23 BULGARİSTAN TÜRKLERİ YENİ BİR IŞIK BEKLİYOR

Page 1

BULGARİSTAN TÜRKLERİ YENİ BİR IŞIK BEKLİYORLAR

2016 Mart - Mayıs Makale ve Analizleri


BULGARİSTAN TÜRKLERİ YENİ BİR IŞIK BEKLİYOR BULTURK BGSAM Yayınları Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi - BGSAM -23 BULTÜRK Genel Başkanı: Rafet ULUTÜRK Basım: Mart - Mayıs - 2016 Koordinatör: Dr. Nedim BİRİNCİ Editör: Raziye ÇAKIR İnternet sorumlusu : Kapak Tasarım: Murat ULUTÜRK Pazarlama Sorumlusu: Hamiyet ÇAKIR Arşiv: İbrahim SOYTÜRK İsteme Tel: 0212 511 63 47 www.bulturk.org; www.bghaber.org; info@bulturk.org İnternet sitesinin yazıları Adres: Yıldırım Mah. Şehit Kamil Balkan cad. No.114/A Bayrampaşa İstanbul Tel: +90 (212) 511 63 47 Belgegeçer: +90 (212) 526 51 98 https://bgsam.org/, https://issuu.com/bulturk, https://bulturk.org.tr/ Baskı : DİNÇ OFSET MATBAACILIK SAN. ve TİC. LTD. ŞTİ. Adres: Davutpaşa Cd. Emintaş San. Sit. No: 103/580-581 Topkapı - İstanbul Tel: 0090 212 493 24 67 TÜRKİYE CUMHURİYETİ YASASI GEREĞİNCE BU ESERİN YAYIN HAKKI BULTÜRK’ten İZİNSİZ KISMEN VEYA TAMAMEN ÇOĞALTILIP YAYINLANAMAZ

Web: www.bghaber.org ; E.Posta: rafetuluturk@yahoo.com


“Bilgi Ordusu, Bizim Ordumuz, Bildiğimizi Öğretmek,Bizim Borcumuz.” Rafet ULUTÜRK

Düşünceler dizisi olan elinizdeki eserin anlamı derin bir uğraşın ancak başlangıcıdır. Bulgaristanlı Türk Müslümanların başına 1970-72, 1984-85’te düşen yıldırımın bir daha düşmemesi için bir uyarı ve ışık niteliğindedir. Saygılarımızla, B U LT Ü R K İ st a n b u l



Önsöz Yerine Yıl 2016 1970-1985 arası üzerimize yıldırım düşmüş gibiydik. Stres geçti mi diye, soranlara cevabımız yoktu. Çünkü acımız anlatılır türden değildi. Ayrıca “Geçmiş olsun!” da uygun bir teselli değildi. Çünkü derin izler kaldı ve hiç bir şey unutulmadı. Tanımak zorundayız. Biz Bulgaristan devleti tarafından seri tuzaklara düşürüldük. “Başa gelen çekilir” özlü sözünü de yanlış algıladık. “Başa gelen tepilir!” anlamını açmamız gerekiyordu. Kimlik değiştirme trajedisinden sonra, bir de “Büyük Göçten” sonra Türklerin Türklerle kaynaşması serüveni yaşandı. 120 bin soydaşımızın geri dönüşü Türk bilincinde buluşma dalgasını kırdı. Neyse yılların geçmesiyle bu da aşıldı ve 1989 Ağustosunda “Kapıkule”den girenlerimizin toplam sayısı, Türkiye’de doğan çocuklar dışında 2015 yılı itibarı ile artık Türkiye’de 710 bin kişiye ulaşmış durumdayız. Biz çok büyük, örgütlü ve bilinçli bir güç haline dönüşeceğiz. En büyük özelliğimiz de ata toprağımızı, atalarımızın mezarlarını asla unutmamış olmamızdır. Bugünde bizim için ata vatanımızdaki en değerli taş, oradaki mezar taşlarımızdır. Biz Bulgaristan’da Bulgar çocukları ile aynı kitapları okuyarak aynı okulları bitirmiş olsak da zıt yetiştik, adına sosyalizm yani sözde insan kardeşliğine ve eşitliğe dayanan bir toplumsal düzende bu çelişkiler, ulus ile etnik azınlıklar arasındaki bağdaşmazlığa (antagonizme) kadar kızıştı. “Soya dönüş” yalanı, totalitarizm yıllarında bizi tamamen köreltebildiklerine inananların icadıydı. Türk iradesinin toplu tutuklamalarla, toplama kamplarında taş kırdırılarak, “Belene” ölüm kodeslerinde ve koğuşlarda kırılamayacağını, sulandırılıp eritilemeyeceğini çok geç anladılar. Biz bugün de yeni bir başlangıçtayız. “Bulgar Etnik Modeli”ni gömmeye, Rus ve Bulgar istihbarat ajanlarını politik yapılanmamızdan atmaya ve gerçek demokrasi ile adaletli topluma açılmaya çalışıyoruz.


6

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu özgürlükçü demokrasi ve Batı medeniyetinde buluşma yoludur. Yazılarımızda işlediğimiz konulardan biri de yeni asırda göçmen kimliğinden sıyrılıp Türk ulusal kimliğiyle kaynaşmadır. Saygılarımızla, Raziye ÇAKIR


Önsöz: Toplumların hayatında yazılı tarih büyük bir öneme sahiptir. Ancak bizde yazılı olmayan tarih, yani nesilden nesile aktarılan tarih vardır. Bu nedenle bazı olaylar zamanla faklı şekilde anlatılmakta veya algılanmaktadır. Gelecek nesillere aktarılacak olan bilgi birikiminin arşivlenmesi, kitap, dergi veya gazete gibi yayın organları aracılığı ile kalıcı hale getirilmesi büyük bir öneme sahiptir. Bu nedenle edindikleri tecrübeleri, yaptıkları çalışmaları toparlamak ve kitaplaştırmak güzel bir çalışmadır. Bunu bireysel olarak yapımaktan öte kurumsal olarak da yapmaları takdire şayan bir davranıştır. BULGARİSTAN TÜRKLERİ KÜLTÜR VE HİZMET DERNEĞİ kısa bir süre önce 2013’te kurulan internet haber sayfası www.bghaber.org sitesindeki yazıları bir araya getirerek yapılan bu çalışmaları kitapçık halinde getirerek bu konuda büyük bir ciddiyet göstermektedir. Derneğin internet haber sayfasında çıkan yazıları ve çalışmalarının yıllıklar halinde kitapçık haline getirerek yer aldığı bu çalışma gelecek kuşaklara aktarılacak ve ışık tutacaktır. Öte yandan dernek büyük bir arşiv de oluşturmuş durumdadır. Dernek faaliyetlerini gerekli ciddiyetle yürüten dernek Başkanı öncülüğünde dernek kurucuları, Yönetim Kurulu ve üyelerinin yaptıkları özverili çalışmalarından dolayı kutluyorum ve başarılarının devamını diliyorum. Mehmet ÇAKIR BULTÜRK Kurucu Üye


8

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Değerli Hemşehrilerim, Bulgaristan’da hepimiz zor günler yaşadık, itildik, ezildik, çiğnendik, hatta gün geldi vurulduk, şehitler verdik. Bu nedenle bizler kendi içimize kapanarak, yaşam mücadelesi vermeye çalıştık. Ancak bu içine dönüklükten kurtulmalıyız ve Türkiye’de yaşadığımıza göre, yasaların bize verdiği tüm haklardan bizlerde yararlanmalıyız. Peki, neden bunu yapamıyoruz? 1877-78 Rus-Türk savaşından sonra Osmanlının Balkanlardan çekilmesiyle birlikte, savaş esnasında işlenen akıl almaz katliamlar nedeni ile atalarımız asırlarca yaşadıkları yerleri terk ederek göç yolunu tutmuşlardır. Geride kalanlar ise Bulgaristandevleti’nin uygulamaya başladığı soy kırım politikalarına karşı direnmiş ve hayatta kalmaya çalışmışlardır. Şimdi ise burada Türkiye’de yaşayanlar oralara yardım edebilmek için, burada ilk önce bir araya gelmek ve bir merkez oluşturmalıyız. Artık bir kurum altında toplanmalı ve birlikte hareket etmeliyiz. Bu birliğe hepimizin ihtiyacı olduğuna inanıyorum. Artık bir birimizi kötülemekten vaz geçmeliyiz, birisi için yanında konuşamayacağımızı başka bir yerde konuşmamalıyız, yani kısaca arkasından konuşmamalıyız. En önemlisi samimi, hoşgörülü ve ahlaklı olmak. Zamanla her şey yerine geleceğine inanıyorum, ama tabi ki bu dava üzerinde kafa yoran, stratejiler üreten ve devamlı bunun üzerinde çalışan olursa. Bizim savaşımız insanlarımızı ahlaklı yetiştirmek olmalı, birlik ve beraberliğe kendi insanlarımızla başlayarak tüm Türk Dünyasına taşmalıyız. Bizler burada Türkiye’de yaşayan Bulgaristanlılar büyük bir kitle haline gelmiş durumdayız. İşte bu nedenle şimdi bu kitleyi yani kendi hemşerilerimizi, bir araya toplayarak bir merkez, bir güç birliği oluşturmalıyız, tabi ki bu bizim doğal tabii hakkımızdır. Bizler de artık toplum gücünü kullanabilmeliyiz. Toplum olarak haklarımızı elde etmek zorundayız ve bu yönde çalışmalıyız. Biz bunu söylerken, önderlerimizi seçerken, başkaları kötüdür demiyoruz.


Makale ve Analizler - 2016

9

Biz bu işi onlardan daha iyi yapabileceğimize, Türkiye Cumhuriyetine ve Türk Dünyasına daha verimli olacağımıza, buralarda bu bölgelerde yaşayan Türklerin daha iyi, daha güvenilir, yaşamalarını sağlayacağımıza inandığımız için, Önderliğe, Yönetime talibiz. Bu arada Bulgaristan’da kalan kardeşlerimizin hepsinin siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel kimliklerini, muhafaza edebilmeleri için mücadele etmeliyiz ve bu konuda gerekeni yapmalı ve gerekli yardımları yapmalı ve yaptırmalıyız. Aramızda Ahlâklı, Adaletli olanları seçmenli ve yüceltmeliyiz. Geçmişi konuşmaktansa, gelecekten söz etmeliyiz, bugünü değil, yarınları görerek hareket etmeliyiz. Aramızdan stratejistlere imkân ve fırsat vermeliyiz ve onları bizler yetiştirmeli yön verebilmeliyizkısa-10 ve uzunvadeli -50 yıllık hedefleri gösterebilmeliyiz. Aramızda kötü niyetli insanları tespit etmeliyiz, bilmeliyiz ki, onların kusurlarından dolayı değil, bu güne kadar yapılması gerekenleri engelledikleri için aramızdan uzaklaştırmalıyız. Bu güne kadar neler yapılmamış, onları araştırmalı, bilmeliyiz ve neler yapılması gerekir onları söylemeliyiz ve bunları bir an önce hayata geçirmeliyiz. Bizler gözyaşları dindirmek için, yaralara mehlem olmak için, her yüke ortak olabilmeliyiz. Gençlerimize, sadece balık pişirmesini değil, balık tutmasını da öğretmeliyiz, insanlarımızı denizlere, okyanuslara açılmalarını sağlamalıyız. Aramızda Tek Lider değil her sokakta, her mahallede bir lider yetiştirmeliyiz, biz dünyayı yönetmek için oğullarımızı yetiştirmeliyiz. Bizim insanlarımız yani Bulgaristan Türkleri şahsi başarıları Türkiye’de belkide en çok olanlardanız. İşte artık bizler toplum olarak haklarımızdan yararlanmasını bilmeliyiz. Her şeyden önce siyasi haklarımızı toplum olarak kullanmalıyız, daha sonra ekonomik ve kültürel haklar onu takip edecektir. Hepimizin gördüğü gibi, tarihte büyük güçler çok defa kötü politikaların kurbanı olmuşlar ve bunlar devam edecektir. Bir toplumun Lideri olmadan hiçbir şey olmaz, bu lideri de toplum çıkarmalıdır. Siyaseti güvenilir, sevimli hale getirmek bizim hedefimiz olmalı, bu gün çok zor, imkânsız olarak görünse de, yarınlara umutla bakabilmeli ve baktırabilmeliyiz. Var olabilmemiz için, var kalabilmemiz için, öncelikle temel hususlarda anlaşma sağlamalıyız. Aramızda bir birimize güveni kaynaştırmalıyız ve samimi olmalıyız.


10

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Her şeyden önce özgüvenimizi kazanmalıyız, birlik ve beraberliği ön planda tutarak insanları insan oldukları için sevip saymalıyız. İçimizde barışı sağlayıp, tek merkezde bir çatı altına toplanmalıyız. Bu çatı da “BULTÜRK Derneği” olmalıdır. Buradan tüm dünyaya sesimizi duyurabiliriz. Balkanlar konusundaki politikalarda etkili olabilmek için yolları aşındırmalıyız. Çünkü gelişmiş ve Bulgaristan’da etkili bir Türkiye Balkanlara tamamen hâkimiyet kurabilecektir. En önemlisi kararlı olalım ve birbirimize samimi, saygılı olmayı ve bir birimizi sevmeyi öğrenmeliyiz. Bizim derdimizi ve problemlerimizi en iyi anlayabilecek zaat bizden olduğunu idrak etmeliyiz. Bulgaristan Türkleri konusunda teşhisi bizler kendimizi yetiştirerek yetki mercileri alarak son noktayı biz koymalıyız, bu güne kadar ki eksikliğimiz budur. Ayrıca Balkanların anahtarı Bulgaristan’da yani Bulgaristan Türklerinden geçtiğini de öğrenmeli ve öğretmeliyiz. Sevgili dava arkadaşlarım. Kendimizde özgüveni, aramızda güveni ve merkezioluşturduktan sonra, kimsenin aramıza nifak tohumları ekmesi mümkün değildir. Bizim için önemli olan, eksiklerimizi bulmaktır. Geçmişi bırakarak artık bizler aydınlanma dönemine bir an önce geçmeliyiz. Halimizi tespit etmek çok kolay, gazete, dergi yayın hayatımız nerede, kaç gazete, tv, radyo bizimle ilgili haber yapıyor.Burada suçlu değil, sebepleri aramalıyız. Gelin bunları tartışalım, niçin bu güne kadar bir Bulgaristan Kültür Merkezi olmamış, bunu şimdi nasıl gerçekleştirilebiliriz, bunlara yönelik çalışmalar toplantılar yapmalıyız. Hedefimiz Türkiye Cumhuriyetini daha güçlü, daha huzurlu ve daha iyi yarınlara götürmek için olmalı. Güçlü bir Türkiye Bulgaristan da yaşayan Türklerede güven ve huzur verecektir, onların daha rahat yaşamalarını hep birlikte sağlayabiliriz. Bunlar zannetiğiniz kadar zor işler değil. Dünyada insanlar bir iş için değil, bir İdeal için hayatını feda ederler. Bunun için güçlü olmak sesini duyurabilmek için öncelikle bir Kurum ve bunun Merkezini oluşturmalıyız. Çünkü Merkezi olmayan hiçbir topluluk bir yerlere gelmesi mümkün değildir. Bu güne kadar konuşmalar tartışmalar yapılmış fakat bir ağıç ekilmemiş işte bu gün bunu yaptık BULTÜRK tüm Bulgaristan Türklerinin biz öncelikle sadece Bulgaristanlıyız.


Makale ve Analizler - 2016

11

Bizler elimizdeki kıt kaynaklarla bir merkez oluşturmaya çalıştık, bunda da muhafak olduk. Bu merkeze ulaşmakta büyük güçlükler ile karşılaştık bu konuda bizlere yardımcı olan emeği geçen herkese teşekkür ediyoruz. Ayrıca bizlere kendi yerini veren Mümin Hocamıza huzurunuzda kendisine tekrar tüm halkımız adına buradan teşekkür ediyoruz. Bundan sonraki hedef de Türkiye’nin her yerine ulaşmak ve bu birlikteliği her yerde tesis etmektir. Bu merkezimizde artık kendimize ait bir kültür merkezimiz oluştu toplantı salonumuz da mevcuttur her 15 günde bir toplanıyoruz. Amacımıza ulaşabilmek için devletin bir şeyler yapmasını beklememeliyiz. Birlikten kuvet doğar Atasözünde olduğu gibi güçlerimizi birleştirerek devlet yönetiminde söz sahibi olmalıyız ve geleceğimize kendimiz yön vermeliyiz. Gençlerimizin devlete girmelerinin yolunu aydınlatmalıyız. Artık bizim de Ankara’da TBMM’de kendi temsilcilerimiz olmalı. Bizler de buralara kendi içimizden birilerini gönderebilmeliyiz. Aramızda birlik ve beraberliğimizi oluşturduğumuz takdirde kendi içimizde samimi olduğumuzda başarıların ard arda geldiğini göreceğiz bunu başaracağımıza eminim. İhtiyacımız olan tek şey kendi içimizde daha adaletli olabilmek. Sevgi ve saygılarımı sunarım, Genel Başkan Rafet ULUTÜRK


12

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Miloseviç’e 40 Yıl, Bizimkilere!

Rafet Ulutürk-27.Mart.2016

Avrupa arşını çifte standart Avrupa Savaş Suçluları Mahkemesi Srebrenitsa katili Radko Mlaşoviçe 40 yıl hapis cezası kesti. Dava devam ediyor öteki insan kasapları da sıradadır. Gerekçede dikkati çeken nokta, insan öldürmek, toplum insan imha etmek, katliam yapma gibi en ağır derecelere tüm insanlığa karşı suç işlemiştir hükmü de eklendi, bu tüm suçların en ağırıdır. Devletler hukuku Srebrenitsa halkına karşı en ağır insanlık suçu işlendiği konusunda birleşmiştir ve verilen ceza yeni duruşmalarda emsal teşkil edecektir. Binlerce mazlum Bosnalının öldürülüp toplu mezarlara gömülmesi, kadın ve çocuklara kıyılması ve bunun onlar Müslüman oldukları, egemenlik haklarını istedikleri, özgürlük için savaştıklarından ötürü yapılması 20-inci yüzyılın katliamlar tarihine püskül oldu. Miloşeviç hükmündeki gerekçeye olağanüstü büyük ve af edilmez bir suç olarak Müslümanları toplu göçe zorlaması da eklenmiştir. Avrupa Savaş Suçluları Mahkemesi bu bakıma Nürinberg Savaş Suçluları Mahkemesinin bir devamıdır. Nürnbeg’te Nazi savaş suçluları, Hitler Generalleri, Yahudilerin yakıldığı ya da zehirli gazla öldürüldüğü toplama kampları şef ve gardiyanlarını SS katillerini yargılamıştı. İkinci Dünya Savaşından sonra büyük devletler, dünya halklarının ortak iradesi savaş suçlarına zaman aşımı olamaz konusunda birleşmişti. Bosna katliamı suçluları için de bu hüküm geçerlidir. Ne var ki, gerçekler Bulgaristan’da Todor Jivkov terör rejimi suçlularına, “soya dönüş” yalanı ardında Türklerin, Pomakların ve Romenlerin isimlerinin, soyadlarının, milli kimliklerinin değiştirilmesine geldiğinde olaylar değişiyor, adli tahkikat yapılmıyor, savcılık uyuyor, tutuklanan yok, yargılanan ve hapse atılan olmadı. 1972’de Nevrekop belediyesine bağlı (Gotse Delçev) Kornitsa köyünde asker ve milis köyü bastığında, erkekler öldürüldü, kadınlar dövüldü, yaşlılar tartaklandı, bir çok aile sürgün edildi. Sorgulanan, tutuklanan, hapse atılan polis, ordu subayı, emir veren parti sekreteri, İç İşler Bakanlığı generali yok, hatta bu işi yapanlar daha yüksek rütbelere terfi etti, kariyer yaptılar. Bunu da 1990 dan sonra gelen tüm partiler desteklediler. 1984 Aralığından başlayarak 1989’a kadar devam eden Türklere zulüm yıllarından 42 şehidimiz var, yüzlerce erkek sakat kaldı, binlerce savaşçımız sürgün edildi, ölüm kampı “Belene”de zulüm gördü, zından’lara atıldı veya sürüldüler. Ardından 500 bin Bulgaristanlı Türk yerinden yurdundan edildi, memleketin-


Makale ve Analizler - 2016

13

den kovuldu, mallarına mülklerine el kondu, bir etnik halk topluluğu sözün tan anlamında her konuda ve her hususta yara aldı ve bir türlü toparlanamıyor, ama suçlu yok, tanklar insan ezdi, sanki ezmemiş, hamile kadınlarımız kurşunlandı, sanki hiç bir şey olmamış, bütün Türk köyleri boşaltılırken silahlı milisler köylerdeydi, yol boyları askerle sarılmıştı. Bu iş için devlet öyle bir hazırlık yapmıştı ki, yüz-binlerce Türk’e 3 - 5 günde pasaport verildi, bugün TIR kuyrukları 50 km olan “Kapitan Andreevo” sınır kapısından yıldırım hızıyla sel gibi gelip geçtik. Memleket çöktü, ekonomi, tarımsal üretim yere serildi, hayvanlar telef oldu, Bulgarların hiç de umurunda olmadı, önemli olan bizim vatanımızdan kovulmamız oldu. Bana bazen öyle geliyor ki, 1960’larda Roman kardeşlerimize karşı, 1072’de Pomak Müslümanlara karşı süngü takan, 1984 Aralığından sonra da Türklere karşı “Kalaşnikov”la saldıran, zırhlı araçlarla, tanklarla yolları köyleri, kavşakları saran Sofya rejimi insan haklarını tamamen çiğnerken, büyük sayıda Müslümana kıyarken, yüz-binlerce yurttaşı vatanından, toprağından kovarken insanlık suçu işlemiş ve bu büyük Katliam 20-inci yüzyılın yargılanıp lanetlenmeyen suçlarının en büyüklerinden biri olup, mutlaka yargılanmalıdır. Katliamların, insanlık suçlarının küçüğü Büyü olmaz, yerine de bakılmaz ve hepsi yargılanmalıdır. Uluslararası sözleşmelerde insan haklarını savunacağını kabul eden, ama etnik haklara geldiğinde bunu hiçbir zaman ve hiçbir yerde yerine getirmeyen, ulusal yasalarında bu bakıma değişikler yapmayı kabul etmeyen, anayasasını demokratikleştiremeyen, adalet reformu yapmaya yanaşmayan, bu bakıma AB direktiflerine de uymayan Bulgaristan hükumetine kesin sert yaptırımlar uygulanmaya başlanmalıdır. 26 yıldan beri siyaset sahnesinde kıvranan, rüşvet almaya, dalaverenin her çeşidine alışan, tüm olayları, gerçekleri ters yüz göstermede ustalaşan, anadilinde okuma yazma, kültürlerini yaşatma, geleneklerine uygun yaşama, dininle var olma hakkı da dahil tüm temel insan haklarından bugün de yoksun olan Bulgaristanlı Müslümanların bu durumundan öncelikle Bulgar totalitarizm uzantısı Sofya hükumeti ve ona yağcılık yapan HÖH - DPS yönetimi ve özellikle parti fahri başkanı, hainliğiyle ünlenen Ahmet Doğan sorumludur ve mutlaka tutuklanıp yargılanmalıdır. Onun suçu Bulgaristan’da demokratikleşme ve adil bir düzen durma davasına ihanet etmekten başlayıp, Türk Müslümanların ve tüm azınlık topluluklarının haksızlıklar bataklığında boğulması yolunu açmasındadır. Yani 40 yıl sigortalı işte çalışıp da 70 Euro (140) leva emekli maaşıyla geçinmeye çalışan yaşlıların zavallı durumu yürekler acısıdır. Burada kitleyi soyma suçu da kimlik değiştirme, sürgüne zorlama suçu kadar büyük bir suçtur. Türk ve Müs-


14

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

lüman çocuklarının okulsuz ve sağlık hizmetlerinden yoksun bırakılmış durumu da bir insanlık suçudur. Bu cümleden olmak üzere, toplumda yapılacak her reformun altından çıkacak suçlu kendileri olduğundan dolayı, tüm reformları donduran, kaskatı komünist ilkelerle perçinlenmiş anayasa ve yasalara dokundurmayan, ekonomik ilişkileri değiştirmemeye direnen, üretim araçlarını modernleştiremeyen, sakat yönetim sonucu serbest Pazar ekonomimizi AB üyesi diğer devletlerin teşvikli ürünlerine boğduran zihniyet mutlaka sahneden inmeli ve çöpe atılmalıdır. Bulgaristan halkı Banka soyguncularının, paralarını Of Shor hesaplara gizleyenlerin polis devletinde yaşamak istemiyor. Halkımızın istemediği bir şey de, korku ortamında bundan böyle kalmak ve devamlı dehşet yaşamaya zorlanmaktır. Suriyeli sığınmacı ve savaş kaçaklarının Türk Bulgar sınırından geçmesini önlemek için milyon üstüne milyon harcayan Başbakan Borisov hükumeti, köylerde, kırsalda, ufak yerleşim yerlerinde duruma hakim değildir. Yaşlı köylüler her gece basılıyor, köylerde evleri soyuluyor, hayvanları çalınıyor ve bu anarşi sanki böyle gelmiş böyle gidiyor ve saraylarda yaşayanlar etkilenmiyor, tedbir alınmıyor, çevirdiği dalavereciler-inin açıklanmasından korkan milletvekilleri kabuklarına saklanmış, susuyor, görmezden geliyor. Tüm bu sorunlara değinmemizin nedeni şudur. Ana ayıyı öldürmeden yavrularından birini ikisini öldürsen de ayıdan korkanlar huzur bulmaz. Toplum sakinleşmez. Bizde de toplumun ana damarında zonklayan totalitarizm suçlularının nabzıdır, isimlerimizi değiştiren, kardeşlerimizi katleden, hepimizi memleketimizden zorla kovanların nabzıdır. Onların adalet korkusu toplumu bitkin, yorgun, bezgin, tedirgin ruh halinde tutuyor ve korku kimseye göz açtırmıyor. Moloşeviç gibi tutuklanıp, insanlık suçundan yargılanırım korkusudur bu ve bu adalet atılımına engel olan en başta hainlerin başı olan Ahmet Doğan’dır, komünist savcı ve generallerdir. Toplu işlenmiş suçlara, kolektif katliama falan filan suçlayarak yargılanamaz iddiası, saçmalıktır. Katiller birlikte hareket etmişlerdir, ancak bu onları asla aklamaz. Her köyümüzde, kabristanlıklarımızda, Mestanlı merkezinde, Ezerçe’de, Kaolinovo’da, Krın’da, Borino’da, ve daha birçok köy ve şehirimizde anıtlarımız var, mahkemelerimiz dava dosyalarıyla dolu, hapishane ve “Belene” dosyaları açılmadı, devlet arşivindeki gayrı meçhul suç dosyaları, açılmadı bu unutulmamalıdır. Olaylar öyle ki, “Belene” adasında mısır kazanlar bilir, çapayı vurdukça önüne bir insan kemiği, bir kafa tası parçası, kol bacak çıkardı, bizim


Makale ve Analizler - 2016

15

toplum da işte böyle arınamadı, Avrupa bu konuda biz mazlumlara yardım etmiyor, “Kim işledi Bulgaristan’da bu cinayetleri, katiller kim, tutuklayalım yargılayalım, hepsine 40 yıl zındanlar keselim demiyor halka, nedenlerini açıklamak öz davamızdır.” Ayrıca şu da var katliamları gizlemek de suçtur. Suçluyu tutuklamamak da suçtur. Ve bunların hepsi suçların en büyü olan insanlık suçudur. Bu arşın ne zamana kadar çifte standart ölçecek. Suçların kimilerini görürken, kimileri gizlenecek? Bu durum ne zamana kadar devam edecek. Bulgaristan’da demokratikleşme zamanı çan çalıyor. Hayatın istemlerine uymak zorundayız. Avrupa Birliğinde çifte standart olmamalıdır. Suç suçtur ve cezasız kalmamalı, kalamaz!

Üçüncü Savaş Çoktan Başladı

Ertaş Çakır-29.Mart.2016

Bu savaşta yeni olan düşmana düşman yaratmaktır. Üçüncü Dünya Savaşı daha 1989’da başladı diyenlerle hep alay edildi. Kendilerine bu işlerde uzman havası verenler, “abi siz medya savaşı ile gerçek savaşı birbirinden ayıramıyorsunuz” diyerek otorite yapmaya çalıştılar. Ama post modern savaşın aşamaları var: birinci aşaması medya savaşı, ikincisi global savaşta lokal ocaklar ve üçüncü aşama da siber savaşlar diyemediler. Demek oluyor ki Üçüncü Dünya Savaşı artık 17 yaşındadır. Bu gerçeği anlaşılabilir bir şekilde anlatabilmek için geçen asrın savaşlarına kısaca bakmamız gerekir, çünkü tüm savaşlar birbiriyle direk ya da dolaylı bağlarla bağlı olduğu gibi bir yerer kadar da birbirinin devamıdır. Birinci Dünya Savaşı, 1914 - 1918 yılları arasında yapılsa da, aslında Osmanlı devleti ile Avusturya, Lehistan, Venedik arasında imzalanan 1699’da Karlovça Antlaşması ile biçimlenen Osmanlıyı Avrupa’dan atma zihniyeti ve stratejisinin bir devamıdır. Bu anlaşmayla Osmanlı devletinden şu parçalar koparılmıştı:


16

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Temeşvar ve Banat Yaylası dışında kalan bütün Macaristan ve Erdel Avusturya’ya verildi. Hırvatistan’ın bir bölümü Avusturya’ya verildi; Sava ırmağı sınır oldu. Podolya ve Ukrayna Lehistan’a verildi. Dalmaçya kıyıları ve Mora, Venedik’e verildi. Korint Osmanlılarda kaldı. Rusya, Karlofça Antlaşması imzalanırken barışa yanaşmamıştır. Amacı Kırım’a doğru ilerlemektir. Osmanlılar, Karlofça Antlaşmasıyla ilk defa toprak kaybına uğradı. Osmanlı karşısında askeri üstünlük sağlamış olan Batı devletleri ve öte yandan Rusya Osmanlıyı parçalama ve paylaşma hesapları yapmış, savaş hazırlığı görmüşlerdir. Adını “Hasta adam” koydukları dünya imparatorluğundan sen mi daha fazla pay alırsın yoksa biz mi daha fazla alırız kavgasına düşen emperyalist devletler taktik ve stratejilerini hep bu noktada yoğunlaştırırken kâh birbirine girmişler, kâh birlik olmuşlardır. 1773 Küçük Kaynarca, 1878 San Stefano (Yeniş Köy), 1878 Berlin Anlaşmaları bu serüvenin adımlarıdır. 200 yıl süren Osmanlıyı Avrupa’dan atma savaşı, 1915 - 1916 yıllarında Çanakkale Savaşı’nda Türkleri Anadolu’dan söküp atma ve Anadolu’yu paylaşma şeklinde şiddetlenmiştir. Bu bakıma Dahi komutan Mustafa Kemal Atatürk yönetiminde gerçekleşen Türk Halkının Ulusal Kurtuluş Savaşı dünya tarihini değiştiren bir rol oynarken, sömürge halkları emperyalizm boyunduruğundan kurtulma ya uyandırmış ve cesaretlendirmiştir. Emperyalizmin Çanakkale yenilgisi dünya halklarını uyandırdı ve ulusal devletler çağını aştı. Bulgaristan Türk Müslümanları açısından Balkan Savaşlarında ve Birinci Dünya Savaşında Balkanlardan Anadolu’ya göçler, yani bugünkü Güney Doğu Avrupa’nın Türküleştirilmesi siyaseti devam etmiştir. İkinci Dünya Savaşı, dünya hammadde kaynaklarının yeniden paylaşılması içim emperyalist devletlerarasında yürütülen bir savaştır. Bu büyük savaşta ve ardından 45 yıl devam eden Soğuk Savaş’ın “Berlin Duvarı’’nın düşmesi, sosyalist sistemin çökmesi ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) dağılmasıyla dünyada global stratejik durum değişti. Bir defa emperyalist devletler Müslüman Dünyasına hakım olmadan dünya egemenliği kuramayacaklarının farkına vardı. Afganistan ve Irak birinci savaşı bunu kanıtlamış oldu. Olay şöyle ki, 1989’da Batı ve Doğu emperyalist devletler ortak düşman ilan ettikleri İslam ve Müslüman Dünyası’na karşı bir bütün olarak çıkıp savaşma konusunda anlaşmış oldular.


Makale ve Analizler - 2016

17

Üçüncü Dünya Savaşı’nın özellikleri: İslam dini, kültürü, tarihi ve medeniyetini kötüleme şeklinde başlatılan bu medya savaşı kâhinleri, dünyanın yeni bir bunalıma girdiğini ve 1990’dan sonra düğümlenen dünyanın sorunlarının ideolojik, politik ve ekonomik çözümü olmadığını, çözümün medeniyetler çatışmasında gizlendiğini iddia ettiler. “Medeniyetler Çatışması” eserini yazan Amerikalı siyaset bilimcisi Samuel Huntington, emperyalist devletlere düşman olarak Arap Dünyası’nı, İslam’ı, İslam medeniyetini göstermekten geri durmadı ve fitili ateşledi. Başta İngilizler olmak üzere Batı dünyasının mazlum halklarla savaşlardan ortak birikimi vardı ve varılan ortak sonuçlar da çarpıcıydı. 1956 Süveyş Savaşı; 1966 Cezayir Savaşı, Ardından gelen Tunus, Afganistan ve Birinci Irak Savaşı vb üçüncü dünya ve özellikle de İslam ülkelerine emperyalist devletlerden asker gönderildiğinde halkın birleştiği ve ulusal direniş cepheleri oluşturduğu ve sonunda her defasında ulusal devletler kurulduğu doğruladığından, Müslümanlarla mücadele taktiğini değiştirmek gerektiriyordu. Yeni saldırılar hazırlanırken şu değişiklik yapıldı. Emperyalizmin yok etmek istediği İslam devletlerinde “terörizm” adlı ana düşmana iç düşman yani ortak düşman oluşturma yolu seçildi. Bu stratejini ana taşeronu olarak “Al Kayda” doğdu. İngilizler Irakta DEAŞ adlı “İslam Devleti” projesine can verdi. Emperyalizmin yaratıp silahlandırdığı “yerel ve uluslararası terörizm” Arap devletleriyle Yakın Doğu’ya asker göndermeden savaşma ve bölgeyi pes etme planının bir zaferidir. Bu planın ilk halkası 1980’lerde Türkiye’de baş gösterdi. Etnik temelli ve ulusalcı bir bölücü örgütlenme olan PKK, tüm devletler tarafından “terör” örgütü olarak ilan edilmiş olsa da, Çanakkale’de tam 100 yıl önce toslayanların, Anadolu’yu parçalama planları kursaklarında kalanların ayakta tuttuğu ve kışkırttığı bir yapılanmadır. Eğer biz bugün PKK’yı beli kırılmış ama kudurmuş görüyorsak, -ABD, Rusya, Fransa ve Britanya- dört memeden birden emmekte olmasından, eline daha modern silahlar verilmiş olmasındandır. Bu işte İsrail’in rolü de az değildir. Yalnız havadan bombalamakla ve silahlandırdıkları “teröristleri” kollayarak, yerli diktatörleri destekleyerek “demokrasi” adına yürütülen bu “medeniyetler çatışması” aslında pos modern bir emperyalist saldırı savaşıdır. Bu savaşın ana hedefinde, aslında Osmanlı devletinden ayrılmış olan Arap devletlerinin Türkiye Cumhuriyeti örneğinden ilham alarak ve onun önderliğinde yeni çağ istemlerine uygun bir medeniyet yolunda birleşerek ilerlemeleri yolunu kesmektir. Bu sinsi ve iğrenç amaçlar Libya devletini yıktı, Mısır halkını Sisi diktatörüne yenik düşürttü, Suriye’yi bölüp parçalamak ve diktatör Esat’ı ayakta tutmak için elinden


18

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

geleni yapıyor. Bu noktada altı çizilmesi gereken 1989’dan beri Moskova, Washington, Paris ve Londra’nın ununu aynı değirmende öğütmesidir. Bu arada, Türkiye Cumhuriyeti’nin bütünleşerek pekişmesinden ve Büyük ve Güçlü Türkiye hayalinden korkanların Kürt etnik azınlığını kışkırtması, Türkiye’yi yıpratmak için PKK taşeronunu işe koşmaları ve bunu bir ideolojik gevezelik zannedip gerekli tedbirleri zamanında almayan Ankara hükümetlerinin de ara sıra oyuna getirilebildiği dikkati çekiyor. İster Karlovça’dan beri deyiniz, İster Çanakkale’den bu yana deyiniz, Türkiye Cumhuriyeti’nin 2002’den beri dimdik ayakta duran AK Parti iktidarı, Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan ve Başbakan Sayın Ahmet Davutoğulu yönetiminde yeni güçlü ve görkemli bir atılım başlatmıştır. Eğer Büyük Atatürk Emperyalizmin ve taşeronu Yunanların Anadolu’yu ele geçirme yolunu 1915’te Sakarya’da kesmesinden buyana güç biriktiren bir diriliş artık Avrupa Birliği merkezi Brüksel’e baştı. Osmanlı tarihinde bile olmayan bir olay meydan geldi. Artık 2 defa olmak üzere T.C. Başbakanı Davutoğulu, Türk diplomasisi Brüksel’de 28 Avrupa Birliği devletini, hükümet başkanlarını karşısına alıp anlaşmalar imzaladı. En önemli olan da Türkiye hükümeti, Türk devleti ve diplomasisi bu anlaşmalara imza atarken ardından çok güçlü bir devlettin iradesini ifade ettiğinden hiç kimse şüphe etmiyor. T.C. ile AB’nin bütünleşmesinden korkanlar Atom Santralleri kurma, kendi silahımızı kendimiz üretme, Trakya Kanalı, Kırklareli Uçak Alanı vb dev tasarımlarımıza, turizmimize engel olmaya çalışsalar da, gözle görülen köy kılavuz istemez, Suriye bunalımı, sığınmacılar sorunu, terörizmle mücadele gibi dünya siyasetine damga vuran sorunları Türkiyesiz çözemediklerini kabul etmek zorunda kaldılar. Bu açıdan bakıldığında, artık bir tek Müslüman’ın bile Batıya mı Doğuya mı baktığı, ne düşündüğü, kimden yana tavır aldığı önemli oldu. Her Müslüman için savaş Bulgaristan’da da alabildiğine kızışıyor. Moskof ajanı Ahmet Doğan’ın 17 Aralık 2015 çıkışı, HÖH partisi içinde darbe yapması, “Müslüman azınlığı Moskof saldırısdıyla tehdit etmesi”, “Bulgar milli menfaatlerini Moskof enternasyonal egemenlik planlarından bağımlı kılmasının en kısa ifadesi, orada yaşayan her kardeşimiz üstüne planlar yapıldığına son kanıttır. Türkler Türkiye’ye bakar korkusu bacayı sarmıştır. Birinci Dünya Savaşı’nda, Sakarya ve Çanakkale’de dedelerimiz Atatürk Ordularında savaştı, bugün de Türkiye’nin son düşmanlardan arındırılması için Diyarbakır, Nusaybin, Mardin cephesinde beraberiz. Vatan bölünmez en güçlü silahımızdır. Şuna inansınlar Türk olan Türk’ten ne taşeron, ne uşak ne de hain olur. Biz her yerde


Makale ve Analizler - 2016

19

kardeşlik dünyasının en sağdık erleriyiz. Bu savaş da bitecek ve yeni medeniyette mutlaka buluşacağız.”

Oluşum Süreci Arınmıyor!

Mikr. Uzm. Dr. Osman Büyükkaya-29.Mart.2016

Konu: Ateistler partisi halk partisi olamaz! Bulgaristan Türklerinin Hak ve Özgürlükler Partisi (HÖH) 26 yaşındadır. İnsan olsa erginliğini tamamlamış ve olgunluk çağına geçmiş olurdu. Yani boyu postu belli olur, kokuşması, düşünceleri, özlemleri ve niyeti gözle görülürdü. Bir Türk oğlan Bulgar Türk karma ortamında doğmuş olsa bile, bizim Türk partimizin Bulgaristan sosyal ortamında oluştuğu gibi, Babası Anası soyu kökü Türk ve Müslümansa bu parti bir Türk partisidir. Yol boyundaki bostanda iri kavunkarpuza gelip geçenin göz diktiği gibi, bizim HÖH partimiz de (DPS) adı beğendirildi, DPS, DPS’ci falan filan derken partimiz bir yandan Bulgarlaşırken, aynı zamanda bir de Hıristiyanlaşmaya başladı. Sanki Türk dendiğinde Müslüman ve İslam dinine mensup kişilik anlaşılmazmış gibi, ve bu gerçek durum ortada dururken, Papazlar da her yemeğimize tuz biber olmaya başladılar ki, bu HÖH’lü olanlar tarafından tepkiyle karşılanıyor. En son örnekte, biz bu olayı 1972’nin 28 Mart’ında isimlerini, dinlerini ve Müslüman kimliklerini korumak üzere ayaklanan ve totaliter komünist rejim polisinin Blagoevgrat ili Nevrekob belediyesi (Gotse Delçev) Konrniza köyünde verilen şehitleri anma törenine imam ve müftüyle birlikte bu defa papazların da katılmasında ve tören yapmasında izledik. Biz bu zulm kurbanlarını her yıl anıyoruz. Çatışmalarda 3 köylü ölmüştü. 300 kişi yaralanmıştı. Muharrem Muharremov Barganov, Hüseyin Asanov Karalilov ile Halif Mustafov Amedein şehit düştü. Breznitsa ve Lıjnitsa köyleri de kurban verdi. Breznitsa köylüleri bir hu havzasına itilerek dövüldü. Askerden yeni dönen Tefik Haciev öldü. Breznitsa’lı yaşlı İsmail Atemin de öldürüldü. Bayram İbrahimov Getov, Bayram Bayramov Dulev, İsmail Ahmedov Drilev, Hüseyin İbrahimov Sırmanliev, Ayruş İbrahimov Haciev, İsmail Bekirov Byalkov, Osman Alipov Buzev, Yusuf İbrahimov Sırmanliev ve Mostafa Faikov Byalkov hapse atıldı. Birçok aile sürgün edildi. Ve bu adamlar Müsl-


20

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

küman oldukları için zulüm gördü. Bu mevlidin helvasını Hıristiyan karıştıramaz, mevlidini Papaz okuyamaz. Bu karışıklığı arındırmak zorundayız. “Ilımlı İslamcı Zamancılar” lütfen ayağını düzeltsinler. Hıristiyan Papazlar bizi bodur bulmaya başladı. Adetlerimizin, ahlakımızın, kültürümüzün, dinimizin sulandırılması bizim sonumuz olur. Aynı zamanda bu HÖH depese “ateistlerinin” de sonu olacaktır. Stratejik hedef budur, alet olmayalım! Şimdi bu anma töreninde Papazların kandil sallamasına mana vermek güç değildir. Bizim kutsal bayramlarımıza, anma törenlerimize Papazları ilk davet eden “hoşgörülü ılımlı İslam” elçiliği yapan Feytullah Gülen’in “Zamancı” kadrosu olan hafiye sürüsüdür. Ramazan oruç soframıza, anma törenlerimize, mevlitlerimize, yağmur dualarımıza Papaz davet eden, Papazları ödüllendiren onlara halkımız üzerine “kutsanmış su” serptiren ve böylece Bulgaristan’da İslam’ı sulandıran, özüne darbe vuran ve halkı kutsal törenlerinden soğutan onlar oluyor. Çıkardıkları “Zaman” Gazetesi de aynı sinsi ve İslam’ı köreltici zihniyete hizmet ediyor. Bu konuda Dianet’in Bulgaristan’daki görevlilerinin ve Türkiye İslam Enstitülerinde öğrenim görmüş genç imam ve müftülerimizin tavrını anlamak da çok güçtür. Beyninde vatan sevgisi ve dünya görüşü olmayan bir kişi din misyonerliği yapamaz. Tüm öteki dinler gibi, İslam dini de canlı bir olgudur ve günün koşullarına ayak uydururken tepki göstermesi de özelliklerinden biridir. İslam’ın kutsallığı ile hoşgörü birbirine karıştırılamaz, karıştırılmamalıdır. Bin yıl düşünürü Mevlana’nın “Gel, kim olursan ol, gel!” sentezi günün koşullarına göre yeniden tanımlanmalı ve eylem silahı halinde kullanılmalıdır. Çağımız Bulgaristan’da düşmanımızın dinimizi sulandırarak çarpıtmaya ve bitirmeye, insanlarımızı yeni bir korku dünyasına itmeye çalıştığı bir çağdır ve uyanık olmamız zorunludur. Tanrı bir olsa da dinlerin birbirini eritme perspektifi diye bir şey yoktur. Tek dilli Vaveylan çağına geri dönemeyiz. Yeni uygarlık çok dilli, çok kültürlü ve çok dinli özgürlükçü olacaktır. Dünyanın değişmeye başlamasına ilk şart baskıların durması, kültürlerin özgürleşmesi, dinlerin kutsallaşması olacaktır. Baskı altında tutulan ve sürekli ezilen insanlara yalnız güneşe bakma özgürlüğü yeterli olamaz! Bulgaristan’da totaliter baskı gömülmeden demokrasi yeşeremez, kültürel kimlikler boy gösteremez ve toplumsal ufuk doğamaz ki, 2 milyon kişinin ülkeden kaçması buna kanıttır. Bu gelişmenin rakamsal ifadesi, 1989 Mayısın ’da başlayan Bulgaristan Müslümanlarını öz topraklarından söküp atma ve Bulgaristan’ı Türklerden arıtma (Türk’süzleştirme) süreci bugün de devam ediyor. Hepimizin aklındaki ve basındaki rakam 1989’da Bulgaristan’dan 500 bin Türk’ün kovulduğudur. Bugün bu sayı artık 730 bin olmuştur. Bu sayıma 1989’dan bu yana doğan Türk çocuklar


Makale ve Analizler - 2016

21

dahil edilmemiştir. Yani Bulgaristan’da erimeyi, İslamsız aştırılmayı, densizleştirilmeyi, Türklük dışında yaşam tarzını kabul etmeyenlerin Türkiye’ye kaçışı devam etmektedir. Büyük gerçek budur. *** “Zaman” Bulgaristan’ın bir de Türkiye Cumhuriyeti adına söz söylemesi, hele de son terör olayları, canlı bomba olayları konusunda Türkiye Cumhuriyeti adına yorum yapmaya soyunmaları dikkati çekti, bu kişilerin külahını indirme ve keli halka gönderme zamanı gelmiştir. Yine Bulgaristan Müslümanlarının kutsallarına ihanet ederken İslam’ı sulandırma anlamında olmak üzere Kırcaali’nin HÖH’lü demirbaş belediye başkanı Hasan Aziz’in de Kırcaali Papazıyla ikide bir kahve içmesi ve derin sohbetlere dalması da kayda değerdir. İşte bu gibi kırmızıçizgisi olmayan başkanlık, liderlik ve gelişmeler sonucu, bu yılın ocak ayında, Sofya Meclisi Genel Kurulu’nda HÖH “troykasında” eş başkanlardan biri olan Çetin Kazak’ın Türk Müslümanların partisini “ateistler” yani dinsizler yani ahlak ve gelenek düşmanı bir neoliberal parti ilan etmesi hepimizin tüylerini ürperti. HÖH partisinin kuruluş belgelerinde “biz dinsizler partisiyiz” diye bir ilke yoktu. Bulgaristan’daki 400 siyasi partiden 397’isi Bulgar partisi olarak “biz ateist partiyiz,” biz anti Hıristiyan kuruluşuz demezken, HÖH partisinin ne sebeple anti-İslam bir parti olduğunu beyan etmesine akıl erdirmek güçtür. Yoksa Çetin Kazak Bey, İnşallah ömrü uzun olur, vefat ettiğinde Hıristiyan kabristanlığına mı gömülecek, çünkü Bulgaristan’da ateistler mezarlığı yoktur. İşte bu adımlar, 26 yıldan beri Bulgar toplumundan uzak tutulan ama içine kafalarında ideolojik berraklık olmayan değişik ajanlar sızdırılarak sulandırılıp Türk - Müslüman kimliğini eritmek istenenler büyük tehlike oluşturmaya başladı. Eğer HÖH artık tamamen ateist leşmişse Türk Müslüman seçmenden oy talep etmeye ne hakla soyunuyor, T.C. göçmen merkezlerinde ne işleri var. İzlenen yanlış siyasetler, çarpık ideolojik yaklaşım ve hafiyelik ajanlık ve hainlik ruhunun yarattığı bataklıkta sağlıklı siyaset yürütülemez. Seçmenimizin “saray” bekçilerinden herhangi bir beklentisi yoktur. Dinsel kimliğimize bu “ılımlı” ama planlı ve yoğun saldırı giderek tırmanırken, anadilimize karşı sınırlama ve devam ediyor. Şu da iyi bilinmelidir. Türk Müslüman kimliği anadilimiz olan Türkçemizle dinimiz olan İslam’ın sentezidir. Bunların birisi kimliğimizin dokusu ötekisi de atkısıdır ve ikisi birlikte olmadan Türk Kimlik dokumuz dokunamaz. Bugün izlenen iplerin, ilmiklerin birer ikişer kesilip sökülmesi, öz değerlerimizin sulandırılmasıdır. Son din olan


22

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İslam’ı kendi içinden dinamitleme stratejisinin özünde kraldan büyük kralcı kesilen DEAŞ, IŞİD, El Kayda, Taliban terör örgütleridir ki, bir altın 24 ayarsa, bunun daha saf ayarı olmaz ve kendini daha doğrucu dindar ilan edenler aslında, asıl olanın sapması, çarpık olanı, taklitçidir. Bunun en parlak örneklerinden birini sözde Halifelik için silahlı savaş veren DEAŞ terör örgütü kelle kesen savaşçılarından büyük bir kısmının Hıristiyan Avrupa’dan toplanmış ya da gönüllü Hıristiyan olmasıdır. Bir Avrupalı Hristiyan’ın İslam değerleri uğruna canını ateşe atması kafa karıştırır, işin içinde iş olduğuna işarettir. Bu bakıma biz Bulgaristan Türk Müslümanlara karşı saldırı çok yönlüdür ve bu hırçınlığın en kabasını HÖH’ün sulanarak değişen ve anlamsızlaşan, davamızın özüne ihanet eden tavrında görüyoruz. Biz bu bakıma, HÖH partisinin rüzgâra göre yön değiştiren bir parti olmasına dikkate edilmesinde uyanık olmaya çağrıda bulunuyoruz. Ahmet Doğan’ın 17 Aralık 2015 tarihli açıklamaları ve Bulgaristanlı Türk Müslümanlardan Rusçu olmalarını istemesinin anlamı “aç ayı inden çıkmış, içini girin ve sizi yutsun, kurtuluşunuz olur” isteğinden başka bir şey değildir. Kendisini “bizim kurtarıcımız” gösteren bu hain aslında halkımızı yok olmaya iterken, Bulgaristan’ı Türklerden arındırma siyasetine hizmet ediyor. O, isimlerimizi değiştiren, kimliğimizi yok etmeye çalışan, dinimize saldıran totaliter katillerin koruyucusu ve kurtarıcısıdır. Binlerce Bulgaristan Türkünün hak ve adalet davası açmasını engelleyen oduyr. 10 bin Türk - Müslüman aydının vatanımızdan kovulmasına sebep olan odur. Bulgaristan Türklerini yoksulluk ve sefalet bataklığına iten odur. Bugün 560 bin yaşlı kardeşimiz 70 Euro (140 Leva) emekli maaşıyla geçinmeye zorlanmıştır ki bu mümkün değildir. Moskova emriyle çalışan bu HÖH zirvesinden kalpazanlar memleketimizin 4 yanına tel örgü gererek bize hapis tutuklu ve hayatı yaşatmak istiyorlar. Avrupa’da ilk camileri Endülüslüler, ardından Araplar ve Osmanlı kurmuştur. Türkiye Cumhuriyeti Osmanlı mirasının yalnız 24’te bir dilimi üzerinde Anadolu ve Trakya’da kurulsa da, uluslararası etkisi büyüktür ve giderek artıyor. Avrupa devletlerindeki Osmanlı Türk mirası hala ayaktadır. Dalga dönmüş, Müslümanlardan 400 sene arıtılan Avrupa yeniden Müslümanla dolmuştur. Hakka inanma kapılarını açmak için Avrupa kentlerine yeni 300 cami ve mescit kurma planları gündem belirliyor. Dünya yenilenmek zorundadır, eskiyi olumsuzlarken öz olarak diller, kültürler ve dinler hep ayakta kalacaktır. Etnik azınlıkların ana dilleri ve özgün kültürleri ve dinleri de yaşamaya devam edecektir. 21-inci yüzyılın yeni medeniyeti her şeyi kökten değiştirecek, eskimiş olanı yaşatan değerleri yeni anlam kazanmaya zorlayacaktır. Yeni iletişim, enerji, kültür ve ruhsal dünya belki de yavaş yavan insanların belleğinden geçmiş dönemlerin eziyet ve çeki çizgilerini silecektir. Yeni uygarlığı yaşayabilmek için bizim de bilimsel teknik


Makale ve Analizler - 2016

23

ve teknolojik atılımlara ayak uydurmamız gerekecek, insanların % 90’nı fakir ve yalnız % 10’unu zengin eden bir neo-liberal dünya görüşünü de çöpe atmayı başaracaktır. İnsanlık tarihine birkaç uygarlık yaşatan ve şimdi de Türk ruhuyla yaşayan yeni kuşağımız Türkiye’mizin bölünmez bütünlüğünü silah elde savunurken, yeni uygarlıkta gerçek yerini alabileceğine kuşkusuz inanıyor. Ve işte bu süreç içinde, gerçekleşemeyen küreselleşmenin, gerçekleşemeyen post modernizemim, yeni liberalizmin liderleri olarak ortaya çıkan Vladimir Putin, Berliskonu, Sarkuzi ve başkaları da tarih sahnesinden inecek ve tahtlarını hakiki halk önderlerine bırakacaktır. Toplumsal arında yolunda ilk büyük adım da işte böyle atılmış olacaktır. Günümüzde demokrasiyi köhnemiş totalitarizmin kalıtı ve korkulu hayaleti boğup öldürme çabalarına devam ediyor.

Dostça Bakış

Hüseyin Yıldırım-30.Mart.2016 İstanbul, 29.03.2016

Türkiye Cumhuriyeti devletinin resmi açıklamasına göre, Bulgaristan’dan Türkiye’ye Göçler 1990 - 2013 arasında 1990 yılında 440 bin iken - Bunların hepsi çift vatandaş ve seçmenler 2013 yılında 710 bin olarak belirtildi. Yazımın başında bu bilgiyi verdim çünkü; Bultrürk derneği olarak bu sayıyı daha garanti olsun 650 bin olarak duyurmuştuk. Bu gerçeğin ışığında sadece Türkiye’deki seçme ve seçilme potansiyelini önemle dikkatlere sunmak istiyorum. Artık gücümüzün farkında olma zamanı gelmiş ve bu gücümüzü hem Bulgaristan’da hem de Türkiye’de gösterilmesi açısından önemlidir. Hiçbir şüphem yok ki, bu potansiyelimiz, bizi her iki ülkemizde söz sahibi yapmaya yetecektir. Gücümüzün farkında olmak zorundayız. Hiçbir soydaşımızın içinde bulunduğumuz durumu göz ardı ederek, kişisel davranma lüksünün olmadığı ve son derece önemli ve fırsatlarla dolu bir döneme giriyoruz. Bu fırsatları kaçırmamız halinde gelecek nesillere olan insani veballerimiz altında eziliriz.Dünü ve dünün acılarını konuşmak yerine, geleceğe dair üzerimize düşen sorumlulukları ve ne yapmamız gerektiğini konuşmamız planlamamız ve de uygulamamız gerekiyor. Kişiler üzerinde durmak yerine sistem-


24

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ler ve fikirler üzerinde durmalıyız. Yeni Dünya düzeninin oluştuğu zamanımızı Türk’ler olarak değerlendirmeliyiz. Bulgaristan’da kurulan yeni parti DOST hakkında söylenenler şayet, geçmişe dair ise bir anlam ifade etmez. Gelecek adına ise, çok şey ifade eder. Zira, geçmişe dair henüz hiçbir icraatı olmayan bir partinin eleştirilmesi bir anlam ifade etmez. Israrla ve inatla bir şeyler söylemek arzusunda olmak ise, iyi niyetle ve iş yapma arzusunda olan iyi niyetli insanların da azmini ve hevesini kıracaktır.Kurucuları hakkında olumlu ve ya olumsuz bir çok şey söylene bilir. Ancak bu söylenenler partinin iç meselesi olarak ve sadece kuruluş aşamasında iyi niyetli eleştiriler olarak kalmalıdır.Bulgaristan Türklerinin makus talihinin değiştirilme ihtimalinin çok yüksek olduğu bu yeni DOST oluşumuna katkıda bulunmak en azından yakın tarihimizde yaşadığımız tüm olumsuz tecrübeler adına son derece önemlidir. Sivil toplum Kuruluşlarına şu dönemde çok büyük görevler düşmekte; Her STK sadece destekliyoruz diye söylem yerine, çözüme yönelik yeni ve anlaşılır ve uygulanabilir fikirlerini ifade etmeliler. Siyaset sadece siyasi partilere bırakılıp, daha sonra da eh ne yapabiliriz gibi şikayetlerin yapıldığı bir kurum olmaktan çıkarılmalı ve siyasetçiler, STK’lar ve tüm halk olarak her kesimin taşın altına ellerini ve sorumluluk üstlendikleri bir kurum olmalı ki, insanlarımıza fayda sağlayabilsin. Daha somut konuşmak gerekirse, DOST partisinin sadece kuruluş felsefesi ve gerekçeleri ile projeleri ile ilgili ve parti içi demokrasinin de işletilebileceği bir yapıda olmasını sağlayan bir sistem üzerine oturtulması gerekir. İşte o zaman kimlerin kurduğundan ziyade (hiç şüphesiz bu da çok önemli) nasıl bir gerekçe üzerine kurulduğuna bakmak önemlidir diye düşünüyorum. Sadece dostça bir şeyler söyleme ihtiyacı duydum.


Makale ve Analizler - 2016

25

Son 900 Yılın En Kurak Dönemi

Alptekin Cevherli-30.Mart.2016

Peki Ya 900 Yıl Önce? Amerikan Uzay Bilimleri Merkezi NASA açıklamış; Ortadoğu’da son 900 yılın en kurak dönemi yaşanıyor diye... Açıklama şöyle: “NASATürkiye’yi de içine alan KKTC, İsrail, Filistin, Ürdün, Lübnan, Irak ve Suriye’yi kapsayan Doğu Akdeniz bölgesinde 1998 yılında başlayan kuraklığın son 900 yılın en kötüsü olduğunu açıkladı. Amerikan Jeofizik Birliği’nin “Geophysical Research-Atmospheres” dergisi tarafından yayınlanan araştırmada ABD’nin New York kentindeki NASA Goddard Uzay Araştırmaları Enstitüsü’nden iklim bilimci Benjamin Cook ve ekibi 9 asırlık verileri inceledi. Araştırmaya göreTürkiye’nin de yer aldığı Doğu Akdeniz’de 1998 - 2012 yılları arasında görülen kuraklık, son 500 yılın en kurak döneminden % 50 oranında daha şiddetli geçti. Son 900 yıla göre ise en kurak dönemden % 10 - 20 arası daha kuraktı. Kısaca son 9 asır boyunca yaşanmadığı kadar şiddetli bir kuraklık yaşanıyor. Benjamin Cook, “İnsan kaynaklı iklim değişikliğinin önemi ve büyüklüğü, doğal iklim değişkenliğinin boyutlarını anlamamız gerektiğini gösterdi. Asırlar süren doğal değişkenliğin dışında kalan olaylara ve anormalliklere bakınca bunlara insan kaynaklı iklim değişikliğinin sebep olduğunu görebiliriz’ ifadesini kullandı.” *** Sayın Abdulkadir Duru’nun ve Onk. Dr. Hâluk Nurbaki’nin eserlerinde namaz vakitleriyle ilgili bilgi verilirken sabah namazının, dünya üzerinde su dengesinde, insanlar arasında da sevginin yaygınlaşmasında etkili olduğunu belirtirler. Tabi bu açıklamanın ardından bölgemizde sabah namazına vaktinde kalkıp kılanlar son 900 yılın en az sayısına düştü anlamı çıkarabilirsiniz. Ama elbette bunu demiyorum. Namaz var, namaz var... Ben belki de “o namazdan” bahsediyor olabilirim... Ama esas konumuz, bu kadar basit değil... Hatırlarsanız 2’nci Bush’un iktidarı döneminde 11 Eylül’deki Dünya Ticaret Merkezi’ne yapılan terör saldırılarının ardından Oğul Bush televizyonlara çı-


26

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

kıp teröristlerle büyük bir mücadeleye girişeceklerini söylerken, düzenleyecekleri operasyonları “Bu bir Haçlı Savaşıdır” diye tanımlamıştı. NASA’nın “Son 900 yılın en kurak dönemi” ifadesini okuyunca doğal olarak aklıma şu geldi: - “Acaba 900 yıl evvel ne olmuştu?” Wikipedia’yı açtım... - “Aaa, o da ne? Bingo!” Aynen şu yazıyordu: “Haçlı Seferleri ya da Haçlı Akınları, 1096 - 1272 yılları arasında, Avrupalı Katolik Hristiyanların, Papa’nın talebi ve çeşitli vaatleri üzerine, genellikle Müslümanların elindeki Ortadoğu toprakları (Kutsal Topraklar) üzerinde askeri ve siyasi kontrol kurmak için düzenledikleri akınlar.” Vay, vay , vay... Demek Oğul Bush, boşuna söylememiş “Bu bir Haçlı seferidir” diye. 2016 - 900 = 1116 yani 1100’lü yıllar. Haçlı seferlerinin Anadolu’da ve Arap Yarımadası’nda terör estirdiği dönemler... Aynen günümüzdeki gibi milyonlarca insanın katledildiği, hiçbir günahı olmayan masum çoluk-çocuk ve kadınların hedef ayrımı gözetilmeden kanının akıtıldığı yıllar... Sevginin eksi değere düştüğü, nefretin tavan yaptığı ‘kuraklık’ dönemleri. Hatta öyle ki, Fransız tarihçiler şöyle der: “Askerlerimiz şehirde müthiş katliamlar yaptılar. Müslüman, Yahudi veya kendi mezheplerinden olmayan Hıristiyanlara büyük katliamlar tatbik ettiler. Mescidi Aksa’ya sığınan yaklaşık 70 bin Müslüman’ı hunharca katlettiler. Mescidin içi kanla dolmuştu. Atları ile Mescidi Aksa’ya girdiler. Atları ile Mescidi Aksa’ya girdiklerinde, atlarının dizleri hizasına kadar Müslüman kanına battığını...” Yaşanan vahşetin bugünden pek bir farkı yok gibi değil mi? Çoluk-çocuk masum insanlar otobüs durağında beklerken, ya da tren istasyonu önünden geçerken birden bir canlı bomba kendini havaya uçuruyor, her tarafa et ve iç organ parçaları dağılıyor... Vahşetse aynı vahşet... Ölen insan sayısı yine milyonlarla ifade ediliyor. Ölenler yine Müslüman, öldükleri yer yine aynı...


Makale ve Analizler - 2016

27

Ama bir fark var! Bu kez ‘güya Müslümanlar, zavallı Müslümanları’ öldürüyorlar. Bazen dini yaşayış şeklini beğenmedikleri için, bazen mezhebini beğenmedikleri için, bazen farklı lehçe konuştukları için, bazen de farklı ideolojik kamplara dâhil oldukları için mütemadiyen birbirlerini öldürüyorlar... Bunların birbirini öldürmelerine yardımcı olmak için de ABD’si, Rusya’sı, İngiltere’si, Fransa’sı havadan sürekli bombalıyor. Bence bu kuraklık 900 yıl öncekini geçer, size şimdiden söyleyeyim. O dönem Yıkıcı ile Yapıcı’nın bir savaşı vardı. Bir tarafta papalık, şövalyeler, yağmacı Avrupalılar varken, diğer yanda Kılıçarslan, Selâhattin Eyübî gibi Yapıcı tarafın efsanevî karakterleri vardı. Şimdi ise bir de bu kahramanların yadigârı olan adlarını da kirli emellerine alet edip, uydurma bir tarihle milyonları manipüle ediyorlar... İşimiz gerçekten zor... Çünkü, “İnsan kaynaklı iklim değişikliğinin” çözümü yine insan kaynaklı olmak zorunda...

Koltuk Değneği - 10

Dr. Nedim Birinci-30.Mart.2016

Kurultay Yolları İkidir Nisan 2016 Bulgaristan Türklerinin Sofya’ya toplanacağı ay olacak. 10 Nisan’da DOST adıyla kendini tanıtan ve açılımında demokrasi, hoşgörü, sorumluluk ve adalet gibi kavramları birleştiren bu parti, 17 Aralık 2015’te 26 yıllık HÖH - DPS partisinden ayrılan Genel Başkan Lütfi Mestan, milletvekillerinden Şabanali Ahmet, Hüseyin Hafızov ve Aydoğan Ali ile Kırcaali HÖH İl eski Başkanı Bahri Ömer tarafından yönetiliyor. Parti kurma toplantısını Sofya “Grand Hotel Sofya” da yapan bu girişim grubu 10 Nisan’da 1 200 (bin iki yüz) delege toplama kapasitesi olan Sofya Ulusal Kültür Sarayı (NDK) 3. Salonunda Kurucu Kurultay topluyor. Bu forumda kabul edilecek program ve tüzükle yeni partinin tescil edilmesi için mahkemeye başvurulacaktır.


28

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bir ay önce çağrılan girişim kurultayına Hak ve Özgürlük Partisi ilk bileşiminden Necmettin Hak ile Mehmet Hoca ve T.C.’de 24 göçmen derneği, politik mahkûmların temsilcileri ve HÖH partisinde değişiklik isteyenler katılmıştı. Forumda, esas sunum yapan Lütfi Mestan’ın öne sürdüğü tezlerde Avrupalı ve Atlantik özlü liberalizm çağrısı yapıldı. Yeni Liberalizmin temel ilkelerinden olan, özellikle insan hakları ile doğal hakların, etnik azınlıklarının özgün haklarının, dini ve özgün kültür hakların savunulmasına ve Bulgaristan’da çok kültürlü bir toplum yaratılmasına değinilmemesi ise şiddetli eleştiri aldı. Göçmen çevrelerinden gelen tenkitlerde ise, Lütfü Mestan’ın yeni Liberalizmin temel prensibi olan sivil toplum örgütleriyle çalışmalara hiç önem vermemesi oldu. O, 1 milyonu Bulgaristan’da ve 710 bini de Türkiye’de yaşayan Bulgaristan Türk Müslüman azınlığının aynı ulusun iki parçası, aynı etnik azınlığın eş nitelikli oluşturucu öğeleri olduğuna, aydı dil, din ve kültürden olmalarına işaret etmedi. Somut sorunlar küresel siyaset gargarasında tanım bulmadı. Bu konuda bir kaç kez TV söyleşisine katılan milletvekili Hafızov da olaya teorik açıklık getiremezken, Bulgaristan iç siyasetinde ve özellikle de Türklerin, Müslüman Pomak ve Çingenelerin en ilkel haklarının, eşit haklı vatandaş olma hakkının, hele de sağlık ve eğitimde hak eşitliği elde edebilme yollarına işaret edemedi. DOST girişimcileri Bulgar basınında ilkesel açıklamalar yaparak, yeni parti ilkelerini halk kitlesine Türk ve Bulgar dillerinde tartışmaya açmadı, HÖH’ten farklı olan ve öncelikli sayılması gereken prensip ve yargı değerlerine, yeni kurulacak partinin siyaset ortamındaki yerine ayrıcalıklarına da işaret etmediler. Bu bakıma biz, siyasi çizgisi belli olmayan bir siyasi partinin her zaman yeni bir koltuk değneği olmasından korktuğumuz için Göçmen derneklerimizi ve tüm soydaşlarımızı uyanık ve bilinçli olma bakımından uyarıyoruz. Yeni kurulacak partinin, daha önce HÖH - DPS’den ayrılan partilerle birleşmesi veya işbirliği sözleşmesi imzalaması konularında ise ilerleme sağlanamamıştır. *** 24 Nisan’da ise HÖH - DPS partisinin 9. Olağan kurultayı yine Sofya’da ve yine Ulusal Kültür Merkezi (NDK) salonlarından birinde toplanacaktır. 19 Ocak 2013’te yine NDK’da yapılan 8. Kurultay, genç delegelerden, üniversite öğrencisi Burgaslı Oktay Yeni Mehmet, parti Genel Başkanı Ahmet Doğan’ı, sunum yaparken silah kullanarak kürsüden indirmesiyle Kurultay çalışmalarına ara verdi. Doğan, görevini 15 Aralık 2015’te partiden uzaklaştırdığı Lütfi Mestan’a devrederek, parti başkanlığından çekildi. “Saray” denen bir eve kapandı. 3 yıldan beri dışarı çıkmadı.


Makale ve Analizler - 2016

29

Aynı zamanda Bulgar ve Rusya gizli servislerinin Bulgaristan’da etnik azınlıklardan sorumlu istasyon şefi olan Doğan, halktan kopmuş, görevinden uzaklaştırılmış vb olsa da bu “tecritlenmişlik” dönemde Bulgaristan’daki etnik ve dini Müslüman azınlık konusunda “son söz sahibi” olmaya devam ettiğini 17 Aralık 2015 gecesi, “Bulgar milli menfaatlerini bahane ederek” bir daha kanıtladı. Türkleri Türkiye’den ve Türklükten kopmaya ve Rusya’ya sarılmaya çağırdı. Görev başında olduğunu kanıtlarken Rusya’yı Balkanlara davet etti. Avrupa Birliği (AB) ve Kuzey Atlantik Paktı (NATO) üyesi olan Bulgaristan, 2014’ten beri ülkede 3 adet US askeri üssü kurulmasına da izin vermişken, etnik halk topluluklarımızı, azınlıkları Rusya’nın Balkanlar ayağı yapmaya yeltendi. Olay parti içi darbe niteliği alınca HÖH partisi art arda 2 defa parçalandı. Birinci bölünmede DOST’çular partiden ayrılırken, ikinci “gönüllü” ihraç da “Peevski - Doğan” grubuna inen “kaçakçılık” nitelikli Türkiye darbesiyle gerçekleşti. Rusya finans oligarşisinin Bulgar ayağı olan milletvekili Peevski siyasetten ayrılacağını ilan etti. Bununla birlikte Bulgar toplumunda “Rusofil” ve “Rusofob” yeniden yandı. Böylece Bulgaristan’daki Rus ayağı son 3 ayda ciddi darbe alırken, bir de Moskof koltuk değneği 2 defa kırıldı. Görüldüğü üzere artık 138 yıldan beri Rusya’nın diretmesi ve Bulgar iktidarlarının ve ırkçı-milliyetçi zihniyetin zorlamasıyla evini yurdunu bırakıp göçe zorlanan ya da teslim olup ezilmeyi kabul eden Bulgaristanlı Türk Müslüman azınlık yeniden başkaldırdı. Bulgaristan, Balkanlar ve Avrupa siyasetinin odağında yer aldı. Türkiye’den, AB ve NATO’dan, barış ve güvenlikten yana olan bu yeni tutum, HÖH yönetimi tavrını, Moskof uşağı Ahmet Doğan ve Bulgar istihbaratı siyasetini ret ettiği gibi, Türkiye Bulgaristan dostluk, işbirliği ve yardımlaşmasından yana olduğunu ortaya koydu. 380 bin oy sahibi olan Türkiye’deki soydaşlarımız bu siyaset çizgisinde kendi başlarına belirleyici önem kazanıp yeni rolünü almaya hazırlanıyor. Bu atılım, öncelikle Rusya’nın şiddetlendirerek tırmandırdığı ve Balkanlara kaydırmak istediği siyasette bir tepkidir. Bulgar Türk Müslümanları Bulgar milli menfaatlerine rağmen Rus çizmesi altında ezilmek istemiyor, Rus uşaklığı döneminin geri dönmesine karşı koymaya hazır olduklarını beyan ediyorlar. Rus emperyalist imparatorca saldırgan siyasetine Bulgaristan’da “koltuk değneği” olmayı asla ve ebediyen kabul edemeyiz. Bizim ufkumuzdaki vatanımız AB üyeliğiyle bizleri, Bulgaristan Türk ve Müslümanlarının tümünü de, her bakıma hepimize güvence olacak sarmış Büyük Türkiye hayalidir. Fakat biz HÖH - DPS 9. Kurultayının bu havada geçeceğine inanmıyoruz. Bağlı olduğundan dem vuran Liberalizm ve neo-liberalizm ilkelerini çoktan gömmem, halkımızın 5% 90’nının yaşamına sefalet taşı diken HÖH yönetimi, halktan tamamen kopmuş, Bulgar milli siyasetine de ihanet etmiştir. 8.


30

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Kurultay’da ilk yarısını okuduğu raporda “Türk”, “Müslüman”, “Bulgaristanlı Türk Müslümanlar” ve “hak ve özgürlük” sözünü kullanmayan Ahmet Doğan tamamen boş, geçersiz ve perspektifsiz konular ele almıştı. Bunlar arasında, artık tamamen toslayan “post modern toplum” ile “küreselleşme” ikilisine en fazla yer ayırmıştı. Görüldüğü gibi, liberalizm zihniyeti “post modern” toplum kuramadı, Bulgaristan’da 560 bin emekli 70 Euro (140) leva) emekli maaşı alıyor ki, bu durum insanları felç etmiştir. Geçim derdi ateşten gömlek olmuş, sağlık sistemi çökmüş, ülkede 26 yılda 1260 sağlık ocağı, klinik, acil merkez, il ve ilçe hastanesi, sanatoryum ve diğer tıp merkezi kapanmıştır. Son haberlerde, Bakan P. Moskov, aile doktoru sisteminin de kapanacağını basına açıklamış bulunuyor ki, bu başlı başına yeni bir trajedidir. Hastalıkları yenemeyen ve ölen bir toplum içinde yaşamak istemeyen gençler vatanlarını terk ediyorlar. Bu çok acı bir gerçektir. “Post modern” Bulgar toplumu, özellikle Çingene azınlığı büyük kent varoşlarına, kenar mahallelere kapamış, kent kültür ve yaşamına katamadığı gibi, sosyal bataklım oluşmuştur. Bin bir çeşit isyan edenler her gün kan döküyor. Türkler ise, toplumdan uzak ve Allah’a yakın köylerine hapsedilmiş durumdadır. Pomak gençler de topluca dış ülkelerde tarım işinde olduğundan, Rodoplar’da ana-baba sevgi ve eğitimi almadan, anneanneleri ve dedelerinin bastonuna yapışarak tay duran yeni bir genç kuşak hayata hazırlanıyor. Bulgaristan’daki bütün Müslüman azınlık nüfus içindeki oranı % 90 olan fakirler zümresi içindedir. Zor zamanda birbirine üç beş borç verecek adam ve aile kalmamıştır. “Post modern” toplum sefalet bataklığı, içinden çıkılmaz bunalımlar yarattı. Bizim toprakta tamamen toslayan ve kimsede umut ufku açamayan “post modernizem” ile birlikte Doğan’ın 8. Kurultayda gevelediği ana konu bir de “küreselleşme” (globalizm) olmuştu. Bunun anlamı ise şudur. Bilindiği üzere Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarında başlıca İngiltere, Fransa, Rusya, Amerika ve Almanya’dan oluşan emperyalist devletler birbirine düşmüştü. Birinci büyük savaş, Fransa, İngiltere ve Rusya tarafından hızla dirilen Almanya’yı bitirmek için ateşlenirken, ikincisinde Almanya, Fransa, İngiltere, Rusya vs devletleri istila etmek için saldırılara geçti. Küreselleşme, 20-nci yüzyılda şöyle ya da böyle ikiye bölünen ve aralarında savaşan emperyalist devlerin “Berlin Duvarını” yıkıp, “Soğuk Savaş”ı da gömerek, 1989’dan sonra Birleşik Amerika, İngiltere, Fransa, Rusya ve Almanya’nın da katılacağı küresel bir egemenlik (dünya hükümdarlık) gücü oluşturma hevesiyle başladı. Bir süre için “soğuk savaş” düşmanlıkları rafa kaldırıldı. Ne ki, bu süreç ABD ile Rusya arasında “tek mihverli”, “iki mihverli” ya da “çok mihverli” dünya egemenlik gücü oluşturma konusunda çelişki ve çatışmalar doğurana,, Batı dünyası Putin döneminde Rusya’nın yeni imparatorluklar kurma niyetlerini sezene kadar sürdü. “Terörizm”, “uluslararası terörizm”, “dünya halkları için terörizm tehlikesi” adlı ortak düşman yaratıldı.


Makale ve Analizler - 2016

31

“Terörizm” birlikte kınandı, hatta Rus ve İngiliz-Amerikan uçakları Suriye’yi birlikte bombaladı. Sonunda bu işlerin böyle olmayacağı, Müslüman dünya dışında dünya egemenliği kurulamayacağı vs ortaya çıkınca “küreselleşme” tosladı. Rusya’ya yeni ambargolar uygulayan AB ve ABD Suriye ve Ukrayna’da Putin barbarlığını durdurma derdindedir. Oktay Yeni Mehmet’in Ahmet Doğan’ı 8. Kurultay kürsüsünden kovmasıyla okunamayan raporun son kısmında, “lider” kendini “kâhin” yaparak, 19’uncu yüzyılda kömür, 20’inci yüz yılda da akaryakıt kullanan dünyanın 21’inci yüzyılda “hidrojen” kullanarak bunalımları aşabileceğine işaret edecekti. İyi oldu da etmedi, çünkü bu da boş çıktı. Aslında deniz ve okyanusların su dolu olduğunu, su bileşiminde oksijen ve hidrojen olduğunu ve hidrojenin beleş enerji kaynağı haline getirilmesinin dünyayı sefaletten kurtarıp yeni medeniyetlere taşıyacağını düşünmek “bin bir gece masalı gibi bir şey”. Amerikan sakızı uzat uzatabildiğin kadar. Ama öyle olmuyor işte, siyam ikizleri birbirinden ayrılabiliyor ama adı su, kimyasal formülü (H2O4) olan bileşimindeki ikili ikiz de oksijen ve hidrojen olan nesne parçalanıp birbirinden ayrılamıyor. Yani bu iş de olmadı. 8. Kurultay raporunda “liberalizm”, “post modern toplumda refah” ve “küreselleşme” nimetlerinden faydalanma konusunun bir masal olduğu ortaya çıktı. Yeni raporu kim hazırlıyor, Doğan “milli menfaatlerimizin özünde Türk düşmanlığı olmazsa olmaz” katlanacaksınız mideyecek, yoka “troykadan” biri yeni bir hava başlatıp yılanı delikten çıkarmaya mı çalışacak pek bilinmiyor. Bulgaristan Türk Müslümanları çok büyük bir ideolojik ve siyasi bunalım içindedir. Bu bataklık “liberalim ya da neo-liberalizm” efsanesiyle kurutulamaz. Ulusal çıkarlar içinde etnik azınlıkların menfaatleri ve acil ihtiyaçları gün ışığına çıkarılmalı ve Bulgaristan Türklerinin ona buna koltuk değneği yapma siyasetine son verilmelidir. İki yol var önümüzde ve bu yolların ikisi de bataklı8ğa çıkıyorsa, gelin kendi bahçemizi kendi çapamızla kendimiz kazalım. Devam edecek.


