiler komünist partisine “koltuk değneği” oldu. Şimdi Bulgaristan’da tescili yapılmış 150 den fazla politik parti var. Bunlardan 8’i mecliste temsil ediliyor. 1890’dan beri kurulan dağılan ama nasılsa bugünlere erişen siyasi parti ve fraksiyonların arasına 1990’ın 4 Ocak günü Bulgaristan Türklerinin Hak ve Özgürlükler Hareketi katıldı. Parti, 1960’lardan sonra Komünist Parti’nin Bulgaristan’da yaşayan Türk ve Müslümanların özgün kültürel hakları ve ibadet özgürlüğü ve Müslüman yaşam tarzına, adet ve geleneklerine bağlı olarak yaşamaya devam etme arzusunda kurulmuştu. Direniş yıllarında toplam 44 dernek, kulüp, birlik, örgüt ve parti kurulmuştur. Şunu önemle belirmek istiyorum. Hak ve Özgürlük hareketi kurulmasına giden yol Bulgaristan’ın totalitarizmden kurtuluşu ve demokrasiye açılma yoludur. Bu direnişlerde Bulgarlar da atılım içinde olsalar da, Türklerin ve Pomakların direniş örgütleri ile Bulgar demokrasi ve insan hakları örgütleri arasında organik


Makale ve Analizler - 2015

141

bağ kurulamamıştır. 1990’dn sonra Bulgar kamuoyu parçalanırken bu kopukluk hemen belirdi. Demokratik güçlerle Türk özgürlük hareketi kaynaştırılmadı. Söylemek istediğim bir gerçek daha var. Gerek Bulgar, gerekse Türk ve Pomakların insan hakları ve demokrasi mücadelesi Bulgar gizli polisinin ve Rus dış istihbarat örgütü KGB gözünden kaçmamıştır. Bu yıllarda Türklerin ve diğer Müslümanların arasından toplam 3 bin 16 hafiye, rejim lehinde çalışmaya zorlanmıştır. Aynı kişiler Büyük Göçte halkın evini, yurdunu elinin tersiyle itip, yola düşmesinde de kışkırtıcı rol görmüşlerdir. Bulgaristan’da toplumsal ilerlemenin mezarını totalitarizm kalıntılarıyla BSP - DPS hep birlikte kazdı. Diğer partilere gelince, bilinmesi gereken şunlardır. 1989’da totaliter rejimin çökmesi ve 1992’de Anayasa’nın 1. maddesi değiştirilerek. BKP’nin toplumdaki yönetici rolü kaldırılınca, Komünist Partisi hemen kılıf değiştirdi. Bulgaristan sosyalist partisi oldu. BKP’nin ordu ve polis dışı, işçi köylü kadroları ve kitlesi partide kaldı. BSP 26 yılda 3 hükümet kurdu. 2 dönem Cumhurbaşkanı HÖH - DPS ile birlikte çıkardılar. Son yıllarda BSP ufalanmaya devam ediyor. Hele Bulgaristan’ın 2004’te NATO’ya ve 2007’de AB’ye alınmasıyla ve toplumun Moskova’dan kopma havasına girmesiyle BSP parçalanarak küçülüyor. Halen mecliste BSP yalnızca 46 milletvekili var. 1 Kasımda yapılan yerel seçimlerde ilk defa İl belediye başkanı çıkaramadı. Başkan ve yönetim değişimi için Kurultay hazırlığı görüyor. Hem Batıcı hem Moskovacı zihniyet oluşturup lider yetiştirmek zor olsa erek. 1990’da patlayan devrim dalgası Sofya meydanlarına 1 milyon 200 bin kişi çıkardı. O zaman Demokratik Güçler Birliği Kuruldu. 1997’ye kadar toplumun nabzını tuttu. Demokrat Jelü Jelev ve Petır Stoyanov Cumhurbaşkanı oldular. Zamanın geçmesiyle bu balonu şişirenin de gizli servis ve komünistler olduğu ortaya çıktı. Balon 1997’de patladı. Demokratik Güçler Birliği kırıntılarının bugünkü 5 yamalı “Reformcu Blok” bileşiminde görüyoruz. Mecliste sadece 2 milletvekilleri var. Hükmet ortağı olan ve topumu kökten dönüştürme hevesiyle şimdiki hükumette Adalet, Sağlık, Ekonomi, Eğitim ve Savunma gibi en önemli 5 bakan koltuğuna da oturan bu siyasi kırıntı, kendisinin yerinde saydığı yetmezmiş gibi, topluma da yerinde saydırıyor. Son 26 yıl, hayat, Demokratik Güçler Birliği’nin toplumu totalitarizmden demokrasiye dönüştürebilecek bir kapasite sahip olmadığını gösterdi. Fakat geçim sıkıntısına yenik düşen, ama umudunu yitirmeyen seçmen kitlesi, 1 Kasım yerel seçimlerinde Refomculara 3 ilde seçim kazandırdı.


142

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

2001’de Bulgar siyasi arenasına, komünistlerce 1945’te çöplüğe atılan çarlık varislerinden II. Simiyon çıktı. Onun, 50 yıldan sonra Madrid’den dönmesi, Moskova’nın biz tasarımı olarak değerlendirildi. Dedesi Ferdinand, Avrupa Saray sülalelerinden olsa da Rus Çarı II. Nikoay ile anlaşmış, babası III. Boris ise Hitler tarafından zehirlenmişti. Hariciyede bulunduğu yarım asırda KGB’nin gözü hep Simiyon’un üzerinde olmuştu. 2001’de Sofya’ya inmesi, bir platform açıklamadan, parti bile kuramadan, ben sizin maddi durumunuzu 834 günde iyileştireceğim vaadiyle başbakan olması, toplumun psikolojik durumunu kendiliğinden anlatan benzeri zor bulunur, büyük bir örnektir. Onun geri gelmesi ve halkın gözüne bir kısım renkli kül atması şüphesiz KGB ve yerli servislerin kurgusuydu. Bu balon da patladı. Ne var ki, Bulgar Doğu Ortodoks Kilisesi Sinod’u /Ruhsal Kurum/onun Çarlığını tanıdı. Pazar ve bayram ayinlerinde duası ediliyor. Simeon sayfası, sanki 2005’te kapansa da, Ekim 2016 seçimlerinde Cumhurbaşkanı adaylığının hem Moskova, hem Washington ve hem de Brüksel tarafından desteklenmesi muhtemeldir. Halen iktidarın orta direği ve ülkenin ana siyasi partisi olan Avrupa Vatandaşlığı İçin Bulgaristan Partisi - GERB Başkanı ve Başbakan Boyko Borisov Hükümeti devam ettirmekte. Yıllar yılı yaptığı iş Todor Jivkov’u korumak olmuştu. GERB - Bulgaristan emekli Ordulu, polis, itfaiyeci, jandarma, onların yakınları vesaire tabakasının partisidir. Bu, yaşlanan ve güçsüz kalan komünistlerin, belki de sahaya çıkarabildiği amma kontrol edemediği bir takım haline dönüştü. Şöyle düşünelim. Bu parti de Komünist Partisi “matröşkası” içinden çıktı. Fakat sosyalistler kadar kör Moskovacı değildir. Kabineye sağdan soldan 3 parti daha çeken Boyko Borisov, geminin alabora olmasından sorumlu olmadığını önceden beyan eden bir kaptan gibidir. Bugün HÖH yönetiminde parti kurucularından, hapislerden, işkence odalarından geçmiş Türk ve Pomaklardan bir tek temsilci yoktur. Türk kültürü ve Türk kimliği gibi konuları rafa kaldırmıştır. Türk ve Pomak seçmen tabanı HÖH elit kesiminin milletvekilleri, belediye başkanları ve muhtarları yukarıdan dayatma siyasetine sert tepki göstermeye başladı. Orantılı /prpportsionel/ sistemi esas alan Bulgar seçim kanununda 2013’te yapılan son değişiklikle, seçmene parti listesi içinde seçtiğini işaretleyip oy verme hakkı tanındı. Tepki ve direniş yoları arayan seçmenlerimiz 2014 erken genel seçimlerinde bilinçli oy kullandılar. Blagoevgrat ile Razgarad’a bağlı İsperih /Kemaller/ belediyesinde tercihli seçme usulünü ustaca kullanarak HÖH Merkez yönetiminden dayatılan aylara değil de, tanıdıkları, sevdikleri, kendilerini Sofya’da doğru temsil edeceklerine inandıkları kişilere seçtiler. Başev ile Hüsmen Günay beyleri listenin alt sıralarından çıkarıp parlamentoya gönderdiler.


Makale ve Analizler - 2015

143

Parti yönetimi ikisini de disiplin bozmakla cezalandırdı. 1 Kasım 2015 yerel seçimlerinde tepki daha da büyük oldu. Aynı sistemi daha kararlı ve başarılı uygulayan Türk ve Pomak seçmen Dulovo /Akkadınlar/, İsperih /Kemaller/, Kubrat, Nikola Kozlevo ve Gırmen gibi Türklük ve Müslümanlık kalelerinde HÖH partisini yerel yönetimden indirdi, birçok muhtarlıkları bağımsız adaylarımız seçildi. Türk ve Misluman Pomak tabanında büyük bir hareketlenme olduğuna, bilinçlenme ve Türk kimliğini pekiştirme sürecinin yalnız kök değil, artık dal budak saldığına kesin işarettir. BULTÜRK yönetimi olarak gedip yeni seçilen başkanları kutladık, kendilerine moral verdik. Bulgaristan’da adalet ve demokrasi için isyan eden Türkler gerçek demokrasi yolunu açmaya başladı. Halk savcısını, polis şefini, belediye başkanını ve milletvekilini çoğulcu sisteme göre (majoriter) kendisi seçmek istiyor. Bu uzun ve dik bir yol, bilinçli mücadele yoludur. Gördüğünüz üzere, Bulgaristan’ı, devlet yapısını, seçim sistemini, Bulgarları anlatmak pek öyle kolay değil. Çok problemli küçük bir ülke soğuk rüzgârların geldiği kuzey komşumuz. Artı konuşmamı toparlıyorum. En çok kullandığım sözlerden birisi Bulgaristan, ikincisi de Anayasa oldu. Anayasa her devletin Adalet Direğidir. Son ve Üçüncü Bulgaristan Anayasası 1992’de kabul edildi. Bu totalitarizmden demokrasiye geçiş anayasası olmalıydı. O zaman bu hamurdan ekmek pişmeyeceğini anlamış olacaklar, Demokratik Güçler Birliği ve Hak ve Özgürlük Hareketinin Büyük Millet Meclisi parlamenterleri Anayasayı imzalamamışlardı. Daha sonra bu anayasada kez retuş yapıldı. 2014’te erken genel seçimlerden sonra kurulan 2. Boyko Borisov hükumeti Adalet reformu sonunu, geçici seçim hükumetinde Adalet Bakanı olan Hristo İvanov’u Reformcu Blok bileşiminden bakan olarak bırakarak çözdü. Hristo İvanov Amerika’da hukuk tahsili görmüş, 2013 - 2014 yıllarında Sofya’da ve Bulgaristan’da sivil toplum örgütlerinin geliştirdiği köklü anayasal adalet reformu isteğiyle gelişen eylemlerin liderlerinden biriydi. İstifa etmesinin nedeni, Bulgar savcı ve yargıçlarının Yüksek Mahkeme’de eşit sayıda olmaması ve çoğunluğun savcılarda olması ve savcıların kendilerini sorgulaması hakkının korumuş olmalarıdır. Bakan Hristov ile birlikte, Mecliste hukuk reformundan yana olan milletvekillerinden, Güçlü Bulgaristan Partisi Başkanı Radan Kınev de istifasını sundu. Meclis kuşatıldı. Reform isteyenler ayağa kalktı.


144

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Orta direk, eski anayasanın totaliter dönemde konulan ilkeleri kaldırılmadan, Bulgaristan’ın köklü demokratikler gerçekleştirerek demokratikleşmesi olası değildir. Bulgar devlet ağacı bir akasya gibi, bir kaktüs gibidir. Küçük iken ilk dokunuşta dikenleri kadife gibi görünse de, büyüdükçe amansız batıyor. Ne var ki, insan anasını ve memleketini seçemiyor. Çok derinlerine dalarak, Bulgarların tarihinden değişik çarpıcı örneklerle size, bir ulusal karakterin oluşumunu, etkilenişini ve bize olan yaklaşımını anlatmaya çalıştım. Yeni Bulgaristan’ın daha demokratik, Türk ve Pomaklarımızın devlet yapısına daha aktif katılacağı, ekonomisinde payımızın artacağı, bugün aşamadığımız sorunları aşacağımızı ve adaletin her yerde ve her bakım hakim olacağına inanıyorum. Şuna da fazlasıyla inanıyorum. Büyük Türkiye emelimizin gerçekleşmesiyle Bulgaristan’da yaşayan kardeşlerim daha rahat, daha güvenli ve yarınlarından daha emin yaşayacaklar. Biz Büyük Göçle sınır kapısını açtık. Bu kapıda her iki taraf da yatırımların artmasını beklerken, turist kafilelerinin daha kalabalık olmasını bekliyoruz. Hükumetten Bulgaristan’la ilgili özel yaklaşım programı bekliyoruz. Bulgaristan’ın özellikleri dikkate alınarak faklı bir yaklaşım hak ettiğine inanıyorum. Başarıya götüren yol somut yaklaşım yoludur. Çok büyük bir hamle içindeyiz. 1990’da 2 milyar olan Türkiye Bulgaristan ticareti 6 milyarı Doları aştı. Sanayicilerimizin atılımı sıradadır. Ben tarihin tekerrür edeceğine de inanıyorum. Başımıza gelen tüm kötülükleri bizim iyiliğimiz olumsuzlaşacak ve çöpe atacaktır. Teşekkür ederim. BULTÜRK Genel Başkanı Rafet Ulutürk


Makale ve Analizler - 2015

145

Kurdun Sonu

Raziye ÇAKIR -12.Aralık.2015

Yüksek uçan alçak düşer. O güzel sözlerinin hepsi yalanmış, Nasıl da tatlı tatlı gülerdin yüzüme Kanardım her sözüne Senden başkasını görmezdim. Nil Burak söylüyordu bu şarkıyı. Artık taş plaklardan dinliyoruz. Ama yalanla başa çıkma davamız devam ediyor. Şarkılar bizim gönül tozumuzu alıyor. Şarkılarla yürekleniyoruz. Biz Bulgaristanlı Türkler geçen asır çok ezildik, düştük kalktık, bir türlü berraklaşamadı ruhumuz. Şafak söküyor artık. Şairler uyanmadan halk uyanamaz diyenler hep haklı. Şu dönem Bulgaristan Türk edebiyatı çalışmalarını arasız ve başarılı sürdüren, sevilen yaratıcı, Mümün Topçu her gün ruhumuzu besliyor sağ olsun. Naim Bakov’tan seçtiği En Büyük Kaybımız şiirinden çok etkilendim. İnsanların birbirlerinden çok uzaklarda olmasına rağmen aynı şeyleri hissetmesi çok güzel bir duygu ve esin kaynağı dediğimiz aslında budur. En Büyük Kaybımız Bu gün birbirimizi anlayamıyorsak Bu gün ezik beklerken bazı umutlara Özgüvensizliktir kardeş kaybımız! Huzura kapkara bulutlar engel, neden! Suçluyu halen aramızda arıyorsak Asil Türk kanım tırmanırken doruklara İşte budur bizim en büyük ayıbımız! Ayıpların altında eziliyor beden! Yetti be, çeyrek asır ayılmaya yeter Ondan önceki Cehennemi unuttuk mu? Dilim, kimliğim yasak, beterden beter Acıları böylesine kolay yuttuk mu?

Anamızın dili baldan tatlıdır, baldan Türkçem neden okutulmuyor okullarda? Her öten bülbülü kovarcasına daldan Huzur yok bize hala doğduğumuz Yurtta!

Ülkeler varsa, azınlık da vardır elbet Bu değil kardeş asla bizim kaybımız! Hakkımızdır birlik sesimizi yükseltmek Susmak ise bizim en büyük kaybımız!!!

9.12.2015


146

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Aman, ben bir ozan olmuşum, siz yazmış ben okumuş, söylemişim, kime ne, kime ne, demeyiniz. Defalarca yazmıştık, mücadele yolu yokuştur, ama mutlaka çıkılır. Şimdi size İyilik ve Kötülük dağarcığından, bir Hint masalı olan “Kurdun Sonu” masalını seçtim. Son zamanda Bulgar sarı basınında çarşaf çarşaf basılan, öldürdüğü ve yere serdiği kurtların resimleriyle, kâh avcı dostları albay ve generallerle, kâh kurtları bir gürgen dalına sallandırmış Amerikan şapkalı renkleri fotoğraflarıyla ünlenen Lütfü Mestana bu “iyiliğin” neden yapıldığı anlaşıldı. İstihbarat generalleri ve bakanların yakın adamı olan gizli av merkezlerine bakan ormancılara en lüks “Toyota Jeepler” hediye edildi. Avdan sonra yiyip içtikleri dağ evlerine milyonlar akıtıldı. Yataklar, çarşaflar, ocakta yakılan odunlar bile değiştirildi. Sanki bu paralar, her gün ağzına topladığı tükürüğü içen halkıma verildi. Bu oyunlar ne zamana kadar devam edecek. Bu soygunun sonu yok mu. Bu kalpazanlar ne zaman doyup patlayacak!? Ne zaman bütün halk aynı günde isyan edecek? Seçtiğim “Kurdun Sonu” masalı kötülün yazgısını anlatıyor. Kurdun Sonu Hükümdarın çok sevdiği ve diğer fiillerden daha iri, daha gösterişli, daha iyi bir fiili varmış. Bu fiil onun “bayramlık fiili” gibi olsa da gitti yere onunla gidiyormuş. Bir gün fiil ölmüş. Hükümdar 40 gün 40 gece matem ilan etmiş. Çok sevdiği bu varlıktan ayrılmak istemiyormuş. Nihayet naşı kalenin dışında bir yere bırakmalarını emretmiş. Beş yüz erkek fiilin bacaklarına ve dişlerine ip bağlamış, cesedi kırsal alana sürüklemişler. Son günlerde dişlerine bir şey takılmamış bir kurt yaşıyormuş yakında. Ölü fiili gördüğünde çok sevinmiş ve hemen dişlerini batırıp yemeye başlamış. Kurt o kadar açmış ki, fark etmeden kurdun karnında delik açsa da, şöyle bir bakınıp soluklanmak bile istemeden fiilin karnını delmeye devam ediyormuş. İki gün geçmiş, kurt fiilin midesine iyice yerleşmiş ve yemeye devam ediyormuş. O afiyetle yemeye devam ederken, hava çok sıcak olduğundan fiilin derisi kurumaya, karnında açılan delik de büzülmeye başlamış. Bu arada fiili yiye yiye bir türlü bitiremeyen kurdun midesi de iyice şişmiş. Bir ara susamış ve çıkmak istemiş, ama fiilin kaburga kemikleri arasına sıkışmış kalmış ve oradan bir daha asla çıkamamış. Bu masalı başkalarına anlatmanız için “Çocuklarınızın bana bir masal anlat baba, içinde kurt ve fiil olsun”, demesini beklemeyin torunlarınızın. Bu masal bizim birbirimize anlatacağımız bir masaldır. HÖH partisi Lütfü Mestan’ın


Makale ve Analizler - 2015

147

baba mirası değildir. Adam geldi kondu servete ve kendini kaybetti. Bulunduğu yer fiilin midesidir. Kullanılıyor. Onun yedikleri, içtikleri, çapkınlık sefaları bizim burnumuzdan çıkıyor her defasında. Uyanalım. Yüksek uçan fena düşer. Kaç defa düşeceğiz? Masallar geçmişten fazla geleceği anlatır. Bugünümüz yalan, ama şairin dediği gibi çeyrek asır uyku yeter artık.

Ödev Çözülmemiş ki, Sayfa Kapanmıyor

Dr. Mustafa Kahraman-12.Aralık.2015

Konu: Dünya alabildiğine değişirken, kazançlı çıkan büyük devletler mi olacak? Rusya’nın ekonomik ve mali bunalım pençesinde olduğu biliniyor. Askeri sanayi dışında ekonomisini teknolojik olarak yenileyemedi. “Petrol-Doları” yerine “Petrol-Rublesi” hayali de bir kurgu kaldı. Amerika “Şah Pehlevi Doları” ardından “Saddam Doları” dendiğinde ama bu iki devlet bırakın şu karşılıksız Dolarları, biz bundan sonra petrolümüzü Euro ile satacağız dediklerinde kafalarına balyoz gecikmesi, süreğen saldırı hedefi oldular. Petrolün US Dolar üzerinden satılmaması, dünya mihverinin el değiştirmesi anlamına gelir. Devam eden Ukrayna krizinden ve Kırım’ın ilhak edilmesinden sonra Birleşik Amerika ve Avrupa Birliği’nden gelen ambargo yaptırımlarının ardından, “CU-24” krizi geldi. Türkiye ile ilişkileri yokuşa sürme önceden planlanmıştı. Bu planların yapılmasına gerekçe ise, Türkiye’nin ülke üzerinden geçirilmek istenen doğal gaz ve petrol boru hatlarından akan yakıtı önce satın alıp, sonra istediği fiyattan kendisinin satması ve dünya büyükleri arasındaki rolünü daha da arttırmak istemesidir. Rusya Başkanı Putin’in kışkırtma ve saldırılı gergin ortan yaratma bakımından önceden tasarlanmış gelişmeler olduğunu görüyoruz. Megalomanlığın önemli içerik çizgilerinden biri muhatap olduğun, ticaretin ve hukukun olan tarafı zor duruma düşürüp, neden olduğu çekilere sevinmektir. Türkiye’den narinciye ve piliç eti almayıp da ülkemizi sıkışık bir duruma itmek bu planın bir halkasıdır. Diğer uygulamalar da planlanmış ve birer bire uygulamaya konmaya hazırlanı-


148

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

yor. Büyüklük hastalığının bir yanı da Türkiye’deki Rus vatandaşlarına vurdu. Putin kimseye acımıyor, halkının halini görmezden geliyor. 2013 ortasından sonra, özellikle 2014 başından beri tırmanan bir gerginlik ortamında yaşıyoruz. 2015 sonunda bu tırmanmanın doruğuna çıkıldığı ve suların berraklaşmaya başlayacağı gün ışığına çıkmış bulunuyor. Çünkü artık kimin kim hakkında neler düşündüğü kimin kime neden saldırdığı, kimin kimin yanında olduğu ağızdan çıktı. Bakla ağızdan düştü. Deli Petro’dan bu yana her 13 yılda bir Türk toprağına saldıran Rusya İmparatorluğu’ndan bir asır barış kopartmak aslında tarihsel bir başarı oldu. Rusya son 20 yılda dünyaya bakış açısını değiştirmeye çalışıyor. 90’lı yılların bunalımdan paçasını kurtarmaya çalışıyor. Bu amaçla silahlandı. Moskova’da “Frunze” Bulvarı boyunca Başkomutanlık Askeri Karargâhıkurdu. Bir yıldan beri harıl harıl plan yapıl saldırı analizi yapıyorlar. Ukrayna ardından Suriye yüzleşmesi de tüm anı saldırı eylemleri buradan yönetiliyor. Yakın Doğu üzerinden gece gündüz dolaşan “Drom” pilotsuz keşif uçaklarının casusluk gözetim verileri burada toplanıyor. Analiz ediliyor. Saldırı kararları alınıyor. Suriye’deki eski ve yeni askeri üslerin, Hazar Denizindeki “Dagistan” savaş gemisinden fırlatılan ve Akdeniz’deki “Rastov na Don” deniz altısından atılan “Kalibır” füzelerinin hareketleri Moskova’nın takibindedir. Moskova şimdi dünya basınına “Kalibır” kanatlı füzelerinin saatte 11 bin kilometre uçtuğunu ve Amerika’ya da erişebildiğini sızdırdı. Rus kaynaklarına bakıldığında, aslında 4 bin kilometreye kadar uçabilen, hem konvansiyonel hem de atom başlıklı olabilen bu füzelerin karaya konuşlanmış orta menzilli kanatlı füzeleri yasaklayan anlaşmaya rağmen kullanılması, denizden ve su altından atılma aralığından faydalanılmasıdır. Hazardan uçurulanlar 1500 km menzildeki hedefleri vurduğu açıklandı. Rusya bu füzeleri Kara Deniz, Hazar Denizi ve Akdeniz’den fırlatabilirim, Balkanlar ve Yakın Doğu sıkı dursun havalarına girdi. Vladimir Putin’in megaloman tavrı hat safhadadır. Böylece ara sır barıştan ve silahsızlanmadan söz eden Moskova’nın fırsat ele geçirdiğinde raket füzelerle saldırı gerçekleştirmesi gerekli ortam yarabilmiş olması da kayda değerdir. Rusların stratejisinin uzun bir zamandan beri hazırlandığı artık göz önündedir. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin hemen toplanıp kanatlı füzelerin denizlerden ve deniz altılardan fırlatılmasını da yasaklanması günü gelmiştir. Suriye halkının % 80 sakat ve kötürüm kalmasını dünya barış güçleri isteyemez, mutlaka önlemeliyiz. Anti-terörizmden gözleri kararmış dünya demokratlarının uyanması şarttır. Her savaşta haklı ve haklı olmayan taraf vardır. Mahrum insanların üzerine, köylerine, kasabalarına, çalıştıkları işyerlerine kanatlı


Makale ve Analizler - 2015

149

füze atılması bir çılgınlıktır. Ancak Hiroşima ve Nakazaki’ye atom bombası atılmasıyla kıyaslanabilir. Hayatı öldürmeye kimsenin hakkı yoktur. Sorun doğal gaz, ham ve işlenmiş petrol fiyatıdır. Rusya Federasyonu 1992’de bütçesini 21 US Dolar ham petrol fiyatı üzerinden bağlamıştı, halkı yiyecek ekmek kuyruklarına mahkûm olmuştu. O günden bugüne ham petrol fiyatını ilk kez varil başı 10 US Dolara düşüren terör örgütü DAEŞ Putin’e serenat olarak “seni yok edeceğim” çanları çaldı. Bütün Kremlin’in uykusunu kaçırdı. Ki bu fiyatın dünyaya petrol piyasalarına tırmanması, Rusya’nın ekonomik ve mali olarak kesin çöküşten başka bir şey değildir. Geçen hafta petrol fiyatının % 7.6 oranında düşmesi Rusya’nın saldırı ve bombardımanlarının son hat şiddetlendi ve Akdeniz’e yığılan askeri gemilerle adeta bir gövde gösterisi haline dönüştü. Bölgesel istikrarsızlık son derece arttı. Bu kadar yoğun bir askeri angajmanla Yakın Doğu ve dünya halklarına söylenmek istenen nedir? Bir: DAEŞ’ı bir terör örgütü ilan eden, Suriye’de yoğun bombardıman başlatan Rusya birkaç hedef birden izliyor: a) Halkını yıllardan beri ezen ve geçen asrın 60’lı yıllarından beri Yakın Doğu’da Rusya ayağı olan, önce Sovyet Ordusuna ardından da Rusya Federasyonuna Türkiye Cumhuriyetinin dolayısıyla NATO’nun burnunun dibinde deniz ve kara üssü veren Beşer Esat sülalesini diktatörlüğünü savunmak ve uzatmaktır. b) DAEŞ’i bahane ederek Beşer Esat yönetimine karşı silahlı mücadele örgütleyen ve 90 bin kişilik bir orduyla gece gündüz savaşan Suriye Özgürlük Örgütü mevzilerini ve saflarını yok etmektir. Bayır Bucak Türkmen mevziilerinin amansız bombalanmasının nedeni budur. Sivil mevzileri bombalamakla DAEŞ’i dünyaya saçan Rusya insanlığın başına yeni belalar açıyor. c) 1970 yılından beri ideolojik, politik destekleyip silahlandırdığı PKK ve PYD saflarına kan vermek, onları silahlandırarak Türkiye sınırlarını zorlamaya kışkırtmaktır. Memleketimiz içinde sürekli isyan başlatmalarına, yerel bağımsızlık ilan ederek Türkiye’yi parçalamaya zorlamalarına arka olmaktır. Suriye ve Irak Kürtleriyle yerel bağımsızlık isteyen Türkiye asilerini birleştirmek ve ateşin sönmesine olanak tanımamak, yerli halkı savaş yorgunluğuna yenik düşürmektir. Yurdundan kaçmaya zorlamaktır. Henüz kurulmamış ve hiç kimse tarafından tanınmamış bir Kürt yerel idaresine arka olarak Suriye ve Irak topraklarına çöreklenmektir. Kürtlerin Türkiye sınırı boyunca Akdeniz’e uzanan bir şerit üzerinde yerleşmesine yol açıp Yakın Doğu ve Arap dünyasından Türkiye’ye ve daha sonra Eski Kıtaya akacak do-


150

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ğal gaz ve petrol yolunu kesmek ve Avrupa doğalgaz ve petrol pazarına hakim olmaktır. d) Rusya, İkinci Dünya Savaşından beri ilk kez olmak üzere son 70 yılda geliştirdiği en yeni silahları dünyaya gösterme ve sıradan insanları tehdit etme imkânı buldu. Uçaksavarı olmayan Suriye Özgürlük Hareketini vahşi bir şekilde bombalayarak dünyaya gözdağı vermeye çalışıyor. Yıkılan evlerin ve öldürülenlerin, kolsuz bacaksız kalan çocuk ve kadınların sayısı belli değildir. Konvansiyonel silahlarla yürütülen bu saldırı savaşı yoğunluğu bakımından son 70 yılın en vahşisidir. Bu savaş 5 - 10 sene sürerse, Yakın Doğu insansız kalabilir. Şehirlerin su kanalları, elektrik şebekesi, hastaneleri, okulları felç edilmiştir. Yalnız Türkiye kamplarında 700 bin Suriyeli çocuk var. Ürdün ve Lübnan kamplarında kimsesiz çocuk sayısı çok büyüktür. Avrupa’ya kaçanların % 49’u da kadın ve çocuktur. e) Rusya Suriye savaşıyla Dünya doğal gaz ve petrol fiyatını belirleyen Yakın Doğu OPEK örgütü rolünü felce uğratmak; Arap ülkelerini bölmek ve birbirine düşürmek hedefindedir. Suudi Arabistan’ın günlük ham petrol üretimini 1 milyon varil arttırarak fiyatları minimuma çekmesi, DEAŞ’ın işlenmiş petrolün variline 20 US Dolar teklif etmesi Rusya’yı çileden çıkaran oldu. Bu eğilim Rusya için öldürücü olandır. Geliri yakıt dış satımı olan bu devlet, 1990’da bir defa çöktü ve acısını unutamıyor. Elinde olsa Arap Dünyasını dünya petrol pazarı dışında bırakacak, ama yapamıyor. f) Yakın Doğu’daki gövde gösterisi ile Ukrayna’dan, Bulgaristan ve Türkiye’den sonra “Güney Akım” adlı doğal gaz boru hattını 2. “Kuzey Akım” olarak Batlın Denizi dibinden Almanya’ya uzatmaya hız veriyor. 2. Kuzey Doğal Gaz Akımı döşenmesine olağanüstü önem verilm verilirken, yatırım hızlandırılmış olduğu gibi, önce Bulgaristan ardından da Türkiye’den geçeceğine ilişkin Putin’in Ankara’da blöf yapmasından sonra, 330 bin metrik ton boru Kuzey ülkelerine taşınmıştır. Rusya’nın gerçek niyeti ve stratejik planları ortaya çıktı. Bu işte Kremlin Berlin ile işbirliği içindedir. Lituanya, Estonya ve Polonya’ya doğal gaz satmamayı üslenen, Almanya’ya akıtacağı doğal gazın Almanya tarafından diğer Kuzey ve Güney Doğu Avrupa Birliği ülkelerine yüksek fiyat üzerinden satılmasına razı olmuştur. Bu konuda Yahudilerin bir atasözü var: “Rusya gazı keserle, Almanya’dan almak daha kötüdür.” Politik gözlemciler, Suriye ve Yakın Doğu’daki bu denli büyük bir saldırıyı farklı ama ikisi de doğal gaza bağlı başka iki değişik neden bağlıyorlar. 1) Katar’ın Suriye ve Türkiye üzerinden Avrupa’ya uzatmak istediği boru hatlarının döşenmesini önlemek için ki Katar gazı 4 bin km borudan Avrupa’ya akmaya başlarsa Rusya Batı Avrupa doğal gaz pazarındaki hâkimiyetini yitirebi-


Makale ve Analizler - 2015

151

lir. Katar ile Suudi Arabistan’ın Şam diktatörü B. Esat’a karşı olmasının nedeni de, 2009’da Esat’ın bu teklifi ret etmesi ve bu borunun döşenmesine yeşil ışık yakmamasıdır. Bu noktada Rusya Arapların arasını açmayı başarmıştır. 2) İran doğal gazının Irak, Suriye ve Türkiye yoluyla Batı Avrupa’ya akıtılmasının yolu kesmek ise ikinci hedeftir. Bunu da Avrupa enerji pazarındaki egemen durumunu korumak için yapıyor. 2012’de İran’la Şam arasında imzalanan bir sözleşmede Iran doğal gazının Laskiye körfezine indirilip orada bir akışkan gaz tesisi kurulmasını öngörüyordu. Bu proje ile İsrail’in doğal gaz ekonomisine ölümcül darbe indirileceği gibi, Rusya doğal gaz tekeli Gasprom’un Türkiye’ye doğal gaz satma siyaseti de ciddi bir darbe alacaktı. Savaşlarda büyüklerin tavrı: Suriye savaşında da görüldüğü üzere vahşet ve katliam işlerinin % 99’unu Rusya yapıyor. İngiltere her zaman yardım edeceğine söz veriyor ama yardım etmiyor. Birleşik Amerika ise savaşların başında kayıplara karışıp sonunda hep beliren devlettir. Fransa, son asır savaşlarında ne olduğunu anlayınca savaşlar hep bitti. Savaşa katılanın kazanma şansı daha büyüktür. Bu savaş 11 Eylül 2001’de İkiz Kulelerin yıkılmasıyla başları, anti-terörizm savaşı olarak Afganistan, Irak, Libya’dan sonra anti-DAEŞ Saldırısı şeklinde şiddetlendi. Şimdi iki ana cephesi var. Biri Ukrayna (Dombas) cephesi, ikincisi ise, Yakın-Doğu’da anti-DAEŞ ve anti- Suriye Özgürlük Ordusu şeklinde hız alırken yoğunlaşıyor. Bu arada İsrail-İran ile İsrail Filistin çatışmaları da kızışmaya devam ediyor. Sonuçlar: 1) Bu arada şunu özellikle belirtmek yerinde olur, Donbas düşerse, Kırım düşer ve Rusya çöker. 2) Rusya’nın son 20 yılın dünya siyasetindeki en karışık sorunlar içine girmesi ve bu sorunu kesin çözememesi halinde Putin’in devrilmesi olasıdır. Afganistan Kremlin yönetimini çökertmişti. 3) Şunu anımsarsak iyi olur, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği bugünkü Rusya Federasyonu’ndan çok daha güçlüydü. Fakat birden ve dönüşsüz şekilde çöktü. Sovyetler Birliğinde ve Varşova Paktı sosyalist ülkeler topluluğunda 400 milyon kişi yaşıyordu. Bu nüfus Birleşik Amerika ve NATO ülkeleri nüfusundan fazlaydı. 4)Rusya’nın bugünkü durumu ilginçtir ya dev devlet olmayı başaracak ya da kayıtsız şartsız yok olacaktır. Ben şu yazımı yazarken, radyo ham petrol varil fiyatının 39 US Dolara düştüğü haberi geldi. Fiyat 30’a inse Rusya çekilmek zo-


152

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

runda kalır, dayanamaz. Bu fiyat 20 US Dolar olduğunda Rusya’nın Suriye savaşını sürdürmesi tamamen imkânsız olur. SB Afganistan savaşına yılda 10 milyar US Dolar ayırıyordu, Polonya’da “Dayanışma” (Solidarnost) sendikası direnişleri patlayınca, o zamanın Polonya İşçi Partisi lideri ve Cumhurbaşkanı Voyçeh Yaruzlski Moskova’dan 10 milyar US Dolar yardım istediğinde, Sovyet Ordusu Kabil’den çekilmek zorunda kaldı. Savaşlar bir de öncelikle para işidir. Son olarak şunu görüyoruz, Birleşik Amerika’nın kedi eliyle oluşturup yetiştirdiği “Al Kayda”dan doğan DAEŞ’e karşı silahlı savaşta 1919 Paris-Versay Barış Masası etrafında toplanan büyük ve muzaffer güçlerin, aralarına bir de o zaman yenilmiş olan Almanya da katılıyor. Fakat satranç tahtası üzerinde oyun oynanmıyor. Dört yana savaş açılmış, etraf bombalanıyor. Dünya tarihinde havadan bombalayarak, denizlerden füze atılarak kazanılmış savaş yoktur. Bombalar halkları yenemez. Anlaşılan Yakın Doğu sorunlarının çözümü bir süre ertelenmek isteniyor. Defter kapanamıyor. Önemli olan bir de halkların kendi sorunlarını kendilerinin çözmesine yol vermemektir gibi duruyor ve emperyalist güçleri birleştiren düğüm de budur.

Korku Gölgesi Alacalanırken

Neriman Eralp Kalyoncuoğlu-14.Aralık.2015

Yazar ve Sanatçılar Topluma Her Bakıma Örnek Olmalıdır. Dünyada 197 ülke var. Bunların 32’si Birleşik Amerika (ABD) kontrolüne girmiş bulunuyor. Emperyalizmin kontrolü altına giren ülkeler git gide aynı rengi alıyor. Ülkeleri kıskıvrak bağlandığında durum sürekli değişiyor. Bu sene Venezüella, Arjantin ve neredeyse Bulgar kökenli Ruseva’nın yönettiği Brezilya’nın da ayağı kaydı. ABD balonuyla uçmak isteyenler sanki çoğalıyor. Halklar bu balonla seyahat etmeyi daha güvenli buluyor. Amerikanlaşıyoruz mu? Bulgaristan dünyayı Doğu ve Batıya ayıran jeopolitik çizginin ucunda. Avrupa’nın sonunda ve Asya’nın ise başlangıcındadır. Bulgaristan, bu arada Balkanlar Doğu Batı yüzleşmesinde değişen bir durumla karşı karşıya geldi. 2004’te NATO üyesi olmamızdan bu yana ülkemize 4 US üssü kuruldu. Avrupa’daki en büyük Amerikan üssü ise, burnumuzun dibinde, Balkanların göbeğinde, yeni


Makale ve Analizler - 2015

153

devlet Kosova’da bulunuyor. Bu üsler son yıllarda hortlatan Rus siber savaş tehlikesine karşı ortak savunma gücü oluşturuyor. Ücretli göstericiler: Bu arada kamuoyu oluşturan mekanizmalar doğrudan Sofya’daki Amerikan Büyükelçiliği tarafından finanse ediliyor. 2013’te başkentimizin sarı kaldırımını her gece çiğneyen göstericilerden 12 bin kişiye, bunlar arasında birçok politikacıya, avukata, gazeteciye, sivil toplum örgütü liderine, gösteriye katıldın diye içeri girip çıkanlara, siyasi partilere, sivil kuruluşlara, yayın evlerine para verildiği ortaya çıktı. Bazı gazetecilerin banka hesaplarına yüzer bin leva havale edilmiş, ama sustular. Başkentimizde 1 milyon 200 bin insan yaşadığını dikkate alırsak, her 100 kişiden birine “gidin protesto edin, hükümeti lanetleyin” parası ödenmiştir. Mertlikte üstüne olmayan bu göstericilerin elebaşçılarının aslında paralı ajanlık yaptığı böylece gün ışığına çıktı.Dışardan, büyükelçiliklerden para alarak gösteri yapmak artık suç değil, korkulacak bir şey yok gibi...Ne de olsa, ücretli protesto gösterileri halkımızı aldatma anlamına geldiğinden dolayı, insanımızın gözüne korku külü atmak anlamına gelir. Ücretli gösteri yapmakta Moskova’dan ileriyiz. Moskova 20 milyonluk bir anakent ama orada bu yemleme ancak 20 bin kişiye yapılmış yani 1500 kişiden birisine, bu da bizim Washington’un gözünde çok daha önemli olduğumuzu ortaya çıkarıyor. Bulgaristan kamuoyu bakış açısının Batıya dönmesi, AB ve NATO lehinde bir yaklaşım gelişmesi de korku bulutlarını dağıtmada etkin olabilir. Bu da bizim kendi derdimiz. Dertlerimiz, yerinde sayan reformlarımız, içinde bulunduğumuz tünelin sonsuzluğu, sürmeye takatimiz olmayan tarlalarımızın dikenlik oluşu Amerikan yönetimini ilgilendirir mi dersiniz. Hayır, asla ilgilendirmez. Çünkü onların derdi bizimle değil. Biz onlar için uçaklarını indirip bomba yükleyecekleri ya da yakın ve orta menzilli kara füzelerini üslendirecekleri bir atlama tahtasıyız. Para verip gösteri kışkırtarak erişmek istedikleri hedef, bastıkları tahtanın kırılmasına imkân vermemek, taşın yerinde oynayıp düşmelerine sebep olmadan, gerekli olanı güvence altına almayla ilgilidir. Biz de onların ülkemizde olmasının gölgesinde serinlemeye çalışıyoruz. Bu gölgede serindir, uyuya kalsak hastalanırız, üşütürsek hastalığı savmakta zorlanırız, tedavi yolu bulamayız korkusu kulaktan kulağa dolaşıyor da, henüz fazla ileri giden yok. Para alıp gösterilerde ajanlık yapmaktan korkalım mı? Sığınmacılardan korkalım mı?


