21 YANLIŞ ADAMLA DOĞURU İŞ YAPILMAZ

Page 1

YANLIŞ ADAMLA DOĞURU İŞ YAPILMAZ

2016 Ocak - Şubat Makale ve Analizleri


Yanlış Adamla Doğru İş Yapılamaz

BULTURK BGSAM Yayınları Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi - BGSAM -21 BULTÜRK Genel Başkanı: Rafet ULUTÜRK Basım: Ocak - Şubat - 2016 Koordinatör: Dr. Nedim BİRİNCİ Editör: Raziye ÇAKIR İnternet sorumlusu : Kapak Tasarım: Murat ULUTÜRK Pazarlama Sorumlusu: Hamiyet ÇAKIR Arşiv: İbrahim SOYTÜRK İsteme Tel: 0212 511 63 47 www.bulturk.org; www.bghaber.org; info@bulturk.org İnternet sitesinin yazıları Adres: Yıldırım Mah. Şehit Kamil Balkan cad. No.114/A Bayrampaşa İstanbul Tel: +90 (212) 511 63 47 Belgegeçer: +90 (212) 526 51 98 https://bgsam.org/, https://issuu.com/bulturk, https://bulturk.org.tr/ Baskı : DİNÇ OFSET MATBAACILIK SAN. ve TİC. LTD. ŞTİ. Adres: Davutpaşa Cd. Emintaş San. Sit. No: 103/580-581 Topkapı - İstanbul Tel: 0090 212 493 24 67 TÜRKİYE CUMHURİYETİ YASASI GEREĞİNCE BU ESERİN YAYIN HAKKI BULTÜRK’ten İZİNSİZ KISMEN VEYA TAMAMEN ÇOĞALTILIP YAYINLANAMAZ

Web: www.bghaber.org ; E.Posta: rafetuluturk@yahoo.com


“Bilgi Ordusu, Bizim Ordumuz, Bildiğimizi Öğretmek,Bizim Borcumuz.” Rafet ULUTÜRK

Düşünceler dizisi olan elinizdeki eserin anlamı derin bir uğraşın ancak başlangıcıdır. Bulgaristanlı Türk Müslümanların başına 1970-72, 1984-85’te düşen yıldırımın bir daha düşmemesi için bir uyarı ve ışık niteliğindedir. Saygılarımızla, B U LT Ü R K İ st a n b u l



Önsöz Yerine Yıl 2016 1970-1985 arası üzerimize yıldırım düşmüş gibiydik. Stres geçti mi diye, soranlara cevabımız yoktu. Çünkü acımız anlatılır türden değildi. Ayrıca “Geçmiş olsun!” da uygun bir teselli değildi. Çünkü derin izler kaldı ve hiç bir şey unutulmadı. Tanımak zorundayız. Biz Bulgaristan devleti tarafından seri tuzaklara düşürüldük. “Başa gelen çekilir” özlü sözünü de yanlış algıladık. “Başa gelen tepilir!” anlamını açmamız gerekiyordu. Kimlik değiştirme trajedisinden sonra, bir de “Büyük Göçten” sonra Türklerin Türklerle kaynaşması serüveni yaşandı. 120 bin soydaşımızın geri dönüşü Türk bilincinde buluşma dalgasını kırdı. Neyse yılların geçmesiyle bu da aşıldı ve 1989 Ağustosunda “Kapıkule”den girenlerimizin toplam sayısı, Türkiye’de doğan çocuklar dışında 2015 yılı itibarı ile artık Türkiye’de 710 bin kişiye ulaşmış durumdayız. Biz çok büyük, örgütlü ve bilinçli bir güç haline dönüşeceğiz. En büyük özelliğimiz de ata toprağımızı, atalarımızın mezarlarını asla unutmamış olmamızdır. Bugünde bizim için ata vatanımızdaki en değerli taş, oradaki mezar taşlarımızdır. Biz Bulgaristan’da Bulgar çocukları ile aynı kitapları okuyarak aynı okulları bitirmiş olsak da zıt yetiştik, adına sosyalizm yani sözde insan kardeşliğine ve eşitliğe dayanan bir toplumsal düzende bu çelişkiler, ulus ile etnik azınlıklar arasındaki bağdaşmazlığa (antagonizme) kadar kızıştı. “Soya dönüş” yalanı, totalitarizm yıllarında bizi tamamen köreltebildiklerine inananların icadıydı. Türk iradesinin toplu tutuklamalarla, toplama kamplarında taş kırdırılarak, “Belene” ölüm kodeslerinde ve koğuşlarda kırılamayacağını, sulandırılıp eritilemeyeceğini çok geç anladılar. Biz bugün de yeni bir başlangıçtayız. “Bulgar Etnik Modeli”ni gömmeye, Rus ve Bulgar istihbarat ajanlarını politik yapılanmamızdan atmaya ve gerçek demokrasi ile adaletli topluma açılmaya çalışıyoruz.


6

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu özgürlükçü demokrasi ve Batı medeniyetinde buluşma yoludur. Yazılarımızda işlediğimiz konulardan biri de yeni asırda göçmen kimliğinden sıyrılıp Türk ulusal kimliğiyle kaynaşmadır. Saygılarımızla, Raziye ÇAKIR


Önsöz: Toplumların hayatında yazılı tarih büyük bir öneme sahiptir. Ancak bizde yazılı olmayan tarih, yani nesilden nesile aktarılan tarih vardır. Bu nedenle bazı olaylar zamanla faklı şekilde anlatılmakta veya algılanmaktadır. Gelecek nesillere aktarılacak olan bilgi birikiminin arşivlenmesi, kitap, dergi veya gazete gibi yayın organları aracılığı ile kalıcı hale getirilmesi büyük bir öneme sahiptir. Bu nedenle edindikleri tecrübeleri, yaptıkları çalışmaları toparlamak ve kitaplaştırmak güzel bir çalışmadır. Bunu bireysel olarak yapımaktan öte kurumsal olarak da yapmaları takdire şayan bir davranıştır. BULGARİSTAN TÜRKLERİ KÜLTÜR VE HİZMET DERNEĞİ kısa bir süre önce 2013’te kurulan internet haber sayfası www.bghaber.org sitesindeki yazıları bir araya getirerek yapılan bu çalışmaları kitapçık halinde getirerek bu konuda büyük bir ciddiyet göstermektedir. Derneğin internet haber sayfasında çıkan yazıları ve çalışmalarının yıllıklar halinde kitapçık haline getirerek yer aldığı bu çalışma gelecek kuşaklara aktarılacak ve ışık tutacaktır. Öte yandan dernek büyük bir arşiv de oluşturmuş durumdadır. Dernek faaliyetlerini gerekli ciddiyetle yürüten dernek Başkanı öncülüğünde dernek kurucuları, Yönetim Kurulu ve üyelerinin yaptıkları özverili çalışmalarından dolayı kutluyorum ve başarılarının devamını diliyorum. Mehmet ÇAKIR BULTÜRK Kurucu Üye


8

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Değerli Hemşehrilerim, Bulgaristan’da hepimiz zor günler yaşadık, itildik, ezildik, çiğnendik, hatta gün geldi vurulduk, şehitler verdik. Bu nedenle bizler kendi içimize kapanarak, yaşam mücadelesi vermeye çalıştık. Ancak bu içine dönüklükten kurtulmalıyız ve Türkiye’de yaşadığımıza göre, yasaların bize verdiği tüm haklardan bizlerde yararlanmalıyız. Peki, neden bunu yapamıyoruz? 1877-78 Rus-Türk savaşından sonra Osmanlının Balkanlardan çekilmesiyle birlikte, savaş esnasında işlenen akıl almaz katliamlar nedeni ile atalarımız asırlarca yaşadıkları yerleri terk ederek göç yolunu tutmuşlardır. Geride kalanlar ise Bulgaristandevleti’nin uygulamaya başladığı soy kırım politikalarına karşı direnmiş ve hayatta kalmaya çalışmışlardır. Şimdi ise burada Türkiye’de yaşayanlar oralara yardım edebilmek için, burada ilk önce bir araya gelmek ve bir merkez oluşturmalıyız. Artık bir kurum altında toplanmalı ve birlikte hareket etmeliyiz. Bu birliğe hepimizin ihtiyacı olduğuna inanıyorum. Artık bir birimizi kötülemekten vaz geçmeliyiz, birisi için yanında konuşamayacağımızı başka bir yerde konuşmamalıyız, yani kısaca arkasından konuşmamalıyız. En önemlisi samimi, hoşgörülü ve ahlaklı olmak. Zamanla her şey yerine geleceğine inanıyorum, ama tabi ki bu dava üzerinde kafa yoran, stratejiler üreten ve devamlı bunun üzerinde çalışan olursa. Bizim savaşımız insanlarımızı ahlaklı yetiştirmek olmalı, birlik ve beraberliğe kendi insanlarımızla başlayarak tüm Türk Dünyasına taşmalıyız. Bizler burada Türkiye’de yaşayan Bulgaristanlılar büyük bir kitle haline gelmiş durumdayız. İşte bu nedenle şimdi bu kitleyi yani kendi hemşerilerimizi, bir araya toplayarak bir merkez, bir güç birliği oluşturmalıyız, tabi ki bu bizim doğal tabii hakkımızdır. Bizler de artık toplum gücünü kullanabilmeliyiz. Toplum olarak haklarımızı elde etmek zorundayız ve bu yönde çalışmalıyız. Biz bunu söylerken, önderlerimizi seçerken, başkaları kötüdür demiyoruz.


Makale ve Analizler - 2016

9

Biz bu işi onlardan daha iyi yapabileceğimize, Türkiye Cumhuriyetine ve Türk Dünyasına daha verimli olacağımıza, buralarda bu bölgelerde yaşayan Türklerin daha iyi, daha güvenilir, yaşamalarını sağlayacağımıza inandığımız için, Önderliğe, Yönetime talibiz. Bu arada Bulgaristan’da kalan kardeşlerimizin hepsinin siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel kimliklerini, muhafaza edebilmeleri için mücadele etmeliyiz ve bu konuda gerekeni yapmalı ve gerekli yardımları yapmalı ve yaptırmalıyız. Aramızda Ahlâklı, Adaletli olanları seçmenli ve yüceltmeliyiz. Geçmişi konuşmaktansa, gelecekten söz etmeliyiz, bugünü değil, yarınları görerek hareket etmeliyiz. Aramızdan stratejistlere imkân ve fırsat vermeliyiz ve onları bizler yetiştirmeli yön verebilmeliyizkısa-10 ve uzunvadeli -50 yıllık hedefleri gösterebilmeliyiz. Aramızda kötü niyetli insanları tespit etmeliyiz, bilmeliyiz ki, onların kusurlarından dolayı değil, bu güne kadar yapılması gerekenleri engelledikleri için aramızdan uzaklaştırmalıyız. Bu güne kadar neler yapılmamış, onları araştırmalı, bilmeliyiz ve neler yapılması gerekir onları söylemeliyiz ve bunları bir an önce hayata geçirmeliyiz. Bizler gözyaşları dindirmek için, yaralara mehlem olmak için, her yüke ortak olabilmeliyiz. Gençlerimize, sadece balık pişirmesini değil, balık tutmasını da öğretmeliyiz, insanlarımızı denizlere, okyanuslara açılmalarını sağlamalıyız. Aramızda Tek Lider değil her sokakta, her mahallede bir lider yetiştirmeliyiz, biz dünyayı yönetmek için oğullarımızı yetiştirmeliyiz. Bizim insanlarımız yani Bulgaristan Türkleri şahsi başarıları Türkiye’de belkide en çok olanlardanız. İşte artık bizler toplum olarak haklarımızdan yararlanmasını bilmeliyiz. Her şeyden önce siyasi haklarımızı toplum olarak kullanmalıyız, daha sonra ekonomik ve kültürel haklar onu takip edecektir. Hepimizin gördüğü gibi, tarihte büyük güçler çok defa kötü politikaların kurbanı olmuşlar ve bunlar devam edecektir. Bir toplumun Lideri olmadan hiçbir şey olmaz, bu lideri de toplum çıkarmalıdır. Siyaseti güvenilir, sevimli hale getirmek bizim hedefimiz olmalı, bu gün çok zor, imkânsız olarak görünse de, yarınlara umutla bakabilmeli ve baktırabilmeliyiz. Var olabilmemiz için, var kalabilmemiz için, öncelikle temel hususlarda anlaşma sağlamalıyız. Aramızda bir birimize güveni kaynaştırmalıyız ve samimi olmalıyız.


10

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Her şeyden önce özgüvenimizi kazanmalıyız, birlik ve beraberliği ön planda tutarak insanları insan oldukları için sevip saymalıyız. İçimizde barışı sağlayıp, tek merkezde bir çatı altına toplanmalıyız. Bu çatı da “BULTÜRK Derneği” olmalıdır. Buradan tüm dünyaya sesimizi duyurabiliriz. Balkanlar konusundaki politikalarda etkili olabilmek için yolları aşındırmalıyız. Çünkü gelişmiş ve Bulgaristan’da etkili bir Türkiye Balkanlara tamamen hâkimiyet kurabilecektir. En önemlisi kararlı olalım ve birbirimize samimi, saygılı olmayı ve bir birimizi sevmeyi öğrenmeliyiz. Bizim derdimizi ve problemlerimizi en iyi anlayabilecek zaat bizden olduğunu idrak etmeliyiz. Bulgaristan Türkleri konusunda teşhisi bizler kendimizi yetiştirerek yetki mercileri alarak son noktayı biz koymalıyız, bu güne kadar ki eksikliğimiz budur. Ayrıca Balkanların anahtarı Bulgaristan’da yani Bulgaristan Türklerinden geçtiğini de öğrenmeli ve öğretmeliyiz. Sevgili dava arkadaşlarım. Kendimizde özgüveni, aramızda güveni ve merkezioluşturduktan sonra, kimsenin aramıza nifak tohumları ekmesi mümkün değildir. Bizim için önemli olan, eksiklerimizi bulmaktır. Geçmişi bırakarak artık bizler aydınlanma dönemine bir an önce geçmeliyiz. Halimizi tespit etmek çok kolay, gazete, dergi yayın hayatımız nerede, kaç gazete, tv, radyo bizimle ilgili haber yapıyor.Burada suçlu değil, sebepleri aramalıyız. Gelin bunları tartışalım, niçin bu güne kadar bir Bulgaristan Kültür Merkezi olmamış, bunu şimdi nasıl gerçekleştirilebiliriz, bunlara yönelik çalışmalar toplantılar yapmalıyız. Hedefimiz Türkiye Cumhuriyetini daha güçlü, daha huzurlu ve daha iyi yarınlara götürmek için olmalı. Güçlü bir Türkiye Bulgaristan da yaşayan Türklerede güven ve huzur verecektir, onların daha rahat yaşamalarını hep birlikte sağlayabiliriz. Bunlar zannetiğiniz kadar zor işler değil. Dünyada insanlar bir iş için değil, bir İdeal için hayatını feda ederler. Bunun için güçlü olmak sesini duyurabilmek için öncelikle bir Kurum ve bunun Merkezini oluşturmalıyız. Çünkü Merkezi olmayan hiçbir topluluk bir yerlere gelmesi mümkün değildir. Bu güne kadar konuşmalar tartışmalar yapılmış fakat bir ağıç ekilmemiş işte bu gün bunu yaptık BULTÜRK tüm Bulgaristan Türklerinin biz öncelikle sadece Bulgaristanlıyız.


Makale ve Analizler - 2016

11

Bizler elimizdeki kıt kaynaklarla bir merkez oluşturmaya çalıştık, bunda da muhafak olduk. Bu merkeze ulaşmakta büyük güçlükler ile karşılaştık bu konuda bizlere yardımcı olan emeği geçen herkese teşekkür ediyoruz. Ayrıca bizlere kendi yerini veren Mümin Hocamıza huzurunuzda kendisine tekrar tüm halkımız adına buradan teşekkür ediyoruz. Bundan sonraki hedef de Türkiye’nin her yerine ulaşmak ve bu birlikteliği her yerde tesis etmektir. Bu merkezimizde artık kendimize ait bir kültür merkezimiz oluştu toplantı salonumuz da mevcuttur her 15 günde bir toplanıyoruz. Amacımıza ulaşabilmek için devletin bir şeyler yapmasını beklememeliyiz. Birlikten kuvet doğar Atasözünde olduğu gibi güçlerimizi birleştirerek devlet yönetiminde söz sahibi olmalıyız ve geleceğimize kendimiz yön vermeliyiz. Gençlerimizin devlete girmelerinin yolunu aydınlatmalıyız. Artık bizim de Ankara’da TBMM’de kendi temsilcilerimiz olmalı. Bizler de buralara kendi içimizden birilerini gönderebilmeliyiz. Aramızda birlik ve beraberliğimizi oluşturduğumuz takdirde kendi içimizde samimi olduğumuzda başarıların ard arda geldiğini göreceğiz bunu başaracağımıza eminim. İhtiyacımız olan tek şey kendi içimizde daha adaletli olabilmek. Sevgi ve saygılarımı sunarım, Genel Başkan Rafet ULUTÜRK


12

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Ocak Ayı Yazıları

Büyük Dostluklar Ebedidir

Hüseyin Yıldırım-01.Ocak.2016

Önce, bu uluslararası Türk Dünyası STK’ları bir araya getiren bu organizasyonunda emeği geçenlere teşekkür ediyorum. Sayın Azerbaycanlı konuklar, Değerli STK Başkanları ve yöneticileri, Sayın basın mensupları, Azerbaycan’a sevgi ve takdir, Azerbaycan’ın İlham çırası, 2015’te gönül ateşi binlerce kalbi alevlendirdi, ruhları aydınlattı. 2015’te ebedi Azerbaycan Ateşi bir de, Avrupa Olimpiyatlarında parladı. O an hepimiz daha önce hiçbir zaman gururlanmadığımız kadar gururlandık, gönlümüz övgü ve kıvançla doldu, Türk benliğini, Türk ve İslam dünyasını ve de Yaşlı Kıtayı alabildiğine kucaklayan bu içten dostluk, kardeşlik ve spor dallarında yarışma hevesini bu denli yükseklere kaldıran Azerbaycan halkına, çağdaş Azerbaycan devleti kuran Haydar Aliyev’e, zeki ve bilge önder İlhan Aliyev’e ve ekibine çok büyük bir teşekkür borçluyuz. Biz Bulgaristan Türkleri, 1878’de Osmanlı’dan koparılınca devletsiz kaldık, yeni iktidarlar 1945’lere kadar eski irfan ocaklarımızı tamamen söndürdü. Lise ve yüksekokulları hayallerimizden bile silindiğinde, köy okullarında öğretmenlik yapacak kadromuz bile kalmadığında, karanlığın bu denli zifiri olduğu bir dönemde, ruhumuzda Azerbaycan nuru yandı. Bakü’den gelen BİLGE hocaların, doçent ve profesörlerin öncülüğünde ve yardımıyla Kırcaali, Razgrad, Şumen, Ruse ve Sofya’da pedagoji okulları açıldı. Sofya Üniversitesinde 4 fakülte Türkçe tedrisata başladı. Bulgaristan birden bire aydınlandı. Şumen Dram Tiyatrosu’nda Azerbaycan piyesleri sahnelendi. Bülbül oğlunun şarkıları gönüllere girdi. Gençler Nizami’yi Türkçe ezberlemeye koyuldu. Kızlar – Şirin, oğlanlar ise - Ferhat oldu. Yaşlılarımız dünyaya Fuzuli gözüyle bakmaya başladı. Bulgaristan Türkleri 1953’te birden bire Azerbaycan’a sevdalandı. Daha önce böyle bir aydınlık, böyle bir sıcaklık ve perspektif görmemişlerdi. Bizlerde, yani Bulgaristan’da Azerbaycan çırası böyle yandı. Türk kardeşliğinin sembolü, geçmiş ve geleceğimizi birleştiren ateş oldu.


Makale ve Analizler - 2016

13

Eğer bugün Bulgaristan Türkleri edebiyatından, modern çizgileri olan özgün bir etnik kültürümüzden, Türk kimliğimizin varoluşundan söz edebiliyorsak, bugün çok çok büyük ölçüde 1950’lerde ülkemizde Türklük çırası yakan Azerbaycanlı aydınlara borçluyuz. Kendilerine bugün de teşekkür ederiz. Bu vesileyle, son çeyrek asır çalışmalarıyla Özgün Azerbaycan - Türk kültürünü çağdaş dünya uygarlığına başarıyla dâhil eden, bu bakıma Müslüman dünyasının öncüsü olan, gelenek ve göreneklerimizi yaşatan, emsalsiz Hazar Kültürünü her zamankinden daha fazla koruyan bugünkü Azerbaycan devlet yönetiminin bu başarılarını en içten kutluyorum. Türk tarihini yaşatmak; Türk geleceğini birlikte kurmak ve büyütmek; yeni dünya halkları medeniyetinde renk olmak, hepimiz için kıvançtır. Yine bu anlamda olmak üzere, aydın Türk ve Müslüman yaratma davasına hizmet ederken, 1953’te ülkemize gelip sınıf odalarımıza giren Bakülü, Tovuzlu, Gencel’i öğretmenler halkıma “Öğrenmenin başı olan, sonu olmayan bir uğraşı” olduğunu öğretirken, Türk âleminin de sonsuz bir derya olduğunu, yalnız her sabah pırıl pırıl olan güneşin değil, insanlığa ait tüm bilgilerin ve aydınlığın, medeniyetin, insanlığın ve hoşgörünün, cömertliğin de Doğu’dan doğduğunu ve herkes için var olduğunu bizlere öğrettiler. Biz, Omar Hayyam Hafız, din kurallarına paralel dünyayı çözme ve yönetme yöntemleri olduğunu onlardan öğrendik. Bulgaristan Türkleri öz sanat ve edebiyatlarını onların öğrettiği yazı dilinde ve Latin alfabesiyle kaleme aldık. Öz tarihimizi Türkçe yazdık. Türk olarak örgütlendik, aydınlandık, daha sonraki totaliter yasaklar döneminde, baskılara rağmen, Azerbaycan aydınlarının bizde yaktığı çırayla adalet ararken ayaklandık, asla yılmadık, kimseye el açmadan dirilmeyi başardık. Azerbaycanlı aydınlar bize “muhtaç olduğumuz kudretin damarlarımızda mevcut olduğunu gösterdiler.” Biz onlara inanmıştık, inanıyoruz. Kendilerine buradan bir daha sonsuz teşekkürlerimizi iletiyoruz. Sayın dostlar, bizim Bulgaristan Türkleri bugün de sizlerin ebedi ateşinize ihtiyacımız var. Hem aydınlanma, hem de ısınma bakımından, size gereksinim duyuyoruz.Azerbaycan halkının başka bir tarihsel fonksiyonunuz, öz göreviniz de var ki, onu birlikte gerçekleştirmemiz gerekiyor. Önce halklarımızın birbirini daha yakından tanıyabilme kapısını sonuna kadar açmamız zorunlu oldu. Birbirini tanımayan insanlar birbirine faydalı olamaz. Biz, soydaşlar son 26 yılda Türkiye’yi tanıdık, dünyamız değişti. Daha büyük Türk olduk. Bulgaristan’a Türklük taşıyanlardan birileri olduk - gazetelerimiz, elektronik yayınlarımız, kitaplarımız halkın sıcaklığını kazandı. İyi ve kötü


14

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

günde birlikteyiz, birlikte bayram ediyor, birlikte hayal ediyoruz.Ortak davamızda sanki eksikliklerimiz var. Bulgaristan’da artık Azerbaycan filmi oynatılmıyor. Kardeş Azerbaycan yazarlarının raflardaki yerleri boş... Masallarınızı, öykülerinizi dinlemek istiyor çocuklarımız.... Azerbaycanlı sanatçıların eskiden olduğu gibi şimdi de Radyo efirini ve gönülleri doldurmasını bekliyoruz. Bulgaristan’da son 20 yılda sayın Prof. Dr. Elçin İskenderzade beyin eserlerinden başka Türkçe ve Bulgarca yeni eserlerinizi okuyamadık. Azerbaycan’ı tanıtan rehber kitaplara ihtiyaç duyuyoruz. Bunlar Bulgarca da olabilir.Bu etkinlikleri BULTÜRK aracılıyla gerçekleştirebiliriz. Kapımız Can Azerbaycan’a açıktır. 1950’lerde Şumen dram tiyatrosunda “Ferhat ile Şirin’i” izleyenlerin torunları bugün de aynı piyesi görme arzusuyla yanıp tutuşuyorlar. Tarihi aydınlatan büyük halkların yeni ödevi, yılların yükünü taşımakta zorlanan eski kıta Avrupa şimdi de yeni ışık bekliyor. Beklenen petrol ve doğal gaz ışı ile birlikte manevi nurdur. Bu ödev artık ortak ödevlerimizden biri oldu. Ayrı ayrı yanan ama birleşince yanmayan Hidrojen ve Oksijen’ı parçalayıp yeni enerji kaynakları arayanlara selam olsun, en büyük ateş insanların gönlündeki dostluk ve kardeşlik ateşidir. Ve bu ateşi yaşatan bizleriz. Yeni dönemde Azerbaycan’ın Avrupa kapısı Bulgaristan olabilir. Engin topraklara bir defa bol nur saçan bir halk, halkımız, biz Türkler el ele verip aydınlık, dostluk ve işbirliği çırasını bir daha yakmak zorundayız.

Yemek Geleneklerimiz

Hamiyet Çakır-02.Ocak.2016

Tarhana Tar Boğazımı Yakar, Baklava Börek Gel Beni Kurtar Şimdi tarhana vaktidir. Rahmetli anamın “Hadi çocuklarım davranın, bu sabah işimik’lisini (çökeleksini) yaptım, hadi gelin!” sözleri hep kulağımdadır. Memleketimde yalnız Türk ve Pomak ai-


Makale ve Analizler - 2016

15

lelerin sofra tacıydı tarhanamız. Yazdan başlayıp domates ve kırmızı kamba biberinin en ince kaplı ve olmuşlarından seçip, süt tarhanasıyla sütün, yoğur tarhanası yoğurulacaksa yoğurdun en koyusunu bekletmek. Yerli baharat buketi derleyip harman etmek! Az unlu hamur, ardından bir tavalık anlamında el büyüklüğünde parçalar halinde ve sonra da kurutulurken ufalandıkça ufalayarak, yerel değimle “dere kumu” haline getirene kadar ezilen ve bugün de burunlarımızda yaşayan ekşimsi kokusuyla beyaz bezden torbacıklarda saklanan sabah sofralarının paşası Bulgar ve diğer etniklerden hanımların ne bilgisinden ne de maharetindendi! Bu kamba dediğim öğütülmüş kırmızıbiber değildi. Kırmızının en koyusuna kadar kızarmış, olmuş olmuş da rengi ve tadı dalından düşecek duruma gelmişlerindendi. Domatesler de bugünkü gön kaplılardan değildi. Süzülürken çekirdekleri tülde kalan, tarhana olma sevdasıyla eti de kendiliğinde süzülen cinstendi. Türk kadınından başka hangi bayanın ev kültü sabrında var bir yemeği kıvama getirene kadar 6 ay uğraşmak. Sonra bizim tarhananın yalnız ekşimiklisi değil, tereyağı terbiyelisi, kavurmalısı, lahana turşulusu da adama kaçık kırdırırdı. Şu Fransızcadan dilimize sızmış kültür sözü var ya, bu değim bizim yaşam tarzımızı yansıtmıyor. O ancak, biz Bulgaristanlı Türkler aile yaşamımızdan, baba ocağından koptuktan sonra kendimizi yeni ortamlara yakıştırmaya çalıştığımız bir yaşayış tarzını anlatmaya yarıyor sanki. Şehirli bayanlar övünür ya, ben bu sabah kahvaltı sofrasına yumurtayı 3 dakika bilemedim 5 dakika kaynattım da servis etim diye, işte budur yeni yemek kültürü adıyla sunulan. Dakikalarla, markalarla, standartlarla, hep bir terazide ölçülen ve başka birilerine anlatılandır. 6 Ayda hazır edilen tarhanayı 3 dakikalık yayında anlatabilirsin de tadının kıvamını asla veremezsin. Sonra şu damak tadı denen standart bir şey değildir, her hanede, her fertte farklıdır. Ve günümüzde AVM’lerdeki kuskus gibi, makarna gibi tarhana paketleri satanlar, bizi standartlaştırmak istiyorlar. Bazı yemekler için “lokantalarda sunulması yasaktır” listesi çıksa, insanlık namına korunması ve bozulmaması adına UNESKO korumasına girecek emsalsiz tatlar arasında birinci olabiliriz. O kadar özgün bir mutfağımız olmasa, Lütfü Ahmedov, Naim Süleymanoğulu, Halil Mutlu gibi dünya birincileri bizden nasıl çıkabilirdi. “Can boğazdan gelir!”, “Bir oturuşta bir kuzu yediler helal olsun!” Bunlar ve daha birçok değimler bizim mutfak (kültürümüzün değil) geleneklerimizin içine bol taze tereyağı sürülmüş, üstüne de kekik serpilmiş komatlarımızdır. Benim anlatmak istediğim şu da değildir: Şu gelen sözde demokrasi devletlerarası kültürel değişim kapısı açınca, “Kapıkule”ye yakın olan Dimitrovgrat’tayım, acıkmıştım, arkadaşım, “burada dönerci var,” bir uğrayalım, dedi. Gittik, adam alet edevatını İstanbul’dan getir-


16

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

miş, boruları gaza takmış, dizmiş şişe domuz etlerini, etlen döndükçe şapur şupur akan yağlan alt tavaya doluyor, etrafta tuhaf bir koku. Daha fazla üzerine eğilmek istemiyorum ama şunu da söylemeden geçemeyeceğim “çalma kapma kültür olmaz.” Taklit yemeklerle masa kurulmaz. Bu bakıma Bulgaristan’ın Avrupa Birliği Standartlar Enstitüsünden “işkembe çorbası ve kelle paçası” için “Bulgar Markasıdır Sertifikası” istediğini okuduğumda, “eşime, geleneksel patent elimizden gidiyor, bir işkembe yap da tadını unutmayalım” dedim. Konumuzda bir de baklava var. Bizim insanımız ağız tadında olanın biraz daha tatlı ve daha sulu olmasına gönül vermiş olduğundan, biz Bulgaristanlı Türkler baklava dilimlerini, göz doyumu tam olsun diye olacak, büyükçe eşkenar dörtken şeklinde keseriz. Batının ştrudel tatlıları ile Orient’in diş çatlatan tatlıları arasında bulunan Bulgaristan’da biz Bulgar komşularımıza baklava, revana, saraylı gibi bazı tatlılarımızı öğretirken, birkaç tatlımızı da kendimize saklamayı becerebilmişiz. Bulgarlar bizden baklava ustalığını öğrenirken “bizimki daha tatlı olsun” anlamında, son bezelerin arasına bal döşemeye başlayanlardır. Ballı baklava işini daha da ileri götüren Sırplar ise, bal döşenmiş beze arasına bir de kurutulmuş kara erik (stenley) döşeyerek özgün baklavacılıkta bir adım daha atmıştır. Ben kıskanç biri değilim Bulgarlar ballı baklavaya, Sırplar da ballı ve erikli baklavaya AB patenti alabilirler. Ama tadı onların damaklarını bulmamış çok değişik başka tatlılarımız da yok değil. Siz, sayın okurum, “yağı tatlısı” nedir bilir misin? Bilmezsin ve bilemezsin çünkü Balkan altı Türklerimizin özelidir. Tava dolusu düğünlere taşınmayan bir aile tatlısıdır. Dışarı verilse dedi kodu olur. Öyle bir tatlıdır “yağı tatlısı.” Ben de sırrını vermek istemiyorum. Çok bizim olan tatlılarımızdan biri de “kadıngöbeği tatlısıdır” Mustafa Kemal Paşa bizde askeri ataşe iken bir defasında Uşumnu köylerine misafir olur. Mehmet Efendi adında bir köylü zattın evinde ağırlanırken ikram edilen bu tatlıdan tadar. Yıllar geçer, “Bandırma Vapuru”ndan Samsuna inerken, Erzurum ve Sivas Kongresinde, Çanakale’de, İzmir savaşında, Cumhuriyet kurarken o tat hep damağındadır. Unutamaz ve Çankaya Köşküne yerleştikten sonra bir gün Bulgaristan Başbakanı Radoslavov’a bir mektup yazarak Uşumnu’lu Mehmet Efendi ailesinin evraklarını hazırlayarak özel göç olarak Türkiye’ye uğurlanmasını ricada bulunur. Mehmet Efendi Bursa’ya yerleşir ve önce “göbek tatlısı” derken, adına “şekerpare”, ardından da “Mustafa Kemal Paşa Tatlısı”nı Türkiye halka patentsiz bahşeder ve ulusal kültürümüze katkıda bulunur. Anlatmaya çalıştığım Bulgaristan Türklerinin mutfak geleneklerinden alıntılardır. Tarhana Tar Boğazımı Yakar, Baklava Börek Gel Beni Kurtar, öz geleneklerimizden birini yansıdır. Avrupa kültüründe tatlının yemekten önce ve


Makale ve Analizler - 2016

17

kahve ile birlikte sunuluşundan farklı olarak, bizde baklava ana yemek ardından gelendir. Bir ağız tatlandırıcıdır. Soframızdaki yeri değişmez. Bulgaristan Türkünün ev ortamında ve özgün bir şekilde kışlık hazırlıklarından biri olan tarhanadan, hoşaftan, turşulardan ve nelerden nelerden uzun uzun söz edebiliriz. Bunları hazırlamak bizim yaşayan öz geleneklerimizdir. Özgün mutfak kültürümüzdür. Bir Fransız özelimizi nereden bilsin!? 600 sene beraber yaşamış olsak da Bulgar bugün bile ne tarhanamızın ne kavurmamızın ne de pastırmamızın tadını bilmez. “İşimik” olarak tanıttığım çökeleğin nasıl ve ne kadar kaynatıldığından nasıl kurutulduğundan bihaberdir onlar. Her an karşımızda olan ekrandan soğan patates yığınları arasında bir şeyler, bir şeyler anlatmaya çalışanları izliyoruz. Şu paketten şu, bu paketten de bu giriyor tencerelere, kaynatıp pişirilenler bizim damak tadımıza uyar mı, uymaz mı bilemediğimizdendir, derisi yüzülmemiş domuz kültürüne dayanan mutfak kültürü var ekranda, bu da başka bir baş belası kuşkusuz. Bu işler biraz da böyle işte, Kırcaali’de ana yurdunda çocuklarımıza domuz eti verilmesin derken, olayın özümüze hitap edildiğine, damak tadımızın değiştirilmek istendiğine tepkiliyiz. Damak tadının, mutfak geleneklerinin ve kültürünün insanın etnik mimliğindeki özgün yanları oluşturduğuna inanıyorum. Biz Ahmet Doğan üzerinden Bulgaristan etnik azınlıklarına dayatılan “Bulgar Etnik Modeli”nin özünde henüz giremedikleri mutfağımızın hedef olduğuna, yemek kültürümüzü oluşturan geleneklerimizin allak bullak edilmesi de bulunduğuna kesin inanıyorum. İyi oldu da şu “Bulgar Etnik Modeli” salatasını çöpe atabildik. Bir de şu var. Bulgaristan’da da TV programlarında saatlerce tavuk, hindi, örnek ve bıldırcın derilerinin kan pıhtılaşması (holestorol) yaptığı anlatılıyor. Bir karış deri altı yağı olan domuzların bu işin neresinde olduğuna göz atan yok, boş yere konuş babam konuş. Bu işler öyle bir şey ki, mutfağımız özellimizdir. Tarhana yoğururken sabır sınavı veren ve bu işin zorlukları karşısında gözünü budaktan asla esirgemeyen analarımızın aziz hatırasına saygımız var. Kapalı kavanozdan komposto içme ile ekranda yemek hazırlamanın kültür oluşturdu konusunda sorularım var. Biz Türkler dünyaya pastırmayı tanıtırken, at eyeri altına serilmiş etlerin at koşarken ısırt teriyle tuzlandıkça terbiyelendiğini söylemediğimizden, işi sırrı bizde kalmış. Şu kültür ve uygarlık işlerine bir de kültür katları ya da uygarlık devreleri gibi kavramlar getirenlerin kurnazlığı hala sırıtıyor. Örneğin adı “gulâş” olan ve Osmanlıcada asker aşı anlamına gelen bir yemek nasıl olur da AB’de Macar sertifikalı olur? Mutfak geleneğimizin olmazsa olmazı olan “sarma ve dolmalar” nasıl oluyor da başka bir halkın markalı mutfak tacı olur. Bu gibi sorular hepimizi ilgilendirdiğine inanırken, başka halkların edinimlerine saygımız sonsuz-


18

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

dur. Tüm yemek çeşitlerinin tüm halkların ortak kültür hazinesini oluşturması yolu da uzundur. Fransız mutfağından “bonfile”, Alman mutfağından “Kalbstek” tadı damağımda olanlar arasında olduğunu itiraf ederken, yıllar sonra alıştığım ve çok sevdiğim süzme mercimek çorbasının, Türk olmamıza rağmen, biz Bulgaristanlı Türklerin soframızda olmadığını hatta bizde bilinmediğini üzülerek itiraf ediyorum. Mutfak kültürü olayını başka bir açıdan da ele alırken, dünya insanlarının tek mutfaktan beslenebileceğini düşünmüyorum. Dünya mutfak kültürünü üniversal yemek çeşitleri standardına sıkıştırmanın mümkün olacağına da inanmıyorum. 5 yıldız ve 6 yıldız otel mutfaklarındaki zorunlu standardın her kes için uygulanabileceğini de düşünmüyorum. Ama kafamdaki dünya sofrasıdır. Hallihamur olmak değil yani bir şeylerin içinde eriyip gitmek asla değildir. Tarhanamızın sırrının bizde kalması, başkalarına tanıtamamış olmamız, bizim dünya yemek kültürü içinde yetersizlikten eriyip kaybolmamız anlamına gelmemelidir. “Sofra” sözü bizimdir. Hiçbir mutfak kültüründe olmayan - “Soframızda aç kalkılmaz” da bizimdir. Yıllardan beri misafir ettiğimiz 3 milyon Suriyeli “sofra bereketimizi” arttırmıştır. Gönlüğümüzde hakim olan “dünyanın nimetleri dünya yeter” inancıdır. Analarımızın, ev hanımlarımızın, eşlerimizin, bacılarımızın mutfak yaratıcılığı toprağımızın bereketi gibi sonsuzdur. Bu anlamda soframıza gelen yemek çeşitlerimiz de bitimsizdir. Yemek tariflerimiz de çalmakla bitmez, yemek türlerimiz başkalarınca öğrenildikçe soframız büyür. “Tarananın tadımlığı olmaz, al kışlık edersin!” değimi Bulgaristanlı Türk ailesinin öz aynasıdır. Cömertliğimizin boyutudur. Verdiğimizi gönülden verdiğimiz için yemek kültürümüzde “göz hakkı” dikkate alınmaz. Mesela tarhana tavasına “Bismillah” deyim kaşığı ilk daldıran dede hakkıysa, ardından gelen hoşaf tasını ilk kafaya kaldırmak en küçüğün hakkıdır. Lazların hamsı sofrasında sıra hakkı nasıldır bilmem, kültür düzeyi olarak nasıl anlatılmıştır onu da bilemem, fakat bizdeki gelenek renkleri çeşitliliğinde görünenlerden bazıları bunlardır. Memleketimin mutfak kültürü çayırlarımız gibi ekmeden yeşerir, çayırın kerameti kökündeyse, aile geleneklerimizin kalesi olan mutfağımız da Türklüğümüzün yaşattıkça yaşayandır.


Makale ve Analizler - 2016

19

Kuklaların İpleri Aynı Elde

Musa Vatansever-02.Ocak.2016

Konu: Şeytanla kabak ekenin kabak başına patlar. Yeni yılınız kutlu olsun. Yıl boyu beraber olmak dileklerimle başlama için uygun gördüğüm ilkyazımla hepinizi selamlıyorum. Kafamdaki fikri açabilmem için “Şeytanla kabak ekenin kabak başına başlar” başlığını en uygun buldum. Bundan 26 yıl önce, Ocak ayının 4’ünde, Varna semtlerinin birinde toplanan ve Halk ve Özgürlük Hareketimizi kuranların arasına şeytanın kabak ektiği ve kabak büyükçe kafamıza balyoz gibi vurdu, diyerek başlıyorum. Ben yazdıkça siz kökenin uzunluğunu ve kabağın iriliğini hayal edebileceksiniz. Ve “vay be’” diyeceksiniz. Bizimle uğraşan şeytan, öylesinden kötü ruhlu, biraz da kurnaz bir kimse olmaktan maada doğrudan vampirlerin en vampiridir. Vampirse insan ve toplum kanı emerek yaşayan en kötü varlıktır. 26 yılda Bulgaristan’da yaşayan Türklerin, Pomakların ve Çingenelerin canına yapışan, iliğini söken, sömüren ve hepimizi güçsüz hale getirip yok etmeye çalışan yaratıktır bizim vampir. Aramıza “sizin derdiniz, benim derdim” sözleriyle sızsa da, o eski ve yeni düşmanlarımızın eli ayağı, gözü kulağıdır. İşi gücü bize kötülük yapmaktır. İşite 23 Aralıkta partiyi böldü. “Türkan Çeşme” kitle mitingine Türkiye Cumhuriyeti Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı’nın katılmasını engellemek için yapmadığını bırakmadı. Bütün düşmanlarımızı ayaklandırdı. Bulgar basını bir günde bizim için bu kadar uzun ve çok yazmamıştı. BULTÜRK - Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği’nin anma törenine gönderdiği çelengin boyu görünce iyice vampirleşti. Anlaşılan geçen yüzyıl verdiğimiz direnişlerle vampir şeytanı dürtmüşüz, 21’ci asırda da ağızından köpük akıyor. Davamız yüzde yüz haklı olduğundan olacak, bize biraz “nazar değmiş” olabilir ki, niyetlerimizi anlatırken “şeytan kulağına kurşun” diyorum. Bu işler böyle olmasaydı HÖH partimiz kurulurken kurucu heyetin içinde kendini belli ettirmeyen ama daha sonra vampirleştikçe vampirleşen Ahmet Doğan şeytanı bit gibi ezip çiğnemek isteyenler artık bir Halk Ordusu oldular. Bizim şeytan doğuştan mı şeytandı, yoksa onun Bulgaristan Türklerinin başına şeytan kesileceğini sezen babasının zulmünü çekerken çevik ve becerikli olabildi


20

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

bilinmiyor. Genç yaşta iplerini ele geçiren ve çektikçe çeken gizli polisler onu gönlünce giydirip kuşatarak şeytan tüyü düzdürmüşler. Git gide onu şeytanın art ayağı olarak aramıza sokarken başımıza püskül etmeyi de başarmışlar. Hapishanelerde de aramıza saldılar. Her zaman her yerde şeytanin peşindekiler iplerini çektiler. O, Bulgaristan Türkleri toplumuna şeytanminaresi kurdu. Ve kendini içine imam tayin ettirdi. Aslında bir şeytantırnağı olan yani öz suyumuzdan olmayan bu zatın kesilip atılması gerekiyordu da şu kör olası göç yok mu! Doğan’ın bir şeytan iken git gide vampirleşmesi da başlı başına bir şeytan işidir. Onun şeytanlığının özünde vampirleşip Bulgaristan Türk, Pomak ve Çingenelerinin kanının emilmesi ve istendiği vardı. Onun yaptıklarının bir adı da hainlikti. İplerini çeken Moskof başçavuşuna hizmet ediyordu. Kan emici doymak bilmez bir yaratıktır. Şişip şişip düşer diye bekleyenler de aldandı. Oktay Yeni Mehmetov keneyi kürsüden kopardı ve yere attı ama tamamen ezemedi. Şu da var, bir Moskof vampiri, sömürdüğü insanları ve toplumu hasta yatağına düşürdüğünü fak etmek ve bilmek istemez. Bizim kanımızı emen ise vampirler vampiri yani Baş Kan Emicidir. O, kendine öz ödev olarak benimsediği Bulgaristan Türklerinin ruhunu kurutma işine 4 Ocak 1990’da başlamadı. Hafiyelik, gammazcılık, ispiyonculuk ve ajanlık efsanesi 1974’e kadar uzanır. Onun hainliğinin romanı polis dosyalarında 10 cilt olarak yazıldı. Bu dosyaların toplu adı “Ajan Doğan”, “İspiyon Ahmet” ve birçok takma isimden biri değil halkımızın belleğinde Vampir Doğan’dır. 138 yıllık tarihimizde bu adı bu şekil hiçbir Bulgaristanlı Türk ve Müslüman hak etmemiştir. Aslında gizli polis DS ile Rus dış istihbaratı KGB’ye çalışan vampir hainin maskesinin düşürülmesine tepki gelmesi beklenirken, gelmemesine de şaşan olmadı. Eli kolu ve kan arayan burnuna bir şey olmadan adına “saray” denen bir eve kapadılar. Bulgar’ın da bazen merhameti dile geliyor desem, bilmem inanır mısınız? Fakat 26 yılda hep aynı görevde bulunan bir ajana “üstün hizmet” madalyası verip emekli etseler haktır desek de, öyle olmadı. HÖH partisi kurucularının hepsinin kanını son damlarına kadar emdi. Hepsini siyaset çöplüğü kuyusuna gömdü. Ne ki, önemli iş bununla da bitmedi. “Fahri” başkan oldu ve durumu koklamaya devam etti. Vampir Doğan’ın iplerini bir kukla ipi gibi çeyrek asır çekilirken o bir ana kukla rolü aldı. Elma elmaya baka baka kızardığı gibi, HÖH - DPS yönetimi de onu örnek aldı ve o da vampirleşti. Örneğin, bir paçavra gibi sıkılıp atılan Genel Başkan Lütfü Mestan yalnız üç yılda “Uikent” haftalık yayınının delillerle kanıtlayarak yazdığına göre 50 milyon leva çalmıştır. Mestan’ın Genel Başkan Yardımcısı Biserov’un kaç para çaldığını Bulgar Baş Savcılığı tespit edemedi, çünkü çaldıklarını Lichtenstein Of Şor Banka hesaplarında toplamış. Mektup


Makale ve Analizler - 2016

21

geldi “olmaz kaç parası olduğunu söyleyemeyiz” dediler. Milletvekillerinden “Daniel Peevski Bulgaristan’ın en zenginlerinden biridir,” diyorlar. Paralarını saymaya vakti olmayan başkaları da var da vampir onlara henüz dokunmuyor, sıra bekletiyor. Bizim vampir bir de yavru doğurdu. İşte biz bugünkü Yılbaşı yazımızda 21’inci yüzyılın başlarında Bulgar siyaset sahnesine Başvampir Ahmet Doğan’ın mali desteği ve ensesinde politik sahneye taşıdığı Ataka partisinin mali ve manevi anasıdır. Anasına bak kızını al misali, Ataka Vampirini analiz ederek, doğuranı daha yakından görmeye çalışacağız. Bulgar basını Ataka partisini kuranlara “yarı cahil aşırı uç” (marjinaller) diyor. “Faşizan parti” diyen de var. Bu parti aşırı sol ve aşırı sağdan oy alıyor. Toplumun sürekli yoksullaşması ve soyulması ülkede aşırı uç lümpen kitle oluşturdu. Vurgulanması gereken bir özellik de “Ataka” doğunca sosyal-milliyetçi sloganla saldırıya geçirilen kitle aslında bir “faşizan-kurt-sürüsüdür.” Bu cümleyi de Bulgar basınından aldım Faşist partiyi kurduran kimdi? “Ataka” partisi, 2014’ten beri yazdığımız üzere, şeytan-vampir-hain Ahmet Doğan eliyle Multigrup ofisinde Volen Siderov’a bir faşist parti kur diye verilen 1 milyon 600 bin leva ile tescil edildi. Multigrup, Bulgaristan Halk Cumhuriyeti’nde Türklere, Pomaklara, Çingenelere ve Bulgar demokratlara karşı uygulanan zulüm suçlularını, işlenen katliamları eşeletmemek için kurulmuştur. Bir Holding olması ilgilenenlerin gözüne kül atmak içindi. Katillerin sorgulanmaması, cezalandırılmalarına yol verilmemesi için Moskova’nın önerisiyle kurulmuştu. “İstasyon Şefi” Ahmet Doğan bu işi örgütleyendi. Bu iş için para veren ise KGB oldu. Ajanlarının yakalanmasından, ajan ağının çözülmesinden korkuyordu. Varna’da HÖH kurulurken örgüte gizli polis tarafından yerleştirilen ve başkan seçilen Ahmet Doğan’a ödevleri önceden verilmişti. Bu faşist parti, Bulgaristan etnik azınlık topluluklarının devamlı korku içinde yaşatmak ve sürekli horlamak için kurulmuştu. Ama bir adamın kendi kendini korkutması mümkün olmadığından, Türklerin öz partimiz dediği HÖH tarafından dehşet içinde tutulmaları da mantıksızdı ve bu nedenle “Ataka” partisini kurmak gerekmişti. Bu işin ipleri de dışardan çekilmişti. Ataka’ya kim katıldı? Sosyolojik araştırma sonuçlarına göre, faşizan partiye girenler, deli hastanesinden kaçanlar, kendi cinsiyetinden bir kimseye karşı meyil duyanlar, hiçbir baltaya sap olamamış olanlar, doğuştan aptallar, cinsiyeti bozuklar, siyasi şaşkınlardı. Halk Mahkemesinin yasaklanmasından ve Kostov - Stoyanov idaresinden ve Çar


22

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

II. Semyon’un 50 yıl sonra gelip memleket ormanlarının yarısını kesmesip satmasından sonra faşizan seviyesizlerin de iktidardan pay istemesi doğaldı. Aşırı solcuların yerini aşırı sağcılar aldı. Bu yer değişimi de yeni asrın başında oldu. Bizde faşizm talikasına ilk binen sol sıra dışılar kısa sürede arabadan düştü. Boşalan yerlere aşırı sağcılar bindi. Söylevlerinde “yurtsever fikir yaymak” vardı. Bunların arasında casusluk işleri döküntüsü L. Gotsev ile Burgas kablo TV sahibi Valeri Simov başa geçti. 1990’dan son faşist koro repertuarıyla Türkleri ve Çingeneleri dövme, ezme, kovma şarkıları geldi. Anayasada milliyetçilik, etnik, dini ve başka düşmanlık propagandası yapanların hemen hapsedilmesi öngörse de, savcılık hep görmezden geldi. Ataka adı nereden alındı? Alman faşizmin propaganda şefi Goebels, 1927’de Ataka (Angrif) /Saldırı/ isminde bir faşist gazete çıkarmıştır. Birkaç yıllar sonra Bulgar Naziler de bu isimler gazete basmaya başladılar. Nürnberg Mahkemesi bu faşist yayınların tümünü yasakladı. Bulgar yeni Nazi uzantılarının hortlayışı “saldırı” sözüyle başladı. Kendine, “HÖH lideriyim” deyip, sosyal süpürge kırıntılarına para verip Türklere karşı kışkırtılarda kullanmak üzere faşist parti kurdurması ne kadar zavallı bir tutum!? Bulgaristan, Balkanlar ve Avrupa için olağanüstü önemli bir dönemde ülkemizde etnik gerginlik kışkırtmak, etnik toplulukların gücünü göstermelerini engellemek, yargı değerlerini ve kavramların anlamını değiştirerek “faşist partiyi”, “yurtsever” olarak dayatmaya başladılar. Çingeneleri toplayıp “hepinizden sabun yapacağız” dediler. Böylece faşistlerle yurtseverler birbirine karışırken Bulgaristan’ın gerçek yurtsever muhalefeti de lekelenmiş oldu. İşte bu işin ardında da bizim şeytan-vampir-hain vardı. İplerini çekenlerse çok uzaktaydı. Yıllarca göremedik. Faşizmin Bulgaristan siyasi arenasına git gide kök salması ve bu işin bizim partimiz olarak bildiğimiz HÖH liderleri tarafından kurdurulmuş olması hem bize hem de bütün memleketimize büyük zararlar verdi. Gözden düşmeye başladık. Bulgaristan’ın sosyal ve ekonomik olarak dirilişini üstlenip gerçekleştirebilecek, aynı zamanda Avrupa sol güçlerine yakın konumda olan bir siyasi güç arandığı ve aranmaya devam ettiği ortadadır. Burada işaret etmek istediğim, sahtekârların değişik etkinliklerle ortaya çıkmasıdır. Aldatıcı etkinlikler yürütmeleridir. Sudan sebepleri saldırı hedefi için kullanmaları, Müslüman mirasımız lehinde mahkeme kararlarını uygulatmamak için hareketlenmeleri, seçim kaybettiklerinde dünyanın altını üstüne getirmeleri dikkate çekmiştir. Türkiye devlet, hükümet ve parti heyetlerinin memleketimizi ziyaretleri sırasında devamlı protesto mitingi toplamaları, olmayan işleri olmuş gibi göstermeleri, Türklerden,


Makale ve Analizler - 2016

23

Türkiye ve İslam dininden gelebilecek büyük tehlikelerden söz etmeleri ve halkı huzursuz etmeleri dikkati çekiyor. Ataka’cıların üç ana ödevi var Birinci olarak, bu güçler ilk önce sosyal-yurtsever muhalefetin oluşmasını engelliyor. Kendilerini gerçek yurtseverler olarak kabul ettirmeye çalışıyorlar. Bu işte ipleri çekenler, gerçek sosyal ve yurtsever güçleri başarısız ve geleceksiz olarak gösterebiliyorlar. İkinci olarak. Faşizanlar, yabancı, sığınmacı, Türk ve Müslüman düşmanlığı körüklüyorlar. Ataka’nın Sofya Banya Başı Camiine saldırısı unutulamaz. Gerçek demokratik muhalefete karşı saldırıda bulunulmaya her gün yeni vesile aranıyor. AB ve NATO aleyhinde propaganda yapıyorlar. Türk ve Türkiye düşmanlığı gündemden inmiyor. Bulgaristan etnik azınlıklarını Putin’in saldırı ve ayır buyur siyasetinde yem etmeye çalışıyorlar. Büyük hedeflerinden biri HÖH partisini ve sivil toplum örgütlerimizi kapatmaktır. Türkiye ile Bulgaristan arasındaki işbirliğinde tehlike gördüklerini de gizlemiyorlar. Üçüncü olarak, meclis içinde ve dışında oligarşiye karşı sosyal-yurtsever muhalefet kurulması fikrini yok etmeye çalışıyorlar. Son yıllarda HÖH partisini devlet bünyesinden, makamlarından, siyasi yaşamdan uzaklaştırma yolunda başarılı oldukları söylenebilir. HÖH partisinin iktidar ortağı olması ve ötekileştirilmesi bir yere kadar başarılı olmuştur. İpleri çekenlerin Bulgaristan’da uyguladığı yeni bir taktik ve strateji değildir. Farklı olan 1990’a kadar Türkler ve Müslümanlar memleketimizden kovulurken, şimdi onlara dayanılarak ülkenin sosyal ve siyasi hayatı karıştırılıyor. Bu arada, Batı Avrupa’da da aşırı sağcı faşistler yönetici oligarşi tarafından uzun zamandan beri bu iğren işlerde kullanılıyor. Kuşkusuz Avrupa’nın başka bir ülkesinde Bulgar “Ataka” faşistleri örneğini bulabilmek zordur. Düşmanlık ve ilgisizlik kışkırtmada, dazlak kafaların Batıda yapamadığı kalpazanlıkta bizimkiler başarı oldular. HÖH liderleri Ataka kışkırtmalarını bir defa kınamadı. Bu nedenledir ki, “milliyetçilik” ile “yurtseverlik” birbirine karıştırıldığından dolayı, Bulgaristan’da gerçek yurtseverlik propagandası başlatılamadı. Yerine milliyetçilik ve ırkçılık dilden düşmüyor. Meclis kürsüsünde tatlandırılıp ballandırılıyor. Toplumsal güçler parçalanıp birbirine karşı kışkırtılıyor. Pohpohlanan faşizm ve Nazicilik büyük sermayenin dikta rejimi kurmasına yol aralarken, farklı düşünenleri ötekileştirerek halk direnişlerini gemlemekten başka bir şeye yaramıyor. Nazicilik azınlıkların, emekçi halkın baskı altına alınması ideolojisidir.


24

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Nazicilik, hasta bir ideoloji olarak, düşmanlık yayarken, sosyal adalet ilkelerini rafa kaldırıyor. Toplumun üst ve alt tabakaya, Bulgar ve ötekilere, ikiye, beşe ona bölünüyor. Başsavcılık olaylara hep seyirci kalırken, meclisteki HÖH milletvekilleri de zamanlarını öğle ve akşam yemeği beklerken boşa geçiriyorlar. Nazicilik, ülkemizdeki iyi niyetli, hoşgörülü insanların ötekileştirilmesini de içerirken, vampir – hain Ahmet Doğan’ın 10 bir aydınımızı memleketimizi terk etmeye zorlaması da kötülükler zincirinde bir halkadır. HÖH partisi gençlerin yüksekokullarda okuma yolunu açmazken, kendi kuyusunu da kazmak ve etnik halk topluluğumuzu yakın gelecekte lidersiz ve kadrosuz bırakmayı hedefliyor. Bizim hedeflediğim yurtseverlik “memleket sevgisi” ve “benim” anlamındadır. “Bu memleket benim”, “Bu vatan benim”, “Bu benim köyüm”. Bunu söyleyebilmemiz için HÖH partisine ihtiyacımız yoktur. Biz memleketimizi, dede toprağımızı vampir hainler aramıza sızmazdan önce de seviyorduk. Bunun için politik deklarasyon yapmak da gerekmez. Yurtseverlik bireyleri, azınlığı, etnik topluluğu birbirine kenetleyen, ulusal bütünlüğü oluşturandır. İşte bu anlamda etnik olan, taşıdığı özelliklere saygı gösterildiği halde, tüm halkın birlikte var oluşunda, genel olandan daha büyük önem taşımaz. Önemle belirtiyorum, Ataka’cılar tipi çağdaş milliyetçiler Bulgaristan’da yurtsever fikrin kan emicileri olarak ortadadır. HÖH’li vampirlerle aynı çizgidedirler. Sorulması gereken soru şudur: Tımarhanede olması gereken kan emicileri meclise toplayıp hortlatan, iplerini çeken kimdir? Onların parlamentoda bulunması yasama mantığını köreltmeye yönelik bir saldırıdır. Bu ayak oyunlarından dolayı 1990’dan beri totaliter toplumun hukuksal dayanakları olan yasa maddeleri, şıklar anayasadan ve yasalardan çıkarılamadı, değiştirilmiyor. Hukuk sistemimiz felce uğratıldı. Hukuk düzeni soluk alamıyor. Adalet Bakanı Hristo İvanov’un istifası olanaksızlığa son kanıttır. Duygu sömürüsü yapılıyor. Belki de, faşizan zihniyet memleketimizde de bir “turuncu” devrim yapmaya hazırlanıyor. Belki de bizde de “Bütün İktidar vampir-hainlere!” sloganını kaldırılacak. 1980’li yıllarda olduğu gibi Türkleri, Pomakları ve Çingene azınlıkları yeniden ve bu defa eşek sudan gelene kadar ezmek isteyecekler. Doğan’ın seyretmek istediği bu değil mi? İpleri Çekenler bunu da istemiş olabilirler. Şunu iyi bilelim, yurtseverlik idesi, memleket sevgisi, özü bakımından anti-faşist bir fikirdir. İşte bu noktada vampirler, atakacılar duygu sömürüsü yapıyorlar. İnsanoğlunun tüm yalanlara, tüm dolandırıcılığa, tüm talana ve sahtekârlıklara karşı, sosyal adalet bağlılığının, ulusal bağımsızlığın en doğal tepki kaynağıdır ger-


Makale ve Analizler - 2016

25

çek yurtseverlik. Bu bakıma, vampir-hain Doğan’ın kana susamış saldırgan Putin ağızıyla konuşarak, halkımızın yeni uygarlığa, Avrupa ve Atlantik dünyasına açılmasını engellemek istemesi herkesi ürküttü. Sıradan vatandaşlar olacak olandan korktu. Hiç birimiz Ruslara köle olmak istemiyoruz. Doğan’ın ajanlığını lanetliyoruz. Onların düşündüklerine fırsat vermemeliyiz, olamaz ve olmamalıdır. Kırım örneği ortadadır. Çeçen memleketinde kan gölü kurumamıştır. Doğan’a bizim adımıza konuşma hakkı asla ve asla tanınmamalıdır, bizi bundan böyle aldatamazlar! Bulgaristan Türkleri olarak, bizim ulusal bütünlüğümüzü parçalamayı hedefleyen siyaseti lanetliyoruz. Biz hiçbir zaman Rusçu değildik ve olamayız. Yalancıları, sahtekârları, şeytanlık yapanları, 26 yıldan beri umudumuzu emen vampirleri ve ipleri kaç yerden çekildiği belli olmayan hainleri mutlaka yeneceğimize inanalım, zaferin bizim olacağını her an bililim ve zafere inanıyoruz. Bu mücadele alanı geniştir, anavatan sevgimizden, Avrupa Birliğine, Atlantizm ilkesine bağlılığımızdan güç alalım, üstün geleceğimize inanalım. Şeytanların ve yarattıkları milliyetçi vampir Ataka’cılar ve sözde Yurtsever Cepheciler (PF) çok yakında “bu halk aptal, bizi hak etmiyor” diyeceklerdir. Onlara yani vampirlere, şeytanlara ve hainlere “Zamanı geldi vazgeçin bu boş işlerden, vatandaşları rahata bırakın!” desek, bilmem sözümüze kulak verecek var mı aralarındAhmet Doğan şeytanı 17 Aralıkta yaptı yapacağını ve bayram ediyor gönlünce... Bir halk topluluğu olarak ileri gidebilmemiz, toparlanabilmemiz için faşist kopillerinden, kışkırtıcı ajanlardan, ruhsuz sürüngenlerden, halkımızın kanını emen vampirlerden, saray kurtlarından, ipleri Moskova’dan çekilen kuklalardan, Ahmet Doğanlardan, Delyan Peevskilerden, Volen Siderovlardan ve Valeri Simyonovlardan mutlaka ve ne pahasına olursa olsun daha 2016’da kurtulup arınmalıyız. En güçlü mücadele aracımız yine bilinçli ve örgütlü hareket etmemiz, seçimlerde oyumuzu kendi adaylarımıza vermemiz olacaktır. Seçim sandıklarında onların izini kurutmalıyız. Rus ajanları Rusya’ya gitsin diyorum. Bu çağrıma Lütfen siz de katılınız.


26

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Yengeç ve Kurbağa

Dr. Mustafa Kahraman-03.Ocak.2016

Konu: Bombalar barışı öldüremez. Ben de hepinizin yeni yılını kutluyorum. Sağlıklı ve zinde olmanızı diliyorum. Sağlığın yarısı gülmek yarısı da düşünmek olduğunu varsayarak, sizi 2016 kıyısından olayları bir hikâyecik üzerinden irdelemeyip karşılaştırarak analiz etmeye ve belirli fikirlere uzanmaya ediyorum. Geçen yıl bu yolda bir hayli ilerledik. Bizim için en önemli olay 1990’da aldatılmış olmasıydı. Bu gerçeğin köküne indik ve yalanın kara kutusunu çıkarabildik. Bilirsiniz sırlar hep kara kuru içindedir. Uçak düşer ve kara kutuyu bulan sırlara ulaşır. Bu sene de amacımız bakış açımızı değiştirirken yenilemek, dünyaya farklı ama daha gerçekçi bir pencereden algılamaktır. Bu yazımla özellikle Rusya lideri Vladimir Putin ve memleketimizdeki halk topluluğumuzun lideri olarak geçinen Ahmet Doğan hakkında bakış açımızı (fikirlerimizi) bir daha değerlendirmeye çalışacağız.Bizim en sık başvurduğumuz benzetişli düşünmektir. Karşılaştırma yönteminden bu defada yararlanacağız. Önce karşılaştırma temelimiz olacak anekdotumuz: Yengeç ile Kurbağa Irmak kenarındaki yengeç, suyu geçmek ister ama kendinde bu gücü bulamaz. Biraz ötedeki kurbağaya, “Kurbağa kardeş karşı yakada işim var, beni sırtına alıp geçirsene” der. Yengecin kendisine iğlik yapanı sokup öldürdüğünü bilen kurbağa, “Olmaz, sen beni sokarsın!” cevabını verir. “Seni sokarsam kendim de ölürüm” olur yengecin cevabı ve bu kurbağaya mantıklı gelir. Irmağın tam ortasında yengeç kurbağayı sokar. Can çekişen kurbağa: “Yaptığında mantık yok! Kendin de öleceksin, yaptığın tam bir mantıksızlık” der. Yengecin cevabı şu olur: “Biliyorum ama hiçbir şey yapabilecek durumda değildim, doğam böyle.” Öykü, mantığa dayanarak yengece güvenilmemesi gerektiğini öğretir. Bu insanların birbirine asla güvenmemesi anlamına gelmez, yengeç doğalı olanlara güvenmememiz anlamına gelir.


Makale ve Analizler - 2016

27

İlk kanıtımız Türkiye’mizden. 21.yüzyıla 3 ay kala Rusya Başkanı Boris Elsin görevini Vladimir Putin’e devretti. O dönem OPEK ham petrolün varil fiyatını 9,36 US Dolara düşürmüştü. Bütçe gelirlerinin % 50’sini akaryakıt dış satımından karşılayan Rusya’nın ekonomik sıkıntısı büyüktü. AK Parti’nin iktidar olmasıyla Türkiye ile ticari ve ekonomik işbirliğine öncelik veren Moskova 7 yıl gibi kısa bir sürede komünizm sonrası Rus iktidarlarının hayal bile edemediği döviz birikimi yapabildi. Sanki fakirliği biraz silkebildi. 5 Milyon Rus turist sahillerimize gelirken, Türk inşaat şirketleri de Moskova’ya Avrupa’nın en yüksek binasını dikecek kadar büyük işler yaptı. Avrupa Birliği’nde (AB) diğer üye devletlerin haklarını yememe (difersifikation) siyasetine takılan “Güney Akım” gaz boru hattı Bulgaristan’dan geçirilemeyince “Türk Akım” olarak Türkiye’ye kaydı. “Belene” Atom Elektik Santrali projesi için Sang Petersburg’ta üretilen fakat Bulgaristan’ın NATO ve AB Üyeliği’nden sonra Rus-Bulgar ilişkileri limoni olunca elde kalan 2 adet atom reaktörünü de “Akçay” AES için uygun bulundu. Bütün bunlar olurken, Moskova biraz Ankara’nın sırtına biniyor ve sanki Ankara’nın bağımsızlık, egemenlik, toprak bütünlüğü gibi ilkeleri rafa kaldırdığını düşünmeye başlamış olacak ki, tırmanan saldırgan tutum sergilemeye başladı. Hele Suriye’ye asker çıkarmasından sonra ileri derece küstah hareketlerde bulunarak hava sahamızı ihlal etmeye başladı. Devletimize karşı aşırı saldırganlığa “SU-24” askeri uçağını düşürmemiz bir “DUR!” oldu. Fıkramızdaki yengeç gibi hareket eden Putin vize-ticari-turistik vb yaptırımlar uygulayıverdi. Kendi başına hareket etti. İkili sözleşmeleri tek taraflı rafa kaldırdı. Türkiye’yi hafife aldı. Aslında karşılıklı yarar sağlayan temele oturtulmuş ilişkilerimiz gelişirken Putin’in böyle bir adım atması beklenmiyordu. Kurbağanın kendinden emin yüzerek ırmağı geçmesini kıskanan yengeç gibi o da Büyük Türkiye atılımı yapan anavatanımızı engellemek istedi. Saldırgan olan ve Bayır Bucak Türkmenlerini amansız bombalayan kendisiydi. Suriye’de yaptığı baştan sona katliamdı. Aslında Putin oyunu bozdu. Bulgaristan’dan da bir benzer örnek verelim. Ülkemiz 2004’te NATO askeri savunma paktına, 2007’de de AB’ye girdi. 2001 - 2005 arası Simeon Sakskoburgotski karma hükümet başbakanıydı. 2005 - 2009 arası da Sergey Stanişev karma hükümeti yönetti. Bu hükümetlerin ikisine de HÖH (Hak ve Özgürlük Hareketi) ortaktı. Hatta Emel Etem Başbakan yardımcısıydı. 5 - 6 partili bakan oldu. NATO’ya ve AB’ye üye alınırken itiraz yoktu. Ahmet Doğan da henüz saray hapsine atılmamış, partinin lideriydi.


28

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgaristan’ı Rusya yörüngesinden çıkma süreci o zaman başladı. Türkiye, Yunanistan, Bosna Hersek, Makedonya ve Karadağı ile birlikte Avrupa-Atlantikçi Balkanlar oluşturma hamlesi derinleşti. NATO, Yakındoğu ve “terörizmle mücadele” problemlerinde Türkiye yanında yer aldı. Bölgede dengeler lehimize değişti. Türkiye’nin bağlaşıklarından da bağımsız bir hareketle egemenliğini savunarak “SU-24” Rus savaş uçağını tek atışta indirmesi Putin’i yayılarak imparatorluk kurma yolunu kesti ve şahsen onu çıldırttı. Putin’in baskısı altında Rus hükümeti Türkiye’ye ekonomik yaptırım paketi açıkladı ve uyguluyor. Önceki adı KGB olan, gizli servis (FCB) Bulgaristan ajanı olup Bulgaristan Türklerinin sırtında bir yengeç rolü üslenmiş olan HOH fahri başkanı Ahmet Doğan “CU-24” uçağının düşürülmesi konusunda Putin’i savundu. 17 Aralık 2015 gecesi HÖH partisi toplantısında tam bir yengeç gibi hareket ederek ani bir çıkışla HÖH Genel Başkanı Lütfü Mestan’ı kınadı. Türk topluluğumuza gözdağı verdi. Anavatanımıza saldıran ve yaptırım uygulayan Moskof saldırganından taraf olmaları için baskı yaptı, tehdit savurdu. Dönemeç yapıp Bulgaristan’ı Moskova köleliğine geri çevirmeye zorlayıcı beyanda bulundu. Böylece sırtımızdaki saray yengeci hem bizi hem de bütün Bulgaristan halkını soktu. Böylece kendi ölüm fermanını da yazmış oldu. Tabii bu cümleleri yazarken, yengeç zehrine 4 arkadaşıyla birlikte kurban giden Genel Başkan Lütfü Mestan’ı ve izlediği siyaseti doğru bulduğumu söylemek istemiyorum. Çünkü o sorunlarımızı hiçbir surette savunmadı. İnsanlarımızdan uzaklaştı. Özgürlüklerimiz, anadil, din ve kültürümüze kavuşma davamıza hatta engel oldu. Totalitarizmin yaşamaya devam etmesi için elinden geleni yaparken, Pleven köylerinde diktatör Todor Jivkov anıtı dikilmesine bile söz söylemedi. Adaletten yana çıkmadı. Reform yapılmasına yol açamadı. 50 milyon çaldığı basına düştü. “Ceza fişi” sahnesi oynadı ve anadilimizde ders görme gibi en kutsal isteklerimizle gargara etti. Vaktini dağda bayırda tilki tavşan avında geçirdi. Kendinden başka kimseye faydası olmadı. 3 yılda Anadilimizde bir gazete çıkaramadı, radyo yayını başlatamadı, Türkçe kitap bastıramadı hatta Türkçe satış yapan bir yer bile açtıramadı. TİKA parasıyla kendi köyünde bir camini tamir ettirdi ve o kadar. Ötesi hep mevlit ve kazan pilavı... Anlamak istemediği çok önemli bir özellik vardı. Bulgar dilinde gramere uygun konuşmak, mantıklı olmak anlamına gelmez. Bir bakıma iyi oldu da düştü ki, kendini savunamayan bir lider halkını nasıl savunsun. Şu da var, Mestan ken-


Makale ve Analizler - 2016

29

dinden başka kimseye söz hakkı tanımadı. 17 Aralık gecesi Doğan yengeci sırtından sokunca, ona da söz hakkı kalmadı. O aynada hep kendini aradı, bizim durumumuza bakmadı. Bizi göremedi. Yengeç karakterli kişiler onlara iyilik yapanlara mutlaka kötülük yapar. Örnekler: 1) Babası Başkan Elsin’i o zaman başbakan olan Viladimir Putin’i 2000 seçimlerinden 3 ay önce Rusya Federasyonu Başkanlığına atamaya ikna eden küçük kızı Tatyana oldu. O aynı zamanda babasının danışmanı ve Rusya’nın taç ardındaki büyük güçlerinden birinin yöneticisiydi. Putin, Başkan koltuğunda imzaladığı ilk fermanla Elsin ve ailesinin savcılık karşısında dokunulmazlığını garanti altına almıştı. 7 Nisan 2007’de Elsin öldü. Aradan 10 yıl geçmeden kızı Tatyana savcılık ve mahkeme kapılarında görünmeye başladı. Putin fermanı bozmuş, sözünde durmamış, yengeç gibi davranmıştı. Hainlikte mantık aramak olmaz, onun karakterinde mantık tanımayan yengeçlik olduğu böyle ortaya çıkmıştı. 2) Kendisine iyilik yapanları sırttan bıçaklamak Hitlerin hainliklerinden biriydi. 1933’te sağlık durumu iyice kötüleşen Almanya Başkanı Paul von Hindenburg, 1934’te hayata gözlerini yummazdan önce, oğlu Oskar tarafından başbakan görevine mutlaka Adolf Hitler’i ataması için babasını ısrarla ikna etmişti. Hindenburg vefat ettikten birkaç gün sonra Hitler Almanya’da bütün idareye el attı. Bilindiği üzere, daha sonra Oskar’ın başına gelmedik kalmadı. Hitler her yönüyle bir yengeçti. 3) Bulgaristan’da HÖH (Hak ve Özgürlükler Hareketi) totalitarizm yıllarında çok ezilen Türk azınlığın ve Pomakların politik iradesinin vücut buluşudur. Soyuna boyuna, tahsiline ve karakterine bakmaksızın Bulgaristan Türklerinin Ahmet Doğan’ı siyasi örgüt başına geçirmesine mükâfat olarak, tam ihanet, hak ve özgürlüklerinin tamamen baltalanması ve göçe zorlanmaları oldu. 5 Parti Başkan Yardımcısı, bir Genel Başkan ve 5 Bakan partiden ve tüm görevlerinden atıldı. Birçok milletvekili mahkemelik oldu, içerde yatanlar var. Doğan, parti program ve tüzüğünü ilk günde rafa kaldırdı. Halkın önünde bir vaat ederken, tam ters hep hareket etti. Defalarca yengeç hainliği sergiledi. Ne yazık ki toplumsal gelişim bu yengeç oyununun yolunu bugüne kadar kesemedi. Hainliğin son perdesi 17 Aralık gecesi yeniden yaşandı. Sözün özü: Bu örneklerle gün ışığına çıkan, kötülük tekrarlayan yengeç karakterinin içinde mantığa uymayan, verilen sözle, anlaşma ve sözleşmelere uymayan gizli bir güç var. Ahmet Doğan kimliğinde yengeç doğası olduğu ve


30

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da etnik halk azınlığımızdan kimseye hiçbir konuda yardımı dokunmayacağı göz önündedir. Biz Bulgaristan Türkleri, Pomaklar ve Çingeneler bu illetten mutlaka ve ebediyen kurtulmalıyız, onu başımızdan def etmeliyiz.Bizim bundan sonra Doğan’ın anadan doğma mı kötü yoksa eğitim sonucu mu kötü biri olduğunu tartışmamıza gerek yoktur. Yengeç yengeçtir, bu adam sırtımıza binmiş ve bizi sokmaya fırsat kollayan biridir. Prof. L. Dimirtov’un “NOVA” TV ekranından dediği gibi: “Doğan’ın yeri tımarhanedir.” Putin’e gelince, 2000’de başkan olduğu zaman Rus halkının ağzı açlıktan kokuyordu. Çok zor bir durumdaydılar. Bugün Rusya’da tüm kuklaların iplerini elinde tutan Putin’e iki şans yardım etti. Birinci talih: Putin döneminde dünya ham petrol fiyatı varil başı 10 US Dolar’dan 1000 US Dolara fırladı. Petrol fiyatı 7 yıl tırmandı. 21-inci yüzyılın başına rastlayan bu dönemde Rusya halkının durumunda hissedilir bir değişiklik olmasa da, Putin’in eline trilyon dolarlar geçti ve o bu paraları ülke içindeki rejim düşmanlarını ezmeye, diş dünyadaki saygınlığını arttırmaya, Rusya silahlı güçlerini modernleştirmeye kullandı. Hazar Denizi’ndeki askeri gemilerden ve Akdeniz sularındaki deniz altılardan Suriye’ye fırlatılan “Kalibır” kanatlı füzeleri o dönem geliştirildi. Ve o yıllarda Putin kanatmak için eski yara aradı, yeni yara açmak için zayıf noktalar buldu. Rusyadaki etnik azınlıkların bağımsız istemlerini bastırdı. 2008’de Gürcistan, 2014’te Ukrayna ve 2015’te Suriye saldırıları bu diziden halkalardır. Şimdi Balkanları karıştırmaya hazırlandığını görüyoruz. İkinci talih: Bu alıntıyı ABD Başkan’ı Bush’un Devlet Sekreteri Condoleza Rays’ın “Anılarım” eserinden aktarıyorum. 11 Eylül 2001’de New York’ta çifte kuleler yıkıldığında, Birleşik Ameri silahlı güçleri alarm durumuna geçirilmişti. Başkan Buş “Air Fors 1” uçak gemisine saklanmış ve dünya ile iletişimi kesmişti. İşte böyle bir anda Amerika askeri güçlerinin dünyanın dört bir yanında alarm durumunda geçirildiğini Rusya Federasyonu Savunma Bakanı Sergey İvanov’a bildirmem gerekiyordu ve Kremlin’i aradım. Ahizeyi Viladimir Putin kaldırdı: “Amerika silahlı güçleri her yerde alarma geçti.” dedim. Şu cevabı verdi: “Artık biliyoruz, tatbikatlarımızı erteledik, alarm düzeyini kaldırdık.” Başımı kaldırdım ve kendime “Soğuk Savaş hakikatten bitmiş!” dedim. Şu ilaveleri de eski Başkan Bush’un “Asıl Dönüşüm 2010’da Oldu” kitabından aldım.


Makale ve Analizler - 2016

31

“Bir gün sonra ben de Viladimir Putin’le telefon görüşmesi yaptım. Bana bir dekret imzaladığını ve Amerika ile dayanışma ifadesi olarak Rusya’da bir dakika saygı duruşu yapılacağını” bildirdi. Putin konuşmasını şöyle bitirmişti: “İyilik kötülükleri yenecektir. Bu savaşımda yan yana olacağımızı bilmenizi isterim.” Gerçek niyetlerini gizleyerek Batıya yakınlaşma ve kendini kabul ettirme yolunu bulmuştu. Çağdaş Rus politik analizcileri arasında en keskin kalem olan Andrey Piyankovskiy Ocak 2000’de “Rashen Gırnal” da Rutin yıldızı ufukta belirirken şöyle yazmıştı: “Putinizm çağı başlıyor. 10 - 15 sene sürebilir. Bu, soyguncu kapitalizmin en yüksek ve son aşaması olacaktır. Rus ulusunun beynine çekilen son kurşun olacaktır.” Böylece daha 2000 yılında “Putin kimdir?” sorusu cevap bulmuştu. Rutin’in Kremlin’e girişinin ikinci yılında - 4 Ocak 2001’de “Uilstriyt Gırnal” gazetesi “Rusya Başkanı korku üzerinden politika yapıyor” başlığı attı. Aynı yılın Ekim ayında Paris’te Putin Fransa Başkanı Jac Shirak’ı ve ardından da İngiltere Başbakanı Bleyer’i “ilişkilerimizi yeniden şarj etmek için düğmeye birlikte basalım” önerisi ile aldatmayı başardı. “Anti-terörizm” kampı kurma gündeme geldiğinde Batı basını “Putin dünyanın en büyük artisti” diye yazdı. “Al Kayda” ve “DAEŞ” ile mücadele ve diktatör Beşer Esat’ı desteklemek için Suriye’de baş gösteren Putin aslında Akdeniz körfezine demir atmak istiyor. “CU -24” uçağının düşürülmesinden sonra da PKK, KCK ve PYD ile mücadele eden Türkiye’yi terörist ülke olarak tanıtmaya çalışıyor. Gerçek teröristleri silahlandırıyor. Bu arada kirli hedeflerine Güney Doğu Avrupa’da yaşayan azınlıkları, bu arada Bulgaristan Türklerini de alet ederek yeni gerginlik ocakları yakmaya çalışıyor. Ahmet Doğan’ı kullanıyor. Putin ve yamakları bu savaşımı yakında kaybedecekler. Arapların kararı kesindir. 2016 yılı için varil başı 30 US Dolar fiyat istiyorlar. Rusya bütçe gelirlerinin % 50’si petrol dış satışından sağlayamazsa açığını kapatamaz. Petrolünü varil başı 90 US Dolar üzerinden satamazsa toptan iflas yaşaması ve batışı yakındır. İran’ı da varil fiyatı 100 US Dolar altında olunca kurtarmıyor Demek oluyor ki Rus uçaklarının Suriye’yi istediği gibi bombaladığı günlerin sayılıdır. Yengecin bildiği ve fazlasıyla rahatsız olduğu başka bir gerçek daha var. Sovyetler Birliği’ni çökerten, Orta Asya devletlerine bağımsızlık kazandıran, Doğu Avrupa sosyalist devletlerini Moskova’dan koparan, “Berlin Duvarı”nı yıkan ve “Soğuk Savaş”ı durduran da yine petrol üreticisi Arap devletlerinin


32

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

dünya borsalarında oynadığı rol olmuştu. Onlar 1986’da ham petrol varil fiyatını 10,9 US Dolara indirdiklerinde dünyaya borsalar dondu ve Sovyet komünizmi balonu o zaman patladı. Bu savaşım bugün de kızıştı ve kim dayanabilirse aşamasına girdi. Böyle bir zaman kesiminde Ahmet Doğan’ın 17 Aralık konuşması analiz edildiğinde politikadan anlamadığı ve tamamen bunadığı ortaya çıkıyor. Biz doğru yoldayız. Putin yengeç delirdikçe delirirken gün sayıyor. Zehrini atmaya yer arıyor. Bakalım bu defa kendisini mi yoksa başka birini mi sokacak. Şu an etrafta kurbağa falan da yok.

Havalandırma Zamanı

Musa Vatansever-05.Ocak.2015

Boyko Borisov hükümetinin ayağı az kala kaydırılıyordu. Dünya politikasının “petrol doları” veya “doğal gaz doları” ekseninde döndüğünü ve 2016’da da bu eksenden çıkamayacağı yeni yılın ilk haftasında göründü. Bu büyük politikanın şimşek çaktığı ülkelerden biri Bulgaristan oldu. 1 Ocakta “Rus Overgaz” Bulgaristan’a gaz vermeyi kesti, 200 bin tüketici şok geçirdi. 17 Aralık gecesi Hak ve Özgürlük Hareketi (HÖH) bedava yeme içme merkezinde fahri başkan Ahmet Doğan bir sihirbaz gibi hareket ederek, 3 yıldan beri partiyi Avrupa-Atlantik ve Türkiye siyaseti çizgisine çekmeye çalışan Genel Başkan Lütfü Mestan ile bu çizgiye yakın olan birkaç milletvekilini partiden attı. HÖH Kırcaali İl Başkanı B. Ömer de görevinden istifa etti. Bu olay Bulgaristan iç siyasetine damga vurdu, 15 günden beri gündemden düşmüyor. Balkanlar, Avrupa Birliği ve Türkiye Bulgaristan ilişkilerine de sıkıntılar yaşattı. Türkiye dışında en büyük Türk nüfus Bulgaristan’da yaşıyor. Bulgaristanlı Müslüman Pomak ve Çingenelerle birlikte Türkler ülke nüfusunun üçte birini oluşturuyor. HÖH, Bulgaristan Müslümanlarının siyasi örgütüdür. Parti listesinden 43. millet meclisine 38 vekil seçilmiştir, partinin parçalanması sonucu 6 vekil şimdi bağımsızlar grubuna girdi. Partinin Moskova’ya bağlı görev yaptığı ortaya çıkınca meclisteki otoritesi sıfırlandı.


