28 - ADIM ADIM FAŞİZME GİDİYORUZ

Page 1

ADIM ADIM FAŞİZME GİDİYORUZ

2016 Ağustos - Eylül Makale ve Analizleri


ADIM ADIM FA Ş İ Z M E G İ D İ Y O R U Z BULTURK BGSAM Yayınları Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi - BGSAM -28 BULTÜRK Adına Genel Başkanı: Rafet ULUTÜRK Basım: Ağustos - Eylül - 2016 Koordinatör: Dr. Nedim BİRİNCİ Editör: Raziye ÇAKIR İnternet sorumlusu : Kapak Tasarım: Murat ULUTÜRK Pazarlama Sorumlusu: Hamiyet ÇAKIR Arşiv: İbrahim SOYTÜRK İsteme Tel: 0212 511 63 47 www.bulturk.org; www.bghaber.org; info@bulturk.org İnternet sitesinin yazıları Adres: Yıldırım Mah. Şehit Kamil Balkan cad. No.114/A Bayrampaşa İstanbul Tel: +90 (212) 511 63 47 Belgegeçer: +90 (212) 526 51 98 https://bgsam.org/, https://issuu.com/bulturk, https://bulturk.org.tr/ Baskı : DİNÇ OFSET MATBAACILIK SAN. ve TİC. LTD. ŞTİ. Adres: Davutpaşa Cd. Emintaş San. Sit. No: 103/580-581 Topkapı - İstanbul Tel: 0090 212 493 24 67 TÜRKİYE CUMHURİYETİ YASASI GEREĞİNCE BU ESERİN YAYIN HAKKI BULTÜRK’ten İZİNSİZ KISMEN VEYA TAMAMEN ÇOĞALTILIP YAYINLANAMAZ

Web: www.bghaber.org ; E.Posta: rafetuluturk@yahoo.com


“Bilgi Ordusu, Bizim Ordumuz, Bildiğimizi Öğretmek,Bizim Borcumuz.” Rafet ULUTÜRK

Düşünceler dizisi olan elinizdeki eserin anlamı derin bir uğraşın ancak başlangıcıdır. Bulgaristanlı Türk Müslümanların başına 1970-72, 1984-85’te düşen yıldırımın bir daha düşmemesi için bir uyarı ve ışık niteliğindedir. Saygılarımızla, B U LT Ü R K İ st a n b u l



Önsöz Yerine Yıl 2016 1970-1985 arası üzerimize yıldırım düşmüş gibiydik. Stres geçti mi diye, soranlara cevabımız yoktu. Çünkü acımız anlatılır türden değildi. Ayrıca “Geçmiş olsun!” da uygun bir teselli değildi. Çünkü derin izler kaldı ve hiç bir şey unutulmadı. Tanımak zorundayız. Biz Bulgaristan devleti tarafından seri tuzaklara düşürüldük. “Başa gelen çekilir” özlü sözünü de yanlış algıladık. “Başa gelen tepilir!” anlamını açmamız gerekiyordu. Kimlik değiştirme trajedisinden sonra, bir de “Büyük Göçten” sonra Türklerin Türklerle kaynaşması serüveni yaşandı. 120 bin soydaşımızın geri dönüşü Türk bilincinde buluşma dalgasını kırdı. Neyse yılların geçmesiyle bu da aşıldı ve 1989 Ağustosunda “Kapıkule”den girenlerimizin toplam sayısı, Türkiye’de doğan çocuklar dışında 2015 yılı itibarı ile artık Türkiye’de 710 bin kişiye ulaşmış durumdayız. Biz çok büyük, örgütlü ve bilinçli bir güç haline dönüşeceğiz. En büyük özelliğimiz de ata toprağımızı, atalarımızın mezarlarını asla unutmamış olmamızdır. Bugünde bizim için ata vatanımızdaki en değerli taş, oradaki mezar taşlarımızdır. Biz Bulgaristan’da Bulgar çocukları ile aynı kitapları okuyarak aynı okulları bitirmiş olsak da zıt yetiştik, adına sosyalizm yani sözde insan kardeşliğine ve eşitliğe dayanan bir toplumsal düzende bu çelişkiler, ulus ile etnik azınlıklar arasındaki bağdaşmazlığa (antagonizme) kadar kızıştı. “Soya dönüş” yalanı, totalitarizm yıllarında bizi tamamen köreltebildiklerine inananların icadıydı. Türk iradesinin toplu tutuklamalarla, toplama kamplarında taş kırdırılarak, “Belene” ölüm kodeslerinde ve koğuşlarda kırılamayacağını, sulandırılıp eritilemeyeceğini çok geç anladılar. Biz bugün de yeni bir başlangıçtayız. “Bulgar Etnik Modeli”ni gömmeye, Rus ve Bulgar istihbarat ajanlarını politik yapılanmamızdan atmaya ve gerçek demokrasi ile adaletli topluma açılmaya çalışıyoruz.


6

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu özgürlükçü demokrasi ve Batı medeniyetinde buluşma yoludur. Yazılarımızda işlediğimiz konulardan biri de yeni asırda göçmen kimliğinden sıyrılıp Türk ulusal kimliğiyle kaynaşmadır. Saygılarımızla, Raziye ÇAKIR


Önsöz: Toplumların hayatında yazılı tarih büyük bir öneme sahiptir. Ancak bizde yazılı olmayan tarih, yani nesilden nesile aktarılan tarih vardır. Bu nedenle bazı olaylar zamanla faklı şekilde anlatılmakta veya algılanmaktadır. Gelecek nesillere aktarılacak olan bilgi birikiminin arşivlenmesi, kitap, dergi veya gazete gibi yayın organları aracılığı ile kalıcı hale getirilmesi büyük bir öneme sahiptir. Bu nedenle edindikleri tecrübeleri, yaptıkları çalışmaları toparlamak ve kitaplaştırmak güzel bir çalışmadır. Bunu bireysel olarak yapımaktan öte kurumsal olarak da yapmaları takdire şayan bir davranıştır. BULGARİSTAN TÜRKLERİ KÜLTÜR VE HİZMET DERNEĞİ kısa bir süre önce 2013’te kurulan internet haber sayfası www.bghaber.org sitesindeki yazıları bir araya getirerek yapılan bu çalışmaları kitapçık halinde getirerek bu konuda büyük bir ciddiyet göstermektedir. Derneğin internet haber sayfasında çıkan yazıları ve çalışmalarının yıllıklar halinde kitapçık haline getirerek yer aldığı bu çalışma gelecek kuşaklara aktarılacak ve ışık tutacaktır. Öte yandan dernek büyük bir arşiv de oluşturmuş durumdadır. Dernek faaliyetlerini gerekli ciddiyetle yürüten dernek Başkanı öncülüğünde dernek kurucuları, Yönetim Kurulu ve üyelerinin yaptıkları özverili çalışmalarından dolayı kutluyorum ve başarılarının devamını diliyorum. BULTÜRK


8

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Değerli Hemşehrilerim, Bulgaristan’da hepimiz zor günler yaşadık, itildik, ezildik, çiğnendik, hatta gün geldi vurulduk, şehitler verdik. Bu nedenle bizler kendi içimize kapanarak, yaşam mücadelesi vermeye çalıştık. Ancak bu içine dönüklükten kurtulmalıyız ve Türkiye’de yaşadığımıza göre, yasaların bize verdiği tüm haklardan bizlerde yararlanmalıyız. Peki, neden bunu yapamıyoruz? 1877-78 Rus-Türk savaşından sonra Osmanlının Balkanlardan çekilmesiyle birlikte, savaş esnasında işlenen akıl almaz katliamlar nedeni ile atalarımız asırlarca yaşadıkları yerleri terk ederek göç yolunu tutmuşlardır. Geride kalanlar ise Bulgaristandevleti’nin uygulamaya başladığı soy kırım politikalarına karşı direnmiş ve hayatta kalmaya çalışmışlardır. Şimdi ise burada Türkiye’de yaşayanlar oralara yardım edebilmek için, burada ilk önce bir araya gelmek ve bir merkez oluşturmalıyız. Artık bir kurum altında toplanmalı ve birlikte hareket etmeliyiz. Bu birliğe hepimizin ihtiyacı olduğuna inanıyorum. Artık bir birimizi kötülemekten vaz geçmeliyiz, birisi için yanında konuşamayacağımızı başka bir yerde konuşmamalıyız, yani kısaca arkasından konuşmamalıyız. En önemlisi samimi, hoşgörülü ve ahlaklı olmak. Zamanla her şey yerine geleceğine inanıyorum, ama tabi ki bu dava üzerinde kafa yoran, stratejiler üreten ve devamlı bunun üzerinde çalışan olursa. Bizim savaşımız insanlarımızı ahlaklı yetiştirmek olmalı, birlik ve beraberliğe kendi insanlarımızla başlayarak tüm Türk Dünyasına taşmalıyız. Bizler burada Türkiye’de yaşayan Bulgaristanlılar büyük bir kitle haline gelmiş durumdayız. İşte bu nedenle şimdi bu kitleyi yani kendi hemşerilerimizi, bir araya toplayarak bir merkez, bir güç birliği oluşturmalıyız, tabi ki bu bizim doğal tabii hakkımızdır. Bizler de artık toplum gücünü kullanabilmeliyiz. Toplum olarak haklarımızı elde etmek zorundayız ve bu yönde çalışmalıyız. Biz bunu söylerken, önderlerimizi seçerken, başkaları kötüdür demiyoruz.


Makale ve Analizler - 2016

9

Biz bu işi onlardan daha iyi yapabileceğimize, Türkiye Cumhuriyetine ve Türk Dünyasına daha verimli olacağımıza, buralarda bu bölgelerde yaşayan Türklerin daha iyi, daha güvenilir, yaşamalarını sağlayacağımıza inandığımız için, Önderliğe, Yönetime talibiz. Bu arada Bulgaristan’da kalan kardeşlerimizin hepsinin siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel kimliklerini, muhafaza edebilmeleri için mücadele etmeliyiz ve bu konuda gerekeni yapmalı ve gerekli yardımları yapmalı ve yaptırmalıyız. Aramızda Ahlâklı, Adaletli olanları seçmenli ve yüceltmeliyiz. Geçmişi konuşmaktansa, gelecekten söz etmeliyiz, bugünü değil, yarınları görerek hareket etmeliyiz. Aramızdan stratejistlere imkân ve fırsat vermeliyiz ve onları bizler yetiştirmeli yön verebilmeliyizkısa-10 ve uzunvadeli -50 yıllık hedefleri gösterebilmeliyiz. Aramızda kötü niyetli insanları tespit etmeliyiz, bilmeliyiz ki, onların kusurlarından dolayı değil, bu güne kadar yapılması gerekenleri engelledikleri için aramızdan uzaklaştırmalıyız. Bu güne kadar neler yapılmamış, onları araştırmalı, bilmeliyiz ve neler yapılması gerekir onları söylemeliyiz ve bunları bir an önce hayata geçirmeliyiz. Bizler gözyaşları dindirmek için, yaralara mehlem olmak için, her yüke ortak olabilmeliyiz. Gençlerimize, sadece balık pişirmesini değil, balık tutmasını da öğretmeliyiz, insanlarımızı denizlere, okyanuslara açılmalarını sağlamalıyız. Aramızda Tek Lider değil her sokakta, her mahallede bir lider yetiştirmeliyiz, biz dünyayı yönetmek için oğullarımızı yetiştirmeliyiz. Bizim insanlarımız yani Bulgaristan Türkleri şahsi başarıları Türkiye’de belkide en çok olanlardanız. İşte artık bizler toplum olarak haklarımızdan yararlanmasını bilmeliyiz. Her şeyden önce siyasi haklarımızı toplum olarak kullanmalıyız, daha sonra ekonomik ve kültürel haklar onu takip edecektir. Hepimizin gördüğü gibi, tarihte büyük güçler çok defa kötü politikaların kurbanı olmuşlar ve bunlar devam edecektir. Bir toplumun Lideri olmadan hiçbir şey olmaz, bu lideri de toplum çıkarmalıdır. Siyaseti güvenilir, sevimli hale getirmek bizim hedefimiz olmalı, bu gün çok zor, imkânsız olarak görünse de, yarınlara umutla bakabilmeli ve baktırabilmeliyiz. Var olabilmemiz için, var kalabilmemiz için, öncelikle temel hususlarda anlaşma sağlamalıyız. Aramızda bir birimize güveni kaynaştırmalıyız ve samimi olmalıyız.


10

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Her şeyden önce özgüvenimizi kazanmalıyız, birlik ve beraberliği ön planda tutarak insanları insan oldukları için sevip saymalıyız. İçimizde barışı sağlayıp, tek merkezde bir çatı altına toplanmalıyız. Bu çatı da “BULTÜRK Derneği” olmalıdır. Buradan tüm dünyaya sesimizi duyurabiliriz. Balkanlar konusundaki politikalarda etkili olabilmek için yolları aşındırmalıyız. Çünkü gelişmiş ve Bulgaristan’da etkili bir Türkiye Balkanlara tamamen hâkimiyet kurabilecektir. En önemlisi kararlı olalım ve birbirimize samimi, saygılı olmayı ve bir birimizi sevmeyi öğrenmeliyiz. Bizim derdimizi ve problemlerimizi en iyi anlayabilecek zaat bizden olduğunu idrak etmeliyiz. Bulgaristan Türkleri konusunda teşhisi bizler kendimizi yetiştirerek yetki mercileri alarak son noktayı biz koymalıyız, bu güne kadar ki eksikliğimiz budur. Ayrıca Balkanların anahtarı Bulgaristan’da yani Bulgaristan Türklerinden geçtiğini de öğrenmeli ve öğretmeliyiz. Sevgili dava arkadaşlarım. Kendimizde özgüveni, aramızda güveni ve merkezioluşturduktan sonra, kimsenin aramıza nifak tohumları ekmesi mümkün değildir. Bizim için önemli olan, eksiklerimizi bulmaktır. Geçmişi bırakarak artık bizler aydınlanma dönemine bir an önce geçmeliyiz. Halimizi tespit etmek çok kolay, gazete, dergi yayın hayatımız nerede, kaç gazete, tv, radyo bizimle ilgili haber yapıyor.Burada suçlu değil, sebepleri aramalıyız. Gelin bunları tartışalım, niçin bu güne kadar bir Bulgaristan Kültür Merkezi olmamış, bunu şimdi nasıl gerçekleştirilebiliriz, bunlara yönelik çalışmalar toplantılar yapmalıyız. Hedefimiz Türkiye Cumhuriyetini daha güçlü, daha huzurlu ve daha iyi yarınlara götürmek için olmalı. Güçlü bir Türkiye Bulgaristan da yaşayan Türklerede güven ve huzur verecektir, onların daha rahat yaşamalarını hep birlikte sağlayabiliriz. Bunlar zannetiğiniz kadar zor işler değil. Dünyada insanlar bir iş için değil, bir İdeal için hayatını feda ederler. Bunun için güçlü olmak sesini duyurabilmek için öncelikle bir Kurum ve bunun Merkezini oluşturmalıyız. Çünkü Merkezi olmayan hiçbir topluluk bir yerlere gelmesi mümkün değildir. Bu güne kadar konuşmalar tartışmalar yapılmış fakat bir ağıç ekilmemiş işte bu gün bunu yaptık BULTÜRK tüm Bulgaristan Türklerinin biz öncelikle sadece Bulgaristanlıyız.


Makale ve Analizler - 2016

11

Bizler elimizdeki kıt kaynaklarla bir merkez oluşturmaya çalıştık, bunda da muhafak olduk. Bu merkeze ulaşmakta büyük güçlükler ile karşılaştık bu konuda bizlere yardımcı olan emeği geçen herkese teşekkür ediyoruz. Ayrıca bizlere kendi yerini veren Mümin Hocamıza huzurunuzda kendisine tekrar tüm halkımız adına buradan teşekkür ediyoruz. Bundan sonraki hedef de Türkiye’nin her yerine ulaşmak ve bu birlikteliği her yerde tesis etmektir. Bu merkezimizde artık kendimize ait bir kültür merkezimiz oluştu toplantı salonumuz da mevcuttur her 15 günde bir toplanıyoruz. Amacımıza ulaşabilmek için devletin bir şeyler yapmasını beklememeliyiz. Birlikten kuvet doğar Atasözünde olduğu gibi güçlerimizi birleştirerek devlet yönetiminde söz sahibi olmalıyız ve geleceğimize kendimiz yön vermeliyiz. Gençlerimizin devlete girmelerinin yolunu aydınlatmalıyız. Artık bizim de Ankara’da TBMM’de kendi temsilcilerimiz olmalı. Bizler de buralara kendi içimizden birilerini gönderebilmeliyiz. Aramızda birlik ve beraberliğimizi oluşturduğumuz takdirde kendi içimizde samimi olduğumuzda başarıların ard arda geldiğini göreceğiz bunu başaracağımıza eminim. İhtiyacımız olan tek şey kendi içimizde daha adaletli olabilmek. Sevgi ve saygılarımı sunarım, Genel Başkan Rafet ULUTÜRK


12

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Viraja Girersek Hendekteyiz

26.Ağustos.2016

Konu: “Barınak” ve “Balkan Baharı” tuzaklarıyla Bulgaristan AB ve NATO’dan koparılmak isteniyor. Çok ağır bir döneme girdik. Memlekette 402 siyasi parti ve birkaç bin sivil toplum örgütü var, fakat hiç biri 6 Kasım’da yapılacak Cumhurbaşkanı seçimlerinde seçilebilir bir aday göstermedi. Adaylarda kırmızıçizgi, lider vasfı, yeni GERB milletvekili ufuk yok. Metodi Andreev Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) ile Bulgaristan’ın Yeniden Doğuşu için Alternatif (ABV) partileri para ve komisyon için, enerji projelerini kim kontrol edecek gibi konularda anlaşamadı. Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliği’ne aday olan İrina Bokova vatandaşlarımızın hepsini temsil etmediği için, yarışmadan çekilmelidir. Sosyalistlerin Cumhurbaşkanı adayı General Rumen Radev’in beyninde kırmızı yıldız, orak ve çekiş dövmesi olduğu anlaşıldı. Söyleşi: Bulgarcadan çeviridir. Soru: BSP ile ABV partileri arasındaki heyecan verici didişmenin perde arkası var mı? Ortak aday olarak tanıtılan General Radev’in iplerini kim çekecek konusunda mı anlaşamadılar? Yanıt: Nedenin Gen.Radev olduğunu sanmıyorum. Onun üzerinde kontrol kurmak BSP ve ABV partilerinde gelişen süreçlerin havasını almak için kullanılıyor. ABV’nin BSP’den koptuğu günlere dönelim. O zaman da, aralarındaki uzlaşmazlık siyasi değil, ekonomikti. Çelişkilerin merkezinde eski Cumhurbaşkanı Georgi Pırvanov’un “büyük miğferi”ni kim kuracak ve komisyonları kim cepleyecek hesapları vardı. Bu partiler yaklaşan seçimlerde ortak aday gösterme hesapları yapmışlarsa, stratejik beraberliğin nasıl gelişeceğini de konuşmuşlardır. Özellikle enerji sektöründe stratejik lobilerin payları ele alınmıştır. Başbakan Borisov’un “büyük miğfer” inşaatlarını devam ettirme konusundaki görüşleri onları rahatsız ettt. İki parti arasındaki çatışma, BSP’nin uluslar arası koalisyon ilişkilerini yürüten Georgi Georgiev’in rezil etti. Bir Rus konsolosu olarak, bu görüşmelerde Moskova ilişkilerini koruması gerekirken o iyice battı. BSP – ABV stratejik iş-


Makale ve Analizler - 2016

13

birliği kurulması olanaksızlaştı. İpler koptu. İpleri Moskova’dan çekenler kadar, Bulgar seçmen de kendilerini öfkelidir. Olup biteni General Radev’le aklamaya çalışmak bir aptallıktır. Generalin tavrını bekliyoruz. Seçmenin işitmek istediğini söylemeye çalışırken, o insanlara yalan söylemek zorunda kalıyor. Adaylıktan vazgeçse iyi olur. General iki kırmızı lobi arasında bozuk para oldu. Ne pahasına olursa olsun Cumhurbaşkanı adayı olmak istiyor, gizlenemeyen budur. Sorun, onun BSP ve ABV partilerini birleştirecek bir şahsiyet olmayışıdır ki, iki partiyi birleştiremeyen kişi ulusu nasıl birleştirsin!? Soru: Siz paradan, ekonomik lobilerden ve enerji projelerinden söz ediyorsunuz fakat memlekette sanki telefon oyunu oynanıyor. Rusya ile enerji projeleri gerçekleştireceğiz diye davul çalıyoruz, oysa “GAZPROM” bu hafta, “Güney Akım” bizim için kazançlı değil gerekçesiyle Moskova’daki ofisini kapattı. Yanıt: Rusya’nın 6 - 7 sene öncesinden kalan bu böbürlenme tasarımını gerçekleştirmek için ne parası ne de boruyu dolduracak doğal gazı var. Pırvanov’un “büyük miğferinden” (Rusya ile ortaklaşa gerçekleştirilecek büyük inşaatların adı) üç projeyi neden bir daha canlandırdığımıza akıl erdiremiyorum. Şunu asla unutmamamız gerekir. Putin Avrupa Birliği (AB) ile yeni bir sözleşmeden söz edince, yerine getirilmesi hiçbir surette mümkün olmayan bir şart öne sürdü. Nedeni ise, onun bu şartları başka hiçbir tarafa koşamayacağından kaynaklanıyor. O, bu projeyle ilgili AB’den beton garantiler istedi. Bunları alınca görüşme masasına oturacağını söyledi. Gerçek olan, neyin yapılacağına ve neyin olmayacağına sön sözü söyleyecek kişinin Putin olmamasıdır. Rusya enerji taşıyıcılarına yatırım yapıp, onları satın alıp kullanacak olan taraf AB’dir. Sözleşmeye uyacağına, doğal gazı sağlayacağına vb. beton garantiler vermesi gereken taraf Putin olmalıdır. Rusların sergilediği tavır, adale göstermekle böbürlenmektir. Soru: Bu telefon oyununa “Belene” Atom Elektrik Santrali (AES) de takılmadı mı? Yanıt: Evet, bu propaganda kalıbında “Belene” de var. Bulgaristan için herhangi bir yararı olacağına inanmadığım, bu anlamsız, rüşvet kaynağı ve fazlasıyla politikleştirilen projenin inşaatını birinci görev süresinde durduran Avrupalı Gelişim İçin Vatandaşların GERB partisi, bu konuda bir halk oylaması düzenleyince, seçmen partimizi daha iyi tanıma fırsatı buldu. Borisov bu proje için içinde milyonlar kaybolan “büyük göl” dedi. Kanımca, değişik politik çevrelerin merakına rağmen, bu proje gerçekleştirilemez. Şu iyi bilinmeli: Rus teknolojisiyle atom elektrik santrali kurmak, yakıtı Rusya’dan almak anlamına gelir. İki, Bulgaristan atıklar için depo kurmadı yani nükleer atıkları Rusya’ya göndermek zorundayız. Üç, önümüzdeki 30 - 40 yılda, ülkemizin yeni elektrik üreten enerji kay-


14

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

naklarına gereği olmayacak. Elimizdekiler yeterlidir. Bu proje gerçekleştirilirse, santral diğer ülkelere enerji sağlamak için Bulgaristan’da çalışacak. Öne çıkan yeni fikirle, devlet elinde bir altın senet tutmak kaydıyla özelleştirme ve dış yatırımcı bulmayı seçti. Soruyorum: Şu ağır koşullarda 10 milyar Euro verecek bir oyuncu bulunabilir mi? Yatırımcının Rusya ile bağlı biri olacağı şimdiden belli. Bir Rus - Türk Konsorsiyumu gündeme alınıyor. Ahmet Doğan’dan yeni Vasil Levki yapan bizim büyük yurtseverlere hitaben konuşuyorum: - “Bulgaristan’da, Rus ve Türk şirketlerinin mülkünde olacak bir özel atom elektrik santrali kurulmasını kabul eder misiniz?” Milli güvenliğimiz açısından bunun taşıdığı anlam ne olur? Soru: “Belene” atom reaktörleriyle ilgili gizemli bir şeyler var. Ödemelerimizle ilgili mahkeme kararı çıktı. Fakat rektörleri gören yok. Üretilmiş midirler? Bize önerilen nedir? Yanıt: Bu, çok büyük bir konudur. Üretildiklerini bilen yok. Ödememiz için bize baskı yapılıyor. Bu reaktörleri kim görmüş? Hangi bilirkişi denetlemiş ve dünya parametrelerine uygunluğunu ve işe yarayacaklarını belgelemiştir? Bize, ağır hasarlı reaktörler kakalamak istedikleri konuşuluyor. Soru: Beyaz Rusya atam santrali için üretilmiş... Yanıt: Evet, uzmanlar Beyaz Rusya reaktörü iddiasını yorumluyorlar. Böyle reaktörler üretilirken, uluslar arası kurallar uygulanıyor ve yatırımcı montajda hazır bulunur ve ona monte edilen parçaların kalitesi kanıtlanır. İlgilendim. Bulgar enerji ajansından (NEK) montaja uzman davet edilmediğini öğrendim. Böyle bir reaktörün üretilip üretilmediği de bilinmiyor. Ben, parlamentonun güç dönem oturumunda bu konuda aktüel sorularımı soracağım. Yargılandığımız ve davayı kaybettiğimiz bu reaktörlerle ilgili, hakikatken üretilip üretilmediklerini, tüm teknolojik süreçlere uygun üretilmişse, yükleyip kaldırmamız için depoda mı bekletildiğini öğrenmek istiyorum. “Belene” AES konusuna şunu da ekleyelim: mutlaka kuruculuğu tamamlayıp üretime geçirilmesinden başka çıkış olmadığı görüşüne katılmıyorum. Hatta eski Maliye Bakan’ı Dyankov’a katılarak,vazgeçme bedeli olarak 1 milyar daha ödeyerek bu rüşvet batağından çıkalım. Ödeyip bu işi noktalamak - bu belki de son seçenek olur. Önümüzdeki 50 - 60 yılda Rusya’nın boynumuza takacağı ipi düşünürsek, Bulgaristan’ın güvenliği çok daha önemlidir. Soru: Bu söylediklerinizden, savrulan 3 milyar Euro için hesap sorulmayacağı anlamı çıkarılabilir mi? Yanıt: Bugüne kadar devletimizin bu kadar büyük zarara sokulmasına rağmen, suçlu sandalyesine oturtulmuş tek kişinin olmaması ve “Belene” bütçesin-


Makale ve Analizler - 2016

15

den harcanan milyarlarla ilgili savcılığın neden bir tek kişiyi bile suçlu göstermemesi, aslında skandal bir durum. Suçluların ve sorumluların BSP yönetimine ve Üçlü Koalisyona (HÖH - BSP - II.Semyon partileri) bağlı oldukları yorumlanıyor. Aynı zamanda, yanlış kararları alan ve devleti büyük mali kayıplara iten kişiler devlet makamlarında çok önemli görevlerde bulunmaya devam ediyorlar. Örneğin, Rumen Ovçarov “Neftohim-Lukoil” şirketinde devlet hissesini temsil ediyor, Petır Dimitrov ise, devlet radyo aktif atıklar şirketinde çok önemli bir konumdadır. Bulgar halkını birleştiren formül bu ise - çalışmaz sahteliktir. Bulgar halkının birlik ve beraberliği ancak yasaların üstünlüğü ve adalet temelinde sağlanabilir. Boş yere yatırılan milyarlardan sonra hiç kimsenin suçlu bulunmaması ve her şeyin üstünün bir cıla ile kaplanması asla af edilemez. Bu kabul edilemez. Ben savunmuyorum. Bulgaristan için sömürgeleştiricidir. Soru: “Bokova” konusu da “Belene”ye benzemiyor mu? İpleri pazara çıkmıştı. Bizim bazı aydınlar BMT’na mektup göndererek Genel Sekreter adaylığını desteklediler. Onların güvenliği nedir? Yanıt: Umut edilenin ne olduğunu söyleyemeyeceğim. Emredilmiş ve onlar yerine getiriyorlar. Onların kişiliğini yorumlamak istemiyorum. Bulgaristan Komünist Partisi (BKP) tarafından yetiştirilmişlerdir. Son 26 yılda kamuoyunu karıştıranlar ve devamlı nöbette olan “entelektüellerdir” onlar. Şöyle diyebilirim, bizim devletimiz gibi yapısı sökülüp temizlenmemiş devletlerde, yarı aydınlar siyasi lider ve toplumun gözdesi olabiliyor. Kulisleri oligarşi yönetiyor. Kendilerini erişilmez zanneden gön suratlar da toplumun gözdesi olmak istiyor. Bokova gibi şahısların, BMT Genel Sekreteri adayı olma yüzsüzlüğü ortadadır. Bu Bayanın ipleri tamamen pazara çıkmış çevrelerden destek almasını normal karşılamak zorundayız. Bununla ilgili olarak, ben eski milletvekillerinden Evgeni Mihaylov’un Bokova konusunda BMT, UNESCO ve diplomatik temsilciliklere gönderdiği açık mektubu tamamen desteklediğimi beyan ediyorum. Bu, Bulgaristan’da demokrasinin eşit koşullarda başlama, adalet ve komünist kodamanların yasa dışı yollardan ele geçirdiklerinin geri alınması çağrısıyla nasıl başladığını devamlı hatırlayan bir kişinin görüşüdür. Geçiş Dönemi’nde tüm bunlar yasaklandı, hasıraltı edildi, kırmızı idarecilerin torunları bugün bize yurtsever ve ulusal lider olarak öneriliyor. Mihaylov’un mektubunu Andrey Rayçev, Bojidar Dimitrov, ajan Gotse (Georgi Pırvanov), Kristiyan Vigenin, Ognyan Gercikov, Valerya Veleva, Dıreva, Solomon Pasi vb. Onlar, bize Ahmet Doğan’ın en büyük yurtsever ve yeni Vasil Levski olduğunu kakıştırmak isteyen kamuoyu kalıpçılarıdır. Bu kişilerin herhangi bir demokrasi mitingine, Demokratik Güçler (CDC) mitingine gidip gitmediklerini kendilerine sorabilirsiniz? Onlardan her hangi birisi Başbakan Oreşarski veya Rus oligarşi temsilcisi Peevski’ye karşı gösteri-


16

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

lere katılmış mıdır? Hatta ilk bakışta sevimli izlenimi bırakan, kapanan “Tarım Bankası”na kayyumu olan ve bununla ilgili olarak sorgulanan Ognyan Gercikov bile bu etkinliklerden hiç birine katılmamıştır. NATO Kulübü Başkanı olan, eski Dışişleri bakanlarından Salomon Pasi’nin de General Radev’in adaylığına ilişkin susuyor. Çünkü General Radev NATO’ya karşı konuştuğu gibi, Rusya’yı övmekten de geri durmuyor. Soru: Siz bağımlılıklardan söz ediyorsunuz? Yanıt: Birçok şeye aynı zamanda işaret ediyorum. Öncelikle biraz uzaklaşan zamandan onların bağlarını koparmamış olduğunu vurguluyorum. Şu önemlidir. Onlardan hiç birisi kanıtlanmış demokrat olarak Bulgar vatandaşlarının güvenini kazanamadı. Onlar güya demokrattır. Çıkar ve ilkeleri savunmaya söz konusu olduğunda her defasında yan ve arka yol aradılar. Günümüzde “Bokova”yı destekleyen “demokratlar” bunlardır. İnsanlığın reddettiği bir rejimle bağlantılı olduklarından pişmanlık duyduklarını hiçbir kimse işitmedi, suçsuz kurbanlar anıtı önünde eğildiklerini hiç kimse görmedi. Gerçeklerin aksi olarak, Bokova’nın BMT Genel Sekreterliği adaylığı süresinde bu kişilerden yeni bir şey işitmediğimiz gibi, eski olan hiçbir şeyi de unutmadıklarını görebildik. Bayan Bokova’nın kurmayı gizli polis DS ajanları tarafından oluşturuldu. Kontrolleri altındaki iletişim ortamında, komünistler tarafından canına kıyılan bir aydın olan Rayko Aleksiev’in oğlu olan Aleks Aleksiev’in Bayan Bokova’yı desteklediği ve Ev. Mihaylov’un mektubuna karşı olduğunu iddia edecek kadar yüzsüzlük yaptılar. Bir demokrat bu kadar alçalamaz, onlar kendilerini tanıttıkları tipten insan olmaktan çok uzaktır. Soru: İkinci ön oylamada Bokova beşinci oldu. New York’ta 3. oylama yapılacak, durum nedir? Yanıt: BMT’daki birinci oylamada o üçüncü oldu. Üçüncülüğü kimsenin tanımadığı Makedon ve Sırp adaylarla paylaştı. Açık Mektup gönderen Evgeni Mihaylov iyi iş yaptı. Şimdi Bayan Bokova’nın propaganda korusu Mihaylov’u ulusal hain olarak tanıtacak, ulusumuzu birleştirmeyen fakat bölen bu adayı savunanlar, binlerce Bulgar vatandaşını incitti. Mihaylov’un son yıllarda demokrasi için yaptıkları bir değil iki değildir. Cumhurbaşkanı Petır Mladenov Sofya’da meclis önünde protestoculara karşı tankları çağırdığında, komünist cumhurbaşkanın yaşanlarını açığa çıkaran oydu. Bayan Bokova hakkında dünya çapında yazıp çizilenlerle ilgili “Çar Çıplak” diyen de o oldu. Bu durumda Bayan Bokova’nın adaylıktan geri çekilmesi, bu imkânı başka bir Bulgar vatandaşına tanıması ve ulusun arınmasına yardım etmesi gerekir. Soru: Solcuların Cumhurbaşkanı adayını eleştirirken, Rus mayını diyorsunuz, onların temsilcileri ise kamuoyu önünde kendilerini devamlı haklı gös-


Makale ve Analizler - 2016

17

termeye çalışırken, Moskova ile bağlantılı olduklarının açıklanmasından çekiniyorlar, neden acaba? Yanıt: İyi kavramışsınız. Kendilerini haklı göstermeye çalışıyorlar. Bir TV programı, İvaylo Kalvin’e uzun uzun tanıtarak, General Radev’in Moskova ile hiçbir ilişkisi olmadığını anlatması istendi. Biz Kalfin’in Bulgarların yurtseverliğinin Rusya’ya olan bağlılıklarıyla ölçüldüğünü iddia edişini hatırlıyoruz. İnanmamız mümkün olabilir mi? BSP eski başkanı Mihail Mihov, Gen. Radev’in bütün iç kurallar ayakaltına alınarak Cumhurbaşkanı adayı gösterildiğini söylemedi mi? Nasıl oldu da, kimsenin tanımadığı bir general Mihail Mikov’tan, milletvekili, ombudsman Maya Manolova ve Profesör Rumen Geçev’ten daha ünlü biri oldu? Bu örnekler, Rusya ve Putin’le perde ardında anlaşmaya varıldığına işar ediyor. Bu defa da işi beceremezlerse, Moskova Bulgaristan’da başka tasarımlar uygulayacağını, bundan öte şimdiki kadroya bel bağlamayacağını, yüzlerine söylemiş olabilir. Görüldüğü üzere, General Radev, bizdeki Moskova partileri için, efendileri olan Kremlin’in güvenini kazanmaları açısından son şanstır. General Radev projesinin Cumhurbaşkanlığı Sarayına taşınması, Jeopolitik yönelimin değişmesi anlamına gelecektir. Gen. Radev ve arkasındaki nasihatçilerinin kamuoyuna dayatmak istedikleri budur. Bizim NATO ve AB’den başka seçeneğimiz yoktur. Bizim güvenliğimiz ve garantimiz bu ikisidir. General Radev’in kafasında karışıklık var. O, neden bir NATO ülkesinde Askeri Hava Kuvvetleri komutanı olduğunu kendine anlatamayan bir kişidir. O, çok iyi bir askeri pilot, mükemmel bir insan olabilir fakat o yeni günün yüksek değerlerini algılayamadı. Bu, onun yaşadığımız modern dünyayı idrak eden algılama merkezlerinin yıllardan beri kapalı olması nedeni yüzündendir. Onun beynine kırmızı yıldız, orak ve çekiç dövülmüştür. Beynindeki bu dövmeleri gözle göremesek de, verdiği demeçlerden hemen anlaşılıyor. Bunlar anlatmaya çalıştığımız aday generalin kendi sorunlarıdır. Aldığı açık konum budur. Yeri Bulgaristan’ın belirsiz bir Avro-Asla geleceğine yöneltmeye çalışanların arasındadır. Soru: NATO ve AB’den uzaklaşıp Avro-Asya dönemecine yönelme tehlikesi bizim için ne kadar büyüktür? Yoksa Ruble propagandası çene mi çalıyor. Yanıt: İşitilen bir propaganda gürültüsü değil, gerçektir. Rusya’nın son şansıdır. Elindeki tek güç - silahtır. Modernlik ve teknolojik olarak ne kadar çağdaş olduğu başka bir konudur. Topuzla da öldürülebilir. Lezar silahı ile de. Rus silahları için bu parlak bir örnektir. Önemli olan silahın öldürmesidir. Yapılan propaganda ile Bulgaristan’da devletin herhangi iyi bir şey yapabilir gerçeğini yadsıyan (nihilist) bir dünya görüşünü giderek yerleştirmek istiyorlar. Topluma her şeyden NATO, AB, ABD ve genelde Batının suçlu olduğunu telkin ediyorlar. Son yıllarda bu kirli propaganda için büyük paralar harcandı. Gün gelecek, Bul-


18

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

garistan NATO ve AB üyesi kalsın mı? Bu soru direk sorulacak. Ve bizim anlattığımız Radev gibi Cumhurbaşkanı olması, beyni yıkanmış kamuoyumuz ve kafasız hain aydınlarımız ve seçimlerde oy satın almak için güvenli bir ağı oluşturulunca gerçekleşebilir. Ben şu an burada bu işi General Radev yapacak, bu stratejik ödev tam da şu an yerine getirilecek demek istemiyorum. Fakat böyle bir eğilim var. Adı “Barıınak” olan planın özünde olan da budur. “Balkan Baharı” adlı başka bir plan da bunu öngörüyor. Soru: Bu iki planı ilk kez işitiyoruz. Bunlar bir hayal ürünümüdür yoksa gerçek mi? Yanıt: Kurgu olmadığı gibi, Rusya’nın bize yönelik planlarından bir parçadır. Çok sıkı kontrol altında hazırlansalar da, bu planlarla ilgili bilgi sızdı. Örneğin, “Balkan Baharı” Yakın Doğu’daki “Arap Baharı” planının bir taklididir. Doktora tezini Sofya Üniversitesi’nde savunan Rus General Raşetnikov’un Bulgaristan’a karşı geliştirilen şemalarda en önemli uzman olduğu sır olmaktan çıktı. Bulgaristan’a karşı gizli çalışan ciddi güçler var. Etkinlikleri gizli kalmıyor. “Barınak” ve “Balkan Baharı” Rusya Federasyonu’nun gizli merkezlerinde geliştirilmiştir. Putin’in Rus İmparatoru gibi görünmek ve Rus Çarlığı şan ve şöhretini yeniden yaşatmak istediğini unutmayalım. Daha Deli Petro zamanında, 1724’te hazırlanmış ve etkin olan plan ve şemalarda Bulgaristan olmaması (haritadan silinmesi) öngörülmüştü. Bulgaristan, adına Rum Dünyası denen alemden bir parça, Karadeniz de Rus gölü olacaktı. O zamandan sonra, Rus imparatorluk siyaseti, Boğazları ve Balkanları kontrolüne alabilmek için, Bulgaristan topraklarında üstünlük sağlamayı hedeflemiştir. Başka araç ve yöntemlerle olmak üzere, bu siyaset günümüzde de devam ediyor. Rusya Bulgaristan’ın gelişmesini etki altında tutmaktan asla vazgeçmeyecektir. Bundan dolayı biz bugün, son dönemde sorunlar yaşansa da, en güçlü askeri örgüt olan NATO ve en büyük ekonomik topluluk olan AB’den bir parça olduğumuzu hiçbir an unutmayalım. Sürekli saldırı hedefi oluyoruz, istikrarsızlaşmamız isteniyor.


Makale ve Analizler - 2016

19

Bak Sen!

Şakir Arslantaş-25.Ağustos.2016

Konu: Yakın Doğu’da artık Oyun Kuran Biziz. Hafta sonunda Amerikan Cumhuriyetçilerinin Beyaz Saray adayı Donald Trump Florida - Port Lottery’de “IŞİD’in temellerini Barak Obama attı, kurucusu Hillary Clinton’dır” diye 3 defa tekrar etti. Seçim arifesinde her şey çok pompalanan iletişim ortamında olay birden ayyuka (göğün en yüksek yerine) çıktı. Aday Trump’u dinleyenler “Hillary hapse!” (Lock her up!) çığlığı kopardı. TV kanalları birbirine girdi. Basın şaşırdı. FOX Haber gibi Hillary’ci yayınlar bile apıştı kaldı. CNN de Cumhuriyetçi senatörlerin ağzından heyecan verici tümceler fırladı. “Ben her zaman cumhuriyetçiydim, cumhuriyetçi de kalıyorum, fakat bu seçimde Trump’a oy veremem, çünkü o ABD Başkanına “terörist” dedi.” Ya da “Trump, Obama’ya “sen teröristsin!” dedi. “Hür dünyanın lideri terörist olamaz, Buna izin veremeyiz, çünkü bu insanlığa karşı işlenmiş bir cinayettir.” - gibi sözlerse bir demokrat senatöre aittir. Obama’ya ait “Trump yaramazın tekidir”, sözleri destek için söylenmiştir. Amerikan kamuoyunda nabzın “0’dan 180’e fırlamasından” doğan soru: “İslam Devleti” kurma fikri kimin kafasından çıktı? “Barak Obama” cevabı yalanlanamadı. Trump, ısrarına devam ederken, 15 Ağustos günü Ohayo’da “IŞİD’in su yüzüne çıkması Başkan Obama ve devlet sekreteri Hillary Clinton’un bir kararıdır” dedi. Bu yazımızda biz, bir sır açıklamıyoruz. Ne ki, bir Cumhurbaşkanı adayının kimi sırları açıklamasının dünya siyasetini değiştirebileceğine işaret ediyoruz. Ortaya çıkan, Başkan Obama’nın sözüm ona “İslam Devleti” işe savaşıyorum oyunudur. İslam terörü kurbanlarına el uzatma gereğidir. Bunlardan biri olmadığına göre, olayların perde arkası var, demektir. ***


20

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu yazımızda, Trump’un kullandığı kuşku götürmez delillerden birini aynen tercüme ttik. Birleşik Amerika’da, üç erkin (yasama, yönetme ve yargı) çalışmalarını da denetleyen, “Codishal Youch” (hukuk gözlemcisi) adlı bir örgüt var. Bu örgütte hukukçular görevlidir. 2015 yılının 15 Mayıs günü, örgüt, bilgi kullanma usulüne ilişkin bir davadan sonra, Pentagon (Savunma Bakanlığı’nın) üç ve Dışişleri Bakanlığı’nın da bir gizli raporunu kısaltılmış şekliyle yayınladı. Sözü edilen özlü 100 sayfalık bu belge gizli bir dosyasıdır. Her birinin üzerinde “Yabancılara gösterilmez, çok gizli” imza damgası ve şu kayır vardır: “Bu bir bilgilendirme raporudur. Bir tamamlanmış casusluk raporu değildir.” İlgili Pentagon raporlarının üçü de bu makamın istihbarat örgütü - DIA (Defence İntellegence Agency) tarafından hazırlanmıştır. Suriye ve Irak topraklarında bir Sufist Prenslik kurulması planı. DIA R050839Z kodlu mektubu ilk önce 12 Ağustos 2012 günü ABD Savunma Bakanlığı’nda (ABD Silahlı Kuvvetleri Merkez Komutanlığı) CENCOM’a; Kurmay Başkanlarının Bileşik Konseyine; CIA, FBR, Dışişleri Bakanlığı ve ABD İç Güvenlik Bakanlığı’na, bir de pek bilinmeyen ama çok güçlü bir örgüt olan Jeo-Saha İstihbaratı Ulusal Ajansı’na (National Geospatial Agency) gönderdi. Başka adresler olsa da, onlar sansür tarafından karalanmıştır. *** “İslam Devleti” kurulmasına ve bu devletten ABD’nin elde edeceği yararlara ilişkin planı açıklayan bu mektubun gönderilmesinden sonra 4 yıl geçti. Yakın Doğu’da jeopolitik durum öyle katıştı ki, bugün 24. Ağustos 2016’sabahı saat 04’te TSK zırhlı ve bordo berelileri Suriye kuzeyinde, Fırat Irmağı Batısı’ndaki Cerablus’a girmek zorunda kaldı.Karşılarındaki düşman “İslam Devleti” ve PYD - Kürtleri. Biz olayların seyrini kronolojik izlemeye devam edelim: 2 yıl sonra yani 2014’te eskiden kısaltılmış adı IDİ olan (Irak İslam Devleti), kısa adı IDİL (Irak ve Levanta İslam Devleti” adıyla ortaya fırlayarak, sinsi amerikan planını gerçekleştirmiş oldu. Bu mektupta, Iraktaki Al-Kayde (AKİ) muhalefetinden başka muhalefetin olmadığı ve yukarıda adı ge-


Makale ve Analizler - 2016

21

çen IDİ, Cihat “Al-Nusra”, “Cıhad an-Nusra”, “Özgür Suriye Ordusu” gibi farklı silahlı grupların, Al-Kayda tugaylarından farklı bir güç oluşturmadığına işaret edilmiştir. Bunların, tek stratejik merkezden emir alan, duruma ve taktiğe göre dünyaya her zaman farklı bir çehre sunan, birleşimde cihat isteyen bir güçten farkı olmayan bir özel ordudur. Bu resim 28 Mart 2015’te çekilmiştir. “Daeş al-İslam” (sol bayrak), “Özgür Suriye Ordusu” (ortadaki bayrak) ve Birleşmiş Milletler ile Birleşik Amerika’nın yasak listesine aldığı “Cabhat al-Nusra” (sağdaki siyah bayrak) Türkiye sınırına yakın İdlib şehri ele geçirdikleri an. *** Bu belgede Batı devletleri dendiğinde ancak ABD anlaşılır. Kimi defa bu kavrama, iki dünya savaşı arasında, Milletlerin Birliği’nin kendilerine tanıdığı görev süresi içinde Levanta’yı idare eden, İngiltere ve Fransa’yı da dahil edebiliriz. Fakat IDİL’in kurulmasıyla, son iki devletin rolü bitmiştir. Fransa ile İngiltere karar alan durumunda olmayıp, ancak Washington kararlarının uygulanmasında yardımcı durumundadır. Öyle ki, bugünkü Suriye ve Irak devletlerinin toprakları üzerinde İDİL Devleti ilan edilmesini destekleyen dev güç ABD oldu. Bunu yaparken ABD Şiiler ile Suniler arasındaki eski çelişkileri kaşıdı. Silahlı savaş çıkana kadar kışkırttı. Türkiye, Katar, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi suni devletlerin yanında, Suriye, İran, Irak ve Livan (iktidardaki Hizbullah kadroları fazladır) hükümetlerine karşı tavır kullandı. *** Gizli mektuptan anlaşılan şudur: 1. Daha 2012 yılında ABD bugünkü (İŞİD) şekliyle bir sofist İslam Prensliği kurmayı planlamıştır. Gizli belgede kurulacak olan Prensliğin ismi (İslam Devleti) olarak geçmiştir. Bu devlet Şiilere karşı (Suriye ve İran hükümetlerine karşı) Amerikanın yerine savaşmak için kurulacaktı. 2.Amerika kendini genelde Al-Kayda muhalefetini destekleyen ve onun “Sofist Prensliği” olan IDİL’i destekleyen bir konumda bulunur. 3. Daha 2012’de ABD İDİL’in kurulacağını, bu gelişmeden Irak’ın ve bütün Yakın Doğu bölgesinin büyük yaralar alacağını biliyordu. Bu gidişi önlemek için parmak kıpırdatmadı. 4. Daha 2012’de ABD, her ne pahasına olursa olsun Şam hükümetinin ayakta kalacağını ve ülke topraklarının bütünlünü koruyabileceğini biliyordu. 2015’te Pentagon’un bu gizli belgesinin kamuoyu eline geçmesi basın, tv ve tüm yayın makinesini alabildiğine çalıştırdı. Devletin iletişim araçları gerçek-


22

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

leri görebilenlere çullandı. Muhaliflere aptal, zavallı, düşmanlık kusanlar derken, “komplo teorileri” uydurmakla, Başkan Obama’yı kötülemekle suçlandılar. Olacaklarla ilgili bu kadar dakik öngörüde bulunan DIA raporunu yorumlayanlar hep birlikte tehlike çanları çaldı. CIA ve Başkan bir “İslam Devleti” kurulmasını asla istememiştir, savunması yapıldı. Irak için “ağır” sonuçları olacak diyenler oldu. “Ağır” nitelemesi resmi belgelerden alınmıştı. Washington, Irak’ın bir bütün olarak korunmasını istiyor diyen kimdir? Bunun aksidir doğru olan. 9 sene savaşmalarına ve trilyon dolarlar sarf etmelerine karşın ABD, Bağdat’ta kendine bağlı uslu bir sömürge rejimi kuramadı. Irak genelde Şiilerin kalabalık olduğu bir ülkedir. Şii Suni orantısı % 65,35’tir. Öte yandan İran’da da Şii bir yönetimi var. Amerikalılar bu topraklardan çekildikleri günden beri, Irak devletini Kürtler, Şiiler ve Suniler olmak üzere, üçe bölmeye çalıştı. Öyle ki, ABD’nin Yakın Doğu siyaseti açısından Irak’a ağır bir bedel ödetme zaten başından beri aranandı. Suriye’deki asilere ayaklanan emrini veren kimdir? Onları silahlandıran kimdir? Onların üstünde olan ve onlara emirler verme yetkisi olan güçtür. Bir de şu var, Şam hükümetinin bakıya dayanabileceğini bilmesine rağmen, Beyaz Saray ve ilgili makamlara saldırıya geçilsin emrini veren kimdir? Sır belgede, emir verenin adı silinmiştir. O yıllarda DIA şefi General Michael T. Flynn idi. 26 Temmuz 2012’de, ilgili mektubun dağıtılmasından sadece 2 hafta önce atanmıştı. Yalnız ABD ilgili kurumlarında görev almıştı. ABD’nin 1983’te Grenada, 1994’te Haiti, ardından Afganistan ve Irak savaşlarına bizzat cephede katılmıştı. Gen. Flynn, yukarıda açıklanan belgeyi kendisinin hazırladığını reddediyor. Gizli belgede yer alan saldırı planına kesinlikle karşı olduğunu anlatıyor. 2014’te General Flynn, Başkan Obama ile görüşmelerinde, Suriyeli asilerden söz ederken, “radikal İslam”, “radikal cihat” gibi kavramlar kullandığından dolayı görevden alındı. Obama, “maşaların” ve “kiralık katillerin” cephelerde işledikleri katliam ve cinayetlerin “radikal İslam” ve “radikal cihat” gibi terimlerle açıklandığı için bunların kullanılmasını yasaklamıştı. 2015’in Ağustosunda General Flynn, “Al Cazira” TV kanalına geniş bir demeç verdi ve sözde “İslam devleti”nin kurulmasının bir Beyaz Saray Planı olduğunu anlattı. Yukarda açıklanan gizli belgeyi bildiğini, çok dikkatli incelediğini ve ABD yüksek makamlarından sahadaki aşırı terör örgütlerine silah gönderilmemesini istediği için görevden alındığını söyledi.


Makale ve Analizler - 2016

23

Bugün General Flynn Cumhuriyetçilerin Başkan adayı Donald Trump’un baş danışmanlarından biridir. Hatta Başkan Yardımcısı seçilebilirim cümlesini kurdu. DİA’nın eski şefi, radikal İslam’ın ABD ve Avrupalı müttefiklerinin büyük dostu olduğuna inanıyor. Rusya’yı ise, yardımları alınmadan düşmanın yok edilemeyeceği “muhteşem bir müttefik” olarak görüyor, çünkü düşman artık yalnız Arap Yarımadasında ya da tek bir ülke olan Afganistan’da değil, Müslümanların soluduğu her ülkede ve yerde tehdit oluşturuyor. Komşularımıza çöreklenen kara yılanın inine baktık. Devam edeceğiz. Savaş bu sabah yeniden başladı, düşman hep aynı düşmandır.

Başka Türkiye Yok

Musa Vatansever-26.Ağustos.2016

Konu: Zeki ve cesur olmamız gerekiyor. 1989’dan sonra bizde gösterilen amerikan filmlerinde patlama yaşandı. O yıllarda çocukların en sevdiği çizgi filmi “Barby” olmuştu. Aklımda kaldığınca, “Barby” bir sürü kuklanın, devamlı figür değiştiren anasıydı. Şekil olarak değişmesinde bir anlam vardı ve o yıllarda sosyal yaşamda olup bitenle sanki uyumluydu. O yıllarda bizde, komünistler “sosyalist” ya da “sosyal demokrat”, eski faşistlerin oğulları veya torunları “demokrat”, sonradan anlaşıldığına göre Müslüman hak ve özgürlükçüler de kendileri farkına varmadan “liberal” olmuşlardı. “Neo-liberal” (yeni-liberal) olduklarını kurultaylarda okunan raporlardan öğreniyorlardı. Bulgaristan komünistleri 1945’te başlattıkları ve yaklaşık 1964’te bitirdikleri “toplumu temizleme operasyonlarında” 200 bin civarında “nazı hayranı kalın kafalıdan” kurtulduktan sonra, sanki biraz huzur bulmuşlardı. Fazla gecikmeden kendilerine yeni ödevler belirlediler. Bu hedeflerin Bulgar toplumunu etnik ve dini azınlıklardan temizleme olarak dallanıp budaklanmazdan önce, bir de kendilerine “brannik” diye hitap edilen, Çarlık yıllarında kahverengi askeri üniforma ile gezen “savaşçı”, “mücahit” ve “asker” isimleriyle bilinen, Almanya’da ise onların özendiği “Hitler Jugend (Hitler Gençleri)” adı alan sürüler vardı.


24

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgar toplumu faşistlerden arınırken bu “mücahitler” kimi yaşları küçük olduğundan, kimi bir fiil işlenmiş suçları olmadığından vb gerekçelerle iki arada kalmış ve toluma karışmışlardı. Kafalarına Hitler’in kamalı hacı dövülmüş olan ve gözleri ırkçılıktan kanlı bu gençler iyilerin arasından en iyiler olarak seçildiğinden yıllar geçtikçe yetişmişler ve komünist partisine sızarak, Bulgar milliyetçiliğinin sert çekirdeğini olabilmişlerdi. Bunları yazarken düşündüğüm özellik şudur. Sosyalizmde gençlerin enternasyonal eğitim almasına dikkat edilmeliydi. Enternasyonalizm, kitaba göre, ırk ayrımı reddeden, insan eşitliğine ve kardeşliğine dayanan bir dünya görüşüdür. Askere gitmezden önce, ben de 1886’dan 1944’e kadar Bulgar milli marşı olan “Meriç Hışırdıyor” marşını işitmemiştim. Evimizden 500 metre uzakta kışla vardı. Sabah talime çıkan asker kıtaları bu marşı söylemiyordu. Ders kitaplarında 1908’de III. Bulgar Çarlığını kuran Çar Ferdinand’ın ucu süngülü tüfeklerle 1912 - Edirne serüvenine bu marşla yürüdüğünü yazmıyordu. Askerde inşaat bölüğündeydim. Yaz aylarında sıra askeri birliklerinden inşaat erleri kıtasına gelen Bulgar gençlerin dudaklarının arasından kulağa gelen melodide hep Meriç hışırdıyordu. Demek oluyor ki, Bulgar gençler aldıkları özel askeri eğitimde hışırdayan Meriç ırmağı gürlüyordu. Türklere karşı zaferler çağrıştırılıyordu. İlk kez o yıllarda her şeyin iki yüzü olduğunu düşünmeye başlamıştım. “Brannikler”in çocukları ortam bulmuş ve faşizm dönemi ruhunu Bulgar Halk Ordusuna taşıyabilmiş ve orada yaşatabiliyordu. 1990’larda yüzleştiğim “Barby” dediğimiz olay da buydu. Fakat “Barby” yalnızca şeklini değiştirirken, burada bir zihinsel ikilik de söz konusuydu. Toplumda çatal başlık belirmişti. Günümüzde bu olayı FETÖ hain ordusunda da görebildik. FETÖ tarafından eğitilen kadrolardan arınmak günümüzde Türkiye devletinin ve halkının milli meselesi oldu. Türkiye düşmanlıyla zehirlenmiş FETÖ kadroları beş vakit namazdaydı. 15 Temmuz başkaldırısına hazırlandıkları aklımızdan geçmiyordu. Bu, hedef izleyen sinsi uygulama yolu diyebileceğim gelişmenin üç kanonik şairinden biri olan Ovidius (MÖ 20 - MS 17) yılları arasında yaşamış ve işlediğimiz konuyla ilgili şöyle demiştir: “Damla, taşı güçle değil, sıkça düşerek deler, İnsan da güçle değil, devamlı okuyarak, bilge olur.” Bulgar milliyetçiliği faşizm döneminden şarkılarla kan kabartarak palazlanmıştır. Artık süzülmüş ve birkaç partide biçimlenmiştir. Ataka, VMRO - Makedonya İç Devrim Örgütü ile sözüm ona “Yurtsever Cephe” (PF) bu örgütlerin partileşmiş şeklidir, artık Cumhurbaşkanı adayı gösterecek kadar güç toplamışlardır.


Makale ve Analizler - 2016

25

Bulgar milliyetçileri günümüzde sanki pusuya yatmışlar. 6 Kasımda 2016’da yapılacak Cumhurbaşkanı seçimleriyle ilgili sağ ve sol kanat birbirine girerken, onlar milliyetçilik zehriyle topluma damlamaya ve onun kardeşlik özünü deldikçe delmeye devam ediyor. Bu deliş aslında Bulgar demokrasisinin altını oymaktır. Bu oymanın altından ya faşizm ya da totalitarizm çıkacaktır. Bu konuda pompalanan tehlike sığınmacılardan geliyor gibi bir hava olsa da, asıl korktukları Bulgaristan’da Müslüman - Türk Kimliğinin oluşup pekişmesidir. Yeni kurulan DOST partisi Genel Başkanı Lütfü Mestan’ın 25 Ağustos günü Ankara’da yaptığı resmi görüşmelerden Bulgar milliyetçileri rahatsız oldu. Bulgaristan ile Türkiye ilişkilerinde, dostluk ve işbirliğinde DOST partisinin ve BULTÜRK gibi sivil toplum örgütleri başta olmak üzere geniş kapsamlı ve büyük atılımlı bir sıçrama dönemine gerilmesinden korkuyorlar. Yüzde yüz objektif olan gerçekleri kabul etmek istemiyorlar. Oysa biz, Bulgaristan bir coğrafya alanı olarak, hem Büyük Türkiye’nin, hem Rusya Federasyonu’nun hem de Avrupa Birliği’nin etki alanında yani üç gölgenin kesiştiği ve örtüştüğü yerde bulunur. Biz, Bulgaristan konumuna göre, Doğu’da bulunan Büyük Türkiye’ye ceviz ağacı; kuzeyimizdeki Rusya Federasyonuna atkestanesi; Batıda bulunan Avrupa Birliği’ne de Akasya desek, bu gölgelerin birincisi koyu, ikincisi alaca ve üçüncüsü de dantelâ gibidir. Bu ağaçların meyvelerinin yararı ve kullanımı da çok farklıdır. Çizilen tablodaki kesişen gölgeler birbirinin üzerinde çekilemez, çünkü Bulgaristan bu üç devletin etki alanından çıkamaz. Üçüyle de işbirliği yapmak, üçüyle de dost olmak ve iyi komşu gibi geçinmek zorundadır. Başbakan Boyko Borisov’un İstanbul’da Asya ve Avrupa’yı bağlayan “Yavuz Sultan Selim” köprüsünün açılışında bulunması ve ardından Başbakan Sayın Binali Yıldırım ve Cumhurbaşkanı Sayın R. Tayyip Erdoğan ile yaptığı sıcak görüşmelerde taraflar bu gerçekliğin önemini bir daha kanıtladı. Türkiye komşuluğu ve dostluğunun değeri yeniden gün gibi parladı. *** Bunlar olayların ufka açılan yanı. Bir de unutamadığımız yanı var. 3. köprüyü açmamız bir mutluluktu, ama biz 15 Temmuz gecesinde köprübaşı çatışmalarını asla unutamadık. Olanlardan sonra 40 yıldan beri Türkiye’nin yeni ufuklara tırmanmasını engellemek isteyenleri unutmam mümkün mü? Hiç belli etmesek de toplumumuz FETÖ zehriyle otalamıştı. Bu için “sivil imam”, “asker imam”, “hava kuvvetleri imamı”, “kara kuvvetleri imamı”, “okul imamı”, “bakanlık imamı”, “Yargıtay imamı”, “genelkurmay imamı”, “Bulgaristan imamı”, “Erbil imamı”, “Makedonya imamı”, “Kosova imamı”


26

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

vb “imamlar”ı yetiştirilmiş ve “imam” rütbesine terfi edilerek vatanımız, anavatanımız ve Türk dünyasının kılcal damarlarına dağıtılmışlardı. Gerekli önlemler almamış olsa yüzde yüz dünyanın en büyük köprüsünün de “imamı” atanacaktı bugün. Bu “imamlar” aramıza birer zehir taşıyıcı olarak yayılmışlardı. Fakat yargıya düşmüş adaletsizliğin paketine sarılmış bazı kabalıklar dışında bu “imamlar” sanki kimseyi dağlamamıştı. Genel izlenim budur. Organizmaya girişleri tatlı, zihni ve bünyeyi öldürüşleri çok acıdır. 15 Temmuz gecesi her şeyi gördük. Dünyanın T.C.’ye bakışı değişiyor. Makedonya olayın ciddiliğini kavradı ve FETÖ’cülerin hepsini kovuyor. Bulgaristan “imam” başı Abdullah Büyük’ü iade etti. Bir tek en büyük hain olan Baş İmamın iplerini çeken Birleşik Amerika Fetullah Gülen’i bir uluslar arası terörist olarak tanıyıp iade etmeme kılıfı ararken “hukuksal kılıfta” derman arıyor.Düşünüyorum: Hukuk 15 Temmuz 2016 gecesinde 260 kardeşimizin öldürülmesinden önce icat edilmemiş miydi? Katliamdan sonra katile yasa uydurmaya çalışan ABD adına üzgünüm. *** Şöyle bir gerçek ortaya çıktı. Hükümetleri devirebilmek, toplumu köreltip devletleri parçalayabilmek için önce insanların beyinlerini zehirlemek duygularını söndürmek, algılarını duyumsuzlaştırmak ve Türk kimliğini ruhsuzlaştırmak gerekti. Türkün milli iradesine silah doğrultan hainlerin, dinamik düşünceyi öldürüp körpe kafalara mekanik algılama yerleştirmek için 40 yıl oyduğunu hepimiz öğrendik. *** Hain başı F. Gülen, parçalanmış, bölünmüş, kimliğini kaybetmiş bir Türkiye planının çoktan hazırladıklarını itiraf etti. O, son hedefte Türkiye’yi yok etmek olduğunu ve ülkemizi haçlılar işgale hazırladıklarını reddetmiyor. Net ve yeni olmayan bu planda, kendi arkadaşlarına camilerde, okullarda, yerleşkelerde ve özel görüşme ofislerinde arz ettiklerine göre, FETÖ anavatanımızı bitpazarında satmayı düşlemiştir. Bu hedefe doğru hazırlık görülen yıllarında gerekli alt ve üst yapı yapılmıştır. Orduda, eğitimde, yargıda başarılı olmalarını sağlayan çocukların, gençlerin zihinlerine en küçük yaştan başlayarak müdahale edebilmelerini mümkün kılmıştır. 170 ülkeye yayılan bu zehirle, Türkiye örneğinden çıkarak görebildiğimiz kadarıyla, devlet kurumlarının altı oyulmuş, Cumhurbaşkanı, Başbakan, Meclis Başkanı, Baş Komutan ve Genel Kurmay Başkanı vb yalnızlaştırılmış ve yok edilmeleri için hazırlıklar görülmüştür. *** 15 Temmuzda Türkiye Cumhuriyet ve demokrasimizin, toprak bütünlüğümüzün ve milli irademizin yok edilmesi hainliğinin başı olan terörist F. Gülen


Makale ve Analizler - 2016

27

daha 20 yaşında devleti devirmeyi planladığını itiraf ediyor. Hainlik ilk şekliyle 1961’de gündeme gelmiştir. Son hedefinde Türkiye devletini yok edip, Yakın Doğuyu da 20 eşit büyüklükte toprak parçasına bölmek olan bu planın gerçekleştirilmesine doğru ilerlerken FETÖ lideri “ılımlı İslam” ve “Dinler Arası Diyalog” gibi uydurmalar geliştirmiş ve bunları, toplam sayıları 24 olan “Sonsuz Nur”, “İnancın Gölgesinde”, “Ruhumuzun Heykelini Dikenler”, “Kuran’dan İdrake Yansıyanlar” vb kitaplarla beslemiştir. Bulgaristan’daki FETÖ çetesi gizli polisle, Ahmet Doğan etrafındaki hainlerle ve milliyetçi Bulgar kesimiyle çeyrek asır işbirliği yapmıştır. Bu eserler 19. yüzyıl başlarından Türklerin kalesi olan Anadolu’ya saçılmaya başlayan İslam dinini bozma, etnikleri birbirine düşürme, bir bütün olan Türk mermerini mezhepler damarından vb parçalamayı hedeflemiş ve uygulamıştır. Bu hedeflerin önünde her zaman T.C. Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ı öldürmek, devletin cumhuriyet biçimini, laiklik ve demokrasi ilkelerini kaldırmak yer almıştır. Kaşarlı hainlerin planında 3 nokta dünyayı sarstı: Anadolu’yu bir yeni haçlı istilasına açma; Türkiye’yi parçalama; Türkiye’yi istilaya açma. Bu defa “Barby” oyunu sökmedi. Yeni oyun kurucu Büyük Türkiye’dir. Bu sefer durdurulamaz!

Ateş Bacayı Sardı

Şakir Arslantaş-27.Ağustos.2016

Konu: Zeki ve bilgili olmak zorundayız. Geçen hafta “Epizentır.bg” adlı, “olayların nabzını tutuğunu” iddia eden elektronik yayında, Bulgar istihbaratının Altıncı Şubesi Şefi, halen de gizli istihbaratçı eğitimi yapan “Kütüphaneci Enstitüsünde” Profesör olan Dimitır İvanov’un “Türklere Dokunmayın Onlar Bizim” başlıklı bir analiz yazısı çıktı. Prof İvanov yazısını kale almasına gerekçe olarak Hak ve Özgürlük Hareketi (HÖH DPS) partisine ve onun lideri sayılan Ahmet Doğan’a Gülencilik damgası vurulması denemesini gösteriyor.


28

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Açıklama: (HÖH Partisi eski Genel Başkan Yardımcısı Osman Oktay “Faktor.bg” çıkan birkaç yazısında 1992 yılında Ahmet Doğan ile beraber İstanbul’da Gülen temsilcileriyle Eğitimde İşbirliği Sözleşmesi imzalandıklarını ve 24 yıllık süre içinde 2500 - 3000 Bulgaristanlı Türk ve Pomak öğrencinin Gülen Okullarında ve Enstitülerinde okuduğunu, Sofya ve Plovdiv’teki “Drujva” Gülen okullarında okuyan gençleri de şahsen Ahmet Doğan’ın onayladığını ve bu kadroların şimdi HÖH anahtar konumlarında bulunduğunu kamuoyuna duyurdu.) İvanov yazısında, 15 Temmuz’da bir darbe kalkışması olarak patlayan çelişkiyi, Recep Erdoğan hükümeti ile Fetullah Gülen’in muhalif “Hizmet” örgütü arasında bir husumet olarak göstermeye çalışıyor. Kendi açısından bir tarihsel, dini ve erk analizi yaparak, Türkiye’de gelişen durum ve onun dünya ve Bulgaristan üzerindeki etkilerine teorik esas sunmaya ve ışık getirmeye çalışıyor. Bu gelişmelerin Bulgaristan hükümeti, sivil toplum örgütleri ve özellikle de kitle iletişim araçları açısından demokratik Bulgaristan’ın siyasal parti sistemi temellerini etkileyebileceğine işaret ediliyor. Bu iki boyutta belirmiştir. Bir, Bulgaristan’ın Avrupalı gelişimi için GERB partisinden “Erdoğancı kanat” siyasetleri söz konusu olurken, iki, HÖH partisine ve lideri Ahmet Doğan’a “Gülencilik damgası” vurulması açısından önemlidir. Bu açıdan bakıldığında, “Epizentır”ın yazının girişinde altına çizerek verdiğine göre, “Gülen ve Gülencilik” olayının analizi, Bulgar devletinde yaşamın bu etkiden korunabilmesi için olağanüstü önemlidir. İvanov, olayla ilgili, her iki boyutta da, belirtilerin parmakla sayılacak kadar az olmasına karşın, Türkiye siyasetiyle ilgili Bulgar devlet siyasetinin yüksek düzeyde dengeli ve diplomatik olmayı gerektirdiğini ve demokrasi ve hümanizm ilkelerini ayakaltına almadan, Erdoğan’ın ülkemizi göçmen baskınına uğratacağı tehlikesinden doğan korkudan ve rahatsız edici heyecandan “kurtulmamız” gerekir, diyor. Bu analiz yazısında dikkati çeken gerçekleri gizleme çabasıdır. 40 yıl hazırlanan, milyonlarca insanımızı robotlaştıran, devletin tüm dallarına sızıp onları kurutan, bakanlıkların özünü oyarak fele uğratmaya çalışan ve sonunda 15 Temmuz gecesi 260 kardeşimizi öldüren ve binlercesini hastanelik eden bir katliam var. Dünyanın 18. ekonomisini çökertip, Anadolu’yu parçalayıp emperyalizme pazarlamaya çalışan kanlı hain planı iki kişi arasında meydana bir eski anlaşmazlık olarak bakın nasıl anlatıyor: “Türk hükümetinin 1 no’lu düşmanı ilan edilen Fetullah Gülen 1941’de bir Anadolu şehri olan Erzurum’a yakın bir köy imamı ailesinde doğdu. Din adamı olmaya heveslendi, kendi çabalarıyla okudu, dini lider olmak için çok çaba harcadı. 14 yaşında okudu. İmam Hatip eğitiminden sonra Edirne imamı oldu.


