29 - BİR DEVLET NE ZAMAN ÇÖKER

Page 1

BİR DEVLET NE ZAMAN ÇÖKER

2016 Ekim - Kasım Makale ve Analizleri


BİR DEVLET NE ZAMAN ÇÖKER BULTURK BGSAM Yayınları Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi - BGSAM -29 BULTÜRK Adına Genel Başkanı: Rafet ULUTÜRK Basım: Ekim - Kasım - 2016 Koordinatör: Dr. Nedim BİRİNCİ Editör: Raziye ÇAKIR İnternet sorumlusu : Kapak Tasarım: Murat ULUTÜRK Pazarlama Sorumlusu: Hamiyet ÇAKIR Arşiv: İbrahim SOYTÜRK İsteme Tel: 0212 511 63 47 www.bulturk.org; www.bghaber.org; info@bulturk.org İnternet sitesinin yazıları Adres: Yıldırım Mah. Şehit Kamil Balkan cad. No.114/A Bayrampaşa İstanbul Tel: +90 (212) 511 63 47 Belgegeçer: +90 (212) 526 51 98 https://bgsam.org/, https://issuu.com/bulturk, https://bulturk.org.tr/ Baskı : DİNÇ OFSET MATBAACILIK SAN. ve TİC. LTD. ŞTİ. Adres: Davutpaşa Cd. Emintaş San. Sit. No: 103/580-581 Topkapı - İstanbul Tel: 0090 212 493 24 67 TÜRKİYE CUMHURİYETİ YASASI GEREĞİNCE BU ESERİN YAYIN HAKKI BULTÜRK’ten İZİNSİZ KISMEN VEYA TAMAMEN ÇOĞALTILIP YAYINLANAMAZ

Web: www.bghaber.org ; E.Posta: rafetuluturk@yahoo.com


“Bilgi Ordusu, Bizim Ordumuz, Bildiğimizi Öğretmek,Bizim Borcumuz.” Rafet ULUTÜRK

Düşünceler dizisi olan elinizdeki eserin anlamı derin bir uğraşın ancak başlangıcıdır. Bulgaristanlı Türk Müslümanların başına 1970-72, 1984-85’te düşen yıldırımın bir daha düşmemesi için bir uyarı ve ışık niteliğindedir. Saygılarımızla, B U LT Ü R K İ st a n b u l



Önsöz Yerine Yıl 2016 1970-1985 arası üzerimize yıldırım düşmüş gibiydik. Stres geçti mi diye, soranlara cevabımız yoktu. Çünkü acımız anlatılır türden değildi. Ayrıca “Geçmiş olsun!” da uygun bir teselli değildi. Çünkü derin izler kaldı ve hiç bir şey unutulmadı. Tanımak zorundayız. Biz Bulgaristan devleti tarafından seri tuzaklara düşürüldük. “Başa gelen çekilir” özlü sözünü de yanlış algıladık. “Başa gelen tepilir!” anlamını açmamız gerekiyordu. Kimlik değiştirme trajedisinden sonra, bir de “Büyük Göçten” sonra Türklerin Türklerle kaynaşması serüveni yaşandı. 120 bin soydaşımızın geri dönüşü Türk bilincinde buluşma dalgasını kırdı. Neyse yılların geçmesiyle bu da aşıldı ve 1989 Ağustosunda “Kapıkule”den girenlerimizin toplam sayısı, Türkiye’de doğan çocuklar dışında 2015 yılı itibarı ile artık Türkiye’de 710 bin kişiye ulaşmış durumdayız. Biz çok büyük, örgütlü ve bilinçli bir güç haline dönüşeceğiz. En büyük özelliğimiz de ata toprağımızı, atalarımızın mezarlarını asla unutmamış olmamızdır. Bugünde bizim için ata vatanımızdaki en değerli taş, oradaki mezar taşlarımızdır. Biz Bulgaristan’da Bulgar çocukları ile aynı kitapları okuyarak aynı okulları bitirmiş olsak da zıt yetiştik, adına sosyalizm yani sözde insan kardeşliğine ve eşitliğe dayanan bir toplumsal düzende bu çelişkiler, ulus ile etnik azınlıklar arasındaki bağdaşmazlığa (antagonizme) kadar kızıştı. “Soya dönüş” yalanı, totalitarizm yıllarında bizi tamamen köreltebildiklerine inananların icadıydı. Türk iradesinin toplu tutuklamalarla, toplama kamplarında taş kırdırılarak, “Belene” ölüm kodeslerinde ve koğuşlarda kırılamayacağını, sulandırılıp eritilemeyeceğini çok geç anladılar. Biz bugün de yeni bir başlangıçtayız. “Bulgar Etnik Modeli”ni gömmeye, Rus ve Bulgar istihbarat ajanlarını politik yapılanmamızdan atmaya ve gerçek demokrasi ile adaletli topluma açılmaya çalışıyoruz.


6

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu özgürlükçü demokrasi ve Batı medeniyetinde buluşma yoludur. Yazılarımızda işlediğimiz konulardan biri de yeni asırda göçmen kimliğinden sıyrılıp Türk ulusal kimliğiyle kaynaşmadır. Saygılarımızla, Raziye ÇAKIR


Önsöz: Toplumların hayatında yazılı tarih büyük bir öneme sahiptir. Ancak bizde yazılı olmayan tarih, yani nesilden nesile aktarılan tarih vardır. Bu nedenle bazı olaylar zamanla faklı şekilde anlatılmakta veya algılanmaktadır. Gelecek nesillere aktarılacak olan bilgi birikiminin arşivlenmesi, kitap, dergi veya gazete gibi yayın organları aracılığı ile kalıcı hale getirilmesi büyük bir öneme sahiptir. Bu nedenle edindikleri tecrübeleri, yaptıkları çalışmaları toparlamak ve kitaplaştırmak güzel bir çalışmadır. Bunu bireysel olarak yapımaktan öte kurumsal olarak da yapmaları takdire şayan bir davranıştır. BULGARİSTAN TÜRKLERİ KÜLTÜR VE HİZMET DERNEĞİ kısa bir süre önce 2013’te kurulan internet haber sayfası www.bghaber.org sitesindeki yazıları bir araya getirerek yapılan bu çalışmaları kitapçık halinde getirerek bu konuda büyük bir ciddiyet göstermektedir. Derneğin internet haber sayfasında çıkan yazıları ve çalışmalarının yıllıklar halinde kitapçık haline getirerek yer aldığı bu çalışma gelecek kuşaklara aktarılacak ve ışık tutacaktır. Öte yandan dernek büyük bir arşiv de oluşturmuş durumdadır. Dernek faaliyetlerini gerekli ciddiyetle yürüten dernek Başkanı öncülüğünde dernek kurucuları, Yönetim Kurulu ve üyelerinin yaptıkları özverili çalışmalarından dolayı kutluyorum ve başarılarının devamını diliyorum. BULTÜRK


8

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Değerli Hemşehrilerim, Bulgaristan’da hepimiz zor günler yaşadık, itildik, ezildik, çiğnendik, hatta gün geldi vurulduk, şehitler verdik. Bu nedenle bizler kendi içimize kapanarak, yaşam mücadelesi vermeye çalıştık. Ancak bu içine dönüklükten kurtulmalıyız ve Türkiye’de yaşadığımıza göre, yasaların bize verdiği tüm haklardan bizlerde yararlanmalıyız. Peki, neden bunu yapamıyoruz? 1877-78 Rus-Türk savaşından sonra Osmanlının Balkanlardan çekilmesiyle birlikte, savaş esnasında işlenen akıl almaz katliamlar nedeni ile atalarımız asırlarca yaşadıkları yerleri terk ederek göç yolunu tutmuşlardır. Geride kalanlar ise Bulgaristandevleti’nin uygulamaya başladığı soy kırım politikalarına karşı direnmiş ve hayatta kalmaya çalışmışlardır. Şimdi ise burada Türkiye’de yaşayanlar oralara yardım edebilmek için, burada ilk önce bir araya gelmek ve bir merkez oluşturmalıyız. Artık bir kurum altında toplanmalı ve birlikte hareket etmeliyiz. Bu birliğe hepimizin ihtiyacı olduğuna inanıyorum. Artık bir birimizi kötülemekten vaz geçmeliyiz, birisi için yanında konuşamayacağımızı başka bir yerde konuşmamalıyız, yani kısaca arkasından konuşmamalıyız. En önemlisi samimi, hoşgörülü ve ahlaklı olmak. Zamanla her şey yerine geleceğine inanıyorum, ama tabi ki bu dava üzerinde kafa yoran, stratejiler üreten ve devamlı bunun üzerinde çalışan olursa. Bizim savaşımız insanlarımızı ahlaklı yetiştirmek olmalı, birlik ve beraberliğe kendi insanlarımızla başlayarak tüm Türk Dünyasına taşmalıyız. Bizler burada Türkiye’de yaşayan Bulgaristanlılar büyük bir kitle haline gelmiş durumdayız. İşte bu nedenle şimdi bu kitleyi yani kendi hemşerilerimizi, bir araya toplayarak bir merkez, bir güç birliği oluşturmalıyız, tabi ki bu bizim doğal tabii hakkımızdır. Bizler de artık toplum gücünü kullanabilmeliyiz. Toplum olarak haklarımızı elde etmek zorundayız ve bu yönde çalışmalıyız. Biz bunu söylerken, önderlerimizi seçerken, başkaları kötüdür demiyoruz.


Makale ve Analizler - 2016

9

Biz bu işi onlardan daha iyi yapabileceğimize, Türkiye Cumhuriyetine ve Türk Dünyasına daha verimli olacağımıza, buralarda bu bölgelerde yaşayan Türklerin daha iyi, daha güvenilir, yaşamalarını sağlayacağımıza inandığımız için, Önderliğe, Yönetime talibiz. Bu arada Bulgaristan’da kalan kardeşlerimizin hepsinin siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel kimliklerini, muhafaza edebilmeleri için mücadele etmeliyiz ve bu konuda gerekeni yapmalı ve gerekli yardımları yapmalı ve yaptırmalıyız. Aramızda Ahlâklı, Adaletli olanları seçmenli ve yüceltmeliyiz. Geçmişi konuşmaktansa, gelecekten söz etmeliyiz, bugünü değil, yarınları görerek hareket etmeliyiz. Aramızdan stratejistlere imkân ve fırsat vermeliyiz ve onları bizler yetiştirmeli yön verebilmeliyizkısa-10 ve uzunvadeli -50 yıllık hedefleri gösterebilmeliyiz. Aramızda kötü niyetli insanları tespit etmeliyiz, bilmeliyiz ki, onların kusurlarından dolayı değil, bu güne kadar yapılması gerekenleri engelledikleri için aramızdan uzaklaştırmalıyız. Bu güne kadar neler yapılmamış, onları araştırmalı, bilmeliyiz ve neler yapılması gerekir onları söylemeliyiz ve bunları bir an önce hayata geçirmeliyiz. Bizler gözyaşları dindirmek için, yaralara mehlem olmak için, her yüke ortak olabilmeliyiz. Gençlerimize, sadece balık pişirmesini değil, balık tutmasını da öğretmeliyiz, insanlarımızı denizlere, okyanuslara açılmalarını sağlamalıyız. Aramızda Tek Lider değil her sokakta, her mahallede bir lider yetiştirmeliyiz, biz dünyayı yönetmek için oğullarımızı yetiştirmeliyiz. Bizim insanlarımız yani Bulgaristan Türkleri şahsi başarıları Türkiye’de belkide en çok olanlardanız. İşte artık bizler toplum olarak haklarımızdan yararlanmasını bilmeliyiz. Her şeyden önce siyasi haklarımızı toplum olarak kullanmalıyız, daha sonra ekonomik ve kültürel haklar onu takip edecektir. Hepimizin gördüğü gibi, tarihte büyük güçler çok defa kötü politikaların kurbanı olmuşlar ve bunlar devam edecektir. Bir toplumun Lideri olmadan hiçbir şey olmaz, bu lideri de toplum çıkarmalıdır. Siyaseti güvenilir, sevimli hale getirmek bizim hedefimiz olmalı, bu gün çok zor, imkânsız olarak görünse de, yarınlara umutla bakabilmeli ve baktırabilmeliyiz. Var olabilmemiz için, var kalabilmemiz için, öncelikle temel hususlarda anlaşma sağlamalıyız. Aramızda bir birimize güveni kaynaştırmalıyız ve samimi olmalıyız.


10

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Her şeyden önce özgüvenimizi kazanmalıyız, birlik ve beraberliği ön planda tutarak insanları insan oldukları için sevip saymalıyız. İçimizde barışı sağlayıp, tek merkezde bir çatı altına toplanmalıyız. Bu çatı da “BULTÜRK Derneği” olmalıdır. Buradan tüm dünyaya sesimizi duyurabiliriz. Balkanlar konusundaki politikalarda etkili olabilmek için yolları aşındırmalıyız. Çünkü gelişmiş ve Bulgaristan’da etkili bir Türkiye Balkanlara tamamen hâkimiyet kurabilecektir. En önemlisi kararlı olalım ve birbirimize samimi, saygılı olmayı ve bir birimizi sevmeyi öğrenmeliyiz. Bizim derdimizi ve problemlerimizi en iyi anlayabilecek zaat bizden olduğunu idrak etmeliyiz. Bulgaristan Türkleri konusunda teşhisi bizler kendimizi yetiştirerek yetki mercileri alarak son noktayı biz koymalıyız, bu güne kadar ki eksikliğimiz budur. Ayrıca Balkanların anahtarı Bulgaristan’da yani Bulgaristan Türklerinden geçtiğini de öğrenmeli ve öğretmeliyiz. Sevgili dava arkadaşlarım. Kendimizde özgüveni, aramızda güveni ve merkezioluşturduktan sonra, kimsenin aramıza nifak tohumları ekmesi mümkün değildir. Bizim için önemli olan, eksiklerimizi bulmaktır. Geçmişi bırakarak artık bizler aydınlanma dönemine bir an önce geçmeliyiz. Halimizi tespit etmek çok kolay, gazete, dergi yayın hayatımız nerede, kaç gazete, tv, radyo bizimle ilgili haber yapıyor.Burada suçlu değil, sebepleri aramalıyız. Gelin bunları tartışalım, niçin bu güne kadar bir Bulgaristan Kültür Merkezi olmamış, bunu şimdi nasıl gerçekleştirilebiliriz, bunlara yönelik çalışmalar toplantılar yapmalıyız. Hedefimiz Türkiye Cumhuriyetini daha güçlü, daha huzurlu ve daha iyi yarınlara götürmek için olmalı. Güçlü bir Türkiye Bulgaristan da yaşayan Türklerede güven ve huzur verecektir, onların daha rahat yaşamalarını hep birlikte sağlayabiliriz. Bunlar zannetiğiniz kadar zor işler değil. Dünyada insanlar bir iş için değil, bir İdeal için hayatını feda ederler. Bunun için güçlü olmak sesini duyurabilmek için öncelikle bir Kurum ve bunun Merkezini oluşturmalıyız. Çünkü Merkezi olmayan hiçbir topluluk bir yerlere gelmesi mümkün değildir. Bu güne kadar konuşmalar tartışmalar yapılmış fakat bir ağıç ekilmemiş işte bu gün bunu yaptık BULTÜRK tüm Bulgaristan Türklerinin biz öncelikle sadece Bulgaristanlıyız.


Makale ve Analizler - 2016

11

Bizler elimizdeki kıt kaynaklarla bir merkez oluşturmaya çalıştık, bunda da muhafak olduk. Bu merkeze ulaşmakta büyük güçlükler ile karşılaştık bu konuda bizlere yardımcı olan emeği geçen herkese teşekkür ediyoruz. Ayrıca bizlere kendi yerini veren Mümin Hocamıza huzurunuzda kendisine tekrar tüm halkımız adına buradan teşekkür ediyoruz. Bundan sonraki hedef de Türkiye’nin her yerine ulaşmak ve bu birlikteliği her yerde tesis etmektir. Bu merkezimizde artık kendimize ait bir kültür merkezimiz oluştu toplantı salonumuz da mevcuttur her 15 günde bir toplanıyoruz. Amacımıza ulaşabilmek için devletin bir şeyler yapmasını beklememeliyiz. Birlikten kuvet doğar Atasözünde olduğu gibi güçlerimizi birleştirerek devlet yönetiminde söz sahibi olmalıyız ve geleceğimize kendimiz yön vermeliyiz. Gençlerimizin devlete girmelerinin yolunu aydınlatmalıyız. Artık bizim de Ankara’da TBMM’de kendi temsilcilerimiz olmalı. Bizler de buralara kendi içimizden birilerini gönderebilmeliyiz. Aramızda birlik ve beraberliğimizi oluşturduğumuz takdirde kendi içimizde samimi olduğumuzda başarıların ard arda geldiğini göreceğiz bunu başaracağımıza eminim. İhtiyacımız olan tek şey kendi içimizde daha adaletli olabilmek. Sevgi ve saygılarımı sunarım, Genel Başkan Rafet ULUTÜRK


12

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Ekim Ayı Yazıları Kördüğümün İpuçları

Rafet Ulutürk-01.Ekim.2016

Konu: Seçim yolu yeni yeni gerginliklerle daralıyor. 1989 yılından sonraki Doğu Avrupa gelişmelerinde işbirliği ve diyalogu üstün kılmayı başaran Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı AGİT’in Varşova’da düzenlenen Eylül 2016 oturumlarında insan haklarına ve temek özgürlüklere saygı gibi sorunlar ele alındı. 1975’te Helsinki senedinin 33 Avrupa ülkesi devlet ve hükümet başkanı ile ABD ve Kanada tarafından imzalandı ve sürekli bir siyasi çizgi belirdi. 1989 ‘da Paris’te yapılan AGİT insan hakları sorunları konferansında biz Bulgaristan Müslüman Türkleri hakkında da çok önemli kararlar almıştı. Hapislerden ve “Belene” kampından kurtulanlar o zaman Paris’e koşmuştu. 1878 Berlin ve 1919 Paris - Neylli Konferanslarından sonra 1989 AGİT Konferansında Bulgaristan Müslümanlarının sorunu 3. kez ele alınmıştı. AGİT insanların yalnız kişisel haklarını değil, sivil toplum örgütlerinde ve dini kurumlarda ifade bulan kolektif haklarının savunulmasında da çok önemli rol oyar. Varşova Konferansında Bulgaristan Müslümanları Başmüftülük temsilcileri de hazır bulunmuştur. Başmüftülük ve İl Müftülüklerinin daha önce totaliter - komünist devlet tarafından gasp edilmiş olan taşınmazlarının mahkeme kararlarına rağmen iade edilmeyişi, yerel mahkemelerin kararlarına uyulmaması, belediyelerin ele geçirdiği İslam cemaati, vakıf, cami ve medrese mülklerinin de geri verilmeyişi gibi temel konuları AGİT nezdinde küresel siyasetin gündemine taşındı. Sorunlarımızın yerel hukuksal ortamda çözülmesi, kördüğüm olunca, uluslar arası forumlara taşınması zorunluluğu doğdu. Bulgaristan’da Osmanlı döneminden kalan 2300’ün üstünde cami ve mescit, binlerce Türk okulu, dükkân, hamam, çeşme, vakıf mülkü gerçek sahiplerine geri verilmediği gibi, birçokları yıkılmış, el değiştirmiş ve kullanılmaz hala gelmiştir. Bu eserlerin yasal sahiplerine iade edilmesinden sonra Türkiye İktisadi Kalkınma Ajansı TİKA - yeniden hayata kazandırılmaları için gerekli tüm mali ve maddi yardımlarda bulunuyor. Bu girişimle artık geri alınan birçok dini mekânımız, cami ve müftülüğümüz onarıldı ve kullanılıyor. Bulgar siyasetinde 26 yıllık demokrasi ve sözde hukukun üstünlüğü döneminde hiç bir türlü çözülemeyen mülklerin barışçı yasal yollardan iadesi kördüğümleşti. Bu nedenle çözüm ipuçlarından biri memleket sınırlarındaki çaresizlikten sökülüp alındı. AGİT Varşova toplantısı kürsüsünde dile geldi.


Makale ve Analizler - 2016

13

Konferans başkanlığına geri alamadığımız mülklerimizin listesi sunuldu ve uluslararası yardım talep edildi. Kördüğüme sıkılmış sorunların bir demetine, son beş hükümetin Rusya ile yürüttüğü ilişkilerden kaynaklanır. Bu sorunlar öncelikle ekonomik ağırlıklıdır. Kısır bir işbirliği neticesinde belirdiler. 2001’de kurulan Saks - Kobur - Gotski hükümetinden başlayarak günümüze kadar değişen 5 hükümetten hiç biri çözüm bulamadı. Buradaki ana sorun problemlere çözüm aramak olmamalı, onlar daha belirti halindeyken sorun doğmasını önlemek olmalıdır. İşaret etmek istediğim sorunların başında “Kozloduy” Atom Elektrik Santrali (AES) reaktörlerinin kapatılması ve enerji üretiminin düşmesi ve fiyatların yükselmesi gelir ki, şimdiye kadar 4 reaktörün kapatılmasından 14 milyar Euro zarar edilmiştir. Bütün Balkan devletlerine elektrik enerjisi satan bir ülkeydik, şimdi elektrik ithal ediyoruz. Sıralamada ikinci yerde yeni bir “Belene” AES kurmak gelir. Bu projeden bir defa temellere 3.2 milyar Euro gömüldü. İnşaat durdu. 28 Eylül 2016 sabahı Sofya parlamentosu inşaatından halk oylamasıyla vazgeçtiğimiz ama uluslar arası mahkemeyi kaybettiğimiz için, sözde artık hazır edilen reaktörler için Moskova’ya toplam 1.2 milyar Euro ödemeyi kabul etti ve ilgili işlemlere yeşil ışık yaktı. Şimdi bu AES özelleştirilecek ve ihaleye çıkarılacaktır. Bizim kuyumuzu kazan ve düğümü elimizde kalan üçüncü iş ise “Güney Akım” doğal gaz boru hattıdır. Burada da birçok yerde kazılar yapıldı, borular sipariş edildi ve Varna limanına yığıldı. Biz bu işleri doğru dürüst yapmış olsaydık, hem “Belene” AES’den hem de “Güney Akım”dan artık bütçemize Euro damlamaya başlayacaktı. Rusya bu projede Bulgaristan’la ortaklık yapmaktan vazgeçti. AB’nin ilgisizliği de ortadadır. Ne ki olmadı, battıkça batıyoruz. Borç alıp borç öder duruma geldik. Bu konudaki kör düğümün ucunu görebilmek mümkün değil, çünkü 2020 yılına kadar tünelde ışık görünmüyor. Ekonomimiz ve 2 milyon 500 bin iş gücünün ülkemizi terk ettiği ortamda sosyal durumun olağanüstü kötü olduğu şu dönemde üstüne üstelik Cumhurbaşkanı seçimine gidiyoruz. Seçimler 6 Kasım 2016 Pazar günü yapılacak. İki oy kullanılacak, biri Cumhurbaşkanı adayı, diğeri de 3 sorulu halk oylaması içindir. Aslına bakılırsa bu seçim de henüz ucu görünmeyen bir kördüğüm gibidir. 29 Eylül günü iş saatinin sonuna kadar, Seçim komisyonunda 11 parti, 5 koalisyon ve 14 inisiyatif komitesi oylamaya katılma kararını resmen kaydettirdi. Cumhurbaşkanı ve yardımcısı için son kayıt tarihi 4 Ekim’dir. O tarihe kadar en büyük parti olan iktidardaki GERB partisi ile kaydını yaptıran fakat aday göstermeyen DOSTpartisinin de hareketlenmesi bekleniyor.


14

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Dış ülkelerde yaşayan Bulgaristan vatandaşlarından seçime katılmak isteyenler 11 Ekim tarihine kadar dilekçe verebilir. Şimdiye kadar toptan 8 bin 600 dilekçe verilmiştir. Ulusal halk oylamasına katılmak üzere 9 siyasi parti ve 3 koalisyon kayıt yaptırmıştır. Oyunu başka bir seçim merkezinden kullanmak isteyenler en geç 14 gün dilekçe vermelidir. Cumhurbaşkanı adaylarının gün geçtikçe artması, oyları parçalamayı amaçladığı gibi, ülke siyasetinde yönsüz ve anlamsız bir durum oluşturmaya çalışıyor. Bugün artık sol cephe oyları başlıca General Radev, Kalfin, Tatyana Donçeva ve Plamen Oreşarski arasında paylaşılmak isteniyor. İkinci turda bu oyların aynı sandıkta toplanabileceğine kimse düşünmek istemiyor. Eski başbakanlarda Pl. Oreşarski HÖH destekli, Peevski grubunu ve Rusçu oligarşiyi temsil ediyor. Bu dört sol siyasetçinin dördü de eski komünist partisinin adi değişmiş devamı olan Sosyalist partiden türemiştir. Sundukları siyaset çizgisinde Kırım’da Rus istilasının son bulması, Rus askerlerinin çekilmesi, yarım adanın Ukrayna’ya devri ve adada kalan Rus vatandaşlarının hak ve özgürlüklerinin korunması ilkesi yoktur. Bu dört siyasetçi NATO’dan fazla NATO’cu, Amerika’dan fazla Amerikancı ve Rus’tan fazla Rusçudur. Sağ takımın ana oyuncusu henüz belli değildir. GERB partisi açıklamasını 2 Ekim’de yapacağını bildirdi. DOST partisi yönetimi de aynı gün toplanıyor ve açıklama yapması bekleniyor. Sağ cephede ortaya çıkan ve seçmenin kendisine saygıyla baktığı aday, Birinci Bokov Hükümetinde Enerji Bakanı olan, Reformcu Blok beşlisinin ortak adayı Trayço Traykov’tur. Dış politika konusunda açıklamada bulunan Traykov, adayların arasında ilk kez “tüm komşu ve büyük devletlere aynı gözle bakacağını, aynı mesafede duracağını ve barışçı, ılımlı ve uzlaşmacı siyaset izleyeceğini” belirti. Bu kampanyada iyice sivrilen aşırı sağ ve aşırı sol cephenin (Makedon İç Devrim Örgütü - VMRO, Yurtsever Cephe /PF/ ve Moskofcu /Ataka/ partileri) ortak milliyetçi adayı Krasimir Karakaçanov, “sığınmacılara karşı sert milliyetçiliği bayrak ederek” oy toplamaya çalışıyor. Ülkede kapalı hapishane tipi üç yeni toplama kampı kurulması bu cephenin desteklediği bir fikirdir. Bu bakıma Bulgaristan sağ cephesi Brüksel’den 148 milyon Euro alıp da Türkiye - Bulgaristan sınırına daha güçlü tel örgü germek, teknik araç ve asker yığmaktan başka bir öneri üzerinde siyaset yapmaya çalışmıyor. Sağ cephe ile Rusya arasındaki gerginlik devam ederken, olaylara bir de Bulgaristan’ın BMT


Makale ve Analizler - 2016

15

Genel Sekreterliğine 2. adayını göndermesi durumu iyice karıştırdı. İki üç günden beri olaylara 50 milyon Euro rüşvet mayası sıkıldı ve karşılıklı ithamlar aldı yürüdü. Bu olay, Sosyalist Partinin BSP, Dışişleri Bakanı D. Mitov’un istifasını istemesi ve gensoru demesiyle daha da tırmandı. Gelecek hafta, seçimlerden tam bir ay önce, Sofya meclisinde, Başbakan Boyko Borisov hükümetine yöneltilen üçüncü gensoru onaylanacak. Bu ise, yeni bir erken seçim demek ki, bunu isteyenlerden biri de Hak ve Özgürlükler Partisi Genel Başkanı Mustafa Karadayı’dır. Aslına bakılırsa 26 yıldan beri bu kadar çok yaması olan bir Sofya hükümeti görülmemişti. Başbakan Borisov, “Cumhurbaşkanı seçimini kazanamadığımız takdirde erken seçime gidilecek,” dedi. Seçimlere katılmak hepimizin boynunun borcudur. Olayları yakından izlemeye devam edeceğiz.

“Üstün Aklın” Yeni Ürünü - Oreşarski

BG-SAM-01.Ekim.2016

Konu: 25 çift Cumhurbaşkanı adayı arasında boğuşma başlıyor. Cumhurbaşkanı seçimlerinde HÖH - DPS ve kulislerin şemalarını sağ güçler lehinde parçalamak için Mestan aday olmalıdır. BSP ile HÖH - DPS arasında yeni koalisyon planı hazır. Kütüphaneci Enstitüsü ile Moskovalı yoldaşlar yeni planı açıklandı. Siyasi yorumcu Osman Oktay’la söyleşi. Soru: Bulgaristan’ın bilinen sosyologlarından biri olan Andey Rayçev, eski Başbakanlardan Plamen Oreşarski’nin GERB partisi’nin Cumhurbaşkanı adayı olduğunu söyledi. Bu sav doğru mudur, yoksa sosyolog kafa mı karıştırıyor? Yanıt: Andrey Rayçev şu ya da bu oluşumun, grubun lehinde ya da aleyhinde usta bir kafa karıştırıcı, para için iş yapan bir analizci, daha doğrusu sol cepheden güçlere hizmet sunan biridir. Bu arada Georgi Pırvanov’la yakınlığı da unutulmamalıdır. Bulgaristan’ın Geleceğine Alternatif (ABV) partisinin dayanak noktalarından hareketle - onlar


16

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ise, Cumhurbaşkanı seçimlerinden birbirlerine hizmet sunan, şimdiki Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) ve onun Bulgaristan’ın Avrupalı Gelişimi için Vatandaşları (GERB) partisidir, kamuoyunu etkileme denemesidir. Rayçev bu stratejiyi lanse edenlerden biridir. Amaçları, ABV seçmenlerine, bundan 5 ay öncesine kadar iktidarda oldukları GERB partisinden artık uzaklaştıklarını anlatmaktır. Rayçev’in tezi gülünçtür. Seçimler için 32 parti ve inisiyatif komitesi kayıt yaptırdı. Böyle bir aktiflik daha önce görülmemişti. Bilinen bir şey varsa o da şudur. Bu partilerden 31’i anti-Borisov propagandası yürütürken GERB partisini kendilerine ana hasım gösterecektir. Bazı adaylar yoldan toplanmıştır. Hedefte olan, GERB adayının daha birinci turda kazanmasını engellemek için oyları dağıtmaktır. Bu işlerin parasını ödeyenlerin amacında, devlet başkanı seçimlerini ehemmiyetsiz hatta gülünç bir şeymiş gibi göstererek, gözden düşürmek, gülünç adaylarla olayı önemsizleştirmektir. Soru: Şu gülünç olarak nitelediğiniz adaylardan biri Oreşarski olabilir mi? Ve bu adayın arkasında hangi güç duruyor? Yanıt: Geçiş Dönemi’nde siyaset sahnesinde Pl. Oreşarski’nin tesadüf bir sima olmadığını savunan analizcilerle aynı görüşte olduğunu belirtmek istiyorum. Önemle vurguluyorum Oreşarski’nin arkasındaki siyasi güç GERB partisi değildir. O güç Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH) partisidir. Onun arkasında duran HÖH milletvekili ve Rus sermayesinin bizdeki temsilcisi Delyan Peevki’dir. Fakat biz bu aracılardan kim yararlandığını görebilmek için biraz daha ileri baktığımızda, siyasi polis DS eski subayları tarafından yönetilenKütüphaneciler Enstitüsü’ndeki “Güvenlik” kürsüsüne görürüz. Birkaç yıl önce onlar Oreşarski’den faydalanırken, onu BSP içindeki bağımlılıklara kurban ettiler. O zaman başbakandı. Şimdi o kendisi artık bunu itiraf ediyor, fakat bu onun bugün artık bağımsız biri olduğu anlamına gelmez. Bugün artık, Oreşarski’nin Cumhurbaşkanı kampanyasında dayanacağı noktalardan birinin Stanişev ve Mestan tarafından yönetilen BSP - HÖH hükümet ortaklığında neden husumete uğradığını anlatırken kendisini haklı çıkarmak olacaktır. Delyan Peevski’nin DANS Başkanlığına atanmasından ve Oreşarski’nin bir saman adam durumuna getirilmesinden suçlu olarak Stanışev ile Mestan’ın gösterilmesi de sıradadır. Bir amacı daha var, o da bu işlerden gerçekten sorumlu olan Ahmet Doğan ve onun DS içindeki öğütçülerinin aklanmasıdır. Soru: Analizle yağmaktan geçinenler, yeniden rezil olmayı kabul eden Oreşarski aklini mı oynattı, diye soruyorlar. Yanıt: O hiçbir zaman deli değildi. Onu önce İvan Kostov hükümetinde Maliye Bakanı Yardımcısı olarak tanıyabildim, Daha sonra Demokratik Güçler Birliği (CDC) Başkan Yardımcısı görevinde bulundu ve ardından yine CDC


Makale ve Analizler - 2016

17

partisinden Sofya Belediye Başkanı olarak kendisiyle temasım oldu. Hangi partiden oldukları önemli değil, onun yakın dostları olan Hristo Biserov ile Yordan Tsonev, her zaman kulislerle yakındı. Kulislerin hizmetinde olmak delilik değil, bilinçli bir olaydır ve Plamen Oreşarski bunu çok iyi biliyor. İki yıl mafyanın başbakanı olarak, hep ben bağımsızım, bir uzman kişiyim, dedi. Şimdi artık Cumhurbaşkanı adayı olunca, bağımlı olduğunu itiraf etmek zorunda kaldı. Biz şimdi kendisine nasıl inanalım ve güven bağlayalım? Soru: Olumsuz anılar çağrıştıran Oreşarski’yi Cumhurbaşkanı adayı gösteren “ÜstünAkıl” ne demek istiyor? Yanıt: Birkaç hedef birden seçilmiştir. Bir yandan GERB ile Lütfü Mestan’ı gözden düşürmek; yönetim için HÖH ve BSP arasına yeni bir köprü kurmaya çalışıyorlar. Yakın hedef ise, birinci turda Oreşarski’nin ikinci olması ve ikinci tura kalmasıdır. Soru: Bu sürpriz gerçekçi olabilir mi? Yanıt: Evet. Son meclis seçimlerinde BSP 500 bin oy aldı. Bu seçimde sol bültenler General Radev, Kafin, Tatyana Donçeva, Jorj Gançev, Paramov vs arasında paylaşılacaktır. Sosyalist parti (BSP) içinde sert tartışmalar devam ediyor. Yönetim kaplara bölünmüş ve kötülük olsun diye Başkan Kurnelya Ninova’ya ve partinin adayına karşı oy kullanacaktır ve bu seçmeni etkileyecektir. BSP’nin 400 bin oydan daha az alması gerçekçi bir tahmindir. 2009 yılında yapılan seçimlerde HÖH partisinin 600 bin oy aldığı dikkate alınırsa, 400 bin elde etmek HÖH için sorun değildir. Bundan dolayı Pl. Oreşarski’nin 2. olması muhtemel olup ikinci turda GERB’e karşı olan oyların hepsini toplayabilir. Böylece “üstün akıl” Oreşarski kişiliğinde kendi adamına Cumhurbaşkanı yolunu açmış olur. Bunlar hayal değildir. Rakamlara dayanan tahminlerdir ve uzun zamandan beri bu hesapları yapanlar var. Soru: Bu plana karşı hazırlanmış plan var mı? Yanıt: Önce sağ seçmenleri ve merkezdekileri en büksek seviyede seferber etmek gerekir. Çok açık ve şeffaf Avrupa - Atlantik mesajları verilmelidir. Reformcu Blok ile GERB partisinin ilk turda iyi sonuç elde edeceğini umut edelim. Lütfü Mestan, Ahmet Doğan ve kukla oynatıcıların planlarına büyük darbe olabilir. Lütfü Mestan Cumhurbaşkanı adayı olursa bu oyuna ilk kez bir Müslüman Türk girmiş olacaktır. Şimdiye kadar yapılan Cumhurbaşkanı seçimlerinin hepsinde, birinci turda, örneğin Reneta İncova gibi, bir möre Başkan adayı destekleyip, politik oyuncuların konumları değerlendirilerek, her defa sol aday destek-


18

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

lenerek değer yükseltme gibi Doğan ve HÖH partisinin tarihsel stratejisini tuzla buz edebilir. Doğan’ın kâbusu Mestan’dır. Son meclis seçimlerinde GERB partisi 130 bin Müslüman Türk oyu aldı. Fakat bn bu oyların Doğan’a ve onun uzantısı olan Orişarski’ye geri döneceğine inanmıyorum. Bu seçmen kitlesinin Lütfü Mestan’ı bir lider olarak tanıyacakları bir soru işaretidir. Bu oyları yine GERB alır ve Türk bölgelerindeki etki alanını genişletebilir.Kökleri Moskova’daki Primakov vakıflarına uzanan “üst akıl” bu planı benimsemiş olabilir mi? Avrupa-Atlantik konumu açık olan Mestan, GERB ve Reformcu Blok’un evdeki hesaplarını bozabilir. Şu bir gerçektir. Ahmet Doğan ilk kez olmak üzere “Dondukov 2” de bulunan Cumhurbaşkanı Sarayı’na kendi adamını göndermek istiyor. Bu nedenle Ahmet Doğan’da tüm yedeklerini harekete geçirmesi beklenebilir. Soru: HÖH Genel Başkanı Mustafa Karadayı’nın erken seçim ve istikrarlı iktidar isteklerini nasıl anlamalıyız? HÖH dilinde istikrarın anlamı nedir? Yanıt: Ahmet Doğan’ın yeni Bay Sekreteri yalnız bir şeyi tekrar ediyor. HÖH partisi ve ortakları dışında her bir iktidar ülkede istikrarsızlık yaratıyor. Bundan dolayı iktidar istikrarsızdır. Bundan şu sonuç çıkar. Yeni seçim yapılmalı ve iktidarı paylaştıran kulis ardındaki oyuna HÖH de katılmalıdır. Aynı zamanda, kamuoyu HÖH partisini iktidarda görmek istemediğine açık sinyal veriyor. Bundan dolayıdır ki, HÖH ile temas kuran her parti iktidar yolunda hezimete uğratılıyor. Doğan ve HÖH partisiyle ilgili sorun şudur. Bu parti yenilenmek, dönülüm geçirmek, Avrupalı bir oluşum olmak istemiyor. Mafya ve perde arkasındaki güçlerle birlikte olmak hoşlarına gidiyor. BU ruh halinin kulisler de farkındadır. Bundan dolayı, Oreşarski’nin başbakan olarak toslamasında, Doğan ve ortaklarının suçunu aklamaya çalışıyor. Tekrar ediyorum, şu an hedeflerindeki şudur. Eski suçu Stanişev ile Mestan’a yüklemek. Bu BSP ile HÖH için çok parlak bir formüldür, ne ki vurgulanması gereken çok nazik bir özellik var. Stanişev’ten farklı olarak, Lütfü Mestan Doğan’a danışmadan hiçbir zaman kendi başına karar almış biri değildir. Ve o bir gün bu bağımlılıktan kurtulmak istediğinde ve özellikle de Avrupalı ve Atlantikçi olma davasında böyle bir adım attığında, HÖH partisinden atıldı ve şahıs olarak cezalandırıldı. Bu açıdan bakıldığında, bu seçimlerde Mestan’ın Doğan ve ortaklarına karşı şahsen göğüs germesi, aday olması, demokratik düşünen Müslüman Türklerin ve Müslümanların, HÖH parisine DS polisine köle olmak istemeyenlerin oylarını çekip koparıp alması gerekir. Mestan konuşmak zorundadır.Onun elinde mafyaya karşı kesin kanıtlar, evraklar, maskelerini indirecek belgeler var, bunları halka göstermelidir. Mestan böyle bir adım attığında kazanan Bulgaristan demokrasisi olacaktır. Kaynak: Faktor.bg


Makale ve Analizler - 2016

19

Hükümet Bunalımı

Mustafa Kahraman-01.Ekim.2016

Konu: Cumhurbaşkanı seçimlerini kimin kazanacağını öngörmek imkânsız oldu. Sofya hükümetinin 28 Eylül günü Birleşmiş Milletler Genel Sekreter adayı İrina Bokovo’u değiştirmesi ve yerine Avrupa Birliği komiseri Kristalina Georgieva’yı görevlendirmesi kamuoyunda ciddi buhran yarattı. Ana muhalefet partisi BSP Genel Başkanı Kurneliye Ninova ile mecliste temsil edilen ABV partisi temsilcileri, Dışişleri Bakanı Daniel Mitov’un istifa etmesini ve Başbakan Borisov’un bu kararla bilgi meclise bilgi vermesini istediler. Resmi beyanlarda BSP meclis grubunun “Bulgaristan’ın uluslar arası saygınlığının düşürüldüğü” gerekçesiyle gensoru hazırlıyor. Olayın BMT Genel Sekreter seçimlerinin son tutuna girerken meydana gelmesi uluslar arası kamuoyunun da dikkatini çekti. Bu arada, hükümet kararına rağmen, dünya teşkilatı başkanlığı yarışına Bulgar hükümeti adayı olarak değil, bir kişi olarak devam etmek istemeyen Bokova şimdiye kadar UNESCO Genel Başkanı görevindeydi. Babası Bulgaristan Komünist Partisi MK üyesi, komünist meclis başkanı olması ve kendisinin de eski rejimin gizli servisi “DS” ağına bağlı biri olması ülkenin demokratik kamuoyunda ciddi tepki yaratmıştı. Bulgar toplumunun komünist rejim kadrolarından arınmasında direnen çevreler, dünya teşkilatına gerçekleri açıklayan bilgi ve mektuplarla geniş bir kampanya başlatmış ve Bokova’nın yarışma sıralamasındaki yeri üçüncüden altıncı yere gerilemiştir. Gelecek ay yapılacak bir sonraki oylamada BMT Güvenlik konseyi üyelerinden birinin Bulgar aday için olumsuz anlamına gelen bir renkli oy kullanması sorucu Bokova’nın yarışmadan kayıtsız şartsız çekilmesi gerekiyor. Bulgar basını 6 aydan beri devam eden Genel Sekreterlik oylamasının son 100 metresinde yeni aday olarak Bulgar devletinin adayı olarak piste çıkmasına olumlu bakmadı ve “dünya örgütünün başına geçme şansının çok az olduğunu” yazdı. Siyasi yorumlarda, “ortam çok kızıştı, “ölüm kalım savaşı başladı” gibi değimler belirdi. Bulgar hükümetinin Bokoya’yı dış başkılar altında aday gösterdiği, bunu yaparken çok alçaldığı ve Georgieva’yı aday göstermekle düşürüldüğü tuzaktan artık kurtuldu görüşü ağırlık kazandı.


20

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Olay şöyledir: Son 2 yılda, UNESCO Genel Sekreteri olarak 120 ülkeyi ziyaret eden Bayan Bokova, dünya teşkilatı adaylığı için saygınlık toplamıştı. Yeni görev süresi sıralamasına göre, BMT Genel Sekreteri’nin bu defa Doğu ve Güney Doğu Avrupa devletinin birinden seçilmesi öngörüldüğünden ve hem UNESCO hem de BMT birinci yöneticisinin küçük Bulgaristan’dan olmasını kimsenin kabul etmeyeceğinden dolağı, Bokova bir daldan öteki daha atlamayı denedi. Onun adaylı önce BSP - DPS ve Ataka ortaklığınyla işbaşına gelen Plamen Oreşarski hükümetince desteklendi. Bu hükümet 6 Ağustos 2014’te düştüğünde ve yerine Bulgaristan’ın Avrupa Gelişimi İçin Vatandaşları - GERB hükümeti kurulduğunda, Sosyal İşler ve Emek bakanı olan Kalfin Bulgaristan’ın yeni Alternatifi - ABV partisinden atanmıştı. Moskova’ya sıkı bağlılığıyla bilinen eski Cumhurbaşkanı Georgi Pırvanov ve ABV partisi başkanı Georgi Parvanov, “Bokova’nın BMT Genel Sekreter adaylığını desteklemediği takdirde, bakanını hükümetten çekeceğini” sert bir tonla bildirdi. Ve işte o zaman baş göstermeyen hükümet bunalımı şimdi patladı. Olayın iç yüzü şöyledir ki, Bokova savunduğu siyaset çizgisiyle, 21. yüzyılda Avrupa’da bir devletin diğer bir devlerin topraklarını ilhak etmesinin haklı olduğunu savunulduğu gibi Avrupa Birliğinin Rusya’ya karşı ekonomik yaptırımlarından vazgeçmesinde ısrar ettiği de biliniyor. Bazı başka gerçeklerin de dikkate alınmak istenmediği gözlendi. Bir defa, İrina Bokova Birleşmiş Millerler Güvenlik Konseyi daimi üyelerinden hiç birinin desteğini alamadı. İki, Birleşik Amerika ile İngiltere, kendisini “Putin’in adayı” olarak tanıtmaktan bile vaz geçmeyen, Bulgar eski komünist nomaklatür tabakanın en seçkinlerinin soyundan gelen bir adaya oy vermeyeceklerini defalarca en açık bir şekilde açıkladılar. Bulgaristan’da bu konu tartışma konusu olsa da, anti-Bulgar değerlendirmeler şeklinde kabul ediliyordu. Şimdi artık Bulgaristan’ın BMT Genel Sekreter adayı Kristelina Georgieva’dır. Doğruyu söylemek gerekirse Bulgar kamuoyu hele Bulgaristan Müslüman Türkleri kendisini tanımaz. Hayatının bilinçli bölümü, dünya örgütlerinde Bulgaristan temsilcisi olarak geçtiğinden ve halen Avrupa Birliği’nde Jan-Klod Yunker’in mali sorunlar komiseri olduğundan ötürü Bulgaristan kamuoyuna da yabancıdır. Şu günlerde Bayan Georgieva, yıllık iznini kullanarak BMT Genel Sekreteri yarışının son 100 metresine katılacaktır. Kuşkusuz, bu konuda zorunlu olan ön diplomatik işlerin yapılması gerekir ki, bunların başında da Birleşik,


Makale ve Analizler - 2016

21

Amerika, İngiltere, Rusya, Çin ve Fransa arasında uyum sağlamak başta gelir.Bu uyum ve anlaşma sağlanmadan bir AB komiseri ve Sofya hükümet adayının dünya teşkilatı zirvesine çıkabilmesi çok zor olur. Bu konuda çok cidi bir iç ve uluslararası iletişim araçları kapışması da yaşanıyor. 3’ten 6. yere kayan Bokova’nın yarışı kazanma şansının en büyük olduğu görüşlerini savunanlar bile var. Olay söz dolu bir kazan gibi Bulgaristan’da kaynasa da BMT Genel Sekreteri seçimi Sofya’da yapılmayacaktır. Oyayı yakından izleyen Rus basınında, “Bokova’nın başarısızlığı Sofya’da hükümet bunalımına neden oldu” diye yazdı. “Ruskaya gazeta”, “Georgieva’nın aday gösterilmesi Bulgaristan’a karşı çok şiddetli bir lekeleme kampanyasına kapı açıyor” ekinde bulundu. Bu arada, aday değiştirmeye dış baskı olmadığını söyleyen Dışişleri Bakanı D. Mitov, 6 Kasım 2016’da yapılacak Cumhurbaşkanı seçimleri arıfesinde ülkede gerginlik kışkırtıldığına işaret etti. “İkonomika Dnes” gazetesinde olayı yorumlayan Ekaterine Şumitskaya ise, “Bokova BMT Genel Sekreteri olamayacak. Yine Putin mi suçlu!” başlığını attı. Birleşmiş Milletlerde o beklenen önemli oylama 4 Ekim’de yapılacak. BMT tarihinde ilk defa aynı ülkeden iki aday seçime katılacak. İlgiyle bekliyoruz. Olayı Cumhurbaşkanlığı seçimleri açısından değerlendirdiğimizde, kulislerin seçmeni 30-40 aday arasında parçalama taktiği uygulanıyor ve şimdiden kimin ikinci tura kalacağını öngörebilmek bile güç oldu. En sonunda bu işi yine Türk Müslüman seçmen oyları çözeceğine inananlar giderek artıyor. Hadi hayırlısı.


22

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu Kadar Gerginlik!

Şakir Arslantaş-01.Ekim.2016

Konu: Biz eski kıtanın bir uç beyliği olduğumuzu unutmayalım. Çok susamış bir güvercin bir resimde gördüğü su bardağını sahici sanmış ve hızla üstüne uçmuş. Sert yüzeye çarpan güvercinin kanatları kırılınca yaralanıp yere düşmüş.Bu iki cümle bize insanların çok istedikleri bir şeyi elde etmek için düşüncesizce hareket ettiklerini ve bu yüzden başlarının belaya girdiğini anlatır. Ben bombaların neden atıldığını, yağdığını ve suçsuz insanların neden öldürüldüğünü, vatanlarını neden terk etmek zorunda bırakıldığını düşünmeye devam ediyorum. Sığınmacılarla yüzleştikçe soru sertleşiyor. Son dönemde ciddi bir gerginlik baş gösterdi. Ne istediğimiz, ne elde etmeye çalıştığımız pek belli değil. İşimizi gücümüzü bıraktık sığınmacı, kaçak, göçmen edebiyatı yapıyoruz. Gerçeğe bakılırsa 1989 Ağustosundan bu yana Bulgaristan’ınana konusu göçmenlerdir. Memleketten kaçan, kovulan ve göç edenler ve gelip yerleşmek, kalmak isteyenler çoğalıyor.Canlı soru budur. Herkesin vatandaşlık hakkı olsa da, yaşadığımız daireler üstümüze tapulu, tarlalarımız ormanlarımız kayıtlı olsa da, bir memleket hiç kimsenin üstüne tapulu değildir. İzlendiği üzere, artık 25 yıldan beri bir küresel ölçekli hesaplaşma var. Ne bitti ne sonu görünüyor. İnsanların evinden barkından hareket ettiren, daha güvenli yerlere hareketlendiren çok büyük bir korku yaşanıyor. Çok ciddi sorunlar yaşıyoruz. Biz, Avrupalıyız desek de hepimiz Avrupa’nın uç beyliklerindeniz. 2007’de coğrafya ismimizin son olarak değişmesiyle Güney Doğu Avrupa ülkesi olduk. Eskiden Osmanlı uçbeyliğiydik, Şimdi AB uçbeyliği olduk. 1990’dan önce ülkemizi Moskova’ya bağlılığı ilke bilen komünistler yönetiyordu, şimdi AB ve ABD’ye sadakati ilke eden oğulları ve torunları yönetiyor. Eskiden az gelişmiş bir ülkeydik, şimdiki gidişimiz geriye doğru olduğundan yeni durumumuzun derecesini tam olarak belirleyebilmek çok zor oldu. Endişelerimizin arasında kesintisiz bir süreç, iş ve dış göç olarak geliştiğinden ve geçen yüzyıldan beri bir türlü durup durulmayan başat olan bir göçmen sorunu var. 1878 Plevne savaşıyla başlayan bu süreç bugün de durmadı. Önce, yalnız Balkanlardan, Trakya’dan Rumeli’den Anadolu’ya kesintisiz bir akım olarak


Makale ve Analizler - 2016

23

gelişirken, 1912 Savaşından sonra Bulgarlar da vatanlarına dönmeye başladılar. Batı Trakya ve Makedonya’dan gelenlere Dobruca seli de katıldı. Bulgarlar onlara “gelenler” dedi. Gelenlerle yerlilerin karışması yıllar aldı. Fakat onlar hep gelenler kaldı. Göçlerin tarihsel bir planın halkası olduğuna artık inandık. Yaşadığımız topraklarda Osmanlının yıkılmasından bu yana devam ediyor. Yalnız şimdi şu “Arap Baharıyla”, Afganistan, Irak ve Suriye’ye emperyalizmin amansız saldırılarıyla göçmenlerin güzergahı döndü. Avrupa’ya, Balkanlara akın ediyorlar. 26 Ocak 1699 tarihinde Osmanlı ile Roma-Cermen İmparatorluğu yönetimindeki Kutsal İttifak Devleri (Avusturya, Venedik ve Lehistan) atasında imzalanan Karlovça Antlaşması’ndan beri Hıristiyan - Katolik dünya böyle bir baskın yaşamamıştı. Bulgar tarihçilerin yazdıklarında, Müslümanların Avrupa’yı ele geçirme akınları olarak bilinen eski savaşların büyük izlerini daha VIII. asırlarda buluyoruz. 700 - 721 yılları arasında Araplar Bizans Başkenti Konstantinopol’u direk olarak ele geçirmek için savaşmışlardı. 732 yılında Fransa Kralı Karl Martel, Poatiye Savaşında Endülüs ordularını püskürtmeseydi, Avrupa çoktan İslamlaşmışve Müslümanlaşmış olacaktı. İnsanlık tarihi, hayat yuvasının süngü ucu değil, anne rahmini olduğunu doğrular. Çok ötelerden beri dalga gibi gidip gelen ve bir türlü normalleşemeyen bir durum yaşanıyor. Bu gidip gelişler acımasız mücadeleler şeklinde gelişse de, 2015’te ikinci kez olmak üzere Almanya Başbakanı Angele Merkel göçmenlere “gelsinler” dedi. Bu daveti ilk kez 1950’de Almanya Federal Kansleri Konrad Adenauer Türk göçmen işçiler için yapmıştı. Bugün artık yeniden 27 ülkede birleşen Avrupa, sığınmacılar konusunda yeni ortak bir siyaset ve yaklaşım uygulamak zorundadır. Bu konuda Türkiye ile sözleşme imzaladı. 2016’da göçmen sorununda en yapıcı yaklaşım sergileyen devlet Türkiye’dir. Göçmen akımı, emperyalizmin İslam ülkelerine (Irak ve Suriye) son saldırılarından sonra doğal bir hareketlenme olarak Avrupa ülkelerine akın etmektedir. Büyük insan selinin kara yolu Bulgaristan-Türkiye sınırından geçtiğinden, sözünü ettiğimiz gerginliğin Bulgaristan kaynağını oluşturuyor.


24

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Son 2 yılda Bulgaristan Türkiye sınırına tel duvar gerdi, kamaralar dizdi, hudur askerleri için devriye yolları açtı, kuleler kurdu, hududa asker gönderdi. Bu işler için önemli masraf yapılsa da, dikenli tel örgüler huzur getirmedi. İnsanoğlu Çin Seddini dolaşmış, Fatih İstanbul surlarını delmişti. Bizim tel çitleri de isteyen gelip geçiyor. Set, sanki kanalcıların ve kaçakçıların çizimi üzerine ve denetimi altında çekilmiş ki, bir gecede birçok yerden birden sırtlarında torba kucaklarında çocukları sığınmacı grupları beliriyor.Pek tabii ki, kesintisiz gelişen olayları, ulusal menfaatler için bir tehlike olarak gösteren siyasetçiler, hele seçimler yaklaşırken korku körükleyip huzursuzluk ve gerginlik yaratmada ustalaştılar. Brüksel’den gelen tüm emirlere boyun eğen hükümet, Avrupa’nın dış sınırını koruyoruz havalarına girdi, para, silah, ek yardımlar istemekte üstümüze yok. Propaganda’nın ateş püsküren nokrasında İslam ve Müslüman düşmanlığı aldı yürüdü. Yaratılan hava şöyle, neredeyse sanki istila ediliyoruz. Yazı ve yorumları okuyan, beyanları dinleyenler sınırın öte tarafında 300 - 500 bin sığınmacının kamp kurduğunu ve daha şiddetli bir rüzgarlarla kanatlanıp seti bir sıçramada atlamaya hazırlık gördüğünü hayal ediyor. 2004’ten beri Bulgaristan ile Türkiye NATO’da müttefiktir. NATO bağlantıları çerçevesinde ve Avrupa Birliği devletleriyle imzaladığı toplu sözleşme gereğince, Türkiye topraklarında 3 milyondan fazla sığınmacı barındırıyor. Onların AB yolunu kesmiştir. Kendilerine gerekli sıhhi, sosyal ve eğitimsel yardımlar sunuyor, iş gösteriyor, vatandaşlık veriyor. Karşılıklı yükümlülükler yerine getirilse sorun yaşanmaması gerekirdi. 1974’te NATO’lu olan Yunanistan’la Kıbrıs’ta bir yüzleşme yaşlanmıştı ve sonradan doğan sorunlar bugün de çözülmemiştir. 15 Temmuz’da yaşanan saldırı, darbe denemesi gibi olayların arkasında NATO müttefiklerinin olduğu artık gün gibi ortaya çıktı. AB üç beylikleri dediğimiz Orta ve Güney Doğu Avrupa ülkelerinin Yakın Doğu savaşında terörist cepheye 850 milyonluk silah taşıdığı, bu savaş silahlarının 120 milyonluk bölümü Bulgaristan’dan gönderilmesi düşündürücüdür. Biz barıştan yana mıyız, savaştan yana mı! Teröristleri silahlandıranlar anti-terörist olabilir mi? Bu sorular sizi de düşündürmelidir.Bunun ardından, Suriye’de bir güvenlik koridoru açmak isteyen TSK’nin ve ÖSO’nun karşısında da Türkiye’nin müttefiklerince beslenen güçlerle karşılaşıldığı herkesin bilgisindedir. Biz aklımız fikrimiz 24 saat Türkiye’ye bağlı, Türkiye’de yaşayan, Bulgaristan’ı vatanımız olarak çok seven Bulgaristan Müslüman Türkleri olarak, son dönem


Makale ve Analizler - 2016

25

NATO - NATO - NATO havalarına giren DOST partililere tavsiyem şudur: Tekrar ettikleri sözlerin anlamını bildiğinize pek inanmıyoruz. Şu dönem uluslar arası kurumlarla ilişkilerini sorgulayan, NATO ile ilişkilerini de rasyonel bir zemine oturtmak zorunda olan Türkiye Cumhuriyetinin tavrını iyi izleyiniz. Yalama olmuş, eskimiz palavralarla siyaset yapılmaz. Biz 6 Kasımda seçime gidiyoruz ve halkımıza hiçbir konuda yalan dolan anlatamayız. Anlatmamalıyız. Bulgar sınırlarının korunması Bulgar halkının işidir. Bizim milli sınırlarımızı başka bir ülkenin askeri korursa sınır delik deşik olur ve hiçbir sığınmacı durdurulamaz. Çok susamış güvercin örneğinde olduğu gibi, sığınmacıların başında kavak yelleri esmiyor besbelli. Sorunu basit bir sorun değil. Kıta değiştiren sığınmacılar, 21. yüzyıl’da eski kıtanın ana problemi, küresel bir sorun oldu. Siyaset onlar üzerine kilitlendi. Aynı zamanda bu problem tek taraflı bir sorun olarak belirdi. Onları gönderen yok, gelen var. Sığınmacılar, savaş kaçakları, ekonomik göçler devletlerarası bir sözleşmeden kaynaklanmıyor. Davet eden biri yok, fakat yürünen yolca güdülen bir hedef var. Güney küre Kuzey küreye taşınıyor. Bu sel tel çitle durdurulamaz. Öz toplumları bozulan, devletleri yıkılan insanlar yaşanacak yeni bir mekân arıyorlar. Sorun şu ki, sırtlarındaki yükü indirdikleri yerde birlikte yaşamaya geldikleri insanlar, gelenlerle kaynaşmak istemiyor. Gelenlerin getirdiği hiçbir şeye önem ve değer vermiyorlar. Açıkça görüldüğü üzere, sorun artık değerler sorunudur. Herkes kendi değerleriyle yaşamak istedikçe kaynaşma olamaz, yeni kültür ve medeniyetin farklılıkların demedi olması onaylanmadan, bu yönde ileri adım atılması da olanaksızdır. İnsanlık özüne dönüyor. Bölge insanlarımızın genel eğilimi de budur. Avrupa Birliği bunu kabul etmezse, içinde büyüyen tümörü hiçbir zaman yenemez. İnsanları kökünden koparmak, tek yanlı ve çarpık değer sistemleri içinde zorlamak, yabancı değerleri dayatmak, çok kültürlü, çok uygarlıklı, çok kutuplu bir dünyayı kabul etmemek yeni birdar boğazolur. Bulgaristan gibi ülkelerde bu çelişki çok dikenli bir topuz ya da bir kirpi gibi belirdi diyebiliriz. Bir yandan Bulgaristan’da ana ulus ile etnik ve kültürel azınlıklar arasında herkesin kabul edeceği uyum sağlanamamışken, dil, din,


26

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ahlak ve yaşam biçimi farklılıkları gibi sorunlar çözüm beklerken, tamamen farklı birileri olan sığınmacılar otobüs ve tramvayları, sokak ve meydanları doldurunca başat sorun anlaşamama -temassızlık- oluyor. Sığınmacılar açısından bakıldığında Bulgaristan yeniden kurulmalıdır. Yeni ortak bir geleceğin temeli atılmalıdır. Devlet görevinden gelen yazar Lübomir Şopov’un dediği gibi, ana ulus olan Bulgar etniği 2050 yılında 800 bine düşerken, Çingenelerin 3 milyon, Müslüman Türklerin de 1 milyon 500 bin olacağı bir ülkede, sığınmacıların getireceği sorunlar eklendiğinde, Anayasa ve öncelikle eğitim sisteminin kökten yenilenmesi kaçınılmaz olmalıdır. Bu sorunların çözümlerinin gökten inmeyeceğini bildiğimizden, bugünden başlayarak çözüm yolu aranmalıdır. İlk adım 6 Kasım 2016 seçimleri olmalıdır. Seçim ruhu anlaşma ruhu olmalıdır. Sığınmacı korkusu bizi birbirimizden ayırmamalıdır. Bu sorunlar çözülmeden faşizm tehlikesiyle mücadelede başarılı olunamaz

Yeni Durum

Rafet Ulutürk-01.Ekim.2016

Elin atına binen tez iner! Ömründe hiç bir gazetede tek yazı yazmamış, hiçbir kitap üstüne iki cümle söylememiş, hiçbir fikir tartışmasına katılmamış, baştan aşağı kulaktan dolma üç kişinin Türkiye Cumhuriyeti’nde göçmen soydaşlarımızın bulunduğu merkezleri gezerek Bulgaristan siyasetini açık ve kapalı ortamlarda anlatmasını yanlış bulduk. Düne kadar, Rus ajanı dediğimiz ve Bulgaristan Müslüman Türklerini Rusçu olarak tanıtan HÖH partisinin milletvekili olan bu kişilerin ziyaretlerini adım adım takip ettik. Bunlar hala mecliste olmalarını HÖH’e borçludurlar. Sekiz ay önce parti kurma hırsına kalkışanlar kendilerinin siyasi olarak yenilemek için hiçbir çaba göstermemişlerdir. HÖH’ün zehrini üzerinden silkmeden ve dönüşüm geçirdiklerine tek emare sunmadan, her yerde yalan yanlış bir


Makale ve Analizler - 2016

27

şeyler paylaşan DOST partisinin bir birini seçen bu yeminli başkan yardımcısının hedefi nedir? Bulgaristan Türk kamuoyunun, ilerici aydınların dünya görüşüne ters bir bakış açısına saplanmış olduklarının farkında olmadan yapılan konuşmalar kimin için faydalıdır. Türkiye’de her yurtsever 15 Temmuz darbe denemesiyle ilgili NATO ve ABD’yi suçlarken bu yeni sivrilen siyasetçi adayının NATO’culuğunun anlamını anlayan var mıdır? Bu kişiler Bulgaristan’da oluşan dönüşerek yenilenme, hayat miadını dolduran tüm partilerle birlikte totalitersizimden de kökten arınma zorunluluğunun burunlarına vurmadığı gibi yeni süreçleri yönlendirip yönetebilecek vasıflara da sahip değillerdir. İmam hatiplerde ve FETÖ kurslarında alınan eğitimin siyasete sıçramak için yeterli olduğu gibi saplananlarla hareket ediyorlar. Fecebook üzerinden binlerce mesajda, hak, özgürlük, demokrasi ve adalet davamız açısından hain olarak nitelenen Ahmet Doğan tarafından eğitilip yetiştirilen ve parlamentoya getirilen bu kişilerin nedense özendirilen bu girişiminin olumlu bir gelişme doğuracağına umut bağlayanlar kesin uyarılıyor. Kendilerini Bulgar parlamentosuna koyan Doğan’a bile vefa gösteremeyenlerin bir başkasına faydası olur mu dersiniz? Yeni kurulan Sorumluluk, Özgürlük ve Hoşgörü için Demokratlar DOST partisinin Programı dahi yoktur, olsaydı onu soydaşlara anlatırlardı. Göçmenler konusundaki ilkelerini halka açmamıştır, açamamışlardır. Görevleri; Kafalarına estiği gibi biraz da kışkırtıcı konuşmalar yapan ve taşınan anlamları tartışmalı ve siyaset dışı olan terimlerle hitap eden bu misyonerlerin aslında Türkiye’de yeni bir 15 Temmuz meydana gelirse Bulgaristanlı göçmenler ata-vatana geri döner mi yoklaması yaptığı ortaya çıktı... İkinci ödevleri de şudur: Acaba tarlalarımıza, evlerimize Suriyeli göçmenler yerleştirilse Türkiye’den Bulgaristan’a doğru bir sel akar mı? Bulgaristan’da boş kalan köyler canlanır mı? Bu sorudur ziyaretçilerin göçmen semtlerinde aradığı yanıt. Bulgaristan’da sığınmacıları boş evlere yerleştirme süreci artık başlamıştır. AB teşvikli ve gizlice gelişiyor.Bu tespitlerde bulunanlar, farklı amaçlarla gönderilmiş ve dolaşan bu vekiller hiçbir kimseye yararı olmadığını doğrulamıştır. Bulgaristan’daki kısır gelişmeleri yakından izleyen Türkiye’deki soydaşlarımız konuşmaları kulağı açık dinlediler. HÖH olayından alınan ağır ders-


28

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ten sonra, baştan sona yalan olduğu bilinen DOST hikâyesi soydaşlarımız için ufukta bir ışık değildir. Bulgar demokratikleşme sürecinde milletvekili ve meclis komisyon üyesi gibi önemli görevlerde bulunan ve her girişimi pas ettiği bilinen bu güçlerin halkımızdan yana bir öz görevi yoktur. Meclis kürsüsünden Doğancılık yemini edenlerden ne beklenir. Halktan, adaletten ve hukukun üstünlüğünden kaynaklanan hiçbir adım atılmasına onay vermeyen, Adalet Reformunun engellenmesine oy veren bu vekiller, kişisel ve kitlesel aydınlanma süreçlerimizi bunaltma planlarına da alet oluyorlar. Bu vekiller mevlit ve cenaze hocalığından başka ne işe yarar ki? Bildikleri de budur. Ağzını açıp ülkemizde Bulgarlaştırma süreci devam ediyor diyemeyen siyasetçilerden ne beklenir. NATO Varşova toplantısında iki gün sonra AB ülkelerindeki azınlık hakları ve Başmüftülüğümüzün mal ve mülklerimizi, taşınmazlarımızı geri alamamamızla ilgili başvurusu görüşülecek, toplanıp gitseler de Varşova’da NATO Generalleriyle şu sorunlarımızı çözseler de görsek becerilerini. Ama nerede. Bunlar ahcı vahcı takımındandır. Yeni bir parti kurmak yeni bir fidan dikmek gibidir. Bu fidanı diken, onu komşusuna anlatabilmek için, ilk meyvelerini bekler, örnekler alır komşusuna tattırır. Programı açıklanmayan, büyükelçiliklerdeki görüşmeleri sır teşkil eden bir yeni partiyi halka indirmek için adının “dost” olması yeterli olamaz. Amerikan elçiliği ile görüşüp İstanbul mitingine gelemeyenden ne beklenir. Bu yol doğal olarak kapalıdır. Birlikte iftarda bulunmak siyasetçi - kitle kaynaşması sağlamaz. İftar yemeklerine Türkiye siyaset çevrelerinden zaten gelmekteler, siz ise sadece onların verdiği yemeğe katılmaktasınız. Hiç gören var mı kendilerinin düzenlediği bir iftar oldu mu hiç biz göremedik te. Türkiye’nin bir dış ülkedeki oluşumu hemen destekleyeceği anlamına gelmez. Kendilerini ve dostçu olarak tanıttıkları partinin öncelikle NATO ve Avrupa Atlantik yandaşı olduğunu öne süren bu ham siyasetçiler NATO’ya satılmış FETÖ’cü hain generallerin 15 Temmuz 2016’da anavatanımızı kana boğması konusunda dut yemiş bülbül gibi susuyorlar. “Yenikapı” Şehitlerimizi Anma ve Demokrasiyi savunma mitingimize acaba neden katılmadıklarının hesabını vere-


Makale ve Analizler - 2016

29

biliyorlar mı? Bulgaristan’da kendi elleriyle yetiştirdikleri FETÖ ajanlarının listesini neden açıklayamıyorlar?! Tecrübe birikiminin gösterdiği üzere Bulgaristan gerçekliğinde yeni bir parti kurulurken ipleri çeken kulis güçleri ya da modern ifade kullanırsam “üst akıl” siyasetçilere ön ödevler bırakır. Örneklersek, Bulgaristan Komünist Partisi MK, 1980’lerin başında Bulgar Bilimler Akademisi (BAN) kadrosunda çalışan genç bir “bilim işçisi” olan Ahmet Doğan’a ödev olarak şu tez verilmişti: “soya dönüş” sürecini ve Bulgaristan Türklerinin isimlerini baskı da uygulayarak değiştirme stratejisini hazırlamak için Bulgaristan Türk ahalisinin etnik karakteristik analizi.” O bu ödevi yerine getirmişti. Acaba Lütfü Mestan’a verilen ödevi ne zaman öğreneceğiz? Mestan’a ya da şu Türkiyeyi dolaşan vekillere verilen ödev nedir. Bulgaristan Türkleri ile ilgili analiz işleri soydaş kitlesine mi kaydırılmak isteniyor? Şimdi bu vekiller kendilerini HÖH siyasetinin kurbanı olarak mı tanıtmak istiyor. Amma hala HÖH sayesinde vekil olduklarını bilmeyen kaldı mı? Merhamet manileri bu yüzden mi çalınıyor. Bu heyette Başkan Yardımcısı Mehmet Hoca veya Ahmet Hüseyin neden katılmıyorlar. Soydaşlarımızı en iyi tanıyan, dertlerini en iyi bilen onlar değil miydi? Konu neden hoca-imam takımına havale edildi? Onlardan çektiğimiz yetmedi mi? Bu uzun ziyaretin hedeflerinden biri Türkiye’deki göçmen derneklerinin Bulgaristan’daki durum ve Türkiye’deki gelişmeler üstüne görüşlerini toplayıp ilgili makamlara bildirmek olamaz mı? Bütün örgütlerden üye sayısı ve basın yayın imkânları hakkında bilgi talep edilmesi ne anlama gelebilir. Göçmen evlatlarından kaçının yükseköğrenimli ve okuduğundan neden ilgileniyorlar. Bu bilgiler kime gerekli? DOST’un kurulması Deliorman Türklerinin Genel Başkan döneminde HÖH’ten kopmasına ve yaklaşan Cumhurbaşkanı seçimlerinde GERB adayına oy verme kararı almış olmalarına bir tepki olamaz mı? Çünkü Türkiye’deki soydaşlarımız da sol cephe adayları karşısında GERB’in orta sağ adayını tercih ettikleri ve halk oylamasına da yüzde yüz katılmak istedikleri artık defalarca açıklandı. Sonuçta, Lütfü Mestan’ın kişisel adaylığına oy veren olmayacağı açık açık ortaya çıktı. DOST’un kurulması hedeflerinden biri de, HÖH Rusçuluğu’nun iplerinin tamamen piyasaya çıkmasıyla Müslüman Türklerin doğrudan Türkiye’yi kucaklaması yoluna bir NATO - AB seti çekmek değil de nedir. Ya şimdi Rusya ile yakınlaşma kafa mı karıştırdı.


30

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

DOST partisi HÖH partisinin kapatılmasını neden istemiyor? Mestan, Hafızov ve diğerleri meclis kürsüsünü kullanarak böyle bir istekte neden bulunmuyorlar. Çünkü DOST partisi henüz emzikli durumdadır ve anasından tamamen kopmayı göze alamıyor mu? Soydaşlarımıza bu gerçek neden anlatılmıyor. Sorun Müslüman Türklerin bütünüyle ve tamamen Türkiye’ye bağlanmasına engel olmaktır. Bunlar vazifelidir. Olay şudur ki, HÖH partisinin artık zamanı doldu, önümüzdeki seçimlerden sonra Bulgaristan siyasi yapısında çözülme başlayacak, bu süreç HÖH’ü de sökecek, şu açıklanmış, ipi pazara çıkmış, açıklanmamış, dosyalı, dosyasız, gizli, yüzü maskeli ajanların hiç biri bizde yükselen taban dalgasıyla başa çıkamayacak ve sel çöpü olacak. Acaba, bunu sezen DOST yönetimi son durak olarak, soydaşlarımızın koynunu mu seçti. Hani Mestan’ın Türkiye Cumhuriyeti Sofya Büyük Elçiliği’ne sığındığı gibi... Ve bir soydaş partisi olarak nefes alma hakkı talep edebilir. Bulgaristan’da yeni kurulacak siyasi oluşumlardan herhangi birinin DOST’la sarmaş dolaş olacağına inanmıyoruz. DOST üzerindeki koyu gölgeler güneşi görmesine engel oluyor. Bizim güneşimiz Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Dünyası’dır. DOST partisini makamında ziyaret eden Büyük Elçi, başka biri değil, son dönemde Türkiye’nin güçlü bir devlet olmasına engel olan, düşmanlarımızı silahlandıran ABD Büyükelçisidir. DOST yönetiminden istediği nedir? 15 Temmuz darbe değişikliğinden sonraki soydaşlar arasında nabız yoklaması yapılması çok önemli bir ödevdir. Türkiye’deki birikim Bulgaristan etki alanına taştığında ABD ne der?!. Artık ötesini siz ekleyebilirsiniz. DOST partisi forumunun önemli ödevlerinden birisi de, “soya dönüş” sürecine karşı çıkan, hapse düşen ve ardından Ahmet Doğan talimatıyla Bulgaristan’da zorla kovulan 1.700 kişiyle temas kurmaktı. Şair Nuri Adalı mezarına çelenk koymalar hep aynı tespihten boncuktur. Öncelikle de eski tüfeklerden Necmettin Hak, Zait Vait, Mehmet Uzunkış ve hatta Mehmet Hoca vb direnişçileri geri çağırıp ve şimdi artık yaşlı başlı ve uzlaşmış yorgun halleriyle onları Bulgaristan Türkleri ile ilgili öz davamızdan kopmuş bir siyasi akıntıda kendilerini boğmaktı. Bu süreç devam ediyor.