Makale ve Analizler - 2016

33

“Sarayda” kör sofraya toplayan Moskofcu Doğan, Genel Başkan Mestan’ın, mecliste yaptığı konuşmada “CU-24” Rus askeri uçağı Türkiye hava sahasına girmiştir, uyarılara uymamıştır ve Türkiye egemenliğini ihlal etmiştir, düşürülmesi saldırıya cevaptır” demesini gerekçe gösterip “Rusya’nın bölgemizdeki gücünün arttığını gerekirse zorla kabul ettirmek zorundayız,” şeklinde konuştu. Aynı gece parti siyasetinde ve yönetiminde darbe yaptı. Böylece Putin Bulgaristan Müslümanlarını yeniden Moskof çizmesi altına almış bulunuyor. 1998’den beri KGB lehinde gizli ajanlık yaptığı ve hatta Bulgaristan’da yaşayan Türk, Pomak ve Çingene Müslüman etnik azınlığa “istasyon şefi” atanan Ahmet Doğan’ın sırları basına düştü. Bulgaristan Türklerine Moskova’nın Balkanlardaki “6. kolordusu” olduğu yazıldı ve yorumlandı. Kuşkusuz Bulgaristan Türklerinin haklarında süre giden bu ince hesaplardan haberi yoktu. Olaylar olağanüstü ciddi ki, “istasyon şefi” harcandı. Doğan, Türk partisinin Rusya’ya bağlılık çizgisinden uzaklaştığı gerekçesi bir uydurmadır. Parti memleketimizin 2000 yılından beri sürdürdüğü Avrupa Birliği ne NATO’ya bağlanma siyasetinin içinde yer almıştır. Ani saldırı ile HÖH içinde darbe yapma gerekçesi esasızdır. Türkiye’de yakını olmayan Bulgaristan Türk ailesi olmadığı dikkate alınırsa, insanlarımızdan Türkiye’ye bağlılık dışında bir siyasi çizgi beklemek de yanlış olur. Bu açıdan değerlendirdiğimizde, HÖH partisinde iç darbe gerçekleşti. Genel Başkanı Mestan 8. olağan kurultay Ocak 2013’te seçmişti. Partiden atılırken ona kendini savunma hakkı tanınmadı. Böylece HÖH içindeki sıkı merkeziyetçi baskı iddiaları kendini doğruladı. Bu kaba küstahlık, BG-SAM ve BULTÜRK Derneği tarafından kınandı. Bu gerçek defalarca yazıldı. Toplantı ve konferanslarda dile geldi. Açık oturum ve sempozyumlara konu oldu. “Bulgaristan Türklerinin Sesi Gazetesi” de soydaşlarımızı ve memleketteki kardeşlerimizi beklenen iç darbe konusunda defalarca uyarmıştır. Ne yazık ki, Bursa’da ve diğer göçmen merkezlerinde soydaşlarımızı temsil eden BAL-GÖÇ ve diğer hemen hemen tüm göçmen dernek, federasyon ve konfederasyon başkanları 26 yıldan beri Ahmet Doğan’ın boynuna sarılmaktan ve tüm uyarılarımıza karşın, onu öperek her seçimde çuval dolusu oy hediye etmekten bir türlü vazgeçemediler. Parti içindeki iç darbeden ders almalarını beklemek hakkımızdır. Doğan, soydaş oylarımızla, isimlerimizi değiştiren ve bizi memleketimizden kovan DS generallerini HÖH milletvekili seçtirdi. Biz bu gerçeği göremeyenlerin karanlık ortamında yıllarca çalışmak zorunda kaldık. Dernekçilerimizin yıllarca anlamakta zorlandığı veya anlamak istemediği noktalar şunlardı:


34

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

1) “Bulgar Etnik Modeli” diye bir şey yoktur. Bu, eski istihbarat DS kabinelerinde hazırlanmış bir kandırma, aldatma ve 26 yıldan beri sıvazlanıp beslenen bir uyutma projesidir. Ahmet Doğan olmayan bir projenin uygulayıcısıdır. 1989’da ayaklanan bir etnik topluluğu bayıltmak için uyuşturucu iğnesi bu proje ile yapıldı. Kolumuzda bacağımızda morarmadık yer kalmadı. Bu nedenle olacak ki “saray laboratuarlarında Rus teknolojisiyle metistik etkileyici” hazırlandığı otaya çıktı. “Bulgaristan Etnik Modeli” gerçek olsaydı Bulgaristan Cumhuriyeti Bakanlar Kurulunda “Bulgar Etnik Modeli” bakanlığı olurdu. Hatta Cumhurbaşkanına bağlı “Bulgar Etnik Modeli” Başkan yardımcılığı görevi açılırdı. Önceleri BKP Merkez Komitesinde “Türk Şubesi” sonra da “Azınlıklar Şubesi” olduğu gibi. Bütçesiz ve kadrosuz devlet politikası olmaz. Doğan ve etrafındakilerin hırsızlıklarına, onların her işten % 20 - 30 rüşvet toplamalarına, Romlardanoy satın almalarına, Avrupa Birliği fonlarına el atmalarına “Bulgar Etnik Modeli” diyorsanız, o zaman diyeceğimiz yoktur. Yineliyorum, uygulanan siyaset gerçekleri söyleyerek aldatma siyasetidir. Her konuda söz isteyenlerden rica ediyorum. Gidin Bulgaristan’a ve devlet tüzel kişi tescil arşivini denetleyin, “Bulgar Etnik Modeli” adında bir yerde bir kayıt bulabilirseniz, başımın üstünde yeriniz var. Bu siyasetin yalan olduğu ortaya çıkınca artık çökmüş ve balon patlamıştır. Müslüman azınlığımıza sayaya kapanmış kasaplık koyungözüyle bakıldığını anlayan kardeşlerimiz Rusya kölesi olmak istemediklerini “Türkan Çeşme” ve Mastanlı şehitlerimizi anma mitinglerinde de ifade ettiler. 2016 anma töreni için Süğütkesiğin’e gelen Türkiyeli dernek ve federasyon başkanlarının dünyadan haberdar olmadıkları söyledikleri her sözde ifade buldu. İki) Bu yılın Ekim ayında Bulgaristan’da Cumhurbaşkanı seçimi yapılacak. Şimdiki Cumhurbaşkanı R.Plevneliev, GERB partisi adayı olarak, HÖH partisinin de oylarıyla seçilmişti. O, Avrupa ve Atlantikçi siyaset çizgisinde kaldı. Son zamanda Moskova’nın Bulgaristan’a karşı siber saldırılarını kınadığı ve Putin’den tepki aldı. 1990’dan beri Bulgaristan’da Jelü Jelev (1990 -1997), Petar Stoyanov (1997 - 2002), Georgi Parvanov (2002 - 2012) ve ardından da şimdiki Cumhurbaşkanı Plevneliev (2012) olmak üzere 4 Cumhurbaşkanı seçimle ve HÖH seçmen oylarıyla görev başına geldi. Son seçimde BULTÜRK ve Bulgaristan Türkleri ve soydaşlarımızın temsilcisi olarak bağımsız aday Sali Şaban da ilk kez Cumhurbaşkanı adayı olarak iyi oy aldı.


Makale ve Analizler - 2016

35

Sözün kısası, Cumhur-başkanlarından Jelev ile Stoyanov Demokratik Güçler Birliği (CDC) adayı, yani Avrupacı ve Atlantikçi olsa da, Bulgaristan NATO’ya ve Avrupa Birliğine sosyalist Cumhurbaşkanı, Rusofil Pırvanov zamanında alındı. Önemli belirtmek gerekir ki, Bulgaristan’ın Batı lehinde politik çizgiye yönelirken, Ahmet Doğan yönetimindeki HÖH partisi bu üç adayın üçüne de oy verdi, üstüne üstelik Plevneliev’in seçilmesinde sonuç belirleyici rol oynadı. Şimdiki konu, Sibirya soğukları ile birlikte Putin’den gelen “kendinizi derleyin toplayın ve Ekimde seçeceğiniz Cumhurbaşkanınız Rusofil olsun!” mesajıdır. Yukarıda belirttiğim gibi, 1990’dan beri Bulgaristan Cumhur-başkanlarının hepsi ikinci turda HÖH oylarıyla seçim kazanmıştır. Olabilir ya Lütfü Mestan’ın Avrupa ve Atlantikçiliğinden Moskova çekinmiş olabilir, ama bu son yıllarda devam eden dengeli bir siyasetti. Bir daha görüldüğü üzere, Bulgaristan Rusya’nın Balkanlar siyasetinde anahtar konumundadır. Hatta Rusya’nın Balkanlar siyasetinde denge unsurudur. 1996 savaşında Moskova’nın Batı Balkanları kaybetmesiyle “Kosova’da bir büyük US askeri üssü” kurulmuştur. Son iki yılda Amerika Silahlı Güçleri Bulgaristan’da da konuşlandı. Özü açarken, bir de bugünkü Bulgar merkez basınına baktığımızda, 17 Aralık “saray skandalı” gürültüsünün daha da yükseldiğini görüyoruz. Basın “Bulgaristan’da Rus Türk Savaşı” başlığıyla belirdi. Alt başlıklar ise şöyle: A) İlk kurban Lütfü Mestan. B) Çarpışmayı kazanan Ahmet Doğan Bulgar kamuoyu 1990’da Bulgaristan Müslüman etnik topluluklarının Rusya’ya hibe edildiğine artık tamamen inandı. Dışişleri Bakanlığı Yakın doğu sorunları danışmanı Doç. İvo Hristov, HÖH partisinin 2016’ta üçe parçalanmış girdiğine değindi. Doğancı kanadın politik olarak Rusya’ya bağlanmış, Daniel Peevski kolunun ekonomik ve malı olarak Kremlin’e bağlanmış ve Lütfü Mestan’cıların İslamcı ve biraz da Ankaracı olduğuna işaret etti. Yeni durumda insanların Türkiyeci olmaktan korktuğu gün ışığına çıktı. Bu analizlerin ardında, etnik Türklerin parçalanarak zayıf ve etkisiz hale getirilmesinden milliyetçi Bulgar parti ve hareketlerin yararlandığı bu yıl daha da yararlanacağı ve siyasetten daha büyük pay kapacağı yorumlara alınıyor. Bu arada Türk partisinin iktidar ortaklığına 2014’te kalem çekildiği yetmezmiş gibi, siyasette ve mecliste denge sağlayıcı rolüne de son verilmek istendiği ortaya çıktı. Yine bu yorumlarda, Büyük devletler için, Bulgaristan’ın ancak bir coğrafik konumu olan toprak parçası ve nüfus olarak önemli olduğuna değiniliyor. En büyük tehlikenin Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği olduğu savunuluyor. Sığınmacı sorununu elinde güçlü silah olarak tutan Türkiye’nin sınırdan


36

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

200 bin Suriyeliyi salıvermesi memleketi allak bullak eder derken yeni ve tedirgin bir kamuoyu oluşturuyorlar. Bu konuda basın “Bulgar halkının şizofren ve korkulu bir dönem” geçirdiği görüşünü yayarken, geçen yılın son gününde ise Bakanlar Kurulu’nda büyük bir gerginlik yaşandı. Bunun kaynağı da yine entrika genel merkezi rolünde bulunan “saray” oldu. KGB’nın Bulgaristan’da totalitarizm dosyalarını açtırmamak için Doğan’a kurdurduğu Multigrup yönetimine çekilen ve HÖH liderli girişimiyle Haziran 2014’te Başbakan P. Oreşarski hükumeti tarafından Rusya akaryakıt şirketi “Rus Overgaza” bağlı “Bulgar Overgaz”ın başkanlığına atanan J. Koen 1 Ocaktan başlayarak 200 bin aileyi yakıtsız bırakmaya kalktı. Gaz fiyatına % 10 zam istendi. Komplo hükumeti devirme yeltenişi olarak değerlendirdi. 2013’ün Şubatında da enerji tuzağına “kurban oldum” mizanseni yapan Başbakan Boyko Borisov ikinci kez aynı sahneyi oynamaya hevesli olduğunu gizleyemezse de, şimdilik tehlikeyi atlatıldı. Tabii Borisov bir strateji uzamanı değildir. O, Rusya, Türkiye ve Batı arasındaki siyasi dengelemeyi sepetteki yumurtaları kırmadan yürütmek zorundadır. Bu defa sezgisel taktik kullanarak işin içinden çıktı. “Putin söz verdi. Rusya bizi kurtardı. Moskova bizim soğuktan donmamıza izin vermez” gibi tekerlemelerle sakinleştirilen Bulgarların yılbaşında düşen kar altında çıkıp protesto yapmaları önlenebildi. 4 Ocak 2004’te kurulan HÖH partisi 26. yıl dönümünü bu defa kör sofrasız andı. Bir bildiriye NATO ve AB’ci siyasete bağlılık duyuruldu. Yukarıda da belirttiğimiz üzere, “siyasette gerçekleri söylemek en büyük yalandır” uygulaması, iç darbeye rağmen, devam ediyor. Suudi Arabistan ile İran arasında Şam Diktatörü Beşer Esat ‘ın kaderi, dolayısıyla Yakın Doğu ve Arap Dünyası akaryakıt yolları ve boru hatlarının geçeceği güzergâhlar, Rusya’nın Suriye’ye çöreklenmesinden doğan büyük tehlikeler, Putin’in Arap halklarını kum fırtınalarında boğma niyetleri gibi konular yılın ilk haftasında büyük bir gerçeği daha ortaya çıkardı. Daha önce bir yazımda konu ettiğim ve “Medeniyetler Çatışması” adlı eseriyle 1996’dan beri Türkiye’de de çeviri ve orijinal olarak okunan Samuel P. Hungtington’un ana fikri Hristiyan ve Müslüman medeniyetler arası bir çatılma değil, yeni medeniyetler çatışmasının İslam dininin Şii ve Suni mezhepleri arasına olacağı anlaşılır gibi oldu. Bu gelişmeyi “Arap Bahar”ı ile bekleyenler aldanmışlardı. Türk Sunı Arap devletleri Irak’la ilişkilerini kesti. Türkiye’nin bölgesel rolü git gide artıyor. Siyaseti havalandırma zamanı geldi.


Makale ve Analizler - 2016

37

2016’ya Farklı Bir Bakış

Rafet Ulutürk-05.Ocak.2016

Tarihten ders alıp uzağı görebilmeliyiz. Bugün Türkiye’mizin gerginlik yaşadığı ve ulusal egemenliğimize tehlike oluşturan ülke Rusya’dır. Rus Türk ilişkileri tarihin derinliklerine dayanır. Rusya sıcak iklim ve bereketli toprak ve denizler ülkesi olan yurdumuzu öteden beri kıskanmıştır. Osmanlı tarihi boyunca Rus İmparatorluğu ve Osmanlı arasında her 13 yılda bir savaş olmuştur. 1773’ten sonra Rus Çarlığı Osmanlıya saldırılarına hep Hristiyan azınlıkların dini haklarını korumayı bahane etmiştir. 1990’da Sovyetler Birliği şeklinde yapılanan ve birkaç kıtaya kol kanat atan Rusya imparatorluğu dağılmış ve yerinde yalnız Rusya Federasyonu kalmıştı. Ne var ki, büyük bir krizden geçen bu Federal devlet 2000 yılından sonra bir akaryakıt tedarikçisi olarak dünya borsalarına yerleşerek dirilmeyi başarmış ve imparatorluk hırsı yeniden uyanan ve petrol parasıyla modern silahlanmayı beceren bir devlet olarak etki alanlarını içte ve dışta genişletmeye koyulmuştur. Bir eski KGB yarbayı olan ve 2012’den sonra 3. kez devlet başkanı görevinde bulunan Viladimir Putin kural tanımayan bir siyaset çizgisiyle dünyadan daha büyük pay istediğini gizlemiyor. 2015’te “anti-terör savaşına katılıyorum” bahanesiyle komşumuz Suriye’ye atlayan ve saldırılarına orta menzilli füzeler de kullanan Rus silahlı kuvvetleri saldırgan davranışlarını tırmandırmaya devam ediyorlar. BGSAM için 2015’ten 2016 yaşan en önemli olay budur. Fakat bir olaya değişik açılardan bakmak istiyoruz: Önce Rusya’nın 2015 yılı olaylarını nasıl değerlendirdiği ve derecelendirdiği görelim. Bu, bizim için çok önemli olduğu kadar, bir hasım gibi davranan büyük bir devletin 2016 ya nasıl baktığı, beklentilerinin ne olduğu ve muhtemel gizli planlarının da neler olabileceği bizim için büyük önem arz ediyor. Bu değerlendirme bizim için Güney Doğusu’da Rusya’nın 30 yıldan beri silah verip, okutup eğittiği PKK’ya bağlı iç ve dış teröristlerle son 6 ayda arasız devam eden kanlı bir savaş yürütülen ciddi bir ortamında yazdığımın farkındayım. Ayrıca şu da var. 1990’dan beri yeni bir maske takarak özünü yaşatan Moskova karşısında toparlanamayan bir gevşeklik sergileyen Paris ve Londra yönetimini ardına alarak terör örgütü olarak tanımaya yanaşmadığı PKK ve PYD’ye


38

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

karşı haklı savaş veren Türkiye aleyhinde uluslararası kamuoyu oluşturmaya çalıştığı da dikkati çekiyor. Yine bu cümleden olmak üzere, son aylarda başlayan, Türkiye’nin de katıldığı “Suriye’de barış sağlama görüşmelerinde” Kürdistan haritasını masaya çıkarmaya hazırlanan bir Rusya’nın karşımıza dikildiğine de işaret ediyoruz. Bu amaçla elindeki tüm kozları oynadığını hatta Bulgaristan Türklerinin politik partisi yönetimini de kullandığına tanık oluyoruz. Putin kışkırtmasına alet olan parti lideri KGB ajanı Ahmet Doğan partiyi parçalanmayı göze alacak kadar saldırıda bulunmuştur. Aynı zamanda Putin’in izlediği saldırgan ilhak politikasının geçen yüzyıl tarihinde birçok emsalleri vardır. 1945’te Yatla Konferansında Stalin’in Polonya ile ilgili apar topar ele geçirme ve hemen ardından seçim yaparak yasal düzenlemeleri tamamlama siyaseti uygulamıştır. 1945 -1990 arası Polonya Stalin’in ilhak politikasıyla kurduğu devletle idare edilmiştir. Putin’in 2014’te Kırım ve Doğu Ukrayna’da yaptığı askerden temizleme ve işgalden sonra demokratik olmayan seçimle ilhak siyasetinde izledik. Suriye’de de yoğun bombardımanlardan sonra korkutulan, kovulan halk sözde demokratik seçime zorlanacaktır. Bu arada Türkiye’nin sınırları dışında bulunan Türkler konusundaki hassasiyeti, 1974Kıbrısharekatı, Irak savaşı ile ilgili 1 Mart 2003 teskeresi, Suriye diktatörü Beşer Esat’a karşı silahlı savaş veren yurtseverler birliğini arkalaması ve 3 milyon Suriyeli sığınmacıya 3 yıldan beri ev sahipliği yapması Yakın Doğuyu olaylarının dikkat merkezindedir. Putin’in Suriye’yı bombalaması 1990’dan beri ilk dış yayılma denemesi olarak değerlendirilmelidir. İlk saldırıda yenik düşmek istememesi de hırçınlığının ana nedenidir. Suriye topraklarında 61 km derin ve 90 kilometre uzun bir silahtan arındırılmış ve savaş uçakları için uçuşa yasak bölge oluşturma planı suya düştü. Suriye’yi şimdilik bütünleştirip diktatör Esat’ta tepside sunma planı yürürlüktedir. “SU-24” savaş uçağı saldırısı, kaba kuvvetle çözüm arayan Putin stratejisinden bir halkadır. Osmanlı eyaletlerinden olan bu topraklarda meydana gelen sorunların barışçı çözümünde ilk ve son söz sahibi olması doğal olan Türkiyeyi oyun dışı bırakmak da Putin stratejisinde önemli bir halkadır. Rus saldırganlığının büyük hedefinde bizi Yakın Doğu akaryakıt hatları dışında bırakmak da var. Bunun için 2016’da Suriye ve bütünüyle Yakın Doğu siyaseti en önemli dış siyaset hattımız-dır. Olaya Ruslar nasıl bakıyor?


Makale ve Analizler - 2016

39

“Ruski Dnevnik” gazetesi, 2015’in en önemli 5 dış siyaset olayı arasında Suriye askeri harekâtını başı çekti. İkinci yere de “SU-24” uçağının düşürülmesini “Türkiye’ye gitmeyeceğim” sloganı ile verdi. Rusların Suriye’ye yoğun hava saldırılarına gerekçe olarak ise, Birleşik Amerika liderliğindeki koalisyonun yetersizliği; Suriye diyaloğuna can vermek ve Batı’nın Suriye’de uçuşa yasak bölge ilan etmesi çekincesi gösteriliyor. Rus bombalaması başlamamış olsaydı, Beşar Esat idaresi yılsonuna kadar dayanamazdı, diyen Rus gazetesi, müdahale etmeseydik terör Afganistan, Tacikistan ve diğer Orta Asya Cumhuriyetlerine yayılacaktı derken Putin’i haklı göstermeye çalışıyor. Seri halinde atılan bombaların 2016 Ocağında devam edeceğini bildiren gazete, çöl fırtınalarının başlamasıyla barış görüşmelerinde Körfez devletleri, İran ve Türkiye’nin çözüm için ödün vermesi gerekeceğini gündeme getiriyor. Çünkü bombardımanlarla Rus askeri gücünün Amerikan askeri gücünün yapamadığını yaptığı vurgulanıyor. NATO üyesi olan Türkiye’ye ekonomik ambargo ve yaptırım uygulanmasını konu eden Rus stratejik araştırmacıları Suriye ile sınır boyunda Türkçe konuşan nüfus yaşadığını, Ankara’nın onları korumak için uçuşa yasak bölge istediğini ve “SU-24” askeri uçağını “demir yumrukla” karşıladığını, uçağı düşürmekle Moskova’nın bölgedeki hareketlerinden memnun olmadığını beyan ettiğini ifade ediyor. Analiz uzmanlarından Kortunov, Suriye sınırı boyunda yaşayan Türklerin Esat yanlısı ya da aleyhtarı olmalarına bakmaksızın Ankara’nın kendilerine her türlü destek verdiğine işaret ediyor. Yorumcu Suponina ise, uçak düşürme olayı, onlarca yıl boyunca dikkatle oluşturulan ve karşılıklı yarar sağlayan Türkiye Rusya ilişkilerinin “bir günde, bir ayda ya da yılda yeniden tesis edilemeyecek yara aldığını” yazıyor. Aynı analizci, yürütülen barış görüşmelerinde Washington ile Ankara’dan eskiden beklendiği gibi ödün vermeleri beklemek asla mümkün olamaz,diplomasi sertleşti, diyor. 2016 problemleri açısından bakıldığında, Ankara Moskova sertleşmesinden sonra “terörizme” karşı Rusya’nın da katılacağı bir koalisyonun oluşturulmasına artık gidilemez, Batı gevşeklik ve umursamazlık dönemini aştı ve olup bitene ciddi bakmaya başladı, yorumuna da yer veriliyor. “SU-24” olayı ve “Amnesty international” uluslararası insan hakları örgütünün Rus bombardımanlarında çocuk ve kadın da içlerinde olmakla büyük sayıda sivil Suriyeli öldüğünü açıklamasından sonra çok hırçınlaşan ve öfke kusan Moskova liderinin son yıllarda uyguladığı saldırı çizgisi değişik yorumlara konu oluyor.


40

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Rusya İnsan hakları savunucularından Navagin, Putin’in iç ve dış saldırı ve yayılma politikasını Stalin tarafından Yalta Konferansında (Şubat 1945) sonra Polonya’ya uygulanan “önce ele geçirme ve ardından seçimle yerleşme” siyasetine benzetiyor. Bir devletin başka bir devletin topraklarını kendine katma ya da etki alanına almayı dünya sustukça geçerli olan bir siyaset olarak 1938’de Hitlerin Çekoslovakya’nın Sudet bölgesini bir gecede işgal etmesinde ve ardından seçim yaparak Nazi Almanya’sı etki bölgesine dâhiletmesini bugünkü Putin siyasetine benzer örnek gösteriliyor. Hitler’in Almanya’yı genişletme siyaseti 12 Mart 1938’de Avusturya topraklarının da ilhakıyla sonuçlanmıştı. Derken 1939’da II. Dünya Savaşı gecikmedi. Önce bombalayarak ele geçir, sonra görüşme masasında masaya yumruk vur ve sahte bir seçim yaparak Şam’da ebedi diktatörlük kurmak, besbelli ki Putin’in yeni hayal ettikleridir. Türkiye’ye kafa tutması ve yaptırım uygulaması ise, bu arada Türkiye’de yaşayan tüm Rusları geri çağırması ve vize uygulayarak Türkiye’ye turist akımını durdurması da, herkesin kafasında olmasa da, bizim kafamızda değişik soru işaretleri doğurdu. Deneyimlerin gösterdiği üzere, neresi boşaltılır, terör eylemleri olması muhtemel kentler ve tatil siteleri boşaltılır. Ankara’nın demir yumruğundan sonra, ardında bıraktığı ölü ve yaralı mazlumlar, yıkılmış evler, doldurulmuş kuyular, yakılmış buğday tarlalar bırakarak bir erişilmezlik sapıklığı içinde almış başını giden yeni Hitlere dünya üçüncü kez yanmazdan önce dur deme zamanı gelmiştir. Bu mertliğin ilk erinin Türkiye Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan olması hepimiz için kıvanç kaynağıdır. 2016 yılının en önemli iç sorunu Güney Doğu Anadolu’da huzur sağlamaktır. Dış siyaset sorunu ise kardeş Suriye halkını zalimliği tüm sınırları aşan diktatör Beşar Esat’ı tarihe katıp adalet ve demokrasi uygulanacak bir yurtseverler hükumetine kavuşturmaktır. Yeni yılın ilk gününde Suudi Arabistan ile İran’ın arasını açan, diplomatik ilişkilerinin kopmasına neden olan da Diktatör Esat’a karşı olan farklı tutumdur. Yakın Doğu’da bir Şii suni ateşi yakmak isteyenler hesap yapıyorlar. Bu ateşi yanmadan söndürmek 2016’da Türkiye’den beklenen büyük fedakârlıktır. Bir halka iyilik ve hayır gelirse komşusundan gelir. Yakın Doğu’da barışın umut kaynağı Büyük Türkiye’dir.


Makale ve Analizler - 2016

41

Çıbanbaşı Akmadı

Şakir Arslantaş-06.Ocak.2016

zuk.

Konu: Hak ve Özgürlükler Hareketi’nin akordu bo-

Vedalaşmadan ayrıldın. Bu olmadı.. Lütfü Mestan 3 yıldır iyi kötü yönetmeye çalıştığı partiden böyle süt dökmüş kedi gibi mi ayrılacak? Partinin içindeki kara kan, irin akmadan kaldı. Vedalaşmak bizim adetlerimizdendir. 17 Aralık gecesi ona yapılan kitabımıza uymadı. Üzerine toz kondurmadığı Ahmet Doğan’ın ne kadar içinden pazarlıklı bir hain olduğunu o da görebildi. “Hoş” dendi diye uyuz köpek gibi, kuyruğunu bacak arasına sıkıştırıp arkasına baka baka kaçmasını beklemiyorduk Lütfü’den. Bizim kitabımızda ancak adam döven adam olur. Onun pısırıklar okulundan geldiğini görmeyen kalmadı. Bir de, inden kovulan başka bir ine girmez. Dikilir orta yere ve mertçe bekler. Onun yerine ortaya çıkan üç itin alan işaretlemesini bekler. Bir de Oktay Yeni Mehmet örneği var. Şimdi yeni parti mi kuracakmış ne! Olmaz kardeşim, sen artık elendin. Politika sahnesinde 2016’da siyaset arenasında oynanacak piyeste sana rol yok. Hak ve Özgürlükler Partisi bir ekspres trense hepimiz yolcuyuz diye yazdık çizdik. Biletin buraya kadarmış. “İn” dediler indirdiler. Sen şimdi “yeni tren” ve “yeni tren yolu” diyorsun. Uzun iş. Olabilirdi, Türkiye’ye gönderdiğiniz o 1500 gencimiz üniversitesini bitirdikten sonra geri dönseydi. Muhtemelen olurdu. Ne ki siz, anasını babasını soya soya her birine İl Allah dedirttiniz. Sonra paralel tren yolu da olmaz. Rüzgâr olmadan harman savrulmaz. Seni destekleyen 5 kişi çıkmadı. Evet, biz taban dalgasının hareketlendiğine işaret etik, fakat uyananların dirilişi seni de hedef alıyordu. Bizde isim yapmak isteyen, kahramanlık yapmaya gönderilir, sen bu yolu yürüyemedin. Şimdi, anlaşıldığı üzere, kafanın içinde Ahmet Doğan’dan intikam alıyorsun. Tuzağa düşürüldüğün yer de ilginç, kör sofradan kaldırıldın. Sen içten içe yanarken, şu karda kışta 500 bin evsiz barksız, sokak köpeği gibi yaşayanlarvar. Onlar da Bulgaristan vatandaşı. Eşin Şirin Hanım beraberinde olmasaydı, o bir bardak suyu bile veren olmayacaktı. Sen Lütfü Bey eski bir Demokratik Güçler Birliği (CDC) kadrosu ve aynı zamanda gizli istihbaratım Türkler arasında görevlendirdiği ajan “Pavel”sin. İn-


42

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

san anasını babasını ve öz geçmişini değiştiremez. Şu durumda, senin gibi (CDC) kadrolarının bugünkü durumuna bir göz atalım. Başbakan İvan Kostov kabuğuna çekildi. Cumhurbaşkanı Petır Stoyanov bir dış ülkede, adı var kendi yok vakıf görevlisi. Kurucu lider Jelü Jelev öldü. İlk Başbakan Filip Dimitrov Temiz Mahkemesi üyesi. Oysa siz meydanlara sığmayan 1 milyon 200 bin kişiydiniz. Kendinizi düşüne düşüne, iktidar keseriyle kendinize yonta yonta şu zavallı, acınası desem daha doğru, duruma düştünüz. Sen paçayı HÖH’te kurtardın, olmadı. Neden mi, çünkü bu bahçenin fidanı değildin. Biz sana, Ahmet şopardır, ne yapacağı belli olmaz, kuralları bizimkilere uymaz, garezcidir, arkadan vurmak âdetidir, dedik, laf dinlemedin. Seni bir vuruşta sem eledi, tuş etti. Şimdi biraz daha debelenmeni bekliyor. “24 saat” gazetesinde o sözde “temizlettiğin ajan dosyanı” sayfalarca bastıracak, aldığın paracıkların fişlerini savuracak. Bu adam kafadan kontak diye rapor yazıp av tüfeğini aldıracak, sana altın çerçeveli gözlüklerini sattıracak. Senin bugünkü durumundan 10 bin aydın geçti. Olacak olanın Türkçesi “bayılana kadar dövüldüdür.” Ama sende zaten çok yonga var. Önce partinin akordunu bozdun. Gözle görülmeyen parti içi parçalanma oldu. Parti yönetimi sayende tabandan koptu. Partiye yeni bir düzen, yeni bir hava getiremedin. Partiyi içten sıktın. Ana ilke olan, demokratik merkeziyetçilik ilkesi uygulanmadı. Parti içi hem kokuştu hem de insanımız korku içinde yaşatıldı. Sen partinin iplerini saray kurdunun elinde alamadın. At arabası kenarında ileri geri koşuşan tay gibiydin. İnsanlarımızla içli dışlı olamadın. 3 yılda sıradan parti üyeleriyle bir HÖH-BAYRAMI düzenlemedin. Bu parti bayramlarda doğmuştur. Ama sen nerede bileceksin, o zaman CDC’ci ve HÖH düşmanıydın. 5 - 10 kurban kesip partiye oy veren, her seçimde partinin yüzünü ak eden köylülerimizle diz çöküp sofraya oturup içli dışlı olmadın. İnsanımızın yüzüne hep yan yan baktın. Mevlitlerde bile hep yan odaya çekildin, dilimizi bilmeyenlerle yedin içtin. Halkımızın sofra nabzını tutamadın. Halkın kaşık tutuşu önemlidir Lütfü Bey. İnsanımızın kaşık tutuşu değişti, çorbayı kaşıklayan kalmadı, hepimiz katık olsun diye banıyoruz. Ama Senin bundan haberin yok. Ne yaptınız ne ettinız ayrıntılarını bilemem ama Sofya’da ve ülkedeki kiliselerde açlara çorba dağıtıyorlar. Bulgar kendisi bu durumdayken bizim yüzümüzü güldürmezler. Bunu fark edemedin. Şu kar kış ortamında, çöp tenekeleri kapakları buzlanmış, muhtaçların son ekmek kapısı da kapanmış. Kasabalı Bulgarlara da acıyorum, aç kaldılar. 3 yılın özeti: lafla peynir gemisi yürümez. Seni yakından tanıyanlardan işittim: “Leyleğin ömrü lak lakla geçer”


Makale ve Analizler - 2016

43

3 senede 1 fabrikacık şeridi kesebilseydin, on haneye ekmek kapısı açabilseydin, çocukların doğru dürüst 3 öğün yemek yediği bir anaokulu açabilseydin, ama yapamadın. Sen üç sene meclis kürsüsünden kayıkta su dövdün. BULGARTABAC holdingi de Delyan Peevskiye kaptırdınız. Şöyle kayın pederinle diz dize oturup şu “Bulgartabac” işini bir sorsaydın. O ömrünü de tütüne adamıştı. Bu işleri bilirdi. Sana, muhtemelen “yapma bunu damat, ah alırsın, beddua alırsın” diyecekti. Diktin keçi sakalını, kestiğin kestik, biçtiğin biçtik oldu. Kendinde olmayanı başkasından almadın. Biz tütün kokarız. Tütün anacığının da ekmek teknesiydi, hemen unuttun. Etrafına bir bakınsan göreceksin ki, bu yıl tütünler kaliteli, her yaprak sanki altın para fakat satın alan yok. Köylere eksper gönderilmiyor. Hava bozsun, nemlensinler, tavı bozulsun, az biraz gevresinler de fiyat dibe vursun diye bekliyorlar. Peevski mafyası üreticimizle sözleşme imzalamaya yanaşmıyor. Bu zulmün bedduası olmaz mı? Köylülerimizin hayat sigortası yok. İnsanımız doktora gidemiyor. Ulusal eğitim sistemi, sağlık sistemi, yardım sistemi dışında kaldık. Avcısın, kendin de görüyorsun, dağ bayır tilki kurt, yaban domuzu, ayı doldu. Can güvenliği kalmadı... Halkımın ekmeğiyle uğraşmak günahtır. Memlekette kalanlar, Bulgaristan’da yaşayanları başka bir şeye değişmeyenler, Daniel Peevskiye köle olmak için kalmadılar ata yadigârı topraklarımızda. Rus çizmesi altında ezilmek için de kalmadılar. Biz köyünü, yurdunu seven insanlarız. İşlediğimiz topraklar bizimdir. Bizi oyuna getirenlere isyan ediyoruz. Oyuna gelmeyiz. Aç dururuz, el açmayız. Bunu anlayamadın be Lütfü. O kör sofrada ilk yumrukta pes olup yere serilmen bize çok şeyler anlattı. Sen boşmuşsun. Bir defa parti paralarının senin kontrolünde olmadığı ortaya çıktı. Paralar senin denetiminde olsaydı hain tuzak yapamazdı. Saman çuvalı gibi düştün, iyi ki, Şirin Hanım bir bardak su verdi, oracıkta kayıp gidiyordun. Az kaldı Ahmet şoparı naşın üstüne basacaktı. Bizim cenazelerimize şopar gelmez, geleneklerimizi bozma. Bu gelişmelerle birçok şeyle birlikte sende iş olmadığı da ortaya çıktı. Sen ajan “Pavel” otobiyografin iyi biliniyor. Ele verdiğin insanlar göç ettiler. İnsanımız garezci değildir, kötülükleri unutur. Yeni kuşak yetişti. Seni tanımıyor. Bizden kimse yakana yapışmaz. Unutulmayacak günahların da var. Şu anadilimizin okullarda zorunlu ders olarak okutulması sorununu çözmemen unutulmayacak. Üç yıl bizi oyalaman da unutulamaz. Sen bizim edebiyat, sanat ve gelenek ve göreneklerimize dayanan özgün kültürümüz problemlerimizi ciddiye almadın. Bizim Türk kimliği konusunda ise dibi delik bir kofasın. Bundan sonra kimse bu kofaya su doldurmaz. Beklentimiz yoktur. Daldan düşen armudu domuz yer.


44

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu yazımı özel olarak sana hasrettiğim için, bir az da kullandığın propaganda yöntemlerin üzerinde durmak istiyorum. 1) Sen, Bulgaristan Türklerine ve diğer azınlıklara karşı işlenen suçların, cinayetlerin, 500 bin ailenin parçalanmasının, göçe zorlanması suçlularının bulunup cezalandırılması konusunda ilk anda pas ettin. 19 Ocak 2013’te Genel Başkanlığına atanmazdan önce seninle yapılan pazarlıklarda ya da ön yüklemede sana verilen ödevleri açıklamadın. Samimi değildin. Gerçekleri halktan gizledin. Biz senin çözmeye yanaşmadığın sorunlardan ödevlerini açmaya çalıştık. Büyük yaramızın sarılmasına yanaşmadın. Doğan da aynı ödevle, totalitarizm gerçeklerini gizle vazifesiyle HÖH başkanı yapılmıştı. Multigrup bu ödevle kurulmuştu. Sen, 3 yıl hainlikler arabasına faytonculuk yaptın. Bu af edilemez, çünkü haklı davamızı engelledin, bize güç kaybettirdin. Senin döneminde adalet dosyalı bir tek dava açılmadı. Parti içinde dalaverecilik rüşvet olayları aldı yürüdü. Yardımcıların mahkemelik oldu. Parti bir soygun çetesi izlenimi yarattı.Bu çetenin başı ben değildim diyebilirsin ama Genel Başkan olarak kukla olmamalıydı. Komünist partisinin Sosyalist Parti olduğu gibi, gizli polis teşkilatı (DS) de ad değiştirip Devletin Ulusal Güvenlik Ajansı (DANS) olduğu gibi ne öz ne şekil değiştirmeden halkı soydunuz. Parti bir çıbanbaşıdır, sen gittin ama parti icranı, kara kan akmadı, zonkluyor, hepimizi boğuyor, an ve an öldürtüyor. Sen bu takımın başkanıydın. Oyundan atılman hiçbir şey değiştirmedi. 2) Hak ve özgürlükler davamızı meclis kürsüsünde kısır söz dalaşı durumuna getirdin. Halka hiçbir konuda bir şey danışmaman Bulgaristan Türklerini ve Müslüman azınlığımızı anesteziliymiş gibi görmen, en büyük yanlışlarından biri oldu. Bizim tarlamızda büyüdüğünü unuttun, sen köklerini kestin ve artık devrildin. Halkın uyanarak dirilişini göremedin. 1 Kasım 2015 yerel seçimlerinde insanlarımızın uyanan iradesi, HÖH partisinin Deliorman, Merkez ve Batı Rodoplar omurgasını bağımsız adaylarımızla kırmasaydı, balıkçı ve avcı sarhoşluğun devam edecekti. Senin deviren halkın dirilişidir. Doğan olayı laf ebeliğine getirdi. “CU-24” düşürülmeseydi yine yolcuydun. Şöhret ve şan hırsına kapılıp HÖH’ün son yerel seçimlerde 2. parti olma hevesini önceden açıklamasaydın, Bulgar partileri ve kamuoyu tek yumrukta birleşmeyeceklerdi. “Raimem” türkümüz için sanatımıza, halk kültürümüze söylettiklerin, yaktığın saldırı ateşinde doruk yaptı. Türkleri korkutman yanlış bir taktikti. Halkımızın canı ancak pamukla alınır. Düşmanlıklar körüklemen af edilemez. Oyuna getirildiğini fark edememen de af edilemez. Seni yerle bir eden ilk yumruk bir de başaktan biçme hevesine darbe oldu. Bu yüzden köylerde ve kasabalarda “Ne oluyor!?” mitingleri düzenlenmedi. Kör sofrada olduğu gibi, halk arasında da “çıt” yok. Sen bunu düşün, bunu. Seni savunmak için sokağa çıkan, ayaklanan olmadı. Bunlar özel


Makale ve Analizler - 2016

45

hanene yazılan yanlışlardan biridir. “Rodopi 24” saat gazetesi gargara yapıyor. Göle taş atıp dalga büyüklüğüne bakıyor. 3) Bulgar dili yüksek eğitimi almış olsan da, lügatine girmemiş Batı kökenli, içeriği halka inmemiş, kamuoyunda bilinmeyen sözler, değimler, kavramlar kullanarak Bulgarlar arasında “Bu Türk bizim dilimizi bozuyor” yorumlarına vesile oldun. Yaptığın yenilikçilik komşu tarlasına taş atmaktı. Rahatsız oldular. Biz alçak gönüllü ve minnettar insanlarız, kimseyi rahatsız etmeyiz. Sen meclis kürsüsünde kabul edilmemiş ideleri anlamı açıklanmamış kavramlarla anlatmaya çalışırken gülünç duruma düştün. Senin sözlerinden şu Avrupa Birliği “Hari Potır” dünyası hayali yarattı. Bunalım dönemlerinde insanların konuşma ve yazım dilinin basitleştiğini fark edemedin. Konuştuklarını Türk, Pomak ve Çingene kardeşlerimizden kimse anlamıyordu. Sustular, aklına başına gelir, bir yağmur damlası gibi iner ve yağamıza sarılır diye beklediler. Bugün o gündür. Onu da anlayamadın Büyükelçilikler geziyorsun. Bizim derdimiz içimizdedir, dışarı vurmaz. Türklerin Türkçesini, Çingenelerin çingenecisini Pomak kardeşlerimizin de öz dillini elinin tersinle çöpe ittiğin yetmezmiş gibi, Bulgarların da anlamadığı kavramlarla konuşman seni sıfırın altında sıfır ediyordu ama sen de Hitler gibi kendini beğenmiştin ve ayna önünde söylev denemesi yaptığından ve kendine hayran bir dazlak olduğundan durumu fark edemedin. İyiliğini düşünen olmadığından seni uyaran da olmadı tabii. Yaptığın propaganda hep havada kaldı. Ektiğin tohumlarından hiç biri tutmadı. Savsaklanıp düşerken tutunacak dal bulamaman ondandı. Yönetiyorum diye övündüğün, o kör sofra etrafına toplanan, 100 kişinin hiç birinden senin lehinde “çıt” çıkmaması, ne anlama geliyor, düşündün mü? 4) Sen anlaşılmayan sözlerle konuşurken gerçekleri gizledin. Nazi Almanya’sı propaganda şefi Göbels’in “olmayacak işleri anlatmak en iyi propagandadır” demiştir. Sen halkı giderek bilgilendirme akışını bozdun. Bulgaristan Türklerinin varlığını, tarihini, ekonomi ve sosyal yaşamdaki yerini, edebiyat ve sanatını, kültür ve uygarlığını unutturmaya çalıştın. Vazifen bizi hiçlemendi. Biz bunun farkındaydık ajan “Pavel”. 1989’dan önce “Rabotniçesko Delo” gazetesinde çıkan, zorla okutulan, kimsenin anlamadığı başyazılar vardı. Konuşmalarını ancak onlarla karşılaştırmak mümkündür. Bu yazılarla okurların hayalleri boşandırılıp içi yalan doldurmak hedefleniyordu. Sen 3 yılda yaptığın budur Lütfü Bey. Çıbanbaşı akmadı. 5) Tarih kültürünün çok zayıf olduğu da her defasında dikkati çekti. Bu işi kaç para karşılığı yaptığını bilmiyorum fakat Osmanlı’da “Ermeni Soykırımı” savsaklığına oy verip imza etmen unutulacak gibi değildir. Rusların 1877 Plevne savaşına saldırı savaşıdır deyemedin. 1989 Bulgaristan Türkleri Ayaklanmasının Ulusal anıtının dikilmesini isteyemedin. Ana dilimiz konusundaki “ceza”


46

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

gargaran, uzun uzun sıralamak istemiyorum senin Türk Milli Kimliği davasından uzak olduğunu, Balkanlarda en büyük yerli Türk azınlığının yaşadığı bir ortamda davayı kavrayamadığını kanıtladı. Daha doğrusu ne istediğini bilmeyen biri olduğunu gösterdi. Toparlamak gerekirse, sen yeni parti falan kurmaya çalışma, particilik boş iş, emekli ol ve “Ben Halkıma Nasıl İhanet Ettim” romanını yaz. Böyle bir esere ihtiyaç var. Dosyalar falan çıktı, okuduk, ama gerçekler hep gizli, şöyle bir aç içini ve yaz. İnsan en çok kendini sever, yazarlar kendini yazar, herkes aynada kendini görmek ister. Karşısındaki kişinin de kendine benzer birisi olmasını ister. Ricam büyüktür. Bu eseri yazarken dedeni, neneni, köydeşlerini düşün. Şu son 100 yılda Bulgaristanlı Türk kardeşlerinin ne kadar özveride bulunduğunu içtenlikle anlat. Sana biraz da yardım etmek istiyorum. Ter yere dökülür, tarlaya dökülür, tuzludur, umudu sulamaz, bizse umutla yaşayan insanlarız. Dökülen tere faturası kesilmez, bizde bedeli de ödenmez. Fikirlerini bir de vicdan süzgecinden geçir. Kaptı çaldı diyorlar, onları atla, bizim namuslu olduğumuzu Bulgar da bilir. Sonra senin de oğlun uşağın var onların geleceğine çamur atmaya gerek yok. Yaz kitabı, Türkçeye çevirisi bizden, basma ve dağıtma masraflarını da karşılarız. Böyle bir samimiyete ihtiyaç var, çünkü işlerin akordu bozuldu, davamızı yeni bir ayar çekmemiz gerekiyor.

Para ve Çizgi Mücadelesi

Nahit Doğu-06.Ocak.2016

Hak ve Özgürlükler Hareketi Partisi’nde olanlar aslında gösterildiği gibi Rusya yanlıları ile Türkiye yanlılarının bir çatışması değil. Yaşananlar üyelerinin çoğunluğu Türklerden oluşan ancak Bulgaristan’daki Türklerin kültürel kazanımları doğrultusunda çalışmayı çoktan bırakan Hak ve Özgürlükler Hareketi içinde çıkar gruplarının mücadelesi sadece. Parti içi gruplaşmaların para mücadelesi topluma milliyetçilik, iç ve bölgesel siyaset kılıfı giydirilerek sunuluyor. Ülkedeki Türk toplumunun mücadelesi ise bambaşkadır. Türkler, komünizmin çökmesinden sonra önemli kültürel haklar elde etmelerine rağmen eksikliklerin giderilmesini bekliyor. Ne var ki, Ahmet Doğan yönetimindeki Hak ve Özgürlükler, Türklerin elde edebileceği hakların bir sınırı olduğuna, olması ge-


Makale ve Analizler - 2016

47

rektiğine inanıyor. Doğan’ın, Bulgaristan’daki Türklerin sahip olabileceği haklar konusunda bir çizgisi var ve o çizgi de asla geçilmemeli. Doğan’ın çizgisi devlet tarafından da destek görmüyor değil. İşte parti içindeki çıkar gruplarının dışındaki Türklerin arasındaki görüş ayrılığı bu çizgi nedeniyle ortaya çıkıyor. Doğan’ın Hak ve Özgürlükler’i, Türklerin kamusal alanda anadillerini konuşabileceklerini ancak siyasi mitinglerde Türkçe yasağının kalmasında sakınca görmüyor. Doğan’ın Hak ve Özgürlükler’i, ulusal çapta 24 saat Türkçe yayın yapacak radyo ve televizyon istemiyor. Türklerin can alıcı konularından hayli uzak duran devletin televizyon kanalından 10 dakikalık Türkçe yayını yeterli görüyor. Doğan’ın Hak ve Özgürlükler’i, Türk çocuklarının okullarda anadillerini “mecburi ders” değil, “seçmeli ders” olarak okutulmasını kâfi görüyor. Bunun gibi örneklerin sayısı haylı fazla. Hak ve Özgürlükler’i destekleyen ve eleştirenler arasındaki mücadele iste bu çizgi yüzünden ortaya çıkıyor. Parti içindeki baronlar, Doğan’ı mevki ve para için desteklierken, parti dışındaki sıradan seçmen ise söz konusu mücadele çizgisini idrak edemediği ve başka çaresi olmadığı için destek veriyor.

Koltuk Değneği - 3

Dr. Nedim Birinci-07.Ocak.2016

Konu: Topal nereye giderse koltuk değneği de oraya gider. Dedem Balkan harbinden topal dönmüş. O zamanlar takma bacak yokmuş. Küçük ihtiyaçları için ayağa kalktığında iki kızılcık sopası kullanıyormuş. Koltuk değneği henüz hayata gelmemişmiş. Bacaksız kalmak ciddi bir eksiklik! Hiçbir yere gidememe. Akranları bize toplanıyor, kız saçı gibi kıyılmış sarı kehribar tütün getiriyor, bulabilmişlerse pirinç kâğıttan kaçak sarıyor ve tüttürüyorlarmış. Kaçak kokusu evimize siner. Tipik bir kokudur. Sanki Türk kokar. Herkes tütün işlediğinden kaçak kokusuna alışkındır. Tütüncü olmayan hanelerde bu koku yoktur. Bizden olanı, yeni Türkçemizde özdeşliğimizi, yabancı dillerde


48

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

identikliğimizi yani nitelik ve nicelik olarak benzerliğimizi simgeleyen bir az da tütün kokusuydu. Kimlik çizgimizde tütün kokusu vardı, derken Bulgaristan Türklerinde koltuk değneği olma duygusu yoktu, diyorum. Herkes nereye biz de orayaruh hâkimdi. Altı olur, yedi olur, hep Allahın dediği olur sık kullandığımız atasözlerimizden biriydi. Bu bir inanç olarak çok derindi. Kim ne yaparsa yapsın, bizimle ilgili ne gibi planlar yapılırsa yapılsın, sonunda Tanrı’nın dediği olur inancı güçlüydü. Bu, biz Bulgar okullarına giderken annelerimizin endişelenmesini engelleyen temel dayanaktı. Bu yüzden olacak, Türk evlerinde öğrencilere “okulda ne öğrendin” sorusu pek sorulmazdı. Botev, Vazov, Smirnenski ve Vapsarov gibi Bulgar yazarların şiirlerini ezber öğrenmeye çalışırken bile, “oku oku, bugün öğrenir, yarın unutursun, canını sıkma!” dedikleri unutulmamıştır. Annem ve babamın kitap okuyacak kadar Bulgarcası yoktu. Deneyimlerine ve duyumlarına dayanarak, Fransız klasik Viktor Hugo’nun “Deniz Emekçileri” eserindeki “İnsan zehre bile alışır” bilgeliğine kendileri varmışlardı. Bana acıyan gözlerle baktıklarını unutamıyorum. Kimlikli yetişmemizin esasında aile ortamında öğrenilenden daha önemli ve üstün olan bir şey olamaz inancıydı. Pencere kenarındaki radyomuzdan Bulgarca bir şey dinlendiğini hatırlamıyorum. Bulgar TV-si evimize girdiğinde gençler ekrana kilitlenirdik. Annem yanımıza geldiğinde “Biz Türk’üz çocuklarım, kendinizi kaptırmayın” diyor, babamsa boş zamanında “Yeni Işık” gazetesini okuyordu. Yaşayış tarzımızda başkalarına koltuk değneği olma olasılığı yoktu. Derin köklerden güç alan Türk kimliğimiz dış etkilere karşı duyarlıydı. Okuduğum kitaplardan “toplum mühendisliği” mesleğinin İngilizler tarafından icat edildiğini öğrendim. David Motodel’in “İslam ve Naziler” adlı incelemesi beni çok etkiledi. Eserin başından sonuna İslam dinine ve Müslümanlığa ahlak, kültür ve medeniyet olarak saygı var. Bu noktaya değinmemin nedeni, 70 yıllık bir yasaktan sonra Adolf Hitler’in “Kavgam” eserinin Almanya’da serbest satılmaya başlamasıdır. Almanya’daki yasaklı sürede Bulgaristan’da bu eser devamlı satıldı. Kenar sokaklarda “Hitler haklıydı! Yahudi masonlara ölüm!” veya “Milli sosyalizm tek çaredir!” hatta “Bize yeni bir Hitler lazım!” gibi sloganlar sıklaştı. Bunlar taban altında gürleyen bir ucube olduğuna işarettir. Bu canavarın Batıda ya da Doğuda başka birilerine karşı hortlamaya hazırlandığına inansam bile, söz konusu ülke Bulgaristan olduğunda, dehşetin her defasında Türklere ve Müslümanlara karşı diş bilediğini düşünmekten kendimi alamıyorum. Faşizan Ataka partisi Başkanı Volen Siderov’un Sofya’nın merkez meydanlarından birinde, Çingenelere hitaben konuşurken “hepinizden sabun yapacağız” sözleri kulaklarımda uğulduyor.


Makale ve Analizler - 2016

49

Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarında İslam Nazizmle yüzleştiğinde ilkelerinden ödün vermedi. Bununla ilgili olarak, özellikle vurgulamak istediğim husus ise şudur: Araştırmacı yazar Motedel’ın eserinde, dünya savaşları arifesinde ve savaşlar esnasında Müslümanlarla ilgili olarak özel bir siyaset yürütüldüğüne yer verilmiştir. İngiliz Başbakanı Churchill “Müslümanlarla ilişkileri hiçbir surette koparmama” siyaseti izlerken, 1941’de Doğu Londra’da Camii açtı, ardından Regents Parkta Londra Merkez Camii inşa edildi. İtalya diktatörü Mussolini 1941’de kendisini “Müslümanların koruyucusu” ilan etti. Sovyet lideri Stalin bile 1942’de iyice sıkıştığında Kremlin’de 4 Müslüman heyeti topladı. Ufa kentinde ise Merkezli Müslüman Manevi Direktörlüğü kurdu. 1938’de Japonya’nın başkenti Tokyo’da Merkez Camii hizmete açıldı. Almanya’da ilk Büyük Camii 1934’te Bremen’de kuruldu. Büyük savaş sırasında bombalandı. Kuşkusuz şimdi dünya çok değişti. Artık Güney Fransa’da hizmet veren 2 bin camii var. Avrupa’nın en büyük camii de geçen yıl T.C. Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın da açılış törenine katılışıyla Moskova’da ibadete açıldı. “Koltuk Değneği -3” konusuna böyle girmemin nedeninde şöyle bir gerçek bulunuyor. Büyük devletler, İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya ve Rusya geçen yüzyıl İslam dininden ve Müslüman âlemden bir koltuk değneği olarak yararlanmayı akıllarından bile geçirmemişti. Toplam sayısı 2 milyara yakın olan Müslümanlar dünya siyaset, kültür ve medeniyetinde önemli bir faktör olarak görülmüştür. Farklılıklar ihtiva ederken çok önemli uygarlık değerleri de arz eden İslam saygı bulmuştur. Öyle olmasına rağmen, çağdaş dünyanın her karışında Müslüman ve Hıristiyan din, kültür ve medeniyetler arası kıyasıya bir savaşım aldı yürüdü. Biz Bulgaristan Müslümanları bu kıyasıya mücadele ocağında yanıp kavrulurken ortada kaldık. Türkiye, Rusya ve Batı arasında bir uluslararası siyasi denge unsuru olan Bulgaristan’da Müslümanlar doğal olarak devamlı Türkiye’den yana olmaları gerekirken, Moskova tarafından denge bozucu unsur olarak kullanılmaya çalışılıyor. Bu gerçeği, 17 Aralık 2015 gecesi, Bulgaristan Türklerinin etkin olarak desteklediği Avrupa-Atlantik, AB, NATO ve Türkiye ile dostluk ve işbirliği siyasetini yön değiştirmeye zorlayıp Rusya yörüngesine itmeye deneyen ve bu hedefe ulaşabilmek için HÖH içinde darbe yapan Ahmet Doğan hainliğinde açıkça görebildik. Son yıllarda saldırganlaşan Putin siyasetinde geçmişe dönüş dikkat çekiyor. Bilindiği üzere, 1520’den 1917’ye kadar topraklarını her yıl bir Bulgaristan kadar genişleterek büyüten, 1990’da birden bire çöküp küçülen Rusya, Putin yönetiminde hırçınlaştı. Son dönemde Yakın Doğu çatışmasında, ayrıca AB ile Moskova arasındaki gerginlikte biz Bulgaristan Türeleri’nin de giderek daha bürük baskı altına girdiğimiz görüldü. Bölgesel büyük güç olan Türkiye bu defada da bizim için kurtarıcı simit olarak sahneye çıktı.


50

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

1300 camiimiz, vakıflarınız, din okullarımız, İslam Enstitümüz, Başmüftülüğümüz ve il Müftülüklerimiz olduğu dikkatte alındığında, biz Bulgaristanlı Müslümanların değil “koltuk değneği” Orta Direk olmayı doğal hak ve kazanım olarak hak edişiz. Bulgar ekonomisine, sosyal ve kültür ve medeniyetine olan son derece önemli ve büyük katkılarımız bize bunu layıkıyla hak ettirmiştir. Tabii ki, bizde de din işleri her zaman siyaset dışında kalmıştır. Din kurumları tüzel kişi olarak seçimlere katılamaz, aday gösteremezler. Devletimiz layık olduğundan dolayı dinlerin siyasete katılması ulusal yasalarla engellenmiştir. Din işleri devlet işlerinden ayrı yürütülür. Gerek Hıristiyan, gerek Katolik, gerekse İslam dininin siyasete katılması hiçbir zaman onay bulmamıştır. Bulgaristan layık bir devlettir. Dinsel haklar anayasada yer almıştır. Dinimizin uzandığı alan camilerimiz, din okullarımız, müftülüklerimiz, gelenek ve törelerimizdir. Aynı zamanda Başmüftülüğe bağlı olan Müslüman Manevi Konsey etkinlikleri sayesinde sözlü ve yazılı yayınlarla geleneksel özgün kültürümüzün dokusunu oluşturan Müslümanlık yaşam tarzımızda belirleyici rol oynar. Bu bakıma, biz, siyaset dışı oluğu esas alarak, Başmüftülüğümüz hakkında Bulgaristan siyasetinde “koltuk değneği” rolü oynadığını iddia edemeyiz, söyleyemeyiz. Bu tespitlerde bulunurken, Bulgaristan Türkleri Başmüftülüğü’nün son dönemde ülkemizin toplumsal yaşamındaki rolünün arttığına, saygınlık ve önem kazandığına işaret eden birçok örnek de gösterebiliriz. Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliv’in 2015’te Başmüftülüğümüzü ziyaret etti. Başmüftü Mustafa Hacı ile istişarelerde bulundu. Başbakan Boyko Borisov ile devamlı semereli temas kurulmuştur. Başta Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Başbakan Ahmet Davutoğlu olmak üzere dış devletlerden heyetlerin Başmüftülüğümüzü ziyaretleriyle bizi şereflendirmeleri onur verici olaylar arasında başta geliyor. Bu cümleden olmak üzere Başmüftülüğe bağlı etkinliklerde bulunan İslam Kültür Merkezimiz kitap tanıtma, toplu çalışma, kurs, seminer ve bilimsel sempozyumları da İslam dininin barış ve hoşgörü gibi erdemlerinin tanıtılması açısından olduğu gibi, toplumda huzur sağlayan rolünü de ön plana çıkarma açısından saygınlık kazanıyor. Olaylara bu açıdan bakıldığında, Bulgaristan Müslümanlarının fert, grup, etnik azınlık ve HÖH partisinde yada başka bir siyasi kuruluşta örgütlenmiş bir halk topluluğu olarak, Bulgar iç ve dış siyasetinde “koltuk değneği” olması olayına bilinçli tepki gösterebilmemiz gerektiğine inanıyorum. Başına buyruk, barıştan, güvenlikten, beraberlikten, iyi komşuluktan ve Türk-Müslüman kimliğimizi ayakta tutan bir tavır sergileyebilmemiz için Bulgaristan ve Balkanlar tarihi ve gelenek görenekleri dışında eski kıtaya ilişkin birçok başka genel kültür dalla-


Makale ve Analizler - 2016

51

rında bilgiye sahip olmamız gerektiğine inanıyorum. Bir bakıma Müslüman olup da artık 138 yıldan beri Müslümanlıkla Hıristiyanlık arasında yüzleşme hattında İslam dini mensupları olarak yaşamamız ve etnik ve dini bir azınlık olduğumuz dikkate alınırsa bilgisel, yerel ve genel kültür olarak daha dolgun bir hazineye sahip olmamızın gündeme gelmesi gerektiğini belirtmek istiyorum. Yine bu açıdan, Bulgaristanlı olup Türkiye Cumhuriyeti Üniversite ve bilimsel araştırma kurumlarında görev alan toplam 500 bilim adamına çok büyük ödevler düştüğüne ve düşeceğine de kesin olarak inanıyorum. “Sokma akıl, akıl olmaz”, “Bilinmeyen kaynaktan su içilmez!” gibi atasözleri memleketimizde öğrenmeye, bilgiye doğru atılımlarda bu kadroların tarihsel misyon sahiplerini çok yakında anlayacaklarına inanmak istiyorum. Bu etkinliklerde taşıyıcı rolü Derneklerin üsleneceği kuşkusuzdur. BULTÜRK Derneği’nde genç bilim adamlarının nabzı artık atıyor. Yeniliklerin, değişimin ancak kendi adamlarımızdan, kendi aramızdan yetişen hocalarımızdan, bilim adamlarımızdan geleceği biliniyor. Değişimlerin kapısını açacak olanlar bilgi sahibi gençlerimiz olacaktır Konuya devam etmezden önce, Bulgar gündeminden bir örnek daha vermek istiyorum. Sırbistan’ın Bulgar sınırına yakın bölgelerde birkaç kasaba ve yüze yakın köyde Bulgar nüfus yaşıyor. Sırp makamlarının Bulgar ektik azınlığın kültürel, sosyal ve başka gereklerine yeterli ilgiyi göstermediğinden olacak, orada Bulgar kurumları kütüphaneler, okullarda kitaplıklar açtı. Eserler Sofya’dan gönderiliyor. Sofya Askeri Tıp Akademisi aynı yöre merkezinde bir poliklinik, hastane ve eczane ünitesi açtı. Bulgar vatandaşlara cüzi bir ödeme karşılığı, fakir yaşlılara ise bedava sağlık hizmeti sunuluyor. Bunun amacı, oradaki Bulgar kimliğini yaşatmak ve Bulgarların Sırp siyasetçilerine koltuk değneği olmalarını engellemektir. Şu satırları yazarken utanıyorum. Yakasından tutulup saraydan ve partiden atılan sabık Genel Başkan Lütfü Mestan’ın 7. sınıfa kadar bedava dağıtılan okul kitaplarının 3 - 4 levaya “Bulvest 2000”, “Anubis”, “Prosveta-Sofia” gibi basım evlerinde bastırılıp Eğitim Bakanlığına kat kat pahalıya satma işinin başında bulunduğu basına düştü. Nerde onlar nerde biz!!!!! Dünya nüfusunun % 13’ten fazla bir kısmının yoksulluk çizgisi altında yaşadığı ve % 5 - 6’sı hariç Bulgaristan Türklerinin topluca bu geçim bohçasının iki ucunu bağlayamayanlar arasında bulunduğu günümüz şartlarında, üzerimize basıp da bizi daha da ezmek isteyen Rus oligarşisinden “Forbs” dergisinin yayınladığına milyarderler listesinde, 2005’te temsilci yoktu. Fakat üç yıl sonra 2008’de Rus milyarderler Almanya ve Japon milyarderlerin toplamından 88 kişi daha fazla oldular. AB ile ABD’nin 2015’te Moskova’ya karşı yaptırımları gemi azıya almış Putin siyasetini biraz gemledi. “CU-24” askeri bombardıman uçağı-


52

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

nın Türkiye Cumhuriyeti silahı kuvvetleri tarafından düşürülmesi saldırganı durdurma politikasına dünyaca örnek oldu. İkinci Dünya Savaşı’ndan hemen sonra (1945) ABD Başkanı Truman’ın İtan’a çöreklenmek isteyen Stalin’ne “DUR” demesi, Sovyet Ordusu’nun İran’dan hemen geri çekilmesine neden olmuştu. Saldırganları gemleyen, durduran ve gerileten, sert dış politikadır. Yirminci yüzyılın sonunda Türkiye Cumhuriyeti’nin öncülük ettiği bu siyaseti 1992 -1995 Bosna Savaşında NATO’nun katliamları gemlemesinde gördük. O zaman savaş uçakları Bulgaristan semasından geçmişti. İşte bu olayların tümü Bulgaristan Türklerinin kimliğinin oluşumunda ve gelişiminde önemli rol oynamıştır ki, onlar bugün Avrupa-Atlantik siyasetine, teröre karşı barış ve güvenlik davasına sahip çıkıyorlar. Ne yazık ki, lider olarak ortaya çıkıp böbürlenen ne Ahmet Doğan’da ne de Lütfü Mestan’da iş yok. Birbirini yediler ve bizi rezil ettiler. Türk onurlu kişilik sahibi modern bir kişidir. Bu olayları daha derin algılayabilmek ve uyanık bilinç ve siyasi tutum oluşturabilmek için yalnız Bulgaristan Türkleri, Bulgaristan ve Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti gelişim tarihini bilmemiz yeterli olmaz. Aynı zamanda Almanya topraklarında yürütülen dini nitelikli Otuz Yıl Savaşları sonunda 1648’de imzalanan Vestfalya Batış Antlaşmasından başlayarak; 1713 Utreht Barış Anlaşmasıyla nihayet bulan İspanyol mirası savaşından; Napolyon Fransa’sı üzerinde kesin zaferden sonra toplanan 1815 Viyena Konsey kararlarından; bizim kaderimiz için de olağanüstü büyük ve sonuç belirleyen öneme sahip olan ve Rusya Osmanlı Savaşından sonra yeni dengeyi sağlayan 1879 Berlin Konferansı kararlarından güncel çıkarmalar yapmadan bugününkü siyaseti anlamak olanaksızdır. Çünkü 19. yüzyıl sonunda kurulan dengenin 20. yüzyılın insanlık tarihinin altın çağı olacağı umudunu doğurmuştu. Hatta okumuşsanız ütopik ve pasifist literatürün 1914’te Birinci Dünya Savaşı patlak verene kadar sınırsız bir Avrupa’yı hayal ettiğini görürüz. Biz Bulgaristan Türkleri, Müslümanlarımız işte bu büyük siyasetin istesek de istemesek de 1878’dan beri ezmeye doymayan keskin dişleri arasındayız ve ezildikçe ezildik. İki cümle daha eklemek istiyorum. Birinci Dünya Savaşı Versay Barış Anlaşmasıyla sona erdi. Dünya bu Antlaşmayı kabul etmediği için İkinci Dünya Savaşı başladı. 5 Mart 1946’da Amerikanın Misuri eyaletinin Fultan şehrinde İngiliz Başbakanı Churchill bilinen konuşmasını yaptı ve komünizmin dünyada Soğuk Savaş başlattığını duyurdu. 1990’a kadar Soğuk Savaşın totaliter Bulgar dişlisine takıldık ve hala kurtulamadık. 26 yıl “demokrasi” dönemine rağmen, hala ayakları üzerinde yürüyemeyen Bulgar siyasetinde “koltuk değneği” rolü görmeye devam ediyoruz. Putin’in


Makale ve Analizler - 2016

53

kural tanımaz bir saldırganlıkla uluslararası sahneye çıkmasıyla hele Suriye’ye sıçramasıyla “sol koltuğa” mı yoksa “sağ koltuğa” mı “dayak” olalım konusunda kendi aramızda kavgasına düştük.

Üç Aptal

Filiz Soytürk-10.Ocak.2016

Konu:Şiire ve masala yansımayan hayat boştur. Sayın okurum size ibret verici bulduğum “Üç Aptal” masalını anlatmazdan önce, bu sabah bilgisayarımı açınca, seçkin aydınlarımızdan Mümün Topçu’nun postasından gelen bir şiiri sunmak istiyorum.Sabah keman dinlemeyi severim. O benim gecemi gündüzüme sihirle bağlayan çalgı aletidir. İnanır mısınız, ömrümde hiç kemana dokunmadım, ayarını bilmem ama o duygularımla insan gibi konuşurken, dinlemeye bayılırım.Şairlerimizden Şahin Mustafa yazmış gelen şiiri. Onu tanımıyorum. Nereli olduğunu da bilemedim. Ama denizi böyle okumak! Hapsedilmiş doğan bilincin kapı ve pencereleri param parça edip, bilgelik olarak kükremesi. Tellal ruhu var bu dörtlüklerde. Kemancıları tanımadığım gibi şairi de tanımıyorum ama tanımamış olmam o kadar güzel ki... Siz de şöyle bir okuyun ve kendinizle konuşun. Hakiki Hayat Hayatı denize ben benzetmedim Benzeten benzetmiş yıllarca evvel Bunun için de denizdir, dedim Olsa da denizden çok daha güzel

Deniz, dalgalanma, yeter desen de Seni dinlemez ki, coştukça coşar Bunu, istesen de, istemesen de Hayatın denize benzerliği var


54

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Korkaklar söyle denizde ne arar? İleri yüzmeli, dalga kudursun Yalnız bataklıkta sakindir sular Dalga istemeyen orada dursun. Fikirlerin çakışmasından önce, duygu dalgalarının çarpışması adıyla bilinen işte bu olmalı. Akademi bitirmekle, kitap okumakla yazılamaz bu dörtlükler. Düne kadar savrulup esen rüzgârı gemleyip pervanelere sarıp ampulle aydınlık saçmak gibi bir şey! Öyle de güzel anlatmış ki, denizin içinde olan, ne zaman ve nasıl başladığı bilinmeyen ama devinimi sonsuz olduğuna inanılan. Diyalektiği 3 dörtlükte anlat deselerdi Hegel, bu kadar güzel benzetmeli toparlayamazdı. Hele şu bataklık bölümünü!Dalgalanmayı istemeyenlerin “saraya” hapishaneliği anımsadım. Durgunluktan gelen boğucu kokuyu! “Üç Aptal” masalı canlandı hafızamda. Hani en lüks arabaların sağ koltuğunda kokona kokona oturanlar var ya, onları. Araba sürmeyi, yol işaretlerini, vites değiştirmeyi bilmeyen, kasılmış kasaplık öküz gibidirler, dolmuşlar şişmişler de daha fazla şişsem patlar mıyım takıntısında duraklamışlardır. Ne ileri ne geri! Deniz gibi değil yanı, tam tersi bataklık benzeri. Bataklığın daha ne gibi kokular çıkarayım da insanları rahatsız edeyim diye beyin fırtınası yaptığı gibi. Halkımız aptallığı geçen yüzyılın başında işte şöyle anlatmış: Üç Aptal Şimdi zamanlar değişti. Yeni aptallar var. Biz eski üç aptalı, Ahmet Doğan’ın “saray” karanlığında kulağından yakaladığı ve imzası tükürük, kaşesi patates özel Saray Fermanı ile Genel Başkanlar ilan ettiği Mustafa, Ruşen ve Çetin’e benzettik. Yenilerin yenü günlere ait bazı özellikleri bilmemesi, görememiş olması doğaldır. Çünkü Mustafa dağdan inmiş, Ruşen 16 yaşından beri hafiyelikle uğraştığına parti işlerinde gözünden kaçmışlar olabilir. Çetin’se Fransa’dan yeni döndü. Yeni evli. Genç baba ve veli asıl HÖH’ün nasıl bir şey olduğunu birden bire hayal edememiş olabilirler. “Saray” bekçisi HÖH sözünü kullanmadığından DPS demiş ödev verirken. Bir “fiil gibi büyüktür,” gezdiği yer orman, çayır bayır, yediği ottur, içtiği ise su, diye tanıtmış. Üçlü Başkanlı Ekip de yönetecekleri HÖH mü DPS mi neyse işte, onu en kolay Deliorman’da buluruz, yüz yüze görüşür el sıkışırız niyetiyle yola düşmüşler. DPS filini başka bir hayvanla şaşırmamak için yanlarına o yöreden olan Dr. Hasan Adem’i mihmandar olarak almışlar. Deliorman’a gece inmişler, buralarda hiç fil gören olmadığından, yerlilere sormuşlar, hep “işten yeni döndüm yolda fil yoktu” olmuş. Filcileri hep başından savmışlar. Ortam yoklama başlamış.


Makale ve Analizler - 2016

55

Önce bir lokantaya girmişler. Birkaç kadeh kırmızı şaraptan sonra, Çetin bey “şu fil dediği Fransa’da olmayan bir şey, su gibi akıyor”, demiş. Salonun ortasındaki sobaya birkaç kesme atan Mustafa, “şu fil dediği çok ısıtıyor. Paha biçilmez bir şey” demiş. Ruşen biraz yerliden geçindiğinden, hemşerileri arasında filin ne olduğunu unuttuğu anlaşılmasın diye, “fil öyle bir şey ki, yaz yaz bitmez, birse de pişmez, pişse yenmez, hem var hem yok, çok büyük bir şey,” diye ilave etmiş. Yemişler içmişler ve Sofya”daki “saraya” dönüp Deliorman filini anlatmaya koyulmuşlar. Çetin, “Fransız şarabından içimli”, Mustafa, “kapağını kaldırıp içine odun atınca çok ısıtıyor”, Ruşen de, “yaza yaza bitmiyor”, demiş. “Saray” ağası şaşıp kalmış, o “fil” derken bir sağmal inek düşünmüşmüş, fakat yıllarca hep içerde kaldığından ve o bölgelere gidemediğinden, inek büyümüş de fil olmuş diye düşünmüş. Neyse de, şaraplara, odunlara ve yaza yaza bitmeyene akıl erdirememiş. Sonra bu benim “saray” demiş, içinde içkisi beleş, odunu beleş, yazsan kâğıdı beleş... İnsan gözle gördüğüne inanır, derler ya, işte öyle bir şey. Adı HÖH de olsa, DPS’ de olsa, hamama kapasan hamam böceği olan, dama kapasan inek, çayıra salsan fil olabilen bir şey. Ne güzel değil mi! “Saray” bekçisi ve görevlendirdiği üç aptal, dünyanın değiştiğine ve akıllarına esene inandıklarından ne DPS’ yi ne de HÖH partisini ne de bu partinin Bulgaristan Türklerinin, Deliorman’daki tüm Müslümanların 100 yıllık mücadelesi sonucu kurulduğunu görüp anlayamamışlar. Böylece “saray” bekçisi, üçüne dönerek, “Bravo size” - HÖH fiilini tanımışsınız, şimdi Nisan’da Kurultay toplayın sizi fiil bekçisi seçtireyim, demiş. Yazarken hep şair Şahin Mustafa’yı, eski ve yeni üç ahmak çetesini keman nameleriyle birbirine bağlamaya çalıştım. Fakat derin bir acı yandı hep içimde. Istırabı düşündüm. Bizim buralarda Tanrı Izdırabı önce ağaçlara vermişler. Onlar tohum saça saça orman olmuşlar ve bütün dünyaya yayılırken ıstıraptan kurtulmuşlar. Tanrı ardından ıstırabı taşlara vermiş. Onlarda çatlaya çatlaya kurtulmuşlar ıstıraptan. Sonra da, kader işte, Tanrı ıstırabı insanlara vermiş. Ağaçlar ve taşlar kadar olamayan insan, bugüne bugün ısdırap çekiyor. Yeni ıstırabımız da partimizin başına üç aptalın atanmasıyla başladı. Biz ise partimizin deniz gibi dalgalanmasını ve içindeki tüm solmuş yosunları, ölü yengeçleri, midye kaplarını sahile atmasını ve kurtulmasını bekliyorduk.


56

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Kuyruk Acısı

BG-SAM-10.Ocak.2016

Konu: Mahkeme kadıya mülk değildir. Aydın ve esnaf, varlıklı kesimi yok edilmiş, etrafta yalnız sosyal yaşamın at katmanlarından basit insanlar dolaşıyorsa, bu kişilerle istediğin oyunu oynamak, onları aldatmak kolay olur. Kendi tarihi olan, kendi Türk-Müslüman kimliğini oluşturmayı başarmış, uzun ve dik benlik oluşturma yolunu yürümüş olan, anadilinde kendi edebiyatını yaratabilmiş ve özgün kültürünü geliştirebilmiş olan Bulgaristanlı Türklerin aydın kesimine, sivil toplum örgütlerine ve partisine değişik yönlerden saldırılar yeni yılın ilk günlerinde de devam etti. Cenk merkezi bu defa HÖH kalesi olan Kırcaali’de kurdu kör sofrayı. 26 yıl HÖH sofrasında 400 - 500 kişi yedi işti. Lütfü Mestan’ın ağaca çıkıp ormanın şu yamacı kesilecek deyebilen biri olmadığı anlatıldı. Rus mayınına basıp havalandığına işaret edildi ve siyasi geleceği içilen rakılarla buharlaşan bakışlarda kayboldu. Mestancılar, sürüyü kaybetmiş koyunlar gibiydi. Karşı kahvelerde toplananlar sanki dünyayı umutla yemişlerdi. Kimileri bu dünya Sultan Süleyman’a kalmamış HÖH Mestan’a mı kalır deyip kendilerini avutmaya çalışırken, dünyayı su basmış ördeğe vız gelir, deyenler de oldu. Bu kutlama da işte böyle gelip geçti. 17 Aralık 2017’de, Bulgaristanlı Türk, Pomak ve Çingenelerin hak ve özgürlüklerini elde etmeleri sürecini 1990’da durdurabildiği ve hatta etnik ve dini azınlıkları eritme ve asimile etme yolunda büyük hizmetlerinden dolayı “mazlum halklara numune olarak” beslenen, yiyip içirilen ve sırtı sıvazlanan biri var. Yoksullaşmış halk boş çanağa kaçık sallarken Sofya’da bir sarayda bir çingenenin beslenip pohpohlanmasına akıl erdirmek zor, Bulgarin işine akıl ermez, diyenler haklı. Büyük hedef, Bulgaristan Türklerinin kimliksizleştirilmek, huyu onların huyuna uyan insanlar yetiştirmektir. Bu iş için “hain emsali” olarak oluşturulan, yetiştirilen ve vitrinde tutulan Ahmet Doğan’ın öz görevi (misyonu) budur. 5 - 10 milyon masraf edilip korunan ve üzerine toz düşürülmeyen bu numune, bir Bulgarlaştırma hibrid (melez) olarak bakılıyor ve bundan sonra çoğaltılacaktır. Bu iş olacak da şu kuyruk acısı olmasa... Bu gelişmenin esası, “Boyuma göre boy buldum, huyuma göre huy bulamadım” anlayışımızın bozulmasını hedefler. Ahmet Doğan bir melez olarak Bulgarların aradığı huya uygundur. Türk düşmanlığıyla eğitilmiş, bir saçmalık olan, ilke ve yargı değeri olarak tanımlanmamış bulunan, düne kadar sosyalist


Makale ve Analizler - 2016

57

yurtseverlik ve enternasyonalizm anlamını yücelten, 1990’dan sonra hayal kırıklığı bataklığına düşen, şimdi de Türk ve Müslüman düşmanlığına basarak gelişmeyi ve güç toplamayı amaçlayan bir serüvendir. Bulgaristan’da şu dönem açıktan açığa Putinci propaganda yaparken ATAKA çömezlerinden başka havlayan güç yok. Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) kendi iç problemleriyle baş edemediği için Moskova’yı biraz unuttu gibi. Eski sosyalist Parvanov’un BSP’den kopardığı ve İktidar sofrasına oturabilen ABV partisi ise, Moskovacılığı hasıraltından su yürüterek yapıyor. Gerçeklere bakıldığında, Türkiye’nin “CU-24” Rus askeri uçağını düşürmesi ile bir NATO üyesi olan Bulgaristan’ın milli menfaatleri arasında tezat olmaması gerekir. Ben şahsen, Rus tankları Doğu Ukrayna’ya girdiğinde Ukrayna’da yaşayan 350 bin Bulgar kökenli vatandaşın kaderinden endişelenen Bulgar ulusunun iradesine tercüman olarak Dışişleri Bakanımızın Kiev’e uçmasından gurur duydum. Suriye sınırında bulunan Bayır Bucak Türkmenlerinin Rus bombardıman uçaklarının saldırısına maruz kalmasına karşı Türkiye’nin Rus uçağını düşürmesini haklı bulmamak kardeş dayanışması, ezilenlerin yanında olma ve saldırganı cezalandırma ilkesine aykırı düşer. Rusya Suriye’de ilan edilmemiş bir savaş yürütüyor ve bu barbarlık ve kıyımın durdurulması için savaşanlar adalet ve haktan yana olanlardır. Bu, Kuzey Osetya’da, Gürcistan’da, Kırımda ve Doğu Ukrayna’da da böyleydi. Bunun için dünya barışsever güçlerinin, demokrasi dünyasının. Avrupa Birliği, Birleşik Amerika ve NATO’dan destek buldu. Bulgaristan Cumhurbaşkanı Plevneliev’ın Moskova’dan gelen siber saldırılara tepkisi, Rus savaş uçaklarının Karadeniz üzerinden gelip Bulgaristan hava sahasını ve egemenliğimizi ihlal etmesini kınaması da bu ruhtadır. Bu açıdan bakıldığında Ahmet Doğan’ın huyunu Bulgaristan’da hangi güçlere uydurduğunu anlamak güç olduğu kadar neyin kuyruk acısını çektiğini açıklayabilmek de zordur. İsterseniz, hainliğin rengi yoktur deyip, noktalayalım. Kuyruk acısı konusunu işlerken, biraz çizgiden uzaklaşmak ve şu birkaç cümleyi özellikle vurgulamak istiyorum. Bulgar tarihini, edebiyatını, yaşam tarzını, sanat ve müziğini, mimarisini ve mutfağını Türkleri anlatmadan anlatabilmek imkânsızdır. Bulgar uyanış çağı şairi Hristo Botev Osmanlı Sultanına hitabıyla ünlü olmuştur. İvan Vazov olmamış bir şey olan Türk esaretini anlattığı eserleriyle, olmamış bir çatışma olan Şipka vuruşmasını göklere çıkmıştır. Vera Mutafova Bulgarları anlatmaya çalıştığı tüm eserlerinde başlıca Türkleri anlatmıştır. Bulgar uyanış tarihini hikâyelendiren Zahari Stoyanov Türklerle Bulgarlar arasındaki birlikte yaşayışı, hoşgörümüzü, iyi komşuluğumuzu değişik ilişkilerimizi yazmıştır.


58

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

1989’dan beri Bulgar hükümetlerinin, Büyük Halk Meclislerini, olağan meclislerin çalışmalarının merkezinde her zaman Türkler ve Müslüman etnik ve dini topluluk bulunmuştur. 1984’ten sonra sözüm ona “soya dönüş dönemi” yaşandı. 1989 sonunda isimlerimizin ve dinsel haklarımız kısmen geri verildi. Büyük Göç oldu. 1990’da Hak ve Özgürlükler Hareketi kuruldu. Partinin meclise girdi. Bulgar politikasında koltuk değneği oldu. 2014’ten sonra muhalefete itilerek belirsizleştirilmek, uyuşturulup vurdumduymaz hale getirilmek istendi. 17 Aralık 2015’ten başlayan Partiyi Türklük ve Müslümanlık kimliği çizgisinden uzaklaştırma süreci şişirildi. Propaganda yoğunlaştı. Rus sermayesinin Bulgaristan balyozu tarafından ezilmemize önem verildi. Peevski sahnede başoyuncu oluyor. Bulgar menfaatlerine köle edilip ezilmeye planlanmış olmamız hep önemli gündem oluştu. Her zaman ana haber olmayı başardık. Toplumda büyük bir korku, kuyruk acısı var. Neden mi korkuyorlar. 1989 Mayıs Ayaklanmasının yeniden alevlenmesi tehlikesi uykularını kaçırıyor. Fakat yalnız o da değil. Bulgar kuyusunda uğultu var. Toplumun alt katlarından homurdanma geliyor. Aynı zamanda her yerde bir gevşeklik, ilgisizlik, duyarsızlık olduğu da gözden kaçmıyor. Halk kendini, biraz da hiçbir şey onun istediği gibi olmadığından, kader kurbanı, olmayacak olana mahkûm gibi hissediyor havası var. Bunun yanında, kendini hemen seferber edebilen, derlenip toparlanmayı başarabilen, korku saçan bir güç var. Bunu yine 17 Aralık 2015’ten sonra bir daha görebildik. İstihbaratın Birinci Şubesi, Savunma Bakanlığına bağlı istihbarat şubeleri, İstihbarat için kadro eğiten Kütüphanecilik Enstitüsü kadroları birden bire boynuz gösterdi. Bu, Delyan Peevsk,i’nin 10 gazetesi ve birçok TV ve radyo yayını birden harekete geçirilerek, kamuoyunu hamur gibi yoğurup, tüm eski taşları yola attılar. Bizde taşları yemek yasak kanunu yok. Sanki hadi kıtır kıtır yiyin dediler. Sanki “KapıKule”ye 10 TIR fes gelmiş, gümrük işlemleri yapılıyor ve nerdeyse yarın öbür gün Türkleştirme reformu yapılacak. Bayat olmak istemiyorum. Fakat devrim sosyolojisi ve liderlik üstüne ilginç fikirleri olan F. Engels “Almanya’da Köylü İsyanları” eserinde şöyle der. “Bir adamı soğuk havada bir odaya kapasalar, odada yalnız biraz odun, bir soba, kibrit, birkaç boru ve duvarda bir delik olsa, zavallı neyi icat edebilir? Cevap: Isınmak için boruları bağlayıp sobayı yakar.” Balon gibi şiştiğine bakmayın, Lütfü Mestan’ın Bulgaristanlı Müslümanlar lehinde üç yılda çakılmış çivisi yoktur. Yorganı üstüne çeke çeke yırttı. Ayakları yorgan dışında kaldı. O kendi kendini soğukta bıraktı. İstanbul’da kızının düşünde 300 bin levalık “Opel” arabalar falan ne oluyor yahu!!!! Millet yiyecek ekmek bulamıyor...


