24 ÖNCE ARINMAMIZ GEREKİYOR

Page 1

ÖNCE ARINMAMIZ GEREKİYOR

2016 Mayıs Makale ve Analizleri


ÖNCE ARINMAMIZ GEREKİYOR BULTURK BGSAM Yayınları Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi - BGSAM -24 BULTÜRK Adına Genel Başkanı: Rafet ULUTÜRK Basım: Mayıs - 2016 Koordinatör: Dr. Nedim BİRİNCİ Editör: Raziye ÇAKIR İnternet sorumlusu : Kapak Tasarım: Murat ULUTÜRK Pazarlama Sorumlusu: Hamiyet ÇAKIR Arşiv: İbrahim SOYTÜRK İsteme Tel: 0212 511 63 47 www.bulturk.org; www.bghaber.org; info@bulturk.org İnternet sitesinin yazıları Adres: Yıldırım Mah. Şehit Kamil Balkan cad. No.114/A Bayrampaşa İstanbul Tel: +90 (212) 511 63 47 Belgegeçer: +90 (212) 526 51 98 https://bgsam.org/, https://issuu.com/bulturk, https://bulturk.org.tr/ Baskı : DİNÇ OFSET MATBAACILIK SAN. ve TİC. LTD. ŞTİ. Adres: Davutpaşa Cd. Emintaş San. Sit. No: 103/580-581 Topkapı - İstanbul Tel: 0090 212 493 24 67 TÜRKİYE CUMHURİYETİ YASASI GEREĞİNCE BU ESERİN YAYIN HAKKI BULTÜRK’ten İZİNSİZ KISMEN VEYA TAMAMEN ÇOĞALTILIP YAYINLANAMAZ

Web: www.bghaber.org ; E.Posta: rafetuluturk@yahoo.com


“Bilgi Ordusu, Bizim Ordumuz, Bildiğimizi Öğretmek,Bizim Borcumuz.” Rafet ULUTÜRK

Düşünceler dizisi olan elinizdeki eserin anlamı derin bir uğraşın ancak başlangıcıdır. Bulgaristanlı Türk Müslümanların başına 1970-72, 1984-85’te düşen yıldırımın bir daha düşmemesi için bir uyarı ve ışık niteliğindedir. Saygılarımızla, B U LT Ü R K İ st a n b u l



Önsöz Yerine Yıl 2016 1970-1985 arası üzerimize yıldırım düşmüş gibiydik. Stres geçti mi diye, soranlara cevabımız yoktu. Çünkü acımız anlatılır türden değildi. Ayrıca “Geçmiş olsun!” da uygun bir teselli değildi. Çünkü derin izler kaldı ve hiç bir şey unutulmadı. Tanımak zorundayız. Biz Bulgaristan devleti tarafından seri tuzaklara düşürüldük. “Başa gelen çekilir” özlü sözünü de yanlış algıladık. “Başa gelen tepilir!” anlamını açmamız gerekiyordu. Kimlik değiştirme trajedisinden sonra, bir de “Büyük Göçten” sonra Türklerin Türklerle kaynaşması serüveni yaşandı. 120 bin soydaşımızın geri dönüşü Türk bilincinde buluşma dalgasını kırdı. Neyse yılların geçmesiyle bu da aşıldı ve 1989 Ağustosunda “Kapıkule”den girenlerimizin toplam sayısı, Türkiye’de doğan çocuklar dışında 2015 yılı itibarı ile artık Türkiye’de 710 bin kişiye ulaşmış durumdayız. Biz çok büyük, örgütlü ve bilinçli bir güç haline dönüşeceğiz. En büyük özelliğimiz de ata toprağımızı, atalarımızın mezarlarını asla unutmamış olmamızdır. Bugünde bizim için ata vatanımızdaki en değerli taş, oradaki mezar taşlarımızdır. Biz Bulgaristan’da Bulgar çocukları ile aynı kitapları okuyarak aynı okulları bitirmiş olsak da zıt yetiştik, adına sosyalizm yani sözde insan kardeşliğine ve eşitliğe dayanan bir toplumsal düzende bu çelişkiler, ulus ile etnik azınlıklar arasındaki bağdaşmazlığa (antagonizme) kadar kızıştı. “Soya dönüş” yalanı, totalitarizm yıllarında bizi tamamen köreltebildiklerine inananların icadıydı. Türk iradesinin toplu tutuklamalarla, toplama kamplarında taş kırdırılarak, “Belene” ölüm kodeslerinde ve koğuşlarda kırılamayacağını, sulandırılıp eritilemeyeceğini çok geç anladılar. Biz bugün de yeni bir başlangıçtayız. “Bulgar Etnik Modeli”ni gömmeye, Rus ve Bulgar istihbarat ajanlarını politik yapılanmamızdan atmaya ve gerçek demokrasi ile adaletli topluma açılmaya çalışıyoruz.


6

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu özgürlükçü demokrasi ve Batı medeniyetinde buluşma yoludur. Yazılarımızda işlediğimiz konulardan biri de yeni asırda göçmen kimliğinden sıyrılıp Türk ulusal kimliğiyle kaynaşmadır. Saygılarımızla, Raziye ÇAKIR


Önsöz: Toplumların hayatında yazılı tarih büyük bir öneme sahiptir. Ancak bizde yazılı olmayan tarih, yani nesilden nesile aktarılan tarih vardır. Bu nedenle bazı olaylar zamanla faklı şekilde anlatılmakta veya algılanmaktadır. Gelecek nesillere aktarılacak olan bilgi birikiminin arşivlenmesi, kitap, dergi veya gazete gibi yayın organları aracılığı ile kalıcı hale getirilmesi büyük bir öneme sahiptir. Bu nedenle edindikleri tecrübeleri, yaptıkları çalışmaları toparlamak ve kitaplaştırmak güzel bir çalışmadır. Bunu bireysel olarak yapımaktan öte kurumsal olarak da yapmaları takdire şayan bir davranıştır. BULGARİSTAN TÜRKLERİ KÜLTÜR VE HİZMET DERNEĞİ kısa bir süre önce 2013’te kurulan internet haber sayfası www.bghaber.org sitesindeki yazıları bir araya getirerek yapılan bu çalışmaları kitapçık halinde getirerek bu konuda büyük bir ciddiyet göstermektedir. Derneğin internet haber sayfasında çıkan yazıları ve çalışmalarının yıllıklar halinde kitapçık haline getirerek yer aldığı bu çalışma gelecek kuşaklara aktarılacak ve ışık tutacaktır. Öte yandan dernek büyük bir arşiv de oluşturmuş durumdadır. Dernek faaliyetlerini gerekli ciddiyetle yürüten dernek Başkanı öncülüğünde dernek kurucuları, Yönetim Kurulu ve üyelerinin yaptıkları özverili çalışmalarından dolayı kutluyorum ve başarılarının devamını diliyorum. Mehmet ÇAKIR BULTÜRK Kurucu Üye


8

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Değerli Hemşehrilerim, Bulgaristan’da hepimiz zor günler yaşadık, itildik, ezildik, çiğnendik, hatta gün geldi vurulduk, şehitler verdik. Bu nedenle bizler kendi içimize kapanarak, yaşam mücadelesi vermeye çalıştık. Ancak bu içine dönüklükten kurtulmalıyız ve Türkiye’de yaşadığımıza göre, yasaların bize verdiği tüm haklardan bizlerde yararlanmalıyız. Peki, neden bunu yapamıyoruz? 1877-78 Rus-Türk savaşından sonra Osmanlının Balkanlardan çekilmesiyle birlikte, savaş esnasında işlenen akıl almaz katliamlar nedeni ile atalarımız asırlarca yaşadıkları yerleri terk ederek göç yolunu tutmuşlardır. Geride kalanlar ise Bulgaristandevleti’nin uygulamaya başladığı soy kırım politikalarına karşı direnmiş ve hayatta kalmaya çalışmışlardır. Şimdi ise burada Türkiye’de yaşayanlar oralara yardım edebilmek için, burada ilk önce bir araya gelmek ve bir merkez oluşturmalıyız. Artık bir kurum altında toplanmalı ve birlikte hareket etmeliyiz. Bu birliğe hepimizin ihtiyacı olduğuna inanıyorum. Artık bir birimizi kötülemekten vaz geçmeliyiz, birisi için yanında konuşamayacağımızı başka bir yerde konuşmamalıyız, yani kısaca arkasından konuşmamalıyız. En önemlisi samimi, hoşgörülü ve ahlaklı olmak. Zamanla her şey yerine geleceğine inanıyorum, ama tabi ki bu dava üzerinde kafa yoran, stratejiler üreten ve devamlı bunun üzerinde çalışan olursa. Bizim savaşımız insanlarımızı ahlaklı yetiştirmek olmalı, birlik ve beraberliğe kendi insanlarımızla başlayarak tüm Türk Dünyasına taşmalıyız. Bizler burada Türkiye’de yaşayan Bulgaristanlılar büyük bir kitle haline gelmiş durumdayız. İşte bu nedenle şimdi bu kitleyi yani kendi hemşerilerimizi, bir araya toplayarak bir merkez, bir güç birliği oluşturmalıyız, tabi ki bu bizim doğal tabii hakkımızdır. Bizler de artık toplum gücünü kullanabilmeliyiz. Toplum olarak haklarımızı elde etmek zorundayız ve bu yönde çalışmalıyız. Biz bunu söylerken, önderlerimizi seçerken, başkaları kötüdür demiyoruz.


Makale ve Analizler - 2016

9

Biz bu işi onlardan daha iyi yapabileceğimize, Türkiye Cumhuriyetine ve Türk Dünyasına daha verimli olacağımıza, buralarda bu bölgelerde yaşayan Türklerin daha iyi, daha güvenilir, yaşamalarını sağlayacağımıza inandığımız için, Önderliğe, Yönetime talibiz. Bu arada Bulgaristan’da kalan kardeşlerimizin hepsinin siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel kimliklerini, muhafaza edebilmeleri için mücadele etmeliyiz ve bu konuda gerekeni yapmalı ve gerekli yardımları yapmalı ve yaptırmalıyız. Aramızda Ahlâklı, Adaletli olanları seçmenli ve yüceltmeliyiz. Geçmişi konuşmaktansa, gelecekten söz etmeliyiz, bugünü değil, yarınları görerek hareket etmeliyiz. Aramızdan stratejistlere imkân ve fırsat vermeliyiz ve onları bizler yetiştirmeli yön verebilmeliyizkısa-10 ve uzunvadeli -50 yıllık hedefleri gösterebilmeliyiz. Aramızda kötü niyetli insanları tespit etmeliyiz, bilmeliyiz ki, onların kusurlarından dolayı değil, bu güne kadar yapılması gerekenleri engelledikleri için aramızdan uzaklaştırmalıyız. Bu güne kadar neler yapılmamış, onları araştırmalı, bilmeliyiz ve neler yapılması gerekir onları söylemeliyiz ve bunları bir an önce hayata geçirmeliyiz. Bizler gözyaşları dindirmek için, yaralara mehlem olmak için, her yüke ortak olabilmeliyiz. Gençlerimize, sadece balık pişirmesini değil, balık tutmasını da öğretmeliyiz, insanlarımızı denizlere, okyanuslara açılmalarını sağlamalıyız. Aramızda Tek Lider değil her sokakta, her mahallede bir lider yetiştirmeliyiz, biz dünyayı yönetmek için oğullarımızı yetiştirmeliyiz. Bizim insanlarımız yani Bulgaristan Türkleri şahsi başarıları Türkiye’de belkide en çok olanlardanız. İşte artık bizler toplum olarak haklarımızdan yararlanmasını bilmeliyiz. Her şeyden önce siyasi haklarımızı toplum olarak kullanmalıyız, daha sonra ekonomik ve kültürel haklar onu takip edecektir. Hepimizin gördüğü gibi, tarihte büyük güçler çok defa kötü politikaların kurbanı olmuşlar ve bunlar devam edecektir. Bir toplumun Lideri olmadan hiçbir şey olmaz, bu lideri de toplum çıkarmalıdır. Siyaseti güvenilir, sevimli hale getirmek bizim hedefimiz olmalı, bu gün çok zor, imkânsız olarak görünse de, yarınlara umutla bakabilmeli ve baktırabilmeliyiz. Var olabilmemiz için, var kalabilmemiz için, öncelikle temel hususlarda anlaşma sağlamalıyız. Aramızda bir birimize güveni kaynaştırmalıyız ve samimi olmalıyız.


10

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Her şeyden önce özgüvenimizi kazanmalıyız, birlik ve beraberliği ön planda tutarak insanları insan oldukları için sevip saymalıyız. İçimizde barışı sağlayıp, tek merkezde bir çatı altına toplanmalıyız. Bu çatı da “BULTÜRK Derneği” olmalıdır. Buradan tüm dünyaya sesimizi duyurabiliriz. Balkanlar konusundaki politikalarda etkili olabilmek için yolları aşındırmalıyız. Çünkü gelişmiş ve Bulgaristan’da etkili bir Türkiye Balkanlara tamamen hâkimiyet kurabilecektir. En önemlisi kararlı olalım ve birbirimize samimi, saygılı olmayı ve bir birimizi sevmeyi öğrenmeliyiz. Bizim derdimizi ve problemlerimizi en iyi anlayabilecek zaat bizden olduğunu idrak etmeliyiz. Bulgaristan Türkleri konusunda teşhisi bizler kendimizi yetiştirerek yetki mercileri alarak son noktayı biz koymalıyız, bu güne kadar ki eksikliğimiz budur. Ayrıca Balkanların anahtarı Bulgaristan’da yani Bulgaristan Türklerinden geçtiğini de öğrenmeli ve öğretmeliyiz. Sevgili dava arkadaşlarım. Kendimizde özgüveni, aramızda güveni ve merkezioluşturduktan sonra, kimsenin aramıza nifak tohumları ekmesi mümkün değildir. Bizim için önemli olan, eksiklerimizi bulmaktır. Geçmişi bırakarak artık bizler aydınlanma dönemine bir an önce geçmeliyiz. Halimizi tespit etmek çok kolay, gazete, dergi yayın hayatımız nerede, kaç gazete, tv, radyo bizimle ilgili haber yapıyor.Burada suçlu değil, sebepleri aramalıyız. Gelin bunları tartışalım, niçin bu güne kadar bir Bulgaristan Kültür Merkezi olmamış, bunu şimdi nasıl gerçekleştirilebiliriz, bunlara yönelik çalışmalar toplantılar yapmalıyız. Hedefimiz Türkiye Cumhuriyetini daha güçlü, daha huzurlu ve daha iyi yarınlara götürmek için olmalı. Güçlü bir Türkiye Bulgaristan da yaşayan Türklerede güven ve huzur verecektir, onların daha rahat yaşamalarını hep birlikte sağlayabiliriz. Bunlar zannetiğiniz kadar zor işler değil. Dünyada insanlar bir iş için değil, bir İdeal için hayatını feda ederler. Bunun için güçlü olmak sesini duyurabilmek için öncelikle bir Kurum ve bunun Merkezini oluşturmalıyız. Çünkü Merkezi olmayan hiçbir topluluk bir yerlere gelmesi mümkün değildir. Bu güne kadar konuşmalar tartışmalar yapılmış fakat bir ağıç ekilmemiş işte bu gün bunu yaptık BULTÜRK tüm Bulgaristan Türklerinin biz öncelikle sadece Bulgaristanlıyız.


Makale ve Analizler - 2016

11

Bizler elimizdeki kıt kaynaklarla bir merkez oluşturmaya çalıştık, bunda da muhafak olduk. Bu merkeze ulaşmakta büyük güçlükler ile karşılaştık bu konuda bizlere yardımcı olan emeği geçen herkese teşekkür ediyoruz. Ayrıca bizlere kendi yerini veren Mümin Hocamıza huzurunuzda kendisine tekrar tüm halkımız adına buradan teşekkür ediyoruz. Bundan sonraki hedef de Türkiye’nin her yerine ulaşmak ve bu birlikteliği her yerde tesis etmektir. Bu merkezimizde artık kendimize ait bir kültür merkezimiz oluştu toplantı salonumuz da mevcuttur her 15 günde bir toplanıyoruz. Amacımıza ulaşabilmek için devletin bir şeyler yapmasını beklememeliyiz. Birlikten kuvet doğar Atasözünde olduğu gibi güçlerimizi birleştirerek devlet yönetiminde söz sahibi olmalıyız ve geleceğimize kendimiz yön vermeliyiz. Gençlerimizin devlete girmelerinin yolunu aydınlatmalıyız. Artık bizim de Ankara’da TBMM’de kendi temsilcilerimiz olmalı. Bizler de buralara kendi içimizden birilerini gönderebilmeliyiz. Aramızda birlik ve beraberliğimizi oluşturduğumuz takdirde kendi içimizde samimi olduğumuzda başarıların ard arda geldiğini göreceğiz bunu başaracağımıza eminim. İhtiyacımız olan tek şey kendi içimizde daha adaletli olabilmek. Sevgi ve saygılarımı sunarım, Genel Başkan Rafet ULUTÜRK


12

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgaristan’da Dev Anket

Raziye ÇAKIR -08.Mayıs.2016

Hatırlatma; Çünkü Halâ Geçerliliğini Koruyor Dev Anket ve Düşündürdükleri Uluslararası Basın Toplantısı İstanbul’da Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği ile Rumeli Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneğinin Genel Başkanları beraber ortaklaşa bir uluslararası basın toplantısı düzenlediler. Bu basın toplantısında 2010 yılının Haziran’da başlayarak Bulgaristan’da Türklerin yoğun yaşadığı 13 ilde. (Burgaz, Silistre, Şumen, Razgrad, Tırgovişte, Ruse, Loveç, Plovdiv, Stara Zagora, Haskovo, Kırcaali, Smolyan ve Blagoevgrad) Bulgaristan genelinde 9 bine yakın gönüllü kişiyle, aynı zamanda Bulgaristanlıların toplu yaşadığı (İstanbul, Edirne, Tekirdağ, Kırklareli, Kocaeli, Bursa, İzmir ve Ankara) bölgelerde 4 bin soydaşımızla yapılan dev anketin sonuçları açıklandı ve ilk kez yorumlandı. 13 Bin Kişi Katıldı Anket, hem Bulgaristan ve hem Türkiye’de eşzamanda aynı etnik ve kültürel kökenli toplam 13 bin kişiyle her sorunun tam olarak anlaşılmasını sağlamak amacıyla iki dilde (hem ana dili Türkçe hem de vatan dili Bulgarca) yapıldı. XIX. y.y. başında (1800 - 1835) Bulgaristan nüfusunun üçte ikisini oluşturan Türkler ile 1989’daki göçle Türkiye’ye gelen ve çoğunun çifte vatandaş olan 600 bin soydaşın nabzı değişik konularda aynı anda aynı bilimsel yöntemle yoklandı. Bazı sorular anket uzmanları tarafından çapraz tablolarla da yorumlandı. Elde edilen bireysel yanıtlar istatistik kurallara uygun işlendi. Balkanların göbeğinde büyük bir etnik halk topluluğunun kitlesel ruh hali, farklı konulardaki düşünce, görüş, heves ve niyetleri, değişiklik gösteren ve sabit kalan fikirleri, davranış motifleri, yerleşik düşünce tarzı, yeni yönelimleri, ana dili, seçimler, yönetim şekli, liderler, öğrenim, eğitim, kültür, azınlıklar arası etkileşim ve ilişkiler, Türk etnik azınlığı ile Bulgarlar arasındaki güven, ortak çalışma ve iş görme konularına yaklaşım, beklentiler, iktidar konusundaki yeni tutum, AB üyeliği ve değişmeye başlayan yargı değerleri, ayrıca Türkiye’ye beslenen güven ve yeni umutlar, Türkiye’den somut beklentiler gibi birçok konuda ilginç sonuçlar alındı ve kamuoyuna sunuldu. İki Dernek Elele Verdi Neticeler, anketi gerçekleştiren iki göçmen derneğinin bundan sonraki çalışmalarına damga vuracağı gibi, Türkiye ile Bulgaristan arasında dostane ilişkilerin ve işbirliğini, hele Türkiye Cumhuriyeti’nin Balkan politikasının yoğunlaştığı, Bulgaristan’ın da Türkiye ile daha verimli işbirliği için çaba gösterdiği bir


Makale ve Analizler - 2016

13

dönemde büyük önem arz etmektedir. Bu cümleden olmak üzere, anketin yapıldığı zaman Türkiye’nin AB üyeliğine alınması da aktüel gündem oluşturuyordu ki, gerçekleşmesi durumunda, iki ülke arasındaki devlet sınırını kaldırma zamanı gelmiş olacaktır. Sorular Gerçekleri Ortaya Çıkardı 48 soruyla can alıcı sorunlara değinen bu halkla yüzleşmenin sonuçları iki ülkeden kalabalık bir gazeteci ve medya topluluğu önünde açıklandı. Basın toplantısına Bulgaristan’dan, Türkiye’den, Kazakistan’dan, Azerbaycan’dan hatta en ilginç olanı da Afganistan’dan da gazetecilerin katılması oldu. Basın toplantısını Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği Genel Başkanı Prof. Dr. Hayati Durmaz kısa bir sunuş konuşmasıyla açtı. Genel Başkan öncelikle dev anketi iki ülkede birden aynı zamanda ve başarıyla gerçekleştiren dernek kadrolarına, bu işe emeği geçenlerin hepsine, gönüllü katılımcılara, yardımlarını esirgemeyen muhtar, öğretmen ve belediye görevlilerine teşekkür etti. Anketin başarısında Dernek yöneticilerinin olduğu kadar üyelerin de çok katkısı olduğunu özel olarak belirtti. Sonuçların broşürler halinde hem Türkçe hem de Bulgarca yayınlanacağını bildiren Genel Başkan bir ilk olan ve iki ülkede daha ilk günde yankılanan bu isabetli projenin gölgede kalmış pek çok soruna ışık tuttuğuna işaret etti. Halkla canlı temasın önemini vurguladı. Halka hizmette sınır tanımayan derneklerin çalışmalarını bilimsel raylara oturtma yolunu açtığını, etkinlikleri zenginleştirme zamanının geldiğini vurguladı. Bulgaristan’da Yaşamak İsteyenler Çoğunlukta Rumeli Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneğinin Genel Başkanı sözü alarak değerli fikirlerini somut rakamlarla açarken ankete katılanlardan % 66’sının bundan sonra da aileleriyle birlikte Bulgaristan’da yaşamak istediklerini, göç etmeyi düşünmediklerini söyledi. “Bu sonucun, 1989 göçünden sonra Bulgaristan’da durumun oldukça sakinleştiğinin altını çizdi. Aynı zamanda orada yaşayan Türklerden %96’sının gelecekleri için güvenceyi bir AB ülkesi olan Bulgaristan’da görmeyip, Türkiye de gördüğünü belirtti. Rumeli camiasında ilk defa iki sivil toplum bir araya gelerek bir dev projeye imza atmışlardır” dedi. Türkiye’de 10 Milyon Soydaşımız Yaşıyor Bultürk Genel Başkanı Sofya “24 çasa” (24 saat) gazetesi temsilcisinin sorularını yanıtlarken de şu bilgileri verdi: Şimdiye kadar Bulgaristan’dan Türkiye’ye 36 kez göç oldu, halen bugün Türkiye’de 10 milyon civarında Bulgaristan göçmeni yaşıyor. Hepsinin geldikleri topraklarda kalan yakınlarıyla ilişkileri canlı ve süreklidir. Türkiye’deki büyük göç kitlesi ile Bulgaristan’da yaşayan yakınları arasında her yardımlaşma ilişkileri gelişiyor, hem de çeşitlenip derinleşiyor,


14

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

yeni biçimler alıyor. Gençler Bulgaristan’da ve Türkiye’de üniversitelerde okuyor. Bulgaristan’da okuyanlardan bir kısmı orada çalışmaya kalanlar var. İyi ve kötü günlerde görüşmeler çoğaldı, düğünler, bayramlar birlikte kutlanıyor. Seçimlere birlikte katılmak gelenek oldu. Türkiye’de yaşayan Bulgaristan Türklerinin çifte vatandaş statüsüne de değinen Genel Başkan, modern iletişim çağı Bulgaristan’a ve Türkiye’ye olan ilgiyi, geleneksel Türk ailesinin yaşayış tarzına olan ilgiyi arttırdı. Bulgaristan’a 228 Türk TV kanalı bilgi sunarken, Bulgar TV kanallarında İstanbul Kültür Yılı’na ilgi büyüktü, birçok Türk dizisi Bulgar dilinde gösterildi ve pek çok köhnemiş görüş ve asılsız iddia ve karalama silinmeye başladı, buzlar eriyor, dedi. Anketin politik nitelik taşımadığını, siyasi amaçlı olmadığını vurgulayan Prof. Dr. Hayati Durmaz, aynı coğrafyayı paylaşan, benzer yaşam biçimlerinde benzer kültürel geleneklerle yaşayan insanların ortak sorunları olması doğaldır, derken, iki komşu ülkede benzer sorunları aynı yöntem ve araçlarla çözme yollarını arayıp, derneklerin sunduğu hizmetleri daha etkin duruma getirmeliyiz, diye konuştu. Ardından Rumeli Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği Genel Başkanı Sayın Sadullah Sipahioğlu da konuşmasında; Sorunlar ve İstekler Belirlendi- “Bulgaristan’da ve Türkiye’de yaşayan soydaşlarımızın karşılaştıkları sorunların tespit edilmesi ve ülkeler arası politikaların belirlenmesi açısından büyük önem taşıyan bu yapılan anketin her iki ülkenin de birbirlerine kavuşmasında ve dostluğunda büyük rol oynayan soydaşların istek ve şikâyetleri, birinci ağızdan kamuoyu ile paylaşılıyor. Bulgaristan’da yaşayan yaklaşık 2 milyon civarında soydaşımız ile Türkiye’de ikamet eden, 1989 ve sonrası göç eden 600 bin civarında soydaşımızın sorunları ve taleplerinin dile getirildiği bu anket; aynı zamanda ‘Türkiye dışındaki Türklere’ yönelik yapılmış en kapsamlı ilk ciddi araştırma olarak da dikkat çekmelidir. Bağımsız STK’lar tarafından yapılmış bir anket olması ise anketin güvenilirliği ve önemini bir kat daha artırıyor” dedi. İki Dilli AB Vatandaşları Diğer sorulara verilen yanıtlarda ortaya çıkan gerçek şöyle özetlendi: Bu dev anketin daha büyük kısmı 2 yıldan beri bir AB ülkesi olan Bulgaristan’da yapıldı. AB bir ortak değerler topluluğudur. Kültürel farklılıkları toplumsal zenginlik olarak kabul etmiştir. Bu açıdan, Bulgaristan Türkleri asırlardan beri Avrupa’da yaşıyor. Halen hepsi AB vatandaşı ve Kültürleri de eski umum kültüründen bir parça. Ana dilleri Türkçe AB’de kabul edilen ortak dillerden biridir. Durum böyleyken, ne yazık ki, anket sonuçları Bulgaristan’da yaşayan Türklerin anadili, ana


Makale ve Analizler - 2016

15

dilinde öğrenim ve eğitim ve etnik kültürü geliştirme sorunlarını hala yaşadığını ortaya çıkardı. Toplumsal ekonomik ve politik yaşama daha ağırlıklı katılmaları için vatan dilini daha esaslı bilmeleri gereği gündemde yer aldı. Anket, Bulgaristan Türklerinin köy ve kentlerinde yerleşik bir hayat tarzı sürdürdüğünü ortaya koydu. Türkçe ailede ve yerleşim yeri ilişkilerinde, üretimde ve ticarette esas kullanılan dildir. Katılımcıların Bulgarlarla ve diğer etniklerden ailelerle iyi komşuluk ortamında yaşadığı, son dönemde komşuluktan doğan ciddi problemler yaşamadıkları, saygı ortamının pekiştiği ve karşılıklı hoşgörünün her yere yerleşmekte olduğu sonuçlara yansımıştır. İstatiğin Dili Gazeteciler önünde anket sonuçlarını istatistik bakımdan irdeleyen İstanbul Üniversitesi’nden Dr. Müjgan Deniz, anketin hem Bulgarca hem Türkçe, iki dilde ve iki devlette eşzamanlı yapıldığına dikkati çekti. Daha önce böyle bir anket yapılmadığını söyledi. 48 soru içeren, uluslar arası nitelikli bu etnik halk kitlesi sorgulamasının Dünya Sosyoloji Birliği tarafından uygulanan ve sonuçlarda yanılma oranı % 3’ten yüksel olmayan bir metotla gerçekleştirildiğini belirtti. Bu girişimin Bulgaristan Türk ve Müslümanların yaşadığı Tuna’dan, Karadeniz kıyısına, Trakya Ovası’ndan Rodop Dağları’na ve Edirne’den Ankara İzmir’e uzanan çok geniş bir coğrafik alanda ikili ve çoklu canlı temasla yapıldığına, % 10 gibi bir bölümün de elektronik yanıt ihtiva ettiğine dikkati çekti. Soru listesinde politik soru olmadığının altını çizerken, her iki ülkede ve anketin yapıldığı her yerde gönüllülük ve saygı ilkesine uyulduğunu söyledi. Aktif Etnik Topluluk - 2. Soru Katılımcılar, erkek ve kadın, aktif çağda, % 60’tan fazlası sosyal aktif, bilinçli, tahsilli, sosyo-ekonomik ve politik yaşamda etkin, birçokları totaliter düzenin devrilmesine ve demokratik yaşam tarzının yerleşip filizlenmesinde güç esirgememiş kişiler. % 70’inin evlatlı aile sahibi, 25 - 54 yaşları arasında ve ayrıca % 74’dü lise ve yüksek öğrenimli, en az iki dil bilen, kamuoyu oluşturabilen, bulundukları ortamda saygın, soruları iyi algılamada güçlük çekmeyen kişiler olması, anket sonuçlarının temsili olması açısından önem taşır. Ekonomik Durumun Düşündürdükleri - 7. Soru Kitlenin ekonomik durumu, parti ve liderinin seçmenle samimiyeti, reel gündeme yeni seçimler aranıp bulunması kapıyı açacak yeni anahtar olabilir. 7. sorunun cevabından ayda 1000 US ve üstü geliri olan ailelerin % 29,10 olduğu görülüyor. Somut örneklemek gerekirse bu gelir erkek inşaat işçilerinin Sofya ve Plovdiv hatta Varna inşaatlarından elde ettiği geliri, evini işini bırakıp Yunanistan’a tütün ve portakal zeytin toplamaya, çobanlık yapmaya giden-


16

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

lerin sigortasız kazancını, İspanya’da domates ve İngiltere’de çilek işinde kıvrım büklüm olanların çilesini, Devin, Zlatograt, Satovça, Gotse Delçev, Bansko köylerinden Pensilvanya’ya patatas ve “Virjinya” tütün işine giden genç erkek ve kadınların Uwestern Union veya ManıGramm ile Bulgaristan’a her ay gönderdikleri paraları da kapsıyor. Gocanma Zamanı Değil Burada ters olan nedir? Bu olaya HÖH’e olan politik güvenle ne ilgisi var diyebilirsiniz. Özgürlükler herkese istediği yerde yaşama ve çalışma hakkı tanımadı mı! Evet öyle ama. Bulgar yunan sınırı kalkınca bizim Rodoplular neden kendi tütününü kendi tarlasında yetiştirmiyor da, Yunana “kölelik” etmeyi tercih ediyor? Hiç düşündünüz mü? Çünkü Yunanistan AB’den tütün için teşvik alıyor ve elini cebine sokmadan bizim tütüncüleri “katır gibi” çalıştırıyor. İşin politik yanı burasıdır. Neden bu teşvik AB tarafından bizim tütüncümüze de verilmiyor? HÖH bu uğurda 20 yıldan beri neden uyuyor? 1985 yılında 270 bin ton tütün yetiştiren ülkemizde AB kotasının 2010 yılı için 34 bin tona inmesine neden göz yumuyor? Yumuyor da yerine bir şeyler koymayı hiç mi düşünmediler ve neden. Yunanistan’da bakılan her iri baş hayvan için daha yılın başında çobanlara özel prim ve teşvik ödenirken, bizim hayvancılarımıza bu paralar neden sağlanamıyor? Ne zaman sağlanacak? Ne zaman sağlanırsa kaybedilen güven de kendiliğinden geri dönecek. Ankete yansıyan 500 ile 1000 gibi gelirler ülkemizde elde edilmediği için geçicidir, bunların sigortaları Bulgaristan’da minimum üzerinden, AB ülkelerinde ve ABD’de de asla ödenmemiştir. Çünkü vasıfsız kaçak işçilerin ABD’de vatandaş olmayan tarım işçileri sigortalı çalışan değildir. Demek oluyor ki, bugün kendi gelirimizle fakir olan bizler yarın da emekli olunca yine alt tabakayı oluşturmaya devam edeceğiz. Ankete yansıyan gerçeklerin düşündürdükleri de bunlardır. Bu yalnız ekonomik açıdan bakılınca ortaya çıkan tablo, eğitim, öğretim, sosyal yardımlar, kültür v.b. konular capcanlı ve yanıt bekliyor. Modern Meslekleri Öğrenmek İstiyorlar 48 sorudan alınan sonuçlar tek tek incelendi:Bulgaristan Türklerinin mesleki durumunu açıklayan 7. soru katılanlardan, tarım üreticileri de dâhil, % 34’nün serbest meslek sahibi olduğu, bunların arasından % 19 gibi bir büyük grubun vasıfsız işçi olduğu görülmüştür. Bu durum, 1990’dan sonra ülkede meslek okullarının azaldığını, meslek eğitiminin paralı olduğundan birçok aile çocuğuna meslek eğitimi veremediğini, özel meslek kurslarının yeterli olmadığını yansıtıyor.


Makale ve Analizler - 2016

17

Bulgaristan’da 20 yıl önce meydana gelen toplumsal dönüşüm, sosyalist üretim biçimindeki ekonomik çöküş, kooperatifçi tarımın dağılması ve ardından modern üretim biçimlerine geçilememesi, sosyal ve ekonomik durgunluk yaşanmasına neden olmuştur. Birçok yerde kazma kürek, öküz ve eşekle tarıma dönş gözlenmektedir. Anket işsizlik sonuçlarında % 3 olarak yansımıştır. Ülke genelinde resmi rakamlara göre % 13’tür. Türklerin çoğu dışarıda sigortasız çalışmaktadır. Hem Türkçeyi, Hem Bulgarcayı Su Gibi Bilenler - 9. Soru 9.soruya verilen yanıtlardan ortaya çıktığı üzere, Bulgaristan Türklerinden % 32’sinin Bulgarcası çok iyi düzeydedir. Bu da, anket sonuçlarına göre, aktif meslek hayatına katılanların oranına eşittir ki, bu grubun içinde öğretmenler, eğitmenler, mühendis ve hemşireler, doktorlar, üniversite ve yüksek okul öğrencileri, belediye ve muhtarlık görevlileri ile esnafın bir kısmı yer alır. Aynı sorunun yanıtı toplumsal ekonomik yaşamda Bulgarcanın % 70’ tarafından kullanıldığını gösteriyor. Bu da son yıllarda Bulgar dilinin sosyal yaşamdaki rolünün artığını kanıtlıyor. Aynı zamanda, Bulgarca iş ve sosyal hayata daha etkin katılabilmek için geçerli bir anahtar olmuştur. Kaldı ki 1000$ üzeri olan geliri çoğunluğun Türkiye’de yaşayanlardır. Ortak Kullanılacak Üçüncü Dil Ankette Bulgaristan Türklerine üçüncü bir dil bilip bilmedikleri sorulmadı. Sorulsa iyi olurdu. Çünkü bilgisayar çağında, AB üyesi 27 ülke vatandaşı arasında ortak kullanılan ortak bir dile ihtiyaç doğdu. Böyle yeni bir olgunun devletçe finanse edilmesi ve özendirilmesi zamanı geldi. AB ülkelerinde işçi olarak çalışan ve gelirleri bu anketin ağırlıklı olarak gelir kısmını etkilemiş olan gençlerimiz, herkesçe bilinen ortak bir dili öğrenmenin zorunlu olduğunu en iyi his ediyor. Türkler Huzur İstiyor - 10. Soru Bulgaristan Türkü kimliğine ilişkin olan 10. soruya verilen cevaplar düşündürücüdür. % 66 oranında katılımcı “huzurlu olmadığına” işaret ederken, kesin tavır koymuştur. Rakamların dili, 100 yıl eritilmek istenen Türk kimliğinin Bulgaristan’da yeni kuşakla yeniden tesis edilip gelişmesi için 20 yılın yeterli olmadığını, yoğun çabalara devam etmenin zorunlu olduğunu ortaya çıkarmıştır. Şövenizm Zamanı Geçti Aşırı milliyetçi, şoven saldırıların geçen yüzyıl açtığı yaraların kapanmadığı, sızıların dinmediği ortada, her temasta belli oluyor. Son 5 yılda ATAKA ve VMRO gibi Bulgar partileri baş kaldırdı. Bu partilerin ideolojisinde ve tavırlarında anti-Türk ve anti-İslam tezler var. Aşırı sağcı ve bize karşı düşman tavrını gizlemeyen Volen Siderov iktidar ortaklığına tırmanmanın yolunu bulunca gemi...


18

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“Türkler Türkiye’ye!” çığlıkları yükseliyor. Sofya, Plovdiv, Varna sokaklarında, tren ve otobüs istasyonlarında Türkiye Cumhuriyetinin AB üyeliğine alınmasına karşı imza topluyorlar. Korktukları jeopolitik, jeo-ekonomik ve jeo kültürel önemi artan, Balkanlar’da tarihsel köklerine ve geleneksel değerlerine dönmesi halk kitlelerince destek gören Türkiye Cumhuriyeti’nin Avrupa Birliği’ne entegre olmasına engel olmaktır.Aslında onlara böyle bir ödev veren yok gibi. Halkımızın dediği gibi “kendi gelin, kendi damat” olan haydut bozuntuları su bulandırma peşinde. Cami duvarlarını karalayan, ezan sesine küfür eden, Türkçenin yasaklanmasını, Türkçe TV ve radyo yayınlarımızın kapatılmasını isteyenler de hep onlar. Korktukları Türk kimliği’dir. Ana dilsiz ve etnik kültürsüz kimliğimiz güçlenemeyeceği için hortladılar. Bu açıdan, Türk kimliğimiz bugün de tehlike altındadır. Güneş balçıkla sıvanmaz: Anket de ortaya çıkarmıştır ki, Türk kimliğimizi zenginleştirmek için 10 dakikalık TV haber programı ya da haftada iki saat seçmeli Türk dili dersi yeterli olmayacaktır! Bulgaristan Türklerinin Rodoplar’da, Rila’da, Deriorman’da ve Dobruca’da kimlik davası devam etmektedir. Bulgaristan’da Türk kimliğini köreltme çabaları dinmemiştir. Hak ve Özgürlük Hareketi’nin bu konuda bütün Türkleri ve tüm Müslümanların, dünya kamuoyu önünde “garantörlük” rolü üslenmesi sözde kalmış, beklenen sonuçlar elde edilememiştir. Parti tarafından savunulan ideolojide Bulgaristan’daki Türk kültürü milli kültürden bir parça olarak kabul edilse de, etnik bir olgu olarak geliştirilmesi uğrunda fazla bir şey yapılmamış, son 20 yıl böyle gelip geçmiştir. Türkiye ve Bulgaristan Belediyeleri Elele -11. Soru Belediyelerin Türkiye Cumhuriyeti belediyeleri ile dostluk, kardeşlik ve işbirliği ilişkileri tesis etmesi, dans ve koro gruplarının yerel çerçeveyi aşıp dış ülkelerde de konserlere ve festivallere katılması son dönemin perspektifli etkinlikleri arasında yer alıyor. Kimlik belirleyen faktörler arasına bugün artık, dil bayramları, şiir okuma panelleri, gericiliği lanetleme günleri, saz ve tambura kursları, kitap tanıtma sergileri, edebiyat geceleri, konserler, geziler v.b. önem kazanıyor. Bu arada 11. sorudaki ortak etkinliklerle ilgili sorunun cevabında katılanlardan % 56’sının “evet” mahalle, köy, semt, şehir düzeyinde ortak kültürel etkinliklerimizden “memnunuz” cevabını vermesi, karşılıklı saygıyı bu alanda da uygun ortam oluşturduğunu, daha geniş alan kaplama yolunda yeni atılımlar attığını gösteriyor. Bu olumlu bir gelişmedir.


Makale ve Analizler - 2016

19

Ana Dil Dostluklar Dili - 13. Soru Bulgaristan toplumunda eskiye kıyasla olumlu değişiklikler olduğu, bunların günlük hayata yansıdığı, günlük etkileşimde, işte, okulda, pazarda vatandaşların birbirine saygılı olmaya gayret gösterdiği gibi gerçekler yansıtılırken, hele seçim öncesi İslam ve Türk aleyhtarı sloganlardan rahatsız olanlar, seçime ve seçimde oy kullanma, serbestçe görüş beyan etme gibi temel haklarının Anayasa’da yer alan eşitlik ilkesine dayandığını, aynı zamanda bir evrensel insan hakkı olduğunu, bir de Avrupa Birliği’nin üye ülkelerden eski ve yeni düşmanlık köklerinin kazınması istendiği, anımsatılıyor. Bu istem öncelikle aşırı milliyetçiliğin kükremeye başladığı Bulgaristan için geçerlidir. Basın toplantısındaki soru ve yanıtlardan ortaya çıkan bir gerçek de, bu iki derneğin yöneticileri tüm konularda ATAKA ve VMRO yöneticileri ile görüşmeye hazır olduklarını ortaya koyması ve “uzlaşmazlık” sorunlarını bire dek görüşmeye ve ortak çözüm aramaya hazır olduklarını beyan etmeleridir. Hatta bu basın bildirisine de kendilerini davet ettiklerini amma onlar her zaman olduğu gibi kaçak güreşmeyi tercih etmişlerdir,. Özgürlükçü Demokrasi Toplumu - 14. Soru 14.sorunun yanıtından, Bulgaristan Türklerinin özgür yaşamının sürmesinden Türkiye Cumhuriyeti rolü konusunda “evet” ve “kısmen” yanıtlarının % 95,7 olması, Bulgaristan Türklerinin hürriyette sevdalı olduğunu, demokrasiye inandığını, halk iradesine dayanan toplum düzenini savunduğunu göstermiştir. Bu saptama, Bulgaristan’da Hak ve Özgürlük Hareketi ve diğer demokratik güçlerin müspet toplumsal rolünden de güç alarak son 20 yılda elde edilen görkemli sonuçlara bel bağlamaya devam edeceğine işarettir. Ankete katılanlar aynı zamanda bizim seçmenlerimizdir, onlar her defasında seçimlere en yoğun bir şekilde katılarak Sofya Parlamentosunda kendi vekillerini, köylerine kendi muhtar ve belediye başkanlarını seçti. Son meclis seçimlerinde mebus sayısını % 30 arttırarak, 38 milletvekiline çıkardı. HÖH hepimiz için gerçek özgürlük, hepimiz için Vatan Hakkı garantörü olmalıdır, her bakıma güvencemiz olduğunu her gün kanıtlamak zorundadır. Yoksa bu Millet onun peşinden gitmeye mecbur değildir. Bu Baskıların Yönü Farklı - 16. Soru 16.sorunun isabetli sorulmadığı kanısı dikkati çekti. Bulgaristan’da, iki yıldan beri politik sahnede gözlenen ve kamuoyu tarafından dikkatle izlenen sıkı bir politika devam ediyor. Ne ki, iktidarda olan GERB partisi, Başbakan Boyko Borisov hükümeti Bulgaristan’daki erk dışı baskı unsurlarına karşı koyuyor, devleti dolandıranlara, fidye için insan kaçıranlara, KDV


20

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

dolaplarıyla devleti soymaya çalışanlara, vergi kaçıranlara, gümrük kaçakçılarına, uyuşturucu tacirlerine v.b. karşı sert ve acımasız tedbirler uyguluyor, yeni yeni önlemler alıyor. Olup biten halktan gizlenmiyor. “Ohtopod”, “Naglite” ve birçok başka organize suç örgütü yöneticileri, silahlı eylemcileri tutuklandı. Mahkemeye çıkarıldı. Hükümet hukuk devleti istemlerini, normlarını ve kriterlerini uygulamaya çalışıyor. İş hayatında huzura doğru adımlar atılmış. Ankete de yansımış, bir şey gözden kaçmıyor. Hükümet tarafından yukarıda sıralanan dolandırıcı çetelerine karşı 2 yıldan beri aralıksız devam eden şiddetli baskı uygulamaları ankete katılanlarca doğru olarak kavranmamış olabilir ki, bu sorunun yanıtlarında “kararsızım” % 32 ve “katılıyorum” % 34 çıkması, iç politika konusunda toplumun daha geniş ve daha anlaşılır bir dille daha da ayrıntılı bilgilendirilmesi gerektiğini ortaya koymuştur. Demokratik toplumdaki ayrışımlar üstüne kamuoyunun her bakımdan bilgilendirilmesi zorunludur, bu yapılmadıkça hükümetin politik önlemleri yanlış anlaşılabilir ve ters sonuçlar doğurabilir. AB’nin Eşit Haklı Vatandaşları Karakteri bakımından çakışan bir soru da AB üyesi olan Bulgaristan’da Türkleri ikinci sınıf vatandaş olarak görülüp görülmediğine dair sorudur ki, Bulgaristan’da yaşayan Türklerden ezici çoğunluğu olan % 66’sının vatan değiştirmek istemediği ortaya çıkmıştır. Öyle ki, Bulgaristan’da yaşayan Türklerin Bulgaristan AB üyesi olduğundan dolayı AB’de de yaşamak istedikleri, çünkü hiç kimse “ikinci sınıf insan” olarak kabul edildiği bir yerde devamlı olarak kalmak istemez. TV Mektup Yazmayı Öğretemiyor - 19, 20, 21 Dil konusu incelenirken, Türkçemizin öğretilmesinde, TV yayınları ve diğer iletilim ve haberleşme araçlarının rol oynayıp oynamadığına ilişkin 19. 20 ve 21. anket sorusu ile ilgili olarak ortaya atılan görüşlerden şöyle bir özet çıktı: Ana dil olmadan etnik kimlik, etnik kültür, sosyal geleneklere dayanan etnik yaşam olamaz, olsa da gelişemez, soluk alıp veremez! TV’den öğrenilen Türkçe ile şarkı türkü söylenir ama mektup bile yazılamaz. Edebiyat dilimiz okullarda öğretilmelidir. Ankete katılanlar sorunu şöyle özetlemiştir: Anaların evde öğretebildiği Türkçe yetersizdir. Dil öğrenmede bir başlangıçtır, edebiyat dilimiz anaokullarında ve birinci sınıftan başlayarak okulda ve dil kurslarında okutulmalıdır. Bu işte taviz olamaz! Türkiye’de emekli olan anaokulu, ilkokul ve


Makale ve Analizler - 2016

21

edebiyat okulu öğretmenleri geri dönüp köy ve kentlerinde ana dili öğretme seferberliği başlatmayı da dernek olarak düşünüyoruz. Başmüftülük Sorunu - 25. Soru Dev anketin Bulgaristan’da Başmüftülük krizine ilişkin aldığı sonuçlar, toplumsal ihtiyaçla çakışmamıştır. Bugün Bulgaristan Başmüftülüğü etrafında dönen dolap, çok tehlikelidir. Her şeyden önce din adamlarının laik Bulgaristan’da din görevlilerinin toplum içindeki rolü ve yerine ilişkindir. Todor Jivkov rejiminde 320 din görevlisi devletten maaş alıyordu. Totaliter rejim Bulgaristan Müslümanlarının iman ve ibadet konusundaki haklarına ne yaptı ise bu devlet din görevlilerinin eliyle (iradesine rağmen olabilir) yapmıştır. Bu din yetkililerinden hiç biri Todor Jivkov’un idarede bulunduğu yıllarda tek bir defa “din özgürlüğü çiğneniyor” deyip, maaşını almayı ret etmemiştir. Belene toplama kampındaki öğretmen sayısı hafız ve hoca sayısından 20 kat daha fazlaydı. 1989 göçünde dini kadrolardan % 90’nı ülkeyi terk eti, kaçtı gitti. Başmüftü Atanamaz Savunulan tez nedir. Dr. Nedim Gençev Suudi Arabistan, Rabıta ve diğer Arap Din Kurumları, vakıfları ve devletleriyle sıkı fıkı ilişkilere girmişti. Bulgaristan Müslümanları arasında vahabizim, kökten dincilik, “al Kayda” taraftarlarının yer aramaya başladığından söz edilmeye başlamıştı. Bundan dolayı, Bulgaristan’da mahkeme kararıyla, politik atamayla Başmüftü göreve getirilemez. Başmüftüler de artık kendilerini geliştirmeliler, onlar o koltukları dolduramadılar o sebepten de politikacılara yalvarır oldular. 1990 sonrası Başmüftülerimiz dünyaya ayak uyduramadılar bu boşluğu da siyasiler doldurdu. Hacı Mustafa Aliş seçimle göreve gelmiş bir Başmüftüdür (partinin seçimiyle). Vaat ettiği sorunların yerine getirilmesinde devamlı gecikmiştir. Sofya Müslüman Mezarlığı, İslam Enstitü Kompleksi, yeni bir ibadethane, vakıf malları gibi sorunlar çözüm bulmadı, bulmak için de bir çabası bile yoktu. Müslüman topluluğun gösterdiği hoşgörüye karşı gerekli tolerans sağlanamamış, İslam din müesseselerinin otoritesi yükseltilememiştir. Bulgaristan’da 1990 yılından sonra Müslümanlara önderlik yapabilen çıkmamıştır. Göze çarpan cenaze törenlerinde genç imamların daha aktif bir rol oynaması ve Mestanlı İmam Hatip Lisesi binası inşaatının devam etmesidir. Cenaze merasimleri bile yer yer değişikler baş göstermeye başlamış, fakat bu konuda bile kendisine söylenmesine rağmen önlem dahi almamıştır. Bulgaristan’da HOH’nın Müftülere ihtiyacı var amma bu gün tersini görmekteyiz. Başmüftülük makam yeri olmaktan ziyade, görev ve hizmet yeridir o da Müslümanlara hizmet yeridir, siyasilerin değil.


22

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Ankete katılan çoğunluğun da ifade ettiği gibi, demokratik toplumda laik din kurumlarında görev alanlar geniş katılımlı ve hür seçimle iş başına geçmeli ve müminleri şerefle ve onurla temsil etmelidir. Yine belirtmek yerinde olur ki, Suudi Arabistan’da din adamı eğitme tezini ancak % 12.40’lık bir kesim savunuyor. Yüksek din öğrenimini Türkiye Cumhuriyeti Yüksek Din Enstitüleri’nde görenlerin halkla isabetli kaynaşma yolu bulması, halen kanayan bu yaraya sağlıklı mehlem olabilir. Anketten alınan cevaplar gerçek durumu ve doğru bir ön sezgiyi yansıtmıştır yani din adamları Türkiye’de yetiştirilmelidir. Bulgaristan parlamentosundaki Türk kökenli milletvekilleri - 30. Soru Sofya Meclisi’nde Türk Millet Vekilleri’nin Türk etnik azınlığı yeterinde temsil ettiğine inanıyor musunuz, sorusuna ezici çoğunlukta “hayır” oyu alması, düşündürücüdür. Anketin “Bulgaristan parlamentosundaki Türk kökenli milletvekillerinin Türkleri yeterince temsil ettiğini düşünüyor musunuz?” sorusu ele alındığında soruya “Türk milletvekilleri” yerine HÖH milletvekilleri denseymiş, daha da isabetli olurdu, çünkü temsilciler etnik kimliklerine göre değil, politik partiyi temsilen seçilmektedir. HÖH açısından, ankete katılanlardan % 63,10’un “hayır” demesi ve bu oranın % 64 olarak, dev anketi yorumlayan günlük 24 saat gazetesi Sofya, Bulgaristan basınında manşete çekilmesi, çok düşündürücüdür. Yıllardan beri seçilen ve parlamentoda koltuk ısıtan mebusların derin problemler karşısında bakar kör durumdan sıyrılıp, kolları sıvaması zamanının geldiğine işarettir. Politik gücü parlamentoya ve iktidara taşıyan seçmen kitlesi uyanmış ve içinde bulunduğu ekonomik çıkmazdan kurtulmak istemektedir. Bu anketin dile getirdiği gerçek duruma ilişkin beyanat veren bazı yerel HÖH yöneticileri ortaya çıkan sonuçları aptallık diye, en başta kendilerini kandırıyorlar. Durum ortadadır, bu durumun sorumluları da ta kendileridir. Halkın sözü somut istekleri ortaya çıkmıştır. HÖH güven kaybetmiştir. Bu, güvenin yeniden kazanılamaz, son meclis seçimlerine kadar yükseliş trendi gösteren HÖH’ün yeniden aynı dalgayı yakalayamayacağı anlamına gelmez. Bunu seçimlere bir yıl kala açıklamamız o aptalca demek yerine kendilerine çeki düzen vermeleri yerinde olurdu. Milletvekilleri ve Halkın Sesi HÖH dışındaki siyasi partilerde Türklerin gerekli oranda yer ve görev alıp almadığı sorusuna verilen yanıtlar gerçek durumu yansıtmıştır. Son 20 yılda diğer partilerden topu topu iki Türk milletvekili çıkmıştır. Sosyalist Parti (BSP) lis-


Makale ve Analizler - 2016

23

tesinden 1990 Büyük Millet Meclisi’nde (BMM) Şumen ilinden Doçent İbrahim Yalımov, son seçimlerde de Kırcaali’den GERB listesinden bağımsız milletvekili olarak seçilen ve daha sonra Kültür Bakanı olan Vejdi Raşidov’tan başka halkın oyuyla politik sahneye çıkan Türk yoktur. Doçent İbrahim Yalımov’un politik fonksiyonu BMM Anayasa Komisyonu çalışmalarına katılıp, Türk ve Müslümanların etnik azınlık haklarını yeni Anayasa’da daha geniş savunmaktı. Vejdi Raşidov Kırcaali ve Razdrad Türk Devlet Tiyatrolarını Bulgar tiyatroları ile birleştirdi ve daha şimdiden tarihe geçti. HÖH dışındaki Bulgaristan Politik Partileri yönetimlerinde Türk temsilciler görev alsa da bu partilerin politik programlarında Türk ve Müslümanların hak ve özgürlüklerini, kültürel ve ekonomik edinimlerini koruma, genişletme ve arttırma gibi hedefler yer verilmemiştir. Söze Değil, İşe Bakın Anket sonuçlarına yansıyan ve çarpık bir durum ortaya koyan bir husus da şudur. ATAKA gibi partiler yolsuzluk, yetersizlik ve dolandırıcılığa karşı sert dille eleştirel çıkış yapıp zaman zaman tavır da aldığından dolayı, bu partilerin içinde kükreyen koyu gerici ve amansız Türk ve Müslüman düşmanlığının gözden kaçtığı dikkati çekiyor. Bir partiye şu ya da bu konuda sempati gösterirken, onun ana politik çizgisini, Türk ve Müslümanlara karşı düşmanca saldırılarını gözden kaçırmamak gerekir. Ankete katılanların, Bulgaristan’da Türklere, Türkiye’ye ve İslam dinine karşı koyu gerici bir politik düşmanlık dalgası kabardığını görebildikleri kesin yansımıştır. Demokrasiye geçiş döneminde gericiliğin yeniden şahlandığı, demokratik süreçlerin derinleşmesini engellemeye çalıştığı dikkatini çekmiştir. Soydaşlarımız da dâhil, Bulgaristan’da yaşayan yakınlarımız koyu milliyetçi eğilimin gizlediği tehlikeleri zamanında sezebildi, demokratik kazanımlarını, özgürlüklerini koruyabilmek için ortak değerler ve mevziler etrafında yer almaya artık kesin yönelmeye başlamıştır. Zamanı Dolmuş Sloganlar “Türklere Avrupa’da yer olmadığı” ya da “Türklerin Avrupa’dan kovulması!” görüşü bundan 2 asır evvel Hegel tarafından savunulmuş bir saçmalıktır. 200 sene sonra Bulgaristan’da da olmak üzere, bu sloganın gericilerin, neofaşistlerin ağzında yeniden sakız olması, gerçek bir istek olarak kabul edilemez, geçerli bir politika olamaz, politik sahnede daha fazla kalmasına imkân tanınamaz. Anketteki suskun rakamların dili buna işaret etmektedir. Girişimciliğimiz Devam Edecek


24

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Vekillerimizin değişik komisyonlarda karma bölgelerin sorunlarını tatmin edici düzeyde savunmadığı gerçeği ortaya çıkmıştır. Tabii bu bütün belediyeler için söylenemez. Olaya ekonomik açıdan bakarsak, geçen meclis süresinde HÖH hükümet ortağı idi ve Burgaz ili Ruen belediyesi muhtarlıkları AB SAPART ve İSPA programlarından en fazla yatırım sağlayıp, değişik işler yaptılar. Ne ki, bunlar hep alt yapı, yol, atık su kanalları, dere yatakları, köprü, sıva boya işleriydi. Açılan bir işyeri, kurulan büyük ölçekli bir tarım tesisi iş arayanların yüzünü henüz güldürmedi. Alternatif Üretimler Kırcali Belediyesi de muhtarlıklara atık su arıtma istasyonları kurdu, içme suyu havza ve kanalları açtı. Ne ki ne Güney’de ne de Kuzey doğu Bulgaristan’da, bu arada Deliorman’da tütüne alternatif tarımsal üretim başlatılamadı. Köylüler kendileri sulanır arazilerde yerinde kazanç getiren sebze üretimine geçiyor. Türkiye Şirketleri Aktif Burada 32. sorunun yanıtına da değinelim. İş seçmeyen insanımız ankette % 62 gibi bir oran oluşturuyor. Günlük Gazete ve Periodik Dergi - 33. Soru Yasaklı yıllarda sevmenin bile en iyi ana dilinde olduğu görüldü. Bu bakımın 33. sorunun yanıtları dikkati çekti. Konu haber kaynakları: İnsanımızın % 40’ı güncel bilgi ve haberi Türkçe alırken, Sofya, Kırcaali ve Şumen’de ne haftalık ne de günlük Türkçe gazete veya periyodik geniş kapsamlı bir dergi çıkmıyor, Soydaşlarımızın İstanbul’da yayımladığı “Bultürk” ve “Balkan Sentezi” gazeteleri de devamlı olarak ele geçmiyor. Türkçe yayınlara ihtiyaç var. % 37’si iki dilli seyirci ve dinleyici durumunda olan Bulgaristan Türk medya kitlesi içinde hem Türkçe hem de Bulgarca gazete dergi okuyanlar % 40 oranında. Kırcaali bölgesinde yerel haberleri Türkçe internet üzerinden alan 200 - 300 kişi var. Bulgaristan’da karma bölgelerde iki dilli bir okur dinler izler katman oluştuğu ortaya çıktı. Bundan dolayı önce haftalık ve daha sonra da günlük Türkçe ve Bulgarca bir milli gazeteye, bir edebiyat bir de ihtisaslaşmış tarım dergisine ihtiyaç olduğu ortaya çıkmıştır. Zamanla Internet böyle bir ihtiyacı azaltabilir ama şu dönemde aktüel konuları geniş işleyecek, tarım konularında üreticiyi alternatif üretimlerle, pazar politikaları ve teşvik sistemleri ile bol bol bilgilendirecek, Avrupa Birliği program ve araçlarından yararlanmayı her bireye iletecek, edebiyat ve spora geniş yer verecek, bol ilan yayınlayıp pazarın nabzını tutacak, sağlık ve çocuk eğitimi gibi konulara eğilecek yazılı yayın organlarına, görsel araçlara ihtiyaç olduğu ortaya çıkmıştır. Daha ilginç ve zengin TV ve radyo programlarıyla seyirci ve dinleyi-


Makale ve Analizler - 2016

25

cilerimizi dış elektronik yayınların gölgesinden çekip, iç ve AB problemlerine yönlendirme zamanı gelmiştir. 35. Soru Yine bu konuya bağlı olarak “Yakın çevrenizde Bulgarlarla evlenen var mı?” (35. soru) %58,30 “hayır” yanıtı alırken, % 41,70 “evet” demiştir. Bu da toplumdaki yeni güven havasını, dinden etkilenme faktörünün zayıfladığını yansıtmıştır. Balkanlarda Değişik Yollardan Gelmişiz - 42. Soru “Bulgarların Ata Yurdu neresidir? (42.soru) bilinçli yanıt almıştır. % 73,90 Altay Dağları’na işaret ederek, Bulgarlar ile Türklerin aynı Asya yöresinden geldiklerini, kardeş olduklarını bildiklerine işaret etmiştir. Bu arada Balkanlara geliş yolları farklı olan bu iki kavım, Hıristiyanlık ve Müslümanlık gibi iki ayrı din kabul ederek, dil, iman, adet, gelenekler, kültürel yapılanma ve yaşam tarzı gibi birçok farklılıklarla ama sabır ve saygıyla yeni toprakları olan Balkanlarda, bugünkü ortak Vatan Bulgaristan’da beraber yaşamaya başlamışlar ve yaşıyorlar. İşi Liderin de Aynası - 45.Soru Bulgaristan’da en dürüst parti lideri kimdir? Sorusuna verilen yanıtlarda ise, Başbakan Boyko Borisov % 57 oy alarak birinci sırada yer almıştır. Gazeteciler bu soruyu defalarca sordular ki, tatmin olmak istediler. Ankete katılanlar Boyko Borisov’a neden güvenmişlerdi? Bu yansıma, her şeyden önce Bulgaristan Türklerinin barıştan ve adaletten yana olduklarını, toplumsal huzur aradıklarını, demokrasiden yana olduklarını bir daha ortaya koydu. Son iki senede, sokaktaki anarşinin durdurulması, toplumun sakinleşmesi, hukuk düzenine doğru atılan adımlarla gelen güvenin artmasını, yargının demokratikleşmeye doğru ilerlemesi, Avrupa değer yargılarının kendini his ettirmeye başlaması Bulgaristan Türklerinin gözünden kaçmamıştır. Banka kapısında, evinden çıkarken, araç sürerken, kahve içerken öldürülen 70 kişi, balkonda, kapı önünde, araba altında patlayan bombalar, insan kaçırmalar, kaçırılanların parmakları kesilerek yakınlarına gönderilmesi, 30 - 40 gün bir kuru ekmekle tabut içinde tutulmalar, milyonları aşan fidye istemeler herkesi korkutmuştu. Katillere karşı el kaldıran Boyko Borisov Türklerin ve Müslümanların takdirini ve sempatisini kazanıyor, şu dönemde buna hiç kimse şaşırmasın. O, huzuru yalnız kendi partisinden olanlar, sempatizanları için değil, Türkler ve Romlar da dâhil, bütün toplum için istediğini her gün yeniliyor. Bu rakamın daha yüksek olması da beklenebilirdi, ne ki toplumsal kanı ve görüşlerin değişmesi zor yol alan bir süreçtir.


26

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Günün İhtiyaçlarını Çözen Parti - 47. Soru 47.soru gelecekle ilgili hükümetten beklentiler üzerinedir. Bulgaristan Türkleri ülkenin geleceği hakkında biraz karamsar olduklarını açıklamaktan çekinmemişlerdir. % 25.70 “böyle bir parti yok” derken, HÖH ancak % 19.60’ın oyunu almış ve GERB de % 41.60’la en fazla güven alabilmiştir. Yeni Bir Başlangıçtır İki ülkede aynı zamanda yapılan bu anketin sonuçları bundan sonra çok tartışılacaktır. Bulgar toplumunun reddin reddi, yani faşizm ve totalitarizmi tüm illetleriyle yâdsıma, politik sahneden tamamen silip süpürme, demokrasi ve insan sevgisini yaşama çağırma zamanı yaşadığını gösterirken, biz hep bir “geçiş döneminden” söz ettik, “geçiş dönemi” bir umutla yaşama dönemidir, aslında. Bir asır biriken milliyetçi gerici faşist ve daha sonra totaliter zehirden kurtulma zamanı. Kötülüklerin tarihin çöplüğüne akıp gitmesine 20 yıl yetmedi. Sızlayan yaralar var. Gocunanlar belirdi. Hala ufukta olsa da görülen büyük gerçekle toplum içindeki olumlu birikimler olumlu gelişmeler kuvvet topluyor. Karşılıklı hoşgörü ve güven yaşam normu haline geldi, toplumsal alana kök salıp yeşermeye başladı. Özlenen toplumsal huzur ve refaha doğru, daha özgür bir yaşam yolunda omuz omuza birlikte yürüyenlerin saflarını sıklaştırdığı ortada. Katılımcılar Bilinçli ve Uyanık Dikkati çeken bir özellik de, ankete katılanlara hem Türkçe hem Bulgarca hem de Fransızca olarak sunulan “bütünleşme”, “integration” sözünü anlamasıdır. Totaliter rejimde çok sık kullanılan bu terim katılımcıları ürküttü. Ret edilen rejim “bütünleşme” sözünün ardına hem “eritme”, hem “asimile etme” deyimlerini eklerdi ki, insanımız bu baş ağrısı iyice bıkmıştı, şimdi birden yeniden tiksindi. Değişen durumla bu kavramın anlamında meydana gelen yeni içeriksel muhteva, farklı bir gerçekliği gündeme getiriyor. Dev ankete katılan 13 bin kişi demokratik yarınlara yolunda dev toplumsal atılımlara katılmaya hazır olduğunu dünya kamuoyuna böylece duyurmuş oluyor.


Makale ve Analizler - 2016

Anneler Günün Kutlu Olsun

27

08.Mayıs.2016

Karşılıksız tek sevgi annelerin çocuğuna duyduğu sevgidir. Bizleri yetiştiren ve bugünlere getiren kıymetli annelerimizin hergün hatırlanması umidi ile sağılıklı, huzurlu, mutlu bir ömür geçirmelerini diler,vefaat eden annelerimize Allah (c.c.)’tan rahmet dileriz. BULTÜRK Adına Anneler günü Tarihçe; Her yıl mayıs ayının ikinci haftası anneler günü olarak kutlanır. Anneler günü 2016 yılında ise 8 Mayıs Pazar günü kutlanılacak. Bu günde anneler çeşitli hediyeler alınır ve Annelere kutlama mesajları veya şiirler yazılır, gönderilir. Bizde o özel ve güzel insanların kutlu günü olan Anneler günü şiirleri, Anneler günü sözleri (Resimli Anneler günü mesajları) bu sayfada derledik. Sizler için hazırladığımız Anneler günü resimli mesajları bilgisayarınızdan, telefonunuzdan yada tabletinizden, sosyal medya aracılığıyla ulaştırabilirsiniz. İşte Anneler günü mesajları resimli, Anneler günü mesajları sms sözleri... Anneler Günü, anneleri anmak ve onurlandırmak amacıyla tüm dünyada farklı zamanlarda kutlanan özel bir gündür. Anneler günü geleneği, Antik Yunanlıların Yunan mitolojisindeki pek çok tanrı ve tanrıçanın annesi olan Rhea onuruna verdikleri yıllık ilkbahar festivali kutlamalarıyla başlar. Antik Romalılar da ilkbahar festivallerini İsa’nın doğumundan 250 yıl öncesinden ana tanrıça Kibele onuruna kutluyorlardı. ABD’de Anna Jarvis’in kaybettiği kendi annesi için 1908 yılında başlattığı anma günü, 1914 yılında Kongrenin onayıyla Amerika çapında da genişledi ve artık dünyanın değişik ülkelerinde kutlanmaya başlandı. Anne Jarvis Annesini kaybettikten sonra yaşadığı boşluğu bir türlü dolduramamıştır. Her sene onun ölüm yıl dönümü yaklaştıkça kendini daha kötü hissetmekte ve bu acısını etrafındakilerle paylaşmaktaydı. Sonunda bir gün yine annesinin ölüm yıl dönümü geldi-


28

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ğinde Mayıs Ayı’nın ikinci Pazar günü herkesi etrafına toplayarak bu günün anneler günü olmasını istediğini ve Anneler Günü olarak her sene kutlanmasını kabul edip etmeyeceklerini sordu. Herkesin kabul edilmesi üzerine bu gün anneler günü olarak kabul edilmiştir. Karşılıksız sevgi, fedakârlık, sabır ve güzellik ne demek tarif et derlerse; Anneler derdim, Senin kucağın, senin merhametin, bizleri yaşama bağlıyor sevgili anneler, Anneler günün kutlu olsun. Anneler Günü Nedir? Anneler Günü, anneleri anmak ve onurlandırmak amacıyla tüm dünyada farklı zamanlarda kutlanan özel gündür. Değişik günlerde ve değişik ülkelerde kutlanılır. Bu özel günde anneleri onurlandırmak için çeşitli hediyeler alınır. Anneler günün kutlu olsun, dünyanın en güzel varlığı. Anne Söylemesinler bana İlk kundağın ‘Onun Annesi’ diyorlar... Ben oldum, yavrum; İlk oyuncağın Bu yeter sevgilim bu yeter bana!Bir dediğini Ben oldum.Acı nedir İki etmiyeyim diye Tatlı nedir... bilmezdin Öyle çırpındım ki Dilin damağın Ve seni öyle sevdim sana Ben oldum. O kadar ısındım ki Elinin ermediği Usanmadım, yorulmadım, çekinmedim Dilinin dönmediği Gün oldu kırdın... Çağlarda, yavrum İncinmedim; Kolun kanadın İlk oyuncağın Ben oldum Ben oldum.. Yavrum Dilin dudağın Son oyuncağın Ben oldum.Belki kıskanırlar diye Ben oldum... Gördüklerini Layık değildim Sakladım gözlerden Layık gördüler Gülücüklerini... Annen oldum yavrum Tülün duvağın Annen oldum! Ben oldum!Artık isterlerse adımı Arif Nihat Asya


Makale ve Analizler - 2016

29

Önce Arınmamız Gerekiyor

İbrahim Soytürk-08.Mayıs.2016

KONU: Köylü kitlesine dayanacak ilkeli bir partiye ihtiyaç var. Bugünkü Bulgaristan’da en yaşlı ve deneyimli siyasi partisi olan 125 yaşındaki Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) Sofya’da 49. Kurultayını yaptı. Kurultay kürüsüsünden söylenenleri özünden parlayan gerçek şudur: “Partimiz arınmalıdır. BSP arınmadan Bulgaristan toplumu da arınamaz. Yol birdir. Erken genel seçim yapılmalı ve toplumsal yenilenme başlamalıdır.” Biz bu çağrıyı yine Sofya’da geçen ay yapılan DOST - Demokrasi, Sorumluluk, Özgürlük ve Hoşgörü Partisi kurucu kurultayında işitmediğimiz gibi, HÖH - Hak ve Özgürlükler Partisi de toplumsal arınmadan söz bile etmedi. Bu konuda her iki kurultaydan bir mesaj, bir sonuç bildirisi, bir çağrı ya da uyarı çıkmadı. Toplumsal arınma ne demektir? Önce şunu söyleyelim. Bulgar toplumu “hasta” bir toplumdur. Diktatörlüğe, baskı ve teröre dayanan her toplum hastadır. Bulgar toplumu ve devleti hasta olduğu için 1985 - 89’da isimlerimize, dilimize, dinimize, ananelerimize, umudumuza saldırdı. Dr. gazeteci İsmail Cambazov’un TRT-Türk ekranından belirttiği üzere, yüzlerce şehit verdik.Kabalıkta haddini bilmeyen, ölümcül hastalığına çareyi Bulgaristanlı Türk Müslümanları ezmekte, Türkü Bulgar yapmakta, anadilimizi ve dünya dinleri arasında en hoşgörülü olan ve insan kardeşliğini her şeyden üstün tutan İslam dinini yasaklamakta, cami kapılarına kilit takmakta bulan Todor Jivkov yönetimi 1989 Mayısında Türk İsyanıyla devrildi. Devrrildi devrilmesine de, Bulgar toplumu totalitarizm hastalını yenemedi, taburca olmadı, hasta yatağında kaldı. 7 Mayıs 2016 günü BSP Başkanı M. Minkov’un “Bulgar toplumu hasta” diye haykırması, pek kimsenin dikkatini çekmedi, çünkü totalitarizm illetini (mikrobunu) toplumumuza aşılayan önceki adı Bulgaristan Komünist Partisi (BKP) yani diktatör Todor Jivkov’un partisi olan ve yalnız ismini değiştirerek “ben artık komünist partisi değilim, bundan böyle komünist partisiyim” diyerek halka işleri yoluna koyduğunu anlatmaya çalışan bu partinin suyu iyice çekildi, toslamadığı duvar kalmadı, “Geçiş Dönemi”nin başında kendi başına iktidar olabilirken şimdi 39 milletvekili ile siyaset çarkı çevirmeye çalışıyor.Bu partinin adı,


30

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

daha önce de defalarca değişmişti ama özü hep aynı kaldı. Ve BSP partisinin 49. Kurultayında da değiştirmek istenmediği partinin ve toplumun “hasta” totaliter özüdür. Bu zorunlu değişiklikse şöyle anlatılabilir: Bahar geldi, çiçekler açtı, döküldü ama duvar kenarındaki arı sahibinin sahibi güçten düştüğü, kapalı sandıktaki aç susuz cızıldayan arıları işitmediği, mevsimin değiştiğini fark etmediği ve hatta bal yemekten de vazgeçtiği için kendisiyle birlikte sandıktaki tüm arıların da gebermesine razı olmasıdır. BSP, kendini görebilmek için önce tarih aynasına bakmalıdır. BSP partisinin 26 yıl önce, Todor Jivkov’un Türk Ayaklanmacılar tarafından 10 Kasım 1989’da devrildiği gün “bir daha hayat hakkı istememek üzere sosyal yaşamdan ebediyen silinmesi gerekirdi.” Bu olmadı! Fakat barında totalitarizm kanseri barındıran bu siyasi oluşum, 26 yıldan beri Bulgar toplumunu parti kurmayından yönetti. 15 bin irili ufaklı sanayi işletmesi hurdaya çıkarılıp yok pahasına satıldı, 15 milyon koyun kuzu kesilip kendi, milyonlarca inek, dana ve manda bıçaktan geçirildi, kooperatifçi tarım dağıtıldı, yurttaşlar ata toprağından kovuldu; “Soykırım” yapan hiç bir suçlu ve katilden hesap sorulmadı, halkımızın % 90’nı geçim derdi çekiyor, büyük etnik tabakalar kör cahillik hendeğinden dipsiz çukura itiliyor. BSP partisi kara gözlük taktı ve toplumu görmemeye alıştı. Halkın çilesini görmek isteyen yok! HÖH lideri Doğan da toplumu uzaktan komandolu yönetmeye alışan sosyalistlerden mikrop kaptı ve “köşke” kapandı, insanlarımızı görmekten “iğrendiğini” söylemekten çekinmiyor. Herkes yoksulları yönetemez! Evet, 49. Kurultayında bile komünizm döneminden kalan parti program ve tüzüğünü değiştirmek istemeyen, toplumun demokratik, halkçı, adaletçi ve özgürlükçü bir Anayasa’ya ihtiyacı olduğunu söylemekten bile korkan bir parti, % 60’i 70 yaşın üzerinde olan üyeleriyle birlikte kabristan yolcusudur. Türk-Müslüman partileri “Koltuk Değneği” olmaktan vazgeçmelidir. Bu parti şimdiye kadar ayakta durabildiyse HÖH partisinin ona sosyal yaşamda ve iktidarda “Koltuk Değneği” yaptığı için ayakta kalmıştır. BSP partisi HÖH lideri Ahmet Doğan’ı kullanmaya alıştılar. Onları taşlanmaktan, lanetlenmekten koruyan ve kurtaran Doğan oldu, çünkü o “HÖH partisinin kuruluş şartı olarak”, “Soya Dönüş” dönemi (1984 - 1989) suçluları, canileri, katillerinden, Bulgar ordusunu, milisini, gizli polisini ve daha kim aklınıza gelirse hepsini Türklerin üzerine, Türk köylerine sürenlerden, gelinlerimizi çeşme başında kurşunlayanlardan, leventlerimizi tankla çiğneyenlerden hesap sorulmayacağa söz vermişti ve istediklerini yaptı. Ne ki, her hasta iş-


Makale ve Analizler - 2016

31

lediği cinayetler kabusundan, kangrenleşmiş kanserden kurtulamadığı gibi, BSP de çan seslerini işitmeye başladı. Hastalık mikrobu hastadan bulaşır. HÖH partisinin 24 Nisanda toplanan 9. Kurultayına Bulgar toplumundaki “çok hasta güçlerin” gelmesi çok düşündürücü oldu. Acaba 3 yıldan beri sokağa çıkamayan Ahmet Doğanı son kez görmeye ve vedalaşmaya mı geldiler diye düşündüm. İki ucunu zor bağlayan ve ancak mevlitten mevlide görüşebilen insanların birbirinden isteyeceği ne olabilir ki? HÖH-BSP ikilisi 1989 Mayıs Ayaklanmasını gerçekleştiren mert ve gözü pek, devrimci kitle ruhunda buluşmuş bir neslin ateşini söndürmede birleştiler. Unuttukları tek şey, Türklük ateşinin asla sönmez ruhlu olmasıdır, ki bugün de yeniden alevleniyor. Eski ağaçtan alınan kalemden farkı meyve beklenemez. DOST partisinin Kurucu Kurultayından döndükten sonra birçok arkadaşım geldi ve izlenimlerimi sordu. “Desti kırılmış, içinden biraz akmış, onu toplama çabasıdır!” dedim. Artık yaşlandık. Ben bir hekimim. Çok insan tanıdım, çok kitap okudum, ermişleri dinleme fırsatım oldu. Ama daha önce böyle bir şey görmemiştim. Kurucu Kurultay salonunda en sık kullanılan kavram NATO ve “Liberalizm” oldu. Söylenenlerin ruhunu okumaya çalıştım. Bir yandan demokrasi, sorumluluk, özgürlük ve hoşgörü denirken, DOST, DOST diye tempo tutulurken, kalabalığın ağzına yakışacak olan slogan Barış olmalıydı. Putinci Rusya karşı bir slogan olarak kullanılsa bile NATO!, NATO! yerine BARIŞ!, BARIŞ! dense çok daha iyi olurdu. Milliyetçi (ırkçılık) çok tehlikeli bir hastalıktır. Barış’ın DOST partisinin ismine alınması da uygun olurdu, çünkü birçok parçaya bölünmüş olan, hele de ana ulus ile etnik azınlık toplulukları arasındaki çelişkisi sürekli derinleşen Bulgar toplumsal yaşamı şu dönemde her şeyden önce barışa ihtiyacı duyuyor. Şunu da vurgulamak yerinde olur. Bugün yani gerçekleştirilemeyen “demokratikleşme” sloganının dalgalandırılmasından 26 yıl sonra, “sığınmacılar” ve Batı Avrupa ülkelerinden “sağ milliyetçi” (ırkçı) kesimin 70 yıl sonra yeniden palazlanmasının da etkisiyle Bulgaristan’da da sağ milliyetçilik (ırkçılık” anti-Türk, anti-İslam, anti- Müslüman bir saldırgan olgu olarak baş gösterdi, örgütlenebildi, birçok kurumu içinden esir aldı ve 2 yıl önce sözde “Yurtsever Cephe”- (PF) adı altında seçime girdi. Meclise yerleşti ve hükümet siyasetini belirlemeye ve düşmanlık rüzgarı estirirken, hele son “Seçim Kanunu Değişikliği” ile 1989’dan beri göçe zorlanan ve artık sayıları 710 bin olan Bulgaristanlı soydaşlarımızı seçme, seçilme ve vatandaşlık hakkından men etmeye


32

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

çalışıyor. Bu bir zorlamadır. Sosyalist parti ve sözü geçen iki Türk Müslüman partisi (HÖH ve DOST) bu konuda dişsiz it gibi boşa havlıyorlar. Türk düşmanlığı Bulgar toplumunda eski hastalıktır. Bu bakıma, bugünkü Boyko Borisov iktidarı Türkleri devlet görevlerinden “kazımaya çalıştığını” gizlemezken, bu kabineye “sözleşmesiz arka olan”, “yurtsever cephe” aşırı sağ milliyetçi - ırkçıları, bizi, kardeşlerimizi, soydaşlarımızı vatan hakkından,, demokratik toplumların ve insan haklarının olmazsa olmazı olan “seçme, seçilme ve vatandaşlık” hakkından mahrum bırakmaya ellerinden geldiğince çalışıyorlar. Bu yeni kavgada bize yardım edecek olan NATO değildir. Yürütülecek olan barış, uzlaşma ve buluşma siyasetidir. Ben bugüne kadar NATO için mevlit yapıldığını işitmedim. Bakıyorum 9 Nisandan beri DOST - elit takımı mevlit dolaşıyor. Belki de dualarda NATO sözünün geçmesini bekliyor. Hayır. Bulgaristan Türk mevlitlerinde ne NATO ne de Liberalizm sözü geçmez. Her ideoloji bizim topluma uygun değildir. “Liberalizm” de geçmez çünkü insanımız 1942’de Alman askeri Karasu boyu (Mesta) ve Güney Rodop Türk köylerine yerleştiklerinden beri, faşizmin “liberalizm ve sağ sosyal demokrasiden” türediğini iyi bilir. 2016’da Drezden’de patlayan, sığınmacı ve savaş kaçakları düşmanı “Pegida” hareketi de, geçen hafta Stutgart’ta topladığı kurultayda köklerinin neo-liberalizme, Hıristiyan demokratlık ile sağ sosyal-demokrasi kaynaklarına uzandığını gizlemedi. Avusturya ve bazı başka AB ülkelerinde seçim kazanan bu hareketin eski kıtada havayı değiştireceği gözle görülür duruma geldi. Fakat Bulgaristanlı Türklerin faşizan, faşistçe, faşizmi andıran gelenekleri yoktur. Bulgaristanlı Müslümanlar hiç bir faşist partiye asla üye olmamıştır. Faşizm, iktidar hevesli, çok zalim, 1934 - 1945 yılları arasında Avrupa’da yaşamı allak bullak eden, etnik arınma, Yahudilerden, Çingenelerden ve İslavlardan kurtulma kampanyaları, savaşları yürüten çok tehlikeli bir olgudur. Bunların hiçbiri asla unutulmamıştır. Bulgaristan’da faşist Çarlık idaresinin pekiştiği 1923 ve 1940 yıllarından başlayarak Türkiye’ye zorlamalı kitle göçleri olmuş, insanımız çok ağır dönemler geçirmiş, unutulmayan çileler çekmiştir. Bu bakıma bizim için DOST aracılıyla Batı’dan aşılanacak “Liberal” dünya görüşü bir umut, bir kurtuluş simidi olamaz. Bu bakıma Mevlitlerde NATO, Liberalizm ve benzeri için dua edilmesini beklemek çok yanlıştır. Öte yandan, Liberalizm ile İslam ve bizim özgün yaşam biçimimiz ve özünde hoşgörü olan dünya görüşümüz de hiç bir askeri paktı övmeyi ya da onun ardına gizlenmeyi kabul edemez. İnsanoğlunun en büyük erdemi, en kudretli umudu BARIŞ olmuş ve olacaktır.