Makale ve Analizler - 2016

31

Bu işin en usta lafebeliği - demagojisi yapanlar ise Türkiye’deki misyonerlerdir. Nabız yoklayıcılarıdır. Mestan’ın Sofya’da topladığı forumlar bu gizli ödevi yerine getirmedi mi? NATO-culuk Atlantikçilik işin kılıfıdır. DOST Partisi de HÖH gibi bir boş şişedir (kaptır) içine ister su, ister sirke, ister kezzap doldurursun... “Soya dönüş” trajedisine karşı dava açılmasını 23 yıl durdurup engelleyen HÖH yönetimidir. Bu yönetimde 18 yıl Lütfü Mestan görev aldı. Genel Başkan oldu. Şimdi öfkeli dalganın hesap sormasını engelleme görevi Lütfü Mestan ve hoca - imam - FETO takımını oluşturan yeni kuşak misyonerlerine devredilmek mi isteniyor. Türkiye’yi başkasının atıyla dolaşıyorlar. Yakışmadı! Toprağın altına gömülmüş kokmuş kemik arayan kurt gibi etrafı koklayan üçlü ancak vazifesini yerine getirmeye çalışıyor. Kimseyi aldatmasınlar. Particilik siyasetçiliktir. Bulgar’ın Türklerle ilgili işlerindeki ana vazife “soya dönüş” suçlularını, katilleri, soy kırımcıları gizlemektir, tutuklatmamak, yargılatmamaktır. Bir de Büyük Türkiye kurulmasını engellemektir. Son dönemde Ruslarla işbirliği halinde kuracağımız Atom Elektrik Santrali’nin “Kozloduy” altılısından 10 defa daha büyük güçte olduğunu işitmişler, ısırmaktan dudakları yara oldu. Hele şu Türk akım için Putin’in “Türkiye güvenilir ve inkişaf halinde bir ülke demesi” rahatlarını iyice kaçırdı. Osmanlıya “Sözde Ermeni Soykırımı Yaptı” belgesini imzalayan Lütfü Mestan ve dava arkadaşları aynı hainliğe hizmet etmeye devam etmiyorlar da ne yapıyorlar? Lütfü Mestan’ın başka bir ödevi daha var. İzlemek istediği yeni NATO - Avrupa - Atlantikçilik çizgisinde 1984 - 1989 yıllarında bize kan kusturanları aklayıp kurbanların evlatları ve torunlarıyla sarmaş dolaş olmalarını sağlamaktır. Hedefte tüm suçların af edilmesi var. Sağla solla öpüşmesi, kahveler, şaraplar bu amaçla içildi. Halkın nabzı, tepkisi yoklanıyordu. O kendisi bir öğretmen olarak bunu bir sınıf odasında öğrencilerin gruplar oluşturup birbirleriyle dalaşması ve sonra da barışmaları çeklinde hayal ediyor ve o bu işin peşindedir. Sülalesinde ve soyunda komünist rejiminden zarar gören olmadığından, kişisel acı çekmemiştir. Amma biz onlardan değiliz biz çok çektik.


32

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bizi 18 yıl satan bir siyasetçi bir daha neden satmasın ki? Bunu herkes bir kere daha düşünmesini istiyor ve tekrar aldatılmışız diye bir keleme söz duymak istemiyoruz. Bu böyle biline. 18 yıllık HÖH elit üyeliği ve 3 yıllık Genel Başkanlık döneminde, Lütfü Mestan ülkemizdeki mafya ve oligarşi ilişkilerini çok yakından tanıma imkânı bulabildiği için, artık parmak yalamak istiyor. Bu da kimsenin gözünden kaçmıyor. Fakat o bunu gizlice yapmak peşindedir, amma eski insanlardan pek kalan kalmadı herkes uyandı artık. 1. Mestan ve etrafına topladığı siyasetçilik kırıntısı hoca - imam - FETO takımı Bulgaristan’da demokratik reform yapılmasına karşıdır. Bu yüzden de aslında bir tümör olan gizli polis - milis - ordulu tayfasına yakınlıkları ve orada burada yangın çıkarsa itfaiyecilerle birlikte olmaya gönül vermişlerdir. Halkın ne çekisi ne dertleri, ne çöküşü ne batması onları ilgilendirmiyor. Varsa yoksa bencillikleri ve kendileri yaranacak bir formül bulmaktır. Bugün Bulgaristan’da HÖH partisi ile FETÖ örgütü arasında 1992’den beri devam eden bir sıkı işbirliğinden, FETÖ eğitim merkezlerinde kişilik kazanmış 3 bin 200 Bulgaristan Müslüman Türkünden söz ediliyor. Bu ilişkilerin hasıraltından su gibi gelişmeye devam ettiği anlatılıyor. Acaba 18 yıl Rusçu ve FETÖ’cü bir partinin aktif üyesi ve lideri olan bir şahsın ellerine hiç su damlamadı mı ve kendisini ne zamana kadar gizleyebilecek. Türkiye’deki FETÖ okullarına gönderilen öğrenci listelerinin altındaki ikinci imza Mestan’ındı o da dosyası gibi silindi ve kayıplara mı karıştı. Çocukluğumda “sıçan aldı götürdü...” masalı dinlerdik. Hayatımız nasıl başladıysa öyle devam ediyor. Aklıma şöyle bir fıkra geldi: Yaşlı Adam ve Ölüm Yaşlı bir adam odun kesmiş, sonra da sırtına yükleyip yola koyulmuş. Uzun bir yol katlettikten sonra yorulmuş, hayatından bezmiş. Odunları yere bırakıp kendini alsın diye Ölüm’ü çağırmış. Hemen karşısında beliren Ölüm, kendini neden çağırdığını sormuş. Yaşlı ve sakalı beyazlaşmış adam: “Ağır odunları kaldırıp tekrar sırtıma yüklemen için çağırdım” demiş. Soru. Bu masaldaki yaşlı adam Lütfü Mestan mıdır? Soru: Odunlar DOST partisi olabilir mi? Soru: Ölüm de “üst akıl” olabilir mi?


Makale ve Analizler - 2016

33

Her şey ortadadır. BULTÜRK gibi kitle derneklerimizin 15 Temmuzdan sonra, mitinglerde ve 21 gün süren gece nöbetlerinde tüm soydaşlarımız adına BULTÜRK ve AY YILDIZLI bayrağımız altında dik durduğunu söyleyemiyorlar. Bütün konuşmalarında kendilerini bir başlangıcın habercileri olarak tanıtmaları da tamamen olay farklıdır. Çünkü söz etmeye çalıştıkları yeni bir dünya görüşüyle aydınlanmamız 2003’te başlamış ve artık belirli doruklara ulaşmıştır. Eğer memleketimizde aydın kesim DOST saflarına karşı kalkışıp bir arayış içine girmişse, bu gelişme genel ulusal uyanışımızın ve bu vekiller de aralarında olan tüm zamanını doldurmuş siyasi görüşlerin reddedilmesi, çöpe atılması ve yerine yeni bir yapılanmayı hayata çağırılması anlamındadır. Soydaşlarımız arasında ve Bulgaristan’da yeni kurucu iradeyi halka taşıyan sivil toplum örgütleridir ve bu arada bu işin başını çeken BG-SAM gibi halka gerçekleri gösteren ve halka sarılmış kuruluşlardır. Bulgaristan’daki yeni durumun yeni perdesi budur kardeşlerim. Aramızda dolaşanların başkasının atına bindikleri ortadadır. Onlar hala HÖH’ün seçilmişleridir. DOST halen HÖH atındadır ve uzun yol alması mümkün değildir. Konumuza yeni başladık devam edeceğiz.

Cumhurbaşkanlığı Seçimleri - 1

Rafet Ulutürk-03.Ekim.2016

Kumar mı seçim mi? Bu devlete herkes Cumhurbaşkanı olabilir 6 Kasım yaklaştıkça, seçmenin aklına gelen soru işte bu. “Kumar mı yoksa seçim mi?” 2 Ekım’de GERB partisi Başkanı ve Başbakan Boyko Borisov’un soydan komünist Tsetska Tsaçeva’yı partisinin Cumhurbaşkanı adayı göstermesinden çıktı bu sorular. Çünkü bu açıklamayı yaparken, Başbakan, ilk turda en fazla oy alamazsak, “hükümet istfa edecek” dedi. Öyle ki, bir ihtimal bile olsa, 6 Kasım 2016’da Sofya’daki GERB hükümetinin düşmesi gündem oldu.


34

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Kumarcı dilinde bunun adı “Va Bank”dır. Kumar tutkunları bilir, bütün kazancını, bütün parasını oyuna atan “Va Bank” der ve kartalar son olarak dağıtılır. Sonunda kazanan kazanır yenilen yenilir. GERB Başkanı Boyko Borisov da “birinci turda en fazla oy alamazsak, hükümeten istifa ederim” derken, böyle bir oyuna girdi. Bizde Cumhurbaşkanı seçimlerinde 24aday var. Oylar çok dağılacak. Birinci turda kazanan olmayacağı gözle görülüyor. Fakat bu “Va Bank” çıkışı, birçok kişiyi düşündürdü. Başbakan’ın en büyük siyasi partinin en fazla oy alacağını bildiği için, mevzilerini daha da güçlendirmek amacıyla böyle bir çıkış yapmış olduğuna inananlar var. Yani o kendini “Va Bank” oyunu kurucusu göstermek istiyor. Ve biz yalnız da olsak, tek başıma, hepinize karşı varım, deyip hava atıyor. Ne var ki, kömünist kökenden gelen aday Bayan Tsaçeva, şimdiye kadar iki dönem halk meclisi başkanıydı. GERB partisinin kurucu kadrolarından biridir. Todor Jivkov döneminde adliye’de çalışmıştır. Onun adaylığını destekleyen, partinin en önemli figürlerinden, kurucu başkan, Tsvetan Tsvetkov, adayın komünistliğini aklarken, eski rejimde “herkes komünistti” dedi. Todor Jivkov döneminde Bulgaristan’da 1 milyon komünist vardı, derken eski suçlardan, Türklerin ve Pomakların isimlerinin zorla değiştirildiği “soya dönüş” sürecine katılanlardan hesap sorulmayacak, işaretini verdi.Bu arada, günümüz Bulgaristan’ın sömürge durumuna getiren, 3 milyon 500 bin kişinin ülkeden kaçmasına neden olan, dıştan sürekli borçlanma, banka soygunları, “Belene” Atom Elektrik Santrali bataklığı gibi siyasetlerden vazgeçilmeyeceği, anayasanın değiştirilmeyeceğine ve adalet sisteminde reform yapılmayacağına açıkça işaret etti. Komünistler sol görüşlü insanlardır. Bulgar komünistliği ile diğer ülkelerdeki kömünistlik arasında çok büyük bir fark vardır. Bulgar komünistleri, daha geçen yüzyılın başında “geniş” ve “dar” sosyalistler olarak ikiye ayrılmıştır. “Geniş sosyalistlerden” bugünkü sosyal demokrasi hareketi gelişirken, “dar soayalistler” her zaman aşırı solda, şiddet ve baskıdan, terörden yana olmuşlardır.1923’te ayaklanmışlar, 1925’te Çar III. Boris’i öldürmek için Sofya’da “Tsveta Nedelya” kilisesinin tavanını havaya uçurmuşlar, 1943 - 44 yıllarında 20 bin kadarı dağa çıkıp partizan olmuş ve 1944’ten sonra ülkeyi Sovyetler Birliği dümen suyuna sokan ve muhaliflerine karşı amansız davranan, yüz binlerce kişiyi idam eden, toplama kamplarında öldüren, 1972’de Pomaklara 1984 - 89 yıllarında Türklere kan kusturan örgütlü toplumsal güçtür.


Makale ve Analizler - 2016

35

1990’da Bulgaristan’da komünist partisi iktidardan düşürüldü.20. yüzyıl boyunca devamlı zulüm işleyen güçler - komünistler, BKP’ye bağlı milis ve gizli polis DS kadroları, ölüm cezaları altında imzası olan yargıçlar, savcılar, ordu mensupları, gardiyanlar, sorgu polisi vb 15 - 18 yıl gibi bir süre siyaset dışında kaldıktan sonra 2008’de yeniden canlandılar, örgütlendiler ve girdikleri ilk seçimde iktidar oldular. Bu onların 2. iktidar dönemidir. Bulgar toplumunun içinden sivrilen GERB partisi, komünist partisi (BKP) içinde Todor Jivkov kanadı olarak bilinen, güç mevzilerine - İçişleri, Savunma ve Adalet Bakanlıklarına hakim olan güçlerin yeniden örgütlenen partisidir. Bu güçlerin bizim toplumumuzda faşistlikten, komünistliğe, demokratlıktan popülizme - halkçılığa doğru metamorfoz (başkalaşma) geçirdiğini izlesek de, bu yalnız biçimsel (şekilsel) bir değişimdir. GERB partisinin bugünkü Başkanı Boyko Borisov uzun yıllar Todor Jivkov’un kişisel koruyucusu idi. 6 Kasım’da Bulgar halkından oy isteyen Bayan Tseska Tsaçeva bu damardan gelen bir siyasetçidir. GERB partisinin adayıdır. Bulgar halkı parti sözünden korkar ve onun parti adayı olması, “oyunuzu vermezseniz siz düşünün” anlamındadır. GERB partisi Bulgar seçmen oylarının % 25’ine taliptir. Tseska Tsaçeva için oy vermeye hazır kesimin oy oranı ise % 16’dır. Bu onun 2 dönem parlamento başkanlığında tutucu bir siyaset izlemesinin sonucu olarak okunabilir. Bu olayın bizim için ilginç olan yanında, Müslüman Türk, Romen ve Pomak seçmenin bilinçli konumunu aramalıyız. 2014’te yapılan halk meclisi erken seçimlerinde 130 bin Müslüman seçmen GERB partisine oy verdi. Bunun sebebi insanlarımızın Ahmet Doğan’ın yönettiği HÖH partisinin köleleştirici zincirlerini kırma ve hak ve özgürlüklere doğru yeni bir atılımdı. Seçmenimiz GERB partisinin bizim aradığımız hak ve özgürlükler, demokrasi ve adaleti bize sağlamayacağını biliyordu. Fakat yürünmez olan yolların onarımını, bazı köylerde iş yeri açılmasına kolaylıklar sağlanmasını, ulaşım sorunları ve benzer isteklerden kaynaklanan umutla oy verdiler. Bu yıl ilk kez GERB partisi Razgrat ve Şumen köylerinde örgütlenmeye başladı ve bazı altyapı yatırımları yaptı. Kırcali’den de Karayançeva adından bir milletvekili çıkardı. Ne yazık ki, Bulgaristan’da siyasi partilerin hemen hemen hepsi aynı siyasi köklerden türediği için - örneğin GERB, BSP, ABV, “21. Yüzyıl” ve başkaları hep eski Komünist Partisi uzantısı olduğundan sıradan seçmenler yakın isteklerle kandırıldıklarından, stratejik bir Cumhurbaşkanı adayına oy verecek durumda değildir. Yazımı yazdığım 4 Ekim 2016 gününe kadar yeni kurulan DOST partisi de seçime gireceğini açıkladı, fakat aday gösteremedi, program açıklayamadı. Kısacası Cumhurbaşkanlığı kam-


36

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

panyası çok sisli bir ortamda başladı ve ben bu sisin 6 Kasım’a kadar kalkacağına pek inanmıyorum. Şimdi de bu gelişmelere siyasetçilerin gözüyle bakalım: Hükümette 5 bakanı olan Reformcu Blok (RB) partisi Seçim Kurmayı Başkanı Nayden Zelenegorski basına verdiği demeçte, erken genel seçime hazır olduklarını duyurdu. Bulgaristan’ın bilinen sosyologlarından biri olan Jivko Georgiev, Cumhurbaşkanı adayı Tseska Tsaçeva’nın ilk turda seçim kazanmasının imkânsız olduğunu belirtirken, ikinci tur olacak, dedi. Tsaçeva’nın bir parti adayı olduğuna işaret eden sosyolog, GERB üyelerinin parti içi ve ülke çapında değişimler beklediğini, katı komünist çizgi taraftarı olan adayın buna hazır olmadığını vurguladı. Adayın eski rejimde BKP sekreteri olduğunu öne çıkararak siyaset yorumcusu Boyan Çukov ise, en büyük siyasi partinin kimi Cumhurbaşkanı adayı göstereceği beklenirken, Bulgaristan derin bir uçurumun kenarında bulunuyordu, aday belli olunca ileri adım attı, dedi. GERB partisinin Cumhurbaşkanı adayını büyük bir gecikmeyle ve son anda açıklandı. Bulgaristan’ın iç ve dış siyaseti üstüne uzun zamandan beri beklenen derin içerikli tartışma yapılamayacak. Bu siyasette belirlenmesi gererken Rusya’dan daha da kopmak ya da geri çark edip Rusya koynuna yeniden girmekten fazla, Avrupa Birliği ve NATO bünyesinde kalarak, tam bağımsız bir çizgi belirlemesidir. Ne var ki, bizde esaslı ulusal bir değerlendirme için bir ay gibi bir süre yeterli olamaz. Ana muhalefet lideri Kurneliya Ninova, Cumhurbaşkanı adayı Tsaçeva hakkında “zayıf” aday, bizim adayımız General Radev’in Cumhurbaşkanı olma şansı arttı, şeklinde değerlendirmede bulunurken, adayların hepsinin daha önce milletvekili veya cumhurbaşkanı adayı olarak seçime katıldığını ve seçmenin kendilerini reddettiğini belirtti.Basında çıkan yorumlarda, 24 cumhurbaşkanı adayı arasında, bağımsız bir dış siyaset yürütecek, anayasa değişiklikleri önerecek, rüşvetçiliğe karşı amansız olacak, hukuk reformu yapılmasında ısrarlı bir adayın ortaya çıkmamasına dikkat çekilirken, adayların yabancı dil bilmediğine ve değişen dünya siyasetine katılmaya hazır olmadığına işaret ediliyor. Hiç bir aday demokratik ve bağımsız Bulgaristan sloganı yükseltmiyor. Asıl kampanyanın 11 Ekim’de başlayacağı resmen açıklandı. Eski Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev Komünist Gençlik Teşkilatı Komsomol sekreteriydi. Tseska Tsaçeva bir boyut daha oldun komünist partisinin örgüt sekreterliği yapmıştır. Siyaseti devretme geleneğine bağlı kalıyoruz. Dünyada en az değişen millet olarak beliren Bulgarların toplumu da değişimi kabul etmiyor. Kampanyayı İstanbul’dan izliyoruz. Kumar başladı. Kartlar dağıtıldı haydi hayırlısı.


Makale ve Analizler - 2016

37

Cumhurbaşkanı Seçimleri - 2

Rafet Ulutürk-05.Ekim.2016

Start Çizgisinde Durum Bulgaristan Cumhuriyeti’nde 6 Kasım 2016’da yapılacak cumhurbaşkanı seçimine start verildi. Başkan olmaya 30 kişisel aday ve Cumhurbaşkan ve Cumhurbaşkan Yardımcısı olarak 24 çift kayıt yaptırdı. 1990’dan sonraki 5. cumhurbaşkanı seçimine siyaset sola ve sağa bölünmüş olarak girdi.4 Ekim 2016’da yapılan sosyolojik nabız yoklamasında seçeme hakkı olan nüfusun % 52’sinin seçime katılmak istediği ortaya çıktı. Seçim o gün yapılsaydı oy dağımı start çizgisinde şöyle olacaktı: Oyların 19.8’i iktidar partisi GERB adayı Tsetska Tsaçeva’ya; % 14,9’u ana muhalefet partisi BSP adayı General Rumen Radev’e; % 7,9’u aşırı sağ VMRO ve “PF” ile aşırı sol ATAKA partisinin ortak adayı Krasemir Karakaçanov’a; % 5,4’ü sol cephenin siyasi gözdesi ABV adayı Kalfin’e; % 4,5’, merkez sağda toplanan 5 partili Reformcu Blok cepsinin adayı Trayço Traykov’a; % 3,7’si ise orta sol ve orta sağın - “21. yüzyıl” ile “II Simyon” partilerinin ortak adayı Tatyana Donçeva’ya verilirken, diğerleri de ülkede pek tutulmayan Hıristiyan sosyal ve Hıristiyan Demokrat adaylar arasında paylaşılmış olacaktı. Görüldüğü üzere 6 Kasım Cumhurbaşkanı seçimlerine parti olarak katılacaklarını kayıt yaptırarak beyan eden Müslüman Türklerin Hak ve Özgürlükler Partisi (HÖH - DPS) ile Lütfü Mestan’ın başını çektiği Sorumluluk, Özgürlük ve Tolerans için Demokratlar - DOST partisi aday göstermedikleri için bu anket sonuçlarında yer almamıştır. Yukarıdaki anket sonuçlarını biz soydaşların menfaatleri açısından analiz edildiğinde şöyle sonuçlar beliriyor. Bir. Bulgar seçmenin % 50’den fazlasının seçime katılmak istemesi ülkedeki siyasi aktifliğin ve değişiklikler, reformlar ve yeni düzenlemeler istendiğine kesin kanıttır.


38

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İki. Ülkenin 24’e parçalanmış olduğu şu majoriter (çoğulcu) seçim arifesinde seçmen kökleri reformları, çok geciken totaliter diktatörlükten gerçek demokrasiye dönüşümü gerçekleştirecek zinde ve kararlı güçleri henüz göremiyor. Üç. Bulgar seçmen, Avrupa Birliği ve NATO üyesi olmasına karşın, Doğu ile Batı arasında milli bağımsız ve egemen bir yer aramaya devam ediyor. Partiler arasındaki siyasi dengeler açısından yapılan analizlerde şu sonuçlar elde ediliyor: Bir. Sol ve sağ olmak üzere iki ana cepheye bölünmüş olan Bulgaristan seçmeni - sağ cephedeki oy toplamını oluşturan (GERB+RB+VMRO, PF ve Ataka) üçlüsü start çizgisinde toplam oyların % 32,2’sine talep olurken,sol cephedeki oylara talep olan (BSP+ABV+21. yüzyıl) üçlüsü start çizgisinde oyların % 23’ünü almıştır. Kampanyanın başlamasından önce yapılan açıklamalarda sağ cephenin tam ortasında bulunan ve iktidarda 5 bakanı olan Reformcu Blok partisi ikinci turda GERB adayını desteklemeyeceğini bildirmiş olsa da, hükümeti sözleşmesiz destekleyen ve her işi pazarlık masasına taşıyan sözde adı “Yurtsever Cephe” olan (PF) ve Makedon İç Devrim Hareketi (VMRO) komitacılar partisi hükumetten Türklere, Müslümanlara ve bir din olarak İslam’a ve sığınmacılara karşı yeni daha sert isteklerde bulunarak ikinci turda Tsetska Tsaçevaya oy verebilir. Yazımın işte bu noktasına kısa bir yorum katmak istiyorum. 10 Kasım 1989’da diktatör Todor Jivkov devrildikten sonra yerin dibine batan Bulgar aşırı sağ milliyetçileri 2014 seçimlerinde ilk kez örgütlenerek ve VMRO komitacılarıyla ortaklık kurarak erken seçimlere katıldılar ve 17 milletvekili ile parlamenter güç oluşturdular. İdeolojilerindeki derin kökler Bulgaristan’ın faşizm yıllarına ve anti-Müslüman ve anti-İslam sapıklığına kadar inen bu aşırı sağcı, ırkçı hareketlenme, totaliter komünizm yıllarında susan bir sosyal alt akım olarak hissedilse de, ses çıkarmaya ve böbürlenmeye pek fırsat bulamıyordu. Aslında Bulgar siyasetinde marjinallik (aşırı uçların hareketlenmesi) önce, Demokratik Güçler Birliği’nden (CDC) ayrılan Rusofil (Rusçu) bir devinimle solda baş gösteri. “Çingenelerden sabun yapma” gibi bir saldırgan start yapan bu sosyal hareketlenmenin başına CDC’nin yayın organı “Demokrasiya” (Demokrasi) gazetesinin yazı işleri müdürü Volen Siderov geçerek “Ataka” partisini kurdu. ‘Ataka’ Bulgarca dilinde saldırı demektir ve bu hücum Türklere ve Müslümanlara, İslam dinine karşı mayalanmış, kundaklanmış ve giderek kabaran bir yüklenmedir. Daha doğrusu bu parti HÖH Başkanı Doğan ile Moskova’nın


Makale ve Analizler - 2016

39

bize attığı oligarşi çekirdeği “Multi Grup” şefi İliev’ın verdiği (HÖH-aracılığı) 1 milyon 600 bin leva ile kuruldu. Biz bunları daha önce defalarca yazsak da, bu seçimler arifesinde dikkati çeken bir gelişmeyi belirtmek yerinde olur.Türk-Müslüman-İslam düşmanı özellikle devlet lideri Recep Tayyip Erdoğan aleyhinde ve Türkiye karşıtı yayınlarıyla bilinen “Skat” TV programı sahibi Valentin Simyonov tarafından yönetilen güya “Yurtsever Cephe” (PF) sol milliyetçi “Ataka” partisinden ayrılan sağ milliyetçi-ırkçı bir partidir. Bu parti tek başına meclise giremeyeceğini değerlendirerek 2014’te VMRO ile ortaklık kurdu. Ana iktidar partisinin milliyetçiliğini şiddetsiz bulan (PFVMRO) ortaklığı hükumete katılmadı, fakat programını GERB’e dayatmak suretiyle sözleşmesiz destek sağladı. Ne yazık ki, 2014’ten beri GERB hükumetinin mecliste oy verdiği yasa önerilerinin hepsi bu ikili ortaklıktan geldi ve hepsi onaylandı. Bunların başında, “1915 ve Osmanlı Bulgarlara Soykırım” yaptı tezinin onaylamak istediler ki, burada altı çizilmesi gereken bir özellik vardır. HÖH milletvekilleri grubu bu yalana oy vermezden, “Osmanlı Bulgarlara Soykırım Yapmıştır” tezini o zaman HÖH Milletvekili, şimdiki DOST lideri Lütfü Mestan 21 ırkçı vekille birlikte tek Türk olarak imzalamış ve tarihe böyle geçmişti. İkinci olarak, bu milliyetçi parti kardeşliği, seçim yasasında değişiklik öngören yasayı kabul ettirdi, Türkiye’deki seçim sandıklarını 39’a indirdi, seçime katılmak zorunlu değildir derken, iki defa oy kullanmayan çifte vatandaşların Bulgar vatandaşlığından atılması, seçim listelerinden silinmesi maddesini dayattı. Üçüncü olarak, geçen ayın başında Bulgaristan’da Müslüman kadınların ferace taşımasını yasaklayan ve taşıyanlara 200 ile 500 leva arasında ceza kesilmesini öngören, kendilerine kamu hizmeti sunulmasını yasaklayan yasayı meclisten geçirdi. Dördüncü olarak, yine bu parti ikilisi camilerde ezan okunmasını, camilerde ibadetlerin ancak Bulgarca dilinde olmasını, imam hatip kurslarının Bulgarca yapılmasını vb kanun tasarılarını meclise sunmuştur. Bulgar meclisinin şimdiki birleşiminde bu yasa önerilerini durduracak bir irade yoktur. Beşinci olarak, yine bu Türk düşmanı parti ikilisinin yasa önerileri kabul edilerek ve Brüksel’den ödenek sağlanarak Bulgaristan-Türkiye devlet sınırına 3 metre yüksek beş kat tel örgü gerilmiştir. Ayrıca sınıra gece ve gündüz kamaraları dikilmiş, sınır erlerinden başka polis ve ordu gücü sınıra yığılmış, deniz sınır koruması için en modern hücum botları satın alınmıştır.


40

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu arada, İkinci GERBhükumetidöneminde aşırı milliyetçiler çok palazlandı. Memlekette onların dediği oluyor. Ülke çapında eylem yürütür duruma geldiler. Motorize güçler oluşturdular. Futbol taraftarlarına Türk ve İslam düşmanlığı aşılamayı da başarmıştır. “Skat” TV yayını paralelinde gazeteler çıkaran bu kesim, Bulgar Bilimler Akademisinden birçok bilim adamını kazanarak, milliyetçi duygular kabartan kitaplar yayınlamıştır. Sözde “yurtseverler”, Türkiye sınırına “güvenli” tel örgü çekerken, VMRO - Makedon komitacılar bütün girişimlerde onlarla beraberdi.” Sol kanattaki durum. Sol kanattan olup seçim klasmanında yer alan üç partinin ikisi (BSP ve ABV) mecliste temsil edilirken, “21. yüzyıl Hareketi” meclis dışındadır. BSP Kurnelya Ninova ve “21. yüzyıl hareketi” Tatyana Donçeva gibi 2 Bayan tarafından yönetilirken, ABV partisi de eski Cumhurbaşkanlarından Georgi Pırvanov tarafından yönetiliyor. BSP lideri K. Ninova ile ABV lideri G. Pırvanov Moskova’ya yaptıkları son ziyarette Vladimir Putin’in “Birleşik Rusya” partisi ile Rusya’nın Bulgaristan’daki çıkarlarını savunma sözleşmesi imzaladı. Seçim kampanyası başlamazdan önce adı geçen üç sol parti arasında seçimlere ortak adayla katılma görüşmeleri yürütüldü. Üzerinde mutabık kalınamayan aday Hava Kuvvetleri Komutanı General Rumen Radev’ti. Şimdi General Radev 13 no.’lu aday olarak BSP’yi temsil etmeye hazırlanırken; 2 sene önce aynı partiden kopan ABV eski diplomat, AB parlamentosu milletvekili, ikinci GERB hükumetinde yakına kadar Başbakan Yardımcısı ve Sosyal İşler ve Çalışma bakanı olan İvaylo Kalfin’i liste no.’su 15’te ve Tatyana Donçeva da liste no.’su 12 üzerinden Cumhurbaşkanı seçimi yarışına katılıyor. Bu partilerin kendi aralarındaki iç kapışma seçmenlere çok kötü etki gösteriyor. Sol seçmenin bu üç adaydan birisini seçip ikinci tura liste başı olarak katılmasını beklemek, hatta ikinci turda kenetlenip Cumhurbaşkanı çıkarmalarını beklemek belki de biraz hayal olur. Bu seçime aday olarak katılan tek Türk ise, Balkan Demokratik Lig’i başkanı Kemil Ramadan’dır. O ikinci Turda “Refomcu Blok” adayı Trayço Traykov’u ve dolayısıyla Kasım Dal ile Korman İsmailov’un Özgürlük ve Demokrasi Partisi lehinde oy kullanma kararını kampanyanın ilk gününde açıkladı. 1992’den beri Bulgaristan Cumhurbaşkanları hep ikinci turda ve hep Müslüman Türk seçmen’in oylarıyla seçilmiştir. Onlardan Jelü Jelev (1990 - 1997); Petar Stoyanov (1997 - 2002) ve Rosen Plevneliev (2012 - 2016) sağ siyasetçiler,


Makale ve Analizler - 2016

41

Georgi Parvanov (2002 - 2012) sol cepheden olmasına rağmen Hak ve Özgürlükler Partisinden destek bulmuş ve Müslüman Türklerin Oylarıyla seçilmiştir. Bu seçimde kampanya başlamasına karşın, ne HÖH ne de DOST partisi bir aday ismi göstererek siyasi seçenek belirlememiştir. DOST böyle bir fırsatı değerlendirememiş veya izin alamamıştır. Bu iki siyasi parti kendi aralarında kızışan kavgadan çekişmeden başkaldıracak durumda değildir. Bu gidişle ikisinin de zamanı yakında tamamen dolacak. Çünkü siyaset oy almak için yapılır en iyi sınavda seçime kendi partin ile girmektir. Bu partiler kendi görüşlerini değil başka yerlerden yönetildikleri için böyle karar almakta özgür davranamadıkları böylece ortaya çıkmış oldu.İbret dersi alınacak bir durum. Sağ cephenin ucunda, hem sol hem de aşırı sağ uçtan milliyetçi partiler güç birliği yapıp Türk düşmanı komitacı Karakaçanov’u ön klasmanda üçüncü yere taşırken, kendi saflarımızda acı bir durum yaşıyoruz. Parçalanmışlığı tercih eden sol partiler hezimet acısını bir daha koklamaya hazırlanıyor. Aynı bulaşıcı hastalığa tutulmuş olan HÖH ve DOST liderlik hastalığından kurtulamayıp mazlum insanlarımızı yeni bir ezilmiştik çukuruna itmeye hazırlanıyorlar. Müslüman Türk seçim cephesindeki hayal kırıklığı büyüktür. Ve şunu açık olarak belirtmek isterim. DOST lideri Lütfü Mestan, basında resmini takıp yayınladığı demeçleri kendisi yazmaya başlamadıkça, bütün konuşmalarını İngiliz ya da Almanya eğitimli, mason zihniyetli, kafa bulandırma ustası kalemşorlara yazdırmaya devam ettikçe hezimet mezarını kendimiz kendi ellerimizle kazmak zorunda kalabiliriz. Ne istediği belli olmayan bir siyasetle yol alınmaz ve hiçbir yere varılamaz. Şu fıkrayla Lütfü Mestan’a selam gönderiyorum: İki Bokböceği Bir adada yaşayan bir boğa her gün ovada otluyormuş, dışkılarından da iki bokböceği besleniyormuş. Kış yaklaşınca bokböceklerinden biri diğerine karşı sahile kadar uçup kışı orada geçirmeyi düşündüğünü söylemiş. “Hem sen tek başına kalınca daha çok yiyeceğe sahip olacaksın, hem de karşıda bol yiyecekler bulabilirsem”, sana da getiririm diye eklemiş. Hemen karşı kıyıya uçan böcek, bol ve taze yiyecek bulmuş, kışı orada geçirmeye karar vermiş. Yaz geldiğinde yine adaya gitmiş, ama onun tombul bakımlı halini gören öbür bokböceği kızmış. Söz verdiği gibi dönüp ona yiyecek getirmediği için onu suçlamış.


42

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“Beni suçlama, karşı tarafı suçla”, demiş gidip dönen bokböceği. “Evet, orada bol yiyecek var ve istediğin kadar yiyebiliyorsun, sofradan sofraya atlayabilirsin. Ancak yanına alamıyorsun.” Bu fıkramız arkadaşlıklarını menfaat üzerine kuran Ahmet Doğan’la Lütfü Mestan ikilisini görenler anlatmanızı rica ediyoruz. Cumhurbaşkanı seçim serüvenini izlemeye devam edeceğiz. Yeni konumuz seçim günü değerlendirilecek bir zarf - halk oylamasına (referanduma) katılmalısınız. Sağlıcakla kalınız.

Bulgaristan Türkleri’nin Yeni Edebiyatı

Galip Sertel-05.Ekim.2016

RUMELİ “Çıkayım Gideyim Urum Eline” -Halk Türküsü“Bir Türk gönlünde nehir varsa Tuna’dır, dağ varsa Balkan’dır” Yahya Kemal Beyatlı “Balkan memleketlerine ait Türk şiiri, Türk romanı, Türk içtimaiyat ve etnografya ilimleri de, Türk tarihi kadar millî vicdanda derin akisler bırakmaya namzet mevzularını henüz bulmamış ve şaheserlerini yaratmamış. Tuna boylarından kopup gelen muhacir kafilelerinin asırlardan beri alınlarının teri ve ellerinin emeğiyle şenlendirdikleri ana-baba yurtlarını bırakıp kaçmaya mecbur edilen Türk köylülerinin felâket destanı, dünyanın hiçbir yerinde oynanmamış olan bu müthiş facianın azametiyle mütenasip bir şekilde bestelenmemiştir... Fakat şayan-ı hayrettir ki bu ehemmiyet ve vüsatta bir işin neşriyat ve matbuat hayatımıza aksetmiş bir humma ve hazırlığını görmek mümkün değildir... Büyük kahramanlık devrinin tabutunu merhale merhale omuzlarında taşıyarak gelen göçmen kafileleri için, eğer bestekâr olsaydım, bir göç marşı bestelerdim; içinde o kadar derin ve büyük bir ıztırap kaynaşırdı ki, ölüm marşları bunun yanında bahar neşideleri gibi kalırdı. Ömer Lütfü Barkan


Makale ve Analizler - 2016

43

RUMELİ; ülkemiz insanı için her zaman tarihimizin, kültürümüzün ve kimliğimizin kopmaz bir parçası; dallarında efsaneleşmiş ve destanlaşmış anıların çiçek açtığı bir özlem ağacı; yürek ocaklarında için için yanan küllenmemiş bir közdür. RUMELİ; İlk fatihleri olan Ece Beğ, Fazıl Beğ, Ak Sungur, Akçakocaoğlu ve daha nicelerin kılıçlarına şiddet, Koca Sinan’ın mübarek ellerine marifet, Koca Yusuf, Kara Ahmet, Kurtdereli Mehmet gibi cihan pehlivanların bileklerine kuvvet veren mucizevi bir tözdür. RUMELİ; gül yüzlü güzellerin düşleriyle süslenmiş göz alıcı el işlerinden, canfes yeleklerin kıvrak dikişlerinden, güneşi kıskandıran bin dallıların sırmalı nakışlarından sessizce gülümseyen ölümsüz bir sevdadır. RUMELİ; Viyana’dan Çatalca’ya değin gerisin geriye akan kara, kanlı bir ırmak, sahipsiz kalmış şehit mezarlarına rahmet akıtan vefalı mehtap, bozgun kasırgalarında savrulan göçmen kuşlarının yükselttiği acı sedadır. RUMELİ; koskoca Devleti Âliyüzyılei Osmaniye’yi omuzlayan bahtsız bir teneşirdir. RUMELİ; nesillerin tüketemediği bitimsiz renkli bir şiirdir. Ahmet Emin Atasoy, Rumeli Motifli Türk Şiir Antolojisi, Asa Kitabevi, Bursa, 2001. Burada “Rumeli, Yunan toprağı anlamında değil, Rom İmparatorluğundan bize kalan topraklar anlamındadır.” Ve gelmiş geçmiş bütün peygamber ve azizlerin hüsnü kabul ve hüsnüniyet buyruklarına rağmen; Ve İsa’dan bin dokuz yüz seksen beş yıl sonra; Ve Tuna boyunda ve Dobruca’da ve Deliorman’da ve Rodoplar’da binlerce Türk’ün köyü, evi, bağı, bahçesi kuşatıldı tankla, topla, tüfekle askerle; Ve yolu, suyu, rızkı kesildi; Ve bir komünist hükümetinin emriyle Müslüman adlar değiştirildi biteği Hıristiyan adlarla; Ve direnenler oldu ve tutuklananlar oldu ve hunharca öldürülenler oldu; Ve sığınabildiğim kucaklayıcı zamanadır bu yakarışlar; Ve ocak 1985 Ve silistre Amin!


44

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Galip Sertel, Zamanla Beş Gerçek, şiir Ve bir belge: Bulgar İsimlerini Yeniden Alan Bir Grup Aydın ve Toplumcunun Beyannamesi (alıntı) Bu Beyanname o aydınlar tarafından kaleme alınmamıştır. Aydınlarımızın isimleri bu beyannamenin altına eklenmiştir. Bu belgeyi imzalayanlar yalnız birkaç kişidir, onlardan biri de bugünkü Kültür Bakanı Vejdi Raşidov’dur. Sisi kaldırmak gerek. Herkesi suçlayamayız. *** Not: Siz sayın Sertel Silistreli olduğunuz için ekliyorum. Çocuklarımız Türkçe okumasın, kafaları karışıyor, mektubunu BKP MK Politik Bürosun yazan ve meclisin böyle bir kanun çıkarmasını isteyen bir Silistreli Türktür fakat bu tüm Silistrelilerin bu görüşte olduğu anlamına gelmez. *** “Gerçeği savunmak için sesimizi yükselterek, yalanları ve iftiraları hiddetle reddederek aşağıda yazılanları beyan etmekteyiz: Evet, biz Bulgar kökenlerimize tamamen yabancı olan isimlerden, gönüllü, buna inanarak ve tamamen şuurlu olarak vazgeçen Bulgarlar’ız. Bizler için Bulgar adı, varlığımızın devamının teminatı ve istikbale yürüyüşümüzde manevi garantidir. Bulgar isimlerimizle gurur duyarak, biz Sosyalist anavatanımıza sadakatle ve candan hizmet vererek, bu isimlerimizi layık surette taşıyacağız. Bulgar milli ruhunun yeniden doğuşunun ifadesi olan bu doğal sürecin çarpıtılması, bizim milli onurumuz ve insan haklarımıza kabaca ve kabul edilmez bir müdahaledir. Türk irticai çevrelerinin “göç sorunu” spekülasyonlarına kesinlikle karşıyız. Soy ve vatan lehine kesin tarihi seçimlerini yapmış Bulgarlar için, yabancı bir ülkeye göç etmeleri mantık dışıdır,bu anlaşılmalıdır. Bu olmayacaktır! Seçim yapılmıştır, o kesindir ve geri dönüş yoktur!” Sofya, 26 Temuuz 1985’de “Oteçestven Front” (Vatan Cephesi) gazetesinin 12187 No’lu sayısında yayınlanmıştır: Ve yukarıdaki Beyanname’den , “Seçim yapılmıştır,o kesindir ve geri dönüş yoktur!” iddiasına bir yanıt: *** Tekrar ediyoruz:


Makale ve Analizler - 2016

45

Not: Bu Beyanname en güvendikleri adamlar Ahmet Doğan, Osman Oktay vb imzalatılmamıştır. DS ve BKP tuzağı bilinçli kurmuştur. İşledikleri suçları bir grup Türk aydınına ve birkaç müftüye yükleme hazırlığı görmüştür bu belgeyle. Olayların özüne inilmelidir. Sofya aydınlarından böyle bir beyanda bulunan yoktur ve olmamıştır. O listede 18 nokta nokta imzasız yer vardır. *** “Haziran güneşi Silistre’nin tren garına sıcak sıcak oturmuş, dargın dargın bakıyor coplu, köpekli, kalaşnikoflu polislere, eski sobalara, isli borulara, kırık dökük mobilyalara, eşya kapkacak, giyim, ayakkabı dolu bavullara, çuvallara ve binlerce Türk’ün ruhunda bir bıçak yarasının derin izleri gibi, gözün gördüğü yerlere kadar uzayıp giden raylara... Göç buradan başlıyor... Göç deyip zorla uğratılıyorlar...Oğul gidiyor,ana baba kalıyor.. Evlât kalıyor, baba gidiyor... Kardeş gidiyor, kardeş kalıyor... Orada, Silistre garında, Haziran güneşinin yakıcı öğle sıcağında, gerilmiş sicim iplerinin boyunda, oğlunu uğurlayan bir anne, kalaşnikoflu polislerin karşısına çökmüş, uful uful söyleniyor kendi kendine... arken belden kopuyor, ayrılırken yürekten... Ayrılık acısı başka... Siz nerden bileceksiniz...” Oğul, gelin, torunlar iplerin öte yanında... Biraz evvel çağrılmışlar trene binmek için... Ağlıyarak el sallıyorlar gerilmiş sicimlerin önünde oturmuş, harabeye dönüşmüş anneye... Megafonla tek tek çağrılıyor cetvelde adları yazılı “turizimciler”... Kulakları sağırlaşmış bir dede annesine çıkışıyor: “Bizi çağırdılar mare...İşitmedin mi ?... Galiba fidan dediler...” 1985 de, Bulgaristan’da ad değiştirme kampanyasında Türkler’in çoğu, hükümetçe teklif edilen o Hıristiyan adları değil de, ağaç, çicek adları almışlar ve bunları da işitmek istemiyorlardı. “Galiba fidan dediler mare...” Vagonlara bindirilecek “turizimcileri” çağıran emniyet yetkilisi: “Şurada, beş senedir adlarınızı öğrenemediniz... Ne geri zekalı, kalın kafalı insanlarmışsınız yahu!” diye mızmızlanırken, yanındaki meslekdaşı: “Aldırma,Binbaşı Yoldaş!” - diyor... “On saat sonra,Kapıkule’de bu adlara gerek kalmayacak...” İnsanın adı!... Hele de o ad insanın kulağına yüce ezanın kutsal ve ulvi sesiyle üflendiyse... Galip Sertel, Bir Başka Göç, Balkan Türkleri’nin Sesi, İstanbul, 1991, Sayı 7 - 8 Bu yazılar kaybettiğimiz dünyamızın ve insanlarımızın hayat hikayesidir.Bugün gençlerimizin birçoğu 600 sene vatan bildiğimiz Rumeli’ni bilmezler bile. Rumelili kibirli ve asalet iddiasındadır. Neden olmasın? En mütevazi,en mahfiyetkar Rumelilinin 600 seMünevver Ayaşlı


46

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

nelik bir mazisi vardır...Ben bile hatırlarım,Rumeli’nin Türklerden boşalmasını... Bir taraftan hasta ve bozgun halinde askerler,diğer taraftan evlad-ı fatihan panik halinde,öküz arabaları ve yaya olarak bir bohça,bir de küçük evlâdcıkları,tatlı ve güzel,sarı saçlı mavi gözlü Rumeli çocukları İstanbul’a hicret ediyorlardı... Hiç kimse bu hicreti,bu “exodus” su (kutsal kitap),bu Türk dramını, bu Türk faciasını kaleme almamıştı, biz Türkler bile...Halbuki, Nazilerin Yahudilere yaptıkları mezalim bir edebiyat ekolü olmuştu, durmadan kitaplar yazılmış, tiyatrolar oynanmış, filmler çevrilmişti... Biz Rumeli’yi kaybettikten sonra, Rumeli’den uzakta bile hep Rumeli ile yaşarız. Yemeklerimiz, dostlarımız, nüktelerimiz, türkülerimiz hep Rumeli’nden. Altı yüz sene vatan bildiğimiz Rumeli.Kolay mı birden ondan kopmak?..

Şiirde Zaman Yoktur

Filiz Soytürk-05.Ekim.2016

Dili yaşaran şiirdir. Güzel bir şiirin dünya ya da bugün yazılmış olması önemli değildir. Şiir ebedidir. Vaziyet güncel ya da tarihsel olabilir. Şiir üzerine zamanın etkisi belirleyici olan değildir. “Belene” Ölüm Kampını şiirleştirmek bugün de olanaklıdır. Türkiye’ye 26 yıl önce göçsek de, şiirimizde tütünü bugün de koklayabilir, ellerimize katran kınasını bugün de yakabiliriz. Nazım’ın “kurşun gibi ağır” dediği hayat, bugün de aynıdır. Ya da Naim Bakov Tuna kıyısından her sabah hepimize selam kardeşlerim derken, o hem tarihte hem de bugünümüzdedir. Unutmayalım. Biz dünya bakışımızı, şiir anlayışımızı Doğu’dan, Fars’tan, İran’da almışız. Azeri melodilerin şiirselliği bu nedenle hemen yer açar kalbimizde, yer alır gönlümüzde. Hafiz’dır “Zamanın aynası Ay’dır” diyen ve bu sözlerin zaman geçmişi, aşımı ve geleceği şiirde yoktur, o sonsuzluğun ta kendisidir çünkü... Biz Bulgaristan’dan gelirken çıkımızda kitap getirmedik. Dilimizi dilimizin altında getirdik. Şiirimizi de türkü ve manilerimizde... Aydınlığı kendilerinden aldığımız İranlılar bizden farklıdır. Her İranlı’nın evinde bulunması gereken


Makale ve Analizler - 2016

47

4 kitap vardır: “Kur’an”, “Hafız’ın Divan’ı”, “Sadi’nin Bostan ve Gülistan’ı” ve “Firdevs’in Şehnamesi.” Fars dilindeki 80 bin kelime bu eserlerin ve dünya görüşünün temellerini ve yapısını oluşturur. Bu eserlerden her biri şiirsel bir ırmaktır. Şiiri hayata çağıran, dilin korunup geliştirilmesi zorunluluğudur. Bir dilin kaybolması en büyük servetin kaybolmasından daha kötü olandır. Yeniyi yaratan dildir. Günümüz insanlarını “ağzımdan laf kaçırırım” korkusu sarmıştır. İnsanlar TV programları seyrediyor, radyo sesliyor, gazete kitap okuyor, esemezleşiyorlar ama konuşmaktan sanki korkuyorlar. Bu korku “Ağzı çok konuşuyor” ithamını yaratmış. “Ne çektimse, dilimden çektim” gibi bir hayat gerçekliğimizi yansıtırken, Türkçemizi dudaklarımızın ardına kilitlemiştir. Dünyada başka hakların yaşamadığı anadil yasağı yaşamış bir halk topluluğuyuz biz. Tüm baskılara ve teröre rağmen bizim şairlerimiz her zaman halkımızın umudu oldu ve 100 yasaklı yılda 100 ünlü şair ansiklopedisinde dizildi. Dili konuşmayan, yüreği ve gözleriyle anlaşan bir halk varsa o da biziz. Bizi zaman içinde diğer halklardan ayırt eden yalnız dua etmekle, fısıldamakla, sessizce susup lanetlemekle, kahretmekle, dinlemekle yetinmeyip her zaman kendini sözlü ifade etmekte arayan bir halk olmamızdır. Bu bizim çok değerli bir özelliğimizdir. Şiire döker yüreğini sözleri bizimdir. Her şeyimiz yasaklanmış olduğu zaman kesiminde, bize “şiir yazmayı bizden öğrenin” demişlerdi. Ne kadar yanlış! Şiir yazmak hayal etmek ve rüya görmektir, insan rüya görmeyi başkasından öğrenebilir mi? Öğrenemez! Umut öldürülebilir mi? Öldürülemez! Düşleme, sanata açılımımızın ilk perdesidir. Rüya görürken biz bir tiyatrodayız, piyes yazarı, seyirci ve piyesin, şiir kendisi biz kendimiz iz. Bu bakıma bir dilin, bir müziğin bir kültürün yasaklanması, bunu yaşamış olmamıza rağmen, dün olduğu kadar, bu gün de, çok yaban geliyor. Bu kadar vahşi bir ortama düşmemiz ise, kader çilesidir. Bu yazıyı yazmama vesile, Bulgaristan’a son gittiğimde! “Yok, artık Bulgaristan Türklerinden şiir, kalmadı onlar,” dendiğine kulak misafiri olmamdır. Onlar aramızda ve biz onları göremiyoruz, olabilir mi! İnsanın yaşadığı günü görmesi zordur. Hep geçmişi bildiğimizle övünürüz. Gerçeği eski antolojilerde ararız. Belki bizi 21. yüzyıl’da değerlendirecekler. Antolojiyi yapan zamandır. Seçimi de o yapar. Şu karşıki kahvede oturmuş hayal eden ve asrımızın destanını yazan bir genç var. Biz onu görüyoruz, fakat hayallerini okuyamıyoruz. İşte bu yüzden şairler zaman dışında olanlardır. Hayal edilen yalnız gelecek değil, geçmiş de düşlenir. Ve bizim toplum gibi toplumlarda şairlerin başına bela olan yaşadıkları gündür. Çünkü yaşarken en iyi olanı anında yaşamak isteriz. Oysa genç-


48

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

likten daha güzel olan olgunlaşarak yaşlanmaktır. Huzurlu ve sabırlı olma hali yaşlanırken gelir ve şiire döküldüğünde yaşamın anlamı olur. İnsan kendini şiirde arar. Cevap hep, “sen kimsen oysun” cevabında gizlidir. Ama insan bir dil ve kültür varlığıdır. Bunu asla unutmamak gerekir. İnsan diliyle yaşar. Şiirde zaman yoktur, fakat zamanı yaşatan dildir. Bu fikirlerimin Bulgar şiirine dün ve bugün nasıl yansıdığını birlikte arayalım. Rüyalar değişmeden insanlar ve toplum değişmez deyenler haklıdır. Bunu bir de yaratıcılar, yazarlar ve şairler değişmeden toplum değişmez şeklinde söyleyebiliriz. Aradığımız yeniliği yeni şiirlerde bulabiliyorsak ne güzel. Birlikte bakalım. *** Aşk, sevgi şiir konularının en yakın ve en güzel olanıdır. Her dilin bir güzelliği vardır. 25 Mart 1934’te İstanbul’da dünyaya gelen Bulgar yazar Hristo Fotev bizim o yerlerde o zaman aşkı en iyi dile getiren şair olarak bilinir. Bir gün hayalinde şöyle demiştir: Ne güzelsin! Allah’ım, Ne Güzelsin! Ne güzel ellerin var. Ayakların da ne güzel! Gözlerin de güzel. Saçların da. Bu zamanlardan taşan bir şiirselliktir.

Şimdi zaman içinde zaman dışı olma konusuna mahzunluk açısından ele alalım. Aynı şair şöyle diyor: Bu boşluk öldürüyor beni. Her zaman sıcak olan aynı ev! Alıp başını bir yerlere giden yok. Gidenlerden de dönen. Bu boşluk öldürüyor beni.

Her zaman sıcak olan aynı ev! Şu dünyada şiirleşmeyen tek şey! ***


Makale ve Analizler - 2016

49

Eylül ayı sonunda Burgas’da şiir bayramı vardı. Yeni kuşak Bulgarlar yaratıcıların yeni zamanı nasıl hayal ettiğini anlatabilmek için birkaç şiiri tercüme etme zahmetine katlandım: Violeta Stanıslavova Deniz yaşantısı unutulmaya karışıyor yavaşça. Güzellik, sessizce yüzerek ufkunu aşıyor usulca. Bir ok deliyor kimliğimin özünü delice, Sözlerin oturdu kaskatı içime. Kalbime saplanan oku çıkarma sakın, Ne yapacağımı bilemiyorum kendimle... *** Gelen şiiri. Kara bulut gördüğünde Şu Allah köylülüğünün Yağmura inanma sen. O kapkara ruhu İkiyüzlüdür bu geliş Eskiden olduğu gibi şimdi de Geri gönder, geri. Doğuramaz parlak bir şarkı. Akşam gölgelerinde dur sen Krıstü Krıstev Huzur saati ararken *** Dinlesene, arıkuşlarından Bir Bakış İki bakış kesişti Yalnız bir an için, Ararken etraftakiler birbirini, Söylemeden tek söz, Fısıldamadan hatta Paylaştılar en gizli sırlarını. İçti birbirini o iki bakış Ve ayrıldılar üzülerek. Çünkü göz temasını Anlamaz kalpten başkası.

Gümüşsü su aynasına Sözler yazıyor yavaşça rüzgâr. Derin bir yerde gizli Bendeki aynı sözler. Rüzgârın ırmağa yazdığını Söyleyebilmem için sana, Rüzgârın suya dokunuşundan Daha nazik dokunmalısın bana... Eli Tominska ***


50

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Zoya Vasileva Duracağım bir gün bende gökyüzünün öfkeli kenarına Döndüğümde sizin yanınıza, olmamış olacağım o kadar uzun zaman aranızda. Uzaklaşırken sizden seçim yapmadım – Çağıran bir ses, ağlayan, gülen biri vardı. Ağladım, sızladım, hiddetlendim, bilemedim nerede olduğumu. Oysa içimde yuvarlak, nar topu gibi yanan bir sonsuzluk vardı. Giriyordu rüyama yaşlı sakallı bir eskici, Uyanıyordu yeni gün karman çorman ve yaşlı. Ağaçtaki kurt gibiydim – kinci, düşüncesiz, tok ve zavallı. Ağaç ise – göremiyordu – yaşadım göze batmadan. Taşlaştı yavaş yavaş cam kalbim. Bir hafta sonra dönerim edim – korktum. Döndüm işte! Yeniden doğmuşum, kabul edin beni, Yaşlılar, tanıyamadınız mı, biz akrandık hani? Sürüdüm mezarların yanında dizlerimi ve ruhumu – İyi akşamlar aksakallılarım. Kabriniz nur olsun! Kapandı gökyüzü kapısı o an bana Açtım altın gözlerimi ve ancak kuşlar vardı. Ölümüne sevinç ve ölümüne nefret etmiştim. Öğrenmeye çalıştım insanların nasıl insanlar olduğunu Ve dirildim. Son


Makale ve Analizler - 2016

51

Umuda Yaşamak

Osman Bülbül-05.Ekim.2016

Kendisine yardım edemeyen, başkasına yardım edemez. “Hiç değişmedik,” diyenler yalan söylüyorlar. Her sabah uğradığım parktayım. Asfalt patikalarına kestane yağmış bu gece. Şanslı olanlar yeşil çimenliğe yumuşak iniş yapmış. İri, kimileri ikiz atkestaneleri! Hepsinin içinde umut gizli, büyük ağaç olma ve her yıl sepet çuval dolusu kestane verme umudu. Büyük Rus klasiği Dostoevski’nin eserlerinde işlediği umut konusundan aklıma takılmış şu geldi aklıma, peykeye otururken: “Umutsuz yaşamak, ölümü kabullenmektir.” Umudu yaşatma konusunda Nasrettin Hoşa nüktelerinde birçok inci var: Biri şöyledir. Hocanın Dükkânı Bir kadın bir gece rüyasında Nasrettin Hoca’yı dükkânda tezgâhtar görür. “Hocam bu siz misiniz, yoksa bana mı öyle geldi?” der. “Evet, benim, buyurun”, cevabını verir Hoca Efendi. “Ben sizden ne alabilirim ki”, diye sorar şaşakalan kadın. “Ne isterseniz,” olur Hoca Efendinin cevabı. “Öyleyse, hayır dualarınıza güvenerek sizden sağlık, mutluluk, sevgi, başarı ve para alayım” der, rüyasının en iyi yerinde müşteri olan kadın. Siparişi alan Hoca, dükkânın arka odasına çekilir ve bir müddet sonra elindeki küçük kutuyu uzatır. Kutuyu alan kadın: “Hepsi burada mı,” diye sorar. “Evet, istediklerinizin hepsi elinizdeki kutudadır,” cevabını veren Hoca, “Siz benim yalnız tohum sattığımı bilmiyor muydunuz” der. “Hepsi bu öyle mi?” diye bir daha sorar elindeki kutuya bakan kadın. “Evet,” cevabını yineleyen Nasrettin Hoca şu öğütte bulunur: “Siz şimdi bu tohumları ekiniz. Hangiler biter ve dallarından hangi meyveler toplanır, bu da yalnız size bağlıdır.” Atkestaneleri güneşin sabah şualarında parlıyor. Şualarda, biz nihayet dikenli kabukları çatlatabildik ve özgürüz, havası var. Görüntüde ortak yapılan bir iş yok.


52

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Her kestane kendi kabuğunu kendisi çatlatıp açmış ve kendisi düşmüş. Fakat birlikte yapabilmenin ve beraber olmanın yarattığı gururu aynı parkta yaşıyorlar. Başımı kaldırdım, gözlerimi ağaçların yapraklarına gezdiriyorum. Kestane ağacının yaprakları üzgün, sararıp solmadan kahverengiye buruşup buruşmayı seçmişler. Diğer geniş yapraklılar onlardan farklı. Yeşilin sarıya teslim olduğu mevsimdeyiz. Hem sarılar hem yeşiller yan yana aynı dallarda süzülmüş, uyumlu bir beraberlik sergiliyor. Onlar sabah güneşini selamlıyor. Şu sakın sabah ortamında, Viyana’yı soluyarak otururken, renk değiştiren yaprakların, sarı ve yeşillerin, sen benim rengimi çaldın, kavgası başlatıp birbirine düşmediğini, sabah şirinliğine kendi güzelliğini katarken neden ağlayıp sızlamadığını, kin ve öfkeden patlamadığını düşünüyorum. Doğanın kuralları böyle... Biz insanlar doğanın ürünüyüz ama birçok bakıma doğadan çok gerideyiz, hatta doğayı kendimize düşman etmiş ve yok etmekte üstümüze yok. Şu sarı ve yeşil yapraklara takıldım kaldığım. Beklediğim Nikolay’ı kestanelere basmadan gelirken gördüm. Hiç konuyu değiştirmeden, Hoş geldin, şuraya otur ve şu yaprakları yeşilli sarılı ağaca bak. Kardeş kardeş yaşıyorlar. Yeşil yeşilliğinden, sarı sarılığından memnun! Biz Bulgaristan’da Türklerle Bulgarlar neyi paylaşamıyoruz? Bu konuda doğa yasalarına uymayı neden kabul edemiyoruz, diye yapıştırdım. Gence yüklenme gibi oldu. Onun paylaşmak istedikleri farklı olabilirdi. Çünkü o gününü benim gibi doğayı okumaya çalışarak değil, Viyana Üniversitesi Kütüphanesinde okuyarak geçiriyordu. O kitapları yazanlar, doğayı okumayı öğrenememişse! Hayali bir dünya anlatılmışsa! Olmayan ve hiçbir yere kök salmamış bir şeyler üstüne yazılmışsa! Okurken hayali dev ağaçlara tırmanan Nikolay, gerçekleri havadan ve hayalden emmez mi? Rüyadaki Nasrettin Hoca tohumlarını hiçbir yere ekmeden, bitmelerini beklemeden, diplerini kazıp büyütmeden, meyvelerine sevinmeden, sonunda tatlı ekşi anlatan biri olmaz mı? Daldın, dedi. Bu hafta internette bir kitap okudum, dedim. Konusu, diye ekledi. Konusu uzun ama içinde şu gerçek var. Yazar, “Bulgar milleti çok zor değişiyor. Hatta değişmek istemiyor. Beraber yaşamak zorunda olduğu insanla-


Makale ve Analizler - 2016

53

rın değişerek kendisine uymasını, uymak istemiyenleri ise buna zorlamayı deniyor” demiş, dedim. Şu geçen hafta dipten başa yeşil olan ağcın bu hafta sarı yeşil olmasına baktıkça geçirdiği evrimli değişime isyan etmemesini kıskanıyorum. İnsanlardan olgun ve bilge davranış sergilemeleri bekleniyor. Ben böyle de güzelim, yeşil de benim, sarı da, demekle yetiniyor sanki diye devam ettim. Biz, yaprak dökümünü izleyen yeni baharda nesil değişimi görebiliriz. Uzun vadede baktığımızda, bir ahlattan orak armuduna, oradan iri yaz ve kış armutlarına uzanan yol bu türün evrimsel değişim yoludur. Fakat bu kendiliğinden olmaz. İşin özünde olan insan müdahalesi, aşı, ilgi vardır. Toplumda bu, eğitimle olur. Yeni toplum müdahaleye, saldırılara açıktır. Basın, radyo TV, elektronik iletişim, sanal baskılar duygularımızı ve beynimizi sürekli bombardıman ederek, belleğimizi, duyumsayışımızı ve yeni olana bakışımızı arasız etkiliyor. Fakat insanı değişimlere açan ya da bu konuda tutucu yapan okuldur, eğitim sistemidir. Bulgaristan tek uluslu bir devlet sistemi kurmayı öngören bir Anayasa’ya ve yasalara dayandığı için, bu konuda azınlıklara hak tanımaz, Bulgar devleti bütçesinden Çingeneden aydın Çingene, Türk’ten bilgili Türk yaratmak istemiyor. Fakat bu iş için vergi topluyor, diyerek müdahale ederken, onun sözünü kestim. Sonra kendisine yukarıda paylaştığım Nasreddin Hoca masalını anlattım. “Kutunun içinde çeşitlilik gizli,” dedim. “Tohumların hepsinin özünde mutluluk, sağlık, bereket, sevinç ve azı, para pul gizli. Bulgarlar yorganı hep kendi üstüne çekerken, diğer bitkilerin, kültürlerin donarak yok olmasına sebep olmuyor mu? Hayatın en büyük zenginliği çeşitliliğinde değil midir? En büyük mutluluk farklılıkların uyumlaşmasında gizlenmiyor mu?” diye bir daha sert yapıştırdım. Ayağa kalktı. “Senin yaprak örneğindeki yeşil ile sarı parlak bir örnek. Yeşilin rengini yitirmesine isyan etmemesi, sarının da sarılaşmayı kabul etmesi sanki bir uyum. Şu an iki renk de eşit ve yan yanalar. Bu ayrı bir mutluluk anı!” dedi ve eliyle yapraklara işaret ederken şöyle devam etti: - Örneği değiştirelim, Şu karşımızda güz sularını toplayarak dolmaya başlayan Tuna’ya bak lütfen. Bin dere ve ırmakçıktan su alıyor. Onlar harmanlanınca Tuna oluşuyor. Toplum da böyle bir şey! Küçükler büyümek için daha derin suda yüzmek ister. Biz Bulgarlar da Avrupa Birliği’ne özendik. Karman çorman bir yer olsa da, bunlarda da bizden diye, sizi de beraberimizde sürüklüyoruz. Araba giderken tekerlekleri aşınır, sizin de kimliğiniz, özellikleriniz, özünüz aşınıyor. Kala kala bir tek umudunuz kalmış. Ben seni anlıyorum, söylemek istediklerini de sezebiliyorum. Elimden gelen bir şey yok. Durum bu. Aşınmaya


54

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

devam edeceğiz. Bulgarlar da aşınıyor, azalıyor, vatanı terk edip kendisine başka yerde yuva arayanlara bak. Balkan Dağ ve yaylaları 1300 yıl önce buraya gelen atalarımın ara durağıymış sanki. Nereye gittiklerini, nerelere dağıldıklarını, ne kadar bir zamanda tamamen aşınacağımızı bilen yok. Topluluk olarak değil bireyler olarak ayakta kalmamız bir umut. Biz de öyle, diye destekledim genç üniversiteliyi. Bizim gözümüz ise hep Türklük denizinde.Biz de derin sularda boğulmak istiyoruz. Karanlıkta değil, kalabalıkta kaybolmak istiyoruz. Bu işte en dayanıklı çıkanlar, Çingenelerdir. Avrupa suyunda erimiyorlar. Sayıları 27 AB ülkesinde 10 milyon olmuş. 2050’de bizim Romenlerin sayısı 3 milyon olacakmış. Ne kaldı şurada 24 yıl. Asrın sonunda ise 7 milyon olacaklarmış. Dünya yeni bir kavimler göçü çağı yaşıyor, fakat onlar yerlerini beğenmiş büyük bir taş gibi duruyorlar bizim orada. Avrupa Birliği merkezindeki et kafalar ne yapacaklarını bilemiyorlar. Bu asrın ikinci yarısında Bulgaristan’da yaşayan Bulgarların sayısı yarım milyondan az kalacakmış. Tabii böyle bir ışık gören Avrupa “aydın” kafaları, Bulgaristan’da bir dışarı kapalı “Romen Otonomisi” kuralım demişler. Ben buna otonomi diyorum da onların kullandıkları terim “anklav” veya “otonomili getto”. Çingeneler burada istedikleri gibi yaşayıp üremeye devam edecekler fakat kırmızı pasaportları olmayacak, oracıkta yaşayacaklar, Avrupa’yı dolaşmak, girdikleri yerde çalıp dolandırmak yok. İşte böyle yeller esiyor Brüksel’dekilerin kafalarında. Biz Türkler ne olacağız, diye sordum. Siz de asrın sonunda 1 milyon 200 bin olacakmışsınız ve bildiğiniz gibi yaşayacakmışsınız, Bulgarlar sizin yeşillenmenize ya da sararmanıza, hamamda kese kullanmanıza ya da her gün baklava börek ya da tarhana yemenize karışmayacak, cevabını verdi. Cevaptan sanki memnundu. O da ayağa kalktı. Asfalt üzerinde parlayan atkestanelerinden birini ayağıyla çaktı. Bu hareketinde “ne olursa olsun, bana ne” vardı. Ben ise, çaktığı kestaneye üzüldüm. Dökülen tüm kestanelerin aynı yere ekmek, sürmelerini beklemek, fidan olmalarını özleyip bir alana yayılmalarını ve bir yeni kestane ormanı hayal etmiştim. İşte böyle birisi ezilse, bir ağaç azalıyor. Bizde öyle olmadık mı, birer ikişer, birer ikişer ezildik ve yok edilmek istendik. Orman olmamız hep engellendi. Yeşil ile sarının uyumu, kestanelerin özgürlüğü, Çingenelerin 7 milyonun birden bir aklavda toplanması derken, Nikolay’la buluşma süremiz bu defa da doldu. O kitapların satır aralarında farklı gerçekler aramaya giderken, bu gün


Makale ve Analizler - 2016

55

dondurma yiyemedik, dedi.Parkla baş başa kaldım, Tuna da akıyor karşımda, Viyana doğası ısınıp uyanırken toplum da hareketlendi ve park çocuklu annelerin neşesi ve afacan cıvıltısıyla doldu. Bu neşe ve cıvıltı hayatın içindeki en değerli olanı, umudu yaşatıyordu.

20. Yüzyılda Türk Dünyasında Soykırımlar

BG-SAM-05.Ekim.2016

Öncelikle “20. Yüzyılda Türk Dünyasında Soykırımlar” konulubu uluslararası Panelimizde bizleri bir araya getiren Bilim Kurulu Başkanlığımıza ve üyelerimize; foruma ev sahipliği yapan Bayrampaşa Belediye Başkanımız Sayın Atila Aydıner’e teşekkür ederim. Çok kıymetli panel ortağımız - URAL Kültür, Eğitim ve Stratejik Araştırmalar Derneği Başkanı kardeşim Bülent Maşaoğlu, Kalbimizin en sıcak köşesinde yaşattığımız Azerbaycan, Karabağ Halk Kahramanları Örgütü temsilcisi, kıymetli konuğumuz Sayın Akif Naği Bey ve yine Can Azerbaycan’dan Tüm Azerbaycanlılar Birliği Başkanı Agil Semedlibeyli kardeşimiz, ve Bulgaristan “Belene” Ölüm kampı ateşinden geçip, özgürlük ve demokrasi davamızda bayrak açan ve halkımızı şahlandıran Demokratik Lig örgütü kurucusu, Genel Sekreteri ve kendisiyle gurur duyduğumuz “Belene” Mahkûmları Örgütü Başkanı Sayın Sabri İskender abimiz, Değerli misafirler, değerli basın mensupları “20. yüzyılda Türk Dünyasında Soykırımlar” Panelimize katılımcı olarak teşrif eden kader kardeşlerim, Hepiniz Hoş Geldiniz Sefalar Getirdiniz. Kader kardeşlerim, soydaşlarım, Köklerinden geldiğimiz Osmanlı’nın baltalanarak parçalanması ve çöküşü ile simgelenen XX. yüzyıl biz Müslümanlar – Bulgaristan Türkleri, Balkan Müslümanları, Kırımlı kardeşlerimiz, Azerbaycanlı Biraderlerimiz ve Viyana’dan Yemen’e tarihin tanıdığı en dev imparatorluğun Anadolu özüne çekilmesiyle simgelenir. Bu, kesintisiz bir süreçtir.


56

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Soykırımlar, Müslüman olan herkese karşı en acımasız şekilde ve hiç istisnasız uygulanmıştır. Daha önce görülmemiş acıların, çekilerin, çilelerin, zulmün, katliamların, sürgün ve göçlerin yaşandığı her saati bir gün, her günü bir yıl, her yılı da bir asır olan, karanlık bir yüzyıldır. Ezilirken çatlayan Osmanlı tohumu Türk filiz sürdü, Türkiye Cumhuriyeti, Türk milleti, Türk halkı doğdu. Bir asırda Osmanlının etki alanlarını arayan genç ve dev boyutlu bir çınar tekrar dallanmaya budaklarından filizlenmeye başladı. 15 Temmuz 2016’da Ulusal çınarımız kesilmek istendi. Türkiye’yi iç savaşa itip bölüp parçalamak, Türk milletini vatansız, evsiz, yurtsuz, devletsiz bırakmak ve ülkemizi sömürge, halkımızı köle etmek istediler. Türk halkı, bu defa da düşmanın maskesini indirdi. Amerika - İngiltere başta olmak üzere tüm sömğrgecileri Türk halkı püskürttü. Altından FETÖ terör örgütü, “paralel devlet”, yandaşları PKK ve PYD, onları yönlendiren “üst akıl”, da 100 yıldan sonra ilk defa çöktü. Dedelerimizin, Çanakkale’de denize dökülenlerin torunlarını yine karşımızda bulduk. İkinci defa şahlandık ve kahramanlık destanını 15 Temmuzda yazdık. Hâlâ hastanelerde olan yaralılarımıza geçmiş olsun. Hepimize tüm Türk Dünyasına geçmiş olsun! Türkiye yeni bir tarihsel çağa girdi. Dönüşüyor!. Bu dönüşümü başlatma şerefi bize hepimize nasip oldu. Bu sözlerimin anlamı, Türklere yapılan soykırımlara, dil-kırımına, dinkırımına, kültür-kırımına uygarlık-kırımına dil uzatma, el kaldırmaya artık ebediyen son verilecektir. Vurguladığım olay, dünyada tarihin gidişini değiştirme açısından çok önemlidir. Osmanlı küllerinden doğan Türkiye Cumhuriyeti, yeniden fışkıran çınar gibi yeni Türk çağını müjdeliyor. Ulusal güç olmaktan taşıp bölgesel bir büyük güç olmamız yeni bir jeopolitik niteliktir. XXI.yüzyılda artık Oyun Kurucusu olacağımızın göstergesidir. Suriye operasyonu şimdi Kerkük, Musul böyle anlaşılmalıdır. Balkanlarda din ve kültür eserleri onarılırken, Müslüman halk öz yaşam biçimi sıcaklığına dönüyor. Bu büyük bir bekleyiştir. Güçlü bir özlemdir.Bugünün Balkanları, Bulgaristan 1778 San Stefano belirsizliğini yaşıyor. Bulgaristan da dahil, bölge üzerinde üç gölge var. Büyük Türkiye, Rusya ve Avusturya - Avrupa Birliği gölgeleri örtüşüyor.


Makale ve Analizler - 2016

57

Belirleyici olan oradaki yerli unsurun Müslüman - Türk ve akraba topluluklarından olması, yani bizden birileri olmalarıdır. 15 milyonu aşan Türkiye’de yaşayan bir halkın kökleri hala orada Balkanlar’da yaşamaya devam etmektedir. 1878’de, Berlin’de, San Stefano Bulgaristan’ının üçe parçalanıp üçte ikisinin Osmanlıya, üçte birinde de Alman gölgesi belirdiği gibi, bir yeni durum yaşıyoruz. Tarih tekerrürden ibaret diyenler yine haklı çıktılar. Büyük Türkiye olgusunun dayandığı yeni sütunları oluşturuluyor. Küresel dengelerin kurulmasında çok önemli rol alırken terörle mücadelede, sığınmacılar konusunda Büyük Türkiye dünyada tüm mazlumların umudu oldu. Kabuğuna sığmayan Büyük Türkiye Lozan’ı yeniden değerlendiriyor. Adalarımızın kaçakçı-sığınmacı üssü, yılanlık olmasına artık tahammülümüz olmadığını açıkça dile getiriyor. Türkiye Lozan Anlaşmasıyla dünyaca tanınmasına rağmen, biz Bulgaristanlı, Müslüman Türklerinin bu senette adımız geçmez. Bu yüzden Rumeli’de Türk bilinci ve İslam diniyle bir etnik azınlık topluluğu olarak uyanışımız, büyüyerek güçlenmemiz çok zor oldu. 15 Temmuz’dan Biz Bulgaristanlı soydaşlar da ibret dersi almalıyız. “Yenikapı” yüzyılın Türk Mitingine katılmayan HÖH zihniyeti ya Moskofcu ya da NATO’cu kesilmesinde, insanlarımızın Türk olarak mevzilenmesini engellemek için havanda su dövmelerini gözlüyor ve bunları artık kaale bile almıyoruz. Bulgaristan’da 6 Kasım 2016 da yapılacak olan Cumhurbaşkanı seçimlerinde HÖH partisi Rus oligarşi sermayesinin Bulgaristan’daki temsilcisi Plamen Oreşarski’yi desteklediği belli oldu, DOST’un durumu ise hala belirsiz. Seçimlere 35 Cumhurbaşkanı adayı belirmesi arınamayan toplumun can çekiştiğinin kanıttır. Can çekişen zihniyet, Türkiye’de yaşayan çifte vatandaş 720 bin soydaşımızdan 650 bin oy kullanma hakkına sahip olmalarına rağmen, kendilerini gerçekten temsil eden bir aday çıkartamıyorlar. Bu seçmenleri sadece bir oy makinesi, oy-kölesi, seçim esiri olarak görüyorlar. Bu duruma geçtiğimiz yüzyıl da yaşanan üzücü katliam ve soykırımların Türkiye tarafına ait büyük ihmaller zincirinin etkisi bulunmaktadır. Bulgaristan Türk ve Müslümanların kendi sorunlarını çözebilmek adına siyasi faaliyetlere kalkışmaları maalesef başarısızlıkla sonuçlanmıştır.