154

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bizim üzerimizde bir gölge daha var. Bu da Avrupa Birliği’nin Güneydoğu Avrupa’da yani Balkanlarda kalkmaya başlayan gölgesidir. Bizi beğenmez oldular. Avrupa ana kentlerindeki sığınmacıları isteyenler ve istemeyenler arasındaki taşlı sopalı kavga ve çatışmaların esintisi bize vuruyor. Gölgeye dolan ve sıkışan Suriye’den gelen sayıları 1 milyonu aşan savaş kaçaklarıdır. Almanya Başbakanı “Merkel”in “gelsinler, gelsinler” demesi işleri karıştırdı. Ters tepki verdi. Düdüklü tencere çalıyor. Bir defa Almanya kendi içinde ikiye bölündü. Leipzig kentindeki son protesto ateşleri yüksekti. Olay AB’yi de parçaladı. Kimileri “küçük Schengen yapalım” derken, öte yandan Türkiye’nin diplomatik atılımı ve iş adamlarına vizesiz seyahat hakkı elde etme yolunda adımlaması olumlu yankılandı. Rusya Suriye’ye daha büyük bombalar attıkça sığınmacıların tavrı ise sertleşiyor. Tarla ve kırları askeri atış poligon olarak kullanılırken yaşadıkları doğa zehirlenen insanların feryadı büyüdükçe büyüyor.. Kimse su çıkmış evde ve zehirle kavrulmuş topraklarda yaşamak, hatta gömülmek istemez. Öte yandan ne Almanlar, ne İskandinav ne de İsviçre ülkesinde Müslüman mezarlığına izin verilmiyor. Müslüman mezarlıkları AB için tehlike mi? Baba Vanga olayın kışkırtıcısı. Kâhin Bulgar Bayan Vanga hafta boyu “Washington Post”, “Bild” Teyms” gibi çok okunan gazetelerin sayfalarından inmedi. 2016’da Müslümanlar Batı Avrupa’yı istila edecek demişmiş. 2015’te Yakın Doğu en kanlı savaşa sahne olacak demişti de, 2019’da DAEŞ devleri başkentinin Roma olacağını söylediği pek bilinmiyordu. Bu sığınmacılara karşı tüten ateşe bir varil benzin gibi oldu. AİHM’de dava açıldı. Balkanların ucundaki ve topraklarında bir tek cami olmadığını iddia eden Slovenya, Brüksel’in sığınmacıları kota ilkesine göre 28 devlet arasında paylaştırıp dağıtma kararını, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) taşıdı, bozulması için dava açtı. Macaristan lideri Viktor Orban bu başvuruyu destekledi. Bazı devletler AB’li beraberlikse, kopmayı kaşıyor. Polonya’da hükümet değişti. Yeni idare Berlin ile görüşmeyi kesti. Sorun sığınmacılar. Vermeden almak yok. Son gelişmelere tepkili olan Almaya Başbakanı Angela Merkel, Güney Doğu Avrupa ve eski sosyalist ülkelerden olup AB’de beraberlik ilkelerini doğru dürüst kavrayamayan devletler için, “vermeden almak yok,” AB’yi bir “sağmal inek mi sandınız?” şeklinde eleştiride bulundu. AB teşvik fonlarından aldıkları paraları önerdiğimiz yönde kullanmayanlar, birlikten ayrılabilirler ve mutluluklarını başka yerde arayabilirler, sözleri de Bayan Kansler’e aittir. Yunanistan’a tepki özellikle sert.


Makale ve Analizler - 2015

155

Sitemler bir de AB’nin dış sınırlarını korumaya para ayırmayan ve ülkeye giren yabancıların kaydını yapma gayreti göstermeyen Yunanistan adreslidir. Ton yükselten Brüksel, biz sizin banka sisteminizi korumanıza yardım ettik, para verdik, ama yükümlülüklerinizi yerine getirmiyorsunuz, derken sanki sertleşiyor. Bu arada Yunanistan’a adalarını ve AB kıyı sınır şeridini koruması için para teklif edildi, Atina bu parayı almadı. Sığınmacılar konusunda Brüksel ile kaynaşmak istemiyor. Yunanistan çözümü, kayıtlarını yapmadan, gelenleri Makedonya’ya uğurlamakta buluyor. AB kurallarına göre, giriş ülkesinde kaydı yapılmamış olanlar geri gönderilemiyorlar. Atina hükümeti Atina varoşuna 50 bin kişilik bir Arap kasabası kurulmasını da kabul etmedi. Fransa ve İngiltere’nin kesin tedbirleri “Bataklan” trajedisinden sonra Fransa sıkıyönetim ilan etti ve sınırlarını yabancılara kapadı. İngiltere ise ülkeye giren yabancılara sosyal ilk destek vermekten vazgeçti. Bu alanda İsveç daha da ileri giderek, Suriyeli kız ve kadınların bileklerindeki bileziklerin değeri 1000 Euro’dan fazla ise, üstüne el koymaya başladı. Böylece dağıttığı sosyal yardımları geri alıyor. Bulgar sınırında durum: Pazar sabahı Bulgaristan-Türkiye sınırında kaçaklar değil, gümrükçülerin hepsi birden tutuklandı. Özelleşmiş savcılık, devlet güvenlik ajansı DANS ve Jandarma “Kapitan Andreovo” sınır kapısını ansızın bastı. 340 gümrükçü çuval dolusu parayla tutuklandı. Bulgaristan’a giriş durdu. Mesele “rüşvetle” mücadele Sigara kaçakçılarını yakalıyorlar. 100 TIR aracını birde AB sınırından sokmaya çalıştı. Bulgar mahkemesi bir ayda TIR kamyonları için 86 arama tarama kararı çıkardı. Böylece Mart ayından beri ikinci büyük baskın gerçekleştirildi. Bu işte korkulacak bir şey var mı acaba? “Rüşvetin” kime verildiğini bulamıyorlar. Devlet çürümeye devam ediyor. “Bulgartabac” HÖH beslemesi Delyan Peevski’nin mülkü oldu. Gümrüklerin idaresi “Saray” konusudur. Yeni istihbarat şefleri “Saray”da, eski istihbaratçılarsa avda buluşuyor. Son gelişmelerde başsavcının neden değiştirilemediği, anayasa değişikliklerinin neden yapılamadığı daha iyi anlaşılmış oldu. Başsavcı istediğini tutuklatıp, istediğini kontrol ediyor, istediği de aklayıp serbest bırakıyor. Aklama suyu, dere suyu değil, paradır. Tel örgüdeki durum. Bulgaristan’la Türkiye devlet sınırına gerilen tel örgü gölge yapmıyor. Elektriğini de henüz takmamışlar. Kimseyi korkutmuyor desem yalan değil. Sınırı geçenler altından ve kenarından, kamaraya da yakalanmadan geçiyorlar. Gelenler davetsiz misafir. Bayan Merkel “geleni alın” diyor. AB üyesi olsak da kimse kimseye sen şu misafirleri al, besle besleye bildiğin kadar, sağlık yardımını esir-


156

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

geme, çocuklarını okut deme hakkına sahip değildir. Sığınmacılarla yerlilere aynı para ödenmelidir diye bir talimat da yok. Hafta içinde bütün Bulgaristan’da bebeli anneler protesto gösterisine çıktı. Bir sığınmacı bayana 1000 leva veriliyor. Bizde anneler çocuk parası olarak ayda 35 leva alıyor. Gelenlerin kaydı için 6 merkez açmamız istendi. Brüksel demesine diyor da para gönderen yok. Kendi bütçemizden ayırıyoruz. Halk tedirgin. Bir de şu var. AB yöneticileri sığınmacılara iyi bakmayan ülkelere yatırım fonlarını kesiyor. Üye parası olarak her yıl 1 milyon leva ödüyoruz, bize dönmesi gerekense dönmüyor. Üyelik parasının % 30’u işler yürüsün diye rüşvet olarak ayırıyoruz. AB’ye girerken büyük zarar gördük. “Kozloduy” AES’ deki 6 reaktörümüzden dördünü kapattı. AB standartlarına uygun olmayan tüm üretimlerimiz durdu. Standart dışlı olan tarımsal üretimlerimiz da azaltıldı. İşler kotaya bindi. Tütünde bize verilen kota 30 bin tonluk. Kapasitemiz ise 300 bin tonluktur. Hayvancılıkta da öyle, en az 1 milyon adet sığıra bakabiliriz, ülkedeki iri baş hayvan sayısımız 150 binin altındadır. Tersanelerimiz, demir çelik ve kimya tesislerimiz kapanırken, tekstil ve deri üretimlerimiz de durdu. Kişi başına gelirimiz defalarca azaldı. Bizim için en büyük korku, aç kalma korkusudur. Fiyatlar yükselirken, emekli maaşları ve asgari ücret yerinde sayıyor Yerimizde sayıyoruz. Ekonomide ve sosyal yaşamda yeniliklerin başlamaması, teknolojik yenilenme yönünde adım atılamaması, yabancı şirketlerin ülkemize yatırım yapmaktan korkması, ücretlere zam yapılmaması, iş pazarın tıkanmış durumu ve uzak ve yakın ülkelerle sıkı işbirliği yolları bulamamamız son yıllarda hükümetleri dış borçlanmaya itti. Geçen sene 15 milyar leva borç aldıktan sonra bu yıl 5 milyar leva daha borçlanmamızdan sonra Todor Jivkov zamanından fazla borçlanmış olduğumuz ortaya çıktı. Sağlık alanında olduğu gibi eğitim ve öğretim işlerinde de köklü yenilenme gerçekleştirmede gecikmemiz bilimse-teknik hazırlık düzeyi olarak toplumun beklediği kadro yetiştirmemizde sorunlar oldu ortaya çıkıyor. Bir Çin atasözü, “reform yapmak istiyorsan, gençlerin eğitimine önem vermelisin,” der. İşte bu noktada biz gecikiyoruz ki, toplumumuzun yarın korkusunun kökünde olan budur. Bu bakıma toplum endişeli ve korku içindedir. İstenmeyenler yol alamıyor: Bu genel durumun içinde, biz Bulgaristanlı Türklerin sorunları daha da korkutucudur. Toplumu bizim çılgın ve iş bitiren insanlar olduğumuzu bilse ve bizden daha büyük beklentileri olsa da, bu defa biz dirilemedik. Aramızdan belirgin


Makale ve Analizler - 2015

157

iş adamları çıkmadı. Çıktı da hep engellendiler, palazlanmalarına yol verilmedi, önleri kesildi. Bu işlerdeki aksamalar daha fazla olmak üzere serbest rekabet ortamının yerleşmemesinde gizleniyor. “Devlet bu adam senin, bu ise benim” hesapları yaparken, serbest rekabette güçlükler yaratıyor. AB fonlarına herkes talep etse de ancak bazıları emellerine ulaşabiliyor. İstenmeyenlere engel olunuyor. Bulgaristan küçük ve orta iş çevrelerinde iflas etme korkusu var. Enerji ve hammadde fiyatlarının yükselmesi Pazar ve rekabet olanaklarının önüne set çekiyor. Bu da toplumda sıkıntılı korku ortamı yaratılmasına neden oluyor. Ekonomik çöküşün derinleşmesi korkusu her yerde güçlüdür. Politik istikrarsızlık hakimdir. Bulgaristan Sosyalist Partisi Boyko Borisov hükümetine gen soru vereceğini açıkladı. 24 milletvekili ile iktidar ortağı olan Reformcu Blok içinde birleştirici güç konumunda olan Güçlü Bulgaristan Hareketi (DSB)hükümetten çekildi, meclis içi muhalefet yapıyor. Blok tümüyle muhalefette kalmayı tercih ederse, Başbakan gelecek yılın Ekiminde Cumhurbaşkanı seçimi ile birlikte genel seçim yapılacağını açıkladı. Seçim ardından seçim yapılması ülkemizde siyasetin kilitlendiğine bir işarettir. Siyasetin kilitlenmesi toplum için en büyük korkudur. Bulgar Türkiye işbirliği artmalıdır. “Stratejik Derinlik” kitabının Bulgar diline çevrilmesinden ve tanıtılıp kamuoyunda yankılanmasından hemen sonra Başbakan Sayın Ahmet Davutoğlu’nun Başbakan Boyko Borisov’un davetine uyarak resmi bir ziyaret için Sofya’ya gitmesi hayırlara vesile oluyor. Ülkede yeni umutlar uyanmasına temel oldu. Bilindiği üzere iki NATO ülkesi olan Bulgaristan ile Türkiye arasındaki ilişkilerde çok yönlü açılım olanakları el atıyor. İlişkileri geliştirme ve derinleştirme atılımları güç kazanıyor. Ticaret ve ekonomiden spor, sanat ve kültürde ortak dinamizm bulunmuş ve güç topluyor. Türkiye ile ilişkilerin pekişmesinde endişe ve korku olduğunu savunanların söylediklerine kulak veren kalmadı. Toplum Türkiye ile yakınlaşmamızı arzu ediyor. Geçen hafta Rusçuk’ta yapılan Bulgaristan Türkleri sivil toplum ve kültür sanat derneklerinin ulusal toplantısında da böyle bir kararlılık dile gelirken, Türkiye ile işbirliğinin yeni ve daha yüksek boyutlarından söz edildi. Daha önce rastlanmamış bir sıcaklığı ve yakınlaşmayı Sofya Ulusal Kültür Sarayı’nda (NDK) Türkiye kitap standına gösterilen büyük ilgi kendiliğinden dile getirdi. Usta yazarlarımızdan İskender Pala’nın yaratıcılığına adanan özel törende, Büyükelçimiz Gökçe’nin Türk edebiyatında İskender Pala damgası konulu kutlama konuşması dikkatle izlendi, büyük ilgi gördü ve taşıdığı sıcaklık herkesi büyüledi. Büyükel-


158

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

çiliğin devamlı atılımlarıyla elde edilen başarılarla Bulgar ailelerde Türk dizileri aşkı alevlendi. Türk kültür ve uygarlığının derinleri pek çok kişiyi tamamen büyüledi. Yazar Elif Şafak, Nazım Hikmet, Sabahattin Ali, Reşat Nuri ve Orhan Kemal’den sonra genç Bulgar okuyucunun damarına ince bir ustalıkla girebildi. NDK’daki tören bir Bulgar Türk yaratıcılar şöleni gibi kutlandı. İki komşu halk birbirini her fırsatta aramaya başladı. Komşu komşunun külüne muhtaçtır gerçekliğinde yeşerme izleniyor.Bu gelişmeler korkuyu yenme, korkulu gölgeleri dağıtma ve güvenli üstünlük sağlama yolunca yürüdüğümüze iyi birer örnektir.

Bayram Edelim!

Raziye Çakır-14.Aralık.2015

Konu: Türkülerimiz sokaklara çıkmalıdır. Güneş ve su almış türkülerimiz O gün geliyor, Tuna’dan, Meriç’ten, Arda’dan Bize doğru acele adım Parlıyor kudretle dökülürken oluktan Türkülerle bayram edelim Davullar ev önünde duracak Gümbürtüsü pencerelere vuracak İnsanlar el sıkışmış, kucaklaşacak

Türkülerimiz mahpus yatarken Dil kelepçede karanlık hücrede Isıtan ocak, mırıl mırıl nameler

Sevinip coşmak var bu türkümde Zafer zaferi kovalarken alabildiğine Yürekler sevinçten uçacak.

Özleyip yanarken Beraber söylerdik türküleri Zamanı sevgi ateşinde yendik.

Dilimizdir düşmanımın en büyük düşmanı Türkülerimiz en önde saldıracak Davul tokmağı, düşmana, düşmanlarıma

Türküler bizim, tapusu yok Özgürlüğü anlatırken birbirimize Söyledik söyleye bildiğimiz kadar

Ve şairin ıslık namesinde dediği gibi Bizden önce boyanmalıdır Notasız türkülerimiz kana!

Türküler kurt değil, öldüremezsin! Kazınamaz hiçbiri hiçbir yürekten Ölüm bin düşmana, bir tek tının


Makale ve Analizler - 2015 Türkü Türkünün mayası Toplaşıyoruz, toplaştık bile birden Yeni arama, eski türkünle gel hemen.

159

Yakındır, siz de buyurun! Davullar ev önünde çalarken Gümbürtüsü göklere vuracak

*** Şiirimizde kıpırdanış var. Geliyor karınca sürüsü birer ikişer. Tane tane dökülüyor nameler. İşe değil, türküye çağırmadan gelir herkes. Yarınlar kalabalık olacak. Dünyayı yeni baştan algılamak bir daha başlayacak. Harman savurur gibi savrulacak her şey, baharda ekecek tohum bulunana kadar. Kimse eski tohum ekmeyecek, çıkmaz, tutmaz, toprağı, yerini sevmez endişesi olmayacak. Sürülecek bu toprak. Öküz ve traktör olmasa bile bir koşulacağız sabana ve mutlaka şakıyacak kara tezekler peşimizce ve üzerine konan kuşlar bayram edecek. Bizim kuşların şarkısını dinledin mi sen? Öyle bir orkestra kuruluyor ki, karakarga bir yanda, saksan dalda, serçeler ince ayar, tepeli çıt çıt, döndükçe tokurdayan güvercinler ve anıracak eşek toprak yeşerdi sevinciyle... Şimdiki suskunluğu yenemeyiz başka türlü. Artık hiçbir şey unutulmayacak. Kuran’la gelen 100 melodiyi unuttuk gibi, söylediklerimiz Bulgarcaya tercüme edilirken ruhsuz kalmış. Can çekişene el uzatmak ne güzel! Büyük yazar ve şair olmak için mutlaka mahpus yatman, mutlaka kalemini kırmaları, mutlaka sevdiğin kızın seni terk etmesi ya da ayılmamak üzere sarhoş olman gerekmez. Kar taneciklerinin Arnavut kaldırımı sokakta konmaya yer seçişini anlat. Suriyeli öksüzün çadır okulda kalem tutuşunu yaz. Sizin tavşan yününü yolup ine taşımadı mı, onu anlat. Aynı şarkı her gün bin bir yerde ve bin bir dilde ve sayısız orkestrasız canlanıp sönüyor sönüp canlanıyor. Sayısız defa ölürken daha büyük bir sayısızlığın görkeminde yaşama Merhaba!, diyor. Nostalji aramamız çok kötü. Zamanı dolmuş olan yeni elbiseleriyle kapı çalıyor. Yaşanan her an bir özlem. Bizim dalgaların delirip kudurup taşlara çarpması var mı başka yerde! Yarın hepimize hasret. Hele sana. Yaz sıcağında toprağın yağmur beklediği gibi bekliyor seni. Mutluluksa her şeyin içinde! Özün özünde ve dışa vurmadıkça aratıyor kendini. Hangi boyutta belireceği hiç belli değil. Bazen sarılıveriyor ansızın boynuna. Bir Noel ağacı değildir hayat. Öyle olsa yıldızı yalnız tepesinde değil, istediğimiz dalda parlatırdık. Ölü bir ağaçtır Noel ağacı. Yaprakları dökülmeyi, dalları yanmayı bekler. Bizden Noel ağacı olmaz, çünkü o bir umuttur. Gelecek kışı bekletir. Yaşatır kendini hamalların hayallerindeki umutlar gibi. Biz bir meyve ağıcıydık ve bizi aşılaya aşılaya ve bol bol suyla sulandıkça dayanamadık, git gide eğilmeyi kabul ettik. Boynumuz kıldan ince.


160

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Kavak olmayı kabul etmiş gibiyiz. En yüksek sensin deyecekler bize. Kavak ormanı olmaz. Kavağın dayanışması da olmaz, çat diye kırılıverir. Uzun olur bizim kavaklar. Gevşek ağaçtır kavak, kokusu bol çiçek açmaz, dallara sevdalı meyve yüklemez. Kavak olmaktır bizim sonumuz. Püskülünden gençlik çıkmaz bu ağıcın. Bir bakıma kısırdır. Zaten bir dalını kessek de sulak bir yere diksek, bu da boş bir umut gibi, çünkü subaşları çoktan tutuldu. Kaynaklar, dereler, çaylar ve nehirler hep korumalı alan, meyve vermeyen ağaçlara yer kalmadı. Bizse meyve veremez duruma geldik. Getirildik. Kuru dingil olmanın neresi iyi?!

İyi Olan Aranır

Musa Vatansever-16.Aralık.2015

Konu: Olayların özündeki sürecin niteliğini anlamadan çözüm bulamayız. İnsanlar toplum içinde yaşamaya başladığı günden beri anlatılan bir masal var. İki Köpek Bir adamın iki köpeği varmış. Birine avlanmasını öğretmiş, diğerini ise evde besliyormuş. (Tam şu bizim Ahmet Doğan saraycısı ve Lütfi Mestan avcısı gibi). Ava çıkan köpek eve yakaladığı bir avla döndüğünde, adam bir parça koparıp diğer köpeğe de verirmiş. Avcı köpek bu olaya sinirlenerek evde yaşayan köpeğe: “Yorulup hayatımı tehlikeye atarak yakaladım bu avı, sen hiç bir şey yapmadan yiyorsun” diye çıkışmış. “Bana kızma,” demiş diğer köpek. “Bana çalışmadan yiyip içmeyi öğreten sahibimize kız.” Şimdi bizim örnekte Saray’da tutulan Ahmet Doğan’ın tasması çözülse ve hadi dağda bayırda av kovalamaya dense, saray hayatını özlemez mi? Özler! Neden, çünkü gel keyfim gel hayatını iyice sevmiştir. Başka bir örnek verelim.


Makale ve Analizler - 2015

161

15 Aralık günü 5 partinin katıldığı Reformcu Blok (RB) Kurucu Kurultayı oturum yaptı. Gerekçesi Adalet Bakanı Hristo İvanov’un istifasından ve RB üyesi olan Güçlü Bulgaristan Hareketi (DCB) Başkanı Radan Kınev’ın hükümet ortaklığından ayrılması ve mecliste muhalefete katılması oldu. Alınan kararlar “iki köpek” masalı örneğine çök benzedi. (RB) Eş Başkanı ve (DCB) hareketi Başkanı R. Kınev GERB hükümetinin istifa etmesini, Başbakan Boyko Borisov’un görevinden çekilmesini ve yeni hükümet programı üzerinde görüşmeler başlamasını istedi. (DCB) Başkan Yardımcısı ve Sağlık Bakanı Moskov ise, partideki görevlerinden ayrıldı ve Bakanlıkta kaldı. Köpek olsa “kulübeden çıkmak istemiyor, hazır yiyici” derdik. Bu 5 siyasi partinin hükümetteki toplam 5 bakanı da görevde kaldı. (Başka zaman bakan olamayız, demişler.) Ne de olsa, ortaklık sözleşmesinin gözden geçirilmesini ve yapılacak reformların son tarihleri üzerinde anlaşmasını desteklediler. Görüldüğü üzere bir siyasi parti başkanı iktidar çevresinden ayrılıp muhalefete geçerken, parti başkan yardımcısı ve bakanların görevlerinde kalması, rahatlığa alışmışlar anlamından başka bir şey olabilir mi? İnsan karakterine, yüksek gelir sağlayan, kendisine sağlanan ayrıcalıkları elinin tersiyle kenara itmeme iyice yerleşmiş olmalı. İstenen reformlar ise, adalet reformu ve anayasal değişiklikler; sağlık, eğitim ve enerji bakanlıklarında yenileme ve devlet enerji kurumundaki rüşvet ve dalavere olaylarına son verme olmalıdır. Bugünkü yönetim eliti adalet ortamı oluşturmak, savcılığın elini kolunu bağlamak, yasaların üstünlüğünü sağlamak istemiyor. Yani kulübedeki köpek olarak yaşamaya devam etmek istiyor. Olabilir ya, köpek sahibi de bu durumdan memnun ve değişikliklere yol vermek istemiyor. Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) de Boyko Borisov hükümetinin istifa etmesinden yana olduğunu bir daha ortaya koydu. “Güvenoyu” istedi. Artık 126 yaşında olan Bulgar sosyalistlerinin partisi yeniden iktidar olma şansını ararken, seçim yapılmasında direniyor. Eski günlerine dönmek istiyor. Yeni bir formülle iktidar ortağı olmayı geçiriyor aklından. Öyle ama Sofya mahkemelerinde devam eden rüşvet ve dalavere davaları başka konuşuyor. Sosyalistlerin iktidar olma yolunda çok ciddi engeller var. Devam eden duruşmalar bunlardan biridir. Hak ve Özgürlükler Hareketi (DPS) de ortak olduğu, Başbakan S. Stanişev kabinesinde Sosyal İşler Bakanı olan Bayan Emiliya Maslarova 5 yıldan beri yargılanıyor. Stara Zagora il merkezindeki opera binasının tadilatı için tesis ettiği 19 milyon levadan 11 milyon levası ka-


162

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

yıplara karışmış. Sabık Bayan Bakan’ın ceza almaması toplumda ciddi dalgalanmaya neden oluyor. Bu örnek HÖH ve BSP çevrelerinin zenginlik bataklığında çırpındıkları eski günlere dönmek istediklerine parlak bir örnektir. Bugün parlamenter muhalefet papan HÖH - DPS partisinin iktidarının dış borçlanma siyasetini desteklemesi, her avdan bir parça hak ettiğini mi gösteriyor? HÖH milletvekilleri meclise cep doldurmaya mı, etnik azınlığımızın menfaatlerini savunmaya mı gittiler? BSP ve DPS ortaklığının rüşvet toplama ve dağıtma dönemlerinin zirvesi olan eski Başbakan II. Simeon yıllarında başlayan davalar da devam ediyor. Başbakan Simeon Saks Kobur Gotski’nin yalnız Rila Dağından 5 milyon US Dolar değerinde orman çalıp Yunanistan’a dış satım yaptığı aylarca şiddetli tepkilerle yorumlanmıştır. Kuşkusuz bu çalıp çırpıp ve kendi adamlarına çok yüksek gelir ve yaşam düzeyi sunan, parti etrafında oligarşi tabaka yaratan gelişme dönemi de özleniyor ve geri dönmesine can atanlar var. Bu hazır oncuların hepsi boyunları zincirli kulübe köpekleridir. Sahipleri ise işlerin yoluna girmesini istemeyenlerdir. Sofradan kalkmayanları, devlet malını ve halkın terini çalıp çırpan dalaverecileri görmeyen savcılık ise uşaklık yapıyor. 8 - 10 yıl öncesinde palazlanan bizim dolandırıcılar kendilerini yasa üstü ve dokunulmaz gördü. Ne oldum delileri ve onların çevresine toplanan zıpçıktı züppeler yağma ve talan günlerinin geri dönmesinde ayak diretiyorlar. Sanki değişen bir şey olmuş gibi. Bazıları artık nara uzandı. Diğerleri sorgulandı. Kimileri yargılanmış olsalar da, adaletin uygulanmasında son iradeye sahip olan savcılık mekânı göz yumduğu için birkaç yıldan beri polislerin gelip bileklerini lütfen, demesini beklemeye devam ediyorlar. HÖH Başkan Yardımcısı ve Meclis Başkan Yardımcısı Biserov gibileri ise, para aklamktan, vergi ödememekten ve daha birçok mali suçtan usulca paçayı kurtardılar. Böylece de hiç bir ceza almadan eski günlere dönebilme olanaklarını yeniden elde edebildiler. Oyunu kazananlar devlet sofrasından yiyip içmeye devam edecekler. Paçayı kurtaranlar hükümet ve muhalefet politikasını beğeniyorlar. Halkın % 90 adalet isterken, yasa değişikliklerini durduranlara yardım edenler de ödüllendiriliyor. Küçük ve büyük hesapların birbirine karıştığı bir dönemde yaşıyoruz. Bugün Sofya’da bir günde aynı sokak ve meydanlarda çok farklı gösteri yapıldı. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanımız Sayın Ahmet Davutoğlu’na karşı protesto mitingi “ATAKA” bütün Bulgaristan’dan otobüslerle topladığı 2 bin göstericiyle Türkiye Cumhuriyeti Başbakanımız Sayın Ahmet Davutoğlu’na karşı protesto mitingi yaptı. Moskova’dan para aldığını gizlemeyen bu parti, Moskova’ya köle gibi boyun eğdiğimiz günlerin geri dönmesinde direniyor. Ne istedikleri anlaşıl-


Makale ve Analizler - 2015

163

masa da, saatlerce konuşarak Türklere ve Türkiye’ye karşı havlamaktan zevk alıyorlar. Moskova uşağı olmaktan memnun olduklarını gizlemiyorlar. İmkân olsa, Plevne savaşının her gün tekrar etmesini, Osman Paşa’yı her gün yaralamayı, Süleyman Paşayı ve Türk ordusunu Balkanlardan kovmayı büyük bir özlemle yeniden yaşamak ve coşmak istiyoerlar. Mayaları böyle tutulmuş, hep Kuzeye bakarken botyunları tutulmuş ve bu insanları etkileyerek değişmelerini sağlamak olanak kışı olmuş. Onlar 138 yıl öncesini rüya görmek için yatıp, karşılarında “kurtarıcı” Rus Çarı II. Alaksandır’ı görme umuduyla göz açıyorlar... Ankara ile barışçı görüşmeler yoluyla anlaşma ve iki taraf için de yararlı işbirliğinin derinleştirilmesine karşı çıkarken, bizi 50 yıl ezen ve soyan bir devlet olan “Rusya ile dostluk!” isteyenlerin ruh halinin iyileştirilmesi için hastane ve mehlem yok. Onlar ikiye bölünmüş Bulgar toplumundaki hasta olan kesimdir. Sayın Davutoğlu ile Borisov’un basın toplantısından sonra, Sofyadaki Türkiye Cumhuriyeti Büyükelçiliği binasına yönelen Bulgar milliyetçilerinin liderlerinden biri olan Boyan Rasate bir araçla Büyükelçilik binasına girmeye çalıştı. Bu da toplumumuzun ne kadar hasta bir durumda olduğuna en kesin kanıttır. Türk, Müslüman, İslam gibi kavramları işitince çıldıranların haline gerçekten acımamak elde değil. Bulgar milliyetçilerini ayağa kaldıran ne oldu? Öncelikle Büyük Türkiye’nin hiç kimseye el açmadan 2 milyon 500 bin sığınmacıya evini açması çok etkileyicidir. Milliyetçileri kudurtan ise şudur: Bulgaristan’ın T.C.’nin Avrupa Birliği üyeliğini desteklemesi; sığınmacı sorunlarına ortak çözüm aranması arzusu; Bulgaristan’ın “SU-24” olayından sonra Rusya’nın gündeme getirdiği olayların barışçı uzlaşma yoluyla aşılmasından yana konum alması; Sofya – İstanbul sürat trenini en kısa bir zamanda hizmete girmesi, Avrupa ve Yakın Doğu sorunlarında anlaşma, barış, güvenlik ve işbirliği kapısının daha geniş açılması... Bulgar milliyetçileri Bulgar-Türk ilişkilerinde soğuk savaş dönemine dönülmesinden yana olduklarını gizleyemedi. Bulgaristan’la çalışmalarda özgün ve acil çözüm bekleyen yönler öne çıktı. Rusofil milliyetçi aşırı güçler Başbakan A. Davutoğlu’nun emin, kararlı, çözüm sunan siyaseti karşısından ezildiler. Bu bakıma Yunanistan örneği de çok olumludur. Bulgaristan’da 11 bin Yunan şirketi var ve bunlarda 40 bin Bulgar işçi çalışıyor, bu işçilerin hepsi Ege sahilinde tatil yapıyor, % 10’u komşu dilini öğrenme kurslarına yazılmış. Tarihini ve dilini bildiğin, ekmeğini yediğin bir halka düşman olmak zor olur. Yeşiller Partisi yerine fidan dikilmeden ağaç kesilmesini büyük bir gösteriyle kınadı. Yüksek Mahkeme önünde adalet sisteminde, mahkemelerde ve savcılıkta reform yapılmasını isteyenlerin imzalamaları için bir defter açtı. Bu deftere bi-


164

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

rinci imzayı Yüksek Mahkeme Başkanı Yargıç Lozan Panov attı. Mahkeme önünde toplanan kalabalık mitingde yapılan konuşmalarda “Bulgar savcılarının bazı sanıklar hakkında dava açıp yargıdan ceza almalarını sağlayacağına, sanığın aklanmasını isteyen taleplerde bulunduğu” belirtildi. Saat 18’de birkaç bin kişinin, aralarında yargıç ve avukatların da bulunduğu kalabalığın fener alayı ile Sofya’yı dolaştıktan sonra meclis önündeki konuşmalarda anayasa ve adalet sisteminde acil değişiklik isteyerek, Boyko Borisov hükümetinin hemen istifa etmesinde ve Büyük Millet Meclisi seçimi yapılmasında ısrar etmesi, büyük etki yaptı. Bulgar toplumunun aydın kesimi, ileriye hamle yaparken, ne totalitarizm döneminden ne de adaletsiz düzenin devamı olan “Geçiş Dönemi”nde herhangi bir yasanın yeniden yürürlüğe konmasını değil, gerçekten demokratik, özgürlüklü ve insan haklarını temel alan bir anayasal adalet düzeni kurulması için yollara dökülmüş bulunuyor. Yeni başlayan gösterici eylemlerine Sofya Amerikan Büyükelçiliği’nden para alarak eylem yapan 2013 sahte eylemcilerinin katılmasına yol verilmiyor. Bulgaristan aydınlarının oluşturduğu yeni meclis dışı kamuoyu ve protesto hareketi RB partisinin hükümetin istifa etmesi ve reform yolunun açılması isteklerine destek veriyor. Bu hareketlenmede dikkati çeken, adaletsizliğe, reform düşmanlığına, rüşvetle çalışan sisteme karşı ve devlet düzeyinde süre giden dolandırıcılığa karşı ciddi bir nefret hissi oluşmuş ve büyümekte olmasıdır. Borisov hükümetinin halkın lehinde olan hiçbir şey yapmak istemediği ve ortaklarında bile meclis desteği bulamadığı zaman HÖH - DPS partisinin toplumun demokratikleşmesi ve adaletin yerleşmesine engel olma işinde GERB partisine koltuk değneği olması, böylelikle de totaliter statükoyu koruması şiddetle kınanıyor. Hükümetin son durumu değerlendirildiğinde kısa adı ABV olan, eski Cumhurbaşkanı Georgi Parvanov’un partisi, GERB partisine arasız ve güçlü destek vermeye başladığı dikkati çekiyor. Öte yandan hükümetin düşmesi için Başbakanın istifa etmesi ilk adım olmalıdır. 2016 yılında yeni genel seçim olduğunda GERB partisinin meclisteki 84 sandalyesini 100’e çıkarabileceği ve şimdiki 8 partili meclisteki sağ ve sol uçtaki küçük partilerin meclise giremeyeceği görüşü artık kazanıyor. HÖH - DPS partisi muhalefette olsa da şu dönem konforlu bir durumda bulunduğundan, erken seçim yapılsa da durumunu değiştirmek istemeyecektir. Yani hiç bir iş yapmadan kendisine hep bir çanak yemek verilmesini bekleyecektir. Hak ve Özgürlük hareketi (DPS) yönetimi, Türk ve Müslümanlardan oy alarak ayakta kalsa da, Bulgaristanlı Türklerin kültürel gelişmesinde, anadillerinde okullarını açtığı, liseleri, radyo yayınları, tiyatroları, gazete ve dergileri olduğu ve yaşam tarzlarını kendi özgün kültürlerine, adet ve geleneklerine göre düzenle-


Makale ve Analizler - 2015

165

dikleri “altın çağa” - 1950’den 1964’e kadarki döneme geri dönülmesini istemiyor. Etnik topluluğumuzun özgün haklarını elde etmesi HÖH - DPS’nin konforunu bozacaktır. Bu yüzden o haklarımızın tanınmasına karşı çıkıyor. Geliştirdiği “Bulgar Etnik Modeli” siyasetiyle Bulgaristan’da Türk kimliğini yok etmeye çalışıyor. Bu bakıma, bir yandan halka yararlı işler yapmayan kabineye “koltuk değneği” olarak, anayasa değişikliğine engel olarak ve adaletsizliği ve dalavere sistemine dayanan kendi durumunu korumaya çalışırken halkın istediği totalitarizmi savunuyor ve demokrasiyi baltalamaya devam ediyor. Bulgaristan Türkleri iyi olanın, “altın çağ” dedikleri, uğruna ayaklandıkları kültürel haklarının ve insan haklarını istiyorlar. İnsanın yaşadığı iyi olanı geri istemesi hakkıdır.

Büyük Yüzleşme

BG-SAM-16.Aralık.2015

Konu: Başbakan Davutoğlu’nun başarılı Bulgaristan ziyareti. “Dinini ve tarihi kimliğini kaybeden bir toplumun yaşaması mümkün değil! Kültürümüzün ana direği olan Türkçenin en iyi şekilde korunması ve yaygınlaştırılması için sürekli çaba gösterilmelidir. Türkçenin köklü şekilde öğrenilmesine alınacak tedbirleri geciktirmeyiz. Bu konuda hiçbir şekilde yalnız ve mahrum hissetmeyin.” Bu cümleler Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Sayın Ahmet Davutoğlu tarafından Sofya Büyükelçiliğimizde Bulgaristanlı Türk kanaat önderleriyle görüşmesinde dile geldi. Böylece Türkiye devletinin Bulgaristanlı Türklere ilişkin yeni stratejisi biçimlenmiş oldu. Yeni strateji Bulgaristan’da yaşayan Türklerin bugünü için olduğu kadar yakın ve uzak geleceği için de olağanüstü önemlidir. Bu hedefi gerçekleştirmeye çaba gösterenleri daha bugünden kutlarken kendilerine sonsuz başarılar dileriz. BULTÜRK - Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği, BG-SAM Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi, aylık “Bulgaristan Türklerinin Sesi” gazetesi ve “www.bghaber.org” - aktüel bilgi ve yorum yayını çözümü asla ertelenemez olan bu olağanüstü önemli sorunun ilk kez olmak üzere Türkiye devleti tarafından kucaklanması hepimiz için büyük bir umut ve memnuniyet kaynağı oldu.


166

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bizim için hayati önem taşıyan Bulgaristan Türk kimliğini yaratma sorunudur. Son 70 yılda ilk kez devlet siyaseti düzeyine taşınmıştır. Konunun iki komşu devlet arası ilişkilere taşınmasında emeği geçenlere teşekkür ederiz. Bu önemli sorunun halka indirmek, aydınlara mal etmek, gerçekleştirilmesi için geniş kamuoyu oluşturmak, Türk azınlığımızın özgün kültürel hakları, kendi çizgileriyle güzel yaşam tarzı, anadili, ahlakı, gelenekleri uğruna diriltmek en önemli sorunumuzdur. Bu davayı bugüne getiren yol uzun ve dikti. Türkiye Cumhuriyeti devletinin tutum değiştirip yanımızda yer alması çok büyük, paha biçilmez bir kazanımdır. Biz, anneannesi Sviştov’lu olan Kenen Evren paşanın, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı sıfatıyla zulümcü Todor Jivkov’a bizim hakkımızda “eti senin kemiği benim” sözlerini ve Türk kimliğimiz ve tüm etnik halk topluluğu haklarımız için Mayıs 1989 Ayaklanmamızdan sonra, sorunu Türkiye adına görüşmek üzere Kuveyt’te Bulgar Kültür Bakanı Georgi Yordanov ile görüşmesinde “bırakın yorgan altında Türkçe konuşsunlar” dediğini asla unutamayız. Biz, artık Bulgaristan Türkleri ile ilgili durumun kesin değiştiğine Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan ve Başkanımız Sayın Ahmet Davutoğlu iktidarı döneminde gerçekleşebildi. Şimdiki ziyaret Bulgaristan Türklerinin hak ve özgürlükleri uğrunda mücadelede yeni sayfa açtı, olayın kamuoyuna ve halka akıtılması çok büyük bir başarıdır. Olay büyük bir yüzleşmeye işarettir. Türklerden, Pomaklardan ve Romanlardan oy alan ama hiçbir sorunu çözmeye yanaşmayan, olayı politik ihanet oyunu içinde boğmaya çalışan Hak ve Özgürlük Hareketi (DPS) yönetimi artık kesin olarak elenmiş ve bundan böyle asla dikkate alınmayacaktır. 25 yıl bu konuya seyirci kalan bu siyasi iradeye bundan öte güvenilemez. Geleneklerine, kültürüne ve içinde bulunduğu uygarlık anlayışına uygun bir yaşam tarzında yaşamak istemek her halk topluluğunu hakkıdır. Halkımızın bu özlemini sömürmek ve çarpıtmak büyük bir suçtur. İnsanlarımız anadilde basın yayın, edebiyat ve sanat dallarında kendi renklerini görmek istiyor. Bu sorun bugünden başlayarak hayat belirleyici önem kazanmıştır. Etnikler ve uluslar arasındaki eşitlik yolu mutlaka açılmalıdır. Türk dilini öğrenmek için TV yayınlarının yeterli olduğunu savunmak yanlıştır. Türk dili, edebiyat ve kültürü çocukları anadilinde bir SMS yazacak duruma getiremez. Eğitim ailede başlar ve okuldan geçmeden yeterli düzeye ulaşamaz.