Makale ve Analizler - 2016

33

DOST aceleci davranıyor. İşin bir başka boyutu da var. Bir sap, iki baltaya birden sap olamaz. Bir başkan da iki partiye birden, art arda olsa bile Genel Başkan olamaz. Almanca bir atasözü vardır: “Ateşten inen yemek hemen yenmez!” Bizde buna “Yemek az buçuk dinlensin!” denir. HÖH’ten atılınca, kanayan yarayla DOST kurup (henüz tescil edilmedi) Genel Başkan ve eski partiden kopan milletvekillerinin hepsi birden yeni partinin demir başı gibi kendini dayatıp kabul ettirme gayretine girmesi düşündürücüdür. NATO’culuk siyaset değildir. Lütfü Mestan ve arkadaşlarının HÖH partisinden atılması, bu partinin arınması, gizli polisle olan bağlarını kopardığı ve gerçekten demokratikleşme yoluna açıldığı anlamına gelmediği gibi, NATO’culuk da bir yeni siyasi çizgi değildir. 2004’ten beri Bulgaristan bu askeri bloğun üyesidir ve üye alınması için en büyük desteği Türkiye Cumhuriyetinden almıştır. Hatta o zaman T.C. BMM Bulgaristan ile Romanya’nın NATO’ya alınmaları için özel bir karar almış ve olağanüstü çaba göstermiştir. Bu açıdan bakıldığında, NATO içinde Türkiye’nin attığı her meşru adım Bulgaristan tarafından mutlaka desteklenmelidir. Hatta Bulgaristan buna mecburdur. Bu bakıma, Sofya meclisinde Bulgar milliyetçilerinin kaynatmak istedikleri küp yakında patlarsa şaşmamak gerekir. Öyleyse Bulgaristan Türklerine nasıl bir siyasi parti gerekiyor? Biz Bulgaristan Türkleri ve Müslüman kardeşlerimiz köylerimizde yaşamaya devam ediyoruz. Toplam sayımız 1 milyon 500 bin üstündedir. Bir o kadar da T.C.’de yaşayan kardeşimiz, soydaşımız vardır. Başımızda dönen kuzgun bizi anadilsiz ve dinsiz bırakıp, Türkiye’ye göçe zorlanan kardeşlerimizden, bir çok defa bu ana-baba ve evlat ilişkisidir, koparmak ve bizi öz vatanımızda aç susuz güneş altında kurutmaya çalışıyor. Bugün bize “siyasi köle” diyenler haklıdır. Olay politik boyutludur. Bulgaristan Anayasası’nın değiştirilip insan haklarımıza, özgün dili, dini ve yaşam tarzı olan etnik azınlık haklarımıza kavuşmamız son derece zorunlu olmuştur. Biz 1950’lerde elde ettiğimiz haklarımızı geri istiyoruz. Köylerde yaşamamızdan dolayı, bize demokratik ve hizmet sunan, bizimle kaynaşan ve bizim umutlarımızla yaşayan ve bu uğurda mücadele edecek bir siyasi parti kurulmasını bekliyoruz. HÖH’ten ayrılan siyasetçiler bu işi yapamaz, çünkü her birinin ruhuna Türk düşmanlığı aşılanmıştır. Mevlit dinlemekle ve pilav yemekle ne Müslüman ne de Türk olunur.


34

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Toplumun arınması konusuna bir sonraki yazımda da değinmek istiyorum.

Bayrampaşa’da Konferansa Davet

08.Mayıs.2016 Bultürk - Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği Başkanı Sayın Rafet Ulutürk’ün konuşmacı olarak katılacağı “Bulgaristan Türkleri’nin (Dünü - Bugünü - Yarını)” konulu konferansımıza teşriflerinizi rica ederiz. URAL Eğitim Kültür ve Stratejik Araştırmalar Derneği Genel Başkan - Bülent MAŞAOĞLU

http://www.ursad.org/ https://www.facebook.com/uralder/ Adres: Bayrampaşa ilçesi Yenidoğan Mahallesi, Rüzgar Sokak No: 3/B Bayrampaşa - İstanbul

Toplum Seyirci Kalmayı Tercih Edemez

Levant Rasimov-09.Mayıs.2016

Konu: Kusturucu İlaç Aranıyor. Biz burada, Deliorman’da 14 Mayıs “Demir Baba Tekkesi” kahramanlarımızı anma törenlerine hazırlıklar görüyoruz. Herkesin bildiği üzere 1989 Mayısı Milli Ayaklanmamızın yıldönümü anma törenleri Haskovo köylerinde artık


Makale ve Analizler - 2016

35

başladı ve 19 Mayıs’ta Türkiye göçmen derneklerinden büyük delege gruplarının da katılımıyla Cebel Mitingi düzenlenecek. “Demir Baba Tekkesi” geleneksel torenlerinde HÖH ve DOST olarak ikiye ayrılmama kararı alındı. 1989’un Mayıs kavgasında bir iki parti, iki cephe değildik, parçalanmamıştık. Bu gün de o zaman ayaklanan taban birbirine kenetlenmiştir, birlik ve beraberlik içindedir. Tabii o zamanlar olduğu gibi bugünde olaylar, yeni perspektifler karşısında gözlerini kırpıştıranlar var. Yeni olan her şeye seyirci kalmayı yeğleyenler var. Onlar her zaman vardı, fakat zaman pasif kalma, seyirciler arasında kimliksiz kaybolma zamanı değildir. Bu bahar Deliorman bir başka yeşerdi. Havası değişti. İnsanlarımızın değil yalnız gülüşü, bakışı yürüyüşü bile değişti. Yeni bir umut doğdu. Bunun temelinde son yerel seçimlerde HÖH yönetiminin gösterdiği muhtar ve belediye başkanı adaylarını seçmeyip, bağımsız adaylarımızı seçmemizle başlayan tabanda yenilenme süreci var. Halkımız bizi boğmaya çalışan geçmişin yüküyle ileri adım atılamayacağını artık anladı. Yerel seçimler sırasında DOST kurucu başkanı Lütfü Mestan HÖH Genel Başkanıydı. Biz aslında onun teklif ettiği ve dayatmak için elinden gelen yerel yöneticilerden kurtulduk, onun bağımsız muhtar ve belediye başkanlarımızın vefasını (gönül razılığını) kazanması için mutlaka mücadele etmesi gerekecektir. Bağımsız konumdan elde ettiğimiz mevziler bir defa HÖH’e yüz çevirdiğimiz anlamına gelirken, DOST’u kucaklamaya hazır olduğumuz anlamına da gelmemelidir. Bugün Deliormandaki durum biraz da karmakarışıktır. Rusçu ve Türkiyeci olarak bir ikiye bölünmüşlük tablosu dayatılıyor. Biz bu tabloda yer almak istemiyoruz. Bizim yakınlarımız Türkiye’dedir, evlatlarımızın birçoğu Türkiye’de okuyor, adetlerimizle, ananelerimizle Türk Müslümanlar olarak yaşıyoruz ve düzenimizi bozman istemiyoruz. Şimdiki karışıklık suni olarak, bizi bölmek amacıyla yaratılmıştır. Bazen bu karışıklığın bir örümcek ağını andırdığını sanıyorum, ucunu bulup ipini çeksem söküleceğini düşünüyorum. Fakat telini çekince, ağa insanın eline dolanıyor, pirinci taşını ayıklamaya çalışanların bile hileci, kurnaz kişilerin eline düştüğünü görüyorum. Bizim burada okula, hastaneye, yeni fabrikalara, iş yerlerine,devlet ilgisine ihtiyacımız var. Açlıktan nefesi kokan insanların gözleri umut arıyor. Göstermemeye çalışsalar da insanımız telaş içindedir. Dini inançlara, ananelerimize geri dönüldüğünü görüyorum. Bu sene de “Demir Baba Tekkesi”ne toplananlar o kutsal yerden toprak alıp köylerine götürüp yeni tekkeler kuracaklar, birbirlerine daha yakın olmaya ihtiyaç duydukları belli oluyor. Avrupa’ya giden ve aydan aya para gönderen gençlerin bu işlerde arka dayak olması yaşlılara huzur veriyor.


36

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Karmaşık bir dönemdeyiz derken şunu düşünmüştüm: Her insanın içinde uyumakta olan sabır yüklü bir hayvan vardır. Eğer bu hayvanı korkuyla, 1985’te ve 89 yaptıkları gibi tankla, topla, silahla zincire vurarak zapt etmeye çalışırsan, insanlığın simgesi eli kırbaçlı hayvan eğiticisi olur. 1989 Mayısında babalarımız ve analarımız bizim sirk ayısı olmadığımızı dünyaya gösterdiler. Bizim hayvan eğiticileriyle işimiz olamaz, çünkü kendi ahlakımız, dilimiz, dinimiz, yaşayış kurallarımız var ve ananelerimizle yaşamak istiyoruz. Bugün işin püf noktası Ahmet Doğan eliyle asimilasyoncu Bulgar devleti ile kudurmaya başlayan yeni milliyetçi ve ırkçı kakımın daha da büyük bir baskıyla dayattığı “Bulgar Etnik Modeli”dir. Biz bu modeli kabul etmiyoruz. Bu konuda eski bir ajan olan ve değiştiğini iddia eden Lütfü Mestan’ın susması da düşündürücüdür. Son günlerde Feecebok üzerinden bilgisayarıma gelen resimlere bakıyorum da, ön saflara geçmeye çalışan ve lider olmaya heveslenmiş kişiler bizim ananelerimizi ve özgün kültürümüzü iyi bilmiyorlar. Mesela, TİKA tarafından kökten onarılan ve çök sevilen bir tören merkezi olan Podkova “7 Kızlar” camiinde Mevlit yapıldı. Lütfü Mestan, eli Şirin hanımla birlikte katıldılar. Bizde mevlitlerde kadınlar bir yana oturur ve beraberce dinlerler. Lütfü Mestan başkan ise eşiyle birlikte ön sıraya oturdu. Adetlerimizde erkekle eşi hayatta hoca karşısına yan yana sadece 2 defa oturur. Bir defa evlenirken, bir de boşanırken! Mestan Beyin yanında, danışman olarak dolaşan ve dini tahsilini Türkiye’de görmüş, Kırcaali Başmüftülüğü yapmış milletvekili Şabanali Durmuş gibi bir arkadaş var ve neden müdahale etmez anlamış değilim, yoksa o da iyice karışmadan durulmaz diye mi düşünmeye başladı. Demek istediğim, önderlik taslayanların yanlışları kitleyi şaşırtır. Ben ananelerimizin reddedilemez bir yanı olduğunu düşünüyorum. Onlar müzik gibidir. Müziğin reddedilemez bir yanı vardır. Çünkü gerçeğin kendisidir. Ben ananelerimizdeki ahlaki ilkelere inanıyorum ve onları uygulamaya çalışıyorum. Bunun içinde geleneklerimizi korumaya çalışırken günlük yaşamdan örneklerle beslemeye çalışıyorum. Aradığımız masalsı kavramlar anlatılan sisli bir dünya değil, umudun yeni renkleridir. Yeni konular üzerinde gençlerle tartışırken toplumumuzun “hasta” olduğunu ve iyileşe bilmesi için mutlaka istifra edip, ince basağının bile temizlenmesi gerektiğini söylüyorum tekrarlıyorum. Lütfü Mestan hareketinin Ahmet Doğan’ın Türk Müslüman düşmanlığıyla zehirlenmiş ideolojisinden bir parça olduğunu, iki dostun herhangi bir sebep yüzünden birbirinden ayrılmasıyla hiç bir şeyin değişmeyeceğini iddia ediyorum. Gerçeklere bakalım diyorum, ama onlar için de henüz çok erken. Arınma ve gün yüzüne çıkma konusunda, geçen hafta bir Bulgar arkadaşım bana İncil’den şu cümleleri aktardı: “Ayaklar altında sürünenler mutlu olan-


Makale ve Analizler - 2016

37

lardır. Çünkü onların da söyleyecek bir iki sözleri vardır. Bunun için de önlerinde uzun bir ömür uzanmaktadır.” Ben bu görüşe katılmıyorum. 1990’da babalarımızın HÖH tuzağına düşürüldüğüne inandığım ve mutlaka kurtulmamız ve arınmamız, dirilmemiz gerektiğine inandığım için Bulgar gence “Yılan Yutmuş Adam” hikayemizi anlattım. Sizinle de paylaşıyorum: Yılan Yutmuş Adam Akıllı bir yolcu, atına binmişi gidiyordu. Yol kenarındaki bir ağacın altında uyumakta olan bir adam gördü. Tam yolcunun geçtiği sırada küçük bir yılan, uyumakta olan adamın ağzına girmek üzereydi. Akıllı adam, yılanı ürkütüp kaçırmak, böylece uyuyan adamı kurtarmak için atından atladı, fakat yılana engel olamadı. Hemen bir karar vermesi gerekiyordu. Kısa bir süre düşündükten sonra eline geçirdiği kalın bir dal parçasıyla uyuyan adama birkaç defa kuvvetlice vurdu. Uyuyan adam, aldığı darbelerin etkisiyle yerinden fırladı. Karşısında elinde dal parçası kendisine vurmaya çalışan biri olduğunu görünce koşarak kaçmaya başladı. Öbür adamsa hemen atına atladı ve kaçan adamın peşinden gitti. Şaşırmış ve korkmuş vaziyette kaçan adam, can havliyle yaşlı bir elma ağacının altına sığındı. Gücü tükendiğinden orada soluklandı. Atlı da az sonra o ağacının altına geldi. Atlı adam korkuyla kendisine bakan diğer adama, yerdeki elmaları gösterdi. - “Çabuk şu elmaları yer! Yoksa seni çok fena döverim!” Diğer adam şaşkındı ve olan bitene anlam veremiyordu. Ama çaresizce isteneni yaptı. Onlarca elmayı mideye indirdi. Bir süre sonra o kadar çok elma yemişti ki midesi artık daha fazlasını alamayacak kadar şişti. Adam yalvarmaya başladı: - “Ben sana ne yaptım? Bana ne kastın var. Niyetin beni öldürmekse, işi uzatma. Kılıcını vur da kanımı hemen dök! Yoluma nereden çıktın senle keşke karşılaşmasaydım.” Adam atlıya daha nice kötü sözler söyledi. Fakat atlı onu dinlemedi. Daha fazla elma yiyemeyecek hale gelen adamın sırtına elindeki sopayı indirip, - “Şimdi koşmaya başla”, dedi.


38

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Adam yediği sopanın etkisiyle perişan, rüzgar gibi koşmaya başladı. İkide bir yere kapaklanıyordu. Sonra kalkıp yine koşuyordu. Karnı yediği elmalardan dolayı şişmiş, koşmaktan halsiz düşmüştü. Ayağı ve yüzü yara bere içindeydi. Atlı, adamın bu haline aldırış bile etmeden onu akşama kadar koşturup durdu. Sonra adamın midesi bulandı, iki dizinin üzerine çöküp kusmaya başladı. Tabii yedikleriyle birlikte içindeki yılan da dışarı fırladı. Adam, yılanı görünce gözleri hayretle açıldı. Bütün gün çektiği sıkıntıların hepsini bir anda unuttu. Öfkelenip durduğu kişinin gerçekte ona yardım etmeye çalıştığını anlamıştı. Ona söylediği kötü sözler için utandı. Atlı yolcuya gülümseyerek baktı ve dedi ki: - “Sana rastladığım an, ne mutlu anmış meğer. Sen bana yeni bir can bağışladın. Sen beni analar gibi ararken , ben senden eşekler gibi kaçtım. Ne akılsızmışım. Başıma geleni bilmediğim için bir de sana sövüp saydım. Niye bana söylemedin.” Atlı, bu soruyu şöyle cevapladı: - “Eğer sana durumu söyleseydim korkudan ödün patlardı. Yılandan önce korku seni öldürürdü.” Dertten kurtulan adam atlıya hak verdi. - “Allah senden razı olsun. Seni mükafatlandırsın. Benim sana borcumu ödemeye gücüm yetmez”, dedi. *** Şimdi bizim toplumun da içindeki totalitarizm ve “Bulgar Etnik Modeli” yılanını kusup, gerçek demokrasi yoluna açılması için kusturucu ilaca ihtiyacımız var. Durum ciddidir. Seyirci kalamayız.


Makale ve Analizler - 2016

39

1877 - 78 Osmanlı -Rus Savaşı’ndan Bu Yana Bulgaristan Türkleri’nin Türkçe Eğitim Sorunları - 1

Rafet Ulutürk-09.Mayıs.2016

Rumeli’de Türkçe eğitimin kökleri Osmanlı dönemine dayanır. Daha Osmanlılar zamanında eğitim bakımından İstanbul’dan sonra Rumeli gelmekteydi. Tanzimat yıllarında İstanbul’da açılan modern Türk rüştiyeleri (Türkiye’de ilk rüştiye okulu 1834’te açılır) İmparatorluğun bu kanadında da açılmış, İslahat döneminde (1856 - 1876) reformlar yapılarak Türk eğitim sisteminde bir gelişme başlamıştır. XIX. yüzyılın ortalarında eğitim alanında başlatılan gelişmeleri Osmanlı Devletinin bir eyaleti olan Bulgaristan’da da görmek mümkündür. Bu toprakların çok erken dönemde Osmanlı Devleti sınırları içine katılması, buralarda yoğun bir Türk nüfusun barındırılması, İstanbul’un bu bölgeye çok yakın olması gibi faktörler buradaki Türklerin eğitim ve kültürel gelişmesinde belirleyici rol oynamıştır. Tuna ve Edirne vilâyetlerinin kültür merkezleri olan Filibe, Rusçuk, Varna, Berkofça vb. belli başlı şehirlerde söz konusu vilâyetlerin kuruluşundan önce açılan rüştiyelerde yeni yöntemler uygulanarak eğitimde başarı sağlanmıştır. İmparatorluğun ülkücü öğretmenleri ve aydınları da bu bölgedeki Türk eğitimine hizmet etmişlerdir. Osmanlı tebaası olan Bulgarların da lâik okullarının açılması aynı yıllara rastlar. İlk lâik Bulgar okulu XIX. yüzyılın otuzlu yılları ortalarında (1835) açılır ve Kırım Savaşından sonra (İslahat döneminde) böyle okulların sayısı hızla artar . Osmanlı Devletinde gerçekleştirilen reformlar ve Türk halkının da hoşgörüsü, Bulgarların eğitim ve kültürel kalkınmasında önemli rol oynar. Osmanlı - Rus Savaşından (1877 - 1878) İkinci Dünya Savaşı (1944) Sonuna Kadar Bulgaristan’da Türk Okulları I. 1878 - 1918 Yılları Arası Dönemde Türk Okulları, Bulgar Prensliği kurulduktan sonra bu topraklarda kalan Türkler çoğunluk durumundayken azınlık durumuna düşürüldü ve çözümleri güç pek çok sorunla yüz yüze bırakıldı. Bulgarlar, bir yandan Rusların savaş aylarında başlattığı toprak reformunu sürdürmüş, Türklerin toprağını, malını mülkünü yağma etmiş, öte yandan da nüfus ihtilâlini gerçekleştirerek Türkleri kitle hâlinde göçe zorlamışlardır. Str. Dimitrov’dan edinilen bilgiye göre 1883’te yapılan nüfus sayımında Yantra nehri doğusundaki bölgelerde çoğunluğu yine Türklerin oluşturduğu görülünce “Bu Bulgaristan mıdır, yoksa değil midir?” sorusu o zamanın idarecilerini harekete geçirir ve kitle hâlinde göçün hızlandırılması kararı alınır. Savaştan sonraki yıllarda Bulgarların Türklere hoşgörüsü şöyle dursun, Türk halkı Bulgar Devletine büyük bir tehlike oluşturmaktadır ve


40

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Devlet bu halktan kurtulmalıdır düşüncesi giderek Bulgar halkı arasına yayılır ve çok güçlü olur. Son haddine ulaşan bu nefret ve negativizm, bilinçli olarak Bulgar edebiyatı ve Bulgar basınıyla da devamlı beslenir. Bu koşullarda Türk eğitim sisteminin yenibaştan bir düzene konulması hiç de kolay olmamıştır. Öğretmenler ve öteki aydınlar Türkiye’ye göçe zorlanmış, okullara öğretmen bulmak ciddî bir sorun olmuştur. Bu topraklarda kalanlar kolları bağlı durmamış, Berlin Barış Antlaşması (Temmuz 1878) ve Bulgaristan Anayasasınca sağlanan haklar doğrultusunda Türk azınlığın eğitim ve kültürel geleneklerini sürdürmeye çalışmışlardır. Eğitimin temel amaçlarından biri, insanın kimlik ve kişiliğini kurma, geliştirme, onu tam insan kılmadır. Türk aydınları da bunun bilincinde olarak eğitime canla başla sarılmışlardır. İlk yapacakları iş, ayakta kalabilmiş okulları tamir etmek, çocukları okul çatısı altına toplamak, kapatılmış Türk rüştiyelerini açtırmak ve öğretmen bulmak olmuştur. 1880’li yılların ikinci yarısında birçok okulun ve rüştiyelerin de açılmaya başlamasıyla öğretmen ihtiyacı daha da artmıştır. İstatistiklerde Türk-Müslüman öğretmenlerin öğretim durumu hakkında şu bilgileri buluyoruz: 1894 - 95 Ders Yılında Öğretmenlerin Öğrenim Durumu İlkokoul mezunu 738 Medrese mezunu 565 Rüştiye mezunu 134 Liseye gitmiş olan 9 Lise mezunu - Bilinmeyen 14 Toplam: 1460 İlk açılan rüştiyelerde öğrenim 4 yıldı. Muallim-i Evvel denen okul müdürleri, başöğretmenler Türkiye’den gönderiliyor, aylıkları da Türkiye’den veriliyordu. Bulgaristan’da önemli tarihî olaylar Türklerin eğitimini olumsuz etkilemiştir. 1908 yılında Türkiye’de İkinci Meşrutiyet ilân edildi. Bulgaristan bu fırsattan yararlanarak tam bağımsızlığını ilân etti ve böylelikle artık Türkiye’ye hiçbir bağlılığı kalmadı. Bağımsız Bulgaristan, Prensliğe son vererek Çarlık (Krallık) oldu. 1909 tarihinde İstanbul’da Bulgar Çarlığıyla Osmanlı Hükümeti arasında imzalanan Protokolle Türkiye tarafından Bulgaristan’ın bağımsızlığı tanınmış oldu. Bu Protokole Bulgaristan Türk - Müslüman okullarına ilişkin bir de Sözleşme eklendi. Aynı yıl Bulgarlar yeni bir Millî Eğitim Yasası çıkarmakla Türk özel okullarına büyük bir darbe indirmiş oldu. Resmî okullarla (Bulgar devlet okullarıyla) özel okullar (Türk topluluğun özel okulları) arasındaki denklik kaldırıldı. Özel okuldan mezun olanlar bundan böyle öğrenimini resmî okulda sürdüremeyecekti. Resmî okulda öğrenimini sürdürmek isteyenler ya da herhangi bir sanat sahibi olmak isteyenler gerekli ek sınavları vermek zorunluluğunda bırakılıyordu. Türk öğretmenler ise resmî okullarda öğretmenlik yapan Bulgar meslektaşlarının yararlandığı sosyal haklardan tamamen yoksun bırakılıyordu. Türk


Makale ve Analizler - 2016

41

özel okullarında öğretmenlik yapabilmek için Bulgar vatandaşı olmak gerekecekti, yani bundan böyle Türkiye’den öğretmen getirilemeyecekti. Türk-Müslüman okullarına hazırlanacak ders kitaplarını Bulgaristan Millî Eğitim Bakanlığı onaylayacaktı, yani bundan böyle Türkiye’den ders kitabı da getirilemeyecekti. Yeni Eğitim Yasasına uymayan Türk okulları kapatılacaktı. Bu olumsuz gelişmelerin ardından bir de Balkan Savaşı patlak verdi. Doksanüç Savaşından henüz yaraları kapanmamış olan Bulgaristan Türküne Balkan Savaşı da büyük yaralar açtı. Trakya ve Rodoplar Osmanlı Devletinin sınırları dışında bırakıldı. Bu savaş, Rodoplar’daki Türk okulları üzerine dehşet etki yaptı. Türk okulları yakılıp yıkıldı, gasp edildi. Öğretmenlerin büyük çoğunluğu öldürüldü, kalanı da Türkiye’ye göçe zorlandı. Buraya kadar söylenenleri kısaca özetleyecek olursak şunu belirtmeliyiz: 1878 - 1918 yılları arası dönem birçok askerî ve politik olaylarla doludur. Osmanlı-Rus Savaşı (1877 - 78), Doğu Rumeli’nin Bulgar Prensliğine katılması (1885), Türkiye’de İkinci Meşrutiyetin ilânından yararlanarak Bulgaristan‘ın da bağımsızlığını ilân etmesi, Balkan Savaşları (1912 - 1913), Balkanlar’da yeni yeni devletlerin kurulması, kitle hâlinde Türkiye’ye göçler, Birinci Dünya Savaşı hep Rumeli Türkünün aleyhine olmuş hüzünlü tarihî gerçeklerdir. Böyle gelişen olaylar Türk eğitimini de kökünden sarsmıştır. İşte bu yüzden Doksanüç Savaşından Birinci Dünya Savaşının sonuna kadar uzanan 40 yıllık bir dönemde Bulgaristan Türklerinin eğitimi ortaokul düzeyinde kalmış, öğretmen yetiştirmek için herhangi bir öğretim kurumları da açılamamıştır. Tabiî, Bulgar liselerinde (özel öğrenci olarak), İstanbul’da ve bazı Avrupa şehirlerinde okuyan Türk gençleri olmuş, Sofya Üniversitesini bitirenler de olmuş ve böylece Türklerin bir aydın zümresi oluşmuştur. Bu aydın zümrenin çoğunluğunu oluşturan öğretmenler Türk eğitimini, edebiyatını ve basınını geliştirmeye çalışmışlardır. Ancak, öğretmenlerin, okul kurullarının (mektep encümenlerinin), aydın zümrenin tüm çabalarına rağmen, halk kitlesini oluşturan Türklerin öğrenimi sönük ve ortaokul düzeyinde kalmıştır. Bazı Bulgar bilim adamlarının günümüzde yaptıkları araştırmalarda söz konusu dönemde Türklerin Bulgaristan’ın millî güvenliğine artık herhangi bir tehlike oluşturmayan “kendi ortamında ve kendi çerçevesinde kalmayı tercih eden, günlük yaşamlarının geleneksel ritmine dışarıdan başkalarının karışmasına kolaylıkla imkân vermeyen, imtiyazı olmayan, siyasî partileri olmayan, oldukça geri kalmış, ancak Devlete baş ağrısı yaratmayan bir etnik topluluk” olarak kaldığı vurgulanmaktadır . Türk Muallimler (Öğretmenler) Birliğinin Bulgaristan Türlerinin Eğitim ve Kültürel Kalkınmasında YeriBulgarların olduğu gibi, Türklerin de bir Türk Muallimler (Öğretmenler) Birliği (Derneği) kurması görüşünü en önce Filibe’de “Muvazene” gazetesini çıkaran Filibe doğumlu Ali Fehmi ortaya atar. Genç (Jön)


42

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Türklerden olan Ali Fehmi, İstanbul’da Mülkiye’de (Siyasal Bilgiler Okulunda) okumuş, Sultan Hamid’in idaresinden kaçıp Filibe’ye yerleşmişti. Ali Fehmi’nin bu görüşü, öteki aydınlarca da benimsenir ve büyük destek bulur. 1906 yılında Birlik, Muallimin-i İslâmiyye Cemiyet-i İttihadiyesi” adıyla çalışmaya başlar, yıllarca kongreler düzenleyerek gelişir. Bulgaristan’ın her bölgesinde hemen hemen her yıl düzenlenmiş kongrelerde Türk okulları, Türk öğretmenleri, Türk eğitim ve öğretimiyle ilgili çok önemli kararlar alınmış, Bulgar makamları tarafından birçok sorunların halledilmesi ısrarla istenmiştir. Türk Öğretmenler Birliği, okullarda yeni yöntemlerin uygulanmasında, çağa uygun müfredat programları ve ders kitaplarının hazırlanmasında büyük hizmetlerde bulunmuştur. Yeni ders kitaplarında Bulgaristan aydınlarının yazılarıyla birlikte Türkiye sanatçılarının da çocuklara uygun eserlerine geniş yer verilmiştir. Öğrencilere ait güzel şiirler, sahne eserleri yazmışlar, millî ruhu okşayan şarkılar öğretmişlerdir. Türk azınlığın çocuklarının ruh yapısını yapan öğretmendir, benliğini, kimliğini yoğuran öğretmendir. Öğretmenler ve okul kurullarında görev alanlar, Öğretmenler Birliğinin yayın organı “Terbiye Ocağı” (sonra “Muallimler Mecmuası”) dergisinde devamlı yazılar yazarak, her türlü zorluklara göğüs gererek Türk okullarının Türk öğretmenlerinin haklarının korunması, Türk çocuklarının çağdaş eğitimden yoksun bırakılmaması için çabalamışlardır. Kongrelerde türlü kültür sorunları da tartışılmış, çözüm yolu aranmıştır. Türk Öğretmenler Birliğinin önemli çalışmalarından biri de öğretmenlere yaz aylarında önceden belirlenmiş şehirlerde olgunlaşma kursları düzenlemek olmuştur. Filibe, Aydos, Plevne, Razgrat, Varna, Dobriç, Silistre gibi onbir şehirde eski yöntemden yeni yönteme geçmek için öğretmenler bu kurslarda hazırlık görmüşlerdir. İlerici, yenilikçi bir eğitim ve kültür örgütü olan Türk Öğretmenler Birliği, Türkiye’deki Atatürk reformlarının da ateşli savuncusu olmuştur. Başmüftülük ve müftülükler Atatürk reformlarına karşı bir tutum almıştı. Yeni Türk alfabesinin Bulgaristan’da da uygulanması gündeme gelince tutucularla yenilikçiler arasında tartışmalar başladı. Türk öğretmenler Birliği, Türkiye’de yeni harflerin resmen kabul edilmesini beklemeden 1928 Temmuzunda Lom kasabasında düzenlediği Kongresinde Bulgaristan Türk azınlık okullarında da yeni Türk alfabesiyle öğretime başlanmasına karar verdi. Bu karara uyarak Filibeli öğretmenlerden Ahmet Şükrü Bey, yeni harflerle “Bulgaristan Türk Mekteplerine Mahsus” bir alfabe kitabı hazırladı ve bu kitap Hasköy’de basıldı. Öğretmenler Birliği bu alfabeyle aynı yıl öğretime geçti. Daha seçkin öğretmenler yeni harflerle ders kitapları hazırlayarak bunları Filibe’de “Tefeyyuz” ve “Zerafet”, Sofya’da “Ümit”, Şumnu’da “Terakki” basım evlerinde yayımlamaya başladılar. Yeni yazıyla öğretim başlarken, aynı zamanda yeni yazı kursları da düzenlendi ve genci yaşlısı, kadını erkeği yeni harfleri öğreniyorlardı. Tüm bu hayırlı işlerin başında öğret-


Makale ve Analizler - 2016

43

menler bulunuyordu. Türk Öğretmenler Birliğinin eğitim ve kültür alanındaki başarıları Bulgar yöneticileri çok rahatsız etti ve 1934’te Bulgar hükümeti tarafından bu birlik kapatıldı. II. Birinci ve İkinci Dünya Savaşları Arası Yıllarda Bulgaristan’da Türk Okulları İki Dünya Savaşı arası dönemde de Bulgaristan Türklerinin ilkokulları, rüştiyeleri ve medreseleri varlığını sürdürmekte ve öğretim Türk dilinde gerçekleşmekteydi. Bu okullardaki eğitim sistemi Türkiye eğitim sistemiyle paralel bir biçimde gelişmekteydi. Türk okulları özel statüde olmaya devam etmekte ve mektep encümenleri (okul kurulları) tarafından yönetilmekteydiler. Savaştan sonra Bulgaristan’ın iç ve dış politikasında bir hayli değişikler oldu. İktidara gelen Çiftçi Partisi (1919 - 1923) birçok alanda reformlar yapmaya başladı. Eğitim sisteminde liberalleşmeye, Bulgarcanın imlâsında basitleştirilmeye gidildi. Bulgaristan eğitiminde yapılan reformlar Türk azınlık okullarını da kapsamına almaktaydı. Çünkü Çiftçi Partisinin lideri ve hükümetin başbakanı olan Aleksandır Stamboliyski’nin imzaladığı Neully Barış Antlaşması, Bulgaristan Türk azınlığının bütün millî haklarını güvence altına almıştı. Al. Stamboliyski Hükümetinin Millî Eğitim Bakanı Stoyan Omarçevski’nin 21 Temmuz 1921 tarihinde çıkardığı yeni bir millî eğitim yasasında Türklerin eğitimiyle ilgili şöyle yenilikler vardı: Türk azınlık okulları için ayrı bir başmüfettiş atanacaktır; başmüfettiş, öteki başmüfettişler gibi görev ve yetkilere sahip olacaktır; Türk okullarının yapımında gereken her türlü yardım sağlanacaktır; Türk okulları için de “okul fonları” oluşturulacaktır gibi. Bakan St. Omarçevski, şimdiye kadar “Türk okulları sadece vakıf malları, Türk toplumundan toplanan paralar, devletin ve belediyelerin yaptığı çok az yardımlarla yaşamış, bu yüzden de geri kalmışlardı...” diyordu ve bundan böyle Türk okullarına da gereken yardımın yapılacağını vurguluyordu. St. Omarçevski, gönderdiği genelgelerde Bulgarlardan sonra en büyük nüfus oranını Türklerin oluşturduğunu hatırlatıyor ve geçmiş Bulgar hükümetlerinin Türk azınlık okullarını çok ihmal ettiklerini belirtiyordu. Çok geçmeden, devletin desteği ile bazı okul binaları inşa edildi, parasal sorunları çözüme kavuşturma amacıyla bazı bölgelerde Türk okullarına da tarla, çayır, koru vb. gelir kaynakları sağlandı, kısmen de olsa devlet bütçesinden tahsisat ayrıldı. Böylece Türk okullarının sayısı artmaya başladı. Bakanlıkta Türk okullarına başmüfettiş olarak seçkin gazeteci ve eğitimci Ethem Ruhi görevine başladı. İlk yapılan işlerden biri, önceleri hazırlanmış müfredat programını bir komisyon tarafından yeniden incelenerek yürürlüğe konması oldu. Böylece Türk okul programlarında birlik sağlanmış oldu. Devlet Türk Öğretmen Okulu ve Nüvvab Okulunun da açılması yine Çiftçi Hükümeti zamanına rastlar. Bu iki okul Türk eğitim ve kültürünün gelişmesinde önemli rol


44

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

oynamıştır. Çiftçi Hükümeti Türk okulları sayısının artması, eğitimin daha sağlam temellere oturtulması, Türk okullarıyla Bulgar okulları arasındaki eşitsizliğin ortadan kaldırılmasına ilişkin daha bir sıra kararlar almış ve gelecekte bunların gerçekleştirilmesine gidebileceğine Türk halkı da inanmıştı. Türk halkının %80’i köylüydü ve seçimlerde Çiftçi Partisini destekleyebilirdi. Ancak Çiftçi Hükümetinin Türk azınlığı aleyhine çıkardığı yasalar da vardı. Millî Eğitim Bakanı St. Omarçevski, Türk okullarına Türkiye’den ders kitabı getirilmesine kesinlikle karşıydı ve eski eğitim yasalarında var olan Türkiye’den Kitap Getirmeyi Yasak eden maddeyi kendinin çıkardığı yeni eğitim yasasında da aynen bırakmıştı. Bu hükümetin orijinal fikirlerinden biri de emek mükellefiyeti (Zakon za trudova povinnost) idi. Bu yasaya göre Türk-Müslüman gençler bundan böyle askerlik hizmetlerini birer emek eri olarak yapacaklardı. 9 Haziran 1923 tarihinde bir askerî darbeyle Çiftçi iktidarına son verildi ve Al. Stamboliyski öldürüldü. Yönetim, Demokratik Birliği denilen koalisyon hükümetinin eline geçti. Stamboliyski Hükümetinin başlattığı reformların birçoğuna son verildi. Türk okullarının sayısı giderek azaldı, bu okullara sağlanmış yardımlar kesildi. Türkçe Eğitimin Karanlık Dönemi. Okulların Kapatılması 19 Mayıs 1934’te darbeyle iktidara gelen dikta rejim, ırkçı bir politika izlemeye başladı. İktidarın başlıca amacı Türk topluluğunu cahil bırakmaktı. Bu amaca erişebilmek için de her türlü yöntem kullanıldı. 1920’lerin ortalarında Bulgaristan Türklerinde bir uyanış hareketi başladığı dönemde Türk okullarının sayısında bir artış olmuştu. 1926 - 27 ders yılında resmî istatistiklere göre Türklerin 1336 ilk, 35 orta ve 9 medrese okulu mevcut olup 63 bin 557 öğrenci ile 2188 öğretmen bulunmaktaydı. Bu resmî verilere Türk okul kurullarının açtığı, ancak hükümet tarafından henüz resmen tanınmamış daha 500 - 600 okul da eklenirse, Türk okullarının sayısı 3 bine yaklaştığı söylenebilir . 1928 - 29 ders yılında Türk okullarının sayısında bir azalma başladı. Bir yandan Türk okullarının kapatılması sürdürülürken, öte yandan kapatılmayan okullara mektep encümenlerine hiç sormadan Bulgar öğretmenler atanmış ve bunlara Türk öğretmenlerin aldığı maaşın iki katının söz konusu encümenler tarafından ödenmesi hükmü getirilmiştir. Bu durumda birçok Türk öğretmen, okul dışında bırakılıyordu. Başöğretmenlerin yerini de Bulgar öğretmenlerin almasıyla Türk okullarının idaresi tamamen Bulgarların eline geçmiş oluyordu. Bulgar öğretmenler pedagojik karakteri olmayan daha birtakım işlerle görevlendirilerek Türk okullarına atanıyorlardı. Bulgar dili, Bulgar tarihi ve coğrafya öğretmenlerinin bu okullarda “Devletin gözü ve kulağı” olmaları isteniyordu . Bulgar Müfettişler de türlü sebepler ortaya atarak yüzlerce Türk okulunu kapatmaya başlamışlardı. Tüm bu


Makale ve Analizler - 2016

45

adaletsizlikler, haksızlıklar Türklerin tepkisine neden oldu. 31 Ekim - 3 Kasım 1929’da Sofya’da toplanan Bulgaristan Türklerinin Birinci Millî Kongresi Türk eğitiminin sorunlarını gündeme getirmiş ve birçok kararlar alınmıştır. Ancak Türklerin sesini duyan olmamıştır. 19 Mayıs 1934 hükümet darbesinden sonra iktidara gelen faşist yönetici çevreler, Türk eğitimine en karanlık dönemi yaşatmıştır. Osmanlı döneminden “izlerin ortadan kaldırılması” için 1934’te Türkçe kökenli yer adları da Bulgarca yer adlarıyla değiştirilmiştir. Okulların kapatılması ve millîleştirilmesi (Bulgar okuluna dönüştürülmesi), yenilikçi Türk öğretmenlere ve okul encümenlerine dehşet baskılar, Türkiye’ye göçe zorlamalar İkinci Dünya Savaşı yıllarına kadar büyük şiddetiyle devam etmiştir. 1936 - 37 ders yılına kıyasla 1943 - 44 ders yılında okulların sayısı %40, öğretmen sayısı da %41 azalmıştır. Yüzlerce Türk okulu kapatılınca, binlerce çocuk okul dışı kalmıştır. 1941 - 44 Savaş yılları döneminde zorunlu eğitime tâbi tutulan Türk çocuklarının ancak üçte biri okula devam edebilmiş, üçte ikisi de okul dışı kalmıştır. Okula gidebilenlerin de çoğunun eğitimi dinî eğitim çerçevesi dışına çıkamamıştır. Böylelikle Türkler arasında okuma yazma bilmeyenlerin oranı oldukça artmış, kültür alanında gerileme geniş boyutlara ulaşmıştır . Bulgar hükümetleri tarafından yaratılan tüm zorluklara rağmen, Birinci ve İkinci Dünya Savaşları arası dönemde Türk gençleri özel öğrenci olarak ya da sınavla girerek lise ve lise düzeyli Bulgar okullarında, yabancı dilde eğitim yapan özel kolejlerde öğrenimini sürdürmüşler ve birçokları öğretmenlik yapmışlardır. İstatistiklerde 1931 - 1932 ders yılında Bulgar okullarında öğrenim gören Türklerin sayısı hakkında şu bilgileri buluyoruz : 1. Bulgar Liselerinde: Erkek Liselerinde: 30 Kız Liselerinde: 17 Karma Liselerde: 19 2. Tam Lise Düzeyinde Olmayan Okullarda: 243. Öğretmen Okullarında: 13 Toplam: 103 Büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ün tavsiyesi üzere Edirne Öğretmen Okulunda Filibe, Hasköy, Eski Zağra, Varna, Ziştovi (Sviştov) gibi şehirlerden Türk erkek ve kızları gelerek öğrenim görmüştür. Daha sonraki yıllarda bu gençlerden bazıları Türk okullarında öğretmenlik yapmış, bazıları Türkçe gazete ve dergi çıkarmış ve böylelikle Türk eğitim ve kültürüne hizmette bulunmuşlardır. Cafer Tayyar Paşa ordusundan Bulgaristan’a geçip Güney Bulgaristan’a yerleştirilen ve geçimlerini sağlayabilecek çareler arayan Türk subaylarından bazıları da Çiftçi Partisi Hükümetinin izniyle Türk okullarında öğretmenlik yaparak Türk eğitimine katkıda bulunmuşlardır . Örneğin Filibe’ye yerleştirilenlerden iki subay Filibe’nin yakınında bulunan Kriçim Türk okulunda öğretmenlik yapmışlardır. Bu subaylar arasından Türk öğretmenler Birliğinin Kızanlık’ta düzen-


46

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

lediği Kongreye katılanlar da olmuştur . Sofya Üniversitesinde de öğrenim gören Türk gençleri olmuştur. Örneğin Bulgar Prensliği döneminde (1878 - 1908) Sofya Üniversitesinden mezun olan Türklerin sayısı üç iken Çarlık döneminde (1908 - 1944) sayıları on bire çıkmış ve bunlardan dördü bayandır : Batı ülkelerinde de öğrenim gören Türk gençleri olmuştur. Türk vakıf ve kıraathanelerinin yardımıyla batı ülkelerinin kültür merkezlerinde okumuşlardır. Örneğin batı ülkeleriyle tuz ticareti yapan ve büyük bir maddî servete sahip olan Vidinli Halil ve İbrahim Efendi kardeşlerin kıraathane adını verdikleri kuruluş aslında bir vakıftı. Bu kuruluş başarılı öğrencilere maddî destek ve burs sağlamış, birçoğunu Bulgaristan’da okutmuş, bazı gençleri de batı ülkelerine öğrenime göndermiştir. Türklerin eğitimi ve Türk öğretmenlerin durumu İkinci Dünya Savaşının sonuna kadar işte böyle devam etmiştir . İkinci Dünya Savaşından Bu Yana Türkçe Eğitimde Önemli Gelişmeler I. Totaliter Sosyalizm Döneminde Türkçe Eğitimde Yükseliş ve Çöküşler 8 Eylül 1944’te Kızılordu Bulgaristan topraklarına girince hemen ertesi gün (9 Eylül 1944’te) Sofya’da Vatan Cephesi Hükümeti kuruldu. Bu hükümet Türklere de eşit haklara sahip olduklarını söylüyordu. Aralık 1944 yılında Türk azınlığın temsilcileri olarak 200 delege Sofya’da toplandı, Vatan Cephesini destekleme kararı alındı. Türk Vatan Cephesi Kongresi niteliğinde düzenlenen bu toplantıda Türk aydınları, çözümlenmesi gereken sorunlarını ortaya koydular. Yeni rejimin ilk yıllarında birtakım iç ve dış faktörlerin etkisiyle Türk azınlığına da sosyal, eğitim ve kültürel alanda kalkınma olanakları sağlanacağı vaatlerinde bulunuldu. Ülkede Sovyet modeli bir eğitim sistemine geçildi. Bulgar eğitiminde başlatılan köklü reformlar Türklerin eğitimini de etkiledi. Özel statüde bulunan Türk okulları devletleştirildi, Bulgar ve Türk okullarından mezun olanların diplomalarına denklik yapıldı ve Türk çocuklarına Bulgar okullarında da okuma hakkı verildi. Devletleştirilmiş de olsa bunlar Türk okulu olarak varlıklarını (1959’a kadar) sürdürdüler. Eğitim yine eskisi gibi genel olarak ve özellikle ilkokullarda Türk dilinde gerçekleştiriliyordu. Türk okulları devletleştirilince zorunlu temel öğretim (ilköğretim) yasası Türk çocuklarına da daha titizlikle uygulanmaya başladı. Bu yeni durum ırkçı Bulgar hükümetlerince geçmişte kapatılmış Türk okullarının açılmasını gerektiriyordu. Devletleştirildikleri tarihte Türk iptidai ve rüştiye (ilk ve orta) okullarının sayısı 413 iken bunların sayısı giderek artmaya başladı ve 1957 - 58 ders yılında 1156’ya yükseldi. Öğrencilerin sayısı da 110 bini buldu. Ancak okul sayısının artışı yeni okul binalarının inşa edilmiş olması demek değildi. Türk öğretmen okul ve bazı liselerine inşa edilmiş birkaç yeni okul binası dışında, ilköğretim okulları genellikle eski durumda kaldı ve yetersizdi.


Makale ve Analizler - 2016

47

Türk okullarının açılması ve öğrenci sayısının artması, öğretmen ve ders kitapları ihtiyacını da beraberinde getirdi. Savaştan sonra Türklerin yoğun yaşadığı bölgelerde okuma yazma kursları açıldı. Düzenlenmiş bu kurslara öğretmen bulmak ise kolay olmadı, çünkü komünist yöneticilerce “uygun” görülmeyen birçok öğretmen okullardan tasfiye edilmişti. Düzenlenen okuma yazma kurslarında bazı bölgelerde Türkçe bilen Bulgar öğretmenler ders veriyordu . Devletin denetiminde bulunan Türk okullarına öğretmen yetiştirmek için 1947 - 48 ders yılında Eski Zağra’da (Stara Zagora’da) dört yıllık bir Türk Öğretmen Okulu açıldı ve ders kitaplarının hazırlanmasına başlandı. Bundan böyle okul kitapları hazırlama ve bastırma işini Bulgaristan Millî Eğitim Bakanlığı üstlendi. Bulgar Komünistleri bir yandan okul açmakla ve birtakım başka kültürel olanaklar sağlamakla Türk toplumunu kendilerine ısındırma ve kazanma yoluna giderken, öte yandan da eski devlet politikalarından vazgeçmeyerek Türkleri göçe zorlamaya devam etmişlerdir. 1950 yılında Türkiye’ye bir göç başladı. Türkler de Türk okullarının devletleştirilmesi, bu okullarda ateistik eğitime geçilmesi, dinî âdet ve geleneklerinin giderek kısıtlanması, gayrimenkullerin ellerinden alınmasıyla işlerin nereye varacağı bilincinde olarak, çocuklarını gelecek karanlık günlerden kurtarmak için kitle hâlinde göç ediyorlardı. Göç etmeye niyeti olmayan Türk aydınlarını da Bulgar makamları 15 gün içerisinde Türkiye’ye zorunlu olarak gönderiyordu. Böyle aydınlara onbeş günlükler adı verilmiştir. 1950 - 1951 yıllarında yaklaşık 155 bin Türk Türkiye’ye göç etmiş, 60 bin Türk de Bulgar makamlarından çıkış vizesi almış, daha onbinlerce Türkün de elinde göç pasaportları vardı.1951’de Stalin’in talimatı üzere göç durduruldu. Oysa bundan önce Stalin Bulgarların göç politikasını destekliyordu. Gelişen olaylar şöyle sıralanabilir: İkinci Dünya Savaşından sonra dünya ikiye bölünmüş ve Bulgaristan Doğu (Sovyet) Blokunda, Türkiye ise Batı Blokunda yer almışlardı. Türk - Bulgar devlet sınırı da iki süper gücün “cephe hattı”nı oluşturuyordu. Bulgaristan’ın güney sınırında yoğun bir Türk topluluk yaşıyordu. Gerektiğinde bu halk, düşman tarafından devletin güvenliğine karşı kullanılabilir endişesiyle sınır boyunun Türklerden arındırılması öngörüldü. 1949’da o dönemin Bulgar Komünist Partisi Genel Sekreteri ve Başbakan Yardımcısı Vılko Çervenkov’un başkanlığında bir heyet Sovyetler Birliği’ne resmî ziyarete gider. 28 Temmuz 1949’da Stalin ile görüşmelerde Türkiye’ye bir göçün gerçekleştirilmesi, Bulgaristan’ın güney sınırının Türklerden arındırılması konusu da ele alınır. Stalin, Türkiye’ye bir göçü uygun bulur, ve Türk azınlığın “güvenilir bir unsur olmayıp”, Bulgarların bundan kurtulmasını tavsiye eder. Müslümanlar (Pomaklar) arasında ise Ortodoks (Hristiyan) dinini yaymak için bir kampanya başlatmak olamaz mı fikrini ortaya atar . Aralık 1949’da ve Ocak


48

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

1950’de Bulgaristan Bakanlar Kurulu, Bulgar Komünist Partisi Merkez Komitesi Siyasî Bürosunun almış olduğu kararlar doğrultusunda harekete geçer, Kararnameler çıkarır ve güney sınır boyunun Türklerden arındırılması, Türkiye’ye de göçün gerçekleşmesi güncel bir konu olur. Birçok Türk - Müslüman aile sınır boyundan ülkenin iç kesimlerine dağıtılır. Türkiye’ye göç başlar. Göç aylarında Bulgar - Türk sınır kapılarının kapandığı da olunca büyük bir propaganda kampanyası başlatılarak Türkiye’nin suçlu olduğu vurgulanır. Zamanla göç konusunda Stalin fikrini değiştirir ve 1951’in başlarında Vılko Çervenkov’a “tavsiyede” bulunarak göçün durdurulmasını ve gelecekte Türkiye’de gerçekleştirilecek bir sosyalist devrim için Bulgaristan Türklerinden devrimci elemanlar yetiştirilmesini ister. “Soğuk Savaş” döneminde dışarıda hazırlanarak, stratejik önemi olan ülkelerde sosyalist devrimi yapmak, ihtilâl ihraç etmek Sovyet politikasının başlıca amacıydı. 1951’de göç durdurulunca Moskova’nın direktifiyle Bulgaristan Türklerine okul kapıları biraz daha geniş açılmaya başladı ve: “Giden gitti, kalan kaldı. Bundan böyle Bulgaristan Türklerinin gerici, tutucu Türkiye ile hiçbir bağlantısı olmayacak” dendi. Türkiye ile Bulgaristan arasındaki ilişkiler de her geçen günle kötüye gidiyordu.Türklerin eğitimi ana dilinde yapılacağı, “sosyalist” kültürlerini de geliştirebilmeleri için olanaklar sağlanacağı, bu azınlığın yaşamında yeni bir dönem başladığı resmen bildirildi. Ancak gereken hazırlıklı elemanların bulunmadığı bir ülkede Türk dilinde eğitim-öğretim nasıl yapılırdı? Geleceğin sosyalist Türkiye’sinde önderlik yapabilecek hazırlıklı elemanlar Türk kültürü hakkında nasıl bilgi sahibi yapılabilirdi? - Dil ve kültür bakımından Bulgaristan Türklerine en yakın Azerî Türk lehçesi ve kültürüydü. Bununla birlikte Azerbaycan’ın eğitim, bilim ve kültür alanında yüksek düzeyde hazırlıklı elemanları da vardı. Stalin’in direktifi üzere Bulgaristan ile Azerbaycan arasında yoğun bir kültürel işbirliği başladı. Azerbaycan Komünist Partisi Birinci Sekreteri akademi üyesi İ. Mustafayev’in başkanlığında Moskova’dan Sofya’ya üst düzeyde bir heyet geldi. Bulgaristan Türklerinin eğitim ve kültür sorunları görüşüldü. Bundan sonra da Azerbaycan’dan heyetler, komisyonlar sık sık Bulgaristan’a gelerek, Türklerin yoğun olduğu bölgeler ziyaret edildi. Gerçek durumun çok üzücü olduğu tespit edildi ve Türklerden de aydınlar yetiştirilmesi için somut önerilerde bulunuldu. Nereden başlanmalıydı? - Resmî statüye geçmiş Türk okullarına öğretmen yetiştirilmesi sorunu, yapılması gereken işlerin başında bulunuyordu. Yeni yetiştirilecek öğretmenler onbinlerce Türk çocuğunu sosyalist ruhta, Marksist ideolojiye yatkın bir biçimde eğiteceklerdi. 1950 - 1951 göçü eski Devlet Türk Öğretmen Okulu mezunlarını, Nüvvab mezunu öğretmenleri ve Eski Zağra Türk Öğretmen Okulundan ilk me-


Makale ve Analizler - 2016

49

zunları alıp Türkiye’ye götürmüş, okullar öğretmensiz kalmıştı. Bakanlar Kurulunun 10 Ağustos 1951 tarihli kararnamesi doğrultusunda 1 Eylül 1951’de Kırcaali ve Razgrat şehirlerinde Türk anaokulu ve ilkokullarına öğretmen yetiştirecek üç yıllık birer Türk öğretmen okulu (pedagoji mektebi) açıldı ve aynı yıl kapatılan Eski Zağra Türk Öğretmen Okulundan öğrenciler yeni açılan bu iki okula dağıtıldı. Birkaç yıl sonra her iki kulda da uzaktan öğretim (gıyabî) sınıfları da açıldı. 5 Ağustos 1952’de Bakanlar Kurulu Türk okullarının durumunu inceledi. Türkler arasından da aydın yetiştirilmesi için Sofya’da bir Türk öğretmen okulu (pedagoji mektebi), Rusçuk’ta bir Türk kız lisesi, Şumnu’da Bulgar Öğretmen (Ön Lisans) Enstitüsüne bağlı (baştan bir yıllık, daha sonraları iki yıllık) Türkçe sınıflar, Sofya Üniversitesinin Filoloji, Felsefe-Tarih ve Fizik-Matematik Fakültelerinde Türk gençlerine ait Türk Filolojisi (Türk Dili ve Edebiyatı), Türk Tarihi ve Fizik-Matematik Bölümlerinin açılması ve bu bölümlere her yıl otuzar öğrenci alınması karara bağlandı. Bu bölümlerden mezun olacak olanlar, açılmakta olan Türk liselerinde ve bazı Bulgar liselerindeki Türkçe sınıflarda öğretmenlik yapacaklardı. Öğretmen enstitüleri mezunları ortaokullarda, öğretmen okulu mezunları da anaokulu ve ilkokullarda çalışacaklardı. 1956 yılında Hasköy Bulgar (Ön Lisans) Enstitüsünde de bir Türk dili ve edebiyatı bölümü açıldı. Ayrıca Şumnu ve Dobriç (o dönemde-Tolbuhin) şehirlerindeki Bulgar öğretmen okullarında da Türkçe sınıflar açıldı. Üç Devlet Türk Estrat (Müzikal) Tiyatrosuna ve folklor topluluklarına eleman yetiştirilmesi için 1957 - 58 ders yılında “Kr. Sarafov” adını taşıyan Sofya Yüksek Tiyatro Sanatı Enstitüsünde iki yıllık Türkçe sınıfları açıldı. Sofya Üniversitesinin başka fakültelerinde ve öteki yüksek öğretim kurumlarında, teknik ve meslek okullarında da belirli sayıda Türk öğrenci öğrenim görüyordu.Sağlanan olanaklar sayesinde Türk azınlığın da bir aydınlar zümresi oluşmaya başladı. Bu aydınların Türk halkının eğitim ve kültürel kalkınmasında birer ışık olacakları Bulgar yöneticiler tarafından sık sık vurgulandı. Bulgaristan Türklerinin eğitim ve kültürel kalkınmasında Azerbaycan aydınlarının büyük hizmetleri vardır. Azerbaycan Devlet Pedagoji Enstitüsü (Hâlen Tusi adına Azerbaycan Devlet Pedagoji Üniversitesi) Rektörü ve daha sonraları Azerbaycan Eğitim Bakanı olan Akademi Üyesi Prof. Dr. A. Aleskerov, Sofya’ya gelmiş ve Millî Eğitim Bakanının Türk halkının eğitim ve kültür konularında danışman olarak görevine başlamıştır. Türk öğretmen okullarına ve liselerine yardımcı olmak için Azerbaycan Eğitim Bakanlığı (Maarif Nazırlığı) deneyimli pedagoglar göndermiş ve özellikle Sofya, Şumnu, Razgrat ve Kırcaali öğretmen okulları ve liselerinde eğitimden sorumlu müdür yardımcıları olarak çalışan bu pedagoglar hayırlı işler başarmışlardır. Ders planları ve müfredat programları Bulgaristan Eğitim Bakanlığı Türk Şubesinde Prof. A. Aleskerov’un başkanlığı ve denetiminde, Türk aydınlarının


50

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

da büyük yardımıyla hazırlanarak Azerî pedagoglar ve öğretmenler, okullarda bunları uygulamaya geçiriyordu. 1953 - 54 ders yılında bir Azerî bilim adamları ekibi Bulgaristan’a gelerek Sofya Üniversitesinde yeni açılmış Türk öğrencilerine ait bölümlerde ders okutmuşlardır. Okuttukları dersler Türk dilinde gerçekleştirilmiş, bilim, dallarıyla ilgili terimler öğrencilere Türkçe olarak öğretilirken Azerî Türk terminolojisinden de yararlanılmıştır. Ayrıca 1951 - 1956 yılları arasında 30 dolayında Türk genci Bakü Devlet Üniversitesi, Bakü Yüksek Pedagoji Enstitüsü ve Bakü Devlet Konservatuvarına öğrenime gönderilmiştir. Bazı branşlarda gençler Bakü’de ihtisas yapmıştır. Daha sonraki yıllarda birkaç Bulgaristan Türk genci Bakü’de doktora yaparak belirli bilim dallarında çalışmalarını sürdürmüşlerdir. Kültür alanında da Azerbaycan aydınlarının hizmeti büyüktür . Bulgaristan Türklerinin eğitim ve kültürel alanda kalkınması için gerçekleştirilen önemli atılımlar çok geçmeden meyvesini vermeye başladı. Hazırlıklı Türk öğretmenler sayesinde okullarda eğitim bilimsel-pedagojik bir düzeye çıkarıldıδ. Fakat bu arada dünya politikasında birçok değişiklikler olmuş ve ihtilâl ihraç etme hayalleri gerçekleşememiştir. Türkiye’de de bir sosyalist ihtilâlin gerçekleşmesinin mümkün olmadığı görülünce Türk azınlığa izlenen politikada büyük değişiklikler yapılmıştır. Bulgaristan Komünist Partisi, azınlık politikasında radikal bir dönüm yaptı. Bulgar kamu oyu giderek tahrik edilerek “Türkler sınırsız imtiyazlarla enstitü ve üniversitelere yerleşti ve Bulgar gençlerinin yerini aldılar. Türklerin aldıkları görevlerle, çalıştıkları yerler Bulgarlara verilmelidir” biçiminde propagandalarla baskılar başladı ve Türklere verilen haklar kısıtlanmaya başladı, çoğunluğu öğretmen olan Türk aydınlarının “Kemalist”, “Pantürkist” oldukları iddia edildi. Türk gençlerin okumakta olduğu öğretim kurumları ve Sofya Üniversitesinin Türk dilinde öğretim yapan bölümleri Türkçülüğün birer yuvası olarak gösterildi ve: 1. Bundan sonra Bakü’ye Türk gençleri gönderilmedi 2. Açılışından iki yıl sonra Sofya Üniversitesindeki Türklere ait Türk Tarihi ve Fizik-Matematik Bölümleri Bulgar öğrencilerin okuduğu bölümlerle birleştirildi. Bu bölümde ders okutan iki Bulgaristan Türk öğretim elemanı da Üniversite dışında bırakıldı. 3. Sofya Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünde Türk gençlerinin yeri Bulgar gençlerine verilmeye başladı ve Türk Filolojisi adını taşıyan bu bölümün adı da değiştirilerek Oryantalistik, sonraları da Türkoloji oldu. Burada ders okutan iki Türk öğretim elemanı da 1959/60 ders yılında işinden alındı.