58

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

1970 li yıllarda Pomak kardeşlerimizin uğradığı zülme o günkü Türkiye sessiz kalarak sonraki yıllarda Türk toplumuna da yapılacak olan zulümlere kapı aralamıştır. Yaşanan üzücü olaylar sonrası yaşanan rejim değişikliğinden sonra Türkiye’nin Bulgaristan masalarının da henüz durumu kavrayamamasından da kaynaklanan ilgisizliklerinden dolayı 1990 sonrası bir neslimizi yitirdik. Yeni bir nesil daha yitip gitmesine seyirci kalamayız. Ancak üzülerek Türkiye Cumhuriyeti Balkan - Bulgaristan masası görevlileri hala gerekli bilgi ve birikimi tam olarak sahip olmadıklarından 1990 sonrası yaşanan durumlara benzer nesillerin Türk bilinciyle yeterli donatılamadığı ve HÖH eliyle Bulgar devleti - KGB operasyonlarına açık hale maalesef Türk devleti desteğiyle maruz kalmaktadır. Bununla birlikte Bulgar devleti-KGB etkin bir şekilde Bulgaristan’daki Türk siyasi hareketlerinde faaliyet göstermektedir. Türk devleti gerekli özeni ve dikkati göstermeden yürüttüğü faaliyetler neticesinde Bulgaristan’daki Türk siyasetine destek verdiği zanlıyla aslında tam bir Bulgar-KGB operasyonuna farkında olmadan destek olmaktadırlar. Bulgaristan devletinin çok yönlü operasyonlarını kavrayıp gerekli önlemleri alabilecek bilgi ve birikime sahip Bulgaristan masaları tesis edilerek Bulgaristan’daki Türk toplumunun ihtiyaç ve gereklerini yakından bilen uzman kişilere acilen ihtiyaç duyulmaktadır. Bu değişikler yapılmadığı takdirde HÖH örneğindeki gibi Bulgaristan’daki Türk siyasetinin yetiştirilmiş ve yerleştirilmiş hain Türkler eliyle KGB inisiyatifine bırakılmış olacaktır. Biz, Bulgaristan Türklerini Hainlere oy vermeye mahkum etmemelisiniz. “Yenikapı” mitinginde Büyük Türkiye Ruhu Doğdu! Bu bizim ruhumuzdur. Türk-Rus sorununda Rusya yanında yer alan ve “Yenikapı”ya katılmayan HÖH, DOST eliti bizimle olamaz, Yeni Türk Ruhuyla uçamaz onlar ancak emperiyalistlerle kanat çırparlar. Müsaadenizle panel konumuza dönüyorum. Soykırıma uğramış çok büyük bir kardeş halk olduğumuzu ifade ederken, acımasız bir haksızlığa uğradığımızı, eziyet gördüğümüzü, tüm yasalara, din ve ahlak kurallarına, insan vicdanına aykırı olarak en büyük kötülüklere maruz kalmaya zorlandığımızı hatırlatmak isterim. Biz, hayat yolları kesişen kardeşleriz.


Makale ve Analizler - 2016

59

İyi kötü aynı kaderi paylaşan bizler alın yazısı işte, bir aradayız, aynı saftayız, bir akü olduk ve tüm soydaşlarımıza elektrik, aydınlık taşımaya çalışıyoruz. Asil bir görev aslında! Öz geçmişimiz bizim hatıralarımızdır.En karamsar renkleriyle bile tarih, insanın kendi geçmişidir. Çünküinsanlar ibret dersini kendi geçmişlerinden çıkarır. Gelecek ışığı insanın kendi belleğinde, kendi yaşadıklarından doğar. Biz ne kadar birlik olursak, bu ışık o kadar daha büyük ve daha uzakları aydınlatacaktır. Bu bakıma, hatıralarımız, anılarımız bir barajdır, her an elektrik, enerji alabileceğimiz bir kaynaktır. Bu bizim öz kaynağımızdır. Müslüman Türklere Soy kırım işlendiğinden söz dahi edilmiyor. 1878 - 1944 dönemini ele alan tarih kitaplarında ardı arası kesilmeyen göçe zorlamadan, milyondan fazla Türkün malına mülküne el koyma vahşilikten söz dahi edilmiyor. 1944’ten sonra Komünistlerin yaptıkları da yanına kâr mı kalacak, insanlığa karşı işlenen bu suçlardan ne yazık ki, bir tek kişi bile yargılanmamıştır. Bu insan hakları ihlallerinin örtpas edilmesi değilmidir. “Türkün Türke yaptığını başkasının yapamıyacağı...” sözünü doğrularcasına Kırcaali Saat Kulesi’nde, Bulgaristan’ın başka şehrinde raslanmayan bir uygulamaylaher saat başı Osmanlı’dan kurtuluşunu anlatan marşçalınmaktadır. Ancak halkın artan tepkilerine rağmen, gerek STK’lar sivil toplum örgütleri ve Türk kurumlarının ilgisizliği nedeniyle bu durum 27 yıldır süregelmektedir ve kısa vadede durumun değişeceğine dair bir ışık bulunmamaktadır. Türk Belediyelerinde bu gün çocuklarımıza anavokullarında domuz eti verildiği ve anadil olarak zorla Bulgarca öğretildiği, gençlerimiz asimile edilerek dil ve dinimizi unutturulması siyasetinin Türk belediyelerin ve muhtarlıkların eliyle uygulanıyor olması planlanmış bir program dâhilinde yapıldığı kuşkularını kuvvetlendiriyor. Bulgar’ın soykırım yükü çok ağır olduğu için bu işi 26 yıldan beri HÖH ve DOST gibi statükocu partilerin eline verildi. Türkiye’ye ve Türklüğe karşı her harekete kanat açan Bulgar makamları bu defa Ahmet Doğan, Lütfü Mestan ve onlar gibi hain sürüsünden liderlere Fetullah Gülencilerle çalışma olanakları verildi onların elemanlarının önü açıldı ve devam etmekteler. Batı ve Rus emperyalizmi, Sofya hükumetlerini kışkırtarak bir asırda bütün Bulgarları Türk ve İslam düşmanı yapabildi. 1984 - 1989 Türklük soykırımına yediden yetmişe bütün Bulgarlar seferber edildi. Ötekileştirme ve etnik düşmanlık bir devlet siyaseti haline geldi.


60

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İsimlerimiz, mezarda dedelerimizin bile isimleri değişti, köy adlarımızı, dere, tepe, ırmak, meydan adlarımız değiştirilirken, tekrar ediyorum, tüm uluslararası ve ikili sözleşmeler ayaklar altına alındı. Bulgarlar, Türk veMüslümanıngöz yaşına bakmadı. Tek istisnasız hepimizi hedef aldı. Türkiye başta olmak üzere tüm İslam âlemi ve demokratik dünya başkaldırmasaydık şimdi hepimizin hayatı kaymıştı. Bugün savaş ateşinden kaçan 3 milyon Suriyeli kardeşimize kucak açılmış olmamız, sözlerimin inkar edilmez bir yeni kanıtı olurken, komşu topraklarında yürütülen askeri anti-terörist operasyonlarla mağdurların baba ocaklarına geri dönmeleri ortamı yaratılmaya çalışılıyor. Türkiye’den başka savaş kaçağına, sığınmacıya candan el uzatan dünyada başka bir devlet yoktur. Ne yazık ki, Türk ve Müslümanlara, İslam’a saldırı olarak 20. yüzyıl tarihini kanla yazanlar, 21. yüzyılda barbar ve vahşeti tırmandırıyorlar. 1696’da Karlofça’da başlayan Osmanlıyı Avrupa’dan kovda serüvenini, Büyük Atatürk Sakarya’da durdurmuştu. Büyük Türkiye’nin yöneticileri emperyalizmin 15 Temmuz FETÖ kükremesini önledi halkımızı Türkiyeyi yönetenler bize hepimize yeni bir Dönüşen Tarih kapısını açtılar. Allah onlardan razı olsun.Bundan sonrasının kolay olacağına inanıyorum. Artık oyunu kuran biz olacağız! Türkiye Cumhuriyeti olacak. İşte bu gün dünyada yapılan zulümlere karşı Türkie’yi öne çıkaran güç de ilâhi adalettir. Bu toplantımıza katılan tüm dostlarımıza teşekkür eder, geldiğiniz için şukranlarımızı sunarız, Sağ olun! Var olun!


Makale ve Analizler - 2016

Ulusun Anası

61

Ünal Gazi-07.Ekim.2016

Alman “Deutsche Welle” radyosundan Bulgaristan seçimlerini konu eden ödünsüz bir yorumu. Başbakan Boyko Borisov’un 6 Kasım 2016 seçimlerine ilişkin şaşkınlığını izlerken aklıma şöyle bir masal geldi. Ölümsüz Hayat Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, çok iyilikleri yapmış ve çok akılı oluşuyla ün yapmış yaşlı bir hükümdar yaşıyormuş. Günlerden bir gün o hükmettiği toprakları gezip görmeye çıkmış. Köylerin birinden geçerken kamburu çıkmış iki büklük sopasına dayanarak yürümeye çalışan bir ihtiyara rastlamış, “Hey dede ne işle uğraşırsın?” diye sormuş yanından geçerken hükümdar. Ceviz ağacı dikerim, cevabını vermiş yaşlı adam. “Senin yaşın artık oldukça ilerlemiş, kamburun çıkmış, yetiştiklerini göremeyeceğin, gölgesinde serinleyemeyeceğin, meyvelerini tadamayacağınağaçları dikmene ne gerek var,” demiş hükümdar. “Hükümdarım”, diye başlamış cevabına aksakallı ihtiyar, “bir bugün kendi diktiğimiz ağaçların değil, bizden çok önce yaşamış olan yakınlarımızın diktiği ağaçların meyvelerini topluyoruz. Onlarda da o zaman, benim gibi, ama bizden çok önce fidan dikmişler ve meyvelerini görememişler. Bu yüzden şimdi bizim neslimiz de, torunlarımızın ve onların evlatlarının meyvelerini toplayacağı ceviz ağaçları dikmek zorundayız”, demiş. Bulgaristan komünistlerinin kendi iktidarlarını ebedi yaşatmaya çalışmasını izleyelim: Son günlerde radyom sürekli açıktır. Bulgar komünistleri yıllar öncesi komünist diktatörlük yıllarında yetiştirdikleri kadroların meyvelerini toplamaya devam ediyorlar. Hem de yeni durum öyle bir şey ki, Başbakan Borisov Kasım ayında yapılacak Cumhurbaşkanı seçimlerine aday olarak gösterdiği Bayan Tsetska Tsaçeva’ya “Ulusun Anası” dedi. Babası ise, yine komünist partisi tarafından, sporcu, itfaiyeci, korumacı vs. olarak yetiştirilen ve hiçbir iş yapmadan, 50 yıl ülkede yaşamamış olan sözde Çar II. Simyon tarafında Orgeneral ilan edilen Borisov kendisini için ise kendine “Ulusun Babasıyım” dedi. Bir önceki (görev süresi devam eden) Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev aynı partinin Komsomol komünist gençlik teşkilatının elemanıydı.


62

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Konuyu işleyen dünya basını eleştirel yorumlandı. “Deutsche Welle” konuyu şöyle işledi. “Ben ulusun babasıyım, işte size bir de ana! 26 yıl önce kapatılan, Bulgaristan Komünist Partisi (BKP) kadrolarından biri, daha sonra GERB partisinin anti-komünizm sahnesinde rol almış, günümüzde ise reformcu kılığına girmiş. Bulgaristan’da komünist rejimin devrildiği 10 Ekim 1989’dan önce de Tsetska Tsaçeva Cumhurbaşkanı adayı gösterilebilirdi. Yüzde yüz nomaklatür (yani komünist partisinin yetiştirdiği en gözde kadrolarından biri olan bu Bayan) bize ne ima ediyor?” Bulgar toplumunun babaları çoktur. Artık bir de ana bulundu. Bu sözleri biraz yarım ağızla, biraz da şaka gibi söyleyen Başbakan Borisov, GERB partisinin cumhurbaşkanı adayı, meclis başkanı Taçeva’yı kamuoyuna böyle tanıttı. Bundan yaklaşık bir ay önce diğer partiler ve girişim grupları kendi Cumhurbaşkanı adayını halka tanıtırken, devamlı susan GERB partisinin bu seçimleri kaybetmek istediğini düşünenler çoğalmıştı. İktidar partisi seçimleri kazanacağına o kadar çok inanıyor ki, bu inancı ona seçimi kaybettirebilir. Sosyolojik araştırma sonuçlarına bakıldığında, adayın açıklanması biraz geciktirildi. Geciktirme, ilk dönemde sanki GERB’in otoritesine katkı sağlarken, son dönem saygınlığını aşındırmaya başladı. Bulgarların hemen hemen yarısı, daha Tsetska Tsaçeva olsun denmezden önce, Borisov’un göstereceği adayın Bulgar devlet başkanı olacağına sanki inanmıştı. Ruh hali bozulmuş bir toplum. Cumhurbaşkanı adayı yükseltilmesi konusunda ihmalkâr davranan Başbakan Borisov, aday Tsaçeva’nın kamuoyuna tanıtılması esnasında da devam etti. 40 dakika konuşan ve daldan dala atlayan Başbakan, Cumhurbaşkanı seçimlerinin önemine hemen hemen değinmedi. Dünyada durum, Türk-Bulgar devlet sınırının korunması, Türkiye ile stratejik ortaklık kurulması, sığınmacıların ülkeye girmesinin önlenmesi, “sığınmacıların sınırda kurşunlayıp gömmek kötü, ülkeye girmeleri ise daha da kötü” gibi kıyaslamalar yaptı. O Bulgar halkını sığınmacı tehlikesiyle korkutmak istedi. Bulgaristan “GERB partisinin istikrarlı iktidarı sayesinde huzurlu günler yaşıyor” derken, Biz hükümetten düşersek “sığınmacılar ülkeyi istila eder” gibi tehditler savurdu. “Yani çok derin bir bunalım kapıdadır”, dedi. Borisov’un konuşmalarında ve Cumhurbaşkanı adayını tanıtırken takındığı tavırda parlayan içince kendini beğenmişlik ve bu işleri benden başkası asla yapamaz noktası ise, “Cumhurbaşkanları partilerini hiçbir zaman ve yerde reddetmemelidir” sözlerinde ifade buldu. O, Bayan Tsaçeva’yı GERB partisinin


Makale ve Analizler - 2016

63

adayı olarak aday gösterdi. Burada bağımsız ve halkım cumhurbaşkanından söz edilemez. Bu düşüncesini örneklerken, G. Pırvanov, P. Stoyanov ve Rosen Plevneliev gibi üç son dönem Bulgar cumhurbaşkanının, onları seçen partili kitleden kopmadıkları gibi, aday Tsaçeva’dan da böyle bir adım beklenmemesi gerektiğini vurguladı. Söz alan ve kısa bir demeç veren Bayan Tsaçeva da parti çizgisinden sapmayacağına, hatta çıkmayacağına sanki yemin etti. Tsaçeva şöyle konuştu: “Ben bilânço çizgisi çekmesini ve sorumluluk taşımayı bilirim. Uzlaşma sağlayabilirim, uzlaşmazlıklardan çıkacak kıvılcımları söndürebilirim, karar da alabilirim. Ben taraflar arasında uçurum açmayacağım, gereken yerlere köprüler kuracağım.” Ne var ki, Tsaçeva’nın şimdiye kadarki çalışmaları seçmende böyle bir izlenim bırakmadı. GERB partisinin birinci hükümetinde Bayan Tsaçeva meclis başkanı seçildi. O dönem Bulgar Halk Meclisi tarihinin en derin güvensizlik yıllarını yaşadı. Başkan Tsaçeva, Bulgaristan Cumhuriyetini kendi isteğine göre biçimlendirmek isteyen Başbakan Borisov’un arzusuna uyarak Meclis İç Tüzüğünü defalarca tıraşladı. O yıllarda Tsaçev’a hakkında söylenmedik söz kalmamıştı. Bulgaristan geleneklerine uyularak, Bayan Tsaçeva’nın eşi, Bay Tsaçev de, aldığı maaş iktidarda bulunanların gelirine eşit olan, Bulgar hava yollarında, çok kuytu ve sıcak bir göreve atanmıştı. Hatta ismi bir lobi skandalında patladı. Mecliste okunan ve onaylanan bir karar tasarısının metni, “Devlet Gazetesi” (resmi basın organı) sayfalarında tanınmayacak kadar değiştirilmiş bir halde çıkmıştı. Bulgaristan Komünist Partisi’nin bu güvenilir kadrosu, GERB saflarında anti-komünist sahnede rol almış ve ikinci GERB iktidarı döneminde birden bire demokrat ve reformculukta öncü olmuştur. Tsaçeva, güya önce adalet reformu yapılmasına sıcak baktı, değişiklikleri kucaklayacakmış gibi havalara girdi, daha sonra BSP ve HÖH - DPS partilerinin işgüzarlığından başarıyla faydalanmayı başararak, meclise girmeyen bir adalet reformunun cenaze törenine gitti. Her kurbağa göldeki yerini bilmeli ve Borisov’un planları Bu seçimleri “torbada keklik” bilen iktidar partisi acaba bu seçimleri kaybetmek mi istiyor? Bu bir bilmece olarak seçim gününe kadar günden olabilir. Tsetska Tsaçeva GERB partisinin tipik katı omurgasından bir kadrodur. Bu bakıma GERB artık hareketleri şeffaf bir parti oldu diyebiliriz. 10 Kasım 1989’dan önce Cumhurbaşkanı gösterilebilecek totaliter-komünist katı bir kadroyu 26 yıl sonra Cumhurbaşkanı adayı gösterebilecek kadar cesur hareket ediyor.


64

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Çizilen genel tabloda aday Tsaçeva’nın çok taraflı birleştiriciliği siyaset sahnesinde yalnız bir çizgi olup uzunluğu da GERB’in ne pahasına olursa olsun iktidarda kalma azmiyle örtüşür. En büyük siyasi parti olan ve iktidarda bulunan partinin küstahlığını modernizem ambalajına paketleme hevesinin de söndüğü dikkatten kaçmıyor. Kampanyayı açarken verdiği demeçte Borisov, “ben sizin babanızım, ananızı da buldum” oylarınızı almak için kapınıza gelmeyeceğim, siz işinizi bilirsiniz, demekle yetindi. Yine bu konuşmasında o, bir sonraki Cumhurbaşkanı seçimlerinde ben aday olacağım demeyi de unutmadı. Böylece o sıradaki siyasetçilerin kanatlarını kesti ve ufkunu kararttı. Olaya daha derin baktığımızda, meclis başkanının Cumhurbaşkanı adayı gösterilmesi Başbakan Borisov’un aklından geçenleri gün ışığına çıkardı. Bu niyetler, Tsaçeva’nın yapılmayan adalet reformunun “başarıyla sonuçlandı” sözlerinden de anlaşılıyor. Bulgaristan’da başlayan Cumhurbaşkanlığı seçimleri, aslında bu ülkede komünist soyun ölümsüzlüğüne en kesin kanıttır. Şimdi komünist militan ve yönetici kadro yetiştiren akademiler olmasa bile, komünist töre gelenekleri yaşıyor, totaliter omurga gömülmek istemiyor, ülkenin kaderi ise kimin umurunda!? Bu arada, ben bu yorumu almanca dilinden Türkçeleştirirken, bg.New. Haberleri bilgisayarımın ekranını tamamen kapladı. Bulgar parlamentosunda “istifa” ve masayı yumruklama şiddeti ve BSP ile GERB arasındaki kapışma öyle boyut aldı ki, meclis çalışmalarına ara verdi. Meclis salonunda ilk kez olmak üzere çok büyük boyutlu ve “GERB Bulgaristan’ı gömdü!” yazılı siyah bir bayrak açıldı. Sosyalistler Başbakan Borisov’un komünist otobiyografisini yüksek sesle meclis içinde ve meclis dışında okudu. Başbakan Borisov’un dış ülkelerin ve çevrelerin menfaatlerine hizmet ettiği açıklandı. Borisov’un BKP üyeliği anlatılırken, ailesinden vazgeçtiği gibi, vatanından da vazgeçmek niyetinde olduğu halka duyuruldu. Bulgaristan’da azınlıkların hiçbir hakkı olmadığı belirtildi. Vatandaşlar arasında hak eşitliği olmadığına önemle vurgu yapıldı.


Makale ve Analizler - 2016

65

Geri Adım Atmaksa Çok Zor

Levent Rasimov-07.Ekim.2016

Hep başa çıkmak, hep birinci olmak isteriz. Hangi konuda mı: Lütfen okuyunuz. Cumhurbaşkanı seçimine “Start!” derken, hükümette “STOP!” dendi. Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP); Bulgaristan’ın Avrupa Alternatifi Partisi (ABV) ve Hak ve Özgürlükler Partisi (DPS) 6 Ekim 2016’da yani cumhurbaşkanı seçimlerinden tam bir ay önce birlik oldu. Başbakan Boyko Borisov GERB - RB (Bulgaristan’ın Avrupa Gelişimi için Vatandaşları ile Reformcu Blok) hükümetinin ve Başbakan Borisov’un istifasını isterken, Bulgaristan’ın AB (Avrupa Birliği) yönetimindeki mali komiser Bayan Kristalina Georgieva’nın da hemen görevinden çekilmesini istediler. İstifaların gerekçesi, Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri seçimlerinde Bulgaristan devlet siyasetinin hezimete uğramasıdır. Bilindiği üzere. Halen devam eden BM yeni Genel Sekreterliğine Sofya hükümetinin önerdiği Bayan İrina Bokova ile Bayan Kristelina Georgieva ikişer kırmızı puan alarak adaylıktan düştüler. Gerekçede, Bulgaristan’ın dış siyaseti ülke dışında hezimete uğradı. Bulgar hükümeti bu saatten sonra egemen değildir, deniyor. Sosyalist Parti lideri Bayan Kurneliya Ninova, ikinciliğe ulaşan Bayan İrine Bokova’yı hükümetin BM Genel Sekreteri yarışından geri çekip, sıralamada 9. olan Bayan Kristelina Georgieva’yı göndermesi çok büyük bir yanlış olarak değerlendirdi. “Bu değişikliğin büyük bir dış baskı sonucu yapıldığını ve Bayan Georgieva’nın çok daha büyük şansı olduğu iddialarının tamamen yalan olduğu” artık ortaya çıktı, dedi. Eski Cumhurbaşkanı ve ABV partisi Başkanı Georgi Parvanov da, “Başbakan Borisov’un şerefini korumak istiyorsa siyasi sorumluluk yüklenmeli ve hemen istifasını sunmalıdır” diye konuştu. AB yönetiminde görev alan Georgieva’nın da hemen ülkeye dönmesinde ayak direyen Pırvanov, “bu bir manevi hezimettir” dedikten sonra, “Böyle bir hezimetten sonra insanlarla görüşemez, onların gözüne bakıp hiçbir sorun çözemez” görüşünü vurguladı. HÖH - DPS parti Genel Başkanı Mustafa Karadayı da, kabinenin hemen istifa etmesi gerektiğini söyledi. Karadayı, bir önceki demecimde de, hükümeti aday değiştirme adımının “ciddi” olmadığını belirtmişti, dedi. HÖH, baş-


66

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

kanı dünya iletişim araçlarının diline oligarşi ve kirli oyunlar oynamakla düştük. Şimdi önemli olan hükümetin bu kirli işlerin ardında duranları açıklamaya kendinde güç bulabilip bulamayacağı sorunudur, şeklinde konuştu. O, Bakanlar Kurulu bu kararı birlikte aldıysa, biz hezimete uğradık, öyleyse vakit kaybetmeden topluca istifa etsin, dedi. İlk kez olmak üzere, aralarında hükümet ortaklığı olmasa da, 17 milletvekili ile Borisov hükümetine her konuda meclis desteği veren Makedonya İç Devrim Örgütü (VMRO) partisi Genel Başkanı ve Ataka, sözde “Yurtsever Cephe” (PF) ve VMRO üçlüsünün ortak Cumhurbaşkanı adayı olan Krasimir Karakaçanov da “istifa” dedi. O Başbakan Borisov ile Dışişleri Bakanı Daniel Mitov’a hütaben konuşarak, AB Mali Komiseri Kristalina Georgieva’nın hemen geri çağrılmasının zorunlu olduğuna işaret etti. İstifa isteklerine Fecebook üzerinden cevap veren Dışişleri Bakanı Mitov ise, “ikinci yere çıkan Bayan Bokova’nın seçilme şansı olmadığını” yazdı. Son oylamadan sonra BM Genel Sekreterinin Portekiz Antonniu Gutariş olduğu duyuruldu. Öte yandan Bulgar basınında çıkan haberlere göre, Almanya Başbakanı Merkel ile Fransa Başkanı Oland, Kr. Georgieva’nın BM Genel Sekreterliği konusunda birbirine düştüler. Rus basını, Merkel’in BM Genel Sekreterliğine Georgieva’nın adaylığını desteklediğini, Fransa Başkanı’nın ise Portekizli Guteriş’i istediğini, yazdı. Büyük ve uluslararası politikada tamamen toslamışsak, ulusal kimliğimizi sıfırlamışsak, bir de şu seçim arifesinde halkın nasıl geçindiğine, ne yiyip içtiğine bakalım! Ülkede alıp yürüyen çok katlı bunalıma çatı olarak hükümet bunalımının da dahil edilmesi gerginliği artırdı. Bu arada Devlet İstatistik Enstitüsü’nün 2015 yılı verileri yayınlandı ve geçen sene nüfusun % 34’ünün asgari geçim göstergesi altında yaşamaya çalıştığı açıklandı. Bulgaristan’da yoksulluk çizgisi 325 levadır. Ülkede 1 milyon 500 bin kişi 160 Euro’ya eşit olan bir geliri elde edemiyor. Biz Avrupa’nın en sefil yaşayan ülkesiyiz ve yoksullar ordusunun % 80’ni etnik azınlıklardan oluşuyor. Bir önceki yıla göre Bulgaristan’da yoksulların oranı % 6,4 artmıştır. Yıllık inceleme sonuçlarında belirtildiğine göre, yoksul yaşayanlardan % 53,3’ü işsizdir. İşsizler ordusunda şl bulamayan erkeklerin oranı kadınlara kıyasla % 5,1 daha yüksektir. Cumhurbaşkanı seçim yarışına henüz damga vurmayan yoksulluk en fazla 3 - 4 çocuklu ailelerin ve yalnız yaşayanların belini büküyor. Çocukları 2016 - 17 ders yılında birinci sınıfa başlayan ailelerden % 50’si devletten bir de-


Makale ve Analizler - 2016

67

falık olmak üzere 250 leva (125 Euro) para yardımı istedi. Bu yardıma ihtiyaç duyanların okul müdürlerine Ekim ayının 15’ine kadar dilekçe verebilecekleri duyurulur. 2014 yılına kıyasla, 2015 yılında 65 yaşın üzerinde olan yaşlıların yoksullar grubu % 13,8 büyümüştür. Bulgaristan’da 65 yaşını doldurmuş ve aile olarak beraber yaşayan ihtiyarlar nüfusun % 15,1’idir. Bu kesimin emekli maaşlarının 160 levayı aşmayan kesimi ise % 50’dir. Etnik azınlık toplulukları arasında Çingenelerden % 67,2’sinin yoksulluk çıtası altında süründüğü açıklandı. Bu oran Bulgar nüfusta % 15,2’dir. Bulgar etnik grup arasında yoksul yaşayandan % 49,9’u emekliyken, yoksul Çingenelerin % 43,7’si işsizdir. Önemle dikkatinize sunuyorum.Bulgaristanlı Türkler arasında hem herhangi bir yerde iş bulup çalışan ve hem de geliri 325 levayı geçmeyen ve yoksulluk çıtasının altında yaşamak zorunda olan Türklerin oranı % 26,7’dir. Çalışan Çingenelerden % 20,8’i yoksulluk çıtası altındayken, Bulgarlar daha yüksek ücret aldıklarından bu oran % 18,9’dur. Şu rakamlar da son derece çarpıcıdır. Bulgar vatandaşlarından yoksulluk grubunda olanlarda % 10’nu televizyon bakmıyor, % 36,7’si çamaşır makinesi kullanmıyor. Aynı gruptan vatandaşlardan % 40’ı iki günde bir ya et, ya balık ya da piliç eti yiyemiyor. Ev kiralarını ödemekte sorun yaşayanlardan % 39,2’si ısınma konusunda kısıtlayıcı önlemler almak zorundadır. Kış geliyor bu sorunu çözecek siyasetçi varsa gelsin, kendisine oyumuzu hemen verelim. Devletin resmi rakamları Bulgaristan’da nüfusun % 34,2’sinin çok kötü maddi durumda yaşadığını gösterirken, etnik azınlık gruplarına göre bu dağılım şöyledir: Çingene nüfusun % 91,1’i, Türk nüfusun da % 78,9’u 2015 yılında bir hafta bile evden çıkıp bir yere gidip tatil edememiştir. Çingene nüfusun % 70’i, Türklerin ise % 36,3’ü ayı et, piliç eti veya balık yemeden geçirdiği, aynı gruptan ailelerin % 80’ni Türklerin ise % 68,3’ü aniden ortaya çıkan giderleri karşılayamadığı açıklandı. Bu cümleden olmakla bu iki etnik gruptan 17 yaştan küçük nüfusun % 25,4’ü yoksulluk yüzünden eğitim ve öğrenimine devam edemiyor. Ülkemizde çok köklü bir sosyal ve eğitim reformuna gerek var. BU işler böyle devam edemez. Bulgaristan’da en yoksul koşullarda ve en düşük gelirle yaşayan nüfus Kırcali ve Pazarcık illerindedir. Kırcali ilinde yoksulluk çizgisi 325 leva değil 189 leva, Pazarcık ilinde ise 216 levadır. Bu çıta Sofya’da 504 leva, Varna’da 353 leva, Pernik ilinde de 352 leva iken Razgrat ve Şumen illerinde 296 levadır. Biz ne zamana kadar en fakir grubunda kalacağız?


68

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İl nüfusu toplamında Şumen’deki yoksulların oranı % 30,6, Varna’da % 27,8 ve Pazarcık’da % 27,5 tir. Bu oranın en düşük olduğu iller ise Küstendil % 11,03; Silistra % 11,3; Gabrovo % 13,0 oranındadır. En iyilerin durumu da kötülerinkinden daha iyi değil. Eğitim düzeyi yoksulluk oranını etkiliyor. Bulgar etnik grupta ilkokul bitirmiş işsizler, yüksek öğrenim görmüş işsizlerden 30 defa daha fazladır. Türkler arasında bu fark beş kattır. Cahil insanlarımızın yoksulluk çıtasını atlama şansı asla yoktur. Hiş okula gitmemiş ya da ilkokuldan sonra kesmiş olan Çingenelerin % 59’u fakirlik çemberinde kıvranırken, yüksek öğrenimli Romlar arasında yoksul grubunda olan yoktur. Biz oyumuzu bu sorunları çözmek isteyen siyasete ve siyasetçilere vermek istiyoruz. Gelsinler görüşelim, dertleşelim. Önümüzde bir ay var. Uzun zamandan beri beklenen Cumhurbaşkanlığı seçimleri arifesinden ülkemizdeki ekonomik ve sosyal durum budur. DOST gibi başak biçen NATO’cu partilerin gelip bu sosyal ortamı koklamasını ve insanların dertlerini ve sorunlarını dinlemesini öneriyoruz. Bu sorunlar Türkiye’de sofradan sofraya gezmekle çözülemez. Karar almak zorundayız: İstifa mı, yoksulluğa devam mı? Demokrasi kapısını ancak kendimiz açabiliriz. Sofya meydanları “İsrafa!” çığlıklarıyla dalgalanıyor. Bu hükümet yoksulluk çıtasını çoktan atlamış ve keyfine bakıyor. Halkı düşünelim, halkı!

Hiçbir Şey Göründüğü Gibi Değildir

Musa Vatansever-07.Ekim.2016

Halkın kararı halkta gizlidir. Bulgaristan seçmeni bu defa dağıldı gitti. Cumhurbaşkanı adayları önce 30’du, sonra 23’e düştü, artık 21 kaldıkları açıklandı. Aday çuvalını karıştırdıkça kazana düşmüş çekirdek kapları gibi üstüne çıkıverdiler. Bu kadar çok aday


Makale ve Analizler - 2016

69

olması hayra alamet değildir, demek isterken, olumlu düşünmeye çalışsak da, ardından herkesten devlet başkanı olmaz diye hep ekledik. Bunları yazarken, adaylar arasında en yaşlı olan Jorj Gançev Gançev’ı hatırladım 1939 doğumlu. Sağ eli bastonlu. Hıristiyan Sosyal Birlik adayı! Daha önce bağımsız aday oluyordu. Dört defa denedi kısmetini. Georgi Pırvanova karşı yarışta % 17 oy almıştı. Fransa’da Chaeles de Gaulle de 5. seçimde seçilmişti, ben de deniyorum, deyip kahve lokanta sohbetlerine devam ediyor. Kuşkusuz onun da ardında bazı güçler var ki, 77 yaşında ve elindeki bastonu bir yerde unutsa, gören 60’ında deyecek, duruşu dimdik. Konumuza daha derin girerken, Hiçbir Şey Göründüğü Gibi Değildir masalıyla kapı açmak istiyorum. Sık sık dünyaya inen iki melek, insanların nasıl yaşadıklarını, durumlarını yakından görebilmek için, onların evlerinde geceliyormuş. Bir gün zengin bir kişinin evinde kalmışlar. Misafirperver ve dostane davranmayan aile, meleklere gecelemeleri için evin zemin katında soğuk ve karanlık bir oda göstermiş ve hatta bir şeyler atıştırmaları için sini bile indirmemiş. Sabah erken mahzenden çıkarlarken, daha yaşlı olan melek duvarda bir çatlak görmüş. Çatlak yeri doldurmuş ve üstünü sıvamış. Bunu gören genç melek sormuş: “Sen bu iyi onlara neden yaptın? Onlara bize misafirperver davranmadılar ki!” “Hiçbir şey göründüğü gibi değildir”, cevabını vermiş yaşı melek. Ertesi akşam melekler çok fakir bir ailede gecelemek istediklerinde, dostane ve sıcak bir kabul görmüşler ve aile son lokmasını misafirleriyle paylaşmış ve dinlenebilmeleri için onlara kendi yatağını sermiş. Sabah uyandıklarında melekler yaşlı karı kocayı çok üzgün bulmuşlar. Onların sofrasını dolduran biricik inekleri gece ölmüş. Durumu gören genç melek de şaşakalmış ve yaşlı meleğe şu soruyu yöneltmiş: “İneğin ölmesine neden engel olmadın? Zengin ailenin her şeyi vardı ama sen yine de duvarı doldurup sıvadın ve onlara yardım ettin. Bu ailenin varlığı çok kıttı, fakat lokmasını bizimle paylaştı. Bir inekleri vardı, sen onun ölmesine seyirci kaldın. Neden?” “Hiçbir şey göründüğü gibi değildir”, cevabını tekrar eden yaşı melek şöyle devam etmiş:


70

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“Zengin ailenin mahzenindeyken, duvarda gizli altın olduğunu anladım. Onlar iyi insan değil ve hiç kimseye iyilik yapmak istemiyorlar. Ve ben altını görüp almasınlar diye deliği doldurup sıvadım. Ertesi akşam biz yoksul ailenin evinde gecelerken, Azrail ev sahibinin eşini almaya geldi. Ben onunla anlaştım ve ona kadının yerine ineğin ruhunu verdim.” Masalımız böyle bir mutlu sonla biterken, bize hayatta birçok şeyin göründüğü gibi olmadığına işaret etmek için yaşar. Öerneği bugün aynı olayları yaşamaya devam ediyoruz. Örneğin Bulgaristan Cumhurbaşkanı adaylarından, artık cetvelden silinen Svetoslav Emilov Vitkov, Yürksek Seçik Kuruluna kaydını yaptırırken şöyle demiş. “Ben bir seçim komitesinin adayıyım, işte size benim aday olmamı isteyen 2 bin 160 imzalı liste!” Kurul listeyi almış ve 2 bin 160 kişiden 700’ünün parmaktan emilmiş, olmayan kişiler olduğunu tespit edince Vitkov’a “Olmaz!” demiş. Vitkov’un Televizyon ekranında boy gösterişini gören adam sanır, oysa baştan aşağı yalan dolan. Hayat böyle, devlet başkanı olmak isteyen bu kişiler “adalet” dağıtacak, “demokrasi” ve “eşitlik” diyecekler, oysa bastıkları ilk adımda çamura batıyorlar. Biz seçmenler olarak, bizim hesabımıza ve bizim adımıza yapılan her şeyin doğruluğuna, ismimizin kötüye kullanılmayacağına inanmak zorundayız. Gerçekleri bilmeliyiz. Herkes artık gördü ki, siyaset yapmak çiklet çiğnemek ya da sofra başında fıkra anlatmak değildir. Siyaset bir ırmak gibi akar, bir yerden gelir ve bir yerlere gider ve bu seçimler de bu uzun yolun ancak çok kısa bir kesimidir. Geçen hafta Bulgaristan’da 20 muhtarlıkta yerel seçim yapıldı. Bu seçimlere 15 yerde iktidarda bulunan GERB partisi de katıldı. Ğktidar gücü yalnız 3 Muhtarlıkta kazanırken, 3 yerde ikinci tura kaldı. 9 muhtarlıkta da kaybetti. Öte yandan bu yerel seçimlere 11 muhtarlıkta katılan Halk ve Özgürlükler Partisi (DPS) 8 muhtar çıkardı, 2 yerde ikinci tura kalırken yalnız bir yerde kaybetti. Sorumluluk, Özgürlük ve Hoşgörü için Demokratlar partisi DOST da seçimlere katıldı, fakat hiçbir muhtarlıkta kazanamadı.Halk dediğin, seçmen dediğin, hakları gizli olan büyük bir güçtür. Halka rağmen bir şey yapmak çok zordur. Diktatörlük kurup halka istemediği şeyleri dayatmak isteyenlerin akıbeti her zaman ve her yerde kötü olmuştur. Aynı şeyleri halkı korkutmak ve sindirmek isteyenler için de söyleyebiliriz. Bir de şu var. Hiç kimse kendisini halkın üstünde görmemelidir. Gördüğünde yanlış eder. Çünkü halk her zaman her şeyi devirmenin yolunu bulan oyun kurucudur.


Makale ve Analizler - 2016 lir.

71

Bu dünya Sultanlardan .....bilmem hangisine kalmamış, sözü bu yoldan ge-

Halkımızın bildiği ve her insanın aynı yeteneklere sahip olmadığına işaret eden birçok atasözü, değim ve masal vardır. Köpekle sahibi de onlardan biridir. Bir adamın bir eşeği, bir de köpeği varmış. Köpekle hep oynar, akşam döndüğünde mutlaka yiyecek bir şeyler verirmiş. Köpek kuyruğunu sallayarak sahibinin kucağına atlar, minnetiyle sevgisini böyle gösterirmiş. Çok kıskanan eşek bir gün sahibine aynı şekilde sevgisini göstermeye karar vermiş, ama üstüne atlarken yere yıkıp tekmelemiş. Neye uğradığını şaşıran adam hizmetçilerine eşeği cezalandırmalarını ve bağlamalarını emretmiş. Şahsi gözlemlerime göre, Bulgaristan’da 6 Kasım’da yapılacak olan seçimlerde, halk kazan kaldırabilir. Bu arada, kendilerine çok güvenen yenilerin geleneksel gerçekleri unutmaya başladığı da dikkat çekmiyor değil. Bulgaristan Cumhurbaşkanları her defasında Müslüman Türklerin oylarıyla seçilmiştir. Durumda değişen bir şey yoktur. Tekrar edilmiş gibi algılanmasın. Hiçbir şey göründüğü gibi değildir. Halkın kararı halkta gizlidir. Seçmenin kararı hür ve bağımsızdır. Etkilemek isteyince geri tepebilir.

Henüz Durulamadık

Neriman Eralp Kalyoncuoğlu-08.Ekim.2016

Biz hep şekerli yalanlarla aldatıldık. Batı dünyasının uyanış çağına ateş Doğu bilgeliğinden gelmiştir. Bugün Avrupa Birliği üç dayanağımdan birisi Elen (Yunan) klasik kültürüdür dese de, bu kültürün kıvılcımlarını Batıya taşıyanlar yine de Doğu’nun aydınları Müslüman bilginlerdir. Batının yetiştirdiği en büyük düşünürlerden olan Volter, eserlerinde Doğu aydınlığının parlaklığını anlatır. Zekâsının özü olan Doğu edebiyatı görkemli etkisiyle Batıda Johann Wolfgang von Goethe’yi yaratmıştır.


72

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Biz, BG-SAM Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi olarak Bulgaristanlı Müslüman Türklere yönelik aydınlatma, yeni bir dünya görüşü yaratma etkinliklerimiz devam ediyor. Bunların bir yönü manevi kültür olarak çok zengin olduğu bilinen öz geçmişimize gömülü olan ve son 138 yılda çok farklı ve iyi niyetli olmayan nedenlerle üzerine sürekli taş, toprak, çöp atılan ve serpilip açmasına olanak tanınmayan öz kültürümüzden inci dizileri sunarak, onu hatırlatıp canlandırmaya çalışıyoruz. Aslında bizimki bir sevda serüvenidir. “Hani derler ya. Sen gökyüzü ben deniz, ikimiz de maviyiz. Sen bulutlu ben dalgalı, ikimiz de birbirimize sevdalı...” Bu açıdan bakıldığında kültürümüzü yaşatma kavgamız sonsuz bir yolculuktur. Bu işin çok üzücü bir yanı var. Bizim ışığımızla başkaları uyandı, biz hala uyanamadık. Gelin şimdi bir derin kaynaklarımızın en derinlerinde mitolojik inciler arayalım. İşte onlardan biri: Arap Halife ve Eşi Bir Arap Halife savaş hazırlıkları görüyormuş. Sefere çıkmazdan önce vezirini çağırtmış ve ona şu emri vermiş: “Uzunca bir süre buralarda olmayacağım. Bu nedenle ben yokken eşimin şu kulede kapalı kalmasını emrediyorum. Bu işe sen bak.” “Neden ki. Gösterdiğiniz güvensizlik onu incitir. Eşinizin sizi sevdiğini biliyorsunuz.” Akıllı adamlar şöyle der: “Köpeğin peşinden gelmesini istersen, aç bırak. Beslersen gün gelir seni de ısırır.” Halife gitmiş, birkaç ay sonra döndüğünde, ilk işi eşine gitmek olmuş. Fakat onu kulede bulamamış. Hemen Veziri sormuş ve ona şunu sormuş: “Eşim nerede? Sana güvenmiş ve onu kuleye kapamanı istemiştim. Eşiniz sizi terk etti.” Olmuş vezirin cevabı. Sen eşinizi kapamamı emrederken bir bilgeliğe dayanmıştın fakat bizim bir başka atasözümüz şöyle der. “Eğer senin köpeğin zincire bağlanmışsa, o, kendisini zincirden kurtaran her kişinin peşinden gider.” Biz bu masalımızı günümüze uyguladığımızda şöyle bir gerçek ortaya çıkıyor. Geçen hafta Bulgaristan’da 20 yerde muhtarlık seçimi yapıldı ve bu seçimlerin daha fazlasını Hak ve Özgürlükler Partisi (HÖH) kazandı. İnsanlarımızı “Bulgar Etnik Modeli” zincirine bağlamış olan ve parasız pulsuz bırakan, yok-


Makale ve Analizler - 2016

73

sulluk yaşatan bu parti nasıl olur da seçim kazanır? Açıklandığına göre, seçmenlere gizlice 100’er leva dağıtılmış. O yüz leva birkaç günlük bir rahatlama olduğundan dolayı, zincirleri boşandıran anahtar rolü oynadığından, seçmen de “El elinden zehir içilir” mantıyla hareket ederek, iradesini geçici olarak 100 levaya satmıştır. Bilirsiniz seçim işleri uzunca bir zamandan beri paraya pula bindi, seçimde oyunu parayla satmayı vicdanına yediremeyenlerin dilinde şu sıra “hesapsız kitapsız verilen paralar unutulur” sözleri dolaşıyor. Siz vicdanımıza zincir bağlayan, zincir koparan paraların kaynağını hiç düşündünüz mü? Bunlar bizim ya da anne ve babalarımızın paralarıdır. Şöyle bir örnek vermek istiyorum. Benim annem ve babam da vaktiyle Sovyetler Birliği’nde çalıştılar. Hatta birçoklarımız okula orada başlamıştık. Komide çalışanlar birinci kategori emekli olacaklarını yanı en yüksek emekli maaşı alacaklarını hesaplıyorlardı. Sungur gaz boru hattında çalışanlar da yüksek emekli maaşı hayal ediyordu. Bulgaristan’da birinci kategori emekli maaşı 760 levadır. 1989 Ağustosunda “Büyük Göç” başlayınca, Sovyet yönetimiyle bir anlaşma sonucu 260 bin Bulgaristanlı Türk doğrudan Türkiye’ye geçti. Eve ancak yaşlıları toplamak, ya da “siz evleri bekleyin, biz sizi gelir alırız, parasız pulsuz bırakmayız” vaatleriyle sarmaş dolaş alıp başını gittiler. Gidiş o gidiş. Bu 26 bin kişiden Rusya’dan emekli maaşı alan ya da Rusya soğuklarında, boz kırlarda çalışanların maaşlarından kesilen emekli ve sağlık primlerini topluca alabilen var mı? Yok. Olay şöyledir. Bulgaristan’ın 1997 - 2001 yılları arasında başbakanı İvan Kostov’tu. O Moskova ile 1989’dan önce orada çalışan ve emekli maaşı hak etmiş olan işçilerimizin emekli maaşları konularını görüştü. Bu emekliler için Moskova’nın Bulgaristan Halk Bankasına o yıllar için 26 milyon US Dolar para havale ettiği ortaya çıktı. Moskova bu işin çözülmesi için Bulgaristan’a 13 antlaşma sundu. Başbakan Kostov bu anlaşmalardan 6-sını imzaladı, yedisini ise imzalamadı. İmzalanmayan anlaşmalar Rusya’da çalışmış ve maaşlarından kesinti yapılmış olan işçilerimizin sorunlarını hal etmek için kaleme alınmıştı. Kostov bu anlaşmaları imzalamamakla paranın üstüne oturuldu. O zamandan beri HÖH DPS Stanişev kabinesine ortak oldu, ama bu konuyu açmadı. Çar II. Simeyonun memleketimizde çam ağaçlarının yarısını kesip Yunana satmasına göz yumuldu, ama Türklerin en kutsal hakkı olan, dış ülkede karlı buzlu Tundra ve Bozkır ortamında çalışarak hak ettiği emekli maaşını alıp ihtiyarlıkta ekmeğini ıslatma davasına bir el atılmadı. Af edilmeyecek suçlar var kardeşlerim. Biz aydınlar kimseye karşı değiliz, ama halkımızın yüzüne bakabilecek göz kalmadı.


74

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

O gün bu gün, Moskova’dan emekli maaşı uman kardeşlerimize Bulgar Emekli Sandığı (NOİ) iki devlet arasında böyle bir sözleşme yok, ödeyemeyiz cevabını veriyor. İmzalanmış olan 6 sözleşmeye girenlerse emekliliklerini Rusya Federasyonu’nun Sofya Büyük Elçiliği kanalıyla alıyorlar. Milletvekili seçilemeyen Ahmet Hüseyin, DOST partisine geçmezden önce, Sofya’da “Al. Stamboliyski 47 A” HÖH - DPS merkezinde “Emekli maaşları” meselelerinden sorumluydu. Türkiye’de yaşayan Bulgaristan vatandaşlarının NOİ’den aldığı emekli maşlarından sorumluydu. Rusya’da çalışmış ama emekli olamamış 26 bin vatandaşımızın sorunları HÖH tarafından meclise taşındı mı? Hayır. DOST bu işi yapmaya hazırlanıyor mu? Hayır! Bu memlekette en iyi siyaset “İt ürür kervan yürür”, “Üzümü ye bağını sorma” siyasetidir. Neymiş efendim. Ortaya DOST çıksa da seçimleri hep HÖH - DPS kazanıyormuş. Kazanacak, çünkü Nasrettin Hoca ne demiş, “Parayı veren, düdüğü çalar”. Bizi esir alan, kuleye zincirleyen ve istediği zaman zincirlerimizi gevşeten ya da ağzımıza şekerli emzik veren HÖH’tür. Bu su nereden geliyor diye soranlara cevabım şudur. Bizi, üzerine oturdukları, ama bizim olan, yani kendi paralarımızla aldatıyorlar, avutup, hüküm sürüyorlar. “Evet, başa dönelim, insan da, kendisini zincirden kurtaran her kişinin peşinden gider.” Hayatı birlikte okumaya devam edelim. Mesele ne masal anlatmak, ne de 100 levayı aldık diye utanmaktır, davamız namus davası, hak arama davası ve davaların en şereflisidir. Okuduklarınızı paylaşınız. Gerçekleri herkesin bilmesi iyi olur.

Putin ABD’ye Nota Verdi

Şakir Arslantaş-08.Ekim.2016

Stratejik düzeydeki denge: Amerika’nın Doğu Avrupa’dan çekilmesi isteniyor. Vladimir Putin, ABD’den Doğu Avrupa ile Balkanlar ve Bastika’da NATO askeri paktına yeni katılan Bulgaris-


Makale ve Analizler - 2016

75

tan, Romanya, Ukrayna, Letonya, Lituanya, Estonya ve Polonya gibi ülkelerin topraklarına son yıllarda üslendirdiği savunma tesislerini ve askeri kıtalarını geri çekmesini, Washington’un Rusya Federasyonuna uyguladığı yaptırımların kaldırılmasını ve neden olunan zarar için tazminat ödenmesini istedi. Rusya Başkanı Putin, Washington’un Rusya’ya karşı dostane olmayan tutumundan dolayı ABD ile Rusya arasındaki plütonyum dönüştürme sözleşmesini geçersiz kıldı ve yeniden geçerlilik kazanması için şu şartları öne koştu. “1 Eylül 200 yılından sonra NATO üyesi olan ülkelere konuşlanmış olan ABD askeri alt yapı tesisleri ve asker sayısının, bu sözleşmenin yürürlüğe girdiği tarihteki düzeyine indirilmelidir.” Sözleşmenin yürürlükten kaldırılmasını duyuran devlet belgesinde şöyle deniyor: “Koşulların kökten değişmesi ile ilgili olarak, Amerika Birleşik Devletlerinin Rusya Federasyonuna karşı dostane olmayan hareketleri ve ABD’iın uluslar arası sözleşmeler gereğince askeri amaçlar için kullanmak üzere başlıklardan sökülen plütonyumun işlenmesiyle ilgili yükümlülüklerini yerine getirememesinden dolayı stratejik güvenlilikte tehlike meydana gelmiştir.” ABD ile Rusya Federasyonu arasındaki sözleşme 29 Ağustos 200 yılında imzalanmıştı. Bu sözleşmede, sökülen plütonyumun ABD ve Rusya askeri ihtiyaçları için kullanılması öngörülmüştür. Taraflar 34 tondan fazla olan plütonyumu bertaraf etmek zorundaydı. Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Rusya ile kuvvet mevziinden, yaptırım uygulayarak ve nota göndererek Birleşik Amerika’nın hiçbir şey elde edemeyeceğine işaret etti. Bu bir yaptırım önlemidir, fakat Rusya aynı zamanda nükleer silahsızlanma yükümlülüklerinden vazgeçmediğini bildirdi. “Royters” ajansı, Bladimir Putin, ABD ile Rusya arasındaki nükleer başlıklardan plütonyum ayırma sözleşmesini bozdu, haberini verdi. Ajans, bunun ABD ile Rusya arasındaki ilişkilerin kötüleştiğine bir işaret olduğuna dikkat çekti. Açıklanan kararda, “sözleşmenin stratejik istikrar için tehlike doğması ve ABD’nin Rusya Federasyonuna karşı düşmanca eylemlerde bulunması sonucu bozulduğu vurgulanıyor. ABD sözleşmeden kaynaklanan yükümleri yerine getirebilecek durumda olmadıklarına vurgu yapılıyor. Plütonyum yeniden işlenmesi sözleşmesinin yürürlükten kaldırılmasına somut neden olarak ise, Moskova’nın Amerikalılarca kullanılan imha etme yöntemi kabul etmemesidir. Sözleşmenin amacı nükleer maddenin geri dönüşümü imkânsız bir şekilde işlenmesidir. 2010 yılından beri ABD plütonyumu geri dönüşü olmayan bir şe-


76

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

kilde işlemekten vazgeçerek gömmeye başlamış olduğundan, bu onlara kontrolsüz nükleer başlık üretme olanağı sağlamıştır. 2000 yılının Eylül ayından sözleşmenin yürürlükten kaldırılması yasa tasarısının taslağında, Bu sözleşmenin yeniden yürürlüğe girmesi ancak, yasa tasarısını hazırlayan Başkan Putin’in kararıyla olabilir. Fakat önce ABD, bu değişikliğin yapılmasını zorunlu kılan durum değişikliğini düzeltmelidir. Moskova, Rusya Federasyonuna karşı düşmanca siyasetten aşağıdaki şekilde vazgeçmelidir: Sergey Magnitski’nin hapishanede ölümünden sorumlu tutulan büyük sayıda kişinin, ABD’ye ayak basmasını yasaklayan resmi kişilerin isimlerini içeren, 2012’de kabul edilen “Mahnitski” Yasasının yürürlükten kaldırılması; Ukrayna’da hürriyeti desteklemek amacıyla 2014’te kabul edilen Rusya aleyhinde olan yasaların kaldırılması; Rusya’da fiziki ve tüzel kişilere karşı kabul edilen ve yürürlükte olan tüm ABD yasalarının kaldırılması; Rusya’nın uyguladığı karşı önlemlerden doğan zararlar da dahil olmak üzere, Rusya’ya karşı uygulanan yaptırımlardan doğan tüm zararların karşılanması; Yasa önerisinde özetle şöyle deniyor: “ABD’nin Doğu Avrupa ülkelerindeki askeri varlığının arttırılması için Ukrayna bunalımı gerekçe olarak öne sürülüyor. Bulgaristan, Romanya, Letonya, Lituanya, Estonya ve Polonya gibi ülkelerdeki askerlerini yönetmek için ön saflara çıkarılan ve 2015 yılında tamamlanan 6 konumun stratejik hedefi Doğu Avrupa ülkelerine çok büyük sayıda NATO askeri naklini sağlamaktır. ABD silahlı kuvvetlerinden bölükler Balkın devletleri topraklarında konuşlandırılmış ve bu ülkelerin uçak limanlarında üslendirilmiş bulunan NATO uçak sayısı artmıştır. ABD askeri uzmanları Rusya’da yasaklanmış olan “Sağ sektör” adlı örgütün erlerini eğitiyor.


Makale ve Analizler - 2016

77

Türkçemizin Güzellikleri

İsa Cebeci-10.Ekim.2016

Bizler, Türkçeyi analarımızdan ve ailelerimizden öğrendik. Onlar, Bulgaristan’ın Deliorman bölgesinde yaşamış olan büyüklerinden öğrenmişlerdi. Resmî dilin Bulgarca olduğu bu ülkede ve farklı bir kültürün içinde yaşadıkları için Resmî dil olan Türkiye Türkçesini öğrenme imkânları da kısıtlıydı. O nedenle de yerel Türkçe diyebileceğimiz bir aile ve köy diliyle konuşuyorlardı. Dilbilimde bu yerel dillere ağız veya diyelek (dialekt) denir. Bizim konuştuğumuz ağız “Deliorman ağzı” idi. Kelime varlığı ve gramer kuralları bakımından Türkiye Türkçesine çok yakın olmasına rağmen, yine de önemli farklılıklar bulunuyordu. Bugün de Deliorman ve Dobruca ağızlarında Türkiye Türkçesinde bulunmayan birçok kelimeler mevcuttur. Söz konusu kelimeler genellikle Kuzey veya Kıpçak kökenlidirler. Bu sözler farklı bir yazının konusu olacaklarından biz Türkçemizin güzellikleri konusuna dönelim. Türkiye dışındaki Türkler, Türkiye’den gelenlerin veya konuk oldukları Türkiyeli yakınlarının Türkçe konuşmalarına bayılırlar. Bunun nedeni kullandıkları sözlerin onların ağzında kulağı okşayacak şekilde seslendirilmeleridir. Örneğin L sesi, kelime başlarında veya sonlarında inceltilerek telaffuz edilir. Bizim gibi lamba, lokum, laf, labada, lakırtı, lokomotiv, demezler. Nasıl söylerler? Andığımız kelimelerdeki L sesleri inceltilerek söylenir ve şöyle olur. L’amba (lâmba), l’okum, l’af, l’abada, lâkırdı, l’okomotiv. L ile başlayan bu kelimelerin tamamı Bulgarlar tarafından da kullanılır ama sert olarak telaffuz edilirler. Bizler de onların dil pratiğini uygulayarak incelikten ayrılmışız. Türkiye dışındaki Türklerin ana dilleri, ister istemez hâkim dillerin etkisinde kalmakta, onlardan farklı kelimeler almakta, o dillerin canlı konuşmalarından etkilenmekte, böylece de kendi doğal akışından ve söylenişinden uzaklaşmaktadır. Bu durumu gittiğim ülkelerde bizzat gözlemlemiş ve tespitlerde bulunmuşumdur. Yabancı diller sadece yerel Türkçe ağızlara yeni kelimeler vermekle kalmıyor, onların cümle yapısını ve kelime dizisini de etkiliyor, Türkçe cümleleri allak bullak ediyor. Bunu özellikle Gagavuzca’da en açık olarak görebiliyoruz. İşte bu yabancı dillerin etkisinden kurtulan dış Türkler, Türkçeyi daha güzel ve tatlı konuşmaya başlıyorlar. Bilindiği gibi dilimiz, karşılıklı konuşmalarda nezaket ifade eden birçok söz ve ifadeler yaratmıştır. Bunları yerinde kullanabilmek, kişinin kültürü ve ruh inceliğini gösterir. Başka dillere göre bu ifadelerin sayısı az değildir. İddialarımızı bazı örneklerle açıklığa kavuşturmaya çalışalım. Bizler, en çok selam verip alan


78

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

insanlarız. Bir yakınımız veya komşumuz, uzaktan da gelmiş olsa, yakından da gelmiş olsa, ona mutlaka “hoş geldin (iz)” deriz. Aynı şeyi Bulgarlar için söyleyemeyiz. Hal hatır etmekte üstümüze yoktur: “N’asılsın(ız)?”, “Evdekiler nasıl? Annen, baban, çocuklar?” Cevaplar: “Çok şükür hamdolsun. Yaşamağa çalışıyoruz. Sizde ne var, ne yok?” Konuk olduğumuz hanede sofra verilmişse yemek sonunda şükür kelimeleri kullanırız: “Eline sağlık hanım teyze!” Veya, “ocağınıza bereket. Allah ziyade etsin. Çaylar içilir, teşekkür” edilir: “Eline sağlık kızım, çayların pek nefismiş”. Cevap: “Afiyet olsun!” Evlenme düğününe gideriz. Önce düğün sahiplerine yönelik sözler söylenir: “Düğününüz mübarek olsun! Hayırlı uğurlu olsun.” Genç evlilere yönelik dilekler: “Allah geçim versin! Allah mutlu etsin! Allah bir yastıkta kocatsın. Bir yastıkta kocayın inşallah.” Çocuk dünyaya gelir, dilekler yağar: “Gözünüz aydın! Çocuğunuz olmuş, tebrik ederiz. Analı babalı, neneli, dedeli büyüsün. Allah uzun ömür versin. Allah hatadan belâdan korusun”. Doğum günü dilekleri: “Doğum günün kutlu olsun. Yeni yaşın kutlu olsun. Nice nice yaşlara, nice nice yaş günlerine...” Acı günlerimiz için bile teselli edici ve gönül alıcı sözlerimiz var: “Başın sağ olsun. Allah sabır versin. Babanızın mekânı cennet olsun. Ruhu şad olsun. Allah kabir rahatlığı versin.” Bir şeye niyetleniriz “inşallah” deriz; bir şeye imreniriz “maşallah” veya “Allah nazardan saklasın” deriz. Bir isteğimiz varsa onu mutlaka “lütfen” sözüyle birlikte söyleriz. Veya “sizden bir şey rica etsem acep zahmet olur mu?” Çocuklarımızdan bir şey yapmasını isterken bile kesin buyruk (emir) yerine soru cümlesi kullanırız: “Oğlum bana bir su getirir misin?” Günlük veya telefon görüşmelerimizde dahi kendine hitap edilen kişi, arayana cevaben, “efendim baba, efendim oğlum, efendim kızım, efendim hocam, efendim komutanım, efendim anne, efendim kardeşim, efendim abim” ifadelerinden birini kullanır. Öğretmenliğim zamanlardan hatırlarım: Öğrenciler öğretmenlere “öğretmen arkadaş”, “müdür yoldaş” diye hitap ederlerdi. Askerde komutanlara “arkadaş binbaşı”, “arkadaş başçavuş” diye hitap edilirdi. Telefon görüşmelerinde kullandığımız “alo” sözü bile Türkiye’de “al’o” şeklinde söylenir. Türkiye Cumhuriyeti’nden öğretmen olduğumda en çok dikkatimi çeken husus öğretmenlerle öğrencilerin diyalogları olmuştu. Bulgaristan’daki öğretmenler her adımda çocukları sert sözlerle susturmaya çalışırken, Türkiye öğretmenlerinin dilinden sanki bal akıyordu: “Oğlum, çocuğum, evlâdım, kızım, yavrum, biraz sabırlı ol, arkadaşlarına engel olma” v.s. Öğrenciler de aynı şekilde “öğret-


Makale ve Analizler - 2016

79

menim, hocam, müdürüm” sözleriyle hitap ediyorlardı. Kelimelerin sonundaki -ım,-im,-um,-üm gibi aidiyet ekleri insanlar arasındaki yakınlığı pekiştiriyordu. Orduda bile, “paşam, binbaşım, generalim” gibi hitaplar da bu insanlar arasındaki sevgi - saygıyı arttıran sözlerdi. Kullandığımız o sihirli kelimelerin birçoğunu başka dillere çevirmek ya çok zordur, ya da mümkün değildir. Dilimden geldiğince Türkçemizin güzelliğini arttıran nöbetçi ve sihirli sözlerimizle ilgili düşüncelerimi sizlerle paylaşmaya çalıştım. Türkçemiz, dünyanın en güzel dillerinden biridir. Yapısı bakımından onu bitişken diller ailesine koyarlar. Maks Müller adında bir Alman dilcisi, Türkçenin yapısının yüzlerce dilbilimci tarafından oluşturulmuş gibi çok düzgün ve sağlam olduğunu söyler. Ancak dedelerimiz, yabancı dil hayranlıklarından dolayı, haddinden fazla yabancı kelime ve terkipleri onun bünyesine sokarak boğulur hale getirmişlerdir. Bize düşen dili kendi iç kanunlarına uyarak daha çok geliştirmek ve daha da güzelleştirmektir.

Saman Köprü

Osman Bülbül-10.Ekim.2016

Konu: Köprüyü geçerken ayıya dayı deyenlerle uzun vadeli iş olmaz. Osmanlı zamanında bizde Bulgaristan’da millet cahildi. Cemaat önüne çıkıp dört söz söyleyecek bilgili, daha medeniyetli hafız, hoca, müftülere ihtiyaç vardı. Bizim orada gençler arasında kuran kurslarında seçim yapılırdı. Edirne, İstanbul medreselerine öğrenci gönderilirdi. Şimdi insanımız seyreldi ve oy yılların sözleri akılda kaldı. “Okur öğrenir gelir”, “Gezer görür gelir” ve bir de “boş kutu gittiler, boş teneke döndüler” gibi tekerlemeler dolaşıyordu halk arasında... Avrupa’ya gidip de öğrenimli dönen evladımız yoktu bizim. İnsanımızın bilgisi de kaderi de ellerindeki nasırların altındaydı. Bu bakıma, başa gelenden kaynaklanan halk yaratıcılığına bizde her zaman çok derin bir anlam yüklüdür. İnsanımız işittiğini kendine saklar yaşadıklarından sonuç çıkarırdı. Esnaf kesim etrafa bakmaz iş arardı. Şöyle ki, okuma hevesli, zihni beyni pırlanta gençler irfan ocaklarına gönderilirken annelerine söylenen “okur öğrenir gelir” ama üzülmeyin, üzülecek


80

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

bir şey yok, imkânlarımız dar olduğundan gönderiyoruz, aydın gençlere gerek olduğu ortada, bu iş hepimiz için hayırlı olur gibi çok anlamlı ve avutucu yaklaşım kullanılırdı. İrfanın en olduğunu bilmeyen, Kuran’dan başka kitap görmemiş, kültürü diğerlerine uymaktan gelen bu insanlar uyumlu ve ağır başlıydı. Fakat halkımızın bildiği bir şey vardı. Irmaklar yön değiştirmez, aktığı yönden geri dönmezdi. “Gider dönmez” kuşkusu avutulamayacak kadar büyüktü. Yarattığı sıkıntılar da bir türlü savmaz, zaten gidip okuyup hikmet yüklü dönen de yoktu. Bir de şu vardı, bakla gibi ağızdan düşen. “Gezer, görür gelir.” Bu deyimin ekinde bir de “Gidip gidip gelmek” vardı ki ardından “daha bitmedi mi?” gelirdi. Durumu velveleye vermek istemeyen yaşlılar “Giden ağam, gelen Paşam” demekle konuyu hep kapatırdı da “Gitti gider” derki bu da “Bir daha gelmemek üzere gitti” anlamındaydı. Savaşa gidip dönmeyenler çok olduğundan bu deyimlerin hepsinin hafızamızda açık kendi yeri vardı. Bu sözleri geçen hafta Milletvekili Şabanali Ahmed’in 2 ay Türkiye’de dolaştıktan sonra bir gece sanki “ateş almak” için uğradığı Karagözler’de işittim. Sabah gene gitmiş diyenlere verilen cevap şuydu: “Parası bitmiştir, çıkıya el atmaya gelmiştir.” “Gezer görür de bir şey öğrenmeden dönüp gelir” diyenlere herkes kendi yorumunu getiriyordu. Bir ara kendine Türkiye’den yer seçiyormuş diyenler de oldu. Yıllar içinde okumaya diye gidip de hiç bir şey öğrenmeden, gittikleri yerde kendilerine kararsız bir hayat çizgisi seçenler için insanımız “boş kutu gitti, boş teneke geldi” diyordu. Bu işten bir şey çıkmadı, yalnız zaman kaybedildi, anlamındadır bu deyimler. Şu an bizim memlekette seçim kazanı kaynıyor. Ahmet Doğan’ın yönettiği elit kesimden yeşil ışık almış olan Bulgarların aşırı milliyetçi kesimi aldı başını gidiyor. Vatan bildiğimiz şu memlekette “Türklere Ölüm!” şiarıyla tempo tutulmamış, camiler taşlanırdı da namaz esnasında cami kapısından içeri atıp maytap patlatılmamıştı. Biz birçok konuda parçalandık. Bu iş de bilinçli olarak yapılıyor. Biz her şeyi hazırdan beklerken onlar oyun kurucu oldular ve her konuda başı çekiyorlar. Kendisi Kostandovu köyü imamının oğlu olan ve besbelli ki Kuran’ı Kerimin Podop Müslüman Pomakları için yorumlu açıklamalarından pek memnun olmayan, “Balkan Birliği” partisinden 6 Kasım 2016 seçimlerinde Cumhurbaşkanı adayı Kemal Ramadan, yeni tefsirin parasını Ahmet Doğan’dan almış. Şah-


Makale ve Analizler - 2016

81

sen ben Kuran’ın ihtiyaca göre hem de ateisler tarafından çal kalem yorumlanabilen bir eser olduğunu bilmiyordum. Pomak Ramadan bu konuda Moskova’ya gidip kaynaktan su içmiş. Başkan Yardımcısı “Bulgaristan’ı satın ayacağız” diyen “Duma” meclisinin Başkanı, Vladimir Putin’in çok yakın danışmanlarından Dimitriy Putin ile görüşmüş, danışmış, Bulgaristanlı Pomaklarla Kremlin arasında ilk sıkı işbirliği bağları da kurulmuş böylece. İmamın oğlu “Türkiyeci değilim”, “Rusofil de değilim” ama “Rusofob da değilim.” Ben “Bulgarofob”um diye iki biçiliyor. Rodoplar’da, köy ortasında gölet olmuş, akmaya yer arayan birikinti gibi o da bir çizgi bulmuş ve halkın elektriğini kendine akıta-bilmiş, ardına 140 bin kişiyi takan o. Üçüncü ay Türkiye belediyeleri dolaşan DOST yüksek heyetinin oralara ne gibi tohumlar saçmaya çalıştığı üzerinde düşünmeye devam etsek de, şöyle bir benzetme geldi aklıma. 1970’lerde 1950 muhacirlerini Bulgaristan’a akraba ziyaretine salmaya başladıklarında, gelen her hanede birkaç gün kalmak niyetiyle köyü dolaşır, oturur kalkmazdı. Misafirliğin kısası makbuldür deseler de, yüzsüzlüğü duvara çalar, topladığı çuval dolusu hediyeler de hep sınırda kalır gönderilen adrese varmazdı. Türkiye’nin Asya, Anadolu belediye muhtarlık ziyaretlerinin Trakya’ya sıçradığını anlayınca, bunlara “beraberinde bir şeyler alma izni çıkar mı” telaşına düştüm. Çünkü bize Türkiye’den şimdiye kadar 3 tohum gelmiştir. Birisi Şumnu’daki “Nüvvab” tohumu; ikincisi “Turan” tohumu ve üçüncüsü de “FETÖ” tohumu. Son ikisi boş çıktı. Birincisinden hayır gören çok oldu, hala devam edenler var. Fakat Türk geleneklerimizde göz hakkı diye bir şey vardır. Şumnu’da yetişen kadrolar da burada kendilerini nazardan niyazdan korumak isteyenler, onları hep Türkiye’ye topladı. Kuşkusuz Türk adetlerinde kızların en gözdeleri ele verilmez, damat davet edilir gibi bir burukluk da vardır. Şu bizim ziyaretlere katılan Şabanaliler, Hüseyinler çok uzun süren ziyaretini yakın izleyenlerden gelen bilgilerde ya bunlar “saman pazarında buğday tohumu mu arıyorlar” anlamında bir özetleme var. Akşamları da daha samimi görüşmelerde hep aynı ozanı ve aynı türküyü duygu birliği içinde söylüyorlarmış: “Dost Dost diye nicesine sarıldım. Benim sadık yârim kara topraktır. Ne bir vefa gördüm, ne de faydalandım,


82

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bizden fayda umanlara hep acıdım.” Aslında Sofya’da saman ticaretinden elde edilen parayla kurulmuş ve hala ayakta olan bir eser var. Bugün “Aslanlı Köprü” dediğimiz kemerli köprünün değiştirilmezden önceki adı “Saman Köprü” dür. Saman toplayan ve kurak yılların kışında saman satan bir Türk tüccar tarafından kurulmuştur. 170 yıldan beri ayaktadır. Bizimkiler bu işi yapabilir mi dersiniz? Biz Sofya’yı Osmanlı Rumeli Beylerbeyliğinin ana şehri ve Bulgaristan Prensliği ve Cumhuriyeti’nin pay tattı olarak biliriz. Şimdiki zenginlerin yarısı Rusçu olduğu için, ülkemizi “üçüncü defa kurtarmaya” gelmeleri beklenen Rusları Karadeniz kıyısında karşılamaya hazırlananlar köşklerini deniz manzaralı kurdurdular. Ahmet Doğan’ın konağı da bunlar arasındadır. DOST partisi Genel Başkanı Lütfü Mestan’ın Türkiye ziyaretleri ise, bundan 700 yıl önce kaleme alınmış bir öyküyü çağrıştırıyor. Suya Düşen Cevizler Adamın biri bir su kuyusunun yanındaki ceviz ağacına tırmanır. Kuyu çok derin ve karanlıktır. Öyle ki kuyunun dibindeki suyu görebilmek için dikkatlice bakmak gerekir. Ağaca çıkan adam ceviz ağacının kuyunun üst tarafına kadar uzanan yüksek dalları silkelemeye başladı. O ağacı silkeledikçe olmuş cevizler dalından kopup kuyuya düşüyordu. Adam, suya düşen cevizlerin çıkardığı sesi dinliyor, zaman zaman da kuyunun yanına gidip suda oluşan kabarcıkları keyifle seyrediyordu. Oradan geçmekte olan bir başkası, ceviz ağacını silkeleyen o adamı bir süre seyretti. Sonra da yanına gidip dedi ki: Yiğidim bu işten vazgeç. Bakıyorum yoruluyorsun, git gel, tırman in, ceviz seni susatır. Hem baksana suya epeyce ceviz düşüyor ama su çok derinde! Sen kuyunun dibine inmedikçe cevizleri alman mümkün değil! Ağacı silkelemeye devam eden tepedeki adam: Ben ceviz elde etmek için bu işi yapmıyorum ki, dedi. Benim amacım suyun sesini işitmek ve üzerinde oluşan kabarcıkları izlemektir.Bu öyküde, ceviz ağacı Bulgaristan Müslüman Türkleridir. Ceviz silken DOST’çulardır. Kuyu Türkiye devletidir. Yanına gelen Adamsa BULTÜRK derneğidir.


Makale ve Analizler - 2016

83

Osman BÜLBÜL Viyana 10 Ekim 2016.

Tenkidi Kaldıramayan Büyüyemez!