Makale ve Analizler - 2015

167

Anadil eğitimiyle ile birlikte öz tarihimizin de okutulması büyük bir kazanımdır. Atalarımızın toplumu olan Osmanlının ne insan, ne Bulgar, ne de Türk düşmanı olmayan bir toplum olduğunu ve Balkanlara ve Avrupa’ya hoşgörü (tolerans) ve iyi komşuluk taşıdığını, benzeri olmayan tarih eserlerinde yaşamaya devam ettiğini her çocuk bilmelidir. Bu gerçeğin çarpıtıldığı bir ortamda insan kardeşliği, adalet ve uyum anlayışı güç alamaz. Öz tarihimiz dünyaca bilinen ve bilimsel gerçek olan kutsanan bilgilerle kaleme alınıp öğretilmelidir. Bulgaristan tarihi de AB tarafından kabul edilmiş ve sivri uçları ve kışkırtılmış düşmanlıkları körleştirilerek yeniden işlenmeli ve öğretilmelidir. Bizim kendimizi farklı, Bulgarların bizi daha farklı, AB ülkelerindeki okullarda ise tamamen farklı bir tarihten öğrenmesine artık son verilmelidir. Dünyada iki tarih olamaz, geçmişin en büyük özelliği tek karakterde bütünleşmiş olmasıdır. Geçmiş bugünümüzü hançerleyen bir silah olarak kullanılmamalıdır. Bulgaristan’da ve Balkanlarda yeni bir barış, uzlaşma, dostluk, hoşgörü ve işbirliği havası estirilebilir. Balkanların bu yönde değişeceğine inanıyoruz. Yorumladığımız ziyaretin demokratik kamuoyu ve hükumet çevrelerinde olumlu yankılanırken destek bulması, dünkü ve bugünkü düşmanlarımızı yine hareketlendirdi. Otobüs ve trenle Sofya’ya taşınan Rusçu Bulgar milliyetçileri bu defa da “Ataka” partisi kışkırtı. Bu partinin Türkleri korku içinde yaşatmak ve Bulgaristan Türkiye ilişkilerinin gelişmesine yol vermemek için HÖH - DPS Partisi Başkanı Ahmet Doğan’ın verdiği 1 milyon 600 bin leva ile kurulduğu ve yönlendirildiği asla unutulmamalıdır. Davutoğlu’nun basın toplantısında “Bulgaristan Türkiye’nin Avrupa Birliği kapısıdır” sözleri kamuoyunda olumlu yorumlarken, milliyetçiler “Yeni Osmanlıcılar bizi istila edecek” şeklinde yaygara kopardı. NATO angajmanı çerçevesinde Türkiye askeri hava kuvvetlerinin Bulgar hava sahasını korumasına karşı çıktılar. Kamu ve özel radyo ve TV yayınları hakkında açılmış birkaç holiganlık davası olan parti başkanı Volen Siderov ile etrafına topladığı milletvekillerinden M. Taşeva ile P. Şopov Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğinin “Avrupa’da Hristiyanlığı ve medeniyeti yok edecek” iddialarına dikkate almadı, yayınlarda yer vermedi. 2 milyon 500 bin savaş kaçağı ve sığınmacıya kanat açan Türkiye devletinin barış ve güvenlik siyasetini karalama yeltenişleri ise alayla karşılandı. Biz Bulgaristanlı Türk için aydın, yaratıcı ve dernek yöneticileriyle görüşme çok önemli oldu. Vurgulanması gereken en önemli nokta, Sayın Davutoğlu’nun Türk kimliğiyle gurur duyan gençlere hitaben “82 milyonluk Türkiye” yanınızdayız demesi bir ilk oldu. 1 milyon 500 bin Türkün yaşadığı Bulgaristan’a karşı politikanın çok özel olduğunu hazır bulunanlar his etme fırsatı buldu.


168

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Görüşme esnasında Bulgaristanlı Türklerin dil, din ve kültürüyle dahil olduğu medeniyetin Türkiye uygarlığı ile iç işe örtüştüğü ve birbirini tamamlayarak geliştiği ortaya kondu. Özellikle 2002’den sonra AK Parti atılımlarıyla “altın çağını” yaşayan Türk ulusunun iddialı bir atılım içinde “kardeşlik ve beraberlik” bayrağını daha yüksekte dalgalandırarak komşularıyla siyasetine yeni anlam kazandırıp, karşılıklı yarar temelinde ilerleme ararken, azınlık Türklerini izlediği politikanın ortasına çektiği gözden kaçmadı. Ankara hükümetinin etnik azınlıklara tüm haklarını tanıma örneği Bulgaristan Türklerini yüreklendiriyor. Atılan adımlar AB çapında örnek olacak boyutta edinimler sergiliyor. T.C. ’nin dış ülkelerde yaşayan ve ana vatanını seven her Türk’e her bakıma el uzattığı kıvançla dile geldi. Bu kıstas tam destek buluyor. Çeyrek asırda 1500 Bulgaristanlı Türk genç Türkiye’de yüksek okuma fırsatını bu siyaset sayesinde bulabildi. Bulgaristanlı Türkler arasından uzman gençlerin Türkiye’de mastır düzeyinde uzmanlık yapması da iyi sonuçlar veriyor. Bu büyük gayretin sonucu olarak, 1989 Büyük Göçünden sonra ilk kez olmak üzere genç kuşaktan kadroların Bulgar devlet kurumlarında, kültür dallarında, eğitim, sağlık ve otomotiv sanayinde iş bulması, değişik görevlere atanabilmesi yolu böyle açıldı. Davuroğulu’nun umut aşılayan konuşması Türk ruhuna kanat olurken, hamlelerimize güç kazandırıyor. Bu gelişmeler uygarlık yolunda beraberliğimize yeni kanıttır. Bu cümleden olmakla, Bulgaristan Türklerinin ülkede demokratikleşmenin tutunup derinleşmesine son dönemde yoğun çaba verdiği dikkate alındığında, etnik azınlık haklarının, özgün kültürel edinimlerin yeniden elde edilmesi ve anayasaya ve yasalara temel haklar olarak işlenmesi davasında ciddi ilerleme kaydedileceğine inancımız arttı. Hedef yalnız 1950 yıllarındaki hak ve özgürlüklerimize dönme, en az aynı kapsamda olmakla yitirilen kazanımları geri alıp yeniden modern koşullarda geliştirme azminin güç toplamasını doğru olarak değerlendirilme dönemi başladı. Daha önce elde edilmiş ve özlenen haklarımızı bugüne uygun şekilde geliştirme sorunu da gündem oluyor. Bulgaristan Türklerinin 1967 - 1989 yılları arasında verdiği ağır kimlik mücadelenin, Mayıs 1989 Ayaklanması ve dinmeyen özgürlüklere kavuşma davasının özü ve ruhu budur. Bunu gören, isabetli değerlendiren ve 1989’dan beri ilk kez büyük bir kararlılıkla Türkiye’nin devlet politikası kapsamına özel olarak alan AK Parti’ye her bakıma inanıyoruz. Birçoklarının asla çözülmez dedikleri bu düğümü çözeceğine ve Bulgaristanlı Türklerin gönlünde taht kuracağına inanıyoruz. Bulgaristan Türkleri konusunda beklenen özel ve farklı siyaset böylece oluşup yapılanmaya başladı. Acil çözüm bekleyen sorunlara yoğun yönelim yeni anlam kazandırıyor. Komünist rejimin yetiştirdiği ve zulüm döneminde olduğu


Makale ve Analizler - 2015

169

gibi, demokrasi arayan yeni dönemde de, Bulgaristanlı Türkleri temsil etme ve onlar adına söz alıp kısır önerilerde bulunmayı kendi tekelinde bulundurmaya devam eden Prof. C. Hakov gibi etnik topluluktan kopmuş kişilerin eski durumu sürdürme havası estirme çabası dikkatten uzak kalmamıştır. Büyükelçilik konuk evinde yapılan yararlı görüşmeye katılan dernek temsilcilerinden bazıları bu ayın başında Rusçukta toplanan Bulgaristan Türkleri şair, yazar, ressam ve diğer dallardan yaratıcılar ve sivil toplum örgütleri yöneticileriyle görüşmede kristalleşen atılımı ne pahasına olursa olsun ileri taşıma azmine destek buldular. Bu çalışmalarda hem Türkiye’de hem de Bulgaristan’da Türkler arasında etkin olan BULTÜRK Derneği 2016 Çalışma Programı hazırlanırken Türkiye devletinin değişik Balkan ülkelerine karşı farklı çizilen etkinlik programında Bulgaristan tasarımını doyurucu ve somut amaçlara yönelik olduğu için kutluyor. Programın özünde Bulgaristan Türklerinin dilini, dinini ve kültürünü koruyarak Türk kimliğini geliştirme hedefi temel oluşturuyor. Demokrasiyi arayan komşumuzda Türkiye devlet politikası ile Bulgaristan Türklerinin özel isteklerinin tam örtüşmeli yeni bir ortamda yüzleştiği yeni bir dönem başlatılmasından mutlu olduğumuzu paylaşırken gururluyuz. Semereli ziyaretlerin daha sık yinelemesi hepimizin temennisidir.

Çökmek Tırmandırmaktan Kolay

İbrahim Soytürk-19.Aralık.2015

Konu: Herkes kendi zaferini kutluyor “Saray” pencereleri ışıl ışıl! Çamlarda ışıyan ampullerle gece kapı önü alaca karanlık. Yeni yıl için iki hafta önceden toplananların burnu kar kokusu arıyor. Karınları tok, kısa zincirli çok tülü köpekler ayak tırnaklarını çimene batırmış emir bekliyor. Korku saçan gözleriyle Park eden siyah arabaları ve avluya girenleri korku saçan siyah gözlerler sanki sayıyorlar. Mırıldanışları yeni keskin kokuların burun deliklerine verdiği rahatsızlıktan. 5 - 6 seneden beri anasını görmeyen Saray kiracısı Ahmet konuk karşılıyor. Onun hakkında çok kitap okumuş deseler de, doğum günü ile yılbaşının önceden kutlanmadığını besbelli ki bilmiyor. Birkaç tezgâhta birden dokumak onu da


170

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

yormuş olabilir. Parti işlerini perde ardından yönetmek zor olsa gerek. En önemli işi Türklerden, Pomaklarla Romanlardan sorumlu olması... Gizli subay olarak başını ağartan da bu! Perde ardından hizmet verdiği devlete en büyük hizmeti 500 bini Türkü yuvasından kovması oldu. Bulgar istihbaratı 100 seneden bu kadar büyük bir başarı elde edememişti. Birçokları da Batı Avrupa’ya çekip gitse de Türklerin yeniden uyanırmışlar gibi gözlerini ovuşturmaya başladıkları gözle görülmeyenlerin dikkatini çekmiş. Yalnız kendisinin tanıdığı yüksek rütbelilerin sorularına cevap vermek gerek. Toplumsal uyanış, gücünü topraktan ve tarihten alan alt tabakanın hareketlenmesi öyle bir şey ki, ne köpek havlamasıyla, ne de horoz örmesiyle haber alınabilir. Gençliğinde babası evden kovmuş, karnı aç, cebi boş iken, burnunu koku almaya alıştıran, gözünü açan, onu konu komşu arasına sokulup ispiyonluk yapmaya öğretenler, onun ipini bugün de çekenlerdir. Uzaktan bakınca bu ip ve onun ucunu elinde tutan görünmez. Ağıcın içindeki kurdun görünmediği gibi. Kurt ağacı kurutmak, ispiyon da içinde yaşadığı toplumu çökertmek için vardır. Uzaktan bakıldığında her ikisi de sis gibidir. Yaklaştığında yoktur. Fakat gün gelir, kurt oyduğu ağıcı deler ve sürüne sürüne ağaç gövdesinin öte tarafına çıkar. Başı göründüğünde ağaçkakan onu kapar ve oyun biter. Ahmet gibi ispiyonlar Türk toplumunu kemirip yerken arkasında 10 cilt çöp tozu bıraktılar. Bu kadar çöp gören Bulgarlar bile ayaklandı. Türkler güzel meyve ağaçlarındandır, kurutmasına tahammül edemeyiz, diyenler çoğalmaya başladı. Kor gözlü itler konukları tanımaya çalışırken, ben de 20. yüzyılda Bulgaristan Türklerini en fazla oyan, en büyük hainliği yapan, elbisesi diplomatlar kadar şık “ruh kurdunu” izliyorum. Şu, “kurt” meselesi Bulgar mizacında, “kuzuyu kurt çaldı” değimimizden çok farklı anlamlı ince bir olaydır. Klasik masalı şöyledir. Hırsız Çocukla Annesi Çocuğun biri bir gün sınıf arkadaşlarının yazı tahtasını çalıp eve götürmüş. Bunu gören annesi onu azarlamamış. Ertesi gün çocuk elinde bir ceketle eve dönmüş ve yine annesi onu azarlayacağına akıllıca davrandığı için övmüş. Yıllar geçmiş, genç bir delikanlı olan çocuk daha kıymetli şeyler çalmaya başlamış. Bir gün suçüstü yakalanmış ve elleri bağlı idam edilmek üzere sokaklarda sürüklenmiş. Peşinden koşup feryat eden annesini görünce, kendisini sürükleyenlerden durmalarını istemiş. “Annemin kulağına bir şey söylememe izin verin” demiş. Ağlayarak yanına gelip onu kucaklamaya çalışan annesine yaklaşan genç ısırıp kulağını koparmış. Acıdan kıvranan annesi oğlunu hainlikle suçlamış.


Makale ve Analizler - 2015

171

“İlk çaldığım şey için beni azarlasaydın, şimdi bu duruma düşmezdim” demiş genç adam. Ne var ki toplumumuzu bugün idare edenler, okuduğunuz masala göre eğitilmemişler. Aldıkları aile terbiyesinde “eve eli boş gelme” var. Okulumdaki çeşme musluğu ile tuvalet ampulünün her gün çalındığını asla unutamam. Belki siz de hatırlarsınız, güz ve bahar yağışlarından yollar çok çamur olurdu. Lastik ayakkabılarımız çamurlandığı için okul girişinde çıkarıp duvar kenarına diziyorduk. Dersler bitince her gün 5 - 10 arkadaşımın ayakkabısız kaldığını bağrış çağırıştan anlıyordum. Bir defa ben de eve çorapça dönmüştüm. Bir kimsenin kulağının çekildiği aklımda kalmamış. Bulgarcada eli uzun olana “o işini bilendir” denir. Anlamı, o bir kurttur. Kabın altına gizlenip ağıcı kurutana kadar delendir. Yani toplumun içinde gizli çalışandır. Toplum, demokrasi, evrim ve devrim, emekçi halk, azınlık, din iman, kültür ve medeniyet düşmanı kurt yetiştirmek kolay olmasa gerek. İdeoloji ve siyaset bu işlerin yalnız kılıfıdır. Bugün Bulgar toplumunda ideoloji ve milli siyaset diye bir şey yok, ama her yer kurt kaynıyor, kurtlar bayram ediyor. Şöyle ki, dağda bayırda, hani şu Lütfü Mestan’ın 20 “DS”, “Altıncı Şube” ve DANS istihbarat birimlerinden avcı kılıklı 20 general ve albayı beraberinde götürüp bizim bayırlarda patakladıkları 3 yavru kurdun anası ve babası olduğu gibi, ağaç kurtlarının da analı babalı, aileli, soylu boylu olduğuna inanıyorum. Bunlar deldikleri ağıcın içinde mi çiftleşir? Bunu bilmiyorum. Diyelim ki, kimse görmeden, zifiri karanlıkta deldiklerin deliğin bir köşeciğinde çiftleştiler. Anaç yumurta mı yumurtlar yoksa doğrudan yavru mu doğurur? Soru: Yumurtladıklarında ağaç dostu karıncalar bunları bulup hemen neden toplamaz? Neden yerin yedi kat dibindeki ambarlarına saklayıp üzerlerine zehir dökmez? Yavruysa neden enseden sıkıp boğmaz? Bu karıncaların göreviyse, sanki onlar da beleşten yaşıyorlar. Yoksa karıncaların genlerinde ağaç kurtlarına dokunmak yasaktır, kodu mu var? Bulgar istihbar kuralları karıncaların davranışları esas alınarak yazılmış olabilir mi? Ahmet Doğan dosyasının 3. cildinde, “Bulgarlara karşı bilgi toplamayacaksın” tümcesi var. Bu bütün istihbarat için geçerli mi? Öyle oluyor ki 3 bin 16 Türk ajan yalnız Türklere karşı hafiyelik yapmış.Vay be!!! Bizde savcılığın iri hırsızları, hainleri, katilleri yargıda aklama gerekçesi hazırlamakla meşgul olduğunu yazıp çizenler yüzde yüz haklı olabilir mi? Yoksa Temiz Mahkemesi’nin Biserov ve Tsvetanov gibi iktidar politikacıları hakkında birinci ve ikinci derece mahkemelerin kestiği cezaları birer birer bozduğunu hatırlayıp susalım mı? Bir de şu var. Ağaç kurtları sesiz hayvan mı? Dağa-bayır


172

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

kurtları uluyor. Öyleyse adalet reformu istemeyenler gerekçelerinde tamamen haklıdır. Kurt kurdu boğmaz. Yılbaşı hazırlıkları 15 gün önceden tamamlanmış Saray ışıltısına bakarken, içimizi oyan toplum kurtlarının kuluçka devrini anlatmakta hala güçlük çekiyorum. Bu işin anlaşılır bir yanı olmaz mı? Bir hainin ana yumurtalığında ajan olarak peydahlandığına inanmıyorum. İnsan bir sevgi ürünüdür. İnanamadığım başka bir incelik daha var. Diğerlerine, konu komşuya, akrabalarına, arkadaşlarına, anasına babasına, topluma kötülük yapmak için dünyaya geldiğinin farkına varıp, hainlikten vazgeçmek doğal algılanmaz mı? Hainlerin de beyaz çarşaflı beşikte büyütüldüğünü düşündükçe delireceğim. 1974’ten beri Türklerin ruhunu oyan hainle yılbaşı kutlamaya gidenlere bakıyorum da, bunu anlamak da kolay değil. Koyun koyunun kuyruk kokusuna gider, diyenler tamamen haklı. Bunların hepsi aynı sürüden kurtlar. Karşılama merasiminde kravatlıların boyun eğmesi, çöplük horozu gibi şişenin ise, yaşına saçına bakmadan bayan eli öpmesi sıkıcı oldu. İçime bir tuhaflık girdi. Bulgaristanlı Türkler arasından seçim yapılırken hafiyelerin ailesinden dışlanmış olanlar arasından alınması ilginçtir. Türklerin aile ve soy yapısını delemeyen istihbarat, kendilerinden vazgeçilip çöpe atılanlar arasından seçtikleriyle çalıştı. Hain ancak bu ortamdan çıkabilirdi. Onları okutarak, ceplerini boş bırakmayarak, ileri iteleyerek, ödüllendirerek, hep arka kapılardan sahneye çıkararak, alkışlayarak, ön plana çekerek, çalışmadan yaşamayı tattırarak, hiyerarşi basamaklarından yukarı çekerek ve bu tırmandırmanın en parlak örneği olan Ahmet Doğan’ı kelimize püskül etmeyi başardılar. Ajan kesiminin iki sözü birbirini tutmaz, hayatları yalan dolandır, toplumu dolandırmak, devleti aldatmak ustalaştıkları alandır. Toplumun çöktükçe onlar da çöker ama bir türlü dibe vurmazlar. Çöküş dönemlerinde, bataklıktan uzak durmak isteyen kodamanların pis işleri görürler. Kurtlar arasından bataklık bekçisi seçilir. Bizdeki durum budur. 26 yıldan beri sıvışan bataklığı koruyan bekçilerin onbaşılarından biri Ahmet Doğan’dır. O, kokuşmuşluk üzerinde açan, kokmayan ve tohumu da olmayan bir çiçek olan nilüfere sevdalanmış gibi, bataklığın bekçiliğini kabul etmiştir. Misafirler arabalarla geliyor. O ödevi yapıyor. Onu sevdiği için gelen yok. Hepsi sanki gelmek mecburiyetinde bırakılmış. Ocakta çok odun olmasını isteyenler var. Ateşin yanması önemli değil. Ödevi, Türklere, Pomaklara ve Romanlara gözdağı vermek. Bak ben kimim demek. Boş balon olduğunu gizlemek. Kulaktan kulağa dolaşanda, ha biri göz açsın da başına vurayım diye beklerken, gece uyumuyormuş. Hani karanlıktan ışığa geçişe yavaşça alışmak için tüm mahlûk gözünü gece


Makale ve Analizler - 2015

173

açar ya. İşte o anı bekliyormuş! Vuracak göz açanın kafasına kafasına...500 bin kişiyi, pırıl pırıl gençleri telef etti, kovdurdu. Kimse iyi gün göremedi. Vazifesi ışığı saklamak. Uyanışı durdurmak elinde değil tabii... Çocuğun meme, açın ekmek arayışını nasıl durdursun! Güneş doğarken “Günaydın!” demez. Karanlıkta göz açan da öyle, hemen saldırır, ona ait olanı hemen bulur, kemirir, parçalar, taşır, saklar... Güneşin yükseldikçe daha da ısıttığı gibi önü alınmaz bir doğallıktır uyanış. Ak Kadınlar’da, Kemaller’de, Kubrat’ta ve Gırmen’de, büyük sayıda muhtarlıkta uyanışın önünün alınamadığı gibi bir şey. Yerel seçimde 3 milyon leva saçmışlar, ama “al paran senin olsun!” diyenler kazandı. Misafirler geldiler gibi. “Saray” bekçisi içeri girdi. Her iş böyle!. Toplum da devamlı arınıp temizlenip daha berrak olmaya çaba gösteriyor. Bu ardı arası kesilmeyen bir bilinçlenme sürecidir. Önü para gücüyle kesilemez. Asla durdurulamaz. Gücünü toplumsal ihtiyaçları fark etmekten alır. Halkımız aç kaldığında ekmek için uyanır. Baskı altında olduğunu his ettiğinde özgürlük için dirilir. Dinine saldırıldığında hak için direnir. Kimliğimiz elimizden alındığında ise ayaklandık. Yazılanlar direniş biçimleridir. En önemli olansa aynı hedeflere erişmek için örgütlenmektir. Görüldüğü üzere Bulgar toplumu yeni anayasa için sokaklara dökülüyor. Önemli olan yeni anayasaya “adaletin, mülkiyetin temeli olduğunu”, dil, din, özgün kültür, ahlak, yaşam tarzı, gelenek ve başka öz haklarımızı yazdırmaktır. Bunlar olmayacaksa hiçbir anayasa değişikliğinden bize fayda yoktur. Şimdiye kadar şu karşımdaki “Saraya” yemeye içmeye toplananlar hep bizim haklarımıza, bizim özgürlüklerimize, adaletin bizi bulmasına saldırdılar. Son haftada verdikleri sözlü kavga da bunun içindi. Ülkemizde bir savcı idaresi kurulması kapısını araladılar. Hani eskide parti sekreterlerinin kestiği kestikti, öyle bir şey istiyorlar. Savcılar millete kan kustururken, onlarda “sarayda” sefa sürsünler, istedikleri budur. Bunu ancak çeken bilir. Sorunların sorunu totalitarizm kalıntılarının, Ahmet Doğan haini gibilerin yani saray kurtlarının çöp kofalarının en derinine atmaktır. İçlerindeki korku büyük. Göz gezdirdim “saray” dolayında çöp kofası yok. Besbelli içine düşersek çıkamayız diye korkuyorlar. Bizde 1989’dan beri ne karıncalar ne de ağaçkakanlar işine baktı. Ağacın belindeki kurtları temizleyip ağacı kurumaktan kurtaramadı. Toplum çöküyor. Hükümet düştü düşecek. Lütfü Mestan, ha Şirin hanımıyla arabadan indiler, kapıya yaklaşıyorlar, dün sabah “NOVA” TV’de 2016’dea genel seçim olacak dedi. Boyko Borisov hükümetinin sallandığını söylerken, Reformcu Blok istifa


174

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ederse hemen düşer, diye ekledi. Her şeyden hemen haberi olan Başbakan Borisov, Brüksel’den söz hakkı istedi, “Seçimden yanayım, masrafı 50 bin leva, bakalım kim kazanacak” dedi. Rüzgârın yönü iyice belli oldu. Toplumun kanına giren illetler kan kanseri yapınca olay tedavisiz oluyor. Bizdeki durum da tam böyle, 1967 - 1990 arası oluşan Bulgaristan totalitarizminin özüne giren Ahmet Doğan kendini kurtaramadı. Hainliği meslek sandı. Ajanların da ayrıştırılması, tutuklanıp yargılanması, hapsedilmesi, müebbet hapis cezası alması imkânsız olmasa iyi olur. Demokraside kimsenin koruması, üzerinde çadır, ardında savcı himayesi, vesaire vb olmamalıdır. Demokrasi hodri meydan toplumudur. Son 25 yılda bu olmadı. Ve şimdi yılbaşı kutlaması için kapıda karşılayan konuklar havalı. Bir iş yapmamış olsalar da, totalitarizmin ömrünü uzatabildikleri için hepsi mutlu, neşeli, para kaynakları şişiyor, dalavereye devam, rüşvetler yağamaya devam edecek. Bu çöküş hepsine yaradı. Tırmanmaya gerek yok. Kim isterse tırmansın bacağından çekip düşürmek isten değil. Son gelenlerden biri, oğlu gibi sevdiği, eski generallerden birinin torunu, acıma ve merhamet duygusu olmayan, gözü doymazlığının ve aç gözlülüğünün sınırı olmayan emsali, küstahlık ve kabalıkta ise üstüne olmayan milletvekili Danço Peevski. Sarmaştılar, koklaştılar. Gelen öyle kalın ki, bizimkinin kısa kolları boynuna dolanmaya ermedi. Kulaktan kulağa fısıldattılar. “Babasının” kulak memesini ısıracak sandım. Masaldaki gibi, fakat olmadı. Onu görünce, baş hainin yüreği hemen kabarıyor, bu defa da öyle oldu. Son yıllarda çok iş becerdiler. Bir defa endüstri işlerini finanse etmek için kurulan Bulgar Ticaret ve Korporatif Bankası (BTK) kimse anlamadan soydular ve Bulgaristan’da sanayileşmenin bel kemiğini kütürdettiler. BULGARTABAC şirketi büyük fıçıya benzeyen “oğlanın” eline geçti ve Türklere “istersen gülüm” selamı gönderildi. Geçen yıl olduğu gibi, bu sene de bütçeyi bağlayamayan Başbakan Borisov hükümetine dış borç alırken destek sağlayarak, Sofya’yı Varna’ya bağlayacak “Hemus” ana yolunu 2 kat yüksek fiyatla bağladılar. “Devletin malı deniz....” diyen şairin yattığı yer nur olsun. Sanki bu günleri düşünmüş de yazmış. Soyulacak olan devlet olunca birleşip ortaklık yapmak işten değil. Saray korumalı olsa da, bütün devleti içine sığdırmak imkansız gibi.... Hazır oncu sofrası misafirleri gelmeye devam ediyor. Kar yok ama hava sert, biraz üşüdüm, yarın devam ederiz.


Makale ve Analizler - 2015

175

Balkon İpi

BG-SAM-19.Aralık.2015

Konu: Hiçbir şey gizli kalmaz. Su testisi suyolunda kırılır. Bir adamın tesadüfen Kral olmasının hikâyesini dinlediniz mi? Okumamışınızdır da, çünkü masallar dışında mucize olaylar pek olmaz. Zaten olsa bile, bizi mi bulacak? Memleketim Bulgaristan’da çok uzun zaman hikâye ve fıkra anlatmak yasaktı. Kısa öykü yazan da yoktu. Komünist partisinin zihniyetinde öykü, şiir ve fıkralar halkı uyandırabilirdi. Partizan inlerinde ve gizli eğitim kamplarında kendileri böyle uyanmışlardı da başkalarının uyanmasını istemiyorlardı. Sıkça yasaklama yöntemine başvuruluyordu. Neyin yasaklanacağını önceden kestirmek zordu. Dedelerimizin aba, poturları ile kuşaklarından sonra, şalvar, ferice, başörtüsü denmesi tesadüf değildi. Arının işi bal toplamak, Bulgarın işi de herkesi Bulgarlaştırmaktı. Bu işlerden kısa etek giyen kendi kızlar da payını aldı. Baldırlarına kaşe vuruluyordu. Türkülerden ve şarkılardan sonra pop müziği yasaklanmıştı vesaire. O kadar çok şey yasaklanmıştı ki, çamaşırların balkon ipine serilmesi yasaklandığında kimse şaşmamıştı. Anekdot ustası Radoy Ralin 1964’te Todor Jivkov parti başı seçildiğinde “köyden gelip üzerime basma, ben kentliyim” dediği için partiden ihraç edilmiş ve ömür boyu kovuşturulmuştu. Karikatürist Dimovski de “süt satan çoban” eseriyle Todor Jivkov’la alay etti. Beş çocuğuyla ortada kalmıştı. Bu yayınlar balkona farklı don serildiğine işaretti. Genelde Bulgarlar tasalı ve biraz da efkârlı bir millettir. İz bırakmadan yürümeyi severler. Bu yüzden de balkon ipine don serilmesi yasaklandığında iplet hemen yumaklandı ve olay kapandı. Üç Bulgar’dan biri devlet adamıdır ve “İt yal yediği kapıyı bekler.” Bu atasözündeki ruh onlarda çok güçlüdür. Bu yüzden olacak, insanların korku ve sis-pus içinde tutulup hiç bir konuda söz sahibi olmadan, yıllarca silinmeyen kirden kararmış cam ardından bakarken dünyayı görebilmesine engel olunuyordu. Buna örnek çoktur. Apartmanlarda çerçeveden uzanmış cam silen bayan görmemiştim. Bizde cam silme kültürü yok gibidir. Mağazalarda cam parlatıcı satıldığını, herhangi bir temizleyici markası hatırlamıyorum. Ne var ki, insanları ilgisiz yaşamaya alıştırmak zordur.


176

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bizim bildiğimiz, parıldayan bir şey varsa o da Kremlin yıldızıydı. İnsanda ruhu söndürüp gözü kör köle yaratma sürecinin ne zaman başladığını düşündüğüm oldu. Rus klasikleri okuyanlar hatırlayacaktır. Mesela Rus halkın ruhunu karartmaya özenti Korkunç İvan (1530 - 81) ile başlamış ve Deli Petro (1672 - 1725) devrine kadar sürmüştür. Rusya steplerine toprak köleliği düzenini yerleştiren onlardır. Ve biz bugün yeniden ve yeniden neye tanık oluyoruz? Gözümüzün önünde Suriye, Yakın Doğu yanıyor. Rusya gibi eski hırsla yaşayan bir devlet, bu defterin kapandığını ve yeni bir devrin başladığını kabul etmek istemiyor. Düne kadar dünya karasının altıda birine sahip olan Büyük Britanya, imparatorluk kütüğünü dürdü, Avrupa Birliği kimliği arıyor. Dünya tarihinden en büyük imparatorluğu kuran Osmanlı varisleri, Cumhuriyet düzeninde Türk kimliğiyle yetinirken, geçleri bu iki imparatorluğun ikisinden de küçük olan Rusya’da, 2011’de iktidar olan KGB’li Vladimir Putin Rusya imparatorluk ruhunu diriltmek için devamlı sağ sola saldırıyor. 2015’te gözünün gördüğü yere bomba attı. 1939’dan 1953’e kadar bir sivil pantolonu dikmemiş olan Rusya, bizden büyüyü yoktur havası estirmeye çalışıyor. 2016 yılında ham petrol varil fiyatı 30 US Dolara düştüğünde ipe serilecek donları görmek isterim doğrusu. Kirli donların ipte sallanması ile ipe un sererek gerçeklerin görülmesine engel olmak arasında çok büyük fark vardır. Geçen hafta Bulgaristan’da çok büyük bir olay oldu. Olağanüstü gerekli olduğuna herkesin inandığı şu Anayasa Değişikliği, Başbakan Boyko Borisov’un yönettiği GERB partisi, 2002 - 2012 arası Cumhurbaşkanı olurken, saray kurdu Ahmet Doğan’ın ısrarı üzere Türk seçmenin oylarını da alan, şimdiki ABV partisi lideri Georgi Pırvanov ve kodesçi Ahmet Doğan üçlüsü tuzağına düşürüldü ve boğuldu. Böylece ülkenin totalitarizm buzunu eritebilme çabaları bir daha boşa çıkarıldı. Üçlü saç ayağı ilk kez bu kadar açık gün ışığına çıktı. Başbakan Boyko Borisov ile ABV Başkanı Georgi Pırvanov arasındaki ilişki de ilk kez balkondaki çamaşır ipine serildi. Çünkü herkes bugünkü sağcı Sofya hükümetinde sosyalist bir bakanın ne işi olabilir diye soruyordu. Anayasa değişikliği önerisi mecliste gündem konuşurken, Başbakan Boyko Borisov’un futbol topu çakma sakinliğini herkes anladı. Sanki gökyüzü birden bire açıldı. 2001’den beri kiri tozu alınmayan pustan zırh tutmuş pencere camına adeta bakırdan dökülünce yağmur yağdı ve alaca karanlık birden kalktı. Öze dönelim:


Makale ve Analizler - 2015

177

Günlerden bir gün Rusya Komünist Partisi Genel Başkanı Genadiy Züganov Bulgaristan Cumhurbaşkanı Georgi Parvanov’a telefon açtı ve Moskova’nın bir ricasını iletti. Boyko Borisov o dönem II. Simeon’un korumalığını yapıyordu. Kırıp dökenlerin yeraltı ve yer üstü örgütü olarak bilinen CİK sigorta şirketinin de şefiydi. Ahizedeki ses Borisov’a hiyerarşide fırsat sağlanmasını emretti. Herkes bilir ki Moskova, kayıtlı ve güvenilir ajan olamayan bir kişinin basamak atlaması için telefon açmaz. O gün bugün Borisov’un donu balkondaki iptedir. Bir itfaiyecinin Sofya Belediye başkanı, İç İşleri Bakanlığı Sekreteri ve adı var kendi yok bir partinin kanatlarına tutunarak Başbakan koltuğuna yerleşmesi yolu böyle açılmıştı. Moskova’nın bir sözü bizde asla iki edilmez. Koruma subayından birinci yönetici düzeyine sıçramak, devlet teorisini yazan Platona göre olmaması gerekendir, ama Mosko’va deyince oluyor işte. O zaman Cumhurbaşkanı Pırvanov milli istihbarat şefi General Brigo Asparuhov’a telefon etti. O da Başbakan Çar II. Simeon’u aradı. İşler sanki kendiliğinden yoluna girdi. Bu iş Türk ve Müslümanların başına “hainler kolordusu albayı atamaktan” daha kolay oldu. O işi de Mosko’va tezgahlamıştı. Borisov’ün 2013’ün 23 Şubat ayazında sahte elektrik faturaları skandalı bahane edilerek iktidardan itilmesi de ona bir süre muhalefet havası koklatmak içindi. 2014 Ekiminde yeniden Başbakan koltuğu gösterildi. Şimdi kendini güvende görüyor. GERB - ABV - HÖH parti üçlüsü arasında ne açık ne de gizli bir sözleşme olmasa da Moskova’nın her üçüne de verdiği öğütü bilen bilir. “Yaprak sesine pabuç bırakmak yok.” Son emir budur. Borisov’un yönettiği partinin gerçekte olup olmaması da pek önemli değil. Seçimlerde % 50 oy alması da ehemmiyet arz etmiyor. Çünkü öyle de, böyle de, hükmet kuruluyor, yani sahaya çıkan bir oyun takımı ve kimsenin bilmediği bir yedek takım var. Yürek bulandıran şu balkona uzatılan ipte sallanan donlar olmasa daha iyi olacak da... Ülkemizde Pentagon 4 üs kurdu, NATO Rusya’ya karşı Yakın Doğu’da yığınak yapıyor. Acaba Avrupalı-Atlantikçiyiz, NATO’cuyuz diyenler, Yakın Doğu’da Rus askerine karşı savaşacak Bulgar taburu çıkarabilecek mi? Bugün Rus ajanı olduğunu bilmeyen kalmayan II. Simeon’un babası Çar III. Boris Stalingrad Cephesi’ne asker gönderemeyince Hitler tarafından zehirlenmişti. Dedesi Ferdinad ise Deliorman ve Dobruca Türk ve Tatar gençlerini 1912’de Edirne muharebesine sürdüğünde perişan döndü ve tahttan düştü. Bu konuda avludaki tuvalet kuyusuna saklanan saray faresi ne düşünüyor acaba? Moskova ajanı olmak da zor ha!!!


178

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bir de önümüzdeki yıl yapılacak genel seçimlerde mutlak ekseriyet sistemi (majör sistem) uygulanırsa Moskova ajanlarının, halkımıza ihanet edenlerin hepsinin kirli donları balkon dolusu, baştan başa serilebilir. Ne kadar büyük bir panayır olur hayal edebiliyorsunuz? Başka bir değişle çoğunluk sistemine göre yapılacak Büyük Millet Meclisi sisteminde, totalitarizm kalıntısı, komünizm tortusu kadroların hepsi birden çöpe atılıp hendeğe doldurulurken, ülkemizin demokratikleşmesi, halkımızın hak ve özgürlüklerine, özgün kültürel haklarımıza birden kavuşmuş oluruz belki. Daha büyük umudumuz yok bizim. Kirli donların balkon ipine dizilmesi iyi de, Mosko’va da tedbir almıyor değil. Dünyanın en büyük hapishanesi San Peterburg’ta kuruluyor. Bizdeki 2016 seçimlerine kadar açılacak. 5 yıldızlı otelden farksız olacakmış. “Bütün devrimler çocuklarını yer!” diyenler haklıdır. 4 000 kişilik yeni zindanın adı “Kresti -2”. Bugüne kadar onun yerindeki hapishanenin adı “Krestni” idi. 1917 Ekim Devriminden sonra Stalin diktatörlüğe soyunurken Kamenev, Zinoviev, Buharin, Radek, Pyatakov gibi Lenin dostlarını 1920’lerin ortasından içeri attı ve 30’ların ortasına kadar çürüttükten sonra yok etti. Onlardan biri olan Trotski İstanbul üzerinden Meksika’ya kaçıp 40’a kadar dayanabildi. Acaba yeni İmparator olma meraklısı Vladimir Putin bizdeki yakın dostlarına “beş yıldızlı yeni otelde” yer ayırttı mı? Ahmet Doğan gibi sahte devrimciler yalan dolan yoluna “beş yıldızlı” olmasa da “üç yıldızlı” Sofya, Eski Zara ve Pazarcık otellerinde başlamışlardı. Su testisi su yolunda kırılır. Donlar ise en iyi balkon ipinde kurur.

Altıncı Yama

Sevilcan Yüce-19.Aralık.2015

Konu: Cüppeli ve Külahlı Evrim. Bir şarkı var: Aşkınla yanmaya geldim. Canımdan başka bir şeyim yokken, Canımdan geçmeye geldim.