Makale ve Analizler - 2016

51

4. 1957 - 1958 ders yılından itibaren öğretmen okulları ve liselerinde Türk dili ve edebiyatı dışında tüm derslerin Bulgarca okutulmasına geçildi. Söz konusu bu okullara Bulgar dilinde ders okutacak Bulgar öğretmenlerin getirilmesi ve Türk öğretmenlerin işlerinden alınması demek oluyordu. 5. 1957 - 1958 ders yılında Sofya Türk Öğretmen Okulu kapatıldı ve öğrenciler Kırcaali ve Razgrat öğretmen okullarına dağıtıldı. 6. 1958 - 1959 ders yılında Türk liseleri Bulgar liseleriyle birleştirildi. 7. Bundan bir yıl sonra, yetkili devlet makamlarının herhangi bir resmî kararı henüz yokken, okulların açılması yaklaştığı günlerde 1959 - 1960’ta Türk anaokulları, ilk ve ortaokulları da Bulgar okullarıyla birleştirildi. Bulgarlarca “Türk Çingenesi” denilen, Türkçe konuşan Müslüman Romanların da Türkçe eğitim yapan ilkokulları kapatıldı. 8. Yukarıda adları sıralanan öğretmen okul ve enstitüleri, Sofya Yüksek Tiyatro Sanatı Enstitüsünde yeni açılmış iki yıllık Türkçe sınıflar kapatıldı. 9. Varna Öğretmen Uzmanlaşma Enstitüsünde Türkçe Bölüm kapatıldı, Eski Zağra Öğretmen Uzmanlaşma Enstitüsündeki “Türk Okulları” Bölümü bir süre daha çalışmalarını sürdürdü ve sonra Bulgar Dili Bölümüyle birleştirildi. 10. 1959’da Türk okuma evleri (kıraathaneleri) kütüphaneleriyle birlikte Bulgar okuma evleri ve kütüphaneleriyle birleştirildi. Çok geçmeden Türklerin öteki kültür ocakları da söndürüldü. 11. İl merkezlerinde Türkçe müfettişlerinin çalışmalarına son verildi, bundan birkaç yıl sonra da Millî Eğitim Bakanlığındaki Türkçe müfettişi Bakanlığa bağlı Eğitim Araştırmaları Enstitüsüne atandı. 12. Türkçe ders kitapları ve sanat eserlerinin yayımlanmasına son verildi. Önceleri yayımlanmış veya başka ülkelerden getirilmiş Türkçe kitaplar kütüphanelerden, kitapçı mağazalarından ve bazı aydınların evlerinden toplandı ve bunların birçoğu yakıldı. Okulların birleştirilmesi, beraberinde ciddi problemler de getirdi. Bulgar anne ve babalar, çocuklarının Türk çocuklarıyla bir sırada, bir sınıfta, bir okulda okumalarını sert bir tepkiyle karşıladılar. “Türk öğretmenler çocuklarımıza ders okutmamalı”, dediler ve buna izin verilmemesini istediler. Birleştirilmiş okullarda her ders Bulgarca okutuluyordu ve Türklerin büyük çoğunluğu oluşturdukları bölgelerde Türk öğrenciler Bulgarcayı, türlü derslerle ilgili Bulgarca terminolojiyi iyi bilmediğinden ilk yıllarda başarı gösteremediler. Sadece Bulgarcayı iyi bilmediklerinden değil, yeni ortam, yeni eğitim koşulları Türk çocuklarında ciddi psikolojik rahatsızlığa sebep oldu, birçokları bir üst sınıfa geçemedi. İlköğretim mezunlarının sayısı azalınca liselerde de Türk öğrencilerin sayısı azaldı. Bulgar öğrenci bulunmayan, sadece Türk çocuklarının oku-


52

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

duğu okullarda da bir hayli zorluklar yaşandı. Bazı okullara Türk öğretmenlerin yerine Bulgar öğretmenler getirildi. Yeni atanmış Bulgar öğretmenler, yabancı dil (veya ikinci bir dil) öğretimi yöntemlerini uygulamıyorlardı, Türk okullarında uzun yıllar ders okutmuş deneyimli Bulgar meslektaşlarının tavsiyelerini de dikkate almıyorlardı. Türk öğretmenler ve özellikle Türkçe öğretmenleri her vesileyle küçümseniyor, horlanıyor, işsiz bırakılıyordu. Resmî kaynaklara göre, Türk okullarında gerçekleştirilen reformlar sebebiyle kısa zamanda 1300 Türk öğretmen okul dışında bırakılmış, 2 bin 755 din görevlisi de işinden alınmıştır . Türk ilköğretim okulları Bulgar okullarıyla birleştirildikten sonra haftada 4 saat Türkçe okutulan derslere karma ailelerin (anne-babalardan birisi Türk birisi Müslüman/Pomak/) çocukları okul müdürlerince öteki öğrencilerin gözleri önünde sınıftan (dersten) çıkarılıyor ve bunların Türkçe ders görmeleri yasaklanıyordu. Anne-babalar da çocukları da bu acı gerçeği çok ağır yaşıyorlardı. Karma ailelerden olmayan Türk çocuklarının anne-babalarını ise okul müdürleri ve başka görevliler zorlayarak “Çocuğumun Türkçe ders görmesini istemiyorum” içerikli dilekçeler imzalattılar, Türk öğrencilerde de zorunlu ders olmadığı için Türkçe derslerine ilgi azalmaya başladı. Çok geçmedi Türk çocuklarına da Türkçe dersler okul haftalık ders programından çıkarıldı . Sadece Kırcaali bölgesinde göstermelik için birkaç okulda program dışı haftada dört saat okutuluyordu, bundan da vazgeçildi ve Türkçe derslerine Bulgaristan çapında son verilmiş olduφ. Böylece Türk çocukları, ana dilinden cahil, Türk kültür geleneklerinden de yoksun bırakıldı. Türk okullarının kapatılması, Türkçe derslere son verilmesiyle Türkçe öğretmenlerine de ihtiyaç kalmadı. Sofya Üniversitesi ve Bakü Üniversiteleri mezunlarından da büyük bir çoğunluğu branşlarında ve mesleklerinde çalışma mutluluğuna kavuşamadı. Öğretmenlik yapmak için eğitim görmüş Türk aydınlarının tarımda, inşaat işlerinde, yol ve baraj yapımında, fabrikada, maden ocaklarında birer işçi olarak çalıştırılması Bulgar totaliter rejim yöneticilerine zevk veriyordu. 13. 1958’de Bulgar Komünist Partisi Merkez Komitesinde özel bir Dil Komisyonu kurulmuştu. Bu Komisyonun görevi Türk yazı dilinin söz varlığına Bulgarca kelimeler kazandırılarak Türkçeyi “zenginleştirmek”, hatta Türkçenin gramer yapısını, cümle kuruluşu kurallarını da değiştirmekti. Komisyonun önerisi üzere bir liste hazırlanır ve Türk yazı dilinin söz varlığına birçok Bulgarca kelimenin “kazandırılması” zorunlu hâl alır. Türkçe çıkan basında söz konusu listedeki kelime ve ifadelerin kullanımına geçilir . Bulgaristan’da olup bitenlerden dünya habersizdi veya olup bitenlere göz yumuluyordu. Türklerin tepkisi gecikmedi. Yeniden bir göç söylentisi yayıldı. 1964 yılında 380 bin Türk Türkiye’ye göç etmek için başvuruda bulundu. Bulgaristan’da


Makale ve Analizler - 2016

53

gelişen olaylar yabancı basında yankı bulmaya başladı. Bulgar makamları bundan rahatsız oldu ve 1964 - 1968 döneminde geçici olarak geri adım attılar. 28 Ocak 1964’te Bulgaristan Komünist Partisi Siyasî Bürosu 22 No’lu bir Karar alır. Bu Karar doğrultusunda Türklerin eğitim ve kültürü konularında bir yumuşama politikası izlenmeye başladı. Ancak 1970’lerde durum kötüleşti ve olaylar giderek tırmanışını sürdürdü. 1980’lerin ortasında Türk kimliğinin tamamen ortadan kaldırılması için Türklerin adları da Bulgar adlarıyla değiştirilerek Bulgaristan’da Türk olmadığı resmen ilân edildi. Okulda, orduda, sokakta, iş yerinde, evde bile Türklerin birbiri aralarında Türkçe konuşması, Türk adlarıyla birbirlerine hitap etmesi yasaklandı. Bulgarca bilmeyen yaşlılar hastahanelere alınmadı, bu gibilerine bakkal ve marketten ekmek vb. temel besin mallarının satılması da yasaklandı... Bulgar eğitimciler en kötü bir yöntem de uyguladılar: Bulgar öğretmenler, en küçük yaşta Türk öğrencileri dahi zorlayıp, bunların ailelerinde Türkçe konuşulduğuna dair bilgi topladılar. Türkçe konuşan aile bireylerinin cezalandırılmasında gereken devlet makamlarıyla işbirliğine gittiler. Pedagoji normlarıyla bağdaşmayan bu durum beş yıl (1984 - 85 - 1989) sürdü. İnsanlık dışı daha birçok hareketlerde bulunuldu. Totaliter rejim idarecileri, etkisi uzun sürecek daha bir harekette bulundular: Türklerle Bulgarların iç içe yaşadıkları bölgelerde Bulgarları görevlendirerek Türk komşularını takip ettirdiler, devriye gezdirdiler ve ailelerinde Türkçe konuşan, evde geleneksel kıyafetlerini giyenlere ceza kestirdiler. On yıllardan beri süregelen iyi komşuluk ve dostluk ilişkilerini böylelikle koparmış oldular . İdarî yöntemlerle yürütülen ad değiştirme kampanyasına “soya dönüş”, “uyanış süreci” dendi. Okullarda büyük bir faCIA yaşandı. Bulgar öğretmenler seferber edilerek geceli gündüzlü çalıştılar ve kısa zamanda okullarda her türlü belge yenilendi, Türk öğretmen ve öğrencilerin Türk adlarının yerine Bulgar adları yazıldı. Bu acı gerçeği birçok Bulgar öğretmen de ağır yaşadı. Bir Bulgar bayan öğretmenin anlattıklarından şunları aktaralım: “Okulda Türk öğretmenlerin hepsi görevden alınmışlardı. Bir tanesi bırakılmıştı, mükemmel Bulgarca konuşuyordu. Onu da bırakmamalıydılar. Çok acı verici bir olaydı bu, sınıfta kendi oğluna bile Mehmet diyeceğine Martin, diye sesleniyordu. İlk günlerde öğretmenler odasına her girdiğinde bu arkadaşımız ağlıyordu”. Türk öğretmenler (ve öteki bazı aydınlar) 1985’in Ocak ayında görevlerinden alınarak cezaevlerine, Bulgarların yoğun yaşadığı bölgelere, Belene Ölüm Adasına ve başka kamplara gönderildiler, yerlerine büyük şehirlerden Bulgar öğretmenler atanarak bunlara iki üç kat daha yüksek maaş bağlandı. Hepsine lojman sağlandı. O dönemde Bulgaristan Millî Eğitim Bakanı görevinde bulunan “soya dönüş” sürecinin uygulanmasında aktif rol oynayan ve Sofya Üniversite-


54

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

sinin eski rektörü tarihçi İlço Dimitrov, yeni atanan öğretmenleri Türk bölgelerine gönderirken bunlara büyük patriotlar (vatanseverler) dedi. Ancak maaşlardaki haksızlık, Türk öğrencilerin okuduğu okullarda uzun yıllardan beri öğretmenlik yapmakta olan Bulgar öğretmenlerin sert tepkisine yol açtı ve bu Bulgar öğretmenler yeni atanmış olanlara: patriot değil, pariot (vatansever değil, paraseverler) adını verdiler. Bulgaristan Türklerinin tarihinde emsali görülmemiş olaylar yaşandı. Eğitim ve kültürel alanda kalkınma yoluyla Türk toplumunun Bulgar halkıyla bütünleşmesi çok zaman alacağını, Türkiye’ye de göç ettirmek kolay olmayacağını anlayınca totaliter rejim yetkilileri “soya dönüş süreci”ni başlatarak bir iki ay içerisinde idarî yöntemlerle, ordunun da katılımıyla Türkleri “Bulgar” yapmaya çalıştılar, dil, din, ad, gelenek denen her unsuru yasakladılar. Sonra da yüz binlerce Türkü sınır dışı ettiler.Büyük tarihî emelleri gerçekleştirebilmek için Bulgaristan Türklerine birtakım haklar verilmiş, bazı fedakârlıklar yapılmıştır. Emeller suya düşünce de Bulgaristan Türklerine soykırım uygulanmasına kalkışılmıştır. Türklere yapılan bu insanlık dışı işkenceler ve 1989 yılının yaz aylarında sınır dışı edilmeleri, Bulgaristan’da politik olayların gelişmesini hızlandırdı. I. Demokrasiye Geçiş Sürecinde Türkçe Eğitimi Totaliter rejim yöneticilerinin 1989’da gerçekleştirdikleri “Büyük Göç”, ülkedeki yaşam temposunu alt üst etti. Yüzbinlerce Türk Türkiye’ye göç edince birçok alanda işçiye ihtiyaç duyuldu, bazı bölgelerde sağlık memuru, ebe, hemşire, şoför gibi görevlerde çalışanların sayısı minimuma düştü ve sıkıntılar yaşanmaya başladı. Bulgar öğretmenler arasında ise büyük bir işsizlik başladı. Çünkü Büyük Göç’te Türk öğrenciler göç etmiş, birçok bölgede okullar öğrencisiz kalmıştı. 10 Kasım 1989’da Bulgaristan Komünist Partisi Genel Sekreteri ve Devlet Başkanı Todor Jivkov iktidardan indi ve ülkede demokrasiye bir geçiş süreci başladı. 29 Aralık 1989 tarihinde Bulgaristan Devlet Konseyi ve Bakanlar Kurulu, “soya dönüş süreci” döneminde yapılmış yolsuzlukların ortadan kaldırılması kararını aldı. Alınan kararlarla Türklere azınlık hakları verileceği veya en azından bazı imtiyazlar sağlanacağı demek değil, sadece Anayasanın garantilediği kişi hakları öngörülmektedir. 1984 - 1985 yıllarında zorla değiştirilen Türk adlarının iade edileceği, Türk çocukların okullarda ana dilinde de dersleri olacağı söylentileri yayılmaya başladı. Daha o günlerde Türkçenin haftada kaç saat okutulması sorunu ortaya çıktı. Haftada en az dört saat okutulması önerildi ve daha sonraları Cumhurbaşkanlığı ve Eğitim Bakanlığında yapılan görüşmelerde bu öneri ağırlık kazanmaya başladı. Görüşmelerde bu satırların yazarının başkanlığında Türk azınlığın temsilcileri, Türkçe eğitime anaokulunun en büyük yaş grubundan başlanmasını, yani okul öncesi yaşta çocukların ana dilini öğren-


Makale ve Analizler - 2016

55

meye başlamalarını istiyorlardı. Resmî Bulgar temsilcileri ise Türk çocuklarının Bulgarcayı örenmelerine Türkçenin bir engel yaratacağını, bu yüzden de ikinci, hatta üçüncü sınıfta haftada iki veya üç saat Türkçe okutulmasında ısrarlıydılar. Tartışmalar çok sürdü ve 1990 - 1991 ders yılı Türkçe ders okutulmadan sona erdi. Temmuz 1991 yılında Bulgaristan’ın yeni Anayasasının 36. maddesinde: “Ana dilleri Bularca olmayan vatandaşların, Bulgarcayı zorunlu olarak öğrenmelerinin yanı sıra, kendi ana dilini de öğrenme ve kullanma hakları vardır” denilmekteydi . Evet, 1971 Anayasasında da azınlıkların ana dilini öğrenme ve kullanma hakları garantiye alınmaktaydı. Ancak gerçekler başkaydı... Türk aydınları yeni Anayasanın 36. maddesine dayanarak ana dilinde eğitim konusunu bir numaralı sorun olarak yeniden ortaya koydular. Okullarda Türk çocuklarının Türkçeden de ders yapmaları Eğitim Bakanlığınca devamlı erteleniyordu. Buna bir tepki olarak Türkler faaliyete geçti ve Türk öğrenciler dersleri boykot ederek haftalarca okula gitmediler. Bazı Türk anne-babalar tarafından açlık grevi başlatıldı. Eğitim Bakanlığı, Türkçenin okutulması kararını almak mecburiyetinde kaldı. Bu karara karşı çıkan Bulgar öğrencilerin anne ve babaları, bazı öğretmenler ve aşırı şoven gruplar okul kapılarına yığılarak Türk öğrencilerin okula girmelerini engellediler, trenleri durdurdular, ana yolları kestiler. Bu arada Parlamento seçimleri yapılmış, yeni hükümet kurulmuştu. Türkçenin okutulması karara bağlandı, ancak öteki dersler gibi zorunlu değil de, çocukların isteğine bırakılıyordu. 1993’te Bilim ve Eğitim Bakanlığında hazırlanmış ders programında şöyle yazıyor: “Türk dilinin okutulmaya başlanması şu anda bir geçiş aşamasında bulunmaktadır. Bu geçiş aşaması, Türk dilinin on yıllar süresince okullarda okutulmamasından kaynaklanmaktadır. Bu dil, totaliter rejim tarafından yasaklanmıştı. Türk dili öğretimine geçen ders yılının ikinci yılında (Şubat 1992) başlandı. Bu öğretimin amacı, Bulgaristan Cumhuriyeti’ndeki Türk azınlığın çocuklarında III - VIII. sınıflarda ana dilinde okuma yazma beceri ve alışkanlıkları oluşturmaktır. Bu ders yılından (1993/94) itibaren ise Türk dili öğretimi ikinci bir aşamaya geçmiştir. Öğretim I - VIII. sınıflarda gerçekleştirilecektir. 1994/95 ders yılında Türk dili öğretimine ilişkin bir kararname çıkarıldı ve Resmî Gazetede yayınlandı. Bakanlar Kurulunun bu kararnamesi şöyledir: Devlet Gazetesi (Resmî Gazete), Sayı 73, Tarih 09.09.1994 – Sayfa 3 Kararname No: 183 Tarih05.09.1994 Bulgaristan Cumhuriyeti Okullarında Ana Dili Eğitimine Dair Bakanlar Kurulu Kararı:


56

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Madde 1. (1) Ana dili Bulgarca olmayan öğrenciler kendi ana dilini I. sınıftan VIII. sınıfa kadar öğretim plânı kapsamında Belediye okullarında serbest seçmeli ders olarak öğrenebilirler. (2) Ana dili eğitimi haftada 4 saat olmak üzere program (yükü) kapsamında yapılır. Madde 2. (1) Öğrenci, ana dilini okuyacağına dair istek beyanatında bulunur, kendi imzası veya yaşı küçük olduğundan, velisi tarafından imzalanmış dilekçeyle bildirir. Madde 3. Bulgarcayı iyi bilmeyen çocuklar için, okula başlamazdan bir yıl önce, okul müdürü belediye yöneticileriyle ortak karara vararak çocuklara Bulgarcayı öğretmek için hazırlık sınıfı oluşturulabilir. Madde 4. Ana dili eğitimi için gereken kitaplar, öğrenciler tarafından ödenmez. Gereken malî işler, öteki genel eğitim derslerine ait kitapların sağlanması yolu ve koşullarınca yapılır. Madde 5. Ana dili eğitimine ait gerekli masraf, belediye bütçesinden karşılanır. Başbakan: Lüben Berov Kararname doğrultusunda Eğitim ve Bilim Bakanlığının çıkarmış olduğu yönergede de şu ayrıntılar vardır: “1. I-VIII. sınıf öğrencilerinden ana dili Bulgarca olmayanlar orta genel öğretim okulları eğitim plânı kapsamında belediye okullarında seçmeli bir ders olarak kendi ana dillerini okuyabilirler. 2. Ana dili eğitiminin gerçekleşmesi sürecinde göz önünde bulundurulması gereken hususlar: 2.1. Okulun sahip olduğu araç gereç, malzeme ve kadro durumu, 2.2. Eğitim, devlet taleplerine göre yapılmalı, 2.3. Ana dili öğretimi Eğitim ve Bilim Bakanlığınca onaylanmış evrak doğrultusunda yapılmalı, 2.4. Öğrencilerin ana dilini okumaya hevesi göz önünde bulundurulmalı, 3. Ana dili eğitimi, sınıflarda haftada 4 saat olarak saptanmıştır, 4. Her öğrenci, ana dilini okumaya başlarken istek beyanatı sunar. Ders yılı başında, 19.09 - 22.09 tarihleri arasında, her öğrenci okul müdürüne velisi tarafından imzalanmış bir dilekçe sunar, Başka okula geçiş yaparken öğrenci, ana dili eğitimi için yeniden başvuruda bulunur, 5. Paragraf 4’te belirtildiği gibi, velisi tarafından imzalanmış dilekçeyi okul müdürüne sunarak öğrenci, ana dili eğitiminden vazgeçme hakkına sahiptir,


Makale ve Analizler - 2016

57

1. (Türkçeden) Başarısı zayıf (2) olan öğrenci, sınıfını geçer, bütünleme sınavına da girmesi zorunlu değildir...” Belediye okullarında Türkçenin okutulmasına dair çıkarılmış yönerge ve emirnamelerde daha şunlar vardır: - En az 14 öğrenci ana dilini okuma isteğinde bulunduğu takdirde Türkçe gruplar oluşturulur, -Okulda Türkçeden ders verecek öğretmen bulunduğu takdirde Türkçe ders okutabilir,- Öğrenci, serbest seçmeli olarak ana dilini okumayı tercih ederse, yabancı dil derslerine ve din dersine girmeye hakkı yoktur, -Bulgarcayı iyi bilmeyen öğrenci, Bulgarcayı daha iyi öğrenebilmesi için Bulgarca ek dersleri seçmeli olarak tercih ederse, Türkçe öğretiminden mahrum edilmektedir, - Öğrencinin diplomasına ana dili dersi ve gösterdiği başarı yazılmamaktadır. Türk öğrenciler, Türkçe derslere devam etmemeleri için daha bir sıra zorluklar karşısında bırakılmaktadır. 1990 yılından sonra belediye okullarında I - VIII. sınıflarda 97 binin üzerinde bulunan Türk öğrencilere (ki bunlardan sadece 35 40 bin kadarı Türkçe ders görebiliyorlardı). Türkçe dersleri okutacak öğretmen bulmak da bir problem oldu. Çünkü 1989 Büyük Göç’ü zorunlu olarak öğretmenleri alıp önceki büyük göçlerde de olduğu gibi Türkiye’ye götürmüş, okullar yine öğretmensiz kalmıştı. Yaklaşık 100 bin öğrenciye 960 öğretmen bulunabildi, bunların çoğunun pedagojik formasyonu yoktu. 1991’de Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi bünyesinde Bulgar Dili ve Edebiyatı Bölümü açıldı. 1992’de Şumnu Yüksek Pedagoji Enstitüsünde Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü açıldı. 1993’te hâlen Filibe Üniversitesine bağlı Kırcaali Öğretmen Enstitüsünde Türkçeden eleman yetiştirme sınıfları açıldı. Türk Müslüman gençlere dinî hazırlık verecek okulların açılmasında zorluk çekilmedi, mücadele edilmedi. Bulgar makamları 1990 yılında Yarı Yüksek (Önlisans) İslâm Enstitüsü ve Şumnu’da İmam Hatip Lisesi (Nüvvab) açtı. Ertesi ders yılında Rusçuk ve Mestanlı’da (Momçilgrat’ta) birer İmam Hatip Lisesi açıldı. Yarı Yüksek (Önlisans) İslâm Enstitüsü Mart 1998 yılı ilkbaharında üniversite düzeyinde Yüksek İslâm Enstitüsü durumuna getirildi, öğretim süresi de 5 yıla çıkarıldı. İmam Hatip Okulları T. C. Diyanet İşleri Başkanlığının maddî desteği sayesinde varlığını sürdürmektedir. Öğretmen ihtiyacının giderilebilmesinde de yardımcı olunmaktadır. Yüksek İslâm Enstitüsü de Diyanet İşleri Başkanlığınca desteklenmektedir. Öğretimde de Türkiyeli uzmanlar yardımcı olmaktadır. Totaliter rejime son verilir verilmez, 20 - 25 yıl bir aradan sonra Türkçe ders kitapları hazırlanmasına başlandı.


58

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

4.01.1990 tarihinde kurulan Haklar ve Özgürlükler Hareketi (HÖH) Türkçe ders kitapları hazırlanması için büyük çaba harcıyordu. O coşkulu aylarda geceli gündüzlü çalışmalar yapılarak her sınıfa birer Türkçe ders kitabı hazırlandı . HÖH Başkanı Ahmet Doğan’ın imzasını taşıyan üst yazılarla kitaplar Bulgaristan Eğitim ve Bilim Bakanlığına gönderildi ve bunların değerlendirilip onaylanması isteğinde bulunuldu. Üst yazıların birinden şunları aktaralım: Sayın Bakan, HÖH Merkez Yönetim Konseyi, yazarlar ekipleri görevlendirerek I. - XI. sınıflarda Türkçe öğretimi için ders kitapları hazırlatmıştır. Millî Eğitim Bakanlığına yardımcı olmak amacıyla bu kitaplar hazırlanmıştır. Aynıları HÖH’te uzmanlarca da incelenmiştir. Ekte sunulan I - VIII. sınıf Türkçe ders kitaplarının Bakanlığınızca değerlendirilip onaylanmasını arz eder, saygılar sunarım. Sofya, 30.10.1990 İmza ve Mühür Kitaplar incelendi, I. sınıf alfabe kitabına verilen “Özlenen Alfabe” adı inceleyenlerden biri tarafından uygun bulunmadı. Daha birkaç ufak-tefek düzeltmelerin yapılması önerilerek olumlu değer verildi. Ancak malî sıkıntılar sebep gösterilerek bunların basılması devamlı ertelendi. Bu arada kitaplar fotokopide çoğaltılmaya çalışıldı. Bundan başka, T.C. Millî Eğitim Bakanlığının Türkiye’deki okullara ders kitabı olarak onaylamış olduğu Türkçe kitapların içeriğinde %20 oranında değişiklik yapılarak, bunlar Bulgaristan koşullarına uygun bir duruma getirilmiştir: Bulgaristan Türk sanatçılarına, Bulgar klasiklerine yer verilmiştir. Değişiklikler Bulgaristan’daki Türk aydınlarından oluşan bir ekip tarafından yapılıp yeni bir içerik kazanmış olan bu kitaplar uluslar arası örgütlerin maddî desteğiyle Sofya’da 1992’de basılmıştır. Türkçe eğitiminin bugünkü durumu. Bulgaristan Türk çocuklarının ana dilinde de öğretim görmesi konusunda herhangi bir olumlu gelişme kaydedilmiş değildir, hatta durum kötüye gitmektedir denebilir. Bulgaristan’daki Türk aydınları durumun son derece vahim olduğunu yazıyorlar . 2001 yılından bu yana haftada 4 ders saati değil de II., III. ve IV. sınıflarda 2 ders saatine, I., V., VI., VII. ve VIII. sınıflarda da 3 ders saatine düşürülmüş olması kaygı vericidir. Yukarıda da belirtildiği gibi, 1990 yılından bu yana çıkarılan kararname ve yönergelerde, 1998’de kabul edilen yeni Eğitim Yasasında da temel eğitim devlet okullarında ana dili derslerine serbest seçmeli dersler listesinde ve haftalık ders programı dışında yer verilmektedir. Türk dili, yabancı diller listesine alınarak Türk öğrencilerin Türkçeden ders görmeleri imkânsız bir hâl almaktadır.


Makale ve Analizler - 2016

59

Bulgaristan makamları “gerekli talep yok, yeterli sayıda Türkçe öğretmeni yok” diyorlar. Öte yandan ise Kırcaali Enstitüsü ve Şumnu Pedagoji Üniversitesindeki Türk Dili ve Edebiyatı Bölümlerinin kapatılması konusu gündeme getirildi. Bu bölümlerde fazlasıyla öğretmen yetiştirildiği ve bu mezunların iş bulamadıkları esas sebep olarak vurgulanıyor. Türk Dili ve Edebiyatı Bölümlerinin kapatılmasına gidilirse, Bulgaristan Türklerinin eğitim ve kültürüne yeni bir darbe indirilmiş olacaktır. Biliyoruz ki eğitim, kültürün temelini oluşturur, kültürel gelişmenin temeli, eğitimdir. Demokrasi yolunu seçmiş Bulgaristan, azınlıklara uygulamakta olduğu politikada bir hayli mesafe aldı, birçok alanda olumlu gelişmeler kaydetti. Türkçe eğitimi konusunda da gereken tedbirler alınarak Türk öğrenciler ana dili derslerinden yoksun bırakılmayabilir. Türkçe derslerinin zorunlu ders kapsamına alınmasıyla bu alanda da yaşanmakta olan sorunlar çözüme kavuşabilir . Türkçe ders kitapları basılması da ciddî bir sorundur. 1990 yılından bu yana Eğitim ve Bilim Bakanlığı bu konuda görevine düşeni yapabilirdi. Türkçe öğretmenleri belki de haklı olarak: “Türk dili öğretimi için Eğitim ve Bilim Bakanlığının malî imkânları yok da Bulgarcadan alfabe kitabını dört varyantta bastırmak için parayı nereden buluyor?” diye soruyor ve dert yanıyorlar . Türkçenin okutulmakta olduğu bazı ilköğretim okullarında Bulgar öğrencilerden de Türkçe derslerine devam edenler vardır. Bir komşu ülkenin dilini öğrenmek güzel bir şeydir. Türk öğrencilerin de hem ana dili, hem de komşu Türkiye’de resmî bir dil olduğu için Türkçeden okur yazar olmaları normal kabul edilmelidir. Bulgaristan Türklerinin Türkçe Eğitimine Türkiye’nin Katkısı Ders Kitapları. Yukarıda söz konusu olan ve Haklar ve Özgürlükler Hareketinin bir vatandaşlık görevi olarak hazırlatmış olduğu Türkçe ders kitapları, yazarları tarafından biraz genişletilerek bunların basılması için T. C. Millî Eğitim Bakanlığına başvuruda bulunulmuştur. Bakanlık, Bulgaristan Eğitim ve Bilim Bakanlığıyla yazışmalarda bulunup, kitaplar Sofya’da değerlendirilmiştir. “Ben Seninle Varım” adlı bir şiir dışında, kalan her yazının uygun görüldüğü Ankara’ya bildirildikten sonra bunların basılmasına geçilmiştir. I. - VIII. sınıf ders kitapları 1997 - 2000 yılları arası dönemde (her sınıfa 10’ar bin, toplam 80 bin adet) basılarak Bulgaristan’a gönderilmiştir. Her kitabın iç kapağında şunlar yazılı: “Kitap hazırlanırken Bulgaristan genel eğitim okullarında uygulanmakta olan eğitim yöntemlerine uyulmuştur.” Önsöz’de de şu açıklama var: “İlkokul ve ortaokul Türkçe ders kitapları, yazarları tarafından karşılık beklenmeden hazırlanmıştır. T.C. Millî Eğitim Bakanlığınca da bu ikinci baskıları yapılarak Bulgaristan Eğitim ve Bilim Bakanlığına bağışlanmıştır.” Kitapların arka kapağında da: “Parayla satılmaz” yazısı vardır. İlko-


60

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

kul I.-IV. sınıf Türkçe ders kitapları 1997 - 1999 yıllarında Bulgaristan Eğitim ve Bilim Bakanlığına gönderilerek bunlar Türkçe dersi okutulan okullara dağıtıldı. 2000 yılında da ortaokul (V.-VIII. sınıf) ders kitapları gönderildi. Ancak Bulgaristan görevlileri Türkiye-Bulgaristan “Kapıkule - Kapitan Andreevo” sınır kapısında Türkçe ders kitaplarının Bulgaristan’a girmesine izin vermedi. İdareye gelen yeni hükümetin bazı konularda tutumu başkaydı. Bulgar gazetelerinin birinde de: “Türkiye, ülkemizi Türkçe ders kitaplarıyla dolduruyor”, şeklinde bir yazı çıkmıştı... Demokrasi yolunu seçmiş Bulgaristan’da Türkçe derslerine ait Türkçe ders kitapları basılmış değildir. Türkiye Cumhuriyetinin yardımı sadece yukarıda sözü geçen Türkçe ders kitaplarını yayımlamakla kalmamıştır.1992 ve 1993 yıllarında Türk Dil Kurumundan, T.C. Kültür Bakanlığından bir hayli kitap bağış olarak Bulgaristan’a gönderilmiştir. Haziran 1998 tarihinde de T.C. Kültür Bakanlığı, T.C. Dışişleri Bakanlığı kanalıyla “Türkiye Dışındaki Türk Edebiyatları Antolojisi” serisinden 8. Cildi oluşturan “Bulgaristan Türk Edebiyatı”ndan 500 adet göndermiştir. Bulgaristan Türklerinin azınlık tarihi boyunca Türkçe eğitim zor dönemler yaşamıştır. Savaşlar, büyük göçler Türkleri azınlık durumuna düşürmüş, Bulgar hükümetlerinin de Türklere yönelik politikaları bu halkın sosyal, ekonomik ve kültürel gelişmesini engellemiştir. Türk okulları İkinci Dünya Savaşına kadar özel okul statüsünde kalmış, her türlü güçlüklere karşın ayakta durmayı başarmış ve eğitim Türk dilinde gerçekleşmiştir. İkinci Dünya Savaşından sonra Türk okulları devletleştirilmiş ve birtakım iç ve dış faktörlerin etkisiyle Türkçe eğitimde olumlu gelişmeler kaydedilmiştir. Bulgaristan Türk okullarına öğretmen yetiştiren öğretim kurumlarının bu azınlığın eğitim ve kültürel gelişmesinde önemli yeri vardır. Türk azınlığın aydınlar zümresinde büyük çoğunluğu oluşturan öğretmenler (ki bunlar arasında bayan öğretmenlerin sayısı büyüktür), Bulgaristan öğretim kurumlarında hazırlık görmüş, eğitim ve kültür alanında ışık saçmışlardır. Türk azınlığa verilen haklar genel olarak eğitim alanında görülmüş, ancak çok geçmeden Türkçe eğitime büyük darbe indirilmiştir. 130 yıllık azınlık tarihi boyunca Bulgaristan Türkleri, totaliter rejim döneminde Türkçe eğitimden ve kültür geleneklerinden ilk kez tamamen yoksun bırakılmıştır. Bulgaristan 1990 yılından bu yana demokrasiye bir geçiş dönemi yaşıyor. Birçok alanda bazı gelişmeler vardır. Ancak Türkçe eğitimi konusunda sorunlar çözüme kavuşmuş değildir. Bulgaristan ilköğretim okullarında Türkçe öğretimi serbest seçmeli bir ders olarak gerçekleştirilmekte ve Türk öğrencilerin üçte ikisi Türkçe derslerinden yoksun bırakılmaktadır. Gelecekte daha normal koşullarda Türkçe dersleri gerçekleştirildiğinde, her Türk çocuğu da ana dilinde okuma yazmayı öğrenme imkânı bulabilecektir. Günümüzde ise mevcut koşullarda Türkçe derslerinin en azından (4 ders saati olarak) zorunlu ders kapsamına alınması, her Türk çocu-


Makale ve Analizler - 2016

61

ğunun Türkçe derslerine devam etmesini sağlamak için gereğinin yapılması her Bulgaristan Türk aydınının bir insanlık borcudur.

Sanat Eserlerinde Rodop Müslümanlarının Dramı

BG-SAM-09.Mayıs.2016

Rodop Dağları, Bulgaristan ve Yunanistan topraklarının bir bölümünü oluşturmaktadır. Bu coğrafî bölge Doğu Rodoplar ve Batı Rodoplar olarak ikiye ayrılır. Daha büyük yerleşim yerleri: Kırcaali, Madan (Osmanlılar zamanında belgelerde = Madanköy), Smolyan (1934’e kadar = Paşmaklı), Velingrat (1948’e kadar: Çepine, Lıjene/Ilıcalar ve Kamenitsa), Peştere. Daha küçük kentler: İvaylovgrat (1934’e kadar = Ortaköy), Krumovgrat (1934’e kadar = Koşukavak), Momçilgrat (1934’e kadar = Mestanlı), Cebel, Ardino (Eğridere), Zlatograt (1934’e kadar = Darıdere), Rudozem (1934’e kadar = Palas), Devin (1934’e kadar = Dövlen), Dospat, Batak, Çepelare (Çepelli), Lıki. Rodoplar Bu dağlık bölgede yoğun olarak Müslümanlar (Türkler ve Pomaklar) yaşamaktadır. 1880’lerin başında Rodoplar’ı da ziyaret eden ünlü tarihçi K. İreçek, etnik tabloyu görünce Kırcaali ve Arda nehri vadisi gibi arı (temiz) Osmanlı bölgesi başka yerde yoktur, diye yazılarında vurgulamıştır1. Osmanlılar döneminde buralarda Türk-İslâm kültürü gelişti. Zamanın eğitim merkezleri olan medreseler bölgenin kültürel kalkınmasında önemli rol oynadı. XIX. yüzyılda sadece Doğu Rodoplar’da 50’den fazla medrese vardı. Akpınar (Beli izvor), Paşmaklı (Smolyan), Çepinli (Çepintsi) medreseleri ise en meşhur eğitim ocaklarıydı. Rodop halkı huzur içinde yaşamaktaydı. Ancak XIX. yüzyılın ikinci yarısında huzurun yerini büyük felâketler aldı. Olanlar buradaki Müslüman halka da oldu. Birçok tarihî olaylar sanat eserlerine konu oldu. Çekilen çileler belleklerde derin izler bıraktı. Anıları, anlatıları ve sanat eserlerinden bazı


62

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

sayfaları kaynak olarak seçtim ve gerçekleri sergilemeye çalıştım. Gelişen tarihî olayları takip edelim: 1876 Bulgar İsyanı A. Otlukköy Olayları. Bulgar İsyanı olarak tarihe geçen olaylar Güney Bulgaristan’ın Filibe ve (Tatar) Pazarcık bölgesinde patlak verdi ve Türk, Müslüman halka da derin yaralar açtı. Nisan Ayaklanması olarak da bilinen isyanın söz konusu bölgede patlak vermesi bir rastlantı değildi. Rusya’nın teşvikiyle Osmanlı Devleti sınırları dışında hazırlanan bu isyanın Bulgar halkı tarafından desteklenmediği bir gerçektir. Sadece Filibe bölgesinde gerçekleşti, çünkü Filibe İstanbul’a yakındı ve Rusya’nın İstanbul Büyükelçisi Graf İgnatiev’in etkisi burada güçlüydü. Filibe’de Viskonsolü görevinde bulunan Bulgar Nayden Gerov, bu bölgenin Avratalan (Koprivştitsa) köyünde doğmuş, Rusya’da (Odesa’da) eğitim görmüş, Rusya uyruklu biriydi. Otlukköy’ün de isyanın bir merkezi olarak seçilmiş olması bir rastlantı değildi. Nayden Gerov’un doğduğu bölgeydi ve buralarda kendisini destekleyenler bulunabilirdi. İsyancıların lideri Georgi Benkovski de Avratalan (Koprivştitsa) doğumluydu. İsyanın önderlerinden biri olan ve daha sonraları Bulgaristan Ulusal Meclisi Başkanı görevine kadar yükselen Zahari Stoyanov, Doksanüç Harbinden birkaç yıl sonra yayımladığı “Bulgar İsyanları Üzerine Notlar” adlı eserinde isyan hakkında gerçekleri açıklamış ve sadece Türk köylerini değil, Bulgar köylerini de kendilerinin yaktıklarını, birçok masum Türkü, nasıl vahşice öldürdüklerini itiraf etmiştir. Yukarıda da belirtildiği üzre, (Tatar) Pazarcık şehrine bağlı Otlukköy (Panagürişte), ayaklanmanın merkezlerinden biri olduğundan, buradaki olaylar bütün şiddetiyle çok çabuk gelişir. Z. Stoyanov’un eserinden şu satırları okuyalım: “Sükünetin koruyucuları veya daha doğrusu, Sultan idaresinin temsilcileri, Hükümet Konağı önündeki kanepelere, güneşe karşı uzanmışlar, ayaklarını yukarı kaldırıp rahatça geriniyorlardı. Bay İvan’ın evindeki silâh sesleri dahi onları hâlen ürkütmemişti”. Ayaklanmanın liderleri Panayot Volov ve Georgi Benkovski isyancıları meydanda toplarlar ve burada bulunan 5 - 6 Türk öldürülür: “Öldürülen beş-altı Türkün cesetleri yere serilmişti. Cesetler, fırıncı çeteli gibi doğranmış ve biçimsizleştirilmişti. Çünkü her gelen, bıçağını kanlamak için artık çoktan soğumuş cesetlere acımasızca saplıyordu. Birçokları da parmağını kana batırıp yalıyordu. Böyle bir hareketin şarapla ekmek yeme ayini yerine geçeceği anlamı vardı. P. H. S. sadece yalamakla tatmin olmadı


Makale ve Analizler - 2016

63

ve cesedin üzerine eğilerek yaraların üzerinde birikmiş kandan bir avuç aldı ve şerbet gibi içti”. Yazar, manzarayı bu biçimde açıklayarak isyancıların son derece iğrenç hareketinin Türklere beslenen kinin, nefretin bir ifadesi olduğunu ve her öldürülen Türk, Bulgarlar’da büyük sevinç duyguları yarattığını vurguluyor... Ayaklanmanın lideri G. Benkovski ve yardımcısı Z. Stoyanov, köylüleri zoraki isyana teşvik etmek için Bulgar köylerinden Smolsko, Kamenitsa ve Rakovo’nun yakılmalarını uygun görüyorlar. Z. Stoyanov şöyle anlatıyor: “Petriç’ten gitmeden önce sadece Benkovski ve ben (Bulgar köyleri olan - H. S. Y.) Smolsko, Kamenitsa ve Rakovo köylerini gizlice yakarak köylüleri isyana mecbur ettik”. Bulgar köylüleri, köylerini Türkler ve Çerkezler tarafından yakıldığını sanarak, bunlara karşı nefretleri de artar. Bunun için köyleri alevler içinde bırakılmış Bulgarlar, isyancı çetelere bir kurtarıcı gözüyle bakmaya, isyancılara yardım etmeye başlarlar: “Smolsko’dan olanlar, gözyaşlarıyla bize köylerinin nasıl yandığını anlattılar. Onlara göre, köyleri canavar Çerkezler tarafından yakılmıştır. Biz, Smolsko yönünden geldiğimiz ve Çerkezlerden kendimizi kurtarabildiğimiz için alkışlanıyorduk. Smolsko, Kamenitsa’dan olan isyancılar ise bizi görünce sevindiler. Çünkü bizim burada bulunmamızla köylerini daha iyi koruyabileceklerini sanıyorlardı. Zavallılar! Onlar, bizim en korkunç katiller olduğumuzu bilmiyorlardı”. İsyanın başarısızlıkla sonuçlanmasından sonra isyancılar, çete başı G. Benkovski’yi öldürmek isterler: “Akşama doğru çeteciler arasında, halka her türlü yardım ve başarı vaad ederek onları isyana teşvik eden voyvoda Benkovski’yi ve arkadaşlarını, Otlukköylü birkaç isyancının öldürmek istedikleri söylentileri ortaya yayıldı”. Olayların böyle cereyanından sonra isyancılar çarpışmak istemez ve: “İsyanına da, çarlığına da, voyvodasına da lânet olsun!” derler. İsyancılar gizlenmek için dağlara çıkar. Voyvoda G. Benkovski, alevler içindeki köyleri işaret ederek: “Amacıma ulaştım artık! Zalimin (Türk Devletinin - H. S. Y.) kalbinde öylesine bir yara açtım ki, bu yara hiçbir zaman kapanmayacak! Rusya’ya gelince-emretsin, yeter!... dedi ve gidip bir kayın ağacının altına oturdu”.


64

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Kocabalkan’da sefil bir durumda dolaşan isyancılar, hayal kırıklığına tamamen uğramış ve bu kişileri teselli edecek herhangi bir tatlı söz söyleyecek bulunamamıştı: “Allahım, O (Benkovski - H. S. Y.), nasıl tavsiyelerde bulunabilirdi ki, nasıl bir umut olabilirdi? Artık yalanlar da bitmişti”. Çetenin voyvodası G. Benkovski ile gitmek isteyen isyancılar: “- Voyvoda! Papaz dede! Bizi bu ıssız, güneş görmeyen ve rutubetli yerde bırakıp gitmeyin! Köylerimizi yaktırmak için bizi aldattınız şimdi de bizden kaçıyorsunuz!..arkamızdan ümitsizlik, çaresizlik içinde acı acı bağırıyorlardı”. Millî karakteri olmayan ve dışarıdan hazırlanan bu ayaklanmayı gerçekleştirenlerin ardında Rusya’nın bulunduğunu Bulgar halkı çok iyi biliyor: “Üç sığırtmaçtan en yaşlısı, kuzey yönünü parmakla işaret ederek: Sizin bu işinizin arkasında büyük “Ayı” Rusya duruyor galiba ve sizlere onun adamları desem yanılmam”, dedi1. B. Batak Olayları. Batı Rodoplar’ın Batak köyündeki olaylara da Bulgarlar sebebiyet verir. İsyancılar 200’ü aşkın Türk, Müslüman kadın ve çocuğunu diri diri yakmışlardır. Bölge halkı arasında yaygın olan anlatılara göre öldürülen Türk ve Müslüman erkekler arasında Barutunlu Ahmet Ağa’nın iki oğlu da bulunmaktadır. Vergi memuru olarak oralarda bulunan ve vergi toplayan iki kardeş Bataklı isyancılar tarafından vahşice öldürülürler... Bu acı haber duyulur duyulmaz Barutunlu Ahmet Ağa başkanlığında Müslüman halk, isyancılardan intikam alır. Rusya’nın Filibe Viskonsolü Nayden Gerov, etraf köylerin mezarlıklarından da taze mezarları açtırarak, çıkarılan cesetleri Batak köyüne taşıttırıp Türk Müslüman kafalarını üst üste yığdırmış ve resim çektirmiştir. Bu acımasızlık, Türklerin Bulgarlara yaptığı bir vahşet olarak dünyaya ilân edilmiş, Avrupa Komisyonu bu köye götürülmüştür. Böylece bir dünya kamuoyu oluşturulmuş ve Osmanlı Devletinden suçlu Müslümanların cezalandırılması istenmiştir. Nice masum Türkler, nice masum Müslümanlar haksız olarak cezalandırılır... Rusların yaygaraları sayesinde Avrupa’ya ve dünyaya Bulgar katliamı olarak tanıtılan olaylar, aslında bir Türk, bir Müslüman katliamı olarak da gelişmiştir... 1877 - 78 Osmanlı - Rus Harbi 1876 Bulgar İsyanında yaşanan acı olayların onulmaz yaralarına bir yıl sonra, 1877 - 78 Osmanlı-Rus (Doksanüç) Savaşının büyük felâketi de eklenince, neden Filibe ve (Tatar) Pazarcık bölgesinden göç edenlerin sayısının pek çok olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Bu savaş bir fırsat bilinerek masum Türklerden, Müslümanlardan 1876 yılı isyanının intikamı vahşi bir biçimde alınmıştır.


Makale ve Analizler - 2016

65

Eski Zağra’dan sonra ilerlemekte olan dehşet saçan Kazaklar ve öteki Rus askerî birlikleri katliamları sürdürmüşlerdir. Filibe ile Pazarcık arasındaki Kırçma (Kriçim) vadisinde canavarlıklar geniş boyutlara ulaşmış, Türk köylerinin, Türk evlerinin yağmalanması, yakılması olayları Türk halkını panik içinde göç yollarına düşürmüştür. Söz konusu vadide Rus askerleri ve Bulgarlar tarafından onbinlerce Türkün öldürüldüğü, Türk köylerinin yakılıp yerle bir edildiği ve sadece Pazarcık’ta 938 evin, caminin ve okulların tahrip edildiği bildirilmektedir. Köylerini, kasabalarını terk edenler İstanbul yolunu tutmuş ve göç yollarında soğuktan, açlıktan can vermişlerdir. Bir Alman demiryolu memuru, Pazarcık’ın güneyindeki tepelerde soğuktan donan 400 kişilik göçmen kafilesinin içinde hayatta kalabilmiş küçük bir kız çocuğunu cesetler arasında bulmuş ve kurtarmıştır. Kırçma (Kriçim) arazisinin kuzeybatısında Aydınköy (İsperihovo)-Yeniköy (Novo selo) yolunun yakınında bulunan tepeler arasındaki alçakta katledilen Türklerin kanları dere gibi akmış ve bu yer günümüzde de Kanlıdere olarak bilinmektedir. Onbinlerce Türk de Rodoplar’a, Müslüman kardeşleri yanına sığınmıştır. Canını kurtarmak için çırpınan Türkler ahırlarındaki hayvanlarını da unutmamışlardır. Bölgedeki yaşlı Bulgarlardan edinilen bilgilere göre, Türkler evlerini terk ederken, ahırlardaki hayvanları açlıktan ölmesin diye, bunları korulara, kırlara salıvermişlerdir. Hasköy ve Mustafa Paşa bölgesi halkı da Rus askerlerinin canavarlıklarına maruz kalmış, birçok köy yerle bir olmuştur. Gelişen olaylar, Türklerin, Müslümanların direnişine sebep olmuş, geçici Rus idaresine boyun eğilmediği gibi, Rodoplar’ın Doğu Rumeli’ye bağlanması da kesinlikle kabul edilmemiştir. Böylece 1886 Türkiye - Bulgaristan Antlaşmasıyla Kırcaali ve Rupçaz (Rupçoz) bölgleri Osmanlı Devleti sınırları içinde kalabilmiştir. Rodoplar’ı terennüm ederken, Eğridereli şair İzzet Dinç (1890-1965) Rus askerlerine karşı koyan direnişçilerin kahramanlıklarını da şiirlerinden birinde şöyle dile getirmektedir: “Kırcali’nin ovası... Hayran etti herkesi O aslanlar yuvası... Türkleri çakmaklı Millî müthiş bir ordu, Bir tarafı Paşmaklı Kurtarmıştı o yurdu. Başkanları Salima (ğa)


66

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Canavardı İsmail... Olmuşlardı Ruslara O tüfeklerle hail...” Balkan Savaşları (1912 - 1913) Türklerin, Müslümanların üzerindeki etkisi bakımından Balkan Savaşları, Doksanüç (1877 - 78) Harbinde görülenlere çok benzer etkiler yaratmıştır. Her iki savaşta da öldürme, ırza geçme ve soygunlar Türklerle diğer Müslümanları evlerinden-barklarından söküp atmış, Osmanlı Devletinin elinde kalabilmiş topraklara sürmüştür. Öte yandan, Doksanüç Harbiyle 1912 - 13 Balkan Savaşları arasında farklılıklar da vardır. Doksanüç Harbi sadece Rusya’nın güdümünde yapılmıştı: Türkleri göç etmeye zorlayacak planları bunlar yürürlüğe koymuşlardı. Balkan Savaşlarında ise, savaşan birkaç devlet vardı. Zafer kazanan her birisi de zaptettiği topraklarda Türklerin, Müslümanarın varlığının son bulmasını istemekteydi. Savaşlara katılan her Balkan ülkesi, Türk-Müslüman halkı kendisinin zaptettiği ülkeden ötekinin ülkesine sürüyor, hatta oraya sürülenlerin oradan da gerisin geriye sürüldükleri oluyordu. Bunun Müslümanlar üzerindeki etkisi nasıl nitelenirse nitelensin, şurası kesindir ki Doksanüç Harbinden daha kötü oldu. İçlerinde baş gösteren ölüm telefatı, 1878’de görüldüğünden daha yüksekti7. Önceki tarihî devirlerde ortaya çıkan haydutluk, çetecilik, daha sonraları da komitacılık harekâtı, yeni tarihî koşullarda da yeni adlar ve yeni biçimleriyle Türklere, Müslümanlara yönelik ırza geçme, yol kesme, öldürme gibi eylemler devam etmiştir. Belirli dönemlerde ve özellikle Balkan Savaşlarını izleyen yıllarda geniş boyutlara ulaşan böylesi olaylar türlü varyantlarıyla destan, efsane, menkıbe, ağıt gibi Türk folklor türlerinde ifadesini bulmuştur. Birkaç varyantta bilinen bir ağıtta al duvaklı bir gelinin başına gelenler şu dizelerde canlandırılmıştır: Aldılar beni ana Kına gecemde Götürdüler beni ana Ulu balkana, ulu balkana Sordular bana ana Kimin kızısın Ben gene dedim ana Ali (H)ocanın küçük kızıyım. .............................................


Makale ve Analizler - 2016

67

Kayın yaprakları ana Döşeyim oldu Kayın kökleri ana Yatsıyım oldu Komita kebesi ana Yorganım oldu .................................................... Balkan Savaşlarını “93 Harbi”nden farklandıran bir özellik daha vardırMüslümanları zorla Hristiyan yapma, isimlerini değiştirme emellerinin insanlık dışı yöntemlerle gerçekleştirilmesi. S. Selvi, bunu şöyle dile getirmiştir “Balkanlar deyince, aklıma rahmetli anacığımın gözyaşları gelir hep... Babamın çatık kaşları... Teyzemin nasıl dağa kaldırıldığı gelir... Kızarım, köpürürüm kendi kendime... Dolarım, dolarım da boşalamam... Balkanlar deyince... Drama’nın Âlî köyünün ahalisinin papazlar tarafından camiye nasıl kapatıldığı, nasıl din değiştirilmeye zorlandığı, “Muhammed’den ayrılın!” emirleri gelir gözümün önüne... Balkanlar deyince... Bu, zorla din değiştirme operasyonunda, papazların vaftiz suyunu, nasıl Âlî Müslümanlarının üzerine serptikleri, nasıl isimlerinin değiştirildiği ve “Artık Hristiyan oldunuz!” sözleri gelir... Balkanlar deyine... Yine o operasyonda, zorla Müslümanlıktan çıkarılan günahsız insanların arşa varan ahları... Ve... bu ahlara dayanamayan taş duvar caminin zangır zangır titrediği ve direklerin çatladığı gelir aklıma... Balkanlar deyine... Zorla din değiştirmeye maruz kalan bu insanların, “Eyvah... Hristiyan mı olduk?”, “şüphesiyle tekrar iman tazelemeleri” ve “gusül abdesti” almalarını hatırlarım... Balkanlar deyince... Rahmetli anacığımın bu anlattıkları gelir gözümün önüne ve gözyaşları... Balkanlar deyince...


68

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Rahmetli teyzemin Bulgar komitacıları tarafından nasıl dağa kaldırıldığı gelir, Yunan komitacıları tarafından hayvanları nasıl gaspedildiği gelir... ................................................ İşte, Balkanlar deyince... Benim aklıma, gözümün önüne hep bunlar gelir... Kızarım, köpürürüm kendi kendime... Dolarım dolarım da boşalamam”. Balkan Savaşlarında Rodop Müslümanlarının dinini ve adlarının değiştirilmesi sırasında yaşanmış korkunç olaylar, yaşlıların hafızasından silinmiş değildir. Gazeteci yazar Salih Bozov, “Bir Ad Uğuruna” (V imeto na imeto) adını verdiği eserinde Rodop Müslümanların acı anılarını, acı anlatılarını bir araya getirerek büyük bir sıcaklıkla, büyük bir insanlık anlayışıyla bunları kitaplaştırmıştır. Araştırmacı yazarın kitabından şu satırları okuyalım: “Kasap bıçağı, kılıç, tüfek dipçikleri ve süngüler havada öylesine savruluyor ki, masum insanların başları düşüyordu. Kılıç öylesine savruluyordu ki, bundan sonra gelecek papazın, vaftiz kandiline, kutsal su ve tamyana ve haça yol açıyordu. Minareler devriliyor, camiler yıkılıyor, yıkılan camilerin altında masum Müslümanlar can veriyordu. Çırılçıplak eller havaya kalkarak kılıçlara karşı koymaya çalışıyorlar. Bir kılıç savruluşunda parmaklar gidiyor, ikincide bilekler paramparça oluyor! Bir bakmışsın ki, eller kollar da aynı akıbeti paylaşmış... Bunlar yazılmadık tarihin sayfalarından alıntılar. Anılar, anılar, bu anılarda köyler, mezralar artarda diziliyor. Ve böylece Rodop insanının kara talihinin kara çergesi dokunuyor. Dökülen kanlar çoktan taş toprağa dönüşmüş ama bu çoktan bıçaktan kılıçtan geçirilmiş insanların hâlâ yaşayan çocukları ve torunları, taşa toprağa dönüşmüş olan kanı sımsıcak bir hâle getiriyor, avuç avuç ellerinde tutarcasına... Şimdi bu taş toprağa dönüşmüş olan kandan candan yeni kilimler, çergeler dokunmaktadır. İçten, çok derinlerden gelen bir ses, tane tane anlatıyor o günleri, o korkunç yaşantıları” Balkan Savaşlarını takip eden günlerde büyük güçlerin ve Türkiye’nin desteğini kazanmak amacı, Bulgaristan yöneticilerini geri adım atmak mecburiyetinde bıraktı-Müslümanların adları iade edildi, camilerde ibadet etmelerine, geleneksel kıyafetlerini giyebilmelerine izin verildi. Yıllar sonra yine Rodoplar’daki Müslümanlık hedef alındı. 1937 yılında Smolyan’da “Drujba-Rodina” (Dostluk - Kardeşlik) cemiyeti kuruldu, yayın organı “Rodopi” (Rodoplar) dergisi de çıkmaya başladı. Yeni kurulan cemiyetin amacı: Müslümanları Hristiyan yapmakla onlarda Bulgarlık bilinci uyandırmak, Müslüman adlarını Hristiyan adlarıyla değiştirmek, Türkçe konuşmayı yasakla-


Makale ve Analizler - 2016

69

mak, geleneksel Müslüman kıyafetlerini (fes, ferace, yaşmak, şalvar vb.) yerine Bulgar kıyafetlerini yaygınlaştırmak, sünnet geleneğini yasaklamak, Müslümanları domuz eti yemeye mecbur etmek vb. Tüm bunların gerçekleştirilmesinde Rodop’lardaki bazı Müslüman din yetkililer de kullanıldı, askerlik hizmetini yeni tamamlamış deneyimsiz Rodop gençleri de kullanıldı. İkinci Dünya Savaşı yıllarında da faaliyetlerini sürdüren “Rodina” cemiyet üyeleri Rodop Müslümanlarına kan kusturdu. İkinci Dünya Savaşı Sonrası Dönem İkinci Dünya Savaşından sonra idareye gelen komünistler, azınlıklara büyük vaatlerde bulundular, geçmişte yapılmış barbarlıkları kınadılar. Ancak zamanla bunların da eski yöneticilerden farklı olmadıkları görüldü. 1950’lerin ikinci yarısında Türk okullarının varlığına son verildi. Program dışı bırakılan Türkçe dersleri birçok öğrenciye yasaklandı, sonra da bu derslere tamamen son verildi. 1960’lı yılların başında Rodoplar’da Kültür İnkılâbı adıyla geniş çapta çalışmalar başlatıldı ve her türlü kültürel-ideolojik faaliyet bir vatanseverlik ifadesi olarak değerlendiriliyordu. Belirli aileler, belirli yöreler yine ad değişimi baskılarıyla sarsıldı. 1970 - 1972 arası dönemde tüm devlet güçleri harekete geçirilerek birçok masum Müslüman ve hatta birçok ev hayvanı tanklar altında ezilerek can verdi. Birçok insan cezaevlerine, Belene ölüm kampına gönderildi. Yazar Kâşif Kapsızov (Burovo, Smolyan D. 1941-Ö. Sofya 1992) bu olayları romanlaştırdı. “Küçük Çayların Bitişi” (“Krayat na pototsite”) adını taşıyan romanı, ölümünden sonra “Dar” Kütüphanesi tarafından yayımlandı12. Bu eserinde yazar, Orfey’den sonra Rodoplar’da çınlayan türkülerin susturulmasını türlü imalarla sembolize eder. Bu türküleri yer altında akan küçük çaylarla kıyaslama yapar. Yazara göre Rodoplar’ın güzelliği, Rodop türkülerinden, ulu dağların senfonisinden bir kıtacıktır. Hayatı çilelerle dolu olsa da, türküler, özgür iradesinin bir ışığıdır. Türkü bir bayram, hattâ üstün bir şey olsa gerek. Romanda adı geçen İsmail Dede’nin, canileri görünce türküyü yarıda kesip susması çok doğaldır. Çünkü totaliter rejim bu hususta son sözünü söylemiştir: Müslümanların türkülerini söylemeleri, okumaları yasaktır. Yazar, “Yeniden doğuş” (Bulgarlaştırma) sürecine karşı çıkar. Adların değişimi sonucu üniversiteden kovulan, Belene ölüm kampına gönderilen gençler de onun gözünden kaçmaz. Karakterleri büyük bir ustalıkla tipikleştirir. Şirin’in babası Hasan Uzun, davranışları ve nitelikleriyle dikkati çeker. Sıra artık Türklere gelmişti ve tanklar, kızıl bereliler, tüm devlet güçleri Mestanlı (Momçilgrat) meydanında masum insanların, bebeklerin üzerine yürüdü.


70

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Sonra olaylar tüm Bulgaristan’a yayıldı, ölen öldü, kalan kaldı... Totaliter rejim yöneticileri Bulgaristan’da Türklüğe, Müslümanlığa son verdiklerini sandılar... Korku, dehşet saçan günler, aylar, yıllar birbirini izliyor, halk kan ağlıyordu. Çekilen çileler, akan kanlı gözyaşları romanlaştırıldı, şiirleştirildi. Emine Hocaoğlu (Mestanlı, Kirkovo D., 1958) şiirlerinden birinde şöyle diyor: “Zorbalık içinde büyüdük, Bayramlardan neşeden uzak. Diken olduk büyüdüğümüz toprakta Kaderimiz yazılmıştı ezelden Anlayan yoktu ki hâlden. Tören şenlik bilemedik, Namaz vakti namazı kılamadık Ezan vakti ezanı duyamadık Çocuk doğurduk adını koyamadık, Ölü gömdük taşını dikemedik”. 1989’da yeni bir kıyamet koptu: Türkiye’ye zorunlu göç başladı. Bu, Bulgaristan Türklerinin tarihinde Büyük Göç olarak bilinir. Bulgar yöneticiler buna “Büyük Gezi” demeye çalıştı. Utanç trenleri, uçaklar kilometrelerce uzayan otomobil kervanları Bulgaristan Türklerini, Müslümanlarını Türkiye’ye taşıyorlardı. 2 Haziran 1989’dan 22 Ağustos 1989 gününe kadar, yani iki buçuk aylık kısa bir süre içinde yaklaşık 320 bin Bulgaristan Türkü Türkiye’ye zorunlu olarak gönderildi. Türklere yapılan insanlık dışı işkenceler, acımasız olaylar bazı Bulgar aydınlarının da tepkisine yol açtı. İşte bu korkunç günlerde, Temmuz 1989 tarihinde dünyaca ünlü kadın şair ve yazar, sonra da-demokrasi dönemi sürecinin başlarında-Bulgaristan Cumhurbaşkanı Yardımcısı seçilen Blaga Dimitrova, “Bir Ad” başlıklı kısa eseriyle bu olayları kınadı ve masum Türklere manevi destek oldu. İşte Blaga Dimitrova’nın tarihî yazısından alıntılar: - “Eğer öz adını senden zorla alıp yerine başka bir ad kabul ettirmeye kalkışılırsa, bu düpedüz kişiliğine yöneltilen katlanılmaz bir saldırıdır”. “Adının zorla değiştirilmesi geçmişi ortadan kaldırıyor, tecrübeyi silip atıyor, tarihi ayaklar altına alıyor”. Bulgar makamları Türklere işte böylesine kaba bir saldırıda bulunduklarını yazıyor Blaga Dimitrova ve devamla şöyle diyor: “Eğer Müslüman vatandaşların adlarına dokunulmasaydı, kendi dillerini konuşmaları, dini adetlerini yapmaları yasaklanmasaydı, eminim ki, hiçbir iç ve dış tahrik onları kafileler halinde yollara düşürmeyecekti. Evlerini, malını-


Makale ve Analizler - 2016

71

mülkünü, yakınlarının aziz mezarlarını, bağ ve bahçeleri öylece bırakıp yollara düşen bu zavallılar, çiğnenen insan onurlarını kazanmak için herşeyi göze almışlardı. Boşalan şu tütün tarlaları, şu ıssız atölye ve kırlar, şu endişeli bakışlar, bütün bunlar beş yıldır üzerlerine uygulanan, o çirkin baskıya bir cevaptı. Kendilerine örnek patriot (vatansever) dedikleri o bizim yüksek çevre mensupları kendi Türk soyadlarını neden değiştirmediler? Kendimizin katlanamayacağımız zorbalığı neden başkasına uyguluyoruz?...” Sözümona “yeniden doğuş” sürecinin suçluları hakkında da şöyle diyor: “Anonim suç yok. Suçlular bulunmalı. O bir avuç sorumsuz fonksiyoner açıklanmalı ve halkın karşısında kınanmalıdır. Bir de şu var, hepimiz susmasaydık, bürokratik mekanizma böylesine çalışamazdı... Suçluyuz. Ayrı ayrı hepimiz suçluyuz! Ve bu yüzden şimdi cezalıyız. Vatanın yaşam temposu bozuldu: Emekliler fabrikalarda çalışıyor güçleri yettiği kadar. Öğrenciler ve öğretmenler kırlarda mahsulü toplamaya calışıyorlar. Memurlar inek çiftliklerinde sağmayı, çayırlarda biçmeyi öğreniyorlar... Bu ağır suçun cezasını yarın çocuklarımız çekecek. Belki de bize lânet edecekler. Hayali bir zenginlik için, turistik bir gezi, büyük kazanç için veya sırf macera için insan yerini yurdunu bırakır mı? O, bunu yakın veya uzak ajansların etkisiyle de yapmaz. Yaparsa, anadili hakkını savunmak için yapar, dininden ötürü yapar, başlıca adından ötürü yapar. Oysa bir adın oluşturulması hiç de kolay değil. Bunun için onu gaspetmeye, değiştirmeye veya lekelemeye kimsenin hakkı yoktur”. 1993’te Almanya’da düzenlenen uluslararası bir forumda Blaga Dimitrova, Bulgaristan Türkleriyle ilgili: “Bulgarlar arasında bir söz vardır: Komşuların Türkse, senden mutlusu yoktur, demektir” demişti. 10 Kasım 1989 yılında Bulgaristan’da totaliter rejime son verildi ve ülkede demokrasiye bir geçiş süreci başladı. Türkler de, Müslümanlar da yollara dökülerek 10 Kasımdan sonra Sofya’da düzenlenen mitinglere yoğun olarak katıldılar ve: “Adlarımızı iade edin!”, “Dini geleneklerimizi yasaklamayın!”, “Çocuklarımızın Türkçe ders görmelerine de izin verin!” gibi isteklerini dile getirdiler. Mitinglerin birinde ünlü Bulgar şair ve mizah yazarı Radoy Ralin: “Biz 35 yıl Todor Jivkov’un idare ettiği yıllarda inim inim inledik. Türk ve Müslüman kardeşlerimizin direnişleri olmasaydı, inanın daha 35 yıl öyle geçecektik. Bugünkü özgürlüğümüzü Türk ve Müslüman kardeşlerimize borçluyuz...” demişti. Radoy Ralin ile ara sıra görüşüyor, dertleşiyor, bazı şeyleri paylaşıyorduk. Yazar Nikolay Haytov’un da hem bir insan olarak hem bir yazar olarak Müslümanlara işlemiş olduğu büyük günahları dile getiriliyordu. Bulgar edebiyatında “köken arama akımı” temsilcilerinin başında bulunuyordu Nikolay Haytov ve


72

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“köken arayıcı, insanların kökünü araştıran” adıyla Bulgar edebiyat tarihine geçti. “Rodina” cemiyetinde üyeliği yıllarında, sonra da totaliter rejim döneminde Rodop Müslümanlarının etnik kökeni konusundaki ırkçı düşüncelerinden hayatının sonuna kadar vazgeçmedi. Ömrünün sonlarında kendisine hayatının en mutlu an hangisidir sorulduğunda Nikolay Haytov: “Boyan Sarıev’in Kırcaali yöresinde (yani Türklerin, Müslümanların en yoğun yaşamakta olduğu bölgede) bir ruhban (Hristiyan) okulu açtığını duyduğum an, hayatımın en mutlu anıydı...” diye cevap verdiğini yazmıştı Bulgar basını... Boyan Sarıev, totaliter rejim döneminde 20 yıl polis şefi olarak çalışmış bir şahıstır.

Zorunlu Göç

Murat Ulutürk-09.Mayıs.2016

Elmayı satan bilir Tadını tatan bilir Macırlık ateşten gömlekmiş Acısını çeken bilir (Halk Mânisi) Muhacirliği Bulgaristan Türklerine sorarsanız, bunun ateşten bir gömlek olduğu cevabını alırsınız. Bulgaristan Türkünün alınyazısı olmuş göç olgusu Doksanüç Harbinde başlayarak yakın geçmişe kadar sürmüş, günümüzde de devam etmektedir. İkinci Dünya Savaşından sonra dünyada gerçekleştirilen en büyük kitlesel göçü yine Bulgaristan Türkleri yaşamıştır. 1989’un büyük göçüyle daha önceleri yapılmış göçler arasında farklılıklar da vardı. Önceki büyük göçlere Doksanüç Savaşı ve Balkan Savaşları sebebiyet vermişti. Daha sonraki göçler, örneğin 1950 - 51 ve 1968 - 77 yılları göçleri Türkiye-Bulgaristan arasında imzalanmış antlaşmalar çerçevesinde gerçekleştirilmişti. Söz konusu yıllarda göç edenlere Bulgar makamlarınca verilen pasaportlar Türk ad ve soyadlarıyla verilmiş, pasaportları da göç pasaportuydu. 1989’un kitlesel göçünde ise savaş yoktu, Türkiye - Bulgaristan arasında imzalanmış herhangi bir göç antlaşması da yoktu. En ilginç olanı, zorunlu göçte Türkiye’ye gelenlerin ellerinde göç pasaportu değil, turist pasaportu vardı ve bunlarda Bulgar adları yazılıydı. 1989’un yaz aylarında tarlada, fabrikada, maden ocaklarında çalışan onbinlerce “Bulgara” (Türke) iş-


Makale ve Analizler - 2016

73

lerini bıraktırıp yurt dışı seyahatine çıkmaları, “turist” kervanlarına katılmaları emredilmişti. Yetkililer, “Bu göç değil, bu bir turizm hizmetidir. Biz Viyana Antlaşması doğrultusunda Halk (Ulusal) Meclisimizin bir insancıl kararını uyguluyoruz. Günde bir iki tren değil, dört, altı, sekiz tren yollamaya imkânlarımızı seferber ettik”, diyorlardı. Evet, yurt dışına çıkmak isteyen Bulgar vatandaşlarına 1 Eylül 1989 tarihinden itibaren yurt dışı pasaportu verilmesi yasası Mayıs ayında Meclisten geçmişti. Ama yetkililer 1 Eylülü beklemediler. 29 Mayısta Devlet Başkanı Todor Jivkov’un Bulgar ulusal televizyonunda Türkiye’ye çağrıda bulunarak sınır kapılarını açmasını istemesiyle “Bulgarlara” turist pasaportu verilmesine başlandı. Bunlar, yüzyıllar önce Bulgarmışlar da zorla Türkleşmiş oldukları bilincine varmışlarmış, gönüllü olarak Bulgar kökenine, Bulgar aslına dönmüşlermiş ve Bulgar adı almışlarmış. Böyle bilinçte olan “Bulgarlara” yasanın öngördüğü tarihten önce pasaport verilmesi hatta bazı yerlerde pasaportları “Bulgarların” evlerine götürülmesi bazı kesimleri hayrete düşürdü. Bu bir imtiyaz mıydı, neydi, diye soruyorlardı birbirine... Türkler bu göçe büyük göç, Bulgar yetkililer ise büyük seyahat, büyük gezi dediler. Bulgaristan Yahudilerinden ünlü tiyatro ve sinema yönetmeni, senaryo ve roman yazarı Anjel Vagenştayn, büyük göç aylarında Amerika’da bulunan senaryo yazarı ve dramaturg Bulgar dostu Georgi Danailov’a yazdığı mektubunda ülkede olup bitenleri anlatırken Türkler hakkında da şunları yazdı: “Sana “İslâmlaştırılmış Bulgarlar”ın trajedisinden de söz etmek isterim biraz. Bugüne kadar yaklaşık 220 bin kişi Bulgaristan’ı terk etti ve bizdeki bazı aptalların yazmaya devam ettiği gibi, bunlar komşu Türkiye’ye geziye çıkmışmış. Olay gerçekten çok acı ve sarsıcı. Bu insanların kaderini düşündükçe gözyaşlarımı tutamıyorum. Korkunç! Hatta müthiş! Tamamen boşaltılmış köyler, yabanileşmiş köpekler, susuzluktan kurumuş bahçeler, ürünü toplanmamış tarlalar, ıssız maden ocakları... Kim kovdu bu insanları, niye göç yollarına düştüler? Bugün radyoda konuşan bir divaneye göre, “iyi Bulgar” olmadıkları için yollara düşmüşler. Tabiî ki bu insanlar “iyi Bulgar” değil ve olamazlar, çünkü Türk’türler, ama her zaman iyi, çalışkan ve dürüst Bulgar vatandaşı olarak yaşadılar” Bu göç bir başka göçtü... Aileler parçalanıyordu... Galip Sertel’in Bir Başka Göç adlı yazısından şu satırları okuyalım: Otuzbeşlik bir kadın, iri tombul yanaklı, kırmızı benizli... Toprak, ter kokusu üstü-başı. Dobruca köylerinden... Kocasını bir gece gelmişler, almışlar, götürmüşler. O gün, bu gün, ne ses, ne selâm... Kadına: “Kocanı Türkiye’ye yolladık. Topla tasını-tarağını, al pasaportunu! Yolcusun...” demişler sancak polis dairesinde... Ve şimdi de ayrılık öncesi, trenin kalkmasına çok az kala, torunlar dedelerinin elini öpüyor, sonra kadın, babasının boynuna sarılıyor, gözyaşları içinde: “Baba ba,” diye ağlıyor... “Baba ba, seni nasıl bırakayım?” Yetmişlik dedenin kırışık yüzü taş kesilmiş. Bakışı donuk do-


74

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

nuk, torunlarını okşamaya çalışıyor. “Sabırlı ol kızım, diyor, Allah sabır versin... Çocukların var, kızım... Onları kurtarın...” Neden, kimden kurtarsınlar? Buralarda doğmamışlar mı? Gülüp koşmamışlar mı? Yine kadının sesi çınlıyor ortalıkta: Baba ba?! Seni kimlere... Ve işte polisin copu kesiyordu bu sesi... Ve kadının, kulakları yırtan sesi: “Baba ba, seni kimlere bırakayım...” Babaya pasaport verilmemiş. Aileler maksatla parçalanıyor... Polis bazı köyleri basıyor... Türklerin evlerinde “vatan hainleri” aranıyor. Bazı köylerden sadece gençler otobüslere yaka-paça bindirilip sınır dışı ediliyor:... Şok havası yaratılıyor. Güvensizlik sürüp gidiyor. Pasaport için müracaat etmeyenlerin evlerinde tehdit estiriliyor... “Bulgaristan Bulgarlara, Türkler Türkiye’ye!” Ve göç diye zorla uğratıyorlar. Ana baba kalıyor, oğul gidiyor. Evlât kalıyor, baba gidiyor. Kardeş gidiyor, kardeş kalıyor... Orada, Silistre garında, Haziran güneşinin öğle sıcağında, gerili sicimlerin boyunda, oğlunu uğurlayan bir anne, Kalaşnikof’lu polislerin karşısına çökmüş: defol defol, söyleniyor kendi kendine: “Evlât acısı başka... Siz nereden bileceksiniz? Evlât acısı başka... Doğarken belden kopuyor, giderken yürekten... Evlât acısı başka...” Oğlu, gerilmiş iplerin öte yanında. Biraz evvel çağırılmış. Ağlayarak el sallıyor harabeye dönmüş anneye... Megafonla birer birer çağrılıyor cetvelden adları yazılı olanlar. Kulakları sağırlaşmış bir dede, annesine (eşine-H. S. Y.) çıkışıyor: “Bizi çağırdılar, mare işitmedin mi? Galiba Fidan” dediler. Ad değiştirme kampanyasında Türklerin çoğu, Bulgarların istediği o Hristiyan adını değil de, ağaç, veya çiçek adı seçmişti ve bu adları bile işitmek istemiyorlardı. “Fidan dediler, mare!...” Vagonlara bindirilecek olanları, cetveldeki sıralarına göre çağıran emniyet yetkilisi: “Beş senedir adlarınızı öğrenemediniz:... Ne kalın kafalı insanlarmışsınız” diye mırıldanıyor... (Yenisoy, 2005). Ailelerin parçalanması düşündürüyordu bazı bilim adamlarını. Bulgar Bilimler Akademisi Sosyoloji Enstitüsünden Yahudi kökenli Akademisyen Prof. Dr. Niko Yahiel, kendisinin de çok ağır yaşadığı Bulgaristan Yahudilerinin göç olayı ile Türklerin göçü arasında bir paralellik yapar. Ailelerin parçalanmasıyla sülâle bağlarında, akrabalık bağlarında kopukluk olduğunu ve birileri gidince sülâlenin, ailenin öteki bireyleri de yollara dökülüp bir zincirleme reaksyonu olduğunu belirtir. İnsan hakları konusunda da uluslararası kanunların korunması gerektiğini vurgulamaktadır: “Ben, heyecanlanmadan olamıyorum, çünkü Yahudilerin göçünü bizzat yaşadım. O zamanlar benim ailemde de trajedi yaşandı. Daha sonraları bir başka heyecan – adımı değiştirmem için bazı çalışma arkadaşlarımın baskısını da yaşadım.” İribacakov (Türk soyadı olan ünlü Bulgar bilim adamı ve toplumcu-H. S. Y.) soyadını değiştirirse, ben de o zaman adımı değiştiririm, demek mecburiyetinde kaldım. Tüm bunlar hakarettir, onur kırıcı davra-


Makale ve Analizler - 2016

75

nışlardır. Todor Jivkov’un yanına gittim ve beni görevimden almasını rica ettim. Böyle bir ortamda çalışamayacağımı kendilerine söyledim. 1989 yılında Bulgaristan’ın gerçekleştirdiği geniş kapsamlı zorunlu göçün sebeplerini 1984/85 olaylarında aramalıyız. 1984’ün Aralık ayının sonunda başlatılan, 1985 yılı Mart ayına kadar süren kısa bir zamanda silâh zoruyla, asker gücüyle ve ölüm tehdidiyle Türklerin adları Hristiyan - Bulgar adlarıyla değiştirildi, giyim - kuşamları yasaklandı, camiler tahrip edildi, cenazeler Bulgar mezarlıklarında Hristiyan geleneklerine göre gömüldü. Türk dilinde eğitim şöyle dursun, evde dahi Türkçe konuşmak yasaklandı. Tepki gösteren Türkler ölüm kamplarına, cezaevlerine, sürgüne gönderildi. Ajda Meşeli Balkanlar’da Türk Olmak adlı şiirinde o karanlık günleri şöyle şiirleştirdi. Zor günlerdi... Ey Anadolu, çok zordu yaşananlar... Kılıç yarasından beterdi, yüreklere saplanan acılar. Yine de dayandı hepsine Türk’ün çevik yüreği... Ölmeyi denedi de, dili bir türlü; “Ben Bulgarım” diyemedi. Ne işkenceler çekti nice şanlı yürekler, bir bilsen... Ateş üstünde yürümek mi dersin, Kan ter içinde dövülmek mi dersin... Yolda yürürken, bir türkü mırıldanmışsın gönlünce... Para cezası yemişsin. Üstelik onların istediği gibi de giyinmemişsin... “Adın ne?” diye sorduklarında, “Ben Türküm!” diye cevap vermişsin. Bulgar olduğunu iddia ettiklerinde de. Şiddetle inkâr etmiş, Ve... zindana mahkûm edilmişsin. Ah Anadolu, bir bilsen... Nasıl mahrum ettiler bizi ezan sesinden. Ramazanda davul sesinden. Bayramlarda çocukların sevincinden. Düğünlerde bir parça musikiden. Adımızdan, şanlı Türk adımızdan... Nasıl da mahrum ettiler.


76

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Konuşmamızdan tut da, kılık kıyafete kadar. Okunan kitaplardan, dinlenen plaklara kadar. Örf ve âdetlerden ibadetimize kadar karıştılar. Türk olmayı, hep yasakladılar! (Yenisoy, 2005). Totaliter rejim yöneticileri, devlet mekanizmasının tüm güçlerini harekete geçirerek “başarıya” ulaştıktan sonra Bulgaristan’da Türkler denen bir etnik topluluğun olmadığını dünyaya duyurdular. Ama Bulgar halkıyla “gönüllü olarak Bulgar kökenine dönmüş Bulgarlar” arasında fark yapmaya devam ediyorlardı. Bulgar halkından olanlara geleneksel adlarını taşıyan Bulgarlar, diyorlardı. Zorla Bulgar adı verilmiş olanlara ise şöyle adlar uydurmuşlardı: “Türk Ahalisi”, “Türk Azınlığı”, “Bulgar Türkleri”, “Türkleşmiş Bulgarlar”, “Kendini Türk bilen Bulgarlar”, “Türkçe konuşan Bulgarlar”, “Bulgar Müslümanları”, “Müslüman Bulgarlar”, “Türk kökenli Bulgar yurttaşları”, “Özümsenmiş Bulgarlar”, “İslâmlaştırılmış Bulgarların torunları”, “Türkleştirilmiş Bulgarların torunları”, “Geleneksel Bulgar adı taşımayan Bulgarlar”, “Türk etnik özbilincine sahip Bulgar yurttaşları”, “Türk özbilincine sahip Bulgarlar”, “Türk dillerini konuşan Bulgarlar”, “Türkçe konuşan Bulgarlar”, “Türkçe konuşan Bulgarlar topluluğu”, “Bulgarca konuşmayan topluluk”, “Türkçe konuşan Türk kökenli Bulgarlar”, “Türkçe konuşan Bulgar kökenli yurttaşlar”, “Bulgaristan’da Türkçe konuşan Türk kökenli Bulgar yurttaşları”, “Değişik adlar taşıyan menşei belirsiz belirli bir grup insan”, “Bulgar olmayan topluluk” vb. Beş yıl süren o korkunç dönemde tırmanışı giderek artan baskılar, Zorunlu Göç ile son haddine ulaştı. Bulgaristan Türkleri bu duruma son verilmesi için çabalıyor, ama ülke çapında hiç kimseden, hiçbir yerden herhangi bir destek bulamıyorlardı. Totaliter rejim yöneticilerinin uyguladığı baskı politikası Bulgarları da korkutmuştu. Sabır tükeniyordu. Aktif direnişe geçilmeliydi. Mayıs 1989’da her şeyi göze alan Türkler yürüyüşe, direnişe geçtiler. Şehit düşenler, yaralananlar oldu, ama seslerini dünyaya duyurabildiler. Türklerin direnişi ülkedeki politik olayların gelişmesini hızlandırdı ve Todor Jivkov’un idareden indirilmesi, totaliter rejime son verilmesi sağlandı. Türklerin direnişini destekleyen bazı Bulgar aydınları da vardı. O korkunç günlerde, Temmuz 1989 tarihinde dünyaca ünlü kadın şair ve yazar, sonra da -demokrasi sürecinin başlarında, tüm Türk halkının da büyük katkısıyla- Bulgaristan Cumhurbaşkanı Yardımcısı seçilen Blaga Dimitrova, Bir Ad başlıklı eseriyle göç olaylarını kınadı ve masum Türklere manevî destek oldu. Daha sonraları Almanya’da düzenlenen uluslararası bir fo-


Makale ve Analizler - 2016

77

rumda da Türkleri savundu. Aynı yılın sonbaharında Sofya’da düzenlenen büyük mitinglerden birinde ünlü Bulgar mizah şairi ve yazarı Radoy Ralin: “Biz 35 yıl Todor Jivkov’un idare ettiği yıllarda inim inim inledik. Türk ve Müslüman kardeşlerimizin direnişleri olmasaydı, inanın daha 35 yıl öyle inleyecektik. Bugünkü özgürlüğümüzü Türk ve Müslüman kardeşlerimize borçluyuz...” demişti. Cumhurbaşkanı seçilen Dr. Jelü Jelev, Sosyaldemokrat Partisi lideri Dr. P. Dertliev ve daha birkaç Bulgar aydını bizlere dostluk elini uzatarak haklarımızı istemekte birlik olduk. Adlarımızın iade edilmesi, dilimiz, dinimiz ve kültürümüz konularında sorunlarımızın yasalarla çözüme kavuşturulmasını istedik. Orta Avrupa sosyalist ülkelerinden Polonya, Macaristan, Çekoslovakya ve Doğu Almanya’da komünist idarelere karşı değişik tarihlerde yapılan hareketlenmeler, eylemler Bulgaristan’da olmadı, diyenler vardı. Gerçekten de olmadı. Dr. Jelü Jelev’in yazdığına göre böyle eylemde bulunmak, doğrudan ölüme gitmek, demekti. Bulgar komünistleri Ruslara gönülden bağlı olduklarını göstermek için Rusçayı Bulgarlara ikinci ana dili olarak daha ilkokul birinci sınıftan öğretmeye başlamışlardı, Bulgaristan’ı da Sovyet Rusya’nın 16 cumhuriyeti olması için kararlar almışlardı. Bu durum M. Gorbaçov’un perestroykasına kadar sürdü. Bulgar Komünist Partisinin soya dönüş kavramının çok çirkin bir kavram olduğununun altını çizerek Dr. Jelü Jelev düşüncesini şöyle açıkladı: “Bulgaristan Türklerinin soya dönüşünü değil, bunların politik ve etik açıdan soysuzlaşmasını ifade ediyordu. Soya dönüş süreci bu kadar yıl sonra nereden bakılırsa bakılsın, gerçekten politik bir akılsızlıktır”. Bulgaristan Türklerinin durumu edebiyat eserlerine de yansıdı. Türkiye’deki Bulgaristan göçmeni sanatçılar da Bulgaristan olaylarına seyirci kalamazlardı ve kalmadılar da. Kardeşlerinin felâketini eserlerine konu ederek Bulgar totaliter rejimin barbarlığını kınadılar. Olaylardan duydukları acıyı şiirleştirdiler. Göçmenlik konusu Bulgaristan Türk edebiyatına devamlı damgasını vururken, nedense, bu konu Bulgar sanatçıları ilgilendirmedi. Osmanlı - Rus (1877 - 78) Harbinden beri yaşanmakta olan bu insanlık dramı karşısında Bulgar sanatçılar sessiz kaldılar. Bulgaristan’da hayatı birçok yönde sürekli etkileyen göç olgusu Bulgar edebiyatında yer almamıştır. 1989 yılının zorunlu göçünden 20 yıl, Bulgarlaştırma olaylarından da 25 yıl geçti. Bulgaristan’da hayatı kökünden sarsan bu olaylar (1984 - 85 ve 1989’dan bu yana) Bulgar edebiyat eserlerine konu olmuştur, böyle eserlere rastlıyoruz, demekte zorluk çekiyoruz. Varsa, onlar da anı niteliğinde bazı eserlerde kısaca değinildiğini söyleyebiliriz. Göç, Bulgaristan Türklerinin kanayan bir yarası olmaya devam etmektedir. Gönül ister ki göç acıları dünyanın hiçbir yerinde tekrarlanmasın, felek bundan böyle hiç kimseyi zorunlu göç yollarına düşürmesin.