Makale ve Analizler - 2016

29

“Hizmet” adında bir dinsel eğitim hareketi kurdu. Kendilerini İslam’a adamış büyük sayıda mürit yetiştirdi. Suni İslam Hukuku’nda en yaygın kolu olan, Hz.Muhammed’in Hanefi mezhebine bağlı kalıyor. İslam’da açılım üzerine yorum getirilmesi daha serbest olan Şiilikten daha tutucu bir mezhep olan Suniliğe hizmet eder. Akademik çevrelerde ve iletişim ortamında Fetullah Gülen çok farklı yorumlandı. Örneğin ABD Yuta Üniversitesinde H. Yavuz’un tezinde, Gülen bir din adamından fazla bir milliyetçi olarak tanıtılmıştır. Başkaları onun, ABD iş çevrelerinin etkisi altında kalmış bir iş adamı olarak tanıtırken, diğerleri geçen yüzyılın 60’lı yıllarında Türkiye’de adı duyulmaya başlayan bir feylesof, dediler. Bunları yazan İngiliz “Oxford Analitika” dergisidir. Bu tespitlerin her biri doğru olabilir, çünkü o Türkiye’de kazandığı paralarla, diğer ülkelerde de din okulları kurdu ve bu işten her yerde kazandı. Son 20 - 30 yılda Gülen Balkanlar’da, Orta Asya’da ve 1999’da iltica ettiği Birleşik Amerika’da eğitim ve medya yapılanması kurdu ve bunları genişletti.” Müslümanlarımızın başına gelen kötülüklerin beyni olan bu kişi - eski sivil polisin altıncı şube şefidir. DS ile Rus istihbarat örgütü KGB ilişkilerini uyulmayandır. Şimdi Prof maskesi ardına gizlenmiş ve bizde ırmak gibi akan kandan ve katliamdan baştan sona suçlu terör başı FETÖ’dan söz bile etmeden ne süt içmiş ne süt dökmüş imajında Gülen’e “ak kaşık” diyor. Olayı bir ikili çelişki olarak şöyle açıklıyor. “Gülen daha Türkiye’de iken siyası mücadeleye karışmış, etkinliklerinden dolayı baskı görmüş ve 6 yıl hapis yatmıştır. Askeri darbeden sonra Türkiye General Kenan Cuntası tarafından yönetilirken o 1981’de askeri diktatörlük yönetimi isteme suçlandı. 1987’den sonra, T.C. yeni başbakanı Özal onu Sovyetler Birliği’nin eski Orta Asya Cumhuriyetlerine dini okul taşıma işinde destekledi. Türkiye’deki laik devlete karşı saldırılarda bulunma suçundan 2000 yılında ona karşı yeni dava açıldı. Başbakan Bülent Ecevit ve Tansu Çiler hükümetleri FETÖya karşı konum aldı. 2002 - 2014 yılları arasında başbakan, daha sonra ve halen Cumhurbaşkanı olan Tayyib Erdoğan, F. Gülen’in Türkiye makamlarının ve özellikle de adliyenin işlerine müdahale etme denemelerini üçüncü kez engelledi. Özellikle 15 Temmuz 2016 başarısız askeri darbesinden sonra, ikisi arasındaki zıtlaşma bir ölüm kalım meselesi haline geldi. Cumhurbaşkanı Erdoğan Gülen’i ve onun “Hizmet” örgütünü askeri darbeyi esinlendiren kişi olarak suçladı, devlet makamlarında temizlik başlattı, imamın 100 bin taraftarı işten alındı, tutuklandı. “Devlete ihanet” suçundan yargılanmak üzere Gülen ve yandaşlarının iadesi Birleşik Amerika, Yunanistan ve Bulgaristan hükümetlerinden


30

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

istendi. Bu isteye, bugüne kadar mali işlere bakan Büyük’ü iade eden Bulgar makamları oldu.” Büyük’ün iadesi Bulgar milliyetçilerini ve FETÖ zihniyeti aşılanmış kesimi hareketlendirdi. Yasal sistem, doğru dürüst işlemeyen ülkede “hani mahkeme kararı”, “hani adalet”, “hani usul” diyenler olduysa da, FETÖ imamının memleketimizde, kayıtsız, kimliksiz, adres kaydı yaptırmadan 11 ay kaldığı açıklandı ve kanuncu kesilenlerin söyleyecek sözü kalmadı. Şimdiye kadar Bulgaristan’dan Türkiye’ye kovulan, gönderilen, iade edilen hiçbir kimseye sahip çıkılmamıştı. Anlaşılan Büyük bazı çevrelerin gözdesi oluvermiş ve Türk düşmanları bu işte kendileri için yarar görüyordu. Makedonya’nın T.C. devlet isteğine uyarak Gülen çetecilerinin hepsine “hadi geri” demesinde “yargı süreci” aranmıyor. Bu örneği başka devletlerin de izleyeceğini umuyoruz. Bu konuda Ankara’ya gelen Biden ise ipe un serdi. Olayları ters yüz göstermek isteyenler çabalarına devam idedursun, Bayramdan sonra 24 Eylül’de Erdoğan BM Genel Kuruluna gidiyor, 15 Temmuz’u ve hain Gülen’i bütün dünya liderlerine birinci elden anlatacak. İvanov gibi gerçekleri kabul etmeyenler, Türkiye’nin örtülü bir savaşla, asimetrik bir savaşla karşı karşıya olduğunu kabul etmeseler de, her günkü patlamalar gayrı nizami harp teknikleri uygulandığı ortadadır. FETÖ’nün maşalık etti “üst akıl” tarafından yönlendirilen bu örgütlerin en önündekiler: FETÖ, PKK, PYD ve DEAŞ. Bunların arkasında bu örgütlere silah, destek, akıl, istihbarat veren herkes var. Bugün 27 Ağustos 2016, Bulgar bTV sabah yayınında Burgaz limanından silah dolu gemiler, Burgaz hava limanından silah dolu uçakların 100 binlerce ton savaş malzemesini Arap Yarımadasına taşıdığına yer verdi. “Topyekûn bir savaş” bu... Ve şu da var, “sığınmacılar seli bizi basarsa” yaygarasını koparanların, Türkiye sınırına tel örgü çekerken, Yunan sınırını boş bırakmaları ilgi çekicidir... İşitilip gözle görülenden çıkan sonuç sanki şu: “Başkasının sırtına 100 sopa az!” Gülen’in kullanım süresi bitti... İvanov şöyle devam ediyor: “Erdoğan ile Gülen, AK Parti iktidarının güçlenmesi için 10 yıl sıkı işbirliği yaptıktan sonra, 2013’te Erdoğan Gülen okul ağından okulları kapatmaya başladı. Kamuoyuna çok farklı açıklamalarda bulunuydu: Gülen Erdoğan’ı İran Şii iktidarı ile işbirliği ve bakanlarının rüşvet aldığı ile suçlarken, kendisi de “Hizmet” örgütü ve İsrail yardımıyla Cumhurbaşkanı ve hükümeti devirme hazırlıklarıyla suçlandı. Bu gerçek veya kurgu suçlamalar enternasyonal karakter almaya başladığında bizim için de önem kazandı. Hem Erdoğan hem de Gülen Türkiye dışında saygınlık ve önem kazanmaya çalışıyor. “Hizmet” örgütünün ABD’de 100’den fazla okulu var. Sosyal ve doğa bilimlerin, tarih ve edebiyatın İngilizce


Makale ve Analizler - 2016

31

öğretildiği, sadece bir İslam dini dersi olan bu okulları o, reklâm kullanarak laik okullar gibi yerleştirmeyi başardı. Olaylar ABD makamlarının dikkatini çekti. FBR ile ABD Eğitim ve Çalışma bakanlığı araştırdı. Mali yolsuzluk ve fahişelik gerekçesiyle bir okul kapatıldı.” Polis şefi İvanov Bulgaristan’daki durumu ise şöyle özetliyor: “Bulgaristan’da 22 dilde yayın yapan “Hizmet” sayfasını açmak yeterlidir. Gülen kitapları yayınlanıyor. Sofya ve Plovdiv’te okul ağından okullar var. “Zaman” gazetesi Bulgar yayını olarak dağıtılıyor. Son haftalarda hem Bulgaristan’da hem de Türkiye’de Gülen’in Bulgaristan Türkleri üzerinde etkisi olduğu haberleri yayıldı. “Üstelik HÖH partisi ve Ahmet Doğan Gülencidir,” dendi. “Biz şimdi bu yayınların yaydığı haberlerin gerçeğe uyup uymadığını yoksa Türk organlarının aktif etkinliği mi olduğunu yorumlamazdan önce, bir dini ve siyasi hareket olarak “Gülenciliğin” temel ilkelerini görelim.” Fetullah Gülen ve “Hizmet”in ibadet ettiği gerçekler: Dinler arası hoşgörü - İslam, Hıristiyanlık ve Yahudi dini arasında olduğu gibi, İslam mezhepleri arasında da bunu öngörür. Not: Bu iddia İslam dinini Hıristiyanlık içinde eritmeyi öngörür. Bu amaçla haçlıları 1999’da Anadolu’ya davet eden F. Gülen’in kendisidir. Geçen yüzyıl Amerika ve Afrika’yı fethet eden, şimdi sıra Asya’dadır diyen Hıristiyanlığa çanak tutmaktadır. Bu amaçla Roma’ya gidip Papa’nın elini öpen odur. Bu gelişmeler İvanov ile Doğan’ın ekmeğine ballı tereyağıdır. İvanov ile Doğan bunları duymak istemiyor. Çünkü FETÖ’nün yenilgisi onların da yenilgisi oldu. Radikalizm, aşırı uçlar ve terörizme karşı İslam’ı barışçı kullanmak. Not: 15 Temmuz’da maskesi düşen FETÖ’nün bir darbeci, ejderha ruhlu amansız, insan düşmanı, Türk ve Türkiye düşmanı silahlı terör örgütü olduğu ortaya çıktı. İslam’ın insan sevgisinden yararlanarak T.C. devletinin içini oyduğu, Cumhurbaşkanı ve başbakanı öldürmek istediği, TBMM’ni bombaladığını, 260 kardeşimizin katili olduğunu görmeyen kalmadı. FETÖ’nün kullandığı kavramların hiç birisi samimi değildir, her zaman iki yüzlü ve maskeli, sinci, gizli ve gizemli hareket edilmiş, 40 yıldan beri darbe hazırlanıp, TC parçalanmak ve emperyalizme peşkeş çekilmek istenmiştir. İvanov ile Doğan bunları duymak istemiyor. Çünkü FETÖ’nün yenilgisi onların da yenilgisi oldu.) Demokratik siyasi sistemleri, serbest pazar kapitalizmini, sivil toplum örgütlerini ve girişimleri destekler. Not: Demokratik, parlamenter T.C. anayasal düzenini havadan bombalayarak, köprübaşında, meydanlarda, yollarda sivillere ateş açılarak, bakanlıklar


32

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

basılarak. TRT ve diğer TV merkezleri silahlı çarpışmalardan sonra ele geçirilerek, sözcülerin kafasına silah dayayarak bildiriler okutulduğu ne çabuk unutuldu. Hastaneler yaralı dolu. Gaziantep Cizre saldırıları 100’den fazla kurban aldı. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na suikast yapıldı. T.C ekonomisi bir gecede 100 milyar US Dolar zarara sokuldu. FETÖ hangi sivil toplum örgütüne yardım yapmış ki? Bulgaristan’da hangi çocuğun eline bir kitap vermişler. Hangi halk ozanımıza bir saz hediye etmişler. Halk sanatımızın şahane eserlerini neden toplayıp bastırmamışlar... Bulgaristan’da dalavere çevirdikleri tek kişi Ahmet Doğan ve gizli polislerdir.” Allah’a inananların hepsini saldırgan dinsizlere karşı birleştirmek. Not: İslam’ı sulandıranlara, ılımlaştırıp bulaşıklaştıranlara, Katolik dine açanlara, geleneksel İslam ilkelerini değiştirenlere ne diyelim? Müslümanların iftar sofralarına her akşam Papaz oturtanlara ne diyelim! Gülen kitaplarından başka tüm kitapları toplatıp yakanlara, yerleşkeleri fuhuş merkezine çevirenlere deyecek söz bulabiliyor musunuz? Emperyalizmin kafa yıkama ve ruh söndürme yöntemleriyle paralı ezbercilik dayatanlara söyleyecek söz bulabiliyor musunuz? Sınavlarda hile üstüne hülle yapanlara, ateist gizli polisle işbirliği yapanlara, Ahmet Doğan gibi hainlerle işbirliğine girip Bulgaristan Türklerinin kimlik davasını baltalayanlara ne demeli? Halkımızı İslam’dan soğutup vatandaşlarımızın kafasını Türkiye düşmanlığı ile dolduranlara, çocuklarımızı kör cahil bırakma planlarına ne diyelim? Bunlar ateistlerden beter çıktı. İslam’ı modern zamandan bir parça yapmak. Not: Anasından doğduğu an el atılan ve kafaları modelleştirilerek boş bırakılan çocuklardan ancak seri katil, toplu cinayet işleyen katil ya da kiralık asker olur. Suriye’de, Türkiye’deki FETÖ terör çetesinde, Irak’ta, PKK ve PYD saflarında örneklerini görüyoruz. 12 yaşında bir çocuktan 60 kişinin katili yapan zihniyette İslam izi olmadığı gibi modern zaman esintisi bile yoktur. Gülen’in hasta kafasında ancak haçlı ve taş kafa katil çıkar. Türkiye’yi 100 yıl geri itip, anavatanımızı satmak isteyenlerden başka hiç bir şey beklenemez. Katillereve hainlere karşı amansız olmalıyız. Müslümanlarda modern dünya görüşü yaratılmasına din eğitimi temel oluşturamaz. Not: FETÖ öteden beri dinle siyaseti, dinle kültürü vb sürekli karıştırdı. 20 yaşında devlet devirme planı yapan Gülen hep İslam ardında maskelendi ve gizlendi. 40 yıl önce İslam’ın bir din olduğunu unutarak, onu sürekli iktidar silahı yapmaya çalıştı, ikiyüzlü yaşadı. Atatürk laikliğini ayaklar altına aldı. Dini orduya, adalete ve eğitime dayattı. Halkın kafasını bulandırdı. Anayasal demok-


Makale ve Analizler - 2016

33

ratik toplumumuzu alaşağı etmeye çalıştı. Hesabını vermelidir. halk tarafından yargılanmalıdır. Dünya dinleriyle işbirliği yaparak, barışçı yollardan ve dine eğitimine ağırlık kazandırarak, İslam’ın yayılmasına ve okullara girmesine çalıştı. Not: T.C.’de Atatürkçü laikliğin köklerini kemiren, özünü oyan FETÖ hainleridir. Ellindeki ana araç halkı cahil bırakmak olan bir zihniyet ne barışçı ve de yaratıcı olabilir. FETÖ halkımızı ortaçağı karanlığına götürmek istemiştir. FETÖ beyin yıkama okullarından ne bir sanatçı, ne bir yazar, ne de bir bilim adamı çıkmıştır. Onların eğittiği imamların beyin nuruna Türkiye halkını gömmekten başka hiç bir şey yoktu. Halkımıza geçmiş olsun. Tüm müritlere ilham veren “Hizmet” örgütü - Türk devleti merkez ve yerel yönetim erk ve yapılarında işleri yöneten organdır. Ordu, polis, güvenlik birimleri, yargı, savcılık, eğitim ve iletişim araçlarına en fazla dikkat ayrılır. Not: “Hizmet” örgütü gizli işleri örgütleyen ve yöneten bir terör örgütüdür, orduya, polise, adalete, savcılığa, okullara, TV ve basına sızmıştır. Yasal devleti, seçimle iş başına gelen bir meclisi bombalamak için hazırlanmıştır. % 62 oyla seçilen cumhurbaşkanını öldürmeye kalkışmıştır. Sokak ortasında, iş başında, görevde insan öldürecek kadar katilleştirilebilmiştir. Türkiye’de her gün cenaze kalkıyor. “Ne oluyor komşu? Başın sağ olsun!” demiyor. “Hizmet” emirleri yerel “imamlardan”, onlarda Batı Avrupa ve Amerika “imamlarından”, onlar da Pensilvanya’daki hainden ve “üst akıldan” alıp, Yakın Doğu’da terör estiriyor, çocuklar kaçırılıp katil yetiştiriliyor, milyonlarca insan evinden barkından oldu, demiyor. Gizlediği gerçekler de bir değil beş değil. Irak ile Suriye arasında, dünyanın en büyük Doğal gaz yatağı bulundu, emperyalizm bunu yerli halklara kaptırmamak için DEAŞ’ı kurdu, PKK’yı her gün donatıp kışkırtıyor, PYD’yi kanlı harekat için harekete geçirdi diye anlatmıyor. Durum budur, bu 8 madde Ahmet Doğan ve savunucusu Bulgar polis şefi D. İvanov’un F.Gülen hareketinden ve FETÖ terör örgütünden yana olduklarını, onlarla memleketimizde fıkırdaşmaya devam etmek istediklerini açıkça ortaya koyuyor. Onların kafasındaki ana ilke şudur: Ne olursa olsun ama Türkler mutlaka kötü olsun. Başka bir değişe bunun özündeki, Türklerin kötülüğünü isteyen bizim dostumuzdur, yok da nedir? FETÖ’nün hainliği Türkiye devletine, halkına ve geleceğine karşıdır, diyemediler. 5 milyon Türk’ün “Yenikapı” mitingini görenler dil yuttu. “Yavuz Sultan Selim Köprüsü” birçoklarında felç yarattı...


34

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Ankara’ya, Antep’e, Diyarbakır’a, Van’a atılan bombaların tek hedefi var. Büyük Türkiye’yi Durdurmak! Ama yapamayacaklar... Bulgaristan’daki eski totaliter-komünist polisler ve onların maskeli maşası Ahmet Doğan ve onun hainliklerini savunanlar FETÖ gerçeklerini böyle çarpıtıyorlar. Beklenen büyük gelişmeler uykularını kâbus etti. Ahmet Doğan T.C.’den 5 defa para almış, hem de büyük paralar. FETÖ ile okul, basın yayın, izin vs işlerinden devamlı komisyon almış. Şimdi korkuyor. Türkiye hükümeti FETÖ’nün Bulgaristan’daki kadrolarını geri gönderin, okullarını, gazete ve yayınlarını kapatın, işyerlerini kapatın dedi ya! FETÖ’den mayalanan HÖH - DPS partisi ve Doğan’ın T.C. den aldığı paralarla ve Avrupa Birliği fonlarından çaldıkları ve FETÖ örgütünden tırnaklayabildikleriyle... Karadeniz’de ve dağlarda yaptığı otel ve sarayların, dinlenme tesislerinin, tüm taşınmazların, mal ve mülkün partiye devredilmesi veya satılıp paralarının Müslüman Türklere dağıtılması için ısrar edilecek ve mecbur bırakılacaklarından korkuyorlar. Korktuğu insanın başına gelirmiş. Baksanıza”, Mustafa Karadayı kayıplara karıştı. Biz bu kavgayı mutlaka kazanacağız. Zeki ve sabırlı, dürüst ve akıllı olmak zorundayız. Ateş bacayı sardı. Kurtuluş yok. Türklükten FETÖ sökülüp yok edilirse hiç bir şey olmaz. Fakat tarihten Türk çıkarılırsa tarih diye bir şey kalmaz. Okuduğunuz için teşekkür ederim.

Göçmen Seli Baskını

Mustafa Kahraman-29.Ağustos.2016

Konu: Türkiye sözüne sadık bir devlettir.Korkulacak hiç bir şey yok. Bulgaristan, halkın gözünde, Müslümanlara ve İslam’a karşı daha büyük bir bostan korkuluğu dikmeye çalışılıyor. Hani Harmanlı’yı geçince ve Mustafa Paşa’ya (Svilengrad) varmazdan önce yolun sol tarafındaki tepeye dikilmiş haç bir işe yararmış gibi bir şey. Boş işlerle uğraşmak, Hak ve Özgürlük Partisi (HÖH - DPS) eski Başkan Yardımcılığı’ndan Osman Oktay’da Türkiye sınırındaki Bulgar milli çıkarlarını savunmaya soyunan bir yorumcu oldu gibi. Her


Makale ve Analizler - 2016

35

konuya tuz biber olmaya çalışırken, her zaman olduğu gibi yine dili uzamaya başladı. Dün öyle, bügün böyle anlayamıyorum bu ikiyüzlülük niye. Asıl sorun akıl hocası kim? Bulgaristan TV yayınlarına çıkarılan bir Türk’ün Türklere, Müslümanlara ve İslam’a karşı konuşması Bulgar milliyetçilerin yüreğine yağ bal oluyor. Bulgarlar bunu hep yapıyorlarda biz Türkler de artık uyanık olmalıyız. Hele bu kaymaklı mamaya HÖH partisi mutfağından aşırılan baharatlardan bir iki tutam atınca yeme de yanında yat. Bir ara, Osman Oktay “bir kitap yazıyorum, yazdım ve yakında hepsinin kirli donunu ipe sereceğim” dese de, baharat tüccarlarının şifalı otları tutam tutam sattığı gibi, o da bildiklerini anlatmaya bir türlü kıyamadı ya da ilk şeklini okumaya verdi ve geri aşamadı. Bizde olur böyle şeyler. O da, tatil ayı Ağustos’ta düşünmüş taşınmış olacak ki, onu “NOVA TV” ekranında “Türkiye - Bulgaristan Sınırı ve Sığınmacılar” gibi Başbakan Borisov korosunun “Güz 2016” repertuarında “Sığınmacılar” solosunu söylerken, doğrusu tuhafına gitti. Ondan beklemezdim. Sağlık ocağı iğnecisi olan bu “siyasetçi” her konuya nane olmaktan heves alıyor. Söyleyeceklerini önceden ezberleyip tenekeden mısır döker gibi teker-teker takır-takır döküyor. Bu defa da ağzını açtı gözünü yumdu: “Müslüman tehlikesi”, “İslam dehşeti”, “bizde de 1 milyon 500 bin de yerli Müslüman var”, “500 bini birden sınıra dayanırsa?” telaşına düşmüş ki, sesi titriyordu. Kuşkusuz bu olumsuzlukların en kötüsü, en başında geleni de, Türkiye’yi Recep Tayyip Erdoğan’ın yönetmesiydi. Siyaset yorumculuğundan geçinen Oktay Bey’in bir de düşünme tarzı olsa canım kurban! Hafta sonunda sığınmacıların tel örgümüzü delebileceği tehlikesini aynı stüdyoda yorumlayan gazeteci Bayan Elena Yonçeva kadar olamadı. Moskova’da Uluslar arası İlişkiler Enstitüsü bitiren, “Neden ve Netice” mantığına göre analiz ederek sonuçlar çıkaran Bayan Yonçeva “sığınmacılar konusunda fazla istekte bulunmaya ve gürültü kaldırmaya hakkımız yok. Çünkü Burgaz limanından kalkan gemilerimiz Orta Doğuya silah taşıyor. Burgas hava limanından kalkan uçaklar patlayıcı ve silah taşıyor.” dedi ve öyle devam etti: “Bu silahlar o masum insanları öldürüyor. Bombalar evlerini yıkıyor. Hastaneler okullar havaya uçuruluyor ve onlar da topraklarından kaçıyor.” Gazeteci Bayan Yonçeva’nın “Onların ahlakına göre, bir ailenin babasını katleden, başsız kalan kadınlara ve çocuklara bakmak zorundadır. Bu onların dünya görüşüdür. Onlar suçlu gördükleri Avrupa’ya gidip, hadi biz geldik bakım bize diyorlar.” Sözleri demokratik kamuoyunda patladı.


36

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Osman, Bayan Yonçeva’nın küçük parmağından kestiği tırnak ucu kadar olamadı. *** Bulgaristan’dan Göçler - eski yara. 1878’de Bulgaristan Prensliği nüfusunun yarıdan fazlası Müslüman-Türk, Bulgarlar azınlıktı. Oktay’a göre, bugün sayımız 1 milyon 500 bine düşmüş. 710 bin Türkiye’de sığınmacıyız. Gene 2 milyon 200 biniz demek. Ne var ki, ona göre, 500 bin sığınmacı Müslüman Türkiye sınırını itip gelirse, durum değişecek. Bana göre, panik yapmaya gerek yok. İnsan yiyecek ekmeği olduğu yere gider. Kanımca, yaratılmak istenen panik, 6 Kasım 2016 seçimleriyle ilgilidir. O, seçim oyunlarını iyi bildiğinden angaje olmuş olabilir. Seçim ateşi yakılıyor mu? 6 Kasım 2016’da yapılacak Cumhurbaşkanı seçimi ve 3 sorulu halk oylamasına 2 ay kalsa da bizde seçim ateşi henüz alevlenmedi. Hak ve Özgürlük Partisi bu defa da aday göstermek niyetinde değil. Ahmet inde ve sesi çıkmıyor. Etrafta dolaşan M. Karadayı’nın Bulgarcasını kaba bulan Bulgarlar, söylediklerine kulak vermek istemiyorlar. HÖH seçime direk katılmak istemediğinden, Müslüman seçmeni ateşlemek için köpek havlatmaya da gerek görmüyor. Bu seçimde sanki seçmene paydos vermiş... Bulgaristanlı Türk, Pomak ve Çingene Müslümanlar bu defa DOST partisini bekliyorlar. Türkiye’deki sivil toplum örgütleri, derneklerle birlik olup ortak bir adayda birleşmemiz gündem oldu. Herkes müjdeli haber bekliyor. Lütfü Mestan, aman şu mahkeme kâğıdını alsın eline ve çıksın karşımıza, iki tüfek patlatıp, gönül dolduran bir konuşma yapsın diyorlar. Seçim ateşinde şöyle bir parlamak, şöyle bir tütmek var ya, hani bizim meşeler çatır çutur patlarken çıkan bir ses, bir koku var ya, insanımız onu koklamak, işitmek, yüreklenmek ve bu defa kendisini feda etmek istiyor... Bizimki, boş olsa bile, işte böyle bir bekleyiş işte... Sığınmacılar hedefi olan insanlardır. Bu defa, ne dediği pek anlaşılmayan, camiye gitmese de, kendisi sünnetli bir Müslüman olan Osman Oktay ekranda: “Müslümanların Bulgaristan’a sığınması güvenliğimiz ve geleceğimiz için tehlike oluşturamaz, işte biz artık 600 yıldan beri beraber yaşıyoruz, geçinip gidiyoruz.” Diyemedi. Bu fırsatı değerlendirmesi gerekirdi. “Müslümanlardan da iyi adam var!” diyebilirdi ama demedi. Oysa çok konuştu da, Avrupa’daki durum hiç de onun anlattığı gibi değil. Bir defa Rusya’da 25 milyon Müslüman yaşıyor.


Makale ve Analizler - 2016

37

Bunların hepsi doğduğu toprağı öpen, işleyen, ekip biçen kardeşlerimiz. Haksız ayaklandıkları işitilmiş mi? Avrupa’nın en büyük camilerinden biri onlarındır, Moskova’da! Başmüftüleri 7 dil biliyor. Başlarında. Tataristan’ı, Kazan, Başkurdistan, Güney Ural, Volga Boyu ve Kafkas Müslümanlarını Nogay, Balkar, Karaçay, Çeçen, Dağıstan vsy. gidip görse iyi olur, insan ne kadar çok Müslüman kardeşle kucaklaşırsa o kadar açılır, ne kadar büyük camiye girerse zihinsel yüceler, yüksek minarelere çıktığında yüreklenir, kanatlanır... Gidip bunları bir görse iyi olur. 19.yüzyıl savaşlarında yorulmuş, nüfusu yaşlanmış olan Avrupa’ya daha fazla genç Müslüman gelmesini normal karşılarsak iyi olur. Müslümanlar gitti yere hayır ve bereket götürür. Onlar eski kıtaya yalnız kendi ayakkabıları ve başörtüleriyle değil, kendi gelenekleriyle, ellerindeki nasırlarla, aile içi münasebetleriyle, dini inançları ve yaşam kuralları, üstün bir Türk-İslam ahlakıyla geliyorlar. Akdeniz’i ve Ege’yi nasıl geçtiklerini, el ele verip Yunan kıyılarından Kuzey Denizine doğaya ayak uydurup nasıl yürüdüklerini gördük. Nedenler çok farklıdır. Onları samimi ve saygılı karşılayanlar, yüz çevirenler oldu. Sığınmacı olarak gelenler Avrupa’da yerli dili öğrenmek, çalışmak, bulundukları ortamın kurallarına uymak, çocuklarını iyi okullarında okutmak ve aynı zamanda kendi ahlak kuralları ve alışkanlıklarıyla yaşarken milli kimliklerini koruyup Müslüman kalmak istiyorlar. Göçlerin sosyal ve politik kökenleri ve nedenleri var. Şimdiki göç süreci bir yere kadar da, emperyalizmin sömürge sisteminin dağılmasından, hele de İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki gelişmelerden arttı. Avrupa ülkelerindeki iş gücü ihtiyacını karşılamakla başladı. “Arap Baharı”, Afganistan, Irak ve Suriye savaşları, Afrika çöllerinin sürekli Kuzeye kayması ve insanları Akdeniz kıyılarına sıkışması göçleri tırmandırdı. Bu konu, Bulgaristan’da yorumlanıp tartışılırken, ekonomik nedenlerden kaynaklanan göç dalgasının 2.5 milyon Bulgaristan vatandaşını da Batıya uçurduğunu, 700 bin kardeşimizin Türkiye’de çalıştığını dikkate almak istemiyoruz. Burada, önemli olan dışarıdan bize gelmesinler. Memleket baştan başa eşek dikenliği oldu, görmek isteyen yok... Savaşlar kadar tehlikesi yeni nedenler var. Siyasi ve çevreyle ilgili literatüre “iklim göçleri” diye bir terim girdi.


38

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Amerikan NASA iklim araştırmaları merkezi 1989 - 2012 yılları arasında Yakın Doğu ülkelerinde son 12 asrın en şiddetli kuraklık ve sıcağı yaşandığını saptadı. İklim faCIAsı bölgedeki iç savaşların nedenlerinden biri olarak değerlendiriliyor. 20. asrın kitlesel göçlerine gerekçe olarak gösteriliyor. Örneğin, Suriye’de savaşın patlak vermesinden önce yüz binlerce aile Şam, Halep ve Homs şehirleri çevresine taşınıp yerleşmişti. Bilindiği üzere, 2011 yılında Şam’da BAAS partisi hükümetine karşı ayaklanmaya sosyal temel bu göçmenlerin sorunlarıydı. Yorumlarında O.Oktay’dan şu verileri kullanmasını rica ediyoruz. Göç sorunu öyle sigara dumanına sarıp saklanacak bir sorun değildir. Bu bir Dünya sorunudur! Bir defa, kıtadan kıtaya göçler bir Bulgaristan - Türkiye ya da yalnız Türkiye - AB olmaktan çoktan çıktı. Müslümanlar dünyasını, Türk dünyasını, tüm dünyayı, hele eski kıtayı baştan başa ilgilendiren bir problem oldu. “Müslüman işgali, sığınmacı seli baskını” vb kavramlar ters algı uyandırır. Son hesap ise dünyamızı savaşa iter. Rakamlar konuşuyor: Alman hükumetinin resmi açıklamalarına göre, 2007’de bütün Avrupa’da 53 milyon Müslüman vardır. Bunlardan 16 Milyonu AB ülkelerinde, 25 milyonu da Rusya Federasyonu’nda yaşadı. Yani bundan 9 yıl önce de Avrupa ülkelerinde Bulgaristan nüfusundan 3 defa daha fazla Müslüman yaşıyordu. ABD nüfus araştırma ajansı PEW verilerine göre, 2010 yılında Batı Avrupa’daki en büyük Müslüman kitleAlmanya’daydı. (4.8 milyon kişi ve nüfusun % 5.8’i Müslüman’dı) İkinci sıradaki Fransa’da 4.7 milyon Müslüman nüfusun % 7.5’iydi. 2016’da AB’de ve bazı ana kentlerindeki durum ve eğilim: 1990’da % 4 olan Müslüman nüfus, 2010’da % 6 iken, 2030’da % 8 olacak.. Müslümanlar büyük şehirlere yığılıyor. Paris’te 1 milyon 700 bin; Londra’da ise 1 milyon Müslüman nüfus yaşıyor. Aynı zamanda Batı Avrupa’nın bazı ana kentlerinde Müslüman nüfus oranı oldukça yüksektir: Amsterdam da nüfusun % 14’ü; Antverpen’de % 16,9’u, Brüksel’de % 25’i, Birmingam’da % 26,9’u, Marsilya’da % 25’i, Stokholm’da % 20’si ve Koln’de % 12’si Müslüman’dır. Sofya’da da 25 bin Müslüman yaşıyor. Batı Avrupa’da Brüksel’in “Malenbeck” ve Paris’in “Sen-Deni”, Berlin’in “Kreuzberg” semtleri gibi büyük semtlerdeki Müslümanlar kalabalıktır. Müslümanların bu yerleşim yerlerinde camileri, cem evleri, dernekleri, pazarları, kahve ve pastaneleri, lokantaları, okulları, araştırma merkezleri, iş yerleri, TV programları, dergi ve gazeteleri vb vardır. Av-


Makale ve Analizler - 2016

39

rupa toplumuna yerleşen Müslümanların yerel idarelerle, belediyelerde, sendika ve partilerde görevler aldığı, vatandaşlık hak edenlerin seçime katıldığı, meclis üyesi olduğu bilinir. Günümüzde Londra Belediye Başkanı bir Hindistanlı Müslüman’dır. Eski göçler: Avrupa’da günümüzde 2. ve 3. kuşak Müslümanlar var. Avrupa kültürel ortamına artık iyice yerleşmiş ve uyum sağlamış olması gereken yeni kuşaktan söz ediyorum. Saldırgan propagandaya hedef olanlar var. 2012’den sonra DEAŞ saflarında savaşmayı arayan bir ruh hali içine düşenler hatta bu terör örgütünün Avrupa ağlarına takılarak Fransa, Almanya, Belçika ve İngiltere gibi ülkelerde terör olaylarına karışanları gördük. Bu durum çok derin sosyal ve psikolojik analiz gerektirirken, toplumsal bataklık birikiminin sık elekte süzülmesini zorunlu kılan yeni durum belirdi. Her sığınmacı ya da savaş kaçağı, çevreyle ilgili göçe zorlanmış kişiler terörist değildir. Onları topraklarından koparan mağduriyet ve zordur. Hele Müslüman biriyse teröre bulaşmamaya özellikle gayret eder. Korku kışkırtmaya gerek yok. Yeni sığınmacı akımları olmayacak diye bir şey yok. Yakın Doğu’dan, özellikle de Türkiye’deki sığınmacı kamplarından, bilhassa Arap ülkeleri ve Türkiye’deki nüfus patlaması sonucu yeni bir sığınmacı akımının hareketleneceğini beklemek doğal kabul edilebilir. Yaşama elverişli toprak karası % 7 olan, nüfusu her yıl 2 milyon artan ve artık 90 milyonu aşan Mısır’dan bir göç kafilesinin yola çıkmasını beklememek yanlış olur. Savaştan önce 22 milyon nüfusu olan Suriye’den, 35 milyon nüfuslu Irak’tan, 40 milyon nüfuslu Cezayir’den kaynaklanan göç dalgasının, toplam nüfusu 400 milyon olan bütün Arap dünyasından da hareketlenmesi muhtemel sayılmalıdır. Bu gerçeğin ana tetikçisinin günümüzde yerel savaşlar olduğunun tanıyız. Kuşkusuz savaş nedenlerden en önemlisi ama sadece biridir. Büyük tehlike Osman Oktay’ın gösterdiği yerde değildir. Oktay gibi ucundan siyasi yorumcular, göç konusunda, burnumuzun dibinde olan Akdeniz havzasındaki demografi faktörün belirleyici rolünü görmezden geliyor. Tarihte “su savaşları” olduğunu sanki bilmiyor. Şimdiki Yakın Doğu savaşlarının gerçek adının da “akaryakıt savaşı” olduğunu pas geçiyor. Varsa yoksa Türkiye, Ankara, Erdoğan ve “Büyük Tehlike.” Neredeyse sınır tellerine takılan tavşan ve tilkilerden Sayın Erdoğan sorumlu... Dünyayı ters yorumlamaktan ters sorunlar çıkar.


40

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Yanlış propaganda halkları böler, etnikleri birbirine düşman eder, devletlerin arasını açar. Yeni gerçeklikleri eski kavramlarla, basma kalıp ifadelerle ve güzlerimize siyah gözlük takarak ya da ona buna yaranmak için doğru yorumlayamayız. Kucağında çocuklu bir sığınmacı genç kadını durduran, eli silahlı askerin toleranstan söz etmesini kabul edemeyiz. Müslüman sığınmacılara domuz eti servis edilmesi ve bunlara benzeyen binlerce örnek hiçbir olayı kendiliğinden çözecek durumda olmadığı gibi, AB sınırlarının kale duvarlarıyla çevrelenmesi de çözüm olamaz. Çünkü tarih bu dönemleri çoktan yaşadı. Sığınmacı sorunları AB’den para koparmak için araç olmamalıdır. Oktay, Türkiye - Bulgaristan sınırında “sığınmacı seli” gerginliğinden söz ederken, “15 Temmuz’da siyasi istikrarsızlık yaşayan Türkiye’nin yeni bir hareketlenme halinde bu seli durduramayacağı” endişesini paylaşırken, neredeyse alarm çanları çalıyor. Bir defa insanoğlu olmamış olandan korkmaz. Üstüne bizim atalarımız, kötü olanda bile bir hayır vardır, dememişler mi? Pompalanan endişe Başbakan Borisov’un “Yavuz Sultan Selim” köprüsü açılışında Berlin’de Başbakan Merkel ile görüşmeye taşıdığı havada da vardı. Bu havayı o “Franckfurter Algemaine Zeitung” gazetesine verdiği demeçte yaşattı. Her yerde ve her zaman Türkiye-Bulgaristan tel örgülü sınırını güçlendirmek için para istedi. Bu sınıra 3 metre duvar az gerildi. Denizden yeni sığınmacı akımına karşı modern zırhlı botlar alındı. Bulgar ordu birlikleri sınır muhafızı oldu. Tüm bunlara şimdi 10 metre arayla 2 kat daha tel örgü eklenmesi sayıklanıyor. Korku dağları besler mantıyla konuşanlar, 8 metre geniş ve 4 metre derin içi su dolu hendekler sayıklamaya başladılar. Bazı yamaçlara duvar örülmesi vb istekler eklendi. Merkel ile görüşmelere 28 AB devletinin Türkiye ile imzaladığı göçmen selini durdurmaya karşı Türkiye vatandaşlarına “1 Ekim 2016‘dan başlayarak AB ülkelerine vizesiz giriş çıkış rejimi uygulanması konusunda “özel fikir” sahibi olan Avusturya, Slovenya ve Bulgaristan Başbakanları aralarında beyin fırtınası yaptı. Ne var ki, imzalanan ortak bir AB anlaşmasıdır. Ayrı ayrı imza sahiplerinin uygulamada yeni değişikler talepte bulunma hakkı yoktur. Buna rağmen, Borisov, Berlin’de Türkiye ile kara sınırını “güçlendirmek” için “ödenekler” vaadi elde edebildi. Osman OKTAY ise, “Türkiye’de iktidar zayıf”, “ikinci bir askeri darbe denemesi olabilir,” diyecek kadar alçalabilmiştir.


Makale ve Analizler - 2016

41

Sürünmenin ücretini bilmek isterim. Bu arada, Slovenya’nın da katıldığı, “Vişegrad Dörtlüleri” adlı grup, Çek, Macaristan ve Polonya, Bulgaristan’a Yunan sınırına da tel örgü gerin, parasını ödeyelim, dediler. Borisov, AB iç sınırı olduğu gerekçesiyle, kabul etmedi. Nedir bu Müslüman korkusu Yarabbi! Seçim yaklaşıyor. “Göçmen Seli Baskını” güvenli bir propaganda formülü olarak bulundu gibi. Bu sınırı büyük haç koruyamadı. Duvar da koruyamaz. Bu sel nereden gelebilir? Onlara göre, Türkiye’den! Ateş yandı. Bacayı sarmasına yol vermeyelim. Saygılarımla iyi günler dilerim.

Osmanlı Bankası Baskını

Celal Öcal-29.Ağustos.2016

Ermeni Terör Örgütü’nün Osmanlı Bankası Baskını unutmadı, 120’nci yılında banka önünde düzenlenen Basın Toplantısıyla lanetlendi. Basın bildirisini 15 Temmuz 2016 FETÖ darbe girişiminin benzeri olay ,120 yıl önce İstanbul’da Ermeni terör örgütü Taşnak tarafından Osmanlı Bankasına baskını burada meydana geldi. Bu olay 120 yıl sonra ilk defa anılıyor. Basın toplantımız ,unutulmuş bir kanlı baskını 120 yıl sonra gündeme getirmekle, Türk ve Türk Devleti düşmanı zihniyete dikkat çekiyor ,120 yıl önce Ermeni Taşnak çetesinin katlettiği askerimizi,polisimizi,masum halkımızı saygı ve rahmetle anıyoruz. 1856 yılında kurulan İngiliz sermayeli Bank-ı Osmani ile 1862 istikrazını üstlenen Fransız mali grubunun ortaklığıyla 1863’de İstanbul’da Bank-ı Osmanî-i Şahane adıyla kurulan, uzun yıllar Osmanlı İmparatorluğunun resmi bankası ve hazinedarı olarak görev yapan banka: İmparatorluk genelinde birçok


42

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

alt yapı yatırımını destekledi.Yaygın şube ağı sayesinde piyasa ile ilişkilerini arttırarak ticari bankacılıkta önemli yer edindi.Bir dönem devlet adına para basma yetkisini de kullandı. 1856 Londra,İstanbul,İzmir,Kalas (Dobruca),Beyrut’dan başlayarak ,Bükreş, Selanik, Aydın, Afyon Karahisar, Manisa, Larnaka, Isparta, Paris, Antalya, Port-said, Antalya, Ruscuk, Edirne, Bursa, Şam, Filibe, Lefkoşa, Limasol, Varşova, Nazilli, İstanbul - Yeni Camii, Adana, Konya, Sofya, Denizli, Muğla, İstanbul - Beyoğlu, Balıkesir, Uşak, Samsun, Trabzon, Ruscuk. olmak üzere 1892 yılına kadar Bank-ı Osmanî-i Şahane 32 şube açtı. 27 Mayıs 1892’de Mimar Alexandre Vallourye’nin planını çizdiği İstanbul Galata’da kendi merkez binasına taşındı. Yurt dışında tezgahlanan, Ermeni Patriği İzmirliyan’ın onayladığı terör planı çerçevesinde, İstanbul’un birçok yerinde silah, bomba depolanmış, Babıâli (Başbakanlık), Credit Lyonnais Bankasının, Voyvoda ve Galatasaray Polis Karakolları, Aya Triada Rum Kilisesi’nin havaya uçurulmasının hazırlığı yapılmıştı. Baskına katılanlar Rus pasaportuyla Türkiye ye gelmişlerdi.Taşnak komitesinin İstanbul temsilcisi Melik Yusufyan Kafkasyalı bir ermeniydi. Bank-ı Osmanî-i Şahane’ye 26 Ağustos 1896 günü altmış kişilik Taşnak Ermeni çetesi, saldırıda bulundu.Çatışma başladı. Ellerinde silahlar,bombalarla Osmanlı Devletinin bankası basıldı. Banka müdürünün odasına girdiler, Rus ve Fransız tercümanların aracılığı ile şartlarını yazdırdılar. İleri sürdürdükleri şartlar günümüzün PKK sının şartlarına benziyordu, Kopardıkları yaygara ile Batı devletlerinin müdahale edeceklerini umuyorlardı. Galata ve civarı askerlerle kuşatıldı. Çete kayıp vere vere binanın en üst katına kadar çekilmek zorunda kaldı,reisleri öldürüldü.On yedi kişi kaldılar. Osmanlı güvenlik güçleri (30 saat gibi) kısa sürede banka içindeki çete mensuplarını tesirsiz hale getirdi. Teslim olmaktan başka çareleri kalmamıştı. Ermeni çetesinin banka dışındaki mensupları paniğe kapıldı ,planladıkları diğer stratejik yerlere baskını gerçekleştirmeye cesaret edemedi. Bu hadise İstanbul’u günlerce korku içinde bıraktı. Ermeni Taşnak çetesi Osmanlı Bankasına saldırıyı içten ve dıştan yapmayı planlamış,bir grup çete mensubu Samatya ve Galata Patrikane kiliselerine gizlenmiş,pusuda bekliyordu.Gözleri Marmara ufuklarına dikili İngiliz donanmasını gözlüyorlardı. Aldatıldıklarını anladılar. Banka baskınının netice vermediğini görünce hükümetin merhametini dilediler. Yabancı devletler araya girdi. Osmanlı Bankası Baskınını gerçekleştiren Ermeni çetesiyle yapılan görüşmeler neticesinde, Sultan Abdülhamid işgalci çetenin , hiçbir şartını kabul etmedi.


Makale ve Analizler - 2016

43

Banka müdürünün yatıyla yabancı gemiye geçen çete mensuplarının gitmesine (Marsilya) izin verildi. Banka baskını faillerini sefaretleri vasıtasıyla himaye eden İngiliz,Fransız ve Rus hükümetleri hadiseyi örtbas etti. Bomba ve en son sistem silahlarla mücehhez komitecilere karşı,Türk halkının taştan ve odundan başka silahı olmadığı halde, her ne hikmetse,Türkler ellerindeki sopalarla,modern silahlı Ermenileri öldürdüğü teranesi Avrupa basınında ayyuka çıktı. Osmanlı İmparatorluğunun resmi bankasını basmaya ,çok sayıda asker,polis ve masum halkı öldürmeye cüret eden Ermeni çetesinin bu kanlı eylemi, Ermenilerin Türkler tarafından toptan öldürüldüğü şeklinde dünyaya yansıtıldı. Ermeni terörü faillerine Padişahlar,hükümetler eliyle caydırıcı cezaların verilmediği Ermeni terörü , 8 yıl sonra İkinci Sasun İsyanını, 9 yıl sonra Yıldız Camii önünde Padişah II.Abdülhamid’e suikasti gerçekleştirildi ve Ermeni Terörü artarak devam etti. Ermeni terör örgütleri her zaman her zeminde zalim, saldırgan ve kan dökücü bir tavır sergilerken, Türk milleti her zaman mazlum ve nefis müdafası yapma durumunda kaldı.Baş kaldıran ve tecavüz mevkiinde bulunan daima Ermeni azınlığı oldu. Ermeni Türk kanı dökerken “sen öldürdün” dedi, imha etti, yüzü kızarmadan Türk’e soykırımcı damgası vurmaya yeltendi. Çocuklarını ve gençlerini Türk düşmanlığı ve kini ile besledi. Din adamları elleri kanlı birer komiteci oldu. Kiliselerini cephanelik ve silah deposu yaptı. Bağlı olduğu dış merkezden Ateş emri çıkar çıkmaz, harekete geçti. Ancak hadiseler dünya kamuoyuna aksettirilirken,daima tablo tersine çizildi,Türk zalim,Ermeni mazlum olarak gösterildi. Kan dökücü Ermeni Taşnak çetesi Osmanlı İmparatorluğu’nun resmi bankasını basma cüreti gösterdi. Günümüzde Garanti Bankasının sorumluluğunda bulunan bu bina, Osmanlı Bankası Müzesi ve her gün yüzlerce öğrencimizin yararlandığı kütüphane olarak hizmet vermektedir. Binanın içinde ve dışında, merdivenlerinde,salonlarında 120 yıl önce Ermeni çetesinin öldürdüğü masum halkımızın izleri yaşamaktadır. Buradaki Ermeni terör örgütünün bıraktığı izler, 120 yıl sonra tekrarlanan 15 Temmuz FETÖ darbe girişimiyle yapılmak istenen Türk Devletini yıkma teşebbüsüyle aynıdır,lanetliyoruz. Türk Dünyası Kültür ve İnsan Hakları Derneği Başkanı Celal Öcal


44

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Kutlamaların Acelesi Yok

29.Ağustos.2016

Konu: “Bugün Türkiye Başkanı bölgenin ve dünyanın geleceğini elinde tutuyor. O bunun bilincindedir. Atacağı tek imzayla tarih yazabilir.” Andre Vlçek. Rus asıllı olup hayatının daha uzun bölümünüNew York’ta geçirmiş, bütün kıtalarda yaşamış ve çalışmış bir gazeteci, film yapımcısı ve yazardır. Birçok ülkedeki savaşları ve çatışmaları yansıtmıştır. Son kitapları: “İmparatorluk Yalanlarının İç Yüzünü Açığa Vurmak” ve “Batı Emperyalizmine Karşı Savaşım” Telessur ve Pres TV için belgeseller çekiyor. Uzun zaman Latin Amerika ve Pasifik bölgesinde kaldıktan sonra şimdi Yakın Doğu’yu yansıtıyor. Bir çok insan, Batıya olan psikolojik, politik ve ekonomik bağımlılığını tuzla buz etmek için NATO’dan ayrılmaya hazırlanan bir Türkiye görmek ve bunun gerçek olmasını isteyen büyük sayıda insan var. Recep Tayyib Erdoğan ve onunla beraber olanların ABD ve AB ile kavga ettiği şu dönemde, Türkiye’nin dünyadaki konumlarını titiz bir yaklaşımla yeniden değerlendirebileceği, Rusya ve Çin’le olan ilişkilerini pekiştirebileceği, Suriye Başkanı Başar Esat ile tarihsel dostluğunu yeniden tesis edebileceği ve İran’la ilişkilerini iyileştirebileceği umudu beklenmedik bir şekilde yeniden doğdu. Böylesine birden bire ve böylesine beklenmedik bir şekilde bunlar gerçekten olabilir mi? Eğer Türkiye BRİKS’e gelişi-güzel katılırsa, NATO’dan ayrılmayı kararlaştırırsa, Batı’nın ölümcül kucağı ile baş edebilirse, bütün dünya değişecektir! Çevremdekiler bir yandan artık kutluyorlar. Fakat ben henüz onlara katılmıyorum. Beklemekteyim. Türkiye’yi iyi bilen biriyim. 20 yıldan uzun bir süre Türklerle yakın işbirliği yaparak çalıştım. Kitaplarımdan beşi tercüme edildi ve orada basıldı. İstanbul’da birçok TV kanalına çıktım. Doğruyu söylemem gerekirse, Türkiye’yi ne kadar daha fazla tanıdıkça, o kadar da az anlayabildim!


Makale ve Analizler - 2016

45

Yeryüzünün en karmaşık ülkelerinden biridir Türkiye. Öngörülebilmesi imkânsız, çelişkiler yumağı ve bağlaşıklıkları sürekli değişen bir ülkedir Türkiye. Hiçbir şey yüzeyde göründüğü gibi değildir. Dipteki akımlar da birçok kez birbirine karışıyor, birbirinden ayrılıyor hatta yön değiştiriyorlar. Türkiye üstüne namuslu ve dirin yazmak, mayın tarlasında koşmak gibi bir şeydir. Sonunda her defasında yanlış yere çıktığımızı anlarız! Söyleyeceklerinin önemine bakılmaksızın, Türklerden birçoklarını mutsuz edebilirsin. Bu çok önemlidir, çünkü burada nesnel hakikat sanki hiç de basit değil. Değişik “kamplar” birbiriyle anlaşamıyorlar. Bu köklü ve Vladimir Putin ve Recep Erdoğan, Sankt Peterburg, 9 Ağustos 2016 hararetli bir anlaşmazlıktır. Bundan dolayı, birçok yabancı (himaye altında olan) yorumcu ve analizcinin Türkiye’de son dönemde baş gösteren olaylarla ilgili değerlendirmelerinde değişikler yapmalarına hiç de şaşmadım. Onlardan bazıları kesin görüş beyan etmeye de uzandılar. Türkiye’yi iyi tanımayanlar gerçekten de artık kutlamaya başladılar. Sanki onlar her şey artık tamamen anlayabildiler. “Türkiye Cumhurbaşkanı rota değiştirdi ve Türkiye Suriye sınır üzerinde düşürülen uşakla ilgili Rusya’dan özür dilemeye karar verdi. Ardından Batı ölümcül bir askeri darbe denemesi örgütledi. Erdoğan: “Bu kadar yeter!” dedi. Darbe denemesinin iplerini çekip çıkardı. Putin ve Rusya ile kucaklaşmak için Sankt Peterburg’a gitti.” Her şeyin bu kadar basit olmasını ben de isterdim. Ben de kutlamalara hemen katılmayı çok isterdim. Oysa ben bilgisayar başına çökmüş, çok sevdiğim ve yıllardan beri algılayamadığım Türkiye’yi yeniden anlatmaya çalışıyorum. *** Ben Tayyib Erdoğan’la, onun en büyük Türk şehrinin Belediye Başkanı olduğu zaman, Refah Partisi’nin İstanbul ofisinde görüştüm. Görüşmemiz 90’lı yılların sonlarına rastlar. Ben o dönemde Sarayevo, Pale, Belgrat ve cephe hattı arasında gidip gelerek Yugoslavya’ya Savaşını yansıtırken canımı kurtarmakla meşguldüm. Tanıdığım gazetecilerden çoğu Viyana’ya kadar trenle yolculuk etmeyi yeğlerken (uçak seferi yoktu, yabancılara araba sürmek yasaklanmıştı), sanki yıllık izne çıkmışlardı. Bu durumda ben, İstanbul, Edirne Bulgaristan yolcu tre-


46

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

niyle yolculuk ediyordum. Balkanları hakikatten iyi tanımak istiyorsam ki istiyordum, o zaman Osmanlı İmparatorluğunu topraklarını tanımak ve onunla ilgili daha fazla bilgi sahibi olmam gerektiğini biliyordum. Son haftalarda Sayın Erdoğan, orta ve yüksek sınıftan – İstanbul’un Batı yanlısı Laik sakinlerinden birçoğunu dehşete düşürmeyi başardı. Her zaman Avrupa yolu arayan bir ana şehirde o bir İslamcı Parti ile bağlıydı. Ne de olsa, bazı köklü sosyal reformları gerçekleştiren o oldu, atıkları yeniden kullanmadan altyapısına kadar mega şehirde köklü değişiklikler yaptı. Birleşmiş Milletlerin yeniden yapılandırma programından güçlü destek aldı. Ne söyleyeceğini işitmek için onunla görüşmemi kabul etti. Bir dini fanatikle yüzleşmeyi umarken, karşımda çok bencil, işi başından aşkın ve faydacı bir siyasetçi, bir halkçı buldum. “Türkçe konuşuyor musunuz?” diye sordu, selam yerine. “Yetersiz” dedim ve ekledim: “Yalnız birkaç söz.” Evet sizin Türkçeniz yetersiz, fakat benim partimin (Refah Partisi) adını, aksansız, mükemmel telaffuz ettiniz. Bu bizim ne kadar önemli ve yeri doldurulamaz olduğumuz bir kanır değil midir? *** Bundan tam emin olmadığımdan... onu anlamaya, onun mantığını izlemeye çalıştım. Karşımda duran ve kendisini aşamadığım ve egosunun yolunca ilerlemeye karalı bu kişiyle İstanbul’da yüz yüze olmaktansa, o an Yugoslavya savaş hendeklerinden birinde kendimi daha iyi hissedeceğimi düşündüğümü, itiraf ediyorum. Ve o işini görmeye devam ediyordu. Türkiye halkının daha çoğu oyunu ona veriyordu, 2013’te Başbakan oldu ve 2014’te Türkiye Cumhurbaşkanı seçildi.. *** İslamcı olsa da olmasa da, 2003’ten beri Erdoğan Batı tarafından dışlanmadı. O, Batı’nın en güçlü askeri örgütü olan NATO’nun koşulsuz ve kesin üyesi olan Bulgaristan Başbakanı ülkesinin lideriydi. O bu bağları koparBoyko Borisov ile maya asla yeltenmedi. Türkiye Cumhurbaşkanı Türkiye, Batı ile ya da onun ortakları Recep Tayyip Erdoğan görüşmesi, veya “bağımlı” devletlerle, süreli küçük İstanbul, 26 Ağustos 2016.


Makale ve Analizler - 2016

47

sürtüşmeler yaşasa da, askeri müttefikliğin geleceğine tehlike oluşturan bir şey olmamıştı. Gemi mürettebatından bazı kişilerin ölümüyle sonuçlanan, Gazze’ye insani yardım taşıyan Türk gemisi “Mavi Marmara”ya yapılan saldırıdan sonra, 2010 yılında Türkiye ile İsrail ilişkileri genelde sözlü, ama ciddi bir buhran yaşadı. Askeri ilişkiler kesilmedi. Örneğin, Türkiye Konya yakınındaki askeri hava üssünde İsrail pilotu eğitmeye devam etti. Çok fazla çelişkili bir durum yaşandı. *** Türkiye’de “Kimin kim olduğunu anlamak!” çok zordur. Bağlılıklar değişiyor. Kişiler ve örgütler de durmadan değişiyor. İddialara göre, ABD Devlet Sekreterliği yıllarında Türkiye ziyaretlerinin birinde Hillary Clinton, Türk hükümetinden bir sosyalist ve milliyetçi yayın olan “Aydınlık Gazetesi”ni kapatmasını istemiştir. “Aydınlık” ta birkaç söyleşi yapmıştım, onlar da benden mülakat aldılar. Dostum ve Türk belgesel filmciliğinin üstadı sayılan Serkan Koç’un da çalıştığı “Ulusal Kanal” ile işbirliği yaptım. Türkiye’de Kemalistler’den daha çoğu ve milliyetçi kesim Kürtlerin bağımsızlık ya da her hangi bir tür otonomi savaşına karşıdır. Onların hepsi güçlü, laik, bağımsız ve egemen Türk devleti olması gerektiğine inandıklarından, PKK hepsi için bir terör örgütüdür. PKK için farklı görüşler var. Ortak noktada, herkes aşırı milliyetçi bir Kürt örgütü nokrasında buluşuyorlar. Diğerleri onu emperyalizmin beşinci “kolordusu” olarak gösterirken, CIA aşısı olduğunu savunanlar da çok. Türklerin tek noktada buluşamadıkları yalnız “Kürt sorunu” değildir. Sözüm ona “Ermeni soykırımı” diyecek olsan, kendini hemen yukarıda değindiğim mayın tarlarının tam ortasında bulursun. Türk solu da ekseri “soykırım” sözünü işitmek bile istemiyor. Siz, görüşmelerinizde sohbete Kürt ya da Ermeni “problemi” sokarsanız, bir gecede dostlarınızın daha fazlasını bir gecede kaybetmiş olursunuz. Kafa karıştırıcı! Daha kötü olan da var. Karışıklığı tamamen anlayabilmek için 2014’te Avrupa kısmında, İstanbul’dan 80 km uzak olan “Silivri” cezaevine gittim. O zaman bu çok güvenli tesise büyük sayıda Türk general, albay ve değişik rütbelerde subayla, aydın ve militan kapanmıştı. Onlar kod adı “Balyoz Harekâtı” olan, 2003 yılında yapılmak istenen, bir laik askeri darbeye katılmaları muhtemel olduğundan dolayı içerdeydiler. Bu generaller kimdi? Onların tutuklanmasını gerektiren olaylar hangileriydi?


48

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Onlardan bazılarının aileleriyle görüştüm. Tanıklarla konuştum. Kimileri Erdoğan’a ve onun AK Parti’sine karşı konuştular. Çok küçük bir kısmı Türkiye’nin NATO üyeliğine karşı çıkarken, diğerleri Avrupa Asya projesini destekliyordu. Gerçek nedenleri ne olursa olsun, hükümet generalleri ve onlarla olanları uygunsuz hatta tehlikeli buldu. Onlara karşı açılan dava uydurmaydı, ülkede ve dış dünyada sert tepki almıştı. Fakat Erdoğan’ destekleyen, ülkeden kovulan ve (o zaman) AK Parti’nin çok yakın müttefiki Fetullah Gülen tarafından yönetilen, çok güçlü bir İslam hareketi -cemaat- vardı. 1914’te AK Parti ile Gülen birbirine düştükten sonra, sanıklar tutuk evlerinden salındı ve toplam sayıları 236 olan tüm tutuklular 31 Mart 2015 günü aklandı. Ve şimdi Cumhurbaşkanı Erdoğan, başarısızlıkla sonuçlanan en yeni askeri darbe kalkışmasının ardında Fetullah Gülen’ın durduğu suçlamasıyla ABD’de bulunan Türkiye’ye iade edilmesinde ayak diriyor. Belki de zaten harman karman çorman olan işlerin daha da karışması için olacak, sol kanattan tanıdığım Türk gazeteciler daha 2012’de benden bu dini hareketin -cemaat- araştırmamı rica etmişlerdi. O zaman ben Afrika’da bulunuyordum ve onlar Afrika kıtasında okullaşmalarını ve her türden sapık tehlikeli aşırı din öğretilerinin yaygınlaştırılmasıyla cemaat etkinliklerini irdelememde ısrar ediyorlardı. O yıllarda Fetullah Gülen Türkiye’de AK Parti’sine yakın kabul edilirken, amerikancı olarak biliniyordu. Bilindiği üze AK Parti’nin “Yeni Osmancılığı” bir ara biraz kontrol dışına taşmıştı. Batı endişelenmeye başlamıştı. Öyle de olsa, Türkiye Batı siyasetini ve onun Yakın Doğu’daki emperyalist siyasetini destekliyordu. Çok yakın geçmişe kadar (şimdi kanlı düşman olsalar dahi) AK Parti’nin izlediği bu siyasette yakın müttefiki Fetullah Gülen’di. Benim yakın dostum, yazar, tarihçi ve gazeteci Yiğit Günay, 15 Temmuz 2016 darbe denemesinden önce şu açıklamada bulunmuştu: “Siyasete “neo-Osmanizim” demişlerdi. AK Parti hükümeti ya da Türkiye kendisi, Batı emperyalizminin bölgedeki taşeronu olarak çalışacak ve yine bu bölgede bir altüstenci olarak kendi etki alanını kendisi genişletecekti. O zaman Birleşik Amerika’da üstlenmiş olan Gülen hareketi de etkindi. Şu an hükümetle cemaat hareketi birbirine düşmandır, fakat eskiden iç içeydiler. Gülen hareketi Afrika kıtasında olağanüstü aktifti, çünkü onların şan şöhret yaratmak için kullandıkları ana araç okul ve üniversite açmaktı. Onların parası bol! Okuduğum bir rapordan, 2013 yılında “Hizmet” hareketinin Birleşik Amerika’da 130 “çartır okul” (bu, Birleşik Amerika ile Kanada’da


Makale ve Analizler - 2016

49

devletten mali yardım alan fakat özel yönetilen okullar için kullanılan bir terimdir) sahibi olduğunu öğrendim. Çartır Okul sahibi olanlar Birleşik Amerika vergi mükelleflerinin ödediği paralardan milyonlarca US Dolar destek alırlar. Öte yandan bu okullar çok iyi örgütlenmiş olup, büyük şirketler kurmuşlar ve zengindirler. Ve onlar kontrollerinde olan bu zenginlikten varlıklarını katlamak için yararlanır.” “Arap Baharı” patladığında Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti oldukça tereddütlüydüler. Amerika kendilerine “Endişelenmeyiniz, olayların arkasında biz varız,” diyene kadar, ne olduğunu pek anlayamamışlardı... NATO savaş uçakları Libya’yı bombalamaya başladığında, Erdoğan bir konuşma yaptı ve yaklaşık olarak şöyle dedi: “Şu NATO’nun yaptığı nedir Allah aşkına, Libya’yı bombalıyor.” İki gün sonra bu ödeve Türkiye de katıldı. Amerikalılar ona: “Ne olduğunu görmüyor musun?” deyince, o da hemen fikrini değiştirdi! Barak Obama ve Bu gelişmenin ardındaki fikir şuydu: Recep Tayyip Erdoğan, “Aslında Arap Baharı AK Parti için yaParis, 1 Aralık 2015. rarlıdır. Bunun bir adı da, bütün bölgede rejimlerin yenilenmesidir. Yeni rejimler öncelikli olarak İslamcıydı ve böylece AK Parti bu rejimler üzerinde etki kurmada başarılı olabilirdi.” Yukarıda açıklamak amacıyla yazdıklarımın hepsi Türkiye siyasetinin çok bileşik ve çapraşık olduğunu kanıtlayabilmem içindir. Burada devamlı ve daimi olan bir şey sanki yoktur. En uygun mecaz olarak “yer değiştiren kum teperi” demek geçiyor aklımdan. *** Bu yolda Türkiye’nin yönelimi nereyedir? Türkiye’nin Doğuya dönmesi gerçekten mümkün olabilir mi? Umutlar büyüktür. Bu umutlar bir yere kadar haklı da sayılabilir. Fakat benim aklımda bir şeyler olduğu için kutlamalarla acele etmiyorum. Batı, Türkiye’nin yitirilmesi onun jeopolitik çıkarlarına çok büyük bir darbe olacağının bilincindedir. Yeryüzünün en stratejik bölgesinde bulunan bu büyük devleti elden kaçırması ve tasını tarağını toplayıp barışçı ve problemsiz gitmesi, akıl erecek gibi değil.


50

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Türkiye Cumhurbaşkanı Batı baskıları karşısında geri adım atmazsa, o devletini NATO’dan büyük bir kararlılıkla çekip alırsa, (50 US nükleer silahının korunduğu) “İncirlik” askeri üssünü kapatırsa ve ardında Türkiye’de bulunan bu askeri tesisleri Rusya’ya açarsa, Batı’nın tüm bunlara güçle hatta çok kaba bir şekilde karşı koyacağını düşünebiliriz. Bu defa menüde ne olabilir: Katletme denemesi, yeni bir askeri darbe ya da dış güçler tarafından kışkırtılan isyanlar mı? Bilemiyorum. Fakat dere gibi kan akıtılacağını şimdiden söyleyebilirim. Bu durumda Türk entelektüelleri hangi tarafta olacaklar, şu bilinen aktörler, yazarlar, bilim adamları ve gazeteciler ne yapacaklar? Onlar çok cesur insanlar. Çomski ile yazdığımız son kitapta onlar hakkında “yeryüzünün en cesur yaratıcıları” dedik. Soru şudur: Onların gerçek siyasi aidiyeti nerededir? Birçokları Paris, Londra, New York, Berlin’ne bakıyor. Onlardan birçokları kimden ilham alacaklarını bilemiyor bugün. En fazla ün yapan iki Türk yazar Orhan Pamuk ile Elif Şafak, ruhlarını Batıya satmış karalama ustası olarak kabul ediliyor ve Türkiye’yi kendilerine para veren yabancı yayımcı ve okurların arzularına göre anlattıklarını vurgulamaktan çekinmiyorlar. Genç Türkler arasında önemli bir bölüm, yeni devrim eğilimlerini, hükümetleri ve sivil toplum örgütlerini yerinde öğrenmek için Latin Amerika’ya gidiyorlar. Asya’ya gidenler de var. İstanbul’da oturan Türk entelektüeller onların Atinalı bencil ve varoş zihniyetli meslektaşlarına kıyasla çok daha kozmopolit ve geniş dünya görüşüne sahip kişilerdir. Fakat Türkiye şehit nüfusunun daha büyük kısmı için Avrupa sekülarizmi ve liberalizmi ana değer yargısı ve hedeftir. Bu kesin “NATO’ya karşı” ve “ABD dış siyasetine karşı” olsalar da, birçok kez tam olarak neyin taraftarı olduklarını anlayabilmek güçtür. Hükümet, NATO’ya bir tekme vurmaya ve onun yerine Rusya ve Çin’le yakınlaşmaya karar verse, bu kesim onu destekler mi? Türkiye’nin BRİKS ülkelerine karılmasını isterler mi? Erdoğan deneyimli ve pragmatik siyasetçidir. O, ticareti ve “bozuk paraları” iyi biliyor. O, hem Batı hem de kendisine karşı başkaldıranlar için ülkesinin gerçek değerini çok iyi biliyor! Onun ülkedeki saygınlığı çok yüksek. Vatandaşların % 70’i destek sağlıyor. 15 Temmuzda yapılan darbe denemesini kışkırttığı ya da desteklediği için olsun veya bu bunalımda Türkiye’nin yasal hükümetini desteklemek için hiçbir şey yapmadığından ötürü Batıya yönelttiği eleştirinin “maral surları” gözle görülüyor.


Makale ve Analizler - 2016

51

Ve şimdi artık Batı tehlikeyi ciddiye almaya başladı. Bugüne kadarki gelişmelere dayandığımızda, Erdoğan’ın Washington, Berlin ve diğer Batı başkentleri ile çok ağır pazarlıklara oturabilir. Yakın geçmişte Doğuya doğru rota değiştirme bu işte çok ciddi bir blöf olabilir. Bunu hem Obama hem de Putin biliyor. Türkiye’de depolanmış nükleer füzeler için Amerikanın pek endişeli görünmemesinin nedeni budur. Bu yüzden de Putin Sankt Peterburg görüşmesinde Erdoğan’a çok saygın davrandı. Şimdi herkes Türkiye’nin atacağı yeni adımı bekliyor. Erdoğan acele etmeye bilir. Zaman onun lehinde çalışıyor. Şimdi o, kendi çıkarlarını elde edebilmek için, iki cepheyi birbirine karşı ayağa kaldırabilir. Hangisi daha yararlı olacaksa onu seçebilir. Türkiye, öneriler arasında seçim yaparken, Doğu’dan gelen tekliflerden çok daha büyük bir yeni Batı teklif beklemekte haklıdır. Yukarda da yazdığım gibi, ben Türkiye’yi anlamakta bugün de zorlanıyorum. Bazı Türk dostlarımdan aldığım yazılarda, onların da kendi ülkelerini anlamakta güçlük çektikleri görüşüne rastlıyorum. Türkiye’de her şey hemen değişebilir. İnsanlar da değişir. Çağdaş Türkiye’nin pragmatik atası Mustafa Kemal Atatürk, gerçekten büyük bir Türk milliyetçisidir, fakat o aynı zamanda “laik Batı”dan güçlü etkilenmiş biridir. Bir de o, Türk ulusunu güçlü, birleşmiş, bağımsız ve egemen kılmak için Batı güçlerine karşı savaştı ve bu savaşta Sovyetler Birliği’nde büyük ölçüde askeri ve ekonomik yardım almak zorunda kaldı. Bugün Türkiye Başkanı bölgenin ve dünyanın geleceğini elinde tutuyo. O bunun bilincindedir. Atacağı tek imzayla tarih yazabilir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çok iyi bir karar alacağına inanıyorum ve bunun için özel seçim köpüklü şarap şişemi buzdolabında saklıyorum. Buz gibi ve patlatmaya her zaman hazır koruyacağım. Yakın bir zamanda mantar patlayıp tavana vuracağına kesin inanıyorum. Kaynak: COUNTERPUNCH Çeviridir.


52

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Milli Mücadeleyi Taçlandıran Büyük Zafer’in 94. Yılı Milletimize Kutlu Olsun

Dr. Sakin Öner-30.Ağustos.2016

“Ya istiklal ya ölüm!” Parolasıyla Istiklâl Savaşı’nı başlatan ve “Hatt-ı müdafaa yoktur, sath-ı müdafaa vardır; o satıh bütün vatandır” diyerek Milli Mücadele’nin boyutlarını ortaya koyan Türk Orduları Başkomutanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk 26 Ağustos 1922’de başlattığı Büyük Taarruz’u 30 Ağustos 1922’de Dumlupınar’da kazandığı Büyük Zafer’le

taçlandırdı. Ulu önder bu zaferden sonra 1 Eylül 1922’de “Türkiye Büyük Millet Meclisi Orduları” hitabıyla başlayan tarihi beyannamesini yayınladı ve “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir. Ileri!” emrini verdi. Böylece Milli Ordu’nun 9 gün sürecek ve 9 Eylül 1922’de Izmir’de düşmanın denize dökülmesiyle sonuçlanacak tarihi yürüyüşü başladı. Yeni nesillerin Osmanlı devletinin ömrünü tamamladıktan sonra bu enkazdan yeni Türk devleti Türkiye Cumhuriyetini yokluklar içinde kan ve can pahasına kuranları unutmamaları, rahmet ve minnetle anmaları gerekir. Bu duygu ve düşüncelerle bu toprakları özgür bir vatan olarak bizlere emanet eden büyük Atatürk, silah arkadaşları ile kahraman şehit ve gazilerimizi rahmet, minnet ve şükranla yadediyorum. Ruhları şad, mekanları cennet olsun. 30 Ağustos Zafer Bayramımız kutlu olsun.

Suriye’deki Varlığı Kabul Edilemez

Alptekin Cevherli-30.Ağustos.2016

ABD yönetimi açıklama yapmış, “Türkiye’nin Suriye’deki varlığı ve ‘teröristlere’ karşı yürüttüğü operasyonlar kabul edilemez”miş. (Tabi terörist demiyor da YPG diyor, yani PKK’nın Suriye kanadı) Adama önce aynaya bak derler, değil mi?


Makale ve Analizler - 2016

53

Eruh baskınından bu yana 40 bine yakın vatandaşını PKK teröründe kaybetmiş bir ülkeye söylenebilecek son sözü, anlı şanlı müttefikimizin söylemesi elbette “kabul edilemez!” Tarihimiz, özellikle de Osmanlı Devleti’nin son 300 yılı Batı tarafından verilmiş de tutulmamış sözlerin adeta çöplüğü gibidir. Her seferinde fiili durum, zamanla hukukileştirilerek ülkemiz zarara uğratılmıştır. Balkanlar’ı kaybımız böyledir, Kıbrıs’ı kaybımız böyledir, Afrika’yı kaybımız böyledir... Bu hastalık Cumhuriyet döneminde de bir süre sonra nüksetmiş ve zamanımıza kadar gelmiştir. En son olarak da Türkiye’nin kırmızı çizgilerinin Kerkük’te peşmerge tarafından silinmesi ile bu ihanete bir kez daha maruz kalmıştık. Hatta 5 bin yıllık Türk yurdu Kerkük’e giren peşmergeler, ilk olarak tapu ve nüfus dairlerini yağmalayarak asıl maksatlarını da ortaya koymuşlardır. Şimdi de Suriye’de ABD ve Batı bize söz veriyor, PKK Suriye’de Fırat’ın doğusunda kalmayacak diye (?) Bir, adama demezler mi; yalancı çoban gibisiniz hangi sözünüzü tuttunuz ki, bu sözünüze inanalım? İki, PYD’nin (PKK’nın) Fırat’ın doğusunda, batısında olmasının aslında bir farkı yoktur. PYD’nin kendisi bir terör örgütüdür ve teröristle asla pazarlık yapılmaz. Adamların mantığı şu: Önce IŞİD saldırıyor. Ardından PYD (PKK) gelip güya kurtarıyor. Böylece PKK bir kente girmiş oluyor. Ardından etnik temizliğe başlayıp Türkleri ve Arapları bölgeden sürüyor ya da soykırımına tabi tutuyor. Nüfus ve tapu kayıtlarını imha ediyor. Ardından kendince yeniden oluşturuyor. Sonra da al sana fiili durumun hukukileşmesi(!) Irak’ın kuzeyinde yaptığınız hainliği Suriye’de de yapacağınız; Türkiye’nin haklı olarak PKK, IŞİD, YPG ve FETÖ örgütleri ile mücadelesine verdiğiniz ters tepkilerden bellidir zaten... Eğer ki ABD gerçek anlamda müttefikimiz ise, müttefik gibi davranmalıdır! Müttefiki arkasından iş çevirenlerin uğradıkları hezimetler, tarih kitaplarında bolca vardır. Bu nedenle ABD ve Batı kararını vermelidir. Ya 10 bin yıldan beri var olan Türk Milleti ile dost olacaklardır, ya da kendi uydurdukları PKK, IŞİD, YPG, PDY, FETÖ, DHKP-C vb. terör örgütlerinin müttefikliğini seçeceklerdir. Karar kendilerinindir...