32

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

O Kara Bulut Hala Dolaşıyor

Hamiyet Çakır-31.Mart.2016

Bulgaristan Neden Demokratikleşemiyor? Konumuz Bulgaristan’da hoşgörü serüvenini anlatmaktır. Memleketimizde hoşgörüyü (tolerans) anlatan kitap yazılmamış, şiir bestelenmemiş, şarkı yakılmamıştır. Bulgar dili bu bakıma kısır ve hoşgörümüzü algılayamamış olay “komşu” ve “Bulgaristanlı Türkler iyi insandır” düzeyinde kalmıştır. Biz Türk Müslümanlar ise Bulgaristan ova, dağ yamacı, bağ-bahçelerine gönül hoşluğuyla dolu yaşamı daha 13’üncü yüzyıllarda beraberimizde, halk edebiyatımızla, türkü ve şarkılarımızla, efsane ve fıkralarımızla getirmişiz. “Sevelim sevilelim, dünya kimseye kalmaz,” sentezini bundan 800 sene önce söyleyen ve yeryüzünde barış, anlaşma ve birlikte güzellikler dünyası yaratıp içinde beraberce yaşama felsefesinin şairi olan Yonus Emre özetle şöyle demiştir: “Biz kimseye kin tutmayız, kamu alem bildir bize!” ve buna ek olarak “Biri kuyu kaza, içine kendi düşe!” nüktesi çok anlamlıdır. Biz bugün Bulgaristan’da hala dağılmayan kara bulutların altında yaşarken, dağılmalarını ve semanın açılmasını bekliyoruz, ama 26 yıl geçmesine rağmen, “gökyüzü kara, umutlar karadır” Mart ayının son haftası 25 - 26 Mart Komünist Rejim Kurbanlarını anma ve 28 Mart da Korniza köyünde (Nevrekop) Pomak kardeşlerimizin isimlerinin değiştirilmesi esnasında yapılan katliamı lanetleme günü olarak anıldı. Totaliter rejimin amansız zulmü yeniden gözyaşları arasında dile geldi. Olaylar toplumda temel güvenin, halk ile devlet, etnikler ile ana ulus, dinler, iktidara ve yargıya adalete olan güven ilkelerinin çok yaralı, sakat olduğunu gösterdi. Yeni ve daha güzel bir dünya kurabilmeye güven ve inanç olmaması ise, zulmün yasalara dayanılarak ve devlet tarafından ve terör güçleriyle uygulanmasından kaynaklandığını kanıtladı. İşte böyle ortamda, insanın topluma ısınması, güvenle sarılması ve kişisel girişim başlatması çok zor oluyor. Toplum arınamıyor, çünkü yerinde sayıyor, çünkü her yer batak kokuyor. Bunun nedeni ise, Bulgaristan’da 1945 1953; 1959 - 1961; 1972; 1984 - 1989 yılları arasında, toplama kamplarında, cezaevlerinde, zindan hücrelerinde, sürgünde insan vicdanı, vücuttu, idadisi, kimliği, kişiliği ve zamanın başkalarının kontrolü altında bulunmasında aldığı izler, yaralar, eziklik kaybolmuyor ve hayat çizgisinde belirleyen oluyor. İşkence görmüş bir kişinin eski durumuna geri dönmesi, ıslahı mümkün müdür, mümkün olabilir mi? Biz susan, anlatmayan, hatırlamak istemeyen, bil-


Makale ve Analizler - 2016

33

diklerini devretmemek için susan ya da kendini Allaha teslim etmiş vuslat bekleyen bazen da sanata gömülmüş, çizen, yazan, değişik bir ışık arayan yaşlıların, baba ve dedelerimizin arasında yaşıyoruz, yetiştik. Örneğin biz yeni Bulgaristan tarihinde “Belene” ölüm kampıyla 3 kez yüzleşiyoruz. 1950’li yılların başında, 60’lı yılların başında ve 80’li yıllardadır. Orada ezilenler, Bulgar, Pomak ve Türklerdir. Sayıları önemli değil derken, her kişi kendi azısıyla, geçmişiyle şahsen yüzleşiyor demek istiyorum. Öyle bir şey ki, şu an Kanada’da yaşayan Mümün Hoca bir Belene’cidir ve her gece bulanık Tuna sularını ve ölüm taşıyan kara bulutları rüyasında gördüğünü yazıyor. Totaliter devletin resmi rakamlarında 23 bin Beleneci ve taş ocaklarında can veren sürgün var. Demokratik örgütlerin ve insan hakları örgütlerinin verileri 159 bin ile 162 bin kişi arasında değişiyor. Bu rakama, Pomak ve Türk Müslümanlar, “soya dönüş” kurbanları katılmamıştır. Halkın dilinde en büyük ölüm kampının “Loveç” (Lovça) kenarında olandır. Burada çekilen çile kitaplaşmış, şiirleşmiş ve unutulmamak üzere efsaneleşmiştir. 26 yıldan beri, Loveç Ölüm Kampı kurbanlarının yakınları anma töreni düzenlerken engellerken karşılaşırken, 2016’ı Mart’ında ilk kez olmak üzere Loveç Belediyesi törenlerin örgütlenmesine katıldı ve kolaylıklar sağladı. Biz toplum yeşermeye başladı, kara bulutlar dağılmaya başladı dediğimizde tam da bunu algılıyor ve anlatmaya çalışıyoruz. Korniza köyünde totaliter komünizmi lanetleme törenine HÖH ve DOST partilerinden heyetler katılsaydı, kendilerini tebrik ederdik. Oysa Meclis Başkan Yardımcısı olunca kendini beyaz üzerinde hisseden HÖH milletvekili ateist Pomak Aliosman İmamov, halk ruhunun dönüştüğünü fark ederek, hemen beyan verdi. HÖH - DPS partisinin “Batak Katliamı” olayını tanıdığını söyledi ve böylece “biz kara bulutların dağılmasını istemiyoruz!” demiş oldu. Yine olumlu gelişmeler arasında ASET - İşkence Görmüş Kişilere Yardım Merkezi kuruldu. Biz soydaşlar bölge bir örgütlenme oluşturamadık, hep başkalarından bekledik. ASET’in Loveç Kampında düzenlediği şimdiki anma mitinginde psikolog Kalina Yordanova, “Totalitarizmin işkenceleri ve zulmü üstüne rakkamlarla düşünmek yanlış olur, bizim toplumumuzun umudu yok edilmiştir” dedi. İsimsiz, kayıtsız infaz kararları var, 60 yıldan sonra yakınlarını arayanlar var, ölüm sebebi gösterilmeyen doktor raporları var. İşte bu noktada Bulgar toplumu, devlet yönetimi halktan kopmuştur ve halkın güvenini asla bir daha kazanamaz, çünkü korku içinde yaşayan yurttaşlarımız trajedinin yeniden sahnelenmesinden, kara bulutların bir daha boşanmasından korkuyorlar. Bu kara Bulutlar Bulgarların üzerine boşandığı gibi, 1960’larda isimleri değiştirilirken Çingenelerin, 1970’lerde Pomak Müslümanların ve 1980’lerde “soya dönüş” serüveninde Türklerin üzerine tolu gibi yapmıştır ve her şeyi yerle bir et-


34

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

miştir. 1953, 1976 ve 1989 Türkiye’ye göçe zorlama serüveni de bu kara bulutların yıldırımları ve gök gürültüsü sonucudur. Bu kara bulut Bulgar önce sosyalist ve ardından komünist totaliter ve bugün de sahte demokrat devletin sembolüdür. Ve gökyüzü açılmadan, Bulgar toplumu totaliter rejim kalıntılarından tamamen arınmadan ülkede ne liberal demokrasi, ne sosyal-demokratik demokrasi ne de halkçı demokrasi kurulamaz, adalet sağlanamaz, halkın korkusu savmaz, savamaz ve hiç birimiz geçmişin korkulu kâbusundan kurtulamaz. Bulgar toplumu nasıl arınabilir? Bulgaristan’da hoşgörü yolunda ilk adım ancak suçluların yargılanıp cezalandırılmasıyla, toplama kamplarında, tutuk evlerinde, zindanlarda, hapishanelerde işkence edenlerin, cellatların adlarının açıklanması başlayabilir. İşkenceci subayların yaşlarına bakılmaksızın hemen tutuklanması ve yargılanması gerekiyor. Pomak ve Türk Müslümanların isimlerini değiştirenlerin, Türkan kızımızı ve daha 42 kardeşimizi kurşunlayanların isimleri hemen açıklanmalı ve tutuklama emri çıkarılmalıdır. Köy baskını emirlerini verenlerin, halkın üzerine tank sürenlerin, köylere atlı ve köpekli zalimler gönderenlerin, verdiğimiz kurbanları kurşunlayanların isimlerinin hemen açıklanması ve yargı sürecinin başlamasıyla yol almaya başlamış oluruz. Bu Bulgaristan’da yaşayan tüm nüfusun ortak, birleşme ve kaynaşma yolu olacaktır. İşte bu yolun ideolojisi hoşgörü felsefemizdir. Bulgar belleğinde böyle bir değerler dizisi, dünya görüşü, vizyon olmadığından bunu biz kendilerine hediye edeceğiz. Şartımız hoşgörüyü birlikte yaşatmak olacaktır. Bunu kabul ederlerse o zaman karşılıklı hoşgörülü olmaya gerek yoktur, çünkü eskiden komşu kapısının iki tarafa açıldığı gibi, bu defa da hoşgörü herkes tarafından ve herkes için var olacaktır. Hiçbir katil, cellat demokratik toplumda iş başı yapamaz. Şehitler için büyük anıtlar dikilmeli, müzeler ve anma merkezleri inşa edilmeli, ulusal törenler düzenlenmelidir. HÖŞGÖRÜ günü ulusal bayram olmalıdır. Bu yolda ileri adım atılmadan, yaralarımız sızlamaya devam edecek, başımızın üstündeki kara bulutlar dolaştıkça dolaşacak ve her birimiz korkunun esiri olmaya devam edeceğiz. Bu yola açılabilmemizin ana koşulları şunlardır: Önce totaliter rejimin belkemiğinde, omurgasında ve zihninde yer almış kadrolar birer birer açıklanacak ve kendilerinden hesap sorulacak. Bu mesele, beşinci dereceli ajan hafiyelerin anasını babasını, kardeşini ya da köy öğretmeni ve ya köy imamını ele vermiş, fişletmiş olması soru olmak çok öte ve olağanüstü ciddi bir problemdir.


Makale ve Analizler - 2016

35

Bizdeki düşmanlıkların kaynakları kurutulmalıdır. 3 bin 16 Türk Müslüman ajan-ihbarcı dosyası köpeklerin önüne atıldı da ne oldu. Bu işi gönülden yapmayan, zorlananlar, işkence görenler aynı gecede memleketten kaçtılar. Zorla ajanlık yaptırmak, komdan kule kurmak gibidir, ilk yağmurda dağılır ve yok olur. Bizde de öyle olmadı mı? Biz, 1 milyondan fazla bir nüfusuz ve HÖH - DPS, Ahmet Doğan ve Lütfü Mestan etrafında kalanların sayısı 100 kişiyi aşmıyor. HÖH bu sebepten çöktü. Ajanların arasında da zavallıların zavallıları var ki, durumunu düzeltme yolunu ancak yeni ihbarda, kötülemede bulunmada görenler HÖH zirvesine yapışık kaldı, halk, aydınlar, öğretmenler, zeki gençler ikiyüzlü ve şerefsiz yaşamak istemiyor ve memleketi terk ettiler, ediyorlar. Unutulmamalıdır, 1989’dan beri Bulgaristan’ı terk ederek Türkiye Cumhuriyetine sığınanlarımız resmi verilere göre 710 bin kişidir ki Türkiye’de doğan çocuklarımız hariç. Bu rakam yepyeni bir politika belirlememizi zorunlu kılan önemsizleştirilmesi imkânsızlaşmış bulunan son derece büyük ve yakıcı bir gerçektir. Bu arada, hem Sofya’da olduğu gibi, hem de Ankara’da Bulgaristanlı Müslüman soydaşlar temsilcilerinden kurulacak bir temsilciliğin oluşturulması zamanı da artık kapı çalıyor. Bu koordinasyon başka türlü sağlanamaz. Bu işler Ankara makam kapılarında beklemekle olmaz. Siyasi gerçekliği sivil toplum örgütleri temsilcileri düzeyine dayandırarak, siyasi boyuta uzanmamız daha uygun karşılanabilir. Çünkü bizdeki siyasi yapılanma halktan kopuk teslimiyetçiliktir ki, 3 yıl “sarayda” kapalı tutulan bir HÖH başkanından halkımızın ve soydaşlarımızın nabzını tutup, sorunlarına doğru çözüm önermesini beklemek yanlış olur, hayaldir. İnsansız kalmamızın kesinlikle durdurulması yolu toplumun totalitarizmden arınması ve ajan-hainlerin, cellatların, işkencecilerin, sahtekârların, rüşvetçilerin, dolandırıcıların cezalandırılmasından geçmektedir ve geçecektir. Bu yapılmadan ne demokrasi ne de adil bir toplum kurulabilir. Şu da var. Başta Doğan olmak üzere, hainlik yapan, “biz ateist bir partiyiz” diyerek HÖH partisinin özünü ve niteliğini değiştirmeye çalıştılar. Korniza anma törenine gitmeyen Rodoplu milletvekili Mustafa Karadayı gibi “başkanlık hayali” kuranlaradır sözümüz. “Batak Katliamını” tanıyoruz diyen milletvekili Aliosmnan İmamov gibi kendini unutanlardır işaret ettiklerimiz. Ajanlığı 16 yaşında başlayan ve artık tamamen kimsesizleşen Ruşen Riza ve onlar gibi gizli polis tarafından öne itilerek, Türk Müslüman davasını sulandıran kadroların 24 Nisan’da toplanacak HÖH - DPS 9. Olağan Kurultayında liste dışı bırakılması, kendilerine hiçbir parti görevi verilmemesi gerektiği gün gibi ortadadır. Totalitarizmden arınmamız ve adaletli demokrasi yolumuz böyle açılacaktır.


36

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu arada, yeni kurulacak DOST partisinin ismine dahil edilen Hoşgörü (tolerans) kavramına günümüze yakışır bir anlam getirilmesi ve bu konuda esaslı bir açıklamanın herkesin anlayabileceği bir dilde sunulması zamanı gelmiştir. Şu da vart, yine aynı partinin adına iliştirilen sorumluluk terimi de kime karşı sorumluluk içeriyor. Bu konuda, DOST partisinin demokrasi ve anti-totaliter dava şehitlerini anmaması, aynı konuda Sofya’da başka, medyada farklı, Ankara’da kökten değişik, halk arasında da iz bırakmayan bir şekilde yapılan beyanlarla daya yapılanamaz ve ileri adım atamaz. Halka rağmen siyaset yürütülemez. Bu gerçek hem HÖH hem de DOST için geçerli olduğu kadar, tüm Bulgaristan siyasi strüktürleri için de geçerlidir. Kara geçmişle hesaplaşmadan hiçbir yerde ve hiçbir kimseyle hoşgörü konusu açılamaz. Önce Bulgaristan berraklaşacak ve yeni siyaset sayfası o zaman açılacaktır.

Nisan Ayı Yazıları Yeni Başlaıgıcın Eşiğindeyiz

Rafet Ulutürk-01.Nisan.2016

gibi sarılıvermişti.

Doğan’la birlikte HÖH - DPS partisi de gömülür diye bir şey yok. Yeni Başlangıcın Eşiğindeyiz Eskiden hepimiz HÖH - DPS partisine bir şey olacak, aman birisi kötü bir laf söyleyecek diye üzerinde duruyorduk. Halkımızın kutsalından doğan Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH) bizim için göz nuru-muzdu. Şimdi artık iyice soysuzlaştı, kimlik-sizleşti, üzerine tırmanılamayan, meyveleri koparılamayan, yere düşeni de acı ve ekşilikten yenmeyen çevresi de dikenli ağaçlar


Makale ve Analizler - 2016

37

Son 26 yılda HÖH partisinin “kurucu başkanı” yağlı ballı memesini emerek geçinen ve etrafındaki Türk-Müslüman düşmanlığından geçinen Bulgar generalalbay tayfasını da besleyen “fahri” Başkan Doğan’ın bu ay toplanacak 9. Olağan Kurultayda maskesini indirip bir hain “şerefiyle” de olsa HÖH’ten istifa etmesi, ceketini alıp kenara çekilmesi bekleniyor. Bu yeni açılıma katılan Eski Tarım Bakanı Mehmet Dikme, HÖH DPS partisinin, politik, sosyal ve ekonomik tartışmaya açılmasını isterken, ipleri dışarıdan çekilen ajan takımından parti örgütlerinden ve yönetiminden çıkmasını, gençlerin davaya kazanılmasını, halkın arasına inilmesini ve siyaset olarak ortanın sağına geçilerek, yeni politikalar aranmasını öneriyor. 710 bin soydaşımızı temsil eden biz, Türkiye’deki sivil toplum örgütleri (STÖ) bu fikirlere katılırken, HÖH partisinin yeni yönetiminin sivil toplum örgütleriyle temas kurup sıkı işbirliği yapmasını da öneriyoruz. Medyasız - Basınsız parti olamayacağına işaret ediyoruz. “Bulgar Etnik Modelinin” gömülmesini, çok kültürlü bir gelecek tasarımı geliştirilmesi gereğini vurguluyoruz. Kuşkusuz bu isteklerin birleştirdiği bir siyasi çizgi var. HÖH partisinin öncelikle Bulgaristan Türk Müslümanların bir öz hareketi, insan hakları, etnik azınlıkların doğal hakları, eğitim, sağlık ve diğer edinimler ile din ve ibadet haklarımız da bu arada, özgün kültürel haklarımızı savunacak bir yeni siyasi doğrultuya yönelim bekleniyor. Bunu HÖH kabul etmez, yine yan çizer, ben “eşik beşik tanımam” der ve bildiğini okursa, kitlelerin artık yeni seçeneği (alternatif) var. DOST partisi kapı aralamış, 10 Nisan’da Sofya Kültür Sarayı (NDK) 3. Salonunda 1200 delegenin katılımıyla kararlarını tartışıp onaylamaya hazırlanıyor. Türkiyeci, Büyük Türkiye sevdalısı, barış ve güvenlik, insanlarımızın daha iyi bir hayat yaşamalarını istediğini beyan ediyor. DOST partisi bir bakıma da HÖH - DPS içindeki bunalımlardan sıyrılmayı başarıp siyaset sahnesine çıkan bir politik harekettir. En büyük temennimiz siyasi karakterini oluştururken, geçmişimize, özümüze, kimliğimize, dilimize ve dinimize sımsıkı bağlı kalmasıdır. Bu bakıma yeni bir başlangıcın eşiğindeyiz ve yelkenlere dolmak isteyenler artıyor. Burada önemli olan ona buna uşak olmadan, dıştan gelecek emirleri beklemeden harekete geçip yol alarak kendi Avrupalı Kimliğimizi yaratmalıyız. Biz Türk’üz ve Müslümanız, Biz Bulgaristan ve AB vatandaşıyız, bu kimlik çizgilerimiz ebediyen yaşatılmalıdır, yaşamalıdır. *** HÖH - DPS partisinin en büyük yanlışlarından biri şudur.


38

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Yeni liberalizm samanlığında kaybettiği kimlik iğnesini ararken, Doğan olmayan aklını, Avrupalıları ve onlarla birlikte Bulgaristan Türk-Müslümanlarını yok etmeyi hedefleyen ve 20-inci yüzyılda “Kalergi” hareketi olarak bilinen ve bizde “Bulgar Etnik Modeli” adı verilen hainlik eğimiyle karıştırmış olmasıdır. O, kendi sıktığı kördüğümü şimdi çözemiyor. Doğan’ın 1993’te yazdığı ilk ve son, tek el kitabında tam da bu sorun işlenmiştir. Meselenin özü nedir? Afrika’dan Yakın Doğu Pakistan ve Afganistan’dan kışkırtılan ve Avrupa kıt’asına yöneltilen göçmen kafileleri çok eski bir plan ürünüdür. Hedefte eski kıta kimliğini yok etmek var. Bu iş en çok da bugün Putin’in hoşuna gidiyor. Bu nedenle Afganistan ve Pakistan’dan çıkıp kuzey yollarından Norvceç üzerinden eski kıtaya girenlerin yolu kesilmiyor, kayıtları yapılmıyor ve hepsine birer viran bisiklet verip karlı kışlı yollardan Avrupa’nın bacasından içine girmelerine yardımcı olunuyor. Bir yandan 1954’ten beri Avrupa bütünleştirilmeye, halklar birbirine kaynaştırmaya çalışılırken, aynı zamanda Afrika ve Asya halklarından kopup gelenlere yerleşme olanağı sağlanıyor. Olaylara daha derin baktığımızda, Avrupa Birliği (AB) fikrini Riçard Kudenhov Kalergi’nin yaratıp lanse ettiğini görürüz. Babası bir Avusturya diplomatı Heinrich von Kudehov - Kalergi anası da Japon Bayan Mitsu Aoyama olan bu ideoloğun soy ağacı Bizanslı Kalergis soyuna kadar uzanır. Bu fikir, Birleşik Amerika tarafından yönetilecek bir federasyonda yeni bir dünya düzeni kurmayı amaçlayan, 1922’de Viyana’da “Pan-Avrupa” hareketine temel olmuştur. Aşağıdaki isimlerin sizde de çağrışım uyandıracağına inandığım Çek siyasetçilerden Tomaş Masarik, Edvard Beneş ve bankacı Max Barburg “Pan - Avrupa” hareketine 60 bin Mark yatırım yapmıştır. Avusturya Başbakanı İgnaz Seypel ile Avusturya Cumhurbaşkanı Karl Renir ise bu hareketi hayatta geçirmeyi üslenmiştir. Daha sonraları bu harekete birçok Fransız siyasetçi de destek vermiştir. Nazi Almanya’sının ortaya çıkmasıyla bu tasarım bir süre rafa kaldırılsa da, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra İngiltere Başbakanı Churchill ve Avrupa Mason locası Bney Brit tarafından desteklenirken, “New York Times” gazetesi “PanAvrupa” planının Birleşik Amerika hükumetince onaylandığını ve gerçekleştirilmesinin de Merkezi Haber Alma Örgütü’ne (CIA) devredilmiştir. Kalergi planının özü:


Makale ve Analizler - 2016

39

Kalergi kaleme aldığı “Uygulamalı İdealizm” kitabında, geleceğin “Avrupa Birleşik Devletleri”nde eski kıtanın şimdiki nüfusunun yaşamayacağını, ırkların karışmasından doğacak yeni ürünlerin yaşayacağını yazıyor ve şöyle diyor; “Avrupalılar Afrikalı ve Asyalılarla birleşerek üremeli ve böylece kimlik kalitesi ve nitelikleri olmayan, yönetici elit tarafından kolayca denetlenebilen ve yönetilen, birçok uluslu karışım olan bir sürü oluşturmalıdır.” Kalergi eserinde, devlet kavramını kullanmadığı gibi, yalnız bölücü etnik hareketlerden ve kitlesel göçlerden söz ediyor. O, insanları kolay denetlenip yönetilebilen bir homojen topluluk durumuna getirebilmek için onları siyah, beyaz ve sarı ciltli bir karışım olarak görüyor ve bunu şöyle anlatıyor: “Geleceğin insanı metis olacak. Eski görüşlerin yok edilmesi, insanların zaman ve uzak kavramları dışında düşünmeye alıştırılmasıyla sınıflar ve katmanlar yok olacaktır. Aslında eski Mısırlılara benzemesi beklenen geleceğin Avrupalı-Zenci karışımı nüfus, halkların farklılığının be kişiliklerin çeşitli doğasının yerini dolduracak. Gettolardan kaçık gelen insanlar Avrupa’nın manevi zenginliklerini yaratacaktır. Yeni cins zengin tabaka oluşacaktır.” Bu kitap Ahmet Doğan’a (Medü Doganov) Pazarcık Hapishanesinde verilmiş ve okuması istenmiştir. Bugünkü AB ülkelerinde henüz büyük nüshalarda çıkmasından sakınılsa da AB’nin başı çeken ilkelerine kaynak olmuştur. Kimliğimizin (hem etnik hem de dinsel) yok edilmesi ve Afrikalı ve Asyalılarla karışmış bir Avrupalı kimliğin doğması, metislerin birleşik ırkının oluşturulması, üzerinde derin analiz yapıldığında görüldüğü üzere, AB topluluğunun azınlıklarla ilgili tüm siyasetlerinin esasını oluşturur. Bu bakıma tarihin en büyük soy kırımı gelecekte olacaktır. Bu siyaseti uygulayanlara 2 yılda bir “Kudenhov - Kalergi” ödülü veriliyor. Bu ödül artık Angela Merkel ve Herman Van Rompoy’a verildi, sırada Ahmet Doğan var. Bugün artık kurşunlanarak öldürülen Ahmet Emin’in Mason Locasına girmeye neden zorlandığını kolaylıkla anlayabiliyoruz. Biz bu siyaset çizgisini, AB ülkelerindeki düşük doğum oranından kaynaklanan sorunların aşılması için “göçmen alın” çağrısında bulunan Birleşmiş Milletlerin (BM) yeni politikasında da görebiliyoruz. 2000 yılında yayınlanan BM raporunun “Nüfus Sorunları” bölümünde, nüfusun yaşlanması sorunlarını çözmesi için Avrupa’nın 2016 yılına kadar 159 milyon göçmen alması gerektiğine işaret edildi. İnsanoğlu, bu işlerin bir plan programı yoksa, bu hesaplar nasıl yapılabilir diye düşünmeden edemiyor. Aile yardımları birkaç kat arttırılarak doğumu artırma yolları aranmaması da dikkat çekiyor. Buradaki hedef,


40

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

bizim genlerimiz yok edilerek, etnik, ulus, tarih ve kültürel miras olarak yok olmamızın yolunu açmaktır. Bu açıdan bakınca, Ahmet Doğan gibi siyaset adamlarının, “Türk’üm” demelerine karşın, memleketimizdeki Osmanlı dini ve mimari mirasına neden sahip çıkmak istemediklerini anlamak da kolaylaşıyor. Yine bu açıdan, “Biz AB siyasetine bağlıyız” diyen Bulgar hükumetlerinin Türk-Müslümanlara karşı şiddetle uyguladıkları genel siyasetin anlaşılması da kolaylaşıyor. 1989’dan beri 710 binimiz Türkiye’ye göç etmek zorunda kalmışız. Kitleler hareketlenmeye zorlanıyor. Bu konuda demeç veren Dünya Sağlık Örgütü (OMS) Müdürü G. Brok Çizholm şöyle dedi: “Özetlersem, Kalergi planı, Avrupa halklarını kitlesel göç dalgalarına boğarak yok etmeyi amaçlayan hükumet siyasetiyle uygulanıyor. Karışık evliliklerden yapılan doğumlar özendiriliyor, yeni bir dünyada, merkez idare tarafından kolayca yönetilebilecek, yeni bir ırk meydana getirilmeye çalışılıyor.” Ahmet Doğan da Pazarcık hapishanesinde bu hapı yutmuş ve 26 yıldan beri başımızı belaya vermeye devam ediyor. Ya uyanacağız ya da yok olacağız. Seçim bizimdir. Yeni bir eşikte bulunuyoruz.

Bize Nasıl Bir Siyasi Parti Gerek?

Levent Rasimov-05.Nisan.2016

Konu: Siyasi partiler, demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez unsurlarıdır. Siyasi partisiz demokrasi olmaz. Demokrasiyi var kılan siyasi partilerdir. Todor Jivkov döneminde demokrasi yoktu derken, totaliter rejim olduğunu söylerken, halkın menfaatlerini ifade eden, azınlıkların siyasi sözcüsü olan politik parti yoktu, diyoruz. O dönemlerde yalnız Komünist Partisi vardı. O da demokrasiyi hasır altı ederken, meclisi, hü-


Makale ve Analizler - 2016

41

kumeti ve adaleti totaliter yumrukta sıkmış, hayatın suyunu çıkarmış ve halkı alabildiğine ezmişti. Lider olan Jivkov ise halk düşmanı bir diktatördü. Yönettiği rejim baskı ve terör rejimiydi. Aynı sözleri Çar III. Boris’in faşist idaresi için de söyleyebiliriz. Halkı ezmişti. Ülkeyi kendisi idare ederken, halka eziyet çektiriyordu. Bulgaristan’da gerçek demokrasi ortamı 1989’da Komünist rejimin yıkılmasıyla başladı. 1992 Anayasa değişikliği ile çok partili demokratik sosyal devlet ilkesi başa geçti. Son 26 yılda ülkemizde 401 siyasi parti kuruldu. 10 Nisan 2016 günü Sofya’da Kültür Sarayı’nda Kurucu Meclis Demokrasi Sorumluluk Özgürlük ve Hoşgörü - DOST siyasi partisini kurmaya toplanacak. Yeni siyasi parti 4 Ocak 1990’da Varna’da kurulan Hak ve Özgürlükler Partisi’nden (DPS) ihraç edilen kadroların kuracağı beşinci siyasi parti olacaktır. Daha önce Adem Kenan, Güner Tahir, Osman Oktay ve Kasım Dal-Korman İsmailov öncülüğünde kurulan siyasi partiler halka inemedi, halkı kucaklayamadı, kendi güçleriyle bir milletvekili çıkaramadı ve memleketimizin siyasi yaşamında belli bir iz bırakamadılar. HÖH - DPS partisinin 25 yılda 5 kez parçalanmasının siyasi nedenleri vardır. Bunların başında partinin kurulduğu an yönetimini Rusya dış istihbaratı (KGB), bugünkü adıyla (FBC) ve Bulgar istihbaratı (DS), bugünkü adıyla (DANS) ajanı Ahmet Doğan vasıtasıyla ele geçirilmesidir. Bu olayın anlamında, bir soy kırım olan “soya dönüş” (1984 - 1989) trajedisinden büyük sayıda kurban vererek kurtulmayı başaran Bulgaristanlı Türk Müslümanları “Bulgar Etnik Modeli” kuyusuna iterek uyutulup bilinçlenme olanağı bulamaması gerçeği vardır. İkinci olarak 1989 Ağustosunda baskılara dayanamayıp 350 bini ana-vatana göç eden Türk Müslümanların göç yarasının akmaya devam etmesinde gizlidir. Arkada kalan 26 yılda memleketini terk edip geçim kaynağını Türkiye’de arayan kardeşlerimizin sayısı 710 bin oldu. Bu sürede ekonomik ve sosyal dertlerimiz siyasi sorunlarımızın önüne geçmişti. Üçüncü olarak, tüm güçlüklere rağmen uyanan halkımız, bugün dil, din, kendi kültürümüz, kendi gazete, radyo ve TV programlarımız istekleriyle ve öncelikle de iş ve ekmek sorunlarıyla yine mücadele alanına toplanıyor. Eğitim ve sağlık problemleriyle birlikte, ilk kez olmak üzere, hepimizi yakından ilgilendiren bir dış siyaset sorunu da güncel oldu. Memleketimiz üzerinde artan Putin baskısı, Rusçu saldırgan milliyetçilerin kükremesi, Türk Müslüman kimli-


42

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ğimizin, Avrupa Birliği (AB) ve Kuzey Atlantik Paktı (NATO) üyesi olan Bulgaristan dış siyasetinin yeniden sorgulanması HÖH - DPS partisinde 5’inci parçalanmaya neden oldu. 10 Nisan sabahı Sofya’da Kurucu Kurultay’da bulunacak olanlar nasıl bir parti kurmak istiyorlar? Ne geçen ay yine Sofya’da toplanan Girişimciler Toplantısında ne de daha sonra merkez ya da yerli basında DOST partisi Program ve Tüzük taslağı tartışmaya sunulmadı. Şimdiye kadar bizde bu işler, kurultaya gelen delegelere verilen, derin bir tartışmaya açılmayan ana belgelerin onaylanarak kabul edilmesiyle başlar ve biterdi. Ki, bu sebepten olacak, art arda kurulan partilerden hiç biri halka inemedi, bir “lider” partisi olan, seçmenden ve sosyal kitlelerden tamamen kopmuş olmasına rağmen, HÖH - DPS partisi siyasi sahneden indirilemedi, Ahmet Doğan da “saray” ininden çıkarılıp hesap sorulamadı. Aşağıdan yukarıya ve yukarıdan aşağıya örgütlenme ilkesini çöpe atak HÖH - DPS partisi, seçmene korku saçarak merkezden yönetiyor, halkımıza bir üniforma giydirip sıraya dizerek zorla oy kullandırmadığı kaldı. Siyasi partiler, siyasal katılma ve örgütlenme hakkını sağlamak ve bu yolla iktidarı kısmen veya tamamen elde etmek amacı ile kurulur. Bizde Türk Müslüman seçmenin oyu gizli polis ajanlarının iktidara monte edilmesi ve bize zulüm eden ve zamanını tamamen dolduran totaliter düzenin yaşatılmasına katkı sunmak için kullandı. HÖH partisi bir “lider” partisi olup, sert “totaliter-baskıcı” bir kuruluştur. Türklerin demokratik hak ve özgürlüklerinin, adalet ve değişiklik isteklerine kesinlikle karşı olan bir siyasi partidir. HÖH partisi hakkında çok sıkı disiplinli bir kadro partisi de diyebiliriz. DOST nasıl bir parti olmalı? DOST’UN oluşturmaya çalıştığı idare birliği hangi ilkeleri esas alacaktır: Sıkı örgütlü bir kitle partisi olabilir mi! Çünkü Bulgaristan gerçekliğinde gevşek örgütlü ve askeri disiplin derecesinde sıkı örgütlü partiler görüyoruz. Merkez örgütü, il örgütleri ve ilçe örgütleri arasındaki elektrik alış verişi bütün zamanda sürecek mi, yoksa seçimden seçime propaganda adresinde mi buluşacağız? Gerçeği söylemek gerekirse, HÖH - DPS partisinin son parçalanması ve 4 milletvekili, Genel Başkan Lütfü Mestan ve Kırcaali İl Başkanı Bahri Ömer’in ayrılmasıyla yön alan yeni akım, aslında son genel ve yerel seçimlerde gerçekleşmişti. Deliormanlı seçmenin HÖH merkezince önerilen kadroyu milletvekili seçmeyip onun yerine Sofya’ya Güney Hüsmen’i gönderdi. Olayı Pomak Müs-


Makale ve Analizler - 2016

43

lümanlar Blagoevgrat’ta tekrarladı. Yerel seçimlerde HÖH partisi Deliorman’da 7 belediye kaybetti. Pomak bölgelerde de parlak örnekler var. Bu olaylar seçmenin merkez örgütü saymadığını doğruladı. Türkler, köleleştiren HÖH zincirlerini kırdı. Seçmen aşağıdan yukarıya doğru sıkı bir örgütlenme istiyor. Bu bakıma DOST partisinin bir kadro partisi değil kitle partisi olmasını arzu edenler çoğunluktur. Kurultay DOST partisinin siyasal örgütlenme modelini tartışırken, HÖH liderinin dayattığı baskıcı modeli kesinlikle kınamalı, HÖH partisini kontrol altına alan sermaye grupları ile kulislerden, “baskıcı gruplardan” tamamen uzak kalınmalıdır. Seçmenin ve halkımızın düşünce ve isteklerine kulak vermeyen HÖH partisinden tamamen uzaklaşırken, fikir özgürlüğüne, görüş açıklama ve teklifte bulunma hürriyetine saygı duyulmalıdır. Siyasi particilik Avrupa’da daha 17-18. Yüzyıllarda başlamıştır. Biz Bulgaristan Türkleri bu dava yolunu 30 - 35 yıl gibi kısa bir süre yürümeye çabalıyoruz. Ne var ki, siyasetin bir parti işi, bir ekip işi, gençlerinde katılacağı arkadaş grubu işi, siyasi inanç birliği işi olduğuna ve sonuçta bir politik örgütlenme işi olduğuna tamamen inanmış bulunuyoruz. “Grad Hotel Sofya” toplantısında 24 göçmen dernek, federasyon ve konfederasyonumuzun temsilcileri katıldı. Sofya Kültür Merkezi NDK’da bu katılımın daha büyük, yoğun ve temsili olacağına inanıyorum. Partinin bir ayağının hem Bulgaristan’da hem de Türkiye’de sivil toplum örgütlerine basması, kitle temsilcilerinden güç alması gerektiğine inanıyorum. Aynı zamanda 21. Yüzyılda siyasi hgareketlerin gücünü kitle selinden aldığını görmeyen kalmadı. Bu bakıma İki ülke yasalarına uygun hareket ederek, Türkiye’deki sivil toplum örgütlerinden de milletvekili adayı gösterilmesini ve ilgili makamlara atamalar yapılmasını bekliyoruz. Bulgaristan ve Türkiye’deki soydaşlarımızın birliği ve beraberliği şu dönemde sivil toplum örgütlerinde soluyor. Politik boyuta henüz erişilemedi. DOST partisinde bu konuya gayet ciddi yanaşmasını bekliyor ve geçmişte yapılan hataların tekrarlanmamasını dileriz. Çağrılan kurucu kongreyi ve yönetim kurulunu, partiyi ve yerel yönetim organlarını yeni bir atılım ateşiyle kucaklamak istiyoruz. 10 nisan da bunların değişmesi gerektiğini düşünüyor... Artık dürüst, çalışkan ve samimi kimseleri bu takımın içinde yer almalarını bekliyoruz...


44

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Hoş Geldin DOST!

Dr. Nedim Birinci-07.Nisan.2016

Konu: Kitlemizin Ruhu Değişikliklere Gebe. Baharda toprağın tohuma “Hoş geldin!” dediği gibi, Bulgaristan’da Türk Müslüman toplumsal ruhu da 10 Nisan 2016 sabahı DOST partisine “Hoş Geldin!” demeye hazırlanıyor. Bulgaristan siyasal yaşamında yeni bir bahar başlıyor. Beklenen bir kişilik oldu DOST. Hoş geldi, sefa geldi. Barış, bereket ve umut getirdi. Hepimize kutlu olsun! Siyasi kimlikleri hayata çağıran ırkımız, ananelerimiz ve zamandır. Bulgaristanlı Türk Müslüman ırkı, çok derin baskılara rağmen öz değiştirmedi. Kendi kuvvetiyle var olma, yaşarken gelişme ve değişme hakkını korudu. Tarlanın başak denizi olması için 1 tane başak yeterlidir. Öz suyunu korumuş bir tek tanecik... Öz suyumuzda dilimiz, dinimiz, sanat, edebiyat ve kültürümüz, tarihimiz, yaşam biçimimiz kısaca Türk medeniyetimiz var. Eskisiyle olmuyorsa, eski olan özü yok etmeye el kaldırdığında, yeni olanı hayata çağırmak hakkımızdır. Kutsalımızdır. HÖH yerine DOST partisinin gelmesi böyle anlaşılmalı, böyle algılanmalı ve yorumlanmalıdır. Türk Kültüründe DOST’ta dost eli uzatmak, herkesin boynumuzun borcumuzdur. Yeni partinin geleceğe gebedir. Özünde Türklük ve Müslümanlık var. Dilimizin, dinimizin, kültürümüzün ve medeniyetimizin korunması var. Her ırk öncü olamaz, biz yönetmeyi, yol göstermeyi öz görev biliriz. Yeni partimizi hayata çağıran nesnel faktörler arasında ananelerimiz (geleneklerimiz) de başta gelir. Biz tarihimiz boyunca örgütlü yaşadık. Ananelerimiz yaşatan milli ruhumuzdur. Milli ruh olmadan hiç bir medeniyet olamaz. Biz Bulgaristanlı Türk Müslüman etnik azınlık topluluğu olarak, öz kimliğimize ve dinimize dayanan bir kültüre ve dolayısıyla medeniyete sahibiz.


Makale ve Analizler - 2016

45

Bu kültür ve etnik azınlık medeniyeti ilk fırsatta 1950’lerde birden yeşerdi ve coştu. Bu varlıkla ata vatanımızda artık 800 yıldan beri yaşıyoruz. Geleneklerimiz canlıdır. Kültürümüz köreltilse de yaşamaya devam ediyor. Medeniyet korlarımız sönmemiştir. Biz bir soy bir boy ağıcı olarak ayaktayız. Kalabalık, genç ve dinç bir topluluğuz. Bu unsurlar her gün biraz gelişmeden biz ilerleme kaydedemeyiz. Ne var ki, kor, tuzak içindeki değişim onların yok olma tehlikesi yaşaması, biçim ve öz olarak başka ırkların ananelerini kabul etmemiz anlamına gelmez. Bu trajediyi 1985 - 89 arasında “soya dönüş” tuzağında yaşadık. Direndik, kimliğimizi korurken kurbanlar verdik, göç ettik ama Türk kaldık, Müslüman kaldık. Ananelerimizin zinciri kırılmak istendi, Türkiye ve Türk dünyasından koparılmak istendik, yıllarca akrabalarımıza hasret kaldık, kırılan halklar artık tekrar birbirine eklendi, kaynaştı. Sınır kapısı açıktır. Anarşi ve çöküntü oluşmasına olanak tanımadık. DOST partisinin ana ödevlerinden biri geleneklerimizin hepsini yaşatmak, yaşatırken zenginleştirerek geliştirmek, bizim olanı sulandırmadan korumak olmalıdır. En büyük yaratan ve en kuvvetli yıpratan sa zamandır. 100 yıllık zulümden sonra Hak ve Özgürlük Hareketini yaratan ZAMAN, onun yönetimini ele geçirenlerin insanların hakları, özgürlükleri, adalet içinde, demokratik ortamda eşit olma özlemine kıyıldığını gördüğünde yönetimi hainlerin eline geçen partiyi yıprattı, tarih sayfasından sildi. “Liderini” saray zindanına kapadı. Halkla tepe arasındaki alttan yukarı, yukarıdan aşağı güven ve saygıyı kopardı. Bu açıdan bakıldığında, DOST partisi Bulgaristanlı Türk Müslümanların ve tüm soydaşların ortak nimeti olan, yeni bir siyasi oluşumun biçimlenmesine öncülük etmekle yükümlüdür. Zaman, ırk ve gelenekler gibi kendisi mevcut olmadan sosyal yaşamda meydana gelemeyecek kudretleri egemenliği altında bulundurur. Hayatın var olabilmesine gerekli olan bütün inançları geliştirir ya da öldürür, inançlar zaman sayesinde güç kazanır. DOST ruhu, sorumluluk, hoşgörü, özgürlük ve demokrasi ruhuna hayat vermek için göreve çağrılmıştır.


46

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Yükselen taban dalgası 1990’dan beri ilk kez son derece büyük bir beklenti içindedir. Bu beklenti, siyasi olarak Türkiye ve Batıya bağlılığı, AB ve NATO içinde şerefli yer almaktan, adaletli olmaktan geçer. Kitlelerin yeşerip filizleneceği zemini hazırlayan yeni zamandır. Sıradan insanların çile çekişi, sefillik içinde bocalaması ve bu ortamda doğan umuttur. 1990’dan beri aldatılıyoruz. “Geçiş Dönemi” kısır çıktı. “Bulgar Etnik Modeli” balon çıktı. Ne büyük yalanlarla uyutulduk, oyalandık, sökülüp, sulandırılıp eritilmek istendik. DOST’u hayata çağıran işte bu tepkidir. Ahmet Doğan tarafından aldatılmış olanların silkinmesidir. Onlar eski zindancılar, hücreciler, sürgüncüler, taşkıranlar, üzüntüden ölmemeyi başarabilenler, HÖH kurucuları, HÖH’ten, köyünden, işinden, memleketinden kovulanlardır. Eski fikirlerini yeni devirde gerçekleştirmek isteyenlerdir. Şu da var, bir devirde gerçekleşen fikirler, başka bir devirde gerçekleşemez gerçeğinden hareketle, yukarıda sıralanan aldatılmışlık durumunun yeni dönemde fırsat bulunduğunda ağza alınmaması gerekir. DOST’u hayata çağıran, son 25 yılda gerçekleştirilmeyen ama yaşamın kendilerine ihtiyaç duyduğu fikirlerdir, kısmen de olsa uygulanmayan insan haklarıdır, çözülemeyen eğitim ve sağlık problemleri, hukuksal reform yapılması kaçınılmazlığı; olmazsa olmaz olan sosyal adalet isteğidir. Biz artık ruhları satılmış, kalıplaşmış bir yargı sisteminde adalet aramak istemiyoruz. Bunun imkansızlığına inandık. Bu, Bulgaristan’da totalitarizm harabeliğinin mutlaka temizlenmesi gereğidir, insanların insan olarak mutlu yaşama hakkıdır. Ezan sesinde ve çalan çanların uğultusunda bu var. DOST parti programında yer alacak fikirler kendi kendine gelişi güzel doğmadı. Kökleri uzun bir geçmişe dayanır. Bu geçmişse bizim çileli tarihimizdir. Kimliğimiz yok edilirken geçmişimiz hedef alınmıştı. Tüm kitaplarımız toplatıldı, türkü ve şarkılarımız yasaklandı, halk sanatımız belleğimizden sökülmek istendi. Memleketimde 70 yıldan beri anadilimizde çocuk kitabı basılmadı. “Ora nere?” Yazmaya utanıyorum. Avrupa’nın göbeği!


Makale ve Analizler - 2016

47

Geçmişi olmayan bir halkın geleceği de olamayacağını biliyorlardı. Baharla gelen çiçeklerindeki zaman, umutlarımızın açmasını, sarmasını ve meyve yüklenmesini hazırlamış bulunuyor. Bulgaristan’da DOST bir müjdedir. Bu fikirlerin nasıl doğduğunu anlamak için daima gerilere, “93 harbine”, ardı arkası kesilmeyen göç kafilelerine, kimlik kavgalarımıza, yaşam tarzımızı koruma mücadelemize, sürgünde, zindanlarda, yargısız can feda edenlerin kabirlerine, yaşlılarımızın yazdığı eserlere, atasözlerimize, deyimlerimize, masal ve efsanelerimize bakmak zorundayız. Eli kalem tutanı göreve çağırma zamanıdır şimdi. Geçmişin evlatları, geleceğin ana babaları olduğumuzu unutmamalıyız. Bir siyasi parti bir günde kurulamaz. Yeni fikirlerin hayat hakkına ulaşması bazen asırlar alır. Bizde de öyle oldu. DOST kurulurken arzu etmediğimiz nedir. Bunu ansızın anlatabilmem zordur. Klasik Dostoevski’yi hatırladım. O, kitlelerin inanca ihtiyacı olduğunu gerekçelendirirken şöyle örneklemişti: “Günün birinde aklın nurlarıyla aydınlanan bir nihilist, küçük kilisenin mihrabını süsleyen tanrı ve azizlerin resimlerini kırdı; mumları söndürdü; biraz sonrada o resimlerin yerine bazı Tanrı tanımaz (ateist) filozofların resimlerini koydu, mumları tekrar yaktı. Dini inançların konusu değişmişti; fakat dini duyguların da değiştiği söylenebilir mi?” Bulgaristan Komünist Partisi’nin adını değiştirerek Sosyalist olması da parlak bir örnektir. Bulgar Sosyal Demokrat İşçi Partisi ismiyle 1891’de kurulan bu siyasi hareketin 7 defa isim değiştirmesi kendini anlatmaya yeter de artar. Hep Rusçu, hep Türk ve İslam düşmanı kalmadı mı! Sosyalist Parti Başkanı ve bir Türk - Müslüman düşmanı olan Georgi Parvanov’un 22 Ocak 2002’de Cumhurbaşkanı seçilmesine biz Türklerin HÖH lideri Ahmet Doğan tarafından oy vermeye zorlanmamız, ikiyüzlüler ve sahtekarlıklar bataklığına itilmiş olduğumuza bir kanıt değil mi? Yeni Dost’çulardan en büyük isteğimiz halkımızı tongaya düşürmemesi, şerefimizi iki paralık etmemesidir. DOST partisi kurulmazdan önce birçok saldırıya hedef oldu.


48

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgar milliyetçiler, Rusofiller, ırkçı bataklıkta vaklayan kurbağa ve yengeçler adeta şok geçirdiler. Ahmet Doğan’ın ağzını çamurla sıvadığı ve görücüye çıkmalarına izin verilmeyen Türk-Müslüman arılarının otlağa çıkması hepsini korkuttu. Sanki bizim özgürlüğümüz onların ölümüydü. Hemen “Türkler gitsin!”, “Türkler def olsun!”, “Pis Türkler!” gibi dedelerinin aba-poturla gezdiği dönemden kalma klişeler uçuşmaya başladı. Bizim özgürlüğümüz onları korkuttu. Adeta acı çektiler. “İslamcı, fundamentalist, Erdoğancı, Türkiyeci” gibi onlara göre en sert ve şiddetli suçlamalar başı açılmış bir yaradan akan icran gibi döküldü. Bizim esir, köle, sömürülen ve hor görülen olmamıza sevinenler çok üzgündü. Bu bakıma DOST partisi en başta Bulgaristanlı Türk Müslümanların ve Anavatanımızda yaşayan ve sayıları 710 bine ulaşan bizlerin aidiyetimize yanıt getirmelidir. Biz hepimiz, memleketimizde ya da ana vatanımızda yaşamamıza bakılmaksızın Bulgaristan Cumhuriyeti ve Avrupa Birliği vatandaşı olduğumuz aidiyet duygusuyla yaşıyoruz. Avrupa Birliği vatandaşı olsak da, Bulgaristan vatandaşlığımızı asla yitirmek istemiyoruz ve bizimle ilgili, yerel seçimlere katılma hakkımızın 6 ay orada kalma mecburiyeti ile kısıtlanması gibi sınırlayıcı yaptırımları asla kabul edemeyiz. İkinci olarak, hiç bir sınırlamaya tabi tutulmadan, Bulgaristan genel meclis seçimlerine, bu yıl yapılacak olan Cumhurbaşkanı seçimine, tüm halk oylamalarına hepimiz katılmak istiyoruz. Bununla birlikte bizim yalnız seçme hakkımızı kullanmamız, demokratik kurallar açısından tamamen sakattır. Biz kendi adaylarımızı da gösterip seçmek istiyoruz ki, bu bizim en demokratik haklarımızdan birisidir. DOST Kurucu Kurultayına Türkiye Cumhuriyetinden, göçmen soydaşlarımızı temsilen en az 30 dernek, federasyon, konfederasyon, sanat grubu, yayımcı kuruluşu vb katılacak. Memleketimizdeki sivil toplum örgütlerinin temsilcileri de hazırlıklarını tamamlamış bulunuyor. Bu gelişmeler halka yayılacak bir siyasi partiye ihtiyaç olduğunu doğruluyor. 1989’da Ayaklanan Gerlovo, Deliorman, Tuzla, Dobruca, Koca Balkan Türkleri ve Rodopluların hepsi yeni büyük bir beklenti içindedir. Halkın ruhu açılmış ve DOST partisini gönlüne basmak istiyor.


Makale ve Analizler - 2016

49

Zaman bu zamandır, tarihsel irademiz uyanmış, geleneklerimizle konuşan vicdanımız, ana vatanımızdaki 710 bin soydaşımız, Batı Avrupa ülkelerindeki işçi ve öğrencilerimiz DOST kuruldu müjdesini bekliyor. Hareketlenen dip dalganın kabarması yalnız Türkiyeli seçmenlerimizin DOST listesinden Sofya meclisine 20 - 25 milletvekili sokabileceğine yeşil ışık yakıyor. DOST partisinin HÖH partisi oylarını toplayacağı inancı yerleşiyor, mayalanan sanki bir ihtilal. İnsanımız KGB ve DS ajanlarından, totalitarizm uzantılarından, hiç bir işe yaramayan oligarşi ve of shor şirketlerin bizdeki ajanlarından, siyasi hayattaki kan emici rüşvetçilerden, dolandırıcılardan, çakma kahramanlardan ve sahtekarlardan tamamen kurtulmak istiyor. Eski zamanda yeni fikirlerin, inançların, umudun doğmasını engelleyenlerin hesabı kılıçla, ateşle, darağacında görülüyordu. Şimdi en büyük silahımız seçim sandığı, bilinçli oy kullanma ve değişiklikler yolunu aşmaktır. Şimdi kendini Türk ve Müslüman sayanların ilk işi DOST partisine şans tanımak, oyumuzu ona vererek bu yeni partiye hayat hakkı tanımamız olacaktır. DOST partisinin kurulması halkımızın uyanan ruhunun işe karışması ve olaylara yön vermesi sonucudur. Şu anda DOST hareketini destek vermemiz en sorumlu, en demokratik ve en bilinçli ödevimizdir. DOSTlara şans tanıyalım, omuz verelim ve dostlara gönül açalım. Dost olursak kimse bileğimizi bükemez! DOST partimiz kutlu olsun, Allah utandırmasın...


50

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Yolumuz, Halka İnme Yoludur

BG-SAM-13.Nisan.2016

Roportaj DOST Kurultayının düşündürdükleri Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi, 10 Nisan 2016 günü Sofya’da Ulusal Kültür Evinde DOST partisi Milli Kurucu Meclisi’ne Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği üyelerini temsilen katılan BULTÜRK Genel Başkanı Rafet Ulutürk ile kurultay izlenimlerini öğrenmek amacıyla bir söyleşi yaptık. BGSAM: Sayın Başkan gidip geldiniz, memleket toprağına yeni bir siyasi fidan diktiniz. Dibine birkaç kofa su döküldü mü? BULTÜRK Başkanı Rafet Ulutürk: Döküldü, Dökmeden olur mu! Duasını bile okuduk. Hediyemizi de sunduk. Bultürk yayın külyatını kendilerine hediye ettik. “Biz böyle düşünüyoruz.” Okuyun, gelin tartışalım, beraber yürüyelim, dedik. İnsan kendisiyle DOST olamaz, gelin DOST olalım ve omuz omuza verip birlikte yürüyelim, bu el DOST elidir tutun bu elimizi deme fırsatı buldum. BGSAM: Kurultay havası sizi etkiledi mi? BULTÜRK Başkanı Rafet Ulutürk: Etkilemez olur mu? 1056 delege ve konuk salonda dostça bir hava oluşturduk. 250 Bulgar kökenli delege vardı. Onların gelmesi iyi oldu. Bulgaristan’ın demokratlaştırılması, halka adalet taşınması, iş, aş sunulması ne yalnız Türklerin, ne de yalnız Bulgarların vazifesidir. Bulgaristan Vatandaşları olarak ortak davamızdır. Dostça el ele vermeden çözülemez, bu bakıma Bulgaristan’ın dört bir yanından delegelerin yeni bir siyasi atılım başlatmak için buluşmasından büyük bir kuvvet doğdu, delegelerin beraberliği dostluk havasını mayaladı, kudret ve inanç doğdu. BGSAM: Türkiye’den giden heyet ne gibi izlenim bıraktı? BULTÜRK Başkanı Rafet Ulutürk: Biz Türkiye’den giden katılımcılar bir kütle halinde değildik. AK Parti, CHP ve MHP olmak üzere üç partiden gelen heyet başkanları kutlama konuşmaları yaptı. Bu konuşmalarda Bulgaristan’daki soydaşlarımızla ilgili, Türkiye siyaset çevrelerinin ne kadar farklı düşündüğü dik-


Makale ve Analizler - 2016

51

kati çekti. Şu da dikkatimi çekti. 1878’den beri Bulgaristan önce Osmanlı’dan, ardından da Türkiye Cumhuriyeti’nden uzaklaşıyor. Oradaki Türk, Pomak ve Roman Müslümanlara yapılanlar, şu “soya dönüş” hikaye ve zulmü, “Bulgaristan Etnik Modeli” masalı ve daha pek çok tutarsız girişimle aslında insanlarımız hep Türkiye’den soğutulmaya çalışıldı, Türk milliyetçileri, dinine ibadetine, ananelerimize bağlı olanlara hep Türkiyeci dendi, hep kovuldular. Şu son yıllarda Avrupa ve özellikle de Balkanlar siyasetinde yeniden kış rüzgarları esmesi, yüz binlerce kardeşimizin kurtuluşu yeniden Türkiye’ye sığınmakta aramasına neden oldu. Bunların 2 katı da Avrupa devletlerini boyladı da, orada da sığınmacı dalgası tusunami gibi basınca, işler daha da kısıtlandı, huzur bozuldu ve geçim arayanların gözleri yine Türkiye Cumhuriyeti’mize döndü. Tüm Bulgaristan vatandaşların başka kapısı kalmadığı ortadadır. BGSAM: Kurultay’da derneklerimizin sesi duyuldu mu? BULTÜRK Başkanı Rafet Ulutürk: BAL-GÖÇ gibi güçlü federasyon ve konfederasyonlar eski repertuarını sundular. Bu konuşmalarda bir can sıkısı var. Her yerde birçok şey oluyor da Bulgaristan’da neden istediğimizi istediğimiz gibi yapamıyoruz havasından kaynaklanan bir belirsizlik var. Dernekçilikteki kalıplaşmışlık konuşmalara da yansıyor. Dernek yönetimi soydaşlardan ne kadar uzaklaşırsa, işler tekrarlayan sloganlarla yönetme pratik haline geldiğinde birbirinden uzak dalgaların çarpışma ihtimali olmadığı gibi bir durum meydana geliyor. Kürsüden konuşmak gelenekleşti. Halk arasına inen, köylüleri, işçileri, göçmen ocaklarını koklayan, ilhamı onlardan almayanlar çok az. Örneğin bugün zulme dayanamayıp anavatana kaçak gelen soydaşlarımızın en önemli sorunu oradaki primi ödenmiş emek stajlarının tanınması ve emekli olmalarına belirli bir katkı sağlanmasıdır, ama DOST kürsüsüne çıkan ve siyasetçiler ne de dernekçiler ve de konuşmalarıyla ocakta kül bırakmayanların hiç biri bu konuya değinmedi. MHP temsilcisi Prof. Dr. Semih Yalçın’ın kürsüden “Türkçe konuşulan her yer Türk yurdudur” dese bile, 70 yıldan beri anadili yasaklı olan bir etnik azınlığın bu kördüğümü nasıl çözeceğine ışık tutmadı. Ne yazık ki, sloganların tekrarlanmasından kıvılcım çıkmıyor. Çözüm üretimi yolu açılamıyor. Türkiye’den gelen tüm parti temsilcilerinden bir Bulgaristan Türkü olmaması ise... ayrı bir tartışma konusudur. BGSAM: DOST kurultayı nasıl bir siyasi ortamda toplandı? BULTÜRK Başkanı Rafet Ulutürk: Geçen yılın Aralık ayından bu yana Bulgaristan’daki gerginlik yeni bir boyut aldı. Ülkede derin huzursuzluk olduğu seziliyor. Bu gelişme 2014’te başlayan ve Bulgaristanlı Türk Müslümanları, (HÖH partisini) devlet yapısından, organlarından sökme ve köklerinin kazıma biçiminde yayılan ve büyük ölçüde GERB iktidarı yıllarında tutan siyasetin de-


52

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

vamıdır. Bu politika HÖH lideri Ahmet Doğan ve ekibinin “devleti soyduğu” iddialarından kudret aldı. Rüşvet, dolandırıcılık, dalavere davaları açılması bu siyaset çizgisini pekiştirdi. Bulgarlar HÖH partisini dışlamayı bir yeni siyaset ve onurlu Bulgar olma tutumu haline getirdi. GERB döneminde hiç bir etnik azınlık isteği yerine getirilmediği gibi, seçim kampanyasında Türkçe propaganda yapma yasağı da bu arada, yeni kısıtlamalarla özgün hakların çemberi sıkıldı, hak ve özgürlüklerde daralma, demokraside bir solma seziliyor. Herhalde korkudan olacaktır ki, Bulgaristan Türkleri Başmüftüsü Mustafa Hacı DOST kurultayını kutlamaya gel(e)medi. Öğretmenler Derneği, kadın ve kültür sanat örgütleri kurultayda ses yükseltip kendilerini belli etmediler, edemediler. Türk öğrencilerden bir koro grubunun birkaç şarkı, türkü ve şiirle DOST bayramını kutlamasını beklerdik, ama o da olmadı. BGSAM: Peki, Bulgar kamuoyu DOST partisine nasıl bakıyor? BULTÜRK Başkanı Rafet Ulutürk: Kurultay salonunda Sofya meclisi ve meclis dışı siyasi partilerinden hiç biri kurucu kurultaya delege, mesaj, çelenk, çiçek göndermedi. Bulgar kamuoyu son yıllarda anti-HÖH - DPS bulutuna girmiş olsa da, DOST, HÖH’çülükten kopan yeni bir NATO’cu, yeni liberal, Avrupa ve Atlantikçi ilk siyasi kuruluş olsa da, yokmuş gibi, bir şey olmamış gibi davranılması ilginçtir. Aslında Bulgaristan’da Rusofob kitle oldukça kalabalık, yeni yüzyılda ülkenin 2004’te önce NATO’ya ardından da 3 yıl sonra ülkenin Avrupa Birliği’ne girmesi ve özellikle Karadeniz boyuna 3 - 4 US üs ve uçak alanı ve eğitim tesisi kurulması güçler dengesini Batı’dan yana değiştirmiştir. Durumun gerçekliğinde bu olmasına rağmen, DOST gibi bir Türk Müslüman partisine, Türkiye’den yana olan bir kitleye inisiyatif kaptırmak istemeyenlerin doğurduğu pasiflik etkili oldu. Olayları Rusya’nın Bulgaristan’ın çok yakınında Ukrayna, Kırım Adası ve Suriye’de agresifleşmesi, seri bombardımanlar, Rus askeri uçaklarının Bulgar hava sahasından geçmesi ya da bunun yasaklanması didişmeleri halkı etkilemiş benziyor. Sorunuzun cevabında, DOST’a olumlu bir yaklaşım var, demek istesem de, bugün diyemiyorum. Gazeteler sustu, TV yayınları olayı önemsemedi, radyocular mülakat için delege kovalamadı. BGSAM: Bulgar kamuoyunun suskun ve ilgisiz kalmasına başka bir neden gösterebilir misiniz? BULTÜRK Başkanı Rafet Ulutürk: Evet başka nedenler de var. Mesela Ahmet Doğan’ın HÖH - DPS partisini parçalarken kullandığı kılıç “Bulgar milli menfaatleri”ne getirdiği yeni tarif oldu. Doğan Bulgaristan vatandaşlarını, hele


Makale ve Analizler - 2016

53

de HÖH kitlesini bölerken, parti içinde darbe yaparken, NATO ve AB’nin çaresizliğini, aşılamayan bunalımlarını anlatırken, Moskof çıkarlarına uymaya, çağrı yaptı, Türkiye Silahlı Kuvvetlerinin anavatanımızın hava sahasını ve egemenliğini çiğneyen “CU-24” savaş uçağının küstahlığını NATO açısından kınayan ve Türkiye Cumhuriyeti davranışının kutlayan HÖH bildirisine ters konuştu. Bulgaristan Müslümanlarını Moskova’ya bakmaya, Rusya’ya bel bağlamaya davet etti. Düne kadar “AB porsiyonlarını dağıtan” şimdi de “Bulgar milli menfaatlerini belirleyen kişinin” 3 yıldan beri aktif siyaset dışında olan Doğan’ın olması kamuoyunu karıştırdı. 138 yıldan beri Rus çizmesi altında ezilenlerin siyasi iradesini sözde temsil eden güç, bugün sanki “esirlere bileklerinize birer kelepçe daha takın” diyordu. HÖH’ün bölünmesi ile Bulgar toplumundaki Rusofil-Rusofob bölünmüşlüğünün iyice derinleşmesi dikkati çekti. Memlekette beliren yeni siyasi ortamda “Türkler sınır tanımaz oldu” havası eserken, Türk Müslümanların Türkiye ile birlikte, NATO yanında barış ve güvenlik siyasetinden, Balkanlarda istikrar politikasından yana olmalarını bekleyenler birden bire “Ne oluyor” sorusunu sordu. Türkler Moskova’ya gönül vermeye zorlanıyordu. İşte bu çelişkidir ki DOST kurultayını bir arada topladı. BGSAM: DOST partisinin daha önce kurulan Türk partilerinden farkı nedir? BULTÜRK Başkanı Rafet Ulutürk: Daha önce HÖH dışında 5 Türk siyasi partisi kuruldu. Pomak kardeşlerimizin HÖH dışı siyasi oluşumlarını da katarsak bu rakam büyüktür. HÖH dışı ilk partiyi şimdi DOST Başkan Yardımcısı seçilen ve Kurultayı açan Mehmet Hoca kurdu. Tutmadı. Biz sivil polis albayı, din profesörü, Başmüftü ve ateist olan Nedim Gençev’in siyasi Adalet ve Demokrasi Partisi de ölü doğdu. Milletvekili Adem Kenan’ın partisi de “milliyetçilik” damgası aldı ve tutmadı. Güner Tahir, Osman Oktay ve Kasım Dal’ın kurduğu siyasi partiler de özellikle Türk-Müslüman halkına inemedi, köklere ulaşamadı. Bu altı denemenin kısır kalması nedenlerinin başında gelen büyük siyasi baskı, tuzaklar, yol kesme ve teslimiyete zorlamadır. Şimdi dikkati çeken özellik de, daha DOST partisi Sofya Mahkemesi tarafından tescil edilmeden Genel Başkan seçilen Lütfü Mestan’ın Ekim 2016’da yapılacak Cumhurbaşkanı seçimlerine aday olmaya hazırlanması, bunun beyan edilmesi ve çatlama sürecinin daha parti kurulmadan başlamış olmasıdır. Bu, yani particilik bizde bir hastalık oldu. Halka inmek isteyen, derneklerle ve diğer sivil toplum kuruluşlarıyla çalışmaya açık bir siyasi program henüz yazılmadı. Yeni kurulan DOST partisi de bu konuda açıklama yapmadı. BGSAM: DOST partisinin göçmen sorunlarına yaklaşımı nedir?


54

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

BULTÜRK Başkanı Rafet Ulutürk: Parti program ve tüzüğünde bu konu işlenmemiştir. Parti kurucularından milletvekilleri Şabanali Ahmet ile Hüseyin Hocov sanki Türkiye ortamında siyasi çalışmalara ağırlık vermekten yana tavır alıyorlar. Ne var ki, yalnız Türkiye’den alacağı oylarla DOST partisi Bulgar ortamında tutunamaz. Yalnız dış ülkedeki Türk göçmen diasporasını temsil eden bir siyasi partiye Anayasa’nın izin vereceğine inanmıyorum. Çalışma alanı memleketimiz, köy ve kentlerimiz olmalıdır, onlara dayanmadan yeni bir partinin tutunma şansı yoktur. Bulgaristan’da ki Müslümanların sorunlarını çözmek zorundadırlar. Kısaca bir önceki kurulan parti gibi, ekmeden biçmeyi çalışmadan kazanmayı amaçlarlarsa önceki partiler gibi tarihin tozlu raflarında kalacaklardır. Hâlbuki tarih yazmanın tam zamanıdır. BGSAM: Bu sorunların bazılarına değinir misiniz? BULTÜRK Başkanı Rafet Ulutürk: Asıl sorun, Bulgaristan Müslüman Türklerinin bir asır boyunca verdiği zorlu mücadelenin meyvesi olan siyasi partileşme hakkını yitirmemektir. İnsanlarımızda parlamento dışında kalma korkusu büyüyor. Bu korku DOST ile birlikte doğdu. HÖH bölünür ve Türkiye’den oy alamazsa, bariyeri aşıp meclise giremez, üçüncü siyasi parti durumunu yitirir, çöktükçe çöker ve yok olur. Bu ise, Bulgar milliyetçilerine bayram etme vesilesi olur. Bu işin özrü yoktur. Halkımıza indirilen en ağır darbe işte bu olur. DOST partisi şu an bir seçim olsa, meclise giremez. Halkımız olup biteni doğru dürüst anlamış değildir. Başında hükümdar olmasını isteyenlerin yeni hükümdar olarak DOST’u seçeceklerine bir garanti göremiyorum. Şu dönemde, son seçimlerde Türk Müslümanların bağımsız kalmayı seçtikleri, GERB partisine kaydıkları gözleniyor. Birçok şeyi zaman gösterecek. Halka inmek ve olayları defalarca açmak, anlatmak, fikir aşılamak ve belleklerin enerjisini yenilemek, ufkun renklerini değiştirmek kaçınılmaz zorunluluk olmuştur. BGSAM: DOST Kurucu Kurultayından en umutlu izleniminizi söyleyebilir misiniz? BULTÜRK Başkanı Rafet Ulutürk: Bu zor bir soru. Döneli iki gün oldu. Beni etkileyen, son genel seçimlerde HÖH milletvekili olarak İsperih /Kemaller/ bölgesinden seçilen G. Hüsmen’in DOST Kurucu Kurultay salonunda kurucu delege olarak yer alması oldu. Yeni bir partiyi halktan kopmamış, ruhu yenilikçi, aydın ve mert kişiler kurabilir. Delegeler arasında böyle kişilikler de vardı. BGSAM: Teşekkür ederiz


Makale ve Analizler - 2016

55

Ufkun Yeni Renkleri

İbrahim Soytürk-12.Nisan.2016

Konu: İman Yaratma Yoluna Girdik 10 Nisan Kurucu Kurultayında DOST partisi ile ilgili umutlar dile geldi. İçeride korumalardan başka Bulgar olmamasına rağmen Türkçe selamlama mesajları Bulgar diline tercüme edildi. Beklentilerin büyük olduğuna işaret salonun delegelere dar gelmesi oldu. 1056 DOST Partisi dostu demiri aynı örs üzerinde dövmek için gelmişti. Hepsi kararlıydılar! Salonda gönül hoşluğu hâkimdi. Türk olma gururunu yaşattılar. Büyük beklentinin umudu doğdu. Kurucu Kurultay delegesi olmak katılanların her biri için bir onur, yüksek sorumluluk, demokrasi ve özgürlüklerimiz için mücadele azmi ifadesi oldu. Bu kurultayda konuşanlar inandırıcı konuştu. Kurultayların temel işlevi iman yaratmaktır. Özellikle de büyük önderlerin rolüdür iman yaratmak. Çünkü iman, insanın eli altında bulunan kuvvetlerin en büyüklerinden biridir. Bu, ruhları ateşlemektir. Eski kitaplar, haklı olarak siyasi imanın dağları yerinden oynatmak kuvvetinde olduğunu yazar. Tarihin büyük olayları çoğu defa imanlarından başla dayanakları olmayan inanmış kişiler tarafından aksiyon ve siyaset sahnesine çıkarılmıştır. Biz bunu memleketimizde 1972 Blagoevgrat İli Gotse Delçev (Nevrekop) ilçesi Korniza köyü ayaklanmasında, 1984 - 85 isimlerimizin değiştirilmesine karşı sert tepkimizde, 1989 Mayısında hak ve özgürlüklerimiz uğruna Ulusal Ayaklanmamızda yaşadık, 1989 Ağustos “Büyük Göçü” inandığımız dava yolunca sonuna kadar yürüme azmimizin kesin ve kararlı ifadesi oldu. Bu atılımlar ateşlenirken kurultay falan yapmamıştık. Kimimiz zindanda, kimimiz sürgün, kadınlarımız evde, gelinlerimiz tarlalarda idiler. Ayaklanan ruhumuzun ateşini ne Mark’ın “Kapital” esrinden, ne de “Lenin”den aldık. Topraklarımızın dikenli taşlı yollarda yalın ayak yürürken isyancı bilinçaltı oluştu, kızışan ruhumuz alev kaptı. Oyuna gelmemiz çok kötü oldu. 1990’da biz bu savaşı siyaset arenasına taşıdığımıza, siyasi partimizi de kurduğumuza sevinirken, düşman tarafından aslında aldatılmıştık. Tuzağa düşürüldük. İyiliğimizi düşünmeyenler siyasi davamızı düşman ajanlarının eline teslim etmeyi yeniden başardı. “Burası Bulgaristan çobanı ben tayin ederim!” gibi bir şey oldu. Dizginlerimiz de ellerine geçti. Bizi seçtiğimiz yolda boğmaya çalışmaya devam ettiler. Bulgaristanlı Türk ve Müslümanlara karşı 26 yıldan beri kullanılan ana silah Hak ve Özgürlükler Hareketi /HÖH) oldu. “Dost” bildiklerimizin açtığı yaralar çok derin ve çok acıdı, hala acıyor.