78

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Fazıl Bülent Kocamemi’nin 2009 yılında Urumeli’nin Gözyaşları adlı bir eseri yayımlandı. Yazarın şu sözlerini okuyalım: Dost olmak? İtirazım yok! Unutmak? Asla!

Haydar Aliev’in 93. Doğum Yıldönümü

BG-SAM-10.Mayıs.2016

Azerbaycan’ın 3. Cumhurbaşkanı merhum Haydar Aliyev, doğumunun 93.doğum yıl dönümde İstanbul Sarıyer Kireçburnu Haydar Aliyev Parkı’nda anıldı. Haydar Aliyev anıtının önünde yapılan saygı duruşu ve iki ülke milli marşlarının çalınmasıyla başlayan tören, Azerbaycan Cumhuriyeti İstanbul Başkonsolosu Mesin Hacıyev’in konuşmasıyla başladı. Ardından - Haydar Aliyev Parkı’nda düzenlenen törende, başkonsolos ve beraberindeki heyet, Haydar Aliev anıtına ve parkın içinde bulunan Atatürk anıtına da karanfil bırakıp saygı duruşunda bulundu. BULTÜRK Derneği olarak bizlerde hazır bulunduk.Değerli İstanbullu Azerbaycan dostları, basın mensupları! Değerli Kardeşlerim, Avrupa ve Asya arasında, diyarlar güzeli Can Azerbaycan’da yetişen ve insanlığa yarının yolunu gösteren bir yıldız olan, modern Azerbaycan’ın kurucusu, büyük önder Haydar Aliev’in aziz anısını, 93. doğum yıl dönümünde, onun adını taşıyan dünyanın yeni merkezi İstanbul’da şu güzelim parkta birlikte anmak, sıcak beraberliğimiz, çok anlamlıdır.


Makale ve Analizler - 2016

79

Anlamlıdır, çünkü Haydar Aliev bir devlet adamı ve halk önderi olarak yeni tarihin en kritik döneminde yaşamış, zamanının en sert virajlarını başarıyla alırken birçok halka örnek olmuştur. Büyük başarıları arasında Azerbaycan’ın milli kimliğine, bağımsızlık ve egemenliğine dönmesi; halkının özgürlüklerini elde etmesi; kısa bir sürede farklılıklardan derlenen yeni medeniyete Azerbaycanlı öz – kimliğini ve İslam ruhuna örülmüş yenidünya görüşünü katması yakın ve birçok yakın ve uzak halkla birlikte biz Bulgaristanlı Türk Müslümanlarına da örnek olmuş ve olmaktadır. Hemen söyleyeyim, 1950’lerde oluşan Bulgaristanlı Türk kimliği Azerbaycan aydınlarının paha biçilmez öz katkılarıyla biçimlenmişti. Bu nedenle, Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği BULTÜRK ve Bulgaristan Stratejik Araştırmalar Merkezi BG-SAM heyeti olarak bu anma töreninde hazır bulunmamız bizim için çok büyük anlam taşıyor. 1878 Rus - Osmanlı Savaşından sonra, Bulgaristan’da kalan bizler yaklaşık bir yüzyıl Türk Müslüman kimliği oluşturma davası verdik. 1950’den sonra Azerbaycanlı bilim adamları, Prof. Doçent, Doktor ve öğretmenler ordusu ülkemize Bulgaristan’a gelip, bize Türk kimliği ve kültürü, dil dokusundan ve din atkısından oluşur, gelin biz önce anadil dokusunu yayalım, edebiyat dili şeklinde, sözlü yazılı halka aşılayalım dememiş olsalardı, biz bugün de eski karanlıklarda bocalamaya devam edecektik. Milli kimliğimizde, özgün edebiyat ve tarihimizin dirilmesinde bize usta eli oldunuz, dost eli uzattınız. Ektiğiniz tohumlar aydın ordumuzu yarattı. Ne mutlu bize. Biz Bulgaristan Türkleri, 1878’de Osmanlı’dan koparılınca devletsiz kaldık, yeni iktidarlar 1945’lere kadar eski irfan ocaklarımızı tamamen söndürdü. Lise ve yüksek okulları hayallerimizden bile silmişti, köy okullarında öğretmenlik yapacak kadrolarımız kalmamıştı, karanlığın bu denli zifiri olduğu bir dönemde, ruhumuzda Azerbaycan nuru yandı. Bakü’den gelen BİLGE hocaların, doçent ve profesörlerin öncülüğünde ve yardımıyla Kırcaali, Razgrad, Şumen, Ruse ve Sofya’da pedagoji okulları açıldı. Sofya Üniversitesinde 4 fakülte Türkçe tedrisata başladı. Bulgaristan birden bire aydınlandı. Şumen Dram Tiyatrosu’nda Azerbaycan piyesleri sahnelendi. Bülbül oğlunun şarkıları gönüllere girdi. Gençler Nizami’yi Türkçe ezberlemeye koyuldu. Kızlar - Şirin, oğlanlar ise - Ferhat oldu. Yaşlılarımız dünyaya Fuzuli gözüyle bakmaya başladı. Bulgaristan Türkleri 1953’te birden bire Azerbaycan’a sevdalandı. Daha önce böyle bir aydınlık, böyle bir sıcaklık ve perspektif görme-


80

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

mişlerdi. Bizlerde, yani Bulgaristan’da Azerbaycan çırası böyle bir yanmıştı ki! Türk kardeşliğinin sembolü, geçmiş ve geleceğimizi birleştiren ateş oldu. Eğer bugün Bulgaristan Türkleri edebiyatından, modern çizgileri olan özgün bir etnik kültürümüzden, Türk kimliğimizin varoluşundan söz edebiliyorsak, bunu Çok Büyük ölçüde ülkemizde Türklük çırası yakan Azerbaycanlı aydınlara borçluyuz. Kendilerine bugün de teşekkür borçluyuz. Öz tarihimizi Türkçe yazdık. Türk olarak örgütlendik, aydınlandık, daha sonraki totaliter yasaklar döneminde, baskılara rağmen, Azerbaycan aydınlarının bizde yaktığı çırayla adalet ararken, bundan 27 yıl önce totaliter baskı ve teröre karşı 1989 Mayısında ayaklandık, asla yılmadık, kimseye el açmadan dirilmeyi başardık. Azerbaycanlı aydınlar bize “muhtaç olduğumuz kudretin damarlarımızda mevcut olduğunu gösterdiler.” Biz onlara inanmıştık, inanıyoruz. Kendilerine buradan bir daha sonsuz teşekkürlerimizi iletiyoruz. Ortak davamızda sanki eksikliklerimiz var. Bulgaristan’da artık Azerbaycan filmi oynatılmıyor. Kardeş Azerbaycan yazarlarının raflardaki yerleri boş... Masallarınızı, öykülerinizi dinlemek istiyor çocuklarımız.... Azerbaycanlı sanatçıların eskiden olduğu gibi şimdi de Radyo efirinden gönülleri doldurmasını bekliyoruz.Bulgaristan’da son 20 yılda sayın Prof. Dr. Elçin İskenderzade beyin eserlerinden başka Türkçe ve Bulgarca yeni eserlerinizi okuyamadık. Azerbaycan’ı tanıtan rehber kitaplara ihtiyaç duyuyoruz. Bunlar Bulgarca da olabilir. Bu etkinlikleri BULTÜRK aracılıyla gerçekleştirebiliriz. Kapımız Can Azerbaycan’a açıktır. 1950’lerde Şumen dram tiyatrosunda “Ferhat ile Şirin’i” izleyenlerin torunları bugün de aynı piyesi görme arzusuyla yanıp tutuşuyorlar. Tarihi aydınlatan büyük halkların yeni ödevi, yılların yükünü taşımakta zorlanan eski kıta Avrupa şimdi de yeni ışık bekliyor. Beklenen petrol ve doğal gaz ile birlikte manevi nurdur. Bunlar artık ortak ödevlerimizden biri oldu. Ayrı ayrı yanan ama birleşince yanmayan Hidrojen ve Oksijen’ı parçalayıp yeni enerji kaynakları arayanlara selam olsun, en büyük ateş insanların gönlündeki dostluk ve kardeşlik ateşidir. Ve bu ateşi yaşatan bizleriz. Yeni yüzyılda Amerika’da en fazla basılan ve okunan eser Mevlana Cellalettin Rumi’nin Mesnevî’si olduysa, 21. Yüzyılda Avrupa’da en büyük baskı sayısında çıkan ve en fazla satan eser neden Nizami, Fuzuli, Hafız ve ya diğer Azerbaycan aydınlıkçılarımız olmasın. Onların incileri kalem ucundan deri sırtına döküleli 1000 yıl oldu ama ışığın eskisi ve yenisi olmaz. Azerbaycan çırası güneş ışığından bir parçadır. Siz yeni medeniyet taşında incisiniz.


Makale ve Analizler - 2016

81

100 yıla yakın bir zaman kesimi içinde Azerbaycanlı konuk bilim öncülerinin bizi Türk ve Müslüman ocağında ısıttı, Türklüğü ayakta tuttu, tutmaya devam ediyor. Azerbaycan aydın ordusunun öncülüğünde memleketimizde öğretmen ordusu yetişti, ders odaları, kütüphaneler aydınlandı, ışık saçan dernekler kuruldu, gazete ve dergiler çıktı, anadilimizde radyo yayınları başladı, edebiyat ansiklopedilerimize 100 şair, 100 yazar sığmadı, şarkı ve türkülerimiz yeni namelerle yankılandı. En önemlisi de, Azerbaycanlı aydın ordusu bize yepyeni bir dünya görüşü aşıladı, bilimsel düşünme öğretti, insan kardeşliğimizi yeni anlamla zenginleştirdi, ışık bu kez Bulgaristanlı Türklerin kendi aydın ordusunu oluşturdu. Onlar bize “güneş içmeyi” öğrettiler. Size minnettarız! Teşekkür ederiz. Bu büyük davada - bir halkı aydınlatmaktan daha büyük bir dava olamaz – bugün aziz hatırasını andığımız, davasını örnek aldığımız, kendisine, Azerbaycan, Orta Asya, İslam âlemi, Balkanlar ve dünya halkları için yaptıklarıyla övündüğümüz büyük devlet adamı Haydar Aliev’in muzaffer davası ve yarattığı parlak umutlar yaşadıkça önem kazanıyor. Çağdaş Azerbaycan’ın yeni bir bilim, kültür, yaşam biçimi, kalkınma ve medeniyet örneği olması, bizim için övünçlü kıvanç kaynağıdır. Bu özlü ve şerefli davanın sayın devlet Başkanı İlham Aliev tarafından bugün zaferden zafere götürülmesi, bizim hem uzak hem de yakın memleketimiz Bulgaristan dahi yarınlarını Azerbaycan ekonomisiyle kaynaşmada, Hazar doğal gazının bize de enerji kaynağı olmasında görüyorsa, yeni başlayan 21. yüzyıl ortaklığımızın son derece büyük anlamı hemen ortaya çıkıyor. İyi ki Varsınız. İyi ki ölümsüz önder Haydar Aliev’i biz de tanıma imkanları bulabildik. İyi ki, yeni umutlarımızı Azerbaycan’ın genç önderi İlhan Aliev’e bağladık. Bu önemli günde, Azerbaycanlı kardeşlerimize ne içten sağlık ve başarı dileklerimizi, kalpten selamlarımızı iletmenizi rica ediyorum. Sağ olun! Var olun! Sizlerle birlikte olmanın umudu bile, son derece heyecan verici. Teşekkür ederim.


82

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgaristan’ın Dünü, Bugünü ve Yarını

Konferansta konuşma metni;-12.Mayıs.2016

Rafet Ulutürk Vazifemiz, dünü ve bugünü çözerek, Bulgaristan’ın geleceğini belirlemektir. Geçmiş bir aynadır. Gösterdiği gerçekse, kaçınılmaz olanın yaklaşımıdır.Gökyüzündeki bulutlar yaklaşan fırtınanın habercisidir.Yeni yeni yeşermeye başlayan ağaçların kokusu baharı müjdeler.Orada kalan memleketimin en iyi kokusu ise, yağmur kokusudur.Yağmur olmadan yolda olan hayat bulamaz. Öncelikle Bulgaristan’ın Dünü, Bugünü ve Geleceğini anlatmak üzere bize verilen bu fırsattan dolayı ev sahibi Ural Eğitim Kültür ve Stratejik Araştırmalar Derneği Genel Başkanı Sayın Bülent Maşaoğlu kardeşime ve ekibine teşekkür eder emeği geçen tüm arkadaşlara ayrı ayrı şükranlarımı sunarım. Ayrıca bu konferans salonunda olmak benim için farklı bir şeref olduğundan, Ferit Önder ismini yaşatan Bülent Maşaoğlu Başkanımıza özellikle teşekkür etmek isterim. Bu dünyada paranız olmaktansa Vefalı arkadaşınız olması inanın çok daha önemlidir. Çünkü para sizden sonra sizleri yaşatamaz, amma vefalı arkadaşın varsa o seni yaşatır işte burada olduğu gibi Ferit Tunca Önder ismini bu konferans salonu ile yaşatan Vefalı Genel Başkanınızı tanımaktan ve kendisi ile kardeş olmaktan gurur duyuyorum. Allah herkese vefalı arkadaşlar nasip etsin. İlk başta, Bulgaristan göçmeni olarak soydaşlarımın karşılaştıkları sıkıntı ve sorunları beni de yakından ilgilendirdiğinden bu sorunların çözümüne katkı sağlamak adına Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği “BULTÜRK” çatısı altında, hem Genel Başkan olarak, hem de BULTÜRK gazetesi Genel Yayın Yönetmeni ve


Makale ve Analizler - 2016

83

Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi yöneticisi olarak faaliyetlerimizi sürdürmekteyiz. Değerli katılımcılar; Uzun yıllar boyunca bu faaliyetlerden elde ettiğim birikimler çerçevesinde Bulgaristan’ın Dünü, Bugünü ve Yarını konusunu sürem el verdiği ölçüde bazı vurgularla özetlemeye çalışacağım. Bulgaristan benim memleketimdir. Toprağını sürdüğüm, ekmeğini yediğim, suyunu içtiğim memleketine aşık biri olarak doğduğum evi kapısı açık, lambası yanık olarak bırakarak buraya göç ettik. Atalarımın mezarları ve mirasları, çocukluk hatıralarım, “vatan” sevgim orada kaldı. Konum itibariyle dünyadaki sayılı girift coğrafyaların birinde bulunduğumuzdan çokça ezildik, sürgünlere maruz kaldık. Birinci ve İkinci Dünya Savaşı arası dönemde monarşi zulmünü yaşadık. Ama bununla da kalmadık. Gerek Çar Ferdinand, gerek Çar III. Boris veya komünist diktatör Jivkov dönemlerinde Türklerin maruz kaldığı zulümler, tahammül sınırlarını epey zorlamış ve dönem dönem büyük göçlerin yaşanmasına neden olmuştur. Osmanlı yüzyıllarca yatırım yaparak Bulgaristan’da ticari, zirai ve kültürel olarak kalkınmasında gösterdiği atılımlardan sonra, Rus istilası sonrası 1878’de çekilirken ardında binlerce cami, saray, konak, mescit, medrese, köprü, çeşme, geçit, köy ve kasaba miras bıraktı. Bulgar tarihinde en önemli yıl 1878’dir O, bir sayfanın kapandığı ve yeni bir sayfanın açıldığı yıldır. Dönüp geriye bakmak, bazen insanları ikiye, üçe beşe böler, birbirine düşman eder, toplumu karıştırır ya da kaynaştırır, birleştirir veya birbirine düşman eder. Bulgaristan ve Türkiye aynı aileden bir birinden koparılmış kardeş iki komşu devlet. İnsan kardeşini ve komşusunu kendisi seçemez. Ne var ki, dünyadaki acıklı kavga, kardeş kavgasıdır. Basit bir husumetten savaşa kadar uzanan çizgide tarihimiz boyunca pek çok devlet kardeş kavgası sonucu yıkılmıştır. 1877 - 78, Ruslarla Osmanlının son kez birbirine kıyasıya girdiği zamandır. Ardından iki imparatorluk da çökmüş ve dağılmıştır. Osmanlıdan doğan devletlerin toplamı 44’tür. Bulgaristan, bu “kardeş - devletçikler ailesine” Yunanistan ve Sırbistan’dan sonra girmiştir. Balkanların göbeğinde, Osmanlı devletinin ve O Zamanlar Rumeli Beylerbeyliği topraklarında bulunurdu. Türkler Bulgaristan’a savaşsız girmiş ve Türkiye Cumhuriyeti de Bulgar devletine savaş açmamıştır. Aramızdaki husumet Rus saldırıları ve Batı kışkırtmalarıyla gelmiş ve Bulgar’da kök salmıştır.


84

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgaristan’ın doğum tarihi 3 Mart 1878’dir. Okul yıllarında, bizi, Bulgar öğrencilerle birbirimize düşüren hep “93 harbi” olmuştu. Bu savaşın “bir saldırı harbi mi?” yoksa bir “kurtuluş savaşı mı?” olduğunu tartışırdık. Tarihin genel geçerli gelişim yasaları, kategorileri, kıstasları, değer yargıları, süreçleri, devrim, isyan ve evrim gibi temel değimleri vardır. Biz o zaman bunların ne anlama geldiğini pek bilmesek de arasız didişiyorduk. Osmanlı devleti ile Rusya imparatorluğunun iki feodal saltanatlık düzeni olduğunu öğrenmiştim. Türkiye tarih literatüründe pek kullanılmayan Fransız kökenli “Formasyon” deyimini o zaman öğrendim ve çağları birbirinden ayıran, belli bir şekillenme, oluşma ve olgunlaşma süreçleri olarak benimsedim. Anlamı, yeni olan her zaman eskinin bağrında oluşur ve hayat hakkı ister, şeklinde girdi kafama. Bulgaristan yeni olansa, neden “Plevne Savaşında”, neden “Şipka Tepesinde” doğdu? Soruların sorusu işte budur. Nasıl oldu da Osmanlı’nın bağrından, Osmanlı devletinin hiç bir isteğine “hayır” demediği bir hırslı ve ihtiraslı Bulgar milli devleti doğdu! Kendilerine Doğu Ortodoks Kilisesini veren, birçok kilise, manastır ve okul kuran Osmanlı devleti onlara egemenliklerini de altın tepsi içinde sunmuş olsaydı, hayata gelen düşmanımız olur muydu? Bu sorular çocukluğumdan beri başımda zonklamıştır. Tabii tarih kural tanımadığı için yanıtsız kalan soru hep şu oldu: Yeni olanın ebesi SAVAŞ mıdır? Tekrar ediyorum, bu soru beni çok ilgilendirmiştir. Bir de, aklımdan çıkmayan, dedemi öldüren, soyumu vatan toprağından söküp atan Rus Çarına “kurtarıcı diyemezdim” O benim atalarımın katiliydi.... İşte bu tabloda, ölümüne birkaç yıl kalan Rus Çarı 2.Aleksan’dır, 1877’de Tuna’dan, Kara Deniz ve Kafkaslar üzerinden Osmanlı’ya saldırıya geçerken her iki imparatorluğun da tarih takvimindeki zamanı dolmuştu. Her ikisinin de, yılları sayılı, eski büyük devletler olduğunu öğrendiğimde, parçalanma anlamına gelen yok oluşun, yeni ekonomik, siyasi ve kültürel ilişkiler doğurması zorunluluğunu ise, henüz anlayamıyordum. Formasyon’dan formasyona geçişin bir çağ ve medeniyet yenileme olduğunu algılayamıyordum. Feodal topluma kapı kapayan tarih, ulus devletleri hayata çağırıyordu. Bunlardan biri de Bulgar devletiydi ve olay yalnış bununla da bitmiyordu. Bir de Osmanlı’da farklı dinlerin ve milletlerin kokuşmuş bir “ümmet topu” içinde barındığı gerçeği vardı. Bulgaristan için, eski olanın sonu ve yeni olana


Makale ve Analizler - 2016

85

hayat hakkı tanıma anlamına gelen “93 harbi” tam bir asır önce 1774’te, Silistre yakınlarındaki “Küçük Kaynarca’da” imzalanan bir anlaşmada mayalanmıştı. Ruslara Osmanlı topraklarındaki Hıristiyanları denetleme ve koruma hakkı tanıyan bu antlaşma, Osmanlının ümmet topunu delmişti. Başka bir değişle, o zamana kadar yekpare olan Osmanlı Mermerini çatlatmıştı. Halk dilimizdeki “dananın kuyruğunun koptuğu yer” işte bu anlaşmada Rus Çarına tanınan haklardı. Kritik nokta, diplomatların gözden kaçırmadığı noktadır. Osmanlı hanedanı bu hassasiyete duyarlı olup, bir büyük savaş patlamasına yol vermemek için, 1872’de özel bir fermanla Bulgar Doğu Ortodoks Kilisesi’ni Rum kilisesinden ayırmış ve Ohri Gölünden Kara Denize kadar Bulgar kilise ve manastırlarından Rum Papazlarını kovmuştu. Fakat Osmanlıya saldırmak için fırsat kollayan Rus Çarı’nın stratejik hedefi, sıcak denizlere inmekti, savaşa vesile yaratmak için dini azınlık hakları telini çalıyordu. Yalnız bu mu? Hayır, şu da vardı. “Küçük Kaynarca”dan tam 50 yıl evvel, “Aton” Manastırı ruhani liderinden biri olan Payisiy Hilendarski, “İslav Bulgar Tarihi” eseriyle Bulgar maneviyatına etnik diriliş suyu vermişti. O, Bizans ve Osmanlıda uzun süre kalan ve öz tarihini unutmak üzere olan Bulgar hafıza küpünün dibine inmeyi başarmış ve “Bulgarların soyu sopu, dil, din, alfabesi,” hatta Bizans İmparatoru 1.Nikifor’u yenen ve kellesini şarap tası yapan Han Krum gibi ünlü Çarları olduğunu gün ışığına çıkarmış ve kulaktan kulağa yaymıştı. Böylece Bulgarlar bizim tarihimiz var bilincine uyanmıştı. Çocukluğumdan kalan işte bu öykülerde, Rus Çarı’nın Osmanlıya saldırısı Bulgarları kurtarmak için özel olarak yapılmıştı. Büyük bir fedakârlıktı. Hatta bedeli asla ödenemeyecek kadar büyük olan, bir “Kurtarıcılık Misyonu” idi. Dolayısıyla benim Ruslara olan “minnet borcumuz” onların dedemi katletmesinden kaynaklanıyordu. Beynime çizilen tabloda, hep boynu bükük olmak Türklere haktı. Çünkü biz Bulgaristan’da kalan Osmanlı kırıntılarıydık. Bizim uyanıp bilinçlenmemiz içinse, sürekli baskı altında, suçlu durumunda, ezilmeyi hak etmiş mahkûm vaziyette olmamız isteniyordu.


86

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İyilik ile kötülük arasındaki bitmeyen kavgada, insan düşmanlığı, tatmin olmayan bir hırs ve sürekli böbürlenme ihtiyacı ve her defasında haklı ve bataklığın üzerinde leke gibi ama mutlaka üstte olmak bir nitelikse, Tarih - Ana iradesinde ve ruhunda bir eksiklik ya da fazlalık olan insan tipi yaratma kabiliyeti mi gizliuor? İnsanlık geçen yüzyıl işte bu sorunun cevabını belki bulabilirim umuduyla yaşadı. Çarpıtılan aynada biz ezilen onlarsa ezme hakkı olan durumundaydı. İnsan doğuştan kimseye düşman değildir. İnsan doğduğunda kim olduğunu bilmez. Sevgi, saygı, adıl olma, dostça davranma ve kardeşçe yaşama gibi, kin, nefret, öfke, tahammülsüzlük, düşmanlık, ayrımcılık, ırkçılık vesaire eğitim sonucu ve yaşadığı çevresi ve kısaca toplumun ürünüdür. Olumlu olan ve Olumsuzluk tarih küpünde gizlidir. Onları bireysel ve toplumsal hafıza küpüne depolayan da tarihtir. Ne yazık ki, yalnız tek kişinin değil, kavimlerin, soyların, milletlerin ve halkların da hatıra havzası böyle oluşur. Uyanışın mayalandığı ve kitlelerin şahlandığı yer de önce hafızamızdır. Belki de, insanoğlunun en üstün hünerlerinden biri, gerçek bir mücevher olan anılardan, herkese ve tüm topluma yararlı, ustaca yararlanmak ve yeni daha derin çizgilerle yenilerini yaratmaktır. Bizim analiz nesnemiz Bulgaristan ile Türkiye’dir Bulgaristan’da değişen pek bir şey yok. Benim gençliğimde, kitapların resimlediği, radyoların anlattığı, gazetelerin yazdığı, tarih ve edebiyat hocaları tarafından bilmemiz istenen ne varsa bugün de az farkla yine aynıdır. Her yıl, milli bayram, 3 Mart’ta “Şipka” tepesine çıkıp 20 - 30 fesli ve sarıklı askerlerin boynu kılıçla kesilir. Ruslara teşekkür edenler yeni sözler bulmakta zorlanırlar. Biz, Türk olsak da, Bulgaristan Halkı Adına teşekkür edilirken, paketin içindeyiz. Dedelerimizi kıyıp geçen Moskoflara aman ne iyi ettiniz de Osmanlıyı Plevne’de yendiniz, Osman Paşayı Şıpka’dan kovdunuz, Bulgar halkını sözüm ona “esaretten” kurtardınız diye sevinemeyiz. Kendini bilen, dedelerini öldüren katile hiç minnet duyar mı? Fakat artık bu tarih çarpıtan törenlerde de küfte kebap dağıtıldığından, Çingenelerin katılımıyla yeni kalabalık oluşmaya başladı. Bir bakıma, biz Bulgaristan’da kalan Türk ve Müslümanlar, tamamen çarpık ve iliklerine kadar Osmanlı Türk ve Müslümanlık düşmanlığı dolu bir ruhla oluşan Bulgar kimliği karşısında, hep ezilmişlik hissine kapıldık. Okul, radyo,


Makale ve Analizler - 2016

87

TV, kitaplar, kamuoyu, toplumun kendisi bizi bu ezilmişliği omuzlarımızda taşımaya zorluyordu. Ancak dirilen Bulgar ulusal kimliğinde asla yerimiz olmadığını anladığımızda Türklük bilinci yeşererek bünyemizde filizlendi. Bizleri sönmüş olan ümmet bilincinden uyandıran Bulgar milli duygusunun kabarmasıdır. Beraber olmamızın, etkileşimimizin zorluğunu zaman içinde şu şekilde kavrayabildim: “Bir yığın kirpi soğuk bir kış günü birbirini ısıtmak ve ayazda donup kalmamak için birbirine iyice sokulmuştu. Birbirine sokulan Bulgarlarla Türklerdir. Gelgelelim çok geçmeden biri ötekinin dikenlerini kendi vücudunda hissetti; bu da onları yine birbirinden uzaklaştırdı. Isınma gereksinimiyle ne zaman birbirine yaklaşsalar, dikenlerinin birbirinin vücuduna batması gibi tatsız bir durumla karşılaştılar. Böylece iki kötüden biriyle ötekisi arasında gidip geldiler, sonunda birbirlerinin yakınlığına en çok katlanabilecekleri bir uzaklık keşfettiler ve bunun sağladığı az buçuk bir ısıyla yetindiler ister istemez.” Bu masalın sosyal yaşamdaki anlamı soğuğa ve diken acısına dayanamayanların göç etme zorunluluğunu doğurdu ve geçen yüzyılın istatistik tablosu şudur: Bulgaristan İstatistiklerine göre, 1893 - 1980 Aralarında yaşanan göçlerden (8) sekiz milyon civarında Bulgaristan’dan Türkiye’ye göç gelmiştir. Sadece son 1989 yılında 3 ayda 362.00 ve bugüne kadar toplam Türkiye’de resmi rakamlarla 710 bin Bulgaristan Türkü Türkiye Cumhuriyetine göç etmiştir. Bunlardan %90 civarında olan ise çift vatandaştır. Küçüklü büyüklü göçler geçen yüzyılda her bir Türk ailemizin bitmeyen sızısı oldu. Biz hep azaldık, küçüldük, ezildik ve nihayet biz de insanız bilinci ve ruhuyla Mayıs 1989’da öz haklarımız uğruna ayaklandık. O gün bu gün yine durumda pek önemli değişikler olduğu söylenemez. Çocuklarımız yine cahil, okullarımız kapalı, babalarımız işsiz, annelerimiz üzgün ve hepimiz umutluyuz. Umudumuzun anlamı “bu gidiş gidiş değil, her gidişin bir de dönüşü vardır” cümlesinde özetlenebilir.Şu da var, bu 138 yıldan beri devam eden “etki - tepki” şeklinde gelişen iki taraflı bir süreçtir. Ana dil, din, kültür ve tarih ve perspektif olarak tamamen farklı olmamız ve birbirimizin içinde eriyerek bütünleşmemizin mümkün olmaması gerçeği, bu süreci pekiştirmiş ve ulus Bulgar devleti yapısının “çok kültürlü yapılanmayı kabul etmemesi” de kızışan çekişmelerin kopma noktasına taşımıştır.


88

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Atalarımız, Bulgaristan koşullarında “ümmet” kabuğu içinden Türk kimliğini böyle çıkardı. Aynı topraklarda reformcu Rusçuk Valisi Mithad Paşa tarafından ekilen yenileşme tohumlarında, Türkler için herhangi bir ayrıcalık olmadığından, Biz Bulgaristan Türklerinin Türk kimliğini çağıran milli uyanışımız Bulgarlardan 60 - 70 yıl geç olmuştur. Bu bakıma biz yenilenme sürecinde, dönüşüm hamlelerinde taşıyıcı rol üstlenemedik, kendimiz icraata geçemeden hamasi sözlerle avuttuk. Kendimizi tanımlamak bir tarafa başkaları tarafından “ibrikçiler”, “gacallar”, Bulgaristan Müslümanları, Bulgaristan Türkleri vsy. olarak tanımlandık. Benzetmesi şudur. Biz Bulgaristan Türkleri kilise avlusuna bırakılmış bir Müslüman çocuk olarak yetişmek zorunda kaldık. Ayinlere katılmasak da, ortak sofrada yemeyi kabul ettik. Çölde susuz kalanlar olarak tarihimizden ve dinimizden gelen serap pınarlarıyla avunduk. Tarih boyu mayalanıp oluşan Bulgar milli bilinç tohumunu “çatlamasında” iç faktörler kadar dış etmenler de rol oynamıştır. Bu bilincin içine Osmanlı düşmanlığı zehrinin şırıngalanmasında 19.yüzyıl Batı ve Doğu burjuva aydınları, bu ocağa kömür atmışlardır. Volter’den, Dickens’ten, Victor Hugo’dan Dostoyevski’ye kadar keskin kalemlerin hepsi birlik olup Boğazlardaki “hasta adamı” taşlamışlardır. Yani Türklüğü doğarken yok etmek uğruna eylem birliği yapmışlardır. Ters bir örnek vermek istiyorum. Belki konu daha açık görülebilir: Klasiklerinden Karl Marks ile Fridrih Engels bile “Orient” ve Rus - Osmanlı Savaşı üstüne yazılarında, “bir saldırı savaşıdır”, “Rus İmparatoru 2. Aleksandır’ın kanlı istila savaşıdır” gerçeğinin altını kalın çizmişlerdir. Sosyalist bir ülkede eğitim alsak da biz bunları çok sonradan öğrendik. Bulgaristan’da yaşayanlar hakikati okuma veya işitme imkânı bulamıyordu. Çünkü baş tacı edilen bu iki deha toplu eserleri Bulgarca 56 cilt olarak basılmıştı. Oysa orijinali 153 cilttir. Marks’ın “cennet” olarak tanımladığı Osmanlı üstüne yazılanın da yer aldığı 97 cilt rafa kaldırılıp, yok sayılmıştı.


Makale ve Analizler - 2016

89

“Gerçekleri karartma” ile tarihi çarpıtan makinenin kapasitesi büyük, dişleri kocamandı. Zavallı insanlarımızı çarpık, eksik ve yanlış bilgilendirme, gerçekleri öğrenme yolu tıkalı, korku ortamı toplumun bilgilenerek uyanışına büyük bir settir. Bizde de öyle olmuştur. “Demokrasi” geldim dese de, 26 yıl sonra Osmanlı, Türk, Türklük, İslam kavgası gece gündüz kaynamaya devam ediyor ve toplum gerçeklerle buluşamıyor. Şimdi sizlere tam bu konuda tezimi destekleyici bir somut örnek sunmak istiyorum. 1. Plevne kuşatıldığında yerli Bulgar erkân, çorbacılar, Papaz önde Osman Paşa kurmayına gider. “Bizi Koruyun, kurtarın bizi” diye söze başlayan Papaz, 3 torba altın çıkarır. “Buyurun Paşam, uygun gördüğünüz gibi harcayın ama bizi savunun!” der. 2. Şu örneğim de Plevne’den. Bulgar Çarı Ferdinand Londra ziyareti esnasında Lordlar Kamarasında şöyle bir ricada bulunmuştur. “Beyler sizden Plevne toplu mezarındaki Osmanlı kemiklerini almanızı rica ediyorum. Çünkü Bulgar halkı uyuyamıyor, Osmanlının hortlamasından korkuyorlar.” Lordlar, bu ricayı ciddi bulup gereğini yapmışlardır. Bir kısım toplu mezarlar açılmış, kemikler çıkarılıp sandıklar içinde Varna limanından İngiltere’ye taşınmış, öğütülüp İngiltere ormanlarına saçılmıştır. Not: Plevne toplu mezarda 123 bin Osmanlı askeri gömülüdür Bir örnek daha ilave ederek, Bulgar devlet adamlarının Osmanlı mirasçısı yerli Türkler hakkında düşündüklerini ve aldıkları tavrı açıklamak istiyorum. Osmanlıdan koptuktan sonra Bulgar Prensliğine en uzun zaman Başbakan olan Stefan Stanbolov öldürüldükten sonra Mecliste okunan raporda, Osmanlı Bankasından 80 bin altın borç aldığı ve bu parayla göçe zorlanan Türklerin tarla, çayır, koru ve ormanlarını aldığı açıklanmıştır. Bu zihniyet 138 yıldır süre gelmektedir. İnsan ve toplum gücünü geçmişinden, tarihinden alır. Plevne yamaçlarında yükselen ve Tuna’dan görünen bir Osman Paşa, Şipka Doruğunca göklere uzanan bir Süleyman Paşa anıtı dikilemedi. Anıtlar taş ve beton yığını değil, tarihin sembolleri, şehitlerin ruhu ve tarihsel bütünlüğümüzün simgesidir. Mezarlıklarımızın sürülüp tarla yapılmasına göz yumamayız onlar bizim tapumuzdur. Cennet ata toprağındadır.


90

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“Türklerin köklerini kazıyacağız” demeçleri 1 Kasım 2014 te yapılan Bulgaristan yerel seçimlerinden sonra da meclis kürsülerine taşındı. Konuşmamı işbu küflü milliyetçilik köklerinin derinliğini ve özünü birlikte araştırma niyetiyle hazırladım. Irkçı milliyetçilik soldan Ataka olarak, sağdan da sözüm ona “yurtsever cephe” olarak boy gösterdi. Sağdakiler hükümete sarıldı. 2 yılda hazırladıkları son “Seçim Yasası Değişikliği” ile biz AB dışındaki soydaşlarımızı oy hakkı kullanmaktan mahrum, iki defa oy kullanmayanı da vatandaşlıktan mahrum bırakma tuzağı kurmuşlar. Sevindirici olan Cumhurbaşkanı Plevneliev “değişikliği” cuma gün veto etti. Olay hükümet krizi doğuruyor, ABV sosyal işler bakanını Borisov hükümetinden çekti, koalisyon krizi başlıyor, Ekimde hem Cumhurbaşkanlığı hem de erken genel seçim kapıyı çalabilir. Güncelin dışındaki ana konu şudur. Biz, 20 asır boyunca “Türk tehlikesi”, “5’inci kol ordu” ve halen “Ilımlı İslam tehlikesi” gibi her gün yağan ideolojik zehir yağmuru altında yetiştik ve yaşıyoruz. 1878’de biz Türkler Bulgaristan nüfusunun %64’ünü oluştururken, şimdi %25’e düştük. 1 milyon 500 biniz. Malımızı mülkümüzü oralarda bıraktık da kaçtık. Tazminat almayı düşünendahi olmadı. Her şeyimiz onlara, Bulgar’a, Bulgar Devletine kaldı. Osmanlı mirası da geri alınamadı.Onların gözü doymak bilmiyor. Bu gün bile Sayın Başbakanımızın Sofya’ya yaptığı ziyaret esnasında haberlerden sonra yine Rusçu, sol marjinal zümre, Bulgarların 1912’de Edirne saldırısından geri çekilmelerinden sonra uğradıkları kayıplar için 10 milyar dolar talep etmeye hazırlanıyorlarmış. Oysa iki devlet arasındaki geçmişe ait sorunlar 1925 Ankara Antlaşmasıyla kesin çözüm bulmuştu. Onlar 1912 yılı mağduriyetlerinin giderilmesini talep ediyorlar, ama bizler 1877’den günümüze kadar yaşadığımız mağduriyetleri dile getirmekten bile aciziz. Diplomasimiz düzen kuran duruma geçmelidir. Tarih kaşımaya uygun bir yaradır. Çünkü Bulgaristan kurulduğundan beri Bulgar Devlet Ağcı Türklere karşı hep dikenli, meyveleri hep acıydı. Geçmişe daha farklı bir açıdan da bakabiliriz. Tarih akışı içinde olayların çarpıtılması Bilirsiniz San Stefano - (Yeşilköy) Antlaşması din ve dili bilinen ve Osmanlıdan önce aynı topraklar üzerinde tarihi olan, Doğu Ortodoks Hıristiyan Bulgar ırkına kendi başına ruhen var olma hakkı tanıdı. O zaman Rumeli’de kalan Müslüman halk topluluklarına, yuvanızı bozmayın, kalın kaldığınız yerde, dendi. Ne


Makale ve Analizler - 2016

91

var ki, Osmanlı Padişah’ının Rum Papazları Bulgar kilise ve manastırlarından kovan 1872 Fermanına göre çizilen San Stefano sınırları, Batılı Büyüklerin gözüne battı. Açılan yaranın kapanması Rus Çarlığı da istemiyordu.Hemen toplanan Berlin Konferansı, “Bize Padişah’ın yaptığı iyiliği kimse yapmamıştır” anlamındaki Bulgar minnettarlığı yerine, yeniden çizip biçerken Bulgar Prensliği sınırları içine Türk düşmanlığı tohumu ekildi. Bulgar Prensliği’ne ancak Tuna boyu ve Sofya ilinin tahsis edilmesi hep kışkırtılan ve asla sönmeyen bir husumet ocağı ateşledi. Bu ateşi yakan Osmanlı Padişahları değildi. “Daha fazlasını hak etmek için Padişahaküfredeceksiniz, Türklere kök söktüreceksiniz” diyen “kurtarıcılar” ve “uyumlu” yaşama ihtimalinden endişe duyanlardı. Osmanlı devrinde Balkanlarda kurulan iyi komşuluk, hoşgörü ve yardımlaşma ortamından korkanlar vardı. Olayı daha büyük bir mercek altına çekelim. Bulgar tarihinin daha da derinlerine inip birkaç özelliğe işaret edelim. Bulgarlar, Payisi Hilendarski’den sonra, tarihini bilen bir millettir. Hazar bozkırında komşuluk yapmış olsak da, bir kolu 8. yüzyıloda İslamı kabul edil İdil Bulgar Devleti’nde kaldı, ikinci kolu da Balkanlara bizden 700 yıl önce gelip İslavlığa ısındı. 861’de Birinci Bulgar Çarlığı Kurdular ve 4 sene sonra Bizans dinini devlet dini ilan ettiler. O dönem tarih yazan kılıç Bizans’ın elindeydi. Gelen göçebelerin çadır kurduğu topraklar onundu. Bulgarlar, bir de kalem tutmayı ve okumayı severdi. O zamanlardan kalan büyük eserlerden biri Kiril Alfabesidir. Bu yazı, Çar I.Boris’in oluşturduğu Preslav ve Ohrid aydın ruhunda yetişen Kiril ve Metodiy kardeşlerin yaktığı sönmez çıradır. Yeri gelmişken, değinmeme izin veriniz, son dönem Bulgaristan’a karşı şiddetlenen siber saldırı, Bükreş’te düzenlenen uluslararası güvenlik konferansında Cumhurbaşkanı Rosen Pleneliev tarafından kınandı. O, siber saldırının Moskova’dan geldiğine işaret etti. Kendine has megalomanlıkla, hemen cevap veren Putin, “unutmayın yazdığınız yazının harflerini biz verdik” dedi. Büyük aydınlıkçı Kiril ve Metodiy kardeşlerin dev eserini çalmakla, Yakın Doğu petrolünü çalmak, Kırımı ilhak etmek ve Karadeniz’e çöreklenmek arasında fark göremiyorum. Bu örneklemeyle de tarihin kesintisiz bir süreç olduğunu, derinliklerinden kötülük, husumet ve düşmanlık mayası çıkarılabileceği gibi, iyilik örneklerinin çıkarılmasının da mümkün olduğunu söylemek istedim. Evet, Devam edelim,


92

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bizans imparatorlarına karşı savaşan, Peçenek ve Kuman Atlı Türk Ordularını da saflarına alan, şanlı zafer sayfaları yazan Bulgar Çarlığının çırası 1018’de söndü. Ne var ki, güneş batımından önce meydana gelen, değineceğim olay, karanlığın 168 sene sürmesine neden oldu. 29 Temmuz 1014’te Bulgar Çarı Samuil “Belasitsa” Savaşı’nda Bizans İmparatoru 2. Nikifor’a yenik düştü. 15 bin Bulgar esirden yüzde biri tek gözlü bırakıldı. Yani 14.985’i iki gözü kör edildi. Ötekilerin 15’i sadece bir gözleri kör edildi. “Hıristiyanlığı kabul etmezseniz kaderiniz budur!” dersi orada verildi. Bulgar köylerine birer birer dağıtıldılar. Halkın ruhu ve iradesi kırıldı. Askerlerinin halini gören Samuil kayıp gitti. Rumeli’de 200 yıl kuş uçmamıştı. Evet, gerçekleri gün ışığına çıkartma zamanı geldi. Bulgar halkına bu acı sanki azmış gibi, ruhu daha da oyuldu. Balkanlara ruhsal iyiliği seven “Tangra” Tanrısıyla gelmişlerdi. Canları pahasına dayatılan Tanrı, Baba ve Oğul imanı, din ve ibadet dillerini değiştirdi. Bulgarların Hıristiyanlığı gönüllü kabul ettiklerini yaza yaza yazar olan bilim adamlarına selamım var. O iş, o zaman, dediğiniz gibi olsaydı, 1168’den, yani İkinci Bulgar Çarlığı’nın dirilmesinden–1396’da Bulgarların Osmanlıya katılmasına ve Rum Papazları Bulgar kilise ve manastırlardan kovan 1872 Padişah Fermanına kadar, din özgürlüğü ve Doğu Ortadoksluğu Oluşturma mücadelesini anlamak mümkün olamaz. Olaya böyle baktığımızda, Küçük Kaynarca’dan “93 harbine” kadar Rus İmparatorlarının Bulgarlar arasında neden din kışkırtıcılığı yaptığı da kolayca anlaşılmaktadır. Eğer Bulgar halkının özünde Tangra’dan gelen iyilik kutsallaşmamış olsaydı; bu halkın Bizans’ta her gün yaşadığı bitmeyen ve din değiştirme zorbalığından kaynaklandığına inandığı eziyete şeytan çilesi demezlerdi, isyan edip Bogomil Hareketi - (Tanrısını sevenler hareketi) alevlendirmez ve yanmaya gönül vermezdi. Bu olay 1000 yıl önceki Bulgar toplumu için ruhsal olanı belirleyendir. Buralara gelen dervişler doğanın felsefesinde sevgi ruhunu güneşle kavuşturdu. Nazım Hikmet “ yârin yanağından başka her yerde ve her yerde beraberiz” dizelerinde bu sevgiye sonsuz umut çırası yaktı. Karşımıza çıkan Bulgar ruhunun bir milenyum boyu süren, ezen ile ezilen boğuşması sahnesinde, şu gerçek yani Tırnono Patrikliği’nin “Tanrı sevenleri” bir “tarikat”, bir “eres” olarak lanetleyip, taşlatması, Batılı Kralların ise “yakalandıkları yerde yakın” buyruğu belirleyici oldu. İyilikleri yaşatmak için çıkarılan fermana rastlamadım.


Makale ve Analizler - 2016

93

İyiliğin geçmişe ait olduğu kadar, bugüne ve yarına da ait olduğu için ölümsüz bir umut, en ağır balyoz altında bile asla ezilip yok olmayan, bir cıva tanesi gibi ancak saçılan, saçılıp zaman içinde hep var olan, olduğunu görebildikleri için, Osmanlı dervişlerine huzurunuzda teşekkür etmek istiyorum. Ayrıca 1952’de Bulgaristan’a gelen Nazım Hikmet Dobruca’yı köy köy gezerken yaptığı konuşmalarında, Bulgar idaresinin Türk-Bulgar ayırımı siyasetini tuzla buz etmiş, ektiği fikirler 5 - 6 senede yeşerince, Bulgaristan’da medeni anlamda Türk kimliği yaratılmasında, okul, lise, pedagoji mektepleri ve din okullarımız ve hatta Sofya Üniversitesinde Türkçe tedrisatlı 4 - 5 fakülte açılmasına temel olmuştu. Nazım’ın fikirlerinin Türklük çırası gibi yandığı yıllar “Bulgaristanlı Türklerin altın çağıdır.” Totalitarizm karanlığına rağmen bizi ısıtan ruhsal ocağımızdır. 70 yıl önce biçimlenen İstanbul diline dayalı Türk kimliğimize en büyük darbe, HÖH - Türklük düşmanlığını göreve çağıran Bulgar devletinin 10 bin aydınımızı memleketten kovması oldu. Artık yıkılan bu örnek, o dönem kısa zamanda birçok Türkçe gazete ve dergi ve 560 Türkçe kitap basılmıştı. Bulgaristan’da Türklük baharı yeşermişti. Bizler iyiliğin ölümsüzlüğüne inanıyoruz. Bulgarların bizi, bizim de onları anlayabilmemizin ve kardeşçe, komşu komşu beraber yaşamamız için gerçeğin 2 yüzünü de tarih suyunda yıkamak zorundayız. Analizimiz, Bulgar gerçekliğinde bu iki yüzden birinin küflenip paslandığı, propaganda ile karartılan, ters yüz gösterilen dünya ve tarihin gün ışığına çıkarılabileceği inancımı artırıyor. Bu inanç “Büyük Türkiye”nin ve Avrupa Birliği’nin etkisiyle mutlaka boy atacaktır. Bulgaristan’ın da geleceğini sınır ve milliyetçilik tanımayan bilgi toplumu belirleyeceği için umutlarımızın yeşereceğine inancımız büyüktür. Bir de şu var: Tarih Tekerrürden İbarettir. Zorbalık altında, korkuya yenik düşmüş bilinç, hafıza küpüne olumsuzluk depolar. Katmerleşerek sıkışan kötülükler, Bizans’ın yerine Osmanlının, Ruslar, ardından Alman Nazilerinin, daha sonra en büyük dalgalarla gelip üslenmeye yer arayan emperyalizmin çullandıkça çullanması, biliyor musunuz neye benziyor? Duvardaki kirleri kapatmak için taze boya yapsan da, hava nemlendikçe küflü lekelerin alabildiğine, yeniden ve yeniden sırıtmasına... Fakat çıkmayan boyaların paşası solmayan Türk ebrusudur ve ebediyetle kardeştir. Bulgar tarihinde şu tekerrürün izleri derindir: Çar Samuil’in bir günde15 bin askerinden olduğunu bilinç belirleyen acı bir tarihsel gerçek olarak anımsadık. 899 yıl sonra, tam tarih - 18 Eylül 1913’te


94

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

yine Makedonya yöresinde, Rumlar ve Sırplarla çarpışmada Bulgar ordusundan 49 bin 90 asker öldü. 21 bin 200’ü ömür boyu sakat, toplam 102 bin 853 yaralı verdi. Kötülüğün ölümsüzleştirilmesi açısından, buna olumsuzluğa tuz ekme diyebiliriz. Bu olaydan sonra, o “yârin yanağından başka her yerde ve her şeyde....” Sembolizmi var ya, onu değiştiren bir karakter aynası olan yeni bir Bulgar değimi doğdu: “Benim iyi olmam önemli değil, onun kötü olması önemlidir.” Bu anlayış monarşi zamanında yerleşti, totalitarizm döneminde katmerleşti ve toplumsal dayanışma, hoşgörü, iyi komşuluk vs. gibi değerli erdemlere kuyu kazdı. Bizans ve Osmanlıdan sonra monarşi şeklinde tek kişilik faşist yönetim, ardından da sosyalist liderlik şeklindeki totaliter rejim baskısı altında yaşayan Bulgar halkı, günümüzde de zamanını doldurmuş ve uygulanması imkânsızlaşmış sahte demokrasiye bir türlü ayak uyduramıyor. Batının hurda ideolojileri de artık bir işe yaramıyor. Parlamenterliği Osmanlı birinci ve ikinci meşrutiyetinde öğrenen Bulgarlar, Veliko Tırnono kurucu meclisine yumurtadan çıkmış Liberal ve muhafazakarlar olarak dolmuştu. Bu tohumlar bizim toprakta zaman geldi faşizm ve totalitarizm yani ayırım ve haksızlık doğurdu. O zaman onların siyasi partileri yoktu, ama ellerinde baston ve başlarında fotöy şapka kendilerine sandalye ve bakanlık seçerken Türklerin arasından geldiklerini unutuverdiler. 700 kişiye bir temsilci olması gereken mecliste, nüfusun % 52 Türk olmasına karşın bir tek Vidin Müftüsü vardı. Bizimle ilgili ayrım ve adaletsizliğin başladığı yıl 1879’dur. Birinci Anayasa böyle mayalanmıştı. İşte böylece Bugün ve Yarın bölümüne geçtik. 1908’de Çarlık olarak dirilen Bulgaristan bugün bir parlamenter cumhuriyettir. 138 yıllık yeni tarihinde 3 Anayasa değişti. Birincisi monarşiyi yasallaştırdı. 1947’de kabul edilen ikincisi Komünist Partisi yönetiminde halk idaresi, dedi. 1992’de kabul edilen üçüncü anayasa sosyal, demokratik düzen dese de, hiç birinde “adalet, mülkiyetin temelidir” ilkesine yer verilmedi. Bu anayasaların hepsinde belirtilen, yasama, yürütme ve yargı ayrımı asla uygulanmaması, anayasada yer almayan “kişisel idare”, “şahsi rejim”, “diktatörlük”, “faşist monarşi”, “totalitarizm” ve bir otokrasi erki için kullanılan diğer tanımlarla zulme, baskı ve teröre dayanan rejimler hep iktidarda bulundu. Zorbalığın sivri ucu tek uluslu Bulgar devleti kurulurken hep etnik ve dini azınlıklara


Makale ve Analizler - 2016

95

yöneldi. Bogomil ruhuna kazınmış “eşitlik ve kardeşlik” ilkesi, 1795’te Fransız burjuva devriminde de, ana slogan olsa da, Bulgaristan’da hep, daha kötü günler için, bir yerlere saklanmış kaldı. Bu dönemde azınlıkların, Türklerin ve diğer Müslümanların menfaatlerini de gözeten başbakanlar görev başına gelmedi mi? Geldi. Bulgaristan hukuk devletinin gelişmişlik düzeyini, bu sene Başbakan Boyko Borisov’un Temiyiz Mahkemesi oturumuna girdiğinde yargıç ve savcıların ayak kalkmasında bir daha açıkça görebildik. Yasanın üstünlüğü ilkesi duruşma salonlarında bir “ölü canlı” olmaya devam ediyor. Bu sav, hele azınlık hakları için, yüzde yüz geçerlidir. AleksandırStanboliyski - Bulgaristan Çiftçi Partisinin lideri bir istisnaydı. 1920-lerde Türklerin ekonomik ve kültürel haklarını destekledi. Türk okullarına birçok yerde devlet ve belediye mülkünden toprak verdi. Sonra Vılko Çervenmkov da 3-5 sene özgün kültürümüzün serpilip açmasına olanak verdi. İlkokullardan başka liselerimizi açtık, gazetelerimizi çıkardık, büyük sayıda kitap bastık, radyo yayınlarımızı başlatmıştık, özenci sanat canlandı, tiyatrolarımız açıldı. Ama çok kısa sürdü ve artık 60 yıldan beri özlediğimiz yıllara dönemiyoruz. 1878’de Osmanlı’dan kopan Prenslikte bir etnik ve dini azınlık olarak kalan Türklerin geleceği anayasaya ve yasalara işlenmedi. Çok etnikli oluş ve farlı kültürlülük yasalara girmedi. Osmanlı feodalizmi içinde uyanan, Aydınlanma Çağı yaşayan Bulgar milletinin kapitalist bir düzen kurmaya, yani demokrasiye, yani toplumsal ayrışıma, yani tüm azınlıkların haklarını tanımaya açılması gerekiyordu. Beklenen buydu. Hayal edilen ile uygulanan birbirini tutmadı. Aslında Bulgar ulusal devrim hareketi programını Yunandan kopyalamıştı ve bu bakıma baştan aşağı aldatmacaydı. 16 Nisan 1879’da Tırnovo’da toplanan Büyük Millet Meclisi’nde kabul edilen Burjuva Anayasası, Hollanda Anayasası’ndan kopyalanmıştı, Hollanda sömürge metropolü, azınlığı olmayan bir devletti. Fakat anayasal Prenslik hedeflendiği için bize en uygundu. Bu anayasa 68 yıl yürürlükte kaldı ve Berlin Anlaşması maddeleri değiştikçe, o da hep aleyhimizde ayarlandı. Bugünümüzün daha kolay anlaşılması için bir örnekleme yapıyorum. Berlin Anlaşmasının ilk şeklinde “Bulgaristan’a Bağımsızlık Tanınması” maddesi yoktur. Rus İmparatoru 2-nci Nikolay’ın dayatması sonucu bu yöndeki değişiklik yapıldı. Başka bir misal: Anayasası’nın orijinalinde Prensi’nin Doğu Ortodoks Dinden olması şartı vardır. Ferdinand Katolik’ti. 1908 - 1918 arası Üçüncü Bulgar Çarlığının ilk Çarı


96

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

olabilmesi için veliahdın Doğu Ortodoks Dininden olması şartını yine Rus Çarı İkinci Nikolay getirdi. Oğlu Üçüncü Boris vaftiz etti. Tangrı ilahının Hıristiyanlıkla değiştirilmesinden sonra, Rumeli’de din, dil, mezhep değiştirme işlerinin başka renkler alıp, “çıkar gereği” yapıldığını da görüyoruz. Kuşkusuz ardından daha 1912’de tüm Pomakların vaftiz edilişi, minarelerin yıkılıp, camilerin kiliseye döndürülmesi trajedisi yaşandı. 1936 ve 1942’de vsy. Pomakların isim ve dinlerine daha şiddetli bir saldırı geldi. 1950’lerden sonra Çingeneler Bulgarlaştırıldı. 1972’de Pomakların tamamına din ve dil haklarını yeniden kaybetti. 1984 - 85’te 1 milyon 250 bin Türkün isim, baba adı ve soy atlarının 3 ayda değiştirilmesi, dil ve din yasağı, Müslüman ahlakı kapısına anahtar vurulması sabır taşırdı. Halk ayaklandı ve totalitarizm başı Todor Jivkov’u 10 Kasım 1989’da devirdi. Bulgaristan anayasal-demokratik bir ülkedir diyoruz da, 20. yüzyıl boyunca başımıza gelen şu sıraladığım vahşetin bir harfi, bir virgülü anayasada ve yasalarda yoktur. Anayasa totalitarizmin sökülmesini öngörmediği gibi, “soya dönüş”, “kültürel soykırım” kurbanlarının katillerinin tutuklanıp yargılanmasını da öngörmemiştir. Olaya olumsuzlama açısından bakarsak, Bugünkü Bulgaristan topraklarındaki Osmanlı devlet yapısının, kültür ve uygarlığının kökten ret edilmesi “93 harbi” ve ilk Bulgar Anayasasıyla hemen, birden bire olmamıştır. Bir defa Doğu Rumeli Osmanlıya bağlı kalmıştır. İkinci, Osmanlıya karşı gelişen Bulgar milli kurtuluş hareketi, komitacılık, aydınlanma süreci geçmişi ret etme açısından, azınlıklara, Türklere, Yahudilere, Ermenilere vb. milli azınlıklarla ilgili “vatandaşlık haklarını yitirirler” gibi bir aşırılığa takılmamıştır. 19. yüzyılın ikinci yarısında Bulgar ruhunu saran bu hareketlenmeyi adım adım kaleme alan, komitacı, Diyarbakır mahkûmu, Krallık döneminde meclis başkanı Zahari Stoyanov, Bulgaristan Türklerini anlatırken “memleketimizde her zaman var olacaklardır” cümlesini kullanmıştır. Olağanüstü çalışkan, namuslu, vatansever, dürüst insanlar olarak bilinen ve toplu halde yaşayan Bulgaristanlı Türkler, yakın tarihimizde, başlarına gelenlere rağmen, Bulgar devletinin yüzünü defalarca ak etmişlerdir. Bir defa, isimleri değiştirilmezden sadece bir yıl önce Bulgar döviz gelirinin % 49’una tekâmül eden tarım ve sanayi üretimini onlar sağlamıştır. Birçok kez düşmanlıkları emek ve insan sevgisiyle yenmişlerdir. Spor dalından örneklersek, ağır sıklet serbest güreşte Lütfü Ahmedov Olimpiyat ve dünya şampiyonu altın madalyalarını Sofya’ya getirendir. Naim Süleymanoğulu, Halil Mutlu hepimizin gururudur.


Makale ve Analizler - 2016

97

Müzik dalında, MesruMehmedov New York filarmonisiyle dünyayı ayağa kaldırdı. Geçen sene Şumnulu ikiz kardeşler İbrahim ile Hasan Malta’da düzenlenen Eurovizyon yarışında ikinci oldular. Kırcaaliye bağlı Çernooçene (Karagözler) lisesinden Bayse kızımız Dünya Satranç Birincisi oldu. Bu başarılarımızı saymakla bitiremeyiz. Şimdi biraz politik yapıdan söz edelim: Osmanlının bağrında mayalanan Bulgar politik yapılanması Tırnovo meclisinde “liberaller” ve “muhafazakârlar” olarak iki renkte ortaya çıktı, dedim. Sonra onlara Dimitır Blagoev’in, sosyal demokratları, “geniş” ve “dar sosyalist - komünistleri” karıştı. 1990’da Bulgaristan Halk Çiftçi Partisi kuruldu. Faşizm döneminde “lejyonerler” ağırlık kazandı. Sosyalizm yıllarında Çiftçiler komünist partisine “koltuk değneği” oldu. Şimdi Bulgaristan’da tescili yapılmış 400’den fazla politik parti var. Bunlardan 8’i mecliste temsil ediliyor. Dördü iktidar ortağı idi, şimdi ABV ayrılmış, 125 oyla 3 parti iktidardadır. 1890’dan beri kurulan dağılan ama nasılsa bugünlere erişen siyasi parti ve fraksiyonların arasına 1990’ın 4 Ocak günü Bulgaristan Türklerinin Hak ve Özgürlükler Hareketi katıldı. Parti, 1960’lardan sonra Komünist Parti’nin Bulgaristan’da yaşayan Türk ve Müslümanların özgün kültürel hakları ve ibadet özgürlüğü ve Müslüman yaşam tarzına, adet ve geleneklerine bağlı olarak yaşamaya devam etme arzusunda kurulmuştu. Direniş yıllarında toplam 44 dernek, kulüp, birlik, örgüt ve parti kurulmuştur. Şunu önemle belirmek istiyorum. Hak ve Özgürlük Hareketi kurulmasına giden yol Bulgaristan’ın totalitarizmden kurtuluşu ve demokrasiye açılma yoludur. Bu direnişlerde Bulgarlar da atılım içinde olsalar da, Türklerin ve Pomakların direniş örgütleri ile Bulgar demokrasi ve insan hakları örgütleri arasında organik bağ kurulamamıştır. 1990’dn sonra Bulgar kamuoyu parçalanırken bu kopukluk hemen belirdi. O zaman Demokratik güçlerle Türk özgürlük hareketi kaynaştırılmadı. Buna engel olan BKP’dir. O zaman Demokratik Güçler Birliği (CDC) ile Halk ve Özgürlük Hareketi (HÖH) ün birleşip kaynaşmasından korktu. Söylemek istediğim bir gerçek daha var. Gerek Bulgar, gerekse Türk ve Pomakların insan hakları ve demokrasi mücadelesi hele “soya dönüş” zulmü yıllarında Bulgar gizli polisinin ve Rus dış istihbarat örgütü KGB gözünden kaçmamıştır. Bu yıllarda Türklerin ve diğer Müslümanların arasından toplam 3 bin 16 hafiye, rejim lehinde çalışmaya zorlanmıştır. Hainliği kabul etmeyenler yok edilmiştir. İdam edilen Türklerin sayısı henüz açıklanmamıştır.


98

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Hainliği kabul eden kişiler Büyük Göçte halkın evini, yurdunu elinin tersiyle itip, yola düşmesinde de kışkırtıcı rol görmüşlerdir. Bulgaristan’da toplumsal ilerlemenin mezarını totalitarizm kalıntılarıyla BSP - DPS hep birlikte kazdı. Diğer partilere gelince, bilinmesi gereken şunlardır. 1989’da totaliter rejimin çökmesi ve 1992’de Anayasa’nın 1. maddesi değiştirilerek. BKP’nin toplumdaki yönetici rolü kaldırılınca, Komünist Partisi hemen kılıf değiştirdi. Bulgaristan sosyalist partisi oldu. BKP’nin ordu ve polis dışı, işçi köylü kadroları ve kitlesi partide kaldı. BSP 26 yılda 3 hükümet kurdu. 2 dönem Cumhurbaşkanı HÖH - DPS ile birlikte çıkardılar. Son yıllarda BSP ufalanmaya devam ediyor. Hele Bulgaristan’ın 2004’te NATO’ya ve 2007’de AB’ye alınmasıyla ve toplumun Moskova’dan kopma havasına girmesiyle BSP parçalanarak küçülüyor. Halen mecliste BSP yalnızca 46 milletvekili var. 1 Kasımda yapılan yerel seçimlerde ilk defa İl belediye başkanı çıkaramadı. Başkan ve yönetim değişimi için Kurultay hazırlığı görüyor. Pazar gün yapılan 46. kurultayında Başkan değiştirdi ve 1891’den beri parti başına ilk kez bir Bayan - Korneliya Manolova geçti.Hem Batıcı hem Moskovacı zihniyet oluşturup yeni lider yetiştirmek zor olsa erek. 1990’da patlayan devrim dalgası Sofya meydanlarına 1 milyon 200 bin kişi çıkardı. O zaman Demokratik Güçler Birliği Kuruldu. 1997’ye kadar toplumun nabzını tuttu. Demokrat Jelü Jelev ve Petır Stoyanov Cumhurbaşkanı oldular. zamanın geçmesiyle bu balonu şişirenin de gizli servis ve komünistler olduğu ortaya çıktı. Balon 1997’de patladı. Demokratik Güçler Birliği kırıntılarının bugünkü 5 yamalı “Reformcu Blok” bileşiminde görüyoruz. Onlar Bulgar meclisinde ilginç bir tablo sergilediler. Yarısı iktidarda ve 5 bakanlığı elinde tutarken, aynı birliğin motoru olan Güçlü Bulgaristan Partisi vekilleri ise muhalefettedir. Bu erken seçimin kapı çaldığına başka bir işarettir. Dediğim gibi, hükmet ortağı olan ve topumu kökten dönüştürme hevesiyle Adalet, Sağlık, Ekonomi, Eğitim ve Savunma gibi en önemli 5 bakan koltuğuna da oturan bu siyasi kırıntı, kendisinin yerinde saydığı yetmezmiş gibi, topluma da yerinde saydırıyor. Son 26 yıl, hayat, Demokratik Güçler Birliği’nin toplumu totalitarizmden demokrasiye dönüştürebilecek bir kapasite sahip olmadığını gösterdi. Fakat geçim sıkıntısına yenik düşen, ama umudunu yitirmeyen seçmen kitlesi, 1 Kasım yerel seçimlerinde Refomculara 3 ilde seçim kazandırdı. 2001’de Bulgar siyasi arenasına, komünistlerce 1945’te çöplüğe atılan çarlık varislerinden II. Simiyon çıktı. Onun, 50 yıldan sonra Madrid’den dönmesi, Moskova’nın biz tasarımı olarak değerlendirildi. Dedesi Ferdinand, Avrupa Saray sülalelerinden olsa da Rus Çarı II. Nikoay ile anlaşmış, babası III. Boris ise Hit-


Makale ve Analizler - 2016

99

ler tarafından zehirlenmişti. Hariciyede bulunduğu yarım asırda KGB’nin gözü hep Simiyon’un üzerinde olmuştu. 2001’de Sofya’ya inmesi, bir platform açıklamadan, parti bile kuramadan, ben sizin maddi durumunuzu 834 günde iyileştireceğim vaadiyle başbakan olması, toplumun psikolojik durumunu kendiliğinden anlatan benzeri zor bulunur, büyük bir örnektir. Onun geri gelmesi ve halkın gözüne bir kısım renkli kül atması şüphesiz KGB ve yerli servislerin kurgusuydu. Bu balon da patladı. Ne var ki, Bulgar Doğu Ortodoks Kilisesi Sinod’u /Ruhsal Kurum/onun Çarlığını tanıdı. Pazar ve bayram ayinlerinde duası ediliyor. Simeon sayfası, sanki 2005’te kapansa da, Ekim 2016 seçimlerinde Cumhurbaşkanı adaylığının hem Moskova, hem Washington ve hem de Brüksel tarafından desteklenmesi muhtemeldir. Halen iktidarın orta direği ve ülkenin ana siyasi partisi olan Avrupa Vatandaşlığı İçin Bulgaristan Partisi - GERB Başkanı ve Başbakan Boyko Borisov Hükümeti devam ettirmekte. Yıllar yılı yaptığı iş Todor Jivkov’u korumak olmuştu. GERB - Bulgaristan emekli Ordulu, polis, itfaiyeci, jandarma, onların yakınları vesaire tabakasının partisidir. Bu, yaşlanan ve güçsüz kalan komünistlerin, belki de sahaya çıkarabildiği amma kontrol edemediği bir takım haline dönüştü. Şöyle düşünelim. Bu parti de Komünist Partisi “matröşkası” içinden çıktı. Fakat sosyalistler kadar kör Moskovacı değildir. Kabineye sağdan soldan 3 parti daha çeken Boyo Borisov, geminin alabora olmasından sorumlu olmadığını önceden beyan eden bir kaptan gibidir. Bugün HÖH yönetiminde parti kurucularından, hapislerden, işkence odalarından geçmiş Türk ve Pomaklardan bir tek temsilci yoktur. Türk kültürü ve Türk kimliği gibi konuları rafa kaldırmıştır. Türk ve Pomak seçmen tabanı HÖH elit kesiminin milletvekilleri, belediye başkanları ve muhtarları yukarıdan dayatma siyasetine sert tepki göstermeye başladı. Orantılı /portsionel/ sistemi esas alan Bulgar seçim kanununda 2013’te yapılan son değişiklikle, seçmene parti listesi içinde seçtiğini işaretleyip oy verme hakkı tanındı. Tepki ve direniş yoları arayan seçmenlerimiz 2014 erken genel seçimlerinde bilinçli oy kullandılar. Blagoevgrat ile Razgarad’a bağlı Kubrat ve İsperih /Kemaller/ belediyesinde tercihli seçme usulünü ustaca kullanarak HÖH Merkez yönetiminden dayatılan aylara değil de, tanıdıkları, sevdikleri, kendilerini daha doğru temsil edeceklerine inandıkları kişileri seçtiler. Başev ile Hüsmen Günay beyleri listenin alt sıralarından çıkarıp parlamentoya gönderdiler. Parti yönetimi ikisini de disiplin bozmakla cezalandırdı. 1 Kasım 2015 yerel seçimlerinde tepki daha da büyük oldu. Aynı sistemi daha kararlı ve başa-


100

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

rılı uygulayan Türk ve Pomak seçmen Dulovo /Akkadınlar/, İsperih /Kemaller/, Kubrat, Nikola Kozlevo ve Gırmen gibi Türklük ve Müslümanlık kalelerinde HÖH partisini yerel yönetimden indirdi, birçok muhtarlıkları bağımsız adaylarımız seçildi. Ve bugün DOST partisi başkanı Lütfü Mestan’ı dünün aynasında arayanlar işte bu olayları görüyorlar. O dönem o HÖH Genel Başkanıydı. Direnenler ona karşı başkaldırmıştı. Bu olaylar, 2013’ün Ocağında HÖH 8. Olağan Kurultayında genç delege Oktay Yeni Mehmedin Ahmet Doğan’ı kürsüden indirmesinden sonra, Türk ve Müslüman Pomak tabanında büyük bir hareketlenme olduğuna, bilinçlenme ve Türk kimliğini pekiştirme sürecinin yalnız kök değil, artık dal budak saldığına kesin işarettir.Bu olayların birikimi HÖH partisi içindeki kaynamayı hızlandırdı, karışıklıklar boy attı. Türkiye Silahlı Kuvvetlerinin “CU-24” Rus savaş uçağını düşürmesi ve HÖH milletvekili grubunun bir bildiri ile olayı desteklemesi ve NATO’cu ve Avrupa - Atlantik siyasetine bağlılık beyan etmesi dananın kuyruğunu kopardı. 17 Aralık 2015’te HÖH lideri, 3 yıldan beri kapalı bulunduğu evden çıkmayan Ahmet Doğan parti “şeref” başkanı sıfatıyla Lütfü Mestan, Şaban Ali Ahmet vve daha 2 milletvekilini partiden ayrılmaya zorladı. HÖH’ten çıkanlara Kırcaali il başkanı Bahri Ömer de katıldı ve 9 Nisan 2016 günü Sofya’da bu inisyatif grubu bir kurucu kurultay topladı ve DOST partisini tescil ettirmek üzere mahkemeye baş vurdu. Partinin Avrupa Atlantikçi, Türkiye yandaşı, neo liberal olacağı açıklandı. Mahkeme kayıt işlemini henüz bitirmedi. Bu, HÖH’ten ayrılan 8. partidir. HÖH kendini Bulgaristan Türk Müslümanlarının demokrasi ve insan hakları mücadelesinin, Mayıs 1989 Ayaklanmamızın bir ürünü olarak kabul ettirse de, aslında Bulgar totalitarizminin ve Bulgar Rus gizli polis ortaklığının Bulgaristanlı Türkleri Türkiye’den ve öz davalarından koparma ortaklığının bir ürünüdür. Dost partisi HÖH’ten ayrıldı. Genel Başkan Lütfü Mestan, Bulgaristanlı Türklerin demokrasi hareketini sol arenadan sağa cepheye çeken bir parlamentocu ve lideriydi. Sosyalistlerde öpüştü, Başbakanla kahve içti ama kaynaşamadı. Türklerin partisinin sağda olmayı tercih etmesi Bulgarları kudurttu, “köklerini kazıyacağız” sloganı o zaman belirdi. DOST bir sağ parti olduğunu ya da olacağını iddia etti. Onun seçmenleri de HÖH seçmenleri gibi köylüler-imizdir. Köylülüğün, emekçi kesimin sağ partisi olmaz. İdeolojik ve politik konularda çok çalışmak gerekeceğine inanıyorum. Bu partide sözü dinlenen hatip olarak, “HÖH’ün miladı doldu” diyen Mehmet Hoca dikkat çekiyor. O da HÖH genel Başkanlığından ayrılmıştı. Şu dönem DOST’un gözü soydaşlarımızın oylarında. Yalnız başına Bulgaristan’da barajı


Makale ve Analizler - 2016

101

atlaması mümkün olmadığından, gözünü İstanbul ve Bursa’ya çevirmiş durumdadır. Türkiye derneklerinden yardım bekliyor. Seçmenimizde olağanüstü bir durgunluk var ve oyların HÖH’ten DOST’a akıtılması sert bir mücadele konusudur. BULTÜRK yönetimi olarak biz de DOST kuruluşuna katıldık, kendilerini kutladık. BULTÜRK yönetimi olarak biz daha önce de, yerel seçimlerden sonra Dobrucaya ve Deliormana gittik. HÖH’ten ayrılan ve yeni seçilen bağımsız belediye başkanları kutladık, kendilerine moral verdik. Bulgaristan’da adalet ve demokrasi için isyan eden Türkler gerçek demokrasi yolunu açmaya başladı. Halk savcısını, polis şefini, belediye başkanını ve milletvekilini çoğulcu sisteme göre (majoriter) kendisi seçmek istiyor. Bu uzun ve dik bir yol, bilinçli mücadele yoludur. Gördüğünüz üzere, Bulgaristan’ı, devlet yapısını, seçim sistemini, Bulgarları anlatmak pek öyle kolay değil. Çok problemli küçük bir ülke soğuk rüzgârların geldiği kuzey komşumuz. Artı konuşmamı toparlıyorum. En çok kullandığım sözlerden birisi Bulgaristan, ikincisi de Anayasa oldu. Anayasa her devletin Adalet Direğidir. Son ve Üçüncü Bulgaristan Anayasası 1992’de kabul edildi. Bu totalitarizmden demokrasiye geçiş anayasası olmalıydı. O zaman bu hamurdan ekmek pişmeyeceğini anlamış olacaklar, Demokratik Güçler Birliği ve Hak ve Özgürlük Hareketinin Büyük Millet Meclisi parlamenterleri Anayasayı imzalamamışlardı. Daha sonra bu anayasada kez retuş yapıldı. 2014’te erken genel seçimlerden sonra kurulan 2. Boyko Borisov hükumeti Adalet reformu sonunu, geçici seçim hükümetinde Adalet Bakanı olan Hristo İvanov’u Reformcu Blok bileşiminden bakan olarak bırakarak çözdü. Hristo İvanov Amerika’da hukuk tahsili görmüş, 2013 - 2014 yıllarında Sofya’da ve Bulgaristan’da sivil toplum örgütlerinin geliştirdiği köklü anayasal adalet reformu isteğiyle gelişen eylemlerin liderlerinden biriydi.