54

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Yoksa adama demezler mi: “ABD askerinin Kore’de, Vietnam’da, Afganistan’da, Somali’de, Irak’ta, Libya’da, Suriye’de dünyanın bilmem hangi köşesinde ne işi vardı?” diye. Suriye’de ABD askeri varlığı kabul edilemez diye! Bilmem anlatabildik mi Mr. Obama?

Bomboş

Osman Bülbül-31.Ağustos.2016

Konu: “Omuzlarda taşınacak lider arıyoruz.” Alt başlığı tırnak içine aldım, çünkü orijinali Mümin Topçu’ ya aittir. Armudun altında peykede oturmuş, önümdeki bilgisayarda okunacak bir şeyler ararken, dört adım önümdeki domateslerin kızarmasını izliyordum. İlaçlanmayınca domatesliğimde dolaşan kör sinekler gibi, kafamda DOST da “bomboş” gibi bir saplantı belirdi. Kafama nasıl ve nereden girdiğini bilemediğimden, “Çık git!” da diyemiyordum. Mümin Topçu kardeşim bu sabah burnumun önüne diktiği yazısında: “Son aylarda, sanki Bulgaristan’daki Türk topluluğu ve buna bağlı Göçmen Diasporasında güçlü bir fırtına öncesi sessizlik hâkim. Belki de, bunu hala herkesin taptığı ve omuzlarda taşınacak bir liderimizin belirlenmemesine bağlamalıyız.” demiş ve hastalığımıza ne güzel teçhiz koymuş! İnanır mısınız bilmem, bu satırları okuyunca, kafamdaki rahatsız edici o vızıltı birden bire kayboldu. Sanki gün doğdu. Kafam aydınlandı yeni bir ışık doğdu. Bu defa da kendi kendime kızdım. Çünkü bu cümleyi günler önce, aylar önce, yıllar önce yazabilirdim. “Onun bunun hatırı! Ama ne derler? Yazsam mı yazmasam mı?” gevezeliğine hep yenik düştüm. Tebrik ederim Mümin Bey. Yazımın başında, Bulgarcadan çalarak, hepimizin kullandığımız Bombaş’ı taktım. Çünkü hakikatten durum bombaş. Daha önce de yazmıştım, ben bir ziraat mühendisiyim. Akademimizde konservecilik ayrı bir bölümdü. Bulgaristan Türk ailelerinde kışlık hazırlanırken doldurulup kapakları sıkılmış kavanozlar kaynatıldıktan sonra kapak üstüne tırnak


Makale ve Analizler - 2016

55

ucuyla hafiften vurulduğunda bön bön ses verirse, bombaşlamıştır. Yani kavanoz içindeki malzeme kaynamış, fermantasyon (mayalanma) süreci başlamıştır. Anında yenmezse, küflenir, konserve zehri insan hayatına mal olabilir. Bu kuralı insanlarımız iyi bilir ve titiz uygulardı. Sözün özü, konserve yaparken gözümüz ve kulağımız açık olurdu. Ekşimiş malzemeyi kurtarabilmenin mümkün atı olmadığını herkes bilirdi. Şöyle yani bir kavanozun ekşidiği tespit edildiğinde içindeki malzeme kullanılmaz, başka bir kavanozda kapayıp bir daha kaynatma olayı yoktu. “Bombaş” olayı siyasi hayatımızda da var. Bulgaristan’da eski günlerden komünist partisi bu konuda da çok titizdi. Bombaş olayı yaşamayayım diye, değil eski sosyal demokrat, radikal ve liberallerden, Çiftçi Birliği’nden bile komünist partisine kadro almazdı. Bir Türk dostu olarak tanıdığım TV sunucusu, daha sonra Sofya Meclisi Başkan yardımcısı seçilen Asen Agov bile çok ısrar etmesine karşın komünistlerin arasına girememişti. Çünkü aşırı sol, terör estiren kanattan olan ve 16 Nisan 1925’te, Çar III. Boris’i öldürmek için Sofya “Tsveta Nedelya” kilisesinin çatısında bomba patlatan dedesiydi. Aksini kimse aklından geçiremezdi. Bu işler 1990’dan sonra bizde birden bire karıştı. 1990’da Komünist Partisi ajanları Demokratik Güçler Birliği’ne geçti. Birkaç senede bizdeki demokrasi kavgası “bombaş” oldu. “Bombaş” olayı, Hak ve Özgürlükler Partisi (HÖH - DPS) bacasını daha 4 Ocak 1990’da Ahmet Doğan Genel Başkan seçildiği an sardı. Giderek bütün parti bombaş oldu. O zamandan beri aynı mayayla yeni parti kurmaya çalışanların hiç biri (Osman Oktay, Güner Tahir, Kasım Dal, Korman İsmailov vb.) başarılı olamadılar. Çünkü insanlarımız mayanın kaynamış olduğunu biliyor ve bilinçli yanaşmadılar. 2016’da aynı olayı Lütfü Mestan örneğinde de yaşıyoruz. O ve arkadaşlarının hem bombaş hem de küflü olduğunu, HÖH kavanozundan taştığını bilmeyen yok. HÖH kavanozunun dışı reklâm etiketiyle yapıştırılmış ve içindeki küf görünmüyor. Viyana’dan bakıldığında, sanki Bulgaristan’da bütün hayat baştanbaşa kaynamış. Hayallerimde bazen kendimi mantar tarlarında buluyorum. Mantara basacağım diye korkuyorum. Yanlış yapmaya hakkımız yok. Bizim nesil gidiyor. Arkadan gelenler bu bilince zor varır. İliksiz damarsız bir hayat yaşıyoruz. Bize katliam yapıldığını dünyaya duyuramadık. Bu işte Ahmet Doğan’ı kullandılar, “Multi Grub”u kullandılar, bizi memleketten kovdular vs vs ve üstün geldiler itiraf etmeliyiz.


56

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Mestan, Bursa, İzmir, İzmit’ten “Belene” mağdurlarını toplamış, Kırcaali ilinde şehit kabirlerine çelenk koydular. Kuzeyliler nerede. Ne hakkın var seni birbirimizden ayırmaya. Hani bir bütündük??? İstanbul’da 240 bin kardeşimiz yaşıyor. Onlardan gelen olmamış neden. İstanbul dernekleriyle ilişkide bulunmaktan neden korkuyorsunuz!? İstanbu’da BULTÜRK Türklük kalesi değil mi? Yoksa dışardan akıl kabul etmiyor musunuz? Sayın Mestan, bazen düşünüyorum da siz paralel bombaş kavanoz gibisiniz. 31 Ağustos 2016 sabahı “Nova” TV sabah yayınında, siz çıkmazdan önce Filibe (Plovdiv) Yeni Mahale’den (Stolipenovo) belediye meclisi üyesi bir kardeşimizle söyleşi vardı. Bulgarcasının yetersizliğiyle alay ettiler. 8 yıl eğitimin zorunlu olduğu bir ülkede kişisel cahillikle alay etmek, suçtur. Çünkü bu işten devlet sorumludur. Devlet işini yapmamıştır. Bu devletin en yüksek eğitim korumu olan Halk Meclisi Eğitim Komisyonu üyesi olansa sizdiniz! Viyana’da bir Bulgar Kültür Evi var. Bazen uğradığım oluyor. Son defa komşu masada pasta yiyenlerin ikili sohbetine kulak misafiri oldum. Kardeşim, büyük başarı elde ettik son dönem, Türkler artık dilekçe yazamaz olmuşlar, yazmaları okumaları ise sıfır. Diye sevinerek anlatıyordu biri ve onu dinleyen bıyıklı cevap verdi. Bu defa dayanamayacaklar, cahil olduklarını yüzlerine vura vura hepsini devletimizden söküp atacağız ve kuyruklarını bacaklarının arasına sıkıştırıp gidecekler. Zaten hedef de bu! Milliyetçilerimiz kenetlendikçe, onlara bu topraklar dar gelecek. Mezar taşlarını da yükleyelim giderken sırtlarına... Biz yüzde yüz hoşgörüsüz bir toplumda yaşıyoruz. Ortam “bombaş” ve uyanamıyoruz. 2015 ve 2016’da Bulgaristan’da uyanan tek siyasi güç var: Türk ve İslam düşmanı Bulgar milliyetçili–sözde “Yurtsever Cephe” (PF) formülüyle kök saldılar ve eski faşist ve aşırı milliyetçi kaynaklara kadar erişti artık kökleri. Makedon İç Devrim Hareketi (VMRO) adıyla ayakta duran, eski kanlı komitelerin varisleriyle kaynaştılar ve bugün GERB hükümetini istedikleri gibi ırgalıyorlar. Meclise sundukları yasa önerilerinin hepsi Müslümanlara karşıdır ve hepsi de onaylanıp geçmiştir. Olay budur. 31 Ağustos 2016 sabahı TV’de bilgiçlik taslayan Mestan, karar alacağız, gösterirsek, göstereceğimiz aday NATO’cu olacak, ama NATO’cu olup da Avrupa Birliği’nin Rusya’ya karşı ambargonun kaldırılmasını isterse, olmaz, desteklemeyiz, Kırım’da ilhakına karşı çıkmazsa gene olmaz diye anlattıkça anlatıyor. Be kardeşim, sana mı kaldı NATO’culuk!?


Makale ve Analizler - 2016

57

2004’te NATO bize geldi de ne oldu? Çocuklarımıza bir okul mu açtı. Bir camimizi mi onardı. Yetimlere nafaka mı dağıttı. Kaç işyeri açtı....? NATO ve FETÖ’cularla TBMM’ni bombaladı. Sen bunu duymadın mı? Türkiye’de askeri darbe kışkırtıp Cumhuriyetimizi, devrimimizi, özgürlüklerimizi kör kuyuya gömmeyi denemedi mi? Cumhurbaşkanımızı öldürmek istemediler mi? Bizi vatansız bırakmayı denemediler mi? NATO - FETÖ uçakları TBMM’ni bombalarken NATO İspanya genel merkezinden, Hollan’da ve Brüksek Genel Kurmaylıklarından, Avrupa’da konuşlanmış tüm NATO savaş uçaklarına: “Alarm! Havalanın ve Türkiye Cumhuriyeti’ni kurtarın. Darbe denemesi var, çökertin!” Emri geldi mi? Gelmedi. Eeee daha ne bekliyorsunuz. Öyleyse neme gerek benim NATO? Mestan kardeş tuttuğun işlerin hepsi birer “bombaş.” Altın apoletliler “Geçmiş Olsun!” bile diyemediler - demediler kaç gün... Evet, yaşlı Belenecileri Bulgaristan’a taşımak ve mezarlıklara kuru çiçek taşıtman da “bombaş”. Bizim şehitlerimiz kuru çiçek çelengi istemez. Onlara bir Fatiha yeter. Gönüllerinden en güzel çiçekler en güzel renklerle zaten açmış ve en nefis kokular saçıyor. Bulgar milliyetçilerin derdi bu renkleri yeni kuşağımıza göstermemek, kokularını koklatmamak, bizi bakar kör ve eşek kulaklı sağır durumunda uyurgezer duruma getirmektir. Türkiye savunuculuğuna gelince! Yakışmıyor be kardeşim. Şu “Osmanlı Bulgarlara Soykırım yaptı Bildirisini” imzalamasaydın, neyse ne... Ama yanlışların bir değil, iki değil. Her adımda maine basıyorsun, her işin “bombaş.” Üstüne insan ayırımı da yapıyorsun... Yakışmıyor... Kızını Türkiye’ye vereli, bakıyorum Türkiye’yi savunmaya başlamışsın. Darbecilerin 240 tank, 45 uçak, 3 savaş gemisi, 35 helikopter kullandığını anlatırken, 260 şehidimizi, 2500 yaralımızı unutuyorsun. Devletimiz yıkılmak istendi onu da unutuyorsun. Türkiye’yi yaşayamayan, 60 yaşına kadar sevememiş bir kişi, birden bire sevemez. Olmuyor be kardeş. Türkiye yeni doğmuş dikensiz bir kirpi yavrusu değildir. Binlerce yıl tarihte geçmişinde dikenleri çelikleşmiş bir devlet ve medeniyettir. Bunu anlamak, birde sevmek kolay olmaz. Hani camiye gidenlerin günahlarının birden bağışlanmadığı gibi bir şeydir bu. Bu işiniz de “bombaş”. Sonra şu iş de var, o kadar tutuklu, bu kadar yargılanmış, edebiyatında da zayıfsın. Beklenen cevabı veremedin. Büyük ağaç budanınca yere düşen dallar


58

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

bol olur. Bunların arasında kurusu yaşı olur, ama birkaç dalı kesilen ağaç kurumaz. Yenileri çıkar ve ağaç daha gür ve güçlü olur. Şöyle de bir gerçek var. Olaylar hiç de sizin Ankara’da anlattığınız gibi değil. “Alfa Rıçars” sosyolojik araştırma şirketi, “Seçimler bu gün olursa hangi partinin Cumhurbaşkanı adayına oy verirsin?” sorusuyla bir anket düzenledi. “Oyumu DOST partisine vereceğim” diyenler % 0.5. Bende düşündüm kaldım. Konuşuyoruz, anlatıyoruz, yazıyoruz, yayınlıyoruz, diyorsunuz fakat herkes bildiğini okuyor ve kavanozun “bombaş” olmasından korksanız iyi olur. Tarihten de söz ettiniz TV programında. Bana öyle geldi ki, sanki bizim özlenmeyecek bir tarihimiz var. Hayır. Bizim Bulgar halkıyla ortak bir tarihimiz var. Bu asla unutulmamalıdır. Tarihinden korkan yarına gidemez. Tarihe şefaf bakmalıyız. Biz hep geçmişimizi özleriz, nedeni de geleceği özlemek imkânsız olduğu içindir. Özlemek nasıl bir şeydir bilir misiniz...!? Geçmiş mum ve bugünse kibrit. Bir an gelir. Yakan da biter yanan da... Ama bitmemelidir. Geçmişin ışığı loş da olsa sönmemelidir. Ben yakında yeniden alevleneceğimize inanıyorum. “Omuzlarda taşınacak lider istiyoruz!” bu boş ses değildir. Yazan, kitle uğultusunu okuyabilmiş. Fırtına öncesinde olduğumuza işaret ediyor. Kibriti kuru tutalım. Kış geliyor, kavanozları “bombaş” yapmadan kaynatalım. Bu işler ne yaş kibritle ve ne de eski ateşte olur, yeni ateş yakmaya davet var havada! Neyi mi özlüyorum? Halkımın uyanışını özlemişim, orak biçerken testiden su içmek gibi... Onun yaptığı her şeyin erdemli ve doğru olduğuna inanıyorum; Halkımın ter kokusunu özlemişim. Katranlı ellerle çörek yemeyi, ekşi ayran içmeyi, gül demedi derlemeyi. O her şeyin ayarını bilen, aşırılık yapmayan, hata ya da suç nedir bilmeyen halkımla beraber olmayı özlemişim... Üzgünüm!


Makale ve Analizler - 2016

59

Mezar taşlarını okuyup kuru toprağı sulayanlar. Bu memlekete baştanbaşa Barış Dikenleri dikelim. Aydınlık yüzler görmek istiyorum. Torunum “Dede sen ömrünün yarısında ne yaptın?” diye sorduğunda cevap veremiyorum. “Main tarlasındaydım evladım, mantara bastım” mı diyeyim? Konserve kaynattım hepsi “bombaş” çıktı mı!? HÖH için ister zehirli mantar ister “bombaş” konserve deyin, ikisi de kabulüm. Halkımız “bombaş” kapağın açılıp içindeki malzemenin yeni kavanoza koyulmayacağını çok iyi bilir. 2016 olayları karşısında yerimizde durduk, derin dondurucuya atılmış gibi donduk kaldık. “Bombaş” biri lider olsun diye beklemedik. “Saban değişir, öküz değişir, toprak bizimdir!” dememiş mi dedelerimiz. Başkasının gölünde büyük balık olmak çok zor! Derin bir nefret var bizim toplumda. Barış Dikeni dikelim tüm memletimize! Kitap okumak da istemiyorum artık. Yaşayanı değil, ölü olanları yansıtıyor kitaplar. Bazen özgürlük de istemiyorum. Ben yeni kavanozun “bombaş” olduğunu biliyorum. Kızaran domateslerimi seyretmek de istemiyorum, çünkü bir adamın daha önce kapadığı kavanozların hepsi “bombaş” çıkmışsa, yenilerinin öyle olmayacağına garanti nerede, nedir, olabilir mi? Yok olamaz! Hani bir şarkı vardı! Hani geldik gidiyoruz bilinmez bir diyara, eskiden mantar idik şimdi döndük bir hıyara, öyle bir şeyiz, işte biz de...? Baştan başa “bombaş”!!! Viyana’da kaldığım yıllarım boşa geçmedi. Sabırla yazılmış eserlerde geleceği aradım. Avrupa incisi İsviçre’nin, Fransız Devrimi satırından, Almanya’daki 30 yıl savaşlarından, 1918 Kasım Devriminden, İtalyan İsyanları’ndan kelle koltukta kaçanlar tarafından kurulduğu ustaca anlatılmış. Biz gelenlerin memleketi değil, kalanların vatanıyız.


60

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Buraya gelenler Evliyalar, Alperenler en derin kuytuluklarına, dere boylarına, en sarp kayaların gölgesine, doruk bellerine yerleşmişler. Bu insanlar aralarından kavga etmedikleri gibi kaynaşmayı adaleti öğretmişler. Fransız Fransız, Alman Alman, İtralyan da İtalyan kalmış, gelen yeniler boşluk doldurmuşlar. İsviçreli olmaları aralarında tek döşek harman olmuş ve asırlarca ateşlerden kaçarak öylece kalakalsalar da eski kıtanın incisi olabilmişler. Orda eşitliğin eğitimden kaynaklandığını dinledim. Bir okulda Fransızca, İtalyanca ve Almanca eğitim verilirken, ortak dil olarak yerli dili ve İngilizceyi de programa aldıklarını gördüğümde, “aman ne oluyor?” demeden kendimi alamadım. Kimsenin mutlaka bir şeyi öğrenmesi zorunluluğu diye bir şey yok. Trabzon’lu Saliz Ozcan’la tanıştım, oğlu liseyi âlâ ile bitirince, Papa Muhafız Alayı’na almışlar. Eğitimde eşitlik, eşit adalete açılan bir yol, büyük olay. Bizde, kafamıza Türkçe bir şeyler girecek de Milliyetçiliğimiz canlanacak diye korkan Bulgarlar tiril tiril titriyor. Ne tuhaf değil mi...? Omuzlarda taşınacak lider arıyoruz! Derken, koskoca Sofya’da davaya girip dava kazanacak bir Türk avukat olmamasına üzülüyorum. 1973’te Sofya Üniversitesi Hukuk Fakültesini kazanan Georgi Paruşev adında bir tanıdığım var. Kazanmış olmasına rağmen girip okuyamamıştı. Yazılmaya babasıyla beraber gelmişti Slivne’den, “Olmaz!” demişler. BKP MK’ne git, orada Çingenelerden sorumlu Kolev var, bize telefon etsin, o zaman olur, demişlerdi. Babası gitti, anlattı, yakındı, aldı cevap şu oldu: “Bizden hukukçu yetişmesini istemiyorlar, çünkü haklarımızı savunuruz diye korkuyorlar!” O sebepten ben sana yardım edemem, onlar sana öyle söylüyorlar amma bana da verme diyorlar, işte gerçek bu. Bu kavanoz daha o zamandan “bombaş”. Büyük İşleri Yalnız Büyük Milletler Yapar. En derin sevgi ve saygılarımızla,


Makale ve Analizler - 2016

61

Nazım Hikmet’in “Severmişim Meğer”

Raziye ÇAKIR -31.Ağustos.2016

Nazım Hikmet’in “Severmişim Meğer” şiiri son 50 yılın en iyi 50 şiirinden biri seçildi Londra’da bulunan sanat merkezi Southbank Center, son 50 yılın en güzel 50 aşk şiiri arasına Nazım Hikmet’in “Severmişim Meğer” şiirini de aldı. Şiirler, Southbank Center’ın şiir dalında uzman ekibi tarafından bir yıllık bir çalışmayla 30 ülkeden şairleri arasından belirlendi. Seçmeler yapılırken modern döneme ağırlık verildi. Ekip üyelerinden James Runcie, “Gerçekten uluslararası ve üslup bakımından da çeşitlilik barındıran bir liste oldu. Zor olan, sadece 50 şiir seçmekti” dedi. Seçilen şiirler farklı şair ve aktörler tarafından 20 Temmuz’da Southbank’ta düzenlenecek etkinlikte seslendirilecek. Bazı şiirler kendi dillerinde okunacak. Bunlardan biri de Nazım Hikmet’in “Severmişim Meğer” şiiri. Severmişim Meğer yıl 62 Mart 28 Prag-Berlin treninde pencerenin yanındayım akşam oluyor dumanlı ıslak ovaya akşamın yorgun bir kuş gibi inişini severmişim meğer akşamın inişini yorgun kuşun inişine benzetmeyi sevmedimtoprağı severmişim meğer toprağı sevdim diyebilir mi onu bir kez olsun sürmeyen ben sürmedim Platonik biricik sevdam da buymuş meğer meğer ırmağı severmişim ister böyle kımıldanmadan aksın kıvrıla kıvrıla tepelerin eteğinde doruklarına şatolar kondurulmuş Avrupa tepelerinin ister uzasın göz alabildiğine dümdüz bilirim aynı ırmakta yıkanılmaz bir kere bile bilirim ırmak yeni ışıklar getirecek sen göremeyeceksin bilirim ömrümüz beygirinkinden azıcık uzun karganınkinden alabildiğine kısa bilirim benden önce duyulmuş bu keder


62

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

benden sonra da duyulacak benden önce söylenmiş bunların hepsi bin kere benden sonra da söylenecek gökyüzünü severmişim meğer kapalı olsun açık olsun Borodino savaş alanında Andırey’in sırtüstü seyrettiği gök kubbe hapiste Türkçeye çevirdim iki cildini Savaşla Barış’ın kulağıma sesler geliyor gök kubbeden değil meydan yerinden gardiyanlar birini dövüyor yine ağaçları severmişim meğer çırılçıplak kayınlar Moskova dolaylarında Peredelkino’da kışın çıkarlar karşıma alçakgönüllü kibar kayınlar Rus sayılıyor kavakları Türk saydığımız gibi İzmir’in kavakları dökülür yaprakları bize de Çakıcı derler yar fidan boylum yakarız konakları Ilgaz ormanlarında yıl 920 bir keten mendil astım bir çam dalına ucu işlemeli yolları severmişim meğer asfaltını da Vera direksiyonda Moskova’dan Kırım’a gidiyoruz Koktebel’e asıl adı Göktepe ili bir kapalı kutuda ikimiz dünya akıyor iki yandan dışarda dilsiz uzak hiç kimseyle hiçbir zaman böyle yakın olmadım eşkiyalar çıktı karşıma Bolu’dan inerken Gerede’ye kırmızı yolda ve yaşım on sekiz yaylıda canımdan gayri alacakları eşyam da yok ve on sekizimde en değersiz eşyamız canımızdır


Makale ve Analizler - 2016

63

bunu bir kere daha yazdımdı çamurlu karanlık sokakta bata çıka Karagöz’e gidiyorum Ramazan gecesi önde körüklü kaat fener belki böyle bir şey olmadı .... çiçekler geldi aklıma her nedense gelincikler kaktüsler fulyalar İstanbul’da Kadıköy’de Fulya tarlasında öptüm Marika’yı ağzı acıbadem kokuyoryaşım on yedi kolan vurdu yüreğim salıncak buluklara girdi çıktı çiçekleri severmişim meğer üç kırmızı karanfil yolladı bana hapishaneye yoldaşlar 1948 yıldızları hatırladım ... severmişim meğer gözümün önüne kar yağışı geliyor ağır ağır dilsiz kuşbaşısı da buram buram tipisi de meğer kar yağışını severmişim güneşi severmişim meğer şimdi şu vişne reçeline bulanmış batarken bile güneş İstanbul’da da kimi kere renkli kartpostallardaki gibi batar ama onun resmini sen öyle yapmayacaksın meğer denizi severmişim hem de nasıl ama Ayvazofki’nin denizleri bir yana bulutları severmişim meğer ister altlarında olayım ister üstlerinde ister devlere benzesinler ister ak tüylü hayvanlara ayışığı geliyor aklıma en aygın baygın en yalancısı en küçük burjuvası severmişim yağmuru severmişim meğer ağ gibi de inse üstüme ve damlayıp dağılsa da camlarımda yüreğim


64

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) beni olduğum yerde bırakır ağlara dolanık ya da bir damlanın içinde ve çıkar yolculuğa hartada çizilmemiş bir memlekete gider yağmuru severmişim meğer ama neden birdenbire keşfettim bu sevdaları Prag-Berlin treninde yanında pencerenin altıncı cıgaramı yaktığımdan mı bir eski ölümdür benim için Moskova’da kalan birilerini düşündüğümden mi geberesiye saçları saman sarısı kirpikleri mavi zifiri karanlıkta gidiyor tren zifiri karanlığı severmişim meğer kıvılcımlar uçuşuyor lokomotiften kıvılcımları severmişim meğer meğer ne çok şeyi severmişim de altmışında farkına vardım bunun Prag-Berlin treninde yanında pencerenin yeryüzünü dönülmez bir yolculuğa çıkmışım gibi seyrederek NÂZIM HİKMET 19 Nisan 1962

Erdoğan Saddam Değil, De Golle’dür

BG-SAM-31.Ağustos.2016

Konu: Büyük oyun kuran, büyük lider: Tayyib Erdoğan. “24 saat.bg.”- çeviridir. Türkiye lideri dünyada jeostratejik durumu değiştirme yolunda. 15 Temmuz darbe denemesinin çökertilmesinin hemen ardından Erdoğan’ın Putin’i ziyaret etmesi, bir sıra siyasi gözlemci tarafından, Birleşik Amerika’nın güya dostu olan, hatta CIA ile yakınlığı bilinen, fakat sonra fazlalık olan, Irak diktatörü Saddam Hüseyin’in yolunca yürüyor, şeklinde algılandı.


Makale ve Analizler - 2016

65

Ben, Recep Erdoğan’da Fransa Cumhurbaşkanı Sharle de Golle ile benzerlikler görüyorum. O da Birleşik Amerika’nın hem dostu, hem müttefiki hem de ökçesinde dikendi. De Golle Fransa’yı NATO askeri örgütünden çıkardı, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) ile daha dostane bir siyaset izledi, Atlantik’ten Ural’a bir birleşik Avrupa’dan söz etti. Bu tüm Anglosakson jeopolitik dünya görüşlerinin hepsine birden taban tabana zıt bir uzak görüşlülüktü. Oysa deniz devletlerine göre bu kara parçası bölüşülmeliydi. De Golle, Almanya’nın güçlenerek Doğu’ya yönelmesi için, 1913’da Fransa’nın Büyük Britanya tarafından bilinçli olarak kurtlara yem edildiğini düşünüyordu. Onun kanısınca, Büyük Britanya hakiki bir Avrupa devleti değildi ve Avrupa Birliği’ne (AB) girmemesi gerekirdi. Erdoğan’ın yaptığı gibi De Golle de Fransa’yı güçlü başkanlık sistemi ile yönetti. Düşmanları ona diktatör diyordu. 1961’de de Golle kendisine karşı hazırlanan bir askeri darbeyi açıkladı ve hezimete uğrattı. Tam olarak Erdoğan gibi o da halkı tarafından çık sevilen biriydi ve seçimleri art arda kazanıyordu. De Golle olduğu gibi, Erdoğan’ın da, Anglosakson dünya görüşüne zıt olan, bir jeostratejik uzak görüşlülüğü var. Şimdi o Rusya ile ilişkilerini ısıtmaya ve Çin’le şimdilik ekonomik bağlarını güçlendirmeye, belli olmaz gelecekte bir siyasi birliğe doğru yöneldi. Türkiye’nin yeni dayanağı Pekin iken, Rusya’nın stratejik dost olması bekleniyor. Demek oluyor ki, bu devletler bundan öte deniz devletleri bağlaşıklığından, jeostrateji uzmanlarının Yüce Turan olarak atlandırdığı, kıta güçlerinin müttefikliğine bir geçiştir. “Turan”, uçsuz bucaksız steplerde (bozkırlar) yaşayan ve Batı’ya akın eden Türk halklarının ortak adıdır. Bulgar tarihçiler. Proto-Bulgarların da bu halklardan geldiğini yazıp çizdiler. Şimdi modern olan Kuzey İran’dan gelmiş Arî ya da Trake kökenli oluşumuzdur. Bir tarih bilimci olmadığımdan bu konuda kişisel fikrim yok. Bildiğim bir şey varsa, o da şudur, ilk Proto-Bulgar ağaçtan öteki halklardan daha evvel inmiştir. Fakat bir Türkiye’ye dönelim. Anglosaksonlara göre, Türkiye, Yüce Turan’ın denizlere ulaşmasına engel olma rolünü üstlenmelidir. Aslında Türkiye yollardan beri hep bu ödevin peşindeydi. Fakat bugün artık Türkiye kendisi başlı başına bir Büyük Güç oldu ve kıtalar ve denizler ve okyanuslar arasındaki mal akımlarının doğru yapılıp yapılmadığını kontrol eden bir devlet rolünü üslenmeye hazırlanmış bulunuyor. Bugün Türkiye Çin’den Avrupa’ya ve Avrupa’dan Çin’e gidip gelen en uygun yoldur. Bu yolun adı “İpeğin Demir Yolu”. Taşıma ray üzerinde yapılacağı için bu yolu almıştır. Bu yol Kazakistan, Özbekistan, Türk-


66

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

menistan, İran ve Türkiye üzerinden Boğazlara inip Güney Avrupa’nın istediği yerine ulaşabilir. Bilindiği üzere 2013 yılında Boğazlardan ilk tünel geçirildi. Bilindiği üzere bu yolun sonuna doğru, adına “Avrupa Asya Tüneli” denen ikinci su altı geçidi de açılacak. Bu tünelden, taşımalık dolusu Çin üretimi telefon, bilgisayar, fotovoltayik, türbin, kot pantalon ve daha bin bir türden mal gelip geçecek. Bu kara taşımacılığı deniz yolculuğunu tam bir ay kısaltıyor. Böylece Birleşik Amerikanın Pasifik Okyanusu yollarını kapatarak Çin’i abluka altına planları bir anda suya düştüğü gibi tüm imkânlara ulaşabilme defalarca kolaylaşmış oluyor. Bunu, TIR kamyonlarının, konteynır taşıyıcısı TIR’larla değiştirilmesi ve uluslar arası yük taşımacılığının en az 5 defa ucuzlaması ve daha verimli olması izleyecektir. Biz piyasada kaç amerikan malı görebiliyoruz. Hiçbir! Çin ürünleriyle ilgili durum nasıl? Bolluğu bundan sonra göreceğiz. Biraz tuhaf olsa da, Birleşik Amerika’nın jeostratejisi Türkiye’ye hem engel oluyor hem de ülkenin Avrupa Asya yönelimlerinde ayak oluyor. Birleşik Amerika bir yandan artık Pasifik Okyanusu üzerinden serbest ticaret şeridini kesiyor, fakat sözleşmeye Çin’i almadı. Öte yandan trans Atlantik serbest ticaret sözleşmesinin imzalanması da gündemde, fakat bu anlaşmaya ise Rusya alınmadı. Avrupa Birliği’ne alınmayan Türkiye de bu sözleşmenin dışında tutulmak isteniyor. Öyle ki, Polonya ve Ukrayna’dan doğuda bulunan bütün Avrupa ister istemez birleşmek zorundadır. Dünya Ticaret Örgütünün kuralları artık ülkeler arasın yüksek savunma gümrüklerini kaldırdı. Çin ürünleri % 4 çıtasını kolaylıkla aşabiliyor ve Avrupa ürünlerinden çok daha ucuza alıcı buluyor. Aynı zamanda Avrupa Birliği devletleri hukuksal olarak bağımsızlıklarını ve ulusal egemenliklerini tamamen koruyabildikleri için, istedikleri kadar liseyns çalma haklarını da korumuş oluyorlar. Bilindiği üzere, vaktiyle Batı SSCB sıkıştırılmak için teknoloji ablukasına almıştı. Bunu Çin’e uygulamak olanaksızdır, çünkü teknolojilerin vatanı orasıdır. Öyle ki, bir bugün De Golle’nin “Atlantik’ten Ural’la kadar Avrupa” konseptini yerine “Svilengrat’tan Şanghay’a kadar Avrupa-Asya” konseptini görebiliyoruz. Yüce Turan eski kıtayı giderek kucağında eritecektir. Bu işte Türkiye onların hesabına iş yapan durumundadır. Geri bakıldığında, 2003’ten beri ABD ile Türkiye arasında bir cepheleşme olduğu görülür, şimdi zıtlaşmalar biraz da kişisel alana taşınmış gibidir. Erdoğan ve yandaşları 15 Temmuz darbe kalkışmasının CIA tarafından örgütlenmiş ve kışkırtılmış olduğuna inandı. Üs-


Makale ve Analizler - 2016

67

telik Sayın Erdoğan ve ailesinin hayatı da tehlike atlattı. Bundan dolayı o eski dost artık kendi mezarını kendisi kaldı. Darbe gecesinde Amerikan ve İngiliz TV kanallarının, medyasının kanlı darbecilere sempati gösterdiğini görebildiler. Liderler Erdoğan’ı desteklerken soğuk davrandılar. Üstüne, temizlik yapma uyarısında bulundular. Darbe denemesi ardından temizlik yapmamanın anlamı, tekrar etmesini kabullenmektir. Bunun bizdeki anlamıysa şudur. Şöyle düşünelim, Soros’un “Açık Toplum” görevlileri ve yandaşları, enstitü ve vakıflarında çalışanların hepsinin toplanması ve tutuklanması gibi bir şey. Bu yapılsa Bulgaristan hükümeti ertesi gün düşer. Ne var ki, Türküye hükümeti hem düşmedi hem de her zamankinden daha güçlü oldu. Batı devletlerinden farklı olarak Rusya elindeki kozları ustaca ve kültürlü oynadı. Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu şöyle dedi: “Biz Rus idaresine ve özellikle de şahsen Başkan Viladimir Putin’e teşekkür ediyoruz. Diğer devletlerden farklı olarak, biz Rusya’dan koşulsuz destek aldık.” Öteki devletler hangileri olduğunu kendiniz bulun lütfen. Birkaç gün önce, Çavuşoğulu “Müttefiklerinden destek bulamadığı takdirde, Türkiye’nin NATO’dan ayrılabileceği” uyarısında bulundu. Ertesi sabah NATO merkezinden Türkiye’yi öven bir bildiri çıktı. Burada en ağır sorun şudur. Batı Türkiye’yi yalnız bırakmayı göze alamıyor, onu kendi kulübünden dışlayamıyor, bir de çok istese bile Erdoğan’ı deviremiyor. Tam da bu noktada Tayyib Erdoğan Saddam Hüseyin’e benzemiyor. Benzediği kişi De Golle’dür. O hem dost hem düşman, hem müttefik hem de karşıttır. Enfant terrible - yani topukta hiç kuşkusuz bir de Batı Avrupa’nın götünde bir dikendir. İdare etmekten usanan de Golle 80’e basamak dayadığında artık yoruldum bahanesiyle usulca tahtından çekilmişti. Ne ki, De Golle’nin emeklilik yaşına erişmesi için Erdoğan’ın daha 16 yıl dümende kalması gerekecek. İşler böyle devam ederse o dünyanın jeopolitik haritasını fazla zorlanmadan değiştirebilir. “168 saat” gazetesi için kaleme alınmıştır.


68

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Eylül Ayı Yazıları BULTÜRK Yeni Büyük Açılım Öncüsü

Raziye Çakır-01.Eylül.2016

Türk birliğinin yol işaretleri birer birer takılıyor. Yeni ufuk belirdi. 15 Temmuz’dan sonra dünya hep aynı yönde dönse de üzerinden oyunlar ve oyun kurucular değişti. Bölgesel Büyük Güç olan Türkiye Cumhuriyeti, Dünya üzerinde Büyük Turan dokusunun atkısını dizmeye başladı. İstanbul’un Küçükçekmece Belediyesinin sağladığı geniş imkân ortamında ilk kez olmak üzere Dünya Etnospor Kültür Festivali Bilal Erdoğan önderliğinde düzenlendi. BULTÜRK ÇADIRI Dünya Etnospor Konfederasyonu Başkanı Bilal Erdoğan festival organizasyonunu gerçekleştirirken, Ağustos sonuna rastlayan renkli enternasyonal etkinliklere liderlik etti. Etnospor Kültür Festivali’ne ev sahipliği yapan Küçükçekmece Belediye Başkanı Sn. Temel Karadeniz ve festivale katkı sağlayan tüm STK’ların Başkanları ile teşekkür yemeğinde bir araya geldi. Balkan ve Bulgaristan Müslüman ve Türk etnsporcularını, İstanbul’daki Bulgaristanlı göçmen diasporasını ve Bulgaristan Türklerini, Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği Başkanı Rafet Ulutürk önderliğinde BULTÜK yönetim kurulu üyeleri temsil etti. Sayın Bilal Erdoğan’a Bulgaristan Türklerinin raporunu, faaliyetlerini kitapçık halinde kendilerine taktim ettik. Ayrıca derneğimizin çıkartığı tüm kitapları da kendilerine verdik. Dünya Etnospor Konfederasyonu tarafından organize edilen ve KüçükçekDr. Nedim Birinci, Rafet Ulutürk, mece Belediye Başkanlığının yeni beBilal Erdoğan, Temel Karadeniz lediye binasında gerçekleşen yemekte,


Makale ve Analizler - 2016

69

Genel Başkan Bilal Erdoğan, Küçükçekmece Kaymakamı Harun Kaya ve Küçükçekmece Belediye Başkanı Temel Karadeniz’in yanı sıra İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı Haydar Özdemir de hazır bulundular. Konuşmasında; “Türk Milletine büyük milletmiş dedirteceğiz inşallah!” sözleriyle başlayan Genel Başkan Bilal Erdoğan şöyle devam etti: “Etnospor Kültür Festivali’yle iyi bir iş becerdik. Asya steplerinden, Anadolu’ya ve Balkanlara geleneklerimizle kucaklaştık. Zaferleri hatırlamak ve hatırlatmak önemli ve biz bunların farkına yeni yeni varmaya başladık. Çünkü bize 150-200 yıl artık kaybetmeye alışmamız gerektiği hep vaaz edildi. Özgüvenimiz hep ayaklar altına alınmaya çalışıldı. 18 Mart Çanakkale Zaferi’ni bile son 15 yılda gündeme getirmeye başladık. Kut’ül Amare gibi çok önemli bir zaferi daha geçen sene anmaya başladık.” Çok zengin ve derin kültürel enik ve sportif gelenekleri olan bir millet olarak aynı kandan Türk soy ve kökenlerinden geldiğimizi, aynı gelenek ve göreneklerle ve dünya görüşüyle millet ve halk olduğumuzu vurgulayan Sayın Bilal Erdoğan şöyle devam etti: “İngilizler rencide olmasın diye bir zaman bırakmıştık kutlamayı. Etnospor Kültür Festivali’ni yapalım diye başlarken, başkanlığını kabul ederken arkadaşlarım niye bununla uğraşıyorsun dediler. Biz bir festival yaptık 3 gün sürdü ama sandığımızdan çok daha büyük hayrı olacak bir iş yaptık. İnsanlara arkadaşlarımıza hala anlatıyoruz ne olduğunu. İnsanlar gelmeden önce ne olduğunu anlamıyordu. İnanın, birçok vatandaşımız neye geldiğini bilmeden geldi. Geldikten sonra iyi bir şey yaptığını gördü. Her geçen sene kendi müziğimiz, oyunlarımız, sporlarımızın daha popüler hale geldiğini görebilirsek eğer, Türk milleti olarak dünyanın önde gelen milletlerinden biri olmuş olacağız. Çünkü başkasının elbisesiyle ağalık yapamayız, kendi elbisemizi giymek zorundayız. Rahmetli hocam, söylerdi. Kendi elbisemizi giydiğimiz, zaman dik duru- N. Bilal Erdoğan çadırımızı ziyareti


70

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

şumuzla dünyaya adalet vaaz eder hala gelebiliriz.” Etnospor ve Kültür Festivali’nin Türk Müslüman Kimliğinin oluşup gelişmesindeki rolüne de değinen Genel Başkan Bilal Erdoğan şu özellikler üzerinde önemle durdu: “Biz kendi değer sistemlerimizi çocuklarımıza iki üç yaşından itibaren bir şekilde hissedilir kılmak zorundayız. Çocuklarımız ana-okulunda ya da ilk-okulda sınıfına gittiği zaman koluna Osmanlı motifi olan deri bir bileklik taktı diyelim. Arkadaşları onunla alay mı edecek ya da ne kadar havalı mı diyecek. Filinta ve Diriliş Ertuğrul’la Osmanlı kıyafetleri biraz daha ilgi görüyor ama onların çocuklarımızın hayatında havalı hale gelmesi gerek.” Dünyada Türklerin derin hak geleneklerinden yoksun bir millet olarak tanıtılmasından yakınan Bilal Erdoğan yeni modern bir uygarlık yaratabilmemiz için genç kuşağın kendi kaynaklarımızdan güç alarak, kendi geleneklerimizle yaşatarak birleşmesi ve yücelmesi gerektiğine değinerek, yeni uygarlığı önce Anadou ve Trakya’ da yaratarak Büyü Türkiye ile Balkanlar ve Orta Asya’ya taşıracağız dedikten sonra, dış siyaset konusuna geçti: Dünyanın gidişatı gidişat değil. “İşte bir Cerablus harekatı... PYD’yi vuruyorsun ses Amerika’dan geliyor. Dünyada ne karmaşık ilişkiler var. Biz, sadece askeri güçle, ekonomik güçle bu oyunları bozamayız. Kalıcı olmaz. Ancak kültürel alanda atacağımız kendimize ait ve iddialı adımlar olursa, kalıcı olabiliriz. Bizim çocuklarımız onların karakterlerine özenmeyecek, onların çocukları bizim kahramanlarımıza özenecek. Bizim tarihimizdeki büyük olayların parçası olsaydık keşke, bu Türk Milletine büyük milletmiş dedirteceğiz inşallah. Hepinize ayrı ayrı teşekkür ederim.” Törensel yemekte birçok teşekkür ve kutlama konuşması yapıldı. Küçükçekmece Kaymakamı Harun Kaya festivale ev sahipliği yapmaktan duyduğu memnuniyeti dile getirdi. Toplantı Diriliş dizisinin koordinatörü sonunda, toplu fotoğraf çekiminin ardınSayın Bilgehan Özen dan sona ererken, Bilal Erdoğan emeği BULTÜRK çadırımızı ziyareti


Makale ve Analizler - 2016

71

geçenlere festival anısına kitap ve halk müziği albümleri hediye etti. Etno spor festivalinde Doğu Türkistan Uygur bölgesinden başlayarak, Orta Asya’yı da geçerek Kafkaslar ve Balkanlara kadar Türklerinin kültür ve medeniyetleri sergilendi. Dünya Etnospor Konfederasyonu tarafından organize edilen Etnospor Kültür Festivali Küçükçekmece’deki Bezirganbahçe Meydanı’nda gerçekleştirilen Dünya Gazeteciler Federasyonu ve Anadolu Ajansının da dünya çapında Genel Başkanı Menderes Demir ile iletişim ortağı olduğu festival, 3. ve son birlikte Özbekistan çadırını gün müsabakaları ile tamamlandı. Tüm ziyaret ettik. çadırlarda her toplum kendi medeniyetini sergilemekte elinden geleni yaptığını gördük. Sabah erken başlayarak hem kültürlerini hem de kendi bölgelerine ait halk türkülerini bir birileri ile paylaştılar. Çadırları ziyaret eden Bakanlar, Milletvekilleri, Belediye Başkanları, DİRİLİŞ Dizisi oyuncuları ve Küçükçekmece sakinleri ve İstanbul halkı her gün çocukları ile birlikte tüm çadırları dolaştılar. BULTÜRK çadırı en büyük ilgi gören ve en fazla ziyaret edilenlerden biriydi. Üzerinde dalgalanan BULTÜRK bayrağı ile öncelikle soydaş ziyaretçilerin dikkatini çeken geleneksel göçebe Türk çadırımız Bulgaristan Türklerinin kilim ve halılarıyla, sofra ve minder örtüleriyle, geleneksel oyma ev eşyaları, çanak çömlek, kaşık kepçe, toprak sahan, taş, desti ve ibriklerle donatılmıştı. Gelenlere Bulgaristan Türklerinin özgün müziği dinletildi, BULTÜRK yayınlarından kitaplar ve Gazeteleri hediye edildi, Bulgaristan, Balkanlar ve Turk Dünyası üzerine sohbet edildi, şiirler dinletildi. Bulgaristan Türkleri çadırı çok büyük ilgi gördü. Konuklar ve ziyaretçiler Genel Başkan Rafet Ulutürk, Genel Başkan Yardımcısı Doktor Nedim Birinci, Sevim Kocaosmanlı ve Genel Sekreter Doç. Dr. Müjgân Deniz hanımla bol bol resim çektirdiler. Ziyaretçilerin birleştiği ortak göBULTÜRK Çadırında Maşaoğlu rüş şu oldu: ailesinin ziyareti


72

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu her yıl yapılarak gelenek haline getirmeliyiz. Ayrıca bu konuda burada bulunan STK’lar bu günden başlayarak gelecek yıl için kendi bölgesinde bulunan kendi kültürünü, müziklerini ve toplumuna ait ne varsa toplamaya başlamalıdırlar. Gelecek yıl bu çadırlarda serSon gecede yemekte STK’larla gilemiş olduğumuz kültür ve medeniyetimizin yok olmaması için bunlar Dünya birlikte Etnospor Konfederasyonu Başkanı Bilal Erdoğan’dan isteğimiz İstanbul’da bir Türk Dünyası Müzesi oluşturmak. Bunun için ise en uygun yer Kuleli Askeri lisesidir. Bu medeniyetimize bir yer verilmesi ve bu medeniyetimizi buraya toplamalıyız. Bu müze 12 ay tüm halkımıza açık olması ve ayrıca bu Etnospor etkinliklerinde de bunları burada müziklerini de çalarak halk müziklerini canlı olarak söylenmesini arzu ediyoruz. Bunu Başkanımızdan daha yarın başlamasını istiyoruz ve bu topluluklara bu STK Başkanlarına görev vermesini bekliyoruz.

Ayrıca gelecek yıl girişte bayraklarımızdan tarihte devlet kurmuş tüm bayraklarımızı oraya girişte sağa ve sola asmalıyız. Tarihte kurulmuş 16 İmparatorluk bayraklarımız, Özerk Türk Cumhuriyetlerimizin bayrakları ve 7 Türk Cumhuriyeti bayraklarımızda dahil edilmesi. Böylece gelen yabancılar bizim ne olduğumuzu sadece bu bayrakları görmeleri onlara çok şey anlatacaktır. Ayrıca halkımıza da gurur verecek ve köklerimize su akmaya damlalar çoğalmaya devam edecektir. Bu kültürümüzü,geleneğimizi ve medeniyetimizi sergileme fırsatı veren Dünya Etnospor Kültür Konfederasyon Başkanı Necmettin Bilal Erdoğan’a, İstanbul Büyükşehir Belediyesinden Elif hanım ve Avrasya Federasyon Başkanı İsmail Cengiz’e şükranlarımızı sunarız.


Makale ve Analizler - 2016

73

BULTÜRK çadırına gelen ziyaret edenler başta olmak üzere üç gün buraya gelen tüm ziyaretçilere teşekkür eder, bu etkinliği yapmakta emeği geçen ve gelip buraları ziyaret edenlerden Allah razı olsun. En derin sevgi ve saygılarımızla.

Ölü Eşek

Hamiyet Çakır-02.Eylül.2016

Konu: Siyasi oyun kurmayı öğrenelim. İnce sanattır. Yazılar alıyoruz, hepsini okumaya çalışıyorum. Kimileri şu siyasi oyun kurma işini çok ciddiye almış. Tabii biz herkesin, hele gençlerin, siyasi oyun kurucusu olmasını isteriz. O zaman tüm oyunların arasından en iyi olanı seçer, diğerlerini yedekte tutar ve düşmanlarımızı her zaman yeneriz. Satranç oynayanlar bilir. Bir oyundur. Hem de, zafer yoludur. Mesut Tunalı ile konuşuyoruz. 170 türkü biliyor, tamburasının tellerine de öğretmiş 170 türkünün 170’ini de. Vursana şöyle kalbin tellerini çalar gibi deyince, hemen başlıyor, “Beni sana sımsıkı sarılmış, görenler olmuş” diye başladı son defa, sevdanın türkü olması ve türkü söylerken sevdayı anlatmak var ya, çok ince bir ustalık... Kimse gücenmesin, herkesin boyunun ölçüsü değil... Gel ki, geceler çatlasın, Gel de şafaklar tutuşsun Bizim olsun alın terimiz Bizim olsun emeğimiz hey... Haykırınca zindanlar Zincirini kırda gel


74

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Gel ki, geceler çatlasın Gel de şafaklar tutuşsun.... Bu mısraları bir de Tunalı’dan dinlemek var, yanık bas baritonun bıyık altı gelişinden ve ömür boyu yağlanmamış o tamburanın doğadan ayarlı tellerinden. İşte bu bir oyun kurmaktır, insanları müziğe kilitlemek, yüreklerine dolmak, onları kanatlandırmak ve uçurmak, vatan hasretini yakıp, özgürlük heyecanıyla hareketlendirmek. Şimdi size Fransız Devrimi (1789) ilhamcısı Maximilien Robespierre (1758 - 1794) isyan ateşini körüklerken Paris sokaklarını nasıl alevlendirdiğini anlatacağım. Bu da bir oyun kuruculuğu kuşkusuz. Çünkü o zaferle taşlanmış bir burjuva devrimidir. İnsanlık tarihini dönüştürmüş ve kısa bir süre için de olsa yeryüzünü eşitlik, özgürlük ve kardeşlik sloganlarıyla pes etmiş ve bugüne kadar etkilemiştir. Genelde devrim denen olguyu en iyi anlatan ve çağıran belki de bizim şu satırlardır: Derine, hep derine kazıyoruz. Çağımızın altın kalbini arıyoruz. Üzerimizde, ağır bir yük! Gökyüzünden çok uzakta Derine, hep derine kazıyoruz. Çağımızın altın kalbini arıyoruz. Burada önemli olan sıradan insanlara hiçbir yenilgiyle sarsılmayan, hiç kimseyi yüzüstü bırakmayan bir kendine güvenmişlik, bir kahramanlık bir yiğitlik aşılamaktır önemli olan. Bir insan oyun kurabilir, ama kitlede, hareketlenen alt tabakada asla yüzüstü kalmayacağı umudu yoksa kalbi kahramanlık ateşiyle yanmıyorsa ve güzlerinde yiğitlik parlamamışsa bu iş olmaz. Kurulan oyun boş balon gibi patlar. Ama tutarsa inanç çabuk yayılır ve asla söndürülemeyen bir ateş gibi yanar. Tutuşan bir ateşi yandıkça yakan bir nüve olmak çok zor bir iştir. Aranan simayı, oyun kurucuyu bazen tüm Binbir Gece Masallarını okusanız bulamazsınız. İnsanlar kendilerine hükmedecek bir yöneticiyi durmadan ararlar. Ama o aranan kişi zaten oradadır. Önemli olan onun hızla yükselişinin nedenini bulmaktır. Bunun bir türlü kişisel çekicilik olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Mesela Fransız Devrimi’nin motoru Robespierre’de bu ateşi onun kadınlara olan sevgisinde görebiliyoruz: O konuştuğu günlerde “geçitler kadınlarla dolardı... Kavşaklar tıkanırdı... Tribünlerde yedi ya da sekiz yüz kadın olurdu, öyle de güçlü alkışlarlardı ki! Jakoben Kulübünde o konuştuğunda, duygu yüklü hıçkırıklar


Makale ve Analizler - 2016

75

ve ağlamalar duyulurdu, insanlar salonu yıkacak gibi tepinirlerdi.” - bu alıntı Gustave le Bon’un “Devrim Psikolojisi” eserinden alınmıştır. Ve Robespierre, Fransız devrimini zafere götüren yolu, bu meydan konuşmalarıyla, yazığı yazılarla, meclisteki söylevleriyle döşemiştir. Ve gelelim sizinle bambaşka bir oyun kuruculuğuna, seçtiğim “Ölü Eşek” öyküsünü Ceries Avad’ın “Gizli Yetenek” erserinden seçtim. Bir oyun kurucu öyküsüdür. Kenny adında genç bir kovboy Teksas’a taşınmış ve bir çiftlik sahibinden 100 US Dolara bir eşek satın almış. Çiftlik sahibi eşeği ertesi gün getirip teslim edeceğini söylemiş. Anlaştıkları yer ve saatte belirmiş ve şöyle demiş: “Haberler kötü oğlum, eşek öldü.” “Öyleyse paramı geri verirsin ve olay biter,” demiş Kenny. “Çeviremem, çünkü artık harcadım,” demiş çiftlikçi. “İyi öyleyse, lütfen bana eşeğin cesedini getir.” “Ölü eşekle ne işin olur? Ne yapacaksın?” diye sormuş çiftlik sahibi. “Tombala oynatacağım,” diye cevap vermiş genç. “İyi öyleyse, getireyim. Ben eşeğin öldüğünü kimseye söylemem.” Bir aydan sonra Kenny ile çiftlik ağası yeniden karşılaşmışlar ve çiftlikçi sormuş: “Eşeğin cesedini ne yaptın?” “Tombula oynattım. 2’şer US Dolardan 500 bilet sattım ve 998 dolar kazandım.” “Şikâyet eden olmadı mı?” “Kazanan şikâyet etti. Ben de ona, bilet satın aldığı 2 dolarını iade ettim.” Bu hikâyede, nalları dikmiş eşekten 998 US Dolar kazanan Kenny, yukarıdaki örnekte kadınların sevgisiyle devrim ateşi yakan ve devrime inanç yaratan Robespierre ve birinci örnekte 170 türkü bilen ve ustaca söyleyen Mesut Tunalı Oyun Kurandır.


76

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Biz, Büyük Bir Milletiz

Ünal Gazi-03.Eylül.2016

Türkler taklaya getirilmek istendik Almanya’dayım. 15 Temmuz’dan sonra burada tartışılan konu: Türkiye neden takla attırılmak istendi? Olsaydı, bu öne mi arkaya mı dönme olurdu?! Elektronik iletişim olmasa ve buradaki 4–5 milyon Türk olayları canlı izleme imkanı bulamamış olsaydı, bu halen olağanüstü canlı konu, amerikan sakızına dönebilirdi. Bilenler ve bilmeyenler arasında kısır tartışmalarda uzayıp kısalacak ya da balon gibi şişirilip patlatılacaktı. Bugün artık herkes, Türkiye’nin 30 - 40 yıl geriye takla atmaya zorlandığını, halkımızın şanlı direnişiyle bu çabaların boşa çıkarıldığını, büyük sayıda şehit ve yaralı verildiğini biliyoruz. Üstelik Türk halkının emperyalizmin gelişmekte olan dünyada mazlum halkları taklaya getirme çabalarını suya düşürme örneği verdiğini görebildik. Kutladık. Sevindik. Bu çok büyük bir başarıdır. 20. yüzyıla dev bir anti-emperyalist zaferle giren Türkiye halkı yeni yüzyılda zaferini yinelerken ve pekiştirirken, dünyada haklı dava lideri oldu. Aylardan beri, Türkiye üstüne kurulan ve Türkiyeyi gerilere doğru taklaya zorlayan, Amerikan, İngiliz, Alman ve Avrupa Birliği tuzaklarını derinlik olarak anlamakta zorluk çektiğimizi itiraf ediyorum. Cümlelerde fikirsel açıklık olmadığından, anlatımlar farklı yeni terimlerle işlendiğinden, kulak tırmalayıcı olmuştu. Sanki tanıdığımız Almanların bile gizemli bir bekleyişleri vardı. 15 Temmuz’da birden sustular ve sanki su yolunda testi kırdılar. Türkiye konusu açıldığında, “Ah Turken” deyip el sallayıp uzaklaşıyorlar. Gizli umutlara ışık vurdu gibi... Türkiye’ye ilgi çok büyük! Bazı arkadaşlar, kanlı FETÖ darbesi başarılı olsaydı, yeni hükumeti kutlamak için Batı liderleri takla atarak gelirlerdi, sıraya durup kuyruk olurlardı derken, “bu iş onların işidir”, vallahi yüzleri buz kesti, bakışları soldu, hepsi süt dökmüş kedi gibi, diye gevezelik ediyorlar. Burada, Türkiye olaylarına, darbenin çökertilmesine, 20 gün süren demokrasi için gece nöbetlerine, “Yenikapı”da milyonların şehitlere saygı ve demokrasiyi savunma buluşmasına Bulgaristanlı Türk işçilerin ilgisi anlatılamayacak kadar büyük oldu. Hepsinin Türkiye’de yaşayan yakınları, anası babası, okuyan çocukları var. Telefonlaştılar, skayplaştılar, SMS’ler gidip geldi, birbirlerini avuttu-


Makale ve Analizler - 2016

77

lar. Türkiye’nin başarılarını kendi başarıları hissediyorlar, Başkomutan Erdoğan’ı, kendi başkanları olarak sevip sayıyorlar. Onun her sözüne pür dikkat dinliyorlar. Yeni olanı, Erdoğan’dan işitmeden gerçek olarak kabul etmiyorlar. Hakikati algılama artık farklı boyutlar aldı. 15 Temmuz’dan sonra bizimkiler Almanlar karşısında daha da gururlu ve dik duruşlu oldular. Davranışlarında “tosladınız kardeşim, sizden beklemezdik” var. Bulgaristanlı işçiler arasına yerleşen hükümde, genelde sesiz olan bu halkın öfkene, geniş tabakalarına inen bu gözle görülmeyen elle tutulmayan kin ve nefretin kokusunda Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan’ın onların dediğine boyun eğmemesi var. Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsız ve egemen bir Büyük Devlet olarak, ulusal politikasını ve Yakın Doğu siyasetini baştan sona kendi belirlemesi, terörizme karşı savaşta da en deneyimli devlet ve bir oyun kurucu olması yer alıyor. Artık herkes FETÖ, PKK, DEAŞ ve PYD’nin bir olduğunu, emperyalizmin taşeronluğunu yaptığını, Yakın Doğuyu karıştırmak ve halklarını topraklarından kovmak için kurulduğunu öğrendi. CIA hesabına cana kıydıklarını bilmeyen kalmadı. TSK’nin ve Özgür Suriye Güçlerinin “Fırat Kalkanı” operasyonu, silahtan, savaştan ve dehşetten arındırılmış güvenli bölge oluşturulması çabaları pek çoklarının gecelerini kâbus etti. Konuşma dili ile kitap dili farklı olan, “Yüksek Almanca” iletişimde ciddi anlama güçlükleri gizleyen burasının ortamında, Türkiye üstüne siyası kitaplar bulup alsak bile içeriğini doğru algılayıp anlamamız ve isabetli sonuç çıkarabilmemiz imkânsız gibi. Fakat 15 Temmuz’dan sonra, burada, o kitaptaki fikirlerle Yeni Türkiye’yi, Büyük Türkiye hamlelerini ve Oyun Kurucu Türkiye’mizi, bölgesel lider Tayyip Erdoğan’ı anlatabilmem kolay olmadı. Çünkü bu yapıtın felsefi derinliğinde, Türkiye Cumhuriyetinin bir bölgesel taşeron (altüstenci) olması öngörülmüştür. Bu gerçeği, ancak bu işlerin belli başlı Profesörlerinden olan Kemal Karpat’ın büyük sayıdaki eserinin özünde yansıyan şu tümcede bulabiliriz. O şöyle der. “Osmanlı dev bir çınardı. Savaşlardan sonra Bulgaristan Türkiye sınırımız çekilirken, dev çınardan bir dal kesildi ve sınırın ötesine düştü. Bu dal Bulgaristan Müslüman Türklüğüydü.” Davutoğlu’nun “Yeni Osmanlı” anlayışına göre, şimdi biz kovan kapağını açtığımızda arılar uçuşup sınır ötesindeki soydaşlarımızın bağından bahçesinden, çayır ve tarlasından bal toplayıp Edirne kovanlığına taşıyacaktı. Bu fikrin pratik


78

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

boyutunu, eski Türkiye Cumhuriyeti Başbakanının Sofya’ya yaptığı son ziyaretinde gördük. O, Başbakan Borisov ile o dönem HÖH Genel Başkanı çevirmenliğinde, (Olay 2015’in Aralık ayının ilk yarısında meydana gelmiştir.) “Boyana” devlet sarayında yaptığı görüşmede, “alın şu 1 milyar 280 milyon Euro’yu ve karma bölgelere yatırın, hayrını beraber görelim” önerisinde buluyoruz. Olmadı. Taşa çarptı. Bu işin aracısı ise, ortalığı rezil etti. Şimdi de Ankara’ya gitti ve Başbakan Sayın Binalı Yıldırım’la görüşmesinden sonra “İkili ilişkiler üstüne bilgileneceğiz” dedi. Bir oyun kurmadan Ankara’ya gidip görüşme istemek anlamsızdır. Yoksa 15 Temmuz’dan sonra Türkiyeyi yere serilmiş ve can çekişen halde mi görmek istiyordu ki, nemalanmayı düşünmüş olabilir. Yoksa, Başbakan Borisov’la yapamadığınızı gelin benimle mi yapın!, demek istedi. İnsanın aklından her şey geçiyor da, hayırlı olan hangisi olur konusu henüz ardına kadar açık. Borisov Dobruca ve Deliorman’da Türkleri Cumhurbaşkanı seçimine kazanma yolunu bulmuş, 64 milyonluk yol yatırımına karşı, oylarını pazarlamış gibi. Hele FETÖ işlerinin Bulgaristan’da da cıvıtmasından sonra ve bataklık kokan işlerin içinde HÖH partisi “fahri başkanı” Ahmet Doğan ve yıllarca Genel Başkanlık yapanlar gibi ileri gelen sözde siyasetçinin olduğu anlaşılınca yeni gelişmeler oldu. Hainlerin tümünü hem FETÖ’cüleri (hem de HÖH lider grubunu) savunmak için, 1984 - 1989 zulmünün uygulanmasında olağanüstü büyük rolü olan ve baskı ve terörün zalimi olarak bilinen isimleri için, hakları uğruna ve özgürlükleri adına direnen kardeşlerimize ateş emri veren, halk arasında ve kamuoyunda adı “gestapo” olan sivil polisten eski Albay, şimdiki Prof. Dimitir İvanov, yeni durumda FETÖ’ culardan yana çıkarak, “Türkler Bizim” dedi. Bulgaristan Türklerinin haklarını ve özgürlüklerini, ulusal adaleti sözde savunan yeni parti adına ve Başkanı sıfatıyla “Bulgaristan Türkleri, analarımız, babalarımız, dedelerimiz, ninelerimiz, atalarımızın mezarları, doğmamış bebelerimiz ve tüm doğacak evlatlarımız Bizimdir!” diyemedi. HÖH’ten ise söz bile etmiyorum. Yazıklar olsun! “Bu halktan oy isteyenlerin ne felsefesini, ne psikolojisini ne de ulusal hesaplarını anlayabildim, ama yalnız kişisel hesapla büyük hedefler kovalanamaz.” Tek sözle biz burada olayı çok ciddi olarak görüyoruz. Anlayamıyorum gitti. Siz hangi hasrete hizmet ediyorsunuz? Sayın Prof Karpat mantığına Bulgarların verdiği yanıtta şöyle ince bir özellik dikkat çekiyor. Diyelim ki, 100 yıl önce dev çınardan kesilen dal Bulgar tarafına düştü. Düştü de, yaz geçti kış geçti kurumadı, bahar geldi açtı sardı.


Makale ve Analizler - 2016

79

Bulgar demez mi: Ucunu bataklığa soktum, güz geldi kalem aşıladım, haşarat bastı ilaçladım. Anlaşılan, çınar dalı hep o dal ama açtığı renkler, beklenen meyveler tamamen farklı. Ve ona göre, işte bu noktadan sanki “Git, hırsız seni!” deme hakkı doğuyor gibi bizim Edirne kovanından uçuşan arılarımıza.... Dananın kuyruğunun koptuğu yer de işte burasıdır. Ne var ki biz Bulgaristanlı Türkler, Türkiye Cumhuriyeti’nin 15 Temmuz 2016 büyük zaferinden sonra, emperyalizmin bölgesel taşeronluğunu silkelemesiyle, ana-vatanımızın bir alt-üstencisi olma durumundan kurtulup, Yakın Doğu’da olduğu gibi Bulgaristan ve Balkanlarla ilgili de Oyun Kuran ve Yükleyici durumuna gelen bir büyük değişiklik meydana geleceğine inanıyoruz. Türkiye’nin ülke içinde birlik ve beraberlikte toparlanarak dış siyasette de bir boyut büyümesi hepimiz için çok sevindirici oldu. Biz Avrupa Birliği Parlamento Başkanı Manfred Schulz ile Birleşik Amerika Başkan Yardımcısı Jeo Biden ile Ankara’da ve en gelişmiş 20 devlet başkanlarının Çin’in “Ancou” eyaletinde “C-20” görüşmesinde yapılan görüşmeler, temaslar, alınan kararlar buna işaret ediyor. Bizi geri ittiler ve taklaya zorladılar, ama biz çok büyük ve güçlü bir milletiz ve ileri takla attık, tehlikeden sıyrıldık, düşmanla yüzleştik ve artık arınıyoruz. Burada Almanya’da hissettiklerimiz bunlardır. Gelişmeleri izlemeye devam ediyoruz. Ne mutlu Türküm diyene!

Geçmiş Aslan Ölmez

Neriman Eralp Kalyoncuoğlu-04.Eylül.2016

Kahraman bacımız Hüsnüye yengemizi anıyoruz! Hüsniye Recep - İsmini değiştirmez. Türklük mayamızdan son damlayı koruyan, Toplumsal evrimi ve devrimi etkileyen zekâ değil, duygular olduğunu hep unutu-


80

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

yoruz. Bizim kendimizi Türk hissetmemiz zekâ üstü bir olaydır. Türklüğümüz duygularımızda yaşar. 1984 Aralığını, üzerimize ilk kez kurşun atıldığı anı, ölüme hedef olduğumuzu nasıl unutalım! Birimizi, binimizi öldürüp bireysel Türklük bilincimizi, Bulgar kitle bilinci içinde eritmek ve geçmişimizi izsiz bırakmak istemişlerdi. Unutabilir miyiz? Hiç birimiz Türklük Akademisi bitirmedik. Bizim Türklüğümüz baba ocağı külüdür. Sıkılan kurşunlara ilk kurban Türkan kızımız oldu. Doğru dürüst ismini bile söyleyemiyordu. Kör kurşunun hedefinde Türkan bebe yani Türk kimliğimiz vardı. Bizim Türklüğümüz bir ve binde tektir, aynıdır. Ve bir zekâ olarak değil, bir duygu dokusu olarak doğup gelişmiş ve kemikleştiği için askerden, tanktan, toptan korkmadı. Biz Kayloba direnişinde ilk kez Bulgaristan Türkleri kitle bilincinin kişiliksiz olduğunu gördük. Anlamı şudur. “Hasan benden büyük Türk ya da Mehmet Mustafa’dan daha az Türk!” Diyen olmadan, her birimizin Türklüğünün ortak bütünlüğünde gücümüzü ve yenilmezliğini görebildik. Bu birlik ve beraberlikten doğan ve bir çığ gibi tekerlendikçe büyüyen ve önü alınmaz bir kudrete dönüşen Devrimci Yükseliş dediğimiz sosyal olayın içinde birbirine benzeyen ve benzemeyen, birbirini tamamlayan, birbirine örülmüş simalar gördük. Her biri Türklük sembolüydü. Her biri bir kahramandı. Her biri Türklüğümüzün ölümsüzlüğüne inanmıştı. İsimlerimizin ve kimliklerimizin değiştirilmesine karşı bir devrimci ruh ve eyleme dönüşen ulusal hareketlenmemizin içinde tek tek kahramanların kişisel bilincini yitirdiğini, kolektif bir bilince boyun eğmesine tanık olduk. Bunu en açık ve sade biçimde şöyle yaşadık. “Şimdi ne olacak, ne yapacağız?” sorusuna yanıt arayanlar, cevap vermiyor, sağına soluna bakıyor, arkadaşlarının gözlerini arıyordu. Anlamında, kişisel bilincin, kitlesel bilince boyun eğdiği belirirken, kolektif bilinç ve ahlakta belirleyici olanınsa, yüreklendiren, yöneten, lider olan kişinin ruh halinin, atılganlığının belirleyici olduğu ortaya çıkıyordu. Mestanlı’dakiler tek yumruk halinde birlikte karşı koyanların dik duruşlarında da bu izlendi. Son anda belirleyici olan, genelde, sözde değil, düğmelerini koparıp göğsünü kurşunlara açan irade oldu. Konuya bu kapıdan girmemin nedeni, Mestanlılı Hüsnüye Ablamızın hayata gözlerini yummasının 9. yıldönümünde kahramanlığına duyduğumuz sonsuz saygıdır. O, Bulgaristan Türklerini irade ve ruhunu olduğu gibi lekeletmeden, kirletmeden koruyabilen ulusal kahramanımız, baş tacımızdır. O savaş meydanında düşleri yeğlemedi, savaştı ve kazandı.


Makale ve Analizler - 2016

81

Ben bir genç kuşak temsilcisiyim. Onu ilk kez keskin kalemlerimizden Hikmet Efendiev’in “Kaynak” dergisinde çıkan bir yazısında tanıdım. Hüsnüye öğretmen artık yarınlarımıza türkü oldu. O yazıda, 1997 - 2001 Bulgaristan Başbakanı olan İvan Kostov’un Bursa’ya giderek göçmen kitlesinden özür dilemesi ve kürsüden inerek Hüsniye Ablamızın ellerine sarılarak alnından öpmesi oldu. Daha sonra bir gün babam memleketten döndüğünde çantasından bir “Dırjaven Vestnık” (Bulgaristan’ın resmi gazetesidir) çıkardı ve bana Bak kızım. Bizim hepsimizin adlarımızı değiştirdiler. Hatta kurşunlanarak ölen kardeşlerimiz bile kara Toprağa Bulgar adıyla girdi. Fakat bizim tohumumuz kurumadı. Şurasını oku, bak Hüsniye yazıyor. O Mestanlı’da öğretmendi. Tutuklandı, “Belene” Ölüm Kampında en ağırlaştırılmış koşullarda tutulsa da, yüz karası, kahrolası imzayı atmadı ve Şanlı Tarihimizde altın sayfa oldu, dedi... Sosyalizm yıllarında Bulgar kafamıza eşitlik zehri sokmuştu. İslam dinini her bakıma yasaklarken “Allah’ın kestiği parmak kanamaz ve acımaz!” propagandası yapıyordu. Hepimizin ismini birden değiştirmek, hepimizin Türk kimliğimizi yasaklayacak ve hepimizi karanlıkların en zindanına kapayacaklardı. Hazırlık yapıyordu. Kafamıza neden kör çivi kaktığını çözememiştik. Babam bana gazeteyi gösterirken, gözleri yaşarmıştı. Türklük aşımı böyle verdi. Duygu dünyasında en dolu doyumluk örnektir. O zaman, babam aklı duyguya dönüştürmüş ve bana Bulgaristan Türk Kimliği aşılamıştı. Bu, ne silinen ne de sökülebilen bir hissiyattı. Bulgar devleti ve toplumu bizim Türk zekâmızı 100 yıl zayıflatmaya çalıştı. Bugün de derdi biziz. Mektepsiz, okulsuz, hocasız, öğretmensiz, öndersiz, yol göstericisiz kaldık, ama bizden söküp alamadıkları, yedeğiyle değiştirip yeniden yerine takamadıkları duygu sistemimiz olduğunu ve bunu pes etmenin, kırmanın, dökmenin, kurşunlamanın mümkün olmadığını anlayamamışlardı. Demokrasiyi sınırlayabilirdi, tarlalarımızı, değirmenlerimizi, öküzlerimizi, keçilerimizi gasp edebilirdi, fakat Türk kimliğimizi, dayanıklılığımızı, sarsılmaz irademizi, sabırlı ruhumuzu asla hezimete uğratamazdı. Ve Hüsniye Abla’nın tutuklandığı gün öyle bir gündü. Yıl 1985, kar-kış bacada, polis kapıda, etraf buz kesmiş, Sütlü boyunca gelen rüzgâr sanki Türklere evlerinize toplanın, etraftan kaybolun sinyali veriyordu. Hüsniye öğretmeni milis arabasına tıkarken yanına değil anasının ördüğü yün yeleği ve kış paltosunu, kumral saçlarını taramaya bir tarak almasına bile izin vermediler. Kızcağızı kapıda, gözyaşları yanaklarında donup kalmış, komşu Bulgarlarsa kapılarını kapamış, perdelerini çekmişti.