İbrahim Soytürk-10.Ekim.2016

Dostça ve dostça olmayan eleştiriyi nasıl anlayalım. Güz mevsimindeyiz. Fidan dikme zamanıdır. Fidan seçip dikeceğimiz yeri kazıp hazırlarken dibine 1 kürek eski gübre, bir avuç fosfat gübresi ve bir iki kürek kum serptikten sonra ne yaparız? Sol elimizle fidanı yukarıya kaldırır, köklerini gözlerimiz hizasına getirip sağ elimizdeki bağa makasıyla köklerinin uçlarını keser, yerine daha iyi oturması için merkez kökü de tıraşlarız ve yerine oturtur ve bir iki kürek topraktan sonra yerine iyice otursun diye etrafını çiğneriz. Buna itiraz eden var mı? Evet, iki kofa su da döktükten sonra aynı makasla en alt filizlerini keser, hatta boyun uzunsa taş yapsın diye, orta sürgünü çat diye keseriz. Ve bu işlevlerin hepsini hiç acımadan, tutsun ve boylu poslu, taçlı ve güzellikler saçarak büyüsün diye yaparız. Eşimiz yanımızdaysa, “aman budayıp durma, ne kökü ne dalı kaldı” der, bu onun tatlı eleştirisidir ve anlamı hadi artık biraz da başka işlere bak anlamındadır. Gençsek ve annemiz yanımızdaysa “kıydın bitirdin, niyetin çalı kesmek mi, fidan dikmek mi. Bir işi doğru dürüst öğrenemedi” gibi daha sert ama sevimli, burukluk yaratmayan eleştirisini başka bir yana bakarak söyler... Yakın geçmişte, bazı konularda bilmişlerin bilmişi gibi konuşan Şumnulu DOST kadrosundan kimi defa eleştiri sirkesi keski kadrolardan Bayan Nurten Remzi köy yollarında yaptığı son TV söyleşilerinden birinde “ne yapsak tenkit ediliyoruz. DOST partisi kurduk, o da hemen eleştiri ateşine tutuldu” demekten kendini alamadı. Onun bunu, isteyerek ya da istemeyerek bir yabancı TV kanalıyla dünyaya duyurması iyi mi oldu, yoksa kötü mü değerlendirmek çok zor. Çünkü yukarıdaki örnekte tıraşlanan fidan kökleri toprak altında kalır, ama bu yapılmazsa fidan toprağı, derindeki su mu var, bir taş kütlesi mi var bunu algıla-


84

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

yamaz, yani tıraşlamak eğer eleştiriyse gereklidir, bu anlamda olumludur. Fidanı duvar dibine dikeceksek ve duvara bakan filizlerini kesmesek, gün gelir dallar duvarı yıkar, ya da duvarı aşar ve meyvelerini komşu toplar vs HÖH partisi buna örnektir, meyvelerini Moskova ve ülkemizdeki salla kafa al maaşçılar toplar. Eğer bir siyasi yapılanma eleştiri taşıyamayacak kadar zayıfsa, o zaman bekleyelim, fakat halk sözünü söylemeden bu işler olmaz, olmamalı ve almasına izin verilmemelidir. Eleştiride bulunmanın bin bir yolu vardır. Kimileri olayları ters yorumlayarak bunu yaparken diğerleri fala bakar. İnsanın falı her zaman istediği gibi çıkmaz. Silistreli yaratıcı Naim Bakov konuya şöyle değiyor. Falımı merak ettim bir gece yarısı En parlak yıldızı bahtım olarak seçtim! Yuttu bahtımı bulutların en karasıBir daha fal bakma mereğimden vazgeçtim!! Fıkralar da bir eleştiri türüdür. Bu sabah bana gelen ve hayatta hazır oncuları eleştiren kardeşim şöyle demiş: Komşuya lotodan 5 milyon çıkmış, Gülmekten yarıldım. Ne demişler, gülme komşuna gelir başına. Oturdum bekliyorum şimdi. Bu eleştirinin çok ince bir türüdür ve yapabilmek için zeki olmak gerekir. Nasrettin Hocayı yaratan halkımızın bu konuda üstüne yoktur. Hayatı şöyle eleştiririz: Şeker küpü olarak doğum Sonra neşe küpü, Bir zaman sonra zekâ küpü, Derken sabır küpü, Şimdilerde sinir küpü gibiyim. Sonundan endişeliyim..! Eleştirilerle büyümek pişerek gelişmektir. Ayağına sarıdiken batmayan acısını ve ne kadar zor çıkarıldığını bilemez. Hiçbir varlık dikenli doğmaz. Kaktüsün dikenleri enser gibi olur ama ilk zamanlar kadife gibidirler. Kirpinin dikenleri


Makale ve Analizler - 2016

85

de diken olana kadar tavşan tüyü gibi yumuşaktır. Dost partisi Doğarken birçok yanlış yaptı ve eleştiride bulunmamız kaçınılmaz oldu. Örneklerden biri şudur. 17 Aralık 2015’te Ahmet Doğan önceden hazırlanmış bir plana göre, Lütfü Mestan’a “buraya kadardı, herkes kendi yoluna” dediği zaman, Genel Başkan’ın T.C. Büyükelçiliğine sığınması bir anlamsız güldürüydü. Biz hepimiz Bulgaristan’da yaşıyoruz. Onun gibi düşünürsek hepimiz tehdit ve korku ortamındayız, ama Büyükelçiliklere sığınmıyoruz. Bu olay, hiçbir suçu olmayan ve “gelene, hoş geldin” diyen makama da puan kazandırdığına inanmıyoruz. Sonra, ilk kez Doğan Güneşi’nin her sabah Kremlin üzerinden doğduğu görüldüğünde ve bizim Müslümanlarımız, bizim kıblemiz Türkiye’dir diye kafalarını tam çevirirken, Lütfü Mestan “siyasetçisi” önümüze Nato Duvarı gerdi. Soruyoruz. Bu işte onun rolü ile Türkiye Bulgar sınırına tel örgü gerip, kamera yerleştiren Karakaçanov ve Simyonov milliyetçi-ırkçılarından kaç gram farklıdır. Biri aynı sınırın güneyden kuzeye, diğeri de kuzeyden güneye geçilmesine engel olmak istemiyor mu?! Yorumuma devam edersem fazla alınacağınızı biliyorum. Sonunda bir de “Öyle miymiş, bak sen, kör olasıcıkları!” gibi sesler de işitileceğinin farkındayım. Fakat siyaset okumadan siyaset yapılamaz ve öngörülemez. Başkasının sevinciyle düğüne gidilmez, tanımadığımız ve içinde tohum olmadığını bildiğimiz kafalardan çıkar fikirlerle tarla ekilmez gibi inançlarımız var bizim. Bir de, DOST partisi, eğer “üstün aklın” ya da oyun kurucunun bir projesi ise, bizim daha ilk anda “tüylerinin dikenine” bakma hakkımız gizlidir. Çünkü her şey beklendiği gibi olsa, iyi çıksa, aman Allah, ama bir de ihanet bedeli ödemek var. Yenidünyaya göz açanın, her doğanın erkekliğine veya dişiliğine bakılır. Anlaşılan bunu şu an, DOST aleminde saklamak isteyenler var. Ne ki, gün gelir, nasıl olsa ortaya çıkar, peşin bilinmesi daha iyidir. Bizim, Dost ve Dostluk konulu çok öykümüz ve fıkramız var. Eleştirisi at dozlu olmamak şartıyla dostlukları sınamayı konu eden birini sizin için özel seçtik. Dost Genç adamın biri, dermiş ki, babasına her gün: “Benim de Dostlarım var, Sendeki, Dostlar gibi,” Baba, itiraz eder: “Olmaz öyle çok Dost, Hakikisi belki bir, belki iki, Fazlasını bulamazsın


86

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) Gerçek hakiki...” Devam eder durur konuşma... Aralarında başlar bir tartışma. Karar verirler bir sınava, Dost’un hakikisini bulmaya... Bir akşam bir koyun keserler ve koyarlar çuvala. Baba der ki oğluna: “Hadi al bu çuvalı, şimdi götür Dost’una.” Çuvaldan kanlar damlamakta, Sanki öldürmüşler de bir adamı, Koymuşlar bir çuvala, dıştan böyle sanılmakta. Delikanlı sırtlar çuvalı, gider en iyi bildiği Dostu’na, çalar kapıyı, O Dost, bakar ki bir çuvala hem de kanlı, Kapar hızla kapıyı hem de delikanlının suratına, Almaz içeri arkadaşını. Böylece tek tek dolaşır delikanlı, Kendince tanıdığı, sevdiği Dost’larını. Ne çare hepsinde de sonuç aynıdır evlat geriye döner. Ama içten yıkılır... Babasına dönerek: “Haklıymışsın baba” der. “Dost yokmuş bu dünyada ne sana ne de bana.” Baba, “Hayır evlat” der, “benim bir Dost’um var bildiğim. Hadi çuvalı al da bir kere de git ona.” Genç adam çuvalı sırtlar tekrar. Alnından ter, çuvaldan kanlar damlar... Gider, Baba Dost’una. Kabul görür, sevinir. O Dost delikanlıyı alır hemen içeri. Geçerler arka bahçeye. Bir çukur kazarlar birlikte, Çuvaldaki koyunu gömerler adam diye, Üzerine de serpiştirirler toprak.


Makale ve Analizler - 2016

87

Belli olmasın diye dikerler sarımsak... Genç adam gelir babasına: “Baba, işte Dost buymuş” diye konuşunca, Babası: “Daha erken, o belli olmaz daha. Sen yarın git ona, çıkar bir kavga. Atacaksın iki tokat, hiç çekinmeden ona, İşte o zaman belli olacak, Dost’un hakikisi, Sonra gel olanları anlat bana...” Genç adam, aynen yapar babasının dediğini, Maksadı anlamaktır dostun hakikisini. Babasının Dost’una basar ansızın iki tokat! Der ki tokadı yiyen Dost; “Git de söyle babana: “biz satmayız sarımsak tarlarını böyle iki tokada!” Bizim anlamımızda gerçek dost şöyle davranmalıdır: Sevilecek biri olmadığın zamanlarda bile seni Sevmeli... Sarılacak biri olmadığın zamanlar bile sana Sarılmalı... Dayanılmaz olduğun zamanlarda bile sana dayanmalı... Dost dediğin; Bütün dünya seni üzdüğünde sana moral vermeli. Güzel haberler aldığında seninle raks etmeli, Ve ağladığında, seninle ağlamalı, Ama hepsinden daha çok: matematiksel olmalı; Sevinci çarpmalı... Üzüntüyü bölmeli... Geçmişi çıkarmalı... Yarını toplamalıdır... Kalbin derinliklerindeki ihtiyacı hesaplamalı... Ve her zaman bütün parçalardan daha büyük olmalıdır... İşi bitince seni bir tarafa atmamalı...vs.


88

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Seçimle İlgili Ön Analiz

BG-SAM-10.Ekim.2016

Aleksandır Yordanov - eski meclis başkanı ve diplomat. Cumhurbaşkanı adayları şamatasında kimin kim olduğunu nasıl anlayalım? Anayasamıza göre Cumhurbaşkanımızın işlevleri temsilidir. Her milletvekilinin hakkı olan kanun önerisi sunma hakkı bile Cumhurbaşkanına tanınmamıştır. 1990’dan beri karşımıza 3 Bulgar Cumhurbaşkanı siması dikilir: Cumhurbaşkanı seçildikten sonra partisinden uzaklaşan Başkan. Bu tipin örneği Dr Jelü Jelevtir. O, seçildikten sonra Demokratik Güçler Birliği (CDC)’den ayrıldı. Yürütme erkinin ipleri kulis ardından çekmeyi seçti. Lüben Bereov hükümeti zamanıydı. Petır Stoyanov “yeni bir çehre” olarak belirdi. Yürütmeyle ayrılan ve Başbakan İvn Kostovla birbirine düşmezden önce Cumhurbaşkanı Stoyanov böyle biriydi. Aynı sözleri son Cumhurbaşkanı Rosen Pevneliev için de söyleyebiliriz. Parti lideri tarafından pohpohlanırken ilişkilerin ansızın bozulması karakteristik olandır. Eski BSP başkanı Georgi Parvanov, iki dönem başkan oldu, parti lideri cumhurbaşkanıydı ve rahat etti. 6Kasım 2016 seçimleri bu durumu değiştirecek mi? Olabilir. Fakat seçilecek Cumhurbaşkanı prti liderine sımsıkı bağlı biri olmalıdır. 22 Cumhurbaşkanı dayı olmasına rağmen tablo trajiktir. Acayip adaylar var. Devlet yönetiminden haberdar olmayan ve kendilerini ile tanımayan tipler aday olmuş. Artık TV programlarına çıkıp gürültü yapmaya ve ötmeye bilmeyen piliçler gibi kendilerini denemeye başladılar. Seyircilere eğlenceli olaylar yaşatıyorlar. Şu adaylar ayrı ayrı ve topluca % 1 etrafında dönüyor: Veselin Mareşki; Velizar Ençev; Jorj Gançev; Diyana Dimitrova; Biser Milanov; Aleksndır Tomov; Yordanka Koleva; Ttyana Donçeva; Kamen Popov; Rumen Gııbinov; Kemil Ahmet Ramadan; Plamen Paskov; Gospodin Tonev; Dimitır Marinov ve Nikolay Banev. Bu listede yabancı ışıkta şakıyan 2 kişi de var: Muhtemelen Ahmet Doğan’a hademelik etmeye hazırlanan ve her görev için göbek atmaya hazır olan, eski


Makale ve Analizler - 2016

89

başbakan Plmen Oreşarsi ve bu defa da Georgi Parvnov’un yerine kuyruğa giren İvaylo Kalfin. Meraklılar listesinden bu şahıslardan hiç birinin şimdiki Cumhurbaşkanı seçimlerinde hiçbir şansı yoktur. 6 Kasım’da Bulgar seçmen oylarının % 90’nı aşağıdaki 4 aday arasında paylaşılacaktır. Kimdir bunlar? Reformcu Blok (RB) adayları Trayço Traykov ile Sıb Sıbev. Bu ikili 1990’lı yılların “mavi dalgasının” (demokratik güçlerin) ve Bulgaristan’ın Avrupa - Atlantik yönelimine ve Rusya’nın Bulgaristan üzerindeki mahvedici etkisine kesinlikle son verilmesi gerektiğine inanan ve bu konularda asla ikircimli olmayan seçmenin oyunu alacaktır. Sol parti üyelerinin ve öğrenimsiz Bulgar vatandaşlarının oylarını almak isteyen, Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) adayları General Rumen Radev ile İlyana Yotova. Onlar anavatanlarının Bulgaristan değil, Rusya olduğuna inananların da oyunu alacaktır. Birleşik Yurtseverler’in adayları Krasemir Karakaçanov ile Yavor Notev. Bu ikili milliyetçilerin oylarını ve son zamanda çok kışkırtılan sığınmacı dalgasının getireceği oyları ve Bulgaristan’da Rus çıkarlarının sıvazlanmasından gelecek oyları toplayacaktır. GERB adayları: Tsetska Tsaçeva ile Plamen Manuşev. Bu ikili yarışa bir göğüs önde girdiler. Favori olmaları, devlet yönetiminde deneyimli olan Tsçeva’nın meclis başkanı olmasından ileri gelmektedir. Tsaçeva seçildiğinde, başbakan ve parti liderine kayıtsız koşulsuz bağlı kalma, boyun eğme ve her şeyi ona göre ayarlama gibi bir pratik uygulayacaktır. Şu Sonuçlar Çıkarılabilinir: Tsaçeva seçildiğinde, Borisov’un sözleri ve siyaseti büyük bir titizlikle tekrarlanacaktır. Her tek kişilik iktidarda olduğu gibi devlette huzur olacaktır. Generl Radev seçildiğinde, devlet istikrarı elden gidecek, erken seçim olacak, ekonomik ve mali bunalım dalgalanacaktır. Bulgaristan Rusya yörüngesine geri çekilecektir. Karakçanov seçildiğinde, Bulgaristan’da kargaşa başlayacak, her zaman cumhurbaşkanının sesinin işitileceği siyasetin yerini lafazanlık alacaktır. “Yurtseverliğin” bu çeşidinde Bulgaristan ikinci plana geçerken, ön plana Rusya geçecektir.


90

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu işin en iyi tarafı şudur ki, General Radev ile Karakaçanov’un bu işte şansı yoktur.Bu seçimde normal vatandaşlar için ikilem: Traykov ile Tsaçeva arasında olacaktır. Traykov’ta kimi görüyoruz? Sivil toplum örgütü adayıdır. Birkaç parti ona destek vermiştir. Gençtir. Bulgaristan ve Avrupa-Atlantik konumu açıktır. Ulusal güvenlik ve enerji konularında iyi uzmandır. Uluslararası alanda bağımsız bir siyasetten yanadır. Tsaçeva’da kimi görüyoruz? Parti liderine tamamen bağlı bir aday! Bu lider iktidarda kaldıkça sürpriz yaşanmaz. Cumhurbaşkanı süresinde “şef” görevinden düşerse sorun yaşanabilir. GERB üyelerinin desteği, uzlaşmazlıkların bastırılmasında mecliste birikmiş deneyimi be diyalog ustası olması Tsçeva’nın lehinde çalışıyor. Tsaçeva’nın zayıf yanları: Rusya’nın Bulgaristan üzerindeki etkisi ve Rusya’nın Avrupa’ya olan iştahları konusunda ayan olmayan bir siyasi tutum. Tsaçeva demeçlerinde, sıkça “denge” diyor. Fakat ikili ilişkilerde “denge” sağlanması için onların önce eşit oması gerekir. Önce ilişki terazi dengelenmeli ve ondan sonra “dengeden” söz etmeliyiz. Rusya ile ilişkilerimiz henüz dengeli değildir, çünkü terazide Rusya kefesi ağır basmaktadır ve bu durum Cumhurbaşkanı adaylarının konuşmalarına dahi yansımıştır. Başbakan Borisov tarafından “şahin” olarak nitelenme riski olsa da yeni Cumhurbaşkanı önce Rusya ile ilişkileri bir dengelemelidir. Tsaçeva “şahin” değildir ve olmak da istemez. “Şahin” kavramını son zamanda Borisov Plevneliev için kullanmıştı. O zaman gemi alabora olmaz. Bu yüzden bu seçimlerin ikinci turunda Tsaçeva ile Traykov’un yarışması en iyi olur. Konuyu yakından izliyoruz.

Bu Seçimler Bir Pusu mu?

BG-SAM-11.Ekim.2016

Dış ülkelerdeki seçim sandıklarının 36’ya indirilmesi artık ciddi tepki uyandırıyor. Sofya’ya gelen sinyallerde 6 Kasım seçimlerinin yurt dışında örgütlenmesinde kargaşa yaşandığına işaret ediliyor.


Makale ve Analizler - 2016

91

39 seçim sandığı sınırlaması aşılmaz sorunlar doğuruyor.İngiltere’de seçim sandığı açılması için birçok yerde 60 dilekçe toplanmış olsa da bunu yapabilmek imkânsın olmuştur. Durumun çok karışık olduğu meclise, Dışişleri Bakanlığına ve Merkez Seçim Komisyonuna gönderilen mektuplarla haber edilmiştir. Seçim ön çalışmalarını yürüten gönüllüler gönderdikleri sinyallerin asla dikkate alınmadığını açıkladılar. Dış ülkelerde en aktif çalışan derneklere sanki pusu kurulduğu belirtildi. Dış ülkelerdeki yurttaşlarımız seçimin başarılı örgütlenebileceğinden kuşkuludur. Seçim sandık sayısının 36’ya indirilmiş olması her isteyen yurttaşın bu hakkını kullanabilmesine set çekiyor, engel yaratıyor.Şimdiye kadar 27 bin 800 vatandaş yurt dışında seçime katılmak istediğini bildirdi. Bu rakamlar Türkiye’deki dilekçeler dahil edilmemiştir. İstanbul’da 20 bin, Bursa’da da 30 bin vatandaş seçime katılmak istediğini beyan etmiştir. İngiltere’de bu sayı 5 bin 800’dür. Dilekçe Sayısı Almanya, Türkiye, ABD ve İspanya’da seçime katılmak isteyen yurttaş sayısının açılacak seçim merkezlerinin kabul edebileceğinden çok daha fazla olduğuna işaret ediyor. Örneğin İngiltere’de 35 sandık açılması öngörülürken, dilekçe verenler 43 sandık açılmasını istiyor. Bir önceki seçimde Türkiye’de 128 sandık açılmıştı. Bu bakıma Seçim Yasasında yapılan değişikliklerle, işbu ilk seçimde bir karışıklık yaşanması muhtemel olabilir. Çünkü iki seçim arasında dış ülkelere çıkan ve seçimde oy kullanmak isteyenlerin sayısı çok artmıştır. Örneğin Türkiye’de Bulgaristan 6 Kasım 2016 seçimlerinde oy kullanma hakkına sahip yaklaşım 620 bin vatandaş yaşıyor. Sandık sayısının sınırlanmış olması bu yurttaşlarımızın en temel insan hakkı olan seçme ve seçilme hakkını sınırlıyor. Ekonomik ve başka nedenlerle dış ülkelerde yaşamak ve çalışmak zorunda kalan vatandaşlarımızın haklarının sınırlanmış olduğunu artık anlayan Bulgarlar arasında tepkiler yükselmeye başladı.Bu hareketlenmeyi güçlendiren bir başka nedense, örneğin Almanya hükümetinin ülkede yaşayan ve sosyal yardım alan Bulgar vatandaşlarının aldıkları yardımlara kısıtlama getirme kararı almış olmasıdır. Benzer nedenler ve özellikle de Türkiye’de soydaşlarımızın seçimlere daha aktif katılmasını engelleyen yasal düzenlemeler, ciddi hoşnutsuzluğa neden olurken, Bulgaristan’da genel geçerli insan haklarına ve demokrasi ilkelerine uyulmadığı görüşünü yaygınlaştırıyor.


92

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Dış ülkelerden Bulgaristan ilgililerine gönderilen bilgilerde, seçim aktifliğinin çok düşük olacağına işaret etmekle yetinmiyor, seçimlerde demokrasi ve genel geçerlilik ilkesinin tam uygulanmasında direniliyor. Bu seçimler Bulgaristan’da ve dışında en az seçime katılım olması bekleniyor, bunun nedeni hem sandık zorlukları, hemde demokrat adayların olmaması olduğunu düşünüyoruz. Yani seçim sonrası erken genel seçim kaçınılmazdır.

Günün Programı - 07.10.2016

Hazırlayan ve sunan Nahide Deniz, İstanbul-11.Ekim.2016

Sayın dinleyiciler, Belene toplama kampı Bulgaristan Türklerinin tarihinde en acı hatıralar barındıran yerdir.1984-85 y. Türklere uygulanan asimilasyon kampanyası sırasında ve bundan önce de yüzlerce vatandaşımız oraya hapsedilmiş,işkenceye maruz kalmıştı.Aslında,Türklere uygulanan soykırımlar sadece Bulgaristan’da değil, Türk dünyasının birçok ülkelerinde de uygulanmış ve devam ediyor... Bu konuya ilişkin Merkezi İstanbul’da bulunan BULTÜRK derneğinin girişimi üzere Karabağ Azatlık Teşkilatı, URAL Eğitim Kültür ve Stratejik Araştırmalar Derneği,Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi ve Bayrampaşa Belediyesi ile ortaklaşa “Türk Dünyasında Soykırımlar” konulu Uluslararası bir panel düzenledi. Panele, Bulgaristan göçmenleri, Batı Trakya’dan,Afganistan’dan,Azerbaycan’dan, Karabağ’dan v.b. konuklar katıldı. Bultürk derneği başkanı Rafet Ulutürk, konuşmasında, Belene’yi anmak ve unutmamak gerektiğini belirterek,günümüzde de Bulgaristan’da Türk azınlığına karşı çeşitli oyunlar oynandığını ifade etti. Bulgaristan’da Türklere karşı uygulanan asimilasyon kampanyası ve totaliter rejime karşı ilk direnişçilerden ve kendisi de Belene’de mahkümlarından Sabri İskender toplama kampındaki o korkunç günleri anlattı,dünyanın neresinde olursa olsun,soykırımlara karşı direnişlerde birlik ve beraberlik çağrısında bulundu. Bundan birkaç yıl önce Yılın annesi seçilen Batı Trakya’da yaşayan Türk azınlığın efsane ismi merhum Dr. Sadık Ahmet’in eşi Işık Ahmet yaptığı konuşmada Türk


Makale ve Analizler - 2016

93

dünyasının Türkiye ile bağların kuvvetlenmesine, birlik ve beraberliğin korunmasının önemine dikkat çekti. Ayrıca bunları genç nesillere de öğretilmesi, aşılanması gerektiğini belirtti. Panelde, Belene kampında yaşananları, orada yapılan işkenceleri ve Türklerin direnişini gösteren fotoğraflardan oluşan bir sergi de sergilendi. Güzel ve anlamlı bir toplantı oldu, birçok katılımcının değişiyle, geçmişte yaşananlar unutulmamalı, çünkü geleceğe de ışık tutabilmek için önemli... AB üyesi Bulgaristan, totaliter rejimi kurbanlarına adanan bir anıtı olmayan tek Avrupa ülkesi hala. Bunu ortadan kaldırmak amacıyla, komünizm kurbanlarının anıldığı 28 Mayıs günü, Belene’de “20. yüzyılda Şehitler Anıtının” temel atma töreni düzenlenmişti. Anıt parkının kurulmasıyla şehir, toplama kamplarındaki kurbanları anmak ve köleliğe ve ölüme mahküm edilen kişileri unutmamak amacıyla bir anıt olacağı belirtiliyor.

Fokurdayan Kazan

Levent Rasimov-13.Ekim.2016

Fakir düşmüş insanımız. Fakir düşmüş insanımız Ecdat toprağını koruyanlarımız Onlar bizim kardeş ve canlarımız Endişesiz beklesinler yarını Bollukta fakirlik çekmek çok ayıptır. İnsanı duyular oluyor kayıp Onları da insan yerine koyup Çözülmelidir her türlü sorunu. İsa Cebeci Biz ata toprağımızın yeşereceğine her zaman inandık, inanıyoruz ve her zaman inanmaya devam edeceğiz. Bu kararlılığımızın esasında mahrum olanlara


94

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

el uzatmak, yardıma koşmak ya da tahammül ve sabır bayrağının taşması veya yaşadığımız hayatın içinde uyanmak olabilir. Okuduğumuz ders kitapları Bulgaristan Tarihi, Bulgaristan Büyükleri, Bulgaristan Edebiyatı, Bulgaristan halk Kültürü değil, bunların yerine Bulgar Tarihi, Bulgar Büyükleri, Bulgar Edebiyatı ve Bulgar halk kültürü olunca, tabii etnikler buy öğrendiklerimizin hepsi onların, bizden bir şey yok bilinciyle uyanıyorlar. Hiç bir şey yapılmaması düşündürücüdür. “Biz kışı şarap, rakı ve domuz sucuklarıyla çıkarıyoruz, siz de alışın!” diyenlerin son hedefi açıktır. Okula giden çocukların ekmek parasına uzanabilmesi için bizi ilgilendirmeyen bilgileri ezberleyip öğrenmesi gerekiyor, çünkü bunu yapmazlarsa ekmek tekneleri bir daha toparlanamamak üzere kırılıyor ve Batıya kaçıp bulaşık yıkamaktan yada beton karmaktan başka seçenekleri kalmıyor. Sevilen şair ve düşünürümüz İsa Cebeci’nin “Fakir düşmüş insanımız, Ecdat toprağını koruyanlarımız” sözleri bu bakıma çok derin anlamlıdır. Şairlere inanmak gerekir. Onlar uyanmadan halk uyanamaz. Fakirlik tohumu çatlayıp içindeki özden nefret ve isyan ruhu doğmadan, kimse uyanamaz, kitle kendi içinde ısınamaz ve ileri tek adım atamaz. Bu sözler, halkımızın en uyanık kesimi olan şair ve ozanlarımızın, yazar ve diğer yaratıcılarımızın, öğretmenlerimizin halkımızın bağrındaki kokuyu ve toprağımızın derinliklerinden gelen “bu insanlar dünyada en yürekleri olanları yaratıklarıdır, bugünkü gibi, böylesine sefil yaşamayı asla hak etmemiştir.” Uğultu artık güç topluyor. İnsan karakteri değişmez. Değişse dünyanın düzeni çoktan bozulurdu. Bereketli topraklarımızın Tuna boyu şairi Naim Bakov’un “Kurbanlık kınalı koyun gibi susayım mı?!” çığlığı, memleketimizdeki son durumu anlatıyor. Ve artık susmakla hiçbir sorunun çözülemeyeceği ortadadır. HÖH partisi çatlamış patlamış, milletvekilleri işe gitmiş gitmemiş, artık hiçbir şeyi işitmek istemeyen melek duruma gelmiş, yada çok yakında başlarına inecek tokmağın büyüklüğünün hesabını yapmaktan baş kaldıramıyormuş, kimseyi ilgilendirmiyor. Çünkü düşmanlıktan düşmanlık doğduğu gibi, ilgisizlik de ilgisizlik doğuyor. Biz ateşin ateşi söndürmediğine, ateşlerin birleşmesinden büyük ateş oluştuğuna inanıyoruz. Işıkla ilgili görüşümüz de bu noktada buluşuyor. Işık ışığı söndüremez, ışıkların birleşmesinden dünya ve gönüller daha aydın olur. Davamız ortaktır. Halkımızı uyandırmak ve gönül güçlerini birleştirmektir.


Makale ve Analizler - 2016

95

Biz bunu 1989’larda yaşadık, kazandık, karanlık güçlerini hezimete uğrattık. Son yılların birikimi bize bizi aydınlatacak güneşin ancak bizim içimizden doğacağını, ufkun da ışığın da biz kendimiz olduğumuzu kesin kanıtladı. Tehlikeli durumu, uyanma ve dirilme zorunluluğunu şöyle dizelemiş Bakov: Susmak başımıza açılan dert oluverdi. Anladık mu bunu biz yıllar yılı masumlar! Kurtlar kuzuların dünyasına doluverdi. Hadi gelin tuzaklara kınalı tosunlar! Bu gerçeği binlerce yazımızda anlatmaya çalıştık. Fakat zamanı gelmeyince, yandıran uğultu kitlenin art tabakalarının hareketlenmesinden gelmedikçe kimse uyanmak istemiyor, şekerlemeli yaşamayı yok olmaya tercih ediyor. Biz bugün 06 Kasım 2016 seçimleri eğişinde yine subaşındayız. Türkiye’de 7 Haziran 2015 ve 15 Temmuz 2016 feci gerçekliğinden sonra yeni bir ruh doğdu ve bu dirilişin etki alanındayız ve etkisi altındayız. Karşımızda Büyük Türkiye tebessümü belirdi. Hayat bize Avrupa Birliği gerçeklikleriyle Hıristiyanlıkla Müslümanlığın yeni bir demette –medeniyette – buluşmasına dünyanın henüz olgunlaşmadığını, insanların öldürülerek yenilmesinin, kültürlerin yok edilmesinin çıkış yolu olmadığını gösteriyor. Hayat bir sayfayı kapamak ve yeni bir gerçekliğe el atmak istiyor ve şairlerimiz bunu şöyle dile getiriyor. Yetti be, yetti bu oyunun sonu olmalı. Eşekler kervanın başından çekilsin artık. Yüreğe dolacaksa ancak sevgi dolmalı. İnsanlar arasında olmamalı bir farklık. Bizim dilimizde “bütün kuşları tuttu, bir tek leylek kaldı” diye bir deyim vardır. Bu boş bir umuttur. Hiçbir kimse, hiçbir devlet başka birinde kendini yaratamaz. Dünya çeşitlilik içinde var olsun diye yaratılmış ve vardır. Biz Bulgaristanlı Müslüman Türkler, geçen yüzyıla isabet eden, Bulgar devletinin ulusal devletini, tek uluslu toplumunu ve tek ulusa hizmet edecek kurumlarını yarattığı ve diğer etniklerin dil, din ve topluca yaşama haklarını, kültürlerini yaşatma hakkını hiçe saydığı bir ortamda var olmaya çalıştık. Köklerimizden defalarca söküldük, fakat her defasında yeşermeyi başarabildik. Bunu yaparken biz her defasında kendimize inandık, gücü kendimizde bulduk, dimdik durmayı öğrendik. Bizim kendilerinden


96

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

üstün olduğumuzu görenler bize el uzatmadılar. Ne yazık ki, bizim öz menfaatlerimiz öz davamızı savunurken hiçbir gücün menfaatleriyle çakışmadı, çakışsa da destek bulmadı. Bu şöyle anlaşılmalıdır. Biz ağaç yerinden söküldükten sonra dikileceği yeni yerde en aynı gölgeyi verebilir, ne de aynı meyveyi. Var olma davamızda her zaman siyaset tuzu da olmuştur. Siyaset de bir yaşayan, bir değişken, yenilen ve yenen, ödün veren ve vermeyendir. Bizim anlayışımızda siyaset, bizim kaynağımızdan kaynayan ve yatağından taşarak akan bir güçtür. Dünyanın bağrından gelen bu gücün, güneşi selamlamak için baş gösterdiği deliğini bir mantar tapasıyla tıkanamayacağımız gibi, insanın içinde doğan siyasi ruh ve bilinç de yerinde durmaz, büyüdükçe kükrer, kükredikçe taşar ve halkı kucaklar. Bu genel teorik konum günce şiirimizde şöyle yankı buluyor. Siyasette sağ sol nerede görmüyorum. Tüm mesele seçim önü halkla bir eğlence! Bundan öte umutlara çelenk vermiyorum. Kim ne ekerse onu biçer bence!! Bu tabloyu biraz açarsak, 26 yıldan beri arınamayan, totaliter kemikleşme çözülemeyen, boş kalan tarlaları bile eşek dikenliği olan bir memlekette başka bir gerçeklik aramamız nafiledir. Ne var ki, akmayan suyun kokuştuğunu bilen bizler, halkımız bunu bilinçli olarak yapmadı, ama susarak yapanlara seyirci kalmakla kendine zarar verdi. Biz, son 6 yılda anasını bir defacık bile görmeyi, hal hatır sormayı özlemeyen, kızı Demet’i 8 aydan beri görmeyen, bir telefon açıp hal hatır olmayan bir babadan, örneğin Ahmet Doğan’dan halkımıza ne yardım, ne anlayış, ne merhamet vs beklersin?!. Beklemek yanlış olur. Öte yandan, memleketimizde seçim kazanı fokur fokur kaynıyor. TV ekranında her akşam yüzleşmeler izleniyor. Köylerde kasabalarda toplantılar başladı. Bizim Deliorman’da işi iki köfte, iki bira ile hallederiz hayalleri dönüp dolaşıyor. Oy başı 100 leva bekleyenler var. 100 levayı alan “ben 5 sene siyasetle uğraşmam, ver paramı al oyumu!” hesaplarını kantarlıyor. Ne Avrupa devletlerine, ne de Türkiye’deki yaklaşık 2 milyon seçmenin en kutsal hakkı olan seçime katılma, oy verip ülkemizde demokrasinin ileri adım atmasına katkıda bulunma hakkını savunan yok. Oy kullanmak, temel haktır, temel insan hakkımızdır. Diş ülkede olmuşuz, memlekette olmuşuz fark etmez. Vatan hepimizindir. Seçilecek Cumhurbaşkanı hepimizin Başkanı olacaktır. Bu


Makale ve Analizler - 2016

97

en temel ve yasal hakkımız çiğneniyor. Seçime sınırsız katılma ve dış ülkelerde her yerde talep edildiği sayıda sandık açılmasına dilekçe sunmak hakkımızdır. Bu gelişme son haftalarda devlet kurumlarında, Dışişleri bakanlığı ve merkez seçim komisyonunda deprem yarattı. Bakanlık yasama organı meclisin ardına gizleniyor. Bu konuda mecliste ise açısı sağ, Türk düşmanı, insan hakları düşmanı güçler ağırlıklıdır. Bizimkiler der hiç olmazsa bazı Bulgar vekiller kadar olup Türkiye’deki soydaşlarımız için de 35 değil 350 seçim sandığı açılmasını, 620 bin seçmenimizin hepsinin oy kullanmasını savunacak dört kişimiz bir şeyler yapsa yine bir adım atılmış olurdu. Olay şöyle anlaşılmalıdır. Örneğin Almanya’da yabancıların diplomatik temsilcilikler dışında oy kullanması yasaktır. Buna rağmen yol bulunmuş ve orada da gerekli sayıda seçim bürosu açma izni alınmıştır. Bizim açamadığımız engelleri aşanlarla işbirliği yapmamız iyi olurdu. Bu çabalar, dış ülkelerden olup seçime karılmak isteyenlerin istekleri Ulusal Ombudsman Maya Manolova tarafından da desteklendi. Sözüm, 2-5 kişilik kahve sohbetlerine katılarak 3 aydan beri Türkiye’yi dolaşan, burada yerinde çözülmesi imkanları aranması gereken sorunlarla T.C. Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ı, Başbakan Sayın Binali Yılıdırmı, bakanlar vs. meşgul eden DOST heyetindedir. Anlatılan ve paylaşılan NATO’cu siyaset yanlıştır. NATO, FETÖ hain çetesiyle kaynaşıp TSK’nı devlet kurumlarını ve adliyeyi içinden oymuş, eğitim sistemini çökertmiş ve dünya gözünde şanlı tarihinden su almış bir Türk halkı yerine, içinden çürümüş ve parçalanıp yok olmaya yüz tutmuş bir kozmopolit halk topluluğu olduğu imajı aşılanmaya çalışılıyor. DOST partisinin Türkiye’deki soydaşlarımız arasına demir atmasına gerek yoktur, oradaki durumu değerlendiren, “Yenikapı” ruhunu halka indirip yayan ve toplumu yüreklendiren, forum, panel, halkla kucaklaşma, modern ve geleneksel yayımcılık biçimlerini ustaca kullanan BULTÜRK gibi kitle örgütleri, stk’lar, derkenler zaten fazlasıyla aktiftir. DOST gelecekte Bulgaristan siyasetinde yer almak istiyorsa en geç yarın olmak üzere halkın arasına inmeli, tek tek insanlarımızın dertlerini dinlemeli ve kitle çalışmalarına güç kazandırmalıdır. Nefret uyandıran son durum, halk arasında, seçmenlerle baş başa yaşayan şairimiz Naim Bakov’un kaleminde şöyle ifade buldu: Milletimi böylesine saf lokma sayanlar Aklınız altına fikir dolduramıyorum. Şairin isyanı güçlüdür. Sanki aslında bir gayzerli ağaç denizi olan Deliorman’ı duyulmuyor.


98

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Normal düşünen, ekip biçmekle geçinen insanımız, DOST’çuların hedef şaşırtmasına bir anlam veremiyor. HÖH de hem ormanı, hem onun deliliğini ve gayzerlerin kükreyişini kendi mülkünde bilerek hedef şaşırtıyor. İnsanı düşündüren, tutmuş ağaç hikâyesidir. Bilirsiniz bir defa tutan ağacın dibine ne kadar su dökülse o kadar çeker ve borçlu kalmaz. Bunlar şimdi su mantığını paraya çevirmişler, varsın ağaçlar ormanın olsun, bir parayı verip meyvelerini satın alırız, yani meyve dedikleri oylar, parayı basar olayı hallederiz, kurgularını besliyorlar. Kuşkusuz şiir dediğin, zamansız, mekânsız bir yargı değeridir. Genel geçerli oluşu güç kaynağıdır. Bizim değişmeyen bir varlık varsa o da insandır, insan karakteridir, dediğimiz anlamda şöyle demiş Tuna boylu büyük usta. İnsan olan kolay kolay paçasını vermez. Paçasını veren ................ Koyunudur. Nihayet patlayacağım da, bundan öncesi Vasiyetim var masum kardeşlerime son kez, Olma sen kanını emenlerin eğlencesi Gezeceksen, kendi çizdiğin dürüst yolda gez!! Doğanın, şairlerimizin, ruhumuzun, tüm halkımızın birlikte uyanması en fazla arzu ettiğimizdir. Demokrasi insan düşmanlığını öldürmek için doğmuş bir toplumsal yapılanmadır. Bunu kabul etmeyenlerle birlikte yaşanmaz. Olamayız. Şimdi belediyelerimiz Suriyeli sığınmacı dağıtılacaktır, belki gelip aramıza yerleşecekler, Hoş Gelmişler. Bizden öğrenmek isteyenler her zaman bir şeyler öğrenebilir. Büyüklüğümüz yardımseverliğimizdedir. Dost dostla kaynaşır, düşmanla değil. Bizi seçen her zaman soframıza oturabilir. Biz ekmeğini kazanmış insanlarız, bölüşmeyi de biliriz. Büyurun Sayın Siyasetçilerimiz. Halkın önüne dökecek çuval çuval pirincimiz var. Gelin taşını birlikte ayıklayalım. Beraberinizde kaşık da getirin, pilavda beraber oluruz. İnsanımız fakir düştü, ama gönlümüz fakir değildir. Ağaç denizinde herkese gölge var.


Makale ve Analizler - 2016

99

Karşı Devrim Olmazsa AB Çöker

Levent Rasimov-15.Ekim.2016

Avrupa Birliği yol arıyor. (Tercume) Yaroslav Kaçinski “La Reoublika” gazetesine demeç veren, Polonya iktidar partisi lideri, Polonya’nın eski başbakanı ve Rusya’da bir uçak kazasında hayatından olan Polonya Cumhurbaşkanı Leh Kaçinski’nin kardeşi Polonya iktidar partisinin lideri Yartoslav Kaçinski şöyle dedi: “Biz Polonya’da gerekli olan reformların yapılmasına ‘özgür olmamızı sağlayacak Devrim’ diyoruz.” Biz biraz gücenmiş bir durumdayız: Şöyle, Ankara’ya karşı dostane davranılıyor, Varşova’ya ise sertçe bakılıyor. Rusya ise 1989’dan sonra Avrupa’da beliren yeni gerçekliğe ayak uydurma yolunda adım bile atmadığını her geçen gün kanıtlıyor.” Geçen yüzyılın 80’li yıllarında Yaroslav Kaçinski “Dayanışma” sendikasının aktif eylemcilerinden biri olarak 1989’da komünist rejimin düşmesinde çok aktif rol oynadı. 1991 - 1993 döneminde parlamento üyesiydi. Polonya’da, 2005’te seçim kazanan, “Hak ve Adalet” isimli sağ partinin kurucusudur. 2006 - 2007 yıllarında iktidar olan parti lideri ve başbakan olarak “rüşvet ve bürokraside yolsuzluk” davası kahramanı ilan edildi. O “La Republika” gazetesinin güncel siyasete ilişkin şu sorularını yanıtladı: Soru:Sayın Kaçinski, Siz, Macaristan Başbakanı Viktor Orbanla birlikte, “Avrupa Birliği’nde karşı devrim yapılması gerektiği” tezini savundunuz. Bunun anlamı nedir? Yanıt:Avrupa baştanbaşa büyük boyutlu değişikliklerle yüz yüzedir. Söylem özgürlüğümüzü, din özgürlüklerimizi, tartışabilme hürriyetlerimizi ve karar alma serbestliğimizi sınırlandıran Avrupa Birliğindeki nezarethane hareketlerdir. Demokrasinin nasıl yok edildiğine tanık olanlar biziz. Polonya ve Macaristan’da, Avrupa’da bu olaya karşı başkaldıranlar Orban ile ikiniziz. Bundan dolayı bir onunla ikimiz,Polonya’da “özgür olmamızı sağlayacak Devrim” olarak atlandırdığımız Karşı Devrimin yapılmasında direniyoruz.


100

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Biz Avrupa’da ulusal devletler konseptine geri dönmek zorundayız. Çünkü özgürlüğü ve demokrasiyi ayrıca kültürel çeşitliliği güvence altına alabilecek olan ancak ilgili politik kurumlardır. Avrupa’nın kültürel birleşmesi bir geriye sökülme (yıkım) olacağından dolayı gelişmemiz için çok tehlikeli bir yön alabilir. Öte yandan, İngilizlerin “brekzit” kararı AB’ye ilk ağır darbeyi artık acımasızca indirdi. Ben, İngiltere’nin AB’ye döneceğine ve birlikte çok daha güçlü olacağımıza inanıyorum.Eğer Avrupa dünya çapında bir süper devlet olmak istiyorsa, buna uygun ve bunun gerekli kıldığı bir davranış sergilemeli ve halkların ve devletlerin ulusal ve etnik kültürel özgünlüklerini elinin tersiyle çöpe itmemelidir. Bu yapılabilir. Ulusal devletlerin güçlenmesi ve keyfi uygulamaların yolunun kesilmesi için bir gayrı resmi görüşmelerde bulunduk ve anlaşmalarda ne gibi değişikler yapılması gerektiğine önerilerimizi sunduk. Bütün ülkeler için aynı standartlar geçerli olmalıdır. Avrupa Konseyi bu konularda Türkiye ile ilişkilerinde Polonya ‘ya olan tutumundan çok daha dostanedir. Biz biraz gücenmiş bir durumdayız: Şöyle, Ankara’ya karşı dostane davranılıyor, Varşova’ya ise sertçe bakılıyor. Soru: Jan Klod Yünker ve Martin Schultz gibi birçok Avrupa lideri sizi .ok sert eleştiriyor. Bu durumda ödün nasıl elde edilebilir. Yanıt: Onlar bizim kendi başımıza karar vermemizi istemiyor. Onlara göre biz uyumlu ve siyasi olarak nezaketli birileri değiliz, ayrıca Polonya büyük bir devlettir. Gayrı resmi bir görüşmeden bana şöyle dediler: “Macaristan küçük bir ülke olduğundan dolayı bazı sorunlarla ilgili ödün verilebilir.” Fakat bu yaklaşım anlaşılan Polonya için geçerli değil. Biz de NATO ve AB üyesiyiz, ekonomimiz büyüyor, devletimizin mali imkânları istikrarlıdır. Bundan dolayı biz Yünker ve Schultz’un eleştirilerini kabul edemeyiz. Bize eleştirilerle saldırmalarındansa kazanan yoktur. Polonya her zaman Polonya kalacaktır. Soru: Siz Avrupa için nasıl bir gelecek öngörüyorsunuz? Yanıt: Eski kıta büyük bir süratle değişiklik kaydediyor, fakat kanımca isabetli bir yolda ilerlemiyor. Popülistler (halkçılar) dört bir yanda güç topluyor. Ben, örneğin Mar ile Pen’in seçim kazanacağına inanmıyorum, fakat o genç ve önünde daha çok zaman var. Ya da İtalya’daki Kuzel Lige veya İskandinavya’daki halkçı partiye bakınız. Ben Avrupa’nın 6 yıl sonra nasıl bir durumda olacağını söylemekte güçleniyorum. Güç toplayan popülistlerin baskısı altında AB patlayabilir. Bundan dolayı, AB kendi içinde reform yapmazsa,çökecektir. Soru: Viktor Orban’ın sığınmacılar konusundaki referandumu gerekli miktarda Macar’ı seferber edemedi. Bu da Avrupacı yarı etnik topluluğa güç kazandırdı. Siz bu soruna nasıl değerlendiriyorsunuz?


Makale ve Analizler - 2016

101

Yanıt: Ben Orban’ın kayba uğradığı kanısında değilim. Vatandaşların % 50’den fazlası sandık başına gidip oy kullansalardı iyi olacaktı. Sığınmacılardan herhangi biri herhangi bir ülkeden gelip orada kalmak ve yaşamak istiyor, kuşkusuz yerli yasalara uyması gerekir. Bazı Avrupa ülkeleri yerel düzen dediğimiz bu kuralları unutunca birçok yerde birçok çatışma çıktı. İslam sığınmacıların hele de kadınlara karşı saldırgan olmaları, tavrımıza bir başka gerekçedir. Soru: Doğu Avrupa Polonya ve Macaristan’ı dayanışma konularında geri kalmakla suçladı. Sizin yanıtınız nedir? Yanıt: Biz bu baskıyı hissediyoruz, fakat bükülmeyeceğiz. Söz konusu olan Angela Merkel’in kararlarıdır. Onunkiler türünden “tesadüfi” kararlar, ancak Almanya gibi iyi örgütlü ve istikrarlı bir devlette alınabilir. Avrupalı ortaklarla müzakere edilmeden, ancak sığınmacıların Almanya ekonomisine faydalı olacağı inancıyla bu insanların Avrupa’ya davet edilmesi bir ciddi örnektir. Fakat durum farklıdır. Bununla birlikte ben Almanların İngilizlerin Avrupa Birliği’ndeki yerini de kaplamak istediğine inanıyorum. Onlar, muhtemelen AB içinde güçlü ve tehlikeli bir rakipleri olmasını istememişlerdir. Bu arada, Almanya ve AB, Polonya’nın bir milyondan fazla Ukraynalı sığınmacı göçmen kabul ettiğini unutuyorlar. Soru: Rusya’da bir askeri saldırı gelebileceğinden korkuyor musunuz? Yanıt: Rusya tarafından ardı arası kesilmez kışkırtma ve saldırgan hareketler geliyor. Polonya jetleri Baltık devletlerinin hava savunmasını sağılıyor. Rusya bugünkü hareketleriyle de, 1989 sonrası Avrupa’ya ayak uydurmadığını kanıtlamaya devam ediyor. Kanımca bu daha çok uzun sürecektir. Ruslar, bu işte bir sınır olduğunu fark ettiklerinde, biz durumu istikrara kavuşturmuş oluruz. Sovyetler Birliği dağılmazdan öncesinde olduğu gibi Moskova şimdi de bu saldırgan eylemler için tüm imkânlarını kullanıyor. Bu dirençte bir NATO ve ABD’nin dayanışmaya bel bağlıyoruz.


102

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Sandık Sayısı 200’e Çıkmalı!

Rafet Ulutürk-15.Ekim.2016

Seçim yasası değişiyor.Salı gün hükumet düşebilir. Bulgaristan Cumhurbaşkanı seçimiyle ilgili büyük patlama İngiltere’den geldi. Demokrasinin seçim sandığından yaşadığına artık kesinlikle inanan gurbetçi işçilerimiz, “bu böyle olmaz!” diye haykırarak masaya vurdular. Güya “Yurtsever cephe” (PF) ve Makedonya İç Devrim Hareketi (VMRO) ortaklığının Başbakan Borisov hükumetine dayattığı ve meclisten geçen, Anayasaya aykırı Seçim Yasası değişikliği ilk defa uygulanmak istenirken dış ülkelerdeki Bulgaristan vatandaşlarının seçme ve seçilme hakkını kullanmalarını bir ülkede “en fazla 35 sandık” sınırlamasına büyük tepkiler mecliste bomba gibi patladı. Milletvekillerinin 9 Kasım 2016’ya kadar izin kararını Başbakan Borisov’un müdahalesi bozdu. Aslında Başbakanın Bulgar halk meclisinin çalışmalarına ve kararlarına direk müdahalede bulunurken Anayasa’ya ve yasalara, ayrıca meclis iç tüzüğüne ters düşen hareketlerde bulundu. Bu sert müdahaleden sonra, meclis çalışmalarının bağımsızlığı yasasına rağmen, önümüzdeki Çarşamba ve Cuma günleri meclisi yeniden toplantıya çağrıldı. Başbakan’ın sözlerine göre muhalefetin “seçim yasasıyla ilgili sunacağı büyün öneriler ve istenen yasa değişiklikleri ve yasal düzeltmeler, bu arada Türkiye de dahil bütün ülkelerde daha fazla sandık istemi kabul edilecektir.” Sert gelişmeler çok ciddi birhükumet bunalımını su yüzüne çıkardı. Anlaşılan, meclisteki anlaşmazlıkların aşırı sağ ve sol milliyetçilerin dayattığı insan haklarını kısıtlayıcı seçim yasası değişikliğinin bütün Avrupa’da, Birleşik Amerika ile Kanada’da Bulgar topluluğu kaynatırken, Türkiye’de de soydaşlar ve yığın derneklerinde ve demokratik kamuoyunda ciddi gerginliği neden olurken, Bakanlar kurulundaki çok sertleşen zıtlaşma ile ilgili Başbakan şöyle konuştu: “Siz (Reformcu Blok’a hitaben konuşuyor) Bakanlar Kurulunda bizim koalisyon ortağımız, Halk Meclisinde ise hükumete muhalefet olamazsınız! Benimle ve GERB partisiyle alay etmenize seyirci kalamam!”


Makale ve Analizler - 2016

103

14 Ekim 2016 günü Bulgar hükumeti olağanüstü toplandı. Oturumu bir konuşmayla açan Başbakan Borisov Reformcu Blok beşlisinden bakanlara hitaben şu soruları yöneltti: Ekonomi Bakanı Lukarskıye: “Lukarski sen korkuyor musun?” Sağlık Bakanı Moskov’a hitaben: “Moskova ben kınalı kuzu muyum?” Eğitim Bakanı Kuneva’ya hitaben: “Sen öğretmen maaşlarını seçim arifesinde olduğumuz için ödediğimi anlatıyor muşsun. Bu ay öğretmenlere maaş vermeyelim mi yani?” “Her işte bir tahammül sınırı vardır. Benim için aştı. Ya beraberiz ya da yolcu yoluna!” Önümüzdeki Salı hükumeti dağılması ya da bir müddet daha birlikteliğin sürmesi konuları görüşülecektir. Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) ve Hak ve Özgürlükler Partisi (DPS) isteği üzere bileşime çağrılan halk meclisi GERB milletvekillerinin giriş kaydı yaptırmadığı için toplanamadı. Sert bir tavırla meclisin genel kurul salonunda beliren Başbakan Borisov GERB partisinden muhalefetin bütün tekliflerini, ivedi yasa değişikliği önerilerini desteklemesini emretti. Ansızın şiddetlenen bunalımla ilgili demeçlerde, Cumhurbaşkanı seçimlerinde orta sağda karşı karşıya çıkan GERB ve RB partileri arasında çıkan sorunların hükumete kaydığı ve şu anda durumun derlenip toparlanmasınınimkansızlığıvurgulandı. Bakanlar Kurulu karar almadan dağıldı. Öte yandan “Galıp İnterneyşınıl” ajansının yaklaşan seçimle ilgili son temsili anketinden alınan sonuçlarda, iktidar partisi GERB adayı Tsvetana Tsaçeva, ikinci turda Cumhurbaşkanı koltuğunu % 4 arayla sol cephe ve sosyalistlerin adayı General Radev karşısında kesin kaybediyor. Bununla ilgili halk meclisini bileşime çağıran BSP partisi yeniden 73 imza topladı. Meclisin toplayan seçim yasasında değişiklik yapılmasını isteyen siyasi güçler şunlardır: Aşırı sol, Rusçu Ataka partisi. İdeolojik kimliği belli olmayan, mecliste muhalefet kılığında kalmaya devam eden Kovaşki partisi.


104

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Sözde “Yurtsever Cephe” ile Makedon komitacıların torunları (VMRO) yasa değişikliğine karşı direnirken, meclise girseler de, bileşime katılmak için kayıt yaptırmıyorlar ve meclis çalışmalarını sabote ediyorlar. GERB partisinin yeni olağanüstü oturumda tutumunu değiştirmesi ve Başbakanın emirlerine uyması ve istekleri kabul etmesi bekleniyor. Bu arada, Bulgar işçilerin Londra’da “seçme hakkımızı kullanmak istiyoruz” sloganıyla gösteri yapmalarının ardından, Reformcu Blok Cumhurbaşkanı adayı Tr. Traykov hemen İngiltere’ye atladı ve işçilerle kitle mitingleri, toplantılar düzenlemeye devam ediyor. Traykov seçim yasasındaki tüm değişikliklerin kaldırılmasında ısrar ediyor. Şimdiki Bulgar seçim yasası hangi uluslar arası antlaşmalara aykırıdır ve hangi noktalarda insan hakları çiğneniyor? Dış ülkelerde bulunan Bulgaristan vatandaşları ve Türkiye’deki çifte vatandaşlar, “35 sandık” sınırlandırmasına karşın, imza toplayıp yeni seçim büroları açılmasını istedikleri her yerde, ilgili ülkenin yerel makamları izin verseler de, Bulgar Merkez Seçim Komisyonunun yasağa uyularak, istenen seçim sandığı açılmadığı yerde vatandaşlar şu hakkı elde etmiş olurlar. 6 Kasım 2016 seçimlerinde yasa dışı hareket edildiği, insan haklarının hiçe sayıldığı ve vatandaşlın seçme ve seçilme hakkının özgürce kullanılmasına engel olduğundan dolayı, seçimlerin geçersiz kılınmasını Anayasa Mahkemesinden isteyebilir. İstenen seçim sandıklarının açılmaması şu uluslar arası yasalara kesinlikle ters düşer: İnsan Hakları Genel Beyannamesi’nin 21. Maddesi; Uluslararası Sivil Vatandaş ve Siyasi Haklar Paktı 25. Maddesi; Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi - ek tutanak 3. madde; Bulgaristan Merkez Seçim Komisyonundaki görevli hukukçuların Bulgar Anayasasının 5. maddesi 2. şıkkının neden dolaysız etkili olduğunu iyi bilmeleri gerekir. Bununla Birlikte Bulgar meclisinde tartışılan, onaylanan ve yayımlanan ve yerli yasalara göre öncelikli ve genel geçerli güce sahip olan Uluslararası ve Avrupa Yasalarını Seçim komisyonunun bilmesi gerekir. Seçimlerden 20 - 25 gün önce meydana gelen durumdan Merkez Seçim Komisyonu tamamen sorumludur, çiğnenen Anayasamızın maddeleridir. Örnekliyoruz. Adına “Karakaçanov” Kanunu denen seçim yasası değişiklikler seçime katılmak isteyen ve dilekçe veren Bulgar vatandaşların yaşadığı bütün Avrupa ülkelerinde, ABD, Türkiye ve Kanada’da çiğneniyor. Örneğin İngiltere’de 35 yerine 53 seçim sandığı açılması için direniş devam ediyor.


Makale ve Analizler - 2016

105

Önümüzdeki hafta yapılması gereken seçim yasası değişikliğiyle temel insan haklarımızı ve seçme ve seçilme hakkımızı uluslar arası yasalara göre geri almamız, ırkçı milliyetçilerin ataka’cıların, sahte yurtseverlerin ve ruhu kanlı komitacıların 2015’ten beri şiddetlenmeye ve yoğunlaşmaya devam eden saldırılarına en sert bir şekilde “DUR!” demiş olacağız. Bu gelişmelerden Borisov hükumetinin ders çıkarması zorunludur. 1990’dan beri böylesi gerin bir seçim önü atmosferi oluşmamıştı. Bu durumda, siyaset arenasında yer almak istiyorlarsa, DOST milletvekillerinden daha aktif davranmalarını talep etmek hakkımızdır. Mustafa Karadayı’nın da “erken seçim” çığlığının altını doldurması ve daha geniş bir meclis koalisyonu kurmaya kapı açması zamanı artık gelmiştir. Türkiye’de yaşayan 720 bin Bulgaristanlı çifte vatandaştan, 620 bini seçilme ve seçme hakkını kullanabilir. Bu soydaşlarımızın oylarını 35 sandıkta verebilmesi imkan dışıdır. 6 Kasım 2016’da Türkiye’de yapılacak Bulgaristan Cumhurbaşkanı seçimine serbest oy verilebilmesi için 150 - 200 seçim sandığı açılmasının normal olduğu bildiriliyor. İstanbul’da seçim örgütleme, sandıkta temsil etme ve denetleme hazırlıklarını tamamlamış olan BULTÜRK - Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği ana-kentte İstanbul’da 80 bin (seksen bin) soydaşımızın oy vermeye hazırlandığına işaret ediyor. Yeni durumda derneklerin tüm hazırlık çalışmalarını yeniden gözden geçirmesi ve çalışmalarını koordineli bir şekilde yürütmesini öneriyoruz: Seçim haklarını kısıtlayan bir ülkede demokrasiden ve temel insan haklarından söz edilemez. BULTÜRK ve BG-SAM gelişmeleri yakından izliyor ve tüm yenilikleri anında duyurmaya gerekli hazırlıklar görülmüştür. Faşizan saldırılara karşı en doğal insan haklarını savunma ve genişletme davası demokratik cephe davasıdır. Vatandaş hakkı, insan haklarımız, seçme ve seçilmez hakkımız en kutsal haklarımızdır. Yeni durumda sivil toplum kuruluşlarının dayanışma zinciri oluşturmasını bekliyoruz. Birleşmek zorundayız! Siz, seçimle ilgili tüm haberleri lütfen yakınlarınıza ve arkadaşlarınıza paylaşınız.Seçim öncesi toplantılarakatılmayı ihmal etmeyiniz. Bilgisiz kitle seçim kazanamaz. Seçimlere katılmak, soydaşlarımızın en kutsal hakkı ve ödevidir. Teşekkür ederiz.


106

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

BULTÜRK’ten Eğitime Destek

BG-SAM-15.Ekim.2016

Sözleşme imzalanırken

Bultürk Derneği ile Tasarı Yös Kursları işbirliği protokolü Bultürk Derneği ile Tasarı Yös (Yabancı Öğrenci Sınavı) Kursları arasında 04.10.2016 ile 04.10.2017 tarihleri arasında geçerli olacak aşağıdaki şartları belirten sözleşmeyi kabul ediyor ve uygulamaya geçeceğimizi taah-

hüt ediyoruz. 1. Bultürk’e üye olan kişiler ile bu kişilerin akrabalarına, belirtilen indirim oranlarının/taksit sayılarının uygulanması için yeterlidir. 2. Firmamızın İstanbul Gaziosmanpaşa - Aksaray (Fatih) - şubelerinde YÖS Kursuna Kayıt olacak Dernek üyelerine taksitli satışlarda %20 İndirim oranı uygulanacaktır. 3. Nakit olarak yapılan ödemelerde %25 indirim uygulanacaktır. 4. İlgili indirim anlaşmasından faydalanan kişi sayısının %10 ‘u kadar Bultürk yetkililerine ücretsiz öğrenci gönderme hakkı sağlanacaktır. Ücretsiz okuyacak öğrencilerinin kriterlerini dernek yetkilileri belirleyecek ve uygulayacaktır. Belirtilen indirim oranları/taksit sayıları ile ilgili bilgiler Gaziosmanpaşa ve Aksaray şubelerimize bildirilmiştir. Şubelerimizde indirim oranları/taksit sayılarında yaşanacak herhangi bir sorunda 0(539) 316 93 06 veya 0 (212) 614 54 54 no’lu telefonlardan ve gop@tasari.com.tr e-posta adresinden Yücel Aydın ile irtibata geçebileceğinizi bilgilerinize sunarız. Firma Web Adresi: www.yoskurslari.com - www.tasariegitim.com Not: Diğer Kurs programlarında (Kpss, Dgs, Ales, Açıköğretim, Smmm, Modelistlik, Stilistlik, Mühendislik Tamamlama ) ise liste fiyatları üzerinden Nakit Ve kredili seçeneklerde %20 İndirim Uygulanıp 10 Taksit yapılabilmektedir. Ücretlerle ilgili bilgiler Eğitim Danışmanlarından Öğrenilebilir.


107

Makale ve Analizler - 2016

Ombudsman Yüksek Temyiz Mahkemesi’ne Başvurdu

16.Ekim.2016

Dış ülkelerde, bu arada Türkiye Cumhuriyetindeki çifte vatandaşların seçimlere katılma ve oy kullanma hakkının seçim sandığı sayısına sınırlama getirerek engellenme denemeleri Bulgaristan Cumhuriyeti Ombudsmanı Maya Manolova’nın sert tepkisine neden oldu. Dış ülkelerden gelen mektuplara ve dilekçelere dayanarak Manolova Yüksek Temyiz Mahkemesi’ne başvurarak sorunun görüşülmesini ve ivedi önlemlerin alınmasını Bulgaristan Ombudsmanı istedi. Bulgar Ulusal Radyosunda konuşan Manolova, Maya Manolova Merkez Seçim Komisyonu’nun aldığı son kararlarla her vatandaşın seçime katılmasına sanki engel olmak istiyor, dedi.

Referandum - 1 Siyasi sistemde sorun var. Cumhurbaşkanı seçimlerine 3 hafta kala siyasi durum kökten değişmeye başladı. Borisov iktidarına olan güven azaldı. Kabine çatırdıyor. Meclisten onayladığı yasaları değiştirmesi yani tükürdüğünü yalaması isteniyor.16.Ekim’de durum değerlendirmesi yapan GERB yönetimi şu kararı aldı: Seçim yasasında açıl değişiklik istenecek, seçim önü gerginliğin

BG-SAM-16.Ekim.2016

Sosyolog Mira Raseva


108

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

bastırılması isteniyor.Bir seçim bürosuna birçok sandık konacak. Örneğin büro spor salonunda ise, 10 sandık da açılabilecek. GERB 35 seçim sandık yasasının kaldırılmasını istiyor. Bununla birlikte her seçim bürosuna birden fazla sandık konabilecek. GERB partisi, Cumhurbaşkanı aday listelerinin sonundaki “Kimseyi desteklemiyorum” karesini işaretlerin oyunun geçerli oy olmasında direniyor. Salı gün meclis olağanüstü toplanan meclis seçim yasasında değişiklik yapacak.Bu yapılmazsa, insan haklarının ve vatandaşların anayasal haklarının çiğnendiği gerekçesiyle Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev, seçim yasasının geçersiz kılınması isteğiyle Anayasa Mahkemesine başvuracak. Dış ülkelerdeki Bulgaristan vatandaşlar yürürlükteki seçim kanunu kabul etmiyor. Seçim hakkı gibi temel insan haklarının ayakaltına alınması büyük tepki uyandırıyor. Hem solda hem de sağda heyecanlanma ve hareketlenme yeni çok büyük boyutlar aldı. Cumhurbaşkanı seçimini kaybederse GERB iktidardan çekiliyor. Hükümet ortağı Çiftçi Partisi erken seçim istedi. Dış ülkelerdeki işçilerimiz, onlarla birlik olan Türkiye’deki soydaşlarımız Bulgar ırkçı-aşırı milliyetçilerinin GERB partisi ve iktidarına dayattığı yeni seçim yasası böylece suya düşürülmüş oluyor. Seçim yasasındaki köklü değişikliklere gidilmesi, majoriter /çoğulcu/ isteme geçilmesi ve halkın istediği Cumhurbaşkanının seçilmesi 6 Kasım 2016’da seçmenin elinde ve iradesindedir. Halktan güçlü olan yoktur. Bulgar siyasetinde söz sahibi olan uzman bilginlerin görüşlerine yer veriyoruz: Politik sisteminin ciddi bir şekilde ele alınası gerek, yeni yaklaşım bulmalıyız, siyasi bunalım var. Soru: Seçim yasasında baskı altında ve gelişi güzel değişikler yapıldı ve olay patladı.Dış ülkelerdeki Bulgar vatandaşlarından daha fazlasının oy kullanamamasını nasıl yorumluyorsunuz? Cevap: Dış ülkelerdeki Bulgaristan vatandaşlarının oy kullanmasında sorun yaşanacağı defalarca tartışıldı. Protestolar oldu. Dış ülkelerdeki soydaşlarımız aktifleşti. Vatandaş haklarını kaybetmek istemiyorlar. Gün gelir döneriz diyorlar. Fakat milletvekilleri vatandaşı işitmek istemedi. Çünkü biz onları işitmesek de olur, gelip geçer dediler. Ama geçmedi. Milletvekiller seçmeni duymak istemediğine göre, onlar seçmenleri temsil ediyor mu? Sorun budur. Bizde, iktidarı temsil edenler Güneş Kral gibi davranıyor. Kendilerini erişilmez sanıyorlar. Bunun sebebi ise, seçmenin bu kişilere karşı sabırlı davranmasıdır.


Makale ve Analizler - 2016

109

Birinci Borisov kabinesi ufak tefek şeyler içinde geri adım atıyor, ödünler veriyordu. İkinci kabinede durum değişti. Artık vatandaşın söylediği, istediği, önerdiği önemsiz oldu. Şimdi 6 Kasım’da sandık başına gidecek olanlar iyi düşünsün ve çok daha fazla şeyler istemeye hazırlansınlar. Şu unutulmamalı dış ülkelerde sandık başına gidenlerin hepsinde, hatta savundukları görüşlerin pek önem taşımadığını düşünseler bile, Bulgaristan’a dönme niyeti var. Onlar vatana dönmek istememiş olsalar seçimlerden söz etmezlerdi. Avrupa’yı ayağa kaldırdılar. Türkiye’de büyük hareketlenme izleniyor. Türkiye’den gelen oyların doğru dürüst yerini bulmasını isteyenler durumu kontrol altına almak için, işleyen formül, güvenli yol bulmak zorundadır. Söz konusu olan, seçim yasasına uyularak ve insan haklarına saygı göstererek seçim sürecinin çok basit bir şekilde hazırlanması, işlerin, seçimlerin normal örgütlenmesidir. Soru: Milletvekili seçimlerinin mojoriter sisteme göre yapılmasını öngören halk oylaması gölgede kaldı.Artık herkes gördü ki, Merkez Seçim Komisyonunda hakim olan görüşe göre, seçmene seçim bülteni verilirken ancak istendiğinde referandum zarfı da verilecektir. Bunu nasıl anlıyorsunuz? Cevap: Benim de görebildiğim kadarıyla, meclisteki şimdiki çoğunluk referandumu desteklemiyor. Onlar halk oylamasının onların lehinde çalışmadığı görüşündedir. Bundan dolayı iktidar çevreleri referendum aktifliğini azaltmak için elinden geleni ardına bırakmıyor. Hedeflerinde seçmenin Cumhurbaşkanı için oy kullanması, halk oylamasına katılma oranının düşürülmesi ve böylece referandumun öneminin azaltılması var. Seçmen referandumun önemini anlamalı ve oyunu kullanmalıdır. Sandık başındakilerin kendisine zarf uzatmasını beklemeden, zarfı istemelidirler. Seçmeni bilinçli hareket etmeye ve referenduma katılmaya ve oyuyla durumu değiştirmeye davet ediyorum. Soru: Seçime kalan 3 haftada Cumhurbaşkanı adaylarının fikirlerinin halka indirilmesine ve derin bir tartışma düzenlenmesine zaman olmadığı artık ortadadır. Bu durumda sizin seçim tahminleriniz nasıldır? Cevap: Kampanyanın 1 aya sıkıştırılması şerefsizlik oldu. Bu bir skandaldır. Bulgar siyaset sisteminin ciddi bir şekilde gözden geçirilmesi ve yeni yaklaşım aranması gerektiğini defalarca belirttim. Boyko Borisov bütün iktidarın merkezi ve başı olmayı ne kadar isterse istesin, Cumhurbaşkanı adayları üstüne halk tartışması yapılması küçümsenemez, çünkü Cumhurbaşkanlığı kurumunun ülkemiz, toplumumuz ve siyasetimiz için taşıdığı önem ve sorumluluk çok büyüktür. Anayasamıza saygı duyuyorsak, devlet başkanını nasıl seçtiğimize son derece saygın davranmalıyız. Biz savaş içindeyiz, sığınmacılar, göçmenler bize geliyor, istila edileceğiz gibi sözler, kamuoyunun gözüne kül atmak için tekrarlandığı gibi, bir de Güneş - Başbakan Boyko Borisov’un kimsenin gölgesinde kalmak iste-


110

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

mediğini gösteriyor. O, Rosen Plevneliev’le yaptığı gibi, Tsetska Tsaçeva ile de şimdi denediği üzere, halka dönüp “işte size başkan”, “koyunlar, hadi sandık başına oy verin!” demek istiyor. Deli olan börek yiyen değil, deliye börek sunandır. Ben, gece gündüz şişirilen şu görüşe asla katılmıyorum: Tsaçeva birinci tutu kazanır. Ardında güçlü bir siyası güç -GERB- var, bu durumda ikinci tutu da kazanabilir. Bu böyle olursa Bulgaristan’da toplumun beklediği hiçbir siyasi değişiklik yapılamaz. Bu durumda biz büyük Hegel’in “Her halk kendi hükümetini hak eder” sözlerine bağlı kalırız. Bu seçimde Bulgar toplumunda başka bir hareketlenme gözleniyor. Diğer adayların rahat konuşlanışı ilgi çekiyor. Onlar sanki GERB adayıyla rekabet içinde değil. Bir şey olsun da biz de GERB adayının Cumhurbaşkanı koltuğuna oturmasını biraz destekleyelim ve bir iş görmüş olalım havalarına girmişler. Solda muhalefet adayları arasında başı çeken General Rumen Radev, orta sol konumu biçimlendiremedi, TV tartışmalarına katılmak istemiyor, hazırlanan ve halka gösterilen klip doyurucu düzeyde değildir. Anket sonuçları, vatandaşlardan bir kısmının iktidar adayına oy vermek istediğini gösteriyor. Dikkati çeken özellik, partilerin vurdum duymaz tavır sergilemesi, hizmetkâr gibi davranması ve sanki Cumhurbaşkanlığını GERB adayına tepside sunmak istemesidir. Şimdiki durumdan sorumluluk taşıyanlar, seçmenden fazla olan seçim aktörleridir. Bulgaristan’da iktidarla olma iradesi bu aktörlerin aldığı kararlara göre gerçeklşiyor. Bu aşamada, ülkemizindeki siyasi olgunluk düzeyi budur. Sofya / Bulgaristan

Çiftçi Partisi Erken Seçim, Dedi

BG-SAM-16.Ekim.2016

Nikolay Nenov Bulgaristan Halk Çiftçi Partisi / BZNS/ özel bir bildiri yayınlyarak, devletin istikrarsızlığa itilmesi denemelerini kıyarak, çıkış yolu “ERKEKN SEÇİM” dedi. Savunma Bakanı Nikolay Nenov tarafından yönetilen ve Reformcu Blok /RB/ bileşimindeki ana partilerden biri olan /BZNS/ erken seçim yapılmasından yana


Makale ve Analizler - 2016

111

olduğunu açıkladı. Savunma Bakanı’nın partisi özel bir oturum düzenleyerek, tüm diğer yollar tıkandığına göre, erken seçime gitme kararı aldı ve özel bir bildiri yayınlayarak gerekçelerini halka açıkladı. Bu konuda Reormcu Blok Yürütme ve Sivil Konseyini toplantıya çağıran Çiftçi Parti yönetimi, 5 partinin erken seçim kararını birlikte görüşmesine çağrı yaptı. İktidar koalisyonunda güvensizlik olduğuna işaret eden Çiftçi Birliği yöneticileri, 6 Kasım 2016’da Cumhurbaşkanı seçimleri öncesi en önemli ödevin ortak aday Trayço Traykov ile Cıbi Sıbev’e destek vermek olduğunu yineledi. BZNS Bildirisinde aynen şöyle deniyor: BZNS devletin ve kurumlarının istikrarsızlaştırılması denemelerini kınıyor. BZNS devlet yönetiminde ve yöneten koalisyonda her zaman ilkesel saygı, devamlılık ve şeffaflık olmasını istemiştir. Bu inançlarımızdan ödün veremeyiz. Bulgaristan iletişim araçlarının bir bölümünde seçmenlerin aklını çelmek için süregiden propagandayla ilgili olarak, iktidara katılmanın bizim son amacımız olmadığını vurguluyoruz. BZNS koalisyon ortakları arasındaki güvenin yok olduğu kanısındadır. Biz, ancak ve yalnız Bulgaristan’ın milli menfaatlerini, Avrupa Atlantik üyeliğini savunmak ve onu mafya kıskacından kurtarmak için iktidara katıldık. Bununla ilgili olarak, biz, dalgalanan ve belirsiz bir çoğunluk formülüyle suya düşen ekonomik ve siyasi tasarımlarla iktidarı cinai komünist rejimin mirasçılarına ve onların yetiştirdiği oligarşiye bırakmanın suç olduğu kanısındayız. İstikrarsızlığımızı derinleştiren her adım ve politik bunalım bizi saldırgan Rus imparatorluk siyasetinden daha da sıkı bağımlı duruma getiriyor. Özgürlüklerimizle ve şerefimizle pazarlık edilmesine, küçük düşürülmeye razı olamayız. Reformcu Blok güçlerinin eşit haklı üyesi olarak 17 Ekim’de Yürütme ve Sivil Konseyi oturuma davet ediyoruz. Eğer hepimiz, iktidar ortaklığı yollarından hepsinin tıkandığı kanısındaysak, gelecek yılın baharında erken genel seçim yapılması kararı almayı, tüm RB üyelerine öneriyoruz. Kanımıza göre, politik bunalımdan çıkmak için en demokratik yol genel seçimdir. *** Bulgaristan Sosyalist Partisi /BSP/, Hak ve Özgürlükler Partisi /DPS/ ve Bulgaristan için Alternatif Partisi /ABV/ genel seçim çağrısında artık bulundular.