Makale ve Analizler - 2015

179

Kendimi bulmaya geldim! Büyük bir felsefe var bu şarkıda. Geçen asrın bütün devrim teorisini, derin anlamlı sözlerini yeniden ve yeniden bin kere süzsek, ancak bu öz çıkardı içinden. Kaç yılda olgunlaştı acaba. Devrimin Psikolojisi eserinde bütün tarihi gözden geçiren Fransız Gustave Le Bon’a “üzerinde kaç yıl çalıştın?” diye sorduklarında “ömür boyu” cevabını vermiş. Ömür boyunun öncesi ise 1789 da başlamış ve 200 sene sürmüş. Okuduğumda beni en fazla etkileyen cümle: “Ani evrim, devrimi oluşturur.” Ve şarkıdaki “kendimi bulmaya geldim!” Nasıl da örtüşmüş değil mi? Cüppeli ve külahlıların ani evrimi. Sokaklara dökülüp meydanları doldurmaları. Böylesi görülmemişti. Duruşma odaları kilitlendi. Yargıçlar adaleti meydanlarda arıyor. Bu evrim mi? Devrim mi? Ne kadar olgunlaşmıştır dersiniz. Size anlatacağım olaya bu. Dörtlükte sığacak gibi değil. Kural istisnası gibi bir şey! Bulgar Temiz Mahkemesi (Kasatsionen Sıd) Başkanı Lozan Panov, cüppesiyle Adliye Sarayı basamaklarına indi ve binlerce kişinin önünde yüksek sesle şöyle dedi: “Eğer bu ülkede iktidar oligarşinin ise, adalet arayan halkın, devrim doğal hakkıdır.” Robespierre andırıyordu. Okumuyordu. Konuşuyordu. Yumruğu kalktı kalkacak durumdaydı. Yargıçlar bağımsızdır, dokunulmazlıkları vardır, toplumun üst tabakasına aittirler. Gerçek durum bu iken, Başyargıç, yasaların her zaman ve her yerde keyfi idare ve ahlakın üzerinde olması gerektiğini vurgulayınca 138 yıldan beri olmamış bir şey oldu. Bu sözlerden yüreklenen anakentin cüppe giymiş, külahlı avukat ve yargıç alayı sıra düzdü ve Millet Meclisi meydanına yürüdü. 1896’dan beri üç anayasa yenileyen Bulgar tarihi böyle bir yürüyüş görmedi. Olayın özünde 1992’den sonra meclisin altıncı anayasa değişikliğini onaylarken son dakikada yapılan bir düzeltmeyle Temyiz Mahkemesinde Başsavcıya ayrı bir kota tanınarak kurumunda savcı yargıç dengesinin savcılardan yana değiştirilmesi oldu. Bu olayın anlamında, Başsavcıya tüm yasaların ve adalet anlayışı üzerinde görev tesis edilmesi var. Totaliter zihniyetin hâkimiyeti sürüyor. İşte böyle bir


180

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ortamda adaletten ve halktan yana hüküm vermenin imkânsızlığına karşı ayaklanma başladı. Dünya tarihinde avukat ve yargıçların devrim yaptığı görülmemiştir. Onlar lider durumu alır. Büyük Fransız Devrimini yöneten Maximilien Robespierre de hukuk okumuş ve yargıçtı. O adalet isteyen devrimi ateşleyendi. Avukat ve yargıç çakmağı Sofya’da kıvılcım saçıyor. Memleket adalete susamış. Adalet Bakanı Hristo İvanov ve yardımcıları anayasal reform davasında kurban düştü. Panov ilk kez oligarşi dedi. Basın Bulgaristan’da toplum üzerine çöreklenmiş ve tüm sistemi ezen oligarşinin sivrilmiş temsilcilerini yazdı. Başta gelen HÖH DPS milletvekili Delyan Peevski, Cumhurbaşkanına yakın olan İvo Prokopiev, İlaç ve kimya sanayi patronu Ognyan Donev ve soyulan bankacı Tsvetan Vasilen başlık oldu. Bu kişiler çeyrek asırda ülkemize kümelenen Rus ve Batı sermayesini temsil ediyor. Olay şu örneklerle daha iyi anlaşılır. Bir) Maritsa - İstok Isı Elektrik Santrali bir Amerika şirketine devredildi. Kömürümüzden ürettiği yerli elektriği devletimize 2 defa daha yüksek fiyattan satıyor, halk soyuldukça soyuluyor. İki) “Hemus” adlı Sofya Varna ana yol ihalesine birçok şirket katılsa da, en yüksek fiyat veren Peevski ile ülkemizdeki Rus sermayesinin babası Zahariev’in şirketleri, fiyatına bir o kadar daha ilave edilerek açık arttırmada ödüllendirildi. Hakim olan iç ve dış baskının boyutunu anlayabilmemiz için, bu iki örnek yeter de artar. Demokratik yerleşmeden serbest rekabet iradesi yerin dibine gömüldü de, kemikleri bile çürüdü. Cüppelilerin Sofya sokaklarında gösteri yapmasını ancak bu delikten bakarsak anlayabiliriz. Anayasa ve yasalarımız, adalet iradesi, yolsuzluk, rüşvet, dolandırıcılık taşının altında tamamen ezilmiştir. Son söz hep Başsavcınındır. İşler o kadar çığından çıkmıştır ki Başbakan Boyko Borisov “Başsavcı Tsatsarov görevde kaldıkça anayasa değişikliği yapılmayacak” dedi. Adalet kazanı kaynıyor. Totalitarizmde de böyleydi. Hep parti sekreterinin dediği olurdu. Savcılar kesip biçerdi. “Böyle adaletin gözü kör olsun!” o zamandan kaldı. Baskı ve terör o boyutta vardı ki, şiirlere döküldü. “Canımdan başka hiç bir şeyin yok,” hadi ayaklanalım diyenler, kelepçelerimizi söküp atmaya çağırmadı mı! Ne cesur kardeşlerimizdi. Şehitlerin cesareti dünyaya örnek oldu. Robespierre de başını giyotine uzatırken Yaşasın Hürriyet, Yaşasın Kardeşlik! demişti. Oturma grevlerini başlatanların yanlarına gittiğimizde “bizim nefes almaktan başka hakkımız mı var?”dememişler miydi. ”Kimin gözü vardı zenginlikte?” ve olsaydı bu dev acılar, her birini yaşayan Uşumnu’lu yüreği sonsuz


Makale ve Analizler - 2015

181

Türklük sevgisi dolu Nurten Remzi kardeşimiz Göç şiirinde şu satırları yazabilir miydi? Gözü yaşlı mendiller Çığlık Uzaklaşan vapur Öküz arabası Trenler Canı yanmış hikâyeler Göç “Canımdan geçmeye geldim” bir çığlık şarkısıdır bu. Üzerine binlerce kitap ve bir o kadar ferman yazılmıştır. Teoride, devrim ateşinde yanmaya geldim, derken, teoride nedir bunun anlamı? Bir halkı göçe zorlamak dünyanın en adaletsiz olayı ise, avukat ve yargıçların isyanı da en adaletli ve insancıl savaşım doruğudur. Biz artık devrimle evrimin kardeş olduğuna inandık. Evrim devrime giden yoldur. Evrim her gün daha iyi olanı aramaksa, devrim de kötülüklerin derin hendeğini atlamaktır. İkisinin anlam çakışmasını Mayıs 1989’da yaşadık. Bize zulmeden ve istenmeyen idareyi ayaklanarak devirip, hürriyet kanatlarıyla uçtuk. Biliyorum dostlar. Dilinizin altında “ayaklandık da ne oldu?” var. Bu, tam da öyle değil. Daha iyi olanı arar hep insanoğlu. Bin bir çileye rağmen, daha gelişmiş, daha medeni, daha gönül dolduranı bulur ve kötü olana dönmez. 1878’den beri dönüp dolaşıp başa gelen göçlerin derin anlamı budur. Güçlü olanın, daha iyi olanın, daha mükemmel ve doyurucu olanın mıknatıs gücü vardır. İnsanı, soyu sopu kendine çeker. Anavatanın bizi çektiği gibi! Ne ki, bizi kovan zulüm oldu. Bir de bizi oraya çeken daha üstün, daha yaşanası, daha gelişmiş, “altın çağını” yaşayacak düzeye yükselmiş, mutlu yaşamı açmış olandı. Bir de Türk oluşumuzdu. Ezilmeyi, boyun eğmeyi, köleliği asla kabul edemezdik. Bu inanç bizde öteden beri vardı. Hem de öyle dört sözle anlatılacak gibi değil. Edirne ve Çanakallede ata kabirlerimiz var. Kan çekiyor. Kaynaşma, kök salıp yerleşme, yeniden biçimlenme özlemi canlıydı içimizde. Arkamızda kalanı da 26 yıl geçse de unutamadık işte: Sahipsiz kalan sokak Köpek İnek Keçiler Karın altından bakan


182

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Meyveleri yer yiyen Göç Bu kadar acı. Anavatana Türk kendimizi bulmaya geldik? Türklük denizinin içindeyiz. Hepimiz Türklükte varız. Güç tazeledik. Yüreklerimiz özlüğümüzle şarj oldu. Türklük ateşi kendiliğinden yoğurdu bizi! “İstediğimiz daha da ne olabilir?” demekle bitmiyor işte. Kesintisiz bir süreklilik var kimlik oluşturma olayında, ardı arası kesilmeden dolup taşmak, yeni ileri hamlelerle kucaklamak hayatı ve istediğimizi eleyip süzerek çöpe atarken en bizim olanı bulmak. Yaşasın bizim avukat ve yargıçlar. İşin yamuk ve çarpık olduğunu, yasaların boşluğunu, anayasanın yalnız oligarşi değirmenine taşıdığını anladıklarına göre, artık yalnız değiliz demektir. Altıncı yama adaletsizlik deliğine küçük geldi. Ne demek istediğimi anlamakta zorlananlara şöyle bir örneğim var. Kilise hukukunda rüya ve hayallere çok ağır ceza kesen maddeler vardı. İnsanlar düşündükleri için değil, rüya gördükleri, hayal ettikleri, özledikleri için ateşe atılıyorlardı. Bu karanlık çağın aşılması ve insanların istedikleri rüyayı istedikleri gibi görebilmeleri ve istediklerini hayal etmeleri için ne savaşlar verildi, ne kadar kan döküldü bir bilseniz!!! Bizimki ne ki! Anayasa değiştirilecek. Zaten 1992’de milletvekillerinin 39’u tarafından imzalanmamıştı. 6 yerinden yamalı bir anayasa, kız olsa baldırı görünür. 2016’da Büyük Halk Meclisi seçilecek. Zamanı dolmuş yasaları yürürlükten kaldırıp çöpe atacak. İnşallah yeni Anayasada Bulgaristan Türklerinin Etnik Kültürel ve Uygarlık haklarının hepsi tanınır. Soydaşlarımızın da bütün özlemleri gerçek olur. Bir isteğim daha var. Yeni Anayasamızı cüppeli ve külahlı kendi hukukçularımız tarafından yazılsın ve halkla toplantı yapılarak alabildiğine tartışılsın. Bu işte bütün eski kıtaya örnek olalım. Hukukçularımızın istediği de bu değimli zaten!


Makale ve Analizler - 2015

183

Savaşlar ve Güçlü Doğal Silahlar

Ertaş Çakır-20.Aralık.2015

Konu: Arapların silahı petroldür. Yakın Doğu savaşını Arapların kazanacağına inanıyorum. Rus bombardıman uçaklarını düşüremiyorlar. Lâskîye ve Tarsus askeri üslerini yerle bir edemiyorlar. Akdeniz’e demirlemiş ve “var mı benim gibisi” diye gövde gösterisi yapan “Rastov na Don” savaş gemisine, su altına gizlenen ve ara sıra birkaç kanatlı füze fırlatan katil denizaltılara rağmen. Diktatör Sedat’ın ordusuna her çeşit silah sağlanmasına ve emsalsiz barbarlığa yumulmasına rağmen! Bu savaşı Arapların kazanacağına her gün biraz daha fazla inanıyorum. Araplar dediğimde uluslar arası terör örgütü DAEŞ ve yerel katilliklerde üstüne olmayan PKK ve PYD gibi emperyalizmin yerel kopoylarını kastetmiyorum. Savaşı kazanacak olan Arap halkları olacaktır. Son Savaşlar. İkinci Dünya Savaşından sonra çok savaş oldu. Bunların başında Vietnam, ardından da Afganistan Savaşı gelir. Vietnam Savaşını Vietnam halkı kazandı. Güney ve Kuzey Vietnam birleşti. “B-2” uçan kalelerinden atılan bombalar bitmemişti. Vietnam cangillerine giren amerikan askerlerinden 54 bini hayatını kaybederken, 150 bini de deli hastanelerine dünce “barış” diyenler kazandı. Afganistan Savaşında düşman değişse de, Ruslar beyaz bayrak salladı. Çekilmek zorunda kaldı. Ardından Varşova Paktı dağıldı. “Berlin Duvarı”nın yıkılmasından sonra Bulgaristan da aralarında, 6 Doğu Avrupa devleti Moskova sisteminden ayrıldı ve ardından NATO’ya katıldı. Politik olarak Avrupa ve Atlantik dünyasını seçtiler. Avrupa Birliği’ne katıldılar. Sovyetler Birliği’ni oluşturan 15 devletten Bakltık grubunu oluşturan Letonya, Litvanya ve Estonya Sovyet sisteminden koptu ve NATO ve AB’ye katıldı. Orta Asya ve Kafkas grubunu oluşturan sekiz devlet de Sovyetler Birliği’nden bağımsızlıklarını elde etti. Gürcistan bu uğurda savaş verdi. Ukrayna ve Kırım olayları çok tazedir. İmparatorluk hırsıyla yeni hortlama.


184

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Rusya’nın Ukrayna’yı parçalayarak ve Kırım yarımadasını ilhak ederek imparatorluk bayrağını azgın bir hırsla yeniden yükseltmeye başlaması ve 4 aydan beri de “terörle mücadele” bahanesiyle Suriye’ye dikip milyonlarda aileyi evinden barkından etmesi bölgede durumu değiştirmiştir. Şu iyi bilinmelidir ki, tarihte havadan bombalamakla kazanılan savaş, değişen düzen veya getirilen medeniyet yoktur. Arapların petrol silahını kullanarak kazandıkları ilk büyük zafer. 1973’ün Ekiminde, tamda Yahudilerin en büyük bayramında (Yom Kipur) Arap orduları İsrail’e dalmıştı. Bu savaşın ilk günlerinde Yahudiler denize dolduruluyor havası esmişti. Aslında Araplarla Yahudiler arasındaki ilk savaş 1948’e rastlar ve o zamandan beri söylenen söz “sizi denize dolduracağızdır.” Ne var ki, bayram sefasından toparlanan Yahudiler birkaç günde hem Mısır hem de Suriye cephesinde başarı sağlamıştı. Dikkatinizi çekmek isterim, bu karşı saldırıda İsrail Şama o derece yaklaştı ki, kadim başkenti havan topu ateşine tuttu. Mısır ordusu da kuşatıldı, Süveyş kenti düştü. O zaman da tam şimdi olduğu gibi, Sovyetler Birliği ile Birleşik Amerika barış sağlamak için kolları sıvamıştı. Dünkü gün BMT Güvenlik Konseyinde Suriye’ye 6 ay süre tanındığı gibi, apar topar barış anlaşması imzalandı. Fakat bu savaş burada bitmedi. Araplar hemen mucize Arap silahını harekete geçirdiler. Bugünkü Suriye trajedisinden, Şam diktatörüne arka olan Rusya’yı ve Putin’i sorumlu tutukları gibi, o zaman batı’ yı sorumlu ve suçlu bulmuşlardı. Birleşik Amerika ve Batı Avrupa ülkelerine petrol ambargosu uygulamışlardı. 1974 yılı bu bakıma asla unutulamayacak bir yıldır. Dünyada petrol fiyatı 4 defa pahalılaşmıştı. Batıda durgunluk ve ekonomik ve sosyal deprem ve çöküş yaşandı. Yalnız bir örnekle yetinelim. İngiltere’de kömür madenleri kapandı, elektrik kısıtlamaları başladı, iş haftası üç gün olarak ayarlandı. Bu önlemler ekonomiyi bunalım bataklığının daha da derinlerine itti ve paraşişkinliği Paund’un belini kırmıştı. Kısacası, Arapların petrol silahı 70’li yılların ikinci yarısında Batı Avrupa ve Amerika’ya hiç beklemediklerini, akıllarından geçmeyeni yaşatmıştı. Gelelim bugünlere: Arapların mucize silahı bun defa da petroldür. Arapların sihirli silahı bugünkü Yakın Doğu Savaşında da yine petrol. Bu defa yani 40 yıl sonra Araplar, petrol üreticisi OPEK devletleri, Rusya’ya karşı yine birleştiler. Putin ve Esat barbarlığına son verdirip, Rus askeri üslerini ve


Makale ve Analizler - 2015

185

uçaklarını bölgeden söküp atmak, Ak Deniz’deki savaş gemisi ve kanatlı füze deposu deniz altılarını kovmak için büyük plan açıklandı. Rusya ekonomisi ve ülkedeki sosyal yaşam bomba patlatmadan tamamen çökertilecek. Bu defa kullanılacak savaş aracı bine petrol. Ham ve işlenmiş petrol üretimini arttırılacak, dünya borsaları petrole boğulurken fiyatlar düşürülecek. Hedef yakıt fiyatlarını düşürmektir. Petrol fiyatının ucuzlaması Rusya ve lideri çılgın Putin için nalları dikmek, bütçeyi bağlayamamak, bütün inşaatları ve üretimleri, dış alımları durdurmak anlamına gelir. Türkiye’den narinciye ve et alımını ödeyemeyeceğini fark ettiği için durdurdu. Rus ekonomisi petrol ve doğal gaz dış satımına dayanır. Doğal gaz ve petrol fiyatı düşünce Rusya ekonomisi çöker. O üretime dayanan bir ekonomi değildir. Yazımın başında Orta ve Doğu Avrupa ve Orta Asya ve Kafkas devletlerinin Rus yörüngesinden koptuğunu yazdım. Bunun nedeni Rusya’nın ekonomik ve mali olarak bu devletleri yörüngesinde tutabilecek gücü olmaması oldu. Petrol alım satım piyasasında 2016 fiyatlarının 30 US Dolar dolayında olması öngörülüyor. Bunun gerçek anlamı şudur. Petrol fiyatı 30 US Dolara saplandığında Rus savaş uçakları üslerden kalkamaz. Rus bombaları Suriye köylerine atılamaz. Diktatör Esat’ın çekilmesi saat sorunu olur. Sığınmacıların evlerine döner ve bu da Arap halklarının ve dünya barış güçlerinin büyük zaferi olur. Bu ekonominin, enerji kaynaklarının depodaki silahlardan daha güçlü bir silah olduğuna en büyük kanıttır. Türkiye’nin rolü. Savaş kaçaklarına, sığınmacılara, yaralı ve yaşlılara, 700 Suriyeli çocuğa ev sahipliği eden Türkiye devleti Suriye halkının en büyük dostu olduğunu bütün dünyaya gösterdi. Kimsenin toprağında gözü olmadığını defalarca belirten Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan ve başbakanımız Sayın Ahmet Davutoğlu, büyük bir azim ve sabır göstererek, başımıza yıkılmak istenen kötülüklere şerefle göğüs germeyi başarıyor ve başaracaktır. Bu arada, Bulgaristan’da “Güney Akım” oyunu oynayan, ardından “Türk Akımı” diyen ve sonunda “Kuzey Akım -2” doğal gaz boru hattıyla Avrupa Birliği devletlerini doğal gaz dağıtımında birbirine düşürmeyi hedeflediğini artık gizleyemeyen Moskova ve lider Putin’in derin hesapları bu defa da tutmadı. Bu planları bozan yine Türkiye Cumhuriyeti’nin esnek diplomasisi, İsrail’le yeni doğal gaz boru hattı sözleşmesi imzalaması ve enerji tedarikini eski kıtanın merkezine kadar güvence altına alma güçle üstün geldi. Böylelikle Rusya, Asya, Yakın Doğu ve Ak Deniz havzası ile Merkezi Avrupa arasındaki doğal gaz köprüsünün Türkiye üzerinden geçmesine engel olamadı. Bu işbir-


186

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

liğinde Azerbaycan’ın rolü de büyük ve destekleyici oldu. Gelişmeler Arapların barbarlıklara karşı enerji silahını daha da güçlendiriyor.

“Koltuk Değneği” - 1

Dr. Nedim Birinci-23.Aralık.2015

Konu: Büyük Millet Meclisinde Bağımsız Milletvekilleri Çoğunluk Olmalıdır. Yeni bir umutla sevdalanma’ya var mıyız? 2016 şafağı ağarıyor. Takvimden bir yaprak daha kopuyor. Yeni bir umut doğuyor. Yasalara, kurallara, ilkelere, adalete ve ahlakımıza dayanmayan bir toplumsal düzeni yeni yılda belki de hendekten devirebileceğiz. Adil bir toplum düzen, kıvılcım alabilir. Bu nasıl olacak? Soranlara hemen cevap verelim. Bağımsız ama kendi adaylarımızı meclise göndermeliyiz. Yapılacak olanı nasıl anladığımı anlatmak istiyorum önce. Çamlıkta yetişmiş biriyim. Kozak toplarken geçti çocukluğum. Çamlar her yıl iğnelerini, kozalarını yeniler, kabuklarını atar. Kuru dallarından da kurtulur. Gövdesindeki eski çöpleri kendi atar. Gökyüzüne uzanırken gövdesini arıtır, düzler, temizler, yaşının çemberlerini çizer. Başım çamların dorukları gibi dik yetişirken önüme çıkan sosyal sorunları hep çamları düşünerek çözmeye çalıştım. 12 çeşit çam tanırım. Ardıç en sevdiğim ağaçtır. Kozalak goncalarından pekmez kaynatırdık. Bıçkıdan çıkan sarıçam kalasına kaymak gibi, beyaz çam kalasına pamuk gibi derdik. Beni birçok defa düşündürense, her birinin dipten tepeye uzayıp kalınlaşırken kuru dallarından, yaralarından berelerden, öz çöplerinden kendi kendilerine temizlenip arınabilme hüneri oldu. “Mum gibi”, “kaymak gibi”, “pamuk gibi” olabilme özelliği çamları anlatan önemli özellikleridir. Bizde toplum dendiğinde önce politik partiler anlaşılır. Gerçekten de 1877 78 savaşından sonra Bulgaristan Prensliği’nde hemen birçok politik parti kuruldu.


Makale ve Analizler - 2015

187

Ertesi yıl yani 1879’da Tırnovo Konağında toplanan Büyük Millet Meclisi’ne katıldılar. Meclis sandalyelerine yerleşen ağırlıklı siyasetçiler Liberaller ve muhafazakârlardı. Birkaç yıl sonra aralarına sosyalistler, birkaç yıl daha sonra Çiftçiler katıldılar. Birinci Büyük Mecliste 6 Türk vekil vardı. Bulgaristan’daki etnik ve dini azınlıklar daha 1913’te meclis grubu kurabilseler de 1990’yılına kadar Bulgar politik partiler içinde yer aldılar ve ancak 1990’da Hak ve Özgürlük Hareketi’nin 24 milletvekili ile meclise girmesiyle politik grup oluşturdular. Bu partinin 63. mecliste 36 milletvekili vardır. Partileri birer çam ağacı olarak görsek o günlerden bu günlere Bulgaristan’da kurulan 500’den fazla siyasi parti, lig ve hareket bir orman oluşturmuş olurdu. En yaşlıları 135’lık olmak üzere, son dönem kurulan GERB partisi artık 10, hatta Korman İsmailov’un yönettiği Onur ve Özgürlük Hareketi 5, Bulgar sağ milliyetçi kanadından fırlayan “Yurtsever Cephe” (PF) dedikleri asi başkaldırı da 2 3 yaşında tay durmuş, ilk adımlarıyla sıra düzmüş olacaklardı. Fakat bizde balta ormandan çıkmaz. Kurulan partiler ikide bir hep kapandı. Yasaklandı. 1990 karanlığında günümüze kadar gelebilen ancak Dimitır Blagoev tarafından1990’da Bulgaristan Sosyal Demokrat İşçi Partisi ismiyle kurulan 10 - 15 defa isim değiştiren, ömrünün yarısını gizlilik koşullarında, diğer yarısını da iktidarda ya da muhalefette geçiren ve bugünkü Sofya meclisinde 40 milletvekili ile Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) olarak muhalefet yapıyor. Baharda çamlar yeşili gelin rengidir. Önlüklerde, çorap ve eldivenlerde çiçekli yapraktır. Çam yeşili bir gelin gibi hayat umududur. Bu rengin gömülere yaşattığı bahar bayramını toplumsal yaşamda yalnız seçim günüyle kıyaslayarak anlatabiliriz. Çünkü yeşil yeni renk ve meyve umuduysa, seçim de daha iyi günlerin umududur. Seçmenin birlik olup toprağa tohum eker gibi sandığa oy atması sonsuz bir umudun kıvılcımlanıp kanatlanışıdır. Umutsa yarınlarda yaşayan bir bekleyiştir. Ancak geçmişimizi iyi bilen ve yarını bugünden görebilenlerin kaşığına çıkar umutla gelen kısmettir. Sosyal hayattaki kısmetin alanı hem bireyi hem de herkesi kapsar. Bu anlamda kısmet bir toto-loto ya da iddia değildir. Yaratanın yaratılana verdiği en büyük nimet kendi hayatı üzerinde söz sahibi olmasıdır. Ekmek, biçmek gibi okumak, bilgilenmek, örgütlenmek, doğru seçim yapmak hayatımızı etkileyen çok önemli etkenlerdir. Mesela, yarının yüzümüze yalandan gülmemesi için, seçim günü bilinçli yani kime oy verdiğimizin farkında olarak oy kullanmak zorundayız. 1 Kasımda yapılan son seçimlerde bunun en parlak örneğini genelde Türklerimizin yaşadığı Kuzey Doğu Bulgaristan’ın İsperih, Dulovo, Kubrat, Nikola Kozlevo ve Vyatovo belediye ve muhtarlıklarında gördük. Çamların kuru kabukları ve dalları, kurumuş kozalakları nasıl kendinden silkiyorsa dünümüze ve bugünümüze hiçbir yararı olmayan Hak ve Özgürlük-


188

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ler Hareketi adaylarını silkeledi. Kendi gönlüne göre bağımsız adaylarını göreve atadı. Bu olay bilinçli yenilenmenin bizdeki en yüksek, son derece değerli örneğidir. 1989 Mayısı’nda bugün oy kullanıp da yenilenme silahı olarak oy hakkını kullananların dedeleri, nineleri ve ana-babaları ayaklanmış ve Todor Jivkov diktatörlüğünü, toplumsal yaşama çöreklenen totalitarizm zulmünü, zorba idareyi devirebilmişlerdi. Zafer bayrağını ikinci defa dalgalandırarak yarım kalan öz görevlerini (misyon) tamamlamış oldular. Bu olay, Bulgaristan Türklerinin Bulgar siyasi hayatında “koltuk değneği” olmak istemediği gerçeğine mühür ya da kaşe değil, turadır, tura. Halk iradesiyle atılmış silinmez imzadır. HÖH yönetimine tarih şaşırtan bir depremdir. Yılbaşı kutlamasını 15 gün öne çeken viskici başı Ahmet Doğan, “saray” dedikleri kulübeden dışarı bırakılmasa da, kendisinden korkanları ve Avrupa Birliği fonlarından kendilerine kişisel gelişim ve yaltaklık ve dalkavuklukta sınıf atlamaları için 100 - 150’şer bin Euro göndererek bağlayabildiklerini sonsuz yeme içme masasına, Bulgarca değimiyle “kör sofraya” topladı. Partinin yerel seçimlerde aldığı oy sayısını 700 binden 300 bine düşmesine sebep olan Genel Başkan Lütfü Mestan’ın “Büyük Başarı” raporunu “fahri başkan” Doğan, daha üçüncü cümlesinde kesti. “Ben sana yavrukurtları öldür demedim, anaç kurt yetiştir dedim” siteminde bulundu. “Dört eş başkanlı bir HÖH yapılanması kuracağız, ben işleri koordine etmek için politik alana dönüyorum” dedi. Bu dört başkandan birincisi HÖH politikasını çöpe atan Kuzey Doğu Bulgaristan’dan, ikincisi ayaklanma sınırını aşmaya hazırlanan Güney Doğu Rodoplar’dan, üçüncüsü Batı Rodoplar’da yaşayan Pomak kardeşlerimizden, dördüncüsü de Roman (Çingene) kardeşlerimizden sorumlu olacakmış. İyi kötü bir yana, “kader ve vatandaş kardeşliğimiz” olan Bulgarlardan bizi koparan Ahmet Doğan “Bulgar etnik modeli” uygulamasıyla ülkemizdeki tüm etnikleri ve dil ve din azınlıklarını da birbirinden koparmayı başardığını ve uzaklaştırdığını kendisi tanımış oldu. Olay “Al Cazire” TV programına konu olacak kadar kokuştu. Çam özünü arıtırken kaymak sarısı ya da pamuk beyazı tek renk alabiliyor da, ne yazık ki toplumda bu böyle olmuyor, parçalanmalar, didişmeler, bölünmeler partileri, hareketleri, toplumu devamlı içinden kemirip bitiriyor. Doğan’ın düşündüğü bu defa asla olmaz. Türkler, Müslümanlar gördüğüne inanır. Çam ağaçlarının başı çatal değildir. Dört başlı çam ise hiç görmemişim. Doğanın toplumdan önce yaratıldığına inananlar, doğada göremediklerini toplumda görmek istemezler. 100 yaşını kutlayan Türk film sanatında bile böyle bir sahne oynanmamıştır. 1992’den beri totaliter özünden arınamayan Bulgar Anayasası’na ve yasalarına göre, sağ kaydıkça milliyetçilik zehri koyulaşan Bulgar toplumunda etnik


Makale ve Analizler - 2015

189

azınlıklar yeni bir politik parti kurma imkanına birden bire kavuşamayacakları dikkate alındığında ve 2016’da yapılacak olan erken genel seçimlerin Büyük Millet Meclisi seçimi olacağı hesaba katılarak şu durumlardan hemen yararlanılabilir: Bulgar Anayasasına göre Büyük Millet Meclisi seçimlerinde milletvekillerinin yarısı majoriter yani en fazla oy alan aday seçilir; 1992 ‘de yapılan son Büyük Millet Meclisi seçiminde milletvekillerinin yarısı majoriter sisteme göre seçilmişti. Onlar halkın demokratik isteklerini ve azınlık topluluklarının ana dil, din ve özgün kültür taleplerine yer verilmeyen 3. Anayasayı imzalamamışlardır. İkincisi husus da proportsionel yani çoğulcu sistemde parti listeri içinde tercihli oy kullanma özelliğinden yararlanılarak oy verilerek yine seçmen kendi adaylarını meclise gönderebilir. 2014’te yapılan son seçimde tercihli oy kullanma yoluyla HÖH partisi listesinden toplam 5, GERB partisi listesinden de 25 milletvekili seçilmişti. HÖH bu yolla seçilen ve “parti disiplinini bozmanla cezalandırılan” İsperih ve Blagoevgrat milletvekillerini parti meclis grubuna almadı ve ihraç etti. Yeni erken seçimlerde yürürlükteki yasalardan faydalanarak Büyük Millet meclisine bağımsız vekiller gönderme yolu yasal olarak açıktır. Kısmetse 2016’da iktidardaki Bulgar partilerine “koltuk değneği” olma kaderinden kurtuluruz. Yazı dizimiz 15 Mart’ta kadar devam edecek ve bu olay her yönüyle alabildiğine harmanlanacaktır.

Son Gelişmeler

Rafet Ulutürk-23.Aralık.2015

Konu: Gözden kaçmayan benzerlikler. Açıklık bekleyen sorunlar. Memleketimiz Bulgaristan küçük bir ülkedir. Doğu ile Batı’nın kesişim sınırına yerleşmiş, toprağında bir yılda dört mevsim değişir. Anavatanımızda dört mevsimin birden yaşaması bir başka mucize kuşkusuz! Demek istediğim, yalnız kar kış ya da sadece yana kavrula sararmış solmuş çöl kumsallarında teni yanmışlar kıyasla çok şanslıyız.


190

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Dünya değişirken, parçalanan buzullar okyanussa inmiş alabildiğine yüzerken, çöllerin kum tepeleri de toz olup denizlere doğru artık hareketlenmiş. Bu uzun bir yolculuk! Kum Çığının ilerlediğini görenler Kuzey Afrika’dan kaçıyor. Akdeniz dalgaları kaçak dolu tekne taşıyor. Eski kıtaya akış toplumsal zorbalıkla birlikte doğa değişiminin baskısı ve doğa zorlaması sonucu da güç topluyor. Savaşlar mı, sosyal zorlama mı, doğanın hareketlenmesi bir yollara döktü bu kitleleri söylemek zor. Mesela biz Bulgaristan’dan Türkiye’ye rejim baskı ve teröründen kaçtık. Ama arkamızdan pasaport alıp dış ülkelere işe çıkanlar nasip aramaya gittiler. 9 milyon memleketimde 4 milyon civarında insan kalmış. Gençler gidince ölüm oranı doğum oranını sollamış. Boş kalan köyler, kırlar ağılıyor ve derelere gözyaşı taşıyor. En yığın göçler hep büyük savaşlardan sonra olmuştur. Türkleri ilk defa bir imparatorlukta birleştiren Atilla (441 -447) Balkanlara akın etmiştir. Eski Türk kavimleri Atlarını Tuna’da, Meriç ve Tunca’da ilk kez o zamanlar suladılar. Hun Türkleri Güney Doğu Avrupa’da kazandıkları zaferlerle tarihte olağanüstü büyük rol oynamıştır. Türkleri Balkanlara taşıyan ve yerleştiren 1389 Kosova meydan muharebesidir. Birinci Murat’ın zaferi Balkanları Osmanlının Beylerbeyiliği düzeyine yükseltmiş ve bu topraklara Müslüman yaşam tarzını yerleştirmiştir. Rus-Osmanlı Savaşı halk arasında “93 Harbi’nden” sonra Balkanların Müslümanlardan boşalması ezgin ve çok acılı olmuştur. Tek uluslu ve tek kültürlü devletlerde etnik azınlık, dil, din ve özgün kültür esaslı çok kültürlülük olanak bulamamıştır. Bu bakıma geçen asır çok sıkıntılı göçlerin asrı olmuştur. Buna en parlak örnek de Bulgaristan Türk - Müslüman azınlığının göçleri ve son durumudur. Geçen ay Paris’te tüm dünya liderlerini toplandı ve doğanın insana ve topluma saldırılarının tehlikeli boyutlara eriştiğini saptayarak birçok önlem almaya karar verdiler. Yakın Doğu savaşının büyük göçe neden olduğunu tespit etseler de, savaşın hemen durdurulması noktasında henüz buluşamadılar. İnsanlığın geleceği için doğa afetlerinin mi yoksa savaşların mı daha tehlikeli olduğu konusu da henüz masaya yatırılmadı. Eskiyi yalnız anlamak yeterlimidir? İnsan ve toplum doğanın sunduğu değişikliklere sanki alışıktır. Bulgaristan stratejik Araştırma Merkezi olarak konularımız genelde sosyal içerikli olduğundan, bu konuların açıklamalı anlatımı uzadıkça uzuyor.


Makale ve Analizler - 2015

191

Konularımız arasında başat nitelikli olan bireysel ve toplumsal bilinçlenmedir. Önemi giderek artan bir konudur. Teröre dayanamayıp sel gibi Türkiye’ye akanlar olduğu gibi, Bir bavul bir sırt çantasıyla Batı Avrupa’yı boylayanlar ve soluklanmak için Kanada ve Avustralya’da duraklayanların örgütlü hareket ettiğini söyleyemem. Ben şahsen insanların kitap okuyarak veya film seyrederek bilinçlenebileceğine de inanmıyorum. Orhan Kemali ya da Yaşar Kemali baştanbaşa okusanız, hatta “İnce Mehmet”i öyküleyebilecek duruma gelseniz ne değişir ki, anlatılan olayların zamanı dolmuş, Türkiye Adana Ovasında toprak ağılığını silkeleyip kooperatifçi tarıma geçeli, Türkiye işçi sınıfı 8 saat işgünü edinimini elde edeli yarım yüzyıl oldu. Suudi Arabistan’da Bayanların ilk kez seçime katıldığını geçen hafta gördük. Türk kadını 1936’dan beri oy kullanıyor. Onlar bizden bu bakıma 80 yıl geridir desek uygun olur mu dersiniz! Bu olayların hepsinin bilinçlenme ili direk ilişkisi var. Hayatın acı ve tatlısından, soğuk ve sıcağından ve tüm nüanslarından geçer bilinç algısı: hissetmekten, birliktelikten, inanmak ve inanmamaktan vs. Söndürülen baba ocağı acısını yaşamamış biri kimlik ve milli bilinçte eksikli kalabilir. Yaşanmayan acı bilinmez. Okulu kapanmadan, okula gidecek, kalem defter alacak parayı bulmakta zorlanmayan bir çocuk kör cahil kalma korkusunu bilemez. Diyarbakır Hastanesi Diyaliz Merkezi PKK tarafından havaya uçurulmadan önce böbrek hastaları ölümün kendilerine çok yaklaşan hissetmemişti. Olay hepsini birden anti-teröre hareketinde birleştirdi. Geçen yüzyıldan bilincin birbirinden ayırmakta zorlandığımız birçok olay kaldı. Bilinçlenme sabırdan geçer ve bu yol yokuştur. Dönemeçlidir. Eğitimlerini “sosyalist” Bulgaristan’da görmüş soydaşlarımın dikkatine özellikle sunmak istediğim bir olaydan söz açmak istiyorum. Stalinizim ve faşizm. Bu iki sosyal olgunun toplum tabanı çok farklı olmuş olsa da, aslında bunlar iki simetrik olgudur. Yani bakışımlı veya eski Türkçemizdeki tabirle mütenazır hadiselerdir. Ne var ki, Stalinsizim ile faşizmin karakteristiği (nitelik analizi) ikisinin birbirine olağanüstü yakın olduğunu hemen belli eder. Şu an Eski Kıtada gerçekten derin bir sosyal devrim alevlense, yalnız faşizmin son kalıntılarını değil, modern Bonopartizim’den başka bir şey olmayan Putinizm’in de özünü ve şeklini tarih çöplüğüne gömeceğinden eminim.


192

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Faşizm, gaz fırınlarında ne kadar Yahudi yaktıysa, Stalin de, baskılı zorba düzenine karşı başkaldıranlar arasından iki kat daha fazla özgürlükçü Türkü Sibirya kamplarında dondurmuştur. Halklara yapılan zulüm bakımından ikisi de katilikte yarışmıştır. Yazılan vahşeti okumak ve anlatılan barbarlığı dinlemek için insanın sabır ağacı olması gerekir. Aynı zihniyeti taşıyanların 21’inci yüzyılda da iktidarda olmalarına şaşmamak elde değil. Demek oluyor zulüm eden toplumlar kendini arıtamıyor. Mesela Rusya Devlet Başkan’ı Vladimir Putin’in Sank Petersburg’ta dünyanın en büyük kapalı cezaevini açmaya hazırlandığını duyanların tüyleri diken diken olmuştur. Üstüne o uluslar arası mahkeme kararlarını, örneğin AİHM kararlarını rafa kaldırma kararıyla adalete meydan okuyanların başına geçmiş oluyor. Bu yazımı Bulgaristanlı kardeşlerim ve soydaşlarım için kaleme aldığım için şu 2 cümleye de yer vermek istiyorum. Viyana’dan doğuya geçtin mi, kendilerini “ilerici” rejimler olarak tanıtan devlet yapılanmaları 20. yüzyıl tarihinin tanıdığı ve tanıyacağı en gerici, mürteci, eskiye dönük, faşizmi aratan devlet biçimleri olarak bilinecektir. Tarih, 1956’da Macaristan İsyanı’nın ve 1968’de Prag Baharının Rus tanklarıyla ezildiğini unutmadı. Türklerin 1950; 1976 ve 1989’da Bulgaristan’dan kovulmaları, dil ve dinlerinin yasaklanması, Romanların 1960 yıllarında, Pomakların 1970 yıllarında ve Türklerin de 1980 yıllarında isimlerine, din ve kültürleri ile özgün medeniyetlerine cana kıyıcı saldırı ve uygulanan zorbalıklarla süre giden zulmün unutulmaz örnekleridir. 23 Aralık 1984’te Güney Doğu Rodop köylerinde Bulgaristanlı Türkler ayaklandı. İlk şehit Türkan kızımızın anısını yaşatan Türkan Çeşme aktıkça ağıt yanıyor. 23 Aralık 1984 ile 25 Mart 1985 tarihleri arasında 1 milyon 250 bin Bulgaristanlı Türkün adı, baba adı, soyadı değiştirildi, anadilimizde konuşmamız, dinimiz, adetlerimiz, geleneklerimiz, ahlakımız yasaklandı, “sosyalizm”, “insan sevgisi” ve “demokrasi” gibi yalan perdesi ardına gizlenmiş olan totaliter rejim Balkan tarihinde işitilmemiş katliam işledi. Son 26 yılda Bulgar toplumu bu yarayı saramamıştır. Bugün aynı yarayı kaşıyan ırkçı-milliyetçi tırmanış periyodik olarak gemi ağza alarak Türk düşmanlığını ayakta tutmaya devam ediyor. Aynı zorlamayı Kırım Tatarları da hem eskiden yaşadı hem de şimdi yaşıyor. Burada vurgulanması gereken özellik, Bulgaristan’da sosyalist toplum kuruculuğu faşizm yıllarından sonra ve Stalin döneminde başlamakla damgalanmış olup asla demokratik ve insancıl bir nitelik alamamıştır.