82

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgar bilim enstitülerinde, polis eğitim merkezlerinde hatta Sofya Üniversite’sinin Psikoloji Bölümünde yapılan araştırmalarda Bulgaristan’daki yerli Müslüman Türklerin bir anaerkil toplum oldukları ve ailede kadın sözünün ağır bastığını bir türlü tespit edememişlerdi. Oysa dünyaya “soya dönüş” adıyla tanıtılan isim ve kimlik değiştirme süreci için yaklaşık 40 yıl hazırlık görmüşler, “fıkradan bilimsel teori olarak tanıttıkları saçmalıklara kadar iğneden ipliğe hazırlık görmüşlerdi”, fakat Bulgaristan Türk etnik topluluğunun bir anaerkil halk topluluğu olduğuna ve çok farklı karşı direnişle yüzleşeceklerine akıl erdirememişlerdi. Türk kadında üstün nitelikler olduğunu çok sonraları kavrayacaklardı. Hatta sözde her şey bittikten sonra 1989 Aralığında Sofya Meclis binasını kuşatan kitlenin de değişik yaşta kadınlardan oluşması, ta a 1994’te Cebelli gelinlerimizin katranlı ellerle kara asfalt üzerine yatarak Amerikan Büyükelçisi ile HÖH lideri Ahmet Doğan’a yol kesene kadar bu bilince varamamışlardı. Rodop Dağlarının ve Deliorman’ın Kara Kartalları o yürürken hep yere bakan, karşıdan biri geldiğini görünce beyaz bürgüsüyle yüzünü hafiften kapatan, elleri hep dolu, aydın kafalı kadınlarımız, analarımız, kız kardeşlerimiz ve eşlerimiz olduğu bilincine varamadılar. Analarımızı hiçe saymışlardı. Onu tutuklarında da imza attırıp salarız, diye düşünmüşlerdi. Hüsniye öğretmenin gözü kalem görmüyor, eli kaleme gitmiyordu. Hele bu işi kendisinin gönüllü olarak ve eşi ve kızı adına istediği konusuna asla girmek istemedi. Bir ara durdu. Kırcaali Milis Şefi Kadirev’in gözüne baktı ve “Size bir soru sorabilir miyim?” dedi: “Evet buyurun” dedi, müdür. “Bir Müslüman fesini çıkarsa ve papaz külahlı geçirse kafasına, Hıristiyan olur mu?” “Olmaz!”, cevabını aldı. “Bulgar ismi alan bir Türkün Bulgar olacağı nereden çıktı!?” diye ekledi. “Alışırsınız”, dedi Kadirev ve “Çıkarın şunu odamdan, “Belene” emrini verdi. “Belene” uzaktı. Yük treni vagonları önce Sofya’ya, sonra Plevne’ye, Veliko Tırnovaya ve en sonunda da üstü açık bir kamyonetle elleri ve ayakları kelepçeli götürdüler Tuna ortasındaki adaya kadar. Ada karla kaplıydı. Bacalar tütmüyor, kurnalar buz tutmuş, Tuna da dayamamış soğuğa ve bu kadar soğuğun bir araya toplandığı bu yerde onun canını acıdan bileklerine yapışmış kelepçelerin “imzalamazsan, etlerini ve damarlarını koparacağız” diye çığlık atmasıydı.


Makale ve Analizler - 2016

83

Göçten sonra Bursa’da birçok okul ziyaret etti, başından geçenleri “öğrencilere çok anlattı.” Ve dinleyen körpelerin gözlerine bakarken, yaşadığı zulmü, gördüğü işkenceleri anlatmakla başkalarına bir bilinç olarak aşılayabilmenin adeta bir olamaz olduğu bilincine vardı. Acının duygudaşı olup aynı olayı birlikte yaşamak imkânsızdı. Başına gelenlerde bir gerçek payı ya da bir inanç payı yoktu. Bulgarların iddiaları saçma olduğu kadar akıl dışı ve istenç dışıydı. Ondan istenenlerde zorluk çıkarmadan kabul edilebilecek hiçbir şey yoktu ve dişleri söküldükçe, tırnaklarına çivi çakıldıkça ve buzlu su havuzuna atıldıkça direnci sanki su alıp daha da sertleşiyor ve ruhum teslim olmadıkça bedenim yaşayacaktır, diyordu kendi kendine, daha doğrusu aklından geçenler bunlardı. Bir gün yine böyle bir görüşmeden, göçmen kızı Ayşe Korkmaz, “Hangi işkenceye en zor dayandınız Hüsniye Anne?” diye sordu. Başını cama çevirip karşıdaki kestane ağıcına bakarak konuşmaya başladı: “Ben, bedenime yapılan işkencelerin sayısını ve isimlerini bilmem. Siz de görüyorsunuz ellerim kolların, sırtım bugün de yara bere içinde, sızıları savsa bile izleri kaldı. Bir gün besbelli dayanamamışım ve öldüğüme karar vermişler. Fakat yukarıdan gelen bir emirde “ne yaparsanız yapın ama “Belene” kampından ceset çıkmasın!” denmiş. Ölmüşsem beni yakınlarıma teslim etmeleri, ya toplu mezara gömmeleri yada kayıplara karışmam gerekmez mi? İşte böyle bir karışıklık içinde işkenceciler cesedimi “derin dondurucuya kapama” kararı almışlar. Ellerimden ayaklarımdan yakaladıkları gibi, çengellerde boy boy asılı domuzların yanına beni de uzatıp gitmişler. Derin dondurucu kamara kapısının kaç saatten kaç günden sonra açıldığını bilmiyorum ama can çıkmayınca çıkmıyor işte... Kendime geldiğimde büyük bir kapalı saha içinde çimento üzerinde yatıyordu. Hangi işkenceye en zor dayandınız, diye sordun ya Ayşe kızım. O donmuş vücudun yeniden ısınması ve buzları eritip canlanması var ya, hiç sorma kızım. Bunu ancak yaşayan bilir. Bunu hiç birinizin yaşamanızı istemem. Bunun için Türklük davası, kimlik davamız dünyanın en zor davasıdır. Türk olmak, Türk kalmak, Türklüğü yaşatmak çok zor kızım!” Ne mutlu Türküm diyene derin anlamında Hüsnüye Ablamızın saygın anısı, 1984 - 89 kavgamızın kanı ve sızıları var. Hiç bir şey unutulmamış ve unutulmayacaktır. Biz Bulgaristan Türklerinin sert omurga kemiği bu kavgalarda oluştu ve her anını ebediyen yaşatmak zorundayız. Kahramanlarımızı saygıyla anıyoruz. Onların aziz hatıralarıyla yaşıyoruz.


84

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Korku Dağları Bekletir

Musa Vatansever-05.Eylül.2016

tir.”

Başbakan Borisov: “Türk yatırımları bizim için uzun vadede risk-

Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov son günlerde doğup büyüdüğüm şehrim olan Varna’dan konuştu. Karadeniz incisi olan güzelim sahil anakentimizde Avrupalı Gelişim İçin Vatandaşların GERB partisi Gençlik Kolları semineri düzenlenmişti. Başbakan gençler önünde ve basına açık bir ortamda Bulgaristan iç ve dış siyasetini ve dünya gelişmelerinin Bulgaristan üzerindeki etkileriniyorumladı. Memleketimiz dışında olup bitenin Bulgaristan’a olan etkisi açısından analiz yapan Borisov, önce “Türkiye ekonomisi çökerse, bölgeye çok kötü etki yapacak” diyerek girdiği konuya şöyle genişletti: “Büyük sayıda Türk şirketi Bulgaristan’a yatırım yapmak istiyor, fakat bu uzun süreli değerlendirildiğinde, özellikle Türklerin yaşadığı karma bölgelerde olmak üzere, risk içeriyor.” O, bu riskleri şöyle açıkladı: “Parayı ödeyen siyaseti belirler.” Hani Nasreddin Hoca’nın “Parayı veren düdüğü çalar” dediğine getirdi. Bir feylesof ve siyasetçi olarak öngörüde bulunan GERB lideri, sanki “Türk şirketleri belirli bir siyaset dayatabilir.” demeye çalıştı. Öze döndüğümüzde, “Korku dağları bekletir!” atasözümüze dönmek zorundayız ve kötü, sert bir durumla karşılaşılacağından korkan kişi, yapmak istemediği şeyden istemeye istemeye vazgeçer. Bunu böyle işaretlemek zorundayım. Çünkü eğer Sofya hükümeti Türk şirketlerinin, T.C.’nin doğal etki alanı olan yakın bölgelere yönelik dış yatırım siyasetinden ve Balkanlara akışından korkuyorsa, Avrupa Birliği ve komşu ülkeler arasında yakın işbirliği ve ortaklık, her iki taraf için de yarar getirecek projeler gerçekleştirme siyasetinden uzaklaşıyor anlamı çıkar. Bu dünyada her şey olabilir, ama kimse zamanın gereklerine karşı çıkamaz. Avrupa, Amerika ve Rusya bölgemizde bir Büyük Türkiye oluştuğunu kabul ettiler. İşte şimdi Çin’de yapılan G-20 zirve görüşmelerinde kendisiyle en


Makale ve Analizler - 2016

85

uzun ve en ameli görüşmelerde bulunulan lider Türkiye Başkanı sayın Recep Tayyip Erdoğan oldu. Dünya büyükleri, şu Yakın Doğu, Suriye ve Irak probleminin, DEAŞ, PYD, PKK gibi terör odaklarıyla silahlı mücadelenin TSK’nin direk müdahalesi dışında çözülemeyeceğini anladılar ve Başkan Erdoğan’ın hareketlerini izlerken önerilerini değerlendiriyorlar. Dünya güçler dengesini son derece etkileyen Rusya - Türkiye yakınlaşması, “Yavuz Sultan Selim” köprüsünün açılışında gündeme gelen, Büyük Türkiye üzerinden, “İpek Demir Yolu” boyunca Güney Avrupa’ya yayılma siyaseti tüm devletler tarafından kabul edilirken, halklar tarafından destekleniyor. Bu gelişmeler kendiliğinden olmak üzere, Bulgaristan’ın kapılarını Türk yatırımlarına açmasını zorunlu kılmalıdır. Çin’den gelen ve tüm Orta Asya ve İran’ı geçerek Türkiye’nin Edirne AB sınır kapısına dayanan bu milenyum atılımı, halklara yeni medeniyetler çağı açacak dev yatırım, “Kapıkule”de “Ayşe Kadın” tren istasyonuna gömülemez. Bir Avrupa kapısı olmayı hayal eden Bulgaristan, dünya gidişatına uymak, kapılarını açmak, US Dolarlar kokmadığına inananların Türk yatırımlarının da kokmadığına inanmaları gerekecektir. Dünya çarkını Bulgaristan gibi minik bir devlet geri çeviremez, gidişlere yön veremez, küçük ve bencil hesaplarla dünya siyasetini etkileyemez. Öte yandan “Korkunun ecele faydası yoktur.” olacak her zaman olur. Burada olacak olan sınırları açmak ve yatırımların gerçekleşmesine olanak sağlamaktır. Bulgaristan Müslüman Türklerinin yaşadıkları köy ve kasabalara Türkiye’den yoğun yatırımlar geleceğini hepimiz biliyorduk. Avrupa Birliği’nin yatırım fonları bitti. Rusya ile “ambargo” siyaseti sonucu ekonomik ve ticari ilişkilerimiz donduruldu. Küçük bir devlet olarak Amerikanın da ağazına göre bir kaşık değiliz. Diğer komşularımızdan Yunanistan, Makedonya ve Sırbistan ise olaya pek sıcak bakmıyorlar. Bir de bu işin mantıksal perspektifini “Koy avucuma, koyayım avucuna” atasözümüz özetlemiştir. Bizim yatırımlarımıza kapı açan ve kolaylıklar sağlayan devlette biz de mutlaka faydalar sağlarız. “Doğuş İnşaat’ın” Sofya metrosu ikinci hattını inşa etmesi ve hizmete açması iyi olmadı mı? “Mapa-Cengiz” şirketler birliğinin Sofya “Lülin” semti 8. mıntıkasından bir sanayi şehri olan Pernik’e uzattığı modern otoyol faydalı olmadı mı? Kırcali’den “Makaz” - Yunan sınır kapısına uzanan “A” sınıf asfalt yoldan herkes faydalanmıyor mu. Bulgaristan’da toplam 100 bin Türk adamı faaliyet halindedir. “Şişe Cam” tesislerinin Tırgovişte’ye dikilmesine kadar çok çalışmak gerekti ve gerekiyor. Son hesapta bunlar karşılıklı yarar sağlayan yatırımlardır ve Bulgar halkının yüzünü güldürmüştür. Herkes bilir ki, Bulgaristan’ın Türkiye yatırımlarına karşı tutumu 2015 sonunda, Başbakan Davutoğulu’nun Sofya ziyareti esnasında değişmeye başladı.


86

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

3 Eylül 2016 günü Varna’da Türk özel sektör yatırımlarına karşı “uzun vadede riskli” gibi bir siyasi tutum ifade eden Borisov, aslında kendisine Bulgaristan Türk, Pomak ve Romenlerinin yoğun yaşadığı bölgelere yatırım parası olarak teklif edilen 1 milyar 280 milyon Euro’yu elinin tersiyle geri itme politikasına devam etti. Bu, aynı zamanda, Hak ve Özgürlükler Partisi’nin de son 26 yıldan beri izlediği siyasi çizgidir. Türkler zengin olursa kontrolümüzden çıkar. Türklerin çocukları mühendislik, hukuk, sosyoloji, felsefe okursa onları elimizden kaçırırız. Okumuş adamla başa çıkmak zordur gibi sapık anlayışının 2016 uzantısını yaşıyoruz. Onlar için varsa yoksa imamlık okutmak. Sanki hepimiz ölmeye hazırlanıyoruz. Burada anlaşılması gereken özellik şudur. Avrupa Birliği’nden gelen paralar HÖH lideri Ahmet Doğan masasından geçiyor ve o da istediğine verme hakkını elde etmişti. Bu işler, Başbakan II. Simeyon (2001 - 2005), Sergey Stanişev (2005 - 2009) hükümetlerinde böyleydi. Dalavere testi Plamen Oreşarski (2013 - 2014) hükümetinde kırıldı. Dış kaynakların karma bölgelere yönlendirilmesi konusunda Ahmet Doğan ile Boyko Borisov arasındaki farklı olan durum şudur. Ahmet Doğan köy ve şehir halkı yararına hiçbir şey yapmadan paraları seçtiği şirketlere aktarırken, Müslüman Türk oylarına talep olan Başbakan Borisov örneğin Deliorman ve Dobruca’da köyler ve şehirlerarası asfalt yol şebekesini yeniden asfaltlarken köprüleri ve durakları onarma işlerine ağırlık veriyor, fakat Türk yatırımlarının bölgeye girmesini “riskli” buluyor. İkisi de işyeri açmaya, köy ekonomisinin modernleştirilmesine yatırım yapmaya yanaşmıyorlar. Bu gölgelerde ve Rodoplarda Türkiye pazarına yönelik iri ve küçükbaş hayvancılığın gelişmesinden korku duyuyorlar. En fazla korktukları ise Türklerin zenginleşmesi, kendi kültürlerine dayanarak dirilmeleri ve kaderlerini ellerine almalarıdır. Bu yüzden Doğan’ın T.C.’deki FETÖ okullarına gönderdiği öğrencilerde bir tek doktor, bir tek hukukçu, bir tek idareci çıkmadı. Halkımız bugün de elindeki çatlak bastona dayanmaya devam ediyor ve umudu Büyük Türkiye’ye bağlıdır. Gündemdeki korkulardan biri de “sığınmacı selinin” Bulgaristan’a yönelmesidir. Dünyada en misafirperver ve en büyük sığınmacı ve savaş kaçağı ülkesi olan Türkiye’deki 3 milyon Suriyeli ve İranlı problemlerini kendi çözmeye çalışıyor. Korku ise, onların 2015’te olduğu gibi bir daha hareketlenmesinde kaynaklanıyor. Olaya daha derin bakıldığında, NATO gemilerinin Ege ve Akdeniz’de sığınmacı avında olduklarından, kitle selinin kara yoluyla Bulgar Türkiye sınırını göğüsleyeceği endişesidir. Bulgar makamları, “Sakar Balkan” Bulgar Türk sınırına baştanbaşa tel örgü gerdi. Termal kamara dizdi. Zırhlı devriye araçları için yollar açtı. Şu günlerde Karadeniz’e uzanan tel örgüde son 8 kilometre donatılıyor. Sınırda polislerle birlikte askeri güç de konuşlanmıştır.


Makale ve Analizler - 2016

87

Durum böyleyken, Sofya, Plovdiv, Dragoman gibi şehirlerde her gün 150 - 200 evraksız Arap sığınmacı tutuklanıyor. Bu kişilerin evraksız olmalarının sebebi ise AB içinde yürürlükte olan sığınmacı antlaşmasına bağlıdır. Kaçak yabancılar girdikleri ilk AB ülkesi olan Bulgaristan’da kayıt yaptırmak istemiyorlar, çünkü geri çevrilirken ilk girdikleri ve kayıtları bulunan ülkeye gönderiliyorlar. Almanya ya da Hollanda’ya vardıklarında evraklarını DHL ile kabul edip ilk kaydını o ülkede yaptırarak işi güvenceye bağlıyorlar. Bulgaristan’daki sığınmacı yerleşkelerinde de huzur yok. Harmanli kampında artık birkaç isyan yaşandı. Hükümet kararıyla bunların açık tip sığınmacı yerleşkesinden kapalı tip sığınmacı yerleşkesine dönüştürülmesi planlandı. İsyan edenler biz “mahkum değiliz” diyor. Sığınmacılar Bulgaristan yerleşkelerinde kendilerini dut gölgesinde gibi rahatsız hissediyorlar, zevksiz bir hayata zorlandıklarını anlatıyorlar. 1 Ekim 2016’dan başlayarak Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına AB vizelerinin kaldırılması konusu da hararetli tartışılıyor. O bilinen 72 kıstasın yerine getirilememesi için dua edenler var, desem yanlış olmaz. Çok defa, 15 Temmuz darbe denemesinin de bu işleri engellemek amacıyla yağıldığını geveleyenlere kulak misafiri oldum. Kimileri ise, PKK ve FETÖ cani hareketlenmesi, Türkiye makamları başlarını dertten kaldırıp şu kriterler paketini tamamlayamasın diye kışkırtıldı, diyor. Biz artık her konuda yanındayız diyenlere inanmaz olduk. Bulgaristan’da “Türkler buraya dolar” korkusu büyüdükçe büyüyor. Türkiye Cumhuriyeti Yatırımcılarının hiçbir engel aşmadan Bulgaristan’a akın edeceği korkusu 1 Ekim yaklaştıkça tırmanıyor. Türkiye hükümetinin birçok sığınmacıya vatandaşlık ve ardından pasaport verme kararı da korkulara benzin döktü. “Artık bunlar sığınmacı olarak değil, T.C. vatandaşı olarak gelecekler, dokunmaya ve kovmaya hakkımız olmayacak!” feryadı koptu. Sözün özü. Bulgaristan gibi bir nedenden ötürü büyüyemeyen bazı küçük ülkelerin, daha da küçülmeleri için özel gayret göstermelerine gerek yok. Anlaşıldığı üzere, “Türk yatırımı istemiyorum” demek, aslında “Büyümek istemiyorum, yerimde sayacağım ve hatta küçülmek istiyorum,” anlamındadır. Burada önemli olan Bulgar’ın ve Bulgaristan’ın büyümem değil, şu bizim karma bölgelerde yaşayan Türk, Pomak ve Çingenelerin kötü yaşaması, sıkıştıkça sıkışması ve en sonunda memleketi terk etmeyi gönüllü olarak kabul etmeleridir! Hakim olan zihniyetin bu olması çok kötü tabii. Önce Atakacıların, ardından Makedon komitacılarının ve sahte yurtseverlerin beyin dolgusu olan bu zihniyet artık anlaşıldığı üzere GERB bacasını da tamamen sarmıştır. Ne yazık ki, biz bu milliyetçilik sapkınlığının suyundan gidemeyiz.


88

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Aynı gençlik seminerinde konuşan Bulgaristan Dışişleri bakanı Mitov’un endişesi ise şu şekilde ifade buldu. “Sınırımızı yasal olmayan yoldan geçmiş üçüncü ülke vatandaşlarını Türkiye’ye iade etmemiz için, bizim T.C. ile özel çalışmamız gerekiyor. Avrupa Birliği ile Türkiye arasındaki vizelerin kaldırılması şartıyla sığınmacı kaçakların iade edilmesi sözleşmesi yürürlüğe girmediği halde, biz sığınmacıları bu ikili sözleşmeye dayanarak iade edebilmeliyiz. Korkular bir değil, iki değil! Yatırım göndersen uzun vadede riskli, sığınmacı gitse olmaz, Türk bölgeleri boş kalıyor kimsenin umurunda değil, önemli olan “Türkiye çökerse biz ne yaparız” konusunda şeffaf bir fikir sahibi olmaktır. Diyorum ya, Bulgaristan’ın büyümesine gerek yok, Büyük Türkiye’nin yücelmesi hepsini yerinde saydırmaya yeter de artar. Küçülen insanların ufku da küçülüyor, yapacak bir şey yok...

Yorgunum, Beni Bekleme Kaptan!

Osman Bülbül-05.Eylül.2016

Demokratik süreçleri yeniden başlatanları düşünüyorum da! Bu çağrışımda üstü kapalı söylemek istediğim, DOST partisinin benim gibi yorgun hak-adalet savaşçılarını Bulgaristan’da demokrasi limanına çıkarabileceğinden yalnızca bir kuşkulanıştır. Ben ve benim gibiler ordusu yani bizler mi tez elden yaşlandık, dostçular mı geç geldiler mücadele meydanlarına, pek bilemiyorum. Fakat bir kıpırdanış olduğu ortada! Şüphesiz, her şeyden önce, bu işte de tohum ve toprak diyalektiği olmalı! Tohum bekleyen toprağa düşmezse ya da toprak, tohumu uyandırmaya hazır değilse - buzluysa, fazla nemliyse vs. vs olmaz. Biz bu yolun hangi durağındayız? Yoksa tüm trenler geçmiş, rüzgâr mı kovalıyoruz? Bir defa, 90’lı yılların ortalarında “Pamporovo” kayak merkezinde beyin fırtınası yapmaya toplanmıştık. Gecenin bir vaktiydi. Ellerinde “keleşler,” horozu açık tabancalar, yüzleri maskeli siyah meşin elbiseli gençler basmıştı Ahmet Doğan sofrasını. Çılgınlık sergileyenler bildikleri okuyor, sövüp sayıyordu. “Siz Türkler mi yöneteceksiniz bu memleketi” diye haykırırken masaya tekme atıyorlardı. Garsonlar kaybolmuş, bekçiler de etrafta yoktu. Doğan masa altında büzülmüş, dilini yutmuştu. Çok geçmeden köpeğin sahibini ısırmadığı, bunun bir


Makale ve Analizler - 2016

89

dolap olduğu anlaşıldı. Doğan’a ilk kez silah çıkarıldığını o zaman görmüştüm. O gün bu gün HÖH partisi dere gibi aktı da, ne bir baraj, ne bir göl, ne de deniz olabildi. Bu yarayı ben 20 yıldan beri kafamda taşıyorum ve iyice yoruldum... 2016’nın başında dostçuların köy gezip büyük sokak arasında, muhtarlık salonlarında üç beş kişiyle, yada mevlitlerde büyük kalabalıklarla buluşması başladı. “Pamporovo” tuzağından sonra ben HÖH’ten çekildim. Komploları sevmem. Bakıyorum bizde yaprak dökümü başlıyor gibi. Sararıp olgunlaşamayan bir güz yaşıyoruz. Güneşin uzaklaşmasını ve rüzgârın gelmesini beklemeden, dalda sallanan yapracıklar ne olur ne olmaz, bu defa ben elimi erken tutup düşeyim, belki bir işe yararım hesapları yapıyor sanki. Dostların ulusal örgütlenmeye uzandıkları dikkati çekiyor. İnşallah su akar ve yolunu bulur. En iyi günler sizin olur. Bizden geçti artık... Buradan, Avrupa’yı memleketime taşıyan, Tuna nehrinin Balkanlara doğru hız aldığı yerden, kendime yakın hissettiğim gelişmeleri seçip ekranda izlerken, aklıma takılanlar ve münasebet almamı gerektiren konular oluyor. Biz bir iğne yapraklılar ve 12 çeşit meşesi olan bir memleket değil miydik? Erken yaprak dökümü ne iş! Çünkü hakikatten bizim çamlar hep yeşil, tuhaf ama meşelerimiz de pelit döker, güz çimenine yaprak dökmezdi. Onlarda yorulmuş beklemekten anlaşılan ve fırsat fırsattır demek istiyorlar. Benim bildiğim her şey değişir, fakat doğanın kuralları değişmez, zaman her şeyden pay ister. Tarım mühendisliği ruhuma işlemiş. Toplumda mayalanın benzerini doğada arıyorum. Karşılığı olmayan durumlarda kendimi ezgin buluyorum. Öyle olunca “Çok yorgunum, beni bekleme kaptan!” bir saat olup kafamda saniye saymaya başlıyor. Nazım o satırları vatanım toprağına basarak ve denizimize bakarak yarattığı için yüreğim kabarıveriyor. Vatan toprağıma aidiyet duygusu doğuyor. Bir şey bir yerde bir defa bitmişse yine olur mantığı ruhumu fethediyor. Büyük ozanın Bursa hapishanesinde Tolstoy’un “Savaş ve Barış”ını Türkçemize kazandırırken Moskova çevresinde bir yol kenarında asırlık bir çınara açan baharı solutması ve 50 sayfa sonra yaprak döken aynı ağacı kışa hazırlaması canlanıyor hayalimde. Her şeyin yenilenebildiği, özden başka her şeyin sürekli değiştiği umut olup o an bir daha doluyor ferahlanan kalbime. Genç dostum Nikolay, memlekete gitti geldi. Bir kutu içinde birkaç erik, bir iki salkım üzüm ve bir salatalık ile bir “manda yüreği” domates getirmiş hediye olarak bana. Tadı ve kokusu değişmiş mi, bir bak, dedi kutuyu elime uzatırken. Gerçekten de ince ruhlu bir oğlan. Geldiğinde çok heyecanlıydı. “Bay Osman bizde siyaset derin bir kuyuda ve kuyunun kapağı kapalı. Şöyle düşün ökçemizde bin diken ve yürüyemiyoruz. Yerinde sayanlar hastanesine düşmüşüz. Hadi çıkaralım şu dikenleri ve


90

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

taburca olalım dendiğinde, komşu yatakta bir bacağı kesilmiş ve öteki de askıda olan birini gösteriliyorlar. Önemli olan komşunun kötü olması! Heyecan sönmüş.” dedi. Ne diyeceğimi bilemedim. Genel konuştu. Değerlendirmeleri bütün memleket içindi. Benimse, beynimin sol yanında HÖH küpesi, sağ yarısında DOST küpesi, bir az özelde kalmışım. Genel değişmeden özel değişmez, haklıydı. Ne ki değişiklik somutta, özelde başlayıp bütün toplumu sarabilir. O zaman eski olanla yeni olan arasındaki kavga başlar. Artık kim üstün gelirse... Ben bu kavganın başlamasını beklerken yoruldum. Arınamadık bir türlü. Bunu ona şöyle açabildim: Toplum toprak gibi oğlum, işlenmesi gerek, ne ki bizimki sürülük kazılmak istemiyor. Memleket nadasta alıştı gibi bir hava var. Komünist totaliter buz sökülmedi. İdare el değiştiremedi, hala itlerin, piçlerin, hainlerin elinde... Onu biraz sakinleştirip avutmak isterken, sembolizm dönemimizin hayatın durmadan değiştiğini anlatan parlak örneklerimizden olan “Damla ve Okyanus”u anlattım. “Okyanusun içinde su buharlaşarak gaz haline dönüştükten sonra bir doğal döngü geçirir ve döngünün sonucunda yine yeryüzüne yağmur olarak geri döner ve akarsularla nehirler üzerinden tekrar okyanusa taşınır. Bu; bireysel insan ruhunun, türediği Kaynağa geri yaptığı yolculuğa dair çok güzel bir benzeşmedir.” İnan bana, o totaliter komünist kemik de gün gelecek demokrasi ve adalet güneşine dayanamayacak ve çözülecek, diye ekledim. Siyasi genellemeleri başka birinin yapmasına hak tanımak istemeyen Nikolay, hemen daldı. Bay Osman, şu Avrupa Birliği’nde toplumsal demokratikleşme açısından iş yok. Rica ederim, sen şimdi bir arabada 28 karpuzu getir gözünün önüne. Hepsi yuvarlak, yeşil, hatta alaca, kimisi söbe. Fark etmez de. Sapına bakıp ya da eline alıp olmuş olup olmadığını anlamak ancak senin gibi ustalara mahsus. Burada “olmuş” değimini demokratikleşmiş, adaletleşmiş, özgürleşmiş anlamında kullandım. Düşün ki bunlar 28 AB üyesi ülkedir. Hepsinin bayrakları ütülü, aynı boyda ve gönderde, rüzgâr estikçe yan yana dalgalanıyorlar. Armaları, anayasaları altın kaplamalı. Yasaları İngilizce tercümeli! Maddelerinde en fayla kullanılan söz “demokrasi!” Anlamı: “Biz bu birliktelik için olgunlaşmışız.” Her ülkenin milli marşı, devlet sınırı, meclisi, hükümet, yargı sistemi ve Cumhur Başkanı var. Hepsinin başbakanları kravatlı! Sonuncular şu bizim arabadaki kapuzun çekirdekleri. Karşıdan


Makale ve Analizler - 2016

91

bakan bu karpuzlar aynı tarladan, aynı zamanda ekilmiş, aynı çapayla kazılmış, aynı pompadan sulanmış, hepsi olgun, içi kan kırmızı falan zanneder. Fakat öyle mi, sen de görüyorsun asla öyle değil. Öyle olsa senin burada ne işin olur? Bu yaşta neden yoruluyorsun her gün sen? Huzur aramaya, göğsünü gere gere nefes almaya gelmedin mi buralara?! Evet, öyle de, diyerek başladım, tüm olan orada, ben burada yalnız bir damlayım, hangi denize katılacağımı bilmek istemem hakkım değil mi? Benim de gönlümde yıkayıp arıtamadığım dertlerim var. Ben buraya değerli taş aramaya gelmedim. Derken bana ısrarla bir şeyler söylemek istediğini fark ettim. Şuna dikkat edelim, Osman Bey dedi, sen de bu karpuzların hepsinin aynı derecede olgun olmadığını biliyorsun ama Bulgaristan karpuzunun ham olduğunu, adaletli ve demokratik bir toplum açısından diğer ülkelerden çok geri olduğumuzu işitmek bile istemiyorsun, çünkü kimse kimseye yaralarını göstermez. Ülkeleri bir karpuz gibi tarif etmemin nedeni, bilirsin üzüm üzüme baka baka kararır ama karpuz için böyle bir söz yok. Burada her devletin İçişlerinden kendisinin sorumlu olduğunu, yasalarından, uygulamasından ve geleneklerinden, sosyal, siyasi ve etnikler arası içlerinden kendisi sorumlu, demek istiyorum. Ortak bir anayasa ve uygulama usulü bile yok. Ne bir üst akıl olan Brüksel, ne de ayrı ayrı karpuzlar (ülkeler) bu bakıma birbirini etkileyemez. Hakları yok. Bunların ortaklığı ancak aynı arabada olmalarındadır. Ortak değerlerin oluşmasını beklerken yorun düşmedin mi? Nikolay istersen sana bizimkilerden eski bir öykü anlatayım ve olabilir ya, bu konuları işlerken tezine de alabilirsin. Anlat da dinleyeyim. Benim karpuz örneklemesi sanki pek inandırıcı olmadı, dedi ve sustu. Oldu canım, olmaz olur mu? İstersen örnekleyeyim ne anladığımı. Bugün okudum Lituanya, Polonya, Çekler, Slovaklar ve Macarlar komünizm döneminde işlenen suçlar ve suçlular ayıklanmadan toplum demokratikleşemez kararı almışlar. Demek istediğim karpuzlardan beşi bir konuda aynı derecede olgunlaşmış ama Bulgaristan topumun totaliter kalıtlardan temizlenme zorunluluğunu kabul etmiyor. Beni üzen ve sıkıştıran da bu! Ne zamana kadar? Çok güzel örnekledin, lütfen o dilinin altındaki öyküyü anlat. Çok vaktim yok. Yerini bulunca tezime işlerim. Kral ve Köle Bir zamanlar gözde bir kölesi olan bir Kral yaşarmış. Köle, çok güzel bir dilbermiş. Kral kölesinden ayrılamıyormuş. Hediyelere boğduğu köleyi çok sever gibi görünüyormuş. Fakat tehlikeli bir alışkanlığı da varmış: Kölenin başı-


92

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

nın üstüne koyduğu elmaya ok ile atış yapıyormuş. Yani köleyi hedef tahtası olarak kullanıyormuş. Durumdan habersiz biri bir gün köleye, kralın gözdesi olduğu halde neden ok atışlarından korktuğunu sormuş. Köle şöyle yanıt vermiş: “Eğer kral elmanın yerine beni vursa, beni suçlayıp kovar. Bu, yararsız olmaktan bile kötüdür. Ölü ya da diri olmaktan beni çok endişelendirmez. Ama ok elmaya isabet edince insanlar, kralın yeteneğini övüyorlar. Yani benim durumumun gerçekliği şu: Ya kral yeteneklidir ya da köle ölü!” Nikolay, anlatabildim mi? Öyküdeki Kral Brüksel - AB yönetimi, AlmanyaFransa gibi büyük devletler. Onlar kibirli ve onlara ancak Kral olmak yakışır. Aslına bakılırsa işler öyle karışık ki! Bu pirincin taşını ayıklamaya değil bir, beş ömür bile yetmez. Ben yorgunum kaptan... Köle ise bizim memleketimiz gibi AB üyesi sıradan küçücük ama gönlü yükte olan birisi. O senin arabaya dizdiğin ve olgun olup olmadığı hiç de önemli olmayan karpuzlar gibi... Önemli olan arabada olmak, büyükler arasında olmak ve bir sinek gibi her karpuza konabilmek. Önemli olan karpuz olmak sanki! İçindeki tüm çekirdekler ham olmuş karpuza ne! Köle kralın gözdesi olsa kaç eder? Durum hep aynı! Brüksel başarılı olamadıkça köleler ölümü seçmek zorundadır. Ben ise, bunları anlayıp anlatınca çok yoruldum, beni bekleme kaptan!

Yakın Geçmişimizden

Şakir Arslantaş-06.Eylül.2016

Konu: En fazla koktukları bizim milli kimliğimizin uyanması ve gelişmesidir. Biz Bulgaristan Türklerinin başına en kötü olaylar 1984 ile 1989 yılları arasında geldi. Bu gelişmelerin temelinde Bulgaristan istihbaratının Birinci Genel Müdürlüğü (Birinci Şube) /PGU/ ile o zamanki Sovyetler Birliği Devlet Güvenlik Komitesi (KGB) arasındaki temel, görüşme ve kararlar bulunur. Bunlar yıllık görüşmeler esnasında alınır ve uygulanırdı. Bu kararlar Bulgaristan’da artık açıklandı. Bu yazımda sizlere 25 - 28 Ekim 1988 günlerinde Moskova’da Birinci Şube ile KGB yönetimi arasında yapılan gizli toplantıdan Türkiye ve Kürtler bölümünü aynen tercüme edip dikkatinize sunuyorum:


Makale ve Analizler - 2016

93

Türkiye ile ilgili çalışmalarda işbirliği yönleri: Sovyet yoldaşlar Türkiye konulu bizim yayınlarımızı kendi kanallarıyla da yaymaya hazır olduklarını bildirdiler. Bizden Türkiye konulu yayınlarımızı kendilerine göndermemiz istendi. Bugün (1988) Türkiye’de askeri dikta rejimi olduğuna dikkat çekildi. Ülkedeki demokratik ilerici güçleri lehimizde çalışmalara kışkırtmalıyız, dendi. Sovyet yoldaşlar, dış ülkelerde bulunan istasyon şeflerinden üçüncü ülkelerde ve uluslar arası örgütlerde Türkiye’de insan haklarının çiğnendiği konusunda aktif çalışma yürütmelerini isteyeceğini açıkladı. Sovyet yoldaşlara göre Türkiye ile ilgili çalışmalarda temel ödevler şunlardır: - Birleşik Amerikan’ın Türkiye’ye olan güvenini sarsmak; - Birleşik Amerika ile Türkiye arasında askersel yakınlaşmaya engel olmak; - Türkiye’nin bundan böyle amerikan planlarına katılmasına mani olmak; - Türkiye ile Amerika arasındaki ilişkileri kötüleşmeye itmek; - Sovyet yoldaşlar artık TBMM’de belirli mevziler ele geçirebilmiştir. - Meclis kürsüsünden sürekli soru sorulmasını sağlayabilmiştir. - Bu etkinliklere Bulgaristan’ın da katılmasında ısrar ettiler. Türkiye siyaseti konusunda olumlu gelişmelerin desteklenmesi ve özendirilmesi gereğine dikkat çektiler. Artık Türkiye ile Sovyetler Birliği arasındaki ilişkilerde iyileşme kaydedildiği açıkladıklar. Sovyet yoldaşlar, ekonomi ve diğer alanlarda Türkiye ile olan ilişkilerimizin gelişmesine yardımda bulunabilmek amacıyla bizden Bulgaristan ve Türkiye ilişkilerindeki son durum üstüne bilgi istediler. Sovyet yoldaşlar, aktif eylem yürütülerek, Türkiye’nin kabul edebileceği bilgilerin aktarılması gereğine işaret ettiler. Örneklerken, Birleşik Amerika’nın sosyalist ülkelerle ilişkilerini geliştirmeye hazırlandığı fikri ortaya atılabilir, dendi. Şu örnek de olabilir: Türkiye Bulgaristan’la olan ilişkilerini geliştirmeyi kabul ederse Sovyetler Birliği - Türkiye ilişkileri daha yüksek bir aşamaya taşınabilir. Başka bir misal: Bizim fikirlerimize yakın olan ve dolaylı olarak yarımızda bulunan bazı konularda Türkiye Avrupa Parlamentosuna öneriler sunabilir. Türklere, sosyalist devletlerde Türkiye ile ilişkileri geliştirme konularının gündeme alındığı düşüncesi sızdırılabilir. Ve eğer Türkiye sosyalist devletlerle ilişkilerini geliştirmeyi vb. vb kabul etmezse, bu devlertler başka yönde karar alabilir.


94

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Sovyet Yoldaşlar, bize onların tüm etkinliklerinde Bulgaristan’ı destekleme unsurunun yer aldığını vurguladılar. Sovyetler Birliği tarafından diş ülkelerde yapılan tüm forum ve konferanslarda Bulgaristan’a baskı uygulanmasının önlenmesi ödevi verilmiştir. Öte yandan, bu konuda Cezayir, Libya ve Suriye devlet yönetimlerine bu konuda baskı yapılmasının olumlu olacağına işaret edilmiştir. Bu devlet yöneticileri aralarında düzenledikleri son uluslar arası konferansta Bulgaristan’a baskı yapılması konusunda sustular veya tarafsız kaldılar. Sovyet yoldaşlar, bizim kendilerine Temas Grubuna giren şahısların listesini göndereceğimizi vaat ettiğimizi hatırlattılar ve bu listeye giren şahıslar hakkında biz ayrıntılı bilgi sunacaklarını söylediler. Amerikan Kongresine etkide bulunabilmek için dış ülkelerde Ermeni diasporası yayınları üzerinde nüfus sahibi olduklarını ve bize yardım edeceklerini belirttiler. Etkin Ermeni merkezlerinin Birleşik Amerika, Paris, Beyrut ve Tahranda olduğuna işaret ettiler. Nisan ayında Birleşik Amerika’da “Ermeni soykırımını” protesto gösteriler yapılması yasaklanmıştı. Şimdi Sovyet yoldaşlar aktif etkinlik programı hazırlayarak ABD’de Yukarı Karabağ konusuna çok önem verildiğine, “Ermeni soykırımınınsa” görmezlikten gelindiğine ilişkin birçok belgesel hazırladıklarını paylaştılar. İran - Türkiye ilişkilerinin bozulduğu ortadadır. Türkiye İran Devrimi’nin muhtemelen Türkiye’ye de kaydırılabileceğinden endişelidir. Sovyet yoldaşlardan Kürt Sorunu ile esaslı ilgilenen henüz yoktur. Bu sorunun çözümünün daha karmaşık duruma gelmesi, bir de Arap Dünyası’nda bu konuda ortak görüş olmamasından kaynaklanıyor. 1968 yılına kadar Kürt Sorunu Konsepti vardı. Daha sonra Barzanı’ye Amerikan Merkezi İstihbarat Örgütü /CIA/ ajanı dendi. Şu an Kürt Hareketi onun oğlu tarafından yönetiliyor. Sovyet yoldaşlar şu dönem Kürk hareketine genel anlamda destek sağlamıyor. Daha önceleri Irak Kürdistan’ı Demokratik Partiyi desteklemişlerdi. Fakat Irak’ın tepkisi sert oldu. Türkiye’nin 1 no’lu sorunu Kürt Sorunu’dur. Bu soruna ancak insan haklarının çiğnenmesi açısından bakılmalıdır. Bulgar ve Sovyet istihbaratının ortak etkinlikleri, Türkiye ve diğer devletlerin Kürtler konusuna yaklaşımı üstüne ayrıntılı bilgi toplamak ve bunları aktif eylemlerde kullanma yönünde olmalıdır.


Makale ve Analizler - 2016

95

Bası’da Türkiye basınında Kürtler konusunda yazılanlar mercek altına alınmıştır. Fakat aktif etkinlikler gerçekleştirmek için yalnız basın kaynakları yeterli değildir. Bizim tarafımızdan, Kürt konusuna Amerikan tarafının ilgisine ilişkin gösterdiğimiz ilgi paylaşılırken, ABD’nin son dönemde Kürk sorununa daha fazla ilgi gösterdiğinin saptandığının altı çizildi. Bölge amerikan yetkililerce ziyaret edilmiştir. Sovyet yoldaşlar, Türkiye’nin Amerikan siyasetinden endişelerinden yararlanmamız gerektiğine işaret ettiler. Türkiye’deki istasyon şefleri aracılıyla somut ödevler gerçekleştirilmeye başlandığına işaret edildi. “Üçüncü Dünya Savaşı ve Yakın Doğu” konulu bizim hazırladığımız ve kendilerine gönderdiğimiz el kitabı için teşekkür ettiler. Kürt sorunu konusunda ve olası Amerika’nın Irak Kürtlerini desteklemesiyle ilgili ABD’nin hedefleri ve ödevleri üstüne bölgede bulunan istasyon şeflerinden toplanan bilgileri, bizimle paylaşacaklarını söylediler. Bazı Amerikan siyasetçileri, Kürtlerin insan haklarının Türkiye’de ayakaltına alındığına ilişkin iddiaları var, dendi. Sovyet yoldaşlar, bizim Kürt liderleri ile direk bağlantımız olup olmadığını sordular. Verdiğimiz yanıt olumsuzdu. Fakat 01 Şubemizin Avrupa’daki Kürt liderlerle ilişkisi olduğunu paylaştı. Aynı zamanda şu an Türkiye ile ilişkilerimizin durumu üstüne bilgi paylaşıldı. Şimdilik olumlu olan bir şey yoktur. Bulgar tarafı ödün veriyor. Fakat Türk tarafı her yerde ve her forumda, fırsat bulduğunda her zaman Bulgaristan’a saldırıyor. Biz halterci Şalamanov’un (Naim Süleymanoğlu) ana-babasına Türkiye’ye gitme izni verdik. Ana-babasından koparılan çocukları da saldık. Todor Jivkov Kenan Evren’e mektup gönderdi vs. Biz Sovyet yoldaşların bu konuda bize yardım gösterecekleri umudumuzu ifade ettik. Ödevler: Türkiye’yi insan hakları çiğnenen bir ülke olarak şu konulara ağırlık kazandırarak tanıtmaktır. - Ermeni Soykırımı sorunu - Kürt sorunu - Türkiye - Yunanistan ilişkileri - Türkiye ile Arap İslam Dünyası ilişkileri - Türkiye ve Batı dünyası - özellikle Avrupa Parlamentosu - İslam Devletleri Konferansı gibi başka forumlardan da yararlanmak


96

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Ödevimiz Arap dünyasından Bulgaristan’a karşı herhangi bir hareketlenmenin önüne geçmektir. Türkiye konusunda Çalışma Programımızı Sovyet yoldaşlara göndereceğimize söz verdik. Sovyet yoldaşlara Kürt Problemi ile ilgili çalışmalarımız hakkında şu bilgiler sunuldu: Kürtlerin haklarının savunulması; Değişik Kürt ve diğer örgütlerden yararlanılması; Kürt yayınları, kitaplar ve broşürlerden faydalanılması; Kürtlerin Türkiye’de örgütlenmesi isteklerinin yükseltilmesi; (T.C.’de 12 14 milyon Kürt yaşıyor) Kürtler konusunda ABD tutumunun araştırılması; (Filistin konusunda konsepti olan ABD, Kürtler konusunda da konsept geliştirmiştir. Onlar birkaç defa bizden erken davrandı. Irak’ta kimyasal silah kullanıldığını iddia ettiler. Şöyle bir soru da var. ABD İran ile yakınlaşmayı neden öne çekiyor.); ABD’nin Türkiye üzerine Kürtler konusunda baskı uygulamak niyetinde olduğuna ilişkin aktif etkinlikler örgütlenmelidir. Şu hususlar dikkate alınmalıdır: Kürt liderleri, sosyalist devletler bizi desteklemiyor, diyorlar. Onlar pragmatik kişilerdir. Kendilerine kim silah verirse onunla oluyorlar; Batıda Kürt Fakültesi var. Kürt çocuklarına okul kitapları neden basılmasın? Bu konu Sovyet yoldaşlarla paylaşılırken, onların imkânlarını sorduk. Bizim bu gibi olanaklarımız yoktur. İlgilendik. Bizim kanımızca Kürtlerin Milli Kimlik Bilinci ateşlenmelidir. Sovyet yoldaşlar, bizden Kürtler konusuyla ilgilenen kişiler bulmamızı, Kürt konusundan daha fazla yararlanmamızı vb önerdiler. Sovyet yoldaşlar bize Türkiye ve özellikle de Kürtler konusunda etkinlikleri ile ilgili bilgi vereceklerini ve etkinliklerin koordineli yürütebilme konularında çalışacaklarını paylaştı. *** Bu belge 1988’de hazırlanmıştır. Adı geçmese de Bulgaristan’ın Türklerin isimlerini değiştirmesinden sonra meydana gelen bataktan çıkma planı gibi bir şeydir.


Makale ve Analizler - 2016 dir.

97

Dikkatinizi çekmek istediğim canlı konu Kürtler konusunda düşünceler-

Kürtleri uyandırmak ve Milli Kimlik Bilincine taşımak için hazırlanan planın özünde “Alfabe hazırlamak, okul kitapları basmak, basılı ve sözlü yayınlardan faydalanmak var. Dikkat! Bulgaristan Türk Müslümanlarının Milli Türk Kimliği Bilinci yolunu keserken yapılan nedir, anadilimizi yasaklamak, okul kitabı bastırmamak, kültürümüzü yok etmek ve bunların hepsini “Bulgar Etnik Modelinde” Ahmet Doğan’a boğdurmak. Düşünün arkadaşlar. Bu dünyada her şey bir eskinin tekrarıdır. Yakın tarihimizi iyi öğrenelim ve asla unutmayalım. Biz çok ezildik. Başka türlü bizim çekilerimiz bitmez!

6 Eylül 1885 - Bulgaristan’ın Birleşmesi

Dr. Mustafa Kahraman-06.Eylül.2016

Türkler iyi idarecidir. Bundan 131 yıl önce, 6 Eylül 1885’te Kuzey ve Güney Bulgaristan birleşti. Her yıl ulusal törenle anılan ve tatil günü ilan edilen bu olay ülkenin Osmanlı’dan ayrılmasından 7 yıl sonra gerçekleşti. San Stefano Barış Anlaşmasına göre Bulgar devlet sınırlarına Bulgarların yaşadığı topraklar dahildir. Büyük güçlerin 1878’de toplanan Berlin Kongresi’nde Bulgaristan toprakları bütünüyle parçalanmıştır. Tuna nehri ile Stara Planına (Koca Balkan) arasındaki bölge Sofya eyaleti de dahil Bulgaristan Prensliği olur. Koca Balkan güneyindeki topraklar idare özerkliğine rağmen, sultanın siyasi iktidarı altında kalır. 6 Eylül 1885’te Kuzey ve Güney Bulgaristan’ın birleşmesi bir bakıma büyük devletlere ve Paris, Viyana ve Berlin gibi merkezlerde düzenlenen kader belirleyen konferans kararlarına direnmedir. Birleşme konusu, “Fakti” elektronik ortamında ve Plovdiv’te çıkan “Maritsa” gazetesinde Deniz Cambazov imzasıyla çıkan bir yazıda, bu defa farklı bir açıdan ele alındı.


98

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bir İngiliz kitabi Birleşmeyi Top Ateşine Tuttu. - çeviridir. Londra’da Britanya Kütüphanesinde “Bulgarlar Oldukları Gibi” başlıklı bir eşine rastlanmamış kitap bulundu. 1985’te çok kısa bir sürede derlenen bu eser zamanına göre büyük tirajda basılmıştır. Ve hemen tükendiği ve yeni baskısı da yapılmadığı için tarihçilerin eline geçmemiştir.” Bu tespiti “Maritsa” bg yaptı. Bu kitap, Bulgar Prensliği ile Doğu Rumeli’nin birleşmesinden bir hafta sonra basılmıştı. Daha sonra, 19. yüzyıl ikinci yarısında Büyük Britanya siyasetinde önemli rol oynayan eserler listesine alınmıştır. Bu esere alınan belgelerle, 6 Eylül 1885’ten sonra Bulgaristan’da meydana gelen olaylar üstüne ayrıntılı bilgi verildikten sonra, Rusya’ya karşı yürütülecek ve bütün Avrupa’nın katılacağı olası yeni bir “Kırım Savaşı”ndan kışkırtıcılığı yapılıyor. Bulgar Prensliği ile Doğu Rumeli’nin birleşmesi, Ege Denizi çıkışlı San Stefano Bulgaristan’ı kurmaya hevesli olan Rusya’nın bir işi olması kuşkuları Büyük Britanya imparatorluğunda endişe uyandırıyor. Bölgeye düzen ve huzur getiren Türkler 14. ve 15. yüzyıl ‘da bölgeye geliş yerleşmezden önce bu küstahlar aralarında birbirlerine kıyıyordu, yazan eserde şöyle deniyor: “Türkler idareciliği iyi olan soylardır. Fakat ele geçirdikleri topraklardaki yerli nüfusu Türkleştirmedikleri için büyük yanlış yapmışlardır. Bunun neticesi olarak, geçen 19. yüzyılda gönderilmiş Rus misyonerler kendilerine akraba bildikleri İslav-Bulgarlar arasında bir sürü bölücülük etkinlikleri yürütmüş, ayaklanmalar örgütleyip kışkırtmış ve sonunda Türkiye ile başlattıkları çok kanlı bir savaştan sonra Bulgarlara bir devlet de kurmuşlardır. Savaştan sonra Rusya Büyük Bulgaristan kurmaya heveslenmişti. İngiltere buna müsaade etmedi. Çünkü Koca Balkan güneyindeki toprakların yasal varisi olma hakkı Yunanlarındır” yazan kitapta, Britanya’nın 100 milyon İngiliz lirası harcadığı ve 50 bin askerine mezar olan “Kırım Savaşı” nın tekrar etmesinin önlenmesi amacıyla Rusların İstanbul’a girmesine yol verilmemesi çağrısı da yer alıyor. “Bulgarlar Oldukları Gibi” kitabında, “Rumları ve Türkleri övülürken, Koca Balkan ve Ege Denizi arasındaki bölgeden çekilen Türklerin yerini alacak birileri varsa, bunlar asla Bulgarlar olmamalıdır, olsa olsa ancak Rumlar olabilir!” deniyor. Bu eserde, Büyük Britanya’nın eski kıtada alarm çanları çalması gerektiğine işaret ediliyor. 1885’te İngiltere dünyada en büyük imparatorluktur, saptaması yapılan eserde, Kuzey ve Güney Bulgaristan’ın birleşmesine onay verdiği ve bir-


Makale ve Analizler - 2016

99

leşmeden sonra Rus subaylarını Bulgaristan’da bıraktığı takdirde, bütün eski kıta halklarının Rusya’ya karşı savaşacağı uyarısında bulunuluyor.

Tuna Bir Hasrettir - 1

Raziye ÇAKIR -05.Eylül.2016

Şanlı tarihim, cennetim, eşsiz memleketim. Her şeyin başı öğrenmek, duymak, dinlemek ve mücadele vermekten geçer inancıyla Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi BG-SAM ile BULTÜRK Gençlik kolları yeni bir diziye başlıyor: Tuna Bir Hasrettir. O kadar dolu ki yatağın şanla, Bir değil, sanki bin ırmak gibisin. Dalgalı sularına çöken dumanla Göklerde yazılı tarih gibisin.

Hep böyle bulutlar içinde yolun, Hilali kucaklar hep kıyıların. Geçse de asırlar, gençtir yaşın, O kadar şirinsin, sevgilim gibisin.

Cennetsin, heyecandan özlemden, Yerin dibine ve yıldızlara aynasın. Müjdeler fısıldar geldiğin yollar, Tuna sen sonsuz bir deryasın. *** Her cümlemizi okuyan bize kulak veren özellikle gençlerin geleceğini her an düşünen bir topluluktur bizimki. Biz BULTÜRK gençleri gözlerimizi açtık, geçmişimizle geleceği aydınlatmak için okuyup yazıyoruz. Bu gün, onu anlayabilmek ve anlatabilmek için Tuna kıyılarında tarihin davetlisiyiz. Balıklarla oynaşan, martıları kanat çırpan, kendisi ise durmadan hep akan dev ırmak, Türkün tarih ve kültüründe önemli bir yer tutar. Bu deryayı anlamak ve eline kitap almış veya almamış gençlere onu yeni baştan anlatmak istiyoruz. Tuna, Avrupa’yı batıdan doğuya doğru aşarak Karatenize dökülür. Ona, büyük şair Beyatlı “Bir Türkün gönlünde dağ varsa Balkandır, nehir varsa Tuna’dır” benzetmesini yakıştırdı.


100

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Tuna hasrettir, sınırdır, sevdadır, duadır, şiirdir, hilal ve yıldızın yansımasıdır, berraklık fışkıran sularında gizli bir buluşmadır. Vidin, Pazvantoğlu Kalesi’ne çıkmayan Tuna’yı tanımaz ve anlayamaz, anlatsa yarım kalır. Kale avlusundaki Osmanlı mimarisinin emsalsiz eseri Cami kubbesinde, Hilal içinde asırlardan beri parlayan ve Tuna aynasında şakıyan, sönmez bir yıldız değil, bir kalptir. Yani Tuna bir sevgi ırmağı, insanların, kültür ve medeniyetlerin buluştuğu, âşıkların dertleştiği bir deryadır. Budapeşte’nin Buda yakasında, “Margrit” adasını kucaklamış dev suları seyreden bir türbe var: Gül Baba Türbesi. “Rojedan” yani “Gül Baba” tepesinde yatan evliyalarımızdan biridir bu gönül babası. Evliya Çelebi’nin bir şair, derviş, kanat önderi orak tanıttığı bu sevgi insanı 1530’dan beri burada, Tuna’yı selamlayan gülleri Macarlar ve Türk ziyaretçiler birlikte suluyor. Ve Tuna’yı bir sevgi ırmağı yapan Türk atalarımızdır. Aynı zamanda Tuna bugün bizim en sevdiğimiz hayat kaynağımızdır, memleketimizin bereket umududur. Tuna bir manevi iletişim ve dostluklar ırmağıdır bir de. Tuna, boylarında koşan atlarımıza yoldaş olmuş, yiğitlerimizin sırdaşıdır. Bir de, almadan veren anne şefkati ile Anadolu’dan cepheye koşan yiğitlerin Yaradana kavuşma yeridir Tuna. Eski kıtada Volga’dan sonra en uzun olan nehrin (2 bin 860 km) suları şu an son bahara hazırlanıyor. Kıyılarında yağmur kokusu! Gökyüzünden göklerin gürlemesini bekleyen dalgalar hasat şarkıları söylüyor. Bağ bozumu! Renk renk üzümler. Kocaman salkımlar ve kocaman fıçılar. Bu günü yaşamış şairler, “Bizim şarap içmemiz ne keyfimizden, ne de dine ve edebe aykırı gitmemizden” demişler ve Tuna boyunda bolluk bayramların katılmak istediklerini gizlememişler. Bütün Avrupa’yı besleyen geçtiği yerlere can veren büyük nehir, hayır duaları ile beslenmiştir! Almanya, Karaorman’dan (Schwarzwald) çıkan kaynak, Avusturya-SlovakyaMacaristan-Sırbistan-Hırvatistan - Bulgaristan - Romanya’dan Karadeniz’e koşarken rüzgarın dalgalarından çaldığı nem tanecikleri milyonlarca insanı ferahlatır. Tuna yıl ortalaması Karadeniz’e 200 milyar m3 civarında su taşır. Bu esnada getirdiği çakıl, kum ve mil gibi maddelerin toplam ağırlığı 8 milyar ton civarındadır. Tuna nehrinin Viyana’dan başlayıp Sırbistan’a kadar uzanan muhteşem kıyısını, ova ve bahçeleri gören hayran olur. Belgrat’ta Tuna’ya Sava ırmağı katılır ve birleştikleri yerde bayram eden balıklar, ismi dedelerimizden kalan “yüzce” bardaklarıyla kurulan tekne üstü sofraların kralı Tuna balıklarıdır. Tuna Balkanlara akarken yalnız su taşımaz. O, bir Kültür deryasıdır. 200 yıl öncesi Rusçuk, Nikopol, Silistre ve daha birçok kıyı şehrimizin kendiliğinden Avrupa havası soluması, Tuna sayesinde olmuştur.


Makale ve Analizler - 2016

101

Bu gün yürüyüş parkuru olarak bilinen bu parkur, Sultanlar yolu olarak da tabir edilmektedir. Tuna sert geçen kış aylarında bazı bölgelerinde buzlanır. Biz Bulgaristanlı Türker Tuna kışının sertliğini “Belene” adasındaki Ölüm Kampında yaşadık. 1985-89 zulüm döneminde 518 kardeşimiz o adaya sürgün edilmişti. Bu sert kışlardan sonra çözülen dev buz kütleleri su seviyesini 7 metre yükseltince, sürgünlere kâbusları yaşatmıştı. Türklerin Tuna sevdası Osmanlıdan çok önce başlamıştır. Karadeniz’in kuzeyinden geçen Türk boyları Kıpçak, Kumanlılar bu zengin topraklara ilk gelip buralara yerleşenlerdir. Avrupa tarımı Tuna havzasında başlamıştır. Orta Avrupa’nın Karadeniz halklarıyla olan ilk ticari ve kültürel bağları da Tuna üzerinden kurulmuştur. Kuzey Tuna boyunca inen Hunlar, MS 380 yılından itibaren Balkanlar’da egemenlik kurmuşlardır. Bölgenin büyük bir kısmında hâkim olan Hunlar, Tuna havzasındaki hayatın örgütlenmesinde Slavlardan daha önemli rol almışlardır. Bölgeye sulanır tarımı getiren ve yerleştiren onlar olmuştur. Balkanlar’da yerleşen Hun idarî yapılanması, idarede ve devlet içindeki Türk kavimlerinin yanında, birçok Ural kavmi, Germen kavimleri (Gotlar, Gepidler vb.), Slavlar, Sarmatlar gibi birçok kavmin beraber yaşadığı, anlaşabildikleri, uyum sağladıkları bir yapı olmuştur. Tuna şarkılarının bu kadar içtenli olduğunu önceleri bilmezdim. “Tuna nehri kıyımı yıkmam diyor!” Avrupa’yı Güney ve Kuzey’e ayıran ırmağın kendisi kadar önemli ve değerlidir. Avrupa’da çağları arasına ırmak gibi kırmızı çizgi olmuştur. Avrupa tarihini en iyi anlatan Tuna’nın kendisidir. Tuna diğer nehirler gibi değildir, onun yazgısında unutulan hiçbir şey yoktur. Tuna kıyısında yürümek kimsesiz bir ırmağın kenarında gezinmek anlamında değildir. Tuna köprüler nehridir. Köprüler medeniyetleri birbirine bağlar ve halkları kardeş kılar. Bu geçmişte bizim izlerimiz var. Bulmak zorundayız. Bu suların emzirdiği çocuklar, kuşaklar, halklar var. Bu bakıma Tuna bir anadır, hem de Türk anasıdır. Tuna özgür mü? Özgürlük bu büyüklükte bir nehrin neyine! Ölüler özgürdür. Onlar önce öldüler. Tuna aynasında görüyorum Atilla’yı Biz o kadar çok karışmışız ki, tanıyamadım atamızı ... Ne tuhaf değil mi?


102

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) Tuna sis pus, Dev nehir boğuşur ama yenemez sisi, Tarih sular gibi bulanık, Tuna aynasında bulmalıyız kendimizi... *** Devam edecek: Atilla’nın ölümünden sonra Tuna boylarında Hunlar.

Düğüm Noktaları

Dr. Nedim Birinci-06.Eylül.2016

Konu:Bulgaristan’dakison durumu doğru olarak algılamak ve açıklamak zorundayız. Gerçeği söylemek gerekirse Bulgaristan’ı bugün yere yatırmış ve boğazını sıkan düğüm noktası Rusya ile ilişkilerdir. Hem de eski ilişkilerin uzantıları olduğu kadar, 1990’dan sonra biriken ve şu an çözülmesi mümkün olmayan ilişkiler bunlar. Bu yazımda, açmak istediğim bir gizem değil, bacaklarımıza pranga olmuş, çözülüp rahatlamamıza engel olan birkaç çok önemli gelişmedir. Bu işin en kötü tarafı ise, hiç suçumuz olmamasına karşın, dolaylı veya dolaysız olarak HÖH yönetiminin icatları, gösterdiği razılık ve sağladığı destekle de bizim de bizzat içinde düştüğümüz ve halen bir türlü çıkamadığımız işlerin bir kördüğüm halini almasıdır. Olaya birkaç açıdan bakmak zorundayız. Siyasi açı: Bir defa bugün Bulgaristan’da kendini çok güçlü gösterme arzusuna sevdalı ama savunduğu iddiaları destekleyen hiçbir icrası olmyan bir iktidar var. Adına, ister Başbakan Boyko Borisov iktidarı, isterse adının kısaltışmış şekli GERB olan bir partinin ve aşırı sağın aşırı milliyetçilerinin imzasız ortaklığı deyin. Durumun kusurlarından ve siyasi ortamdaki birçok suçtan onlar sorumludur. Çözülecekse önce bu düğüm çözülmelidir. Kusurlar eleştiriyle aklanabilir. Bu eleştiri devlet içi ve parti içi olabilir. Suçlarsa mutlaka mahkemelerde duruşma salonlarına taşınmalıdır. Halkın af etmediği suçların yargı süresi dolmaz, dolmamalıdır. Yüzlerce kişinin öldürüldüğü, binlerin yargısız içeri atıldığı, milyonların vatanların-


Makale ve Analizler - 2016

103

dan kovulduğu bir ülkede suçlular iktidar olamaz. Suçlu ve suçsuz konusunda iki farklı kıstas olamaz. Uluslar arası yasalar geçerli olmalıdır. 26 yıl gecikmeden sonra da olsa, bu kadar suçlu devlet görevlerinde yer alırken Avrupa Birliği (AB) içinde demokratikleşmekten söz etmenin kabul edilir bir tarafı olmadığı, biz kendi kendimizi ne zamana kadar aldatacağız bilincine varan Polonya, Çek ve Slovenya ile Macaristan vb totaliter düzen suçlularından hesap sorma kararı aldı. Bu karar Bulgaristan için de zorunlu olmalıdır. Hiçbir kimse suçlu olup olmadığına kendisi karar veremez... GERB partisi halka açık, demokratik, özgürlükçü bir parti değildir. 1989’da sözde gömülen komünist totaliter devlet yapısının, siyasi zihniyetin ve yarınsızlığın devamıdır GERB partisi. Başbakan, komünist diktatör, zalim ve katil Todor Jivkov’un koruması görevinden yükselmiş, çevresi polis kadrosundan seçmelerdir. Müslüman Türklerin isimlerinin ve kimliklerini değiştirildiği, eşi görülmemiş insan düşmanlığı ve zulüm uygulandığı 20 y.y ortamında zihinsel olarak biçimlenen bu tip siyasiler, 21. yüzyıl demokrat, insan hakları, adalet ve özgürlükler savunucusu olamaz. Olmalarına müsaade edilmemelidir. Ve her seçimde bu her birimizin elinde keskin silahtır. İktidarları kuran ve yıkan seçmen oylarıdır. Bu bakıma Cumhurbaşkanı seçimleri ve bu defa aynı seçim ortamında yapılacak halk oylaması (referandum) çok önemlidir. İkinci bültenle biz seçmenler, bundan böyle komünizm kalıtı partilerin milletvekili listesi hazırlayıp kendi adamlarını meclise sokmaları yolunu kesebiliriz. Bunun için elimizdeki kalemle, “Majoriter seçimden yana mısınız” sorusunu (Evet) işaretlemeniz yeterlidir. O zaman meclisi baştanbaşa temizleyip kendi istediğimiz adayları milletvekili seçme hakkına sahip olacağız. Değişiklikler başlayacak, korkular buharlaşacak ve hayatımız normalleşecektir. Sayın okurum, inanmanı isterim, senin gibi, ben de sıkılıyorum, bir adamın şimdiden kalkıp ben 5 sene sonra Cumhurbaşkanı olacağım böbürlenmesinden. İnsanın içi değil bir düğüm, düğüm-düğüm oluyor hiddetten. GERB hükumeti, Bulgaristan’da üçüncü nesil komünist idareci kör düğümüdür. İki dönem iktidar olan bir partide bakanlıklarda çalışan bir tek Pomak, Türk ve Romen milletvekili yoksa kendiniz düşünün artık. Kültür Bakanı Vejdi Raşidov’u bizden biri saymıyorum. Bunlar “soya dönüş” zulmü uygularken bizden hırslarını alamadılar sanki. Merkez idareden iyice kazındık. GERB’in iktidara çektiği bakanlar, bakan yardımcıları ve genel müdürlerin hepsi eski BKP MK Politik Büro üyelerinin, gizli servis DS vb. generalleri evlatlarıdır. Bu durumu 6 Kasım 2016’da yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde GERB ada-


104

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

yının eski komünist generallerden birinin kızı olan Sofya Belediye Başkanı Yordanka Fındıkova’yı aday gösterme hazırlıklarında da izliyoruz. Bu seçimlerde biz kendi adayımızı göstermek ve ona oy vermek zorundayız. Biz halen Bulgaristan’da Cumhurbaşkanı çıkarabilecek kadar güçlü olmadığımızı bilsek de, artık toparlandığımızı, derneklerimizde birleştiğimizi, ayağımızın yere bastığını ve haklarımız uğruna hareket halinde olduğumuzu mutlaka göstermeliyiz. Biz, seçmen kitlesi olarak, haktan yana, gerçekçi, ahlaklı, çalışkan, yardımsever, hatta kendi devletimizin demokratikleşmesi, halkın menfaatlerine hizmet etmesi için, çocuklarımızın huzuru için elinden geleni yapmaya her zaman olduğu gibi şimdi de hazırız. 6 Kasım sabahı da sandık başında olacağız. Bu çözülmeyen düğümleri çözme yolumuzdur. Biz bir prenslik, krallık veya sultanlık değiliz. Cumhurbaşkanlığı kimseye miras kalmadı. Geçen hafta Başbakan Borisov şöyle bir açıklama yaptı: “Bu seçimlerde değil, gelecek seçimlerde Cumhurbaşkanı ben olacağım.” Sanki Cumhurbaşkanlığı dede mirası veya baba çiftliğidir. İşte bu sözler bile Bulgar totaliter komünist kalıtının kendisini siyasi iktidarın veliahdı hissettiğine kesin kanıttır. 1944’ten beri yerleşen zihniyet asla değişmemiştir. 1990’da Türkler, Pomaklar ve Romenler Demokratik Güçler Birliği’ne karışsaydı ve Bulgar halkıyla demokratik birliğini pekiştirebilseydik, bugün bu yüz karası durumu yaşamayacaktık. Ve bu yazımda anlatmaya çalıştığım bu çözümü her gün zorlaşan durumun son 26 yılda daha da kör düğümleşmesinde Ahmet Doğan ekibinin büyük katkısı olduğunu ve 6 Kasım 2016 seçimlerinde oynamaya hazırlandıkları oyunla da çıkmazın darboğazına hizmet edeceklerine eminim. Durum şudur: Ahmet Doğan kendini Bulgaristan azınlıklarının ömürlük çobanı zannederken, Boyko Borisov da kendini ömürlük Başbakanı ya da ömürlük Cumhurbaşkanı zannetmeye başladı ve bambaşka havalara girdi. Bu durumda Bulgaristan’da insan haklarını, hele azınlık topluluklarının hak ve özgürlüklerini hiçe sayan totaliter komünizmin ömrü 1989’da bitmedi. 2016’da da devam ediyor. Bu gerçek asla inkar edilemez, gün gibi parlıyor. Son yıllarda bize Müslümanların adına yeni-liberalizm denen “mağdurun yanındayız” kapanı kuruldu. Biz ev köpeği gibi hep onlar için koşarken, kendi hak ve özgürlüklerimize, memleketimizin adaletleşmesine ve demokratikleşmesine asla erişemedik, sürekli geç kaldık, hep son an soluğumuz yetmedi. Gelin şimdi şöyle bir duralım ve bakınalım. Arkadaşlar bu defa kendi adaylarımıza oy


Makale ve Analizler - 2016

105

verelim ve bu düğümü yavaş yavaş çözmeye başlayalım. Türkiye’de yaşamamız bizi avutmasın! Bir iki başka kördüğüme de değinmek istiyorum. 2016 Bulgaristan’ı duvara dayamış problemlerdir bunlar. 1- “Belene” Atom Elektik Atom Santrali inşası. Kuzey Bulgaristan’da 8 yıl önce HÖH partisinin de sosyalistlerle birlikte iktidarda olduğu bir zaman kesiminde başlayan bu dev kuruculuk için şimdiye kadar 3 milyar 500 milyon US Dolar harcanmış. Oysa ne sözleşme imzalanmış ne alıcısı ne satıcısı belli. Rusya’ya 2 adet reaktör sipariş edilmiş. Parasını ödeyemeyince ve şantiye kapısına anahtar vurunca Uluslararası Arbitraj Mahkemesine düşmüşüz, ödememiz gereken para 562 milyon Euro, ödemediğimiz her gün için faizi de 162 bin Euro. Gel keyfim gel. Ödemek istesek para yok. Ödemesek durumun vaziyeti bel kırıyor. Ve işte bu noktada biz suçlular nerede?, sorusunu soruyoruz. Bu inşaatı kime sorup da başlattınız? Bu parayı kim ödeyecek? Her gün yanlış üstüne yanlış yaparken Rusya pençesinden nasıl kurtulacaksınız? Ve daha binlerce soru. Suçlular nerede. Bakan Ovçarov -baş usta- nerede. Savcılık nerede? Yoksa devlet bütçesinden saçılan paraların kişisel sorumlusu yok mu? Başbakan Borisov’un çözemediği kördüğümlerden biri budur. Ökçesi vurmuyor onun bacağına pranga takılmıştır. Yoksa modern dünyada KGB ajanlığı yakmak devleti borçlandırma tuzakları kurmak mıdır? Şimdi anlıyorum Ahmet Doğan’ı neden kapalı tutuklarını... 2- Anlatacağım vakanın psikopatlıkla alakası yok. Anına “Güney Akım” denen ve ucunda kısaltılmış adı HAP olan ve açılımını bilmediğim bir boru hattı var. Bu tasarıma göre, “Güney Akım” doğal gaz boru hattına Varna’dan girecek olan akaryakıt Kuzey Bulgaristan’da ikiye ayrılacak ve bir kolu Sırbistan’a ve devamında Güney Avrupa ülkelerine yayılırken, ikinci kolu da Makedonya, Yunanistan ve Arnavutluğa doğru ilerleyecekti. Tutarı 2 milyar Euro olan borular Varna limanına indi, bunların bağlantıları, somunları, kaynak makineleri, pompaları var, onlarda konteynerler geldi. Ama anlaşılan Ruslarla anlaşmamız yok. Avrupa Birliği de bu işe hukuksal garanti vermiyor. Bu da çok katlı bir kördüğüm! Belki de günlerde Başbakan Borisov’a baş ağırı yapan en büyük olay. Kimi defa niyetle gerçek birbirini tutmuyor. Rusya’yı çok mu gücendirdik acaba ki, sanki bize “benim dalımı kıranın, ben ağacını sökerim” diyor. Bu yazımı yazarken benim moralim bozuk değil, ama iyi de değil. İdareci yeteneği olmayan insanlara devlet idaresi verilince, olan ortada... Oyumuzu şimdi de onlara versek ne değişecek ki?