56

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Arkada kalan yıllarda HÖH partisi yaprak döktü, kap döktü ama ağaçlardan dökülen yapraklar, gövdesinden kopup düşen kabuklar ardından ağlamadığı gibi HÖH partisi de, ne Mehmet Hoca’nın, Ne Güner Tahir’in, ne Osman Oktay’ın ne de Kasım Dal’ın ardından ağladı. “Yok, olmak kaderinizde var, dedi!” Sanki kuru kabuğun filiz sürmeyeceğini, düşen yaprağın da çürüyüp yok olacağını biliyordu. Yeni atılımda Türk birliğinde buluşma var Ne var ki, 10 Nisan Kurultayına götüren 17 Aralık 2015 HÖH iç darbesi farklı nitelikliydi. Politik olarak, Sakarya’dan ve Çanakkale’den sonra sanki yeni bir kurtuluş savaşı veriliyordu. Yerli imansız silahlı bölücülerle birlikte Rusya gibi saldırgan emperyalist güçlerin kışkırtıcı sınır ihlallerine “CU-24” bombardıman uçağını düşürerek kesin cevap veren ve Suriye İç Savaşı sınırlarını çizen Türkiye Cumhuriyeti’ne, kardeşlerimizin yaşadığı anavatanımıza sonsuz destek ifade eden Bulgaristanlı Türk ve Müslümanlara gözdağı verilmek istendi. “Ayağınızı denk almazsanız, yeni faCIA sizi de bekliyor!” denmek istendi. Parti Başkanı Lütfü Mestan’ın arkadaşlarıyla birlikte partiden atılması “Bulgaristanlı Türk Müslümanların, onların dernek ve partisinin hiç bir konuda söz hakkı yoktur” anlamına geldi. Kendisini etnik azınlığımızın başbuğu ilan eden ve 3 yıldan beri halktan korktuğu için sokağa çıkamayan Ahmet Doğan sanki bize “ben sizi çeyrek asır önce sattım”. Sizin ne fikir beyan etme, ne irade gösterme, ne direnme ne de tok ve mutlu olma hakkınız var, bunu unutmayana, memnun değilseniz Türkiye kapısı açık dedi. Bu kapıdan artık 710 bin kardeşimiz çıkmış olsa da, kuşkulu düşünenler, değişiklik, özgürlük, haklarını isteyenler Kurucu Kurultay salonuna doldu. Memleket satmanın, vatan terk etmenin büyük bir insanlık suçu olduğu bilinci yer yapmıştı. Halk kendi öz liderini aramakta haklıdır Salondaki kitlenin ruhuna hâkim olan Türklerin üzerindeki eski hükümdarın esaretinden kurtulup yeni bir liderin ardında saf tutmaktı. “Saray” mahkûmu, korkak bir pısırığın ardından yürümek isteyen kalmadı. Başka bir değişle salonda yeni bir itaate susamışlık hâkimdi. Onlar yeni bir liderin ardından gitmek istiyordu. Salondakiler 17 Aralık 2015 darbesini göğüsleyenlerdi. Büyük tehlikelere rağmen saldırganın dalgasını kırabilmiş olanlardı. Onlar korkmadılar, cesur, mert ve hatta şiddetli görünmeyi başardı. Biz zekâsız ama enerjik ve heyecanlı bir kitlenin hareketlendiğini görebiliyoruz. kitle ile kaynaşacak bir lider bekleyişi var. Örneklendiğinde Müslümanların hayallerindeki büyük önder yeni medeniyeti yaratan Hz. Muhammet, Türk - Müslümanların hafızasındaki yeri dol-


Makale ve Analizler - 2016

57

durulamayan ulusal lider Mustafa Kemal Atatürk’tür. Ne var ki, böyle bir önder yüzyılda bir bile çıkmıyor. Liderler büyüyen olayların içinde büyüyor. Yeniden değerlenip toparlanma zamanı geldi Şu anda Bulgaristan’da Türk Müslümanların dahası azınlık etnik kimliklerini, özgün kültür ve medeniyetlerini koruyarak değiştirmek olduğundan dolayı davanın hedefleri, 1950’lerdeki haklarımıza dönebilme zincirinden halkalardır. Yani kaybettiklerimizi geri alabilmemizde yoğunlaşmalıdır. 1950 haklarımız geri verilmeden bizim Türk Müslüman kimliğimiz oluşamaz ise, eririz, yok oluruz. Eski yapraklar siyasetten çizildi mi? HÖH partisi bu davamıza örnek oluşturamadı, enerjik etkide bulunmadı, kuvvet kaynakları oluşturmadı. Ayaklanmalarımızın itici gücü de artık tükeniyor. Nesil değişti. Yeni nesil tarihimizi bilmiyor. Topluluğumuzun inanç ve imanını sulandırıp eritme, inançlarımızı kırma, bizi ihbar ederek birbirimize düşürme, aramışı karıştırırken, Bulgarları da bize karşı kışkırtma yolunu seçti. Bu gidişin parlak örnekleri arasında 10 Nisan Kurultay salonunda Kasım Dal’ın, Korman İsmailov’un, Osman Oktay’ın, Güner Tahir’in bulunmaması, hiç bir Bulgar partisinin kurultayı kutlamaması, temsilci, tebrik mesajı göndermemesi, Bulgar demokratik kamuoyunun susması, basının karalama tonlarını koyulaştırma yolları araması bunu anlatıyor. Türklüğün susuz ve unsuz bırakılması zihniyeti kendini gizlemiyor. İşi iyi olanlar dert dinlemiyor. Anlaşılan, ülkede hâkim olan, Bulgar kamuoyu bahçesinde Bulgar milliyetçiliğine pasveren, Moskova’ya bakmaya zorlanması gereken, Türkiye’den, Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın izlediği siyaset çizgisine, AK Parti ruhuna ters düşen bir Bulgaristan Türk Müslüman azınlığı yaratılmak isteniyor. CHP Başkanı Kılıçdaroğlunun Türkiye Cumhuriyeti milli menfaatlerine ters olan paralelci ve PKK’cı siyasete destek tebessümleri göndermesinin başka bir anlamı yoktur ve olamaz. Bu siyasette artık şekilsel değişikliklere bile yer yoktur. Bulgar medyasına kök söktüren gerçek Bulgar kamuoyunun DOST ile dost olmak istemesini ardındaki gerçekse, yeni siyaset çizgisinin Türkiye’de siyasi partileri, soydaş dernekleri, federasyon ve konfederasyonlar tarafından desteklenmiş olmasıdır. Bu işin içinde bir de korku var. Halk düşmanı, aldatma, yalandırma, dolandırma siyaseti artık tutmaz oldu. Yarın öbür gün Panama Offshore banka hesaplarında milletvekillerinden Delyan Peevski, eski parti Başkan yardımcısı Biserov, kumarhaneler kralı Zoven, hatta


58

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Ahmet Doğan ve en yakin danışmanı olan Rumen Vılka vs. gibi isimlerin çıkacağından kimse kuşkulanmıyor. Kirli donlar mutlaka ipe serilecektir. Bu gelişmeler HÖH partisinin bundan böyle Türkiye’deki yüz binlerimizden oy alma şansını sıfırlıyor, demek oluyor ki, parti barajı aşamayacak, meclise giremeyecek ve sağdığı memeler elinden alınacaktır ve bu da HÖH partisinin sonu olacaktır. DOST partisinin Türkiye’de siyasi kamuoyu ve soydaş kitle örgütleri tarafından tamamen desteklendiğini herkes gördü. Bulgar medyasını susturan ve kudurtan da galiba bu oldu. Kim kimin yanına gitti Kurultaya gelenleri karşılayan ev sahiplerinin en fazla tekrar ettiği “Aramıza hoş geldiniz!”, “Nihayet siz de aramızdasınız!” gibi sloganlaşan iddialara bir daha bakalım. HÖH partisini olumsuzlaşa, ideoloji, milli sorunlara bakış, Türkiye gerçekliğine bakış, Türkiye ile daha yakın ve karşılıklı yararlı işbirliği arama gibi sorunlara yaklaşıma yeni vizyon getiren, seçmeni, kitle ruhunu uyandıran BULTÜRK - Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği yayınları oldu. Bu yayınların 10 ciltlik son baskısı Sofya Kurucu Kurultayına da sunuldu. Bu külyatta Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi tarafından geliştirilen ve Bulgaristan konularında değer yargılarını değiştiren tezler DOST adıyla ortaya çıkan yeni girişimin özündeki devin motorudur. BG SAM yayınlarını her türlü değerlendirmeden, her türlü ispattan, saf ve sade iddia olarak da ele alabiliriz. Kitle ruhuna yeni fikir yerleştirmeden uzak, delilleri sade, ispat araçları kullanmaktan da uzak olsa da, hükümlerimiz çok etkili oldu. Cumhurbaşkanı Plevneliev ile yardımcısı Popova’nın bile her konuda birbirinden 1000 km uzak konumda olması dikkat çekicidir. “93 Harbi” bir Rusya saldırısıdır, halkımız 138 yıldan beri göçe zorlanıyor, hainler Türk ruhunu satmıştır, kültürel kıyım yaşıyoruz ve bu bir soy kırımdır, Ahmet Doğan bir KGB ajanıdır, “Bulgar Etnik Modeli” biri eritme ve TürkMüslüman olarak yok etme modelidir, suçlular mutlaka cezalandırılmalıdır vb. vb saf iddialarımız halkımızı uyandırdı. Biz tezlerimizi sık sık tekrar ettik, çünkü en usta söz sanatı tekrardır. Beyinlere yerleşen gerçekleri DOST Genel Başkanı Lütfü Mestan “Yeni parti neler yapmalı sizce?” sorusuna verdiği cevapta şöyle dile getirdi: Yeni Oluşum Neler Yapmalı Sizce? - Halk gelenek ve göreneklerimize dönülmeli;


Makale ve Analizler - 2016

59

- Türk -İslam usulüne göre mevlitler düzenlemeli; - İl, ilçe köy tabelalarında Türkçe yazılar olmalı; - Sokaklara kahramanlarımızın isimleri verilmeli; - Mezarlıklarımızın temizlenmeli; - Kırcaali saat kulesi susturulması; - 1970 - 72, 1984 - 85 döneminden kayıt kütüklerinden Bulgar isimleri silinmeli; - Anadilimiz devlet ve belediye okullarında zorunlu ders olmalı; - Türkçe gazete, kitap basılmalı ve dağıtılmalı; - “Soya Dönüş” dönemi katilleri tutuklanıp yargılanmalı; - Tütün yasaklandığına göre, yeni üretimlere geçilmeli; AB fonlarından Bulgaristan Türk Müslüman bölgelerine daha geniş imkânlar sağlanmalı vb. Bu sorunların hiç biri kurultay kürsüsünde dile gelmedi? Bu isteklerimiz halkın ruhuyla kaynaşıncaya kadar tekrar edilmelidir. Yeni bilinçaltı böyle oluşturulacaktır. Bizim bundan sonra HÖH partisine bulaşmamıza gerek kalmamıştır. İki ırmak iç içe akamaz. Bizim yolumuz teslimiyetçilerin ve hainlerin yolundan ayrılmıştır. Bu bakıma kim kimin yanına gitti sorusunun cevabını onların bizim yanımıza geldiklerini tekrar etmekte görüyoruz. Onlar anti-HÖH bilinçli hareketine katıldılar ve siyasi oluşumla öncülük, önderlik hakkının kendilerinde olduğunu iddia ettiler. Hodri meydan. Biz bildiğimiz ve inandığımız yolda yürümeye kararlıyız ve kırmızıçizgiye basanlara amansız eleştiri ateşi açma hakkımızı saklı tutuyoruz. Ufuktaki yeni renkler henüz oluşmadı. DOST partisini kurmak bir niyet ifadesidir. Bu niyetin Bulgar gerçekliğine dokunması ve nakış edilmesi zamanı kapı çalıyor. Zor bir iş.


60

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Önderin Zorunlu Yetenekleri

BG-SAM-11.Nisan.2016

Konu: Önderlik, Liderlik, başbuğluk... Bizim köyde sürünün başını Kara Koyun çekerdi. Suyu ve otlağı, gölgeleri ve ev yolunu bulurdu. O, sürünün canı ve başıydı. Bayram yaklaşırken babam, - “Bu kurbanda kara koyunu kessek”, diyecek olsa da, anam sevdiğini savunur, başına kına yaktırmaz, bildiğini okumaya başlardı. Nedense, nasılsa bilemem, ama anam kara koyunun sürüdeki rolünü hepimizden iyi bilirdi. Daha önce de sürülerimiz olmuştu, hep dağıldılar kurda kuşa yem oldular. Kara konun sürümüzün başına geçtiğinde durum değişti. Sürüdeki diğer anaçlar, toklular hatta koçlar birbirinin ardından kuyruk kokusuna giderken, kara koyunun başı dik ve gözleri ilerdeydi. Köpek onu şaşırtamaz, yolundan saptıramaz, geri döndüremezdi. O ırmağı geçmek için suya atlasa, koyunların hepsi ardından atlardı. Bizim dağlarda Kurt dolaşırdı. Bilmem görmüş müsünüz! Kurtların başbuğusu arkada kalır. Geriden gider. İzciler başta, gebeler ortada, sürüyü kollayanlar ise iki yandan ilerler. Sürü başı kurtlardan birinin ikisinin, bir grubun geri kalmasına, yoldan sapmasına izin vermez, saldırır. Uğultusuyla sürüyü uyarır, işaret verir. Bu işler toplumlarda da böyledir. Fakat düzen farklıdır. Eski kavimlerde yaşlıya itaat sonsuzdu. Yaşlıların eli öpülür sözü sayılırdı. Zamanla her şey değişirken, ak sakallıların devri de tarihe karıştı. Bursa’dan Mümin Topçu yazmış Darı Dere köylerinden birinde 1 yıl önce ölmüş yaşlı bir kadın şimdi bulmuşlar. Bu sosyal yaşam biçiminin, aile ilişkilerinin çöktüğüne işarettir. Nerede kaldı liderlik, muhtarın rolü vs. Koyun sürüsünün bir kara koyuna, kurt sürüsünün bir Baş-Buğuya ihtiyacı olduğu gibi kitlelerin de mutlaka bir öndere ihtiyacı vardır. Kitlelerde iman yaratan ve onları örgütleyen ve yöneten önderlerin psikolojisidir. Bu olmadan hiç bir şey olmaz. İstenenin olabilmesi için de önderlerin zorunlu yetenekleri kişiler olması şarttır. Bu açıdan önderlerin sınıflandırılmasına geçersek, grup yöneticilerinden, kulüp, takım ve dernek, federasyon ve konfederasyon başkanlarından, sınıf liderlerinden, parti genel başkanlarından, toplum liderlerinden söz ederiz. Bu kişilerin her biri yöneteceklerin kitlenin sosyal niteliklerini, örf ve adetlerini, dilini, dinini, medeniyetini bilmelidir. Örneğin BULTÜRK Genel Başkanı Rafet Ulutürk başarılı bir kitle kültür ve hizmet derneği başkanıdır. Aleksandır Stanboliyski Bulgar reform isteyen Bulgaristanlı köylülüğünün dillere destan ön-


Makale ve Analizler - 2016

61

deridir. Mustafa Kemal Atatürk Türkiye halkının doğurduğu ve yetiştirdiği mucize ulusal ve uluslararası bir önderdir. Mahatma Gandi Hindistan Kurtuluş hareketinin lideridir. Avrupa faşizminin lideri ise 25 milyon can alan Adolf Hitler’dir. Herkes lider olamaz! İç ve dış faktörler bunu gerektirse bile sivrilemez çıkamaz. Mesela Necmettin Hak, Mustafa Ömer, Mehmet Hoca, Güner Tahir,Osman Oktay, Kasım Dal vb Bulgaristan Türk Müslümanlarına önder olmak, onların hak, hukuk, demokrasi, özgürlükler, reformlar ve yeni bir yaşam düzeyi kavgalarını yönetmek amacıyla parti kurdular, fakat lider olamadılar, tutmadı, bu partiler halkı kucaklayıp yönlendiremedi ve kurucular ortada kaldı. Bir hareketi ve bir partiyi yöneten liderler farklı tipler olabilir. Hareket liderini kahramanları arasından kendisi seçer. Parti liderleri kurultaylarda seçilir, kimi defa da dayatılır. Tarih sahte liderleri de tanır. Bunlardan biri Ahmet Doğan’dır, geç te olsa onu da tanıdılar amma karşısına çıkan alternatiflerin kötü olması onu bu güne kadar yaşattı. Lider hareketi kudreti oluşturur Bir lider yetişirken ailevi ve genel sosyal-politik şartlarla birlikte kişisel iradenin rolü çok önemlidir. Burada eğitim ve öğrenimden fazla iradenin rolünün sivrildiğini görüyoruz. Bu etkenlerin değişik olduğunu vurgularken, onay, tekrar ve yayılmaya işaret etmek istiyorum. Onaylama kurultayda olur. Lider kendi başarılarını tekrarlamak zorundadır. Yayılma dendiğinde, örgütlenmenin alt tabakalardan toplumun en üst tabakalarına kadar her yönü sarmasından söz etmeliyiz. Örgüte inemeyen, kitlede sevilmeyen lider ayakta kalamaz, halkı sürükleyemez. Yayılma durduğunda, kurulan örgütün kan devri aksar ve içse parçalanmalar, bölünmeler, hizipçilik (fraksiyonculuk) kavgalar başlar. Örgüt için kan devri normal çalıştığında halk kitlelerine ait fikirler en üst tabakalara kadar çıkar, genel toplumun olur, adaletli olur ve hareket kudreti oluşturur. Dikkat çekmek istediğim sorun da nüfus, (otorite, prestij) meselesidir. Değinilmek istediğim ise şahsi ve sonradan kazanılmış nüfustur. Nüfusun birden yok olması da çok aktüeldir. Bu genel geçerli kuralların Bulgaristan gibi etnik azınlıklara serbest nefes aldırmayan toplumlarda çok ilginç özellikler vardır. Bulgar kendisi 1978’den sonra Türk Müslümanlar arasından lider yetişmesine ön verme gibi bir ödev üstlenmemiş olduğundan bu süreçleri sürekli etkilemiştir. Bulgar Prensliğinde, Veliko Tırnovo kurucu meclisinde Türkleri Vidin Müftüsü temsil etmiştir. Bulgar Anayasası kabul edilirken de davet edilmeyen Müslümanlar, Rus idarecisi Korsakov’un kontenjanını kullanarak, Anayasa altına 5 müftü imza atmıştır.


62

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

138 yıllık beraberlikten sonra Bulgaristan Türk Müslümanlarının düşünce yapıları da artık biliniyor. Moskova’nın “kitleler psikologları” yıllarca bu konu üzerinde çalıştı. Türk Müslüman kitlemize, ailelerimize, köylerimize topluluğumuza sızabilmek için bin bir yol denedi. Türk – Müslüman ailesini parçalamak ve içine sızmak kolay olmadı. Örneğin bu konuda ilk sulandırmalar İkinci Dünya Savaşı’nda sonra sosyalizm yıllarında başladı. Daha somut bir ifadeyle bizdeki Kırımlı Tatar ailelerde baş gösterdi. Moskova’ya okumaya gönderilen Ali Rafiev bir Rus sarışınla döndü. Bulgaristan Komnünist Partisi Merkezx Komitesi’nde Türk Şubesi başkanı oldu. Yine bir Kırım Tatar - Romen çakması olan Ahmet Doğan Kaspiçanlı bir Bulgar generalin kızı olan Tanya’yı 1985 olaylarından önce Birol’a hamile bıraktığında “Türklüğü” eksik veya olmayan bu şahsın “Müslümanlığı”, “Tatarlığı ve Çingeneliği” sulandırılarak eritilebildi. “Türküm” deyişi içtiği viskilerin buzunda donduruldu. Ne var ki, Bulgar istihbaratı DS ve Rus casus şebekesi KGB’nin hedefinde gerçek Osmanlı Türkü soylarına, aile ve köylere sızmak, onları parçalamak, kovmak vardı. Türklüğü yok edecek bombayı içten patlatabilmelerine böyle bir hamle gerekti. Bu araştırmada kulağına yapışılan kadrolardan biri Osmanlı Türkü Şükrü Tahirov (Orlin Zagorov) oldu. O okuduğu Mestanlı lisesinde bir bilinçli Türk milliyetçisi olarak gelişirken tutuklandı. “Belene” toplama kampını ilk gören Türklerimizden biridir. “Seçenek yapmak senin ya isteklerimize evet” dersin ya da “Tuna’ya bakarken mum gibi erirsin” dediğinde, o birinci yolu seçti ve “soya dönüş” saçmalığına imza attı. Bu örnekleme uzayabilir. Kulağından tutulup Türk suyundan çıkarılan ikinci kişi ise Saliv İlyazov oldu. Çırpanlı bir Bulgar kızıyla evlendi. Moskova’da okudu. Köyü Kobilyane’ye döndüğünde köy hocasını “Soğuk Pınar” (Studen Kladenets) barajına itti. “Soya dönüşe” önderlik etmeyi ya kabul eder ya da görevlerinden, hayallerinden, beklentilerinden olursun seçeneği ona da sunuldu. Birinci yolu seçti. Fakat gerçekten Türklük ortamında yetişen bir kişinin Türklüğünün erimesi pek kolay olmadı, hainliği, ihaneti, nankörlüğü, sahte liderliği taşıyamadı. Kendini votka fıçısında boğdu. Sonra hem komünist, hem müftü, hem ateist hem de gizli polis subayı, evlenmiş boşanmış, yine evlenmiş olan Prof. Nedim Gençev gibi kadrolar arasında “lider” testleri yapıldı. Taban bu suyu emmedi, sahte mayayla mayalanmayı ret etti.


Makale ve Analizler - 2016

63

Fakat insanların bir lider arayışı içinde olduğu biliniyordu. Bu arada Türk Müslümanlar kendi liderlerini kendi aralarında aramaya başladılar. Kendilerinden olan birinin emri altına girmek istiyorlardı. 1985 - 1989 baskı döneminde 4 direniş hareketi kuruldu. Demokratik Lig Mayıs 1989 Ayaklanmasını örgütledi. Halk liderini arıyordu. Bizden biri olsun da kim olursa olsun fikri bu kavgada doğdu ve DS-KGB ikilisi kendi elleriyle yetiştirdikleri Ahmet Doğan’ı Türklerin başına doladılar. İş görücü usulü bile olmadı, bela Türklerin başına yılan gibi sarıldı ve 26 yıldan beri başımızı sıkıyor, ufkumuzu köreltti. Bulgaristan’da lider arama örneklemeleri arasında Şükrü Tahir, Ahmet Doğan vsy. bu kişiliklerin yetiştiği ortamda Türk ruhu bozulmuş ve doğal olarak bir delinin belirmesiyle parçalanmıştır. Bulgar psikologlar bu inceliği gözden kaçırmamıştır. Bilirsiniz, deliler köylerde gezer, kasabalarda tımarhane olduğundan sokaklarda gezen dedi yoktur.Komünist rejimin yetiştirdiği bu tip “ruhu satılmış” kişiliklerin toplam sayısı bizde 3 bin 16 idi. Onların arasından liderlik hayal edenler yokuşu tırmanamadı, basamakları çıkamadı, belki de onlar bu yoldan 1989’dan sonra elinden kolundan tutan olmadığı için vazgeçtiler. Burada dikkati çeken özellik, DOST partisi liderliğine aday olan Lütfü Mestan’ın da o köylerinde delileri olan yöreden ve “ruhu çalınmış” kadrolardan olmasıdır. Pazara çıkarılan ruh geri dönmez. Tecrübeye dayanarak yazıyorum, canlı varlıklardan birkaçı bir araya gelir gelmez, bunlar ister hayvan ister insan kalabalığı olsun, içgüdüsel olarak bir reisin, yani bir önderin emri altına girmek isterler. Boğa güreşlerini izlemişsinizdir. Köy meydanında baş pehlivanların yürüyüşünü görmüşsünüzdür. Sofya’daki DOST kurucu kurultayı bu insan serüvenine en parlak örnektir. Ruse’den, Silistre’den, Haskovo’dan, Varna’dan, Burgas ve Kırcali’den vb Türkiye’den Sofya’ya akın edip oy verme hevesiyle yanıp tutuşanlar buna kanıttır. İnsan topluluklarında önderlerin büyük rolü vardır. Hele hele etnik azınlık topluluklarında... Liderin iradesi fikirlerin gerçekleştiği bir kaynak olur. Lütfen sözümden etkilen-meyiniz: “Kitle, çobanına sağdık bir sürüdür.” Hangi tipler önder olmaya çok elverişlidir? Bu sorunun cevabını Fransız Devrimi üzerine ve özellikle de “kitlelerin psikolojisi” üstüne derin araştırmalar yapan Güstave le Bon’dan alıyorum: “Önderler, yarı aydın insanlardır. Aydın olmak insanları tereddütte sevk ettiğinden, onlar tam olarak aydın olamazlar. Önderler, özellikle nevrotik olanlar, yaratılış olarak heyecanlı olanlar, deliliğin sınırında yaşayanlar arasından çıkarlar. Savundukları fikir ve amaçları ne kadar kötü olursa olsun, onların karakterlerine karşı her uygulama ve her değerlendirme hükümsüz kalır.” Yazar Robespier ile Hitleri örnek olarak gösterirken, Atatürk ile Gandi’nin kural dışı liderliğine ışık tutuyor.


64

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Hakaret ve saldırı bu tip önderleri daha sert ve yoğun harekete ve heyecana getirmekten başka bir işe yaramaz. Kişisel, çıkarlar, aile, hepsi hepsi feda edilir. Kahin olmak istemesem de, 17 Aralık 2015’ten sonra Sofya, Bulgaristan, Ankara, İstanbul trafiğinde ve kurucu kurultayda böyle bir hava hakim oldu. Bu gelişmeler kimilerine nefsi koruma içgüdüsünü bile kaybettirir, o kadar ki istedikleri tek ödül çoğu defa şehit olmaktı. Öte yandan, imanın şiddeti onların sözlerine büyük bir kürsüden etkileme gücü verir. Halksa iradi olarak güçlü insanı diler ve onun peşinden gider. Şu da var, kitle halinde bulunan bireyler, bizde de bütün iradelerini kaybettiklerinden, iradesi sağlam olana içgüdüsel olarak dönerler. Fakat bu dönüş örneğin HÖH’teki “troyka” örneği ile açıklandığında, kitlenin seçenek yapamadığı ve başka bir lider aradığı ortadadır. O başka biri Lürfi Mestan ise yanında Aydoğan Ali ve Hüseyin Hafızov’a ya da başka birine gerek yoktur. Türk kitle tek başlılığa bağlanmayı tercih eder. Biz konumuzu işlemeye devam edeceğiz. Büyük önderler birkaç yüz yılda bir yetişir. Peygamberimiz Hazreti Muhammet bunlardan biridir. Müslüman Medeniyetini yaratan odur. Tarihi yöneten büyük önderleri hep halklar yaratmıştır. Tarihi yaratan ve geliştiren halklardır. Bir lidere tapma (putpereslik) çok tehlikelidir. Bu yüzden büyük önderler parmakla sayılacak kadar azdır. Ender bulunurlar.En kuvvetli, en enerjik etki, örnek olmaktır, örnek oluşturmaktır. Bizim emin sloganlarını tekrar ederek Bulgaristan’da kitleleri büyüleyecek lidere gerçekten ihtiyacımız var.

DOST Yolunda

Dr. Mustafa Kahraman-09.Nisan.2016

Konu: Deneyimlerin parti kuruculuğundaki önemi. DOST yolu bizde yeni bir yol olarak ortaya çıksa da aslında Balkanlar’da ve özellikle de vatanımız olan Bulgaristan’da Türklüğü ve Müslümanlığı yaşatma yoludur.Onu bilincimizde, dostlukları VATAN toprağına dikme arzusu olarak kabul ediyoruz.Bu işin de olumlu ve olumsuz deneyimleri var. Olumsuzdan başlayalım.


Makale ve Analizler - 2016

65

DOST Kurucu Kurultayının toplandığı Sofya Kültür Sarayı (NDK) önünde artık yalnız profilleri uzanan, dökülmüş ama demir çubukları bir yerlere işaret eden uzun boylu bir heykel var. Onu ilk defa görenler hep “bu da neyin nesi!” demiştir. Yıllar içinde mermer levhaları rüzgar estikçe patır patır gelip geçenin üzerine düşmesin diye etrafı güzelce sarılmış. Bu ucube 35 yıldan beri oracıkta dikilse de kimse onun adını öğrenemedi. Yüksekte Bayıta uzanmış el “yeni ufku gösteriyor” diyenler haklı çıktı. O el gün batımına işaret ediyordu. Sosyalist toplumda “batışın ufkunu” gösteriyordu. Yeni bir şeyler söylemekten, hele de gerçeklere işaret etmekten herkesin çekindiği ve korktuğu o yıllarda şu heykeli dikmek “batışın ufkunu gösterebilmek” ayrı bir cesaret gerektirmişti. Çıplak bir alana dikilen “batış abidesinin” heybetini biraz küçültebilmek için, Todor Jivkov Federal Almanya’dan getirttiği büyük ağaçları köküyle çıkaran ve heykelin çevresini bir gecede asırlık orman haline getiren operasyonu başarıyla yapmış ve durumu biraz da olsa düzeltmişti.Ne var ki, ormanlardan çıkarılıp getirilen ağaçlar yıllar içinde birer ikişer kurudu. Kendilerini çevreye ve topluma uyumlarken heykelin mermer mantosu döküldükçe, ağaçların yaprakları ve dalları da kurudu gitti, derken 1989’da sosyalizm de battı. Aslına bakılırsa “demokrasi” ve “sosyalizm” kavramı Bulgar diline yanlış girmişti. Anglo-Sakson dillerinde “demokrasi” ile “sosyalizm” birbirine tamamen zıt fikirler ve hayaller ifade ederler. Latinlerde demokrasi kelimesi, ferdin irade ve teşebbüsünün devletin irade ve teşebbüsü karşısında silinmesi anlamına gelir. Devlet, daha ziyade idare edebilmek, her şeyi merkezleştirmek, tekel altına almak ve üretmekle görevlidir. (bizdeki sosyalizm de böyle değil miydi!?) İstisnasız olarak bütün partiler, radikaller, sosyalistler, liberaller, komünistler hatta monarşistler hep devletten yardım beklerler. Sosyalizmde seçimler devlet parası ve örgütüyle yapılırdı. Şimdi de Bulgaristan’da partiler aldıkları her oy için devletten 11 leva para alıyor. İktidar yolu hep devlet hazinesinden, paradan, devlet iradesinden geçiyor. Anglo- Saksonlarda ve hele Amerika’da aynı demokrasi kelimesi idarenin ve bireyin özgür gelişimi anlamında kullanılır ve polis, ordu ve diplomatik bağlar dışında hiçbir şeyin ve arada eğitimin dahi iradesinin devlete bırakılmamasını, devletin bu işlerde aradan çekilmesini ifade eder. Bizde devlet halkı yönetme iplerini elinden kaçırmamak için eğitimi sıkı kontrol altında tutuyor. Girişimciliği öldürülen etnik azınlıklar kendi okullarını ve kültür merkezlerini kurmak için maddi imkan bulamıyorlar.


66

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bir çıkmazı simgeleyen olumsuzluklar sıralamakla bitmez, ama ben “sosyalist demokrasi” yıllarında ressam ve heykeltıraş, bugünkü Kültür Bakanı Vejdi Raşidov’un “Ruhla Beslenen Bok Böcekleri” tablosunu anımsadım. Bu tabloda, bağrı açılmış ve kalbine, kara ciğerine, dalak ve bebekleriyle akciğerine üşüşmüş irili ufaklı yüzlerce bok böceğinin yiyip bitirmek için insanın ruhunu aradığı ustalıkla gösterilebilmişti. Halkçılık anlamına gelen demokrasi ile tam ters anlamı olan sosyalizm kavramları halk düşmanlığında buluşmuşlar ve el ele verip insanoğlunun en değerlisi olan ruhunu yiyip bitirmeye karar kılmışlardı.Olaylara bu açıdan bakarken, DOST girişimcilerinden biri olan Hüseyin Hafızov’un vatan, Türkiye, yardım falan filan konularına getirdiği bazı yorumlara değinmek isteriz. Bir defa şu bilinmelidir. Bulgaristan bizin vatanımız, ata vatanımız, sevdiğimiz memleketimizdir. Dedelerimizin mezarı bu toprakta olduğu için vatanımızdır. Türkiye, Anadolu bizim ana vatanımızdır, çünkü soylarımız o topraklardan çıkıp gelmiştir. İnsanın doğup büyüdüğü, soy boy vatanına dönme ve orada yaşama hakkı kutsaldır. Bizim vatan ve ana vatan sevgimiz sonsuzdur. 1878’den sonra vatan toprağında aldığımız yaraları anavatanda sarmamız, bizim her zaman sonsuz bir umut içinde yaşatmış, hiç bir zaman çaresiz kullar durumuna düşürmemiştir. Bu bakıma, Bulgaristanlı Türk Müslümanlar vatan ve ana vatan ayırımı yapmaz, bu konuda gönlü hoş, ruhu açık ve umutları sonsuzdur. Bulgaristan Türk Müslümanları arasında Türkiye, Müslümanlık ve İslam düşmanı politika tutmaz. Bulgaristan’da yaşayan Türk Müslümanların Türkiye’deki yakınlarıyla, soydaşlarımızla kardeşlik, dostluk, birlik ve beraberlik bağlarını koparmak, onları birbirlerine karşı kışkırtmak boşa kürek çekmektir, tutmaz, asla tutmayacaktır. HÖH partisi haklarınıza, özgürlüklerinize “garantörüm” derken halk Türkiye ile birlik olma hakkını, Türkiye halklarıyla kaynaşma hakkını, ortak örgüt ve dernekler kurmayı, Büyük Türkiye içinde yer alma özgürlüğünü anlamıştı, oysa işin içinden tam tersi çıktı. Eğitim, din ve kültür dallarında HÖH Türklerin Türklüğünün yeşermesine fren oldu. Bir parti olarak bizi “Türkiye ile özdeşleştirmek yanlıştır” diyen Hafızov’un, ne demek istediğini anlamakta güçlük çekiyoruz. Sofya’da toplanan Kurucu Kurultaya hiç bir Bulgar partisinin heyet göndermemesi, kutlama mesajı iletmemesi, aynı zamanda Türkiye iktidar ve muhalefet olmak üzere, tüm soydaş dernkleri, federasyon ve konfederasyon başkanları başta olmak üzere salonda bulunması ne anlama geliyor?Bizi kimlik, etnik kültürel kimlik, bir medeniyet olarak bir asır


Makale ve Analizler - 2016

67

boyunca yok edilmeye çalıştılar, kültürel soykırım yaşadık, dayandık ama bundan öte ana vatan desteği olmadan dayanamayız. Son 26 yılda 710 bin kişi azaldık. Türkiye’ye ve Batıya göç seli akmaya devam ediyor. Türkiye’nin dostluk eli olmadan biz Bulgaristan’daki insansızlaşma ve özellikle de Türksüzleştirme ve Müslümanlardan arınma sürecini durduramayız. Kendi başımıza bunu yapabilecek kuvvetimiz yok. Bunu itiraf etmeliyiz. Deneyimler de buna işaret ediyor. “Biz bir Bulgaristan partisiyiz” sözlerine gelince. Kuşkusuz ki, öyle. Biz Bulgaristan yasalarına göre kurulacak, kollarını Bulgaristan vatandaşlarının sorunlarını çözmeye sıvayacak bir parti olmalıdır DOST. Fakat şu da var: Türkiye’deki o 710 bin Türk de Bulgaristan vatandaşıdır. Onların hakları Bulgar yasalarınca savunulmalıdır. Onların ata vatanda yaşama, oy kullanma ve seçilme, örgüt kurma ve yönetme, çalışma, sigorta ve sağlık primi ödeyip sağlık, eğitim hizmetlerinden yararlanmasına hiç bir kimse, makam ve Sofya devleti engel olma hakkına sahip değildir. Olamaz! Olmamalıdır! İnsan hakları evrenseldir. Türk olarak Bulgaristan’da yaşamak, Türkiye’de yaşamak, Türk olmak, İslam dinine inanmak suç değildir ve suç sayılamaz. “Biz Bir Avrupa Partisiyiz!” sözlerine gelince. Bulgaristan bir Güney Doğu Avrupa (Balkan) ülkesi olarak Avrupa coğrafyasına, Avrupa Birliği’ne ve Avrupa - Atlantik Ünitesine (NATO) üyesidir. Bu bakıma Bulgaristan’da tescili yapılmış olan 4001 siyasi parti Avrupa partisi olduğu gibi, 402. olan DOST da bir Avrupa partisi olacaktır kuşkusuz. Ne var ki, bu noktada önemli olan, biz Avrupa’nın neresindeyiz, Avrupa içinde eşit haklı mıyız, soksa usulden Avrupalı mıyız? Bu bakıma DOST’tan bir Türkiye partisi olmasını isteyen olduğunu sanmıyorum. Fakat DOST barış ve güvenlik, savaş ve terör düşmanlığı konularında NATO’nun yanında yer aldıkça Türkiye ile birlikte saf tutacaktır. Bulgaristanlı olmak Moskofcu olmak anlamına gelmez. Zamanlar değişti. Rusya’nın Bulgaristan’a 1878 ve 1944’te saldırıları unutulmadı. Binlerce kilinin öldürüldüğü, insanların göçe zorlandığı yıllar unutulmadı. Rusya için köle gibi çalıştırıldığımız yıllar da unutulmadı. Rusya hesaplarında Bulgaristan bir arka avlu olabilir, ama biz bunu kabul etmiyoruz, edemeyiz. Bir Rus tekerlemesinde “derebeyi (pomeşçik) nerede savaşıyorsa hakiki vatan orasıdır” dense de bizim için geçerli değildir ve olamaz! Biz bağımsız ve egemen bir devlet olan Bulgaristan Cumhuriyeti vatandaşlarıyız. DOST partisi bizim va-


68

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

tandaş haklarımızın bütünselliği ve genel kapsamının genişletilmesi, hiç istisnasız uygulanması, eğitim, sağlık ve diğer sosyal ve kültürel haklarımızı savunurken özgün niteliklerimizi ön plana çıkarmalıdır. Ancak o zaman halka inebilir. Hafızov’ un “Biz NATO’cu bir partiyiz” sözlerinin anlamını da açmak zorundayız. Bir siyasi parti bir uluslararası askeri pakta bağlılığı siyaset ilkesi yapmasa daha iyi olur. Çünkü ulusal ve uluslararası çıkarlar birçok defa çakışmayabilir. Hele sorun azınlık hakları olunca formül daha da değişebilir. Bu bakıma bizim barışı savunan bir parti olmamız yeterli olmalıdır. Halkımız barışçıdır. Türkiye ile ilişkilere gelince, biz her zaman iyi komşuluktan, karşılıklı yarar sağlayan işbirliğinden, yardımlaşmadan, dostluklardan, iki ülke ekonomisinin birbirini tamamlayarak kaynaşmasından, bilim, eğitim, öğretim, kültür, belediyeler, dernekler, kulüpler arası vb işbirliğinden yanayız. Türkiye Bulgaristan’ın İçişlerine karışmadan karşılıklı yararlı işbirliği projeleri gerçekleştirme dallarında çok deneyimlidir ve bundan faydalanmalıyız. Kurultay delegelerinin kullandığı “Doğuş İnşaat” tarafından açılan Sofya 2. metro hattını kurdu da iyi olmadı mı? Burgas otoyolunu da aynı şirket açtı. Sofya-Pernik ana yollunu Mapa-Cengiz Konsorsiyumu bağladı. Bu sıralamaya Kırcaali- Makaz “A” sınıf yolu ekleyebiliriz. Şişe Cam’ın Bulgaristan incisi yüzlerce hanenin yüzünü güldürdü. Ülkemizde Türk-Bulgar dantelasını gece gündüz ören yüzlerce işbirliği odakları var. Umut ederiz ki, sayıları DOST girişimleriyle daha da çoğalacaktır. Fakat bunlar bir iki günde yapılmadı. Yeni doğanın yürüdüğü yol hep birdir. Emekleyip tay durmaktan, ilk eşiği aşmaktan ve yürüyerek yol almaktan geçer. HÖH partisi oylarının bir bardak su gibi DOST kadehine akıvereceğine de inanmıyoruz, fakat dip dalgasının dönmeye başladığını ve eski olanı olumsuzlayacağına inanıyoruz ve inancımız sonsuzdur. Biz Todor Jivkov gibi 100 yıllık ağaçları NDK parkına dikerek “umudun çöküşü” anıt rezilliğinin günahını saklamaya yetmedi. Kurucu Kurultaya eski savaşçılar, eski tüfekler, sürgünden, zindandan, göç yollarından, köy ve kasabalarımızdan kardeşlerimiz katılıyor. Biz hepimiz şu gerçekleri iyi biliriz: Her fidan tutacak diye bir şey yok. Dikerken dibine 3 kofa su döktüm, mutlaka tutar o da yalan. Bizde, kaysı fidanı dikildikten sonra bir sene bekler, köklerindeki duyum gözleriyle 6 metre derinde su arar, bulursa tutar, bulamazsa sulasan da sulamasan da tutmaz.


Makale ve Analizler - 2016

69

Bizde, kiraz fidanı dikildikten sonra bir sene bekler, köklerindeki duyum gözleriyle 8 metre derinde su arar, bulursa tutar, bulamazsa sulasan da sulamasan da tutmaz. Bizde, asma çubuğu dikildikten sonra bir sene bekler, köklerindeki duyum gözleriyle 100 metre derinde su arar, bulursa tutar, bulamazsa sulasan da sulamasan da tutmaz. Hayatın şaşmayan mantığı budur. Sosyal hayat içinde geçerlidir. Konuşan deneyimdir. DOST partisine sabır dilerken, kendi hayat çizgisinin kendisi çizeceğine inanıyorum. Su başındayız. Kurultayınız kutlu olsun. Yeni partimiz hepimize hayırlı olsun.

DOST’u Hayata Çağıran Faktörler

Musa Vatansever-08.Nisan.2016

KONU: Yeni olanı doğuran toplumun kendisidir. Bulgaristan’da Türk Müslümanlar ve ezilen sefiller arasında, Türkiye’deki soydaşlarımız ve Avrupa, Batı ülkelerindeki işçilerimiz arasında DOST Devri yaratmaktır. Bu devir 10 Nisan 2016’da bütün Bulgaristan’dan ve Türkiye’deki göçmen kent ve semtlerinden delegelerin buluştuğu Sofya Kültür Sarayı (NDK) salonunda başlamadı. DOST partisi fikirleri son yıllarda hele de ülkemizin (2004) Avrupa Birliği (AB) ve (2007) Kuzey Atlantik Paktı (NATO) üyeliğiyle, 20-inci yüzyıl kalıntıları olan Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Bulgaristan siyasetçi takımından Ahmet Doğan, Sergey Stanişev, Sakskobur- gotski, Georgi Parvanov vb siyasetçilere artık yer olmadığı ortaya çıktığında mayalandı. Git gide de olsa toplum uyanarak değişiklik aramaya başladı, sahte demokrasiyi halka dayatarak, diktatörlük yolu açmaya çalışanlar için kış gelmeye o zaman başladı.


70

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bizde bakış açısının değiştiğine iş işaretler son erken genel seçimlerde Hak ve Özgürlükler Hareketi (DPS) ile Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) seçmen tabanında yaşanan büyük oy kaybında, seçmen kaymasında yalandı. Siyaset havuzundaki toplam siyasi parti sayısı 400 olsa da, seçmen bunlar arasından 8 partiyi meclise gönderdi. Siyasetin merkezi sağa yana kaydı. Seçmen öncelikle birey hukuku, kişisel adalet istedi. Özgürlükçü demokrasiye daha derin nefes alma hakkı tanıyan bir rejim isteğini dile getirdi. Bu hareketlenmenin temelinde artık yaşlanmış, yorgun, dış ülkelere işe gidemeyen, emekli maaşıyla geçinirken zorlanan, hayata her gün biraz daha yenik düşen bir kitle vardı. Türk Müslümanlar da çok yoksul olduğundan ve HÖH partisi Türklerin partisi olmakla böbürlendiğin-den, nüfusun % 24’ünü oluşturan Roman - Çingene sosyal sefiller tabanı da bu nedenle oyunu verirken, Türklerin işi düzelirse biz de nemalanırız, şeklinde düşündü. HÖH ve BSP oylarını fakirlik ortamına saçtığı “olacak” umuduyla aldı, ama o gün bu gün bir şey olmadı ve uyanan taban karanlıkta çıkış yolu aramaya başladı. Burada anlaşılması gereken bir gerçek var. Yani bir atılım olarak siyaset sahnesine çıkan DOST Lütfü Mestan, Hüseyin Hafızov, Aydoğan Ali veya Şabanali Ahmet’in veya onlarla birlik olan filozof Mehmet Hoca, Necmettin Hak vsy. düşündüğü diye doğmuyor. Kurultaya götüren yola çıkan kapının 17 Aralık 2015’te Ahmet Doğan’ın HÖH içinde iç darbe yapmasıyla, Genel Başkan Lütfü Mestan da aralarında 4 milletvekilini partiden ihraç etmesiyle açıldığını düşündüğümüzde, bunun bir iç birikim patlaması olduğunu görürüz. Rusya’nın “CU-24” askeri uçağının TSK jetleri tarafından düşürülmesi ve Sofya Meclisi’nde HÖH eski Genel Başkanı Lütfü Mestan’ın bu olayı haklı gösteren NATO ve Avrupa - Atlantik yanlısı bir siyasi bildiri okuması ise HÖH’te iç darbeye, ardından da Bulgar siyasetinin Rusofil - Rusofob çizgisinde bir daha parçalanmasına vesile oldu. DOST partisi son 12 yılda kurumsallaşan ve fikirsel ağırlık kazanan Avrupa-Atlantikçi ve Türkiye ile daha sıkı işbirliği isteyen siyasetin artık biçimlenmiş olarak sahneye çıkmasıdır. Başka bir değişle bir insan kendi saçını, soyunun göz rengini nasıl seçemezse, bir toplum da kendi kurumlarını, siyasi partilerini gelişi güzel seçemez. 1989’a kadar Bulgaristan’da Ortak Pazar’dan, NATO’dan söz edenlerin, Batı devletlerini ziyaret etmek için vize isteyenlerin başına geleni herkes bilir. Şimdi artık NATO ve AB üyesiyiz. Bir Rus askeri uçağının bir NATO üyesi olan Türkiye Cumhu-


Makale ve Analizler - 2016

71

riyeti hava sahasını ihlaline karşı alınan tedbirleri, saldırgan “CU-24” uçağının düşürülmesini desteklemesi yasaldır, doğaldır, desteklenerek karşılanmıştır. Bunu istemeyen Rus ajanı Ahmet Doğan’ın kükremesi, HÖH’ü parçalaması, keyfi hareket etmesi de kınanmış ve Avrupacı ve Atlantikçi bir parti isteklerini güçlendirince, sahneye DOST partisi kurma girişimi çıkmıştır. Su arada şuna da işaret edelim. Bir soy-boy, etnik halk topluluğu, Ahmet Doğan gibi ruhunu satmış geçici siyasetçilerin geçici heveslerine göre değil, karakterinin uygun olduğu yönetim biçimiyle idare olunur. 1877 - 78 Rus - Osmanlı Plevne Savaşı’ndan beri Bulgaristanlı Türk Müslüman azınlık Rusya’nın baskılarıyla ve Bulgar’ın eliyle zulüm gördü. Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarında Bulgaristanlı Türk Müslümanlar barıştan yana, ama her zaman da Rusya’ya karşı savaşan kampta yer aldı. O zaman bu zaman neredeyse bir buçuk asır geçti, insanımızın ruhu değişmedi, sırtını hep Türkiye devletine dayadı, dara düştükçe göç etti, ana vatanına sığındı ve mücadelesine o mevzilerden devam etti. Ruslar, Biz Bulgaristan Türk - Müslümanlarına karşı hiç bir zaman iyi olmadılar. Bugün Osmanlıdan kalan cami, medrese, mescit ve daha birçok taşınmazımızın geri alamıyorsak buy işin içinde 500 yıldan beri İslam’la savaş halinde olan Moskof’un parmağı olduğuna inanıyoruz. 1985 - 1989 “soya dönüş” trajedisinin de Moskof tarafından sahnelendiğine inanıyoruz. Yine onun kışkırtmalarıyla vatan toprağımızdan kovulduğumuzu biliyoruz. Tüm bu iç ve dış faktörler, bir yandan Türk Müslüman etnik azınlık topluluğunu Türkiye sevgisiyle pekiştirirken, ata vatanımızdan bir daha kovulursa Türkiye’den başka gideceğimiz başka bir yer olmadığı ruhu hakimken, insanlarımızın Türkiye’den, NATO himaye ve güvencesinden, AB perspektiflerinden koparılıp Rusya’ya bel bağlamaya zorlanması, DOST misali yeni bir kümelenme doğmasını hızlandırmıştır. Uzun ömürlü olan bu faktörler, sürükleyici ve kalıcıdır. 26 yıl geriye baktığımızda HÖH partisini kurmak için 4 Ocak 1990’da Varna’ya toplanan Türk aydın, militan, mücadeleci kadroların da Türkiye ve Batı ile birlik olma ruhuyla bir siyasi parti kurduklarını kimse inkar edemez. “Uzun kış”, “Demokratik Lig” ve daha 40 illegal örgüt de Türk kimliğimizi korumak, Türkiye ile birlik olmak, insan haklarımız, adalet ve demokrasi için kurulmuştu. Rus - KGB ajanı Ahmet Doğan’ın tuzağına düşmeseydik, bizi Moskof sayasına kapamamış olsalardı, totalitarizm zincirlerini ve kelepçelerinin gerçek-


72

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ten paramparça etmiş olsaydık başımıza ne “Bulgar Etnik Modeli” sarılacaktı, ne Ahmet Doğan “sarayda” yaşayacaktı, ne 17 Aralık 2015 HÖH iç darbesine gerek olacaktı ne de DOST partisi kurulması kaçınılmaz zorunluluk olacaktı. Olmaması gerekenler arasında Ahmet Doğan’ın sosyalistlerle ve çar’cılarla fıkırdaşmalarını ve bizi bile bile uyutup aldattıklarını da eklemeliyim. Bizde ne oldu da işler olmadı? Önce Bulgar kavmi kendi kurumlarını ne kurabilecek ne de değiştirebilecek bir iktidara, ruha ve güce sahip değildir. Bulgar Prensliğinin 1878 Berlin Konferansı sonucu bir Alman prenslik modeli olarak doğduğu, Çarlık düzeninin Hitler Almanya’sı örneğince biçimlendiği, sosyalist-totaliter- komünist rejimin de Moskof örneğine uygun ayağa dikildiği bilinir. Bu durumda köklü dönüşüm yapabilme kudreti Bulgar iradesinin elinde değildir. Biz “93 harbinden” sonra Bulgaristan coğrafyasında köylerin, kasabaların, devlet kurumlarının vb isimlerinin değiştirildiğini gördük ve bu şiddetin 1912’de Pomak Müslümanların, 1960’larda Roman nüfusun, 1972’de yine Pomak Müslümanların ve 1985’te Türk Müslümanların isimlerinin değiştirilmesi şeklinde geliştiği gün ışığındadır. Ne var ki hayat ölü nesnelerin, dere tepenin isminin değiştirilmesinin boş işler olduğunu, gerçek tarihin bu gibi anlamsızlıklarla meşgul olmadığını kanıtladı. Bu arada aynı ırmağın ya da dağın değişik dillerde ve kültürlerde farklı adı olduğunu görüyoruz. Bir de sosyal hayatta isimlerin gerçek durumu yansıtmadığı da biliniyor. Örneğin monarşi bir idare altında olduğu halde dünyanın en demokratik memleketi İngilteredir. 1944 - 89 döneminde Bulgaristan kağıt üzerinde bir Halk Cumhuriyeti olmasına rağmen, Türk Müslümanlara, tüm etnik azınlıklara karşı en sert baskı ve terörü uyguladı, kültürel soy kıyım yaptı, 1961’e kadar toplama kamplarında ipe sallandırılan ve taş ocaklarından kalan kurbanların toplam sayısının 149 ile 161 bin arasında olduğu açıklandı. Bunlara isim değiştirme yıllarında şehit düşen Müslüman Pomak ve Türkleri de eklemek zorundayız. İsimlerimizi, dilimizin, dinimizin, geleneklerimizin, kültür ve medeniyetimizin değiştirilmesine sürekli saldırı nitel içerikli olup, Türk ırkına ve İslam dinine karşı düşmanlığa kışkırtılan Bulgar ırkının işlediği öz cinayetlerden olup, insan hakları ihlali, baskı ve terör sayfaları yazmıştır. Yüz binlerce Türk - Müslümanın vatan bağrından sökülmesi ise devletler hukukuna göre büyük bir katliamdır. İşte bu açıdan değerlendirdiğimizde HÖH partisinin başımıza gelenlere kör kalması, totalitarizme koltuk değneği olması, onu zamanını doldurmuş bir subje olarak tarih sahnesinden indirirken, yerine


Makale ve Analizler - 2016

73

DOST partisini, hoşgörü, demokrasi, sorumluluk ve özgürlük muhtevasıyla göreve çağırmıştır. Bu açıdan bakıldığında 20. yüzyılda Güney Doğu Avrupa’da en ağır rejim baskısı altında ezilen etniklerden biri Bulgaristan Türk - Müslümanlarıdır ve onların doğal ve medeni haklarını canla başla savunacak bir siyasi partiye her zamankinden fazla bugün ihtiyaç vardır. Bu partinin çözmesi gereken ana problemlerimizden biri anadilimizi kullanma, anadilimizde okuma yazma, haberleşme, yaşam tarzımızda anadilimizle var olma ve ana dilimizde edebiyat, sanat ve kültür yaratma hakkımızı savunması olmalıdır. Bunu üstlenmeyen bir DOST partisi hiç birimizle dost olamaz. Bu bakımdan biz Bulgaristanlı Türkler can alıcı sorunlarımızın çözümü için artık Bulgar devlet makamlarına ve kurumlarına baş vurmuyoruz, çünkü çabalarımız hep boşa gidiyor. Bu bakıma, devletin işleyişini değişime itecek gücü politik partilerde görüyoruz. Politik partiler bu anlamda devleti dürtme, değişikliğe zorlama aracıdır. DOST’un halkımızın sorunlarına kulak verip böyle bir olağanüstü sorumlu fonksiyon üslenmesini istiyoruz. Bu fonksiyon partinin derneklerin sesine kulak vermeli, halka inmeli ve sorunları kucaklamalıdır. Bu bir zorunludur. Bunu yapmayan DOST dayanamaz o da Kasım - Korman gibi tez ölür. Bu istekler hem Türkiye’de hem ve memleketimizde yaşayan kardeşlerimiz ve onlarla çalışmak zorunda olan DOST partisi için yüzde yüz geçerlidir. Şu da unutulmamalıdır. Etnik halk toplulukları her zaman karakteristik özelliklerine göre yönetilir. Bunu dikkate almayan Todor Jivkov’un iktidardan devrilişine hepimiz tanık olduk. Bu karakteristik özelliklerimize uymayı başaramayan DOST, ödünç bir elbise giymiş bir konuk gibi ancak kısa bir süre dayanabilir. Kurucu kurultaya başarı dilerim. DOST’a bir şans tanırken, gelin bu pazar yanında olalım. Davamız ortaktır. Zafer hepimizin olacaktır. Saygılarımızla,


74

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

DOST, Bir Pırtlama mıdır?

Musa Vatansever-14.Nisan.2016

Konu: Anadilimiz milli çıkarların neresinde? Hayatı okumayı memleketimdeki kaysı bahçelerinde öğrendim. Her şeyin olduğu gibi kaysının da bir var olma yolu var, çiçekten sepete dolan meyvelere giden yol Nisan’dan Eylül’e uzanır. Anlatmak istediğim, dalından koparılan kaysı meyvesinin içindeki iri çekirdekten ayrılmasına ilişkindir. Kurutulacak olan kaysılar iyice yumuşadığında (günediğinde) sıkınca çekirdek pırtlar. Pırtlatma çekirdeği kaysıdan çıkmasıdır. Onun doğru dürüst olabilmesi için meyve içinin sulanması, biraz da olsa çürümesi gerekir. Düşünüyorum da, 17 Aralık 2015’te HÖH içinden DOST partisinin pırtlaması da benzer bir şekilde oldu. HÖH Genel Başkanı ve meclisteki yakın arkadaşlarının partiden çıkması, aslında çekirdeğin bir öz olarak meyveden pırtılamasıdır. HÖH’ün ağıcı artık meyvesiz, çekirdeksiz kaldı. Aynı zamanda 10 Nisan 2016’da ayrılan çekirdeğin ayrı bir sürgü bekleyişiyle ekildiğine tanık olduk. Buraya kadar her şey güzel. Bir ağıcın çekirdeğinden çıkacak yeni fidanın aynı cins, aynı boy, aynı lezzetli ve özellikli meyveler vermeyeceğini kim bilebilir? Sonra bu çekirdeği Milli Kültür Sarayı’nın 3-üncü salonunda aynı toprağa diktik, Sofya Şehir Mahkemesinden tescil beklerken, aynı sosyal ve politik ortamda yetişmesine olanak talep ediyoruz. Gerekli evrakların altına, biz DOST partisini istiyoruz evrakının altına değil 2 bin 500 -şu anda memleketimizde bir siyasi parti kurulmasına gerekli olan bu sayıda imza ve kimlik bilgisi toplanıyor,- bu işlem tamamlandığında kaderimizi yine onlar belirleyecekler. Onlar kim? Ahmet Doğan ve Daniyel Peevski baskısında bulunan Bulgar yargı sistemi! Rüşvet almayan, “kanundan sapmayan” ama değişiklikler yapılarak, yargı sistemimizin halkçı adalet seviyesine indirilmesine de razı olmayan, yasama, yürütme ve yargının birbirinden ayrılmasını isteyen ama totalitarizm kalıtı savcılığın himayesinde kurtulmayı da hedeflemeyen, 700 - 800 leva maaşla çalışan fakat kapanan “BTK - Bulgar Ticaret Kooperatif Bankası”nda 500 milyon leva parası olduğu ortaya çıkan onlar’dan söz ediyoruz. Şimdiye kadar açıklanamayan Kim? zümresinin totalitarizmi yaşatan bir koludur Onlar. Şimdiye kadar HÖH partisinin kurulmasına neden yol verdik acısıyla sızlayan bu bizdeki “adalet dağıtan zümre” , kıdemli depesecilerden (ateşli höh-


Makale ve Analizler - 2016

75

çülerden) Mehmet Hoca, Adem Kenan, Nedim Gençev, Güner Tahir, Osman Oktay ve Kasım Dal’ın HÖH - DPS ağcından “kuru bir kabuk, sararmış bir yaprak” olarak düşen ve kendilerine sunulan yeni parti kurma dilekçelerini değerlendirirken “yaşama hakkı sizindir” demişlerdi. Çünkü kuru kabuğun filiz sürmediğini, sararmış yaprağın hayat hakkı olmadığını biliyorlardı. Şimdiki durum farklıdır. Pırtlayan çekirdektir. Yani ortam bulduğunda çatlayıp filizlenebilir, ağaç olma şansı içinde gizlidir. Yeni partinin daha kurulmazdan önce anti-oligarşi tavrını açıklaması da yasallaşma yolunu kesebilir. Biz işte böyle bir yeni siyasi ortamın içinde bulunuyoruz. Durum naziktir. Hem de çok naziktir. Çünkü bir defa eski HÖH - DPS özsüz kalmış yani kurumaya mahkumdur, aynı zamanda DOST’un kaydı yapılmazsa, Bulgaristan Türk ve Müslümanları partisiz kalabilir. Bunun derin anlamında işlerin iyice karışması, “soya dönüş” sürecini yeni metotlarla sürdürülmesi, okulsuz, basınsız, kitapsız, TV’siz yaşamaya devam etmemiz, ancak aile ve yakın eş dost ortamında nefes almaya devam eden anadilimiz Türkçe’mizden sararıp solmaya devam etmesi, soysallaşamaması, göçlerin, sefilliğin, hiçsizleşmemizin devam etmesi, toplumumuzda 1984’te çatlayan toplumumuzun iyi parçalanması, daha da somut bir ifadeyle Bulgar partileri arasında paylaşılmamız ve eritilmemiz anlamına gelir. Bunun bir anlamı da memleketimizde çok kültürlülüğün gömülmesi olacak, haklarıma, adalet beklentilerimize mezar taşı dikilecektir. 1985 kışında Sliven köylerine tanklarla giren Bulgar Ordusu’nun ve ona emreden Sofya rejiminin, tankları hurdaya çıkarıp yerlerine Avrupa’nın en güçlü vinçlerini ithal ettiği dikkati çekti. Batı Rodopların Gırmen Belediyesi’nde sözde izinsiz inşaat yapan, tek odalı gecekondular diken Roman kardeşlerimizin evlerini her gün üçer beşer güçlü vinç ve dozerlerle yıkıldığı feryat sahnelerini TV ve diğer elektronik yayınlardan izliyoruz. Olay o kadar dalgalandı ki, ABD Dışişleri Bakanı Con Keri Bulgaristan’da Romanlara saldırıları, sığınmacılara tutumu ve genelde insan haklarının hiçe sayılmasını eleştirdi. Roman mahallelerinin yıkılması Strazburg İnsan Hakları Mahkemesi’ne taşındı. DOST kurucu kurultayında MHP Başkan Yardımcısı Prof. Semih Yalçın’ın “Ses bayrağımız olan Türkçe, dünyamız üzerinde neresinde dalgalanıyorsa veya konuşuluyorsa, o parça bizim vatanımızdır” demesi Bulgaristan’da Bulgar toplumunda “aman yok oluyoruz” etkisi yaptı.


76

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Milliyetçi Makedonculardan (VMRO Avrupa Parlamentosu milletvekili) Angel Cambazki, “artık ikiye bölündük, ya onlar, ya biz, onların bu memlekette yeri olamaz” dedi. Yani onların HÖH - DPS partisini kendilerinden biri saydıkları bir daha gün ışığına çıktı. DOST partisinden korkuyorlar. Bu endişeyi Cumhurbaşkanı yardımcısı Popova’nın son demecinde de okuyoruz. Tercümeli konuşulan, kürsü ile 1136 kişilik kurucu meclis üyeleri arasındaki koruma duvarı, ama kimse Türkçe bir şey demesin endişesi en büyük silahımızın anadilimiz olduğunu bir daha kanıtladı. Bulgar dilinde konuşanlar, özünde Türk düşmanlığı olan “Bulgar milli çıkarlarına” bağlı kalınlar, boynundaki boyunduruktan ve yavaş yavaş kimlik olarak erimeyi kabul edenlerin parti kurmalarına sanki engel yok, çünkü ölü kimliklerden doğacak siyasi parti ve hareket de ölü doğar ve yok olmaya mahkumdur. Bunun adı “demokrasi oyunudur.” Bizim en önemli ödevimiz Türk kimliğimizi, bu özü oluşturan nitelik çizgilerimizi - anadilimizi, dinimizi, ananelerimizi, edebiyat ve özgün kültürümüzü, suyundan geldiğimiz medeniyetimizi korumamızdır. Buna ilişkin bir fıkra şöyle der. Bayanın birisi bir gün eşine, - “Ben hamama gidiyorum”, der. Erkek de , - “Sen hamama gidersen ben de hamam karşısındaki kahvede olurum, nargile içer seni beklerim”, cevabını verir. Bayan arkadaşlarıyla hamamdayken, duvarları ahşap olan hamam tutuşur ve kadınlar kapıdan dışarı anadan doğma kaçmaya başlar. Kocası dışarıda bekleyen Bayan da eliyle görülmeyecek olan yerlerini kapatmış koşarken kocasının nargile masasının yanına geldiğinde, - “Ne oldu?” diye soran eşine, - “Hamam yandı!” diyen çırılçıplak Bayana eşi şöyle der. - “Ya hatun ellerinle oralarını neden saklıyorsun, yüzünü saklasana, seni tanıyan yüzünden tanır”, der. İşte böyle, DOST partisinin bir Türk, bir liberal, bir NATO’cu parti olarak yüzünü göstermesi için Program ve Tüzüğünü halka açması gerekiyor. Genel Başkan Lütfü Mestan’ın kurultaydaki sunumu ne yazık ki halkımızın anlamadığı bir üslup ile kaleme alınmıştır. Mestan, HÖH Genel Başkanı olduğu dönemde de bu böyleydi. Genel tezleri açmak siyasetçilerin ödevidir. Yorumcuların bu zahmete


Makale ve Analizler - 2016

77

katlanması siyasi çizgide sapma doğurabilir. Hiç bir kitle okunan kurultay raporlarından bilinçlenmez, ama bunlar kitle ruhu oluşturulması bakımından önemli rol oynar. Fakat fikirlerin halka inmesi ve duyumsanarak bilinç altına işlemesi ve orada yer yapması çok önemlidir. Bu olmadan Bulgaristan Türk seçmen kitlesi HÖH ve DOST siyasetini birbirinden ayırt edemez, güçlenir, zorlanır. Bu bakıma, DOST geleceği olmayan bir pırtla olmadığını göstermek istiyorsa, bu arada düşmanlarımızın Bulgaristanlı Türk Müslümanları meclis dışı bırakıp, oylarını Bulgar partileri arasında paylaşma planı değilse, bir de Türklere indirilen son ve ölümcül bir siyasi darbe değilse, Bulgar Türk dostluk ve beraberliğine yeni bir darbe olarak düşünülmemişse halka inmeli, anadilimizde ve vatan dilimizde yayınlar başlatmalı, olayları her fırsatta ve her yerde açıklık getirerek mutlaka ve mutlaka kök salıp yeşermelidir. Şimdilik bu kadar.Düşünmeye devam edelim. Her şeyden şüphelenmek hakkımızdır. Az mı çektik.

Birşey Yapmamıza Gerek Yok, Birleşmemiz Yeterli!

İbrahim Soytürk-15.Nisan.2016

Konu: Osmanlıdan korkanlar Türklerden de korkuyorlar. Yeni yüzyılın başında dünya siyasetini yeniden toparlayan devlet Türkiye Cumhuriyeti oluyor. Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN İslam Devletleri Kalkınma Forumunda 56 devlet ve hükümet başkanı tarafından İslam Dünyası Başkanı seçildi. Son dönemde parçalandıkça güç yitiren, “Arap Baharı”, Irak ve Suriye savaşlarında kan kaybeden İslam Dünyası teslimiyetçi gidişen son verip yeniden dirilip şahlanmak için dünyanın yeni merkezi İstanbul’da buluştu. Bu forumunda yeni yüzyılda dünya siyaseti için taşıdığı son derece büyük önemi belirleyen ve dünya kamuoyunun İslam topluluğuna farklı bir gözle bakmasını gerektiren birkaç temel neden var.


78

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bunlardan birincisi, XX’inci yüzyılda Müslüman dünyanın bir hammadde kaynağı olmakla birlikte dünya siyasetine ağırlığını koyarak, Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarında son biçimini alamayan Avrupa’nın son biçimini almasında oynadığı önemli roldür. 1984 ve 1989’da OPEK ham petrol varil fiyatını 11 US Dolara indirmemiş olsaydı, ne “Berlin Duvarı” yıkılır, ne “Soğuk Savaş” tarih olur, ne de Sovyetler Birliği bloğu ve SSCB 15 parça olurdu. Ayrıca demokratikleşme ve insan haklarını sağlama umudu böyle güçlü doğamazdı. İkinci, Siyasi gelişmeler, İslam Dünyası üzerinde egemenlik kuramayan, İslam Dünyasını dize getiremeyen hiç bir gücün dünya lideri olabilmesini, tek mihverli dünya kuramayacağını ortaya koydu. 1989’dan bu yana bocalayan dünya bu siyasi noktada birleşti. Bu gerçeklikten Amerika Rusya dünya liderliği didişmesi belirdi ve kızıştı. Bugünkü Yakın Doğu Savaşları, DEAŞ’ın hortlatılması İslam Dünyasını yeniden parçalanma değirmenine su taşıyor. İslam devletlerinin lideri durumuna yükselen ve Büyük Türkiye atılımı güç toplayan ana vatanımızın tüm tüm Müslümanlığa modernleşme, kalkınma, istikrar, barış, huzur ve güvenlik örneği olması hem Batıyı hem de Doğuyu korkuttu. “Medeniyetler Çarpışması” saçmalığı ardına gizlenilmeye çalışılan Libya, Tunus, Mısır, Suriye ve Irak trajedisi, ayrıca en modern imha silahlarıyla donatılarak Türkiye’mizin Güney Doğu sınırlarına sürülen PKK ve PYD teröristlerinin taşeronu olduğu azmış azmettiriciler Arap devletlerini, İslam dünyasını Türkiye örneğinden koparmak, bu devletlerin birlik ve beraberliğini baltalamak ve Müslüman halkların mutlu yarınlara uzanmasını engellemeye çalışıyorlar. Rusya’nın Suriye’yi, Amerika’nın Bağdat’ı bombalamasının altında bu gerçek yatıyor. Müslüman halkların kendi kaderlerini belirleyip egemenliklerine kavuşmaları dar boğaza itiliyor. İstanbul İslam Kalkınma ve İşbirliği Forumunun ruhunda birlik ve beraberlik oldukça sinsi planların hepsi suya düşecektir. Üçüncü, Emperyalist güçler, İslam devletlerinin Türkiye örneği öncülüğünde birleşmesinden kokuyor. 14 Nisan 2016’da Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın, ortak güvenlik gücü kurulması, kadın konferansı çağrılması, teröre karşı birlikte mücadele etme ve yerel çatışmaları birlikte söndürme önerileri nefes kesti. Bununla birlikte Türkiye Birleşmiş Milletler Örgütü’nün (BMÖ) ve Güvenlik Konseyi (GK) bileşiminin yeniden düzenlenerek dünya gereklerine uygun duruma ve daha işlevsel bir bileşime kavuşturulması önerileri de büyük alkış topladı. 60 İslam dev-


Makale ve Analizler - 2016

79

letinin BMÖ GK’nde daimi temsilcisi olmaması sürekli barış ve güvenlik tesis edilmesine, terörle başarılı mücadele verilmesine dahi engeldir. Eski kıta, Avrupa’daki Osmanlı Korkusunu bir türlü yenemedi. Vermek istediğim birkaç örnekle Osmanlı’nın Avrupa siyasetinde ve kamu hayatında oynadığı her zaman sonuç belirleyici rolü açmazdan önce, bu örneklerden en görkemlisinin geçen aylarda Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Sayın Ahmet Davutoğulu’nun Avrupa Birliği (AB) Başkanlığını ve AB üyesi 28 devlet Başbakanlarını karşısına alıp sığınmacı konusuna başarısı çözüm sunduğuna işaret etmek istiyorum. Tarihteki misallerse birbirinden ilginçtir. Fransız Kralı I. Fransuva, 1525 Pavye Savaşında Almanlara esir düşünce, annesi Düşes Dangolem vasıtasıyla Osmanlılardan yardım istemişti. Bunun üzerine Sultan Süleyman Kanuni’nin krala gönderdiği mektup onun Avrupa devletlerine bakış açısını çok güzel ifade etmektedir. Ocak 1526 tarihli mektup şöyledir: Sen ki Françe vilayetinin kralı olan Françesko’sun. Hükümdarların sığındığı kapımın eşiğine uzattığın teskereden malumum oldu ki, memleketinin toprakları düşman tarafından zapt olunup, sen daha şu anda onlar elinde esir bulunmaktasın. Kurtulman için bizden yardım dilemekte-sin. Bütün dünyama sığındığı, padişahlığıma yakışan ayağımın toprağına maruzatın ulaşmakla her türlü halini öğrenip, olan bitenden haberdar oldum. Atımız eyerlenmiş ve kılıcımız kuşanmıştır. Bu mektubun okunmasından sonra Kral I. Fransuva esirden özgürlüğüne kavuşmuştur. Fransa’da dans icat edildiği zaman Osmanlı sefiri durumu Padişah’a bildirir. Padişah der ki: Ben ki 48 krallığın İmparatoru Kanuni Sultan Süleyman’ım, seferimden aldığım bilgilerde, memleketinizde dans namı adında, kadın erkek birbirine sarılmak suretiyle, açıkça halk önünde seviştiği bilgime ulaşmıştır. Hem hudut olmamız dolayısıyla iş bu rezaletin memleketime sıçramasını önlemek adına, iş bu rezaleti yok etmek zorundayım. Büyük tarihçi Hammer bu mektuptan sonra, Fransa’da dans etmek yüz yıl yasaklandığına işaret etmiştir. Osmanlı Sultanı bir mektupla bir İmparatordan bir Kral kurtaran ve yine bir mektupla, Fransa’da ahlaksızlığı bir asır yasaklayabilen bir güçtür. Bütün dünya ile tam 20 yıl savaşan ve de galip gelen orduyu besleyen bir ekonomik yapıya sahiptir. Selimiye’yi inşaa eden teknik onundur ve bil hassa Fas’tan Hindistan’a, Avusturya’dan Yemen’e kadar, ayrı ırktan, ayrı kavimden, ayrı dilden, ayrı dinden milyonlarca insanı kardeşçe yaşatan bir ruhtur Osmanlı Devleti. ***


80

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Çarlık Rusya’nın Balkanları Osmanlıdan koparmak gayesi ile Balkan milletlerine gizliden gizliye silah dağıtıp, bir yandan da fitne tohumları ekerek ayaklandırmaya çalışır. Bu iş için vazifelendirilen Rus Generali Çirmayev’in 1877 yılında Bulgaristan’dan Çar’a gönderdiği gizli raporda şöyle der: Buralarda hiç yoktan ordular meydana getirdim. Bu askerleri ölüme sevk ediyorum. Fakat bu insanları sendeleten bir engel var; Türklerin yaşayan hatıraları! Ölümden korkmayanlar hatıralardan korkuyorlar! Yalnız Türkleri değil, onların tarihlerini de yenmek lazım. Onlarda her halde bir sihirbaz zekası var. Bir değil, birkaç istila bile, onların iliklerine işleyen gizli üstünlüklerini yıkmaya, bence yeterli gelmeyecektir. *** Fransa’da, II.Cumhuriyet devrinde, Sadi Karnot’un Cumhurbaşkanlığı sırasında, tanınmış Fransız yazarlarından Marki de Bornier “Muhammet” isimli manzum bir dram yazmış, bunu Komedi Franz’e (1888) kabul ettirmiş, programına aldırmış ve 1890’da sahne provalarına başlattırmıştır. Piyes, Hz. Muhammed (sav)’i sahnede belirttiği gibi, onu ve İslam dinini aşağılamaktadır. Sultan Abdulhamid duruma derhal müdahale ederek bütün Fransa tiyatrolarında oyunun sahnelenmesini yasaklatmıştır. İslam’a ve Müslümanlara karşı düşmanlığı emelinde Fransa’da ulaşamayınca, piyesini İngiltere’de oynatmak ister. Tanınmış İngiliz aktör İrvinç ile anlaşır. Oyunun Londra Lyceum tiyatrosunda sahnelenme hazırlığına başlanır. Abdulhamid derhal devreye girerek piyesin İngiltere’de de oynanmasını engeller. 1900’de Paris’te “Muhammet’in Conneti” isimli piyesin ismi değiştirilmiş, İsam’a saldırı olan bazı bölümler de piyesten çıkarılmıştır. Değişikliklere rağmen, piyes hiç bir ülkede oynatılmamıştır. *** Sözün özü Osmanlı devrinde olduğu gibi, bugün de birlik ve beraberlik yolunda birleşen İslam Dünyası küresel siyasette söz sahibi olma ve sonuç belirleyiciliğini sürdürme imkanlarına sahiptir. İslam dünyasının ortak gücüne ne IŞİD, ne DEAŞ, ne PKK ne de PYD dayanabilir. Emperyalizmi yenme ve sürekli barış ve güvenlik tesis etme yolu birlikten ve beraberliğimizden güç almalıdır. Bu hareketlenmenin başında olma şerefi Türkiye devletine düşmüştür. Bu birlik Balkanları, Bulgaristan Türk Müslümanlarının durumunu


Makale ve Analizler - 2016

81

etkileyecek ve doğal ve insan haklarımızı elde etmemizde bize kudret verecektir. Osmanlıdan korkanlar bugün Türklerden, İslam birliğinden korkuyorlar. Kutlu olsun.

Düşündüklerim

Hamiyet Çakır-15.Nisan.2016

Konu: Irmağı ağzı dolu geçen köpek. Çok kısa bir zaman diliminde farklı olaylar yaşadık. Yılbaşından bu yana her günümüz çok yoğundu. Farklı bir durum ortaya çıktı. Yangından mal kaçırılışına benzer bir durum oluştu. Ve yeni olan gelişmeler beni düşündürdü. Bilinçaltımı zorlayanları sizlerle iki fıkra ile paylaşmak istiyorum. Bunlardan biri olan “Irmağı Ağzı Doğu Geçen Köpek” Hak ve Özgürlükler Partisi (HÖH - DPS) Genel Başkanlığından Sorumluluk, Özgürlük, Hoşgörü ve Demokrasi (DOST) partisi Genel Başkanlığına başarılı sıçrama gerçekleştiren Lütfü Mestan’ın davranışlarına hitap ederken şu incelik dikkatimi çekti: 24 Kasım 2015’te “CU-24” Rus bombardıman uçağının Türkiye Hava Kuvvetleri tarafından düşürülmesinden ve Sofya parlamentosu kürsüsünden HÖH Genel Başkanı Lütfü Mestan’ın ertesi gün Türkiye ve NATO lehinde bir bildiri okumasından, HÖH partisinde 17 Aralık 2015 gecesi bir iç darbe yapılmasına gerekli olan hazırlıkların tamamlanması için yeterli zaman vardı. Beni düşünmeye sevk eden ve bir türlü rahat bırakmayan 17 Aralık 2015 iç darbesi ile 10 Nisan 2016 Kurucu Kurultayın birbirini tamamlayan iki tuzak olduğu endişemdir. Tarifte benzer olaylar yaşanmış ve şöyle fıkralaştırılarak bize ibret olsun diye günümüze kadar gelebilmiştir. Irmağı Ağzı Doğu Geçen Köpek Elindekini yitirmeyi hak eder, başkasınınkinde gözü olan.


82

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Suda kendi imgesini görmüş köpek, ağzında et parçasıyla yüzerken ırmakta. Kapıp yemek istemiş yeni bir av sanıp bunu başka bir köpeğin ağzında taşıdığı; avucunu yalamış arsızlığından düşürmüş ağzındaki yiyeceği, kavuşmamış üstelik can attığı şeye ve kalmış ortada, avucunu yalamaya Yeni siyasi ve sosyal durumun ortaya koyduğu bir benzerlik var. Suda yüzen ile 26 yıldan beri istismar edilen yalandırılan azınlık topluluğu aynı kitledir - Bulgaristanlı Türk Müslümanlar ve Türkiye’deki göçmen soydaşlarımız. Köpeğin yüzdüğü ırmaksa bizdeki sosyal ve politik ortamdır. Bu fıkradaki avucunu yalamak değimi de şöyle fıkralaştırılmıştır halkımız tarafından: Avucunu Yalamak Bu deyim kış uykusuna yatan tembel ayıların yiyecek bir şey bulamadıkları zaman, karnını doyurmak amacıyla aptalca ayak tabanını yalayarak karnını doyurmaya çalışma aldatmacasından esinlenerek ananeleşmiştir. Ayılar kışın uyguya yatarak ve aç kaldıkları zaman ayak tabanlarını yalayarak açlıklarını yatıştırmaya çalışırlar. Çünkü tembel ayılar kışın kısa süreceğini düşünerek fazla tedbirli olmazlar ve kış da beklenilenden uzun sürünce karınlarını böylece doyurduklarını sanıp kendilerini aldatırlar. Halkımız bu değimi “umduğunu bulamayan” veya “beklediği olmayan” tedbirsiz kişiler veya kitleler için kullanır. Dikkatinize arz ederim! Bulgaristan’daki Türk-Müslümanlarımızın Hak ve Özgürlük Partisi’nde umduklarını bulamadığını görmeyen, bilmeyen kalmadı. Son seçimde partinin “temsil ettiğini” iddia ettiği seçmen kitlesi % 33 Bulgar partilerine kaydı. İşte bu durumda beklediğini elde edemeyen HÖH yönetimi 17 Aralık 2015 skandal sahnesini düzenleyip, aralarında Genel Başkan Lütfü Mestan da olmak üzere birkaç milletvekilinin partiden atılmasıyla kaybedilen mevzilere dönmek de istemiş olabilir. O zaman olaylar bir danışıklı dövüştür ve “avucunu yalayacak olan” Türk Müslüman kitlesi mi olacak. Başka bir olasılıksa, Bulgaristan’da son yerel seçimlerde Deliorman ve Batı Rodoplar’da belediye ve muhtarlıkları kaybeden HÖH eski Genel Başkanı Lütfü Mestan’ın ağzındaki kemiği artık kıramadığından, DOST partisini kurarak taze kuzu budu ağızlama çabası olarak da değerlendirilebilir. Beni bu gibi fikirlerle boğuşmaya iten, 1990’da HÖH partisi yönetimini ele geçirmek için gizli servislerin eğittikleri ajan Ahmet Doğan eliyle gerçekleştirdikleri tuzaktır. Şimdi de gelişmelerden bir komplo kokusu yayıldığına göre, geçmişi


Makale ve Analizler - 2016

83

bilinen ve 18 yıldan beri baş ajan Ahmet Doğan’a uşaklık eden Lütfü Mestan’ın oyuna getirilmiş ya da gönüllü olarak kabul ettiği bir oyuna sürüklenmiş olmamız kuşkusudur. Atasözümüz der ki, “Sütten yanan, yoğurdu üfürerek içer!” Burada dikkati çeken başka bir olay daha var. 10 Nisan günü Sofya Kurucu Kurultayına Bulgaristan Türk Aydınlarının katılmamasıdır. Aydınlar kuşkulu kişilerdir, 1990’da ağızları yandığı için o gün bu gün ayranı da üflemeden itmezler, duyumları çok kuvvetlidir. 17 Aralık ile 10 Nisan arasındaki 3 ayda bir insanın asla değişemeyeceğini iyi bildiklerinden ön yargılı ve temkinli davranmışlardır. Şu da var, eski dostlarımız, Türklerle beraberliği ve yardımlaşarak yaşamayı sürdürmeden yana olan Bulgar kitle de son olaylara güvensiz ve eleştirel bakıyor ve farklı değerlendirmelerde bulunuyor. Kahvelerde “bir günde üç kurt yavrusuna kıyan, kimsenin göz yaşına bakmaz” diyenler çoğalıyor. Türkiye’nin tavrına geldiğinde, “Türkiye Bulgaristan’da siyasi parti kuramaz, Bulgar yasaları buna izin vermiyor. Türkiye’deki göçmen soydaşların Bulgaristan siyasetindeki konumuna gelince, yeni gelişmeler tepeden ve siyasetten başlamazdan önce, vakıfların ve derneklerin etkinlikleriyle dal budak salmalı” görüşünde birleşenler çoğalıyor. Ömründe 2 yazı yazmamış, halkın önünde 4 konuşma yapmamış kişilerin parti yönetiminde saf tutması da hem HÖH partisinde hem de DOST kulislerinde kuşku uyandırmaya başladı. Bu işte birileri avucunu yalayacak ama bakalım kim olacak. Halkımızı uyandırmaya, uyanık olmaya davet ediyoruz.