Makale ve Analizler - 2015

193

Türkiye ve Bulgaristan ve Balkanlar tarihini iyi bilmeden biz bugünün sorunları doğru dürüst çözme olanağını asla ele geçiremeyiz. Yakın tarihte derinlemesine öğrenmemiz gereken bölümler şunlardır: BG Stratejik Araştırma Merkezi tarih bilenin akıllı olduğu ve en kolay fikir sahibi olduğu ve düşüncelerini kolaylıkla anlatabildiğinden çıkarak şu ana konular üzerinde eğilmemizde yarar görüyoruz. Bu olayları biz Bulgaristan’da başka okuduk, gerçeklerse tam terstir. 1804 -1881 yılları arasında yaşayan ve İngiliz devletinde çok önemli görevlerde bulunan Bencamin Disraeli neden 1878 San Stefano Antlaşmasının bozulmasını ve aynı yıl Berlin Konferansının çağrılmasını istemiştir. Neden Osmanlı devletinin güçlendirilmesinden yana olmuştur. 1868 ile 1892 yılları arasında üç kez İngiltere Başbakanı olan Liberal Gladstone ise 1876 Nisan Ayaklanmasından sonra neden Türklere ve Osmanlı Padişahına karşı tutum almıştır? Balkan Savaşı ve Birinci Dünya Savaşı neden patlamış ve ne gibi sonuçlar vermiştir. İkinci Dünya Savaşı neden başladı ve Bulgaristan, Türkiye ve Başkan halkları için ne gibi sonuçlar doğurdu. Nasıl oldu da bir adada yaşayan İngilizler Britanya İmparatorluğu kurdular ve bugün bu imparatorluğa ne oldu? Nasıl oldu da Mustafa Kemal Atatürk Doğu’nun “hasta adamından” modern laik bir cumhuriyet kurabildi. Üç asırdan beri Rusya dış politikasının en büyük hedefi Akdenize çıkmaktır? İkinci Dünya Savaşı’nda İngiltere, Amerika ve Rusya Hitler Almanya’sına karşı müttefik iken, nasıl oldu da Soğuk Savaş başladı vs. 1990’da Bulgaristan totalitarizmi nasıl oldu da paçayı kurtardı? Komünistler ve Moskova Hak ve Özgürlükler Parti kurulmasına neden izin verdiler ve hedefleri neydi. HÖH - DPS partisi “koltuk değneği” olmaktan başka bir işlev üslenebilir mi? 2016 BMM seçimlerinde bağımsız vekillerin 121 olması için ne yapabiliriz? Putin’in hırçınlığı ve küstahlığı nasıl gemlenebilir? Vb. vb.. HÖH - DPS problemlerinin özü de burada gizleniyor.


194

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu soruların doğru cevabını bilmeyen biri, HÖH - DPS partisi “fahri” Başkanı Ahmet Doğan’ın ekmek elden su gölden, viski de Moskova’dan gel keyfim gel bolluk içinde yaşarken, rahatını elinin tersiyle itip, abayı yeniden sırtlayıp neden siyasi sahneye çıkmaya hazırlandığını, bu arenada bu defa nelerin ve kimlerin olacağını bilmekte zorlanır. Olaylara seyirci kalır. Oysa biz seyirci kalma dönemini artık arkada bıraktık. Okuyarak, dertleşerek, tartışarak, olayların perde arkasını anlamaya çalışarak bütün tuzakları atlayıp halkımızın önüne geçmemiz ve bayrak olmamız gerekiyor. Biz bunu yapmak zorundayız. Mutlaka yapmalıyız. Yapmadan edemeyiz. Oku ve okut. Bildiklerini paylaş ve tartış!

Şehitlerimizi Anıyoruz!

Rafet Ulutürk-24.Aralık.2015

Konu: Moskovanın ajanı Doğan içini döktü. Türkiye “CU–24” uçağını düşürme olayında Doğan Putin’i destekledi. Toplantıda Mestan’ı azarlarken yerin dibine soktu. HÖH yönetimi büyük krizde. İlk kez Türkan Çeşme anma mitingine gelmediler. Rus oligarşisinin baskısı altında yeni lider aranıyor. Türkan Çeşme anma töreni. İsimlerimizi, dilimizi, dinimizi, Türk kimliğimizi savunma davamıza silahlı saldırılar 31 yıl önce, 24 Aralık 1984 sabahı başlamıştı. Bulgaristan’da Güney Doğu Rodoplular ilk ayaklandı. Yoğurtçular köyünden 17 aylık Türkan bebe büyük davamızda ilk şehidimiz oldu. 3 ayda 40’tan fazla kardeşimiz öldürüldü. Yüzlercemiz ömür boyu sakat kaldı. Sızılar bir an bile dinmedi. 500 bin kardeşimiz ata toprağından sökülüp göç ettirildi. Bu bir trajedi değil daha önce ve başka yerde görülmemiş bir soykırımdır. HÖH’ü kökten yenilenmesi isteniyor. Mestan partiden atılıyor. Fakat biz bu defa da halkın sesinin işitilmediğine, parti içindeki durum üzerinde Ahmet Doğan baskısıyla şiddetlenen Putin baskısının büyük oldu-


Makale ve Analizler - 2015

195

ğunu, partinin Rusya’nın anti-Türk siyasetine ve Balkan halkları arasında düşmanlık körüklemeye alet edilmek istendiğini görüyoruz. Maske düştü. 1984 - 89 direnişlerimizi, Ahmet Doğan’ın ve Halk ve Özgürlük Hareketinin örgütlemediğini bilmeyen kalmadı. Adı ne olursa olsun Bulgaristan Türk, Pomak ve Romanların bir milli parti kuracak bilinç ve olgunluğa mücadele ederek geldiğini herkes biliyor. Bu mücadelenin özünde Türklük kimliğini koruma, Türkiye ile her yerde ve her bakıma bir olma özlemi vardı. Bulgaristan Türkleri Türkiye dışında olamaz inancı her yerde hakimdi. 1984 - 1990 yılları arasında Türklerin tamamladığı partiyi kurma hazırlıklarında Ajan Ahmet Doğan çaldı ve Rus Elçiliğine, ajanı oldu istihbarat örgütü KGB’ye tepsi içinde sundu.1990’da bir ulusal siyasi örgütlenmeye yükselmemiz 1989 Mayıs Ayaklanmasından güç alarak gerçekleşti. Bu direnişimizin kaynağı Türk kimliğimizi koruma davamızın her bakıma haklı oluşuydu. Bulgaristan’da bir Türk partisi kurulması kaçınılmaz olmuştu. Gizli çalışan KGB-DS işbirliği ve aramıza sızdırdıkları ajan Doğan aracılıyla Türk halkı tuzağa düşürüldük. 26 yıl böyle devam ettik. 17 Aralıkta “sarayda” meydana gelen ve “Rodopi-24” gazetesi tarafından kamuoyuna duyurulan büyük skandaldan sonra 21 Aralık 2015 günü Ahmet Doğan, Lütfü Mestan’ın Genel Başkanlıktan istifasını istemiştir. Lütfü Mestan’ın “CU–24” Rus uçağının Türkiye tarafından düşürülmesinden sonra egemenliğini savunan Türkiye’nin haklı olduğunu duyuran Bildirisinden sonra değişen durumda, Putin Bulgaristan’da yaşayan Türkleri anavatanlarına karşı kışkırtmaya çalışırken, Lütfü Mestan’ın atılmasını ve yerine uydu siyasetçiler atanmasını istemiştir. Ülkemizde meydana gelen gerginlik Ahmet Doğan tarafında yoğun bir şekilde körüklenmeye devam ediyor. Parti yönetimi toplantıya çağrılmıştır. Bulgaristan politikası kilitlendi. Moskova’nın baskısı artıyor. KGB bizi kullandı Ne yazık ki, biz Türk kimliğimiz uğruna mücadele verirken, tutuklanır, cezaevlerinde, toplama kaplarında, sürgünlerde çile çekerken Sovyet casusluk örgütü KGB bizde ağını örmüş, DS adıyla bilinen Bulgar gizli servisi o zaman hapis olan Ahmet Doğan’ı Sovyet dış istihbarat servisi KGB’ye devretmişti. Doğan, Bulgaristan etnik azınlıklarını Kremlin istemlerine göre kullanmak üzere ajan olarak resmen tescil edilmiştir. 26 yıldan beri Ahmet Doğan’ın iplerini çeken Moskova olduğu net olarak ortaya çıktı. Dosyası yeni adı FBS olan Moskova’daki ajan merkezinde saklanıyor. Bu Moskova kısmının açılmasına izin verilmiyor. “CU-24” Rus bombardıman uçağının düşürülmesinden ve Genel Başkan Lütfü Mestan’ın Türkiye ve NATO siyasetini destekleyen bildirisi yersiz olup bir çam devirme olarak kınandı.


196

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

3 yıldan beri ağzını açmayan Doğan’ın birden bire hareketlenmesi Putin’in Müslüman dünyaya karşı dış ülkelerdeki tüm ajan hücrelerini de kışkırtarak başlattığı büyük saldırıdan bir halkadır. Bulgaristan ile Türkiye arasındaki dostane ilişkileri bozma işinde HÖH DPS partisi kullanılıyor. Bulgar hükümetine de gözdağı veriliyor. “Rodopi 24” gazetesi sahibi İlhan Andayın değimiyle Ahmet Doğan içi kene ve fare dolu çuvalı silkerek, korku saçarak duruma hakim olmak ve HÖH partisinin yenilenme, Türklük davası etrafında kenetlemesini tamamen baltalamak istiyor. Doğan’ın istedikleri: Bir, Bulgaristan’ın NATO’dan ve Avrupa Birliğinden koparılması; ABD üslerinin ülkemizden sökülmesi, Putin’in Türkiye’ye karşı saldırgan politikalarının desteklenmesi, Bulgaristan Türklerinin Balkanlarda ve Karadeniz yöresinde Putin oyunlarında ayak bağı olmasıdır. Ahmet Doğan Kremlin Bulgaristan siyasetine HÖH kurucularının hepsini kurban etti, HÖH kurucuları Ahmet Doğan’ı 20 yıldan beri görmemiştir, parti kurucukların tümü partiden atılmış ve ezilmiştir, Mehmet Hoca’dan, Osman Oktay’dan, Kasım Dal’dan sonra şimdi de sıra Lütfü Mestan’a gelmiştir. Ahmet Doğan Bulgaristan Türklerini Putin siyasetine alet ederken Türkiye’den koparmaya çalışıyor. İki, Totaliter diktatör Todor Jivkov’un yönettiği baskı ve terör rejimini yıkmak için Türklerin sert direnişlerini kendi lehinde kullanmayı başaran Moskova Ahmet Doğan hapishane kurslarında eğiterek 1990’da HÖH - DPS partisini kurdurdu. Ve 26 yıldan beri hepimize düşman elinde kalmış esirler gibi muamele edilmesini sağlamıştır. Haklarımız, özgürlüklerimiz ve demokrasi davamızı öz güvenimizi tamamen ezmeyi başarabilmiştir. Olay artık basına düştü. Saldırılar kabalaştı. Ahmet Doğan köy ağası gibi saldırmaya başladı. İstersem partiyi kapatırım havası estiriyor. Bizim için “esir”, “tutsak”, “düşman tarafından alınan rehin” ve “Kremlin’in Bulgaristan’daki 6. kolordusu” gibi sözler kullanılıyor. Putin, şimdi de yine Ahmet Doğan eliyle HÖH partisini Türkiye’ye karşı aktif politika aracı olarak kullanmaya çalışıyor. “Saray” komplo merkezi oldu Anma törenlerine toplanan 5 bin kardeşimizin yüreği buruk, gönlü kararmıştır. Kimse konuşmacıları dinlemedi. HÖH liderleri yok. Doğan “Türkan Çeşme” anma törenlerini baltalamaya çalıştı. Partiyi hak ve özgürlük davasından tamamen koparılmaya çalışılıyor. Köyde ve kasabada yüksek sesle yorumlanan konu, Doğan’ın HÖH merkez yönetim konseyi üyeleri, milletvekilleri, il başkanları ve koordinatörlerle Yılbaşı buluşmasındaki iğrenç demecidir. 24 Aralık gecesi HÖH - DPS yönetimi durumu derlendirip muhtemelen yeni başkan seçmeye toplanıyor.


Makale ve Analizler - 2015

197

Doğan’ı sahneye iten Moskova’dır 18 Ocak 2013’te Sofya Ulusal Kültür Sarayı’ndaki 8. Olağan Ulusal Kongre’de konuşurken halen demir parmaklıklar ardında bulunan genç delege Oktay Yeni Mehmet tarafından kürsüden savrulup atıldığından beri “fahri” lider demeç vermemişti. Kalabalık yönetici herkesin önünde Başkan 2015 yılı hesap verme raporunu okurken, sözünü en kaba bir şekilde kesen ve orta parmağını göstererek, “senin politikadan şu kadar haberin yok” deyip Doğan, Mestan’ı şiddetle azarladı. Ona çıkıştı. Parti yönetimi önünde yerle bir etti. Parti babasının çiftliği, “KGB”nin tutsak kampı ya da gizli polis “DS”nin işkence merkeziymiş gibi davrandı. Olay polis ve özel koruma altında bulunan, gizli polis ve Rus istihbarat kamaralarınca gece gündüz filmi çekilen “sarayda” olduğundan dolayı hazır bulunanlar şok geçirse de, dut yemiş bülbül gibi susup içkiyi kestiler. Bu iğrenç sahnenin, çok disiplinli ve despotik hiyerarşisi olan HÖH partisi içinde ve bir ulusal kutlama töreninde meydana gelmiş olması önceden planlanmış ve genç partililere gözdağı vermek için düzenlenmiş olduğuna kanıttır. Olay anma törenlerine damga vurdu Bulgaristanlı Türklerin ve tüm soydaşlarımızın nabzı Ardino’da, Türkan Çeşme’de ve Metsnalı’da atarken herkes çok düşünceliydi. İlk çarpışmada şehit düşen Musa Yakup ve Ayşe Hasan’ın kabirlerinde çiçek ve çelenkler kondu, mevlit okundu. Gelenler sessizce dağıldılar. BULTÜRK ve BG-SAM çelengleri uzaktan şıldıyorlardı Göçmen Dernek, Federasyon ve Konfederasyonlarıyla, kardeş belediyelerden heyetler, politikacı ve milletvekilleri kafilesinde BULTÜRK Derneği ve Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi yetkili temsilcileri de hazır bulundular. Şehitlerimizin aziz hatırasına saygı duruşunda bulunuldu. Mastan’lı anma töreninde şehir merkezindeki Kahramanlar Anıtına çelek kondu. Hak ve Özgürlüklerimiz uğruna can veren her kardeşimizin ölümsüz bir yiğit, anısı ve davası kutsal şehidimiz olduğu her fırsatta dile geldi. İsim değiştiren, anadil yasaklayan, din kısıtlayan, öz etnik kültür, adet, ahlak ve geleneklerimizi unutturmaya çalışan komünist, totaliter rejimin siyasetini uygulayan HÖH - DPS liderleri özellikle eleştirildi, lanetlenenler oldu. Yıldönümü törenleri yerli ve merkez basın, radyo ve TV programlarında ana haber olurken, geniş yorumlandı ve yankılandı. KGB ajanı lanetlendi. HÖH partisinin kurulmasında KGB parmağı olduğu açıklanınca tepkiler büyüdü. Türkleri kendi memleketlerinde tutsak gibi yaşatma planı Ahmet Doğan’a daha Pazarcık hapishanesinde paylaşılmıştı. 1988 yazında Smolyan bayırındaki Sovyet Büyük Elçiliği dağ evinde Sovyet istihbaratının Bulgaristan istasyon şe-


198

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

fiyle yaptığı görüşmede Doğan Bulgaristanlı Türkleri ve diğer Müslüman azınlıkların kapsüle edilmesi ve Rusya siyaseti ihtiyaçlarına göre kullanılması planını kabul etmişti. O zamandan beri ilk kez, HÖH - DPS ilk kez Batıya ve Türkiye ile dostluk ve yararlı işbirliği politikasına yönelmiştir. Moskova Türkiye lehinde siyasete tahammülsüz olduğu için ajan Doğan’ı harekete geçirmiştir. Olayın özü budur. Hedef Lütfü Mestan’ın partiden atılması ve yerine Moskovacı birinin atanması, dolayısıyla partinin Kremlin raylarına geçirilmesidir. HÖH- DPS hain eliyle gerçekleşen bir KGB tasarımıdır. Demokrat gazeteci Georgi Kuritarov “Nova” TV’de yaptığı yorumda, HÖH planının M. Gorbaçov zamanında hazırlandığını ve KGB tarafından Ahmet Doğan’ın ajan olarak kazanılmasından sonra onun etkin yardımıyla ve DS aracılıyla uygulandığını söyledi. HÖH - DPS’nin 10 Ocak 1990’da Varna’da kurdurulması bu planın uygulanmasında birinci aşama olmuş, ardından da Doğan siyasetine muhalefet oluşturabilecek 10 bin Türk demokrat aydınlar memleketlerinden kovulmuştur. HÖH’ün kuruluş masraflarını de KGB karşılamıştır. HÖH yönetiminde Doğan aleyhtarları çoğunluktur. “Kör sofrada” hazır bulunanların arasından ve Doğan’ın sarhoş sarhoş ve birkaç defa küfür de ederek yaptığı konuşmayı gizlice kaydeden ve basına veren partili 23 Aralık sabahı Bulgaristan’da olay yarattı. HÖH - DPS’de kazan kalkmıştı. Moskovacılar, Türk düşmanları içten içe sevindiler. Aynı kişiler Rus uçaklarının Süriyede köyleri ve kasabaları bombalamasına ve 700 sivili öldürmesine, 12 milyon kişinin evinden kovulmasına da sevinmişlerdi. En çok sevindikleri ise Ahmet Doğan’ın Bulgaristan’ın NATO ve AB üyeliğini sert eleştirmesiydi. Oysa Bulgaristan’ın 2004’te NATO’ya, 2007’de de AB’ye üye olmasına imza atan Doğan’ın kendisiydi. Olay merkez basında yayınlandı. Demokratik kamuoyu sarsıldı. 3 seneden beri “saray” ininden başını çıkaramayan “tilkinin” dediklerini okuyanlar dil ısırdı. İlk kez açıklanan yeni planların biri şudur: “Morfik rezonans (tınlaşım) sayesinde hiç konuşmadan, bir şey göstermeden, bizim bilinç altımıza telepatik yoldan bilgiler sızdıracakmış.” Doğan’ın “sarayda” hayvanlar ve haşarat üzerinde denemeler yaptığını danışmanlarından Prof. Tadarıkov da doğruladı. Üzerimizde deneme yaparak Türk kimliğimizi değiştirecekler. Gelişmeler çok tehlikeli yön alıyor. Ahmet Doğan’sız bir DPS sloganı yükseliyor. Bu işlerde Rus ajanlarıyla birlikte çalışmışlar. Müslümanların kafasına Ortodoks Hristiyanlık akıtmayı düşünenler “saray” mahzenindeki laboratuarlarda gizli


Makale ve Analizler - 2015

199

denemeler yapmışlar. Laboratuar şefi Doğan! Bu adamın bilmediği yok, bir gün hafiye, yarın gammazcı, ardından ajan-hain, sonda Su Elektrik Santrali uzmanı, parti Başkanı, DS ajanı, KGB istasyon şefi, şimdi de fizik dalında ve psikolojide Freud’u geçmiş. Bizi kiliselere tıkıp “gönüllü” vaftiz etmeyi düşünmüşler. Ne ki, Doğan’ın yeni gizli hain planı artık ortaya çıkmış bulunuyor. İşte bunlar sarhoşluğun faydalarından biri. Adam içti içti ve içindekileri birden istifra etti. Yaptığı hainlikleri gizliyor. Türkleri korku içinde yaşatmak için düşmanlarımıza para verdi. Ataka ile birlikte çalışmışlardı. Partisini Doğan’ın hediye ettiği 1.6 milyon leva ile kuran, propaganda parasını Moskova’dan alan ve düşmanlık ve korku püskürmede üstüne olmayan “Alfa” TV’nin sahibi ve artık sık sık duruşma odalarında görünen, partisi lideri Siderov bu defa Türkler arasına korku salma işinde erken davrandı. Rus - Türk savaşını neredeyse patlattı. Türkiye’de 30 milyon vatandaşı bomba yağmurunda öldürdü. İstanbul, Ankara, İzmir ve Bursa gibi anakentleri yerle bir etti. Ana-vatanımızı 6 eyalete parçaladı. Yarısını da Kürtlere heybe etti. Doğancılar ile ırkçı faşistler paralel eylemdedir. Parti yönetimini kökten yenilenmesi şart oldu. Karşımıza ejderha gibi dikilmişi devamlı dehşet püsküren, gergin yaşamamıza neden olanlarla hesaplaşma zamanı artık geldi de geçti. “Morfik refonans” etnik Bulgar ve özellikle de Roman azınlık topluluğu için de büyük bir tehlikedir. Doğan’ın imzaladığı belgelerde, bizi yani Bulgaristan’da yaşayan Türklerin deneme faresi ya da göcen veya bacağından asılmış kurbağa olarak görüldüğü belli oldu. Avrupa Birliği’ne gönderdiği evraklarda bizim çözülmemiş sorunumuz olmadığından, bizi “morfik tınlaşım” denemeleri için Rus istihbaratına, Putin’e satan bu hain kalpazanla mutlaka hesaplaşmalıyız. 31 yıldan beri bizimle uğraşan haine tahammülümüz yok. Moskova köpeği Doğan’nın son hedefinde Todor Jivkov’un vasiyetini yerine getirmek ve hepimizi Bulgarlaştırmak var. Onu “saray” denemelerinin nedeni başka bir şey olamaz. Hepimizi, Türk kimliğimizi değiştirmeye “kendi razımızla” zorlamaya hazırlık görüyor, tuzak geliştiriyor. İçkili anında boş bulunüp içine döktü. Ak koyun ile kara koyun artık kesin olarak birbirinden ayrıldı. Bu vahim gerçeği herkesten önce gören ve 1 Kasım 2015 yerel seçimlerinde HÖH - DPS’ye oy vermeyen, bağımsız adaylar seçen Deliormanlı kardeşlerimi kutluyorum. Yöre halkı Ahmet Doğan’ın Deliorman ve Dobruca’ya girmesini yasaklayan bir imza toplama işi başlatmıştır. İsteyen onun peşinden gitsin ve kölelik etsin. Mart 2016’da


200

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

yapılması öngörülen 9. Kurultayda perde açılacak ajan ve oligarşi tayfası donsuz yakalanacak. Bu forumda Rusçu kopoylar eski ve yeni omurgasızlar, sürüngenler HÖH - DPS’den kesinlikle ve ebediyen ihraç edilmeli, atılmalıdır. HÖH - DPS partisini Putinci yalakalardan, KGB ajanlarından, DS kalıntılarından ve DANS gammazcılarından temizleme zamanı çoktan geldi geçti. Partiden ilk atılacak olansa Ahmet Doğan’dır. Hainliklerinde yakın ve uzak hedefler var. Doğan 2030’a kadar Türkçeyi unutturmaya söz vermiştir. Büyük hedefleri arasında en iri ve güncel olan şehitlerimizi anma törenlerimize gölge düşürmekti. Bu törenimiz uluslar arası nitelik kazandı. Yunanistan ve Türkiye’den de gelenler olduğundan gözlerine batıyor. Bursa’dan gelip 5 bin kişi önünde konuşma yapan kardeşlerimizin sözleri dayanışmaya çağırdığından ve eski savaşçılara ruh ve güç aşıladığından, haklı davamızın bayrağı genç nesle devredildiğinden rahatsız olanlar çoktur. Bu bakıma Doğan’ın içki etkisiyle patladığı konuşmayı Başsavcısı Sotir Tsatsarov’un hemen desteklemesi dikkat çekti. Doğan’ın yakın dostu olan ve totaliter rejim başsavcılığı yapan Tsatsarov, komünist dönemde işlenen suçları, cinayetleri, uygulanan baskı ve terörü, katliamı kınamıyor. Anaya Mahkemesinden Türklere karşı işlenen suçların zaman aşımının geri getirilmesini istedi. Bu hukuksal saldırı, Türkan Çeşme Mitinginden 3 gün önce yapıldı ve bir gözdağı niteliğindedir. Mitinge katılanlara yeni istekler öne sürerseniz devlet balyozu başınıza iner, demek istedi. Korku saldı. Kanunsuzluktan yana çıktı. Anadilimiz saldırılar yoğunlaşıyor. Şehirlerde Türkçe konuşanları işten atmaya hazırlanıyorlar. Doğan’ın konuşmasında şu noktalara da kısaca işaret etmekle yetiniyorum. Her biri üzerinde ayrı ayrı durulacaktır. 1) 17 Aralıkta “kör sofrasında” Doğan ile Mestan birbirine düştü. “Fahri” Başkan Genel Başkanı payladı. Batıya açık, NATO’dan ve AB’den yana siyaset izlemekle suçladı ve azarladı. “Avrupa- Atlantik siyasetin geçerli akçe olmadığını” söyleyen Doğan, Bulgaristan’ın “U” dönüşü yapıp Rusya’dan yana tavır almasında ısrar etti. Putinin yazısını virgül değiştirmeden okudu. 2) Doğan, HÖH - DPS yargı değerlerinin kökten değişmesini istedi. Brüksel ve Ankara’dan yana siyasete karşı çıktı. Dünyanın tek kutuplu politikadan çıkması gerektiğine ve Rusya’nın öneminin ve rolünün arttığına işaret etti. Putinci konuştu. 3) HÖH içinde yargı değerleri çatışması ortayı çıktı. Doğan’ın Anti-NATO ve Anti-AB tutumu dikkati çekti. Üzerinde Moskova baskısı olduğu gözden kaçmadı.


Makale ve Analizler - 2015

201

“Komşulardan birinin (Türkiye’nin) yardımlarıyla bile yeni bir Türk partisi kurulamayacağını” söylemesi, ben istersem partiyi kapatabilirim ve partisiz kalırsınız anlamına geldi. Ben olmazsam siz hiçbir şeysiniz demek istedi. Bu arada, “partinin mutlaka yenilenmesi gerektiğini” en açık seçik biçimde ortaya koydu. Demek oluyor ki, partinin kendi içinde kilitlendiği ve parti kitlenin saflardan uzaklaştığı kabul edilmeye başlandı. Parti içi merkeziyetçi baskının hemen son bulması günün sorunu olmuştur. Seçim öncesi köylerdeki kavga ve dalaşlar, para dayatmalar ve oy pazarlıkları kesinlikle son bulmalıdır. HÖH - DPS hızla eriyor Ne yazık ki, Türk kimliği hareketinin Roman tabanına kaydırıldığına ve seçimlerde alınan oy sayısının 700 binden 300 bine düştüğüne ve gelecek seçimlerde Türkiye’deki soydaş seçmenden bir tek oy olamayacağına değinmedi. Böylece HÖH’ün iç kapışması olağanüstü ciddi yön aldı. Can alıcı sorun, Türklerin Moskova çobanı Ahmet Doğan sayasında kapalı koyun gibi tuz yalayıp bir şeyler beklemeye devam mı edecekler yoksa gerçek özgürlükleri uğrunda bir daha boy mu gösterecekler. Deliorman belediye ve muhtarlıklarında hava döndü, seçimi her yerde bağımsızlar kazandı. Gelecek bağımsız adaylık yolunu seçenlerindir. 4) Gözle görülen büyük olayın merkezinde Moskova’nın HÖH - DPS “fahri” lideri Doğan eliyle hepimize, öncelikle de Başbakan Boyko Borisov’a gözdağı verdiği dikkati çekti. Doğrudan doğruya “dediğimizi yapmazsan Lütfü Mestan’ın başına gelecekler senin de başına hemen gelebilir” demiş oldu. Mestan’ın istifasını sunduğu haberleri resmen doğrulanmasa da, kulaktan kulağa dolaşıyor. Kızım sana söyledim, gelinim sen anla siyaseti şimdi Boyko Borisov’a uygulanıyor. Ve 2 yıl önce bir defa kendisinin eşekten düşer gibi iktidar koltuğundan nasıl düşürüldüğü anımsatılıyor. Bu kışkırtmalar Doğan ağzından ve aracılığıyla yürütülüyor. Doğan’ın konuşmasında “gerekirse Moskovacı siyaset güç kullanılarak uygulanacak” demesi Bulgar kamuoyunu ürpertti. İki hafta önce Cumhurbaşkanı Plevneliev Putin’in Sofya’ya karşı siber saldırı yürüttüğünü açıklamış ve protesto etmişti. 5) İlk kez olmak üzere, Bulgaristan Türklerinin Moskova’nın Bulgaristan’daki “esirleri”, tutukluları, düşman elinde kalmış kitle olduğu gündeme geldi. Kremlin’in Bulgaristan’daki “6. kolordusu olduğumuz” açıklandı. Yeni bir büyük tartışma sayfası açıldı. Bütün gazeteler Doğan’ın Rusya Federasyonu casusluk ajansının kadrosunda tescilli olduğunu yazdı. Vurgulanan konu “Doğan Bulgar siyasetinin Avrupa-Atlantik özünü, Avrupa Birliği ve NATO üyeliğimizi eleştirirken, Moskova uşaklığına doğru kesin dönüş gereğinden” söz etmesi oldu. Bulgaristan dış siyasetini Putin’e bağlamak istediğini gizlemedi. Oysa Bulgaristan halkı 26 yıldan beri Moskova iplerini koparmaya çalışıyor.


202

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

HÖH yönetimi bölündü. Genel Başkan’ın arasını açtı. Parti yönetimi Putin siyasetini destekleyenler ve NATO ve AB üyeliğinden yana olanlar olmak üzere ikiye bölündü. Partinin Türkiye’ye karşı düşmanlık püsküren Moskova politikasına alet edilmesini kabul etmeyen kesim çoğunlukta bulunuyor. Görüldüğü üzere Doğan partimizin Bulgar iç ve dış siyasetinde olumlu rol oynama yollarını kapamaya çalışıyor Basın seyirci kalmıyor. “24 saat” ve “Trud” gibi günlük yayınlar, ulusal TV programları HÖH DPS partisinin Rusya Dış Casusluk Ajansı KGK’nin yeniden yapılanma “Perestroyka” döneminde hazırladığı bir plana göre kurulduğunu yazarken 1990’dan beri Kremlin tarafından Bulgaristan’la ilgili izlenen siyasette bir araç olarak kullanıldığının altını çizdi. Bulgaristan, Balkanlar ve AB politikasında odak olmak zorundayız. Rusya’nın bölgemize yerleşmesi ve mevzilerini güçlendirmesi gerekli olan süreçken, Türkiye’nin dünya düzeni içinde kendi yerini genişletmesine engel olunmalıdır. Bu sözler Doğan’ın ağzından çıkmıştır ve Bulgaristan ile Türkiye’nin NATO içinde ve AB programlarında yakın işbirliğine engel olmayı, soydaş göçmenlerle ana vatan da yaşayan yakınlarımızın ilişkilerini koparmayı, Türkiye Bulgaristan ilişkilerini bozmayı ve Bulgaristan’daki “esir” durumumuzu sonsuzlaştırmayı amaçlıyor. Güncel ve stratejik sorun bu davada daha güçlü olmamızdır.

İğrençlikten Bir Parça

Neriman Eralp Kalyoncuoğlu-25.Aralık.2015

Konu: HÖH Genel Başkanı görevinden alındı ve partiden atıldı. HÖH parçalandı. Kırcaaili’de 4 milletvekili son kararı onaylamıyor. Rusya dış siyasetini etnik azınlıkları kışkırtarak yürütüyor. Yazımı, Doğu Ortodoksların ve Batılı Katoliklerin “Diriliş ” gecesi kutlarken yazıyorum. Dirilişin Hristiyanlıktaki anlamı ölen İsa Peygamber’in sözde canlanıp mezardan çıkması yani “hortlama” iken, bir anlamı da yeni olanın doğuşudur.


Makale ve Analizler - 2015

203

Birinci anlamı Hristiyan aile ortamında 24 Aralık gecesi alaca karanlıkta, buhur veya meşe kömürü tütmüş, hafif mum ışığında kutlanır, çünkü hortlaklar gece karanlığında belirir. İkinci anlamı ise, Bulgaristanlı Türkler ve Müslümanlar için bugün çok anlamlıydı. HÖH Partisi Merkez Yönetim Kurulu, milletvekilleri ve il başkanları toplandı ve “fahri” başkan Ahmet Doğan’ın isteğine uyarak toplandı ve Genel Başkan Lütfü Mestan’ı tüm görevlerinden ve partiden attı. HÖH yönetim bileşimi 136 kişiden oluşurken, önemli kararlar alınan toplantıya 70 kişi katıldı, 66’sı “saraya” gelmedi. Ünal Lütfü de gitmiş, kanımca 80 yaş üstü oyları salmamalıyız. Toplum zaten yaşlandı ve etraf bunamış dolu... Soru: Olan nedir? Cevap: Bu bir parti içi darbedir. Sonuç: Hak ve Özgürlükler Hareketi iki kanata bölünmüş ve parçalanmış sayılır. Partinin kanatları: 1) Kırcaali ili HÖH – Güney Bulgaristan örgütü. 2) Varna, Tırgovişte ve Smolyan ili HÖH örgütleri. Seçilenler: Ahmet Doğan’ın Putinci parti kanadı geçici eş başkanları 3, bir de Doğan 4 kişidirler: Mustafa Karadayı; Çetin Kazak ve Ruşen Riza. Üçüne püskül de Ahmet Doğan. Böyle doğuş olur mu? Yani Diriliş gecesinde 4 başlı bir HÖH - DPS doğdu. Şimdiye kadar mecliste oturmaktan başka bir işe yaramayan bu 4 kişinin Bulgaristan Türk, Pomak ve Romanlarına bundan sonra ne yararı olur söylemek çok zor. Önemli olan yeni doğuş çığlıkla bağrışla çağırışla olmadı. HÖH - DPS’de değişim olacak diye beklerken aslında bir şey olmadı. Doğuştaki muhteşem güzelliği yaşamak başka bir bayrama kaldı. Hasımdan iyilik beklemek yanlış olur. 2015 “Diriliş” gecesi Bulgar sofrasında çok heyecanlı geçti. “Ha şerefe!” diyenler hep Türklerin Hak ve Özgürlükler Hareketini parçalaya bildiklerine içtiler. Bir daha “bütünleşip dirilmemek” üzere parçalandılar umuduna çektiler. Boşalan kadehlerden sonra susanlar oldu, sesli söylemek istemediklerini yutkunarak geçiştirmek zorunda olduklarını itiraf etmekten korktular. Nedir bu korku? Her korkunun iki yüzü vardı. Para olsa, yazı tarafında, Bulgaristan’da yaşayan Türklerin, Pomakların ve Romanlarin devrimci mücadele örgütü olarak 1990 Ocağında kurulan Hak ve Özgürlükler Hareketi (DPS) partisinin Bulgar devletinin tüm Bulgar halkını da bağlayarak, ülkedeki etnik ve dini azınlıklara karşı,


204

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

onlara hayat hakkı tanımama, katran kazanında eritme, milli bilince oluşmalarını, Türkün Türk, Poma’ın Pomak, Romanlerin de Roman şuuruna ve mantalitesine ulaşmasını baltalamak, onlara etnik halk topluluğu olarak var olma, gelişirken serpişip açılma ve ulusal kültür içinde farklı bir zenginlik, özgün bir renk biçiminde hayat hakkı bulmasına engel olurken nefes aldırmamaktı. 1878’den 1990’a kadar Bulgaristan topraklarında yaşayan etnik ve dini azınlıkların öz kimlik, dil, din, özgün kültür, öz tarih, yaşam tarzı ve medeniyet için kişi, aile ve topluluk olarak tek tek ve birlikte verdiğimiz çok ağır, çileli, ezdikçe ezen savaşımın doruğunda ve Mayıs 1989 Ayaklanmamızdan sonra siyasi partide birleşme bilincine yükselebilmiştik. Bu uzun yolu yanarken, kurbanlar vererek ve örs ile tokmak arasında dövülürken yaşam ocağımızdan aldığımız ateş ve suyla aşabildik. Bu gerçeği tanımak Bulgar milliyetçili için dirilişi olmayan bir çöküş, panzehiri olmayan bir ota laktır, gün ortasında bir intihardır. Çünkü bu ulus ve devlet 138 yıldır aynı kısır döngüde bocalamış durmuş, çıldırdığı günler olmuş, fakat bir türlü dirilememiştir. Bunlar ve bugün Ahmet Doğan’ın Lütfü Mestan’ı kastederek ve disipline uymayan diğer parti yönetim organı üyelerine hitaben, “Bulgar milli menfaatlerine uymayanların başına gelecek olan budur” demesi. Aslında hiç kimseyi etkilemedi, çünkü Bulgar milli çıkarlarının tanımı neydi, bunu bilen hiç kimse yoktu. Olan oldu da, HÖH yönetim toplantısına 66 kişinin gelmemesi, üstüne üstelik Güney Doğu Rodoplarda nüfus sahibi olan Bahri Ömer ve Şaban Ali Ahmet’in de Sofya’ya gelin davetine uymaması halk arasında çok geniş yorumlanıyor. Aslında korkulacak bir şey yok, fakat şu “gelen gideni aratır” lafı yok mu!? Şu anda HÖH merkez yönetiminde Kırcaali ve Güney Bulgaristan’dan sorumlu yetkili yönetici yok gibi... Konunun arka tarafı tura’dır. Durum “Diriliş” gecesinde kadeh kaldıranların yüreğinde sıcak dalgalar uyandırdı. Tura öykülerinde, Türkleri topraklarından kovma, bağlarına bahçelerine, çayır ve tarlalarına, koru ve ormanlarına, evlerine bedava oturma vardı. İsimleri değiştirirken köylerine tankla, evlerine silahla giriş serüveni vardı. Kendi aralarındaki sohbetlerde bir fıçı şarap içtirilirdi böyle gecelerde. Şu memleketin tüm yollarını, tünellerini emek eri askerlerine bedava açtırmak, demir yollarını döşetmek, köprülerini, baraj duvarlarını yaptırmak vardı bu öykülerde. Bir de, hiçbir etnik hak elde edebilmelerine, Türkiyeyi koklamalarına imkân tanımamak vardı. Her gün biraz daha Bulgurlaşmaya doğru onları durmadan itelemek vardı. Göğüs kabartan bu büyük başarıların arasında Hak ve Özgürlükler Hareketi’nin


Makale ve Analizler - 2015

205

de bir gizli sivil polis teşkilatı olan ve ele geçirebildiği 3 bin 16 Türk ajanla çalışan “DS”nin işleri iyi idare etmesi vardı. Kaşarlı ve Türk düşmanı ajanların arasında seçtiği bir Roman değil Hakra-Tatar kırışması, emsalsiz bir karışım, Türklerin, Pomakların ve Romanlarimizin başına bela edilmesi vardı. Daha önce böyle bir başarı elde edememişlerdi. Çar III. Boris’in istihbarat şefi Geşev’in 1947’de Moskova’ya İngiliz ajan Filby aracılıyla ilettiği listelerde sadece 3 Türk ismi vardı. 3016 kişiye ulaşmak başarıların doruğu sayılmalıydı. Bunun için her zaman içilirdi. Bir de adı değiştirile değiştirilen Ahmet Doğan kalan şahsın, Sovyetler Birliği devrinde ülkemizdeki ajan ağından çıkarmadan fişlediği ve kendi işlerine taktığı gizli servis KGB ajanları var. İşler şöyle ki, Rusların genelde diğer ülkelerdeki tuzaklarını örgütleyen casusluk servisi KGB, 1990’dan sonra adını Federasyon Güvenlik Örgütü (FBS) olarak değiştirse bizdeki çalışmalarını nasıl örgütlediğini önce kimse anlayamadı. Müslüman azınlıklar arasında 1988’de ele geçirebildiği ve kimliği, anadili, öz kültürü, soy ağacı olmayan bir ajanı, etnik azınlıklar konusunda İstasyon Şefi yapması önce yadırgansa da sonradan itirazlar söndü. Bu da başarılar arasında önemli sayılabilirdi. Tabii Bulgarlar “Diriliş” gecesinde bile “bağımsız”, “egemen”, “bizim” dedikleri şu vatanda bir dış casus örgütünün (ister Rus olsun) etnik azınlıklardan sorumlu “istasyon şefinin” bu küstahça davranışı ile mide bulandırmıyor değildi. Bu konuda yapabilecekleri olmamasından çok kırgındırlar. Bir de, kimseye hiçbir faydası dokunmayan bu şahsın “sarayda” ekmek elden su gölden, devlet bütçesinden ayrılan 3 milyon leva ile tuvaletinin temizletilmesi, çöpünün atılması, köpeklerinin maması, tavruz kuşlarının yemi ve gizli laboratuarlarına gerekli araç gereçler ve korumaları sağlanması gece uykularını kaçırıyordu. Bulgar’ın içini ısıtan kıskançlık, bazen hemen diriliveriyor, hiçbir işe yaramayan bu kişinin of Şor hesaplarında, Lichtenstein, Zurich, Bern, Malta bankalarında toplam 3 milyar US Dolar ve Euro parası olduğunu düşündükçe sakinleştirici hap almadan kendilerine gelemiyorlardı. İşe aldığı Bulgarlardan hiç biri onun olumsuz etkileyişine dayanamadı ve hepsi “saraydan” kaçtılar. Kitap yazıp izlenim ve gözlenimlerini anlattılar, ama korktuklarından söylemek istedikleri hep dillerinin altında kaldı. Korktukları kimdi? DS, DANS, FBF, Bulgar Başsavcılığı. Kim! Hepsi mi? Evet!