Makale ve Analizler - 2016

59

Başka bir soru: Bir futbolcu 3 yıl top görmese, antrenmana çıkmamış, stadyuma girmemiş olsa ve birden bire “A” takımla maça girse, ne yapabilir? Cevap: Hiçbir şey, çünkü o top ve çimenin kokusunu, stadyum havasını unutmuştur, oyuncuları duyum lamayı, kalenin bulunduğu yeri, kalecinin reflekslerini unutmuştur. Gol atamaz. Şimdi gelelim Ahmet Doğan’a. Anlaşılan devlet yeni ve istidatlı hain bulmakta çok zorlanıyor. Hainin pasını silmeye ve onu biraz havalanmasını sağlamak için iletişim ortamı rüzgârı estirildi. Yaptığı saçma konuşmanın metni 10 gazetede birden yayınlandı. NOVA TV bir günde en az 100 kez ismini anıyor. Ondan deste deste para alan gazeteci ve yorumcular stüdyolara taşındı. Son 3 yılda kimsenin görmediği bu kışı hakkında söylenmedik övgü sözü kalmadı. Sanki sözler, değimler, kavramlar ağza dizilmiş ve baklava dilimi gibi birkaç birkaç geliyor kulaklara. Anlaşılan, Nisanda yapılacak Kurultay önce HÖH içi bölünme çok derindir ki temizlik operasyonu yapıldı. Anlaşılan HÖH planlı olarak sarsıldı ve sil kildi, istenmeyen dallar kesildi. Anlaşılan bu dallar çok, fakat parti içi isyandan korkulduğu için, makas, bıçak ve kesme makinesi şimdilik kılıfına toplandı. Budama Mestan üzerinden yapıldı. Öyle olması en uygundu, çünkü avda, balıkta, değişik kadınlarla gargaralı gecelerde kafası iyice semeleşmiş ve duyarsızlaşmış ruhu böyle bir ameliyat için gerekli derece uyuşturulmuştu. Gerekli ve uygun olan yapıldı. O, kendini beğenmiş havalara girip iradesizlik gösterirken zeki olmadığı ortaya çıktı. Bulgarca bilmenin siyasi parti yönetmek için yeterli olmadığını anlamayan kalmadı. Öyleyse, Müsaadenizle sormak istiyorum: Tolu geleceği havanın kokusundan sezilir. 17 Aralık 2015 “Saray” kör sofra operasyonu bilinmiyor muydu? Lütfü Mestan basın toplantısında, değişmeceli anlamda olsa bile “çamaşır tokmağı ile dövüldüğünden” söz ediyor. Kendini sağcı siyasete çeken AvrupaAtlantik taraftarı, Bulgaristan’da Rus etkisine, oligarşi ve kulis oyunlarına karşı savaşçı olarak tanıtıyor. Biz şimdiye kadar Bulgaristan’da Rus yanlısı partinin Ataka olduğunu zannediyorduk. Mestan, basın toplantısında “Ben Hak ve Özgürlükler Hareketi Rusyacı oligarşi partisi” olmaktan kurtarmaya çalıştım derken, Delyan Peevskli’den kurtarmaya çalıştım mı demek istedi acaba! Öyleyse Peevski’yi üçüncü defa meclis neden soktu? BULGARTABAC’ı neden ona hibe ettiniz? Halkımızın ekmek teknesini devirmek yakışık aldı mı? Biz, onu son olarak “bir Avrupa-Atlantik temsilcisi olarak Rusçu-oligarşi ve mafya partisi HÖH içinde bir Truva atı olarak mı görmek zorundayız yoksa?”


60

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgar basını Mestan hakkında hiç istisnasız “riyakâr” dedi. “Trud” gazetesi 9 Ocak sayısında konuyla ilgili şunları yazdı: “Anlaşıldığı üzere, solun yürekler acısı durumu kavramış biri olarak değil ama HÖH yolunun sağdan geçmesi gerektiğini duyulmamış olabilir. Fakat sol, lider Parvanov ile HÖH arasındaki stratejik birlikten ve Stanişev ile Mestan’ın meydanlarda ve kuytuluklarda kucaklaşıp öpüşmesinden dolayı bu acınası duruma düştü. Sözde stratejik bağlaşığın sırtına hançer saplayan Mestan ve HÖH, o gün bu gün Bulgaristan’da yeni samimi bir müttefik bulamadı. (Bauda Plamen Oreşarski hükümetinden HÖH desteğinin çekilmesi ve kabinenin düşmesine atıf var.) Borisov’la baklavalı kahve de içseler, “reformcu” kulaklara “liberal demokratik ve devamlı Avrupa Atlantik siyaset” nameleri de söyleseler, olmuyor. (Bu atıf ise, hükümetten çekilen milletvekili Radan Kınev ile Lütfü Mestan’ın birlikte bir parti kurma düşüncesine ilişkindir.) Görevinden atılacağını fark eden Mestan çok dramatik bir duruma düştü. Geçirdiği stres yalnız bir sinirsel gerginlik değildir. Dikkati çeken Mestan’ın elini en yakın çekmeceye uzanması oldu. En yakın “çekmecede” genelde krizi durduracak ya da sorunu çözecek tabanca bulunur. Kimileri oracıkta kurnazlıklarını, yüze gülücü tavırlarını, verecekleri ödünleri veya boyun eğme suratsızlığını gizler. Üçüncü bir grup da, oracıkta kayın peder, amca, yüksek mevkideki bir dost, şef ya da metres hatırı bulundurur. Dördüncü grubunsa, entrika, tuzak, ihbar yazıları, bilinmeyenleri saklar. Mestan’ın yakın çekmecesinde Türkiye Büyükelçiliği olduğu anlaşıldı. Bulgaristan’da en iyi korunan kişiydi. Parti lideri ve dokunulmazlığı olan bir milletvekiliydi. Kendisi ve ailesi için paçayı kurtaracağı yerin oracığı olduğunu hemen ele vermiş oldu.” En çok okunan Sofya gazetesinde, Mestan’ın basın toplantısı üzerine yapılan yorumda devamla şöyle deniyor: “Politikada kalacağım diyor. Paçayı kurtarmak için nereye sıçradığı bilindiğine göre, bu nasıl olabilir? Politik etkinliğin hangi biçimini seçerse seçsin, sonuncusu adli sistem için kaçınılmaz olmasa bile, adı hep Ankara, Erdoğan ve Türkiye gizli servisleriyle bağlanacak. Eh değelim ki, iyi derece Bulgarca bilen, dini bütün bir Avrupa-Atlantik taraftarı olarak etki yaratma işlerinde kullanılan bir ajan olmasa bile, o bu kimlikle artık kamuoyu karşısına çıkamaz. Yuhalanır. Ankara başka bir lider aramak zorundadır.” Bunların hepsi kamuoyunu ilgilendiren ciddi saptamalar olmakla birlikte, Lütfü Mestan olayında Bulgar elektronik saytlarında 15 bin görüş ve yorum be-


Makale ve Analizler - 2016

61

lirmesi samanın içindeki iğnenin henüz buluna madığına işaret etmiş bulunuyor. Mestan’ın Türkiye Cumhuriyetinin Sofya Büyükelçiliği’ne birkaç saat için de olsa sığınması, Bulgar Bakanlar Kurulunun askeri casusların dosyalarını internete asma kararının yayınlandığı güne rastladı. Bilindiği üzere ajan “Pavel” olarak bilinen ve dosyasında “askeri istihbarat kadrosu” olduğuna işaret eden bir yazıcık bulunan bu ajanın gizli işler dosyası internette yayınlandığında, bak sen çingene pazarında cümbüşe... Daha fazla yorumlamak istemiyorum. Her çalıdan düdük olmaz. Bu işin içinde anlaşılan Kuyruk Acısı var. Bu ajanlık meseleleri o kadar ciddi ki, insanı linç de edebilirler....

İğne Deliği

Şakir Arslantaş-10.Ağustos.2016

Konu: Ahmet Doğan eşittir HÖH-DPS eşittir Delyan Peevski, Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH) Genel Başkanı Lütfü Mestan’a 22 Aralık 2015’te “istifanı ver” emrini ver şahsın, HÖH-DPS partisi milletvekili olan, Ahmet Doğan’in sağ kolu durumunda bulunan ve memleketimizdeki Rus menfaatlerinin oligarşi-mafya kanadını yöneten Delyan Slavçev Peevski olduğu resmen açıklandı. Bununla birlikte ortaya ikinci bir gerçek de çıktı. Plamen Oreşarski başbakanlığında 29 Mayıs 2013’te kurulan HÖH ve Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) hükümetinde, Devlet Ulusal Güvenlik Ajansı (DANS) /mili istihbarat/ Başkanlığına partimizde gizlenmiş olan ama aslında ülkemizdeki oligarşik-mafyotik Rus sermayesi çıkarlarını temsil eden Peevski’yi teklif eden şahsın da Lütfü Mestan olduğu açıklandı. Şu güne kadar özü bilinmeyen bu olay çok büyük protestolara neden olmuştu. Adlarımız değiştirilirken bile Sofya merkezinde, meclis önünde bu kadar yuhalanmamıştık. Oreşarski hükümeti bu nedenle devrildi. Bu olay Sofya’da ve ülke çapında 2013 - 14 sivil toplum örgütleri eylemlerini ateşlemişti. Bugün artık iktidardan tekmelenen Lütfü Mestan’a (kendinin de BTA’ da 7 Ocak 2016 günü düzenlediği basın toplantısında itiraf ettiği üzere) “ajan” suçlamasının ardında duran gizli kalan gerçek soyuldu ve işte budur. Onun, Peevs-


62

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

kiyi DANS başkanlığına atayıp, Bulgar devletinin tüm gizli arşivlerine inmek istediği gün ışığına artık çıkmış bulunuyor. Biz Bulgaristan’ı vatan bilen Türk ve Müslümanlarız, Mestan’ın yabancı ajan, vatan haini, halk haini, Bulgaristanlı Müslümanların haklı davasına hain eden duruma düştü ve basın toplantısında radyo ve TV programlarında kendini savunamadı. Çok gördük geçirdik, acılar, çektik. Çileler unutulur, tüm kötülükler tatula olsa zamanı geldiğinde solar söner, acısı kesilir, zehri çözülür, çürür inancıyla burada kaldık. Atasözümüz “Köyden köye it ürümez!” der. Bunun anlamı ise, uzaktan söz atarak karışma a köpektir. Kuşkusuz burada “Eden kendine eder demek lazım!” ki, Bulgaristanlı namuslu ve alçak gönüllü ve işinin gücünün peşinde olan iki ucunu zor bağlayan insancıklarımızın şu son günahların ne çorbasında ne de kazanında tutu vardır. “Her koyun kendi bacağından asılır.” Gizli... aşıkar doğurur. Olay ortaya çıkmıştır. Hak ve Özgürlükler Hareketi bu durumda bir Putinofil (Putinci), Moskofcu parti mi? Yoksa Türkiye’ye bakarken Bulgar milli menfaatlerine ihanet eden bir parti midir? Bu noktada biz milli görüş, ideolojik tavır, ulusal yaklaşım ve bir etnik azınlık topluluğu olarak ikiye bölünmüş olduğumuzu görüyoruz. HÖH partisinin kurucu ilkelerine ihanet edilmiştir. Bu hem Ahmet Doğan hem de Lütfü Mestan yapmıştır. Kırcaali’de düzenlenen 26. kuruluş yıldönümü törenlerinde bu gerçekler teker teker değiş dosya dolusu ortaya çıkmış bulunuyor. Basın bizi geveliyor, kemiriyor. Şunu kesin olarak yazabilirim. Son 138 yıldan beri, Bulgaristan Türkleri ve tüm Müslümanlarımız Bulgar milli çıkarlarına ihanet etmemiş, başkaldırmamıştır. Bunu yapan varsa Moskova istasyon şefliği yapanlardır. Büyük Elçiliklerde fingirdeşenlerdir. Bulgar halkıyla kardeşçe beraberliği her zaman ön planda tutarken, ekonomik, sosyal ve ulusal medeni düzeyde beraberliği savuna geldik. Dinimiz, geleneklerimiz, ana dilimiz, özgün kültürümüz Bulgar ulusal kültüründen farklı çizgilerle bezenmiş olsa da, ulusal üstünlük talep etmemişiz, bizim özümüzden olanın dışında hiçbir şey istememişizdir. İnanıyoruz ki, doğal olana büyük demetlerde her zaman yer bulunacaktır. Biz Bulgaristan ve AB kültürüne taç olmak istemiyoruz, sıramız geldiğinde güzelliklerimize yaşam hakkı talep ediyoruz. Menfaatlerimizi dört dörtlük savunmasa bile Bulgar Anayasası ve yasalarına uymaya, ayak uydurmaya çalıştık.Bulgar Halk Ordusunda askerlik yaptık. Bulgaristan tarım ve endüstrisinde dört elle, yarın yanağından gayrı her şeyimiz ortak bilinç ve inancıyla çalıştık. Birçok Bulgaristan Türkü, Pomak ve Çingene


Makale ve Analizler - 2016

63

kardeşimiz memleketimizin en yüksek devlet ödül ve madalyalarını hak etmiş görülüp şerefle ödüllendirildiler. En kötü günümüzde bile “Yaratanın kestiği parmak kanamaz!” inancıyla, parmağımızı kesenin yaratan olmadığını bile bile kimseye şikâyet etmedik, yaramıza tuz bastık, dayandık, savmasını bekledik. İşte böyle bir onurlu geçmişle eşit haklı vatandaş olarak yaşama hakkı hakettik. Gerçek durum bu iken, bizi Mofkovcu ve Türkiyeci gibi bir ikircimlik, çatal başlık, kararsızlık bunalımına itecek kadar ileri giden HÖH partisi yönetimine deyeceğimiz var. Ahmet Doğan kendini milli menfaatleri savunma kahramanı yapmasın lütfen. Kendisini yakından tanıyoruz. Hepimiz milli hain olduğunu biliyoruz. “Bulgar milli menfaati savunucusu” kesilmesi gülünçtür, çünkü 19 çuval milli istihbarat DS dosyasını bir inşaat demiri TIR kamyonuna atıp Türkiye’ye kaçıran odur. Nereden biliyorsunuz diyenlere cevabımızdır. Açın Soner Yalçın’ın “Bay Pipo” kitabını okuyun. Düne kadar Filibe’de “Trimobsiyum Oteli” Genel Müdürü olan Mehmet Eymür Beye sorun. Olay o Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Baş Müsteşarı olduğu zaman cereyan etmiştir. Bulgaristan Müslümanlarının % 90 işsiz bırakan 1991-92’de Filip Dimitrov hükümetini destekleyen HÖH - DPS lideri Ahmet Doğan’dır. Binlerce sanayi tesisini kapatıp kesip biçip potalarda eritilmesine yol veren oydu, bu suçlara ne zaman hesap verecek? Hak ve Özgürlükler Partisi’nin (HÖH) gelişip güçlenmesi için dış ülkelerden gelen milyonlarla gizli polis generallerine iz bırakmadan yaptıkları işbirliği için “İnek Çiftlikleri” kurup hediye eden odur. Ne zaman hesap verecek. Milli menfaat halkın olanı kendi adamlarına karşılıksız hibe etmek midir? Nerede var böyle adalet? Totaliter rejim yıllarında hapislerde çürütülen, “Belene” Ölüm Kampında ezilen, sürgünde süründürülen kardeşlerimizin, Bulgaristan Türkleri ve Pomakların demokratik direniş hareketi liderlerini, kadrolarını bire dek memleketimizden kovduran odur. Parçaladığın ailelerin acısının hesabını ne zaman vereceksin? Demokrat devrimcileri vatanlarından kovarak yerlerine oturmak, haklarını yemek, emellerini hançerlemek milli menfaatleri korumaksa, hain olan kimdir? Türkiye’deki soydaşlarımızdan gelen oylarda DS generallerinin metreslerini milletvekili yaptın. Bunun hesabı verilmeyecek mi? Avrupa Birliği’nde ülkemizde küçük ölçekli girişimciliğin geliştirilmesi için yüz milyonlarca para geldi, kendin Gotse Delçev köylerinde “pastayı kesen ve dilimleri dağıtan benim” dedin. Paraları cepledin, dağıttıklarının yarısını geri aldın, saraylara geçtin, yıllık masrafı milyonlar olan korumalar tuttun. Korkma-


64

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

san, suçlu olduğunu fark eden vicdanın seni içten içten kemirmese, gece uyuyabilsen, huzurlu olsan, muayeneye çağırdığın Prof. doktorlar “zırdeli” teşhisi koyar mıydı? İnsanlık tarihinde “kör sofralarda” otorite kazanmış tek kişi yoktur. Bu dünya yap iyiliği bul kötülüğü dünyasıdır. Kör sofracı olarak seni bekleyen de budur. Bulgaristan Türklerini Rus çizmesine ezdirmekse ardına gizlendiğin Bulgar milli menfaati, biz bu işte yokuz. Halkımız hareketlendi, uyandı ve dirildi. HÖH partisine son yerel seçimde oy verenlerin % 40’ı dinimizden ve dilimizden, kültürümüzden olmayan milletten alınmıştır. Rus çadırı altında da eriyeceksin. Ulusal hainlerin Bulgar milli menfaatlerini ağzına alma hakkı yoktur. Olamaz! Olmamalıdır. Devletini, bankalarını, emekçi halkı soyan bir hain milli menfaatten söz edemez. Lütfü Mestan Bey de, yel esmeden düşen yaprak gibi, yetersizliğini, ikiyüzlülüğünü gizlemek için elinden geleni yaparken, namusumuzu beş para etti, kızına bile doğru dürüst, bir Türk baba olarak şaibesiz bir düğün yapamadı. Özelikle milletvekili seçtirdiğin hatta bakan koltuğuna oturttuğun o bayanla çarşaf çarşaf resimlerle rezil oldun. Halkım bu yüzkarasını hak etmemişti. Bütün bunlar senin siyasi sahneden kesinlikle inmeni, Bulgaristan Türk ve Müslümanlarının karşısına asla çıkmamanı, kimsenin gözüne görünmemeni hayati zorunluluk haline getirmiştir. Boş hesap yapmaktan vazgeç. Perde düştü. Sahne kapandı. Mecliste yaptığın bütün konuşmaları, ilk sözünden son sözüne kadar, halkımızın hak ve özgürlüklerinin verilmesini engellemek için yapıtın, Bulgaristanlı Türkler sözünü kullanmaktan utandın. Lehimizde olan yasa değişikliklerini engelledin, adaleti ve demokratikleşmemizi bıçakladın, totalitarizmin kabuğunu soyar gibi yapıp özüne korumak için elinden geleni ardına bırakmadın, köprübaşında şerefimizi ve kimliğimizi beş para edenlerin veli yatlarıyla öpüşerek hepimizi, şanımızı, şerefimizi yerle bir ettin, tüm yaptıkların karaktersizliğinin ayak oyunlarıdır. Aynalarda halkımızı arayacağına, kendini aradın. Sen, Bulgaristan Türk ve Müslümanlarıyla ilgili tüm davalarda Delyan Peevski kanalıyla savcı görevlendirerek haklı olduğumuz durumlarda bile adaletin üstün gelmesini engelledin. Aramızda yerin olamaz. Parti falan gevelemekten vazgeç. Biriken kara kan, irin, hınç ve kin akmak istiyor. Yani bir kuşak yetişti huzur içinde yaşamak istiyor. Lütfü Mestan, senin kırdığın potlar yüzünden, hasımlarımız, içlerindeki irin kofası olduğunu bildiklerimiz bol bol kusarak rahatladılar. Onlara bu fırsatı vermem bile büyük bir yanlıştır. Sen bencil b,ir zavallısın. “Duma” gazetesine bak, “Uikent” haftalığındaki resimlere göz at, “24 saat” günlük yayını eşinle metresini “Lenin ile Stalin” beğenmediysen “Marks ve Engels” gibi kafa kafaya, yan


Makale ve Analizler - 2016

65

yana başlık yaptı. Biz utanmayalım da kim utansın? Hısım akraban yok mu senin! Kayınpederin, kayın validen, anan baban, akrabaların, birinci, ikinci, üçüncü karından çocukların? Hasan aga ne der? Senin yaptığını başkası asla yapmaz. Ahlakımızı ayaklar altına alarak bizi rezil ettin! “Strateji”, “stratejik hedef” cartlar curtlar gibi ne olduğunu bilmediğin, anlamadığın sözleri de kullanma lütfen, siyaseti laf kalabalığında boğmaya çalışma, sıradan insanlarla konuşurken kendinin anlamadığın sözleri kullanma, şu Avrupa Atlantik gibi değimleri de unut, hiçbir şey sana bağılı değildir, her şey varacağı yerine kendi varır. Sen ne 2 - 3 karıyı idare edebilirsin ne de iki eşeğe saman verebilirsin. Bulgaristan Türklerini daha fazla rezil etme! Sen siyaseti iğne deliğinden geçiremedin!

Müslüman Türk’ün Balkanlar’daki Tapusu

Alptekin Cevherli-10.Ocak.2016

Bu hafta sonu Kosova’da evlâd-ı fatihanı ziyarete ve onları yerinde görmeye gittik. Gittiğimizde de adetten olarak yörenin en ulu kişisini ziyaret etmemiz kaçınılmazdı. Bu amaçla da Sultan 1’inci Murat Hûdavedigâr’ın kabrini de ziyaret ettik. Orhan Gazi’nin vefatından sonra Sultan Murat Hûdavendigâr döneminde de Osmanlı Devleti Balkanlarda hızla büyümeye ve ilerlemeye devam eder... Osmanlı Devleti’ni Balkanlardan uzaklaştırmak isteyen bölge devletleri de Sırp Kralı Lazar komutasında büyük bir Haçlı ordusu oluştururlar. Sultan 1’inci Murat, iki oğlu ile birlikte 20 Haziran 1389 tarihinde Kosova’da Haçlı ordusunu karşılar. Sekiz saat süren uzun bir savaşın sonunda Haçlı ordusu, kumandanları Sırp Kralı Lazar da dâhil imha edilir. Balkanlardaki Müslüman Türk hâkimiyeti bir kez daha çok net bir şekilde ilan edilmiştir... Savaş meydanını gezen Sultan 1’inci Murat yaralılara su vermekte her iki tarafın ordusundan da askerlerin tedavisiyle bizzat ilgilenmektedir. Ancak yaralı bir Sırp askeri (Miloş Obiliç) kendisine yardım etmek için eğilen Sultan’ı


66

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

sakladığı hançeri ile şehit eder. Suikasta uğradığı yerden derhal Otağ’a getirilen Sultan Murat Hûdavendigâr son nefesini burada vermiştir. Miloş Obiliç derhal idam edilir. Sultan’ın naaşı Bursa’ya getirilmek üzere mumyalama (tahnit) işlemine tabi tutulur, iç organları Kosova Ovası’na defnedilir. Yeni Sultan, Yıldırım Beyazıt buraya babası için derhal bir türbe yaptırır. Bugün o türbe Meşhed-i Hûdavendigâr adıyla Başkent Priştine’ye yaklaşık 25 dakikalık mesafede Mazgit köyündedir. Önemli bir ayrıntı olarak ayrıca Türk bayrağının, şehit kanları (Söylenceye göre Sultan Murat’ın kanının) üzerinde gece doğan hilâl ve yıldızın yansımasının düşmesi ile bu savaşta ortaya çıktığı iddia edilmektedir. Bu arada Sırplar, Yugoslavya döneminde Miloş Obiliç’in adına Gazi Mestan Bey’in türbesinin hemen yanına dev bir anıt dikerler. Bu anıt aynı zamanda Sultan Murat’ın türbesinde de 2 – 3 km. kadar mesafededir. Kosova’da türbeye gidince, yaklaşık 170 yıldır Sultan Murat’ın kabrinin türbedarlığını yapan Buharalı Hacı Ali Bey’in ailesinden torunu Saniye Ablamızla da konuşma imkânımız oldu. Saniye Hanım bize dedesinin rüyasında gördüğü bir işaret üzerine Buhara’daki (Özbekistan) Medrese Hocalığı görevini bırakarak o devirler henüz Osmanlı toprağı olan Kosova’ya Sultan Murat’ın türbesini korumak üzere geldiğini o gün bugündür aile fertlerinin bu türbeyi koruyup bakımını yaptığını anlattı. Düşünsenize Balkan Savaşı, 1’inci Dünya Savaşı, 2’nci Dünya Savaşı, Komünist dönem, Kosova’nın Bağımsızlık Savaşı ve daha pek çok olaya rağmen türbe, bu aile ile birlikte varlığını devam ettirebilmiş. Sultan Murat Türbesi’ndeki Buharalı bu aile, 1854 yılında devrin Padişahı Sultan 1’inci Abdülmecit tarafından ayrıca görevlendirilmiştir. İlk türbedar böylece Buharalı Hacı Ali Bey olmuştur. Dolayısıyla da aile, kesin olarak 162 yıldır; yaklaşık olarak da 170 yıldır Sultan Murat Hüdavendigâr’ın türbedarıdır. Saniye Abla, orada pek çok hikmetli söz söyledi bizlere, ama en önemlisi bence şuydu: “Bu türbe,Müslüman Türklerin Balkanlardaki tapusudur. Sizler gelip malınıza sahip çıkıyorsunuz!” Biz oradayken NATO görev kuvvetinde vazifeli iki Müslüman Hırvat askeri de gelip türbede dua etti ki, bu bizleri daha da memnun etti. Türkiye bütün varlığı ile bölgede kendini hissettiriyor. Diyanet İşleri Başkanlığı, TİKA ve Yunus Emre Enstitüleri canla başla çalışıyorlar.TİKA yüzlerce eserimizi restore edip yeniden hayat vermiş. Diyanet İşleri Başkanlığı gönderdiği imam ve hatiplerle Katolik kilisesinin misyonerlik çalışmalarına set çekerek hem dini eğitimi sağlıyor, hem de Türkçe’nin


Makale ve Analizler - 2016

67

yaşamasına vesile oluyor. Çünkü Vatikan, özellikle Arnavutları Hıristiyanlaştırmak için Rahibe Teresa üzerinden yoğun bir propaganda sürdürüyor. Yunus Emre Enstitüsü de açtığı Türkçe kurslarıyla yeni neslin Türkçe’yi öğrenmesini kolaylaştırıyor. Ayrıca Türk şirketleri de önemli başarılara imza atmışlar. Ancak ne yazık ki şu iki hususa da değinmeden geçemeyeceğim: Kosova’da Türkçe ciddi bir baskı altında. Hatta dediklerine göre eskiye göre çok daha fazla baskı görüyorlar. Türkler, kendi aralarında bile Türkçe konuşmaya korkar durumdalar. Yasal olarak değil belki ama moda tabiriyle söyleyelim “mahalle baskısı” yüzünden kendi aralarında dahi Arnavutça konuşmak zorunda kalıyorlar. Meselâ dükkânda Türkçe konuşarak alışveriş ediyorsunuz, o sırada içeriye yabancı biri giriyor diyelim, o az önce bülbül gibi Türkçe konuşan esnaf, bir anda Türkçe’yi unutuveriyor ve sizinle Arnavutça konuşmaya başlıyor. Bu nedenle devletimizin Kosova hükümetini acil olarak bu konuda uyarması gerekiyor. Din kardeşliğimiz mevzuu ne yazık ki hep Arnavutların lehine çalışıyor. İkinci husus da Diyanet İşleri Başkanlığı’mızın onca çalışmasına rağmen Suudi Arabistan ve İran’ın bölgede ciddi bir mezhep taassubu hareketi gözleniyor. Kosova Hükümeti de bunun farkında ve önlem olarak da camileri namaz vakitleri dışında kapatmakta çareyi bulmuş. Ancak sanırım farkında değiller ama bu daha fazla tepki çekip, mütedeyyin insanları da uç fraksiyona yönlendiriyor. Laiklik yapalım derken insanları daha da katı hale getiriyorlar. Bu nedenle Kosova Hükümeti acil olarak Türkiye ile iş birliği içerisinde bu yabancı etkileri ortadan kaldırarak gerçek İslâm’ın bölgede varlığını devam ettirmesini sağlaması lazım. Yoksa sıkıntı yaşamaları uzak değil.Şimdilik Kosova’dan bu kadar, devamı gelecek yazımızda...


68

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Korku Tırmanıyor

Levent Rasimov-12.Ocak.2016

Gece saldırıları başladı. Yeni yılında daha ilk günlerinde birçok iğrenç olay yaşadık. Omurtak’a bağlı Kamburovo köyünde kendi evlerinde, gecenin bir yarısında, derin uyku esnasında yaşlı Hüseyin ve Hatice Kadirov çiftinin maskeliler tarafından basılması ve kafasına kafasına çamaşır tokmağı ile vurularak, hastanelik edilene kadar dövülmeleri, bütün Bulgaristan Türklerini ürpertmiştir. Benzer olay Filibe (Plovdiv) ili Golyam Çardak köyünde de yaşandı. 70 yaşındaki çiftçi gece uykusunda 3 maskeli tarafından basıldı, dövülerek sakatlandı, kötürüm kaldı. Bulgaristan’da köylerde yaşayan yaşlıların savunmasız olduğu tamamen ortaya çıktı. Muhtarlar ve belediye başkanları devlet makamlarından, jandarmadan destek umuyor. Herkesin bildiği, 23 iş yeri olan, Sofya “Agresiya” hazır giyim şirketinin sahibi Antov güpegündüz 7 kurşunla öldürüldü. Benzer cinayet olayları basın sayfalarından taşıyor. TV ekranından inmiyor. Suçlular bulunamıyor. Bulgaristan İş Adamları Birliği Başkanı Domusçiev, İçişleri Bakanı Rumyana Bıçvarova’nın görevden alınmasını istedi. Meclis Güvenlik Komisyonu Başkanı General Atanas Atanasov görevinden ayrıldı. Son gelişmelerle ilgili Bakanlar Kurulu’ndan bir açıklama beklense de Başbakan Boyko Borisov susuyor. 2015’te memleketimizde meydana gelen en önemli olay yerel seçimlerdi. Seçimler yöneticilerin halkın istediği gibi yönetemediğini ve seçmen tepkisini ortaya koydu. Bulgaristanlı Türk ve Pomaklar ve Çingenelerin oy verdiği Hak ve Özgürlükler Partisi (HÖH) mahalli seçimlerde oy ve konum kaybetti. Dobruca’da ve Batı, Orta ve Güney Doğu Rodoplar’da Belediye Başkanlıklarını ve muhtarlıklar bağımsız adaylar tarafındak kazanıldı. Kemmaler, (İsperih) Kubrat, Akkadınlar (Dulovo) Vırbitsa ve Kozlevo’da HÖH muhtarları görevden çekilmek zorunda kaldı. Homurdanan seçmen tabanının kazan kaldırması, bir buçuk ay sonra 17 Aralık 2015’te HÖH partisi içinde iş darbeye neden oldu. Genel Başkan Lütfü Mestan ve daha 3 milletvekili partiden ihraç edildi. Gerekçe olarak ne gösterilirse gösterilsin son gelişmeler ve trajik olaylar Türk partisi içinde bir uyanışa, fikir değişikliğine ve doğruyu arayanların hareketlendiğine işarettir. Bu gelişmenin ardından bir sürü olay yaşandı, ama en önemlisi Kamburovo köyünde Kadirov-


Makale ve Analizler - 2016

69

lar ailesine yapılan gece baskını, bunun başka yerlerde tekrar etmesi ve sıradan vatandaşların korku kâbusuna itilerek memleketimizde yeni bir sosyo-psikolojik dehşet ortamı yaratma hortlamasının baş kaldırmasıdır. Politik gözlemcilerin açıkladığı araştırma sonuçlarına göre, Bulgaristan Saray - Kütüphaneciler Grubu tarafından yönetiliyor. Saray dendiğinde - eski bir KGB ve Bulgar gizli polis ajanı olan, 18 Ocak 2013’te Hak ve Özgürlükler Partisi 8. Olağan Kurultayında genç partili Burgas’lı Oktay Yenimehmedov tarafından kürsüden fırlatılan Ahmet Doğan ve Rusya’nın ülkemizdeki oligarşi çıkarlarını savunan ve bir medya kodamanı sayılan Delyan Peevski grubu ve onların devlet, hükumet ve kamuoyu üzerindeki baskısı anlaşılıyor. Kütüphaneciler Grubu dendiğinde ise, Sofya’daki Kütüphaneciler Enstitüsü ve aslında yalnız Bulgar gizli polisi için kadro eğiten, sözde bu bilimsel kurumu yöneten, elit kadroları komünist dönemin gizli servisleri ile BKP MK arasındaki istihbarat etkinliklerini uyulmayan ve örgütleyen Altıncı İdare, Altıncı Şube Şefi görevinden gelen, etkinliğini Profesör kılığında legalleştiren Albay Dimitır İvanov gibi seçkin totaliter istihbaratçı subayların çalıştığı yer anlaşılmalıdır. HÖH meclis grubu eski üyesi, P. Oreşarski hükümetinde Spor Bakanı olan Bayan Mariyana Georgieva da Kütüphaneci Enstitüsü öğretim üyeleri takımındandır. Bugün Bulgaristan’ı Başbakan Boyko Borisov ile Ahmet Doğan şahsında Saray Kütüphaneciler grubu yönetiyor dendiğinde anlaşılması gereken totaliter yapı işte budur.Hak ve Özgürlükler Partisi, işte bu oligarşi ve mafya benzeri yönetimi mecliste politik olarak temsil eden güçtür. Bugünkü Bulgaristan’da, 1) Saray - Kütüphaneciler Grubu, 2) Politik temsili yet olarak HÖH yönetimi, meclis grubu ile 3) HÖH partisinin seçmen kitlesi arasında birbirine benzer hiçbir çizgisi olamayan üçlü bir ayrım yapmak zorundayız. Böylece HÖH partisi dendiğinde üç karlı bir yapılanma söz konusudur. Bu üç katın çatısında bulunan Ahmet Doğan ve Saray - Kütüphaneciler Grubu, alt katları bilgilendirmiyor. Hiçbir konuda ve hiçbir makam önünde sorumluluk taşımıyor. Milletvekilleri, parti il ve ilçe örgüt başkanları önünde hesap verme yükümlülüğü de yoktur. Onlarla alt katlarla iletişimde bulunma gibi bir yükümlülük içinde de bulunmuyor. Benden üstün yok rüzgârını her fırsatta ve her yerde estiriyor. Bunun son örneği Parti Genel Başkan’ı Lütfü Mestan’ın görevinden ve partiden çöp torbası


70

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

gibi atılmasıdır. Demokratik merkeziyetçilik ilkesi HÖH içinde işlemiyor, tam diktatörlük hükmediyor. Partinin çatı katında, sarayda dolandırıcılık almış yürümüştür. Bulgaristan Avrupa Birliği’ne girerken ülkemizde etnik ve dini azınlıkların çözülmemiş sorunu yoktur bildirgesi imzalayan HÖH Başkanı Ahmet Doğan 1 milyar 500 milyon Euro konsinye olanak kullandı. Bu tepe grub Bulgaristan Türk, Pomak ve Çingenelere bir köle katmanı olarak bakıyor. Son 26 yılda etnik azınlıklar lehinde hiçbir edinim sağlamadı. Totaliter devletin etnik azınlıkları eritme siyasetini sonuna kadar gerçekleştirme yolunda kollarını sıvamış bulunuyor. Etnik kimlikleri Bulgar ulusal kimliği içinde eritmeyi ana ödev olarak benimsemiş bulunuyor. Bu siyasetin en yeni halkasına, “Bulgar ulusal çıkarları” saçmalığı da eklendi. 2016 Türk kimliğini eritip silme planının ardında Türk çocukların anadilini okullarda zorunlu ders olarak öğrenmesi bundan sonra da engellenirken, camilerde ibadetin Bulgar dilinde yapılması da yer alıyor. 25 Ocak günü Sofya’da Ulusal Kültür Sarayı’nda Bulgaristan Müslümanlarının ulusal kurultayı yapılacak. Son günlerde merkez medya Başmüftüyü ve Başmüftülük yönetiminin yasal olup olmadığı konusunu yeniden açtı. Olayla ilgili olarak Başmüftü Mustafa Hacı Yüksek Mahkeme Başkanıyla bir görüşme yapmak zorunda kaldı. Bu saldırının stratejik hedefinde ise, Bulgaristan camilerinde ibadetin Bulgar dilinde yapılması var ki, Avusturya’da ibadet Almanca yapılıyormuş ve o ülkenin yasaları bizde de uygulanacakmış. Bilindiği üzere, görevinden alınan Lütfü Mestan zamanında meclis seçim toplantılarında propagandanın ana dilimizde yapılmasını yasaklamıştı ve halen yürürlüktedir. Bulgaristan Saray Kütüphaneci katmanı korunan bir zümredir. Ulusal Güvenlik Amirliği’nin (NCO) yıllık bütçesi 40 milyon levadır. Bu Amirliği, General Antov, İçişleri Bakanlığı Sekreteri Georgi Kostov ve Ulusal Güvenlik Devlet Ajansı (DANS) Başkanı Vladimir Pisançev’tir. Çok ilginçtir ki, herkes Bulgaristan Cumhuriyeti’nin İçişleri Bakanlığı, Ulusal Güvenlik Devlet Ajansı (DANS) ve Ulusal Güvenlik Amirliği’nin (NCO) tarafından yönetildiğine inanılsa da, 22 Aralık 2015 gecesi HÖH Genel Başkanı Lütfü Mestan’ın koruma sisteminin ülkemizdeki klasik mafya sistemini idare eden, milletvekili Daniel Peevski’nin emriyle kaldırıldığı herkesi ürpertti. Bu arada Lütfü Mestan’ın korunmasına 18 ayda 1 milyon leva harcandığı açıklandı. İşte böyle bir ortamda ülkede SarayKütüphaneci grubu erişilmez bir mafya grubu oluşturdu. İkinci katman olan, Bulgar parlamentosu üyesi HÖH milletvekilleri, il ve ilçe parti başkanları, meclis üyeleri, kimi kıdemli partililer olmak üzere toplam 128 kişi emir kuludur. Hepsi maaşa bağlı olan bu kadrolar ekmek parasını koruyan kişilerdir. Son 26 yılda tamamen bencil, garezci ve gammaz bir lider olarak


Makale ve Analizler - 2016

71

tanınan Ahmet Doğan, yönetici niteliklere sahip olmasa da, partinin 2. katmanındaki bütün kadroların dosyalarını elinde bulundurmakta ve zayıf noktalarından yararlanarak her birinin kaderiyle oynamakta ve istediği vakit onları saf dışı edebilmektedir. İstediği kişiye istediği zaman kötülük etme üstünlüğüyle gururlanan Ahmet Doğan 4 Ocak 1990’da partiyi kuran kadroların hepsini partiden attı. Hatta 2 hafta önce Kırcaali HÖH kurucusu, 20 yıldan beri HÖH Kırcaali İl Başkanı ve Cebel Belediye Başkanı görevinde bulunan Bahri Ömer de partiden istifa etti. “Bu kadar büyük baskı altında çalışabilmek olanaksızdır” dedi. Partiden atılan Türk aydınları arasına Adem Kenan, Mehmet Dikme, Osman Oktay, Güner Tahir, Kasım Dal, Korman İsmailov, Mehmet Hoca’ya 22 Aralık 2015 günü Genel Başkan Lütfü Mestan, ve 3 milletvekili de katıldı. HÖH partisinin likide ettiği Türk ve Pomak aydınların toplam sayısı 10 binden fazladır. Bu durumda partinin ikinci katı tamamen ezilmiş olup, hiçbir konuda söz hakkı istemeden maaşını alıp işine bakar görünmeye çalışıyor. Partinin orta kadrosuna genellikle Türk kimliğinden vazgeçmeyi kabul etmeye hazır kadrolar arasından seçim yapılıyor. Yerel seçimlerde ilçe başkanı, meclis üyeleri ve muhtarlık seçimlerinin HÖH tarafından kaybedilmesi, orta katmandaki memnuniyetsizliği ve halkın gözünden düşmüş olmanın en kesin belirtisidir. Parti yönetiminde görev alan kadroların sürekli budanması ve çöpe atılması yaşlı HÖH üyelerinde tedirginlik yarattı. 1 Ocaktan sonra HÖH yönetimine Başkan yetkisiyle atanan Mustafa Karadayı, Çetin Kazak ve Ruşen Rıza ülke yi dolaştılar, fakat partinin orta kesimiyle haşır neşir olamadı, ellerinde program ve tüzük yoktu, konuşmalarında iki hafta önce beraber çalıştıkları Lütfü Mestan’ı eleştirdiler. Partinin orta kesimi oligarşi ve mafya çıkarlarını savunan, sayaları hiçe sayan, reformlardan yana olmayan, halkın dertlerini çoktan unutan lider ekinini eleştirirken, HÖH partisi için klasik mafya örgütü benzetmesini kullanıyorlar. HÖH partisinin alt katmanı, işçi köylü kesimi, yalnız seçimde arananlar huzursuzdur. Yapılan anketlerde bu kitlenin halk lehinde sosyal ve ekonomik reform yapılacağına, uğruna yıllarca mücadele verdiğimiz özgün haklarımızı elde edebileceğimize artık inanmıyorlar. Sözünü ettiğimiz vatandaşlarımızın çoğu yaşlı ve korumasız, her an alabildiğine dövülmekle, odunsuz, elektriksiz, doğalgazsız, ekmeksiz ve geçimsiz kalma tehlikesiyle yüzleşme tehlikesi yaşayan insanlardır. Oy verdikleri ama kendilerine hiçbir zaman sahip çıkmayan bir partinin etki alanında kalmışlar ve çıkış yolunu bulma yolunu seçtikleri için her gün başlarına yeni belalar gelmektedir. Bu insanlar için Ahmet Doğan’ın parti yönetimini yeniden doğrudan ele geçirmesi, birkaç yıl önce HÖH ortaklı Sergey Stanişev hükumeti zamanında para


72

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

için insan kaçırılan, ev soyulan, çocuk kaçırılan, parmak ve kulak kesilen zamanların geri dönmesinden korkanlar artıyor. Tütün işleyen ürününü satamıyor, sığıra bakanın sütüne istediği parayı vermiyorlar, kuzular bedava gidiyor. Filibey’e bağlı Golyam Çardan köyünden Mançev kolu ve kafası kırılmazdan önce kendisi başına 200 dekar tarla işliyordu, artık kimseye rekabet edemeyecek. Gençler köylere dönmüyor. Şehirlerde ancak hafif sanayi ve öncelikle fason iş yapan dikimhaneler açılıyor. Aylarca ücret alamadan çalışıyorlar. Sosyal sigorta, sağlık hizmetleri, yarın güvencesi, korkusuz ve güvenlik içinde bir hayat umudu her gün biraz daha buharlaşıyor. Patronlara kurşun sıkılıyor. Üst tabakanın, taban ve taban üstünden ilgilenmeden dalaveresini çevirmesi, saray ortamlarında koruması yaşaması, sıkı uyguladığı baskı sistemiyle durumu istediği gibi idare etme hedefi sonuç vermez oldu. Görmeyen gözlerin birbirini unuttuğu gibi saraydakilerle alt katlar arasındaki iletişim de iyice kopmuş olduğunu şu son seçimler yeniden ortaya koydu. Bulgaristan’da mevsim kış! Kar yağdı kalktı. Soğu yenmek için sabalarda yanan odunların verdiği sıcaklık yeterli olmuyor, birbirine sokulmuş insanların umutlarını birleştirmesi de gerek. Buna bir de vatan sıcaklığını katabilsek, hep başımız dertte, mengene sıktıkça korku tırmanıyor. 26 yıldan beri ilerliyoruz da ileri tek adım atamadık, attık da, bu göçlerle, köylerde ve kentlerdeki çöküşle açılan uçurum o kadar derin ki, hamlelerimiz belli olmuyor. Yatıp kalkarken, yürürken, yolculuk ederken o tek katlı evlerinin odalarında elinde çamaşır tokmaklı yüzü maskeli ucubeyi bekliyorlar. Ömür boyu devlete vergi ödediler, işte bu zor günler içindi. Devlet yanlarında olsun istemişlerdi. Ama devlet onlardan bitmiş, bütün köy yaşlıları hepsi birlik olsalar, köydeki bütün balta ve bıçaklarla, yaba ve tırpanlarla silahlansalar, acaba karanlıkta çıkıp gelen ucubeyle baş edebilecekler mi, hepsi birlikte ve ayrı ayrı bunu düşünüyorlar. Korkunun tırmanması, yüreklerinde yuvarlanan o buz kesmiş çığ gibi bir şey. Gece saldırılarını asla hak etmemişlerdi.


Makale ve Analizler - 2016

73

Putin’in Burnu Batakta

Dr. Mustafa Kahraman-12.Ocak.2016

Konu: Her şeyi elde etmek isteyen elindekini de kaybeder. Yakın Doğuya kanatlı “Kalibır” füzeleriyle gövde gösterisi yaparak giren Rusya lideri Putin’in egosu (sözde terörizm ile mücadeleci kişiliği) solmaya başladı. Rus askeri bombardıman uçaklarının DAEŞ mevzi, üs ve kamplarını bombalamadığı, sivil halkın katili olduğunu dünya öğrendi. Bayır Bucak Dağlarında yaşayanlara ve Beşer Esat diktatörlüğüne karşı silahlı mücadele veren Yurtsever Demokratik Cephe güçlerine bomba yağdırdığını dünya kamuoyu gördü. Putin’in Suriye’ye neden gittiği artık gün ışığındadır. Bombalamakla savaş kazanılmadığını bilmeyen kalmadı. Bilindiği üzere, Suriye Suniler ile Şiilerin yaşadığı bir ülkedir. Bu mezhepsel ayrışımda Şiilerden yana olan taraf İran’dır. Beşer Esat’ı da destekleyen de odur. Rusya’nın Suriye’de DEAŞ terör örgütüne karşı geçerli strateji ve taktiği olmadığı tamamen netleşti. İran’ın Suni kıyımına arka olan Putin, aynı zamanda Lâskîye ve Tarsus’ta genişlettiği askeri kara ve deniz üslerine daha sağlam tutunmaya çalışıyor. Bölgedeki Suni Şii savaşı kışkırtmacılığı da tutmadı. Son günlerde Putin uçaklarının doğrudan doğruya okulları, hastaneleri, pazarları ve hapishaneleri bombaladığı, kör bombalardan büyük sayıda sivilin öldüğü, su ve elektrik şebekelerini yıkıldığı TV’lerde haber oldu. Suriye’de anlaşma, demokrasi, güvenlik, huzur ve normal yaşam koşulları isteyen dünya barışsever kamuoyu yeni bir atılım ve kararlılıkla güç toplamaya devam ediyor. Rusya, İran’ın anti-suni stratejisini desteklerken, git gide daha da açık bir şekilde olmak üzere, nüfusu ezici çoğunlukla suni Müslüman olan, Orta Asya Türkî Cumhuriyetlerini de kesin karşısına alma yolunda adımlıyor. Müslüman dünyanın en saygın lider devletlerin biri olan Türkiye’ye karşı uyguladığı kısıtlama ve yaptırımlar siyaseti ise, Rusya’nın anti-terör savaşımında, kaşarlı terörcüler olan PKK ve PYD gibi Kürt terör asileri tarafında yer aldığı, onları desteklediği, silahlandırdığı, para vererek kışkırttığı gün gibi ortaya çıktı. Songelişmeler Ankara terör saldırısı sırasında, baş sağlığı için Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı ilk arayanın Putin olması da, göz boyama olduğu artık biliniyor. Çünkü bu taktik 11 Eylül 2001’de Çifte Kuleler saldırısından, Paris’te son 2 yılda art arda tekrarlayan terör saldırılarında ve Londra yeraltı treni saldırında da aynı şekilde ilk gelen başsağlığı telefonu olarak izlenmiştir. Bu bir ikiyüzlülükten başka bir şey değildir. Putin’in kendi saldırganlığını gizlemek, Gürcistan’da Güney Osetya, Dagis-


74

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

tan, Kırım ve Doğu Ukrayna’da döktüğü kanı gizleyerek, şirin yüzlü tavırla Batı dünyası liderlerini gevşetme taktiği olarak değerlendiriliyor. Anti-terör güçlerle savaşta Türkiye’nin ön saflarda yer aldığını karalamaya çalışan Putin, Suriye’de Türkiye’ye karşı olan terör odaklarına arka oluyor. Yurtsever güçleri, diktatör Esat’la savaşanları, barışçı Türkmen köylülerini bombalayarak, sindirip topraklarından kovarak Esat diktatörlüğünün ömrünü uzatmaya çalışıyor. Son 3 ayda, Suriye savaşına 6 milyar US Dolar harcayan Putin rejiminin darboğaza girmeye başladığı açıklandı. Yakın Doğu’da her şeyi elde etmeye heveslendiğini artık gizleyemeyenlerin ellerinde bulundurduklarını da kaybetme tehlikesi baş gösterdi. Putin ile Sedat bu savaşı kaybettiklerinde iktidarlarını ve her şeylerini yitireceklerdir ve o gün yakındır. Sovyet devlet başkanı Brejnev’in başını Afganistan Savaşı yemişti, Purin de Suriye bataklıklarında kalabilir. Kim ne derse desin, kim nasıl isterse öyle boy göstersin, Yakın Doğu ve Suriye probleminin çözüm anahtarı Türkiye Cumhuriyetinin elindedir. 4 milyon Suriyeli savaş kaçağına, 700 bin çocuğa kanat açıp günde üç defa sıcak çorba sunan, hepsini anaokullarına ve okullara yerleştiren Türkiye oldu. Yüz binlerce katliam kaçağı ülkemizde iş buldu. İsteyenlerin ekmek teknesi açtı. Yurtsever Demokratik Anti-diktatör Güçleri her bakıma destekleyen, eğiten ve silahlandıran, onlara her yerde ve her zaman kol kanat açan devlet, komşu Türkiye’dir. Şimdiye kadar DAEŞ terör güçleriyle Rusya askeri güçleri arasında silahlı çatışma yaşandığı haberi gelmedi. DAEŞ’in hedefinde olan Irak’ın Türkmen bölgelerine konuşlanmış Türk Silahlı Güçleridir. Son çatışmalar bunu doğrulamıştır. DAEŞ’in 39 teröristini etkisiz hale getiren TSK’dir. Aynı zamanda Suriye konusunda başlayan uluslararası görüşmelerin başarıya açılan yolda ilerlemesine en büyük güvence ve destek Türkiye’nin sabit tutumu, içte ve dışta terör odaklarını kurutma savaşımında zafer kaydederken halklara barış ve huzur umudu taşımasıdır. Diplomaside de başarılı olan bu siyasi çizginin stratejik mimarı Türkiye Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’dır. Türkiye devletinin ne pahasına olursa olsun savunduğu ve başarıyla uyguladığı “Yurtta Barış, Dünyada Barış” siyasetinin ana çizgisinde, komşularımızla barış içinde yaşama değişmez ana hattı çok güçlüdür. Artık herkes biliyor ki, Suriye diktatörü iktidardan indirilmeden, Suriye için barış umudu yoktur, dolayısıyla Yakın Doğu savaş ateşi yanmaya, Müslümanlar, İslam uygarlığı kan kaybetmeye devam edecektir. Bugün Suriye’deki terör yandaşları, Putinciler, diktatör Esat, DAEŞ, PKK ile PYD ve arkalarındaki kışkırtıcı İran’a da karşı olan uluslararası koalisyona Katar’dan Amerika’ya 60 (altmıştan) fazla devlet katılıyor. Arap Dünyası, Orta Asya Müslüman Cumhuriyetleri, Afganistan ve Pakistan, Hindistan Müslümanları, Tür-


Makale ve Analizler - 2016

75

kiye ve Başkan ülkelerindeki Müslümanlar, NATO birleşik güçleri ve Batı devletleri anti-terör cephesinde birlik olmak zorundadır. AP ile ABD Moskova’ya ambargo uygulamakla dünya barışını ve halkların güvenliğini koruma yolunda gevşeklik ve kararsızlık aşamasını aştığını git gide kanıtlıyor. Son aylarda Moskova resmi merkezlerinin Ukrayna, Polonya ve Bulgaristan’a karşı saldırgan nitelik alan propagandasında, büyük siyasette küçük bir ülke olan Bulgaristan’ı mengeneye almaya çalıştığı, NATO’ya bağlılık siyasetinden vazgeçirmeye yeltendiği ve sıkıştırma yeltenişlerini sıklaştırdığı dikkati çekiyor. Bu mengene CEO-Politik bir mengenedir. 2016’ya girerken Bulgaristan’da birkaç çok önemli ve ülkedeki durumu kuvvetle etkileyen olay yaşandı. Bunların başında, 1 Ocak’tan başlayarak Rusya Doğal Gaz Devi GAZPROM’un ülkemize doğal gaz satmayı durdurması gelir. Bu kanaldan aldığımız akaryakıtı 200 bin işletme, kurum ve aile kullanıyordu ki, şu günlerde bunalım henüz açılmış olmadığından, devlet yedeklerinden akaryakıt sağlanıyor. Bu cümleden olmak üzere, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun Aralık ayında ülkemize yaptığı resmi ziyarette Başbakan Boyko Borisov’la dostane görüşmelerinde, Azerbaycan’dan uzanacak boru hattıyla sağlanacak akaryakıtın dağıtım merkezinin Bulgaristan’da kurulabileceği ön mutabakatı gerilimi gevşetici rol oynadı.Bulgaristan’daki Rus etki alanını yönlendiren ve yönetenlerin emrinde nefes alan, son 10 yılda yalnız korumaları için 22 milyon leva harcanan, (saray kırası, su, elektik, ısıtma, çöp parası, köpeklerin bakımı, sülün kuşlarının yemi, suyu, tuvalet temizliği, bakkal masrafları, çarşaf ve yorganların kuru temizliği, viski ve çerez masrafları, bahçenin biçilmesi, fahişelerin özel doktor bakım ödenekleri, kuzu ve genç dana ve domuz yavrusu ve hamam böcekleri dâhil, tüm haşarata karşı senede 5 defa ilaçlama masrafları hariç) saray kurdu Ahmet Doğan da Putinci boynuzlarını bir daha çıkardı. Geçen seneden bu yada olamk üzere, Hak ve Özgürlükler Partisi (HÖH) meclis milletvekili grubundan ayrılan 6 vekil bağımsız grup oluşturdu. HÖH meclis grubunda durum çok gergin, yeni parçalanmalar bekleniyor, çünkü milletvekillerinden 20-si (yirmisi) Daniel Peevski tarafından yönetilen Rus-oligarşi-mafya sermayesinin baskısından kurtulmak istediklerini beyan edildi. Seçmen tabanında homurdanma başladığı ve dörtlü parti yönetimin kabul edilmediği duyuruluyor. Kuşkusuz, Bulgar resmi makamları ağzıyla konuşan TV propagandası ve 10 gazeteden oluşan anti-Türk basın, Ataka ve sözde “yurtsever cephe” (PF) yayın organı olan, Burgas’dan yayın yapan “Skat” TV programı ve Makedon voyvodalarının aşırı milliyetçi basını son gelişmeleri fırsat bildi. Zamanını doldurmuş Ahmet Doğan ağzından yorum yapmaya başladı. Bulgaristan’daki siyasi partilere ilişkin yasaların etnik ve dini haklar aleyhine değiştirilmesinde ısrar edecek


76

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

yeni kamuoyu kışkırtılıyor. Türkler partisini seçmen kitlemizden tamamen koparmış bulunan Doğancı köhnemiş politika, Bulgaristan’da yeni bir “Türkiyeci Türkler problemi” yaratmayı bir dereceye kadar yarabilmiş bulunuyor. 2016 başlarken Türklerimiz ve Müslüman azınlığımız tedirgindir. Yeni bir saldırı ateşi yakılmak istendiği kokuları geliyor. Son 3 haftada, aslında olmayan, başka bir değişle yapay olarak yaratılmaya çalışılan ve gündemden düşürülmeyen “Bulgaristan Türkleri problemi” ısıtılıp ısıtılıp kamuoyuna sunuluyor. Farklı açılardan yorumlanıyor. Bulgaristan’da siyasi yorumlarda NATO-AvrupaAtlantik değer yargılarına dayanan hümanist bir bakış açısı henüz gelişmemiştir. Sanki Türklere karşı olan her şey Brüksel’e uygundur. Bu suyu kaynatmak için ocağa yeni yeni odun kesmeleri atılıyor. Sanki eski günler geri dönüyor. Eskiden bize “Türkiye ile Bulgaristan arasında bir savaş başlasa hangi cephede savaşırsın” sorusu soruluyordu. Bugün, Bulgaristan’ın da Türkiye gibi aynı askersel politik blokta yani NATO’da müttefik olduğu birden bire unutuluyor gibi. Türkiye Cumhuriyeti’nin Bulgaristan Türkleri ve Müslümanlarımız üzerindeki etkisi sağ sola kaydırılarak azaltılmaya çalışıyor. Resmi propaganda, “soya dönüş” sürecinde olduğu gibi, ön plana, kesin tanımı olmayan daha doğrusu NATO ve AB üyeliğimizden sonra ne olduğu pek belli olmayan Bulgaristan Milli Menfaatlerini çıkararak, halkımızı rahatsız, huzursuz etmeye, Bulgar milliyetçilerine saldırı vesile, neden ve silahı vermeye ve yeni bir gerginlik dönemi başlatmaya gayret ediliyor. Bu baskının ve tuzak serisinin başında, Putin’in olduğu, ülkemizdeki tutarsızlığın zamanın tamamen dolduğunu kabul etmekte fazlasıyla zorlanan, saray kurdu Ahmet Doğan tarafından kışkırtıldığı ve propagandaya yem olarak, bol keseden paralarla birlikte saçıldığı ortadadır. Yeri gelmişken önemle vurgulamak istediğim bir husus daha var. Bilindiği üzere, 25 Ocak 2016 günü Sofya Ulusal Kültür Sarayı’nda Bulgaristan Müslümanları Kongresi yapılacak. Yeni Bulgaristan Müslümanları Başmüftülüğü, Başmüftüsü seçimi ve Bulgaristan Müslümanları Milli Manevi Konsey Başkanı seçimi yapılacak. Yorumlarda, hali hazırda Başmüftü görevinde bulunan Doktor Hacı Mustafa’nın değiştirileceği gündeme getiriliyor. Kongrenin yasal olmadığı yeni yorumlarda geveme konusu oluyor. Moskovcu bir siyasi çizgide ısrar eden, Bulgaristanlı Müslümanların sosyal ve manevi yaşamdaki rolünün sıfırlanması için baskılarına asla ara vermemiş olan, 17 Aralıktan sonraki yeni durumda dört başlı yönetilen Hak ve Özgürlük Partisi’nin “fahri başkanı” olan Ahmet Doğan’ın eski Başmüftülerden birisi olan Fikret Salin’in yeniden seçilmesinde ısrar ettiği ortaya çıktı. Başmüftülük yarışına eski komünist Başmüftü Nedim Gencev de kol sıvadı. Bu arada


Makale ve Analizler - 2016

77

milletvekili Şabanali Ahmet’in işine zaman ayıramadığı için Bulgaristanlı Müslümanlar Manevi Konsey Başkanlığı’ndan azledileceği ve yerine Bulgarcayı ve Türk dilini iyi derede bilen, yükseköğrenimli ve Müslüman kitle ile iletişimiz sıkı olan, Bulgaristanlı Müslümanlara günce politik durumu, değişiklikleri ve baskıları anlaşılır bir şekilde açıklayıp anlatacak bir çalışma başlatacak etkin bir şahıs arandığı konu oluyor. Dipdiri dirilip, her zamankinden daha uyanık davranarak, elde etiğimiz kazanımlardan ödün vermeyerek, kimliğimize, anadilimize ve dinimize dört elle sarılarak, geleneksel yaşam tarzımızla yaşamaya devam ederek, bizim için hazırladıkları tuzaklara, mengeneye bu defa elimizi kolumuzu kaptırmadan var olmaya devam etmek zorundayız. Köylerde ve kasabalarda, her kahvede, her belediye meclisinde, dost ve hızım akraba görüşmelerinde konu olan yeni duruma bilinçli ve hoş görülü, her zaman olduğu gibi sabırlı ve alçak gönüllü yaklaşmak zorunda olduğumuzu unutmamalıyız. Bize bu güne kadar hiçbir iyilik yapmamış olanlardan, şimdi de ancak kötülük gelebileceğine inanmalıyız. Sağ olun, mert olun!

Sabrın Sonu Selamettir

BG-SAM-12.Ocak.2016

Konu: Siyasette “U” dönüşü yaptıran çaresizliktir. “CU-24” Rus savaş uçağının düşürülmesinden sonra Rus lider Putin, suçunu gizlemek için, Türkiye Cumhuriyeti ile olan ilişkilerini allak bullak etmeyi deneme cüretinde bulundu. Olaylar bir hayalet olan Rusya ve Yeni Osmanlı İmparatorluğu arasında bir çatışma olarak süslendi. Sertleşme, Plevne Savaşı sonrası iki büyük devletin arasında ilk ciddi yüzleşme şeklinde algılandı. Gazeteler, son yüzyıl boyunca tesis edilen karşılıklı yarara dayalı dostça ilişkilerin bir baca yıkıldı, 2 kiremit düştü diye harap edilmesine üzgün baktı. Tarih anlatıldı: Geçen asrın 20-lı yıllarında önce İstanbul’da, sonra Gelibolu’da 129 bin Rus sığınmıştı. Lenin’in Atatürk önderliğindeki Ulusal Kurtuluş Savaşımıza inandı, silah gönderdi. Çıktıktan mensucat sanayime geçerken Kayseri ve Nazilli’ye tezgâhlar İvanovo’dan gelmişti. Demir çelik devlerimizin omurgası olan İskenderun tesisi ve daha birçok irili ufaklı endüstri ünitemizin dostluk


78

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

meyvesi olduğu bir çırpıda unutulamaz. Ebedi olan komşu Rus halkıdır. O bozkırlar nice Putinler gördü. Güzel yurdumuza tatile gelen 4 milyon Rus dışında, Türk inşaat firmaları tarafından Rusya’da kurulan şehir ve sanayi işletmelerinde ter dökmüş, soğuktan eli ayağı donmuş işçi ve mühendislerimizin asla unutamayacağı sayısız anı ve dostluklar vardır. 1990’ların başında Sovyet Orduları Doğu Almanya’dan çekilirken yol parası borç alınmıştı. Rus subay ve ailelerin yerleştiği apartmanları, kışlaları, çocuklarına anaokullarını, kültür merkezlerini Türk şirketleri kurmuştu. Moskova’daki Avrupa’nın en yüksek binası, en görkemli camisi Türk yüksek mimarların eseridir. Putin’in tek yanlı yaptırım önlemleri, karşılıklı ticareti dondurması, Rusların şu günlerde kutladığı Yılbaşı törenlerinin buruk geçmesine sebep oldu. Türk Pazarları boştu. Rus sofrasında Türk bereketi yoktu. Gönüller kırıktı. 2 aydan beri Devlet Başkanı Putin Alman “Bild” dergisine ilk kez demeç verdi.Ufukta Rus siyasetinde “U” dönüşüne hazırlanmaya başladı. Günümüz Rusya’sı, 2000 yılında Putin’i iktidara geçirdi ve imparatorluk hevesin, ateşledi. Ekonomisi üretimden fazla akaryakıt dış satımına dayanan bir ülkende imparatorluk hevesinin kursakta kalacağı öngörülemedi. Hem Doğu Ukrayna ve Suriye’de savaş yürüterek hem de Türkiye’ye karşı yaptırım uygulayarak süreklilik ve dayanıklılık gösteremeyeceği ortadaydı. 2014’ten sonra AB ve ABD’nin Rusya’ya gerçekçi gözle bakmaya başlaması ve uygulanan ambargo koşullarında Rusya’nın kabuğuna sığınmaya çalışması doğaldır. Petrol üreticisi Arap devletleri de Rusya için can acı olan petrol ve doğalgaz dış satım fiyatlarını düşürme kararlılığında ısrarlı davranıyor. Rusya bütçesi bağlanamıyor. 2016 için Rusya’nın beklentisi 100 US Dolar olan ham petrol varil fiyatı, 30 US Dolarda kaldı. Putin, önüne çıkan bu yokuşu çıkamayacağını itiraf etmek, Suriye’den geri çekilmek zorundadır. Asla unutulmaması gereken gerçek şudur: 2009’dan sonda demokratik dünyanın Moskova’ya bakışı değişmiş ve Putin’in bileği bükülmesi gereken bir saldırgan olduğuna inananlar artmıştır. Moskova’yı akaryakıt dış satımı konusunda “U” dönüşüne zorlayan yeni durumu birkaç noktada açıklıyoruz: 1) 2015 sonunda Rusya’nın AB ülkelerine, özellikle Balkan devletleri ile Avusturya ve İtalya’ya Tuna boyunca “Güney Akım” doğalgaz boru hattı döşeme projesi suya düştü. AB bu projeyi aykırılıklar siyasetine yani tüm tarafların çıkarlarına uygunluk politikasına ters bulmuş ve kabul edilmemiştir. Meydana gelen bunalım Bulgaristan’ı karıştırmış. “Güney Akımı” finanse edecek


Makale ve Analizler - 2016

79

olan büyüklük bakımından 4.durumda olan özel banka Kooperatif Ticaret Bankası (BTK)soyuldu ve kapandı. 2) Yine geçen yılın sonunda, Moskova bu projeyi ikinci bir sualtı akaryakıt boru hattı şeklinde Baltık Denizine kaydırılmaya denendi. Rusya, doğalgazını, kimseye koklatmadan doğrudan Almanya’ya akıtma niyetini ortaya koydu. Almanya’da Dağıtım Merkezi inşa edilecek, AB üyesi devletlere akaryakıt Almanya üzerinden, Almanya’nın belirleyeceği fiyatlarla satılacaktı. Baltık devletlerine, Avusturya ve İtalya’ya verilecek akaryakıt daha pahalı olacaktı. Çünkü aracı dağıtıcılığı üslenen Almanya kendi çıkarlarını AB ortaklık sözleşmesine rağmen savunmak zorunda kalacaktı. Bu da, AB kurallarına tersti. Suya düştü. Aslında bu Rus planı bir tuzaktı ve uygulansaydı, Almanya AB içinde ayrıcılıklı duruma gelecekti. 28 AB devletinde 28 farklı doğalgaz tüketici fiyatı oluşacaktı. Ekonomik ve mali bunalımı zaten aşamayan AB bu defa da 2016’da Almanya yüzünden dağıtabilirdi. Putin’in hedefi de buydu. 3) Başka bir şık olarak, bir Rus Karadeniz limanından çekilip su altından Varna’ya çıkacak olan “Güney Akım” doğalgaz boru hattının “Türk Akım” olarak Yunanistan’da kurulacak “Balkan Doğalgaz Dağıtım Merkezine” iletilmesi öngörüldü. Bu, Balkanların ve Merkez ve Güney Avrupa’nın akaryakıt sorunlarına en gerçekçi çözüm olabilirdi. T.C., AB aday üye olarak, Rusya’dan gelen doğalgazı satın alıp kendi malı olarak diğer ülkelere sunacak ve pazar sarsıntısı ve taraf gözeten aykırılık siyasetine takılmadan bu devasa tasarımı gerçekleştirebilecek Büyük Devlet rolünü üstlenmiş olacaktı. “CU-24” bombardıman uçağının düşürülmesi Rusya’nın bu projeyi 2 aydan beri derin dondurucuya almasına neden olmuştur. 4) Başkan Putin’in Alman “BİLD” dergisine hafta sonunda verdiği demeçten sonra durumda yeni şıklar belirdi. O, Türkiye’den “güvenilir ticari muhatap” olarak söz etti. Akaryakıt sağlama tasarımında kısmı değişiklikler olabileceğini, Bulgaristan’a verilen akaryakıtın Türkiye borusundan ayrılacak olan bir borudan Karadeniz kıyısınca Varna Dağıtım Merkezi’ne akaryakıt verilmesine itirazı olmadığını söyledi. Böylece Bulgaristan Rusya ile Türkiye arasındaki uzlaşma ve anlaşma sonucu Başkanların doğalgaz dağıtım sisteminde kendi başına bir rol üstlenmiş olacaktır. Bu ay sonuna kadar bu konuları görüşmek üzere bir uluslararası görüşme yapılması bekleniyor. Başbakan Boyko Borisov’un bu gelişmeleri “Güney Akım” dönüyor eklinde yorumlasa da söz konusu olan, Rusya’dan Bulgaristan’a “Güney Akım” boru hattı çekilmesi değil, Karadeniz dibinden Türkiye borusundan Bulgaristan’a ayrılacak bir akaryakıt borusudur.


80

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

5) Putin’i “U” dönüşüne zorlayan çok daha büyük sebepler de var kuşkusuz. Diğer yazılarımda da belirttiğim gibi, 26 yıl önce Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği’nin (SSCB) birkaç ayda çöktüğü gibi, şimdi de Putin diktatörlüğünün bir anda tarih olması söz konusudur. Rusya’nın elindeki konvansiyonel ve nükleer silahlar, tanklar, toplar, denizaltı ve uzay füzeleri bu çöküşü önleyemez. Toplumun mihveri insan ve ailedir. Putin, petrol fiyatlarının tavan yaptığı yıllarda halkın sosyal durumuna el uzatmadı. Zenginleri daha zengin yaptı. “Fores” dergisinin yazdığına göre, 2003 yılında dünya milyarderler klasmanında bir Rus milyarder yokken, 2008’de Rus milyarderlerin sayısı Alman ve Japon milyarderlerden 86 kişi daha fazla oldu. AB ve ABD ambargosu şartlarında onların mali imkânları da kısıtlandı. İşaret edilen çöküş bir savaş sonucu olmayacak, iç yetersizlikler, yoksulluk, fakirlik sonucu meydana gelecek feci bir neticedir. Bu açıdan bakıldığında, karşımıza çıkan Çin’dir. Rusya’nın hortlayan hırçınlığının ve imparatorluk hayalinin ardında bulunan Çin ile son yıllarda imzaladığı sözleşmeler var. Bu sözleşmeler, büyük bir imparatorluk hayali yaratmıştır. Ne var ki, son dönemde Çin ekonomisinin bunalım eşiğine gelmesi, “Sibirya Gücü” adıyla tasarlanan ve dünyanın en büyük akaryakıt boru hattı olarak tasarlanan bu girişime yerinde saydırıyor. Bu haberi yayansa Rusya hükümet kaynaklarıdır. İşte böyle bir ortamda, 17 Aralık 2015’te Bulgaristan Türklerinin Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH) partisi içinde gerçekleştirilen iç devrimle, NATO’cu ve Avrupa-Atlantik siyaseti taraftarı olan eski Genel Başkan ve ekibinin partideki yönetici görevlerinden ve parti üyeliğinden serbest bırakılmaları ancak şu şekilde izah edilebilir. Seri yorumlara neden olan bu olayı son 5 yılda tekrar eden iki olayla bağlantılı olarak görmek zorundayız. Birinci olay, 13 Mart 2013 tarihinde birinci Boyko Borisov hükümeti istifa etmek zorunda kaldı. İstifa enerji fiyatıyla ilintiliydi. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığı döneminde komşu Bulgaristan’ı en sık ziyaret eden Sayın R. Tayyip Erdoğan’ın ziyaretlerinden birinde Azerbaycan– Türkiye - Avrupa doğalgaz boru hattının (TANAP) Bulgaristan üzerinden geçmesi konusunda mutabık kalınmıştı. Ardından Bulgar hükümeti devrildi. Tuzak, 50 adet şişirilmiş ısı faturası üzerinden gerçekleşti. Sofya’da “Kartal Köprü”ye toplanan protestoculardan birisi polis copuyla vuruldu ve öldü. Başbakan istifa etti. Demek oluyor ki, Bulgaristan’a akaryakıt sağlanmasında Putin Rusya’sı Türkiye’nin kural belirleyici rolüne tahammül edemedi. Tuzağı Moskovcuların kurduğu açıklandı.


Makale ve Analizler - 2016

81

İkinci olay,15 Aralık 2015’te Başbakan Sayın Ahmet Davutoğlu’nun Sofya ziyareti esnasında, TANAP doğal gazı için Bulgaristan’a Dağıtım Merkezi kurma olanakları sağlanacağı konusunda anlaşmaya varıldı.Yine Türkiye lehinde değişen siyasi denge Rus ajanı Ahmet Doğan ve sözde emrindeki HÖH parti yöneticileri ve iş adamları üzerinden daha 17 Aralık günü bir parti içi darbeyle çökertildi. Bu da yetmedi, GAZPROM doğalgaz tekeli harekete geçti. Borisov hükümetini düşürmek için 1 Ocak 2016’dan başlayarak Bulgaristan akaryakıt borusunu kapayacağını ilan etti. Büyük bir gerilim yaşandı. Kış kıyamet Hıristiyanların Bocuk Bayramı ve Yılbaşı kutlamaları gergin geçti. Ve 10 Ocak 2016 günü Putin yumuşadı. Alman dergisi “Bild”e verdiği demecinde, ödün vermeye yanaştı. Türkiye “Mavi Akım” borusundan Bulgaristan’a bir kol ayrılacağını açıkladı ve ilgililerin gönlüne su serpti. Öze baktığımızda, yeni denge ışığı yandı gibi. Doğan ve etrafına topladığı siyasi körler erkân siyaseti okuyamadığından memlekette insanlarımızı korkutarak, sindirerek idare etmeye çalıştığına bir daha tanık olduk Önemle vurgulanması gereken bir durum da, Bulgaristanlı Türk ve Müslümanların yeni zaman siyasetindeki rolünün artması, belirleyen denge unsuru olmaları ve yeni bir şuurla uyanarak korkmadan yılmadan siyaset yapma yoluna girebildiklerine tanık oluyoruz. Putinci Doğan, halk düşmanlığı siyasetiyle yerel seçimlerde Türk belediye ve muhtarlıklarını kaybetti. Halkımızın uyanıp bilinçlendiğine ve yarını doğru okuduğuna işaret oldu. Bu, 138 yıldan beri yürünen barış, güvenlik ve Türkiye ile iyi komşuluk, karşılıklı yarar sağlayan işbirliğine, dostluklara hizmet eden bir ilerleyiştir. Bulgar halkının sağlığını ve iyiliğini kıskanmayan bir halk varsa o da Türklerdir.

İki Aradayız!

Dr. Nedim Birinci-15.Ocak.2016

Konu:Terörün her türüne karşıyız. Bulgaristan Türklerinden usta şair Sabahattin Bayram (Sabahattin Bayram Öz) 3 yıl önce Bursa’da hayata gözlerini yummuştur. Aziz hatırasını saygıyla anıp yaşatırken, bir Dobruca evladı olan, yürüdüğü çileli yolda, yetiştiği


82

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

toprakların bereketiyle yaratan ince ruhlu ozan, 2 asır arasındaki tümseği atlarken başımıza gelen tüm olaylara duyarlı kaldı, kanayan yüreğinin acısını beyaz kâğıt üzerine dökerken halkımızla beraber oldu. O Bulgaristan Türk edebiyatına ince doku eserler vermiş, tüm yaratıcılarımızın eserlerinden Bulgaristan Türkleri Şiir Antolojisi’nde derlemiştir. Onu hatırlarken yüreğimin yandığını belirtirken, küçük bir anıma yer vermek istiyorum. Sofya’da aynı semtte oturduğumuzdan, isimlerimiz aynı gün ve aynı milis amirliğinde değiştirilmişti. Onu kızı ve eşiyle birlikte getirdiler. Bir odaya aldılar, çıkardılar başka bir odaya girdi ve sonunda Bulgaristan Türkleri Dev Şairinden sigarasını yakmaya çalışırken eli titreyen ve içindeki hiddetten başını kaldırıp yüzüme bakamayan bir sıradan “Bulgar” çıktı. Türk kimliğiyle yaşa gururundan sıfırlanmış bir vatandaş kimliğine itildiği an, dipsiz derinliğe düşmezden önce, gidelim bir yere oturalım komşu dedi. Oturduk, sigarayı çok acı çekiyor ve buz kesmiş şubatın bizi Türk olarak dondurmak istemesine rağmen, birer kanyakla ısınırken, o cebinden kâğıt kalem çıkardı ve içini dökmeye başladı. Adımı Elimden Aldıkları Gün Gözlerimi yitirdim Renkler kana boyandı ışık karışığında Doruklar düzlüğe dönüştü Sesim sokaklarda tutsak Onurum kamburum oldu Gözlerimi yitirdiğim gün. Gizlerimi yitirdim Issız yörüngesinde döndü yürek Sevgilerin donakaldı karanlık pusularda Silinince geçmişle geleceğin anlamı Hangi dilde ağlayıp Hangi dilde güleceğimi Anılarımda dostlarımı nasıl bulacağımı bilemedim Gizlerimi yitirdiğim gün İzlerimi yitirdim Gizemli bir boşluğa gömüldü zaman Öz saygımın burcundan yıldızlar kaldı


Makale ve Analizler - 2016

dük.

83

Türklüğüm prangalı Mezarında babam bile yabancı oldu bana İzlerimi yitirdiğim gün. Gözlerimi yitirdim Gizlerimi yitirdim İzlerimi yitirdim Adımı elimden aldıkları gün Zaman geçti biz bu şiiri, Sofya’da çıkan Müslümanlar gazetesine götür-

Gazete şiiri basmadı. Sebep olarak şairin camiye uğramadığı bahane edildi. Sabahattin Bayram’a terör saldırısı yapılmış ismi, baba adı, ata adı, hatıraları, geçmişi ve hayalleri bir kalemle elinden alınırken Türk kimliği kalemi kırılmış ve elinde sigarasından ve kâğıt kaleminden başka bir şey kalmamıştı. O kalemden silah yaptı. “Adımı elimden aldıkları gün, gözlerimi, gizlerimi ve izlerimi yitirdim” dedi. Bu bir anti-devlet terörü haykırışıydı. Yattığı yer nur olsun. 12 Ocak 2016’da Sofya’da Halk Meclisi dönem toplantısı açıldı. Toplantı açılışında Bulgaristan Müslüman Türk, Pomak ve Çingeneler adına Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH) Tırgovişte (Eski Cuma) milletvekili, yeni 3’lü - 4’lü parti yönetimde başkanlardan biri olan Çetin Kazak konuştu. Bulgaristan Müslümanlarının 100 yıl devam eden kahramanlıklarla dolu Türk ve Müslüman kimliği mücadelesinde doğan ve şekillenen Hak ve Özgürlükler Hareketi memleketimiz Müslümanlarının siyasi iradesinin eseridir. Milletvekili Kazak, 30 milletvekili arkadaşı, parti, parti üyeleri ve yandaşları adına 2016 siyasi döneminde HÖH partisini bir “ateist” siyasi oluşum olarak tanıttı. 1912’den başlayarak Bulgaristan’da Müslümanların Hıristiyanlığa çekilmesi dalgalı süreçleri başlatılmıştı, 1948’de bu zulüm Türklerin Müslümanlıktan koparılıp “ateist” nesil yetiştirmeyönünde vites değiştirmişti. Çetin Kazak, meclis kürsüsünden bu sürecin bittiğini mi ilan etti acaba! Olay buysa, şimdi nereye götürülüyoruz??? 1908’de kullanılan Bulgar devletinde, Bulgaristan müftülük sistemi, İslam’a hizmet etmek için değil, İslam’ı engellemek için kullanılmıştır. Bu konuda, 2016 yılına kadar Bulgar devletinin fiili siyaseti değişiklik kaydetmemiştir. Memleketimizde yaşayan ve en büyük azınlık olan Müslümanların din kurumlarını İslam dinine inanan vatandaşları Müslümanlıktan uzaklaştırmak, sizce nedir? Bir devlet terörüdür. HÖH partisi temsilcisinin meclis kürsüsünden Bulgaristanlı


84

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Müslümanların partisini bir dinsizler partisi olarak ilan etmesi nedir? Devlet terörüne alet olmaktır. Yani Hainliktir! 24 Ocak 2016 Pazar günü, Bulgaristan başkenti Sofya’nın Ulusal Kültür Sarayı’nda (NDK) Bulgaristan Müslümanları Ulusal Kurultayı toplanacak ve yeni Başmüftü seçilecek. Bu Kurultay bir doruktur. 1878’den beri Bulgar devleti içinde, yasalarına uyarak özgün Türk Müslüman kimliğimizle geleneksel kültürümüzle var olabilme yolunda ulaşabildiğimiz son doruktur. Olayı tarihsel geçmişimiz olarak ele aldığımızda, birisi yazılıp çizilmeye elveren yasal tarihimizdir, ikincisi de bir Hıristiyan devletinde Müslüman olmanın acısı dinmeyen serüven öyküsüdür. Bu, Bulgaristanlı Müslümanların acıklı hikâyesidir. Bulgaristan Müslümanlarının başat ve asli grubunu Türkler oluşturuyor. 585.024 kişilik nüfus ile Türkler Deliorman, Dobruca ve Rodop Bölgelerinde yoğunluk göstermektedir. Müslüman nüfus oranına sahip illerin başında Kırccaali (% 69, 6) ve Razgrad (53,2) geliyor. Bulgaristan Müslümanlarının % 75’i Türk, % 13’ü Pomak ve % 12’si Romen’dir. Kendini Türk kabul eden Tatarlar, Çerkezler ve Arnavutlar da ülkedeki Müslüman toplumun bir parçasını oluşturmaktadır. Tarihi verilere göre, Osmanlılar döneminde; Bulgaristan’da 2 bin 356 cami ve mescit, 142 medrese, 273 mektep, 42 imaret, 174 tekke-zaviye, 116 han, 113 hamam, kaplıca, ılıca, 27 türbe, 24 köprü, 75 çeşme, 3 sebil, 26 kervansaray, kale, hastane, kütüphane, saat kulesi ve bedesten olmak üzere toplam 3 bin 399 eser inşa edilmiştir. Son dönemde Bulgaristan Müslümanlarının müftülükler sistemi yeniden kurumlaşmaya başlamış, öncelik Sofya İslam Enstitüsü, Şumnu İlahiyat Lisesi, Rusçuk İlahiyat Lisesi ve Mestanlı İlahiyat Lisesine verilmiştir. Bu arada Başmüftülük üzerinden Müslümanlara geniş kapsamlı sosyal yardım projeleri de gerçekleştiriliyor. İşte böyle bir ortamda Bulgaristan Başmüftülüğü 21’nci yüzyılın değişen ortamında, Bulgarların da kafasında bir İslam – terör sisinin koyulaştığı koşullarda geniş kapsamlı sözlü propaganda ve yazılı açıklamalarda bulunma gibi etkinlikler yürütmek zorundadır. Geçen hafta Sofya’da Bilimler Akademisi Konferans Salonunda “İslam Devleti” - ideolojik problemler konulu bir ulusal forum düzenlendi. Forumda Bulgaristan Müslümanları Başmüftüsü Mustafa Hacı “İslam Devleti” İdeolojisinde Yöntem Bilimsel ve Doktriner Sorunlar konulu sunumda bulundu. Yakın Doğu ülkelerinde DAEŞ’ in insan haklarına şiddetli saldırılarını sert bir dille


Makale ve Analizler - 2016

85

kınadı ve lanetledi. Büyük ilgi uyandıran forumda Dr. Başmüftü Mustafa Hacı şu ana noktalara ışık tuttu: * Hiçbir suçu olmayan insanların öldürülmesi, sivil halka şiddetli baskı ve terörün tüm belirtileri asla kabul edilemez, mutlaka kınanmalıdır. İslam dini ilkeleriyle terör arasınsa hiç uzak ya da yakın hiçbir ilişkisi yoktur ve olamaz. * Terör güçlerinin İslam dininin yüce erdemlerini en kaba bir şekilde çiğniyor, İslam’ın politik ve iktidar hedeflerine ulaşmak için kullanılması inciticidir. İslam dini asla ve hiçbir şekilde zulüm telkin etmez, bahanesi ne olursa olsun, insan hayatına kıyılmasını her zaman ve her yerde lanetlemiştir. * Yakın Doğu’da beliren ve kendisini sözüm ona İslam devleti olarak tanıtan kurumların, İslam dini ilkeleriyle bağdaşan hiçbir yanı yoktur. * Kökünde cahillik ve İslam medeniyet değerlerini bilmemelik yatan bu iktidara susamışlık dünya barışı için tehlike oluşturmaya devam ediyor. * Kuranı Kerimde, Peygamberimiz Hazreti Muhammed sun et ve geleneğinde “İslam Devleti” değiminin geçmez. Din adamlarından istenen sosyal, dinsel ve etnik ayrılık gözetmeksizin adaletli bir şekilde yönetmeleridir. İslam’a göre, devlet başkanının kendini ilan etme hakkı yoktur. Sunumdan sonra soruları da yanıtlayan Başmüftü Dr. Mustafa Hacı, Bulgaristan Müslümanlarının durumuna, devletin mahkeme kararlarına rağmen, cami ve vakıf mallarımızı iade etmediğine ve ülkemizdeki dini eğitim sorunlarına, ayrıca son 2 yılda Cami ve medreselere ve bazı din adamlarının evlerine yapılan polis baskılarına, süren mahkemelere vb değinmedi. Basın mensuplarıyla görüşmesinde Başmüftü Dr. Mustafa Hacı, anasının Bulgar olduğunu söyledi. Aynı kişi 1992’de basına verdiği bir başka demeçte anasının ve babasının Türk olduğunu ve Türk ortamında yetiştiğini söylemişti. Bu forumda, terörün ve terörizmin bir İslam ürünü, teröristlerin de Müslüman oldukları, terör kaynaklarından birinin yoksulluk olduğu şeklinde yanlış bir izlenim işaretleri belirdi. Ülkemizdeki iç ve dış terör konusuna ışık tutulmadı. 1970 yıllarda ve 1980’lerde Bulgaristan Pomak ve Türk Müslümanlarına uygulanan baskı ve teröre değinilmedi, hiçbir suçlunun, gerçek teröristin, terör üreten totalitarizmin yok edilmesi ve gerçek demokrasi yaratılmasında inananları rolü de konu edilmedi. Bulgaristan’daki Müslüman mal ve Mülkünün sistemli baskılar sonucu, değişik ellere aktarılarak, bakımsızlık ortamında yok edilmeye çalışılması bir terör biçimi olarak ele alınmadı.