102

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İstifa etmesinin nedeni, Bulgar savcı ve yargıçlarının Yüksek Mahkeme’de eşit sayıda olmaması ve çoğunluğun savcılarda olması ve savcıların kendilerini sorgulaması hakkının korumuş olmalarıdır. Bakan Hristov ile birlikte, Mecliste hukuk reformundan yana olan milletvekillerinden, Güçlü Bulgaristan Partisi Başkanı RadanKınev de istifasını sundu. Meclis kuşatıldı. Reform isteyenler ayağa kalktı. Lütfü Mestan yönetimindeki HÖH onun değişiklik taslağına karşı oy kullanmıştı. Orta direk, eski anayasanın totaliter dönemde konulan ilkeleri kaldırılmadan, Bulgaristan’ın köklü demokratikler gerçekleştirerek demokratikleşmesi olası değildir. Bulgar devlet ağacı bir akasya gibi, bir kaktüs gibidir. Küçük iken ilk dokunuşta dikenleri kadife gibi görünse de, büyüdükçe amansız batıyor. Ne var ki, insan anasını ve memleketini seçemiyor. Çok derinlerine dalarak, Bulgarların tarihinden değişik çarpıcı örneklerle size, bir ulusal karakterin oluşumunu, etkilenişini ve bize olan yaklaşımını anlatmaya çalıştım. Yeni Bulgaristan’ın daha demokratik, Türk ve Pomaklarımızın devlet yapısına daha aktif katılacağı, ekonomisinde payımızın artacağı, bugün aşamadığımız sorunları aşacağımızı ve adaletin her yerde ve her bakım hakim olacağına inanıyorum. Şuna da fazlasıyla inanıyorum. Büyük Türkiye emelimizin gerçekleşmesiyle Bulgaristan’da yaşayan kardeşlerim daha rahat, daha güvenli ve yarınlarından daha emin yaşayacaklar. Biz Büyük Göçle sınır kapısını açtık. Bu kapıda her iki taraf da yatırımların artmasını beklerken, turist kafilelerinin daha kalabalık olmasını bekliyoruz. Hükumetten Bulgaristan’la ilgili özel yaklaşım programı bekliyoruz. Bulgaristan’ın özellikleri dikkate alınarak faklı bir yaklaşım hak ettiğine inanıyorum. Başarıya götüren yol somut yaklaşım yoludur. Çok büyük bir hamle içindeyiz. 1990’da 2 milyar olan Türkiye Bulgaristan ticareti 6 milyarı Doları aştı. Sanayicilerimizin atılımı sıradadır. Ben tarihin tekerrür edeceğine de inanıyorum. Başımıza gelen tüm kötülükleri bizim iyiliğimiz olumsuzlaşacak ve çöpe atacaktır. Son haberlere göre, AB dışındaki Bulgaristan vatandaşlarının yaklaşan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde oy kullanmasına sınırlama getiren “Yasa Değişikliği” Cumhurbaşkanlığı tarafından veto edilmiş olsa da, hükümet bunalımı ve erken seçim sinyalı veriyor. Hükümet ortağı olan komünist cumhurbaşkanı Pırvanov’un


Makale ve Analizler - 2016

103

sosyalistlerden ayrılan “ABV” partisi koalisyondan ayrılma kararı aldı. Şu an Hükümeti destekleyen partilerin toplam milletvekili sayısı kritik çizgiye düştü. Kamuoyu erken seçim sloganları yükseltiyor. Bu arada Ekim ayında Yapılacak olan Cumhurbaşkanlığı seçimleri için de toplum pusuya yatmış durumda, partiler aday göstermiyor. Batıya dönük ve demokratik icatlarıyla ün yapan Plevneliev ikinci defa aday olabilir. Bizlerde bunun yanına bir Türk aday verebilmeliyiz. Şöyle bir gerçek var, 26yıldan beri Bulgaristan Cumhurbaşkanı seçimlerinde belirleyici olan hep Türklerin oyları oldu. İlki Jelyu Jelev - 1 Ağustos1990; Petır Stoyanov - 22 Ocak 1997; Georgi Pırvanov - 22 Ocak 2002; Rosen Plevleniev - 22 Ocak 2012, Bu son Cumhurbaşkanını da Türkler tarafından sadece BULTÜRK destek olmuştur. Bu defa da ikinci turda Plevneliev, HÖH ve DOST demeden Türk seçmenden oy beklediğini gizlemiyor. Çözüm önerilerim: 1. Bu gün hasta bir toplumda öz Kimlikleri yolunan bir kitle olarak Bulgaristanlı Türk ve diğer Müslümanların sorunlarının çözülmesi için T.C. ile Bulgaristan arasında yeni bir köklü anlaşmaya gerek olduğuna inanıyorum. “Bulgaristan’ın İçişlerine” karışma bir yana, etnik halk topluluğumuzun Kırcaali ve Razgrat Şumen olmak üzere iki kültürel merkezde toplanma yolunun açılması zamanı gelmiştir. Karma bölgelere Türkiye yatırımlarının artması ve sosyo-ekonomik durumun kökten değişmesi başta gelen ödevdir. 2. Yarına yönelik çalışmalarda, Bulgaristan’daki partilerden fazla Türkiye’deki derneklere ile ilgi gösterilmesi, göçmenlerin çok yönlü örgütlenerek, girişimciliğe ve pasif durumdan faal duruma geçmelerine yardım edilmelidir. Türkiye rüzgârı esmeden oradaki kardeşlerimizi bir daha yüreklendirebilmemiz belki de çok zor olacak. Fakat bu önümüzdeki seçimlerde Türkiye’nin kurduğu parti barajı aşmak zorundadır: Bunun başka yolu yok ya aşacak ya aşacaktır. Tüm Türkler sadece bu seçimlerde DOST’a arka olmak zorundayız. Bu seçimlerde DOST’a bir şans verelim diyoruz. Özetle, son dönemde ortaya çıkmıştır ki, sözde Türk partisi dediğimiz HÖH’ün belediye başkanları ve üst düzey yetkililerinin de ne yazık ki Anavatan Türkiye yerine Rusya’nın uşağı oldukları basından ve bizzat kendi konuşmaları ile tasdik


104

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

etmiş oldular. Böylece bu güne kadar Türkiye’den giden ekiplerimiz de yaptıkları çalışma ve faaliyetlerle bunların çıkarlarına alet olmuş olmuyorlar mı? Bu arada CHP heyetlerinin Sofya Kurultaylarında AK Parti, Cumhurbaşkanı ve genelde Türkiye aleyhinde yaptığı konuşmalar olumsuz izlenim bırakırken, düşmanlarımızın ekmeğine yağ bal oluyor. Şimdi de aynı tiyatronun 2. perdesi sergilenmeye başladı. Rusya ile yaşanan uçak krizi sonucunda da Rusya’ya karşı NATO çıkarlarını destekleyen Mestan bu sefer koltuğundan oldu. Hem de resmi yetkisi olmayan onursal başkan Ahmet Doğan tarafından atıldı. Bu çatışmayı fırsat bilerek Sofya’da bulunan T.C. Büyükelçiliğimizi de alet etmeyi başardı. Böylece bu manevrası ile şimdi Bulgaristan’da DOST adında bir yeni parti kurarak başkanlığa oturma hakkı kazandı. Türkiye devlet olarak artık kendisi oyun kurucu olmalı ve insanlarla değil sistemi oturtmalıdır. Başkalarının yazdığı senaryolara figüran olmaktan çıkmalıdır. Naçizane önerimiz, bugünden itibaren, Bulgaristan’a yönelik tüm proje, yatırım ve etkinliklerde yetki verilirken aynı zamanda sorumlulukta yüklenmeli ve yetki verilen kişilerin işin sonunda hesap da verebilmesi gerektiğinin altı çizilmelidir. Yetki ve sorumluluk aynı zamanda hesap verilebilirliği de beraberin de getirmelidir. 3. Öğrencilerle gençlerle, ailelerle, köylerde amaca yönelik ekonomik, sosyal ve kültürel, eğitim programları hazırlayıp, elektronik araçlarla sis perdesini delip Türklüğü yeniden mutlaka şahlandırmak ve yaşatmak zorundayız. Dalgayı mutlaka döndürmeli ve dalgalarımızı Bulgaristan’ın dört bir yanına yaymak zorundayız. 4. Türkiye’de bulunan Bulgaristan Türkleri bu değişimi gerçekleştirebilirler. Bulgaristan’dakilerden bir şey beklememek gerekir. Nasıl Moskova oyununu kurur ve insanlarımızı figuran ettiyse bizlerde bunun daha fazlasını yapmalı ve yapabilmeliyiz. 5. Türkiye Cumhuriyeti de artık STK’lar üzerinden devletleri yönetmeyi öğrenmelidir. Böyle bir takım oluşturabilmek için bu bölgelerde yetişmiş saha elemanlarla bu işler yapılmalıdır. Türkiye Bulgaristan’a STK’lar üzerinden ve onların eliyle girecek ve görünümü tamamen değiştirecektir. Tekrar bizlere sesimizi duyurmakta bu fırsatı veren Ural Derneğinin Genel Başkanı başta olmak üzere Kardeşim Bülent Maşaoğlu’na ve tüm yönetime birkes daha teşekkür eder, sizlere de sabırla dinlediğiniz için Teşekkür ederim. Sorular ve Yanıtlar


Makale ve Analizler - 2016

105

Soru 1; Musa Vatansever - “Su buzda erimez, buz suda erir” Bunu anlayamadım bu ne demek? Cevap: Ben bu konuşmamda, Bulgarlarla 600 yıldan beri iç içe, yan yana yaşadığımızı, birlikte var oluşumuzu anlatırken, onların her zaman kaskatı kaldıklarını, dıştan gelen insan sıcaklığı, merhamet, hoşgörü gibi erdemlerden etkilenmediklerini, birçok konuda kaskatı kaldıklarını, değişmediklerini anlatabilmek için Bulgarlara Buz - onların tarih boyu içinde yaşadıkları topluma da Su, Derya dedim. Derya da tuzlu su olacak ki, Buzlanmıyor. Bizim Bulgarlaşmadığımız gibi. Onlar yorganı her zaman kendilerinden yana çektiler. Yorganı kendi ayaklarına göre uzatmadılar. Asimile ederek büyümeye, istila ederek yayılmaya çalıştılar. Bu arada, Bulgarlıklarını hep korudular. Hıristiyanlaştılar, kendi kiliselerine – Doğu Ortodoks Kilisesine sahip oldular, kilise dili olarak Bulgarcayı dayattılar. Tarihlerini yazabildiler, Bulgar folklorundan senfoniler, süitler yaptılar, silahlandılar, ordu kurdular, devlet yaptılar, Osmanlıdan çıktılar, Rus gölgesinden kaçıp Almanlara sarıldılar, 138 yıldan beri ele geçirdikleri topraklardan Bulgar olmayanları kovup, Makedonya, Moldova’dan, Sırbistan’dan Bulgar çağırıp nüfus çoğalma yolları aradılar. Burada Buz kütlesi gibi üzerine su attıkça büyüdüklerini görüyoruz, kendinden vermiyor, parçalanmıyor, topluyor. Benzetme özelliklere aittir. Anlatabildim mi? Kavram olarak “Buz Kütlesi” de doğru olabilir. 1985’te buz gibi kesilmiş Bulgar suratını hatırlayın! Soru: 2 Raziye ÇAKIR - Türklerden-Bulgarlar ilk Müslüman olanlar diye söylemiştin bir zaman bu doğru mu? Cevap 2: Bulgarlar İslam’la daha İdil (Volga) Bulgar devletinde tanıştı. Han Krum 9.Yüzyılda Tuna Bulgar Devleti Hanı olduğunda Bulgarlar Orta Asya uygarlığından çıkıp Slavlaşmaya başladı ve 9.yüzyılda Hıristiyanlığı kabul ettiler. İdil Bulgarları -ikinci kol- Volga Bulgarları ise 8. yüzyılda İslam’ı kabul etti. Bu bir savaşla değil, Bağdat’tan çıkıp İslam’ı yayan elçiler ve Abbasilerle ilişkiler sayesinde oldu. İdil Bulgarlarının ilk mescitleri Han Almuş zamanında kuruldu.


106

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İlk Müslüman Türk Devletleri denince aklımıza; Tolunoğulları, İhşidîler, İtil (Volga) Bulgarları, Karahanlılar ve Gazneliler gelir. Ancak zamanımız tarihçileri ilk Müslüman Türk devletinin bunlardan hangisi olduğu hakkında henüz bir fikir birliğine varamamıştır. Sözgelişi, İtil Bulgarları, “8. yüzyılda İslamiyet’i resmen kabul eden ilk Türk devleti” olarak nitelenmektedir. Karahanlılar, “Doğu ve Batı Türkistan’da hüküm süren ilk İslamî Türk sülâlesidir” ve İslam’ı 9. yüzyılda kabul etmişlerdir. Soru: 3 Müjgan Deniz - Bulgaristan’da 2013 yılında Türk partisi kurdu Türkiye, şimdi de yeni bir parti buna ne diyorsun. Bunlar iki Türk partisini kongrede bir araya gelmezler mi? Cevap 3: HÖH partisi içindeki kadrolar bilinçlendikçe, bu parti parçalanmaya mecburdur. Bu bilinçlenme, parti yönetim kadrolarının Bulgar sivil polisi DS tuzağına düştüklerini fark ettikleri an başlar. Partinin kurucu başkanı Ahmet Doğan 1974’te ele geçirilmiş çaresiz bir polis ajan olarak, soyunda da Türklük olmadığından, Bulgaristan Türk ve Müslümanlarına karşı çalışmayı kabul etmiş ve hem DS hem de KGB ajanı olarak, Bulgaristan Türklerini Türklükten ve Türkiye’den koparma, Bulgaristan’da Rusya’nın Beşinci Kolordusu olarak ayakta tutma vazifesini kabul etmiş ve 4 Ocak 1990’da Varna’da parti kurulurken başa geçmiştir. Ve ilk parçalanma daha o gün orada olmuştur. Vesile, konuşmamda da belirttiğim gibi, biz Bulgaristan Türkleri “Bulgar ulusundan mıyız?” yoksa Türk ulusundan mıyız? Olduğumuz konusudur. HÖH’ten ilk ayrılan Halim Pasajov’tur. Dobrucalı, yükseköğrenimli, hapiste yatmış, 1986’da Sofyta’da Kırcalili inşaat işçileriyle “Özgürlük” örgütünü kurmuştur. Pasajov’tan sonra milletvekili Âdem Kenan, Şimdi Dost Partisi Başkan Yardımcısı seçilen Mehmet Hoca, Ardından HÖH Başkan Yardımcısı Güner Tahir, Daha sonra yine HÖH Başkan Yardımcısı Osman Oktay partiden ayrılmış ve hepsi de yeni parti kurmuştur. 2013’te Başkan yardımcısı ve Örgüt İşleri sekreteri Kasım Dal ile Gençlik Kolları sekreteri ve milletvekili İsmail Korman’ın HÖH’ten ayrılma nedeni, 23 yıl sonra resmen tepki gören Ahmet Doğan’ın “DS” ajanlığıdır. Fakat 1990 HÖH Kurucu Toplantısındaki “DS” ajanlarının sayısı 12’dir. O zaman Bulgaristan Türkleri arasında 3 bin 16 “DS” ajanı olduğu resmen açıklanmıştır. Açıklanmayan ajanlar, askeri istihbarat kadrolarıdır. Bu nedenle ben, Kasım Dal’ın neden yeni kurduğu Demokrasi Şeref ve Özgürlük Partisi Başkanı olmadığını, bacağının askeri istihbarat bağlı olduğuna bağlıyorum. Öte yandan,


Makale ve Analizler - 2016

107

DS II. Şube Dosyası birden bire kaybolan Lütfü Mestan’ın da dosyasının askeri istihbarata bağlı olduğunu düşünüyorum ve “Yukarıdan” bir yerlerden emir almadan bu yakınlaşma ve birleşmenin mümkün olamayacağı görüşündeyim. İkinci olarak da, bu iki partinin Türkiye’den para kopartmak için kurulduğuna inanıyorum. Bu açıdan bakıldığında, bu yakınlaşma ve birleşmenin olabileceğini düşünmek bile yanlış olur. Soru: 4 Mehmet Uyar DOST Partisi için ne diyorsunuz. Kongreye gittin amma pek destek verdiğiniz söylenemez. Seçim olsa barajı geçer mi? Cevap: Bugün artık HÖH partisini Bulgar gizli polisi DS’nin kurduğunu kabul ediyor, gazeteler yazıyor, siyasetçiler vurguluyor. Neden, 1990 seçimlerinde, BKP MK Türk, Pomak ve Çingenelker’in isim değiştiren eski komünist yeni BSP partisini oy vermeyeceklerini bildiklerinden, etnik azınlık oylarının yeni kurulan Demokratik Güçler Birliği (CDC) partisine akmasını ve çok güçlü bir muhalefet oluşmasını engellemekti. Bu plan gerçekleşti ve HÖH Bulgar polisinin güdümlü bir gücü olarak kuruldu. 26 yıldan beri tek başına iktidar olamayan Bulgar partilerine “koltuk değneği” oluyor. 17 Aralık 2015’te HÖH testisi bir daha kırıldı ve aralarında Genel Başkan Lütfü Mestan olmak da olmak üzere 5-6 eğitimli kadro partiden atıldı “çıktı” – “kovuldu”, hepsi doğrudur. Lütfü Mestan 18 yıldan beri HÖH milletvekili ve meclis grup başkanıdır. HÖH fırınından bir kadrodur, bu fırından çıkmış bir ekmektir. Niteliğinin ana çizgilerinde ajanlık, Türk ve İslam düşmanlığı belirgindir. Şimdi, halk aynaya bakıyor ve ne görsün, bu adamın geçmişi karmakarışık ve başını başka tarafa çeviriyor. Komünist partisi kapatıldı, ama Bulgar’da komünistlik bitmedi, Todor Jivkov’un koruması Boyko Borisov bugün başbakan. Baş hain Ahmet Doğan’ın en güvenilir adamı, parti genel başkanı nasıl oldu da birden bire yüzde yüz değişti. Birbirimizi aldatmayalım. Bir insan hamama gidince kirini atar, tırnaklarını da keser, ama ruhu ve ciğeri aynıdır. Ben pek fazla değişiklik göremiyorum. O dün de liberalim diyordu, dün de NATO-cuyum diyordu. İşin içinde başka şeyler olması gerekir, zaman gösterecek. Dostun halkımızın dostu olması için bizim hepimizin çalışmamız gerekecek.


108

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgaristan’dan alacağı oylarla baraj geçemez. Türk beklentisi Türkiye oylarıdır. Soru: 5 Dr. Nedim Birinci -Bulgar partileri neden Türk milletvekili belediye bşk. çıkarmıyoırlar? Yanıt: 5 Şimdiye kadar yani 1990’da Büyük Milletvekili seçimlerinde BSP Sumen (Venets-Hitrino) seçim bölgesinden Doç. Dr. İbrahim Yalamov’u milletvekili çıkardı ve tekrar etmedi. GERB de seçilmeyecek yerlerden, bile bile yad es aday gösteriyor, ama seçilmesini istemiyor. “Soya Dönüş” trajedisinden sonra Bulgar toplumu parçalandı. Etnik azınlıklarla ısınıp kaynama henüz başlayamadı. Eni milliyetçilik hem sol hem de sağ ırkçılık olarak emin adımlarla yürüyor. Seçmen Türklerin oylarını istemiyor. Türklerin Bulgar siyasetini belirlemesini istemiyor. Cumhurbaşkanı seçimlerinde olay farklı tabii 26 yıldan beri Cumhurbaşkanları hep son anda Türklerin oylarıyla seçilmiştir. Ve bunun sonuçları da ortada, işte şimdi Plevneliev “Seçim Kanunu değişikliklerini” veto etti. Aday olursa bizi sandık başına bekliyor. Soru 6: Osman Büyükkaya - 1990 dan sonra kurulan Türk partileri neden başarılı olamıyorlar Yanıt 6: HÖH’ten sonra kurulan 6 - 7 Türk partisinden hiç biri HÖH’ten farklı bir program çıkaramıyor, Program ve Tüzükler birbirinin kopyası, orijinalı da Bulgar polisinin “Simyonovo” akademisinde yazılmış. Farklı fikirlerle ortaya çıkılsa mahkeme kabul etmez, “etnik” - bölücü, “İslamcı” - kökten dinci der ve partiyi kurdurmaz. Bir adam tırnak çakısı ile kurban kesemez. Bu partilerin hiç biriyle bir şey


Makale ve Analizler - 2016

109

olmaz, Bulgaristan tarlasına farklı tohum ekmeliyiz. Fakat buz bu defa DOST’a destek vermek istiyoruz. Soru: 7 Nazım Çavuş - Bulgaristan’da Dernekler var mı ve çalışmaları nasıl? Yanıt: 7 Var tabii, Bulgaristan’da da dernekler var, dernek çalışmaları derneği var. Şimdi bugünen faal derneklerimizin Kırcaali “Kadriye Lativova”; Şumen “Nazım Hikmet”, kültür derneği, Öğretmenler derneği ve Türün Üreticiler vb dernekler olduğuna işaret edebilirim. Tarihi üzerinde durmamız gereken dernekler arasında “Turan” derneği başta gelir. Dedelerimiz dünyadaki bütün Türkleri birleştirerek Turan devleti kuymayı da amaçlamışlar. Türklerin Orta Asya’daki en eski yurdunu özlemiş olacaklar. Turancılık, bizim orada Pantürkizim olarak genişmiştir. Osmanlı devletinin son yıllarında çıkmış ve dedelerimiz Türk kimliğimizi ararken Turancılığa da bel bağlamışlardır. Bir ideoloji ve eylemdir. Geniş bir konudur. Bulgaristan’daki dernekçiliğe bir özel seminer ayırabiliriz. O zaman daha geniş kojnhuşuruz. Soru 8: Hakan Özdeş - Bulgaristan’da Türk partilerinin başkanları neden hep istihbaratçılardan Cevap: 8 Bulgaristan’daki Türk partilerinin hepsinin kökleri komünist totaliter döneme “soya dönüş” mezalimine, 1989 Mayıs direnişlerine ve halk hareketimize dayanır. Bir defa 12 bin mahpusçumuz ve binlerce sürgünümüz var. Bulgaristan’da sürgünden ve ceza evinden çıkarken imzalattırılan evraklardan da bir kişinin milis, gizli polis, jandarma, askeri istihbarat, gönüllü müfreze ve sistemine bağlanmış olduğu ortadadır. Örneğin doktorların hepsi yeminli subaydır. Osman Oktay, Kasım Dal, Güner Tahir ve daha birçok Türk genç askerliğini motorize birliklerde şoför olarak yapmışlar ve yeminlidirler ve saire vs. Bunun için birçok kişinin akan dosyası onun bilgisi dışında da hazırlanmıştır. Şimdi Sofya Mahkemesi’nde Mihaylov adında bir Bulgar “ben ajan değildim” davası görülüyor. Dosyası Belene’de hazırlanmış, dava bitirilemiyor, çünkü olay 55 yıl öncesinden. Dosya şimdi ak gün görmüş ve adam dava açılmış. HÖH kurucularından 12’si ajanmış. Ben “Belenecilerin” hepsinin dosyası olduğuna ve en önemli ajanların dosyalarının saklandığına inanıyorum. Örneğin en önemli gizli polis olan VI. Şubenin ajan dosyaları açıklanmadı. Mecliste 86 ajan olduğu açıklandı, fakat ben Türk milletvekillerinin hepsinin hafiyeliğinden şüphe ediyorum. Onun için ajan olmayan bir kişinin Bulgaristan’da parti kurmasının bir “şans” eseri olduğuna inan istiyorum. Biz bu yüzden totaliter devlet yapısının anayasa ve yasalarla birlikte kökten değiştirilmesinde direniyoruz. “Beni ısırmayan ajan bin yaşasın” demek istiyorum ama üzerime güleceğinizi biliyorum.


110

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Seçim Kapısı Aralanıyor

Dr. Mustafa Kahraman-13.Mayıs.2016

Kısmen de olsa rüzgar değişiyor. Bulgar siyaset çevrelerini kilitleyen ana konu şudur: “Doğan sarayda viski çekerken, DOST partisinin kaydı engelleyip geciktirirken, bu kararın çıkmasını Ekimde yapılacak seçimlere kadar erteletip yeni umudun seçime katılma yolunu kese bilir mi?” 2 levaya 2 günde şirket kuran Bulgar mahkemesi, DOST partisinin evraklarını görünce, 10 Bulgaristan Türk, Pomak, Roman ve Bulgar’ın yeni bir siyası parti istediğini görünce irkildi ve kapılar kapandı. Soru: Bulgaristan’da neden kimse yenilik, yenileşme, işlerin düzelmesini istemiyor? Bu sorunun cevabında herkes kendini görüyor. Avrupa Konseyi’nin “faşist” parti olarak nitelediği ve 28 ülkeye yazılı ve sözlü olarak duyurduğu Ataka, Makedon İç Devrim Teşkilatı (VMRO) ve “Yurtsever Cephe” (PF) “yenilenme” dendiğinde hemen 1942 yılını hayal ediyorlar. O yıl III. Boris’in faşist monarşi yönetimi “Ulusu Koruma Kanunu” adlı faşist bir yasa çıkarmıştı. Zorbacı yönetimin polis ve jandarması köyde şehirde, dağda bayırda kasıp kavuruyor, halka kan kusturuyordu. Bir yandan 1923’te başlayan “göç yoluyla” Türklerden arın da gece gündüz devam ederken, Makedonya ve işgal edilen Makedonya ve Batı Trakya’dan toplanan Yahudiler hayvan vagonlarına doldurulup Polonya ve diğer Orta Avrupa ülkelerindeki bacaları durmadan tüten “gaz kamaralı” toplama kamplarına sürülüyor, Bulgaristan’dan toplananlar ise ya “çakıl kırmaya” ya da Polovdiv (Filibe) merkezindeki “Mezar Kapısı” adlı kampa tıkılıyordu. 1942 - 43 Bulgar faşizminin bayram ettiği yıllardı. Öldürülen ve sürülen vatandaşların sayısı hep gizli kaldı. Çingene nüfusa da göz diken Naziler bizde de büyük sıkıntı yaşattı. 1944’ten sonra kabul edilen 2. Bulgar Anayasasında faşist örgüt kurma, faşist propaganda yapma, faşizmi yaşatma özel maddelerde yasaklandı. Bu ruh 1992’de kabul edilen 3. Anayasa’da da korunsa da, bugün artık ülkemizde faşizmin eşek dikenlerinin boy attığını ve 2 siyasi parti şeklinde meclise girebildikle-


Makale ve Analizler - 2016

111

rini ve hatta Boyko Borisov hükumetine “akıl hocalığı” yaptıklarını görebiliyoruz. hele 2015’ten sonra olaylar öyle geliştiği ki, faşizan siyasi parti “Yurtsever cephe” (PF) Makedon İç Devrim Teşkilatı (VMRO) örgütünü de bünyesine alarak hükumete “koltuk değneği” oldu. İşin en kötüsü de Türk ve İslam düşmanı “Skat” TV sahibi de olan Valeri Simyonov yönetimindeki bu parti mecliste yasama inisyatifini ele geçirerek, “Seçim Yasası Değişikliği” önerecek kadar ileri gitti. Bu yasada, Avrupa Birliği üyesi olmayan Birleşik Amerika, Kanada, Türkiye ve başka ülkelerde çalışan, okuyan, hatta iş kurmuş oralarda yerleşmiş, aile kurmuş Bulgaristan vatandaşlarının seçme ve seçilme hakkı, daha açık söylendiğinde, en doğan vatandaşlık ve insan hakkı ellerinden alınmak isteniyor. Türkiye’de oy kullanma hakkı olan 710 bin Bulgaristan ve Avrupa Birliği pasaportlu soydaş ikamet ederken, bunların sayısı Birleşik Amerika’da 155 bin, Kanada’da ise 210 bindir ve onların büyük bölümü de Türk Müslüman’dır. Bu yasaya göre, art arda 2 defa genel meclis seçimine ve Cumhurbaşkanı seçimine katılamayan soydaşlarımız seçim listelerinden silinecek ve vatandaşlıktan çıkarılmaları işlemi başlatılacaktır. Üstüne üstelik, bu yeni yasa değişikliğinde, AB üyesi olmayan dış ülkelerdeki (Türkiye’deki) seçime katılma özgürlüğü de şu şekilde baltalanmak isteniyor. Büyük Elçilik ve Konsolosluklar dışındaki seçim büroları kaldırılacak, oy kullanmak isteyen soydaş İstanbul, Ankara, Edirne ve Bursa konsolosluklarına yığılacak ve oyunu kim kullanabilirse kullanacak, kullanamayanlarsa acaba kırmızı pasaportumu ve Bulgar kimliğimi ne zaman elimden alacaklar diye kara kara düşünmeye başlamak zorunda kalacaklar. Bazılarımızın oradan aldığımız emekli maaşları kesilecek, içinde yaşamasak da 26 yıldan beri vergisini ödediğimiz oradaki ev ve taşınmazlarımız da giderek gasp edilecektir. “Faşist” kafaların bu istekleri Bulgar meclisimden geçse de, bu defa Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev olaya çok ciddi baktı ve “Seçim Yasası Değişikleri”ne veto koydu, yani “bu iş böyle olmaz bir daha bakın” kaydıyla meclise geri çevirdi. Bu gelişmeler, önce Başbakan Boyko Borisov’un uykusunu kaçırdı. Çünkü bu yasa değişikliği GERB partisinin de oylarıyla kabul edilmişti. Eski Cumhurbaşkanı Georgi Parvanov, yönettiği “ABV” partisini hükümet temsil eden Emek ve Sosyal İşleri Bakanı Kalfin’i kabineden çekti bakanlar kuruluna meclis desteğini de kaldırdı. Bu yasa tamamen Türk düşmanı bir nitelik taşıdığından dolayı, 5 partili bir ortaklık olan ve hükümeti destekleyen Reformcu Blok’un (RB) üyesi Korman


112

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İsmailov ve Kasım Dal’ın “Demokratik Özgürlük ve Şeref Partisi”nin de muhalefete katılması bekleniyor. Aynı blok içinde en güçlü durumdaki Güçlü Bulgaristan Hareketi (DSB) Başkanı Radan Kınev artık kabineye destek vermiyor. Erken seçim kararı alınması beklenen şu günlerde Reformcu Blok’un kararı sonuç belirleyici önem taşıyor. Erken genel seçimlerin muhtemelen Ekim 2016’da yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimiyle birlikte, aynı gün yapılmasını öngörenler anket sonuçlarında, DOST partisi tescil kararının henüz çıkmamış olması sonuçlarda kesin olmayan bir ikircimlilik durum doğuruyor. Durum şöyle açıklanabilir. 26 Yıldan beri Bulgaristan’da Cumhurbaşkanı seçimleri ikinci turunda sonuç belirleyen güç hep Türkler oldu. HÖH’ün önerilerine kulak vererek, demokratik cepheden Jelü Jelev’i, Demokratik Güçler’den Petar Stoyanov’u, sol-Rusçu cepheden Georgi Pırvanov’u ve ardından Avrupa Atlantik ruhlu demokrat, NATO üyeliğini savunan Rosen Plevneliev’i Cumhurbaşkanlı koltuğuna oturttular. Sağdan sola yani uçtan uça değişen bu yelpazeyi belirleyen bir Bulgar polisi ve Moskof ajanı olan Ahmet Doğan’dı. Bulgaristanlı Türklerin siyasi olarak sıfırlandığını gösteren ve basında kendilerine “siyasi köleler” denmesine neden olan bu gerçekliğin aslında kitlemiz tarafından kabul edilmediği hemen ortaya çıktı. 4 yıl önce Cumhurbaşkanı seçimlerine kendi adayını gösteren İstanbul merkezli BULTÜRK -Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği ilk hamlede 50 bin oy aldı. Bu girişimi yöneten BULTÜRK Genel Başkanı Rafet Ulutürk Ekim 2016’da yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde bir Türk Cumhurbaşkanı ve bir Pomak Cumhurbaşkanı Adayı ile yarışa katılmaya hazırlanıyor. Bulgaristan siyasetinde önemli bir faktör olduğu asla reddedilemeyen 1 milyon 500 binlik Türk nüfus ve Türkiye’de yaşayan 710 bin Bulgaristanlı seçmenin bu seçimde kendi adaylarıyla yarışma kararlılığı büyük bir heyecan ve beklenti uyandırıyor. Kiminle konuşsak, kiminle görüşsek seçimlere katılma azminin her zamankinden daha büyük olduğu ve hiç bir soydaşımızın HÖH partisinden gelen emirlere uymama kararlılığı dikkati çekiyor. Kirkovo (kızılağaç) belediyesi Podkova (Balabanlar) “Yedi Kızlar” camiindeki mevlitten sonra, bölge temsilcileriyle DOST yönetimi arasında yapılan toplantıda, DOST yöneticilerinin parti toplantılarında Türk dilinde konuşulması geleneğimize dönmesi ve hele de Başkan Yardımcısı Mehmet Hocov’un “HÖH partisinin zamanı doldu!” demesi alkışla ve coşkuyla karşılandı. Yeni gelişmeleri Genel Başkan Lütfü Mesyan’ın bTV Bulgar televizyonunda sunucu Hekimiyan ile yaptığı söyleşi tamamladı. Bu sunumunda Lütfü Mestan DOST partisinin HÖH partisinden tamamen koptuğunu ve “Bulgar faşistlerine” karşı sert ve kesin bir tutum içinde olduğunu ulusa duyurdu. Bu iki olaydan sonra, DOST partisinin halktan yana doğru


Makale ve Analizler - 2016

113

çizgi tutacağına ve Türk ve Müslüman kimliğimize ve manevi alanda sıfırlanan haklarımıza kesin dönme ve bu uğurda direnme çizgisini kararlılıkla sürdürenlere öncülük etmeye hazır olduğunu halka duyurmuş oldu. Yeni çizginin çok geniş bir propaganda etkinliği ile halka indirilmesi gerekiyor. Bulgar kamuoyuna yönelik de özel çalışmalara başlanması zamanı gelmiştir. Çeyrek asır uyuklamaktan sonra kendimize dönerek gerçekliklerimizi en iyi bir şekilde ve en anlaşılır ve yumuşak bir dille ortaya dökmeliyiz. Bulgarlar anadilimizde ve İslam’da zehir olmadığına inanmalıdır. Dileğimiz, 1989 Mayısında kurabildiğimiz birlik ve beraberliğimize yeniden dönebilmektir. O zaman da radyomuz, gazetemiz yoktu ama bütün radyolar bizi konuşuyor basın bizi yazıyordu. Uluslararası konferanslarda gündem olmayı başarmıştık. Değişen hiç bir şey olmadı. Değiştiyse yalnız yalancıların başı Ahmet Doğan değişti. Halkın önderiyim diye böbürlenirken, artık yalnız 3 kişiyle görüşebildiği basına düştü. Kimsenin derdini dinlemez, hiçbir şeye derman olamaz duruma düşmüş. Ruhsal hastalıklar uzmanları, Sofya “4. kilometre” deliler merkezinden “Boyana Sarayına” yol yapmaya başlamışlar. En büyük profesörün paylaştığına göre “bir hastalığın nedeni tespit edilmeden teçhiz koyulamadığı gibi ilaç da yazılamıyormuş.” Ahmet Doğan’ın deliliğinin viskiden mi yoksa ihanetten mi geldiği konusunda doktor heyeti henüz son sözünü söylememiş. Bu arada başka bir yalan daha ortaya çıktı. Bizim Türkler Ahmet Doğan’ı artık defterden ve hafızalarından tamamen silmişler, ondan bir şey bekleyen yok. HÖH kapısı kapanmış... Bulgaristan Türkleri, Türkiye, Avrupa Birliği, Birleşik Amerika ve Kanada’daki soydaşlarımız, kardeşlerimiz yakın ve akrabalarımızdan istediğimiz bir şey var. Şimdiye kadar neyse ne, sizden bir şey istemiş olsak da, fazla ısrar etmedik, üstelemedik, tepeniz binmedik. Ama gördüğünüz gibi, vatanımızda olaylar faşist renkler almaya başladı. Bu çöpün, yani faşizm dikenlerinin ve pişman ruhlularını çöp tenekesine yeniden atmamız gerekecek. Bu iş dayakla, küfür etmekle, meclis kürsüsünde ter ve kin dökmekle vb olacak bir iş değil. Faşizm ayrık otu gibidir. Yoksullaşan her toplumda umut gibi belirip emekçi halkı ezer, dil ve din azınlıklara kan kusturur. Dünya faşizmi yeneli 71 yıl oldu, ama anlaşılan Almanya’da “Pegida” hareketinde, Avusturya’da ve bizde Ataka, VMRO ve “PF” gibi siyasi çöplük kırıntılarında filizlenme ortamı buldu. Meclise girdi, hükümete “koltuk değneği” oldu ve yasa değişikliği dayatmaya başladı. Hedefinde olan biz Türkleriz, dilimiz, dinimiz ve vatanımızda var olmamızdır. Bu yol kesilmelidir. Bu savaşımda DOST partisinin mücadele bayrağı yükseltmesi örgütleyici ve yüreklendiricidir. Yolumuz doğru yoldur.


114

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

STK’lar bu yolda birleşmek zorundadırlar. Parçalanma, dağılma, didişme ve küskünlüklere son vermek zorundayız. Beklenen gün gelmiştir. Gün bu gündür.

Politika Yeniden Mayalanıyor - 1

Dr. Mustafa Kahraman-14.Mayıs.2016

Konu:Cumhurbaşkanı Adaylarını Tanıyalım Bulgaristan Başbakanı Borisov’un İngiltere ziyaretinde Başbakanı Kameran ile görüşmesinden sonra düzenlediği basın toplantısını izledim. Onu dinlerken aklıma bizim boz inek geldi. Bazen öfkeyle başını sallar, sağ sola çevirir, bazen de boynunu ileri uzatıp acı acı böğürürdü. Borisov da, yönettiği kabineden ayrılan solcu - Putinci ABV partisine çattıktan ve birkaç söz de Cumhurbaşkanı olarak Rosen Plevneliev’in 5 yıllık ikinci süre için yeniden seçilmesi önerisinde bulunan Roformcu Blok (RB) içindeki en etkili siyasi güç - Güçlü Bulgaristan Hareketi (DSB) lideri Kınev’i de eleştirdikten sonra “Kafamı attırmayın Cumhurbaşkanı olurum!” dedi. Bu sözlerin Londra’daki istişareler neticesinde söylenmiş olması çok anlamlıdır. Aslında akşam söylediği sabah tutmayan, sabır tası çoktan taşmış olan Borisov’un Nisan ayında vurguladığı “GERB partisi Cumhurbaşkanı adayı göstermeyecek” sözleri henüz unutulmadı ve en büyük, en nüfuslu ve etkili siyasi oluşum olan GERB partisi bugüne kadar resmen Cumhurbaşkanı adayı göstermedi. Rosen Plevneliev Birinci Borisov hükumetinde Bölgesel Kalkınma Bakanıydı ve adaylığı parti ve Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH - DPS tarafından ikinci turda desteklenmişti. Arkada kalan ve Nisan 2016’da dolan 5 yıl Bulgaristan’ın Avrupa ve Atlantik konumlarında yer yapıp güçlenmesi, daha bağımsız bir siyaset izlemesi, saldırgan dış siyaset izleyen Rutin’den uzak durma bakımından olumlu adımlar attı. Ekim ayı sonunda yapılacak yeni seçimlere giderken Plevneliev Rusya’nın Bulgaristan’a karşı siber saldırılarını kınamaya devam ediyor. NATO ve Birleşik Amerika silahlı güçlerinin muhtemel bir Rusya saldırına karşı ülkemize daha güçlü üslenmesine ve son dönemde Karadeniz’in


Makale ve Analizler - 2016

115

Rus gölü olmasını engellemek için Türkiye, Romanya ve Ukrayna ile ortak bir deniz filosu oluşturma çabalarına da kanat açıyor. 2012’de Türklerin de oylarıyla seçilen Cumhurbaşkanı Plevneliev’in, hükumetin sözleşmeli ortağı olmasa da yıl başından beri fazlasıyla aktifleşen ve hatta belirli konularda inisiyatifi ele geçirip hükumeti aşırı sağ, ırkçılık hedefleyen girişimlerde ırgalamayı da başaran, sözde “Yurtsever Cephe” (PF) partisinin hazırladığı ve Sofya Meclisi’nden geçen “Seçim Yasası Değişikliklerini” veto etmesinden sonra, Plevneliev Bulgar Ulusal TV “Panorama” programına çıkarak şöyle dedi: “Bulunduğum önerilerin mecliste onaylanması, dünyanın neresinde bulunurlarsa bulunsunlar Bulgaristan vatandaşlarına oy kullanma olanağı sağlayacaktır.” Konuşmasına devamla, “Bu değişiklerle Bulgar vatandaşlarının kısıtlanması tamamen önlenecektir!” diye vurguladı. Plevneliev, “Anayasamıza göre, Bulgaristan Cumhurbaşkanı’nın bağımsız ve tüm siyasi partilerden aynı mesafede bulunması gerektiğini” sözlerden “İkinci süre adaylımla ilgili kararımı 30 Haziranda açıklayacağım, partiler üstü, vicdanıma göre ve yasal hareket ediyorum” vurgulaması yaptı. Şu dönemde Bulgaristan’da çözüm bekleyen en önemli sorunlar hangileridir? sorusuna da Cumhurbaşkanı şu cevabı verdi: “Hukuk reformu yapılıp adalet sağlama yollarının açılması; rüşvetçiliğe karşı yasalar çıkarılması ve Seçim Yasası”. Plevneliev, Bulgaristan’ın zor bir dönemde bulunduğuna işaretle, halkın boş vaatler ve kampanya beklemediğini,, siyasetçilerden sorunları çözmelerini beklediğini, belirtti. Cumhurbaşkanı konuşmasını şu sözlerle bitirdi: “Cumhurbaşkanının bağımsız olduğunu; Cumhurbaşkanının kulis oyunlarına asla katılmadığını; Cumhurbaşkanının Avrupa ve Atlantik konumlarından taviz vermediğini; Cumhurbaşkanının kesin delillere dayanarak veto koyduğunu; Cumhurbaşkanının devlette olup biten ve ilerleme ve yükselişe götüren, en küçük şeyle ilgili bile namuslu, şerefli ve dikkatli davrandığını halkımızın bilmesini isterim!” *** Bu arada yaklaşan Cumhurbaşkanı seçimleriyle ilgili 3 aday yükseldi. Bunlardan birisi Akademik Vodeniçarov, Bulgar Bilimler Akademisi Başkanlığından ayrılarak Cumhurbaşkanı adaylığını bir yıl önceden yani daha 2015’in Ekim ayında açıkladı. Akad. Vodeniçarov, Bulgar Çarı III. Boris zamanından


116

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

kalma, Nazi Almanya’sı fikir akımlarıyla bağlı, sağcı bir siyaset adamı olarak bilinir. Onun yönettiği bilimsel çalışma grupları Bulgar milliyetçiliğini çok ciltlik eserlerde toplayarak yayarken, sözde yurtseverlerin, Türk ve İslam düşmanlarının Valeri Simyonov başkanlığındaki (PF) partisi kuruldu. Şiddetli anti-Türk ve anti-İslam siyasi propagandasından ödün vermeyen Skat TV yayınları örgütlendi ve düşmanlık kusmaya devam ediyor. Bu akım (PF) partisinin ırkçılığa tırmanan milliyetçiliğini Borisov’un İkinci Kabinesine taşıdı ve hatta bakanlar kurulunda Türkiye’deki soydaşlarımızın seçime katılmasını önlemek ve 2 defa oy kullanmayanların seçim listelerinden çıkarılıp, vatandaşlıktan silinmesi işlemlerini başlatmak ve onların Bulgaristan’dan aldıkları emekli maaşlarının ve özürlülerin sosyal yardımlarının üstüne oturmak için yasa önerileri hazırlıyor ve GERB partisine de baskı yapıyorlar. Yapacak olduğumuz propaganda çalışmaların Bulgar milliyetçi-ırkçı, Türk ve İslam düşmanı, Türkiye hasımı güçlerin iç yüzünü sert eleştiriye tutmalıyız. Son Cumhurbaşkanı seçimlerinde Bulgar sağ cephesinin en aşırı milliyetçi ve Türk aleyhtarı adayı olan Skat TV’den Solakov ancak % 2 oy alabilmişti. *** (ABV) adıyla bilinen ve geçen hafta hükumetteki tek bakanı olan Kalfin’i görevden alıp kabineden ayrılan Bulgaristan için yeni alternatif partisinin Veliko Tırnovo il örgütü 2002 - 2012 arası 2 dönem Cumhurbaşkanı olan Georgi Pırvanov’u yeniden aday gösterdi. Oysa 2012 seçimlerinde Kalfin Sosyalist partinin Cumhurbaşkanı adayı idi ve şimdi de sol cepheden onun yükseltileceği konuşuluyordu. Bildiğimiz kadarıyla 3. defa aday olmaya (Georgi Pırvanov) halen bazı yasal engeller var. Pırvanov, 1990 öncesi komünist partisinin konservatif (katı) kanadından olup, “Gotse” ismiyle siyasi polise Makedon’ya konusunda ajanlık yapmış, 1990’da aşırı sağ ve Türk düşmanı sloganlarıyla ün yapan “Bulgaristan Emek Partisi” kurucusu olup, daha sonra isim değiştiren sosyalist partiye geçerek, BKP varisi olarak Cumhurbaşkanlığı adaylığına yükseldiğinde, HÖH diretmelerine uyan Türkiye Cumhuriyetindeki soydaşlarımızın ve Bulgaristan’daki kardeşlerimizin oylarıyla ikinci turda seçilmişti. Moskova uşaklığı yapmış ve Boyko Porisov’un politik yükselme raylarına çekilmesinde belirleyici rol oynamıştır. Şu da var tabii, Bulgaristan 2004’te Türkiye’nin yardımlarıyla NATO’ya ve 2007’de Avrupa Birliği’ne G. Pırvanov’un Cumhurbaşkanlığı döneminde girmiştir. Memleketimizde totaliter komünist kırıntıların toplumumuzun dört bir yanında yaşamasında Pırvanov’un Putinci siyasetinin rolü büyüktür. ABV parti heyeti HÖH’ün 24 Nisan’da yapılan 9. kurultayına delege gönderdi. ***


Makale ve Analizler - 2016

117

Dikkati çeken üçüncü aday “21. yüzyıl” partisinin Mayıs başında yapılan kurultayında belirdi. Parti başkanı seçilen, sosyalist parti eski milletvekili, meslekten bir savcı olan Tatyana Donçeva, aynjı zamanda partinin, “Cumhuriyet” hareketinin ve demokratik sol güçlerin adayı oldu. Kurultaya katılan irili ufaklı 12 sol kanat parti ve örgüt temsilcisi Donçeva’nın adaylığına “Evet” dedi. Bu güçler arasında “Cumhuriyet” hareketi önem kazanmaya başlıyor. Bu güçlerin savunduğu ana fikirde 1878’den önce Osmanlı devletinin bağrından bağımsız, egemen ve kutsal bir Bulgaristan çıkarma fikrine dönüş var. Onların itiraflarında kötülükler dış güçler tarafından telkin ediliyor.

Ben Bu Yerde Yaşamadım!

Neriman Eralp Kalyoncuoğlu-15.Mayıs.2016

Konu: Yaşlığıma Doyamadım! Kırımlı kızımız Camala Avrupa Evrovizyon Yarışması 2016’da Cumartesi gecesi “Adalet Volkanı” patlattı. “1944” şarkısıyla eski kıtayı ayağı kaldıran güzel sanatçı, Stalin kasabının 1944’te Kırım Tatarlarını yerinden yurdundan kovmasıyla yaşanan insanlık tarihinin en büyük trajedilerinden birini 72 yıl sonra tün yayaya bir daha duyurdu. Genç neslin Birincilik Ödülüne Laik Gördüğü bu muhteşem eser aynı zamanda 2014 yılı Martında Kırım Tatar Müslümanlarının Anavatanı - Kırım Yarımadasının Putin militaristleri tarafından ilhak edilmesine, Rusya Federasyonu’na katılmasına karşı da son derece sert bir tepkidir. Kırım, Türk Dünyasının güzeller güleli diyarı, Karadeniz incisidir. Yaşlılığıma doyamadım Ben bu yerde yaşamadım Şarkı, Avrupa halklarını Moskova’nın askeri güce dayanarak Kırım’da, Doğu Ukrayna, Abhazya ve Kuzey Osetya’da ilhak siyaseti uygulamasını lanetledi. Trajik bir olayı - Kırım Tatarlarının katledilmesini, topraklarından kovulmasını İngilizce ve Türkçe olarak yaşatan bu eser aktüel anlam yüklüdür. Stokhol’de volkan gibi patlayan 1944 Kırım gerçeği, 72 yıl sonra aynı saldırgan militarist güçlerin bu defa da daha modern ve yıkıcı silahlarıyla Suriye’de binlerce insanı evinden barkından ettiğini canlandırdı. Suriye’de anaokullarını, ilk okulları, hastaneleri ve yaşlı evlerini bombalayan Rus askeri uçaklarının barbarlığı en sert bir


118

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

şekilde kınanıp lanetlendiği gibi, halklara barış, sığınmacılarla dayanışma çağrısı oldu. Şarkı Türkiye ve Avrupa’daki sığınmacı çadırlarının hepsinde izlendi ve dinlendi. Bugün artık “Yaşlılığıma doyamadım, Ben bu yerde yaşamadım” mazlumları birleştiren bir hit oldu. Camala büyük ölçüde Avrupa’da yaşayan ve çalışan Türklerin ve Müslümanların, Bulgaristan Türklerinin, Türkiye gençliğinin oylarıyla kazandı. Türk dünyasında böyle bir dayanışma daha önce görülmemişti. Bu başarı, birlik olunca dağları deviririz çağrımızdır. Türklük ve Müslümanlığın yeni büyük uyanışında parlak bir ufuk müjdeledi. Ben de Camala güzelimizi dinlerken çok eski bir öykü anımsadım. Anlatsam, ham beyinleri olgunlaştırır, dedim. İnsanların ne zaman ne neden ders alacağı belli olmaz. Hep umutla yaşıyoruz. Öykü şöyle: Üsküp’e uğramış olanlar bilir. Şehri ikiye bölen Vardar ırmağının sol yakasındaki büyükçe meydanda en heybetli heykel at üstünde Aleksandır Makedonski/Bütük İskender heykelidir. İskender Makedonya imparatoruyken, M.Ö. 331’de dünyada en büyük olan Pers İmparatorluğuyla savaştıktan sonra emrindeki kalabalık askerlerle Orta Doğu ülkelerinden birine girdiği zaman, ölen yakınlarının mezarlarını kapılarının önüne yapmış bir grup insanla karşılaşır. Bu kavmin başkanlarını çağırtır ve kendisine mezarlarını neden bu şekilde yaptıklarını sorar. Başkan, “Halk evine girip çıktıkça mezarlarını görüp ölümü, katliamları unutmuyor. Bu şekilde birbirine karşı haksızlık ve kötülük yapmıyorlar” diye cevap verir. Daya sonra kavminbaşkanı kendi konağından bir tepsi üzerinde çürümüş bir insan kafası getirir ve “Bu kafanın sahibi bizim önceki sahiplerimizden biriydi, halkına haksızlık ve zülüm yapardı. Sonunda bu şekle döndü ve cezasını çekmektedir. Benim hizmetimde bulunanlar zaman zaman bana bu kafayı tepsi içinde getirir ve gösterirler. Bu sayede ben de dünya hırsından ve halkla hırsızlık yapmaktan geri dururum. Daha mütevazi olurum” der. İmparator İskender’in bu fikir çok hoşuna gider ve bu şahsa müşavirlik teklif eder. Öykü, Kırım’da 1944 soy kırım kahramanlarının aziz hatıralarının hayatta çağırdı ve Camala’nın en kötü anıları bütün dünyaya bir daha yaşatırken katil Stalin’i lanetledi. Katiller mezarda huzur bulamaz. Stalin de mezarından 3 kez çıkarıldı, yeri değiştirildi ama ruhu Kırım katliamını asla af etmediği için, debelenip duruyor.


Makale ve Analizler - 2016

119

Zamanımızdan hemen hemen 2330 yıl önce yaşanan bu olaydan çıkaracağımız ders şudur: İnsanlar yaşadıkça hiç bir şey unutulmaz. Büyük İskender’den sonra Yakın Doğu’da 200 Elen kültür şehri kuruldu ve Anıtlarından en büyü de Üsküp Meydanını süslüyor. Kırım Katliamı anıtını Camala 14 Mayıs 2016/Cumartesi gecesi Stokholm’da dikti. En yakın zamanda Kırım Başkenti Akmecit’te de dikileceğine inanıyorum. Bulgaristan Türklerinin 27 yıl önce yaşadığı “Büyük Göç” trajedisinin anıtı da dikilemedi, ama mutlaka dikilecektir, çünkü analarımız ve babalarımız ata ocağımızda yaşlılığını yaşayamadı, yaşlılığına doyamadı! Adaletin yaşı yoktur.

Beni Rahat Bırakmayan Fikirler

Osman Bülbül-15.Mayıs.2016

Konu: Ezilmişliğimiz ve “Büyük Göç” bilgelik hazinesi olamadı. “Soya Dönüş” saçmalığından, sürgünlerden, toplama kampları ve hapishane çilesinden sonra aramızdan farklı, daha yüksek ruhlu, mert, yılmaz, asla teslim olmaz insanlar çıkmasını beklemekte haklıydım. Ne var ki, bu beklediğimiz gibi olmadı. Bizim üzerinde dozu çok yüksek bir hipnotik etki yapılabildiğine de inanmıyorum. İçerdeyken biz olağanüstü sabır ve tahammül gücüne sahip olduğumuzu göstermeye gayret ettik. 1985-1989 zulüm dönemini anlatan birçok aydın arkadaşın Türkiye’ye kovulduklarında yazdıkları eseri okudum. Bu yazılı anlatımın içinde açılmamış gerçeklik kuruları olduğuna inanıyorum. Ben bu yazımı Viyana’da kaleme alıyorum. Cumartesi Pazar burada çıktığımız kahvelerde kendi aramızda kırdığımız cevizlerde ve gevelediğimiz konularda şimdi işaret etmek istediğim bir gerçek sırıtmaya başladı. Burada da olsa biz içini dökmeyenlerden korkuyoruz. Yazıp çizenler yalan yanlış kendini anlatıyor. Bildiklerini döküyor. Ahmet Şerif Şerefli’nin “Önce Düşünceler Kelepçelendi”, “Türk Doğduk Türk Öldük”, “Sen İstanbul’a Gelme” gibi eserlerini okuma fırsatım oldu. Torlak’ta (Hlebarovo) doğup büyüyen ve Bulgaristan Türk kimliğinin boy atmasıyla yetişen bu yazar ve şairimiz, hapishane zulmüne rağmen ahlak ve ruh çöküntüsü yaşamadan örnek olmayı başarmış bir kardeşimizdir. Türklük açısından sönüp solan hayatın bir bahar gibi yeniden ve yeniden yeşerip açacağına inan-


120

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

dığı için yapıtları aranır ve okunur. Çünkü bir okuyucunun bir eserde aradığı yeni umuttur. Halkın yanında ve içinde yetişen bizim kuşak aydınların, yaradılışımızda iyilik, merhamet ve inanmak olduğundan ve o da bizlerden biri olduğu için, biz gibi o da defalarca aldatılmış, ay ışığında şakıyan Deliorman mısır koçanlarının her birinin içi yüzde yüz kaliteli olduğuna inandığı için, güveleri görememiş, kendisini hapse attıran hainleri fark edememiştir. Örneğin, Sofya’da yıllarca dostluk ettiği, evine gittiği, dert paylaştığı muhbirlerden biri olan Ahmet Doğan’ın içini okuyamamıştır. Durum böyle olunca, yanlış fikirler Bursa’da 6 ayda kaleme aldığı “Türk Doğduk, Türk Öldük” eseriyle de hem soydaşlarımızı, hem Ankara’yı, hem de Bulgaristan’daki kardeşlerimizin ruhuna istemese de, bilinçsiz de olsa zehir akıtmıştır. Bu zehrin dozunu arttıransa, onu zikrederek yeni kalın eserler yazan Prof. İbrahim Tatarlı 26 yıldan beri kalkmayan sis perdesini daha da kalınlaştırmış ve göz gözü görmez duruma gelmesine katkı vermiştir. Fakat burada beni yakından ilgilendiren başka bir olay var. Öncelikle hapisten çıkanların tutumu aklımdan çıkmıyor. Onların, aynı zulmü gördükleri, aynı ayrılığı yaşadıkları, aynı çilede ezildikleri için ortak hususiyetleri olması gerekirdi. 1989 Mayısından Aralığına kadar zindan kapıları sonuna kadar açılırken, sürgünden salıverilenler de bu kalabalığa dahil, hepsinin gözleri dışarıda, kaçıp kurtulmada, def olup gitme noktasında kolaylıkla buluşuyordu. Oysa bu kahramanlarımız, Türklük davamızda, adalet, hak ve özgürlükler uğruna, demokratik ve azınlık haklarını tanıyan bir toplum için, totalitarizme, baskı ve teröre, Todor Jivkov katiline karşı kavgamızda aydın, öncü, en yürekli entelektüel kadrolarımız, umudumuzdu. Ne oldu da, ellerindeki çapalarla, satır ve tırpanla tankları durduran Türk kişiliği birden bire değişti. 100 yıllık bir davanın doruğu olan Mayıs 1989 Ayaklanmamızın ateşi nasıl oldu da ansızın söndü, közleri yeni kıvılcım vermez oldu. 44 adet gizli direniş örgütünün başkan ve yardımcıları içerdeydi. Onlardan her biri günde dava uğruna 10 söz etse 440 söz eder, bir ayda bu 13 bin 200 sözdür. İçerde kalma süresi ortalama 2 yıl 2 ay olarak hesaplandığında 343 bin 200 yani kalın bir kitaptır. Öyle ama anlatılan, azılıp okunan bu kitap bizimkileri daha da yüreklendirmediği gibi, birbirlerine kenetlenme işinde de işe yaramamıştır. Onlar arasında, şair Nuri Adalı gibi 24 yıl içerde çürütülenlerden ayrıca söz etmek gerekir. Aklıma şöyle bir soru geliyor. Karanlık kendiliğinden insanı hain yapar mı. Yapmaması gerekir, çünkü içeri düşenlerimiz Türklük davası idealistleriydi. Kuşkusuz, onların bitirdiği Türklük akademisi, hayat Akademisiydi, yolu dikenli, cezbeden yanları ancak yürekte yaşar, kendisi ikna olmamış biri başkalarına hiç bir şey telkin edemez. Bizim davamız öyle derinlerden su alıyordu ki, türküleşseydi “karşında esirim” mısrasıyla başlardı. Cevap bekleyen soru şudur: Den-


Makale ve Analizler - 2016

121

gemiz (muvazene) ne zaman bozuldu? İçerde ne oldu da herkes portal kapıdan başı bükük çıktı. Sanki her birimiz kendimize mahsus benliği, direnişçi kimliğimizi yitirmiştik. Cevap ararken, içeride Türk milli birliğimizin bombalandığını, parçalandığını ve hurdaya atıldığını düşünüyorum. Hak ve Özgürlükler davamızda “ilk balta salanımız” olan Bulgaristan Türklerinin Milli Kurtuluş Hareketini daha 1986’da doğup büyüdüğü Dobruca köyündekitek katlı evinin samanlığında arkadaşlarıyla birlikte kuran ve sonra hareketi Ahmet Doğan’a devreden ve ikisi beraber Pazarcık Hapishanesinde yatan Necmettin Hak’ı Sofya’da “Grad Hotel Sofya” hotelinin ikinci katında yapılan DOST partisi kurucu inisiyatif toplantısında dinledim. Çok ateşli konuştu. Yaşına göre kıvılcımlar saçtı. Bulgar milliyetçiliğini tuzla buz etti. “Başlattığı davanın Ahmet Doğan tarafından satıldığını” söyledi. Konuşmacının davadan vazgeçmediği, yorulduğu zaman okuyarak dinlendiği, halkla ilişkisini koparmadığı belliydi. Evet o yılmamış, ama aldatılmış biriydi. Halkımız “Bir defa aldatılan bir daha aldatılır”, “Topal koyun ancak kasaphane yolu bilir” demez mi? Kuşkusuz, birkaç ay önce yapılan bu inisiyatif toplantısında, Necmettin Hak’ı dinlerken benim aklımda doğan fikir şu oldu: “İnsanın soyu bir, huyu bindir!” Biz hepimiz Türk Müslüman köklerinden gelsek de, 1985 mahpusçuluğundan sonra birbirimize kıymadan vazgeçmedik, olanlardan sanki kendimiz sulu ve sorumluymuşuz gibi davranıyoruz. Görüldüğü üzere bazılarımızdan idareci yaptılar. Ahmet Doğan lider oldu. O da içinde kötü huylarımızın bir çoğunu taşıdığını gizleyemedi. Anlaşılan Bulgar istihbaratı Rus KGB casusluk organında insanda 2 bin 216 iyi ve kötü huy olduğunu, bu toplamda 850 tanesinin iyi huy, ama 1.366 adet de kötü huy olduğunu öğrendikten sonra iyi huyları öldürme reçetisi de öğrenmiş ki, viski içire içire, kendisine çalışmadan para vere vere ruhunda iyilik adına ne varsa bire dek zehirledi ve çürük dış gibi söküp attı. Halkımız kötü huyluları tanır. Fakat halkla olan ilişkilerini koparan Doğan’ın adam kullanmayı seven, aç gölü, gösterişçi, afralı tafralı, ağız kafalı, ahlaksız, akidesi bozuk, akşamcı, alık salık, hava atan, Allahsız, alkolik, yolsuzluk yapmayı seven, sözünde durmayan, insanları aldatan, avantacı, aynasız, baldırı çıplak, basiretsiz, bozuk, başı dumanlı, başına buyruk vb. olduğunu hemen anlayamadı. Tuhaf olan, kendisine yıllar yılı inanan, akraba olduklarını saklamayan Necmettin Hak’ın Pazarcık hapishanesinde, hainlik kursu öğrencilerini tanıyamamış olması, dikkat çekicidir. Ateşli konuşmasına rağmen, nasıl tuzağa düşürüldüğünü, başımıza sarılan felaketleri 30 yıldan sonra anlatırken, hatta demokrasi kahramanı olarak devlet nişanı alırken, neden “iş böyleden böyledir” demedi. DOST partisinde ne gibi rol oynayabilir? DOST ateşi eski ıslak söğüt kü-


122

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

tükleriyle tutuşup alev alabilir mi? Herkes görüyor, dönem değişti, nesil değişti, 10 bin aydın Türkiye’ye ve Batı Avrupa ülkelerine kaçtı. İşte ben de burada bir emekli maaşı aldım ve sosyal zayıflar sürüsünde olsam da, devamlı yakınanlar arasında kendimi anlatamama derdinden erimektense, Viyana’da “Moca” kahvesi içip, bizim mor eriklerden yaptıkları “Strudel” dilimlerinden yerken kendimi avutuyorum. İyi ki Tv yayınları var ve dünya siyasetini yakından izleme fırsatı bulabiliyoruz. Türk kanaları devamlı izleniyor. Sözün özü, 1989’dan sonra dağılmamızın çok kötü olmasıdır. Viyana kenarında oturduğum mahalleden Bulgaristan’a akan Tuna ırmağına bakıyorum, bazen rüzgar suyun akışına ters esince, sanki vatanımdan, meyve bahçelerinden, tozlaşmaya hazırlanan buğday ovalarının mis koku getiriyor burnuma ya da bana öyle geliyor. Hapisten çıkınca hevesimiz neden kırıldı? Davayı elimizden nasıl oldu da kaçırabildik? Şimdi DOST partisi bu öz görevi gerçekten üstlenebilecek mi? Bu sorunlar üzerimde beni gece gündüz angaje eden, rahatsız eden düşüncelerimi siz kıymetli okurlarımla paylaşmak istiyorum. Vatanımız o kadar güzeldi ki, bir an olsun aklımdan çıkmıyor. Soruların sorusu ise şudur: Eğer davamızın bir bölümü ilham ve üç bölümü terse biz neyi kaybettik? Bu soruya yanıt bulmak için bazen köstebek olup çok derinlere girmek istiyorum. Sorunun cevabını bulabilmek için tilkinin peşinden koşan bir avcı gibi gece gündüz koşmak, çeşit çeşit çiçeklerden bal toplayan bir arı gibi bilgi toplamak ve hatta hiç acele etmeden bir karınca gibi bunları depolamak ve sonra olayların gerçek özünü görebilmek istiyorum. Davamız ortaktır.

Basiretli Olmak Zorundayız!

İbrahim Soytürk-16.Mayıs.2016

Konu: Çürük Tahtaya Basmayalım! Basiret eskiden bizde çok kullanılırdı. Son dönem yerini vizyon aldı. Basiret, gerçekleri yanılmadan görebilme niteliğiyken, vizyon bakış açısı olan şeklinde lügatte girdiğinden, uzağı görebilme, kavrama olarak da algılanır.


Makale ve Analizler - 2016

123

Şu dönemde Bulgaristan’ın da diğer Balkan ülkeleri gibi etnik bataklıkta bulunduğundan ve konumuzun da memleketimizdeki etnik partiler olduğu için gerçek durumu ve önümüzü yanılmadan, tuzağa düşmeden görebilmeliyiz. Konuya dikkatle yanaşmamın nedeni ise, Sofya Kültür Evinde kuruluş kurultayına katıldığım, 10 bin imzalı üye listelerinin de dilekçe, program ve tüzükle birlikte mahkemeye sunuluşundan bu yana haftalar geçmesine karşın, bir kayıt kararının çıkmaması ve artık ileri geri konuşmaların da başlamış olmasıdır. Söylentilerin ardında Demokrasi Sorumluluk Özgürlük ve Hoşgörü (DOST) partisini kıskanan koyu HÖH - DPS’ciler olduğunu bilsem de, kulak verdikçe endişeleniyorum. Daha 1990’da halkımızı aldatan bu gerçekleri göremez duruma düşmüşlerin alavere - dalavere çevirip DOST’un tescilini engelleme yolunda çalışmaları beni hiç de şaşırtmıyor. Şöyle bir geriye bakarsak, 2000 yılında yapılan Bulgaristan Türk Müslümanları Başmüftülük kurultay kararının Sofya Temiyiz Mahkemesinde onaylanması 10 yıldan uzun sürdü. Ahmet Doğan’ı 2013’te kurultay kürsüsünden indiren ve mahkemenin kendisini suçsuz bulduğu Oktay Yeni Mehmet önce aklanıp salıverildi. Daha sonra Ahmet Doğan ile sağ kolu Delyan Peevski’nin Başsavcılık ve mahkemelerde yarattığı karışıklık sonucu, oğlanın 20 yıl hapsi istendi ve 3 yıl içeri atıldı ve yatıyor. Geçen yıl Sofya Mahkemesi’nin bir Fransız şarap şirketinin bizdeki fabrikasını ve diğer taşınmazlarını bir Bulgar şirketine aktardı. Olaya Fransa Büyükelçisi de karışınca dava yeniden görüldü. En fazla dikkati çekense, 2014’te çöken (BTK) - Bulgar Ticaret ve Kooperatif Bankasında yargıç ve savcıların 500 (beş yüz) milyon leva parası olmasıdır ki, bu olay bütün kamuoyunu ve halkı düşündürdü. Bu arada, Başbakan Boyko Borisov Sofya Temyiz Mahkemesi oturumuna girdiğinde mahkeme başkanı Pavlov ve diğer yargıç ve savcıların ayağa kalkması da işlerin kimin kontrolünde olduğu konusunda herkesi düşündürmüştür. Ve şu yeni kurulan Demokrasi Sorumluluk Özgürlük ve Hoşgörü (DOST) partisinin tescili bu açıdan bende kuşku uyandırmaya başladı. *** 26 yıllık bir geçmişten çıkardığımız sonuçlar bize, Ahmet Doğan ve etrafına topladığı ve devletle yakın ilişkili birkaç kişinin DOST Genel Başkanı Lütfü Mestan’a ve yakın dava arkadaşları bir sürü kötülük yapmaya hazır olduğuna işaret ediyor. Türkleri uyutup Hak ve Özgürlük Hareketi’ni ele geçirelim hırsına


124

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

kapılan Doğan 10 bin aydın ve entelektüel arkadaşımızı Bulgaristan’dan kovdurmadı mı? Onlardan feraset, anlayış beklemek yanlış olur. Onların şimdi yakaladıkları fırsatı kaybettiğinde, bu fırsatın bir daha ele geçirilebilmesi tamamen imkansızdır. Bir defa, HÖH - DPS partisi zamanını doldurdu. İki, bu partinin Bulgaristan Müslüman Türkleri için yapacağı hiç bir şey kalmadı, 24 Nisanda Sofya’da toplanan HÖH - DPS kurultayında da görüldüğü üzere, devlet tarafından beslenen bu birkaç yüz kişilik ekip “Bulgar Ernik Modeli”nin da ileri gerçekleştirilmesinden yanadır yani ellerine geçirdikleri kuzu budunu kaçırmak istemiyorlar. Bu modelin bizim sonumuzu getireceğini görmeyen iki kişi kaldı, biri kör, öteki de akılsızdır. Körün kuyuya düşmesine şaşılmaz, ama biz “Bulgar Etnik Modeli” kuyusuna düşmek ve Türk olarak yok olmak istemiyoruz. Halkımız artık yolu gördü ve hiç kimseyi taklit etmesine gerek yoktur. Biz şimdi DOST partisi ile “Bulgar Etnik Modeli” tuzağından kurtulma fırsatı ele geçirmişken, çünkü Avrupa Birliği de geleceğin çok uluslu ve çok kültürlü bir dünyaya ait olacağını artık benimsemiş bulunuyor. DOST’un tescil edilmesi ve Ekimde yapılacak olağan Cumhurbaşkanlığı ve erken genel seçimlerde siyasi arenaya çıkması hepimiz için büyük bir başarı olur! “Sarayda” tuzak kurmuş ve ajanları köstebek gibi mahkeme salonlarında dolaşan Ahmet Doğan, DOST’u bitirmenin püf noktası, “partiyi kurdurmamak, mahkeme süresini yıllara yaymak ve hepsini usandırmaktır” demiş. Üstüne de “Böyle bir fırsat her zaman ele geçmez!” demiş. Anlaşılan “saraydan” görülen gelecekte, DOST kurulur ve halkı etrafına toplarsa “Bu, (DPS - HÖH) partisinin sonu olur!” öngörüsünde bulunabilmiş. Bu fırsatın elden kaçırılmaması konusunda, HÖH milletvekilleri grubu aynı görüşte değildir. Kırcaaliev gibi Kırcaali milletvekilleri bu gidişle bir daha meclis kapısından içeri giremeyeceklerini bildiklerinden, Doğan’ın sert davranmasından yana çıkarken, Gotse Delçev (Nevrekop) Gırmen, Banite, Razlog bölgelerinde ve Mesta (Karasu) boyu köylerde Pomaklar değişikliklerden yana çıkıyor. DOST yönetiminden milletvekili Hafızov’un Deliolman’ın bağımsız belediye başkanları ve muhtarlar tarafından yönetilen İsperih (Kemaller), Kubrat vb yörelerinde yaptığı ilk görüşmeler olumlu sonuç vermiştir. Haskovo’ya bağlı Stanbolovo (Paşa Köy) Türkleri de “Biz DOST’çuyuz!” demekte gecikmedi. Lütfü Mestan’ın da katıldığı “7 Kızlar Camii” mevlidi ve Podkova merkezli (Balabanlar) DOST toplantısı bölgede yorumlanmaya devam ediyor. Halk “Bu gençleri ileriyi görüyor” diyor. Anlaşılan artık kimse ya-


Makale ve Analizler - 2016

125

lan dolan, boş vaatler ve ölü ümitlerle göbek bağı tesadüflere bağlı bir hayat yaşamak istemiyor. *** Bulgaristanlı Türk seçmenler DOST’a kanat açarken, bizi başımıza geçirilen çuvalın farkındayız, fırsat fırsattır DOST’la yol değiştirip tedbirli davranarak, birbirimize sarılarak, şöyle disiplinli bir şekilde bu işte yol alalım diyorlar. Hele BULTÜRK – Kültür ve Hizmet Derneği yönetiminde İstanbul’daki soydaşlarımızın da “DOST Hoş Geldin!” dediği anlaşılınca, memlekette yeni bir yüreklenme oldu. Bu yolda Bursa ve İzmir’de başlayan ciddi çalışmalar dikkati çekiyor. Burada şeffaflaşan durumda gevşek davranmama ve acele etme istekleri öne çıkıyor. Kimse fırsat kaçırmak istemiyor. İkinci olarak öne çıkan Başkanlık konusunda dile gelenlerdir. DOST lideri Lütfü Mestan’a hitaben konuşanlardsa “Başkanlık ancak güzel siyaset ile mükemmel hale gelir! Kimse Başkan Doğmamıştır!” dile geliyor. İyi temennilerin hakim olması sevindiricidir. Lütfü Mestan’ın bTV sabah programında, Türk kimliği ve Müslümanlığımız konularında mantıklı savunma yaparak dikkati çekmesi ve eski Kültür Bakanı Bojidar Dimitrov gibi anadan doğma “Türk düşmanlarının ağzının payını vermesi” büyük takdir topladı. Bizim kanımızca Başkanın halka inmesi, halkçı siyasetle insanlarımızla kaynaşması, halk sevgisi toplaması yükselişinin tek doğru yoludur. Üçüncü olarak da, Lütfü Mestan ve arkadaşlarının kaybetmiş, toslamış, Doğan sillesi yemiş kişiler olduğu üzerinde durulurken “Hiç kaybetmemiş kimse, hiç kazanmamış demektir.” görüşü vurgulanıyor ve artık kazanma, toplama, gururlu olma zamanı geldiğine işaret ediliyor. “CU-24” Rus askeri uçağının düşürülmesi ile başlayan Bulgaristan Trükleri’nin Türkiye ile daha sıkı birlik ve dayanışma siyaseti güç topluyor diyenler, Ahmet Doğan’ın basireti o gün bağlandı, düşünemez, gerçeği göremez oldu. En büyük yanlışı da, bizi Putin saldırganına “Beşinci kolordu” yapma planı oldu, diyorlar. Öte yandan, Türkiye’nin Kilis şehrine “Katüşa” füzeleri fırlatan DEAŞ terör örgütü kadrolarının Rusya hapishanelerinden seçtiği de açıklanınca, Doğan’ın Moskof siyasetine sert eleştiriler daha da keskinleşti. Bu gelişmelerle Yakın Doğu’da gözü olan Putin saldırganının DEAŞ terör örgütünü yarattığı gerçeği de bir daha doğrulanmış oldu. Putin’in “anti-terör” siyasetine inananlar günden güne azalıyor. ***


126

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Basireti, Bulgaristan Türkleri için bir basiretsizlik olan ve 3 yıl önce “saraya” kapanan ve dışarı çıkamayan, “Hitler İkinci Dünya Savaşını yer altı sığınaklarından yönetmiş, ben de Türk azınlığı saraydan” yönetirim” dediği yayılan Doğan’a Nazilerin son savaşı kaybettiğini hatırlatmak isterim. Bulgaristan Türkleri ve tüm Müslüman kardeşlerim adına üzülerek paylaşıyorum, bir yöneticide olmaması gereken 6 vasıf var ve bunların hepsini Ahmet Doğan’da görüyoruz. Bir kindarlık: Bu adam lider olayım diye 10 bin aydın ve entelektüelimizi memleketimizden kovdu ve kafası çalışan, saygın olan tek bir Türk’e ekmek parası kazanma hakkı tanımadı, hepimizi engelledi. Bu herifte Türklere kindarlık kaynıyor, kaynadıkça köpürüp taşıyor. Bunun sonu olacağına inanmıyuorum. İnatçılık: Bu herifçioğlu benim dediğim olacak delisi olmuş, HÖH partisinde de kimseye söz hakkı, inisiyatif hakkı tanımamakta direniyor. İnat ediyor. “Bulgar Etnik Modeli” bizi eski kıtanın en yoksul, en sefilleri kategorisine itti, o daha da dayanabilirler diye inat ediyor. Gelen yardım paralarının üstüne oturmuş, kimseye beş kuruş sızdırmıyor. Türkçeyi unutacaksınız, camiye gitmiyeceksiniz diye inat ediyor. İnat keçisi oldu gitti. Kıskançlık: Bu konuda Ahmet Doğan’ın üstüne yok. Biraz da Varnalı şopar soyundan olan bu Başkanın gözü önünde Varna’da seller oldu, polis Çingene evlerini yıktı, Gırmen’de “Kremikovtsi” mahallesi yerle bir edildi ağazını açıp tek söz söylemedi, sanki herkesi polis “sarayda” yaşıyor ve viski ile besliyor. Kadın meselesinde de kıskançlığının üstüne yok. Bulgar gelin Tanya ile Plevneli Şirin’i çocukla yola attı, Ayselin gelin 7 Aralık öğrenci bayramında arkadaşlarıyla dans etti diye çıpıl çıplak “saray” bahçesine kovdu ve bu maceraların sonu yok. Son olarak Aysel kıza da üzülüyorum. Bu mankafaya namussuzluk konusunda “mangal” yürekli demeye başlamışlar. Olup bitenden biz Türkler bir yana Bulgarlar da utanmaya başlamış artık... Hani Doğan’a 2. suikast yapıldı diyenler var ya, saraydan kovulsa ve serbest dolaşmaya, hele namus meselesinden kaç suikast birden yapılır bilmem...Memleketin en namussuz adamının devlet korumasında olmasına da aklım ermiyor doğrusu. Aşırı hırslılık: Doğan’ın hırsının Ahmet Emini intihara zorladığını bilmeyen kalmadı. O, öyle hırslı ki, bazen eli kolu titriyormuş. Bizim taraftan bir inşaat işçisinin eşi, “saray” hademesi olarak çalışıyor. Pazarda yolda kesiştiğimizde “Ahmet bey nasıldır!” diye sormak istesem de cevap vermiyor, elini sallayarak “Bırak sorma!” demekle yetiniyor. Prof. L.Georgieve göre, son aylarda çok derin bir depresyona düşmüş.