206

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Kendi kendine konuşmaya başlayanların hepsi korktukça soğuk ter döküyordu. O, etrafındakilerin hepsini korku içinde yaşatmaktan sanki zevk alıyordu. Sorunun sorusu, bilgisayar kullanmasını bilmeyen bu şahsın, bu boyutta bir hırsızlığı nasıl gerçekleştirmiş olmasıydı. Bir defa ona Türkiye Merkez Bankasından 3 TIR dolusu Leva gönderildiği anlatılsa da, o kendini Türkiye makamları karşısında borçlu hissetmiyordu. Veren vermiş, alan almış, içilen suyun, okunan duanın hesabı sorulmazdı. HÖH partisini kurarken herhangi bir kimseye yardım yapacağım, hizmet sunacağım dememişti ve kendini hiçbir şeyden sorumlu ve yükümlü hissetmiyordu. Nefesi, ancak Kremlin’den telefon edilince kesiliyordu. Geçen hafta Putin, “Sen ne yapıyorsun orada, koyunları bizim tarafa geçir dediğinde” önce düşündü ve bugün Lütfü Mestan’ın kellesini uçurunca rahatladı. Vazife anlaşılmış ve gereği görülmüştü. Fakat kimse, onun 2004’te NATO üyeliğini, 2007’de de AB üyeliğini çok yüksek imtiyaz üzerinden pazarlayıp gerçekleştirdiğini kabullenmek istemiyordu. Yalnız Bulgaristan etnik azınlıklarının hiç bir konuda hiçbir isteği yoktur belgesini 1 milyar Euro’ya imzalamıştı. Ve şimdi de Avrupa Birliği finans ve ekonomik bunalımları gelişim imkanları tüketince, yeniden Moskova’ya dönüp yeni pazarlıklar yürüttüğünü fark edemiyorlardı. Burada pazarlanan hep Bulgaristan etnik azınlıkları oldu. Şimdi onların Türkiye’ye karşı kışkırtılmasından sağlayacağı parayı düşündükçe çıldıracak gibi oluyordu. Bugün Lütfü Mestan’ın kellesini giyotinde yatırsa da huzurlu değildi, onun şu özelliğini de pek sezen olmadı. Kendisine yaklaşanları özümsüyor öğreniyor daha yakın sokulmalarına olanak veriyor ve sonunda birden yutup tükürüyordu. Bu taktiği Kasim Dal, Korman İsmail, Osman Oktay ve başkalarına ve bugün de Lütfü Mestan’a uygulamış ve sonuncusunu öyle bir tükürmüştü ki, pislik ta Kırcaali’ye kondu. Düşündüğü bir tek şey vardı, acaba toplantıya gelmeyen o 66 kişi onun bu huyunu çözmüş olabilir miydi? Bir iş yaptığı yok, hepimizi aldatıyor, yalanlarına alıştık, diyenler çoğalsa da şimdilik Rusya konusunda çam devirmek istemiyorlardı. Zaten karanlıkta kutlanan bu bayramı hepten zehir etmek istemeyenler ağırlıklı oldu. Bu olay hem Türklere ve öteki etnik azınlıklara hem de Bulgarlara defalarca anlatılsa da azdır. Bu olay yerinden kopmuş, rüzgarlı gecelerde çarptıkça çıkardığı ses kimseyi uyutmayan, yerinden kopmuş oluk tenekesi gibi bir şeydi. Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezinden arkadaşlar bu konuyu birçok defa işlemiş olsalar da, bir başka açıdan olmak üzere ben de üzerinde biraz kalem oynatmak istiyorum.


Makale ve Analizler - 2015

207

Yazı ve Turası olmayan demir para yoktur. Bulgaristan siyasetinin yazı ve turası ise Rusya ile Türkiyedir. Bulgaristan Osmanlıdan kopmuş bir devlettir, fakat egemenliğini elde etme mücadelesinde Rusya’nın etki alanında kapanmış ve 1878’den beri bu etkiden kurtulup, Rusya gölgesinden çıkmak için direnip didiniyor. Ne demek istediğimi daha net anlatabilmek için size bir Ayı ve Yavruları öyküsü anlatmak istiyorum. Bir ayının birkaç yavrusu varmış. Bir gün canı ahlat isteyince yavrularını alıp ahlat ağacına gitmiş. “Siz burada bekleyin, ben çıkıp silkeyim” demiş. Çıkmış, silkmiş ve indiğinde ne görsün, yavrular yerdeki ahlatların hepsini yemişler. Yine tırmanmış, gene silkmiş ve o inene kadar yavrular ahlatların hepsini yine süpürmüşler. Çok kızmış. Etraftan iti yassı taş toplamış ve yavrular yerlerinde kalsın diye üzerlerine birer taş koymuş ve yine tırmanmış ağaca. Yeniden silkmiş, inmiş istediği kadar yemiş ve iyice zorlanan yavrularının üzerinden taşları almış. Bu öyküde ana ayı Rusya ise, yavruları da etki altında bulundurduğu değişik ülkelerdeki etnik, dil, din ve kültürel azınlıklardır. Bunlardan biri de biz Bulgaristanlı Türkleriyiz. Rusya’nın yeni imparatorluk politikası etnik azınlıklar üzerinden gerçekleştiriliyor. Osmanlı zamanında ve özellikle 1773 Küçük Kaynarca Sözleşmesi neticesinde bu siyaset Osmanlıdaki Hıristiyan dinine mensup azınlıklar alet edilerek uygulanmıştı. Plevne meydan muharebesine kadar kızıştırıldı. 21. yüzyılda, özellikle Putin döneminde bu siyaset yeniden gündemdedir. Kuzey Osetya, Abhazya, Karabağ, Gürcistan, Ukrayna’nın Donbas yöresi, Kırım Yarımadası ve sonunda artık Bulgaristan’daki Türkler, Pomaklar ve Roman kardeşlerimiz aynı iğrenç siyasete alet edilmeye çalışılıyor. Bu, gelişme Büyük ve Güçlü Türkiye’nin yenidünya sisteminde ve 21’inci yüzyıl dünya düzeninde daha büyük pay alıp daha faal ve daha faydalı olmasıyla hırçınlaşıp kızıştı. Suriye Savaşı ve “CU-24” Rus askeri uçağının Türkleri Jetleri tarafından bir atışta düşürülmesi ve uluslar arası otoritesi giderek artan Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın Putin’e “Hey sen ne yapıyorsun ve burada ne işin var” demesiyle iyice kızıştı ve yavaşça da olsa Bulgaristan’a sıçramaya başladı. İğrenç politikanın içinde küçücük bir damla olsak bile Kremlin ajanı Ahmet Doğan’ın kemiricileri çuvaldan salması ve Rus balyozu’nun Bulgaristan’a yönelmesi hepimiz için çok üzücü ve endişe verici oldu. Etnik azınlıklara dış baskılar zulmün iğrenç bir parçadır. Konumuza devam edeceğiz.


208

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Kritik Nokta Aşıldı

Dr. Mustafa Kahraman-25.Aralık.2015

Konu: Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kararlı tavrı tam destek buluyor. 2016’da Politika yumuşayacak ve Putin gerileyecek. “CU-24” Rus bombardıman uçağının “Türk F-16” askeri uçağı tarafından bir atışta düşürülmesi 1999’dan beri tırmanan imparatorlukçu Rus saldırganlığına “Dur!” dedi. İkili ilişkilerdeki gerginlikte kritik nokta aşıldı. Kazanan Büyük Türkiye ve Yakın Doğu barış siyaseti oldu. 1999’dan beri tırmandırılan Rus savaş saldırganlına ilk kez sınır çizildi. Olayın derin tahlilinde birkaç yasallığın geçerli olduğunu görüyoruz. Bir defa tarih boyu olduğu gibi saldırgan bu defa da yine Rusya oldu. Şam kasabı Beşer Esat’ı ayakta tutmak için bölgeye inen Rus askeri güçlerinin bombardımanları ardında çok ağır izler ve görülmemiş barbarlık bırakıyor. Bir iki haftada 800 sivilin, yaşlı, kadın ve bebenin öldürülmesi ve 2 500 kişinin sakat bırakılması, 12 milyon Suriyelinin evini, köyünü, kasabasını ve vatanını terk edip sığınmacı yollarına dökülmesi, bölgede olduğu kadar, dünya insan hakları ve anti-savaş örgütlerinde ciddi tepki uyandırıyor. Bir defa, Yakın Doğu yeni imparatorluk kurulacak ya da paylaşılacak, kimsesiz bir jeopolitik alan değildir. İnsanoğlu, güçlü liderler ve devletler bulup kötülüklerin hat safhaya çıkmasını durdurmalıdır. Hava sahasını ihlal eden “CU - 24” Rus bombardıman uçağının, dolayısıyla Rus saldırılarının mutlaka durdurulması gereğine inanarak, kötülüklerin daha öte tırmanmasına “Stop!” diyen T.C., dünya siyasetini tek noktada kilitledi. Yakın Doğu’da terörün daha da azmasına “Dur!” dedi. Gösterilen cesaret ve kararlılık 21’ci yüzyılın en önemli olayı oldu. Bütün Türklerin kaderi ile tek bir Türkün yazgısını bir gören Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan mert ve sabırlı tavrı Rus yayılmacılığından perişan olanları yüreklendirdi. Erdoğan’ın Putin’e kafa tutmasıyla barış ve güvenlik bekleyenlerin umudu kat kat arttı. Bölge halkları artık bir tek Ankara’ya, bir tek Başkan Erdoğan’a umut bağlamıştır. Gözler Başkentimize bakıyor. Burada ağır basan, tarihin sonsuz olduğu gibi kötülüklerin, vahşetin ve barbarlığın da sonrasız olması ve önünün alınmasıdır. Azdıkça azacağını gören vicdan ve zekânın büyük bir kararlılıkla hareketlenmesidir.


Makale ve Analizler - 2015

209

Sonu “Berlin Duvarı”nın yıkılmasıyla simgelenen Soğuk Savaş dünya barış ve demokrasi güçlerine 25 yıl önce yenik düştü. Bu totaliter komünizmin yenilgisiydi. Artık herkesin görebildiği üzere, beklenen toplumsa dönüşüm, ne yazık ki, bir şekil değişikliğinden, bir maske yenilemeden ileri gitmedi. Özellikle Rusya’da komünist - totaliter rejimin omurga kemiği olan ve toplumun tüm kılcal damarlarına işlemiş bulunan gizli polis KGB’den kaynayan büyük korku yakılıp külleri okyanusların en derin sularına saçılamadı. Geçen yüzyıl boyunca dehşet saçan bu gizli örgütün kurucusu olan Felix Dzerjinski’nin Moskova’nın “Lüblyanka” Meydanındaki 20 metre yüksek anıttan itilmesi ve beton parçaların Berlin Duvar kalıtları gibi çekiç ve tokmaklarla parçalanması bir işe yaramadı. Ne korkuyu azalttı ne de yerinde kalan mermer kaideden korku filizlerinin yeniden fışkırmasına ve uzadıkça dallanıp budaklanmasına engel olabildi. Bulgaristan’daki tablo da aynıdır. 10 Kasım 1989’da diktatör Todor Jivkov’un devrilmesiyle hakim olan memnuniyet ve kıvanç heyecanından yeşeren kötülük bugün hepimizi boğuyor. Bizde totalitarizmin özünden gelen ve yeni süren filiz gizli ajan Ahmet Doğan eliyle gerçekleşti. Varna’nın Drındar köyünden olan sözde yattığı hapishanede Bulgar gizli polisinden (DS) Sovyetler Birliği casus örgütü KGB emrine 1988’de devredilen ikili ajan memleketimizde totalitarizmin yok edilip demokrasi tesis edilmesine her bakıma engel olurken, Rus menfaatlerinin yaşatılmasına koltuk değneği oldu. Ve olaylar öyle gelişti ki, 4 Ocak 1990’da Varna’da Hak ve Özgürlük Hareketinin kurulduğu ilan edildiğinde, biz totalitarizmi, Toşkovizmi, komünizmin en iğrenç yanını -insanı insana düşman etme özelliğini - memleketimizde demokrasi koşulların ilk ekmeyi başardık. ;lk hamlede aldatıldık. Gözlerinizi bağlayalım biz sizi ağzınızdan besleriz deyenlere inandık. Bu bakıma ve bu işte Bulgarları, Rusları, Çekleri, Lehleri hatta Almanları solladık. Biz Bulgaristan Türkleri, Bulgaristanlı Müslümanlar “Soğuk Savaş” devrinde o kadar fazla ezilmiştik, yuhalanmıştık, hor görülmüştük ve zindan karanlığında körleştirilmiştik ve vurdumduymaz duruma getirilmiştik ki, Bulgarlarla aramıza incir ağacı dikildiği göremedik. Bir sayaya koyun gibi kapandığımızı, boynuzlarıyla kapıyı toslayarak çıkmak isteyen koçlarla birlikte meleyen kuzuların da kasaba götüreceklerini fak edemedik. Boş bulunduk. İtiraf etmek ağır gelse de aldatıldık. Yalandırıldık. Dolandırıldık ve bugün de derin bir tuzak içinde bulunuyoruz. Bu tuzağı dış politikasını dış ülkelerdeki etnikleri esir tutarak izlemeye hazırlanan KGB kurmuş ve tüm milli azınlıklarımızı yetiştirip görevlendirdiği İstasyon Şefi Ahmet Doğan’ın emrine vermişti. Son çeyrek asırda etnik azınlık haklarımızı hayal etmemiz bile yanlıştı. Bu nedenle zırnık koparamadık. 24 Aralıktan 24 Aralığa Türkan Çeşme mey-


210

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

danına toplanıp birbirimizi kandırıyoruz. Havanda su dövüyoruz. Bizde demokrasinin, hak ve özgürlüklerimizin, adaletin filizi daha 4 Ocak 1990’da Varna’da katledildi, ezildi ve unutturulmak üzere yemin edildi. Parti kurmaya toplanan 32 kişiden 12’si teminli ajandı ve ruhlarını çoktan satmışlardı. Rusya’da totalitarizm tabanında yeni filiz ise, pek bilinmeyen bir KGB subayı olan Vladimir Putin’in Çeçen katliamından sonra kanlı ellerine kesin yok edilmek üzere sunuldu. Bu hesaplaşma 2008’den sonra dal budak saldı. Putin dönemiyle başladı ve değiştirilemeyen başkan kılıfına girmeye başladı. Bu yıllarda Rusya Federasyonunda yeni bir polis devletini kuran Putin oldu. Bu gelişim halkın düzen sağlanması çağrısına cevap olarak otokrat ve askeri cuntaya dayanarak “serbilek” siyaseti şeklini aldı. Rejim düşmanları tutuklandı. Tarihin dersleri çoktur ve şu asla unutulmamalıdır. Diktatörleri iktidar koltuğundan indirmek, onları bu koltuğa çıkarmaktan çok zordur. Putin de durumunu sağlaştırmak için önce demokratik güçlerle, halkın sevdiği liderlerle hesaplaştı. Berezovski’yi hapiste çürüdü. Nemzov yolda kurşunlandı. Rusya Komünist Partisi lideri G. Züganov ile aşırı milliyetçi çıkışlarıyla bilinen V. Jirinovski’yi de “Büyük Rusya” davasına dahil edebildi. Otokrat rejimi oturtan Putin iç hesaplaşmayı tamamlarken, özgür dünya ile derin ekonomik ve politik bağlar kurabildi. Kırım Adası’nı ilhak etmezden önce “G - 7” grubuna alınmıştı. Komünizmin sonunu kutlayan Rusya’nın çok kısa bir dönemde bir KGB yarbayını Rusya Federasyonu Başkanı seçmesi perdeyi açtı. İkincisi de, “Berlin Duvarı”nın yıkılmasından sonra demokratik dünyada bir ilgisizlik, gevşeklik belirmişti. İyi niyet gibi anlaşılan bir küstahlık yıllarca hâkimiyet kurdu. Bu maskeyi çekip alansa askeri uçak düşürme cesaretiyle T.C. Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan oldu. Rusya içinde, demokrasi düşmanı olan anti-Putincilerle gaddarca hesaplaşan yeni rejim, ebedi hükümdar yaratma havalarına girdi. 2008’den beri Rusya’da demokrasi ölüdür. Putin Medveden şktidar oyunları Rusya demokrasisi kabrine mezar taşıdır. 1994’te Belorus Başkanı Lukaşenko olunca, bağımsız Sovyet devletlerinde “ömür boyu hükmedecek başkan olma” hastalığı başladı. Kazahistan’da Nazarbaev ve Özbekistan’da Karimov’tan sonra Purin’e de sıçradı. Gürcistan ve Ukrayna’yı işgal etme veya bu iki devletten toprak koparma hırsı aynı dönem kabardı. Hitleri örnek alan Putin, ülke içindeki düşmanlarıyla hesaplaşınca sınır dışına baktı. ABD’nin dış siyasetini kötü, saldırgan, şeytanca, sinsi gösterirken, kendi saldırganlığı baş gösterdi. Kırım ve Doğu Ukrayna hedef oldu.


Makale ve Analizler - 2015

211

Burada vurgulanması gereken şudur. Diktatörler ancak durdurabildikleri vakit durur. Ukrayna konusunda ödün verilseydi Putin’in iştahı daha da artacaktı. Ukrayna ve Kırım, kızıştıkça kızışarak yaklaşan üyük savaşta yalnız iki çatışmaydı. Batı bunu uzun zaman tanımak istemedi. Düşmanımız yoktur havalarına girdi. Çünkü onlar için “Berlin Duvarı” ve SSCB 25 yıl önce yıkılmış, çözülmüş, dağılmış ve reel düşman olmaktan çıkmıştı. Görmek istemedikleri, totalitarizmin yetiştirdiği özgürlük düşmanlarının hep aramızda olması ve git gide baş kaldırmış olmalarıydı. Başka bir değişle tarihin sonu yoktu, siklik (devre devre - çevresel) gelişim devam ediyordu. Şunu unutmayalım: 2 sene önce Ukrayna egemenliğini koruyamayanlar, 1938’de Çekoslovakya Nazilerce işgal edilirken, onu da koruyamamıştı. Bugün dünya barış güçleri 2016 Polonyası’nın 1939 Polonya’sına dönüşmemesi için birlikte savaşmalıdırlar. Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan “CU - 24” Rus bombardıman uşağını düşürtmekle bu büyük davanın başına geçmiştir ve tüm barışçı insanlık tarafından hürmetle kutlanmalıdır. Rus oligarşisi, Putin’in zayıflıklarından yararlanarak onu bir lider olarak yüceltmeyi seçti. “Soğuk Savaş” kazanan güçlerinse ruhu dağılmış, gevşedikçe gevşemişler ve yeni tehlikelere karşı yani Putin Rusya’sının yayılma planlarına, “DEAŞ”a, PKK’ya ve diğer terör odaklarına karşı tez elden toparlanamadılar. Bu bakıma AK Partisi hükümetleri en tez davrandı. “Savaşı mı, barışı mı?” seçelim demeden barış mücadelesine devam bayrağı dalgalandırdı. İki-üç aydan beri Güney Doğu Türkiye’de KCK terörü ve PKK’yı yok etmek için verdiği kararlı mücadele ve sürekli barış yolunu açmak için hendek doldurma çabaları, hiç kuşkusuz Putinci zihniyetin etnik azınlıklar üzerine çöreklenip böl parçala siyasetinin bir ürünü olmalı... Rusya halkı, totalitarizm dehşetini, Sibirya kamplarını, sürgün çilelerini, yargısız infazları ve yoksulluğun bin bir türünü unutmadı. Geçmişini anımsadıkça “Kahrolsun KGB!”, “Özgürlük!”, “KGB’cilerin yeri cezaevidir!” sloganları yükseltiyor. Protesto gösterilerini durdurmaya gönderilen milisler şapkalarını çıkarıp göstericilere katılıyor. Moskova’da bu olay tekrar ediyor. Rus halkı, Putin’in yapmak istemediği demokratik dönüşümlerin gerçekleştirilmesini, KGB katillerini tutuklanıp yargılanmasını, barışçı dış siyaset yürütülmesini, komşularıyla karşılıklı yarar sağlayan ticari ilişkiler geliştirilmesini, dış ülkelere karşı siber saldırıların durdurulmasını, zulüm makinesi KGB’nin dağıtılmasını istiyor. Bu uğurda direniyor.. Halkının gözünü iş problemlerden farklı yöne çevirmek için Putin Kırım Adasını Ukrayna’dan zorla kopardı. Dombas bölgesine asker sürdü. Diğer ülkelerdeki etnik azınlık bölgelerine konuşlanarak yerleşme planı yaptı. Son olarak


212

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

bunu Bulgaristan Türk, Pomak ve Romanlara karşı Doğan baskısını arttırmakla tırmandırıyor. Bu siyaset HÖH partimizi parçaladı. Etnik azınlıklarımız üzerine şiddetli korku salarak, ülkemizi NATO ve AB’den koparmayı, Türkiye’ye düşman etmeyi hedefliyor. Bulgaristan Türklerini partisiz ve siyaset dışı bırakmaya çalışıyor. Putin’in devletlerarası hukukta boşluklar bulduğunu, deniz ve okyanuslara konuşlanmış savaş gemileri ve deniz altılardan orta menzilli füzeleri direk kullandığını gören AB, ABD ve NATO artık tepkisini arttırmış ve hareketlenmiş bulunuyor. NATO savaş gemileri Ak Deniz’de toplandı. İngiltere ve Fransa DAEŞ konumlarını füze ateşine aldı. Yakın Doğu’da tutuşan ateşe “anti-terörist” gerekçe bahane ederek bölgeye iyice yerleşen Rusya eşsiz barbarlıklar işliyor. Rus uçaklarından atılan kör bombalar köyleri ve kasabaları yakıyor. “CU-24” savaş uçağını düşüren T.C. Silahlı Kuvvetleri bölgede barış kalesi olmaya çalışıyor. Rus saldırganlığının yolunu ilk kez kesen TSK oldu. 2016’da Putinci siyasetin duraklayıp gerilemesi ve bölgeyi kısmen terk etmesi bekleyişi de artıyor. AB’nin ve NATO askeri ittifakının Rusya karşısında “zayıf” oluğunu iddia edecek kadar olayları çarpıtan Kremlinci Doğan, “Büyük Rusya” siyasetine destek verirken şu gerçeği gizlemeye çalışıyor. Bugünkü durumda ve Yakın Doğu Savaşı’nda Rusya’yı petrol fiyatını varil başı 30 US Dolara düşüren Arap Birliği’nden başka AB de kendi başına pes edebilir. Buna yetecek güce sahiptir. TANAK petrol boru hattının döşenmesi, İsrail ve Kıbrıs havzasındaki gazın da Türkiye üzerinden Orta Avrupa’ya taşınması bu çözüme doğru adımdır. ve işler oraya gidiyor. Şu gerçekler unutulmamalıdır. AB üyesi ülkeler kullandıkları enerjinin üçte birini Rusya’dan alıyorlar. Üye ülkelerden bazıları için bu oran daha da yüksektir. Örneğim Bulgaristan doğal gazın % 70’nını Rus borusundan alıyor. Aynı zamanda, Rusya’nın enerji dış satımının % 80’nı Batı Avrupa ülkelerinedir. Demek oluyor ki, Batı Avrupa devletleri birlik olabilseler Rusya’yı bir anda kabuğunun içine sıkıştırabilir. Kuşkusuz, şunu unutmasak iyi olur, Ukrayna krizi esnasında, buz kesmiş “maydanda” kış geçiren halka, daha sert önlem alınamaz, çünkü AB enerji bakımından Rusya’dan bağımlıdır, dendi. Şu da unutulmamalı, Kırımın ilhak edilmesinden 8 ay sonra ve Ukrayna üzerindeki yolcu uçağının Rus füzesiyle düşürüldüğü kanıtlandıktan tam 3 ay sonra Batı hala “ne gibi yaptırım uygulayalım”, “doğal gaz yerine hangi enerjiyi kullanalım” diye düşünüyordu. 28 devletin bir noktaya vurması kolay olmadı. Başka birşey değil Rus enerjisine büyük bir vergi uygulanması Rusya ekonumisini anında çökertebilirdi. Şunu da unutmayalım, Rus ekonomisi üretime dayanan bir sektör değildir. Bütünüyle hammadde dış satı-


Makale ve Analizler - 2015

213

mına dayanır. Su üzerinde durabilmesi ancak ve yalnız enerji sektörü dış satımına dayanır. Bu açıdan AB’nin Rusya’yı tuş etmesi an meselesidir. “Güney Akım”, “Türk Akımı” balonlarından sonra “Kuzey Akım - 2” gaz boru hattının AB yönetimince ret edilirken, “28 devletiz ve davamız ortaktır, ayrımcılık yapamayız” gerekçesiyle “Hayır” cevabı alırken Putin nabzı birden bire düştü. Bir borunun kapanması bile Rutin siyasetini kilitleyebilir. Sofya’da bu son hafta meydana gelen ve HÖH partisi parçalayan siyasi gelişmelerin anlamı da Putin kışkırtmacılığı sonucudur. “Rusya’nın bizi 6. kolordu olarak görmesi” ve “fahri” Başkan Doğan’ın etnik azınlıkları köle kitlesi olarak gören Moskova’dan yana siyasi tavır alması büyük tepki aldı. Genel Başkan Lütfü Mestan’ın partiden atılması, HÖH meclis grubunu ikiye böldü. Putin bize karşı “ayır buyur” siyaseti uyguluyor ve bizi Türkiye’ye karşı zehirli siyaset ağına örmek istiyor. Ahmet Doğan da bu sinsiliğe alet oluyor. Biz Rusya’da yaşamıyoruz, Bulgaristan bizim memleketimizdir, bir etnik halk topluluğu olarak parçalanmamız, Anavatanla, soydaşlarımızla, yakınlarımızla ilişkilerimizin kesilmesi ve baltalanması tasvip edilebilecek bir siyaset değildir. Biz Türkiye’ye, AK Parti hükümetine, Türkiye’nin Balkanlarda barış ve güvenlik siyasetine, Bulgaristan’la iyi komşuluk ilişkilerinin daha da gelişmesine ters duramayız. Türkiye ili yakın ve semereli, barış, güvenlik ve iyi komşuluk politikasından yanayız. Doğan’ın Bulgaristan Türklerini istediği gibi parmağında oynatmasına imkân verilmemeli, Bulgar milli menfaatlerine tamamen ters olan siyasi çizgi izlediğinden dolayı politikadan ihraç edilip soruşturma başlatılmalıdır. “CU -24” uçağının düşürülmesinden sonra, dünya Rus silahına, saldırı ve tehditlerine farklı gözle bakıyor. Rusya ve Beşer Esat siyasetinin çökeceğine inanlar git gide artıyor. “A 321” Rus yolcu uçağının bir Coca Cola kutusu içindeki 200 gram plastik patlayıcıyla Mısır havalarından indirilmesi, Rusya’dan yolcu ve savaş uçağı almayı düşünenleri hayal kırıklığına uğrattı, tüm görüşmeler kesilmiştir. Putin’e “senin yolun buraya kadarmış” diyecek güçlerin birleşip harekete geçmesi gün meselesidir. 2016 yılı Yakın Doğu halkları için güvenlik ve huzur yılı olacaktır. Bölge barış güçlerinin anti-terör mücadelesinde önder T.C. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, AK Parti hükümetidir. Kanatlı füzelerle halklara barış taşındığı görülmemiştir. Diktatörler kendi sonunu çağıran kişilerdir. Rusya’nın emperyalist yayılmacılığında kritik nokta başarıyla aşılmış, eğilim kırılmıştır. Her zaman halkların olan zafer, saldırgan diktatörlerin de hep sonu olmuştur.


214

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Sarı Diken Sızısı

Ertaş Çakır-27.Aralık.2015

Konu: Oyuna gelip yılmak yok. Etnik olarak Ankara’ya, Doğan’ın mafya ilişkileriyle Moskova’ya bağlı bir azınlık düşünülmüş ve bu biz olacağız. Esir miyiz? HÖH tuzağa düşürülüp parçalanabilir, Bulgaristan Türkleri asla! Önce hepimize geçmiş olsun. Eşek bile son nefesini alırken, nalı sökülmüş bile olsa, ahtı bende kalmasın diye kıç atar. Kıçı kırık Ahmet Doğan, Bulgaristan politik sahnesine bir daha çıkabilmek için 17 - 26 Aralık günleri arasında büyük olaylar çıkardı, partiyi böldü. Artık her birimizin anlayabildiğimize göre, hem balık ve hem de yengeç rolü oynamak isteyen yani Bulgaristanlı Türkleri, Pomakları ve Romanları yani Bulgaristan Cumhuriyetinde Müslüman Etnik Halk Topluluğunu hem Bulgar istihbaratına hem de Moskova casuslarına pazarlamak için alçak bir tuzak kurdu. Namussuz, moralsiz, kültürsüz, omurgasız bir zavallı hafiye olduğunu bir daha gösterdi. Ekmeğini yediği çilekeş insanlarımızı hiçe saydığını gururla söyleme şerefsizliği sergiledi. Suda yaşayan balıklardan farklı olarak, yengeç rolü gördüğünü sırıttı. Hem suda hem de karada yaşarım anlamında, hem Bulgar gizli servislerine hem de Moskova istihbarat servisine pazarladım sizi, dedi. Bulgar politika babalarının değerlendirmeleri ise şu şekildir: Ahmet Doğan bir orkestra sahibidir. Bulgaristanlı Türkler, Pomaklar ve Romanlar bu orkestranın korosudur. 3 yıl önce orkestra şefliğine atanan Lütfü Mestan notaları şaşırdı. Orkestranın repertuvarında üç piyes vardır. Rusya öyküsü, Ankara efsanesi ve Avrupa Birliği - NATO sonatı! Altı çizilerek anlatılıp yazıldığına göre, olaya Siyah - Beyaz olarak bakmamak, olup biteni çok renkli bir tablo olarak görüp değerlendirmek gerekir.


Makale ve Analizler - 2015

215

Sözde Türkiye’nin “CU - 24” Rus savaş uçağını düşürmesinden sonra parti bir tür karışıklı olmuş ve Orkestra Ankara efsanesini uzatmış ve hatta tekrarlamıştır. Olay bu gibi bir şey olsa da Bulgar siyasetçiler arasında bu olayı başka delillerle de anlatıyor ve yorumluyorlar. Önemli olan Bulgaristan’ın en önemli konusu yine biziz. Ahmet Doğan HÖH - DPS Anonim Şirketin hissesiz üyeleriyiz. Bu defa Ahmet Doğan’ın bir orkestra sahibi değil, 1990’da tescilli ve tüzel kişi hakları olan, yönetiminde çıkar ortaklığı bulunan, hissedarlar ortaklığı, yani anonim şirket veya tekkeler birliği -korporation- sahibi olarak tanıtıyorlar. Bu ortaklığın, seçimde oy veren insancıklarla bir alakası olmadığı, Rusya ve Bulgar oligarşi tekelleri ve bazı holdingleri bir çatı altında topladığı açıklandı. Fakat, ne kadar gizlense de, bu anonim şirket tipi çıkar ortaklığının temellerinde Başbakan Filip Dimitrov (1991 - 92) zamanında hazırlanan ve Başbakan Jan Vidernov (1995 - 97) döneminde gerçekleşen devlet ve kooperatif mallarını özelleştirmeden Bulgaristanlı Türk, Pomak ve Romanlara verilen Bono Senetleri bulunur. GORUPSO madenleri, Burgas kablo fabrikası, Şeker fabrikaları vb. hep bu bonolarla alındı. Bulgar gizli polisi (DS) tarafından, önce komünizm suçlarının açıklanmasının önlenmesi için kurulan, ama sonra etki alanı genişleyen Multigrup anonim şirketinin sermayesi Türk etnik azınlığının sözü edilen bono senetlerine dayanır ve kurucuları da Ahmet Doğan ile öldürülen İliya Pavlov’dur. Türklerin ve Bulgar devletinin mallarını çalarak servet sahibi olan bu şirketin kuruluşu 1992’de başlamıştı. Bulgaristan’da mali ve ekonomik mafyayı ve ardından oligarşi oluşturan Multigrup oldu. Bu yeraltı oluşumun iplerini ise Bulgar gizli istihbaratı 6’ncı Şube Şefi Dimirar İvanov ile DS ajanı, HÖH milletvekili, HÖH’ ün katıldığı hükümetlerde Bakanlar Kurulu Sekreterliği yapan Stoyan Dençev çektiler. Dençev ile İvanov yıllar içinde Kütüphanecilik Enstitüsü adı altında yeni casus ekolü kurdu, mali ve ekonomik alandaki yerlerini eski DS generallerinden birinin torunu olan Delyan Peevski aldı. O, artık 3. defa HÖH milletvekili seçildi. 8 gazete, “Bulgartabac Holding” ve daha birçok işleri ve etkinliklerinin başı sonu belli olmayan şirketin sahibi ve “fahri” başkan Ahmet Doğan’ın yönettiği bizdeki Rusya varlığının resmi temsilcilerinden biridir. Korkacak bir şey yok, Bulgar devleti Moskova’dan koptukça, Doğan gibi kan emici keneleri sıkıp çöpe attıkça toplum arınmaya başlayacak ve


216

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

mutlaka Muaffak olmalıyız. 2015 sonunda Saray kurdunun aklından geçirdiklerini kusması iyi oldu. Bulgaristan Türkleri, Pomaklar ve Romanlar arasında Moskova zulmünden kopmanın yolu Doğan’dan kopmaktan geçtiğini kavrayanlar her geçen günle artıyor. Moskova oligarşisine ve Doğan mafyasına asla teslim olamayız. Artık parçalandığı kesin olarak kabul edilen HÖH - DPS partisi içindeki derin çelişki ise, orkestranın seslendirdiği Ankara parti türünün uzunluğu, tekrar edilmiş olması ya da Lütfü Mestan’ın “CU-24” uçağının düşürülmesinden sonra parti meclisi bildirisini, Türkiye Büyükelçiliğinden mi aldığı ya da Meclis odasında sekreterine dikte mi ettiği değil, anonim ortaklık HÖH - DPS içinde Ankara, Avrupa Birliği ve NATO ağırlığının, Rusya’nın nüfusundan daha büyük ve etkili olmasıdır. 24 Aralık 2015’ye yaşanan bölünmede Doğan taraftarlarının 70, muhalif olanların ise 68 olması, gerçek durumu yansıtmıyor, çünkü HÖH milletvekilleri, il ve ilçe başkan, sekreter ve koordinatörleri, Merkez Yönetim Konseyi üyeleri arasında Putinci, Moskovacı, Kremlinci tek kişi yoktur. Hele tabanda Putinciye rastlanamaz. Parti tabanı bütün ve ideolojik ve siyasi vizyonu da nettir. Bulgaristan Türkleri Türklüğe, dinlerine ve memleketlerine, janet etmemiştir ve etmez. Bir günlük yayın, aylık gazete ve BGSAM olarak, Lütfü Mestan’n sözde “Türkiye casusluğuna” da değinmek istiyoruz. Bir defa Türkiye milli güvenlik Teşkilatı MİT dış ülkelerde Türk kökenli istihbaratçı aramaz, iki Lütfü Mestan gibi (DS) ajanlığı 20 yıldan beri bilinen bir gammazcının ikili oynamasına bel bağlamaz. Fakat Bulgaristan’da bir Türk’e MİT ajanlığı yapıştırmak kolay olduğundan, bu suçlamadan yatanlar, değiştirilenler, kayıplara karışanlar, nerede oldukları bilinmeyenler vardır. Bulgar basınının yazdığına bakılırsa, anonim şirket HÖH - DPS ortaklarından Ahmet Doğan-Delyan Peevski ikili gizli ticari oyunlarının, PKK, KCK, PYD ve IŞİD gibi terör örgütlerine yerli ve yabancı değişik şirketler üzerinden, sigara, silah, mühimmat vesaire sattığı bir sır olmaktan çıkmıştır. 3 yıldan beri kış uykusundaki ayı gibi “saraydan” burnunu çıkarmayan Ahmet Doğan’ın ansızın gürlemesi; Bulgaristan’ın 2004’te NATO ve 2007’de AB üyeliği için yırtındığını bir anda unutarak, Avrupa-Atlantik siyaseti savunan Lütfü Mestan’ı bir NATO üyesi olan Türkiye ile ilgili gerçekçi tutumundan dolayı azarlayıp, kınamasının farklı sebepleri olduğu kanısındayım. HÖH dalavere anonim ortaklığının DAEŞ, PKK, KKC ve PYD’ye sigara, silah ve Mühimmat tedarikine, alış verişine karıştığı ortaya çıktığında kara lis-


Makale ve Analizler - 2015

217

teye alınması ve hatta Batı bankalarında, of Şor bankalardaki paralarına el konması söz konusudur. Dolandırıcılıktan, rüşvetten, kaçakçılıktan ve iki yüzlülükten ve halkımızı satmaktan elde edilen bu paranın toplam 3 milyar Euro olduğu açıklanmıştır. Anonim ortaklığın hesaplarında olan bu paralar aslında Bulgaristan Türkleri, Pomaklar ve Roman kardeşlerimizindir. Bu durumda, A.Ş. sahiplerinin de Batı devletlerinde göründükleri noktada tutuklanmaları yasal sayılır. Bu sözlerim Ahmet Doğan ve Daniel Peevski için geçerlidir. Peevski’nin milletvekili dokunulmazlığı bu işlemlerde geçersiz ve yetersiz kalır. Bu yaptırım 500’den fazla Rus iş adamı ve politikacı için yürürlüktedir. 2015 yılı vergilerinin ödendiği şu günlerde Lütfü Mestan, “SU-24” savaş uçağı ve HÖH - DPS dolayında büyük bir gürültü koparılmasının nedenlerinden biri de işleri birbirine karıştırıp vergi kaçırmaktır. HÖH - DPS anonim ortaklığına bağlı 150 Ltd şirket olduğu, Lütfü Mestan’ın Genel Başkan sıfatıyla Başkan Yardımcısı Biserov’un yakalanıp sarsılmasından sonra bu işle uğraşmak ve sorumluluk taşımak istemediği, kendilerine 3 - 5 işyeri aç diye AB fonlarında para verilen 100 kişinin ülkeyi terk ettiği ve kısacası ak koyunla kara koyunun birbirine karıştığı, üstüne üstelik parti meclis grubuna katılan 20 milletvekilinin partinin yalan-dolan, kandırma-yalandırma işlerle uğraşmasına kesinlikle karşı olduğu da biliniyor. Ahmet Doğan’ın partinin normal yaşamına saldırgan müdahalesi işte bu kokuşmuşluğu ve iğrençliği ört bas etmek amacıyla yapıldı. HAİNİN GEREKÇESİ: Bulgaristan Türklerinin silah zoruyla, köyler tanklarla basılarak isimlerinin zorla değiştirilmesi zulmünün başladığı 24 - 25 - 26 Aralık 1984’ün 31’inci yıl dönümü anma törenlerinin son derece büyük bir katılımla kitlesel bir şekilde Türkiye’den, Yunanistan’da ve Almanya’dan gelen konuklarla birlikte dua ederek, mevlitte buluşarak anılmasını engellemek ve baltalamaktır. Sonuç; Muvaffak olamadı. Anma Törenleri Süt kesiği’nde başladı ve Yoğurtçulara sıçrarken çok büyüdü. Muhteşem bir katılım oldu. BULTÜRK ve BG-SAM çelenkler sundu. Başmüftü Mustafa Hacı ve Türkiye Sofya Büyükelçisi Sn. Gökçe de hazır bulundular. Hainin Politik Korkuları Herkes bilir. 2014 Ekim erken genel seçimlerinde elde edilen sonuçlarla (36 milletvekili) ve parti yönetimine büyük ölçüde yüz çevirmesi sonucu “başarısız” olarak nitelense de 1 Kasım 2015 yerel seçim başarısı meclis dışında denge değişikliği yarattı. 1878’den beri siyasi yaşamda, ilk kez olmak üzere, HÖH reel olarak ikinci parti oldu.