86

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Burada daha da önemli olan, kinli ve kudurmuş insanların son zamanda Bulgaristan’da da terör rüzgârını yeniden ve daha şiddetli estirmesidir. Oysa yerli terörün ülke içindeki yeni belirtilerine değinen 13 Ocak 2016 tarihli “Trud” gazetesi başyazısında şöyle diyor: “Bulgaristan’da sert, vahşi, hayvancasına şiddetli bir zorbalık kol geziyor. Devlet ortada yok. Kuzey Bulgaristan’ın Vratsa şehrinin merkezinde 18 yaşında bir çocuk döve döve öldürüldü. Sebebi dövenlere klakson çalmasından başka bir şey değil. Tırgovişte köylerinde de köy korucusu aranıyor. Filibe (Plovdiv) Golyam Çardak köyünde özel koruma için köylüler aralarında para topluyorlar. Jandarma ve polis zulüm edenlerden birini bulamadı. “Agresya” şirket zincirinin sahibi olan Aleksandır Antov’u kurşunlayanlar elini kolunu sallayarak dolaşmaya devam ediyor.” Bulgaristan’da vatandaşları koruyan meslek ve yerel örgütler yok. Türk yöresinde Hak ve Özgürlük teşkilatının “saray güruhu” ve imtiyazlı 3 - 4 kişilik Başkan grubu şiddet olaylarını görmezden gelirken duymak bile istemiyor. Bulgaristan’da öğle ikindi dikilen gün gibi ortada bir gerçek var: Her zaman ve her yerde önce Çingeneler göze alınıyor, kabahatli gösterilip suçlanmaya başlanıyor, ardından Hak ve Özgürlükler Hareketi (DPS) kötü gösterilmeye çalışılıyor, azınlık kadrolarının devlet makamlarından kazınacağı tehditleri savruluyor. Bizde siyaset tam böyle yapılırken, azınlıktan olan insanlar, onların etnik dil ve din topluluğuna hâkim olabilmek için, onları sindirerek yönlendirip yönetmek için korkutulup sindiriliyorlar. Bulgar basını hortlayan zorbalığı bu şekilde yorumlarken, 2016’daki hortlamanın hemen hemen bütün illerde eşzamanlı gerçekleştiği dikkati çekiyor. Burada özellikle altı çizilmesi gereken nokta saldırıya uğrayanların memleketimizin köklü vatandaşları, yani burada doğmuş, okumuş, evlenmiş, ana baba olmuş, askerlik yapmış, ömür boyu emeklilik ve sağlık sigortası ve vergi ödemiş insanlar olmasıdır. Dürüst vatandaş olmamız bizim ikiarada kalmış olmamıza derman olamadı. Şöyle bir nokta da dikkate değerdir. Bizde bir de kayıtlı 20 bin sığınmacı ve savaş kaçağı var. Bun tabakaya karşı ise sürekli bir ırkçı saldırı tırmanıyor. Bir örnekle olaya bakalım. 2015’in başında Kazanlık belediyesine bağlı Rozovo köyünde 3 katlı bir ev satın alan ve yerleşen Bulgar vatandaşlığı almış 3 aile yerleşmişti. Onlar köy merkezinde kızlara laf atmadan diğer köylülerin yumurtalarını, kuzularını ya da telefonlarını çalmamıştı, ama köyden kovuldular. Bizde bu terörizmin Bulgar dilinde bu terörizmin adı hala konmadı. Çünkü terörizm Fransızca bir sözdür, görüldüğü üzere bizdeki beliriş biçimleri farklı ve çeşitlidir. Yabancı düşmanlığı bir terör şeklidir, politik literatüre böyle girme-


Makale ve Analizler - 2016

87

lidir. En fazla dikkati çekense Bulgar savcılığının “Rozovo” köyü olayını araştırıp sorgulamaması oldu. Olaylar, işine gücüne bakan sıradan yaşlı, emekli işiyle gücüyle meşgul ya da öğrenci, üniversiteli, köylü gençler demeden saldırıya hedef oluyorlar. Eğer terör, korku salmaksa, rahatsız etmekse, bin kişiden birini gece yarısı yatağında uyku halinde kafasına çit kazığı vura vura bayıltmaksa, olanların başka ne gibi bir tarifi olabilir. Bizim ülkemizde terör estiriliyor, terör kol geziyor, terör can alıyor derken politik hedeften başka ne gözleyelim. 2016’nın en yakın siyasi olayı Cumhurbaşkanlığı seçimleri olarak ortaya çıktı. Daha ocak ayı başında Ekim sonunda yapılacak seçimler için seçmene korku vermenin, herkesi yıldırmanın, uyanmalarını, düşünmelerini, özgür seçim yapmalarını engellemenin amacı başka ne olabilir? Şu da var. Yeni yıla, Kasım 2015 Paris patlamaları ve Putin Rusyası’nın Suriye köylerine kanatlı “Kalibır” füzesi fırlatmasıyla bizim ülkemizde de genel anti-İslam isterisi yeni bir aşamaya tırmandı. 1997 - 2001 Başbakanı olan ve bu hükümette birkaç bakanı olan, Reformcu Blok (RB) üyesi Güçlü Bulgaristan Partisi (DCB) kurucusu ve akıl hocası olan İvan kostov, gerçek bir sinir bozukluğu geçiriyor ki, aşırı sağ konumdan “Bulgaristan’ın ulusal güvenliğine Türkiye’nin tehdit oluşturduğunu” dile getirecek kadar yoldan çıktı. Ataka ve sözde “yurtsever cephe” gibi partilerle aynı çizgiye geçti. Yakın Doğu’da teröre karşı içte ve dışta, ayrıca 4 milyon sığınmacıya konut sağlayarak en büyük ve fedakâr mücadeleyi veren devletin Türkiye Cumhuriyeti olduğunu kabul etmek istemiyor. Büyük Türkiye korkusunu yenemiyor. Bu ruh halinde de biz Bulgaristanlı Müslümanlar iki arada ve hep ezilen tarafız. Diş ülkelerde olan “terör” olaylarının TV üzerinden ülkemize taşınması ve gerginlik isterisi, kışkırtılması doğru değildir. Köln merkez garında Noel gecesi meydana gelen olaylar çok şişirildi, hep tek yanlı anlatıldı. Şöyle bir gerçek var, Almanya’da sığınmacı yatakhanelerine 815 saldırı yapılmıştır. Bu saldırıların ardında aşırı sağcı Pegida örgütü var. Bizde ise sığınmacılara aşırı sol ile aşırı sağ aynı cepheden saldırıyor. Unutmamak gerek, ülkemizde olduğu gibi eski-kıtada da anti-terör siyaseti düzgün bir ideolojiye dayanmıyor. Sivil toplum anti-terör yapılanmasını tamamlayamadı. İnsanların büyük kitleler halinde hareketlenmesi devamlı gerginlik yaratmıştır. ABD her yıl bir milyon, İngiltere 500 bin, Fransa 200 bin göç alıyor. İngiltere’den her sene 100 ile 200 bin kişi ayrılıyor ve dünyaya dağılıyor. Yukarda da söz edildiği gibi Türkiye’de


88

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

halen 4 milyon sığınmacı var. Almanya da bu yıl 1 milyon sığınmacı aldı ve sorun yaşıyor. Anlaşılan toplum bu kadar çok yabancı kabul etmeye hazır değil. Sonu sonunda “terörün evi” sosyal toplumsa, yeryüzü hepimizin evidir. Gelen yabancı ve sığınmacılarla birlikte yaşamayı beceremeyenlerin, komşularına bakması iyi olur. Farklı olmak, yok olmaya değil, birlikte yaşamak için yelken açmaya hazır olmak anlamındadır. En büyük sorunumuz devlet terörüne ve kişisel terör biçimlerine karşı mücadelemizi pekiştirmemiz olsa da, bir Bulgaristan Müslümanları henüz anti-terör cephemizi oluşturamadık. Bu davada sivil toplum örgütlerine olağanüstü büyük ödevler düşmektedir. Bugün biz her bakıma iki aradayız.

Sis Kalkmamıştır

BG-SAM-15.Ocak.2016

Aynan Yoksa Komşuna Bak! Bravo Almanlara! Yeni asırda terör, terörcü, terör rejimi, terörle yönetilen diktatörlükler, antiterör hareketi gibi sözler dilimizden düşmez oldu. Bunların anlamını biliyor muyuz? İstanbul Aksaray’da bir canlı bomba terör eylemi gerçekleştirdi. Ankara patlamasının yaraları henüz sarılmamıştı. Son haberlerde Diyarbakır Emniyet Binası önünde parlama olmuş. Türkiye halkı teröre mi alıştırılıyor. Türkiye yaşanılmaz bir ülke haline mi getirilmek isteniyor? Kim yıldırılmak isteniyor? Kime gözdağı veriliyor? Şiddet uygulanacak yer olarak neden Türkiye, Ankara - İstanbul - Diyarbakır seçildi? Geçen yüzyıl büyük savaşlar asrıydı. Bu yüzyıla terör damga vuruyor. Terör haberlerinin hepsi kötü haberdir. Terör dendiğinde akla önce canlı bombalar geliyor. Artık herkes bu bombaların psikolojik yöntem ve araçlarla oluşturulduğunu seziyor, çünkü analar terörist doğurmuyor, devletlerin terörcü okulları da yok. Bu eğitim, devlete düşman, delalete düşmüş, yolundan kopmuş insanlarla veriliyor. Bu defa, bu işe, İslam görünümü verdiler. Görünümün dini olması, canlı bombanın ya da canlı bomba eğitimi verenlerin kendisinin dini olması anlamına gelmiyor. Olaylar, canlı bomba üreten makinenin arkasında emperyalist güçler, bilim merkezleri olduğunu gösteriyor. Yeni yazılarımızda mutlaka konumuz ola-


Makale ve Analizler - 2016

89

cak “mükemmel beyin” ve “sakatlanmış beyin” sorunu en güncel acillikle önümüze çıkıyor. Yeni kavram sınırsız sorumsuzluktur. Hedefin Türk imajına, Türk kimliğine, Türk devletine, İslam dinine ve Müslüman yaşam biçimine kilitlenmiş olması endişe vericidir. Dış olaylarda sis bulutu koyulaşıyor. Terörün kullandığı önemli konaklama aracı olan canlı bombaları yaratanlar konusunda önce şu fikirleri paylaşmak istiyorum. Bana öyle geliyor ki, terörizmi sanki Batı medeniyet güçleriyle ortak cephede buluşmak isteyenler yarattı. Demek istediğim, 21. yüzyılda Rusya ile Batı dünyasını birbirine yaklaştıran, aynı cephede buluşturan, terör oldu. Mesela, Rusya’da 2000 yılından önce Elsin döneminde Başbakan olan Vladimir Putin’in Devlet Başkanlığı’na tırmanırken Çeçen katliamı-kan gölüne, Moskova’da ve ülkenin değişik şehirlerinde daire yangınlarına, tiyatro ve okulların kundaklanmasına bastı. Bu işleri yapanlar kendilerine anti-terörist maskesi taktılar. Son 15 yılda onların böyle kişiler olarak kabul ettirildiklerine şahidiz. Hitler de, “Reichskanzler” (devlet başkanı) olmak için Parlamento binasını “Reistag” kendisi yaktırmadı mı? Putin de aynı taktiği uygulamıştır. Fakat Putin’ın Rusya devlet başkanı olması yeryüzünde süper güç olması için yeterli değildi. Yeni “dev gücün” doğabilmesi için demokratik dünyanın uyutulması, gevşetilmesi, aldırmaz olması gerekiyordu. Putin bunu başardı. Kendi yarattığı iç terörle iktidara yükselirken, 11 Eylül 2001 çifte kuleler, ardından Londra, ardından Paris, ardından Ankara terör saldırıları onun mağdurların sırasında saf tutmasına olanak verdi. O, hep Batının yanında yer aldı. 15 yıl Batı demokrasisi böyle oyalandı. Aynı yıllarda onun çok koktuğu bir şey vardı: Demokrasi toparlanıp kendini seferber edebilirse yenilmez bir güç oluşturabilir ve maskesi düştüğü an o biterdi. Oynadığı rolde Putin hem “süper güç” olmak, hem de demokratik dünyanın oluşturduğu “anti-terör” cephesinde yer almak isteyerek, dünyayı uyutma oyununa devam etti. Batı ile buluştuğu nokta “İslamcı teröre karşı birlikte olma” oyunuydu. Hedefinde, 20. yüzyılın Batı ile birliktelik geleneğini canlandırmak ve antiterör cephesinde sözde yeni bir gelenek yaratmak vardı. Birinci Dünya Savaşında Rusya İmparatorluğu, ikincisinde de Sovyetler Birliği (SB) Büyük Britanya, Fransa ve Birleşik Amerika ile aynı savaş cephesinde yer aldı. Müttefiktiler. 1945’te başlayan “Soğuk Savaş” Batı ile Doğu dünyasını birbirinden ayırdı. Zıtlaştılar. 35 yıl boğuştular. 1990’dan sonra “demokratik dünyaya” katılmak isteyen Doğu Avrupa sosyalist devletleri sırasına Rusya da girdi. Fakat komünizm de totalitarizmden arınamamıştı. En tehlikeli terör biçimi olan, rejim terörü


90

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

yani devlet terörü, totalitarizmin ta kendisiydi. Totalitarizm yıllarında SB’nde Bulgaristan’da ve diğer sosyalist ülkelerde farklı düşünenler nefes alamadı, insan hakları çiğnendi, etnik azınlık hakları unutturuldu. Çoğunluktan olmayan azınlıkların geleneklerinden gelen özgün özgürlük, özgün geleneklerle yaşama, farkı çizgilerle donanmış kültüre uyarak yaşamak isteyenler hep tutuklandu, yargılanmadan sürüldüler, cezaevine atıldılar. Şairlerimizden Nuri Adalı 24 yıl hapiste ve sürgünde kaldı. Bulgaristanlı Türk aydın ve demokratik hakları için direniş örgütü üyesi işçi ve köylü tabandan 12 bin kişi zindanlardan geçti. “Soya dönüş” sürecinde isimlerimiz değiştirildi. Mezar taşlarımız yıkıldı. Anadil ve din abidelerimiz zulüm gördü. Doğal haklarımıza saldırı şiddetli zulümdü. Devlet terörünün Sovyet biçimi, Bulgar şekliydi. Dolayısıyla keçinin kuzu doğuramayacağı gibi, terörün terör doğurması doğaldır. Başımıza gelen kültürel katliam bir terör olayıydı. 500 bin Bulgaristan Türkünün yurdundan kovulması da bir terör olayıdır. Bu yüzden değerlendirdiğimizde, terörün İslam’la bağlanmasından ve farklı farklı yorumlanmasından yarar sağlayanlar var. Terörizmle mücadeleye katılıyoruz bayrağı altında terör işleyenler var. Rus askeri uçaklarının barışçı Türkmen köylerini bombalaması barbarlık değil de nedir? 12 milyon Suriyelinin vatan toprağını bırakıp kaçması terör sonucu değil de nedir? Uluslararası terör suçları yasaları henüz yazılmadı. Devlet terörünü kınayan, lanetleyen ve cezalandıran kurallar saptanmadı. Devlet terörü, terörist yargılayan Uluslararası Anti-terör Mahkemesi henüz kurulmadı. Bu yüzdendir ki, “İç ve uluslararası terör” sisi kalkmadı, hatta koyulaşıyor. Bu cümleden olmak üzere, DAEŞ, PKK ve PYD gibi Suriye’de konuşlanmış terör örgütlerine arka olan ve onlara modern silahlar sağlayan devletlerin de terör suçundan yargılanması gerekir, çünkü katileri silahlandırıp katliamlara kışkırtmak bir azmettiriciliktir. Onlar bizzat suç işleyenden daha büyük ceza almalıdır. Terörün önü başka türlü kesilemez! Ne var ki, demokratik dünya bu konuda adalet motorunu ateşlemedi henüz hiçbir şey yapmıyor. Hala uyanamadı demek istemiyorum, fakat teröristle antiteröristi birbirinde ayırmayı başardı diyemem. Terörist avına çıkan Rusya’nın PKK ve PYD’ye silah vermesi ikiyüzlülüktür. 13.01.2016 günü Avrupa Birliği (AB) Komisyon Başkanı Jan Klod Yunker, ikiyüzlülük ve demokratik yasaların rafa kaldırılması konusunda Polonya’ya karşı emsali olmayan önlemler açıkladı. 45 milyonluk bu ülkeyi AB Konseyinde oy kullanma hakkından men etti. AB Başkanlığı ve Almanya, Polonya iktidar partisini iletişim araçlarını kontrol altına almakla, kamu TV program yöneticilerini


Makale ve Analizler - 2016

91

istediği zaman değiştirme hakkını elde etmekle, ayrıca totalitarizm omurgasını koruyan ve otoriter rejimle yönetilen Rusya’yı örnek almakla itham etti. Bulgaristan’da da totalitarizm omurgası yaşıyor. O kadar cinayete, suça, çekiye, göçe zorlamalara rağmen, totalitarizm zulmü emirlerini verenlerden bir tutuklu, bir tek açılmamış yargılanana olmamıştır. Meclis ve savcılık iradesiyle suçluların korunması, yargı yoluna set çekilmesi son zamanda tabandaki homurdanmayı arttırmıştır. Sis bulutunun dağıtılması için 26 yıldan beri sözde yürünen bir yol var. Bu bir mücadele yoludur. Ne yazık ki hep yerinde saydık. Hiç bir katil zindanı boylamadı. Totaliter rejim suçlularının cezalandırılması için savaşan Hana Arend-Sofya, 22 Ocak 2016’da saat 10’da Bulgar Telgraf Ajansı (BTA) Ulusal Merkezinde Bulgaristan Cumhuriyeti (BC)Baş Savcılığına uyarı imzalama kampanyası düzenliyor. Başsavcılık hiçbir konuda anonim sinyal ve dilekçe kabul etmediği için imza topluyor. Hazırlanan sinyalde, 15 Aralık 1988 ile 27.Aralık. 1989 tarihler arasında BC İçişleri Bakanı olan General Georgi Tanev ile 1983-1989 yılları arasında Milli Sorgulama Dairesi Başkanı olan General Kostadin Kotsaliev’in komünizm döneminde işledikleri suçlarla ilgili uyarı duyurusunu imzalama eylemi başlatıyor. Olay bizi direk olarak ilgilendirdiği için konu ediyoruz: Geçen yılın sonunda Sofya Meclisi Ceza Kanunu’nda yapılan değişiklikle komünist dönem suçları zaman aşımına uğratılmıştır. Bu arada sivil toplum örgütlerinin baskısıyla Baş Savcı Tsatsarov 22 Aralık 2015 günü Yüksek Temyiz Mahkemesine (YTM) yaptığı başvuruyla yasa değişikliğini istinaf etmiştir. YTM bu konudaki son görüşünü henüz açıklamadı. Başsavcılık için hazırlanan sinyalde şöyle deniyor: 1) 5 Ocak 1989’da Bakan Tanev N 1-2 /05.01.1989 çok gizli emrini imzaladı. Devlet Güvenliği DS merkez operatif harekât amirlikleri müdürlerine, Sorgulama Genel Müdürlüğü’ne, Operatif Teknik Müdürlüğe ve İçişleri Bakanlığı “Müfettişliğine”, Halk Milisi Müdürlüğüne, İç Askerler Komutanlığı’na, Sofya Baş Müdürlüğüne ve İçişleri Bakanlığı İl Amirliklerine gönderilmiştir. Emirde şöyle deniyordu: “Halk Milisi ve İç Askerler Müdürlüğü tüm yerleşim yerlerinde örnek düzen sağlamak için ek önlemler almalıdır. Sosyalist yasalığa titizliğe uyularak, gösteri yürüyüşü ve kitle hareketleri bastırmak için çevik harekât grupları devamlı eyleme hazır bulundurulmalıdır.”


92

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

1989’un 19 Mayıs - 27 Mayıs günleri arasında Kuzey Doğu Bulgaristan’da Bulgaristan Türkleri insan hakları ve isimlerinin geri verilmesi istekleriyle açlık grevi, yürüyüş, gösteri, mitingler düzenledi. 25 - 30 bin gösterici eyleme geçti. Hedeflerinde, Paris’te 1989 Mayısı sonunda Helsinki Sözleşmesini imzalayan 35 ülke temsilcilerinin katıldığı İnsan Hakları Konferansı’nın özellikle olmak üzere, dünya kamuoyunun dikkatini çekmekti. Nümayişçiler kendilerine ateş eden İçişleri Bakanlığı silahlı erleri tarafından karşılandı ve şu göstericiler kurşunlanarak öldürüldü: 1. Dılgopol ilçesi, Medovets köyünden - Nazife Hasan 2. Dılgopol ilçesi, Medovets köyünden - Şakir Şakir 3. Vetrino ilçesi, Dobroplodno köyünden - Bilyan Haciev 4. Kaolinovo ilçesi, Todor İkonomovo köyünden - Mehmet Lom. 5. Kaolinovo ilçesi, Todor İkonomovo köyünden - Mehmet Sarah 6. Kaolinovo ilçesi, Todor İkonomovo köyünden - Hasan Arnaud 7. Tsar Kaloyan ilçesi, Ezerçe köyünden - Ahmet Barug 8. Tsar Kaloyan ilçesi, Ezerçe köyünden - Sezgin Karaömer 9. Razgrat Belediyesi Dyankovo köyünden - Mehmet Karov 10. Razgrat Belediyesi Dyankovo köyünden - Mehmet Emin. 2 Haziran 1989 günü General Tanev yeni bir emirle, “duruma hâkim olunmasında ve toplum düzeninin yeniden tesis edilmesinde” İçişleri Bakanlığı’nın diğer organlarıyla birlikte “yüksek seferberlik ve savaşçı hazırlığıyla, yüksek iradeli kararlılıkla, politik azimle ve başarılı savaşçı ve operatif etkinlikle” İç Asker Müdürlüğüne, motorize birlikler bileşimine derin ve içtenli minnettarlık iletmiştir. General Tanev şöyle bir konuşma yapmıştır: Değerli Erler ve Komutanlar, Asker ve insan görevinizi başarıyla ve şerefle yerine getirmeniz dolayısıyla, gösterdiğiniz büyük yurtseverlik, metanet, bilinçlilik ve yüksek sorumluluk duygunuz için İçişleri Bakanlığı yönetimi ve şahsen kendi adıma teşekkür ediyorum. Toplumsal düzenin her çeşit ihlalden her yerde korunmasında ve ülkenin güvenliğinin dinamitlenmesinin önlenmesi davasında bundan böyle de yüksek duyarlılık göstereceğinize kesin emin olduğumu ifade ediyorum. Tanev’e göre göstericilerin kurşunlanarak öldürülmesi “başarılı operatifsavaş harekâtıdır” ve o İç askerlerden ve milislerden bundan sonra da “yüksek savaşçı” ruhu göstermelerini beklediğini gizlemiyor.


Makale ve Analizler - 2016

93

- General Tanev 1989 yılında yürürlükte bulunan Ceza Kanunu’nun 116. maddesinin 4. maddesine göre, 1 kişiden fazla insan öldürülmesine sebep olduğundan dolayı ceza mahkemesine sevk edilmelidir, çünkü 5 Ocak 1989’te imzaladığı çok gizli emirle 10 kişinin kurşunlanarak öldürülmesinde azmettiricidir. - General Kostadin Georgiev Kotsaliev 1983 - 1089 yılları arasında İçişleri Bakanlığı’na bağlı Soruşturma Genel Müdürlüğü (SGM) amiridir. General Kotsaliev bu dönemde Bulgaristan vatandaşlarına ve ülkemize gelen yabancılara karşı sistemli olarak şu suçları işlemiştir: O yıllarda yürürlükte olan Anayasa’nın 54. maddesine göre vatandaşların fikirhürriyeti olmasına karşın, o güya “devlet aleyhinde propaganda ve eylemde bulunma” adıyla bilinen suçlamaya dayanarak, uydurma ihbarlarla “devlet kamu düzenine” karşı eylemlerini araştırmak için tutuklatıp cezaevinde ve hapishanelerde günlerce, haftalarca ve aylarca ezmiştir. Bu uygulama, o zamanlar yürürlükte olan Ceza Kanunu’nun 142. maddesinin 3 bendine göre, yasadışı önlemlerle hürriyetten men etmektir ve siyasi görüşlerinden ötürü başka şahıslara karşı zulüm etmeyi yasaklayan 162. maddenin 2. bendine göre de ceza öngörmektedir. Bulgaristan, Demokratik Almanya Cumhuriyeti (DAC), Polonya, Romanya,Çekoslovakya ve Macaristan arasında vatandaşlarına serbestçe girip çıkma hakkı tanıyan uluslar arası sözleşmeler imzalanmış ve onaylamış olmasına rağmen, serbestçe giriş çıkmadıkları yasaklanmış olduğu için Türkiye, Yunanistan ve Yugoslavya gibi ülkelere illegal yollardan geçmeye çalıştıkları için tutuklanan, ceza evine, hapishaneye atılan ve sözde sorgulanan DAC, Polonya, Çekoslovakya, Romanya, Macaristan vatandaşlarının özgürlüyken men edildiklerinden dolayı özgürlükleri kısıtlanmış ve zulüm görmüşlerdir.. O dönemin Ceza Yasası’nın 142. maddesinin 3. bendine göre ilgili kişiler (özgürlükten men etme) suçundan yargılanmalıdır. O dönem yürürlükte olan Anayasası’nın 50. maddesine göre, “Bulgaristanvatandaşlarının hepsinin kişisel ve ailevi haklarına kanunsuz yöntem ve araçlarla her türlü müdahaleden ve onuruna ve namuslu adına yapılan her saldırıya karşı kendini savunma hakkı olsa da,” isimlerinin zor kullanılarak değiştirilmesine ve Bulgar ilan edilmelerine karşı barışçı yollarda protesto ifade ettikleri için yüzlerce Bulgaristan vatandaşı Türkü tutuklatıp ceza evlerinde, hapishanelerde, “Belene” Adası toplama kampında hapsederek cezalandırmıştır.


94

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

O dönemin Ceza Yasası’nın 142. maddesinin 3. bendine göre ilgili kişiler (özgürlükten men etme) ve 162. maddenin 2 bendine uygun olara (farklı etnik kimliği olduğundan dolayı insana işkence yapılması) suçundan yargılanmalıdır. 1985 yılının 28 Ocak günü, Türklerin isimlerinin Bulgar isimleriyle değiştirme kampanyası bütün hızıyla devam ederken, General Kotsev, zamanın İçişleri Bakanı General Dimitır Stoyanov’a “Belene” adasında bulunan toplama kampının 1500 Türkü tolumdan tecrit etmek için hazır edildiğine ve yapılan denetime ilişkin raporunda şöyle demiştir: “Sayın Bakan, 319 kişinin tutuklanmasıyla ilgili ülke çapında yürüttüğümüz çalışmalarla ilgilidir. Tutuklanacak kişilerin üçte biri Kırcaali ilindendir. Küçük bir rakam olsa da, bizim güvenlik güçlerimizin için bu kişilerin tutuklanması büyük bir başarıdır. Yarınki günün bize sunacağı sürprizlerin ne olacağına bakılmaksızın, bu tutuklamaların büyük başarı olduğunu vurgulamak istiyorum. Hali hazırda “Belene “ kampında, yoldaş Musakov’un işaret ettiğinden biraz daha az olsa bile, tutukluların 7 (yedisi) Silistre ilindendir. “Belene” adlı yerin, tutukluların kapalı tutulması için şimdiki durumda uygun olup olmadığına ilişkin Sizin verdiğiniz ödeve uyarak, yaptığım denetim sonuçlarını bir rapor halinde hazırlayıp sundum ve şimdi burada yoldaşların değerli vaktini almak istemiyorum. Bu adaya gerektiğinde 1500 kişinin kapatılması için uygun şartlar olduğuna işaret ediyorum.” (AMBP. F. 1, op 12, e 646). Milli Soruşturma Amirliği, 1983 - 1989 döneminde General Kotsaliev yönetiminde çalışan cinayet işleyen bir organdır ve yukarıda işaret edilen cinayet ve suçların işletmesine bizzat katılmış olduğu için yargılanmalıdır. Dosya Komisyonu arşivinde bulunan onun imzalayıp verdiği büyük sayıda emir onun işlediği suçları kanıtlamaktadır. *** Bu belgeler Türklerin kebndi isimlerini kendi arzusuyla değiştirdiklerine, devlet terörü uygulanmadığı iddialarına ölümcül darbedir. Görüldüğü üzere, Sis Kalkmamıştır. Size terörün değişik biçimlerinden örnekler gösterdik. Son örnekte ise, Almanya şirketlerinin hakları için verdiği mücadelenin parlak örneğidir. Totalitarizm sökülüp atılmadan bu konu kapanmayacaktır. TV’ye çıkmış, DPS-2 deyen Lütfü Mestan’a şaşıyorum. Sen, düne kadar başın olan Ahmet Doğan ve emrinizdeki 35 milletvekili bizi, seçmenleri, halkımızı, soydaşlarımızı ilgilendiren ana konularda, bu konuların hiç birinde parmağınızı oynatmadınız, asla kıpırdatmadınız. Önce “totalitarizm sisini”, “terör si-


Makale ve Analizler - 2016

95

sini”, “korku sisini” kaldırın, ülkemizdeki totalitarizm ve terör korkusu kalksın ve gelin konuşalım. Bunu yapmazsanız bizim sizinle kavgamız bitmez ve bitmeyecektir.

Sabrımız Yeniden Test Ediliyor

Musa Vatansever-16.Ocak.2016

Konu: Bulgaristan Müslümanlarının Olağan Kurultayı toplanıyor. 24 Ocak 2016’da, saat 00.10’da Bulgaristan Başkenti Sofya şehrindeki Ulusal Kültür Merkezi’nde (NDK) Bulgaristan Müslümanları Ulusal Kurultayı çağrışmıştır. Kurultay, Başmüftülük son dönem çalışma raporunu dinledikten, gerekli ek konuşmaların sunumu da yıldıktan sonra, yeni Bulgaristan Müslümanları Başmüftüsü seçimi gerçekleştirecektir. Ulusal Kurultay haberi Bulgaristanlı Müslümanları il müftülükleri, belediye müftülükleri ve müminler tarafından büyük geniş ilgi ve coşkuyla karşılanmıştır. Müslümanların partisinde iç darbe. 2016 yılı Bulgaristan Müslümanları için zorluklu başladı. 25 yıllık bir geçmişi olan ve Bulgaristanlı Müslümanların dinsel haklar ve özgürlükçü demokrasi mücadelesinin de bir siyasi doruğu olan, 4 Ocak 1990 tarihinde kurulan ve daha sonraki yıllarda Hak ve Özgürlükler Hareketi’nde (HÖH) davasında ifade bulan yolda yeni bir kavşak belirdi. 17 Aralık 2015’te Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH) partisi fahri başkanı Ahmet Doğan etnik azınlık partimizi Türkiyecilikle, İslamcılıkla, NATO ve Avrupa Birlikçiliği taraftarlığıyla itham edip böldü. Genel Başkan Lütfü Mestan’la birlikte, Kırcaali eski Başmüftüsü, Bulgaristan Müslümanları Milli Manevi Konseyi Başkanı, milletvekili Şabanali Ahmet ve İslam Enstitüsü mezunlarından ve Başmüftülük eski sözcüsü Hüseyin Hafızov da partiden ve meclis grubundan atıldılar. Bu olay kuytuya uzanmış fırsat bekleyen Bulgar İslam, Türk ve Müslüman düşmanlarını birden harekete geçirdi. Olayın Bulgaristan Müslümanları Ulusal Konseyi arifesine rastlaması, direk olarak Başmüftüye, Başmüftülüğe, anadilimiz ve ibadet dilimiz olan Türkçemize, hak ve özgürlüklerimizi elde etme yolundaki kararlı, azimli ve devamlı davamıza yeni saldırılarla sürüp gidiyor.


96

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Hainliğin politik sahneye taşınması. HÖH partisinin ani ama önceden hazırlanmış bir güçlü saldırı ile parçalanması gibi olumsuz bir olay yaşandı. HÖH meclis grubu ve parti günsel siyasi yönetimini gözden düşürmeyi ve siyaset dışı bırakılmayı hedefleyenler şimdilik üstünlük sağladı. Yeni atanan parti başkanlardan biri olan Çetin Kazak’ın meclis kürsüsünden yaptığı son konuşmada, Bulgaristanlı Türk, Pomak ve Romenleri dinsiz (ateist) ilan etmesi de kardeşlerimize karşı ardı arkası kesilmeyen dalgalı saldırıda yeni bir darbe oldu. Bu tez basında HÖH milletvekillerinden Tuncer Kırcaliev tarafından tekrarlandı. Son hedefin imanlı halkımızın din kurumlarımızdan koparmak olduğu gizlenemedi. Şu anda Bulgaristan’da 1300 cami ve mescidin kapısı ibadete açıktır. Sofya İslam Enstitüsü ve 3 İslam Lisesi sosyal ve kültürel ihtiyaçlarımız için kadro yetiştirmektedir. Bununla birlikte Diyanet’in yardımlarıyla Türkiye yüksek kurumlarında, Ürdün ve Mısır’da eğitim gören gençlerimiz var. Tarihsel gerçekliğin reddi Başmüftülüğümüz yönetiminde verilen ağır ve zorlu mevzi koruma mücadelesine kısaca değinildiğinde 1878 savaşından sonra Osmanlı çekildiğindeBulgaristan’da kalan ibadethanelerin, vakıf mallarının ve sosyal tesislerin talan edilmesi yönünde bir kıyım yaşandığını vurgulayabiliriz. Bağımsız ve egemen Bulgar Prensliği kurulmasına imkân veren 1878 Berlin Konferansı ve Anlaşması, bu topraklarda kalan Müslümanların kendi din, dil, gelenek, kültür ve medeniyetleriyle var olma ve gelişme haklarına özel yer vermiş ve bunları savunmuştur. Bu topraklarda kalan 2 bin 356 cami ve medresenin korunmasına önemle işaret etmiştir.1878 Berlin Anlaşması, Balkanlar üzerinde, Batı ile Doğu imparatorluklarının etki alanlarını belirleyen son atlaşmadır. Daha sonraki yıllarda bu topraklarda başlatılan Balkan Savaşı, Müttefikler arası savaşlar gibi harp oyunları jeopolitik ve coğrafi durum dengeleyen Berlin Antlaşmasının ihlalidir. Hıristiyanlaştırma testi. Ne ki, Berlin Anlaşması, Bulgaristanlı Müslümanların dini ve kimlik hakları açısından daha 1912’de bozulmuş ve Batı Rodoplara’da yaşayan Pomak Müslümanlar vaftiz edilerek, dinleri dönüştürülerek, Hıristiyanlığı kabul etmeye zorlandıkları gibi, minaresi yıkılan camiler kilise haline getirilmiş, Müslümanlık sembolü olan fesler külahla değiştirilmiş ve Kuranı kesimler toplatılmıştır. Bu olaylar ordu, jandarma ve baş belası sopacıların saldırıları ile gerçekleştirilirken Doğu Ortodoks Kilise Papazları da kandil sallayıp buhur tütsülemişlerdir.Pomak Müslümanlar, Osmanlı Padişahı’nın Sofya askeri ataşesi Mustafa Kemal’in yoğun yardımlarıyla ilk sabır testini başarıyla atlatmayı başarsalar da, Hıristiyanlaştırma dalgaları dinmemiştir. 1934 faşist darbesinden hemen sonra 1936’da, İkinci


Makale ve Analizler - 2016

97

Dünya Savaşı’nın başlamasının ardından 1942’de yalnız Batı Rodoplar’da değil, Pomak kardeşlerimizin yaşadığı diğer yörelerde köy ve kentlere yayıldı. Suçsuz Müslüman aileler devlet terörüyle gelen din baskısına dayanmak zorunda kalmıştır. Müslümanları Hıristiyanlaştırarak eritme ve Bulgarlaştırma siyaseti III. Bulgar Çarlığı dönemince arasız ve yoğunlaştırılarak devam etmiştir. Dinsizleştirme testi. Bulgaristan Müslümanlarını dinlerinden uzaklaştırıp koparılarak dinsizlik ortamında asimile etme siyaseti Büyük Savaştan sonraki döneme rastlar. Adına kinci büyük test dönemi diyeceğimiz bu yıllar 1948’de başladı ve 1990’a kadar uzadı. Bu dönem yalnız Pomaklara değil, tüm Müslümanlara, Türklere ve mümin Romenlere de huzurlu gün yaşatmadı, herkese kelepçe taktı. Tüm etnik azınlık baskı altına alındı. Devlet eliyle uygulanan sistemli ve arasız çok şiddetli bir zulüm şeklinde gelişen dinsizleştirme siyasetiyle birlikte 1960’larda Romenlerin, 1970’lerde Pomakların, 1980’lerde de Türklerin isim, baba adı ve soyadların değiştirildi. Etnik kimlikler yok edilirken gelenek ve görenekler, anadilde konuşma, okuma yazma, iletişim ve geleneksel yaşam tarzı kesin yasaklanırken, Türk okullarını ve İmam Hatip Liselerini de kapandı. Dayanılmaz zulüm ortamında gerekçesiz tutuklamalar, yargısız hapsetmeler, başkaldıranların yerinde kurşunlanarak katledilmesi günlük olaylar oldu. Bulgaristan Müslümanları tarihlerinde ilk kez devlet terörüne karşı homurdandı. Yerel tepkiler büyüdü, gösteri alayları yollara sığmaz oldu, ellerinde çapa Türk kadınlar tankların altına yattı, üstüne çıktı. Mayıs 1989’da Bulgaristan Müslümanları Ulusal Ayaklanma bayrağı dikti. Adı, hak ve özgürlükler kavgası olan bu zorlu, kanlı ve amansız yüzleşmede Müslümanları arasından din adamları da yer aldı, ön saflarda kavga etti, kurşunlara göğüs gerdi. Bulgaristan’da Türk ve Müslüman kimliğini yok etme katliamının ikinci test dönemini de Müslümanlar kazandı. Kâğıt üzerinde kanunlar. 1990’dan bugünlere kadar Bulgaristan Türklerini ve Tüm Müslümanları asimile etme siyaseti ilk dönemde biraz gevşese de asla durmadı, mola vermedi, tatile gitmedi her gün yeni bir adım atmaya çalıştı. Hatta 2001 - 2005 yılları arasında II. Simeon iktidarı sırasında sosyalistlerle Türk Partisi birlik olup totalitarizm döneminde (1945 - 1990) el konan Müslüman mülklerinin, mallarının ve taşınmazlarının Başmüftülüğe, İl Müftülüklerine ve vakıflara geri verilmesini öngören yasa çıkarıldı. Bu konuda açılan davaların kazanılmasına rağmen, daha sonraki 5 hükümetin yönetimi yıllarında zırnık bile geri alınamadığı gibi sert siyasi saldırının kitle hortlaması olarak sokak ve meydanlara dolduğuna tanık olduk.


98

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Tuzaklara düşürüldük. Bu gelişmenin en kötü yanlarından birisi, Türklerin ve Müslümanların bir asır verdikleri ağır dövüşlerden, çekilen zulümden doğan öz partilerinin (HÖH) yönetim olarak Müslümanlık düşmanı, dinsiz ve imansız Bulgar ve Rus gizli polisi tarafından ele geçirilmiş hainlere kaptırılması oldu. Bu olay, memleketimizde totaliter devlet yapısını, siyasi iktidarın hukuk üzerindeki egemenliğini içeren ve özgürlükçü demokrasisi ve adalet sağlanmasını daha hayaldeyken boğan bir zihniyet doğurdu. Bu zihniyet 1912’de başlayan ve 1948’e kadar devam eden Müslümanları Hıristiyanlaştırma ve 1990’a kadar devam eden Müslümanlıktan koparıp dinsizleştirerek Bulgarlaştırma siyasetinin hiçbir değişiklik görmeyen sürdürülen devamı oldu.Bir asırlık din, dil, etnik kimlik, özgün kültürlü yaşam hakkı dalaşında, Bulgarlar sanki akılandı. Son 26 yılda bizi birkaç defa tuzağa düşürdüler. 1. Büyük tuzak 500 bin Türkü evinden, barkından, toprağından vatanından kovmayı başarmaları oldu. İkinci tuzak Hak ve Özgürlük Hareketi kurmamıza izin verirken Bulgar tarihinin en büyük haini olan Ahmet Doğan’ı patinin başkanlığına başarıyla ve kimseyi rahatsız etmeden yerleştirebilmeleri ve bu işi bir KGB kılıfına sokabilmeleri oldu. Üçüncü tuzak, gizli polis servislerinde geliştirilen ve terörünün yumuşak biçimde devam ettirilmesinden başka hiçbir şey olmayan, “Bulgar Etnik Modelini” çuval gibi başımıza geçirip bizi kendi elimizle kendi kimliğimizin mezarını kazmaya zorlamayı başarmaları oldu. Dördüncü tuzak, geçen asrın 70’li - 80’li yıllarında Bulgaristan Müslümanlarının uyandığını, doğal haklarını arama yolunda bilinçli eylem düzeyinde şahlanacaklarını fark eden Bulgar ve Rusya totaliter yönetimleri birlik oldu. Paraya para demeyip kendi güçleriyle önünü alamayacakları beli olan yeni hareketlenmenin başına geçirmek üzere, altın kafeste yaşamak vaadiyle hainliği kabul eden Ahmet Doğan’ı eğitirken, bir de Başmüftülüğün başına sarmak üzere bir topaç dikenli telden başka bir şey olmayan Müftü bozması Nedim Gençev’ı tüm Müslümanlarımızın başına musallat ettiler. Onun, siyasi iktidar ve gizli polisle el ele verip Bulgaristan Müslümanlarına karşı işlediği suçlar ayrı bir inceleme konusudur. O, Osmanlıdan kalma birçok vakıf ve Başmüftülük ve müftülük mal ve mülkünü satıp parasını cepledi. Bazılarını oğlunun mülküne geçirdi. Başmüftülük banka hesaplarını boşalttı. Mülklerimizi geri almak için kazandığımız tüm davaları Temiz Mahkemesinde itiraz ederek yasal süreçleri durdurdu. Müslümanlarımızı Türkiye’ye karşı kışkırttı. Bulgaristan Suni Müslümanları Başmüftülüğü tescil ettirerek, Bulgaristan Müslümanlarını kurumsal ola-


Makale ve Analizler - 2016

99

rak böldü. Anlatmakla bitmeyecek bir sürü suçlar, hep aynı sinsi davanın açık ve gizli biçimleri olarak – Müslümanları Müslümanlıktan caydırma, Müslüman’ı Müslüman’a kıydırma, adaletsizlik burgacında boğma, namussuzluk tuzaklarına iterek zavallılaştırma, tarihleri bile olmayan kimliksizler durumuna itme hep iki asırdır süren bu davadan halkalardır. Nedim Gençev Bulgaristanlı Müslümanlarla kapışmada Bulgar makamlarının kullandığı çok tehlikeli bir maşadır. Ahmet Doğan’la karşılaştırıldıklarında ikisi de aynı hedefe yani yalnız Bulgar’dan oluşan arı bir Bulgar ulusu oluşturma davasına hizmet eden aramızdan çıkmış kendini satmış tarihimizde eşi emsali olmayan iki dönek haindir. Beşinci tuzak, 17 Aralık 2015’te kurulmuştur. Adı “Bulgar ulusal davasına sadakattir.” Çöken “Bulgar Etnik Modeli” yerine yerleştirilmeye çalışılıyor. Birkaç hedefi şimdiden dikkati çekmiştir. 1) Bulgaristan Müslümanlarını cami ve mescitlerden tamamen koparmak ve evlerine kapamaktır! Ataları 1912’de Pomaklara kan kusturan. Vaftiz zulmünü gerçekleştiren! Şimdi sağ milliyetçiler cephesinde (PF) başı çeken Makedonya İç Devrim Örgütü (VMRO) Başkanı ve Sofya parlamentosunda Başkan Yardımcısı olan Krasimir Karakaçanov meclis kürsüsünden içini kustu. Dış ülkelerden diploması olan din adamlarımızın görevden atılmasını, din adamlarımızın sıkı devlet kontrolüne alınmasını, yalnız Bulgaristan’da öğrenim görmüş olanların göreve atanmasını, Bulgaristan’da İslam’ın düzeltilmesini edilmesini ve camilerde vaazın, mevlitlerin ve duaların Bulgarca okunmasını istedi. 2) Türkiye Cumhuriyeti Diyanet İşleri Başkanlı ile Başmüftülüğümüz ve müftülüklerimiz arasındaki işbirliği başlarını koparmak, Türkiye’den gelen lise ve yüksek enstitülerde uzaman ve hocaların çalışmalarına engel olmak ve mümkün olduğu an hepsini Bulgaristan’dan kovmak. Başmüftülüğü uzmansız, kadrosuz, parasız ve desteksiz bıraktıktan sonra çaresiz düşürüp kapatmak! Bu stratejik hedef, Başkan bozması Çetin Kazak’ın “biz ateist partiyiz” demecinde ifade bulurken, Karakaçanov’un meclis kürsüsünden açıkladığı yakın planın Başbakan Borisov tarafından desteklenmesi perdeyi iyice kaldırdı. 3) 26 yıldan beri Bulgaristanlı Müslümanları oyalamayı başaran ve kasaplık koyun gibi muamele ederek artık bir Rus kölesi durumuna getirme niyetini gizlemeyen Ahmet Doğan, 24 Ocak Müslümanlar Kurultayına her defasından daha büyük gölge düşürmeyi bu defa da başardı. Sabrımız yeniden test ediliyor. Yani varız ve mutlaka olmalıyız! Yeni bölüm: Türkiye ve Bulgaristanlı Müslümanları.


100

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Koltuk Değneği - 4

Dr. Nedim Birinci-17.Ocak.2016

Konu: Ortada Kalmak Çok Zor. Şahsen ben, telefon dinlemesi gibi, şu yeni olaylar meydana gelmezden önce, işitilen uğultudan bu kadar büyük gürleme çıkacağına inanmıyordum. Toplum uğuldamaya başladı. Başbakan Boyko Borisov’un Temyiz Mahkemesi Başkanlığını (BCC) basması ve içeri girdiğinde Yüksek Savcı ve Yargıçların ayağa kalkması, bizdeki adalet konusuna far yaktı. Bütün tasavvur ve fikirlerini kökten değiştirdi. “Bana sormadan nasıl karar alırsınız gibi bir şey oldu.” Daha doğrusu oldu da oldu! O an milli marş çalınsaydı anlıyorum. Milli marş saygıdan ayakta dinlenir. Yargıç duruşma salonunda Allahtan sonra gelendir. Bu anlaşılmadan adalet olmaz. Duruşma esnasında mahkeme salonuna Başbakan ve Cumhurbaşkanı değil, Genel Kurmay Başkanı da girse, yasaların herkesin ve her şeyin üstünde olduğuna inandığımdan, Baş Yargıcın aya kalkmasını anlam veremedim. Üstüne üstelik 14 Yüksek Yargıç ve Yüksek Savcının ev kavuşturup divan durması! Yüksek Mahkeme Başkanı Lozan Panov’un hali, nefesimi kesti. O an benim, bir de, Hak ve Özgürlükler Hareketimizin (HÖH) görevi sona erdi. Artık koltuk değneği olmasına gerek kalmadı. Çünkü iktidar çöktü diye düşünürken haklıydım. Aslına bakılırsa yılsonu ve yılbaşı gelişmelerinde çok ince bir mantık sezildi. Şöyle, benim gibi olaylara kenardan ve belirli bir tarafsızlık açısından bakanların aklına, sağ ve sol koltuk değneği ile ayakta duramayanların önündeki 4 ayaklı ve tekerlekli abanma sandalyesi gelmiş olması doğaldır. Olayı hemen son zamanda kendine medyum yani insanlarla ruhlar arasında aracılık yaptığı iddiasında bulunan kimse süsü veren Ahmet Doğan, “bu iş bir tek Lütfü Mestan’la olmayacak” deyip dört ayaklısandalyeyi ortaya koydu. Ayağın birisi kendisi! Allah insanı 2 ayakla yaratsa da, dört ayaklı olmak, hatta 8 ayağa basmak da, düşme zamanı gelenin düşmesine engel olamayabilir. Aslında insanın yürüyeceği ve ya sürüneceği ayak sayısıyla ilintili olmadığından olacak, 40 ayak sürünüyor. Örneğimizdeki Ahmet, Ruşen, Mustafa ve Çetin dörtlüsü öyle orijinal bir topaç ki, klasiklerde ve de ayak direyen yenilerde benzeri yok. Aklıma Sinek masalı geldi.


Makale ve Analizler - 2016

101

Bir gün 3 sinek içinde et çorbası pişen bir tencereye düşmüş. Kanatları ıslanan sinekler uçup kurtulamayacaklarını anlayınca, “Hem yedik, hem içtik, hem yıkandık, artık ölsem bile üzülmeyiz” demişler. Bizim yeni üçlü başkan ekibinin ölümü, dersiz gelen ölüm, üzülmeye gerek yok. HÖH kazanına düşenlerden canlı çıkan görülmemiştir. Üçü boğulsa da birisi hep dışarıda kalıyor ve başımıza aslan kesiliyor. Onun masalıysa şöyledir. Bulgaristan’da sağlanamayan adalet vaktiyle Aslanın Krallığında sağlanmıştı. Nasıl mı? Hayvanlar aleminin kralı, çok adil bir aslanmış. Ters, öfkeli ve de vahşi olmayan bu aslan bütün hayvanları iyilikle karşılıyor, sorunlarına çare buluyormuş. Onun zamanında eskiden birbiriyle sorunları olan hayvanların anlaşabilmeleri için bir hayvanlar toplantısı yapılmış. Böylece kurt koyundan, pars keçiden, kaplan ceylandan, köpek de tavşandan özür dilemiş. Bunun üzerine tavşan, “Bu günü görebilmek için çok dua ettim, nihayet güçsüzlerin de güçlülere karşı hakları olduğu anlaşıldı.” demiş. Öyle ama bu iş HÖH partisinde böyle olmuyor, bizim itin burnundan kıl kopmuyor. Güçsüzler hep sürünüyor, saraydakilerse hep yiyip içip bayram ediyor. Bakalım ne zamana kadar? Memleketin adilce idare edilebilmesi için başbakanın Yüksek Mahkemeye toplantı salonuna (BCC) gitmemesi, yargıçların duruşma esnasında Başbakana ayağa kalkıp divan durmaması gerekir. Kural budur. Ahmet Doğan’ın yolsuzluk işleri başı olan Delyan Peevski’ye çadır germemesi gerekir. İvan Kostov’la işbirliği yapıp BTK bankasını soymamaları gerekir. Hiö bir konuda Başsavcıya telefon açmaması, Başbakan tebliğ ile duruşmaya çağrıldığında gelip ifadesini vermesi vb. gerekir. Bu yapılamıyorsa adalet yok, başkasının hakkı yeniyor demektir. Ne ki bizde işler böyle gelmiş böyle gidiyor. Başbakan ve bakanlarla milletvekilleri savcılara telefon açıp davaların kaderini belirleyebiliyor. Gerekçeli gerekçesiz telefonlar dinleniyor. Bir bakan, bir milletvekili, bir parti başkanı duruşma salonuna girdiğinde adalet ve kanunlar o salondan çıkar. Bunun için tüm yazılarımızda totaliter sistem çözülmedi, ufalanıp çöp tenekesine atılamadı, özgürlükçü demokrasi kurulamadı, dedik. Totalitarizm nedir? Memleketimizin BKP lideri Todor Jivkov başkanlığındaki yönetim biçimiydi. Tek elden yönetilen, otoriter devletin zulme dayanan yönetim biçimidir. Devletin toplumsal yaşam biçimlerinin hepsinin üzerinde total kontrol uygulamasıdır. Yasama organı olarak meclisin, yürütme organı olan hükümetin ve adalet organı olan yargının hükümsüz kılınması ve adalet sisteminin tek elden yürütülmesidir totalitarizmdir. Bunun başka bir anlatım şekli de, yargıçların kararı savcının telefonuna, savcının gerekçesi polis şefinin ya da komünist parti sekreterinin telefondan gelen isteklerine uygun yazması ve mahkemeye dayatmasıdır. Bir başka şekli


102

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

de tüm yasaların rafa kaldırılması ya da hasıraltı edilmesinden sonra uydurma gerekçelere göre karar verilmesidir. Binlerce suçsuz cezaevlerini böyle boylamıştır. Totaliteriz imde hak arama sayfası kapalıdır. Muhalefet güçleri ve farklı düşünenler üzerinde baskı ve terör uygulanarak hak ve özgürlüklerin yok edildiği bir sosyal düzendir. Etnik azınlık hakları bir yana, doğal haklar, genel kültürel ve medeniyet hakları ayakaltına alınmıştır. Hatta bizim koşullarda anadilimizde konuşmamız yasaklandı. Yüz binlerce Türk’e Türkçe konuşuyorsun cezası kesildi. Bu unutulabilir mi? Okullarda anadilde eğitim öğrenim görmenin yasaklanması çok acı yaşandı. Bu yasak medeni Türk kimliğimize ölümcül darbeydi. Bu yasak artık 60 yıldan beri devam ediyor. Azınlık olarak yaşam tarzını belirleyen kültürel etkinliklerin, ayrıca özgün hakların temelinde bulunan din haklarının yasaklanması geleneklerimize inen balyozdu. Dine ait geleneklerle yaşamın kısıtlanması ağır darbeler doğurdu. İsimlerimizin değiştirilmesi Türk kimliğimizi yok etmeyi amaçlıyordu. Şarkılarımız, Türklülerimiz, öz edebiyatımız ve tarihimiz zorla unutturulmak istendi. Türk kimliğimizin baltalanması aynı zamanda geçmiş ve geleceğimizi hedefledi. Geleneksel adet ve törelerimize dayanan kültür haklarımız budandı. İşimiz hep polisle, milisle, savcı ve yargıçsız bir adaletleydi. Üzerimize çullanan çok ciddi totaliter darbelerdi. Bu sıralama insanlarımızın evlerinde, köylerinde, sokakta, meydanda, grev ve yürüyüş esnasında, çocuklarının ve yakınlarının gözü önünde kurşunlanmasına kadar ileri gitmişti. Totaliter rejimin bıraktığı izler silinmedi, yaralar sarılmadı, acılar devam ediyor. Burada önemle belirtilmesi gereken, totalitarizmin ideolojik kökenli olması, devletçiliği ve otoriteriz mi temel alarak baskı ve zorbalıkla uygulamasıdır. Totaliter devlet yönetimi diktatörlüktür. Uygulanan terör de devlet terörüdür. Son yüz yılda, gerek Çarlık döneminde, gerekse totaliter komünist dönemde demokratik hak ve özgürlüklerle birlikte tüm insan hakları da tamamen çiğnenmiştir. Biz bu yazı dizimizde, Hak ve Özgürlükler Hareketi’ni totaliter rejimin değiştirilmesini engelleyen, anayasa ve yasalar yenilenerek halkçı bir toplum kurulmasına engel olduğu için eleştiriyor ve kınıyoruz. Sözlerimiz partinin meclis kadrolarına, yönetim elitine ve özellikle de kurucu ve fahri başkanına yöneliktir. Biz Bulgaristan Türk ve Müslüman taban olarak, totalitarizmin yıkılması, parçalanıp derin ve karanlık kuyuların en derinine atılıp üstünün hiçbir zaman açılamayacak bir şekilde gömülmesi için mücadele ettik. HÖH yönetimi bizim oylarımızla zulümcü generalleri meclise seçtirdi, en totaliter donmuş zekâları meclise topladı, yerleri cezaevi hücrelerinde olması gerekenlerin kıllarına dokunulmasın diye dokunulmazlıklarına korumalar da ilave etti. Anayasa ve yasa değişikliklerinin yolunu kesti. Politik yapının parçalanıp dağıtılmasını 26 yıl boyunca elinden geldiğince engellerken biçimsel değişiklerle tatmin oldu, komünist birimlerin


Makale ve Analizler - 2016

103

isim ve önemsiz şekil değişiklikleri yaparak iktidara tırmanmalarına görmezlikten gelerek, bilinçli koltuk değneği, yardımcı ve destek oldu. HÖH yönetimince saptanan ve izlenen değişmez politika Bulgaristan’ın toplumsal durgunluğuna, bunalımlarda tepinmesine, perspektifsizliğe kilitlenmesine, son olarak da toplumu NATO ve AB Politikasından koparmaya çalışması cezasız kalmamalıdır. HÖH partisi totalitarizmin ömrünü isteyenlere koltuk değneği oldu. HÖH partisi Putinci yasa tanımaz saldırgan politikaya koltuk değneği oldu. Biz bunu kabul edemeyiz, etmemeliyiz ve etmiyeceğiz. İşte böyle bir sürekli durgunluk, korku ve sindirilmişlik ortamında toplum hala siyasi açılım ve atılım yolu arıyor. Halktan, kamuoyundan, sivil toplum örgütlerinden, derneklerden farklı öneriler geliyor. Bunlardan birine kısaca değinmek istiyorum. bTV - televizyonunda hafta içi her akşam gece saat 11’den sonra “ŞOW” programı yöneten bilinen ve sevilen yönetmen Slavi Trifonov, değişiklerin seçim sisteminden başlaması gerektiğine kesin inanarak, seçim sisteminin değiştirilmesi için imza kampanyası başlattı. Artık 300 binden fazla imza toplayan gösteri adamı şunları istiyor: Milletvekili sayısının 240’tan 120’ye indirilmesi: Milletvekili için yalnız çoğulcu, majoriter, en fazla oy alan seçilir sistemi uygulanmalıdır. C.’de ve diğer dış ülkelerde bulunan Bulgaristan vatandaşlarının da en fazla oy alan kazanır, sistemine göre oy hakkı kullana bilmelidir; Seçimde parti listesi olmamalıdır. Belediye polis şefleri de halktan en fazla oy alanlar arasından seçilmelidir. Aynı uygulanma yerel mahkeme başkanları ve savcılar için de geçerli olmalıdır. Slavi Trifonov’un reform tasarımı meclisin şimdiki bileşiminde tartışma ve oylamaya sunulmayacak, gerekli olan 500 bin oy toplandıktan sonra, Cumhurbaşkanı isteğiyle seçim yasasının değiştirilmesi için yeniden bir halk oylamasına gidilecektir. Eğer bunları hakikatten yapabilirsek, Başbakan Boyko Borisov Yüksek Mahkemeye giremez, yargıç ve savcılar onu görünce ayağa kalkmaz, yargıçlara baskı kesilir, anayasa değişikliği ve yasaların değiştirilmesi süreci başlar. HÖH seçmeni, totaliter düzen suçlularından, hafiye ve ispiyonlarda oluşan milletvekili listesi sunamaz, seçmen tanıdığı ve güvendiği vatandaşı seçer. HÖH lideri Doğan köy çobanı gibi davranıp istediğini partiden atamaz ve suç işlemişler de cezaevini boylamış olur.


104

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İşte böyle, memleketimizde totalitarizmi kazanda kaynata kaynata eritme süreci başlamaya çalışılırken özgürlükçü demokrasi ve etnik azınlık haklarının bütünsel olarak elde edilmesi mücadelesi de yol alamıyor. Toplum koltuk değnekliğinden mutlaka kurtulmalı ve normal yürümeye alışmalıdır.

Yenilgi İtirafı

Neriman Eralp Kalyoncuoğlu-17.Ocak.2016

Konu: Rusya Teknolojik Yarışı ve Büyük Oyunu Kaybetti. 17 Aralık 2015 gecesi Ahmet Doğan Hak ve Özgürlükler Hareketi /HÖH - DPS/ iç darbesini gerçekleştirirken bir konuşma yaptı. Bu konuşmada Rusya ve dünya ekonomisi ve yeni dengeler için söylenen sözler, bulunulan iddialar ve yapılan saldırılar esasız ve tamamen yanılmıştır. Doğan’ın, Putinci ve totaliter düzen kalıntısı Bulgar basınında sözde “stratejik olarak nitelenen” konuşmasında ki o, 19 Ocak 2013’te HÖH partisi kurultay kürsüsünden sıkılmış paçavra gibi atıldıktan sonra yani son 3 yılda, demeç vermemiş, gazeteci kabul etmemiş, TV-ye davet edilmemiş ve konuşmamıştı, gerçekler çarptırıldı, ters yüz gösterildi ve kamuoyu aldatılmaya çalışıldı. Olayın üzerinden bir ay geçmedi ki, her şey ortaya çıktı. Bir defa Rısya’nın, Ahmet Doğan’ın yumruk sallayarak anlattığı “bileği bükülmez ve askeri gücü karşısında mutlaka boyun eğmemiz gerektiği bir ucube” olmadığı, “derin iç bunalımlarla çatırdayan bir devlet olduğu” ortaya çıktı. Onun konuşmasında tam 10 bin basım işareti var. Bunlardan yalnız 70-şi HÖH Partisinin “Rusya yanlısı” bir siyasi parti haline getirilmek istendiğini anlamaya yeterlidir. Bir KGB ajanı olduğunu tüm gazetelerin yazdığı Doğan’ı 3 yılda unutanlar yeniden gün ışığında görebildi. Bulgaristan Müslümanlarını “Rusya’nın Bulgaristan’daki altıncı kol ordusu” haline getirilmek istendiği planı da yeniden sandıktan çıkarıldı. O, “Rusya geri dönüyor! Rusya’nın geri dönüşü kaçınılmazdır!” sözleriyle hazır bulunan HÖH yönetim kadrolarına gözdağı vermek istedi. Türkiye’den kopalım ve Rusya’nın kanadı altına sığınalım, demek istedi. “Fahri” Başkan Doğan, Suriye’deki barbarca bombardımanları örnek göstere-


Makale ve Analizler - 2016

105

rek “bir Türkiye Rusya Savaşında halimiz ne olur?” sorusunu soracak kadar ileri gitti. Rusya’nın yürekler acısı iç durumunu gizlemeye çalıştı. “Avrupa Birliği’nin şu dönemde daha ileri gelişmek için gerekçesi yok, bana kalırsa, AB’nin bir bütün olarak kendini korumasına da gerekçesi yok” derken “Rus ayısı geliyor” sözleriyle hayalindeki yeni gelişmelerden duyduğu memnuniyetini gizleyemedi. Bulgar basını, tarihsel zulüm ve çekiyi unutmamış olan Bulgaristan Türklerinin ve ülkemizdeki tüm Müslümanların “Rusya” sözünden koktuğunu yazdı. Son dönemde “eski cani” olarak tanımlanan Rusya’nın Kırım ve Doğu Ukrayna’daki keyfi hareketlerinden sonra Avrupa Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri’nin tepkisiz kalmasını ve kükremeyişini, “güçsüzler”, “başa çıkamayacaklarını biliyorlar” şeklinde yorumlayanlar oldu. Batıyı korkuttu ve neredeyse “Beyaz donla” yakaladı gibi yazılar da çıktı. Tamamen yanlış olan bu saptamaların, aynı zamanda aldatıcı, gerçekleri saptırıcı ve Bulgaristanlı Müslüman Türkleri korkutup Türkiye sevgilerini söndürerek, Büyük Türkiye hayallerini kırmak için yapıldığı gün ışığına çıktı. Doğan’ın 17 Aralık konuşmasından sonra, HÖH partisinden atılanlara, Başmüftülüğe, anadilini ve dinini seven vatandaşlarımıza, dış ülkelerde din eğitimi almış ve imamlık, müftülük yapan din adamlarımıza, ibadet dilimize karşı yeni bir saldırı dalgası geldi. Kuşkusuz bu yeni düşmanlık kükremesinin de daha önceki saldırılar gibi, uzun zaman hazırlandığına inanıyoruz. Nedenlerine gelince son dönemde rahatsızlıkları artmış bulunuyor ki inden çıktılar. Türkiye’nin bölge devi olması, dünyada büyüklük ve güç olarak 8’inci ekonomiyi kurabilmesi, PKK, PYD ve DAEŞ gibi iç ve dış düşmanla kendi gücüyle baş etmesi, Dıyarbakır katakombalarında saklanan PKK bozuntularını birer bire temizlemesi düşmanın Türkiye’yi parçalama umutlarını suya düşürdü. Ağır mücadele koşullarında, eski kıta 1 milyon sığınmacıya ev sahipliği etmekten acizken, Türkiye’nin 4 milyon sığınmacıya kimseye yakınmadan ve kimseden yardım istemeden barınak sağlaması, diktatörlük bozuntusu Esad rejimine karşı mücadele eden Yurtsever Cepheyi desteklemesi, Ahmet Doğan gibi Putincileri rahatsız ediyor. Sanki Ahmet Doğan’ın sözlerine kulak veren ve kılavuz edinen var. İşte bu iç ve dış saldırı ortamında biz, Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi (BGSAM) olarak, Afganistan Savaşını kaybeden, Berlin’den, Prag’dan, Varşova’dan - Doğu Avrupa’dan çekilmek zorunda kalan, Orta Asya devletlerinin Rus yörüngesinden dağılmasını engelleyemeyen Moskova’nın elinde, ce-


106

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

binde veya başka bir yerinde sihirli bir Putin silahı olmadığını, Suriye saldırısının, son hortlamanın arkasının boş olduğunu anlatmaya çalıştık. Putin’in sonkozlarını oynadığını ve Suriye’den çekilmek zorunda kalacağını yazdık. Bunun yakın zamanda olacağına işaret ettik. OPEK’in petrol fiyatlarıyla Rusya’yı çökerteceğini vurguladık. Rusya’daki barışçı güçlerin katliyamları lanetleyeceğine inandığımızın altını çizdik. Son haberlerden Rusya’nın 2016 devlet bütçesinden sosyal harcamaları % 10 kıstığını öğrenmiş bulunuyoruz. Kemer sıkma artık başladı. Bakalım ne kadar dayanabilecekler. Kötüye gidiş bununla bitmiyor. Rusya ekonomisi bir de teknolojik iç çöküş yaşanıyor. Bunu kendi ağızlarından, artık yeni itiraflar olarak da dinlerken, çöküşün boyutlarını görebiliyoruz. Rusya’nın en büyük banka grubu olan “Sberbank” Müdürü, 2000 - 2007 yılları arasında Başbakan Yardımcısı ve Ekonomi Bakanı görevinde bulunan ve Putin’in çalışma odasına hala kapı çalmadan girebilen önemli imtiyaz sahiplerinden biri olarak German Gref, Moskova’da düzenlenen “Gaydar Forumu” adlı ekonomik uzmanların beyin fırtınası toplantısında şöyle konuştu. “Biz yarışı kaybettik, bunu çekinmeden kabul etmek zorundayız. Oyunu kaybeden devletlerin arasındayız. Bunu açık olarak söyleyebilirim. Biz, ilerlemeden gönüllü olarak vazgeçenlerden biriyiz. “Gref”e göre, “galip gelenler, zamanında gelişmeye ayak uydurup, teknolojik gelişmeye yatırım yapanlar” oldu. “Zamanın istemlerine ayak uyduramayanlar devasa kayıplara uğrayacaklar. Gelişmiş ve gelişmekte olan devletlerarasındaki uçurum daha önceki sanayi devrimleri zamanında olduğundan çok daha derin olacak.” Gref şöyle devam etmiştir: Rusya Teknolojik Yarışı Kaybetti. “Zamanın istemlerine ayak uyduramayanlar devasa kayıplara uğrayacaktır. İnsanlığın gelişim seyrindeki, adına dördüncü devrim dediğimiz, bu son devrimde, galip gelen devletlerin kazancı ile kaybeden ülkelerin gelirleri, yeni duruma ayak uyduran yani muvaffak olan insanların ve bu işi başaramayanların arasında son derece büyük bir gelir uçurumu meydana gelecektir. Rusya bu yarışta kaybedenler arasındadır.” Eski ekonomi bakanı Gref’e göre, “büyük problem orta katmanda kilitlenecektir. Yüksek kalifiye uzmanlara gereksinim kat kat artacak, uzmanlığı olmayan işçilerin istihdam şanları aynı düzeyde kalacak ve bu ihtiyaç bugün Avrupa yollarında ilerlerken gördüğümüz, sığınmacılarla karşılanacaktır. Kara


Makale ve Analizler - 2016

107

iş görmek istemeyen ama uzmanlık derecesi de olmayan yerliler çaresiz kalacak ve büyük trajedi yaşanacaktır.” Rusya’nın en büyük bankalarından birinin şefi olan Gref’in enerji devrimi konusundaki görüşleri ise şöyledir: “Yeraltı zenginliklerini kullanarak yaşama çağı son dönemini yaşıyor. Petrolün yerini yeni enerji kaynakları hızla alacak. Yeni teknolojiler, toplumu, iş dünyasını, her vatandaşı yani her şeyi değiştirecek ve en dramatik değişim sıradan insanların ve ailelerinin, alt katmanın yaşamında olacaktır. Devlet kurumlarının hepsi değişiklik yaşayacaktır. Çünkü devlet git gide daha büyük rol oynamaya başlıyor. Anahtar rol eğitim ve öğretimde olacak, anaokulundan üniversite bitirene kadar öğretim modeli baştan sona değiştirilmelidir. Ne yazık ki biz buna henüz hazır değiliz. Enerji sektöründe beklenen değişiklikler. Gref, Rusya’nın enerji sektörde ciddi sorunlar yaşadığını anlatırken Çin’den örnekler verdi. “Enerji sektöründe köklü dönüşüm yapılmalıdır.” “2016 yılının sonunda ve 2017 başında Çin 70 gigawat Güneş enerjisi kullanacak. Güneş, rüzgâr, biyoenerji Çin ekonomisine 230 gigawat güç sağlarken, hidro enerji kaynaklarından da 330 gigawat enerji elde edilecek. Atıkların kullanılmasından toplam 560 gigawat enerji üretilecek. Bunların toplamı, Rusya’dan Çin’e uzanan doğal gaz ve petrol boru hatlarından sağlanan enerjiden 2 kat daha fazladır ve artmaya devam ettikçe Rusya’dan sağlanan enerjinin önemi ve değeri azalıyor. Çin’in kullandığı ve Rusya enerji sistemine güçlü darbe indiren alternatif enerji kaynakları geliştirme eğilimi hız kazanıyor. Çin enerjisinin % 45’ini geleneksel olmayan enerji kaynaklarından elde ediyor. Çin ekonomisinde petrolün önemi azalıyor. Dolayısıyla Rusya’nın Çin enerji pazarında payımızı arttırarak işleri düzeltiriz planı istesek de istemesek de suya düşüyor.“Enerji kaynaklarında değişim eğilimi öncelikle, Rusya’dan Çin’e sağlanan linyit kömür miktarını ve genelde bütün karbon-hidrojen kaynaklarını da kapsıyor.” Grif, şu öngörüde bulunuyor: “Biz bir çağın daha tarihe karıştığını söyleyebiliriz. Taş devri bitti. Ama o, taşların tükendiği için sona ermedi. Aynı şekilde, biz petrol çağının da sonuna gelindiğini ilan edebiliriz. Çünkü bütün arabaların elektrikli araç olmasına ve onlara hizmet için gerekli alt yapının kurulmasına ancak 10 yıl kaldı.”


108

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Gref, Rusya’nın teknolojiler alanında treni kaçırmasını ise şöyle örnekledi: “Bugün “Sber Bank Teknolojileri” sektöründe 6 bin programcı çalışıyor, geçen sene onlar platformda 27 bin değişiklik yapabildi. Bu yıl ise onların 41 bin değişikliğe imza atmasını bekliyoruz. Fakat bir bu olaya bir de “Amazon” açısından baktığımızda, orda bir günde platformda 10 bin değişiklik gerçekleştirildiğini görüyoruz. Bu başarı, bizim bir yılda 40 bin değişiklikle övünmemize olanak vermiyor. Onlar bizden çok ileri! Bu bakıma, bizim kendi aramızda durum değerlendirmesi yaptık ve platform değişiklikleri üzerinde çalışmalarımızı tamamen durdurduk. IBM, Oracle ve başka - yarışmaları kazanan Rus Amerikan şirketinden hisse satın almakla yetiniyoruz. Yeni esnek teknolojinin, bulut halinde yeni yapay zekâsı olacak, fakat o bütün süreçler ve bütün yapılanış değiştirilip yenilenmeden bir işe yaramayacak. Yarına açılan yol budur, bu bir çağrışımdır, ama kaçırmışız.” Putin bakanı, bankacı Gref, “Rusya dünya ekonomisinin dışında kaldı dedikten sonra, Rusya’nın dünya ekonomisine dönebilmesi için tek yolun bilim adamı ve uzman işçilerin ülkeden kaçması yollarını tıkanması olabilir.” dedi. Gref’in bu açıklaması, Rusya’nın teknolojik olarak yenildiğine işaret ederken, bir de bugünkü savaşların yalnız füze ve bomba fırlatmakla kazanılamayacağına, kulaklarına çöküş çanları gelen Putin iktidarının dünya bunalımlarından, ambargolardan ve içine düştüğü Pazar darboğazından çıkmak için yol aradığını ve Suriye Irak petrollerine oturup da gün kazanmaya çalıştığına işarettir. Bu bakıma Ahmet Doğan’ın “Rusya’nın büyüklüğü masalı” artık dinlemek isteyen pek yoktur.


Makale ve Analizler - 2016

109

Yanlış Adamla Doğru İş Yapılamaz

Dr. Mustafa Kahraman-18.Ocak.2016

Konu: Lafla peynir gemisi yürümez. En kolay şey söz söylemek! En zor şey verilen sözü tutmak! Sanki sözünün eri kalmadı. Verilen sözü tutmamak gelenek oldu sanki. Alıp yürüyen yalan dolandır. Bu işin yılsonu veya yılbaşı, gecesi gündüzü, yazı kışı yok. Tespitlerim Bulgaristanlı Müslümanların siyasi partisi Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH) yönetimi için de geçerlidir. Kendisi dürüst olmayan dürüst iş yapamaz. Kendisi dindar olmayan, din adamına söz geçiremez. O şöyledir, bu böyledir diyemez. Hüküm vermek zordur. Şartlar ne olursa olsun yarı Müslüman diye bir şey olamaz. İslam imtiyaz ve ayrıcılık dini değildir. Milletvekili Çetin Kazak camiye gitmeyebilir, ama bu ona Sofya meclis kürsüsünden “HÖH partisi dinsizlerin partisidir” deme hakkı vermez. Çünkü partimiz dini bütün Bulgaristan Müslümanları tarafından kurulmuştur. Partinin kuruluş amaçlarından biri de din haklarımızı savunmaktır. Parti kurulurken o donuna yapıyordu. Fransa’da okuması ve parti listesinden Ahmet Doğan’ın ısrarıyla milletvekili seçilmesi, ona bu hakkı tanımaz, böyle bir hüküm yapmasına yol açmaz. 24 Ocakta Ulusal Kurultaya toplanacak olan Müslümanlarımız siyasi irade tarafından incitilmiştir. Ateizm, dinsizin kendi tercihidir. Kaderim kendi irademdir de, bir inançtır. Çetin Kazak veya patronu olan Ahmet Doğan kapanmış bulunduğu o “saray” ismi verilen evde namaz kılar kılmaz, bu onların bileceği iştir. Milletvekillerinden Şabanali Ahmet ile Hüseyin Hafızov’tan başkası camiye gelmiyordu, ikisinin de HÖH partisinden atılması, partinin dinsizleştiiği anlamına gelmez. Seçim bülteni üzerinde iman mührü yoktur. Şu iman ve inancını hak ve özgürlük davamıza bağlamış seçmenlerimiz olmasa Çetin Kazak’a kim oy verir. Tek oy alamaz. Şöyle özellikler de var. Bildiğimiz kadarıyla Çetin Kazak nikâhını Şumnu’da “Tombul Cami”de kıymıştı. Zorum olduğunda Müslüman’ım, işime gelmediğinde ateistim diye bir kural yoktur. Bu ikiyüzlülük ve riayetsizliktir. Ahmet Doğan’ın “Saraya” imam çağırdığını işitmedik. Ama Boyko Borisov önemli bir karar alınacağı zaman Papazları Bakanlar Kuruluna çağırıyor, tütsüden kandiller gidip geliyor, dualar ediliyor. Sofya, Eski Zara, Varna hapishanelerinde imamlarımız cumada hazır bulunuyor. “Belene” ölüm kampında dualarımız kabul edildi.


110

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Şimdi şu bizim 17 Aralık HÖH iç darbesi, duasız, kurbansız tutar mı dersiniz? Başmüftülük üçlü başkanlardan birisi olan Çetin Kazak beye Kurultay daveti göndermiş. Lütfen konuşmasın ve durumun ayarını bozmasın! Hukukçu Kazak ve diğer Bulgaristanlı Türk avukatların katılmadığı, yalnız Bulgar avukat ve yargıçların katıldığı Sofya sarı kaldırım protesto nümayişleri ve Başbakan Borisov’un Temiz Mahkemesi (BCC) Başkanı Panov’a SMS göndermesi ve en yüksek yargı organını oturum esnasında basmasıyla yeni bir aşamaya yükselen yargıda bağımsızlık mücadelesi artık AB merkezi Brüksel’e sıçradı. Şunu önemle vurgulamak istiyorum. Kendini tanıyamayan başkasını asla anlayıp tanıyamaz. Devletle hukuk bir bütünün iki yanıdır. Devlet baskın çıktığında diktatörlük, hukuksal üstünlük sağlandığında ise demokrasi olur. Dengeli ortamda bu ikiliğin evladı adalettir. Devletin babası Platon’dan (M.Ö. 427 - 347) ve çağdaş hukukun atası Justinyan’dan (M.Ö. 483 - 565) beri bu böyledir. Platon ile Justinyan bizim buralarda yaşamıştır, birisi Atinalı, ikincisi de İstanbulludur. Demek istediğim, hukuk okumaya Fransa’ya gitmeye gerek yok, makbul olan kaynak suyudur. Ha, Platon zamanında Bulgar devleti, Justinyan döneminde de etnik azınlık hukuku yokmuş, orasını kitaba uydurmak da sizin vazifenizdir. Bulgar toplumunda şu karlı kışlı günlerde meydana gelen olaylar, kesilmiş elektriğin gelmesiyle aydınlanan sahnedeki rezilliği göz önüne serdi. Etrafta bir uğultu ve gök gürültüsü var. Yalnız başbakan değil, demokratik kamuoyu da duruşma salonuna girmeye başladı. Kuşkusuz bu müdahalelerin hedefleri zıt, başbakan dediğim dedik derken, kamuoyu adalet istiyor. Sahnede sanki “Dişi Domuzla Dişi Köpek” masalı oynanıyor. Bir dişi domuzla dişi bir köpek hangimiz daha kolay doğum yapıyor konusunda tartışmışlar. Köpek: “Memeli hayvanlar arasında en kolay doğumu ben yaparım!” demiş. “Evet, ama yavruların hep kör doğuyor,” diye cevap vermiş dişi domuz. Bu masal, kör adaletten emsal olamayacağına işaret eder. Acılı, çekili bir asırdan sonra Bulgaristan Türklerinin siyasi iradesini yansıtmak için hayat hakkı kazanan HÖH partisinin ana sorunlarımızla ilgili sağır ve kör bir döneme girmesi çok üzücüdür. 17.Aralık parti içi darbeye bön bön bakanlara şaşmamak elde değil. Yarın devlet içinde totaliter veya faşist bir darbe olsa bizim beslemeler aptal aptal bakmaya devam edecekler. Bunların gözü ne zaman açılır diye soruyorum kendi kendime...


Makale ve Analizler - 2016

111

Tüm olaylar 3 başkanlı yönetimin bir kör doğum olduğuna işaret ediyor. Etrafındaki taşlarla ancak yakın daldaki kuşları taşlarsın. Lider nitelikli mükemmeliyet aranmadı. Topluluğumuz turnusol olsa, bu üçlü de turnusole batırılmış kâğıt olsalar, ne Dobruca’da ne de Rodoplar’da ilgi görmediler ve bunun başka birçok şeye işaret olduğuna değinmek istiyorum. 8 partili meclis bileşiminden çıkan 4 partili hükumetin durumu bir akışkana benziyor. Sağ bastırınca sağ, sola bastırınca sola doluyor. Parçalanma tehlikesi yok, çünkü aynı kabın içindeki sıvı gibi, iç bağdaşmazlıklara rağmen, bütünlük gözlemi verebiliyor. Bu durumda HÖH partisinin denge sağlayıcı durumu fonksiyonunu yitirmiş oluyor. Bir yıl önce kendilerine ihanet edilip Plamen Oreşarski hükumetini deviren HÖH - lider ekibinin, şimdi üçlü başkan bileşimiyle Sosyalist Parti (BSP) Başkanı Mihail Mikov’un “birlikte gen soru verelim” önerisine ayak sürümesi, itibarsızlaşmanın kesin belirtisidir. Bu iç dalgalanma basına TV programlarına alabildiğine taşıyor tabii.Ruşen, Çetin ve Mustafa üçlüsüne Ahmet Doğan’ın emir subayı olarak bakanlar çoğalıyor.Politik gözlemciler görücüye çıkan üçlü için “olmaz” dedi. Eş görülmeyenleri savunmak milletvekillerinden Tuncer Kırcaaliev’e düştü. “Trud” gazetesinde “HÖH Problemi” yazısı çıktı. O, parti içinde problem olmadığını anlatmak istedi. “Tabanla tavan”, “milletvekilleri ile seçmenler”, “lider ile lidersizlik”, “parti içi korku ve değişik baskı biçimlerini”, alıp yürümüş olan “rüşvet, dolandırıcılık, her şeyi ters yüz gösterme, Delyan Peevski’de açılan çadır” ayrıca “seçmenin partiden kopuşu”, “lider partisinin diktatör partisine dönüşü” gibi sorunları gizlemeye çalışırken Ahmet Doğan baskısından gerçekçi söz etmedi. 3 milletvekili ile birlikte partiden atılan Genel Başkan Lütfü Mestan’ı “kaderin cilvesine” boyun eğmeye davet edildi. Daha önce Mehmet Hoca, Güner Tahir, Osman Oktay, Mehmet Dikme, Kasım Dal ve bu sıradan olmak üzere, daha sıradan partili sayılan Adem Kenan, Yaşar Şaban, Hüseyin Ömer, Nedim Gencev ve daha birçoklarının hevesi kursağında kaldı. HÖH listesinden seçilenlerin kaderi Ahmet Doğan’ın elindedir görüşü öne atıldı. Bu yazıdan, HÖH partisinin kaskatı kemikleşmiş, korku içinde ürpermiş bir parti olduğu havası var. Kıcaaliev, HÖH partisindeki “bağışıklık sisteminin” emsalsiz olduğunu, bunun birkaç etkenle sağlandığını yazıyor. Bu etkenler ise şunlarmış: 1) HÖH partisi ayakaltına alınmış haklara ve dondurulmuş hürriyetlere karşı bir tepki olarak kurulmuş bir sistem bir partidir. (Sistem kavramı, HÖH, devlet


112

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

emriyle ve onun sistemi içinde kurulmuş bir partidir, şeklinde anlaşılmalıdır.) Bilinen lanetli ayrımcılık olaylarına bütünsel geniş kapsamlı veya kısmi bir tepki olan korku - özellikle Ahmet Doğan’ın (17 Aralık 2015) konuşmasında sözü edilen hoşgörü kriziyle küresel eğilimlerde, ne yazık ki, bellek izi olarak kaldı. (100 yıllık zulme bellek izi dediniz ya bravo size. Her cümlenizden cephe değiştirdiğiniz belli oluyor.) Bu cümle bize “taş var köpek var ama sıkıysa at taşı” masalını hatırlattı. Yaralı topluluğa ait olma bu tepkinin doğal sonucudur. Yalnız HÖH hariç son yıllarda diğer tüm siyasi partiler bu belleğinde çizgi olan kitleye “üvey anne” muamelesi yapmıştır. (Anlaşılan bu muameleye maruz kalmayan Kırcaliev ve Soğan sanki HÖH tapusunu üslerine geçirmişler. Mahkeme yargıca miras kalmaz beyler.) 2) Niteliklerinden dolayı olsa gerek, parti liderleri önünde sorumluluk, saygı, övgü ve ait olma duygusu, onlar tarafından alınan kararları kusursuz kabul etmemizin temelinde bulundu. “Demek oluyor ki, HÖH partisinde yönetim var ama kolektif yönetim yok, halka inilmiyor, sorumlu üyelerin fikirlerine başvurulmuyor. Her şey laf oyunu! Yalanlardan hangisi tutarsa pazara, öyle mi?” 3) Yönetimin, parti liderlerinin ardında güçlü kolektif bünye olunca, seçmenlerin çıkarlarına uygun düşen ve kendilerince onaylanan esaslara dayanan bir ruh haliyle hedeflere açılırken, bunların tümü yürekli ve cesur olunmasına gerekçedir. Partinin parçalana parçalana ufaldığını, çökmekte olduğunu, ideolojisinin etnik azınlığımızın özlemlerine ters düştüğünü görüp kabul etmek istemeyen, milletvekilliğini ekmek teknesi haline getiren ve ana vazifesi Ahmet Doğan’ın haysiyetine sinek konmasına ve pislik bırakmasına engel olmak isteyen Kırcaliev ve Yamev gibi milletvekillerinin kamuoyu oluşturabileceğine inanmak, boşunadır. HÖH partisini bir ağaç gibi silkme, laf ebeliğinden vazgeçme, gerçek süsüyle yalan söylemeye kesinlikle son verme, halkımızın can düşmanı olduklarını gizlemeyen milliyetçi ve ırkçı parti ve çevrelere hademelik yapmaya son verirken uyanma, dünyayı başka bir bakış açısından okuma, bilinçlenme ve bilinçlendirme zamanı gelmiştir. Biz HÖH’ü Türk Partisi diye destekledik amma o Rus uşağı olduğunu hepimize kanıtladı. HÖH partisinin Türk ve Türkiye düşmanlığının siyasi çizgisi belirlenmiştir. Bunu hiç kimse dolambaçlı farklı söylemeye kalkmasın. HÖH lideri sıfatıyla ömür törpüleyen ve 30 yıldan beri hiçbir kimseye herhangi bir faydası dokunmayan Ahmet Doğan ve etrafına topladığı, basın açıklamalarına göre, toplam sayıları 32 olan Rusçu-KGB ajanları, Putinci yıkım ve te-


Makale ve Analizler - 2016

113

lef olma siyasetine motoru olma “şerefiyle” gururlananlar partiden hemen ihraç edilmelidir. Onların başında olan istasyon şefi Ahmet Doğan’dır. Bu 32 Rus ajanı resimleriyle ve otobiyografileriyle açıklanmalı, basına yem edilmelidir. Bulgar demokratik kamuoyu da olayın iç yüzünü görmelidir. Bu kişiler milletvekili listelerine Ahmet Doğan tarafından teklif edilmişse, bundan sonra Doğan’ın seçim listelerine öneride bulunması yasaklanmalıdır. Partinin giderek demokratik merkeziyetçilik ilkelerine oturtulması, seçmen kitlesiyle sımsıkı bağlar kurması, kolektif yönetim ağırlık kazandırması zamanı gelmiş de geçmiştir. 26 yıldan beri izlenen “koltuk değneği” olabilme yarışına son verilmelidir. Yeni adımlar hemen atılamıyorsa, Nisan 2016’da yapılacak 9. Kurultay’da mutlaka gündeme alınmalı ve parti Moskova ajanlarından kesinlikle temizlenmelidir. Kürsü Moskof ajanlarına bırakılmamalıdır. Yok bu devam ederse yeni bir partiyi Bulgaristanda yaşayan Türk halkı kurar 1990 yılında olduğu gibi bu partiyi de Bulgaristanın 3.partisi yapar. Bu partileri kuran yöneten önemli değil bunlara oy verenler önemlidir, Bulgaristan Türkü bir Rus-yanlısı partiye oy vermez herkes bunu böyle bile. Hep birlikte yeni seçimi bekleyelim ve gerçekleri görelim. Bizim Bulgaristan’a bir vatan sevgisiyle bağlanmamızın ölçüsü işbu yabancı ve saldırgan, Müslüman düşmanı bir devlet siyasetinin ülkemizdeki ve partimizin içindeki ajanlardan arınma operasyonu olmalıydı. Bunu gerektiren en başta namuslu ve temiz yürekli Bulgaristan vatandaşı olmamız, ikincisi de “Bulgaristan milli çıkarlarına” saygımızdır. Bulgaristan milli çıkarları Ahmet Doğan saçmalıklarından farklıdır ve içinde bir gram Türk ve Türkiye düşmanlığı olamaz. Türkiye halkı bizim kötü gün dostumuzdur, en iyi komşumuzdur, NATO müttefikimizdir, barış ve güvenlik kalemizdir. Boş boş konuşmaya, yaranmak için yazmaya, görevde ve partide kalmak için dalkavukluk etmeye gerek yok. Zaten her şey biliniyor. Biz Doğan haininin yanında kalacakları merak ediyoruz?