Makale ve Analizler - 2016

127

Makam hastalığı: Hem DS - Bulgar gizli polisi; hem de Rusya KGB casusluk servisi için görev yapan Doğan’a HÖH - DPS “fahri” başkanlığı az geldiğinden, 9. Kurultayda Tüzük değişikliği ile kendine yeni makam görevleri seçti. İzlediği siyaset “ben merkezci” yani “ben dersem olur, demesem olmaz” odaklıdır. Sergey Stanişev Başbakan olduğunda “gel sana da bir görev vereyim” demiş, ama Doğan “olmaz” demiş. Ne dediğini biliyor tabii, şu görevi istiyorum dese, ver diplomanı diyecekler, adamda lise diploması yok. Sözde Üniversite bitirmiş, fakat lise diploması sahte. İşler böyle, bazı şeyler yalnız istemekle de olmuyor, bir de vesika -diploma falan- gerekiyor... Onun makam hastalığı liderlik salgını halinde yaşıyor. Ortama göre fikir değiştirmek: Buna şaşmamak gerek, çünkü adam bir ihbarcı ajan ve haindir. O, yalnız Türklük davasına ihanet etmekle kalmadı. Bulgaristan milli menfaatlerine, Türkiye ile dostluğa da ihanet ediyor. Her gün fikir değiştiriyor. Miting yaparken “Ben sizin haklarınızı ve özgürlüklerinizi koruyacağım” diyor, ardından gidip Bulgaristan Türklerine istediği Hak ve Özgürlük Yoktur, bildirisi imzalıyor ve Brüksel’e gönderiyor. Bir yandan Bulgaristan’ın NATO ve AB’ye girmesine, Türkiye ile yardımlaşmanın, dostlukların geliştirilmesine oy veriyor, hem de Rus saldırganı Putin’e “Bulgaristan koltuk değneği” oluyor. Bu adamın yıllardan beri iki lafı birbirini tutmuyor. İkiyüzlülük: Ahmet Doğan Bulgaristan Türkleri arasında tanıdığım en iki yüzlü adamdır. Demokrasive adalete gelince yeri cezaevidir. Daha 1986’da cezaevine “polisle anlaşarak” yiğit kahramanlarımızı müzevirlemek, jurnallemek için girmiştir. Onu tanıyan, onunla tanışan ve başına bela gelmemiş bir tek Türk yoktur.Basiretli olalım ve bir daha ajan, muhbir ateşinde yanmayalım.


128

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Beşiktaş’ın Rengi Neden Siyah Beyaz?

Raziye ÇAKIR -17.Mayıs.2016

Balkanların tamamıTÜRK oluncaya kadar rengimiz Siyah - Beyaz kalacaktır. Siyah ile beyaz kainatı paylaşan gece ile gündüzün sembölleri olduğu kadar, yenilmenin de yenmek kadar tabi bir olay olduğudur. Sporda ifade ettiği mana, çok açık ve derindir. İşte bütün bu hakikatlerin tam karşılığı Siyah-Beyaz, Beşiktaş camiası için apayrı, özel bir mana da taşımaktadır. 1903 yılında Beşiktaş külübümüzün teşekül ettiği zaman cemiyetimizin ilk renkleri Kırmızı - Beyazdı! Ve Bu Taa Balkan Harbi’ne Kadar da Değişmedi. 8 Ekim 1912 yılında “Birinci Balkan Harbi” başlamıştı. Bu harp patlak verdiği zaman Osmanlı İmparatorluğu’nun ordusu, subay ve erler arasındaki particilik ve dolayısıyla meydana gelen ikilik yüzünden düzensiz bir haldeydi. Bu yüzden kendisinden daha az kuvvetlere sahip olmalarına rağmen karşı saflarda yer alan dört düşman devletin saldırışlarına dayanamayan Osmanlı İmparatorluğu, bir çok meydan savaşı kaybetmişti. Yunanlılar Yanya’yı kuşatıp Selaniki aldılar. Arnavutlar da bu durumdan faydalanıp istiklallerini ilan ettiler. 1912 neticede Yunan Donanması’nın adalara asker çıkartması ve Osmanlı Donanması’na mensup Hamidiye Kruvazörü’nün Yunan Donanması’na karşı koyması, Bulgarlar’ın Kırklareli ve Lüleburgaz Savaşlarını kazanıp Çatalca hattına dayanması ve en nihayet İngilizlerin müdahalesi ile silah bırakmasının imzalanması 3 Aralık 1912 birbirini takip etti. Barışşartlarını konuşmak üzere Londra’da bir konferans toplandı. Fakat Balkan devletleri bütün Rumeliyi istediler. Osmanlı devleti bunu kabul etmeyince de harp yeniden başladı. Ve böylece mücadele gücünü kaybeden devlet, barışistemek zorunda kalarak düşman devletlerin arzusuna boyun eğdi.Osmanlı devleti Midye - Enez hattının batısında kalan bütün topraklarını Balkanlılar’a bıraktı. Balkan devletleri bu toprakları pay edemediler.


Makale ve Analizler - 2016

129

Ve bu yüzden Sırplar’la, Yunan ve Bulgarlar arasında ikinci bir Balkan Harbi basladı.OsmanlıDevletibu vaziyetten istifade ederek ileri harekete geçti ve 10 Temmuz 1913’te Edirne’yi geri aldı. Fakat sadece Edirneyi!... Koca Balkan toprakları elimizden kahpece alınmıştı.Asil Türk gençliği Balkanlar’in kaybı ile adeta kalbinden vuruldu.Ve fedakar, cesur Türk gençliğinin bir uzvu olan Beşiktaşlıçocuklar teessürlerinin bir ifadesi olarak tarihi kararlarını ilan ve tatbik ettiler: Balkanların tamamı tekrar Türk milletinin oluncaya kadar, uğrunda mücadele edecekleri renkleri Kırmızı - Beyaz-ı, Siyah - Beyaza tebdil ettiler. İşte Siyah - Beyaz bu yüzden Beşiktaş için apayrı bir mana taşımaktadır. Beşiktaş’ın 2015 - 2016 yılı Sezon Şampiyonluğu Hayırlı Olsun Tebrikler BEŞİKTAŞ Kısa Bilgi; Beşiktaş Jimnastik Kulübü ya da kısaca Beşiktaş, 1903 yılı Mart ayında İstanbul’da kurulan spor kulübü. Bereket Jimnastik Kulübü adıyla kurulan kulüp, 26 Ocak 1911 tarihinde Beyoğlu Mutasarrıfı Muhittin Bey’in teşvikiyle Beşiktaş Osmanlı Jimnastik Kulübü, adıyla tescil edilen ilk Türk spor kulübü oldu. Daha çok futbol şubesiyle tanınan kulüp, Türkiye’de futbolun profesyonelleşmesinden sonra şampiyon olma başarısı gösteren 5 kulüpten birisidir. Kulübün genel başkanı Fikret Orman’dır.Beşiktaş, güncel olarak futbol (erkek ve kadınlarda), basketbol (erkek ve kadınlarda), voleybol (erkekler ve kadınlarda) ve hentbol dallarında birinci lig düzeyinde temsil edilmektedir. Bu dalların yanında atletizm, bedensel engelliler, boks, briç, güreş, jimnastik, kürek, masa tenisi, satranç ve elektronik spor dallarında faaliyetlerini sürdürmektedir. Beşiktaş Futbol Takımı, şampiyon olan 5 takımdan birisidir. Ayrıca, futbol takımı armasında yıldız olan 4 Türk takımından biridir. Kara Kartal sembolü 19 Ocak 1941 tarihinde, Şeref Stadı’nda Beşiktaş’ın Süleymaniye takımıyla oynadığı bir maçta, Beşiktaş takımının hücum ettiği tri-


130

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

bünde bulunan Mehmet Galin isminde bir taraftarın “Haydi Kara Kartallar, Hücum edin Kara Kartallar”... şeklinde tezahürat yapmıştır. Beşiktaş’ın maçta üstün oynaması ve art arda ataklar yapması da, taraftarların bu tezahüratı benimsemesini sağlamıştır. Beşiktaş o karşılaşmayı, Şeref Görkey’in voleyle attığı 3 gol, kaptan Hakkı Yeten, Şakir ve Şükrü’nün birer golüyle 6 - 0 galibiyetle bitirmiştir. Bu maçtan sonra, Kara Kartal Beşiktaş’ın sembolü olarak kabul edilmiştir. Kurucular: Beşiktaş Jimnastik Kulübü, büyük çoğunluğu Kavkas kökenli olan 22 kişi tarafından kurulmuştur. Ahmet ve Mehmet Ali Fetgeri kardeşler, Batum bölgesinden göç etmiş bir soydan, Mehmet Şamil ve Hüseyin Bereket ise Dağıstanlı Şeyh Şamil’in soyundan gelmektedir. Kurucular; 1- Ahmet Fetgeri (Deniz albayı) 2- Mehmet Ali Fetgeri (Öğretmen - Yazar) 3- Fuat Balkan (Emekli Binbaşı - Kocaeli mebusu) 4- Mehmet Şamil Şhaplı (Osman Paşazade)[8] 5- Hüseyin Bereket (Osman Paşazade) 6- Nazım Nazif Ander (Kadızade - Ziraat mühendisi) 7- Hamza Osman Erkan (Osman Paşazade - Eski Afyon milletvekili) 8- Behçet Bey 9- Kenan Bey (II.Abdülhamit‘in özel muhafızı) 10- Mehmet Paşa (Seryaver) 11- Deli Fuat Paşa 12- Fethi Bey (Hava Yüzbaşı) 13- Muhittin Paşa (Eski Kahire Büyükelçisi) 14- Ali Kılıç (Eski Gaziantepmilletvekili) 15- Mazhar Kazancı (Süvari Subayı) 16- Ziya Karamürsel (Hazine-i Hassa Müdürü) 17- Ahmet Paşa (Sürre Emiri) 18- Şükrü Paşa (Eski Viyana Büyükelçisi) 19- Mahmut Naci Bey (Fizan milletvekili) 20- Şevket Cenani (Başvekil Kadri Paşazade)


Makale ve Analizler - 2016

131

Mutlaka Birleşmeliyiz

Rafet Ulutürk-18.Mayıs.2016

Konu: Söz vermek borçtur. Biz halkımıza borçluyuz, çünkü ona Bulgaristan’da Türklüğü yeniden yüceltmeye söz verdik. 1990’dan beri bunu yapamadık, çünkü “İtin yoldaşı ittir” atasözümüze inanmadık. “Amam hepsi bizden değil mi? Su akar yolunu bulur!” deyip kendimizi avuttuk. Bize, “Şu Ahmet ter dökmemiş, kitapsızdır, ezilmemiştir” diyenlere inanmadık. Kendisine güven duyulmayacak bir “Lider” bozuntusunun peşinden giderek, aptal olduğumuzu kendi hareketlerimizle kanıtladık. Şimdi bugün artık “Başkalarının teriyle saraylar kuranların vay haline! Her bir taş bir cinayet demektir!” fikirleri dolaşıyor kafamızda ve sesiz sesiz içten içe “Vay biz ne yaptık!” diyoruz. Son yıllarda rüzgar döndü. Türklerimiz tiksindikleri hain Doğan’dan usulca ayrılıp Boyko Borisov’un GERB partisine 120 bin oy verdiler. Razgrad’a bağlı Kubrat - İsperih belediyelerinde HÖH listesinde sıralamayı bozan seçmen, bilinçli hareket ederek Hüsmen Güney’i Sofya meclisine gönderdi. Blagoevgratd seçmeni de Paşov’u seçti. Bu iki milletvekilinin Sofya meclisinde belirmesi bir isyandı. Seçmen “siz bizi aldatamazsınız!” dedi ve “ağaçları yemişlerine göre değerlendirdiği gibi HÖH yönetimini de işine, aldığı kararlara, sergilediği vizyona göre değerlendirmeye başladı”. Bu eğilim son yerel seçimlerde daha da derinleşti ve HÖH Dobruca ve Batı Rodopları kaybetti. 1989 Mayıs Ayaklanmasından sonra 20 yıldan fazla bir yerinde sayma ve bocalama ritmine itilen seçmenimiz parti yönetiminin ilgisizliğine tepki vermiş oldu. Ve işe bir an önce son verilmesi gerektiğine inandı. Şu önemsiz görülen işler zaman gelir bizim başımıza, Türklük davamıza daha büyük işler açabilir inancı kök saldı. Hain Doğan’ın liderlik otoritesinin sökülmesi de böyle başladı. Halktan kaçma, halktan uzak kalma, saraya saklanma, 3 yılda bir kurultayda boy gösterme, umursamadığı davayı tamamen çöpe atma onun ilgisizliğine kanıt oldu.


132

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgaristan Türlerinin hak ve özgürlük, adalet ve demokrasi davasını rafa kaldırıp, yalnız oligarşi-mafya takımının ve kulis ardı oligarşinin çıkarlarına hizmet etmek, partinin misyonuna ve halkın dertlerine ilgisiz kalmak, geleceğimizi karartan kara delik oldu. Artık anlaşıldığına göre, henüz bir açıklama yapıp da gerçekleri seçmene açıklamaya pek yanaşmayan DOST partisi Genel Başkanı Lütfü Mestan’ın HÖH - DPS partisini iç arınmaya zorladığı, meclis kürsüsünden çok sık tekrar ettiği “katarzis” dediğinde işte tam da bu mafya ve oligarşi asalaklarından temizlenmemiz gerektiğine işaret ettiği artık ortaya çıktı. Mestan, DOST partisini kurarken yaptığı konuşmalarda, 17 Aralık 2015 tarihinde HÖH Genel Başkanlığından uzaklaştırıldıktan sonra HÖH’te mafya bozuntularından içi temizliği gerçekleştirebilme olanağını yitirdiğini, buna rağmen onların dış bağlarını keserek, baltalayarak insanlarımızı bu kan emicilerden kurtarma azminden vazgeçmediğini dile getirdi. İşte bu noktadan çıkarak, DOST partisinin mücadele ruhlu yeni bir oluşum olarak ortaya çıkması ve halkla ilk görüşmelerinde gerçekleri görebilen ve adalet ve demokrasi uğruna direşken olduğunu ortaya koymasıyla dengeler değişti. HÖH partisi 1990’da Müslüman Türk kitle bile Bulgar demokratik güçlerinin kaynaşmasının önlenmesi için kurulmuştu. Türklerin “Bulgar Etnik Modeline” kapayıp boğulma ve yok olana kadar da kulis menfaatlerine göre kullanma planı gözle görüldüğünde 1993’ten sonra HÖH partisinin dağıtma ve memlekete milliyetçi-ırkçı Bulgar partisi kurulmasına yol verilmemesi tezi ağırlık kazandı. Ne yazık ki, HÖH partisi milletvekilleri 24’ten 17’ye indiğinde, Bulgaristan Türklerinin Bulgar ulusu ile kavga istemediği dikkati çekti. Çözülüp yok olmaktan korkan saray bekçileri para verip sol aşırı milliyetçi, Moskofçu “Ataka” partisi kurdurarak rahatladılar. Saflarına bir işe yaramayanları, boş kafaları toplayan ve aralarında en boş olanı da baş yapan bu zihniyet, hem Bulgaristan hem ve karma bölgelerde yaşayanlar için zararlı olmaya başladı. Yani kısaca Yönetim seçmenden koptu. Yerel örgütler bozuldu, tembeller başa geçti, yalancı ve iki yüzlüler çanta taşımaya ve ofislerde oturmaya başladı. Baş, şirketler çemberi aracılığıyla çalmaya başlayınca, yerli hırsızlara ilham kaynağı oldu ve işler bozuldu. Bizim için çalışmak ibadettir. Bir göreve seçilmek, isim yapmak, sayılan olmak, sevilen olmak, yorucu gayretle, sıkı çalışmalarla elde edilir. İşte böyle bir ortamda, “saraya” kapanmakla, gölge beklemekle, gizlenmekle, sabah akşam içmekle işlerin çözülemeyeceği gün gibi parladı.


Makale ve Analizler - 2016

133

Ve halk, HÖH partisinden gönül çevirdi DOST partisinin doğuşu işte böyle bir ortamda çok gerekli bir zorunluluk olarak ortaya çıktı. Sanki halk DOST’u bekliyordu. Bu gerekliliğin özünde bazı büyük gerçeklerin hemen ele alınması ve aşılanması ön plandaydı. Bir, Türk olduğumuz, Müslüman olduğumuz ve asla Bulgar ve Hıristiyan olmak isteyişimiz; Bunun anlamı bizim Bulgaristan’daki tüm Türk ve Müslüman taşınmazlarının mirasçısı, koruyucusu ve kullanıcısı gerçeğine dayanır. Camilerimiz, mekteplerimiz, külliyatlarımız, hamamlarımız,topraklarımız hemen geri verilmelidir. İki, Bulgaristan’da fakat kendi öz kültürümüzle, örf ve adetlerimizle, Müslüman Türk gibi yaşama arzumuza saygı duyulmalıdır. Radyo ve TV programlarımız ana dilimizde açılmalı ve yayın yapmalıdır. Entelektüellerimize engel olunmamalı, hepsi görev başına çağrılmalıdır. Yaşama, dinimize, örf ve adetlerimize, halk sanatımıza dayanan bir manevi dünyada yaşamamıza engel olunamaz. Özgün kültürel varlığımız yaşam hakkı bulmalıdır. Üç, Çok kültürlü adil ve demokratik çoğulcu bir toplumda eşit haklı olmamız kaçınılmaz oldu. Anayasa ve yasa değişikleriyle karma bölgelerde yaşayanlara bu hakla ve özgürlükler bütünüyle tanınmak zorundadır. Dört, Avrupa Birliği üyesi olarak dilimize, dinimize, yaşam biçimimize saygılı bir eşit haklı etnik azınlık olarak var olmak ve Türkiye ile yakın kültürel ve ekonomik etkileşim içinde bulunmak vb. gibi isteklerimiz esastır. Eğer DOST partisinin mahkemede tescili gecikmeye devam ederse, yaklaşan Cumhurbaşkanlığı ve olası erken meclis seçimleri dikkate alındığında yeni bir formül bulmak zorundayız. Herkes bilsin ki, biz soydaşlar, İzmir, İstanbul, İzmit, Ankara ve Bursa’da HÖH - DPS partisinin Türklüğe ihanet politikasına bir tek oy vermemekte haklıyız. Bizi Rusçu yapmak isteyenler bizden oy alamaz. HÖH’e oy verenlerin Türkiye Cumhuriyetinde işi yoktur ve olamaz. Bu defa HÖH partisinin seçim ofislerine uğrayan olmayacaktır. HÖH defteri dürülmüş ve çöpe atılmıştır, bu da önümüzdeki ilk seçimlerde görülecektir. DOST partisi ile Korman İsmailov yönetimindeki, Kasım Dal girişimiyle kurulan Özgürlük Şeref ve Demokrasi partisi arasında seçime birlikte girme sözleşmesi imzalanabilir. Bu koalisyona Güner Tahir ile Osman Oktay ve Menderes Kungün, Adem Kenan’ın partisi, irili ufaklı Pomak ve


134

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Romen partileri de katılabilir. Böyle bir birleşmenin, GERB’e kayan 120 bin oyu geri alabileceğine ve Türkiye’deki soydaşlarımızdan ve Batı Avrupa ülkelerinde işte olan kardeşlerimizden en az 150 - 180 bin oy alabileceğine de inanmak istiyorum. Milliyetçi ırkçı düşmanlarımızı Sofya parlamentosundan atmamızın açık yolu da budur. 30 milletvekilinden fazla çıkardığımız an, tarihimizde ilk kez Bulgar Meclisinde 2 parti olacağız ve her hükumete katılmamız, yasama organında yürütmedeki sözümüz daha ağır basacaktır. Bu gerçek, Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve yerel idare organları için de geçerli olduğu kadar yeni bir anlam da kazanıyor, kazanacaktır. Yeri gelmişken şunu önemle belirtmek istiyorum. Sivil toplum örgütleri güçlü olmayan bir ülkede demokrasi olamaz. Sözlerimi Amerika gerçekliğiyle örneklersem, Birleşik Amerika’da her vatandaşın en az 2 - 3 dernek, vakıf, kulüp, birlik vb üyesi olduğunu görürüz. Bizde kültür dernekçiliğimiz iyi kök salmaya çalışsa da, dernekçiliğin genelde şehir nüfus arasında daha kolay kök saldığından, köylük alanda tarımsal ünitelerde örgütlenme, dini törenlerde beraberliğimiz dışında halen pek fazla bir şey yapılamıyor. Bu bahar Deliorman’da tekke ziyaretlerinin çok başarılı ve anlamlı geçmesi, edebiyat programlarıyla desteklenmesi, çok anlamlı oldu. 19 Mayıs Cebel’de Mayıs İsyanı’nı anma törenleri çok farklı yarış ve turnuvalarla gerçekleşeceği için ilgi özellikle büyük olacak. Şehir merkezindeki kitle etkinliklerine DOST partisi yeni anlamlı siyasi konuşmalarla ve kültürel etkinliklerle renk kazandırmaya hazırlanırken, HÖH de bu çorbada bu sene de tuzum olsun anlamında Cebellilerin yalın ateşini söndürme, artık yakın ve uzağı görebilenleri doğru yoldan saptırma gayretlerinden vazgeçmiyor. Halkın önüne çıkmaya yüzü olmayan hain Doğan saraydan dışarı adım atamadığı için yerine davamızdan uzak yeni HÖH palyaçolarını göndermeye hazırlanıyor. Bu törensel anma buluşmasının Türkiye’den gidecek olan dernek ve federasyon başkan ve heyetlerinin der son dönem Bulgaristan’da meydana gelen değişikliği, halkın uyanışını ve yeni bir arayış içine girişin kavramasına yardımcı olur. Bu yıl Cebel buluşmasının çok anlamlı olacağına inanıyoruz. Törende BULTÜRK - İstanbul temsilcileri de yer alacaktır. Gerek DOST partisi ve gerekse koalisyona davet ettiğimiz diğer parti ve sivil toplum kuruluşları, bu adımı atmazsak, baş gösterecek tehlikeyi, hiç bir Türk partisinin meclise girememesini, politik sahneden atılmamızı, Bulgar ırkçılarını bayram edişlerini şimdi görebilmiş olmalıdır.


Makale ve Analizler - 2016

135

HÖH eski genel başkan yardımcısı Osman Oktay’ın Bulgar TV yayınlarında ağzını sulandıra-ballandıra anlatmaya çalıştığına göre, 1993’ten beri Türk Müslümanların siyaset arenasından attırılmasına çalışılıyor. Bulgar partilerinin hele GERB ve BSP’nin bizim etnik azınlık haklarımızı savunacağı bir masaldır. Oyumuzu verdiğimiz gün unutulmadık mı? Ne geldiyse başımıza onlardan gelmedi mi? Birleşmek zorundayız. Hem de birleşip, onlara bizim atalarımızın savaşmadan bu topraklara yayıldığında, birkaç kale dışında, hiç bir Bulgar kasabası olmadığını, Bulgarların Batı Avrupalılardan 200 sene geri olduklarını; 19787’de Etropole, Kotel, Teteven, Tryavna, Loveç, Gabrovo ve başka Bulgar kasabalarına, köylerine giren Rus askerlerinin kilise, manastır ve okulları, iki katlı, çardaklı, çatısı kiremitle örtülmüş konak gibi köylü, hala pullukla sürülen tarlaları gördüğünde dudak ısırdığını her gün, her saat, her an hatırlatmalıyız. Bu medeniyetler yaratan bir soyun torunlarıyız, bunu asla unutmadan birleşip yeni mucizeler yaratalım. Birlik olalım. İşte o zaman asla yenilmeyiz! Biz halkımıza zaferin bizim olacağına söz verdik, buna az kaldı. İlk kıvılcım Cebelde başladı, HÖH’ün yok oluşunun kıvılcımı da burada atılacaktır.

İnsanları Kullanıp Kullanıp Bir Peçete Gibi Attılar

Levent Rasimov-18.Mayıs.2016

Konu: Nankör, gördüğü iyiliği unutandır. Vatanını yitirirsen eğer İşin en kötüsü işte budur Ölüler gibi tamtakırsın Bu sözler Kırcaali aydını Niyazi Hüseyin Bahtiyar’a aittir.


136

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bunun için ben bizi vatanımızı bırakıp göçöe zorlayanlara en büyük Nankör diyorum. Ben bir Deliormanlıyım. Bizim çiftçi insanlarımızın basit felsefesinde Nankörlük yoktur. Söylemek istediğim şudur: Bazı insanları sanki her zaman aldatabilirsiniz, (1985’te bize siz Bulgarsınız dedikleri gibi); Herkesi de bazen aldatabilirsiniz (1990’da Hak ve Özgürlükler Hareketi HÖH partisi kurulurken hainlerin hepimizi birden aldattığı gibi. Haklarınızı alacaksınız demediler miydi?); Fakat her zaman aldatamazsınız (çünkü halkın doğruları fark etmesi engellenemez bir süreçtir, bilinçlenmek doğaldır, ezilenin aklı mutlaka gelir, biz aldatılmış olduğumuzu sezinleriz ve işleri düzeltmeye çalışırız, 2015 yerel seçimlerinden Deliorman’da ise alınan sonuçlar ortadadır, bağımsızları öne sürdük ve seçtik yani işleri yoluna koyabildik. HÖH’çü yalancılar siyasi çöpe itildi.) Biz sözünü ettiğim yerel seçimlerde güvenilir ama beceriksiz; becerikli ama HÖH yönetiminin güvenmediği kadrolara arasında seçim yapmak zorunda kaldık. Hangisini mi seçtik. Tabii ki, becerikli olanlar. Becerikli ve dürüst olan kadrolar her zaman taban güveni kazanır. Seçim isabetli oldu. HÖH yönetimi sözde güvendiği kadroları hep kullanıp kullanıp sonra da paçavra gibi atmadı mı? 10 bin aydın göçe zorlanmadı mı? Türkiye’de okuyan 1500 öğrenci neden geri gelmiyor? Bunun hayrını göreceklerini mi sanıyorlar? En güvendikleri kadrolardan olan, belediye başkanı, doktor, milletvekili Nihat Tabakov Varna hapishanesinde yatmıyor mu? Ak Kadınlar milletvekili, Silistre HÖH İl Başkanı sancılıktan tebligat beklemiyor mu? Bu ne kadar böyle devam edebilir? Bir Türkün hainler başı Ahmet Doğan’ın güvenini kazanması hiç bir anlama gelmez, çünkü “lider” geçinen nankör halkın sevdiği kadroları kullanıp kullanıp çöpe attı. Şimdi kapamış kendini “saray”a bahçede köpek besliyor. 3 milletvekili dışında “kimse ile görüşmek, konuşmak, mektup almak, telefon kaldırmak istemiyoruym,” demiş. Başını kaldırıp güneşe bakmaya üşenen bir Nankör’den ne beklenir ki! Beklemek yanlış... O bir beceriksizdir ve beceriksiz biri bundan sonra bizim işimize yaramaz. Ahmet Doğan’ın şişirilmiş bir balon olduğunu artık herkes anladı. Diploması yok, üniversiteye yazılmış, Bulgarca okumuş felsefe bitirmiş, yazılmış bişr tek kitabı yok hop Felsefe Doktoru olmuş, bunları başkasına anlatsınlar. Balonun patlamasını bekliyoruz. Şu yeni seçilen Mustafa Karadayı için de söylemek istediğim birkaç söz var. Bu genç Deliormanlı değil. Rodop Dağlarının Borino köyünde kom pil tarlarında ve çamlar arasında yetişmiş. Şu onun çamlar arasında yetişip de ulusal


Makale ve Analizler - 2016

137

dava haini Ahmet Doğan’a erkek sekreter olacak kadar alçak düşmesiyle ilgili aklıma gelen bir fıkra var, sizinle paylaşmak istiyorum: “Birkaç oduncu birleşmişler, bir çamı yarıyorlarmış; önce ağacın odunundan üç beş tane kama yaptıkları için işleri kolay gidiyormuş. Koca çamları çatırdaya çatırdaya yarıyorlarmış. Çam, duruma bakmış bakmış: ‘Baltaya kızmıyorum, elbette keser beni; ama benden doğan şu kamalar yok mu, asıl onlarınki gücüme gidiyor!” demiş. İyiliğe karşı kemlik görmek, vefasızlığın kor ateşiyle kıvranmak ve yaralanmış duyguların acısıyla yaşamak insana zor geliyor. Kukla başkan Karadayı da çamlar arasında yetişmiş ama adam olamamış. Yönetimini üstlendiği partinin ana amacının nankörlük yapmak olduğunu gördü, çok iyi biliyor ama, kendisi de boğazına kadar katran kazanına düştüğü için pes olmuş, seme seme konuşuyor. Onu bu kazana düşüren de Ahmet Doğan. Türklerden toplanan “kompensatorkalarla” 2 çocuklu Karadayı ailesine cebinden tek beş leva çıkmadan Sofya’dan daire verilmiştir. İşte bu yara ömür boyu kapanmaz. Çünkü o kompensatorkaların sahipleri memleketlerinden kovulan kardeşlerimizdir, onlar için ömür boyu ter dökmüşlerdir. Karadayı’ya kul hakkı geçmiştir ve bu yolsuzluğun dinimizde ve ahlakımızda Affı Yoktur. İleride önüne yeni fırsat çıktığında o artık “lider” bozuntusu olarak bu yolsuzluğu tekrarlar, çünkü birincisi yağılı ballı gelmiştir. Üstüne üstelik ailesi ve yakı8n arkadaşları bu nankörlüğü hoş görmüştür, tepki göstermemiştir, meclisteki arkadaşları da göz yummuş ve susmuştur ki, bu tutum onları da suçlu duruma düşürmüştür. Bulgar makamları bu yolsuzluklara vurdum duymaz yaklaşırken, insan avına çıkar ve artık Karadayı ben “anamın ak süttü gibiyim” dese bile hiç birimizi, hiç kimseyi ikna edemez. Analizimizi bu mantıkla sürdürdüğümüzde, HÖH “fahri başkanı” na da çok kez iyilik yapıldı. Burada kötü ve nankör nitelikli olan insanlarımızın Ahmet Doğan’a iyilik yapması ve onun da nankör davranmasıyla birlikte, bir de iyilik yaptığı insandan nankörlük görmesine rağmen, Doğan’ı 20 yıl baş tacı etmesidir ki, bu da enayice bir hareketten başka bir şey değildir. Bu durumu halkımıza kadar indirdiğimizde, insanlarımızın yıllardan beri Ahmet Doğan gibi birini asla görmediği, ama inek ve koyunları köy merasına saldırmayan, ormandan kışlık odun kestirmeyen muhtarın, Ahmet Doğan adını kullanarak, “yasakçı” kesildiği ortadadır ve akla gelen: “Balık baştan kokar” atasözümüzdür. “Vefayı köpekten öğren” der bizim atasözümüz. Köpek, yemek yediği kapıya daima sadık kalır. HÖH’lü muhtarların tavrı budur.


138

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Biz bugünkü durumda Ahmet Doğan ve etrafındaki rüşvet çetesinin 26 yıldan beri süregelen nankörlüklerini af edemeyiz. Buy bize ağır gelir. Çünkü biz vefasızlığı hoş göremeyiz. Gördüğümüz an ortam bozulmaya başlar. Bizim kurallarımız şöyledir: Biz köyümüzün yaşlılarına baba, akranlarımıza bilazer, (kardeş) der, küçük olanları da evlat yerine kabul eder, severiz. Yaşlılara hürmetimiz sonsuzdur, yaşıtlarımıza merhametliyizdir, küçüklere de şefkat gösteririz. Bu bizim yaşamımızda sarsılmayan bir orta direktir. Bizim Deliormanlı anlayışımızda, yerel düzeyde devlet çarkının bozulmasına, disiplinsizlik ve başıbozukluğun yayılmasına, ihmalkarlık ve yolsuzluğun alışkanlık haline getirilmesine sebep olanlara karşı insaflı ve merhametli davranmak onların ekmeğine yağ sürmekten başka bir işe yaramaz. Biz HÖH sürüsünden bu sebeple ayrılmış bulunuyoruz. Siyasetimizin özünde “Gel, büyük insan olmak istiyorsan, küçük insanlara davran, onlara yardım et, onları örgütle”, vardır. Bu gerçek burada günlük işlerde, köyde, pazarda, tarlada yaşıyor. Doğruyu konuşursak, Doğan ve çetesi -onların 200 - 300 kişiden fazla - olduğuna inanmıyorum halkımıza zulüm edenlerin yayında yer almıştır. Anlayışımızda, zulüm kini davet eder, kötü muamele sahibine döner. 2014’ten beri bizim burada izlenen bu dönüştür. Baskı ve terör şeklinde ensemize çullanan zulüm, halkın kızgınlığına ve kinlenmesine, Mayıs 1989 İsyanına yol açtı. Eskilerin, “Eden bulur!” sözünün anlamı budur. Ayaklanmamız, zulme uğramış insanlarımızın intikam almanın yolunu aramasıydı. Yaralı ve ölüler yeni yaralar açarken, unutulmayan kahramanlar doğdu. Ahmet Doğan Todor Zivkov, Sergey Stanışev, Georgi Parvanov, Volen Siderov ve Saks Koburggotski vb. ile yan yana omuz omuza yürümeyi seçti. Jivkov ile Stanişev yıkıldı. Diğerleri de sallanıyor. Hepsi yıkılmaya mahkumdur. Aynı zamanda zulüm etmeyi bir alışkanlık haline getirmiş bir devlet de uzun zaman ayakta kalamaz. Zulüm, kendi iktidarını yıkan en büyük gülledir. 10 Kasım 1989 unutulmamalıdır. Anneannem şu anlatmaya çalıştıklarımı şöyle özetlerdi: Zulüm korku doğurur...Korku ise kin...Zulüm korkunun babasıdır, kinin dedesidir. 1989 Ayaklanmamızda en çok neden korktuğumuzu düşünüyorum. Korku kaynağı ölüm değildi. Korkumuz Vatansız kalmaktır. Bunu düşmanımız bildiği için bizi bu noktada en fazla zorlamıştı. “Alın başınızı gidin!” sözleri bugün de yankılanıyor kulaklarımda. Avlumuza girmiş erlerin ve polislerin silah şakırtısını unutamıyorum. Bizim kuşak büyük bir nankörlüğün silinmeyen yarasıyla yaşıyor. Bu gerçekleri unutturmaya çalışmak da nankörlüktür.


Makale ve Analizler - 2016

139

Bize karşı taktik ve stratejik olmak üzere iki çeşit yalan uygulanıyordu. Stratejik olan “Göç olmayacak” yalanıydı. Taktik olansa günlük ayak oyunlarıydı. Örneğin sosyalist düzenin bir refah düzeni olduğu yalanı da stratejik bir yalandı. Toplumu geri vitese takıp sosyalizmden kapitalizmin serbest pazar ekonomisine geri çevirme işi de stratejik bir yalandı. Bunun imkansız olduğunu bilenler hep İsviçre kahvelerinde Cenevre gölünde kuğu seyrederken sütlü kahve içtiler ve gülüştüler. Boşa kürekçekildiğini biliyorlardı. Her şeyi yok ettik ama yerine bir şeyler koyamadık. Üretimi durdurduk. Alış-veriş onların AVM, Mooll, Pickadilly, Billa, Fantastiko, Metro vb mağazalarından yapmaya zorlandık. Üretmeden yaşamayı düşünmeye mecbur bırakıldık ve bu bir Nankörlüktü. Biz bağımsızlığı ararken “esir” olduk. Esirlerin bir tek vazifesi vardır. Ölümü beklemek. Bizi esir alanlar ise bizden yalnız oy kullanmamızı istiyor. Biz oyumuzu onların listelerine verdikçe paşa paşa yaşıyorlar. Stratejik yalan söyleyen nankördür. Bunun için pazar ekonomisi bir nankörlüktü. Pazar olduğu yerde ekonomisi de olur. Bizde 800 seneden beri pazar kuruluyor. Pazarcık, Yeni Pazar, kadın pazarı, cuma pazarı, dernek pazar vb sözler bizim “pazar ekonomisini” bu topraklara getirenler olduğumuzun kanıtıdır. Bu açıdan “pazar ekonomisi” kavramını ilk ve son kullanan halkımızı bugün de aldatıyor. Yanı nankörlük etmeye devam ediyor. Sofya’da mecliste, bakanlar kurulunda ve cumhurbaşkanlığında son günlerde T.C’deki soydaşların oy kullanma yolunu kesme “pazarlıkları” yapılıyor. Bizim sözümüzü kollananlkar bizim kuyumuzu kazmaya çalışıyorlar. Dışardaki Türklerin oy kullanma yolu kesilmezse “Yurtsever cephe” (PF) ırkçıları, hükümetten ayrılacaklarmış. Memlekette kendimi bildim bileli pazarlık konusu olan hep biz Türkler ve T.C.’deki soydaşlarımızdır. Bulgar siyaseti hep bizim üzerimizden kuruluyor. “Soya dönüş”, “Büyük Göç”, “Bulgar Etnik Modeli” hep bizimle ilgili stratejik siyaset çizgileridir. Bir devlet 30 yıl boş işlerle uğraşır mı ama uğraşıyor işte. Ona uşaklık edenler de var, nankörler sürüsü bir türlü yok edilemedi... Biz Deliorman’da birlikten güç doğduğuna inanan insanlarız. İlk başarılarımız artık ilham kaynağı oluyor. Nankörleri belediye meclislerinden kovabildik. kendi başkanlarımızı göre çektik. İşlere yeni çeki düzen veriyoruz. Bu bahar ekilmedik bir karış toprak kalmadı. Umutluyuz! Kuşkusuz yeni tuzaklar da kuracaklar. Su üstünde leke gibi durmaya çalışan hainler teslim olmuyor. Deliorman yöresinde korku var, tehdit savuranlar boy göstermeye çalışıyor. Son haftalarda DOST partisine imza topluyoruz. Sofya Mahkemesi’nin DOST dosyasını rafa kaldıracağından ve işleri geciktireceğinden korkuyoruz. Lütfü Mestan ve arkadaşlarının inatçı tutumdan vazgeçip


140

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

HÖH-çülerle DOST’çular arasında memleket çapında bir kavga başlamasına yol vermeden, daha geniş ve demokratik bir tabanda Ahmet Doğan aleyhtarlarıyla yakınlaşma, toplanma ve birleşme, gerekirse ortak cephe oluşturmaya açılması zamanı yaklaşıyor. Cumhurbaşkanlığı seçimleri yaklaşırken DOST partisinin ardımda 500 bin oy var diyebilmesi gerekiyor. Yarinin Bulgar Cumhurbaşkanı ancak DOST partisi oylarıyla seçilebilir kanısı ağır basmalıdır. Telkin edilmesi gereken bir başka fikir de, genel erken meclis seçimleri için de yine ortak demokratik cephede buluşma şiarının daha şimdiden yükselmesi zorunluluğunun artık günde olma zamanının gelmiş olmasıdır. Tarlanın tohum beklediği, fidan beklediği gibi halkımız da DOST etrafında birleşmeyi umuyor. Birleşemezsek HÖH hain sürüsünü yenemeyiz, siyaset çöplüğüne atamayız. 2016 yılı hepimize çok büyük bir şans tanımak istiyor. Bizi sınıyor. Türkler tarih boyunca birleşme yolunu bulmuş, yaban buğdayı bulup ekmek yapmış, atları evcilleştirmiş yüzlerce yeni bulguyla yeni medeniyetler yaşatmıştır. Bu defa da güneşin bizim dağlardan doğacağına inanmak zorundayız. Gücenip, kırılıp darılacak bir şey yok “HÖH partisinin zamanı doldu!” Buna itiraz etmek nankörlük olur.

19 Mayıs 1989 - Cebel İsyanı

Musa Vatansever-19.Mayıs.2016

Konu: Ayaklanmalar büyük medeniyetlerin tınısıdır. Affetmek büyüklüğün şanındandır. Fakat bizim çektiğimiz zulmün af edilecek yanı yok. Dünyayı değiştiren olaylar sosyal depremlerdir. Bir depremin ardılı olur. Bir büyük deprem olduğunda insanın ayaklarının altı hep titrer ve bu patlamaya neden olan zalim rejim yıkılsa, polis zulmü kesilse, gardiyanlar emekli olsa yada bazıları tutuklanıp yargılansa, peş para etmez, deprem gören toprağın kalbi gibi isyan eden halkın ruhu da huzur bulmaz hep uyanıktır, gözleri hep açık ve yüreği aslan gibi şahlanmıştır. Cebel Ayaklanması Bulgaristan Türklerinin böyle bir güçle başkaldırdığı bir depremdir. İşte böyle bir olaydır 19Mayıs günü her yıl kutladığımız Cebel Ayaklanması! Olay şehir mezarlığında, bir Türkü Bulgar adıyla, Müslüman’ı Hıristiyan


Makale ve Analizler - 2016

141

adetlerine göre gömdürmek isteyen belediye başkanının başına tabut kapağı geçirilmesiyle patlak vermişti. “Soya Dönüşe”, isim değiştirme ve baskılara karşı ulusal direnişlerin ve büyük ayaklanmanın başladığı gün olarak anılıyor. Bir ulusal diriliş kıvılcımları devlet gücünün söndüremediği boyutlara ulaştığında bütün Bulgaristan’ı alevler sardı. Şumen’in Kus, Todor İkonomovo, Pristoe, Kliment köylerinde şehitler verdik, Deliorman ve Dobruca yürüdü. Tütün iğneleri silah oldu. Koca Balkan doruklarında, Gerlovo’da bayraklar dalgalandı. Karadeniz halkımızı alkışladı. Yakın tarihimizde 3 Ayaklanma olmuştur: Ayaklanma, öyle emirle, tutuklamakla, kurşunlamakla durdurulabilecek bir şey değildir. Yeni Bulgar tarihinde 1918, 1923 ve 1989 Mayısında olmak üzere 3 Büyük Ayaklanma olmuştur. 1918 Ayaklanması Radomir yöresini, 1923 Kuzey Batı Bulgaristan’ı sarmışken 1989 Türk Ayaklanması bütün Bulgaristan’ı, Dobruca’dan Batı Rodoplara her köy ve kasabayı, Türkçe konuşan her haneyi, her bir ferdi sardı ve 10 Kasım 1989 günü, Todor Jivkov’un 37 yıllık totaliter, insan ve özellikle de azınlıklar düşmanı iktidarına son verdi. İsyancılar kurşunlara siper olurken Medü Doğan votka yudumluyordu. 19 Mayıs 1989’da Pazarcık hapishanesinde görünen ama aynı gün sabah saat 10’da kırmızı plakalı bir siyah “Volga” ile alınan ve Smolyan (Paşmaklı) Balkanındaki Sovyetler Birliği Sofya Büyük Elçiliği dağ evinde özel misafir statüsünde ilgi gören Medü Doganov (Ahmet Doğan) o içki masasında ayaklanmanın “Lideri” ilan edildi. Bu Moskova’da düşünülen stratejik bir yalandı. 3 günden sonra Plovdiv’in “Krumovo” askeri hava alanından kalkan bir helikopter, “VI. Şube”den ve DS’den birkaç generalle birlikte keçi sakallı Medyü da havalandı. Çapa, satır, orak, tırpan ve yamaları kaldırmış askere, zırhlı araçlara, tanklara, polise, totaliter rejime ve azınlıklara zulüm eden Bulgar devletine karşı yürüyenleri gösterdiler ona ve “vazifen bunları ya memleketten kovmak ya da koyun sayasına kapatıp aç susuz ölümlerini beklemektir” dediler. Karar yerde alınmış ama emir havada verilmişti. Kabul etmeye, hain olmayı kabul etmese helikopterden atılacak ve “şehit” olacaktı, ama olmadı o “ihanet çizgisince yürümeyi, halkın eziyetine tahammül etmeyi kabul etti” ve votka viski içmeye devam etti. 1989 Mayısında Bulgaristan Türkleri devlet kapısından çekilmişti. Ne yapabileceklerini gösteriyorlardı. Devletin zulüm güçleri onların içinden ne geçtiğiyle, dertleriyle, ne düşündükleriyle ilgilenmiyor, tüm dertleri ayaklanan halkın başına fes geçirip püskül sallatmaktı. Bu iş için en kimliksiz kişi ömür boyu hainliği kabul eden Ahmet Doğan idi. Haklarının çiğnendiğini son 26 yılda da gö-


142

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ren halk, devletten ve devletin atadığı “liderden” uzak durdu. Bugün artık “lider” ayı inine çekildi, tören, bayram, mevlit, adet, töre tanımıyor, kış uygusuna yatmaya hazırlanıyor. HÖH liderleri artık iyilikle kötülüğü birbirinden ayıramayacak duruma gelmiştir. İşte son örnek: Halkımıza kan kusturan, yüzlerce şehit kurbanımızın abide ve anıt levhalarına çelenk ve çiçek koymaktan uzak duran HÖH meclis grubu ve olayı temsil eden milletvekili Mithat Metin, 1989 “Büyük Göçüyle” vatandan kovulan, Bulgaristan ve Avrupa Birliği vatandaşlığını koruyan Türkiye’deki yüz binlerce soydaşımızın yaklaşan Cumhurbaşkanı ve erken genel seçimlerde seçme ve seçilme hakkını kullanmasına, oy vermesine karşı olduklarını beyan etti. Hak ve Özgürlükler ismi ardına gizlenen bu parti, en doğal ve yasal insan haklarına, dünyanın her bir köşesinde her kişiye tanınan oy kullanma hakkımıza bile karşı çıkmakla, gerçek yüzünü göstermiş oldu. 19 Mayıs 1989 Cebel olayları insan hakları için bir ayaklanmadır ve 27 yıl sonra büyük bir yürek acısıyla şu tespiti yapmak zorundayız: Kendini demokratik bir ülke olarak tanıtan Bulgaristan’da temel insan hakları, bu arada tüm vatandaşların eşit ve ellerinden alınmaz hakkı olan oy kullanma hakkı devam ediyor. “Yurtsever cephe” adını kullanan V. Simyonov yönetimindeki aşırı milliyetçi, Türk düşmanı, ırkçı milletvekilleri tarafından hazırlanan ve Cumhurbaşkanı Plevneliev tarafından veto edilerek düzeltilmek üzere meclise geri çevirdiği “Seçim Kanunu” üzerindeki oyun ve pazarlıklar devam ediyor. “Seçim Yasası Değişiklikleri” Anayasa Mahkemesine gitti. Bulgaristan’da komünizm sonrası beliren neo-faşist uyanış başkaldırıyor ve mutlaka durdurulmalıdır. HÖH milletvekili Mithat Metin ve arkadaşları halkımızı yeni bir kör kuyuya itmeye çalışıyor. HÖH’ün kinli, öfkeli ve ikiyüzlü tutumundan kabaran tehlike büyüyor. *** Belirlenen o ihanet siyaseti toplam 710 bin kişinin toprağından sökülüp vatanından kovulmasına, çocuklarımızın, torunlarımızın okulsuz, hastalarımızın ilaçsız, insanlarımızın ezansız ve kültürsüz kalmasına neden olurken, işte bugün Cebel Ayaklanmasının 27. anma törenlerinde bizi yeniden ikiye böldü. Polis ardına sığınan HÖH-cüler ajan, hain, jurnalci, hafiye, kalpazan, tembel, hazır oncu tayfası ile demokrasi, sorumluluk, özgürlük ve hoşgörü mücahitleri yüz yüze geldi. Yükselen sloganlarda “HÖH partisine mensup olan her kişi, bir esirdir!” dendi. Bir tütüncü şehri olan Cebel şehri ve diyarı “Cebel Basma” tütünleriyle dünyaca ünlüdür. Üretim geleneklerini bugün de sürdürüyorlar.


Makale ve Analizler - 2016

143

Haklı ve şanlı mücadelemizde ilk kurbanı verdiğimiz 24 Aralık 1984’ten başlayan mücadele ruhumuza ilham veren, bilinen, sevilen öğretmen Avni Veli tarafından, 1986’da Stara Zagora cezaevinde kelepçeli ellerle yazılan “Soya Dönüş”e karşı diriliş ve mücadelede “Direniş Marşı” doğmuştu. 26 yıl sahte demokraside baskı sisi biraz aralanamadığından bu marş, ne şiir olarak ne de koro tarafından Cebel Pazar Meydanında henüz söylenemedi: Bulgaristan Türk’ünün İstiklâl Marşı Yapmaca ve yalanı sancak savuran Bulgar Leke saçtı şanıma, Türk adıma riyakâr. Düne kadar kabile, bugün oldu bir barbar, Ecel günü yutmaya karar verdi canavar. Süt mavisi göklerden indi perde simsiyah, Sokak başı okullar oldu birer karargâh, Ağız açtı her tüfek, konuştu hep tek taraf, Türk oğlundan öç aldı, namus bilmez o küstah... Yüreklere yansıdı, arşa eren feryatlar, Bir gecede büyüdü, oyun bilmez çocuklar, Mezarında titredi, kefensizce yatanlar, İpi lâyık seçtiler, ırz kaybeden bacılar. Hak ve özgürlüğü zindanlara tıkmakla Direniş ve savaşı sığar sandı kamplara. Boyun eğmezleri bir hamlede vurmakla Hakkın sesi durur, girer sandı mezara... Unutma, sen yüce bir ulusun evlâdısın: Damarlarında dolaşan ta ezelden gelen kan Ataların kanıdır. Sen ecdatlar helâlisin. Gerekirse uğruna Hakkın, feda olsun can. Bilmesen de tarihi – utanma. Bu suç değil. İçine dön, ta yürek hücrelerine eğil, Ve gelmiyorsa eğerkölelikten menşein Sen Türksün – üç kıtanın aslanısın bunu bil... Günümüzü gün eden, gece eden Güneştir. Dilimizdir, dinimizdir bizleri millet eden, Türk eden. Özgürlüğü getirip hibe eden savaştır,


144

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Direniştir ulusu sonsuzluğa götüren. *** 19 Mayıs Cebel anma törenleri, bu törende Kırcaali Belediye Başkanı ve HÖH lideri Hasan Aziz tarafından temsil edilen HÖH yönetiminin halka karşı tavır aldı. Direnişten çıkmış ve zafer kazanmış bir halkı kesinlikle karşına alma ilkesini bozdu. Kitleleri karşısına alıp onlarla inatlaşan, kitlelere karşı gizli ve açık tutum alan, kitlelerin mücadele vererek elde ettiği en insancıl, en medeni haklarını ayak altına alan mutlaka yenilir. Buy değişmez bir kuraldır. Deprem gibidir, gece de gelir gündüz de, ne zaman geleceği asla hesaplanamaz, ama mutlaka gelir. Kendi halkını karşısına alan liderler, Ahmet Doğan ve Hasan Aziz gibiler, mutlaka çökecektir.Şu dönem Bulgaristan Türkleri yeni liderini arıyor.O, bizim en büyümüz olacaktır. Halkı sevindirecektir. Mazlumların en yücesi olacaktır. Göçmenlerle ata-vatanda kalan kardeşlerimizi birleştirecek lider olacaktır. Bize, ölü evinde ağlamasını, düğün evinde gülmesini, anma törenlerimizde konuşmasını ve camide saf tutmasını bilen bir Başkan gerek. Ve biz onu arıyoruz.

Deliorman Mayıs ‘89 Yürüyüşleri...

Raziye Çakır-20.Mayıs.2016

20 Mayıs 1989’da Deliormanlılar da “Yeter Artık!” dediler ve protesto yürüyüşlerini başlattılar. Şumnu sancağının Yusufanlar, Şarvı, Davulcular, Saltıklar, Çoban Nasıf, Nasufçular, Emberler yürüyüşe çıktılar. Kent merkezine toplandılar. Arkadan gelenler kent meydanını doldurdular. Kısa ve özlü konuşmalardan sonra iki öğrenci şiir okudu. Meydanda Türkçe konuştuğu için ceza ödemiş, Bulgarca bilmediği için hastaneden kovulmuş ve daha yüzlerce hor görülmüşler bu durum karşısında heyecanlandılar. Hatırlayalım; Katılanlar anlatıyorlardı: Bu kalabalık Emberler’den Rasınlar’a, oradan da Çufallar’a vardı. Yine kısa bir konuşmadan sonra yola çıkıldı ve Bohçalar (Kaolinovo) kentine doğru ilerlediler. Gizli polis de uyumuyordu. Emberler’de daha takibe başlandı. İtfaiye arabaları geldiler, ancak müdahale etmediler. Havada helikopter sürekli tur atıyordu. Aydoğdu’da iken


Makale ve Analizler - 2016

145

Razgrat plâkalı arabalar gördük. Bohçalar’a doğru yön alıyorlardı. Yaşlılardan, çocuklardan, kadınlardan oluşan bu kalabalık kol kola kilitlenmiş birlikte hareket ediyorlar, hep bir ağızdan “Osman Paşa Marşı”nı söylüyorlardı. “Ünü büyük Osman Paşa” dizeleri bereketli, düz tarlaları inletiyordu. Kalabalık arada bir meşe ormanlarına dalıp çıkıyorlardı. Deliorman’ı, Güney Dobruca köylerini marşımız zulme karşı koymaya çağırıyordu. Bir ara polis ve asker yolumuzu kesti. Kent merkezine girmemize izin vermiyorlardı. İsyancılar yolu bıraktılar, tarlalar içinde yürümeyi sürdürdüler. Tekrar yola çıkıldı. Uyarı sesleri duyuldu: “Birbirinizden ayrılmayın!”, “Kadınları, çocukları ortaya alın!” Bir süre daha böylece yürüdük. İlerledik. Bizi bölmek için bir tank kalabalığın arasına daldı. Millet taşlarla tanka saldırdı. Tankın çelik yüzüne çarpan taşlar acayip sesler çıkartıyordu. Sanırsın taş yağmuru yağıyordu. Kalabalıktan bir grup, polis çemberini yardı. Kent merkezine yürüdüler. Gerisi söküldü. Bohçalar’ın merkezi doldu taştı. Mitingde Bedriye Osmanova adında bir kız tüm Bulgaristan Türklerinin isteklerini açık bir şekilde ortaya koydu. “Adlarımızın iadesini istiyoruz,” dedi. “Türkçe konuşmak yasağı kaldırılsın, baskılar sona erdirilsin,” dedi. Bu isteklerin sıralandığı anlarda özel ekipler yürüyüşe çıkanlardan bazılarını tutuklayıp, yakındaki ormana götürmüşler ve işkence etmişler. Kuzey Bulgaristan’da yürüyüşler ertesi günlerde de sürdü. 21 Mayısta Mahmuzlu’da yürüyüşlere gidildi. Burada 4 şehit verildi. 22 Mayıs’ta Razgrat şehrinde halk sokaklara çıktı. Çevre köylerden de gelenler oldu. Aralarında ünlü pehlivan Osman Durali de bulunuyordu. Yine 22 Mayısta Akkadınlar’da (Dulovo) protesto yürüyüşüne çıkıldı. Çukurköy’de (Yasenkovo), Bıyıklı’da (Bortsi) ve çevre köylerde Köklüce’ye (Venets. S.K.) kadar uzayıp gitti bu isyanlar. 24 Mayısta Terbiköy (Kapitan Petko) halkı da meydanlara çıktı. Bu köye yakın Şeytancık (Hitrino) köylüleri de acıları sokağa çıkarak dile getirdiler... Şeytancık mitingi çok kalabalıktı. 23-24 Mayısta Razgrat ilinin Ezerçe köyünde millet ayaklandı. İki genç şehit edildi: Sezgin Karaömer ve Ahmet Buruk. Onları tabancasıyla öldüren Razgrat savcısıydı. 27 Mayısta aynı ilin Torlak köyünde binlerce insan meydanlara, yollara döküldüler. Köy tanklarla, polislerle sarıldığı halde yürüdüler: “Biz Türküz!” diye slogan attılar. Haklarını geri istediler. Bu protesto mitingleri 29 Mayısa kadar sürdü. Onlarca insan şehit edildi. Yüzlercesi yaralandı. Binlercesi sürgüne gönderildi veya hapislere tıkıldı. İsyan etmeyen halk isyan etti, çünkü dokunulmaz hakları ellerinden alınmış, hiçbir şeye hakkı olmayan köle durumuna düşmüş-


146

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

lerdi. Aynı yılın sonunda totaliter rejim çöktü. Rejim değişti. İnsanlar biraz olsun nefes aldılar. Embiya Ulusoy (Özet) Şehitlerimiz Gururumuzdur. 23 Mayıs 1989. Ezerçe/Razgrat köyü için bugün bir tarihtir elbet. Bulgar zulmüne yıllarca dayandılar, sabrettiler ama gün geldi tüm köy halkı meydanlara döküldü. İçlerinde biriken o acıyı haykırdılar: “Yetsin artık bu zulüm!”, “Biz Türküz! Adlarımızı geri istiyoruz!”, “Dilimizi, dinimizi geri istiyoruz!”, “Türk okulları yeniden açılsın!...” İçindekini bağıra bağıra kenar sokaklardan köprüye kadar geldiler. Merkeze, meydana giden yol buradan geçiyordu. Köprünün öbür ucunda kendilerini nelerin beklediğini bilmiyorlardı. Sivil polisler, kızıl bereli komandolar, sancak savcısı gelenlere pusu kurmuşlardı. Protesto mitingine katılanların her adımını diyorlardı. “Durun!” anlamında bir işaret verildi, havaya bir kırmızı roket atıldı. Tabiî, topluca gelenler bunun ne demek olduğunu bilmiyorlardı. Savcı Krasimir Markov gelenleri uzaktan daha kurşun yağmuruna tuttu. Mermi çekirdekleri gelen kalabalığın önüne düşüyordu. Aralarından bir ses yükseldi. Bir dalgalanma oldu: “Bebekli anneler önde yürüyorlar. Kâfirler öldürecek onları da...” Kalabalıktan iki genç hemen öne fırladılar. Bunlardan biri Ahmet Buruk adında bir gençti, diğeri liseden yeni mezun olmuş Sezgin Salih Karaömer’di,.. Onlar da seslerini çıkardılar: “Biz kurşun değil, adlarımızı geri istiyoruz...” Kurşun yağmuru şiddetini daha arttırmıştı. Millet hep bird*en en bağırdı: “Neden ateş ediyorsunuz? Suçumuz nedir? Haklarımızı geri verin!...” Ön saflarda yürüyen çocuklu annelere siper olan iki genç birden kanlar içinde yere yuvarlandılar. İlki Ahmet Buruk, ikinci genç Sezgin Karaömer. Şehirden yeni gelmiş. Okulundan başarıyla mezun olduğunu müjdelemek istiyordu annesine, babasına. Kırmızı bereliler, yaralananları hastaneye kaldırmak bile istemediler ve engellediler. Köprü başında yaralılar da yardım bekliyorlardı. Polisler bunlara engel oldular. Hastaneye kaldırılmalarını gereksiz buldular. Bu acı haber 8 km mesafedeki Torlak köyüne de ulaşmıştı. Bir grup genç Ezerçe’ye gelmek şehit kardeşlerine çelenk koymak istemişlerdi. Dervent bayırında asker yollarını kesmişti. “Nereye?”, “Ezerçe’ye...”, “Niçin?...” “Öldürülen kardeşlerimize çelenk koyacağız...”, “Gidemezsiniz. Sıkıyönetim var...” Torlaklılarla baş edemeyeceğini anlayan görevliler telsizle hemen Razgrat’a haber verdiler. Yirmi dakika sonra kamyonlar dolusu silâhlı askerler geldiler. Tor-


Makale ve Analizler - 2016

147

laklılar gelenlerle baş edemeyeceklerini bildiklerinden geri döndüler... Çiçekler ellerinde kalmıştı... İsyan edenler gizli polis tarafından videoya alınmış, “suçlular” tespit edilmiş ve ertesi gün dayaktan geçirilmişlerdi. Aynı zamanda bu “asayişi bozanlar”a 24 saat süre verilerek birer bavulla sınır dışı edilmişlerdi. Baskılar Milleti Uyandırdı Millî Türk azınlıklarına baskılar bir plân çerçevesinde yapılıyordu. Gün oldu okullar kapatıldı, gün oldu din yasaklandı. Dil önce Çingene çorbasına çevrildi, sonra yasaklandı. Camiler kontrol altına alındı. İmamların sayısı sınırlandırıldı. Ardından millî kıyafetler yasaklandı, sünnet yasağı uygulamaya konuldu. Azınlıklar bir demir çembere alındılar. Önce Çingenelerin, Pomak Türklerinin adları Slavlaştırıldı. Türklerin adları da silah zoruyla, ordu gücüyle değiştirildi. Cezaevleri, kamplar doldu taştı. Daha çok Türk gençlerini Türksüz Bulgar köylerine sürgüne gönderdiler. Bunlara hep sabrettik, katlandık. Bir gün isyan ettik. Hâlimiz ne olacak diye düşünen gençlerimiz yok değil, vardı da... Razgrat şehrinde bir grup Türk aydını gizli bir örgüt kurma girişiminde bulundular. Üyeleri Türk köylerine dağıldılar, BMT’ye yazdıkları şikâyet mektubuna imza toplamaya başladılar. Tabiî, yakalandılar. 17.9.1963’te Razgrat’ta duruşmalar kapalı kapılar ardında yapıldı. Devleti yıkma, karşı propaganda yapma suçundan yargılandılar. Komünist Partisi adına konuşan Ahmet Hüseyinov dedikleri (Parti Merkez Komitesinde görevli) gençleri nankörlükle suçladı. Parti Türk halkının haklarını veriyor, dedi. İsyan edenler için “Türk halkı adına” idam istedi. “Türkçe okumuşsun Bulgarca okumuşsun, Türk veya Bulgar adı verilmiş ne önemi var, ne fark eder ki? Hep insan adı...” diye “adaleti” savunmuştu. Bulgaristan Türklerine ya muhtariyet, ya da Türkiye Cumhuriyeti’ne göç hakkı tanınmasını isteyen ve örgüt kuran bu mühendis ve öğretmen kardeşlerimiz (Ebazer ve Mehmet Hasan) 5’er yıla mahkûm edilmişlerdi. Bu olay tüm memlekette duyulmuştu. Gurur veriyordu insana ve bizi uyanmaya, direnmeye teşvik ediyordu doğrusu. Komünistler, azınlıklara soykırımı uyguladıklarını herkes anlamıştı sanki. İçten bir direniş başlamıştı. Eski Balabanlar (Vazovo) köyünden bir grup genç galeyana gelmişlerdi. Demir Baba Tekkesinde her yıl 2 Ağustosta Deliorman’dan halk adak kurbanlarını keserler, eğlenirlerdi. Bu gelenekselleşmiş bir buluşma yeriydi. Bu kalabalığı fırsat bilerek yukarıda adı geçen köyden gençler ulu bir ağaca ay yıldızlı Türk Bayrağı çekmişler, halkı heyecana getirmişlerdi. Halk bu olaya hem sevinmiş, hem de için için üzülmüştü. Yakalanırlarsa bu gençleri ne beklediğini herkes pek iyi biliyordu. Bu olay şu mesajı veriyordu:


148

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) “Biz varız, Türküz, derin uykudan uyandık, Türkiye’ye bağlıyız”...

En Kötü Olan - Parçalanmamızdır!

Dr. Nedim Birinci-20.Mayıs.2016

Konu: Türkiye’den Bulgaristan’a hiçbir zaman için zarar gelmez. (Bursa Büyük Şehir Belediye Başkanı Recep Altepe) En büyük gürültü kaleler yıkılırken çıkan gürültüdür. 19 Mayısta Cebelde HÖH - DPS kalesi yıkıldı. Cebel Kalesi bu partinin gasp ettiği ve bayrak diktiği en önemli kaleydi. İsyan burada patlamış ve totaliter rejimi devirmişti. Kahramanlar biraz yaşlanmış, biraz yorgun, bir az da eziktiler, ama oradaydılar. Kahramanlar onlardır, çünkü totalitarizme karşı ayaklanma başlatmak yalnız cesaret değil, ezilmişlikten doğun manda yüreği, gözü kararmışlık ister ki, onlarda bu vardı. Şu para verip sallandırılan bayraklar, zamanını dolduran partinindi. Cebel’de HÖH kalesi düştü. Bu bayrak artık müzelik oldu. 100 levaya, yarım somun ve 2 köfteye hala dalgalanıyorsa, değişiklik rüzgarından parçalanmasın diye iki yanında polis bekliyor, büyük davamızla hiç alakası olmayan ama meydanı dolduran kuru kalabalık konuşmaları anlayamadığından her cümle 2 dilde -Türkçe ve Bulgarca- sunuldu. Polis sopasına dayanan, “Belene Kampında” solucan ve hamam böceği çorbasıyla yaşayan ve Türklük gururumuz olan kahramanlarımız hariç, “DPS” diye avaz avaz bağıranlardan hiç biri 19 Mayıs 1989’da bu meydanda, Mehmet dedenin cenazesinde, kutsal davamızda yoktu. Bugün “sarayda” gölge bekleyen Ahmet Doğan da 19 Mayıs 1989’da Cebel’in ayaklandığını 5 ay sonra işitti. Biraz yaşlanmışlardı. Zindanların, işkence odalarının, sürgün çekisinin, “Büyük Göç”ün derin alın çizgileri kırış kırıştı. Hayat suyunu örs ile çekiç arasında alan olgun yiğitler meydanı doldurmuş kiralık koroyu işitmiyor, 27 yıl sonra ancak içindeki Türklük sesine kulak veriyordu. Onlar bu davanın mihenk taşlarıydı ve şimdi omuzlarındaki ağırlıkta “davayı devretme zamanı geldi” bilgeliği var.


Makale ve Analizler - 2016

149

Biraz da yorgundular. İsyandan sonraki yıllardaki didişme, kavga ve savaşım, durulmayan sular yordu onları ve şu şerefli anma gününde zihinlerini rahatsız eden bir şey vardı: “Sofya’daki haini ayakta selamlayanlar, kendileri de haindir!” Baş haine hiç biri ulaşamayan şu bulaşıkçı köpekler, oltaya yakalanmış balık gibi, en kutsal bayrak gününü kirletmeye gelmişlerdi. Kendilerini kepaze ettiklerinin farkında olmayan bu kör yığın, DOST’u karşılarına alıp inatlaşmak istiyordu. Fakat bu defa da olmadı. Cebel meydanında kendilerine yer olmadığını bilenler, temelsiz bir bina gibi çöktüklerini fark ettiler. Bu gerçek kahramanların yorgunluğunu aldı. Dahası DOST partisine devrediliyordu. Bir az da eziktiler. Bu eziklik yıllar içinde gerçeklerin ters yüz gösterilmesinden, saklanmasından, çarpıtılmasından, bu haklı davada parlayan ilk kıvılcımların, ön saflardaki en yiğitlerin, gözü yılmayanların birer ikişer seneler içinde dede toprağından sökülüp atılmasının getirdiği büyük eziklikti. Hayal kırıklığı onları yıkamadı, çünkü bu bir var olma kavgasıydı. Gençler vatanı terk etmiş, etrafta çocuklar oynaşmıyor, yaşlı yaşlıya ne de konuşsalar birçok defa lafta kalıyor, namazdan namaza, bayramdan bayrama kardeş sıcaklığı ile gün tekerlerken, şu kalın enseli itlerin, köfteci kalpazanların, etrafa yığılan polislerin suyu bulandırması onları huzursuz ederken sanki eziyordu. DPS’ci kör kalabalık saldırgan tavrıyla bir büyük alevi, Cebel İsyanı ateşini söndürmek ve Bulgaristanlı Müslüman Türklüğü parçalayarak biraz daha yok etmeye toplanmış, örgütlenmiş ve kışkırtılmıştı. Bu iş Sofya’dan, artık bir gizli polis amirliği olarak görev yapan “saraydan” örgütlenmiş ve finanse edilmişti. Düşman boynuzları totaliter devletin başından alınmış ve saraylı başına takılmış gibiydi. Düşman değişse bile hedefi ve amacı hep aynıydı. Demokratik özgürlükleri ezmek ve Türklükten kurtulmak! *** Kahramanlar gününde şu güzel sanatçı Burcu Gün, elleri kınalı cebel güzelleri gibi giyinmiş, sanki bizim kız, herkesi coşturdu. Millet döktü piresini! Meydana öyle bir Türklük yağmuru yağdı ki, sanki bakırdan döküldü, gönüller öyle coştu, öyle coştu ki dağlar taşlar yerinden oynadı. Yeni bir gün doğduğunu herkes hissetti. *** 19 Mayıs coşkusunda Ankara Cumhurbaşkanlığı Filarmoni Orkestrasını şef Krasen İvanov yönetiminde, İvo Papazov’un klarnet doğaçlamaları ve Kırcaali’li virtüöz akardeyoncu Neşef’in Balkan nameleri ve solist Yıldız İbrahimova’nın


150

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

romantik esintileriyle dinleyenler de aynı coşkuyu yaşadı. Türkiye’de Gençli ve Spor Bayramı bu defa Balkan müziğiyle renklendi. Zaten istenen bu değil mi? *** Cebel mitinginde şöyle bir gerçek de çıktı ortaya: DPS-HÖH partisine üye kişilerin, aldatıldığı, bir siyasi esir durumuna düştüğü, de-pe-se kölesi gibi hareket ettiği dikkati çekti. Yıllar Cebelli ruhunu söndürmek için çok çaba harcamıştı. *** Anma töreninde çok değerli konuşmalar yapıldı. Daha önceki kitle hitaplarında da ince düşünceli, yüksek ruhlu, gönülle göre konuşan, ortama göre şerbet veren Türkiye Cumhuriyeti Sofya Büyükelçisi Sayın Süleyman Gökçe, birçoğu işsiz, aşsız, çaresiz, beklemeye yenik düşmüş, sosyal sınıflandırmanın sefiller çizgisi altında bulunan meydana dolmuş ve kaynayan kalabalığı ilgilendiren konulara direk giriş yaparak, hazır bulunanları iyi tanıyan bir deneyimli diplomat edasıyla, herkesin anladığı dilde şöyle dedi: “Türkiye Bulgaristan’ın en yakın dostu, ortağı, müttefiki ve komşusudur. Biz her zaman beraber yaşadık. Bundan sonra da beraber yaşamaya devam edeceğiz. NATO’da müttefikiz, Avrupa Birliğinde ortağız; komşuyuz; birlikte çok uzun bir tarihimiz var. Türkiye her zaman Bulgaristan’ın yanında olacaktır. Soydaşlarımızın çok önemli bir kısmı, her iki ülkenin de çifte vatandaşıdır.; bu ilişkiye, bu dostluğa bu tarihe ve geleceğe köprü önemi katıyor. Bulgaristan Avrupa Birliği’nin üyesi, Türkiye ise ortağıdır. Çocuklarımızın, gençlerimizin ve hepimizin geleceği bakımından önem taşıyan bir örnek vereyim. Türkiye bugün dünyanın 16. büyük ekonomisi haline geldi çok şükür. Biz bundan en çok da komşularımızın, Bulgaristan’ın, Yunanistan’ın ve diğer komşularımızın istifade etmesini istiyoruz; çünkü refah ortaktır. 2014 ve 2015; iki sene içinde Türk iş adamlarının ve yatırımcılarının dünyanın 5 kıtasında yaptıkları yatırımın toplamı 15 milyar dolara ulaştı ve geçti. Maalesef Bulgaristan’a çok az bir yatırım geldi. Arzu ettiğimizin çok altında. Biz çok daha fazlasını arzu ediyoruz. Gençler göç gidiyor, nüfus yaşlanıyor. Ülkenin gücünü toplaması lazım. Yetişmiş insan gücünün olduğu yere yatırım geliyor zaten. Bu çok önemli bir rakam az evvel sizinle paylaştığım. Bunun üzerine hep beraber düşünmemiz geldiğini zannediyorum. Çünkü bu meydandan ayrıldığımızda hep beraber aslında aklımızda kalacak olan önemli şey bu.”


Makale ve Analizler - 2016

151

Bu konuşma Bulgaristan Türklerine Türkiye Başbakanı Bülent Ecevit’in 1972’te Deliorman ziyaretinde köylülerle buluşmada o zamanın Bulgaristan yöneticisi Todor Jivkov’a hitaben şu sözlerini anımsattı: “Siz şu Türklerin diline, dinine, malına mülküne, yaşam tarzına ve özgün Türk Müslüman kültürüne salgı oldukça, Türkiye halkı ve devletinden daha büyük dost ve daha iyi komşu bulamazsınız.” Şimdi Büyükelçimiz Gökçe bu sözlere AB ortaklığını ve NATO müttefikliğini de ekledi. Yani son yıllarda iki önemli adım atılmış olduğu ortaya çıktı ve üstüne Türkiye devletinin hem Bulgar devletine hem de Bulgaristan’da yaşayan Türk azınlığa her bakıma yardım eli uzatmaya hazır olduğunu bir daha halka açık şekilde vurguladı. 1990’dan beri, ayni Bulgaristan ekonomik ve mali bataklığa saplanalıdan beri, Türkiye birçok dev projemizin gerçekleşmesinde yanımızda oldu. Şu an Bulgaristan’da yüzlerce irili ufaklı Türk sanayi tesisi üretim yapıyor. 20 yıl önce sosyalizmden yeni çıkmış Bulgaristan’da girişimcilik tamamen ölüyken Türkiye Eximbank’ı 50 milyonluk kredi çizgisiyle işe başladı. Ardından “Doğuş İnşaat” Bulgaristan’da otoyol işlerinde büyük kepçe rolü oynadı. Önce Karnobat-Burgas otoyolu yapıldı. Ardından Sofya metrosunun 2. hattı gerçekleşti ve 3 yıldan beri çalışıyor. MAPA Cengiz Konsorsiyumu Gorna Oryahovitsa arıtma tesisinden sonra, “Sofya - Lülin - Pernik” otoyolunu inşa etti. “Şişe Cam” Tırgovişte’de üretime başladı. “Maritsa İstok Elektrik Santrali” ünitelerini Türk enerji şirketleri onarırken, Koza Holding Sofya’da kapalı semtler kuruyor. Birkaç gün önce Başbakan Borisov Kırcaali sakinlerini yeni büyük bir Türk üretim ünitesiyle sevindirdi. Bu gidişle “Svilengrat “Novo Selo” - “Kalotina” hızlı tren hattının bir Türk yatırımcı şirketi tarafından döşenmesi; “Şipka Boğazı Tuneli”nin açılması; tütüncülüğün sınırlandırılıp kota sistemine geçilmesiyle kırılan ekmek teknesinin kozacılık ve ipek dokumacılığı ile canlanması hep Türkiye Bulgaristan işbirliği ufkundaki iri beklentilerin sadece bazılarıdır. Bu sıralama çok uzundur. Ekonomik işbirliğinde Türkiye atılımlarının amaca yönelik özlü olması dikkatleri kilitliyor. 15 Aralık 2015 tarihinde Sofya’da “Boyana Konağı’nda” T.C. Başbakanı Ahmet Davutoğlu’nun Bulgar Başbakanı Boyko Borisov’a direk olarak Türklerin yaşadığı karma bölgelere yönelik 1 milyar 280 milyon Euro proje yatırımı önermesi ve üretilecek tarımsal ürünlerin satın alınacağına taahhütte bulunması, derinleşen işbirliğimizde yeni bir adımdır.


152

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu çabalar Büyük Türkiye projesinin gerçekleşmesine paralel olarak hız alacak ve mutlaka gerçöek olacaktır. Ve ben bizi içine itilmek istediğimiz, yeni parçalanıp bölünme krizinden en kolay Türkiye yardımlarıyla kurtulabileceğimize ve bunalımı aşabileceğimize inanıyorum. Bu bakıma Cebel anma törenleri düşündürücü ve yol gösterici oldu. Türklerin, Türkiye’nin Bulgarlara ve Bulgaristan halkına yardımları yeni konumuz olacaktır.