218

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bunun en kesin kanıtları: 1) Sosyalist Parti’nin (BSP) son seçimde hiçbir il başkanı çıkaramadı. 2) Reformcu Blok (RB) Sliven il Belediye Başkanı görevini bıraktı. Böylece durum kendiliğinden olmak üzere HÖH - DPS lehinde değişti ve Lütfü Mestan 138 yıldan beri ilk kez Bulgaristan etnik azınlıklarını politik sahnede ikinci yere çıkarmış oldu ki, bu Ahmet Doğan zamanında olmamıştı. Şimdi partinin, meclis grubunun vb. parçalanmasıyla BSP yine 2. parti durumuna dönmüş oluyor. Ahmet Doğan’ın bu iş için çok para aldığına inananlar var. HÖH - DPS’nin ikinci parti olması Bulgaristan’daki siyasi dengeyi alt - üst edecek durumdadır. HÖH - DPS’nin ikinci parti durumu bütün Romanların gelecek seçimde BSP’den kayması, GERB ve RB partisini sollayarak Türk Partisine akması anlamına gelir. Bu da son 3 yılda sökülüp kazınarak iktidardan atılmasına çalışılanların birden bire yeniden iktidara dönmesi, milliyetçileri ise silinmesi, Moskova köpeği “Ataka” partisinin meclis dışı kalması, aşırı Makedoncularla Simyonov ırkçılarının da baraja takılmasına habercidir. Bu da belki de Bulgaristan’ın totalitarizmden arınması yolunda atacağı ilk adıma müjde olabilirdi. Doğan “orkestra sahibi” mi, yoksa “HÖH - DPS anonim ortaklığı sahibi” mi, yoksa KGB’nin “saray” istasyonu bekçisi mi bilmem ama bu defa politik çöp kofasını rüyasında görmüş olabilir ki, ayağına batan ilk sarı dikende dünyaya ayağı kaldırdı. Bu noktada biraz da Beşinci Kolordu konusunda değinelim. 1878’de Osmanlı Orduları bugünkü Bulgaristan toprağından gitgide çekilmiştir. Bu topraklarda kalan Türkler genelde işini gücünü bile sürüp biçem, hayvancılıkla uğraşan köylülüktür. İslam dininden ve öz geçmişlerinden gelen kültürel gelenekleriyle, öz sözlü ve yazışlı edebiyatları ve sanatlarıyla yaşayan bir topluluktur. Hayat biçimlerinin esasında iyi komşuluk, yardımlaşma, hayır etme ve hoşgörülü, alçakgönüllü davranma, uzlaşma ruhu vardır. Bu kitlenin edebiyat dili İstanbul Türkçesi, dini İslam ve ama ruhu modernleşmeye ve herkesle kardeşçe yaşamaya açık olduğundan dolayı yaşam kavgasına bir bütünün parçası olmayı esas etmişlerdir. Son yıllarda çok kullanılan toleransı da karşılıklı hoşgörü olarak anlaya gelmişlerdir. Bulgaristan Türkleri, Bulgar devleti sınırları içinde, yasalara uyarak yaşamaya başladığı zaman içinde herhangi bir askeri örgütlenme, herhangi bir dış güce kol ordu olma eğilimi tespit edilmemiştir. Ne var ki, aynı yıllarda vatan dilini, tarih ve kültürünü öğrenerek toplumsal yapılanmadan da uzak ve yabancı kalmamışlar, ama Türk kimliklerini de yitirmemeye özel gayret göstermişlerdir.


Makale ve Analizler - 2015

219

Türkiye ile olan dil, din, yaşam tarzı ve özgün kültür ve medeniyet mensubu olarak Bulgaristan Türklerine Türkiye’nin 5. kolordusu tanımı yapılması tamamen yanlıştır. Bu suçlama son 100 yılda devamlı ısıtılıp temcit pilavı gibi topluma sunulmuş, birçok kişinin başını yaksa da genel olarak dikiş tutmamıştır. Hele 600 bin Bulgaristanlı Türkün çifte vatandaş olduğu, Bulgaristan’ın Türkiye vatandaşlarına vize kolaylığı sağladığı bir devirde akçe olarak öne atılması yersiz ve tutarsızdır. Üstelik insan haklarının savunulması söz konusu olduğunda, 5. kolordu ithamı bir kötüleme ve karalamadan, korkutma yeltenişinden başka bir şey değildir. Bulgar devletinin Türkler de aralarında işlediği suçların ve özellikle paralı ajanların işlediği cinayetlerden mutlaka ve hemen hesap sormalıdır. Sözü edilen paralı istihbarat ajanlarının başında gelen ise Ahmet Doğan’dır. Bu açıdan bakıldığında, ilk kazısı daha 1992’de yapılan, bir totalitarizm suçlularını koruma yapılanması olan Multigrub’u kurma ödevinin neden kendisine verildiğini anlamak artık kolay oldu. Her insan, korktuğum başına gelmesin giye önlem alır. Doğan’ın aldığı önlemin adı Multigrup idi. Yöneticileri ölümle kucaklaşınca o da kendini “saray” kümesine kapadı. Bu bajkıma bizim 5. kolorduyla işimiz olmaz. Olaylar, gelişmeler, anma törenleri, toplanan olağanüstü buluşmalar, gizli gizli alınan kararlar, partiyi anonim şirket dalaverelerinde boğmaya çalışanların kaçakçılığı, HÖH yönetiminin 70’e karşı 68 parçalanması çok büyük bir gerçeğin ilham dolu yüreklenIŞİDir. Hepiniz bilirsiniz, tohum bile çatlamadan yeni filiz veremez. Çatladı işte. Ahmet Doğan hainini “saray” cezaevine ebedi hapsedecek güç doğdu, kanatlanıp yeşeriyor. Yüz binlerin kulakları gerçeği bekliyor, güzler yeni şafağı bekliyor. Her şey artık sizin, bizim, hepimizin kendi nasırlı ellerimizdedir. Şu demokrasiden doğacak özgürlüğün anası babası olmak ne güzel bir bilseniz. Parçalananın yerine halkımızın gerçek, demokrasi ve adalet mücahitlerinin çelikten partisinin kurulacak. Gerekirse Bulgar parlamentosunda en büyük bağımsız Türk vekiller grubu doğacak. Büyük bir diriliş içindeyiz. “Türkan Çeşme” mitingi yeni kükreyişin başlangıcı oldu. Büyük hedef yakında yapılacak seçimlerde tabanda birliğimizi, doku bütünlüğümüzü, nabız vuruşumuzu ayarlayarak hem memlekette, hem Türkiye’de


220

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

soydaşlar arasında, hem de Batı Avrupa’daki işçilerimiz saflarında aynı bayrağın, aynı ilhamın altında birleşip ve ilk ve son büyük zaferde birlikte olmamızdır. Ahmet Doğan’ın partimizi bölme yeltenişi bize sarıdiken sızısıdır. Onun kısmetinde olansa eşek dikenidir. Biz diken üstünde yürümeye zaten alışmışız, sarı diken sızısı geçer.

Kozunu Oynadı

Musa Vatansever-27.Aralık.2015

Konu: Köpeksiz köy bulmuş da değneksiz geziyor. Bulgaristan’da totalitarizmin büyük bekçisi, sıkı savcılık rejimi kurulması taraftarı, Putin’in etnik azınlıklara baskı politikasının uygulayıcısı, Todor Jivkov uşağı, gizli polisin 1974’ten beri kundakçısı Ahmet Doğan Hıristiyanların 2015 Bocuk Bayramı günlerinde son kozunu oynadı. 4 Ocak 1990’da HÖH - DPS lideri rütbesi kendisine uygun görülürken eline 4 koz verilmişti. İşte bunlardan dördüncüsünü 17 Aralık Yılbaşı kutlamasında oynadı. Yeni durumda “Kral Çıplak!” Bulgaristan’daki etnik azınlıklardan sorumlu bir Rus gizli servis ajanı olduğu basına düştü. KGB ‘nin Dobruca, Deliorman, Gerlovo, Trakya Güney Doğu Rodoplar ve Batı Rodoplar, Kamçiya, Tunca, Arda ve Karasu boyu köy ve kasabalarından sorumlu “istasyon şefliği” ipi pazardadır. Olan oldu da, politik eceli kapıda Azrail beklerken de tekin durmadı. Son saldırısını yaptı ve Hak ve Özgürlükler Hareketini parçaladı. Türkiye’yi karalamayı, NATO ve AB’yi küçümsemeyi başardı. Şu da iyi bilinmelidir, bu onun son kozuydu. Mayasız ekmek gibi kozsuz da oyun olmaz. Bu kâfir bizi, komşu fırınına muhtaç duruma getirdi mi dersiniz! İşi gücü, aldığı paraların karşılığı bizi kandırıp aldatmak, tanıyıp gammazlamak, ispiyonlayıp tutuklatmak, sorgulanmadan, yargılanmadan hapse attırmak, kökümüzü söküp vatanımızdan attırmak, dayandırıp sindirmek, vaatlerde bulunup işiz bıraktırmak, yüzüne gülüp kötülemek, fark ettirmeden mahrumiyet içinde süründürmek vs olan bu hainin artık gün sayıyor. Onun namazını kıldıran hocanın, mezarını kazan Türkün, iyi biliriz diyenin Allah canını almasın! Başka deye-


Makale ve Analizler - 2015

221

ceğimiz yok. 26 yıldan beri kafası Kaf dağında olsa da elindeki Osmanlı tapusu değildir ne de Sultan turasıdır. Avucundaki geçen yılın karı bile olamaz. Rusya gizli servisi KGB onu Bulgaristan’da yaşayan Türklere, Pomaklara ve Romanlara Çoban tayin etmişti. Bu işin tapusu yoktur. O bu işi artık iyice pisletti. Şu an elindeki tek geçerli akça, Bulgar politik kamuoyunun dünyaya kanlı parmak sallayan Rusya diktatörü Putin ile zehri dilinin ucunda içimize çöreklenmiş Rus Federal Güvenlik Servisi FSB casus ağının hareketlenmesi korkusudur. Ne ki, bu, ne alışsan alışılır, ne tiksinden bırakır, ısırgan gibi dağlayan, pıtrak gibi yapışan, ortada görünmeyen büyük bir baş belasıdır. Tabii, bir adam, şu örnekte Bulgar makamları, Rus ayısından korkuyorsa, kalkıp da onların İSTASYON ŞEFİNİ -baş casusunu tutuklatmaz, zaten de işin farkına varınca saray koğuşuna kapatmıştı. Sorun çıkmasından korkar. Son günlerde yapacağını yaptı artık sonunun geldiğini fark edip günler çabuk geçsin diye yeniden uykuya yattı. Olay bu şekil olsa bile şu soru ortadadır. Her konuda çok sabırsız olan Putin aramızdaki baş casusuna ne zaman kıyar? Şıklar: 1) İşleri iyice karıştırırsa. 2) İhanet ederse. 3) Daha münasip birini bulabilirse. Birinci şıkta problem olduğunu sanmıyorum. İşler iyice karıştı. Bulgaristan 1878 Savaşından sonra ikinci kez Rusya gölgesinden çıkıp Batı Avrupa, NATO ve Türkiye gölgesine geçmeyi başarabildi. Amerika geldi üst kurdu. Ekim 2016’dan sonra Türkiye vatandaşları Bulgaristan’a ve Avrupa Birliği ülkelerine daha kolay vize alıp gidip gelebilecekler. Ekonomik ve ticari işbirliği büyüyerek gelişiyor. Bulgaristan ile Türkiye Avrupa’yı Asya’ya bağlayan büyük köprünün ayağı oluyor. Büyük Türkiye kapıda. İkinci şıkta da sorun olduğunu sanmıyorum. Çünkü Ahmet Doğan Bulgaristan Türklerinin uyanışını durdurma, onları hiçbir şey istemeden yaşatma, melemeyi unutmuş koyun gibi gütme işinde başarılıydı. Bayramdan bayrama değil, kör sofradan kör sofraya kurban edip istediğinden kurtulma işinde de çok başarılı oldu. 4 Ocak 1990’da HÖH Partisini kurmaya toplananlardan etrafındakilerden damızlık için tek biri kalmadı. Elem etti kalem eti hepsini çöp kutusuna ekti. HÖH - DPS talikasından ittiklerinden hiç biri bir gün eski işine dönemedi. Yeni iş tutamadı. Bulsa da tayin edilmedi. Çocukları okuyamadı. Okusalar da iş bulamadılar. Yeni yıla bir hafta kala Kırcaali’de HÖH partisini kendi evinde kuran İl Başkanı, iki dönem HÖH milletvekili ve Cebel Belediye Başkanı Bahri


222

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Ömer de istifa etti. İrençliği bu kadarı burun direği kırar. Ahmet Doğan’a gelen talimatlarda ikinci kuşak HÖH - DPS olacak yoktu. Ne yapıp yapıp bu işi bitirmesi gerekiyordu. Türkleri yok etmek için aç bırakmak yeterli olmamıştı. İstasyon Şefi her işlerde usta olmuştu da, bu kadar hainlik, o kadar kötülük yaptı ki, örnek vermeye utanılır. O, camiye girmemiş, kurana el sürmemiş kâfirleri Bulgar Diyanet İşlerinde Müslüman dininden sorumlu son söz sahibi şef yaptı. Bu bakıma işinde başarılıydı. Paraların üstüne kendisi oturdu, hiç kimseye ne anadil, ne okul, ne kültür hiçbir şey koklatmadı. Moskova’ya, Kremlin’e, Sofya’daki Rus Büyük Elçiliği’ne, FSB’ ye ihanet ettiğini söyleyemeyiz. Demiş olsak yanlış olur. Bulgaristan Türk, Pomak ve Romanlarına hiçbir konuda yardım etmeyeceğine ve Osmanlı camilerini, Müslüman vakıf mallarını, dükkân ve hamamları geri verdirmeyeceğine yemin etmişti. Sözünde durdu. Buna karşılık elde ettiği haklar arasında, Bulgaristan Türklerini soyup soğana çevirme, Türkiye makamlarını aldatabildiğince aldatma, Bulgar devletini dolandırma, rüşvet alma, vergi ödememe, istediği kadın ve kızla ahlaksızlık yapma, Avrupa Birliği’ni dolandırma ve daha birçok yasa dışılık, kuralsızlık ve moralsizlik var ki, bu işlerde kusuru bulunamaz. Üçüncü şık, belki de bu defa uygulanamayacak. Uygulansa da Türk olmayacak. İki Roman milletvekili var etrafında, ama FSB onların ipiyle kuyuya inmez, dünya tarihinde kendisinden başka iş bitirmiş Roman ajan yok. Doğan haini 1974 -1988 arası Bulgar gizli servisi “DS”ye hizmet vermiş, 1988’den 2015 sonuna kadar, toplam 27 yıl önce KGB’ye ardından da FSB’ye çalışmıştır. Kuşkusuz Ruslar ondan bizi etnik olarak Moskova’ya bağlamasını istememiştir. Onlar için bizim isimlerimiz, baba adı ve soyadlarımızın, bağ bahçe, dere tepe, çay ve ırmak ve dağ doruğu isimlerinin de Bulgarca ya da Türkçe isimler olmasının da pek önemli olduğuna inanmıyorum. Çünkü onların askeri haritalarında Bulgaristan’daki bütün geçitlerin, koyların, liman, dağ, tepe, yamaç ve ormanların, ırmakların isimleri Osmanlıdan kalma Türkçe isimlerdir. İstasyon şefi Ahmet Doğan’a yükledikleri görevde Türkiye’ye bakan Türkleri Moskova’ya baktırmak, camiye giden Müslümanları kiliseye toplamak, ya da Romanlara okuma yazma öğretmek gibi bir vazife yoktu. Bu kesimin içinden yerine adam bulmak da işi değildi. 2013’te 8. kurultayda yumruklanması da planda yoktu. O zaman istese de istemese de Genel Başkanlığa Lütfü Mestan’ı atamak zorunda kaldı. Öyle ama Lütfü Mestan “her şey çok güzel olacak” saplantısından bir türlü kurtulamadı. NATO ve AB’nin Güney Doğu Avrupa ülkelerinden Makedonya, Karadağ, Arnavutluk ve Sırbistan’a sıçramasına yol açmaya çalışması, Rusya


Makale ve Analizler - 2015

223

Türkiye çatışmasında Ankara’dan yana çıkması ise, bardağı taşırması bir yana, tamamen hesapta olmayan işlerdi. Bu gidiş iye değildi, HÖH - DPS A.Ş. olarak Moskova’nın istasyon şefliğine milletvekili, general torunu, geçmişi ve bugünü bakımından güvenilir görünen Delyan Peevski’yi uygun görse bile, bu genç şiştikçe şişiyor. Artık uçakların bizness bölüm koltuklarına sığmayacak duruma gelmiş. İsviçre’ye son uçuşlarında bel kemerini bağlamak için üç adet kemer eki istendi, yine de zar zor kilitlendi. Yemesi de ona göre, resmi görüşmelerde 4 - 5 taban istenmesi uygun olmuyor. 17 Aralık Yılbaşı töreninde yarım kuzu süpürmüş, sesiz konuşurken bile sesi borazanlaşıveriyor. Rusların İstasyon Şefi olarak kabul etmeleri mümkün değil. Bir de üzerindeki malı mülkü, parayı kendisinin sanıyor ve havalara giriyor. Olgunluk yok. Üstelik şu da var, hadi HÖH - DPS A.Ş. şefliğine uygun görüldü diyelim, parti liderliğine asla olmaz. Kendisi istiyor istemesine de, olmaz. Bir Türk köyüne gitse insancıkların bir kışlık erzakını bir oturmada süpürür, olmaz, asla olmaz.... Kuşkusuz uygun bir adam bulamamsı canını sıkıyordu. Enine de gidemez olmuş, korku dağları bekliyor. Fakat son gün yakındır. Birini göstermek zorunda kalacaktır. Kimi defa, Çetin Kazağı düşündü. Fransa’ya göndermiş, okutmuştu, ama iş ehli avukat çıkmadı. Meclis Hukuk Komisyonu Başkanı seçtirdi, orada da işin ruhunu kavrayamadı, Vazifesi kanun çıkarmak değil, var olan durumu bozmamak, anayasanın üstüne toz kondurmamaktı. Fakat nerede onda şeytana pabucunu ters giydirecek zekâ! Ensesine uygun gömlek bulmak da artık büyük sorun. İşler öyle karıştı ki, bizde gömlek dikecek terzi yok, İstanbul / Bakır köye‘de gömlekçiye gitmiş, 10 adet birden sipariş etmiş, Taksim’de İngiliz kumaşçısına ise 7 takım elbise birden ısmarlamış, milletin ağzı çuval değil büzesin, herkes konuşuyor. Şu meclis köftecisi de başa bela, engel olamıyor, adam 15 küfte yiyor bir oturuşta, ne desen boş, onu Tırgovişte’den devlet sofrasına buyur eden kendisiydi. Bazen Mustafa Karadayı’yı da geçirdi aklından. Çam gibi boylu, boynu bükükler arasında dimdik, insan neye bakarsa burnu ona benzer diyenler haklı, patates tarlasında yetiştiği ortada. 1912’de Çar Ferdinand çılgınlığının askeri ezmiş köylerini, ardından Nazi askeri gelip oturmuş konaklarına, sonra partizan beslemişler, ardından komşunun 1972 ayaklanması, zulüm! Komşunun evi yanarken yardım edemediler, kendi başlarına geldiğinde de ezildikçe ezildiler, halkımızın bir sözü vardın dağın en iyisinde de odun olur, ova ise kabak doludur, insan yetiştirme yeri başkadır, toplum ateşinde yanıp kotlaşmak gerekir. Bir kişinin şehirli olması üç nesil ister, ilk iki kuşak köye çeker, üçüncüsü kentleşir. O bu yolu henüz açılmamış, derdi ana yurdu ve kira parasını yetiştirmek haddesini aşamamıştı.


224

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bir de köylüsü vardı, Ruşen Riza, daha 16-sında gizli polise bakın şuna yan eşemesin deyip sürüye katmak istemişti. Yetişti yetişmesi de, bizim taraf insanı bir noktaya geldikten sonra, kıvamdayım artık havasına girip buğday başağı gibi başını büküveriyor ve tohumunu kimin saçtığına, gübresini atana ve hasat toplayana bakmadan hangi harmana girerse onun oluveriyordu. İçini kemiren bu özellikti. Kasım Dal’ı da beraberinde sürümüş, ama zamanlar değişince, çizgiden çıkmış ve kendi arığında akmayı seçmişti. Ruşen’den beklenen ne olabilirdi? Üşenmedi, açtı telefonu ve danıştı. “Troyka, tıy kuçiyaş” cevabını aldı. Önce anlayamadı, oysa ahizeye konuşan üç atlı Rus faytonu yap, sen de kamcığı kap faytoncu ol demek istemişti. Dobruca’da 3 öküz bir arabaya, bir sabana koşulmadığında kestiremedi, ne ki işaret eden doğru konuşuyordu. Öyle de yaptı. Üçünün de yelelerini tosun tosun taktı. Yolsuz yolda yol almak için dizginleri çekti. Yoğurtçular ve Mastan’lı mitinglerinde benizsizdiler. Onun işi de iş değildi. Vaktiyle dedesini Kırım Türk yurdundan kovan düşmanın tarlasını ne zamana kadar sürecekti. Üstüne acemi öküzle sürülen tarlayı beğendirmek de zordu. Yapılacak başka bir şey de yoktu. Toplum önünde son kozunu oynamıştı.

Moskof Borazancısı

Şakir Arslantaş-31.Aralık.2015

Konu: KGB ajanlığı yapmak neden suç olmuyor. Bizim “Bocuk”, Romanlarımızın “Domuz Bayramı”, Hıristiyanlarınsa “Noel” adıyla andığı tatil günlerinde TV programlarını ve herkesin ruhunu karıştıran Ahmet Doğan’ın Moskof borazancılığı yaptığından artık kimse kuşkulanmıyor. Olay, 17 Aralıkta Sofya’daki kiralık evde oldu. 100’den fazla milletvekili, parti belediye ve il başkanı, Rusya ile ticaretten palazlanan iş adamı, Bulgar bankalarında Rus paralarını koruyan bankacılar, AB yatırım fonlarını çırpanların elebaşları, sanatçılar, felç gibi ilk yardım durumuna müdahale edecek Tıp Akademisi’nden birkaç Profesör ve hane sahibine özel hizmet veren iki yerli fahişe de oradaydı. Kalabalığın içinde dikkat çekmemeye çalışan birkaç kişi vardı ki, onların Rusya ile bağlı çalışan Bulgar silah ticareti şirketlerinin temsilcileri olduğu son-


Makale ve Analizler - 2015

225

radan anlaşıldı. Asında anlatmak istediğim olayların hepsi de bu şirketlerin ve aracı şirketlerim ipinin pazara çıkmasından kaynaklandı. Hazır bulunanlardan hiçbir askerlikten sonra başka bir eğitim almamış olduklarından, karaciğerinin paramparça olduğu teçhizi İsviçre’de de onaylanan Doğan’ın kadehinde su olduğunu sandıklarından, ayağa kalktığında bir sağ bir sola yalpalamasına anlam veremediler. Genel Başkan Lütfü Mestan iki adım solunda ayakta, eşi Şirin hanım üç sandalye ötede oturuyordu. Bu bir yeni yıl kutlama töreniydi. Her yıl çok dar çevrede yapılırken, bu sene daha Aralık ortasında çok kalabalık bir meclis toplanmıştı. Birbirini kontrol eder gibi tavır içindeki konuklardan kimileri hafifçe şakalaşırken, mırıldanışları bahçe kenarındaki kulübeden gelen Kafkas Çoban Köpeği’ne atfen, şu kemikleri 6 ay yese bitiremez sözlerinde edalıydı. Doğan’ın konuşmaya başlaması saat 22 sularıydı. Üzerinden 10 - 15 gün geçti. Artık herkesin bildiği üzere, Hak ve Özgürlük Hareketini, parti meclis grubunu, örgüt yapısını ve Bulgaristan Müslümanlarını ikiye bölen ve Bulgar kamuoyuna deprem yaşatan bu konuşmanın gerçek kökleri bir ay geriye Rusya diktatörü Vladimir Putin’in Kremlin Sarayı’nda 145 yerli ve yabancı gazeteci önünde yaptığı konuşmaya dayanıyor. Bulgaristan’da 1990’dan önce, Todor Jivkov diktatörlüğü zamanında, şu kiralık evde yılbaşı kör sofrasına toplanan aktif gibi komünistleri toplayıp, “yukarıdan inen birisi” bir konuşma yapar ve sonunda Moskova’nın, SBKP’nin kararı budur, uymak zorundayız, yan çizmeyi düşünen istifasını hemen versin tiyatro oyunu sahnelenirdi. Hiç kimseden hiçbir konuda görüş istenmemesi adetten olmuştu. Ahmet Doğan Bulgaristan Komünist Partisi üyesi olma şerefini tadamadığı için bu trajedide rol almamıştır. Bu yüzden 17 Ocak gecesi orada olup bitenler eskiyi çok anımsattığı için, işlerin iş yüzünü bilenler bakıştılar, ne olduğunu kavrayamayanlarsa ürküttü, hatta korkutular. Hruşçev Stalin hakkında “Putperest”, Brejnev Hruşçev hakkında “kendine taptırmak isteyen” dediğinde, 1956 Budapeşte olayları tanklarla bastırılırken, 1968 “Prag Baharı” kan gölünde boğulurken komünist partisi üyelerine aynı sert tavırla gözdağı verilmiş ve 180 derece büküm yapmaları istemiştir. Gelişin gidişi gösterdiğine inananların başında Lütfü Mestan vardı ki, hasırın ayakları altından çekildiğini hissedince önce sararıp soluşu, ardından en yakın sandalyeye abanışı eşinin gözünden kaçmadı. Şirin su istedi. Sol elini kaldırmış konuşan, Dağıstan, İnguş, Kabardın Bol gar, Kara bağ, Kırım ve daha birçok Müslüman ve Hıristiyan etnik halk topluğu haklarını hiçe sayan, Çeçen toprağında açtığı kan gölüne basarak Başbakanlıktan Devlet Başkanlığına yükselen Putin’den aldığını söylemedi. Ukrayna trajedisine, nükleer silah gölgesinde yeni


226

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Rusya imparatorluğu kurmaya çalışan, tüm uluslar arası sözleşmeler rafa kaldırılarak Hazar Deniz ve Akdeniz’deki savaş gemileri ve deniz altılarda attığı kanatlı “Kalibır” füzelerle Müslüman Suriye’yi yaktığına değinmedi. En önemlisi de, Batı devletlerinin gevşekliğinden, demokratik dünyanın parçalanmışlığından ve “Soğuk Savaş”tan sonra gerektiğinde masaya vurup dünya barış güçlerine önderlik edecek yeni bir liderin henüz sivrilmemiş olmasını fırsat bilerek kaba kuvvete ve tehditlere dayanan siyasete alet olduğunu ve Moskof borazanı gibi konuştuğunu anlayamıyordu. HÖH partisinin 8. kurultayında kürsüden itilmiş ve aktif politikadan kenara itilmişti. Kiralık evde köpekler ve sülünler arasına kapanmış hiçbir konuda demeç vermemiş, çıt dememişti. O, en büyük yalanın gerçeklerle söylendiğini biliyordu. Onun için Avrupa Birliği’nin dağılmak üzere olduğundan, kaynaşamadığından, NATO’nun güvenilir bir savunma sistemi olup olmadığını sorgulamakla başladı ve Rus hegemonyasının, gerektiğinde silah gücüyle de dayatılacağını vurguladı. Bu gerekçeye dayanarak “CU–24” Rus savaş uçağının düşürülmesini bir “gaf”, çam devirme olarak nitelendirirken, Lütfü Mestan’a dönerek yüzüne “sen politikadan anlamıyorsun” dedi. Böyle bir konuşmayı yaparken o yediği ekmeği hak etmeye çalışmıştı. “HÖH - DPS A.Ş.’yi” kurduğu zaman Ruslar kendisine birkaç tanker ham petrol vermiş, ardından bu alış veriş genişlemiş ve sigara, silah ve mühimmat kaçakçılığına kadar tırmanmıştı. Olayı T.C. zaman gazetesi başlık yaparken Danimarka basını PKK, PYD ve KCC’ye silah sağlayanların ardındaki maskenin Ahmet Doğan’ı gizlediğini yazdı. Varna’nın Drındar köyünden olan Ahmet Doğan kimdir? Bu sorunun cevabını vermezden Bulgar halkının iktidar aynasında kendini görmek istediğini yazmak zorundayım. 1971’den 1989’a kadar Devlet Konseyi Başkanı olan Todor Jivkov Osmaniye’den (Botevgrat) bir köylüydü. 1990’dan beri perde ardından idare edenlerin çehresi olan Ahmet Doğan da köy evinde ana baba terbiyesi görmemiş, en büyük özelliği öfke birikimi yapıp kinini büyük bir şiddetle birdenbire kusma özelliği yaşatan biri olmasındaydı. İnsanlardan kopmasına, kolektif içinde rahatsız olmasına neden olan bu kin şarj etmesi ve ardından ansızın patlamasıdır. Bu nedenden olacak üniversiteye gitmesi gerekirken derse girmemiş, milletvekilli seçildiğinde kendisine sandalye bile seçmemiş, iş yerinde başka biriyle olmaktan hep kaçınmıştır. Her şeyi kendi kontrolünde bulundurup, seçmenden gizli tutma hırsı da çok gerilim yarattığından Mehmet Hoca, Ahmet Kenan, Güner Tahir, Osman Oktay, Kasım Dal, Korman İsmailov ve şimdi de parti Genel Başkanı Lütfü Mestan partiden atılmış, Razgrat ve Blagoevgrat mil-


Makale ve Analizler - 2015

227

letvekilleri meclis grubundan çıkarılırken, Kırcaali HÖH İl Başkanı ve kurucu milletvekili Bahri Ömer de kendisi istifa etmiştir. Bu nedenlerden olmakla halktan, seçmenden ve köylü kentli sorunlarından tamamen kopmuş olan HÖH partisi 1 Kasım yerel seçimlerinde İsperih, Dulovo, Kubrat, Nikola Kozlevo, Vyatovo ve Gırmen gibi Türk kalelerini kaybetti. Em önemli parçalanma ise, her partinin ana hedefi olan köylü ve kentli seçmen tabanının yaşam koşullarını iyileştirme, sosyal ve kültürel edinimlerini kat kat arttırma yönünde hiçbir şey yapmaması aydın kesimin, hatırı sayılır kişilerin partiden kopmasına, davaya yüz çevirmesine neden oldu. Parti içinde hiçbir bilim adamı kalmadı. İnsanlarımızın devamlı yalandırılması herkeste bıkkınlık getirdi. Partideki bu çözülme ve dağılma, Bulgaristan Türklerinin Ankara’ya bakması, izlenen kısır politikadan soğuması ve dünya politikası için büyük önem taşıyan politik olaylarda, hele “CU-24” gibi Rusya - Türkiye çatışma konusunda Ankara ve NATO’dan yana konum alması Putin’i iyice çıldırttı. Bulgaristan Müslümanlarının Balkan siyasetinde Ankara siyasetini desteklemesi olacak iş değildi. 2000 yılından beri dış politikasını etnik azınlıklar üzerinden, sözde “terörle” mücadele üzerinden yürüten ve sürekli acele edip her konuda ön safa geçmeye çalışan Putin’in yeni yayılmacı siyaseti Yugoslavya’da, Kosovo, Bosna cephelerinde tosladıktan sonra daha da saldırgan oldu. Bu arada, Moskova’nın Demokratik Almanya Cumhuriyeti’nden çekilirken, askeri çekilmeyi gerçekleştirebilmek ve ordu mensuplarını Rusya’da konuşlandırmak için Federal Almanya’dan 8 milyar Batı Markı yardım aldığı unutuldu. 1990’dan sonra parçalanan ve 15 bağımsız devlete dağılan SB’nde bir savaş çıkmaması, nükleer tehlikede tırmanmasının önlenebilmesi için, açlık sınırında yaşayan halkın ayaklanmasının önlenmesi için Batı dünyasının ABD, Fransa, İngiltere, Batı Almanya, Dünya Bankası ve UPF gibi devlet ve örgütlerin Rusya’ya toplam 49 milyar US Dolar soysan ve ekonomik yardım yaptığı hemen unutuldu. Özellikle dikkat çekilmesi gereken bir durumsa şudur. Herkes bilir, SB dağıldıktan sonra dünyada en çok nükleer bomba bulunduran ülke Ukrayna idi. 1994’te Ukrayna Nükleer Silahların Yayılmasını Engelleme ve bununla ilgili güvenlik garantileri Bildirisini imzalandığında Rusya, ABD, Fransa ve Büyük Britanya’dan garantiler vermişti. “Günümüz Ukrayna’sının devlet sınırları, bağımsızlığı ve egemenliğine saygı gösterilecekti”, bu arada ülkenin politik bağımsızlığı ve toprak bütünlüğüne karşı tehditte ve saldırıda bulunmaktan kaçınacaklardı. Ne oldu. 10 yıl sonra Ukrayna’ya dahil olan Kırım ilhak edildi, Rusça konuşulan Ukrayna eyaletleri kışkırtıldı, silahlandırıldı ve bölgesel bağımsızlık savaşı başladı.


228

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Ahmet Doğan Putin’in kendi imzasına saygısı olmayan biri olduğunu görmek istemiyor ve kalkmış Türkiye’ye ve Bulgaristan Türklerine karşı Moskof borazanlığı yapıyor. Bu borç, bu yalanlardan kaynaklanan diyet borazanlık ya da akıl hocalığı yapmakla ödenmez, ödenemez, yeni gerçekler karşısında siyasi sahneden çekilme zamanı gelmiştir. İşler Büyük politikaya dahil oldu, Mustafa, Çetin ve Rüstem eşeği bu yükü taşıyamaz, Bulgaristan Müslümanları Türkiye’ye karşı gitmez, partiyi gerçek özgürlükçülere devretme zamanı gelmiştir. Olayların gizlendiği, etraf sigara kaçakçılığına, silah ticaretine, para aklamaya kokarken, ipi pazara çıkanlar kamuoyunu bir daha yalandırmaya, tuzağa düşürmeye çalıştı ve parti başkanı ve 3 milletvekili ile bir il başkanını kurban etti. Bu iğrençliği gizlemek içinse, yine kendileri tarafından yetiştirilen Dobruca’nın yarısına el atan dolandırıcı Tadarıkov, İvanov, Dimitrov ve daha birçok profesörler onar bin leva paracık cepleyerek gazete ve TV kapılarında Doğan savunucusu oldular. Ortaya çıkan nedir? Ahmet Doğan artık tamamen kullanılmış ve çöplük olmuştur. 1978 Berlin Anlaşması’nın 4’üncü, 5’inci ve 12’inci maddeleri uygulanarak Bulgaristan Türkleri, Pomaklar ve Müslüman Romanların etnik topluluk haklarının, dil, din ve özgün kültür, tarih, gelenek ve ahlak haklarının, demokratik özgürlüklerinin ve sosyal adaletin tamamen uygulanması zamanı çoktan gelmiştir. Bu sözleşmenin 4, maddesi ki bu antklaşmayı Rusya da imzalamıştır, Bulgaristan’da yaşayan Türklere ve tüm Müslümanlara Türk milleti olarak yaşama hakkı tanımıştır. Bunun ötesi köylü oyunudur, ajan tuzağı ve Bulgarların uluslar arası sözleşmelere uymamasıdır.


Makale ve Analizler - 2015

229

Koltuk Değneği - 2

Dr. Nedim Birinci-31.Aralık.2015

Konu: 2016’da politik sahnede birlikte olalım. 2016 yılını 2015 yılı kalemimizle, aynı bilgisayarımızla ve dünya görüşümüzle anlatmaya devam ediyoruz. 2015’te biz yazar siz de okur olarak başarılıydık. Bulgaristan Türkleri Stratejik Araştırma Merkezi araştırmacı yazar ekibi yeni yılınızı kutlar, en iyi günlerin, en büyük şansın, sağlık ve başarıların, şahsi ve aile mutluluğunun size nasip olmasını içtenlikle dileriz. Ricamız yeni yılda bize biraz daha fazla vakit ayırın ve birlikte olalım. 2015’te soydaşlarımız tarafından en fazla aranan, tıklanan ve okunan Türkçe elektronik gazete olabildiğimiz için mutluyuz. Bu arada politik gelişmeleri ve beklenen olayları en iyi ve inandırıcı açıklayan ve duyuran, inanılan bir yayın olabilmemiz önemli bir başarıdır. Her başarı gibi, halkı aydınlatmaya ve yüreklendirmeye doğru atabildiğimiz büyük adımlar, örgütlenmede de iyi sonuçlar vermeye başladı. Başarılar ekibimizi yüreklendirip kanatlandırdı 2016’da daha büyük bir azimle davaya devam etmemize kaynak oluşturuyor. Biz bir sivil toplum örgütünün yayın merkezi ve organıyız. 2002’den beri Türkiye Cumhuriyeti sivil toplum örgütleri ve soydaşlarımıza yönelik siyaset dallarında, seçimlerde, kutlamalarda etkin olan BULTÜRK - Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği, memleketimizdeki kardeşlerimiz arasında da yoğun etkinliklerle iz bıraktı. Bulgaristan Türkleri ve Müslümanları kimliğine karşı silahlı saldırıların başladığı 1984’ün 23 Aralık trajedisini, şehitlerimizi anma törenlerinde hazır bulunanlar önünde “Türkan Çeşme”ye, Mastan’lı şehitler anıtına en büyük çelengi bu yılda göçmenlerimizin sivil toplum örgütü BULTÜRK heyeti koydu. Olay hazır bulunanları yüreklendirdi. 2016’nın 15 Martına kadar sürecek olan “Koltuk Değneği” başlığı altında yayınlamak istediğimiz yazı dizimizde HÖH - DPS partisini yöneten ikiyüzlü, halkımızın en büyük derdi olan ekmek davasıyla asla ilgilenmeyen, sıradan vatandaşlarımızı soymak ve onların haklarını, çaldıkları yurt dışına kaçırmakla meşgul olan, günlük hayatta ise okka baz ve olmayan bir gerçeği söylemenin en büyük yalan olduğu ustalığıyla geçinenlerin maskesini indirmeye ve uykusunu kaçırmaya devam edeceğiz. Lütfü Mestan ve arkadaşlarının hilekâr ve anti-Türklük siyasetini gün ışığına çıkardık ve “koltuk değneği” rolünü ilk biz yazdık ve yıl sonunda toslayışlarını da en derin çizgilerle biz anlattık. Bize inandığınıza inanı-


230

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

yoruz. Siz okurlarımıza güveniyoruz. Toplumsal ve siyasi dönüşümlerin başını sizlerin çekeceğinize tam güven besliyoruz. 2015 yılında, 4 Ocak 1990 günü Varna’da 32 Türk mahpusçu, 12-si devlet güvenlik servisi gizli polis DS ajanı olan kurulan HÖH partisinin artık içi tamamen kokuşmuş olan iç yüzünü, özünü açıklamaya çalıştık. “HÖH’ten öteye yer yok” diyenlere artık inanmayınız. Özgürlük ateşinde yanmaya gelen yeni bir Bulgaristanlı Türk kuşağı geliyor. Onların kendi politik iradelerinden güç alarak savaş meydanına çıkacaklarına inanıyorum. 2016’da soydaşlarımızla memlekette kalan kardeşlerimizin daha da kenetleşeceğine inanıyoruz. Bu konuya, mecliste ve siyasi partiler içindeki gizli polis ajanlarının görevlerini açıklayan yazı dizileri yayınladık. Politik yelpazenin 8 partide parçalanmış yeni durumuyla meclisteki konumunu anlattık. Aşırı sol ve aşırı sağ milliyetçiliğinin anti-Türk ve anti-Müslüman karakterini açıkladık ve eleştirdik. GERB partisinin ordulu ve polis kaynaklı bileşim özelliklerini, objektif gerekler sonucu mumunun daha 2016’da neden söneceğini açıkladık, yeni erken genel seçim olacağına ışık tuttuk, Bulgaristan Sosyalist Partisinin erime ve ufalanma süreçlerini gösterdik. Biz bunu Bulgar ve dünya basınından alıntılarla da yapabilirdik, fakat kendi süzgecimizden geçirerek yazmayı yeğledik. Önemle vurguladığımız gerçek ise, HÖH kurucu delegelerinden den 2016’da artık tek kişi kalmadığına üzüldük. Devlete en fazla hizmet veren HÖH kadrolarının ödüllendirilmesini kıskanmadık, hep utandık. Kurucu üyelerin partiden ayrılmalarına, bitlenmiş köpek gibi kovulmalarına veya dış ülkeye kaçmak zorunda kalmalarına üzülürken, bu gelişmelerin haklı davamızın öldüğü anlamına gelmediğini savunduk. Bulgaristan Türkleri, Pomaklar ve Romanlar hak ve özgürlük, adalet davasıyla mayalanmıştır. Bu 138 yıl önceye dayanan bir mayalanıştır. Politikayla haşır neşir olmamız da 135 yaşındadır. Tırnovo Büyük Millet Meclisi’nde 6 değil, 15 milletvekilimiz vardı. Siyasi örs ve çekiç düşmeden hep elimizdeydi. Totalitarizmin çöpe atılmasında en fazla ter bizdendi. Toplumun yenilenmesi ilk kol sıvayıp “Bismillah” diyen bizdik. Adalete, demokrasiye, yasaların her şeyin üstünde olması gerektiğine belbağlayan yine bizdik. Toplumsal dönüşümlerin yapılabilmesi bu gün de yine bizim ve tüm Bulgar demokrasi güçlerinin ana ödevidir. HÖH partisi yalnız Bulgar gizli polisinin emri üzere değil, aynı zamanda Sovyetlerin memleketimizdeki ördüğü ajan ağına katılan ve Pazarcık hapsinde kalırken, Türk, Pomak ve Roman azınlığı halk topluluğu sorunlarıyla ilgili “istasyon şefi” (Türkleri güdecek çoban) ilan edilen kişi bugün de nefesimizi kesmeye çalışan haindir. 1990’dan beri bu görevinde kalan, Bulgar gizli polisinin özel olarak eğittiği hatta bilimler Doktoru ilan ettiği, 3 yıldan beri Sofya kena-


Makale ve Analizler - 2015

231

rında, onu onurlandırma planına uygun olarak adına “saray” denen kiralık, korumalı bir evde kapalı tutulan “fahri” başkan Ahmet Doğan’dır. Asla unutulmamalı 2013 ocağında toplanan 8. Kurultayda genç özgürlükçü Oktay Yeni Mehmet tarafından saman çuvalı misali kürsüden atılmış ve kafasına tabanca dayanmıştır. Son 26 yılda bu olay parti için bilinçlenmede doruk olmuştur. Şuna özelliğe dikkat edilmelidir.Partiyi kuranların Ahmet Doğan dışında hepsi Türk olsa da, polis ajanı olan ama Türk olmayan Doğan’ın seçilmesini engelleyememişlerdir. Doğan HÖH başkanlığına gizli polis ve Rus KGB dış casusluk ajanı olarak dayatılmıştır. Bu ustaca ve çok uzun zaman hazırlanmış bir komplodur. Bunun kılıfında “Bulgar Etnik Modeli” olsa da yıllar içinde bu model tuzla buz edilmiş ama isteklerimiz hala verilmemiştir. Partinin kurulması iradesi ile bugünkü Bulgaristan iç siyasetinde ve mecliste “koltuk değneği” rolü üslenmiş olması, bir de dış siyasette de Bulgaristan’da Rusya çıkarlarının savunulması ve Türkiye’ye karşı açık saldırı siyasetine Rusya maşası olarak alet edilmesi delil istemez oldu. 17 Aralık 2015 gecesi HÖH ekibi Yılbaşı kutlamasında birçok maske birden düştü. Olay “sarayda” oldu. Bir defa Doğan Moskof ajanı olduğunu ipe serdi. Türkiye’ye Putin ağzından saldırdı. Genel Başkanı Lütfü Mestan Avrupa-Atlantik siyaseti izlediğinden ötürü partiden atıldı. Ardından 4 milletvekili daha koptu. Türklük kalesi Kırcaali’de ve 23 Aralık 1984’te isim değiştirme, anadil, kültür ve din yasaklama vahşetinin başlatıldığı Süüt kesiği ve Yoğurtçular köylerinde HÖH kurucusu Bahri Ömer partiden çıktı. Politikacılarımızın mecliste “koltuk değneği” olmak istediklerine son büyük kanıt bu oldu. Yeni gerçekler özellikle milletvekili Hüseyin Hafızov’un demeçlerinde ifade buldu. Şu iyi bilinmelidir. Bulgaristan’ın 1878’den beri iç ve dış politikasındaki ana etken, sonuç belirlemede olmazsa olmaz, Türk topluluğun tutumu, var olma mücadelesi ve iradesi olmuştur. Bulgar siyaseti Türkler olmadan dış ve iç siyasette denge kuramamıştır. Son durumda Türklerin dış siyasetinde etnik azınlıkları baskı aracı olarak kullanan Moskof imparatorluk hırsına yem edilmek istendiği dikkat çekti. Bulgar toplumu 138 yıldan beri Moskof taraftarları (Rusofiller) ve Batıyı isteyenler olarak hep ikiye bölünmüş durumda oldu. Bu parçalanmışlığın içindeki ana denge unsur ise her zaman Türk topluluğu oldu. Batıyı isteyen ve Moskofculuktan kopamayan Sofya siyasetinde ana etken ve ölçü olurken, Rusya - Türkiye Cumhuriyeti ilişkilerinde de her zaman olumlu tavır göstermişlerdir. Bugün de aynı dengelerin sarsıldığı gözden kaçmıyor. Bulgarların saat ayarını Ankara ile Rusya ve Ankara ile Batı Avrupa ve Amerika politikasına uygun ayarlamak zorundadır. Bu dengenin bozulması her defasında memleketimizde büyük gerginlik yaratmıştır.