112

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bayrampaşa’da Gündem, Bulgaristan Seçimleri

BG-SAM-16.Ekim.2016

Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği yönetimi ve Bulgaristan konusunda uzman kişilerle bir araya gelerek önümüzdeki cumhurbaşkanı seçimlerini tartışıldı. Önümüzde büyük olasılıkla Cumhurbaşkanı seçimlerinden sonra erken genel seçimler gündeme gelecektir. 16.10.2016 yapılan toplantıda gündem ve alınan kararlar; 1. Derneğin tanıtımı; tarihçesi, kuruluşu ve faaliyetlerimiz. - Doç. Dr. Müjgan Deniz 2. Bulgaristan seçimleri ve bizim çalışmalarımız; öncesinde hazırlamış olduğumuz Raporlar ve bu raporların hangi kurumlara, kimlere iletildiği. - Dr. Nedim Birinci 3. Bulgaristan seçimleri konusunda İstanbul’un Seçim Koordinasyon Merkezi (SKM) nin İlçemiz Bayrampaşa sınırları içerisinde kurulması için şimdiden ön çalışmalara başlanması. (Görevli - Mustafa Akgün) 4. Bu yılın sonu veya en geç 2017’nin baharında (yıl sonuna kadar yapılması olasılığı yüksek) Bulgaristan’daki erken genel seçimler için de hazırlıkların bugünden başlanması. (Görevli - Bülent Maşaoğlu) 5. İstanbul’da çalışan Bulgaristan göçmenleri ile irtibata geçilebilmesi hususunda Kurumlar öncülüğüne ve desteğine ihtiyaç duyulmaktadır. BULTÜRK derneğimizin öncülüğünde bu kişilerin organize edilerek Bulgaristan Cumhurbaşkanı ve erken genel seçimler için örgütlenmeye başlanması kararlaştırılmıştır. (Görevli - Turer YENER) 6. Merkezimize insanları toplayarak ve bu merkezin etkin kullanılması için kamu görevlisi soydaşlarımızın gruplar halinde toplantıya çağrılması. (Görevli - Musa Vatansever)


Makale ve Analizler - 2016

113

7. Derneğimiz ile devletimizin kurumları arasında işbirliği sağlanmalı, çifte vatandaşlarımızın seçim öncesinde belediye ve kaymakamlıkla iletişimi arttırılmalı. Bu konuda Fatma Kahraman görevlendirilmesine, Oy birliği ile karar verilmiştir. Toplantımıza Bayrampaşa Kaymakamımız Sayın Osman Aslan Canbaba da katılarak bizleri onurlandırmıştır. Kendisine tüm Bulgaristan Türkleri adına teşekkür ediyoruz.

Bir Devlet Ne Zaman Çöker?

Dr. Mustafa Kahraman-17.Ekim.2016

Konu: Cumhurbaşkanı seçimleri milliyetçilerin kapanında boğulmak isteniyor. Bir devletin çökmesi, bir hükümetin düşmesi anlamına gelmez. Hükümetin düşmesi, bakanlar kurulunun dağılması, hükümet koalisyonunun dağılması veya bakanlardan yarısının istifa etmesinden sonra yeni bir kabine kurulamaması anlamına gelir. Şimdiki Bulgar hükümetinde bakanlardan 7-si Reformcu Blok ortaklığındandır. Bu blok’un bakanlarının topluca istifa etmesi Sofya hükümetini devirebilir ve Başbakan Boyko Borisov yeni bir kabine oluşturamaz, çünkü meclisteki sandalyelerden % 51’ine yani 121’ine sahip değildir. Ne ki böyle bir gelişme olması için Reformcu Blok üyesi 5 partiden birkaçının birden hükümetten çıkması, bakanlarını çekmesi ve meclis içinde muhalefet saflarına katılmasını gerektirir. Bugün Sofya parlamentosunda Borisov hükümetine karşı olan ve erken genel seçim isteyen partiler şunlardır: Bulgaristan Sosyalist Partisi - BSP; Hak ve Özgürlükler Hareketi - DPS; Bulgaristan için Seçenek Partisi - ABV; Demokratik Merkez Partisi - NDS; Reformcu Blok içinden - DCB Reformcu Blok içinden - BZNS Ve bağımsızlar grubu


114

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Seçim isteyen bu partilere 17 Ekim 2016 günü yine Reformcu Blok bileşiminden olup Eğitim ve Teknolojiler Balanı ve Başbakan Yardımcısı görevinde bulunan Nevena Kuneva tarafından yönetilen “Bulgaristan Vatandaşları” da bir şart öne sürerek katıldı. Bayan Kuneva, basın toplantısı düzenleyerek, Reformcu Blok hareketinin ortak Cumhurbaşkanı adayı olan Trayço Traykov 6 Kasım 2016 seçimlerinde, daha önce yapılan 2 yerel ya da genel seçime göre daha fazla oy alamadığı halde “istifa edeceğini ve kadrolarını iktidardan çekeceğini” açıkladı. Bu partilerin ortak adayı Traykov halen seçimlere % 61 katılım durumunda % 3,7 oy alırken, parti önceki 2 yerel seçimde % 4,2 oranında oy almıştı. Reformcu Blok daha önce genel seçime katılmamıştır. Bu ortamda devlet tüm partilerin birbiriyle anlaşamaması halinde iflas edip çökebilir. Seçimi 21 gün kala kamuoyunda ve siyasi çevrelerde yaşanan olağanüstü gerginliği yaratan güçlerden biri de, ilk kez meclise giren, güya “Yurtsever Güçler” (PF) adıyla reklâm edilen aşırı milliyetçi, azgın Türk, İslam, Müslüman ve sığınmacı düşmanı oluşumun Makedon İç Devrim Hareketi (VMRO) ortaklığı ile kaynaşmasından doğan şiddettir. Aşırı soldan olup, Rusofil çizgiyle su bulandıran “Ataka” partisiyle de çok yakınlaşan bu güçlerin bu yılın başında sunduğu ve mecliste onaylanan dış ülkelerde 35 sandık sınırlaması gerginlik kazanını kaynatan olaydır. Bu yasa değişikli, yasanın zorunlu kıldığı seçime sınırlama getirerek Türk seçmene eziyet etmek, onu vatanındaki siyasetten uzak tutmak, Bulgaristan’dan soğutmak ve topraklarını, yurdunu unutturmak amacı güdüyordu. 2015 ve 2016 Sofya meclisindeki adaletsizliklerin hepsinin temelinde milliyetçiırkçı kesimin başkaldırısı bulunuyor. Sosyolojik anketlerde onların adayı olan Karakaçanov’un % 8,7 oyla 3. yerde olması, kan kabartmalarına neden oldu. Bu arada eski faşist “Barannık” geçlik teşkilatı militanları da her fırsatta burun göstermeye ve yumruk sıkmaya başladılar. Bu güçler bugün yeni kurulan DOST partisinin kapatılmasını istiyor. Bulgar milliyetçiliği Türklerin her adımına karşı çıkıyor, bizi yerin dibine sokmaya çalışıyor. Örneğin, seçme ve seçilme hakkı olan ve toplam sayıları 620 bin olan T.C.deki çifte vatandaş Bulgaristan Türkü’nün ancak ve en fazla 35 binin oy kullanabilmesi; Almanya’daki 150 bin Bulgaristan vatandaşının ancak Büyük Elçilikte ve 3 konsoloslukta seçime katılma hakkı olması yani toplam 4 bin oy kullanabilmeye hak elde etmiş olması; İngiltere’de toplanan imzalı dilekçelere göre 61 sandık açılması gerekirken, ancak 35 sandık açılması kararı; 240 bin seçmen işçimizin bulunduğu İspanya’da sandık sayısının 24 olarak belirlenmesi; vb insan haklarının ihlali olarak değerlendirildi. Bu konuda hakkını


Makale ve Analizler - 2016

115

arayan vatandaşlarımız ki dış ülkelerde bulunan ve seçme ve seçilme hakkı olan, 18 yaşın üzerindeki vatandaşlarımızın sayısı 2 milyondan fazladır, çok sert ve şiddetiyle kitle tepkilerine neden oldu. Geçen hafta muhalefet güçlerinin meclis kürsüsünü kullanarak seçim propagandası yapmasını engelleyerek önlemek amacıyla, bu seçimde aşırı sağ ve ırkçı milliyetçilerle ortaklık kuran “Ataka” partisi şefi Volen Siderov’un milletvekillerinin bir ay izine çıkmasını istemesi ve önerinin GERB tarafından desteklenerek hemen onaylanması gerginliği daha da arttırdı. Olay her işi yarım kalmış olan mecliste büyük bir heyecan yarattı. Gensorular da Cumhurbaşkanı seçiminden sonraya otomatik olarak ertelenmiş oldu Aslında oy kullanmak zorunlu olan bu seçime katılmak için dilekçe veren (Ki buna zorunlu olan seçim ortamında gerek olmamalıdır), dış ülkede bulunan, toplam sayıları 60 olan vatandaş topluluklarının imzalı dilekçe verdiği her ülkede ve her yerde seçim bürosu açılması seçim yasasına göre mecburidir. Öyle ki, yasal olan şu ortamda, Türkiye, İngiltere, Birleşik Amerika ve İspanya’da açılması istenen seçim bürosu sayısının 35’ten çok daha fazla olduğu ortaya çıktığında, nefesler kesilir. Toplanmış ve Sofya’ya gönderilmiş imzalı dilekçelerle açılması zorunlu seçim sandıklarının yalnız birinin dahi seçim günü açılmadığı takdirde, Anayasa Mahkemesine gönderilecek tek dilekçe seçimi yasa dışı ve geçersiz kılabilir. İnsan haklarının, vatandaş temel haklarının ayakaltına alınması iktidardakilerin tüm hesaplarını allak bullak edebileceği anlaşılınca, o sandalyelerde sürekli şekerleme yapanların kafasında da jeton düştü ve meclis hemen yeniden toplantıya çağrıldı. Öyle olsa bile, arabayı devirebilecek taş yine de yoldan kaldırılamadı. Çünkü milliyetçi “Ataka”, güya “Yurtsever Cephe” ve VMRO, Mayıs ayında onaylanan yeni seçim yasasında, iktidardaki GERB önerisine uyarak, Avrupa Birliği ülkelerinde seçim bürolarına birkaç sandık konması gibi kozmetik değişiklikle durumu kurtarmaya çalışıyor. Ne ki, onlar durumu kurtarmaya çalışsalar da asla kurtaramazlar, çünkü AB ülkelerindeki Bulgar vatandaşına tanınan haklar aynen ve eksiksiz olarak Türkiye’deki Bulgaristanlı vatandaşlara da tanınmalıdır. Çünkü onlar da 38 sandık için imza toplamışlar ve Sofya’daki Merkez Seçim Komisyonuna göndermişlerdir. 35 sandık ile imzalı dilekçeyle istenen 38 sandık arasındaki 3 sandığın açılmaması 6 Kasım 2016 seçimlerini geçersiz kılmaya yeter de artar. İşte bu durumda, hükümetin ayakları yine sallanıyor, çünkü aralarında bir sözleşme olmadan Borisov kabinesini destekleyen Valeri Sinyonov ve temsil ettiği 3 milliyetçi partinin, Türkiye Cumhuriyeti’nde 35 seçim bürosundan fazla seçim sandığı açılması durumunda “hükümetten desteği çekeceğiz” açıkladı var. Sözüm ona “Yurtsever Cephe” ile Makedon


116

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

komitacılarının halen mecliste toplam 17 oyu var. Kabineden bakanları olmasa da, onlar Cumhurbaşkanı seçiminden hemen sonra yapılacağı açıklanan ilk gensoru oylamasında II. Boyko Borisov hükümetinin devrilmesi için oy vermeseler bile, çekimser kalmaları dahi hükümeti devirmeye yeter de artar. Bu durumdan milliyetçi-ırkçı inattan doğan gücün hükümet devirişini izlemiş olacağız. Bu gelişmeler patlama işaretleri veren düdüklü tencere kapağını birazcık açarak, yüksek basıncı şimdilik bir nebze azaltabilen Başbakan Borisov’un yine usulca kapağı kapatmayı başarması ve altını kısması anlamına gelse de, yine aynı ortamda DCB partisi Başkanı Kınev’in kendisine “korkak” ve “tavuk çabanı” gibi benzetmelerine cevap vermesi gerekiyor. Seçimlere 21 gün kaldı. Tüm insan ve vatandaş haklarının eşitliği dikkate alınmalıdır. AB’deki Bulgar vatandaşlarına 35’ten fazla sandık açma hakkı tanınırsa, T.C.’deki Bulgaristan vatandaşlarının (imzalı dilekçe sunmuş olmalarına rağmen, 35’ten fazla sandık açmalarına izin verilmemesi durumunda) insan haklarımız, seçme ve seçilme hakkımız doğrudan doğruya kısıtlanmış, sınırlanmış olurken ne gibi tepkiler geleceği de ilgiyle bekleniyor. GERB partisi aşırı milliyetçi ve ırkçıların dediğini yaparak iktidarda kalamaz. İşte böyle bir ortamda demeç veren, Sofya hükümetinde bakanı olan, fakat mecliste iktidara muhalefet yapan, Reformcu Blok (RB) üyesi Güçlü Bulgaristan Hareketi (DCB) partisi Başkanı Radan Kınev, “reform yapılmazsa Bulgar devleti çöker” dedi. Burada reform sözü adalet, insan hakları, seçme ve seçilme hakkını da içeriyor. Anlaşılan Boyko Borisov’un GERB partisi ile milliyetçilerin VMRO, “Ataka” ve “Yurtsever Cephe” ortaklığının yapmak istediği tek reform Müslümanların, Türklerin insan haklarını, seçme ve seçilme hakkını kısıtlamaktır. Bulgaristan Türkiye sınırına tel örgü çekmektir. Azınlık çocuklarını kör cahil bırakmaktır. Azınlık aileleri ekmek parası için dış ülkelere gitmeye, kaçmaya zorlamaktır. Unutmayalım, tarihte kale duvarları uzaydan görünen imparatorluklar bile çökmüştür. İnsan haklarını, demokratik hak ve özgürlükleri tanımayan, vatandaşların hak eşitliğine, dil ve din eşitliğine, kültürel çeşitliliğe tahammülü olmayan hiçbir devlet uzun ömürlü olmamıştır. Türklerin oy kullanmasından korkanların AB’ne ne işi olabilir? Yasaklar, düşmanlıklar, sınırlamalar, vatandaşı ekmek parası için yurt dışına gitmeye zorlayan kâfirler hiçbir iktidara dayak olmamıştır ve olamaz. “GERB partisine olan güvenimiz tükendi” diyen Kınev, “seçim kanunu dış ülkelerde çalışan vatandaşlarımızın haklarını savunmuyor” vurgusunu yaparken, “2017 baharında erken genel seçim” çağrısı yaptı.


Makale ve Analizler - 2016

117

Cumhurbaşkanı Adaylarından % 75’i Ruh Hastası

BG-SAM-19.Ekim.2016

Akademik Petar İvanov: Cumhurbaşkanı Adaylarından % 75’i Ruh Hastalıkları Hastanesinde Tedavi Görmelidir. Biz bu defa da bir gizli polis “DS” ajanını Cumhurbaşkanı seçersek, Gines Rekorlarına aday olmalıyız. Aile her zaman çok önemlidir, General Rumen Radev gibi bir boşanmış biri Bulgaristan’ı Akademik psikolog Petar İvanov. yönetemez. Yok olmaya yüz tutmuş Bulgaristan’da en önemli sorunlar olan, nüfus işlerinde ve etnik yapıda reform yapılması gibi konulara hiçbir kimse değinmek istemiyor. Bulgar Bilimler ve Sanatlar Akademisi’nin (BANİ) Demografi Merkezi’nden araştırmacı akademisyen Petar İvanov’un Faktor bg ajansına verdiği demecinde şu görüşler yer almıştır: Cumhurbaşkanı seçimlerinin birinci turunu Tsaçeva Manuşev ile Traykov Sıbev ikilileri kazanacaktır. Yapılan anketlerden anlaşıldığına göre, Merkez İstatistik Enstitüsü listelerinde yer alan seçmenlerden % 65’i seçime katılacak, % 5’i “ben kimseyi seçmiyorum” karesini işaretleyecek, bültenlerden % 2’si geçersiz kalırken, % 35’i de sandık başına gitmeyecek ve seçime katılmayacaktır. Verilen oyların hepsi (% 100) geçerli olduğu, aşağıda % 58 katılım halinde parantez içinde herhangi bir adaya oy verenlerin oranı verilmiştir. Tsetska Tsaçeva % 41 (% 25) ve Trayço Traykov % 14 (8) ikinci tura kalacaktır. Birinci turda alınacak sonuçlara göre bu 2 çiftin ardındaki sıralama şöyle olacak:


118

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İvaylo Kalfin% 10 (%6); Rumen Radev %10 (%6); Tatyana Donçeva % 7 (%4); Krasimir Karakaçanov % 5 (%3); Velizar Ençev %3 (%2); Veselin Mareşki % 3 (%1); Jorj Gançev %2 (1); Dimitır Marinov - Piştovlu %2 (%1) ve diğer adaylar %3 (%1). Akademisyen İvanov byu sonuçları şöyle yorumlarken, Cumhurbaşkanı adaylarına şu psişik portreyi çizdi. Soru: Akademik İvanov sosyolojik ajansların verdiği rakamlarla sizin Demografi Enstitüsü verileriniz arasında çok büyük fark var. Bunu nasıl açıklıyorsunuz? Yanıt: Bugüne kadar anket düzenleyen sosyolojik ajansların hepsinin hesapları yanlıştır. Anket yapan ajansların irileri, daha nüfuslu olanlarından her biri eski komünist kodamanların elindedir. Yayınladıkları veriler bağlı oldukları siyasi partiye hizmet sunuyor. Bu partiler Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) ile Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH) partileridir. Bulgar ajansları dış ajansların ismini kullanarak çalışıyorlar ve sorumluluk taşımıyorlar. Bunlardan birinin ismi “Cova-Haris” diğeri de “Galıp” yani “Galıp İnterneyşınıl” ajanslarıdır. Petır Stoyanov’un Georgi Parvanov’a karşı seçim tahminini hatırlayalım. Bu deva sosyolojik ajanslarından biri Tsaçeva ile Radev arasındaki farkı % 8 olarak gösteriyor. GERB ile BSP partileri arasında geçen yıl yapılan erken genel seçimdeki farkı anımsayalım. Gen. Rumen Radev’i Cumhurbaşkanı adayı olarak gösteren sosyalist partinin il merkezlerinde belediye başkanı yok. Şimdi ikisini baş başa gösterenler, seçmenlere geçen seneden beri sosyalistlere olan güvenin 4 - 5 defa yükseldiğini aşılamaya çalışıyorlar. Bizim (BANİ)’den verdiğimiz veriler gerçektir. Soru: Yorumculardan bir kısmı, HÖH - DPS partisinden gelecek oylar gibi yan etkenleri hesaba katarak General Rumen Radev’e şans tanıyor. Yanıt: Hangi yorumcular? Onları sayan kim, özellikleri ve nitelikleri nedir? Seçimden önce, 3 lv. Sermaye ile sosyolojik ajanslar kuruldu. Onlar küçük devrimci partilere yüksek başarı öngörüyor. Bu ajanslarda görevli sosyolog olmadığı biliniyor. Onları resmen temsil eden kişinin Gıda teknik Okulu Mezunu olduğu biliniyor. Bu kişiler yayın yapıp kamuoyunu etkilemeye çalışıyor. Onlar kendilerine para ödeyenleri memnun edecek sonuçlar yayınlıyor. Şunu belirtmek isterim. Bulgaristan’da yapılan son 4 seçimle ilgili Demografi Enstitüsü tarafından yayınlanan sosyolojik veriler en doğrudur. Arşivleri açıp bakabilirsiniz. Soru: Birinci turda Tsaçeva ile Radev arasındaki büyük farkın gerekçesini açıklar mısınız? Bunun nedeni nedir?


Makale ve Analizler - 2016

119

Yanıt: Tatyana Donçeva, Rumen Radev, İvaylo Kalfin ve onlardan biri olan Plamen Oreşarski’nin oylarını bir araya toplasak, farklı bir toplam elde edeceğiz ve fark o kadar büyük olmayacak. Sol cephedeki farkın ana kaynağı solun parçalanmış olmasıdır, ikinci olarak da onların görünümüdür. Çehrelerine bir baksanız iyi olur. Hiç birinin ruh hali bir Cumhurbaşkanı ruh halini andırmıyor. Soru: Bir iktidar partisi olan GERB’in, yönetimden gelen olumsuzluğu da taşıdığını hesaba katıyorsunuz değil mi? Yanıt: Sosyolojide olaylar hayatta olduğu gibi dinamik değildir. Onlar hep bir durgunluk içindedir ve öyle bir iki yılda çok büyük değişiklik gözlenmez. Adaylardan bazıları fizyolojik açıdan da Cumhurbaşkanı adayı olmaya uygun birileri değildir. Ağlık durumlarını halka açtığım için mahkemeye verilmek istemediğimden isimlerini söylemek istemiyorum. Soru: Ruh hallerinde sorun olan ve devlet başkanı olmaya uygun olmayanların yüzdesi kaçtır? Yanıt: Birçoklarının ruh hali iyi değildir. Onları Bulgaristan devlet başkanı olmaya iten psişik durumlarındaki sapmalardır. Adaylardan % 75’inin ruh hastalığı var. Bu oran ülkemizde % 38’dir. Fakat büyük yoksul katmanların çilesi dikkate alındığında ruh halinde bozukluk olanların oranı çok daha yüksektir. Yoksullar ve emekliler depresyon geçiriyor, hepsi sorun yaşıyor, çünkü paraları yetmiyor. Adlarını sıraladığımız 10 adaydan yedisinin düşünmesi kopuk ve parça parça olmuş durumdadır ve onlar bu yetersizliğin ürünüdür. Bu bakıma bu kişiler tehlikelidir. Çünkü biz bu kişilerin TV mikrofonlarına veya Brüksel2de ne konuşacağını önceden kestiremeyiz. Bu kişilerin yeri ruh hastalıkları merkezleridir. Soru: Siz ikinci turda GERB adayı Tsaçeva ile Reformcu Blok adayı Traykov’un yarışacağını söylediniz. Bu 2 sağ biçimlenme adayı arasında 2. Turda ne olacak? Yanıt: Biz ikinci tur üzerine inceleme yapmadık. Bu başka bir sorundur. Bizim anket yöntemlerimiz, eski metod kullanan diğer ajansların sorgulamasından farklıdır. Onlar telefon anketi yapıp, bütün ülke ve toplum için geçerli olduğunu iddia ediyorlar. Adres, yaş, cins, eğitim düzeyi vb telefonla tespit edilemez. Telefon anketlerinde yayınlanan veriler parti merkezlerinden alınıyor. Bu süreci inceledim. Ben “telefon mülakatı” sözünü işittikten sonra, aklıma ilk gelen, bu anketin yapılmadığı, parti merkezlerinden verilerin kopyalanıp işlendiğidir. Bu konuda denemeler yaptım. Bir yerleşim yerinde anket yapılacağı açıklanırken, katılanlardan her birine ödül verileceği bildiriliyor. Herkes katılıyor ve sonuçlar açıklanıyor. Bunu yapanlar zengin oldular, İsyanya’da, Brezilya’da ve başka yerlerde mal mülk sahibi oldular...


120

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Soru: Bu seçim kampanyası bugüne kadar size sürpriz sundu mu? Yorum: Hayır, beklenmediğim bir şeyle karşılaşmadım, normal gelişiyor, patlamalı olaylar yok. Ancak kaba sözler kullanılıyor. Bu psikolojik bir sorundur, tatminsiz kişiler patlama yaşıyor, kendilerini diğerlerin üstünde göstermeye çalışıyorlar.Komünist dönemden kalma kabalık, anaya küfretme vb aşağılayıcı durumlarla yüzleşiyoruz. İslav dilleri için karakteristik bir durum. Büyük yazar Bulgakov “komünizm analarımıza edilen küfürden doğdu” derken haklıydı. Bu kalıntı bizde bu seçimde de yaşamaya devam ediyor. Her yerde hissediliyor. Soru: Son yıllarda yapılan en büyük kötülükler ve onların seçimler üzerindeki etkisi nedir? Yanıt: Bir bankadan 4 milyar leva çalındı, ama seçim propagandasında söz edilmiyor; “Kremikovski” demir döküm tesisi 1 levaya satıldı ve sonra yıkıldı, bundan da söz eden yok; “Belene” Atom Elektrik Santrali ile birkaç milyar Dolarlık dalavere çevrildi bu konu da unutturuluyor. Bu soygunun tarihimizde emsali bulunamaz. Soru: Cumhurbaşkanı adaylarımızdan kimi boşanmış, diğerleri ise yeminli bekar, bu durumların seçim üzerinde etkisi nedir? Yanıt: Bulgaristan devlet yönetiminde yıllardan beri iyi ve değerli aile bulunmadı. Şimdiki başka ve daha önce de olmuştu, Başkan eşsizdi. Şehir dedikodularında metreslerin adları süsleniyor. Normal toplumlarda devletten önce, bir arkadaş ortamında bile saygın olabilmek için, iyi bir eş ve çocuklar vb olmalıdır. BSP adayı bile eşinden boşanmış, iş arkadaşlarından biriyle (metresle) yaşıyormuş ve kendisinin söylediğine göre “Bulgaristan’ın bu durumda olmasının nedenlerinden birisi de işte budur, ailelerin sağlam olmamasıdır. Tsetska Tsaçeva ile İvaylo Kalfin iyi aileleler arasında örnek gösterilebilir.” Soru: Gizli polis “DS” ajanlarının bu seçimde Cumhurbaşkanı seçilme şansı nedir? Yanıt: Şöyle bir cümle var. “Eski toplumun ajanları temizlenmeden, demokratik düzen kurulamaz.” Anasına karşı ihbar yazan ajanlar var. Onlar arasında devletimizi şimdi yönetmek isteyenler var. Onlar, biz devletimize hizmet ettik diyorlar? Hangi devlete? Soydan gelen ajanlar var, “DS” ye ihbar yazmışlar, şimdi kendilerini aklayıp yine görev başına geçmek istiyorlar. 27 yıldan beri bu adamların yüzü kızarmadı. Bu adamların toplumdan çıkması, mahalle peykelerine oturup birbirilerine fıkra anlatma zamanı geldi, fakat bizde durum öyle değil. Soru: Geçiş yıllarında toplumun ajanlardan arındırılmasına kim engel oldu?


Makale ve Analizler - 2016

121

Yanıt: Bu iş Cumhurbaşkanı Petar Stoyanov ve Georgi Parvanov zamanında yapılabilirdi. Zaman o zamandı. Fakat Stoyanov gibi bir komünist gençlik örgütü militanı böyle bir iş yapılmasına yol veremezdi. O bunu yapmaya yol verseydi kendi yolunu ve yakınlarının yolunu da kesmek zorunda kalacaktı. Aynı sözleri Georgi Parvanov için de söyleyebiliriz. Allah’ım, şimdi de bir polis ajanını Cumhurbaşkanı seçersek, başımıza geleceklere bak!! O zaman Gines rekorlar kitabına yazarlar bizi. İnsanlar topluma zarar veren ajanları hapishanelere tıkarken, biz ise cumhurbaşkanı seçiyoruz. Soru: Cumhurbaşkanı adaylarının konuşmalarında eksik olan nedir? Yanıt: En önemli sorunlara değinilmiyor. Nüfus konusunda reform yapılması gerek, toplumun etnik yapısı üstüne kimse bir şey demiyor. Bununla birlikte, eğitim, adalet sistemi, sağlık, ekonomi ve iş hayatı dallarında sanki hiçbir şey yapılmıyor. Önemli olan bunlardır. Başka işler ikinci derecelidir. Cumhurbaşkanı adayları sığınmacılardan, savaş kaçaklarından, sınırdaki tel duvardan, dış ülkelerdeki 35 seçim sandığı masallarından söz etmesinler lütfen, çünkü biz kaybolmak üzere olan bir milletiz ve kendi sorunlarımız var ve hepsi çözüm bekliyor.

Seçim Yasasındaki Türk Düşmanlığı

BG-SAM-19.Ekim.2016

Halkın Cumhuriyeti miyiz yoksa Başbakan Cumhuriyeti mi? Bizde iktidarın ayarı birkaç ayda bir bozulmaya başladı. Bu defa Başbakan Boyko Borisov kabineyi ayar etmeye çalışırken, halk meclisine girip bir ay tatile giren milletvekillerini göreve çağırması, aslında başka bir ayarı ciddi şekilde bozdu. Bu, Başbakan’ın Meclisi kendi başına toplanmaya çağırma hakkı olmamasından kaynaklanıyor. Bulgar Anayasasında, tatile çıkan meclisin ancak Bakanlar Kurulu kararıyla toplanmasını öngörmüştür. Bu defa Bulgar hükümetini çatırdatan, bu yılın Nisan - Mayıs aylarında yapılan Seçim Kanunu değişiklikleri oldu. Bu değişikler, orta sağda merkezci GERB kabinesine her geçen gün biraz daha ısınan aşırı sağcı ve ırkçı güya “Yurtsever Cephe” partisi ile VMRO - Makedon komitacıları ortaklığının daha da sokulması ve isteklerini dayatması oldu. Bu iki gerici güç devletin ana makamlarını ele geçirme hevesindedir. Bulgar mil-


122

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

liyetçilerinin hükümetten istekleri Türklerin ve Müslümanların devlet makamlarından ve yürütmeden sökülüp atılması ve meclisin Türklerin temel insan haklarını, eşit vatandaş hakkını çiğneyip, Bulgaristan’da yaşayan Müslüman Türklerle Türkiye Cumhuriyeti’ndeki yakınları arasındaki bağları koparmaya yöneliktir. Evrensel insan haklarını hiçe sayan ayırım ve düşmanlık öngören isteklerin sivri ucunda, 1989’dan beri Bulgaristan’ı terk etmek zorunda bırakılan vatandaşlarımızın en doğal insan hakkı olan çifte vatandaşlık hakkını kaldırmak ve Bulgaristan vatandaşı ve Avrupa Birliği vatandaşı olma hakkını ellerinden almaktır. 2016 Mayısında onaylanan seçim yasası değişiklikleri, Türkiye, Bulgaristan ve Avrupa Birliği vatandaşlığı olan 620 bin Bulgaristanlı Türkün seçme ve seçilme hakkını baltaladı. Demokrasi koşullarında Beşinci Cumhurbaşkanı seçimine soydaşlarımızın özgürce katılması sınırlandı. 35 sandık tavanı, 620 bin Bulgaristanlı Türkün en kutsal hakkını yok etmek için getirildi. Amaçlarında bizi Bulgaristan’dan soğutmak ve koparmak var. Türk seçmenin 26 yıldan beri Bulgaristan siyaseti üzerindeki sonuç belirleyen rolüne son verilmek isteniyor. Şimdi yani seçim gününe 19 gün kala toplanan meclisin halkın tepkisini tuşlamak için toplanarak seçim yasasında değişiklikler yapmaya çalışmasına dünyanın hiçbir ülkesinde rastlanmamıştır. Durumu bir futbol karşılaşmasıyla mukayese edersek, oyun esnasında kuralların değiştirildiğini görüyoruz. Daha önce böyle bir gelişme izlenmemişti. Başbakan Borisov otoriter davranışlarıyla bir yandan kendine sımsıkı bağlı olan katı komünist Tsetska Tsaçeva’yı Cumhurbaşkanı yapmaya çalışırken, öte yandan yürütmeyi işler duruma getirmek için milliyetçilere daha büyük ödünler veriyor. Yurtseverlik maskesi ardına gizlenen milliyetçi, ırkçı komitacıların dayatması üzerine Türkiye ile Bulgaristan devlet sınırına 3 metre yüksek tel örgü gerildi, gözetleme kamaraları yerleştirildi, askeri birlikler yerleştirildi. Türk ve Müslüman düşmanı ruha sahip aynı güçlerin meclise sunduğu başka bir yasayla Müslüman bayanların başörtüsü taşımaları yasaklandı. Onaylanma bekleyen başka bir yasa önerisiyle ise minarelerden ezan okunması yasaklanırken, camide Türkçe konuşmanın yasaklanması öngörülüyor. Bu istekler sözüm ona “soya dönüş” dönemi zulmünün açık devamıdır. Faşizm kokan son gelişmeler, bütün ülkede anti-Türk dalgayı hareketlendirip yükseltirken, keyfi hareketleri cezalandırılmayan hatta özendiriliyor. Faşist palazlanma sırtını GERB partisine dayarken, % 42 temizlenmiş olan ajan dosyalarına dayanan Bulgar demokrasisinde adaleti rüyada görebilmek bile hayaldir. Son açıklamalarda, askeri istihbaratın 16 bin dosyayı yok ettiği açıklandı. Bu 16 bin kişi arasında Türkler de olduğu bir gerçek olduğu kadar, böylelikle birçok siyasetçinin aklandığı ve görevde kaldığı gün gibi parlıyor. Bulgar devleti komünist rejimin ajan dosyaları üzerinde objektif bir çalışma yapılmasını finanse etmediğin-


Makale ve Analizler - 2016

123

den maada, öteki Doğu Avrupa ülkelerini de örnek almadı. Polonya’da totaliter komünist özün sökülüp çıkarılmasına ve geçmişin artıklarından kesinlikle kopma davasına her yıl 40 milyon Euro bütçe ayrılıyor. Biz geçmişin asla ölmediğini biliyoruz. Buna rağmen, 1944 öncesi faşist Bulgaristan’daki “Brannik” gibi faşizan gençlik örgütlerinin canlandırılıp diriltilmesine kesinlikle karşıyız. Totaliter komünist geçmişin baskı, terör ve zulmü nefes almaya devam ederken, faşizm dönemindeki kırıntı ve atıklara, halk düşmanlığına hayat hakkı tanınması kabul edilemez. Bu gelişmelerin Başbakanlık Cumhuriyeti’nde yaşam hakkı bulması demokrasi ufku önüne kara bulutlar geriyor. Sofya meclisinde devam eden tartışmalarda Türkiye’deki soydaşlarımızın seçim sandıklarından uzak tutulmasına çalışanlardan insan haklarını, seçme ve seçilme hakkı temel alınarak mantıklı düşünmelerini ve yasalara uygun kararlar alarak değişikler yapmasını beklemek yanlış olur. Çünkü anti- Türk konusundan ödün bekleyemeyiz. Onlar bu konuda yeminlidir. Türklerin, azınlıkların temel insan haklarını tanımadan ulusal bütünlük isteyenlerin, demokrasiden, hak, özgürlük ve adaletten ne anladıklarını algılamak her gün biraz daha zor oluyor. Bu memlekette Türk, Pomak ve Çingene azınlıkları olduğundan söz bile etmeden, değişik dinler olduğundan, birkaç dil konuşulduğundan söz bile edilmeden yürütülen Cumhurbaşkanı kampanyası, insanlar arasında hayal ve düş kırıklığı uyandırıyor. Meclis uluslar arası yasalar ve angajmanlara uygun karar alabilecek durumda değildir. Bu arada, soydaşlar olarak, bizim yasal haklarımızı savunmayı kabul eden Cumhurbaşkanı adaylarına oy vermemiz doğru olur. Çünkü yalnız HÖH ve DOST partilerinin “erken seçim işleri” şiarı sorunlarımızın çözülmesine yeterli değildir. Örneğin Reformcu Blok’un Cumhurbaşkanı adayı Trayço Traykov basına demeçlerinde, TV konuşmalarında ve halkta temaslarında gerçekten demokratik isteklerle gönül okşuyor. Aday Tr. Traykov, Bulgaristan’da gerçekten demokratik bir adalet reformu yapılması üzerinde basa basa dururken, adalet sisteminin komünist ve rüşvetçi yargıç ve savcılardan arındırılmasında ısrar ediyor ve böyle bir reformu desteklediğini belirtiyor. Traykov, diğer adaylardan farklı olarak Türkiye de bu arada tüm komşularımızla iyi ilikliler geliştirmemizden yana çıkarken NATO ve Avrupa Birliği içinde sözümüzün işitilmesini istiyor. Bulgaristan menfaatlerini müttefikler ve komşular önünde savunmak isteyen Traykov, azınlıkların temel haklarının tanınmasından yana çıkıyor ve aynı zamanda ülkemizin fakirleşmesi ve yoksullaşmasına sebep olan tekellerle, oligarşi ve rüşvetçi, dolandırıcı, dalavereci zengin zümreyle müca-


124

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

dele edeceğine söz veriyor. Onun bir Bulgar olması oyun bozmaz. Önemli olan bizim gibi düşünmesi ve bizim haklarımızı göz ardı etmemesidir. Traykov’un Cumhurbaşkanı listesindeki n.o.’su 7 (yedidir). İşte böyle bir ortamda, Bulgaristan’da Cumhurbaşkanı seçimlerine doğru siyasi sürünme devam ederken, basında Büyük Türkiye’nin etki alanına ilişkin çıkan yeni haberler farklı yorumlara vesile oldu. Bazı tarihçilerin Türkiye devletinin devlet sınırlarına ilişkin “Milli Mutabakatın” Kıbrıs, Alepo, Musul, Erbil, Kerkük, Batumi, Selanik, Kırcaali ve Varna ile Ege Denini adalarını da kapsadığını savunması, anti-yeni Osmanlıcı yorumları şiddetlendirdi. Bu gerginlik ülkedeki seçim kampanyasının her anında daha da güçlü hissedilmeye başladı. Seçmen kitlesinde sinme ve kendi kabuğuna sığınma eğilimi hissediliyor. Bu gelişmeler bir de ikide bir ayarı kaçan iktidarın saldırgan tavırla uyum sağlayıp düzen durmaya çalıştığı bir ortamdan cereyan edince çözülemeyen sorunlar yeni boyutlar alıyor.

BULTÜRK Ankara Temsilcimiz Kayseri TV1’de

BG-SAM-19.Ekim.2016

BULTÜRK Ankara Temsilcimiz, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Uzmanı İsmail Cingöz Kayseri’de Türkiye’nin Ortadoğu gündemini değerlendirdi. Ulusal yayın yapan Kayseri TV1 Televizyon Kanalında 18 Ekim 2016 günü Doç. Dr. Celil Arslan’ın tarafından sunulan “Akademik Bakış” programına canlı yayın konuğu olarak davet edilen BULTÜRK Derneği Ankara Temsilcimiz Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Uzmanı İsmail Cingöz, birlikte son dönemlerin gündemden düşmeyen bölgesi Ortadoğu gündemini ele aldılar. Sayın Arslan ile birlikte Sayın Cin-


Makale ve Analizler - 2016

125

göz, “Türkiye Suriye İlişkilerinin Dünü-Bugünü ve Suriyeli Sığınmacılar” konusu üzerinde akademik açıdan değerlendirmeler yaptılar. Aynı günün akşamında ise Türk Ocaklar Kayseri Şube Başkanı Prof. Dr. Mustafa Ünal ve Başkan Yardımcısı Doç. Dr. Celil Arslan’ın konuğu olarak Türk BULTÜRK Ankara temsilcisi Siyaset Ocağı Kayseri Şubesine davet Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Uzmanı edilen İsmail Cingöz, Türk Ocağı İsmail Cingöz’e Teşekkür belgesi Salı Sohbetleri etkinliğinde “Arap Baharı ve Türkiye-Suriye İlişkilerine Etkisi, Suriyeli Sığınmacılar Sorunu” konulu bir konferans vermiştir. Katılımın yoğun olduğu görülen konferans, ilgi ile takip edilmiştir.

Cumhurbaşkanlığı Seçimleri 2016

BG-SAM-19.Ekim.2016

GERB partisinin Cumhurbaşkanı adayın Tsetska Tsaçeva’ya Almanya’dan bir mektup: “Güç Birleşmekte değil, cahilliktedir, Anacığım!” Yazan Velislav Minekov Güç, anacığım, Birleşmekte değil, cahilliktedir. Bu cümleyle başladı GERB partisi Cumhurbaşkanı adayı Tsetska Tsaçeva’ya Almanya’dan yazdığı mektubuna Profesör Velislav Minekov. Mektup basılmıştır. Cumhurbaşkanı adayları aranırken, Reformcu Blok çevrelerinde en fazla tartışılan ve büyük destek toplayan isimlerden biri heykeltıraş Prof. Velislav Minekov idi. O, Bulgar Sanatçılar Birliği Yönetim Konseyi üyesi; Al-


126

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

manya “Wunsidel” Profesyonel Sanatçılar Birliği üyesi; Avrupa Heykeltıraşlar ve Taş Onarım Merkezi şeref üyesidir. Bulgaristan, Türkiye, Dubai ve Almanya’da kendi başına sergiler açmıştır. Profesörün GERB partisi Cumhurbaşkanı adayı Tsetska Tsaçeva’ya gönderdiği mektubu aynen tercümesidir. Kime: Bayan Tsetska Tsaçeva’ya “Halk Meclisi” Meydanı - Sofya - Bulgaristan. Yeni ‘Anama’ Mektup, (GERB partisi Başkanı ve Başbakan Boyko Borisov Tsetska Tsaçeva’ya Bulgar ulusunun “anası” dedi) Anacığım seni seviyorum, hem de çok seviyorum. Mektubumu uzak sıladan gönderiyorum. Anam, sen benim yeni anacığım olacağın için çok gururluyum. Sen yalnız benim anam değil, geçmişiyle gururlanan ve bugünün kahırları içinde boğulan bir halkın anası oldun. Beni ve bütün ulusumuzu şerefinle, bilgeliğince ve güzelliğinle bağrına bastığını düşündükçe gönlüm içime sığmıyor. Eşi olmayan meziyetlerinle sen Avrupa’nın ve bütün dünyanın da anası olacaksın. Anacığım biz seninle akranız. Biz olgunlaşma çağımızı hatırlıyoruz. Biz gençliğin mutluluğunu anımsarken, bilinçlendikçe mutsuzluğun ne olduğunu öğrendik. Bilinç ve ahlak istenmez ve tehlikeli sayılan lükstü, düşünmek yasaktı, sevmek günahtı, insan onuru beş para etmezdi. Yalanla beslenen bir toplumda birlikte yetiştik. Çok yalan söylüyorduk. Her günümüz yalan doluydu. Kendimizi aldatıyorduk. Bizi de kandırsınlar diye yalan söylüyorduk. Allah’ı da kandırıyorduk, hatta kimileri onu sevdiklerini söylerken de yalan söylüyordu. Öyle anlaşıldı ki, anacığım onurlu olan tek kişi senmişsin. Dönüşümden söz eden zavallı bir derginin senin hakikatini ve ip gibi düz parti bilincini karıştırması ne kadar kötü olmuş... En büyük ve en kardeş devleti karıştıran o adı “M” ile başlayan kel kafalı yaramaz olmasaydı, sen anacığım dünya komünist devriminin de anası, kızıl bayrak, sen dişil Mao Ze Dung, Lenin, Trotski, Kim ve hatta sakallı Castro olacaktım. Anneciğim, sen seçilirsen, bizi o eski mutlu günlere geri götürebilirsin. O kadar hiçbir işe yaramayan arasında onurlu ve namuslu kalan bir tek sensin çünkü. Senin bugünkü dava arkadaşın Tsetsko “Hepimiz, herkes komünisti” derken haklıydı. Çünkü biz komünist olduğunu iddia ederken yalan söylüyorduk. Çünkü bize aydınlığın ve o kutsal toplumun önemini anlatan olmadı. Zafer kazanacak eşitlik ve mükemmellikte bir tek senin yıldızın parlayacaktı. Sen o gençlik özlemini bugün artık kolayca gerçekleştirebilirsin. Eğer bizim mazlum halkımız sana


Makale ve Analizler - 2016

127

anneciğim oy verir ve sen seçilirsen zenginlerin malını mülkünü al ve hemen fakirlere, sefillere dağıt anneciğim. Hemen bir Halk Mahkemesi kur anneciğim. Oligarşi irilerini kurşunlat anneciğim. Kostov ve onun etrafındakileri ipte sallandırmayı unutma anneciğim. Halk bu iyiliğini unutmaz anneciğim. Anneciğim sen dalmış Rus dergisi “Oganyok” okurken, biz Pomakların, Türklerin adlarını değiştirdik, okullarını ve camilerini kapattık ve ardından onları vatanlarından kovduk, ardından onları turist ve seyahatçi ilan ettik. Şimdi de geri dönmelerini, oy vermelerini engelliyoruz anneciğim. Hiç kuşkun olmasın anneciğim onların analarından emdiği süttü burunlarından getirecek olan sensin ve “yurtsever” milliyetçiler sana arka dayak olacaklar anneciğim. Bugün de yeni toplama kampları kurmak gerek, işsizleri, sakallıları, camiye gidenleri, çok bilenleri, aydınları, entelektüel geçinenleri ve hele zevzekleri bedava ve zorla işleteceğimiz taş kırdıra kampları açmalıyız yine anam. Belene bomboş duruyor, eskiden en fazla temerküz - taş kırma kampı olan Loveç (Lovça) şehrinde işsizlik almış yürümüş anam. Bakıyorum anneciğim yeni önder ve öğretmen seçmişsin. Kendi azığından çıktı, o basit biri, sen de o kadar okumuşsun annem. Ama sen onu sesle, sözünden çıkma anam. Sev onu anam. Eskiden aynı saflarda yoldaştınız, şimdi de aynı saflardasınız. Sen onu seviyorsun anacığım, o senden bir parça gibi, seni yaratan o oldu, seni yöneten de odur. Anacığım, yumurtalıktan yumurta topladığını, inek sağdığını, rakı çıkarmak için meyveleri mayaladığınız fıçıların üstünden sinekleri nasıl kovduğunu, isli ocak başında yemek pişirdiğini unutma sen anneciğim. Önderimiz, itfaiye hortumları doktoru sana akıl, vicdan, insan sevgisi, kültür öğretecek anacığım. Hatta kültür bakanından da bir şeyler kapabilirsin. Sana futbol, yabancı dil vb da öğretebilirler. İskambil, belot ve 66’da ustalaşacaksın. Senden halk adamı yapacaklar anacığım. Onların son işvereni de halktan biriydi. Sana akıl verecek olan milletin koruyucusuydu. Anneciğim ben şimdi sıladayım. Almanya’dayım. Burada küçük bir şehre Üniversite yapmışlar. 300 bulgar genç gelmişler burada okuyorlar. Onlar vatandan kaçmış anacığım, vatanı satmışlar. Bir türlü anlayamıyorum, neden gidip de Sviştov enstitüsünde okumamışlar, polis hafiyesi yetiştiren kütüphaneci enstitümüz var, neden orada okumak istemiyorlar anacığım. Hepsi hain anam! Bizde 50 üniversite varken burada sürünüyorlar. Soy düşmanı hepsi. Burasının da iyi yanları yok değil. Ben iyi maaş alıyorum. Üç aydan sonra “Lülin”den daire alabilirim. Yeni ama eski bir arabam olacak. Senin dişlerini de parlatabiliriz arzu edersen.


128

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Anne ben geçmişimden utanıyorum. Demokrasiden kaçtım. Bize çıplak demokrasi hediye ettiler anam. Ben entelektüellerin susmasından, yazarların kalemlerinin kırılmasından, tiyatroların boşluğundan, açtığım sergilere gelen olmayışından, kafamın boşluğundan ve bugünkü feodal toplumumuzun ikiyüzlülüğünden ve yanlış özünden korktum anam. Biz minnettarlık hissi olmayan bir soyuz anam. O lokmasından ayırıp bize ana yollar yaptı, kendi parasıyla yeraltı treni (metro) kurdu, artık Avrupa’da en zengin ülke olduk, çala çala bitiremedik, basın özgürlüğümüzle gurur duyuyoruz, ama minnet duygumuz yok anam. İnsanlar konuşuyor, insanların ağızı çuval değil büzesin anam. Bir komşum anlattı. Bize her şeyini “bahşeden” o kişi, insanları ezip soyan, zorlayan ve adı “CİK” olan o cinayet şirketinin başıymış annem. Kalın enselilerin, herkesi zorlayıp kan kusturanların lideriymiş anam. Suçlu toplumlara karışmamış biri anam, US Büyük Elçilerinin Washington’a gönderdikleri gizli mektuplarda, o bir şair, nazik bir yaratıcı, ince bir sanatçı, çok basit ve boktan biri olduğundan, herkes onu seviyormuş anam. Anacığım anlatmakta güçlük çekiyorum da, Güç, birleşmekte değil, cahilliktedir anam. Sen bana benze anam, basitin basiti, adinin adisi olan! Basit olmak burada işe yaramıyor, ama orada halka karışırsın. Nihayet senin günün de geldi anam. Öncülerin yıldızı olacaksın. Şu İtalyan Berlüskoni var ya, o senin göğüslerini arşınlayacak, Sarkozi sırtını sıvazlayacak, Fransızlar baldırlarına bayılacaklar. Ben de mutlu olacağım anneciğim. Artık hiç dönmeyeceğim. Bulgaristan’a selam!

Bu Yokuş Çok Dik

Raziye ÇAKIR -22.Ekim.2016

Konu: Yaşam hakkı ve eğitim hakkı ihlal edilemez. Seçim öncesindeyiz. 26 yıldan beri ilk kez iyi kötü, yaş kuru serildi harmana, pala pırtı asıldı ipe ve her şey herkesin gözü önündedir. İlk kez parça parça bölündük, aynı harmana kimimiz sağdan kimimiz soldan bakıyoruz. Seçim günü


Makale ve Analizler - 2016

129

harman savrulacak ve bakalım hangi rüzgâr daha güçlü esecek! Sağdan da esse, soldan da gelse savrulacak olan harman hep aynı harman. İpteki giysilere da öyle... Onlara da sağdan ve soldan bakıyoruz, kurumak için yalnız güneş olsa, o da yeterlidir. Bu seçim yarışında Bulgaristan’ın değiştiğine tanık oluyoruz. Herkes TV başında, sanki Cumhurbaşkanı küçük ekrandan seçiliyor. Önce herkes kalıp kalıp konuştu. İç ve dış siyaseti büyük sözlerle anlattı. Yüksek binaların cephe duvarlarına, bulvar kenarlarında ve kavşaklardaki büyük boy resimler bilbordlardan bize bakıyor ve konuşan gözler sanki oyumuzu istiyor. Köylülere 22 çeşit takvim dağıtmışlar. “Bu adam da kim ve ne işi var bizim evimizde” diyenler hiç birini takmamış, Başmüftülük takvimini bekliyorlar. “Sözümüz sözdür!” diyenlerle ince pazarlık devam ediyor, bazı köylerde birer ton kömür için ısrar edilirken, dağ köylerindeki seçmen 5 litre ayçiçeği yağ ve bir çuval un için ayak diriyor. Aslında seçmenin verdiği mücadele çok yakın hedefli bir kavgadır. Köy yollarının onarımı, komşu köylerdeki köy okullarına giden çocuklara kış aylarında bir okul aracı temin edilmesi, emekli maaşlarının Kasım ile Mart ayları arasında postacı tarafından eve getirilmesi, imkânsızlık halinde çığ düştüğünde, su baskını, yangın gibi durumlarda devletin halkın yanında olması gibi noktalarda düğümleniyor. Onlar bu isteklerini muhtar seçiminde, belediye başkanı ve belediye meclis üyelerine de her defasında yöneltiyorlar. Köylülerimizin Cumhurbaşkanı adaylarından istedikleri yaşam şartlarımızın iyileştirilmesi çizgisini pek açmıyor. Köyde yaşayan seçmen, hele Rodoplu, Gerlovo, Dobruca ve Deliormanlı seçmen hayat hakkı dendiğinde evlatlarının geleceği hakkını düşünüyor. Okula giden ve ana dili öğrenmeden güçlük çeken öğrencilerin geleceğini parlak görmüyor. Bu işlerde yakınlarımızın yaşadığı Türkiye’den kitap, daha modern eğitim öğrenim araçları beklenti ve talepleri büyüyor. Ülkede durumun sertleştiğini gözden kaçmıyor. Devletin çaresizlik sızılarının sıradan vatandaşlar tarafından hissedildikçe “Son hesapta bizi yine Türkiye paklar” sözleri dolaşıyor. Yeni durumda kabaran endişede arkadan gelen neslin ana dilimiz, ana kültürümüz, genelenlerimiz, ahlakımız, dilimiz ve dinimiz bakımından cahil kalması endişe uyandırıyor. Avrupa ülkelerine gidip gelenler, hele Almanya, Hollanda Belçika’da bulunanlar “orada sokakta kaldığımızda sığınacak mekân camilerimiz oldu” diye paylaşıyorlar. Gidip görüp gelenler anadilimiz konusuna bir başka gözle bakıyor. Almanya ve diğer batı ülkelerinde halka açık Türk konserlerine gittiklerini, Türk sanat ve kültürüne olan ilgiden doğa doya kaynaktan içtiklerini anlatıyorlar. Seçmenimizin yeni Cumhurbaşkanına yönelttiği istekleri arasında Türkiye Cumhuriyeti ile Bulgaristan arasındaki kültürel etkileşim ve işbirliğine daha büyük önem verilmesi de yer alıyor. Boş duran sinema ve konser salonlarında


130

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Türkiye’den gelen sanatçıların, amatör ustaların, T.C. tiyatro ekiplerinin konserler vermesi, oyunlar sunması isteniyor. Yılda bir düzenlenen Türk kitap sergilerinin yalnız başkent Sofya’da kitapseverlerle kucaklaşmakla kalmayıp, Kırcaali, Haskovo, Plovdiv, Şumen ve Razgrat gibi Türklüğü sevenleri kuşatıcı ve kapsayıcı olması arzu ediliyor. İşittiğimize göre, Bursa’daki soydaşlarımız Bulgaristan’daki okul çocuğu olan Türk ailelere göndermek üzere kitap, CD toplama kampanyası başlatmışlar. Bu sevimli girişimin ucuna şiir ve masal okunmuş flaş bellekler de eklenirse daha yararlı olur görüşleri yerleşiyor. “Dombırı” ekibinin Bulgaristan Türkleri Yeni Edebiyat Sayfasını açması iyi oldu. Biz Bulgaristan’daki etnik azınlıklar arasında anadilinde kendi edebiyatını yaratabilen tek etnik halk topluluğuyuz. Bu büyük bir başarıdır. Çünkü edebiyatını, sanatını yaratamayan halk toplulukları anadillerini ve özgün kültürlerini yaşatamazlar. Biz Bulgaristan’da hakarama hükümeti kurulmasını istemedik. Bulgar Savcılıklarında Türklere karşı işlenen cinayetlerin, 1971 - 1973 ve 1984 - 1989 zuulmü suçlularını araştıracak Türklerin de katıldığı özel savcı ekipleri oluşturulmasını arzuladık ama yapamadık. Fakat her zaman adaletin üstün geleceğine inandık. Şimdi artık anlıyoruz ki, avukat yoksa adalet yoktur. Bu nedenle, fırsat buldukça daha fazla evladımızın Bulgaristan’da ve Avrupa ülkelerinden İsviçre’de hukuk okumasında ısrar ediyoruz. Bulgar devleti birçok Bulgar öğrenciyi başarılı ilan edip dış ülkelerde okuttu ve şimdi Bakanlıklara atıyor, fakat bizim hazırlıklı kadrolarımız yok, var olanlar da tükeniyor. Mesela, Bulgar basını dikkat çevirmese ve seçim arifesinde Boyko Borisov hükümetine borazanlık yapan “bTV” ve “NOVA” gibi televizyonlarda ve devlet kanallarında yer bulamasa da, 21 Ekim tarihindeki miclis bileşimindeki tartışma dikkatimi çekti. Bu yılın Mayıs ayında yapılan seçim kanunu değişikliklerinin “zorunlu” seçim, 35 seçim sandığı sınırlaması, vatandaşlarımızın AB ülkelerinde bulunanlar ve AB dışındakiler gibi keyfi bir şekilde ikiye ayrılması sorunlarından kaynaklanan tartışmada, evrensel insan hakları ve seçme ve seçilme hakkının bir Anayasal hak olduğu esasında T.C.’de yaşayan soydaşlarımızla ilgili savunma yapan HÖH Milletvekili Kırcaliev ile DOST lideri Mestan gurur veren konuşmalarında, samimiyetle yazıyorum, Bulgar milliyetçilerin suratına böyle okkalı bir Osmanlı tokadı yapıştırdılar ki. Vicdanı olan asla unutamaz! İkisini de kutluyorum. Seme ve seçilme hakkımız demokratik toplumda bizim hayat hakkımızın bir parçasıdır. Eğitim hakkımız da öyle, anadilimizde eğitim almak da öyle. Hayat hakkı ve eğitimin bu temel haktan bir parça olduğu gerçeği seçimler arifesinde toplumun alt tabakalarında iyice kızıştı. Daha önceki yazılarımızda,


Makale ve Analizler - 2016

131

Bulgaristan’da birinci sınıfa gitmesi gereken çocuklardan % 10’unun maddi yetersizlik ve dağa doğrusu sefillik nedeniyle okula gidemediğini yazmıştık. Bu afacanların anne ve babaları işsiz ve gelirsiz olduklarından dolayı devletten okul hazırlıkları için bir defalık olmak üzere 500 leva karşılıksız mali yardım istemişti. Olayın gelişmesinden ve anlaşılan Brüksel komisyonlarında görüşülmesinden sonra çıkan bir Sofya Eğitim ve Teknolojiler Bakanlığı kararında “başarısı 3,5 olan Çingene öğrencilere her ay 30 Euro parasal yardım” yapılacak, dendi. Bu karar Bulgar okullarını kaynattı. Çünkü Bulgar öğrencilerden başarısı 5,5 düzeyinde olanlara ayda 30 leva mali yardım yapılıyor. Bulgar dilini bilmeyen ve dersleri sökemeyen Çingene öğrencilere 3,5 başarı elde edince 60 leva (30 Euro) verilecek denince, Bulgar ana-babalar sanki kıskandılar. “Burası Bulgaristan, herkes Bulgarca bilmeli. Bulgar dili resmi dildir. Anayasaya bakın!” gargarasıyla protesto eylemleri başladı. Şunu önemle eklemek isterim, son 26 yılda uygulanmaya konan değişik Çingeneleri Bulgar ulusuna kaynaştırma programları neticesinde, artık Bulgar Yüksek Okullarında 1.400 Çingene öğrenci Burslu olarak yüksek öğrenimini tamamlarken, yüksek lisansa da el etmeye gayret göstermektedir. Fakat bu neticeler Çingenelerin aile ve mahalle yaşam dilinin Çingene ağızları olarak yaşamasını engelleyememiştir. Onlar, alfabeleri, kendi konuşma dillerinde yazılmış ve basılmış eserleri, basın, radyo ve TV programları olmasa da, edebiyatları olmasa da, sanatın müzik dalında kendilerini tatmin eden ve dış dünyaya da taşan eserler yaratmıştır. AB üyesi olan Bulgaristan’da hayat ve eğitim hakkı siyasi mücadelenin ana damarını oluşturdu. Temel insan hakları tanınmayan etnik azınlık kitlesinden 600 bin oy beklenmesi ve bunlara direk bağlı olan T.C.deki soydaşlarımızda da yine etnik oy olarak 620 binlik bir potansiyelin var olması, seçime 13 gün kala bütün toplumu düşündürdü. Bu öyle bir durum ki, hesap makinelerinin pili bitti ve ekran söndü. Pratiğin işaret ettiği üzere, bugünkü Bulgaristan’da seçim harmanı savurmaya çalışanlar, rüzgârın soldan mı sağdan mı eseceğine göz kızartacaklarına, kulaklarını toprağa verip, dip dalgadaki hareketlenmeye ve işitilen çatırtılara kulak vermeleri en doğru olur. Çünkü hareketlenen dip dalgası ne 500 leva öğrenci yardımıyla, ne 5 litre ay çiçek yağı, ne de bir çuval unla durdurabilinir. O, köylülerin korktuğu çığ gibidir, sel gibidir, ulusal felaketin devlet yıkan biçimidir. 21 Ekim meclis tartışmaları, milliyetçi-ırkçıların bizim çamaşır ipimize serdiği yırtık ve lekeli düşmanlık giysilerine Mestan sağdan Kırcalievin soldan ateş etmesine, “bu çamaşırlar kirli, hepsi lekeli” demesine gerek yoktur. Onların sa-


132

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

hipleri ipe serileni, çıplak gerçeği biliyorlar. Bizim küçümsemek için seriyorlar kirli ve lekeli çamaşırlarını bizim ipimize....Hedefleri bizi kudurtmaktır! Sizi üzüyorlar, havlatıyorlar, yormak, bayıltmak ve sedye ile meclisten çıkarmak istiyorlar. Ama yapamayacaklar. O gün güneş doğmayacak! Öyle bir rüzgar esecek, öyle karabulutlar saracak ki gökyüzünü, mecliste ne kapı ne pencere kalacak. Bu meclisin Müslüman ablukaları yaşadığı yıllar ve günler asla unutulmamalıdır. Bizim, hepimizin birleşip ipi koparmamız ve yeni ip germemiz zamanı yaklaşıyor. Burada ötesini siz düşünün lütfen ve okuduklarınızı eşe dosta paylaşınız. Biz gelişmelerin izindeyiz. Sağlıcakla kalınız.

Osman Oktay: Kurbanlar ve Cellatlar Demokrasiye Karşı

BG-SAM-22.Ekim.2016

Osman Oktay ile söyleşi Hak ve Özgürlükler Partisi (HÖH) partisi Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP)’ye götüren köprüler kuruyor. Ahmet Doğan kinci biridir. Kurusıkı tabancayla kendisine yapılan saldırıyı asla unutmayacaktır. General R. Radev ya daeski Başbakan P. Oreşarski Cumhurbaşkanı koltuğuna oturursa Bulgaristan’da kargaşa olur. HÖH eski Başkan Yardımcısı Osman Oktay’la söyleşi: Soru: Sayın Oktay, Oreşarski’nin HÖH partisinin Cumhurbaşkanı adayı olduğunu ilk siz söylediniz. Saraydan gelen haberlerde, Oreşarski’nin HÖH - DPS partisinin “yarış atı” olduğu doğrulandı. Öngörünüzü neye dayandırmıştınız. Yanıt: Oreşarski hükümet kurduğunda, Saray’da nüfüsü olan Hristo Biserov ile Yordan Tsonev’un grubundan olduğunu söylemiştim. HÖH partisi bu seçimlerde, birinci turda Reneta İnjova’yı desteklediği, ikinci turda ise BSP Cumhur-


Makale ve Analizler - 2016

133

başkanı adayı Parvanov’u desteklediği 2001 seçim stratejisini yineliyor. Durumda benzerlikler var. 15 yıl önce yaptığımız yanlışlığı bir daha tekrarlamamız tehlikesi var. Parvanov’un seçilmesi Bulgaristan’ın gidişatına olumsuz etkide bulunmuştu. Ağır etkilerin yaralarını bugün de sarılamadı. HÖH partisinin bakışını Oreşarskiye çevirmesinin ikinci nedeni ise, BSP partisi ile yönetim köprüleri kurmak için yeni adımlar atmaktır. Böyl koalisyon kurulmasına Oreşarski uygun bir kişidir. Böylece Saray’dakilerin suçları da aklanmış olacaktır. Böylece BSP ile HÖH ortak hükümetlerinin yıkılması suçu eski Başbakan ve BSP lideri Stanilev ile HÖH eski Genel Başkanı Mestan’a yüklenebilecektir. BSP seçmen tabanı böylece huzura kavuşacağı gibi, suçlu olanın Ahmet Doğan ve partisi ile Oreşarski olmadığına inanmış olacaktır. Soru: Siz Ahmet Doğan’ı tanıyan birisiniz, Oraşarski ile ilgili kafasında dönüp dolaşanın ne olduğunu öngörebilir misiniz? Yanıt: Doğan, gaz tabancası dramı olarak bilinen, Ulusal Kurultay’da kürsüden atılarak yaşadığı kişisel küçümsenme olayını unutamamıştır. Daha o zaman, o, iplerini çekenleri “ne oluyor” ithamıyla suçlamıştı. Ben Doğan’ı yakından tanıyan biriyim, kincidir. O ağır anları hiçbir zaman unutmayacaktır. Son yıllardaki davranışları bu saldırı sonucudur. Merkez Konsey Operatif Bürosu kanalıyla gelen emirde Türkler, Çingene ve Pomaklar arasında kontrol altında bulundurdukları seçmn tabanının seferber olması istenmiştir. Ödevde, 2009 yılında aldıkları 600 bin kişiden yine oy istenmiştir. Soru: 600 bin oy Doğan’ın Cumhurbaşkanı adayına 2. Yeri garantiliyor. Bu BSP adayına şut olmaz mı? Yanıt: Sol cephede oyların çok parçalanmış olduğu dikkate alındığında, eğer BSP son seçimde aldığı 550 bin oyu alamaz ise, General Radev için büyük bir tehlike olduğu ortadadır. Üstelik sol cephede birinci tura katılan ve oy alacakları bilinen birkaç saygın aday var. Kalfin ve Tatyana Donçeva’ya işaret edelim. Şunu da ilave edelim. Bu yeni strateji yalnız Saray’da hazırlanmamış, adına Bulgar Magnaur Ekolü de denen Kütüphaneci Enstitüsü de bu işlere karışmıştır, bilindiği üzere bu enstitüde büyük sayıda sivil polis subayı görev alıyor. Kütüphaneci subaylar. Doğan’a yakın olduklarından dolayı BSP yönetimi tarafından pek sevilip sayılmıyorlar. Saray ve Kütüphaneciler BSP, ABV ve “21 yüzyıl” partilerindeki böbürlenmeyi ezmek istiyorlar. Eğer bunu yapabilirlerse seçimlerden sonra yönetim üzerinde söz sahibi olmak istiyorlar. Soru: Ahmet Doğan’ın adayı olabilir ya 2. Tura varabilirse, kimden yardım bekleyebilir?


134

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Yanıt: İkinci tura Tsaçeva ile Oreşarski kaldığında, kulis oyun ve hesaplarına rağmen Tsaçeva kazanır. Soru: Doğan siyasi çağrı yaparak 600 bin kişiyi sandığa gönderebilir mi? Yanıt: 2001’den beri HÖH partisi siyasi mesajlara inanmıyor, destek de aramıyor. Kulisle birlikte olmak üzere Saray ülkemizin belirli bölgelerini, semt, mahalle ve köyleri tamamen kontrol ediyor. Örneğin “Lafka” ticaret şebekesi gibi, siyaset yapıları dışı ağılarla paslaşıyorlar. Seçim sırasında HÖH partisi oncular, yüzlüler gibi genelde suç şebekesinden kişilerle ortaklık yapıyor. Böylece seçmen, özellikle de sosyal olarak daha zayıf olan kitle üzerinde yüzde yüz kontrol sağlıyorlar. Son 15 yılda Çingene ve hatta çok fakir olan mahallelerde Bulgar oylarını alabilmelerinin sırrı budur. Seçim günü onların adamları seçim bürolarını, seçim komisyonlarını denetliyor. Böylece onlar ölmüş ya da ülkede olmayan kişilere bile oy verdirebiliyorlar. Soru: Öyleyse HÖH partisinin bu yörelerde diğer siyasi partilerin nefes almasına nasıl engel olabiliyorlar? Yanıt: Saray tarafından kontrol altında bulundurulan belediyelerde diper siyasi partiler ve güçler, sandık başı ve komisyon üyesi olarak HÖH - DPS veya kulis tarafından verilen isimleri gösteriyorlar. Örneğin, seçim günü için, Demokratik Güçler Birliği’ne (CDC) için 20 kişi gerekiyorsa bu kişilerin isimlerini Doğana bağlı olan yerli Derebeyi veriyor. Öyle ki, HÖH partisi (CDC) nin bu kişisini ve onun ailesini beslememiş olsa o yaşayamaz. Diğer partiler de böyle çalışıyor, bu seçim sürecinde çalışan bir mekanizmadır. Soru: DOSTpartisi bu eğilimi değiştirebilmek için bu yerleşim merkezlerinde etkili olabilir mi? Yanıt: Her yerde egemen olan bu kontrol sistemi ve DOST partisinin tecilinin gecikmesi nedeniyle Mestan’ın partisi yerel yapılanmasını tamamlayamadı ve yine bu nedenle Cumhurbaşkanı adayı göstermedi. Soru: Fakat Reformcuları destekleyeceğine GERB ve Tsetska Tsaçeva’ya oy vermeyi seçti. Yanıt: Şahsen ben, meydana gelen şu olağanüstü karmaşık seçim önü durumunda, HÖH partisinin de Oreşarski’yi destekleme kararını açıklayınca, DOST partisinin seçmenlerinden Avrupa Atlantik siyaset çizgisinden birine oy vermek için üyelerini ve taraftarlarını serbest bırakmasını bekliyordum. GERB partisine istenmeden destek sunmakla Doğan kendisini iktidar sofrasına oturmak istemekle suçlayabilir. Vatıyla ben Birleşik Demokratik Güçleri oluştururken, Doğan’ın pro-


Makale ve Analizler - 2016

135

paganda maşaları, Oktay HÖH partisini İvan Kostov gâvuruna satmak istiyor yaygarası koparıyorlardı. Aynı şeyler tekrar edebilir. Soru: Doğan’ın ve kulisten ipleri çekenlerin bu sinsi planına, seçmenin topyekûn seferber edilmesine karşı mücadele edilebilir mi? Yanıt: Bu olursa devlet karışır. Karşı koymak ancak HÖH partisinin gerçek kurucularının, hak ve özgürlük davası militanlarının elindedir ve onlar yerel örgütlerde güçlüdür. Bu sinsi planın özü açıklanmalı, Türklere gerçekler anlatılmalı, Türkler ve Müslümanlar Rusya’ya uşaklık etmeyen gerçek Avrupa ve Atlantik güçlerine oy vermeye davet edilmelidir. Doğan tarafından kalıplanmış olan senaryolara karşı eğitimli, aydın Türkler uyanık olmalı ve halkı bilgilendirmelidir. Ciddi bir örgütlenme olursa 600 bin rakamı, 300 - 350 bine düşebilir. Bu Müslüman aydın kesim son seçimlerde 130 bin kişiyi seferber edebildi ve AB ve NATO için oy vermek isteyen kesimi toparlayabildiklerini kanıtladı. Soru: Eğer ikinci turda Tsaçeva (GERB) ile Radev (BSP) yüzleşirse HÖH partisi kime oy verecektir? Yanıt: Ahmet Doğan General Radev Yotova ikilisini destekleyecektir. Bundan kimse kuşkulanmasın! Şu iyi bilinmelidir ki hem Radev hem de Oraşarski olayında doğan oyun kazanan olacaktır. BSP yönetimi bunun fark ediyor. Öyle ki kurbanların ve cellatların bir kafeste toplanması Bulgaristan’ın demokratik süreçlerini bu defa da engelleyecektir. Fakat ben Türkler ve Müslümanlar arasında toprak kölesi olarak düşünme dalgası artık atlatılabildi.

Türk Dünyası 1. Gençlik Çalıştayı

Alptekin Cevherli-21.Ekim.2016

Dünyanın En Zengin 3 Dilinden Biri Alptekin Cevherli - Gazeteci - Yazar KKTC’de düzenlenen Türk Dünyası 1. Gençlik Çalıştayı’nda Çağdaş Türk Edebiyatı’nın sorunları konulu bir bildiri yayınlayan Kocaeli Şairler ve Yazarlar Birliği Başkanı Alptekin Cevherli, dil birliği konusunda çok önemli noktalara parmak bastı


136

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

*** 25 yılda hâlâ bir alfabe birliğini gerçekleştiremedik. Türkiye’de ayrı, Türkmenistan’da ayrı, Azerbaycan’da ayrı, Özbekistan’da ayrı Latin alfabeleri kullanılırken; diğer yandan Kırgızistan’da ayrı, Kazakistan’da ayrı ve Tacikistan’da ayrı Kiril alfabeleri kullanılıyor. Dünyanın neresinde ve tarihin hangi safhasında görülmüştür ki, bir millet kendi “bağımsız” devletlerinde aynı anda 2 temel kökten 7 farklı alfabe kullansın? *** Bugün Türkçe, toplam 1 milyon kelime sayısı ile dünyanın hâlâ en zengin 3 dilinden biridir. Balkanlardan Sibirya’ya kadar olan 20 milyon kilometrekarelik alanda ana dil olarak konuşulan Türkçelerin bütün kelimeleri toplandığında ortaya 1 milyon farklı kelime çıkmaktadır. *** Yaklaşık 500 yıldır yaşadığımız sıkıntıların, ihanetlerin ve vurdumduymazlıkların hesabını bugün bizler veriyoruz. Böyle giderse çocuklarımız ve torunlarımız da dedelerimizin hatalarının bedellerini ödemeye devam edecek. Çünkü millet ömründe 100 yıl bir gün gibidir... Şöyle ki; Türk dilinin en ünlü şairlerinden olan Fuzulî’nin günümüze kadar intikal edebilmiş eserlerinin yaklaşık 40 bin farklı kelime kullanılarak yazıldığını araştırmacılar tespit etmiş. Büyük üstadın günümüze ulaşamayan ve eserlerinde yer vermediği kendi dağarcığında bulunan kelimeleri de hesaplarsak yaklaşık 100 bin kelimenin üzerinde bir Türkçe hazinesi olduğunu tahmin edebiliyoruz. Bugün üniversite mezunu, yıllarca edebiyat dersi almış ortalama bir gencimizin iddia edildiği gibi 400 kelime ile konuştuğunu varsayarsak, yaklaşık 450 yılda millet olarak, çağdaş Türk edebiyatı olarak nereden nereye geldiğimizi varın siz hesap edin... Leylâ ile Mecnun’u kaleme almasına rağmen, “Âşık-ı sadık menem, Mecnun’un sade adı var” diyecek kadar tasavvufa düşkün olan Fuzulî ile günümüz Türkçesinin en popüler şairini kıyaslamak bile imkânsızdır değil mi? Ya da bundan 100 yıl kadar önce (22 Nisan 1883), yine Rus işgalindeki Kırım’da günlük olarak yayınladığı ve kullandığı dil sayesinde Balkanlar’dan Sibirya’ya, Anadolu’dan Türkistan’a kadar bütün Türk dünyasında okunan Tercümân-ı Ahvâl-i Zaman gazetesini çıkaran Gaspıralı İsmail Bey, “Dilde, fikirde, işte birlik” derken; dilde birliğin İstanbul Türkçesi’nde gerçekleşmesini salık veriyordu. Son nefesini verdiğinde (1914) gazetesi Türkçe olarak neredeyse bütün dünyada okunurken; bugün İstanbul’da herhangi bir gencin 400 kelime kapasitesine sahip olduğunu bilse idi acaba ne derdi?


Makale ve Analizler - 2016

137

Yaramız Büyük, Yaramız Derin... Bugün Türkçe, toplam 1 milyon kelime sayısı ile dünyanın hâlâ en zengin 3’üncü dilidir. Balkanlardan Sibirya’ya kadar olan 20 milyon kilometrekarelik alanda ana dil olarak konuşulan Türkçelerin bütün kelimeleri toplandığında ortaya 1 milyon farklı kelime gibi müthiş bir ifade gücü çıkıyor. Ancak bizler, bu zengin mirasın müflis mirasyedileri olarak üzerinde oturduğumuz variyetin farkında bile değiliz... Sovyetler Birliği dağılarak Türk Dünyası üzerinde Demokles’in kılıcı gibi sallanan Rus hegemonyası kırıldıktan sonra dahi aradan 25 yıl geçmesine rağmen, günümüz Türk aydını hâlâ İstanbul’da basılan bir gazeteyi Tuva’da okuyamıyor. Ya da Kaşgar’da bin bir güçlükle basılan bir matbu eseri Üsküp’te göremiyor bile... Bundan yaklaşık 100 yıl önce Gaspıralı İsmail Bey’in Rus işgali altındaki Kırım’da başardığını, bugün 8 bağımsız Türk Devleti’nin bulunduğu günümüz dünyasında, bunca teknolojik imkâna rağmen gerçekleştiremiyoruz. Gaspıralı’nın bastığı gazeteler Rus işgalindeki Türk yurtlarının yanı sıra Osmanlı Devleti’ne, henüz Ruslarca işgal edilemeyen Batı Türkistan’a ve Çin’le mücadele içindeki Doğu Türkistan’a kadar ve hatta Güney Türkistan’a (Hindistan ve Afganistan’a) uzanıyordu. Bu ayıp, kendini ‘aydın’ olarak tanımlayan bütün Türk dünyasının şu an yaşayan münevverlerine ve kendini medya patronu veya basın devi olarak tanımlayan zat-ı muhteremlere yeter... Türk Milleti Yine Tarih Yazıyor(!) Bu arada Rahmetli Özal zamanında başlayan ve günümüze kadar çeşitli isimlerle devam eden TRT Avaz’ı istisna tutuyorum. 25 yıldır bu uğurda mücadele eden ve bu yayına emeği geçen herkesi de can-ı gönülden tebrik ediyorum. Ancak 25 yılda hâlâ bir alfabe birliğini gerçekleştiremedik. Türkiye’de ayrı, Türkmenistan’da ayrı, Azerbaycan’da ayrı, Özbekistan’da ayrı Latin alfabeleri kullanılırken; diğer yandan Kırgızistan’da ayrı, Kazakistan’da ayrı ve Tacikistan’da ayrı Kiril alfabeleri kullanılıyor. Dünyanın neresinde ve tarihin hangi safhasında görülmüştür ki, bir millet kendi ‘bağımsız’ devletlerinde aynı anda 2 temel kökten 7 farklı alfabe kullansın? Kısacası şu anda Türk milleti olarak yine tarih yazıyoruz (?) Bu arada Arap, İbranî, Yunan, Fars, Çin veya Ermeni alfabelerini kullanan küçük grupları saymıyorum bile...