114

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Müslümanlar Kurultayı - 1

BG-SAM-19.Ocak.2016

Konu: Kimlikli Var Olabilme Mücadelemiz 24 Ocak 2016 Bulgaristan Müslümanları için önemli bir gün olacak. Sofya Milli Kültür Sarayında Müslüman Kurultayı düzenlenecek. Olağan Kurultaya Yüksek İslam Şurası üyeleri, Dini Önderler Şurası üyeleri, Başmüftü, Başmüftü Yardımcıları, Bölge Müftüleri, Merkez Denetim-Teftiş Kurulu üyeleri, Yüksek İslam Enstitüsü Rektörü, İmam-Hatip Liseleri Müdürleri, Başmüftülük Genel Sekreteri delege olarak katılırken Müslüman cemaate aydın kişiler ve yerli ve yabancı konular da hazır bulunacaktır. 45 gün önce ilan edilen Kurultay Bulgar kamuoyunun dikkatini üzerine çekerken, değişik yorumlara ve tepkilere neden oldu. Bulgaristan Müslümanlarının sosyal ve dini tarihi Bulgarların bu topraklardaki tarihiyle aynı dönemler içinde, sonsuz bir hak ve özgürlükler öyküsü olarak gelişerek evrim göstermiştir. Bu öykü, 1878 Plevne Savaşından sonra, aynı yıl yapılan Berlin Konferansı’nda varılan Antlaşma kararlarıyla hukuksal çerçeve bulmuştur. Müslümanlarımızın hak ve özgürlük kavramının temelinde, Hz. Muhammed (sav)’in “İnsanlar bir tarağın dişleri kadar eşittir.” Sözleri bulunur. Orta Asya Bozkırlarından, Selçuklu ve Osmanlı bağrından gelen bizler, adalet ve insaf üzerine kurulmuş bir yaşam tarzının devamcıları olarak var olmuşuzdur. “Büyük Bozgun”dan sonra Bulgaristan’da kalan ve azınlık statüsüne sokulan Müslümanların hak ve özgürlükleri başta Berlin Konferansı tarafından olmak üzere birçok uluslararası ve ulusal yasalar tarafından garanti altına alınmıştır. Berlin Anlaşmasının ilk 4 maddesi Bulgaristan’ı bir Prenslik olarak belirlerken, Kurucu Meclis ve Anayasa’da azınlık haklarının belirlenmesini, bunların yasal olarak düzenlenmesini buyurmuştur. 5. madde ise Bulgaristan’da kalan Müslümanlara mal mülk edinme ve din açısından eşit hak vaat etmektedir. Bu anlaşma Bulgaristan’daki dinleri eşit temele oturturken, hangi dini cemaatin nasıl yapılanacağını ve örgütleneceğini de serbest bırakmıştır. Bu anlaşmanın 12. maddesi ise, Bulgaristanlı Türklerin özel mal-mülk meselesini, devlet, vakıf emlakinin durumunu çözümleme yolunu gösterirken şöyle der: “Prensliğin dışına, orada kalmak amacıyla göç eden Türkler veya başkaları, Prenslikte kalan taşınmaz mallarını, onları kiraya vermek veya başkalarının idaresine teslim etmek suretiyle muhafaza edebilirler.” Bu esas üzerinde kabul edilen Bulgar Prensliği Anayasası, milli mensubiyetine, dini görüşüne, siyasi düşüncelerine, sosyal durumuna bakmadan bütün


Makale ve Analizler - 2016

115

vatandaşlara geniş bir vicdan ve din serbestliği vermiştir. Anayasanın 40. maddesi şöyle demiştir: “Ortodoks mezhebine mensup olmayan Hıristiyanlar ve başka dinlerin mensupları, Bulgaristan doğumlu tebaa yahut da vatandaşlığa sonradan kabul edilenler, ülkede geçici bir zaman için veya devamlı yaşayan yabancılar ayinlerinin icrasında mevcut yasaları çiğnememek şartıyla dinlerinde serbesttirler.” 136 yıl gerilere dönmüşken Tırnovo Kurucu Meclisi’nde 231 temsilci, bunlardan 155’i atanmış, diğerlerin de seçilmiş olduğunu hatırlarsak, aralarında yalnız 2 Türk, yani Varna sancağından seçilen Osman Efendi ile Vidin Müftüsü Hafız Süleyman Efendinin Kurucu Meclis Seçim Kanununun dini yöneticilere verdiği hakka istinaden, yani seçimsiz girmişlerdi. Ne ki, hak ve özgürlüklerimizin temelini atan bu Anayasanın altındaki Türk imzaları 8’dir. Bu imzalar Hafız Süleyman Efendi, Osman Bey, Hasan Hüsnü Efendi, Etem Efendi, Halil Efendi, Hüseyin Hüsnü Efendi, Ahmet Efendi ve Mustafa Efendinindir. Bu sayı Rus komiser Dondukov-Korsakov’un 10 kişilik kontenjanından Tırnova Kurucu Meclisine 5 Türk gönderilmesiyle sağlanmıştır. Burada durum, bugün Hak ve Özgürlükler Partisi kurucu ve “fahri” lideri Ahmet Doğan’ı hatırlamamak olası değildir. Çünkü o da, sosyalizm ve totalitarizm yıllarında ülkemize çöreklenen Rus istihbaratının pençesine düşmüş, onların çizdiği çizgi doğrultusunda anti-Bulgaristan-Müslümanları çizgisinde çalışmayı da 1987’de kabul etmişti. Tabii biz 1879’dan 2016 yılına kadar Bulgaristanlı Müslümanların huzurunu bozmak, onları göçe kışkırtmak, Bulgaristan’ı Prensik olarak, Krallık Olarak, Sosyalist Cumhuriyet olarak ve sonunda şimdi de demokratik bir Cumhuriyet olarak Müslümansızlaştırma, Türklerden ve diğer Müslümanları da git gide arıtma siyasetine uşaklık edenlerin sayısını bilemeyiz. Onlar arasında Kahire’de, Şam’da ve Bağdat’ta eğitim görmüş olanlar olduğuna inanıyorum, çünkü giderek dallanıp budaklanan bir gevşeme, gün geçsin yenisi gelsin diyenler, neyi bekledikleri belli olmayanlar var. Ne var ki, şu dönem HÖH partisi içinde sayılarının 32 olduğunu basından ve TV programlarından öğreniyoruz. Diş devletlerdeki din enstitülerinden olup Rusya’nın etkisi altında olan Şam’dan gelen eski Başmüftü Nedim Gencev’in Başmüftülük müesseseni bölmesi, Bulgaristan Türkleri Suni Mezhebi Başmüftülüğü tescil ettirerek, Dr. Mustafa Hacı yönetimindeki gerçek Başmüftülümüzün tüm girişimlerini engellemeye çalışıyor. Özellikle komünist rejimin el koyduğu Başmüftülüğe ait mal ve mülkün, cami, mescit ve medreselerin geri alınması için açılan, yürütülen ve son yıllarda kazanılan davaların her birine Temiyiz katında itiraz etmesi büyük anti-Müslüman hainlik zirvelerinden biridir. Bununla birlikte, herkesin bildiğine göre, Sofya Şehir Mahkemesi’nde yüksek saygınlık sahibi olduğu iyi bilinen Hak ve Özgür-


116

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

lükler Hareketi Başkanlığının bu olaya artık 16 yıldan beri seyirci kalması ve hiç olmazsa yasal izinlerle düzenlenen Müslüman Kurultaylarının, aldığı kararların, seçilen Başmüftü ve diğer makam üyelerinin tasdik edilmesi yolunu açmaması da dikkat çekici ve düşündürücüdür. Şu noktanın belirlenmesi iyi olur kanısındayım. 1881 seçimlerine göre Bulgaristan Prensliğinde 527.084 Türk yaşamakta ve bu rakam Tatar. Pomak ve Müslüman Çingenelerle birlikte 700 bine ulaşır. Tırnova meclisine 10 bin kişi 1 temsilci göndermiştir. Bu durumda kurucu mecliste 70 temsilcimiz olması gerekirdi. Ayrımcılığın nasıl başladığını anlatan bu durumda kabul edilen yeni Anayasanın 37. maddesinde “Bulgar Prensliği’nde hakim din Hıristiyanlığın Ortodoks mezhebidir.” dendi ve dinde ayrımcılık da böyle başladı. Aslında Bulgar Prensliğinde ilk çıkarılan Dinler Kanunu Tırnono Anayasası’dır. Bu temel yasadaki dini ayrımcılık, ileride de göreceğimiz gibi, bütün özel kanunlara da yansıyacak ve gittikçe derinleşerek işleri zorlaştıracaktır. Bu 130 yılda yasal durum öyle gelişti ki, 2001’den beri Sofya’da yapılan Başmüftülük Kurultaylarının kararları ve seçilen Başmüftüler mahkemelerde tescil edilemiyor. Başmüftü Dr. Mustafa Hacı da 3 defa seçilmiş olmasına rağmen, Sofya Şehir Mahkemesi kurultay kararını kayda geçirmemiştir. Bunun bir anlamı da Bulgaristan Trükleri’nin Başmüftülük Kurumu sanki illegaldir. Basının yazdığına ve 1997 2001 yılları arası Bulgaristan Başbakanı olan ve 1989’da ülkeden kovulmamızı lanetleyen, İzmir “Alsancak Stadyumuna” gelip bizden ilk olarak özür dileyen, Bulgar devlet adamı İvan Kostov, 19 Ocak 2016 sabahı bTV programına katılarak, yeni Kurultayın ve alacağı kararların ve Başmüftü seçimini mahkemede tasdik etmeyeceğini peşinen haber verdi. Bulgar Prensliğinde 5 il vardır: Tırnova, Rusçuk, Varna Sofa ve Vidin. Kurucu meclise her ilden müftü gönderilememesi bir de din adamlarının öldürüldüğü ya da ülkeden kaçtığı anlamına gelir. Pazar gün Sofya Kültür Sarayı salonunu Müslüman din adamlarının doldurduğunu gördüğümüzde bu işin 1879’da Bulgar devleti kurulurken “a’dan-z’ye” sıfırdan başladığını ve duruma getirilene kadar 136 yıl çalışıldığını unutmayalım. Ve o zamanlar yeni bir yapılanma ararken, Osmanlı dönemindeki dini teşkilattan yararlanılmış, yeni olan eskinin devamı olarak ortaya çıkmıştır. Var olan ama savaşta ve kıyımda içi boşalmış olan organizasyon biçimlerinin içi yeni kadrolarla beslenmiş ve doldurulmuştur. İl müftüleri makamlarına otururken, naipler seçilmiş, din kulları açılmış ve ülkemizde İslam yeniden yeşermeye başlamıştır. Köyün, kasabanın en seçkin yöneticisi olarak imamlar görev başına geçmıştır. İmam ve hoca eğitimi ağırlık kazanmıştır. İmamlar ilk dönem okullarda öğretmenlik de yaptılar. Dini hayata çeki düzen verme imamların öncülüğünde baş-


Makale ve Analizler - 2016

117

ladı. Zaman, Bulgar Prensliğinin ilk dönemiydi. Alman Aleksandır Batenberg’in, ilk Bulgar Prensi olarak Sofya’ya gelip Rumeli Beylerbeyi Sarayına yerleştiği ve Tırnono Anayasasını uygulamaya koyduğu yıllardı. Prenslikte Ortodoksluğun olduğu gibi Müslümanlığın da Berlin Anlaşması ve Tırnovo Anayasası esası üzerine kurulması gerekiyordu. Ama öyle mi oldu? Bilindiği üzere, Bulgaristan’da Müslüman-Türk topluluğunun en eski örgütlerinden biri müftülüklerdir. Bunların tarihi Osmanlı dönemine dayanmaktadır. Her Müslüman toplumu gibi, Bulgaristan’daki Müslüman Türk topluluğunun da köyde camilere yardım heyetleri, kasabalarda müftülükleri ve bir de şeriat hukukuna göre hüküm veren kadıları vardı. Osmanlı döneminden kalan bu kurumlar Bulgar döneminde de uzun zaman varlığını sürdürdü, ama birbirlerine bağlı bir örgüt biçimi henüz kurulamamıştı. Geçici Rus İdaresi, Bulgaristan Prensliği’nde ilk Müftü seçimini 29 Mart 1879 tarihinde yapmıştır. Bu tarihin altını çizmek lazımdır, yeni Bulgar devletinde Müslümanların dini teşkilatının başlangıcıdır. Yeni Bulgaristan’da ilk seçilen Müftü de Sofya Müftüsü Hafız Sadullah Efendi’dir. Seçime Müslüman muhtarlar, imamlar ve Türk seçmenler katılmıştır. Bölge Müslüman Konferansları da o zamanlarda başlamıştır. O dönemde, geçici Rus idaresi, İstanbul’daki Şeyhülislam’ın Bulgaristan Müslümanlarının dini idaresinin başı olduğunu kabul etmekte ve seçilen müftünün onaylanması için oraya başvurmaktaydı. Bu usulle çalışan ve Varna, Şumnu, Silistre, Hacıoğlu Pazarcık (Dobriç), Balçık ve Provadı müftü seçimini gerçekleştiren, bir yıl sonra Köstendil, Vraca, Plevne, Tırnova, Rusçuk müftülükleri de onaylanmıştır ve Geçici Rus İdaresi, Bulgar Prensliğine ve Tırnova Büyük Halk Meclisi tarafından onaylanan ilk Bulgar hükümetine ülkede yeniden kurulmuş bir Müslüman teşkilatı bırakmış, ama Bulgar makamları 136 yıldan beri bu teşkilatı yıkmaya çalışmaktadır. İşte böylece Bulgaristan müftülükler teşkilatının 12 Kasım 1880 tarihli ve 652 sayılı Prens,radesiyle kurulduğunu bildirirken, bunun çok sancılı bir doğum olduğunu, ne yazık ki bu sancılı acıların bizi hiçbir zaman tek etmediğini yazmak zorundayım. Bugün olağanüstü şiddetlenmiş olan Müslümanlara ve müftülüklere baskılar da daha o zamanlar başlamıştır. Şumnu’da Müslümanlar Hafız Ahmet İbrahim Efendi’yi Müftü seçmişken, vali Salih Efendi’yi Müftü yapmıştır. Daha o zamanlar müftülük seçimleri sözde serbest ve bağımsız olmuştur. İşte bu durumda 1895 yılına kadar Bulgaristan Prensliği’nde Başmüftülük makamı yoktur. Sofya’da bir Merkez Müftüsü bulunurken, Rumeli vilayetindeki iller de Filibe Müftülüğüne bağlıdır. Her iki makamın dini önderi de İstanbul’daki


118

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Şeyhülislam’dı. Bu dönem Bulgaristan Müslümanları için belirsizlik yıllarıdır. 1886, 1900 ve 1905 yıllarında yapılan il müftü seçimlerinde Başmüftü seçimi yapılmamış ve 1908’de III. Bulgar Çarliği ilan edilirken Bulgaristanlı Müslümanları tepede temsil eden bir makam yoktur. O yıllarda Sofya’da kendinden başka hiçbir kimseyi temsil etmeyen bir “Merkez Müftüsü Hafız Bilal Efendi”dir. Bu sancılı ve belirsiz süreç 1909’da Bulgar Prensliği ile Osmanlı devleti arasında bir Protokol’ün imzalanması ve 8 Aralık 1910’da Sofya Başmüftülüğü’nün kurulması ve Bulgar Çarlığı’nın ilk Başmüftüsü olarak da Hocazade Mehmet Muhyiddin Efendi atanmıştır ki, görevi 1915’e kadar sürmüştür. Bulgaristan Müslümanlarının Başmüftülük öyküsünün ilk dönemi olan 1889 - 1910 arasının özeti budur.

Bultürk Basın Bülteni

Neriman Eralp Kalyoncuoğlu-20.Ocak.2016

İstanbul’un en eski derneklerinden biri olan Türk Ocaklarında BULTÜRK Derneği’nin öncülüğünde Basın Toplantısı düzenlendi. KONU: Bulgaristan Komünist yönetimi 1944 - 1989 mezalim dönemi yöneticileri Devlet Başkanı Todor Jivkov, İçişleri bakanı Georgi Tanev ve Başsavcı Kostadin Kotsaliev hakkında suç duyurusunda bulunmak suretiyle yargılanmalarını sağlamak. Aydın Fidan - Fatih Kaymakamlığı Derneği, Celal Öcal - Türk Dünyası İnsan Hakları Derneği, Mustafa Akgün, Mehmet Oral, Mustafa Kemal Mahdum - Afganistan İpek Yolu Vakfı, Sabri İskender, Elif Güneş, Rafet Ulutürk, Müjgan Deniz, Osman Büyükkaya - Türk Dünyası Konseyi, Halil Bey Belene’de Komunistlerin işkencelerinden geçerek Türkiye’ye gelenlerden. Değerli basın mensupları,


Makale ve Analizler - 2016

119

Bulgaristan Türkleri Derneği kısaca BULTÜRK olarak bu basın bildirimizi sizlerle paylaşmak istedik. Bu gün Bulgaristan’da yaşayan ve Bulgaristan’dan göç etmek zorunda kalmış göçmen soydaşlarımız adına tarihi bir gündür. 1944 ile 1989 yılları arasında Bulgaristan’da ve Komünizm sistemi altında yaşamak zorunda kalmış ve İnsan Hakları Evrensel Beyannamesindeki temel hak ve hürriyetleri hiçe sayan, mezalimlere maruz kalmış soydaşlarımız adına en azından yüreklerimize su serpilecek kutlu bir gündür. Kendi vatanında müstemleke muamelesi gören Bulgaristan Türk’ü 1944 ile 1989 yılları arasında yaşadığı insanlık adına da utanç veren komünist sistemin insan eliyle ve aracılığıyla tüm Dünya’nın gözü önünde; Kendi benliklerinden koparılmış, isimleri değiştirilmiş hatta mezar taşları bile yok edilmiş ve buna karşı koyup onur mücadelesi verenler ise, bazılarının akıbeti belli değil, bazıları gördüğü işkenceler sonucu hayatları kararmış ve bazıları da örneğin Belene zindanlarında hayvanların önüne yem diye atılmışlardı. Bu öyle bir insanlık dışı uygulamaydı ki, önü alınamaz bir bilinmeyenlere doğru giderken, başta sadece Türk’lere uygulanan bu mezalim, daha sonraları Pomak’lara, Romen’lere ve hatta bazı Bulgar’lara da aynı işkenceler uygulandı ve bu işkence ve eziyetleri yönetim adına, devlet adına yaptılar. İşte bu şartların getirdiği sonuç; Milyonlarca insan öz vatanlarını, evlerini, barklarını, geçmişlerini ve nihayet anıları ile birlikte tüm varlıklarını da bir kalemde silip, yeni bir umuda doğru göç ettiler. Bu göç sırasında yalnızca Allah’a ve Türk Devletine yani Türkiye Cumhuriyet’ine güvendiler. Değerli Basın mensupları, Bultürk olarak bize Bulgaristan’dan 1989 mezalim yılı öncesi yönetiminde bulunan Todor Jivkov dönemi ve hatta hayatta olan dönemin İçişleri bakanı Georgi Tanev ile Baş Savcısı Kostadin Kotsaliev’in bu karanlık dönem ile ilgili olarak yargılanmasının önünü açacak girişim için fikrimiz sorulduğunda hiç tereddüt etmeden bu talep, bizim de talebimizdir dedik. Merkezlerinin Sofya’da olduğunu bildirdikleri Hana Arend Vakfı, 22.01.2016 saat 10.00’da yine Sofya’da bu konu ile ilgili olarak bir basın toplantısı yapacaklarını bildirdiler. Vakıf yöneticileri bizim bu konuda ne düşündüğümüzü hatta ortak olarak bu konuda bir şeyler yapıp-yapamayacağımızı bildirmemizi talep ettiler. Bultürk olarak bizler, bizi heyecanlandıran böylesi bir çalışmanın kimin tarafından geldiğini araştırıp karar vermek yerine, doğruluğuna ve gerekliğine inandığımız bu fikrin behemehâl uygulamaya sokulması arzusundayız. Ayrıca, bu girişimlerinden dolayı Hana Arend Vakıf yöneticilerine şahsım ve teşkilatım adına teşekkürü bir borç bilirim.


120

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Hamaset söylemleri yerine eyleme geçmenin gerekliliğine inanan teşkilatımız, müteveffa Todor Jivkov başta olmak üzere hayatta bulunan iki adamı nezdinde mahkûm edilmesi, dönemle ilgili hesap sorulması, belki sembolik bir durum olabilir. Ancak bu davalar, tarihte yeni fasıllar açacağı gibi, başta Bulgar devleti olmak üzere tüm dünya devletlerine de örnek teşkil etmesi açısından son derece önemlidir. Bu vesileyle tüm soydaşlarımıza duyuruyoruz ki, Sofya’da 22 Ocak 2016 tarihinde saat 10*00’da yapılacak olan bu basın toplantısına ön yargılardan arınmış olarak katılınız. Katılınız çünkü kimsenin yaptığı yanına kar kalmasın ve yüreğimize bir nebze olsun ferahlık gelsin. Özellikle Belene sürgününe uğramış soydaşlarımız ve dahi tüm bu soy kırımdan etkilenmiş kardeşlerimiz yakın bir gelecekte olası bir hak iadesi karşısında hakları zayi olmasın ve hak sahibi olabilsinler. Biz Bultürk teşkilatı olarak, bu konunun basın toplantısı ile sınırlı kalmayacağını, konunun yakinen tarafımızca da takip edileceğini, ilgili makamlarca girişimde bulunacağımızı, konunun hassasiyetine binaen ilgili tüm kamuoyumuza bildiririz. Bil vesile hepinize en derin saygı ve sevgilerimizi sunarız. 20 Ocak 2016 - Genel Başkanı - Rafet Ulutürk

1944 - 1989 Mezalim Dönemi Yöneticileri Cezalanmalı

Rafet Ulutürk-21.Ocak.2016

Bulgaristan’da totalitarizm döneminde işlenen insanlık suçlarının zaman aşamasına uğramasını önlemek ve somut olarak 1944 / 1989 mezalim dönemi yöneticileri Devlet Başkanı Todor Jivkov ile hala hayatta olan İçişleri bakanı Georgi Tanev ve Milli Sorgulama Müdürlüğü Amiri General Kostadin Kotsaliev hakkında Başsavcılığa suç duyurusunda bulunmak suretiyle yargılanmalarını sağlamaktır. Ayrıca HÖH partisi oylarıyla da onaylanan, komünizim suçlarının za-


Makale ve Analizler - 2016

121

man aşımına uğratılması yasasının Anayasa Mahkemesinde ret edilmesi için sesimizi yükselterek katkıda bulunmaktır. Hiçbirşey Unutulmadı ve Unutulmayacaktır. Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği kısaca BULTÜRK olarak bu basın bildirimizi sizlerle paylaşmak isterken, komünizm zalimlerinin yargı önüne çıkarılması davamızın 1990’dan beri devam ettiğini, 2003’ten deri de dernek etkinliklerimizin özünü oluşturduğunu önceden belirtiyorum. Biz memleketimiz olan Bulgaristan’da tötaliter rejimin Türklere, Müslümanlarımıza ve diğer azınlıklara karşı işlediği suçların bir devlet terörü olduğuna inanıyoruz, üzerine renkli halı çekmekle bu yaranın gömülmediğine, aynı zihniyetin hala yaşadığına inanıyoruz ve her gün onunla mücadele ediyoruz. Göçe zorlama olayı, yalnız Bulgaristan Türklerinin başına gelen bir olay değildir. 1960’larda Bulgaristan’da yaşayan Ermeniler sıkıştırılmış ve büyük kısmı İspanya’ya göç etmek zorunda kalmıştır. 1974’te Çingenelerin nüfus oranının büyüdüğünü göre Todor Jivkov Hindistan Başbakanı İndira Gandi’yi Slivneye götürmüş ve “Gang ırmağı boyunda yer var, tek yönlü uçak belediyle sizi bağrıma basmaya hazırım” dedirtmiştir. Bu kapanmayan bir yaradır, 1942’de Yahudilerin “Auşwitse” değil de Filistin’e gönderilmeleri de başka bir trajedidir. Fakat bu tarihin en kanlı sayfaları Türk kanıyla yazılmıştır. 1878 Berlin Konferansında ayrıcalıklı Müslüman hakları sağlanan atalarımız 138 yıldan beri ödün vermek zorunda kalmış, zulme dayanamayanlar anavatana gelmiştir. Biz de onlardanız.Ne var ki, modern dünya, hele son çarpışmaları Suriye cephesinde devam eden “Soğuk Savaş” dönemi suçlarından, katliam boyutunda olan birçoğunun cezasız kalması yutulup unutulur bir şey değildir. Biz, totalitarizme karşı mücadeleden gelen bir nesiliz, bize yapılan zulüm hafızamızda canlıdır. İnsan bilmediği bir şeye karşı mücadele demez. Bize istedikleri zaman ve istedikleri yerde silah çekenlere, üzerimize tank sürenlere, yargı sağır ve kör kalırsa, onları tutuklayıp içeri atmazsa ve Nazi katili Hess gibi son nefesine kadar içeride kalmalarını sağlamazsa, hiçbir şey olmamış demektir, zalimin ve zulmün el ele vermiş yaşamaya devam edeceklerine güvence olacaktır. Bulgaristan’da totalitarizm gömülmedi, ayaktadır. Buraya toplanmamız bu mücadeleye devam ediyoruz anlamındadır. Hesap Sormak, Yargılanmalarını İstemek Hakkımızdır. Bu gün, bu anlamda Bulgaristan’da yaşayan ve Bulgaristan’dan göç etmek zorunda kalmış soydaşlarımız adına tarihi bir gün yaşıyoruz. Önemi şu noktada gizlidir. 1944 - 1989 Bulgaristan totaliter komünist döneminde, zulüm gören soydaşlarımızın hak arama davası, dışardan da olsa, mem-


122

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

leketimizdeki kavgaya bir katkı olarak devam etmektedir. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesindeki temel hak ve hürriyetlerle birlikte, anadilinde konuşma, dininde ibadet etme ve gelenek ve göreneklerine göre yaşama gibi en temel ve doğal haklarını da yitirdikten sonra göç etmek zorunda kalan kardeşlerimiz için bu gün bu anlamda hepsinin yüreğine su serpilecek kutlu bir gündür. Kendi vatanında müstemleke insanı muamelesi gören Bulgaristan Türk’ü 1944 ile 1989 döneminde utanç kaynağı komünist rejimde zulüm kurbanıdır. Öz benliklerinden, soy ve tarihlerinden koparılırken, isimleri hatta mezar taşları bile değiştirilirken, onlar Türk ve Müslüman kimliği mücadelesi vermiştir. 1987’den sonra bu mücadele örgütlü ve bilinçlidir. 1989’da İsyan bayrağı dikmiştir. “Kalaşnikler” 100 kurşunu bir dakikata attığı ve zırhlılar Türk köylerine girebildiği için, 1789’da Paris merkezinde kurulan kelle kesme makinası /giyotin,/ Sofya’ya kurulmasa da, cesetlerimizi köy meydanlarından, gösteri alanlarından, sürgünden ve cezaevlerinden toplayan biziz. Bizim davamız kutsal olduğundan küçük ve büyük kurban yoktur. Hepimiz en kıymetlimiz, en azizimiz, kardeşimizdir. Bize uygulanan zulümde etnik sıra ve ayrım yoktu, isim giyotininden Türkler, Çingeneler Pomaklar, Tatarlar Tüm Müslüman kardeşlerimiz geçirildik. İşte o ağır günlerde hepimizin bir olduğumuzu ve düşmanın da karşımızdaki Bulgar devlet terörü olduğunu gördük. Ve bugün de, o günlerden bu yana 30 yıl geçmesine rağmen, katledilmemiz emirlerine imza atıp mühür basanların tutuklanıp cezalandırılmasında haklıyız. Onun için ezin emirlerini imzalayan Generallerin yargılanmasını istiyoruz. İfade ettiğim kararlılık ve irade, tüm soydaşlarımın ve Bulgaristan’da kalan kardeşlerimin ortak azmi ve iradesidir. İşte bu şartların getirdiği sonuç; İşte bu nedenle, Bultürk olarak bize Bulgaristan’dan 1989 mezalim kültürel soykırım yılı öncesi yönetiminde bulunan Todor Jivkov dönemi ve hatta hayatta olan dönemi generallerinden Georgi Tanev ile Kostadin Kotsaliev’in işledikleri somut suçlarla ilgili tutuklanıp yargılanmalarının önünü açacak ve totalitarizm zulmünün bütünüyle açıklanmasını isityoruz. Ancak bu yapılırsa tekrar etmeyebilir. Ayakta kaldıkça yeşerme tehlikesi büyüktür. Merkezlerinin Sofya’da olduğunu bildirdikleri Hana Arend Vakfı, 22.01.2016 saat 10.00’da yine Sofya’da bu konu ile ilgili olarak bir basın toplantısı yapacaklarını bildirdiler. Vakıf yöneticileri bizim bu konuda ne düşündüğümüzü hatta ortak olarak bu konuda bir şeyler yapıp-yapamayacağımızı bildirmemizi talep ettiler. Bultürk olarak bizler, bizi heyecanlandıran böylesi bir çalışmanın kimin tarafından geldiğini araştırıp karar vermek yerine, doğruluğuna ve gerekliğine inandığımız bu fikrin behemehâl uygulamaya sokulması arzusundayız.


Makale ve Analizler - 2016

123

Hamaset söylemleri yerine eyleme geçmenin gerekliliğine inanan teşkilatımız, müteveffa Todor Jivkov başta olmak üzere hayatta bulunan sadece bu iki adam nezdinde mahkum edilmesi, dönemle ilgili hesap sorulması ve bunların sadece Bulgarlarla değil bunlar Türklerle genişletilmesi gerektiğine inanıyoruz. Ancak bu davalar, tarihte yeni fasıllar açacağı gibi, başta Bulgar devleti olmak üzere tüm dünya devletlerine de örnek teşkil etmesi açısından son derece önemlidir. Bu vesileyle tüm soydaşlarımıza duyuruyoruz ki,Sofya’da yapılacak olan bu basın toplantısına ön yargılardan arınmış olarak katılınız. Katılınız çünkü kimsenin yaptığı yanına kalmasın ve yüreğimize bir nebze olsun ferahlık gelsin. Özellikle Belene sürgününe uğramış soydaşlarımız ve dahi tüm bu kültürel soy kırımdan etkilenmiş kardeşlerimiz yakın bir gelecekte de hakları zayi olmasın ve sahibi olabilsinler. Biz Bultürk teşkilatı olarak, bu konunun basın toplantısı ile sınırlı kalmayacağını, konunun yakınen tarafımızca takip edileceğini, ilgili makamlarca girişimde bulunacağımızı, konunun hassasiyetine binaen ilgili tüm kamuoyumuza bildiririz. Bil vesile hepinize en derin saygı ve sevgilerimizi sunarız.

Müslümanlar Kurultayı - 2

BG-SAM-21.Ocak.2016

Konu: Ümmetten Türk-Müslüman Kimliğine Geçiş Sancıları. “Büyük Bozgun”dan sonra bugünkü Bulgaristan topraklarında 2 binden fazla cami ve mescit vardı. 21-inci yüzyıla 1300 (bin üç yüz) cami ve mescitle girdik. 2016 Ocağının 24-ünde yapılacak Milli Müslümanlar Konseyi arifesinde yapılan açıklamalarda son yıllarda 400 camimizin cemaatsiz kaldığına işaret edilirken, sırıtarak sevinenler olduğunu, esef ederek yazıyorum.Bu topraklardan Osmanlı’nın çekilmesinden, Türklerin kaçıp gitmesinden, Tatarların kaçıp kayıplara karışmasından, Pomakların git gide susmasından ve Çingenelerin Avrupa’yı boylamasından kendine pay çıkaran, bu eğilimi Hıristiyanlığın Müslümanlık üzerinde neredeyse bir zaferi olarak değerlendiren ve kutlayanlar az değildir. Minareleri yıkılmış mihverleri yok edilmiş camileri kilise haline geti-


124

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

rip din, kimlik ve tarih değiştirenlerin ruh halini anlamak zor olduğu kadar, şaşmamak da elde değildir. Birinci yazımızda, 1878 Berlin Konferansından Tırnovo Kurucu Meclisinde ilk Bulgar Anayasası kabul edilmesinden 1908’de III. Bulgar Çarlığının ilanına kadarki dönemde Müslümanların müftülüklerde örgütlenme mücadelesini anlattık ve Çarlığın ilk Başmüftüsü olarak Hocazade Mehmet Muhyiddin Efendi’nin (1910 - 1915) seçilmesine gelmiştik. O zaman Türk-Müslümanlar Osmanlıdan ve İstanbul’daki Şeyhülislam’dan kopmak istemediklerinden Sofya Başmüftülüğü kurulmasını istemiyorlardı. Bu durumda Türkler istemese de Sofya Başmüftülü kurulmasını Bulgarlar dayatmış ve iş olmuştu.O zamanlar, 100 yıl sonra da, bugünlere çok benziyor. Bir defa, Bulgar Anayasası ve yasalarının vatandaşlar ve dinler arasında eşitlikten ve adaletten yana tesis edilmesi şartını getiren Berlin Konferansı kararlarını hele etnik ve dini azınlıkların hakları ve özgürlükleri konusunda fırsat buldukça farklılaştırıp ihlal etti, kırıp döktü, kanun çıksa bile uygulanmadı. Benzer durum bugün de sahnededir.Örneğin seçilen Müftüleri önce İstanbul’daki Şeyhülislam, sonra Bulgar Prensi, sonra Bulgar Kralı, sonra Dışişleri Bakanlığına bağlı Diyanet Sorunları Başkanı, ardından Bakanlar Kuruluna Bağlı Diyanet İşleri Başkanlığı onaylarken, işler Sofya Şehir Mahkemesine düştü ve kilitlendi. İşte bu örnek olumsuzluğun yani işleri yokuşa sürmenin ve çukura itmenin evrimidir. Sözde anayasal düzende, sözde lehimizde çıkan yasaların, aleyhimizde kullanılmasına en parlak örneklerden biri ise 1475 kurulan, 1948’de devlet tarafından gasp edilen, ardından belediyeye devredilen Karlova “Kurşun Cami”sinin, “demokratik Bulgaristan’da” totaliter rejim tarafından el konan Müftülük mülklerinin, camilerin ve diğer taşınmazların gerçek sahibine iade edilmesi kanunu çıkmasına rağmen; Bu konuda Plovdiv birinci ve ikinci derece mahkemelerinde görülen davaların lehimizde sonuçlanmasına bakılmaksızın geri verilmemesidir. Bu örnekler saymakla bitmez, ama Dobriç Türk-Müslüman okulu, Kıcaali Medresesi, Küstendil “Fatih Camii” ve daha niceleri hep liste başıdır. O zamanlar, Bulgar Prensliğinde, bu topraklarda Türk-Müslüman kalmadı, yok, gitmişler demeye kimsenin yüzü tutmamıştı. Çünkü 1878 nüfus sayımında Türk-Müslümanların sayısı Bulgar nüfustan fazlaydı. Biliyorsunuz, 1985’te totaliter Bulgar rejimi hepimizin ismini değiştirip dini de yasaklayarak “Bulgaristan’da Türk-Müslüman yok,” tüm nüfus Bulgar gibi yalandan bayrak dikmişti. Fakat tutmadı. Ne var ki, var olanı yok gösterme yalnız Nazi Almanya’sında değil, totaliter Bulgaristan’da da propaganda taktiğiydi. İslam dininin ülkemizdeki etkisini yitirdiğini saçmalığını beslemeye hep ilgi gösterildi. Öyle ki, Müslüman Türklerin 1990’da kurduğu Hak ve Özgürlükler Partisi’nin uyduruk yeni baş-


Makale ve Analizler - 2016

125

kanlarından biri olan Çetin Kazak meclis kürsüsünden seçmeninin % 80’ni beş vakit namaza dururken, biz “dinsiz-ateistler partisiyiz” dedi. Bu yeni durumun borazancılığını yapan geçmişlerine bakıldığında Türk-Müslüman kimlikli olan HÖH milletvekilleri, cephe değiştirdi ve bir ceviz kabuğu doldurmayacak kadar küçük kişisel çıkarlar peşinde kimlik yitirdiler. Bu da 100 yıl önce mayalanmış bir ihanet eğilimidir.İlk Başmüftü Hocazade Mehmet Efendi Muhiddin Efendi zamanında, Başmüftülük teşkilatı kurumlaşırken, Rusya tarafından silahlandırılıp kışkırtılan Bulgar, Sırp ve Yunan Orduları İstanbul’a yönelir. Büyük Bulgaristan hayaline kapılmış ve Bizans İmparatorluğunu diriltme hırsıyla Çar Ferdinand “Balkan Savaşını” başlatır. 1878 Berlin Anlaşmasıyla kurulan Bulgaristan 63 bin kilometrekarelik bir prensliktir. 1885’te 96 bin, 1913’te 103 bin ve daha sonra (İkinci Dünya Savaşında) 111 kilometre karelik bir devlet olmuştur. Rodoplar’da sırf Türk ve Müslüman yaşayan bçlgelerden Kıcaali, Eğiridere (Ardino), Koşukavak (Krumovgrad), Darıdere (Zlatograd), Ortaköy (İvaylovgad), Dövlen (Devin), Paşmaklı (Smolyan) ve Nevrekop (Gotse Delçev) ilçeleri Bulgaristan’a bırakılmıştır. Bu kazanım ve birleşmeler sonucu Bulgaristan Türk-Müslüman nüfusu da sayı olarak fazlalaşmış, üzerinde yaşadığı topraklar coğrafya olarak genişlemiştir. Sofya Başmüftüsü de “yeni kurtarılan topraklardaki” İslami hayatı teşkilatlandırmak yükümlülüğü altına girmiştir. Yukarıda isimlerini yazdığım bütün ilçelerde müftülükler, müftü vekilleri ve Şer’iye Mahkemeleri kurulmuş, savaşlardan zarar gören camiler onarılarak, Cemaati İslam iyeler yeniden düzenlenerek çalışmaya başlamıştır. Balkan Savaşı’nda (1912 - 1913) Bulgar nizami ordusu, komitacı ve çeteci başıbozukları Rodoplar’daki Türklere ve Pomaklara zulüm etmiş, isim ve din değiştirmeye zorlamış günahsız kan dökülmeyen Rodop köyü hemen hemen kalmamıştır. Tekir, Vırbana, İzvorite, Kasapdere, Kozluca, Baltacı ve Pesinsko köyleri satırdan geçirilmiştir. Tutuklanan Pomaklar Filibe, Vraca, Şumnu ve Plevne’ye sürülmüşlerdir. Birçok Pomak köyünün yakıldığı da bilinen vahşetlerdendir. Bu saldırı esnasında 250 bin Pomak vaftiz edilerek Hıristiyanlaştırılmıştı. Bu olup bitenler esnasında Başmüftülük neredeydi? Sorusunu soranlar haklıdır. Geçen 136 yılda başımıza gelen olayların birbirinin tekrarı olduğuna işaret ederken, hem kendi anlatımımı kolaylaştırmak, hem de sizin daha kolay anlamanıza yardımcı olmak istiyorum. 1970 - 72’de Pomakların başına gelenleri, Pomak İsyanını, sayısız sürgünleri, ölü sayısını, yaralıların adlarını kaç yıl sonra öğrendik bir düşünsenize. 1912 - 1913 Rodop dramından Başmüftülüğün haberi olduğundan bugün de kuşkum var. 1984 - 1989’da kuş uçurtmayanlar, o zaman da aynı şekilde hareket etmiştir. Şimdi bir örnek vereceğim. Kaçınız biliyordu?


126

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Darıdere, Dövlen, Paşmaklı, Nevrekop, Orta-köy kazalarında o zaman da Pomak Müslümanlar çoğunluktu. Esas din ve isim değişikliği işlerinin yürütüldüğü bu beş kazada çeteciler din ve isim değiştirme işlerine imam ve müftülerden başlamışlardır. Akıllarınca başta hacıyı-hocayı elde edecekler, sonra halk sürüsü onların arkasından tıpış-tıpış gelecekti... Tabiyatıyla imam ve müftüler buna sert tepki göstermişlerdir. Bunun için en çök şehit onlardan düşmüştür. Mesela, Trigrad köyünde 120’den fazla hacı vardı. Onların arasından 70 hacı seçilerek köyde bulunan medrese binasına kapatılmışlar ve orada diri diri yakılmışlardır. Dövlen’de imam dövülmüş, hocaların-hacıların sakalları kesilmek suretiyle tahkir edilmişlerdir. Böyle yüzlerce örnek vermek mümkündür. İşte bu cümleden olmak üzere, şunu hatırlatmak istiyorum, 1984 Aralığı - 1985 Martı arasında 3 ay gibi kısa bir sürede 1 milyon 250 bin Bulgaristan Türk-Müslüman’ın isimleri, baba adları, soyadları, kimlikleri değiştirilmiştir. O dönemin sıkı totaliter rejim koşullarında, merkez basın organı olan “Rabotniçesko Delo” (İşçi Davası) gibi gazetelerde birçok müftünün ve Türkçü aydının resimleri basılarak sözde “soya dönüş sürecini” destekledikleri yazıldı. Şahsen ben, bazı istisnalar dışında, onların bu işle ilgili “bildiri” falan imzaladığına inanmıyorum. Hatta resimlerinin gazetelerde basılmasına razılık gösterdiklerine de inanmak istemiyorum. Hiç bir kimse, Mehmet Karahüseyin gibi arkadaşların protesto ederken kendini yaktığı, diğerlerin “Belene” kampına tıkıldığı bir ortamda, namus ve onur simgesi olan Türk-Müslüman cemaat önünde rezil olmayı göze alan olabildiğine inanmak istemiyorum. Bu konuda çıkan haberler büyük ölçüde yalandır. 1980’li yıllardaki büyük tutuklamalar, keyfi içeri tıkmalar ve sıkı sürgünler Müslüman Türklerin gözünü iyice karartmıştı. Onlar, ölümü göze alarak, Batı Radyoları aracılığıyla, Büyük Elçiliklere sığınarak ve Türkiye’deki akrabalarının yardımlarıyla cini şişeden çıkarmayı başarabildi. Dünya 1984–1989 trajedimizi duydu. Sağır ve kör de kalmadı. 1912 - 13’te Sofya’da görevli olan Mustafa Kemal’in diplomatik yardımlarıyla olduğu gibi, 1989’da da Türkiye’nin aktif tepkileriyle Bulgaristanlı Türklere zulmüne soyunanlar durduruldu, başarıyla geriletildi. Sözün özü, 100 yıl önceki yüzkarası olaylarla ilgili Sofya Başmüftülüğü’nün tam bilgi sahibi olduğunu düşünmemiz bile yanlış olur, çünkü biz artık baskı ve terör şartlarında Müslümanlar arası kayırsız şartsız dayanışma mekanizmasının hemen harekete geçtiğini biliyoruz. Birinci ve İkinci Balkan savaşında ve Birinci Dünya Savaşı’nda 50 bin Müslüman’ın Bulgaristan Ordusu saflarında savaştığı, 9 bin 604 kurban verildiği kayıtlara geçmiştir.


Makale ve Analizler - 2016

127

İşte böyle, ağır bir siyasi ortamda, Bulgaristan Başmüftülüğü, 1915 yılı itibarıyla vekâleten Başmüftü kaymakamları vasıtasıyla idare edilmeye başlamıştır. Dışişleri Bakanlığı Başmüftü Hocazade Mehmet Muhyiddin Efendi’den kurtulunca yerine Başmüftü seçtirmeye acele etmedi. Savaş yıllarını ve milli iflası bahane ederek Başmüftülüğü kendi seçip tayin ettiği kaymakamlar vasıtasıyla idare etmeye koyuldu. “Kaymakamlar idaresi” dediğimiz bu dönem tam beş yıl devam etti. 1915–1920 yıllarını kapsayan bu dönemde Varna Müftüsü Hacı Ömer Lütfü Efendi, Osmanpazarlı (Şumnu Müftüsü) Hacı Emin Zarifi Efendi, Cumalı Hafız Ahmet, Kemallarlı Salih Saip, Filibe Müftüsü Hoca zade Saadettin Efendi, Çerkovnalı Mustafa Hilmi Efendi, Sofya Müftüsü Süleyman Faik Efendi, Hocazade Mehmet Muhyiddin Efendi atama yoluyla Başmüftülüğü idare etmişlerdir. Fakat içlerinden hiç biri Başmüftü olmadı, kaymakamlık mevkiinde kaldılar. Ne yazık ki, bu şahısların hangi yıllarda ne kadar Başmüftü kaymakamlığı yaptıkları bilinmemektedir. Aslında bu kişilerden hangisinin ne kadar kaymakamlık yaptığı çok önemlidir. Çünkü bu 5 yıl zarfında Bulgaristan Müslümanlarının dini hayatını ve geleneklerini ilgilendiren çok önemli hadiseler vuku bulmuştur. Paris civarındaki Neuilly / Nöyi kasabasında bir yandan Almanya, Avusturya, Macaristan ve Bulgaristan, öte yanda İngiltere, Fransa, Rusya, İtalya, Yunanistan ve Sırbistan devletleri arasında 27 Kasım 1919’da imzalanan sözleşme ile Birinci Dünya Savaşı’na son verilmiştir. Neuilly Anlaşması’nın imzalandığı sıradaki Başmüftü kaymakamını bilmekte büyük fayda vardır. Çünkü adı geçen antlaşmada “Azınlıkların Korunması” başlığını taşıyan koskoca bir bölüm vardır. Acaba Başmüftü Kaymakamı veya kaymakamları bu bölümde Müslümanlara tanınan hak ve özgürlüklerin resmi makamlar tarafından nasıl uygulandığını takip ettiler mi?

Paralı Askerlerle Savaşan Türk Ordusu

Alptekin Cevherli-25.Ocak.2016

7 Haziran seçimlerinden kısa bir süre sonra başlayan ve hâlâ devam eden terörist saldırılar sürecinde kahraman güvenlik kuvvetlerimiz canla başla, canı pahasına vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü korumaya çalışıyor. Allah onlardan razı olsun!


128

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu mücadele esnasında şehit olanlara rahmet, kalanlara da kolaylıklar ve dayanma gücü diliyoruz. Ancak bu çatışma sürecinde gözden kaçan bir husus dün bazı gazetelere yansıdı. Genel Kurmay Başkanlığı’nın sık sık açıkladığı etkisiz hale getirilen terörist sayısı belki bir nebze olsun yüreklere su serperken ne yazık ki yaygın medyanın önemli bir kısmı önemli bu ayrıntıyı ‘nedense’ ıskaladı. Haber şuydu: Ölü olarak ele geçirilen teröristlerden yarısı yabancı uyrukluydu. Eee ne var bunda demeyin. Bu öldürülen teröristler Suriye veya Irak gibi bölge ülkelerinden başka önemli ölçüde Almanya, ABD, Fransa, İngiltere, İtalya, Yunanistan, Rusya gibi Batı ülkelerinden gelen paralı (ya da görevli) askerlerdi. Haber aynen şöyle: “10 bin asker ve polisin görev yaptığı bölgede, Kasım 2015’den bugüne kadar 752 terörist etkisiz hale getirildi. Diyarbakır’ın Sur ilçesi, Şırnak’ın Cizre ve Silopi ilçeleri ile Mardin’in Dargeçit ilçesinde gerçekleşen operasyonlara birkaç gün önce de Bordo Bereliler dâhil oldu. Askeri yetkililer, Dargeçit’te 36, Cizre’de 429, Silopi’de 142 ve Sur’da 115 olmak üzere toplam 752 teröristin etkisiz hale getirildiğini, yaralı ve teslim olan terörist sayısının da 102 olduğunu bildirdi. Etkisiz hale getirilen 752 teröristin 300’ünün yabancı kiralık katiller olduğu anlaşıldı. Suriye, Irak, Rusya ve Avrupa ülkelerinden gelip para karşılığı PKK saflarında çatışan bu yabancı katillerin içinde özellikle Snepper denilen keskin nişancıların da bulunduğu belirtildi.” (24.01.2016 Y. Gazetesi) Bu arada şehit haberlerinin nedeni de daha iyi anlaşıldı. Aslında insanın aklına Merhum Mehmet Akif’in Çanakkale şiirindeki o mısralar geliyor: Ne hayasızca tahaşşüd ki ufuklar kapalı! Nerde-gösterdiği vahşetle “bu: bir Avrupalı” Dedirir-yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yahut kafesi! Eski Dünya, Yeni Dünya bütün akvam-ı beşer Kaynıyor kum gibi, Mahşer mi, hakikat mahşer. Yedi iklimi cihanın duruyor karşında, Osrtralya’yla beraber bakıyorsun; Kanada! Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk. Sade bir hadise var ortada: Vahşetler denk. Kimi Hindu, kimi Yamyam, kimi bilmem ne bela... Hani tauna da züldür bu rezil istila...


Makale ve Analizler - 2016

129

İşte vatanımızın bu güzel köşesini fundamentalist saplantılarla ve kendi ulusal çıkarları gereği işgale kalkan bu Batılı güçlere ve onların yüzlerce yıldır bölgedeki işbirlikçileri olan İran ve Irak yönetimlerine elbette kızmaya ve tedbir almaya hakkımız var. Ama ya kandırılmış ve ifsat edilmiş vatandaşlarımıza? Onlara ne diyeceğiz? Dünyada hangi ülkede görülmüştür ki, eğitim sistemi düzenli olarak ve mütemadiyen vatan haini yetiştirsin? Bu ülke, askerî yönetimler de gördü, demokrasi de gördü, tek parti yönetimi de yaşadı, istikrar da gördü, istikrarsızlık da gördü. Ama bunca zamandır, gelen giden bunca millî eğitim yöneticilerine rağmen hâlâ hain ve kandırılmış vatan evlâdı yetiştirme konusunda istikrarlı bir süreç yaşıyorsak, bu konuda takkeyi önümüze koyup düşünme zamanı gelmiş de geçiyor demektir... Eğitim sistemimizi Sayın Cumhurbaşkanı’mızın söylediği gibi “gerçekten millî” hale getirmeden bu vahşeti durdurmanın başka da yolu yoktur! Sözüm ona kürt kardeşlerimizin çıkarları için savaştığını “düşünen bir zavallı,” yanı başındaki mevzide bir Amerikalı, diğer yanda bir Rus, öbür tarafta İranlı, öte yanda bir Alman’ı görüp de nasıl olur da kendi soydaşı ve dindaşı olan Türk polisine ve askerine kurşun sıkar? Bunu düşünmez, izana vurmaz! Bu kadar IQ seviyesi düşük adamlar, nasıl olur da bu ülkede üniversite okur? Evet, bu teröristlerin önemli bir kısmı Ermeni veya kripto Ermeni olabilir. Ama unutulmamalıdır ki, binlerce yıldır bizimle bu vatanı ve ekmeğimizi paylaştığımız ve “zorunlu olarak” millî eğitim tedrisatından geçirdiğimiz bu insanları hâlâ belli bir medeniyet seviyesine getiremediysek, “hâlâ kimi yamyam, kimi bilmem ne bela” durumundaysalar, bu ayıp ne yazık ki bizimdir. Selçuklu Türkleri, Anadolu’ya girdiklerinde birkaç Horasan Dervişi ve müritleri hariç Anadolu’da hiç Müslüman nüfus yoktu. Oysa 15 - 20 yıl içinde binlerce kişi kendi rızası ile İslamiyet’le şereflenerek Selçuklu tebaası olmanın ötesinde gönüllü birer vatandaş olmuşlardı.Bizim genlerimizde bu var. Yeter ki aslımıza dönelim!İşte, O Horasan Erenlerinden biri olan ve 24 Ocak 2001 yılında kalleş bir pusuda kaybettiğimiz Diyarbakır Emniyet Eski Müdürü Gaffar Okkan’ı vefatının 15’inci yılında rahmetle anıyoruz.


130

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu Şeref Bizimmiş

Osman Bülbül-26.Ocak.2016

Konu: Totalitarizmi Gömme ve Demokrasiyi Büyütme Süreci Başlıyor. 10 Kasım 1989’da Bulgaristan’da Komünist Partisi’nin ve Parti ve Devlet Başkanı Todor Jivkov’un iktidardan devrilmesi tarihsel önemi olan bir olaydı. 1945’te kurulan, devlet yapısı ve etnik, dil, din ve kültürel azınlık topluluklarıyla ilgili izlediği siyaset çizgisi açısından önceki faşizm döneminin devamı olan ama kendisi “halkçı sosyalizm” şeklinde tanıtan komünist, tek partili, diktacı ve totaliter rejimin yıkılmasında Türk-Müslümanların, onların kurduğu örgütlerin rolü ve verdikleri cesur direnişlerin önemi büyük oldu. Bulgaristan’da totalitarizmi devirme şerefi Türk ve Müslümanlarındır. Bu tarihsel olay ne kadar küçümsense ve tanınmak istemese de olmuştur, yaşıyor ve unutulmayacaktır. Sürgünlerde, köylerde, toplama kamplarında, hapishanelerde, tutuk evlerinde kalanlar aralarında öz hak ve özgürlükler uğruna örgütlenmeyi başarmış ve 1989 Mayısında başlattıkları ayaklanışlarıyla başkaldıran halkın karşısında silahlı güçlerin, zırhlı polisin, jandarma ve berelilerin zavallılığını, gizli polisin ve binlerce hafiyenin beş para etmediğini ispatlamıştı. Bulgar komünist rejiminin alaşağı edilmesinde Türk Müslümanların rolünü küçümsemek için olağanüstü çaba gösterildi. 500 bin Türk Müslüman sınır dışı edildi. 44 siyasi direniş örgütünün liderleri ve örgütsel omurgası dağıtıldı ve değişik şekilde sıkıştırıldı ve etkisiz hale getirildi. Gizli polis DS tarafından şartlandırılan Ahmet Doğan, Rusya gizli istihbaratı emrine verilerek, gizli bir operasyonla Bulgaristanlı Türk Müslümanların başına geçirildi. Bundan 26 yıl evvel gerçek dava azmiyle yanıp tutuşan kadrolardan arıtılan HÖH - DPS partisi, daha 1878’de başlayan Bulgaristan’ı Osmanlı tarih, yüksek mimar ve din ve medeniyet eserlerinden iz olmayan, Türksüz, Müslüm ansız, Türk ve Müslüman kimliği olmayan insanların da yaşadığı bir diyar durumuna getirme mücadelesi başlamıştı. 1908’e kadar üsren Prenslik döneminde olduğu gibi, 1908 - 1944 II. Bulgar Çarlığı döneminde ve 1945 - 1989 totaliter komünizm döneminde bu siyaset devlet eliyle,, devlet terörizmi şeklinde yürütüldü ve gerçekleştirildi. Bulgar ırkçılığıyla da beslenen bu devlet terörizmi bütün etnik ve dini halk topluluklarına karşı aynı şiddetle uygulanırken büyük sayıda kurban aldı, çok yuva bozuldu, 6 büyük dış kitle göçüne ve ardı arkası kesilmeyen iç göç serüvenleriyle gerçekleştirildi. 1972’de Pomak Müslümanların, 1989’da Türk Müslümanların yığınsan örgütlü isyanları devletin etnik


Makale ve Analizler - 2016

131

ve din azınlıklarına karşı uyguladığı, isim değiştirme, vaftiz edip din değiştirmeye zorlama, keyfi infaz siyasetine baskı, terör ve zulme başkaldırısıdır. Toplam ömrü 136 yıl olan yeni Bulgar devleti etnik ayaklanmalar dışında sınıfsal derin kapışmalar da yaşadı. 1918’de saldırı ve talan savaşlarına karşı asker ayaklanma oldu. 1923’te anti-faşist ayaklanma gerçekleşti; 1934’te faşist devlet darbesine karşı başkaldırı oldu. 1940 - 44’te anti-faşist silahlı partizan hareketi direndi. Ne var ki, 1945 - 1989 dönemini belirleyen etnik ve dini azınlıkların devlet zulmüne karşı gerçekleşen eritme ve asimile ederek Bulgarlaştırma ve Hıristiyanlaştırma siyasetine karşı arasız mücadele ederken, Müslümanlar 2 defa da ayaklandılar. Ayaklanma siyasi bir kavga doruğudur. Müslüman azınlığın kavgaları Bulgar siyasi ve sosyal yaşamını belirledi. Direniş dalgaların alçalıp yükselirken faşist Çar rejiminde terör uygulayan devlet yapısı ile sosyalist devlet olarak lanse edilen totaliter devletin etnik azınlıklarla ilgili siyasetinin örtüştüğü ortaya çıkarıldı. Bulgar devletinin bunalım dönemlerinde sarıldığı iç siyasetin anti-Türk ve anti-Müslüman özlü olduğu görüldü. Totaliter devlet düzeni dilimizi, dinimizi, özgün kültürümüzü değiştirme yerinde unutturmayı tercih etti, bu unutturmayı HÖH - DPS elitine devretti. 26 yıldan beri okullarımızda ana dil okutulması yasaktır. Sanat, kültür, edebiyat ve tarihimizi öğrenme hamlelerimizin önüne Çin seti gerildi. Camileri insansız bırakmak, şehir hamamlarımızı “kültürel eser” ilan edip işlev dışı bırakma, pazarlarımızı, beze stenlerimizi, kahvelerimizi, muhallebicilerimizi birer birer kapatma, kendi yaşam tarzımızla yaşama çabalarımızı suya düşürülme siyaseti yakamızdan düşmedi. Biz bunu hep totaliter zihniyetin ayakta kalmasıyla bağladık. 10 Kasım 1989’da Todor Jivkov rejimi yıkıldı. 1992’de Anayasa değiştirildi. Fakat totalitarizm suçlularını, isim değiştirme saldırısında öldürülenlerin katillerini, kültürel etnik soykırım suçlularını sorgulama, yargılama, cezalandırıp hapse atma yolunda adım atılmadı. Biçimsel değişikliklerle ayakta kalan totalitarizm “Geçiş Dönemi” kılıfı giydi ve “Pazar ekonomisi, serbest rekabet ve demokrasiye geçiş” gibi lakırdılarla halkı balyoz altına çekmeyi başardı. Demokrasi maskesi altında gerçekleştirilen, özgürlükçü demokrasi koşullarında etnik halk topluluklarının dil, din ve özgün kültür ve medeniyet haklarının tanınacağı masalları HÖH - DPS lider ekibi ağızından çıktığı için Türk ve Pomak Müslümanlar inandılar. Umuda kapıldılar ve sinsi çalışan ve tuzak kurma ve polisiyle işlerde tecrübeli olan Ahmet Doğan ve dolayındakiler, insanlarımızı gerçekmiş gibi aldattıkları yalanlarla sem eleyip uyutabildiler ve bu arada, en sinsi, en gaddar planlarını meclisten geçirip yasallaştırmaya ve kendileri için tarih önünde suçsuzdur, hükmü elde etmeye çalıştılar. Bu adımlar arasında, demokratik anayasa hazırlanmasını engellemek, yargı


132

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

sistemi reformu çabalarını suya düşürmek ve en önemlisi de totalitarizm suçlarını zaman aşımına uğratıp tarih önünde aklayarak, katillere bayram ettirmekti. Bu yasayı Rus ajanlığı yapan Ataka partisi, Moskovacı Sosyalist Parti, askeri istihbaratın meclisteki kadroları vb ile gerçekleştirebildiler ve bu işte komünist kadrolarla dolu ve reform edilmemiş olan Baş Savcılığı da harekete geçirebildiler. Bu son 26 yılın en büyük olaylarından biridir. Komünizm dönemi suçlarının, suçlularının, katillerin elini kolunu sallayarak yaşamaya devam etmesi, ne süt içmiş ne süt dökmüş tavırla böbürlenmeleri, totalitarizmin kadro özünün korunması, 2016 yılında Bulgaristan tarihinin en önemli olayı oldu. Halkın bu haksızlığa başkaldırmasını önlemek için birçok kişi sokakta kurşunlandı, kör kazalara kurban gitti, köyler basılmaya, yaşlılar gece yarısı yataklarında dövülmeye, evler soyulmaya başlandı. Bu korkutma ve sindirme olayları saymakla bitmez. Ahmet Doğan ve Lütfü Mestan ve yönettikleri her şeye “Evet” diyen milletvekili tayfası, Osmanlı’da “Ermeni soykırımı” olduğuna “Evet” dediği gibi, totalitarizm yıllarında Türk Müslümanlara, Pomak Müslümanlara ve Çingene kardeşlerimize karşı işlenen cinayetlere, “soya dönüş” trajedisine bile “Olmamıştır” deyip, katillerin yargılanmasını, halkın adalet karşısında huzur bulması yolunu kesti. Bu olayların ört bas edilmesinde Ahmet Doğan’a bağlı yetişen ve Rus sermayesiyle Bulgar yazılı basının yarısını ele geçiren Daniyel Peevkis basın tekeli kamuoyunu baskı altına aldı. TV 7 gibi gerçeklere parmak basan TV yayınları kapatıldı. Radyo programlarına haber kanalı sansürü uygulandı. Totalitarizmin özüne bakan tüm gözler kör edildi. Ne var ki, karalanmak istenen olaylar yalnız Türk ve Pomak Müslümanlarla ilgili ve sınırlı değildi. Totaliter Bulgar rejimi büyük sayıda Doğu Avrupa sosyalist ülke vatandaşına da mezar kazmıştı. Yalnız Batı Rodoplar’da Pomak köyleri boyuna gerilen elektrikli sınır setlerinde 134 Alman hürriyet ararken ölüm buldu. Bulgaristan’a tatile gelen binlerce Doğu Alman, Çek, Macar vatandaşı, Leh ve başka milletlerden gençler tutuklanmış, zulüm görmüş, öldürülmüş ya da zindana atılmıştı. Bu zulüm hep totaliter devlet tarafından imzalı kaşeli emirlerle, silahlı kişilerce, devlet makamlarınca, sorgu odalarında yapılan işkencelerle gerçekleşmişti. Kayıplara karışmışların listesi yüzlerce sayfadır. İşte böyle bir ortamda, Bulgar demokratik toplumu baskıyı yenip başkaldıramazken, Alman Hana Arend Merkezi inisiyatifi ele aldı ve T.C. Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği (BULTÜRK) Başkanı Rafet Ulutürk ile birlikte Sofya’da “Sofya Pres” basın merkezinde bir uluslararası basın toplantısı düzenlediler. Bulgarlaştırma katilleri nihayet mahkemeye veriyor...


Makale ve Analizler - 2016

133

Alman Hana Arend Merkezi, soya dönüş sürecindeki “Bulgarlaştırma uzmanları” emekli generaller Georgi Tanev ve Kostadin Kotsaliev’i 10`dan fazla kişiyi öldürmeye teşvik ettikleri gerekçesiyle mahkemeye veriyor. Başkent Sofya’daki Bulgar Telegraf Ajansı Basın Merkezinde 22 Ocak 2016 tarihinde düzenlenen toplantı esnasında, Hana Arend Merkezi, Bulgaristan Başsavcısı TSATSAROV’un talebi üzerine komünist döneminde işlenen suçlarda zaman aşımının kaldırılmasına dair Ceza Kanunu’nda yapılacak değişikler hakkında görüşünü açıkladı. 2014 yılının sonbaharı’nda Ceza Kanunun’nda değişiklikler yapılması ve komünist döneminde işnenen suçlarda zaman aşımının kaldırılması taslağının, Korman İsmailov, Tsveta Karayancheva, Metodi Andrev, Djema Grozdanova, Dimitar Glavchev, Altimir Adamov, Petar Slavov, Boris Stanimirov, Vili İlkov, Nikola Hadjiyski, Georgi Georgiev, Martin Dimitrov, Nayden Zelenogorski tarafından, Bulgar Halk Meclisi onayına sunularak mutlak bir çoğunlukla kabul edildi. Ancak 22 Aralık 2015 tarihinde Bulgaristan Başsavcısı Tsatsarov Anayasa hakkından yararlanarak ve Anayasa Mahkemesine başvurarak, ülkedeki yabancı düşmanlığı teşvik edebileceği gerekçesiyle değişiklerin iptal edilmesini talep etti. Sofya’daki toplantı bu girişimi durduran başvuruda bulundu. Burada dikkati çeken nokta şudur.. Bu toplantıya, başvuruyu imzalamaya Sosyalist Parti (BSP) ve Hak ve Özgürlükler Partisi (HÖH - DPS) partisinden hiçbir temsilcinin gelmemesidir. Bu toplantıda Bulgaristan Türkler, Pomaklar ve Çingene Müslümanlar BULTÜRK Başkanı Rafet Ulutürk ve komünizme karşı mücadele yıllarında, sürgünde kurulan Demokratik Lig Genel Sekreteri Sabri İskender oldu. Diğer göçmen dernekleri, Hatta “Belene” ölüm kampı mağdurları derneği temsilci göndermediler. Anlatıldığına göre HÖH yönetiminden gelen baskı ve tehditler Sofya’ya yola çıkanları durdurmuş ve basın toplantısına katılıp beyan vermelerine engel olmuştur. Son gelişmeler Bulgaristan’da HÖH - DPS partisinin halk düşmanı, katilleri koruyucu, demokratik dönüşümleri engelleyen ve diğer ilerici ve demokratik güçlerin hürriyetçi demokrasiye doğru yenilenme ve totalitarizmden arınma mücadelesini baltalayıcı çalışmalarını herkese göstermiş bulunuyor. Gerçekten de Bulgaristanlı Türk Müslümanların anti-totaliter ve anti-komünist hak ve özgürlük hareketlenmesini örgütleyip başlatan ve 1989 Mayıs İsyanı Bayrağını 8 yükselten Demokratik Lig partisi idi ve bu davayı bugün sivil toplum kuruluşlarının başını çeken BULTÜRK tarafından yönetilip yönlendirildiğine tanık oluyoruz. Bulgar toplumunda 1989 Kasımında Todor Jivkov’u devirme onuru olduğu gibi, 26 yıl sonra olsa da, totalitarizm köklerini çıkarıp yakma şerefi de yine Türklere düşüyor. Devam edecek.


134

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Saldırgana: Dur! Denmelidir

Dr. Mustafa Kahraman-24.Ocak.2016

Konu: Stratejik Planı Var. Rusya dehşet topunu yuvarlamaya devam ediyor. Bir yandan Suriye’de yurtsever cephenin mücadele verdiği yörede temizlik harekâtı için Akdeniz’deki savaş gemilerinden komandolarını karaya çıkarırken, Kamışlıyı gözüne kestirmiş Türkiye sınırına yeni bir askeri üs kurma planını açıkladı ve konuşlanmaya hazırlanıyor, aynı zamanda terör örgütü PKK ile ortak eylem gerçekleştiren PYD güçlerinin alanını genişletmeye çalışıyor. Artık tüm Yakındoğu ve barışsever dünya Rusya’nın Yakın Doğu saldırı ve yayılma planının ardında, ölmüş bitmiş bir dikta rejimi olan Başer Esat’ı ayakta tutarken, sözde “demokratik” bir seçim hazırlayarak bölgeye iyice yerleşmek ve Yakın ve Orta Doğu’nun yeraltı ve yerüstü zenginliklerinde söz sahibi olmaktır. Anlaşılan Rusya lideri Putin, içine düştüğü ekonomik ve mali bataklık faturasını Yakın Doğu halklarına ödetmek peşindedir. Rusya ülke ekonomisini ve maliyetini kilitleyen, 2016 bütçesinin bağlanmasına engelleyen, bir US Dolara 80 Ruble, bir Euro’yu da 85 Ruble eden kötü tırmanmaya birbaşka çözüm bulamıyor. Geniş sosyal tabakanın % 10 düşürülmesi de diriliş ufku açmadı. İşte böyle çok gerin bir ortamda Putin Rus askeri gücünün Batı askeri gücünden üstün olduğunu anlatmak için Akdeniz’deki füzeatar gemilerden birinin güvertesine Batı basınından bazı gazetecileri davet etti. Onlara, Hazar Denizi’nde üslenmiş olan “Dağıstan” adlı Rus savaş gemisi güvertesinden 26 “Kalibır” kanatlı füzesiyle Suriye’nin bombalanmasının dünyada sözde “askeri güçler dengesinin Rusya lehinde değiştiğine” kanıt olduğu anlatıldı. 30 yıldan beri kışkırttığı ve silahlandırdığı PKK terör örgütü ve yeni onların eğitip konuşlandırdığı PYD’yi ardına alarak Suriye’de güçler dengesini bozmaya çalışan Rusya bütün komşu devletler ve Yakın Doğu’nun barış, güvenlik ve huzuru için bütünüyle ve çok uzun sürecek bir dönem olarak büyük bir tehlikedir. Hedefi, Avrupa’ya uzanacak Arap Yarımadası doğal gaz ve petrol boru hatlarının yolunu kesmek, petrol fiyatlarının yeniden yükselmesini sağlamak ve yapabilirse bu karlı işten elde edeceği kazançla silahlanma yarışını tırmandırmaya devam etmektir.


Makale ve Analizler - 2016

135

Bu gidiş, Suriye topraklarında sığınmacıların kalacağı 90 km uzun ve 61 km derin güvenlik kamp alanı inşa edilmesini baltalamak, sığınmacıları Türkiye, Lübnan ve Ürdün sırtında bir kambur olarak bırakmak ve bölge ülkelerini sıkıntılı yaşama zorlamaktır. Putin’in bu planının bir yönü de Avrupa Birliği’ni, Şenken serbest seyahat bölgesi oluşturulmasını çökertmeyi hedefliyor. 28 devletin birleşmesinden oluşan yeni Avrupa Birliği Putin için en büyük tehlikelerin başında geliyor. Onu zayıf düşürmek Putin’in stratejik planlarının başında geliyor. Bu planın ilk halkasında, İngiltere’de AB’den koparılması ve bu arada Polonya, Macaristan ve Çek Cumhuriyeti’ni de iç tel örgülü sınırla topluluktan ayırmak vardır. Avrupa Birliği’nin Kırım Adası’nın ilhak edilmesinden ve Doğu Ukrayna’da Donesk bölgesinin idari olarak Kiev’den koparılması sert tepkili olan AB ve ABD birlikte hareket ederek 8 ay önce Moskova’ya ekonomik ambargo uyguladı ve Rus oligarşi zenginlerin Batı bankalarındaki paralarına el koydu. “CU-24” askeri uçağını düşüren ve Rus saldırgana ilk “DUR!” diyen devlet olan Türkiye Cumhuriyeti de Rusya’ya karşı ekonomik önemlerini almış bulunuyor. Genel bakış açısında barıştan, güvenlikten ve saldırganı durdurmadan yana bir eğilimin güç topladığını görüyoruz. NATO’nun Suriye’de Rusya konuşlanmasına, Kamışlıya Rus askeri üssü kurulmasına seyirci kalmayacağı açıklandı. Aynı zaman’da barının gevşeklik ve kararsızlık dönemi de tamamen sona etmiş durumdadır. ABD Başkan Adaylarından Hilari Klingtoon, “Rusya ile başka dille konuşma zamanı geldi,” dedi. Bu arada Batı basını DEAŞ (IŞİD) subaylarının Saddam zamanında Rusya akademilerinde eğitim almış askerler olduğunu konu olarak işlerken şöyle bir gerçek de basına düştü. Paris’teki son “Bataklan” saldırısı meydana geldikten yalnız 2 dakika sonra Putin’in Fransa Cumhurbaşkanına “baş sağlığı için telefon açması”, Putin’in olayın kundaklanacağını önceden bildiğine kesin işarettir. Bu örnek birkaç defa tekrarlanınca dünya kamuoyunun dikkatini çekmiştir. Bu tuzaklar Putin’in kendisini sözde “dünya demokratik güçleri cephesine atabilmesi ve anti-terör cephesinde yer alması için gerekli görülmüştür.” Basın, Putin’in bir “demokratik” ve “Anti-terörist” maske takabilmesi için 199’ların sonunda Rusya’nın değişik yerlerindeki terör olaylarını da tertipletenlerin başında olduğunu yazdı. Bu gelişmelerin bir kartopu gibi büyüdüğüne işaret edenler, son günlerde Ukrayna’nın Batısında olan Moldavya’da Rusların hareketlendiğine, Kişinev meydanlarında bayrak kaldırıp hükümet ve Cumhurbaşkanı aleyhinde gösteriler yaptığına dikkat çekiyor. Putin’in Ukrayna ile Moldavya arasında bulunan Prednestroviye eyaletine el atması bekleniyor. Çünkü sözde o eyalette yaşayan nüfusun çoğu Rus dili ko-


136

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

nuşuyormuş. Moldovyalılar, Tatarlar, Bol garlar, Gagavuzlar ve bu topraklarda yaşayan diğer azınlıklar yeni bir Rus istilası endişesiyle yaşıyor. Rusya’nın Ukrayna’yı atlayıp Moldavya’yı ezmesi, eski kıtaya yayılma siyasetinde çok tehlikeli bir aşama olacaktır. Herkesin bildiği üzere 1877’de Rus Çarı II. Aleksandır Bulgaristan’ın Varna limanına çıkarda yapmış, İkinci Dünya Savaiı’nda bu olay tekrar etmiş ve sanki “bibi bekleyin geleceğiz” anlamında olmak üzere, şimdi, de Varna yöresine 35 bin Rusyalı yerleşmiştir. Rusya’nın Bulgaristan’a son siber saldırıları ve özellikle de bir Rus ajanı olduğunbu artık Bulgar basını da yazan ve yorumlayan Ahmet Doğan’ın 17 Aralık 2015’te HÖH - DPS partisinin Avrupacı ve Atlantikçi yönetiminin başını kesip sokak köpeklerine atması bütün kamuoyunu endişelendirdi. Herkes emir yükseklerden geliyor, yorumunu yaptı. Dünya 2016’nın ilk ayında böyle çok gergin bir ortamda girmiş bulunuyor. Savaş güçlerine köpeklik edenlerin hepsi düşmanımızdır. Barış ve güvenlik uğruna her zaman ve her yerde birlik olalım.

Koltuk Değneği - 5

Dr. Nedim Birinci-26.Ocak.2016

Konu: Kendisine faydası olmayanın başka birine faydası dokunmaz. Bulgar hükümeti uzmanları 2016 yoksulluk çıtasına 300 leva dediler. Sendikaların hesaplamasına göre 4 kişilik bir Bulgaristanlı aileye gıda, kira, okul, elektrik, su, ısı ve sağlık hizmetleri için ayda ortalama 2 bin 242 leva gerekti. Bizim Türk, Pomak ve Çingene emekliler genellikle 157 leva emekli maaşı alıyorlar. Tarım emeklilerinin aylık geliri bu kadardır. Bizim insanlarımızın hepsi yoksulluk çizgisinin 2 defa altında geçinmek yani sürünmek zorundadır. Onlar, fakirlik çıtası altında sefiller arasında yaşamak zorunda olanların % 60’ıdır. Hükümetin belirlediği en düşük geçim endeksi, yaşayabilmek için ayda en az 300 levaya ihtiyacın var anlamındadır. Çocuklara gelince 2015 yılında annelerin % 84’ü ayda 350 leva çocuk parası almışlar. Yani 350 leva / 170 Euro / ödenen çocuklar çıtanın 50 leva yani 25 Euro üzerinde bulunuyor.


Makale ve Analizler - 2016

137

Geçen sene Bulgaristan’da genç işsizler sayısı artarken, dış ülkelere kaçan yükseköğrenimle uzman sayısı da 2 defa yükselmiş, ülkede kalan, aile sahibi olup devletten sosyal yardım isteyen genç ailelerin sayısı da % 34 artmıştır. Ülkede genel ekonomik durgunluk bir yana, dış borçlarımız da 24 milyar Euro’yu buldu. Hükümetin, hükümet ortaklarının ve hükümet dolayında yalakacılık yapanların hiç bir önerisi tutmuyor, halkı aldatanlar kendileri de artık kör sokağa geldiler. İleri ne gidiş, ne çıkış ne de başka dönemeç var. Devlet yönetimini, devleti soyup talan etme ve Çarı donsuz bırakma olduğunu sananlar, artık kendi kabuğuna sığınmak, saklanmak ve büzüldükleri yerde sonlarını beklemek zorundadırlar. Halkı aç bırakmak, ne üstün zekââlemi, ne namusluluk ne de milli menfaatlere sadakat emsalidir. Günümüz Bulgaristan’ındaki durum 1945’te Çarın tarih kuyusuna itildiği ve 1990’da totaliter halk düşmanlığının diri diri gömüldüğü zamandan daha gönül açıcı değildir. 50 yıllık bir ağacı devirsen, köklerini söküp çıkarmadan, açılan çukura iyi toprak ve gübre doldurmadan hiçbir şey yapamazsın, yerine yeni fidan dikemeyeceğin gibi, sürüp ekip biçemezsin. 10 Kasım 1989’da Todor Jivkov’un zulüm rejimini devirdik. Devirdik de enkazı yerinde kaldı. Kökleri sökülmedi, çıkarılıp Bulgaristan bahçesinin dışına atılmadı, yakılıp külleri savrulmadı. Komünist partisi Sosyalist Partisi (BSP) olurken, Gizli Polis DS de boş durmadı. Türk Müslümanların kurduğu partinin (HÖH - DPS) başına kendi ajanlarını bela etti. Hatta eğittiği baş ajan olan Ahmet Doğan’ı istediğiniz gibi kullanın diye Rusya gizli servisi (KGB) casus merkezine kiraya verdi. O gün bugün, yıkıldı dense de, yıkıldığından pek emin olmadığım komünist rejimin güya “demokrasi” biçiminde ayakta durması için koltuk değneği rolü görüyor. Yani biz Bulgaristanlı Türkler, Pomaklar, Çingenelerimiz ve oy verdikleri sürece hatta soydaşlarımız, eğirilen ama çökmeyen, çökmüş olsa dahi kökleri sökülmeyen, sökülmüş olsa bile yakılıp külü saçılmamış bir rejime “koltuk değneği” yapacak kadar alçak bir durumda kullanıldık. Kullanılmaya devam ediyoruz. Bugünkü Boyko Borisov hükümeti de totaliter dönemin polis, milis, savcı, sorgu amiri, gardiyan, sopacı, dayakçı ve 1984 - 1989 döneminde Türklere karşı birlikte hareket ettikleri tankçı, topçu, piyade vb asker ve subaylarının partisidir (GERB) ve aynı köhnemiş ve insan düşmanı davaya hizmet etmek için görev başına gelmiştir. 26 yıldan beri sözde politik irademizi temsil eden HÖH partisi, yaptığı kötülüklerin bilincinde olan Ahmet Doğan, büyük bir baskı altında tutarak devamlı kullandığı, Güner Tahir, Osman Oktay, Kasim Dal ve Lütfü Mestan bu “koltuk değneği” siyasetinde rol almıştır. Şahsi kazanç sağlamıştır. Halkımıza yalan söylemişlerdir. Etnik halk topluluğu olarak azınlık haklarımızı elde


138

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

etmemizi engelleyen suçlu siyasi kadrolar sürüsündendirler. Geçen sene ve iki yıl önceki Oreşarski hükümeti zamanında çekilen dış kredilerin, büyük ölçekli borçlanmaların hepsine HÖH - DPS partisi oy vermiş, pay almış ve ödemeyi halka yüklemiştir. Bu ulusal hainliktir. İşte bunları yapanların bugün “ulusal menfaatlerden” dem vurması günahtır, suçtur. Hepsi tutuklanmalıdır. Şimdi artık çöküşün yükü çok arttı ve yakında “koltuk değneği” de eğirilip kırılacaktır. Hepimiz sefiller çizgisinin altında sürünenler arasında olduğumuza göre bu işe “koltuk değneği” dayanmaz. Ve belki de biz hepimiz birkaç yıl daha dayanabilirsek Bulgaristan’da totaliter komünizmin, diktatörlükler rejiminin Bağdat’ta Saddam Hüseyin, Kiev’te V.İ. Lenin ya da Berlin’de “Soğuk Savaş Duvarı”nın yıkıldığı gibi yıkılacağına şahit olacağız. Ne yazık ki, 26 yıl sonra bile Bulgaristan’dan benzer bir örnek veremiyoruz. Hatta 2 yıl önce Plevne köylerinde HÖH partisinin seçim kazandığı köylerde diktatör Todor Jivkov’un yeni bronz büst anıtının açıldığına, Kamçiya’da “General Tolbuh”in anıtı dikildiğine tanık olduk. Bunlar bizde HÖH koltuklu totalitarizm ağacının 26 yıl sonrada ötede beride koltuk verdiğine, köklerinin yaşadığına, fırsat bulsa sert bir dikta rejimi şeklinde fışkırmaya hazır olduğuna kesin örneklerdir. Öte yandan, bir ağızın eğirilmesi yada budanması onun öldüğü, yok olduğu, yeniden filizlenemeyeceği anlamına gelmez. Burada can sıkıcı olan binlercemizi hapse atan, “Belene” ölüm kampında ezen, sorgusuz yargılayan, mahkemeye çıkardan hakkımızda karar alan, isimlerimiz değiştirilirken üzerimize ateş açan, birçok kardeşimizi kurşunlayan bugünkü rejimin eski faşist-totaliter dikta rejimlerinin devamı olduğunu görememiş, tanıyamamış olmasıdır. Daha doğrusu iradesini teslim etmiş ve tanımak istememiş olmasıdır. Bu gerçeği Geçen hafta Sofya “Sofya Pres” basın merkezinde “totalitarizm suçlularının zaman aşımına uğramasını önlemek” amacıyla düzenlenen uluslararası basın toplantısına gelmeyişlerinde bir daha dikkati çekti. Ezilenlerin, öldürülenlerin, zindanda çürütülenlerin, sefalet çıtasının 2 kat altında sürünenlerin partisiyim derken ağızı köpüren, zulüm görmüşlerin iradesini temsil ettiğini ifade eden HÖH partisi bu basın toplantısına temsilci göndermedi, gelmedi, bir dayanışma mesajı bile göndermedi. Bulgaristanlı ve soydaş mazlumları Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği (BULTÜRK) derneği ve Başkanı Rafet Ulutürk temsil etti. Bu toplantıda HÖH - DPS partisinin bir saray partisi olduğu, halkın güvenini yitirdiği, seçmen kitlesinden koptuğu, önümüzdeki aylarda yapılacak erken seçimlerde oylarının % 30’unu daha yitireceği ve politik sahneden düşmemek için GERB partisine “metreslik yaptığı” hem göründü hem de dile geldi.