232

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bugünkü gerginliklerin, parçalanma, görevden atma, meclis parti grubundan ayrılma, seçim sonuçları vesaire hep aynı siyasetten kaynaklanan üzerimizdeki baskının ve halkımızın gerçekleri her geçen gün daha berrak görebilmesinin ve bilinçli hareket etmesinin tartışılmaz sonucudur. Bu bakıma 2015’te özellikle 1 Ekim yerel seçimlerinde önemli adımlar atıldı, tüm seçmenler için geçerli ve yüreklendirici olan başarılar elde edilebildi. “Koltuk değneği -2” yazımda böyle bir giriş yapmama neden ise şudur. 2015’te Bulgaristan’daki en önemli siyasi olay hangisidir. Cevap, bu soruda gizleniyor. Bu cevap, erken genel seçim veya büyük pazarlıklar ve zorlama sonucu 2’inci GERB hükümetinin kurulması sayılamaz. Hükümetin programı olmaması da önemli değildir. Çığ kopmuşsa tekerlenecektir. 4 milyar 700 milyon parası çalınarak çökertilen ve kapanan BTK Bankası hırsızlı da devede kulaktır. Bir önceki Plamen Oreşarski hükümeti yalnız 1 milyar leva dış borç aldığı için devrilirken, Boyko Borisov hükümetinin, HÖH meclis grubu oylarıyla desteklenerek 16 milyar leva dış borç alması çok önemlidir ama bu da en önemli olay sayılmaz. Çünkü biz artık Todor Jivkov’un totalitarizm yıllarından çok daha fazla borçlansak da Avrupa’nın en yoksul, en fazla işsizi olan, yılbaşından sonra “Gazprom”un Bulgaristan’ın Rus gazı vermeyi durdurması ve 200 bin ailenin gazsız kalması da değil, bunlar da en önemli olarak sivrilen olay değildir. En önemli olay, 1970 - 1990 yılları arasında bir baskı ve terör düzeni olan totalitarizmin, komünizm kalıntılarının çöpe atılması yolunda küçücük de olsa ilk adımın atılamamış olmasıdır. Toplumun ve siyasetin dondurulmuşluktan çözülmesine ve kilidin açılmasına geçilemedi. Bulgar siyaseti totaliter derin dondurucudan çıkarılamadı. Demokrasi atılımlarına bütün kapıları kapalı mecliste 38 milletvekilimiz var. Terörün bizden binlerce kurban almasına, isimlerimizin değiştirilmesine, anadilimizin yasaklanmasına, okulsuz ve kitapsız 2 kuşak yaşamak zorunda bırakılmamıza, kültürümüze indirilen darbelere, ahlakımızın unutturulmaya zorlanmasına rağmen “koltuk değnekli” totalitarizm bugün iktidardır. Dinimize saldırılara, 500 binimizin vatan ocağından sökülüp kovulmasına neden olan, bu amansız baskı ve zulmü uygulayanların cezalandırılmasına yol vermeyen bir rejim bugünde “koltuk değnekli” ama görev başındadır. Bugün yani 21. yüzyılda bir Türk Partisi olarak geçinen HÖH - DPS’nın “koltuk değneği” rolü oynamasına mutlaka son verilmelidir. Bu da seçimlerde bilinçli oy kullanmamızla olacaktır. Mestan ve arkadaşlarının başını yiyen halkımızı bilinçlenme raylarına çekmemesi, şuurlu hareket edilmesini engellemeleri olmuştur. Mestan siyaset yapmanın kabak yemekten farklı ve çok daha zor olduğunu kavrayamadı. Avcılık sohbetlerinde kendisini dinlermiş gibi yapanlar tarafından


Makale ve Analizler - 2015

233

uyutuldu. İkiyüzlü, köre ruhlu ve çıkarcı olduğunu gizleyemedi. “Türkçe konuşuyorum diye bana 15 ceza kestiler, 30 bin leva borcum var” diye yakınırken kızının düğününe 300 bin leva harcadığı biliniyordu.. Daha da somut bir ifadeyle eski Genel Başkan Mestan yönetimindeki HÖH - DPS meclis grubu, titizlikle sergilediği tavırla ve hasıraltı su akıtarak hiç kimseye samimi olmadı. Bulgaristan’da anayasal değişiklikle demokratikleşme süreci başlamasına engel oldu. Demokrasiye set çekenlerin yanında oldu. Son derece gerekli olan adalet sürecinin yerleştirilmesine ve oturmasına yeşil ışık yakmayanlara arka oldu. Hukuk reformu yolu kesenlere oy verdi. Yargıda belirleyici olanın savcı hükmü ve baskısı yerine, savcılıkla yargıçların iki ayrı müessese olarak birbirinden ayrılarak ve Temyiz Mahkemesinde savcıdan fazla yargıç olmasını sağlayacak yasa değişikliğine oy vermedi. Duruşma salonlarında yargıç iradesine dayanan yargı adaletine yol vermeyip değişiklerle yenilenme sürecini şimdilik rafa kaldırdı. Bulgaristan’da adaleti Başsavcıya devretti. Anlamı, adalet katilliği yaptı. Demek oluyor ki, baştan sona eski olandan, bizi ezenden, terör ruhunu yaşatandan, totaliter düzenin anayasa ve yasa madde ve şıklarında sürmesinden, savcılık diktasından yani adaletsizlikten yana tavır aldı. Dolandırıcıların, rüşvetçi kodamanların, oligarşi hırsızlarının tutuklanıp yargıya verilmesi yolunu yaptı. Bunu kaç paraya için yaptığı artık önemli değil, çünkü artık adaletsizlik zehrinden her gün tadanların arasına itildi. 1 Kasım seçiminden şöyle bir örnekle somutlaştıralım: 10 yıldan beri, Bulgaristan kamuoyunda en fazla haber olan, yorumlanan, gizli, maskeli, tepeden tırnağa silahlı gizli servis DANS ve Jandarma güçlerinin defalarca bastığı, arayıp taradığı, 1000’den fazla Kuranı Kerim’i topladığı “Al Bakır” camisisinin bulunduğu Pazarcık şehrinde şöyle bir olay oldu. Bu şehirde kadar zulümden, onlarca kişinin tutuklanmasından, sorgulanmasından, açık ve kapalı duruşmalardan, hatta bir imama hapis cezası kesilmesinden sonra herkes her şeyin değişmesini beklerken ve haklıyken, şöyle bir sahtekârlığa maruz kaldı. Burada istenen, istenmeyen, tuzak olan olaylar hep Romanların - Müslüman Romanlarin yaşadığı “İzgrev” mahallesinde olur. 1 Kasım 2015 yerel seçimlerinde bu mahallede tek oy alamayacağı düşünülen eski Belediye Başkanı Todor Popov oyların % 100’ nü aldı. Bu çarpıcı olay HÖH - DPS yönetimini düşündürmedi. Kısaca olay şudur? Eski başkan Todor Popov adına ama onun gölgesini belli etmeden çalışanlar, mahallede seçim arifesinde bir insan hakları örgütü kurdu. Kimlik cüzdanında gerçek ismi “Dodor Popov” olan 6 çocuklu, işsiz fakat boyu postu yerinde ve sinekkaydı tıraşı seven bir Roman’a para kaptırarak onu Başkan yapmakla işe


234

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

başladılar. Mahkeme kararıyla isim değişikliği yapıldı. “Dodor”, “Todor” oldu. Evraklar ve işlemler yeni isme göre hazırlandı. Okuması olmayan ama görünüm olarak amaca uygun olan şahıs, lise tahsilli gösterilip belediye başkanlığına aday gösterildi. Oy vermeye zorlananlara tercihli sisteme göre hangi rakamları çizecekleri yanlış öğretildi. Mahalleli Todor Popov’un numarasını çizmek için işlem yapanlar bilinçsiz olarak eski Belediye başkanı Todor Popov’u ilk turda Belediye Başkanı koltuğuna yeniden oturttular. Daniel Peevski bu mahalleden son seçimde % 99 oy almıştı. Ne kadar çok işimiz olacağını görebiliyor musunuz. Bizim, demokrasi ve adaletin en büyük düşmanı halkın kör cahil olmasıdır. Bilinçsiz seçmenden faşist iktidarlara bile “koltuk değneği” yapmak çok kolaydır. Aynı dolandırıcılıkla, gerçekmiş gibi söylenen yalanlarla aynı ilden HÖH - DPS milletvekili olan Daniel Peevski Ahmet Doğan’ın “HÖH - DPS Anonim Şirketinde” Başkan olduğundan ve Moskova’nın bizdeki çıkarlarını yürüten maşa görevinden dolayı, olayın üstüne gidilmedi, “Ne süt içmiş ne süt dökmüş” siyaseti devam ediyor. Bu örnekler Mestan zamanındandır. Parti başkanın işi av kovalamak değil sosyal, ekonomik ve siyasi süreçleri yönetmektir. Bu bakıma düşmesi haktır diyoruz. Partiden atılması da suyu sıkılmış bir ajan olduğuna kanıttır. Mestan çöp kofasına düşmezden önce DANS’tan, Bulgar kulisinden, Moskova merkezinden izin alındı. Olayda parlayan gerçek, Türkiye ile Rusya kavga ederken Türk koltuk değneğine gerek yok, Bulgaristan Sosyalist Partisi (BCP) buna yeter anlayışından doğdu. Böylece, siyasetçi olmak için 15 metre uzaktaki kurt yavrusunu öldürmenin yeterli olmadığı ortaya çıkarken, derin ve güçlü bir irade ve öngörü gerektiği de ortaya çıkmıştır. Sayın Davutoğlu’nun son Sofya ziyareti sırasında 9 koruması olan ve tuvalete gidişini dahi kaydeden ajanların sözde gözünden kaçarak Türkiye Başbakanıyla gizli görüşen avcıbaşı kırdığı büyük sayıda pota birisi da eklemiş oldu. Bulgaristan Türklerine yenden büyük bir zararı daha dokunmuş oldu. İnsanın kendine yaptığını kimse yapamaz, sözü tamamen yerindedir. Mestan için tamamen geçerlidir. Aptallık okulu yoktur. Gelecek yazımda sizlere “koltuk değneği” politikasının çürük değnek olduğunu ve önemini kaybettiğini anlatmak istiyorum. Her şey gibi politika da değişiyor. Seçim sistemindeki boşluklar ve özellikle de soydaşlarımız için uygulanmayan maddeler üzerinde özellikle durmak istiyorum. Yeni yılınız kutlu olsun. Sağlıklı ve başarılı bir yıl dileklerimle, beraber olalım.


Makale ve Analizler - 2015

235

Yeni Yılınız Şiirsel Olsun!

Raziye ÇAKIR -31.Aralık.2015

Büyük şiirlerin ozanı halktır. Eski yıldan ayrılmak istemeyen mutlular var aramızda, Yeni yılın karı buzlu gelişinden korkan ödlekler de, Çocuk çığlıkları ve vefa yüklü günleri bekleyenler de, Ne güzel bir çiçek olmak, açmak için toprağı delmek de, Dünyayı koklamak ve güneşi öpüp yok olmak da. Gitme demiyorum, gelen yeni yıl, Ne gençliğe Ne de yaşlılığa Solma demiyorum, bekle yeni yıl, Bize gelen goncalara Açmış en güzel çiçeklere Gökten inen sevgi yağmurunda Yeni yıl geliyor. Damlaları kutlu olsun hepimize, Ne güzel selam aldık gönderenden Biz Bulgaristan Türkleri sözlü ve yazılı edebiyatı olan bir halk topluluğuyuz. Birçok halk açamayan goncalar gibi, bu yüksek gurura erişememiştir. Bu memlekette akan ırmakların şarkıları, dağların kış uğultusu, başı eğik buğday tarlalarının olgun melodisi bizimdir. Belki de bu memleketten bizim kadar iyi yansıtan, bülbül gibi seslendiren, birbirimize ve dünyaya anlatan hiçbir kimse geçmemiştir bu yollardan, Bugün ve gelecekte bizim kadar yetenekli bir halk yaşamamış ve yaşamayacak bu topraklarda. Denizlerin dalga şarkıları olmasa Bizans devrinden bir tek nağme kalmadı. Bulgar milleti 681’den beri buralarda, bir tek Arda şarkısı, Rodop namesi yada Deli Kamçıya’yı anlatan tınısı yoktur. En güzel eserlerimiz, her gönülde çağrışanlardır. Tuna boylarında doğmuş şiirimizde sevgi, özlem, hasret var. Rodoplu sabırla beklerken derinden söyler. “Gönlümde açmadan solan bir gülsün” sözleri bizimdir. Rumeli dalgalanır her namede. Ve hep ırmaklarca denizlere akmışızdır, rüzgârlarla savruldukça harmanlanırken. Sizlere Sayın şiir sever okurlarım Yılbaşı hediyesi olarak önce ayakta duran Bulgaristan Türk edebiyatının Orta Direği Ahmet Emin Atasoy’ dan bir şiir seçtim.


236

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) Adliye’den Yükselen Ses -Can Dündar ve Erdem Gül’e selam yerineülkemi sevmek - bildiğim en kutsal andıç! ecdat genlerinden süzülmüş bendeki kana salt kendime benzemek, diyorum yargıç, tek mirastır, kalan bana. yalan yapmayı, kul hakkına yatmayı, dost satmayı, ihanet etmeyi vatana, şerefsizliği yani, diyorum yargıç, öğretmedi anam bana. bu yüzden gururluyum - başım dik, alnım aktır! devrimlerden güç almak, sözünün eri kalmaktır, babamın öğrettiği, diyorum yargıç, hulasa-i kelam* bana. yıllar yılı bunca karalanış, bunca kargış, bile bile atmışım ben kendimi yangına unvan, ödül istemem, diyorum yargıç, yetip artar sevdam bana! Yok, karanlık rozetler takmış, can yakmışlarsa, imza çakmışlarsa onursuz beyanların altına bu bilekleri kesiniz, diyorum yargıç, bu bilekler haram bana!

Bilirim umarsızdır önündeki kara kitap ve ezbere bildiğin tüm maddeler bitap son kararı sen değil, diyorum yargıç, verecektir zaman bana. Dünya emekçilerinin Büyük şairleri Bertthol Brecht şöyle düşündürdü beni.


Makale ve Analizler - 2015

237

Yurdunu kimlerin bu hale getirdiğini öğrenmek istiyorsan ki öğrenmelisin, oku oku ve buna nasıl son verileceğini öğren. Brecht öğrenme konusunda şöyle diyor: Öğren! En kolayından başla! ABC’yi öğren! Gerçi yetmez Ama sen öğren hele Kimseye kırdırma cesaretini Hemen başla! Her şeyi öğrenmek zorundasın Çünkü yarın sen yöneteceksin Sen erkek Sürgünde öğren Hapiste öğren Sen kadın, Mutfakta öğren Altmış yaşındaki Sen de öğren Çünki yarin sen yöneteceksin

Başını sokacak yeri olmayan Okulu ara Soğukta titreyen Bilgi ile ısın Açlıktan ölen Kitaba sarıl o bir silahtır! Yarın sen yöneteceksin Sormaktan kaçınma dost! Ama hemen kanma sakın Kendin bak!.. Kendin bilmediğini Bilmiyorsun demektir Hesabı gözden geçir Onu sen ödiyeceksin Kalem kalem incele Sor?.. Nereden çıktı bu? Yarın sen yöneteceksin

Ve bizim şairlerimizden Durhan Hasan Hatipoğulu kaleminden Yılbaşında güzel memleketimizin anılarını kokluyoruz. Arda Türküsü Küçükken oturup Yarbaşına Delice ve köpüre köpüre akan Sularına bakıp da ağlayan O masum o yavru çocuk İşte benim Arda Tanıyabildin mi? Ama sen anadan etmiştin beni Babadan etmiştin Arda Ne anama çamaşır yıkattın

Ne babama balık avlattın sularda Müthiş ve merhametsiz estin bir gün Ve öksüz kodun beni Ama Arda En kötü lanet Sana okunurdu Rodoplarda Seller altında bırakırdın Koca Bük’ü Rızkımızı sen götürdün enginlere


238

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Zaten ne rızktı ki o bizimkisi Yaptığımız beş şinik kuru ekin Onun da yansı bizimki değildi. Sonra sonra Arda Çılgınca sevmişti Zeynep Recebi – Ana ben gitmem diyordu Kara Turana Turan’dan yar olmaz anacığım bana Ali dayı satamadı Zeyneb’i Sen mi aldın Allı Zeyneb’i Arda? Uykusuz geceler yaşıyordu Recep

Gamlı gamlı ofluyordu bu oğlan Türkülerinde bile hep Arda boylarında Bir s ürü kuzu Ardalar aldıya Kınalı kızı... İşte Arda böyleydin sen bir zamanlar Fakat bir gün biz bakarak Asar dağına İlk gürsümüzü sapladık senin bağrına

Işık Kelebekleri

Hüseyin Yıldırım-31.Aralık.2015

Konu: İtle yatan bitle kalkar 29 Aralık sabahı “E 80” üzerinden İstanbul’a gelirken sis süratlenmemi engelliyordu. Silivri, Kumburgaz tabelalarını arkamda bırakırken güneş yüzünü gösterdi. Sis çulu ara vadiciklere çöktü. Fotoğraf meraklıları ve dünyayı kafalarına göre çizip boyayan tuvalcilerin belki de hiç yakalayamadığı bir görünüş el atmaya başladı. Çok zarif, çok seyrek dokunmuş bir tül örgü içinde yapraksız ağaçlar. Dallara sarılmış sis lifleri aman bizi güneşten koruyun yalvarış yakarışındaydı sanki. Hava da biraz ısınayım mı yoksa sertleşip kar mı getireyim konusunda kararsızdı. Çağrışımlıydı gördüklerim. Beyaz ile gri arası sis tülü ardında Karlovo’daki bahçemiz canlandı hafızamda. Okumuşunuzdur, ışık arayan, bulunca lamba etrafında dans eden sonra aynı gece ölen kelebeklerin öyküleri vardır. Aydınlık coşkusuyla lambaya toplanırlar. Ben, doya dola aydınlık içmek için kanat çırpanları çok yakından incelemek zorunda kaldım. Maksat, ışığa mı yoksa başka bir şeye mi sevindiklerini anlayabilmemdi. Anlatacağım olay her bahar tekrar ediyordu. Ağaçlar dal uçlarında henüz ilk iki yapracık sürmüş gonca beklerken beliriverirdi o beyaz kanatlılar bahçemizde. Yuva kurduklarını yavru büyüttüklerini görmedim


Makale ve Analizler - 2015

239

Gözle görülmeyen yumurtalarını nazik yapracıkların sanki ipek tüy kaplı sırtına bırakıp kaçtıklarını gözledim. Bir iki günde hayat hakkı kazanan örümcek ipi kadar kalın bu elyaf varı var oluş gözü kulağı olmadığından dünyaya ilgisizdi. Dilini mi, gagasını mı, burnunu mu neyse üzerine yapışık doğduğu yaprağın sırtına kene gibi kenetler ve ağıcın can suyunu içmeye başlardı. Ağaç suyu yaprak ve gonca olmak için dallara yöneldikçe bir türlü adını koyamadığım bu gri-beyaz elyaf uzadıkça uzar, sanki gözleri ucundaymış gibi ağıcın dal uçlarını sardıkça sararken en nihayet sıkıca pansuman edip sanki huzur bulurdu. Bu parazite ilaç yoktu. Çünkü nazik yapraklara ve goncalara zehir atmak olmazdı. Tek çare sarıp sarmalanırken yaşam hakkını yitiren dal uçlarını kesmek ve yakmaktı. Meyve yüklenmek için yeşeren o dalları keserken yüreğim acırdı. Kelebekleri toplayanın bahçe kenarındaki elektrik direğine asılmış lamba olduğunu düşünerek, gofret seven çocuklardan kuş lastiği ile lambayı taşlamalarını istiyor, komşuların şikâyeti üzere de, kamu malına tacizden ceza ödüyordum. Arabamın camından göz ucuyla seyrettiğim tablodaki ağaçlar boyunca süzülen sisin ödevi bambaşkaydı. Gövde suyuna acele etme, dal uçlarına da aldanmayın gelen kıştır demek için vardı. Aracımca sis dalgalarına girip çıkarken ve yolun en ucundan bana karşı yuvarlanan ateş almış bir çemberi andıran güneşe yaklaşmak için ayağım gazda kalırken, aklım kesip attığım ve hemen yaktığım pansumanlı dallarda ve lamba önünde bayram eden kelebeklerdeydi. Bu benzetmede meyve ağıcı çilekeş halkım, onun dallarını yürek acısıyla kesmek zorunda kalan aydınlarımız ve kendine gelin süsü veren hain kelebek de Ahmet Doğan ve ajan sürüsüdür. Bir hafta sonra 4 Ocak 2016’dır. HÖH partisinin kuruluşunun 26’ncı yıldönümüdür. HÖH ağıcı vatan olarak sevdiğimiz Bulgaristan’da tüm Türklerin ve etnik azınlık topluluklarının huzur, güvenlik, barış ve refah içinde yaşaması ve gelişmesi için kurulmuştur. Bu Partinin kurucuları arasında şopar Ahmet Doğan’dan başka milletten kimse yoktu. Ahmet Doğan dışında kurucuların hepsi Türk kimliğini gelişimini ana hedef olarak kabul ederken, anadil, kültür ve din sorunlarımın çözümü için mücadele etmeyi temel problemlerimiz olarak kabul etmişti. Partinin kurulduğu gün saflarımızı zehirli yumurtalarını atan Bulgar istihbarat servisi ve ülkemize yerleşmiş gizli Sovyetler Birliği sevisi KGB gizli ajanı olduğu artık tamamen açıklanmış olan Ahmet Doğan, partimizin gelişmesini baltaladığı gibi, kaderimizi Rusya’ya bağlamaya çalıştı, Türklük dallarımızı kese kese ruhumuzu öldürmeye çalıştı ve halkımızın gönlünden koptu. Doğan HÖH parti içindeki tedavisi olmayan bir uğur, tedavisiz bir hastalık, illetlerin en kötüsüdür.


240

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgaristan Türklerinin politik iradesinin örgütlü şekli ilk kez 1936’da bünye bulmaya başkaldırdı. Fakat aynı yıl yapılan askeri darbede ezilmişti. HÖH’ün kurulması 100 yıl süren zulüm karanlığında çıkan bir ışıktır. Yeşillerin en güzelini ve pembelerin en güzeli bağrında taşıyan can suyumuzdur. Güneşten hayat hakkı isterken, partimiz 4 Ocak 1990’da Varna’da kurulurken yaprağına konan “ışık kelebeğine” aldandık arkada kalan yıllarda partide kurucu kalmadı, Türk aydınları kovuldu, yani kesilmedik dalımız kalmadı. Geçen yıllarda aldatıldığımızın, kapana düşürüldüğümüzün farkına varamadık, nihayet 2015 sonunda desti kırıldı ve içindekinin bir şeytan olduğu görülebildi. Canımızın özüne kastedilmişti. Dua edip bekledik. Politik irade ağacımızın kesilen dallarına üzülürken, kesilen dalları kendi çubuklarını aşıladılar. Filizlerin beklediğimiz meyveleri vermedi. Rüşvet, dolandırıcılık, dalavere, para aklama, halkı aldatma, insanımızı aç, susuz ve soğukta tutma meyveleri doğdu. Kesip atılan, yakılan ve külü saçılmayıp çamur içinde çiğnenen hep umut yüklü dallarımızdı. Ahmetler, Mehmetler, Hasanlar Ömerler, Mustafalar, Osmanlar, Avniler, Kasımlar, İsmailler, Süsmenler, Sabriler, Ayşe gelinler, Fatme teyzeler, Hacer yengeler, Ümmü neneler ve daha kimler kimler Özgürlük ve Adalet savaşçılarıydı. Hepsi ışıktan yana birer kahramandı. Onlara ışığa susamış katil kelebekler, uzun zaman tanıyamadılar. Umut dallarımız kesildikçe uyanıp dirildiler. Ama düşman hiç uyumadı 2016’ya girerken yine 5 - 6 dalı birden kesip yaktı. Aralarından biri Genel Başkan Lütfü Mestan’dı. Partini Kırcaali ilinde kurucusu Bahri Ömer’in de hiçe sayıldığı dikkat çekti. Kana susamışlığının hiç azalmadığını herkes gördü. Zaman ne budama ne de aşı yapma zamanı olsa da “pansuman ustası zehirli yaratık” ağaç benimdir, bahçe benimdir, istersem bütün ağaçları budarım, keserim, istediğim kalemlerle aşılarım demeye devam ediyor. Ne yazık ki, meyve ağaçları meşeler gibi değil. Kötülük edenden gam almak isteyen meşeler 5 senede bir normalden en az 3 defa daha fazla pelit üreterek aç fare, sincap, kuş ve yaban domuzlarına çatlaya patlaya yedirdikten sonra hırsızlık yapmalarına meyveleri orman içinde ve dışına taş altına, fare deliklerine, kirpi inlerine saklamalarına göz yumar. Ve baharda güneşe binlerce yeni meşe yaprağıyla selam verir. Ve orman düşmanlarıyla böylece hesaplaşmış olur. Biz Bulgaristanlı Türkler, Türkiye’deki soydaşlarımız, bizim hepimiz “baharda hayatın yeniden uyanışını budayınca ışığı arayarak lambaya toplanan ve bayram ederken” dünyayı aldatan o beyaz kelebeklere - Ahmet Doğanlara, Delyan Peevskilere, perde ardında nargile çekip yalnız ve yalnızca kötü olmamızı düşünenlere puslu alaca karanlıkta yaşadıkları için merhamet duyarak acınası davrandık. Hatta mutlaka yok edileceğini anlayınca, zırhı kapılar ardına gizlen-


Makale ve Analizler - 2015

241

melerine “ah vah” dediğimiz oldu. Bu da bizim körlüğümüzü, bilinçsizliğimizi, başkalarının oyunlarına geldiğimizi bin defa kanıtladı, simgeledi. 26 yıldan beri olduğu gibi bugün de yine üzgünüz. Deliormanlı insanlarımızın yeni güne yeni bir pencereden bakma umuduna ateş olan milletvekili Güney Hüsemen’in son konuşmalarında “toprağın altı tohum dolu, bekleyiş içindeyiz” diyememesi, ulu ortam konuşmalar dalları uyanmaktan koruyan kış sisi ile dalların suyunu içerken kurumazdan önce pansuman eden ışık kelebeklerinin bıraktığı acı tabloyu birbirinden ayıramadığı izlenimi bıraktı. Üzülen biziz. Askerde kısırlaşmamız için, içtiğimiz çay, hoşaf, komposto bromluydu. Meclis köftelerine de Özürlü kafa yaratmak için meclis lokantasında köfteye katılan özel bir maddesi mi var? Ahmet Doğan ve 20 bin leva maaşla kendine akıl hocalığı yapanlar nasıl olurda bu kadar dönek olabiliyorlar. Önceleri “bu adam deli” diyenler, nasıl olur da parayı görünce TV ekranına çıkıp “ondan akıllısı yok” övgü yağdırıyorlar. Nasıl oldu da, Doğan tarafından “Ulusal Özelleştirme Komisyonu” başkanlığında atandığı zamanlar, yalnız Dobruca’da “10 milyon Euro değerindeki tarım kooperatifi piliç çiftliğini” zimmetine geçiren, binlerce dekar işlenir toprağı ve ormanı kendi mülküne geçiren Prof. Tadarıkov gibi birileri... TV ekranında canlı yayında “hırsızla, rüşvetçiler, para aklayıcılar ve silah tüccarları babasını” namuslu ve adil biri olarak övebilir. Dünya 90 derece döndü deyenler yalan söylüyorlar. Dünyanın çivisi çıkmış, dönebildiğince dönüyor. Onlar dalavere çarkında dönerken, bizim başımız dönüyor Beyaz kelebekler de bizim Türklüğümüzü ve dilimizi, dibimizi, kültürümüzü çatır patır gece gündüz yiyor. Son zamanda Bulgar ve dünya gazeteleri bizim için yazdı çizdi. Kendilerine biz her şeyi biliyoruz havası verenler “bu işin iki yolu var” teorisi geliştirdiler. Demek istedikleri, artık çatal baş özürlüler gibi bizim de 2 partimiz olacakmış. Sanki 5 - 6 parçaya ayrılmamışız. Birisinde Moskofcu Ahmet Doğancı sürü örgütlenirken, ikincisi de DS için çalıştığı yetmezmiş gibi, son dönem “ikili oyuna giren” Lütfü Mestan hayranlarını toplayacakmış. Bir defa şu bizim Mestan’a şöyle dobra dobra be özel olarak söylemek istediğim iki hemşeri sözüm var. Genel Başkanlıktan itildiğine, meclisin de 1 ay tatile çıktığına, avcı grubunun da çok sinirlisin avlanamazsınız dediğine ve kızını da artık everebildiğine göre, boş vakti var demektir. Hemşerim lütfen dön köyüne, anandan rica et ve kümesteki hollükten yumurtaları sen toplamaya başla,


242

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

bu işi yaparken iki şeye dikkat edeceksin. Önce hangi yumurtayı hangi tavuğun yumurtladığını işaretleyeceksin. Göreceksin ki, çifte sarılı olan büyükçe yumurtalar yumurtlamayı kesmeye niyetlenen tavukların son yumurtlarıdır. Şu da var. Çift sarılı yumurtadan civciv çıkmaz. Bu olayı sen kendi açından indir bindir ve sonuç çıkar. Bir defa ikili dokuyan kendinsin, demek kendi kuyunu kendin kazarken farkına varmamışsın. her şeyden vaz geç Çift sarılı yumurtlayan tavuğun kaderini anneciğine soruver ve olayı bitir.. Sen şimdi saray karanlığındaki eski dostun “ışık kelebeğinin” oyununa geldin. Senin ve arkadaşlarının dalı kesildi, bu daldan çubuk alınmaz. Nedenini yukarıda anlattım. Rica ederin, bizden filiz alın ve bahçenizdeki fidanları bizimle aşılayın diye kimseye yalvarma, boyun eğmeyiniz. “Işık kelebeği” zehrini almış hiçbir kimsenin canlanıp dirilme şansı yoktur. Üstelik ikili oynayan üçüncü birine hayat veremez. İkili oyun son perdedir. Mestan senin son perde rolün bitti. Kimseyi boşuna aldatma... Olay bitmiştir, ortam karıştırma, mevsim kıştır, şimdiki sisler ağaçları korumak için düşer. İnsanımıza yardım etmek istersen Şubat sonunda bahçelerde saman yakanlara dallara hayat çağıranlara katılabilirsin ve bu kadar. Bu iş burada bitmiştir. Senin önüne serilmiş ya da ahlat dalına sallanmış üç kurt yavrusu fotoğrafını çeken, kuralları biliyordu ve herkese haber verdi. Her şey bu kadar basit! Biz Bulgaristanlı Türklerin önümüzde tek yol var. Bu da bahçeyi kökten söküp yakmak ve yerine kendi fidanlığımızdan seçtiğimiz ağaçları dikmektir demek istesem de, Hak ve Özgürlükler Hareketi bizim evladımızdır, insan evladına el kaldırmakta zorlanır. Fakat ortada büyük bir tuzaktan doğan dev bir hainlik ve mutlaka temizlenmesi gereken çok acı bir durum var. Halkımın kısmeti çıkacak ama bakalım ne zaman ve nerede, karşımızda Rus ayısı diş biliyor. Bilirsiniz düşenin dostu olmaz. Birbirimize arka dayak olmak zorundayız. Bahçemizin yakınında, yol kenarlarındaki direk lambalarını da bir daha takmamak ve asla yakmamak üzere söküp atmak, kırmak ve ezmek zorundayız. Bizim aradığımız işik bu değildi. Oyuna getirildik. Dikeceğimizin ağaçların en büyük özelliği gece karanlığını da gündüz kadar sevmek, lamba ışığında kelebek düğününe sevinmek yerine, güneşi beklemek olacaktır. Tekrar eder gibi olsa da, bir daha yazmakta yarar görüyorum. Şu iyi bilinmeli Bulgarların övdüğü her kişi bizim düşmanımızdır, övgüyü bize kötülük yaptığı için hak etmiştir. TV’lerin akıllı, bilge falan filan diye anlattığı her bir


Makale ve Analizler - 2015

243

Bulgaristan Türkü geri zekâlı kafayı yemiş, hainlik kâbusundan çıkamayan bir tımarhaneliktir. Bulgarların “binlerce kitabı var, çok okumuş, 20 yıl önünü düşünüyor” gibi falan filan olarak anlattığı Türkler veya onların başına dikilmişler her biri ayrı ayrı kör cahildir, yapacağı işi bilemeyen, maşalık eden zavallılardır. İsim söylemeden örnekleyelim. İnsan gibi insan olmak varken HÖH liderleri 26 yıldan beri “liberallik” satıyorlar. Maşallah liberallikten geçinirken ense yaptılar. Adalet sözünü ağızlarından düşürmüyorlar. Tomas Mann’dan, Karl Marks’tan, Vladimir İliç Lenin eserlerindeki adalet arayışını ve daha sonraki çarpıtılışını algılayamadıkları bir yana, AB yolu olan Brüksel’e Oslo’ya sıpa gidip eşek dönüyorlar. Bu işin öncesi de var. 8 milyonluk Bulgaristan’da sosyalizm yıllarında 200 milyon nüsha komünist edebiyat basılmıştı. Toplumda insan sevgisi sonsuz kardeşlik kökleşip serpilip açacağına, git gide katılaşırken çıkardığı düşmanlık dikenleri büyüdükçe büyüdü. Ne ki, Danimarka başkenti Oslo sosyalizm yaşamasa da goncalar çok farklı açtı. 2010’da Bulgaristan’da yeni değer yargılarını hayata çağıran en güzel kitabın yazarı yetenekli Roman romancı Georgi Paruşev 2 yıl önce memleketimizi parasızlıktan terk etmek zorunda kaldı. Bizde kimse Roman’dan akıl istemiyor. Öyle ama Paruşev’in eserini okuyan Norveç Yazarları, 1 milyon Euro teklif edip eseri çeviriye vermişler. Fransız koleji mezunu olan eşi de en prestijli Fransız kolejinde kütüphane şefi atanmış. İkisi de emekli çağında olduklarından dolayı, emekli olmazdan önce üç yıl sigortalı işte çalışanlara aldıkları maaş emekli maaşı ödenir yasasından yararlanmaya karar vermişler. Paruşev’in emekli maaşı 250 leva, eşininki ise 4500 leva olacak. Güle güle harcasınlar. Bu ağıcın dallarına artık “ışık kelebeği” konamaz!!!!! Bizde basılan 200 milyon “insancıl” içerikli eseri okuyanların aklına yeni gelense, Silistre köylerinde tütün yetiştiren Türk köylülerin ürününü sözleşmesiz kapatıp, birkaç parayı elden ödeyerek, üreticilerin sigortalarının ödeyebilmelerine engel olup emekli olmalarına engel olacaklarmış. Bu ne zamana kadar böyle gidecek? Yolun çıkışına birlikte bakalım lütfen. Dilimizde “kanı bozuk” sözü vardır, başımızdakilerin kanından başka zihni, niyeti ve daha bilmem neresi bozuk desek azdır. Bunların tümü ilet. Ve illet başı da saraydakidir. Lütfü Mestan’ın suyu sıkılıp maskesi indirilerek çöpe atılması büyük bir olay oldu. Birkaç kişinin daha zamanının doldu. Bir başkasının gönüllü istifa etmesi, bizim ineğin memesine yapışan fakat memeye çok derin sokulduğu için annemin koparıp ezmeyi başaramayınca “şişer kopar düşer” sözleri geldi aklıma!


244

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu olay öyle bir olay ki, bizlerden bin kişi kendisini ateşe verse durum düzelmez, hanı binimizin kurşunlandığı ve bir tek katilin kılına bile dokunulmadığı gibi bir şey işte. Çünkü hepimiz çok zehirlenmişiz ve bir türlü arınamıyoruz. Baş katile söz söylemeye, ithamda bulunmaya, onu lanetlemeye, kahretmeye dilimiz dönmüyor. Dilimiz kemikleşmiş. Bu çok kötü bir durumdayız. “Türkan Çeşme” toplantısında yumruk kaldıran ve yüksek sesle konuşan köylü kardeşimin ağzında tek diş vardı, birimizin ağzında diş kalmadı, ama “ışık kelebekleri” Türklüğümüzü kuruturken diş kullanmadan iş görüyorlar. Sanki düşman bizden ileri... Şöyle bir durup etrafımıza bakalım. Kravatlılar kravatlarını çıkarsınlar. Ölen kardeşlerimiz kravatlı değildi. Kravatlılar kravatsızları savunduğu ya da her iki grubun da aynı takımdan olduğu görülmemiştir. Üzerimize yağmur veya kar yağmıyor. Sis de düşmüyor. Bizi kökten yakmak için kıvılcım yağıyor. Olayı fark edip yeniden dirilmek zorundayız. İtle yatan bitle kalkar. İtlerden uzak duralım.








Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.