106

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

*** Bizde bu örnekler çoktur. Hepsini sıralasak da değişecek bir şey yok. Türkler göç edince ekonomi çöktü, devlet gerginlikten kurtulamadı. Durumu şöyle tarif etsem diyorum: Yöneticilerin hepsi kravatlı, arabalar lüks, yemelerinde içmelerinde kusur yok. Sanki dertleri yok ama varmış gibi. Kötü değiller ama iyi de değiller. Başbakan, Cumhurbaşkanı seçimini kazanamazsak, istifa edeceğim dedi. Yani kördüğümü çözemiyor... Arkadaşıma katılıyorum: Aslında ben de iyimserim! Sizler de yarın sabah, göçebe leylekler yola koyulmadan, Doğacak yeni güneşe rengârenk umutlar bağlayın.

Pıtraklı Memleket

Levent Rasimov-07.Eylül.2016

DOST var, “DOST” var. Yüzüne gülse eğer, sana vereceği vardır. Unutmak ister eski hesapları! Kaş altından bakarsa mutlaka alacağı vardır. Hatırlatır sana acımasız kasapları! Naim Bakov Hak ve Özgürlükler Partisinde yetişen elit zümre için yazılmıştır. Bilmen bilir misiniz, bizim Deliorman’da artık herkes pıtrak landı, pıtraklı yaşamaya neredeyse iyice alıştık. Pıtraklı pıtraksız konuşmalar arasında anlatılan bir de “Kum ve Taş” hikâyesi var. Size anlatmama DOST var, “DOST” var buluşu çağrışım yarattı. Üstelik bu çağrışım Bulgaristan Türklerinin her gün eşik aşındıran yaşamından tablo çiziyor sanki. İki dost bir çölde yürüyormuş. Bir ara kendi aralarında kavga etmişler ve biri diğerinin yüzüne bir tokat yapıştırmış. Tokat okkalıca olacak acı çeken bir şeycik demeden kuma


Makale ve Analizler - 2016

107

“Bugün en iyi dostum yüzüme bir tokat vurdu” yazmış. Hikâyeden bu ilk bölüm aklıma geldikçe, rahatsız oluyorum, çünkü Ahmet Doğan ile Lütfü Mestan da sıkı fıkı dostular. Ahmet’le Osman da öyleydi. Hatta Ahmet’le Kasım da öyleydiler. Ahmet Doğan yüksek gerilim hattı gibi, kime dokunsa yere seriliyor. Parti kurucularından etrafında hiç kimse kalmadı. Hapisçilerden demiyorum. Çünkü eski tüfeklerden bazıları gecelerini gündüz edip Ahmet Doğan’ın hapishane köşelerinde kaç ay tünediğini hesaplamışlar. Topu topu yalnızca iki aycık... 17 Aralık 2015 gecesi o “saray” dedikleri tilki ininde Doğan bir tokatta Lütfü’yi yere serdi. Politik geçmişini, geçmişini geleceğini bitirdi. Hazır bulunan, elleri kadehli 100 seçkin, koskocaman Halk ve Özgürlükler Hareketi’nin yüz binlerce üyesinden, bu önemli arkadaşın avcı dostlarından, korumalarından, yardımcılarından, erkek ve dişi sekreterlerinden, para karşılığı konuşmalarını yazanlardan, her gün birlikte kahve içtiği, yemek yediği beleşçi dostlarından tek bir kişi -ne Türk, ne Bulgar- ağzını açıp “Abe hey çingene bozması sen ne hakla el kaldırdın bizim genel başkana” demedi. Anlatsanız iyi olur! Devrimci değişiklikler isteyerek kükreyen ve HÖH partisinde buluşan bizim son derece cesur irademizi dondurabilen korku nedir? Biz burada kendi göbeğini kendi kesen bir etnik halk topluluğundan söz ediyoruz. Kurbanlar vermişiz, dimdik durmuşuz. Unutmayalım bizim içimizle dışımız birdir. İrademiz suyunu viski kadehinde almamıştır. Böyle bir ortamda, Mestan’ın çöküverdiği yerden aya kalkarak kendini toparlayıp “Ahmet Doğan’ın tüm kirli çamaşırlarını ortaya çıkarıp, ipe sermesi gerekmez miydi?” Hadi o gün, o gece, kutlama, misafir ortamı bir şey yapmadı. Ertesi gün, daha sonra, aylar geçti, iki ay sonra bir yıl olacak, basında bir yazıcık çıkmadı. İftar geceleri yüz konuşma yaptılar, hepsi fasa fiso. Bir broşür çıkmadı. Herkes bu işin içinde bir şeycikler olduğunu düşünmeye başladı. TV ekranına çıkıp varsa yoksa “DOST” masalı anlatıyorlar. Ama bu dostluk biraz değil, tamamen o çölde yürüyen can kardeşlerinin dostluğuna benzemiyor mu sizce!? Geçmişimizi kuma yazanlar tarihimizi yazamaz. Bunlarda iş yok. Bizim hemen toparlanmamız ve Fransa Sorbonne Üniversitesine 4 - 5 öğrenci göndermemiz gerekiyor. Birisi Bulgaristan Türklerinin Tarihi, İkincisi Bulgaristan Türklerinin Edebiyatı, üçüncüsü Bulgaristan Türklerinin Özgün Kültürü, dördüncüsü Bulgaristan Türklerinin dini mirası, beşincisi Bulgaristan Türklerinin halk sanatı vs. üstüne tez yazsınlar, doktor ve doçent-profesöz olmuşlar. Çingeneler bizden erken davrandılar, Almanya Adenauer Vakfı’ndan para kopartmışlar ve Berlin Hunboldt Akademisine öğrenci, yüksek lisan eğitimi için seçkin gençler göndermişler. Avrupa klasiklerini Çingene lisanına çevirmeye, Kuranı Kerim’i de


108

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

kendi dillerine tercüme etmeye vb hazırlanıyorlar. Doktor Küçükov işleri eline almış. Meeeestan neredesin?! Aslına bakılırsa Deliorman’da tartıştığım arkadaşlarımdan biç biri Lütfü Mestan’ın HÖH Genel Başkanlığından mecliste okuduğu o bilinen bildiriden dolayı atıldığına inanmıyor. Hepsi, yıllar önce Osman Oktay’ın HÖH Başkan Yardımcılığından uzaklaştırılması, Ahmet Doğan’la bir iddiadan dolayı olmadığı gibi, Lütfü Mestan bacağının da bambaşka bir kazığa bağlı olduğunu iddia ediyorlar. Osman’ın eşinden boşanmasını, çocuklarından uzaklaşmasını, bir İtalyan bayanla evlenmesi, büyük şehirlerdeki “Heppy Bar & Grill” restoran zinciri ortaklığı, gerçekleri bir kitapta anlatacağım deyip de anlatmaması, ezberlenmiş kalıp savlarla TV ekranlarına “Anti-Türk” kuş gibi tünemesini, bunların hepsini gizli bir takım hesaplara bağlı görüyorlar. Örneğin beklenen kitapta, Osman’ın istihbaratçı generallerle ve İtalyan, Fransa ve ABD Sofya Büyük Elçiliklerinde ne işi olduğunu, onların kafasında Bulgaristan Türkleri ile ilgili ne gibi planlar dolaştığını yazmasını özellikle istiyorlar. 3 bin Bulgaristan Müslüman gencin FETÖ sistemine katmalarından sonraki gelişmeleri de anlatması talep ediliyor. Gizli olan nedir, öğrenmeliyiz. Açıklamak zorundasınız. Birde şu gerçeklerin birer birer ama en ince detaylara kadar yazılıp çizilmesi zamanı gelmedi mi? Ne bekliyorsunuz? Her şeyi bildiğini iddia eden ve onun da bir tokatta yere serildiği dikkate alındığında, şu 33 milyon Euro’luk “AGATHA”, “Sunseeker”, “Azimut” ve “Leydy Maya” vb yatlar, özel uçaklar, deniz sarayları, kışlık şatolar, güzlük köşkler, İngiliz gabardininden gecelik ve tuvalet elbiseleri nereden çıktı? Neler oluyor Osman, Ahmet Lütfü. Hepsiniz mi manyaklaştınız? Aslında biz sizin hepinizin dışı forma içini sorma tipler olduğunuzu iyi biliyoruz. Bu gereksiz lüksün parasını kim ödüyor? Söyleyin bizi kaça sattınız? Arap Emirliklerinden “Oman Vakfı”nın Bulgaristan temsilcisinin işi bozulmuş, adamın “Mercedes Benz” arabası kaçırılmış, eşi bir Bulgar Çingenesi Bayandı, Dışişleri Bakanlığı Konsolosluk Şubesinde çalışıyordu işten attırmışsınız, sinyal mi veriyorsunuz, aldığımızı aldık çaldığımızı çaldık hesaplarını bırakın, ne oluyor, siz mut ramısınız? Halkımız gerçekleri, dönen dolapları, kaç paraya satıldığımızı bilmek istiyor... Neyse o bizim hikâyeyi anlatmaya devam ediyorum. Aynı dostlar çölde yol alırken bir vahaya varmışlar ve serinlemek için göle girmişler. Tokat yiyen semeleşmiş ve batmaya başlamış, fakat arkadaşı onu kurtarmış. Kendine gelen felaket zade bir taşın üzerine “Bugün en iyi dostum beni boğulmaktan kurtardı” yazmış. Öteki hemen yetiştirmiş.


Makale ve Analizler - 2016

109

Seni vurduğumda kum üstüne yazmıştın, şimdi kaya yondun. Ne hal? Birisi bizi gücendirirse, esen rüzgârların izleri kapatması ve silmesi için acımızı kum üzerine yazılır. – diye cevap vermiş ve şöyle devam etmiş: Fakat bize birisi bir iyilik yaptığında, minnet sözlerinin en sert rüzgârlara, kışa ve yaza dayanabilmesi ve ebediyen yaşaması için sert taş üstüne yontarak yazmalıyız. İnanınız, biz bu kuralı uygulamayacağız. Herkes her şeye hesap verecek. Bundan böyle oyuna getirilemeyiz. Ahmet, Osman, Kasim, Güner, Korman, Lütfü halkımız hiçbir şeyi unutmamıştır, verilen sözleri tutmadınız. Vaatlerin yerine getirilmesini sabırsızlıkla bekliyoruz. Sizin 26 yıldan beri verdiğiniz vaatleri taşlara yazdık. Halkımız sizi adam etti. Siz ne yaptınız. her şeyin bir karşılığı olur. Hani nerede! 1990’dan sonra gelen biz ikinci kuşak özgürlükçüler yalan dolan sayfasını kapatmak istiyoruz. Unutmayınız! Hiçbir şey hiçbirinizin yanına kâr kalmayacak. Babalarımızla yaptığınız mitinglerde “yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmeyecek” diyen siz değil midiniz!? Ne oldu şimdi? Yükünüzü almış gibisiniz. Size yağlı ballı, bize pıtraklı memleket!

Oyun Kurmak Hayatın Bir Parçasıdır

Raziye Çakır-07.Eylül.2016

Kızların kurduğu oyunlar her zaman akıllıcadır. Bu gece bulutlar parçalanmış. Pencereyi açtım yağmur kokusu Ağaçlar son bahara hazırlanıyor Hayat yeni oyununu kuruyor. Toprak kısımla tohum bekliyor Ekilecek tohumlar biziz. Oyun kurma dizimizde Hindistanlı bir kızı ve özgürlüğünü nasıl kazandığını öğrenmek istiyorsanız, lütfen okuyun.


110

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Zeki Kız Vaktin birinde Hindistan’ın küçük köylerinden birinde bir çiftçi yaşıyormuş. O yerli tefeciden kredi almış ama bir türlü çevirememiş. Çelimsiz ve hatta biraz da çirkin biri olan tefeci, çiftçinin kızına gönül koymuş. Bundan dolayı olacak, çiftçiye bir teklifte bulunarak, borcun yerine kızını kendisine karı olarak istemiş. Çiftçi ve kızı tefeciğinin küstahlığından tiksinerek hemen olumsuz cevap vermişler. Bu durumda ısrarcı tefeci sorunu kaderin çözmesini önermiş. Onlara, ben küçük bir torbaya biri siyah biri beyaz iki taş koyacağım, kız onlardan birini torbadan alacak, eğer siyah taşı çıkarırsa kız karım olur, beyazı çıkarsa borcunuz ödenmiş sayılır, demiş. Torbadan beyaz taşı çıkarınca borcun ödenmiş, kızın da serbest olması teklifi öyle hoşuna gitmiş ki baba ile kızın, fazla düşünmeden kabul etmişler. Birkaç gün sonra köylülerin hepsi, tefeci ve baba ile kız çiftçinin çakıllı tarlasının kenarındaki yola toplanmışlar. Tefeci yoldaki çakıllardan 2 küçük taş almış ve torbaya koymuş. Sonra içinden birisini çıkarması için torbayı kıza vermiş. Gözü pek kız tefeci taşları yerden toplarken ikisini de siyah aldığını görmüş. Birden şaşakalan kız bir şey söyleyememiş, yerinde donakalsa da üç çözüm yolu olduğunu biliyormuş. Vazgeçmek olan birinci seçeneği babasının hapsi boylaması anlamına geliyormuş. Torbadaki taşların ikisini de çıkarıp köylülere tefecinin bir hilekâr olduğunu göstermek ikinci seçenekmiş. Fakat bu seçenek babasına yardım etmediği gibi kimse için de faydalı değilmiş. Taşlardan birini torbadan çıkarıp kadere boyun eğerek, çirkin tefeciyle evlenmek ve babasını borcundan kurtarmak ise üçüncü seçenekmiş. Ne var ki bu seçeneklerin bir de dördüncüsü varmış ki, bu da kızın kurtuluşu imiş. Kız elini torbaya salmış, taşlardan birini almış ve tam çıkarırken, güya istemeyerek yere düşürmüş. Bastığı yerde aynı beyaz ve siyah taşlardan çok fazla olduğundan dolayı, hangisinin düştüğünü seçmek adeta imkânsızmış. “Ah, özür dilerim, taşı istemeyerek yere düşürdüm, rengini anlayabilmemiz için torbanın içindekine bakalım”, demiş. Torbadaki taşı çıkarmışlar ve herkes siyah olduğunu görmüş. Ve hazır bulunanların hepsi “çektiği taş beyazmış” sonucuna varmışlar. Çelimsiz ve çirkin tefeci yalan tuzak durduğu anlaşılmasın diye, ağzını açamamış.


Makale ve Analizler - 2016

111

İşte kendi oyununu kendisi kuran güzel kız hem babasını borçtan hem de kendisini tefecinin kahpe tuzağından kurtarabilmiş. *** Bu Hint öyküsünün bize söylemek istediği, her soruna bir çözüm olduğudur. Fakat bu çözümü bulana kadar araştırmak, konu ile ilgili en küçük detayları bile araştırıp öğrenmek, riske girmek ve buluşu yakalamak gerekir. Bugün Bulgaristan’daki kardeşlerimizin en büyük sorunu çocuklarını Türk olarak yetiştirmektir. Çünkü dünyayı Türkçe okuyamayan her zaman bir başkasının oyuncağı olur. Bu davada çözülemeyecek sorun yoktur. Gelin el ele verelim. Bizim çekirdeğimizin çekirdeği Türk ve Müslümanlıktan başka bir şey değildir. Çekirdeğimizi yaşatmaksa, hepimizin boynunun borcudur. Birlik olalım iri olalım hep birlikte Bulgaristan Türkü olalım.

İsabet Etti! tesi.

BGSAM-08.Eylül.2016

Türkiye’de askeri darbe denemesini hazırlayan CIA ajanlarının lis-

Jeopolitik. Türkiye’de darbe denemesi. Bilinen bir Rus aleyhtarı ve Birleşik Amerika dış siyasetinin başta gelen ideologu olan Zbignev Bjezinski, Türkiye’deki başarısız askeri darbe denemesinin ardında ABD’nin durduğunu itiraf etti. Onun bilgisayar ortamında paylaştığına göre, bu askeri darbe denemesi Birleşik Amerika’nın en büyük yanlışlarından biridir ve Türkiye’yi dış siyasetini baştanbaşa yeniden değerlendirmeye itmiştir. Bjezinski’nin özetlediğine göre, yakında kurulması beklenen Rusya, Türkiye ve İran koalisyonu Suriye problemini kökten çözebilecektir. Darbe planından ayrıntılar. Senaryo:


112

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Zbignev Bjezinski’nin açıklamaları doğrulayan yayında bulunan “Akşam” ve “Yeni Şafak” gazeteleri bağımsız araştırma yaparak, 15 Temmuz askeri darbe denemesine direk katılan, aynı CIA ajanlarının isimlerine ulaşabilmiştir. Ulaşılan verilere göre CIA ajanları 14 - 15 Temmuz günleri arasında Türkiye’ye diplomatik pasaportla girip çıkmışlar ve darbeyi uyulmadıkları gibi, kendilerine bağlı olan basın yayın araçlarıyla da görüşmeler yapmışlardır. CIA ajanlarını görüşmelerini Büyük Ada’da gerçekleştirmiştir. Darbe denemesinin halk tarafından bastırılmasından sonra CIA ajanları kendilerine bağlı çalışan Türk basın yayın organları, bu darbeyi Türkiye Cumhurbaşkanı kendisi düzenledi yalanını yayınlama emri vermiş ve bu yalan Darbeci NATO Generali John F. Batı medyası tarafından da devamlı tekCempbell Türkiye’deki darbe rarlanmıştır. denemesinin ardında 2 önemli General John F. Cempbell - NATO NATO Generalinin ismi parlıyor. komutasında Afganistan’da ISAF - Uluslararası Güvenlik Güçleri Baş Komutanı. GrahamFüller - 20 yıldan beri ABD’nin Orta Doğu özel operasyonlarını örgütleyen istasyon şefi. Plan. Washington tarafından hazırlanan darbe planı şeffaf ve basittir. Öncelikli olarak Suriye işlerinde olmak üzere, Türkiye’yi, Birleşik Amerika’nın dış politikası hedeflerine uygun bir biçimde kullanmak amacıyla, dik baş Türkiye Başkanı Recep Tayyib Erdoğan’ı uyumlu bir kukla ile değiştirmekti. Bu tezgâhın özünde Türkiye’yi bir iç kargaşalığa itmek ve ülkede “Suriye - 2” planı uygulamak vardı. Ön sözleşmeler. Aynı zamanda Birleşik Amerika yalnız kendi hedefleri için kullanmak üzere Suriye-Türkiye sınırında yeni büyük bir askeri üs açacak ve dolayısıyla Rusya’ya siyasi ve ekonomik baskılarını da arttıracaktı. Paralar Askeri darbe hazırlıklarına ABD ve yerli darbeciler katılmış, hazırlıklar 8 ay sürmüş ve hain planın gerçekleştirilmesine gerekli olan paralar 2 milyar US Dolar olarak John F. Cempbell kontrolündeki Afrika bankalarından havale edilmiştir.


Makale ve Analizler - 2016

113

Paraların dağılımı şahsen John F. Cempbell tarafından yönetilmiştir. Yerli darbeciler Amerikan’ın darbe yardımları için Suriye Türkiye sınırına yeni bir askeri üs kurulmasında ön ayak olmayı kabul etmiştir. Türkiye’de darbeden sonra kurulacak kukla hükümet CIA tarafından yönlendirilecekti. Darbe ardından Türkiye’de iç savaş çıkarılacak ve Türkiye Suriye’ye benzetilecekti. Türkiye darbesi, “renkli devrimler” genel şemasına uygun ve Afganistan, Libya, Irak ve Suriye örneğince yürürlüğe konmak istenmiştir. 15 Temmuz 2016’da hezimete uğratılan darbe planını yöneten kişi Amerikan Generali John F. Cempbell; örgütleyen ve koordinasyonu sağlayanlar CIA Orta Doğu istasyon şefi GrahamFüller ve emrindeki 80 ajan;terör örgütü FETÖ ve TSK’dir. Başarısız darbe denemesi hazırlıklarına bizzat katılan sekin CIA ajanlar şunlardır: Yönetmen: General John F. Cempbell’in darbedeki görevi: Son sekiz buçuk ayda General Cempbell askeri darbeye katılacak olan askerlerin hazırlıklarıyla meşgul olmuştur. Bu 8 - 5 ay içinde o bölgedeki 80 CIA ajanını FETÖ ya da “Hizmet” terör örgütü yetkililerinin yardımlarıyla Türkiye SK bünyesinde belirlenen görevlere teröristleri yerleştirme işlerini yönetmiştir. Amerikalı General görüşmelerini, amerikan askeri, amerikan uçakları ve nükleer silahları olan, Erzurum ve İncirlikaskeri üslerinde gerçekleştirmiştir. Askeri darbe denemesinden hemen sonra, Amerikan Generali Cempbell ile Avganistan’da tanışan TSK Generallerinden Cahit Bakır ile Şener Topçu Dubay uçak alanında tutuklanmıştır. Darbeye katılan Amerikan Merkezi İstihbarat Merkezi (CIA) görevlileri. Greham Fuller, FetullahGülen ile çok yakın işbirliği içinde olan CIA uzmanı.


114

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Fuller, İslamcı örgütleri Amerikan dış siyasetinde bir araç olarak kullanan ilk yetkilidir. Son 20 yılda F.Gülen’in Yakın Doğu işlerini koordine etmiş ve yönetmiştir. Türkiye’de “paralel devlet” kuran Gülen kadroları onun yönetimi altında çalışmıştır. 1982’de CIA’ye alınan Füller, Yakın Henri Barki, Birleşik Amerika’da CIA’nın Türkiye Şube şeflerinden Doğu ve Güney Asya masası şefliği yapmıştır. 1986’da o CIA Ulusal Güvenlik biridir. Konseyi Başkan Yardımcılığına atanmıştır. Daha sonraki çalışmalarında Eski Sovyetler Birliği ülkelerinde ve Orta Asya devletlerinde huzursuzluk yaratmak için Gülen örgütünden faydalanma stratejileri geliştirmiştir. Aynı yıllarda “Müslüman Kardeşler” ve mücahidin örgütlerinden ABD stratejik çıkarları için yararlanma stratejilerini geliştiren kişidir. Türkiye devlet düzenine karşı yazılarıyla meşhurdur. Barki, Washington’un en yetkili Türkiye analizcisi ve ABD’de CIA’nin Türkiye masasını yöneten kişidir. Yakın zamana kadar Amerika Dışişleri Bakanlığı’nın Yakın Doğu ve Orta Doğu stratejik planlama dairesine başkanlık etmiştir. O, Türkiye devlet düzenine karşı yazdığı yazılarıyla ünlüdür. Darbeden önce de “Foreign Poılicy” dergisinde “Erdoğan’ın dış siyaseti yıkımdır” başlıklı bir baş makale kaleme almıştır. Ahmet Morsi, Carnegy Vakfı yetkilisi olup, Mısır ve İran masası danışmanıdır. Arap ülkelerindeki siyasi reformlar, Yakın Doğu’da bölgesel güvenlik, bununla birlikte Mısır, İran ve ABD bölge politikası uzmanlık alanına girer. “Arap Baharı” ve Mısır devriminden ve Türkiye konusuna atlamadan önce Morsi Mısır gençlik örgütleriyle çalışmıştır. O, amerikan siyasi çevrelerini Yakın Doğu ve Kuzey Afrika konularında sürekli bilgilendiren kişidir. Maerva Dudi, Georgia Üniversitesinde Suriye, Türkiye ve Irak sorunları araştırmalar merkezi başkanı ve Arap Ülkeleri Araştırma Merkezi Başkanıdır. Yazdığı yazılarda Rusya Başkanı Viladimir Putin’in “DAEŞ” in sahneye çıkmasından büyük paralar kazandığını yazmıştır.


Makale ve Analizler - 2016

115

Elli Geranmeier, Avrupa Konseyi Diş Siyaset Danışmanı olup, İran ve Suudi Arabistan ilişkilerini yürütür. Samir Sumerdayiye, Saddam Hüseyin’e karşı Irak muhalefeti adına tutum alan, Taksim meydanındaki anıt ABD Irak Büyük Elçisi görevinde bulunmuştur. Elen Leipson, ABD Ulusal Güvenlik Başkanı Yardımcı ve CIA Ulusal Casusluk Konseyi eski Başkan Yardımcısıdır. Silvia Teriaky, Siyasi analiz uzmanı olup İsrail, Filistin ve Ermenistan masasında görevlidir. Mesud Korkheil, Yakın Doğu analiz uzmanı. Ali Baez, ABD Widro Wilson Merkezi yöneticilerinden biridir. Sonuçlar: Türkiye Gümrük ve Ticaret Bakanı Bülent Tüfekçi hezimete uğratılan darbe denemesinin Türkiye’ye 100 milyar US Dolara mal olduğunu açıkladı. Darbe gecesi 246 kişi öldü, 2100 yaralı var. Yaklaşık 60 bir asker, 3 bin yargıç, 10 bin polis, memur, üniversite öğretim üyesi vb görevden alındı. 30 vali görevden alındı, özel güçlerde temizlik yapılıyor. Askeri savcıların hepsi görevden alınırken, 103 amiral ve general da tutuklandı. Cumhurbaşkanı Erdoğan ilk önce ABD Başkanı’ndan Fetullah Gülen’i iade etmesini isterken, ABD ile dostluktan vazgeçtiğini bildirdi. Daha sonra T.C. Anayasa Mahkemesi idam cezası uygulanmasını ele aldı ki, bunun anlamı Türkiye’nin AB üyeliğinden vazgeçmesidir. 21 Temmuz’da Türkiye Avrupa İnsan Hakları Anlaşmasının uygulanmasını geçici olarak durdurdu. 23 Temmuz’da Cumhurbaşkanı Muafız Alayı dağıtıldı. 524 eğitim öğretim merkezi kapatıldı, yüzlercesinin kapısına kilit vuruldu. 15 bin öğretmen ve 1 500 dekan açığa alındı. Bu arada 1 200 vakıf ve dernek, 19 sendika, 15 üniversite ve 35 sağlık merkezi kapatıldı. Birçok yayın ve dağıtım evi, kitle haber aracı, radyo ve tv izinleri kaldırıldı.


116

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Devletin İflası

Ertaş Çakır-14.Eylül.2016

Her şeyin elden gittiği anın adı nedir? Josephe Fouche, tarih yazan Napolyon Bonoparte’nin polis bakanıdır. Belki de “Devletin İflası” sözü dilinin altında defalarca belirmiş ama hiçbir zaman kullanmamıştır. Bir devletin iflası konusu Le Bone tarafından “Devrim Psikolojisi” irdeleme eserinde ayrıntılı işlenirken, ne 1791’de Fransız kralı 16. Louis’in derildiği an, ne de 1815 Waterloo Savaşı’ndan sonra Fransa’nın bayrağını indirip 34 yıl siyah bir peçete sallandırdığı dönem için kullanılmıştır. Daha da önemli olan, “Devletin İflası” en az bir yeni devletin kurulması kadar ve olağanüstü önemli bir olaydır. Yeni Bulgar devletinin kurulmasında en önemli adımlardan biri olan Bulgar Prensliği ile Güney Rumeli’nin bundan 131 yıl önce 6 Eylül 1885’te birleşmesinin kutlandığı tatil günlerinden yalnız 2 gün sonra (08 Eylül 2016) Bulgaristan eski İçişleri Bakanlığı Genel Sekreteri Radulov’un “bTV” sabah programındaki açıklaması dikkat çekti. O, “Bulgar devletinin iflas ettiğini” ve yerine memleketimizde bir “mafya devleti kurulduğunu” söyledi. Aklıma ilk gelen “her şey elden gitti mi?” Gelişmeler o kadar da mı kötü, diye düşündüm. Olayların kötüye gittiğini sezenlerden hiç biri 6 Kasım 2016’da yapılacak genel seçimlerde Cumhurbaşkanı olmayı belki de bu nedenle asla kabul etmek istemiyor, geçti aklımdan. Memleket dilimizde, “dünyayı bana dar etseler” vatanımı terk etmem değimi çok yaygındı. 1989’da kalbimize ateş düştüğünde, kararımızı ne kadar zor değiştirdiğimizi defalarca yazdım. Hep bağlar bahçeler, inekler çayırlar, çifte kurbanlar anlatıldı, hatta bizim bildiğimiz gibi yaşayışımıza bir şeyler demesinler de, “ne yaparlarsa yapsınlar” diyenlere cevap verilmezdi. Radulov, bizdeki “devlet iflasını” her 3 dakikada bir suç işlenmesiyle, 57 bin polisin durumla başa çıkamamasında, memleketi ve tüm maddi ve manevi değerlerini talan eden mafyanın başkaldırısıyla baş edilememesinde görüyor. Bunlardan daha belirleyici olan ekonomik ve sosyal çelişkilere değinmese de onlar her dakika kendini hissettiriyor. Bir arkadaşım paylaşıyor. Plovdiv (Filibe) merkez


Makale ve Analizler - 2016

117

tren istasyonunda gazete satan büfenin kenarına durmuş ve “Galerya” gazetesinin 6 Eylül sayısını alan bir genç vatandaşın birinci sayfasında Ahmet Doğan’ın boy resmiyle üç katlı “Agatha” yatını görenlerin bir dakikada 100 defa küfür ettiğini anlatıyor. Halk neredeyse kaynıyor. “Düdüklü tencere” patlayacak. Yani ortada bir hukuk devleti içinde hukuk düzenini hiçe sayan, yasa normlarına uymayan, kanun ve toplum ahlakı tanımayan, keyfi hareket ederek kendine yaşam sahası açabilmiş bir silahlı, yumruklu, eli sopalı, beli silahlı ve hatta devlet korumalı korkunç güç var. Ve aynı zamanda bizim toplumumuzun içinde bir tümör olabilmeyi başarmış olan bu gücün kendisine yaşam alanı sağlayan, gözle görülmeyen, TV ekranında belirmeyen bir sanki hayalet olan üst iradeye her gün 1 milyon Euro hava parası ödediğini paylaştı. Ve o bu olguyu “devlet iflas etti” şeklinde niteledi. Bu bir devlet yenilgisidir. Platon’un “Devlet” kitabı yazdığını bile bilmeyenlerin kurduğu bir devletin 21. yüzyılda çöküşünün bu şekilde olacağını düşünmek bile çok zor, itiraf ediyorum. Fakat bir gerçektir. Ahmet Doğan gibi suni yetiştirilmiş, soyu sopu belli olmayan insanların yönetiminde bulunduğu devletin bir balon gibi patladığını görünce lütfen kimse şaşmasın. Balkanlarda 19. yüzyılın sonunda kocaman Yugoslavya iflas edip parçalandı ve dağıldı. Çok sancılı olsa da 7 devlet sınır çitlerini çekti, kendi milli bayraklarını dalgalandırdı, hükümet kurdu ve uluslararası camiaya katıldı. Bu çöküşte ağırlıklı olan insan haklarının tanınmaması ve etnik özgürlük için mücadele eden güçler ön planda olmasıydı. Fakat bizde devleti çökerten mafya olunca, ne olacak, devleti mafyacılar ve mafya düşmanları arasında paylaşacak mıyız? Bulgaristan’da totaliter düzen kalıtlarının metastaz geçirerek mafyalaşması daha 1990’ların başında başladı. Tarım sektörü ile sanayi tesislerinin özelleştirilmesi bahanesiyle yok edildiği yıllarda palazlanan ve memleketimizdeki gözle görülmeyen Rus sermayesinin de desteklemeleriyle holdingleşmesi ve giderek oligarşi - mafya sermayesinde kaynaşması, besbelli ki artık siyasi iktidarı kontrol altına almış ve “devleti iflasa” zorluyor. Bu sürecin içinde, bir ayağı Moskova’ya bağlı olan “Multigrup” örneğinde yasal yapılaşan, ardında Ahmet Doğan etrafındaki holding ve şirketler çemberinde kenetleşen, FETÖ’ye bağlanan güç zincirinin de rolü çok büyük oldu. Türkiye’de FETÖ yok edilebilir, fakat Bulgar siyasi mafyasının FETÇ- hainlerini ayıklayacağına inanmıyorum. Çünkü mafya ile FETÖ misyoncularının aynı hedefi var Bulgar devletini çökertirken, Bulgaristan’da yaşayan Müslüman Türklere de Milli Bilinç oluşturmalarına imkân tanımamak, onları ezip ezip süründürmek ve sömürmek, seçeneksiz bırakmak. 20 yıl önce “Multigrup” sanayi işletmelerinin giriş ve çıkış kapılarına yerleşmişti. Ucuz hammadde işletip mamulleri Batı devletlerine yüksek fiyatla sat-


118

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

mayı başarıyordu. Sermayenin palazlanmasında bu oyun perdesi iki binlere girerken kapandıktan sonra, Avrupa Birliği’nden gelen fonların musluğu ele geçirildi. Sonunda bugünkü duruma gelindi. “İktidar iflas ederken” bu erkin ana direği olan emekçi ve emekli kesim de yoksulluk ve gurbetin verdiği acılarla, sürekli hüzün, keder, sıkıntı ve belalar içersinde süründükçe sürünüyor. Öyle ki, sürünen bu kitlenin kalbi demir de olsa, mafya baskısı altında her an kırılacak ve erimeyi kabul edecektir. Bir örnek: 6 Kasım’da seçimler olacak. Bu seçimlerle ilgili sopanın ucu yaşlı seçmene daha şimdiden gösterilmeye başlandı. Her ayın yedisi Bulgaristan’da emekli maaşlarının ödendiği gündür. 7 Eylülde tüm bankomat sistemi “arıza yaptı.” Yaşlılar ve günlük harcamalarını banka kartı ile yapanlar, apıştı kaldı. Bu “istersek bir anda soluğunuzu keseriz” sinyaliydi: Bu bakıma tüm komando mevkilerine hakim olan mafyanın “devleti iflasa zorladığı” görüşüne katılıyorum. Tabii bizim bu görüşte ya da şu görüşte olmamızın pek fazla önemi olmayabilir. Fakat Bulgaristan sanat çevrelerinde adı ve ünü olan sevilen aktör Yosiv Sırçeciev’in 6 Eylül Bulgaristan’ın Birleşmesi Yıldönümü münasebetiyle yazdığı bir yazı, “Episentır.Bg” yayınlandı ve şu noktalar nefes kesti: “131 yıl geçmiş olmasına rağmen, değişen pek bir şey yok. Her şey eskiden olduğu gibi – ruhların kavgası devam ediyor. Bulgar milleti param parça oldu.” Görüşlerini “On Air TV” programında geliştiren Sırçaciev, şöyle konuştu: “Devletler zehirlenebiliyor ve bizim nüfusumuz zehirlenmiştir. İçimizdeki şeytan çok iyi çalıştı. İktidar, insanın ve onun kendi kişiliğinin bir hastalığıdır. Bundan dolayı, etraftaki zehirden bir yudum alıp zehirlenmeden sağlıklı kalıp siyaset basamaklarından çıkabilen çok az kişi var.” Olayları bir sahne adamı olarak değerlendiren Sırçaciev, “İnsanlar taşıdıkları maskelere alışıyor. Maskeleri düşünce feryat ediyorlar” dedi. Kendisini en fazla rahatsız eden olayı ise, “vatandaşların her yerde ve hayatın her dalında eşekçe, hayvanca çok kaba hareket etmesi, cahilliğin alıp yürüdüğü, insan ruhundaki şeytanları alabildiğine hareketlendiği ve her yerde cirit attığı” şeklinde paylaştı. Görüldüğü üzere, toplumun entelektüel tabakası da gidişattan rahatsız olduğunu gizlemiyor. Toplum içinde ortak değer sistemleri oluşturulamaması, dayatılan yeni esasız değişikler, bazıları çalışmadan milyarder olurken, milyonların batan güneş gibi sararıp solması ve istenmeyen feci sonu çaresizlik içinde beklemesi, herkesin ruhunu büzüyor. Belki de “devlet iflası”nın öteki ismi de bu zamansız sararıp solmadır. “Devlet iflası” son yenilgidir...


Makale ve Analizler - 2016

119

Şarkı Şarkıyı Öldürmez

Neriman Eralp Kalyoncuoğlu-15.Eylül.2016

Kahramanlarımızı anıyoruz. Henüz pek genç yaşta ölümüne gidilen Setfet Recep, 28 Temmuz 1953 tarihinde Filibe (Plovdiv) iline bağlı Üçtepe (Tri Mogili) köyünde doğdu. İlkokul ve Rüştiyeyi bitirdikten sonra Kuruculuk Teknikumuna yazıldı ve İnşaat tekniği oldu. Mesleğini çok sevdi ve elleri altın kesiyordu. Kısa bir süre “Ruen” Devlet tarım İşletmesinde çalıştı. Burgas ili Kirazlı (Çereşa) köyünde oturuyordu ailesiyle. Aslan gibi iki erkek çocuk babasıydı. Hayatında en büyük arzusu, anavatanına gelip tahsilini orada sürdürmekti. Kaçak yolla bunu birkaç defa denemiş, fakat başaramamıştı. Bulgaristan Türklerinin adları 1985’te değiştirilmeye başladığı zaman bütün gücü ile buna karşı çıktı. Oturdu bir köşeye ve bir akşam Todor Jivkov’a uzun bir mektup yazdı. Hem mesaj, hem öneri ve hem de uyarı niteliği taşıyan bu mektupta şu satırlara yer verdi. “Soya dönüş” ifadesi, soykırımdan başka anlam taşımaz. Ad değişimi, şimdiye kadar dünyanın hiçbir köşesinde duyulmamış ve komünistlerin uyguladığı bir harekettir. Biz bu memleketin yabancıları değil, bu toprağın vatandaşlarıyız. Memlekette en ağır işleri omuzlarında taşıyan Bulgaristan Türkleri olduğunu kim bilmez, kim inkâr edebilir? Yalanı - dolanı bir devlet siyaseti haline getirdiniz. “Yetişin, Rodoplarda Türkler Bulgarları kesiyor” diye asker ve polisleri Türklerin üstüne sürmekle ne kazandınız? Onlar gerçekleri görmediler mi sanırsınız? Onları katil yaptınız, ama o katiller yarın sizleri de kesecekler. Bunu en salak bir adam bile yapmaz. Biz, Bulgar’dan Türkleştirilmiş kişiler değil, Evlaod-ı Fatiha’nın torunlarıyız. Unutmayın. Bulgaristan toprakları 520 yıl Osmanlı idaresinde kalmış, temizliği, adaleti, doğruluğu bizden öğrendiniz. Osmanlıyı kötü görmek nankörlüktür, tarihi bilmemezliktir. Sizin gelişmenize her türlü olanak yaratan Osmanlıyı teker teker aradığınızı unuttunuz mu? Tekrar Osmanlı himayesine girmek için Stefan Stanbolov’un İkinci Abdülhamit’e başvurduğunu ne de tez unuttu-


120

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

nuz? Fakat tarih bunları unutmuyor. Gün gelecek yaptığınız bütün kötülüklerin cezasını çekeceksiniz. Siz ne kadar uğraşsanız, Türk halkı ile Bulgar halkını birbirine düşman edemezsiniz . Onun tarihi kökleri er geç sizin boynunuza dolanır. Sizi Bulgar halkı da desteklemiyor şövenistlerden başka. Diğer taraftan Türkiye’yi de büyük nefretle doladınız dilinize, hep Türkler hakkında fena fena konuşuyorsunuz? Türk Türk’e düşman olur mu? Bunun komünistlerin bir uyduruğu olduğu bilinir ve eninde sonunda fos çıkar. Bu idare çökmeğe mahkûmdur. Türkçeyi yasakladınız. Soruyorum niçin? “Şarkı şarkıyı öldürmez” demiş Rasul Hamzatov Dağıstan dağlarından. Lili İvanova, Mustafa Çavuşev vb ünlü şarkıcılarımıza niçin konserlerde Türkçe şarkı söylemeyi yasakladınız? Her yerde olduğu gibi Karlova’da da camiyi yıktınız, harabeliğe çevirdiniz. İslamiyet sizin siyasetinize köstek mi oluyor? Eskizara (Stara Zagora) camisinin minaresini bir gece tanklarla yıktınız, ne istediniz ondan? Adlarımızı geri verin iç işten geçmeden. Devletin, partinin, hükümetin büyük bir hatasıdır yaptığınız. “Zararın neresinden dönülürse kardır.” Anlayın bizi, anlayın hatanızı. Eğer anlamazsanız biz biliriz işimizi. Mektubun bundan sonraki satırları öneri ve uyarılarla doluydu. Tabii ki bu, gizli Emniyet güçlerinin gözünden kaçmadı. Zaman zaman Karadeniz boylarına çıktığında bile takipçileri arkalarında koştular. Nihayet insanlara Türkçülük duyguları aşılıyor gerekçesiyle tutuklandı ve hapse düştü. Fakat tedirgin olmadı, doğru bildiği idelerini yakın arkadaşlarına da söylemekten çekinmedi. Onun için artık, insanlardan kopuk kara günler, ezgiler, baskılar başlamıştı. Fakat düşüncelerinden kıl payı olsun ödün vermedi. Saffet Recep’e, 1988 yılı yazında Yüksek Devlet Mahkemesi, kurşuna dizilmek suretiyle ölüm cezası verdi. Daha sonra da ceza Devlet Konseyi tarafından da tasvip edilerek, 1988 Eylülünde Sofya hapishanesinde kurşuna dizildi ve naşı başkent yakmalığında yakıldı. Aziz hatırasını saygıyla anıyoruz. Totaliter rejime karşı amansız savaşımlarımıza katılan devrimci ruhlu Saffet Recep demokrasi, insan hakları de adalet davamızı sımsıkı kucaklamış kardeşlerimizden biriydi. İnsanların eşit olduğu bir hayat için mücadele etti. Bugün o gerek Türk ve gerekse Bulgar halkı tarafından, tüm demokrasi mücahitlerince eskiyi, köhnemiş olanı yıkıp yeniye geçmede vücudunu ve ruhunu köprü yapa-


Makale ve Analizler - 2016

121

rak memleketin totaliter zulümden kurtuluşunda kurban giden cesur ve korkmaz bir kahraman olarak takdir edilmektedir.

İki Kardeş

Raziye ÇAKIR -15.Eylül.2016

Bizim de masallarımız var. Her yıl 15 Eylül’de ders yılı başlar. Çocukları okula toplayan zilimizi hurdaya vermişler, ne yazık ki, bizim köylerimizde okullarımız ısız. Bu ders yılında Bulgaristan’daki etnik azınlıklardan 11 bin birinci sınıf öğrencisi okula gitmeyecekmiş, Mestanlı, Şumen, Ruse gibi merkezlerdeki İmam Hatip Okullarımızda da “boş yıl” ilan edildi. 28 yıldan beri ülkemizde toplam 827 okul kapandı. Bunların 24’ü bu ders yılında kapı açamıyor. Açsa ne olacak, 1.000 öğretmen yetmiyor. Bu sene de yeni ders kitabı basılmadı. Türkçe dersi kitapları 20 yıl önceden. Eskimiş de eskimiş, ama Türkçemiz eskimiyor. Çocuklara koşmak için can atıyor. Uzatmayalım ve Bulgaristan’da hiçbir okul yokken bizim masallarımız vardı. Bundan 100 yıl önce bu masallarımız 1.727 Türk okulunda okunuyor ve anlatılıyordu.. 138 yıl önce bizi geri vitese taktılar, geri gitmek ilerlemek anlamına gelmez, gelin vites değiştirelim. Ders yılınız kutlu olsun. Allah hepinize zihin açıklığı versin. İki Kardeş Bir varmış, bir yokmuş. Vaktin birinde bir kız ile bunun bir erkek kardeşi varmış. Bunlar havanın iyi gününde dağa nevruz (bir çeşit kır çiçeği) toplamaya gitmişler. Bu işe öyle dalmışlar ki, akşamın olduğunu bile fark etmemişler... Çiçek kokularından kendilerinden geçmişler adeta. Bu arada karanlık da iyice basmış, ortalık zindana dönmüş. Çocuklar, göz gözü göremeyince yollarını iyice yitirip ortada kalmışlar mı öylece! Yukarı çıkmışlar, aşağı inmişler, sağa koşmuşlar, sola gitmişler. Yok, ne yol belli, ne iz. Çok sonra zar zor tepecik bir yere çıkmışlar, uzakta bir ışık görmüşler. Yürüyüp o ışığa varmışlar. Bakmışlar ki içerde bir dev. Belki insaflıdır diye kapısını vurmuşlar. Dev çocuklara güler yüz göstermiş, “buyurun girin” diyerek onları içeri almış. Sonra karınlarını doyurup yatırmış. İki kardeş şafak sökerken serçe cıvıltıları içinde uyanmışlar, bir de ne görsünler dev dişlerini bilemiyor mu! Bir


122

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

yandan da altı harıl harıl yanan bir kazanın içinde fokur fokur su kaynıyor mu! Kafaları çat etmiş ikisinin de. “Bu bizi haşlayıp yiyecek” diye kendi aralarında fısıldamışlar. O saat hemen açık kapıdan hızla çıkarak karşı tepedeki ulu bir ağaca koşmuşlar. Ağaca çarçabuk tırmanıp en yüksekteki dalına kurulmuşlar. Bu sırada dev de arkalarından koşup gelmiş, şöyle gürlemiş: - “Bir göğsümde süt, bir göğsümde ekmek getirdim size”, demiş. “Buraya nasıl çıktınız? Yanınıza geleyim de karnınızı doyurayım.” Çocuklar akıllıca yanıt vermişler deve: - “Bıçağı bıçağın üstüne koyduk çıktık, bıçağı bıçağın üstüne koyduk çıktık!” Dev dediklerini hemen yapmış. Ayakların katur kutur doğranmış. Bu kez yeniden gürlemiş! “Bakın al kan içinde kaldım. Bre kuzular, doğrusunu söyleyin, buraya nasıl çıktınız?” Birlikte gülümseyerek bağırmışlar: “Tuzu tuzun üstüne koyduk çıktık, tuzu tuzun üstüne koyduk çıktık!” Dev çocukların dediklerini yine hemen yerine getirmiş. Az sonra devin ayakları yanmaya başlamış, yaralarını acılar sızılar sarmış. Bu acılara dayanamayan dev gürültüyle yere yıkılarak debelene debelene ölmüş. Çocuklar da kurtulup derin bir soluk almışlar. Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine. *** Gençlerin en büyük güçlükleri yenme ve en dehşetli tehlikelerin üstesinden gelme yetisi özünde gizlidir. Başarı dilerim.


Makale ve Analizler - 2016

123

Gelecek Karalık

BG-SAM-(Çeviri)-16.Eylül.2016

Avrupa’yı Zor Bir Güz Bekliyor. Avrupa kıtası İngiltere’nin AB’den çıkma kararı, sığınmacılar bunalımı ve AB içindeki kararsızlık arasında bocalıyor. Gergin bir siyasi mevsimin eşiğindeyiz. Yorum: Simyon Dyankov - Borisov hükümetinde Başbakan Yardımcısı ve Londra Ekonomi ve Siyaset Bilimleri Enstitüsü Mali Piyasa Grup Başkanı. Son yılların hangisiyle karşılaştırılırsa karşılaştırılsın, yaklaşan güz mevsiminde, Avrupa kıtasını her zamankinden daha fazla sorun bekliyor. Avrupa bölgesine bunalım 2009 - 2013 yılları arasında yerleşti. Problemler dalga dalga şu şekilde geldi: İrlanda 2009; Yunanistan 2010; Portekiz 2011; İspanya 2012 ve Kıbrıs 2013. 2014 - 2015 sığınmacı bunalımı. Avrupa kurumları defalarca zorlandı. 2016 gücünde yeni 3 büyük sorunla yüzleşeceğiz: İngiltere’nin AB’den ayrılma kararının etkileri; Sığınmacılar konusunda Türkiye ile sorunlar ve JanKlod Yunker’in istifasının isteyen Doğu Avrupa korosunun daha yüksek sesle bağırması. Bu üç solo sese, son 8 ayda birkaç hükümet kurma denemesi suya düşen, bir de yönetilemeyen İspanya’yı katın. Yapılan bazı sosyolojik araştırmalara göre, Marin Le Pen’in yönetimindeki aşırı sağcı Milliyetçi Cephenin ütün olduğu, Fransa Cumhurbaşkanı seçimlerini de bu tabloya ilave edebilirsiniz. Yakın gelecekten korkmamız gerekir. İngiltere’nin AB’den ayrılma kararıyla başlayalım. Avrupa konunun üstünden gelmiyor. Önce Jak-Klod Yunker, Britanya liderlerini “kayıktan atlamakla” suçladı ve böylece La Manş’ın her iki tarafında kin ve nefret uyandırdı. Yunker, boşanmanın resmen başlaması anlamına gelen, 50. Maddenin hemen uygulanmasını istedi. Fakat şapkasını ve çadırını alan ve başbakanlıktan çekilen Camaran tarafından susturuldu. AB içinden de sakinleşmesi telkin edildi. AB Yüksek Memurlarından biri şöyle dedi: “Yunker, Britanya’dan arabasının direksiyonuna jps takmazdan önce arabasını park alanından çekmesini istedi.” Avrupa Konseyi boşanma işlerini aceleye getirmekle görevlendirildi. Ve olayların sakinleşmeye başladığı bir dönemde ise, Londra’ya pek sevgi saygı beslemeyen bir eski Fransız komiseri olan Mişel Barnie baş müzakereci olarak atandı. İngiltere’nin AB’den ayrılmasından doğan sorulara yanıt verilemiyor. Bu ayrılma sürecinin uzun süreceğini söyleyebiliriz. Yeni İngiliz hükümeti, ayrılma görüşmelerini yürütecek seçilmiş kişileri, anahtar kurumlara atamalar yapıyor.


124

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Ayrılma taraftarlarının lideri olan Boris Jonson artık Dışişleri Bakanı oldu. Eski memurlardan bazıları da dostane bir ayrılma isteyeceklerdir: İngiltere aralarından seçebileceği daha fazla olanak istiyor. Baş müzakerecinin talepleri henüz bilinmiyor. Mali bunalım döneminde olduğu gibi bu işlere de Almanya el atabilir. Yeni İngiliz Başbakanı Bayan T. Mey’in ne istediğini de pek bilen yok. İkinci dikenli konu sığınmacılar konusudur. Göçmen selinin durdurulmasına karşı Vizesiz seyahat anlaşmasına varıldığı Mayıs 2016’dan beri Türkiye giderek huzursuzlaştı. Darbe denemesine katılanlardan binlercesi hapsi boyladı. Ülkedeki kamplara yerleştirilmiş olan 3 milyon sığınmacıya kapıları açmakla tehdit etti. Türkiye’deki sığınmacılar 2015’te Avrupa’ya gelenlerden 2 defa daha fazladır. Bulgaristan ve Sırbistan üzerinden geçme denemeleri artıyor. Kış aylarında karadan ilerlemek deniz seferlerinden çok daha güvenlidir. Türkiye ile başka bir sözleşme imzalanabilir. Bu yapılmazsa Cumhurbaşkanı Erdoğan geçici olarak kapıları açınca yeni isteklerde bulunabilir. Avrupa böyle bir oyuna hazır değildir. AB merkez kuvvetleri, Umum Avrupa Ordusu ve ınır Polisi kurma çağrısında bulundular. Şimdilik Brüksel susuyor. Ağustos ayı sonunda Almanya Başbakanı Angela Merkel Doğu Avrupa devlet liderlerini sorunları görüşmek üzere topladı. Sığınmacı sorunlarıyla başa çıkma konusunda ortak görüş olmadığı ortaya çıktı. Üçüncü temel konu AB otoritesini diriltme konusudur. Komisyonların bunalımların üstesinden gelememesi AB’nin otoritesini gömdü. Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinden temsilciler Yünker’in istifasını ve AB Konseyinin yetkilerinin arttırılmasını istediler. Gerginlik yaratan sorunları müzakere etmek için değişik ülkeleri ziyaret eden yetkilinin Yünker değil de, Merkel olması AB otoritesinin çok inceldiğine kanıttır. Şunu da ekleyelim. Avrupa Konseyi’nin zayıflıkları bugünkü lider Yunker’in zayıflıklarından daha büyüktür. Önceki lider Barozo, finans krizi sorunlarını çözerken bürokratik makine gecikmişti. Sonuçta Yunanistan’da durgunluk uzun sürdü. Güney ülkelerde genç işsizlik oranı büyüdü. Ders alınmadı. Ukrayna bunalımında tekrar yaşandı. Bunalımlardan çıkabilmek için Avrupa kurumlarının rol ve yükümlülükleri ciddi bir şekilde yeniden ele alınmalıdır. AB önündeki ciddi sorunların çözümü olduğuna inanıyorum. AB kurumları birkaç defa artık sorunların üstesinden gelebildiklerini gösterdiler. Brüksel memurlarının yaz tatilinde bunalımlardan çıkmak için yeni formül ve yöntem bulduklarına inanmak istiyorum. “US News” - çeviridir.


Makale ve Analizler - 2016

125

Yine Uyuz Olduk

Dr. Nedim Birinci-16.Eylül.2016

Konu: Bu seçimler bizim için olağanüstü önemlidir. Her milletin bir uyuz olduğu yer yada dönem vardır. Bulgarların uyuzluğu hep Ağustos Eylül aylarına rastlar. Bizimkine bir yere kadar Sınır Uyuzluğu da denebilir. Bilirsiniz Bulgarların 1878’den beri en fazla kaşındıkları yer devlet sınırlarıdır. Onları genişletmek için 1985’te “Güney Rumeli”yi ilhak etmişler; 1912’de arkalarına bir sürü Balkan devleti toplayarak Türkiye’ye saldırıp Birinci Balkan Savaşını başlatmışlardı. Ardından 2. Balkan Savaşı’nda müttefikleri tarafından ezildiler. Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarında Batı Trakya’ya ve Makedonya’ya Alman ökçesinin ardından sınırları çiğneyip girince hemen çıkmak zorunda kalmışlardı. Güney Dobruca’ya el atmak ise başka bir konu. Özetlersek bu sınır kaşıntılarının ardında “Büyük Olma”, “Bulgaristan Herşeyin Üstünde” gibi saçma hırs vardır. Bu, Volga boylarında kurulan zamanın “Büyük Bulgar Devleti”nden sonra Bulgar derisi altına yerleşmiş uyuz böceği gibi bir ukdedir, birçok Bulgar’ın boğazına oturmuş bir düğümdür velhasıl içlerine dert olan bir şeydir. Ülkeyi defalarca iflasa itmiş,, ameliyat masasına yatırmış bir iletir. Bu defa kaşınma noktası Türk sınırıdır. Hatta Türk sınırında sığınmacı avını bir sağılır inek durumuna getirilmesi planı yürürlüktedir. Cumhurbaşkanlığı seçimlerine 2 ay kala konuya uyuzlaşmamızdan girmemin nedeni şudur: Başbakan Boyko Borisov’un iki NATO ülkesi, birbirini savunmak zorunda olan iki müttefik devlet olan, Bulgaristan Cumhuriyeti ile Türkiye Cumhuriyeti arasındaki devlet sınırına çok sık uğramasıdır. Bir-iki yıl uğraşıdan sonra devlet sınırımıza çekilen 3 metre yüksek keskin dikenli, kameralı, komşu kapısı olmayan, rüya kâbusu bir tel duvarın resmi dış konuklara göstermesi dikkati çekiyor. Avrupa Birliğinden (AB) ayrılma karından önce (breksit) İngiliz Başbakanı sıfatıyla Sofya’ya gelen David Cameron’ı helikoptere bindirip sınıra götürdük. Gezdirdik. Karadan denizden kuş uçurtmaz duruma gelen tesisimizi gördü. Sakar Dağı tepesinde demeç aldık. “Bulgaristan AB dış sınırını sığınmacılardan güvenle koruyan ülke haline geldi” dedirttik. “Aman bir az daha paracık kaptırın da işini daha iyi yapsın,” demesini sabırla bekledik. Cameron gitmezden önce Bulgaristan’ın Türkiye ile sınırı modern silahlarla donatılsın deyiverdi.


126

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

AB’de kalalım mı yoksa ayrılalım mı didişmesinde koltuğundan olan bu Başbakanın yaptığı bir kışkırtmaydı. Geçen yüzyıl köle, yarı köle, kölelik isteyen, savaş kaçağı, siyasi sığınmacı ve benzer kategorilerden insanları sömürerek geçiren ve parazit burjuvazisini uyuz hastalığına kaptırmadan yaşatabilen İngiltere, aslında uyuzlar dostudur. Çünkü uyuzluk ilacı onun buluşu ve elindedir. O bu patentini kimseye kaptırmaz. Kuşkusuz Cameron Sakar Balkan’a tilki-tavşan avına, uyuz böceği toplamaya ya da tel örgü görmeye gelmemişti. Türkiye ile sınırımız Burgaz ilinde bulunur. Onu silahlandıralım derken, silahları bizden alın, dedi. Bu resmi ziyaretlerin resmi kabulleri ve ziyafet sofralarının hep kem gözlerden ve TV kamaralarından uzak tutulması da özel bir durum oluşturdu. İşin içinde iş olduğundan Başbakan Borisov deniz manzaralı özel villalarda uzunca zaman kaldı. Geçen hafta bu olay tekrar etti. Macaristan Başbakanı Victor Orban da TürkBulgar sınırındaydı. Sakar Balkanda kayın gölgesinde temiz hava bulunca hararetli konuştu. Sanki AB baş komiserliğine soyunmuştu. Sanki Avrupa medeniyetini uyuzdan koruyordu. Tel örgüleri ve Avrupayı yeniden parsellemeyi kendine ana hedef etmiş ve konuşmasını dağ başında yaptığının farkına varmadan kendini kendini sığınmacılara karşı savaşta kahraman ilan edip az kalsın Nobel Barış Ödülü talep edecekti. O da, AB’nin dibe vuran mali imkanlarından 160 milyon Euro’nun hemen Bulgaristan’a aktarılması gerektiğini ve sınırın daha iyi korunması için harcanmasının zorunlu olduğunu vurguladı. Sonra yağlı bağlı sohbetler yine Burgaz’da kör sofralarda devam etti. Konu gelişti, sığınmacılara karşı ortam silahlı güçler kurulması için beyin fırtınası yapıldı. Bu olayların hep Burgaz dolayında cereyan etmesi, bazı siyasi gözlemcilerin dikkatini yeniden çekti. Hem Cameron hem de Orban sanki sığınmacı görmeye değil görücülüğe gelmişlerdi. Zaten Bulgaristan’da topu topu 5 bin sığınmacı var. 160 milyon Euro 5 bine bölünse 32 bin Euro gelir. Sığınmacılara böyle bir para dağıtılsa hepsi memleketimizi gönüllü terk eder ve hatta uçak biletlerini kendileri öder. Bu uyuz T.C.’nin sığınmacı sorununa çözüm getirdikçe durmadan kaşınacak benziyor. Siyasi sezisi ince olan gazeteciler 6 Kasım 2016’da yapılacak Bulgaristan Cumhurbaşkanı seçimlerinde demokratikleşen, NATO üyesi ve AB üyesi Bulgaristan’ın Avrupalı Gelişim için Vatandaşların GERB partisi adayı olarak Bulgaz Belediye Başkanı GERB’li Dimitır Nikolov olacağı artık görülebildiler. Nikolov, Batı ülkelerinde eğitim almış başarılı genç GERB’li siyasetçilerden biridir. Bu noktada, daha 2 Ekim 2016’da Borisov’un bizim Cumhurbaşkanı adayımız Dimitir Nikolov’tur demesinde önce, BULTÜRK Bulgaristan Kültür ve


Makale ve Analizler - 2016

127

Hizmet Derneği ve BG-SAM Bulgaristan Stratejik Araştırmalar Merkezi olarak bizim söyleyeceğimiz birkaç söz var. Şu çök önemlidir. Bulgaristan’da 26 yıllık Geçiş Sürecinde anti-Türk ve anti-Müslüman saldırı kampanyasının en sert biçimde geliştiği, sözde “Yurtsever Cephe” (PF) partisi temelinde Bulgar ırkçı milliyetçiliğini en amansız alevlendiği bölge Burgaz merkezlidir. Herkes bilir aşırı milliyetçi “Skat” TV programları Burgaz’dan yapılır. Rusçu milliyetçilerin Ataka topuzu önce Burgaz’dan sallanmıştır. Bugün de 100 yıllık anti-Türk ve anti-Müslüman düğümünü hala yutamamış VMRO - Makedonya İç Devrim Örgütü (Bulgaristan’daki siyasi cinayetlerden sorumludur) başkanı Krasemir Karakaçanov bu bokluktan Cumhurbaşkanı adayı gösterilmiştir. İkinci turda bir tek onların GERB’e oy taşımaları muhtemeldir. Özellikle Cameron ve Orban’ın Türkiye sınırı ziyaretlerinde hükümetin sözleşmeli ortağı olmayan PF - milliyetçilerinin başı Valeri Simyonov’un her yerde, her TV karesinde Borisov’un ardına durması da dikkatlerden kaçmamıştır. Anlaşılan bu güçlerin toplamı eski Türk düşmanlığından nem alarak ikinci turda birleşerek Dimitır Nikolov’u Cumhurbaşkanı koltuğuna oturtmaya gayret edeceklerdir. Rüzgarın değişme yönü budur. Son çabaların bir yansımasını 16 Eylül’de Bratislava’da toplanan 27 AB üyesi hükümet başkanlarının ortak sığınmacı siyaseti izleme görüşmelerinde izliyoruz. Bu konuda bugüne kadar imzaladıkları sözleşmeleri yerine getirip Türkiye’deki 3 milyon sığınmacıya vaat ettikleri 3 milyar Euro’yu göndereceklerine, her biri yorganı kendi üzerine çekmeye çalışıyor. Hatta gruplaşmışlar. Ne ki, Bulgaristan’ın tam olarak hangi gruptan olduğu pek belli değil. Anlaşılan Borisov’un gizli planında “yüzde yüz seçimlerde kullanmak üzere” istediği 160 milyon Euro yalnız ilk havale olacak. Arkası kesilmeyecek. Bulgaristan’ın AB dış sınırını koruduğu vb vb savlar çok fazla şişirildi. Ve tuttu. Öte yandan, Bulgaristan’da Türklerin iradesini temsil ettikleri savında ısrar etmeye ayak direyen HÖH –Hak ve Özgürlükler Partisi; DOST - Sorumluluk, Özgürlük ve Tolerans için Demokrasi Partisi ve diğerleri susmaya devam ediyor. Lütfü Mestan partisinin kendisini Cumhurbaşkanı seçimlerine kayıt ettirmekte gecikmesi, aday gösterememesinin sebepleri ise ortamda muamma yaratıyor. Doğan’ın susmasından “bu seçimler bizi ilgilendirmiyor” istediğinize oy verin çıkabilir. Şu bir gerçektir son 26 yılda 4 Cumhurbaşkanının dördü de ikinci turda Türklerin oylarıyla seçilmiştir. İnanıyoruz ki 5. seçimde de 2. turda Bulgaristan Cumhurbaşkanını yine biz seçeceğiz. Bu seçimde çok önemli başka bir olay daha var. Sandık başına giden her seçmene, “referanduma katılmak isteyecek misiniz?” sorusu sorulacak ve “evet” cevabı verenlere, ayrı bir zarf verilecektir. Bu


128

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Türkiye’deki sandıklarda da böyle olacaktır. Bu zarftaki kâğıtta uç soru vardır. Birincisinde, milletvekili seçimlerinde partilere aldıkları oy için “11 leva” değil, “1 leva verilmesine razı mısınız?”, sorusu var. Bu soruya “evet” demeniz, yanı üzerini elinizdeki tükenmezle işaretlediğinizde, parti liderleri ve etraflarında dolaşan kopoyların kulak ve kafa bükmeleri, “seçmenin karşısında boynumuz kıldan ince” demelerini garantileyeceksiniz. Hepsi “Mercedes”ten inip, otobüse veya trene binecekler. Aynı referenduum bültenindeki ikinci soruya sol yanındaki kutuyu çizerek vereceğiniz “evet” yanıtı ise, bugün Bulgaristan’daki 402 siyasi partiyi 2 - 3 4’de veya en fazla 5’e indireceksiniz. Partilerin önemi buharlaşacak Seçeceğiniz milletvekillerini siz kendiniz gösterme ve seçme hakkını elde edeceksiniz. Olay otomatik olarak yasallaşacak. Bu soru, “parlamento seçimleri çoğulcu - (majoriter) sisteme göre olsun mu?” Anlamındadır. Sol kutuyu işaretleyerek vereceğiniz “evet” yanıtı, yani ikinci kareye bir tek işaret koymanız her şeyi kökten değiştirebilecek niteliktedir. Bulgaristan’ın seçim sistemini, seçim düzenini ve usulünü alt üst etmek ve istediğiniz duruma getirmek bir tek sizin elinizde bulunuyor. Bu gelişme 26 yıldan beri beklediğimiz Bulgaristan’ı köklü demokratik ve özgürlükçü dönüşüme götürebilecektir. Bu gelişmenin derin anlamı uyuzluktan, göz kızartmaktan, dilencilikten, pısırıklıktan, korkaklıktan, aman bir şey demesinler sıkıntılarından kurtuluşumuz olacaktır. 26 yıldan beri bizi kaşındıran uyuz işte budur ve yüzde yüz yok olacaktır. Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP); Bulgaristan’ın Yeniden Doğuşu için Alternatif (ABV), “21. Yüzyıl” partisi ve Orta sağdan “Reformcu Blok” (RB) 12 Eylülden sonra birer birer adaylarını yükselttiler. GERB partisi de Merkez Seçim Konseyine gidip kaydını yaptırdı. Ne ki hepsi ıslak söğüt odunu gibi olduğundan seçim ateşi tutuşmuyor. Hepsinin derdi “şöyle olsaydı da, böyle olmasaydı.” Bulgaristan’daki durum, 23 Nisan 1923’te ağır bunalımlardan sonra yapılan meclis seçimlerinden önceki durumu andırıyor. Bugün de ülke çok derin bir siyasi, ekonomik ve mali bunalımdadır. Avrupa’nın en fakir ülkesiyiz. Nüfusun % 17’si okuryazar değil. Bu ders yılında da birinvi sınıfa gitme yaşında olan çocukların % 11’i okula gitmedi. Ana - babalar çocuklarını okula gönderebilmek için devletten 500 leva yardım istiyor, devletse veremiyor. AB’den istenen paralar silahlanma ve sınırlara tel örgü germek içindir. Genç nüfus memleketi terk ediyor, etmiştir. Bu defa “ne yaparlarsa yapsınlar, az mı çektik” demek yok. Hepimiz sandık başına. Orada yaşayan kardeşlerimize yardım etmek yoyun borcumuzdur.


Makale ve Analizler - 2016

129

Türkiye’de 39 sandık olsa da oy kullanmaya hazır seçmen sayımız 620 bindir. İyi bilinmeli. Durumu kökten değiştirmek yalnız onun bunun değil, hepimizin ortak davamızdır. Otobüslere binip hepimiz köylerimize gidip oyumuzu kullanmak zorundayız. Mecburuz! Parlamento seçimlerine giden yol 6 Kasımdaki Cumhurbaşkanı seçimlerinden geçiyor. Bizim bağımsız bir Türk aday çıkarmamız ve kendisine en az 200 bin oy vermemiz gerekiyor. O zaman 2017’de yapılacak meclis seçimlerinde majoriter sistem uygulandığı taktirde meclisin bileşimini kökten değiştirebiliriz. Bu irade bizimdir. Bu gelecek bizimdir. Eşit haklı vatandaş ve ulusal azınlık olma kapısını açma fırsatı bizimdir. Bulgar Türk sınırındaki tel örgüleri söküp atma, bir halk topluluğu olarak uyuzluktan kurtulma yolu budur.

Sular Alçaktan Akar

Osman Bülbül-16.Eylül.2016

Atasözlerimiz de bizi bir halk topluluğu olarak belirliyor. Viyana bahçelerinde armutlar iyice irileşti. Yerlilerin kültürü biraz da bahçelerdeki elma ve armutlara dayanıyor. Mesela bizde olmayan, “elma popolu” ve “armut popolu” deyimleri Bayanlar için özel icat edilmiştir. Bu konuya asılmamın nedeni yine Nikolay. Hafta sonunda uğradığında nedense çok özgün bir konu açtı. Bana Türkçede şu yukarda tırnak içinde verdiğim değimlerin olup olmadığını sordu. Yok, Bizde kadınların kalem kaşlı, al yanaklı, ince topuklu vb. olmasının önemini ve özelliklerini anlattım. Katır gibi yürüyor, sözünün de Bulgarca köy lehçelerinde kadınlar için kullanıldığını anlattı. Ben de, ona tarım mühendisliği okurdan Trın yöresinden Kolyo isminde bir öğrenci arkadaşım olduğunu, onun bana yerli lehçelerinde yalnızca 200 kelime olduğunu ve bu kelime ve deyimlerle de dünyayı anlatabilmenin mümkün olduğunu inandırıcı şekilde paylaşmaya çalıştığını söyledim. Teslim olmadı.