Makale ve Analizler - 2016

139

İşte böylesi çürümüş ve kokuşmuş bir ortamda, halkın arasına inmek için Ocak soğuklarını ve her yerin buz kesip donmasını bekleyen üçlü başkan ekibinden olan ve Ahmet Doğan’a hemşeri yakınlığı ve DS hizmetinde işbirliği ile bilinen Ruşen Rıza 22 Ocak 2016 tarihli “24 Saat” gazetesine demeç verdi. Bu yazıyı bekleyenler, buzlu kış ortamında Bulgaristan bataklığının kokmadığını anlatmasını değil, ya da açlıktan midesi beline yapışmış insanların “ne kadar sesiz ve sakin” olduklarını yazmasını değil bazı çok önemli konularda açıklamalarda bulunmasını bekliyordu. Ruşen Rıza Dikme ve Kabil gibi 2 Tarım Bakanına Yardımcılık yapmıştır. Bilindiği üzere işte bu dönemde Karadeniz sahilimizin en gözde yerleri, kumsallar dere tepelerle değiştirildi. Bu sözde alış verişle devletimiz soyuldu, zenginler daha da palazlandı, kumsallarımız beton yığını oldu. Bu trampaların ardındaki büyük devleri, oligarşi kodamanlarını, dalavereci dolandırıcıları, rüşvet verenleri, parsa toplayanları tanıyan, bilen, telefonları kaldırıp cevap veren kişi Ruşen Rıza idi. Biz ondan bu gerçekleri anlatmasını, belgelerle ispatlamasını bekliyorduk. Çünkü HÖH oylarıyla başbakan olan Filip Dimitrov ve daha sonraki Saks Koburgotski başbakanlığı zamanında dönen dolaplar Bulgar komünist totaliter bünyesine can suyu veren ve onun yaşatan soygun dönemleridir. Ruşen Riza bu bataklığın içindeydi, suyundan içti ve zehrini yuttu. Bu gerecekler ne kadar acı ve kötü olursa olsun, uçları komşu köylüsü Ahmet Doğan’a ne kadar dokunursa dokunsun hepsini kusmalıdır. Bunu yapmazsa onu n bekleyen kader de Güner Tahir, Osman Oktay, Lütfü Mestan ve Kasım Dal’dan farklı olamaz. Tabii onun susmasından doğan başka bir şans daha var: O susabildikçe, Ahmet Doğan hainliğini korudukça, HÖH başkanı, ardından parti meclis grubu başkanı da sonra Sofya parlamentosu başkan yardımcısı olabilir. Yanına verilen iki zavallıyı kolayca sollayabilir. Çünkü hırsızlıkları, tuzakları, dolapları, talanı ve soygunu bilen ve gizleyen bir kişidir. Halkımızın 136 yıllık çilesinden başka her şeyi yutup susabilir. Fakat halkımızın öz geçmişi çok acı olduğundan onu yutamaz, yutsa bile yerinden kalkamaz, ya da komşusu Ahmet Doğan gibi kendisini bir yerlere gönüllü hapsettirir. Sözünü ettiğimiz hainliği gizlemek onun boyundan büyüktür. O, vicdanı olmadığı için vicdan azabı çekmeyen biridir. Vicdanı neden mi yok. Halkına ihanet eden hainlerin vicdanı yoktur. Onun gönlünde olan sayar hademeliğidir. Obir hiçtir. Halkımızın sefilliği üstüne basarak yükselme heveslisi bir zavallıdır.


140

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

HÖH Dönemeci

Osman Bülbül-29.Ocak.2016

Konu: Yeni Bir Başlangıca Doğru 1990’ın 4 Ocağında Varna’da kurulan Hak ve Özgürlükler Hareketi’nin (HÖH-DPS) pili bitti. Her şeyin bir başı bir de sonu vardır. Bir fener karanlıkta ışık veriyorsa, yolcu onu taşımaya devam eder, verdiği ışık kendine yetmiyorsa, yolcu onun yol kenarındaki taşın üstüne bırakır ve yoluna devam eder. HÖH’ün öz geçmişi de buna benzedi. HÖH partisi bir dönemece geldi. Yürünecek yol kendisi için de karanlık olduğundan, ya fenerden ya da bu yolu daha ileri yürümekten vaz geçecektir. Dönemece bu yılın Nisan ayında partinin 9. Olağan kurultayında girileceği artık belli oldu. Parti durdu, 17 Aralık 2015’ten sonra solumaz oldu. Herkes ürktü. Havanın sıfırın altında 15-20 derece. Her yer buz kesmiş. Kendisinin doğup büyüdüğü Dovruca engini 70 sm kar kış altında kalmışken, 26 yıl önce kendini parti lideri ilan eden ve ömürlük tutulmuş köy çobanı gibi köyde koyun kalmasa da, köylü beslemesi gibi yiyip içmeye devam eden Ahmet Doğan “başınızı Kuzeye çevirin” dediğinde insanımız onun yeni emrini dinlemedi. Yaşanan soğukların, kasıp kavuran felaketlerin kuzeyden geldiğinden, herkesin umudu Doğuda ve Güneyde idi. İnsanımız Türkiye’ye bakmaya devam etti. Eski Genel Başkan Lütfü Mestan ve arkadaşlarının siyasetçi olarak giyotinden geçirilip, kellerinin mahalle deresine tekerlenmesinden sonra, halk arasında konuşulan şudur: Afrika sahrasında Aslanların yaşayışında şöyle bir özellik vardır. Bu sezon çiftleşmeyi hangi erkek yapacak kavgası sona erdikten sonra, galip gelen dişi aslanlar hareminin tek efendisi olur. Eşinden sonra, kızlarını, yengelerini, eltilerini, hala ve teyzelerini düz geçer ve ayların geçmesi ve çalılıkların arasında birçok yavru aslan birden koşuşmaya başlayınca, sahranın kralı aslan birden bire durup ve sanki düşünüp karar alır. Aslında korku içgüdüsüne göre hareket eder ve boğduğu yavruları analarına zorla yedirir. “Ben sizi sevdimse, bir sürü yavru doğurun demedim! Doğurduğunuzu yiyin ve etrafı temizleyin!” anlamına gelen bu hareket, başka hayvan türlerinde gözlenmese de, Aslanlar için bir kader çizgisidir. Yaşam tarzı belirleyen çok önemli bir özelliktir. Sanki aslanların yavruları büyüse sahra bozkırı kalabalık sürüye dar gelecek! Sanki baba aslan avlanıp hepsini besleyemeyecek! Sanki yavru aslanlar çete kurup kart kralı devirecek.


Makale ve Analizler - 2016

141

Ormanlar kralının tek başına krallığına sanki zamanından önce son verilecek! Bu nedenlerden herhangi biri geçerli de, tam hangisi olduğunu şimdilik söyleyemem, çünkü bilmiyorum. Ana, kız, yenge ve teyzelerin toplanıp doğurdukları yavruları gözyaşı dökmeden, homurdana homurdana yemeleri de yanıt bekleyen başka bir soru ve kanıbalizmdir. HÖH partisi içinde halktan, demokrasiden, özgürlüklerimizi elde etmeden yana düşünen ve direnenlerle hesaplaşma daha partinin kurulduğu gün Varna’da başladı. Sofya’da çalışan Rodoplu Türk-Müslüman inşaat işçilerin katılımıyla “Vitoş” Dağında 1986’da kurulan gizli, “Özgürlük” derneğinin başkanı Halim Pasajov, 04 Ocak 1990’da Varna’da HÖH Tüzüğüne “Bulgaristanlı Türk Müslümanlar Türk Milletindendir” yazılmasını istedi. Ahmet Doğan ile bu toplantıya katılan daha 12 gizli polis DS ajanı, güya mazlum “Bulgaristan Türkleri Bulgar Ulusundandır” deyince, kurucu meclis parçalandı. Pasajov toplantıdan, “öyleyse mücadelemiz anlamsızdır” dedi ve HÖH’ten ayrıldı. Oysa Ahmet Doğan Pazarcık cezaevinde kitap okuyup, Smolyan Balkanındaki Sovyetler Birliği Büyük Elçiliği dağ evinde “Vodka” içip KGB adına HÖH - DPS liderliğine hazırlanırken, Halim Pasajov Rodoplar’ı, Gerlovo’yu, Deliorman ve Dobruca’yı köy köy gezerek Kurucu Meclisi hazırlamış ve toplamıştı. Onun Tüzük’ün içeriği kavgasında şehit düşmesi HÖH davasına büyük zarar verdi ve onarılamayan bir yara oldu. HÖH içinde ilk bölünme ve parçalanma daha ilk gün, ilk toplantıda en temel konuda oldu. Böylece Ahmet Doğan sayesinde Bulgar gizli polisi HÖH davasını yanlış bir temele oturttu, hedef saptırıldı, çıkmaz sokak seçildi. O günden beri 26 yıl geçti, HÖH feneri söndükçe söndü, fitili ve gazı bitti. Bu 26 yıl içinde 5 - 6 kez “U” dönüşü yapıp Bulgaristan Türk halkının öz davasına, hakları ve hürriyetleri, doğal ve evrensel insan haklarına, anadil, din ve geleneksel yaşam tarzı, özgün kültürle ve evrensel medeniyetle yaşama davası şahlandı. Fakat hep kurban aldı. Aslan örneğinde olduğu gibi kendini HÖH kralı yerine koyan, saray bekçisi Ahmet Doğan kendisine başkaldıranların hepsini boğdu ve davamızın anası olan HÖH değirmeninde siyasi ve toplumsal kişilik olarak öğüttü. Daha 1992’de yok edilen saygın şahsiyetlerimizden biri Şumenli milletvekili Mehmet Beutulov oldu. Ardından Türkçülük bayrağı kaldıran Adem Kenan düştü. Daha sonra Kırcaali aydınlarından öğretmen-milletvekili Mehmet Hoca saf dışı edildi. Bu cümleden kurban olanların sırasını siz de biliyorsunuz. HÖH Genel Başkan Yardımcılarından Güner Tahir, Osman Oktay, Kasım Dal, parti Gençlik Örgütü Başkanı Korman İsmailov, en sonunda Genel Başkan Lütfü Mestan, milletvekili ve Bulgaristan Türkleri Milli Şura Başkanı Şabanali Ahmet, milletvekili Hüseyin Hafızov ve daha birçokları kurban edilmiştir. Hepsi, Aslanın


142

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

orman krallı davasının, sürüyü büyütmeme, gençleri öldürerek sürüyü kocatma ve yok etme, bu iş benimle başladı benimle biter davasından siyasi ve katliam halkalarıdır. Sırada şimdi kurbanlık için seçilmiş üç yeni kınalı kuzu var. Kocamış katil artık birle ikiyle yetinmiyor, kurbanlarını üçer beşer seçiyor. 17 Aralık 2015 gecesi de dört kurban birden aldı. Ve bu üçü de daha 4 aylık körpecik iken Nisan 2016’da kurultayda ezilecek ve üzerlerinden silindir geçecek ve hiç biri bir daha ayak üzerine kalkamayacaklardır. Etrafındakilere bir bakmaları yeterlidir. Onlardan önce kurban edenleri yok eden hep görülmeyen bir el, bir sistemdir. İntikam alacak kimse yok. Katili “sarayda” saklamışlar, koruyorlar. Bu katil ölse bile, korkusu daha nice yıl yaşar. Halk başına gelenleri unutamaz, kafasına geçirilen çorabı üç beş yılda sökemez. Balonu patlayan Genel Başkan Lütfü Mestan’ın çok yakında düşürüleceğini, siyasetçi olarak sıfırlanacağını, çöp kofasının dibine atılacağını daha altı ay önce yazdık, çizdik, haber verdik, uyarmıştık. Türkçe bilmediğine yazdıklarımızı anlayamamış olabilir. Bizim yazdıklarımızı tercüme ettirmek için çevirmen tayin etmişti, fakat çevirmen de yeni siyasi çizgiyi anlamakta zorlanmış, örneğin “bu gidiş, gidiş değil” deyimini tercüme edememiş. “Bu eşekten düşen kalkamaz!” atasözümüz için de “Bulgarcada böyle bir şey yok” demiş. Yok ama adam düştü ve kalkamıyor işte! Yeni üçlü Başkan grubu da yazımızı bir uyarı olarak algılayabilir. Ne ki, paçayı kurtarmak için onların ne ideolojik, ne politik, ne örgütsel, ne de şahsen yapabilecekleri hiç bir şey yok. Bu şahıslar Ahmet Doğan beslemesidir ve onun tarafından kurban edilecektir. Ahmet Doğan’ın nezdinde hiç biri bir köy çobanı bile değildir. Kapıdan köpek gibi kovuldukları an kuyruklarını toplayıp saklanacak yer aramak zorunda kalacaklardır. Bu üç Başkanın hiç birinin kökü soyu yoktur. Yaptığı ve yapabileceği bir şey de yoktur. Çünkü onlar ağıcın içinde olan kurt olmayıp, olayların dışında kalmışlardır. Uzaktan havlayan köpekten korkmaya gerek yok. Bir düşünsek, Ahmet Emin “saray” kurduydu, kendi kendini öldürdü yani intihar etti, dediler. Olay öyle ki “saray” içinde insanı çıldırtan, intihara teşvik eden Rus psikolojik baskı sistemi var ki, sonuçları da ortadadır. Biz yalnız Ahmet Emin olayını biliyoruz. Çünkü iki çocuk babası, tabutu “saraydan” çıktı, Unutulmuyor. Şu Ayselin gelin olayı unutuldu mu? Hani yine şu Sofya sağunun her yeri dondurduğu kış günlerinden birinde, bir karanlık ve sert kış gecesi gelinimiz saray kapısından bahçeye çıplak atılıştı. Bekçiler tarafından bir battaniyeye sarılıp, baba evine götürülmüş ve buz gibi donmuş evin kapısı önüne bırakılmıştı. Bu unutulabilir mi? Ne çeki be. Halkımız “gâvur çekisinden kötü” derken bunu kastetmiştir.


Makale ve Analizler - 2016

143

Anlatmaya çalıştıklarımız aydınlığı aramak için çıktığımız uzun yoldaki karanlık çeki duraklarımız oldu. Aldatıldığımızı çeke çeke öğrendik. Uyanmak için gözümüzü açtığımızda hep yeni bir başlangıç hayal ettik. 24 Ocak’ta yapılan başarılı Başmüftülük Kurultayından sonra, Nisan 2016’da yapılacak HÖH 9. Kurultayı bir silkinme, lider bozuntularından kurtulma, parti için diktatörlüğü yıkma ve kendi hak ve özgürlüklerimizi elde etmeye açılan yolu seçmek istiyoruz. Sloganımız “Ahmet Doğansız HÖH Partisi!” olmalıdır. HÖH partisi karanlığın en zindanına giren dönemece geldi. Fenerin gazı ve fitili bitmiştir. Deşiormanda ve Rodoplarda partinin kaleleri yıkılmış, insanların gönlü tamamen dönmüştür. Bu yol el yordamına yürünemez. Rus yıldızı bizi ısıtmaz. Partiye oy verenlerin emekli maaşı 154 levadır, bir ton odun 100 leva. HÖH yönetimi halka enerji verecek, halkı yüreklendirip yönetebilecek durumda değildir. Memleketimizin çöküşünden ve halkın sefaletinden sorumludur. Bir zenginler grubu, oligarşi tekel temsilcisi olarak biçimlenmiş ve halktan kopmuştur. Bu gidişle Türkiye’den oy almaları ihtimali de sıfırdır. Çünkü Türkiye Cumhuriyetideki 1 milyona yakın soydaşımızın hemen hemen hepsinin çifte vatandaşlığı olsa da, büyük kısmı vizesiz ve kaçak yollardan geldiği için, iki ülke arasında kaçakların sosyal sigorta primlerinin emeklilik, sağlık hizmetleri vb için yaptıkları ödemelerin tanınması gibi konularda sözleşmeye varılamadığından soydaş HÖH’ten soğumuştur. 26 yılda yaşları emeklilik kapısı çalan bu soydaş kardeşlerimizin geleceği, geçimi ve var oluşu söz konusu olduğundan büyük bir tepki yükseliyor. HÖH’e yönetimine karşı “beceriksizler”, “oyumuzu aldılar bir iş becermediler” homurdanması git gide yükseliyor ki, Nisan Kurultayına ve Bulgar erken seçimlerine bu tepkinin damga vurması bekleniyor. HÖH - DPS partisinin halkımıza verebileceği bir şey kalmamıştır. Yeni bir başlangıçta birleşmek zorundayız.


144

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

28 Gün Kaldı!

BG-SAM-29.Ocak..2016

Konu: Yan yana yaşama mı? Birlikte var olma mı? İyi komşuluk mu? 26 yıl yuvarlanan Bulgar tarihi en sonunda parçalandı ve özü göründü. 28 günden sonra 138 yıllık geçmişi olan bu devletin 500 yıllık Osmanlı dönemi gerçeği kantara konacak, röntgen edilecek ve “Osmanlı köleliği” ve “köle” şu kavramlarının özü, ağırlığı ve gelecek için anlam taşıyıp taşımadığı belirlenecek. Birinci terim Kölelik - “Osmanlı köleliği” Osmanlı imparatorluğunda Bulgarlar köle miydiler? Osmanlı imparatorluğu bir sömürge devlet değildi. Dünya tarihinin en büyük imparatorluğunu kuran Osmanlılar, bir köleci devlet kurmamış, köleci devlet düzenini ret edip olumsuzlayan bir devlet düzeni kurmuştur. Dünya tarihinde köleci imparatorluk dendiğinde Roma dönemi anlaşılır ki, M.Ö. 27 yılında kurulan Roma İmparatorluğu, M.S. 1453 yılında sona ererek, tarihe karıştı. Kuruluş yılı 1299 olarak gösterilen Osmanlı İmparatorluğu ise, İstanbul’un fethiyle 29 Mayıs 1453’te devlet bayrağını dikmiş ve 1923’e kadar dalgalanmıştır. Bu bakıma Osmanlı kölelik çağı sonrasında gelen feodal bir imparatorluktu. Yani, aynı çağda var olan İngilizlerin Afrika, İspanyolların Güney Amerika, Portekizlerin Brezilya vb. sömürgeleri gibi sömürgesi bile yoktu. Sömürgelerde yerliler köleydiler. Osmanlı vatandaşının tezkeresi vardı. Köleler bir meta gibi alıp satılabilirdi. Osmanlıdaki Bulgar köylünün işlediği toprak, sürüm yaptığı öküzler, sağdığı inekler, kırktığı koyunlar, aba dokuduğu tezgâh, kaytan büktüğü çıktık kendinindi. Kölelerin mal mülk edinme, serbestçe evlenme, aile kurma, çocuk sahibi olma gibi hakları yoktu. Afrikadan alınıp Kuzey Amerikaya götürülen zencilerin kölelikten kurtuluş savaşımları, insan hakları mücadelesi,oy verme ve seçilme kavgaları tarih yazmıştır ve geçen asrın ikinci yarısına kadar uzamıştır. Martin Luter King bu büyük kavganın kurban lideridir. Barak Obama ise dedesi Kenya’dan satın alınan bir kölenin ABD Devlet Başkanlığına seçilen bir kavga simgesidir. Osmanlı’da, Anadolu’da “köle - köle sahibi”, “köle ayaklanması” gibi direnişler olmamıştır. Günümüz Edirne Valiliği’nin Meriç ırmağı boyunda bir “Spartaküs yerleşim yeri ve turistik tesis” çalıştırma projesi Osmanlı dönemi tarihini canlandırma tasarımı değildir, çünkü Spartaküs, Antik Roma Cumhuriyeti’nde bir gladyatör. MÖ 73 - MÖ 71 yılları arasındaki köle ayaklanmasında yaptığı önderlik ile tanınır. Onun önderlik ettiği köle ordusunun Romayı ele geçirmek için savaştığı yıllarda “Osmanlı” sözü daha doğmamıştı. Bu açık-


Makale ve Analizler - 2016

145

lamayı yapmama neden ise, aynı yanılgının son yıllarda Bulgaristan’da da yapılması ve Bulgarların Spartaküs kökenli Traklar devrinden geldikleri gibi yeni tezlere ışık tutmaya çalışılmasıdır. Unutmayalım tarih tekerrürden ibarettir ama benzetmeli anlatılmaz. İnsan hakları açısından köle hukuku ile köle sahipleri hukuku farklıdır. Köle seçilemezdi. Oy kullanamazdı. Köle sahibi ile kölenin komşuluğu, dostluğu, eşitliği söz konusu olamazdı. Kölelerin hayvan gibi satıldığı insan pazarları vardı. Osmanlıda böyle bir olaydan hiç kimse söz edemez. Bulgar dilindeki “Çorbacı” terimi köy zengini, “raya” ise toprağı işleyen ve vergi ödeyen Bulgar köylüsüdür. Osmanlıda kaldığı 5 asırda Bulgarlar kendi ana dillerinde konuştu, öz adet ve geleneklerine göre yaşadı. Papaz Payisiy Hilendarskı (1722 - 1773) “İslav ve Bulgar Tarihi” eserini Osmanlı döneminde “köle ve kölelik” sözlerini kullanmadan yazdı. 3 Kasım 1839’da Tanzimat Fermanı’nın yayınlanmasından sonra Osmanlıdaki etnik azınlıklar geniş haklar elde ettiler. Gabrovo kentinde 1835’te ders yılına başlayan “Aprilska Gimnazya” Nisan Lisesi’nden sonra bütün köylerde Bulgarca eğitim ve öğretim veren ilkokullar, kasabalarda ortaokul ve liseler açıldı. Bugün Bulgaristan Türklerine bu haklar henüz tanınmamıştır. 60 yıldan beri anadilimiz Türkçe eğitim ve öğretim, özgün kültür mücadelesi veriyoruz. 1877’de Rus imparatoru II. Aleksandır Orduları Tuna ırmağını geçerek Plevne’ye saldırırken Rusçuk eyaletine bağlı olan bu kazanın köy ve kasabalarında toplam 322 Bulgar okulu eğitim veriyordu. 1872 Padişah Fermanıyla Bulgar Ortadoks Kilisesi bağımsızlığına kavuştu. Rum papazlar ve rahipler Bulgar kilise ve manastırlardan kovuldu. Onların yerini alan Bulgar din adamları ibadeti Bulgarca uygulamaya başladılar. Kilise bağımsızlığı Bulgar tarihindeki en önemli edinimlerden biridir ve Osmanlı döneminde elde etmiştir. Bu gerçekler dikkate alındığında, Osmanlı yıllarında Bulgarların köle olduklarından söz edilemez. Olayı kavram karışıklığı içinde eritip olmamış şeyleri olmuş gibi gösterme çabalarından kesinlikle vaz geçip devlet siyasetini yeniden gözden geçirme zamanı çoktan gelmiştir. Yanlış anlatılan tarihten düşmanlık doğar. Levski, Botev, Karavelov ve diğer Bulgar ileri gelenleri Bulgaristan’da dara düştükçe kapısını çaldıkları Bulgaristanlı Türk ve Müslüman komşuların değil, Osmanlı feodal devlet düzeni ve Padişahının düşmanıydılar ve sonunda Padişahı ve feodal düzeni deviren ise yine Türkler olmuştur. Bu kavga 1924’te Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla noktalanmıştır.


146

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgaristan’da 2016 ders yılı VI. Sınıf tarih kitaplarından “Osmanlı Köleliği” ve “köle” sözünün çıkarılması, “kölelik” kavramının yerine yan yana birlikte var olma değiminin getirilmesi, köy ve kasabalarda Türklerin, Bulgar, Yahudi, Ermeni ve diğer etniklerle birlikte var oluş şekline “komşuluk” ve “iyi komşuluk” gibi ifadeler kullanılması, tarihi ters yüz göstermeye çalışanları yeniden hareketlendirdi. Yapılan elektronik ankette ilk kez olmak üzere “kölelik”, “köle”, “Osmanlı esareti” gibi kavramların ders ve tarih kitaplarından çıkarılmasını isteyenlerin oranı % 52’yi buldu. Türk ve Osmanlı düşmanlığından başka yurtsever eğitim kaynak ve hedefi göremeyenler yine sokaklara çıktı ve kudurdu. BG Eğitim Bakanlığı’nın önerisinde 1739 -1813 yılları arasında yaşamış ve Osmanlı bağrında gerçekleşen, Bulgar Uyanış Çağı’nın (Rönesans) babası olarak gösterilen Sofroniy Vraçanski’nin eserlerinin milliyetçilik kışkırttığı için ders kitaplarından çıkarılması da yorum konusu oluyor. Yerine Daniel Dafo’nun “Robinson Kruzo” eserinin alınması da gündem oluşturdu. Şunu belirtmek yerinde olur, Bakanlık bundan 2 yıl önce Bulgar tarihinde “Osmanlı esareti” ve “köle” kavramlarına yer olup olmadığını Veliko Tırnovo ve Plovdiv Üniversiteleri Tarih Bölümlerinden sormuş, fakat hala yanıt alamamıştır. Bu arada, anti-Türk, anti-Müslüman ve anti Osmanlı yanı güçlü olan ve aileleri bu ruhta mayalanmış ve kışkırtılmış olan Kalofer, Karlovo ve Sopot gibi Balkan önü Bulgar kasabalarındaki hareketlenmeyi belediye başkanları, okul müdürleri ve öğretmenler kışkırtıyor. Der kitaplarının değiştirilmesine karşı, imza toplama kampanyası başlatılmışlar. Tarih kitaplarında düzeltme yapılmasına karşı imza toplayıp başkaldırıyorlar.Avrupa Birliği’nin tarihteki sivri uçların törpülenerek köreltilmesi, halklar arasında düşmanlık kışkırtan sanat ve tarih eserlerinin arka plana çekilmesi, halkların ve etniklerin birlikte yaşamasını ve uzlaşmasını engelleyen, düşmanlık kışkırtan eserlerin ders programlarından çıkarılması, benzer ruhlu sanat eserlerinin galerilerden alınması ve edebiyat eserlerinin de kütüphanelerden toplatılması bir direktife konu olmuştu. Aslında yeni asır kendini arıtma yolları ararken, Vazov’un eserlerinin 0,20 stotinkadan müşteri aradığına tanık oluyoruz, fakat ders kitapları söz konusu olduğunda, ruh kabarıyor.Bu konuda basında çıkan yorumlarda anti-Türk bir eylem başlatmaya gerek olmadığı, Türkiye Cumhuriyet devletinin 1924’te Büyük Mustafa Kemal Atatürk tarafından kurulduğu, Bulgar devletinin ise 1908’de ilan edildiği dikkate alınırsa, 16 yıl sonra kurulan bir devletin kendinden önce kurulmuş devletlere “köle” muamelesi yaptığını iddia etmenin saçmalık olduğunun altı çizildi. Bulgarlar Türk devletinde değil Osmanlı devletinde yaşamıştır, diye yazanlar oldu. Okul mevzuatından çıkarılması istenen bir başka eser de İvan Vazov’un “Esaret Altında” (Pod İgoto) eseridir. Bu kitap, İvan Vazov tarafından, Osmanlıya


Makale ve Analizler - 2016

147

karşı Bulgar asilerinin eğitildiği merkez durumunda olan bugünkü Ukrayna’nın Odesa şehrinde kaleme alınmıştır. Eserde olmamış olaylar olmuş gibi anlatılmış ve Bulgar çetecileri ve komitacılar Türklere ve Osmanlı Padişahına karşı kışkırtılmaya çalışılmıştır. 1850-1921 yılları arasında yaşayan İvan Vazov Bulgar edebiyatının tartışılmaz babası olarak kabul edilmiş olsa da, daha hayatta iken eseri “Nobel Edebiyat Ödülü” için teklif edildiğinde, ırkçılık ve düşmanlık kışkırttığı için onay bulmamıştır. Şimdi AB Edebiyat komitesi eserinde Bulgar ders kitapları listesinden çıkarılmasında ısrarlıdır. Yurtseverlikle milliyetçilik ve ırkçılığın birbirine karıştığı bir eğitim sistemi huzurlu bir toplum yaratılmasına temel olamaz. 28 gün sonra yani Şubat ayının son günlerinde Eğitim Bakanlığının ilgili komisyonu toplanacak ve halen yeni şekliyle kamuoyuna sunulan bu konular kesin karara bağlanacaktır. Bilindiği üzere Bulgaristan’da böyle bir tartışma 2000 yılında da yaşanmıştı. Almanya’nın Başkenti Berlin Hunbold Üniversitesi Güzel Sanatlar bölümünden yüksek lisans tezi savunan Bulgar ressam Bayan Todorova “Batak İzdivacı” konulu bir Leh ressamın tablosunu şiddetli milli düşmanlık içerdiği için sergilerden ve dergilerden atılmasını önermişti. O zaman da benzer gir kargaşa yaşanmıştı. Oysa Batak 1876 Olayları bir Müslüman düğününe komitacı asilerin saldırısı sonucu başlamış ve aslında bir Bulgar mezalimidir. Fakat Osmanlı döneminde hiçbir Bulgar ani başkaldırısının başarılı olamadığı gibi, o da bastırılmıştır. Leh ressam gibi birçok Batılı diplomat ve gazeteci o dönemde olayları çarpıtarak, Rusya’nın Osmanlıya saldırısına ve Batı kamuoyunu kışkırtmasına vesile aranmıştır. Olaylar artık gün sayımına bindi. Türk düşmanlığının mezarı kazılacaktır. 21. Yüzyılı Türklerle el ele verenler kuracaktır. İyi niyet, hoşgörü, iyi komşuluk ve tarihsel ibret her yerde mutlaka üstün gelecektir. İvan Vazov ile Sofroni Vraçanski eserlerindeki Türk düşmanı aşılayan zehirli özün Avrupa Birliği tarafından görülmesi büyük bir başarıdır. Bulgar tarih ve edebiyatından bu illetlerin çıkarılıp çöpe atılması, huzurlu bir ortamda birlikte komşu komşu yaşamayı arayanlara bir umut ve ağaran ufuktur. Nefes kesmiş bekliyoruz. Bakalım düşmanca didişmek mi?! Yoksa dostça birlikte yaşamak mı?! Ağır basacak!


148

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bahar Geliyor

Filiz Soytürk-30.Ocak.2016

Konu: Hangi Tohumu Ekelim? Kış derindi, kar kalındı, bu defa iyice buzlandık, derken, güneşin gülmesiyle dünyamız değişti. Bir şey var ki, bir türlü akıl erdiremiyorum. Kış hangi kapıdan girip hangi kapıdan çıktı? Kış kapısından girip bahar kapısından çıktı. Ne var burada bilinmeyen? Orası öyle de, bu durumda kışın girdiği cümle kapısı da, baharınki arka kapı mı? Girip çıkılması iyi de, kalan ne! Düne kadar 2 metre basıp “bu dünya benim” diyen kışın fışıltısı kulağımda. Bir de, biraz donmuş ve biraz da korkmuş olacağım ki, Korkut Dede’nin âdemoğluna insanlara ait (beşeri) hayat tarifinden bazı dizeler canlanıyor belleğimde: Hani dediğin bey erenler, (Tanrıya yaklaşmış olanlar) Dünya benim diyenler, Ecel aldı, yer gizledi, Fani dünya kime kaldı? Gelimli, gidimli dünya, Son ucu ölümlü dünya... Bir de bu yolda sıra, kuyruk, öncelik, özel koltuk numarası yok. Girip çıkan, gelip geçen çok, arda kalan iz yok. Avludaki kiraz ağacı kadar olamıyoruz! Haziranda kiraz dalı Çocuklar uzansın diye Yere doğru Eğilir. Biz hep kimdik Ve belki de biraz büzülmüş içimizde Öyle bir kokuyoruz ki Yapraklarımız düşer dibimize diye Uçmak istiyoruz yapraklarla


Makale ve Analizler - 2016 Ama nerelere?... İşte hemşerim Lütfü Mestan 18 yıl meclisin ön koltuklarında oturdu. Yüksek bir dalda erişilmez bir yapraktı Yağmur taşımayan buluttu Gürleri parladı, kimseye faydası dokunmadı Artık son sıranın en ucunda, kamera açısının dışında, Arda kapı açılsa dışarıyı boylayacakların İlk başında. Arkasında tohum mu bıraktı? Şu kış günleri uzanan çıplak dalın Yaprakları ne oldu? 18 yıl önce girerken cümle kapısından meclise, Hamam böcekleri kaçıştı. Şimdi gagaları, kanatları açılmış Koşuşuyorlar karanlıkta Parlıyor gözleri Son sırada da iz, iz kırıntı, koku kalmasın diye kocuşturuyorlar. Lütfü’den kalan son kırıntıları bir anda bitirecekler Nisanda çocuklara eğilecek Bir dalcık bile Yok, Bu ağaçta... Cümle kapısından girip arka kapıdan çıkmak hiçleşmeyse, Arkada kalan bir hiç ise, Üzülmenin hiçbir anlamı yoksa Elde ekilecek tohum da yoksa Bahar gelmiş neyime? Memleketimizin aydınlık geleceğine tuhum, ışık, çıra gerek. Tohum ekmeden hiç bir şey bekleyemezsin! Aydınlığın tohumu karanlıktır deyenlere selam olsun!.

149


150

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bizimde zifiri karanlık kısır! Aydınlığın tohumu ancak ve yalnız aydınlıktır. Toprağın ve toplumun kendiliğinden tohum üretme kabiliyeti yok. Biz insanlar tohumları üreten ve mevsimden mevsime, yıldan yıla, kuşaktan kuşağa taşıyanız. Aydınlık olmadan çocuk ufkunu geliştiremeyiz. Anadili gelişmeyen çocuk hayatı doğru algılayamaz. Anadilimizi öğretmeden, harfleri sökmelerini sağlayıp gönüllerine kitap aşkı aşılamadan yeni ufka uzanamayız. Şaşıyorum. Bulgaristan’da pedagoji okuduklar. Öğretmendiler. Hapse girdiler. “Belene”de izlediler Tuna dalgalarını. Devlet maaş vermeyince bildiklerini gizlediler yani içlerine büzüldüler. Fırsat bulup Türkiye’ye kaçtılar. Yine öğretmen olup maaş aldılar. Ardından emekli oldular. Kahvehanelere büzüldüler. Bilgilerini gizlediler, sanki vakti saati geldiğinde onları çok bilgili salkıyacağız toprağın altına... Bir de yaptıkları işin bilincinde olmayan politikacılar var. Her şeye aklı erenler ama yapacakları işi bilmeyenler. Hep birisinin bir şey demesini bekleyenler ve çıkış kapısından uzak kalmaya gayret edenler. “Hadi emekli öğretmen amcam benim kış geçti bahar geliyor, tohum saçma vaktidir. Köylü köyüne!” diyebilen yürekli yok. Herkes kalabalığa hayran! İstanbul 15,6 milyon olmuş, insan başına 0,00001 ağacın kurumuş dallarından birinin kabı düşüyor. Köyünde onu 10 bin ağaç birden bekliyor. 9.999’nun Nisanda dalları bükülü çocuk eli bekliyor. Bu bekleyiş ne kadar sürecek? Bey olmadığı yerde arı kovanı olmaz. Köylerimizin beyi öğretmenlerimizdir, aydınlık çıralarımızdır. Biz onları memleket toprağımıza ışık ve aydınlık versin diye yetiştirdik. Aydınlarımızın kaçıp gitmiş olması Bulgar’a uygundur. “Ağacın dışında olan kurttan zarar gelmez” Ağaç Bulgar devletidir. Kurtlarsa Türkçe öğretmenlerimizdir. Bu mantık hakımdir. Türkiye’de yaşayan bir Bulgaristanlı Türk öğretmenden Bulgar devletine zarar gelmez. Aydınlık çırası memleket dışında kaldıkça yerli Türklerde aydınlanamaz, çağdaş medeniyet pistinde yer alamaz, söner ve yok olur. Böğürtlenler 26 yıldır toplanmıyor. Karamuklar çotukluk olmuş. Çiğdemler ile menekşeler bu yıl en iyi kokan çiçek yaşışında sümbülü yenmek istiyor. Geçen yıl T.C.’ne 200 ton ıhlamur sattık. 2 bin ton da dalında kaldı. Sanki maaşını


Makale ve Analizler - 2016

151

karta bağladım, orada alırsın, avanta yok, orada soluyacaksın, orada osuracaksın, diyebilecek bir yürekli yok koca anavatanda. Çok kıskanç bir milletiz. Gelsin de bizim olsun mantığı dünyamızı esir etmiş. Sanki “yolcu yoluna desek!” kaybımız olacak. Cesaret fitilimiz sönmüş, bunu söyleyebilecek kadar ateş yok kalmamış yüreklerde, devlette, toplumda, cemaatte, vicdanda ve bilmem daha nerede, nerede. Bugün birisi gelse ve bana bu dünyada gelmiş geçmiş en akılı insan kimdir, sorusu sorulsa, “İnsan haklarını icat eden!” derdim. Bir insana doğup büyüdüğü yerde tanınmayan hakları haktan sayılmaz, dememişler. Akıllarınca dünyayı kazıklamışlar. Ama onlar kendilerine göre tamamen haklı. Neden mi? Çünkü Bulgaristan’dan 10 bin öğretmen Türkiye Cumhuriyeti’ne göç etti, emekli oldu, sobaları ısıtıyor, ruhları sakin, bahar kokuyor dünya ama onların burnu artık koku almak istemiyor. Yok, kardeşim bu böyle bir dünya olmamalı! Nasıl olur da Türklük tohumuyla mayalanmış gönüller Türkiye’de rahatlaşınca bir daha uyanmaz, uyanmak istemez. Akıl erdirmek zor. Aşılamayan bir korku söz konusu olabilir. Siz de düşünün lütfen. Okunan her kitap yanan bir ışık, yarınlarımız için bir umut. Baharda ekeceğimiz tohumları geçmişimizden almalıyız. Bu tohumlar ancak bizim içimizdedir. Yabancı tohumlar bizim bahçelerde bitmez. Bitse de meyveleri bize ekşidir. Kendi tarihimiz, edebiyatımız, kültürümüzdür bizim geleceğimiz. Başkalarının bu erdemleri hepimiz için yabancı yorganı gibidir, bizi ısıtmaz. Artık zaman tohum üretme, tohum saklama, tohum atma ve tohumluk biçme zamanıdır. Aradığımız tohumlarsa bizim kendimizde, içimizde, aramızda, ortak çabalarımızda bulabiliriz. Şöyle anlatmaya çalışsam anlaşılır mı acaba: Eski Türk hamamlarımızın hepsi onarılsa, her birinin kurnalarından yalakalarına ve havuzlara şırıl, şırıl sıcak soğuk bol sular aksa, sabunlar köpürmeyi beklese, hamama giden yoksa faydası ne, herkes kir pas içinde, ruhlar karanlık içinde dolaşmaya devam! Bir de şu var. Bizim sular berrakların en berrağı olsa, sabunlarımız da en iyi yıkayan en bol köpüren, nefis kokulularının en nefisi olsa, su ile sabun birleşmediği için biz hep kirli kaldık. Bunu ruhsal karanlığımız için de söyleyebiliriz. Kuran kursları açıyoruz, bu kurslar din bilgisi getirirken hayatımız kendiliğinden aydınlanmıyor, çünkü en basit kumaş, en ilkel kimlik dahi yalnız çözgüyle dokunmuyor, bir de atkı gerek. Bizim gönlümüzdeki, ahlak ve kültürümüzdeki atkı-çözgü birleşik etkileşimi anadilimizdedir. Dinsel eğitim hayatın atkısı olsa,


152

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

bu öğretim aynı mekânda, yerde, ders odalarında, cami odalarında eğitmen, öğretmen ve hocalar karşısında hayat dokumuzun ancak yarısıdır. Bütün olabilmesi için çözgüyle yani Türkçemizle birleşmeli, çözülmemek üzere düğümlenmeli, kaynak yapılmalıdır. Gerekli olan, zorunlu olan, kaçınılmaz olan işte budur. “Ağabeycim, Türkün din kültürü, Türkçemiz olmayınca ruha sarılamıyor, kimlikle kaynaşmıyor, yabancılaşma doğuruyor” gibi deney paylaşan genç sosyoloji ve psikoloji ruhlu hocalarla görüştüm. Onlar T.C.de yetişmiş ve bizim özgün koşullarımıza tohum ekmeye gelmişler. “Birçok olgular, birleşmeden bütün oluşmaz” diyorum. Ve sırık fasulyesi örneğini anlatıyorum. Din eğitimine fasulye tohumları desek, onları gençlikte yani zamanında eksek bahar güneşiyle çıkar ve sarılacak bir erek, sırık, kuru bir kazık, uzattıkları kolcağızlarıyla tutunacak bir yerceğiz ararlar. En kötüsü bir kuru kazık olan bu aranan bizim dilimizdir. Topraklarımıza 100 nameyle gelen ve 300 ritimle serpilip açan İslam ve din müziğimiz, bugün neredeyse “çalga” müziğindeki bazı ritimlerde yaşıyor. Oysa etrafını yem yeşil yapraklarla, renk, renk açmış çiçeklerle ve sarıp sallanan uzun kozalarla donatmak istiyor. En olumsuz bir kıyaslamayla kuru kazık dediğimiz anadilimiz olmadan, güneşin çağrılarına uyarak hayat hakkı için o kadar çırpınan fasulyeler yerde, yağmurda çamurda... İşte o zaman yeni tohum alınacak koza da bulunamıyor ve bittiğimiz söndüğümüz gibi solarak yok oluyoruz. Varsın dinimizle dilimizi kaynaştıran düğüm domuz düşümü olsun, zarar yok. Ne kadar sağlamsa o kadar daha zor çözülür. Bu iş, kav ile çakmak, kibrit ile kutusu gibidir. Kıvılcım çakarken, sürtüşürken çıkar, alev olur, ocak tutuşup yanar. Denmek oluyor ki, yalnız kuran kursuyla, yalnız Hazreti Muhammet’in hayat öyküsünü, sünnet ve hadislerini, kelamı öğrenip bilmekle Türk kimliği yaratabilmek olanaksızdır. İşbu özün bir yarısı anadilimizdir. Türkçemizdir. Türklük geleneklerimiz ve yaşam biçimimizidir. “Türklükte İslam dışı bir şey yoktur!” iddiasıyla alım olanlar, yanılıyor. Bizim gönlümüzde Türkçesiz açan İslam çiçeği Türk kokmaz, Müslümanlık açsa bile renkleri tutmaz. Bahar geliyor. Herkes tek tohum atarken biz 2 tohum birden atmak zorundayız. Gerekirse 3 tohum, gerekirse 4 tohum ve daha fazla, ama içinde mutlaka Türkçemiz, ana dilimiz olmalı. Hazır paket halinde Türkçe tohumu satan enstitüler var. “Yunus Emre Vakfı” çok başarılı. Makedonyalı, Kosovalı, Bosnalı Türk çocukları İstanbullu kardeşleri gibi şarkı, şiir söylüyor, gönül döküyor. Ama bu tohumu bizim tarlaya ektirmiyorlar. Bu defa da kendi yağımızla kavrulmamız gerekecek, öz birikimimizden maya alıp yeni hamur karmak zorundayız. Biz son yarım asırda özümüzden birçok şeyler yitirdiğimizden dolayı, etnik olarak bütünmüşüz gibi görünsek de,


Makale ve Analizler - 2016

153

parçalanmış olduğumuzdan dolayı, ruhen istediğimiz ayarda birleşemediğimiz için, iyi niyetimiz hep kötüye kullanıldı: Hele şu “Bulgar Etnik Modeli” uydurması, bizim bütün hayallerimizi suya düşürdü. Bahar geliyor. Türklük tohumlarını hazır edelim. Ne yazık ki, biz hep bizden alınanı, çalınanı, söküleni yerli yerine koymaya, yaşatmaya çalıştık. Bu kuşak olarak özelliklerimizdendir. Bunu düşünürken, görmek istediğimizi görmekte zorlandık. Ana dilimiz ve özgün kültürümüz açısından etrafımız çöl bozkırına çevrildi. Bütün Avrupa’da Türkçe konuşuyor diye cezalandırılan millet biziz. Gazete’de okudum, Avrupa Birliği resmi dillerine Türk Dili de dâhil edilecekmiş. Bakalım o zaman ne yapacaklar? “İçimizde olmayan kurttan, bize zarar gelmez” atasözü geldi aklıma. Bulgar’ ın düşüncesine göre, cümle kapısından girip arka kapıdan çıkanlar Bulgar devlet ağıcının dışında kaldıkça, ağıcın üzerinde hiçbir iz bırakmadıkça, onlardan iyi yoktur. İşte bu mantıkla yaratılan ve Bulgar Türk-Müslüman etnik azınlığını “Bulgar Etnik Modeline” kapsüle edenler, bugün de halkların beraberliğinden, kardeşlerinden, özgün kültür ve dillerin, sanatın ve medeniyetlerin oluşturacağı uygarlık demetinden korkuyorlar. Şimdi bu korkudan olacak, AV içinde “kapsüle edilmiş devletler” kavramını uydurdular. Böylece etnik azınlıkların özgürlük hayali milli devletlerin zehirli havasında boğulmaya devam edecektir. Bu da, bu açıdan bakıldığında, bu bahar da etnik tohumlarımızı ekme fırsatını u kez de bulamayacağız anlamına gelir ki anlamı kışın devam ettiğine işarettir. Durumumuzu Tuğrul Tanyol’un olup şu an aklımdan geçen “Irmağın Adı” şiirine benzettim: Irmağın Adı Şurada durmuştum Gençliğimde dolaştığım Yerleri dolaştım gene Yağmurlu bir günde elimden tutmuştun Adımlarım aldırmıyor geçmişine Beni çıkarıp kendi içinden Gitmek istiyor kendi bildiği gibi Gözlerindeki nehre atmıştın. Hatırlıyor aklın hatırlamadığı yerleri Ben akıp gittim boşa yıllarca Kaynağını arayan bir su gibi Kendi Türk çığlığının peşinden Nehrin sorup durduğu ismi Kimse duymak istemiyor neden. Hangi tohumu ekelim?


154

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Şubat Ayı Yazıları Kapsülleşen Kafalar

Şakir Arslantaş-01.Şubat.2016

Konu:Teşhisi konan hastalığa tedavi bulunur. Beklenti içindeyiz! Ne mi bekliyoruz? Durumumuza, rahatsızlığımıza, hastalığımıza teşhis kondu. Bizim başımıza mankurtluk külahı geçirilmiş. Külah dendiğinde, akla gelen hep yıllardan 1912 oluyor. O zaman Pomak Müslüman kardeşlerimizin isimleri ve dinleri değiştirilirken başlarına Hristiyanlık külahı geçirilmişti. Fesleri bir çuvala toplanan ve papazlar tarafından yakılan Pomak Müslümanlar bu külahı defalarca çıkarmayı başardılar. 1984 - 1989 “soya dönüş” masalı, başımıza silah zoruyla geçirilen bir Bulgar külahıydı. 31 Aralık 1989’da “isim ve din haklarınız iade edildiği” açıklandı. 4 Ocak 1990’da “işte partinizi de kurdunuz, rahatlayın artık” demeçleri daha önce başımıza geçirilen Bulgar Külah bir numara büyüyle değiştirilince bir süre sıkmadı. Olup biten hep aynıydı. Bu sahnede önemli olan bir özellik de şuydu: 1984 Aralığı ile 1985 Martı arasında 1 milyon 253 bin Bulgaristanlı Türkün başına Bulgar külahı geçiren totaliter devlet emriyle terör aracı olan asker ve milisin eliyle gerçekleştirildi. Bu yapılırken, Türklerin yaşadığı binlerce ev, daire, mahalle, köy ve kasaba tankla topla, kalaşnikli ve coplu berelerce basıldı, büyük sayıda şehit düştü, yaralıların, dövülen, tartaklanan Türk kadın, kız ve yaşlıların sayısı hala açıklanmadı. Memlekette kuş uçurulmadı. Telefon görüşmeleri dahi tamamen yasaklanmıştı. Ve bu zulmün ve mezalimin hemen ardından sis perdesi biraz aralanınca, ellerindeki çantalarda 1 numara daha büyük Bulgar külahı olan Ahmet Doğan gibi Bulgar misyonerleri “biz sizdeniz” rolünü oynamak üzere insanlarımızın arasına yayıldılar. “Kahraman” olabilmelerine, “kurtarıcı” maskesi takabilmelerine gerekli olan sahte mahkeme kararları çıkmıştı. Sahtecikten tutuklanmışlar, viski masasında sahtecikten sorgulanmışlar, sahtecikten hapishanede bulunmuşlardı. Köy meydanlarında gözleri buğulu kaşarlı mahkûmlarla


Makale ve Analizler - 2016

155

karşılaştıklarında sarmaş dolaş olup kenara çekilip fıs fıs edip halkımızı aldatma rolünü başarılı oynadılar. Gerçek önderlerimizi beklerken bu siyasi kurtlar Bulgaristanlı Türk Müslüman kimlik ağıcının kabuğunu çatlattı, zarını delip içine girdiler. Görülmemiş bir küstahlıkla “Ya başa geçer sisi yönetirim, ya da ağacı kuruturum!” dediklerinde artık sanki iş işten geçmişti. Aldatılışımızın üç aşaması: 1) Doğruya doğru hainler insanımızı aldatabildiler. Misyonlarında başarı oldular. İşte bu aldatılışta Bulgaristan Türk, Pomak ve Çingene Müslüman azınlık topluluğunun başına “Bulgar Etnik Modeli” külahlı geçirildi. 1912’de Pomakların başına “Hıristiyan Külahı” geçiren Çar Ferdinant, Halk Partisi hükümeti Başbakanı İvan Geşov, papazlarla ordu ve jandarma olmuştu. Yani bu işi henüz 3 yaşında olan Bulgar devleti (Üçüncü Bulgar Çarlığı 1908’de kurulmuştur) yaptı. Bu onun ilk büyük hainliği oldu. Bulgar devleti sırtını Rus Çarı II. Nikolay’a dayamıştı. Ve bu hainlik doruğuna tırmanışta ilk açama oldu. 2) 1984 - 1989 yılları arasında Bulgar totaliter devleti Türklerin başına “Bulgar Külahı”nı zulüm aracı olarak kullandığı ordu ve milis gücüyle geçirdi. Tüm devlet seferber edildi. İsimlerimiz değiştirildi. Anadilimiz, dinimiz, adet, ahlak ve geleneklerimiz, özgün kültürümüz, Türk gibi sevmek bile yasaklandı. Türk Müslüman kimliğimiz, geçmiş gelecek ve bugün olarak ebediyen yok edilmek istendi. Türklüğümüzü belirleyen haklarımızın tümü yasaklandı. “Rüya’da Türkçe mi konuşuyorsun?” Sorusu sorulmaya başlandı. Bu baskıya tarihimizin en güçlü tepkisini verdik. Birlik olup başkaldırdık. 10 Kasım 1989’da totaliter rejim devrildi. Aslında bu zaferle Bulgar külahlını çıkarıp atabilmiştik. Ne ki, Bulgarlaştırma süreci burada noktalanmadı. Bu da hainlik doruğuna tırmanışta ikinci durak oldu. 3) 1990’da strateji herkesi Bulgarlaştırma olsa da taktik değişti. Devlet, eskisinden bir numaracık daha büyük yeni bir “Bulgar Külahı”ndan başka bir şey olmayan “Bulgar Etnik Modelini” vitrine koydu. Sözde Türk olsalar da köylülere “Türk” olarak tanıtılan, aslında kimliksiz “mason” yani Bulgar devlet görevlisi olarak yetiştirilen Ahmet Doğan gibi sinsi, maskeli, Bulgarlaştırma misyonerleri tezgâhtar yapıldı, ardından “Türklüğü uyutabilirsiniz, dükkan sizin” dendi. İlk anda bu oyunun baş aktörlerinin iç yüzünü, gerçek hedeflerini göremedik. İşi oluruna bırakıp tepki göstermedik, ayaklanmadık, oyuna getirildik, aldatıldık, çeyrek asır süren bir şekerlerken, uzun oturup uyukladık. 3 defa iktidar ortaklığına tırmandılar. HÖH görev süresinde Lüben Berov (1992–1994) Başbakan oldu. Fakat Bulgaristanlı Türk kimliği lehinde tek adım atılmadı. Kendimizi sırada zannettik. Bekledik beklemesine de umudumuz kursağımızda kalınca. İşte


156

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

o zaman yine bol bol gecikmiş olsak da “Bulgar Etnik Modeli” balonunu patlattık. Bu da hainlik doruğuna tırmanışın üçüncü durağı oldu. Napolyon demişti: Bugün artık doruk sever Bulgar hayranı tırmanıcı çetesi sanki mola vermiş, soluklanırken, ardına bakıp “bir hayli yol aldık” gururuyla ara sıra büyük Napolyon Bonapart’ın 1812 Borodino, 1813 Leipzig ve 1815 Waterloo Savaşları yenilgisinden sonra 1821’de hayata gözlerini yumarken söylediği şu sözleri hatırlamaya başladı. “Yukarıya tırmanırken her an duraklayabilirsin, ama aşağı doğru yuvarlandın mı dur durak yoktur, çığ gibi yok olursun!” Bizde artık Bulgar hayranı asimile doruğuna tırmanıcı çetenin başı döndü, düştü düşecek durumunda kafa gidip geliyor. Her şeyin tamamen değişmek zorunda olduğu bir zaman kesiminde yaşıyoruz. Kuru dallar düşecek. Virüsler yok edilecek. Yaşam ölümden üstün gelecek. Ben şahsen bu teşhisin konduğu an çok mutlu oldum. Kuşkusuz ilk büyük duraklama “1989 Büyük Göçü” oldu. Bu olay dosta düşmana dil yutturdu. İkinci duraklama 04 Ocak 1990’da Varna’da HÖH partisi kurulurken Halim Pasajov gibi militanların “biz bu işte yokuz!” demesidir. Son 26 yılda toplam 52 milletvekili partiden ayrıldı. Halkımızın vicdanı olan aydınlarımız, sivil toplum örgütlerimiz, belediye ve muhtarlıklarımız “Bulgarlaşma sürecini silkeledikçe” HÖH partisinden ayrıldılar ve bağımsız duruma geçtiler. Bulgaristan Türklerinin Kültür ve Hizmet Derneği (BULTÜRK) ideolojik ve siyasi tabanda halkımızı aydınlatma davasına kollarını sıvamazdan önce birçok yanlışlar yapıldı. Türkiye devlet olarak hainlere kol kanat açtı. Soyguncu çetesine fırsat tanıdı. Üçüncü aşamada Bulgarlaştırma işlerini devam ettiren lider çetesinin nasıl ve hangi yüzle göründüğünü çözemedi. Ahmet Doğan gibilere arka olunduğu yıllarda Türk kimliğini koruma davamız ölümcül darbeler aldı. Şöyle bir örnek: 2003’te Çağdaş Türk Dünyasının en ünlü yazarı, dünya edebiyatında tartışılmaz bir yere sahip Türk kültür zenginliğini bütün dünyada tanıtan yazar ve edebiyatçı Cengiz Aytmatov’un İstanbul “Tarabya Oteli”nde 75. yıldönümü kutlandı. Bulgar Edebiyatçılar Birliği, Kültür Bakanlığı ve Bulgaristan Türkleri adına okuduğu konuşmada “1984 - 1989 yılları arasında uygulanan ‘soya dönüş’ siyasetiyle Bulgaristanlı Türkler mankurtlaştırılmak istendi.” Cümlesini okumadan atlamakla hainlik etti. Tabii o bu hainliğin karşılığını aldı. Bugün Bulgar gizli polis enstitüsünde hocalık yapıyor, doçent oldu. Değiştirilmek istenen bizim kimliğimizdi. Bu olayın emsalini “Gün Olur Asra Bedel” kitabında en iyi yaratan ve dünyaya duyuran yazar şöyle demişti:“İnsanın


Makale ve Analizler - 2016

157

hafızasını, kimliğini yitirmesine, deli olmasına yol açan bir işkence usulü varmış. Önce esirin başını kazır, saçları tek tek kökünden çıkarılırmış. Bunu yaparken usta bir kasap oracıkta bir deveyi yatırıp keser, derisini yüzermiş. Derinin en kalın yeri boyun kısmı imiş ve oradan başlarmış yüzmeye. Sonra bu deriyi paramparça ayırır, taze taze, esirin kan içinde olan kazınmış başına sımsıkı sararlarmış. Böylece sarılan deri, bugün yüzücülerin kullandığı kauçuk başlığa benzermiş. Buna “deri geçirme işkencesi” derlermiş. Böylece bu işkenceye maruz kalan tutsak ve acılar içinde kıvranarak ölür ya da hafızasını tamamen yitiren, ölünceye kadar geçmişini hatırlamayan bir mankurt, “mankafa” yani geçmişini bilmeyen bir köle olurmuş.” İşte bu örneklemenin bir “soya dönüş” saçmalığı, 1878’den başlayıp günümüze kadar değişik aşamalardan geçen ama hep devlet eliyle, hep baskılarla, hep yasa dışı yöntemlerle tüm azınlıklara karşı şiddetle uygulanan bir mankurtlaştırma, bir tür kişiliksizleştirme olduğunu söyleyemedi. Önündeki kâğıtta yazılmış olmasına rağmen, okumadı. Böylelikle kendisinin şekillenişi tamamlanmış bir Bulgaristanlı Türk mankurt aydın tipi olduğunu ispatladı. Artık profesör olabilir. Aramızın en büyük mankafa aydın bozuntusu Ahmet Doğan’dır. Çünkü hepimize tarihimizi, kimliğimizi, adımızı, suyumuzu, kültür ve uygarlığımızı unutturma ödevini üslenmiştir. Kendisi bir “mason” malaganı olduğundan, cennet ve cehennem olduğuna inanmadığından, Bulgar ve Rus istihbaratlarının ortak kararıyla Başmankurt atanmıştır. Düne kadar bu amaca hizmet ederken tiyatrocu soytarılığı yapan Lütfü Mestan sahneden düştü ve kurtulduk. Doğan “saray” ininde gizlenmeye devam ediyor. Çok büyük bir acı ve üzülerek şu satırları da yazmak zorundayım. Bulgaristan’da kalan fakat eskiler olduğu gibi, bugünkü sellerin de alıp götüremediği Türk Aydınlık Köşe Taşları tanıyorum. Onlar dimdik yerinde durabildiler. Renk almaya yüz tutmuş yeni ufka işaret etmeye çalışırken, sıcaklık ve aydınlık meşalesi olurken, dahası da var, bu kadar çekiden ve görgüden sonra henüz taşıdıkları kafalar kapsülleşmemiş ve henüz taşlaşmamışken, Türkiye’de bazı belediyelerin mali ve manevi yardımlarıyla çıkan kimi kitaplardaki simaların çarpıklığını gördükçe şaşırmadan ayakta kalmak elde değil. 1999 - 2004 arası, Balkanlarda Türk Ünlüleri başlığı altında Niyazi Hüseyin Bahtiyar tarafından değrlenen 3 ciltlik ansiklopedik bilgilendirme eserinde, hapishanede bir lort gibi yaşarken Ahmet Doğan’ın “gördüğü zulmü” ve azınlık kimliği gömmek için tasarlanan “Bulgar Modeli”ni okurken tüylerim diken diken oldu. Doğruların yıllardan beri anlatılmasına rağmen, suyun neden bir türlü durulmadığını,


158

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

birçok dernekte neden bir bardak içilecek su bulunmadığını anlamak artık kolay olmaya başladı. Sayın Bahtiyar, Bulgaristan’da tonla aydın var, ama aralarında işe yarayan yok, benim fikrim şudur diyene rastlamak samanlıkta iğne bulmaktan zor. Siz olayları İstanbul / Avcılar’dan nasıl görebildiniz bilmem, ne ki, şu da unutulmasın. 40 dosya ve 10 cilt Türklüğümüzü yok edici ihbarı olan bir hainlik simgesini “onurlu”, “doğrulukçu” filan falan olarak tanıtmışsınız. Tarih bilmeyen bir kişi tarihsel şahsiyetlerin portresini çizmemelidir. Suçlu ve hainleri savunmak suçtur. Bu cümleler uzadıkça uzar da, şimdilik burada kesiyoruz. Yine Napolyon’a dönelim. Onun son sözleri bizim için çok önemli. Yani bizim soy kırımcılar, soya dönüşçüler, muhbirler, hainler ve kötülükler dağına tırmanırken kendilerini güneşe yakın hissedenlerin ayağının kayacağı gün yakındır. İnşallah bu panayırı birlikte izleriz. Şeytanlığın sonu geliyor. Türklüğümüzü koruyacak, ayakta tutacak ve güçlendirecek yepyeni bir kuşak yetişiyor. Onlar mankurt aydın tipini ilk görüşte tanıyacaklar. Umut ederim ki, kapsülleşmiş kafalar sergisi yapmayacaklardır. Çünkü bizim Kültür Bakanı Vejdi Raşidov da totalitarizm zamanıyla birlikte ipleri çekilen ve yere tekerlenen anıtları toplatıp, Sofya gezi parklarının birine sergiledi. Gidip gören olmadı. Halkın totaliter tiplerin çehresini anıtlarda dahi görmek istemediği ortaya çıktı. Totalitarizm, kimileri için “şanlı” olan bu tarihi alıp götürecek büyük sel henüz basmadı bizi. Beklenen çığ henüz kopmadı. Kopacak da henüz yuvarlanmadı. Kafalar hala gidip geliyor. Bilmem katılır mısınız? Bugün Bulgaristan Türk Müslümanlarının en önemli sorunu 138 yıllık bir kavgadan sonra kapsülleşmiş, taşlaşmış, manlaşmış (üçünden birini seçebilirsiniz) alıp vermeyen kafalarla mücadelede üstün gelmektir. Ekonomik ve siyasi sorunlar bunun yanında çok daha geri kalır. Bulgaristan Türkleri, Türklüğünün, Müslümanlığının, etnik ve dini değerlerinin farkında, bilinçli bir halk topluluğu olarak kaldıkça yüzde yüz kazanacak, her türlü sorunlarını halledecektir. Ancak kendi benliğini, milli kimliğini, Türk ve Müslüman olma bilincini kaybetmiş insanlar millet olmaktan çıkarlar, rüzgârın önüne savrulan kuru kalabalıklar olarak savrulup giderler. Şu dönemde Bulgaristanlı Türk Müslüman olmak, anadilimizi kullanma, kendi ahlak ve adetlerimizle, öz kültürümüzle yaşama ve dinimize bağlı kalma gibi orta değerlerde birleşip birbirimizle ruhen kaynaşma, duygu, düşünce ve heyecan birlikteliğinde buluşmuş bir insan kütlesinin geçmişini, şimdiyi ve geleceğini aynı anda ruhunda ve aklında, kalbinde yaşatma anlamındadır. Başka bir


Makale ve Analizler - 2016

159

değişle, bu, ortak geçmişimizin tatlı hatıralarında yüzerek kıvanç duymak, içinde yaşanılan bir şimdinin sevincini ver üzüntüsünü paylaşmanın tadını çıkarmak ve ortak bir gelecek tasavvurunun hayalini aşkla, şevkle, tatlı bir mutluluk duygusuyla inşa etmek demektir. Bulgaristan’da etnik halk topluluğu olmak, kimsenin esiri olmadan, kendi kararlarımızı kendimiz vererek, kendi değerlerimizle ve geleneklerimizle manevi dünyamızı kurup birlikte yaşamak anlamına gelir.Kurşunlaşmış milliyetçi kafalarla mücadelemizde şehitler verdik. Teşhis kondu. Biz artık bizi bitirmek isteyen hastalığın hangi hastalık olduğunu anladık. Şimdiye kadar faşizm, komünizm, totalitarizm diyorduk da, virüsün Bulgar milliyetçiliğinin kökünde olduğunu görebildik. Altından girip üstünden çıkmak vazifemizdir. Bu direnişlerde Büyük Fransız yazar Romen Rolan’ın şu sözleri hep aklımda: “Yaratmak, ölümü öldürmek demektir...” Düşmana karşı yeni silahlarla donanmamız şart oldu. Merhamet sayfasını kapamalıyız.İlk şehidimiz olan küçük Türkan’ı 32 yıl sonra şairlerimizden Faik İsmail Arda’nın yaratıcılığıyla anıyoruz: Kim Aldı Verin bana ayaklarımı? Hani benim ellerim vardı Ayaklarımı kim aldı?... Minik ellerim, Pamuk ellerim, Hani benim saçlarım vardı, Kır çiçekleri topluyor Siyah saçlarım Kuzuları okşuyor Sırma saçlarım Güvercinler çiziyordum. Her sabah Ellerim nerede kaldı? Doğan güneş’e karşı Verin bana ellerimi! Onları tarar tarar Ellerimi kim aldı... Bir yana bırakırdım Saçlarım nerede kaldı? Hani benim ayaklarım vardı Verin bana saçlarımı! Fıstık gibi Saçlarımı kim aldı?... Ufacık-tefecik ayaklarım Çayırda koşuyor Hani benim bebeğim vardı İp atlıyor Geceleri uyutur, Ve dans ediyordum Gündüzleri oynatırdım, Ayaklarım nerede kaldı?


160

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Boncuk gözlü Sırma saçlı Cicili bicili bebeciğim Söyleyin nerede kaldı?

Verin bana bebeğimi! Bebeğimi kim aldı?... Evet. Türk kimliğimi kim aldı?...

Devlet Kuşu

Hamiyet Yıldırım-01.Şubat.2016

Konu: Bir yaralı kuş olsak bile zaman gelir devir döner. Evvel zaman içinde bir adamın iki çocuğu ile bir karısı varmış. Bu adam zengin dedikçe zenginmiş. Dağda kırmızı çubuklu bağları uzanır, denizde gemileri yüzermiş. Bir gece adamın düşüne sakalı dizine, nuru yüzünde bir ihtiyar gelmiş: Başına bir iş gelecek, gençliğinde mi gelsin, kocalığında mı? Adam durmuş düşünmüş: Hele bir karıma danışayım da demiş. Sabah olmuş, iş-güç derdi derken adam düşünde gördüklerini unutmuş. Akşamdan sonra yiyip içip yatmışlar. Gene o ak saçlı bir dikilmiş önüne. Eğilip yavaşça. Başına bir iş gelecek, gençliğinde mi gelsin, kocalığında mı? Sabah olunca düşünü hemen karısına anlatmış. Karısı da: Gelecekse gençliğinde gelsin, demiş. Yine akşam olmuş, yemekten sonra uykusu gelen düşüp yatmış. Adam, düşüne gelen pire “Gençliğimde” diye yanıt vermiş. Bir de ne görseniz. Ev kibrit gibi tutuşmamış mı? Yalınlar evi kül edip bırakmış. Adam temiz yürekli olacak ki, karısı ve çocuklarıyla kurtulmuş. Hiç birinin burnu bile kanamamış. Ve sonradan kara bir haber daha iletmişler: “Bağında çubukların kurudu, denizde gemilerin battı.” Acınmışlar, üzülmüşler ama ne çare! Başa gelen çekilecek bir kez. Üç beş gün komşularda konuk olmuşlar. Bir gün değil, iki gün değil. El bu, üçüncü gün kapıyı gösterir. Adam karısının kulağına eğilip demiş ki: Burada ne çalışılabilir, ne geçinebiliriz. Komşuları da fazla yormayalım.


Makale ve Analizler - 2016

161

Bize bu illerden gitmek düşer. Adı sanı bilinmedik, duyulmadık yerlere gidelim. Düşmüşler yola. Az gitmiş, uz gitmiş altı ay bir yıl gitmişler. Gele gele bir köye gelmişler. Köyde garip dostu, insan mı insan, konuksever bir adam varmış. Yer yurdu verip aileyi yerleştirmiş. Adam zamanla köylüye kaynaşmış. Onu köye kır bekçisi tutmuşlar. Adam elinde değnek, sırtında azık torbası dağ-taş dolaşıyor, bağ bahçe bekliyormuş. Bir yol kenarında dalgın dalgın giderken bir kervana rastlamış. El kaldırmış. Kervancı başı kervanı eğlemiş. “Ne diyorsun?” demiş. Kır bekçisi: “Ekili yerleri yaymadan geçip gidin. Hayvanlarınızı ekine, bağ-bahçeye sokmayın.” Kervancı başı? “Hiçbir çöpüne dokunmayız. Yalnız çamaşırlarım çok kirlendi, yıkatır mısın? Her kaç kuruşsa vereyim.” Kır bekçisi: “Paranın sözü mü olur. Hay hay. Garibe hizmet görevimdir,” deyip alıp götürmüş Çamaşırları karısına. Sonra iyice yıkatıp getirmiş. Kervancıbaşı çamaşırları çok beğenmiş. Köpük gibi, kar gibi tertemiz hepsi de. Fakat birden Kervancıbaşı’nın içine bir kötülük düşmüş. İçinden “Bekçinin karısını alıp kaçarım” demiş. Kervanı kaldırıp yola vurmuş. Kervan az uzaklaşınca kendisi at ile köye gelmiş. Bekçinin evini sormuş, göstermişler, doğruca gitmiş, adam kadını kapıya çağırmış, duvarın dibinde oturan çocukların dibine iki avuç dolusu para bırakmış. Sonra da kadını zorla atının terkisine bindirmiş, dörtnala çekip gitmiş. Berkçi akşamüzeri evine gelmiş, bir de ne görsün, çocukların cebinde para, ağlaşıyorlar. Bekçi durumu öğrenir, öğrenmez derin düşüncelere dalmış, elleri böğrüne düşüp kalmış. “Ne talihsiz başım var. Yine göçü çekmek gerek uzak illere” demiş. Çocuğun birini sırtına, birini kucağına alıp yola koyulmuş. Gitmişler, gitmişler... Dağlar aşıp dereler geçmişler. Altı ay bir güz yol tepmişler. Gele gele gelmişler bir ırmak kıyısına. Adam kendi kendine düşünmüş: “Çocukların ikisini birden geçiremem. Biri bu kıyıda kalsın, birini geçireyim, sonra gelip onu alayım.” Adam sırtında çocuk, suda cumbul cumbul yürümeye başlamış. Irmağın orta yerine gelince bir bağırtı duymuş. Bakmış ki kıyıdaki çocuğunu kurt alıp gidiyor. Vay, hey derken sırtındakini de suya vermiş. Adam öylece tek başına kalakalmış mı? Elden ne gelir? Irmağı geçip düşmüş yollara yollara. Az gitmiş, uz gitmiş, ulu bir kente varmış, bir hana konmuş. Bir zaman sonra bu hana kapıcı durmuş. Bir gün ocak başında kederli kederli düşünürken kulaktan kulağa acı bir haber yayılmış: “Ulu kentin padişahı ölmüş!” Bu haberi duyan kara giymiş, yaslara batmış. Bu yas kırk gün kırk gece


162

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

sürmüş. Kırkıncı günün sabahı halk kentin alanını doldurmuş. Bir kalabalık ki, iğne atsan yere düşmüyor. Bu nedir diye adam da kalabalığa karışmış. Ulu kentin yasasına göre, padişahı devlet kuşu seçermiş. Kuş kimin başına konarsa o padişah olurmuş. Devlet kuşunu uçurmuşlar. Kuş gelip adamın başına konmaz mı? Adam şaşkına dönmüş. “Ben ilden ile dolaşan bir garibim. Nasıl olur da ben padişah olurum?...” Kuşu ikinci kez uçurmuşlar. Kuş yine dolanıp çevrilip adamın tepesine inmiş. Bazen insanın bahtı gül olur açılır. Ve bu garip kişi alkışlar arasında ulu kentin altın tahtına oturmuş. Bir de haberi öbür yandan verelim. Kurdun kapıp götürdüğü çocuk bir davar çobanının köpeği tarafından kurtarılmış. Çocuk çobanın yanında et yemiş, süt içmiş, büyümüş. Suya giden diğer çocuğu da az ötede balıkçılar ağlarıyla çıkarmışlar. O da Balıkçıbaşı’nın evlatlığı olmuş. Eli hünerli, yüreği pek bir delikanlı olarak çevrede ün yapmış. Yeni padişahın tahta çıkışı nedeniyle kentte yedi gün yedi gece bayram edilmesi buyrulmuş. Herkes gelip makamında padişahı kutluyormuş. O kentin yurttaşlarından olan çoban da yanına kurttan kurtardığı evlatlığını almış, önüne bir koç katıp gelmiş. Çocukla beraber saray bahçesinden içeri girmişler. Ancak çocukla koç bahçede kalmış. Çoban padişahı kutlamaya çıkmış. Az sonra balıkçıbaşı da evlatlığının kolunda bir balıkla gelmiş. Çocukla balık bahçede kalmış. Balıkçıbaşı padişahın huzuruna çıkmış. Çocuklar bahçede buluşup konuşmaya başlamışlar. Saray bahçesi de ne bahçe. Bir yanda sular şırıldıyor, bir yanda bülbüller şakıyor. Renk renk çiçekler burcu burcu kokular saçıyor. Kervancıbaşı da karısıyla beraber gelip çıkmış. Saray bahçesinde bir saray kurup karısını oraya bırakmış. Karısını kimseye güvenemiyormuş. Bahçedeki çocukları kadını beklemeleri için çadıra göndermiş, kendisi saraya girmiş. Çocuklar çadırdaki kadınla tanıştıktan sonra oturup konuşmaya başlamışlar. Kadın çocukların başlarından geçenleri dinlerken birden heyecanla ayağa kalkıp karşılarına geçmiş: “Siz benim çocuklarımsınız. Söyleyin padişaha, beni bu zalimin elinden kurtarsın.” Padişah, “o kadının ananız olduğunu nereden biliyorsunuz derse, şu yüzüğü gösterirsiniz,” demiş.Çocuklar yüzüğü alıp padişahın huzuruna çıkmışlar. Olanı-biteni anlatmışlar ve yüzüğü padişaha sunmuşlar. Padişah odasında oturanları dışarı çıkarmış. Sonra tahtına kurulmuş, yüzüğe bakmış bakmış, çocukları da yine iyice dinlemiş. Tahtından yekinip ayağa fırlamış:


Makale ve Analizler - 2016

163

“O benim karımdır! Siz benim çocuklarımsınız!” Bunun üzerine padişah derhal Kervancıbaşı’nın öldürülmesi için ferman çıkarmış. Kervancıbaşı sarayın bahçesinde o saat ipe çekilmiş. Padişah çocuklarını kurtarıp büyütenlere teşekkür etmiş, her birine birer kese altın bağışlamış. Şölende koşu ve balığı da yemişler. Ve tekrar eski mutluluklarına kavuşmuşlar. Onlar ermiş muradına bir çıkalım kerevetine. Bu bizim öz masallarımızdan biridir. Her kötülüğün mutlu sonu olduğuna işaret eder. Biz de bir asırdır çeke çeke geldik ve nihayet devlet kuşu mu, Kader Kuşu mu neyse işte, ille bizim başımıza konmazsa omzumuza konacaktır. Bekliyoruz. Kaderin bir vazifesi de kötüleri cezalandırmak, iyileri de mükâfatlandırılmaktadır. Bu böyle gelmiş böyle gider.