138

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Evet, millet olarak çok sorunlarımız var. İç politikada, dış politikada savunma ve güvenlik konularında her cenahtan taarruzlar var. Olacaktır da... Çünkü tarih boyu böyle oluşmuştur. Bugün dünyada resmi dili İngilizce (İngiltere hariç tamamı İngiliz eski sömürgesi olan ‘bağımsız’) 48 ülke varken bunların 7 ayrı alfabe kullandığını düşünsenize... Ne komik olurdu değil mi? Ya da Fransızca veya Arapça konuşan ülkelerde farklı alfabeler kullanıldığını? Aklınız bile almıyor değil mi? Ama biz bunu 25 yıldır millet olarak yaşıyoruz... Bir milleti bir arada tutan ve millî bilinç oluşmasını sağlayan en önemli unsur dilidir, aynı alfabe ile okuyup yazabilmesidir. Dil birliğini kaybederseniz, gerisi zaten çorap söküğü gibi gelir. Onun için diyoruz ki, aydınlarımızın bu cehaleti ancak tahsille mümkündür diye... Peki, bu kadar ilerlemiş teknolojik imkânlarla desteklenmiş iletişim çağında edebiyatımızın bu sorununu nasıl çözeceğiz? Sorunlarımızın Çözüm Yolları Çözüm nedir? 1- Ortak Alfabenin Hayata Geçirilmesi. 2- Basının Ortak Alfabeyi Kullanması ve Teşvik Edilmesi. 3- Millî Bilgisayar İşletim Sistemi. 4- Millî İnternet Yazılımı. 5- Ucuz ve Hızlı Ulaşım İmkânları (Sübvansiyon uygulanması). 6- Uydu Yayınları. 7- Ortak Yayınların Gerçekleştirilmesi ve Teşvik Edilmesi. 8- Televizyonlarda belirli bir kota oluşturularak Türk Dünyası’ndan yayınların zorunlu yayınlanması. 9- Özellikle Türkiye’de Genç Nesilde Türk Dünyası Kavramı Oluşturulması. Millî Bilgisayar İşletim Sisitemi Bunları kısaca açmamız gerekirse... 1- Ortak Alfabenin Hayata Geçirilmesi: Bugün bağımsız 8 Türk devletinin 3’ü Kiril alfabesi kullanmaktadır. Diğerleri ise değiştirilmiş Latin alfabesi kullan-


Makale ve Analizler - 2016

139

maktadır. Bu nedenle ilk iş olarak bu Latin alfabelerinde birlik sağlanması şarttır. Ardından da Kiril alfabesi kullanan 3 ülkenin kesin bir kararla Latin alfabesine geçişi sağlanmalıdır. Bu konuda sadece Kazakistan’da ek bazı çalışmalar yapılması gerekebilir. 2- Basının Ortak Alfabeyi Kullanması ve Teşvik Edilmesi: Basın - yayının kullandığı dil zamanla toplumun dili haline dönüşür. Bu nedenle Gazete, dergi ve televizyonlara ortak alfabe ile yayın yapmaları zorunluluğu getirilerek, Türk Dünyası Ortak Alfabesi’nin kısa bir sürede kabul görerek yaygınlaşması temin edilmelidir. 3- Millî Bilgisayar İşletim Sistemi: ABD kaynaklı Miscrosoft firmasının Windows uygulamasına benzer bir anlayışla millî bir yazılım geliştirilmesi ve uygulanması şarttır. Bu konuda yaklaşık 15 - 20 yıl önce TÜBİTAK’ın geliştirdiği ancak sonra kadük bırakılan PARDUS veya benzeri bir çalışma yeniden hayata geçirilmelidir. Millî bilgisayar yazılımı olmadan ne kadar güzel edebi eserler verirsek verelim, bütün teknolojik ifadelerimiz tercüme olacağı için, dilimiz zaman içerisinde yine günümüzdeki gibi işgal altına uğrayacak, ülke güvenliklerimiz tehdit altında kalacaktır. 4- Millî İnternet Yazılımı: İnternet Explorer, Mozilla, Google Crome vb. gibi millî bir internet yazılımı gerekli olup, bilgi güvenliği ve bilgi arşivlemesi açısından zorunluluktur. Bu konuda yapılacak çalışma ile hem dil güvenliği, hem de yurt güvenliği garanti altına alınacaktır. 5- Ucuz ve Hızlı Ulaşım İmkânları (Sübvansiyon uygulanması): Toplumlar ancak birbirleriyle irtibat kurdukları sürece kaynaşabilirler. Gözden ırak olan, zamanla gönülden de ırak olur. Bu nedenle Türk edebiyatının Türk Dünyası’nda inkişaf edebilmesi için aynı zamanda seyahat imkânlarının da kolaylaşması, kargo taşımacılığının ucuzlaşması gereklidir. Bugün Batı ülkeleri ile aynı mesafedeki bir Türk devletine seyahat çok daha pahalıya mâl olabilmektedir. Bu nedenle kardeş cumhuriyetler arası ulaşımda uçak yakıtlarının sübvanse edilmesi, İpek Demir Yolu Projesi’nin bir an önce ufak-tefek eksiklerinin giderilerek hayata geçirilmesi, güvenli kara ulaşım imkânının sağlanması olmazsa olmaz gerekliliktir. Bu sayede toplumlar arası kaynaşmayı tekrara sağlayarak edebiyatımızın mevcut etki alanını genişletebiliriz. 6- Uydu Yayınları: Bugün Türk dünyasının Kazakistan’da bir uzay üssü ile 9’u faal 10 adet uydusu bulunmaktadır. Hemen hemen bütün dünyaya Türkçe televizyon yayını yapabilecek imkânlarımız vardır. Türkiye 6 uydu ile bu konuda başı çekmektedir. TRT’nin Avrasya, Türk vb. isimlerle yayın yapmış bulunan AVAZ televizyonu ile TMB adlı Türk Dünyası Müzik Kanalı hariç Türk Dünyasına yayın yapan başka bir yayın yoktur. Ancak bu iki yayının da Türk


140

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Dünyası’nda ne kadar takip edilebildiği, ya da edildiği ayrı bir tartışma konusudur. Bu yayınların Çağdaş Türk Edebiyatı’nın oluşumunda oynayabileceği rol asla yadsınamaz. Bu nedenle TRT AVAZ yayın kalitelerini yükselterek, en az bir CNN International ya da TRT World kalitesine çekmek zorundadır. Ayrıca TMB TV de yayın kalitesini biraz daha yükselterek popüler müzik yayınlarında özellikle de Türkiye’den yayınladığı kliplerde millî hassasiyetleri de göz önüne alarak edebiyatın ayrılmaz bir parçası olan söz yazarlığı konusunda büyük bir fırsat sunabilmektedir. Türk Dünyası haber ve müzik kanallarının yanı sıra bir de genel kültür anlamında yayın yapacak ve bütün Türk ülkelerinden kültürel etkinlikleri ve kaliteli film ya da dizileri yayınlayacak bir Türk Dünyası Kültür kanalına şiddetle ihtiyaç vardır. Bu kanalda Özbekistan’dan, Türkiye’den, KKTC’den veya Makedonya’dan belgesel, film ve dizliler aynı yayın döneminde bir arada bulunmalıdır. 7- Ortak Yayınların Gerçekleştirilmesi ve Teşvik Edilmesi: Türkiye ve Özbekistan arasında, Kazakistan ile Azerbaycan arasında vb. şekilde ortak film, dizi, belgesel yayınları gerçekleştirilerek, toplumların ve dilin kaynaşması sağlanmalıdır. Unutulmamalıdır ki, hepimizin de birbirimizden öğreneceğimiz çok şeyler var! Bu büyük medeniyet mirasının hepimiz de mirasçısıyız, ama ne yazık ki her birimizde mirasın bir parçası kalmış. Bu nedenle bir araya gelir ve parçaları birleştirirsek ancak bütünü görebiliriz. 8- Televizyonlarda belirli bir kota oluşturularak Türk Dünyası’ndan yayınların zorunlu yayınlanması: Özel televizyon kanallarında ve radyolarda en az % 10, ideali % 20 oranında Türk Dünyası’ndan nüfusa göre dağılımı yapılacak şekilde yayınların ekrana getirilmesi zorunluluğu getirilmelidir. Bugün bir ATV, Kanal D veya AZ TV’yi açtığınızda en az % 10 oranında diğer Türk ülkelerinde hazırlanmış prodüksiyonların da yayınlanması ancak dil ve kültür birliğini sağlayabilecektir. 9- Özellikle Türkiye’de Genç Nesilde Türk Dünyası Kavramı Oluşturulması: Anaokullarından itibaren bugün nasıl Türkiye’de İngilizce ve Anglosakson kültürü öğretiliyorsa aynı şekilde Türk Dünyasının varlığı ve kardeş ülkelerin de bizimle birlikte olduğu gerçeği öğretilmelidir. Ancak bu sayede üzerinden 26 yıl geçmesine rağmen bir Azerbaycanlı öğrenci ile karşılaşan Türk vatandaşının Türkçe’yi ne kadar da güzel konuşuyorsun. Nerede öğrendin diye sorması komedisinin önüne geçebiliriz. Ve ancak böylece çağdaş edebi yayınlarımızın diğer Türk Dünyası’nda okunup, takip edilmesini, sağlayabiliriz.


Makale ve Analizler - 2016

141

Kendi Yolumuzu Seçmeliyiz

Ertaş Çakır-21.Ekim.2016

Şeytan, gölgesini satamayacağı ağıcı, mutlaka keser. Çok kritik bir dönemdeyiz. Bugüne kadar bizim gücümüz çok bilinçli olmamızda değil, birbirine sarılıp bir yumak oluşturmuş ve parçalanmadan, yorulmadan yuvarlanmamızda, yuvarlandıkça canlı ve devinim halinde olmamızda olduğumuzu gösterebilmemizdeydi. Bulgar totaliter kalıntıları, komünist iradesizler ve kökleri faşizmden su alan milliyetçi ırkçılar bizi, Müslüman Türk yumağını sökerek küçültemeyince yolumuzu daraltmayı seçtiler. Bu siyaset kısa adı GERB, günümüz iktidar partisinin, Başbakan Boyko Borisov’un gölgesinde sivrilen, toparlanan ve ense yapmaya başlayan güya “Yurtsever Cephe” ve onun lideri Valeri Simyonoıv tarafından kurulan bir oyundur. Bu ırkçı milliyetçi hem iktidara katılmıyor, hem iktidarı destekliyor, hem de iktidara ne isterse onu yaptırabiliyor. GERB partisinin Sofya meclisindeki potansiyelinden gizli ve sinsi planları için istediği gibi faydalanıyor. Biliyorsunuz, 37 yıllık totaliter Todor Jivkov döneminde, Bulgaristan Halk Cumhuriyetinde resmen kurulmuş faşist parti yoktu. Sol uçta Rusofil, Türk ve İslam düşmanı “Ataka”, aşırı sağda aşırı milliyetçi ve ırkçı güya “Yurtsever Cephe” ve Makedon komitalarının VMRO partisi yoktu. O zaman bütün devlet baskı ve terörle, demokratik düşünce sahiplerine ve etnik ve dini azınlıklara karşı bir kart kaktüs gibi bütün dikenleriyle saldırdığı için düşman bildikleri biz Türklere, Pomaklara ve Çingenelere karşı tüm Bulgarlar aynı totaliter özde birleşmiş ve kenetleşmişlerdi. Arkada kalan 26 sözde demokratikleşme ve özgürleşme yılları halkımızı uyandıramadı. Hatta sosyalist kılıflı komünist dönemde şuur yitirmiş olan kardeşlerimiz, özellikle Türkiye’ye göç edip yerleşen ve bir kulağı hep “Skat” TV programı gibi yıllardan beri enkübasyon (kuluçka) devri propagandası yaparken, tavuğun altındaki yumurtaların yılan yumurtası olduğunu anlatmayan, yurttaşları uyarmayan düşman propaganda merkezlerinin başarılı olduğunu yazabilirim. Düşüne biliyor musunuz, Türk ve Müslüman düşmanlığıyla ünlü, meydan mitinglerinde Çingenelere hitaben yaptığı konuşmalarda “hepinizden sabun yapacağız” diye barım barım bağıran Volen Siderov’un “Ataka” partisine Bursa seçim sandıklarından 500 oy çıktı. Aklım kesmiyor. Yine son erken genel seçimde bugün Türkiye sınırına 2 kat 3 metre yüksek dikenli tel gerdiren, analarımızın ve eşlerimizin başörtüsü ile dolaşmasını yasaklayan bir kanunu çıka-


142

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ran, minarelerimizden ezan sesi işitilmesini yasaklayan bir başka kanunu meclise sunan, Türkçe konuşmayı yasaklayabildik, çocuklarını okul dışı bıraktık diye bayram eden ve şimdi de oğullarımızı ayda 1.5 levaya, yalnız domuz eti suyuyla besleyerek 6 ay çalıştırmak için yasa tasarısı hazırlayan sözde “yurtsever cephe” partisine de 25 oy çıktı. Kardeşlerim uyanın lütfen. Siz kime kötülük etmek istiyorsunuz? Biz düşman bahçesini sulayamayız. Türkiye, “ben istediğimi yaparım, benim işime kimse karışamaz” ülkesi değildir. Ona buna zıt giderken biz kendi bindiğimiz dalı kesiyoruz, kendi kuyumuzu kazıyoruz, Bulgaristan’da yaşayan kardeşlerimize kötülük yapmış oluyoruz. Şeytan, gölgesini satamayacağı ağıcı, mutlaka keser. Bu atasözünde şeytan onlardır. 138 yıldan beri kesilen ağaç biziz. Kıyım kıyım kıyılıyoruz. Ve bugün en acı olan gerçek, son 2 ayda Türkiye’de göçmen semtlerinde, belediyelerde hatta bazı bakanların huzurunda çay kahve içen ama h,iç bir konuda asla akıl almadan, boş gidip boş gelen DOST üçlü dörtlü lider takımının açıkladığı karara şaştım kaldım. GERB partisi Cumhurbaşkanı adayı Tsetska Tsaçeva’yı destekleme kararı almışlar. Çıktılar, Lütfü Mestan karar açıkladı. “GERB bizden oy istemese de biz oyumuzu GERB’e vermeye karar aldık” dedi. Lütfü Mestan’ın ve etrafındaki kravatlı çantalı kör lamba şişesi takımının hasıraltından su yürüttüğü, Kırcaali’de Lütfü Mestan ile Boyko Borisov arasında içilen Türk kahvesinden sonra, ıktidara omuz veren ırkçı “yurtseverler” ve VMRO komitaları saflarında yer aldığı gün gibi ortaya çıktı. Boyko Borisov, dede ve ninelerimizin mezar taşlarını söküp atan ve bizi 600 yıllık vatanımızdan tekmeleyerek kovan Todor Jivkov’un yakın yetiştirdiği bir kadrodur. GERB partisi totaliter komünist sistemin polis, milis, gizli polis, ordulu subay, baret, jandarma, itfaiyeci, gardiyan, koruyucu sopacı, eli coplu, beli tabancalı ve kelepçeler kemerinde kadroların ve onların evlatlarının ve yakınlarının partisidir. Bu partinin yönetimi Türklere ve Müslümanlara karşı kurulmuş olduğunu çok iyi bildiğinden, “biz saflarımızda Türk falan istemiyoruz. Türklerle işimiz olmaz!” sözlerini defalarca yazdı, çizdi. “En iyi Türk ölü Türk!” diyen onlardır. TV yayınlarında açıkladı. Herkese duyurdu. Böyle bir ortamda Lütfü Mestan’ın insanlarımızı, seçmen kardeşlerimizi bu kadar yanlış bir yola götürmesi, “gönüllü kurban etmesi” akıl fikir alacak gibi değildir. Biz Bulgaristan’da komünizm ocaklarının söndürelim derken, Mestan gidip insanlarımızı kuru odun gibi totaliter-komünist ateşe atıyor. Mestan ve arkadaşlarının siyasetten anlamadığını, NATO ve Atlan tizim gargarası ardından bir şeyler çevirdiğini, el uzattığı makamlara bir de avuç aç-


Makale ve Analizler - 2016

143

tığını biliyorduk. Fakat bu işlerin bu kadar ayağa düşeceğini derine ineceğini sanki düşünememiştik. Her gün demeç veren bu çevreler bir süre 2 mevlit katıldı ve 5 vakit namazda saf tutular. Sonca camide para olmadığını anlayıp hemen vazgeçtiler. Arkadaşlar bizim izleyeceğimiz siyaset anti-komünist özlü olmalıdır. Çünkü günümüz Bulgar BSP ve GERB ruhunda komünist olmayan bir tek renk yoktur. Biz bu partilere oy veremeyiz. Vatan bildiğimiz, göbek bağımızın ve çekilen dişlerimizin çürüdüğü bu memlekette kökleri faşizme uzanan komünist insan düşmanı sapıklık sökülmeden ve yok edilmeden bir adım ileri atamayız. Mestan’ın pusulası olmayan GERB’çi siyaseti faşist yönelimlidir. “Türkleri devlet görevlerinden sökmeliyiz” siyaseti bugün Bulgaristan’da bir devlet siyasetidir ve biz buna karşı durmalıyız. Gönüllü olarak faşistlere metreslik yapmaya gerek yok. Halkımız böyle bir şey kabul edemez ve hiç birimiz GERB partisine oy veremeyiz. Bu partinin taşeronluğunu yapan ırkçı ruhlu ve siyasi uygulamalı “Ataka”, “Yurtsever cephe” ve VMRO partileri bugün siyasi hayatın her dalında Türkiye düşmanlığın, Türk Müslüman düşmanlığı, Recep Tayyip Erdoğan düşmanlığı sömürüyorlar ve bundan geçiniyorlar. 15 Temmuz 2016 gecesi 260 şehit verdik, 2 bin 700 kardeşimiz yaralandı, Türkiye parçalanmak ve coğrafyadan silinmek istendi, biz hepimiz dünya ejderhasına köle edilmek istendik hepsi sevindi. 2 3 gün kendilerine gelip “Aman ne oluyor? Geçmiş olsun komşu!” diyemediler. “Yenikapı” mitinginde doğan Yeni Türk Ruhunu görünce dillerini yuttular ve daha da saldırganlaştılar. Sığınmacılar konusunda sabahtan akşama Türkiye düşmanlığı yapıyorlar. Ellerinde olsa, FETÖ teröristlerinin hepsine sığınma hakkı tanıyacaklar, onları kutup silahlandırıp geri gönderecekler. Türkiye’nin büyümesi ötleği kopuyor, gecelerine kâbus oluyor. Bu siyasetlerinde Bulgar Milliyetçiler yılana sarıldığı için Lütfü Mestan’ı aralarına almalarına şaşmamak gerek. Ne de olsa, Şeytan’ın dostluğu darağacına kadardır. 6 Kasım 2016 seçimlerine işte böyle son derece karışık, Bulgar milliyetçiliğinin NATO ve AB’cilik kispetinde son derece kabardığı, Türk ve Müslüman, insan hak ve özgürlüklerinden söz bile edilmeden kazan kaynıyor. Irkçılar bu defa seçme ve seçilme hakkımızı 35 sandığa tıktılar. Oysa seçime katılmak zorunludur. Türkiye’de 620 bin kişi oy vermek istiyor. Yarın, onlar Bulgaristan’dan tamamen kopmuş, dilimizi bilmiyorlar, dinimizi kabul etmediler, kapayın kapıyı dediklerinde şaşmayalım. Faşizm iktidara tırmanıyor. Lütfü Mestan ve etrafındaki kör lamba şişeleri de faşizme ayak oluyor... Bursa’da yaşayıp Bulgaristan’da faşist partilere oy veren 525 “kardeşime” selam ediyorum. Utanın be... Ama şunu da unutmayın bu oylar ve-


144

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

rilirken Lütfü Mestan HÖH - DPS partisi Genel Başkanıydı. Bu yumurtalardan yalnız ve ancak yılan yavrusu çıkar. Uyanmak! Oyun kurmayı öğrenmek ve kendi yolumuzu seçmek zorundayız...

Bir Ağacın İki Dalı

Rafet Ulutürk-22.Ekim.2016

Böyle gelmiş böyle gidiyor. Bulgar klasiklerinden Dimitar Talev, “bu dünyada ölen son komünist, Bulgar komünisti olur”, demişti. Her şey değişebilir ama Bulgar komünistleri Türklere olan tutumu ve düşmanlıkları değişmez. Bizim dilimizde “bir ayrığı 40 yıl taş duvar üzerinde tutsan, fırsat bulduğunda yine yeşerir” değimi meşhurdur. Bulgaristan’da komünistlik eski bir siyaset türüdür. 116 yıl önce Rusya’da gelmiş, tarihi boyunca bölünmüş parçalanmış, yasaklanmış, kılık değiştirmiş, yerin dibine girmiş, ağaç kovuğunda yaşamış, ağaç dalında bitmiş ama hep var olmayı nasılsa hep becermiştir. Bu gün de ülkemizin ana sorunu komünist rejim kalıntılarını sökmektir ama yakında söküleceğe pek benzemiyor. Kılık değiştiriyor, bin bir yalan söyleyip her gün başka bir düzen kuruyor ve Türk Müslüman düşmanlığı kırmızı çizgisinden ödün vermeden ilerliyor. Seçime sayılı günler kalsa da meclis Türkiye’deki seçmen yurttaşlarımızın insan haklarını hedef almış yasa değişikliklerinde ısrar etmeye devam ediyor. Bu değişikliklerden birizorunlu oy kullanmamaddesidir. Bu maddeye göre, Türkiye’de bulunan ve oy kullanması zorunludur kategorisinden olan 620 bin çifte vatandaş kimlikli soydaşımız var. Bu durumda bir de, Türkiye’de yalnız 35 sandık açılabilir sınırlamasını da getiren bu hükumet, ne var ki, her sandığa 1000 (bin) soydaş oy atsa 35 bin oy olur, 585 bin soydaşımız oy kullan(a)mayacak. Bu tuzağa iki defa düşen en doğal insan hakkımız olan seçme ve seçilme hakkımızı yitirmiş oluyoruz.


Makale ve Analizler - 2016

145

Strazburg UİHM oy kullanmak isteyen yurttaşlarımızı haklı bulur, fakat bu sorunun çözüleceği yer Sofya meclisi değil midir? Sofya Meclisi Türklerin haklarını kısıtlamak için mi çalışıyor? Bu nasıl bir Avrupa ülkesi meclisidir? İnsan hakları açısından bir “ikinci sınıf” vatandaşlıklarımız devam mı etmektedir, “başka birileri miyiz?” Bu gerçeklerde komünist Bulgarların insan düşmanlığından, Türk düşmanlığından başka ne görebiliyoruz. Bulgaristan’da anti-komünizm bir siyaset türüdür. Fakat bir ülkede 26 anti-komünist siyaset çizgisi izleyenler hep yerinde durdularsa, yerinde saydılarsa ve döndülerse ve hiçbir netice elde edilememişse, suçlu olan kimdir. 1971 - 73 yıllarında Pomaklara, 1984 - 89 döneminde Türklere total soykırım uygulayan diktatör Todor Jivkov’a karşı açılan ve 120 cilt delil içeren davadan hiçbir sonuç almadan, “zaman aşımına uğradı” deyip dosya kapatılmıştır. 21.10.2016 tarihine yanı bugüne kadar Sofya meclisinde süre gelen “Türklerin tüm haklarını ellerinden alma ve bire dek hepsini memleketten kovma” çabaları bu sonuçlanmadan kalan ve binlerce katili aklayan davanın bir yansıması, dinmeyen aksisedası değil de nedir? Meclis çoğunluğu onlarda oldukça ve biz parçalanmaya devam ettikçe belki de kazanan hep onlar olacak... Bu işkence ne zaman sona erecektir? Bu gidiş gidiş değildir... İnsanlık tarihindeki en büyük çarpışmaların İkinci Dünya Savaşında olduğunu kabul edersek, o zaman sanki komünist ve faşist ideler en çıplak şekilde kıyasıya yüzleşmişti. Sonra memleketimiz Bulgaristan gibi ülkelerde komünistler tek başlarına veya bazı halkçı partilerle ortaklık kurarak, Sovyetler Birliği gölgesinde uzun zaman iktidarda kaldılar. Bizde bu Bulgar Halk Çiftçi Birliği ile ortaklık şeklinde gerçekleşmişti. Bulgaristan’da komünist iktidar kuruculuğu 1944’e kadar iktidarda olan otoriter Çarcı faşist rejim kadrolarının kıyımıyla ve o zamanların Stalin rejimince gösterilen kadroların erk olmasıyla gerçekleşti. Gelişme bazı dalları kesilen ve yaprakları dökülen Faşist Bulgar ağacının yeni baharda komünistçe yeşermesi şeklinde oldu. Var olan düzen 1878’den sonra Alman kafalı Ferdinand ve oğlu III. Boris’in şekillendirdiği Bulgar devlet ağacının dal budak salmasıyla hayat bulmuştu. Sanayide özelden devlete, tarımda da özel üretimden kooperatifçiliğe geçildi. Herkes mülkünü kaybetti.


146

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Mülkiyet devlet kontrolüne geçtiğinden 1989’da komünistler iktidardan düşünce üretim biçimi de çöktü. İş gücü dağıldı. Yeni durumda işçiler ve tarımcılar işleri örgütlemeyi, pazarlamayı ve yönetmeyi bilmiyorlardı. Üretime katılımları el kol emeğiyle olmuştu. Yapabilecekleri başka bir şeyler kapatılmıştı. Bu anlamda “devlet başlarına yıkıldı”. Bu yıkımdan kurtulabilenler dış ülkelere kaçtılar, “önce kaçak, ardından konuk” işçi oldular. Biz Türklerse Türkiye’mize sığındık. Batıya da Güneye de kaçanların aklı hep geride kaldı. Aslında arkada kalan suyu çekilmiş bir ırmaktı, taşların arasındaki gölcüklere sığınan ve yeni olanak için çırpınanlar ise dereye su gelmesini beklerken işte bu günlere gelebildik. Yukarıda yazdığım gibi bugün Bulgaristan’da çok dallı ama çatal bir ağaç var. Çok dallı dediğimde, kurulmuş 402 siyasi parti, mecliste 8 partili bileşim ve 6 Kasımda Cumhurbaşkanı seçimlerine bile 22 adayla girildiğini düşünüyorum. Fakat bu Bulgar toplum ağacının, aynı kökten, aynı bedenden gelen ve ne kadar budanırsa budansın aynı filizleri süren iki ana dalı olduğunu düşünüyorum durmadan. Ve bu gerçek dünkü gün yine bütün gücüyle parladı. Bu dallardan biri olan eski BKP’nin halkçı tabanı bugünkü Sosyalist Parti (BSP) mecliste ana muhalefettir. Sol güçlerden bir kısmını temsil ediyor. Öteki dal ise, yine gönlü solda olan ama Batıdan esen rüzgârla serinlemekten hoşlanan, komünist ruh taşıyan ve 26 yıl sonra bile istese de farklı meyve verebilmesi imkânsız olan GERB var. Diğer tüm partiler, hareketler, akımlar onların altında veya üstünde, sağında veya solunda mevzilenmiş, bağımsız kispeti taşıyan oluşumlardır. Her düğünün kamberi olduğu gibi, bizdeki demokrasi, üstelik çoğulcu demokraside var olabilmemiz için bizim bu baştan başa sahte durumu kabul etmemiz gerekiyor. Aslına bakılırsa, bu düşünce tarzı özünde aşılması imkânsız büyük bir çelişki var. Çünkü Osmanlı bağrında mayalanan Bulgar milli hareketinin amacında Bulgar Milli Devletini, tek uluslu Bulgar toplumunu kurmak vardı. Bu amaç, Rus saldırısı (93 Harbi) ve Batının (Avusturya-Almanya-İngiltere) diplomatik müdahalesiyle gerçekleştiğinden (1878 Berlin Konferansı) Bulgar devleti ve toplumu her zaman ya doğunun, ya Batının ya da tabanından fışkırdığı Osmanlıcılığın (günümüz Türkiye’si) etki alanında, gölgesinde kaldı. Bu etkiler o kadar güçlüdür ki, Bulgaristan’da 1878’den sonra kurulan bine yakın siyasi partiden hepsi ya Doğuya ya Batıya bakmış ya da Türkiyeyi Gü-


Makale ve Analizler - 2016

147

neş bilerek gündöndü (ayçiçeği) misalinde olduğu gibi, başı daha fazla öne bükülmüş, Doğu’dan batıya sürekli gidip gelmiştir. Bugün de aynısını yaşıyoruz. NATO ve AB üyesi olsak da, “Belene” AES, madenler, akaryakıtlar, tekelleşme, kartelleşme, oligarşi dayatması gibi konularda Rusya elimizi kolumuzu asla koparamayacağımız şekilde bağlamıştır. Bu üçgende bizde hiçbir şey talep etmeden yardım eli uzatan tek devlet Türkiye Cumhuriyetidir. Bu bakıma biz, halkı avutmak için adına “Geçiş Süresi” dediğimiz çeyrek asırlık devre içinde başımızı Doğudan Batıya, yani Rusya’dan Batı Avrupa’ya çevirebilme süreci içinde bulunduk. Bizde bu çok zor oldu, zor ilerliyor ve hatta hala tökezleyiş dönemindeyiz. 6 Kasım 2016 Cumhurbaşkanı seçimleri bu işin parıl parıl parlayan aynası oluverdi. Çünkü çatal olarak tarif ettiğimiz Bulgar ağacının birbirine girmiş dallarının tam ortasında bir etnik azınlıklar topluluğu (azınlığın yuvalanmışlığı) vardır ki, bu topluluğun tutumu ve tavrı ve Bulgar siyaset kurumlarının bu etkiden uzak kalma çabaları belirleyici olandır. Bunun mecazen algılarsak, iki çatal arasındaki orta dalın (Müslüman Türk, Pomak ve Çingene topluluğu) hangi tarafa bakarsa ( kime oy verirse) Bulgar Cumhurbaşkanı her zaman o güçlerden seçilmiştir. 1990’dan beri, üçü sağdan (Jelyü Jelev, Petor Stoyanov ve Rosen Plevneliev), birisi de soldan (2 defa - Georgi Pırvanov) hep aynı güçler dengesinin ürünü olmuştur. Her biri Türklerin oylarıyla Bulgaristan Tacı giydiler. Bugün, seçime artık tam 2 hafta kala, durum hep aynıdır. Özellikle 2015 ve 2016’da iktidar güçleri Müslüman Türk, Pomak, Çingene azınlığını iktidar bünyesinden, siyasi hayattan söküp atmaya ne kadar gayret göstermiş olsalar da, durumda lehlerinde pek değişen bir şey olmamıştır. Kantarın topuzunu etkileyen hep Türklerin oyları olmuş ve bu defa da onlar olacaktır. İstense de istenmese de bu durum Bulgar’ın yazgısıdır. Zor da olsa kabul etmek zorundadırlar. Bu alın yazısına eh demeyen gücü yeterse kaderini kendi belirler, seçeneği yoktur. Çünkü dünya küçüldükçe uluslararası bağlar güçleniyor, ulusal devletler istemeseler de dünyanın gidişine ayak uydurmak zorunda kalıyorlar ya da yakın zamanda kalacaklardır. Son yılların en büyük siyasi sorun olarak sivrilen şudur.


148

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

1989’da kovulanların ve daha sonra ekmek parasını Türkiye’de ararken oraya yerleşen ama Bulgaristan ve AB vatandaşlığını kaybetmeden çifte vatandaş kimliği de alanları git gide Bulgar toplumundan koparmaktır. Bulgar vatandaşlığını ellerinden almaktır. Bulgar siyasetinden soğutmak ve en kısa zamanda değişik tuzaklar kurarak seçme ve seçilme haklarından hepsini mahrum etmektir. Otobüsle gidip oy verme serüveninin önüne geçtiler ve bunu hanelerine son derece büyük bir başarı olarak yazdılar. Bu bir zorlama, vatan hakkından zorla vazgeçirme süreçtir. Geçerli olan kural: “Giden geri gelmemelidir!” Bu sürecin yasal olarak derinleştirilmesine son iki yılda çok büyük gayret gösteriliyor. Seçme ve seçilme hakkı kısıtlamaları, sandık sayısının 35’e indirilmesi, sandık başı ve gözlemcilerin Sofya’dan belirlenmesi, onaylanması işlemi vb girişimler hep aynı siyaset çizgisini geliştirme çabalarıdır. Bu işlerin, elektronik oy kullanma sistemine geçilmesiyle yoluna gireceğini beklesek de bizi istemeyenlerin daha ne gibi tuzaklar kuracağını, dünya hukukuna ters ne gibi icatlar yasallaştıracaklarını ve burnumuza sürteceklerini öngörebilmek oldukça zordur. Örneklemek gerekirse, Türk Müslüman topluluğa saldırı yönü yine camilere çevriliyor. Varna’da “sığınmacılara karşı düzenlenen bir mitingde,Bulgaristan’da sığınmacıların camilerde kaldığı ve camilere silah yığınağı yapıldığı” gibi saçmalıklara geniş yer verildi. Yerli Müslüman vatandaşların üçte biri terörist olduğu iddia edilen, sığınmacılar kadar tehlikeli olduğu dillerde dolaşıyor. Kan kabartmak için her gün yeni bir formül aranıyor. Bulgarlar Müslümanlara karşı kışkırtılıyor. Seçimle ilgili HÖH ve DOST tutumları Tüm bunları bu şekilde anlatmamın nedeni ise şudur: 20 Ekim günü, Hak ve Özgürlükler Partisi (HÖH - DPS) yeni başkanı Mustafa Karadayı ile yeni kurulan ve ilk kez seçimde söz sahibi olmak ve kantar topuzunu etkileme heveslisi olan Sorumluluk, Özgürlük ve Hoşgörü için Demokratlar partisi DOST lideri Lütfü Mestan’ın özel açıklamada bulundular. HÖH - DPS oylarını sözde bağımsız aday, yüzünden gözünden Rusçuluk akan, orta solun sağ yanında kümelenmiş eski başbakanları Plamen Oreşarski’ye oy verelim çağrısında bulundu. Oraşarski’nin aday gösterilmesinde HÖH partisinin önemli rolü olduğundan kimse kuşkulanmıyor. HÖH şimdiye kadar kendi Cumhurbaşkanı adayını çıkarmamıştı.


Makale ve Analizler - 2016

149

Oraşarski’ye verilen oylar ikinci turda kantar ayarlayıcı olabilir. Herkes ikinci turda bu oyların General Rumen Radev’e gideceğini hesaplamaya başladı. Yani HÖH kuşunun ağacın sakol dalına konması muhtemeldir. Gelişmeleri izliyoruz. Mestan da orta sağın solunda yer alan ve bizim lehçemizde “sana bakan beni gören” değimine uygun hareket ederek Batıya bakan ve Doğuya göz çakan GERB adayı Bayan Tsetska Tsaçeva’ya kendi inisiyatifleriyle destek olmaya karar aldıklarını açıkladı. Bulgar ağıcının yapraklarının hangi rüzgârla şarkı söylediği önemli değil son hesap ağacın gölgesinde oturanlar ve daha iyi günleri bekleyenler hep biz, insanlarımız, soydaşlarımızdır. Türkleri siyasetten uzak tutma yaklaşımı ne zamana kadar dikiş tutar şimdilik pek hesaba gelmiyor. Bizdeki gelişmeler, hep dış etkilerden güç aldığından olacak, umutla bakanlar gözlerini bu defa da Bulgar ağacının iki dalından birine değil dışarıya çevirdiler Türkiye’nin AB üyeliği ve vatandaşlarına AB ülkelerine Vizesiz girip çıkma siyasetinde ulaşacağı başarılar bizim için de sonuç belirleyici olacaktır. Türkiye AB üyesi olduğunda Bulgar Türk sınırına tel örgü gerilmesi anlamsızlaşacaktır. Balkanlarda yeni bir hava esmesi öncelikle Türkiye’nin demokratikleşmesine, Türk halkının başarılarına, Türkiye Cumhuriyeti’nin Başkanlık sistemine geçmesine, Büyük Türkiye’nin etki alanına yerleşmesine, yeni role bağlı olacaktır. Tarih unutturulamaz. İnsanların seçme ve seçilme hakkı kalıplanıp buzdolabına kaldırılamaz. Bu dünya Sultan Süleyman’a kalmamış, büyük işlerin ince hesaplarına her zaman düşmanlık katanlara da kalmaz. Seçme ve seçilme hakkı bireysel bir haktır. İşler hesaba kitaba düşerse, pazarlık konusu olmuşsa, hak hukuk, demokrasi falan filan rafa kalkmış demektir. Bir insanın başka birisine hayır olsun diye oy teklif etmesi ise, işin tamamen zırvadan çıktığına kanıttır. Çünkü oy kullanmak bireysel bir haktır. Örneğim Lütfü Mestan gidip kendisi Tsetska Tsaçeva’ya verebilir, ama eşi Şirin hanıma bile “sen oyunu Tsaçeva’ya vereceksin, vermezsen seni babanın köyüne postalarım,” demeye hakkı yoktur. Dediği an mahkemelik olur. Bizde yasaların çiğnenecek yanı kalmamış olabilir. Yasa dediğin sakız gibi, çiğne çiğne uzat. Ben yazımı yazarken, Sofya mahkemesinde oylama sonuçlandı, AB ülkelerindeki 35 sandık sınırı kalkmış, seçim bürolarında kim ne kadar isterse san-


150

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

dık açabilecekmiş, yasaklar yalnız Türkler, yalnız Pomaklar ve Çingeneler için geçerlidir. Bu ağıcın iki dalının ikisinden de hayır yok... Bize uygulanan böl yönet siyasetidir. Bu siyaset karın doyurmaz. Son hesapta bu işler şimdiki yoğun zorlamalarla bitmez. Kim ne derse desin, çatal ağacın her yaprağının gölge yapmaya hakkı vardır. Şimdi yoksa bile mutlaka olacaktır. Her insanın da insanca yaşamak, demokrasiyi seçmek, seçmen ve seçilmek de kutsal hakkıdır. Bizim için bu seçimler sakat doğdu. İnşallah seçim sonu iyi olur.

Yüzyılımızın Ortalarında Avrupa Arap Afrikalı Çehreli Olacak

BG-SAM-23.Ekim.2016-Ruscadan çeviridir

Yazarı tanıyalım: Akademik Andrey Fursov bilinen bir Rus sosyolog, trihçi, ceo-politik anlizci ve yzardır. Uluslararası İnsancıl Üniversitesi Araştırma Mermezi Müdürü; Dinmik Tutuculuk Enstitüsü Yöntembilim ve Bilgi Merkezi Başknı; Avustursa, İnsburg Uluslarrası Biimler Akdemisi Akademisyeni ve Avrupa ve dünyad birçok üni-

versitede okutmndır 10 Ekim 2016 günü Akdemik Fursov Spfya’yı ziyaret etti ve kendisiyle şu söyleşi gerçekleştirildi: Soru: Bay Fursov, Avrupa ve Avrupa Birliği’nin (AB) gelişmesindeki şu çılgın aşamayı kenardan izlerken, onun sözüm ona elitinden ve Avrupa nüfusunun kendisinden gelen herhangi bir özlü tepki olmamasına herhangi bir geçerli açıklamanız var mı? Bir yandan, orta derece entelektüel, düşünen her kişi Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) himayesinde olan ve sesini çıkaramayan Avrupa’yı olduğu gibi görüyor. Öte yandansa, Afrika, Yakın Doğu ve Asya’dan illegal Müslüman ordusunun baskını gün gibi ortadadır. Kendi


Makale ve Analizler - 2016

151

kendini savunma içgüdüsünün tamamen tükenmiş bulunması ve bin yıllı bir uygarlığın yok olmayı gönüllü olarak kabul etmesi nasıl oldu? Yanıt: Batı Avrupa’daki bugünü durumu ABD protektörlüğünde (himayesi altında bulunanı) olmasının mantıksal sonucudur. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, yani 1970’li yılarda, Fransa’da, Almanya’da, İtalya’da ve Avrupa’nın daha birçok başat ülkesinde Kuzey Atlantik eliti çok kalabalık bir siyasetçi ordusu eğittiler ki, onlar günümüzde dünyaya Avrupalı gözüyle bakmıyor, Amerikalı gözüyle bakıyorlar. Bununla birlikte Amerikancı siyaset çizgisini yürüten bir büyük güç de var. Bu güç, Avrupa devletlerinin ulusal çıkarlarıyla alıp vereceği olmayan Brüksel’deki Avrupa bürokrasisidir. Üstelik Avrupa Birliği bu ulusal çıkarları baskı altında tutuyor. Üç neslin kafasına belirli görüşler aşılanmasına yeterli olan son 70 yıl, bugün gördüğümüz sonuçları doğurdu. Bununa birlikte, Nazizm’i eleştiri maskesi ardında, Avrupalıların kafasına ulusal çıkarlarını savunabilmelerinin imkânsız olduğu aşılandı. Bugün Almanya’da sığınmacı seline karşı başkaldıran protestocuların hepsine Nazi etiketi yapıştırılıyor. Demek oluyor ki, ulusal çıkarları savunan her denemeye yapıştırılabilen bir etiket geliştirilmiştir. Bu işteki aydınların rolüne gelince, ikici ve üççülerin Paris ve diğer Avrupa ülkelerinin sokaklarını doldurduğu, profesörleri kürsüden attığı ve olmayacak olanı istediği 1968 yılı olaylarının yinelediğini görüyoruz. Bunun etkisi altında Avrupa’da eğitim düzeyi birdenbire düştü, sokakların düzenini bozan bu ipsiz sapsız gençler, derme çatma aydınlar bugün milletvekili ve profesör oldular. Bir sokak serserisinin bakan oluşuna klasik örnek, Alman siyasetçi, Yeşiller Partisi lideri, eski Dışişleri Bakanı, 1999’da AB Konsey Başkanı görevinde bulunan, milletvekili ve Profesör Oskar Fischer’dir. Ve Avrupa’da insanların taş kafa durumuna gelmesinde 1968 olaylarının rolü önemlidir. Fakat biz bu olaya devlet düzeni (sistem) açısından bakarsak ve Roma İmparatorluğu’nun nasıl çöktüğünü anımsarsak, elit zümrede kendini hayatta tutabilme içgüdüsünün yok olması sistemin sonunun yaklaştığına bir işarettir. İsterseniz Roma İmparatorluğu’na kadar gerilere dönmeyelim, XX. Yüzyıl başlarında Rus İmparatorluğu’nu hatırlamamız yeterli olabilir. Hatırlanacağı üzere, herkes devrim yaklaştığını iddia ediyordu, fakat insanlar hiç bir şey olmuyormuş gibi davranıyorlardı. 1916’da “Faberje” en büyük sipariş almıştı. Bu veba etrafı kasıp kavururken ziyafet vermek gibi bir şeydi.


152

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Soru: Avrupa’da terör saldırılarından çok insan öldü, Paris’te, Niş’te aralarında çocuklar da var, yüzlerce kurban verildi. Avrupalıların kendi çocuklarını savunacaklarına, sorumsuzca gelişen kitlesel göç ve sığınmacı siyasetiyle ilgili kendi hükümetlerinden hesap soracaklarına, bunların olması beklenirken, “Biz korkmuyoruz” iniltileri arasında dayanışma çığlıkları ve hiç bir işe yaramayan sızlayışlar işitiyoruz. Akademik Fursov, Avrupalıların kafasında olan biten nedir? Yanıt: Avrupalıların Avrupalı bilinci buharlaşıyor. Avrupa artık Hıristiyanlık sonrası, Batı sonrası, Avrupa sonrası bir toplumdur. Avrupa toplumunda neler oluyor sorusunu sorduğumuzda, biz bu insanların Avrupalılar olduğundan emin miyiz? En artık o insanların Avrupalı olduklarından kuşkuluyum. Paris’teki terör saldırılarına gelince, ben şahsen, aynı zamanda 7 yerde birden patama olan bir saldırıyı Arapların kendilerinin örgütleyebileceklerine pek inanmıyorum. Bu özel güçlerin ya da bu güçlerde daha önce görev yapmış kişilerin işi olduğuna inanıyorum. Her şey saniyesi saniyesine ayarlanmıştı. Yönettiğim enstitüde bir analiz yaptık. Medya nerede ne olduğunu saniyesi saniyesine vermişti. Bu çok mükemmel senkronize edilmiş ve gerçekleştirilmiş bir operasyondur. 11 Eylül olayları gibi, burada özel güçlerin parmağı olmalıdır.Ne var ki, Avrupalıları ürkütmek, korkutmak için her şey teröristlerin işiymiş gibi gösterildi. Mesela, Köln’deki olaylar Rusya’da meydana gelseydi, insanlar polise sığınmazdı, bu işi yapanlar yeni bir saldırıda bulunmayı akıllarından geçirmeyecekleri bir şekilde, bu işin altından kendileri kalkardı. Bu arada Köln olayları esnasında başka şehirlerde de benzer saldırılar olmuştu. Helsinki de bir saldırı olayı yaşadı, ama bunları yazmak istemiyor. Bu da halkı korkutmak ve sindirmek için düşünülmüştü. Polis bu olaylarla başa çıkabilir. Bir kaç gün önce Almanya’da PEGİDA gösterilere ayaklandı, fakat polis hemen bastırdı ve dağıttı. Köln’de tren istasyonu ile kilise arsındaki meydan halkın bayramlarda geleneksel toplanma yeridir. Arap gençler de orada toplanmıştı, polise telefon açıldı, fakat gelen olmadı. Bu arada, polisin gelmeyişi bilinçli bir hareketti, polis Alman vatandaşları savunmadı, protesto gösterilerine katılan Almanlar dövüldü, tutuklandı. Soru: Yakın geçmişte Fransa’da bir Hıristiyan Papaz, kilisede dua ederken katledildi. Aynı zamanda Fransa’da “Moll” kurmak ve park yeri açmak için kiliseler yıkılıyor, yeni camiler de inşa ediliyor. Bunu bütün Avrupa’da izliyoruz. Dünyayı korumak ve insanlığa var olmasını bir daha düşünmesi için fırsat tanımak maçıyla Hıristiyanlık feda mı ediliyor?


Makale ve Analizler - 2016

153

Yanıt: Evet söyledikleriniz Katolik ve Protestan kilise için geçerlidir. Problem yaşsa da bu gidiş Ortodoksluk için geçerli sayılmaz. Kısa bir süre önce Papazlara lisans eğitimi veren enstitüde bulundum. Hangi konular üzerinde çalışmak istiyorsunuz diye sordum öğrencilere. Rus tarihi mi dedim. Hayır dediler. Bizi ilgilendiren İletişim savaşları, kapitalizm ve Batı Dünyası, dediler. Demek istediğim Rusya’da durum farklıdır. Protestan ve Katoliklerin terör olaylarına bakışını anlayabilmek için Rom Papasının davranışlarına bakmak gerekir. Biz İkinci Vatikan Kurultayını unutmadık. Avrupa’da bugün olanlar o kararların devamıdır. Avrupa post-Hıristiyanlaşıyor. Daha 10 yıl önce Batı Avrupalılara acımaya başlamıştım, sonra düşündüm de, bir toplum iradesi bütünüyle kendi kendini yok etmeyi seçmişse, yapacak bir şey kalmamıştır!... İnsanları zorla yaşamaya zorlamak doğru olmaz. Bir insanda suizid kompleksi varsa, yapacak bir şey kalmıştır, hastaneye yatırılması gerekir, fakat bizim bütün toplum için hastanemiz yok. Tekrar ediyorum, Avrupalılar Avrupalı olmaktan çıktı. Yakında oğlumla birlikte Floransa’da bulundum. İtalyanları izlerken, onların “Uvitsi” Galerisine olan münasebetiyle, Mısırlıların Piramitlere olan yaklaşımı arasında fark göremedim. Soru: Ne düşünüyorsunuz? Avrupa için savaş nasıl sonuçlanır? Bir uygarlık olarak Avrupa’nın ve özellikle de AB ‘nin geleceği ne olur? Yanıt: AB ile ilgili sorunuzun yanıtı kolaydır. Hukuksa bir birlik olarak ayakta kalabilir, fakar gerçekte AB’den yalnız Büyük Karl’ın toprakları kalacak. Burası devamlı yoksullaşacak olduğu için göreceli zengin bir kara olacak ve burada yaşayan Arap ve Afrikalı sayısı giderek artacak. Avrupa uygarlığının alın yazısın gelince, benim görüşüme göre, o ölüyor. Üzgünüm ve esef ediyorum. Rusya Batı değil, fakat o da Avrupa’da bulunuyor. Biz Ruslar Avrupalı yanımız Batıya vermemeliyiz. Batı Avrupa’nın yalnız bir yanıdır. Antik Avrupa vardı. Bizans Avrupası vardı. Osmanlı ve Rusya Avrupası vardı. IV-VI yüzyıl arsında Rom İmparatorluğu’nun başına gelen çöküş şimdi Avrupa’nın başına geliyor. Rom barbarların modasını kabul ettiğinde, yani kadınlar ve erkekler barbarlar gibi giyinmeye başladığında çömüştü. Avrupa’da aynı şeyleri izlemeye başladık. Şimdi her şey çok daha çabuk oluyor. Ben, XXI. Yüzyıl ortalarında Avrupa’nın baştanbaşa değişeceğini düşünüyorum. 20-30 yıl sonra Avrupa medeniyetinin Arap Afrikalı çehresi olacak, kültür değişecek, biyolojik dönüşüm yaşanacak. Avrupa uygarlığının ayakta kalacağı bir bölge daha var. Latin Amerika. Öğrenimli Portekizler bugün Brezilya’ya göç ediyorlar. Cahil Mozambiklı ve


154

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Angolalılar ise Portekiz’e göç ediyorlar. Birçok başka devlette de Avrupalı özün korunacağı bölgeler olacağına inanıyorum. Katolik olan Meksikalıların Avrupa medeniyetinden olduğunu unutmayalım. Avrupa’da da Avrupalı öz koruncaktır. Ben Avrupalı bir Rus’um ve benim uygarlığımdan büyü bir bölümün yok olmasına esef ediyorum. Bu yok oluş, Avrupa uygarlığının kalan kısmı yaşamaya devam ederken, gelişeceği anlamına da geliyor.

Cumhurbaşkanlığı Seçimi ve Türkler

Musa Vatansever-24.Ekim.2016

İstenmeden gelen hayırdan kötüsü yoktur. Bulgaristan başbakanı ve GERB partisi başkanı Borisov, 6 Kasım 2016 Cumhurbaşkanı seçimi arifesinde yaptığı konuşmalarda “Kaz kafalı, uzun abalı” olduğunu defalarca gösterdi. 200 kişilik en lüks araçlarla donatılmış, hepsi Versaçe takım elbiseli, besbelli modanın gereğine uyan kravatsız ama kalın enseli, siyasetçiden başka her bir tipe benzeyen propagandacı ekibe katılanlar bastonlu köylü ve kasabalılarda “ama ne yapacaklarsa yapsınlar, başımızdan def olsunlar” tövbesi ettiriyorlar. Bu insanların kalın enseli oldukları kadar “kalın kafalı” oldukları da uzaktan belli olduğundan, hakkına düşen 2 köfte ve iki dilim ekmeği naylon paket içinde alıp, herkes evine dönüyor. Cumhurbaşkanı adayı Tsetska Tsaçeva her gün takım elbise değiştiriyor, ekibine 2 kuaför almış, saçları her sabah yeniden yapılıyor. 20 günde 200 yerde halkla kucaklaşma programı gerçekleştiriliyor. Konuşmalarda söylenen sözler hep aynı. Aday Tsaçeva “bizim anamızdır”, “Bulgaristan’ın en iyi hukukçusudur.” İnsan anlayamıyor, Cumhurbaşkanlığı makamına mahkeme başkanlığımıdır, nedir. Hangi davaya hazırlanıyoruz. Rusya ile Strazburgta “atom elektrik santrali radyatör davasını” zaten kaydettik, istesek de istemesen de 1 milyar 260 milyon Euro’yu ödemek zorundayız. Komünizm suçları davasını başlatacaklar desek, “zaman aşımına uğradı” dendi.


Makale ve Analizler - 2016

155

Bulgar ulusunu ve toplumunu birleştirme davasını üslenecek desek, “Türkleri, Pomakları ve Çingeneleri, DPS ve DOST partilerini ne arka kapıdan ne de ön kapıdan iktidara yaklaştırmayacağız” diyor. Yani toplumu birleştirmek gibi bir dava zaten yok. Türkler devlet makamlarından zaten söküldü. Aldığımız en büyük devlet görevleri “trafik polisi” veya “mahalle bekçisidir”. Şu da var tabi, Tsaçeva bir avukat olarak davaya girmemiş, mahkeme başkanlığı yapmamış, hep o belediyelerde işleri telefonla hal eden konumda bulunmuş, bu bakıma ben onun göreceği bir davayı da göremiyorum. 10 yıldan beri de meclistedir, orada da adalet komisyonunda değil, hep başkan veya başkan yardımcısı görevlerinde bulunuyor. Adalet reformu yapar umudu besleyen yok. Çünkü Bulgaristan adalet sistemini kaskatı katılaştıran GERB hükumeti zaten başsavcılığın desteğiyle ayakta duruyor. İşte böyle bir ortamdayız. Bu kadar katı ve sert bir Türk düşmanlığı bir iki yıl öncesine kadar yaşanmamıştı. Saldırı ortamında gelişen seçim kampanyasından söz ediyorum. Unutmayalım ilk kez 20 gün önce, belki de Bulgaristan tarihinde ilk defa “Türklere Ölüm!” sloganı yükseltildi. Irkçılık tüm sınırları taşırdı, amma sabrın da bir sınırı var... Türk bölgelerinde seçim buluşmalarında Türkçe konuşmak yasak olduğundan polisler zaten halkın kafasına dikilmiş, hareketlilik yok. Türkün Türk’e Bulgarca propaganda yapması, hitap etmesi, hatta selamlaşması bile yakışı kalmıyor. Ortaya düşen ilk söz “Bırak şunu Bulgarlaşmış” oluyor ve olay bitiyor. Elektrik direklerine yapıştırılmış aday portrelerine bakan yok. Aslında cumhurbaşkanlığında bir umut kapısı gören de yok. 5 yıllık görev süresinde, daha önce seçtiğimiz 4 başkandan Türk köylerine hayır götüren birini göstermek mümkün değil. Aralarında iyi diye göstermeye çalıştığımız Rosen Plevneliev’in görev süresinde yapılan en büyük iş Türkiye sınırına tel örgüsünü örmek oldu. Türk Müslümanlara karşı da üç, yüz karası yasa çıktı. Serbestçe oy kullanmamız, 35 sandık kısıtlamasıyla, seçim mitinglerinde Türkçe konuşma yasayla vb rafa kaldırıldı. Kimi seçersek seçelim hepsinin ilk işi Türk düşmanlığı siyasetine biraz daha zehir ve otalak atmak oluyor. Cumhurbaşkanlarından herhangi biri 5 - 10 Türk öğrenciye burs verdi mi? Yok! Verecek mi? Yok!


156

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Hiç istemediğimiz, yüzüne katil dediğimiz, 1989’da ayaklanıp devirdiğimiz Todor Jivkov bile Türkiye Başbakanı Bülent Ecevit’le beraber Bulgaristanlı Türklerin karşısına çıkmıştı. Söylediği her söz yalan da olsa, konuşma yapmıştı. Yenilerin diyecekleri tek söz kalmadı. “Alın başınızı gidin de kurtulalım sizden!” diyecekler de henüz “kızım sana söyledim, gelinim sen anla” havası sürüyor. Nazım Hikmet’in Deliorman ve Dobruca köylüleriyle Türk Türk’e, dost dosta kucaklaşması hep hatırımdadır. Beşiğim Varna’da yüzünü nemli deniz rüzgârı okşarken yazdığı şiirleri şarkılaştı. Rahmetli Cem Karaca’nın “Yorgunum Kaptan” deyişine biraz da Bulgaristan Türklüğü özlem ve çilesi, çaresizlik ve sönmeyen yanık umudu vardır. Bizde şöyle denir: “Ekmeğimizden yiyen, adam olur!” Nazım da bizim ekmeğimizden koparıp balımıza banmıştı. Bizi daha sonra da saydı, gelip kucakladı, içimizdeki sönmeyen Türklük çırasını o yaktı, yattığı yer nur olsun... Koskocaman bir seçim kampanyasını “Türk” ve “Müslüman” sözlerini konuşmadan, ağızlarına almadan gerçekleştirmeye çalışsalar da, DOST partisi başkanı Lütfü Mestan’ın parti kararını resmen açıklarken “oylarımızı gönüllü olarak, NATO ve Avrupa Atlantik siyasetine yakın bulduğumuz GERB adayına vereceğiz” demesi, Başkan Borisov’u 1 saat süren TV demeci vermeye zorladı. Çünkü anlaşılan bunlar Helal Kesim kuzu, koyun, keçi, dana, boğa, piliç, tavuk, horoz, ördek, kaz ve hindi etini sofralarında görmek istemiyorlar. Türk, Pomak ve Çingene oyları sandığın rengini değiştirecek sanki. Ya kardeşim siz zaten kırmızısınız, hem de koyunun en koyusu kırmızıdan. Bunu gizlemenize gerek yok. Biliyor musunuz, şu satırları yazarken, artık GERB partisine beton dayak olan sol-ırkçı-faşist “Ataka” partisinin “Alfa” yayınlarında, 70 yıl önce 50 milyon Avrupalının canına kıyan Adolf Hitler’in “Davam” eserinin reklâmı yapılıyor. Koyu Rusçu olan bu parti, Sibirya toplama kamplarının acı hatırasını bilmeyen yeni kuşak Rus gençlerin aralarında para toplayıp Stalin Anıtı diktiğini propaganda ediyor. Ben, insan düşmanı, koyu milliyetçi ve ırkçı katil Hitlerin Yahudilere karşı zulmünü anlatan birçok kitap okudum. Almanya’nın Ruhr sanayi bölgesinde işçi ve sosyal demokrat hareketin çok güçlü olduğu kasabalarda, Nazilerin iktidar olma yollarını anlatan eserlerde, düşmanlığın adımlarını izlerken Bulgaristan’da Türk ve Müslümanlara yapılanlar gözümün önünde bir film sahnesi gibi oynadı. Bize Türkçe konuşmamız yasaklandığı gibi, Yahudilere de anadillerinde konuşmaları yasaklanmış, Almanlara Yahudi dükkânlarından alış veriş yapmaları yasaklanmış, Yahudi işçi ve memur-


Makale ve Analizler - 2016

157

lar devletten sökülmüş ve kaçan kaçmış, paçayı kurtaramayan toplanmış ve gaz kamaralarında sabun yapılmıştı. Unutulmayan, unutulmaması gereken gerçekler, ibret dersleri... Başbakan Borisov, yani ikide bir, hatta fırsat bulduğunda her gün “biz hoşgörülüyüz” deyimini tekrar eden bu kişi, TV ekranından “İstenmeden gelen hayırdan kötüsü yoktur” dedi. Bu onun Lütfü Mestan’a ve DOST partisine, bu partinin çizmeye çalıştığı siyaset çizgisine bağlı seçmen kardeşlerimize cevabı oldu. Aslında “İstenmeden gelen hayırdan kötüsü yoktur.” saçmalığı, İncil’den alınmış bir Papaz gevezeliğidir. Başbakan ardından, ne yaparlarsa yapsınlar, ne arka ne de ön kapıdan, HÖH - DPS ve DOST partilerine, Pomak, Türk ve Çingenelere iktidar yolu kapanmıştır, sözlerini ekledi ve GERB partisinin gerçekten Türk ve Müslüman düşmanı bir parti olduğunu yeniden kanıtladı. Biz burada, birinci ve ikinci Boyko Borisov iktidarının, “kan alacak damarı iyi bildiğini, Bulgaristan koşullarında bu damarın ancak Türk düşmanlığı, Müslüman düşmanlığı olduğu” bir daha kamuoyu ve dünya önüne konuldu. Bulgar mayası Türk düşmanlığı ile tutulmuş ve Türk düşmanlığıyla besleniyor. Başbakanın bu konuda (Türkler Hakkında) ağzından çıkan şu oldu: “Onlar olmasa kötü,, onlarla daha da kötü!” Son zamanda Bulgaristan’da uzun uzadıya, hükumet ve Başbakan Borisov’un “Türkiye, Türkler ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan” önünde diz çökme sorununu tartışıyor. Sağ kamuoyu ve iletişim ortamı Bulgar Başbakanı Sayın Erdoğan önünde “diz çökmekle” suçluyor. Borisov’un cevabı “her gün sınırdan gelip giren, kamyon ve tren vagonlarına saklanmış 200 - 300 sığınmacıyı” kaydını yapmadan Türkiye’ye çeviriyoruz, bu nasıl oluyor, şeklinde olurken, o kendini haklı çıkarırken, biz bu işte kazançlıyız, demeye çalışıyor. Bir de “sığınmacı seli” yaygarası, her gün sınırdan, tren istasyonları ve değişik farklı yerlerden yayın ve röportajlarla, hükümet adına verilen demeçlerle gerginlik yaratılıyor, seçmen sindiriliyor ve neredeyse “GERB olmasa yandınız, göçmen seli hepinizi boğacak” dehşeti körükleniyor. Seçim meydanlarında, radyoda, TV programlarında konuşulan bu! Suriye, Türkler ve sınırı “zorlayan sığınmacılar” gibi konularda Başbakan Borisov bir de şu Bulgar atasözünü sıkça kullanıyor: “Benim evim yanarken, komşumun hem evi hem de samanlığı yansın!” Bizi yüreğimizde, belleğimizde ve zihnimizde lanetim bu kadar karası olmadığından ben bu atasözünü yorumlamak istemiyorum. Daha önceki yazılarımda yine bir Bulgar atasözü olan ve yine aynı şahıs tarafından tekrarlanan


158

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“Benim başıma bir bela gelirse, komşumun başına iki gelsin!” sözlerine de değinmiştim. Bizim için bu kadar kara düşünen bir adam için ben ancak “Allah canını almasın!” olabilir. Çünkü Allah’ın hak gördüğü acılardan daha keskini olamaz... Bizdeki seçim kampanyası işte böyle bir karmakarışık ortamda devam ediyor. Lütfü Mestan’ın Dostçuları GERB adayına oy verirse ben istifa ederim demezken tavrıyla : “İstemem, ama yan cebime koy!” diyor. Anlaşılan HÖH - DPS partisi eski başbakan Plamen Oreşarski’yi seçimde destekleme kararı almazdan önce Mustafa Karadayı-Boyko Borisov görüşmesi gerçekleşti. Görüşmeden çıkan Karadayı, “Erken Seçim!” dedi. Meclise girdi, kürsüye çıktı yine “Erken Seçim!” dedi. Anlaşılan bu yolda bu araba bir daha devrilecek... İnşallah yakındır! Kederle ıstırapla yıllardır sarmaş dolaş olan kardeşlerime acıyorum... Bazı şeyler, kendini diğerlerinin üstünde göre, halkı, seçmeni, etnik azınlıkları, yoksulların bitmeyen çilesini hiçe sayan kodamanlara da bulaşılıyor anlaşılan, Pazartesi sabah (24 Ekim 2016) Başbakan Borisov da “baharda veya en geç güze erken seçim” dedi. Kuşkusuz GERB birinci turda birinci olamazsa, istifa edeceğim sözlerinden de vazgeçmediğini hatırlattı. İkinci turda Cumhurbaşkanlığını kaybederse zaten tüm planları allak bulak olacak ve köprünün dingilinden dereye düşecek. O zaman “seçim kaçınılmazdır” sözlerini bir daha hatırlayacak ve Lütfü Mestan’ın oyları sağ mı sol mu cebime koydu diye, mutlaka yoklamak zorunda kalacak... Atalarımız ne güzel söylemiş: “Büyük lokma yut, büyük laf söyleme!” tüm okuyucularıma teşekkürler kalın sağlıcakla,


Makale ve Analizler - 2016

159

Ne Kadar Söndük Bir Bilseniz

Sevilcan Yüce-25.Ekim.2016

Konu: Şiirle yaşamadan kanatlanamayız. Çok sevsem de, sevemedim ben son baharı Yaprakların güneşle sevişmeye doyuşunu Güzelliklerin rüzgârlara teslim oluşunu Sarhoş gibi sallana sallana yere uçuşunu Her şey toprak olmak için yaratılmış Son uçuşta ıstırap çekmeden yaşıyor Gözleri var mı ki düşen yaprakların Nereye konacağını kolayca buluyor. İşte böyle bir ortamda Kırcaali’de Bulgaristan Türk Edebiyat Sevenleri, eski demeye kıyamadığımız klasik yaratıcılığımızın sayfalarını buruşturmadan yeni sayfa açmaya toplanan yaratıcı aydınlarımız, özgün sanat eserlerini, rüzgarın yaprakları dalından alıp toprağa indirdiği gibi çocuklarımıza taşıyan Türkçe öğretmenlerimiz güzel bir çalış tay yaptılar. Bizde gidip katılmak isterdik pek tabii. Fakat sanatçının en büyük özelliği kıskanç oluşudur. Bu anlamda, her biri bizim o eski köy çeşmeleri gibidir. Ne fazla ne az ama hiç kurumadan devamlı akar ve hayatları bir gizemdir. Oysa gizem dediğin nedir? Yaprak gibi dalından düşse sırrı kalmaz, her şey biter. Onların yeteneklerinden başka sakladıkları hiç bir şey yoktur. Yetenek dediğin öyle bir nimet ki, ne pazarda satılır, ne satın alınır, ortam bulmadan ne baharda yeşerir, ne de güz gelse sararıp solunca dalından düşer! Bu gözle görülmeyen nimetin adı kısaca sanattır. Şiirdir, destandır, müziktir, sanat bir ebediyettir. Hani o hiçbir şey yemeden içmeden nasıl yaşıyor diye düşündüğümüz ve sırrını çözemediğimiz ruhumuzun gıdasıdır o. Bizim için Kırcaali bir şiir, Arda bir şarkı, Rodoplar bir destan, insanlarımızın yaşamı ise bir sonsuz deryadır. Kimlik davamızın beşiği ve eşiğidir inci şehir. 1989 Ayaklanmamızla taçlanmıştır. Kıvılcımlar gibi toplanırız Kırcaali’ye biz. Bulgaristan Türklerinin Yeni Edebiyat Sayfalarını yazmaktır amacımız. Ve bu ruhsal oluşum, Türk kimliğimizin hayat suyudur. Biz, bizden öncekilerin vatan ararken gönüllerinde taşıdıkları ruh gıdasını, onun bu yerde serpilip açılışını, hayat kavgasını bilmeden yaratıcılık davamızı


160

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ileri götüremeyiz. Çünkü çalış tay salonlarında doğmaz sanat. Kitap sergileri, kitap fuarları, resim sergileri, şiir geceleri, ozan dinletileri sanat tomruklarının çatladığı mekânlardır. Bir çocuğun şiir söylerken tökezlemesidir yeni melodinin nota kilidi. Ne de olsa, ne güzel olmuş toplanmanız. Fikir alış verişinde bulunmanız ve hiç olmazsa, kendi dilinde, kendi öz sanatını yaratan bir halkın evlatları olarak “Ne kadar söndük bir bilseniz” diyebilmemiz de güzel bir tespittir. Biz söndük de, sönmedik aslında. Geçen hafta Belgrat’ta Kale duvarına dayandım, Tuna’ya Sava ırmağına baktım uzun uzun ve ruhumda üstatların üstadı bestecilerin en ince duygulusu, hem doğuran, hem bestelerini güzel melodilerin üzerine serpiştiren saz ve söz ustası Yusuf Nalkesen’i hatırladım. Onun kökleri Belgrat kalesi surlarının dibindedir. O an oracıkta, sevilen opera sanatçılarımızdan Hakan Aysev Beyle birlikte olmak ve onun bütün eski kıtada duyulacak kadar güçlü olan, Bahar rahmeti gibi sevilen ölümsüz şarkılarını saçlarımı mehleme açarak dinleme özlemi gelip geçti içimden... Besteci Nalkesen orada yaşıyor. Kokusu var havasında... Düşen bir yaprak görürsen Beni hatırla demiştin Biliyorsun seni ben Son baharda sevmiştim. Ve orada o an yaprak dökümü vardı. Yıldızlardan güzeldi yapraklar. Secdeye duruyorlardı düşerken, Ay ve Güneş’e ve kale ağaçlarını sıra sıra bu topraklara diken Osmanlı anısına sanki. O an Tuna ve Sava’nın düşen yaprakları güzel çirkin seçmeden toplayıp denize taşımak için birleştiği çağrıştı içimde. Bütün Balkanlar’ın yapraklarını denize taşımak ne büyük bir görev! Tarihi kaleler, büyük ırmaklar, büyük emeller ve onlara sanat hayatı kazandıran çok dev yaratıcılar var bizim mazimizde ve biz onlara basmadan, onlarla haşır neşir olmadan yeni atılıma kalkamayız. Yaprak dökümü yaşamış bir milletiz. Ümmetten çatlamış, bir çınar olmuş ve daha dev oluşumlar için yeniden çatlıyoruz. Biz düşme, dökülme, çiğnenme, ezilme çilesi ve hüzün yaşamış, en dev çınarın da bir çekirdekten çıktığına kesin inanan bir milletiz. Ama hüzün hüzündür ve hep yaşanır, yaşamışız da. Elveda gençliğim, elveda hey hatıralar. Elveda mesut günlerim, ümit dolu sayfalar Yeni mevsimler dönecek, yine yapraklar düşecek Giden gençliğim hiç geri gelmeyecek


Makale ve Analizler - 2016

161

Ellerim semaya doğru yalvardım yıllarca Dursun zaman, dönmesin mevsimler. Hep arayış içindeyiz. Bildiğimiz bir şey varsa bir şafak olduğudur önümüzde. Biz Bulgaristanlıların Rüstem Avcıya göre 650 türkümüz var. Kadriye Latifova bindallılarla 306’sını söylüyordu köylerimizde. Mesut Tunalı 170 türkü var belleğimde diyor her defasında tambura teline basmazdan önce. Onun boyu başak kadarken babası her gün bir türkü öğrenmeden top oyununa katılmasına izin vermiyormuş. Sonra o bizim Ahmet Yusuf, Ülviye Ahmedova, Cemil Şaban ve yenileri de var bir sürü, üstelik TRT, YouTube, internet, Gogoole ve cep telefonları, bilgisayarlar ve neler neler hep yardımımıza geldi, seferber olmuşlar kadım ve modern Türk sanatını en güzel efsanelerle yaşatmaya. İş zamandadır demedik mi. Yok gibi bir şey ama beklersen geliyor ve gel beraber yürüyelim diye el uzatıyor. Kırcaali çalış tayı bu gerçeği okuyabildi mi acaba! Ne kadar söndük bir bilseniz de, biz biraz da ocakta yanarken mutlaka çatlayıp patlayan ve patlarken binlerce kıvılcım saçan meşe yarması gibiyizdir. XX. yüzyıl gibi insanlık tarihinin en karanlık ve ağır asrında, edebiyat ve sanatın çarpıtıldığı, hele bizim ki gibilerin çok güzel olduğundan ve kıskanıldığından yok edilmeye çalışıldığı bir yüzyılda, 100 şair, bir o kadar da düz yazı ustası, bir o kadar da halk ozanı ve sayıları bilinmeyen okuyucu ordusu yaratabilmişiz. Biz onları umudu beslerken yetiştirdik. Ve bütün bunları aşarak kolektif külliyatlar yaratmaya başlamışız. BULTÜRK yaratıcılar grubu 10 cilt basmış. Ne güzel kıskanma, egoizm duygusunu yenebilmek ve bir kıvılcımdan bir ateş olabilmek. Türklük ateşi. Aslında kıvılcım, ateş ve zamanla mekânın milliyeti yoktur. Hiçbir kimse bir ışıktan senden benden daha fazla aydınlık alamaz ve veremez. Eski teorilerde, o gün orada herkes istediği kadar alabilecek diyenler, ateşi ve aydınlığı düşünmüş olabilirler. Yaratan bu inceliği önceden düşünmüş, ateşlerin birleşmesinden ateş sönmediğini, gerektiğinde alevlerin herkesi aynı derecede ısıtabildiğini vs. Ateşler ortak olabilir. Bulgar bizimle aynı ocakta ısınmak, aynı lambadan aydınlanmak istemedi. Hep bize ateşin sönmüş tarafını, lambanın sisli yanını gösterdi. Oysa hayatta şarkılar birlikte söylenip beraberce dinlendiğinde güzeldir. Şiirlerdeki güzellikler de ortak değerlerin örgüsüdür. Koro ne kadar büyükse eser o kadar yüreklendirici olur. Ne kadar söndük bir bilseniz. Eskisi gibi yüreklenemez olduk. Eskiden bir bakışa, bir hışırtıya, bir nefese baştanbaşa ürperiyorduk. Var mıydı biz gibisi! Ne mutluyduk her türküyü, her şiiri, her masalı bizden, özümüzden hissederken. Sanat belki de o görülmeyeni duyumlasaktır. Sanat bulunamayacak gibi olanı ara-


162

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

maktır. Buldukça bulamamışlık duygusuna kapılıp aramaya yaratmaya devam etmektir. Bizim eski davulcu, zurnacı Çingeneler Balkanlara kaç melodiyle geldiler pek bilinmez ama biz 100 melodi ve 300 ritimle gelmişiz. Sol kilidimiz kâğıt üzerinde değil, parmaklarımızın hassasiyetindedir. Sanatımızdan bir şey satıp bir kırıntıyı bile hediye etmemiş olsak da, ne kadar söndük bir bilseniz. Alevlenmeliyiz. Çocuklarımıza ninni söylemek, masal okumak, şiir ezberletmek, evde hep anadilimizde konuşmak, beraberce TRT ve diğer Türk TV programlarını birlikte izlemek, dededen neneden anadan babadan çocuklarımıza torunlarımıza giden kimlik yolumuzca yürümektir bizim alevlenme serüvenimiz. Ne kadar söndüğümüzü biliyoruz ama yeniden alevleneceğimizi de biliyoruz. Nobel Ödülü’ne laik görülen bir eser yazamadık. Yazabilmemiz için toplanmamız ve tek ateş, tek yürek olmamız gerekiyor. Sanatta birleşmedir niceliklerden doğan nitelik. Elinden su içtiğimiz üstatlarımız umutlu! “Belene” senfonisi bekliyorlar. O gün bu gün çilemize ağlayan Tuna’yı bile doğru dürüst anlatamadık. Büyük Balkan uğultusuna kulak versenize, hep bizi anlatıyor, gitmeyin dönün diye yalvarıyor. Bu defa yaprak dökümü mevsimi uzun sürdü. Çok bekletti eski güzelliklerin dönmesini bekleyenleri. Ellerim semaya doğru yalvardım yıllarca Dursun zaman, dönmesin mevsimler diye yalvaranlar hep bizlerdendi. Kırcaali’de toplanmış kıvılcımlardan ateş derlenmiş, yanmışsınız. Hepinizi kutlarız. Ne kadar söndük bir bilseniz deyim, el ele verip ateşe odun atmışız. Şiirle, sanatla yaşamadan kanatlanıp uçamayız. Okuduğunuz ve paylaştığınız için teşekkürler.