Ahmet Yesevî’nin Hayatı (1093 - 1166)

Raziye ÇAKIR-17.Nisan.2016

“Kafir bile olsan, hiç kimsenin kalbini kırma. Çünkü kalbi kırmak Allah´ü Teala´yı kırmaktır. Gönlü kırık zavallı garip birini görsen, yarasına merhem koy, yoldaşı ve yardımcısı ol.” Türkistan´da yetişen büyük velilerdendir..


84

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Adı Ahmet bin İbrahim bin İlyas Yesevi olup, Piri Sultan, Hoca Ahmet, Kul Hace Ahmet diye de tanınır. Babası Hace İbrahim’in nesebi Hz. Ali (kv)’nin oğlu Muhammet bin Hanefi’ye dayanır. 1093 yılında doğduğu tahmin edilmektedir. Ahmet Yesevi çok küçük yaşta babasını, 7 yaşında da annesini kaybetmiştir. Yesi şehrinde ilim ve terbiye tahsil etmiştir. Bundan dolayı Yesevî nisbetiyle şöhret bulduğu kabul edilmiştir. Yesi’de, önce Arslan Baba Hazretlerinden ders aldı.Arslan Baba’nın vefatıyla Buhara’ya gitti. Orada Ehli Sünnet alimlerinden Yusuf Hamedani’ye bağlandı ve manevi ilimleri tahsil etti. İnsanlara doğru yolu göstermek için ondan icazet (diploma) aldı.Buhara bu tarihlerde Karahanlılar’ın hakimiyeti altındaydı ve devrin en büyük ilim merkezlerinden biriydi. Dünyanın çeşitli yerlerinden talebeler buraya gelip ilim tahsil ediyorlardı. Buhara’da güçlü bir Hanefi Fıkıh geleneği mevcuttu. Hoca Ahmet Yesevi Buhara’da bir müddet ders verdi. Daha sonra bu vazifeyi başkasına devredip Yesiye döndü ve burada talebe yetiştirmeye başladı. Büyüklüğü ve şöhreti kısa zamanda Maveraünnehir, Horasan ve Harzem dolaylarına yayıldı. Zamanın en büyük ve üstün evliyalarından oldu. Zahiri ve batını bütün ilimlerde derin alim olan Ahmet Yesevi Hazretleri, Hızır Aleyhisselam ile görüşür sohbet ederdi. Günün büyük bölümünü ibadet ve zikir ile geçirirdi. Zamanından arta kalan diğer bir kısmında, talebelerine zahiri ve batını ilimleri öğretir, günün kısa bir bölümünde ise, alın teri ile geçimini sağlamak üzere, tahta kaşık ve kepçe yapıp bunları satardı. Ahmet Yesevi Hazretleri yetiştirdiği talebelerinin her birini bir memlekete göndermek suretiyle İslamiyet’in doğru olarak öğretilip yayılmasını sağladı. Onun bu şekilde gönderdiği talebelerinden bir kısmı da Anadolu’ya geldiler. Bu vesileyle onun yolu Anadolu’da yayılıp tanındı. Anadolu’nun Müslüman Türklere yurt olması, onun manevi işaretiyle hazırlandı. Talebelerinin gayretiyle Anadolu ebediyyen Türk yurdu oldu. Ahmet Yesevi Hazretlerinin en önemli özelliği, Arapça ve Farsça bilmesine rağmen çok sade bir Türkçe ile Hikmet denilen eğitici sözleri, Türkistan Türkleri üzerinde büyük izleri bırakmış olmasıdır. Bu hikmetli sözlerde şeriat erkanını ve


Makale ve Analizler - 2016

85

tarikat adaplarını anlatmıştır. Yesevi Ocağı aynı zamanda bir tarikattır. Önemli ve büyük tarikatlardan Nakşilik ve Bektaşilik, Yeseviliğin kollarıdır. Yeseviliğin, adapları müridlerin uyması gerekli hususlar ve ahkamları vardır. Yesevi dergahı, fakirler, yoksullar, yetim ve çaresizler için bir sığınak yeriydi. Bu dergahlar aynı zamanda, tekke edebiyatının ilk temsil edildiği yerler olmuştur. Ahmet Yesevi Hazretleri tekke edebiyatının ilk temsilcisidir. Bu vesileyle Anadolu’daki Türk edebiyatının yeşerip gelişmesine zemin hazırlamış, Yunus Emre gibi büyük şairlerin yetişmesine sebep olmuştur. Bu şekilde yetiştirdiği talebelerinden tayin ettiği halifeleri şunlardır; Mansur Ata, Abdulmelik Ata, Süleyman Hakim Ata (Bu Türkler arasında en meşhur halifesidir) Muhammed Danişmend, Muhammed Buhari (Sarı Saltuk) Zengi Ata, Tac Ata v.b. Bu halifelerinin yetiştirdiği birçok talebe ki; Ahi Evran, Hacı Bektaş, Mevlana, Taptuk Emre, Yunus Emre gibi talebeler Anadolu’da, Ahmet Yesevi Hazretlerinin çizdiği yolda ilerlemişler ve Türk dilini, edebiyatını, kültürünü özellikle İslam dinini doğru olarak gelecek nesillere aktarmışlardır. Sade bir Türkçe ile Halkın anlayacağı, sohbet tarzındaki Hikmet adlı şiirleri, Çin’den, Marmara sahillerine kadar yayılıp, Türk Milletine manevi ışık olmuştur. “Kafir bile olsan, hiç kimsenin kalbini kırma. Çünkü kalbi kırmak Allahü Taalayı kırmaktır. Gönlü kırık zavallı garip birini görsen, yarasına merhem koy, yoldaşı ve yardımcısı ol.” Yesevi, öğretisini hocası Arslan Baba’dan aldığı “ehl-i beyt” sevgisi ve bu doğrultudaki tasavvuf anlayışı üzerine kurmuştur. Bir Türk sufi tarafından kurulan bu ilk büyük “Türk tarikatı”, önce Maveraünnehir, Taşkent ve çevresi ile batı Türkistan’da etkili olmuştur. Daha sonra Horasan, İran ve Azerbeycan’da yaşayan Türkler arasında yayılan Yesevi tarikatı, 13 yüz yıldan başlayarak göçlerle Anadolu’ya, oradan da Balkanlara ulaşmıştır. Yesevi öğretisinin bu denli etkili olmasının temel nedenlerinden biri; Ahmet Yesevi’nin düşüncelerini anlatmak için, o dönemde gelenek olduğu üzere Arapça veya Farsça’yı değil, Türkçe’yi seçmesidir. Hece vezniyle yazdığı şiirlerle öğretisinin hızla


86

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

yayılmasını ve kuşaktan kuşağa kolayca aktarılmasını bu yolla sağlayan Yesevi’nin “Hikmet” olarak adlandırılan ve yüzyıllarca sözlü olarak yaşatılan şiirleri, 15. Yüzyılda yazıya geçirilerek “Divan-ı Hikmet” adı altında toplanmış ve kutsal bir kitap olarak elden ele dolaşmıştır. İslam’ın değerlerini Türk kültürünün değerleri ile kaynaştıran Yesevi öğretisi, özellikle bozkırlarda yaşayan Türk boylarının İslamiyet’i benimsemesini kolaylaştırmıştır. İslam’ı tanımalarına ve benimsemelerine karşın, varolan değerlerinden kopmayan bu topluluklar için, kentli din bilginlerinin sunduğu kuralcı İslamiyet’ten çok, dervişlerin sunduğu, dine esnek yaklaşan ve eski inançları yadsımayan, bir İslam anlayışı daha yakın gelmiştir. Böylece “şaman” geleneklerinin bir kısmı az ya da çok değişikliklere uğrasa bile varlığını sürdürmek imkanı bulmuştur. Geleneğe göre, toplumsal yaşamın her alanında olduğu gibi, dinsel törenlerde de kadın - erkek birliktedir. Kazakistan’da “Yesevi Zikri” adı verilen törenlerde, geleneğin islami değerlerle kaynaştırılarak bu gün bile sürdürüldüğü görülebilir. Bu örnekler, Yesevi’nin temsil ettiği İslam’ın, varolan inanç sisteminin tamamen terk edilmesini şart koşmadığını ortaya koymaktadır. Bu yüzden bugün yalnızca Kazakistan’da değil, eski Türkistan toprakları üzerinde yaşayan Türk topluluklarının çoğunda şaman gelenekleri İslamiyet içinde varlığını sürdürür. Üstelik bu uygulamalar, Ahmet Yesevi’nin izinden gidenlerce Anadolu’ya ve Balkanlar’a da taşınmıştır. Ahmet Yesevi, öğretisini “Dört Kapı” olarak bilinen şu ilkeler üzerine kurmuştur: Şeriat, Tarikat, Marifet ve Hakikat’tir. Dört Kapı, İslamiyet’ten önceki Türk inançlardan kaynaklanmıştır. Şamanlıkta Doğu, Batı, Kuzey ve Güney yönleri, kutsal kabul edilen dört ögedir. Yönler dört renk ve dört kutsal varlıkla simgeleştirilmiştir: Mavi, Beyaz, Siyah ve Kızıl. Ağaç, Demir, Su ve Ateş. Şaman inancına göre bunlar, evrenin ve insanın özünü oluşturur: Adalet, Kudret, Akıl ve Uyum.


Makale ve Analizler - 2016

87

Dört Kapı ilkesi Hacı Bektaş Veli’nin öğretisine de temel oluşturur. Hacı Bektaş Veli her bir kapıya onar makam ekler ve “Dört Kapı, Kırk Makam” olarak adlandırılan ilkeler bütününü ortaya koyar. Tasavvufi Türk halk şiirinin öncüsü olan Ahmet Yesevi, düşüncelerini yayabilmek için Millî nazım şekli olan dörtlüklerle, hece vezninde, yalın bir Türkçe’yle şiirler yazmıştır. “Hikmet” adı verilen ve Divan-ı Hikmet adıyla bir kitapta toplanan şiirler, İslamiyetin Türkler arasında yayılmasında büyük rol oynamıştır. Ahmed Yesevî hazretleri yetiştirdiği talebelerin her birini bir memlekete göndermek sûretiyle İslamiyetin doğru olarak öğretilip yayılmasını sağladı. Onun bu şekilde gönderdiği talebelerinden bazıları sonraları Moğolların katliamından kaçıp kurtulmak sûretiyle Anadolu’ya da geldiler. Bu suretle onun yolu Anadolu’da yayılıp tanındı. Anadolu’nun Müslüman Türklere yurt olması onun manevi işaretleri ile hazırlandı. Ahmed Yesevî hazretleri sohbetlerinde talebelerine buyururdu ki: “Ey Dostlar! Câhillerle dostluk kurmaktan sakınınız.”, “Akıllı ve uyanık kimse isen, dünyâya gönül bağlama. Şeytan seni kandırıp, dünyâya meylettirirse, seni emri altına almış demektir. Bundan sonra felâketlerden felâketlere sürüklenirsin de hiç haberin olmaz.” “Himmet, yardım kuşağını sıkı sıkıya beline sarmayan insan, dünyâya meyl ve muhabbetten kurtulamaz. Allah yolunda gözyaşları dökerek ağlamadıkça, Allahü teâlâya âit ince sırlara kavuşamaz ve bu yolda ilerlemesi mümkün değildir.” “İslâmiyetin emir ve yasaklarına uymakta gevşek davranan kimse, insanı Allahü teâlâya kavuşturan yolda ilerleyemez. Gönlü ve kalbi ile dünyâ düşünce ve işlerinden sıyrılıp, yalnız Allahü teâlâya yönelmedikçe, hakîkat meydanında bulunmak mümkün değildir. Bunlar hakkı idrâk edip, anlayıp bilmekten uzaktırlar.” “Ey dostlar! Bir kimse, Allahü teâlânın aşkı ile yanıp yakılarak, bu denizde çok usta bir dalgıç olmadıkça, bundan çok daha derin olan vahdâniyet denizine giremez. Ona girmek için çok usta ve dikkatli bir dalgıç olmak gerekir.” “Gönlünde Allahü teâlânın aşkını taşıyanlar, dünyâ ile tamâmen alâkalarını kesmişlerdir. Halk içinde Hak ile olurlar. Bir an Allahü teâlâyı unutmazlar.” Ahmed Yesevî hazretleri herkese iyilik eder, kendisinden hiç kimse rahatsız olacak bir hareket görmezdi. Bütün insanların dünyâ, âhiret saâdeti ve rahatları için gayret ederdi. Dergâhı fakir ve yoksullar, yetim ve çâresizler için sığınak yeriydi.


88

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Ahmed Yesevî hazretleri hikmet denilen şiirler yazmıştır. Bu şiirler; Dîvân-ı Hikmet’te toplanmıştır. Şiirleri o zamanda kullanılan ve herkesin anlıyabileceği sâde bir lisân ile söylenmiştir. Bu manzumelerin konuları umûmiyetle şunlardır: Allahü teâlâyı ve O’nun dostlarını her şeyden çok sevmenin lüzumu: Aşkın kıldı şeydâ beni, cümle âlem bildi beni Kaygım sensin dünü günü, bana sen gereksin sen Söylesem ben dilimdesin, gözlesem bu gözümdesin Gönlümde hem canımdasın, bana sen gereksin sen Fedâ olsun sana canım, döker olsan benim kanım Ben kulum sen Sultanım, bana sen gereksin sen. Allahü teâlâya tâat, kulluk ile ibâdet ve zikrin önemi ve bunlardan zevk alma: Ne hoş tatlı Hû yâdı, seher vakti olanda Baldan tatlı Hû adı, seher vakti olanda Seher vakti kalkanlar, canın fedâ kılanlar Aşk oduna yananlar, seher vakti olanda Seher vakti hoş saat, kalkana olur râhat Açılır devlet, saâdet, seher vakti olanda Her gün yanar bu canım, kullukta yok dermanım Sen bağışla günahım, seher vakti olanda Hak yolunda olan dervişlerin halleri: Yol üstünde oturup yolu soran dervişler Ukbâdan haber duyup yola giren dervişler Asâları elinde himmet kuru (kuşak) belinde Rabbim yâdı dilinde, Allah diyen dervişler Hırkaları eğninde, gönlünde yüz bin ayân Biliniz, iki cihan, göze almaz dervişler Sırrı ile söylerler, dile hikmet dizerler Âşıkla can gözlerler rengi sarı dervişler. Günâhkârların vaziyeti: Dünyâ benim diyenler, cihan malını alanlar Herkes kuş gibi olup, o harama batmışlar. Molla, müftü olanlar, yalan fetvâ verenler Akı kara kılanlar Cehenneme girmişler.


Makale ve Analizler - 2016

89

Kâdı, imâm olanlar, haksız dâvâ kılanlar Eşek gibi olarak yük altında kalmışlar. Rüşvet alan hâkimler, haram alıp yiyenler Parmağını dişleyip, korkup durup kalmışlar. Dünyânın geçici olduğu, buradaki lezzetlere zevklere, mal, mevki, görünüş ve gösterişlere aldanmamak gerektiği, ölümün varlığı ve her nefsin ölümü tadacağını da bâzı şiirlerinde işler. Ey dostlarım, ölsem, ben, bilmem hâlim nice olur; Kabre girerek yatsam, bilmem hâlim nice olur. Götürüp lahde koysalar, arkaya bakmadan dönseler Suâllerimi sorsalar, bilmem hâlim nice olur. Girse karış adlı yılan, dolansa tene o zaman Kalmaz bütün bir üstühan, bilmem hâlim nice olur. Olsa kıyâmetin günü, hâzır olur cümleleri Kıldığın ameller hani, bilmem hâlim nice olur. Ahmed Yesevî hazretlerinin vefâtından yaklaşık 200 yıl geçtikten sonra, birgün Büyük Türk Hâkânı Emîr Tîmûr Buhârâ’ya gitmek üzere yola çıktı ve Türkistan’a uğradı. O gece rüyâsında Ahmed Yesevî hazretlerini gördü. Kendisine: “Ey yiğit! Buhârâ’ya çabuk git! İnşâallah orada sana fetih nasîb olur. Senin başından çok hâdiseler geçse gerek. Zâten oranın insanları senin gelmeni bekliyorlar.” buyurdu. Tîmûr Han uyanınca, bu müjdeye çok sevinip, Allahü teâlâya şükretti. Ertesi gün Türkistan hâkimine çok para verip, Ahmed Yesevî hazretlerinin kabri üzerine mükemmel bir türbe yaptırmasını emretti. O da, istenildiği gibi bir türbe yaptırdı. Türbe, bugün hâlâ bütün haşmetiyle durmaktadır. Ahmet Yesevi Hazretleri´nin 1166 da Yesi şehrinde vefat ettiği kabul edilmektedir. Kabri üzerine türbe, 200 yıl sonra, Timur Han tarafından inşa edilmiştir. Hocaların hocası, Anadolu Türklüğünün manevi atası, kendisi Anadolu’ya gelmediği halde Anadolu’nun bir İslam yurdu olmasında büyük etkileri görülen bir büyük zaatır.


90

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Dostunu Ağlatan Düşmanını Güldürür

BG-SAM-16.Nisan.2016

Konu: Dostun zahmeti düşmanınkinden çok olur. Ben de Kurucu Kurultayındaydım. Salon tıklım tıklımdı. Dört göz, ikiden farklı görür demiş halkımız da, salonda binlerce göz vardı. Bunların hepsi Dostluk aramaya gelmişti. Bizim halk silimizin dokusunda hoşgörü ve merhamet ağırlıklı olduğundan, dostluk ve düşmanlık felsefesi de medeniyet dokumuzda sık işlenmiştir. Dikkatimi çeken, salondakilerin yeni dostluklar başlatmak için değil, eski dostlukları yaşatmak için toplanmış olmasıydı. Havanın huzurlu, sakin ve güvenli olması delegelerin daha önce birbiriyle yemiş, aynı sofrada sohbet etmiş, iş görmüş olduklarını ele veriyordu. Bu birlikteliğin temelinde “Dost dosta bağ bağışlamaz, doğru yol gösterir” anlayışını hazır bulunanların, forumdan, yeni kurulan partiden, maddi destekten çok, dostları doğruya yönlendirme arzusu hâkimdi. Görüldüğü üzere, ilk izlenimlerimde, rahatsız eden, umutsuzluk gölgesi yaratan hiçbir şey yoktu. İlk konuşmaları dinlerken, isminin kısaltılmış şekli DOST olan ve Bulgaristan Türk Müslümanlarının Hak ve Özgürlük Partisinden ihraç edilen 4 milletvekili ile parti Kırcaali il başkanı ile bazı kıdemli özgürlükçü militanlar tarafından kurulan Özgürlük, Sorumluluk, Hoşgörü ve Demokrasi partisi temellerinin çok derin atılmadığını hissetim. Şöyle ki, sanki dünya yalnız yeni-liberalizm ile NATO etrafında dönüyor ve Bulgaristanlı Türk Müslümanlar, kurultaya delege gönderen Pomak ve Romanların, % 90’nı yoksullar kategorisinde yaşamak zorunda olan yaşlı Bulgarları başka hiçbir şey ilgilendirmiyordu.Bu konuşmaları daha uzun zaman dinleyince insan “sorumluluk”, “hoşgörü”, “demokrasi” ve “özgülüklerin” bu ülkede tohumu tükenmiş, dikmek için fidesi de bulunamaz olmuş, nimetler olduğu ve neredeyse “vay vay” deme boyutuna doğru kaymaya başlıyordu. Herkesin aynı şeyi söylediğine göre, bu böyle olabilir, fakat “Dost, dostun ayıbını yüzüne söyler!”. Kimse kalkıp da, son 5 yılda Bulgar toplumu kutuplaşarak katılaştı ve biz Türkler ve diğer Müslümanlar olarak “ötekileştiriliyoruz”, yeni biçim yaklaşımla hor görülüyoruz ve her gün biraz daha zorlandığımızdan dolayı 710 binimiz Türkiye’ye ve 1,5 milyonumuz da Batı Avrupa, Avrupa Birliği (AB) ülkelerine süresiz ya da mevsim işçisi olarak belirli aralıklarla gidip dönmek zorunda kaldık demedi. Benim kurultaydan beklediğim anlamsa şuydu:


Makale ve Analizler - 2016

91

“Dost sanma iyi gününde dosta görüneni, dost bil kötü gününde dost olanı.” Salondakilerin çoğu birbirini tanıyan kişilerdi. Aldatıldıklarını, pusuya düşürüldüklerini fark edemeden kurban olan 1990’ların şanlı HÖH mitinglerinin önde gelen heyecan yüklü örgütçüleriydi. Halkımız kendilerine “Dost sanma, şanlı vaktin dostunu!” derken, bıyık altından gülümsemişlerdi. Bu konu köy ve kasabalarda çok defa yorumlandı ve en sonunda şu şekli aldı: “Dost sanma, şanlı vaktinde dost olanı, dost bil, gamlı vaktinde elinden tutanı.” Bulgaristan Türkleri sosyal ortamında bu sentez iç çelişkiler içerir, çünkü onlar çok eziyet çektiler, ağır dönemlerden geçtiler. Nazi Almanya’sında Alman ırkından olmayan her iki vatandaştan birinin tutuklandığı ve işkence gördüğü gibi, Bulgaristanlı Türk kardeşlerimizin arasında da hemen hemen her ikisinden biri içeri alınmış, hainliği kabul etmeyince zindana atılmış, sürülmüş ya da hapsedilmiştir. Almanya örneğinde bu etnik temizlik 5 milyon Yahudi’nin Ölüm kamplarında öldürülmesi, 5 milyon tutukluya da yıllarca çakıl kırdırma şeklinde öykülenir. 1961 Yılına kadar Bulgaristan’da da 200’den fazla toplama kampı olması ve 149 bin 1le 161 bin arasında insanın telef edildiği bilinmektedir. 1985’te Türk aydınların ve kanaat sahibi olanların “Belene” adlı Tuna Adası’ndaki Ölüm Kampına atılması, toplumda büyük infial, korku yaratmıştır ki, onları “Büyük Göçe” zorlayan bu korkutarak sindirme oldu.İşte bu anlamda olmak üzere, gerçek dost iyi günde insanın yanında yer alanlar değil, kötü günde insanın ve ailesinin yardımına koşanlardır gerçeği, bu topraklarda ve toplumda derin kökler salmıştır. Ve neredeyse 600 yıl hoşgörü, iyi komşuluk ve merhamet ortamında yaşayan bu topluma son 100 yılda kalın korku sisi düşmedi ve hayatı karartması acı bir gerçektir. Ben yine de bu topraklara felaketin yolunu döşeyenlerin Türk Müslümanlar arasındaki iç hüsümet değil, Balkan Savaşlarından sonra birbir ardından kara bulut gibi çöken Birinci ve İkinci Dünya Savaşları ve ardından gelen totaliter milliyetçi şoven rejimler olduğuna ve bu pisliğin 26 yıl gibi kısa bir süre içinde temizlenememiş olduğuna inanmak istiyorum. Şu gerçek de unutulmamalıdır tabii. Toplumu aydınlatan hep aydınlar olmuştur. Bulgaristan Türk etnik azınlığının yetiştirdiği aydınlar, hocalar, müftüler sistematik biçimde, 10 - 20 yıl aralıklarla bir yandan şiddet yoluyla yok edilirken, bir de memleketlerinden kovulmuştur. Bunun en parlak örneği 1951 göçünde 450 yükseköğrenimli, “Nüvvab” mezunu Türk din adamının Türkiye’ye göçe


92

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

zorlanmış olmasıdır. Bulgar totaliter rejimlerinin Büyük Savaştan önce ve sonra Türk Müslümanlara karşı izlediği siyaset çizgisinde, “esir gibi kullanma”, “insanları hayvani yozlaşmaya zorlama vardı.” Bu denli ağır koşullarda Bulgaristan Türklerinin kendi edebiyat ve sanatlarını oluşturmada, spesifik çizgileri olan kültürlerini yaşatmada, Türk Müslüman kimliği oluşturma ve Türk medeniyetinden bir oluşturucu parça olmaya devam etmeleri tarihsel kahramanlıklarla yücelmiş bir kazanım ve başarıdır. Bu, geri bakarak değerlendirmen çıkardığım sonuç ise şudur: Bulgarlar yönettiği etnik azınlıklara baskı yapmaya ihtiyaç duyuyorlar ki, bir hekim olarak, bunun bir toplumsal sapıklık derecesine vardığından endişe ediyorum. Bu bakıma, Türk Müslümanların Bulgarlara ve hatta kendilerini ötekileştirenlere de el atan yeni partilerine DOST adını vermelerini çok anlamlı buldum. DOST kurucu kurultay salonunda hazır bulunanlar sanki birlikte duraksamak için bir araya gelmişti. Bu çok anlamlı bir molaydı. Bu, kendi ulusal kimliklerine ilişkin biçimlenmiş ve onları eski statüde tutmaya çalışanlara karşı bir isyandı. Onlar “soya dönüş” saçmalıyla onlar üzerinde egemenlik kurmak isteyenleri geri püskürtmüş ve “Bulgar Etnik Modeli”ni de çöpe atmayı başarmış olan temsilcilerdi. Onların Hak ve Özgürlükler Hareketine ters düşmesinin temel nedeni buydu. Statükoyu yenmişler ve Türk kimlikleriyle Dostluklar da buluşma yolunu seçmişlerdi. Onlar korkuyla birlikte unutkanlıklarını da yenebilmişti. Aranan dostluk sınıf, dil, ideoloji, din üstü bir gerçekti. Onlar, dil-din fark ve yasaklarının toplumda ayırıma zorlayan ve derinleşen bir fay hattı olmasına son verilmesi için buraya toplanmıştı. Korkutmak ve itaat ettirmek siyasetinin temelinde HÖH siyaseti olduğunu da bildiklerinden, tüm sol-sağ milliyetçiliğiyle birlikte Türklük ve Müslümanlık konusunda HÖH nihilizmini de toptan ret etmişlerdi. Bulgar milliyetçiliğinin temelinde bir ulus-devlet kurma, çoğulcu siyaseti ve çok kültürlülüğü yok etme olduğunu ve 100 yıldan beri devam eden ulusçuluğun aşılması zor bir duvar olarak önümüze gerildiğinin bilincindeydiler. Onlara karşı yürütülen siyaset etnik azınlıkları gönül hoşluyla kazanmak değil, zulme katlanmaya zorlamak, eriterek asimile etme veya göçle def olmalarını sağlama ilkesine dayanan bir zorbacı uygulama olduğunu biliyorlar, ama vatan sevgisi üstün geldiğinden daha iyi günlerin geleceğine inandıkları için kurultay salonundaydılar. “Domuzdan post, ... dost olmaz!” atasözünü hepsi bilseler de içlinde bir bu ırmağı da geçeriz inancı vardı. Dost’a sır verme düşman olur; düşmana kötü söyleme, dost olur, gibi gerçekleri iyi bildiklerinden, hem faşizme, hem de totalita-


Makale ve Analizler - 2016

93

rizme karşı mücadelede deneyimli olduklarından ve bu denli tecrübe sahibi olmuş olmalarına rağmen, son 26 yılda yine bir bataklıkta bocalamaya zorlanmış olmalarından, bazı sırların en yakın arkadaşa, yakın dosta bile söylenmesinden, çeşitli sebeplerden dolayı, dostun düşman olabildiğine de inanmışlardı. Bilinçlerindeki gerçek, insan düşmanı hakkında bile kötü konuşmaktan kaçınmalı, çünkü gün gelir o düşmanıyla dost olursa, onun yüzüne utanmadan bakabilmelidir. HÖH partisinin defalarca parçalanması, 10 bin Bulgaristanlı Türk aydının ata vatandan kovulması onları böyle düşünmeye alıştırmıştı. Nüfus olarak azalmışlar, dağılmışlardı ve birbirlerine ihtiyaç duydukları belli oluyordu. Onlar Bulgar rejimlerin sınırsız gaddarlığını ve hukuka karşı kayıtsızlığını yaşarken aslında su almışlar, çelikleşmişler, bilinçaltları boş umutlardan arınmış ruhları ve fikirleri net, sabırlı ve az konuşan insan tipleri olmuşlardı. Suskun bekleyişlerinde o beklediğimiz mutlaka gelecek sezişleri parlıyordu. Totalitarizm döneminde onların çalıştığı fabrikalar gözetim altındaydı, “soya dönüş” yalanının uygulandığı yıllarda köylerde halka açık idamlar yapılmış, toplu tutuklamalar olmuş, çok farklı sindirme yöntemleri uygulanmıştı. Bulgar irk üstünlüğü fantezisiyle sapıtmıştı. Tankların ve zırhlı birliklerin köyleri basması bir güç gösterisiydi. Toplama kamplarında dikenli tellerin ardında kaldılar. Türklük, Osmanlı ve İslam konularında meydan okuyanlar bozuk plak gibi hep aynı şeyleri anlatıyor, onlar da dinler gibi yapıyordu. İddialarında 500 yıl Osmanlıda kalmışlar ve şimdi Türkler üzerinde efendilik hakları doğmuştu. Ne yazık ki, daha ilk günden beri yani 1878’den başlayarak Türklerle birlikte yaşarken eski dostluklara hayat hakkı tanımaya akıl edemeyen Bulgar seçimleri, 138 yılda geçerli ve olumlu bir etnik devlet siyaseti geliştiremedi ve başaramadı. Değişik baskı yöntemleri uygulamaya devam ederek, gerçekleri gizlemeye çalışıyor. Türk Bulgar yaşam biçiminin ret edilmesi ve sadece Bulgar ritüellerine göre yaşanmasında ısrar edilmesi de başka bir saçmalıktı. Bütün bunlar Bulgaristanlı Türklere hayatın bir mücadele ve arayış olduğunu öğretti. Bizim inancımızda “Dost’a giden, yabana gitmez” vardır. Dostlar için yapılan fedakârlık ve iyilikler boşa gitmez inancıyla buluştuk Sofya’da. İyi niyet jestimiz, bizim ana siyaset hattımızdan, kırmızıçizgimizden saptığımız, yan kırdığımız anlamına asla gelmez. Biz kendimizi dost bildiğimiz için dosttan hiçbir zarar gelmez inancına bağlı kalarak, Bulgaristan Türklerinin daha iyi günler görmesi, hak ve özgürlüklerine kavuşması, adaletin tesis edilmesi ve demokrasinin üstün gelmesi yolunda beraber olduğumuzu bildirdik. Bu selam Tüm soydaşlarımızındır. En iyi dilekler de onlarındır.


94

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Aynı zamanda bir HÖH - DOST kavgasından ancak Bulgar milliyetçilerinin kazanacağını, sorunlarımızın çözümünün etkilenip erteleneceğini de biliyoruz. Yolumuzu seçmeni ve doğru çizgide buluşmamış için bu kavgayı vermek zorunda olduğumuza inanıyoruz. Bu mücadelenin yeni aşaması 24 Nisanda yapılacak HÖH 9. Olağan kurultayı olacaktır. Biz her düğüne kamber olmak niyetinde değiliz.

Doğan’ın Korkuları

BG-SAM-17.Nisan.2016

Konu: Bulgar gazetesinden Tercüme Bulgaristan demokratik basını gözüyle, Faktor’dan alınmıştır: Mestan’ın politik tabancası tutuk yapacak mı? Saldırıların, eski idareden kalan görevlilerin ve perde arkasından sihirbazların yeni hedefi - DOST partisi. Ahmet Doğan milli kahraman oldu. Vasil Vasilev. Siyasi partiler, milliyetçiler, siyaset adamları, analizleri yapanlar ve gazeteciler Başkanı Lütfü Mestan olan yeni DOST partisinin kurulmasını daha önce rastlanmamış bir saldırı dalgasıyla karşıladılar. Yeni parti daha tescil edilmeden Türkiye yanlısı damgası alırken, Makedonya İç Devrim Örgütü’nden (VMRO) Angel Cambazki gibi milliyetçiler Bulgaristan’ın Milli Çıkarlarına tehlike yarattığını ön plana çıkardılar. Düne kadar Ahmet Doğan’ı, Hak ve Özgürlükler Hareketi (DPS - HÖH) partisini ve “KİM” Modelini eleştirenler, Lütfü Mestan kişiliğinde yeni daha uygun bir düşman bulabildiler. Pazar gün 1200 kişi DOST partisi kurdu. Doğan’ın dur otur bilmeyen tenkitçileri ondan ansızın yüz çevirerek, onu “Boyana Sarayı”nda porsiyon dağıtma işiyle yüz yüze bıraktıklarında, hemen Türkiye ile didişmeye yeni vesile aramaya koyuldular. Bulgaristan’da HÖH partisi Bulgaristanlı Türklerin haklarını 26 yıl önce istila etti ve onlarla başka hiç bir çıkış yolları olmayan, toprak köleleri gibi davranıyor. Sosyalizmin düşmesinden bugüne kadar onların hiç biri, oyları sayan ve hesapları tutmayınca çıldıran, yeri dere beylerden birinin veya bir amirin em-


Makale ve Analizler - 2016

95

rinde olan ve baskı aracı olarak kullanılan vurucu grupların eziyetine maruz kalmadan, seçimlere özgürce katılmanın ve istediğin kişiye oy vermenin ne olduğunu bilemedi. Doğan’a karşı söz söyletilmeyen ve başkaldıranın kafası kırılan, özellikle taşrada ve karma nüfuslu bölgelerde, işsiz kalma korkusu Bulgaristan Türkleri arasında en şiddetlidir. DOST partisi kurulmazdan önce, daha 2011 yılında Kasım Dal “Özgürlük ve Şeref” partisi kurmuştu. O zaman da, parti kurulur kurulmaz, yine Türk milliyetçiliği, kökten dinci İslam dini ve Ankara ile ilişkili olduğu gerekçe gösterilerek, şiddetli kötüleme kampanyası başlatıldı. HÖH - DPS borazanlarının karalaması ve ayrıca Ataka partisinin iddialarından hiç biri kanıtlanamadı. Bugün aynı cadı kazanı Mestan’ın partisine karşı kaynatılıyor. DOST partisini kuranlar, ülkemizin rüşvet şemalarında bir anane olarak kalan, Ahmet Doğan’ın oligarşi çevreleriyle hiç bir temas kurmak istemediklerini önceden açıkladılar. Yeni partinin ulusal çıkarlarımıza tehlike olduğu iddialarına rağmen, Fransa, Ukrayna ve Polonya Büyükelçiliklerinden temsilciler ve Ekonomik İşbirliği için Avrupa Ligi’nin Bulgar Şubesinden şahsen İliya Lingorski kurucu kurultay konukları arasında yer aldılar. DOST partisinin ilk çalış tayında Türkiye Cumhuriyeti Büyükelçisi Süleyman Gökçe de hazır bulundu. Ülkemizde görevli aynı diplomatların daha önce Doğan’ın kurultaylarına gittiklerinde ve başını sıvazladıklarında yıllar yılı kurnazca susan, o eski idarenin küflenmiş kadroları bu defa skandal yaşadılar. Doğan, Hak ve Özgürlük Hareketi’ni iyi ayarlanmış bir iktidar makinesi ve darphane haline getirdiğinde de bugün Mestan’ı eleştirenler o zaman susmuştu. Bütün gözlerin DOST’a çevrilmiş olduğu, yeni partinin etnik bir parti olup olmadığını didiklediği günümüzde, bundan 26 yıl önce Hak ve Özgürlükler Partisi karma nüfuslu bölgelere yayılırken, şirket çemberini oluştururken ve porsiyonları dağıtmaya hazırlanırken de aynı sözleri işittik ve şişirilen korku balonlarını seyrettik. Aynı “eleştirilerde” bulunanların gözünde bugün Doğan, Vasil Levski ile mukayese edildi, bir kahraman oldu. DPS - HÖH partisine karşı söz söyleme cesareti gösteren ve Türklere ve Müslümanlara yeni bir alternatif gösterenlerin hepsine karşı uygulanan şeytanlaştırma ve pire gibi ezme senaryosu şimdi Mestan’a karşı sahnededir. Doğan, siyasette kendisine politik muhalefet olarak beliren yeni liderin elindeki tabancanın bu defa muhtemelen tutukluk yapmayacağından korkuyor. Ankara güvenini tamamen yitirince, gidip ziyaret etmesi bile yasaklanan Doğan’a kala kala Kremlin’in sahte dostluğuna dua etmesi kaldı. Aynı zamanda Rusya bağlantılarını kesme DOST siyasetinde köşe taşı oldu.Bu arada Faktor.


96

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

bg. bu konuda gazeteci ve yorumcu Georgi Koritarov, Ahmet Doğan’ın eski sağ kolu Osman Oktay ve Bulgaristan’ın eski Rusya Büyükelçisi İliya Vasilev’ın yorumlarına başvurdu. Georgi Koritarov: Benim için, DOST partisinin milli menfaatlerimiz için tehlike yarattığı konusundaki suçlamalar, bu gibi iddialara gerek duyanların endişe verici düşük düzeyde siyasi kültüre sahip, kara cahil milliyetçiler olmasında gizlidir. Böyle yapıldığında saldırının önünde engel kalmıyor. Bulgaristan’da Avrupa Atlantik yönelimli yeni bir siyasi partinin kurulması en yüksek düzeyde bir entelektüel ve politik çağrışımdır. Bu partinin kurulması Bulgar siyasi yönetimine bölgesel ve Avrupa konularında olduğu gibi dünya siyaseti konularında da daha geniş ve yeni bir boyutta düşünme çağrısıdır. Bu çağrıda, Avrupa Birliği’nin genişlemesine ve Avrupa güvenliğinin genişletilmesine ilişkin yeni bir model önerisi yer alıyor.Çinler bu konuda şöyle demiştir: “100 çiçek açsın, 100 okul aralarında yarışsın!” Bu bir çoğulcu yarış çağrısıdır. Yeni bir siyasi parti kurulması politik diyalog yapılmasında bir zenginliktir. Kurucu kurultaya Türkiye’den ilk kez 3 siyasi parti temsilcisi katıldı. Bu partiler yakın bir zamana kadar aralarında anlaşamıyorlardı, fakat Bulgaristan’da yeni bir siyasi partinin kurulmasını en iyi dileklerle kutladılar. Tüm bunlar DOST partisinin büyük bir siyasi potansiyele sahip olduğuna işarettir. Osman Oktay: DOST ve Lütfü Mestan’ın Ankara tarafından desteklenmesine ve neredeyse iddia ettiklerine göre, ulusal güvenliğimize tehlike oluşturmasını iddia eden “Doğan” taraftarlarına şaşıyorum. Sanki aynı yorumcular, “Doğan” modelinin ve HÖH partisinin Ankara tarafından son 15 yılda aynı şekilde desteklendiğini görmüyorlardı. Geçen seçimlerden önce Lütfü Mestan, HÖH lideri olarak Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından kabul edilmişti. O zaman ben, bu görüşmenin ülkemizdeki seçim sürecine ciddi müdahale olduğunu belirtmiştim. O zaman şu yorumcuların hepsi susuyordu. “Doğan” modelini savunanlar şu an artık ateşle oynuyorlar, sanki bizde Erdoğan tarafından desteklenen bir siyasi parti ilk kez kuruluyor. Ankara “Doğan” modeline sırt çevirdiğine göre, iki partinin ikisi de oyun dışı bırakılacak ve ilk kez olmak üzere, bizim siyaset arenamızda etnik - dinci ve kulislerce sömürülen siyasi oluşum olmayacaktır. Bundan böyle ve nihayet, GERB, BSP ve RB gibi siyasi partilerde Türk ve Müslüman aydınlar kendilerine layık olan şerefli yerleri alabileceklerdir. Bulgaristan’da etnik ve


Makale ve Analizler - 2016

97

dini parti modellerine gerek yoktur. 15 yıldan beri Ankara bu modellere hizmet sunarken kimse ağzını açmamıştı. İliya Vasilev: Fazla heyecanlanmadan önce şunu bilmeniz iyi olur: Viyana Antlaşması, T.C. Sofya Büyükelçisi Gökçe de dâhil, hiç bir diplomatın kurucu kurultaya katılmasına engel öngörmüyor. Böyle olmamış olsa normal kabul edilemezdi. Onlar birinci elden bilgilenir ve hükümetlerini kendileri bilgilendirirler. Bulgaristan’daki siyasi durumla ilgili nitelendirmelerde de bulunarak bir konuşma yapmışsa o zaman durum değişebilir. Bu konuda saldırılarda bulunan ve “ura!” diyen Velizar Ençev, diplpmasi teorisi konularında hazırlıklı değildir. Endişe uyandıran, Türkiye Milliyetçi Hareket Partisi temsilcisinin konuşmasıdır.

Boynumuzdaki Tasma

Neriman Eralp Kalyoncuoğlu-17.Nisan.2016

Konu: Hayatı Masallardan Öğren. 24 Nisanda Hak ve Özgürlük Hareketi (HÖH - DPS) partisi, ilk göz ağırımız 9. Olağan kurultay topluyor. Sofya’da Milli Kültür Evi’nde yapılacak. Bu defa hazırlıkla pek sesiz, ortalıkta çıt yok, hiç bir konuda uyum sağlayamayan ve üçü de Başkan olma hevesine yenik düşen Mustafa Karadayı, Çetin Kazak ve Ruşen Riza birer rapor yazmışlar ve “saraya” sunmuşlar. Hangisinin okunacağına yoksa 3 rapordan yeni bir ekspoze mi çıkarılacağına henüz karar verilmemiş. Güvenilir kaynaklardan aldığımız haberlere göre, üç “liderden” üçü de boyunlarındaki tasmayı hissetmeye başlamış. Hiç biri başına buyruk, özgürce hareket edemiyor. Saray bekçiliğine, ağa uşaklığına alışabilmek için elinden geldiğince gayret ediyorlar. Partinin her gün biraz daha dağılması sonucunda dönüşü olmayan çöküş de baş belalarının en büyü oldu. En sık sorulan soru, HÖH bu kurultayda kendini dağıtacak mı, kapanacak mı, yoksa yalan dolan sayfalarından yeni birini mi açacak?! Tüm bunlar yetmezmiş gibi demirbaş bildiği liderliği elden kaçırmak istemeyen Ahmet Doğan’ın Bulgar milli çıkarlarına getirdiği son tanımda, “Bizim Rusya’dan başka tutunacak dalımız yok ve olamaz!” demesi de tosladı. Halkın,


98

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“bir şeyler oluyormuş ama, bir şey gördüğümüz de yok” demesine rağmen, siber Rus saldırıları devlet katlarını, kamu düzenini iyice sarstı. Bakanlıklar, polis amirlikleri, mahkemeler, bankalar, sigorta şirketleri, sağlık bakanlığı ve emeklilik kurumları “aman başımıza gelene” diyor. Cumhurbaşkanı Plevneliev’in topladığı Milli Güvenlik Konseyi, Panama’daki Off Shore hesaplarının açıklanmasından ve gözle görülmeyen bir cin gibi banka hesaplarımıza girmeyi başarıp “senin hesabındaki parayı bana, benimkini ise bam başka birine havale etmeyi” artık işten saymazsan siberciler, bizi de ayı zangır zangır titretirken, birkaç bankanın beyaz bayrakları kılıfından çıkarıp, göndere çekmeye hazırlanmasıyla, kan kusuyor. Aklımıza gelmeyenler başımıza geldi. Uykusu kaçmayan yok. Polis müdürlükleri artık bilgisayarları hurdaya çıkardı. 30 yıl önce tarih olan “Daktilo Çağı” geri döndü. Bir bilgisayar 10 kişinin işini yapıyor diyenler, artık hapla yaşıyorlar. Tüm bu baş belası işlerin başımıza gelmesi ve memleketimizi milyarlarca leva masrafa sokması hep o yıkılıp çöpe atılamayan totaliter düzenden ve ülkemizin Rus İstihbarat ajanlarının hepimizi yönetmeye devam etmesinden kaynaklanıyor. HÖH partisi 8. Olağan Kurultayında (2013) Başkan Ahmet Doğan’ın yarısına kadar okuyabildiği rapordan işittiklerimizden hiç biri doğru çıkmadı. “Liberalizm” demişti, 1848 Alman devriminde doğduğunu ve 1934’te Nazı faşizmini doğurduğunu söylemeden; “size refah getirecek” demişti. Toplumumuz ikiye bölündü. % 90’nımız Avrupa’nın fakirlik rekorunu kırdı. % 10’umuz da 30 milyar Dolar çalıp, Off- Shore (vergi cenneti) hesaplara kaçırınca rekorcu oldu. Kişi başı en büyük hırsızlık bizde olmuş. İki taraf da dünya şampiyonu, kimimiz yoksullukta, kimilerimiz de hırsızlıkta. Ver elini özgürlük. Yoksullaşmada ve hırsızlıkta tamamen ve her bakıma özgürüz. Var mı böyle cennet??? O, bir de “Hidrojen” enerjisi bulundu bulunacak, benzinciler kapanacak, doğal gaz boruları atık çöp deposu olacak falan filan demişti kurulyan kürsüsünden çaktırılmazdan önce Başkan Doğan. Ne oldu dersiz?!. Oksijen Hidrojenden ayrılmadı. Bunlar sanki birbirine çok sevdalı! Birine kenetlenip kaynak da yaptırmışlar. Denizler tuzlu su, göletler tatlı su dolu, ama hidrojen enerjisi depolanmış yer yok. Hidrojen oksijene “Boşsun, boşsun, boşsun!” demiyor. Yazılıp çizilen, okunup dinletilenler hep boş, hep yalan çıktı. Umut pazarı yok. Bizde umut Kurultaylarda aşılanıyor. Salla babam salla! Bizde yalan söylemek suç değil, yalandan içeri düşen yok. Uygulanmayan kanunlarda yalancılıktan ceza öngören maddeler de yok. Bizde yalancılıkla olmayan hürriyetler eş


Makale ve Analizler - 2016

99

değerdir. İkisi kardeştir. Üstüne bizde ekdiklik var, yalan söyleyene ceza kanun teklifi de henüz yazılmadı. Bunların böyle olmasının bir tek sebebi var, politikacılarımızın boynunda birer tasma var. İşte masalı. Kurt ve Köpek Kısa yoldan anlatacağım ne denli tatlıdır özgürlük. Tıka basa doymuş köpekle karşılaşmış bir deri bir kemik kalmış kurt; Esenledikten sonra birbirini, durmuş ikisi de, kurt sormuş köpeğe: “Parlaklığına diyecek yok doğrusu, ne yiyorsun da böyle semirdin, kuzum? Ben açlıktan ölüyorum, çok daha güçlü olmama karşın.” Köpek yanıt vermiş yalın biçimde: “Sen de yakalarsın bu fırsatı, efendine saygıda kusur etmezsen, benim gibi!” “Nasıl yani” demiş kurt. “Bekçilik edeceksin kapının önünde, evi hırsızlardan koruyacaksın geceleyin”. “Ben hazırım doğrusu” demiş kurt, “anam ağılıyor şimdi ormanlarda,yağmurun karın altında. Nasıl da işime gelir bilsen yan gelip yaşamak bir çatı altında, karnımı doyurmak bol bol yiyecekle! “Gel öyleyse benimle” demiş köpek. Kurdun gözü ilişmiş yürürlerken, köpeğin boynundaki zincir izine “Dostum” demiş, “ne oldu sana?” Yanıt vermiş köpek: “bir şey değil” diye. “Söyle söyle haydi” diye üstelemiş kurt. “Yaman bir görünüşüm var ya, bağlarlar beni, gündüzün gün ışığında dinleneyim de, uyanık kalayım diye gece çöktüğünde;çözerler beni ortalık karardı mı, dolaşıyorum şimdi, gördüğün gibi. Ekmek getirirler kendikilerinden, efendi kemik verir sofrasından, kırıntılar atar aile bireyleri, sevmediği yemek artığını her biri. Çalışmadan karnım doyar böylece.” “Canın bir yere gitmek isterse, izin var mı peki” “Hiç olur mu?” “Tepe tepe kullan övdüğün şeyleri köpek, istemem eksik olan saltanat sürmek. Özgürlüğü yitirmek pahasına.” HÖH’ten olup “lider” adayı çalımı satanları anlattık.


100

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Seni Kanuna Şikayet Ederim!

Hamiyet Yıldırım Çakır-17.Nisan.2016

Konu: DOST neden adaletten söz etmiyor? Gelip de birisi bana şu yeni kurulan DOST partisinin adının açılımına ne desek diye sormuş olsalardı, mutlaka adalet de olsun, derdim. Çünkü adalet olmayan yerde sorumluluk olamaz, adalet olmayan yerde demokrasi ve hürriyet de olamaz. Şahsi kanımca toplumsal yaşamın temel direği adalettir. Bizim ahlakımızın temelindeki Kul Hakkı Yenmez! İlkesi adil bir sosyal yaşamın esasıdır ki, Türkiye Cumhuriyetinde hukuksal sistemin ilk sözü adalettir. Mahkemelerin kapısında, duruşma salonlarında Yargıç ve Savcı beylerin arkasındaki duvarda “Adalet, Mülkün Temelidir!” yazar. Bu bizim kendi aramızda, ailede, toplumda tesis ettiğimiz en büyük edinimlerimiz-den biridir. Mesela memleketimiz Bulgaristan’da Yargıçların ardındaki yazıda adaletsözü yoktur. Bu, yargıcın ve savcının iradesine kalmış bir olaydır. Hukuk sistemimizde taşlar öyle oturtulmuştur ki, bir yere kadar olmak üzere “adalet aramak” hatta suçtur. 1795’te Büyük Fransız Devriminden sonra Yargıçların yeni kanunları adaletli uygulaması için hepsi özel kurslarda eğitim görmüştür. Uygulanamayan adalet kanunda kalır ve adalet değildir, toplumun huzur bulması için uygulama önemli olandır. Birçok kitap “Adalet dünyanın temelidir” sözleriyle başlar. Dünya insanlarının huzur ve barış içinde yaşaması için her işte mutlaka hak, hukuk, doğruluk gibi adaleti oluşturan öğeler yer almalıdır. İnsan haklarının başında doğal haklarımız ve evrensel insan hakları gelir, bunların başında ise, her insanın dil ve din hakkı vardır ve Bulgaristan gibi azınlıkların dil, din haklarında sorun yaşanmaya devam ettiği ülkelerde adaletten söz bile edilemez. “Adalet ile zulüm ikisi de bir yerde olmaz!” Bu gerçek dünya siyaset ve sosyal sisteminin temelini oluşturur. 1985’te memleketimizde olduğu gibi, bir yandan Türklerin isimlerini zulüm ederek değiştirirken, haktan, hukuktan, doğruluktan, eşitlikten vb. söz etmek tamamen saç-


Makale ve Analizler - 2016

101

malıktı, çünkü toplu kıyım, acımasızlık, merhametsizlik, haksızlık ve cefa zulmün ögeleridir ve bunlar adaletle yan yana olamazlar. İsimlerimiz değiştirilirken halkın gözü önünde 42 gencimiz kurşunlanarak öldürüldü, olaylar soruşturulmadı, tutuklanan yok, yargılanan yok. İnsanlık tarihi Sezar, Hitler ve Stalin’den başka toplu suçları, katliam yapanları af eden başka diktatör tanımaz. Üçüncüsü de Bulgar komünistlerdir. İnsanların adaletin yerini bulması davasından vazgeçmeye hakları yoktur, çünkü bu olduğunda dünya kan gölünde boğulur. “Adaletin olduğu yerde, rezalet olmaz.” Adaleti hak, hukuk ve doğruluk oluşturduğu için adaletin bulunduğu yerde toplumun duygularını inciten her hangi bir olay ve durum görülemez. Bunun olması içinse, vatandaşların ahlak kurallarını bilmeleri bir zorunluluktur. Kuralların ve kanunların bilinmediği ya da hiçe sayıldığı yerde anarşi baş gösterir. Bugün Bulgaristan okul sisteminde din ve ahlak dersi olmaması büyük bir eksikliktir. Dinsiz adamların adaleti yoktur ve olamaz, çünkü dayandıkları bir ahlak düzeni yoktur. Ahlaklı olabilmek için hepimizin tarihimizi, ananelerimizi, atalarımızın sosyal ahlakı nasıl sağladıklarını ve modern dünyadaki ahlak bakımından ortaya çıkan ve kabul edilmesi uygun bulunan yenilikleri bilmesi gerekir. Ahlaklı olmak bir saplantı değil, zorunluluktur. Hele bizim gibi, Hıristiyanlığın ve İslam’ın, ahlak farkıyla biçimlenmiş, ama ortak adalet tesis edilmesinde birleşmiş toplumların bu konuda çok titiz olması gerekir. Bu alanda en büyük ödev aile ve okul eğitimine dürer. Adalet tesis edebilmek için Hukukun Üstünlüğünü bir slogan olarak tekrar etmek yeterli olamaz. Bulgaristan’da da Hukukun Üstünlüğünden söz ediliyor, ama Başbakan Boyko Borisov Mahkeme Salonuna girdiğinde Yargıç ayağa kalkıyor. Bu böyle olduğunda adalet yoktur. Çünkü adalet dağıtan yargıçtır ve son söze sahiptir. O, hiç bir şahıs önünde divan çapraz durmamalıdır. Onun sözü son sözdür. Osmanlı çağında Adalet anlayışını anlatan öğretici bir anekdot vardır. Seni Kanuna Şikâyet Ederim! Kul hakkına özen gösteren Sultan Süleyman, bu konuya duyduğu titizlik nedeniyle “Kanuni” lakabını almıştır. Budin seferinden dönen ordu Balkanlardan geçerken yolların darlığı sebebiyle tarlalardan geçmek zorunda kalmıştı. Bu sırada bir Bulgar köylüsü, elin-


102

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

dekini Padişahın atının geçtiği yere fırlatınca at ürkmüş, köylü de yakalanarak Padişah’ın huzuruna getirilmişti. Sultan Süleyman köylüye: - “Nedir derdin de böyle yaptın?” diye sorunca, köylü: - “Biz fakir köylüleriz. Askerlerinizden bazıları, bizim yeni ektiğimiz tarlalardan geçtiler. Ya bu zararı ödersiniz ya da sizi şikâyet ederim”, demiş. Bunun üzerine Kanuni köylüye: - “Peki, bizi kime şikâyet edeceksiniz?” diye sormuş. Köylü: - “Siz Kanuni değil misiniz? Sizi kanuna şikayet edeceğim” deyince Sultan Süleyman çok memnun kalmış ve hemen köylülerin zararlarını hesaplattırıp zararı ödemiş. Halkımız bu şekil adalet düzenine Ayak Divanı demiştir.

Evlâdına Bırakacağın Mirası Taksiciden Öğren

Raziye Çakır-18.Nisan.2016

Bir gün acele işim var, baktım geç kalma ihtimalim var, bindim bir taksiye, muhabbetçi bir arkadaş. O anlatıyor ben dinliyorum. Tam Ankara’da Bakanlıklara geldik, Taksi parası 9,75 TL tuttu, ben 10 TL uzattım. Hani hepimizin yaşadığı sahne vardır ya, taksici üstünü arıyormuş gibi yapar, siz de para üstünü alabilmek için bir ayak dışarıda, inmemek için debelenirsiniz. Tam o sırada şoför, para üstü var mı diye aranmaya başladı. “Üstü kalsın kardeşim” dedim. Döndü bana doğru “Vaktin var mı abla?” dedi. “Evet” dedim (tek ayağım hala dışarıda) Dörtlülere bastı, trafik dört şerit akıyor, indi araçtan. Önde bir büfe var. Gitti oraya, bir şeyler konuşup geldi. Bana 25 Krş. uzattı. Belli ki para bozdurmuş.


Makale ve Analizler - 2016

103

- “Kardeş” dedim, “9.75 değil, 10.50 yazsa yine ister miydin 50 krş. benden?” - “Ne alacağım abla 50 kuruşu” - “Peki niye gittin 25 krş. için o kadar uğraştın üstü kalsın demiştim.” Döndü bana, - “Vaktin var mı abla?” - “Evet var” - “Çek kapıyı o zaman.” Muhabbetçi bir taksici ile karşı karşıyayız. 5 dk konuştuk. İngiltere’de profesörlerden, akademisyenlerden eğitim aldım. O taksicinin 5 dk. da öğrettiklerini, dünyada hiç bir hoca böyle bir eğitim vermemişti. Abla biz Keçiören’de 5 kardeşiz. Babam rehberdi benim, günlük yevmiyeye giderdi; artık inşaat falan bulursa çalışır gelir, o gün iş bulamamışsa, biz eve gelişinden, yüzünden anlardık. Durumumuz hiç iyi olmadı. Akşam yer sofrasında yemek yerdik. Yemek bitince babam bize “Durun kalkmayın” derdi. Önce dua ederdik sonra babam bize sofrada konuşma yapardı. - “Aha” dedim, “Bizim meslekten”, seminerci. “Ne anlatırdı baban?” - “Hayatta nasıl başarılı olunur?” O gün inşaata çağırmazlarsa eve para getiremiyor, sonra çocuklara hayatta başarı teknikleri anlatıyor. - “Babam işe gidince büyük ağabeyimiz onu taklit ederdi, delik bir çorapla pantolonun ceplerini çıkarır, dört kardeşi karşısına alıp “Dürüst olun, evinize haram lokma sokmayın” diye anlatırken, biz de gülerdik. Annem kızardı, “Babanızla alay etmeyin. O, hem dürüst, hem samimi ve hem de çalışkandır” derdi. Karşı evde iki kardeş var, onların babası zengindi Babaları birahane işletiyor ama adamda her numara var, kumar falan oynatırdı. Bizim yeni hiç bir şeyimiz olmadı, hep o ikisinin eskilerini kullandık. O amca mahalleden geçerken biz 5 kardeş ayağa kalkardık, çünkü bize bahşiş verirdi. Babam eve gelince ayağa kalkmazdık. Çünkü hediye, para falan hak getire. Abla, biz babamızı kaybettik, altı ay sonra yandakilerin de babası öldü. Yandaki baba iki çocuğa 5 katlı bir apartman, işleyen birahane, dövizler ve bol bol araziler bıraktı. Bizim baba ne bıraktı biliyor musunuz? - “Ne bıraktı?”


104

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

- “Bakkal veresiyesi ve konuşmalarını bıraktı: “Evladım işinizi dürüst yapın, hakkınız olmayan parayı almayın...” falan filan. Abla aradan 15 yıl geçti, diğer 2 kardeş cezaevindeler, ne ev kaldı ne birahane, ne tarla ne... Ailenin tamamı dağıldı. Biz 5 kardeş, beşimizin Keçiören’de taksi durağında birer taksisi var hepimizin birer ailesi, çoluk çocuğu, hepimizin birer dairesi var. Geçenlerde büyük ağabeyimiz bizi topladı ve dedi ki: “Asıl mirası bizim babamız bırakmış.” Hepimiz ağladık. 5 kardeş taksiciliğe başladığımızdan beri, taksimetrenin yazmadığı 10 kuruşu evimize sokmadık. Her şeyimiz var Allah’a çok şükür. “Çok duygulandım, veda ettim, tam ineceğim” derken: “Peki, nerede oturuyorsunuz şimdi?” dedim öylesine. O iki kardeşin oturduğu 5 katlı apartmanı biz aldık. İşte şimdi anlıyoruz ve dua ediyoruz Babamızın konuştuklarını ancak anlayabiliyoruz. Hepimiz 5 kardeş orada oturuyoruz. Evladınıza ne araba bırakırsınız, ne ev, ne de başka bir miras. Evlada sadece değer kavramını bırakırsınız. Bakın iki babanın bıraktığı değer kavramlarına... Bunlardan ders alanlar elbette olur, bizim görevimiz insanlarımıza duyurmaktır. Kalın sağlıcakla.

Dağılma Kararına Doğru!

Dr. Nedim Birinci-20.Nisan.2016

Konu: Tüm yollar kapandı Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH - DPS) 9. Olağan Kurultayında Dağılacak mı? Bu, bugün Bulgaristan’ da emn çok sorulan, cevabı aranan ve yorumlanan soru oldu. 24 Nisan’da Sofya Ulusal Kültür Sarayında toplanacak kurultay, Parti Tüzüğüne göre HÖH’ü fes etme yani dağılması kararı alabilir. Bu karara gerekçe de, palazlanmış, iha-


Makale ve Analizler - 2016

105

nete alışmış, seçkin (elit) çevrelerden seçilen, seçmenlerimizin ve halkımızın ve bu arada Bulgaristan’ın milli problemlerinden de tamamen kopmuş olan parti yönetiminin Tüzük gereği öz görevini (fonksiyonunu) yerine getiremediği için partiyi dağıtarak kapatma, mahkemedeki sicilini de sildirme hakkı vardır. Bunun yapılabilmesi için kurultaya fetha verilmesine, önceden mahkeme kararı çıkarılmasına gerek yoktur. Bu normal bir süreçtir. 1990’dan beri Bulgaristan’da 733 siyasi parti kurulmuştur, bunlardan 401’ini mahkemede güncellenmiş durumu varken, 331’i kapanmıştır. Parti kurup kapatma işleri demokrasinin bir sürecidir. Bizdeki çoğulcu demokraside Programı ve Tüzüğü Anayasaya ve milli menfaatlere aykırı düşmeyen parti kurma dilekçelerinin her biri onay almıştır. Tescil için Sofya Şehir Mahkemesine sunulan son dosya DOST partisinden geldi. Halkın HÖH -DPS partisini istemediği, öz davasına - hak, özgürlükler, demokrasi ve adalet davasına ihanet edildiğini, Rus istihbaratı KGB ve Bulgar gizli polisi DS ajanları arasından en hazırlıklı olan ve daha sonra DS şefi Brigo Asparuhov kendisine Albay rütbesi veren ve Milli Güvenlik İdaresi de kendisini özel gece gündüz koruma altına alan ve adına “saray” denen bir evden dışarı çıkmasına izin verilmeyen Ahmet Doğan’ın 9. Kurultaya gelip gelmeyeceği henüz bilinmiyor. Gelirse bir gösteri (show) yapmak için geleceği tahmin edilen Doğan’ın siyasetten çekilme zamanı çoktan geçti. O, siyaset sahnesine Bulgar eski totaliter idarenin seçkin adamlarını (nomaklatura) ayakta tutmak için, kılıf değişikliği yaparak komünistlerin yönetmeye devam etmeleri, eski düzeni devam ettiren yeni idarecilere “koltuk değneği” olmak, “Bulgar Etnik Modeli” kılıfı içinde Bulgarlaştırmayı adım adım ilerletmek için kurulmuştu. Son 26 yılda, mecliste temsilci bulunduran HÖH partisinden sosyal ve ekonomik içerikli bir reform önerisi gelmedi. Kapıyı kıracak gibi zorlayan eğitim ve sağlık alanlarında köklü reformlar yapılmasına yardım etmediği gibi, eğitimde ırkçılıkla sınır milliyetçiliğin korunmasına, sağlık hizmetlerinin de Türk, Pomak ve Çingenelerin yaşadığı karma bölgelerden çekilmesine, yüzlerce köy sağlık ocağı, klinik, poliklinik ve hastanenin kapanmasına, hastanelerde birçok bölümün kapatılmasına oy vererek sebep oldu. Halkımızın en güncel sorunlarına gözüm getiremeyen bir partiye ne ihtiyaç olur ki? Meclise kör lamba şişesi göndermeye gerek yok. Hiç olmazsa şu anadil sorunumuzu çözseydi, onu da çözmedi. Heyecanını soy köklerimizden alan özgün kültürümüzü ezdi. “Türk kültürü isteyenlere Türkiye kapısı açıktır!” diyen Ahmet Doğan’ın kendisidir. Doğan zamanında, kendisini öğen ve Prof. İbrahim Tatarlıya para karşılığı yazdırdığı birkaç kitaptan başka Türkçe kitap basılmadı. 1990’ların başında bir süre çıkan “Halk ve Özgürlükler Gazetesi” 1984 - 1989 gizli ve yarı legal direniş örgütlerini, “Demokratik Lig”, “Uzun Kış” gibi direniş hareketleri, 1989 Mayıs Ayaklanmamızı olayları tahlil ederek, gerçek kahra-


106

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

manları ön plana çıkararak, Mestanlı, Kobilyane, Ezerçe ve Medovets vb şehitleri isimleriyle, bağlı oldukları örgütlerle anlatmaya ve “Belene” kampında pirincin taşlarını ayıklamaya başlayınca Ahmet Doğan’ın emriyle hemen kapatıldı. HÖH - DPS ajan, ihbarcı, dolandırıcı, rüşvetçi, elit hain sürüsü için anadilde basınsız, radyosuz, TV’siz ve elektronik haberleşme araçları olmayan bir Bulgaristan’dan iyisi yoktur. Ne var ki zamanlar değişti. Bugün Bulgaristan’da da Bulgarca gazeteler bile kapanıyor, Türkler de öğrenmek istedikleri bilgileri TV’den, elektronik görselliklerden alıyorlar. Gençlerin elindeki telefonların her biri küçük bir dünyadır. Bulgaristan’ın neresinde olursan ol, “bghaber.org” yazdın mı, şu yazım hemen ekrana dökülüveriyor. Dünyayı bilmen için artık mutlaka üniversiteli olmaya gerek yok, elindeki internet bağlantılı telefonla bir koyun çobanı biler her şeyi öğrenme, bilme ve bütün dünyaya görüş beyan etme imkanlarına sahiptir. Kamuoyunda tartışılan ikinci konu ise, Ahmet Doğan’ın 9. Kurultaya gidip gitmeyeceği konusudur. Yorumcular Lütfü Mestan Genel Başkanlıktan atılmasaydı, “fahri başkan” Doğanı sepetleyecekti, diyorlar. Kurultay “kurucu başkan” ve halen “fahri başkan” olmasına rağmen, Bulgaristan Türkleri, Pomaklar ve Çingenelerin ve Tüm Müslümanlarımızın hak ve özgürlük davasına ihanet ettiği, parti menfaatlerini gizli polis DS örgütüne tepsi içinde sunduğu ve halkımızın haklı davasını felce uğrattığı, bir de Bulgar milli çıkarlarına Rusya’ya peşkeş çekerek, ulusal ihanette bulunduğu gerekçesiyle ve son dönemde Bulgaristan ile Türkiye’nin arasını açmaya çalıştığından dolayı “partiden ihraç edebilir, atabilir ve siyaset dışı” da bırakabilir. HÖH Tüzüğü buna müsaittir. Korku Dağları bekliyor. Doğan 9. Kurultaya gitmeye bilir. Aldığımız son haberlere göre, 50 bin leva ödenmiş ve Ulusal Kültür Sarayı (NDK) ile Sofya’nın “Boyana” semtindeki adına “saray” denen iki katlı ev arasında video konferans iletişimi kuruluyormuş. Cuma gün provalar yapılacak. İletişimin düzgün çalışması durumunda Doğan’ın 9. Kurultay delegelerini ve konukları “küçük saray”dan bir konuşmayla kutlayacağı söylentileri dolaşıyor. Halkın arasına çıkamayan bir liderin pili tükenmiştir. Yine inanılır kaynaklardan alınan haberlere göre, Kurultay’dan sonra kör sofra “küçük saray”da düzenlenecekmiş. “Teteven” Balkanı’ndaki sürülerden 10 kuzu seçilmiş. Belki de bu son HÖH - DPS kör sofrası olacak. Ana rapora gelince, bu raporu milletvekillerinden, Borino’lu Musta Karadayı’nın okuması bekleniyor. 17 Aralık 2015’te HÖH - DPS iç darbesinden sonra yönetim işlerini üstlenen elitist “troykaya” alınan Karadayı üç başkan adayından biridir. Yeni başkanın HÖH - DPS AB milletvekillerinden Filiz Hüsmenova’nın


Makale ve Analizler - 2016

107

olacağı tahminleri boşa çıktı, çünkü parti içi bunalımın dağılma çizgisinde olması, tüm planları değiştirdi. Karadayı 9. Kurultay raporunu okumaya hazırlanırken, Bulgarcası eksikli olması ve biraz da tonunun yüksek olması nedeniyle diksiyon kursuna yazılmış. Günde üç saat kursa gidiyormuş. 2 saat da evde, çocukları uyuyana kadar yüksek sesle rapor okuma alıştırması yaptığından ortalıkta görünmüyor. Bu arada, diksiyon hocası, sesini yumuşatmak ve biraz da kadifeleştirme ve gönül okşar duruma getirmek için inhalasyon prosedürü önermiş, ama o “vakitim yok” diyor. Kurultay havasını biraz yumuşatmak için Abbas ile Neşev gibi gırnatacıların 2 saat önceden NDK önüne gelmesini ve bir az davul gümbürdemesini de tekli edenler olmuş, ama çaldıkları doğaçlamalar hep çalgaya kaydığından yerli Bulgar nüfus sabah sabah rahatsız olmasın diye bu plandan sonra vazgeçilmiş. Kurultay delegeleri arasında bu defa üniversiteli genç olmayacakmış. 8. Kurultay’da Genel Başkan Ahmet Doğan’ı kürsüden atan ve halen hapishanede olan Yüksek Mimarlık okuyan Oktay Yeni Mehmet’le dayanışmadan korkuyorlar. Bu arada, son haberlere göre, Bulgaristan Türklerinden olup Sofya’da okuyan tüm gençlerin 24 Nisan sabahı saat 9’da NDK önüne toplanıp 9. kurultay delegelerine Bildiri dağıtmaları beklenmiyor. Bulgarca, Türkçe ve İngilizce yazılmış bu Bildiride Orhan Yeni Mahmet ile tam dayanışma duyurulurken, kahramanın hapishaneden hemen salıverilmesi için Kurultay Kararı alınmasında diretiliyor. 9.Olağan Kurultaya HÖH - DPS partisinin 1990’ın 04 Ocak günü Varna’da kuruluşuna katılan temsilcilerden hiç biri çağrılmamıştır. Ahmet Doğan’ın DANS adlı yeni gizli polis teşkilatına Kurultayla ilgili sunduğu raporda, “kuşak değişikliğine gidiliyor” deniyor. Yani kuşağın en parlak temsilcisi olarak ise, 20 yıldan beri Sofya’da sürünen ve hala kirada oturan, kendisine bir daire bile alamayan Mustafa Karadayı gösteriliyor. Kuşak değişimi önerisiyle aynı zamanda DANS ajansına bundan böyle eski ajanlarınızdan pek medet ummayın yenilerini harekete geçirin diye haber de gönderilmiş oldu. Bu analiz, 9. Kurultayın Bulgaristan Türkleri için yeni riskler doğurduğuna, üzerimizde dolaşan kara bulutların daha da kararacağına bir işarettir. Yeni seçilen yönetimde Türkiye’ye göçe zorlanmış, gidip gelme zorunda kalmış, çocuklarının anadilini öğrenememesinden rahatsız olmayan, AB programlarından paylarını aldıklarından dolayı mali sorunu olmayan kadrolar olacak. Son 26 yılda verdiğimiz sert mücadele ile Ahmet Doğan öncülüğündeki ırkçı asimile etme siyasetini çürütebilmemize karşın, bu yeni elitist kadroların görev almasıyla, asimilasyon siyaseti yeni ve daha sert bir aşamaya girebilir. Bu yüzden DPS - HÖH partisinin dağılması ve kendini kapatması zorunluluk olmuştur.


108

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu arada son aylarda ülkemizde “bizim eşit miyiz?” didişmesi başladı. Bu, bir bakıma Bulgar’ı Bulgar olmayandan ayırma mücadelesidir. Geçen yüzyıl memleketimizde Bulgarlaştırma siyasetinin tutmadığını, Hıristiyanlaştırma siyasetinin taşa çarptığını defalarca gösterdi. Milyonlarca Müslüman’ın göçe zorlanması da aslında rejimin beklediği sonuçlardan hiç birini vermedi. Köyler, mahalleler, kırlar boş kaldı, tarlalar nadas, 1989’dan sonra fabrikalar çöktü, ülke iflas bataklığında bocalıyor. İnsansız hiç bir iş olmuyor. Ne ki, yanlış insanla da iş olmuyor. Polisin HÖH’ü ele geçirmesi birçoğumuzun azmini, şevkini kırdı, insanımız yurdundan soğudu. Bulgaristan Türkleri Ahmet Doğan’ın saplantılı biri olduğunu anlayınca, gizli polis “hayatı için tehlike var gerekçesiyle” onu hemen “saraya” sepetledi. Saray dediğim aslında kiralık bir evde göz hapsidir. Yediğin lokmalar, içtiğin viskiş ve su yudumları sayılıyor, kiminle görüştüğün yazılıp kaydediliyor, yanına giren fahişeler bile daha sonra sorgulanıyor. Halkımızın “böyle hürriyetin ağzına sıçayım” sözü tam bu günler ve böyle durumlar için söylenmiştir. Doğan modern yaşamın, insan haklarının, azınlıkların eşit olmasının ve kültürde, dilde ve dinde çoğulculuğun düşmanıdır ve Allah daha hayattayken onu yalnızlığa mahkûm etti. Bu durum tüm delegeleri düşündürmelidir. Bu defa kurultay kararları derin düşünülerek alınmalıdır. En doğru karar partiyi kapatmak olacaktır. Halkımızın beklentisi budur. Meyve vermeyen ağıcı sulamaya gerek yok.

Bulgaristan Türkleri Yeni Bir Işık Bekliyor

İstanbul Gazetesine Röportaj-20.Nisan.2016 Araştırmacı Gazeteci Yazar Şamil Kucur Bey ile İstanbul Gazetesi -Pazartesi Röportajları’nda yayınlanan röportajımız. Sayın Şamil Kucur’a, Bulgaristan Türklerinin haklı davasına, gösterdikleri ilgi ve bizlere söz hakkı verdikleri için teşekkür ederiz.