130

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bir insanın dolayısıyla bir toplumun söz havzası ne kadar küçük ve sığıysa kültürü de o kadar cılızdır, yaşam tarzı da yoksuldur, diyerek başladı sallamaya... Öyle ama bilgisizlik insanları birbirinden yabancılaştırıyor. Örneğin bu yıl Bulgaristan’da 11 bin çocuk hiç Bulgarca bilmedikleri için birinci sınıfa gitmeyeceklermiş. Yani bunlar ömür boyu 200 kelimeyle yaşayacaklar ve ufukları asla açılamayacak. Biz ne kadar aydınız, kültürlüyüz, medeniyiz desek de, aramızdaki cahil ve bilgisizler ordusundan oluşan sefiller sürüsünden kurtulabilme yolumuz kapalı Nikolay, dedim, seninle daha önce yalnız 2 nota ile yani “la” ve “sol” ile de müzik yapılabilir, konusunu işlemiştik, dedik. İnsan bulduğunla yetinebilen bir yaratıktır. Fakat insanı zorla körleştirmek, cahil bırakmak, bilgisizleştirmek bir köleleştirme usulüdür ve lanetlenmelidir. Bir dilin gelişmesi binlerce yıl istiyor. Dil gelişmeden edebiyat yaratılamaz, gelişen ve atılımlar yapan bir toplum kurulamaz, azgelişmiş etnik topluluklar ve uluslarla çok gelişmişler birbirini bulamaz ve kaynaşamaz. Biliyorsun yasaklarla, cezalarla anadil unutturulması da bir dert. III. Boris’in babası Ferdinand’dan başlayarak günümüzün babacan lideri Boyko Borisov’a kadar bir insanın okumadan, halk deneyimlerini ve kültürünü bilmeden de lider olabileceğine tanık oluyoruz ve devlet seferber olmuş bizi buna inandırmaya çalışıyor. Tüm cahillerin hünerinin gizemi başkalarının daha fazla bilmelerine yol vermemekte gizlidir. Diğerleri onlardan daha becerikli ve yetenekli olursa işler bozulur. Çünkü her halkın bu işler için gözle görülmeyen gözü, dikkat çekmeyen duyulmama sistemi vardır. Bir köy kurnazı olan Jivkov, doğduğu ve okuduğu Orhaniye (Botevgrad) kasabasının ismini beğenemedi. Değiştirirken hal oldu. Bilmem senin gidip görme imkânın oldu mu? Ben doğduğu dar çatı, “Türk kiremitli”, kara taş duvar, dış basamağı yontulmamış dere kayası, korkuluksuz, biçme kapılı, pencereleri demir çubuklu, karataban, döşemesiz, helâsız, suyu 500 metredeki ayazmadan taşınan evini gördüm. Avlusunda çit yoktu. Tabii hemen yanına devlet parasıyla inci bir köşk dikmiş, daha ötede süper lüks çadırlar ve etraf renk renk güller döşenmiş ki, amaç “bak bak” desinler. Ben bu “lider” - diktatör ve katliamcının baba evinde bir tek kitap görmedim. Üzgünüm, fakat 45 yıllık iktidarında Türk topluluğu da kendine benzetti. 1989 Ağustos göçünde Bulgaristan’dan bir tek kitap götüren olmamış. Acıtmadı mı? Bay Osman, biz şimdi bir halk kültüründen yani “elma ve armut popolu” bayanlardan söz ediyoruz. Ben bu deyimlere gazetelerde rastlamasam da birçok kitapta rastladım. Demek istediğim, eğer bu değimler ve atasözleri benim okuduğum Viyana Akademisi gibi akademilerde değil, halk tabanında, halk arasında üretildiğine, daha doğrusu yaratıldığına inanıyorsak ve aynı kıtada yaşamamıza


Makale ve Analizler - 2016

131

rağmen, Bulgar halkının lehçelerinde ve edebiyat dilinde bunların ikisi de yoksa, o zaman biz birbirimizden çok farklıyız, Avrupalı şapkası altında birleşsek bile, herkesin harmanı başka başak ufalıyor, dedi. Bu defa ben de atladım. Bulgaristan Türkleri ile durum aynı değil ml?. Hemen aklıma gelen “Yeraltında yılan oynamış da duyulmuş” atasözümüzü kafamda tercüme ederek Bulgarca olarak ona kafasına yerleşecek şekilde sundum ve “Bu sizde var mı?” diye sordum. “Yok”, dedi. - “Şu var mı? “Herkesin derdini kiremitlik örter!” Bulgar dilince “Türk kiremidi” sözü var ama evin damı anlamında “kiremitlik” yoktur. Fakat biz aynı topraklar üzerinde yaşadığımıza, aynı iklim şartlarıyla boğuştuğumuza yakın atasözlerimiz, değimlerimiz, fıkralarımız vardır. Bak şimdi sana Bulgaristan Türklerinin Türkçesinde ve Bulgarların konuşma dilinde olan bir fıkra anlatayım: Bizim orada “Pavel Banya” kooperatifinde bir bağ bekçisi vardı. Adı Veli. Herkesin kooperatif malını alabildiğine çaldığı yıllardı. Kooperatife merkezden gelen bir denetleme heyeti Veli’yi karşısına alır ve kooperatif mülkünden çalan olup olmadığını sorar, “Herkes çalıyor” diye cevap verir Veli. Arkadan gelen soru: “Hiç çalmayan yok mu?” “Bir kişi var”, diye cevap verir Veli. “Çağır onu!” diye emir veren gelenlerden biri. “Çağırsam da gelemez”, çünkü kör, diye yanıtlar bekçi... “Evet, olay aynı”, diye atladı Nikolay, yalnız bizim fıkrada bekçinin adı İvan ya da Dragan, dedi ve şöyle devam etti: Bizim Osmanlı zamanlarından kalma ortak birçok fıkramız var. Onlardan biri şudur: “Devletin malı deniz, ondan yemeyen domuz.” Bulgarların ince anına gelmiş ki, burada “domuzu” “eşekle” değiştirmişler. Bulgaristan Türkleri ise nedense olaylara hep olumlu yandan bakmaya çalıştıklarından olacak, eşeği ve domuzu bir yana itip “Tarım kooperatifinin malı kovan bal” değimini doğurmuşlar ve ardından bir atasözü olarak tutmuş. Nikolay, bizim orada, halk ağzında, hem Türklerde hem de Bulgarlarda bir ortak değerimiz var o da Çingene fıkralarımızdır. İstersen bir tanesini anlatayım, dedim: Çingene yolda yürürken bir nal bulmuş ve eşeğine dönmüş:


132

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“İşte sana bir nal. Daha üç nal bulursam, bir eşek alacağım. Binip hacılığa gideceğim”, demiş. Çingenenin karısı: “Sen hacılıktan döndükten sonra ben de eşeği alacağım, anneme misafirliğe gideceğim”, demiş. Çingene karısının bu sözlerine hiddetlenmiş. “Ah seni gidi hazır oncu!.. Sen yorgun eşeği alacaksın, yola çıkacaksın” deyip karısını bir güzel dövmüş. Bu fıkradan: “İş, üç nalla bir eşeğe kaldı,” atasözümüz doğmuştur Nikolay. Atasözünden fıkraya ve değimlerimize atlarken, bu görüşmemizde Nikolay ile politika eleyemedik. Oysa Bulgaristan’da Cumhurbaşkanlığı seçimlerine sayılı günler kaldı. Başbakan Borisov iyice sıkışmışa benziyor ki, Türkiye sınırına diktiği 3 metre yüksek tel duvar için Avrupa Birliğinden 160 milyon Euro para istiyor, seçimdir, para ister, deyenler haklı gibi. Bu arada, anlattığım fıkraya baktım ki, oğlanın ağzı açık kaldı, Nikolay dedim. Bizim Kazanlık köylerinin her birinde bilinen şu: “Koç nerden olursa olsun, kuzunun sesi avluda duyulsun” atasözümüzün yorumunu bir yana bırakalım ve gel şimdi, su arka sokaktaki Bay Hans’ın “Kahvehane ve Pastane”sine birlikte bir uğrayalım ve sana bir Kurban Bayramı tatlısı ikram edeyim, deyim elimle genci buyur ettim. Tıpış tıpış önüme takıldı ve baklavalarımızın tadını birlikte çıkarmaya gittik. Gurbetçilik var ya. Bazen bayramlaşacak birini ararsın. İnsan başına gelmesin. Bayramınız kutlu olsun!

Göçün Acısı Aynı, Takvimi Farklı

Fisun Yalçınkaya-17.Eylül.2016

Elif Aydoğdu Aytekin Bulgaristan göçmeni bir ailenin izlerini “Veda” adlı sergisinde takip ediyor. Sanatçı, “İnsanlar memleketlerini kolay bırakmıyor. Bu bir zorunluluksa yaşanan sıkıntılar aynı kalıyor” diyor.


Makale ve Analizler - 2016

133

Seramik üzerine çalışmalarıyla tanınan sanatçı Elif Aydoğdu Ağatekin, ülkesini terk etmek zorunda kalmış ailelerin hikayelerini sanat eserine çevirdi. Bulgaristan göçmeni bir aileden gelen ve sergisinde kendi ailesinden yola çıkan sanatçı, eski fotoğraflarla kırık seramik duvar parçalarını buluşturarak geride bırakılan evi ve anıları anlatıyor. Sergi, günümüzün en önemli konularından göç meselesini geçmişteki bir göçü anarak inceliyor. Farklı müze ve koleksiyonlarda eserleri bulunan sanatçı, halen Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi Güzel Sanatlar ve Tasarım Fakültesi’nde yardımcı doçent olarak görev yapıyor. Sanatçının “Veda” adlı sergisi 10 Eylül’e dek Bebek’te bulunan Galeri Selvin 2 İstanbul’da devam edecek. Bu vesileyle Ağatekin’le göçü ve eserlerini konuştuk. Göç temasıyla ilgilenmenizin sebebi nedir? Ailemin anne kısmı 1950 yılındaBulgaristan’dan göçerek Türkiye’ye yerleşmek zorunda kalmış. Yaş aldıkça ve çok sevdiğim büyüklerimi kaybettikçe büyük bir merakla ne yaşadıklarını anlamaya çalıştım. Veda etmeye çalışırken göçün yorduğu insanlarla yüzleştim.Günümüzde göç, temel bir Gündem maddesi halinde fakat sergide ele aldığınız daha önceki bir dönemi aktarıyor. Bu iki dönemdeki göç hikâyeleri arasında nasıl bir fark görüyorsunuz? Aslında çok fark görmüyorum. İnsanlar memleket dedikleri yeri çok kolay bırakmıyor. Hele ki bu bir zorunluluksa ve baskıyla gerçekleşiyorsa; yaşamak için gitmeniz gerekiyorsa, fark yalnızca takvimin tarihi oluyor sanırım. Yaşanan sıkıntılar ne yazık ki aynı kalıyor... “Anneannemin çekmecesinden” Sergideki fotoğraflar nereden geldi, onların hikâyesi nedir? İstanbul’da anne annem ve dedemin evi değişmeyen detaylarıyla beni zamanın içinde dolaştıran bir mekândır. Çocukken sıkıntıdan karıştırdığım fotoğraf çekmecesi yıllar içinde benim için o evin en eğlenceli bir köşesi oldu. O çekmecenin içindeki detayları seramiğe dönüştürdüm “Geriye kalan” adlı eserde.


134

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

O çekmecenin başına her geçtiğimde nedense Bulgaristan’ı anlatırlarken kullandıkları “Yeşil, yemyeşildi” cümlesini duyuyordum. Milliyet gazetesinden alıntı

Bulgaristan Hayalet Yerlere Dönüşüyor

Raziye Çakır-18.Eylül.2016

Son zamanlarda Bulgaristan’daki nüfus artışı ile ilgili basın yayın organında birçok makale yazıldı, tartışmalar yapıldı. Nüfustaki azalmanın önüne geçilmesi için çeşitli fikirler öne sürüldü, ancak neticede 09.09.1944 yılından sonra nüfus artışı ile ilgili hiçbir politikanın üretilmediğini belirtilerek en çok da Jivkov dönemi suçlandı. Bilindiği gibi 1989 yılından itibaren 1 milyon civarında Türk Türkiye’ye göç ettirilmiştir. Yapılan araştırmalarda 1985 yılında doğum ile ölüm oranının eşitlendiği ve yirmi yıldan beri Bulgaristan’daki nüfusun azaldığı görülmektedir. Günümüzde nüfus artışı - 5,7 ve hızla azalmaya devam etmektedir. Bulgaristan nüfusu yılda 45 bin kişi azalmaktadır. Bununla birlikte başka ülkelere yerleşenleri de hesaba kattığımızda nüfustaki azalma 70 - 80 binleri bulmaktadır. Bulgarlar nüfustaki azalmanın önüne geçebilmek için doğum teşvik edilirken Bulgaristan dışındaki Bulgarların Bulgaristan’a yerleşmelerini sağlamak için de iyi çalışmaların yapılmaya başlanması gerektiğine dair basında çeşitli yorumlar yer almaktadır. Ancak 2007 yılından itibaren AB tam üyelik ile birlikte dışarıdaki Bulgarların AB kanunları nedeniyle zorlaşacağı belirtilmekte ve bir an önce hükümetin somut adımlar atması beklenmektedir. Nüfustaki azalmaya paralel olarak köy ve kasabalarda da hızlı bir boşalma baş göstermiş ve binlerce köy ve kasaba hayalet yerlere dönüşmüştür.Yapılan araştırmalarda 1320 köyde yıllardan beri hiç doğum görülmezken, iki yüz nüfusun altındaki yerleşim yerlerinde yaş ortalaması 65’şin üzerindedir. Daha büyükçe yerleşim yerleri ise yaşlı bekarlarla dolu olduğu ve zamanlarını restoranlarda yarı ölü durumunda alkol alarak geçirdikleri gözlenmektedir. Şehirlerdeki çocuk sayısında ise yıllık 27 000 civarında azalma kaydettiği saptanmıştır.


Makale ve Analizler - 2016

135

Yakın zamana kadar köylerdeki nüfus azalıp şehir nüfusu artarken günümüzde hem şehirde hem de köylerde nüfus azalmaktadır. 2003 yılı verilerine göre şehirlerde 5 milyon 441 bin 700 kişi yanı nüfusun %69,8 yaşarken, köylerde ise 2 milyon 359 bin 600 kişi yani nüfusun %30,2’i yaşamaktadır. Şu an 2016 yılı itibarı ile bunlar şehirlerdeçoğalmaya köylerde azalmaya devam etmekteler. Bulgaristan’da Türklerin yaşadıkları bölgelerde 1989 yılında zorunlu göç neticesinde birçok yerleşim yeri tamamen boşaltılmıştı. Sonuç olarak Bulgaristan’da tarımsal üretim hızla azalmaya başlamış ve tamamen çökme ile karşı karşıya kalınmıştır.

BULTÜRK Bayrağı Altında

Rafet Ulutürk-18.Eylül.2016

Bu seçimde sandıkta buluşalım. Sönse güneş Sönse Yıldızlar Kapatsalar tüm ışıkları Gökyüzüne kibritler çakar Yakarım yağmurları Bu son kavga Son dövüş! Böyle yüreği son derece ateşli bir şarkı var. Soner Olgun söylerken sanki çalgı aleti de kendiliğinden akort değiştirip kıvılcımlı şarkı alevlerine benzin serpiyor. Her adam yüreklenemez diyenlere söylüyorum bunu. Yüreklenmek için bir şey olması gerekmez mi? Cevabı bildiğinize inanıyorum. “Kırılmak gerek”, dediniz, değil mi! “Köpekle Aşçı” fıkrası var. Hani günün birinde aç bir köpek etrafa nefis kokular saçan bir yemekhaneye dalmış ve masanın üstündeki yüreği çalıp kaçmış. Olayın farkına varan aşçı peşinden koşarak “Hey sen, benden kaçamayacaksın. Nereye gidersen git


136

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

seni bulacağım. Çünkü sen benden yürek çalmadın. Böyle kızarak seni kovalamam için yüreklendirdin beni?” diye bağırmış. Peki Bizi yüreklendiren ne oldu? Hak ve Özgürlüklerimizi, adalet duygumuzu, demokrasi hevesimizi çalmaları olmadı mı? Etraf yangın yerine döndü. Türkiye’ye kovulurken parçalanmamız yetmezmiş gibi, kendi aramızda da adı var kendisi yok şeylerden ötürü bin bir parçaya bölündük. Sanki söğüt kökünden meşe fışkıracak! Bir çekirdek kabuğu doldurmaz şeylerden ötürü birbirimize düştük. Ve bunların her biri hiçbir işe yaramayan tipler olsalar da bir umuttur belirdi işte...!? Şimdi sessizliğe seviniyorlar. Halkımız fırtına bekliyor. Bu seçimlerde bora kopabilir. Bayrak görmek istiyor insanımız. Kendi şarkılarımızı söylemek! Ve ağlamak istiyor bizim şarkılardan yüreklenerek! Doya doya anadilimizde kavga etmek. Halkımızı yalan dolanla peşinden koşturanlara ağız dolusu küfür savurmak. Yangın yerinde toplanmak istiyor halkımız. Ocak başında mutsuz geçmişimizi yakmak! Güneşin doğuşunu bambaşka hislerle, yeni çağrışımlarıyla beklemek ve parlayan ilk ışıklarında yıkanmak istiyor. Özgürlük olsa bile hürriyet olsa da yıkanmak ister halkın gözlerinde. Uçmak ister kuşların kanatlarında mutluluk gibi. Rodop, Deliorman, Gerlovo, Dobruca ve Deliorman halk müziklerle uçmak istiyor, dalga dalga gezerek koca balkanı, dağları, denizleri, Arda Boylarını. Bakıyorum bu seçimlerde kediler ciğer peşinde değil. Yüreklerinin çalındığını unutanlar çoğalmış. Balık baştan kokar derler. Başlar susuyor. Söyleyecekleri söz kalmamış. Yalanları bitirmişler. Artık çocuklarımız gitmiyor peşlerinden. Kuşaklar arası bağlantılar kopuyor. Ciğercide kuyruk yok. Korkuyorlar kasabın yüreklenmesinden. Gün hesap sorma günü!. Halkı aldatma sayfası kapandı. Keser döner sap döner, gün gelir hesap döner. Sorarlar adamdan “Nereden buldun?” diye. Şevket Çabacievle yüzleşiyorum. Amerika’ya 1 US Dolarla inmiş. Şimdi Amerika’da en zengin Bulgaristan vatandaşıymış. Doğum yeri Madan. Bizim dağlardan hemşerilerimizdendir. 9 yaşına kadar yaşadığı evin artık çatısı çökmüş. 9 yaşında bir gece 15 dakikada sürgün edilmişler. Yıllardan 1949. Kuzey Bulgaristan’da bir köyceğizde sıfırdan başlamışlar.


Makale ve Analizler - 2016

137

Sürgünlük yolunu anlatıyor Asenovgrat’tan domuz vagonlarında çektikleri çileyi. Aç domuzların kardeşlerine saldırışlarını... Geri dönmüşler, fakat insan başına o kadar kötülükler gelen bir yerde ne ev yaptırmak, ne yuva kurmak, ne de evini onarmak istiyor. Bu hayatta bir de ısınamamak var. Yuvadan uçan kuş kendine başka bir yerde yuva yapar diye bir şey var. O da Amerika’yı boylamış. Artık yaş 77. Şimdi TV kahramanı. Sosyalizmin çilelerini anlatıyor. Bulgarlar da sırıtıyor ekran başlarında. İbret çıkaran yok. Biz bu adamlara ne etmişiz diyen yok! Yuvadan soğumak diye bir şey var. Şevket Bey baba evini onartmak istemiyor. Acısı büyük. Dayanamam diye ekliyor. Ama gelip karşısına duruyor. “Vatan işte” diyor. Buraya gelince kendimi hap içmiş gibi hissediyorum, rahatlıyorum, diye ekliyor. Bizi yuvamızdan, vatanımızdan soğutmak istediler. Tütün katranı kokusu var burnumda. Bu Kurban Bayramı’nda Hayır Cemiyetlerimiz 160 dana kestiler, kurban eti dağıtıldı, bayramlaştık. O da kesmiş 5 kurban. Konuya komşuya dağıtılmış. Kazanlardan gelen o kutsal koku var ya... BULTÜRK Bayrağı yükseklerde dalgalanıyor. Dualarımız okundu. Fatihalar geldi mezarlıklardan. Şevket Bey “uzaya bilet almış”. 200 bin US Dolar ödemiş. Ciğerci kedi gibi kuyrukta! Bu kadar kötülükler barındıran şu dünyayı bir de “uzaydan görmek istiyorum” diyor. bekliyor. Emekli olduğunu anlatırken, düşünmeye devam ediyorum diyor. “Uzaya çıkınca bir bakmak istiyorum, acaba bir boru hattı uzatılsa dünyadaki şu garezi, düşmanlıkları, çekememezlikleri, milliyetçilik ve ırkçılık illetini doruklara doldurup güçlü pompalarla uzay boşluğuna saçsak ve kurtulsak, ona bakacağım oraya varınca diyerek şakalaşıyor. Kimsecikler doldurmamış Şefket Beyin kafasına Chicago’da unutamadığı eski sıkıntıları. Biliyor musun domuzların kardeşlerime saldırılarını çok uzun zaman unutamadım, bu memleketten kaçarken beni yüreklendiren de bu sahneler oldu diye anlatıyor... Bir iktidar, kim olursa olsun kendi insanına bunu yapar mı diye soruyor kendi kendine. 1950 ile 1972 yılları arasında 120 bin Pomak Müslüman kardeşimiz sürgünden geçmiş. Ve soruyorsunuz bu insanlar neden suskun, neden bu kadar sabırlı ve her biri bir volkanı andırıyor. Memleketim bora bekliyor. Hadi hayırlısı... Yakındır dolacak rüzgârlar bayraklara...


138

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Biz kimseden onların olan hiçbir şeyi istemiyoruz. Kendilerine hak olan bizim de hakkımızsa onu versinler ve olay bitsin. 5 kuşak cahil yaşanamaz. Beş kuşak sızı çekilemez. 5 kuşak beklenemez. Bora geliyor bora. Bayraklar dalgalanacak yine. Biz kardeşiz. Bakırköy ve İstanbul Tarık Akını uğurladı. O bizimle hep yaşayacak. “Yeşil Çam” şarkılarıyla ağlamak var şöyle doyasıya. Bizim küçüklüğümüzde bizler Cüneyt Arkın, Tarık Akan’larla büyüdük, onlarla Türk olarak övündük. Her halkın unutamayacağı kahramanları vardır. Onlar ekranda da olsa içimizdedir. Kimlik yaratanlardır onlar. Yüreklerimizde yaşayacaklar ebediyen. Tarın Akın’ı da sevmiştik, son dönemde bizi biraz üzsede. Bora bekliyoruz bayraklarımızı daha yükseklerde dürüp açacak. Soner Olgun gökleri yakmak istiyor. Telefon açtım Şevket Bey gitsin gelsin ondan sonra ne yaparsan yap, dedim. Bu defa bizde 6 Kasım Cumhurbaşkanı seçim ocağı bile yakılamıyor. Odunlar yaş, odunlar söğüt kütüğü, ruhu isli, tütmeyi bile beceremiyor, kokuyor leş gibi. Soner Olgun’u seçim mitingleri kürsüsünde görmek istiyoruz. Şöyle bir “gül harmanı” döşesin bizim oralara, şöyle bir “nefes nefese vuralım” halkımızla... Belki de Büyük Nazım tam da böyle biz zamana demiştir “Hava kurşun gibi ağır diye...” Bu seçimler onurlu bir yarış olmayacak. Bilmem hiç hayvan sattınız mı? Tosunlara tuz yalatılır kasap kantarına gitmezden önce bol bol su içsinler diye. Bağrı yanmış hayvanlar içer de içer kova kova suları ve bir türlü sönmez içlerindeki ateş. Kocaman ateş. Denizi içseler deniz yanacak. Öyle bir şey işte! Seçim geliyor ateş tutuşmuyor, odunlar yaş söğüt kütüğü, Herkes BULTÜRK ateşini bekliyor. Halka keski bıçak gibi bakacak Türk Cumhurbaşkanı adayını. Yapılan hazırlıklara değer verecek olan tarih ve halktır. Şevket bey istiyor Cumhurbaşkanı adaylığını. Olmasa daha iyi! Uzaya çıkmak için para yeterli de, Cumhurbaşkanı olmaya yeterli olmuyor işte. Ateş lazım ateş! Ateşi sönmüş. Baba evinin çöktüğünü gördüğünde gözleri yaşarıyor artık. Alışmış sızılara. Rodoplunun sevgisi uyanmıyor yüreğinde. Şimdi General Rumen Radev gibi BSP partisinin yükselttiği Cumhurbaşkanı adayları ekranda görünmeye başladılar. Amerika’da 2 akademi okumuş, NATO generali, fakat Rusya’ya sert söz söylemek istemiyor, savaş başlarsa Rusya’ya yanıt vermemeye karar vermiş. Rusofil ve Rusofob değil, yalnız Bulgar’ın olan için savaşmaya hazır. Bu durumda Ahmet Doğan’la da anlaşamayacak. Doğan aman şu General Radev’e yumun gözünüzü ve bir iki oy atın dese, Moskova ne


Makale ve Analizler - 2016

139

der, sorusu çıkıyor ortaya. Bir de şöyle bir soru var, bu “NATO Generalleri yeminli mi?” Yeminliyseler ne için yemin etmişler! Aranızda bileniniz var mı? BULTÜRK’ün kayıt ettirdiği aday da yakında açıklanacak. Cumhurbaşkanı adayımız Türk-Müslüman, ama o da ne Türkiye, ne Rusya ne de NATO’ya savaş açacak. Barış davasında örnek biridir. Kişisel tutumu ile hepimize örnek. Halkın beklediği kişi aramıza geliyor. Lider geliyor. Kitle tabanı bol yağışlı bora bekliyor. Hem ağlamak, hem gülmek, hem sevinmek ve hem de dayını kucaklamak bekleyişi var. Seçilip seçilmemesi önemli değil. Biz boyumuzdan büyük işlerle uğraşmayı zaten sevmeyiz. Bizim Müslümanların bir adayımız olacak. Bir oyumuz var oyumuzu da ona vereceğiz. Ahmet Doğan aday olmaya cesaret edemedi. Lütfü’nin derdi başka... Bu yıl bizden Şevket Bey uzaya çıksa yeter. Uzayda da ne sürülecek tarla, ne de namaz kılınacak camı varmış. Dünya gelişmelere gebedir. Yolunuz açık olsun! Başarılar bizim Türk-İslam halkının olsun! Seçim kampanyası kapı açıyor. Yerinizi bulunuz! Oy vermeyen kalmayacak.

Bulgaristan’da Turan’ın Gelişmesi

Murat Ulutürk-18.Eylül.2016

1931 - 1932 yılları Turan Derneğin gelişme devri olmuştur. Birçok İl, İlçelerde şubeler açıldı, hatta köylerde bile şubeleri vardı. Deliorman’ın göbeğinde Türk, yerli kıyafetiyle Turan’da yer almıştı. Türkçe gazeteler derneğin yapılanmasını sağlıyordu. Kırcaali’de (Özdilek), Vidin’de (İstikbal), Razgrat’ta (Karadeniz), bunların başında gelir. Mustafa Kâsım, Ârif Necip, Ali Turan, Aliş Ekrem imzaları Turancıların dostuydu. Zengin Cemaat-i İslamiyeler, derneğe para yardımına başlamıştı. Gençler umutla çalışıyorlardı. 1932’de Kırcaali’de VII. kongrelerini yapacaklardı. Beklenmedik bir haberle sarsıldılar. Hükümet kongrenin orada toplanmasına izin vermiyordu. Sebebi belli: Kırcaali’nin, Türkiye sınırlarına yakın bir yerde oluşuydu. Kongre Kırcaali yerine Eskizağra’da toplandı ve de çok parlak geçti. 1933’te VII. Kongre Deliorman’ın


140

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

göbeği Razgrat’ta toplanacaktı. Fakat buna da izin verilmedi Turan’cılar, Razgrat yerine Rusçuk’ta toplandılar, 20 - 22 Ağustos günleri Rusçuk’ta, Ömer Kâşif’in başkanlığında yapılan bu kongre çok güzel geçti, fakat, ne yazık ki,sonuncu Turan kongresi oldu. Burada, gelecek yıl kongrenin hükümet merkezi Sofya’da yapılması kararlaştırılmıştı. Fakat Turan, bundan 9 ay sonra 1934’te kapandı. Ruşçuk kongresindeki kararlar arasında şu da var: Bulgaristan’la alâkalarını kesmiş olan eski Turancıların, Bulgaristan Türk matbuatına derneği ilgilendiren yazılar yazmamalarını kendilerinden rica etmek ve bu kâbil yazılara gazetelerinde yer vermemelerini de Bulgaristan’daki Türkçe gazetelerden istemek. (Turan, sayı 6, 1933, Ağustos). Böyle bir kararın sebebi şuydu: O zaman Türkiye’ye göçmüş olan Şerif Alyanak’ın, yaz tatili eski arkadaşları arasında geçirmek üzere geldiği Bulgaristan’da, Rodop gazetesinde çıkan(Turan Dernekleri İnkilâbın Birer Kışlası Olmalıdır) başlıklı yazısıydı. Bu başlık zaten tâkibata uğrayan Türk gençlerini zor duruma düşüreceği hatıra gelir. Turan’ın gelişmesinden kuşkulu olan makamların kuşkusu artabilir. Turan’ın o zaman 95 şubesi, 5 bin üyesi vardı, bu dikkat çeken bir hâl olmuştu. 1931’de Nüvvab öğrencilerinden bir kaçı Şumnu Turan Şubesi’ne üye kaydedilmişlerdi, Turan’ın köylerde şubeleri açılıyordu. Bulgaristan’da Turan Türklüğü yaşatıyordu...

Adım Adım Faşizme Gidiyoruz

Şakir Arslantaş-19.Eylül.2016

Demokrasi davasında aktif bir Cumhurbaşkanına ihtiyaç var. 6 Kasımda 2016 günü Bulgaristan’da Cumhurbaşkanlığı seçimleri yapılacak. 1990’dan sonra 5. Cumhurbaşkanı seçilecek. Daha önce Jelü Jelev, Petır Stoyanov, Georgi Pırvanov ve Rosen Plevneliev Müslüman-Türk seçmenlerin de oylarıyla seçilmişti. Seçtik de oldu? Sorusunu sormakta haklısınız. Cumhurbaşkanının elindeki en büyük silah “Veto” hakkıdır. Veto hakkı ne demektir? Başka hiçbir makama tanınmamış bir haktır. Meclisten geçen, fakat Cumhurbaşkanının halkın veya halktan her hangi bir topluluğun menfaatlerine, ulusal


Makale ve Analizler - 2016

141

çıkarlara vb aykırı olduğunu gördüğü halde onu onaylamaz, durdurabilir, yeniden görülmesi için Halk Meclisine geri gönderebilir ya da Anayasa Mahkemesi’ne gönderip Anayasaya uygunlu konusunda görüş veya yorum talep edebilir. Bu bakıma “veto hakkı” çok önemli demokratik bir edinimdir. Son dönemde Cumhurbaşkanı Plevneliev T.C.’deki soydaşlarımızı direk olarak ilgilendiren seçim günü sandık başına 2 seçimde gitmeyen yurttaşlarımızın “seçim listelerinden silinmesi” ve daha fazla aranmaması yasasını bozdu. Bu yasayı öneren, güya 18 milletvekili olan “Yurtsever Cephe” (PF) ve Makedon İç Devrim Harekeri (VMRO) ikili milliyetçi - ırkçı Türk düşmanı parti ortaklığı oldu. Geçen yıldan beri hükümet programını sözleşmesiz destekleyen bu ikilinin şansı yürüyor. Türklere karşı saldırılarını hiç kesmedi. HÖH partisinin parçalanmasına bayram etti. Kasım Dal önderliğindeki Milli Hürriyet ve Demokrasi Partisinin Reformcu Blok -beşlisine- sığınıp iktidara yükseldik havasına girerek mayhoşlaşmasından da yararlanarak iyice çıldırdı. Reformcu Blok oylarıyla Sofya’dan meclise giren Başkan Korman İsmailov, son iki senede Türkleri ötekileştiren dikenleri büyüyen “PF-VMRO” milliyetçi - ırkçılarına karşı tek söz söylemedi. Basında ve elektronik iletişim ortamındaki demeçlerinde denize girmeden yüzdüm masalları anlatıyor. Şu FETÖ okullarında eğitim alanlar gerçekten de yalan dolan kıvırmakta emsalsiz hünerlere sahip niteliksel özellikler sergiliyor. Bravo vallahi. Şu da var tabii. Korman’ı seçen Sofya’lı Bulgar seçmen. Adam hatır için Meclis sandalyesi dolduruyor. Sofya’da kendisine oy veren Türk yok. Bulgar seçmen de besbelli “susarsan senden iyisi yok” demiş olabilir. Son 2 yılda Korman İsmailov’un Türk bölgelerine uğramadığı, dil, din, özgün kültürümüz, medeniyetimiz, üstün ahlakımız, edinimsizliğimiz, haksızlığımız, özgünlüksüzlüğümüz ve adaletsiz bir ortamda boğulmamız konularında bir demeç vermemesi, tek söz söylememesi dikkati çekiyor. İsmailov - Dal partisine Borisov hükümeti Eğitim Bakan Yardımcılığı görevini verdi. O görevi alan kızımızın suçlu olduğunu düşünüyorum. Koskocaman bakanlıkta bir kişi ne yapabilir ki. Ek ödemelere hükümet kararı, mevzuat değişikliğine bakan imzası gerek. 2016 Bulgaristan’ında yeni ders yılının açıldığı hafta yapılan açıklamalarda, okula giden öğrencilerin % 44’ünün okuduklarını anlamadığı, % 60’ının doğru dürüst yazamadığı, anne ve babanın birinci sınıf çağında 11 bin çocuğu okula göndermediği ortaya çıktı. Olay maddi yetersizlik olarak patladı. Eve beyinlerin çocuklarını okula gönderebilmek için bakanlıktan bir defalık 500 leva, her ay da 250 leva karşılıksız yardım istemesi kalbi en iyi çalışanların bile, kan dolaşımını durduracak nitelikte değil mi?


142

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu rakamlar daha fazla karma bölgelerdeki, azınlıkların durumunu yansıtıyor. Her devlet azınlıklarla baş edemez. Olmayan bir şey zorla olmaz. Fakat eminim ki karma bölgeler için Avrupa Birliği Eğitim Komisyonundan ve Azınlıklar Komisyonundan -başa çıkamıyoruz, ek ödenek istiyoruz- dense yüzde yüz verilir. Bu gibi istekler Afrikanın insan ayağı basmamış bölgelerinden geldiğinde bile, olumlu yanıt buluyor, bulmuştur ve bulacaktır. Fakat insanlarımızdan yalnız “oy isteyen” halkımızı “oy kölesi” ve “gerçekleşmeyen umutlar kurbanı” eden Ahmet Doğan - Lütfü Mestan - Kasım Dal - Korman İsmailov, İmamov, Oktay, Ünal vb vb tayfası halkımıza karşı el ele vermiş ve yeminli hareket ediyor. Kendilerinin tuzu kuru. Korman kendisi FETÖ enstitüsünde okumuş, Doğan diplomasız ama oğlu Erol Londra’da okumuş, Ünal’ın oğlu (ne okuduğu belli olmasa ve bir işe yaramasa da) Amerika’da okumuş, Osman Oktay’ın oğulları Sakarya’da Şeker Bank burslusu olarak tahsil görmeye çalışmış ve sonu olmayan bir liste. Yalnız FETÖ merkezlerinde kafası yıkananların sayısı 3 bin kişi... Al birini vur ötekine. Başımıza gelecek varmış. Bu bakıma Kasım Dal mutlu. Okumadan diploma elde etme yolunu bulmuş ve kardeşim ben kafamı boş şeylerle doldurmadım. Boş olsun benim olsun. Bulursak bir yerden bir şey atasız içine diye böbürleniyor. Kendisine hak veriyorum. İşe yaramayan bilgilerin hamalı olmaktansa boş kafa gezdirmek belki de daha hayırlıdır. Bu listede halkımızın, Türk tabanının, Pomak kardeşlerimizin, Çingene milletlilerimizin evlatları yok. Onlar okumaya layık değildir... Bu yüzden bizde işsizlik meslek oldu. Gün boyu sokak ölçmek meslek oldu. Bizim 6 Kasım’da oy vereceğimiz Cumhurbaşkanı adayımız bu konulara seyirci kalmayacak bir siyasetçi olacaktır. Bulgaristan tarihinde halkın, emekçi kitlelerin, değişik bölgelerde yaşayanların, emekli ve çalışanların birbirinden bu kadar uzaklaştığı görülmemişti. 26 yılda 827 okul kapandı, ama bunlardan en fazlası karma bölgelerde, Çingene mahallelerinde olmayan okullarda ise, söz bile etmek istemiyorum. Birçok yerde okullar saya yapılmış... Neymiş efendim? Berlin’in bilmem hangi üniversitesinde Çingene Alfabesi uydurmaya başlamışlar. Ölme eşeğim ölme! Bu işin başı olan ve artık doçent doktor oluveren Küçükov’tan önce Çingenelerin tarihi istenmiş. O da Çingenelerin Bulgaristan’a Osmanlıdan önce XI ve XII. asırda Bizans’a geldiklerini anlatmış. Ama Bizans tarihinde onları anlatan özel bölümler olmadığından genişlet demişler. Atalarının kemiklerinin Hindistan’ın Racistan ve Pencap eyaletlerinde çürüdüğünü, koskoca Avrupa’da bir Çingene mezarlığı olmadığını, o kadim zamanda yola çıkarken cahil oldukları için okuyup aydınlanmaya bir türlü heveslenemediklerini, Türklerden başka onlara aydınlık ruhu aşılayan başka bir millet karşılamadıklarını yazmış.


Makale ve Analizler - 2016

143

Anadolu ve Balkanlar üzerinden Avrupa’ya giderken Rumeli’de kalanlara “lomi”, “domi” ve “romi” dediklerini ve bugün Bulgaristan’da “Yerli”, “Kardaraş” ve “Kalaycı - Burgucu” soylarında üç ayrı klan yaşadığını, İslam dinini kabul etmiş olanların en kalabalık azınlık olduğunu, onlara “Türk Çingeneleri”, “millet” yani “Müslüman” dendiğini yazmış. Görüştük. Küçükov’a Müslüman Çingenelerin hırsızlıkla, dolandırıcılıkla, dalaverecilikle, tefecilikle işi olmaz. Osmanlıda toprak işlemeyi ve tütün gibi teknik kültürlere gerekli alet edevat üretimiyle uğraşan zanaatçılardır. Düğün kına, sünnet töreni arkadaş toplantılarında müzik çalar geçinirler. Bunları yazdın mı?, diye sordum. Ben “Kardaraşım”, diğerlerinin yaşamını pek bilmem, dedi. Ardından, sen şimdi bu üç grup Çingene’den hangisi için Alfabe ve ders kitabı hazırlıkları görüyorsun, dedim ve yanlış yapıp Müslüman kardeşlerimiz için Alfabe icat etme lütfen, onlar bizim dilimizi konuşuyor, Türke ve Türk ahlakıyla, kültürüyle yaşar, camilerimizde yerleri var, kabristanlıklarımız ortaktır, diye anlattım. İyi olduk da görüştük dedikten sonra, şu Almanların elindeki istatistiklere göre, biz Çingeneler 2050’de 3 milyon, asrın sonunda da 7 milyon oluyoruz Bulgaristan’da onlar da 300 - 400 bin kalacaklarmış. Özel haklar talep edeceğiz, diye yandı parladı. Söz arasına girerek her bou, soy, klan devlet kuramaz, kursa da uzun ömürlü olmaz, kendinize gölge seçmek zorundasınız, diye ekledim., Hadi hayırlısı dedi ve ayrıldık. Konumuza dönelim: Unutmayın düne kadar aynı topraklarda kurulan Toplama Kamplarında yüz binlerce Çingene üçüncü sınıf ve kültürsüz, Avrupa’yı kirleten insanlar olarak yakılmıştı. Hatta Bulgar Çarı III. Boris de Batı Trakya ve Makedonya’da 1942’de işgal edilen topraklardan 20 bin Çingeneyi hayvan vagonlarına doldurup bu kamplara gönderdi ve hepsi yakıldı, sabun yapıldı. Ve bugün Bulgaristan’da adım adım faşizm kapısına yaklaşan aynı zihniyettir. Hiçbir etnik azınlığın Alfabe Kitabı olmaması trajed,s,nde daha önce yaşanmıştır. Milyonlarca kitabın yakıldığı asır, bir sayfa gerisidir. O eski insan düşmanlı bizde sis gibi çöküyor topluma. Yeni faşistler, Nazi Almanya’sında yalan makinesinin başı olan Göbels’ın taktiğini kullanıyorlar. “Bizde azınlık yok!”, “Bizde Çingene Yok!”, “Bizde Türk Yok!”, “Bizde Pomak zaten yok!”, “Kitaba ihtiyaç yok!”, “Yok, da yok!” Bizim kuşak seçim süpürgesini iyi kullanıp bu tokları çöpe atmazsa, biz bir yoklar ülkesi olacağın....


144

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Basın yaşan yazıyor, radyo yalan konuşuyor, TV programlarında yalan anlatılıyor. 100 kişilik 1000 köfteli sofralar kuruluyor ve insanların kafasına yalan dolan akıtılıyor. En kötüsü de, yalanlar toplumda tutuyor ve vatanımız adım adım faşizme gidiyor. Yarın bu yazımı bir daha oku lütfen ve paylaş. Olay çok ciddi kardeşler.

Siyasi Salsa

Dr. Mustafa Kahraman-19.Eylül.2016

Konu: Adımlarını şaşıran bir siyasetçi müsveddesi mi? dediniz. Bulgarlar köçeğin yaptığı işe bayılır. Bizde “piresini döktü” sözü vardır. Köçek oynarken kırılıp dökülenler için kullanılır. Kıvrak namelerle Bulgar bayanları silkinip dökülme ortamına toplayan köçeklerimizi çalan Çingene çalgıcılardır. Öyle bir ortam oluşur ki, Arnavut kaldırımları, yüksek duvarlı avlular, zemine gömülmüş gece kulüpleri, gemi güverteleri, düğün salonları dar gelir. Çocukluğumda Türk evlerinde köçek kıvrıldığını görmemişim. Bizde kendini bilenler köşek oynamaz. Benim köçek zevkini ballandırarak anlatan arkadaşım olmadı. Belki de, biz Türkler oynayanları seyretmeyi sevenlerdeniz. Bir defasında, öğrenci yerleşkesinde Mustafa adında Adanalı bir arkadaşıma, “Sen hiç köçek oynadın mı? Oynadınsa neler hissetin!” diye sordum. “Bak şimdi,” diye başladı söze: “Hamama gitmişsindir.” Dedi. Biraz düşündü ve “Şöyle keselendikten, ovulduktan sonra iyice yumuşarsın, uyuşmuşluk gibi bir şey, pestil gibi rahatlamış olmak. Bilmem anlatabildim mi?” diye devam etti. “Anladım!” dedim. Her şey ayandı. Soruyu sorduğumda köçek kıvıran Bulgar Bayanları düşündüğümde, bir milletin hamamı, kesesi, tellağı ve pestilhali olmadığı takıldı aklıma. Lafı getirmek isteğim yerse başkaydı. Bulgar Bayanlar arasında köçeği tek başına oynayıp tek başına silkinip dökülmeyi sevenlerden başka, bir başka tipleme daha var. Uzunca bacaklı olanlar SALSA dansına yatkındırlar. Salsa dediğim, Balkan dansı değildir. Sırp müziğininse yanından geçmez. Müzik eğitimini Paris Sorbonne Üniversitesinde alan


Makale ve Analizler - 2016

145

Bregoviç bile orkestrasına Salsa çaldırmaz. Bu oyun ince bir oyundur. Meydan oyunu değil, salonda çift oyunudur. Kıvrak ve neşeli Çingene ortamlarına hiç uymaz. Salsa lüks salonda döner. Kıvrılma ve sarılmalar eğitimsiz, ilk sarılmada müziğe göre tutturulamaz. Bu konuya bu kadar ayrıntılı girmemin bambaşka bir nedeni olsa gerek. Bu yazımı yazayım mı yazmayayım mı diye uzunca bir zamandır düşünüyorum. Biliyorsunuz, yılbaşında oluşum sürecine giren ve Bulgaristan siyaset sahnesinde önemli yer alacağına sözü veren, basın salonlarını kravatlılarla dolduran Demokrasi için Sorumluluk, Özgürlük ve Tolerans Partisi - DOST henüz tay duramadı. Kanepeye, duvara, devlet bacağına yapışır ayağa kalkar da, “bakın ben artık...” demesini bekledik, olmadı, olamıyor ya da oldurtmuyorlar. Bu da ne şimdi, bildiğiniz bir şeyler mi var, demeyin. Şu sevilen Başkan Yardımcısı Hüseyin Hafızov’un Sofya Meclisinde daha önce yaptığı konuşmalara ve şimdiki pısırıklılığa baksanız, yeter de artar. Mukayese edilecek yanı var mı? Adam kör - sağır olsa işin içinde iş olduğunu anlar. Aile dilimizde annelerimizin buyurularından kulağımızda kalan: “Git yumurtladıysa al gel!” vardır. Gidersin, tavuk yumurtlamasına yumurtlamış ama kabuğu çatlamış, alsan elinde, almasan follukta kalır. Git çık işin içinden! Biz dönelim salsa dansına. Bu dansın temel adımı öne ve arkaya - öne yana, arkaya yanadır. İkinci hareket, yine sol yana ve yanına, sağ yana ve yanınadır. Üçüncü hareket sağ tam dönüş, önce yakın daire ve dönüş, ardından da tekrardır. “Kokaraşa” adlı son bölümde, sola ve sağa. Bu İspanyol - Latin Amerikan dansının temel adımları bunlardır. İki kişilik bir danstır. Yalnız oynanmaz. Tüm öteki klasik ve modern danslardan farkı ise, oyunu Bayan Yönetir. Yaptığımız araştırmalardan öğrenebildiğimize göre, Bulgar üniversitelerinde ve dans kulüplerinde Salsa eğitimi verilen bir tek yer var. Veliko Tırnovo Üniversitesi. Bizim de içimize bir kurt düştü. Emsal aramaya takıldık. Bu dans kulübünden geçenleri isimlerini gözden geçirdik. Lütfü Mestan ile Prof. Dr. Maryana Georgieva! DOST partisi Genel Başkanı ve Genel Başkan Yardımcısı bu kulüpte eğitim almışlar. İkiliyi Salsa dans ederken görme olanağımız olmadı. Öğrendiğimize göre, Salsa sevdalıları, yanan ateş gibi, birbirinden ayrılamıyorlarmış. Bu dansın ana özelliği bugün de, oyunu yönetenin bayan olmasıdır. Bu özellik bizim de içimizi tırmaladı. Yaptığımız karşılaştır-


146

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

malarda Lütfü Mestan Beyin sol - sağ; ileri - geri siyasi hareketleriyle, dönse bile yine yerinde sayması bizi olaya kilitledi. Demek oluyor ki, DOST partisi Genel Başkanı Lütfü Mestan Bayan M. Georgieva’nın etrafında dans eder gibi dönmeye devam ediyor. Dolanıyor dolanmasına ve emirlerine göre sola dönüp geri toplanıyor ya da sağ dönüp geri geliyor. Bu defa da 6 Kasım seçimlerine giderken, “Ben Cumhurbaşkanı adayı olabilirim ya da sağa oy verebiliriz” falan filan boş boş savlarda bulundu. Çünkü bu oyun tek başına oynanmıyor. Tek başına aday da olamazsınız, öyle ki iki damla da oynanmaz bu dans. Prof. Dr.. M. Georgieva’yı da Cumhurbaşkanı Aday Adayı göstermek zorunluluğu var ortada...vs. vs. Sözün Türkçesi, bacağı balı adam, kurala uymak zorunda olan adam, kendi başına bir tek adım atamaz. SALSA dediğin öyle bir dans! “Kıvır gülüm”, “ Döktür gülüm”, “Aşağıdan aşağıdan yavrum”, “Ha az daha” falan filan bu dansta gaza getirme oyun bozar... İşi siyaset sahnesine çekersek: Sofya “Kartal Köprü” üzerinde Bulgaristan Sosyalist Partisi Genel Başkanı Sergey Stanışev’ın boynuna sarılmak ve onu dudaklarından öpmek “bir adım sola” olmuştu Lütfü Mestan için. Kırcaali’de Başbakan ve GERB Başkanı Boyko Borisov’la “Türk kahvesi içmek” ise “bir adım sağ” olmuştu. 17 Aralık 2915’te Ahmet Doğan’ın şutunun ileri mi yoksa geri mi olduğuna ortam karanlık olduğundan dolayı anlayamamıştık. Şimdi sanki “arkaya adım atmak” gerek, ama anlaşılan arkamız duvar. Ne ki bu adım atılamıyor. Atılabilse, ardından öne, gene arkaya vs. vs. dön dolaş aynı yere dön. İşte bunun adı siyasi Salsa olmalı. 18 Eylül 2016’ Pazar günü Rusya’da meclis seçimleri vardı. Başkan Vladimir Putin çok yakını olan “Birleşik Rusya” partisinden milletvekili seçilen basın yetkilisi Pyotır Tolstoy düzenlediği bir basın toplantısında Bulgaristan’la ilgili bir soruya şu yanıtı verdi: “Biz Bulgaristan’ın Kuzey Karadeniz kıyısını yani yarısını satın aldık artık, Güney Karadeniz kıyısı kaldı.” dedi. Yani bizim NATO-cu Lütfü Mestan’ın ileri adım atacak yeri kalmadı. Adam satın aldım, tapum elimde diyor. Memleket satılmış Mestan Beyin haberi yok... BULTÜRK ve BG-SAM Stratejik Araştırma Merkezi “Varna elden gidiyor”. Varna ilini, Başlık, Kavarna, Dobruca, Dikili Taşlar, “Altın Kumlar”, “Drujba” vs kumsallarımız çatır çatır satın alınıyor, el değiştiriyor. 18 okulda anadil Rusça okutuluyor. Belediyelerde ikinci dil Rusça oldu. Kamçiya ırmağının denize döküldüğü yerde “Moskova” - Büyük Gençlik Yerleşkesi, Okulu, Eğitim Merkezi kuruldu. Rus dilinde yerel Radyo ve TV yayınları başladı Ne oluyor diye yazıp çizerken, Mestan Bey HÖH Genel Başkanıydı. Kulakları tı-


Makale ve Analizler - 2016

147

kalıydı. Oxford Üniversiteli Levi amcanın kaleme aldığı liberalizm parfümlü konuşmaları mecliste güzel Bulgarcasıyla sunmaya hazırlanırken hiç birimizibirinizi işitmiyordu. Geçen ay bir sürü Rus Motorlusu Burgaz şehrini bastı. Kaldırıma kan aktı. Yazdık çizdik Mestan hep sustu. Bulgaristan’da Rusçu motorcular 2 bin olmuş. Hepsi kapkara cehennem gibi! Karanın zifiri karanlığında hareket ediyorlar. Her sabah radyonun birinci bülteninde suçluları gayrı meçhul cesetler gösteriliyor, kazalar sıralanıyor. Gece seferleri kurban alıyor. Alman Nazilerinin “Hitler Jugend” (Genç Hitlerci) sürüleri gibi eli kanlı dolaşıyorlar. İleri atacak adımın kalmadı Lütfü Bey! Yollar kesildi. Bu Salsa ise öyle bir oyun ki, kuralı bozunca oyun karışır. Size kalsa işler nerede karıştı dersiniz? Bu soru yersiz öyle mi? . Bizde karışmayan iş mi var da, bu karışmasın. Gazetelerde yazılanlara bakılırsa, HÖH milletvekili ve Ahmet Doğan kopoyu Danço Peevski BC Başsavcısı Ts. Tsatsarov’a 5 milyon leva vermiş. Tsatsarov’tan sonra Bulgaristan Cumhuriyeti Baş Savcısı olabilmeyi garantiliyormuş. “HÖH partisinin Yüksek Temyiz’deki üyelerine dağıtıver de bitirelim şu işi” demiş. Bu paralar bizden çalınanlar olsa gerek... Başsavcı olrsa Bulgaristan Cumhuriyetine Rusya Federasyonu tapusu çıkartır artık. Soru: Üç sene önce yine bu şahıs ki, Rusya Of Shor-tekel-holding- köleleştirici sermayesinin bizdeki işlerinin aracısıydı. Bulgaristan Devlet Ulusal Güvenlik Ajansı (DANS) Başkanı olmak istediğinde siz sayın Lütfü Mestan Bey, HÖH Genel Başkanı ve partinin halk meclis grubu başkanı olarak o deyyusu desteklemiştiniz. Oy verip seçmiştiniz. Nasıl olur da dün bir Rus baş ajanının Bulgar Milli Güvenliğinin Başkanlığına geçmesine oy verirken, bugün NATO’cuyum, Amerikancıyım, Avrupacıyım, Atlantikçiyim bilmem ne havalarına girebildiniz? Yoksa bu işlerin ardında para mı oynuyor!? Yoksa siz hakikatten bir SALSA dansçısı mısınız? BAYAN nereye çevirirse oraya dönüyorsunuz gibi... Kardeşlerim, siz bırakın şu salsaları, salsacıları. Bulgar bayanlar da “döksünler pirelerini” göbek kalça sallayarak köçeklerimizle. Hepsine her şey helal olsun. Zurnacı ve kemancıların da verin hakkını! Gelin biz terleyelim güzelce hamamlarımızda. Kese alın yanınıza. Tellak da kalmadı. Hallederiz nasılsa. Okuduğunuz için teşekkür ederim. Hiçbir kimse ile şahsi alıp-veremediğimiz yoktur kardeşlerim. Davamız ortaktır. Karanlıksa hepimize karanlık! Aydınlıksa hepimiz için aydınlık. Aydın günler sizin olsun!


148

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) Okuduklarınızı paylaşınız lütfen...

Bu İşin Sonunu Düşündün mü?

Musa Vatansever-20.Eylül.2016

400 bin Rus Bulgaristan’da mülk sahibidir. Varna satılmış haberini işittiğimde yüreğim cız etti. Ben bir Varnalıyım. Ata izlerim, kabirlerim, azizlerim orada. Fırsat bulduğumda gidip gezer görürüm. “Savaş ve Barış”, “Anna Karenina” gibi kitaplarını okuduğumuz, İslam’ın Hindistan’a yayıldığı dönemde oluşan hadislerin 12 cildini İngilizceden Rusçaya tercüme eden ve “Allah’ım böyle zekâ, böyle insan sevgisi ve adalet duygusu” deyip Doğu Rus Ortodoksluğundan vazgeçip Müslüman olan Lev Nikolaeviç Tolstoy’dan (1828 - 1910 söz ediyorum. Onun torunun oğlu olan Pyötır Tolstoy oılitikaya atılmış, Vladimir Putin’in çok yakın çevresine girebilmiş ve 16 Eylül 2016’da Rusya’da yapılan seçimlerde “Birleşik Rusya” partisinden milletvekili seçildikten sonra Bulgar BTA ajansı muhabiriyle görüşmüş ve çöyle demiş. Rusya’nın yakın menzilli Bulgaristan politikasıyla ilgili şöyle demiş: – “Biz Bulgaristan’ı satın alacağız, zaten Karadeniz kısının Kuzey yarısını satın aldık” dedi. Bu sözler benimde yüreğimde cız etti. Bulgar siyasetini de ateşledi. Olayın en kötü tarafı ise, Kuzey Karadeniz kıyımızdaki şehirlerden ve sahil kumsalımız boyunca tesislerimizden 400 bin mal-mülk, daire, otel ve irili ufaklı semtin Rus vatandaşlar ve şirketler tarafından satın alınmış olmasının ardında bir Devlet Siyaseti yatmasıdır. Rusya devlet siyaseti olarak ifade edebileceğim bu gelişmede, Rus devlet ve özel bankalarının Bulgaristan’ın Karadeniz kıyısından kendisine mal-mülk satın almak isteyenlere ucuz faizli Konut Kredisi vermiş olmasıdır. Bu açıklamalar, Rusların Bulgaristan’a yayılmasının bir devlet siyaseti olduğunu ve devlet teşvikleriyle ve bilinçli olarak özendirilerek ilerlediğini kanıtladı. Bu olayın gün ışığına çıkmasıyla şöyle bir şık da parladı. Yakın bir zamana kadar mülk satın alıp da Bulgar vatandaşı olmak isteyenlere konan çıta 600 bin levaydı. Bu çıta bir meclis kararıyla 100 bin levaya indirildi ve Bulgaristan’dan mülk satın alan Rusya vatandaşları seçme ve seçilme ve halk oylamasına katılma


Makale ve Analizler - 2016

149

hakkı elde etti. Ruslara bu kapıyı açan siyasi gücün kim olduğu henüz açıklanmasa da, mecliste soruşturma başlatıldı. Konu Bakanlar kuruluna taşındı. Başbakan bizi 1300 yıldan beri satın alamadılar yine alamayacaklar derken bazı noktalara değindi. “HÖH ve BSP hükümetlerinin yaptığı yanlışlarda ötürü Moskova ve Washington’a 2 milyar 500 milyon Euro ödemek zorundayız,” dedi. Bu gerçeklerin su yüzüne çıkması “seçim önü Bulgaristan’ı altüst etti” demezden önce, aklıma gelen bir fıkralı benzetmeyi sizlere sunmak istiyorum. “Tavukla Kırlangıç.” Günün birinde bir tavuk terk edilmiş birkaç yılan yumurtası bulmuş, kuluçkaya yatıp onların çıkmasını beklemiş. Küçük yılanlar yumurtalardan teker teker çıkmaya başlayınca oradan geçen bir kırlangıç tavuğa: – “Ne kadar aptalmışsın, şimdi büyüttüğün bu canlıların yarınki ilk kurbanı sen olacaksın” diye seslenmiş. Bunun bir başka adı eski yanlışların bedelini çdemektir. Bulgar halkı bu işlerin sonunun tam da böyle olacağını daha Osmanlı döneminde sezmişti. Bir siyaset olarak, bir dünya görüşü olan “Bizi kurtaran, bizi esir eder” sentezi, Rus esareti korkusundan doğmuştur. 1878’de ve 1944’te olmak üzere tarihte bu iki defa yaşanmıştır. Bir asırlık tarihinde 2 kez Rus boyunduruğunu kırıp kurtulan ve Batıyı arayan Bulgar halkı, bu arada Müslüman Türklerimiz, “Sizi satın alacağız” laflarını işitince bu defa da buz kesilmiş, yerinde donup kalmıştır. Basın “Biz sürü müyüz?” başlığını attı. “Bizi sürü olarak görüyorlar ve parça parça satın alıyorlar”, diye yazanlar, “Çoban ne olacak?”, “İnsanlar ne olacak?”, “Bizi de mi satın alacaklar?”, “Fiyatımız kaç acaba?” Gibi sorular gündem oldu. Bu gelişme Bulgaristan’da olağanüstü büyük bir gerginlik, toplumda kaynayan bir huzursuzluk yaratıyor. Gerilere baktığımızda “Rusofillik” - (Rusya yandaşları hareketi - Moskova hayranlığı tutkusu) çok insanın başını yaktı. Büyük belalara neden oldu. Bağımsız, ulusal, egemen ve insan haklarını tanıyacak, Türkler de dahil tüm azınlıklar kardeş kardeş yaşayacak, demokrasi ortamında adalet sağlanacak bir Bulgaristan Cumhuriyeti davasının baş komitacısı olan Vasil Levski’yi ele veren Papaz Kristü bile Rusçu olduğu için ve Levski milli olandan yana olduğundan dolayı onu ihbar etmişti. Bulgaristan koşullarında bu eski ve belki de asla savmayacak bir yaradır Bulgar ortamında 2 kadeh rakı devirdikten ve 5 küfürden sonra işlerin yola gireceğini düşünenler bugün tosladıklarını anladılar.


150

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Türkiye’nin karma bölgelerde yaşayan soydaşlarımıza yardım elini uzatırken sunduğu samimi ve herkes için yararlı imkânlara “Bulgaristan’ın geleceği için tehlikeli olabilir” savını balon gibi şişirip göklere salanların yılan yumurtası üzerinde yattığı artık iyice ortaya çıktı. Etrafta yılanlar sürünüyor. Rus ve Sovyet kurtarıcılığı Bulgar toplumuna yanlış anlatılmıştır. Kısır bilgiler aşılanmıştır. Kremlin’in Rus ve Sovyet “Ağabeyliği” kuzu ile kurt masalıdır. İstilacılığa dayanan Kremlin’in dış siyasetinde yargı değeri, diğerlerinin egemenlik hakları diye bir şey yoktur. Yumurtalarından çıkan yılan encekleri ülkemizi satın alınca toplum ansızın uyandı ve ne oluyoruz sorusuna cevap ararken bunları düşünmeye başladı. Son gelişmelerin bir siber saldırı siyaseti sonucu olduğu gün ışığına çıkınca Bulgaristan Müslüman Türklerinin kendilerini yasal yollardan savunma ihtiyacı doğmuştur. Söz konusu olan onların malları mülkleri, işleri, sosyal ve kültürel yaşamları, Avrupa Birliği vatandaşları olarak huzurlu bir ortamda var olabilme haklarıdır. Söz konusu olan gerçekleri göremeyen, memleketin satıldığı bilincine varamayan bir siyasi ortamda doğan milli savunma hakkıdır. Bu davada insanlarımızın müttefik arama hakkı da meşrudur. Bizi Rusya köleliğine iten Ahmet Doğan’ın Moskova ajanlığıdır ve insanlarımıza buna anlatırken çok zaman kaybedilmiş olmasıdır. Bu siyaset çizgisinden Ahmet Doğan gibi siyasetçiler, HÖH partisi Başkan Yardımcılığı yıllarda Kasım Dal sorumludur. 18 yıl mecliste grupa başkanlığı yapan Lütfü Mestan sorumludur. 21. yüzyıl Bulgar siyasetinin ulusal değerler kıstas geliştirememesi, nereye gittiği belli olmayan bir yolda gittikçe gitmesidir. Ve bizi bugün de eleştirmeye çalışan DOST’cü basiretsizliğidir. HÖH-ün zirve yaptığı dönemde, parti liderliğinin Tarım Bakanlığına baskı uygulanarak binlerce dönüm çorak ve bakımsız dağ-tepe arazisinin deniz boyundaki parsellere değiştirme siyasetine yeşil ışık yakmasıdır. Küçük hesaplar peşinde tütüncülüğü yasaklamasıdır. “Bulgartabac” holdingini sattırmasıdır. “Multigrup” menfaatlerini Bulgaristan Müslüman Türk çıkarlarından üstün tutmasıdır. Halkımızı Moskov ejderhasının dişleri arasına sıkıştırmasıdır. Bu konuda, kendisine saygımız eksik olmayan, eski Tarım Bakanı Mehmet Dikme’yi, “siyasi bilgiçlik taslamaktan vazgeçmeye” ve korkularını yenerek gerçekleri tüm çıplaklıyla anlatmaya davet etmiyoruz, çağırıyoruz. Hiç bir şey saklamadan, hasıraltı etmeden bir kitap kaleme almaya buyur ediyoruz. Halkımızı köleleştiren gerçekleri gizleyenlerden hiç biri cennetlik olamaz. Bunu gerektiren şöyle bir durum da var Cumhurbaşkanı adaylarından Tatyana Donçeva gibi daha cesur siyasi ruhlular son 26 yılda “Bulgaristan’ı Hak ve Özgürlük Hareketi yönetmedi, bu partiyi kurduran güçler yönetti” dedi. Bu kişilerin, gölgelerin, şeytanların, kulis kahra-


Makale ve Analizler - 2016

151

manlarının kimler olduğunu biliyorsunuz ve açıklamak zorundasınız...Unutmamak gerekir ki, yöneticilik dayatan bu “üst akıl” o zaman siyasi sahneye aynı zamanda iki parti çıkarmıştı. Birisi Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH), diğeri de Bulgaristan tarihinde en fazla kanlı sayfası, suçu, cinayeti ve katliamı olan Makedonya İç Devrim Hareketi (VMRO). Birisini Müslüman Türkleri Moskov ejderhasına yem etmek için, ikincisi de HÖH’ü buna zorlamak için. Çünkü ikincisinin tüm yönetimi idamlıktı ve ne dense onu yapmaya hazırdı. Vaktıyla Stefan Stambolof’u, Çğftçi lideri Aleksandır Stanboliyski’yi öldürenler hep onları. Aldıkları emirde Türklere nefes aldırmayacaksınız denmişti. Birine sağ diğerine de sol alanda yer gösterildi. Sol cephede yer alan HÖH - DPS partisi kurucu lideri olan Ahmet Doğan hakkında çok yazıldı, dosyası açıldı, kitaplar basıldı, fakat çözülemeyen bir gizem var kuşkusu da çengelde asılı kaldı. Son zamanda ilginç gelişmeler izlendi. Bir defa Moskova parasıyla çıktığı bilinen ve sık sık 400 bin levalık saati, köşkü, deniz sarayı, yatları, karıları, kızları, fahişeleri, Yeni Zelanda yününden Doğan takım elbiselerini vb ile “ulaşılamaz” simgesi yaratıp reklâmı yapan “Galerya” sahibi Yavor Daçkov, bu hizmet için ayda 50 bin leva aldığını ağzından kaçırdı. Öte yandan, her şeyi bilenlerin de yenibaştan düşünmeye başladıkları artık biliniyor. 1974-1989 yılları arasında İçişleri Bakanı Birinci Yardımcısı olan Orgeneral Grigor Şopov’un oğlu, uzun yıllar Bulgaristan Halk Cumhuriyeti’nin Moskova Büyük Elçilisi, 1984-1988 yılları arasında Dışişleri Bakanlığı “Balkanlar” Şubesini müdürü Lübomir Şopov’un kaleminden çıkan “Bulgaristan Türkleri ve Gizli Polis “DS” kitabında, Ahmet Doğan’ın kırılma noktasının 1986 olduğu ve ondan sonra ancak istihbarat şefi Şopov’un izniyle Sovyetler Birliği Dış Casusluk Komitesi KGB hizmetine geçirilmiş olabileceğini yazdı. Bunların hepsi doğruysa ve daha sonraki gelişmelerde Bulgaristan’daki Rusya sermayesinin koruyucularından biri olarak bilinen HÖH milletvekili Delyan Peevski de oyuna katılınca, “Biz Bulgaristan’ı satın alacağız” diyenlerin samimiliğinden kuşkulanmamak gerekiyor. Bu tabakanın gücünü duyulmayabilmeniz için, soyulan ve tüm paraları kayıplara karışan BTK - Bulgaristan Kooperatif Ticaret Bankası’ndan sigortalı olmasına rağmen, yok olan paraların, dış ülkelerden 4 milyar leva (2 Milyar Euro) borç alınarak hesap sahiplerine iade edilmesi kanıtlar da artar. Şu anda şahsen benim bu baskıyı anlatabilecek lügat kuvvetim yok. Ortada devletimizi dış borçlanmaya mecbur bırakan ve kuyruk sallamaya devam eden bir irade var. Bu açıdan bakıldığında 6 Kasımda sandık başına gidecek olan Bulgaristan’daki cepheleşmeyi ve şiddetlenerek tırmanan kavgayı Rusya yanlıları ve Rusya kar-


152

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

şıtları açısından şöyle görebiliyoruz. Görebiliriz de, bu güçlerin hepsinin bugün aynı buharlı tencerede, aynı basınç altında, aynı sıcaklıkta terlemek, cızlamadan kızarmak ve kokmadan lezzetlenmek zorunda olduğunu unutmayalım. Birinci platformda Bulgaristan’ın Avrupa Gelişmesi için Vatandaşları GERB ile Bulgaristan Sosyalist Partisi BSP partileri güreşiyor. GERB adayını 2 Ekimde açıklayacak. Sofya Belediye Başkanı ile Meclis Başkanı Tsvetana Tsaçeva oyundan çıktı. Eski Cumhurbaşkanı yardımcısı Margarita Popova sahneye davet ediliyor. BSP adayı General Rumen Radev, Amerika’da eğitilmiş bir NATO generali ama ben Rusya’ya söz söylemem diyor. İkinci platformda, Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP), son yıllarda kendisinden kopan Bulgaristan’ın Alternatif Partisi (ABV) ve “21. Yüzyıl” partisi seçmenlerini yeniden kazanma mücadelesi veriyor. Bu partilerin hepsi sol cepheden kendi adaylarını göstermiş durumda. Üçüncü platformda, Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH - DPS) ile Demokrasi için Sorumluluk, Özgürlük ve Tolerans (DOST) partisi arasında ölüm kalım savaşı veriliyor. Biz de bu savaşımın şiddetlenmesi istiyoruz. Çünkü HÖH partisini arınması ve DPST partisinin de siyasi yol bulması ancak bu mücadele içinde yolu açık siyaset olarak süzülüp arınacak ve Türklük dışında tüm illetleri reddedebilecektir. HÖH partisi kendi adayını gösteremedi. Aleni siyaset şarta şurta bağlanmaz. Şartlı siyasetin neticesi de şartlı olur. DOST partisi aday göstermedi. 20 Eylülde Seçim Kurulunda kaydını yaptırdı. 20 Eylül 2016’da Lütfü Mestan DOST partisi tescil edilmiştir dedi. Rusya’dan gelen kötülüklerin başında HÖH’ün de olduğu bilinirken, DOST Avrupa Atlantik siyasetinden yana tavır alıyor. Seçimden önce Doğan - Mestan görüşmesi öngörülmüyor. Doğan Lütfü Mestan’ı sıkıştırarak eritme siyasetine devam ediyor. Bu boğuşmanın sonunu ilgiyle bekleyenler artıyor. Doğan’ın Moskofçu çabaları sökülüyor.Mestan, Cumhurbaşkanı olmak için GERB Başkanı Boyko Borisov adaylığını koyarsa, onu destekleyeceğiz, dedi, birinci tura bu olmadı işte. Milliyetçi cephede ise Rusçu Ataka partisinin VMRO ve sözde “Yurtsever Cephe” ile kucaklaştığı ve ikinci turda GERB’i destekleyerek iktidar basamağında bir basamak daha yükselmek istediği gözden kaçmıyor. Ne oluyor yanı ikinci turda VMRO - Ataka - Yurtsever Cephe gibi kuzu bekler gibi Türleri bekleyen kart kurtlarla aynı sayada mı olacağız. Lütfü şu aklını biraz çalıştır lütfen... Bu mücadelede kendi yağıyla kavrulmayı tercih eden “Reformcu Blok” beş partili koalisyonu da ne yapacağına henüz karar veremedi.


Makale ve Analizler - 2016

153

Müslüman Türkler, nüfusun % 24’ünü oluşturan Çingene kardeşlerimiz BULTÜRK’ün bağımsız, halktan yana, kesin kararlı tavrını ve adayını açıklamasını bekliyor. Bu seçimde BULTÜRK bayrağı yüz binler üzerinde dalgalanacak. Memleket bizimdir. Vatan bizimdir. Bayrak bizimdir. Seçim zaferimiz irademizdir.

Zamanı Dolan Partiler

BG-SAM-Tercüme-20.Eylül.2016

Siyasi düşünenlerin görüşleri Antoniy Gılıbov Hak ve Özgürlükler Partisi (HÖH DPS) ve Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSO) siyasi hayatta onları gerekli kılan ve yerlerinin doldurulamaz olduğu etkenine olan inancı yitirdiler. Soru: “BSP” ve “ABV” gibi kendilerini Bulgaristan’da sol alanın temsilcileri ilan eden partilerle neler oluyor? Sosyalistlerin çoğalması devam edecek mi ve bu işler nereye kadar devam edebilir? Yanıt: İki parti başkanı: Georgi Parvanov ile Kornelia Ninova - Vladimir Putin’in “Birleşik Rusya” partisinin kurultayında bulundular. Bize gelen bilgilere göre, bu 2 politik parti orada bir işbirliği sözleşmesi imzalamıştır. Bu açıdan bakıldığında, buradan, onlara Rus çıkarlarını Bulgaristan’da temsil eden siyasi güç biziz deme hakkı doğar. Onların bu gerçeği böyle söylemeyişleri ve olayı “yurtseverlik” paketinde sunmaları farklı bir olaydır. Bu konuda Bulgar yurtseverliği üstüne ciddi bir şey söyleyen de olmadı. Konu Rusya lehinde değiştirilmiştir. Tam bunun içindir ki, Rusya lehinde olan her şey Bulgaristan için iyidir sahte görüşü aşılanmaya çalışılıyor. Fakat bu görüş doğru değildir. Biz Avrupa Birliği ve NATO üyesiyiz. Görüldüğü üzere çok uzun bir zaman geciken ve başlaması artık beklenen, ilişkilerimizde normalleşme süreci başlamak üzeredir. Diğer devletlerde, örneğin merkez Avrupa’da bu süreç çok uzun bir süre önce, 1990’lı yılların başlarında gelişti ve tamamlandı. Demek istediğim şudur, Merkez Avrupa’da bu sürecin hemen hız kazanması sonucu bazı devletlerde sosya-


154

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

list hükümet olmasına karşın AB ve NATO’ya üye alındılar. Bir tek Bulgaristan Komünist Partisi (BKP) ülkenin normalleşme yolunda yapılacak her denemeye ve atılacak her adıma karşı çıktı. Hak ve Özgürlük Hareketi’nin (DPS) mumunun sönme zamanı geldiği gibi BSP’nin de zamanı doldu. Solda şimdi izlediğimiz süreçler, sağ alanda daha ivedi gelişti. BSP partisinde artık güçlü bir içsel arında süreci başlamıştır. Çok çelişkili bir süreç olarak ilerliyor. Önemli saldırılar bekleniyor, çünkü sürecin kendisi çok gecikti ve bazı siyasi partilerin yok olması tehlikesini kendinde içeriyor. Soru: Sosyolojik araştırma merkezleri sonuçlarına göre, 6 Kasım 2016’da yapılacak seçimlerde ilk üç partinin arasına katılamayan Korman İsmailov Kasım Dal’ın da dahil olduğu Reformcu Blok’un hedefleri ne olabilir? Yanır: Demokratik Güçler Birliği (CDC) Başkanı Rumen Lukarski’nin “Bulgaristan Vatandaşları Hareketi” Cumhurbaşkanı adayı olan Prof. Velislav Minekov’u savunduğu için Reformcu Blok (RB) ortak adayını yükseltebilmek uzun zaman gecikmiş oldu. CDC partisinin kendi Cumhurbaşanı adayı yok ve herhangi birini çıkarabilecek gücü de yoktur. Trayço Traykov ile General Sıbi Sıbev’in adaylıkları büyük ölçüde olmakla Reformcu Blok Vatandaş Konsey adayı olduklarından, Güçlü Bulgaristan Partisi’ne (DCB) daha yakındırlar. Bu iki adayın gösterilmesi, Reformcu Blok tarafından temsil edilecek yeni bir seçmen kitlesi özendirilmek istendiğini gösteriyor. Reformcu Blok bir seçim önü birliği olarak kaldığından dolayı yeni bir düzeyde ortak karar alınabilmesi zor oluyor. Soru: Hak ve Özgürlükler Hareketi (DPS) yeni lideri Mustafa Karadayı, Ahmet Doğan’ın Cumhurbaşkanı adayı için iyi bir seçenek olabileceğini söyledi. Doğan’da seçmenlerinin gözünün içine bakmaya, tartışmalara katılmaya, mitinglerde konuşmaya ve yön göstermeye güç ve irade kaldı mı? Yanıt: Böyle bir şey asla olamaz. Hak ve Özgürlükler hareketinin mesajı gün gibi ortadadır. Geçen yılın Aralık ayında meydana gelen olaylardan sonda HÖH partisi büyük kayıplara uğramış olsa da, ülkenin politik yaşamındaki öneminin büyük olduğu görüşünü savunmayı deniyor. Ülkenin sağ merkez dengesini her an bozabilen ve BSP’yi her an destekleyip her bunalımdan çıkarabilen ikinci siyasi güç konumunu artık yitirmiştir. BSP ve HÖH - DPS ‘nin i Bulgaristan siyasi yaşamında kendilerini gerekli kılan ve yerlerinin doldurulamaz faktörler olduğu inancını yitirdiler. Bu seçimler paylaştığım gerçeği doğrulayacaktır. Bu durum, parti merkezinde bir genelleştirme yapmaktan uzak güncel konularda sürekli yeni mesajlar çıkmasına engel değildir. HÖH partisi bu seçimde DOST partisinin, bu yeni siyasi hareketlenmeyi daha dikenleri çıkmadan boğmayı deneyebilmek için onun reel gücünü tartmayı gerçekten arzu ediyor. Bu iki partinin içlerine kapanmış bir yarış içinde oldukları dikkatlerden kaçmı-


Makale ve Analizler - 2016

155

yor. Şahsen ben HÖH partisinin kendi adayını yükselteceğine inanmıyorum. Bu nedenle Karadayı’nın bu mesajını, partinin kendi adayını yükseltme denemesinden daha fazla, siyasi uyum sağlama, konumlar üzerinde anlaşmaya gitme olarak yorumluyorum. Soru: Bu seçimlerde HÖH, geleneksel müttefikleri olan BSP’yi unutarak, GERB partisinin adayını desteklerse, ne dersiniz? Böyle bir kucaklaşma Borisov bartisi için ölümcül mü olur? Yanıt: Bu kucaklaşmanın artık böyle bir önemi olmaz. HÖH - DPS partisi kendini denge sağlayıcı unsur yerinde görmeye devam edecektir ve bu kadar. Fakat ülkenin siyasi kararları üzerinde etkide bulunma imkânları artık yok denecek kadar sınırlıdır. BSP partisinin her zaman arka planda ama çok emin bir destekleyici olarak bulundurduğu bir siyasi güç olduğu zamanları artık HÖH de yitirmiştir. HÖH artık sağ merkez konumlu iktidarı zor ırgalayabilir. O zamanlar geçti. HÖH - DPS bütün örgütlerini GERB adayına oy verelim diye özendirse bile, bu gelişmeyi yalnız olumsuzluk getirecek bir hamle olarak değerlendirmek de doğru olmayabilir. Birinci ve ikinci tur arasında ilginç gelişmeler bekleniyor, çünkü gelecek Halk Meclisi’nde karşımıza çıkacak güçler dengesinin minik bir tablosunu izleyeceğiz. Soru: 22 Eylülde Bulgaristan bağımsızlığını ilan etmesinin 108’inci yılını kutlayacak. Rusya’nın ülkemizin İçişlerine artık bir asırdan uzun bir zamandır devamlı müdahale ettiğine bakılırsa, Bulgaristan hiç bağımsız oldu mu? Yanıt: Demokratik Güçler Birliği (CDC) döneminde bu bayram yeniden kutlanmaya başlamıştı. Çok önemli bir anma günüdür, çünkü bir yandan bir bağımsız devlet olarak Bulgaristan statüsünü değiştirirken, aynı zamanda Bulgar devletinin belirli bir aşamasını da belirler. Şu da var, bağımsızlığımızın ilan edilmesinden, Prins Batanberg’in devrilmesinden ve birleşmeyi desteklediğinden dolayı ordunun Prense karşı kışkırtılmasıyla 1885’te ilk kez olmak üzere, Rus çıkarları ile bağımsız Bulgaristan çıkarları birbiriyle çatıştı. Bulgaristan’da bağımsızlığa götüren yolun yürünmesi tarihimizin inkişaf yaşadığı bir dönemidir. O zaman Bulgaristan azdan az olsa da modern ve gelişmekte olan bir devlet olmuştu. Bağımsızlığın anılması çok önemlidir, çünkü o aman yalnız Prens Çar olmakla kalmadı aynı zamanda Bulgaristan bir gelişim atılımı yaşadı. Bulgaristan’ın durumu kökten değişti. Faktor. Bg.