Makale ve Analizler - 2016

163

Mustakbel Bulgaristan Cumhurbaşkanı Ali Murat

Rafet Ulutürk-26.Ekim.2016

Dünyayı geliştirerek ileri götüren çelişkilerin kavgasıdır. Ali Murat 29 yaşındadır. Doğum yeri, dünya tarifinde en büyük imparator olan Büyük İskender’in (Aleksandır Makedonski) /MÖ. 356 - MÖ. 323/ babası II. Filip tarafından kurulan Filibe (Plovdiv) şehrinin Yeni Mahalle (Skobelovo) semtidir. Bu kadim şehrin merkezinde dana besiciliğiyle geçinen ailesine yardım ederken okula gitmeye zaman bulamamıştır. Fakat her taşı tarih olan bu şehirde göğe baktıkça “Nöbet Tepeyi” gören genç Ali ben burada Kimliğimin Nöbet Eriyim bilincine ulaşmış ve bu gerçek onun hayatını belirlemeye başlamıştır. Yakın zamanda o, bu işin çok derin olduğunu, yalnızca “Saat Tepe” ile “Nöbet Tepe” ve bir kaç eski cami ismi ve şu an ayakta kalan Muradiye ve İmaret camileri ile “Maritsa” ırmağının anadilimizde adının “Meriç” olduğunu bilmekle olmayacağını fark etmiştir. Çünkü 2 bin 500 yıl derin tarihi olan bu kentte kendi, eşi Emine, ailesi, evlatları ve beraber yaşadığı 70 bin Yeni Mahalleli hak etikleri yeri bulabilmeleri için o, kazma kürekle gece gündüz gömü arayan yerli Bulgarlardan farklı olarak, hiçbir iş için geç değildir deyip kitaplara sarılmış ve bilim deryasına dalmıştır. Onun heybetli vücudunu gece okulu sıralarına ve kalın parmakları arasına tükenmez sıkıştıran aynı apartmanda yaşadığı, her gün merdivende, kapıda, yolda, bakkalda defalarca karşılaştığı, selamlaştığı insanların sokak lambası ışığından ötesini görememesidir. Yaşadığı ve büyüdüğü sokağında Türk dilinde anlaşan ve hepsi de Müslüman Milletten oluşa gelen bilinçle hayat kuran bu insanların mahallenin bir adım dışında “Rom”, “Tsiganin”, “Romen”, “Mangal”, “Çips” falan filan olması gün boyu kaynayıp taşan mahallenin keyfine keder olmasa da, Ali’yi düşündürmeye başlamıştı. Bir cismin bir adı olur gerçeğini bildiğinden önce onlara bu kadar çok takma at (etiket) takılmasının amacı üzerinde düşündü. Kendisi boylu poslu ve güçlü olduğundan ona “mangal” diyen yoktu, ama “kara kazan” anlamına gelen bu yapıştırma Çingene çocukları için çok sık kullanılıyordu. Şehirde giderek daha sık rastladığı Afrikalı zenciler onlardan daha koyu tenli olsalar da, onlara “Hey Mangal” diye hitap edilmiyordu. Bulgarların ha-


164

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

mam kültürü olmadığından, şehirde Osmanlıdan kalan ve Meriç boyuna dizilmiş güzelim göbek taşlı hamamlardan hepsi kapanıp müze haline getirildiği ve Yeni Mahalle’de sıcak su tesisatı olmadığından ve elektrik faturası ödemeye güçleri yetmediğinden “kara kazan” etiketini söküp atmak için bir yol buldular. Tarihin Osmanlı katı altına inip, 50 km uzaktaki Hisar kasabasında hala çalışan 7 Roma hamamını keşfedip terden tozdan kokudan zorluklardan kurtulma, gelin hamamı, kaynana hamamı vb. yolunu kaynak kükürtlü suda haşlanmakla çözmüşlerdi. Kafa karıştırıp tarih unutturmanın baskın ortamında, Yeni Mahallelilere kişisel sağlığa uygunluk gibi çok önemli bir soruna çözüm bulmada öncülük eden Ali Murat’a danaların arasında gelen ve ahır kokan biri olarak bakanlarının yüzünde git gide tebessüm ve saygın sıcaklık belirdi. Gece lisesinin son sınıfına giderken bir akçam Hürriyet ve Şeref Partisi’nin genç lideri Korman İsmailov yolunu kesti. Sofya’dan gelmişti. 2015 güzünde yapılan yerel seçimlerde onu Filibe Belediye Başkanlığı Danışman adayı göstermek istediğini, sevilen ve sayılan bir genç olduğunu ve Yeni Mahallelilerin sorunlarını çöze çöze yetişeceğine ve bir halk lideri olacağına daha ilk görüşmesinde söylemişti. Türkçemiz, okulda, sokakta, toplantı ve mitinglerde yasaklanalı, Sofya radyosundan yanık sesli sanatçıların büyüleyici şarkı ve türküleri çalınmaz olduğundan beri, “Türkçe Bulgaristan’da ikinci resmi dil olmalıdır.” diyen ve bu ilkesel konumu programına alan parti liderini karşısında görmesi onu çok etkiledi ve yüreklendirdi. Teklifi daha ilk görüşmede kabul etti ve seçildi. Bulgaristan’da belediye danışmanlığı, muhtar, belediye başkanı, milletvekili ve Cumhurbaşkanı seçilmek isteyen bir kişiden diploma istenmediğinden dolayı, ondan da “Tahsilin nedir? Diploman var mı?” diyen olmadı. Gerçek şu ki, yarası ne kadar acırsa acısın, 10 Yüksek Okullu Filibe’de Belediye Başkanlığı “Eğitim Komisyonu” üyesi olan Ali Murat’ın lise diploması olmadığı gibi, eğitim düzeyinde gönül rahatlatan bir ışık da yoktu. Çünkü son sınıfta Bulgar dilinden notu orta (2,63) ve Felsefe dersinden de orta (3,29) olsa da bir daha sınav verip düzeltme yolu açıktı. Öyle de yaptı. İkinci denemede Bulgar dilinden orta (3,29) alarak, orta (2,63)’ten kurtuldu. Bu ona yeni bir kapı açtı, öğrenim yolunu kapayan büyük çelişkiyi aşmış ve Yüksek Enstitüye yazılma yolu birden bire ardına kadar açılmıştı. Bulgaristan’da bazı Yüksek Okullarda başarı alt sınırı yoktu ve o da Yüksek Tarım Enstitüsüne yazıldı. Tarım Mühendisi olacaktı. Korman İsmailov par-


Makale ve Analizler - 2016

165

tisinde siyasi deneyim, belediye meclisinde idari deneyim ve muhabir öğrenci olduğu yüksek okulda bilgi toplayarak milletvekili olmayı düşünmeye başladı. Yeni Mahalliler ona baktıkça kafasının etrafında bir aydınlık görmeye başladılar. Bu gençten Bulgaristan’a Cumhurbaşkanı olur diyerek onunla gurur duymaya başladılar. Ali Murat ana dili olarak Türkçeyi kabul ediyor. Ülke resmi ve iş dili olarak da Bulgarcayı kullanıyor. Onun Bulgar dilini öğrenmede zorlandığı ortadadır. Gittiği okul zihnini Bulgarca (düşünemiyor) açamıyor, rüyaları Türkçe. Bulgarca konuşulanı anlıyor. Yanlışsız yazamıyor. Hazır cevap verir biri olmuş. Bulgarca düşünemiyor. Belediyede de Bulgarca karar alacak durumda değildir. Cevap verirken duygularına dayanıyor, onlara güveniyor. Türkçeyi yalnız bir aile ve ortam dili olarak, okul dışında, kitap görmeden, Türk kültür hayatı zenginliğine dalıp çıkmadan, Türkçeyi doya doya içmeden, gramersiz, edebiyatsız, tarihsiz, fıkrasız, efsanesiz, geleneksiz geniş bir dil havzasını kaynak olarak kullanmadan kullanıyor. 29 yıl bir defacık da olsa bir Türk kütüphanesine girmeden, Türkçe bir kitap okumadan, bir Türk piyesi izlemeden öğrenmiş öğrenebildiği kadar anadilini. Sohbet ediyoruz. “Anadil çok önemli bir nimet.” diye anlatıyor Ali Murat. Şimdi DOST lideri olduğu yıllarda HÖH - DPS başkanı Yeni Mahalleyi ziyaret etmişti. O yıllarda Yeni Mahalle oyunu HÖH - DPS partisine veriyordu. Sofya’ya milletvekili gönderebiliyordu. İlk görüşmesinde Çingene seçmen önünde Türkçe konuşan Mestan’ı seçmenimiz tutmadı. Ardından “O, Türkçeyi biz kadar konuşamıyor, ne konuştuğunu anlayamadık.” diyenler sandığa gitmedi. Mestan HÖH’ün Başkanı iken seçimlerde HÖH oyları % 8’e düştü. Şimdi Yeni Mahallede dost rüzgarı estirmeye çalışanlara şu cevabı veriyorlar. “Bırak be kardeşim. Bilmez misin, dostun zahmeti düşmanınkinden çok olur.” diyorlar. Lütfü Mestan hakkındaki cevapları ise şu: “Dostun yenisi, kaşığın eskisi.” Ali Murat’ın mayası Türkçe tutulmuş. Karısı ve çocuğu ile de Türkçe konuşuyor. Ne yazık ki, onun çok sevdiği anadili Türkçe bir kapalı kutu olarak kalmış. İçindeki tohumlar fazla saçılmamış. Gelişmeye nem bulamamış, patlayıp filizlenememiş, dallanmamış ve meyve verememiş.Üzerine ikinci bir dil ya da resmi dil olarak Bulgarca ve başka bir lisan aşılanmasına gerekli olan filizleri sürememiş. Atalarımızın dediği gibi “Dal olmadan aşı yapılamaz”. Bulgarca aşı çubuğu anadil temeli olmadığından tutmuyor. “Ana dilini iyi bilmeyen, yabancı


166

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ya da ikinci, üçüncü bir dili iyi öğrenirken zorlanır” O da zorlanıyor. Bu gerçek Ali Murat örneğinde de parlıyor. Onun iyi niyeti bu güçlülüğü aşmaya yetmiyor. Gerçek ortadadır. Filibe belediyesinde meclisin Eğitim Komisyonu üyesi Ali Murat Filibe belediye meclisi Eğitim Komisyonu üyesi olan Ali Murat’ın şu dönem canını sıkan ve uykusunu kaçıran bir sorun var. Bulgaristan Eğitim ve Teknoloji Bakanlığından Romların eğitim sorunları uzmanı Kiril Vasilev 2016 - 17 ders yılında Bulgaristan’da okul yaşındaki çocuklardan % 60’ı Çingenedir (Rom) açıklamasında bulunsa da, yetersizlik, yoksulluk, fakirlik ve sefillik yüzünden büyük bir kısmı okula gidemiyor. Çingene azınlığından vatandaşların % 99,9’u AB sefillik standartları altında yaşamak zorunda olduğundan, çocukların büyük bir kısmı devlet yardımı almak için okula yazılıyor, ama derse girmiyor. Şimdiye kadar öğrenci yardımı olarak dağıtılan 140 milyon leva AB eğitim fonlarından geliyordu ve bu paralardan yoksul Bulgar çocuklarına veriliyordu. Bu yıl yeni bir yardım programıyla yeni bir uygulamaya geçilmesi kararlaştırılmış ve bu programa Bulgarların itirazları var. Okula giden, ilk-ortaokulu bitiren, liseye kaydını yaptıran devre ve yıllık ders başarısı İyi - (3,5) olan Çingene (Rom) öğrencilere 30 Euro yani 60 Bulgar leva aylık ek yardım verilmesi koşuluyla Dünya Çingeneler (Romlar) Birliği karşılıksız ödenek sağlamıştır. Bu para dışarıdan ancak başarısı (3,5 - iyi) olan Çingene öğrenciler için gönderilmiştir. Fakat AB’den Çingene öğrencilere gelen paralara el atan Eğitim Bakanlığı şimdi de bu paralardan pay istemekte ve bunları başarısı (çok iyi - 5,5) olan Bulgar öğrencilere de dağıtmak için ısrar etmektedir. Tabii insan düşünüyor. Bulgaristan’da Türkçe dersine giden ve başarılı olan Türk çocuklarına Türkiye’den yardım ve teşvik gönderilse bu paralar da Bulgarlar, Romlar, Ermenilere, Yahudi vb. çocuklar arasında mı paylaşılacak? Bulgaristan’dan Sırbistan’da ki Bulgar öğrencilere gönderilen kitaplar, ders araçları, çantalar, giysiler ve mali yardım yalnız Bulgar öğrencilere veriliyor. Bu defa da dünya uygarlığa biz karanlığa gidiyoruz gibi... Ali Murat bu sorunun çözümünde zorlanıyor. Çünkü şartlara uyulmazsa yardım kesilecek. Bugün Bulgaristan’da ki öğrencilerin % 60’ını veren bu azınlık yarın işçi ve memurların da % 60’nı verince, düşünebiliyor musunuz? Karanlık ne kadar zifiri karanlık olacak? Çünkü bu dünyada en büyük karanlık cahilliktir... Gönderilen lambaların başka odalara takılması, bizim odamızı aydınlatmaz. Ali Murat’ın yeni çelişkisi budur. Şimdiye kadar bizi kendi sofralarına yaklaş-


Makale ve Analizler - 2016

167

tırmayanlar, bugün sizin sofranız bizim de soframızdır, ayrı gayrı yok diyorlar. Gel de anla... Bulgaristan’da 6 Kasım 2016 seçimlerinde Ali Murat ve arkasındaki Yeni Mahalle kitlesi Reformcu Blok (RB) Cumhurbaşkanı adayı, aynı zamanda Hürriyet ve Adalet Partisinin de desteklediği Trayço Traykov’la ilk ve çok büyük bir görüşmeye hazırlanıyorlar. Büyük– 5 katlı bir AVM - ve ikinci katı cami olacağı çok tatlı ve hatta ballandırılarak anlatılan ve hala temeli bile atılmayan, 70 bin Müslüman vatandaşın umutlandıkça umutlandığı meydanda yapılacak miting. Onlar, Traykov’u genç, dürüst ve çok zeki olduğu için sevdiler. Seçilirse vatan için hayırlı olur diyenler aralarında çoğalıyor. Bu seçim önü mitingini Reformcu Blok grubundan belediye danışmanı Ali Murat açacak. Halk onun her sözünü daha söylemeden anlıyor. Onun el kaldırdığı her anı hepinizi kucaklıyorum çığlıklarıyla karşılıyor. Onun konuşmasında Sayın Traykov’a oy istemesine gerek yok. Ali Murat oyunu kime atarsa bütün mahalle aynı sandıkta buluşuyor. Traykov’un yapacağı konuşmada, “Hadi Ali bu defa ben seçileyim, gelecek defa Bulgaristan Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı adayı sen olursun İnşallah!” demesini bekliyorlar. Burada herkes dünya çarkını döndürenin çelişkilerin kavgası olduğunu seziyor. Bu kavgayı bir değirmenin iki taşı arasındaki sürtüşme olarak görsek, taşın birisi kör cahillikten, anadil sıkıntısından, geleneklerinin köreltilmişliğinden diğeri ise ekmekten, kültüre, karanlıktan aydınlığa sefilliğin ve yaklaşan kışın tüm çileleriyle gelen sıkıntılardan aşınmış olduğunu herkes çok iyi biliyor. Çocuk parasıyla aile geçindirme bu insanların bitmeyen çilesi ve eskimeyen hayat destanıdır. Gençlik yıllarımda Filibe İl Müftülüğünde Vakıf Müdürü olarak görev yaptığım için bu kardeşlerimin sorunlarını ve bu sorunların çözülmesini engelleyen çelişkileri çok iyi bilirim. Bulgaristan’da Çingene (Rom) problemi, bir ahıra kapanmış aç susuz hayvanların feryadını andırıyor. Gün gelecek bu varlıklar çiti ve duvarı yıkıp özgürlüklerine kavuşarak geleceklerini kendi ellerine alacaklardır. Bu inancın gelişim motoru her gün büyüyen ve kızışan aynı çelişkilerin mutlaka patlayacağına olan inancın herkesi sarmış olmasıdır.


168

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu kadar kadim bir tarihe sahip olan ve Avrupa Kültür Merkezi ilan edilen bu şehirde çözüm arayan sorunları düşündükçe çıldırmamak elde değil. İnsanlar hangi çelişkileri aşmaya çalışıyorsa gelişmişlikleri o düzeydedir. Bu işin çözümü Ali Murat’ın müstakbel Cumhurbaşkanlığı adaylığında gizlidir.

Ruslar, Vasil Levski’nin Öldürülmesine Büyük Para Ödedi

26.Ekim.2016

Kalem kıran ve Bulgar Milli Davasının önderi olan Vasil Levski’nin dar ağcına çekilmesi kararına imza atan Mahkeme Başkanı Hacı İvanço Hacıveliçkov Pençeviç Rusya’nın Bulgar Prensliği idarecisi Prens Dondukov tarafından Bulgaristan Yüksek Mahkeme üyeliğine atandı. Araştırmacı yazar Gergi Georgiev, Bulgar milli kurtuluş hareketi önderi Vasil Levski’nin Sofya Mhkemesinde ölüm cezasını veren ve asılmasının suçlularından biri olan Hacı İvanço Hacıveliçkov Pençeviç Rusy Çarının Bulgar Prensliği idarecisi Prens Dondukov trafından Bulgaristan Yüksek Yargı Konseyi üyeliğine atanması emrini rşivde buldu buldu ve yayınladı. Bu atama, Levski’nin son yolculuğundan 6 yıl sonra, 8 Mayıs 1879 tarihinde olmuştur. Atama emrinin Prens Dondukov-Korsakov tarafından imzalanması tesadüf eseri değildir. Böylece Rusya, Bulgr hain ve hizmetkârlarına Rus İmparatorluğuna sadık hizmetlerinden dolayı teşekkür ifade etmiştir. O zamanlar Rusya’nın İstanbul Büyükelçisi olan Kont İgnatiev’in sinsi, hain ve ikiyüzlü rolü Bulgar kamuoyundan yıllar yılı gizlenmiş olsa da, artık kimse için bir sır değildir. Yargılama sürecinde, Levski’nin idam kararı verilene kadar, ana rol gören İgnatiev’in kendisidir. Rus Prensin ısrarıyla, Osmanlı İmparatorluğu Devlet Şurası üyesi Hacı İvanço Hacıveliçkov Pençeviç; Bulgar Kilise Okul Encümenlik üyesi Mito Panov Kaymakçiyski; Sofya Belediye Meclisi Üyesi Hacı


Makale ve Analizler - 2016

169

Manuyil (Mano) Stoynov; Sofya Meclis üyesi Petar (Peşo) Todorov mahkeme başkanı, başkan yardımcısı ve üye olarak görev almışlardır. Vasil Levski’ye ölüm cezası veren Sofya Mahkemesinde Türk veya Müslüman yargıç yoktur. Bu tarihsel gerçek yazılı olarak ilk kez G. Georgiev tarafından yayınlandı. Daha sonra bu arşiv belgesinden birçok Bulgar araştırmacı yazar faydalanmıştır. Kont İgnatiev’ın Levski davasın müdahale etmesinin hedefi ortadadır: Bulgaristan mili kurtuluş hareketini başsız bırakmak; Bulgar direniş hreketini Rus imparatorluğunun diplomasisi hedeflerine bağlı kılmak. 1972’de Rus Kilisesi ve Fener Piskoposluğu tarafından Bulgar ulusunun birliğinin sağlanmasını önlemek denemeleri yapılırken Bulgar kilisesine döneklik ithamında bulunan da şahsen Kont İgnatiev’ tir. Dikkati çeken başka bir olay da şudur: Osmanlı zamanında İmparatorluk Devlet Konseyi üyeliğine yükselen Hacı İvanço Hacıveliçkov Pençeviç, Bulgaristan’ın Osmanlı’dan ayrılmasından sonra, yüzsüzlük yaparak Sofya’da Vasil Levski anıtı dikilirken bağışta bulunmuştur. Hacı İvanço Hacıveliçkov Pençeviç’in Prens Dondukov’un özel bir kararla Bulgar Yüksek Mahkemesi üyeliğine atanması, hain Rublacı Rusofillerin, vatn için Moskovacılıktan ve Rus çizmesinden daha korkunç olan hiçbir şey olmadığına inanan Bulgarlar memleketimize karşı 1. Sırdan beri maça yönelik çlışma yürütüldüğüne artık inanmış bulunuyor.


170

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

10 gün sonra yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimleri arifesinde ülkemizdeki temel çatışma da Rusya’ya bağımlılığın yarattığı tehlikeler üzerinde yoğunlaştı. Hacı İvanço Pençeviç’i Bulgar Yüksek Mahkemesi üyeliğine atma emri.

Türk Kul - Köle Olamaz

Şakir Arslantaş-28.Ekim.2016

Başkalarının tarihinde biz kendimizi görebilir miyiz? 15 Temmuz’u süresiz düşünüyorum. “Biz yandık” dememize 5 dakika kalmıştı. İyi ki, uykumuz bölündü ve birlikte uyanarak direndik. “Yenikapı” ruhu beni de sardı. Tüm bunlara karşın kafamda saçma gibi dolaşan bir yel var ve bana şöyle diyor: Bil ki önemli değil kaç kez düştüğün. Önemli olan, kaç yenilgiden sonra Yeniden doğrulabildiğin. Biz dıştan bakıldığında işlerimiz tıkır tıkır giderken, 35 milyon turist ve 3 4 milyon sığınmacı, savaş kaçağı, kimsesiz yoksul ağırlarken ne oldu ve kime ne yaptık da, Cumhurbaşkanımıza, Başbakanımıza, Cumhuriyetimize, demokrasimize, biz anavatan sevdalı göçmenlere hançer çıkarıldı. En iyi ve mutlu günlerimizde kurban edilmek istendik. O gün bu gün gazeteleri takıp ediyor, akşam saatlerini de NTV, Haber Türk ve CNN Türk gibi TV programlarının tartışmalı stüdyo sohbetlerinde hukukçuları, eski ve yeni bakanları, gazeteci ve yazarları dinleyerek geçiriyorum vaktimi ama duyduklarımdan bir türlü tatmin olamıyorum. İlgimi doyurup söndürebilmem için olayın röntgen resmini arıyorum da bulamıyorum. Bulgaristan’a son gidişimde “Soğuk Savaş”ın sona ermesi, “Demir Perde” yenilgisi ya da “Berlin Duvarı”nın yıkılması, sosyalist sistemin çökmesi örnekleriyle anlatılan son dönem olaylarına biraz daha derin bakan kitaplar aldım ve okudum. Artık rafımda üst üsteler. Gözüme iliştiklerinde aklıma ilk gelen çürük bir diş çekilirken kopan ve kanlı yara içinde kalan bir kök parçası oluyor. Ameliyat unutulsa da o zamanla uzaktan komandolu bir sızı cihazı gibi işlemeye baş-


Makale ve Analizler - 2016

171

ladığında tedbir alınmazsa çeneyi götürebilir. Ameliyatların irisi ufağı olmadığından biz “bakarız”, “hallederiz” havasında erteleyici huyumuza yenik düşeriz. Fikirlerimle baş başa kaldığım bu ortamda kitaplarımın dünyasında dolaşırken geçen hafta bir Türk kahvesi molası verdim. Oturdum. Kitaplarımı yeniden açtım. Sizin için şu satırları tercüme ettim: “Amerikan Merkezi Haber Alma Örgütü’nün ilk başkanı Allen Foster Dulles, 1947 yılında “Soğuk Savaş” başlarken, Yahudiliğin esasını oluşturan Tevrat’ın beş kitabı olan ve adına bazen “Yasaların Kitabı” denen “Yaşam”, “Çıkış”, “Levit”, “Rakamlar” ve “İkinci Yasallık” eserlerinde hayat felsefesinin temel yönlerini kullanmak üzere çok ayrıntılı bir şekilde çalışırken şunları söylemiştir: “Biz sosyalist dünyada insanları aldatmak ve aptallaştırmak için Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) ne kadar altın varsa, ABD’nin bütün gücünü heba edeceğiz. Hiçbir kimse fark etmeden insan değerlerini sahteleriyle değiştireceğiz. Nasıl mı? Bu ülkelerde ve Rusya’da bizim gibi düşünenler bulacağız. Boyutları akla fikre sığmayan kadar büyük çürütücü (bozucu) etkinlikte bulunacağız, edebiyatın sosyal özünü söküp alacağız, insanlarda fuhşu, güç kullanmayı, işkence yapmayı, ihanetçiliği yani ahlaksızlığı aşılayan yazarları özendireceğiz. Doğallık ve dürüstlükle zamanını yaşamış vasıflar olarak alay eden eserler gerek. İnsanda var olan saygısızlık, eşeklik, kabalık ve yalancılık, sarhoşluk ve uyuşturucu kullanma, hayvanca tutkuları hareketlendirmek gerek. Biz böylece nesilde nesle toplumu çürüteceğiz, toplum içten kangren olacak ve gençler yaşadıkları düzenden nefret edecekler. Sıradan bir tüketicinin psişiğiyle yaşamayı seçen insanoğlu yaratacağız. Ve biz tüm bunların hepsini “İnsan Haklarını ve Onun Sivil Özgürlüklerini Savunma” şiarı altında yapacağız.” Derin düşünüldüğünde İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra bizde yapılan da bu değil mi? Tamam, bu ABD planı sosyalist ülkelerde ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nde (SSCB) uygulandı ve o toplumlar çöktü dağıldı. Çöktü de ABD gelip Bulgaristan ya da Romanya’da son model bir toplum, örneğin bir Katar mı kurdu. Hayır, çöken çürümeye devam ediyor. Gerçekten dün avlusunda ve bahçesinde yetiştirdiği domates ve salatalığı beğenen ve üretimiyle övünüp geçinen insanlar pazarda aynı büyüklükte ama gön gibi domates ve salatalıklara bayılıyorlar. Çapa saplarını kesip yaktılar. Tohumla, ekmekle, biçmekle uğraşmak istemiyorlar. Eskiden bahçesinde sarıdikene tahammül edemeyenler şimdi eşek dikeni dolmuş tarlalarını gururla seyrediyorlar. Kocaman SSCB içinden çürüdü ve dağıldı. Kötü olan her şeye alışsak, tüm değer yargılarımız değişse, hepimiz onlar gibi düşünsek ne olacak? Dünya durur. Hayat stop eder. Sosyal çelişkile-


172

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

rin, her türden zıddiyetlerin acımasız kavgası olmadan yeni gelen eski olanı yenemezse her şey mahvolur. Gelişmenin, ilerlemenin doğası bu! Bir de tersi var kuşkusuz. Allen Dulles’ın 1947’de çizdiği gizli planlar, kazdığı kurular ve kurduğu tuzaklar. Türkiye açısından baktığımızda, anavatanımız bu iğrenç kurguların dışında tutulmuştur demeye dilim varmıyor 15 Temmuz 2016 gecesinden sonra Allen Dullas’ın dünyayı limon gibi sıkmaya hazırlanırken okuduğu kitaplara bir de ben baktım. Planlar, Tevrat gölgesinde kurulmuşsa, Yahudi işidir tabii. Dulles da Yahudi. Hem de o CIA ahtapot ağını kurarken, kardeşi John Foster Dulles ABD Dışişleri Bakanı’dır. Yani iki kardeş dünyayı hem istihbarat hem de diplomasi ağına sımsıkı örmüşlerdi. İlk sayfalarda dikkatimi celbeden şu oldu. Yahudiler vatan bekleyen bir millettir. Öyle olsa da, aynı zamanda her memleketi yönetmeye talep olan onlardır. Sultan Süleyman zamanında Türk kimliği ve iyiliğiyle tanışırlar. Türkiye’de devlet ve hükümet katlarında oynadıkları rol Soner Yalçın’ın “Beyaz Türkler” kitabına konu olmuştur. Hayata ayak uydurma ve yaşam mücadelesinde 7 defa din değiştirme hakkı olan, babası sorulmaksızın her Yahudi Bayan’dan doğan çocuğun Yahudi kabul edildiği bir hayat anlayışıyla bütün dünyada yaşayan bu milletin zekâsını çözmek oldukça zordur. Bu açıdan bakıldığında bu zihniyetin yeryüzünde en büyük imparatorluğu kuran Türk zekâsını rahata bıraktığını düşünmek yüzde yüz yanlış olur. Bu nedenle 15 Temmuz darbe olaylarına bir de başka bir açıdan bakalım diyorum. Kendi tarihimizden açmamız gereken ilk sayfa ise yüzde yüz 27 Eylül 1961 olmalıdır. O tarihte Türkiye Cumhuriyeti’nin 9. Başbakanı Adnan Menderes asılarak idam edildi. O zaman bizde babamlar, dedemler radyo başında gece boyu Yassı Ada Duruşması’nı dinliyorlardı. Yaşım küçük olsa da, kulağı radyoya dayalı babamın birden bire patlayıp “Bu işin tadı tuzu kaçtı. Ayhan Hanımın donunu soruyorlar!” deyip yerinden fırladığını, hatırlıyorum. Düşünüyorum da o zaman da, Türkiye ağacını yıkmayı deneyen hain kurt içimize yargı sisteminden girmişti. Darbe işini de ruhunu satmış NATO subaylarına yaptırmışlardı. İşin gerekçesiyse bambaşkaydı ve yine John ve Allen Dalles kardeşlere, Washington’a dayanıyordu. Savaş sonrası yılların mali sıkıntılarını biraz silken Adnan Menderes Türkiye’nin atılımlı kalkınma gerçekleştirmesini sanayileşmede ve özellikle de araç gereç makine yapımı gibi ağır sanayi kurulmasında görüyordu. Yıllar geçmiş Atatürk Lenin dostluğu eserleri olan Nazili ve Kayseri iplik dokuma fabrikalarından sonra tarlalarımızda yetişen hammaddelerimizi işlemek için bile ciddi tesisler kurulamamış, dışa bağlılığımız sürekli artmış ve boğucu olmuştu. ABD’ye


Makale ve Analizler - 2016

173

gidip “bize 3 - 4 ağır sanayi tesisi kurmamızda arka dayak olup teknoloji yardımı sağlayabilir misiniz?”, diyen Menderes’in ricası kabul edilmediği gibi aldığı cevap şu olmuştu: “Biz Türkiye’yi bir tarım ülkesi olarak gördük, sanayileşmenizi hiç düşünmedik!” Burnu bükük Ankara’ya dönen Başbakan Menderes’in sanayileşme sevdası yandıkça alevlenmiştir. Bir de Moskova kapısını çalmaya karar verir ve istekleri Nikita Kruşçev tarafından kabul görünce yola hazırlık görürken 27 Mayıs 1960 askeri darbesi olur. Kıyaslamalı düşündüğümüzde, Amerikan çizgisinden çıkıp, Rusya ve Avrupa-Asya çizgisine geçmek ve doğal olarak İslam Dünyası lideri olmak isteyen Türkiye Cumhuriyetine 1970’de ve 1980’de ikinci ve üçüncü ayar çekilir. Bunların hep başarılı yapıla bilmesi Yası Ada’da kalem kıran, cami ve cemaatlerde, ordu, polis ve jandarmada yumurtlayan hain yargıç ve imamların ihaneti sayesinde oldu. Türkiye Rus, Japon teknolojileriyle Atom Elektrik Santralı kuruyorum, Dünyanın en Büyük Uçak Alanı Türkiye’de olacak, Panama Kanalı gibi Trakya Kanalı açıyoruz, Boğazı 3 defa üstten geçtik, 5 defa da denizaltından deliyoruz, İpek Yolunca Turan demiryolu hattına el açınca vb vb ABD ve ortaklarının hayalleri suya düştü. Türkiye Cumhuriyetini taşeron olarak görenler işveren durumunda, Bölgesel çözüm belirleyen güç, Müslüman halkların ana dayanağı, Avrupa Birliği üyesi, BMT Merkezi, Dünya’nın en fazla umut veren borsası olarak görmek istemediler. Akıllarına ilk ve son gelen DARBE oldu. Neymiş efendim FETÖ çözülmüyormuş Çözülmezse gömülür ve olay biter. Fazla düşünmeye gerek yok... Ne var ki, tüm bu gelişmeler Allen Dulles’in “Nesilde nesle toplumu çürütme, toplumu içten kangrenleştirme, gençleri yaşadıkları düzenden nefret ettirme” planında gizlidir. Sovyetler Birliği’nde uzun yıllar uygulandıktan sonra 1989’da başarı çanları çalındı. Orada da Moskova Hükümet Binası “Beyaz Saray” tank ateşine tutuldu, Bulgaristan’da parti binası ateşe verildi, Çauşesku Sarayında öldürüldü. Türkiye’de TBMM binası bombalandı. 260 şehit verdik. 2700 yaralı. Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan ve ailesi öldürülmek istendi. Aradaki fark ne? Adam Rus, Bulgar, Vietnamlı, Afgan, Türk ayırımı yapmıyor. Kafasındaki yeni kıstasın ne olduğunu bilen yok. Aklına eseni öldürtüyor. O hainler için biz çürütülmesi gereken toplumlarız. İçten içe kangrenleşmek zorunda olanlarız. “Ne mutlu bize! Ne güzel Türk’üm deyebilene!” 1960’dan beri 4 defa çökertilmek ve yok edilmek istendik, ama ayakta kaldık. Dimdiğiz! 6 ayda 15 darbe denemesi yapan FETÖ’cuların paça kurtarma çabalarına gülüyorum içimden. Her şey ortada! Türkiye 15 Temmuz gecesi bir daha ayağa kalka-


174

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

mamak üzere yere serilmek ve yok edilmek istendi. Yapamadılar. Yapabilselerdi bizden sağ kalan olacak mıydı? Hayır! Öyleyse alın yazılarına razı olacaklar... Yargılama sürecine gelince. Ben de mühendisim, bilirim. Hiçbir teknoloji devi yeni bulgusunu hemen pazara sürmez. Pazarda olmayan ve bilinmeyen, dış ülkelerde, başka bir devleti yıkmak ve insanı yok etmek amacıyla üretilen şifreli sistemlerin ve bilinmeyen sırların kanunda maddesi yoktur. Hukuk hayatın gerisindedir. TCK’da da Byloock ya da WatsAAp’ın bilmem hangi türünün şu maddenin şu fıkrasına göre cezası vardır yoktur tartışmaları anlamsızdır. Yargılananlar Türkiye devletini yıkmak ve Türk halkını yok etme denemesinden yargılanacak, suçüstü yakalanmışlardır, eli kanlı tutuklanmışlardır. Kadere boyun eğeceklerdir. İnsan hakları katilleri savunma aracı değildir. Sivil haklar katilleri ve darbecileri savunmaz. Böyle bir hukuk yoktur. En büyük insan hakkı Devlete, Vatana ve Adalete sahip olabilmektir. İnsan hakları adına demokratik bir cumhuriyet yıkılamaz, yıkmak isteyenler cezasını çeker. Sivil toplum Devlet, Vatan ve Adalet dışı bir olgu değildir. TBMM’ni bombalayanlar Türkiye sivil toplumunu ve uygarlığını, geçmişini ve geleceğini bombalamıştır. Üzerinde düşünülecek bir şey varsa, onu düğmeye basmazdan önce düşüneceklerdi. Çok geçtir. Hainliğin affı olmaz. Darbecilerin cezası idamdır! Başkalarının yakın tarihinde aynı olayları görüyoruz. Ders almalıyız. Biz hepimiz aynı planın kurbanıyız. En fazla kızdıkları devler Türkiye olduğuna inanıyorum.Türkiye durdurdu “Arap Baharını”. Afrika ve Asya’nın yanmasını! Göz bebekleri olan FETÖ ile Türkiye hesaplaşıyor ve hesaplaşacak. Öteki kınalı kuzuları PKK da kazıyor kuyusunu. Son günü yakındır. Burada göze çarpan en büyük gerçek, imamlar hocalar, cemaatçiler, NATO generallerinden bazıları hain olabilir, ruhu satılmış hain gibi ölmeyi kabul edebilirler. Türk olan Türk asla başka birine kul olamaz! Böyle bir kural yoktur. Bunu son düşman da iyi bilmelidir.Evet: Türk olan Türk başka birine kul-köle olamaz. Arkama baktığımda gördüğüm ilk ve son gerçek budur. Bil ki önemli değil kaç kez düştüğün. Önemli olan, kaç yenilgiden sonra


Makale ve Analizler - 2016

175

Yeniden doğrulabildiğin. Biz doğrulmayı ve Dik durmayı bilen onurlu bir milletiz. Arkadaşlarına paylaşmayı unutma!

Evet, Borisov Hükümeti İkinci Kez Düşüyor

Neriman Eralp Kalyoncuoğlu-28.Ekim.2016

Konu: Söylemek isteyip söyleyemediklerimiz ve yazarak anlatmaya çalıştığımız ama küçümsendikleri için algılanmayanlar, gerçek oluyor. Boyko Borisov’un yönettiği GERB partisinin bir sağ koalisyon olan II. Hükümeti 6 Kasım 2016 gecesi düşecek. 6 Kasım Pazar günü Bulgaristan’da, dış ülkelerde yaşayan Bulgaristan vatandaşlarının yani bizim de katılacağımız 5. Cumhurbaşkanı seçimi ve bir de halk oylaması (referandum) yapılacak. Şimdi ben hepinize, “Haydi kardeşlerim sandık başına!” “Şu ya da bu adayı seçelim de işleri yoluna koyalım, her şey gönlümüzce olsun!” desem yanlış olur. Çünkü artık işitip öğrenmişsinizdir, koskocaman Türkiye’mizde yalnız 35 seçim sandığı açılacak. Her sandıkta 1000 kardeşimiz oy kullanabilse. Toplam 35 bin eder, biz ise elinde Bulgar kimlik kartı ve kırmızı pasaport olan 620 bin Bulgaristanlı Türk seçmeniz. Gerçeği söylemek gerekirse bu seçimde Bulgar iyice korktu. Son 4 Cumhurbaşkanı seçiminde ikinci turda siyasi terazide ayar bozan dirhem hep biz olduğumuzdan dolayı, yanı her 4 cumhurbaşkanının da biz Türk, Pomak ve Çingenelerin oylarıyla seçildiği için oy kullanmamızı engellemek, kısıtlamak, bizi sandık dışından uzak bırakmak için kanun değiştirildi. Ciğerinde bize karşı bozuk (kanserli) olmayan bir tek hücre olmadığını yalnız bize değil tüm dünyaya gösterdi. Evet, tüm bunlara rağmen, yani ellerinde olsa da sandık başına yalnız kendi adamlarını koyabilseler ve oy verecek olan seçmenlerin de yalnız kendilerine yüzde yüz inandıkları kişilerden seçilmiş olmasını sağlamaya çalışsalar da, Boyko Borisov hükümeti 6 Kasım 2016 gecesi düşecek!


176

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

GERB Başkanı ve Başbakan Borisov’un en güvenilir totaliter komünistlerden olan Bayan Tsetska Tsaçevayı 5. Cumhurbaşkanı adayı olarak halka takdim ederken yaptığı konuşmada “6 Kasım’da birinci turda kazanamazsak ben aynı gece istifamı sunuyorum!” dediği ve Taçeva’nın birinci turda en fazla oy alsa bile Cumhurbaşkanı seçilemeyeceği için düşmeyecek bu hükümet. Hatta Borisov en fazla oy aldık diye böbürlenmek isteyecek ama aynı seçim sandığından çıkacak bir ejderha, şişeden çıkan cin gibi onun karşısına dikilip “hadi yolcu yoluna” diyecek bir güç var. Kimdir bu ejderha, kimdir bu cin? Bu cinin insan adı Slavi Trifonov. O bir şarkıcı, sanatçı, orkestra şefi, kabak kafa, yetenekli afacan sanatçılara el uzatan, 2015’te 710 bin imza toplayarak Bulgaristan Cumhuriyetinde sistem değişikliği isteyen 6 sorulu bir halk oylaması (referandum) yapılmasında direnen, sorularından 3’ü Anayasa Mahkemesine takılan fakat 3’ü 6 Kasım 2016 halk oylamasına (referandumuna) ikinci bir zarf şeklinde alınan Büyük Olaydır Borisov kabinesini devirecek olan bu “küçük” taş. Bulgaristan’ın en gözde, en doğru sosyolojik araştırma sonuçları veren Alfa Riçars sosyolojik anket ajansının 21 Ekim - 24 Ekim 2016 günleri arasında ülke çapında bir araştırma gerçekleştirdi. Açıklanan sonuçlarında, seçime % 62 katılım oranında, halk oylamasının üç sorusunun birincisine % 82 oranında “majoriter (çoğulcu) seçim sitemi istiyoruz” demeye hazır oluş ortaya çıktı. Hükümeti 6 Kasım 2016 gecesi istifaya ve “erken seçim” demeye zorlayacak önü alınmaz Kudret işte budur. Çünkü bu meclis ve onun seçtiği II. Borisov hükümeti propersiyonel yani orantılı seçim sistemine göre seçilmiştir ve Bulgar yasalarına uyulduğunda, halk oylamasına katılım % 50’den fazla olduğunda halkın iradesine uyulması kaçınılmaz olmuştur. 10 Kasım 1989’dan beri beklenen Büyük Güne yalnızca bir hafta kaldı. Halkımızın elinde kalemle yapacağı devrimin coşkusunu yaşayacağız. Halk oylamasında elinize verilen zarfın içindeki kâğıda yazılmış üç sorunun birincisinin sol yanındaki kutuyu hafifçe işaretlemeniz, bu milletvekilleri gitsin yerine biz kendi vekillerimizi seçeceğiz; Dilimizi dinimizi, seçme ve seçilme haklarımızı, Anadilde konuşmamızı yasaklayan ve insan haklarımızı 35 sandığa tıkan bu hükümet gitsin yerine biz kendi hükümetimizi seçeceğiz; 3 milyon kardeşimiz vatan terk etti, onların geri dönmesini hepsine iş, yüksek maaş, çocuklarına bedava okul, bedava sağlık hizmeti ve diğer AB ülkelerinde ödenen emekli maaşlarının bize de ödenmesini istiyoruz, anlamını taşıyor. Kim olduğu bilinmeyen bizdeki bir sığınmacıya 1100 (bin yüz leva) geçim


Makale ve Analizler - 2016

177

parası ödeyen Avrupa makamları, emeklilerimizin % 20’sinin 37 yıl çalıştıktan sonra 200 levadan az emeklilik aldığını ne zaman görecek? Yalnız polis, jandarma, gardiyan, sivil sopacı ve saldırgan, keskin nişancı bakmakla, sınıra dikenli tel örgü germekle devlet yönetilemez! Totalitarizmden demokrasiye geçişin Anayasa değişikliği ve seçim yasası başta olmak üzere bir siyasi sistem dönüşümü gerektirdiğini defalarca yazdık çizdik. Hukuksal düzenlemede azınlık topluluklarının özgün hak ve özgürlüklerine özellikle yer verilmelidir. Yeni iktidarda ırkçı milliyetçi, halk ve azınlıklar düşmanı zihniyet yer almamalıdır. Siyasi iktidar zenginler sofrası olmamalıdır. İşte bu değişiklik bu defa kısmetse (şeytanın ayağına basmayalım) silah patlamadan, copla dövülerek ölen gençleri cesetleri sokaklarda, köşe başlarında kalmadan gerçekleşebilme yolu açıldı, imkânı doğdu. Olayları böyle anlatmamın vesilesi var kuşkusuz.Büyük zaferlerin büyük kutlama törenleri olur. Bizim anlayışımıza göre, hiç bir kadına doğum gününden önce doğum günü hediyesi, çiçek demedi verilmez. Sofya’da 29 Ekim 2016 (Cumartesi gecesi) “Boris Parkı”nda, son 26 yılın en büyük miting-konseri düzenlenecek. 6 Kasım Halk Oylaması’nın akıl hocaları (Bulgar dönüşümünün Robespierleri, Dantonları, Maratları vb) ve Bulgaristan’da beklenen tarihsel dönüşümün ebediliği yapacak sanatçı Slavi Trifonov, orkestrası ve Bulgar halkının en sevilen sesler, komünist totalitarizmi uğurlama ve gerçek demokrasiyi hayata çağırma halk buluşmasında kucaklaşacaklar. Konser Bulgar uydu yayınlarında dünyaca izlenecek. 3 milyon 500 bin seçmenin iradesini biçimlendirmeye çalışan Bulgar polisi anakent merkezini sardı. En büyük halk parkını üç kordonla çemberlendi. Gençler, öğrenciler, demokratik yarınlara sevdalılar yolda. Hava bulutlu ve yağışlı olsa biler, balon ve delta planörle konserde olmaya kararlılar. Birçokları 3 gün önceden dün emiş asırlık ağaçların dallarına. Ekmek su torbaları sırtlarında! Davul ve piyano, gitar ve trompet sesleriyle dünyaya “Bulgaristan değişecek” çığlığı atmaya hazırlanıyorlar. Öyle işte halkın ruhu çatırdayınca devrim ateşi ya meydanlarda ya da parklarda ama mutlaka parlıyor. Bunun mutlaka top tüfek atışı olmasına gerek yok. Hayatı durduran kırılan kalemse, hayatı yaşatan ve dönüştürenin de bir kalem olmasından, bir şarkı olmasından daha doğal ne olabilir ki?


178

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Evet, ellerinde olsa ve sandık başına yalnız kendi adamlarını koyabilseler ve oy verecek olan seçmenlerin de yalnız kendilerine yüzde yüz inandıkları kişilerden seçilmiş olmasını sağlamaya çalışsalar da, Borisov hükümeti 6 Kasım 2016 gecesi şarkıyla uğurlanacak! Ve şu iyi bilinmelidir! Küflenmeyen, çürümeyen, paslanmayan totaliter-komünist kütlenin içinden sivrilen ve iki defa Bulgar Başbakan olan Borisov, hiç olmazsa Sofya, Plovdiv ve Varna’da evsiz, yolda kalmış, çöp kutularını karıştırarak yaşamaya çalışan, işsiz ve kimsesiz vatandaşlar için sabah kahvaltı yapacakları, haftada bir duş alabilecekleri bir dernek, bir yerleşke açamadığı için düşmüyor. Memlekette normal nefes alınabilse millet kahvaltısız ve duşsuz yaşamaya da razı. Sofya’nın merkezinde, meclisin 100 metre önünde en iyi korunan “Radisan” otelinin kapısında Bulgaristan Helsinki Komitesi Başkanı Krasimir Kınev dövüldü. Bu en güçlü Avrupa insan hakları örgütünün Bulgaristan temsilcisine uygulanan bir şiddettir. Herkesin kafasında şu soru belirdi: İnsanların kaçırıldığı fidye için parmak, kulak, burun kesildiği yıllar geri mi dönüyor? O zamanlarda totalitarizm çirkefi gömülmek istendiğinde hep kudurmuştu. O dehşet bir daha yaşanır mı? Evet, ellerinde olsa ve sandık başına yalnız kendi adamlarını koyabilseler ve oy verecek olan seçmenlerin de yalnız kendilerine yüzde yüz inandıkları kişilerden seçilmiş olmasını sağlamaya çalışsalar da, Borisov hükümeti 6 Kasım 2016 gecesi şarkıyla uğurlanacak! Oku ve paylaş!

Bulgaristan’da Peçe Yasağı...!

Adnan Pehlivan-29.Ekim.2016

Geçtiğimiz Eylül ayında BG Parlamentosu, kadınların açık alanlarda peçe ve/veya burka takmasını yasaklayan bir karar aldı. Bulgaristan Başmüftüsü Mustafa Hacı, bu karara “peçe yasağı ile ilgili kanun tasarısında asıl hedef başörtüsüdür” diyerek tepki gösterdi. Şimdi farklı tepkilere neden olan bu peçe yasağı kararına Kur’an üzerinden bakalım. İslamiyet’te kadına türban, peçe


Makale ve Analizler - 2016

179

ve çarşaf söz konusu değildir, Kur’an’da yerleri yoktur. Kadına çarşaf, türban ve peçe koşulunu getiren, dayatan yine Kur’an’da yeri olmayan tarikatlardır, tarikat şeyhleridir. Önce, Tarikat nedir ona bakalım. Tarikat sözcüğü, yol anlamına gelen Arapça tarik sözcüğünden türetilmiştir. Tarikat, Allah için bilgi edinme yolu, Allah’a kavuşma yolu olarak tanımlanır. Oysa, İslam dini açısından Allah için bilgi edinmenin ve kavuşmanın tek yolu yalnızca Kur’an ve Peygamberimizin sözleri olan hadislerdir. Fakat, tarikat şeyhleri bu düşünceyi, bu gerçeği kabul etmezler. Ağızları çok ve boş laf yapan şeyhleregöre dinin açık anlamları yanında gizli anlamları da vardır. Dinin gizli anlamlarını ancak kendileri bilirler ve yorumlarlar. Durumu bu gerekçeyle ele aldıklarında Kur’an’daki her ayete, her hadis’e çeşitli yorumlar yaparlar. Sonuçta ayet ve hadislere çeşitli yorumlar yapan, farklı düşünen yüzlerce tarikat ortaya çıkmıştır. Bunun ötesinde, her tarikatın iç kuralları giyimden (kadına çarşaf, peçe, erkeğe potur, takke vs) sakalından, yerde oturma şekline kadar farklıdır. Her tarikat üyesi kadın veya erkek, şeyhlerinin oluşturduğu bu kurallara uymak zorundadır. Tarikatların ilgilendiği tüm konuların başında kadınlar gelir. Diğer konuları cennet, cehennemdir ve kendi koydukları kurallardır. Ülkenin tarım, sanayi, sağlık, çevre sorunlarıyla ilgilenmezler. İslamiyet açık ve anlaşılabilir bir dindir. Kur’an’da açıkça belirtildiği gibi hemen hemen bütün ayetler açık ve anlaşılır olarak indirilmiştir. İşte birkaç örnek: Kamer Suresi; 17. Ayet: “Andolsun biz Kur’an’ı öğüt için kolaylaştırdık”, Hadid Suresi: 9. Ayet: “Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için kuluna apaçık ayetler indiren O’dur”. Hacc Suresi: 16. Ayet: “İşte biz onu (Kur’an’ı) böylece, apaçık ayetler olarak indirdik...”. Diğer taraftan Kur’an’da gizli anlamlar olduğunu ileri süren şeyhler yalan söylemektedir. Çünkü, Kur’an’da gaybı yani gizli olanı yalnızca Allah’ın bildiği yazılıdır. Bu konudaki birçok ayetten ikisi: Yunus Suresi; 20. Ayet: “Gaybı bilmek ancak Allah’a mahsustur”. Neml Suresi; 65. Ayet: “(De ki: Göklerde ve yerde gaybı Allah’tan başka bilen yoktur”. Çarşaf konusu: Gericilerin bir kesimi çarşafın Ahzap suresi 59. ayetinde geçen cilbab olduğunu öne sürerler.Yalandır. Cilbab, dış elbisedir ama çarşafla ilgisi yoktur. İki parça değil, tek parça gömlektir ve kadınlar kullanabildiği gibi erkekler de kullanır. Erkeklerin kullandığına dair hadisler de vardır. Araplarda ne İslam öncesinde ne de İslam’ın ilk dönemlerinde çarşaf giyildiğine dair hiçbir bilgi, kayıt yoktur. Dolayısıyla çarşafın İslam’a çok sonra girdiği açıktır. 1870’lerde çarşafın yaygınlaşması üzerine, Sultan 2. Abdülhamit tarafından İslam’da yeri olmadığı gerekçesiyle 1892’de yasaklanmıştır. Kadın-


180

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ların başını örtmesi: Ne yazık ki, Kur’an’ı Türkçeye tercüme edenlerin içinde hem yanlış çevirenler, hem de yanlış yorumlayanlar var. Bu nedenle 1424 yılında, Muhammed bin Hamza’nın Kur’an’ın ilk Türkçe çevirisine bakalım: Yorumsuz ve kelime kelime yapılan bir çeviri: “Nur Suresi; 31. Ayet: Söyle erkek inananlara: Gözlerini (harama bakmaktan) sakınsınlar ve cinsel organlarını saklasınlar; bu onlar için daha temiz davranıştır. Ve söyle inanan kadınlara: Gözlerini (harama bakmaktan) sakınsınlar ve saklasınlar cinsel organlarını. Ve göstermesinler ziynetlerini (süslerini). Ve yakaları üzerine bıraksınlar başörtülerini.” Görüldüğü gibi Muhammed bin Hamza’nın çevirisinde “baş örtmek” diye bir şey yok. Saçlarınızı saklayın, göstermeyin denmiyor. Ama çeviride cinsel organın adını yazmış. Çünkü Arapça Kuran’da da “Saklasınlar cinsel organlarını (furujlarını)” yazıyor. Göğüslerin, memelerin gösterilmemesi isteniyor, başörtüsü bunları örtecek şekilde salınsın deniliyor. Şimdiki kadınların cinsel organlarını, göğüslerini saklamak için başörtüsüne gerek olmadan giysileri yetmez mi? Ayette yer alan başörtüsü (hımar) Arap yarımadası kavimlerinin binlerce yıldır çöl güneşine ve rüzgârların savurduğu kumlara karşı korunmak için başlarına taktıkları geleneksel örtü. Kuran, bu örtülerin uçlarının göğüsleri örtecek şekilde salınmasını söylüyor. Anadolu’da ve Balkanlarda 21.yüzyılda normal hava koşullarında başörtüsü kullanmanın da gereği yoktur. İslamiyet’te çarşafın, baş örtmenin dahi yeri yok iken peçenin yeri olabilir mi? Kadınların peçe takması da tarikat şeyhlerinin uydurmasıdır. Üstelik, Tevrat’ta peçe fahişe giysisi olarak anlatılır. Çarşaf ve peçe; kadınlara yani annelerimize, teyzelerimize, kız kardeşlerimize, kızlarımıza hakarettir, saygısızlıktır. Sonuç olarak şunları söyleyebiliriz: tarikatlar da, ortaya attıkları kurallar da sapmadır, sapkınlıktır. Şeyhlerin kulları, köleleri olmayalım. Allah’ın verdiği aklımızla Kur’an’ın açık ayetlerine bakalım. Kaynaklar: 1) Muhammed bin Hamza - Kur’an Tercümesi - Kültür Bakanlığı - 1978 2) Fitne yuvası tarikatlar - Özdemir İnce


Makale ve Analizler - 2016

181

Kükürt Zehri Gibi Boğucu

BG-SAM-30.Ekim.2016

Fitneye odun taşıyanlar şu an biraz durdu. Bulgaristan’da uzun zamandan beri gece mitingi yapılmamıştı. İlk kez Sofya’da 1990’da “demokrasi” ilan edilirken 1 milyon 200 bin kişi “Kartal Köprü” de toplanmıştı. Şimdi aynı yerde tarihsel bir gece mitingi düzenlendi. “Haklarımızı genişletelim” sloganı ile stadyumlara 70 binden fazla insan toplayabilen, insan hakları ve demokrasi avaresi Slavi Trifonov’un hayranları ve takipçileri bu defa yüz binden fazlaydı. Sl. Trifonov, Türk televizyonundaki Mehmet Erbil, Beyaz vb gibi bir gösteri adamı, iyi bir sanatçı, besteci ve orkestra şefidir. Son yıllarda Bulgaristan’ı dış dünyada temsil eden, Çocuk Evrovizyon ikincisi olan, Şumnulu Hasan ve İbrahim piyanist ikizlerimizi ve solist Krisi’yi bile o elinden tutmuştu. Elektronik iletişim ortamında miting-konser bütün Bulgaristan vatandaşları tarafından izlendi. Miting organizasyon komitesi, (20 Ekim2016) Cumartesi saat 19’dan (21 Ekim 2016) Pazar sabahı saat 8’e kadar sürecek Bulgaristan tarihinde daha önce yaşanmamış en görkemli gece miting-konserini eleştirenler ve engellemeye çalışanları “kükürt zehri” ilan etti. Bundan 20 yıl önce toplumumuza çöken ve git gide daha da koyulaşan bu zehirli sisin artık dayanılmaz olduğunu belirtirken, demokratik kamuoyu 6 Kasım 2016’da Cumhurbaşkanı seçimleriyle birlikte yapılacak halk oylaması - refarandumun Cumhurbaşkanı seçiminden daha önemli olduğunu duyurdu. Köy ve kasabalarda 10 bin görüşme, toplantı, gösteri yapılsa, seçmeni kandırmak ve aklını çelmek için 10 bin köfte - bira sofrası kurulsa ve hane başı 100’er leva dağıtılsa da, hiç birinin ve hepsinin toplamının önem ve değeri bu miting - konserin % 0,0001’i kadar olamaz. İzninizle, bütün bir halkı boğan şu “kükürt zehri” içeriğini bir örnekle açmak istiyorum. Stara Zagora’nın “Vetren” köyündeyiz. Köy Çingenelerin de yaşadığı bir Bulgar köyü. 23 yaşındaki Çingene gelin Katya Atanasova Angelova (Bulgarcası düzgün değil) 23 yaşında! Eğitim ve okul görmemiş. “Demokrasi” koşullarında dünyaya gelmiş, yetişmiş 5 çocuk annesi: Yanka 6, Katya 5, Atanas 4, Viyoleta 3 ve ikinci Atanas da 2 yaşında, evini, köyünü, memleketini bırakıp gidenlerin penceresinde cam, kapısında mangal olmayan bir boyasız sıvasız eski evinde barınıyorlar. Çocukların doğum kâğıdı ve adres kaydı olmadığı için sağlık yardımı alamıyorlar. Annenin geliri çocuk paraları! Babası dayana-


182

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

mamış ve gönüllü olarak yerin dibine batmış. Köylüler, 6 kişilik bu Çingene ailesini köyden kovmak için birleşmişler. Böyle binlerce örnek var. Bizim toplumu boğan “kükürt zehri” işte bu. Devleti soyanların yoksulları insan yerine koymaması, sefillik dünyasının biçare köşelerinden en karanlığına en dip kattaki bataklığa itmesidir. Sofya gece miting-konseri referandum, sistem değişikliği, insan hakları ve adalet için çağırıldı ve düzenlendi. Bu referandum saraydakileri saraydan atmak için yapılıyor. BULTÜRK ve BG-SAM yönetimi olarak tutum ve konumumuz açık ve kesindir. Bu referanduma - halk oylamasına katılacağız ve kâğıda 3 işaret koyacağız. Biz 620 bin seçmeniz, üçer işaretle dağları deviririz. Bulgaristan’da demokrasi, insan hakları, daha geniş özgürlük ve adalet uğruna mücadele bizim öz mücadelemizdir. Bu defa bütün Bulgaristan demokratlarıyla aynı saflarda buluştuk. 1980’lerde başlatan Türklerin hatta 2016’da daha sert yasal engellemelere başvurularak, doğrudan doğruya seçme ve seçilme, oy kullanma, seçim günü anadilde konuşma gibi medeniyet dışı yasaklar uygulanmasına tam desteği Halk Oylamasının taşıdığı büyük öneme gizlidir. Toplumun demokratikleşmesini engellemeye çalışanlar halk oylamasına katılmanın bir mücadele ve bilinçlenme yolu olduğunu bildiklerinden engelleyici önlemleri sökmedi. Yıllardan beri seçme ve seçilme hakkı kısıtlanan, HÖH - DPS parti seçim listelerinde ilk sıralarda gösterilen hiç birimizin tanımadığı eski komünistler, “DS” - gizli polis ajanlarını bizim adımıza, güya bizi temsil etmek için meclise doldu. 6 Kasım 2016 bu sahte gidişe son verme günüdür. Meclis çalışmalarıyla demokratikleşme kapılanın açılmasını engelleyen onlar oldu. Şimdi aynı kişiler bizim adı üstünde halk oylamasına katılmamıza yasaklı tuzaklar kurdular. Seçim günü Memlekette gerginlik tırmanıyor. İşçi sınıfının üçte biri olan, ayda 200 Euro gibi çerez parası asgari ücretle çalıştırılan, bizim kendilerine “çalışan yoksullar” dediğimiz 487 bin işçiye “Kartal Köprü” gece mitingine giderlerse içten uzaklaştırma ihtarı aldı. Bulgaristan’ın en geniş anayolu olan Sofya - Plovdiv yolunu kesenler, yarın devletin bütün damarlarını keser tehlikesi üstün geldi. Bu mitingin öncelikle ülkede şiddetlenen baskılara, adaletsizliğe ve referandumun 6 sorusundan üçünün halk oylamasına sunulmasını engelleyen Anayasa Mahkemesi’ne karşı düzenlenmesiyle doğrudan doğruya siyasi nitelik kazanmasını doğurdu.


Makale ve Analizler - 2016

183

Bu hareketlenmenin devinim gücü Bulgaristan işçi, lise ve öğrenci gençliğidir. Halk oylamasına sunulmasına yasak getirilen sorunlardan biri olan “Sofya Meclisinde milletvekili bileşim sayısının 240’tan 120’yen indirilmesidir” ki, bu değişiklik oligarşi, mafya ve ipleri dıştan çekilen milletvekillerinin meclisten süpürülmesi, kaliteli yeni bir halk meclisi kurulması toplanacağı anlamına gelir. Halk seçme özgürlüğünde birleşti. Siyasi partilere devlet yardımı yapılmasına son verilmesinde direnenler ülkemizdeki parazit, hazır oncu, asalak sınıfın çöpe atılmasını istiyor. Bugün iktidarda bulunan, 1989’da sözde gömülen totaliter-komünist düzen ve onun köpekliğini yapan gizli polisin, ülkemize çöreklenen sermayenin bundan böyle milli çıkarlara ve halkın isteklerine ters var olmasına tehlike doğmuştur. Bizi Avrupa’nın geliri en düşük, geçimi en zor, açlık ve parasızlıktan çocukları okula gidemeyenler ordusu en kalabalık, yolları en kötü 5 ülkesi arasına başa mıhlayan sömürücü-talancı-dalavereci zihniyet gece karanlıyla birlikte çöken ve artık çeyrek asır kalkmayan kükürt sisle birlikte gidecektir. Bu açıdan bakıldığında genel halk oylaması, bizi yoksulluğun en dip tortusu eden fitneye odun taşıyanları durduracak ve hepsine fatura kesecek güleri hayata çağırıyor. “Kuku - Bent” müzik topluluğu tarafından örgütlenen dev “referanduma katıl!” konserde halkın yurtsever ruhu uyanacak, en coşkun eserler çalınarak, en sevilen şarkılar söylenerek ve katılan tüm sanatçılar birkaç cümle konuşma yaparak herkesi halk oylamasına katılmaya, düzeni değiştirmeye, herkesi boğan kükürt zehrini ve yıllarca yatan gece karanlığını kaldırmaya çağırdılar ve tam destek aldılar. *** Bulgaristan’daki Cumhurbaşkanı seçim kampanyası Yağlı Güreşe dönüştü. Kispetin çıkarılması veya yırtılması bu güreşte en kötü yenilgidir. BSP ile GERB partileri birbirine girdi. Seçime bir hafta kala son tutuşmada, Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) başkanı Bayan K. Ninova, GERB lideri başbakan Boyko Borisov’un sırtını 2 defa yere getirdi. Birinci saldırı Bulgaristanlı Türklerin ekmek teknesi olan tütün üretimini yöneten ve tütün ticareti yapan, sigara fabrikalarının tekeli BULGARTABAC Holding’in satış hikâyesini gün ışığına çıkardı. Milli ihanetin ardında HÖH milletvekili Delyan Peervski ile fahri lider Ahmet Doğan olduğu görüldü. Bu dale-


184

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

vereler dönerken bu holdingte Bulgaristan Müslümanları adına HÖH’lü - Hasan Ali, DOST Genel Başkanı Lütfü Mestanın kayınpederi olduğunu da unutmayalım. Son zamanda, bakanlık yıllarındaki dolaplar üstüne konuşmadan uzak kalan, fakat her konuda bilirkişi geçinen eski Tarım Bakanı Mehmet Dikme de olayların özünden biri olarak, bazı ek açıklamalarda bulunmak insanlarımızı aydınlatmak zorundadır. Çünkü halkı partiden, partiyi devletten koparan, Bulgaristan Türklerini devletten söken ve siyasi olarak parçalayan bu olaylardır. Gelişmeler Bulgaristan’ı satanların ve insanlarımızı sefillik çizgisi altında pes edenlerin resimlerini duvara yapıştırma zamanının geldiğine işaret ediyor. “BULGARTABAC Holdingin görücüye çıkarıldığı ilk dönem 2007’ye rastlar. Dünya tütün ve tütün ürünleri üretiminde çok önemli bir yer alan ve pazara sürüldüğünde şirket kasasında 600 milyon US Dolar bulunan BULGARTABAC Holding, 100 milyon US Dolara satılmak istenmiştir. Bu olayla ilgili DOST Genel Başkanı Lütfü Mestan’ın özlü açıklama yapması halkımız tarafından sabırsızlıkla bekleniyor. Çünkü o yıllarda HÖH Meclis grup başkanı olarak BSP’ye yakındı ve Delyan Peevski tuzaklarını bilmeme şansı yoktur. O zaman BSP başkanı ve Başbakan Sergey Stanışev hükümetinde Ekonomi Bakanı Yardımcısı görevinde bulunan şimdiki BSP lideri K. Ninova şirketin satış antlaşmasını ve ilgili belgeleri imzalamayı reddeden kişidir. O bu kesin tavrıyla BULGARTABAC hesaplarından 500 milyon US Dolar çalınmasını önlemeyi başarandır. Bu hareketiyle o, büyük bir soygunu önlemiştir. O zaman Ninova işten atılmış ve mafya güçleri tarafından ezilmiştir. Fakat BULGARTABAC 2009’da kurulan I. Borisov hükümetince aynı fiyat üzerinden ve aynı şartlarla satılmıştı. İşte bu noktada, Ninova rüşvetçilik ve Bulgaristan’ı soyma konusunda Borisov ile Peevski’yi aynı takım ortaklığında gösterdi. Unutulmamalı 1984’te Bulgaristan 280 bin ton basma tütün üretmişti. Bankalardaki sıcak paranın üçte biri Türklerin hesaplarındaydı. HÖH partisinin ayak oyunları halkımızın ekmek teknesini kırdı. Bizim siyasi tutumumuzun çap taşı halkımıza olan yaklaşımdır. 10 - 15 kişinin çalıp kapmadan zengin olması bizim kesin ve net tutumumuzu değiştirmez. Bulgaristan’da zengin sayılan ve 2 bin 500 leva 1.250 Euro maaş alanlar 93 bin kişidir. Ahmet Doğan ve Delyan Peevski gibi iri hırsızların sayısı ise 78’dir. Biz onları halkımızın % 99,2’si ile değiştiremeyiz. Referandum bu durumu değiştirmek için yapılıyor. Bu birinci örnekte sırtı yere gelen Başbakan Borisov ikinci yenilgi de yaşadı.


Makale ve Analizler - 2016

185

Bu gelişme, Kanada ile Avrupa Birliği arasında imzalanan ve Bulgaristan’ın da taraf olduğu CETA - serbest ticaret sözleşmesinde yaşandı. Başbakan, Kanada’yı vizesiz ziyaret karşılığı Bulgaristan ekonomisi ve ticaretini ateşe atmakla suçlandı. Anlaşma Bulgaristan egemenliğinin özel çok milletleri şirketlerin eline teslim edilmesini öngörüyor. Dev özel şirketlerin istedikleri zaman Bulgaristan’ı özel arbitraj mahkemesine verebilme, ülkemizin su kaynaklarını yabancı özel tekellere 100 yıllığına imtiyazlı verme yolunu açıyor. Böylece Borisov, Kanada’ya vizesiz ziyaret kılığı olarak, Bulgaristan’ın egemenliğini satmış oldu. Öte yandan Kanada şirketleri kendi geni ile oynanmış mallarını katma değer vergisi ve gümrük - fon ödemeden ülkemize sürme imkanı elde ederken, olay kamuoyunda sert tepkilere neden oldu. Hükümetin Bulgaristan’ın milli çıkarlarını savunmadığı görüşü ülkeyi sardı. Toplam tutarı 1 milyar 256 milyon Euro olan ve ilk ödemesi yılsonuna kadar yapılacak, Cenevre’de kaybettiğimiz “Belene” 2 AES reaktör davası Moskova ile bokslaşmamızın ilk raundunda birinci nokalt oldu. Yere serildik, iyice semelindik ama 20 yaşındaki bu santralın çöplüğünü belki birisi satın alır da bizim de yüzümüzü güldürür umuduyla henüz ayakta olan Borisov hükümeti, bu tesisin inşaatının durdurulmasını isteyen halk oylaması sonuçlarına rağmen, yapılan 3 milyar 500 milyon leva ek ödeme için eski hükümetleri sorumlu tutmaya göstermeye çalışıyor. Şu da unutulmamalıdır ki, halkı soymak, devlet bütçesini özel ceplere akıtmak için tasarlanan ve toplam adetleri büyük olan bu büyük projeler Bulgar ekonomisini stop ettirmiştir. Bir kömür yüzyılı olan 19. yüzyıl’da sanayileşemeyen, petrol yüzyılı olan 20. yüzyıl’da modernleşemeyen Bulgaristan’ın “Güney Akım”ı da gömdüğüne göre 21. yüzyıl’da Avrupa başkentlerinde doğal gaz sohbetlerinde kahve içerken geçireceğe benziyor. Tüm bu büyük hayal ürünü projelerinin ardında Hak ve Özgürlükler Hareketi (DPS) yönetimi ve ekibinin de bulunması 6 Kasım 2016 seçimleri ve sistem değişikliği öngören halk oylaması arifesinde herkesi düşündürmüştür. Futbol sahasında half (orta alan oyuncusu) gibi hem savunma hem hücum, hem sağ hem de sol kanatla birlikte olmak iyi, ama karşılaşma sonunda paslar değil goller sayılıyor. Son 26 yılda bizim bütün karşılaşmaları kaybettiğimiz ortadadır. Böyle bir durumda ligden düşmek, iktidardan silkinmek, sistem değişikliği olacak ve eski oyuncular yeni takımda asla yer alamayacaktır. Yani memleketitimiz, boğan kükürt sisi 6 Kasım 2016 referandum sonuçlarıyla kalkıp gitmek zorunda kalacaktır. HÖH - DPS Başkanı M. Karadayı’nın oylarınızı naftalin kokan Pl. Oreşarskiye verin çağrısı yapmasına başka bir anlam veremeyiz. Bu arada Sorum-


186

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

luluk, Özgürlük ve Tolerans için Demokratlar partisi DOST’un da bu işlerin yenilgiler hesabını iyi tutmakla, yenilgileri müze raflarında istiflemekle ve yenilgi müzemize gelenler mikrop kapmasınlar diye ellerine kolonya dökmekle ya da eski ganimetler önünde her ziyaretçi ile resim çektirmekle, hoş beş etmekle düzelmeyeceğini iyi bilmek gerekir. Çünkü HÖH’ten çıkan DOST ekibine eski yenilgilerden hesap sorulacaktır. Üstüne üstelik bugün yaptıkları hesapların hepsinin “pazara uymayan evdeki hesaplar” niteliğinde olduğu göz önündedir. Büyük Elçilerle veya sadece önde gelen kişilerle boy resmi çektirmek insanlara yakışır amma siyasetçilerin parti başkanlarını görevi Halkla Birlikte Poz Vermektir. Bunuda 25 yılda öğrenemediniz ise diyecek bir lafımız yok. Halkımız artık gösterişe doydu. Geçen yüzyılın Bulgaristan’ı, ağzından dalga dalga kükürt dumanı, derinliklerindense kulakları sağır eden güçlü inilti gelen bir korkulu in andırıyordu. O yılların yaralarını Türkiye ile devlet sınırının kuzeyinde Sakar Balkan ile Koca Balkan arasına serpilmiş ve bugün ancak 60 ile 90 yaş arasında köylülerin yaşadığı köy kenarındaki kırık dökük yapılı eski kışlalarda, mühimmat depolarında ve tank sığınaklarında görüyoruz. Gençliklerinde 3 bin tankla ve “SS-20” ve “SS-22” füzeleriyle İstanbul’a dalmayı hayal eden şu bastonlu yaşlılar, eski kışlaların sığınmacı yerleşkesi olacağını işitince protesto gösterilerine kalkıştılar. Bu köylü nümayişlerinin gücü cin peri kovalayan, mıksa bozan şarlatanlardan farklı sayılmaz. Şu dünyada ne geçmişin, ne bugünün ne de geleceğin tapusu var. İnsanın gücü ancak duman ateşi yakıp sis kaldırmaya yeter. Bu topraklar Trakyalılara, Romalılara kalmamış sığınmacılara da kalmaz. Bizim kükürt sis içinde genze yapışan düşmanlık zehri var. Bu zehir Yambol, Burgaz, Sliven illerine iyice çökmüş. Kükürt sisinin kaldırılmasında komşu Türkiye Cumhuriyeti’nin bize büyük yardımları olacağına inanıyorum. Yani 100 adet son model “F 35” uçağı alıyormuş, onlar uçtukça yalnız Bulgaristan’da değil Kara Deniz sahasında ve tüm Balkanlardan kükürt sisinin tamamen kalkacağına inanıyorum. Sofya yolları tıkanınca fitneye odun taşıyanların, milli menfaatlerimizi pazara çıkaranların, Türklerde, Müslümanlarda ve Türkiye’de yalnız düşman görenlerin yolu artık kesildi. Herkes 6 Kasım 2016 akşamını bekliyor. Oy kullanamayanlar imza toplayıp Cumhurbaşkanına, Sofya meclisine, Anayasa Mahkemesine halk oylamasına biz de BULTÜRK olarak katılmak istiyoruz, sistemin kökten değişmesini


Makale ve Analizler - 2016

187

Bulgaristan’ı komünist kalıntılardan artık biz de temizlenmesini istiyoruz mektupları göndermeye hazırlıklar başladı. Evet, hesaplaşma günü geldi. En büyük yalancının mumu dahi ancak yassıya kadar yanar. Değişim konseri başladı... Lütfen paylaş!

Yoksa Kendimize İkinci Bir Cumhurbaşkanı mı Seçelim?

Rafet Ulutürk-31.Ekim.2016

Konu: Seçim Haftasında Düşündüklerim. Biz neden Türkiye’deyiz? Bulgaristan’dan kovulduk da ondan? Bizi kovan kimdi? Totalite r -Komünist Bulgar Todor Jivkov iktidarı. Neden kovulduk? Türk olduğumuz için. Evet, biz Türk olduğumuz için, Müslüman Pomaklarla Müslüman Çingeneler ise orada kaldılar. Ne istemiştik? İnsan haklarımızı, Türk olarak yaşamayı, barış, demokrasi, adalet, serbestlik, eşit vatandaş olabilmek ve öz güvendi istediğimiz, çocuklarımıza isim verebilmemiz, onlara kulaklarına isimlerini ezan sesi ile okumak, kendi ninnilerimizi söyleyip ve masallarımızı anlatarak büyütmekti. Onları birer namuslu dürüst Müslüman-Türk olarak eğitmemiz, bizden biri olarak var olmalarını sağlamamız, okul ve camilerimizin açılması, bizden de hainlerin dışında adam gibi adam yetişmesi idi gönlümüzde olan. Ne oldu? İsteklerimizin hepsiyle birlikte Vatanımızı da kaybettik.