Makale ve Analizler - 2016

109

Bulgaristan’daki Türklerin siyasi temsilcisi Hak ve Özgürlük Hareketi’nin yöneticilerinin, Komünist dönemde özel yetiştirilmiş birer ajan olduğu ortaya çıkınca Evlad-ı Fatihan büyük hayal kırıklığı yaşadı. Ekonomik ve siyasi kriz yaşayan AB üyesi Bulgaristan’da tarihten bu yana zulüm gören Balkan Türkleri, haklarına sahip çıkacak yeni bir ışık bekliyor. Balkanların en önemli coğrafi ve stratejik öneme sahip ülkesi Bulgaristan’da asırlardır yaşayan Türkler, yıllardır yaşatılan baskılara karşı, bir ümit ışığı olarak gördükleri “Hak ve Özgürlük Hareketi” (HÖH), yöneticilerinin, Türklere karşı eğitilmiş, Bulgar (DC) ve Rus (KGB) istihbarat elemanları olmalarının ortaya çıkmasının ardından hayal kırıklığı ile karşı karşıya. Bulgaristan Türkleri ve Türk Dünyası üzerine çalışmaları ile tanınan, Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği (BULTÜRK) Genel Başkanı Rafet Ulutürk, yaşanan siyasi ve ekonomik kriz hakkında, “Gerçekler uzun zamandır biliniyordu, ancak artık şimdi, saklanacak yüzleri kalmadı. Fakat Bulgaristan Türkleri, her zamankinden daha fazla ümit vardır ve geleceğe umut ile bakmaktadır. Bulgaristan Türkleri, yeni bir ışık beklemektedir” dedi. Tarihte “Rumeli”, bugün “Balkanlar” olarak adlandırılan, “Evlad-ı Fatihan”lar diyarı... Asırlarca Osmanlı Devleti’nin idaresi altında kalmış, Müslüman Türk adaleti ile Müslüman Türk ve diğer din ve millet temsilcilerinin, adalet ile yönetildiği, huzur ve güzellikler diyarı. Ne yazık ki, Osmanlı’nın güç kaybetmeye başlaması ve çöküş yıllarında, bir çok vatan toprağının elden çıkması gibi, Rumeli-Balkanlar da, bir bir elimizden çıkartıldı. Fakat, otopraklarda dünden bu güne var olan, bizim imanımız, bizim sesimiz, bizim nefesimiz olan kardeşlerimiz yaşamaktadır. Balkanların en önemli coğrafi, stratejik ve bizler ile manevi bağı olan ve de özellikle son yıllarda siyasi ve ekonomik çalkantılar yaşanan Bulgaristan ve bu ülke sınırları içindeki olan Müslüman Türk soydaşlarımızı okuyacağız, bu hafta. Bulgaristan doğumlu olan, Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneğinin (BULTÜRK) Genel Başkanı Rafet Ulutürk ile Bulgaristan Türkleri ve hem


110

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Balkan, hem Türkiye hem de diyasporadaki Bulgaristan Türkleri ile tarihi, siyasi, kültürel, inanç ve eğitim alanındaki yaşanan zorluklar ve beklentileri konuştuk. Türkler ne zaman, kimin zamanında ve nasıl Bulgaristan bölgesine yerleşmişler? Bugün Bulgaristan’da yaşayan ve ev bark sahibi olan, kendi topraklarını işleyerek geçinen Türk nüfusun atalarının Balkan Yarımadasına gelip yerleşmesi, birkaç yönden ve değişik zamanlarda olmuştur. Bir Bölümünün daha Atilla devrinde Orta Asya’dan akın ettikleri, başka bir bölümünün Bizans’la sürekli savaşan Bulgar Çarlarına atlı birlikler veren Kumanlar (Kıpçaklar), Hazar Türkleri kanalıyla, Osmanlı öncesi olduğu gibi, Kosova Savaşından sonra da özel kişilerden seçilerek, Konya Karaman, Kastamonu, Sivas, Tokat, Diyarbekir, Çorum ve diğer yörelerden göçlerle vs. gerçekleşmiştir. Osmanlının Orta Avrupa ve Rusya seferlerinden dönenlerin birçoğu da, bugünkü Bulgaristan topraklarını kendilerine daimi ikamet yeri olarak seçmiştir. Araştırmacı Gazeteci Yazar Şamil Kucur Bey ile birlikte Osmanlı Devleti zamanında Bulgaristan’daki Türklerin nüfusu, mesleki durumları, eğitim, ekonomik ve nüfus durumları nasıldır? Bugünkü Bulgaristan coğrafyası, Osmanlı Döneminde Sofya Rumeli beylerbeyliğidir. Konakları, hamamları ve 72 camisiyle çok önemli bir ticaret merkezi olarak gelişmiştir. Yörenizi merkezi konumunu belirleyen sınırlar içinde Küstendilde “Fatih Mehmet” Camii, Samakov’taki “Bayraklı Camii” sınır belirleyici olmuştur. Öteki önemli idari ve dini merkezler arasında, Filibe (Plovdiv), Vidin, Osmanlı manevi merkezi Şumnu (Şumen), Dobriç ve bugünkü Blagoevgrat gibi yerleşim merkezleri başlıca rol oynamıştır. Türkler genellikle Deliorman, Gerlova, Tuna boyu, Dobruca ve Rodoplarda ikamet etmiştir. Türkler Osmanlı döneminde, hububat üretimi ve hayvancılıkla birlikte abacılık, kaytancılık, gül yağı ve lavanta, tütüncülük gibi işlerle de gönül vermiştir. Şehirlerde Türk ticaret erbabı, esnaf ve manevi zümre otorite sahibi olmuştur. Osmanlı döneminden Bulgaristan topraklarında çok zengin bir tarih, kültür, yüksek mimar kalıtı kaldı. Bulgaristan’da eskilerde sadece Camilerin sayısı 2.332dir ve bunlardan bir bölümü, bugün hizmete açıktır. Yeni yüzyıla girerken Bulgaristan Müslümanlarının durumu pek iç açıcı değildir. Osmanlı’dan Sonra, Zulüm ve Baskı Gördük Bulgaristan’ın kuruluşu sonrasında, ne tür zorluklar ile karşı karşıya kaldılar? Bulgarlar 18. ve 19. yüzyıl boyunca Osmanlı içinde uyandılar, rönesans devri yaşadılar, İstanbul’dan başka Odesa ve Petersburg’ta da eğitim aldılar. Fransa ve


Makale ve Analizler - 2016

111

Almanya’da okudular ve papazlarla aydınlar el ele verip, halkı Osmanlı’dan ayrılmaya ve Bağımsız Bulgar Devleti kurmaya ısıttılar. Ne var ki, Bulgarların Osmanlı’dan ayrılması, 1876 Nisan Ayaklanması ve 1872 Stara Zagora Ayaklanması gibi isyan ateşleri yanmış olsa da, bir Bulgar ayaklanması veya devrimi sonucu olmadı. “93 Harbi” dediğimiz Rusya Osmanlı Savaşı sonucu ve daha doğrusu, 1878 Berlin Konferansı kararlarına uygun oldu ve Balkan arkası dediğimiz Kuzey Bulgaristan’ın Tuna vadinde ve Sofya ovasında bir Bulgar Prensliği kurulmasıyla mayalandı. Bulgar prensleri Batenberg ile ardından, tahta oturan Ferdinand Avrupa soylular saraylarında yetişmişti. 1878 ile 1908 yılları arasında Prenslik olan Bulgaristan, 1908’de Veliko Tırnovo kentinde III. Bulgar Çarlığı ilan etti. Berlin Konferansı ve ardından İstanbul Protokolü, orada kalan Türklere azınlık hakkı da tanımış olsa bile, bu yasal kazanımlar yerel ortamda, ne Veliko Tırnovo Kurucu Meclisi tarafından kabul edilen Birinci Bulgar Anayasasına, ne de daha sonraki yasal düzenlemelere işlenmedi. Hatta 1878’de nüfusun % 61 Türk ve Müslüman olmasına ve Kurucu Meclis vekillerinin nüfus oranına göre çağrılması gerekse de, Türk milletvekili sayısı yalnız bir kişidir. Bulgaristan Türkleri, Osmanlıdan koparılan ve Rusya ile Batılı emperyalist güçler arasında parçalama ve paylaşma kavgasına sahne olmuştur. Ayrıca topraklarda yeni döneme ezilerek ve zulüm görerek girmişlerdir. Baskı, terör, zulüm ve göçe zorlama ile eriterek, Pomak Müslümanlarını Hristiyanlaştırma ve Türkleri de Bulgarlaştırma kavgaları ölüm kalım cephesinde, 138 yıl gündem belirlemiştir. Geçen yüz yıl Pomak soydaşlarımızın adları ve soyadları 1912 - 13’de, 1923 - 24, 1936’da, 1942’de ve 1970 - 72’de olmak üzere defalarca değiştirilmiş ve halk kitleleri çok yıpratılmıştır. Bulgar devleti çok etnik, dil ve dinli tebaası olsa da, tek uluslu devlet zihniyetiyle kurulmuş ve ulusal çoğunluk ile etnik azınlıklar arasındaki savaşım, asla dinmemiş ve soluklanmamıştır. Hedef; Türkleri Bu Coğrafyadan, Temizlemek! Türkiye’ye göçlerin sebepleri ile ne gibi sonuçlar doğurmuştur? Osmanlıdan koparılan topraklarda kalan Türkler, 1699 Karlofça anlaşmasıyla başlayan Avrupayı Türklerden ve Müslümanlıktan temizleme siyasetine hedef olmuşlardır. Bu siyaset Rusya baskısıyla ve Sofya eliyle, bir zulüm olarak uygulanmış ve binlerce Türk, bu siyasete kurban gitse de, şimdiye kadar tutuklanan ve yargılanan olmamıştır. 1985’te isim değiştirme teröründe 42 Türk kurşunlanarak şehit edildi ama konu hakkında, sorgulama bile açılmadı. Yargı-


112

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

sız idamlar devlet eliyle unutturulurken, olayları sorgulamak isteyenler ise ilk fırsatta Türkiye’ye göçe zorlanıyor. Son 138 yılda Türkler, gün yüzü görmemiştir. Asimile etme ve Türklüğü eritme siyaseti, totaliter dönemin bir uzantısı olan “Bulgar Etnik Modeli” şeklinde, bu defa da Türklerin kendilerinin kurduğu ve oy verdiği Hak ve Özgürlük Partisi tarafından artık 26 yıldan beri ısrarla uygulanıyor. Türk çocuklar 70 yıldan beri, devlet okullarında anadil öğretimi göremiyor. Ananeler, törelere dayanan özgün Türk kültürü budandıkça budanıyor. “93 Harbiyle”, 1877 - 78 Plevne Savaşıyla başlayan Bulgaristan’dan Anadolu’ya göçler bugün de devam ediyor. Düzenli ve iki devlet arasında Balkan Savaşlarından, Birinci Dünya Savaşından sonra, 1936’da, 1950 - 51’de, 1967 - 68’de, 1976 - 78’de ce 1989’da büyük göçler olmuştur. Bu göçler sonucu Bulgaristan topraklarında yaşayan Türk Müslüman nüfus % 62’den bugün % 17’ye düşmüştür. Bulgaristan’da 1 milyon Osmanlı Türkü, 800 bin Pomak Türkü halen yaşamaktadır. Türk nüfusun en kalabalık olduğu bölgeler Rodoplar, Pirin ve Deliorman’dır. Todor Jivkov Döneminde, Baskı Had Safhaya Ulaştı Todor Jivkov dönemi Türklere uygulanan baskılar ve 1989 yılında yaşanan göç, 1989 göçü 1984 - 1989 “soya dönüş” zulmüne tepkidir. 1989 Mayısında ayaklanan Bulgaristan Türkleri, 1950’lerde elde edebildikleri azınlık haklarını talep ettiler. İsimlerin ve soyadlarının geri verilmesiyle birlikte, kendi yaşam tarzlarına, özgün kültürlerine, medeniyetlerine ve Türkiye ile dostça ve iyi komşular olarak karşılıklı işbirliği içinde yaşamaya dönmek, “Belene” ölüm kampı da aralarında, sürgün kamplarının, zindanların, ceza evlerinin boşaltılmasını, tutukluların salıverilmesini istediler. Bu siyasi bir isyandı. Bulgaristan Türklerinin kitlesel tepkisi, devrim basamaklarınca yükselmiş ve siyasi iktidarı, Todor Jivkov’un yönettiği komünist totaliter devleti hedef almıştı. Zamanını çoktan doldurmuş olan bu iktidar, Türklerin direnişleri sonucu ve 350 bin kardeşimizin baba ocağını terk etmesiyle, 10 Kasım 1989’da devrildi. Bulgaristan’da Türk toplumu ikiye bölündü. Bu parçalanmışlık, bugüne kadar devam etti ve derinleşiyor. Bulgaristanlı Türklerin politik bilinçlenme düzeyinin doruk yapması, Bulgar baskı rejimini korkuttu. 1989’da başlayan “Büyük Göç”ten sonra devam eden Türklerin,Türkiye’ye akışı durdurulamadı, son 26 yılda Türkiye’ye 710 bin Bulgaristanlı soydaşımız geldi, bu rakama Türkiye’de doğanların sayısı dahil edilmemiştir.


Makale ve Analizler - 2016

113

1985’te Bulgaristan’da 2 milyon civarında Türkün adı değiştirildi. Bu sayı temel alındığında nüfusumuzda azalma olduğu ortadadır. Bugün oradaki soydaşlarımızın ekonomik durumu güçtür, çünkü Bulgar ekonomisi totaliter devletçi kooperatifçilik-ten serbest pazar ekonomisine dönüştürülemedi. 2007’de AB üyeliğine ayak atılması da bizim insanlarımızın girişimci ruhunun sosyalizm yıllarında köreldiğini, halkın yeni statükoya kolay ayak uyduramadığını, eğitim düzeyimizin de modern teknolojik üretimleri kullanabilmemize olanak tanımadığını kanıtladı. Türkler AB fonlarını kullanıp ekonomiyi yeşertemediyse bunun ana sebebi ise, Büyük Göçten sonra ellerinde birikmiş sermaye kalmaması ve yeni ödevleri kucaklayamamalarıdır. Türkler Bulgaristan nüfusunun % 17si, Pomaklar % 8’i, Romanların da % 24 gibi toplam yaklaşık yarısını oluşturuyor. Ne var ki, son yıllarda etnik azınlıklardan 1 milyon 500 bin kişi ekmek parasını Batı devletlerinde aramayı seçti. İstanbul Universitesi ile birlikte sempozyuma katılanlar ÇekilenbinbirÇileSonunda, HÖH Ümit İdi Ama... SSCB dağılması sonrasındaki Bulgaristan’daki Türklerin hali hazır durum ve beklentileri nelerdi? “Berlin Duvarı”nın düşmesi ve Batı ile ekonomik yarışta yenik düşen Moskova 1945’te kurduğu sistem ve düzeni bozmak zorunda kaldı. SSCB’nin dağılması, sosyalist sistemin çökmesi, Bulgaristanlı Türklerde de, birçok umut doğurdu. Ne var ki bu umudun ufuktaki hesaplarla kaynaşması beklenirken, Türklerin genç kuşağı memleketi terk etmiş, köylerde yaşlılar ve ağır işe yaramayan bir katman kalmıştı. En kötüsü de 10 bin Türk aydın ülkeden kovulurken, 1985 - 1989 zulüm ortamında kurulan, 44 direniş hareket ve grubu da ülkeyi terk etmeye zorlanmıştı. Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH) partisi Bulgaristan’da Türk kimliği oluşturma, Müslüman yaşam biçimini ayakta tutma, özgün kültürümüzle ve medeniyetimizle yaşama davamızın, 1989 Mayıs Ayaklanmasıyla taçlanan haklı öz davasının, mutlak bir ihtiyaç ve sonucu idi. Bu parti, Türklüğümüzün kitle ruhundan doğmuştur. Kuruluş amacında, program ve tüzüğünde hak ve özgürlüklerimizin elde edilmesi, adalet tesis edilmesi, memleketimizin demokratikleşmesi, çok kültürlü bir vatan oluşturma ve


114

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

mutlu mesut yaşama vardır. İsteklerimizin arasında anadilde eğitim ve yaşama, dini haklarımızın tanınması başta gelir. 1950 yıllarındaki haklarımızı geri isteyenler, HÖH kitle bilincini ve hareketlenme yönünü oluşturmuştur. Ancak ne yazık ki, hayal kırıklığına uğramışlardır. HÖH, Türkleri Tuzağa Düşürdü! Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH), beklentileri neden karşılayamadı? Bulgaristan Türklerindeki siyasi birikim başsız kalmış ve KGB ve DS gibi istihbarat örgütlerinin, Türkler arasında büyük çabalar sonucunda eğitebildiği 3.016 ajan-hain için, arena boş kalmış ve HÖH partisi halkın çileli bağrından doğmuş olsa da, zaman içinde anlaşılmış ve belgeleri ile de ortaya çıkmıştır ki, ruhlarını satmış ve yeni hain liderlerin himayesine verilmiştir. Bu çok feci bir olaydır. 100 yıllık geçmişlerinde ilk kez ayaklanan Türkler, pusuya ve tuzağa düşürülebilmiştir. Türklerle başa çıkamayacaklarını anlayan Sofya maske taktı, Türklerin idaresini Başta Ahmet Doğan olmak üzere, gizli polis ajanlarına devretti, HÖH partisinin kurulmasına izin verdi ve totalitarizm omurgasını koruyarak, demokratikleşme ve özgürlükler oyununa başlayarak, azınlıkların doğal ve insan haklarını yine prangalamayı başardı. Son 26 yılda Bulgaristan’da Türk halkı lehinde köklü reform yapılmadı, “geçiş dönemi” masal çıktı, serbest pazar ekonomisini off shore sermaye ve oligarşi boğdu, umutların bile mayası bozuldu. Bulgaristan’ın bütünü olarak baktığımızda da, etnik azınlık olarak tüm halk topluluklarının özgün hakları askıdadır. AB üyeliği duruma değişiklik getirmemiştir. Türklerin % 30’u işsizdir. Nüfusun % 90’nı sefillik normu altında yaşam mücadelesi verirken, üretim biçiminde, sosyal ve sağlık sisteminde değişikliklere gidilmeden, ileri adım atılamayacağı ortadadır. Bulgar zenginleri paralarını dış ülkelere kaçırıyor. 1990’dan beri, 30 milyar dolar kaçırıldı. Bizim dış borçlarımız Todor Jivkov dönemini 2 defa aştı. Perspektif karanlıktır. Türkler açısından baktığımızda da, bugün de, mecliste 30 milletvekili olan HÖH - DPS partisi tarafından, Bulgaristan Türkleri kimlik oluşturma davası, Türk toplumunun direnç göstermesine rağmen, Bulgarlaştırma politikaları sürdürülme çabası sürmektedir.


Makale ve Analizler - 2016

115

Herşeye Rağmen, Geleceğe Ümit ile Bakıyoruz Önümüzdeki süreçte yapılması gerekenler sizce nelerdir? Biz Bulgaristan Türkleri olarak her türlü olumsuzluklara rağmen, dirençliyiz, gelecekten ümitliyiz, çünkü biz iman sahibi, köklü bir tarihi, kültürü, dili, adet ve gelenekleri olan ve her türlü olumsuzluklara rağmen, bu değerlerimizi yaşatma gayret ve kararlılığında olan insani, inanç ve hukuki haklarını alacaktır. Asil bir milletin evlatlarıyız. Bugün artık, Bulgaristan’da her şey açığa çıkmıştır, kimin, hangi parti ya da sivil toplum kuruluşunun kimin yanında, kimin maşası olduğu ya da kime hizmet ettiği artık gün gibi ortaya çıkmıştır. Bulgaristan Türkleri yeni bir ışık beklemektedir. Yeni bir ruh ve yeni bir heyecan ile gelecekte, hak ettiği insani ve hukuki haklarını alacaktır. Beklentilerimiz arasında il merkezlerinde Türkçe liseler, kasabalarda müfredatı Türk dilinde olan anaokulları, ilk ve ortaokullar olması, Türk üniversitemiz olması, kendi tiyatrolarımızı kurmamıza, amatör sanat topluluklarımızı kurmamıza, TV ve radyo yayınlarımız, gazete ve dergilerimiz, basın evimiz vb olmasıydı ki, 1950’lerde biz bu hakları bir defa elde edebilmiştik. Bizler yeni bir şeyler istemiyoruz, eskiden olan haklarımızı geri istiyoruz. Bu beklentiler canlıdır. Sönmemiş ve yaşamaktadır. Milli ve manevi değerler ile ana dilimiz Türkçe eğitim ve öğretim ile kültürümüz, sanatımız, kültürümüz, muzikimiz, edebiyatımız, folklorumüz ile ilelebet, yaşayacağız. Buradan Hem Balkanlarda yaşayan kardeşlerimize hem de, güzel ve büyük Türkiye’miz ve diyasporada yaşayan kardeşlerimize de, söylemek isterim ki; biz köklü bir mirasın sahibi olan, insanlar olarak bugünü ve yarını birlikte inşaa edeceğiz. Yeter ki, ele ele, gönül gönüle verelim, bugün bizimdir, yarın da ilelebet bizim olacaktır. Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği (BULTÜRK) BULTÜRK soydaşların kurduğu bir dernektir. Merkezi İstanbul’dadır. 2003’ten beri faaliyet yürüten bu Sivil Toplum Örgütlerinin çalışmalarını Türkiye ve Bulgaristan’da yürütmekte ısrarlıdır. Orada ve burada yaşayan Türklerin aynı soy ve boydan olması ve birbirlerinden kopmamaları gerektiği gerçeği, bu faaliyetin özünden bir çizgidir.


116

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İkinci olarak ise, ana vatanda Türk ulusuyla kaynaşma sağlamak var. Soydaşlarımızın 2 kuşak öncesi yakınları Edirne, Çanakkale vb savaşlara katılmıştır ve bu onlarda birliktelik ve ait olma ruhu yaratmıştır. Bulturk güncel siyaseti takıp ederken, Bulgar tarihi, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti tarihi gibi konularda yeni bir paradigma yaratmayı ve bunu Türklerin zihnine işlemeyi kendine ana hedef belirlemiş ve bu amaçla yayımcılığa başlamıştır. Bulgaristan Türklerinin Sesi Gazetesiyle - www.bgbulturk.net - www.bghaber.org -Web haber sitesiyle, www.bulturk.org -dernek sitesiyle ve başka yayınlar bu amaçla geliştirilmiştir. Bu amaçla BG Stratejik Araştırma Merkezi kurulmuş ve birçok araştırma yazısı ve kitabı yayınlamıştır. 2014 ve 2015 yıllarında örgütlenen “Büyük Göç”, “Kültürel Soykırım” vb forumlara Bulgaristan aydınları da büyük ilgi, göstermiştir. Bultürk günümüzde Bulgaristan Türklerinin uyanış ve bilinçlenme kırmızıçizgisini çizen ve yöneten düşünce kuruluşu olarak ün yapmıştır ve çalışmalarını sürdürüyor. Rafet Ulutürk Kimdir? Bulgaristan Türklerindendir. 1966 yılında, Kırcaalinin Köseler köyünde doğdu. İlkokulu doğduğum köyde, ortaokulu Boyno’da tamamladı. 1984 yılında Kırcaali’de “M. Palauzov” Lisesinden mezun oldu. Liseden mezun olur olmaz askere çağrıldı ve Troyanovo, daha sonra Kovaçevo demir yollarında devam etti. Asker olduğu günlerde, “Bulgarlaştırma” harekatı başladı ve derin kaygılar içerisinde 1986 yılında tamamladı. 1987 yılının başında DFS “ARDA” spor kulübünde, daha sonra da 1988 yılında, İnşat teknik lisesinde tedarikçi-domakin olarak işe başladı. Bulgaristan’daki Türklerin, Bulgar yönetiminin uyguladığı baskılara karşı, Türklerin demokratik hak arama sesi olduğu iddiası ile kurulan Hak ve Özgürlük Hareketi’nde (HÖH) bir süre görev aldı. 1990 yılında, turizm ile ilgili bir şirket kurdu. 1992 yılında Filibe Müftülüğü’ne Vakıf Müdürü olarak göreve başladı. Burada Türk tarihi ile de yakından tanışma ve ilgilenme imkânı buldu. Filibe Müftülüğü’nde göreve başladıktan sonra, Türkiye ile de sıkı bir ilişki, işbirliği içerisine girdi ve bu dönemde, Türkiye’ye ilk resmi ziyaretimi yaptı. Filibe’de “Ufuk Vakfı” adı altında, Türk-İslam Tarihi Eserlerimizi araştırma ve koruma


Makale ve Analizler - 2016

117

vakfını 1995 yılında kurdum. Bu Vakıf’ı da DTGB üyesi yaptı ve Türk Dünyasında Bulgaristan Türkleri olarak yerini aldı. 1996 yılında, Türkiye’ye göçtü ve İstanbul’a yerleşti. Serbest meslekte çalışmaya başladı. Türkiye’deki Bulgaristan Türkleri ile ilgili derneklerde, faaliyet göstermeye başladı. Balkan Türkleri Dayanışma ve Kültür Derneği Bayrampaşa Şube Başkanı olarak görev yaptı (1997- 2002). Dünya Türk Gençler Birliği Yön. Kur. Üyeliği, Türk Dünyası Gazeteciler Birliği Federasyonu Yön. Kur. Üyesi, Rumeli Balkan Federasyonu Kurucusu ve Genel Sekreterlik görevinde bulundu İstanbul Valiliği Türk Dünyası ve Akraba Toplulukları Koordinatörlüğü Balkan Masası’nda görev yaptı. DETAY sigorta şirketinde çalışmaktadır. Türk Halkları Kongresi Dönem Başkanlığı -2015- ..., 2003 yılında Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneğinin (BULTÜRK) kurucusu oldu. Dernekte Genel Sekreter olarak görev aldı ve ardından Genel Başkanı Oldu Halen Genel Başkanlık görevini devam etmektedir - 2013 - ...

Biz Eşit Değiliz?

Levent Rasimov-19.Nisan.2016

Konu: “Ben Çingene miyim” “NOVA TV” haberlerinde ve daha sonra “Facebook”ta yayınlanan ve Pazarcık köylerinde 15 - 16 yaşında bir Çingene oğlanın tekme tokat dövüldüğünü belgeleyen video Bulgar kamuoyunu sarstı. - “Biz eşitiz!” be abi diyen Çingene oğlan bir yumrukla yere seriliyor. - “Ben Çingene miyim” sorusu yüzüne tekmeyle beraber geliyor.


118

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“Ben Çingene’yim a!” sorusunun ardından tekmeler midesine indiriliyor ve bu böyle devam ediyor. Tarih 17 Nisan 2016, “Fecebook” - “Ben Çingene miyim?” Bu köy ortasında, yol üzerinde, pataklama sırasında arabalar geçiyor, seyirciler toplanıyor, ne ki hiç bir Bulgar “Hey dur sen ne yapıyorsun?” demiyor. Sıklaşan ırkçılık olayları sosyal patlamalarında rüzgârın gözü oluyor. Çingene oğlanın kimliğinde olduğu gibi Çingene olmadığını iddia eden ve Çingenelerle eşit olduğunu kabul etmeyen Bulgar gencin kimliğinde de “Bulgar” ya da “Çingene” (Roman) yazmıyor. Her ikisinin de yalnız Vatandaş Kimlik (EGN) No’su var. Kimlik no’su da milli mensubiyetlerini ele vermiyor. Pasaportlarındaki durum da aynı. Yasalar her ikisinin de “Eşit haklı Bulgaristan Cumhuriyeti vatandaşı” olduğunu belirlemiş durumda. Bizde Çingenelerin isimleri ve soyadları 1960’larda değiştirildi. Kendi kilise ve camileri olmayan Çingenelerimizin, Çingene okulları, kütüphaneleri, kültür evleri ve mezarlıkları da yok. Özgün kültürlerini müzik, çalgıcılık, dans dallarına dikmişler, sahne, pazar, bayram, düğün buldukça meyve topluyorlar. “Çalga” müziği baştan sona onların ürünüdür ve arık dünyaya yayılmış durumdadır. Genelde olaylar mahalle meydanında dönüyor. Hangi Tanrıya inandıkları pek belli değil. “Demokrasi” gelince bazı “Evengelist” mezhepler derme çatma ibadet haneler kurdu, kimi defa bu merkezlerde “gıda yardımları”, Bulgar diline tercüme edilmiş “İncil” dağıtılırken, İsa öyküleniyor. Plovdiv “Filibe” köylerinin kiminde ve özellikle de Rakovski şehrinde kümelenmiş Katoliklerse, demokrasi heyecanı ateşlendiğinde Çingeneleri saflarına çekmeye gayret etmedi. Fakat onlar arasından da Kudüse gitmiş, ya da Hacılık yoluna çıkmış ve yol boyunda bir Hacılık Certifikresi ele geçirmiş, soy adı olarak “Hacı” adını seçmiş olanlar var. Tabii bu yeni soy isim onlara başka bir hava kazandırırken, ben Çingeneler arasında üstünlük, dinsel bakıma öteki Hıristiyanlarla eşitlik gibi öz duygu uyandırırken bu pratikte böyle değildir. Ülkede Çingene Hıristiyan Papaz yok. Müslüman Çingeneler ise Türk Müslümanların gölgesinde soluyorlar. Durum böyleyken Çingene vatandaşlarla Hıristiyan Bulgar vatandaşlar arasında bir “eşitlikten” söz etmek yanlış olur, Çünkü Çingenelerin konuştuğu dilde rakamlar eksik olduğu için Bulgarca saysalar da, bu onların Bulgarca rüya gördüğü ve memleket dilini kusursuz konuştukları anlamına gelmiyor. “Demokrasiyle birlikte kapı çalan özgürlükler” uyanık Çingenelerin ilk yıllarda sık sık Viyana’ya gidip gelmesine sebep oldu. Todor Jivkov’un da kendilerine iyi gözle baktığı Tsar (Çar) Kiro gibi Çingene zenginleri Viyana’da herhangi bir uluslar arası kurumdan “Çar”, “Baron”, “Kont”, “Mont” sertifikası aldılar. 1990’larda bizde kimin kime ve hangi siyaset adamlarının ve hangi si-


Makale ve Analizler - 2016

119

yasi partilerinin destekleneceği bilinmezken, Çarlar ve Baronlar çakma rakı üretimi ve uyuşturucu ticaretinden palazlanırken sonra budandılar ve sahte balonlar polis koğuşlarında patladı. Memleketimizin medeni kanunlarını hiçe sayan ve çalma-kapma-ırza geçme vb davalara bakan Çingene Yüksek Mahkemesi “Maşere” mumu da söndü. Çingenelerin değişik “demokratik” iktidarlarla iyi geçindiği, hani değim yerindeyse doğmamış çocukların bile “oy verdiği”, 70’ine basmış, yıllarca tıraş olmamış, 3 kuşak işe gitmemiş Çingene “dedelerinin” de sosyal yardım parası almak için “birinci sınıfa yazıldığı” yıllarda bile şu Bulgar Hitler’ci Almanların Beyaz Ruslara yaptığını yapmadı. Naziler, Minsk’te 1940’ta Rus dilinde ders veren okullar açmıştı. Hatta Nazi ileri gelenlerinden biri “Beyaz Rusya kültürünün, uygarlığının ve eğitiminin ana dilde gelişmesi, Beyaz Rusya bölgesindeki okulların acil görevidir” demişti. Bizim Çingenelerin alfabesi henüz yazılmadı. 1950’lerde Müslüman Çingene çocukları Türk okullarına gidiyordu. Naziler deyince aklıma geldi. Almanların “üstün ırk hastalığı” son dönemde Bulgar gençleri de sarmaya başladı. Müslümanlara karşı toplayan bu saçmalık,, Çingenelere karşı patlıyor. Kitle belirtilerinin “roker grupları” ile “futbol serserilerinin” camilerimize karşı saldırılarında izliyoruz. Bu, sözde “üstünlük” Osmanlı maddi ve manevi mirasının gerçek sahiplerine devredilmemesinde ve Türklere anadillerinde eğitim görme ve kültür geliştirme, ananelerini yaşatma yasaklarında da her gün kendini belli ediyor. Yaşadığım Deliorman’da Türkçemizi yalnız aile ortamında yaşatmak yeterli olmuyor. Öz dilimizde kendi edebiyat, sanat ve kültürümüzü yaşatarak geliştirme ihtiyacımız her geçen gün artıyor. Günümüzde kazanımlarımız erimeye devam ederken, Türklüğümüzün durumu şu güne kadar görülenlerin arasında en kötü durumdadır. Nüfusu azalan köy ve kentler kendi kısıtlı imkanlarıyla çaresizlik içinde bocalıyor. Oysa bizim toprağımız nice dünya ve olimpiyat şampiyonu çıkarmıştır. Hele son yerel seçimlerden sonra halkımız yeni bir bekleyiş içine girmiş olsa da, ikili görüşmelerde “Başımıza çok şeyler geldi. Ne düşündükleri belli olmaz. Ne kundaklayacağı anlaşılamaz, kestirilemez!” gibi sözler dolaşmaya başladı. Bizim için Bulgar ırkı önyargılı bir ırktır. Şimdi Türk dilinin Avrupa Birliği (AB) resmi dili olarak resmen kabul edilmesine karşı köpürdükçe köpürüyorlar. Çünkü Türkçemizin AB resmi dili olması, Türkçe ile ilgili tüm yasakların hemen kaldırılması anlamına geldiğinden, “boşa uğraştık” stresi yaşıyorlar. Dedelerimiz, babalarımız ve arkadan biz Bulgar iktidarının Müslüman yaşam tarzını yasaklarla ezme siyaseti izlediğini defalarca kanıtladı. HÖH partisinin bu gidişe dur deme yolunda adım atmaması bizi çakma siyasetçilerden ve


120

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ajan partisinden iyice soğuttu. İnancıma göre, şu Türkçemizin AP resmi dili olmasıyla psikolojik avantaj lehimize değişiyor. Son dönemde bizim buralarda “Eve dönüş” havası esmeye başladı. Deliorman’da yeniden Türklük rüzgârları estirmenin zor ve karmaşık bir iş olduğu artık gözle görülüyor. Kınalarda, düğünlerde söylenen Türküler Şarkılar değişirken davullar bir başka çalıyor, at ve güreş yarışları daha kalabalık oluyor. Deliorman Türklüğünü yaşatma nostaljisi güç topluyor. Ahmet Doğan’ın ve elitist höh-çülerin hayal ettiği “Bulgar Etnik Modeli” artık çöktü. Aramıza Türklük öyküleriyle yetişmiş gençler katılıyor. Bugünkü Bulgar gençler saplantılı. “Büyük Bulgaristan” hayalinden ve 2050 yılında “tükeneceği” yazılıp çizilen Bulgar ırkının “üstünlüğü” hastalığı savmıyor. Pazarcık köyündeki olaya kuşkusuz bir örnektir. Geçen sene Sofya’da Meclis meydanında Çingene aydın ve gençlerin birkaç defa “eşit olmak istiyoruz” mitingi yaptığını gazetelerde okumuştum. 2016’da olaylar devam ediyor. Yeni örnekler asimilasyon siyasetinin de raydan çıktığına örnek oldu. Gerçekler, bir defa ırk biliminin ve ırkçılığın, vatandaşların doğal ve insan haklarını yasaklamanın tamamen çürümüş temellere dayandığını gün ışığına çoktan çıkardı. AB üyeliğimiz her gün çözümü acil sorunlar ortaya çıkarıyor. Bizde hala Bulgaristan’ın en büyük sermayesi insanlarıdır, onların eşitliği ve kalitesidir anlayışı kök salamadı. Türkler göç ettiler, topraklar nadas kaldı. Bu kimsenin gözünü açmadı, bilinçaltını etkilemedi. Etrafı bir sığınmacı korkusudur sarmış, sınırı sarmaya 100 milyon leva harcandı. Bu parayla 100 modern okul inşa edilir ve yurtsever ruhta eğitilen gençlerin hepsi bir sınır eri olurdu, ama böyle düşünme yolu kapalı. Hitler’ci Almanya’da iki dil konuşanlara “yüzergezer” diyorlarmış. Bizim iki dinli ülkemizde (Doğu Ortodoks Hıristiyan ve İslam) onlara “çatal baş” dediler. Sözde eşit haklı Bulgaristan vatandaşı olan Çingenelerimiz evde ve aralarında anadillerinde, işte, dükkânda, resmi kurumlarda Bulgarca konuşuyorlar. İki dil bilmeleri resmen eşit haklı vatandaş durumunu, kullandıkları tek siyasi hak oy kullanma hakkı olduğundan bu durumu da etkilemiyor. Tarih ırk tohumunun değiştirilmesi yolunu bulamamış. Bu insanlar Lütfü Mestan gibi Bulgar’dan güzel Bulgarca öğrense bile yine Çingene, DOST Genel Başkanı da Türk kalır. Irk temeli ayaklanmıyor, ırk suyu elenmiyor. Vaktiyle Todor Jivkov (yıl 1974) bizde Çingene nüfusun en kalabalık olduğu Sliven kentine Hindistan Başbakanı İndira Ganbdi’yi götürdü. Gandi, “Yukarı” ve “Aşağı” mahalle arasındaki meydanda, Çingenelerimize hitaben, “Ra-


Makale ve Analizler - 2016

121

hatınız bozulmuşsa, huzur bulamıyorsanız, Size tek yönlü uçak bileti alayım, gelin, “Gang” ırmağının boyunda boş yer bol” demişti. Giden olmadı. Ardından 1990’larda Çingene sorunu yeniden kokuşmaya başladığında ve “ABD siyasetçileri “o sorunu halledin” dediklerinde, Sosyalist Parti ideologlarından Prof. Mihov, “İsterse Washington tek yönlü bilet göndersin ve gönderelim” diye yazmıştı, ona da aldıran olmadı. Bizde sosyalizm yıllarında hep 340 bin Çingene vardı. Kardeşlerimizin sayısı 35 yıl ne azaldı ne çoğaldı. 1992’deki sayımda nüfus içindeki oranları birden bire % 24 çıktı, fakat ellerinde Çingene olduklarını gösteren herhangi bir resmi evrak olmadığından, olay suskunlukla geçiştirildi. Ardından 2004’ten sonra her konuda elitist çevrenin yüzü güldü, “Çingenelerin topluma dahil edilmesine ilişkin AB programına 100 milyonlarca Euro” akmaya başladı. Yapılmayan işler yazıldı, rapor edildi, durumda değişiklik olmadı. Durum hep aydı. Aslında bizdeki Çingene sorununa benzer sorunlarla insanlık daha önce de karşılaşmış. Amerikalı Prof. Mark Mazower “İşgal Avrupa’sında Nazi yönetimi” eserinin 292. sayfasında, Nazilerin Polonya yerlilerini 5 sınıfa ayırdığını, Almanlarla evlenen kadınların hep Birinci Sınıfa kaydedildiğini, bir Hintli Bayanla evlenmiş bir Polonyalı Alman’ın sınıflandırmada imtiyazlı duruma geçmeye çalışırken mahkemeye düştüğünü anlatıyor. Hâkim, “çocuk yapmama şartıyla 2. sınıf veriyorum” kararını aynen vermiştir. Olaylar birbirine benziyor. Naziler toprak olalı 70 yıl oldu, ama bizdeki “eşit haklılık” mücadelesi sanki henüz kızışmaya başladı. Daha önce bu konuyu Batı Rodoplar’daki “Gırmen” kasabasında Çingene evlerinin yıkılması açısından işlemiştik. Tekrar eden olaylarda tüm gerçekler tüm çıplaklıyla ortaya çıkıyor.


122

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Kişisel Dostluklar

İbrahim Soytürk-19.Nisan.2016

dir.

Konu: Bir insanı insan yapan gösterdikleri değil, göstermediklerimiz

Bir insanın hakikati ise söyledikleri değil, söylemedikleridir. Önce sizlere sahilsiz bir deniz olan Mesnevi’nin fıkralarında birini seçtim. Köylü ile Şehirlinin Dostluğu Bir köylü ile bir şehirli çok samimi iki dosttu. Köylü, şehre geldikçe dostunun yanına gider, iki üç ay ona konuk olurdu. Çoluk çocuk şehirlinin evinde yer içer, dükkânına gider otururdu. Şehirli, köylünün her ihtiyacını yüksünmeden karşılardı. Onun için pek çok masraf yapardı. Köylü bir gün şehirliye döndü, dedi ki: - “Ey Efendi, senin hiç gezip görme merakın yok mu? Allah aşkına bizim köye gel. Şimdi bahar mevsimidir, bahçe zamanıdır. Şimdi gelmiyorsan, yazın, meyve zamanı gel. Ne olur, çoluk çocuğu da getir, üç dört ay misafirimiz ol.” Köylü bu teklifini şehirli dostunun yanına her geldiğinde tekrarladı. Fakat şehirlinin açıklamadığı bir sebeple köye gitmeye gönlü yoktu. Böylece yıllar birbirini kovaladı. Köylü, hep, “Ne zaman geleceksin?” diye şehirliyi sıkıştırdı. Şehirli de gitmeyişine bahaneler gösterdi. Köylü şehirliyi son ziyaretinde tam üç ay şehirde kaldı. Sonunda utana sıkıla, - “Efendi, söz verip duruyorsun. Beni daha ne zamana kadar oyalayacaksınız,” dedi. Şehirli yine kesin bir cevap vermek istemedi. - “Gelmeyi istiyorum ama bakalım nasıl,” diye karşılık verdi. Böyle yalvarma ve yakarmalarla tam 10 yıl geçti. Sonunda şehirlinin çocukları babalarına, - “Baba, köylüye bunca hakkın geçti. Onun için ne zahmetlere katlandın. O da bizi ağırlamak, böylece bu hakların bir kısmını ödemek istiyor. “Bize ne yapıp edip babanızı köye gelmeye razı edin.” diye ricada bulundu,” dediler. Şehirli, - “Yavrularım, haklısınız ama benim bir endişem var, diyerek yavrularına açıldı. “İyilik ettiğim kişinin kötülüğünden sakın.” demişler. Onunla dostluğumuzun bozulmasından korkuyorum.”


Makale ve Analizler - 2016

123

Şehirli oğullarına böyle söyledi. Fakat onların ısrarına daha fazla dayanamadı. Sonunda o sene köylünün yanına gitmeye karar verdiler. Ailesiyle birlikte hazırlıklarını tamamlayıp eşyalarını katırlara yükledi. Vakit geçirmeden yola koyuldular. Yol boyunca hayaller kurup köydeki güzellikleri düşünüyorlardı. Uzun bir yolculuktan sonra kendileri aç ve yorgun, hayvanları yemsiz bir halde köye vardılar. Hemen köylünün evini sorup buldular. Fakat ortada bir gariplik vardı. Köylü adam şehirli misafirinden saklandı. Onları tanımazlıktan gelerek evinin kapısını açmadı. Şehirli, beklemediği bu kötü davranışa çok üzüldü ve kızdı. Fakat sabırlı davrandı. Şehirli ve ailesi, gündüz sıcaktan kavrularak, gece soğuktan titreyerek beş gece o kapının önünde kaldı. Şehirli, adamı her gördüğünde selam verdi. - “Yahu, ben filanım, adım şudur, tanımadın mı”, diye sordu. Köylü, - “Olabilir, ama belki de yalan söylüyorsun. Kimsin, nesin, nereden bileyim? İyi biri de olabilirsin, kötü biri de,” diye karşılık verdi. Şehirli, - “Kaç yıldır, hem de aylarca gelip evimde kaldın. Kaç kere soframda tıka basa karnını doyurdun. Her sene, bütün ihtiyaçlarını temin ettim. Sana sayısız iyiliğim oldu. Bana nasıl böyle davranırsın? İnsan biraz utanır”, dedi. Köylü, - “Kardeşim ben seni tanımam. Ne adını bilirim ne de yerini... Hem ben dün ne yediğimi hatırlamayacak kadar dalgınım”, diye konuştu. Şehirli, ona kendini tanıtmaya çalıştıysa da işe yaramadı. Beşinci gece şiddetli bir fırtına koptu ve sağanak yağış başladı. Şehirli, - “Ev sahibini çağırın”, kapıya sertçe vurdu. Köylü uzun bir ısrardan sonra geldi. - “Ne var? Ne istiyorsun?”, diye sordu. Şehirli, - “Zavallı ailemle birlikte beş günde elli senelik eziyet çektim. Yine de sana hakkımı helal ediyorum. Yalnız ne olursun, şu yağışlı gecede bize bir köşe ver de hepten rezil olmayalım”, diyerek adeta yalvardı. Köylü şu cevabı verdi. - “Bahçıvan orada kurt bekler. Eğer bir kurt gelirse vurmak için ok ve yay bulundurur. Onun görevini de üstlenirsen orada kalabilirsin. Yoksa kendinize başka bir yer arayın.” Adam çaresiz rezil oldu. O daracık yere yerleştiler. Şehirli, bütün gece elinde okla dolanıp durdu. Kurt gözetliyordu. Bu arada kendi kendine söyleniyordu:


124

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

- “Ey Allah’ım, biz buna ve hatta bunun fazlasına bile layığız... Böyle alçaklarla dost olmanın, adam olmayanlara adamlık edenlerin layığı budur!” Sığındıkları yerdeki sivrisinek ve pireler şehirli aileyi perişan etti. Gece yarısına kadar dişlerini sıktılar. Öylece yürekleri ağızlarında beklerken tepeden inen başıboş bir karaltı göründü. Bu hiç şüphesiz bir hayvandı. Şehirli yayı kurup oku attı. Karaltı düştü. Yuvarlandı. Hayvan düşerken anlaşılmaz bir ses çıkardı. Yattığı sıcak yatağında hayvanın çıkardığı o sesi duyan köylü, “Eyvah!” deyip yerinden fırladı. Hemen şehirlinin yanına koşup dövünmeye başladı. - “İnsafsız, eşeğimin sıpasını vurdun”, diye bağırıp çağırdı. Şehirli, vurduğunun kurt olduğunu savunduysa da köylüyü inandıramadı. Aralarında şöyle bir konuşma geçti: - “Tanıdım ben. Onun çıkardığı sesi, suyu sirkeden ayırt ettiğim gibi ayırt ederim. Sıpamı vurdun, öldürdün!” - “Adamı kızdırma. Hem ortalık zifiri karanlık hem de yağmur yağıyor. Karanlık insanı yanıltır. Şiddetli yağmur aldatır.” - “Hayır, durum ortada. Tanıdım, o ses eşeğimin sıpasının sesiydi. Yüzlerce ses arasında bile ben o sesi tanırım.” Şehirli dayanamayıp köylünün yakasına yapıştı. - “Ey sersem! Hilebazın tekisin sen. Bu karanlığın içinde eşeğin sıpasının sesini tanıyorsun da yıllarca arkadaşlık ettiğin beni nasıl tanımıyorsun? Gece yarısı sıpasını tanıyan adam, güpegündüz dostunu nasıl tanımaz?” *** Bu öykü güncel bir çağrışımdır. 800 seneden beri halkımız arasından anlatılmaktadır. Bendeki yankılanma Sofya’da DOST kurucu kurultayında oldu. Köylü Ahmet Doğan’ı çağrıştırır. Halkından kopmuş, burnu Kaf dağında, iyilikleri unutmuş, nankörlerin başı Drındarlı Ahmet’i. Şehirli ailesi de Bulgaristan Türklerini çağrıştırır. 26 yıldan beri aldatıldıkça aldatılan zavallı soydaşlarımız. İzlenimlerim devam edecek.


Makale ve Analizler - 2016

125

“Feylesof Lider” Eleştirisi - 1

Osman Bülbül-21.Nisan.2016

Konu: HÖH Partisinin Son Kurultayı. Kazanlıklı bir agronomum. 1987 - 88’de ben de üzerine dikenli tel dizili duvarları Pazarcık hapishanesinde ben de süründüm. Çekiler unutuluyor da, İhtiman kasabasında “Demir Döküme” işe götürülmediğimiz hafta sonlarının birinci gününde “Cumartesi Sohbetleri” adı altında, yemekhanede konferans dinletisine toplanıyorduk. Önceleri konuşmacılar Sofya’dan geliyordu. Farklı konuları ele alıyorlardı. Medi Doganov’un (Ahmet Doğan) aramıza katılmasıyla “kandırma köşesi”nde bir tek konuşmacı kaldı ve bu yıl Orlin Zagoruv’un (Şükrü Tahir) “İstinata” (Gerçek) kitabını okuyacağız, dedi. Zagorov, Bulgaristan Halk Cumhuriyeti Devlet Konseyi Başkan Yardımcısı Georgi Cagarov’un danışmanıydı. “Soya Dönüş” saçmalığını bir teori olarak geliştiren ve bu konuda kılavuz kitap yazan oydu. Yazar Kırcaaali’nin Fotinovo köyünde bir Türk ailesinde yetişmiş bir Türk milliyetçisi olsa da, “Belene” Ölüm Kampından sonra fikir değiştirmişti. Kitap mahkumlara dağıtıldı. Hiç unutmayacağım, daha ilk görüşmede Medi Doganov, “Tanrı gözlemlenemez ve varlığı kanıtlanamaz” diye başladı ve derin bir soluk almazdan önce “İnanç temelsizdir. Yani din de temelsizdir. Bu, İslam için de geçerlidir.” dedi ve oturanlara baktı. Bu suya atılmış bir taştı, ama dalga yapmadı. Bulgarların zorla yapamadıklarını Türk satılmışların eliyle yapmak istediğini o zaman anladım. O an, ben kendi kendime, “artık isimlerimizi değiştirdiler, biz içerdeyiz, başarı torbada keklik, iş İslam dinine geldi” diye düşündüm. İçerdeyken ben o kitabı okumadım, yıllar sonra, işler biraz durulunca, fırsat buldum ve okudum. Yukarıdaki cümleleri o eserde bulamadım. Yine yıllar sonra Ahmet Doğan’ın 1974’ten beri Bulgaristan Türkleri arasında onları bir bile rahat bırakmamak için tuzaklar kuranlardan biri olduğunu öğrendim. Bulgar gizli polisi lehinde çalışıyordu. Biz Bulgaristan Türk Müslümanları bir ırmak gibiyiz. Bulanır duruluruz ama hep akarız, akıntıya düşen ama bizden olmayan ne varsa akarken kenara iter ondan kurtulma yolu buluruz.


126

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu bizim eski bir geleneğimizdir. “Kulağı Kesikler” bu gerçeğin öyküsüdür. Osmanlıda devşirilen ve eğitilen “Yeniçeriler” önemli bir kıvama geldiğinde kulağı delinir ve halka takılırmış. Bu onun “ahlaklı” olduğu anlamına da geliyormuş. Yeniçeri kız kovaladığında ya da gizli evlilik yaptığında Yeniçeri ağısı kulağındaki halkaya yapıştığı gibi koparır ve kulak memesi kesilirmiş, oradan da kulağı kesikler yanı tövbeyi bozanlar efsanesi doğmuş. Biz hapishanede “politik kölelerdik.” Şimdi anlıyorum, o zaman karşımıza dikilen ve bize saçmalık ardına saçmalık anlatan Doğan’la bize “Doğan korkusu” yaratılmak isteniyormuş. Üçüncü buluşmamızda, Medi Doğanov kendisini kısaca tanıtırken, “feylesof” olduğu azından kaçırdı. Fakat, Sofya Üniversitesi Felsefe Fakültesine giremediğini, gizli polis DS müdahalesiyle felsefe okumaya 5. semesterden başladığını, üniversitede hiç bir şey öğrenemediği için Bulgaristan Komünist Partisi Merkez Komitesi’ne bağlı Sosyal Bilimler Akademisinde de 4 yıl geçirdiğini, bilimsel tezini de DS gizli polis örgütünün Sofya “Simeyonovo” Akademisinde savunduğunu söylemedi. Tezinde Türkleri Bulgarlaştırma konusunu işlediğini da gizledi. Fakat ne de olsa, ben o zaman, “felsefe okuduğunu iddia ettiğine göre ve felsefe bir pozitif bilim olduğuna göre, onun bir etnik halk topluluğuna kötülük yapılmasını ret etmesi gerektiğini ve aramızda olduğuna göre, bir yönetici olarak insan haklarını savunacağını düşündüğümü hatırlıyorum. O an onun birçok tehlikeli ajan olduğu aklımdan geçmemişti. Oysa ikiyüzlülük, kendini satmışlık, rüşvet, dolandırıcılık vb hepsi ondaymış. Ne var ki, o zaman kendini ustaca gizlemeyi başarmıştı. Siyasi olmayan Roman mahkumlar ona “feylesof-lider” demeye başladı. Bu sözler onların daracığından olmadığından, söyletildiği seziliyordu. Bulgar makamlar, toplumun uyanıp hareketlenmesini izlediklerinden aramıza adam sızdırmayı çok iyi başarmışlardı. Yıllar geçiyor. Artık 30 yıldan beri, hep “soya dönüş” ve basından kurtulmaya çalışıyoruz. Onun, hapse girmezden önce isimlerimizin değiştirilmesi için imza atanlardan biri olduğunu da sonradan öğrendik. Bizim derin düşünde olanaklarımız da budanmış olduğundan, korku karanlığında bocaladığımız-dan, içeri düşmezden önce bize daha önce eşi görülmemiş bir barbarlık uygulandığından, yükselen despotizmin ağır yükü altında gece gündüz ezildiğinden, sürekli kabus yaşıyorduk. Dışa çıktığımızda da “dil soykırımı”, “din soykırımı”, “kültürel soykırım” ve “Büyük Göç” peşi peşine geldiğinden göz açamadık. Görmemezliğe alıştık. Bu süreçler bugüne kadar durmadı.


Makale ve Analizler - 2016

127

1990’dan sonra Türk Müslümanların % 98’i cumaya giderken bugün bu oran % 2’ye acaba nasıl düştü, insanımız sindiriliyor. 1992’de Türk çocuklardan 115 bini Türkçe derse girerken, bugün bu sayı 6 bine düştü. 1993’ten beri bizde Bulgaristan’da Türkçe okul kitabı basılmadı. Kitaplar param parça olmuş. Bu yüzden de göç hiç durmadı. 1989’dan buyana 710 bin insanımız Türkiye’ye kovuldu. İçinde bulunduğumuz feci durum göçü teşvik ediyor. Son yıllarda kişisel mala mülke saldırılar göçü daha da alevlendirdi. Memlekette adalet diye bir şey yok. Ahmet Doğan’ın eşsiz ve emsali olmayan hainliğine dönersek, biz 1990’da Hak ve Özgürlük Partisi (DPS) kurulduğunda aslında tuzağa düşürülmüşüz. Tuzakta olduğumuzu Doğan gidip Todor Jivkov’un elini öptüğünde, Moskova ricasına uyarak Madrit’e gidip Çarı memlekete davet etmesinde anlamalıydık, ama algılayamadık. O zaman perde ardına gizlenen gizli servis generalleri Türklerin Bulgar-laştırılması, Müslümanların Hıristiyanlaştırılması, asimile etme sürecinin sürmesi, totaliter baskı ve terör rejiminin yeni kılıf içinde “demokratikleşme” masallarıyla ayakta kalmasında HÖH partisini “koltuk değneği” olarak kullanmaya başladılar. Bu süreç bu güne kadar devam etti ve HÖH - DPS partisinin 9. Olağan Kurultayı bu sürecin bir devamıdır. Arzumuz, bunun son ihanet kurultayı olmasıdır. Halkımız feylesofluğu ve feylesofları sevmez. Bunun için son 26 yılda halkımız arasına “Lafla kuş tutulmaz”, “Lafla karın doymaz”, “Lafla peynir gemisi yürümez”, “Lafla duvar örülmez”, “Lafla iş görülmez” gibi hazır cevaplar ve değimleri yerleşti. Devam eden feylesof sohbetleri üstüne de “Lakırdı lakırdıyı açar” gibi tekerlemeler de türedi. Sözün özü, halkımız Doğan’ın feylesofluğuna, izlediği siyasetin insanlarımızın yararına olduğuna inanmaz oldu. Hele de bizim feylesof bozuntularının, halkın dertlerinden tamamen uzaklaşıp “fildişi köşklere, saraylara” çekilmeleri, halk topluluğumuzla “köşk bekçileri” arasını tamamen açtı. Yürünen yol yenilgi ve teslimiyet yoludur. Bir kişinin sefa sürmesi için biz geleceğimizi feda edemeyiz, bu parti dağılmalıdır. Doğan tipi “feylesof-liderler”, “demokrasi” ve “özgürlük” masallarıyla insanımızı daha cezaevlerinde kandırmaya başladı. Polis yeni tip “liderlerini” hapishanelerde yetiştirdi.Halkın gözüne gül kokulu kül atıldı. 26 yıl gözümüzü açamadık.


128

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Görüldüğü gibi, ne demokrasi geldi, ne de özgürlük güneşi parladı. Halklarımız da taşa çarptı. “Serbest pazar ekonomisi” de kurulamadı. Bankalar yalnız onların adamlarına kredi veriyor. Bu düzen bozulmalıdır. Bize yıllardır “Liberal” diyorlar. Dünyada iki çeşit liberal var. Birisi klasik ve yeni Avrupa liberalizmi, ikincisi de Amerikan liberalizmi! Biz hangisindeniz acaba? anlatan bulunmadı. Alman liberalizminin çarpıtılmasından Hitler faşizmi doğmadı mı? Ne kadar kurban aldı? Oysa kültürümüzde filozof düşünür demektir. Düşünürlerse bilgedirler. Bizim feylesof çakmaları 1985-89’da ve daha sonra başımıza geleninin adını bile koyamadılar. “Türk kıyımı mı?”, “Müslüman kıyımı mı”, “Kültürel kıyım mı?” ne yaşandı, yoksu hepsi birden mi!? Geçen hafta Ahmet Doğan’la birlikte çalışan ve “intihar etmek zorunda kalan” Ahmet Emin’in not defteri benim de elime geçti. Emin izlenimlerine şunları kaydetmiş: “Doğan, kalabalığın parçası olmaktan nefret ediyor.” *** “Doğan açgözlü, doyumsuz biri.” *** “O, hiç bir iş yapma, çalışma becerisine sahip biri değil. En çok sevdiği köpeği.” *** “Bahçede tek başına yürüyüş yapmayı seviyor. Başını kaldırıp geçen bulutları seyrediyor. Doğaya karşı sağırdır. Sözünü dinlemeyen insanlardan nefret ediyor. İnsanlardan kaçtığı zamanlar var. Gizli görüşmeleri seviyor.” *** “O bir bohem. Yarı eğitimli olsa da, feylesof havalarına giriyor. Kendini büyük düşünürlerle özdeşleştirmeye özen veriyor. Bazen kendisini büyük bir halk kitlesinin karşısında hayal ediyor. O kendine gurur veren bir kimlik icat etmeye çalışıyor.” *** “Bugün gözlerine baktım. Ölü gibi donuk bakışları vardı. Gözleri zeka pırıltısından ve sahicilikten yoksundu. Bir büyüye kapılmıştı. Saçları dökülmezden önce de düz ve cansızdı. Ağzı yalnız viski yudumlarken canlanıyor, başka zamanlarda ifadesiz. Adamın dış görünümü böyle.” ***


Makale ve Analizler - 2016

129

Bir görüşmemde bana: “Acımasız olmaya hazır değilsen, hiçbir yere varamazsın.” dedi. *** HÖH’ü içinden yıkmak isteyenlere terör uygulamak kaçınılmazdır. *** Onun hedefinde Bulgaristan Türk Müslüman uygarlığını yok etmek var. Bu kavga onunla başlamamış ama 30 yıldan be o bu didişmenin hem içinde hem de düşman tarafındadır. Ne yazık ki, Bulgar siyasetinde söz sahibi oldu. Kurultay delegeleri bu gidişe son vermeli ve partiyi dağıtıp kapatmalıdır. Kurultaydan sonra devam edecek.

Davamıza Farklı Bakış Açıları

BG-SAM-22.Nisan.2016

Konu: Plovdiv “24 saat” gazetesinden bir çeviri. Bu işlerde seviye Ali Bayram düzeyinde düştüğünde, yardıma koşan DOST oldu. Yazan Lübomir Minçev. HÖH - DPS ile DOST partisi arasında tercih yapmanız gerektiğinde nasıl hareket ederdiniz? HÖH partisinin yarım milyon olan seçmenlerinden yarısının yeniden düşünmesi gerekebilir. Evet bir daha düşünmesi gerekebilir, çünkü onlara toprak köleliğinden kurtuluş teklif ediliyor. Bundan sonra da yeni toprak köleleri olup olmaları ise, cevap bekleyen sorudur. Oturup da düşünecekler mi, bu da başka bir soru. Böyle bir seçenek önünde bulunduğunun farkında olmayan seçmen, ne olursa olsun, bana ne diyecektir. Ve “Bu, Türklerin işidir, kendi aralarında anlaşsınlar” diyenler de, daha önce olduğu gibi, bu defa da, bu işte ben haklıyım diye düşünecektir. Daha önceleri ben de aynı şekilde düşünüyordum.


130

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Vaktiyle bizim o güzelim memleketimizde küçük bir gazete çıkarıyorduk. Kadınlar, futbol ve olaylar üzerine dostça konuşur, sohbeti bir kadeh içkiyle kapatır, yolumuza devam ederdik. Fakat dostum, zemin katta yalnız halk idaresi için değil, ana vatan Türkiye için de bir şeyler yazıp çizip çoğaltıyor-muş. Daha sonra onu göremedim, hapishane, ardından Türkiye’ye göç etmiş. Değişikliklerden sonra görüştük. Ben o yıllardan dostlarımın kendi DOST’larını aradıklarına emindim. Tutuklamalardan sonra temasımız kesildi. Ne düşündüklerini bilmiyordum. Fakat ben onların davasını biliyordum. Onlar içsel yaşantılarını dışsal gösterebilme ortamı bulamıyordu. Bildiğim bir de şuydu. Onlardan hiç biri politik köle olmak istemiyordu. Fakat HÖH - DPS geldi ve hepsi siyasi köle oldular. Onlar bunu yani tuzağa düşürüldüklerini biraz geç anladılar ve birer ikişer hareketten ayrılmaya, kopmaya ve uzaklaşmaya başladılar. Onlar HÖH partisinde DOST’larını bulamadılar. Ahmet Doğan’ın Bulgaristan’da etnik barışın koruyucusu olduğu efsanesi bu sebeple yaratıldı. Bulgaristan’daki en büyük köle sahibi olan kişi (Ahmet Doğan) “kurtarıcı ve koruyucu” ilan edildi. Doğan etnik oyların koruyucusu görevini de üstlendi. O bir barışsever olduğundan dolayı olacak, o “Bulgaristan’ın Avrupa yolu Boğazlardan geçecek” dediğinde de ona yan gözle bakan olmadı. Fakat şimdi DOST Boğazların bir kıyısına ayak basmak bile çok tehlikeli olarak değerlendiriyor. Korkulacak bir şey yok. Bulgaristan Türklerinden daha büyük kısmı için korku dağıldı, geçiştirilebildi. Çok zahmet çektiler ama HÖH - DPS korkusunu silkeleyebildiler. Bu defa Doğan için hazırlanmış olan siyasi tabanca havi fişekli değil. İnanmıyorsanız, insanların korkularından nasıl kurtulduklarını anlatan bir şehir olan Plovdiv örnekle doludur. Son yerel seçimlerde HÖH - DPS yalnız 800 oy aldı, bir önceki seçimde 8 bin oy almıştı. HÖH - DPS’nin Plovdiv’teki (Filibe) yeni lideri Ali Bayram’ın elinden Levski’nin portresi altında resim çektirme ve Buzluca tepesine çiçek demedi taşımaktan başka bir şey gelmiyor. O, benim dostlarımın mahzenlerde ne iş yaptıklarından haberi olmadığı gibi, tutuklandıklarında tıkılacakları ilk yerin hapishane olduğundan da haberi yoktu. Hangi uydurma suçlamayla -casus, hain ya da terörist- itham edilecekleri önemli değildi. Ve sözün özü, seviye Ali Bayram düzeyine düştüğünde, yerine gelen DOST partisidir.


Makale ve Analizler - 2016

131

Dile kolay, DOST partisine Türk yanlısı bir parti de diyebiliriz. Solcu ve sağcı tüm milliyetçilere ulusal güvenliğimizin tehlike altına girdiği konusunda istediklerini söylemelerine imkan da tanıyabiliriz. Fakat, sizden bir ricam olacak, bu saldırıları yaparken, bizdeki Rus yanlısı partiler için yaptığımız yumuşak tonla yapalım. Çünkü DOST’çuların Avrupa Birliği (AB) hakkındaki yumuşak tonlu ve yapıcı siyaseti bizim hiç birimiz için tehlike oluşturmuyor. Öyle değil mi? Şimdi bize, onun da Avrupa yolu Boğazlardan geçen DOST partisini kötülememiz ve 26 yıldan beri anamızdan emdiğimiz süttü burnumuzdan getiren Rus casusluk ajansı KGB’nin HÖH - DPS etrafında toplanmış çetesini bundan sonra da alkışlamamız için baskı yapıyorlar. Önde duransa hep aynı Avrupa’dır. Doğan ise, tellaksız kalmış Türk hamamından söz etmeye başladı. Siz Doğan’ı alkışlayınız, ona Bulgaristan’ın yeni Levski’si deseniz de olur, yakasına “Stanbolov” ödülü taktınız; o, etnik barışın koruyucusu; o, şirketler çemberinin koruyucusudur. Ve siz HÖH - DPS partisine ninniler söyleyen, kanı bozuk KGB çetesi ve daha birkaç parti merkezi için tüm bunları yapmak zorundasınız. Rusya mı? Türkiye mi? Bu, Bulgaristanlı Türkler için bile artık bir seçenek sayılmaz. Bulgaristanlı Türkler kendilerine DOST arıyorlar. Filibeli Bayram gibiler ise kahve, fitnes salon vb açarken kelepir aramaya devam ediyorlar. Kendileri bilir. Onlar bu dava için mücadele edildiğini bilmiyorlar.

Oyuncak Bebek mi? Truva Atı mı?

Alptekin Cevherli-26.Nisan.2016

Yunan mitolojisinde anlatılır... Truva’lı bir Prens olan Paris’in Sparta Kralı Menelaus’un karısı Helen’i kaçırması ardından Akaların Çanakkale’deki Truva kentine saldırması sonucu büyük bir savaş çıkar. Fakat Aka askerleri Truva surlarını bir türlü aşamazlar. En sonunda devasa bir at maketi inşa ederler ve ordularını


132

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

gece gizlice içine saklarlar ardından da savaş tazminatı olarak bu maketi Truvalılara hediye ettiklerini söyleyip geri çekilirler. Zafer sarhoşu olan Truvalılar, dev maketi kale içine alıp bütün gece kutlama yaparlar. Hepsi sarhoş olduktan sonra Aka askerleri atın içerisinden çıkıp kale kapılarını dışarıda hazır kıta bekleyen Aka ordusuna açar ve bütün kent, tabi başta Helen ve Paris olmak üzere, kılıçtan geçirilir. *** Uçkur düşkünlüğünün çok dramatik ve ironik bir öyküsüdür Truva Savaşı. Ama hepsinden önemlisi de savaşın sembolü haline gelmiş olan Truva Atı, binlerce yıldır savaş sanatının en uç örneği olarak sürekli betimlenir durur. Geçen gün ülkemizin önemli ve mütedeyyin marketlerinden birinde gezerken oyuncak reyonunda gözüme ilişen bir set, aklıma Truva Atı hikâyesini getirdi. Bosna Hersek’in kurucu Cumhurbaşkanı Aliağa İzzetbegoviç’in “Düşmana benzediğimiz zaman savaşı kaybetmiş oluruz” sözünü hatırladım. *** Millî Güvenlik Dersi’nden hatırlarsınız, harp çeşitleri vardır; ekonomik, kültürel vb. Kendi öz kültürünüzü koruduğunuz ve gelecek nesillere aktarabildiğiniz sürece varsınızdır. Bu kültür aktarımının kesildiği noktada, savaşı kaybetmişsiniz demektir. Yurdunuz ve evlâtlarınız yabancı kültürce işgal ve iğfal edilmiş olur. Gelelim oyuncak setine... Yandaki resimde de gördüğünüz gibi; setin adı “Bu tarz benim, Düğün Günü.” Bir kere, olabildiğince israfı ve toplumun genel anlayışı dışı bir giyim şeklini özendiren bir yarışmayı +3 yaş işareti konulan bir oyuncak için isim olarak seçmek, başlı başına bir hata. Çünkü o yarışmanın kendisi bile + 3 yaş izleyici kitlesinin çok üzerinde olarak RTÜK tarafından işaretleniyor. Haydi onu geçtik, işin isim hakkı ve telif kısmı filan da yapımcı firmayı ilgilendirir, onu da geçtik.


Makale ve Analizler - 2016

133

Ya Hu kardeşim, “Düğün Günü” seti adlı oyuncakta; gelin olur, damat olur. Tamam da o ortadaki çocuk da ne oluyor? +3 yaş sınırı konulan bir oyuncakla minik zihinlere, “siz evlenmeden çocuk yapabilirsiniz” mesajı mı veriliyor? Öyle formalite işlerle uğraşmayın, bir ara nikâhı aradan çıkarırsınız mı deniliyor? Bunun başkaca nasıl bir izahı olabilir? Hani “aile seti” dese, anlayacağım. Çekirdek aile ana, baba ve çocuklardan oluşur diyeceğim. Ama oraya anlı şanlı “Düğün Günü” yazıp, ardından da setin içine 4 - 5 yaşlarında bir çocuk maketi koyunca maksadınız, sanırım tam olarak ortaya çıkıyor. Truva atının modern şekli olarak, direkt bilinç altına mesaj vererek körpe zihinleri işgal ediyorsunuz demektir. Barbie, Sindy, WinX, Fulla veya Rezzan ne ad verirseniz verin, bu tip oyuncakların küçük kız çocuklarının psikolojisi üzerinde oluşturduğu kalıcı hasar üzerine yazılmış yüzlerce bilimsel makale var.Sayın aileler lütfen bu makalelere bir göz atın. Nerelerden oyuna geliyoruz görün... (Not: Bu arada merak edenlere, gelinin elbisesi, paket içerisinde aşağı kaymış bu nedenle üstü çıplak görünüyor. Paketi açmamak için düzeltmedik. Ancak zaten rafta duran 8 setten 2’si hariç hepsinde de kızların üstü çıplaktı. Bu da başka bir detay.)

HÖH Geri Vitese Taktı

BG-SAM-26.Nisan.2016

Konu: Kendini Beğenmişler Kurultayı Kötüleyerek kovdun bizi, Çocukların için ağlayacaksın, Bulgaristan! Aldatın ve hepimizi üzdün! Bütün bir kuşak kayıp, Bulgaristan!


134

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Biz, saygısızca kovulduk, Çocuklarımız sana küstü, Bulgaristan! Kızanların oyun alanları tarih olmuş. Çocukların niçin ağlayacaksın, Bulgaristan! Vatan anlatılamaz bir sızı. Çocukların için ağlayacaksın, Bulgaristan! Bizim oralar kötülere cennet olmuş, Hainlerin, ajanların kol gezdiği yerden Kuşlar bile uçup gitmiş. Çocukların için ağlayacaksın, Bulgaristan! Şimdi geri vites takmışsın. Sen bizim için ağlayacaksın, Bulgaristan! *** 24 Nisan’da Sofya’da HÖH- Hak ve Özgürlükler Partisi (DPS) 9. Kurultayını yaptı. İlk Kurultaylarında gümbürdeyen Parti, artık sessizliğe gömülmüş. Totalitarizmi, Türk ve Müslüman düşmanlığı kökünden söküp atmak için pekişen bu siyasi irade, memleketimizde Türklere, Pomaklara ve Romanlara “siyasi kölelik” dayatmış. Todor Jivkov zulmünün ezemediği kahramanları ezmiş, işsiz bırakıp kardeşlerimizi hep vatanlarından kovmuş. Hak ve özgürlüklerimiz, adalet ve demokrasi için mücadelede yüzlerce şehit vermiş olsak da 9.Kurultay hiç bir anıta çelenk koymadı. İki kurultay arasında Allah’ın rahmetine kavuşan kahraman kardeşlerimizin adını bile anmadı. Varsa yoksa Ahmet Doğan. Bu da ihanet ve hıyanetin baş hainin en fazla övüldüğü bir kurultay oldu. 8.Kurultay’da genç delegelerden Oktay Yeni Mehmet tarafından kürsüden atılan baş hain Ahmet Doğan, üç yıldan beri korkudan dışarı çıkamadı. 22 koruma eşliğinde zar zor geldi. Halk azınlığımıza yaptığı ihanetin ağır yükünü kürsüye taşıyamadı. Komunist yöneticileri gibi Locada oturdu. Salonda 5 keskin nişancı vardı, 6 saat delegeleri süzdüler. “Sahte lider” boş gelmemiş, hazırladığı kısa konuşmasını bile geçmiş korkusundan çıkıp okuyamadı onu da Firdevs Hüsmenova’ya okuttu. Başımıza sardığı ve 26 yıldan beri kan ve hicran akıtan “Bulgar Etnik Modeli” kanserini bir daha ilaçlamaya çalıştı ve hem kayıplara karıştı. Korku dağları bekletiyormuş derler ya... Kurultayda işçi ve köylü yoktu. Hazır bulunan yaşlılar “Belene” kampı, Stara Zagora ve Pazarcık hapishanesinde gizli polis DS’ye hizmet imzası atmış yeminliler arasından da birkaç kişiydi.


Makale ve Analizler - 2016

135

Kurultayın en ilginç ve anlamlı konuşmasını yaparken eski “Dayanışma” sendikası lideri Dr. Trençev şöyle dedi: “Bugünkü Bulgaristan, bizim 1989’da hayal ettiğimiz devlet değildir. Bugün Bulgaristan Avrupa’nın en fakir ülkesidir. Olayları bu duruma getirdik ve biz suçluyuz.” Bizde suçlu çok ama tutuklanıp yargılanan yok. “Soy kırım”, “Kültürel Soykırım”, “İsimlerimizi zorla değiştirenlerin işlediği Soykırım”, “Anadilimizi yasaklamakla işlenen soykırım” ile ilgili tutuklanan, hapsedilen, hatta duruşma odasına bile giren yok. Olan olmuş. Yaşasın hainler partisi HÖH - DPS! Kurultayda Türkçe tek söz söyleyen olmadı! Trençev konuşurken “Ah, sen ne yaptın!” der gibi Doğan’a bakıyordu. Kurultayı, 1985 - 89 “soya dönüş” döneminde isimlerimizi değiştiren Komünist Partisi varisi olan Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP), ABV ve Ulusal Hak ve Özgürlük Partisi lideri, askeri istihbarat ajanı Güner Tahir ile Rusçuluğuyla ün salmış Bulgar Demokratik Merkezi gibi siyasi kuruluşların temsilcileri kutladı. Rusya, ABD ve İngiliz Büyük Elçileri’nden temsilciler izledi. Bu kurultay’da da “Bulgar toplumunun totalitarizm illetinden kurtulamadığı, adalet sağlanamadığı, demokrasi tesis edilemedi, reform yapılması zorunlu oldu da yapılamadı” gibi temel ilkesel siyasi değimler kullanılmadı. Türkiye’den gelen soydaş dernekleri başkanları Kurultayı kutlamadı. 4 gün önce Türkiye’de bulunan 710 bin Bulgaristanlı Türk göçmenin yaklaşan Cumhurbaşkanlığı ve genel meclis seçimlerine katılma isteğini, getirilen yasakların anti-demokratik, insan haklarını hiçe sayan ve en kutsal hakkımız olan seçme ve seçilme hakkımıza ayakaltına alan kanunlar olduğunu ve mutlaka bozulması gerektiğini dile getirmediler. Neden geldiler diye düşündük kaldık! Kurultaya bir Atatürk portresi hediye eden CHP heyet başkanı da Bulgaristanlı Türklerin temel ve hak ve özgürlüklerine 26 yıldan beri kavuşamadığını, memlekette Türk düşmanlığı gürlediğini, Osmanlı mülklerinin geri verilmediğini dile getirmedi. O da neden geldi, bunu da anlayamadık. Kurultayı, en yaşlı delege sıfatıyla Bulgar gizli polisi II. Şube Ajanı Ünal Lütfü açtı. O, da hemen yeni kurulan DOST partisine saldırdı. Sözleri kötü niyetli ve kışkırtıcıydı. HÖH partisinin çürümüş bir bünyeli olduğunu söyle(ye)medi. Kurultayın boğucu ve sıkıcı havasına da değinmedi. Partinin amaçsız bir boşluğun batağına saplandığını, umutsuzluk çarmıhına gerilmiş olduğunu ağzına almadı. “Bulgar Etnik Modeli” taşa çarptı ve parçalandı, Bulgaristanlığı Türk kimliği oluştu diyecek kadar cesaretli olamadı. Öğrenciler de kurultayı kutlamadı.


136

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Yorgun ve bitkin, 3 defa aranıp tarandıktan sonra Kültür Sarayı’nın 3.salonuna sanki zorla getirilmiş ve en küçük hareketi 5 kamara tarafından izlenen Türk delegelerin Bulgaristan’ın ekonomik sefalet, siyasi hoşgörüsüzlük, son 3 yılda daha da derinleşen etnik ve milli zıtlaşmayı, güvensizlik ve huzursuzluk, etnikleri ezme siyaseti ile hükümette, mecliste, belediyelerde ve sokakta şiddetlenen yoğun milliyetçilik, Türk düşmanlı siyasetinin ince ayrıntılarını çok iyi bildikleri gözlerinden okunuyordu. Hepsi susmayı tercih ettiler. İktidar ortaklığı arayışı ve iktidara ortak olarak devleti soyma HÖH partisinin son yıllarda izlediği siyasetin özünü oluşturduğundan, dinletilen konuşmalarda rüşvet, dolandırıcılık, yalan, şirketler çemberi, batırılan bankalar, çalıp kaparken yakalanan ve yargılanan hatta hapse düşen HÖH lider kadrosuna dahil figürlerin de adı anılmadı. Dr. Tabakov Varna hapishanesinden kutlama mektubu göndermedi. İktidar partisi olan GERB ve Başbakan da kurultayı takmadılar. Kurultay delegeleri artık kurumuş bir ağıcı andıran HÖH partisinin iç problemlerini açık tartışma arzusu gösterseler de yeni dinamik ve kapsayıcı bir hareketlenmenin bir daha ateşlenemeyeceği belli olduğundan, susmayı tercih ettiler. Sokakta, köy ve kentte hâkim olan hiper Bulgar milliyetçiliği, fanatik Türk ve Müslüman karşıtlığı, totalitarizmden kalan polis düzeninin, adaletsizliğin ve korku rejiminin etkisi kurultay salonuna hâkimdi. Salondaki polis sayısının çok fazla olması, kimin delege, kimin sivil polis olduğunun seçilmesini zorlaştırıyordu. HÖH partisini Bulgar gizli polisine bağlı ve bu bütünleşmeyi belirleyen faktörleri çok karmaşık olan bir siyasi oluşum haline getiren Ahmet Doğan’ın hain ajan siyasetidir. Kurultay Doğan’a “fahri” başkan olarak, gizli polisle işlerini daha kolay düzenleyebilmesi ve aldığı emirleri daha uyumlu ve sorunsuz yerine getire bilmesi için Tüzük değişikliği yaparak kolaylıklar ve ek haklar sağladı. Şimdi HÖH partisi “fahri” başkanının, Genel Başkan’da ve Yürütme organlarından daha fazla hak ve hukuka sahip olduğu ortaya çıktı. Bilindiği üzere3 17 Aralık 2015’te Doğan “sarayda” iç darbe yaparken, HÖH Tüzüğünü çiğnemişti. Bu bakıma, Tüzüğü çiğnedi için Ahmet Doğan’ın 9. Kurultayda HÖH’ten çıkarılmasını bekleyenler vardı. Kurultay HÖH yönetiminin geleceği için korktuğunu ortaya koydu. Son seçimlerde parti seçmen oranını üçte iki yitirdi. Yerel seçimlerde 7 belediye kaybetti. Deliorman ve Rodoplar partiden koptu. Parti çok derin bir lider bunalımı yaşıyor.


Makale ve Analizler - 2016

137

Deneyimsiz ve ikna gücü sıfır olan ve beceriksizliğiyle ünlü M. Karadayı’nın “Borino” köyünden inip, Hak ve Özgürlükler Partisi Genel Başkanlığına önerilmesi ve robotlardan daha hızlı otomatik olarak seçilmesi problemlerin derinliğine ve çözümsüzlüğüne kanıttır. Karadayı’nın sözüne inanıp da Bulgaristanlı Türk Müslümanlar ne suya ne de ateşe gider. Konuşmasında, “kalplerimizdeki davayla, ortak güç ve irademizle, ortak çabalarımızla her hedefe ulaşırız” diyen Karadayı, Doğan’ın Türkleri köreltip, eritip, memleketten kovarak yok etmeye çalıştığını bildiğinden dolayı, söylenen her söze gülerek. HÖH partisinin geri vitese takmaya niyetli olduğuna işaret verdi. Çünkü süregelen HÖH politikasıyla, Türkiye düşmanlığıyla Bulgaristan Türklerine bir adım daha attırabilmek olanaksızdır. Atmazlar! Kurultay’dan sonra Karadayı kendisini kutlayanlarda sıkıştırılmış ve dolaştığı bazı karanlık işlerden kurtulabilmek için son derece zor ve bunalımlı bir dönemde Genel Başkanlığı üslenmek zorunda bırakılan biri izlenimi bıraktı. Bu işi yapabileceğine, partiyi bunalımdan çıkarabileceğine inanan olmadığı da sıkça paylaşıldı. Üç gün önce memleket gezisinden dönen M. Karadayı’ya bir köyde 80 yaşında bir Pomak hanımı “Yalnızım, açım ve açlığımdan başka hiçbirşeyim yok!” dedi. O an ilk kez, heyecanına hakim olmakta zorlanan Karadayı, durdu ve ilk kez durgunlaşma ve hayallerden arınma hissi duyumladı. Ama bu uzun bir yolun başlangıcıdır. Kendisine başarlar diliyorum. Karadayı’yı ilk kutlayansa ALDE - Avrupa Liberal ve Demokratları Aliansı Başkanı Hans Van Baalen oldu. Bu kutlama seçimden önce oldu. Şu, HÖH işleri ilk günden beri hep sihirbazların işi oldu. Daha ne söylenebilir ki... Olayı yorumlayan Bulgar gazetecilerinden Georgi Koritarov ise, haksız ve yeteneksizler partisi olan HÖH’ ü bir tek mollanın hükmü geçen, İran İslam Devleti’ne benzetti. Kurultay’da en çok konuşulan konu ise Lütfü Mestan’ın Türkiye’nin Sofya Büyükelçiliği’ne sığınması oldu. Eskiden, 1989’da kovulurken sürü sürü Türkiye’ye sığındık, şimdi HÖH’ten kovulan bir kardeşimizin Büyükelçiliğine Konuk Evine sığınmasını kıskananların canını, çatlatan bu defa kıskançlıktan çatlatacak. Onemli olan zor zamanda çalacak kapımız olması. Bunu en çok yeni Başkan düşünmesi gerektiğini şimdiden hatırlatalım kendisine, gülme komşuna gelir başına... Beni düşündürense, HÖH bu geri vitesle nereye kadar gidilebilir?