156

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“Jelem, Jelem”

Osman Bülbül-21.Eylül.2016

Hayallerimde yaşayanlarla yaşıyorum. Avrupa Çingenelerinin marşıdır “Jelem, Jelem”. Viyana’da kaldığım mahallenin güzel evlerinin güz çiçeklerine gömülmüş avlularının birinden hafta sonunda geldi kulağıma. Bizde de bilinir ve söylenir. Yürekten ve yanık söylüyorlardı. Sözlerin “ağılıyorum, ağılıyorum” anlamında olduğunu biliyordum. İlgilendim. Şato andıran bir yapı! Sırp Çingenelerinden Rayko Juriç’in eviymiş. Juriç 1990’da Varşova’da Dünya Çingene Kurultayında Dünya Çingeneleri Konsey Başkanı seçilmişti. Forumda, Bulgaristan Çingeneler de bulundu. Yazar Georgi Paruşev Konseye girmiş, kültür sorunlarından sorumlu olmuştu. İkinci Dünya Savaşı’ndan 45 yıl sonra Doğu ve Batı Avrupa ülkelerinden Çingene baron ve çarları ilk kez bir araya getiren Varşova, en büyük çelenklerin konacağı yerdi. Çünkü Büyük Savaş’ta yakılan, öldürülen, yok edilen toplam 669 bin Çingenenin büyük kısmı burada kalmıştı. Çingene tarihi trajedilerle dolu olsa da daha önce 2 senede bu sayıda kurban vermemişlerdi. Kurultay günlerinde “Jerem, Jerem” çok yanık söylenmiş, hatta Rusya’da Çingene sanatının büyük üstadı sayılan Sliçenko alkış tufanıyla saatlerce sahnede tutulurken, “yürüyor ağlıyoruz, duruyor ağılıyoruz, ekmek için ağlıyoruz, hürriyet için ağlıyoruz” doğaçlamalarıyla milli marştan bir balada yaratmıştı. Hitler çizmesi astığında ve ardından idaresi Bulgarlara devredilen Ege Trakya’sı ve Makedonya’dan vagonlara doldurulan 10 bin yaşlı, genç, çoluk çocuk yarı çıplak ve yarı aç Çingene de gönderilmişti “Auschwitz” gibi gaz kamaralı kamplara ve hiç biri geri dönmemek üzere, gidiş o gidiş. O forumda, Çingene Çarlarının Çarı seçildikten birkaç yıl sonra Juriç, Avrupa’nın göbeği ve Çingene hayallerinin anakenti olan, Maria Theresia’nın (1717 - 1780) o kumral kemancılara bayıldığı bu diyara yerleşmeyi uygun bulmuştu. O gün bu gün Juriç burada “Mercedes”ten inmediği gibi, onun elini öpmeye gelenler de aynı düzeyde gösterişliydiler. Bundan 26 yıl önce topluca ağladıklarında, bundan böyle ağlamamaya karar verdiler. O gün orada bu kurultayda kendi fallarına bakmaya karar verdiler. Bundan öte hayatın elini başka bir çeşit tutacaklardı. Varşova Kurultayında kimsesizliğe, öksüzlüğe, sefilliğe, yalnızlığa hor görülmeye çare buldular. Faşizmin onlardan aldığı anaları, babaları, kardeşleri ve evlatları, tonlarca çile gam ve çekiş için tazminat istemeye karar verdiler.


Makale ve Analizler - 2016

157

1992’de, Hitler’in yarattığı SS’lerin 27 Şubat 1933’te ateşe verdiği Reistag’ta toplanan Almanya Parlamentosu Bundestag kürsüsünden Çingenelerin istekleri okundu. O bileşimde ilk kez Çingene Baron ve Çarları localarda oturdu. Bunu gören dünya değişiyor sanabilirdi. Karar çıktı. 4 milyar US Dolarda (dört milyar ABD Doları tazminat) kanat kılınmıştı. Bu parayla tüm yaralar sarılacak, bir daha localara dolmayacaklar, “jerem, jerem” söylemeyecekler, toplu halde ağlamayacaklar, evsizlere ev, okulsuzlara okul, hırsız ve dilenci eğitimi yasaklanacak, ömür boyu hamam görmemişler toplu hamama gidecek, çalmak kapmak iş - güçle değiştirilecek ve artık yere değil güneşe bakacaklardı. Faşizm Kurbanı Çingeneler Anıtı dikmeyecekler, Avrupa karasından Çingene kabristanlığı için arsa istenmeyecek, anıt ve mezarlara çiçek ve çelenk taşımayacaklar yalnız, mezarlar ıslanmayacak, Fatiha okunmayacak, çiçek satıp çelenk yapacaklardı. Alman Meclis Başkanı Zita Zismunt Rayko Juriç’in boynuna sarılmıştı. O dönemin kanzleri Helmund Kohl kutladı. Artık Çingene düşmanlığının öleceğine bile inanmışlardı. Para ne yapmazdı! Tüm kapıları açan paraydı. Onlara ikinci üçüncü el insan olarak bakanlar artık önlerinde eğilecek, karşılaştıklarında şapka çıkaracak, gerekince boyun eğeceklerdi. Nüfusu belirleyen aynı etnikten olan niceliktir, teorisi fırtına koparmaya başlamıştı kafalarında. Kuduz ve kuzgunların intikamı akıllarının ucundan bile geçmiyordu. Günlerin birinde, Dünya Çingenelerinin Başı Rayko Juriç, Belgrad kafanalarından birinde çok sevdiği ayva rakısını pleskavitsa ile mezelerken bir telefon aldı. Bu çok uzaktan gelen bir sinyaldi. Telefonunda kaydı yoktu. Ben George Soros deyen sesin onunla Viyana’da görüşmek istediğini, adresine uçak bileti ve otel rezervasyonu gönderdiğini, davete eşinin de uymasının iyi olacağını anlayabildi. Anneannesi falcıydı, kısmetin tek gelmediğini, her zaman çift çıktığını ondan biliyordu. Bu kısmet öyle bir şeydi ki, insanı rakı mamasından bile bulabilirdi. Onu bulmuştu. Soros işini sordu soruşturdu. Herkes “büyük iş” diyordu. Sağda masonluk neyse, solda sorosculuk deyen oldu. Çingenenin sağı solu belli olmazdı. İnançlarında çok uzakta olandan ve çok büyük rakamlı olandan fayda gelmez diye bir şey vardı. Zaten şu 4 milyar tazminat meselesini de Sırbistan Çingeneleri bir türlü anlatamadı. O zaman Dinarın değeri kaymış, her gün 4 milyar Doları başka bir rakamla çarpıyorlar, öyle kozmik bir rakam çıkıyordu ki, kimse aklım ermedi demeden, kişi başı mı paylaşılacak, Avrupa’da çalışanlar pay alacak mı, hamilelere bir mi iki mi pay verilecek muhabbetleri gece yarısından sabaha taşıyor, bazen kavga yumruk, bazen da bayılıp oldukları yerde sızıyorlardı.


158

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Juriç ise hep o telefondaki sesi düşünüyor, paraları elden verirlerse kaç bavul olur, yanıma birkaç da çuval alsam gibi hesaplar kafasında buhran yaratıyordu. Böyle anlarda o çiçekçi, mezar taşı, yetimhane açma, Çingene Alfabesi, okul kitabı, öğretmen maaşları, okul müdürleriyle haftalık toplu çalışma düzenleme gibi meseleler birdenbire önemsizleşmişti. Başım duman dedikleri de işte bu olmalıydı. Neyse o gün geldi. Juriç, tam ortasında bir talika tekerleği olan yarısı gök mavisi, öteki yarısı çimen yeşili kravatını taktı. Sarı gömlek üzerine yakıştı mı diye aynada şöyle bir baktı. Mavi ile yeşil Çingene bayrağı renkleri, tekerlek de devamlı hareket halinde olduklarını sembolize ediyordu. Yaz kış sürekli hareket halinde olsalar da eski kıtadan dışarı çıkmamaya yeminliydiler. Zaten alacakları tazminatı da buraya gömeceklerdi... Viyana’da taksiciye gösterdiği adres, bahçesinden “Jerem, Jerem” marşı edaları yükselen şu şatonun demir parmaklı kapı önüydü. Karısının gözü hep süs ve gösterişte olduğundan, şatafatlı bina çok hoşuna gitti. Karşılandılar, yerleştiler, yediler içtiler ve bekleme faslı başladı. Soros, sekreter, danışman, avukat, özel müşavir ve korumalar eşliğinde bir sürü adam geldiler. Sırp Çingenelerin “Kandaraş” dilinden İngilizceye tercüman bulamadıklarından görüşmeler Sırpça başladı ve sonuçlandı. Gelen Amerikalı kodaman çok net konuşuyordu, şu şato hediyem olsun, derken sanki çerez parasından söz ediyordu. Fazla uzatmadan üstüne 50 milyon Dolar ekleyelim ve beni “Alacağınız 4 milray US Dolar” la kurulacak CIO’su tayin et dedi. Bu adam sanki işsizdi de iş arıyordu. Karısı hemen kendi dillerinde “beni bu saraydan çıkarırsan sana gün yüzü göstermem” diye ekleyiverdi. O da, teklifi çok önemli bulup değerlendiriyormuş havasına girince, Avrupa’da yaşıyoruz, hesapları Euro üzerinden görmemize ne dersiniz? Dorusuyla ameli görüşmeye biraz kendi tuzundan koydu. Aslına bakılırsa, görüşme o an bitmişti. İnsan dolandırma işinde profesyonellerin üstadı olan Soros cukkalaştıklarını fark etti. 50 milyon Euro ödemeye dünden razıydı. İşlere resmiyet kazandırmak ve iyi niyetini belirtmek için, şatonun anahtarı sizde kalsın derken avukatına devir işini yarın bitir, dedi. Bayan Juriç etrafında göz gezdirmeye devam ederken, Soros “Gelecek hafta Lozan’da evrakları imzalarız” derken, karşısında duran pilot üniformalı Baya, Çarşamba gün Lozan’a gelirsiniz, dedi ve kalktı. Aslında iş bitmiş, bir iki imza kalmıştı. O an tüm hayalleri Juriç’i terk etmeye başladı. Avrupa Çingeneleri için her şeyi bir Amerikalı iş adamının yapması da yakışırdı ha. Sorumluluğu üzerinden armış, Belgrat gettosunda 4 milyarın kaç sıfırla yazıldığını anlatmak, hangi do-


Makale ve Analizler - 2016

159

larların sahte olmadığı anlatmak derdinden kurtulmuştu. 5. Dünya Çingene Kurultayı toplamasa da olurdu. Soros Beyden, seçkin Çingeneler arasında yerel Baron, Kont, Markiz ve Çar atama yetki belgesi istemeyi unutmamalıydı. Ağzını açanı ve çok bileri Çar Kral yapıp işin içinden çıkabilirdi. Bu da ancak Çarların Çarına ve Kralların Kralına yakışırdı. Bu iş burada bitti gibime gelirken, aslında bitmedi. Soros paraların üzerine oturmuş, ama aklına g,ren bir pire vardı ve onu sürekli rahatsız etmeye başlamıştı. Eski dostlarından biri Oman’lı Bin Ahmad bin Muhammad vaktiyle ondan 2 milyar Dolar almış ve çölün ortasında 2 katlı bir “hayatın tadını çıkarma” konağı kurdurmuştu. Ardından özel bir uçakla İsveççe gelmiş ve sarışın gözeler arasından dört tane seçerek onları bir yıllığına kiralamıştı. Kızları doğrudan konağa götürmüş, özel eğlenceler için donatılmış şadırvanlı ikinci kata çıkarmazdan önce, işi tomar tomar, kat kat, sandık sandık dolar dolu birinci kata götürmüş ve bu yıl beni memnun ederseniz, gelecek sene hepsini alıp gidin, demiş. Kızlar el ele vermişler, kendini şeyhlerin şeyhi ve Arap krallarının hepsinden üstün hisseden müşterilerinin terini almışlar, bir yıl dediğin nedir ki, gelip geçmiş ve “Hadi eyvallah!” demişler. Ücretleri almak için birinci kata indiklerinde ne görsünler, para kokusu alan çöl sıçanları kapının altından içeri girip dolarları kemire kemire kullanılmaz hale getirmişler. İşte böyle durumlardan çok korkan Soros, bir şeyler bir şeyler yapmalıyım kararı almış. Önce Tuna ırmağı taşınca hepsini götürecek yerler seçtirip oralara ahşap mini Çingene semtleri, anayurtları, okul, yemekhaneler ve kantinler yaptırmış. Sırp Çingenelerinden büyük bir grup Avrupa devletlerine dağıtılarak işin içindeki işi anlamaları önlenmiş. Gün gelmiş olay Bulgaristan’a da uzamış. “Hayırsever” Soros geliyor hazırlıkları doğrudan Bakanlar Kurulunda yapılmış. İlk elden, Soros, ufak ufak başlayalım ve Çingenelerin eğitim sorunlarının çözülmesi için 2 milyon Euro hibe edeyim demiş. Bu cömertlik için kendisine teşekkür etmek üzere gül buketleri hazırlatılmış, Çingene kızları kuaföre götürülmüş, görüşmeye birçok Çingene genç toplanmış. Konuşmacı olarak da yazar Georgi Paruşev seçilmiş. Hükümet tören düzeni uygulanmış. Kürsüye çıkan Paruşev, “Şu Soros’u görüyor musunuz, bu adam büyük bir hırsız, biz Çingenelerden 4 milyar US Dolar çaldı” diyerek başlamış kontrolden geçmiş ve onaylanmış konuşma yazısını okumaya, konuştukça kendi sözlerinden ilham alıyor ve sesi sertleşiyormuş. Anlatmış anlatmış ve para sözünü


160

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

duyanlar uyanıvermiş. Çingenelerin elinde devletlerde olan paradan fazla para olabileceğine kimse inanmadığından “Hadi sen de, boş boş konuşma, in kürsüden!” diye laf atmaya başlamışlar. Olay oracıkta bitmemiş. Paruşev’i Bulgaristan Başbakanı Sergey Stanişev de çağırtmiş. “İşi boklattın! 2 milyonun ucundan biraz koparırdın” senden bunu beklemezdim, demiş. İşte böyle bizim Çingeneler “Jerem, Jerem” söylemeye ve hayallerindeki hayallerle yaşamaya devam ediyorlar. Onlara da şaşmıyorum artık. Biz Türkler Bulgaristan’ı baştanbaşa yeni evlerle, köşklerle donatmıştık. Eee, ne oldu? Bunu bana soran önce vicdanım oldu. Boş bir ev, ev olmaktan çıkmış bir evden başka nedir ki? Aysız ve güneşsiz bir gök, bomboş bir gökyüzü olmaktan başka nedir ki? Ben hayalimde her gece köyümde yürürüm. Bizden önceki zamandan mı yoksa bizden sonraki zamandan mı geldiklerini bilmediğim erkekler, kadınlar ve çocuklarla karşılaşırım. Onlar da senin benim gibi işlerine giderler, selamlaşırlar, konuşurlar, alış veriş ederler, yaşarlar. Bunları anlattığımda Nikolay bile bana bir defasında sizin köy ölü mi diye sordu. - “Hayır, Sanmıyorum, Bu mümkün değil”, dedim. - “Neden?” diye sordu. - “Çünkü hayallerimde yaşıyor.” Size gerçek bir olay anlatmaya çalıştım. Okuduğunuz için teşekkür ederim.

Zincirlerini Kıranlar Geliyor

Neriman Eralp Kalyoncuoğlu-21.Eylül.2016

Soruyorum: Siz hangi geceleri çatlatarak geldiniz? Anlatıp anlatıp da anlatamadığımız bir şey var. Çünkü anlamak istemiyorlar. Seçim geliyor. Size çok samimi bir şey söyleyeyim mi!?


Makale ve Analizler - 2016

161

Hangi Bulgar’ın Cumhurbaşkanı seçileceği umurumda değil. Aranızda şarap içen kardeş varsa bilir. Fıçıda kaynarken şarap içilmez. Bulgar siyaseti 138 yıldan beri kaynıyor, kaynadı kaynadı da durulamadı. Yaklaşan seçimde devam eden bu durulup süzülerek netleşme süreci Rusya’ya olan yaklaşım kıstasına göre bir daha sınanacak. Bunun mutlaka yapılması gerek. Netliğe kavuşmadan ileri tek adım atamayız. Avrupa Birliği’nden de kayarız, NATO’dan da atılırız. Türkiye sınuırına gerilen tellere konan serçe kuşları gibi yerimizde sıçrayıp bir kuzeye bir güneye bakarız. Hayat gösteriyor ki, Bulgaristan koşullarında “ben ne Rusofil ne de Rusofob’um” (Rusya’da yana olan ya da Rusya aleyhtarı) diye bir siyaset yoktur, yoktu ve olamaz. Sözün en anlaşılır biçimde söylemi şu olabilir: “Biz bu işe bir ölçü vermeliyiz.” Eğer Bulgar halkı ve biz Müslüman- Türkler vicdan ölçümüzü tam olarak netleştiremezsek, sisli, puslu, dumanlı kafalarla bocalamaya devam edersek, zararımız asla kapatılamayacak kadar büyük olacaktır. Çünkü bu zarar öyle bir duruma gelmiş ki, faiz üstüne faiz bindiği gibi, zarar üstüne zarar biniyor ve biz bu çığı asla durduramayız. Karanlığın ucu yok olmamızdır. Ve her şeyden önce Vatan toprağımızı, atalarımızın kabirlerini, bugün kocaman ağaç olmuş, diktiğimiz o körpe fidanlarımızı, kimliğimizi, egemenliğimizi ve bağımsızlığımızı kaybedebiliriz. Tehlikenin adı kuzgun ve leş arıyor. Ve en önemli olansa, hepimizi birleştirmek için bizim gibilere uyguladılar özel taktik ve stratejilerini. Başı sıvazlanan kuzu gibiydik ellerinde. Usulca sıvazladılar hep, kurban edilecektik ve ediliyoruz. Ne kadar sabırlı insanlarız biz. Sözüm yabana, öküz gibiyiz. Öküz bize kalsın, sizinki boğa olun ve şu geliyor gözlerim önüne: Sivrisinek boğanın boynuzlarından birine oturup saatlerce güneşlenmiş keyif çatmış. Gitme zamanı geldikçe verdiği rahatsızlık için boğadan özür dilemek istemiş. “Geldiğini fark etmediğim gibi, gittiğini de fark etmeyecektim zaten” diye cevap vermiş boğa. Kimseye faydası olmayan, kendi yalanlarından tamamen mayhoş insanlar arasında kaldık, beraber yaşamak ne kadar zor. Üstüne üstelik hoşgörü diyorlar. Zaten istediğini yapmıyor musunuz?! Kuzu gibisiniz, seviniyorsunuz sakalınızın sıvazlanışına.


162

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Kasabın bıçağı parlıyor. Gören yok. 18 yıl beyni leşleştirilmişlerin bugün kalkıp “leş kokusu gibi koku yok” propagandasına ne demeli? Sonra bize feeceboklardan falan filan söz atıyorlar. Ne istediğimizi bilmiyormuşuz. Beyinleri leşleştirilmişler arasında yaşamak istemiyoruz. Bu kadar basit... Çöken “BTK - Bankası” bir Rus tuzağıydı. İçine düşürüldük. Beyinleri leşleştirilmişler birlik oldular ve zavallı halkımıza 4 milyar leva ödettiler. Üçü de Moskof kopoyu olan Ahmet Doğan, Sergey Stanişev, Saks - Kobur - Gotski yani (HÖH - BSP - II. Semeon Partisi - NDSV) üçlüsü bizi “Belene 2 AES” kuyusuna ittiler. Oradan da götürmüşler 2 - 3 milyar. Olmayacak işlere sürüklendik. Ne kadar kötü olursak o kadar iyi. Leşleştirilmişlerin dirilişi yalnız masallarda var. İzledikleri stratejinin özüydü bu. Bunun 21. yüzyıl leşleştirme siyasetinin ana halkası olduğunu nereden bilebilirdik?! Küçük yaştan beri elimize verilen şekerlerin uyku hapı olduğunu nereden bilebilirdik! Hapishanelerde bize halkımıza düşman olma dersleri verilmedi. Ne kadar sahte davranırsan, boş balon gibi havalarda uçarsan o kadar iyi bilinci de akıtılmadı kafamıza. Boş kafalı olmak ne kadar kötü... İşte şu an, ben yazımı yazmaya çalışırken, Sofya’da halk meclisi toplandı. Rusya’ya boş-yalan dolan, (olmamış) /Hurda işler/ için, imzalanmış ve onaylanmamış, dava kaydedilmiş, icra kağıdı gelmiş s.o. sözleşmeler için 1 milyar 200 milyon Euro ödeme ve dertten kurtulma yasa önerisi tartışılıyor. Yüzde yüz ödetecekler. Çünkü kurt kapanına getirilmişiz, kurtuluş yok. Öyle de olsa insanın aklından neler neler geçiyor... İngilizce bir söz var -recet- Bulgar diline hiç değişmeden girip yapışmış. Bulgarca yabancı sözler sözlüğünde: Şantaj, koruma (himaye) vaadine karşı bir cinayet grubu tarafından para ödemeye zorlanmak, şeklinde açıklanmış. Bizim başımıza gelen işte böyle bir şey. Vaat edilen işlerin hepsi yarım. Yarım işin bedeli mi olur da, dayatıyorlar işte. Bir defa düşmüşüz, ölüm sancılarıyla inliyoruz, onlar para diyorlar. Ve istenen parayı ödemek için bizim adımıza ve bizim için namuslu hareket edenler, diş kaynaklardan borç alıyorlar. Bu olay, dolap beygirinin dolaşmasını andırıyor. Borç isteyen, bor toplayan ve yeni borcu verenler hep aynı eli sopalı reketçiler...Ve onların bizdeki temsilciliğini yapanlar Ahmetler, Peevskiler, Pırvanovlar, Kalfinler ve daha birçokları hep aynı kuyuya taşıyorlar... Yine böyle kör işler için geçen sene 5 milyar 500 milyon Euro dış borçlanma için oy veren Lütfü Mestan değil miydi!


Makale ve Analizler - 2016

163

Bunun için diyorum bu kör kuyudan geçiniyorlar kodamanların hepsi. Halkımız sağmal inek haline getirildi. Ah bir çangallaşsa da tekmelemeye başlasa, ay bir çangallaşsa da kuyruk sallamaya başlasa, ah bir çangallaşsa da boynuzuna konan kör sinekleri hissetmeye ve kafa sallamaya başlasa... Bunun için “onlardan hangisinin Cumhurbaşkanı seçileceği umurumda bile değil” derken demek istediğim şudur. Biz sandık başına gideceğiz ve mutlaka oyumuzu BULTÜRK adayına vereceğiz. Bizim ne kadar kalabalık dolduğumuzu görsünler. Bir düşünün 2 günde 600 bin kişi otobüslerle geçsek sınırı ve biz varız diyebilsek, memleketteki kardeşlerimizle şöyle bir sarmaş dolaş olsak ve aynı sandıkta bir buluşabilsek. Ve burada en önemli olan umutlarla acılara tutunmak değildir. Bu seçimde sandık başına gittiğimizde, “referanduma katılmak ister misiniz” sorusunu işittiğinizde “evet” cevabını vermeniz ve elinize verilen zarfı açıp içindeki 3 sorunun üçünün de sol tarındaki kareleri hafifçe işaretlemektir. Bu üç çizgiyle Bulgaristan seçim sistemini değiştirebiliriz, köfte yemekten başka hiçbir işe yaramayan siyasetçi bozmalarını meclisten kovabiliriz. Kendi istediğimiz adayları meclise göndererek modern ve uygar, hukukun üstünlüğüne dayanan bir Vatan yaratma davasında zafer elde etmiş oluruz. Zamanı dolmuş ya da yeni doğmuş, bütün ipleri başkalarının elinde siyasi partilere kabristanlık yolunu göstermiş oluruz. Yeniden örgütleneceğiz. Bu sizin, bizim hepimizin en doğal hakkımızdır. Sizden büyük ricamdır. 6 Kasım 2016’da gidelim şu iç çizgiyi çizin ve dünyayı değiştirelim. Referenduma katılın. Ötesi kolay ve adı daha iyi yaşamak, leşleşmişlikten ve leşleştirilmekten ebediyen kurtulmak, korkulardan sıyrılmak ve normal insanlar gibi iyi ve mutlu bir hayata başlamaktır. Biz sizinleyiz.


164

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Çoğunluk Sistemini Seçelim

Raziye ÇAKIR-23.Eylül.2016

Doğrudan doğruya demokrasi yolunu artık açabiliriz. 6 Kasım’da yapılacak Bulgaristan Cumhurbaşkanı seçimleri yaklaştıkça daha büyük önem kazanmaya başladı. Seçilmek isteyenler, yüreğinde gerçekleşmemiş bir özlem olanlar 21 Eylüle kadar Seçim Komisyonuna uğradılar. Kayıt yaptırdılar. Her birinin gönlünde bir dev, mutluluk kuşkanadında! Gözlerini dikmişler halka bom bom bakıyorlar. Bakışları artık ne uzaktan ne de yakından kıvılcım vermiyor. Çakmak kör. Kav yaş. “Tutuşmaz” diyen çakmak taşı da nazlı mı nazlı.. 15 yıl önce gitarıyla salon dolduran, her yerde alkışlanan, 77’sine basamak dayamış, eli bastonlu Jorj Gançev kayıt yaptırdı. “Fransa Cumhurbaşkanı De Goulle de 4. defada kazanmıştı, bir daha deneyeceğim” diyor. Gönüllerde yatan hep aslan! Ömür boyu taş üstüne taş koymadıkları şu memleketi idare ve temsil etmek için can atıyorlar. Şaşmamak elde değil kimisi satın almak, başkaları yönetmek isterken bir başkaları da batırmak istiyor. Halkımız artık demokrasinin ne olduğunu öğrendi. Siyasal denetimin doğrudan doğruya halkın ya da düzenli aralıklarla (bizde cumhurbaşkanı seçimleri 5 yılda, milletvekili seçimleri ise 4 yılda bir yapılır) halkın özgürce seçtiği temsilcilerin elinde bulunduğu, toplumsal ve ekonomik durumu ne olursa olsun tüm yurttaşların eşit sayıldığı yönetim biçimidir demokrasi. Başka bir değişle, demokrasi her vatandaşın toplumun yönetimine katılma hakkıdır. Özgürlük ile bu hakkı kullanmaktır. Bunun için miydi bu çekilenler demeyin! Eskiden seçime katılmaya ve onların işaretlediklerini seçmeye mecburduk. Otokrasi, diktatörlük, totalitarizm, faşizmin zulüm kalelerini yıkmak kolay olmadı. İşimiz bitmiş değil. Dava devam ediyor. Aynı zamanda demokrasi bir toplumun siyasi örgütlenme biçimidir. Bu örgütlenmede, Cumhurbaşkanı en yüksek makamı temsil eden kişi olarak, partiler, toplum, dernekler, seçim kurulları ve vatandaşlar tarafından gösterilir veya aday kendi arzusuyla seçime katılır. Örneklersek, BSP - General Radev Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) Cumhurbaşkanı adayıdır. Irkçılar - Karakaçanov - sağ ve sol milliyetçilerin, ırk ve İslam düşmanlarının, Türklerin doğal ve medeni haklarının devlet tarafından tanınmasına karşı


Makale ve Analizler - 2016

165

çıkanların - Ataka, VMRO ve sözde “Yurtsever Cephe” gibi ırkçı partilerin ortak adayıdır. Üzeyir Üzeyir Müslüman Türk halkının, sefillerin, sömürülenlerin, ötekileştirilenlerin, ezilenlerin, dayanmış da acaba ben de karıyı kızanı bırakıp ekmek parası için memleketimi, yuvamı terk edeyim mi diye düşünenlerin, halk çoğunluğunun adayıdır. Türkiye’deki kardeşlerimizin desteğine güvenmektedir. Çok farklı adaylar var. Yapılan kamuoyu yoklamaları, bir defa adaylığını açıklamamış biri olan Başbakan Boyko Borisov’tan ve onun yönettiği GERB partisinden kurtulmak için de olabilir, Cumhurbaşkanı olarak onu sıra birincisi yapıyor. O ise, ben aday olmayacağım diye nazlanıyor. Kamuoyu anketlerinde, artık üç defadır, “21. Yüzyıl” partisi lideri ve II. Simyon’un kurduğu NDSV partisi kırıntılarıyla ortaklık yapmak isteyen Tatyana Donçeva’yı artık üç defadır ikinci yere taşıyor. Bayan Donçeva sert tavırlı, iyi bir hukukçu, sözüne sağdık ve ortaya konuşmayı bildiğinden seçmenin güvenini almış bulunuyor. Borisov bu seçime katılmazsa, şimdilik liste başı Bayan Donçeva olmaya devam ediyor. Bu adayların ikisi de parti adayı olduğu gibi birisi sol ve diğeri de orta merkezlidir. Adına demokratizm (demokratikçilik) toplumun tüm sorunlarının çözümüne talep olan ve herkesin doğrudan doğruya katılmasını gerektiren usul - sosyal örgütlenme ilkesidir. Bugün dünya ülkelerinin daha fazlası demokrasi ilkelerine göre yönetiliyor. Zorunlu olansa seçim günü yalnız hepimizin sandık başına gitmemizdir. Kime oy vereceğimiz ise bizim kişisel seçimimize, irademize, inancımıza, dünya görüşümüze kalmıştır. Cumhurbaşkanı seçiminde uygulanan bu ilke budur. Yasalar karşısında hepimiz eşitiz, tercihimiz kişiseldir. Seçim ruhunda belirleyici olan, diğerlerin haklarına saygılı tavır kullanmak temel ilkedir. Seçim günü sandık başında kimse kimseye sen ona ya da buna oy vereceksin deme hakkına sahip değildir. Bu yapıldığında devletin demokratik ilkesi bozulmuş ve demokrasi yok olmuş olur. Bulgaristan’da bir kişinin cumhurbaşkanı seçilmesi için salt çoğunluğa gerek yoktur. Salt çoğunluk tüm oyların % 51’ni almak anlamına gelir. Bu ilke ancak kullanılan oyların salt çoğunluğu için geçerlidir. İkinci turda, birinci turda en fazla oy alan iki aday yarışır. Birinci ve ikinci tur arasında yeni gruplaşma, birleşme, parçalanma, koalisyon yapma, ikinci tura katılmama vb adımlar yasaldır. Beklenen seçimlerde GERB partisinin Cumhurbaşkanı adayı Prof. Dr. Maryana Georgieva (şimdiki Cumhurbaşkanı yardımcısı) olduğu halde, aynı görevde kalmak


166

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

koşuluyla GERB - BSP koalisyonu olasıdır. Buna gerekçe ise, son dönemde Rusya’nın Bulgaristan’a karşı siber saldırılarını yoğunlaştırması, Balkanlarda daha büyük bir saygınlık ararken Bulgaristan’a basmak istemesine göğüs girebilmektir. Bu konuda açık görüşlü olan, General Rumen Radev’in kitle tarafından benimsendiği gözleniyor. 45 gün sonra yapılacak seçimlerde bir halk oylaması (referendum) gündemdedir. Oylamayla, Bulgaristan parlamento (halk meclisi) seçimlerinin hangi usule göre yapılacağı sonucu kesin olarak çözüm bulacak ve Anayasa’ya alınacaktır. Seçim nabzını tutan ve en fazla % 1 gibi yanlış payı olan Alfa Riçars ajansının son anketlerinde seçmenin % 50’den fazlası Halk Oylamasına katılacağını beyan etti. Bulgaristan’da proporsiyonel (orantılı) sisteme göre, seçim yapılmasına artık son verilmesi zamanı gelmiştir. Meclis - milletvekili seçimlerinin halk tarafından gösterilecek adaylar arasından en fazla oy alan majoriter (mutlak eksetiyet usulüne) /çoğulculuğa/ göre seçilmesini istemesi kesinleşiyor. Birçok siyasi parti (BSP), (HÖH) zamanını doldurmuş ve artık yerini yeri partilere bırakmalıdır. Ancak bu tercih, Bulgaristan’da siyasal sistemi kökten değiştirebilecek niteliktedir. 26 yıldan beri mecliste oturan ve toplumun yenilenmesine halkın gönlünce değişmesine engel olanların yeri siyasi çöplüktür. En doğru, en barışçı ve en isabetli yol budur. Bulgar seçmeni deneyimlidir. 1889’dan beri Büyük Millet Meclisi ve olağan halk meclisi seçimi yapılan ülkede parlamenter gelenekleri zengindir. Yapılan seçimlerden birisi çok önemlidir. 1919’da Sofya’da o zaman bir zindan olarak kullanılan, Osmanlının “Kara Cami”si, şimdi bir kilise olan bu binada hapis tutulan Çiftçi Halk Partisi kurucu başkanı Aleksandır Stanboliyski, majoriter sisteme göre yapılan ilk seçimde tek başına kabine kurmuş ve başbakan olmuştur. Bu örneğin yenilenebileceğine inananlar bugün de çoktur. Bulgaristan’da demokratik dönüşümlerin gecikmesi halkı buna hazırlamıştır. Bunun olabilmesi için yaklaşan cumhurbaşkanı seçimiyle beraber yapılacak halk oylamasına mutlaka katılıp işaretlerimizi yapmalıyız. Totaliter düzenin ufalan kırıntıları olan ve kendi geçmişlerinden kurtulmayı bir türlü başaramayan, her konuda mecliste birbirine düşen şimdiki partilerin milletvekili listesi hazırlama ve seçmene sunma imkanlarına kesin son vermeliyiz. Halkımız kendi adayını kendisi bulacak, değerlendirecek, tanıyacak, seçe-


Makale ve Analizler - 2016

167

cek, yükseltecek ve ondan hesap soracaktır. Bunun adı dolaysız demokrasidir. Toplum ile meclis arasındaki temassız-lığa ancak böyle son verilecektir. Değişmesi gereken bugünkü kısır durumdur. Borç alıp borç ödeme ve halkı oyalama alışkanlığına son verilmelidir. Bu gidişte Bulgaristan devletinin çökmesinden, memleketsiz, vatansız, topraksız, egemenliksiz kalmamız ufku ağrıyor ve durum tehlikeli vıraja giriyor. Siz de izliyorsunuzdur ve okuyorsunuzdur “Bulgaristan’ı sayın alacağız” sesleri yükseliyor. Aklına esen Bulgaristan’a askeri üs kuruyor, talim alanı açıyor, hatta sınırlarımızı korumak için AB ülkelerinden teknik araç ve asker, polis istemelerimiz bardağı iyice taşırıyor. Tüm bunlar ülkemizin, devletimizin doğru dürüst seçilmemiş kadrolar, bacanak - sotanak, hısım - akraba, bacağı dış güçlere bağlı, yabancılar elinde ve hükmünde olmasından kaynaklanıyor. Bu gidiş son bulmalıdır. Son zamanda açıklandığına göre, Bulgaristan’da çok önemli psikolojik araştırmalar yapılmış ve halkımızın ruh halinde bazı değişiklikler kaydedilmiştir. Şimdi Bulgar halkı bir adamın, okumuş, vasıflı, becerikli, üstün zekâlı, yabancı dil bilip bilmediğine, sağlıklı olduğuna bakmıyor, halka dil yutturan, nefes kesen olay, devlet adamlarının, bakanların bir köye, bir kasabaya nasıl araba kortejiyle girdiği gerçeğidir. Ahmet Doğanın altın-gümüş saatler taşıması, “Mercedes-Jeep”le korumalı gezmesi, denizdeki köşkler milletimizi ürkütmek ve korkutmak, hayat iştahını kursağında bırakmak içindir. Üst tabaka “bakın ben neyim” hastalığına yakalanmıştır. Cumhurbaşkanlığı seçimleri başlarken buna çok önem verilirken, devlet bütçesinden yine büyük paralar ayrılmış ve en yeni model en korumalı, en sağlam zırhlı, en pırıl pırıl BatılıAlman-İngiliz-Amerikan arabaları satın alınmasına karar verilmiştir. Papa, 363 bin Euro’luk zırhlı pikapla dolaşırken, bizimkilerin araçlarının fiyatı 668 bin Euro dan başlayıp 1 200 bin Euro ya kadar yükseliyor. Bu soygun değil de nedir? Halkı korkutmak, sindirmek için gösteriş devam ediyor. Bu psikolojik savaşa Mestanlar, Baş Müfütülük, Kasım Dallar da katılıyor... Sivil toplum örgütlerinin yenileşme davasındaki büyük rolü. Bu gidişe karşı koyarken büyük pay sivil toplum örgütlerinin olacaktır. Bulgaristan’da bu örgütlenmeye “hükümet dışı örgütlenme” ya da “siyaset dışı örgütlenme” adı verilmiştir. Basında sivil toplum örgütleri (STÖ) adıyla da yaygındır.


168

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Son dönemde bu örgütler özellikle Sofya’nın “Mladost” (Gençlik) ve “Lülin” (Lülin Dağı” semtlerinde yeşiller “Mladost” sivil toplum hareketi olarak ün yaptı, çocuk oyun alanlarının, yeşil sahaların, parkların harap edilip yerine 8 - 10 katlı binalar dikilmesini önleme işlerinde başarı kaydettikleri gözleniyor. Semtlerde halkın isteklerini hiçe sayan belediye başkanlarına karşı imza toplayıp halk oylamasıyla görevden atıldıkları örnekler var. Bu karşı koyma dalgası yılbaşında “Bansko” kış tatil kentinde büyük orman alanları kesilerek ikinci lift inşa edilmesine mani olmasında ga dikkati çekti. Deniz kıyısında tüm kumsalların paralı olması yine sivil toplum örgütlerini harekete geçirdi. Bu mücadele çizgisinin siyasi başarılarından biri “Dançı Peevski”nin Bulgar Devlet Güvenlik Ajansı (DANS) başına geçmesini önlemesi, onu istifaya zorlaması olmuştu. O zaman Ahmet Doğan ve HÖH Genel Başkanı olan Lütfü Mestan’ın otoritesi yerle bir olmuştu. Sivil toplum örgütlerinin ikinci başarısı ise Adalet Reformu yapılması direnişlerinde alevlendi. Fakat o zaman Lütfü Mestan, Boyko Borisov ile tuzak kurarak, Adalet Bakanını düşürüp, reformu baltalayabildi. Cumhurbaşkanı seçimiyle yapılacak referendım kararı için gerekli olan 500 bin imzayı ise, Şoumen (Şumnu) Slavi Trifono’un yönettiği aydınlar grubu topladı ve seçmenlerin kararlı ve yoğun katılımıyla seçim sistemi değiştirilecektir. 26 yıldan beri Bulgar STÖ’nün elde ettiği ikinci büyük başarı 6 Kasım 2016 günü bayrak dalgalandıracaktır. Hepimizin referenduma mutlaka katılmamız gerekiyor. Zamanı dolmuş ve hiçbir işe yaramayan siyasi partileri siyaset dışına itebilmemiz ancak böyle olacaktır. Olay hepimizin elindedir. Bulgar demokratik kamuoyu 6 Kasımda Türkiye’de gelmenizi ve sandıklara 600 bin oy atmanızı ve Bulgaristan’ı demokrasi raylarına oturtmanızı bekliyor. Bu konuda BULTÜRK yayınlarını izleyiniz, bildirilerini dağıtınız ve seçime katılmak için çabalarınızı koordine ediniz, her an yola çıkmak için hazır olunuz. 26 yıl ede edemediğimiz başarıya 6 Kasım 20916’da elde etme fırsatı doğdu. Bu fırsatı asla kaçırmamalıyız. Bizi okuyun, paylaşın, izleyiniz.


Makale ve Analizler - 2016

169

Şiir İyi Olanı Aramaktır

Sevilcan Yüce-23.Eylül.2016

Şiirimiz siyasi mücadelemize her zaman bayrak olmuştur. Şiir yaprakları açıp özün dünyaya sarılışıdır. Şair olmak hiç de öyle kolay bir şey değildir. Sen hoşuna gitmeyenlere “bırak canım” deyip geçersin, şair onu işlemek, süzmek ve kötü olanın içinden gelen iyi olana ışık verip yol gösterme zorundadır. Bir de, iyi olarak kabullenmiş olanın kurallarına göre yaşamak, kuralı olmayana kural yaratıp onu yaşatmak zorundadır. Şairlerin yazdığı çizdiği ile toplumda yaşananların uyuştuğu ya da uyuşacağı diye bir şey yoktur. Fakat büyü şairi olan haklar büyük halklardır. Korkunç İvan’dan beri kendi halkına uyguladığı zulme bakıldığında Rus halkının kanlı geçmişine büyük bir halk denecek bir taraf yoktur. Ne ki, bu halkın kötülükleri bir yana atarak olumlu olanı araması var ya imrenilecek taraf budur. Gogol, Puşkin, Tolstoy bu yüzden sevilir. Toplum bir deniz gibidir. Güneşte parlayan dalgacıklarla, dipteki dünya arasında dünyalar kadar fark vardır. Bu bizde de böyledir. Bu arada her halkın bir öz anlayışı vardır ki, biz sırtını sıvazladığımızı ardından eleştiririz. Eleştiri her zaman daha iyi olanı aramaktır. Bunu yapabilen şairlerimiz toplumun en cesur insanlarıdır. Şair Nuri Adalı toplumu eleştirdiği için 24 yıl yatmadı mı? Zindandan geçmemiş şair gösterebilir misiniz. Şairlerimiz toplumun önde gidenleridir. Bu konuda iki usta şairimizi birlikte okuyalım. Niyazi Makak Bulgar Başbakanı Boyko Borisov’a Öyle bir hışım gibi geldin, neler vadetmedin Avrupa standartını yakalayacaktık hani Avrupa nerede biz nerede, nedir acep niyetin Seçmenler baş tacı edip öne koydular seni İmalât kısıldı kaldı, ekonomi ise dibe vurdu Alt tabakada açıldı kapanmaz en derin yaralar Zenginlik istemezler, az le memnun olurdu O az da, yetmez olmaya başladı bu aralar


170

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) Gümrüklerden gelir emekliye zam demiştin Emekli de inanmıştı sana, sözlerini kaale alarak Yoksa düzenbaz olmakta sen de mi piştin Emekliye yaptığın zam da ne, devede kulak Batının kölesi oldu gençler, uçar oldu yuvadan İstikbalimizden bezginiz artık, umutlar kırıldı Birliğe tam üye olalı dokuz yıl geçti aradan Olmadı sayın başbakan, halimizi soran olmadı Fakirlik gırtlağa dek geldi, düşünürüz kara kara. Biz, seçmenler de kavli karar alırız seçime az kala Bu defa emin olman gerek. Sen düşersin dara Sürüsüz çobana dönersin Borisov haberin ola. Bulgaristan Türkleri için; Niyazi Makak

Yaranamadık Azınlık hakları denilince orada irkilirim Bu ülkenin eşit haklı vatandaşı olamadık Hafızamızda acı izleri kaldı o kara günlerin Karşıt görüşlülere ne yapsak yaranamadık Maden ocakları bizim oldu,inşaatlar bizim Tarım arazilerinde toz yuttuk yıllar boyunca Kinleri bitmedi gitti hala,onlaradır sözüm Gerilir yüzleri birden eşit haklılık aranınca Hani bir partimiz varmış bizleri de savunan Çeyrek asır geçti,mecliste keyf çatarlar Konuştukları hava gazı,vaatleri bir bir yalan Toplantılarda gösteriş yapıp.caka satarlar Her ulusun bir kültürü vardır,o ulusu var eden Türk kültürünü yok saydılar bizi savunanlar Yıllardır susuyorlar,soruyoruz,acep neden? Susma süreniz dolmadımı hala,daha nekadar? Azınlık hakları denilince orada irkilirim


Makale ve Analizler - 2016

171

Bu ülkede eşit haklı vatandaş olamadık Hafızamızda acı izleri kaldı o kara günlerin Karşıt görüşlülere ne yapsak yaranamadık. Naim Bakoğlu El Salla Kimin gözü kimin aşında belli değil Kıskanarak bakarız elin çinisine! Zenginlerin aç gözünde bir hiçtir sefil Koyunlar gibi gideriz hep çan sesine! Merhabalar bile rengini değiştirdi Selam verip almamın ardında şüphe var! Yaşam bizleri bilmem neye dönüştürdü Doğallıklarından uzaklaştı insanlar! Hal hatır sormak da unutuldu bir kere Hastalar sağlamı taşır halsiz sırtında! Bir de umutlar besleriz halâ boş yere Yarınlar da olmuyor acının farkında ! Düşen düştüğü yerde kalır, kaldıran yok, Basıp geçerler, bırakıp seni bu hal’la Günümüzde gözler çıkaran baldıran çok, İnsanlık bak gidiyor, el salla, el salla! *** Ve eğri doğru, haklı haksız, özgür köle, öz biçim, karanlık aydınlık bitip tükenmeyen edebiyat konularıysa bizim şairlerimizin kaynadığı kazan budur. Bu konuda görüşlerimiz farklı olabilir. Hakkımızda yazılıp çizilenlerden birçoğunun doğru olmadığına, kullanıldığımıza, bizim adımız kullanılarak çok kötü işler yapıldığına, fakat pirincin taşını ayıklamak için henüz gücümüz yetmediğine, toplumun korkularından sıyrılmadığın ve bizi destekleyip gerçeklerden yana olanların henüz saf tutmadığın ben de inanıyorum. Bu bir edebiyat tartışması değil, siyasi tartışmadır, bu işlerde edebiyatçılarımız yalnız kullanılmışlardır. Aşağıda zikredilen bir bildiri var, onu imzalayanlar bakan olmuştur, imzalamayanlar göç etmiş ya da Sofya’da aydan aya emekli maaşını bekler. Galip Sertel Rumeli


172

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“Çıkayım Gideyim Urum Eline ” -Halk Türküsü“Bir Türk gönlünde nehir varsa Tuna’dır, dağ varsa Balkan’dır” Yahya Kemal Beyatlı “Balkan memleketlerine ait Türk şiiri, Türk romanı, Türk içtimaiyat ve etnografya ilimleri de, Türk tarihi kadar millî vicdanda derin akisler bırakmaya namzet mevzularını henüz bulmamış ve şaheserlerini yaratmamış. Tuna boylarından kopup gelen muhacir kafilelerinin asırlardan beri alınlarının teri ve ellerinin emeğiyle şenlendirdikleri ana-baba yurtlarını bırakıp kaçmaya mecbur edilen Türk köylülerinin felâket destanı, dünyanın hiçbir yerinde oynanmamış olan bu müthiş facianın azametiyle mütenasip bir şekilde bestelenmemiştir... Fakat şayan-ı hayrettir ki bu ehemmiyet ve vü-satta bir işin neşriyat ve matbuat hayatımıza ak-setmiş bir humma ve hazırlığını görmek mümkün değildir... Büyük kahramanlık devrinin tabutunu merhale merhale omuzlarında taşıyarak gelen göçmen kafileleri için, eğer bestekâr olsaydım, bir göç marşı bestelerdim; içinde o kadar derin ve büyük bir ıztırap kaynaşırdı ki, ölüm marşları bunun yanında bahar neşideleri gibi kalırdı. Rumeli; ülkemiz insanı için her zaman tarihimizin, kültürümüzün ve kimliğimizin kopmaz bir parçası; dallarında efsaneleşmiş ve destanlaşmış anıların çiçek açtığı bir özlem ağacı; yürek ocaklarında için için yanan küllenmemiş bir közdür. Rumeli;lk fatihleri olan Ece Beğ, Fazıl Beğ, Ak Sungur, Akçakocaoğlu ve daha nicelerin kılıçlarına şiddet, Koca Sinan’ın mübarek ellerine marifet, Koca Yusuf, Kara Ahmet, Kurtdereli Mehmet gibi cihan pehlivanların bileklerine kuvvet veren mucizevi bir tözdür. Rumeli; gül yüzlü güzellerin düşleriyle süslenmiş göz alıcı el işlerinden, canfes yeleklerin kıvrak dikişlerinden, güneşi kıskandıran bin dallıların sırmalı nakışlarından sessizce gülümseyen ölümsüz bir sevdadır. Rumeli; Viyana’dan Çatalca’ya değin gerisin geriye akan kara, kanlı bir ırmak, sahipsiz kalmış şehit mezarlarına rahmet akıtan vefalı mehtap, bozgun kasırgalarında savrulan göçmen kuşlarının yükselttiği acı sedadır. Rumeli; koskoca Devleti Âliyyei Osmaniye’yi omuzlayan bahtsız bir teneşirdir. Rumeli; nesillerin tüketemediği bitimsiz renkli bir şiirdir. Ahmet Emin Atasoy, Rumeli Motifli Türk Şiir Antolojisi, Asa Kitabevi, Bursa, 2001. Burada “Rumeli, Yunan toprağı anlamında değil, Rom İmparatorluğundan bize kalan topraklar anlamındadır. Ve gelmiş geçmiş bütün peygamber ve azizlerin hüsnükabul ve hüsnüniyet buyruklarına rağmen; Ve İsa’dan bin dokuz yüz seksen beş yıl sonra; Ve Tuna


Makale ve Analizler - 2016

173

boyunda ve Dobruca’da ve Deliorman’da ve Rodoplar’da binlerce Türk’ün köyü, evi, bağı, bahçesi kuşatıldı tankla, topla, tüfekle askerle; Ve yolu, suyu, rızkı kesildi; Ve bir komünist hükümetinin emriyle Müslüman adlar değiştirildi biteği Hıristiyan adlarla; Ve direnenler oldu ve tutuklananlar oldu ve hunharca öldürülenler oldu; Ve sığınabildiğim kucaklayıcı zamanadır bu yakarışlar; Ve ocak 1985 Ve silistre Amin! Galip Sertel, Zamanla Beş Gerçek, şiir Ve bir belge: Bulgar İsimlerini Yeniden Alan Bir Grup Aydın ve Toplumcunun Beyannamesi (alıntı) Bu Beyanname o aydınlar tarafından kaleme alınmamıştır. Aydınlarımızın isimleri bu beyannamenin altına eklenmiştir. Bu belgeyi imzalayanlar yalnız birkaç kişidir, onlardan biri de bugünkü Kültür Bakanı Vejdi Rşidov’tur. Sisi kaldırmak gerek. Herkesi suçlayamayız.

4 Gün Tatil

Levent Rasimov-23.Eylül.2016

Bulgaristan Neden Bağımsız Olamadı? 6 Eylül 1885’te Bulgar Prensliği ile Trakya vilayetinin birleşmesini kutlarken bir hafta tatil eden Bulgaristanlılar, 22 Eylül 1908’de Bağımsızlığın İlan edilmesinin 108. yıl dönümünü anarken yine 4 gün tatile girdi. Bu tatil günlerinde Bulgarların arabalarına binip ailece Yunanistan’ın Ege sahil köylerine dolması dikkat çekiyor. Acaba neden Varna’nın “Altın Kumları”na, Burgasın “Güneşli Sahil” kumsalına ya da Nesebır gibi antik kentlerde deniz gören teraslarda yazın son güzün ilk haftasında dondurma yemeyi tercih etmeyip, Yunan köylerine kaçıyorlar, sorusuna yanıt aradım. Birinci bayramda 4 sınır geçit kapısından Yunan’a 300 bin araç geçmiş. Bu tatil için Sofya’dan 100 bin, Plovdiv’ten de 50 bin araç çıktığı haberler arasında. Bulgar’da bir köy özleme var. İnsansız köy köy değil deyenler haklı. Kendi köylerine gitseler tarlalar, köy içleri, yol kenarları eşek dikenliği, bakımsızlık. Dede evlerinin avlularına domates, biber, salatalık, fasulye, kabak, soğan, kırmızı soğan, havuç maydanoz ekenler, meyve ağaçlarına ilgi gösterenler, asmalarını kesip ilaçlayanların köyden bir iki gün ayrılması beklenen ürünün kökten yok ol-


174

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ması, hırsızların hep bulunamaması insanımızı köyden soğuttu. Her şey batıl kaldı. Konu komşu da olmayınca hayatın tadı kaçıyor. Bu nedenle Yunanistan’na gidenler köy kahvehane ve lokantalarında yüksek sesle salınmış müzik ortamında ve serinleten lodosun okşayışından hoşlanarak zevk alıyorlar. Ben de gittim, aynı ortamı yaşadık. Kimseye aman gel seninde bizim kumsalda tatil edelim, bozuk rakı içelim, içinde kahve olmayan yalnız kahve kokan “Lavatza1”, “Capuçino” içelim ve keyiflenelim deyemezsin. Bizde tatil havası iyice bozuldu. Eskiden denizde serinlemeye kaçamak yaparken arabanın arkasına karpuz kavun atardık. Canımız çektikçe keser yerdik. Şimdi böyle bayram yok. Her şeyi parayla alacaksın, keyiflenmeye de sınır koymuşlar. BU kadar zevk şu para, üstü zamlı. Aslında 22 Eylül bağımsızlık günü, kimsenin taktığı bir bayram değil. Bulgaristan’da 108 yıldan beri anlamı tartışılan bir gün. 6 Eylül birleşme günü de öyle. 1998’de Milli Bayram ilan edilmişti, sonra 3 Mart’la değiştirildi. 3 Mart’ın Bulgar halkı için ne önemi var ki. Osmanlı ile Rus Çarı arasında San Stefano’da bir Ön Protokol’ün imzalandığı tarih, Bulgaristan tarihi için hiçbir önem taşımıyor, zaten 3 ay sonra Berlin Konferansı tarafından geçersiz kılındı. En önemli soru da şudur: Bulgaristan kimden bağımsızlık ilan etti? İkinci soru da şudur: Bu olay Tırnovo şehrinde Bulgar Prensi ama bir Katolik Alman olan Ferdinand tarafından yapıldı. Ferdinand bir Alman Prensiydi. Bir Katolik yabancı Prensin Doğu Ortadoks dininden bir ülkeyi nasıl oldu “bağımsız” ilan edebildi. Bulgar tarih yazılarına ve bugünkü basına bakıldığında o tarihte Bulgaristan Berlin Antlaşmasıyla (1878) dayatılan Osmanlıdan siyasi bakıma vasal (bağımlı) durumdan koptu ve bir de Berlin Antlaşmasını rafa kaldırmış oldu. Bu siyasi olay gerçekleşirken Bulgaristan’da Demokrat Parti Başkanı, Başbakan Aleksandır Malinov (1908–1911) hükümeti vardı. Berlin Antlaşmasına göre, Kuzey Bulgaristan ve Sofya eyaletinde kurulan Bulgar Prensliği kendi başına idare örgütleyen, otonom, vergi toplayan fakat hakkındak, son söz Sultan’a ait olan bir toprak parçasıydı. Berlin Konferansında Güney Bulgaristan (Trakya) ise idari otonomi elde etmiş olsa da, o da Sultanın siyasi ve askeri yönetimindeydi. O dönemde Büyük devletlerin Osmanlıya dayattığı kapitülasyon rejiminden kaynaklanan dış borçların ödenmesine Bulgar Prensliği de iştirak etmek zorundaydı. Osmanlı şirket mülkü olan Doğu Demiryolları Prenslikteki kaklarını korumuştu. O dönemde Osmanlıya bağımlı olmasına rağmen, Bulgar Prensliği artık Osmanlı ile diğer devletlerarasındaki ekonomik ve siyasi ilişkileri etkileme ve zorlaştırma oyunlarına başlamıştı. İşte böyle bir ortamda, benim bugün yaşadığım Deliorman’nı da içine alan bölgede, Bağımsızlık ilan edilirken, Prens I. Ferdinand da Bulgar


Makale ve Analizler - 2016

175

Çarı oldu. Şu unutmamalı Berlin Antlaşması’nı ayakaltına almak anlamına gelen bu olay, Balkanlarda (1908 - 1909) bunalımına neden olmuştur. Büyük Devletlerin çoğu Bulgar bağımsızlığını tanımamıştır. Bu arada Bulgaristan - Türkiye ilişkileri de gerilmiştir. Sultan, Bulgar bağımsızlığını tanımak için 125 milyon frank tazminat istemiştir. Bu ağır mali sorunun aşılmasında Bulgaristan’a para veren Rusya yardım etmiştir. Bu konuda Rusya ve Türkiye, Rusya ve Bulgaristan ve Bulgaristan ve Türkiye arasında olmak üzere 1909 yılında üç adet protokolü imzalanmıştır. Bu Protokollere göre, Rusya 1877 - 78 Osmanlı Rusya Savaşı’ndan kalan ve ödenmeye devam edilen savaş tazminatları almaktan vazgeçmiş ve Türkiye’de Bulgaristan’danistediği parayı almayacağını duyurmuştur. Yeni durumda Bulgaristan 82 yılda Rusya’ya 75 milyon frank ödemeyi üslenmiştir. Böylece Bulgaristan bağımsızlığını Rusya’dan satın almıştır. Bu protokollerin yürürlüğe girmesinden sonra Türkiye ve ardından diğer Büyük Güçler Bulgaristan bağımsızlığını tanımıştır. Bugün Bulgaristan’ın bağımsızlık anıtı Tornovo kentindedir ve anma günü münasebetiyle hükümet yetkilileri tarafından çelenkler konur. Bağımsızlık gününün 108. yıldönümü, Rus siyasetçi Pyotır Tolstoy’un, “Biz Bulgaristan’ı satın alacağız” demesiyle büyük tartışmalara neden oldu. Tolstoy “Karadeniz sahil kesiminin kuzeyini zaten ele geçirdikleri, ülkemizde 400 bin Rus mülkü bulunduğunu” vs açıkladın “Ne oluyoruz!” havası hakim oldu. Bu bakıma 2016’da Bulgar bağımsızlığı gününün kutlanması önem kazandı. Sanki “bağımsızlık için yeni bir savaşım başladı”. Bulgarların büyük bir bölümü için Rusya “kötülüklerin imparatorluğu” kaldı. Bu kesin bugün NATO ve ABD ile Avrupa Birliğini Bulgaristan bağımsızlığının güvencesi olarak görüyor. Bilinen gazetecilerden Elena Yonçeva, Putin çevresinden ve partisinden milletvekili Tolstoy’un “Bulgaristan’ı satın alacağız” sözlerinin yalnız “küstahça” olmakla kalmayıp “bayağı” ve “kaba” olduğunu vurguladı. Politik yorumcu Evgeni Daynov’da Tolstoy’un Bulgar halkından özür dilemesinin hiçbir anlamı yoktur. Bu, “Bulgaristan’ı küçük düşüren bir beyandır. En kötü olansa, büyük sayıda Rus’un onun gibi düşünmesidir” dedi. Elena Yonçeva’ya göre, Rusların Bulgaristan konusunda kaba davranmalarının sebebini, Bulgar siyasetçilerin buna vesile yaratmasında ve sinyal vermesinde aramalıyız. Bu arada, her zaman olduğu gibi bu defa da öküz kuyruğuna konmuş sinek gibi ne düşündüğünü belli etmemek için başkaları tarafından önceden yazılmış ve devlete gösterilmekle kalmayıp onay da alındıktan sonra okuduğu Bildirilerin sıradakini ezberleyip paylaşan DOST Partisi Genel Başkanı Lütfü Mestan Bulgaristan’ın bağımsızlığı konusunda şöyle demesi herkesi şaşırttı:


176

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“108 yıl sonra, Bağımsızlık günü, modern, demokratik bir devlet olarak uygar dünyadaki yerimizi hak ettiğimizi Bulgaristan ve Halk olarak yeniden onaylıyoruz.” (O günün bizim köleleştirildiğimiz gün olduğunu iyice unutmuşa benziyor.) “Modern devletçiliğin en şerefli bayram gününde - ulusal güvenliğimiz yolunda engel ve güçlükleri olmayan, AB ve NATO temel üyelerinden biri olarak, bağımsız devletimiz, insan hakları eksiksiz, hür vatandaşları olan, koşulsuz Özgür Bulgaristan, Avrupalı ve Atlantikli bugünü ve çok değerli geleceği, ekonomik ve sosyal standart, eğitimli vatandaşlar, değer bulan ve yücelen maneviyat, kültür anısı adına tüm siyasetçiler her şeyden önce Halkımızın arzuları ve iradesi doğrulturunda çalışmaları gerektiğini doğrulamalıdır. Modern devletçilik dediği bize zulüm uygulayıp kan işeten devlettir. AB temel üyesi dedi devletse, AB’den atılma veya atılma sancıları yaşayandır. Bağımsız devletimiz dediği, Rusların yarısını satın aldık dediğidir. Özgür Bulgaristan dediği - boynunda birkaç boyunduruk olandır. Eğitimli vatandaşlı dediği ülkede çocukların 11 bini birinci sınıfa gidemiyor.Azınlıklara ana dilleri okutulmuyor. Ekonomik standart derken, 3 milyon yurttaşın ekmek parası için ülkeyi terk ettiğini ve bu sürecin derinleşmeye devam ettiğini görmek istemiyor. Kültür dediğinde, bundan 160 yıl önce Varna’da ilk Bulgar kütüphanesinin açıldığını, bugünlerde kutlamalar olduğunu düşünüyor, ama Türklerin, Pomakların ve Çingenelerin bir tek kütüphanesi olmadığını bilmezlikten geliyor. Halkımızın arzusu dediğinde, başbakana, bakanlara, cumhurbaşkanına ve meclis başkanına zırhlı arabalar alınmasını, Ahmet Doğan ile kendisine ise özel koruma tesis edilmesini düşünüyor. Kimsenin böyle bir şey istediği yok. Bunlar bizim paralarımızla gelin güvey oluyorlar. Soyuluyoruz ve bu hırsızlığa son vermek sorundayız. “DOST partisi, modern ve bağımsızlık bir Bulgaristan’ın demokratik temelleri adına ve herkesin, Halkın kutsal insan haklarıyla birlikte vatandaş özgürlükleri adına siyasi değerler ve ilkeleri savunur.” Özgürlük dediği ise, kendisine devlet tarafından tanınan seçmeni yalandırma, aldatma, uyutma, memleketi terk etme ve açlıktan kendi mezarını kazma hakkıdır.


Makale ve Analizler - 2016

177

Evet, Sayın Lütfü Mestan, Bulgaristan’ın bağımsızlık gününde de gökten yağmur isterken, Türklerin, Müslümanların adını bile anmadı. Biz, o HÖH’te Genel Başkan iken yoktuk. HÖH’yen atıldı yine yoktuk. DOST kuruldu yine yokuz. Daha önceleri bizim buralara “Ağaç Denizi” diyarı denirmiş. Ünümüzün sebebi halkın üzerine fazla gidildiğinde kaynak gibi fışkırmasıymış. Sonra bu sebeple olacak “Deliorman” demişler. Şimdiki fışkırmalar seçimden seçime olmaya başladı. Yakında seçim var. O zaman bu bildirilerden ne anladığımızla gündeme gelebiliriz. Halk oylamasına mutlaka katılmaya karar verdik. Başka çıkış yolu yok gibi. Yapılan son araştırmalar halkın yarından fazlasının “majoriterçoğulcu sisteme” evet demeye hazırlandığını görebiliyoruz. Kısmetse 26 yıllık “alavere - dalavere” sayfası kapanacak. Biz seçime seçmen bizim katıldık diye her seçimde her parti liderlerine her defasında 11 leva verilmesine “hayır” demeye hazırlanıyor. Bulgaristan bağımsızlık gününde bağımsız olmadığını gösteren en büyük olaysa, BSP ve ABV gibi partilerin Moskova’da son dönemde imzaladıkları gizli sözleşmelerdir. 6 Kasım 2016’da Cumhurbaşkanı seçerken ikinci turda GERB ve BSP partilerinin bir adayda mutabık kalıp birleşecekleri konuşuluyor. Tilki ne kadar kaçsa ve ben artık o değilim, tamamen değiştim de dese, son çalacağı kapı hep kürkçü dükkânıdır. BSP ve GERB bu defa ayıp olmasın diye Moskova kapısını birlikte çalacaklar yolunda gelişmeler var. Çok sıkıştırıldılar.

Sarıca Arılar

Neriman Eralp Kalyoncuoğlu-25.Eylül.2016

Konu: Hoşaflık kurutma zamanındayız. Sarıcadır, bizim sarıca arıların asıl adı. Eşek arısı ile bal arısı arasında olduklarından ve aynı büyüklükte başka haşarat da olduğundan ARI olduklarını, ama bal toplamadan bal çalıp bal yediklerini, hazırcı olduklarını ve bir işe yaramadıklarını belirtmek ve bir de fena soktuklarını hatırlatmak için biz onlara Sarıcaarı demişiz. Modern binaların son katlarında yaşayanlar bilmeye bilir, çünkü bu sarıcalar daha fazla yere yakın ve ağaç boyunda yüksek uçmaz yani sizin balkon kapısından girmemiş olabilirler fakat kiremitliklerde kurutulmak üzere serilen kaysı,


178

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

erik, elma ve armutların can düşmanıdırlar, çünkü kururken koyulaşan şeker ağdasına bayılırlar. Onların peteği, üstü mumlu gömeci yoktur. Bal arıları polen toplamak için çalışır. Sarıca arıların özelliği de bal sağılacak gününü kokusundan mi, beyinlerindeki saat ayarından mı tam olarak bilebilmeleridir. Çocukluğumdan bal peteklerine saldırılarını, beni çok soktuklarında bir defasında hastanelik olduğumu unutamam. Günümüz toplumunda, sakalı başkasının elinde olanlar, seçimler yaklaşınca Hak ve Özgürlük Partisi (HÖH) zamanından kalma alışkanlıkla, sihirbazlıklarını yineliyorlar. Türkiye’deki kovanlıkları – bakanlık, belediye ve dernekleri dolaşmaya başladılar. Her kovandan bal çalamayacaklarını bildiklerinden daha bakımsız, son yıllarda itten bitten temizlenmemiş, kapısı açılmamış dernekleri ziyaret ediyorlar. Hesabı kitabı düzgün, dünya görüşü net, Türk-Bulgar ilişkileri hakkında sıkı işbirliğinden yana olan ofislere uğramıyorlar. Hatta koskoca İstanbul’da onca eski derneklerden bir çalacak kapıları bile yok. Ege’deki göçmen belediyelerini ziyaretlerinde göçmenlerimizin dertlerine kulan vermemeleri yeni anlam alıyor. Bizim Belediye başkanları, bakan, bakan yardımcıları ve yüksek kurumlarla işimiz olur vızıltısı yayılıyor. Türkiye’de 15 Temmuzdan sonra bakanlar, bakan yarımcıları ve müsteşarlar değiştiği için besbelli bizim HÖH saflarından deneyimli kaşarlı dolandırıcılar yeni hesaplar peşindeler. Sanki Kırcaali HÖH Genel Başkanı görevinde Basri Ömer’e ufak baş hayvan için önceden ödenen ve kayıplara karışan 50 bin Euro’lar unutuldu. Sanki Ahmet Doğan’a seçim öncesi defalarca verilen Dolarlarla eski gizli servis DS generallerine ülkenin değişik merkezlerinde inek çiftliği yapıldığı unutuldu. Nasıl olur da Ankara, kendilerine defalarca yardım edilenve hiçbir iş bitirmeyen kadrolarla görüşmeyi yeniden kabul eder. Nasıl olurda, HÖH ile DOST arasındaki farkın, çul değiştirmiş eşekten daha az olduğunu fark edemez. Ömründe bağı kazmamış, bağ bozmamış adamlara, bağ devretmek hangi akla hizmet eder. İşte bunlarda 15 Temmuz sonrası değişimlerden haberdar değiller, hep böyle gidecek zannettiler. Her gidilen yerde bol resim çekiliyor. Sanki 6 Kasımda seçime değil de, resim sergisine gideceğiz. Bulgaristan’a tomar tomar göndererek “bakın ne çok iş yapıyoruz” havası yaratmaya çalışıyorlar. Bulgaristan’da bayramlaşacak kimseleri olmadığından bu defa Oslo’ya gittiler. Bayram sofrasına oturmak şereftir. O lüksü yitirmişler.


Makale ve Analizler - 2016

179

Bu iş biraz sarıca arıların hoşaflara saldırmasına benzemiyor mu? İşin yoksa sen yıl boyu çalış, erikleri, kaysıları sula, topla, çekirdeklerini çıkarıp doğrayıp kurutmaya ser ve sonunda tatlı düşmanı sarıca arı sürüsünün istilasına uğra. Ne demek gidip Türkiye’de oy dilenmek, yardım istemek, kapılı kapılar ardında gizli görüşmeler yürütmek. Doğan’ın KGB ajanlığıyla başımızı ağarttığı yetmiyor mu?! Bir yandan Bursa, İzmir ve Ankara’da dernek merkezi diye bazı emlakçılar, kasap ve köftecileri ziyaretler siyasi anlam taşıyabilir mi? Türkiye ile ilişkilerden siz sorumluysanız, millet umutlanmaktan vazgeçsin. Çünkü sizin kafanızda yalnız tekel olmak vardır. Siz demokrasi ve serbest çoğulculuk nedir bilmezsiniz. Vaktiyle Ahmet Doğan da tutturmuştu, “Türkiye benden sorulur” masalını gevelemeye. Tüccarımızın başına gelmeyen kalmamıştı. Her şeyden % 50 pay isteniyordu. Bu yeniler Türkiye devlet makamlarını böyle bir umutla ziyaret ediyorlarsa daha şimdiden olayı noktalayalım. Siyasetle ticaret birbirine karıştırılmaz. DOST’çu siyasetçilerin Bulgar oligarşisi baskısı altında hayal kurduğunu düşünmek herkesin hakkıdır. PKK’ya silah taşıyan Bulgar - Doğan - Peevskli TIR’ları daha dün durduruldu. Hele Lütfü Mestan’ın olayları bilen kulisten bir kişi olarak bu heyete katılmaması ve “piş böreğim piş” duası etmesi, yaptığı gizli görüşmeler her birimizi düşündürmeye başlamıştır. Zaten bizim hem Türkiye’de bulunan ve hem de memleketimizdeki tüm seçmenlere çağrımız Lütfü Mestan tüm bildiklerini, bize yapılan tüm hileleri anlatmadan ona veya onun işaret ettiği bir Cumhurbaşkanı adayına oy vermek yok. Bu karar kesindir. Dost’çular da şirket zinciri kurmak düşünüyorlarsa bizden onlara oy yok. Şirket zinciri sömürü zinciridir, eziyet külliyesidir. Bu heyete katılan talihlilerden olan Şabanali’nin Türkçe dört kitap okuduğuna, okumuş olsa bile bir şeyler anladığına inanmıyorum. Onun doğduğu Çıbaklı (Vodaç) köyünden İsmail Seyfulla isminde bir genci daha HÖH’ milletvekili adayı iken komşusuna seçim için kredi çektirmiş ve adamın ve ailesinin başını belaya vermiş. Öyle konuşuyorlar. Şabanali’nin Karagözler (Çernooçene) de Eski Başmüftülerin devlet makamlarına yazdıkları mektuplarda, Arap Şeyhlerinden Karagözlere merkez Cami yapacağız diye paraların da şaibeli oldu söyleniyor. Tabi bunlar belkide HÖH den ayrıdı diye iftira da olabilir bunu en iyi orada yaşayan halk bilir. O, Mestanlı’da okul müdürlüğü yaptığı dönemleri de konuşanlar yok değil.