Balkan Savaşları Felaketi

Musa Vatansever-01.Şubat.2016

Konu: Adım adım Başmüftülük kurma yolu. Başmüftü Hocazâde Mehmet Muhyiddin Efendi’nin esas şansızlığı sadece Dışişleri ve Maliye Bakanlığındaki bürokratlara, Bulgar Meclisi’ndeki Müslüman milletvekillerine, hatta ve hatta Türkiye Sefaretine söz geçirememekte değil, “savaş müftüsü” olmasında idi. Bulgaristan, Osmanlı Devleti’ne bağımsızlığını tanıttıktan sonra hemen harp hazırlıklarına girişti. Kendisini prenslikten krallığa terfi ettiren, son derece ihtiraslı bir tabiata sahip Ferdinand Sakskoburgotski’ye bu da az geldi. Kendisini İstanbul’u alıp Bizans İmparatorluğu’nun tahtına oturma sevdasına kaptırdı. “Millî İdeali” gerçekleştirmek, Aya Stefanosta kurulan “Büyük Bulgaristan”ı üç renkli Bulgar Bayrağı altında birleştirmek adına ulusun milli duygularını şahlandırarak Türkiye’ye karşı savaş hazırlığına başladı. Hocazâde Mehmet Muhyiddin Efendi’nin Başmüftü seçildiği 1910 yılında iktidarda bulunan Halk Partisi (Narodnâlar)’ın yayın organı “Mir” gazetesi 9.08.1912 tarihli sayısında “Türkiye’deki siyasi düzen Avrupa’da tarih yanılgısıdır” şeklinde yazdı. “Bulgaristan Türkiye’den kendi topraklarını; Trakya ve Makedonya’yı almalıdır,” dedi ve bu toprakları almak için hızlı bir savaş hazırlığına girişildi. Osmanlı Devleti’nde toprak iste-


164

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

yen yalnız Bulgaristan değildi. Sırpların, Karadağlıların, Yunan ve Romenlerin de iştahları açılmıştı. Gözler, Osmanlı’nın hala Balkanlar’da bulunan 170 bin kilometrekarelik toprağına dikilmişti. İddiaya göre bu topraklar üzerinde yaşayan 6 milyon 150 bin kişinin sadece 1 buçuk milyonu Türk idi. Balkan devletleri bu toprakları ve insanları Osmanlı’dan almak için aralarında anlaştılar ve birleşerek Türkiye’ye savaş ilan ettiler. Bulgaristan, Sırbistan, Yunanistan orduları 15.10.1912 tarihinde Osmanlı Devleti’ne hücum ettiler. Bu arada iç siyasi ve iktisadi krizden sarsılan, İtayla ile Libya çölleri için savaşa tutuşmuş olan Devlet-i Aliye’nin elinde, milli ruhu yüksek, savaş hazırlığı mükemmel, modern silahlarla donatılmış genç Balkan ordularına karşı koyacak kuvvet yoktu. Bu yüzden adı geçen üç devlet peşinen paylaşmayı planladıkları toprakları, beklediklerinden çok daha fazlasıyla ve kolaylıkla aldılar. Rus subayları tarafından hazırlanmış, Moskova tarafından modern silahlarla silahlandırılmış genç Bulgar ordusu, Almanların kesinlikle alınamaz dediği Edirne kalesini dahi ele geçirerek Çatalca’ya dayandı. Bulgar askerleri yalnız 40 kilometre ötelerinde bulunan İstanbul camilerinin minarelerini saymaya başladılar. Büyük bir yenilgiye uğrayan Türkiye karşılıklı anlaşma ile çatışmaların geçici bir süre kesilmesini (mütareke) istemek zorunda kaldı. Mütareke 20.11.1912 tarihinde imzalandı. Hemen Londra’da barış müzakereleri başladı. Edirne Bulgarlara verildi; Midye-Enes hattı sınır oldu. Londra Barış Konferansı kararını kabul etmeyen Jön Türkler İstanbul’da devrim yaptılar. “Sınırlarımızı kılıçlarımızla çizeceğiz” diyerek savaşı yeniden başlattılar, hiçbir hazırlıksız sadece duygusal hareket ettiklerinden tabiatıyla yeni taarruzları da kaybettiler. 17.05.1913’tarihinde yine Londra’da imzalanan Barış Antlaşması’nın eskisindekinden daha ağır şartlarını kabul etmek zorunda kaldılar. Lakin bu defa dost ve müttefik Balkan devleri arasında anlaşmazlık çıktı. Osmanlı mirasını aralarında paylaşamadılar. Herkes en büyük parçayı kendisine almak istiyordu. Birbirleriyle tutuştular. 16.06. 2013 tarihinde Bulgar orduları Sırbistan ve Yunanistan’a hücum ettiler. Bundan dört gün sonra Romanya Bulgaristan’a harp ilan etti. Diplomasi tarihine “Müttefiklerarası Savaş” veya “İkinci Balkan Savaşı” olarak geçen bu felâkete 28.07.2013 tarihinde Bükreş’te imzalanan Barış Antlaşması ile son verildi. Balkan savaşlarında en büyük zarar gören Bulgaristan oldu. “Büyük Bulgaristan”ı kurayım derken Sırbistan, Yunanistan, Romanya gibi “Hristiyan Dostlarına”, “Küçük Bulgaristan” topraklarını kaptırdı. Birinci Balkan Savaşı’nda ele geçirdiği toprakların daha fazlasını ararken ikisini de kaybetti. Makedonya, Yunanistan, Sırbistan ve Romanya’da Bulgarların yaşadığı toprakları komşularına terk etmek zorunda bırakılan Bulgaristan, Batı Trakya ve Rodoplar’da sırf


Makale ve Analizler - 2016

165

Türk ve Müslüman yaşayan bölgeleri alabildi. Kırcaali, Eğirdere (Ardino), Koşukavak (Krumovgrad), Darıdere (Zlatograd), Mestanlı (Momçilgrad), Ortaköy (İvaylovgrad), Dövlen (Devin), Paşmaklı (Smolyan) ve Nevrekop (Gotse Delçev) ilçeleri Bulgaristan’a bırakıldı. Bu oymak yüzde 90’lara varan bir oranda Türk ve Müslümandı. Onların hepsi Bulgar vatandaşı oldu.Bilindiği gibi, Balkan Savaşlarında Bulgaristan Türkleri resmi Bulgar ordusuna alınıp cepheye sürülmesidir. Hiç olmazsa bu konuda Bulgar insafa geldi. Türkü Kürk’e kırdırmaya kalkışmadı. (1990’da HÖH partisi kurdurmakla bu adımı da attı.) Fakat bura rağmen, Bulgaristan Müslüman-Türk halkı savaşın bütün ağırlığını sırtında hissetti. Hayvanatı, hasadıi müsadere edilerek ordunun emrine verildi. 16 yaşından 60 yaşına kadar erkekler cephe gerilerinde ordu hizmetinde çalıştılar. İstihkâmlar kazdılar, köprüler yaptılar, yollar açtılar.Berlin Antlaşması ile kurulan Bulgaristan 63 bin kilometre karelik bir prenslikti. 1913’te 103 bin kilometre karelik bir ülke oldu. Savaş yıllarında müftülüklerin ve Başmüftülüğün örgütlenme çalışmaları devam etti. Halkın ağır hayatını hafifletmek için büyük bir kampanya örgütlendi. Cemat-ı İslâmi’yeler, imamlar, müftüler ve müftü vekilleri halkı, halkı açlıktan, çeşitli hastalıklardan ve dehşetli soğuklardan kırılan felâketzede Müslüman kardeşlerine yardıma çağırdı. Köylerden, kasabalardan tonlarca ekin, elbise, ayakkabı gibi aleni yardım ve yüz binlerce leva tutarındaki nakdî yardım toplandı. Bulgaristan Müslümanları ağzındaki son lokmasını Osmanlı askeriyle paylaştı, Bulgar’a esir düşen askerlere yardım etti. O yıllarda Bulgar topraklarında 70 bin tutuklu Osmanlı askeri vardı. Daha büyük işler de başarıldı. Cemaat-i İslam iye’nin teşebbüsü ile Filibe’de Osmanlı esirlerini tedavi etmek için tam takım bir hastane kuruldu. Rusçuk’ta bu felaketzedelere yardım toplamak için kurulan komiteye şehir seçkinlerinin en otoriteli-leri katıldı. Başmüftülük bir taraftan da yardım toplamak ve paylaşma işlerini örgütlerken, öte taraftan esirlerin dini hayatını da teşkilatlandırmadan geri kalmadı. Yüzlerce imam, vaiz ve müftü esirler arasına girerek dini irşat görevlerini yerine getirdiler.Savaşın dini imanı yoktur, amansızdır, acımasızdır. Her iki Balkan Harbi esnasında taraflar hiç gerek yok iken cephe gerisindeki barışçı ahaliyi, karı kızan, genç yaşlı demeden kırmışlar geçirmişler, binlerce masum insanı katletmişler, yüzlerce köyü kasabayı ateşe vermişlerdir. Cephenin iki tarafından da bu felaketi görmeyen, tatman insan kalmamıştır. Fakat Bulgar’a katılan yeni yerlerde yerli ahalinin Müslüman ahalini felaketi, yeri göğü inletecek kadar derin, merhametsiz, kanlı olmuştu. Sözde kurtarıcılar yerli Müslümanlara en korkunç dehşet filmlerini yapan yöneticilerin aklının ucundan


166

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

geçmeyen, aklı başında bir insanın kesinlikle kabul edemeyeceği lüzumsuz işkenceler yapmışlar, düpedüz soykırım uygulamışlardır. Doğu ve Batı Rodoplar’ın Osmanlı’dan kopuşundan bu yana çok çileli bir dönem yaşanmış ve trajedi tüm yönleriyle devam etmektedir. Olaylarla ilgili bir Amerikan yazarın yazdığı Balkan Savaşı Gerçekleri filmi “Al Cezira” TV yayınlarınca yayınlandı, Facebook üzerinden Bulgaristan’da da izlenince halkı ayağa kaldırdı. Balkan Savaşı Güney Doğu Avrupa tarihinin en karanlık sayfası olmaya devam ediyor. Yeni bölüm: Pomak Soykırımı ve Müslümanları zorla Hristiyanlaştırma kampanyası

Sakat Toplum

Levent Rasimov-01.Şubat.2016

Konu: Sanki hiçbir şey olmamış gibi... Arkadaşlarımla konuşmalarımda 1989’da yarım milyondan fazla insanımızın bir anda bohça sarıp memleketimizden gitmesini aldığımız yaraların en büyüklerinden biri olarak gösteriyorum. Göçün benim kuşağımda açtığı yara, anne ve babası gözleri önünde öldürülmüş çocukların travması kadar derindir. Ben o zaman 5 yaşındaydım. Toprağın altına sakladıklarımızın geri dönmediği gibi onlarda geri gelmediler. Beklemek bir incinmedir. Savmayan bir ruhsal yaradır. İlk belirtilerini insanların toplumdan soğumasında, uzaklaşmasında, ne olursa olsun beni katmayın, aman uzak durayım ne olur ne olmaz, havasında gördük. Yıllarca düğün yapılmadı. Birbirlerine söyleyecek sözü olmayan yaşlılar camiye ve kahveye uğramaz oldular. Onların içlerine kapanmasıyla, toplum da içine çekildi, kapandı, durdu. Bir evin penceresinde ışık var ikisinin yok gibi alacalı bir ortam oluştu. Çocukların oyunları, okulda sıralar bozuldu, nenelerin duvar dibi peykelerinde boşluklar belirdi. Bu çok ciddi bir yaralanmaydı. Lisede bize 1944 - 1989 tarihi okutulmadı. Acımaya devam eden travmalı yıllarda ne olduğu gençlere anlatılmadı. İşte bugün 1 Şubat 2016 Komünizm ve Totalitarizm Kurbanlarını Anma Günüdür. Bizi devlet bir devlet olarak, Hak ve Özgürlükler Partisi (DPS) bir siyasi öncü olarak, bu mücadeleye katılan, açlık


Makale ve Analizler - 2016

167

grevleri yapan, tutuklanıp “Belene”ye gönderilen, göçe zorlanan, sürgün edilenler veya hapislerde çürütülenler bile sanki her şeyi unutmuşlar, sabah kalktıklarında yatağın kenarında aradıkları bir tek baston. Radyoyu da açmaz oldular çünkü dişe gelen haber yok. Bir de olayları tamamen ters yüz gösterme çabaları var. Komünizm ve totalitarizm kurbanlarını anma gününde bundan 71 yıl önce açılan Halk Mahkemesi’nde verilen hükümlerle idam edilenler, toplama kamplarında yok olan 20 bin kişi anılıyor. 1972 Pomak Müslüman Ayaklanması, “soya dönüş” süreci kurbanları cetvelde yok. Kobilyane, Mestanlı, Ezerçe, Medovets ve daha birçok yerde kurşunlanarak öldürülen Türk Müslümanların sözü bile edilmiyor. HÖH - DPS ve Hürriyet ve Onur Partisi yöneticileri susarken, “Belene” kahramanlarını da temsil eden Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği (BULTÜRK) Başkanlığının Minnettarlık ve Saygı Günü vesilesiyle yayınladığı bildiri büyük destek buldu. 1944 - 1989 komünist rejim kurbanlarının aziz hatırasını anarken, biz Bulgaristan’da yaşayan Türkler ve tüm diğer Müslümanlar Hıristiyanlarla ve diğer dil ve din azınlıklarıyla saygılı, hoşgörülü bir toplumda iyi komşu olmaya hazır olduğumuzu bir daha ifade etmiş bulunuyoruz. Bu bildirisi demokrasi davasında millet ve etnik ayrımı olamayacağına, davanın ortak olduğuna işaret oldu. Suçluların yargılanmasını isteyenler haklıdır, halk onların arkasındadır. İyi komşuluğu ve hoşgörülü sosyal yaşamı Balkanlara ve Bulgaristan’a Moskovalılar getirmedi. Türkler ve onların yaşam biçimini belirleyen İslam ahlak kuralları ve yardımlaşma esasları getirdi. İnsan kardeşliği, buna dayanan yücelttiğimiz bir erdemdir. Yaratana gönül sıcaklı, iman ve inançlı bakışımızdan kaynaklanır. Bulgar toplumunda ne olduğu bilinen ama teşhisi konsa da tedavi edilemeyen bir hastalık var. Bir asırdan fazla bir süredir, kap üstüne kap bağlayan ve artık iyice kaşarlanan durum bu. Kanımca, Plevne Savaşında ve o zamanlar Varna üzerinden memleketimize dolan ve Suvorovo’ya konuşlandıktan sonra Deliormanımızın başkenti Şumnu’ya yapılan Rus saldırısında yerli Türk Müslüman nüfusun % 17’si telef olmuş. O sızı dinmedi, dinmiyor. Dinmemesi bir yana, Balkanlardaki Müslüman nüfusun % 27’sinin telef edildiği veya göçe zorlandığı Balkan, Müttefikler arası ve Birinci Dünya Savaşı çileleri de açılan yaraların üzerine avuç dolusu ekilen tuz oldu. Kuşkusuz o gün bu gün belirli aralarla devam eden yığınsal göçler, sürgünler aynı yarayı hep kanattı, hep acıttı, hep sızlattı. Zonklayan bu yara akamadı, hep topladı. Benim görüşüme göre, aşılamayan bir çıta var. Sanki suya atlayıp ırmağı geçecek kara koyun hala bulunamadı. Bizdeki Rus uşakları, beslemeler, bu arada


168

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

kafalarındaki ideolojik durgunluğa çare bulamayanlar çırpındıkça çırpınıyor. Şimdi gözleri Ukrayna’nın Doğu kesimindeki istilacı Ruslarla birlikte savaşmaya giden “gönüllü - kiralık, maskeli Bulgar gençlerinde” sanki onlardan medet umuyorlar. 1870’lerde Odesa’daki “komitacı kurslarında” ruh bileyip Tuna’yı geçerken Osmanlıya kılıç çeken Botev, Karaca, Hacı Dimitır gibi yeni asiler hayal ediyorlar. Umutlarında, onların silahlardan çıkacak mermilerin güvenlik yeleklerini delmesi ve istenmeyenlerin hepsini yere sermesidir. Bu bir saplantı değil, çığ gibi yayıldıkça büyüyen bir hastalık şekli alıyor. Toplumu felç edebilir. Bir NATO ülkesi olsak ve demokrasi ve güvenlik davasında Ukrayna’dan yana olsak da bu maskeli-silahlı-sapık gruplara TV yayınlarında zaman ayrılıyor, yeni kahraman imgesi yaratılıyor. Aynı zamanda hem Batılı hem Doğulu olmak isteyen büyük bir grup var. Sanki Batıcılık yapıyorlar da, gönlülerindeki Rus sevdası bir türlü sönmüyor. Onlar yıllardan beri tatillerini denizi ve güneşi bol Ege ve Akdeniz’de yapsalar, en çok leziz Türk yemeklerini sevseler, en iyi eğlenceleri Türkiye’de yaşasalar da, Türkiye’yi ve Türkleri sevklerini söylemeye dilleri varmıyor. Hem de yaptıkların ticaret de İstanbul’la olsa bile. Onlar büyük grup. Giydikleri elbiseler de Türkiye’de üretilmiş. Dedelerinin poturlu, kuşaklı, fesli oluşundan utanan bu grup, Türkiye’den giyindiğini dobro dobro söyleyemiyor. Atlanılamayan bir çıta var. Aslında evlerinde bütün gün Türk filmi seyreden hata son yıllarda Türk romanlarına bayılan bu grup Türk kültürüyle haşır neşir olmaya karşı kendini kapsülle meye çalışıyor. Çok enteresan... Bulgar toplumunda gözlenen başka bir ilginç olaya da her geçen gün daha da tanık oluyoruz. Bir yandan “Bulgar özünü oluşturan” hiçbir değer değiştirilmeyecek, hatta bu içeriğin anti-Türk, anti-İslam, anti-Müslüman çizgileri dehada koyulaştırılacak. Öte yandan da, Avrupalaşma, medenileşme, modernleşme, dış kültürle zenginleşme yönü ağırlık kazanacak, fakat bu dış etkileşim “Bulgar özünü oluşturan düşmanlıklara” gölge düşürülmeyecek. Sanki Türklere, İslam’a, dinimize ve dilimize karşı olmak, Bulgar olgusunun özüdür. Bu olay geçen hafta Eğitim Bakanı Prof. Tanev’in başını yedi. Değiştirilmemesi kutsallaştırılan “Bulgar özünde” temel kavramlardan biri “Osmanlı esaretidir.” Bulgar Çarlıklarıyla Osmanlı İmparatorlukları arasında Balkan Savaşına kadar çatışma olmamıştır. Dolayısıyla imzalanmış anlaşma da yoktur. Üstelik “esaret” hükmü ihtiva eden (içeren) herhangi bir uluslararası sözleşme maddesi de yoktur. Şu da bilinmeli, Türk dünyasını adım adım gezip yazınla anlatan büyük Evliya Çelebi gibi, Osmanlı’nın bağrında mayalanan Bulgar Uyanışını adım adım yazan Zahari Stoyanov “esaret” sözünü kullanmazken,Türk varlığının bu


Makale ve Analizler - 2016

169

topraklarda ebedi olacağını öngörüp kaleme almıştır. Bu, şu kış ortamında memlekette alevlenen yeni bir tartışma ocağıdır. Sanki “Bulgar özündeki ana direk esaret altında yaşanmışlıkmış” ki, dünyalarını değiştiren Osmanlıdan kopuş olmuş gibi bir hava estiriliyor. Hep kış diyorum da, bu kış kar kalındı, soğuk sertti. Fakire fukaraya çapa kürek sapı yaktırdı. Yaşlı ve yoksulların durumu ağırdı. Şimdi bizim Deliorman’da ve Koca Balkan köylerinde “tamamen çaresiz” yani kendilerine yardım eli uzatmanın bir yolu olmayan, imkânsızlık durumu oluştu. 2014 yılında ülkede tamamen çaresizler (kıpırdayabilecek durumda olmayanlar) kategorisinde 15 bin yaşlı vardı, geçen sene sayıları 50 bin oldu. “Kısmen çaresizler” yukarıdaki rakamın dışındadır. 16 yaşın altında doğum yapan Çingene kızları kapsıyor. Sayıları 3 bindir. 18 yaşın altında olan ve artık bebe emzirenlerin sayısı 5 bini geçti. Biz burada evden, barktan, kaloriferli ve sıcak sulu tesislerden, kapı karşısındaki minimarketli ve eczaneli, taslar dolu sosyal yardım dağıtılan bir ortamdan söz etmiyoruz. Bu kategoriden olan gençlerin sosyal sigorta durumları düzenlenmemiş. Sosyal sigorta kurumlarında dosya numaraları yok. Kendilerine para yardımı da yapılamıyor. Şimdi yeni bir düzenleme getirilmiş, 16 yaşın altında olup doğum yapmış olan bir de lisede okuyor kaydı bulunan Çingene kızlarına ayda 300 leva yardım veriyorlar. Sonra durup dururken “köpek gibi yetiştirilmiş çocuklar” gibi kavramlar lap diye giriyor lehçemize, dilimize, kültürümüzü belirlemeye başlıyor. Tabii bu ortam bir “esaret” ortamı değil, bu çocukların çocuk doğurması ahlaksızlık sonucu, ama bu durumu değiştirecek aile, toplum, yasa ve anayasa yok. Ve ben konuşmalarımda bizim toplum “hasta” derken bunu kastediyorum, bu hastalığı bilinen, fakat virüsü yok edilemeyen, sefalet katmerleştikçe, o da üredikçe üreyen bir ortam. İşte böyle bizim derenin suyu bulanık değil, hatta kirli olduğu da belli değil, bizim su zehirlenmiş, içsen içilmiyor, sulamaya da yaramıyor, en iyisi bütün derelerin üzeri kapansın ve yeraltı deresi gibi aksınlar istedikleri yere, dünyaya faydası olmayanın nereye aktığından bize ne? “Tamamen çaresizlerin” toplamı ise öncelikle 1 milyon 270 bin emeklidir. Bu kategoriden olup aylık ana, yan, ek gelirleri 300 levayı aşmayanlara (150 Euro) yılda iki kez, “Bocuk” ve “Hıdrellez Bayramında” olmak üzere verilen 40 artı 40, toplam 80 leva bayram yardımıdır. Size, 60 sm kalın karlı bir ortamda Sliven’in Bojintsi köyünden Lazar Denev adında 75 yaşında bir emekli köylünün TV’ye düşen acıklı öyküsünden bir nebzecik söz etmek istiyorum. Adamcağız çatısı çökmüş, kar, dolu, yağmur üzerine yağan, perişan ve darmadağın, eski ve harabe bir yapıda 7 senedir ömür törpülüyor. Şu yukarıda “tamamen çaresizlere” bayramdan bayrama dağıtılan 40 leva


170

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

için muhtara, muhtar belediyeye, belediye Sliven İl Savcılığına başvurmuş, savcılık köye bir ruh hastalıkları doktoru göndermiş, bir bacağı olmadığından günlerini çökmüş bir kanepeye uzanmış, yağan kara ve bulutlara bakarak geçiren Bay Denev’in ruh halini iyi bulan doktor, yardımın verilmesini engellemiş. Bazen, bizim toplum hasta olmasına hasta da, tam neresi hasta sorusunu kendime sorduğumda, cevap bulmakta zorlanıyorum. Şu bahar bir açsa, bahar yağmurları durmadan yağsa, hastalıkların yarısının kendiliğinden derelere dolup yok olacağına inanmak istiyorum.

Ulusal Sİyasi Bellek Oluşamadı

Dr. Mustafa Kahraman-02.Şubat.2016

Konu: Gelecek geçmişin aydınlığında gizlidir. Ben suyumu kazandım da içtim Ekmeğimi böldüm de yedim Alkışı duydum, ihaneti de gördüm “Hak edilmeyen haramdır” sözlerinde nenemin adalet felsefesi özeti canlıdır. Bana uzattığı tereyağlı ekmeğr “hakkındır” derdi. Adil bölüştürendi. Hak yemezdi. Yalnızlığımda, düğmeye basar, cam önünde dikilir, Nenemin sözlerini hatırlar. Karışık zihnim açılır yavaşça, belleğimde bir yerlere dönerim. Bellek sözünü sanki uydurmuşuz. Ne cennete ne de cehenneme bir şey götürmek istemediğimizden, geçmişimizi saklayan sır kutusuna gerek var mı, yok mu, pek bilemiyorum. Almancada “Gedächtnis” hatıra anlamındadır ve düşünmek fiilinden gelir. Sanki yaşanan bir şey olmadan öğrenilmiş bir şey olamaz! Hatırası olmayansa doğru düşünemez anlamındadır. Olumlu düşünmek ise, yaşanmış olanın aydın tarafını yaşatmaktır. Tarihin hamalı olmak istemediğimizden olacak biz Bulgaristanlı Türkler ve tüm Müslümanlar


Makale ve Analizler - 2016

171

Türk - Müslüman Siyasi Belleği’ni oluşturamadık. Bunun oluşturulmasını baltalamak için Multigrub kurduk. Peevski oligarşi yarattık. Ahmet Doğan’ı saraya yerleştirdik... Türklerin, Pomakların, Çingenelerin okuma yazmasını engelledik. Bellek hem sözlü, hem de yazılıdır. Bizim yazılı belleğimizin oluşması eğitime gelen yasaklarla engellendi. Amaçları gördüğümüz zulme ve yaşadıklarımıza dayanan düşünce geliştirmemize yol vermemekti. Belki de başardılar. “Gözüm görmesin!” diyenlerin el kol sallaması bunun ifadesidir. Bulgar milleti de Ulusal Siyasi Bellek oluşturmak istemiyor. Bu gelişme bir başlasa Bulgaristan Türklerinin öz belleklerini oluşturması da kolaylaşmış olacak. Şu dönem baskın olan korku ve tehditler durumu karıştırdıkça karıştırıyor. Ulusal siyasi bellek açısından memlekette bir zihinsel karışıklık var. Ulusal siyasi belleğin oluşturulması zihinde beyaz alanlar ve/veya siyah noktalar oluşturmakla olmaz. Unutulmaması gerekenin ön plana çıkarılıp yaşatılmasıyla olasıdır. 1 Şubatta Bulgaristan’da Komünizm Kurbanlarını Anma Günü idi. Komünizm ve totalitarizm kurbanlarını anma günü olan bu günü Jelü Jelev 1990’da Cumhurbaşkanı seçildikten sonra devletin tören takvimine alırken gerekçesini açıklamadı, fakat herkes şunları düşünmüştü: Biz Türkler, Müslümanlar 1960’larda Çingene kardeşlerimizin, 1970’lerde Pomak Müslüman kardeşlerimizin ve 1980’lerde bizim isimlerimiz, kimliğimiz değiştirilirken, dilimiz ve dinimiz yasaklanırken verdiğimiz kurbanların devlet tarafından onurlandırılarak anılacağını, aziz hatıralarının yaşatılacağını sanmıştık. Öyle bir şey olmadı. Ahmet Doğan, Sabri İskender ve Nuri Adalıya “demokrasi savaşçısı” nişanı verilince bizim sayfamız kapandı. Pomaklarla Çingeneler şehitlerini anma töreni düzenlemek oldu. Biz ise her yıl 24 Aralık’ta Süğütkesiği’ne ve etraf köylere, Mestanlı’ya toplanıp şehitlerimizi törenli toplantılarla anıyoruz. Bu bakıma bizim törenimizle 1 Şubat Komünizm Kurbanlarını Anma Günü arasında sanki organik bağı yok gibi. Şunu hiç çekinmeden yazabilirim: son 70 yıl Bulgar Ulusal Belleğinde üzerinde iz, çizgi, toz olmayan beyaz bir alandır. Birkaç örneğe özellikle değinmek istiyorum: 9 Mayıs 1945 tarihinde Berlin’in düşmesinden hemen sonra, Sofya parlamentosu dağıtıldı, aralarında bakanlar, saltanat naipleri, generaller, büyük sayıda


172

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

aydın olmak üzere 140 kişi tutuklandı. Bu tutukluların % 70’ine idam cezası verilmesi için Moskova’dan emir gelmişti. Bu olay, Hitler faşistlerine yardım edenlerin yargılanması için 1948’de Almanya’da Nürnberg Mahkemesi, Tokyo’da Devlet Mahkemesi ve Sofya’da da Halk Mahkemesi kurulmasından önce oldu. O dönemde idam cezası alanların sayısı büyük olduğu gibi, 9 binden fazla Bulgar yargısız infaz edilmiş, o zaman açılan “Belene” adası ölüm kampına ve daha yüzlerce toplama kampına atılmış, gün boyu taş kırdırılmış, işkence edilmiş, imha edilmişlerdir. Komünizm dönemi zulmünden iz kalmasın d,iye daha sonra yerle bir edilen “Belene” kampına ilk götürülenlerden biri olan ama 4 hapishanede kaldıktan sonra ayakta kalan ve hala yaşayan 92 yaşındaki İliya Trifonov anlatıyor. O, “Makedon dilini resmi dil olarak tanımadığı için ölüm cezasına çarptırılmış, 2 bin kişiyle birlikte 1953’te “Belene” kampına ilk düşenlerden biri. Üç yıl boyunca çektiği işkenceyi anlatırken şöyle diyor: “Falakayı ve sopayı işkenceden saymazdık. Her gece bir donla dışarı çıkarılıp gündüz kestiğimiz ağaçların üzerine oturtuluyorduk. Adanın iki yanı Tuna, etraf bataklık, sivrisinekler parmak gibi, gece boyu üzerimize saldırıyorlardı. Isırdıkları yerle kızarıp kabarıyor, adeta şişiyor, kaşındıkça kaşınıyor, kendimizi yoluyorduk. Bana yapılan en büyük işkence sivrisineklerin kanımı zehirlemesi oldu.” İliya Tifonov’un, 1 Mart 2016 günü Sofya Şehir Mahkemesi’nde davası var. Bundan 9 yıl önce kurulan gizli polis ajanları Milli Komisyonu’na “Ben 4 hapiste yatıp, ‘Belene’ de kaldım, dosyam var mı, varsa görmek istiyorum,” diye bir mektup yazmış. “Siz bir ajanmışsınız” cevabını 8 yıl sonra 2015’te almış. Ajan falan olmadığını ispat edip kendisini aklamak amacıyla arşivdeki dosyasını mahkemeye vermiş. İmzası, el yazıyla kale alınmış muhbir yazıları incelemeye alınmış, bu imza benim değil, bu yazılar benim değil dese de, mahkeme kararını beklemek zorunda. Sofya’da sivil polis DS muhbir dosyalarının bulunduğu makama “halka yapılan terör yuvası” adı verilmiştir. 9 yılda buraya gidip 15 bin 500 kişi ya da onların yakınları kişisel ajan dosyasını okumuş; 11 bin 20 vatandaş dosya komisyonuna ek bilgiler göndermiş ve 1 bin 890 yerli ve yabancı gazeteci de ajan dosyaları üzerinde araştırma çalışmaları yapmıştır. Şunu önemle arz etmek istiyorum. Dosya komisyonu Bulgar gizli polisi DS dosyalarının hepsini elde edemediği gibi, yalnız BKP adına çalışan VI. Şube dosyaları saklanmış, askeri istihbarat dosyaları hala teslim edilmemiş ve Rus dış istihbarat ajansı için çalışan Bulgar vatandaşlarının dosyaları da açıklanmamıştır. Önemli vurgulanması gereken bir nokta ise, Demokratik Almanya’da, Çekoslovakya ve Polonya’da olduğu gibi, komünist gizli servis ajanları sıfırlanmadı, say-


Makale ve Analizler - 2016

173

gınlıkları sıfırlanmadı, devlet görevlerinde kaldılar, hatta bugünkü Sofya meclisinde 84 dizli polis ajanı görevlidir.Son 9 yıl içinde Dosya Komisyonu “Devlet Güvenlik Örgütü DS Komünist Partisi’nin Eri” başlıklı 32 ciltlik bir derleme hazırlayıp yayınladı. Kuşkusuz biz “Belene” adasında de Sofya, Stara Zagora, Pazarcık, Varna ve diğer hapishanelerde, sürgünde, taş ocaklarında kaç mahkûm Türkün ajanlık yapmaya zorlandığını, bunlardan kaçının gizli polis ajanı olduğunu, dosyasının açılmadığını ve başka bilgileri açıklayamıyoruz, çünkü tutuk evlerinin, sorgu makamı, toplama kampı ve cezaevi dosyaları Dosya Komisyonu emrine verilmemiştir. Bu arada komünizm ajanlarının NATO’ya yeni üye olan ülkelerde devlet görevlerinde kalışını da inceleyen son Viyana “komünizmin kalıtı” konferansında “Totaliter devletler sırları, sır olmaktan çıkarılmalıdır” dense de, “Berlin Duvarı”nın yıkılmasından çeyrek asır sonra, Bulgaristan’da yönetici elitin değişmediğine işaret edildi. Sosyalist Parti milletvekillerinden Mercanov, anti-komünist, anti-totaliter Ulusal Siyasi Bellek oluşturulmasına, Bulgar tarihindeki 70 yıllık beyaz lekenin silinmesine tepki gösterirken “Dosyalar Komisyonu”nun kaldırılmasını istedi ve parti başkanı Mihail Mihov tarafından desteklendi. Bu gibi temel konularda, devamlı susan, isimlerimize, anamıza, babamıza, çocuklarımıza saldıranların, dil, din ve kültürümüzü ayakaltına alıp çiğneyenlerin cezalandırılması konusunda, öldürülen şehitlerimizin katillerinin, ajanların, hainlerin, Rusyacıların açıklanması ve yargı önüne çıkarılması gibi sorunların hiç birine değinilmemesi çok anlamlıdır. Her konuda adalet aranmasına yanaşmayan, hep susan, dut yemiş bülbül havasına giren, kendileri mağdur gösteren, kurnazlık yapan, “it ürür kervan yürür” havalarına giren HÖH - DPS yönetici ve milletvekillerine dikkat etmeliyiz. Bir örnek vermem gerekirse, Lütfü Mestan’la birlikte HÖH partisinden ayrılan, imam hatipli milletvekili Hüseyin Hafızov’un anası, babası ve kardeşleri Türk isimlerini geri almamıştır. Örnek olmak, başı çekmek isteyen kendinden başlamalıdır. Bunun için biz geleceğimizi yaratırken geçmişimizden parlak ve aydın yönleri almak zorundayız. Yine 1990’lara döndüğümüzde, “yuvarlak masa” etrafına toplananların bile sahre, Rusya’ya hademelik yapmaya hazır, sahte yurtseverler olduğunu bugün artık çekinmeden söyleyip yazabiliriz. İşte bu bakıma, hiç bir şey unutulmamalıdır, unutulmayacaktır. Komünizme ve totalitarizme karşı mücadelenin omurga kemiğini oluşturan, 44 gizli ve yarı legal parti, örgüt, hareket, dernek ve kulüpte birleşerek ör-


174

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

gütlenen Bulgaristanlı Türk Müslümanlar hak ve özgürlük uğruna direniş bayrağını yükseklerde dalgalandırırken, şu Sofya’daki Dosyalar Komisyonuna beş on mektupla gerçekleri bildirmedi, ajan olmaya nasıl zorlandıklarını anlatmadılar. “Ben devletim için çalıştım!” gururuyla yaşayanlar da sustular, susuyorlar, anlaşılan susmaya devam edecekler. Durumu anlatabilmek için, Türkçemizin güzel değimlerinden biri olan karmakarışığı kullanmak istiyorum. Türbülans olarak da düşünebiliriz. Dönen ama birbirine karışmayan, birleşip kaynaşamayan bir toplum. Nasıl kaynaşsın ki kendini arıtamıyor. Bu yıl komünizm kurbanlarını anma gününde en iyi konuşmayı Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev yaptı. Fakat o da 1972’de Pomak Müslümanların isimleri değiştirilirken, camileri kilitlenirken ve köylüler kamyon dolusu sürgün edilirken önce (Nevrokop) Gotse Delçev BKP Belediye Komitesi Sekreteri, ardın da il merkezi Blagoevgrad BKP İl Komitesi İdeolojik Sorunlar Sekreteriydi. Birçokları Cumhurbaşkanının tutumunu desteklerken, sosyalistler, Atakacılar, sahte “yurtseverler” eski ve yeni ajanlar, hatta HÖH - DPS’ciler babasının anısını unutmasın lütfen, diye tempo tutuyorlar. Başbakan Boyko Borisov ise, totaliter diktatör Todor Jivkov’in korumasıydı, hükümetindeki bakanlardan bazıları BKP MK Politik Büro üyelerinin torunlarıdır... Şahsen ben hep bulanık akan bir ırmak görmedim, Fakat Bulgaristan politik ırmağının arınabileceğini düşünmek bile istemiyorum. Geçmişin aydınlığı katmerleşmiş komünist totaliter karanlığı delmekte güçlük çekiyor. İnşallah başarır. Ben suyumu kazandım da içtim Ekmeğimi böldüm de yedim Alkışı duydum, ihaneti de gördüm İşte bu mısraları alın akıyla söyleyebilecek dört kişi yok etrafta...

Koltuk Değneği - 6

Dr. Nedim Birinci-03.Şubat.2016

Konu: Koltuk değnekliği tedavisi olmayan hastalık oldu. Yirmi birinci yüzyıla sakat giren Bulgar ve Rus oligarşisine koltuk değneği edilmiş olmamız hepimizi uyandırdı. Bu işler gizli planlansa ve gözden uzak uygulansa da, yük hep sırtımızda, artık araba gıcırtısı rahatsız ediyor. Çatırtıya dö-


Makale ve Analizler - 2016

175

nüşen gıcırtı o boyuta geldi ki, Başbakan Boyko Borisov’u yedek parça bulmada iyice zorluyor. Eğitim Bakanı değiştirme oylamasında araba az kala dağılıyordu. Bulgaristan’da Osmanlı varlığının bir “Osmanlı esareti mi?, Osmanlı köleliği mi?, Osmanlı egemenliği mi?, Osmanlı mevcudiyeti mi? Osmanlı misafirliği mi?” vs tartışması Eğitim ve Teknoloji Bakanı Profesör Todor Tanev’in başını yedi. Kaynayan kazandan, herkesin anlayabileceği şöyle bir şey çıktı: Osmanlı yıllarından kalan Bulgar ulusal anısının kalıplaşmış olduğu ve bu zihniyetin içinde “esaret” ve “kölelik” sözleri olmadan olamayacağı anlaşıldı. Bu sözleri Hristo Botev ve İvan Vazov gibi ateşli şair ve yazarlar kulanmış. Gelecek yıldan başlayarak İvan Vazov’un “Esaret Altında” eseri ders programından çıkarılacak kararı alınca, dananın kuyruğu koptu. Türk ve Bulgar ailelerin iyi komşuluk ettiği, Müslüman ve Hıristiyan ev ve konak duvarlarında komşu kapıları olduğu, Tür mutfağında pişirilen aş Bulgar komşuya da tattırılmadan kimsenin boğazından geçmediği 500 yıl unutuldu. Dünyanın başka hiçbir yerinde olmayan hoşgörü, müsamaha ve birçok şeye göz yumma gibi yaklaşımın hâkim olduğu hep küllenmeye çalışıldı. Bulgar kimliği ile Türk Balkanlı ve Avrupalı kimliğinin aynı ortamda, aynı koşullarda, aynı etkileşim içinde ve yanı tarihsel zaman kesiminde dirilip oluştuğunu kabul etmek istemediler. Bugünkü durum devlet eliyle göz ardı etmenin son ürünüdür. Halkı yanlış bilgilendirme ve yönlendirme sonucudur. Gidiş iye değildir. Açtığım olay üstüne mecliste tartışmaya açıldı. HÖH partisi meclis grubu adına Çetin Kazak konuştu. 17 Aralıkta Lütfü Mestan ve yakın arkadaşları parti yönetiminden dışlandıktan sonra Mustafa Karadayı ve Ruşen Riza ile birlikte o da yeni troykaya girdi. Kazan konuşmasını ezberledikten sonra, aylardan Şubat olmasına rağmen, güneşin ilk şualarında okşanmak için köpeğiyle birlikte “saray çardağında” oturan Ahmet Doğan’a gitti. Dördüncü sınıf kız çocuklarının şiir okuduğu gibi okudu. İyidir ya da kötüdür demek, âdeti olmayan Ahmet, bu defa da ağzını açmadı. Köpeğini sıvazlarken, yarım ağızla “10 - 15 kişi olsanız yeter, diğerlerine söyle çarşı pazar gezsinler,” dedi. Avrupalı kültürlü hukukçudan geçen, ama henüz kazanılmış davası olmayan Kazak, hiç olmazsa Rumca’da, Makedoncada, Sırça’da, Hırvatçada, Arnavutçada, Bosna ve Karadağ dillerinde Osmanlının Balkanlarda kalışına ve bıraktığı yüksek medeniyete, kültüre ve mimari eserlere ne ad verildiğini örenmiş olsaydı. Bulgarlardan başka bu olaya “esaretti - kölelikti” diyen olup olmadığına bir baksaydı. Çok hayırlı bir iş yapmış olurdu. O bunu da yapmadı. Ahmet Doğan’ın gözüne girmek için, hiç olmadı, Osmanlının Balkanlar Çağını anlatan ve “Drava Köprüsü” eseriyle Nobel Ödülü alan Hırvat yazar İvo Andiç’i okusaydı. Osmanlıyı “esaret, kölelik, baskı, zulüm, falan filan gibi değimler kul-


176

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

lanmadan” nasıl anlattığını öğrenmiş olurdu. Ve bu gerçeklerin bundan sonra Bulgaristan’da da dikkate alınması gerektiğini söylemeye yüzü olurdu. Neredeeee!!!.... Adamın gözünün ve aklının nerede olduğu belli değil! Çetin kardeşim yüksek uçanlar da yere düşer, unutmayalım... Şunu da unutmayınız, Nisanda HÖH 9. Olağan Kurultayı var. Orada da düşmeyen bir Allah, Doğan’ın faciası oracıkta başlamıştı... Akıl hocalığı yapan ve kazan karıştıran Doğan, Bulgar meclisinde bir bakanın atanması için salt çoğunluk yani 121 oy gerekmediğini, iktidarda olan (GERB) - Borisov partisinin artık yıprandığını, her geçen gün ondan daha fazla ihtiyacı olacağını, Borisov’un 100 oydan fazla toplayamayacağını, bu atamanın hazır bulunanların basit çoğunlukla da olabileceğini biliyordu. Borisov’la telefonlaştılar. Anlaştılar. Olayı al gülüm ver gülüm siyaset çizgisine çektiler. Bayan Kuneva, Eğitim Bakanı olsa ne olur, olmasa ne olur, aynı Türk çocuklarının anadil öğrenmeleri gibi bir şey, önemli olan dalaveredir. Kimi bayanlar vardır ne istediklerini bilinemez. Kuneva da onlardan biridir. Hangi işe dokunduysa oyun bozdu, her şeyi yarıda bıraktı. Paragöz mü, paragöz! Önemli olan iş olması değil, para ceplemek. Eski BKP MK üyelerinden birinin haylaz oğlunun eşidir. Fırsat bulmuş harman savuruyor. HÖH - DPS mebusları bu defa meclis salonundan çıkmakla da “koltuk değneği” rolünü başarıyla görebildi. Kazak konuşmasında, bir sağ bir sola bakarak yüksek sesle bir şeyler anlattı. Yeni eğitim bakanından anadilde eğitim veren anaokulları, ilkokul ve liseler açılmasını, anadilimiz Türkçemizin zorunlu ders olmasını, Türk dilinde ders kitapları basılmasını, birkaç okulda birden anadil dersine girmek zorunda olan öğretmenlere fazla mesai tanınmasını, kantin ve yemekhanelerde Müslüman öğrencilere domuz etli yemekler sunulmamasını vs istemedi. Din eğitimine devlet yardımı gerektiğinden ise çıt etmedi. İstemek bir yana bu konulara asla değinmedi. Türk, Müslüman, Pomak, Çingene, etnik azınlık topluluğu gibi sözler kullanmadı. Azınlık çocuklarından yarısının Bulgarca öğrenmede güçlük çektiğini konu etmedi. Karda kışta Rodoplar’da ve Deliorman’da öğrencilerin okula gidemediğini, okul aracı olmadığını, okul kantinlerinde hep aynı çorba kaynadığını, öğrencilere vaksın yapılmadığını, okullarda diş hekimi, psikolog ve hemşire olmadığını gündeme getirmedi. Başkan Kazak’ın bu konuşması HÖH - DPS partisinin halkımızın dertlerinden tamamen koptuğuna yeni ispat oldu. Üç başkandan biri forsunu gösteren Kazak’tan sonra, iki aydan beri uzak kaldığı kürsüye bağımsızlar adına çıkan ve ben eski ve kıdemli bir öğretmenim, eğitim benim ihtisas alanımdır gibi bir havayla konuşmaya başlayan Lütfü Mestan da, başına birçok bela birden gelmesine rağmen, sevdiği taş plağı çaldı. Doğrusunu isterseniz, bu kadar yüksekten düştü de aklı hala gelmiş. Ondan Türkçe


Makale ve Analizler - 2016

177

eğitimi konusunda birkaç esaslı cümle beklerken, eski hamam eski tas konuştu. Ayakları sallanan hükümete akıl satmaya çalıştı. Türkçemiz sanki vebalı, anadilimize değinmedi. Hatta bizim bir anadilimiz olduğuna işaret etmedi. Demokrasi koşullarında anayasamızın azınlıklara getirdiği en önemli edinim, çocuklara anadil eğitimi vermemiz olmalı, deyemedi. Eğiğim Bakanlığı ödevlerinden söz etmedi. Böylece eğitim öğretim davamızın ana ilkelerinden olan, azınlık topluluklarından öğrencilere daha ilkokuldan başlayarak özel derslerle özgün tarihleri, dilleri, dinleri, ahlak kuralları, edebiyat ve kültürlerini öğretilmelidir diye bastırmadı. Bakan adayı Bayan M. Kuneva’ya hiçbir şeycik hatırlatmadı. Bağımsız milletvekili Mestan ve diğer Türk bağımsız milletvekilleri oylama esnasında meclisten çıktılar. Bayan Kuneva’nın Eğitim Bakanı seçilmesine onlar da bu hareketleriyle “koltuk değneği” oldular. Her bir şey değişebilir, ama halkına, soyuna, köküne bir kez ihanet etmiş kişiler asla değişmezler. Öz ve şekil, davranış ve eylem olarak hep aynı kalacaklardır. Çünkü onlar şişeden çıkmış peri gibidirler Şişeye geri dönmeyecekleri gibi, kötülük etmeye değil son, ara bile vermezler. Olay budur. Bu arada, zenginleşen Bulgar orta tabaka ve üst katman çocuklarını bir odada 25 - 30 öğrencili devlet okullarına göndermez oldu. Özel kolejler dikildi. Bizde bir tek Türk kolej ve oku yok. Müslüman Türkler en büyük etnik azınlık olmasa da, ülkemizde neden kendimizin olan ve anadilimizde tedrisat yapan eğitim merkezlerimiz yok? Biz yoksullaşmaya devam ettikçe ve sefillerin arasında en sefillerin arasında istiflendikçe bunu yapamayacağız gibi. Bizde yüzden fala İngiliz, Rus, Fransız, İtalyan, İspanyol ve Alman koleji var. Biricik Türk Lisesi yok! Bu sorun HÖH DPS’ ye rağmen çözülmeliydi. Çözülemedi. Hep Ahmet’e, Kasim’e, Lütfü’ye, Korman’a güvendik, bekledik, umut ettik ve yere yaslandık. Şu da var. 1990’dan beri Bulgaristan Türk, Pomak ve Çingene çocuklarından 1500 liseli öğrencimiz Türkiye Cumhuriyeti.’ne gönderildi. Üniversite bitirdiler. Uzmanlaştılar. Doktor, mühendis oldular. Ne ki geri dönmediler. Sanki HÖH onlara “geri dönmeyin” diye tembih etti. Böylece genç kuşak okumuş, aydın kesim oluşturamadık. Hepsinin geri dönmesi zamanı gelmedi mi? Genç uzmanların ülkemizi terk etmesi çok feci bir durum oluşturdu. Ülkemizde doktor kıtlığı var. Tüm firmalar elektronikçi arıyor. Bilgisayarcılarımız yetmiyor. 53 ülkeden genç doktorlar, dil bilmemelerine karşın, Bulgaristan’a geldiler ve çalışıyorlar. Klinik ve hastanelerde göreve başladılar. Deliorman belediye tıp merkezlerine Suriyeli hekimler hâkim oldu. Etnik azınlığımızın kadro yetiştirme imtiyazları kötüye kullanılamaz.


178

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Yıllardan beri sıradan köylüler Kırcaali belediyesinde eğitim müfettişiyken ve daha sonra Sofya’ya milletvekili olarak geldiğinde, “Lütfü Mestan evlatlarımızı Türkiye Cumhuriyeti’nde okumaya gönderirken bizden para aldı,” diye konuşuyorlar. Durum böyleyse, bu gidişe son verilmelidir. Bu gidiş, gidiş değildir. Ruhsal çöküş durdurulmalıdır. Ekonomik ve sosyal yıkım yalnız HÖH - DPS’ yi değil hepimizi, yediden yetmişe çaresiz sefiller kategorisine itiyor. Hâkim sınıfa, Bulgar-Rus oligarşi ortaklığına ebedi “koltuk değneği” olmaktan kurtulmalıyız. Lütfen düşünmeye başlayalım. Körü körüne inanıp kimseye bel bağlamayalım. Mecliste yapılan son oylama Bulgaristan hükümetindeki çatlaklığın derinleştiğini de kanıtladı. İlk kez olmak üzere, Başbakan Borisov hükümetiyle koalisyon sözleşmesi imzalayan Reformcu Blok partisinden 9 milletvekili, kendilerinden, yani aynı gruptan olan Migleva Kuneva’nın Eğitim Bakanı olmasına “hayır” oyu verdi. İlk kez çok ciddi bir çatlak belirdi. Son durum analizlerine göre, Savunma Bakanı’ndan da görevini terk etmesi istenecektir. Ciddi rüşvet iddiaları aldı yürüdü. Ardından hükümet istifa ederse kimse şaşmasın. Sosyalist Partisi ise yarım kalan sağlık reformu için güven olu hazırlıklarını tamamlamış durumdadır. Şu da önemli, son oylamada, Sosyal İşler Bakanı Kalfin ve eski Cumhurbaşkanı G. Pırvanov’un yönettiği ABV partisi meclis grubu da “hayır” dedi. “Koalisyon Sözleşmesi”ni imzalamadan hükümete meclis içi destek sağlayan aşırı sağ milliyetçi sözde “Yurtsever Cephe” (PF) partisi ise çekimser kaldı. Moskovacı Ataka partisinden 9 ve Sosyalistlerden de 30 milletvekili olumsuz oy kullandı. Bir yıl üç aylık geçmişi olan ikinci Borisov hükümeti zaten 4 partinin sözleşmeli-sözleşmesiz angajmanıylakurulmuştu. Hükümeti destekleyeceğine söz veren 4 siyasi ortaktan, 2.5 (iki buçuğu) ilk kez olmak üzere, mecliste hükümeti desteklemediler. Bulgaristan’da yeni bir siyasi durum oluştu. Meclis kürsüsüne çıkan konuşmacılardan GERB sözcüleri hariç, hepsierken seçimistedi. Biz, seri yazılarımızda, HÖH - DPS partisinin, bu defa da mecliste oylamaya katılmayarak ikinci Borisov kabinesine arka olduğunu, omuz verdiğini özellikle anlatmaya çalıştık. Bu siyaset, Borisov hükümetinin ilk gününden beri devam etti. Bu ikiyüzlülükle önce 5 milyar leva, ardından 15 milyar leva dış borç alındı. 2015 ve 2016 mali yıl bütçeleri onaylandı. 4 milyar 700 milyon levası çalınarak çökertilen Bulgar Kooperatif Ticaret Bankası (BTK) borçları devlet bütçesinden ödendi. Modern dünya böyle bir örnek bilmiyor. HÖH bu çöküşün her adımına oy verdi. “Koltuk değneği” olma siyasetinden asla vazgeçmedi. Lütfü Mestan gitmiş, Mustafa, Ruşen, Çetin gelmiş, değişen bir şey yok. Hepsi ipte kukla...


Makale ve Analizler - 2016

179

Ahmet Doğan’a sormak lazım: Bulgar milli menfaatleri, Bulgar devletinin her gün biraz daha çöküşüne oy veren politikanın neresinde gizlidir acaba?. Yakındır “koltuk değneği” kırılacak ve sap dönecek... Bu gidiş, gidiş değil. Yüzde ellisi (% 50) majoriter (çoğulcu) milletvekillerinden oluşacak yeni bir Millet Meclisi’ne ihtiyaç var. Meclis halkın seçeceği bağımsız milletvekillerini bekliyor. Her yerde ve her zaman emir kulu olan ve kendi bilinç, inanç ve iradelerine göre hareket etmeyen, tek sözle kullaşmış milletvekili sürüsünden, Eğitim Bakanı oylaması gibi, en iyi imkânların belirdiği fırsatlardan bile yararlanmak istemeyiş, çok anlamlıdır ve gün gibi ortadadır. Güncel olaylar, Bulgar ve Rus oligarşisine, zenginlerine, perde arkası kodamanlarına “koltuk değneği” olmanın HÖH-DPS partisinde meclis içinde ve dışında tedavisi olmayan bir hastalık oluşturduğu artık herkesin görebileceği şekilde ortaya çıktı. Kazak ve Mestan’ın meclis kürsüsünden boş boş konuşmaları, her yerde ikiyüzlülük sergileyişi, ilkeli bir siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel program hazırlayıp halka açıklama cesareti göstermeden boş iştir. Bizim dertlerimiz kimsenin derdi olmaz oldu. Az soyulduk, çok soyulduk, güvendiğimiz adamlar tarafından soyulduk, bu gidişe son vermeliyiz. Bizim tarihimiz kahramanlık ve yiğitlik kokar, biz de umut kokuyoruz!

Ayrılsak da Beraberiz

Alptekin Cevherli-04.Şubat.2016

2003 yılında kaybettiğimiz Türk Sanat Müziği’nin değerli sanatçısı Rahmetli Yusuf Nalkesen’in o meşhur şarkısında söylediği “Ayırlsak da beraberiz”in nakaratı haberleri izlerken birden dilime dolanıverdi... 1989 sonrası dünyanın tek başına süper gücü olduğu iddiasını yüksek sesle söylemeye başlayan ABD, SSCB’nin yıkılmasıyla birlikte “Yeni Dünya Düzeni” adıyla at koştururken; sahneye yeni bir tiyatro oyunu konuluyordu.1989 öncesinde ABD ve SSCB arasında sözüm ona devam eden “Soğuk Savaş” Sovyet Rusya’nın iflası ile tek kişilik oyun halinde ABD tarafından devam ettirilmeye çalışıldı.Ne zaman ki, halk dilindeki argo tabirle Rusya’nın “biti kanlanınca” oyun, yine esas oğlanla kötü adam arasında sahnelenmeye başlandı. Güya bir yandan ABD, diğer yandan Rusya dünyayı paylaşmak için mücadele ediyormuş


180

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

gibi görünürken aslında bir sömürü düzenini iki koldan yürüttüklerini; insanlık ve özellikle de Türk - İslâm dünyası üzerinde müthiş pazarlıklar döndüğünü görüyoruz.Güya bu düşmanlar, konu Türkiye olunca nasıl da ortak çalıştıklarını bir anda gözler önüne serdiler... Türkiye, Suriye’deki Sünni Müslümanlara sahip çıkmak saikiyle hareket ederken; bir yandan da AB’nin ve ABD’nin de desteği veya belki de tazyiki ile Şam hükümeti ile giderek düşman haline gelirken asıl oyunun güney sınırlarının PYD - PKK tarafından kuşatılması olduğunu görünce; müttefiki NATO ülkelerine PYD - PKK’ye verdikleri silahların yurdumuz içinde kullanılacağını görerek dur demişti. ABD ve AB ülkeleri bu durumda ayak sürümeye başlayınca bu kez devreye Rusya bodoslama bir şekilde alınarak PKK - PYD’nin Lazkiye’ye çıkışı önündeki en büyük engel olan ve sayıları 3 milyonu aşan Suriye Türklerine karşı açıkça soykırıma girişti. Diğer yandan ABD ile “kanka” olan PYD PKK, bir anda Rusya ile de ittifak içine girdiğini açıkladı.Ama bu arada ABD ve AB tarafından da hâlâ desteklenmeye devam etti ve ediyor da... Şimdi sorarım sizlere; dünyada hangi terör örgütüdür ki, aynı anda iki rakip büyük devlet tarafından aynı anda desteklensin? Ayrıca biri ticari, diğer askeri yönden Türkiye’ye bağlı olan sözüm ona “süper” olan bu ülkeler, ülkemizle olan bu ittifaklarına rağmen bir terör örgütünü aynı anda niye himaye etsinler? Var mıdır dünyada örneği? Demek ki yıkıcı her zaman yıkıcılığını yapıyor... Sahnedeki oyuncu belki değişiyor ama oyun hep aynı... İşte böyle zamanlarda da insanın aklına Yusuf Nalkesen’in sanki ABD ve Rusya’nın aşkını anlatan o şarkısı geliveriyor... Ne o bensiz edebilir Ne temelli gidebilir Ben de böyle bunu bilirSade gözden ırağız biz Alev alev çerağız biz Ayrılsak da beraberiz... Bazı gün gelir nâz eder Hem küser, hem niyâz eder Sanırsın sahiden gider Sade gözden ırağız biz Alev alev çerağız biz Ayrılsak da beraberiz Allah, milletimizi “el içinde düşmanımsın sen benim, tenhalarda sen benimsin ben senin” anlayışındaki bu çıfıtlardan azade buyursun...


Makale ve Analizler - 2016

181

Bal-Göç Ziyaretinin Ardından

Mahmut Oral-05.Şubat.2016

Büyük teşkilat olduğunuzu iddia etmek, hiç şüphesiz sayısal ve fiziki büyüklüğünüzün durumu ile de ilgilidir ancak, asıl olan büyük davranmaktır, inisiyatif almaktır, temsilini üstlendiğini iddia ettiğin toplumun refahı, huzuru ve geleceği adına neler yaptığınız daha da önemlidir diye düşünüyoruz. Tabiatıyla, köklü ve büyük bir teşkilatız ve o nedenle hiçbir konuda inisiyatif almadan vaziyetin icabına göre hareket ederiz diye de düşünülebilir. Ancak o zaman temsil ettiğinizi düşündüğünüz topluma herhangi bir katkınız olamaz. Bir başka deyişle, ticaret yapmazsanız zarar da etmezsiniz. Ancak ben, hiç zarar etmedim diye övünemezsiniz. Yaklaşık olarak 2003 yılından beri avazımızın çıktığı kadar bağırarak anlatmaya çalıştığımız Bulgaristan sözde Türk siyasi hareketi HÖH ve başındaki zat ile ilgili söylemlerimiz ne yazık ki Rus Türk uçak krizi ile tüm kesimlerce de anlaşılmıştır. Bu bir vakıadır, tespittir ve gerçektir. Güneş balçık ile sıvanmaz. Biz BULTÜRK olarak gelinen bu durumdan hoşnut değiliz ve biz de çok üzüntülüyüz. Ancak bu yaşanan gerçeği değiştirmez. Bizim Bulgaristan Türk’leri olarak düşünmemiz gereken, bundan sonrası içindir.Ancak görüyoruz ki, Geçmişten ders almak yerine, devr-i alemlerini tamamlamış ve geçmişlerinde kendi iradi ve düşüncelerini bile uygulayamamış ve en kötüsü HÖH partisinin başından kovulmuş bir başka eskinin peşinden gitmeyi siyaset zannetmek daha vahim bir hatadır. Allah aşkınıza artık gücünüzün farkına varın. Siyasette yeni söylemler ve dürüst gençlerle hareket etmek çok mu zor? Biz BULTÜRK olarak kuvvetle inanıyoruz ve biliyoruz ki, Bulgaristan Türk’lerinin içinde milli ve dürüst fikirde olan çok toplum önderlerimiz ve siyaset erbaplarımız çıkacaktır. Yarın yine bu ikazlarımıza rağmen, eyvah çok zaman kaybettik ve pişmanız ve ya keşke gibi sözleri duymak istemiyoruz. Bul-Türk olarak bu vesileyle tarihe yeni bir not daha düşmek isteriz. Bu konuda Türkiye Cumhuriyetini yönetenleri de ayrıca ve hasseten uyarmak isteriz. Yeni kurulması düşünülen Lütfü Mestan önderliğindeki siyasi hareket, aynıyla vakidir ve eskisini aratmayacaktır. Bir başka deyişle, HÖH siyasi hareketinin benzeri olacaktır.


182

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bul-Türk olarak her şart ve kiminle olursa olsun, insanlarımızın geleceği için görüşürüz. Bunun için baldıran zehir de olsa içeriz. Belki bunları yaparken hatalarımız da olabilir. Ancak artık birilerinin hatalar yapıyor olsa da bir şeyler yapması gerekli. Bizler bu riskleri şimdiye kadar aldık, bundan sonrası içinde almaya hazırız. Şimdiye kadar yaptığımız faaliyetler, kurum söylemlerimiz ve en nihayet Bultürk olarak tüm açıklığımızla ortadayız. Üzgünüz ama ikaz mahiyetinde söylediklerimizin tamamı gerçek oldu. Evet, aziz soydaşlarımız ve soydaşlarımız adına hareket eden kişi kurum ve kuruluşlar, söz sırası BULTÜRK teşkilatındadır. Bizler her hangi bir kişisel ikbal peşinde değiliz. Bu sözümüze gerekçe mi istiyorsunuz; Teşkilatlarımızın geçmişi ve bu gününe bakın, ulufeler dağıtılırken bizler yanlışı söyledik ve akçeli işlere bulaşmadık. Bul-Türk olarak faaliyetlerimizi çok zor şartlarda ve inançlarımızla devam ettiriyoruz. İşte onun için sözlerimiz geç anlaşılıyor. İşte bu ahval ve şerait içinde, bu dava ile hem hal olmuş hangi kurum ve kişi varsa gerek davet edilmemiz ve gerekse ziyaret maksatlı iştiraklerimiz olmuştur ve olacaktır. Önemli olan iradi olarak, ilkelerimizin her şart ve zeminde sergileniyor olmasıdır.Bunun içindir ki, ön yargısız ve davetli olarak ziyaret ettiğimiz Bal-Göç derneğinin, ziyaretimiz sonrası yaptığı açıklama yazısı bu davaya gönül verenleri üzmüştür. Çünkü, açıklama yazısının ne manada ve ne maksatla kaleme alındığı anlaşılamamış olmakla birlikte, BULTÜRK derneğinin ziyaretinden mi rahatsız olunmuştur ve ya başkaca bir neden mi vardır? Zira, apar topar yapılan açıklama ne yazık ki bizim de cevap verme ihtiyacımızı doğurmuştur. Ziyaret sırasında hem mevcut Bulgaristan’daki Türk siyaseti, toplumumuza ait biriken sorunlar hem de ortak bir akılla gözle görünür ve tabiatıyla şahsi olarak Ahmet Doğan adı zikredilerek yaptığı hatalar da detaylı bir biçimde görüşülüp konuşulmuştur. Bu zatın sadece Bulgaristan Türk’lerine değil, tüm bölgeye zarar verdiği gerçeği vurgulanmış ve çözüm önerileri arayışları da karşılıklı olarak konuşulmuştur. Bu ziyaret sonrasında BULTÜRK olarak ziyareti tanımlayıcı bir yazı kaleme alınmış ve yazının içeriğinde bizi heyecanlandıran en azından bu konulardaki karşılıklı iş birliği ifadelerinin bulunuyor olmasının, Bul-Türk üyeleri ve tüm toplumumuzla paylaşılarak gönüllere su serpilmesini amaçladık. Yanlış anlamalara meydan verecek açıklamalardan her kesimin imtina etmesinin gereğini bu vesileyle bir kez daha vurgulamak istedik.


Makale ve Analizler - 2016

183

Kaldı ki, sivil toplum kuruluşlarının asıl görevleri, siyasete akıl üretmektir. Toplumunun sorunlarını dile getirmektir. Gerekiyorsa tenkitlerini en şiddetli biçimde yapmaktır. Çünkü kamu adına bu toplumsal hareketleri yönetiyoruz. İşte tam bu noktada şahsi ihtiras ve ikballerini bir kenara koyamayan ve ya koymayanlar ise bu görevlerden ayrılmalı ve ya ayırılmalı. Topluma verdikleri zararların hesabı da sorulmalıdır. Artık bu durumlar ortadayken yapmamız gereken, bu konudaki tüm akılları toplayıp belirli bir ortak aklı bulma konusunda hiç vakit kaybetmeden ön yargısız çalışmalara başlamak olmalıdır.Özellikle Bal-Göç gibi büyük kuruluşların bu önderliği yapacağı konusundaki iyi niyetimizi koruyup, kamuoyumuzla paylaşıyoruz.

Abaliz - Gagauz Yeri Yeni Kırım Olur mu?

Gönül Şamilkızı-05.Şubat.2016

Ukrayna’nın ardından Moldova üzerindeki baskılarını arttıran Moskova, bir taraftan Kişinev’de muhalefete destek verirken, diğer taraftan da Moldova içerisinde etkin olduğu alanları kullanıyor.Moldova’nın Batı’yla entegrasyonunu engellemeye çalışan Rusya’nın kullandığı en önemli kozlardan biri de Ortodoks Türklerin yaşadığı Gagauz Yeri Özerk Bölgesi. Gagauz Yeri veya Gagauzya, Moldova’nın güneyindeki Bucak bölgesinde bulunan ve halkının büyük çoğunluğu Ortodoks Türklerden - Gagauzlardan oluşan özerk bölge. Komrat, Vulkaneşt ve Çadır Lunga dolayları (il, rayon) ile bu dolaylara bağlı 23 köyden oluşuyor. Avrupa’nın en büyük köyleri, 18 bin nüfuslu Kongaz, 10 bin nüfuslu Kıpçak ve 9 bin nüfuslu Baurçu Gagauz Yeri’nde bulunuyor. Resmi rakamlara göre nüfusu 155 bin. Bu, Moldova nüfusunun % 4,6’sına denk geliyor. Yine resmi rakamlar, nüfusun yüzde 82’sini Gagauzların oluşturduğunu gösteriyor. Bölgede yaşayan diğer halklar ise Bulgarlar, Moldavanlar, Ruslar ve Ukraynalılar. Gagauz Yeri’nde yaşayanlar ise gerçek durumun resmi rakamlardan farklı olduğunu belirtiyor.Halihazırda Gagauz Yeri’nde kalan Gagauz nüfusunun yaklaşık 90 bin olduğu tahmin ediliyor.


184

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Gagauz Yeri, hemen her konuda çelişkileriyle insanı şaşırtan ilginç bir bölge. Bölgedeki Gagauzların bir kısmı, Rus Çarının iki yüzyıl önce Bucak bölgesini kendilerine tahsis etmesinden dolayı Ruslara sempati duyuyor. Bununla birlikte Gagauzların tarihteki en büyük başkaldırılarından biri olan 1906’daki bağımsızlık hareketinin sebebi de yine Ruslar. Rus İmparatorluğu, 20.yüzyılın başlarında toprak verdiği Gagauz halkını Ruslaştırmaya kalkınca, Komrat’ta Gagauz Türkleri ayaklandı. Andrey Galaçtan ile Atmaca Pavlioğlu önderliğindeki Gagauzlar, Çiftçiler Komitesi kurarak Rusya İmparatorluğu’nun Ruslaştırma politikasına karşı direndi ve kendi cumhuriyetini ilan etti. Ancak 1906 senesinde Gagauzların kurduğu Komrat Cumhuriyetinin ömrü bir ay bile sürmedi. İmparatorluk, Komrat’taki ayaklanmayı bastırarak bölge üzerindeki politikalarını uygulamayı devam ettirdi. Bağımsızlık yerine özerklik 1990’lu yılların başlarında ise Gagauzlar ikinci kez bağımsız girişiminde bulundu. 80’li yılların sonunda organize olan Gagauzlar, 19 Ağustos 1990’da bağımsızlığını ilan etti. Ancak Kişinev, bu kararın anayasaya aykırı olduğunu beyan etti ve Gagauz Yeri’ne milliyetçi Moldovanlardan oluşan gönüllü birlikler gönderdi. Ülke iç savaşın eşiğine geldi, ancak o dönemde eski Sovyet coğrafyası üzerinde etkisini kaybetmemeye çalışan Rusya duruma müdahale etti. Transdinyester’deki gibi kan dökülmedi, Gagauzya 1990 - 1994 seneleri arasında tanınmayan bir “bağımsız” devlet olarak varlığını sürdürdü. 1994’te Moldova parlamentosu, Gagauz Yeri Özel Hukuki Statüsü Kanununu kabul etti. Gagauzlar, özerkliği bağımsızlığa tercih etti. 1999 senesinde yapılan idari reformların ardından Gagauzya İdari Özerk Bölgesi Moldova Anayasası’na dahil edildi. Gagauzların kökeniyle ilgili farklı görüşler ortaya atılsa da genel kabul gören tez, Oğuz boyuna ait bir Türk topluluğuna ait oldukları yönünde. Gagauz adının da Gök Oğuz’dan veya Keykavus’tan geldiği ifade ediliyor. Gagauz dili, Slav, Yunan, Romen dillerinin etkisine maruz kalmış bir Türkçe.Türkiye - Azerbaycan ve Türkmen Türkçesine çok yakın. Gagauz Yeri’nde iki şive kullanılıyor: Çadır Lunga-Komrat ve Vulkaneşt. Türkçe’ye daha yakın olan Vulkaneşt şivesi. Gagauz yazı dili ise 1957 senesinde kurulmuş. Eski Sovyetler Birliği’nde yaşayan bütün halklar gibi Kiril alfabesini kullanan Gagauzlar, 1996 senesinde Latin alfabesine geçmiş ve Gagauzca yazı dili Türkçe baz alınarak modernize edilmiş. Şive özelliklerini yansıtan sesler için de Türkçe’de olmayan birkaç harf eklenmiş. - Gagauzca bilmeyen Gagauzlar


Makale ve Analizler - 2016

185

Gagauzya’da günümüzde üç resmi dil var: Gagauzca, Moldavanca (Romence) ve Rusça. Ancak fiili durum farklı: Gagauzya’da hâkim dil, Gagauzya’nın özerkliğini sorgulatacak düzeyde Rusça. Özellikle Gagauz Yeri’nin idari merkezi Komrat’ın bir Gagauz veya bir Moldova kenti olduğuna ilk bakışta inanmak çok zor. Kentte kullanılan dil Rusça. Gerek resmi kurumlarda gerek sokakta Rusça hâkim. Özerk bölgedeki resmi yazışmalar da Rusça. Toplantılar istinasız olarak Rusça yapılıyor. Daha da ilginç olanı, Gagauzların sorunlarının konuşulduğu Dünya Gagauzları Kongrelerinde de hâkim dil Rusça. Gagauz Yeri’nde orta ve üzeri yaş grubu Gagauzca bilse de, çocuk ve genç nüfus ana dilini ya hiç bilmiyor ya da bildikleri çok yetersiz. Gagauz Yeri’nde ilkokul, ortaokul ve lise düzeyinde eğitim veren 55 okulun tamamında müfredat ve eğitim Rusça. Hatta “Gagauz halkının tarihi, kültürü ve gelenekleri” adlı ders bile Rusça okutuluyor. Ortaokullarda Moldavanca ve Gagauzca eğitimi de var ama haftada sadece 3 saat. Eğitimde Rusça Tekeli Türkiye‘nin ciddi desteklerde bulunduğu Komrat Üniversitesi’nde de durum aynı. Üniversitede sadece bir fakültenin iki farklı bölümünde Gagauz Türkçesi’nde eğitim veriliyor. Diğer fakülteler ve bölümlerde ise eğitim dili Rusça. Bu nedenle mezun olan öğrencilerin Moldova’da iş bulması imkansız. Gagauz yönetimi, tamamen Gagauzca eğitime geçmek için büyük miktarda paraya ihtiyaç olduğunu belirtiyor. Ayrıca okul kitaplarını Gagauzca yazmak için yeterli sayıda uzman ve bilim insanının olmadığından şikâyet ediliyor. Gagauz Türkçesi’nin yeteri kadar gelişmiş bir dil olmaması, fen bilimlerinin Gagauzca’da anlatılmasının çok zor olduğu da öne sürülen gerekçeler arasında. Gagauz Yeri Yönetimi, müfredatta “Gagauz halkının tarihi, kültürü ve gelenekleri” ile “Ana vatan tarihi” eğitiminin Gagauzca verilmesini öngören değişiklik yapılacağını belirtiyor. Yeni yasayla Gagauzya halkına kreşten üniversiteye kadar Gagauzca eğitim hakkı tanınacağı, Gagauzca eğitimin zorunlu hale getirileceği bildiriliyor. Gagauz Yeri Başkan Yardımcısı Vadim Çeban, Gagauzca kitap konusunda Türkiye’den, özellikle TİKA’dan yardım alacaklarını söylüyor. Ancak yasal düzenleme ya da kitap basımının da soruna çare olmayacağı düşünülüyor. Gagauz Yeri’nde çıkan ilk Gagauzca gazete olan Ana Sözü’nün Genel Yayın Yönetmeni, yazar Todur Zanet, öğretmenlerin yüzde 50’sinin Gagauzca bilmediğini söylüyor. Zanet, “Bazı kesimler, ‘Rusya bize sahip çıktı’ diyor, oysa Rusya, bizim dilimizi, kültürümüzü bitirdi, mahvetti, bizi asimile etti” diyor. Bu sorunları gidermek amacıyla 2000 senesinde kurulan Maruneviç Bilim Merkezi ise tartışmaların odağında bir kurum. Yönetim karşıtı Gagauzlar, Bi-


186

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

lim Merkezi’nin amaçları doğrultusunda çalışmadığını, Gagauzca’nın gelişimi için herhangi bir katkıda bulunmadığını, tam tersi, bu yöndeki çabaları engellediğini savunuyor. Siyaseti Moskova şekillendiriyor Gagauz Yeri’nin Başkanı İrina Vlah. Eski Komünist Partisi üyesi ve milletvekili Vlah 2015’te kazandığı seçime Rusya yanlısı Sosyalistler Partisi’nin desteği ile girdi. Gagauzlar, Vlah’ın da Gagauzca bilmediğini söylüyor. Nitekim Başkan, istisnasız olarak bütün konuşmalarını Rusça yapıyor. Daha öncekilerde olduğu gibi Vlah’ın kazandığı son başkanlık seçiminde de Rusya’nın rolü büyük. Zira Gagauzya’da Rusya’nın onayını almayan kimsenin seçim kazanma şansı yok. Moskova, 2015 senesinde Gagauzya’da yapılan seçimler öncesinde defalarca kendi milletvekillerini, sanatçılarını kampanya için Komrat’a gönderdi. Vlah, Moskova’da Federasyon Konseyinde ağırlandı, Konsey Başkanı Valentina Matvienko ile fotoğraflarını propaganda malzemesi olarak kullandı. Gagauz halkının en üst temsil organı olan Halk Meclisi’inde (Gagauzların tabiriyle Halk Topluşu) durum farklı değil. İddialara göre 4 yıl süreyle seçilen 35 üyeli meclisin de konuşma dili Rusça.Rusya bölgede neden bu kadar etkili? Gagauzların bir kısmı, Rusya’nın bölgedeki nüfuz ve etkisini, iki yüzyıl önce Balkanlardan Bucak çöllerine geldiklerinde Rus Çarının kendilerine kucak açmasıyla ilişkilendiriyor. Bir kısmı ise Gagauzların Sovyetler Birliği’nde okuyup yazma öğrendiğini ve bunu Ruslara borçlu olduğunu söylüyor. Oysa Ana Sözü gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Zanet’e göre mesele, Gagauzların kendi tarihlerini bilmemesiyle ilgili. Zanet, şimdiki neslin 1946 - 47 yıllarının kışında açlıktan ölen, 1949 senesinde Sibirya’ya sürülerek orada yok edilen Gagauzlardan habersiz olduğunu vurguluyor. Rusça okutulan Gagauz tarihinin yalanlarla dolu olduğunu savunan yazara göre, Sovyetler Birliği zamanında da, şimdi de Rusya’nın amacı Gagauzların bir Türk halkı değil, Türkleşmiş Rus veya Bulgar olduğu algısını oluşturmak, asimile etmek: “Gagauz Yeri’nde Rusça okuyan, Rusça düşünen, psikolojisi bozuk bir nesil yetişti. Liselerde neredeyse öğrenci yok, hepsi Rusya’ya gidiyor. Gençler Rusya vatandaşlığı alıyor. Romence, Moldovanca bilmiyorlar, korkuyorlar. 200 yıllık bir Rusya propagandası söz konusu. Bu propagandanın etkisi öyle büyük ki, yeni nesil, Gagauzları Rusya’nın kurtardığını zannediyor. Çünkü kitaplarda böyle yazıyor, okullarda böyle anlatılıyor. Bu propaganda sonucu ne dilimiz, ne kimliğimiz kaldı.” Rusya ile ekonomik ilişkiler


Makale ve Analizler - 2016

187

Rusya yanlısı politika yürüten Gagauz siyasileri ise bu durumdan rahatsız değil. Tam tersine onlara göre, Gagauzya “Rus dünyası”nın bir parçası. Eski Gagauz Yeri Başkanı Mihail Formuzal, Rusça’nın Gagauzların kendini koruması için bir garanti olduğunu iddia ediyor. Gagauz Yeri Yönetimi Rusya ile bu kadar yakın olmalarını ekonomik nedenlerle de açıklıyor. Başkan Yardımcısı Vadim Çeban, aslında Avrupa Birliği’ne karşı olmadıklarını, ancak bölgenin geleceğini Rusya ile ekonomik ilişkilerin geliştirilmesinde gördüklerini söylüyor. Çeban, 2 Şubat 2014’te yapılan referandumun Gagauz halkının iradesini yansıttığını savunuyor. 2 Şubat 2014’te Gagauz Yeri’nde ülkenin dış politika tercihi ve bölgenin statüsüyle ilgili iki referandum yapılmıştı. Katılımın yüzde 70 olduğu açıklanan referandumda Gagauzların % 98,4’nün Moldova’nın Rusya güdümlü Gümrük Birliği’ne entegrasyonundan yana oy kullanmıştı. Gagauzların % 98,8’i ise Moldova’nın bağımsızlığını kaybetmesi durumunda özerk bölgenin kendi kaderini belirleme hakkına sahip olduğuna ilişkin maddeye “evet” demişti. Romen korkusu Rusya’nın işine yarıyor Bu referandumun Rusya’nın dayatması ve kontrolü altında yapıldığı ise bir gerçek. Zira Moskova, diğer eski Sovyet ülkeleri gibi Moldova’nın da Batı’ya, Avrupa Birliği’ne entegrasyonunu engellemeye çalışıyor ve Gagauz Yeri’nde yıllardır süregelen Rusya taraftarlığını bu amaç için kullanıyor. Öte yandan Gagauzların Romen korkusu da referandum sonuçlarında etkili oldu. Milliyetçi Gagauzların büyük çoğunluğunda bile “kana geçmiş” bir Romen karşıtlığı, Romen korkusu var ve onlar, Moldova’nın Romanya ile birleşmesi olasılığını kendilerine karşı büyük tehdit olarak görüyorlar. Bu nedenle Gagauzların ezici çoğunluğu, Moldova’nın Romanya ile birleşmesi durumunda kendi kaderlerini belirleme hakkına sahip olduğunu düşünüyor. Bu durum Rusya’nın da işine geliyor. Batı’ya entegrasyon tercihi yapmasından dolayı Moldova’ya ekonomik ambargolar uygulayan Rusya yönetiminin, Gagauz Yeri ile ekonomik ilişkileri bir nevi “şantaj”a dayalı. Zira Moskova, önce Moldova’nın tamamına ambargo uygularken sonrasında Gagauz Yeri’ni yaptırım listesinden çıkartarak Gagauzlara yapacakları bir “yanlış”ın ne ile sonuçlanacağını gösterdi. Gagauz Yeri’nin gelir kaynakları Gagauz Yeri’nin bu yılki bütçesi yaklaşık 515 milyon Moldova ile. Moldova hükümeti, özerk bölgenin eğitim, sağlık ve güvenlik bütçesini, yani harcamalarının yaklaşık yarısını finanse ediyor. Geri kalan kalemler Gagauz Yeri


188

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Özerk Bölgesinin kendi imkanlarıyla karşılanıyor. Bölge, Moldova’ya sadece sınır ve sigorta vergilerini ödüyor. Gagauz Yeri’nin en önemli gelir kaynağı tarım ve şarapçılık. Gagauz şarapları, sadece Moldova’da değil, tüm bölgede meşhur. Geçen sene Gagauz Yeri’nin Rusya’ya ihraç ettiği şarap ve şarap ürünlerinin miktarı yaklaşık 10 milyon litre. Öte yandan çoğu Moldovalılar gibi Gagauzlar için de Rusya bir iş pazarı. Gayrıresmi rakamlara göre her yıl ülke dışında çalışan Moldovalıların ülkeye gönderdikleri para miktarı 1 milyar 200 milyon doları buluyor. Bu paranın 300 - 400 milyon doları Rusya’dan geliyor. Rusya’dan gelen paranın yaklaşık % 10’u - yani 30 - 40 milyon doları ise Gagauz Yeri’ne giriyor. Gagauzlar Rusya’da daha çok inşaat sektöründe çalışıyor. Rusya’da çalışan yaklaşık 30 bin Gagauzun Rus vatandaşlığına geçtiği bildiriliyor. Rusya, daha önce Transdinyester’de, Abhazya’da, Osetya’da, Kırım’da olduğu gibi Gagauzya’da da arzu eden herkese çok büyük kolaylıkla hakkı vatandaşlık veriyor. Ancak sürekli pompalanan “Rusya olmasa Gagauz Yeri batar” mitingine rağmen, Moskova’nın bahsedilen “ekonomik desteği”nin Gagauz halkına gözle görülür bir faydası yok. Zira esasında Rusya’nın böyle bir desteği de yok. Moskova, Gagauz Yeri’ne değil, Gagauz Yeri hükümetlerine destek veriyor ve onların eliyle bu küçük bölgeyi yönetiyor. Gagauz milliyetçileri, “Rusya kendi adamlarını yetiştiriyor, sürekli başa getiriyor, onlara her türlü desteği veriyor, arkalarında duruyor” görüşünde. Bölgedeki en samimi güç Türkiye Bu tespit Ana Sözü Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Zanet’in. Zanet, “Türkiye Gagauz halkına çok büyük yardım yapıyor, ancak İçişlerimize karışmıyor. Rusya ise hiçbir yardım yapmadığı halde bütün işlerimize burnunu sokuyor” diyor. Gagauz Yeri’ne Türkiye’nin yaptığı yardımlar gözle görülecek düzeyde. Bölgedeki en etkili yardım kuruluşu açık ara farkla TİKA. Gagauz Yeri’nin en önemli sıkıntısı olan içme suyu sorunu, TİKA’nın yardımlarıyla büyük ölçüde çözülmüş durumda.Gagauz Radyo Televizyonu’nun altyapısının güçlendirilmesinden Atatürk Kütüphanesinin kurulmasına, Komrat Üniversitesi’nin desteklenmesinden Huzur Evi inşasına, Halk Meclisi binasının onarımından statların, hastanelerin tadilatına kadar yüzlerce projede TİKA’nın imzası bulunuyor. Medyada Rus hakimiyeti Yapılan bütün yardımlara karşın Türkiye, Gagauz Yeri’nde bir propaganda faaliyeti yürütmüyor. Buna mukabil Rusya propagandasının etkisi çok büyük. Gagauzya merkezli özel televizyonlar, TV2 Komrat, Yeni Ay ve Ayın Açık na-


Makale ve Analizler - 2016

189

diren Gagauzca yayın yapıyor. Moldovanca yayınları da yok denecek kadar az. Yaptıkları iş, Rus kanallarının naklen yayınını gerçekleştirmek. Kamu kuruluşu olan Gagauz Radyo Televizyonu’nun (GRT) amacı ise aslında Gagauzca, Moldovanca ve Rusça yayın yapmak. GRT’nin kuruuşundan bugüne kadar her aşamada Türkiye’nin desteği var. Moldova hükümeti de televizyonun donanımı için destek vermiş. Ancak son dönemde GRT’nin sadece adı Gagauz. Gagauzca, Rusça ve Moldavanca yayın yapan kanal olarak kurulan televizyonda da hâkim dil artık Rusça. İddialara göre, mevcut haliyle bile Gagauzca yayın yapmakta zorlanan televizyonun tamamen Rusça’ya dönüştürme çabaları var. Başkan İrina Vlah ve ekibinin GRT’de “Türkçe yayınların çokluğundan” rahatsız olduğu yazar Zanet, GRT’nin tamamen başkanın kontrolünde ve Rusça ağırlıklı bir kanala dönüştürülmesi için çaba gösterildiğini vurguluyor. Bölgedeki radyolar Moldova, Romanya, Rusya veya Ukrayna merkezli. Gagauzya’ya ait tek radyo GRT FM. TİKA’nın da destek verdiği Ana Sözü gazetesi, Gagauz dilinde çıkan ilk gazete. 1998 senesinden bu yana yayın hayatına devam ediyor. Ancak Gagauzca bilmeyen Gagauzlar arasında gördüğü ilgi ne kadardır, orası tartışılır. Gazetenin aynı isimli internet sitesi de mevcut. Sahibi ve Genel Yayın Yönetmeni Todur Zanet, Gagauz milliyetçisi bir şair ve araştırmacı. Bu yönüyle Rus yanlısı kesimlerin çalışmalarına olumlu baktığı bir isim değil.İlave olarak yarı Rusça yarı Gagauzca yayın yapan “Hakikatın Sesi” gazetesi, “Meydan” gazetesi ve “Sabaa Yıldızı”, “Gagauz dili hem literaturası” adlı dergiler, Rusça ve Gagauzca yayın yapan bazı siteler de bulunuyor. Ancak bu medya kuruluşlarının çok popüler olduğu söylenemez. - Moldova’nın hiç mi suçu yok? Bununla birlikte “Türklüklerinin farkında olan Gagauzlar”, bölgede Gagauz dilinin, kültürünün ve geleneklerinin giderek yok olmasında asıl sorumlunun Gagauz halkının kendisi olduğu görüşünde. Gagauz Radyo Televizyonu eski Genel Müdürü Ekaterina Jekova, “Kendi dilimizi bilmiyoruz, çocuklarımıza öğretmiyoruz. Moldova’nın resmi dilini öğrenmek istemiyoruz. Ancak Avrupa Birliği’nden Moldova’dan, Türkiye’den yardım istemekten de utanmıyoruz. Bize niye yardım etsinler ki? Kendi dilini bilmemekten utanmayan bir halka niye destek verilsin?” sözleriyle tepkisini dile getiriyor. Zanet de Gagauzların kendi dilini bilmemesi konusundaki eleştirileri paylaşıyor ancak Moldova’nın da bu konuda sorumluluk taşıdığını söylüyor: “Moldova hükümetleri Gagauz dilinin yaşaması, gelişmesi için çalışmıyor. Onların isteği de okullarda Rusça yerine Romence eğitim verilmesi. Gagauzcayı kimsenin düşündüğü yok.” Kişinev’n Gagauz Yeri’ne yönelik politikalarının yanlış oldu-


190

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ğunu Moldova’da da herkes kabul ediyor. Zira Kişinev, 1994 senesinde Komrat’la sorunu çözüp idari özerklik verdikten sonra bölgeyi tamamen Rusya’nın kontrolüne bırakmış durumda. Gagauzların Moldova devletine entegrasyonu konusunda ciddi çaba gösterilmemiş ve Moldova’daki bazı siyasi güçlerin Romanya ile birleşme arzuları Rusya’nın da çabalarıyla Gagauzlarda “yok edilme” korkusu oluşturmuş. Toplam nüfusun sadece yüzde 4’nü oluşturan bir bölgenin ülke genelindeki seçimlerde ve dolayısıyla siyasetin belirlenmesinde çok etkili olmaması ise Kişinev’in Gagauzya üzerinde çok durmamasına neden olmuş. Ancak Rusya’nın saldırganlığının arttığı son dönemde Gagauzya’nın Moldova’da Batı karşıtlığının merkezine dönüşmesi olasılığı Kişinev’i uyandırmış görünüyor. Moldova Parlamentosu Başkanı, Demokrat Parti Genel Başkan Yardımcısı Andrian Candu, Kişinev’in uzun yıllar Gagauz Yeri’ne özel ilgi göstermeyerek hata yaptığını kabul ediyor. Candu, bu ilgisizlik nedeniyle Gagauzların Rusça eğitim gördüklerini, Rusça öğrendiklerini ve doğal olarak kendi geleceklerini Rusya’ya giderek orada çalışmakta gördüklerini söylüyor. Kişinev’in artık bu hatanın farkına vardığını kaydeden Candu, geçen yılın sonlarından başlayarak Gagauz Yeri ile entegrasyon yönünde adımlar atıldığını ve bunun sonuçlarını aldıklarını şu ifadelerle vurguluyor: “Geçen sene ilk kez Gagauz Halk Meclisi Başkanı Moldova parlamentosuna bir yasa tasarısı sundu. Bu, Moldova Cumhuriyetinin tarihinde bir ilkti. Ben de bütün yurt dışı seyahatlerimde Gagauz Yeri parlamentosu temsilcilerini de götürüyorum. Yani artık Gagauz bölgesi ile işbirliği yönünde ciddi adımlar atıyoruz. Moldova ve Gagauz Yeri parlamentolarından beşer temsilcinin bulunacağı bir çalışma grubu oluşturduk. Bu grup daimi olarak faaliyet gösterecek”. Candu, “Geç olması hiç olmamasından iyidir” diyor ve ekliyor: “İyi sonuç elde etmek için şansımız yüksek. Evet, Gagauzlar Rusya’ya yakın olduklarını saklamıyorlar. Ama biz denge oluşturmaya çalışıyoruz. Evet, İrina Vlah Sosyalistler Partisi üyesi ve Rusya ile çok iyi ilişkileri var. Ama biz Batı’da da Gagauzya ve Moldova’nın tamamı için destek bulmak istiyoruz. Çünkü Avrupa değerleri en küçük grupların bile korunmasını ve entegrasyonunu öngörüyor. Bu anlamda işbirliğinden iyi sonuçlar alacağımıza inanıyoruz”. Kişinev’in Türkiye umudu Moldova hükümeti, bu yıl ilk kez programına Gagauz Yeri’nin kalkınmasını ve Gagauzlarla entegrasyonu öngören madde ekledi. Aynı zamanda yeni hükümet, Türkiye ile Moldova arasında imzalanan serbest ticaret anlaşmasını da en kısa zamanda onaylamayı planlıyor. Kişinev, bu anlaşmanın da Gagauz Yeri ile Moldova arasında bir köprü rolü oynayacağını düşünüyor.Gagauz Yeri Yönetimi de söz konusu anlaşma konusunda Kişinev’le hemfikir. Türkiye’nin Ga-


Makale ve Analizler - 2016

191

gauz Yeri’ne desteğinin kendileri için hayati önem arz ettiğini vurgulayan Başkan Yardımcısı Vadim Çeban, Ankara’nın hem Kişinev’le hem de Moskova ile Gagauz Yeri arasında köprü olmasını istediklerini belirtiyor. Türkiye, Gagauzların Kişinev’le birlikte Avrupa’ya entegrasyonundan yana. Türkiye’nin Moldova Büyükelçisi Selim Kartal, Gagauzların Moldova toplumuna daha çok entegre olmasını istediklerini vurguluyor. Büyükelçi ayrıca, Türk özel sektörünün de Gagauz Yeri’ne ilgi göstermesi gerektiğini vurguluyor. – Gagauz Yeri, Kırım olur mu? Gagauzların bu soruya cevabı kesin değil. Todur Zanet, “Bizi Moldova düşmanı olarak göstermeye çalışıyorlar. Ancak biz Moldova Cumhuriyeti’nin en iyi vatandaşlarıyız. Çünkü Moldova’yı bağımsız görüyoruz. Moldova’nın Romanya’nın bir eyaleti olmasını istemiyoruz. Bugün Moldova önderleri kendilerini Romanya’nın bir parçası olarak görüyor. Gagauzya ise bunu istemiyor. Biz istiyoruz ki Moldova bağımsız bir devlet olsun” diyor. Zanet, kendilerini Moldova içerisinde gördüklerini de vurguluyor. Gagauz Yeri Başkan Yardımcısı Vadim Çeban da böyle bir isteğin söz konusu olmadığı görüşünde. Çeban, “Biz sadece Moldova’nın bağımsızlığını kaybetmesi durumunda kendi kaderimizi belirleme hakkına sahip olduğumuzu söylüyoruz. Moldova bağımsızlığını kaybederse, biz de bağımsız mı olacağız, başka bir ülkeye mi bağlanacağız, onun kararını vereceğiz. Ama şimdilik ben Rusya’ya bağlanmanın mümkün olmadığını düşünüyorum” ifadelerini kullanıyor. Bölgeyi tanıyan uzmanlar ise Gagauz Yeri’nde karar verici gücün Kremlin olduğununda mutabık. Moskova’nın hangi anda hangi kararı vereceği belli olmasa da şimdilik bölge uzmanlarının ortak kanaati, Gagauz Yeri’nde Kırım veya Donbass senaryosunun uygulanmayacağı yönünde. Moskova, Moldova’nın tamamında veya en azından Transdinyester, Gagauz Yeri, Beltsı gibi etkisinin yoğun olduğu bölgelerde “beşinci kol”u güçlü tutmayı tercih ediyor. Yani Gagauz Yeri’ni kendine bağlamak yerine, buradaki etkin gücünü Kişinev’e baskı için kullanma politikası yürütüyor.