138

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Doğru Yoldıyız!?

İbrahim Soytürk-24.Nisan.2016

Konu: Birliğimiz kutsalımızdır. Seslenir seni bana “ova”m, “dağ”ım, Nere gitsem bulur beni arınmış. Bir çağ ki akar ötelere, Bir ak.. ki yüce atalar, bir al.. ki ulu oğullar, Türkçem, benim ses bayrağım... Fazıl Hüsnü Dağlarca “Türkçe Katında Yaşamak”; Bu şiir, Bulgaristan’da DOST partisinin Kurucu Kurultayı kürsüsünde “Türkçem, benim ses bayrağım” olarak dalgalanırken salonda ve bütün ülkede coşku yarattı. Bulgaristan’da basılmamış ve Bulgar diline de çevrilmemiş olan etkileyici eser, Birleşik Amerika’da şaire ün kazandırmıştır. Resmi dili olmayan Birleşik Amerika’da XX. yılın eseri ilan edilen büyük Rumi’nin “Mevlana”sından sonra Dağlarca okyanus ötesinde en fazla okunan Türk klasiğidir. Biz Türkçe’mizle doğar, Türkçe’mizle yetişir, Türkçe’mizle yaşarız, Türkçe’mizle bilinçlenir ve yüceliriz. Türkçe bayrağımız ne kadar yükseklerde dalgalanır sa, bu Türklüğümüzün o kadar yükseldiğine işarettir. Türkçe’mizin zenginliği bizim gönül zenginliğimizdir. Türkçe’miz birleşmemizin çağrısıdır. Bu bakıma MHP Genel Başkan Yardımcısı Sayın Yalçın’ı kutluyoruz. Düşünen kafalar, “Türkçe’m, benim ses bayrağım” şiirini işitince 1848 devriminden sonra Almanya’yı birleşmeye çağıran Friedrich von Schiller’in “Neşeye Şarkı”sını anımsadı. Schiller, Almanya ve Avrupa’nın birleşme özlemini ilk kez büyük bir ustalıkla şöyle dile getirmişti. Kucaklaşın, milyonlar! Alın bu öpücüğünü bütün dünyanın! Yıldızlı göklerin ötesinde, kardeşler, Seven bir baba yaşıyor olmalı. Kim yakalamışsa o büyük talihi, Başarmışsa bir dosta dost olmayı, Kim kazanmışsa soylu bir kadını,


Makale ve Analizler - 2016

139

Katsın sevincimize sevincini. “Neşe Şarkısı” Avrupa kıtasının birleşmesi için bundan 150 yıl önce çakılmış bir kıvılcımdı. Bugün Avrupa Birliği (AB) marşına güfte oldu. Bu açıdan değerlendirdiğinde, Dağlarca da Türkçe konuşan tüm halkları ve soyları, boyları birleşmeye çağırmıştır. Anadilimizin bir bayrak gibi Türkçe konuşan halkların ortak bayrağı olduğuna ve olmaya devam edeceğine, mutlaka olması gerektiğine giderek güçlenen bir çağrıda bulunmuştur. “Neşe şarkısı” çağının bestecisi olan Ludwihg van Beethoven aynı dili konuşan Almanya ile Avusturya’nın birleşmesi özlemini 9. senfonisinde dünyaya duyurdu. Bu beste bugün Avrupa’nın birleşmesi çağrısı oldu. Yıllar sonra “Neşe Şarkısı” ile “9. senfoni” birleşti. Yüceldi ve dalgalandı,unutulmayacak şekilde belleklere kazındı. AB marşını hakların bütünlüğüne güç verdi. AB, nice savaş ve isyanlardan sonra ilk başarılı birleşmesi oldu. Biz de Bulgaristan vatandaşları olarak bu birlikteliğin üyesiyiz. Bu büyük topluluğa Türkiye Cumhuriyeti de katılmak üzeredir ve böylece tarihte ilk kez olmak üzere yalnız Avrupa halk ve devletleri değil, Avrupa ve Asya kıtaları birleşecek, insanlığın birliği Anadolu’da gerçek köklerine sarılacaktır. Bu bakıma Sayın S. Yalçın’ın DOST kürsüsünden “Türkçe’m, benim ses bayrağım” demesi çok anlamlıydı. O kadar anlamlıydı ki, aynı hafta Avrupa Birliği Genel Kurulu Türk dilini 28 üyeli Avrupa Genel Kurulunda resmi dil olarak ilan etti. Tüm Avrupa devletlerine anadilimizde ilk hitabı Sayın Başbakanımız Ahmet Davutoğlu yaptı ve büyük alkış aldı. Kuşkusuz bu olumlu gelişmelere ters bakan, küsen, burun şişirenler de oldu. Hem de öyle bir hiddetlendiler ki, ellerinde olsa Lodos’un Bulgaristan’a doğru esmesini ve Türk gururumuzun bayrak dalgalanmasını yasaklayacaklar, iki ülke arasındaki sınıra gerilen dikenli çiti söküp yerine Çin Seti dikecekler. Ses bayrağımız bu anlamda bir durdurulmazlık, önü alınmazlık emsalidir. Bizim AB’nden önce kendi vatanımızda Türkçe’mizle okuyup yazarken, sohbet edip, şiir okuyup, şarkı söylerken gururlanma hakkımızın sonsuz ve kutsal olduğuna işarettir. Bu hakkımızı hiç bir kuvvet bağrımızdan sökemez. Üzerimize mutluluk yağmurları mutlaka yağacaktır. Schiller’in heyecanlı birleşin çağrısına 2004’te biz de uyduk. AB üyeliğimizle gelen bütün haklarımızdan yararlanmak istememiz doğaldır. Bu haklarımızdan biri anadilimizin şarkı, türkü ve şiirlerimizle, dualarımızla dalgalanması zaruretidir. Bunların temelinde çoğulcu, çok dilli, çok kültürlü ve tek medeniyetli bir birlikteliğe birlikte uzanma var. Bu özleme, mümkün olduğundan daha büyük katkıda bulunabilmemiz hem hakkımız hem de emelimizdir.


140

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Biz, içinde mutlu olmayan, diline ve dinine, özgün kültürüne, tarihine ve medeniyet geçmişine yasaklar getirilmiş, dili kelepçelenmiş, yazımı yasaklanmış bir etnik topluluğa AB içinde yer olduğuna inanmıyorum. 1785’ten beri eski kıtada dalgalanan slogan eşitliktir. Haklarımız mutlaka verilmelidir. Biz 28 AB devleti içinde dosta dost olmak istiyorsak, hakkımız olanı almamız tam destek bulmalıdır. Türkçe’mizAB dili olduğuna göre, anadilimizin okullarımızda okutulmasını, ahlak ve kültürümüzün anadilimizde gelişmesini, yaratabildiğimiz öz edebiyatımızın anadilimizde yaşamasını arzu ediyoruz, çocuklarımızın Türk kimliği ile yetişmesi bizim kutsalımızdır. Bu işler ve etkinlikler için AB Genel Kurulunun etnik azınlıkların özgün eğitim ve kültür ihtiyaçlarının karşılaması için yasalar çıkarıp özel fonlar ayırması kaçınılmaz oldu. Bu işi şimdiye kadar HÖH AB milletvekilleri yapmadığına göre, DOST partisinin bu ana vazifeyi mutlaka üstlenmesinde ısrar ediyoruz. Bu adımlar atılmadan, hepimiz birleşmeden, DOST değil, KARDEŞ partisi de kursak ilerleyemeyiz. Çünkü bizim aşamadığımız bir korku var. Biz bugün Türkiye’de yaşayan soydaşlar olarak, geri dönmemiz, vatanımızın siyasi ve sosyal yaşamında daha büyük rol oynamamız gereğine, “ses bayrağımız” olarak gece gündüz dalgalandırma zorunluluğuna inanmak istemiyoruz. Ürkekliğimizin ana nedeni, memleketimizde adaletin yerleşmemesi, katillerin adaletten kaçmayı başarması, ajan dosyalarının göstermelik açılması, dosyası açılan muhbir ve katillerden, hainlerden hiç birinin görevinden alınmamış olması ve yargı önüne çıkarılmamasıdır. Bizde Komünist partisi yasaklandı, dağıldı, ama komünistler devlet görevlerinden sökülmedi. Totalitarizm döneminde yaşananların “Belene” faCIAsının, polis mahzenlerindeki dayakların, zindanlarda çekilen çilenin, tutukluluktan, sürgünden sakat dönenlerin çekilerinin sanki hiç bir önemi yoktu. Olan olmuş ve sanki unutulmuştu. Bizim unutamadığımız içerideyken de kendi kendimize Türkçe konuşmamız, günleri Türkçe sayılmamızdı, ki böylece biz hep dalgalandırdık Türkçe bayrağımızı... Bugün bizim bütün düşüncelerimiz zihne dair şeylere odaklanmış durumda. Memleketimizde Türkçe’miz, Türk kültürümüz açısından yoksullaştık. Zenginleşmemiz zamanı geldi. Türk ocaklarımızdan Türkçe’mizin yeniden fışkırması zamanı gelmiştir. Yoksullaşmamıza devletin ve belediyelerin yasaklama ve engellemeleriyle örtüşmeye devam ediyor. Zenginleşeceğiz umudumuz ise öz çabalarımızla, Türkler olarak birleşmemizle kenetlenmiş durumdadır. Kimse bizden özür dilemedi. Dileyenlerin sözleri de sanki yapmacıktı. Çünkü ardından hiç bir şey gelmedi. 1923’te Bulgaristan’da 723 Türk okulu varken, bugün bir tek olmaması olayları açık açık anlatıyor.


Makale ve Analizler - 2016

141

Biz büyük bir düşmanlık seli altında kaldık ve kurban olmaktan şikayet etmez olduk. Sanki damgalanmışız. Baştan başa şanlı tarihimiz, kahramanlarımız unutturulmak isteniyor. Öğrenci öğretmen, çıkarak usta bağlarımızı baltaladılar. Gün ışığına laik olan her şeyimiz örtbas ediliyor, bizim öz kimliğimize yaşam hakkı tanınmıyor. Toplum adaletten kaçıyor. Toplum totalitarizm kalıtı altında ezilmeyi tercih ediyor. Bize T.C.deki seçim sandıklarında oy kullanma hakkımız bile çok görüldü. Öyleyle birleşelim, öyle bir birleşelim ki, Bulgaristan konsolosluklarını işgal edelim, 710 bin vermeden konsolosluktan dışarı çıkmayalım ve adaletsizliğin nefes almasını durduralım. Adalet biz olalım! Bulgar hapishanelerinde kalan sorgu belgelerinden, işkence odalarında size zorla söylettiklerinden, mahkeme salonların itiraf etmeye zorlandığınız düzmecelerden asla korkmayınız. Biz kardeşiz. 26 yıl geçti ve her şey af edildi, kuşak değişti, hayat suçluları akladığını bildirdi, hak ve özgürlük davasında, adalet uğrunda bir yine birliğiz, yine kardeşiz. Onlar bir ulus, bir devlet olarak bize karşı suç işlediler ve insan hakları, adalet, yasallık ve ahlak adına, insan vicdanının sesini dinleyerek birlerinden hesap aramadılar, karşımızda böbürlenmeye devam ediyorlar. Utanacak ve çekinecek hiçbir şeyimiz yoktur. Devamlı korkmamız için sakladıkları binlerce belge de beş para etmedi, etmez, etmeyecektir, haklı olan biziz. 26 yıl geçse de Bulgar ulusunun zihni değişmedi. “Demokratik” hükümetler bunu yapmak için hiç bir silah ve araç kullanmadı. Totaliter devletle işbirliği yapanlar görev başındadır. Rus “istasyon şefleri” -sarayda- yaşatılıyor. Katillere madalya takıldı. Yapacak bir şey yok. Kültürel soy kırım uygulanmasına akıl hocalığı yapan Profesörler, doçentler, doktorlar, ideolojik bölüm şefleri ve onların asistan ve yardımcıları hep görevlerinde kaldılar. “Soya Dönüş” trajedisinin mimarı Dimitır İvanov “gestapo” bile Profesör oldu. Değişen bir şey olmadığı gibi korkacak bir şey de yok. Yaprak kıpırdayışından korkanlar kendileridir. “Türkçem, benim ses bayrağım” hepsi deprem yaşadı. Modern dünyanın irkilerek geri çekilmesi gerekir. Geçen yüzyılın sonunda bu kadar fazla kurbana karşı aralıksız şekilde işlenen suçlara tanık olduk, biz önceden ince hesaplanmış bir zulme dayanabildik. Korkacak bir şey kalmadı. Unutmayalım Bulgar vatandaşlığı hepimiz için bir servettir. İnsan ilki mezarda yatmıyor, iki vatanı ne yapayım demeyin! Cennet hepimizin doğduğu toprağın altıdır. Başka dünyalar başkalarına cennettir. Tarihe katlanmak zorundayız. Demokratik eğitim alma, dönüşmemiz yolunu aşma zamanı gelince bizi uyuşturmayı, sıra dizip askeri bir birliğe dönüş-


142

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

türmeyi seçtiler. Bunu da aşabildik. Artık birkaç kişi kaldılar. Çalıp çırpma, yalan söyleme, kandırma, gözümüze gül suyu serpme zamanları geçiyor. Adalet üstün gelecektir. Başımıza gelenler Bulgar rejimine yardımcılık edenlerin en temel insani duygularda gaddarlaştığı anlamına gelir. Bu gaddarlaşmanın başında olan ise, Türkçe’mizi işittiğinde titremeye başlayan Ahmet Doğan’dır. Sap ve saman birbirinden mutlaka ayrılacak. Suçlular mutlaka cezalandırılacaktır. Katiller cezalandırılmazsa Türkçe bayrağımız dalgalandıkça eriyip korkudan yok olacaklardır. Schiller ve Beethoven hala yaşıyor ve eski kıtada dalgalandıkça dalgalanıyor.

“DOST”a Dost Uyarılar!

Gürçay Cem-24.Nisan.2016

Geçen hafta sonu DOST partisinin ilk genel kurulu yapıldı ve beklediğimiz gibi yoğun katılım oldu.Başlangıçlar önemlidir demiştik defalarca. Bu yakalanan ivme iyi kullanılmalı ve tempoyu düşürmeden yeni parti ülke genelinde hızla teşkilat yapılarını oluşturmalıdır. Bundan da öte her zaman söylediğimiz gibi ; Yeni partinin atılacak temelleri en önemli konudur. Bu temeller dürüstlük, şeffaflık ve katılımcılık üzerine atılmalıdır.Büyük heyecan ve beklentilerle desteklenen parti bu beklentileri boşa çıkarmamalı. Diğer taraftan tabandan yoğun ilgi olmasına rağmen aktif siyasetin içindeki unsurlardan aynı oranda ilgi gösterilmedi yeni partiye.Ama bu beklenen bir tavırdı. Bunlar eski partinin içinde değişik menfaat ilişkilerinden dolayı yeni oluşuma yoğun olarak katılmaları beklenmiyordu zaten. Bundan dolayı buradan bazı yazılarımızda bunlarla vakit kaybedilmemeli diye yazmıştık. Hedef kitle tabandaki soydaşlarımız olmalı. Tepedekiler zaten tek başına bir şey ifade etmiyorlar. Bunlardan ezici çoğunluğu da bir dahaki seçimlerde seçilemeyecek demiştik. Ayrıca bunların birçoğu şaibeli olduklarından zaten soydaşlarımız da bunlara sıcak bakmıyor.


Makale ve Analizler - 2016

143

Ama DOST partisi her geçen gün gücüne güç katmaya devam ettiğini gördüklerinde bunlar teker teker yeni partiye katılmaya başlayacaklardır. İşte bu noktadaçok dikkatliolmak lazım. Zira parti güçlendikçe kenarda durup gelişmeleri izleyen, kuruluş aşamasında hiçbir katkıları olmayan menfaat ve mevki peşinde olan her türlü yalaka ve şahsiyetsiz kişiler partiye katılacaklardır. Siz güçlenemeseydiniz asla yanınıza gelmeyecek bu tipler, aslında ilgileri size değil, sizin temsil ettiğiniz gücedir. Parti yönetimi bu tür kişilere karşı dikkatli olmalıdır. Bu tür kişiler hep güçlünün yanında olan onur ve haysiyetten yoksun tiplerdir. Menfaat için yapmayacakları yoktur. Ama ileride bir sıkıntı yaşandığında gemiyi ilk terk eden yine bunlar olacaktır. İhanet eden yine ihanet eder. Bu durum bunların genlerinde vardır.Önemli olan koşarken yanınızda olanlardeğildir, asıl yere düştüğünüzde yanınızda kimin olduğudur. Bundan dolayı parti yönetimi yeni katılanları öne çıkarıp da ilk günden beraber yürüdüklerini ihmal etmemeli. Adaletli ve dürüst olmalı. “Yola çıktıklarınızı yolda bulduklarınıza değişirseniz, hem yolunuzu kaybedersiniz hem dostunuzu” dememiş boşuna büyük üstat Necip Fazıl.Yakalanan bu heyecan, umut ve büyük beklentiler boşa çıkmamalı. Bu çilekeş insanımız artık hayal kırıklığına uğratılmamalı.Ama kimse kusura bakmasın. Böyle bir durum gördüğümüzde, Hak yolundan sapma olursa tepkimizi ilk koyan biz oluruz. Amacımız felaket tellallığı yapmak değildir. Sadece dost acı söyler misali: Yakalanan bu bahar havası bir anda dondurucu kışa dönüşebileceğini hatırlatmak istedik. Alıntı;http://www.agazete.com.tr/kose-yazilari/dosta-dost-uyarilar-2228. html


144

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

GERB’in Oyunları

BG-SAM-26.Nisan.2016

Konu: Seçimler ve dış ülkelerde oy kullanma hakkı Bulgar basınından alınmıştır.Burgas vatandaşlarının seçim kanunundaki yeni değişikliklere tepkisi artıyor. Dış ülkelerdeki Bulgaristan vatandaşları seçimde oy kullanmazsa Bulgar vatandaşlığını kaybedecektir. İktidarda bulunan GERB politik partisi tarafından hazırlanan Seçim Yasasındaki son değişiklikler bunu öngörüyor. GERB Sözcüsüyle bir söyleşi: Soru: - Sizi aramamızın nedeni, Seçim Yasasında yapılması öngörülen, özellikle de dış ülkelerde yaşayan ve seçime katılma ve oy kullanma imkanı bulamayan, bu yasa değişikliği ile Bulgaristan vatandaşlığını kaybedecek olan, vatandaşlarımızla ilgilidir. Yanıt: – Bu karar Bakanlar kurulunda Başbakanın hazır bulunduğu ve beyin fırtınası yapılan bir ortamda alındı. Bu karar, Meclis Başkanı Tsetska Zaçeva, GERB Başkan Yardımcısı Tsvetan Tsvettanov, Demokratik Güçler Birliği Başkanı Bojidar Lukarski (ekonomi bakanı), Rumyana Jeleva, Menda Stoyanova ve diğer yetkililerin hazır bulunduğuy bir ortamda alındı. Herkesin bildiği üzere Başbakan Boyko Borisov dış ülkelerdeki Bulgaristan vatandaşlarının hepsini geri çevirme kararı aldı. Bu, onları birkaç gün için geri çevirme pahasına olsa bile, mutlaka yapılması gerekir. Herkisin bildiğine göre, dış ülkelerde yaşayan Bulgaristan vatandaşları ülkede olup bitenden çok yakından ilgileniyor. Öyle ki, Başbakanın görüşüne göre, eğer bu vatandaşlar Bulgaristan vatandaşlı olmak istiyorlarsa, oturdukları yerden kalkıp ya konsolosluklarımıza giderek ya da gelsinler ve ülkemizde oy kullansınlar.Bu yasa değişikliğinin bir başka sebebi de, dış ülkelerde yaşayan Bulgaristan vatandaşlarının sayısını öğrenmek, onlardan kaçının kendilerini gerçek Bulgaristan vatandaşı saydığını saptamak veya söz konusu olanların bir iş yapılacak zaman kayıplara karışan kişiler mi olduğunu tespit etmektir. Biz böylece, kendileri için Bulgaristan her şeyin üstünde olan, gerçek yurtsever Bulgarların sayısını da ortaya çıkarmış olacağız, seçime katılmayanların Bulgaristan’ın ak yüzünü lekelemesine bundan böyle imkan tanınmayacak, gitsinler nerede isterlerse orada yaşasınlar ve dış ülkelerde Bulgaristan’ı kötülemesinler. Dış ülkelerdeki Bulgar vatandaşlarının oy kullanmasından korktuğumuz, onla-


Makale ve Analizler - 2016

145

rın oylarıyla iktidar partisinin birkaç milletvekili daha çıkarmasının önleneceği için, aktif Bulgaristan vatandaşlarının seçme hakkını kullanmasına engel olmak istediğimiz konusunda birçok suçlama işittik. Bu olamaz, çünkü Bulgaristan’da yaşayan yoksul, okuma yazması olmayan, hiç bir iş tutamayan, okuyla gitmemiş ama seçme ve seçilme hakkı olan vatandaşların sayısı, dış ülkelerdeki Bulgar vatandaşlarından birkaç defa daha fazladır. Yasa değişikliğiyle izlenen ana fikir, maskeleri düşürmek ve Kimin Kim Olduğunu görebilmektir. Kendilerini Bulgar vatandaşı olarak tanıtanlar, dış ülkelerden bize çok saldırıda bulunuyor, kendilerini çok aktif gösteriyorlar, hükümete ve devlete karşı birçok oyun çeviriyorlar. Biz kimsenin seçme ve seçilme hakkını elinden almıyoruz, herkese özgürce seçime katılma hakkı tanımış oluyoruz. Önümüzdeki seçimlerde kimin gerçek Bulgaristan vatandaşı olduğunu göreceğiz!

İnsanlığın Merkezi Türkiye

Rafet Ulutürk-28.Nisan.2016

Konu: Tarihin Dönüşü Takdiri İlahiyle bir dönüşüm gerçekleşiyor. Diyalektiği sosyal yaşamda algılarken dönüşüm kurallarının hocası Fridrich Engels şöyle demişti: “Olayların tekerrürü bir kural değil istisnadır ve olaylar tekerrür etseler bile bu hiçbir zaman tamamen aynı koşullarda olmaz.” Nisan ayında baharda çiçekler açar ve insanlara umut saçar. Bu yıl da öyle oldu. Hem İnsanlığın yeni merkezi Büyük Türkiye hem de içine düştüğü bunalımları aşamayan Bulgaristan’da birçok olayın yenilenmesine tanık olduk. Konumuza Bulgaristan’da Türk - Müslümanlar yolunca gidersek, 1990 olaylarının memleketimizde tekerrür ettiğini görürüz. 26 yıl önce Bulgaristanlı Türkler ağır, acılı ve uzun süren bir direnişten, ayaklanmadan sonra siyasi iradelerini bir politik partide (HÖH) birleştirmeye uzanmışlardı. 4 Ocak 1990’da Hak ve Özgürlükler Hareketi (DPS) kuruldu. Başka bir değişle biz o zaman Osmanlı dışında kalan bir etnik ve dini azınlık olarak ilk kez kendi bahçemize kendi ağacımızı diktiğimize sevinmiştik. O


146

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ağaç bizim oradaki eriklerin en ekşisi de olsa bizimdi, kendimizindi. Fakat o gün oradaki coşkuyla bizim Türk mavisi can erimizin totaliter kırmızı bir türle aşılanarak değiştirildiğini fark edip uzun zaman algılayamadık, olayın bilincine varıp tepkimizi gösteremedik. O gün bu gün ağaç aynı çiçekleri açsa da, farklı ve çok acı meyveler veriyor. Bu kıyaslama partinin başına Ahmet Doğan’ın geçmesini ve daha sonraki yılları anlatır. Biz, Bulgaristan’a demokrasi geleceğini, Hak ve Özgürlüklerimizin geri verileceği, 1950’ler Bulgaristan’ında olduğu gibi kendi kültürümüzle yaşayacağımız, çocuklarımızın Türk okullarında Anadilimizde eğitim alacağı, adaletin üstün geleceği ve Türklüğün ve Müslümanlarımızın kaynaşacağı bir toplım ve dünya özlemiştik, olmadı! Bizi yönetme misyonuyla karşımıza çıkan HÖH zirvesindeki “Liberaldemokratların” özünü anlamakta zorluk çektik. Olağanüstü-vatanseverliğimize rağmen tutunamadık, hep göç etmek zorunda kaldık ve bunu anlamakta da yıllarca zorlandık. Ara sıra başımıza geçenlerin değişik yönlerini görebilmiş olsak da, çok uzun zaman, hiç birimiz onların çok korkunç olan ve hepimizi Türk ve Müslüman olarak bitirmeyi ve malımıza mülkümüze oturup bizi vatansızlar ve kimsesizler sürüsüne katma planını görüp herkese açıklayamadık. Bu yıl ilk kez Bulgar basını HÖH üyesi Bulgaristan Türklerinin “siyasi köle” olduğunu yazdı. Bizi ejderhanın kucağına iten güç, işsizlik, çok yoksullaşmamız, dil ve din haklarımızı elde edemememiz, kültürel yoksulluğumuz, şiddetin ve siyasi gerilimin sürekli tırmandırılması ve isimlerimizi değiştiren, kardeşlerimizi baba ocağımızdan kovan eski totaliter rejimin yavaş yavaş, kabuğunu sürekli değiştirerek ve doğal haklarımızı da kısım kısım alarak yayılan tehlikeydi. Belli ki 1985 - 1989 dehşetinden sonra HÖH hainleri de halkımızı iyice korkutmuşlar. Son dönemde, bu şiddetli saldırı, “SU-24” askeri uçağını düşüren Yeni Türkiye’nin meşru savunma hakkını kullanmasıyla, hepimizi son umudumuz olan Ana vatanımız Türkiye’ye, bölgede barış ve güvenlik kalesi olan Türkiye devletine, Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a ve Başbakan Sayın Ahmet Davutoğlu’na karşı kışkırtmaya yeltendi, terörden ve terör kundakçılarından yana çıktı. 1990’da daha kurulurken tepesine ve saflarına ajan yerleştirerek Hak ve Özgürlük Hareketinin Türk - Müslüman barışçı ve hoşgörü özünü değiştirenler, bu defa daha da azarak Türkü Türk’e düşman eden Moskof siyasetine Kırım, Doğu Ukrayna ve Suriye katili Putinci politikadan yana ka-


Makale ve Analizler - 2016

147

zanmaya çalışırken, Avrupa - Atlantik oluşumuna, Avrupa Birliği’ne karşı kışkırttılar. HÖH içindeki bu politikaya tepkiden fışkıran DOST partisi 9 Nisan’da Sofya’da kurucu kurultay yaptı ve Avrupa ve NATO değerlerine bağlılığını ilan etti. Ne var ki daha evvel de 6 defa benzer “Türk” partisi kuruldu. Bu partilerde birleşenler Ahmet Doğancılara boyun eğmek istemediklerinde birleşseler de, partinin halk arasında gözü, kulağı ve ağzı olmayı beceremediler. Şu da var, geçmişi bir daha yaşamak istemeyenler, aralarında birleşme yolunu bulamadıkları gibi HÖH ihanetine karşı birbirlerinin meşruiyetini de kabul etmediler, ortak davamızı yeni bir tekele almaya çalışırken anti-Doğan cephesi kuramadıkları gibi, bayrağı yeni kuşağa da devredemiyorlar. İşte böyle bir ortamda 24 Nisan günü yine Sofya’da HÖH partisi de 9. Olağan Kurultayını topladı. HÖH’e bağlı organlarda, muhtarlık, belediye ve devlet kurumlarında maaşlı çalışan delegeler; Türkiye’de AK Parti hükumeti ve Cumhurbaşkanımız Erdoğan aleyhtarı muhalefet siyasetçiler, kim oldukları belirsiz bazı göçmen derneği başkanları ile totalitarizm kalıntıları, Rusofil Bulgar partilerinden seçkinler 3 yıldan beri, “saray” hapsinde olan ve Bulgaristan Türk ve Müslümanlarının hak ve özgürlükler davasına ölümcül tuzak kuran, gizli polis ajanı-muhbiri Ahmet Doğan’ı ayakta karşılayıp alkışladılar. Bu gerçek Bulgaristan Türk Müslüman toplumunun ikiye bölündüğünü, uçurumun derinleştiğini, ideolojik nedenlerle açılan kuyuya diktatörlük dikildiğini ve bunun usta manevralarla yapıldığını gün ışığına çıkardı. Kurultayın kabul ettiği tüzük değişiklikleri zülme kenetlenmiş siyasetin şiddetlendiğine işarettir. Yeni seçilen HÖH Başkanı ise ipte oynatılan bir kukladır. Şunu önemle belirtmek yerinde olur, Ahmet Doğan’ın HÖH Başkanlığında kalabilmesinin nedeni bölünmüş olmamızdır, aramızda mutabakat sağlanamamasıdır. Bu arada memleketimizde 1970 - 1989 yılları arasında gelişen ve pekişen geleneksel siyasi tavırlar da git gide yok oluyor. Biz o zaman birliktir, şimdi parçalandık. O zaman korkmuyorduk, şimdi işsizlikten, açlıktan, evlatlarımızın yarınlarından korkuyoruz. O zaman Bulgar dostlarımız vardı, şimdi bir tane kalmadı. Hayatımızı yeniden mayalama zamanı geldi. Eksik olan şey devrimci ateştir. Yukarıdaki Nisan olayları, çok ağır bir ekonomik ve mali bunalım içinde bocalayan, sığımacı dalgasının yön değiştirip Kapı Kule’ye yöneleceğinden kor-


148

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

kan, Bulgaristan’da Ekim ayında yapılacak Cumhurbaşkanı seçimleri ve bir bulut gibi kah beliren, kah kaybolan erken genel parlamento seçimleri niyetlenme arifesinde gelişti. Hükumetin çalışmalarını, aralarında paslaşmayan futbolcuların sahada gol atamadığı bir takımı kulübeden yönetmeye çalışan teknik direktör gibi idare eden Başbakan Boyko Borisov “hiç kimse sorumluluk taşımak istemiyor” diyerek “seçime gidelim” diyerek yönlendiriyor. Avrupa’nın en yoksul ülkesinde her gün seçim yapsan ne olacak! 26 yıldan beri seçimlerin bir reform olmadığını anlayabilen yok. Bulgaristan’daki seçimler, Türklere ve Müslümanlara, onların seçme ve seçilme hakkının biraz daha kısıtlanmasına, Türkiye’ye göç edenlerin Bulgaristan vatandaşlığından koparılmasına ve devlet makamlarından kazınmalarına götüren yolda atılan adımdır. Ülkede kalmış ve halen orada yaşayan seçmenlerin oranı kadar, aynı haklara sahip olan ve şu an dış ülkelerde bulunan vatandaşımız var. Bunlar Türkiye’de 710 bin, Almanya’da ve İspanya’da 400’er yüz bin, İngiltere’de ve Hollanda’da ikişer yüz bindir vb. O ülkelerde okuyor, çalışıyor, tedavi görüyor, tatil ediyor, Şimdiki ağır kriz döneminde “mecburi oy kullanma yasası kabul ederek” bu vatandaşları bir defa Cumhurbaşkanı, ardından bir de parlamento seçimleri için Bulgaristan’a dönmeye zorlamak, bir eziyetten başka bir şey değildir. Hem de “dediğim dediktir” diyerek, Konsolosluklar dışında seçim bürosu açtırmayı yasaklamak ise doğrudan bir çılgınlıktır. Türkiye’deki 710 bin oy verme ve seçilme hakkı olan Bulgaristanlı soydaşımızın yalnız Ankara, İstanbul, Edirne ve Bursa konsolosluklarımızda oy kullanabilmesi mümkün olabilir mi? Bir önceki seçimde Türkiye’de bunlardan sadece 93.926 oy verilebilmişti. Bursa’da ve İstanbul’da bir günde 1000 seçmenin 1 sandıkta oy kullanmasına akıl erdiremeyen Bulgar sağ partileri olayı Anayasa Mahkemesine taşınmıştı. Şimdi bir sandıkta bir günde 200 bin seçmenin oyunu kullanabilmesi nasıl olacak? Bu bir yeni dar boğaz değil mi? İşler hep yokuşa sürülmüyor mu? Son dönem mecliste onaylanan Tüm Yasalar İnsan Hakları Genelgesine ve AB içinde geçerli genel geçerli doğal ve insan haklarına kökten ve kesinlikle terstir. Üstüne üstelik fazlasıyla zorlaştırılan şartlarda seçmen 2 defa art arda oy kullanamadığı durumda, vatandaşlık hakkını kaybedecek ve Bulgar kütüklerinden silinecektir. Vatandaşlıktan atılacak, evet böyle bir tehdit de var.


Makale ve Analizler - 2016

149

Biz, “Dönüp gireceğin kapıyı, sert vurup kapatma” atasözümüzü unutmadık. Biz, sonradan ilişkiye girmemiz gerekeceğini bildiğimizden dolayı, ilişkilerimizi koparacak tavırlarda bulunmadık. En kötü durumda biz komşuyuz. Komşu komşusuz olsa, dağ başına ev yapar. İnsanların, ülkelerin komşusuz yaşaması mümkün değildir. Bu açıdan değerlendirdiğimizde, 2016 Nisan politikasında anlaşılması çok zor noktalar olduğuna işaret ediyorum. Bu durumda İstanbul’dan 500 otobüs kaldırıp gidip oyumuzu vermekten başka çare görülmüyor. Lütfen, Bulgar makamlarına buradan duyuruyoruz ve sınır kapısının bir günde 500 otobüsün girip çıkmasına elverişli duruma getirilsin! Biz dernek olarak hazırlıklarımızı yapıyoruz. Ve bu seçimlerde, Ahmet Doğan, Kasım Dal, Tsveta Karayançeva gibi bizi hala uyku semesi bilen ve oy için göz kızartanlara tek oy olmayacak. Çünkü bunlar bu halkı sadece seçim öncesi hatırladılar. Önümüzdeki seçimlerde Bulgaristan siyaseti mutlaka arınmaya, totaliter kalıplardan temizlenmeye zorlanacaktır. Bunu yapacak olan da seçme ve seçilme hakkını kaybetmemiş ve halen dış ülkelerde yaşamak ve çalışmak zorunda olan vatandaşlarımızın ortak hamlesi gerçekleştirecektir. Hiç bir partinin sınırsız oy rezervi yoktur, bu iyi biline! Demokrasi yandaşları er ya da geç iktidarı alacaklardır. Bulgaristan, büyük Avrupa ve dünya siyasetinin kenarında bulunurken, yeni politik oluşumların merkezindeki Büyük Devlet ise, bu Nisan da yine Türkiye Cumhuriyeti oldu. 20 Büyüklerin Antalya Zirvesi’nden sonra dünyanın gözü hep Anavatanımızdadır. Kem gözlüler, kudretli oluşumuzu çekemeyenler bu sene Türkiyeyi terör bataklığına itmeye çalıştılar. Hiçbir adım atamadılar diyemeyiz. Paralelcilerle, terör yandaşları ile değişik kollardan anti-AK Parti gruplarının koordineli eylemleri, Güney Doğu’daki terör yuvalarının temizlenmesi, dış terör odakları ile iç taşeronları arasındaki bağların kesilmesi, terörist yuvalarına karşı kararlılıkla saldırılar, düşman mevzilerinin yoğun bombalanması, barış ve güvenlik bekleyen halkların gözünde Türkiye devletini büyüttü. Türkiye düşmanlarının tüm planları ve eylemleri geri tepti. Sadece CIA’nın Cumhurbaşkanımıza yapmış olduğu 17 operasyon da işe yaramadı, her gün Cumhurbaşkanımızın oylarını artırıyor diye tüm dünya çıldırıyooor. Evet, bizim bu ay ki 107. Sayımızda BULTÜRK Gazetemizin de manşet yaptığımız gibi “Abdülhamit’in hayali Cumhurbaşkanı Erdoğan’a nasip oldu” Türk - İslam Birliğinin Lideri Recep Tayyip Erdoğan’dır. İstanbul’da 56 İslam devlet ve hükumet başkanının İstanbul konferansı, Cumhurbaşkanımız Erdoğan’ın İslâm Devletleri Zirvesinde Başkan seçilmesi, Su-


150

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

riye savaşı ve sığınmacılar siyaseti açısından, tüm dünyada en insan-sever devletin Türkiye olduğunu kanıtladı. Hemen ardından Rusya Suriye’den kaçmak zorunda kaldı. Ne Rusya ne de Amerika’nın ya da başka bir süper gücün İslam Dünyası üzerinde hakimiyet kurmadan dünya lideri olabilmesinin imkansız olmadığını bir daha kanıtladı. Artık İslam’ı yenmekse imkansızdır. Çünkü bu birliğin başı Türkiye Devletidir. Yine Nisan ayında Türkiye Başbakanı Ahmet Davutoğlu son yılların en feci sorunu, insan trajedisi olan göçmen, savaş kaçağı ve sığınmacı sorununa çözüm sundu. Brüksel’de Davutoğulu ile AB üyesi 28 hükumet başının görüşmelerinde uyum sağlanması ve çalışır sonuca varılması ve uygulamaya geçilmesi, yeni şartlarda tarihin tekerrür ettiğinin en parlak örneğidir. Dünya siyasetinde siyasi dalga geri döndü. Siyasi rüzgar Asya’dan, İslam Dünya’sından, Büyük Türkiye’den Avrupa’ya doğru esmeye başladı. Bu güçlü akımın kaptanı Yeni Türkiye devlet Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’dır. Değişikliklerin Bulgar sınırındaki dikenli tel örgüyü de sökeceğine kesinlikle inanıyoruz. Dünya gücü Türk - İslâm Birliğine doğru emin adımlarla gidiyor. Sadece daha fazla kenetlenmemiz ve birlik olmamız yeterli olacaktır.

AK Parti Heyeti’nin BULTÜRK Ziyareti

27.Nisan.2016

23 Nisan 2016 günü ulusça Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’mızı coşku ve idraki içinde kutladık. Günün mana ve önemi ile gerek Türkiye gerekse Bulgaristan’daki güncel konuların da görüşüldüğü Bultürk yönetim kurulu toplantımızın devamını Bayrampaşa ilçemizde bulunan Lokalimizde devam ederken, son gelişmelerle ilgili olarak; Başbakanlık danışmanı yanı sıra İstanbul AK Parti il yönetim kurulu üyesi Sayın Altuğ


Makale ve Analizler - 2016

151

Karataş ile, AK parti Bayrampaşa ilçe yönetiminden sayın Ali Duman ve kadın kolları başkanları ile birlikte derneğimizi ziyaret ederek bizleri mutlu ettiler. Bu ziyareti anlamlı kılan ise ziyaretin içeriği ve varılan sonuçlar olmuştur. Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği olarak, yıllarca ifade etmeye çalıştığımız ve içerisinde hiçbir arka plan hesabı olmayan gayet açık ve anlaşılır fikirlerimizi yinelemek ve bu düşüncelerimizin artık anlaşılıyor olmasını da görmek bizleri Bultürk olarak ziyadesiyle mutlu etmiştir. Bu gün iktidara sahip olanlar şunu çok iyi bilmelidirler ki, içinde bulunduğumuz zaman dilimi biz Bulgaristan Türkleri açısından son derece önemli ve kaçırılmaması gerekli bir zaman dilimidir. Meseleyi Bulgaristan Türkleri açısından ele aldığımızda Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bu fırsatları tam anlamıyla siyasetten değerlendirmesi son derece önemlidir. Devletlerin asıl görevleri, kişi ve toplumların huzuru, refahı ve güvenlikleri ile tüm hak ve hürriyetlerini sağlamaktır. İşte tamda bunları Bulgaristan’da yaşayan Türk soydaşlarımız adına en azından sağlanabileceği bir zamanı yaşıyoruz. Hata kredilerimizin tamamını kullandığımız için bundan böyle hiç hata yapmadan ileri adımları hem kişiler, hem sivil toplum kuruluşları, hem siyasi partiler hem de devlet olarak cesurca atmalıyız. Devlet yönetimini üstlenen siyasi partinin yöneticilerinin dernek lokalimizi ziyaret etmeleri tam da bu nedenlerden dolayı oldukça önemliydi. Zira, Bultürk olarak bizler, her platformda doğru olarak gördüğümüz konuların alenen ifade edilmesi konusunda her zaman ve her yerde hiçbir tereddüt göstermedik. Bu nedenlerden dolayı anlaşılıyor olmak konusunda oldukça sıkıntılar yaşadığımız bir gerçektir. Hatta bu gün herkesin bizim çok eskilerde sadece bizim söylediğimiz günlerebaşlangıç noktamıza geldiğini görmek bizleri ziyadesiyle mutlu etmiştir. Bu ziyareti oldukça önemsiyoruz çünkü, hiçbir ön yargıya meydan vermeden en samimi duygu ve ifadelerimiz, misafirlerimizce de karşılık buldu. Siyasi parti hassasiyeti yerine, devlet ciddiyeti tüm görüşme sürecine hakim oldu. Bizleri ise bu davranış biçimi çok mutlu etti. Mutlu olduk çünkü, siyasi parti övgüleri, propagandaları yerine, devletimizin bu meselelere bakışını, projelerini, azametini, meselelere bakış açısını göstermesi ve misafirlerimiz nezdinde bunları da anlamak ve görmek son derece önemliydi. İşte bizleri heyecanlandıran, motive eden bu ve buna benzer davranışlardır.


152

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu gibi ziyaret ve istişari toplantıların kısa aralıklarla devam edeceği konusunda mutabık kalınarak toplantıya son verildi. Bu toplantı bir şeyi daha gösterdi ki, istişare ederek çok meseleler kolayca hal yoluna girer. Ayrılırken misafirlerimizin getirmiş olduğu hediyeleri kendilerinden alırken çok mutlu olduğumuzu ve bizlerde kendilerine bizim BULTÜRK Derneğimizin bu güne kadar çıkartığı kitaplarını ve ayrıca çıkarmış olduğumuz BULTÜRK “Bulgaristan Türklerinin Sesi” Gazetelerini kendilerine hediye olarak verdik. Bu vesileyle tüm misafirlerimize bu ziyaretlerinden dolayı şahıslar ve kurumlarımız adına da teşekkürü bir borç biliriz. Bulgaristan konusunda artık birlikte kararların alınacağını doğrultusunda karar vermemiz ise bizleri ziyadesiyle memnun etmiştir. BUL TÜRK - Mahmut Oral

Korku Dağını Aşamadık

Ertaş Çakır-27.Nisan.2016

Konu: Son durumdan halkım adına utanıyorum. 26 yıl geçti. Arkada kalan çeyrek asır bizdeki korkunun çelikleşmesine yeterli oldu. HÖH 9. Kurultayı salonuna bakıyorum, 3 yıldan beri evinden çıkamayan, politik paçavra haline gelmiş, içi çürümüş ve kokuşmuş olan Ahmet Doğan 15 dakika gecikme ile Ulusal Kültür Sarayı (NDK) 3. salonu kapısından içeri girerken 965 kişi ayağa kalktı. Kendi mezarını kendi elleriyle kazmış ve içine kendini gömmüş bir kişiyi uzun süre alkışladı. Bu olay beni, Amerikan yazarı William Sheridan Allep’in “Naziler İktidarı Nasıl Ele Geçirdi?” eserinin 288. sayfasına götürdü. Olayda, Nazi hapishanesinde yatmış bir kişi hapisten çıkmazdan önce müdürün odasına çağrılıp hapishanede yaşadıklarından kimseden bahsetmeyeceğine ve uğradığı zararlar için dava açmayacağına dair bir ifade imzalamaya zorlanır. Mahkum: “Böyle bir ifadeyi imzalamayacağımı söylemiştim.”


Makale ve Analizler - 2016

153

Komiser: “Eğer imzalamazsan tekrar içeri tıkılacaksın. Bunun bir tehdit olduğunu ve bu yüzden cezalandırılabileceğini ya da hapse atılabileceğini gayet iyi biliyorsun! Bu, masanın üzerinde duran kanun kitabında yazılıdır!” Kısa bir aradan sonra: “Yapabileceğin bir şey yok, imzalayacaksın ya da hapse gireceksin!” Bunun üzerine mahkum: “Ver şu lanet şeyi, imzalayacağım”, dedi. 1989’dan önce bu iş böyleydi. Bulgaristan Komünist Partisi kongrelerini hatırlayın: Bulgaristan’ı bataklık çamurunda sürüklendiren Todor Jivkov’u gören ayağa kalkar, 5 bin kişi birden “Ura!”, “Yaşasın!” diye bağırır, ayağa kalkar, otururdu! O zaman Bulgar mizahçı Radoy Ralin, “Bizde bir kuzu melerse, hepsi meler, bir horoz ötse, hepsi öter!” demişti. Halkım adına son durumdan utanıyorum! Burada kafa karıştıran büyük bir olay var. “Belene” ölüm kampından, Bulgar ceza evlerinden, hapishanelerinden ve sürgünden geçen Türklerin yakınlarıyla, dostlarıyla, çocukluk arkadaşlarıyla, hatta geniş aile üyeleriyle ilişkilerini kestiği, soğuk davrandığı ve olaylardan uzak kaldığı dikkati çekmişti. İçeri düşmeyenler bu olayı açıklayamadılar. Sonra 1989 Mayısın’da kapı ardına kadar açılınca yine bir ısınma olmuş ama göç edenlerin Türkiye’de göç denizinde kaybolmaya gayret ettiği gözden kaçmadı. En önemlisi de girmiş çıkmış kişilerin suskunluğu, gönül sıcaklığını yitirmiş ve sanki üzerilerinde bir korku perisi hissettikleri de ilginçti. Binlerce mağdurun birden komünist totaliter rejime dava açması, suçluların, katillerin yargılanması, kazanılamayan davaların Strazburg’a taşınması beklenirken, kimse dava dilekçesi yazmaya oturmadı. Bu insanların bildikleri bir şeyler vardı da anlatmadılar, içlerine gömdüler. Bunun sebebi, sürgünde, “Belene”de, yargısız içeride kaldıkları için aldıkları 3-5 bin leva olamazdı. Ben öyle düşünüyorum. Bizim Deliormanlı mağdurlarla görüşmelerim oldu, konu açıldığında, hep “Değmez!”, “Uğraştığına değmez!” deyip geçiştirdiler. Bu “Değmez!” sözünün ardında çok büyük ve derin bir gerçek yattığı kanısındayım. Bulgar, Nazilerin, Alman hapsinden serbest bıraktığı kişilere sözde gönüllü olarak belge imzalatarak itiraz etme ve dava açma yolunu kapattığı gibi, isimlerimizi değiştirirken her birimize ayrı ayrı “ben ismimi gönüllü olarak değiştirmek istiyorum” belgesi imzalatmadı mı? Aynı uygulama! Jivkov polisi pabucunu bağlamış. Bir dönem önce Aziz Bey’in 1985 - 1989 Bulgaristan “soya dönüş” olaylarını anlatan kitaplarını okudum. İçindeki simalar arasında, “Belene” mağduru


154

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Cebel’li Tahsin Beyin anlattıkları dikkatimi çekti. Sofya’dan kalkıp Tuna adasına gelen ve onunla da görüşen Bulgar sivil polis subayları, olna: - “Bizim tarafımıza geç, seni Moskova’ya KGB okuluna okumaya göndereceğiz, Sofya’da çalışacaksın, ailene 3 odalı daire vereceğiz, çocuklarını şöyle okullarda ve böyle koşullarda okutacağız vb.” demişler. Tahsin Bey, “Belene” kampına gönderilmezden önce Cebel’de işsiz ve karısının tütün parasıyla lokanta dolaşan bir serseridir. 1989’da ilk fırsatta Ankara’ya gitse de, geri dönmüş ve Sofya’ya yerleşmeye gayret göstermiştir. Moskova’da okumak, gizli polis subayı olmak vb rüyasındaki kelebekler gibi uçuşup kaybolmuştur. Kitaplara düşenler kendisine hatırlatıldığında çok rahatsız olduğu dikkat çekiyor. Belge imzalarken para alıp almadığını anlatmıyor. Onunla görüşmelerimden “Belene”ci olmanın kendi başına hiçbir şey ifade etmediğini, “Belene” mağdurları arasındaki temasın kesildiğini, yazışma, dayanışma olmadığını anladım. Kanımca imzalatılan bazı gizli belgeler insanlarımızın arasına hendek kazdı, dava sıcaklığı buharlaştı, dayanışma ve mücadele ruhu kayboldu. Ve ben bugün burada bunları yazarken, bu işlerde en büyük suçun HÖH partisinde olduğunu vurgulamak istiyorum. Çünkü bizde davacı ruhu oluşması baltalayan bu partidir. Hak ve Özgürlüklerimizi elde etmemizi engelleyen parti de odur. Sofya’daki parti kurultayında izlenen olay bir geri çekilme, kabuğumuza sığınmadır. Çünkü, uğruna kurbanlar verilen davamız, bir halk davasıdır. Olayı Ahmet Doğan’a bağlamak, hak ve özgürlüklerimizi kara kutuya kilitlemek ve bundan sonra hiçbir şey beklememek anlamına gelir. Kurultay havası herkeste antipati uyandırdı. Kurultaydan dönen delegeler “davamıza yeni öldürücü darbe indi. Hiç bir umudumuz kalmadı. Umutsuz nasıl yaşarız!” dediler. Ortadaki gerçek gün gibidir. Bulgar milliyetçilerine uyumlu, pekişen totaliter devletin istekleri doğrultusunda yeni kuşak Türk gençliği oluşturmaya çalışacaklar. Yeni kuşakta Türk kimliğinin yerini milli belirsizlik alacaktır. Son hedef, “Türkiye”den ve Türklükten nefret eden bir genç kuşak oluşturmaktır. Bu amaçla köy ve kasabalarda yeni nesil muhbir ağı oluşturma çalışmalarına öncelik tanınmıştır. Koşulları kabul etmeyene üniversite kapıları kapanacak, iş olanaklarına yaklaştırılmayacaklar, mali imkanlar koklatılmayacaktır. Kurultay buharından damlayan damlaların analizi bunu gösteriyor. Bu arada ülkede tırmanan korkuyla birlikte, DOST partisine karşı suçlama ateşine de yeni kesmeler atılıyor. Kontrolü elde tutmaya çalışan yeni ajanların Türkiye TV prog-


Makale ve Analizler - 2016

155

ramlarının izlenmesine yasak getirilmesini istemesi de beklenebilir. Ülkemizdeki süreğen terör ortamında, DOST’a yakın duranların kara listesinin hazırlanmasına ilişkin son söylentiler de aldı yürüdü. Son günlerde bizim Deliorman’da Feecebok takipçilerinin paylaştığı Lütfü Mestan’ın bir bostan korkuluğu haline getirilip Sofya’da Meclis önünde faşistler tarafından darağacına çekildiği maket de çok yorumlanıyor. Bu gibi kışkırtmalar amaçlı yapılır. 1934’te Hitler Almanya’da iktidara tırmanırken, domuz yağı, maydanoz ve sosisten yapılmış maketleri ateşe veriliyordu. Ardından büyük kavgalar, tutuklamalar, yargısız infazlar olurdu. Yazımın başlında verdiğim örnek de o zamandandır. İçeri alınıp eşek sudan gelinceye kadar dövülen tutuklulara, şikayet etmeleri, dava açmaları, basına beyan vermeleri ya da çekilerini herhangi birine anlatmak böyle yasaklanıyordu. Bu işler 1985-89 döneminde bizde de böyle oldu ki, kimse “şekerlemeden” uyanmak, kolları sıvamak, hatta bedava verdiğimiz gazeteyi okumak bile istemiyor. Korku var! Korku hepimiz kör etmiş ve göz açtırmıyor! Bu gidişle Bulgar milliyetçileri Ataka’cılar, Yurtsever Cephe ırkçıları ve diğer sözleşmeli sözleşmesiz iktidar ortakları hedeflerine ulaşacaklar ve Türkiye’deki 710 bin kardeşimizi Bulgaristan ve Avrupa Birliği vatandaşlığından atma, siyasi cepheden silmeyi başaracaklardır. HÖH mecliste havlasa da, onlar havlayan miniklerin ısırmadığını biliyorlar. Biz 1989 yılına kadar bir tür beyin yıkama ve kimlik silme seanslarına katılmak zorundaydık. “Osmanlı çotuğu olmaktan kurtulmamız”, “Türklükten vazgeçmemiz”, “Müslümanlıktan fayda gelmez!”, “Türk dili başınıza yalnız bela getirir!” gibi fikirler, tekrarlana tekrarlana neredeyse beynimize çizildi. Ağzımızdan çıkana çok dikkat etmemiz gerektiği kafamıza çivilendi. Devlete karşı konuşanların, direnenlerin, hak, hukuk arayanların “dil yutmuş” durumu hepimize göz dağıdır. Bizim ilerlememiz için bunları öğrenmemiz gerekmiyordu, ama öğrenmek zorunda kaldılar. Bizi korkutanların tekrar ettiği bir de şu “sürekli aileni düşün” sözleri vardı ki, onların yarattığı sarsıntı depremden güçlüydü. Türklerin hafızası kuvvetlidir. Bu nedenle olacak hiç birimiz kıymetsiz bulunup kenara atılan insanlar durumuna düşmek istemeyiz. Kısacası, Bulgaristan Türk Müslüman toplumunun düzgün insanlardan oluşan yeni bir mayaya ihtiyacı var. Bu mayayı bulmamızın ilk adımında, HÖH pisliğinden kurtulmamız gerektiğine olan inanç boy gösteriyor.Biz bugün


156

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

HÖH partisinin kurultay salonunda toplanan 965 kişi dışında kadrosunun korkutulmuşlardan, korkuyu yenemeyenlerden ve eski durumlara yeniden düşmek istemeyen, süre giden “şekerlemeden” ayılmaya tepkili olan, en zayıf, bilgisiz ve bilge olmayan kişilerden, kitle tortusundan oluştuğunu biliyoruz. Kimse gücenmesin, son durum budur. Ülkemizde yeni bir rüzgar henüz esmiyor. Bu rüzgarın ilk esintisini herkes anlayacaktır. Yeni umudu doğuran gençlik olacaktır.

TV’ye Çıkmak Politika Yapmak Değildir!

Levent Rasimov-27.Nisan.2016

Konu: Bulgar gazetelerden alıntı Güner Tahir de geri vitese mi taktı? Bizim geleneklerimizde, bir kuyudan zor zar çıkan ve paçasını kurtaran adam, bir daha aynı kuyunun yanından bile geçmez. Güner Tahir, Hak ve Özgürlük Hareketi Başkan Yardımcılığı’ndan gazetelerden okuduğumuza göre sözde 5 bin US Dolar için kovuldu boy boy yazıldı çizildi.Ardından Ulusal Hak ve Özgürlük Partisi (UHÖH) kurmuştu.Bir daha parlamentoya girmek için Razgrad ilinde oldukça çalışsa da, başarı elde edemeyince, kabuğuna büzülmüştü. O da, tüm kabuklular gibi ilk bahar güneşiyle ve ilk kez fırsat bulunca önce kabuğundan boynuzlarını, ardından da başını göstermeye çalıştı. Yoksa bir yerlerden emir mi geldi bilinmez. Kimsenin yapmadığını yapan ve önce geri vites takıp Hak ve Özgürlük Hareketi (HÖH - DPS) 9. Kurultayına katıldı. Ardından kendini, HÖH’ten yine para yüzünden atılan başka bir Başkan Yardımcısı olan Osman Oktay’ı, geri vitese yeni girmiş olmasına rağmen sol lamayı başarıp “Bulgaria On Lain TV” programına çıkıp yorum yaptı. Osman 9. Kurultay’dan sonra şekerlemeye daldı ve hala göz açamıyor. Bu defa gözlerini TV ekranında yumarak yaptığı kahinlikleri tutmadı, anlaşılan olaylar başka boyutta gelişiyor. Bu başka boyutu şöyle anlamak mümkündür. Bulgar devleti şu dönem Türkiye, Osmanlı ve Yeni - Osmanlı düşmanı ajitasyon ve propagandasını resmi ağızla değil, bu iş için özel olarak yetiştir-


Makale ve Analizler - 2016

157

diği “Ahmet Doğan, Güner Tahir, Osman Oktay vb” sözde hem eski hem yeni, ama her zaman yürekten Türklere, İslam’a ve Türkiye devletine karşı takıntılı siyaset borazanları ağzıyla yürütüyor. Öyle görüntü veriliyor ki, sözde geni azmış Bulgar ırkçı ve milliyetçilerinin Bulgaristanlı Türklere, Türkiye’deki soydaşlarımıza, Türkiye devletine, İslam’a ve şahsen Sayın Türkiye’ninCumhurbaşkanıE rdoğan’a karşı kışkırttığı saldırılı siyaseti “Türklerin kendi tercihi” ya da başa çıkamadıkları ama hükumete davet ettikleri ve saçma yasa önerilerine oy verdikleri Yurtsever Cephe gibi milliyetçilerin veya HÖH adlı Türk Partisi lideri hain Ahmet Doğan’ın şahsen verdiği 1 milyon 600 bin leva ile kurulan Rusçu, Putinci çakal partisi Ataka nın işi olarak göstererek, yüz akıyla siyaset yapmaya çalışıyorlar.Artık çocuklarını da Almanya’da okutan ve iyice sakinleşen, aynı zamanda Cumhuriyet Halk Partisi’nin Bulgaristan’daki uzantısı olmakla övünen Güner Tahir TV programında şöyle bir beyanda bulundu; “Hak ve Özgürlük Partisi’nin düşmanlarının sayısının büyük olduğu, doğrudur, fakat o istikrarlı bir politik örgüttür. Bu parti yılların içinde ayakta kaldı.” 7 Yıl HÖH partisinde bulunduğunu vurguladıktan sonra şöyle devam etti: “Bana göre, HÖH partisinin Mustafa Karadayı, Çetik Kazak ya da başka biri tarafından yönetilmesi önemli değildir, önemli olan parti yapılarıdır.” Soru: HÖH partisini yöneten kişi Ahmet Doğan mıdır? Yanıt: “Bu bir gerçektir. Doğan, bu partiyi kuran kişidir, öyle ki, onun koltuğuna oturan ya da operatif yönetimde bulunan kişi, onun görüşünü almadan adım atamaz.” UHÖP Başkanı’nın görüşüne göre, Ahmet Doğan ile HÖH eski genel Başkanı Lütfü Mestan farklı tip kişiler olup, aralarında ilkesel farklar vardır. Bundan 7 yıl önce, kendisine diplomatlar tarafından sorulan “Kasım Dal’la şimdi ne olacak?” sorusuna “Onun geleceği karanlık, Doğan’ın yerinde olsam, daha uyumlu olduğu için Lütfü Mestan’ı seçerdim” yanıtını veren Güner Tahir şöyle devam etti: “Biz Hak ve Özgürlükler Hareketini (HÖH) kurarken, Lütfü Mestan HÖH partisine giren yalnız aşağılık ve zavallı Türklerdir, entelektüeller Demokratik Güçler Birliği (CDC) ye üye oluyor” demişti ve şöyle devam etti: “Yıllar geçti ve aşağılık Türklerin başına o kendisi geçti!” Güner Tahir, “Lütfü Mestan HÖH örgütü tabanına hiç bir zaman giremedi!” dedi ve şöyle devam etti: “Yıllar içinde Lütfü Mestan, kendisi için önemli olanın herhangi bir parti mevkisinde bulunmak değil, medya önünde


158

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

boy göstermek olduğunu kanıtladı. O konuşmalarını sanki bir bilim adamları forumunda yapıyordu. Siyasetçinin konuşmasını köydeki son kişi de anlayabilmelidir.” Güner Tahir şöyle devam etti: “Yıllar içinde Doğan’ın üzerine çok şiddetli baskılar uygulansa da, o HÖH’ü bir asli Bulgar partisi olarak koruyabildi ve dıştan olan herhangi birisinin ona etkide bulunmasına izin tanımadı.” Soru: DOST tehlikeli bir tasarım mıdır? Yanıt: Bu tasarım gerçekleştirilemeyecektir. Lütfü Mestan 12 bin oy alırsa, şahsen gidip onu tebrik etmek istiyorum, fakat o bu rakama ulaşamaz.Evet bizden gerçekleri daha çok insanımıza duyurabilmek, karar sizindir. İyi kötüden ayıran halkımız olacaktır, biz sadece gerçekleri yansıtıyoruz.

57. Alay Destan Yazdı

Raziye ÇAKIR -27.Nisan.2016

Konu: Tarihten bir not, 25 - 28 Nisan 1915 Bugün Anzak ve Fransız askerleri Arıburnu’na çıktı. 57. Alay Destan Yazdı. 57. Alay, Yarbay Hüseyin Avni Bey’in komutasında bulunan ve ismini Dünya tarihine en kahraman alay olarak geçirmiş Türk birliğidir. Türk siperlerinde alay imamı Hasan Fehmi Efendinin muhteşem sesiyle okunan Kur’an-ı Kerim ve yapılan dua çok uzaklara yayılıyordu. Bütün subaylar ve erler siperlerde kucaklaşarak bayramlaştı ve helalleştiler ve şafakla birlikte korkunç savaş başladı. 628 kişilik 57. Alay, 25 bin kişilik büyük bir kuvveti Kanlısırt’ta karşıladı İngiliz, Anzak ve Fransız birliklerine mensup 25 bin kişilik büyük bir kuvvet, 25 Nisan 1915 sabahı, harp gemilerinin yoğun ateş desteğiyle Arıburnu’nda karaya çıktı. Çanakkale’de kara savaşları fiilen başlamış oldu ve (bu kuvvet) hiçbir engelle karşılaşmadan siperlere yerleşerek Conkbayı’rı tepesine doğru hızla ilerledi. 57. Alay askerlerinin mermileri bitmiş geri çekiliyorlardı. 19. Tümen Komutanı Yarbay Mustafa Kemal, “Ne yapıyorsunuz” dedi. Askerler, “Kumandanım mermimiz bitti” dediler. 25 Nisan günü Mustafa Kemal 57. Alay’a ünlü mesajını verdi: “Ben size taarruzu değil, ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman zarfında yerimizi başka birlik ve komutanlar alacak, süngü ta-


Makale ve Analizler - 2016

159

kın” dedi. Hemen arkalarındaki düşman birden Türk askerlerinin yere yattığını görünce endişeye kapıldı. 628 kişilik 57. Alay ile düşmanı Kanlısırt’ta karşıladı. Mustafa Kemal, Alay Komutanı Hüseyin Avni Bey alayın önünde siperlerde çarpışıyordu. Bir siper alınıyor, diğer sipere geçiliyor, tarihin en muhteşem kahramanlık destanı burada yazılıyordu. Kurban Bayramı’nın ilk günüydü Bu kahraman Alay; Son askeri şehit olana dek çatışmayı ve vatan toprağını müdafaayı bırakmamış; süngü hücumları ile 25 bin kişilik Anzak birliğine üç gün süre ile geçit vermemiştir. Ve düşman Conkbayırı yamaçlarından hızla Arıburnu’na kaçıyordu. Aynı gün düşman binlerce ölü bırakarak çıkarma yerine kadar geri çekildi. 628 kişilik alayın tümü şehit olmuştu... Ancak, 19. Tümen savaş alanına yetişmiş, 25 bin kişilik düşman kuvveti yok edilmişti. 26 Nisan 1915 günü, güneş batarken, 628 kişilik Alay’ın komutanı Yarbay Manastırlı Hüseyin Avni Bey’den, saka neferi Hadimli Ali Efendi’ye kadar tümü şehit olmuştu. Ancak, 19. Tümen savaş alanına yetişmişti. 25 bin kişilik düşman kuvveti yok edilmiş, 27 Nisan sabaha karşı tamamı denize dökülmüştü. Çanakkale Savaşı’nın sonradan elde edilen belgelerine göre İtilaf Devletleri kendilerine geçit vermeyen bu birliğin bir tümen olduğunu zannettikleri ortaya çıkmıştır. Tümen 10 bin kişinin üstündeki asker sayısına sahip bir askeri birlik iken; 57. Alay sadece 628 kişiden oluşmaktaydı. 57. Alay’ın başta komutanları olmak üzere 628 kişilik mevcudunun tamamı 25-28 Nisan 1915 tarihleri arasında şehit düşmüştür. Tamamı şehit olan 57. Alay’ın nişanları alayın sancağına takıldı 30 Nisan günü, Mustafa Kemal ve 57.Alay, Padişah ve Başkomutanlık tarafından Çanakkale’de ilk defa altın ve gümüş liyakat madalyaları, Alman - Türk Müttefik Komutanlık Kahramanlık nişanlarıyla taltif edildiler.Mustafa Kemal, Arıburnu Kuvvetleri Komutanı olarak Albay rütbesine yükseltildi. Tamamı şehit olan 57. Alay’ın nişanları, Bigalı köyü karargahında (Kemal Yeri) Ordu Komutan Vekili Esat Paşa tarafından, ateş altında yeniden yapılandı ve hazin bir törenle alayın sancağına takıldı. 57. Alay’ın yaş ortalaması, 24 idi. 57. Alay’ın şehadeti, kahramanlığı ve “Mustafa Kemal” adı, bir anda bütün yurtta duyuldu; dost, düşman herkesin takdir ve hayranlığını topladı. Bütün cephelerde bu olay ve kumandanı, zaferin simgesi haline geldiler. Tümü şehit olan ve yeniden kurulan Alay’a, 10 Aralık 1915 günü Keşan’da düzenlenen bir törenle, kanlı şehit sancağı yerine, Başkomutanlık tarafından gönderilen atlastan bir alay sancağı verildi.


160

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

57. Alay, Galiçya Cephesi’ne hareket etti. 57. Alay, Çanakkale Savaşları’nda bir semboldür. Çanakkale’de çarpışan 450 bin askerin ve ölen 253 bin şehidin her biri, 57. Alay’ın bir ferdidir. 57. Alay adına yaptırılan şehitlik, Gelibolu Yarımadasında Kanlısırt’tadır Ruhları şad olsun.

HÖH Sola Kapıyı Kapamıştı, Karadayı Aralıyor

BG-SAM-30.Nisan.2016

Konu: Ağır topların görüşleri. “Duma” gazetesinden alınmıştır. Prof. Petır-Emil Mitev 2017’de erken seçim olabileceği gibi, “GERB, GERB’i iktidardan indiriyor” olasılığı da gerçekleşebilir. *** Petır-Emil Mitev 1936’da Sofya’da doğdu. Politika bilimcisi ve sosyolog olup, felsefe doktorudur. 7. Büyük Halk Meclisi’nde vekildi. Bulgar Sosyoloji Kurumu Başkanlığı yaptı. “İvan Haciyski” Sosyal Değerler ve Yapılar Enstitüsü kurucusu ve başkanıdır. *** “Başbakan Borisov’un tesis ettiği istikrar, insanların günlük yaşamlarında hissetlikleri yoksulluğun ve kıt kanat geçinmenin, iki ucunu birbirine bağlamamanın istikrarıdır.” *** Soru: Prof. Mitov, Lütfü Mestan’ın devrilmesi Hak ve Özgürlükler Partisi (HÖH) ile Avrupa İçin Vatandaşlık Partisi (GERB) arasındaki dostluğa son verdi mi? Yanıt: Lütfü Mestan’ın “Oreşarski hükümetini” alaşağı etme usulü HÖH partisinde sağ viraj işaretiydi. 43. Halk Meclisinde Lütfü Mestan’ın izlediği taktik, (reformcular hesabına olmakla) GERB partisi ile ilişkileri istikrarlaştırma ve


Makale ve Analizler - 2016

161

2013’te seçimleri kazanan ama kabine kurup idare etmeye partner bulamayan GERB’in o zaman içine düştüğü durumu yeniden yaratma ve yeni bir ortaklıkta beraber olma gibi ikili bir taktiğe dayandırılmıştı. Bulgaristan’da, ülkenin bütünsel istikrarını sağlayabilecek, GERB ve HÖH gibi, yalnız iki güçlü parti oldu imajı yaratılmaya çalışılıyordu. HÖH partisinin iktidardan uzaklaştırılmasıyla meydana gelen değişiklikler, HÖH’ün merkezci konumlara geri döndüğüne işarettir. Bu çizginin, HÖH lideri Ahmet Doğan’ın stratejik vizyonuna uygun düştüğü gün gibi ortadadır. Bu çizgide GERB desteklenebilir, ama “dostluk” olarak tarif edilemez, çünkü her şeyin farklı bir konumu olduğu ortadadır. Soru: Mustafa Karadayı’nın HÖH Başkanı seçilmesi bu partinin antiGERB koalisyonuna açılması anlamına gelebilir mi? Yanıt: Merkezci konumda olmak, kapıları sağa ve sola açmak anlamındadır. Mestan sol kapıyı kapatmıştı. Şimdi açılacak. HÖH partisi politik çizgisindeki değişiklik, sahte muhalefetçilikten gerçek muhalefet olmaya geçiş olarak anlaşılmalıdır. Kurultay’da Mustafa Karadayı’nın okuduğu siyasi raporda önemli işaretler var. “Oreşarski” kabinesi ilk kez değerlendirildi, “demokrasi geri dönebilmişti” dendi. İkinci vurgu ise, Borisov tarafından yönetilen şimdiki koalisyon hükümetine, “sosyal alanda istikrarsızlık, yüksek işsizlik ve iş alanında özendirme olmadığı” gibi, oldukça sert bir eleştiri yöneltilmesidir. GERB tarafından oluşturulan koalisyon kabinesi anti-HÖH hükümeti ve Bulgar Etnik Modeli’nden gerileme olarak tanımlandı. Bulgar Sosyalist Partisi (BSP) Parlamento grubu başkanı başta olmak üzere, sol parti temsilcileri kurultay konukları arasında yer aldı. Tekrar etmek istiyorum, HÖH partisinin yeni yönetiminin tutumu tek anlamlı olmayacaktır. Merkezci rotaya dönülmesi fazla şıklı karmaşık bir siyasi oyuna katılma anlamına gelir. Soru: Daha Ocak ayında, HÖH partisi erken genel seçim istemişti, erken meclis seçimi yapılması mümkün olabilir mi? Yanıt: HÖH partisi erken seçimden geçen sene de söz etmişti. Aradaki fark şudur: O zaman erken seçim isteği GERB ile “dostluk” konumlarını güçlendirmek için bir baskı aracıydı. Şimdi HÖH ilkesel olarak yeni bir konumda bulunuyor. Erken seçim yapılmasında wb fazla ısrarda bulunan partinin HÖH olması doğaldır, çünkü rakip parti olarak ortaya çıkan DOST’un bir uça itme yolu budur. Erken seçimler, aynı zamanda seçmenleri DOST partisinin Atlantik maskesi altında izlediği Türkçü siyasetine karşı kışkırtmaya yarayacaktır. Öte yandan Mesyan’ın partisi tecrit edilmiş durumda kalacak, kendi başına meclise girme olanağı da yok. Bu açıdan bakıldığında, erken seçim ne kadar daha erken olursa, hatta DOST yerel yapılanmasını gerçekleştirmezden önce yapılabilirse, HÖH’ün olası zaferi o kadar daha güçlü olacaktır.


162

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Sözün özü, Mestan’lı HÖH şimdiki yönetim için istikrar kayağı idi. Karadayı’lı-HÖH halen yöneten koalisyon için istikrar bozucu bir faktör oldu. Meydana gelen değişikliğin özü budur. Ne var ki, erken seçime gidilmesi için bunu yalnız bir partinin istemesi yeterli değildir. Soru: Olası erken seçim havasına giren ülkemizdeki politik yapılanma nedir? GERB partisinin seçimleri kazanmasına rağmen, hükümet kurmaya partner bulamadığı 2013 yılındaki durum tekrarlanabilir mi? Yanıt: Başbakan Borisov, GERB’i iktidardan ancak GERB indirebilir, dedi. Uzun bakışlı analiz edildiğinde, bu sözler bize Bulgaristan Halk Cumhuriyeti’ni Anayasası’nın Birinci Maddesi’ni anımsatıyor. Kısa süreli bakıldığında bu artık bir defa oldu. 2013 yılının bu deneyi, iktidar oyunlarının çok riskli olduğuna işarettir. Bugünkü siyasi yapımız çok bilinmezli bir denklemdir, bu da iktidar partisinin daha dikkatli olmasını zorunlu kılıyor. Reformcu Blok’un (RB) derlenip toparlanması dinamik bir süreç ortaya koydu. Borisov’un çıkarı ikilidir. Bir yandan, kabinenin Avrupa boyutlu istikrarlı oluşunu meşrulaştıran, RB ile hükümet ortaklığında işbirliğini sürdürürken, aynı zamanda RB kadrolarına bakanlıklar vererek, yönetimdeki olumsuzlukları onların hesabına yazıyor. Bir de, Güçlü Bulgaristan Hareketi (DCB) lideri tarafından açıkça ifade edilen, bazı partnerlerinin rakip hırslarını güçsüz kılmasına olanak buluyor. Bu ikili taktik, sorunsuz olmasa da, bugüne kadar başarılı iş görüyor. Reform yapılamaması reformcuları hiddetlendiriyor. Yeri gelmişken ifade edeyim, Borisov’un “B” planı da olabilir. GERB’in GERB’i iktidardan indireceği erken seçimler bu olabilir. Bu olursa GERB yalnız bugünkü GERB’in yerini almakla kalmayacak, bugünkü koalisyon hükümetinin yerine de kendisi oturacak. Borisov’un bir aktris ustalığıyla oynadığı bu taktik olundaki püf noktası ise, bu taktiğin ülkede gerilim yaratmasıdır.Başbakan Borisov’un tesis ettiği istikrar, insanların günlük yaşamlarında hissetlikleri yoksulluğun ve kıt kanat geçinmenin, iki ucunu birbirine bağlamamanın istikrarıdır. İşler böyle devam ederse erken seçim olasılığı da artacak ve 2017’de erken seçim günden olacaktır. Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) için erken seçim yapılması kazançlı olabilir. Hükümet süresinin yarıda kesilmesi siyasi açıdan analiz edildiğinde başarısızlıkla eşittir ve muhalefete kozlar sunacaktır. BSP yönetimi “sol cephe” siyasetine devam edecektir. Sonuçta, BSP sol alanda tekelini yeniden kurabilir. Soru: Biz Mayıs ayına giriyoruz, geçen yılın Kasımında adaylığını açıklayan Akademisyen Stefan Vodeniçarov’tan başka ismi açıklanan Cumhurbaşkanı adayı hala yok. Neden?


Makale ve Analizler - 2016

163

Yanıt: Birinci sebep gözle görülüyor. Şimdiki Cumhurbaşkanı’nın birinci süresi biter bitmez, onun ikinci süre isteyeceği biliniyor. Reyting ve siyasi nedenlerden dolayı olmakla, birçok neden yüzünden, şimdiki cumhurbaşkanımızın bir daha seçilme şansı yoktur. Bu ise bir vakum oluşturuyor. İkinci sebep de ortadadır. Bizde, iktidarda bulunan bir parti yok, iktidar koalisyonu çok karmaşık uluslararası ilişkiler içindedir. İş bu durumda şu ikilem ortaya çıkıyor: Parti adayı mı? Yoksa geniş kamuoyu desteğine dayanan bir aday mı? GERB partisi liderinin bu konuda farklı ve birbirine zıt konuşmalarını işittik. Üçüncü özellik de “herkesin bildiği” bir sırdır: Cumhurbaşkanı seçimlerinde HÖH partisi seçmenlerinin oyları her zaman sonuç belirlemiştir. Bu bakıma istisna gösterilemez. Ne ki, bu deha HÖH kendisi çok özgün bir durumda bulunuyor ve kendisi de bu ikilem üzerinde düşünüyor olmalı...Olasılıklardan biri Bulgar siyasi arenasına ait olduğunu vurgulaması ya da ikincisi seçmenlerin etnik özelliklerini öne sürmesidir. Üstüne üstelik, solun da pek gönül açan bir durumda olmadığına da değinmek iyi olur. Başı çeken politik güç kuşkusuz BSP olsa bile, bu partinin eski lideri iki süre Cumhurbaşkanıydı ve şimdi de “kral” olamazsa, “kralı gösteren” güç olma hevesinden kurtulamıyor. Bu hırsın söndürülüp temizlenmesi için hiç olmazsa bir parti kurultayı toplanması gerektiğine inanıyorum. Soru: Sizin kanınızca Borisov’un canını sıkan nedir? Yanıt: Bu sorun biraz psişiğe ilişkin olduğu için yanıtlamakta zorlanabilirim. Fakat onun sosyolojik ve politik açıdan değerlendirildiğinde canını sıkan pek çok şey olduğunu söyleyebilirim. Rakamlarla ifade edilebilen gerçeklere bir bakalım. “Galıp İnterneyşınal” sosyolojik araştırmalar ajansının Nisan verilerinde, rüşvet gerekçesine dayanarak başbakanın kamu ihalelerini durdurması onun reytingini yükseltmedi. Ankete katılan iki kişiden biri, bu kararıyla Borisov’un “kamuoyunu aldatmaya çalıştığını” işaret ederken, her 3 kişiden biri ise, bu hareketiyle “Borisov rüşveti durdurmak istiyor” dedi. Katılımcılardan yalnız % 26’sı rüşvetle gerçekten mücadele edildiğine inandığını paylaştı. Sığınmacılar konusunda hükümetin adımlarına olumsuz bakanlar daha da fazladır. Vatandaşlarımızdan yalnız % 7.6’sı ülkemizin sığınmacı karşılamaya iyi hazırlandığı görüşündedir. % 79’u ters görüştedir. Orantı 1’e karşı 10’dur. Ocak ayında yaptığımız söyleşi,de, meclise olan güvenin % 21, hükümete güvenin ise % 32 olduğunu söylemiştim. Şimdi bu oran % 17 ve % 27’dir. Vatandaşlarımızın üçte ikisi (% 62) ülkemizin “kötüye doğru gittiğini” paylaşıyor. Borisov’un ekonomik bunalımdan olduğu gibi hükümet ortaklığının durumundan da gerginlik yaşaması gerekir ki, bunlara kendi partisinin yaşadığı sorunlar da eklenmelidir. Bunlara bir de içinde bulunduğumuz ceo-politik durumu ilave edebiliriz.