180

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Şimdiki Türkiye ziyaretinden kendisi etkilenmiş, Pursak’ta dürüm yerken arkadaşlarına “Şükür Allahı’ma DOST partisine girdim gireli yemeğe para vermedim” demiş. Tabii diğerleri de aynı, bunlar sarıca arı gibi tatlı gördüklerinde birlikte saldırıyorlar. Kendi köyünde selam verecek kimsesi olmayan bu tiplemelere sözde Arap ülkelerinde eğitim almış, ve yükselirken çöllerde dinlediklerini Bulgarlarla temaslarında karıştırınca, HÖH meclis grup başkanı ve parti genel sekreteri olan Lütfü Mestan Şabanali vekile kürsüye çıkmasını, basın toplantısına ve Bulgar vekillerle temasa girip tartışmalara karılmasını kesin yasaklamış. Ve sarıca arıların yalnız tatlıya gittiği gibi ona da yalnız kantine inip çok beğendiği % 20 domuz etinden irice köftelerden istediği kadar yeme ve sandalyesinde uyuklama hakkı uygun görmüşler. 17 Aralık 2015’te Suriye’deki Rus uçağı ile birlikte Genel Sekreter görevinden düşen Mestan Beyle birlikte o da kayıverdi. Kaydı da neden kaydığını anlayamamış. Çünkü bilinir ki, insanın başına iyi ve kötü şeyler hep çift gelir, aynı anda o zamana kadar o işte de bulunsun ve biraz da orasının havasını bozsun kafasıyla düşünenlerin aklına uyarak kabul ettiği Bulgaristan Türkleri Başmüftülüğüne Bağlı Müslümanlar Manevi Konsey Başkanlığından da birden atılmış. Bu işin beceriksizlik nedenine işaret ediliyor. Başmüftülükten maaş alırken, iki kitap bastırıp, dört forum düzenleyip aldığı parayı hak etseydi, bu işler böyle olmazdı. Şabanali Bey, Bulgarlarla hiç istemeyerek başlattığı son tartışmasında, “ray” ve “raya” sözlerinin anlamında problem yaşamış. Çünkü kafası Arapça kırıntılarıyla dolu olduğundan ki Arap dilinde “ray” çoban, “raya” ise sürü demektir, Bulgar dilinde ise “ray” cennet ve “raya” ise cennetlik olduğundan anlamları karıştırmış. Bulgarlara “sürü” demiş olmuş, ama bu olmadı, deyenler oldukça hiddetlenmişler. Bulgaristan Türkleri ile ilgili kısır siyasetlerin başbuğluna heveslenen, çıktığı kulübede padişah rüyası gören Şabanali hoca, arkadaşlarını Türkiye’de camilere götürmemiş, suya gidip su içmeden geri getirmiş. Anlaşılan seçimlere kadar postu Türkiye’ye sermek isteyen bu siyasetçiler, Belediye Başkanlarına ve özel davetli bazı dernek başkanlarına 6 Kasım 2016’da Bulgaristan Cumhurbaşkanı seçimlerinde kime oy verileceğini anlatamamışlar. Askerliğini inşaat eri olarak yapan Şabanali Bey, NATO’nun Türkiye’de 15 Temmuz gecesi darbe yapmayı denediğini ve 240 can aldığını ilk ağızdan işitince önce biraz afallamış ve ardından bir şey söylemem gerek diye düşünerek “Olur öyle şeyler” deyince herkes şaşakalmış.


Makale ve Analizler - 2016

181

İzmir’deki görüşmelerinde “Türk halkı artık tek ruhta birleşti” sözlerini işitince konuklar dona kalmış. Ha haberimiz olmadı diyecekler, fakat susmuşlar, “Bu küpün içinde biz de var mıyız?” diye sorulunca da hazır bulunanlar “cahillik nereye kadar” diye düşünmeye başlayınca, özel bir konuşmacı Bulgaristanlı soydaş oylarını toplamaya gelenlere İstanbul “Yenikapı” ve İzmir Konak Meydanı kitle mitingleri ve Türk halkının göçmenlerle birlikte “Demokrasiyi Koruma!” yığınsal eylemlerinden görseller paylaşıp bilgilendirmede bulunmuşlar. Görüşmelerin birinde, Bulgaristanlı dostçulara, partinizin kuruluş amaçlarını, programını, az gelişmiş ve AB fon imkânlarını tüketmiş bir ülkelerde liberal ilkeli siyasetin özelliklerini vb sorunca sözü alan Müslüman - liberal - sosyal - sulandırılmış İslam ve buzlanmış emperyalizm siyaset ve ideolojisi uzmanı Hafızov sözü almış. Bal küpüne düşmüş sarıca arı gibi çırpınıp bocaladıkça batmaya başlamış. Bir ara kişisel örneklemeye geçerek “Bana da 5 - 10 bin leva Türkçe cezası kesmişlerdi, fakat Yüksek Temyiz Mahkemesi beni akladı, ödemedim” dediğinde herkesin kulakları açılmış ve “nasıl olur” sorusunu on kişi birden sormuş. İlginin büyük olmasının sebebi ise, Türk dili, anadilimiz konusunda Bulgar, polis, yargı ve yüksek devlet makamlarının 70 yıldan beri bir milim ödün vermemiş olmasıdır. Hafızov bu soruyu yanıtlarken biraz afallamış ve hem küm yapsa da “bu işin içinde bir şey olduğu” kokusu hemen yayılmış. Vallahi öyle bir zamandayız ki, yiğit belli değil, mert belli değil. Herkes yarasına merhem arıyor... Mert belli değil derman belli değil. Hele İstanbul Avcılara geldiklerinde kendilerine “Hoş Geldiniz” diyen olmamış. Bazı konularda DOST partisinde de işin içinde iş olduğu ortaya çıkınca, olayları yakından takıp edenler “Lütfü Mestan’ın Türkçe konuştu cezalarının ne olduğunu” sorusunu yapıştırmış. Temposundan çıkamayan Hafızov “ödemedi, ödemeyecek, olayı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) taşıdı” diye anlatmaya başlamış. Sözünü kesen dinleyicilerden birisi “Siz bu partiyi kendi hak ve özgürlüklerinizi savunmak ve geçmişinizdeki lekelerden aklanıp kahraman olmak için mi kurdunuz? HÖH partisindeki halk düşmanı çalışmalarınız ciğerinizi ve vicdanınızı kemirmiyor mu?!” sorusunu yapıştırınca, bir genç katılımcı söz istemiş ve şöyle açıklamalarda bulunmuş: “AİHM Lütfü Mestan’ı aklasa ne olur ki? Olay kişisel bir olay değildir. Ceza alan her Bulgaristanlı Türk AİHM’de hak mı arayacak! Sizin olayı kişiselleştirmeniz çözümü daha da kötüleştirmiyor mu? Çünkü buradaki sorun etnik azınlık topluluklarının dil ve din, özgün kültür ve medeniyet haklarının tanınmasıdır.


182

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Dilinizi yasaklamışlar. Bugün Pomaklara gayda çaldırıyorlar. Bazı yerlerde Türklerin tambura telleri de ötüyor. Fakat yarın onlara da saldıracaklar. Tambura tellerimizi kopardılar diye AİHM’de dava mı açacaksınız. Ortada bir gerçek var siz meclisteki işinizi yapmamışınız, bugün de yapmıyorsunuz. Türkiye’ye veya temsilciliğe sığınmak çözüm değildir. Türkiye’de hele İstanbul’da bazı dernekler örnek çalışıyor. İdesel - siyasi görüş geliştirmede sizi çoktan arkalarında bırakmışlar. Henüz elektronik iletişimle anadil sorunlarını çözmeye hazırlanıyorlar. Siz seçim kazansanız ve yeni dönemde meclise girseniz bile Türklük adına adım atamazsınız. Çünkü ne yapacağınızı bilmiyorsunuz. Çünkü Türk kültürünün, medeniyet niteliklerinin taşıyıcısı değilsiniz. Sizi desteklemek yanlış olur. HÖH’te iken 3 defa hükumet oldunuz. Türklerin gözünü boyamak için Bulgarlar gözlerini yummuş ve sizi destekliyordu. Partiyi parçaladınız ama filizlenmeniz kısır. Müslüman Türklerin öz haklarının, doğal isteklerinin resmen tanınması yolunda bir milim ilerlemek istemiyorsunuz. Sanki bu konularda birilerine söz vermişsiniz. Yeni durumda zırhlı “Mercedes” içindekiler sizlersiniz. Bu bayramda kaç kurban dağıttınız? Siz Bulgaristan’ın çöküş ve borç bataklığında boğulma siyasetine katkıda bulunan kişilersiniz. Siz sivrisinek oynayışını seyretmekten zevk alıyorsunuz. Size her hangi bir konuda oy vermek, arka olmak yanlış olur. Siz programlı veya bilinçli kişiler değilsiniz.” Türkiye’ye kimin için oy istemeye gittiklerini söyleyemeyen üç ahbap bakınıp kalmışlar. Zaten hepsi bir sağa bir sola bakan tipler. Ne istediklerin pek belli değil. Ne düşerse, Allah kerim tiplemesi seçmeleridir. Sanki herkese verdiniz, bize vermeye neden yanaşmıyorsunuz havalarına germişler, ne koparırsak kar, kelepir olsun bizim olsun, rüyalarıyla dolaştılar. Bu arada Bulgaristan’da seçim kampanyasının resmen açılmasından önce sarıca arılara karşı kampanya başladı. Günümüz Bulgaristan’da en tanınmış kişilerden birisi olan üstün nitelikli sanatçı ve TV şoumeni Slavi Trifonov, tüm sivil toplum örgütlerine hitaben “bu seçimlerde oy kullanmama, yanlız aynı gün ve aynı seçim merkezlerinde yapılacak halk oylamasına katılma” çağrısında bulundu. O üç yıldan bu çağrıyı tekrar ediyor. Öyle ki, örneğin Lütfü Mestan aday olsa beklide bir tek oy alamaz. Seçmen yalnız zarf içindeki bülteni kullanmaya hazırlanıyor. Demokratik kamuoyu, yeni kurulan partiler de dahil, siyasi partile-


Makale ve Analizler - 2016

183

rin zamanını doldurduğuna kesin inanmış durumda. Hele AP fonları da bitince ve çalacak bir şey kalmayınca siyasi hayat söndü. Oy kullanmama çağrısının 6 Kasım 2016’ya kadar bir çığı gibi büyümesi ve suni olarak yaratılan siyaset ilkeleri ardına gizlenen, memlekette kendilerine selam verenler azalınca dış ülkelerden oy toplamaya çalışan siyasetçilerin giderek politika arenasından atılacağına kesin işarettir. Şimdi 12 çift çıkıyor sahneye. Hedef oyları iyice dağıtmak ve sona iki kümede toplamak ve bakınız biz ne dedikse o oluyor, havası estirmektir. DOST partisinin temsil ettiğini iddia ettiği Bulgaristan Türk-Pomak ve Çingeneleri toplumun en sefil, yoksul ve iki ucunu birbirine bağlayamayan kesimidir ve gurbetçi kardeşlerimizin yardımları olmasa sarıca arılara teslim olmayı kabul etmek zorunda kalacak çok geniş bir taban var. Bu kitleyle çok dikkatli olmak gerekir. Oy istemek kız istemek, görücülüğe gitmek değil, politik bir iştir. Programsız, ilkesiz siyaset olmaz. Avrupa liberalizmi bize uymaz. Halkı aldatmayalım. Önce şöyle bir ayna karşısına geçin. Hamama gidip bir terleyin. İnsanlarımızın gözüne bakabilecek duruma gelin. Türkiye’deki hiçbir parti ve belediye başkanı Bulgaristan Türkleri kadar yakın olamaz size. Ama onlarla diz dize oturmak yürek ister. Sayın dostçular, sizde bu yürek var mı? İçiniz dışınız bir mi? Varsa gelin birlik olalım. Fakat siz bizde olmayan hareketlerle davranıyorsunuz, dilimizde olmayan sözlerle konuşuyorsunuz, farkı yönlere bakıyorsunuz! Önce bizden biri olduğunuzu kanıtlayın lütfen! Politika ise, ancak halka dayanırsa, kökleri tabanda ise yaşar. Toprağı dayanmayan bitki yeşermediği gibi. Bir gün meclis kürsüsünden “Benim Allah’ım Ahmet Doğan’dır” deyip, ertesi gün “yanlış oldu”, ama “yemekler çok güzel, biz sofradan kalkmak istemiyoruz, biz yerimizde kalalım!” diyemezsiniz. Politikayı kumar yapan sizsiniz, fakat salon kapandı. Türkiye’deki kardeşlerimiz sarıca arılara dikkat çevirmemekle onlara gerekli cevabı vermiştir. Biz kaklarımızı kurutmaya, hoşaflıklarımızı çuvallamaya devam edelim. Türk, Türklük, Türk dili, Türk kültürü, Türk medeniyeti, Türk edebiyatı, Bulgaristan Türkleri tarihi, Türk okulları, Bulgaristan Türklerinin ana dili gibi terimleri kullanmaktan korkan siyasetçilerin adı -Ahmet, Mehmet, Hasan, Hüseyin- ne olursa olsun, Türk vicdanını temsil etmez-edemezler. Kalın sağlıcakla,


184

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“Milliyetçilik Bir Yedektir”

BG-SAM-25.Eylül.2016

Konu: 90 yaşında bir feylesofun (düşünürün) gözünden sığınmacılar sorunu. “Der Spigel” - Alman dergisi. Çeviridir. Zigmunt Bauman Ötekinden, tanımadığından korku ne de olsa bir içgüdüsel (insiyaki) bir tepkisel karşı eylemdir, doğurduğu netice ise temas kurmayı kabul etmemedir. Yerliler ve sığınmacılar (göçmenler) aynı ortamda yan yana ama birlikte yaşamıyorlar. Onlar birlikte olamazlar. Yanıt: Onları birbirinden ayıran, görülmeyen susmak çizgisidir. Sosyal ve bedensel yakınlık insanlık tarihinde uzun zaman birbirine sımsıkı bağlıydı. Günümüzde yabancı olmak devamlı bir durum haline gelmiştir. Göçmenleri elimine etme değil, onlarla komşu olarak yaşamak olacaktır modern toplumların sorunu. Sosyal ve fiziksel yakın olmayı uyulmama kuralları bozulmuştur. Meydana gelen tamamen yani bir durumdur: Yabancının yabancı olması artık geçici bir kargaşa olmaktan çıkmıştır. İnsan içinden gizlice onlar bir gün mutlaka giderler umuduyla yaşasa da, yabancılar gitmek istemedikleri gibi, onlar kalıyor ve gitmemekte ayak diriyorlar. Yabancılar konuk ya da ziyaretçi değildir, onlar düşmanlarımız gibi de davranmıyor, ne ki onlar bizim iyi tanıdığımız komşularımız da değildir. Yerel kurallar, alışamadıkları yerel yaşam biçimi ve onların özelliklerinin sürekli belirtilmesi, kendilerini yabancı olarak belirliyor. Örneğin taşıdıkları şallar ve burkalarla belirlenmiş olduklarından dolayı, onların yabancılığı, başka biri oluşları damgalanmıştır. Yabancının bizden biri olmadan yanımızda oluşu, yabancı kavramı ve doğurduğu iç çelikliler nasıl aşılabilir? İnsan, önce sığınmacının içinde bulunduğu çıkışı olmayan durumu görebilmelidir. O, zulümden, baskılardan, afetten, savaştan kaçan ve vatanını kaybeden, fakat mülteci olmadığından ötürü kendisine yeni bir vatan teklif edilmeyen biridir. Sığınmacılar, havasız bir boşlukta asılı duran kişilerdir, onlar ne göçebe ne de yerleşiklerdir. Bundan dolayı onlar, kötülüğün küresel dehşetinin taşıyıcı-


Makale ve Analizler - 2016

185

ları (kaynağı) gibi gösterilip, meydanlarda yakılan korkuluk rolü kendilerine uygun bulunuyor. Kontrol altına alınamayan göçler yerleşik düzeni bozuyor. Ataca ocaklarından kopmalarından kendimizi sorumlu bulmadığımız şu yeni gelenler, bize yaralanabilir ve göstermeye çalıştığımız merhametin çok nazik olduğunu hatırlatmıyorlar mı? Büyük klasik Bertolt Breht’in “Göçe Zorlama Manzarası” şiirinde yazdığı gibi, “yaklaşan felaketin habercisidir.” O, kötü haberleri, çatışmaları ve uzakta kopan fırtınaları evimizin beşiğine taşıyandır. O, çok uzakta harekete geçmiş olan, fakat bizim hayatımızı da altüst edebilecek kudrete sahip olan, gemlenmesi ve anlatılabilmesi çok zor küresel güçler var olduğuna bir işarettir. Ötekinin düşmanlığından neden her defasında bu tehlikeli mesajların “habercileri” suçlu tutuluyor. Adresi değiştirilen hiddet sığınmacıya yöneliyor. Sulandırılmış modern olabilme ortamında, bize yardım edebilecek herhangi birinin olmadığı ve var oluşumuzun güvencesizliği ortamında endişe ve zavallılık duyguları kurban arıyor. Sığınmacı ve yabancı akımının doğurduğu korkulardan kendileri için yarar sağlama seçimlerdeki oy avcıları için bulunmaz bir şanstır. Bilinmeyenden biriken korku kendine idareci arıyor. İstemediğimiz ve tanımadığımız yabancılardan bizi koruma vaatleri - hayal edemediğimiz görüntüyü kovma ve bizi koruma vaatleridir bunlar. Hayalet korkudan insanları koruma ve kurtarmanın modern edebiyattaki ismi - ekzorsizimdir. Popülist politikacı şaman ve şarlatandır. Günümüz siyaseti yerel güvensizlik temeline oturur. Bu siyasetin etki alanı yerel olsa da, onu güncel önemli oyuncu yapan sorunlarsa, küreseldir. Biz, modernliğin katı aşamasından sulandırılmış, buharlaşan aşamasına, siyasetin de iktidardan giderek daha fazla uzaklaştığı bir çağa geçiyoruz. Küreselleşmenin yanan ocakları ulusal devletlerin kontrolünden uzaklaşıyor. Politik kurumlar yeni günün çağrışımlarıyla başa çıkacak durumda olmadıklarını kabulleniyorlar. Kaynayan toplumsal ayrışım artık topluluk oluşturmuyor. Milli devletlerin belirli bir toprak üzerindeki egemenliği de çözülüyor ve aşınıyor. Milli devlet problem çözme yetisini yitiriyor ve böylece koruyan olabilme işlevi de elden gidiyor. Hedefler ve araçlar arasındaki giderek artan uyumsuzlukla başa çıkamayan ulusal devlet çerçevesine gereksinim gören demokrasi git gide yeniliyor mu? Demokrasi bunalımı belirtilerini en parlak biçimde vatandaşların gözlerinde okuyabiliriz. Siyasetçilerin çaresizliği, seçenek olmadığı, durumun değiştirilebil-


186

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

mesine yol ve çare bulamayışlarına yakınışları, sıradan vatandaşlar tarafından kayıtsız şartsız yenilgi olarak kabul ediliyor. Güçlü bay ve güçlü bayan simasının en güncelleşmiş şeklini Birleşik Amerika’da Donald Tump ve Fransa’da Mar ile Pen, farklı biçimde hareket edilebilir iddialarında, onların kişisel simalarının bir seçenek sunduğu beyanlarında sergileniyor. Tel ve beton set çekme, seyahat yasağı uygulama ve göçmenleri geldikleri ülkelere geri gönderme gibi fikirlerin cazibeli olacağını düşünmüyor musunuz? Milliyetçilik ile etnik bütünlüğe inandırma çabaları tamamen dağılmış bir toplumda bütünleştirici unsurları bulunamadığına kanıttır. Milli devletlerin gücü artık asla geri gelmeyecektir. Dünyanın büyük anakentleri yeni karmakarışık topluluklarının laboratuarı haline gelmiştir. Bu topluluklarda karışık yaşamayı isteyenler veya karışık yaşamaya karşı olanlar arasındaki gerginlik kültürler arasındaki plüralizmde örgütlenmiştir. Ayrılmak ya da parçalanmak yalan bir arzudur. Kapılar kırılmış ve artık kapanmıyor. Ulus devletin kendisine yaşam hakkı istemesi üç esasa dayanırdı: dışa karşı askeri güvenlik; içerde geçimli ve mutlu yaşama ve dil ve kültür yakınlığı. Bu saç ayağı artık kırıldı. İnsanların bir gün kendilerini “herkes herkese karşı” savaşının doğuracağı imkânsız bir dünyada bulmamaları için ne yapılmalıdır? Özgürlük ve güvenlik garantörü olan Tomas Hobs’un yeni zamanların tam başından ulusal devletine karşı ne yapmalı! Genel düşünü sahibi son büyük yazarlardan biri olan Umberto Eko dış göç veren ve dış göç alan ülkeler arasında temel fark gözetlenmesinde ısrarlıydı. Politik pratikte bu iki kavram sürekli yer değiştirir. Bir hükümet insanların bir yerden başka bir yere göç etmesini planlayabilir. Fakat dış göç vermek bir doğal olgu olarak kontrol altında tutulamaz. Dişa göç bir süreçtir ve her an başlayabilir. Deprem ve sunamı gibidir ve ulus devletin kurallarını aşarak gelişir. Göç edenler büyük devletlerin anakentlerinde diaspora olarak yağıyorlar ve bu olay önceden planlanmamıştır. Londra’da 70 dil, din, etnik, ideolojik topluluk yaşıyor. XIX yüzyıl göçebelerinden farklı olarak onlar birbirine kaynaşmıyor, böyle bir şey gözlense bile yüzeyseldir. Almanya’daki Türkler örnek vatandaş olma çabasındadır, ama aynı zamanda Türk kalmak istiyorlar. Neden mi? Çünkü onlar göç veren ve göç alan ülkenin ürünüdür. Fakat biz göç veren ve göç alan ülkeleri birbirine eşitleştirirken, sanki bu süreçlerin Londra, Berlin veya Paris tarafından planlanmış yada sürekli denetlenebilen süreçler olarak gördüğümüzden, yanılıyoruz. Küresel sorunlara, ulusal ya da yerel araçlarla hakim olma denemelerimiz toslayacak mı? Hedef, herkesin bir huyla gibi çağırdığı ve olması için dua ettiği bütünleşme (entegrasyon) mudur?


Makale ve Analizler - 2016

187

Batının kapıları önünde sıra bekleyen ve bazen da içeri sokulan, Çekinerek ve bazen de doğru olmadığını bile bile gelişmekte olan ülkeler dediğimiz, modernciliğin davet edilmeden gelen ve Batı’nın kapıları önünde sıra bekleyen ve bazen da içeri sızan örnekleri var. Bu olayı Almanya’nın büyük sosyologu Ulrich Beck şöyle formüle etmişti: Hoşumuza gitse de gitmese de kozmopolit bir durumda, pek güvenli olmayan sınırlar içinde ve evrensel karşılıklı etkileşim içinde yaşamak zorundayız. Eksik olan yanımız bizim kozmopolit bilincimizin olmamasıdır. Uyum sağlayamayanlar kamplara kapanıyor. Sığınmacıların kamplara tıkılması ve uzan zaman orada kalması için demeç veren Avrupalı siyaset adamlarının sayısı artıyor. Onlar sığınmacılara insan hurdası olarak bakıyor. Sığınmacılar ne olduklarını kendileri belirleyebilme hakkını yitirmiş kişilerdir. Onlar yasaların dışında olan ve kendi kimliklerini belirleyebilme haklarına sahip olmayan insanlardır. Onlar niteliksiz tirilmiş insanlardır. Onları hayal etmek ve düşünmek bile zor oldu. Onların kozmopolit bilinçte yeri yoktur. Aynı olanların topluluğuna sığınma gereği evrensellik çağında büyüyor mu? Siz “retrotopi” kavramını işittiniz mi? Hayır, işitmedim, fakat ne demek istediğinizi kavrıyorum. Bu benim son tasarımındır. Yeni kitabımın adı “Retrotopi” olacak. Bundan 500 yıl önce Momas Mor “Ütopi” kitabını yazmıştı. Kimsenin olmayan bşr toprağın planını, bugün de gerçek olmayan daha iyi bir yeri anlatmıştı. Retrotopi ise olmayan bir yer, ama olmadığı için olmayan bir yer değil, daha önce var olduğu için olmayan bir yerdir. Ütopiden farklı olarak retrotopi, bizi ışık verip el sallayan ama geri getiremediğimiz geçmişi sembolize edendir. Biz, güvenebileceğimiz bir dünyada yaşamak istiyoruz. Uyumlu yaşanabilecek bir dünyadır hayal ettiğimiz. Gerçekten de Tomas Mordan sonraki modern dünya iyimserdir, umut vericidir. Çok önce olmuş bir şey olsa da gençliğimde yükselişe, atılımlara, inkişafa çok inanıyordum. Çünkü ilerleme kaydedemeyen toplumda yaşamanın sıkıcı olduğunu biliyordum. Oksan Wauld, ilerleyişin “ütopilerin gerçekleştirilmesi olduğunu” yazmıştı. Ütopi gelecekte hayatın daha iyi olacağına inançtır. İnsanlık daha iyi bir ülke arayışındadır ve yelken açıyor. Biz bugün yelkenleri toplamaya hazırlanmıyor muyuz? Biz şu dönem hakim olan düşüncenin köklü viraj yapmasını bekler durumdayız. Almanya da bunlar arasında, Avrupa gençleri, geleceklerinden yarar ve kazanç sağlayacaklarına inanmaz oldular, kayıp bekler duruma girdiler. Bu


188

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

kuşak, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra gelen ve mevcut durumu sürdüremeyeceğini düşünen, eve beyinlerinin edinimlerini koruyabilme endişesi yaşayan ve bundan korkan ilk kuşaktır. Bu yeni durumun en parlak örneğini Fransa yaşıyor. Fransızlar Avrupa’nın en kötümser ulusu oldular. Büyük bir çoğunluk geleceğin geçmişten daha kötü olması için çaba harcıyor. Akıl erir gibi değil! Modern ite içinde kötümserlik doğabiliyor ve ancak modern ite ikliminde var olabiliyor. Kötümserlerin yok olması modernciliğin de sonu olacaktır. Fakat XX. yüzyıl büyük ütopileri hep çöktü. Onlar bir hayalin kanlı karikatürleriydi. Yalnız bilim ve teknik alanında değil, ahlak alanında da ilerleyişin başı çeken fikirleri yaşıyor. Retrotopi fikrimde tarihin meleği 180 derece dönüyor. Geleceğin ve geçmişin iki birbirine karşıt yöndeki değerlerin yeni düğümünde, zaman çizgisi üzerinde yerlerini değiştirmiştir. Gelecekte bizi bekleyen hayal kırıklığıdır. Sorunsuz bir zaman yerine hayal kırıklıkları içinde bocalıyoruz: Terörizm, mali bunalımlar, ekonomik durgunluk, işsizlik, güvensizlik. İlerleme fikri, hiç kimseye kişisel başarılar vaat etmiyor. Biz geriye dönmek zorundayız ve körler gibi geriye doğru el yordamına yol arıyoruz. Tarihsel kaçınılmazlığın, “vatandaşların dünya toplumunda” birleşmesini öngören Emanuel Kant’ın fikirlerinin yerini insanlığın küresel savaşı fikrine bıraktığını söyleyebilir miyiz? Çok isabetli bir soru. Ben size ancak bir yol haritası gösterebilirim. Fakat bu harita üzerindeki yollardan hangisini takip edeceğimizi gösterebilmede güçleniyorum. Haritanızın görünümü nasıldır? Tüm çatışmalara, savaşlara, ve sınıf savaşlarına rağmen erken kapitalizmde bizim atalarımızın bir önceliği vardı: insanların bir arada yaşama morfolojisi dayanışmayı yaratmıştır. Henri Ford başarısını güvence altına almak için işçilere ciddi ücret ödemek zorunda olduğunu biliyordu. O bunu güvence altına aldığında, açık toplum şeklinde biçimlenen neo-liberalizm oyunu bozdu. Toplumsal dayanışmanın yerini bireysel sorumluluk aldı. Gelirleri ve yedekleri tamamen yetersiz olmuş olsa da, param parça olmuş ve geleceği üstüne tahmin yürütmek imkansız olan bir toplumda tek başına bir kişinin ödevi ve işi kendi başının çaresine bakmaktır. Ekonomide düzenlemelerin yapılamadığı süreçler paralelinde tırmanan herkesin memnuniyetsizliği insanlar arasındaki uyum bağlarını çözerek herkesi birbirine düşürüyor. Sürekli kaydedilmesi zorunlu değişikliklerin teh-


Makale ve Analizler - 2016

189

likesi ise ilerleyişte gizlidir. Her kişi ötekinin muhtemel karşıtı, hasımı ve rakibi olarak düşmanıdır. Bu ise çok endişeli olandır. Gerginlikler gizleyen toplum dünyasında fırsat gözleyen baskı ve eziyet midir? İllegal göçmenlerin simasında tüm tehlikeler düğümleniyor. O kusursuz fantom, şeffaf düşmandır. Ona karşı olan düşmanlığın silahsızlandırılıp tehlikesizleştirilmesi için tehlikenin soyulması ve herkese gösterilmesi gerek. Tehlikeye, bir ırk veya din temsilcisi olarak değil, bir kişi olmak bakmamız gerekiyor. Tehlikenin de buna hakkı var. Onunla diyalog kurulmalı gereğini herkesin anlamasıdır yürünecek yol. Hoşgörülü olmak (tolerans) kendiliğinden yeterli olamaz mı? Hoşgörü birçok defa umursamayışın belirtisidir. Şahsen beni ilgilendirene dokunmamak şartıyla, ne istersen onu yap. İstersen ellerinin üstüne dikil ve sokakta başı aşağı yürü, bu beni ilgilendirmez. Burada farklı olan ötekinin irdelenmesinde, dayanışmada, yakınında olanın gerekçelerini ve niyetlerini öğrenmede gizlidir: Neden ellerin üzerinde yürüyorsun? Bunu konu edebilir miyiz? İşaret etmek isterim, Papa Fransisk de diyalog kültürü için ısrar ediyor. Bize, karşımızdakini tam haklara, eşit haklara sahip bir partner olarak kabul etme ve ona saygı duyma olanağı veren budur. Siz kendiniz de göçmenmişsiniz. Vatanınız Polonya’yı yitirmişsiniz. Bir Leh her zaman yabancı bir trendir. Kişiliğinizin tehlike altında olduğunu hissettiğiniz zaman oldu mu? Ben 45 yaşıma bastığımda Liyds’e geldim. Tarih, dil, kültür her şey farklıydı. O benim travmalı hayat dönemimdi. Britanya Akademik Dünyasındaki meslektaşlarımla kusursuz anlaşabilmem ve eksiksiz kaynaşmamam için 10 yıl sürekli çalışmam gerekti. Fakat ben sorunlarımı kişiliğimin bozulması olarak algılamıyordum. Kişilik aramak retropimden bir bölümdür. Mutluluğu geleceğimde göremeyince geçmişime dönmeye başlıyorum. Tarihçi Erik Hobsbom, insanlar topluluk için konulmayı bıraktıktan sonra, kimlik üstüne konuşmaya başlamışlardır.


190

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu Kadar Gerginlik!

Şakir Arslantaş-27.Eylül.2016

Biz eski kıtanın bir uç beyliği olduğumuzu unutmayalım. Çok susamış bir güvercin bir resimde gördüğü su bardağını sahici sanmış ve hızla üstüne uçmuş. Sert yüzeye çarpan güvercinin kanatları kırılınca yaralanıp yere düşmüş. Bu iki cümle bize insanların çok istedikleri bir şeyi elde etmek için düşüncesizce hareket ettiklerini ve bu yüzden başlarının belaya girdiğini anlatır. Ben bombaların neden atıldığını, yağdığını ve suçsuz insanların neden öldürüldüğünü, vatanlarını neden terk etmek zorunda bırakıldığını düşünmeye devam ediyorum. Sığınmacılarla yüzleştikçe soru sertleşiyor. Son dönemde ciddi bir gerginlik baş gösterdi. Ne istediğimiz, ne elde etmeye çalıştığımız pek belli değil. İşimizi gücümüzü bıraktık sığınmacı, kaçak, göçmen edebiyatı yapıyoruz. Gerçeğe bakılırsa 1989 Ağustosundan bu yana Bulgaristan’ın ana konusu göçmenlerdir. Memleketten kaçan, kovulan ve göç edenler ve gelip yerleşmek, kalmak isteyenler çoğalıyor. Canlı soru budur. Herkesin vatandaşlık hakkı olsa da, yaşadığımız daireler üstümüze tapulu, tarlalarımız ormanlarımız kayıtlı olsa da, bir memleket hiç kimsenin üstüne tapulu değildir. İzlendiği üzere, artık 25 yıldan beri bir küresel ölçekli hesaplaşma var. Ne bitti ne sonu görünüyor. İnsanların evinden barkından hareket ettiren, daha güvenli yerlere hareketlendiren çok büyük bir korku yaşanıyor. Çok ciddi sorunlar yaşıyoruz. Biz, Avrupalıyız desek de hepimiz Avrupa’nın uç beyliklerindeniz. 2007’de coğrafya ismimizin son olarak değişmesiyle Güney Doğu Avrupa ülkesi olduk. Eskiden Osmanlı uçbeyliğiydik, Şimdi AB uçbeyliği olduk. 1990’dan önce ülkemizi Moskova’ya bağlılığı ilke bilen komünistler yönetiyordu, şimdi AB ve ABD’ye sadakati ilke eden oğulları ve torunları yönetiyor. Eskiden az gelişmiş bir ülkeydik, şimdiki gidişimiz geriye doğru olduğundan yeni durumumuzun derecesini tam olarak belirleyebilmek çok zor oldu. Endişelerimizin arasında kesintisiz bir süreç, iş ve dış göç olarak geliştiğinden ve geçen yüzyıldan beri bir türlü durup durulmayan başat olan bir göçmen sorunu var.


Makale ve Analizler - 2016

191

1878 Plevne savaşıyla başlayan bu süreç bugün de durmadı. Önce, yalnız Balkanlardan, Trakya’dan Rumeli’den Anadolu’ya kesintisiz bir akım olarak gelişirken, 1912 Savaşından sonra Bulgarlar da vatanlarına dönmeye başladılar. Batı Trakya ve Makedonya’dan gelenlere Dobruca seli de katıldı. Bulgarlar onlara “gelenler” dedi. Gelenlerle yerlilerin karışması yıllar aldı. Fakat onlar hep gelenler kaldı. Göçlerin tarihsel bir planın halkası olduğuna artık inandık. Yaşadığımız topraklarda Osmanlının yıkılmasından bu yana devam ediyor. Yalnız şimdi şu “Arap Baharıyla”, Afganistan, Irak ve Suriye’ye emperyalizmin amansız saldırılarıyla göçmenlerin güzergahı döndü. Avrupa’ya, Balkanlara akın ediyorlar. 26 Ocak 1699 tarihinde Osmanlı ile Roma-Cermen İmparatorluğu yönetimindeki Kutsal İttifak Devleri (Avusturya, Venedik ve Lehistan) atasında imzalanan Karlovça Antlaşmasından beri Hıristiyan - Katolik dünya böyle bir baskın yaşamamıştı. Bulgar tarihçilerin yazdıklarında, Müslümanların Avrupa’yı ele geçirme akınları olarak bilinen eski savaşların büyük izlerini daha VIII. asırlarda buluyoruz. 700–721 yılları arasında Araplar Bizans Başkenti Konstantinopol’u direk olarak ele geçirmek için savaşmışlardı. 732 yılında Fransa Kralı Karl Martel, Poatiye Savaşında Endülüs ordularını püskürtmeseydi, Avrupa çoktan İslamlaşmış ve Müslümanlaşmış olacaktı. İnsanlık tarihi, hayat yuvasının süngü ucu değil, anne rahmini olduğunu doğrular. Çok ötelerden beri dalga gibi gidip gelen ve bir türlü normalleşemeyen bir durum yaşanıyor. Bu gidip gelişler acımasız mücadeleler şeklinde gelişse de, 2015’te ikinci kez olmak üzere Almanya Başbakanı Angele Merkel göçmenlere “gelsinler” dedi. Bu daveti ilk kez 1950’de Almanya Federal Kansleri Konrad Adenauer Türk göçmen işçiler için yapmıştı. Bugün artık yeniden 27 ülkede birleşen Avrupa, sığınmacılar konusunda yeni ortak bir siyaset ve yaklaşım uygulamak zorundadır. Bu konuda Türkiye ile sözleşme imzaladı. 2016’da göçmen sorununda en yapıcı yaklaşım sergileyen devlet Türkiye’dir. Göçmen akımı, emperyalizmin İslam ülkelerine (Irak ve Suriye) son saldırılarından sonra doğal bir hareketlenme olarak Avrupa ülkelerine akın etmektedir. Büyük insan selinin kara yolu Bulgaristan-Türkiye sınırından geçtiğinden, sözünü ettiğimiz gerginliğin Bulgaristan kaynağını oluşturuyor.


192

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Son 2 yılda Bulgaristan Türkiye sınırına tel duvar gerdi, kamaralar dizdi, hudur askerleri için devriye yolları açtı, kuleler kurdu, hududa asker gönderdi. Bu işler için önemli masraf yapılsa da, dikenli tel örgüler huzur getirmedi. İnsanoğlu Çin Setini dolaşmış, Fatih İstanbul surlarını delmişti. Bizim tel çitleri de isteyen gelip geçiyor. Set, sanki kanalcıların ve kaçakçıların çizimi üzerine ve denetimi altında çekilmiş ki, bir gecede birçok yerden birden sırtlarında torba kucaklarında çocukları sığınmacı grupları beliriyor. Pek tabii ki, kesintisiz gelişen olayları, ulusal menfaatler için bir tehlike olarak gösteren siyasetçiler, hele seçimler yaklaşırken korku körükleyip huzursuzluk ve gerginlik yaratmada ustalaştılar. Brüksel’den gelen tüm emirlere boyun eğen hükümet, Avrupa’nın dış sınırını koruyoruz havalarına girdi, para, silah, ek yardımlar istemekte üstümüze yok. Propaganda’nın ateş püsküren nokrasında İslam ve Müslüman düşmanlığı aldı yürüdü. Yaratılan hava şöyle, neredeyse sanki istila ediliyoruz. Yazı ve yorumları okuyan, beyanları dinleyenler sınırın öte tarafında 300 - 500 bin sığınmacının kamp kurduğunu ve daha şiddetli bir rüzgarlarla kanatlanıp seti bir sıçramada atlamaya hazırlık gördüğünü hayal ediyor. 2004’ten beri Bulgaristan ile Türkiye NATO’da müttefiktir. NATO bağlantıları çerçevesinde ve Avrupa Birliği devletleriyle imzaladığı toplu sözleşme gereğince, Türkiye topraklarında 3 milyondan fazla sığınmacı barındırıyor. Onların AB yolunu kesmiştir. Kendilerine gerekli sıhhi, sosyal ve eğitimsel yardımlar sunuyor, iş gösteriyor, vatandaşlık veriyor. Karşılıklı yükümlülükler yerine getirilse sorun yaşanmaması gerekirdi. 1974’te NATO’lu olan Yunanistan’la Kıbrıs’ta bir yüzleşme yaşlanmıştı ve sonradan doğan sorunlar bugün de çözülmemiştir. 15 Temmuz’da yaşanan saldırı, darbe denemesi gibi olayların arkasında NATO müttefiklerinin olduğu artık gün gibi ortaya çıktı. AB üç beylikleri dediğimiz Orta ve Güney Doğu Avrupa ülkelerinin Yakın Doğu savaşında terörist cepheye 850 milyonluk silah taşıdığı, bu savaş silahlarının 120 milyonluk bölümü Bulgaristan’dan gönderilmesi düşündürücüdür. Biz barıştan yana mıyız, savaştan yana mı! Teröristleri silahlandıranlar anti-terörist olabilir mi? Bu sorular sizi de düşündürmelidir. Bunun ardından, Suriye’de bir güvenlik koridoru açmak isteyen TSK’nin ve ÖSO’nun karşısında da Türkiye’nin müttefiklerince beslenen güçlerle karşılaşıldığı herkesin bilgisindedir.


Makale ve Analizler - 2016

193

Biz aklımız fikrimiz 24 saat Türkiye’ye bağlı, Türkiye’de yaşayan, Bulgaristan’ı vatanımız olarak çok seven Bulgaristan Müslüman Türkleri olarak, son dönem NATO - NATO - NATO havalarına giren DOST partililere tavsiyem şudur: Tekrar ettikleri sözlerin anlamını bildiğinize pek inanmıyoruz. Şu dönem uluslar arası kurumlarla ilişkilerini sorgulayan, NATO ile ilişkilerini de rasyonel bir zemine oturtmak zorunda olan Türkiye Cumhuriyetinin tavrını iyi izleyiniz. Yalama olmuş, eskimiz palavralarla siyaset yapılmaz. Biz 6 Kasımda seçime gidiyoruz ve halkımıza hiçbir konuda yalan dolan anlatamayız. Anlatmamalıyız. Bulgar sınırlarının korunması Bulgar halkının işidir. Bizim milli sınırlarımızı başka bir ülkenin askeri korursa sınır delik deşik olur ve hiçbir sığınmacı durdurulamaz. Çok susamış güvercin örneğinde olduğu gibi, sığınmacıların başında kavak yelleri esmiyor besbelli. Sorunu basit bir sorun değil. Kıta değiştiren sığınmacılar, 21. yüzyılda eski kıtanın ana problemi, küresel bir sorun oldu. Siyaset onlar üzerine kilitlendi. Aynı zamanda bu problem tek taraflı bir sorun olarak belirdi. Onları gönderen yok, gelen var. Sığınmacılar, savaş kaçakları, ekonomik göçler devletler arası bir sözleşmeden kaynaklanmıyor. Davet eden biri yok, fakat yürünen yolca güdülen bir hedef var. Güney küre Kuzey küreye taşınıyor. Bu sel tel çitle durdurulamaz. Öz toplumları bozulan, devletleri yıkılan insanlar yaşanacak yeni bir mekân arıyorlar. Sorun şu ki, sırtlarındaki yükü indirdikleri yerde birlikte yaşamaya geldikleri insanlar, gelenlerle kaynaşmak istemiyor. Gelenlerin getirdiği hiçbir şeye önem ve değer vermiyorlar. Açıkça görüldüğü üzere, sorun artık değerler sorunudur. Herkes kendi değerleriyle yaşamak istedikçe kaynaşma olamaz, yeni kültür ve medeniyetin farklılıkların demedi olması onaylanmadan, bu yönde ileri adım atılması da olanaksızdır. İnsanlık özüne dönüyor. Bölge insanlarımızın genel eğilimi de budur. Avrupa Birliği bunu kabul etmezse, içinde büyüyen tümörü hiçbir zaman yenemez. İnsanları kökünden koparmak, tek yanlı ve çarpık değer sistemleri içinde zorlamak, yabancı değerleri dayatmak, çok kültürlü, çok uygarlıklı, çok kutuplu bir dünyayı kabul etmemek yeni bir dar boğaz olur.


194

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgaristan gibi ülkelerde bu çelişki çok dikenli bir topuz ya da bir kirpi gibi belirdi diyebiliriz. Bir yandan Bulgaristan’da ana ulus ile etnik ve kültürel azınlıklar arasında herkesin kabul edeceği uyum sağlanamamışken, dil, din, ahlak ve yaşam biçimi farklılıkları gibi sorunlar çözüm beklerken, tamamen farklı birileri olan sığınmacılar otobüs ve tramvayları, sokak ve meydanları doldurunca başat sorun anlaşamama -temassızlık- oluyor. Sığınmacılar açısından bakıldığında Bulgaristan yeniden kurulmalıdır. Yeni ortak bir geleceğin temeli atılmalıdır. Devlet görevinden gelen yazar Lübomir Şopov’un dediği gibi, ana ulus olan Bulgar etniği 2050 yılında 800 bine düşerken, Çingenelerin 3 milyon, Müslüman Türklerin de 1.5 milyon olacağı bir ülkede, sığınmacıların getireceği sorunlar eklendiğinde, Anayasa ve öncelikle eğitim sisteminin kökten yenilenmesi kaçınılmaz olmalıdır. Bu sorunların çözümlerinin gökten inmeyeceğini bildiğimizden, bugünden başlayarak çözüm yolu aranmalıdır. İlk adım 6 Kasım 2016 seçimleri olmalıdır. Seçim ruhu anlaşma ruhu olmalıdır. Sığınmacı korkusu bizi birbirimizden ayırmamalıdır. Bu sorunlar çözülmeden faşizm tehlikesiyle mücadelede başarılı olunamaz

Seçim Kazanı Kaynıyor - 1

BG-SAM-27.Eylül.2016

Adaylar Boyko Borisov 6 Kasım 2016 Cumhurbaşkanı seçimleri Bulgaristan siyasetini uyandırdı. Bulgaristan’ın Avrupa Gelişimi için Vatandaşları -GERB- partisi 2 Ekim’de Sofya’da Milli Kültür Evi (NDK) da toplanıp artık üçe inen aday listesinden gerçek adayı açıklayacak. Üzerinde durulan üç isimin üçü de eski veya yeni Belediye Başkanıdır. En büyük şansı olan Bulgar’ın halen görevde bulunan Batı ülkelerinde eğitim almış, başarılı ve genç Belediye Başkanı Dimitır Nikolov’tur.


Makale ve Analizler - 2016

195

Bu sıralamada ikinci yerde halen Başbakan Yardımcısı olan ve Gabrovo eski Belediye Başkanı Tomoslav Donçev’tir. Üçüncü sırada ise, halen ikinci dönem Sofya Belediye Başkanı olan, mesleği Rus dili öğretmeni olan Yordanka Fındıkova’dır. Bayan Fındıkova Cumhurbaşkanlığına aday olmadığını birkaç defa açıkladı. Sofya’da yapılacak ulusal aday ilan etme toplantısına belediye başkanları ve valilerle birlikte 600 kişilik parti aktifi davet edilmiştir. Aday, GERB Başkanı ve Başbakan Boyko Borisov tarafından açıklanacaktır. Plamen Oreşarski 26 Eylül’de, bir önceki Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) - Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH) ortak hükümeti başbakanı Plamen Oreşarski de Cumhurbaşkanı adaylığını açıkladı. İlk demecinde, adaylığımın hiçbir parti tarafından desteklenmesini istemiyorum, bir inisiyatif grubu tarafından aday gösterildim dese de, basın Oreşarski,’nin HÖH milletvekili ve ülkemizdeki Rus oligarşi sermayesinin temsilcisi olan Delyan Peevski’ye olan yakınlığına ve “#KİM” adıyla bilinen sermaye çevreleri tarafından özendirildiğine işaret etti. Oreşarski ise, BSP ve GERB seçmenlerinden oy istediğini belirtti. Tatyana Donçeva Yerli ve Avrupa Birliği sosyolojik araştırma ajanslarının 6 Kasım 2016 Cumhurbaşkanı seçimleriyle ilgili yaptığı anketlerde Bıoyko Borisov’tan sonra 2. yere sıralanan “21. yüzyıl” partisi başkanı Tatyana Donçeva, eski başbakan Oreşarski’nin adaylığını şöyle değerlendirdi: “Plamen Oreşarski’nin aday olmasının sebepleri ikidir: 1) Politik alana geri dönmek istemesi ve 2) kabul etmek zorunda kalmış olabilir. Hiç kimse düşmanımız değildir. Rakibimiz Bulgaristan’ın sorunlarıdır. Onlara çözüm bulmak ve önermektir. Rakiplerimizi bir Olimpiyat yarışına karılan yarışmacılar olarak görüyoruz, en iyi olanın kazanması arzumuzdur. “Oreşarski Boyko Borisov’un adayı değildir. GERB aday listesinde kendi adayları boldur. Oreşarski bu listeden çıkmadı. Görüldüğü üzere Pl. Oreşarski “#KİM” adayıdır. Fakat yalnız onun adayı olmakla da kalmıyor. O, Bulgar siyasi ve ekonomi hayarı üzerinde çok büyük baskı uygulama gücüne sahip bir büyük grunun adayıdır.” Donçeva’ya göre, burada en önemli sorun, “Peevski çevresinin eski başbakan Oreşarski’yi ne sebeple aday göstermesidir.” Donçeva, “Hak ve Özgürlük Hareketi çevresine, Cumhurbaşkanı seçimlerine karılmak üzere kayıt


196

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

yaptırdıkları bilinirken, kendi aranızdan neden normal bir adayı göstermiyorsunuz?” sorusunu yöneltti. Prof Stefan Danailov Seçimlerle ilgili demeç veren, BSP, Cumhurbaşkanı seçim inisiyatif komitesi üyesi, önceki seçimde sol kanat cmhurbaşkanı adayı olan Prof. StefanDanailov, yeni yeni kaynayan Cumhurbaşkanlığı seçim kazanıyla ilgili şöyle konuştu: “Halk mevcut durumun değişmesini istiyor. Politik parti adaylarının her biri şimdiki durumun içinden çıkmıştır. Bu seçimlerde ikinci tur çok önemli olacaktır. Ben, sol kanadın General Rumen Radev etrafında toplanmasını istiyorum.” Danailov’a göre, seçimler olağanüstü gergin ve çok karışık bir ortamda yapılacak. “Sığınmacı alayının Bulgar sınırına doğru yola çıkacağı endişe ve tehlikesi sömürülüyor. Bulgaristan’ın sığınmacılar için bir tampon bölge olması dehşeti aşılanıyor.” dedi.

Yeni Durum

Rafet Ulutürk-26.Eylül.2016

Elin atına binen tez iner! Ömründe hiç bir gazetede tek yazı yazmamış, hiçbir kitap üstüne iki cümle söylememiş, hiçbir fikir tartışmasına katılmamış, baştan aşağı kulaktan dolma üç kişinin Türkiye Cumhuriyeti’nde göçmen soydaşlarımızın bulunduğu merkezleri gezerek Bulgaristan siyasetini açık ve kapalı ortamlarda anlatmasını yanlış bulduk. Düne kadar, Rus ajanı dediğimiz ve Bulgaristan Müslüman Türklerini Rusçu olarak tanıtan HÖH partisinin milletvekili olan bu kişilerin ziyaretlerini adım adım takip ettik. Bunlar hala mecliste olmalarını HÖH’e borçludurlar. Sekiz ay önce parti kurma hırsına kalkışanlar kendilerinin siyasi olarak yenilemek için hiçbir çaba göstermemişlerdir. HÖH’ün zehrini üzerinden silkmeden ve dönüşüm geçirdiklerine tek emare sunmadan, her yerde yalan yanlış bir şeyler paylaşan DOST partisinin bir birini seçen bu yeminli başkan yardımcısının hedefi nedir?


Makale ve Analizler - 2016

197

Bulgaristan Türk kamuoyunun, ilerici aydınların dünya görüşüne ters bir bakış açısına saplanmış olduklarının farkında olmadan yapılan konuşmalar kimin için faydalıdır. Türkiye’de her yurtsever 15 Temmuz darbe denemesiyle ilgili NATO ve ABD’yi suçlarken bu yeni sivrilen siyasetçi adayının NATO’culuğunun anlamını anlayan var mıdır? Bu kişiler Bulgaristan’da oluşan dönüşerek yenilenme, hayat miadını dolduran tüm partilerle birlikte totalitersizimden de kökten arınma zorunluluğunun burunlarına vurmadığı gibi yeni süreçleri yönlendirip yönetebilecek vasıflara da sahip değillerdir. İmam hatiplerde ve FETÖ kurslarında alınan eğitimin siyasete sıçramak için yeterli olduğu gibi saplananlarla hareket ediyorlar. Fecebook üzerinden binlerce mesajda, hak, özgürlük, demokrasi ve adalet davamız açısından hain olarak nitelenen Ahmet Doğan tarafından eğitilip yetiştirilen ve parlamentoya getirilen bu kişilerin nedense özendirilen bu girişiminin olumlu bir gelişme doğuracağına umut bağlayanlar kesin uyarılıyor. Kendilerini Bulgar parlamentosuna koyan Doğan’a bile vefa gösteremeyenlerin bir başkasına faydası olur mu dersiniz? Yeni kurulan Sorumluluk, Özgürlük ve Hoşgörü için Demokratlar DOST partisinin Programı dahi yoktur, olsaydı onu soydaşlara anlatırlardı. Göçmenler konusundaki ilkelerini halka açmamıştır, açamamışlardır. Görevleri; Kafalarına estiği gibi biraz da kışkırtıcı konuşmalar yapan ve taşınan anlamları tartışmalı ve siyaset dışı olan terimlerle hitap eden bu misyonerlerin aslında Türkiye’de yeni bir 15 Temmuz meydana gelirse Bulgaristanlı göçmenler ata-vatana geri döner mi yoklaması yaptığı ortaya çıktı... İkinci ödevleri de şudur: Acaba tarlalarımıza, evlerimize Suriyeli göçmenler yerleştirilse Türkiye’den Bulgaristan’a doğru bir sel akar mı? Bulgaristan’da boş kalan köyler canlanır mı? Bu sorudur ziyaretçilerin göçmen semtlerinde aradığı yanıt. Bulgaristan’da sığınmacıları boş evlere yerleştirme süreci artık başlamıştır. AB teşvikli ve gizlice gelişiyor. Bu tespitlerde bulunanlar, farklı amaçlarla gönderilmiş ve dolaşan bu vekiller hiçbir kimseye yararı olmadığını doğrulamıştır. Bulgaristan’daki kısır gelişmeleri yakından izleyen Türkiye’deki soydaşlarımız konuşmaları kulağı açık dinlediler. HÖH olayından alınan ağır dersten sonra, baştan sona yalan olduğu bilinen DOST hikâyesi soydaşlarımız için ufukta bir ışık değildir. Bulgar demokratikleşme sürecinde milletvekili ve meclis komisyon


198

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

üyesi gibi önemli görevlerde bulunan ve her girişimi pas ettiği bilinen bu güçlerin halkımızdan yana bir öz görevi yoktur. Meclis kürsüsünden Doğancılık yemini edenlerden ne beklenir. Halktan, adaletten ve hukukun üstünlüğünden kaynaklanan hiçbir adım atılmasına onay vermeyen, Adalet Reformunun engellenmesine oy veren bu vekiller, kişisel ve kitlesel aydınlanma süreçlerimizi bunaltma planlarına da alet oluyorlar. Bu vekiller mevlit ve cenaze hocalığından başka ne işe yarar ki? Bildikleri de budur. Ağzını açıp ülkemizde Bulgarlaştırma süreci devam ediyor diyemeyen siyasetçilerden ne beklenir. NATO Varşova toplantısında iki gün sonra AB ülkelerindeki azınlık hakları ve Başmüftülüğümüzün mal ve mülklerimizi, taşınmazlarımızı geri alamamamızla ilgili başvurusu görüşülecek, toplanıp gitseler de Varşova’da NATO Generalleriyle şu sorunlarımızı çözseler de görsek becerilerini. Ama nerede. Bunlar ahcı vahcı takımındandır. Yeni bir parti kurmak yeni bir fidan dikmek gibidir. Bu fidanı diken, onu komşusuna anlatabilmek için, ilk meyvelerini bekler, örnekler alır komşusuna tattırır. Programı açıklanmayan, büyükelçiliklerdeki görüşmeleri sır teşkil eden bir yeni partiyi halka indirmek için adının “dost” olması yeterli olamaz. Amerikan elçiliği ile görüşüp İstanbul mitingine gelemeyenden ne beklenir. Bu yol doğal olarak kapalıdır. Birlikte iftarda bulunmak siyasetçi-kitle kaynaşması sağlamaz. İftar yemeklerine Türkiye siyaset çevrelerinden zaten gelmekteler, siz ise sadece onların verdiği yemeğe katılmaktasınız. Hiç gören var mı kendilerinin düzenlediği bir iftar oldu mu hiç biz göremedik te. Türkiye’nin bir dış ülkedeki oluşumu hemen destekleyeceği anlamına gelmez. Kendilerini ve dostçu olarak tanıttıkları partinin öncelikle NATO ve Avrupa Atlantik yandaşı olduğunu öne süren bu ham siyasetçiler NATO’ya satılmış FETÖ’cü hain generallerin 15 Temmuz 2016’da anavatanımızı kana boğması konusunda dut yemiş bülbül gibi susuyorlar. “Yenikapı” Şehitlerimizi Anma ve Demokrasiyi savunma mitingimize acaba neden katılmadıklarının hesabını verebiliyorlar mı? Bulgaristan’da kendi elleriyle yetiştirdikleri FETÖ ajanlarının listesini neden açıklayamıyorlar?! Tecrübe birikiminin gösterdiği üzere Bulgaristan gerçekliğinde yeni bir parti kurulurken ipleri çeken kulis güçleri ya da modern ifade kullanırsam “üst akıl”


Makale ve Analizler - 2016

199

siyasetçilere ön ödevler bırakır. Örneklersek, Bulgaristan Komünist Partisi MK, 1980’lerin başında Bulgar Bilimler Akademisi (BAN) kadrosunda çalışan genç bir “bilim işçisi” olan Ahmet Doğan’a ödev olarak şu tez verilmişti: “soya dönüş” sürecini ve Bulgaristan Türklerinin isimlerini baskı da uygulayarak değiştirme stratejisini hazırlamak için Bulgaristan Türk ahalisinin etnik karakteristik analizi.” O bu ödevi yerine getirmişti. Acaba Lütfü Mestan’a verilen ödevi ne zaman öğreneceğiz? Mestan’a ya da şu Türkiyeyi dolaşan vekillere verilen ödev nedir. Bulgaristan Türkleri ile ilgili analiz işleri soydaş kitlesine mi kaydırılmak isteniyor? Şimdi bu vekiller kendilerini HÖH siyasetinin kurbanı olarak mı tanıtmak istiyor. Amma hala HÖH sayesinde vekil olduklarını bilmeyen kaldı mı? Merhamet manileri bu yüzden mi çalınıyor. Bu heyette Başkan Yardımcısı Mehmet Hoca veya Ahmet Hüseyin neden katılmıyorlar. Soydaşlarımızı en iyi tanıyan, dertlerini en iyi bilen onlar değil miydi? Konu neden hoca-imam takımına havale edildi? Onlardan çektiğimiz yetmedi mi? Bu uzun ziyaretin hedeflerinden biri Türkiye’deki göçmen derneklerinin Bulgaristan’daki durum ve Türkiye’deki gelişmeler üstüne görüşlerini toplayıp ilgili makamlara bildirmek olamaz mı? Bütün örgütlerden üye sayısı ve basın yayın imkânları hakkında bilgi talep edilmesi ne anlama gelebilir. Göçmen evlatlarından kaçının yükseköğrenimli ve okuduğundan neden ilgileniyorlar. Bu bilgiler kime gerekli? DOST’un kurulması Deliorman Türklerinin Genel Başkan döneminde HÖH’ten kopmasına ve yaklaşan Cumhurbaşkanı seçimlerinde GERB adayına oy verme kararı almış olmalarına bir tepki olamaz mı? Çünkü Türkiye’deki soydaşlarımız da sol cephe adayları karşısında GERB’in orta sağ adayını tercih ettikleri ve halk oylamasına da yüzde yüz katılmak istedikleri artık defalarca açıklandı. Sonuçta, Lütfü Mestan’ın kişisel adaylığına oy veren olmayacağı açık açık ortaya çıktı. DOST’un kurulması hedeflerinden biri de, HÖH Rusçuluğu’nun iplerinin tamamen piyasaya çıkmasıyla Müslüman Türklerin doğrudan Türkiye’yi kucaklaması yoluna bir NATO - AB seti çekmek değil de nedir. Ya şimdi Rusya ile yakınlaşma kafa mı karıştırdı. DOST partisi HÖH partisinin kapatılmasını neden istemiyor? Mestan, Hafızov ve diğerleri meclis kürsüsünü kullanarak böyle bir istekte neden bulunmuyorlar.


200

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Çünkü DOST partisi henüz emzikli durumdadır ve anasından tamamen kopmayı göze alamıyor mu? Soydaşlarımıza bu gerçek neden anlatılmıyor. Sorun Müslüman Türklerin bütünüyle ve tamamen Türkiye’ye bağlanmasına engel olmaktır. Bunlar vazifelidir. Olay şudur ki, HÖH partisinin artık zamanı doldu, önümüzdeki seçimlerden sonra Bulgaristan siyasi yapısında çözülme başlayacak, bu süreç HÖH’ü de sökecek, şu açıklanmış, ipi pazara çıkmış, açıklanmamış, dosyalı, dosyasız, gizli, yüzü maskeli ajanların hiç biri bizde yükselen taban dalgasıyla başa çıkamayacak ve sel çöpü olacak. Acaba, bunu sezen DOST yönetimi son durak olarak, soydaşlarımızın koynunu mu seçti. Hani Mestan’ın Türkiye Cumhuriyeti Sofya Büyük Elçiliği’ne sığındığı gibi... Ve bir soydaş partisi olarak nefes alma hakkı talep edebilir. Bulgaristan’da yeni kurulacak siyasi oluşumlardan herhangi birinin DOST’la sarmaş dolaş olacağına inanmıyoruz. DOST üzerindeki koyu gölgeler güneşi görmesine engel oluyor. Bizim güneşimiz Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Dünyası’dır. DOST partisini makamında ziyaret eden Büyük Elçi, başka biri değil, son dönemde Türkiye’nin güçlü bir devlet olmasına engel olan, düşmanlarımızı silahlandıran ABD Büyükelçisidir. DOST yönetiminden istediği nedir? 15 Temmuz darbe değişikliğinden sonraki soydaşlar arasında nabız yoklaması yapılması çok önemli bir ödevdir. Türkiye’deki birikim Bulgaristan etki alanına taştığında ABD ne der?! . Artık ötesini siz ekleyebilirsiniz. DOST partisi forumunun önemli ödevlerinden birisi de, “soya dönüş” sürecine karşı çıkan, hapse düşen ve ardından Ahmet Doğan talimatıyla Bulgaristan’da zorla kovulan 1.700 kişiyle temas kurmaktı. Şair Nuri Adalı mezarına çelenk koymalar hep aynı tespihten boncuktur. Öncelikle de eski tüfeklerden Necmettin Hak, Zait Vait, Mehmet Uzunkış ve hatta Mehmet Hoca vb direnişçileri geri çağırıp ve şimdi artık yaşlı başlı ve uzlaşmış yorgun halleriyle onları Bulgaristan Türkleri ile ilgili öz davamızdan kopmuş bir siyasi akıntıda kendilerini boğmaktı. Bu süreç devam ediyor. Bu işin en usta lafebeliği - demagojisi yapanlar ise Türkiye’deki misyonerlerdir. Nabız yoklayıcılarıdır. Mestan’ın Sofya’da topladığı forumlar bu gizli ödevi yerine getirmedi mi? NATO-culuk Atlantikçilik işin kılıfıdır.


Makale ve Analizler - 2016

201

DOST Partisi de HÖH gibi bir boş şişedir (kaptır) içine ister su, ister sirke, ister kezzap doldurursun... “Soya dönüş” trajedisine karşı dava açılmasını 23 yıl durdurup engelleyen HÖH yönetimidir. Bu yönetimde 18 yıl Lütfü Mestan görev aldı. Genel Başkan oldu. Şimdi öfkeli dalganın hesap sormasını engelleme görevi Lütfü Mestan ve hoca - imam - FETÖ takımını oluşturan yeni kuşak misyonerlerine devredilmek mi isteniyor. Türkiye’yi başkasının atıyla dolaşıyorlar. Yakışmadı! Toprağın altına gömülmüş kokmuş kemik arayan kurt gibi etrafı koklayan üçlü ancak vazifesini yerine getirmeye çalışıyor. Kimseyi aldatmasınlar. Particilik siyasetçiliktir. Bulgar’ın Türklerle ilgili işlerindeki ana vazife “soya dönüş” suçlularını, katilleri, soy kırımcıları gizlemektir, tutuklatmamak, yargılatmamaktır. Bir de Büyük Türkiye kurulmasını engellemektir. Son dönemde Ruslarla işbirliği halinde kuracağımız Atom Elektrik Santrali’nin “Kozloduy” altılısından 10 defa daha büyük güçte olduğunu işitmişler, ısırmaktan dudakları yara oldu. Hele şu Türk akım için Putin’in “Türkiye güvenilir ve inkişaf halinde bir ülke demesi” rahatlarını iyice kaçırdı. Osmanlıya “Sözde Ermeni Soykırımı Yaptı” belgesini imzalayan Lütfü Mestan ve dava arkadaşları aynı hainliğe hizmet etmeye devam etmiyorlar da ne yapıyorlar? Lütfü Mestan’ın başka bir ödevi daha var. İzlemek istediği yeni NATO - Avrupa - Atlantikçilik çizgisinde 1984 - 1989 yıllarında bize kan kusturanları aklayıp kurbanların evlatları ve torunlarıyla sarmaş dolaş olmalarını sağlamaktır. Hedefte tüm suçların af edilmesi var. Sağla solla öpüşmesi, kahveler, şaraplar bu amaçla içildi. Halkın nabzı, tepkisi yoklanıyordu. O kendisi bir öğretmen olarak bunu bir sınıf odasında öğrencilerin gruplar oluşturup birbirleriyle dalaşması ve sonra da barışmaları çeklinde hayal ediyor ve o bu işin peşindedir. Sülalesinde ve soyunda komünist rejiminden zarar gören olmadığından, kişisel acı çekmemiştir. Amma biz onlardan değiliz biz çok çektik. Bizi 18 yıl satan bir siyasetçi bir daha neden satmasın ki? Bunu herkes bir kere daha düşünmesini istiyor ve tekrar aldatılmışız diye bir keleme söz duymak istemiyoruz. Bu böyle biline.


202

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

18 yıllık HÖH elit üyeliği ve 3 yıllık Genel Başkanlık döneminde, Lütfü Mestan ülkemizdeki mafya ve oligarşi ilişkilerini çok yakından tanıma imkânı bulabildiği için, artık parmak yalamak istiyor. Bu da kimsenin gözünden kaçmıyor. Fakat o bunu gizlice yapmak peşindedir, amma eski insanlardan pek kalan kalmadı herkes uyandı artık. 1. Mestan ve etrafına topladığı siyasetçilik kırıntısı hoca - imam - FETÖ takımı Bulgaristan’da demokratik reform yapılmasına karşıdır. Bu yüzden de aslında bir tümör olan gizli polis - milis - ordulu tayfasına yakınlıkları ve orada burada yangın çıkarsa itfaiyecilerle birlikte olmaya gönül vermişlerdir. Halkın ne çekisi ne dertleri, ne çöküşü ne batması onları ilgilendirmiyor. Varsa yoksa bencillikleri ve kendileri yaranacak bir formül bulmaktır. Bugün Bulgaristan’da HÖH partisi ile FETÖ örgütü arasında 1992’den beri devam eden bir sıkı işbirliğinden, FETÖ eğitim merkezlerinde kişilik kazanmış 3.200 Bulgaristan Müslüman Türkünden söz ediliyor. Bu ilişkilerin hasıraltından su gibi gelişmeye devam ettiği anlatılıyor. Acaba 18 yıl Rusçu ve FETÖ’cü bir partinin aktif üyesi ve lideri olan bir şahsın ellerine hiç su damlamadı mı ve kendisini ne zamana kadar gizleyebilecek. Türkiye’deki FETÖ okullarına gönderilen öğrenci listelerinin altındaki ikinci imza Mestan’ındı o da dosyası gibi silindi ve kayıplara mı karıştı. Çocukluğumda “sıçan aldı götürdü...” masalı dinlerdik. Hayatımız nasıl başladıysa öyle devam ediyor. Aklıma şöyle bir fıkra geldi: Yaşlı Adam ve Ölüm Yaşlı bir adam odun kesmiş, sonra da sırtına yükleyip yola koyulmuş. Uzun bir yol katlettikten sonra yorulmuş, hayatından bezmiş. Odunları yere bırakıp kendini alsın diye Ölüm’ü çağırmış. Hemen karşısında beliren Ölüm, kendini neden çağırdığını sormuş. Yaşlı ve sakalı beyazlaşmış adam: “Ağır odunları kaldırıp tekrar sırtıma yüklemen için çağırdım” demiş. Soru. “Bu masaldaki yaşlı adam Lütfü Mestan mıdır?” Soru: “Odunlar DOST partisi olabilir mi?” Soru: “Ölüm de “üst akıl” olabilir mi?” Her şey ortadadır. BULTÜRK gibi kitle derneklerimizin 15 Temmuzdan sonra, mitinglerde ve 21 gün süren gece nöbetlerinde tüm soydaşlarımız adına BULTÜRK ve AY YILDIZLI bayrağımız altında dik durduğunu söyleyemiyorlar.


Makale ve Analizler - 2016

203

Bütün konuşmalarında kendilerini bir başlangıcın habercileri olarak tanıtmaları da tamamen olay farklıdır. Çünkü söz etmeye çalıştıkları yeni bir dünya görüşüyle aydınlanmamız 2003’te başlamış ve artık belirli doruklara ulaşmıştır. Eğer memleketimizde aydın kesim DOST saflarına karşı kalkışıp bir arayış içine girmişse, bu gelişme genel ulusal uyanışımızın ve bu vekiller de aralarında olan tüm zamanını doldurmuş siyasi görüşlerin reddedilmesi, çöpe atılması ve yerine yeni bir yapılanmayı hayata çağırılması anlamındadır. Soydaşlarımız arasında ve Bulgaristan’da yeni kurucu iradeyi halka taşıyan sivil toplum örgütleridir ve bu arada bu işin başını çeken BG-SAM gibi halka gerçekleri gösteren ve halka sarılmış kuruluşlardır. Bulgaristan’daki yeni durumun yeni perdesi budur kardeşlerim. Aramızda dolaşanların başkasının atına bindikleri ortadadır. Onlar hala HÖH’ün seçilmişleridir. DOST halen HÖH atındadır ve uzun yol alması mümkün değildir. Konumuza yeni başladık devam edeceğiz.


204

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“Türk Dünyasında Soykırımlar” Panaline Davet

Raziye Çakır-30.Eylül.2016

BULTÜRK, Karabağ Azatlık Teşkilatı, URAL Eğitim Kültür ve Stratejik Araştırmalar Derneği, Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi ve Bayrampaşa Belediyesi ile ortaklaşa “Türk Dünyasında Soykırımlar” konulu Uluslararası bir Panel düzenlemektedir. 04.10.2016 tarihinde saat 19:00 da Bayrampaşa KültürMerkezinde(Bayrampaşa Belediyesinin Altında) gerçekleştirilecek olan bu Panelde. Türkiye’den, Azerbaycan’dan ve Bulgaristan’dan da katılacak Türk Dünyasına gönül vermiş dava adamları tarafından Dünyada Türklere yapılan Soykırımlar konusu İstanbul’da bilimsel açıdan ve onu yaşayanlar tarafından ele alınacaktır. Bu anlamda çağ dışı bu insanlık dramlarının bir daha yaşanmaması adına ele alınacaktır. Artık bu trajedilerin tekrarlanmaması için insanlarımızın daha bilinçli ve duyarlı olmaları hususunda inancımız tamdır ve sizlerinde katkılarınızı esirgemeyeceğiniz-den de eminiz. 20. Yüzyılda Türk Soykırımlarını unutmamak adına, Türk Halkları 20.yüzyıl da yaşamış oldukları sorunları ve çekilen acıları canlı tanıklarından bizzat dinlemek üzere panelimize davetlisiniz. Yer: Bayrampaşa Kültür Merkezi - Açılışta “Karabağ ve Belene” ile ilgili Resim Sergisi açılacaktır. Derneklerimizin imkânları ile yakın tarihimiz ile ilgili bu kadar önemli bir olayın gündeme getirilmesinde bizlere destek veren tüm kurum, kuruluş ve şahıslara katkılarından dolayı teşekkür ederiz. Bu davamıza destek veren herkesi aramızda görmekten onur duyarız. Saygılarımızla, BULTÜRK İstanbul




















Etnospor şenliklerinde Yedi Uyurları temsili heyeti ve BULTÜRK Başkanı

Etnospor şenliklerinde Osmanlı zabitleri temsili ve BULTÜRK Başkanı



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.