192

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

HÖH Partisi’nden Ayrıldı

BG-SAM-07.Şubat.2016

Değerli dava arkadaşlarım ve kardeşlerim! Mart 1990 yılından şu ana kadar, HÖH partisi içinde siyasi faaliyetlerde bulunuyordum. 3 Şubat 2016 tarihinde parti genel merkezindeki görevimden istifa etmiş bulunuyorum. Yılların heyecanı ve yorgunluğu, partimizin aldığı doğru veya yanlış kararlar, insanlık dışı ve seviyesiz hareketler, bu kararı almama neden oldu.Partimizde,artık gurur ve onur denilen bir şey kalmadı! “Kurucu mu”, Bulgaristan’da, Avrupa Birliği’nde ve ABD’de çok “sevilen” Peevski`mi, tayin edilen eşbaşkanlar`mı, bir sözle artık bu partinin pilotu veya komutanı kim olduğu belirsiz... Bilmem, parti içi demokrasisi denilen bir şey kaldı mı? Yöresel bazda parti tüzüğünü istediği gibi kullanan bir örgüt var karşımızda, farklı üyelere farklı uygulamalar devrede. Bütün oylama ve alınan kararlara bakarsak, demokrasiden söz etmemiz doğru olmaz... Bizler büyük bir ırkın ve ecdadın torunlarıyız!Siyasi alanda bu tür basiretsiz davranışlar bizlere yakışmaz. Ayrıca bu şekilde devam edersek, genç nesillere ve torunlarımıza çok kötü örnek oluruz ve kötü bir miras bırakırız. Bizim çok büyük gaflarımız oldu. “Mehmed Hoca olayı”, katil “Todor Jivkov’la kahfe sohbeti”, “Güner Tahir vakası”, “Devlet porsiyonlarını bölmek”, “Kasım Dal ve Korman İsmailov kopması, en sonuncusu da “Lütvi Mestan’ın uçak deklarasyonu”... Kurucu Başkan, bizleri de Yeni yıl partisine davet etmişti ama sağlık sorunlarımdan dolayı erken ayrılmam gerekti. Genel başkanımız Lütvi Mestan’ın konuşması patavatsız bir şekilde kesilmiş ve daha sonra salonda bulunanlara uzun uzuna, NATO’nun ne kadar çıkmaz halde olduğu, AB’denin çıkmazda olduğu, Rusya’nın ufuktaki parlak geleceği, Mecliste okunan “Uçak Krizi” Deklarasyonunun yalnış olduğu ve Bulgaristan’daki Türklerin Ankara’nın Beşinci Kolordusu olmasına müsaade edilmeyeceği üzeri basa basa aktarılmış.Ertesi gün, bunları duyunca, Allahım, ben adeta şaşkına döndüm. Yaşadığım yörede, hane sahibi davet ettiği bir misafire bu tür bir yaklaşım sergilerse, bizler buna açıkça saygısızlık ve şerefsizlik deriz...Kurucu Başkan, acaba demokrasinin ilk yıllarında yapılan o muazzam yardımları nasıl unutmuş olabilir? Kendisinin de birçok kez bahsettiği Anavatan, Türkiye Cumhuriyeti değil mi?


Makale ve Analizler - 2016

193

Siz şimdi, bizden birer NATO sevdalıları olarak, Baltık ülkelerinin hava sahasını, kardeş Kırım’ı işgal edeni, Karabağ’da saltanatlık edeni, Suriye’de Türkmen kardeşlerimizi bombalayanı mı sevelim diyorsunuz? Yaşadığımız Bulgaristan’da, Türklere karşı aşırı bir milliyetçilik var, bunu kim aşıladı? Üç günlük, VMRO kahramanı olmak sana yakışmıyor Kurucu Başkan... Parlamento grubumuz iki yıldır bir çalışma temposuna girmişti. Şu andaki durumu görüyorsunuz. En büyük başarımız “Bat Sali” denilen bir dinsiz vekili Din komisyonuna atamak oldu... Şimdi sade bir seçmen olarak, vekillerimize sualim var. Oy kullanırken, hür idarenize göre oy veriyorsunuz. Genel Başkanımızın Mecliste okuduğu Deklarasyonu gözyaşlarıyla alkışladınız, ama Saray’daki kutlama esnasında, Mestan’ın görevden uzaklaştırılmasında, o bahsettiğim hür idarenize ne oldu? Böyle bir ikiyüzlülüğü sizlere yakıştıramıyorum... Yolsuzluk kralı vekilimizin banka hesapları şaşırtıcı. Ben herkesin mesut ve zengin olmasını isterim. Ama benim zavallı ve köylü Ayşe ablam ne yapsın? Köylerimizdeki yalnız, yoksul ve gariban kardeşlerimiz neler yapsın?. Hey, üniversite mezunu işsiz genç kardeşim, artık söz sizde, sustuğunuz müddetçe haliniz olumlu istikamette asla düzelmeyecek... Şu an bizim parti yöneticilerimize ve deputatlarımıza, Rusya yanlıları hariç, hiç bir yabancı diplomat selam bile vermiyor. Bu Türkiye Cumhuriyeti, Büyükelçisi için de geçerli... Bu acı gerçekleri söylemem gerekiyordu. Dürüst olanlardan özür diliyorum! Yeni kongre geliyor, yedi tane önemli belediyeyi kaybettik. Kuzey Bulgaristan’da deprem hattı gibi büyük bir çatlak meydana geldi.Azınlık olarak, yıllardır darbeler yedik. Bizden farklı düşünenleri aramızdan kovduk. Kimse, Bulgaristan’daki Türklerin sahibi olamaz! Buna izin vermemeliyiz! Siyasi hayatımda, bizim gibi duruma hiç rastlamadım. Gerçek parti yöneticisi bir saraya gizlenmiş ve uzak bir gezegende yaşar gibi, parti yöneticisi ve üyeler ise sanki birer robot asker... Böyle bir durum asla tasvip edilemez! Seçim ve parti faaliyetlerinden dolayı, gönlünü kırdığım bazı dava arkadaşlarım ve vatandaşlarımız varsa, özür dilerim! Hakkınızı helal ediniz! Her zaman gönlümdesiniz!Eğer ömrümün sonuna kadar, topluluğumuzun bir sorunu olursa, ben her zaman yanınızda olurum! Allah’a emanet olunuz! Sevgi ve saygılarımla! Ahmed Hüseyin


194

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Değişimleri Çoktan Bekliyorduk...

Nurten Remzi-08.Şubat.2016

Bu değişimlerin olmasını çoktan bekliyorduk, Aralık ayında HÖH olaylar, ilk adımlar atılmasına daha çok hız verdi. Aslında o adımları gerektiren olanaklar son 5 - 6 yıldan beri var. Bu düncemizi,bir millet veklimizle, bir çay kahve sohbetinde, hisslerimizi paylaşmıştık. Çok çatlaklar oluştu, çok depremler, kimileri daha hafif, kimileri daha şiddetli. Çürük hücre var dememize kulak verilmedi. Hatta bu paylaşımlarımız, alay edercesine karşılandı. Biliniyor ki, bir hücre, tüm bünyeyi çürütebiliyor. Çürük hücre ne olduğunu artık birçoğumuz görüyor, onun yaşattığı olumsuzlukları yaşadık, yaşıyoruz. Bizler, siyasetçi değiliz, siyasetten de anlamış gibi yazılar yazmıyoruz. Sadece ve sadece bir vatandaş olarak yaşadıklarımızı yazıyoruz. Ama şunun da farkına vardık: Kültür siyaseti, siyasetlerin siyaseti imiş. Bir sözle her ikisi de birbirine bağlı. Birbirini etkilemeden geçemiyor. 3 - 4 seçim önce “Bizim Partimiz, Bizim Parti mi” makalesini yazıp cesaretle net medyalarında yayınca, bir Bulgaristan Türk vatandaşı olarak, gerçek yaşadıklarımızı medyalara yayınlayınca, halkımıza yayınlayınca, halkımızın düşüncesi olan düşüncelerimizi paylaşınca, “kasim’cı olduk, güner’ci olduk, mehmet’çi olduk. “Ayrımcılık yapan” olduk.... “boy gösteren” olduk, “boş boş yazan” veya “kendimizi bir şey sanuyormuşuz” olduk. Hak ve özgürlük hareketi partisinin siyasi derinliğini anlamayan olduk...Halkımızı ve oy verenleri sadece lafta ve gösterişte koruyan HÖH’e Bir Numara Düşman Olduk. O makaleden sonra, 25 yıl HÖH’ün var oluşundan sonra, canlı canlı, ilk kez ve son kez yanımıza “milletvekili” olan, ama milletimizin ve oy verenlerimizin vekili olmayan “vekilimiz” geldi ve “sus, başına kötülük gelir” dercesine sohbet ettik. Daha sonra kötülükler geldi... “yalancı, görevini kullanan, çalıcı, para götüren, millet ve vatanına ihanetçi, terörist...” olduk. HÖH yöneticilerinden biri ile (şimdi 3’lü yönetimde) o makaleden sonra telefondan 40 dakika kavga edercesine bağıra bağıra görüşmelerde bulunduk. Ne yazık ki, HÖH liderleri, hiç bir farklı düşünce ve tekliflere meyilli olmadı ya da meyilli olmak istese de zirveden dolayı olamadı.


Makale ve Analizler - 2016

195

Böylece oy verenler bile pion olmalıydı. Böylece tüm aydın ve entel kişiler ya hafifçe, ya da gaddarca ve terbiyesizce uzaklaştırıldı. Şimdi de o “büyük liderler” hala zirvede, hala boy gösteren... Hele de son olaylardan sonra, boş gurur yapan, başlarını fazlasıyla dik tutan.İşleri hayırsız olsa da, zirveye gitmeleri için neden olan halkını küçümsemiş olsa da, bazı kaynaklara göre içinden memnuniyet gelmese de, hala çıkarı ve beklentilerinden kopamıyorlar, hala o, eski ve “reddedilen” tarzda var olan sistem çerçevesinde.Halkımızdan şunu çok defa duyduk: “Usandık onların daima, her yerde, medyalarda, toplantılarda hareketsiz görünmelerinden, sadece seçimlere karşı halkı kandırmalarından. Hep aynı sözcük ve cümlelerini daşma tekrar etmelerinden”. Konuşmaları çok güzel, ama....büyük ama’sı var. Keşke halkımızı kandırmış değil, inandırmış olsaydılar. Adım adım seçimlerde söylediklerinin arkasında dursaydılar. Ya da en azından girişimlerde bulunsaydılar. Yarı ömür zamanı geçti... Sadece umutla geçti... sadece diğerlerinden değil, bizimkilerden de itip kakıldık, kullanıldık, ayırımcılık yaşadık...Özveri, ve fedakarlıkla çalışmalarımızdan dolayı “deli” olduk, “dilenci”, “manyak”, “boş işlerle uğraşan” olduk, “çocuk işi yapan” olduk. Satın alma diplomalarla değil, gerçekten eğitim alanlar idik, ama “salak” olduk. Bizler, kötü gerçekleri yaşayan, “Bizim Partimiz, Bizim Parti mi” makalesiyle “hakaret etmiş” olduk. Gözalıcı değil, gözçıkarıcı durum çok acı verici. İşsiz, çaresiz, çocuklarını sıkıntılardan eğitemeyen, perişan halkımızın kasaba, köylerinde siyah cipler sürüp, çalışanların alın terini içip” dolaşanlar, “hak koruyan” oldu, ama sözde Hak ve Özgürlük koruyan oldu. Gerçekleri söyleyince “ayırımcılık yapıyoruz” olduk... 45 numara ayakkabı kapımıza gelecek diye korkutmalar yedik, baskılar gördük, eşi olmayan kontroller gördük. Şimdi değişim zamanı geldi. Zor, ama geri dönüş yok. Aralık ayında olan olaylar, gereken ve ihtiyaç olan değişime adım atmış olsa da, çok bir çirkin tarzda sergilendi. Olumsuz şekilde olmasına rağmen güzel oldu! Şok eden olsa da, çok güzel oldu. Kim ne olduğu ortaya artık açık açık gösterdi.


196

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu olaylar aslında çoktan olmalıydı. HÖH’ten ayrılan ve Değişimde başta olan tüm “kahramanlarımıza” tebrik ve teşekkürlerimizi sunarak, başarılar onların değil, şimdiye kadar olduğu gibi değil, hepimizin olsun, diyoruz. Gelişim kurban ister. “Kurbanlık” höh’ten atılmak olması da çok güzel oldu. Zor, üzücü, yıpratıcı, gergin, ama güzel! Yıllarca sadece seçimlerden önce HÖH liderleri, bana sarılıyordu, kültür evimizin ihtiyaçlarına sarılıyormuş gibi sarılıyordu...ama sonra???... Sonra bizleri unuttu mu?... Unuttu değil. Tam tersine, höh yöneticileri, bizleri, aktiv çalışan bir kültür kurumu olarak unutmadı, ama kasten bizlere ilgi göstermiyordu. Hatta birçok kez çalışmalarımıza köstek oluyordu, bize zor anlar yaşatıyordu, azarlıyordu, küçümsüyorsu, otoriterimizi düşürmek için aktiv çalışıyordu. Gerçek olanlar konuşuyor. 25 yıldan beri HÖH liderleri bizleri ziyaret etmedi. Neyi, nasıl yaptığımızı sormadı. Yıkık dökük binamıza çocuklar nasıl duyguyla geldiğini sormadı, Uzmansız ve öğretmensiz çocuk ve gençlere nasıl eğitim ve terbiye verdiğimizi düşünmedi. 25 yıldan beri çok defa yerli ve merkezi liderlerle görüştük, resmi ve sözel isteklerde bulunduk. Kültür aktivitelerimizi nasıl, nereden, kiminle, ne gibi, nerede yaptığımızdan haberleri oldu, ama haberleri yokmuş gibi davrandı. Hatta alay edercesine davrandı. O “buket” adını taşıyan sadece seçimlerden önce düzenlenen “kültür faaliyetlerine”, “folklor ve edebiyat yarışmalarına” da davet etmedi denilebilir. Bir kez davet gelmişti. Faaliyetten bir gün önce, gece yarısı saat 23.30’da, internetten katılabileceğimize haber geldi. Ertesi gün sabah saat 10’da açılışı, bizlere uzak bir şehirde yapılacaktı. Yani, en azından davet edilenlerin listesine girmiş olduk. Yorum sizin olsun. Aslında davet zamanla gönderilseydi yine katılmayı doğru görmüyorduk... Bizleri bırakın, bizi düşman bildiler, ama katılanların anlatımlarına göre hiç bir ekibin yöneticisine veya öğretmenine neden ihtiyaçları var olduğu sorulmamış. Çocuklar program sunuyor, ama neyle ısınıyor, sahne kıyafeti nereden ve nasıl buluyor, eğitimcilerin emeği ödeniyor mu?.... Katılanların verdiği bilgilere göre önceden belediyelere toplayıp “katılmayan devamını düşünsün” deyip mecbur katılmalarını istiyorlarmış. Ya da katılanlara yarışmalarda 100-200 leva verip HÖH kültü işi yaptığını sergiliyor. Sizce kültür işi, eğitim işi, yarışma işleri böyle mi yapılıyor? HÖH var oldu olalı, davet etmemize rağmen, aktivitelerimize hiç bir kez katılmadı. HÖH, düzenlediği aktivitelere de kasten davet etmedi. Avrupa parlamentosuna “kültür temsilcileri götürüyoruz” deyip kasten bizim kültür evimizin üyelerini götürmedi.


Makale ve Analizler - 2016

197

Bir sözle, Deliorman’da en aktiv çalışanlardan birileri olmamıza rağmen, değerlerimizi koruma çabamızda ne manevi, ne maddi destek çıktı. Kültürümüzü, dinimizi, anadilimizi, tarihi, sanat ve edebi gerçeklerimizi savunma, koruma ve ayakata tutma, fedakârlıkla yapılan çalışmalarımızı yanlış gördü demek azdır, terör yaparcasına suçlu gördü. Baskı yaptı ve yaptırdı. Oysa bizler, Şumnu Kültür Evi üyeleri olarak, Bulgaristan’da bir Türk toplumu olarak, kanun çerçevesinde, sadece insanca yaşamayı ve çalışmayı istiyoruz. Fotoğraflar da anlatıyor? Yıllarca sadece seçimlerden önce höh liderleri, bana sarılıyordu, kültür evimizin ihtiyaçlarına sarılıyormuş gibi sarılıyordu...ama sonra??? Anadili eğitimi ile ilgili ne değişti? Azınlık olarak, Türk kültürü ve Türk aydınları; din eğitimi ve din kurumları; gelenek, sanat, spor, tarih, folklor, edebiyat ile ilgili olumlu yönde ne değişti? Cevap tektir. Devamı, hepimizindir. Şimdi zamanı geldi. Çalışmalarımız ve dualarımız hepimizden, hepimize olsun! Yeni girişimler, yenilikler hayırlı olsun!!!

Dost Kazığı

Şakir Arslantaş-09.Şubat.2016

Konu: Donsuzun gönlünden dokuz top bez geçermiş. Dost dendiğinde atalarımız şöyle demiştir: “Dost için ölmeli! Düşman için dirilmeli!” Dost için her türlü özveride bulunmalı, ama düşmana karşı var gücümüzle karşı koymalıyız.Biz dostun, dostluğun ve dostun dostunun kıymetini bilen bir milletiz. Dostumuzu nasıl mı tanırız: Dost acı söyler. Daha da ileri gidersek: Dost dostun ayıbını yüzüne söyler! Biz, biz dedim ise Bulgaristan Türkleri olarak dostluklara susamış bir milletiz. Ayrıca Bir de Biz, “Dosttan” çekmiş bir milletiz! Şu gerçeğe bir dönelim lütfen. 500 yıllık Osmanlı beraberliğimizde, biz Bulgaristanlı Türk-Müslümanlar bir tek Hıristiyan’ı yanı Bulgari Osmanlı polisine,


198

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

zaptiyesine, başıbozuğuna ya da kaymakamına şikâyet etmemişiz. Osmanlıyı sil baştan kötüleyenler çok ama çok yanılıyorlar. Osmanlının şerefi bizim alın yazımızdır. Osmanlıda, bir Türkün şikâyeti üzerine Bulgar’a kurulmuş bir tek mahkeme dahi yoktur. Cezalandırılmış, hapse atılmış, darağacına çekilmiş kâfir bulamazsın. Biz dostluktan çok yüce ve öte bir onurla yetişmişiz. Hainlikler bu nedenle ciğer yakıyor ve affı gayrı mümkün kabul ediliyor. Devrimler çağında yaşasaydık Sofya’nın merkezinde giyotin dikmek gerekirdi. Sultanlar dönekler ve hainler için demir kütük yaptırmıştı. İspanyol kralları hainliğin kökünü kazımak için odun yığınlarını ateşe veriyorlardı. Ateşten kasansa küldür. Dostun karşıtı “düşman”dır. Bana, sana, hepimize, dostlarına, akrabalarına, asker arkadaşlarına, köydeşlerine, iş arkadaşlarına, hemşirelerine ihanet eden, onları ispiyonlayıp ele veren gammazcılar sözün tam anlamıyla düşmanlarımızdır. Lütfü Mestan isimlerimizin değiştirildiği, tutuklandığımız, mahkeme kararı olmadan içeri atıldığımız, sürüldüğümüz, eşlerimizle bile Türkçe konuşmamızın yasak olduğu yıllarda tam bu işleri yapıyordu. O zaman Kirkovo, Mestanlı, Kırcaali sokaklarını dolaşan ajan “Pavel” isminde idi. Bir TIR dolusu dosyanın Moskova’ya gönderildiğini söylüyorlar, onun dosyası da paketlenmiş olabilir, dünkü yerinde yok. Güvenli merkezlerde korunuyor olabilir. Dosyanın yakında ya da uzakta olması hiç önemli değildir. Çünkü ajan merkezleri dosyasını ele geçirdikleri kişiyi anında bulup, boynuna tasma takmasını ve istedikleri gibi oynatıp havlatmayı biliyorlar. Zaten 18 sene meclis kürsüsüne çıktı da bir defacık olsun, benim sevgili Türk ve Müslüman kardeşlerim demedi, diyemedi, benim çilekeş halkım, siz benim can ciğerimizsiniz, de diyemedi. Neden, çünkü boynunda tasma, dilinin altında halkına düşmanlık zehri vardı. Biz, Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi olarak Lütfü Mestan’ı “dosttan” hiç bilmedik. Düşman ise, biricik de olsa çoktur. Onun için “Dost” partisi davetine hemen ve kesin “DUR!” oracıkta diyoruz. Türkiye’ye ne kadar geldiyse bir kere bile BULTÜRK kapısını açamadı. Düşüne, düşüne görmeli işi ve bundan böyle bir defa daha pişman olmamalıyız.


Makale ve Analizler - 2016

199

Ajanların başını 1989 yılında Ahmet Doğan olayında, sütü üflemeden içtik! Gördünüz ağzımız nasıl yandı! Sonradan üflemenin faydası yok. 26 yıl önce üzerimize konan taşı hala kaldıramıyoruz. İhanet ateşinde yanmaya devam ediyoruz. Gerçek dostun kazığı çok ama çok acıdır. Af edilmez. Sahtenin ki ise, kötünün de kötüsü! Bizim alnımız ak, vicdanımız temizdir, derken, biz Bulgarlara her zaman dostça kaynaştık, “Türk’ten sağlam dost yoktur” atasözü onların yani Bulgarlarındır. Tabi dost güvenini kötüye kullanmamak, dosta dostça davranmaktır,gerçek dostlukların anlamı budur! Biz Türkler hiç bir Bulgar komitacı bile ele vermemişiz, Biz Türkler sözü söz dostluğu ömürlük soylardan geliyoruz, derken, her defasında namusumuzun üstüne yemin etmişizdir. Biz Bulgar’dan dostluğumuza karşı dostluk istemedik. Tek yanlı dostluk olmaz. Tek taraflı dostluk sakattır. Aynısı Lütfü Mestan’ın gevelediği “tolerans” gibi bir şey. Yahu anlatamadık şu adama, biz Türkler zaten dilimizden dinimizden ahlakımızdan gelme hoşgörülüyüz (yani doğuştan toleranslıyız). Ömrümüz geçti komşu tavuğuna “kış” demedik. Problem “dost” bildiklerimizin ters dönüp bize baskı ve terör uygulamasındadır. İsimlerimiz değiştirilirken dost bildiklerimizden hangisi yanımızdaydı. Kendi yağımızla kavrulmadık mı? Dostlukları bozan bize karşı ayrım, ayır-buyur siyaseti uygulamasından oldu. Bundan, Türklüğü sarayda yaşatmak istediğimiz anlamı çıkmasın sakin. Türkler saraylarda sefa sürmek istemiyor, bir tek haklarını ve özgürlüklerini talep ediyor. Şu memlekette girip çıkmadığımız hapishane kalmadı. Yemediğimiz dayak kalmadı. Doğru konuşmak için gerçeklere dayanalım. İnsanın en büyük düşmanı sahte dostudur. Bu işin ötesi yoktur. Geçen yüzyılın ikinci yarısında Ege kıyılarında ve bizim Rodoplar’da 200300 kişilik çete ile kol gezen, “93 harbi”nden sonra Başbakan Stefan Stambolov hükümeti tarafından Rusofil (Rus dostu) olarak kovuşturulan ve Varna hapishanesinde sıçan ve kenelere yem olan Kapitan Petko Voyvoda bile Bulgar komitacılar ve çorbacılar tarafından entrikaya düşürülmedi mi? Şu 138 yıllık devlet tarihinin üzerinde ihanet, kan ve gözyaşı olmayan 5 sayfasını gösterin bana! Usta çırağına bildiğini öğretir. Gizli polis subayları muhbirlere ne öğretir, ihanet öğretir. Bir defa ıslanmış, ihanet etmiş kişiye biz nasıl “sen kurusun”, “sen dürüstsün” diyebiliriz. Bazı şeyler olmuyor işte. Ajan “Pavel” bu sözlerimiz sa-


200

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

nadır. Paranın iki yüzü vardır: “yazı” ve “tura”. Bir insanın da iki yüzü vardır “hain” ve “şerefli”. Bu bizim suçumuz değil sen kendin Birinciyi seçmişsin. Ve şimdi kalkmışsın “DOST” partisi derken, hayır öyle değil, sizin bildiğiniz gibi değil. Ben bir zar olsam, “kılıç” düşerdim, bir yanım “beş”, öteki “altı” olurdu diyorsun, fakat “kılıç” zarla oyun oynanmıyor. “Dönekten dost, domuzdan post olmaz” atasözünün ve başka benzer örneklerin özünde somut gerçeklik, yaşanmışlık var. Atasözlerimiz bize elimizi bulaştırmamamız gerektiği hususlara işaret eder, bizi uyarmak için vardır. Şimdi şöyle bir örnek olay ele alalım Lütfü Mestan Bey. 29 Mayıs 2013 tarihinde Sosyalistlerin, Sizin ve Moskof uşağı Ataka’cıların Başbakanı Plamen Oreşarski koltuğuna oturduğu an sana telefon açtı. “Milli istihbarat şefliğine, DANS Başkanlığına Önerinizi Bekliyorum” dedi. Hatırladınız mı? Bir saat sonra “Milletvekili Daniel Peevski” dediniz. Bu Unutulur mu Zannettin? Planınızda devlet sırlarının ve tüm dosyaların saklandığı ana kaynakları Moskova’ya eski KGB, şimdiki Rusya Güvenlik İdaresi (CBR) devretmek ve böylece, olağanüstü büyük hizmetlerinizden dolayı Ahmet Doğan’ın yerini hakikatten hak etmiş olarak, hayallerinizdeki özlemi bir 20 yıl uzatmak vardı. Bütün Sofya ve Bulgaristan 2013 yaz ve kışını, 2014 baharını sarı kaldırımlı meydanlarda geçirdi. 10 metre geniş 20 metre uzun “Ahmet Doğan Mafya!” ve “Daniel Peevski Mafya!” yazıları taşıdılar. Sen istediğini yapamadın. Rusların isteği kursağında kaldı. O meydanlarda kar kış, yağmur ve güneş altında yürüyenler, Bulgaristan tarihini iyi biliyorlardı. Hiçbir şeyi unutmamışlardı. Unutmayı da düşünmüyorlardı. Totaliter rejimin babaları ve dedeleri için, “kayıplara karıştı, elimizden gelen hiçbir şey yok!” dediklerinin torunlarıydı onlar. Ve hepsi General Todor Boyaciev’in “Dünyayı altüst eden gizli operasyonlar” kitabını okumuşlardı. Bu eserde, Bulgar faşistlerinin gizli polis şefi Geşev’in, İngiliz ajanı Kim Filby’ye, 1944’ten önce devlet aleyhinde bulunanları haber vermek için tutulan hafiyelerin listesini nasıl teslim ettiği, İngiliz’in de bu bilgileri Ruslara (KGB) nasıl pazarladığı anlatır.


Makale ve Analizler - 2016

201

Bu kitabı okuyanlar, Bulgaristan’da totaliter komünist devletin neden kafası çalışmayan kişiler tarafından yönetildiğini hemen anlamış olur. Çünkü onların donları balkondaki iptedir. Balkon kapısının anahtarı ise Moskova’nın elindedir. Dolayısıyla bizde Çar çıplaktı. Todor Jivkov’a “ajandır,” diyenlerin bir bildiği vardı besbelli. Sen Lütfü MestanBey, 1990 sonraki dönemde hainliğe soyulanların listesini DANS Başkanı seçtirdiğin Peevski’den alıp ilgililere teslim ederek, Bulgaristan halkına 21-inci yüzyılını kâbus edip, insancıkları katran kazanında kaynatmayı düşünmüştün, tasarlamıştın, planlamıştın. Hatta aklında “ah o gün gelse de üstüne bir soğuk su içsem” geçmişti aklından. İtiraf etmene gerek yok, biz her şeyi biliyoruz. Ne var ki, umudun suya düştü. Ayaklanan halk yolunu kesti. Çünkü her şey herkesin canına tak etmişti. Sonra batağın burgacında olduğunu fark ettin ve NATO, AB, Avrupacılık, Atlantizm sözlerine alıştırdın ağzını. Kahve bile fazla şekeri olunca, baygın oluyor, sen de dozunu kaçırdın. Düştün ama “ben bu işleri herkesten iyi biliyorum” havalarına girmeseydin, belki düşmeye bilirdin. Amerika gelmiş memleketimize 4 üs kurmuş, NATO’yu savunmak sana bana kalmışsa, vay halimize? Diyeceğim ama, bunlara senin varman gerekir. Bu planı da Moskova yaptı sizler değil siz sadece rolünüzü oynuyorsunuz, zaten sizden başka bir şey beklenmiyor. Şimdi gelelim, biz, yani Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi olarak, bunların hepsini, bütün ayrıntılarıyla senin, kafandaki planlarını, doğmamış hayallerini biliyorduk da, neden silahlarımızı sana yöneltmedik. Sallandığını biliyorduk. Doğrusu, nasıl düşeceğini merak ediyorduk.Artık oyun bitti. Üzüldüm Sofya’da evin de yokmuş. 720 leva emekli maaşı alsan, çerez parası. Zor işler. Şirin hanıma dikkat et, çevirilerine devam etsin, senin Bulgar-canla ekmek parası çıkmaz.... uzatmayalım. Sen çok gürültü kaldırıyorsun. Nenem, “Dolu küpün sesi çıkmaz!” derdi. Şimdi memlekette “DOST” partisi diye yeni bir oluşum reklâm edilmeye başlandı. Bulgar basınında öyle kurulmamış bir siyasi partinin reklâmını yapmak, doğmamış (henüz mahkemede tescil ettirilmemiş olan bir partinin) ismini koymak adetlerinden değildir. Biz hepimiz, Lütfü Mestan’ı tıngır mıngır tamamen boş bir küp olduğunu biliyorduk, haklıymışız da, öyle olmasa Ahmet Doğan’ın bir tokadıyla yıkılmazdı. Küp olsa, beş on parçaya dağılmazdı. Dikkat et, birçok insanın başını belaya verebilirsin, bunun sonu...


202

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Şimdi burada, köydeşim olan, Ahmet Doğan’ın haklı olup olmadığını tartışmak istemiyorum. Çünkü köyümüzde iken hafızama çizilmiş bir gerçek var: “Domuzun kuyruğunu kes yine domuz!” Ahmet Doğan hakkında çok yazıldı çizildi, adam artık kendi içine kapandı gibi, 3 seneden beri bir tek sana başkaldırdı, yani seni gözüne kestirmişti. O kendini “saray” denen iğne kapadı, akrabalarıyla, insanlarımızla, Bulgaristan Türklüğü ve Müslümanlıkla bağlarını, münasebetlerini tamamen kesti. Herkes bu olayın Hazreti Muhammed’in hayat yolunu okuduktan sonra böyle olduğunu anlatıyor. Karanlık bir köşeye uzanıyor ve kafasını tutup bekliyormuş. Vahi insin diye beklerse beyhudedir. Bir defa inen bir daha inmez. Diyorum ki, şöyle bahçede bir kenara çekilse ve yağmur beklese, Vitoşa yağmurunda yıkanmak iyidir. Hayra alamettir. Onun da kaç dalda bezi var! Kime hizmet ettiği belli değil. Sen gidince işler üstüne kaldı. Şimdi o eski yalanlar da yok. Uzat, uzat dağıt. Bir hainliktir aldı yürüdü. 50 yıllık ömrümüzü söndürdü. Şahsen bana kalsa, siyasi olarak tarlayı nadasa bırakmak gerek. Şöyle bir dinlensin. Siz Ahmet’le ikiniz “eski öküz derin sürmez” sözünü işitmişsinizdir ve tedirginsiniz, anlıyorum. Bu dünya Sultan Süleyman’a kalmamış. Ne gençler gelecek bir bilsen!... Şimdi buradaki yeni sorun şudur. Biliriz: “Domuz kuzu doğurmaz.” Eğer dininden, anadilinden, köy ahlakımızdan, Türklüğümüzün özgün kültür güzelliklerinden tamamen kopan ve her şeyimize yüz çeviren Ahmet Doğan bir “domuz ise” ki, köydeşlerim “bırak şu domuzu” diyorlar, 17 Aralık 2015’e kadar onun en yakın dostu sendin. Ötesini düşünüverin artık. İnan bana, halkın beklentisi herkesten var amma senden yok. Hak ve Özgürlük Partisi (DPS) Genel Başkanı Lütfü Mestan, nasıl oldu da birden bire “DOST” partisi kurdu. Bu soru da saman ateşi. Cevaplayanlar, olsa olsa bu “domuz” partisidir, diyorlar. İsimde yanlış olabilir mi? Daldan düşen armut: “Ah çekirdeğim ağaç olunca, gösteririm ben sana!” dermiş. Donsuzun gönlünden dokuz top bez geçermiş. Bırak herkes istediği gibi yaşasın.Lütfü Mestan bey, Topala gelen, aksamak öğrenir. Bizim yolumuz uzun. Bırak ta DOST kazığı sende kalsın... Bu sefer biz almayalım kalın sağlıcakla.


Makale ve Analizler - 2016

203

Truva Atı

Mahmut Oral-11.Şubat.2016

Bulgaristan Türkleri, üzerlerine oynanan büyük oyunu görmek zorunda. 1989 olaylarından sonra ortaya çıkan durum yani Türk ve Müslümanlar adına azatlığın kazanılıyor olduğu tarihlerde kimsesizlerin kimsesi olacağı umuduyla kurulan HÖH hepimizin koşulsuz desteğini almış ve hiç sorgusuz desteklenmişti. Tabiatıyla o dönemde kurulan büyük oyunu fark etmemiş olmamız kadar doğal bir durum olamazdı. 2000’lerin başından itibaren gördüğümüz bu oyun ile ilgili söylemlerimizi her fırsatta şiddetle söylemeye devam edegeldik. Yaklaşık 15 yıldır yakın takibe aldığımız HÖH idarecilerinin ve sözde Türk partisinin nasıl bir planın parçası olduklarının göstergesi olan bazı olay ve durumları hatırlatmak isterim. Bu gün Dost adında parti kuran Lütfü Mestan, 17.Şubat 2011 Bulgaristan parlamentosunda Ataka partisinin “Osmanlı, Bulgarlara soy kırım yapmıştır” önergesine 240 parlamenterin bulunduğu Bulgaristan parlamentosu içinde bu önergeye imza atan 22 imzacıdan biridir ve tek Türk’tür. Bu yetmez, neden bu önergeye imza koydunuz Ataka partisi ile birlikte diye soran gazeteciye de; “Onu komşu devletten (Türkiye’yi kastederek) korkarak imza koymayanlara neden imzalamadınız diye sormak lazım” gibi hem tarihi gerçeklerden uzak hem de kendini inkâr eden kompleksli kişiliğin verebileceği bir cevap vermeye çalışmıştır. Anadolu tabiriyle, hem kel, hem fodul. Eğer, kişilik bozukluğu kişinin kendini bağlıyorsa lokal olarak bakılabilir. Ancak bu tür insanlar kamu önünde ve toplum adına hareket ettiklerini bilmek zorundadırlar. Aynı Lütfü Mestan, Kırcali Gluhar köyünden bir öğretmenin sorusu, burasının tamamı Türk ama Türkçe dersi verilmiyor. El cevap, “Dünya dili İngilizcedir, Türkçe öğretip ne yapacaksınız, evlerinizde zaten Türkçe konuşuyorsunuz. Bu yeter.” Bu gibi örnekleri o kadar çok ki, bizleri incitecek diye bu iki örneğin yeterli olduğunu düşünüyorum. Aslında bu zatta ince ve ileriye dönük bu tür planları yapacak bir kapasitesi de olmadığı için, biz de arkasındaki büyük resmi görmeye çalışmalıyız. Ankara ile Moskova’nın gizli ve zaman zaman açığa çıkan çekişmesini görüyoruz.


204 dır.

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) Türkiye doğal olarak kendi soydaşları adına girişimler yapmak zorunda-

İşte tam bu noktada Türk partisi görünümlü HÖH ve onun yetiştirdiği daha öncede Kasım Dal ile sergilenen tiyatronun ikinci perdesini de şimdi Lütfü Mestan ile sergilemek istiyorlar. İnanılır gibi değil ama nasıl olsa Türkiye’yi her zamanki gibi kandırırız diye düşünmekteler. Tüm maddi ve manevi desteği Türkiye’den alırız (daha önce hep ...) ve yine Moskof oyunu ile %1 gibi bir oy oranı ile ne yapalım olmadı diyerek yine bakın HÖH var demek istemekteler. Böylece Türkiye Cumhuriyeti devletini küçük düşürmek istemektedirler. Bu en basit biçimde görülebilen bir Moskova oyunudur. Moskova’nın Truva atı HÖH ve başında da Ahmet Doğan vardır.Son krizle birlikte ifşa olan bu zat ve etrafı, Türkiye Cumhuriyeti Devletini, Moskova’nın yardımı ile Bulgaristan Türk politikası konusunda alt edebileceğini zannetmekteler.Son olarak Rusya ile meydana gelen uçak krizi ile tarafını belli eden bu güruh, şimdi halkın uyandığını gördükleri için son koz ve oyunlarını sahneye koymak istemekteler. Ancak düşünemedikleri, kadim devlet geleneğinden gelen Türk’ler ve bugünün Bulgaristan Türk’leri artık gerçekleri görmüş ve Truva atını müzeye kaldırmak için gün saymaktadırlar.

İhanetin Renkleri

Dr. Mustafa Kahraman-12.Şubat.2016

Konu: Ahmet Doğan ile Delyan Peevski’nin Türkiye Cumhuriyeti’ne girmesi yasaklandı. Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH-DPS) partisinin fahri başkanı Ahmet Doğan ile Rusya oligarşisinin Bulgaristan ayağı HÖH milletvekili Delyan Peevski’nin Türkiye Cumhuriyeti’ne girmesinin yasaklanması, soydaşlarımız ve Bulgaristan Müslüman azınlığı tarafından büyük bir memnuniyetle karşılandı. Son günlerde Bulgaristan’da rüşvet olayını analiz eden Avrupa Birliği basını da olaya olumlu baktı. Bulgar iletişim araçları bir sürpriz olmayan iki Rus yanlısı HÖH partiliye birden gelen yasağın Doğan ve Peevski’nin T.C. hava sahasına giren ve “geri


Makale ve Analizler - 2016

205

dön” uyarısına uymayan Rus “CU-24” savaş uçağının TSK jetleri tarafından düşürülmesinden sonra aldıkları tutumla ilintili olduğuna yer verdi. Bu olaydan sonra Putin’ci olduklarını tamamen açıklamak zorunda kalan ve bütünüyle Rusya tarafına geçen, hava sahasını ve egemenliğini savunma hakkını kullanan Türkiye’ye karşı diklenen, Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a dil uzatan Ahmet Doğan bu yasağı tamamen hak etti. En kötü olan da onun HÖH partisini ve Bulgar demokratik kamuoyunu Türkiye’ye karşı kışkırtmaya yeltenmesi oldu. Türkiye’ye saldırmakla 26 yıldan beri oy verip onu ve partiyi ayakta tuttuğumuzu unuttuğunu yani nankörlüğünü açıklamış oldu. Bu amaçla parti içi darbe yapması çok güçlü ve geniş tepki uyandırdı. Köyde ve kasabalarda yorumlandı. 17 Aralık gece konuşmasıyla kızışan “Bulgaristan milli çıkarları” tartışması bir yandan tamamen saçma bulunurken, öte yandan Doğan’ın geleneksel ayak oyunlarının devam ettiğine de işaret oldu ve bütün Avrupa basını HÖH - DPS partisinin bir KGB ajanı tarafından yönetildiğini yazdı. Bulgaristan Türk Müslümanlarına onun bir sürü koyun gibi baktığı ve köpekleri havlatarak onları istediği yöne hatta Türkiye’ye karşı tutum almaya zorlayabileceği savı artık kesinlikle ve ebediyen suya düştüğü gibi yorumlar çıktı. Büyün AB ve dünya Bulgaristan Türklerinin Türk milletinden bir parça olduğunu ve Türklük kalesinde kenetlendiğini görebildi. Son gelişmeler, 17 Aralık 2015 kriziyle başlayan HÖH içsel çöküşünde derinleşmeyle yeni bir aşamaya girdi. Bu krizin çürümüş savlarından birisi Ahmet Doğan’ın ağzından çıkan “Müslümanlarımızın Türkiye’nin beşinci kol ordusu” olduğu saçmalığıdır. Böyle bir şey yoktur. Türkiye ile Bulgaristan aynı askeri paktın, NATO’nun üyesidir. Karşılıklı anlaşma ve yükümlülüklere göre, her Bulgar vatandaşı Türkiye cumhuriyetinin egemenliği ve toprak bütünlüğü uğruna savaşmak zorundadır ve Bulgaristan egemenliği söz konusu olduğunda bu yükümlülük her Türk için de geçerlidir. Son örnek. Türkiye hava kuvvetleri Bulgaristan hava sahası güvenliğini savunmaya hazırdır. Şu unutulmamalıdır ki, 1878’den beri Türk Müslüman kimliği davası veren Bulgaristanlı Müslümanlar bu zaman kesiminde 6 kez kitlesel olarak vatanlarından kovulmuştur. Gittikler yer Türkiye’dir. Bu gerçek bize Türkiye bizim anavatanımızdır, dedirtmiştir. Bizim çilelerimiz hep Türkiye’de sarıldı. Birçoğumuzun dedesi Çanakkale şehididir. 1500 Bulgaristan Türk genci yükseköğrenimini Türkiye Yüksekokullarında bitirdi ve memleketimize yeni Türklük ruhu getirdi. 138 yıllık geçmişlerinde zulüm görmeden geçen gün yoktur. Ahmet Doğan’ın bu yeni oyunu da bir zulüm biçimidir. Şimdi “Bulgar milli çıkarları” saçmalığı etrafında başlatılan suni gerginlik ve saldırılar, yan bakmalar, göz kızartmalar bu zulmün yeni bir şeklidir. Bu olayların önü alınmaz bir düşmanlık kükre-


206

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

yişine bürünmesinden koktuğumuzu gizleyemeyiz. “Saray” ejderhası da bunu bekliyor zaten. Kendini bir daha “kurtarıcı” yapacak aklınca. İşittiğimize göre güvendikleri kişilerden köylere para gönderilmiş ve halkın memnuniyetsizliğini söndürmek için “köfte kebap bira” kör sofra sohbetleri gırla gidiyor. Anlaşılan bizi Rusçuluk Türkçülük Bulgarcılık konusunda gırtlak gırtlağa getirmek istiyorlar. Yiyin için fakat boşa basmayın, oyuna gelmeyin. Alman “Bild” dergisinin de yazdığına göre, Rusya ajanı Ahmet Doğan’ın ağzından yeni saçmalıklar ve suçlamalar çıksa da, Bulgaristan Türkleri bundan böyle HÖH partisine bir tek oy vermeme konusunda kararlı olduklarını görmeyen kalkmadı. Bu konuda Türkiye Cumhuriyeti deki soydaşlarımızın kanısı da kesindir. Zaten bir önceki seçimde 99 bin oy vermişken son seçimde 40 bin kişi sandığa gitmemişti. Ne kadar istemesek de, HÖH partisinin can çekişmesi, insansız kalarak kendini dağıtması günü geliyor. Bu partinin yasaklanmasını, kapatılmasını ve Ahmet Doğan ve Delyan Peevski gibi Türk düşmanlarının siyasetle uğraşmasına ebedi yasak getirilmesini beklemek yanlış olur. Onları ancak biz çöpe atabiliriz. Çünkü onlar bizim, senin benim ve Türklerin değil, Bulgar devletinin, istihbaratların adamıdırlar. Onlardan kurtulmamız, Bulgar halkının da Rus mafya, şirketler çemberi, oligarşi ve masonlar ağından, kan emicilerden, memleketimizi soyanlardan kurtulmasında olduğu gibi, Bulgaristan’da devleti çökertmeye çalışanların yolunu kesilmesi davasında öz katkımız olacaktır. 1989 anti-totaliter ve anti-komünist ayaklanmamız zamanda olduğu gibi, bugün de Bulgaristan toplumunda en güçlü devinim gücü, itici kuvvet Türk Müslümanlardır. Bunun en büyük yeni kanıtı, güçlü kulis güçlerinin, Avrupa liberallerinin ve Rusya saldırgan oligarşisinin baskısı ve diretmesiyle Ahmet Doğan’ın HÖH - DPS partisi içinde darbe yapıp Bulgar toplumunu Rus ipine takarak oynatmaya çalışmasıdır. Kuşkusuz azgın Rusofiller ve ırkçı milliyetçiler ile Türkİslam aleyhtarları arasında arka ve destek bulamadı deyemem. Herkesin “sarayda” can çekiştiğini sandığı Doğan’ın kükremesi kamuoyunu karıştırdı. Şimdiye kadar hep iğrenç oyunlar çevirdiği için bu defa da dolap ve tuzak peşinde olduğunu sananlar fazlaydı. 1990’da Ruslar HÖH - DPS yönetimini ele geçirmeseydi Türklerle eski dostlukları yeniden yaşayacaktık deyenler çoktu. Türkün dostluğu bakidir deyenlerin fısıltıları kulağımdadır. Sinsi iç darbeler çok anlamlıdır. Özelliklerinden biri Genel Başkan Lütfi Mestan’ın devrilmesinden ve partiden atılmasından sonra, onun yerine atanacak ve iş yapacak birnin bulunamamasıdır. Biz daha önceden Musta Karadayı’nin


Makale ve Analizler - 2016

207

parti Genel Başkanlığına getirileceğini ve onun partinin son başkanı olacağını yazmıştık. Onun ve daha işe yaramazın Genel Başkan atanması partinin gerçekten tükendiğine, kansızlaştığına, çaresizlik içinde bulunduğuna kesin işarettir. Geçen ay, Bulgaristan demokratik kamuoyu ve Türk Müslüman seçmen Çetin Kazak, Mustafa Karadayı ve Ruşen Rıza kroykasını HÖH - DPS lider ekibi olarak kabul etmediğini gizlemedi. Bu üçlü hiçbir TV ve Radyo ciddiye alınmadı, Rusya oligarşisi ve mafya parasıyla beslenen “Delyan Peevski basını” dışında merkez basın onların hiç birine yer vermedi, hiç birini arayıp sormadı.Bu arada HÖH DPS partisinde iç darbeyi hazırlayanlar olayların derinleştiğini fark ederek, Bulgar gizli istihbaratına ve bu arada Müslüman Türk, Pomak ve Çingenelerle diğer azınlıklar arasında ve onlara karşı çalışacak polis kadroları eğiten ve görevlendiren “Kütüphaneciler Enstitüsü” Ahmet Doğan’ı yılın “Politik Lideri” nişanıyla ödüllendirdi. Üstelik nişanı sunmaya hazırlanan eski totaliter istihbarat şefi Dimitır Popov. Şaşmamak elde değil. 2015 yılında Ahmet Doğan hiçbir gün Sofya’ya çıkmamış, hiç toplantıya katılmamış, hiçbir basın toplantısı yapmamış, hiç gazetede bir yazı bile yazmamış ve nereden nereye Yılın Adamı seçiliyor? Her şey bir casusluk örgütü tuzak gibi bir şey! Yetiştirdikleri armudun çekirdekleriyle birlikte çürüdüğünü anladılar, cilalamak ve paketlemeye çalışıyorlar, pazara sürecekler. Bizim memlekette işe insan değil, adama göre iş aranıyor. Hiçbir işe yaramayan, kendini hapsetmiş bir zavallıyı neredeyse milli kahraman yaptılar. Önemli olan Türkleri oyalamak, aldatmak, gözlerine kül atmak... Bilindiği üzere 1997 yılında polis hafiyesi dosyası açıklanan ve içinden 10 cilt ihbar yazısı çıkan Ahmet Doğan’ın siyasetle uğraşmasını yasaklayan meclis kararı beklense de, kulis güçleri bunu önlediler. Böyle bir karar çıkmadı. Komünist dönem suçluları, katiller cezasız kaldı. Tutuklanıp yargılanmadılar. Romenler bizden adam çıktı. 90 yaşına girmiş katilleri tutuklayıp içeri atıyorlar. Politik suçluların siyasete karışması yasaklansaydı Ahmet Doğan çoktan gidecekti köyüne. Fakat o bir Rusya ajanı olarak totaliter rejim suçlularının cezalandırılmasını önlerken, HÖH milletvekillerini bu yönde oy kullanmaya zorlarken, aslında kendini kurtardı. Halkımız bu gelişmelerden çok huzursuzdu. Buna tepki olarak 2013’te yapılan HÖH - DPS 8. olağan kurultayında genç hak ve özgürlükçülerimizden, Yüksek Mimarlık öğrencisi, Burgaslı Oktay Yeni Mehmet, kurultay kürsüsüne çıkıp, “yeter benim çilekeş halkıma ihanet ve zulüm ettiğin” diye bağırarak Ahmet Doğan’ı yakasından tutup saman çuvalı gibi kürsüden fırlattı. Halen hapistedir. O halkımızın genç kahramanlarından biridir. T.C. makamlarının Ahmet Doğan ve Delyan Peevskiyi T.C. sınırlarından içeri sokmama kararı artık her yönüyle taşan, halkımızın tüm umutlarını körelten, fakiri daha yoksul eden, ruhumuzu karartan gidişe kesinlikle “DUR!” deme


208

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

yürüyüşünde yeni önemli, kararlı bir adımdır. Bulgar devletinin sahte güvenlikten değil, gerçek güvenlikten ihtiyacı var. Doğan Bulgaristan’ı Rus ayısının mağarasına itmeye çalışıyor. Ülkemiz büyük bir sosyal patlamaya gebedir. Ahmet Doğan, Delyan Peevski, oligarşi, mafya ve mason hücreleri mutlaka eşilecek ve kara kan akacaktır. Bu böyle devam edemez. İnsanlar yaşamaya korkuyor. Güney Batı Bulgaristan’da köy evleri bir çakmak fiyatına, bir paket sigara fiyatına satılıyor. Ahmet Doğan yalnız Bulgaristan Türklüğüne, Müslümanlığına, Pomaklarına ve Çingenelerine ihanet etmekle, kötülük etmekle kalmadı. Bulgar halkını da rüşvet oyununa getirdi. Devleti soydu. Her konuda dalavere çevirdi. Devletin zayıf düşmesine ve bugünkü çaresizliğe sürüklenmesine ön ayak olurken, her alanda güçsüz kaldığımız, bezginlik geçirdiğimiz, usandığımız bir dönemde Rusya oligarşisini ülkemize çağırdı ve çöreklendirdi. Ülkemizdeki, mafya olgusunu yok etmemiz bu nedenle imkânsızlaştı. Kötülüklerle mücadelede devletin varı yoğu yetersiz duruma geldi. Halkın başkaldıracağı gün yaklaşıyor. Şöyle bakalım: Ahmet Doğan Mason-Mafya grubunun çökerttiği BTKBankası’nın içinden en fazla para yargıç, sorgu polisleri, savcı ve parti hesaplarında çıktı. Bunun anlamı şudur. Davaların hiç birinden adaletten yana karar çıkmaması için yol paraylar kesildi. HÖH Genel Başkan Yardımcısı Biserov, “uluslararası para transferlerinde para aklarken” yakalandı. Davası zaman aşımına uğradı. Kılına dokunulmadan aklandı. Elini kolunu sallaya sallaya geziyor, belli olmaz Nisan 2016’da Ulusal Kültür Sarayı’nın 9. salonunda yapılacak 9. ulusal HÖH - DPS Kurultayı’nda Ahmet Doğan tarafından Genel Başkan atanabilir. Bu kurultaya Türkiye’den ve Bulgaristan Türk, Pomak ve Çingenelerin hiçbir kimse gitmemelidir. Atanacak olan Biserov, para akla işinde usta, Çingeneleri kandırma yetenekleri gelişmiş, Doğan’ın gözüne girmiş, Rusya oligarşisiyle gizli bağlarla bağlı, Türk düşmanlığı kıvamda, bundan iyisini kadın pazarında arasan bulamazsın... Peevski meselesi ise çok önemli, yaşı 33 olan ve HÖH - DPS kapısından meclise giren ve insan arasına karışan bu general çömezi, “Güney Akım” gaz boru hattının kazılıp döşenmesi için Moskova’dan Bulgaristan’a gelen paraların üzerine oturan kişidir. BTK- Bankasının çökmesine ve bankanın sahibi olan Vasilev’ın Belgrat’ta kaçıp saklanmasının nedeni odur. Şöyle ki, BTK Bankası Moskova’dan gelen paraların kullanılmasına gerekli olan Garanti Mektuplarını verememiştir. Verememesine sebep ise, Kuzey Bulgaristan’dan geçmesi tasarlanan bu gaz boru hattını Daniel Peevski’ye bağlı inşaat şirketler mi yapsın, yoksa o zaman muhalefette olan şimdiki Başbakan Boyko Borisov’a bağlı şirketler mi yapsın kavgasıdır ki, ipler tam bu noktada kopmuştur. “Türk Akım” böyle


Makale ve Analizler - 2016

209

ortaya çıktı. Bu bakıma Daniel Peevski Ahmet Doğan’ın kölesidir. Çünkü Bulgaristan şu an o paraları geri çevirmek zorundadır. Bu işte zorlanıyorlar. Çünkü para kayıplara karıştı. “CU-24” ve “Bulgar milli menfaatleri” çatırtısı ve parti içi koptu. Olaylar can sıkıntısının ürünüdür, anlaşılan Kremlin sıkıştırıyor. Anlatmaya çalıştığımız, HÖH partisinin beyaz bayrak kaldırmasına kadar devam edecek uzun bir konudur. Bu beyaz bayrak ise Bulgaristan’ın ensesine basmış Rus sermayesinin beyaz bayrak kaldırması anlamındadır. Bu ise Bulgarlarla birlikte Türklerin de başkaldırmasıyla olacak bir iştir. Dünya’nın çürük elmaları görmeye başlaması ve sert tavır alması ne güzel oluyor. Birkaç güne kadar Delyan Peevski’nin kaçak sigaralarını taşıyan TIR’ların AP ülkelerine girmesinin yasaklanmasını bekliyoruz. Bu hainlerin Kürt katillere silah taşımadığı da ne malum! Türkiye düşmanlığını moda yapmak istediklerine göre..

İki Kanatlı Ayna

Musa Vayansever-12.Şubat.2016

Konu: Kesilen baş yerine konmaz. Liberal demokrasi bir hameleondur. Herkes her türden parti kuramaz. Adam işçi köylü arasından yükselmiştir, İşçi Köylü Partisi kurar. Esnaf, küçük burjuva ve biraz da kodaman sömürücü kalıbındandır Demokrat Parti, Adalet Partisi, Kalkınma Partisi gibi partiler kurar. Liberalizm, ağaç mantarı gibi kökü olmayan, faizden, dalaverelerden, elini işe sürmeden evde oturarak, borsada oynayarak geçinmek isteyen İngiltere asalakları arasından çıkmış olsa da, Las Wegas’ta kumar masaları kurulunca Birleşik Amerika’da dallanmak istemiş ama olmamıştır. Amerika 220 yıldan beri demokratlarla cumhuriyetçilerin kavgasından güç alarak ilerliyor. Ama 1990’da bizde Liberalizm tuttu. Çağdaş liberalizmin bizde bitmesine ve gelişmesine hiçbir ortam yoktu. Fakat totaliter toplumun içinde parti ile devleti kaynaştıran polis, ordulular, milli istihbarat bizdeki isimleriyle (DS ve Altıncı Şube vb gizli polis birimleri) yeni koşullarda da yaşamak istiyorlardı. Küçük bir ülke olduğumuza ve kendi yağımızla kavrulamadığımıza birilerini örnek almak zorundaydı. Bu gelişmenin örneği de Rusya’da vardı. Serbest Pazar ekonomisi -liberalizmin temel ilkesidir- Rusya’da mafya ve oligarşi, adına rüşvet dediği-


210

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

miz devleti talan ederek zenginleşen bir zümre doğurdu. 2010’da Rusya’da Almanya, Fransa ve Japonya toplamı kadar dolar milyarderi vardı. Yeni zenginler paralarını Rusya’dan kaçırıp of shor adalara saklasalar da, Robinzon Kruzo zamanları çoktan geçti, bu paralar onlara dünyayı esir almak için lazımdı. Dünyayı savaşsız esir almanın yolu ise, Bulgaristan gibi düne kadar Moskof boyunduruğundaki ülkelerde yerli zenginler (oligarşi) yaratıp onlara basarak bizim gibi ülkelere hâkim olmaktı. Yerli zenginler de Rus istihbaratı KGB ajanlarından olacaktı. Hameleyon gibi hareket edip yerel koşullarımıza göre şekillendiler. Bizde, Ahmet Doğan’ın “şirketler çemberi”, oligarşi kodamanı Delyan Peevski, BTKşefi Vasilev, para aklarken yakalanan ama kendisini yargının üstünde bulan HÖH Başkan Yardımcısı ve Sofya meclis başkan yardımcısı Hristo Biserov gibi tipler böyle belirdi. Onlar Putin Rusya’sının Bulgaristan tarlasını kazan ve sulayan kişilerdir. Bu açıdan baktığımızda, sol bir kişinin sağ bir parti kuramayacağını, insanların ancak kendilerini tekrar edebildiğini belirtiyoruz. Bu bakıma şimdiye kadar sosyalist parti (BSP) Başkanı Sergey Stanişev’le bulduğu yerde öpüşen Lütfi Mestan birdenbire sağ bir siyasi partiyle ortaklık aradığında, hem gülünç hem de tuhaf bir duruma düşer ve kendisini hiç kimse dikkate almaz. Balkanlarda bir etnik azınlık topluluğunun hem sol ve hem sağ partide örgütlendiğini gösteren örnekler var. Komşumuz Makedonya’da Arnavutlar bunu başarılı yaptılar. Üsküp’te kim iktidara gelirse gelsin onlar her hükümette yer alabiliyorlar. Fakat sol partiyi sol ideolojiden gelen, sağ partiyi de muhafazakâr (tutucu) dinci gelenekten gelen siyasetçiler kurdular ve yönetiyorlar. Bulgaristan’da henüz böyle bir mayalanma ve etnik gelenek yoktur. Pomak ve Romen kardeşlerimizin kurduğu siyasi partilerin hiç biri de bu ikileme uymuyor, çünkü her biri sefalet içinde kıvranan ezilmiş sol kesimin istek ve menfaatlerini savunmaya çalışıyor. 17 Aralık 2015’e kadar HÖH Genel Başkanı olan Lütfi Mestan ve 4 - 5 arkadaşı da, bu oyunun dışında tutulsalar da, şu atasözümüze uygun yaşamayı tercih ettiklerinden dolayı hayatlarından memnundular. Atasözümüz şudur: “Komşunun tarlasına yağısın, bize neni yeter!” Son 3 yılda HÖH partisinin Lütfi Mestan dönemindeki durum nitelemesi bundan ibarettir. Lütfi’nin oluşturduğu tehlike neydi? Türkiye Dışişleri Bakanı Sayın Çavuşoğulu’nun Rusya’nın Afganistan’da çıkışını “zelveden çıkan öküze” benzetmesi çok doğrudur. Rusya 2016 yılına çok ağır bir durumda girdi. Birkaç olara işaret edelim:Dombas ve Ukrayna’da işlerin kötüye sarması;


Makale ve Analizler - 2016

211

Suriye’de sonu görünmeyen bombardımanlar; “CU-24” savaş uçağının düşürülmesiyle Rus hava üstünlüğüne gölge düşmesi. Türkiye’nin askeri operasyonlarda başarıları;Türkiye ile ikili ilişkilerin birden bire kötüleşmesi; ABD ve AB’nin Rusya yaptırımları, ekonomik ambargolar;Petrol fiyatlarının dibe vurması ve Rusya devlet bütçesini bağlayamaması;Rubla kursundaki derin dalgalanma ve enflasyon; Dünyanın Rus saldırganlığına şahsen Putin’e karşı propaganda saldırısı vb. İşte böyle bir ortamda, emrin nereden geldiği henüz bir gizem olan bir ortamda, Lütfü Mestan’ın Avrupa - Atlantik sloganlarıyla Parlamento çıkışı, eğer bir Kremlin planıysa, bir ay sonra yanı 17 Aralık 2015’te bir taşla 3 kuş vurulmasına olanak yarattı. Bir defa HÖH partisi parçalandı, iki Bulgar toplumunda sönmüş olan Rusçuluk yeşerme olanağı bulurken, anti-Türk, anti-Müslüman, anti Türkiye saldırı dalgası da yükseliverdi. Başka bir değişte, Bulgaristan’a demir atan Rus oligarşisi, kendi bahçelerine yağan yağmurun nemini bile Lütfi Mestan ve arkadaşlarına koklatmak istemediğini açıkça ortaya koydu. İşte böyle bir ortamda, HÖH’ten atılan yeni grup, Bulgar siyasetinin futbol sahasından çıkmak istemiyor, yeni bir takım kurarak, karşılaşmaya devam etmek istiyorlar. Ateşten kaçar gibi koşarken HÖH kısaltmasını DOST ile değiştiren kullandıkları dört kavrama çok değişik ve temel hak ve özgürlüklerden çok farklı içeriksel anlam yüklediler ve tescil için Sofya mahkemesine sundular. Bu kavramların Bulgarca açılımı demokrasi, sorumluluk, özgürlükler ve hoşgörüdür. Türkçemizde kulağa hoş gelen DOST kısaltmasını, kökü Farsçadan geldiği için, Bulgarlara “sadık arkadaş” olarak açıkladılar. İşin özüne bakılırsa “eski hamam eski tas.” Sanki DOST uydurması da HÖH gibi aynı kafadan, aynı merkezden, aynı kulisten, aynı perde ardından geliyor. Modern liberal parti olacaklarmış. Şöyle: 04 Ocak 1990’da Varna’da Hak ve Özgürlük Hareketi (DPS) kurulduğunda aslında bu parti de liberal bir olguydu. Adındaki “Hak” sözünü, 1986’da Dobriç’in Baraklar köyünde arkadaşlarıyla birlikte BulgaristanTürkleri Milli Kurtuluş Partisini kuran Necmettin Hak’ın soyadından, “Özgürlük” sözünü de hak ve özgürlüklerimiz uğruna verdiğimiz direnişlerde ön saflarda yürüyen, cesur bir hapisçi militan olan Halim Pasajov’un Sofya’da inşaatlarda çalışan Rodop’lu Türk yapı işçileriyle kurduğu “Özgürlük” partisi adından almıştır. Ağır mücadele yıllarının doğurduğu 44 direniş örgütü vardı, onların hepsinin lideri, militanları,


212

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

örgüt ağı, program ve tüzüğü vardı. Vatna’da HÖH Tüzüğü üzerine tartışmada, Ahmet Doğan’ın “biz Bulgaristan Türk Müslümanları Bulgar ulusundan bir parçayız” tezini kabul etmeyen Pasajov, partinin kurulduğu an, kaydını yaptırmadan ayrıldı. Dolayısıyla “haklarımız” uğruna verdiğimiz mücadele Necmettin Hak’ın soyadına takılırken, haklarımız verilse özgürlüklerimiz için ayrıca mücadele etmemize gerek olmadığını yani hakların özgürlükleri zaten içerdiğini bilenler de, bıyık altından gülerek kurucu toplantıdan ayrıldılar. Şimdi şu DOST olayında da aynı sahne oyununu, aynı senaryoyu, aynı piyesin ikinci perdesini görüyoruz. Lütfi Mestan’ın 2016 Şubatı’nda Mahkeme kaydına sunduğu partinin de içi başka dışı başka, yani Bulgarlara sunulan liberal yüzü ile Türk Müslüman seçmen tabanına atılan yem kırıntıları tamamen farklıdır. Klasik Bulgar liberalizminin tarihine bir bakalım: Ekilen ne Türk ne de bir Bulgar tohumudur. Siyaset tarlamıza Batı’dan saçılmıştır. Bulgaristan’ın Osmanlı’dan ayrılmasından sonra 1878’de kurulan ilk Liberal Parti köylülerin ve irili ufaklı şehir esnafının menfaatlerini savunacağını vaat etmişti. Liberal dendiğinde Bulgaristan’da Petko Karavelov, Dragan Tsankov ve Petko Raçev Slaveykov akla gelir. 1879’da Tırnovo kurucu meclisinde Kurucu Anayasa kabul edilirken, Bulgar Prenslikte ılımlı burjuva demokratik düzeni kurulmasında ayak direyenler liberallerdi.1880’de Bulgar liberaller hükümet kurdu. Bazı reformlar yapmaya kalktı. Prens Batenberg hükümet darbesi yaparak Liberalleri iktidardan attı. 1884’te Liberal Parti parçalandı. Orta ölçekli burjuvazi 1899’da İlerici Liberal Parti’de birleşti. Stefan Stanbolov ise, Halkçı Liberal Parti kurdu. 1895’te Demokratik Liberal Parti kuran Radoslavov eski Liberal Parti sayfasını kapadı.. Sözün özü: Bulgar liberaller 19-uncu yüzyılın sonunda ve 20’inci yüzyılın başında 12 defa hükümet kurdu. 1913 -1918 yılları arasında ikinci kez Başbakan olan Vasil Radoslavov, o yıllarda Sofya’da askeri ateşe görevinde bulunan Mustafa Kemal’in güçlü üstelemesi sonucu, 1912’de Çar Ferdinand ile Halk Partisi’nin devlet ve kilise terörüyle isimleri değiştirilen 250 bin Müslüman Pomak yurttaşın isimlerini geri verip din özgürlüğü tanıdı. 1918’den 1990 yılına kadar Bulgaristan’da ne klasik, ne ilerici, ne halkçı ne de modern liberal bir parti yoktu. Son Liberal Parti’nin adı Liberal Parti (Radoslavov) idi ve devamı gelmemişti. Tekrar ediyorum, tarih süzgeci,1990’da sonra Bulgaristan’da kurulan 350’den fazla siyasi parti içinde hak ve özgürlük kılıfına sığdırılan tek Liberal Parti’nin HÖH (DPS) partisi olduğunu gösterir. Bu parti, Bulgaristan üzerinde total, sınırsız, topyekûn Sovyet (KGB) hâkimiyet


Makale ve Analizler - 2016

213

yetkisi olduğu bir dönemde kuruldu. Dolayısıyla HÖH (DPS) partisi kurma planları totaliter komünist dönemde yapılmıştı. Lider ilan edilen Ahmet Doğan’ın Pazarcık hapishanesinde aldığı özel eğitimi birkaç yazımızda anlatmıştık. Bulgar tarlasına böyle bir tohum (Liberalizm) dikme tasarımı da Kremlin’indir. Çünkü Moskova Çarları ve Sovyetler Birliği hükümetleri Batı Avrupa ülkelerindeki etkisini orada besledikleri Liberal Partiler üzerinden ve aracılığıyla yürütmektedir. Bu bir gelenektir. “Rus Altını” kitabında bu olay çok ayrıntılı anlatılmıştır. Rusya dünya zenginler klüplerine de Liberaller yoluyla girmeyi başarmıştır. Jim Marrs’ın “Dünyayı Yöneten Gizli Güçler” kitabına ayrıntılar için bakabilirsiniz. İşte böyle bir ortamda, BULTÜRK yönetimi ve BG Stratejik Araştırma Merkezi ekibi olarak, HÖH (DPS) partisinin zamanını doldurduğunu, temel ödevinin 26 yıldan beri halkımızı aldatıp uyutmak olduğunu, hiçbir liberal hak ve özgürlüğün sağlanmasına doğru adım atmadığını atmaya niyeti olmadığını defalarca belirttik. Partinin çöküş aşamasına girdiğine işaret etti. Parçalanma neden ve özelliklerine ışık tutuk. Bu bakıma soydaşlarımızı ve Bulgaristan’daki kardeşlerimizi yeni yeni ve bir can acısı sonucu ortaya çıkan DOST partisi ile ilgili de bilgilendirmek, analiz yapıp sonuç çıkarmak vazifemizdir. Toplumsal dönüşümlerin gerçekleşmesinde sivil toplum örgütlerini ve onlara bağlı propaganda merkezlerinin gerçeklere dayanan inandırıcılığı sonucu oynadıkları rol bazen belirleyici olmuştur. İki ay önce, en anti-demokratik, anti-liberal, insan haysiyetini inciten bir yöntemle Genel Başkanlıktan uzaklaştırılan Lütfi Mestan, milletvekili Hüseyin Hafızov, milletvekili Şabanali Ahmet, Kırcaali il başkanı Bahri Ömer, merkezdeki görevinden ayrılan Ahmet Hüseyin ve daha birçokları artık hep bir ağızdan, defalarca vurguladığımız gerçeği tekrar etmeye başladılar. Bu ayının koparamadığı armuda “mundar” demesinden farklı bir olaydır. Bu, liberalizm ninnisini biz Doğan’dan daha iyi çalacağız çığılığıyla sahnede yer istemektir. Tabii inanan olursa, çünkü Liberalizm bir dünya siyaseti olgusudur ve hatta masonik ve mafyotik bir olgu olduğundan aralarına sızmak, girip yerleşmek zordur. Batı Liberalizmi iplerini daha 18-inci yüzyılda Kremlin eline kaptırmamış olsaydı, HÖH (DPS) partisi Avrupa Liberaller Birliği üyeliğini hayal bile edemezdi. Bu bakış açısından yaptığımız analiz Lütfü Mestan ve arkadaşlarının DOST partini Sofya şehir mahkemesinde tescil edilse bile, Avrupa Libereller listesine dâhil edilemez, çünkü bu 2 standartlı bir oyundur ve NATO’cu çığlık atmak, ya da Avrupacıyız, Atlantikçiyiz demek asla yetmez. Bekleriz görürüz! Bizim hepimizin yeniden subaşında olduğumuzu kanıtlayan büyük olay ise, son yerel seçimlerde Deliorman’da ve Rodoplar’da partinin tabansız (seç-


214

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

mensiz) kalması oldu. Allah göstermesin, Deliorman ve Rodoplar HÖH (DPS) olayında, depremden sonra toprağın bir daha asla toplanmamak üzere çatlayıp açıldıkça açıldığı gibi, bölündü. HÖH partisi adayları toptan ret edildi. Şu nokta çok önemlidir. Ahmet Doğan 3 yıldan beri saray hapsinde olduğundan dolayı, ret edilen adaylar, Lütfi Mestan Başkan’ın dayattığı kişilerdir. Bu bakıma Lütfi Mestan’ın TV yayınlarına çıkıp “memleketi adım adım dolaştım, halk bizi istiyor” demesi gerçeğe dayanmayan bir propagandadır. Kahvelerde dört kişi ile buluşup, akrabalarla selamlaşmak hiç kimseye halk adına konuşma hakkı tanımaz. Lütfü Mestan kayınpederi Hasan Ali’nin evi de dâhil, son 18 seneden bir tek köy evine girmemiş, hiçbir hanenin bir bardak ayranını içmemiş, kimsenin halini hatırını sormamıştır. Balık tutmaya, ava gittiği siyah “Mercedes” bir tek köyde, bir tek cami önünde, düğünde dernekte durdurmamıştır. Dostum deyen her kişi gerçek dost değildir. Lütfi Mestan Bulgaristan’da DOST partisi adı altında ikinci bir HÖH partisi kurmak isterken iki kanatlı bir ayna oluşturmak istiyor. Bunu Güner Tahir, Osman Oktal ve Kasim Dal artık denemediler mi? Yeni bir atılım zamanı gelmiştir. Gelecek yazımızda demokrasi ve liberalizmin (hak ve özgürlüklerin) Bulgaristan koşullarındaki yalan özünü açacağız.

Balkan Halklarının Tarihi Belleği “İslamofobiye” Geçit Vermeyecektir

Dr. Abidin Karasu-12.Şubat.2016

Çeşitli gruplar tarafından servis edilen İslamofobi politikaları Balkanlarda asırlarca yan yana yaşayan halkları bir birine düşürme gayesindedir. Hiç kuşkusuz Balkan halkları bu süreci iyi anlayacak ve asırlardır sadık kaldıkları kardeşlik havasını koruyacaklardır. Fransa’da yaşanan Charlie Hebdo saldırısı Avrupa’daki İslamofobiyi körüklerken bu dalga Balkanlarda da hissedilmeye başlandı. Müslüman nüfusun yoğun olarak yaşadığı Bulgaristan, Makedonya, Bosna Hersek, Arnavutluk gibi Balkan ülkelerinde Müslüman karşıtı gruplar harekete geçerek Müslümanların dini mekânlarına çeşitli saldırılarda bulundular. Düzenlenen yürüyüşlerde ırkçı


Makale ve Analizler - 2016

215

söylemlere yer verilerek bu coğrafyada Müslümanların gerilimi tırmandırdığı iddia edildi. Balkanlardaki camilere yapılan saldırılar, kundaklama hadiseleri, İslam’ın kutsal değerleriyle alay etme gibi hadiselerle karşılaşılmaktadır. Makedonya’da Vevçani Karnavalında İslam’ın kutsal değerleriyle alay edilmiştir. Charlie Hebdo saldırılarıyla oluşturulan olumsuz havanın İslam dinine mal edilmek istenen vahşet, şiddet, ölüm gibi kavramlar asla kabul edilemez. Bir inancın değerleriyle alay etmek, istismar etmek hakaret etmek ifade özgürlüğü veya demokrasi gibi kılıflarla örtülmesi veya geçiştirilmesi asla kabul edilecek bir davranış şekli olamaz. Balkanlardaki İslam karşıtı hareketlerin çeşitli manipülasyonlar çevresinde gerçekleştiği bilinmektedir. Meydana gelen farklı saldırılar neticesinde medyanın İslam topluluğunu sorumlu tutması bu tezi güçlendirmektedir. Balkan halkları bu oyuna asla gelmemeli tarihi belleklerini taze tutarak barış ve istikrarı yaşatmalıdır. Yine Balkanlarda yaşayan Müslümanların çalıştıkları yerlerde namaz kılmaları, Cuma namazına gitmeleri, başörtüsü takmaları dolayısıyla uğradıkları ayrımcılıkla ilgili sıkıntılar yaşanmaktadırlar. Balkan ülkelerinin anayasalarında dini özgürlükleri destekleyen maddeler olmasına rağmen birçok Müslüman sözlü tacize maruz kalmakta ve çoğu zaman çeşitli sebeplerden dolayı, işini kaybetme korkusu veya dışlanmadan çekindiği için bu tavrını net şekilde koyamamaktadır. Balkan halkları, dedelerinin Osmanlı döneminde yaşadığı huzurlu barış ortamını unutmayarak farklılıkları ve hoşgörüye duyacakları saygıyı pekiştirmelidirler. Bu davranış, asırlarca Balkan tarihi ve yaşanılan güzel anlara karşı bir sorumluluk olacaktır. Bugün Balkanlarda yaşayan bütün halklar şunun idrakine varmalıdır ki dedeleri, ataları huzurlu bir ortamda yaşamasaydı bugün kendileri de olmayacak, dilleri ve kültürleri de yaşamayacaktı. Asırlarca büyük emek ve caba neticesinde oluşturulmuş bu barış ve huzur ortamı bilinçli şekilde çeşitli çevreler tarafından bozulmaya çalışılıyor. Ortak olan bu mirası korumak bütün Balkan halklarının tarihe karşı sorumluluğudur. Osmanlı Balkanları İstikrar Adasına Çevirmiştir Balkanlarda asırlara dayanan hoşgörünün altyapısını anlayabilmek için Osmanlı’nın bütün sınırları içinde uyguladığı ve dünyaya örnek olan “millet” sistemini idrak etmek gerekiyor. Osmanlı, sınırları içinde yaşayan bütün halklara kendi inançlarını yaşama özgürlüğü tanınmıştı. Bu güvence altında yaşayan halk, karşılığında devlete cizye adı altında vergi vererek asırlarca barış, huzur ve güvence altında hayatını sürdürmüştür. Esas itibariyle millet sistemi din hoşgörüsüne ve din farkına dayandığı için Osmanlı toplumu içinde bütün halklar kendi


216

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

dini kurumlarıyla özerk bir statüye sahipti. Osmanlı devletinin uyguladığı bu sistem temel olarak Allah’ın Kur’ân’daki emirlerine dayanır: “Allah size, emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adalete uygun hüküm vermenizi emreder. Allah bununla, size ne de güzel öğüt veriyor! Şüphe yok ki Allah Semî ve Basîr’dir (sözlerinizi de, hükümlerinizi de hakkıyla işitir, bütün yaptıklarınızı hakkıyla görür.” (Nisa Suresi, 58) Böyle bir yönetim anlayışını benimseyen Osmanlı idarecileri farklı ırk, din ve mezheplere hoş görü göstererek insanlara eşit davranmışlardı. Osmanlı döneminde dışlanmış, değer verilmemiş halk toplulukları kucaklanarak kaynaşma yoluna gidilmiştir. Fatih, Balkanlardaki Uygulamalarıyla İnsanlığa Ders Vermiştir Fatih Sultan Mehmet Han devrinde Osmanlı millet sistemini bize özetleyen çok güzel örneklerle karşılaşmaktayız. “Sırbistan’ın her tarafında Katolik kiliseleri tesis edeceğim, Protestan kiliselerini yıkacağım.” diyen Macar Kralına karşı Fatih Sultan Mehmet Sırp Kralı Brankoviç’e “Eğer devletime itaat ederseniz, her caminin yanında bir kilise inşâ edilecek; buralarda herkes kendi Hâlıkına ibâdet edecek”. Osmanlı bu ve benzeri uygulamalarla Balkan halklarına güvence vermesini bilmiştir. Bu güven ortamında Balkan halkları asırlar boyunca huzur içinde yaşamışlardır.Fatih Sultan Mehmet’in Bosna’yı fethinden sonra burada yaşayan Latin papazlarına dini hürriyet, can ve mal güvenliklerini temin eden fermanı insanlık tarihinin en önemli ibretlerinden birisidir. “Ben ki Sultan Mehmed Hânım! Dünyaya ilân ediyorum ki, bu padişah fermanı verilen Fransiskenler himayem altındadır ve emrediyorum; hiç kimse ne bu adı geçen insanları ve ne de onların kiliselerini rahatsız etmesin ve zarar vermesin. İmparatorluğumda huzur içinde yaşasınlar. Ve bu göçmen durumuna düşen insanlar hür ve emniyet içinde yaşasınlar. İmparatorluğumdaki bütün memleketlere bütünü dönüp korkusuzca kendi manastırlarına yerleşsinler. Ne padişahlık eşrafından, ne vezirlerden veya memurlardan, ne hizmetkârlarımdan ve ne de imparatorluk vatandaşlarından hiç kimse bu insanların onurunu kırmayacak ve onlara zarar vermeyecektir. Hiç kimse bu insanların hayatlarına, mallarına ve kiliselerine saldırmasın, hor görmesin veya tehlikeye atmasın. Hattâ bu insanlar başka ülkelerden devletime birisini getirirse, onlar da aynı haklara sahiptir.Bu padişah fermanını ilân ederek burada, yerlerin ve göklerin yaratıcısı ve efendisi Allah, Allah’ın büyük elçisi aziz Peygamberimiz Hz. Muhammed (sas) ve 124 bin peygamber ile kuşandığım kılıç adına yemin ediyorum ki, emrime uya-


Makale ve Analizler - 2016

217

rak bana sâdık kaldıkları sürece tebaamdan hiç kimse bu fermanda yazanların aksini yapmayacaktır. Şöyle bilesiniz.... 29 Mayıs 1463” Osmanlının farklı dinlere ve milletlere olan hoşgörüsü başta Balkanlarda olmak üzere bütün imparatorluk sınırları içinde toplum barışının sağlanmasında dünyada eşine az rastlanan bir uygulama olmuştur. Osmanlının bugün için bile örnek olacak millet sistemi Müslüman, Hristiyan, Musevi ve diğer toplulukların asırlarca barış içinde yaşamalarını, kendi dillerini ve kültürlerini muhafaza etmelerini sağlamıştır. Asırlarca farklı kültürlere, din, dil ve milletlere yaşam hakkı vermiş Osmanlı, çekildiği bölgelerden hemen sonra büyük bir kargaşa, zulüm baş göstermiş bir çatı altından yaşamış olan halklar kavgaya tutuşmuştur. Kafkaslar’dan Balkanlara, Afrika’dan Ortadoğu’ya kadar savaşlar, katliamlar devam etmektedir. Osmanlı idaresindeki bölgelerde karşılaşılan bütün zorluklara rağmen devlet hiçbir zaman zulme, baskıya başvurmamış elinden geldiğince adil bir düzen uygulamıştır. Hoşgörü, sevgi, adalet ekseninde insanlığa barış getirmiştir. Osmanlının asırlarca sarsılmadan ayakta kalmasının en büyük sebebi hiç kuşkusuz bu olmuştur. Balkanlardaki Hoşgörünün Temelleri Osmanlı Döneminde Atılmıştır Gerek Balkanların içinden gerekse bu coğrafyanın dışından gelen fitne kıvılcımları Balkan halkalarını bir birine düşürmüştür. Fakat sağlam bir bilince sahip olan Balkan halkları, asırlara dayanan hoşgörüye dayalı belleklerini korumakta ve bu hoşgörü mirasına sahip çıkmaktadırlar. Belirli dönemlerde bilinçli şekilde ortaya çıkarılan kargaşalar Balkan toplumunun huzurunu kaçırsa da bu topraklar Osmanlının hoşgörüsü, medeniyeti, kültürü ve sevgisiyle doludur. Ve her Balkan milleti bunun kıymetini gayet iyi bilmektedir. Temelde insanı merkeze alan Osmanlı devlet anlayışı, onun huzuru için elinden gelen her şeyi yapmıştır. Avrupa ülkelerinde insanlık ayaklar altına alınmışken, bitmek bilmeyen mezhep savaşları yaşanırken Osmanlı coğrafyasında barış, refah ve huzur vardı. Yine bu asırlarda Yahudiler her yerden kovulurken, büyük baskılara ve eziyetlere maruz bırakılırken şefkat elini açan ve kapısını aralayan tek devlet Osmanlı olmuştur. Sormak gerekirse hangi Avrupa şehrinde cami, kilise ve havrayı yan yana görürsünüz? Var mıdır bunun örneği? Cami, kilise ve havranın yan yana olması Osmanlı’nın hoşgörüsünün sonucudur. Farklı dinleri kucaklayan, yaşatan onların mabetlerine saygı gösteren Osmanlı olmuştur. Başka kültürlerde ve İmparatorluklarda bunu göremezsiniz. Bugün Avrupa’da yaşanan İslamofobi hadiselerini Balkanlara yaymak isteyen çevreler asla başarılı olamayacaklardır. Yaşanan gelişmeler tamamen siyasi çıkarlar doğrultusunda yönlendirmekte buna karşılık Balkan halklarının tabanında


218

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

bir sıkıntı bulunmamaktadır.Osmanlı Balkanlardan çekildikten sonra burada yaşayan halklar kültürlerini, dillerini muhafaza etmiş bir şekilde ortaya çıktılar. İstisnasız olarak Balkanlarda bütün milletler Osmanlı idaresi zamanında dillerini korumuşlardır. Yok olan, unutturulan tek bir dil bile göremezsiniz. Osmanlı Balkanlara hoşgörü kültürünü getirmiştir. Bir birlerine tahammülü olmayan, kin kusan topluluklar Osmanlının millet sistemi zemininde kardeşçe birbirlerini kucaklamışlardır. Osmanlının Balkan idaresi örnek bir insanlık dersidir. Osmanlı bu coğrafyada insanlık tarihine örnek bir yönetim sistemi uygulamıştır. Osmanlı, Balkanlardaki halklara yardım eli uzatarak asırlar içerisinde dini mabetler, köprüler yapmış onların huzuru için çalışmıştır. Bu yüzden Balkan toplumların hafızaları muhafaza edilmiş ve bugün devamlılıkları sağlanmıştır. Altı asır Osmanlı idaresi süresince Balkanlarda ortadan kalkan bir dil, din, kültür gösterebilir misinizi? Buna kesinlikle hayır cevabını verebilirsiniz. Balkanlardaki dini mekânların, kilise, havra vb. yerlerin inşa tarihlerine bir bakalım. Bunların çoğu Osmanlı döneminde yapılmıştır. Osmanlı bunları desteklemiş ve kalkındırmıştır. Bu örnek davranış insanların kardeşçe yaşamalarını, bir birilerine sonsuz saygı göstermelerini sağlamıştır. Son yıllarda Balkan halkları bir birlerine yabancılaştırılmak istenmektedir. Bir birini tanımayan topluluklar karşılıklı güven eksikliği duyarlar. Bu da çatışmaya uygun bir zemindir. Oysa ki Osmanlı burada çok güzel bir miras bıraktı. Bütün Balkan halkları bir birini tanıyor ve anlıyordu. Ferid Muhiç’in aktardığı bir anı şu şekildedir: “1970’lerde vefat eden hocam Mitko İlievski ile Viniça’daki Blates köyüne gittik. Orada sohbet eden iki kişiye rastladık. Birisi Türkçe, diğeri de Makedonca konuşuyordu. Hocama bunu sordum. O da Türkçe konuşanın Makedon, Makedonca konuşanın da Türk olduğunu söyledi. Demek ki insanlar birbirlerinin dillerine saygılıydı.” Bu ve benzeri örnekler bize aslında bu zemini anlatmaktadır. Çeşitli gruplar tarafından servis edilen İslamofobi politikaları Balkanlarda asırlarca yan yana yaşayan halkları bir birine düşürme gayesindedir. Hiç kuşkusuz Balkan halkları bu süreci iyi anlayacak ve asırlardır sadık kaldıkları kardeşlik havasını koruyacaklardır. Ortadoğu uzmanı Edward Said’in de belirttiği gibi; dünyada köklü ve samimi bir barış ancak, Osmanlı millet sistemine benzer bir sistemin, zamanın ruhuna ve telâkkilerine uygun bir şekilde tatbik edilmesiyle yerleşecektir. Bütün bunlar Balkanların tarihi hafızasına işlenmiş güzellikler olup Balkan halkları tarafından bilinmeli ve sahip çıkılmalıdır. Osmanlının değerleri etrafında uygulanacak politikalarla Balkanlar huzur, refah ve barışa kavuşacaktır.


Makale ve Analizler - 2016

219


220

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2016

221


222

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2016

223


224

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.