164

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Birleşik Amerika ile Rusya arasındaki yoğun diyalogun da tanığıyız. Ufukta yumuşama yok. Tarafların silah gücüyle denge sağladığı ortadadır. Bizde gündem olan en can alıcı konu, yeni Zezar’ın imparatorluk kalbine antlantik hançeri saplamaya her zaman hazır olan bir Karadeniz NATO filosu (BRUT -Bulgaristan, Romanya, Ukrayna ve Türkiye ortaklığı) ve karada ise Romanya - Ukrayna - Bulgar kolordusu kurulacaktır. Her zaman (Avrupa / NATO ile ve hiç bir zaman Rusya’yla) ce-politik oyununu oynamak isteyen her bir Bulgar siyaset adamı, dengesini kolay kaybedebilir.

Çıbanbaşı Akıyor

BG-SAM-30.Nisan.2016

Konu: Bulgaristan gazetelerinden tercüme: Osman Oktay kitap yazdı HÖH entrikaları pazarda. Çok güzel bir şey oldu. Hak ve Özgürlükler Partimizin HÖH - DPS kurucu alayına daha 1990’da katılan ve 12 yıl Örgüt Sekreteri görevinde bulunan, Genel Başkan Ahmet Doğan ile birlikte hainlikler sepetini ören Osman Oktay, anlaşılan içindeki kangrenin ince sızısına dayanamadığı için, HÖH hicranını kalem ucundan kitaba akıtmış.Her yazar gibi, O. Oktay da, düşündüklerini önce basına aktarmaya başladı. HÖH - DPS 9. Kurultayında Mustafa Karadayı’nın Başkan seçilmesini vesile ederek, kitabı o sayfadan açmış. Uzunca anlatımın kısa özetini veriyoruz: HÖH şeref başkanı Ahmet Doğan’ın burnunu silip atacağı yeni mendil M. Karadayı’dır. Onun güncel işler başkanı görevine getirilmesi suskunluğuna mükafattır. Doğan yeni özel kalem müdürünü, öldürülmezden önce aynı işi y6apan Ahmet Emin’in yerine yeni erkek sekreterini atarken, HÖH 9. Kurultay delegelerinin hepsi birden aldatıldılar. Sofya’nın eski Valisi Rosen Vladimirov, Mustafa Karadayı’ya parasızdan ucuza, birkaç değersiz senet karşılığı Başkentte daire vermişti. Bu mülkün skandal ateşi şimdi alevlenecek. Birkaç hafta önce bu konuda meclis komisyonu kurulmasına çalışıldı. Şimdilik bastırıldı. Aralarında Lütfü Mestan da olmak üzere, bu dalavereden birçok HÖH’lü yararlandı.


Makale ve Analizler - 2016

165

HÖH kurultayında Doğan mumya gibiydi. 10 Kasım 1989’da Todor Jivkov hayalete dönmüştü, Doğan da ona benziyordu. Seyrederken locadakinin Doğan’ın balmumu büstü olduğunu düşündüm. Sesini işitmedim. İki yanında Emel Etem ile Ramadan Atalay’ın sımsıkı oturduğu dikkatinizi çekmiştir.Onlar da kim. 2001’de Razgrat ve Ruse semim listelerinde kendilerini daha ön sıraya yazdıklarından ötürü, Doğan ikisini de listeden çizmişti. O zaman büyük skandal yaşanmıştı. İkisini de partiden atmak istedi, sonra sözünden döndü. Emel Etem’i Bakan yaptı, şimdi ikisini beraber gördük. E.Etemi yükseltmesinin nedeni, onun ardına saklayarak Delyan Peevski’yi yaratmaktı. Etem, devlet yedeklerinden sorumlu Başbakan Yardımcısı görevindeyken, onun Çingene Mirço ile birlikte çalıp çırpmasına göz yumdu ve Peevski sermayesi o zaman birikti. *** Osman Oktay’la bu konuda yapılan söyleşi: Soru: HÖH yeni aktüel işler Başkanı Mustafa Karadayı’nın politik kariyerinin nasıl başladığını anımsıyor musunuz? Yanıt: Kırcaali’nin şimdiki Belediye Başkanı Hasan Aziz, Sofya’da (BİAS) enstitüsünde öğrenciyken bir gün ofisime geldi ve HÖH partisinden ilgilendiğini söyledi. O zaman Filip Dimitrov başbakandı. Üniversiteli örgütleri kurmaya birlikte karar verdik. Ondan “Akademik Dernek” kurmasını istedim. HÖH partisinin tescil ettirilmesinden bir yıl sonra, ben partiye bağlı gençlik derneği olmasını istemiştim, fakat Ahmet Doğan ile Kasım Dal karşı çıkmıştı. Gerekçelerinde, biz Bulgaristan Komünist Partisi ve partiye bağlı gençlik örgütü olan “Komsomol’u” kopyalamamızı önlemek vardı. Bu nedenle ben de farklı hareket ettim. Hasan Azizten Sofya üniversitelerindeki Türk isimli öğrencilerin hepsinin listesini hazırlamasını rica ettim. 150 - 200 kişiydiler. İlk buluşmaya davet etmeyi önerdim ve “Öğrenci semti”nde birkaç saatliğine bir kahve kiraladık. Davetiyeleri HÖH yerine, Hasan Aziz imzalamıştı. Soru: Doğan, bu görüşmeye geldi mi? Yanıt: Ahmet Doğan’ın büyük bir zayıflığı var. O, üniversiteli ve genç kızlarla flört yapmayı sever. Biz bundan yararlandık. Buluşmadan bir gün önce, çalışma odasına girdim ve ona şunu söyledim: Biliyor musun bizim Türk ve Pomak üniversite öğrencileri bize bir sürpriz hazırlamışlar. Buluşma düzenleme kararını, kahvehane kiraladıklarını ve bizimle tanışmak istediklerini anlattım. Ve o da bir ahmak feylesof gibi şöyle dedi: Tabii, genç kızları görmeye kim gitmez. Ertesi gün oradaydık. Ve bizim projemiz böyle hayat buldu. Ve orada ön hazırlıkları tamamlanan “Akademik Dernek” projesi öğrenciler tarafından dile getirildi. Doğan öneriti desteklerken, Varna, Plovdiv, Ruse ve Burgas şehirlerindeki yüksek


166

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

okul ve akademilerde de bu gibi derneklerin kurulmasını istedi. Belirli bir zaman sonra bu derneklerin hepsi birleşerek HÖH partisine bağlı Ulusal Öğrenci Akademik Derneği oluştu. HÖH Gençlik Örgütü işte böyle kuruldu. Soru: Bu Gençlik Örgütü partiden bir kol muydu? Yanıt: Bağımsız olsun diye, bir onu HÖH’ten ayrı tescil ettirdik. Fakat şimdi sizin birinci sorunuza dönelim izninizle. Günlerden bir gün ofisimin kapısında Mustafa Karadayı belirdi. Onu, Borino köy muhtarı göndermişti, de-pe-se-li dostlarımsa kendisini kabul etmemi önermişlerdi. Karadayı gençlik örgütüne katılmak istedi. Ona Hasan Azizle ilişkiye geçmesini öğütledim ve o gençlik örgütümüzü böyle buldu. Hasan Aziz ulusal gençlik örgütünden sorumlu iken, o da Sofya örgütünden sorumluydu. Matematikçi ve ekonomi okuyan Karadayı gibi bir gencin el altında bulunmasından daha iyi ne olabilirdi. Birleşik Demokratik Güçler’de (ODC) Cumhurbaşkanı için Jelü Jelev ile Petır Stoyanov arasında seçim yaparken, oyları saymak için bilgisayar merkezi oluşturduk. Bu merkeze HÖH kotasından Karadayı’yı önermiştim. Bu merkezde diğer parti ve örgütlerden gençler çalışıyordu. Onu, daha sonra Merkez Seçim Komisyonuna aldıklarında, o giderek bir seçim uzmanı olarak yetişti. Soru: O daha sonra nasıl yükseldi. Yanıt: 2001’de HÖH partisi seçim kurmayının başına geçtiğimde, iki iş yaptım: Bir tüzel kişi olarak, tescili ayrı yapılacak ve kendşi banka hesapları olacak bir Seçim Fonu oluşturulmasını önerdim. Fikrim sponsor paralarının fona serbestçe girmesini ve amaca yönelik kullanılmasını sağlamaktı. Fon yönetimine tarafsız kişiler alınmasında direndim. Hasan Ademov’un fon başkan ve Mustafa Karadayı ile “sarayda” öldürülen Ahmet Emin’ın ise üye seçilmesini uygun gördüm. Öyle de oldu. Bu an çok önemlidir. Soru: Neden? Yanıt: Çünkü böylece paraları Ahmet Doğan’dan alabildim. Paralar parti kasasına girmeyecekti, kullanılmaları için de Ahmet Doğan’ın imzasına gerek yoktu. Kötü olansa, Doğan’ın şu sözünü ettiğim kişileri bugüne kadar kullanmasıdır. H. Adem’i iki defa bakan yaptı. O ise, minnettarlık ifadesi olarak, Fon etkinlikleri konusunda susuyor, çünkü mafya ve şirketler çemberi arasındaki bağlılık bu fon aracılıyla gerçekleştiriliyordu. Doğan, en çok güvendiği kişi olan Ahmet Emin’i bu şemanın içine ördükten ve onu tüm dalaverelerinde aracı yapmayı başardıktan sonra, iki çocuğunu arkada bırakan genç baba, hayatına kıymak zorunda kaldı. Soru: Biz artık Mustafa Karadayı’nın partide en yüksek göreve ayak bastığını görüyoruz.


Makale ve Analizler - 2016

167

Yanıt: Fon işleri konusunda ve bazı başka işlerle ilgili susmasının ödülüdür bu. Ben partiden ayrıldıktan sonra, Doğan Karadayı’nı özelleştirme sonrası kontrol işleri başkan yardımcılığına atadı. Parnik mafyası başkanı Rosen Vladimirov ise, hiç kimse tarafından tanınmayan biri olsa da, Sofya - kent valisi görevine getirildi. Vladimirov Karadaytı’ya birkaç kuruşa daire verdi. Birkaç hafta önce bu konuda meclis komisyonu kurulmak istendi. Sonra olay bastırıldı. Bu imkandan birçok kişi yararlandı. Onlardan biri Önal Lütfü’dir. Soru: HÖH partisinin “aktüel işler” (operatif) başkan değimine bu kadar fazla vurgu yapmasının nedeni nedir? Yanıt: Doğan İran yönetim modelini Bulgaristan’da canlandırıyor diyen meslektaşınız Koritarov doğru olana işaret etti. İran’da ulusun ruhsal önderi olan bir Ayatollah var. Ülkenin cumhurbaşkanı ve başbakanını, idari yöneticilerini atayan odur. Meclisin bu kişilerin nasıl kabul ettiğine bakılmaksızın son söz her zaman Ayatollah’ındır. Doğan eskiden Ahmet Emin hakkında “erkek sekreterim” demişti. Şimdi de kurultaya katılan delegeleri aldatmak için “operatif” başkan değimini kullandı. Karadayı, onun yeni özel kalemi, kalem odası şefi ya da erkek sekreteridir. Soru: Onun görevi ne olacaktır? Yanıt: Dogan ile tüm dış faktörler arasında aracılık yapacak. Zamanında Ahmet Emin bu işi görüyordu. Doğan onu parti içi kontrol, muhtarlar ve onların çevresindeki şirketleri yönetme işinde kullanacaktır. Diğer kurumlarla işleri uyum lamayı sağlayacaktır. Günümüzde bazı kişilerin, kurduğu şirketin gerçek sahiplerinin kim olduğu anlaşılmasın diye anonim şirket kurdukları gibi, Doğan da bu oğlan ardına gizlenme formülünü geliştiren kişidir. Doğan, Fon’un üyelerinden her birinin ardına gizlenmeyi başardı, onlar imza attılar ve sorumluluk taşıdılar. Doğan’ın gölgesi Karadayı’nın vicdanına yüklenecektir. O, kimi kullanacağını iyi biliyor. Son yıllarda Doğan’ın geliştirdiği sanat işte budur. Soru: Daha somut olabilir misiniz? Yanıt: Doğan önce kendilerine güvendiği kişileri sonra parti içinde ve geldikleri bölgelerde gözden düşürme işinde ustalaştı. Şu dönemde, son seçimleri kaybettiği Kuzey Doğu Bulgaristan’dan güçlü bir Başkan çıkaracağına, “hiç bir kimsenin tanımadığı bir yöreden” Karadayı gibi bir kişiyi başkan gösterdi. Borino’da Türk yaşayan 3 köy var. Onların isimleri Pomaklarla birlikte değiştirilmiştir. Memleketteki diğer Türkler o yörede Türk yaşayan köy olduğunu bile bilmiyordu. Doğan yeni liderin boynunu boyunduruğa takacağını, Lütfü Mestan gibi kafa sallamayacağını biliyor. Yeni başkan kendini güçsüz ve kimsesiz his ettikçe, Doğan’ın gölgesine sığınacaktır. Bu kararıyla Doğan Türkleri DOST partisine tava içinde sunmuş oldu. Durum pembe değildir.


168

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Soru: Ahmet Doğan uzun bir zamandan beri kalabalık forumlara katılmamıştı. Onun HÖH Kurultayında belirmesi sürpriz oldu mu? Yanıt: Bir mumya gibi görünüyordu. Bakarken onu 10 Kasım 1989’daki Todor Jivkov’a benzettim. Kurultay’daki Doğan’ın bir balmumu figürü mü, yoksa o kendisi mi diye düşündüm. Sesini işitmedim. İki yanına Emel Etem ile Ramadan Atalay’ın oturduğunu gördünüz mü? Onlar kim biliyor musunuz? Dolandırıcılıklarından dolayı Doğan 2001’de ikisini de Razgrat ve Puse milletvekili listesinden kendi eliyle çizmişti. Doğan kovduğu kişileri, sonra görevlerine çevirerek kullanıyor. Kendileriyle sorun yaşadığı kişiler şimdi onun çok yakınında oturanlardı. Vaktiyle Emel Etem’i bakan yaptı. O, devlet yedeklerinden sorumlu iken arkasında Delyan Peevski’ye zengin olma imkanı sağladı. Kurultay’da çok ilgi çeken başka kişiler de vardı. Onlardan biri, daha 90’loı yıllarda HÖH partisinde en fazla istenmeyen kişilerden biri olan Önal Yütfü idi. O, Lüdmila Jivkova’nın Kültür Komitesi’nde çalışmıştı. Bulgar makamlarının Arap devletlerindeki istasyon şefi görevinde bulunmuştur. Daha sonra anlaşıldığına göre, HÖH milletvekili olarak, 90’lı yıllarda Bulgar gizli siyasi polisine sürekli rapor vermiş, Gizli Polis Birinci Şubesi’nden subay olduğu ortaya çıktı. HÖH biz bir NATO’cu ve AB’den yana bir partiyiz yaygarası koparırken, bu kişinin 9. Kurultayı açmasını anlayabilmek gerçekten çok zor. Doğan kendisi de gizli polisten bir subayı olduğuna göre, bugünde Birinci Şube’de çalışmaya devam ettiğine ve gerçek dosyasının hala gizli tutulduğu bilindiği bir zamanda Avrupa’ya ve dünyaya nasıl işaret veriyor acaba? Ben, DOĞAN’ın gerçek dosyasının Moskova’da gizlendiğini öğrenebildim. Ben tüm bunları ve “Geçiş Dönemi”nde meydana gelen akla fikre sığmaz olayları büyük bir teferruatla olmak üzere Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH - DPS) partisini anlattığım birinci kitabımda ele alıyorum.

Biz Pes Etmedik - 1

Dr. Nedim Birinci-29.Nisan.2016

Konu: Baskı ve terörün tırmanması adım adım olmuştu. 1970 - 1989 yılları arasında Bulgaristan’da insan haklarına saygılı demokratik sosyalizmden komünist totalitarizme geçilmesi bir günde olmuş bir olay değil-


Makale ve Analizler - 2016

169

dir. 1970’lerde artık tarımda kooperatifçilik otursa da, etnik azınlıkların sosyal ve kültürel yaşamını ezerek saf dışı etme çabaları git gide güç aldı. İlk yıllarda yüksek bir heyecan hakim olduğundan Komünist Partisi ne yapacağını, sinsi planlarını gerçekleştirmeye tam nasıl ve nerede başlayacağını da pek bilmiyordu. İlk önce bizde “Hocalardan nasıl kurtulabiliriz” rüzgarı esmeye başladı. Devlet ve belediye okullarına giden Türk öğrencilerin hafta sonları hocaya da gitmesine engel olundu. Dini nikahların yasaklanması, şeker ve kurban bayramlarındaki coşku balonlarının patlatılması, mevlit dinleyenlerin 3-5 kişiden fazla olmasına izin verilmemesi ve sünnetçiler tespit edilip yeni göçlerin ilk kafilelerine katılmaları yönünde çalışıldı. Bu tedbirler arasında Şumen İslam Enstitüsünü bitirmiş ve hem öğretmen olma, hem din dersi verme ve hem de devlet okullarında öğretmenlik yapma hakkı olan aydın diplomalı kadroların sıkıştırılırken, camiye gidenlerin devlet okullarına girmesine yasaklar getirildi. Gerek kooperatifleşme yıllarında gerekse daha sonra dini güçlü Türklerin ikide bir sürgün edildiği haberleri kulağa gelse de gazeteler bu olayları yazmıyor, radyo da bu konuya değinmiyordu. Güney Doğu Rodop Türkleri öncelikli olarak Dobruca’ya ya da Deliorman’ın Tuna boyu köylerine sürülüyor ya da taş ocaklarında çalıştırılıyordu. Bu kişiler, evlerine, köylerine döndüklerinde tuhaf bir suskunluk ve dalgınlık içinde hep yere bakarak dolaşıyor, başlarına gelenden asla söz etmiyorlardı. Bizim köyden olan Onbaşıların Ahmet aga çocukluğumda birkaç defa gidip gelmişti. Hayalet gibi yürürken, bakışları ölü gibi donuktu. Biz çocuklar kendisine ne sorsak, verdiği cevap hep şuydu: “Çattık! Çattık evlatlarım! Çattık!” 1970’lerde başlayan ev baskınları başlıca gece yapılırken, tutuklananlar basına bildirilmiyor, görülen davalar üstüne kamuoyu bilgilendirilmiyordu. Ev baskınlarında gelinlerin çeyiz sandıkları karıştırılırken, takıların ve paraların alındığı anlatılırdı. Yaşlılar olayın şiddetli etkisini hafifletmek için “Aman, gavur parası değil mi, katrandan çıkmıyor mu!? Tütün işler yine kazanırız. Üzülmeyin!” diyerek ortalığı sakinleştiriyorlardı. Onların sabırlı tavrı, kin ve öfke birikimini yatıştırıyor, taşkınlıkların yolunu kesiyordu. Köylerde bu gibi olaylara önem vermemeye çalışılırdı. Köylerde üniversiteli olmasa da, sanki herkes devrim psikolojisi okumuş, bu işlerde çok daha kötü günler olabilir, derken, sanki “kılıçsız tarım reformu yapılamaz, güç kullanılmadan endüstrileşme mümkün değildir”, demek istiyorlardı. Bu duyum, köylülerin daha da alçalmasına, korku içinde yaşarken korktuklarını belli etmemeye çalışmalarına neden oluyordu.


170

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Üzerinden yıllar geçtikten sonra, şimdi ben o baskı dalgasının yükselmeye başladığında insanlarımızda olağanüstü derin köklü bir Müslüman olma omuru olduğunu her an hissediyordum. Cami avlusunda aptes alırken bile sanki hepsi birden “Biz işimizi biliriz, bıyığımızı balta kesmez!” havası esiyordu. Bu, onların rahatlık içinde yaşayışı, ortam huzurunu bozmak istemediklerine güçlü işaretti. O zamanlar fazlasıyla sevdiğimiz ve yüzde yüz bizim olduğuna inandığımız topraklarımızda, “Kalkıp gidelim, göç edip kurtulalım” ruhu mayalanmamıştı, çünkü Edirne Muharebesine, Çanakkale Savaşı’na ve hatta ta Yemen Harbine gidenlerden geri dönenler, ya sakat gelmiş, ya sürgünlerde süründükten sonra kaçıp dönebilmişti ki, “Gitmekten hayır gelmez, dönenler ortada!” gibi yerleşmiş ve sıkça kullanılan sözler anımsıyorum. Daha o yıllarda benim kuşağımda “Otur oturduğun yerde” inancı yer yaparken, gece gündüz bizi “evimizden barkımızdan nasıl söküp atacaklarını düşünenlerin” neden kuyruğunu bacak arasına kıstırmış aramıza sokulmaya çalıştıklarını anlıyorum. Düşmanlığımızı düşünenler o zaman da bizi bir ormandaki ağaçlar yerine kokuyor ve hangisini kesip yaksak orman uğuldamaz ve bizden öç almaz diye düşünüyorlardı. Ve bugün “hain” dediklerimiz o dönem sürümüzden, ormanımızdan çekip çalabildikleridir. Bunları bir anı ve bir güncel duyumsama olarak yazarken, dikkatle izlendiğinde, bir ailede, köyde, mahallede, etnik toplulukta insanların birbirine sımsıkı kenetlenmesi için bir şeylerden korkmak ihtiyacı duydukları seziliyor. Halk psikolojisini iyi okuyabilenler, insanların belirsizlik dönemlerinde tam bir korku içinde olmaya gereksinim duymaya ihtiyaç duyduğunu eserlerine işlemiştir. Ve insanoğullunun mukavemet gücü belki de bu korku boyutuna eşittir. Hatta birilerinin onları korkutması ve boyunduruk altına alması istediği anlatılır. Kitlelerin korku içinde heyecan yaşayışı kitap konusu olmuştur. Acınası duruma düşen insanlar zorlukları yenerek, zalimlerle baş ederek bambaşka duygularla zafer kutlamayı yaşamak ister. Baskı altında olduklarını hissetmeyenler bu coşkuyu yaşayamazlar. Biz geçen yüzyıl çok ezildik ve geleceği inşa edecek fikirlerin en asillerinin bizim düşüncelerimiz, emellerimiz olduğuna inanmalıyız. Çeyrek asır geri dönüp “Büyük Göç”ü, Mayıs 1989 Ayaklanmamızın devamı, ikinci aşaması olarak ele aldığımızda, lambayı yanık, kapıyı açık bırakıp göç yoluna düşenlerin lanetini hatırlayalım: “Her şeyi al ve başına çal!”, “İyi gün görmezsin İnşallah!” Bu sözleri göç ederken haykıranlar kendilerine gurur veren bir kimlik yaratmışlardı. Bu, bir Türk - Müslüman kimliğiydi. Zorluklarla boğuşarak geçen hayat bizi güçlendirmişti. Türkiye yoluna düşenler zorlukları aşmış olmanın gururuyla geldiler. Anavatan hepimizin gururuna saygı duydu.


Makale ve Analizler - 2016

171

Göç yolu hepimizi yeni baştan mayaladı. Bizimki, medeniyete yürüyüştü. Soydaşlar bu inançla yürüdüler. Türkiye’ye, daha yüksek bir medeniyete adımlayanlar arasında pes eden olması. Var olma sınavından alın akıyla çıktığına herkes inanıyordu. Burada üzerinde özellikle durulması gereken bir başka nokta daha var. Tarlalarımızı, hayvanlarımızı, iş aletlerimizi elimizden alan komünist rejim, Türk - Müslüman kimliğimize saldırdığında Türkleri hafiye almıştı. Huzura dayanan, iyi komşuluk ve hoşgörüden güç alan Müslüman yaşam biçimi aslında iktidarda olanların dayattığı ritüellerden çok daha köklü ve üstün olan bir yaşayan medeniyetti. Bu arada hayat dolu bir sevgiyle yaşayan Türkleri küçük düşüren olaylara rastlanmıyordu. Müslüman ahlakına göre yaşayan Türkler arasında günah keçisi bulmak çok zordu. Bizim okullarımıza el koymaları, çocuklarımızın Bulgar okullarına toplanması, anadilimizin çok uzun süre yasaklanması, Türkçe konuşulan ortamın aile içine kapanması, Türk ve İslam düşmanlığının hiç arasız tırmandırılması çok kötü oldu. Anadilini bilmeyen gençlerimizin tarihimizi öğrenmesi yasaklanmış, camiden uzaklaştırılmışlar, Türk kitaplarıyla dolu kütüphanelerimizin, tiyatrolarımızın kültür evlerimizin olmadığı, Türkçemizin vızıldayarak yaşamadığı bir yasaklı ortamda, tarihimizdeki büyük kişilere saygı duyulmasını aşılayabilmemiz de zor oldu. Bu olağanüstü önemli bir konudur. Biz dünya tarihine dev önderler, olağanüstü büyük önemi olan dev liderler yetiştiren bir milletiz. Rumeli toprakları Türk liderlerinin en parlak örneklerinin yetiştiği diyardır. Büyük Mustafa Kemal Atatürk sonsuz saygımıza layık bir önderdir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusudur. O Bulgaristan Türklerinin de önderidir. Günümüzde yalnız Türkiye halkının değil Tüm Türklerin ve İslam dünyası halklarının önderi Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’dır. O Türkiye halkının birlik ve beraberliğini daha önce görülmemiş bir kararlılıkla kaynaştırırken, terörist bölücülere karşı ulusal savaşımızın da büyük Baş Komutanıdır. T.C. onun başbakanlığında 2002 - 2018 yılları arasında “altın çağını” yaşadı. 21. yüzyılda Büyük Türkiye emellerimiz onun önderliğinde gerçekleşmektedir. Türkiye’yi tanınamayacak kadar değiştiren lider Tayyip Erdoğan Başkandır. Biz pes etmedik. 21. yüzyılda sağlıklı, bilgi ve zeka küpü, kararlı ve atılımcı bir gençlik yetiştiriyoruz. Biz, 21. yüzyıl medeniyetine teorisyen olmaya hevesliyiz. Bu davaya lider olmaksa bizim kaderimizdir. Lider kişiliği dünyada nadiren rastlansa da, Tanrı Türklere cömertlik edip her yüz yıl birer lider bahşetme cömertliği göstermektedir. Bu büyük davada biz Bulgaristanlı Türkler de Büyük Türk halkıyla birlikte her yerde ve her an varız. B7ugünkü ana sorunumuz, “memleketimize gerektiği an geri dönmeye hazır olduğumuzu ve Bulgaristan


172

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ve Avrupa Birliği vatandaşlığından asla ve hiç bir zaman vazgeçmeyeceğimizi dünya önünde kanıtlamaktır. Her şeyimizi alabilirler ama vatandaşlığımızı vermeyiz, ruhumuzun değiştirilmesine tahammüllümüz yoktur ve olamaz. “Eve” sönmek, seçmek ve seçilmek bizim kutsallarımızdandır. Yaşadığımız dehşet çok fazlaydı, aşırıydı, 1970’lerden 1989’a kadar tırmandırıldıkça şiddetlendi, ama biz yılmadık ve pes etmedik. Bugün de ayaktayız ve hareketlenmek üzereyiz. Bizi dün kovanların bugün vatandaşlığımızı elimizden almasına hiç bir zaman razı olamayız. Vatandaşlık hakkımızın pahası yoktur. Gerekirse 710 binimiz birden bir günde Bulgaristan’da oluruz ve meclise kimi istersek onu delege edebiliriz.

Ayının Dostluğu

Hamiyet Çakır-29.Nisan.2016

Dostu düşmandan ayırmayı öğrenelim. Bazıların “kini sevgi, sevgisi kin” olur. Dostunum diyen ve düşman olanları gördük. Rusya’nın eskiden beri düşman olduğunu biliriz, şimdi yine Müslüman düşmanlığı da şiddetlenerek yeni boyutlar aldı. Bu konuda halk edebiyatımızdan “Ayının Dostluğu” öyküsünün, hepimizin kulağına küpe olsun diye seçtim. Hep birlikte hatırlayalım; Ayının Dostluğu Bir ayıya ormanın derinliklerinde, kocaman bir boğa yılanı saldırdı. Zavallı hayvanın boğazına dolanan kocaman yılan, onu boğmaya çalıştı. Ayı can havliyle bağırdı, çırpındı, yardım istedi. Bu esnada ormandan geçen bir genç, ayının sesini duydu. Yetişip kılıcını çekti, yılanı öldürerek ayıyı kurtardı. Ayı, bu genç sayesinde yılandan kurtulunca, bir dostun köpeği gibi onun kuyruğuna takıldı. Az gittiler düz gittiler dere tepe düz gittiler. Genç, yorgunluktan bir ağıcın altına uzandı, dinlenmeye koyuldu. Ayı ona bağlanmıştı bir kere. Sevgisinden ötürü gencin başında bekledi, ona bekçilik yaptı. Oradan geçen yaşlı bir adam. - “Kardeş, ne yapıyorsun? Bu ayı da neyin nesi”, diye sordu. Genç, ona ayıyı yılandan kurtarışını anlattı. Yaşlı adam genci dikkatle dinledi. Sonra ona,


Makale ve Analizler - 2016

173

- “Ayıya gönül bağlama, ona güvenilmez, dedi. Aptalın dostluğu düşmanlıktan beterdir. Ne yap et, onu yanından uzaklaştır”, diye öğüt verdi. Genç, adamın öğüdüne anlam veremedi. Adamın kendisinin yiğitliğini ve yanında böyle güçlü bir hayvanın gezmesini kıskandığını düşündü. - “Sen bunları kıskançlığından söylüyorsun sanırım. Onun ayı olduğuna ne bakıyorsun, şu sevgisine, bana olan bağlılığına baksana! Bana ondan nasıl bir zarar gelebilir ki?” Yaşlı adam başını iki yana salladı. - “Aptalların sevgisi aldatıcıdır. Ey yiğit, gel sözümü dinle de o ayıyı yanından kov. Bu insan kardeşini bırakıp da vahşi bir ayıya güvenme!” Genç, yaşlı adamın sözlerini dinlemek bile istemiyordu. - “Kıskanç adam! Git başımdan”, kendi işine bak, diyerek başını başka tarafa çevirdi. Yaşlı adam, - “Ben bir ayıdan daha değerli değilim ya”, dedi. “Başına bir şey gelecek diye kalbim titriyor. İyiliğin için seni uyarıyorum.” Yaşlı adamın sözleri gencin bir kulağından girip öbür kulağından çıktı. Adam gencin laftan anlamadığını anlayınca gitmeye karar verdi. Gencin yanından uzaklaşırken, - “Senin aklın başında değil, ben gidiyorum”, dedi. Gencin kendine öğüt veren yaşlı adama son sözleri, - “Gidersen git! Benim için kaygılanmana gerek yok”, oldu. Az sonra genç, yorgunluğunun da etkisiyle derin bir uykuya daldı. Ayı, efendisi bildiği gencin baş ucunda bekliyor, yüzüne konan sinekleri kovalıyordu. Fakat o kovdukça sineğin teki inatla geri geldi. Ayı sineği defalarca kovdu. Fakat sinek her defasında dönüp gencin yüzüne kondu. Ayı öfkelenmişti. Gidip iri bir taş buldu, gencin yanına döndü. Elinde taş, sineğin tekrar gencin yüzüne konmasını bekledi. Çok geçmeden sinek tekrar gencin yüzüne kondu. Ayı sineği kovmak için o koca taşı kaldırdı ve adamın yüzüne savurdu... Sinek kaçtı mı yoksa taşın altında mı kaldı bilinmez ama bildiğimiz bir şey var ki yüzüne vurulan taşla gencin canı fena halde yandı. Bir kez daha anlaşıldı ki ahmak bir insanın sevgisi, öykümüzdeki ayının sevgisine benzer. Onun kini sevgisidir, sevgisi de kindir.


174

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Mayıs Ayı Yazıları Ezber Bozmak...

Rıdvan Tümenoğlu-01.Mayıs.2016

Soruna HÖH ve DOST diye bakıldığında zaten hem orada azınlık olarak hem de burada soydaşları aydınlatan sivil toplum örgütü olara büyük sorunlarla karşılaşmak doğaldır. Dahası şu ana kadar yoğunlaşan çabalar Bulgaristan’daki siyaseti aydınlatma ve taneyi samandan ayırma üzerinde yol alıyor. Türkiye’de konum elde etme çabası ancak gerçekleri göstermekle olabilir. Karşımızda soydaşlarımızı aldatan örgütlü bir çete var ve kulis ardı da bu eylemlere yön veriyor. Henüz erken olduğundan, hiç kimse neden HÖH ya da neden DOST taraftarı olduğunu bilimsel olarak ortaya koymamaktadır. Bunu yapan yalnız İstanbul’da bulunan BULTÜRK Derneği’dir. Sonuç olarak sorun, ne DOST ne de HÖH taraftarı olmaktır. Sorun 25 yıldır Bulgaristan’da demokratik hak ve özgürlükler ile özellikle Türk halkının başta eğitim, kültürel ve ekonomik, sosyal haklar konusunda; kolektif hakları bir kenara koydum sadece bireyse hakları konusunda diyorum, bugüne kadar yapılamayanlar, yapılması gerekenler ile bundan sonra atılması gereken adımların neler olduğunun ortaya konulmasıdır. Ne HÖH, ne de DOST acil çözüm bekleyen bu sorunların hiç birine dokunmadan yaşamak ve semirmek istiyorlar. Futbol takımı tutar gibi parti tutmak sadece paspas olmaya yol açar... Sahi son 25 yıldır yapılamayanlar ile bundan sonra yapılması gerekenler nelerdir? Önce bunu bir tartışalım mı? Bu konuda iafa tirmak isteyenlere once büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ün 1919 ile 1938 yılları arasında başta Bulgaristan olmak üzere Balkanlar ile buradaki Türkler konusunda izlediği politikaya ve ortaya koyduğu eserlere bakmalarıdır. Sahi DOST mu, HÖH mü demek yerine artık asıl sorunu tartışmanın zamanı gelmedi mi? Sahi asıl sorun ne? Bulgaristan’da Türklerin 1960’lara kadar sahip oldukları okullarının ve kendi okullarını acma hakkı ne oldu?


Makale ve Analizler - 2016

175

Hadi kendi okulundan vazgeçtim. En son haftada iki saate düşürülen Türkçe eğitim ne durumda? Unutulmasın ki, elestirilen Jivkov döneminde bile 1974′ kadar haftada 2 saat de olsa Türkçe eğitim hakki vardı? Tükçe gazete, dergi, radyo vb. ne durumda? HÖH mü DOST mu tartışması yerine artık bunları ve yapılması gerekenleri tartışmak gerekmiyor mu... Yoksa 15 - 20 yıl sonra tartışılacak bir şey kalmayacak... Son söz: Tarihin akışına ayak uyduramayanlar tarih olmaya mahkûmdurlar ve sorun olduğu sürece arayış ve umut da hep olacaktır.

1 Mayıs’ta Vatanımı Hatırladım

Neriman Eralp Kalyoncuoğlu-01.Mayıs.2016

Konu: En büyük kaybımız: VATAN. Okulda bize Enternasyonal Marşı söyletiyorlardı. Bağra bağıra söyletip kafamıza kazıyorlardı. “Uyan artık uykudan Uyan esirler dünyası! Bizi hiçe sayanlar gitsin Bu alem artık bizim! Bu kavga en son kavgamızdır artık Enternasyonalle kurtulur insanlık” Nalçalı Nazi çizmesi Almanya’yı ezdiğinde, “Açım, ve açlığımdan başka hiçbir şeyim yok!” diyenler, “Enternasyonal Marşı” güftesini şöyle değiştirdi: “Hiçbir yüce varlık bizi kurtarmaya gelmeyecek, Ne Tanrı, ne İmparator ne de Yargıç. Sefaletimizden kurtulmak istiyorsak Bunu sadece kendimiz yapacağız, yalnız başımıza!”


176

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Ve biz uçsuz bucaksız insan konvoyları halinde güneye kovulurken, hangi marşı söylediğimizi, hangi ağıtı yaktığımızı hatırlayamıyorum. Başı önünde yürüyen beş yüz binler arkamızda çok büyük ve çok derin bir boşluk bıraktık. İnsansız kalan Vatan boşluydu bu! Yollar, patikalar sessizce uğurlamıştı bizi. Sanki onların ortak bilincinde “Gidene, dur denmez!” vardı. Bir de “El toprağında 1 Mayıs kutlanmaz fısıltıları...” O makinler, o traktörler, o biçer döverler, o barajlar, göletler, boynumuzu sokan arılar, boynuzlarıyla oynaşan öküzler, yollar, bağlar, bahçeler ve gökyüzü... üstüne üstlük buğday tarlalarını deniz gibi dalgalandıran rüzgarlar hepsi bizimdi. Karlı gece karanlığında ve arıların çiçeklerle seviştiği gün ışığında her yer bizim Vatanımızdı. Göç selimiz bir asır biriken zulüm ve kara kan akışıydı.Biz pes etmedik! Korkudan kaçmadık! Dağların doruklarından doğan yeni hayatı görüyorduk. Vatanımın mutlu günleri olacağına, zulmün bağrından mutlaka mutluluk doğacağına kesin inanıyorduk. Öksüz kalan Vatanımda 1 Mayıs şarkıları bu yıl da gökleri delemedi. Dağlarımın insanları bayramlar için güneş toplayamadı. Güneşe yıldızlara haykıran yeni gür sesler doğmadı. Ve o dağlar, o ovalar ve bağ-bahçeler sorup sorup bizi arıyor. Yağmurlara bulutlara bizi soruyor. Vatan yorulmuş bizi gördüğüne sormaktan, Bizi ararken ağlamaktan... O marşlardaki bir başka dünyayı istemiyoruz biz. Gönlümüzdeki Vatanımızı istiyoruz. O tütün kokan, çam konan, kömür ve ter kokan Vatanımızı... Özgürlük türkülerini yazarız kendimiz. Ve rüyalarımız var bizim, ve şarkılaşmış dillere destan. Ey Vatan, Beni sana sımsıkı sarılmış görenler olmuş Seni yerlerde ve göklerde bulamazken Ey Vatan! Bende gizli olduğunu sezenler olmuş, Kımıl kımılmışsın bileklerimde Dolu, dopdoluymuşsun yüreğimde


Makale ve Analizler - 2016 Ey Vatan, Ellerimde, gözbebeğimde damla damla ter, ışıl ışıl tersin Ey Vatan! Aramızda dağlar, ovalar, ırmaklar, Beni sana sımsıkı sarılı görmüşler Ey Vatan!

177

Türkü olmuşsun Umudummuşsun Sevdama mutlu yarınlarıma Ey Vatan! Gurbetçinin bayramları da acıdır Ey Vatan! ***

Bakıyorum, vurulalı bileklerimize HÖH zinciri, 1 Mayısta sıkacak yumruk kalmamış. Fabrikalar kapanmış, bacaları devrilmiş. İşçi sınıfımız gurbetçi. Bir tütüncülerimiz kalmış orada burada Ellerindeki silah iğne ve bir de Çocukları okuldan alı koymak! Yani zifiri karanlık. Yaşarın karanlıkta yaşamayı seçenler! Başka diyecek bir şey kalmadı! Verin oyunuzu HÖH partisine, Daha tez düşsün karanlık! *** Ve şair Şahin Mustafa söylemiş: Tütüncü Kız Tütünün katranı elinde kına, Yaklaş tütüncü kız, gel, gel yakına Uzat ellerini, uzat öpeyim. Rodoplar’ı seven seni de sever, Tütünleri öven, seni de över

Uzat ellerini, uzat öpeyim. Kalbimin türküsü göğe yükselsin Tütünlerin güzel, sen de güzelsin Uzat ellerini, uzat öpeyim. Mehmdali Oruç

1 Mayıs Bayramına hemen ruh veriyor. CANLI ŞARKI Hala kulaklarımda çınlıyor uzak kaldırımlardaki mertçe attığım adımlar.


178

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Ve Tuna boyu şairlerimizden Naim Bakoğlu “1 Mayıs, yaşama can suyu veren Kursal İnsanlarımızın dayanışma günüdür!” derken işçilerimizi şöyle anlatmış: Ben motor sesi dinlerim müzik yerine Dudak boyasına benzemiyor ellerimin yağı. Hayal etmesini bilirim’e İçimde kebap niyetine yuttuğum toz ! Koz ! Viskiler hanımlar köşesi meyhanelerin senin kaderin ! Bunları yaz kanımın sakırgası ! Duanı oku rahatını bozarsa bir gün iniltilerimin kasırgası ! En önemli olan, Biz varız. Biz Vatan sevgimizi heba etmedik, seviyoruz ve seveceğiz. O beklenen büyük patırtı çok yakındır. Vatan hakkımı alacaklarmış elimden. O hakkı almak öyle kolay olmayacak. Hiç yazılmamış Enternasonellerle, 1 Mayıs ve Vatan Marşlarıyla Yürüyeceğiz, Yürümeye hazırız. Sınırlar durduramaz bizi, Vatan borcum yok kimselere... Vatan hakkımızı veremeyiz hiç kimselere. Ecdadımızın ve yavrularımızın en kutsal hakkıdır o. Vatan olmayan toprakta yatamaz atalarımın naaşı! Aranan cennetse, O da ancak Vatandadır.


Makale ve Analizler - 2016

179

O kara toprağımın altı, atalarımın koynudur! Vatanımı, kutsalımı hatırladım! Davamız ortaktır!

Komitacılar Rusofil Değildi!

BG-SAM-01.Mayıs.2016

Bulgar gazetelerinden tercümedir. Konu: Nisan 1976 Ayaklanması gerçekleri soyuluyor. Geçen yüzyıl Bulgar tarihinde en önemli olaylardan biri 1876 Nisan Ayaklanmasıdır. Bu isyanda dikkat çeken bir özellik var. Benkovski, Volov, Stoyanov gibi öncü komitalar Türk evlerini, konaklarını ve köylerini yakmamış, uzak köylerde Bulgar evlerini ateşe vermiştir. Evlerimizi yakıp Türkler bizi ateşe verdi velvelesi kopamayan “Oborişte”de yemin eden Filibe Bulgar esnafı da sözünde durmamış ve kibrit çakmamıştır. Yani 1976’da yerli Türklerle Bulgar havari çeteleri arasında kan dondurucu olaylar yaşanmamıştır. Örneğin Kopriştiza kasabasında Türklere dokunmayan Bulgarlar, Çingene kat unlarına saldırmış ve kırıp dökmüştür. Bu yıl Nisan Ayaklanmasının yıldönümü anma törenlerinde gerçekler soyulmaya başladı. Prof. Plamen Pavlov’un “Nisan Ayaklanması Havarileri Rusofil değildi” başlıklı Forgnüz’a verdiği söyleşi geniş yankılandı. Tarihçi Prof. Pavlov Nisan Ayaklanmasının 140. yıldönümü ulusal boyutta anılmadı, Panagürişte, Batak ve Dryanovo dışında kutlama olmadı, diyor. Soru: Şu günlerde Nisan Ayaklanmasının 140. yıldönümünü andık. 5 asır “yan yana yaşadıktan sonra” Bulgarlar acaba neden ayaklanmak zorunda kaldılar? Yanıt: Besbelli ki, 500 sene ne barış içinde yan yana yaşama ne de gene yalnız boyunduruk çekme yıllarıymış. Söz konusu olan, yabancı bir idare altında yaşamayış ve Bulgar devletini yeniden dirilmektir ve bu da az olmasa gerek. Hem de 3 kıtaya yayılmış bir dünya imparatorluğu içinde mücadele etmek hiç de öyle kolay olmasa gerek. Bu arada, haydut hareketi, iki Tırnovo Ayaklan-


180

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ması, 1837’de Çiprovtsi isyanı gibi üzerinde az durulan, bizdeki hareketlenmeler de unutulmamalıdır. Durumu efsaneleştirmemek şartıyla, deyim yerindeyse, Bulgar halkının daha önce egemen ve bağımsız olduğu bilincini asla söndürmemiş, dünya olaylarını yakından izlerken, Osmanlı’dan daha iyi yaşanan Hıristiyan devletleri olduğunu görüyor ve eski Çarlığını diriltme emellerinden hiç bir zaman vazgeçmemiştir. Bu bakıma Nisan 1876 Ayaklanması da tesadüf değildir, o 500 yıl içinde olup bitenin doğal devamıdır. Nisan Ayaklanması bir serüven değil, 19. yüzyılda meydana gelen bir sıra başka olayın meşru devamıdır. Bu arada, nüfüsu Bulgar kökenli olan, bir çoğu bugünkü Sırbistan’da bulunan, fakat tarihsel olarak Bulgar toprağı olan Niş, Pirot ve Berkovitsa’ya yayılan, 1841 Niş ayaklanmasını gibi Kuzey Batı Bulgaristan isyanlarını unutmayalım. İyi donanımlı olmasalar da 20 bin Bulgar köylüsünün Vidin ya da Belogratçik yöresinde 1850’de baş kaldırışı da unutulmamalıdır. Daha o zaman, Sırbistan örnek alınarak bir Bulgar bağımsızlığına adımlanmasının reel olduğu fikri yerleşmişti. Ne ki, Kırım Savaşı’nın patlak vermesiyle olaylar yön değiştirmiştir. Soru: Şimdi Nisan Ayaklanması hareket güçleri (motorları) üzerinde duralım. Öncelikler bu motor güçlerin havariler olduğu üzerinde duruluyor... Yanıt: Yirminci yüzyılın 70’li yıllarında Bulgar tarihçilerden Hristo Yonkov bu ayaklanmanın reel devinim güçlerinin analizini yapmıştı. Ayaklanmanın motor güçler üstüne, eski tarihçilerimizden Dimitır Straşimirov da bir yere kadar aynı sonuçlara varmış olsa da, Yonkov zamanı için beklenmedik olan bazı sonuçlara varabildi. Oborişte Ayaklanmasına katılanların sosyolojik analizi yapıldığından, o dönemde Bulgar nüfusun genç olduğu göz önünde bulundurulduğunda, onların yaş ortalaması 37 olan zanaatçı ve tüccarlar olduğunu görürüz. Unutulmasın, 1877 - 78 Savaşı’nda Bulgar nüfusun % 50’den fazlası 14 yaştan gençtir. Burada serüvencilik elementi olduğu dikkati çekiyor, bu kaçınılmazdır, fakat katılımcılardan her birinin Osmanlı imparatorluğunun gücünü fark ettiği de bir gerçektir. Havarilerden daha fazlası İstanbul’da bulunmuş, Benkovski Anadolu’dan geçmiş ve onlar durumu iyi değerlendirebiliyordu. Onlar, büyük devletlere müdahale etmeleri için çağrıda bulunmak için, geçici serbest bölgeler oluşturmak amacıyla belirli Bulgar yörelerini isyana teşvik ediyordu. Biz burada silahlı ayaklanma unsurlarıyla birlikte, sivil itaatsizlik bölgeleri meydana getirebilme çabaları da görüyoruz. Daha sonraları siyasi ve diplomatik araçlarla çözülebilecek hedefler saptanmıştı ve risk olmasına karşın, bilinçli hareket unsurları da ortadaydı. Soru: Havarilerin Rusofilliği ne boyuttaydı? Ataşe verilen Panagürişte’de Benkovski’nin “üç kişinin kalbinde feci yara açıldı, bundan sonra Rusya buyurabilir,” sözlerini hatırlıyoruz.


Makale ve Analizler - 2016

181

Yanıt: Havariler, başka her bir şey olabilir ama Rusofil değildi. Panayot Volov ve Stoyan Zaimov da aralarında havarilerden daha büyük kısmı, yine Rus eğitimi almışlardan olan Stefan Stanbolov gibiler, Rusya ile, Rus kültürü, edebiyatı, öncelikle de iktidarın son derece olumsuz baktığı Rusya devrimci güçleriyle bağlantılı olduklarından dolayı, Rusya onlara genelde “nihilistler” yani tehlikeli kişiler gözüyle bakıyordu. Onlar, komitacılar başı Vasil Levski’nin fikirlerine bağlıydılar, bu fikirler ise Cumhuriyetçiydi. Hristo Botev de cumhuriyetçiydi. Bu bakıma Nisan Ayaklanması ile Rus bağlantısı oldukça dışta kalan bir ilişkidir. Bu havarilerin hepsinin Rusya tarafından, İstanbul’daki güçlü Rus konsolosu Graf İgnatiev’in aracılıyla satın almış oldukları şıkı da kulaktan kulağa dolaşıyor. Fakat dolaysız böyle bir ilişki olduğu yoktur. Gözlenen çıkarların çakışmasıdır. 1875’te Gürgovo’ya toplanan genç militanlar grubu, bir ayaklanma kaldırmaya uluslararası ortamın çok elverişli olduğu, Doğu sorunu közünün kızardığını, Bosna ve Herek’te hareketlenmenin başladığını ve genelde bu sorunların çözümüyle ilgili bir uluslararası ortam oluştuğu sonucuna varmıştır. Kırım Savaşı olumsuzluklarını aşabilmek için Rusya’nıun Karadeniz gölüne hevesi de el atmakta olduğundan, onlar bu etkenleri hesaba katmıştır. Fakat onlar, Batılı bazı kişilerin işaret ettiği gibi, Petersburg’un uzun kolu tarafından teşvik edilmemiştir. Bu hareketlenme, Bulgaristan’daki demokratik geleneklere dayanan ve Levski tarafından kurulan iç örgüt ağından güç alan bir eylemdir. Bu arada 19. yüzyılda biriken Bulgar deneyimini de göz ardı etmeyelim, ülkede riskli işlerden uzak durma taraftarı olan, belediyeler kurulmuştu, yerel idare organları çalışıyordu, yerel elit, iş adamları, büyük aileleri olan zenginler vardı. 1876’ya doğru Osmanlı İmparatorluğu iflas etmişti, Çerkezler yol kesiyor, kadınlara saldırıyor, har edip harman savuruyordu. Bu arada Levki ‘niç iç devrim örgütü, Bulgar Devrim Merkez Komitesi faaliyet gösteriyordu. Bunlar, ayaklanma fikrinin doğmasında ön koşuldu. Ayaklanma erken patladı, yayılamadı ve halk kitlelerini kucaklayamadı. Soru: Devletin ekonomik bakıma zayıf olması, her gün meydana gelen cinayetler, yatırımcıların tehdit edilmesi, olgunlaşan uluslararası durum gibi birçok paralel olay var. Ne ki, havariler ortalıkta görünmüyorlar! Yanıt: Durum son derece farklı olsa da, bugünle paralellikler dahi gösterilebilir. Bu örnekleri bilinçli olarak seçtim. Bazı faklı yanlar da var. Örneğin, IV. Devrim İlinde yaşam düzeyi çok yüksekti ve halkın durumu sabitti. Bunları Dostoyevski’nin “Anılarında” da bulabiliyoruz. O, Rus askerlerin Bulgaristan’a girdiğinde, düne kadar toprak kölesi olan kendilerinden çok daha zengin, çok daha ileri olan, gelişmiş yerli halk bulduklarını yazıyor. Bu paraleller her bir bi-


182

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

linci uyandırıyor. Şimdi ben, bugün her şey yağlı ballı demek istemiyorum. Öyle değil kuşkusuz. Gizli gerginlikler sistemsiz hoşnutsuzluklara neden olabilir. Görüyorsunuz işte, gönüllüler ve daha birçokları kendi başlarına hareket etmeye başladı. Tarih hakikatten hayat öğretmenidir. Nisan Ayaklanması gibi uzak bir geçmişte meydana geldiği gözle görülen bir olay bile, ciddi ciddi fikir yürütmemize vesile olabiliyor. 140. yıldönümün ulusal çapta işitilmemesi bu yüzden beni üzdü. Çünkü Nisan Ayaklanması olmasaydı Bulgar devleti olmayacaktı. Akademisyen K. Kosev’in son eserinde dediği gibi, Nisan Ayaklanması silahlı ve ruhsal olarak çarpışmayı kaybettiğimiz ama savaşı kazandığımız bir devrimdi. Olmasaydı, durum değişmeyecekti. Soru: O zamandan bilinmeyen başka deliler var mı? Yanıt: Gürgovo’da toplanan ve başarılı olmasına Rusya’nın büyük ölçüde engel olduğu (Graf İgnatiev bu denemenin suya düşürülmesi için emir göndermiştir) 1875 Ayaklanmasının başarısızlığından ders alan Bulgar havariler toplantılarında tutanak tutmamıştır. Zahari Stoyanov devrim illerinin 4 olduğunu yazıyor, fakat ayaklanmanın hazırlıklarına katılanlar 5. ilin Sofya ve Makedonya olduğunu anlattılar. Razlog’da da ayaklanıyorlar. Fakat her yerde meydana gelen olaylar aynıdır, evler yakılıyor, insanlar dağ kamplarına çıkarılıyor. Her şeyi öğrenebilmiş olmasak da, bu ayaklanmanın bir halkın isyanı olduğunu ve genelde Koca Balkanın iki yamacında serbest bölgeler oluşturmak amacıyla alevlendiğini gözlüyoruz. Ayaklanmayı anlatan Zahari Stoyanov’un 4. cildi yazarken, zamansız hayata gözleri yumması da, gerekli materyalleri toplanan Birinci Ayaklanma İli’nin de gereği gibi anlatılamamasına neden oldu. O yörede olanlar, önem bakımından Güney Bulgaristan’daki hareketlenme kadar önemlidir. Belki de, Ayaklanmanın Kiril ve Metodiy Bayramı olan 11 Mayıs gününde patlak vermesi planlanmıştı. Koprivştitza’da erken başlaması ön planları karıştırmıştır, fakat gelişen olaylar Doğu bunalımının daha da derinleşmesi ve Bulgaristan’ın bağımsızlığına kavuşması için yeterli olmuştur.


Makale ve Analizler - 2016

183

Siyaset, Hep Aynı Konular Etrafında Dolanıyor

BG-SAM-02.Mayıs.2016

Konu: HÖH partisini Bulgaristanlı Türk Müslümanların hak, özgürlük, adalet, demokrasi ve insan hakları mücadelesi kurdu gerçeği hala saklanıyor. Bulgaristan “Faktor” Gazetesinden alıntı: Eksper: HÖH partisini Andrey Lukavov kurdu. Anrey Lukanov’un öldürülmesini araştıran av. Stoyço Stoyçevski: “Bulgar gerçekliğindeki en düşman, kinci ve gammazcı Doğan’dır” dedi. Bulgar Ulusal Radyosu’na bir demeç veren güvenlik uzmanı av. Stoyço Stoyçevski birçok konuya değindi: Türkiye’nin Burgas Konsolosluğu görevlilerinden Uğur Emiroğulu’nun Bulgaristan’dan geri gönderilmesiyle ilgili, elimde kesin veriler olmasa da, bizdeki din görevlileri üzerinde baskı uyguladığı olasılığını “hesap dışı bırakmadığını” söyledi ve şöyle dedi: “Diplomatların geri çağrılması her devlette olağan işlemdir, bu nedenle Türkler de bunu normal bir olay olarak kabul etmelidirler. Bakan Mladenov (Bulgaristan Dışişleri Bakanı) genç ve entelektüel bir kişidir, özel makamlardan kendisine ilgili bilgi sunulmadan, benzer bir istekte bulunmaz.” Stoyçevski, Türkiye’nin Bulgaristan’ın İçişlerine karışıp karışmadığı sorunlarını incelemek üzere Halk Meclisi’nde komisyon kurulması olayını da yorumladı ve şöyle konuştu: “Bu, olayların kolektif sorumsuz bir komisyonda çözümsüz kalması denemesi olacaktır. Ben, Cumhurbaşkanlığı komisyonunun konumunu daha normal kabul edebilirim. Birçok çatlak sesli tarafından kötülense de Bulgar Cumhurbaşkanı saygıya değer bir dış siyaset izliyor. Ulusal çıkarlarımızı savunurken, ülkemiz hem Türkiye, hem de Rusya ile iyi ilişkiler yürütmek zorundadır.” “Bulgaristan’da kulis ardı düğüm bir türlü çözülemiyor. Kulis ardı aktörleri kaba yanlışlar yaptıkça, olaylar su yüzüne çıkıyor.” diyen ve bu arada eski Başbakanlardan Andrey Lukanov’un öldürülmesi olayını da araştıran güvenlik uzmanı, Ahmet Doğan hakkında “Bulgar gerçekliğinin en düşman, kindar ve gammazcı figürüdür” derken, Peevski’nin de “onun eseri olduğunu” vurguladı ve şöyle devam etti: “Seçimler arifesiydi, oy kullanılması gerektiğinde, o aşamada Bulgaristan Türklerini halktan koparmak için Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH - DPS) partisini, Bulgaristan Komünist Partisi (BK) Merkez


184

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Komitesi (MK) emriyle kurdurtan Andrey Lukanov’tur. O zaman Türklerin doğal olarak Komünist Partisi’nin karşısında duran güçlerle birlikte oy kullanması gerekiyordu. “Soya dönüş”ü ve birçok başka olayı biliyorsunuz. “Soya dönüş” sürecine başkaldırmış olan şerefli Türklerin hepsi bir gecede Bulgaristan sınırları dışına çıkarılmıştı. Böylece saha boşaltıldı. Ahmet Doğan örgüt lideri olarak sivrildi.” Güvenlik uzmanı radyo konuşmasının sonunda şöyle dedi: “Kiril Dobreev ile Rumen Petkov’tan oluşan “iki kanadı da kontrol eden” Georgi Pırvanov, Andrey Lukanov’un öldürülmesinin sonuçsuz kalmasına götürecek yargı sisteminde figürleri dizen siyasetçilerdir. Mirço Spasov’un oğlu Andrey Lukanov cinayetinin azmettiricisidir. Böyle bir kararın alınmasına gerekçe olarak ise, Lukanov’un Videnov hükümetini istifaya zorlayacak bir haberi açıklamak üzere olmasıdır.”

Değişmeyen Asimilasyon Siyaseti

BG-SAM-03.Mayıs.2016

Konu: Sorunların derin kökleri var. Bugün yaşamak zorunda kaldığımız olayların Birinci ve İkinci Dünya Savaşları yıllarından kalan ve günümüzde de yeşeren köklerine bakmak istiyorum. İkinci Dünya Savaşı’nda sırtını Hitler’ci Almanya’ya dayayan Bulgaristan Çarlığı Kuzeydoğu Yunanistan’ı , Güney Dobruca’yı ve Yugoslavya Makedonya’sının büyük kısmını ele geçirmişti. Balkan bölgeleri alevler içindeydi. Her şey vahşeti çığrıştırıyordu. Amerikalı yazar Mark Mazower “İşgal Avrupa’sında Nazi Yönetimi” başlıklı kitabında Bulgaristan’ın tavrını şöyle anlatıyor. S. 469. “Bulgarların işgal olarak sergilediği acımasızlıktaki davranışları da geçmişi hatırlatıyordu. Bulgarlar için de bu, esas Balkan Savaşları’na, 1904 Makedonya Mücadelesi’ne hatta daha da öncesine giden bölgesel mücadelelerin bir devamıydı.” Aslında Bulgaristan Mihver’i (Almanya, İtalya ve Japonya) tek bir nedenle destekliyordu: İlk kez 1878’de Rusların vaat ettiği Büyük Bulgaristan’ı kurmak. Nazi Almanya’sıyla kurdukları ortaklık onları bu hedefe olup olabileceğinden


Makale ve Analizler - 2016

185

daha fazla yaklaştırmıştı. Almanya’ya sağladıkları hayati hammaddelere ulaşma izni karşılığında Yugoslav Makedonya’sının ve Kosova’nın büyük bir bölümünü yönetmelerine izin verildi; 1942’den itibaren, Bulgarların ağır askeri varlığının zulmüne uğrayan Sırp mülkünün sessizce de facto ilhak ettikleri bölümünü denetlediler. Macarların aksine bu bölgeleri barış döneminde asla fiilen yönetmemişlerdi ve zihinlerindeki örnek Birinci Dünya Savaşı’nda bizzat uyguladıkları vahşi işgal siyasetiydi. Kuzey Yunanistan’da, 590 bin kişinin yaşadığı, 16 bin kilometre karelik alanı ilhak edip bölgeye “Ege Eyaletleri” adını verdiler. Burada izledikleri nüfus siyaseti eski Yugoslavya’dakinden daha çok kapsamlıydı. On yıllardır süren Helelenleştirme siyasetini tersine çevirerek birçok Yunanı bölgeden çıkarıp attılar. Bulgarcayı resmi dil yaptılar ve çoğunlukla iki dilli, olan köylü çocuklarını eğitmek için bölgeye Bulgar öğretmenler gönderdiler. Yunan şehri Drama’da bu uygulamalara karşı bir ayaklanma olduğunda,Bulgarlar yaklaşık 3 bin kişiyi öldürerek hareketi ezip geçtiler. Bulgar milliyetçilerini tercih etmeyi ret edenlere gölgede ayrılmak zorunda olduğu söylendi ve on binlerce Yunan ya sürüldü ya da Almanlar için çalışmak üzere Orta Avrupa’ya gönderildi. 1943’te yörenin Yahudi cemaatleri toplanarak “Treplinka” ve “Auschwitz”e gönderildiler. 1944’te bölgenin savaş önceki nüfusunun sadece yarısı kendi evlerinde yaşıyordu. O sıralarda toprak garantisi ve başka tavizlerle cezp edilen, tamamen yeni bir yönetici sınıf geldi. Bölgesel sömürgeleştirme yöneticileri, Yunan mülkünün kamulaştırılmasını ve on binlerce Bulgar’ın bölgeye yerleştirilmesini denetledi. O zaman Bulgar istila güçlerinin Yunan kilise ve manastırlarından 2 milyar Euro değerinde değerli dini eşya çaldığı da 2015 yılında Fener Patriği Vartelemon’un Sofya ziyareti esnasında ortaya çıktı. İşte böyle Bulgar asimilasyon siyasetinin derin köklerini yalnız ülkemizde yaşayan etnik dil ve din azınlık topluluklarına karşı uygulamakla kalmayıp, diğer halklara karşı da uyguladığı ve Avrupa Birliği var olmaya devam ettikçe bu siyaset köklerinin mutlaka sökülmesi, kurutulup yakılması ve tüm azınlıklara kaderlerini belirleme hakkı tanınması zamanı çoktan gelmiştir. İnsanları vatanlarından kovma ve vatandaşlıklarının değişik sözde yasal oyunlarla ellerinden alınması siyasetine kesinlikle son verilmelidir.


186

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bugün Köşklerde Yaşıyorlar

BG-SAM-03.Mayıs.2016

Konu: 1990’dan beri Cumhurbaşkanlarının hepsi Bulgaristan Türklerinin oylarıyla seçildi. HÖH Partisi Bulgar Demokrasisi Önünde Günahkardır. “Multigrup” Bulgaristan’ı HÖH Aracılıyla İdare Etti. HÖH Liderleri Sofya’ya Yün Çorap ve Sandalla Geldiler veGergi Markov - Temyiz Mahkemesinde Eski Yargıcı. Bulgar Temyiz Mahkemesi kıdemli yargılarından biri olan Georgi Markov, Demokratik Güçler Birliği (CDC) kurucularından olup 10 Kasım 1989’dan gübümüze kadar siyasi gelişmelere aktif katıldı. Keskin dili ve konumlarını ne pahasına olursa olsun sonuna kadar koruyan biri olarak bilinir. “PİK” ajansının G. Markov ile yaptığı söyleşinin konusu Seçim kanununda değişiklikler ve HÖH - DPS Partisi’nin şimdiki durumdaki konumudur. Soru: Sayın Markov, Bulgar Anayasasını en iyi bilen biri olarak, mecliste hazırlanan Seçim Yasası Değişikliklerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Yanıt: Birkaç ilkesel sorun var. Bir, Herkesin oy kullanması zorunlu kanunla yasaklandı. Anayasamızın dolaysız yargı hükmü olmadığından, Anayasamız vatandaşların oy kullanma hakkını bir mecburiyet olarak değil bir sübjektif hak olarak görüyor. Yasalar oy kullanmayana ceza ön görmediğine göre, zorunlu oy kullanmadan söz edilemez. Oy kullanmayı zorunlu hale getiren ülkelerde ceza kesiliyor, devlet görevi almak isteyenler belirli bir zaman içinde bunu yapamıyorlar. Avrupa’da bu artık moda olmaktan çıktı. Eskiden Bulgaristan’da bu uygulandı, fakat seçime katılanların oranı yükselmedi. Seçime katılmayanların seçim listelerinden silinmesi (çıkarılması) gülünçtür, çünkü hiç kimsenin seçime katılma hakkı elinden alınamaz. Anayasal bir haktır. Bu yaptırım da yumuşatıldı, çünkü listelerden ismi silinenler yeniden dilekçe verip seçime katılabilirler. Olay Anayasa Mahkemesi’ne götürülürse, vatandaşların seçim listelerinden çıkarılması maddesi, asla geçmez. Kuşkusuz Bulgaristan seçmenin seçime katılma aktifliğinin yükseltilmesi gerekiyor, çünkü 1990’da yapılan ilk demokratik seçimde katılım oranı % 90 iken bugün % 50’nin altına düşmüştür. Çünkü 26 yıl önce vatandaşlarımız maça, sinemaya ya da mantar toplamaya gideceklerine, oturup meclisteki tartışmaları izliyorlardı. Herkes siyasetten ilgileniyordu. Bugün artık “milletvekili” anlamsız bir kavram oldu. 1990’larda siyasette fikir kaynıyordu ve her şey ilgi çekiciydi. O yıllarda meydanlardaydık. “Kartal Köprü”deki büyük mitingi hatırlayınız, o mitingde konuşma yapanlardan birinin


Makale ve Analizler - 2016

187

ağzından “seçime katılma zorunludur,” sözü çıktı mı? Birisi bunu söyleseydi, kartalların birinin gagasına asılırdı. O zaman Vatan Cephesi (OF) bültenleriyle zorunlu oy kullanmaktan herkes bıkmıştı ve hür oy kullanma hakkına kavuşmuşlardı. Seçim yasasının daha iyi bir duruma getirilmesi için farklı ve yeni bir şeyler bulunması gerekiyor. Örnekler verebilir misiniz? Benim için en iyi örnek majoriter (çoğulcu) seçimdir. Bulgar parlamentosundaki milletvekillerinden 120’si (yarısı) çoğulcu (en fazla oy alan) sisteme göre seçilmelidir. İnsanlar kime oy verdiklerini, kimi seçtiklerini bilmelidirler. Şahsiyet öne çıkmalıdır. 1990’da Büyük Millet Meclisi’nin karma seçim sistemine göre seçmiştik, yapılan doğruydu. İyi sonuç alındı. Almanya ve Macaristan’da halen uygulanan sistem budur. Bizde, GERB partisi dışında partilerin hepsi karma sistemden korkuyorlar. Bu sistemin büyük partilere öncelik ve ayrıcalıklar getirdiği doğrudur ve uygulandığında GERB mecliste tek başına çoğunluk sağlamış olur. Sorun nedir? Gizem parlamenter demokraside gizlidir. Güçlü hükümet olması için güçlü meclis çoğunluğu olması gerekir. Dostum Boyko Borisov, aynı zamanda hem Başbakan hem de milletvekili olmak zorunda. Adalet sisteminde reform yapılması, Türkiye ve Rusya’nın Bulgaristan’ın İçişlerine karışıp karışmadığı konusunda komisyon toplarken ya da şimdi seçim yasasında değişikler yapılması için kapıdan kapıya çalması ve taraflarla müzakere etmesi gerekiyor. Soru: Son dönemde herkes GERB’e karşı dalgası yükseliyor. Bu ansızın bir gelişme midir? Yanıt: Hayır. Herkes GERB’e karşı dalgasını daha Kostenbrot olayında gördük. (O zaman bu şehirdeki matbaada 35 bin oy bulunmuştu.) Ben bugün biraz neşeliyim, çünkü Borisov’un son mülakatına kulak verdim ve benim yıllardan beri tekrar ettiğim ve bir gerçek olan, Güçlü Bulgaristan Partisi’nin (DCB) Bulgaristan Sosyalist Partisi’nin (BCP) partneri olduğunu anladığını algıladım. Bundan sonra Başbakan Borisov’un onlara avanta ve devlet görevi vermeyeceğine inanmak istiyorum. Çünkü o onları yalnız % 1 toplumsal destek almalarına rağmen iktidara aldı. Oysa, bu parti Sosyalist Parti ile birlikte verilen gensoruda Boyko Borisov’un birinci hükümetine karşı oy kullanmıştı. Onlar, Bulgaristan demokratik güçlerinden seçilen ve hala sağ olan Cumhurbaşkanı Petır Stoyanov’un Anayasa Mahkemesi’ne alınması yolunu kestiler. Onlar onu küçük düşürdüler. Bugün aynı güçler iktidar çanağından yerken, bir de muhalefetiz diyorlar. Soru: Bugün Cumhurbaşkanı sırtına hançer sapladıklarını itiraf etti...


188

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Yanıt: Onun bu sonuca varmasına çok sevindim. Ben GERB partisi sempati duyuyorum, fakat onlarla ortaklık yapılmasına karşıydım. Ben yeni seçim olmasını istiyorum, hem de art arda birkaç seçimde maskelerinin düşmesinden ve gerçek yüzlerinin görülmesinden yanayım. Yekpare meclis çoğunlu sağlanmalıdır. Son 26 yılda Bulgaristan’da koalisyon hükümetlerinden iyilik gören olmamıştır. Vaktiyle Çar Simeon, “koalisyon iyidir, taş düşerse herkesin başına düşsün” diyordu. Yıllar taşların yalnız onun başına düştüğünü gösterdi. 2 milyon tarafından desteklenirken, elinde 2 sıfır kaldı. Ben geçen hafta HÖH - DPS Kurultayını izledim. Bu kişiler devletimizde istikrar unsuru olarak kendilerine yer yaptılar.Aslında Bulgaristan’da istikrar sağlayan faktör olarak yalnız Borisov’u görmek zorundayım, çünkü bizdeki işlerin ülkede, Balkanlarda ve Avrupa’da istikrarlı olduğunu göstermek için 20 partiyi yönetim koltuğuna oturtmuştur. Diğer ülkelerdeki durum gün gibi ortada: Sırbistan’da seçim, Makedonya’da seçim, Romanya’nın siyasi geleceği tamamen karanlık, Yunanistan çok ağır bir mali bunalımda didiniyor, Türkiyeyi konu etmeyelim. Sorun: Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH - DPS), Ulusal Özgürlük ve Şeref Partisi (UÖŞP) ve Demokrasi, Özgürlük, Sorumluluk ve Hoşgörü Partisi (DOST) gibi 3 etnik partinin Bulgaristan politikasına direk olarak katılmasını nasıl yorumluyorsunuz? Yanıt: Bulgar siyasi yaşamındaki etnik partilerin 3 olduğu bir gerçektir. Bulgar seçim yasasındaki değişikliklerin bu partilere anti-Bulgar siyaseti yürütme olanağı vermeyeceğine inanmak istiyorum. Soru: Fakat bu üç partiden birinin lideri olan Lütfü Mestan Bulgar milletvekillerine “faşist” dedi. Yanıt: Evet, biz işleri o boyuta getirdik ki, etnik partiler bize “faşist” diyebiliyorlar. Bu, yeni-liberalizmin son meyvesidir. Şu dönem bu yeni-liberalizm Avrupa’yı da allak bullak edip çökertiyor. Avrupa hukuk dü-zeni delindi. Shengen kuralları, Dıblin Antlaşması darmaduman edildi, ulusal egemenlikler ve anayasalar çiğnendi. Avrupalı yeni-liberaller Viktor Orban’a (Macaristan yöneticisi) da faşist dediler. Bu bakıma Lütfü Mestan’ın bize “faşist” demesinde şaşılacak bir şey görmüyorum. Onun yönettiği parti Sofya’dan 1000 oy alamadı, 3 defa oy almadan, Başkent’te temsil edildi, makam aldı. Bu parti ve onun kalıntıları Bulgaristan’ı gelişim yolundan 3 kez çevirdi. Birinci kez, bilinen demokrat ve meclis başkanı Stefan Savov görevinden alındı. O yıllar “Multigrub”un “Bistritsa” semtinden HÖH - DPS eliyle ülkeyi yönettiği karışıklıklar yıllarıydı.


Makale ve Analizler - 2016

189

İkinci olay, ülkemizi 1 yılda 100 yıl geri çeviren Oreşarski hükümeti zamanında yaşandı. Oreşarski ülkemizi uluslararası tecrit duruma düşürdü. 1 yılda yalnız Viyetnam’ı ziyaret etti. Fakat bütün bunlardan sorumlu olan biz kendimiz. Pek tabii, ben HÖH - DPS partisinin kendi oy tabanı olduğunu ret etmiyorum, fakat son 26 yılda biz onlara Bulgaristan’ı yönetmeleri için görev süresi tanıdık. Ben, Büyük Millet Meclisi’nde vekildim. Onların meclise yün çorapla ve ütüsüz pantolonla geldiği günleri hatırlıyorum. Şimdi zengin oldular, bazıları Sofya’nın en iyi semtlerini hemen keşfettiler, konaklar diktiler. Biz HÖH - DPS’ye her şeyimizi verdik, fakat sonuç nedir: “Besle köpeği havlasın!” Bu bir Bulgar atasözüdür. HÖH - DPS partisinin Bulgar demokrasisi karşısında günahları var. Soru: Cumhurbaşkanı seçimleri yaklaşiıyor. Bulgarlar sandık başına giderken neyi unutmamalıdır? Yanıt: Bulgar seçmen, soğan başı için değil, devlet başı için seçime gittiğini unutmamalıdır. Cumhurbaşkanımızın kim olması gerektiğini, Avrupa’da olup bitenler ışığında tartışmaya ve yorumlamaya başlamalı, bu konuda düşünmelidir. Ben, seçim yasası tartışmalarına kendilerini kaptıran milletvekillerimiz, şu an Avusturya’da iktidarda bulunan partinin son seçimde Özgürlükler Partisi’nden ağır bir tokat yediğini görmezlikten gelmesinler. Avrupa’nın İslamlaşmasına karşı Orta Avrupa’da Çek, Macar, Sloven, Hırvat, Slovak, Baltık cumhuriyetlerinde yükselen bir hareketlenme var ve bu açıdan olmak üzere, biz Bulgaristan vatandaşları nasıl bir Bulgaristan devlet başkanı seçeceğimizi iyi değerlendirmek zorundayız. Seçilecek olan Cumhurbaşkanı aynı zamanda ordumuzun da başkomutanı olacağından, bizi dış dünyada temsil edecek kişi olacağı için yumruğunu masaya vurup “biz sığınmacı istemiyoruz” ve “daha yüksek sınır duvarı kuracağız” diyebilecek birisi olmalıdır.


190

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Hayırlı Kandiller!

BG-SAM-04.Mayıs.2016

Allah’ın daveti üzerine peygamberimiz bir gece melekler tarafından mekkeden kudüse götürülmüstür. Burada cebrail ile birlikte bütün gökleri asarak “sidretül münteha” denilen makama yükselmiş ve Allah ile görüşmüştür. Bu yolculugun Mekke’den Kudüs’e kadar olan bölümüneisra Kudüs’ten Allah ile görüşmesine kadar ise Miraç denir. Bu görüsmede Peygamber Efendimiz (sav)’e ümmet’i için vakit namaz ve Miraç

hediye edilmiştir. Hayırlı Kandiller!

Tarihsel Millyetçilik Örnekleri

E. Moskova Büyükelçisi İlyan Vasilev-04.Mayıs.2016

yok.