Ayrı Gayrı Bilmeyen Bir Toplumdan Geldik

Raziye Çakır-22.Mayıs.2016

Konu: Kötülerin başı mutlaka ezilmelidir. “Tarih Türklerden çok şey öğrendi. Onların elinden çıkma öyle eserler var ki bunlar medeniyetin birer ziynetidir.” / Hammer – 1774-1856, Alman Tarihçi / Türklerin tarihte kurdukları ,küçük büyük devletlerin sayısı pek çoktur. Bunların hepsini saymak mümkün değildir. Ancak bunların arasında büyük imparatorluklar, devletler vardır, onların sayısı ise 16’dır. Bunların bayrakları bu gün Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlımızda süsleyen makam odasında yerleri vardır. Bunlardan birisi Osmanlı İmparatorluğudur: (1299 - 1923) Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi - BGSAM’ın konusu Bulgaristan’dır. Ne var ki, 1908’de kurulan III. Bulgar devletini doğru dürüst anlamak Osmanlı’yı anlamadan mümkün olamaz. Bulgar egemenliği Osmanlı’dan çıkmıştır, onun uzantısıdır ve içindeki iyilikler, sonsuz hoşgörüsü Rusya, İngiliz ve Fransız emperyalist kundakçıları tarafından ters yüz çevrilebildiği ve Türklere ve İslam’a karşı düşmanlık kusan bir curcuna haline getirilebildiğinden anlaşmazlıklar, komplolar ve tuzaklar devam ediyor. Osmanlının demokrasi tarihinin başlangıç noktası 1839 Tanzimat Fermanıdır. Doğrusunu söylemek gerekirse bundan 177 yıl önce Osmanlıda kaleme alı-


Makale ve Analizler - 2016

153

nan Fermanlarda “halk”, “Bulgar”, “Türk” sözleri geçmezdi. Osmanlı halkı “ümmet”, etnikler de tebaaydı. Bundan dolayı da bizim kuşak tercümeli yazılardan ne Tanzimat’ın ne de Tanzimat Hareketinin ne olduğunu doğru dürüst kavrayamadık. 1939 bu Fermanın yayınlandığı yıldır. Fakat bu olay o zamana kadar Osmanlı toplumunda gelişen derin olayların ilk su yüzüne vuruşudur. O zaman henüz 17 yaşında olan Padişah Abdülmecit’in tebaasına karşı taahhütlerde bulunmasıdır. Bu taahhütlerin en önemlisi, din ayrımı olmadan tüm tebaanın eşit olduğunun ilan edilişidir. Bu tarihsel belgenin bir önemli özelliği; yargılamanın açık yapılacağını ve hiç kimse mahkeme edilmeden asılmayacağını taahhüt eder. (1873’te komitacı Vasil Levski’nin Bulgar yargıç heyeti tarafından Sofya mahkemesinde halka açık duruşmalarda yargılanması bir örnektir.) Bir başka taahhüt de; Padişahın askerlik ve vergi konusundaki güvencesidir. Tazminat Fermanından sonra gücü olmayandan vergi alınmamıştır. Vergilendirme düzene sokulmuştur. Bir oğlu askerde olan bir ailenin ikinci çocuğu da aynı zamanda askere alınmaz vb. Osmanlı’nın Bulgar etnik topluluğuna dil ve din bakımından yaptığı iyilikler sıralamakla bitmez, fakat birkaçına şöyle değinelim: Bulgarlar - (Türkler - Osmanlı) sayemizde uyandı: Tanzimat Fermanı 36 Türk aydını tarafından yazılmıştı. Tanzimat döneminde çok geniş haklar elde eden Bulgarlar, milli uyanış devri yaşamış, Bulgar esnaf, tüccar ve sanayici tabakası oluşmuş, Osmanlı parasal yardımlarıyla “Rila Manastırı” inşa edilmiş, daha 1835’te Gabrovo’da Aprilska Gimnazla kapılarını açmış, köy ve kasabalarda yüzlerce Bulgar ilk ve orta okulu kurulmuş, 1872’de Bulgar Doğu Ortodoks Kilisesi, Rum kilisesinden ayrılmış ve kilise ve manastırlarda ayinler ve eğitim öğretim Bulgar dilinde yapılmaya başlamıştır. Bulgarca ilk gazete ve kitaplar Osmanlı’da basılmış, okuma yurtları da o yıllarda halka kapı açmıştır. Bu nedenle olacak ki, Levski, Karavelov, Zh. Stoyanov ve daha birçok Bulgar uyanış çağı komitacı, aydın ve yazarlarının eserlerinde “Türklerle ebediyen aynı topraklar üzerinde birlikte var olma” fikri ve ülküsü işlenmiştir. Bulgar milliyetçi ülküsü çok kültürlü bir Cumhuriyet özlemidir. Aslında Bulgar Ortodoks Kilisesi’ne İslam karşısında eşit haklılık tanınması Tanzimat’tan sonra Arap devletleriyle Osmanlı’nın arasını açan en önemli unsur halini almıştır. Tanzimat Fermanı bir Osmanlı Anayasası değildir. Kanun da değildir. Modernleşmeye açılan Osmanlı’nın üzerine bastığı ayaklar, fikir temelleridir. O dö-


154

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

nemde Osmanlı’nın İçişlerine karışmayı, her konuda akıl vermeyi moda haline getiren Batı devletleri 1856’da bir Islahat Fermanı çıkarılmasını elde etmişlerdir. Yeni Ferman Fransa, İngiltere ve Avusturya İstanbul Büyükelçiliklerinde hazırlanmış ve aynı yıl imzalan Paris Barış Antlaşmasında yer bulmuştur. Buradaki ana fikir, Müslümanlarla, diğer dini inançların eşit olması ve Tazminat’ta kabul edilen bu eşitliğin İslahat Fermanı’nda bu kez hukuksal olarak haklarının dile getirilmiş olmasıdır. Bu bir Padişah güvencesi olarak dünyaya ilan edilmiştir. Tarihsel süreçlerin o günün koşullarına göre yorumlanmasının doğru olduğuna inansak da, bir devlette iki hukuk olamaz, bu her zaman ve her yerde çöküşe götürür demekten kendimi alamıyorum. Osmanlı Devletinin Bulgar’a iyilikleri yazmakla bitmez: Tanzimat hareketi dediğimiz bu süreç olmasaydı, biz ilk batı tarzında romanlar, ilk Batı tarzında tiyatro eserleriyle buluşmak için kim bilir kaç yıllar bekleyecektir. Bulgarlar ise belki kilise bağımsızlığını asla elde edemeyeceklerdi. Eğer Tanzimat hareketi olmamış olsaydı Sultan II. Abdülhamit sarayda opera izleyecek miydi? Tiyatro gruplarını oraya sokacak mıydı? Sarayda tiyatro yerini alıyor, şehzadeler padişahlar keman çalıyor, besteler yapıyorlar. Mithat Paşa idaresinde Rusçuk’ta tiyatro açılırken, Pitot’ta ilk Ziraat Bankası açılıyor, Sultan Sliven (İslimiye) sanayicisi Jekova karşılıksız para yardımları yaparak tekstil fabrikası kuruyor. İstanbul’sa 29 bin Bulgar dokumacı, esnaf, tüccar çalışıyor. Balkanlarda düşünsel değişim süreci başlıyor. Öz olarak, Bulgar ulusal uyanış ideolojisinin yeşermesi Tazmınat’la ilgilidir. Bizans’tan Osmanlıya geçtiklerinde köyleri olmayan bu boylar Osmanlı’da yerleşik hayata geçtikleri gibi kentleşmeyi de başarmıştır. Bulgar Çarlığında en önemli makamlarda çalışan Bulgarlar 1868’de açılan Galatasaray Lisesi, Tarlabaşı lisesi, 1877’de açılan Mekteb-i Mülkiye (Siyasal Bilimler) ve Robert Kolej mezunudur. Osmanlı Bulgar aydın tabakasının yetişmesine kanat açmıştır. Bu iyilikler saymakla bitmez. 1877 - 1878 Osmanlı - Rusya Savaşından sonra Türklere karşı birden bire fışkıran düşmanlığı yabancı yazarlar eserlerinde şöyle anlatmıştır. “93 harbinden” sonra , Balkandan inen Bulgarlar zengin Türk çiftliklerine, vakıf yerlerine kondular. Böylece parasız, yoksul olan Bulgarlar mülk sahibi oldular. Arkasından da bir yasa çıkararak istediği toprakları, tapulu mülk yapıverdiler. Savaştan dönen Türkler ise dışarıda kalıverdiler, kendi evi, tarlaları Bulgarlar almıştı. Yapacak tek işleri yolu tutup göç etmekti, başka yapabileceği hiç bir şey yoktu.


Makale ve Analizler - 2016

155

1880’de Bulgaristan Millet Meclisinden çıkarılan bir kanunla daha önce Türk hükümeti tarafından Kırım’dan gelenlerin toprakları ve diğer çiftlikleri kiracı veya ortakçı olarak 10 yıl çalışan Bulgarlara veriliverdi. Bulgarlar okul açıp kendilerini yetiştirdiler. Vahşetleri Ruslar yaptılar ve bölmeyi başardılar, düşmanlığı, kini Bulgarların içine soktular. Filibe’de Rus konsolosu çeteleri hazırlamıştı. Ayaklanmayı Otluk köyde onlar başlatmıştı, Filibe Pazarcık tarafındaki köyleri onlar yaktırdılar ve daha neler, neler. Türk çocuklarını katrana bulayıp canlı, canlı yaktılar. Bunları yaptıktan sonra da Avrupa ya yaygaraya başladılar. Bu harpten sonra Bulgaristan baştan , başa kana boyandı. Türkler ise çile, zülüm, perişan halde idiler, yapacak tek şey göçtü. Rusların yaptıkları akıllara durgunluk verir durumdaydı. Bunlara ayrıca bakmak isteyen şu kitaplara bakın: Edirne Mebusu Mehmet Şeref’ in “Bulgar ve Bulgaristan Devleti kitabı”, “Zara Müftüsünün hatıraları” bunlar yeterli olur kanaatindeyim. Göçler devam etmektedir. Bulgarlar Bulgaristan’da yaşayan Türkleri göçe zorlamak için ne gerekirse, yani elinden geleni yaptılar ve bu hep devam etmiştir. Bu gün bile devam etmektedir. Halk ölümden kaçıyordu, bu da Bulgarların işine gelirdi, hatta o zamanları Bulgarlar, ya göç edersiniz yada ölürsünüz. Filibe Ustina köyünde camiye bomba attılar, çeşmelere domuz eti astılar, kahveleri basıp Türkleri kovdular. Bunlar gibi örnekler tarih kitaplarında doludur. Halkın hiç bir suçu olmadığı halde, kadın, çoluk, çocuk demeden vahşice öldürüldüler, bu da sadece Türk olanları.. Yerini yurdunu bırakarak sadece Tuna vilayetinde, Rusların geçtiği yerlerden 600 bin kişi göç etmiştir. Savaş geldi geçti , çilelerin ise ardı gelmiyor. 1907 yılı Dobruca’ da Türkler’ le Bulgarlar arasında bir olay olmuştu: Kara İvan adında bir Bulgar , başkalarıyla münasebette bulunan karisini öldürmüş ve kendisini asmıştı. Bulgarlar ise bu suçu 60 yaşında olan Kara imam in üzerine attılar. İmamı ve bir kaç tane daha Türkleri yakalayıp işkence yapmışlardır. Halk bu zulmü Prens Ferdinand’ a bir yazı ile bildirmiştir. Bu yazı o zaman Paris’te çıkan Şura-yi Ümmet gazetesinin 119. sayısında çıkmıştır. Bulgaristan Milliyetçiliği Türk düşmanlığından ibarettir, daima Türklerin aleyhinde kin beslerler. Okullarda Türk düşmanlığı aşılarlar, kitaplarında Türk aleyhtarlığı yaparlar. Nutuk çekenler 500 yıllık “kara esaretten” söz eder. Okul kitapları , Türklerin aleyhinde kara yazılarla doludur.


156

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu kitapları Türk çocukları da okumak zorundadır. Her şeye rağmen Türklere kendilerini unutturamadılar, her Türk bir Türk ve Müslüman olduğun bilincinde doğup büyümüştü. Bulgaristan’daki Türkler daima bir göç kervanı halinde Türkiye ye akmaktadırlar. Bu kervanın sonu gelmedi. XXI. yüzyıl geldi bu kervan hep yoldadır. Biz bunu asla hak etmedik. Çarlık yıllarında ve sosyalizm döneminde Bulgaristan’ı inşa edenler Türklerdir. Çalışan halkın malı mülkü hep orada kaldı. Çok ezildik ve göçe zorlandık. 1990’dan sonra, hele şu “soya dönüş” rezilliğinden sonra Bulgar Müslüman Türkleri idare edemeyeceğini hem kendisi anladı, hem de dünya devletleri Bulgar devletinin etnik azınlıkları, dil ve din topluluklarına zulüm ettiğini, çok kültürlü bir toplum kuramayacağını anladığında, Türkleri kendi aralarından bazı kadrolara boğdurma yolunu seçti.Yeri gelmişken sizlere, Bugün Bulgaristanlı Türkleri içinden çürütüp yok etme siyaseti yürüten hem Rus ve hem de Bulgar polis ajanı, Türklük ve Bulgar milli çıkarlar haini Ahmet Doğan’ın nasıl eğitildiğini açıklanan polis dosyalarından tercüme ederek sunuyoruz: Sonuçları siz kendiniz çıkarın lütfen: Gerçekler konuşuyor: “Hizmetimize geçen ajan (Ahmet Doğan) bize son derece sıkı bağlılık göstermekte; Bulgar devletinin güvenlik organı olan DS gizli polisine sadakat göstermekte ve şöyle demektedir: “Marksist - Leninist idealler kanıma işledi ve ben onlara ömrümün sonuna kadar bağlı kalacağım. Gizli polis “DS” tarafından belirlenen ve Türklere karşı olan her ödevi yerine getirmeye hazırdır. Gün gelir ve idelerinden vazgeçmek zorunda kalırsa, hayatına son vermeye hazır olduğunu beyan etmiştir. (Haziran 1979, Ajan “Sergey” hakkında Birinci Baş Amirlik raporundan alınmıştır.) Doğan’ın Türklere karşı aşılanması Rus işidir. Ajan, ailesine bağlı değildir. Kendine en yakın hissettiği kişiler, şimdiye kadar birlikte çalıştığı ve halen beraber olduğu DS görevlileridir. Gizli Bulgar polisi görevlilerini sayıyor, Ağustos 1979 raporuna göre “Ajan Sava”ya Birinci Şube tarafından aşağıdaki yardımlarda bulunulmuştur: Bizim (Bulgar sivil polisi) kesin yardımlarımızla Şumen şehrinde Yüksek Eğitim Enstitüsüne kaydı yapıldı. Bizim kesin yardımlarımızla “Kl. Ohridski” Sofya Üniversitesine yazdırıldı. Üniversite diploması aldıktan sonra yine bizim yardımlarımızla bilim işçisi olarak kaydı yapıldı.


Makale ve Analizler - 2016

157

“Kl. Ohridski” Sofya Üniversitesinde ona aylık parasal yardım sağlandı. Bu yardımlar önce 90 leva, 1982 Mayısından sonra ise ayda 125 leva ödendi. Kirası sivil polis tarafından ödendi. Elbiseleri periyodik olarak gizli polis tarafından alındı. Bütün kitaplarını gizli polis satın aldı. Köyüne, Varna ve Primorsko vb. sayfiye merkezlerine gittiğinde bütün masrafları Bulgar polisi tarafından karşılanmıştır. Yazdığı diploma tezinin savunulması ve bu törende yapılan bütün masraf Bulgar gizli polisi tarafından ödenmiştir. Okuduğu teknik okulda ve çalıştığı fabrikadaki bütün masrafları Bulgar gizli polisi tarafından ödenmiştir. Dost olarak gösterdiği kişilerin yatılı pansiyona yazılmasına Bulgar gizli polisi yardımda bulundu. “Alians” okulunda dil eğitimi masraflarını polis karşılarken, kitaplarını ve kullandığı daktiloyu da polis sağlamıştır. Günü ve diğer törenleri için kendisine parasal yardımda bulunulmuş, kız arkadaşlarına ve hane sahibine de para verilmiş vb. (Rapor: 1986, ajan “SAVA”, Birinci Şube.) Biz Bulgaristan Türklerinin Bulgar devletine yaptığımız iyilikler, canla başla çalışmamıza karşı, başımıza sarılan, 10 bin kardeşimizin vatandan kovulmasına neden olan, bir çoğumuzu ihbar eden, HÖH partisini babasının çiftliği sanan, “Geçiş Döneminde” hepimizi “siyasi köle” durumuna düşüren, “19 Mayısta Cebel İsyan Kahramanlarını anma Mitingine, eli sopalı keleşler gönderen, Türkiye Büyükelçisi Sayın Süleyman Göhçe’yi yuhalatan ve halen Bulgaristan Türklerini, Pomak ve Müslüman Çingeneleri parçalamaya çalışan hainler başı Ahmet Doğan’ın polis dosyalarındaki gerçek hain yüzü budur. Böyle bir kişi Türklere bir gün bile lider olamaz!” 17 Arealık 2015’te başlayan yenilenme süreci derinleşmeli ve halkımız tüm hainlerden mutlaka ve ne pahasına olursa olsun kurtulmalıdır.


158

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Dört Bacaklı Hain

Şakir Arslantaş-22.Mayıs.2016

Konu: Bu Uyanış Farklı Olacak Cebel’den notlar En son Cebel’de patladı HÖH ve DOST meydan savaşı Partiler hendek atladı Korumak için gözü kaşı Gene polis tuttu yolları... (Şair M. Alev) *** Bir hatıra Anam süttü hep iki defa süzerdi Bir defa süzgeçten geçirir ve kıllar süzgeçten geçer der ve bir de tülbentte akıtırdı. Terzi de, “Dokuz defa ölç, bir defa biç!”dememiş miydi. *** Bizim hayat tarzımızın özü şudur: Sabah ola hayrola, Zamanda iş ola, Yorulunca ver mola Yap et ki, torba dola. *** Kimimiz Sultan yerinde, kimimiz bolluk yuvası Trakya’da, vatanımızdır ovaların ovası Dobruca, memleketimiz dünya deryası Deliorman ve şunu da düşünün lütfen, meydan savaşı vermeden yerleşmişiz VATAN bildiğimiz bu topraklara ve 300 yıl savaş da olmamış bizim oralarda. Ve halkımın uyanık olmasını isteyenler haksız kanımca. İnsan yılan görmeden, soktuğunda öldürdüğünü bilmeden yılandan korkmaz. Geçen ay Napolyon’un anılarını okudum: “Hiç bir asker korkusuz değildir!” yazmış. Usta şair Puşkın “Şans da kadınlar gibi dönektir!” demekten kendini alıkoyamamıştır.


Makale ve Analizler - 2016

159

*** Bulgar dilinde değişken örneği verilirken “top”, “kadın” ve “politika” sıralanır. Politika için söylenen politikacılar (siyaset adamları) için de geçerlidir. Politika dediğin çok ilginç bir olgudur. Renkli kişilikler yaratır. Gençliğinde MarksistLeninist, olgunluğunda sağ kanatta tutucusu, ileri yaşta ideolojileri rafa kaldırmış kendini din iman işlerine adamış pek çok kişi tanıdım. Siyasi yönelim kişisel tercih işidir. Marksist - Leninist devrimcilik işçi sınıfının sınıf savaşı silahıdır. Bizim köylerde işçi, ideolojik eğitim okulu ve benzer geleneklerimiz olmadığından dünya görüşü çarpık kişilere pek rastlanmaz. Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi son yıllarda yoğunlaştırdığı çalışmalarında “takıntılı insan” simalarını ortaya koydu. Bunlardan biri ana doğurmuş, babası yüzüne bakmamış, üvey babası da kabul etmemiş olan Ahmet Doğan’dır. Korku duvarları arasına sıkışmışlığını gören Bulgar gizli polisi, onu anasını ve sürüyü kaybetmiş kuzu gibi kucaklamış ve “at samanı gelir zamanı” hesabıyla, zavallının bütün kaprislerine katlanarak, masrafı çekip istediği hain tipi yaratmak için paraya para dememiş. Biz bu tip kişiliğe HAİN dedik. Ama bu tek bacaklı bir hain tipidir. Bacağı yalnız gizli polise bağlanmış ve onların isteklerini tamı tamına yerine getiren, hatta beraber olduğu kızla kaç dakika, nerede, nasıl oynaştığını bile yazıp rapor eden bir tiptir bu. Bu gibi “tek yanlı ve körü körüne bağlılık ortamında” yetiştirilmiş ajan ruhlu kadrolar Bulgaristan Komünist Partisi’ne alınmazdı. Ahmet Doğan da partili olamamış, hep DS polis şebekesine hizmet etmiş, ona parti içinde çalışma görevi verilmemiştir. Onun gibi ipini gizli siyasi polise kaptıran ve maşa olan diğer 3 016 dosyalı ajanın da partili olduğuna inanmıyorum. Onlar partinin son hedefinde Türk ve İslam düşmanlığı, tek uluslu Bulgar devleti yaratma, “soya dönüş” siyaseti uygulama siyasinde araçtı. Yani onlar yalnız bir süzgeçten geçmiş, annemin “türben” dediği ikinci sınavdan geçmemişlerdi. Biz 1990’da HÖH partisi kurucuları arasında tam bu tipleri görüyoruz. Onlar kaçmaktan korktukları için cesur zannedilen tiplerdir. Kaçsalar da nereye kaçacaklarını bilmezler, ancak sürüye katılabilirler. Onlar 1990’sa Varna’ya toplanırken “Düşmandan yüz döndürmek korkaklık nişanıdır” atasözünü bildikleri için kurucu kurultayda hazır bulundular. Bu kurultay’da tutanak tutulmamıştır, hazır bulunan 32 kişiden bir ikisi dışında kimse tek söz söylememiştir.


160

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Daha sonraki yıllarda bu kişilerden birçoklarıyla görüşme ve konuşma fırsatım oldu. O zaman, onların cesaret dereceleri birbirlerine yakın dolduğundan birbirlerine gülerek bakabildikleri sonucuna vardım, aslında hepsinin kalbi ve ruhları kıskançlık, kalleşlik, kin gibi kötü duygularla dolu olduğundan birbirlerine ısınamadılar ve bugünkü HÖH yönetiminde hiç birinin o zaman kopardığı tozdan iz bile yoktur. Olaya böyle yanaşmamın nedeni bugün de aynı olayın birbirine büyük benzerlikle tekrar etmesidir.1990 Kurucu Meclisi’ne katılanların 12’si dosyalı ajandır. Onlar birbirinin telefonlarını bilmeyen, çok azı daha önce birbirini görmüş kişilerdi. Onları birinci ve ikinci defa süzen DS - onları bir parti kurmak için Varna’ya toplayan organdır. Birlikte düşünelim. Ahmet Doğan Pazarcık hapishanesinden Aralık 1989’un son günlerinde salınıvermiş ve 4 Ocak 1990’da Varna’da 32 kişi ile parti kuruyor. Doğan’ın cebinde (gizli polis daha önce tüm ödeneklerini karşıladığı gibi, bu iş için de para vermemişse) beş para olmaması gerekir ki, parti kuruculuğu parasız olmaz. Bu işin birçok resmi harçları var. BGSAM’ın diğer araştırmalarından çıkan sonuçlarında da biz Ahmet Doğan’ı bir tek ipli yani Bulgar gizli polisi DS’ye ve dolayısıyla Rusya dış istihbaratı KGB’ye bağlı koşullanmış, Bulgar polisine danışmadan adım atmayan, Türk düşmanlığını meslek seçmiş, hainliğe kendini adamış biri olarak görüyoruz. Bu tip ajanların ikili ve üçlüleri de vardır. Örneğin İngiliz Mİ-6 İstanbul İstasyon Şefi Filby aynı zamanda SSCB dış istihbaratı KGB’ye de çalışmıştır. Çarlık dönemi Bulgar gizli polis şefi Geşev, aynı zamanda İtalyan ve Alman Nazi istihbaratına hizmet vermiştir. Yani ajanların ikili, üçlü bağlantılı olanlarına rastlanır. Ama biz bu yazımızın başında dostça yaklaşan, gülerek konuşan sahte liderlerin 4 bacaklısından söz etmeyi başlık ettik. Halkımız bu gibi simalara “yere bakan kan kusturan”, “kendi çıkarından başka hiç kimseyi görmeyen”, “mangal yürekli”, “çatal yürekli” gibi isimler takmıştır. Bu insanların cesur olduğu sanılır ki, bu belirli hesaplarla, dıştan gelen bir emirle bir muhakemeyle gelen bir cesarettir. Bir de şan ve şöhret hırsının insana verdiği cesaret olduğuna işaret ediyorum. Biz bu sahte liderlik kopyası örneğini düne kadar Kırcaali HÖH - DPS İl Başkanı ve Cebel Belediye Başkanı Bahri Ömer kimliğinde görüyoruz. Cebel köylerinden olan bu genç, Kırcaali Öğretmen Enstitüsünde Beden Eğitimi öğretmeni diploması aldığında, “Balgaria” ile “Rusalka” lokantalarının arasında mekik dokuyor, başı boş ve ne yapacağını bilmeyen bir avare genç izlenimi bırakıyordu. Özünde korkak olan bu genç okurken cesur olmamıştı. Boş konuşmalarını dinleyen sivil polisler onun bir baltaya sap olmak istediğini ama balta seçmede zorlandığını görünce, bu “oltaya takıldı” kararında birleştiler. O


Makale ve Analizler - 2016

161

yıllarda Kırcaali İçişleri Bakanlığı (MVR) Amiri olan Kadirev, İl Belediye Konseyinde Eğitim Sorunları Müdürü olan ve daha sonraki yıllarda “soya dönüş” teorisyeni olarak ün yapan Şükrü Tahirov’a (Orlin Zagorov) telefon açarak, Bahri Ömeri Cebel köy okullarından birine tayin etmesini emretti. Tayin olan bir gencin ödev beklemesi doğaldır. O, 19 Mayıs 1986 Cebel İsyanı’na katılmadı. İsyancıların başı olan Peniş’le arkadaşlığı yoktu. Aynı yıllarda Cebel lisesinde Rus dili öğretmeni olan ve totalitarizme karşı ilk illegal direniş partisini kuran ve örgütleyen, haklı ve kutsal davamızı Budapeşte ve Bukureş Türkiye Büyükelçilikleriyle temas kurarak bütün dünyaya duyuran Avni Veli’yi de tanımıyordu, üstüne asla tutuklanmamış, sorgulanmamış, sürgün edilmemiş, “Belene”de Tuna balıklarını saymamış, elektrik koltuğuna oturtulmamış, bomba kundaklanmaya zorlanmamış bir gençti. Neyse ona ilk gizli ödev verildiğinde, Kırcaali’den Perperek köyü tren garına kadar yürümesi gerekti. Sözde (daha önce tanımadığı) Ahmet Doğan ile Kasım Dal 4 Ocak 1989’da Varna’da HÖH partisini kurduktan sonra “hak ve özgürlük tohumların saçmak” için Kırcaaliye gelirken, devlet demiryolları Sofya’dan aldığı bir emirle treni durdurmuş ve “bu teröristlerin” Doğu Rodoplara girmesine engel olmak istemişti. Olup bitenin hepsi bir tiyatro, dayanışlı dövüştü.Bu açık pazarlığın bir bacağı da Bahri Ömer’in HÖH - DPS partisi kurucusu olmasıdır. Bunun da siyasi polisin açtığı bir tuzak olduğuna inanıyorum. O zaman güdümlü ajanlar “Perperek” garında buluştular, hepsi sakallıydı, birbirini kucakladılar, birbirinin kokusuna alışmak için birlikte Perperek’ten Kırcaaliye demir yolu traverslerine basa basa yürürken birbirinin kokusuna alışacaklardı, çünkü Bulgar gizli polisinin Türklere karşı hazırladığı planlarda yıllarca ortak çalışacaklardı. Yani artık ortak hainlik davasının erleri olmuşlardı. Bahri Ömer hainliğinin bacaklarından ilk ikisi işte bunlardır. Birisi DS bacağı, ikincisi de “HÖH’lü” bacağı. (Hiç bir ideolojik hazırlığı olmayan bu gencin sonuna kadar yeminli ajanlık yolu böyle açıldı.) O, bu yolda daha HÖH - DPS ilk kurultaylarında, Sofya’ya gidip gelirken, Ahmet Doğan’la ilişkilerini pekiştirirken kendiliğinden başarılı oldu. Bu yolda onun iki kritik noktası da olmadı değil. Birisinde Milletvekili seçilmişti ve yerini, Bulgar askeri istihbarat ajanı Lutfi Mestan’a bırakarak, onun kariyer yapmasına yol açtı. İkincisi de şimdiki Özgürlük ve Şeref Partisi Başkanı Korman İsmailov ile HÖH kurucusu, Ahmet Doğan’ın sağ kolu Kasım Dala karşı Sofya’da “Prensses” otelinde HÖH Politik Yönetim Kurulunda yaptığı son derece sert konuşma oldu. O, ilk defa, açıktan açığa olmak üzere “partinin ajan kümesi” olmasından yana çıkarken, “HÖH’te temizlik yapılmasına karşı olduğunu” açıkça söyledi.


162

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Kasım Dal’ın partiden atılması, Bahri Ömer’i çok düşündürdü. O bu işin hep büyük paralara bağlı olduğunu düşündü. Türkiye’den gelen paralar Kasım Dal kanalıyla geliyordu. 2002’den sonra kesilmişti. Kasım Dal HÖH’ten ayrılırken “para kanallarını aç!” vazifesi almış olabilir miydi. B.Ömer Kırcaali İl Başkanı olarak elini paraya pula bulaştırdı, Türkiye’deki yakınlarının işini düzdü, kendi paralarını da yakınları üzerinden hep Bursa’ya akıttı, mal mülk sahibi oldu, TİKA gibi kurumların güvenini kazandı, hiç bir iş yapmadı, hep cebini mi doldurdu. Bu işte olan Cebel Belediye Başkanlığı da çok yardım etti. Türkler, Bursalılar, yemek içmek, kadın sevdalıları onu biliyor, o da vazifelerini biliyor, herkesi memnun ediyor ama iş yapılmıyordu, iş yapmayınca da paralar cebine kalıyordu. O, şimdiye kadar aldığı paradan tek kuruş geri çevirmedi. En büyük korkusu geri para çevirmeye alışırsam bu işten kurtulamam oldu. HÖH Kırcaali İl Başkanlığı alt katındaki lokanta hep açıktı, aç olan gelip yiyebilir, Allah’a şükür edeceğine, Başkan Bahri Ömer’i övebilirdi. O bu kapıyı hep açık tuttu. Ne var ki, her şeyin yolunda ve çok iyi olması da hayra selamet değil. 17 Aralık 2015’te Ahmet Doğan’ın sarhoş kafayla patlaması ve boş bulunan Lütfü Mestan’ı pes edip çöpe atması gözlerinin önünde olduğundan, önce afalladı, adına saray denen o kotradan kaçmayı denedi, arkadan birisi Bulgarca “arkadaşını bırakıp da gidemesin” dedi. İri yarı ve genç olmasına rağmen üzerine inen baskıya bu defa o da pes oldu ve HÖH partisi İl Başkanlığından ayrıldı ve Lütfü Mestan grubuna katıldı. Onu HÖH’ten dışarı çeken ve daha sonra DOST adını alan gruba çeken, işte bu Bursa’daki mal mülkü, Türkiye bankalarındaki paraları vb etkisi oldu mu, “onlara bir şey olursa” korkusu, içinde, beyninde ve zihninde zaten olmayan ideolojik inanmışlığa hemen ve anında “ihanet” etmesini sağlayıverdi. Bu da onun 4. hainliğiydi ve belki de onun için bir “kurtuluş simidi” oldu. O gün bu gün, siyasi demeç vermemeye çalıştı, basın toplantılarına katılmadı, DOST inisiyatif kurultayında da mümkün olduğu kadar arkada kalmaya gayret etti, Kurucu Kurultayda konuşmamak için direndi. Sözün kısası “ben bu işte hem varım hem yoğum” diyordu kendi kendine, fakat şu 19 Mayıs Cebel İsyanı işleri iyice karıştırdı. Birçok yerden, birbiriyle ilintisi olmayan ve çok çelişkili emirler aldı. Birkaç defa Ahmet Doğan’la telefon görüşmesi yaptı mı? Kotradan gelen telefon sesi “büyük adım atma, çok uzaklaşma” mı diyordu. Ne yaparsan yap DOST Liderine söz verme mi dendi? Belediye meclisini topladı ve HÖH Meclis Başkanı ile bir orta yol bulundu. Siyasi konuşma yapılması yasakladı. Bunu anca bir hain yapabilirdi, bundan fazlası beklenemezdi.


Makale ve Analizler - 2016

163

Bulgaristan Türklerinin Hak ve Özgürlükler, adalet ve demokrasi davasının patlak verdiği ve bir ulusal İsyan ateşi olarak yandığı kutsal başlangıcın siyası ateşini söndürmesi isteniyordu. O bunu yapmaya karar verdi. Kürsüye DOST yönetiminden kimseyi çıkartmamalıydı. Öyle de yaptı. Ne var ki, bu senaryoda en fazla yuhalanan kendisi oldu. Kırcaali’den otobüslerle getirilen kiralık yuhalayıcılar kimi yuhalayacaklarını bilmediklerinden, kürsüye çıkana haykırıyor, para bekliyorlardı ve bilinçli bilinçsiz bilinmez ama bu anarşik gürültüden Türkiye Sofya Büyükelçisi Süleyman Gökçe de, çok diplomatik, derin, saygın konuşmasına rağmen, belirli bir pay aldı. Bu anma töreninde yerli ve yabancıların gözüne bakamayan bir kişi varsa o da Bahri Ömer başkandır. O karşısına dikilen her kişinin onun gözlerine baktığında gerçekleri okuyabildiğine inanmaya başlamıştı. Cebel meydan savaşı yep yeni bir başlangıca işaret oldu. Bu törene gelmeyen ama 19 Mayıs 1989’da büyük hareketlenmenin güç kaynağı olan ve eski tarzda yaşamaya devam ederken olayları seyredenler ise, kendi aralarında “Bu uyanış çok farklı olacak!” diye mırıldanıyorlardı. Yeni durumda Bahri Ömer basiretli olamayabilir, çünkü o anadan doğma basiretli biri değildir, Bulgar siyasi polisi de dört bacaklı bir hainle bundan sonra iş yapmak istemeyebilir. Bunu dikkatlerinize sunalım ki, 10 yıl sonra yine aldandık diyenler olmasın, bizden hatırlatması. Bizler sadece yaptıklarımızdan değil, yapmadıklarımızdan da sorumlu olduğumuzu hatırlatalım... Nizami der ki: “İnsan ile insan arasında pek fark vardır; Demirden hem Nal, hemde Kılıç yaparlar”

Cemaat İmamı Tanır

Osman Bülbül-24.Mayıs.2016

Konu: Düşmanı olmayanın, dostu olmaz. Olayları Viyana’dan izliyorum. Büyük Ayaklanmamızın 27 yıldönümünü, şehitleri anma törenlerimizi uzaktan izlesem de yanınızdayım, sizinde beraberim.


164

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bizi parçalayabilmeleri ve Bulgaristanlı Türkler arasında küskünler hareketi yaratabilmeleri kötü oldu. Biz HÖH içinde yenilenecektik. Bir testiden başka bir testiye aktarılan bulanık suyu halka taze su diye içmez! Görüldüğü üzere, yeni hesaplar da halktan uzakta, derin in karanlığında ya da perde ardındaki içki masasında yapılmış ki, olayın içinde ışık yok. Işık olsa insanlarımız da kelebekler gibi hemen toplanır. Meydanlar boş! Halk ilgisiz! Söylenenleri işitmek bile istemiyor! Sorumluluk Özgürlük ve Hoşgörü için Demokrasi Partisi - DOST’nun tescilsiz Lideri Lütfü Mestan anıtlara çelenk taşıyor. Anıtlarda başka bir demet ve çiçek yok. Halk kahramanlara sevgisini gönüllerinde besliyor. Gönül sevgisi ile sahte çiçek kokusunun karışmasını istemiyor. Ağızlarda dolaşan: Dert çeken derman arar, teselli değil! Çelek dolaştıran DOST heyeti kendi kendine basın toplantısı yapıyor. 22 Mayıs’ın “Soya Dönüş”le Mücadelede Şehit Düşenlere Ulusal Saygı Günü olarak kutlanmasını istiyor. Yeni çağrı yapıyor. Halktan yükselen “Geç Kalmadınız mı?” sesini işitmiyor. Durum gergin, gönlüm huzursuz, şu atasözümüz beynimi devamlı kurcalıyor: “Küskünler hareketi asla başarılı olamaz!” Yıldırımda kırılan dal kurur, diyenler sanki haklı. Bulgaristan Türkleri arasında yıllardan beri sessizce gelişen küskünler hareketi sanki ışık arıyor ama henüz göremiyor. Kin ve nefret, hoşnutsuzluk insanların içine baraja dolmuş su gibi sil esil dolmuş, taşmak üzere, ama akacak yol bulamıyor. Daha ilk kongrelerde yönetime alınmayan illegaller ve hapisçiler HÖH’ten daha o zaman ayrıldılar. Gidiş o gidiş bir daha Ahmet Doğan’ın kapısını çalmadılar. HÖH hareketini ağızlarına almadılar. Göç ettiler fakat oralara da kolay ısınıp yerleşemediler. Ben gibi dönenler oldu. Sustuk. Türk kimliğimiz içimizde, ruhumuzda ilk kez oluşan o politik mayalanmamızı bölmek, parçalamak, sulandırmak istemedik. İnsanlarımızın birbirlerine ısınmasına ve beraberlikten kuvvet bulmasına içten içe inanıp sevindiler. Güner Tahir, Osman Oktay ve Kasım Dal parçalanmalarına da önem vermedik. “Ağaçların sık ve kuru dalları kesilir” mantıyla yaklaşıp ateşi körüklemediler. Belki de iyi ettik, bilmiyorum. Şu yeni gelişmelerin seyrinde Lütfü Mestan ve arkadaşlarının olayı, bende başka düşünceler de doğurdu. Çünkü bu parçalanma o “kuru ya da sık dalların budanması” şeklinde olmadı. Sanki yıldırım düştü. Bir dalı koparmadan yere büktü. Daha önceki HÖH iç temizliği partinin kendi içinde meydana gelen bir doğallıktı. İzlenen siyasetle razı gelmezsin, kurultay kararlarına ters düşersin ve doğal olarak partiden ihraç edilirsin, bu bizdeki parti Tüzüklerinde vardır. Parti


Makale ve Analizler - 2016

165

için hizipçilik, grupçuluk, akıncılık, lidere dik başlık etme her zaman cezalandırılmıştır. Şu Mestan ve arkadaşları olayı biraz farklı gelişti. Eğer bir komplo veya tuzak değilse, yıldırım düşmüş ve HÖH ağın bir dalını kırmış gibi oldu. Her gerçeğin kabuğu var ve sonuncusu henüz soyulmadı. Şayet bu olay düşündüğüm gibiyse, HÖH - DPS üzerinde, ardında, ya da ulusal kuliste olup olacak üzerinde son söz sahibi olan bir dev güç olduğunu ortaya koyuyor ki, bu üstün akıl bizim uyanmamızı, haklarımız ve özgürlüklerimiz uğruna savaşım vermemizi, Bulgaristan demokratik güçlerinin adalet kavgalarında taraf olmamızı da istemiyor izlenimi bırakıyor. Acaba “üstün akıl” denen bu mudur? Ve Bulgaristan Türk Müslümanlarından bir tek Ahmet Doğan’ın mı “üstün akıl” gücüyle teması vardır? Bu düşüncem şu kuşkularıma dayanıyor: Bir defa 2016 yılbaşı töreninin 13 gün önce yapılması tuhaf değil mi? İkinci, Ahmet Doğan’na tahsis edilmiş olan o iki katlı ev 150 kişi toplayacak kapasiteli bir şato falan değil. Üçüncüsü de, Lütfü Mestan’ın Yıl Başı Kutlama Töreninde “programsal politik konuşma” yapması da kuşku uyandırmıyor mu? Son olarak da 3 yıl boyunca bir yazı yazmayan ve tek bir konuşma yapmayan, demeç vermeyen, gazetecilerle görüşmeyen Ahmet Doğan’ın Genel Başkan Lütfü Mestanı elinin tersiyle koltuğa iterek sıfırlaması ve sözü alıp “sen bu işten anlamıyorsun” demesi, çok ilginç ve anlamlıdır. Mestan’ın yerine 9. Kurultay’da seçtirdiği yeni Başkan Mustafa Karadayı’nın ise, dünyadan haberdar olmayan biri olması ise, bu kuşkularımı daha da derinleştirdi ve beni huzursuz etti. Şu da ilginç, mikrofon elinden alınan Lütfü Mestan’ın o gece itildiğinde koltukta baygınlık geçirmesi ve süt dökmüş kedi gibi politik sahadan kaçmasıdır. Bu da onun kişiliksizliğine işaret ediyor. Sözün özü: Kuşkusuz bu işlerin bir imamı olsa gerek. Olayı aynı mantıkla analiz ettiğimizde, “başsız turna yol almaz” demek geliyor içimden ve aslında tam öyle olmadı mı? Yöneticisi olmayan bir etnik toplum nasıl hareket edeceğini bilemez! Bilemediğinden de yerinde sayar! Hiç bir alanda ilerleyemez öngörüsü ağır basıyor. Gerçek tablo şu değil mi? Doğan Sofya kenarındaki eve kapanmış, halkla görüşmüyor. Fakat 150 kişiye içkili sofra açıp, ben sağ salimim, sizinle beraberim, başınızdayım, sisi rahatsız eden Genel Başkan Lütfü Mestan mı, tamam ben onu elimin tersiyle silerim, ipler elimdedir, “kara koyun” benim, sükuneti muhafaza edin, demedi mi? Doğan yerinde duruyor ve onun söylediklerine kulak verenler de bu memlekette yerinde durmak, yaşamak ve burada ölmek isteyenler ve bir yere acele ettikleri yok. Doğan “darlıkta diklik olmaz” gerçeğini biliyor ki, sefilleri daha da yoksul etme


166

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

stratejisinde kitlenin ne zaman patlayacağı barometreden izliyor. Çünkü yokluğun fakirliğin olduğu yerde huzur olmaz. Biz artık Avrupa Birliği’nin en sefillerinin sıra başı olduk ve bu çıkmaz daha ne kadar derinleşecek diye düşünmeye, soru sormaya başladık. Bu yeni karışıklığın baş aktör olan Lütfü Mestan, meydana gelen durumu “Bulgaristan Türk Müslümanları başsız kaldı” şeklinde okudu. Şu da bir gerçek ki, Mestan ve arkadaşları şimdiye kadar başkasının sofrasından geçiniyordu. Onları devlet sofrasına davet eden, milletvekili seçtiren, meclis grubu başkanı ve medya yıldızı yapan Ahmet Doğandı. Çünkü HÖH’ten seçilenler ancak onun listesinden seçilmiştir. Bu açıdan bakıldığında Mestan ne bulursa onu yer tip bir kişidir.Başkasına yıllarca mecbur olan birinin hiç bir tercih hakkı olmaz. Başka bir değişle, Lütfü Mestan ve arkadaşları başkasının avucundan su içen tip kişilerdir. Halkımız “başkasının avucundan su içen, kanmaz,” demiştir. Bu işin derin anlamında şu gerçek vardır. İnsan hangi işi yaparsa yapsın (Genel Başkan olmak da bu arada) önce kendi gücüne güvenmelidir. Başkasının gücüne güvenerek iş yapmaya kalkışan insanın başarılı olması mümkün değildir. Son olaylar bu derin gerçekleri kanıtlayan örnekler sundu: 1) Bulgar milliyetçileri (Yurtsever cephe) en başta Türkiye’deki soydaşlarımızın oy kullanmasına saldırdı. Onların seçme ve seçilme hakkına ve vatandaşlığına el kaldırdı. T.C.deki sandık sayısını 139’danm neredeyse 35’e indirmeyi başardı. DOST partisinin Türkiye’de 250 bin oy gelir hesaplarını suya düşürdü. Bu gerçeğin ardında Lütfü Mestan’ın HÖH Genel Başkanı olduğu yıllarda partiyi sağa çekmesi ve Bulgar milliyetçilerinin örgütlenip baş kaldırmasına olanak yaratması oldu. Aynı zamanda partinin sağ kayması, 120 bin Türk oyunun GERB partisi sandığına dolması sonucunu doğurdu. Bunlar stratejik yanlıştır. Karnı aç alan bir köylü ne sağcıdır, ne de milliyetçi, hele hele neo-liberal hiç değildir. 2) adamlar söylemeseler de “eski çeyizle yeni düğün yapılmaz.” Yeni düğün kaldırma hazırlıkları görenler, DOST partisinin mahkeme kaydını geciktirme yolunu seçtiler. “Bağımsız yargı” bir kitap sözüdür, Bulgaristan gibi bunalımlarla boğuşan bir ülkede böyle bir hayvan yaşamıyor. Bu şarkısıyla durum birkaç mevsim, birkaç seçim ya da birkaç yıl idare edilebilir. Ortadaki yeni tablo şudur: Genel Başkan Lütfü Mestan HÖH Genel Başkanı olduğu yıllarda değinmediği bir temel konuya parmak basmaya başladı. Bu olay Avrupa Birliği’nin “Bulgaristan’da etnik azınlıklara karşı faşist uygulama olduğu” kararıdır. Seçim kanununda değişiklikler” yapılması görüşmelerinde, kendinde cesaret bulup bu gerçeği Sofya Meclisi kürsüsünden halka duyurdu. 24 Mayıs günü aynı konuda


Makale ve Analizler - 2016

167

daha şeffaf bir söyleşisinde şöyle dedi:”Şimdi milliyetçiler dış ülkelerdeki Bulgarlara huzurlu olun, sisin haklarınızı koruyacağız, şimdiye kadar hakkınız olan her şeyi, istediğinizi şimdi de size vereceğiz, biz bir tek Türki’deki Bulgaristan vatandaşlarını haklarından etmek istiyoruz, onların hakları budanacak. Fakat bu kapanın kurulmasına yol vermeyeceğiz. Bu yalnız bir ayrımcı yöntem olmakla kalmıyor, bu düşünülebilecek olan en iğrenç ayrımcılıktır, çünkü Bulgaristan vatandaşları etnik ve dini açıdan ayrıma maruz kalıyorlar. Bundan 27 yıl önce aynı insanlar komünist rejimin en ağır işkencelerini gördüler, vatanlarından kovuldular. Şimdi sözde demokratik Bulgaristan “Seçim Yasası Değişiklikleri” ile insanlara yeniden ayrım uyguluyor ve işkence ediyor. Bu çok acı bir gerçektir:2016 yılı bizim için çok talihsiz başladı. Art arda darbeler alıyoruz. HÖH partisinin parçalanması, DOST’un iki arada bir batakta kalması, Cebel anma törenlerinde siyasi konuşma yapılmasının yasaklanması, Lütfü Mestan ve arkadaşlarının miting kürsüsüne çıkarılmaması, Çingene dinsizlerine para verip en kutsal günlerimizde kargaşa yaratılması yukarıda işaret ettiğim “üstün aklın” işiyse, işler kötüye gidiyor işaretlerini doğru okumalıyız. Tüm bu keşmekeş içinde “Başına buyruk, arkasına kuyruk” atasözümüzü anımsatan hareketleri ise, HÖH yeni Genel Başkanı Mustafa Karadayı’nın sivrilme çabalarında görüyoruz. Ona “Büyük lokma yut ve büyük yalan söyle” nasihat etmişler olacaklar ki: “HÖH partisi bölünmez!” gibi birşey dolamış diline ve hep aynı şeyi tekrar ediyor. Sanki bu parti 8 defa parçalanmadı. Genel Başkan olalı sanki kendi bildiğini yapan bu genç, başta Ahmet Doğan olmak üzere her şeyi “üst akla”, “DANS”a ve daha birkaç yere danışması gerektiğini unutmuş olacak ya da Ankara’da CHP Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile görüşmesinin etkisinden kurtulamamış olacak ki, “Atatürk!”ü dilinden düşürmüyor. Onun, Cebel Çeşmesi başında mikrofonu kaptığını gördüğümde, aklıma Londra’da “Büyük Park”a toplanıp kendi kendine nutuk çeken tipleri anımsadım. Orada halka hitaben konuşma öğrenmek isteyenler kendi kendilerine konuşuyor. Dinleyen, kulak veren, alkışlayan falan yok. Olması da önemli değil zaten. Karadayı’nın etrafında da kimse yoktu. Adam kendi kendine gelin güvey oldu. Dinleyici olması da önemli değil zaten, çünkü konuştuklarının hepsi fasa fiso, anlamsız ve yararsız. Ben bu deneyimsiz, toy gencik Atatürk’ü ağazında gevelemesinden korktum. Çünkü o Atatürk’ü tanımıyor, bilmiyor ve Türk halkının ve bu arada Bulgaristan Türklerinin de kutsalı olan bu tarihsel önder hakkında tamamen tutarsız şeyler konuşuyor. HÖH partisi budana budana öyle bir duruma getirildi ki, halk önüne çıkıp da doğru dürüst beş cümle söyleyecek adam aranıyor. Anlaşılan HÖH partisi şu dönem hala düşman yaratmaya devam ediyor.


168

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Dedik ya düşmanı olmayanın dostu da olmaz. Besbelli bizim bu süreçte ikinci aşamayı beklememiz gerekecek.

24 Mayıs - Bulgar Aydınlanma Günü

Neriman Eralp Kalyoncuoğlu-24.Mayıs.2016

Konu: Bilginin sırrı okumakta saklıdır. Her yılın 24 Mayıs günü Bulgaristan eğitim, kültür ve İslav yazım günü olarak kutlanır. Bu kutlama, IX. yüzyılın sonlarına doğru bulunan ve X. ve XI. yüzyıllarda devlet ve dini belgelere giren Alfabe Günü törenidir. Kiril ve Metodiy kardeşler tarafından yaratılan bu yazımda önce 44 harf varken, bugün Bulgarcada yalnız 30 sesli ve sesiz vardır. İlk zamanlar bu alfabede her harf bir söz andırıyordu. Günümüzde Kiril Alfabesi Bulgarca ve diğer İslav dillerinden başka Kazak, Kırgız, Tatar, Aleut vb dillerde de kullanılıyor. Kiril Alfabesinin bulunuşu Bulgar topraklarında ilk defa 22 Mayıs 1813’te; 11 Mayıs 1851’de Filibe’de (Plovdiv) kutlanırken, 1857 yılında İstanbul’da Haliç kenarındaki “Ts. Stefan” kilisesinde de tören düzenlenmiştir. 1863 yılından başlayarak 11 Mayıs Bulgar Alfabe günü olarak Şumen, Sofya, Lom ve Üsküp’te düzenli olarak kutlanmıştır. XVIII. yüzyıldan başlayarak, Osmanlı İmparatorluğunda Bulgarların Kilise Bağımsızlığı mücadelesi başlamıştır. Bu davada Kiril ve Metodiy kardeşlerin getirdiği ruhsal aydınlık, kilise olarak Rum Fener Patrikliğinden kopma davasında önemli rol oynamıştır. Daha sonraki yıllarda komitacılığın da gelişmesiyle Hristo Bote’in yazdığına göre, Alfabe günü törenleri Bulgar bağımsızlığı sembolü haline gelmiştir. Gitgide Alfabe törenleri okul ve kilise kapılarından çıkıp bütün halkı kucaklayan ulusal bayrama dönüşüyor. 1872’de Doğu Ortodoks Kilise bağımsızlığına kavuşan Bulgarlar, Rum papazları manastır ve kiliselerden kovup okullarda ve kilisede Kiril harfleriyle yazıp okumaya başlıyor. Osmanlı Tazminattan sonra (1839) Bulgarlara kendi ana dillerinde ilkokul, ortaokul ve lise kurmalarına göz yummuş, “Rila Manastır”ı gibi en büyük aydınlık ocaklarını inşa etmelerine


Makale ve Analizler - 2016

169

para vermiş ve kilise ve manastırlara geçimini sağlamaları için vakıf mülkü sahibi olma hakkı tanımıştır. 1878’de Bulgar Prensliği kurulması ve Osmanlı topraklarından kopmasından sonra Kiril ve Metodiy bayramı, bir taraftan okul bayramı olarak kutlanırken, aynı zamanda Makedonya ve Edirne yöresindeki Bulgarlar arasında Osmanlı yönetimine karşı Bulgarlık mücadelesi günü olarak korunuyor. Özellikle belirtilmesi gereken husus, bu anma törenlerinin Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra yeni bir güçle ve milliyetçi ruhta alevlenmesidir. 1916’da Bulgarlar “Grigoryan Takvimi”ni kabul etmiştir. Bu takvime göre, Alfabe günü 24 Mayıs olarak kabul edilirken, 1969’da Bulgaristan’da kilise ve devlet anma günlerinin birbirinden ayrılmasıyla, kilise törenleri yine 11 Mayısta yapılmaya devam etmiştir. 30 Mayıs 1990’da meclis kararıyla 24 Mayıs Ulusal Bayram ve tatil günü ilan edilmiştir. Demek oluyor ki, Osmanlı döneminde Bulgarların dini bayramlarını ve Bulgar okullarının da Alfabe Günü kutlamasına Padişah ve yönetimi asla engel olmamıştır. Bulgar anı kitaplarında Diyarbakır’a sürülen Bulgar komitaların da Kiril ve Metodiy gününü anmasına engel olunmamıştır. Dil ve din azınlıklarına her zaman ve her yerde hoşgörülü yaklaşan Osmanlı, azınlıkların kendi dillerinde yazıp çizmesine, okuyup yaratmasına büyük bir anlayışla yaklaşmış ve ilk Bulgarca gazetelerde İzmir ve İstanbul’da okurlarına kavuşmuştur. Bugün Plevne’deki 1977 - 78 Osmanlı - Rus Savaşı Panoramasını ziyaret edenlere sunulan geniş anlatımda, bu yörede Osmanlı döneminde Bulgarca ders veren 323 köy ve kasaba okulu olduğu, manastır ve Kiliselerde Bulgar dilinde ayin ve dua edildiği anlatılır. Üstüne bu şehri basan Rus İmparatoru ordularından kaşan Hıristiyanların, Papaz başkanlığında aralarında 3 torba altın toplayıp “ama bizi şu barbarlardan koruyunuz” ricasıyla Osman Paşaya verdikleri anlatılır. Türk ordusu çekilirken, Osman Paşa aynı Bulgar heyetini çağırmış ve “biz çekiliyoruz, altınlarınızdan yarım torbasını hastane ihtiyaçlarına kullandım, diğerleri orada duruyor, alın!” demiştir. Bu hatıralar, şanlı tarihimiz, öykülerimiz, Osmanlı çekilince topraklarımızda kalen kalelerimiz 2 binden fazla büyük camii, medrese, okullarımız, hamam, bezensen, köprüler, mezar taşları, türbeler, çeşmeler vb bizim bugünkü Türk Müslüman kimliğimizin omurgasıdır. Evlatlarımızın ana dilimizi, örf ve adetlerimizi, ananelerimizi, ahlakımızı, dinimizi, kendi alfabemizde okuma yazma öğrenmesi, halk sanatımıza sahip çıkmaları ve onu yaşatmaları, halk geleneklerimize


170

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ve devrimci mücadelemize, davamıza, şehit ve kahramanlarımıza sahip çıkması son derece önemlidir. Türk kimliğimizin 1878’den sonra ulusal devlet kurma hırsına kapılan ve tüm diğer etnik azınlıkları asimile etme, Hıristiyanlaştırma ve Bulgarlaştırmaya heveslenen Bulgar Çarları ve komünist totaliter zümreyle ağır ve çileli savaşım içinde gelişmiştir. Bu davamızın ana özellikleri arasında, kitle göçleriyle kan kaybetmemiz, halen nüfus olarak yaşlanmamız, 70 yıldan beri okulsuz bırakılmamız, 1970’lerden sonra dalgalı ama gaddar, acımasız baskı ve terör saldırılarına hedef olmamız, hırpalanmamız, kışkırtılmamız ve maddi ve manevi ağır yaralar almamız yer aldı. Çok ağır bir gerçek de şudur. Bize zulmetmiş bir devletten medet ummayı, yardım beklemeyi gururumuza yediremiyoruz. Çok büyük kayıplar verdik, yaralarımız kapanmadı, sızılar devam ediyor. Türk kimliği mücadelemizi köreltmek, söndürmek ve yok etmek bugünkü Bulgar idaresinin ana hedeflerinden biridir. 1990 yılı başından beri, ayrım siyasetinin derinleştirilmesinde ve Bulgaristan’da yaşayan Türklerin “siyasi köleler” durumuna getirilmesinde ifadesini bulan bu ikiyüzlülük, bu küstahlık HÖH lideri Ahmet Doğan ve siyasi polisin yetiştirdiği kadrolar tarafından “Bulgar Etnik Modeli” gibi “ölü doğmuş” bir siyaset çizgisiyle dayatılmaya çalışılıyor. Kıdemli aydın ve öğretmenlerimizden Mehmet Hoca’nın birkaç gün önce Kırcaali’ye bağlı Podkova (Balabanlar) militan köylüleriyle görüşmesinde yüksek sesle söylediği üzere, “Bulgar Etnik Modeli” siyaseti ve bir hainler grubu olan Hak ve Özgürlükler Partisi HÖH - DPS zamanını doldurmuştur. Burada şu noktalara işaret edilmesi yerinde olur. Herkes bizim çocuklarımızı Türkçe derslerine salmadığımızı, “benim çocuğumun Türk dili okumasını istiyorum” dilekçesini doldurup, her yıl Eylül ayında Okul Müdürüne vermediğimizi öne sürerek, Türk Dili öğretmeni tayin etmiyorlar. Bunu yapmayın lütfen. Ana dilini bilmeyen bir çocuk hayal edemez, düşünemez, yarın hiç bir işe yaramaz. Biz memur olacak olsak, ilk soru nedir: “Sen hangi dilde rüya görüyorsun?” İkincisi ise, “Sen hangi dilde sayıyorsun?” Biz bunları ana dilimizde yapmazsak, ileri tek adım atamayız. Anadilinde hayal etmeyen, rüya görmeyen, sayıları bilmeyen, toplayıp yazamayan bir Türk evlat, kendini işsizliğe mahkum ediyor. Çingene çocukları hepimize örnektir: Çingene dilinde sayılar yok, Bulgarca rakamlarla konuşuyorlar ve % 90’nı işsiz. Burada ana olan, anadilini bilmeyen bir kişinin düşünemez bir kişi olduğu gerçeğinin tüm medeniyetlere yerleşmiş olmasıdır. Bu iş nerede öğrenilir, okulda. Ama bizim okullarımız yok. Biz artık kesinlikle gördük ve inandık ki, ne Ahmet Doğan haini, ne yaşadığı o tilki inindeki yardımcıları, ne mecliste saat 12 olsun da 10 küfte yiyeyim diye beklerken ağacı sulananlar, HÖH milletvekilleri ne de Bulgar partilerinden


Makale ve Analizler - 2016

171

herhangi biri bizim okul, ana dil, eğitim gibi sorunlarımızı asla çözmek niyetinde değildir. Bu yolda tek esaslı adım atmamışlardır. Bu bakıma Bulgaristan demokrasisi sahte, aldatıcı “demokrasi”dir. Öyle olmasa haklarımız, özgürlüklerimiz tanınır ve biz de mutlu olurduk. Şimdi yaz gelsin de öğrencilerimiz otobüsle 2 haftalığına T.C. kamplarına gitsin de Türklük, anadil, Türk kültürü havası koklasın diye bekliyoruz. Bu, Türklüğün büyük ateşini yakmamıza yeterli olabilir mi? “İlmi Allah dileyene, malı da dilediğine verir!” diyenler haklıdır. Bize kapanan aydınlanma, okuma, bilgilenme kapısını biz kendimiz kırmalı ve açmalıyız. Bizim kutsal kitabımızdaki ilk buyuru: Oku! der. Okumazsan bizden değilsin anlamına gelir. Türk kalmak, Türk olmak, Türk olarak yücelmek isteyen her kişi önce Okumalıdır. Hepimiz her gün okumalıyız. Öğrenmek, kazanmak, mutlu olmak isteyen her kişi okumalıdır. Bunu yapmazsak evlatlarımız karanlık kuyuların en derinine düşecek, biz Avrupa’da en cahil, yüzde yüz kör cahil bir halk topluluğu olmaktan kurtulamayacağız. Ahmet Doğan ve etrafındaki ajan çetesinin vazifesi bizi kör cahil, kimliksiz ve bilinçsiz bırakmaktır. Onlardan her biri evlatlarını dış ülkelerde okuttular. Onların çocukları gerçeği gördüler ve Bulgaristan’a dönmek istemiyorlar. Bu büyük gerçeğin adı Felakettir! Eski kıtanın en cahil ülkesinde yaşamak Yüzkarasıdır. Biz buna laik değiliz. O kadar çok kötüledikleri Osmanlı, Bulgarların gözünün açılması, okumaları, kendi dinleri olsun, aydınları yetişsin diye para dökmüştür. Onlara ekip biçmeyi, öğütüp un ve ekmek yapmayı9, ev dikmeyi öğreten biziz de “başımıza gelene bak”. Adam yetiştireceklerine hain eğittiler ve bizden “siyasi köleler” yapmayı başardılar. “Ver oyunu, ne yaparsan yap!” oyunundan kurtulmalıyız. Bizim onlara oy vermemiz sorunlarımıza çözüm olmuyor. Bataklık daha da derinleşiyor. Bulgaristan’da karanlık perdesini kaldırmak bizim hepimizin öz görevimizdir. Biz bunu bir defa 1953’te yapabildik, kendi okullarımızın lambalarını yaktık. Kendi kitaplarımızı yazıp her kardeşimize dağıttık, okuttuk; anadilimizde gazete ve dergiler bastık; gönül sesimizden sanat, Bulgaristan Türk edebiyatı yarattık; 100’den fazla şair kitaplar doldurdu; uzun ve kısa hikayeler, romanlarımız bizi anlattı. Dr. İsmail Cambazov Başmüftülüğümüzün tarihini; Doç. Dr. İbrahim Yalamov Bulgaristan Türkleri Tarihini vs. yazdılar, ansiklopedilere kapak olduk. Dünya bizim var olduğumuzu böyle öğrendi. Türkçe okuma yazmayı hecelemeden, öğrenmeden, her gün anadilimizde okumadan, dinlemeden, konuşmadan, şarkı türkü söylemeden, şiir okumadan bu yol alınamaz, yokuştur ilerleyemeyiz, solup yok oluruz... Bulgarların alfabe, aydınlanma, eğitim, kültür bayramını kıutlarken kendimiz için çok üzüldüm.


172

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Okumak istersen eliften başla! Size bu uzun yazımla söylemek istediklerin aşağıdaki iki cümlede gizlidir. Anahtarı da bir virgüldür! Oku Baban Gibi, Eşek Olma! Oku, Baban Gibi Eşek Olma! Bulgar bayramı da olsa. Bayramınız kutlu olsun.

Politika Yeniden Mayalanıyor - 2

Ertaş Çakır-25.Mayıs.2016

Konu: Siyaset Sarkacı Dönüyor Bu konuda birinci yazımı on gün önce 14 Mayısta yazmıştım. Bulgaristan’da Ekim ayında yapılacak Cumhurbaşkanı seçimleri yolunda ilk mayalanmaya işaret ederken aşırı sağ, merkez ve sol cepheden birkaç adayın siyasi görüşleri ve kimliklerine değinmiştim. Son günlerde çok önemli bir olay oldu. Bulgaristan’ın Avrupa Gelişimi için Vatandaşları (GERB) partisinin 2. dönem aday olması beklenen Rosen Plevneliev, şahsi gerekçeler ileri sürerek aday olmayacağını açıkladı. O 2. turda demokratik güçlerin ve Türklerin de oylarını almıştı. Kişisel kararıyla Avrupacı ve Atlantikçi güçleri hayal kırıklığına uğrattı. 2012 seçimlerinde Plevneliev 1 milyon 349 bin 380 oyla seçilmişti. Bu, toplam oyların % 40.11’ine eşitti. Son beş yılda Birleşik Amerika başta olmak üzere, Avrupa Birliği ve NATO’ya bağlılık, Türkiye ile de hem müttefiklik hem de iyi komşuluktan yana siyaset çizgisi izlerken, Rusya yönetiminin Kırım’ın ilhakı, Doğu Ukrayna’yı işgali ve Suriye’yi amansızca bombalama ve Balkanlara karşı siber saldırı siyasetine karşı çıktı. Bulgaristanlı Türkler onun “Seçim Kanunu Değişikliği” kılıfına uydurularak, Türkiye’de açılan seçim sandıkları sayısının 35’e indirip soydaşlarımızın genel seçime katılma hakkının karılması yasasına veto koymasını asla unutmayacaklardır. Etnik ve din ayrımcılığı getiren bu yasa değişikliği şu an Anayasa Mahkemesi’nde görüşülüyor. Yeni durumda Cumhurbaşkanı ve erken parlamento seçimlerine katılmak isteyen yurttaşlarımızın seçme ve seçilme hakkını kullanmak için 1000


Makale ve Analizler - 2016

173

- 1500 otobüsle bir günlüğüne Bulgaristan’da kayıtlarının bulunduğu köy ve kasabalara gitmesi yeniden gündeme gelebilir. Son seçimde Bulgaristan tarihinde ilk kez bir Bulgaristanlı Türk - Sali Şaban, Ulusal Birlik Hareketi’nin Cumhurbaşkanı adayı oldu. 48 bin 867 oyla (%1.34) dördüncü sırada yer aldı. İşaret ediyorum, BUL TÜRK - Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği tarafından yükseltilmişti. Başkanı Korman İsmailov (kurucusu Kasım Dal) olan Özgürlük ve Şeref Partisi adayından 2.5 defa daha fazla oy topladı. Ekim 2016 seçimleri için Hak ve Özgürlük Partisi (HÖH); Sorumluluk, Özgürlükler ve Hoşgörü için Demokrasi Partisi (DOST); diğer Türk Müslüman partileri ve BULTÜRK Derneği henüz kendi adayını göstermemiştir. İktidarda olan GERB partisi ile ana muhalefet rolünü üstlenen Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) ve meclisteki toplam sayısı 8 olan diğer siyasi güçler de henüz aday göstermedi. Bu güne kadar Bulgaristan’da tüm Cumhurbaşkanları Türk - Müslüman Oyları ile seçilmiştir. Bu seçimlerde de oyle olacaktır. Son seçimlerde Cumhurbaşkanı Bultürk oyları ile kazanmıştır, artık HÖH oyları geçersizdir. Siyasi ve ekonomik durum: Bulgaristan derin bir ekonomik ve mali bunalımın pençesine yakalanmıştır. Artarda dış borç alan Boyko Borisov hükümeti, 1990’dan sonra en fazla borçlanmış durumda bulunuyor. Ülkenin sosyal devlet imajı tamamen çökmüş durumdadır. En düşük maaşlarla ve en düşük emekli gelirleriyle halkın sefalet çizgisinin altında çilekeş bir yaşam sürmek zorunda bırakıldığı dikkatlerden uzak değildir. Bir AB ülkesi olan Bulgaristan, 2007’den beri Brüksel Programlarından toplam 17 milyar Euro kullanmış olsa da, devlet ve kooperatifçi kolektif tarımı özel mülkiyet raylarında verimli ve kaliteli işler duruma getirmede zorlanmıştır. 1945’e kadar Nazi Almanya’sına, 1989’a kadar da Sovyetler Birliği pazarı için çalışan Bulgarlar serbest pazar ekonomisi koşullarına ayak uydurmayı pek başaramamıştır. Ülkenin genç nüfusu dış ülkelere çıkmış, yaşadığı yerde girişimci olma hevesi henüz aşılanamamıştır. Ticarette büyük şehirlere giren Batılı AVM’ler küçük ölçekli ticareti, esnaf tabakasını daha palazlanmadan ezip geçmiştir. Sanayi de büyük ölçekli Avrupa endüstrisine yan üretimler sağlayan ünitelerini yeni yeni kurmaya başlamıştır. Brüksel’den alınan paralar öncelikle altyapı tesislerinde, Sofya metrosunun 2. hattında, Sofya - Burgas, Sofya - Petriç, Sofya - Pernik gibi çift yollara yatı-


174

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

rılmıştır. “Kapıkule” - Sofya - Kalotino hızla demiryolu; “Şipka Karayolu Tüneli”; Sofya - Pleven - Varna otoyolu hala proje düzeyinde dondurulmuştur. Oysa Türkiye’nin saatte 350 km yol alan hız treni kapımızdadır ve yeşil ışık bekliyor. “Trakya Uçak Alanı” bütün Avrupa’ya hizmet vermeye hazırlanıyor.Biz istesek de istemesek de Büyük Türkiye’nin etki alanındayız ve bu gidiş sınıra çekilen tel duvarlarla durdurulamaz ve engellenemez. Berlin Duvarı’nın yıkılması, “Todor Jivkov” rejiminin devrilmesi ve “demokrasi” bayrağı yükseltilmesinden bugüne çeyrek asır geçmiş olsa da, Bulgar devlet düzeni özgürlükçü demokrasi, vatandaş eşitliği, adalet, güven ve huzur raylarına geçemedi. 1908’de bir Alman soylusu olan Ferdinant önderliğinde kurulan III. Bulgar Çarlığı, iki büyük savaş arasında Nazi Almanya’sı örneğince yapılandı ve 1945’ten sonra iktidar olan komünistler de özünde ve ideolojisinde etnik ve dini azınlıklara düşmanlık ve kin gizleyen bu otokrat, totaliter rejim omurgasını bozmadı. 1912’de isimleri ve dinleri değiştirilerek Hıristiyanlaştırılan 250 bin Müslüman Pomak’ın başına gelenler, Çingene Müslümanların ve Türklerin de zulüm olarak başına geldi. Bulgar ulusal devlet anlayışı hep baskı ve terörle uygulandı, boyun eğmeyenler dış ülkelere kaçmak, göç etmek zorunda kaldı. Günümüz Bulgaristan’ında 20. yüzyıllık ağır, zulüm, baskı ve terör izleri hissediliyor. Azınlık hakları, kitle özgürlükleri, ananelere, örf ve adetlere, halk geleneklerine göre yaşama dendiğinde özgürlüklerin rengi değişiyor. Bu kısıtlamalı uygulamanın özellikle eğitim ve öğretim dallarında açtığı büyük yaralar bugün de sarılmıyor, etnik halk toplulukları devlet ve toplum ilgisi dışında kalıyor. 1939 yılında Kırcaali kentinde pedagoji öğrenimli 50 Türk öğretmen derse girerken, bugün bu kadrolarımızın sayısı sadece birkaçtır. Türk öğretmen yetiştiren pedagoji okulu kapanalı yıllar oldu. İşte böyle bir ortamda, 1989 Mayıs Ayaklanmasında Müslüman Türklerden yana çıkan Bulgar demokratların sayısı parmakla sayılacak kadar az olduğundan, Türk Bulgar hasımlığı çeyrek asır aşılamadı. Komünist rejimden zulüm gören Türklerin ve diğer Müslümanlar, sosyalist ideolojiyi çarpıtan, dil ve din ayrımcılığı tohumları saçan, öteleştirme siyaseti izleyen, komünistlikten dönmüş yeni sosyalistlere kesin oy vermeyeceği anlaşılınca,daha 1990’da Müslümanlar HÖH partisi çemberinde izole edildi. Bulgar siyasi polisi tarafından kurulan bu parti, 1989’da sözde hezimete uğratılan “soya dönüş” siyasetini yeni daha ılımlı yöntemlerle uygulama ve Müslüman Türkleri kimliksizleştirme politikasını sürdürmeyi üstlendi. Böylece Türkler


Makale ve Analizler - 2016

175

için çok daha tehlikeli ve ağır bir dönem başladı. HÖH Müslüman topluluğu sıkıştırarak, mahrum bırakarak, korkutarak idare etme yolunu seçti. Türk seçmenin oyunu alarak, meclise girip eski totaliter rejim uşaklarına “koltuk değnekliği” yaptı. Böylece Bulgar toplumundaki parçalanmışlık aşılamazken daha da derinleşti. Avrupa Birliği’nin dil ve din azınlıklarının sivil toplum örgütlerinde birleşerek eğitim, kültür, ekonomik haklarından faydalanması projeleri ve önerileri bizde hep suya düştü. Azınlıklarla ilgili hiç bir proje kök salamadı. Bu gelişmenin bir sebebi de, Bulgaristan’da yaşayan Türklerin kendilerini Türkiye Cumhuriyetine bağlı hissetmesidir. Totaliter devlet siyasetine baş kaldırdığı için, aynı erk güçlerine bir daha el açmaması anlayışında gizlenir. Türkiye’de 710 bin kişinin ülkeyi göç ederek terk etmesi nedenleri de burada aranmalıdır. Türk kimliği ile yaşamaları ve ana dillerinden ve dinlerinden, özgün kültürlerinden ve öz yaşam tarzlarından asla vazgeçmek istememeleridir. Onlar dün olduğu gibi bugün de, ülkedeki Osmanlı mirasını, öz Türk kimliklerini oluşturan etkenler arasında esas ve belirleyici olarak kabul etmekte, yüksek mimar ve dinsel mirasımın onarılmasında, özünde hoşgörü ve iyi komşuluk olan eski kültürün yeşermesi için gayret göstermektedirler. Bugün Bulgaristan’da kültürel alanda başı çeken bir topluluğun olmaması büyük bir eksikliktir. Kültür aşılanabilen bir serum değildir. Binlerce yılda oluşur ve kendi kendini yaşatır. Bu ortam Bulgar iç siyasetinde sarkacın döndüğüne işaret ediyor.Bulgar devleti objektif gelişmelerden ürkmüş gibi bir ruh halinde bulunuyor. Burada iç etkenden fazla dış etkenin etkisi olduğunu görüyoruz. 1878’de Ruslar tarafından silah gücüyle Osmanlı topraklarından koparılan Bulgaristan’da, 1908’de Çar Ferdinant yüzde yüz batıya bakan, Almanya’ya dört elle bağlanan ve 19334’ten sonra faşizme hayranlığını gizleyemeyen bir Bulgar devleti kurdu. 1945’te sarkaç döndü ve sosyalist Bulgaristan Sovyetler Birliği’ne bağlandı. 1989’da Sovyetler Birliği dağılırken Bulgaristan yine Almanya’nın kucağına ve Brüksel’in kolları arasına düştü. Ne ki, 1850 ile 1950 arasında Avrupa Almanya çağını yaşarken, şimdi artık 28 yörüngeyi etrafına toplasa bile Almanya zamanını yaşadığını gizleyemez oldu. İki binli yılların başından beri dünya iki başlıdır. Baş güç olan Birleşik Amerika’yı, Çin-Japon çizgisinde buluşan ikinci büyük egemen izliyor. Fakat dünyada hiç bir egemen gücün Orta Doğu’ya, Türkiye ve İslam dünyasına hakim olmadan ayakta duramayacağı gün gibi ortaya çıktı. Ardı arası kesilmeyen


176

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

bombardımanların, değişik saldırganlıkların, “terör” dalgalarının odağında bu bölgenin bulunması kendiliğinden konuşuyor. İşte bu yeni ortamda “Büyük Türkiye” etki alanı üçüncü büyük dünya egemen gücü olarak etki alanını oluşturuyor. Sayın Türkiye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’de sistem değişikliği ile Orta Doğu ve İslam alemi egemeni dev Türkiye yolunu açması, bu nedenle yeni yeni sorunlar yaratıyor, hasımlarımızı huzursuz ediyor. Bu önü alınmaz, kaçınılmaz bir süreç olarak yerleşirken, Bulgaristan’ın da bire Balkan devleti olarak Türkiye’nin etki alanına girmesi, Bulgar siyasetinde gün aşırı yeni deprem yaşatıyor. 17 Aralık 2016’da Ahmet Doğan’ın Rusçu bildirisini unutmayalım. Bu iğrenç belge bugün artık elektronik medyadan çekilmişse nedenleri Türk ve Osmanlı düşmanlığının artık Bulgar ortamında kök salabilecek durumda olmamasıdır. Bulgaristan Türklerinin Ankara’ya baktığına bir kanıttır. HÖH Genel Başkanı M. Karadayı, konuştuklarının pek anlam farkında olmasa da, Cebel’den Tuna’ya yaptığı bütün konuşmalarda “Mustafa Kemal Atatürk” demeden cümle kuramadı. Büyük Türkiye Balkanlara taştıkça, hem Bulgaristan hem de Başkan devletleri politikasında sarkaç yön değiştirecek ve mıknatıs etkisi görmüş gibi çok yerine mıhlanacaktır. Ahmet Doğan’ın yeni siyaseti okuyamaması ise, yalnız beni değil hepimizi şarttı.

Türkiye Kendi Coğrafyasına Taşıyor

Rafet Ulutürk-26.Mayıs.2016

Konu: “Başka Bir Dünya Mümkün!” (Yeni Türkiye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan) XX. yüzyıl Türkiye’ye kozasına çekilme lüksü olmadığını gösterdi. Ankara’nın Osmanlı’dan koparılan 44 devlet arasında örnek olup başı çekme görevi geçen yüzyıl bütünüyle biçimlendi. Ayrıca geçen yüzyıl devlet liderliğinin doğuş asrıdır. Bu izler bugünümüz için belirleyicidir.


Makale ve Analizler - 2016

177

Balkanlar’da, Yakın Doğu ve İslam Dünyasında lider durumuna yükselen Yeni Türkiye’nin bu bereket ve onuru omuzlarında taşıyan siyasi hareketi, partisi, parti yöneticisi, ulus ve devlet lideri olması gerekirdi. Kitaplarda her ulus devlet kuramaz, her halktan lider doğmaz, her devlet de diğer devletlere hükümdar olamaz yazılıdır. Tabi ki bu satırlar, Türkler için geçerli değildir. Osmanlı hanedanlığını olumsuzlayıp Cumhuriyetini ararken Türkiye halkı XX. Yüzyılın Türk ve dünya lideri Abdulhamit’in yetiştirdiği yeni nesilden Mustafa Kemal Atatürk’ü doğurdu ve yüceltti. Anadolu ve Rumeli’de dirilen Türk kimliği, Türk halk ve devlet benliği kendi kendini yenilerken güçlenme, yakın ve uzak halklara, komşu coğrafyaya örnek olabilme nitelikleriyle parladı ve yüceldi. Tarihte kalan imparatorluktan vazgeçemediğimiz ve özümüzü belirleyen insan kardeşliği, iyi komşuluk ve hoşgörü gibi vasıfları yeni asra taşımayı ihmal etmedi. Onlar Cumhuriyetimizin harçı oldu. XX. yüzyılda biçimlenen tek partili devletimizden gelen ve artık 70 yıl geleneği olan çok partili siyaset düzenimiz yeni yüzyıla yeni bir devlet yönetim sistemi arayışı içinde girdi. Büyüyen Türkiye’ye eski gömlek artık dar gelmeye başladı. Tarihimizde 16 devlet kuran ve kendi gayretiyle oluşturduğu devletlerin çok zengin yönetim deneyimi olan Türk halkı ve içinde yaşadığımız coğrafyanın özgün koşulları, yeni devlet yönetim sistemi ararken bize kopyacılık fırsatı tanıyamazdı. Böyle bir adım bizi dünyanın gözünde küçük düşürür ve zavallı durumuna getirirdi. Bulunacak çözümün örnek olmalıydı Hele bu yılın başında gözler Yeni Türkiye Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a ve onun kurduğu Adalet ve Kalkınma Partisi’ne kilitlendi. 2002’de başlayarak Türkiye halkını tek umutta buluşturan AK Parti, “Büyük Türkiye” ülküsünü tarihsel amaç yaptı. Bu birleşme, aynı soylardan gelen, birbirine benzeyen ve aynı emellerle yaşarken büyük atılımlara katılanları AK Parti ile iktidara taşıdı. Bu dev harekette uyum, disiplin, kurucu otorite ve ilham kaynağı olan Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a saygı, itaat ve çizdiği yoldan sapmama gelenekleşirken Yeni Türkiye’de tüm halkı sardı. Bugün artık, kurucu parti başkanlığından başbakanlığa ve halk tarafından seçilmiş cumhurbaşkanlığı yolunda ilerleyişi Türkiye bir isabet olan Başkanlık Sistemi, son yıllarda yapılan seçimlerde taban çoğunluğuna başarıyla aşılanırken, devlet kurumlarında ve zirvede de uyumlu ve kabul ediliyor. Türkiye Cumhuriyeti için zamanını dolduran parlamenter sistem, Başkanlık Sistemi’ne yol açtı ve hızla yaklaşıyor.