188

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Ogün bugün güç kuvvet bulup geri dönemedik, gidip evimize giremedik, tarlalarımızı işleyemedik, ormanlarımızı kesemedik, çayırlarımızı biçemedik. Öksüz kaldı mezarlıklarımız, bir Fatiha okuyamadık. 26 yıl oldu büyük bir savaştır kıyasıya devam eden, ne durdu ne de duracağa benziyor. Bu mücadele 10 Kasım 1989 ’da sözde iktidardan çekilen, Komünist Partisi MK Politik Büro ve Devlet Başkanı kapısından çıkan ama bütün adamlarını içeride bırakan Todor Jivkov baskı ve terör rejimine karşı verdiğimiz ve devam eden bir direniştir. Kendileri devlet katlarından çıkmadıkları gibi arkadan gelen yeni kuşağı da yönetime yerleştirdiler aynı devlet düzeni içine ve bizden aldıkları vergilerle, tarlalarımıza, alın terimize, nefes aldığımız havaya ve içtiğimiz suya el koyarak, besliyorlar birbirlerini ve ne pahasına olursa olsun iktidarın yağlı sofrasından kalkıp gitmek istemiyorlar. Evet, 6 Kasım 2016 ’da yani bu Pazar yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ana amaç, komünist kalıntıların, mirasçı, hain, ajan, rüşvetçi, dolandırıcı sürüsünün ve aralarından palazlanan ve oligarşi, holding, tekel, mafya, mason olan hırsızlar tayfasını bir daha geri dönmemek üzere devletten uzaklaştırmak ve cehennemin dibine göndermektir. Ne var ki hepimizin gördüğü üzere bunu yapabilmek ne yazık ki henüz mümkün değildir. Çünkü Cumhurbaşkanına heveslenmiş 21 adaydan her biri ötekinin elinden su içmiş, yeminli komünist sürüsünün yetiştirdiği uşaklardan oluşurken, komünist partisine girme yolu bulamayanlar sa azılı ırkçı milliyetçi Türk ve İslam düşmanlığı yapmakta yarışnlardan oluşmaktadır. Hangisi seçilirse seçilsin hiç biri bizim isteklerimize cevap veremez. Hatta kendisini, bir imamın oğlu ve Müslüman aday olarak gösterilen Kemal ... Birçok defa “bizde yapılan seçimler seçim mi, yoksa seçim oyunu mu?” diye soruyorum kendi kendime? Sanki bir şeyleri tersine yapıyoruz. Hani o “Herkes Hanya’ya biz Konya’ya” sözünde dendiği gibi. Bütün Doğu ve Güney Doğu Avrupa demokratikleşiyor, Bulgaristan’da ise demokratik olmayanı sözde demokrasi kılıfına uydurma gayreti sahneleniyor. Seçim kürsüsünde herkes “demokrasi”, “demokratik Bulgaristan”, “hepsinin arasında en demokratik olan benim”, “demokratların arasında da en büyük benim” diyenler hava sertleşince meydanlardan kaçtılar amma şimdi eski sinema salonlarını inletiyorlar. Bulgar diline Latinceden sızan “demokrat ve demokrasi” sözleri bizde ilk günden beri çarpık sahneledi ve bir türlü de düzelmedi.


Makale ve Analizler - 2016

189

Örneğin ülkede partili bir kişinin demokrat olamayacağı fikri yayılmaya başladı. Bu tartışmaya katılan GERB partisi Cumhurbaşkanı adayı Bayan Tsetska Tsaçeva’nın eski Komünist Partisinin önde gelen isimlerindendi. Komünist Partisindeki ismi Tsetska Dangovska idi. Şimdi de, soy adını değiştirmiş, polis, jandarma emeklisi, aileleri ve çevrelerinin partisinden aday gösterilmesine neden oldu. Bayan Tsaçeva hukukçu olarak tanıtılıyor, ama taşrada ancak hukuk danışmanlığı yaptığı, kazanılmış davası olmadığı, Sofya hukuk çevrelerinde saygın olmadığı söylenmiyor. Kendi konuşmalarında da bugün Bulgaristan hapishanelerinde 60 bin kişi yatıyor, bunların büyük kısmı cinayet suçlusudur, Cumhurbaşkanı seçilirsem af tan söz dahi edilmiyor. Son 26 yılda Bulgaristan’da 160 milyar leva tutarında devlet taşınmazı, malı mülkü özelleştirilirken paralar hırsızların, dalaverecilerin ve dolandırıcıların kasalarına aktı, devlet hazinesine yalnızca 3 milyar leva döndü. Bu durumda bu haydutların kulaklarından tutup cezalandırılması için hiç bir şey yapılamıyor. AB yasalarının arkasına gizleniliyor. Bu bakıma önce bizim kendi ahırımızı temizlememiz gerekmez mi? Uluslararası sermaye egemenliği bunu yapmamıza engel oluyor deniyor. Kesin olarak inanmanızı istiyorum. Şimdiki Bulgaristan - AB anlaşması Bulgaristan çıkarlarına ters düşen bir anlaşmadır. Dün Kanada ile imzalanan CETA anlaşması da Bulgaristan’ı köle ülke edecek niteliktedir. Bu gelişmeler içinde ters gidişata kör kalan HÖH - DPS’ye kesin tavır koyan Türkiye devletinin Bulgaristan Türkleri konusunda, yeni bir oyuna kapı aralandığını görebildiğine inanmaya başladım. DOST partisinin de NATO ve AB siyaseti ardında ipleri çeken başka birileri olduğunu düşünmeye başladım. Ayrıca DOST üçlüsü seçim propagandasını Türkiye’de Türkiyelilere anlatmaya devam ediyorlar, benim bildiğim seçimler Bulgaristan’da ve Bulgaristan vatandaşları oy kullanacak. Bunlar herhalde yanlış anlamış olmaları gerekir ki, gittiği, konuştuğu yerlerde Bulgaristan vatandaşı yok. Bu üçlüye birileri yolu gösterse iyi olacaktır, bu konuda Kasım devreye girmelidir. Gelen gideni aratırmışçasına bunlar Kasim DAL’ı bile aratmaya başladılar. Nedir bu Türkiye gibi bir ülkeye gelip NATO’culuk? Bunları sorup soruşturan yok mu? Yoksa Türkiye’deki soydaşlarımızın gözlerine kül mü serpiliyor? Çünkü onlar uyanmadan Bulgaristan’daki kardeşlerimizin uyanması zaman alabilir!


190

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

GERB adayının anlattıklarına bakılırsa, sanki o komünist bataklığın içinde yüzen bir yeşil ördekmiş ve “ben ıslanmadım ki” diyor. Olur mu böyle tepegözlük? Islananlar, suyu çıkarılanlar, terleyenler hep başkaları olmuş. Ya kardeşim ıslanmadığınızı anladık da, sen orada kurbağa yavrucukları, Çingene balıkları ve sazan balığı yavrucuklarıyla beslenmedin mi, sivrisinek avlamadın mı? “Vak Vak” dedikçe gölün kirli suyunu gaganda süzüp içmedin mi? Yumurtalarını sazlık içine yumurtlamadın mı? Zamanlar değişti ve Cumhurbaşkanı adaylarımız sanki komünist düzenin, o teröristler partisi ve tarihin en dehşetli baskı ve zulüm rejiminin en küçük ve zerre kadar önemi olmayan bir kırıntılarıymış, sanki zulüm bataklığında süs için oradaymış, sanki oralardan tesadüfen geçen biriymiş, ne bir şey duymuş ne de bir şeyler işitmişler. Ne güzel değil mi?! “Ben bir hukukçuyum” diyen Tsaçeva, “Bulgaristan bir hukuk devleti değildir” diyemiyor. Yasalar mafyanın, dolandırıcıların, oligarşinin ve baskı güçlerinin hakkını savunuyor diyemiyor. İşte Cumartesi gecesi, Bulgaristan’ın dört bir yanından toplananlar Sofya’da “Kartal Köprüde” akşam saat 19’dan sabah saat 8’e kadar ayakta “Daha Fazla Hak İstiyoruz” mitinginde buluştu. Demokratlar, kamuoyu temsilcileri, sanatçı, şair ve yazarlar, gençler oradaydı. Hükumet karar aldı ve hiç bir basın, hiçbir radyo ve TV programı ulusal olayı yansıtmadı. Oysa bir meydanda 120 bin kişi toplayacak başka hiçbir siyasi güç yok ülkede. Halkla dalga geçiyorlar, oyun oynuyorlar. Amma asıl oyunu halk 2.turda oynayacağına benziyor, hadi hayırlısı. Bir hukuk devletinde medya yasaklanamaz! Hele hele seçim önü...


Makale ve Analizler - 2016

GERB Seçimleri Kaybediyor

191

31.Ekim.2016

GERB Seçimi Kaybediyor Bulgaristan’da iktidar partisi olan GERB 6 Kasım 2016 Cumhurbaşkanı seçimlerini son tahminlere göre kesin kaybediyor. Daha önceki anketlerinde başarılı olan “Market Linc” sosyolojik araştırma ajansı 24 - 30 Ekim 2016 günlerinde ülke çapında yaptığı temsili anket sonuçlarını resmen açıkladı ve memleketteki siyasi havayı güçlü etkiledi. 23 adayın katıldığı Cumhurbaşkanı seçiminde birinci turda GERB partisi adayı Tsetska Tsaçeva % 19,4 ile oyların % 18,1’i alan General Radev’ten önde giderken, ikinci turda % 1,3’lük bu fark, ikinci turda tamamen erirken % 5,7 olarak Sosyalist parti adayı General Rumen Radev lehine dönüyor. İkinci turda Radev oyların % 30,7’sini, Tsaçeva ise ancak % 25’ini alıyor ve GERB Cumhurbaşkanlığı koltuğunu serbest bırakmak zorunda kalıyor. Bu tahminlere göre, yalnız 5 yıllık bir dönemden sonra Boyko Borisov’un yönettiği en büyük siyasi parti Cumhurbaşkanlığından çekilmek zorunda kalacaktır. Bu seçimlerin birinci turunda Hak ve Özgürlükler Partisi (DPS) tarafından desteklenecek olan eski başbakan Plamen Oreşarski’nin oyların ancak % 2,2’sini alacağı sonucu hayal kırıcı olmuştur. Seçime giderken milliyetçiliği ve ırkçılığı iyice körükleyen ve sığınmacılara karşı izlenen öteleme siyaseti için AB fonlarından 160 milyon Euro alan VMRO ve sözüm ona “Yurtsever Cephe” adayı Krasimir Karakaçanov % 8,5’le liste üçüncüsü olabilmiştir. Yenilgiye uğrayan adayı destekleyen Lütfü Mestan’ın DOST partisi de, Bulgaristan koşullarında kendi başına siyaset yürütebilecek durumda olmadığını, Türkiye’de yapılan propaganda gezilerinin de sonuç vermediğini, göçmenlerin toy siyasetçilerin elinden su bir daha istemediğini bu anket sonuçlarında da kanıtlamıştır. Bu seçimin tahmini sonuçları, Bulgaristan’da hükümet istifasına ve yürütme güçlerinde değişikliğe işaret ettiği gibi, 2017 baharında erken seçimi de haber veriyor. Hiçbir partiye oy vermek istemeyen seçmen oranı % 10,5 olan Bulgaristan’da 6 Kasım 2016’da yapılacak halk oylamasına seçmenlerin % 62’si katılmak ister-


192

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ken, katılanlardan % 82’si seçim sisteminin değişmesine irade ifade etmeye kararlı olduklarını önceden açıklamıştır. General Radev, seçimi kazandığında köklü bir adalet reformuna kapı açacağını şimdiden açıkladı. Birinci turda alamayan GERB partisi ikinci turda daha az oy alacağı açıkça ortadadır. Bunu siyaset sahnesinde olan herkes açıkça görmektedir. Bilgilendirmeye devam edeceğiz.

Cankurtaran Sal

Osman Bülbül-31.Ekim.2016

Konu: İnsan olmayan yerde büyük halk, ülke ve devlet olmaz! “Memlekette insan kalmamış!” cümlesini, 6 Kasım 2016 seçimleriyle ilgili ülkeyi dolaşan ve “Balgariya” radyo yayınında izlenim anlatan Bulgar gazetecilerden işittim. Türkiye’de yaşayan bizler doğup büyüdüğümüz yerlere gittiğimizde boş evlere, yürümekten aşınmamış, hatta dikenlik olmuş yollara rastladığımızda bir tuhaf oluyoruz. Yıllardan beri gerçekleri konuşmaktan uzak durmaya çalışan Bulgar iletişim araçları artık gözüne batan çöplerden sakınmıyor. İyilik olduğu kadar kötülükler de birleştirir insanları. Şu dönem böyle bir süreç içindeyiz. Dağ yollarında taş kurnalı çeşmelerimizin şırıltısında eski zamanların nameleri, suyunda sanki bizleri beklerken havzasında biriktirdiği gözyaşlarının sıcaklığı var. Başımı çevirip geri baktığımda, dedemin şu lafları gelir hep aklıma: “Ateşte kızarmış demirin üzerine inen ilk tokmağın ağırlığı kadar adamdır adam.” derdi rahmetli ve şöyle devam ederdi: “Ya ilk vuruşta çıkar canın ya da asla yenilmezsin!” Şu yenilip yenilmeme, ise sevme ve sevmeme gibi bir şey! İnsan severse mesafelerin ve yılların hiçbir önemi yoktur. Çocukluğumda beni de bir defa “Soğuk Pınar” barajında kayıkla gezdirmişlerdi. O berraklığı, derinlik ve parlaklığı, sürü halinde dolaşan balıkların oynayışını, kıyı yamaçlarda yer yer sık gürgenlik, kimi yerde taş beller çıplak ama


Makale ve Analizler - 2016

193

üzerinde yavrusunu suya indirmiş ceylanın mağrur bakışı... Çit Kaya, Avul Kaya ve Söğütlünün Arda’ya dolduğu yerdeki sıra taşların belindeki delikler ve son yolculuğunda Tanrıya daha yakın olsunlar diye naşın o kimsenin erişemeyeceği yükseklere çıkarılması ve üzerinin en güzel dağ çiçekleriyle örtülüşünü anlatan efsaneler... Dümene oturmuş babam bile hayrandı suyun kürek melodisine... O günler geride kalsa da, Soğuk Pınar suları yıllar sonra bir başka şirin olmuş ve hepimizi çok çok özlemiş... “Soğuk Pınar” barajı Doğu Rodoplu insanımızın betona alın teri kattığımız ilk büyük tesislerimizden biridir. Burada paylaşmak istediğim Soğuk Pınar’da 1950’lerde başlayan edebiyat kavgamızdır. Geçen hafta sonu Kırcaali’de yapılan, aşağıda açıklayacağım belirli sebepler yüzünden pek fazla ilgi görmeyen ve yansıtılmayan 3. kültür ve edebiyatçılar buluşması hüzünlü izlenimler bıraktı. 60 - 70 yıl önce yaşanan, bölünmelere neden olan büyük yaratıcı kavgalarıyla damgalanıp kızışmış, beyinlere kazınmış, nice kalem kırmış, hücre duvarında nice tırnak izi bıraktırmış ateşli bir doğuş ve var oluşun başladığı yerdir Soğuk Pınar. Bugün Kırcaali’ye taşınan yaratıcı buluşmaları o zamanların devamıdır. Şunu unutmayalım. Partili edebiyat olmaz. Yaratıcının da partisi olmaz. Edebiyat bir yaz yağmuru değildir. Ne de parti toplantılarında edebiyat yaratılır. Partili birinin edebiyat ve sanat anlayışı hiçbir yaratıcıya kılavuz olamaz. Bir kişinin içinde olmayan bir şey sonradan aramakla bulunamaz, idesel aşı yapmakla ya da baskı uygulamakla yazar şair yaratılamaz. Yaratıcılık bir insanda ya vardır ya da yoktur. “Soğuk Pınar” da alevlenen kavgalar, Bulgaristan Türk kimliği mi yaratalım, yoksa Türk Müslüman kimliğimizi Bulgar ateist kimliğine yamayalım mı kavgasıydı. Bu kavga, Bulgaristan Türk edebiyatını ve Bulgaristan Türkleri Yeni Edebiyatını da dipten tepeye baştan sona etkilemiştir ve etkilemeye devam ediyor. 70 yıla yakın direnleşen bir süreçtir bu. Bulgarca şiir, hikaye, roman yazmaya zorlanan yaratıcılarımız başlarının üzerindeki o ağır ve ezici balyozun bilincindeydiler. 1990’dan sonra büyük bir patlama yaşandığını kimse inkâr edemez. 50 yıl her dalına acı vişne aşısı yapılmış şair ve yazarlarımızın birden bire her çatalına allı-ballı, beyaz kırmızı adalı kiraz yüklenmesini beklemek yanlış olurdu. Şairler yol gösteren olduklarından onlara meşale olmak zordur. Hele o kadar çekiden sonra, bugün. Edebiyat yaratıcılığımızın ikiye bölündüğü, birçoklarının kıyıda kaldığı, baraj sularını yüzüp ilerleyemediği, ilerleyenlerin de sürekli yeni bir yol aradığı ama bulabilmelerinin engellendiği, içeri düştükleri, eserlerinin toplatıldığı, yakıldığı, yasaklandığı, su aynasına baktıkça köklerine dönmek isteseler de yalpaladıkları, duraksadıkları yıllardı o yıllar.. Geçen asrın 100 yılında 100 yaratıcı yetiştiren ve


194

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

kendi öz edebiyat ve sanatını yaratan Bulgaristan Türklüğü, 3. Kırcaali buluşmasında yeni bir krize kapı çaldığına tanık olduk. Edebiyatla, sanatla yatıp kalkanlar bilir. Türkiye’de çıkan bütün edebiyat eserleri Bulgar diline tercüme edilip basılsa ve parasız dağıtılsa, Bulgaristan Türkleri Yeni Edebiyatına katkısı olmaz. Aynı cümleyi Amerikan edebiyatı için yineleyebiliriz. Edebiyat aynı bahçede aynı zamanda açmış çiçeklerin kendi arasında tozlaşması, renk ve koku birleşimidir.Bizim çayır çiçeklerine gübre atılsa ve yağmurlama yapılsa büyüyeceklerini, daha boylu olacaklarını başka bir bahçıvandan öğrenebiliriz, fakat onların kokusunu ve rengini bozmaya hakkımız yoktur. Todor Jivkov döneminde bu denendi, renk ve koku olarak yok edilmemiz denendi. Biz ancak bizim çayırdan koparılan birkaç çiçeğin Bulgar demetinde derlenmesine evet edik ve özgün kimliğimizi koruyabildik. Ahmet Doğancıların çok yakın geçmişimize kadar Jivkov çizgisinde kalması, Bulgaristan Türkleri Edebiyat ateşini söndürme, “kim Türk kültürü isterse, haydi Türkiye’ye” demesi tüm aydınlarımızın, hiç istisnasız HÖH edebiyat ve sanat çizgisinden ayrılıp uzaklaşmasına neden olmuştur. Bu unutmamalıdır. Aydın dediğin yalnız eleştirmeyi bilir tezi yanlıştır. Aydınlarımız öncelikle ve her şeyden evvel yaratıcıdırlar. Unutulmamalı bizim maddi ve manevi hayat arasında çok uzun bir mesafe, derin bir hendek vardır. Bu uçurumu başka birinin baskısı, etkisi veya yardımıyla aşıverenler ve kendini bir anda karşı yakada bulanlar genelde acelecilik ya da zamansızlık yanılgıları yapar ve yaşar. Son gelişmeler bende 17 Aralık 2015 olaylarını, Höhten kopanların yeni bir parti kurmasını ve Burgas Deliorman ve Doğu Rodop yöresinden bazı önemli edebiyatçı, şair, yazar ve yaratıcıları etki altına aldıklarından dolayı ve şiddetli baskı uygulayarak Edebiyat Dünyamızı ikiye parçalamada kısa sürede ilk adımları attıklarını gösterdi. Çok acı olan bu gerçek birçok kişiyi düşündürdü. Yaratıcılarımızdan büyük bir kısmının DOST yasaklayıcı bariyerini aşarak Kırcaali’ye gelmeyişi ne pahasına olursa olsun ve mutlaka düzeltilmesi gereken bir büyük yanlıştır. Biz Bulgaristanlı Türklerin en büyük edinimlerinden birisi edebiyatı ve özgün kendi kültürü olan bir halk topluluğu sahibi olmamızdır. Bir insan topluluğunun kendine ben bir azınlık topluluğuyum deyebilmesi için önce kendi halk yaratıcılığı, sanatı, edebiyatı yapılanmasını dünyaya gösterebilmesi gerekir. Ki biz bu düzeye ulaşabildik. Kimimiz Müslümanlıkta sivrilmiş kalemiyle, kimimiz ateist divitiyle yazsak da kağıt üzerindeki satırlar hep birbirini tamamladı. Bulgaristan Türk maneviyatından çizgiler ve taşlar oluşturdu. Hepimizi gururlandırdı. Başka bir halkın ve milletin edebiyatı ve sanatıyla Bulgaristan Türk azınlık topluluğu olabilmemizin imkânsızlığını yaşadık. Yanılgımız olmadı mı? Oldu.


Makale ve Analizler - 2016

195

Daha önce hiç parçalanmadık mı? Parçalandık. Hatta son parçalanmamız 1990 göçüyle oldu. Kalanlar aralarında kriz yaşandı. Bulgarca öğretmeni olma ayrıcalığı, Bulgarcasıyla böbürlenenler “Hak ve Özgürlükler Gazetesi”nin Yazı İşleri Müdürü görevine atandı. Biz hiçbir kimseye hiçbir kötülük yapmamışken başımıza sürekli çuval ve sepet geçirilmesi unutulamaz. Bunlar aramıza nifak sokanların bilinçli hareketleriydi, bu da unutamayız! Yukarda sevenler arasında mesafe yoktur. Mesafeler sevgiyi azaltamaz, demek istemiştim. Bizim edebiyatımız da gece karanlığında, hapishane hücrelerinde, “Belene” ölüm kampında, sürgünde, gurbet yıllarında, işkence odalarında doğmadı mı? Türk geçmişimiz her yerde bizimle birlikte yaşamadı mı?! İşte bunun için değerlidir bizim öz edebiyatımız. O olmasaydı bir Bulgarlaşma hendeğine çoktan haldır hurdur kaydırılmıştık. Kimimizin başı, kimimizin gözü patlamış, kimimizin de eli kolu alçıda “Geçmiş olsunla!” geçecekti ömrümüzün kalan günleri. Ama biz Türk olarak ayaktayız. Bunun anlamını ve önemini anlayamayanlar, ne davamızda bir er ne de koynumuzda yar olabilir. Neden değerlidir bizim edebiyatımız. Cevabı tektir. Daha ilk adımlarını atan yaratıcılarımızın kafasına öyle bir balyoz inmiştir ki, sağ kalan ölümsüzleşme yolunu kendisi seçmiştir. Fakat yaratıcıların üzerine HÖH’lü-DOST’lu baskısı yapılması, kusura bakmayın ama en ağır suçtur. Çünkü HÖH de DOST da bu gidişle çok yakında kendi mezarını kendisi kazacaktır. Bulgaristan Türk Edebiyatı HÖH ve DOST’tan önce vardı, Bulgaristan Türk kimliğini yaratandır ve yaşamaya devam edecektir. 1989’da ayaklananların torunları yeni gidişe göz yumamaz. Gençlerimizin arasında “Bulgaristanlı Türkler, Türk sürüsünden ayrılmaz” ruhu pekişiyor. Ve bunları düşünürken aklıma bir fıkra damladı hemen: Lütfü Mestan HÖH partisi kurucularından biri değildi. Bu partinin kurulmasından önceki çekileri yaşamadığı, gen olarak, ide olarak, duygusallık olarak, halktan elektriklenme olarak, davranış olarak, yardımlaşma olarak devralmadığından dolayı yeni partisi de çocuk hastalıklarını birer ikişer İnşallah en ağır şekilde geçirmez de, yaşamak zorundadır. İlk çağda atlatılacak hiçbir hastalık yoktur. Çocukluk yıllarında yaşanmamışsa yaşlanınca insanı yere serer bunlar. Bir yaşam kuralıdır, genel geçerlidir. Mestan, siyasi hayatına Bulgar Demokratik Güçler Birliğinde Başlamıştır. HÖH Genel Başkanlığına atanması, ardından bu görevden atılması, Bulgaristan Türklerinin iradesiyle olmamıştır. Bu bakıma DOS olayı Bulgaristan Türk Müslüman kamuoyunda bir “korkulu rüyadır.” Bu olay geliştikçe Mesnevi’nin “Birbirini anlamayan 4 adam” öyküsünü çağrıştırıyor.


196

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İbret derslerimizi hatırladıkça aklıma gelen ve sizinle paylaşmak istediğim şudur: Adamın biri, psikologa gitmeliyim, diye düşünmüş. Ama korkuyormuş, ya hasta değilsem. Bu benim normal halimse! diye. Olay budur!. Herkesin bir doktora görünmesi gerekmez mi? Geç kalmayalım lütfen! Bir de bu yeni partinin iki başlı hareket ettiği gibi bir izlenim var kamuoyunda. Zamanın üçte ikisini Türkiye’de geçirenlere anlatmak istediğim şöyle bir dede yadigârım var: Cankurtaran Sal Vaktin birinde bir adam varmış. Günlerden bir gün yola çıkmış. İnişli çıkışlı vadilerce dere tepe düz gitmiş. Bir gün bir orman denizini geçerken derin bir ırmak onun yolunu kesmiş. Yosunlu bir taşa oturup, buradan öteye nasıl giderim diye düşünmeye dalmış. Kulağına gelen kuş kurt, yırtıcı sesleri ve yılan hışırtısı sanki artıyormuş. Nehir üzerinde köprü, kıyıda da bir kayık olmadığından, bir sal yapmaya karar vermiş. Topladığı dallardan çattığı salla sulara açılmış, elleriyle kürek çekerek zar zor son güçle karşı yakaya yapışmış. Karaya bastığında kurulanırken salı ne yapayım diye düşünmeye koyulmuş. “Bu sal cankurtaran işi gördü. Olmasaydı huzur sahiline ayak basamayacak, emellerimi gerçekleştiremeyecektim. Onu suda ya da kıyıda bırakamam. Beraberimde alayım.” kararı vermiş. Salı sırtlamış, ağırlığı altında iki büklüm, yavaş yavaş ilerlerken bir aksalla rastlamış: Sen bu kadar ağır, yaş salı ne diye taşıyorsun sırtında oğulum?, diye sormuş oturduğu yerden ihtiyar ve “Bizim buralarda ırmak ve gölet yoktur, gerek duymazsın, bırak kalsın!” demiş. “O benim hayatımı kurtardı. O olmasaydı ırmağı geçip buralara kadar gelemeyecektim. Bırakamam!” demiş. “İzin ver de sana bir öğütte bulunayım”, diyerek devam etmiş oturan yaşlı:


Makale ve Analizler - 2016

197

Hayatın belirli bir aşamasında insanın yoluna devam edebilmesi için, ona yardım eden olur. Uzatılan o ele tutunmak o an için tek kurtuluş yoludur. Bizi tehlikelerle dolu sahilden alıp, yeni imkânlar sunan yeni sahile taşıyan, hayatımızın yeni bir aşamasını başlatan uzatılan o eldir. Fakat o el, o an, o tehlikeli durum için cankurtaran olsa bile, onu ömür boyu beraberinde taşıma gereği diye bir şey yoktur. Teşekkür edip o zamanın iyiliklerinden minnettar ayrılabiliriz. Önemli olan eski bağlantılardan kurtularak, gideceğimiz yolca daha hafif ve hızlı yürüyebilmemizdir.” Bu güzel öyküde cankurtaransal Türkiye Cumhuriyetidir. HÖH partisi bu salın değerini bilemedi ve kırıp attı. Şimdi bakıyoruz onu taşımak için 3 DOST Başkan Yardımcısı geceyi gündüze katıyor. Şunu özellikle eklemek istiyorum. Soğuk Pınarda kurbağa vaklamaz. Bu yüzden sürülerle balıktan söz ettim. Edebiyatımız o soğuk sularda halkımızın gönül sıcaklığında hayat bulmuş ve ebediyen parlama sınavını en ağır balyozların altında verebilmiştir. Gerektiğinde yeniden verir. Fakat son yıllarda alabildiğine yeşerdiği bir dönemde parçalanmak istenmesi, hem de siyasi hesap ve kurgularla af edilebilir bir olay değildir, sineye çekilemez. Önemle burguluyor! Kimse kimseyi korkutmuyor. Hele FETÖ okullarından çıkmış imamların buna gücü asla yetmez. Siz kendiniz günahkâr olduğunuzdan dolayı, yaratıcılarımız huzurunuza çıkıp günah aklamaz. Tövbe de etmez! Ne var ki, çocuk hastalıklarını geçirmemiş bir partinin zaman sınırını aşmış ebedi değerlerimiz üzerinde söz sahibi olmaya, baskı uygulamaya kalkışması, siperden açılacak yaylım ateşine asla ve asla dayanamaz. Bu son olsun! Sizi ne NATO ülkeleri Sofya Büyükelçileri, ne de Büyükelçilikler kurtarabilir. Çektirdiğiniz hatıralık fotoğraflardan başka elinizde hiçbir şey kalmayabilir. Zaten memlekette insan da kalmamış... Önerimiz şudur: Bizim barajların suları içmekle bitmez, bırakın hayatı yaşasın bildiği gibi. Biz, yaratıcılar olduğumuzdan büyük olmak istemiyoruz. Siz ise, asla ve asla ve hiçbir zaman olduğumuzdan büyük yapamazsınız, gölgemizde kalsanız yeter... Okuduğunuz ve paylaştığınız için teşekkür ederiz.


198

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Kasım Ayı Yazıları Siyaset Bir Günde Değişebilir

Rafet Ulutürk-01.Kasım.2016

Hangi siyasi çizgi doğrudur? Sosyalizm zamanında Bulgaristan’da “partinin çizgisi ne kadar eğiri olursa olsun, ona koşut (paralel) olan her çizgi doğrudur” anlayışı vardı. Partiyle omuz omuza gidenlerin işledikleri suçlardan hiç biri soruşturulmadı. Sorumluluk aranan ve yargılanman da olmadığı için doğru sanılan siyasi çizginin iri böğrü yanları bir türlü düzlenemedi. İki aydan beri süregelen ve artık final çizgisine yaklaşan Bulgaristan Cumhurbaşkanı seçim kampanyasında önce her kafadan bir ses çıkar gibi olsa da, sonra duvar üstüne çıkıp öten horozlar sırası olmaya başladılar. Horozun işi insanları uyandırmaktır. Uyanan halk bildiğini yapar. Zeki bir kişiyi aptallaştırmak ne kadar zorsa, uyanık bir halkı körleştirmek de o kadar zordur. Horozlarsa öterken hep aynı yöne bakar. Öyle ama sağda solda uyuyakalmışlar da aynı sese uyanırlar. Kampanya’ya siyasi partilerin ve ruhunda siyaset olanların hepsi şu ya da bu ölçüde katıldı. Salon konuşmalarından, TV tartışmalarından, tüm propaganda yayınlarından memleketimizin bin bir parçaya bölünmüş paramparça hali hepimizin görebileceğimiz bir şekilde siyaset harmanına serildi. Siyaset harmanı pamuğun atıldığı yerdir. Bütün elyaflar yeni bir dokuda buluşmak üzere birbirinden ayrılır ve yeniden birleşip kaynaşmayı bekler. Harmandan tozdan çöpten başka hiçbir şey atılmaz. Siyasetten de öyledir. Hiçbir aday bir siyaset ilmeğinin kaçmasına, seçimde bir oyun kaybolmasına razı olmaz. Cumhurbaşkanlığı seçiminin özelliği tek şişle örülen bir oyaya benzemesidir. Sonunda tüm işler seçilen adayın boynuna kalır Tek şişli örgüde de ileri geri, sol sağ, yan arka takıntılar vardır. Bu yüzden Doğuyu (Türkiye), Kuzey’i (Rusya) ve Batıyı (ABD ve NATO) olarak görmemize kimse şaşırmasın. Çünkü doğal duruşumuz budur. Batıya bakanlar 2004’ten beri NATO’yu ve 2007’den beri Avrupa Birliği’ni (AB) görür.


Makale ve Analizler - 2016

199

Bu örgütlere üye olduğumuzdan dolayı yeni vizyonumuz normal karşılanırken, bir de aynı bakış açısının ufkunda Kuzey Atlantik Paktı NATO’nun en güçlü ve en eski iki üyesi olan Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Türkiye Cumhuriyeti’ni (TC) görmemiz, onlara karşı daha saygın olmamızı doğal olarak gerektirmelidir. Ne var ki insanoğlunun ardında bıraktığını hep kendinden zannettiğinden olacak, onun umut ve beklentileri hep ileridedir. Bulgaristan’ın siyaset çizgisini izlerden bu tümce Türkiye’ye olan yaklaşım için hep geçerlidir. Olmuş olan eleştirilir ve sanki hep tatmin edici değildir, gelecek ise bir bekleyiştir. Arka ilmeğe bağlanış ise örgüyü kamburlu yaptığından ikide bir atlanır. Adayların konuşmalarında Bulgaristan’ın NATO içinde ulusal güvenliğinin teminatı olan ABD ve Türkiye’ye daha dostane bir söylemle, işbirliğine açık bir tutumla yaklaşması çok olumlu karşılayabilirdi. Bu yaklaşımı bekleyenler, ABD’nin Bulgaristan topraklarında birkaç askeri üssü, kullandığı modernleştirilmiş uçak alanları, talim merkezleri olduğu herkesçe bilir. Türkiye ise 600 binlik bir NATO ordusu, çağdaş kara, deniz ve hava güçleriyle çok geniş bir coğrafyayı etki altında bulundururken, bölgesel barış ve güvenliğin teminatı oldu. Bekleyiş ve gerçek böyle iken, seçim örgüsünde dantel olan Türkiye-Bulgaristan devlet sınırına çekilen tel örgü ve sınır boyuna yığılıp konuşlanan Batı Avrupa ülkelerinden askerler, bu kampanyayı en gürültülü yapmayı başaran milliyetçi, ırkçı siyasetçilerin ateşine odun attı. Umudu yaşatan geçmiştir. Birinci ve İkinci Dünya Savaşları arifesinde ve esnasında Bulgaristan’a hep tepeden tırnağa silahlı Alman askerleri yığılmış, her defasında Bulgarlarla birlikte kâh Makedonya’ya kâh Yunanistan’a girmişler ve burunları kırılınca kaçıp gelmişlerdi. Son yıllarda sığınmacı selinde bulanık suda avlanır gibi avlanan Bulgar milliyetçiler iyice palazlandı ve tok kurt gibi ulumaları macera heveslilerini bizim sınır boyuna dizdi. Uluslararası terörizmle mücadelede, özellikle Yakın Doğu’da en güçlü kalkan olan Türkiye, savaş kaçağı, sığınmacı çocuk, kadın, yaşlı 3 - 4 milyon kişiye ev sahipliği yaparak ve DEAŞ, PKK ve PYD gibi ana terörist güçlerle yıllardır sert ve kararlı silahlı mücadele verdi. Dost ile düşmanı gün ışığına çekti. Düşman her zaman insanın yanındadır, diyenler haklıdır. Özellikle de 15 Temmuz 2016 Fetö darbe denemesini ezen Türkiye halkı kimin kaç para ettiğini yakından görebildi. Kararlı tutumuyla anti terörist direnişlere ilham, güç ve ruh verdi. Bulgar seçmene siyaset anlatanlar olayların bu yüzüne ışık tutmazken, en tartışılan konulardan biri, Türkiye’de sıkışınca Bulgar’a dolan ve tutuklandıklarında apar topar iade edilen ve kamuoyunda iyi


200

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

komşuluk ifadesi olarak değerlendirilen olaylar, bizdeki milliyetçilerce “insan hakları”, “uluslararası adalet”, “hani mahkeme kararı” kantarına bindirilmeye çalışıldı. Terazinin öteki küfesindeki 260 şehit ve Yakın ve Orta Doğu’nun en büyük devletini yıkma denemesi ise görmezlikten gelinince, yakışmadı. Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği, BULTÜRK yönetimi ve BG-SAM bu kararlı davada her zaman halktan, gerçeklerden, Türk halkının birlik ve beraberliğinden, tüm Türklerin ortak vatanı olan Türkiye Cumhuriyetinin güçlenmesinden, Türkiye devletinden, halk irademizin tecellisi olan Cumhuriyetimizden, demokrasiden, hukukun üstünlüğünden ve eşit adaletten yana tutum almıştır. Bu aydınlatan atılımlarımızda Türkiye devletinin ve kamu yaşamının Fetöcülerden silkinmesi, demokrasi ve adalet ilkelerine dayalı hayatın yeniden üstün gelmesi ortak davamız oldu. 15 Temmuz’dan beri her konuda kesin görüşümüzü, pozisyonumuzu defalarca açıklarken, halkımızın kafasını karıştırmaya çalışanlara cephe aldık. Burada yeri gelmişken yalnız derneğimizin bir konumu, yayın merkezimiz BG-SAM’ın bir tavrı olarak değil, anavatanımızdaki soydaşlarımızın ortak algılayışı olarak ele alındı. Anavatanımıza çöreklenmiş ve ipleri dışarıdan çekilen Fetö düşmanının Cumhuriyet tarihimizin en büyük edinimi olan Mustafa Kemal Atatürk’ün sürekli modernleşme ve dünya medeniyetlerini arkada bırakma (Muasır medeniyetler seviyesinin üstüne çıkmak) siyasetini durdurup baltalama ve bu yolda kanatlanmış Türk ruhunu yok etme olduğunu doğru bir şekilde kavramış olmasıdır. Türkiye’de Cumhuriyetin modernleşme siyasetine karşı olmak, Türkiye’ye düşman olmaktan başka bir şey değildir ve olamaz. Bu siyasetin menzilinde olan Büyük Türkiye’nin etki alanına giren Bulgaristan’da yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimleri böyle bir etkileşim içinde geçiyor. Üzerinde en fazla durulan konu ekonomik göç ve sığınmacı selinin Bulgaristan’ı baştanbaşa basması oldu. Hele son dönemde şiddetlenen teröristlerle Allepo ve Musul çarpışmaları seyrinde yeni ve daha kalabalık bir savaş kaçağı selinin Bulgaristan üzerinden Avrupa seferine çıkma ihtimali seçmeni daha da endişelendirmeye alet edildi. Olayın somut sosyal boyutlarında Harmanlı Sığınmacı kampı “Yol verin Almanya’ya gidelim” diye başkaldırdı. Yambol, Sliven Haskovo illerinde eski askeri kışlaların sığınmacı kampına dönüştürülmesine karşı yerli halk sokağa çıktı. Sofya’da bazı sığınmacı merkezlerinin boşaltılması karara bağlandı. Fakat AB parasıyla Türkiye sınırına dikenli çit gerenler, hiçbir konuşmada silah tekellerine “Yakın Doğuya silah sevkiyatını durdurun!” demediler, diyemediler.


Makale ve Analizler - 2016

201

Halkın % 40’ı sosyal yoksulluk çizgisinin altında yaşayan ve yalnız özürlü sayıları 960 bin olan ve emekli gelirleri de Arnavutluk, Sırbistan ve Makedonya’nın yoksulluk çizgisinin bile altında olan Bulgaristan, bazı durumları halka anlatmada zorlanmaya başladı. Sıradan seçmen yoksullukla mücadelede kalkanın adalet olduğuna inandı. Seçim toplantılarında “adalet, adalet reformu, eşit adalet” gibi konularda açıklamalar istediler. AB ülkelerinin kenarında az gelirli olmakla eski kıtanın merkezinde asgari gelirli olma arasında dağlar kadar fark olduğu ortaya kondu. Bulgaristan’dan göç edip Almanya’ya yerleşen çocuklu ailelere verilen sosyal yardımlar 1300 Euro’dan (2 bin 600 leva) başlarken, Bulgaristan’da asgari emekli maaşı alanlar, tüm emekli maaşı alanların % 20’sini oluştururken, aylık gelirleri kentlerde 200 leva (100 Euro) sınırındadır. Böyle bir sosyal ortamda, günlük yaşamı işsizlerin sorunları belirlerken, göçmen, sığınmacı, kaçak, savaş mağduru ve onlarla beraber gelen çocuk ve kadınların taşıdığı sorunlar toplumsal gerilimi tırmandırmaya devam ediyor. Bu kampanyada uyanan bir sorun da etnik azınlıklara direk dış yardım gönderilmesi tartışması oldu. Çingeneler Dünya Rom Örgütlerinden, Türkler Türkiye’den Müslüman Pomaklar da Arap dünyasından direk adrese gönderilen yardım alma kapısının açılmasında dirençli konuştu. Böyle bir sosyal ortamda gelişen Cumhurbaşkanı seçimlerini asıl belirleyense nüfusun çok azalması, memleketimizin insansızlaşması, yurttaşların yaşlanması oldu. Her yıl 70 bin vatandaşından olan Bulgaristan’da demografik soruna çözüm sunan Cumhurbaşkanı adayı da bulunamadı. Bu olay çok eski ve kangrenleşmiş bir yaranın akışını andırıyor. Ev hayvanlarını satıp kesen, kedi köpeği evden kovan aileler komşularıyla vedalaşmadan umudumuz başka yerde, nasibimiz bizi bekliyor tutkusuyla evlerini, yurtlarını terk ediyorlar. Bu insanlar dış ülkeye çıkarken seçim listelerinden isimlerini sildirmediklerinden, uzun süre ve belki de asla yurda dönme niyetinde olmadıklarını polise, belediyeye, muhtarlıklara bildirmediklerinden, ülkedeki seçmen sayısı milyonlarca kişiymiş gibi kabarık görünüyor. Bu nedenle seçimlere bir hafta kalan Merkez Seçim Komisyonu dış ülkelerde oy kullananlardan yalnız Bulgar kimlik kartı istenecek, haberini yaydı. Demek oluyor ki, dış ülkede bulunan ve adres kaydı olmayan kişiler de seçime katılabileceklerdir. Fakat olaylar en iyi koşullarda gelişse bile, dış ülkelerdeki sandık sayısı toplamı 416 olduğundan, her sandıkta 1000 kişinin oy kullandığı


202

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

kabul edilse, toplam 416 bin kişi oy kullanabilecek ve referanduma katılabilecek, diğer 2 milyon 500 bin gurbetçimizin seçme ve seçilme hakkı nerede kaldı.? Bulgaristan’ın insansızlaşmasının ardından gelen sorunlar, belki de 21. yüzyılda devletin kaderini belirleyecek en önemli problem olacaktır. İşte böyle bir ortamda seçim propagandasının seçmeni etkilediğine pek inanamıyorum. Herkesin derdi başından aşkın. Kış kapıyı çalıyor. Odun kömür derdi ona göre. Cumhurbaşkanı adaylarından örneğin Trayço Traykov tekelci elektrik mafyasının her yıl halktan ve devletten 500 milyon leva çaldığını ve bu paranın az gelirlilerin aile bütçesine senedi 2 bin 500 leva katabileceğini açıklasa bile, bu sözler dahi umut uyandırmıyor, herkese denizde balık etkisi yapıyor. Fakat seçim kampanyasının üçüncü en önemli konusu olan rüşvetle mücadelede, kendisi bakan olduğunda onu istifaya zorlamıştı. Bu seçim kampanyasında en kolay ve en çok yorumlanan dış siyaset oldu. İlk yükseltilen şiarda 23 adayın 23’ü de biz bir “NATO ve AB ülkesiyiz!” dedi. Fakat bu söyleve “NATO’da 2. en büyük devlet Türkiye’dir, iyi geçinmeliyiz ve en yakın dostumuz en yakın komşumuz olmalıdır!” diyen olmadı. Neden acaba? İngiltere’nin AB’den ayrılma kararından ve İtalya’nın da göçmenler için sınırlarınızı açmazsanız, 2017 AB üyelik paramı ödemiyorum ihtarından ve Birleşik Amerika’nın Baltık ülkelerine, Polonya, Romanya ve Bulgaristan’a daha uzun menzilli üslenmesine Rusya tepkisi sert olunca seçim kampanyasında kürsüye çıkanların söylevi yön değiştirdi. 23 adaydan 20’si “Ben Rusya’ya yaptırım uygulanmasına karşıyım.”, “Yaptırımların kaldırılması için çalışmalıyım!”, “Rusya ile ilişkilerimiz çok iyi olmalı” havasına girdi. Bu tezler Rusya’ya sattığımız, domates ve salatalıklarla beslenirken, tarihe, savaşlara, iyi kötü günlere inmeye başladı. “Kırım Ruslarındır”, “ Kırımda halk oylaması yapıldı”, “Rusya’daki eski pazarlarımıza artık dönelim”, “Ben dengeli ve uyumlu ilişkiler geliştirmeye çalışacağım”, “Ülkemiz için yeni bir yön bulmalıyız” gibi görüşlerin savunanların tezleri ise pek ilgi uyandırmadı. Çünkü şimdiye kadar Bulgaristan’dan başlayan ya da Bulgaristan’a vuran bir tusunami ya da tayfun olmadı. Aslında komşu bahçesine düşen rahmetin nemi bize yeter de... Görüldüğü üzere eski yaraları kaşımakla yeni siyaset yürütülemiyor. Bulgaristan’ın diğer Doğu Avrupa ülkelerinden farklı bir siyaset çizgisi yürütmesi adeta mümkün değildir. Bir yöneticinin akıllı ya da aptal olması ile de bu belirlenemez. Çünkü belirleyici olan tarihsel koşullardır.


Makale ve Analizler - 2016

203

Sığınmacılar Bulgaristan’ı istemiyorlar. Her birine birer boş köy, içinde sıçan ve yılandan başka hiçbir şey olmayan birer eski askeri kışla versek, eski askeri atış ve talim alanlarını koyun keçi otlağı olarak kendilerine tesis etsek, adamlar bizde kalmak istemiyorlar. Üstelik boş sahalarının ucu bucağı görünmeyen Sibirya bozkırını üzerlerine tapulasak orasını da istemiyorlar. Seçim meselesi kültür meselesidir. “Neden istenmiyoruz” konusu Cumhurbaşkanı seçimlerinde tartışılmadı. Bu bir tanrı buyurusudur. Evinden kovulan ailenin evine, yurdundan kovulan insanların memleketine yerleşilmez... Oyumuzu istemeyenlere de zorla oy verecek değiliz, fakat kaybetmeye de hazır olmaları gerektiğini buradan duyurmak isteriz kendilerine. Kendilerinden korkulan sığınmacı sürüsünün uçsuz bucaksız olması, gözü kara olması, istila edilirsek asla kurtulabilme yolu bulamayacağımız, göçmen kamplarının kapalı tip kamp haline getirilmesi hep indirip bindirilen ve çözüm bulunamayan konular oldu. Bulgaristan’ı yönetenler bilmelidirler ki, Toplumumuz ruhsal bozukluk (stres) yaşıyor. İlaçsız bir hastalığa yakalandık, durumun bilincine varamazsak, yarın artık geç olabilir. Bulgaristan’da Cumhurbaşkanı seçimi ve referandum kapıda. Son 2 ay içinde karşımıza çıkıp da bizi kandırmaya çalışanların hepsinin alnı bizden dar ve düz. Bunların dedeleri de babaları da öyleydi, partileri de. Seçmene sunulan kurtarıcı çözümlerin hepsini defalarca daha önce de duymuştuk. Gerçekten de bu defa yapacağımız seçim ölüm kalım işi gibi. Ne yazık ki seçecek adam gibi adam, güvenilecek siyasi bir çizgi yok. Bu yüzden referanduma katılıp siyasi sistemi değiştirelim diyorum. Bizde izlenen siyasi çizgi hep o batıya çekilen ama sonunda Doğuya çıkandır. Herkesi düşündürense acaba bu defa kör sokağa, çıkmaz çukura çıkan yolu gerçekten durdurup yeni bir seçenek bulabilecekmiyiz? 100 sene partinin çizgisini izlemiş ve partinin çizgisi ne kadar eğiri olursa olsun, ona paralel olan her çizgi doğrudur mantığı ile yaşamış insanları uyandırmak ve yönlendirebilmek gerçekten de çok zor. Önümüzde bir şans var. 26 yıldan beri ilk kez belirdi.


204

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) Siyaset bir günde değişebilir. Fazla güvenmeyin. Değerli kardeşlerimize sesleniyoruz, Referanduma katıl! Oyunu majoritar sisteme 1 numaraya Evet de, Başka yol bulamıyorsak. Güneşin gitti yola paralel gidelim! Kalın sağlıcakla,

Yapılacak Hiçbirşey Kalmamış

İbrahim Soytürk-01.Kasım.2016

Beni rahatsız eden ve kafama saplanmış zonklayan şöyle bir olay da var. Egemen güçler bu oyunlara biz Türkleri yeniden alet etme yollarını, yeni formüller buldular. Bu yeni formülün adı DOST! Birlikte analiz edelim. “Ajan mıyım, değil miyim” çelişkisi saçını sakalını beyazlatan ve yeni durumuna biçim vermek için her sabah 2 saatini ayna başında geçiren DOST Genel Başkanı Lütfü Mestan, “Oyumuzu analarımızın ve babalarımızın isimlerini değiştiren, dede ve ninelerimizin mezar taşlarını kıran ve bizi de Türkiye’ye kovan, orada kalan kardeşlerimizi devlet, hükümet ve belediyelerden söken” eski polislerin sözde NATO’cu ve güya AB’ci partisi GERB adayına oy verelim derken, neden ve nasıl oldu da, seçimlerde Türkçe konuşuyor diye 24 bin leva cezayı Sofya Yüksek Temiz (Kasatsiyon) Mahkemesinde aklatamadı ve AİHM’ne taşıdı? Artık kırmızı kravat takmış, Türkiye’de bürokratları ve belediyeleri dolaşan ve kendi sorunlarımızı rafa kaldırıp GERB propagandası yapan Hüseyin Hafızov’u Türkiye’ye bir aldatıcı yeşil ördek gibi mi saldılar dersiniz?! Aslında bir süre 12 bin leva kadar “Türkçe cezası” aldım diye fazlaca yakınan Hafızov, Sofya’da aynı yüksek mahkemede temize çıktı. Cezayı ödemedi. Aklandı! Peki Neden? Soruyorum onun bu gerekçeli aklanma kararı Genel Başkan Lütfü Mestan’a neden “emsal karar” olamadı? O neden kurtulamadı? Bunu düşünmekte ve sormakta haklıyız, değil mi? Şu günlerde Kırklareli, Yalova, Şeker Pınar, Çayırova, Gebze vb görüşmelerinde kahraman havalarına giren Türkiye’de belediye-dernek dolaşan, öpücük


Makale ve Analizler - 2016

205

dağıtan, memleketten selam getiren, propaganda yapıp resim çektiren Hafızov neyin nabzını yokluyor? Kazma askerinden, dişleri dökülmüş dedelerden NATO gönüllüsü mü yapacak? İlgilendik. Sofya Yüksek Temiz’in Hüseyin Hafızov’u gerekçeli aklama kararını bulduk. Okuduk. Hafızov, “Benim anadilim Bulgarcadır. Türkçem yabancı dildir!” demiş. İncelememizi derinleştirdik. Bir araba kazasında canından olan Hüseyin Hafizov’un öz kardeşi, isimlerin iadesi yasasından yararlanmamış ve Bulgar isimleriyle defnedilmiştir. Evde beyinleri de Hıristiyan isimleriyle köyde yaşamaya devam ediyorlarmış. Benim burada demek istediğim, herkes önce kendi kapısının önünü süpürsün. Olay böyle iken, şu NATO ve AB maskesi takıp, 402 Bulgar parti arasından bir tek DOST partisinin soğan borsasında sarımsak satmasına ne diyelim pek bilemedim doğrusu?! Bizi ne zamana kadar aldatacaklar. Yaşlılarımız 150 leva (75 Euro) emekli maaşı alıyorlar. Tarım emekçilerine dağıtılan para budur. İster sakla, ister elektrik, su, televizyon faturası öde. Seçenek senin. Ne oldu şimdi. Bulgaristan’da sağ kanadı temsil ettiğini iddia eden, yani “biz zenginiz” deyip fakir halka yardım etmemeye yeminli olan Borisov’un GERB partisine, NATO’cu olduğu için beni sefil köylüm oy verecek öyle mi. Vay vay! Ne yazık ki bazı şeyleri bir daha anlatmak zorundayım. Bulgaristan Sosyalist Partisi /BSP/ (bu seçimde soldayım deyen ve BKP’nin varisi benim diye böbürlenen) Birleşik Amerika’da Zbignel Bjejinski ile Kizinjer’in siyaset laboratuarlarında mayalanmıştır. Son bundan 25-30 yıl önce Amerika’da üretilen siyasi melezlerden biridir. Onun için içinde ipleri çekenlerin hepsi multi milyonerdir. GERB partisi ise, Münih’te mayalanan bir Amerikan - Alman melezidir. Fırsat bulursanız bu partiyi 2007’de kuran ilk başkan Tsvetan Tsevetanov’a bir “yılda Münih’e kaç defa gittiğin” şeklinde sorunuz. Uçak şirketlerinden de öğrenebilirsiniz. Ve bu açıdan bugün Başbakan ve GERB başkanı Boyko Borisov Cumhurbaşkanı adayı Tsetska Tsaçeva hakkında “ulusun anası” dedi fakat tutmadı. Neden diye soracak olursanız, bu partilerden her ikisinin de (BSP ve GERB) anası ve babası Washington ve Münih’tedir. Bu açıdan analiz ettiğimizde GERB partisinin T.C.’de hiçbir federasyon, dernek, vakıf, kulüp vb. seçimlerde temsil etme yetkisi vermekten kaçmasını anlamak kolay oldu. Mestan’ın aday çıkmaması ve Hafızov’un TC’ ziyaretleri ve tansiyon ölçmesi Amerika açısından okunmalıdır. Çünkü T.C.deki Türk seçmeni Amerika kendi kontrolünde


206

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

tutma hesaplarına girmiştir. Sandık sayısının 35’e indirilmesine susanların hesapları çok derindir. DOST partisini bu işe alet edebildiler. Amerikan Büyükelçisinin Sofya’da DOST ofisini ziyaretlerinden sonra Hüseyin Hafızov’un cebi US Dolar doldu, sesi ve takımları değişti. Onun Türkiye ziyaretlerini başka türlü anlarsak ise tamamen yanlış olur. Bir noktaya daha işaret edelim: Kornelya Ninova BSP Partisi Başkanı seçildiğinde ABD Sofya Büyük Elçisi BSP merkezine damladı. Ne oluyor? BSP ne Bulgar malı ne sosyalist, ne de bir partidir. Açıkçası yönetim bir milyonerler kulübüdür. ABD’nin iplerini çektiği bir gruplaşmadır. Üyelerinin parti yönetimiyle ilişkisi yoktur. Belki eskiden Komünist Partisinde Türk Komünist vardı, gizli poliste kayıtlı 3 bin 16 Türk vardı da, Sosyalist Partide neden 20 kişi yok? Umarım bu soruya da böylece cevap bulmuşsunuzdur? Bu ziyaret sırasında Büyükelçinin K. Ninova’ya bizim Cumhurbaşkanı adayımız, yanı CIA’nın Bulgaristan Cumhurbaşkanı adayı General Rumen Radev demesine kalmadan, ABV, “21. yy” gibi partilerin, Moskofçu eski Cumhurbaşkanı G. Pırvanov’un BSP’den ve adayından hemen uzaklaşmasına şaşmamak gerekir. Seçime bir hafta kalsa da zaman sürprizlere de gebedir. Şunu da unutmayalım: Tsetska Tsaçeva bu seçimleri kaybedecek. Şunu da sorabilirsiniz. Boyko Borisov Cumhurbaşkanı olmayı neden istemedi? Hem de o çalışmayı sevmeyen biri, ayrıca Bulgaristan gibi maliyesi ve sosyal siyaseti karmakarışık bir ülkelerde Cumhurbaşkanı olmak Başbakanlıktan daha yükü hafif bir iştir. Aslında olmak istedi, çünkü “olamazsın, dur durduğun yerde” mi dediler. GERB, adayını açıklarken bu sebeple gecikti. Diğer aday adayları daha genç olduğunda kurban etmek için gözlerine Tsaçeva’ı kestirdiler. TV ekranında Borisov’un yüzü kara kömür gibi şakıyor. Tsaçeva kazansın diye kendine zor vermiyor. Çünkü bizde kimin cumhurbaşkanı olacağı çok önceden kesilmiş biçilmiş, dirhem dirhem üstünde her şey tamamen anlamsızdır. Yapılacak hiçbir şey kalmamıştır. Bu analizimizden sonra Hafızov’a da selam gönderiyoruz. Biz seçmenler de bu durumda kendimizi pazardan çekelim, HÖH - DPS azına bakıp Cumhurbaşkanı adayı Plamen Oreşarskiye oy vermeyelim, çünkü oylarımızın sayısını öğrenen Ahmet Doğan bizi belki de son kez ama mutlaka tezgahlarımızla ve pazarımızla birlikte General Rumen Radev’e satmaya hazırlanıyor. GERB partisine oy vermek ise, düğünden sonra davul çalmak gibi bir şeydir... ***


Makale ve Analizler - 2016

207

Bana öyle geliyor ki, bu boş kafalar İmam Hatip ve FETÖ okullarında hiç bir şey öğrenmemişler. Türklere gidip NATO siyaseti yapmak anlamsızdır çünkü NATO’nun ikinci büyük ordusu TSK’dir. Bugün Suriye ve Irak kördüğümünü çözen dev güç TSK’dir. Bir iki sene içinde 100 adet, eşi emsali olmayan “F-35” jet uçağıyla donanacak olan TSK’nin bütün Güney Doğu Avrupa ve baştan başa Başkanların güvenliğinden sorumlu olacağını görebilmek o kadar mı zor. Bulgaristan’ın yerden kalkıp inebilen 2 adet Mig 19 jet uçağı var. Siz zaten ne anlatıyorsunuz. DOST partisi siyaset yapmak isterse, GERB partisi yalakası olmaktan vazgeçsin ve Bulgaristan’ı özel meclis kararıyla NATO’ya aldıran Türkiye Cumhuriyeti’nin Avrupa Birliği’ne bir gün evvel alınması ve bir yüz karası olan Türk-Bulgar sınırındaki dikenli tel örgülerin kaldırılmasını istesin. Burada hatırlatılması iyi olur. Bulgaristan Türklerinin kendi aralarında ve seçim meydanlarında anadillerinde konuşma yasası Lütfü Mestan, Hüseyin Hafızov ve arkadaşlarının meclis oyunları, derin ve gizli dolaplar çevirdiği yıllarda yasaklaştı. Bugün artık Bulgaristan’ın yarısı olan Türk Müslüman köy ve kasabalarında ne Türkçe ne de Bulgarca hi. Bir seçim toplantısı yapılmaması, halkımızı siyasi olarak körletme çabalarının devam ettiği anlamındadır. 1953’ten beri NATO üyesi olan Türkiye’de göçmenler arasında NATO’culuk propagandası yapmaksa göz boyamaktan, 15 Temmuzdan sonra nabız yoklamaktan başka hiçbir şey değildir! Söylenecek gerçek varsa Türkiye’de değil Bulgaristan’da söylenmelidir. Bu siyaset bozuntuları Oslo’dan Antalya’ya insanlarımızın kafalarını karıştırma çabalarına lütfen artık son versinler. Türkleri aldatmak mümkün değildir. Bunu bilsinler. 15 Temmuz gecesi Türkiye’de FETÖ darbe denemesini destekleyen NATO’nun propagandasını ulu orta yapılmasına nasıl olur da izin verilir onu da anlamakta güçlük çekiyoruz. Bulgaristan NATO üyesi olsa ne olur olmasa ne olur! Son hedefimiz demokratik bir düzen kurmaktır. DEMOKRASİ: siyasi denetimin doğrudan doğruya halkın ya da düzenli aralıklarla halkın özgürce seçtiği temsilcilerin elinde bulunduğu, toplumsal ve ekonomik durumu ne olursa olsun tüm yurttaşların eşit sayıldığı demokrasi biçimidir. Evet, ama Pazar gün yapılacak seçimde Türkiye’de 620 bin, Batı Avrupa ülkelerinde de 1 milyondan fazla seçmen yurttaşımızın seçme hakkı kullanabilme imkânları sınırlandığı için oy kullanamayacaklar. Ne oluyor şimdi, bugüne kadar seçilen 4 Bulgar Cumhurbaşkanı en fazla 1 milyon 320 bin oyla seçilirken, 1 milyon 620 bin yurttaşımızın oy kullanmasının engellenmesini nasıl açıklayabilirsiniz? Yoksa biz kendimize ikinci bir Cumhurbaşkanı mı seçelim? Uzatmak istemiyorum!


208

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Gerçekler Acıdır Ama Gereklidir

Alptekin Cevherli-01.Kasım.2016

Lise yıllarında yeni bir ders ile tanışmıştık: Mantık. O dersi görenler hatırlar, meşhur bir önerisi (!) vardır: “Gerçekler acıdır, biber de acıdır. Öyleyse gerçekler, biberdir (?)” Dünyanın gidişatına bakıyoruz, pek iç açıcı değil. Bölgemizin gidişatına bakıyoruz felâket. ABD ve Rusya oturmuş, Musul’u ve Halep’i kim işgal edecek pazarlığını yapıyor. İşin acı tarafı her iki kent de kadim Türk şehirleri ve hali hazırda nüfuslarının çoğunluğunu hâlâ Türkler (Türkmenler) oluşturuyor. Bir yandan da Türkiye üzerinde müthiş bir dezenformasyon politikası uygulanıyor. Bir kısıma dedirtiyorlar ki; “Bizim Suriye’de ne işimiz var?”, bir kısıma da dedirtiyorlar ki; “Musul’daki Türkmenler Şii’dir, bizi alâkadar etmez!” Oysa her iki kent de Müslüman Türk’ün tarihi yurdudur. İstanbul’dan, Ankara’dan, Edirne’den veya İzmir’den çok çok daha önce Müslüman Türk kenti kimliğine kavuşmuştur. Suriye de bizim ilgi alanımızdır, Irak da bizim ilgi alanımızdır. Misak-ı Millî içerisindeki bu kentlerden Sayın Cumhurbaşkanımızın da ifade ettiği gibi vazgeçmedik, sadece rafa kaldırdık. Tıpkı Hatay gibi, tıpkı Kıbrıs’ın henüz kurtarılmış kuzeyi gibi... Millet ömründe yüz yıl, bir gündür. Zamanı gelince raftan indirilir... Yeter ki millî hafızamız yerinde dursun. Mankurt gibi özümüze düşman olmayalım! Geçen gün Listverse adlı ABD kaynaklı bir haber sitesinde Alex Hanton adlı bir yazarın “Dünya Tarihini Değiştiren 10 Savaş” isimli makalesine denk geldim. Konu ilginç geldi tabi, baktım nelermiş diye: 10- Kadeş Savaşı (Delta Savaşı) Mısır Firavunlarıyla Hititler arasında dünyanın ilk yazılı barış antlaşması yapılan savaşı.


Makale ve Analizler - 2016

209

9- Caudine Forks savaşı Samnitleri yenen Romalıların ilk kez Roma kenti dışına çıkması ve emperyal güce dönüşmesinin kıvılcımı. 8- Camel (Deve) Savaşı ve İslâm İmparatorluğu’nun Şii ve Sünni olarak ikiye bölünmesi. Yazının giriş kısmındaki bölümde görüldüğü gibi geldiğimiz nokta... 7- Talas Savaşı ve Türklerin İslâm ile resmen tanışması ve ilk büyük Türk kitlesinin Müslüman olması. 6- Nayman Savaşı ve Moğolların arasında birliğin sağlanması ile Cengiz İmparatorluğu’nun fetihlerinin başlaması. Şimdi sıkı durun. 5- Diu Deniz Savaşı. Evet, doğru okudunuz. Diu Savaşı. Buraya kadar okuduğunuz bütün savaşları iyi - kötü ilkokul tahsili olan biri de, Üniversite mezunu birisi de bilebilir, değil mi? Peki bu Diu savaşı da neymiş ki dünyanın kaderini değiştirmiş? Birazdan... Önce şu listeyi bitirelim. 4- Lima Savaşı ve İnka imparatorluğundaki taht kavgasından yararlanan İspanyolların, kardeşlerden birine yardım edip sonra da müttefiki olduğu kardeşi de öldürüp Güney Amerika’yı işgali. 3- Orel Savaşı ile komünist Rus ordularının Beyaz Rus ordularını yenerek SSCB’yi kurmasının önünün açılması. 2- Varşova Savaşı ile SSCB’nin Polonya topraklarının bir kısmını işgali ve Komünizmin Avrupa’yı tehdidi. 1- Saygon Savaşı ile ABD ordularının Vietnam’da mağlubiyete uğraması. Evet, ABD’lilere göre dünya tarihini değiştiren 10 büyük savaş bunlarmış. Elbette bize göre farklı bir 10 sıralanabilir. Meselâ Malazgirt Savaşı, Bedir Savaşı, Preveze Deniz Savaşı, İstanbul’un Fethi, Balkan Savaşı vb. ama burada önemli olan şu, adını hiç duymadığımız ve sonuçları açısından ABD için dünyanın en önemli 10 savaşından biri olan Diu Savaşı nedir? Size zahmet olmasın, ben araştırdım. Araştırınca da aslında üç Diu Savaşı olduğunu ve bu üç savaştan birini Osmanlı Devleti’nin kazandığını ve diğer 2’sini de kaybettiğini öğrendim. Siz de şaşırdınız değil mi? ABD’lilerin önemli dediği ise 1. Diu Savaşı. Tarihimizdeki ilginç bir yenilgi...


210

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bakın Wikipedia bu savaşı nasıl özetlemiş: “Diu Muharebesi, diğer adıyla 2’nci Chaul Muharebesi, 3 Şubat 1509 tarihinde Umman Denizi’nin Diu açıklarında, Portekiz İmparatorluğu ile Osmanlı, Venedik ve Ragusa destekli Memlüklü - Gucerat Sultanlığı - Kalküta Krallığı birleşik donanması arasında gerçekleşmiş bir deniz muharebesidir. Muharebede birleşik donanmanın geri çekilmesiyle, Portekizliler kritik bir zafer kazanmış oldu. Portekizlilerin Ümit Burnu’ndan geçecek ticaret yolunun güvenliği büyük ölçüde sağlanmış oldu. Bu ticaret yoluyla, Portekizlilerin bir asır boyunca sürecek ticari üstünlüğü oluştu.” Türkçe tercümesi ile yani Baharat Yolu’nun Batı’nın kontrolüne geçmesi. Düşünün ki, bir tarafta sadece Portekiz donanması var. Diğer tarafta ise Osmanlı, Memlüklü, Kalküta ve Gucerat (Hint) Türk Devletleri ile birlikte Venedik ve Raguza Cumhuriyetlerinin birleşik donanması var. Portekiz ordusu 13 gemi ve 1300 asker, bizim Birleşik Donanma ise 250 gemi ile 25 bin civarında askerden oluşuyor. Normal şartlarda savaş bile olmayacak bir güç dengesizliğinde gelen sürpriz galibiyet ve Baharat Yolu’nun hâkimiyetinin 4 Türk devletinden ve Venediklilerden alınarak Batılılara geçmesi... Ve zenginliğin, Hindistan ve Çin’den baharatlar (kimyasallar) ile Batıya aktarılması süreci ve coğrafi keşiflerin Batı tarafından önünün açılması... Ve biz bu savaşın adını bile duymamışız... Enteresan bir ‘Millî’ Eğitimimiz var, vesselâm... Şimdi Musul ve Halep Savaşları meselesine bu bilgi ile bir daha bakın bakalım, Ümit Burnu’ndan bu kez kimin gemileri geçecek... Not: 2’nci ve 3’üncü Diu muharebeleri Osmanlı Devleti’nin durumu kurtarma mücadelesidir. Diu ise Hindistan’ın batısında kalan tarihi bir kasabadır. Portekiz işgalinden 1961’de kurtulmuştur.


Makale ve Analizler - 2016

211

Hatıralarımdaki Memleket

Raziye ÇAKIR-02.Kasım.2016

Konu: Vatan bir nostalji olduğunda. Siz bizim tarihini kaybetme üzere olan, masal ve efsaneleri belleğinden sökülmüş bir halk olduğumuzu biliyor muydunuz? Bizde zamanın geçmesiyle ve insanlarımızın sürekli göç etmesi sonucunda doğaüstü doğan eserleri taşlandıracak öykümüz bile kalmadı. 50 yıl kendi tarihini yazıya dökemeyen, sesle okuyup kendini anlatmaktan korkan bir halk topluluğundan ne beklenebilir ki! Bütün Avrupa şiirini ve yazılmış ve yazılmamış tüm Avrupa destanlarını bize her gün sesle okusalar, bizde Avrupalı bir şair zor çıkar. İnsan hangi havayı nefes alırsa onu geri solur. Bizim mayamız Doğu ile Batı arasındaki yok kesişinde tutulmuş ve biz ne Batılı gibi Batılı ne de Doğulu kadar Doğulu olabiliriz. Her insan için en güzel su doğduğu yerin kaynak suyudur. Ve bizi doğamıza, memleketimize, toplumsal kültürümüze bağlayan en güçlü araç efsanelerimiz, masallarımız, şiirimiz, edebiyatımız ve sanatımızdır. Bizim değerlerimiz nesnel sebeplerden dolayı sürekli kan kaybettiği için biz her gün, her yıl yeni bir düğüm köklerimize, yeni bir düşüm geleceğimize ve yeni bir düğüm de ulusal topluluk olarak kendi kendimize en sağlam bağlanma ve kenetlenme aracımızı kaybediyoruz. İyi kötüyü her fırsatta anımsayamaz ve anlatamaz bu bağlanmışlık nefes alamaz olur ve takatten kesilir. Kırcaali dil, sanat, kültür çalış tayımızı düşünüyorum. Baskı altında kültür ve edebiyat olmaz. Taşıma suyla sanat eserleri yetiştirilemez. Bizim ürünlerimizin kendi toprağımızın, kendi ulusumuzun ürünü olma zorunluluğu vardır. Burada geçerli olan bakımsız ve çelimsiz olmaları değil, var olmalarıdır. Bu, sokağa çıkmaya, tutuklanmaya, hapse düşmeye korkan devrimcilik gibidir. Güneşten korkan çiçek olmadığı gibi, ölümden korkan devrimci de olmaz. Bu, aynı ders odasında Türk dili dersi veren ama saat arasında öğrencileriyle Türkçe konuşmaktan korkan öğretmen gibidir. Çok kötü bizim kendi mitolojimiz yok gibi, varmış da biz vatan yolunca asırlarca yol alırken ağır gelmiş ve yolda düşürmüşüz. Dünya tarihinin en zengin mitolojisinin doğup öldüğü topraklar üzerinde yaşasak da, her kişinin kendisi doğup öldüğü gibi, mitoloji de son yoluna giderken beni arayıp bulamayana benim yardımım olmaz demiş ve öylece kaybolmuş. Bize 138 yıldan beri bu topraklardaki tarih sizin değil, bizimdir diyorlar. Bu, sanki aynı topraklarda 2, 5, 10 tarih, üst üste 20 uygarlık olamazmış gibi bir şey. Saçma toplayamazsın, ufaltma sayamazsın, diyenler bu durumu algılamış gibi. Bizim ele göğe sığmayan efsane


212

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

kahramanlarımız olmamış olsa bile, 20. yüzyılda dünyaya diz çöktüren Lütfü Ahmetler, Naim Sileymanoğulları bizim evladımız değil ml? Yoksa bir kahraman ölmeden kahraman olamıyor mu? Bizim kahramanlarımızın kahramanlığını canlı canlı tartacak kantar, boyunu ölçecek, etkisini yazıp çizecek yazar, anıtını yontacak heykeltıraş yoksa kabahat benim kuşağımın mı? “Herkes adam oldu bir biz olamadık”, sözü bizimdir. Halka mal olmuş kişilerin ruhu halkta yaşar ve o boyut ölçülemez! Bizim efsanelerimiz günlük hayat hikâyelerimizdir. Bizim efsanelerimiz radyo haberleri, çocuk masalları ve anlattığımız fıkralardadır. Yaratıcılığımızın öz kaynağı Balkanla Ormanın birliği, vadiyle çayırın bütünlüğü, gülle dikeninin birbirine sevdası gibidir. Dikeni eline batmadan gonca gül açacağını kimse fark edemez. Parmak kanı gül rengine habercidir. Bizim oralarda yorulmak sevmek kadar zevklidir. Başak sürmüş yeşil ekin ve her dalı açmış gelincik denizinde kaybolmak sahile koşan köpüklü dalgalar içinde çırpınmak kadar güzeldir. Efsanelerimizde arılarla insanların çiçek sevdası, denize koşan ırmakların şarkısı, göçebe kuşların bereket çığlıkları, ayrılık ve buluşmanın hüzün ve sevinç deryası yaşar. Memleketim Doğduğum köy Yolum düştü yıllar sonra Uğrayım dedim Şöyle bir çocukluğuma Koştuğum harmanlara Dere boyları, Ayazmalar, Akpınar, İnek Kaya, Bal tepe, Yolsuz bir köy Camsız evler Çocuksuz mektep Öğretmensiz okul Komşusuz komşular Hocasız cami

Kofasız kuyu... Git gideli Hepimiz değiştik, Hiç birimiz eskisi gibi değiliz Bırakıp kendimi anıların koynuna Yola koyuldum İstanbul otogarında Yürüdüm köy ortasındaki dut ağacına Köklerinde saklamış bütün hatıraları Ne kaldı değişmeyen diye sormaya Bende saklı Çocukluk hatıralarım Yarım umutlarım Güzel memleketim Koyunlarımız inerdi Güneş batımında


Makale ve Analizler - 2016 Bağlar başı toz duman Koşar sürü köyümüze Komşularım aklımda Sıcak yaz gecelerinde Tütün işi bitmiş Yaşlılar bağdaş kurmuş Kapı eşiklerinde Kuyu başında gelinler Kucağında bebekler Koşuşurdu etrafta yetişenler Elleri tütün katranından sıyrılmış Kınalı ak yüzlü kadınlar Hayat sevinci saçar Sustukça gözlerim önünde Köyümü bırakıp Başka bir yere nasıl gittin be gardaş? Bütün köyü sırtlayıp Nasıl yürüdün be gardaş? Köyümde tütün kokusu Çeker beni o koku Hem uyutur hem de Şafakla uyandırır o koku. Köyümün çamuru asfalt

Yassı taşları dik bordür Kağnı arabası gıcırdar Emin yürür öküzler Kokmaz köfte kebap köyüm Kokusu çörek hünerli ellerin Yemeniler çiçek oya Bindallı güzeli kızların Gül derlemez köylü kızı saça Dikenlidir bizim güller Akkalabak çelenk her başa Çiğdem, menekşe gelir saça Bir demet tütünle gördüm Sımsıkı kolların arasında Çaktı gözlerinde kıvılcım Aşk tutuştu tütün tarlasında Bu toprağa kök salmak için Ne savaşlar vermiş atalarımız Unutabilmek mümkün mü Olunca anının adı memleket Ve köyümdesiniz hepiniz Anılarımda yaşayanlar Sokaklar evler tütümlük ve siz Hepiniz her yerde benimlesiniz.

213


Yakutya’dan dostlardan selamlar

Kırcaali kızları yöresel kıyafetleriyle


Gençlerimizle sohbetten sonra bir görünüm...


TÜRK HALKLARI KONGRESİ DÖNEM BAŞKANLIĞI

RAFET ULUTÜRK TESLİM ALIRKEN










Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.