Konu: Jivkov’suz ama Jivkov gibi. Değişen bir şey

Yazan: Bulgaristan’ın eski Moskova Büyükelçisi İlyan Vasilev. Todor Jivkov ruhunun varisleri, Bulgarların Türkiye’yi ve İslam’ı ret etme ve aynı işgüzarlıkla bu kuşkuyu Bulgaristan Türkleri üzerine taşıma derin içgüdüsüyle ilgi ne kadar gerçekçi bir tez oluşturmaya çalışırlarsa çalışsınlar, bunların tümü Bulgarlar ve Bulgaristan konusunda Todor Jivkov’un yaptıklarından hiç de daha az tehlikeli ve küstah değildir. Eski diktatörün planlarının sonuna kadar yerine getirilmesi ve tarihin yeniden yazılması ve böylelikle onun 500 bin Bulgaristan Türkünü baba


Makale ve Analizler - 2016

191

ocağından zorla söküp memleketten kovmasının haklı çıkarılmayı hedefleyen çabaları gün gibi ortadadır. Bu konuda yalan dolan işlerinin daha da düğümlenmesini önlemek amacıyla önce şunları hatırlamamız iyi olur: “Soya Dönüş” süreci baştan başa Todor Jivkov önderliğindeki Bulgaristan Komünist Partisi (BKP) yönetiminin bir eylemi olarak düşünüldü ve gerçekleştirildi. Bu yapılırken, parti organları, ordu, İçişleri Bakanlığı (MVR) ve devlet güvenliği (DS) de aralarında değişik milis amirlikleri, savcılık, mahkeme ve medya vb angaje edilip harekete geçirildi, fakat bütün sorumluluk parti yönetiminindir. “Soya Dönüş” süreci mimarları ve bu caniliği icra edenler 1989’dan sonra da kurbanlarını vatanlarından kovma sürecine ara vermediler. Türklerden sonra, ülkemizdeki sığınmacılar da kovuldu. Onların kovulma nedeni ise “soya dönüş” sürecinde ülkede Türklere karşı işlenen suçların tanıklarının yok edilmesiydi. Bu, bir de hatırlayanlar ile hoşnutsuzların olmadığı bir ortamda yönetme konforu sağlamak için yapıldı. Onlar, bugün de bizi paniklemelerinin sınırlarıyla ve demokrasi korkularıyla meşgul etmeye çalışıyor. Milliyetçilikle oynayarak, Avrupa Birliği (AB), Türkiye, Birleşik Amerika ve Kanada’daki bir milyondan fazla Bulgaristan vatandaşını Bulgar vatandaşlığından men etmek (yoksun bırakmak) istiyorlar. Reel sorunlarımız derinleşmeye devam ederken onlar sanal bir sorun yaratmaya çalışıyorlar. Sofya meclisinin dün olduğu gibi bugün de oy kullanma hakkı olan, ama ekonomik ve siyasi nedenlerle memleketimizden kovulan göçmenlerinarasında mantıksal bağımlık vardır. Hem ekonomik hem de siyasi nedenlerle memleketimizden kovulan bu 2 grubun ikisi de gereksizdir ve yönetim modeline engel olmaktadır. Şunu da özellikle belirtmek istiyorum: “Soya Dönüş” süreci, Bulgar ulusal güvenliğine onatılması imkansız darbeler vuran, Todor Jivkov rejiminin Bulgaristan’da işlediği asla af edilemez suçlardan en ağı olanıydı ve öyle olmaya devam ediyor. Birçok yara açıldı ve bunlar savmıyor, üstüne kimileri tırnaklanmaya devam ediyor. Osmanlıdan ayrılmamızdan sonraki bütün tarihimiz boyunca, hiç bir zaman uluslararası ilişkilerde sorun yaşamamıştık. Süpürülmüş bir yolda, hiç bir gerek olmaksızın, derin ve uzun vadeli bir stratejik imajla içten ve dıştan empoze edilen bir düşünceyi sıvazlamak için- ülke içinde Bulgaristan’daki etnik azınlıklarla birlikte, bir de Bulgaristan ve Türkiye arasında sistemli ve sabit bir gerginliği aşılayabilmek için, Bulgaristan Müslümanlarının isimleri değiştirilmişti. 1989’da ve o günden bugüne kadar olanla-


192

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

rın özü budur.Todor Jivkov’un strateji uzmanları, yalakaları eski dogmanın yeni baskısını pazara sürüyorlar. Bir kuyruklu yalan ve büyük bir baskıyla topluma suni aşı yaptırılarak dayatılan “Soya Dönüş” sürecini Todor Jivkov hemen kabul edip zorla uygulatmıştı. O, etnikler arası bütünleşmenin başarılı bir modeli olan, birçok Bulgaristanlı Türklün ulusal aydın ordusuna ve Bulgaristan profesyonel elit tabakasına katılmış olmaktan duyduğu gururu, Bulgaristan’ı Vatan olarak kabullenmiş olma duygusunu ve Avrupa Bulgaristan’ında yaşamayı olağanüstü büyük bir değer olarak kabul etmiş olmasını bir çırpıda yok etti. Aslında bizde tam ve kesin etnik güvence vardı. Türkiye siyasetindeki değişiklikler ve aşırı İslam’ın tüm versiyonları bizi ilgilendirmez ve etkilemez olmuştu. Ve bunları totaliter bir devlette yaşamamıza rağmen yapabilmiştik. 1060’larda, 1970’lerde ve 1980’lerde yaşamış olan her birimiz bunu kanıtlayabiliriz. İsimleri değiştirerek ve “Soya Dönüş” siyasetiyle cini şişeden çıkardık ve terörist eylemler, toplumun parçalanması, etnikler arasında husumet gibi sorunlar ortaya çıktı. Tam olarak bugün Başbakan Boyko Borisov’un yaptığı gibi, Todor Jivkov da, güncel yönetimindekisorunlarından dikkatleri başka yöne çevirebilmek için, bir de iç ve dış muhalefetten milliyetçilik silahını çalarak, milliyetçilik kazanını karıştırmaya başlamıştı. Başka yapacakları bir şey kalmayınca, daha önce olduğu gibi şimdi de Todor Jivkov yandaşları iç ve dış düşman kalıplarını çıkarıp pazara sürüyorlar. Seçim Kanunu ve daha genel bir planda demokrasi sorunlarının hiç birini çözmeyecek olan şimdiki ilkel milliyetçi histeri, bu arada başımıza daha kalıcı ve daha uzun süreli sorunlar da sarabilir. Meclis gücü kullanmak da bu arada, kaba kuvvet kullanarak, var olmayan problemler başta olmak üzere, karmaşık sorunların hiç biri gerçek çözüm bulamaz. Ulusal ülkümüzü savunmamız ve global dünyada ulusumuzu daha ileri götürüp güçlendirmek başka şey, çağdaş Putinizmi kurallarına tamı tamına uyarak, ulusal onurumuza temel olan gerçek başarılara emsal ararken zaman yitirmemiz bir başka şeydir. Bulgaristan Türkleri ve Müslümanların “normal” Bulgar partilerini kendi partileri olarak kabul etmemelerinden, ve “Geçiş Dönemi” boyuncaBulgaristan Türklerini temsil etmesi için Hak ve Özgürlükler Partisi (HÖH - DPS) ve şahsen Ahmet Doğan’a olağanüstü haklar tanımamızdan sorumlu olan kimdir? Sözde Recep Tayyip Erdoğan’ın izlediği siyasete karşıyız, ama biz onun yolunca yürüyoruz. O Kürkler üzerindeki hâkimiyetini güç kullanarak dayatıyor ve bugün Türkiye alevler içindedir. Bizde istediğimiz de bu mudur?Erdoğan’ın Türkiye’yi İslamlaştırma ve Avrupa’dan uzaklaştırma siyaseti başka şey, sığınmacılar politikası başka bir şey, üçüncü olarak burkalar, İslam kökten dinciliği ise


Makale ve Analizler - 2016

193

bambaşka bir şey, dördüncü de Bulgaristan’da ve komşu ülkelerdeki Türklerimiz başka bir şeydir. Bunların birbirine karıştırılması özü anlamamızı ve Avrupa’ya yakışır çözüm bulmamızı güçleştiriyor.Seçim Kanunu’nda değişiklikler yaparak, Erdoğan veya resmi Türkiye’nin bizdeki etkisini sınırlandırabileceğimizi iddia ederek bizi en aptal bir şekilde yalandırmak istiyorsa, sorun biz aldatılanların sorunudur. Çok basit milliyetçilerin bizi olmayan düşmanlarla olmayan çarpışmalara “burnumuzdan yetmelerine” olanak vermiş oluyoruz, çünkü onlar önemli kişiler olduklarını yalnız ve ancak bizi korkutarak hayal edebilirler. Sığınmacı konvoylarını durduran Bulgaristan ve AB siyasetçilerinin Türkiye ile işbirliğidir. Sığınmacı gerginliğinin azalması bazıların rahatını kaçırdı, bizi eski ilişkilerin ve bağımlılıkların tuzağına düşürüp, Türkiye ile yeni gerginlik yaşatmaya çalışıyorlar. Bizim ülkemizdeki dini sorunlara başkalarının dışarıdan müdahale etmesini istemiyorsak, Bulgaristan Müslümanlarının din eğitimine ve hazırlıklarına kendimiz yatırım yapmak zorundayız.Sorunlarımıza aradığımız yanıtlar bizim kendimizdedir ve hepsi ilkel milliyetçiliğin dışındadır.Gerçek yurtseverler etrafa düşman ve kuşku toplamazlar.

Normal Bir Devlette HÖH - DPS Olamaz!

Prof. Dr. Mihail İvanov-04.Mayıs.2016

Konu: Bulgaristan Türkleri totaliter rejim koşullarında yaşıyor. Yazar: Prof. Mihail İvanov. İvanov kimdir? 1990 -1997 yılları arasında Cumhurbaşkanı Jelü Jelev’ın ulusal-etnik sorunlar danışmanlığını yaptı. 2001 -2005 yılları arasında Bulgaristan Bakanlar Kurulu’na bağlı Etnik ve Demografi Sorunları Ulusal Konseyi başkanıdır. Halen Yani Bulgar Üniversitesi’nde “Etnik Siyaset”, “Azınlıkların Uluslararası Hukuksal Savunması”, “Balkan Devletleri Azınlıklar Politikası”, “Etnik Güvenlik” ve “Bulgar Etnik Modelleri” derslerini okuyor. ***


194

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Soru: Prof. Mihaylov Bulgaristanlı Türki ve Müslümanların daha büyük kısmı her zaman oylarını HÖH - DPS için mi atacaklar? Yanıt: Bu bir tartışma konusu olabilir. Tek sözlü cevabı “Hayır”dır. Her şey doğan gelişir ve yok olur. HÖH - DPS’nin Bulgar siyasi yaşamındaki rolü ne kadar azalırsa, toplum o kadar normalleşecektir. O zaman Türkler ve Pomaklar başka partilerin de hükümette onların çıkarlarını koruduğunu görebileceklerdir. Bu yaklaşım hayat gücü bulmalıdır. Soru: Tüm diğer partilerimizden çok farkı olduğu için, bir HÖH - DPS partisine biraz da bir fenomen olarak bakmak zorunda değil miyiz? Yanıt: Birçok kişi “Bulgar Etnik Modeli” özünün Bulgaristan Türklerinin siyasi yaşamda HÖH - DPS partisiyle temsil edilmesinde görmekle yanılgıya düşüyorlar. 1992’de dış ülkelerde yaşayanlar bizde işlerin normal geliştiğini gördüklerinde, Batımızda savaş olurken, bizde gerginlik olmadığını görünce, Bulgarların kendi etnik sorunlarını özgün bir modelle çözdüklerini uluslararası arenada dile getirmeye başladılar. Fakat ben bizim modelimizin emsalsizliğine inanmıyorum. Başka yerlerde de etnik partiler var. Örneğin Belçika’ya bir göz atalım. Orada Flamanların etnik partisi ayrılık istiyor. Romanya’da da Romanların etnik partisi var. Soru: Ülkemizde resmen hiç bir kimsenin HÖH - DPS partisi ile işi olmasını isteyen tek kişi yokken, nasıl oldu da 1990’lı yıllarda bir olumlu model olan HÖH-DPD günümüze kadar ayakta kaldı? Hatta ben burada bazı Bulgar siyasetçilerin sıkça kullandıkları “Bulgaristan’ın laneti” demek istemiyorum! Yanıt: Bu değimi İvan Kostov kullanıyor. Fakat doğru değil. Anlam açıklaması, HÖH - DPS’nin katıldığı idare biçiminin Bulgaristan’ın laneti olmalıdır. O zaman bu kavram büyük gerginlik yaratmıştı. Çünkü Türklerimizden daha fazları isteseler de istemeseler de HÖH DPS ile aynılaştırılıyorlar. O zaman “Biz Bulgaristan’ın lanetlileriyiz” ortaya çıkmış oluyor. Soruyu şöyle de sorabiliriz. Herkes HÖH - DPS’yi neden olumsuz olanla, kötü bir şeyle bağlayıveriyor? HÖH bire etnik parti olarak kurulmuştur. Adı da: Bulgaristan Türk ve Müslümanlarının Hak ve Özgürlükleri Partisidir. 04 Ocak 1990’da Varna’da, daha sonra parti başkan yardımcısı seçilen ve Ulusal Uzlaşma Komisyonu üyesi de olan Emin Hamdi’nin evinde toplananlar partiye bu adı vermiştir. Ben kendisinden “Hamdi, neden parçalanıyorsunuz?” diye sorduğumda şu yanıtı aldım: “Biz sizden ayrılmıyoruz. Biz sizden ayrılmayacağız. Biz her zaman sizinle beraber olacağız.” Bu doyurucu bir cevaptı: “Fakat biz Bulgarlarla aynı partide buluşsak sorunlarımıza cevap bulabileceğimize inan-


Makale ve Analizler - 2016

195

mıyoruz.” dedi. Demek oluyor ki formül etniktir. Gitgide ve Ahmet Doğan’ın da etkisi altında kalan birçok Bulgar partimize katıldılar. HÖH - DPS partisinin program belgelerinde biz birçok genel ulusal sorunu yalnız etnik açıdan ele almıyoruz. Parti yönetiminde ve meclis grubunda birçok Bulgar vekil var. Soru: Kullandığım değim için peşinen özür dileyerek soruyorum. HÖH - DPS birçok tanınmış Bulgar kabadayıyı da saflarına aldı. İnsanlar olayı böyle görüyor. Yanıt: İlk zamanlar HÖH partisine giren Bulgarların hepsi kaba dayı değildi. Örneğin Miroslav Dırmov hakkında kabadayı diyemem. Zamanın geçmesiyle HÖH - DPS içindeki Bulgarlar bu partide işleri, kişisel yükselişleri için olanak gördüler. Çoğunluk olan budur. Daha sonra, Ahmet Doğan ile değişiklerle doğan iş adamları arasında sıkı bir yakınlık belirdi. Benim tezime göre, 1989’da meydana gelen değişiklikler sonucunda komünist partisinin yönetiminde ve aynı kişilerin ya da onların akrabalarının ekonomik erkinde bazı değişiklikler oldu. Para ile iktidar olalım ve iktidardan para yapalım formülüyle daha değişiklerin başlamasıyla HÖH - DPSMultigrup bağlamının bir oligarşi erke dönüştüğünü gördük. HÖH - DPS partisi Başbakan Lüben Berov’un hükümeti süresini ele geçirince Bakanlar kurulunda en önemli görevlere Multigrup adamlarının atandığını görebildik. Bu gelişmeler, özellikle de HÖH - DPS Başbakan Simeyon Saks Kuborg-gotski hükümetine katılmasıyla hız aldı. Luçano’nun Spor Bakanı olması için Ahmet Doğan’ın Saks Koburg-gotski ile verdiği mücadeleyi unutmamışınızdır. Kanun değişikliği yapıldı, Doğan dayattı. Sonuçlarını şimdi görebiliyoruz: Spor lotaryası Spor Bakanlığına bağlıydı. Loto-toto kurumu İrina Krısteva’nın emrindeydi. Kristeva, Peevski’nin anasıdır. Ve biz bugün Peevski hakkında KİM diyoruz. Bu tümör böyle oluştu. Ve şimdi gelelim sizin “İnsanlar HÖH - DPS’yi neden sevmiyorlar?” sorunuza: - Çünkü kimse Türklerin bir az daha iyi yaşaması için mücadele veren bir parti görmüyor. Ve partinin üyelerine “hırsız” diyorlar. Soru: Siz çok uzun bir süredir bu süreçleri inceliyorsunuz. HÖH üyeleri tarafından seçiler milletvekillerinden hepsine “Siz hırsızsınız!” dendiğine göre, partili seçmenler bu olaya nasıl bakıyorlar? Yanıt: Hayır. Seçmenler, biz “hırsızsınız” dediğimizde bunu parti yönetimi için söylediğimizi biliyorlar. Toplumda oligarh, nomaklatür ve seçmen arasında ayrım yapılıyor. Seçmen tereddütlüdür. Seçmen kendisine el uzatan siyasetçinin samimi olmasını istiyor. Samimiyet arıyor.Seçmenler sosyal olarak partiye bağlı


196

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

olduklarından da endişelidir. Onlar, bir yakınını belediyede bir işe tayin ettirmek, ormandan odun kesmek ya da köyde bir market açmak için HÖH - DPS teşkilatından bağımlı olduklarını biliyorlar. Bu bağımlılık onlara partiye boyun eğdiriyor. Bu totalitarizmin uzantılarından biridir. Her belediyede Hak ve Özgürlükler Hareketi bir totaliter güç olarak egemen durumdadır. Soru: Bu insanlar için herhangi bir önemli değişiklik olmadığını ve onların 1989 öncesi yaşadıkları gibi yaşamaya devam ettiklerini söylersek yanlık olmaz değil mi? Yani onların bir tek partisi var ve bu onları tek sosyal asansörüdür. Yanıt: Eskiye kıyasla şimdi çok daha kötü yaşadıklarını söyleyenler de var. 1992’de Kuzey Doğu Bulgaristan’da büyük göçten sonra Türklerin sorunlarıyla ilgili bir inceleme ekibine katıldım. Tükler ile,göç esnasında onların evlerini ucuz fiyattan kapatanlar ve evlerine girenler arasında büyük bir gerginlik yaşanıyordu. Cumhurbaşkanı Jelev’in danışmanıydım. Yerel Müslüman okulunda toplanmıştır. Tıklım tıklım doluydu. Çocuklarını okula gönderecek paraları yoktu. Sonra yine gurbetçilik başladı. Para için dış ülkelere çıktılar. Fakat bugün de Pomak ve Türk nüfusun daha büyük kısmı totaliter rejim koşullarında yaşamaya devam ediyor. Onlar yukarıda olan ve onları idare eden şahısları sevmiyorlar, onlardan nefret ediyorlar. Soru: Ahmet Doğan’dan sonra HÖH - DPS olabilir mi? Yanıt: Ahmet Doğan’dan sonra HÖH olamaz, çünkü HÖH partisi değişmiyor. Bu piramidal bir örgüt olup, tek kişi tarafından yönetiliyor. Piramidin tepesinde parti yıldızı yanıyor. Bu yıldız halka aydınlık vermiyor. Mutlaka sönmelidir, sönecektir.


Makale ve Analizler - 2016

197

Doğan’ın Lise Diploması Yokmuş

Osman Bülbül-04.Mayıs.2016

Konu: Öğretmenler gerçekleri anlatıyor. Halkın ağzı büzülmez. Ahmet Doğan’ın öğretmeni Dobrin Popov anlatıyor: Ahmet Doğan’ın lise diploması yok. “Beloslav” Teknik Okulunda öğretmen Dobrin Popovona lise diplomasını devlet güvenlik polisi “DS” verdi, diyor. Bu bilgiler Ahmet Doğan dosyalarında yok. Ahmet Doğan lise bitirmedi. Bunları, 1970 - 1971ders yılında “Beloslav” Teknik okulunda Ahmet Doğan’ın sınıf öğretmeni olan halen emekli öğretmen Dobrin Popov paylaşıyor. O zaman “Beloslav” cam işleme teknik okuluna beden eğitimi öğretmeni olarak atanan ve Ahmet’in de kayıtlı olduğu, II. “A” sınıfa sınıf hocası olan Dobrin Popov şöyle devam ediyor: “Onu hatırlamakta güçlük çekiyorum. Fakat bu parti liderinin çok disiplinli ve çok iyi bir öğrenci olduğu ve teknik okulu Çok İyi “5” ile bitirdiğini yazmaları dikkatimi çekti. Doğan hakkında anlatılanlar benim bu okula tayin edilmemle aynı zamana rastladığından, o yıllarda tutuğu not defterini bulup açmış. Defterime şunları kaydetmişim: Tehnik Okulun II. “A” sınıfında 1970 - 71 ders yılında Ahmet isminde bir öğrencim var, Beloslav doğumludur. Okula kaydı 1969 - 70 ders yılında yapılmıştır. O yıllarda Rusça öğretmeni olan ve artık aramızda olmayan Vasil Milev’in dersinden zayıfı (2) olduğu için sınıfı geçememiş ve güze kalmıştır. İkinci sene onun sınıf hocası benim olmam gerekiyordu. 17 Aralık 1971 tarihinde şunları not etmişim: “Ahmet okuldan ayrıldı. İkinci sınıfı bitirmemiştir.” 29 Mart 1972’de Doğan 18 yaşına bastı. O zaman onun yalnız ilköğrenimi vardı. Şu noktaya lütfen dikkat ediniz: “Doğan Şumen Üniversitesine kaydını, ayak basmadığı Provadı “Tarım Ekonomisi Teknik Okulu” Diploması ile yaptırmıştır. Yüzde yüz eminin, onun gösterdiği Diploma sahtedir.” Sınıf öğretmeni Popov, şahitler hala ayaktayken Doğan gibilerin kendi otobiyografilerine baştan sona yalan yanlış ve tamamen sahte yazabilmelerine şaşıyor. Öğretmen Popov şunları da paylaştı:


198

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“Beloslav’da” eşimin evinin karşısında Ahmet ile aynı sırada oturmuş bir genç vardı. Bir hafta önce köye gitti ve ona “Vanko ben artık yaşlandım, unutmaya başladım, bana Ahmet hakkında bir şeyler anlatır mısın! Üzerinden 30 yıl geçti, bazı şeyleri unutmuşum!” dedim. Vanko’nun bana verdiği cevap şu oldu: “Bay Popov bana bir şey sorma, onun hakkında konuşmam yasaklandı. Birkaç yıl önce aynı sınıfta okuyan öğrenciler 40 yıl sonra toplanıp, kim nerelere varmış diye sohbet etmek istemişler. Ahmet Doğan’ı da davet etmişler. Fakat o gelmemiş. Doğan’ın sınıf öğretmenine göre saklanması mümkün olmayan gerçekler var hayatta ve o, öğrencisi ile ilgili gerçekleri yüzde yğüz açıklamakta kararlı görünüyor.” Doğan’ın Dosyasında da yer aldığına göre, bugünkü parti ve devlet liderinin 1976’da Şumen Yüksek Pedagoji Enstitüsüne öğrenci olarak yazılabilmesinde Naço Papazov’un olağanüstü yardımları olduğu biliniyor. O yıllarda artık Ahmet Doğan “Sergey” takma adıyla Bulgar istihbaratı tarafından ajan olarak ele geçirilmiştir. Sofya Üniversitesinde Felsefe Okumak istemiş, ama sınavları verememiştir. Doğan’la bağlantı halinde olan gizli polis subayı Stoykov “muhbirini” yüksek okula kaydettirmeye karar veriyor ve bunu yapıyor. Bu kayıt yapılırken Ahmet’in sınavlarda aldığı notların önemi yoktur. Bu işte o yıllarda Bulgaristan Komünist Partisi Şumen İl Örgütü Birinci Sekreteri Vaçkov ile yine aynı dönemde Bulgaristan Halk Cumhuriyeti’dene Yüksek Öğrenim Kurumlarının hepsinden sorumlu olan Naço Papazov’un ısrar etmesi sonuç belirleyici rol oynamıştır. Emekli öğretmen Popov halen Razgrat’ta oturuyor.

Mayıs, Direnişlerimizin Ayıdır

Rafet Ulutürk-06.Mayıs.2016

Konu: Gelenek sistemimizi oluşturamadık 1989, Bulgaristan Türklerinin Zafer Yıldır. Bu Mayıs ayı ise Mücadelemizin Doruk noktasına ulaştığı aydır. Tarihimizde uzanıp tutabildiğimiz en yüksek yıldızdır 1989 Mayıs Ayaklanmamız. Bir ayaklanmayı anlayabilmek ve anlatabilmek için kitap okumak yeterli olmaz. Çünkü dünya tarihinde planlı ayaklanma olmamıştır.


Makale ve Analizler - 2016

199

1989 Mayısında biz de kitaba deftere göre ayaklanmadık. Zaten hareketlenen kitlemizin yarıdan fazlası okur yazar değildi. Biz Bulgaristanlı Türkler Bulgarlardan tam 113 yıl son ayaklanabildik. Onlar 1837 yılında Osmanlı idaresi altında ilk liselerini (Gabrovo) açarken, biz Bulgar idaresi altında ilk lisemizi 111 yıl sonra açtık. Buyük şair Mehmet Akif Ersoy, “Felaketin başı hiç şüphe yok cehaletimiz, Bu derde çare bulunmaz ne olsa mektepsiz.” diye haykırıyor ve insanlarımızı uyarıyordu. Hiç bir sosyal oluşumun, Türk kimliğinin biçimlenmesinin, geleneklerimizi ayakta tutup geliştirerek zenginleştirebilmemizin okul ışıkları yanmadan gerçekleştirilemeyeceğine inanmış büyük önder Mustafa Kemal Atatürk de şunları eklemişti: “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir!” *** Kendileri yıl aşırı ayaklanan Bulgarlar, sanki ayaklanma psikolojisi teorisini kendileri yazmış, “akan yara savmaz” gerçeğinden hareketle, Türk topluluğu olarak hak ve özgürlüklerimizi elde etme mücadelemizin mayalanmasını, birikim yapıp haksızlık ve adaletsizliğe karşı isyan etmemizi göçe zorlama siyasetiyle bastırıp boğabildi: Bulgaristan İstatistiklerine göre, 1893 - 1902 yılları arasında 9 yılda 70 bin 603; 1923 - 1939 yılları arasında 16 yılda 198 bin 769; 1940 - 1949 yılları arasında 9 yılda 21 bin 353; 1950 - 1951 yılları arasında 2 yılda 154 bin 393; 1969 - 1978 yılları arasında 9 yılda 130 bin; 1989 yılında 2.5 ayda 362 bin ve bugüne kadar toplam 710 bin Bulgaristan Türkü Türkiye Cumhuriyetine göç etmiştir. Küçüklü büyüklü göçler geçen yüzyılda her bir Türk ailemizin bitmeyen sızısı oldu. Biz hep azaldık, küçüldük, söndük, ezildik ve nihayet biz de insanız bilinci ve ruhuyla Mayıs 1989’da öz haklarımız uğruna ayaklandık. O gün bu gün yine durumda pek önemli değişikler olduğu söylenemez. Çocuklarımız yine cahil, okullarımız kapalı, babalarımız işsiz, annelerimiz üzgün ve hepimiz umutluyuz.


200

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Umudumuzun anlamı “bu gidiş gidiş değil, her gidişin bir de dönüşü vardır” cümlesinde özetlenebilir. Biz 1989 Mayısında ayaklanırken, kitle psikolojisi kitapları okumamıştık, ayaklanmanın taktik ve stratejisi sözlerini işitmemiştik, isyanda önderin (liderin) rolünün son derece büyük olduğunu da işitmemiştik; bir ayaklanma esnasında sıradan insanların şahlanan ruhunun en zırhlı araçlarla silahlanmış askeri birliklerden daha güçlü ve yenilmez olduğunu da hatta o zamanları düşünememiştik; Fransız, İtalyan ve Alman Devrimlerinden sonra yurtlarından kovulan isyancıların 4 dilli ve kantonlu bir İsviçre federasyon kurduklarını da bilmiyorduk; en kötüsü de isyandan sonra bizi de sonsuz bir sel gibi Türkiye sınırına akmaya zorlayacağımızı da tahmin edememiştik. Önemli değil, Ayaklanmış olmamız ve ayaklanmamızın hedefi olan Todor Jivkov’un komünist-totaliter baskıcı ve terörist rejimini 10 Kasım 1989’da devirebilmiş olmamızdı. Pes etmedik. Zafer bizimdi, ama istediğimiz gibi kutlayamadık. Verdiğimiz kanlı mücadeleyi, tonlarca gözyaşımızın aktığı örneğin Mestanlı’da ayaklanmacılar ile silahlı milis, asker ve siviller çatışmasını şairlerimizden Süleyman Ardalı şöyle yaşatmıştır: Mestanlı Meydanı Namusluluğunun, çalışkanlığının ve sabırlı oluşunun cezasını çeken insanlarımız Terk edip gecelediği dağ başlarını ve içlerine akıtarak göz yaşlarını gömdü soğuktan donup ölen bebelerini, çevirdi nihayet düşmana gözlerini yürüdü. Ve önünde mertçe durmaya, Yürüdü çilesinin hesabını sormaya. Ye üç nehir taşıverdi teknesinden Üç nehir harıl harıl doldurdu sokakları Ye çıplak ayaklarıyla çiğneyip kan Üç nehir Mestanlı Meydanı’nda karşılaşacaklardı Meydan temizçeydi, dardı. Ve Mehmetler, Aliler, Ayşeler, Zeynepler küme küme, birer birer Köy yollarını geçtiler, Dağ bellerini aştılar karşılaştılar. Ürkek ve kararsızdılar önceleri Yalın kılıçlar gibi yalın


Makale ve Analizler - 2016

201

Ve çıplak elleri Bir yandan masum insanlarımız Topu tüfeği ile düşman öbür yanda. Terasından seyrediyor balkan Kasabı Kurnazdır, bilir işini Sırıtarak seyrediyor bak Tankların çocuk arabalarını ezişini... Ey düşman, yanına mı kalacak bu? Temerküz kampına çevirsen de her yanı Doğup öleceğiz, ölüp doğacağız Görünceye dek çilemizin hesabını. Yüzümüzdeki hüzün Şehitlerimizin yasıdır. Kanımızla boyanan bu meydan Bu şehrin bizim oluşunun damgasıdır. *** Ve bu ayaklanmanın hiç bir sebebi bizden kaynaklanmadı. Doğmaz düşmanlık yüreğimizde. Ve bugün bana sordukça torunlarım “Neden böyle oldu be dede?” diye, hep şu masalı anlatıyorum: “Bir yığın kirpi soğuk bir kış günü birbirlerini ısıtmak ve ayazda donup kalmamak için birbirine iyice sokulmuştu. Gelgelelim, biri ötekinin dikenlerini kendi vücudunda hissetti; bu da onları yine birbirinden uzaklaştırdı. Isınma gereksinimiyle ne zaman birbirine yaklaşsalar, dikenlerinin birbirinin vücuduna batması gibi tatsız bir durumla karşılaşıyorlardı. Böylece iki kötüden biriyle ötekisi (soğuk ile dikenlerin batması) arasında gidip geldiler, sonunda birbirinin yakınlığına en çok katlanabilecekleri bir uzaklık keşfettiler, bunun sağladığı az buçuk bir ısıyla yetindiler ister istemez.” Bu masal bizim Bulgarlarla yapamadığımızı anlatır. Biz katlanmayı öğrensek de onlar öğrenmek istemediler, biz yetinsek de onlar yetinmediler, bizim olanın hepsini almak, bizi de göçe zorlamayı tercih ettiler, bize karşı baskı ve terör uyguladılar. Babalarımızın ataları, bizim de babalarımız gibi olmak istememizi çok gördüler. Bizi model aldıkları kendi benlerine benzetmek istediler. Bugün de “Bulgar Etnik Modeli” gibi başka bir ara-model uydurdular ve bizi eritip yok etmekten vazgeçemediler. Bizden Bulgar Taklidi yaratmak istediler. Aslı kalma, asla taklit olmama mücadelesinde biz doğal bir kitleydik. Türk halk topluluğuyduk. Büyük ayaklanmamızda önderimiz Peygamberimiz ve


202

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Allah’ın adaletine sonsuz inancımızdı. Kitlemizi ayakta tutan büyük güç haklı olmamız ve hiç bir kimsenin hiçbir şeyinde gözümüz olmadan bizim olanı istememizdi, Mayıs 1989 Ayaklanmamızda büyük sayıda kurban verdik. Kurşunlananlar oldu. Anıtlar diktik. Yeni bir kuşak yetişti. Ne yazık ki hafızasındaki Bulgaristan Türklerinin şanlı öz tarihi sayfaları boş, şarkılar, türküler, şiirler söylemiyor, göndere diktiğimiz bayraklarımız dalgalanmıyor. Her sabah Türklük anıtı içmiyor. Ayaklanma ruhu kitaplardan öğrenilmez dedik, o telkin edilir, kuşaktan kuşağa aşılanır. Bir bireyin duygularını ve heyecanını kitleye aşılamak sanatların en büyüdür. Devrimci eğitimi ölüme gidecek gençler yaratmaktır ve bu işin okulu hayatın kendisidir. Eylemlere geçenler bizde de isyan suyundan içmeye olağanüstü yatkın, düşüncelerinden ağırbaşlılıktan coşkun ve yargılarında aceleciydiler, öyle şahlanmışlardı ki,, hiçbir kimseden akıl almadıkları gibi, özgüvenle silahlanmış, özsaygıdan ve sorumluluktan uzaktık. Haklarımız için ayaklanmıştık. Özgürlükleri de kendimiz için değil hepimiz için istiyorduk. Bizim isyanımız, eskisi, gibi çalışmak ve yaşamak, devamlı tırmanan bir baskı altında yaşamak istemediğimizin sembolüydü. Dava ortaktı, bireyler kitleyi kitle de bireyleri büyülemiş ve herkes birbirine kaynaşmıştı. Ve bugün 27 yıl sonra, elde edemediğimiz haklarımız yine pazarda, biz yine yalnız kuruma hakkımız olan bir değnek gibiyiz, hayat suyu çekilmiş bir dernek baştan başa özgür olsa da ne olacak! Bütün Ayaklanmaların suçluları ve katilleri yargılanıp ipe çekilmiştir. Bizimkiler paşa gibi yaşıyor, hatta hainler için özel köşkler inşa edildi, paşalık sürüyorlar. Bizim İsyanımız bitmedi. Memleketimizden kovulduk ama pes etmedik. Baharla birlikte yeniden uyanmak istiyoruz. Ufukta umut görüyoruz. Gelecek mutlaka bizim olacak! Mayıs direnişlerimizin ayıdır. Direnmek bizim geleneğimizdir! Ateş geleneklerimizin içindedir.


Makale ve Analizler - 2016

203

Bulgarların Adı ve Kökeni

Murat Ulutürk-06.Mayıs.2016

Bulgarlar için de 150 yıldan fazla bir zamandan beri menşe aranmış ve Urallı, Fin, İslav, Tatar vb. asıllı olduklarını iddia edilmiştir. Nihayet Türk asıldan geldiklerine dair önce Vambery tarafından ileri sürülen görüş G. Feher’in arkeolojik ve Gy.Nemeth’in linguistik araştırmaları ile kesinlik kazanmıştır. Kavim adı olarak “Bulgar” kelimesi 5. asrın 2. yansından önce mevcut değildi; ilk defa, 482 yılında, Bizans imparatoru Zenon’un, Doğu-Got’larına karşı savaşmak üzere, askerî yardımlarına müracaat ettiği Karadeniz kuzeyindeki topluluk ismi olarak ortaya çıkmıştır. Bulgar adı bir tarihî hadiseden doğmuş idi: Avrupa Hun hükümdarı Attila’nın ölümü üzerine evlatları ile tabi kavimler arasında patlak veren mücadelelerde Attila’nın 2. oğlu Dengizik’in 469’da ölümünden sonra, bunun küçük kardeşi Irnek idaresinde Orta Avrupa’yı terkeden Hun kütleleri Karadeniz kıyılarında buluştukları başka Türk zümreleri ile karışmışlardı. Bu karışmadan doğan yeni topluluk Türkçe “Bulgar” diye anılmağa başladı. Bulgarların Kökeni - Başlangıçtan 765 yılına kadar Bulgar hükümdarlarının adlarını ve hakanlık sürelerini gösteren ve bugün ancak, daha geç zamandan kalma bir Rus kronikinde İslavca tercümesine sahip olduğumuz “Bulgar Hakanlar Listesi”nde İrnek, Bulgar hükümdar sülalesinin atası olarak görünmektedir.Hun kütleleri ile karışan bu Türklerin asıl adı “Ogur”du ve Tuna ağzından Volga’ya kadar Karadeniz kuzeyi bozkırlarında, daha sonraki Peçenekler ve Kumanlar gibi ayrı boy birlikleri halinde oturuyorlardı. Saragur (Sarı/Ak/Ogur), Biştigur (Beş - Ogur), Ultingur~Altziagir (Altı - Ogur), Kutri-gur-Kuturgur (“Tukurgur” = Dokuz - Ogur) Ungur ~ Hunugur ~ Onugur (On - Ogur), Utigur ~ Uturgur (Otuz - Ogur). Bizans tarihçisi Priskos (5. asır)’un, Sabarlar tarafından Ural dağlarının doğusundaki yurtlarından uzaklaştırılarak Karadeniz düzlüklerine geldiklerini (461 - 465’lerde) bildirdiği Ogur Türkleri, aynı tarihçiye göre o zaman üç grup teşkil etmekte idiler. Saragur, Urog (Ogur) ve On - Ogur. Bunlar Avarların önünden batıya çekilen Sabarların karşısında tutunabilmek için Bizans’a elçi göndermişlerdi. Son araştırmalara göre, Ogurlar büyük göçten önceki yurtlarında da üç zümre halinde idiler: Dogu zümresi (Seyhun - Çu nehirleri ve Çalkar Gölü havalisinde: On - Ogurlar) ; orta zümre (bugünkü Kazak - Kırgız bozkırı ve Emba nehri boyunda -ihtimal- Otuz - Ogurlar) ve batı zümresi (Yayık nehri havalisinde -herhalde- Dokuz - Ogur’lar). Bu sıralarda Sara-


204

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

gur (Ak - Ogur) kütlesine karşılık ötekilerin “Kara Ogur” kanadını teşkil etmiş olmaları muhtemeldir. Büyük Bulgarya - Devlet teşkilatı düzenindeki ilk Bulgar birliğinde Onogur’ların çoğunlukta oldukları anlaşılmaktadır. Bunlar 6. yüzyıldan itibaren bütün kaynaklarda Kuzey Kafkasya’da gösterilmişlerdir. Buraya “Patria Onoguria” (On - Ogurların Yurdu) denilmekteydi. 8. yüzyılın ilk yarısında Azak denizine doğru yayılmaya başlamışlardır. 630 senesinde Gök Türk devletinin fetret devresine girmesi üzerine, Hazarlar gibi Bulgarlar da idareyi kendi ellerine almışlar ve “Büyük Bulgar” devletini kurmuşlardır. Devletin kurucusu “Kourt=Kurt” Doulo adındaki hükümdar sülalesine mensuptu. Bulgar hükümdar sülalesi, Asya Hun tanhuları ailesine bağlanır. Kurt’un dağınık Ogur kabilelerini birleştirerek siyasi teşkilat meydana getirdiği ülkesine “Büyük Bulgarya” (Magna Bulgaria) deniliyordu. Fakat bu devlet fazla uzun ömürlü olmadı. Kurucusunun 665 yılındaki ölümünden sonra komşusu olan Hazar hakanlığının baskısı ile parçalandı. Çoğunluğunu Otuz - Ogurların oluşturduğu bir kütle kuzeye çekildi (İtil Bulgarları) , Kurt’un oğullarından Bat-Bayan Hazarlara tabi olarak, Macarların ve On - Ogur Bulgarlarının başında Kafkasya’da kaldı. Bugünkü Balkanların dedeleri bu kavimdir. Bat - Bayan’ın kardeşi Asparuh ise kalabalık Bulgar kütleleri ile Tuna’ya yöneldi. 668’de Balkanlara geçti ve elverişli toprakları ele geçirerek 679 yılında yeni Bulgar devletini kurdu. Bu devlet Bizans tarafından 681 yılında tanındı. Asparuh (679 - 702) tarafından İmparator Konstantinos IV’ün direnişi kırılarak Dobruca’nın güneyinde kurulan ve kısa zamanda askeri ve siyasi yönlerden gelişen devlet, Ogur Türkleri tarafından kurulan en uzun ömürlü siyasi teşekküldür. Devletin sağlam temellere oturduğu, Bizans ve Avar imparatorlukları gibi iki büyük güç arasında varlığını korumasından da anlaşılabilir. Dışardan gelen Bulgar Türkleri, bölgedeki Slav kütlelerini beceri ile kendilerine bağlamışlardır. Bulgarlar devlet fikrine yabancı olarak kabile düzeninde yaşayan Slavları teşkilatlandırarak, Bizans’a karşı tendilerini korumalarını sağlamışlardır. Tuna Bulgarlarının en sıkı siyasi münasebetleri Bizans ileydi. Hazar prensesi ile evlenen imparator Justinianus II, Bulgar hanı Tervel’in (702 - 718) yardımı ile 705 yılında ikinci defa tahta çıkmıştır. 713 yılında imparator Philippikos’un düşüşü de Bulgarların Bizans topraklarında ilerleyişine bağlanmaktadır. Bulgar devletinin kısa zamanda kazandığı kuvvet, bu olaydan da anlaşılabilir. Arapların 717 - 718 yıllarında yaptıkları İstanbul kuşatması sırasında Bulgarlar Bizans’a yardım etmişlerdi. Bu işbirliği Bulgar devletine çeşitli iktisadi menfaatler sağlamıştır. Ancak 8. yüzyıl içinde Bulgar hanlığının karışık durumundan yararlanan Bizans Bulgar topraklarına çeşitli seferler düzenlemiştir. 9. yüzyıl başında Bulgarların başına


Makale ve Analizler - 2016

205

geçen “Krum Han” (803-814) Macaristan ve Transilvanya’yı hanlık sınırlarına kattı. Krum Han’ın “Kabiliyetli harp adamı ve aydın teşkilatçı” kişiliğinden korkan Bizans imparatoru Nikephoros I, ondan kurtulmak için harekete geçti (811). Şimdiki Şumnu’nun güneybatısına düşen hanlık başkenti Pereyaslav’ı tahrip etti. Fakat savaşın sonunda Nikephoros yenilmiş, ordusu dağılmış ve kendisi de savaş meydanında ölmüştü. 450 senedir ilk defa bir Bizans imparatoru düşman elinde can vermişti. Arkasından, imparatorluğun doğu eyaletlerinden getirilen birliklerle güçlendirilmiş kalabalık ordusu başında Bulgarlar üzerine yürüyen Mikhael II’i de mağlup eden Krum Han, Bizans’ı ortadan kaldırarak “Altın mızrağını Yaldızlı Kapu’ya (Yedikule’deki tören kapısı) asmağa” and içmişti. Sofya, Niş ve Belgrad şehir kalelerini işgal ederek Orta Avrupa - Orta Doğu arasındaki en büyük ticaret ve askeri sevkiyat yolunu kontrolü altına almıştı. 813’te Filibe üzerinden Edirne’ye ulaştı ve burayı kuşatma altında bırakarak ilerlemeye devam etti. 814 baharında İstanbul’u kuşattı. Fakat saldırıların en şiddetli zamanında 13 Nisan 814 günü ağzından burnundan kan gelerek aniden öldü. Oğlu olan Omurtag Han (814 - 831) Bizans ile 30 senelik bir ticaret anlaşması imzaladı. Frank imparatorluğu ile de uzlaşmak istemesine rağmen başarılı olamayınca silaha davranan ve Tuna - Sava - Drava havzasını alarak, Roma devrinden beri terk edilmiş olan tuzlaları yeniden işletmeye açıp devletine büyük bir servet kazandıran Omurtag Han zamanı Tuna Bulgarlarının tarihlerindeki en parlak devir olmuştur. Kurulan şehirler, saraylar, geniş ölçüde inşaat ve imar, su yolları, abideler, gelişmiş şehirler ve Şumnu’nun doğusunda bulunan yüksek bir kaya üzerinde 40 m2’lik yeri kaplayan, kitabeli Krum Han’ın atlı kabartması o çağın hatıralarındandır. Fakat, sonuçta Slavlara göre daha az sayıda nüfusa sahip olan Bulgar Türkleri zaman içinde, Bizans etkisindeki Slav kültürünün tesiri altına girmeye başladılar. Devlet içinde görevlendirilen Slavların sayısı artıyor, evlenmeler yolu ile karışmalar çoğalıyor, Slav dilinin tesiri gittikçe fazlalaşıyor ve Türkler hızla Slavlaşıyordu. Boris Han’ın (852 - 889) Ortodoksluğu resmen kabulü ile, Bulgarların Slavlaşma süreci de tamamlanıyordu.


206

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Biz Pes Etmedik ki!

Durmuş Mutlu-06.Mayıs.2016

Konu: Ayaklanmamız Öndersiz Değildi. Bizim, Mayıs 1989 Ayaklanmamız, 1984’te başlayan “Soya Dönüş” terörüne karşı 5 yıl devam eden mili mücadelemizin zirvesi olarak görülmelidir. Her halk ayaklanamaz. Biz ayaklanma yapmış bir halkız. Biz kurban vermiş ve binlerce direnişçinin aziz hatırasını hafızamızda yaşatan bir halkız. En öz bir dille söylerken, bizim isyanımız, 1878’de biz bir devlet kuracağız ve bizimle beraber yaşayan tüm azınlıkların haklarını ve özgürlüklerini mutlaka ve bütünüyle tanıyacağız sözünü veren Bulgarların, Bulgaristan’da yaşayan Türk, Müslüman ve diğer azınlıklar sorununa geçerli bir Çözüm Modeli bulamamasından kaynaklanmıştır. Şu da var, Bulgar hükümetleri ve giderek biçimlenen ve yasallaşan Bulgar devleti, azınlıkların haklarının tanınması konusunda ne Berlin 1878 Anlaşması’na, ne 1908 İstanbul Sözleşmesi’ne, ne de Noy Anlaşması maddelerine uymamıştır, bu uluslararası anlaşmaların zorunlu kıldığı maddeleri Anayasasına ve yasalarına işlememiş, hayata geçirilmemiş, işler hep ters yanından tutmuş ve ulusal sorunun çözümünü Bulgarlaştırma, Hıristiyanlaştırma ya da memleketten kovarak vatansızlaştırmada aramıştır. Sınır dışı edilenler bir asır geri alınmamış gelmek isteseler de yollar hep kapalı olduğundan dönememişlerdir. Bu arada, memleketten kovulan Bulgarların arasında da çevresi olanlardan bilinen yazar Georgi Markov gibiler Londra’da zehirli saçmayla öldürülmüş ya da hastanelik edilmiştir. Azınlıklara karşı baskı ve terör, bin bir çeşit yaptırım siyaseti bir asır tırmandırılarak şiddetlendirilirken, yaşam dayanılmaz hale geldiğinde halk tabakalarını hareketlendiren nesnel nedenler bizde de ateşlenerek kısa bir dönem için de olsa Mayıs 1989 Ayaklanmamızla kesilmiş, komünist totaliter dikta rejiminin başı Todor Jivkov’un alaşağı edilmesiyle durdurulmuştu. Bu, Bulgaristan Türk Müslümanlarının bir ayaklanmasıydı. Alevlenmesine vesile binlerce türkün hapishanelerde, koğuşlarda, sürgündeki çekileri, zulme dayanarak ayakta duran Jivkov diktatörlüğünün baştan sona adaletsizliği ve daha önce görülmemiş zalimliklerinin taşmasıydı. O zaman Bulgar’ın Bulgarlaştırmak istediği Türkler kendi aralarında daha önce hiç bir yerde görülmemiş bir şekilde özdeşleşmişlerdi. “Soya Dönüşle” saçmalıyla eritilip yok edilenler kollarına takılan Bulgar kelepçelerini kırma ve bacaklarındaki Bulgar prangalarını kırma davasında Türk kimliği ile buluşmuşlardı. Her şey Türk öz ben’e kazandırılıyordu. Ruhsal durum öylesine dönüşmüştü ki, Türklüğü koruyabilmek için kızlar nine-


Makale ve Analizler - 2016

207

leri, anneleri gibi aynjı hastalık belirtileriyle hastalanmak istiyordu, çünkü onlar Türk kızları olarak annelerinin yeri almak ve Bulgaristan’da Türk evlatlar5 doğurup onlara anadilimizi, halk sanatımızı, ahlak ve kültürümüzü öğreterek Türklüğümüzü yaşatmak istiyorlardı ve bu, onların hayat misyonuydu. Şimdi, 25 - 30 yıl önce çekilmiş açlık grevi, gösteri yürüyüşü, milislerle çatışma, sivil ajanlarla köy meydanlarında, muhtarlık önlerindeki kapışmalar, tankların üzerine çıkma gibi kitle direnişleri esnasında çekilen resimlere baksanız,ön saflarda, en ateşli bakışlarla hep kızlarımızı, gelinlerimizi görürsünüz. Yıllarca süren ve kimseye göz açtırmayan son derece gergin bu durum ve Türk kimliği olarak toptan yok edilmemiz tehlikesi, Türk soy boy yaşamının taşıyıcıları olarak onları ateşleyip ayaklandırmıştı. Gözleri karaydı. Bulgaristan’da onları durdurabilecek, yollarını kesecek, hepsini evlerine geri çevirebilecek bir güç yoktu. Bulgar totaliter devleti, milis, asker, itfaiye, gönüllü müfrezeler ve diğer devlet ve parti güçlerini seferber etmiş ve Türk ve Müslüman bölgelerin hepsinde birden fışkıran hareketlenmeyi durdurabilecek güçte değildi, ezebilecek durumda olsa hepimizi ezip geçerdi, ama kendisi yıkıldı. Bu haklı davamızda Bulgar demokratik güçleri biraz değil çok seyirci kaldılar. Bu ayaklanmamızda önder rolü gören Demokratik Lig dahi, sürgün ve hapishanelerdeki Bulgar demokratik güçleriyle dayanışma teması bulmuş olsa da, dava ateşine götüren yolda kenetlenemediler. 1989 Mayıs Ayaklanmasında Bulgar - Türk demokratik güçler kaynaşması gerçekleştirilememesinin birçok nedeni vardır. 1980’li yıllarda hapishane ve sürgünlerdeki Bulgar hukukçu, doktor, yazar, şair ve diğer aydınların sayısının az olduğunu söyleyemeyiz. Fakat onlar anti-totaliter davada, anti-BKP adımlarında Türk öncülerle işbirliğine ve dayanışmaya hazır değillerdi. Toplumda herkesin kafasına aşılanmış olan enternasyonalizm sanki, bu iş Türklerle de olabilir nüansında ışık vermiyordu. Onlara göre, Türkler yalnız isimleri, öz dil ve dinleri, adet ve gelenekleri, Türklüklerini korumak için savaşıyordu. Hapishanelerdeki buluşmalarda, demokratik mücadelenin Bulgaristan koşullarına özgü özellikleri, hak ve özgürlüklerin, adalet ve ortak yaşama konuları günden olmuyordu. İşte bu nedenle olacak, illegal direniş örgütlerinde, ki totaliter zulüm döneminde 44 gizli ve yarı legal direniş örgütü kurulmuştur, bunların birçokları da biliniyordu, çünkü gazeteler yazmasa, radyolar anlatmasa ve TV göstermese de, fısıltı gazetesi kulaktan kulağı okunuyordu. Son hesap herkes her şeyi biliyordu ve Todor Jivkov zulmüne karşı Türkler, Pomaklar, Çingeneler ve Bulgarların birleştiği, ortak cephe kurulduğu haberleri gelmiyordu. Okulda ve orduda, parti örgütlerinde Bulgarların en iyileri, en demokratları bile öyle işlenmişlerdi ki, sanki Türklere ve Müslümanlara karşı olmak ateist olmalarına rağmen “onların kutsalıydı.”


208

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

2000 yıllarının başında hele de Sergey Stanışev hükümeti döneminde 28 Bulgar hayatın ateşten gömlek olmasına ve adalet kapılarının bin bir kilitle kapanmış olmasına karşı kendini yaktı, gençler Varna “Han Asparuh” köprüsünden kendini attı. Bu bir isyandır. İsyan ruhu Bulgar tabanda o zaman da vardı. Olmasaydı. 1988’da Romanya kimya fabrikalarından gelen dumanlar Ruse şehrini gazladığında Bulgar demokratik aydınları Tuna köprüsüne toplanmazdı. Aynı nedenle isyan eden Bulgar sanatçı, aktris ve yazarları Sofya’da “Kristal” parkında milisle çatışmazdı. Onlarda bu ruh olmasaydı, 1990’da 1 milyon 200 bin kişi Sofya meydanlarında toplanamazlardı. Fakat, 1984-1989 arası yıllarda onlar bizim çekilerimize seyirci kalmayı, “bakalım ne olacak”, “bu iş onların kendi işi” gibi sudan nedenlerin ardına gizlenme nedenleri aramazlardı. Bundan dolayı olacak, o gün bu gün biz hep kenarda kaldık, kasaplık koyun gibi tuzu ve suyu olan bir sayada kapalı tutulmamız uygun görüldü. Bulgar kamuoyunun gözünde bu saya Hak ve Özgürlük Hareketi (HÖH) partisiydi. Diyecek hiç bir şey yoktu, çünkü biz bu partinin kurulmasını kendimiz istemiştik. Onların bu işteki parmağı yalnız güvendikleri bir çoban bulmaktı. O da bulundu, artık lise tahsili bile olmadığı, Şumen Öğretmen Enstitüsüne yazılırken, ayak basmadığı Varna’ya bağlı Provadı (Provadya) Lisesinden sahte bir diplomayla kayıt yaptırdığı, daha 1974 yılında Bulgar gizli polisine paralı ajan olmayı kabul edip Türklere karşı çalışmalarda ustalaşan Ahmet Doğan, Türk, Pomak, Çingene sürüsüne çobanı atandı. İnsanlarımız 26 yıldan beri bu sayanın içinde ve bu çobanın emrindedir. 710 bin kişi sayadan kaçtı, özgürlük aradı ve T.C.’ne geçti. Sayadakiler biz Türk’üz diye melemeye devam ediyorlar. İçerdekiler “biz esiriz ama Türk’üz” diyerek direnişe devam ediyorlar. Çeyrek asır önce kendilerine seçme hakkı tanındı. Aslında bu, seçme ve seçilme hakkıdır, ama aralarından seçilen olmadı. Onlarademokrasi sandık başına gitmektir, kimin seçileceğini belirlemek ise çobanın işidir, dendi ve bu iş böyle devam ediyor. Çobanın arkasında gizli polis var. Ara sıra yanlarına uğruyor, kurultay yaptırıyor ve siyasi kölelere “çoban gibi olun”, “çobanı örnek alın”, “çoban derse olur” diyor. Tek başına bir insan kitle sayılamayacağına göre, bizim Çoban Ahmet’e önder, lider dediler. Önderli kitleler ile öndersiz kitleler arasında fark vardır, siz Ahmetsiz ayaklandınız ama zarar yok, o hem bizden hem biraz sizden biridir, demekten geri durmadılar. Şu dönem artık 30 yıl sonra koyunlar sayaya alıştı ve Ahmet de köşke çekildi. Ahmet’in Çoban seçilmesi koyunlara sorulmadı. Onun işi vatanı düşünmek, ulusal şan ve şeref peşinde koşmaktı. Bu işte koyunların Çobanı sayıp saymamaları da önemli değildir, bu noktada önemli olan onların Çoban’dan korkmalarıdır.


Makale ve Analizler - 2016

209

Çünkü kasaplıklara işaret eden Çobandır. Yaşamak isteyenler itaat etmek zorundadır. Sürüye köpek seçme hakkı da Çobanındır. Ataka köpeğini Moskova’dan getirtti. Şimdi dişleri düşmüş pek havlamıyor ama önemli değil, saya çiti kenarından geçse yeter. Genç itin adı “Yurtseverler Cephe.” Biraz arsızlık ediyor. Sayadaki koyunların hepsine birden saldırıyor, kuzuları boğmaya çalışıyor, bir de bizim örülerde başka koyun gezmesini istemiyor. Bu bakıma biraz panik yapıyor, koyunları da iyice ürküttü. Panik biçimindeki bir korkunun patlak vermesi koyunlar yeni köpeği hendekten aşağı itebilir endişesi doğurdu. Koyunların hareketlenmesi korkusu büyümeye başladı. Koyunlar köpek korkusunu yenmiş, korku ruhu kitleyi terk etmiş ve şimdi de koyunların sayadan kaçması ve kendi dertlerine kendilerinin çare bulması tehlikesi belirmiş. Bu gidişle bizim kitleden içine düştüğü illüzyondan kurtulması beklenebilir. Kitlede demokratik bir hava esmeye başlamış. Aslında biz Bulgaristanlı Türkler için Çoban’ın durumu çok önemli değildir. Çünkü biz anaerkil bir toplumuz. Bizde aileti çeviren ve işlerin başı, paranın küpü anadır. Bizde baba özgürdür, tek başına olduğu zaman bile güçlü ve bağımsızdır ve itaatkar değildir. Bizde, Türklerin Çoban’ı olan Ahmet Doğan’ın, Bulgar makamlarınca köşkte yaşatılması,bu bakıma yanlıştır. Çünkü biz anaerkil bir toplum olarak Osmanlıdan ayrıldığımız ilk yüz yılda köy ve aile ekonomisine dayanarak, gelenek ve ahlakımızla ayakta kalabildik. Bulgar makamlarının Ahmet Doğan Çobanı’nı köşkte tutmaları, Osmanlı harem geleneklerini bizde, Müslümanlar arasında uygulamak ve böylece Türk ve Pomakları susturmak, bir daha isyan etmelerini önlemek için icat edilmiştir. Onların kanısına göre, suni Müslümanlar Osmanlı Padişahlarına baş kaldırmamıştır. Biz de suni Hanefi boyundan geldiğimizden, benzetmeli yönetim uyguluyorlar. Bu öngörü, tamamen yanlıştır. Toplum tabakalarının hareketlenmesi nesnel yasalara “tabanın daha fazla eskisi gibi yaşamak istemediği, yöneticilerin de eskisi gibi yönetemediği” kuralına göre yola çıkar. Mutlaka bir önder olması şartı yoktur. Çünkü direniş dalgası kasırga gibi gittikçe güç toplar ve önü alınmaz olur. Böyle olmamış olsa Todor Jivkov’u devirmemiz mümkün olabilir miydi? Birde anaerkil toplumlarda viski çekip köşk bekleyen bir kendini beğenmişe gerek yoktur. Erkeğin dışarıda, tarlada, ovada, ormanda, değirmende, inşaatlarda, yani iş peşinde, insan arasında, toplum içinde olması gereği kutsaldır. Bir Türk kadını köşke kapanmış, gece gündüz götünü kaşıyan, dışarı çıkmaya korkan bir erkeğin yanında durmaz. Ahmet’i de 8 kızımız terk etmedi mi?! Önder yetiştirmek, kasaplık dana beslemek gibi bir şey değildir. Anaerkil bir toplumda ulusal lider olmasa da olur, çünkü bir kütlede birleşen halk tabanı kendisi hareketlendiği gibi kendi yolunu da kendisi belirler. Mayıs 1989’da biz Ah-


210

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

met Doğan dedi diye mi ayaklandık. Hayır! Aramızda onu tanıyan, adını duymuş olan bile yoktu. İlk gördüğümüzde onu “Dilenci Aliş’e” benzetenler olmuştu. Halkımızın Ahmet Doğan’a verdiği, ilk isimdir “Çingene Aliş”. Bir defa bizim insanımız Çingene ve Hakra ardından gitmez. Ama 1990’da sayaya kapatılmamız bizi bu zavallı durumlara düşürdü. Gelelim önder yetiştirme işine. Dünyaya güya bizim önderimizmiş gibi tanıtılan şopar Ahmet Doğan şöyle anlamalıyız. O, çok zavallı ve durumu acınası olan biridir. Tahsilsiz, diplomasız, namussuz, babası tarafından kabul edilmeyen, mesleksiz, cebinde beş parasız, içkici biridir de, halkımıza tam ters bir sima olarak yani “çok okumuş, çok namuslu, çok paralı, çok zeki, çok akıllı” biri olarak tanıtılmış, lanse edilmiştir, insanlarımızın başına bu yapay sima aşılanabilmiş (sokulabilmiştir.) Bu, Bulgar siyasi polisinin büyük bir başarısıdır. Aynı zamanda Bulgar diplomasisinin de bir başarısıdır, çünkü bu sahte sima Türkiye’ye de kabul ettirilmiştir. 1990’da HÖH partisi lideri Ahmet Doğan olacak diyen diplomat, o dönemin Sofya Büyük Elçisi Oral Yalçın Beydir. Şuna kesinlikle eminim 1990’da HÖH lideri Ahmet Doğan olacak sözünü BKP MK, ya da DS şeflerinden biri veya VI. Şube Müdürlerinden biri veya hatta Bulgaristan Halk Cumhuriyeti Devlet Konseyi Başkanı Petar Mladenov demiş olsaydı, Türkler, Pomaklar ve Çingeneler kabul etmezdi, etmezdik. Bu işin içinde bir yeni oyun, bir yeni tuzak olduğunu hemen anlardık. Halkımız o tarihte artık bir Ulusal Ayaklanmadan geçmişti ve bunu duyumlar ve reddederdi. Bunu 24 Nisanda Sofya’da toplanan 9. kurultayda da gördük. Beş para etmeyen, 3 yıldan beri evinden dışarı çıkmaya korkan bu kişiyi ayakta karşılayanların ipnotize edilmiş durumuna acıdım.


Makale ve Analizler - 2016

Kırcaali’nin Kuruluşu

211

06.Mayıs.2016

Muhterem arkadaşlar, değerli misafirler, sayın basın mensupları, Çok Değerli Hemşehrilerim Kırcaalililer Kırcaalililer olarak bizleri Kırcaali’nin kuruluşu ne zaman ve ne şekilde olduğu her zaman ilgilendirmiş, her Kırcaalilinin merak konusu olmuştur. Rivayet edilmektedir ki Kırca Ali 70 köyden sabah namazına gidenlerden birer kişi olmak üzere topladığı inançlı, cesur ve aktif gençleri yanına alarak buraya Hıdırellez’e üç gün kala gelmiştir. Kırcaali’nin yerini uzaktan görünce çok beğenmiş, ipek yolu üzerinde bulunması ve stratejik açıdan önemli bir konumda bulunmasından bu yerinde yerleşim alanı olmasını arzu etmiştir. Bu konuda biz Türkiye’deki arşivlerde araştırmalarımızı sürdürüyoruz. Arkadaşlarımız araştırmalar neticesinde elde ettikleri bilgileri sizlerle paylaşacağız. Şimdi elimizde olan bilgiler Hıdırellez’den 3 gün önce buralara geldikleri bu da 3 mayısa tekabül etmektedir. Zamanla Kırcaali gelişerek Rodop’ların en önemli ticaret sanayi ve kültür şehri olmakla kalmamış aynı zamanda Rodopların İncisi haline gelmiştir. Değişik rivayetlere göre Kırıcı - (Dövüşçü) Kırcı - (Dışarıda çalışan) Kır saçlı - (Saçları beyazlanmış) anlamlarına gelen Kırcaalinin anısının yaşatılması için bu gün Kırcaali’nin kuruluşunu kutlamak ve kurucusu Kırcaaliyi addetmek maksadı ile bu toplantıyı tertiplemiş bulunmaktayız. Allah rahmet eylesin yattığı yer, cenneti mekân olsun. Ümit ederiz ki Kırcaalililer bunu sahiplenir ve gelecekte geniş kitleler tarafından kutlanmaya devam eder. Biz her yıl bu kutlamamızı sürdüreceğiz ve de gelecekte çeşitli etkinliklerle bunu destekleyeceğiz.


212

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Esas itibariyle Kırcaali belediyesinin bunu sahiplenerek Kırcaali’nin en önemli günü olarak kutlanmasını sağlamalıdır. Dünyada birçok şehrin kuruluş günü kutlanmaktadır. Bizler de böyle bir geleneğin Kırcaali için de oluşacağına ve Kırcaali’nin kültürel yaşantısına bir anlam ve zenginlik katacağına inandığımız gibi şehrin ekonomisinin gelişiminde katalizatör olacağına inanmaktayız. Öte yandan Kırcaali’nin edebi istirahatgahının gerçek yerine yani ilk defnedildiği yere nakledilmesinin zamanı gelmiştir. Biz bu konuda Kırcaali belediyesinin gereğini yapacağına inanmak istiyoruz. Esasında şimdiye kadar niçin yapılmadığını da anlamak mümkün değildir. İnşallah önümüzdeki yıl tüm Kırcaali ahalisinin katılımı ile bu günü kutlayacağız. Biz BULTÜRK olarak harcı koyduk sonrasında Allah’a ve Kırcaalilere emanet ettik.Bu önemli güne katılan tüm arkadaşları kutluyorum ve Kırcaali’nin geleceği için yapacakları hayırlı işlerde başarılar diliyorum. BULTÜRK - İstanbul

Rus Elçisi’nin Gizli Raporları Konuşuyor

BG-SAM-07.Mayıs.2016

tılar.

Bulgar basınından tercume Konu: Levski’yi astıran Grav İgnatiev’imiş. Graf İgnatiev: Osmanlı Levski’nin asılması konusunda dediklerimizi yap-

Rusya İmparatorluğunun İstanbul Büyükelçisi gizli raporunda şunları yazıyor: Levski’nin asılması için Osmanlı tavsiyelerimize uydu. Yeni arşiv belgeleri Rus politikasının acımasızlığını ortaya koyuyor: istinata.bg Rus imparatorluğu diplomasisinin ve özellikle de Bulgar Kilisesine karşı saldırıları ve Vasil Levski’nin yargılanması ve asılması için mahkeme heyetinin derlenmesinde acımasız ve iki yüzlü anti- Bulgar siyaseti izleyen İstanbul’daki Rus Konsolosu Graf İgnatiev’in gerçek yüzü büyük sayıda Bulgar vatandaşı tarafından git gide iyice görülebildi. Bulgar halkının bütünleşmesini baltalama denemelerinde bulunan Graf İgnatiev, aynı görevde bulunan diğer


Makale ve Analizler - 2016

213

Ruslar gibi Bulgar ileri gelenlerin, din adamlarının sürgün edilmesini isterken Rus kilisesi ve Fener Patrikhanesinden Bulgar Kilisesinin tanınmamasını istemiştir. Graf İgnatiev’ın o dönemin Rusya imparatorluğuBaşbakanı (kansleri) ve Dışişleri Bakanı olan Gorçakov’a, Sofya’da görülen Vasil Levski davasında “Osmanlıların Rus önerilerine uyduğunu” ve mahkemeden “memnuniyet verici karar çıktığını” (Levski’ye asılma suretiyle idam verilmişti.) Bulgar ulusunun birleşmesi çabalarını engellemek için ise Graf İgnatiev, Bulgar halkının din hareketinin güç topladığı ve Osmanlı hükümetinden dini bağımsızlık talep ettiği 1961 yılında Bulgar din adamlarının sürgün edilmesini isteyen, kendinden önce Rusya’nın İstanbul konsolosu görevinde bulunan Gorçakov’un Rusya imparatorluğunun anti-Bulgar siyasetini sürdürmüştür. Rusya diplomatının yoğun engelleme çabalarına rağmen, Bulgarların dini bağımsızlığı tanınması, Osmanlı İmparatorluğunun en yüksek belgesi olan Sultan Fermanıyla 1870’te resmileşmiştir. Bu fermanın 10. maddesine göre Bulgar Piskoposluğu 200 bin kilometre kare üzerine yayılmaktadır. Yine 10. maddeye göre Bulgar Piskoposluğuna adı geçmeyen, ama üçte iki seçim sonuçlarına uyularak, yeni topraklar da eklenebilir. Bu maddeye uyularak, Osmanlı makamlarının kontrolü altında Makedonya’da ve Yunanistan’da seçim yapılmış ve Rusya İmparatorluğu için ölümcül olan sonuçlar elde edilmiştir. Üsküp, Ohri ve Bitolya bölgeleri Bulgar Piskoposluğuna bağlanma kararı almıştır. Bir çürümüş imparatorluk olan ama diğer imparatorluklardan toprak çalmaya çalışan Rusya İmparatorluğunun yolunu kesmek için Osmanlı idaresi uyanmakta olan Bulgar ulusuna dini bağımsızlık haklarını tanımıştır. Ne yazık ki, Osmanlının Rusya ile Batılı Büyük Güçler arasında gidip gelmesi hem imparatorluğun hem de Bulgar ulusal davası için çok feci sonuçlar vermiştir. 21 Ocak 1872’de Bulgar Piskoposların İzmir’e sürgün edilmelerine karşı İstanbul’da yaşayan 3 bin Bulgar P.R. Slaveykov ve İkonomov öncülüğünde sokaklara dökülürken, Başbakanlıktan hemen serbest bırakılmaları istenmiştir. Göstericiler Başbakan Mahmut Nedim bey tarafından kabul edilmiş, talepleri dinlenilmiş ve Bulgar Papazların sürgünden hemen döndürülmesine karar verilmiştir.Sultan’la acil görüşme isteyen Graf İgnatiev Osmanlı Başbakanı’nın görevinden alınmasında direnmiş ve hedefine ulaşmıştır. Bu konu Bulgar tarihçi Simeon Radev tarafından ayrıntılı olarak işlenmiştir. (http://www.slovo.bg/showwork.php3?AuID=101&WorkID=...)


214

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu arada, Bulgar askeri istihbarat kaynaklarından da yararlanarak, Graf İgnatiev’in Osmanlı idaresiyle Vasil Levski konusunda da yazıştığını, Sofya’da onu yargılamak için bir mahkeme kurulmadığını, ancak bir komisyon toplandığını ve komisyonun Levski için kalem kırdığını öğrendim. Bu komisyona Graf İgnatiev’in önerilerine uyularak şu Bulgarlar alınmıştır: - Osmanlı Devlet Konseyi üyesi Hacı İvan Hacıveliçkov - Bulgar din okulları meclisi üyesi Mitko Panbov; - Sofya Meclisi üyesi Hacı Manuil /Mano/ Stoyanov ve - Sofya Meclisi üyesi Petır (Peşo) Todorov Graf İgnatiev komisyonun kendi gösterdiği kişilerden oluşmasına çok sevinmiştir. Komisyon üyeleri kendisine “İmparator Vekili” lakabını takmıştır. Mahmut Nedim beyin baş vezir makamından uzaklaştırılması Graf İgnatiev’in son derece etkin olduğunu göstermiştir. Graf’ın izlediği hedef gün gibi ortadadır: Bulgar devrim hareketini başsız bırakmak ve Bulgar devrim komitelerini Rusya’nın imparatorluk hedeflerine bağlamak; Bulgar devrim hareketi bağımsızlığa kendi gücüyle ulaşmaya çalışıyordu. Vasil Levski anti-Rus görüşlü bir komitacıydı ve mücadelesinin son hedefinde “kutsal cumhuriyet” kurmak vardı. Birkaç yıl sonra -8 Temmuz 1876’da- Nisan Ayaklanmasından hemen sonra, Rusya İmparatorluğu, Orta ve Doğu Avrupa’da hakim olan Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ile bir antlaşma imzalayarak Bulgar topraklarını parçalayan Berlin Antlaşmasına götüren yolu açmış olacaktı.


Makale ve Analizler - 2016

215

Geleneklerimizi Yaşatalım!

Musa Vatansever-07.Mayıs.2016

Konu: Küçük Bulgar mezarlığında koca Türkler yatıyor. Ben kendim Varna’lı olduğumdan 19 Mayıs 1989’da Cebel Ayaklanmasının başladığı Türk Mezarlığında bulunduğumu yazsam, yalan olur. Fakat bu Ayaklamamızın 27 yıl önce bir Ulusal İsyan tetiklediği ise doğrudur. Bulgaristan Türklerinin son dönem tarihinde en önemli olay olan bu Ayaklanma, diktatörlük devirdiği ve rejim değişikliğine neden olduğu için son derece büyük önem taşır. Zorbalık dönemine ait, en küçük ayrıntının bile anma törenlerinin yıldan yıla zenginleşen ve nesilden nesle devredilen, yetişenlerin bilincine mutlaka aşılanması gereken bir olay olduğu kuşku götürmez. Mayıs ayı Mevlit ayıdır. Peygamberimiz Hazreti Muhammet’in doğum yıl dönümünü anma günleridir. Cebel Ayaklanması ve 1989 Mayıs Ulusal İsyanıyla totalitarizm boyunduruğunu kırma yıl dönümüdür. Tarihimizde bu kadar büyük siyasi önemi olan başka bir olay meydana gelmemiştir. “Bürük Göçler” bile Ayaklanmanın alaca gölgesidir. Bu kadar önemli tarihlerin üst üste geldiği ve insanlarımızın gerekli hazırlıkları gördüğü ve kutlamalar dolayısıyla eş dostla görüşmek niyetiyle Türkiye ve Batı Avrupa ülkelerinden birçok kardeşimizin memleketimize yola çıktığı şu günlerde Cebel Belediye Başkanı Bahri Ömer’in törenlerde anma konuşmaları yapılırken siyasi şiar yükseltilmesini, şiirler okunmasını, dualar edilmesini yasaklamasına anlam veremedim. 22 yıl belediye başkanlığı yapan bir siyaset adamının “yasaklamakla hiçbir sorunun çözülemeyeceğini” artık öğrenmiş olması gerekirdi. Geleneksel Cebel buluşmasında, onun da kurucu heyete katılan olgun siyasetçilerden biri olduğu Demokrasi, Sorunluluk, Özgürlük ve Hoşgörü, kısa adı DOST partisini program, tüzük, amaç ve hedefleri üstüne ayrıntılı bilgi sunması, ajitasyon belgeleri sunması, tanıtıcı el kitapları dağıtması vb. umut ediliyordu. Bu kutlamalarda dinleyicilerin gözüne hep gül suyu mu serpildi? Bu işlerde kimseyi incitmek istemesem de, Cebel Belediyesinde daha önceki yıllarda Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH) partisi törenli toplantılarında


216

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

da, hep havadan sudan söz edilmişti. Dinleyicilerin gözüne hep gül suyu serpildi. Tarihsel olayların gerçek anlamının açıklanmasından uzak duruldu. Ahmet Doğan gibi hiç bir işe yaramayan birinin şerefine hep kuzu kesildi, viski içildi ve Cebel Ayaklanmasını çukura gömme, unutturma davasına hep birkaç kürek toprak atıldı ve birkaç iri taş tekerlendi. Gerçeklerin tamamen gizlenmeye çalışıldığı dikkatimi çekmişti. Bu işlerin başı Olan Bahri Ömer parti değiştirip DOST’çu olalı hainlikler yolda bir adım daha attı ve “siyasi konuşmaları, toplu anma törenlerini” vb. yasaklamaya başladı. Oysa bizim küçük dediğimiz gerçekler çok büyük hakikatlerdir. Azizlerimizi anlam bizim geleneklerimizin başında gelir. Ananelerimizin unutturulması bizim yaşam tarzımızın, emellerimizin ve umutlarımızın budanıp baltalanması anlamına gelir ki 27 yıl önce biz bu haklarımızla yaşamak için isyan etmiştik. Alınan karar tamamen yanlıştır. Buradan duyurulur 19 Mayıs töreninde, Cebel Merkezinde toplananlara şehir radyosundan şu şiirimiz okunması büyük rica olunur.

Küçük Bulgar Mezarlığı Bu karşıda gördüğüm küçük Bulgar mezarlığı, Soykırımı devresinin acı hatırasıdır, Kabirler üstündeki solgun açan çiçekler, Bulgar adı altında yatanların yasıdır. Buna benzer mezarlıklar görmedim hiç bir yerde, Ne İsa’nın haçı var, ne ağacı, ne gülü, Bu mezarlıklar kanayan yaradır yüreklerde, Toprağında yatanlar kalbimizde gömülü.

Mezar taşlarındaki eski Bulgar adları Biz Türklerin gözüne bir ok gibi batıyor, Istıraplar içinde geçmiştir hayatları. Küçük Bulgar Mezarlığında koca Türkler yatıyor. Bu şiirimizin çok güzel bir de öyküsü var. Bu büyük gerçek Cebele, Provadıya, Varna’ya, Ak Kadınlara, Kemallere, Şumnu’ya ve Türk Müslüman kardeşlerimin yaşadığı her bir köy ve kasabaya ilişkindir.


Makale ve Analizler - 2016

217

Olay Veliko Tırnovo’da olmuştur. Adı değiştirildikten sonra vefat eden Müslümanların cenazeleri hangi defnedilecektir sorusu çıkmıştı ortaya -Türk mü, Bulgar mezarlığına mı- meselesi baş göstermişti. Cenaze yakınları her zamanki gibi hocayı (imamı) çağırıyorlar. Fakat bu denli gergin bir ortamda cenaze yıkama, cemaatle cenaze namazı kılma ve cenazenin mezarı başında telkin yapma gibi dini ayinler yapmaktan korktuğu için hoca gelmiyor, (o zaman bizim hocaların maaşını Bulgar devleti veriyordu), ve kendini güvence altına almak için resmi belge istiyor. Cenaze yakınları köy muhtarına baş vuruyor. Muhtar da ne yapacağını bilemediğinden , böyle bir belge vermiyor. Cenaze ortada kalıyor. Konu kilise papazına intikal ettiğinde, papazın cevabı şu oluyor: “Biz Hıristiyanlarda, yeni doğan çocuk vaftiz edilir. Ancak bundan sonra, Hıristiyan cemaatinin bir üyesi olarak kayda geçer. Sizin olayınızda böyle bir durum yok. Sizin adlarının değiştirilmesi, ne Müslümanlıktan ihraç edilmeniz, ne de Hıristiyanlığa geçmeniz anlamına gelir. Bana göre siz hala Müslümansınız ve bu meseleyi ben değil, sizin Müftüleriniz çözer. Bu nedenle, “siz Müftülerinize başvurun” diyerek gelenleri geri çevirir. O zamanlar Tırnovo Müftülüğü kapatılmıştı ve bölge Şumen Müftülüğüne bağlanmıştı. Cenaze yakınları bu defa Şumen Müftülüğüne gider. Durumu müftüye anlatırlar. Müftülük köy imamına hitaben, cenazenin defnedilmesi için bir vaazı verir. Böylece cenaze üç gün bekletildikten sonra köy mezarlığına yakın bir yere defnedilir. Ancak burada yeni bir sorun çıkar. Bazı mutaasıp kişiler, “Müslüman mezarlığına yabancı adlı (Hıristiyan isimli) kişiler defnedilemez”, diyerek itiraz ederler. Bunun üzerine sorun belediyeye intikal eder. Yetkililer gelir, mezarlığın bir kenarında yer gösterir ve orası adları değiştirilmiş kişilerin mezarlığı olur. Bu ayrı küçük Bulgar mezarlıkları soydaşlarımızı hala rahatsız etmektedir. Bulgaristan Türk şairlerimizden Ali Bayram “Küçük Bulgar Mezarlığı” şiiriyle bu olayı, yukarıda okuduğunuz gibi, en güzel anlatmıştır. Bu küçük mezarlıklarda, daha doğrusu mezarlık köşelerinde 1984 - 1989 arası cennete giden Koca Türkler yatmaktadır. Cebel Ayaklanması bir Müslüman Mezarlığında Hristiyan defin geleneklerine isyan olarak patlak vermiştir ve HÖH-DOST kavgalarına rağmen mutlaka anılmalı, Mevlit yapılmalı, siyasi konuşmalar yapılmalı ve halkımızın yüksek bilinçli Türk ruhu yaşatılmalıdır. Bu geleneklerimiz yaşatılmazsa, Belediye Başkanı Bahri Ömer’in HÖH kurucusu, DOST ku-


218

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

rucusu, “DS” ajanı vb. olmasının hiç bir anlamı yoktur, çünkü o otomatik olarak “Türk Gelenekleri Düşmanları” sürüsünden biri olarak parlar ve yürüttüğü siyasi çalışmalar anlamsızlaşır. Menfaat gözeterek parti değiştirmekle geleneklerimize ihanet etmek ve geçmişimizi yaşatmak istemeyenlerin saflarına geçmek arasındaki fark dağlardan büyüktür. Bizim Türk ruhumuz gıdasını geleneklerimizden alır. Silistleri keskin kalem Bakov, dünkü şiirinde konuya şöyle değinmiştir: Neden?! Devirlerce medeniyete yürürken insan Ah, nice zorluklara siper olmuştur beden ! Birilerinin zevki için dökülürken kan Neden vicdanlar sustu, soruyorum ben, neden ? Kölelik, feodal, kapitalist düzen derken Sonunda yeni bir düzen, demokrasi denen ! Bu düzende de büyük balık küçüğü yerken Halâ İnsan olmadığımız meydanda, neden ? Cahillerin elinde yönetim kuralları Alimler zindanlarda, nice çileler çeken ! Bozulurken bunca umutların moralleri Anlamıyorum, Milletin suskunluğu neden !? Bilinçli yaşamımızın en yüksek doruğu olan Mayıs 1989 Ayaklanmamızı yaşatma en önemli milli ödevimizdir.. Ayaklanmalarını, şehitlerini, geleneklerini unutan bir halkın geleceği olamaz.


Makale ve Analizler - 2016

219


220

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

TÜRK HALKLARI KONGRESİ DÖNEM BAŞKANLIĞI TESLİM ALIRKEN


Makale ve Analizler - 2016

221


222

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2016

223


224

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.