178

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu arada Türkiye Cumhuriyeti için zamanını dolduran parlamenter sistem, alışılmış politika ve ilkeleri, yargı değerleri ve hükümlerde değişim gereği olgunlaştı. Yeni yaşam içeriğimizin zenginleşerek değişmesine sınırlar getiren Anayasamızın da değişiklikler görmesi ve Başkanlık Sistemi’ne yol açması gündem oldu. Bu adımlar, Ana Vatanımız Türkiye’de, hepimizin gözü önünde, belirli sancılı süreçler içinde gerçekleşiyor. 2015 Haziranında meclis kilitlendi. Devlet lideri yetkilerinden nemalanmak suretiyle işlerini yürütürken “Nüfus taciri” rolü üslenen kişiler dikkat çekti. Hele de 30 yıldan beri fırsat kollayan, Anavatanımızı bölmek isteyen, Güneydoğu kentlerimize köstebek gibi yuvalanan, iç savaş başlatıp devletimizi yıkmak gibi dış destekli planlara dışa taşeronluk eden terör odaklarıyla çetin savaş koşullarında PKK iletinin sonunu getirme vatan davası oldu. Pek çok aileye ocağına ateş düştü. Bulgaristanlı göçmenlerin verdiğimiz şehitler hepimizi Türkiye halkına daha da kaynaştırdı. Büyük şehirlerimizdeki “canlı bomba” katliamlarını biz de ağır yaşadık. İdealist Müslüman kılığına girip devletimizi içinden kemiren “Fetullah Gülen” paralelci hainleri bizim de kafamızı bulandırmaya çalıştılar. Liderimiz Sayın Erdoğan’a karşı aldıkları tavrı sert lanetlerken ikiyüzlülüklerini açıkladık. Gerginlik körükleyip huzur bozan bu ortamda, vatan bütünlüğünün, halkımızın can ve mal güvenliğinin ideolojik ve siyasi kavgadan daha yüksek bir değer olduğunu kavrayamayanların hainliğini yüzlerine vurmak ve Atatürk’ün partisi olduğu paravanı ardına gizlenerek siyaset kalitesini düşürmeyi hedefleyip ayıplı söylem moduna giren Kemal Kılıçdaroğlu’nun tavrı da aydınlatıcı propaganda çalışmalarımızda önemli yer aldı. Aynı zamanda hem terörcü PKK hem bölücü emperyalizm ve paralelci “Feto” çeteleri değirmenine su taşıdıkları yüzlerine vuruldu. Bu alanda çok daha yoğun çalışmalar bizi bekliyor. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez baraj aşıp meclise giren HDP Kürt azınlık partisi ise, legal yasal siyasette şerefli yer alıp yıllardan beri terör hedefi olan bir mazlum halk topluluğunu birlik olmaya ve vatanımızın bölünmez bütünlüğünü savunmaya çağıracağına, komşu coğrafyalarda yaşayan kardeş Kürt topluluklarıyla barışçı beraberlik ve işbirliği yolları arayacağına siyasi anlamda ve fiilen Türk devletine ve Türkiye halkına ihanet ve saldırı yolunu seçti. Silahlı terör örgütleriyle bağları su yüzüne çıkan bu hareket uzlaşmacı siyasette yeri olmadığını da kendisi kanıtladı. Başkanlık sistemi düşmanı bir tavrın Büyük Türkiye atılımlarımızda ve 2023 hedeflerimizde de yeri olmadığını anlamayan kalmadı. Bu konuları forumlarda, toplantı ve yayınlarımızda işlemeye devam ediyor ve de edeceğiz.


Makale ve Analizler - 2016

179

64.Türkiye hükümeti 3 ayda kurulamazken, 65. Bakanlar Kurulu’nun bir buçuk günde açıklanması ve “Beş Tepe Külliyesi”nde ilk oturumunu Sayın Erdoğan başkanlığında hemen yaparak, 10 yönde birden reform ve atılım programını halka açarken yürütmede yeni uyum ve kalite doruğu sağlamış olması dikkati çekti. XX.yüzyılın ilk gününden beri ekonomik ve mali bunalım döngüsünden çıkamayan, en iyi günlerinde yerinde sayan Avrupa ve dünya yeniden yapılanıyor. Eski Kıta’nın 1850’den 1950’ye uzanan Almanya Çağı artık tarih oldu. Sömürgecilerin kralı Fransa’nın sosyal devlet sistemi çöküyor. “Berlin Duvarı”nın yıkılmasıyla dağılan Sovyetler Birliği, Korkunç İvan çağı saldırganlığıyla çöküşünü durdurmaya ve denge sağlamaya çalışıyor. Avrupa Birliği’nde 28 devletin buluşması yeni bir denge gücü doğurmadı. İmparatorluklar Kralı İngiltere bile Avrupa Birliği’ne üyelik tavrını belirlerken kıtanın yeni devi Büyük Türkiye’nin tavrını yakından izlediğini gizlemiyor. XXI. yüzyılda diğerlere muhtaç olmadan ve borçlanmadan yaşama örneğini Türkiye bir tek veriyor. Gelişim motorunun “Medeniyetler Çatışmasında” gizli olduğuna işaret ederek “Arap Baharı” ve Yakın Doğu yerel çatışmalarından medet umanların planı bu defa tutmadı. Saman ateşleri sönüyor, mutlaka sönecek. Zamanı geçen yeni sömürgecilikten ve emperyalist saldırı ateşinden kurtulan Müslümanların 56 devletli İslam Birliği’nin buluşma yeri İstanbul, yeni lideri de Türkiye Başkanı Sayın Erdoğan oldu. İslam dünyası kardeşliği yeniden diriliş ve güç birliği yapma kapılarını araladı. Dünya Liderliği Müslümanlarla bir olmaktan geçiyor Dünya halkları İslam Dünyasında egemenlik kurmadan, Müslümanlara söz geçiremeden XXI. yüzyılda dünya lideri olabilmenin mümkün olmadığına tanık oldu. Değişen dünyada son perde bu siyasi oyunu izliyor. Bu sav, Birleşik Amerika için geçerli olduğu kadar, Çin ve Rusya için de geçerlidir. Artık herkes yeni yüzyılda yeni dev odaklarda Amerika ile Çin-Japon ortaklığını görürken, üçüncü bir siyaset ve egemenlik merkezi olarak Balkanların, Yakın Doğu’nun ve İslam Dünyası’nın liderliğinde Türkiye Cumhuriyeti’ni görmeyi arzu ediyor. Düşmanlarımızı çatlatacak Büyük Türkiye Yıldızı doğuyor. Bu yıldızın işaretlerinden biri 46. hükümetle mayalanan “Çok dost, az düşman” siyasetidir. Türkiye’yi çevreleyen irili ufaklı kardeş devletlerin hepsi Osmanlı devletinden ayrılmış ve Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Türkiye halkının kar-


180

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

deşidir. Bunlar 100 yıllardır tüm kardeşlerimiz İstanbul’da buluşmayı her akşam ve her gün hayalleriyle uyanıyorlardı, işte bu şans bu gün bir ışık gibi doğuyor. Yakın etki alanı komşu coğrafya ve tüm İslam Dünyası Türkiye Başkanlık Sisteminde, Türkiye’nin Doğal Başkanı Sayın Erdoğan’ın atacağı adımlarda örnek arıyor, yakınlaşıp birleşme ve birlikte güçlenme modülü görüyorlar. Birçok ülkede tıkanan parlamenter sistem başkanlık sisteminde ilham buluyor. Bu, XX. yüzyılda dünyada ilk ulusal kurtuluş savaşını gerçekleştiren ve çökmüş bir imparatorluk yıkıntıları üzerinde mazlum halklara örnek bir devlet kuran Mustafa Kemal’in dünyayı dönüştüren seçkin liderler arasında başta geldiği gibi yeni bir dünya sistemi isteyenlerin öncülüğünü ve önderliğini yapansa bugün Sayın Erdoğan’dır. O zaman yeni Türkiye’nin kurucusunun ismi, Türkiye Cumhuriyeti ile örtüşüp dünya halklarına güven veren ve örnek olduğu gibi, günümüzde dünya halkları Türkiye Başkanı Erdoğan’ı oyun kuran bir lider olarak görüyor ve onun yakın ve uzak erdemli siyaset üstüne konuşmalarında güven, huzur ve umut buluyorlar. Bugün artık okumak isteyen, savaştan kaçan, vatanından kovulan, huzur arayan, danışmak isteyen Türkiye’ye geliyor. Biz Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın isminin de Büyük Türkiye Başkanı ile eş anlamlı olduğuna, tamamen örtüştüğüne inanç besliyoruz. Bunalımlarından sıyrılıp yeni devlet sistemi arayanlara Ankara’da olup bitenin örnek olduğunu görüyoruz. Bu gerçeği bırakıp geldiğimiz Bulgaristan’dan büyük bir ilgiyle ve imrenerek izliyorlar. Avrupa Birliği üyesi olmak borç almadan yaşamak, kendi üretimi ile geçinmek, zor durumda olanlara yardım eli uzatmak için artık yeterli olmuyor. Adalet ve demokrasisi olmayan, azınlık haklarının tanınmadığı hiç bir yerde refah toplumu kurulamayacağını görmeyen ve bilmeyen kalmadı. Başka bir gerçekse, kendi toprağındaki başkalarına ait kültür, din ve medeniyet anıtlarını tanımadan yeni bir uygarlığa uzanmanın mümkün olmayışıdır. Şu da var, beraber yaşamak zorunda olduğun etnik, dil ve din azınlıklarının hak ve özgürlüklerini tanımayan hiç bir ulus ve halk kendisi özgür olamaz, bunu yapmayı kabul etmeyen devletse demokrasiden söz bile edemez. Yaşam deneyimleri, bahçesinde su olmayanın, fidanlarını komşu kuyusundan çektiği suyla sulamak zorunda olduğuna örneklerle doludur. Komşu seçilmez, komşuyla yaşanır.


Makale ve Analizler - 2016

181

Bu yaşamın adı da iyi komşuluktur. “Hiç bir komşumuz bizden daha iyi komşu bulamaz!” sözleri Yeni Türkiye Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a aittir. Bu gerçek yalnız Bulgaristan ve Balkan devletleri için değildir. Birçok Yakın Doğu ülkesinde kurulan sığınmacı kamplarında hayat kavgası verenler, Türkiye’deki 3 milyon savaş kaçağı ve eski kıtaya sığınanlar insani ışık ararken yeni bir dünya mümkün olabilir umudunun Türkiye’de doğacağına inanıyorlar. Evet, Türkiye Başkanı Sayın Erdoğan yönetiminde Büyük Türkiye yakın ve uzak kendi coğrafyasına, komşularımıza taşacak ve yeni bir kardeşlik dünyası kurulacaktır. Biz Bulgaristanlı soydaşlarımın ve memleketimizde yaşayan kardeşlerimizin güçlü büyük inancı budur. Bizim de mutluluğumuzun ve cennetim-izin doğduğumuz topraklarda olduğuna ve bizi beklediğine inancımız sonsuzdur. Mutlu davamız ortaktır. Liderimiz Büyük Türkiye lideri, Sayın Erdoğan’dır.

Kimi Cumhurbaşkanı Seçeceğiz?

Raziye Çakır-27.Mayıs.2016

Tercumesi: Konu: Yeni Büyük Ekonomik Bunalım Baş Gösteriyor Henüz Yanıtı Olmayan Soru: Kimi Cumhurbaşkanı Seçeceğiz? 26 yıldan beri ekonomik sorunlara ciddi çorum aramayan, ülkeyi borç üstüne borç yamasıyla yönetmekten kolay bir şey olmadığına inanmış, arkası toz duman, bacağı kırık kurbağa gibi sürünürken ara sıra atlaya sıçraya son bataklığa giden Bulgaristan’ın ufkundaki yeni kara bulutlar, hiç işitmek istemediğimiz çok kötü haberler müjdeliyor. Çeyrek asır önce aylık maaşımızın 3 US Dolar olduğunu, benzin, şeker ve ekmek kuyruklarını unutmadınız her halde... Yakıcı yıldırımlara karşı son şemsiyemiz olan “parasal kalkan” (pariçen bord” bu defa delinebilir ve Avrupa Birliği savunması da biz korumaktan aciz olabilir. Bu da nerden çıktı? Bizim yüzümüz hiç gülmeyecek mi? soruları haklıdır.


182

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu haberi en fazla seyircisi olan Sofya’nın “bTV”, “Yüz Yüze” programına Londra’dan katılan bilinen iktisat profesörü Dimitir İvanov duyurdu ve şunlara işaret etti: “Bulgaristan’ın yeni cumhurbaşkanının kim seçileceği olağanüstü önem taşıyan bir ulusal konudur. Yönetimde bulunan güçlerin birçok nedenle olacak, Cumhurbaşkanın kim olacağına ve cumhurbaşkanlığı seçimlerine önem vermek istemiyorlar.” Prof. İvanov şöyle devam etti: “Biz bir bakkal dükkanına tezgahtar seçmiyoruz, memleketimiz, askeri ve sivil çatışmalara neden olabilecek bir ceo-politik şok merkezinde bulunduğu bir dönemde, Bulgaristan Cumhuriyeti Baş Komutanı’nı seçeceğiz.” Bulgaristan’ın ulusal dirilişini üstlenebilecek bir ulusal şahsiyet bulunmalıdır. Ekonomik durumumuzun çok ağır olduğuna değinen Prof. İvanov şöyle devam etti: “Birçok analiz merkezi 2007-2008 ekonomik bunalımının kalkıp gitmediği görüşündedir. Bulgaristan’ın biriken iç ve dış borçları, bunalımın başladığı 2008 baharına kıyasla 3 kat artmış bulunuyor. Cumhurbaşkanlığı seçimleri yaklaştıkça Amerika ikiye parçalanıyor. Avrupa, İngiltere’nin Avrupa Birliği’nde kalması ya da ayrılması için yapılacak halk oylaması arifesinde sıkıntılı aylar yaşıyor. Çin de büyük ve ciddi bir bunalımın eşiğindedir. Bu üç büyük merkez dünya Gayrı Safi Hasılasının (DGSH) % 62’ini üretiyor. Ve bu üç merkez de çok ciddi bir ekonomik ve mali deprem eşiğindedir.” Komşu kamuoyunu “bTV” ekranına kilitleyen bu söyleşide Prof. İvanov Bulgaristan konusunda şöyle dedi: “Bulgaristan bunalımdan korunabilmeyi nasılsa başardı, ama iş ve mali formlar alanında çok gecikti . Özel, korporatif ve halka açık ekonomi sektörlerinde borçlanma hızla devam ediyor. Borsa yerinde sayıyor ve tüm bunlar ekonomideki ağırlıkları arttırıyor. Hükümet, yeni borç alarak, eski borçları ödemeye çalışıyor. Şu dönemde dış kaynaklar ucuz para teklif ediyorlar, ülkemizin sıcak paraya ihtiyacı var. Dikkatli olunursa, şu dönem yeni borç alınabilir. Fakat bizde dış borçlanma endeksi ekonomik kalkınma dinamiğinden kat kat yüksektir. Bu sebepler, ekonomik ve mali bunalımın derinleşeceğine ciddi işaretlerdir.


Makale ve Analizler - 2016

183

Londra’da yaşayan iktisatçı Prof. İvanov alarm çanları çalan ikinci sorun olarak alınan dış borçların ne için kullanıldığı bilinmiyor derken şu özelliklere değindi: “Meclis üyeleri alınan dış borçlarla kime ne gibi ve ne için ödeme yapıldığını bilmiyor. Bulgar ekonomisindeki yapılanma yeniden biçimlendirilmiyor. Bir de borç ödeme sürekli erteleniyor ve 2020 ve 2022 yıllarında ödenecek çok büyük bir borç miktarı birikiyor. O yıllara kadar (5 - 6 yıl sonrası) 16 - 20 milyar Euro yeni dış bor alması da gerekecektir. Bu durumda Bulgaristan’ın dış borçlarını ödeyemez duruma gelip yüz üstü düşmesini bekleyenler var.” Prof. İvanov, izleyicilere Avrupa Komisyonunun 18 Mayıs 2016 tarihli bir belgesini gösterdi. Bu belgede, Bulgaristan Gelişim Programına ilişkin Avrupa Konseyinin önerileri yer alıyor. Avrupa Konseyi, finans sektöründe reformların tamamlanmasını, banka, sigorta şirketleri ve ulusal emeklilik enstitüsündeki yeniden düzenlenmenin tamamlanmasında ısrar ediyor. İkinci öneri paketi ise, çalışma ve sosyal modelinde reform yapılması önerisidir. Şöyle bir noktaya da işaret edilmiştir: Çalışma ve Sosyal İşler Bakanı (Bakan Kalfin ABV partindendi ve 2 hafta önce görevinden ayrıldı) bazı düzenlemeler yapmıştı ve bu yılın ilk üç ayında genç işsiz sayısı bütün ülkede arttı. İşsizlik artışının gemlenmesi sorununa Bulgaristan’da 5 yıldan beri çözüm bulunamıyor. Prof. İvanov, Borisov hükümetinin Brüksel’e gönderdiği raporlarda işsizliğin azaldığına işaret ediliyor, fakat bu azalmanın gençlerin dış ülkelere kaçmasına ve çalışma yaşında olan nüfusun emekli olmadan son yolculuğuna uğurlanmasına vurgu yapılmadığını söyledi. Bu bakıma, Sosyal İşler Bakanı Kaldin’in Bulgaristan’da işsizlikle mücadelede yenik düştüğünün altını çiziyor. Prof. İvanov, “Allaha dua edelim de, Bulgaristan emeklilik sistemi çökmesin!” sözlerine ise şöyle yanıt verdi: “Allaha yalvarmak, ulusal strateji olmaz!” “Avrupa Komisyonu, yapılan değişik banka havalelerinde, düzenlenen açık arttırmalarda, rekabet işlerinde, ihalelerde, emeklilik sisteminin mali güvence altına alınması sözleşmelerinde, Bulgaristan’da üçüncü şahısların kullanıldığından kuşkulanıyor.” dedi ve şöyle devam etti: “Bulgaristan’ın ekonomi ufkunda büyük kara bulutlar beliriyor. Ana sorun hiç bir reform yapılmaması, iç dinamitlerin durmuş olmasıdır. Ekonomi bünyesi iğnelenmeden çalışmaz, yeni iğnelerse yapılamıyor.” Ülkedeki demografik duruma da değinen eski bakan prof. İvanov, “Bulgaristan ekonomisi tepişemiyor. Üretim azalmaya devam ediyor. Birçok program durmuştur. Bu yıl tüketim % 0,8 azaldı. Birçok köy ve kant insansız kalıyor.”


184

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İngiltere ve Avrupa Birliği konusunda ise Londra merkezinde oturan Prof. İvanov şöyle özetledi: “AB’den çıkmak ve AB’de kalmak için iki kampanya yürütülüyor. Avrupa Birliği’nde kalma kampanyasını yürütenler % 10 - 12 üstünlük sağlasalar da, bu çok ağır bir savaşımdır. Belki de, İngiltere AB üyesi kalacak ama çok derin bir sarsıntı geçirmesi kaçınılmazdır. Avrupa Konseyi tamamen anti-demokratik bir yapıdır. İngilizler federalist bir Avrupa yolunda ilerlemek istemiyorlar. ”

Cahil Dehalar

BG-SAM-27.Mayıs.2016

Konu: Doğuştan Cinlik Merkezi Gelişmiş Tipler. Ben bir doktorum ve okuduğum kitaplardan insanın kafasında akıl ve cinlik (kurnazlık) merkezlerinin farklı yerlerde bulunduğunu bilirim. Bulunduğumuz yerlerde, okuma imkanı olduğu halde ilkokuldan sonra okula gitmemiş, daha sonra da hiç kitap gazete falan okumamış, ancak köy muhtarı hep seçilen örnekleri siz de bilirsiniz. Bu tipler neredeyse en basit toplama ve çarpma işlemi bile yapamaz. Fakat bu dünya düzeni öyle kurulmuştur ki, bir adamın gerçek yüzü görününce, kirli çamaşırları ipe serildiğinde, halkta merhamet duygusu uyanır ve olaylar beklenenin tersi sonuçlar verir. Böyle örneklere çok sık rastlanmasa da, ara sıra rastlanır. Adını yazmak istemiyorum, herkesin bildiği, sahte diploma davası Ruse Mahkemesi’nde devam eden, gazetelere düşen, lise diplomasını satın almış HÖH - DPS’li ve Deliormanlı Türk Belediye başkanı örneği iyi bilirsiniz. Doğan’ın okula gitmeden aldığı diplomalar, çalışmadan kazandığı paralar istihbarat arşivinden dosya dosya çıkmaya devam ediyor. Burada dikkat çeken, “varmış vermiş, al demişler almış, gavurun parasına acımak sana mı kaldı” dendiği ya da deneceği değildir. Halk psikolojisi böyledir. Son zamanda, HÖH yeni başkanı M. Karadayı’nın da “cahil defa” olduğu ortaya çıktı. Yatıp kalkıp “Atatürk” diyor. Bir çamur karıyor da, neresini sıvaya-


Makale ve Analizler - 2016

185

cak belli değil. İnsanın bilmediği konuları halk önünde, kürsüden, kalabalık toplantılarda konu etmemesi iyi olur. Çünkü bilmemek suç değildir. Fakat bilginin azı tehlikelidir. İnsanlar güzel sözler dinlerken yakalanırlar, yanlış yola yönlendirirler. Bilirsiniz, “40 defa söylenen bir yalana” 41. defa söyleyen bile inanır. Büyük Türkiye ve Türkiye Başkanı Erdoğan aleyhtarlığı sızan HÖH partisinin çöplüğünü şu dönem Karadayı’ya “Atatürk literatürü” ile temizletmek istiyorlar. Bu propagandanın halkımızı etkileme gücü yoktur ve olamaz, çünkü insanlarımız yediden yetmişe 20.yy lideri Mustafa Kemal Atatürk ile 21. yy önderi Recep Tayyip Erdoğan’ı çok yakından tanır. Atatürk ile Erdoğan bu Cumhuriyetin en büyükleridir, geçmişi ve geleceğidir. Türk halkının gururlarıdır. Kurnazlık konumuza devam ederken şu iki noktayı unutmanızı öğüt vermek istiyorum: İnsan beynindeki akıl merkezinin gelişmesi ve seviyesinin yükselmesinin sonu fazilettir. Akıllı insanlar kendine ve halkına faydalıdır. Herkes tarafından sevilen kişilerdir. Akıl yaşta değil baştadır, diyenlere de hak veriyoruz. Fakat bilgi ve deneyim birikimi çalışmakla, öğrenmekle, izlemekle olur ve sınırsızdır. İyilik yapmanın sınırsız olduğu gibi... Cinlik merkezinin kötü yönde gelişmesi ve seviyesinin gelişmesinin sonu rezallettir. Hele bir de buna mizacından gelen kıskançlık , böbürlenme, cahillik, fitnecilik eklenmişse artık bu şahsın akıl merkezi kapanmış, cinlik merkezi tam kapasite ile çalışır haldedir. Bunun arkasından da şeytanca amaçlarına hizmet gelir ki, bu vasıfların sahibi sürekli kendisinden korkulan, her an yeni bir bela getirmesinden şüphe edilen iki ayaklı şeytan çarpıntısı biri gibi bir mahlüktur. Onun ne sözüne inanılır ne de dostluğuna güvenilir. O, kale içinde bir sarayda bulunsa ve o sarayın 4 kapısı olsa, bakarsın hiç birinden çıkmaz, fakat bir yolunu yordamını bulur her birinden çıkar gibi görünürdü. Onlar her zaman bir hille düşünür. Bunları yazmamın sebebine gelince, 24 Nisan Pazar gün saat 10,15’te Sofya’da HÖH - DPS 9. Olağan Kurultayına 15 dakika giren kişinin Ahmet Doğan değil bir mumyası, bir maskelisi, kloğunu olduğunu öğrenmiş olmamdır. Haber kaynağı da, Nevrekop “Gotse Delçev” belediyesine bağlı “Kornitsa” köyü Pomaklarından olan ve Doğan’ın değişik kurnazlıklarla defalarca kullandığı Hayruş’tur. 1989’un karşı gecelerinde isimlerimiz geri verilecek, BKP MK Politik Borosu para istiyor gerekçesiyle Hayruş ve arkadaşları 16 çuval para toplamışlar ve Sofya’ya getirmişlerdir. Kuşkusuz ben bunları bir dalaverecilik olarak kabul ediyorum, kurnazlık olarak değil. Daha sonraki yıllarda Doğan, ömründe Kuran aç-


186

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

mamış, camiye girmemiş, Mevlit dinlememiş biri olan Hayruş’u Bulgar Hükümeti (Diyanetinde) Din İşleri Ajansında İslam Dini Baş Uzmanı olarak atamıştı. Bu da az geldi, gizli polis ajanı dosyaları açılmaya başlayınca Hayruş “Dosya Amirliği” Genel Merkezinde Türk ve Pomak ajan dosyalarından sorumlu kişi olarak görev aldığı ve okuyup da kafasında tutabildiği gizli bilgilerle soydaşlarını sıkıştırarak susturma ve zorlama işlerine devam etti ve ediyor. Bunun adı devlet imkanlarından yararlanarak şeytanlık yapmak değil de nedir? Bunun atasözü de: “Çekirge bir sıçrar iki sıçrar, sonra düşer” olmalı. Bu son örnek aklımı bir Doğulu komutanın savaş meydanında çevirdiği bir dalavereye sapladı. Hikaye şöyledir: “Düşmanın saldırısına uğrayacağını haber alan Hükümdar bir hile düşünür. Arpayı suda haşlayıp zakkum ağacıyla karıştırarak bir hayvana yedirir ve öldüğünü görür. Sonra da ordusunu alıp savaş meydanına çıkar. Düşman ordusu göründüğünde bu şekilde hazırladığı hayvan yiyeceklerini bırakıp geri çekilir. Böylece bu zehirli arpalardan yiyen düşmanın tüm atları nalları diker.” Bu örnek Ahmet Doğan’na aşılanan bir kurnazlığı hatırlatmadı mı size? Türklüğünden vazgeçen birkaç dönek örnek gösterilerek, Bulgar zehri tüm Türklere ve diğer Müslümanlara gün be gün yediriliyor. Bizim burada gördüğümüz kişisel kurnazlık değil, bir devlet uygulamasıdır. Hem de öyle ki, bize karşı bu hileli durum tırmandırılıyor. Her konuda kurnazlık ve şeytanlığa baş vurularak sonuca ulaşılmaya çalışılıyor. Bu durum genellikle cesaret eksikliğiyle karıştırılıyor. Bizde son büyük göçten beri adam gibi adam kalmamasından faydalanmaya çalışılıyor. Çünkü gerçeği görebilmek yalnız göz değil bir uyanıklık ve bilgi ister. Şimdiki durumda, uygulanan kurnazlık Karadayı’nın “Atatürkçülüğü”, Hayruş’un “Demokratlığı ve Müslümanlığı” gibi bir şey. Pek tabii ki kurnazlık ve hile olumlu yönde kullanılırsa faydalı olur. Karmaşık ve zor konulara çözüm bulmak, örneğin Cebel Belediye Başkanı Bahri Ömer’in 19 Mayıs şehitlerimizi anma törenlerinde halkımızın siyasi bilincini daha da köreltmek amacıyla meydanda siyasi konuşmaları yasaklaması, sözde kendisinin de üyesi olduğu DOST partisi yöneticilerini halk kürsüsüne çıkartmaması vb. gibi uygulamalar örnek gösterilebilir. Kuşkusuz bu da olumsuz bir örnektir. Kurnazlık olayları istenilen yöne çevirme işinde de kullanılır. Mesela HÖH partisi Mayıs törenlerinde şehit anıtlarına çelen koymak ve toplantı yapmak için belediyelere dilekçe verdiğini açıklayınca DOST partisinin hemen sızıp bu işlerden vazgeçtiği gibi...


Makale ve Analizler - 2016

187

Kurnazlık büyük işleri basite indirgemeyi sağlayan iyi bir araç olabilir. 19 Mayıs Cebel’de politik bir olaydır, İsyan Gününü Anma Yıldönümüdür, bu işi çarşı pazara, tenis, satranç ve futbol turnuvasına gibi olaylara indirgemek, İsyan Marşını söylemeden, şehitlerin isimlerini anmadan, bir mezar başında bir Fatiha okumadan geçiştirmek, tam bir basitleştirmeye örnek olabilir. Sonuca kolayca ulaşma yolu bu gibi “tilki zekasıyla” açılır. Aslında yalan söyleyen, kurnazlık yapmadan edemeyen insanlar bu işi alışırlar ve bazı balıkların yan gittiği gibi ömür boyu yan giderek toplumu zehirleyip, düşmana hizmet ederler ve bunun en bilinen ismi “hainlik”tir. Şunu da ilave edeyim. Bulgaristan gibi bazı ülkelerde jurnalcilik, muhbirlik, yalan söyleme, dalkavukluk, rüşvetçilik, tefecilik, kemik yalama, tabak yalama, ele verme, kumar oynama, adamın imanını gevretme, göç etmeye zorlama ve hainliklerin daha bin bir türünün Ceza Kanununda ceza öngören madde ve fıkrası yoktur. İt ürür kervan yürür. Cevap aradığımız ödev: 1) Gizli polis bir adamda cinlik geliştirebilir mi yoksa bu özellik hakikatten anadan doğma bir ayrıcalık mı? 2) Tanıdığınız “cahil deha” var mı? Siz sorularım üzerinde düşünün lütfen! Yeni konumuz: Hoşt desen köpek kaçar mı?

Amerika Gerçekliği

Ertaş Çakır-29.Mayıs.2016

Konu: Kanser İlacı Bulan Doktorların Başına Gelenler Birleşik Amerika’da 11 doktor kaçırıldı ve öldürüldü. Basın haberi: Kansere ilaç bulan 11 doktor yok edildi. Öldürülen doktorların yakınlarına göre, bu seri cinayetlerin temelinde büyük ilaç şirketleri duruyor.


188

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

*** Son yıl Amerika’da 6 doktor kayboldu 5 doktor da öldürüldü. Kanser, çağımızda insanların en acımasız katili olmakla birlikte, bir sürü komplo teorileri de yaratıyor. Sofya gazetelerinden “168 Saat” yayını, bu hekimlerin yok edilmelerinin gerçek nedeni, onların kansere tedavi bulmuş olmalarıdır, diye yazdı. Gazeteye göre, bu doktorlar kanser ilacını uzun zaman önce bulmuşlar, fakat büyük ilaç şirketleri, zarar ederiz gerekçesiyle, yeni ilacın kullanılmasını istemediklerinden, üretilip kullanımını engelliyorlar. Öte yandan hastalar, kurnaz dolandırıcı havasına giren şarlatanlara inanarak, ruhsatsız ilaçları satın alıp yüksek fiyat ödemeye devam ediyor. Dünyada çözülemeyen cinayetlerin sayısı artıyor. Bulgaristan’da da bilim adamlarına karşı işlenmiş cinayetler var. Kanserle mücadelede başarı elde eden, fakat kaçırılıp kayıplara karışan bilim adamlarından bazılarının öyküsü şöyledir: Geçen sene ilaç endüstrisi ABD Florida eyaletinde en fazla kurban aldı. 4 haftada 6 doktor ölü bulundu. Birleşik Amerika’da Gıda ve İlaç Kontrol İdaresi (FDA) yetkilileriyle yüzleşmeden sonda 5 doktor da kayıplara karıştı. “Washington Post” gazetesi ilk gizemli olayda Dr. Cefri Bratstriit’in öldürüldüğünü yazdı. “Yeri polis idaresi Dr. Btadstriit’in intihar ettiğini beyan etse de, ana-babası ve yakınları bağımsız bir sorgulama başlatmak amacıyla, onlain yoldan kısa sürede 33 bin US Dolar toplamıştır.” yazan gazete şöyle devam ediyor: “Bratstriit hastalarını insan bünyesinden sentez edilen Human GcMAF maddesiyle ile tedavi ediyordu. 1990’dan beri bu yönde 50 deney yapılmıştır. Olumlu sonuçlar elde edilmiştir. Bu madde, Parkinson da bunlardan biri olan, birçok hastalıkla baş edebiliyordu.” Deneyler bu ilaçla kanser tedavisi yapıldığını da kanıtlıyor. Doktorun göğsünde kurşunla bulunduğu 19 Haziran 2016 tarihine kadar,başarılı çalışıyordu, öldüğünü gören polis intihar dedi. Cinayette yalnız 3 gün önce ise FDA makamı çalıştığı kliniği bastı ve bütün deney sonuçlarına ve hastalar üzerinde devam eden deney sonuçlarına el koydu. O, bir ay önce açıklama yaparak, araştırmalarım üzerinde bildirimde bulunacağım demişti. Cinayet şüphesini, kendi özel kliniğinde aynı yöntemleri uygulayan D-r Nikolas Gonzales de doğrulamıştı. Sağlık durumu iyi olan, belirli hastalıkları önleyebilecek durumda olan perhiz de uygulayan bu doktor da 21 Temmuz 2015’te


Makale ve Analizler - 2016

189

yani meslektaşından hemen bir ay sonra kalp sektesinden ölü bulundu. Otopsi sonuçları gün yüzü görmedi. Birleşik Amerika’da 1975 yılında, insan kendi asla farkına varmadan vücuduna zehir iğneleyebilen ve ölünün bünyesinde bir damla iz bırakmadan kalp sektesine neden olan bir gizli silah yarattıkları söylentileri de kuşkulananların ateşine benzin döküyor. Yine Florida’da kanser tedavisi yapan diğer hekimler de kayıplara karıştı ya da öldürüldü. Dr. Bratstriit’in yok olmasından yalnız bir gün sonra Dr. Brus Hedental da Mayami’de özel aracının yanına uzanmış ölü bulundu. Bu cinayetin ayrıntıları ise gizem bulutundan asla çıkmadı. Otopsi raporu çıkması, cinayet nedenleri gösterilemedi, ailesi doktorun sağlık durumunun iyi olduğunu, spor yaptığını vs iddia ediyor. Aynı gün Caksınvil kentine giderken, Dr.Baron Holt da son nefesini alıyor. “The News &Observer” gazetesinin yazdığına göre, doktorun ufak tefen sağlık sorunları olduğu, fakat bunların hayat tehlikesi oluşturan türden olmadığını yazdı. 29 Haziran’da Dr. Tereza Siyvırs evinde en kaba bir şekilde öldürüldü. Meslektaşları ona “Güney Florida’nın Tereza Anası” diyordu. Polis, bu cinayetin planlanmış olduğu sonucuna vardı. Bu feci olayla ilgili tüm detaylar gün ışığına çıkarıldığında bir kitap yazılıp film çekileceği açıklandı. Bu olaydan birkaç gün sonra Dr. Liza Rayli de evinde kafasında kurşunla bulundu. Ölüm haberini polise bildiren eşinden ilk şüphelenildi. Polis bunun da planlı bir cinayet olduğu sonucuna vardığında, eşi üzerindeki zan kalktı. Aynı zamanda birçok başka doktor da kayıplara karıştı. 26 Haziran 2015’te Kuzey Dakota’dan komşu Montana’ya yolculuk ederken Dr. Patrik Fizpatrik sanki uzaylılar tarafından kaçırıldı, pikabı ve bagajı yol kenarında bulundu. 29 Haziran günü öğleden sonra hava almaya çıkan Dr. Cefri Waytayt da “buharlaştı.” O, akciğer kanseri tedavi eden başarılı bir doktordu. Kaybolıuşu, o ailesiyle birlikte tatil yaparken oldu. Helikopter ve dron da işe koşuldu, 3 hafta arandı. Doktor arkadaşları ve aile dostları da arama işine katıldı, fakat iz ve delil değil bir kırıntı bile bulunamadı. Meksika iki yönlü yolunda aynı anda 3 hekim kayboldu. Onların “buharlaşmasından” sonra da hiç bir ip ucu ele geçirilemedi. Araştırmayı yürütenlere göre, doktorların üçü de öldürüldü, fakat hiç bir delil bulunamadı. Kaynak: http://www.blitz.bg/news/article/415207 ... urce=blitz


190

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Kanser tedavisinde başarılı olurken, milyarlarca dolar yutan Amerikan ilaç mafyasının kazanına çomak sokan doktorların art arda öldürüldüğü “demokratik” ve “özgür ülke” Birleşik Amerika gerçekliği budur! Amerikan ferması mafyası kazançlarının azalacağı tehlikesi belirince, kanser tedavi eden doktorların öldürüldüğü bu dev ülkenin ne kadar demokratik olduğuna siz kendiniz karar verebilirsiniz. İnsanların hastalanması için, geni ile oynanmış gıdalar üreten ve bunları dünya halklarına dayatan Birleşik Amerika talep ettiği dünya liderliğini hak etmiyor. Sonuçta, Amerikan ilaç sanayi mafyasının insanların sağlıklı olmasından çıkarı olmadığı, insanlar ne kadar hastalıklı ise o kadar daha kazançlı olduğu sonucu ortaya çıkıyor. Doktor katliamları bu gerçekliği doğruluyor. Dünyadaki iyilikle kötülük arasındaki sonsuz kavganın bir yüzü de işte budur.

Cumhurbaşkanı Seçiminde Sis Kalkmıyor

Rafet Ulutürk-30.Mayıs.2016

Konu: Halka güven vermeyen Bulgaristan hükumeti zor durumda Görev süresi 29 Nisan’da dolan Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev’in 2. döneme kişisel nedenlerle aday olmayacağını açıklaması Bulgaristan’da siyasi belirsizliğe son vermedi. Ne sol ne de sağ cephe henüz seçilebilir bir aday çıkarmadı. Oysa yaz tatilinden sonra Ekim ayı kapıda, sandık başına gitmemiz gerekecek. Bulgar düğümünün bu denli sıkı ve sökülmez olmasının temelinde birkaç neden yatıyor. İlk başta, Bulgaristan Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı’nın partili ya da partisiz, hangi siyasi kanattan, Rusofil ya da Rusofob, Avrupa ve Atlantikçi ya da kararsız, dünya görüşü kesin olmayan biri mi olacağı çok önemlidiRosen Plevneliev, Bulgaristan’ın Avrupa Gelişimi için Vatandaşları (GERB) partisinin adayı olarak seçildi.


Makale ve Analizler - 2016

191

Ne var ki, GERB partisi Bulgaristan’ın bugünkü Avrupa ve Atlantikçi gelişim yönü açıldıktan sonra kuruldu. Yani Bulgaristan’ı NATO’ya ve AB’ye taşıyan zihniyet GERB değildir. *** Olayı şöyle açalım: Bulgaristan’da merkez sağ siyasi parti GERB Sofya eski belediye başkanı ve devrik diktatör Todor Jivkov’un yakın koruması Boyko Borisov liderliğinde 2006 yılı sonunda kuruldu. Temmuz 2009’da yapılan genel seçimlerde aldığı yüzde 40 oy oranı ve parlamentodaki 240 sandalyeden elde ettiği 117’siyle ilk hamlede tek başına iktidara geldi. GERB, 4 Eylül 2011 tarihinde, Rosen Plevneliev’i Bulgaristan’ın Cumhurbaşkanı adayı olarak ilan etti. Plevneliev, 30 Ekim 2011 tarihinde yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turunda, aldığı % 55,3 oy oranı ile Bulgar Sosyalist Partisi’nden rakibi Ivaylo Kalfin’i yenerek seçimleri kazandı. *** 12 yıldan beri NATO üyesi ve 2007’den beri de Avrupa Birliği üyesi olan Bulgaristan son 5 yılda Rosen Plevneliev başkanlığında Avrupacı ve Atlantikçi bir yol izledi. Rusya’nın Kırımı ilhakına ve Doğu Ukrayna’yı ele geçirmesine karşı çıktı. Suriye’de DEAŞ terörünü kınadı. Savaşın kesilmesinden, barışçı çözümden ve sığınmacı serüvenine de son verilmesinde ısrar eden siyaset hattı izledi. Son yıllarda Rusya’nın Bulgaristan’a siber saldırılarına karşı da sert tavır alan Plevneliev, Türkiye ile Bulgaristan dostluk ve işbirliği ilişkilerinin gelişerek derinleştirilmesini savundu. GERB hükumetine yamak olan aşırı milliyetçilerin “Seçim Yasası Değişikliği” ile Türkiye Cumhuriyetindeki soydaşlarımızın en doğal hakkı olan oy kullanma hakkının kısıtlanmasına, seçim sandığı sayısının 139’dan 35’e indirilmesine karşı tavır koydu. Cumhurbaşkanı yasa değişikliğini veto etti. Meclisin vetoya karşı oy kullanmasından sonra da bir Anayasa ihlali olan bu iğrenç komployu Anayasa Mahkemesine taşındı ve halen oradadır. Bulgar demokratik kamuoyu ve biz soydaşlar ile Bulgaristanlı Türk seçmenler ilimli siyaset dengesinden sapmayan Plevneloiev’in 2. tur adaylığını bekliyorduk. O, Cumhurbaşkanlığına yalnız GERB oylarıyla değil, Bulgaristanlı Müslüman Türklerin, soydaşlarımızın ve Avrupa’da çalışan Bulgaristanlı Müslümanla-


192

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

rın da oylarıyla seçilmişti. Bu oy takviyesinde, yeni Bulgaristan tarihinde ilk defa olmak üzere bir Türk Cumhurbaşkanı adayı yükselten İstanbul / Bayrampaşa merkezli BULTÜRK Derneğinin adayının birinci turda aldığı 50 bin oyun da 30 Ekim 2011’deki ikinci Turda Plevneliev’e verildiğini vurgulamak yerinde olur. *** Bugün Bulgaristan’da büyük bir korku yaşanıyor. Aslında bu bitmek bilmeyen ve büyüdükçe büyüyen bir korku. Gidişin önü karanlık. Ekonomik ve mali bunalım tırmandıkça tırmanıyor. HÖH (Hak ve Özgürlükler Partisi) meclis desteği işle son yıllarda alınan dış borçların ödenecek miktarı 2013’te 17 milyar olacak ki, bu taşı ne kaldırabiliriz ne de tekerleyebiliriz. İMF, Dünya Bankası ve Özel Batı Bankalarına ve kurumlara borçluyuz. Malı sıkıntılarımız, alt yapı ihalelerinin durdurulmasına neden oluyor. AB fonlarını da gerektiği gibi kullanıp, istikrar ve inkişaf kapısını açamadık. İkinci sebepse dış faktörlerdir. “Berlin Duvarı”nın yıkılmasını ve Sovyetler Birliği’nin dağılmasını fırsat bilen Sofya yönetimi 21. yy’ın ilk on yılında Doğudan Batıya yani Avrupa ve Atlantik çizgisine viraj yapabildi. Bu arada, Birleşik Amerika da, bir yandan enerji kaynakları sektörümüze el atarken, ülkemizde talim üsleri ve Dobruca’da, Karadeniz liman şehri “Kavarna” yakınlarında bir de askeri üs kurdu. US askeri uçaklarını kabul etmek amacıyla “Bezmer” ve Plovdiv / Filibe “Krumovo” hava limanı genişletildi ve 2. hava üssü haline getirildi. Tüm bu gelişmelere, Türkiye ile Bulgaristan’ın NATO müttefikliğinden doğan avantajlara ve Karadeniz’de Rus yayılmacılığının yolunu kesmek amacıyla Türkiye, Romanya, Ukrayna ve Bulgaristan’ın ortak girişimlerine rağmen, sanki 2015’ten başlayarak Moskova yönetiminin Balkanlar ve bu arada Balkan devletleri arasında en büyü olan Bulgaristan’la ilgili planlarının saldırganlaştığı ortaya çıkmış oldu. Bu durumda Plevneliev hep Putin karşıtı bir tutum ve çizgi içinde kaldı. Gerçekler böyle olmasına rağmen, Putin’in Atina’da iki gün önce verdiği demeçten anlaşıldığı üzere, 7 ay önce “CU-24” savaş uçağının düşürülmesiyle başlayan Moskova-Ankara ikili ilişkilerindeki sertlik, ılımlaşma safhasına girmiş bulunuyor. Fakat zaman zaman Bulgaristan adresli olarak çok sertleşen ve sözlü saldırı vitesine geçen Rus propagandası vatandaşları ürkütüyor. Moskov orduları 1878’de Tuna ve Varna üzerinden ve 1944’te yine Tuna üzerinden Dovrucaya girerek iki defa Bulgaristan topraklarını çiğnemiştir ve “Rusya Bulga-


Makale ve Analizler - 2016

193

ristan için kurtarıcı mı yoksa istilacı mı?” sözlü ve yazılı kavgası arasız hala devam ediyor. Halk Sofya ve Plovdiv şehirlerindeki Rus anıtlarının kaldırılmasında diretiyor, tarih kitaplarının yeniden yazılmasını yıllardan beri isterken, Rus Çar, mareşal ve diplomatlarının isimlerini taşıyan köy ve kentlere yeni isim verilmesinde, bulvar, meydan ve sokak levhalarından sökülmesinde ısrarını sürdürüyor. Sakinleşmeyen iç durumda, Bulgaristan’daki muhtemel Rus istilası korkusu henüz aşılmış değildir. Bu olay, bilindiği üzere, 17 Aralık 2015 gecesi HÖH fahri başkanı Ahmet Doğan’ın Avrupa – Atlantik siyaseti aleyhinde ve Rusya lehinde siyasi çıkışıyla yeniden dal budak saldı. BULTÜRK, göçmen soydaşlar ve Bulgaristan Türkleri, memleketimizdeki Avrupa ve Atlantik yandaşı cephenin, Lütfü Mestan yönetimindeki 4 milletvekili ve hala tescil edilmeyen DOST partisinin resmen açıklanan 14 bin kayıtlı üyesiyle sınırlı olduğu görüşünde değiliz. Ülkemizdeki Rusofob kitle çok geniş ve derin köklüdür. Bir defa totalitarizm ve komünist rejiminden payını alan Bulgaristan vatandaşlarından hepsi Moskova aleyhinde barıştan ve güvenlikten yana demokratik saflarda yer almaya hazırdır. Osmanlı’dan kopan Bulgaristan sanki biri Rusçu, ikincisi de Avrupacı ve üçüncüsü de Müslüman, Türkçü ve Osmanlıcı olmak üzere üç bacaklı oluştu. Tarihsel kökleri halkın yaşamını, ahlakını ve ruhunu belirleyen bu üçlü oluşum arasındaki dengesizlik her zaman Rusya ve Avrupa cephesinde kriz yaşamıştır. Türkiye 138 yıldan beri Bulgaristan’ın istikrarından, barış ve güvenliğinden, iyi komşuluk ve müttefikliğinden yana bir siyaset çizgisi izlemiş ve Bulgaristan’daki Müslüman Türk azınlığına her zaman sahip çıkmış, elinden geldiğince omuz vererek, zor gün dostu olmuştur. 21. Yüzyılda Büyük Türkiye’nin kurulması ve bir zorunluluk olarak ortaya çıkan kendi coğrafyasına taşması, istikrarlı bir Bulgaristan’ın var olmasını da zorunlu kılıyor. Yakın ufukta beliren Türkiye ile Almanya ve Avrupa Birliğinin daha sıkı bütünleşmesi ara köprü rolü görecek Bulgaristan’ın çağdaş dünyaya ayak durdurmasını artık saat başı gündeme getiriyor. Bu konuların daha şeffaf anlaşılabilmesi ve bir irade ve vicdan dürtüsü haline gelmesi için Boyko Borisov hükumetini biraz daha büyük bir numara büyült gen altına almamız gerekecektir. Bu, Borisov’un 2. hükumetidir. Birincisini Moskova ajanları 13 Mart 2009’da 14 sahte elektrik faturasıyla düşürmüştü.


194

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İkincisi 7 Kasım 2014’te kuruldu. Onun şimdiki hükümeti bir futbol takımıyla karşılaştırdığımızda, en önemli oyuncuların yabancı (Sağlık, Eğitim, Savunma, Ekonomi bakanları ve birçok danışman Reformcu Blok /RB/ 3 hafta öncesine kadar Çalışma ve Sosyal İşler Bakanı da /ABV/ partisindendi) olduğunu görürüz. 2009 - 2014 arası 39 milletvekili kaybeden GERB partisi kendi girişimiyle meclise hiç bir yasa önerisi sunmadı. Bu yıl aktifliğin-de iyice solma izlenen bu iktidar partisi aralarında sözleşme olmasa da, meclis desteğiyle ayakta durabildiği aşırı sağ milliyetçilerin (Yurtsever cephe) /PF/ isteklerine tıpa tıp uymaya başladı. “Seçim Yasasındaki Değişiklikler” açık bir örnektir. Cumhurbaşkanının vetosuna rağmen, GERB vekilleri aşırı sağ milliyetçilerin anti - Türk vatandaşlar isteklerini yüzde yüz destekledi. Futbol’da yabancı oyuncuların attığı gollerle şampiyon olunuyor, ama derin ekonomik ve sosyal bunalımların dış güçlerin çabalarıyla aşılabildiğinde örnek gösterebilmekte güçleniyorum. Bulgaristan’da son durumda iki özellik var. Birincisi: 17 Aralık 2015’ten sonra Türk ve Müslümanlara ve bu arada Türkiye Cumhuriyetine karşı çok yönlü saldırılar, dil uzatmalar devam ediyor. “Burka yasaklayan ve ceza kesen yerel uygulama”, Eğitim bakanlığında ve okullarda şiddetlenen “Balkancı Yovo veriyor musun, vermiyor musun?” şiirinin okul kitaplarından çıkarılıp çıkarılmaması didişmesi; fırsat fırsattır deyip 1989’dan beri Türkiye’ye göç eden ve yerleşen ve sayıları artık 710 bin kişi olan Bulgaristan – Türkiye çifte vatandaşların, bir yolunu bulup önce seçim haklarının ellerinden alınması ve ardından da vatandaşlıktan atılması, DOST partisi kaydını geciktirme; mahkeme kararlarına rağmen Bulgaristan vakıf mülklerini Başmüftülüğe yasal yollarla iade etmeme; devlet okullarında ana dil ve İslam dini eğitimi verilmesini engelleme ve başka şekillerde kızıştırılarak devam ediyor ve GERB partisi bu ateşte ısınıyor. İkinci: İntibalar analiz edildiğinde, 2004’te Rusya’dan kopan, Avrupa Birliğinden sanki merakını alan, karşılıksız fon çeşmesini kurutan ve Fransa’dan sonra Alman’da da sosyal devletin çökeceği endişesi yaşayan Bulgaristan, içinde bulunduğu ve derinleşen çöküşten çıkabilmek için Büyük Türkiye etki alanına girmekten de kurdun kuzudan korktuğu gibi korkuyor. İşte bu durumda, dünya devi Birleşik Amerika’nın memleketimizde birkaç talim üssü ve bir askeri tesis kurması da kara bulutların dağılmasına yeterli olmadı. Görüldüğü üzere, Cumhurbaşkanı kim olmalı ve kim olursa ne olur? endişesi adeta kabus olmuş durumdadır. Artık birkaç defa “Ben Cumhurbaş-


Makale ve Analizler - 2016

195

kanı olmak istemiyorum!” diyen Başbakan ve GERB kurucu başkanı ve başkanı Boyko Borisov, tamamen kenara ittiği Rusya’dan sonra, Almanya’yı da elinin tersiyle biraz daha yana iterek ve Kemaran’ın isteğiyle İngilter’in güvenilir adamı olarak Cumhurbaşkanı adayı olmaya hazırlanıyor olabilir mi? Bulgaristan’daki ABD varlığının Londra askeri varlığı ile de takviye edilmesi Rusya tehlikesine karşı bir güvenilir kalkan olabilir düşüncesini besleyenler artıyor. Bu görüş Başbakan Boyko Borisov’un Londra ziyaretinden sonra yeşerdi. Belki de bu defa şans, yine biz Türkler için hiç bir şey yapmayı aklının ucundan bile geçirmeyen birine doğabilir. Gelecek konumuz: 1600 otobüsle İstanbul’dan kalkıp Bulgaristan’a gidip oyumuzu kullanmak isteyen biz göçmenler bu işin neresindeyiz ve kime oy verelim?

Jivkov Bizi Vatanımızdan Böyle Kovmuştu

Musa Vatansever-31.Mayıs.2016

Konu: Unutulmayan ve dinmeyen göç sızıları. Изявлението на Т.Живков, с което призовава турците да се махат от България! 29 Mayıs 1989’da devlet başkanı Jivkov’un radyo ve televizyonda konuşması ertesi gün basında yayınlanmıştı. Bu uzun bir konuşma olsa da parti ve devletin o güne kadar izlediği politik çizgiden ödün vermemiştir. Yapılan ana çağrıda, arzu eden ve kendilerine böyle bir imkan tanınan Bulgaristan vatandaşlarının göç etmesi için Türkiye’den sınır kapısını açmasını istedi. Bulgar Türk diplomatik ilişkilerinde son derece gergin bir aşamaya girildi. Sorun, dış ülkede bulunan ve yaşadıkları ülkeyi “öz vatan” kendi memleketleri olarak kabul eden Türklerin “ana vatana” kabul edilmesi noktasında kilitlenmesine çalışıldı.


196

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Türklerin Bulgaristan’dan kovulması trajedisine “büyük seyahat” denmesi, kırmızı pasaportlarla her devlete gidilebilir gibi bir saçmalığa bağlanmak istenerek açıklanmak istendi. Türklere yapılan zulüm, baskı ve terörü de konu eden Pariş insan hakları konferansında Dışişleri Bakanı Petır Mladenov ülkedeki ayaklanmadan ve kargaşalıktan “belirli dış güçleri” suçlamaya kalktı. Bu tarihi izleyen ve son derece gergin olan Bulgaristan’daki durumun “soya dönüş”ün ardıl sarsıntılarını yaşadığı ortaya çıktı. 7 Haziran 1989’da Sofya’da “Boyana” konağında Bulgaristan Çiftçi Halk Birliği Partisi ve Dimitrovçu Komsomol yöneticileri ve il sekreterleriyle BKP Politik Büro üyeleri arasında yapılan görüşmede Todor Jivkov şöyle demişti: “Onlar varsın göçe zorlamaktan söz ededursunlar. Göç yok! (...) Açık, basit ve alelade sözlerle söylendiği gibi, her bir Bulgaristan vatandaşı, isterse geçici olarak, isterse gittiği ülkede, dünyanın neresinde isterse kalmak için arzu ederse gidebilir. (...) Ülke içinde, dış ülkelerle görüşmelerimizde, hele Türkiye tarafıyla göç görüşmelerinde bulunmamalıyız. (...) Biz yasalara dayanarak, ülkemizden büyük bir kitlenin çıkmasını istiyoruz.” İşte böyle gergin bir ortamda 3 Haziranda Türkiye sınır kapılarını açtı ve ardından sel gibi gelen göç hiç bir özel ikili anlaşma imzalanmadan gitti. Türk ve Bulgar propagandası, kulaktan kulağa dolaşan şayialar, insanların birbirini kandırması ve yapılan baskılar Bulgaristanlı Türkler arasında çok şiddetli bir göç rüzgarı estirdi. Gerginlik artması, bütün toplumda milliyetçiliğın kabarıp boy atması; öteki düşmanlığının alıp yürümesi Bulgar idarecilerinin işine geldi. 7 Haziran 1989’da Politik Büro ile siyasi elit arasında yapılan görüşmede Todor Jivkov başlayan büyük göçün anlamı ve buna bağlı olarak gelişen propaganda ve diğer tedbirlerle ilgili hiç kimsede kuşku bırakmadı: “Göçle birlikte (29 Mayıs 1989’dan başlayarak) Bulgaristan’daki isyan ateşleri söndü. Ülkede büyük bir göç psikozu var. Biz yeni durumu nasıl (psikozu) nasıl değerlendirmeliyiz? Eğer biz bu nüfustan (Müslüman Türklerden) 200-300 bin kişiyi ko-


Makale ve Analizler - 2016

197

vamazsak, 15 yıl sonra Bulgaristan diye bir ülke kalmayacaktır. Bulgaristan Kıbrıs olacak ya da başka bir bölünmüş ülkeye benzeyecek!” Jivkov’un Türklerden kurtulma çizgisi, azınlıklarla ilgili sert siyasetten vazgeçmeyen G. Yordanov tarafından şu şekilde geliştirdi: “Türkiye’ye gidip de yerleşecek olanların 200 bin mi yoksa 100 bin mi olacağını söylemekte zorlanıyorum, fakat biraz kan akması bizim devletimizin menfaatinedir. Temiz olmayan kan akmalıdır, çünkü örgütçülerden daha fazlasının toplama kamplarından ve hapishanelerden geçtiği belli oldu. Onlar sonuna kadar fanatikleşmiş kişilerdir ve onlar için geri dönüş olamaz. Geri adım atmamız, bizim için yok oluş olacaktır. En fanatik olanlardan kurtulduğumuzda, işler yavaş yavaş yerine oturacaktır.” Fakat bu dönemde propaganda çok şiddetli ve yoğun olduğu gibi, ulusal kaynakların genel seferber edilmesine yöneliyor. 29 Mayısta Todor Jivkov’un konuşmasından sonra ödevlerin arasında en önemli ve en can alıcı olan “partiyi ve devleti savunmak” için geniş kitleleri miting ve yürüyüşlerde birleştirmektir. Bu gösterilerde “Türkiye’nin kahpeliğini” kınayan ve “resmi olmayan” örgüt ve kişilerin “ulusal ihanetine” karşı sloganlar yükseltmek gündemdedir. Bu konuda Jivkov şöyle devam ediyor: “Bulgarların durumunda endişe belirdi, biz şimdi bu enerjiyi etkinliklerde kullanmalıyız.” İşte böyle bir ortamda 1989’un yazında ve gücünde başta Bulgar basını ve “İşçi Davası” gazetesi, radyo ve tv programları, Türkiye, Yunanistan, Batı Avrupa ve Sovyet yayınlarından seçmelerle düşmanca propaganda ateşine odun atmaya devam ettiler. Türk düşmanlığına adanmış materyallerde şu başlıkları okuyorduk: “Ankara’nın Güney Afrika ırkçılarıyla ilişkileri; “Türkiye’de demokratik haklar kabaca çiğneniyor”, “Türkiye’de politik tutukluların alın yazısı”, “Pantürkizm ruhunda”, “Türkiye saldırı üssüdür!”, “Türkiye komşularının İçişlerine neden karışıyor?”, “Jeskar Desten: Türkiye’nin Avrupa Ekonomik Topluluğuna girmesine (Hayır!)” dedi vb. Göçe zorlayan terör ve baskı siyaseti kamuoyundan böyle gizlenmeye ça-


198

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

lışıldı. O günlerde polis amirliklerinin önünde çok uzun pasaport kuyrukları oluştu. Bahçeli evler, daireler, bedavadan ucuz satılıyordu, tarlalar kooperatif mülkiyetinde olduğundan kimse satamadı, göç ederken götürülmesine izin verilen ev eşyaları için izin alınıyor, her şey için kuyruk oluşuyordu. Bulgar Türk devlet sınırına götüren yollarda binlerce kişi ve aracın oluşturduğu kuyrukların sonu görünmüyordu. Memleketin köy ve kasabalarında, Deliorman’da oluşan yeni havayı BKP İL Komitesi Birinci Sekreteri Petır Petrov şöyle anlattı: “Kliniğe toplanmışlar göç etmezden önce erkek çocuklarını sünnet ettirmek için kuyruk oluşturmuşlardı. Biz daha önce buna izin vermezdik.” Bu olay, devletin artık Türkler üzerindeki kontrolü elden kaçırdığına işaret ediyor. O zaman Türkiye artık sınır kapısını kapamış olsa da, Türkiye’ye göç etme hevesi hala canlıydı. Bulgaristan’da kalmak ve yaşamak istemiyorlardı. Gözleri hep yoldaydı. Türkler üzerinde yıllarca yapılan baskılar, sınırlamalar ve yasaklar onların Türk kimliğini yaşatan sembollerden asla vazgeçmediğine işaretti. “Büyük Göç” sızıları dinmeyen bir trajedi olmakla birlikte, bize başımıza gelen her şeyin önceden ve çok uzaktan planlandığını, bizden kurtulmak isteyenlerin gerçek iğrençliğini göstermiş oldu. O yıllardan beri yeni genç bir kuşak yetişti. Biz onları öfkeyle büyütmedik, ama öz vatanları olduğunu da asla unutturmadık. Fırsat bulduğumuzda yıldan yıla, tatilden tatile de olsa vatan toprağına bastılar ve ata yuvasının sıcaklığını yaşadılar. Kovulmuş olmamız vatansız olduğumuz anlamına gelmez. Kovulmuş olmamız bizim istediğimiz an öz vatanımıza dönüp orada yaşama arzumuza gölge düşüremez. Şimdi bizim seçime katılmamızı, seçme hakkımızı, en doğal uygar özgürlüklerimizi baltalamak isteyenler, hak ettikleri cevabı alacaklardır. Biz Bulgaristan’ın faşizme kaymasına yol vermeyeceğiz, gerekirse hepimiz otobüslere binip köy ve kasabalarımızda oyumuzu kullanacağız, istediğimiz adayları meclise göndereceğiz ve Sofya’da demokrasi kalesi kuracağız. Türkiye’den Bulgaristan’a dönüş dalgası artık yükseliyor. Hele yaz aylarında emekliler elleriyle kurdukları evlere, diktikleri ağaçların gölgesine, buz gibi akmaya devam eden çeşme başına dönmeye can atıyorlar. Bu özlemde Mayıs 1989 Ayaklanmamızın heyecanı var. Her insan yerine yakışır. Biz bu toprakların güzeliyiz, bilgesiyiz, kahramanıyız. Yalnız biz toprağı değil, toprak da bizim kokumuzu, ayak izlerimizi, sesimizi özlemiş, kavuştuğumuzda öyle bir yürekleniyor ki... Bulgaristan bizimdir. Hiç bir konuda asla ödünç veremeyiz. Beraber geldik, gerekirse beraberce döneriz!


Makale ve Analizler - 2016

199

Sivil Toplum Örgütleri Çeken Güç Oluyor - 1

Rafet Ulutürk-31.Mayıs.2016

Dizi: Bulgaristan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde STÖ’ nin (Sivil Toplum Örgütleri) Rolü Bulgaristan yaklaşan Cumhurbaşkanı seçimi için uyanamıyor. Toplum bilinci tökezledi. Ruhsal durgunluk semeli ve uyanmak istemiyor. Daha somut bir ifadeyle Avrupa Birliğinin kalesi durumundaki Almanya, Fransa, Belçika ve Hollanda gibi ülkelerde sivil toplum örgütleri, sendikalar, üniversiteli gençler ve savaş kaçakları ile sığınmacılar polise göğüs gerip sosyal ve ekonomik haklarından bir kırpık bile vermek istemezken, çalışma yasası değişikliklerini kabul etmeyip baş kaldırmış aylardan beri protesto ediyor. AB birlik ve devlet yönetim mekanizmaları kükreyen sivil toplum örgütleri selini durduramıyor. Olayların gerisine bakarsak, İkinci Dünya Savaşı öncesi faşizm pençesine düşen Batı Avrupa ülkeleri, savaştan sonra kendini neo-liberalizmin (yeniliberalizmin) kucağında buldu. Zenginleri daha zengin, yoksulları daha fakir eden bu sistemle kurulan sosyal devlet düzenleri Fransa’da çökerken, domino efekti yapması bütün Brüksel makamların aylardır uykusuz geceler yaratıyor. Her gün yeni bir olay eski kıta tarihinde Almanya çağının bitiğini kanıtlarken, bunalımlar içinde bocalayan ve geniş emekçi kitlelerin daha da yoksullaşmasına çare bulamayan 28 Avrupa devletinin bir araya gelip imzaları atıp AB’de birleşmesi yeni bir nitelik doğurmadı. Hammadde, iç ve uluslararası pazar ile mali imkanlarını birleştirmede tedirgin olan üye devletlerin yöneticileri işlerin daha da kötüleşmesinden endişelerini paylaşmak için sık sık bir araya gelseler de, bunalımı aşacak yeni oyunu kuracak lider gücü bulamıyorlar. Durum belirleyen yeni ortamda artık sabır tamamen taşmış, yapılacak bir şey yok sokaklara dökülen halk çareyi tepeden tırnağa silahlı, coplu tabancalı, kelepçeli polislerle sille tokat savaşmakta, arabaları ateşe vermekte, çöp kazanlarını yakmakta, sokakta gecelemekte bulmaya çalışıyor. Fransa’da sivil toplum eylemcilerinin yükselttiği pankartların birinde şunlar yazılıydı: “Bir avuç beyin, bir kaya beyinden üstündür!” Bu slogan, “üstün akılın”, “para babalarının”, “işçi sınıfının ve beyaz yakalıların alın terini biraz daha fazla sömürmek için çalışma yasalarına saldıranların” artık yaşamını doldurduğuna, taş kafa olduklarına işaret ediyor. Batıya hükmeden egemen güçler artık toplumu dönüştürebilecek durumda olmadıklarını gizleyemiyor. Politik partilerden hiç biri, bir tek milletvekili, Av-


200

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

rupa Parlamentosu Genel Kurulundan bir tek temsilci işçi mitinglerine çıkıp çözüm önerisinde bulunamıyor. Doğrusu, sanki Avrupa’nın ateşi bitmiş, ocağı sönmüş ve eski günlerin tozunda dumanında bayram ediyor. Bizde bu duruma şöyle denir: “Sabrın başı beklemek, ortası tahammül, sonu ferahlıktır!” 27 yıl önce “Büyük Göç”ün, bizi memleketimizden, topraklarımızdan, evimizden yurdumuzdan kovanların değişiyle “Büyük Seyahat”ın kapısı açıldı. “Hava kurşun gibi ağırdı.” Kaydı olmayan sivil toplum örgütlerimizin liderleri, kanaat önderlerimiz, okul müdürleri, öğretmen ve hocalar, bebeli gelinler, eli hamurda nineler “bu işin tadı kaçtı, kalkın gidelim” dediği gündü. “Hiç kimse kurşun dökmeye çağırmadı!” Dedeler, göçecekleri yerlere hayır ve bereket götürmek inancıyla, tekke, ata mezarı, su başı toprağından alıp kuşaklarına sardılar. Harmanda çocukların oyunları yarım kaldı. Tütünler tarlada sararıp dökülmeyi, koyun kuzu kurda çakala kurban olmayı kabul etti. Bahçelerde meyve yüklü ağaçlar dile geldi: “bu sene de dökülüp çürümek nasipmiş, elden gelen yok!” demekle yetindiler. Ufka ve güneşe bakan kalmamıştı. Bu duruma öyle bir günde beş günde gelinmedi tabii. Köyde kasabada yaşayan ve işiyle gücüyle meşgul olan insanlarımız idare merkezi Sofya’dan ne kadar uzak olursa olsun, Bulgarlar tek uluslu ve milliyetçi bir devlet rejimi kurmaya çalıştığından, baskı ve terörle ülkeyi baştan başa kavuruyor, insan haklarını ağza aldırmıyordu. Rejim toplumu öyle sıkmıştı ki, nerede bir sinek uçsa Sofya’da biliniyordu. Çivisi çıkan terör tırmandıkça azıyor, azdıkça dalga dalga Türk düşmanlığı kusuyordu. Göç çuvallarının ağzı sicimle bağlanmadan ve denkler sıkılmadan 2 gün önce parti ve devlet başkanı katilimiz Todor Jivkov radyo ve televizyona çıktı ve “toplayın palanızı pırtınızı ve hepiniz defolun gidin” dedi. Elimize her ülkeye girip çıkmaya yarayan Kırmızı Pasaport verilmesi, Bulgar devletinin bu işi yıllardan beri hazırladığına kesin kanıttır. Son hedefte 1978’den beri göçe zorlanan ama bir türlü azalıp bitmeyen Müslüman Türklerden kurtulmak vardı. Milliyetçi ırkçı özlemde Türksüz ve Müslümansız, İslamsız, Camisiz, ezansız, medresesiz, mescitsiz vb. bir Bulgaristan vardı. Hatta onlar Sofya Belediye Başkanı’nın 1878’de gök gürültülü, yıldırımlı ve sağanak yağışlı bir gecede 6 minareyi temelden bombalayarak yıktığını ve sonra


Makale ve Analizler - 2016

201

şimşek çarptı devrildi uydurmasıyla kilise haline getirdiğini hatırladıkça pembe hayalli başka bir dünyada yaşamaya başlıyorlardı. Bulgaristan’da 2 332 cami, binden fazla medrese, hamamlar, dükkanlar, çeşmeler, köprüler, vakıf malı otlak, çayır, işlenir tarla, koru ve ormanla binlerce dönüm bağ bahçe onlara kalacaktı. Hem Jivkov’un hem de akıl hocalarının, onlara inanan Bulgar dinsiz ve Hıristiyanlarının bilmediği bir şey vardı, bu malın ve mülkün helalin-deki can Türk Müslüman terindeydi, onun kokusu olmadan hiç bir şeyin ne anlamı ne de değeri olabilirdi. Öyle de olmadı mı. Biz kovulduk, fakat onlar da gün görmedi, çöktü, her gün çöküyorlar. Öngöremedikleri şuydu: bir asırda 6 Büyük Göç yaşayan bu hudut kapısı aşınmış ve 1989’da o da yıkıldı. Hem de bir daha asla kapanamamak üzere yıkıldı. Çifte vatandaşlık, AB vatandaşlığı ...tersini düşünenlerin dağlarına kar yağdı. Ve Bulgar devleti 1 Haziran 1989’dan beri gece gündüz bu sınırı, bu hudut kapısını bir daha ayağa kaldırabilmeyi, kapamayı düşünse de, bu defa doğa, Meriç, Arda ve Tunca ırmakları da bizimle oldu ve kapıyı kaldırıp kapatmaya çalışanların her hamlesini sel altına aldı ve yine olayları lehimize çevirdi. Bu çok anlamlı ve büyük davada başı çeken rolü sivil toplum örgütlerimiz oynamaya başladı. Bulgaristan’da 04 Ocak 1990’da kurulan ve siyasi irademizi ifade edip savunmasını beklediğimiz Hak ve Özgürlük Partisi HÖH’ ün de isimlerimizi değiştiren, dilimizi ve dinimizi yasaklayan, bizi cenaze töreni gibi davulsuz zurnasız düğün yapmaya zorlayan ve bayramlarımızı kutlamamıza engel olan devlet güçlerinin, gizli çalışan polisin bir tuzağı olduğunu kavradığımız an, biz tutunacak dalı yine maneviyatımız olan camilerimizde, camilerimize bağlı faaliyet yürüten camilerimizde, tekke cemaatlerimiz de, öğretmen derneklerimizde, okuma ve kültür evi derneklerimizde, hemen yayılan amatör sanat gruplarımızda ve kıvılcımları sönmeyen yazar ve şairlerimizin, aydınlarımızın yanında bulduk. Tüm bu eylemcilerin ortak etkinliklerinin adı sivil toplum örgütleri çalışmalarıdır. Bu çalışmalarda şu dönem yeni bir atılım içinde bulunuyoruz. Türkiye’de kurulan göçmen soydaş sivil toplum örgütleri, dernek, kulüp ve birliklerle Bulgaristan’da yeşeren yeni örgütlenme arasında sımsıkı bağlar kuruyoruz. Biz yeni bir bina kurma peşindeyiz. Bu sınır duvarı değil, yeni kuşakların ortak erdem ve etkinlik alanı olacaktır. Bu çalışmalarımızın ekonomik temelinde Türkiye’den Bulgaristan’a ta-


202

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

şan irili ufaklı yüzlerce şirketin çalışmaları, Bulgaristan’ın can damarlarını açan Türk Bulgar ortaklığıyla kurulan bölünmüş yollar (otobanlar), metrolar, fabrika ve işletmelerdir. Bu canlanmanın içindeki kan ise BULTÜRK - Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği, BGSAM - Stratejik Araştırma Merkezi yayınları vb. sivil toplum kuruluşlarının öncü, aydınlatan, cesaret aşılayan ve doğru yönlendirerek örgütleyen etkinlikleridir. Bu çalışmaların meyve yüklü dalları “Büyük Türkiye” atılımlarıyla, Türk milletinin birlik ve beraberlik ruhunun güçlenmesiyle daha da bereketli oluyor. Başta, tüm yurtsever Türkler olmak üzere, sevilen ve yöneten liderimiz Recep Tayyip Erdoğan bu sabırlı ve sebatlı yolda hepimizi yüreklendiren önderimizdir. *** Bundan 27 yıl önce Todor Jivkov, Türkiye yönetimine hitaben “Tarihin tekerleğini geri, Osmanlı İmparatorluğu dönemine çevirebileceğine dair umutlanan çevreler, derinden yanılıyorlar.” demişti. Kendisi sözlerinden utanmalıdır. Söylediklerinden hiç bir şey doğru çıkmadı. “Büyük Türkiye” hepimize ana-vatan oldu. Doldu ve atılımlı yürüyerek kendi Balkan coğrafyasına en barışçı, güvenlik ve huzur telkin eden atılımlarla taşıyor. Artık Balkanların Türkiye’ siz olamayacağına inanmayan kalmadı. Bulgar Türk sınır kapısının kapanması da tamamen imkansızlaştı. Yıl başından beri 158 bin Bulgaristan vatandaşı Türkiye’ye turist gelmiş, geçen sene 90 bin Bulgaristanlı İstanbul’a tedaviye geldi. Sanatçılarımız ortak medeniyetimizin örgüsünü yapıyor. Sivil toplum örgütleri 21. yüzyılda iyi ve kötü günde beraber olalım köprülerinde buluşmak istiyor. Biz Asya ile Avrupa’nın birleştiği noktadayız, kaynaşmamız tarihin yazgısıdır. Bizim değişik sebeplerle ve hiç kimsenin onurunu incitmeme havalarına girerek, derinliklerine inip irdelemek istemediğimiz birçok konu, artık Okyanus ötesi üniversitelerde öncelikli araştırma konuları arasında başta geliyor. Kanadalı genç bir bilim adamı Hazar Ötesi Türklük kaynaklarını araştırdıktan sonra kaleme aldığı değerli bilimsel eserinde “Bulgarların Türk Soyundan Olduğunu Kesin Kanıtlamış.” Biz, “soya dönüş” faCIAsı ve trajedisinden sonra, bu konuya hele son 27 yılda iç içe ve komşu komşu yaşarken pek değinmek istemesek de, sivrilen Bulgar milliyetçiliği ve ırkçılığının yolunu kesmek için önem vermemizin son derece önemli olduğuna inanırken, bu konuda dünya literatüründe ün yapmış ve kamuoyu oluşturan eserlerinin hem Bulgar hem de Türk diline dağıtılması gerektiği görüşündeyim.


Makale ve Analizler - 2016

203

İnsan kendisini ancak anadilinde tanıyabilir. Bu ödevler yeni dönemde STÖ’nin en önemli vazifesi olarak ortaya çıkıyor. Biz birbirimizi daha iyi tanıdıkça ortak Cumhurbaşkanımızı daha kolay seçeriz. Ona buna yaranmak için Cumhurbaşkanı seçmemize gerek yok. Biz kendimiz için Başkan seçmeliyiz ve bu işi en iyi birilerine arka bahçesi olmuş değil gerçek sivil toplum örgütleri yapacaktır, çünkü birçok partinin pilinin iyice bittiğini hepimiz görüyoruz. Yeni konumuz: BULTÜRK ve Bulgaristan’da Cumhurbaşkanlığı seçimleri. Kalın sağlıcakla,


204

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)



206

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)



208

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)



210

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)



212

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)



214

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)



216

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)



218

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)



220

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)



222

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2016

223


224

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.