30 - DEMOKRASİ KAVGASI

Page 1

DEMOKRASİ KAVGASI

2016 Kasım - Aralık Makale ve Analizleri


D E M O K R A S İ K AV G A S I BULTURK BGSAM Yayınları Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi - BGSAM -30 BULTÜRK Adına Genel Başkanı: Rafet ULUTÜRK Basım: Kasım - Aralık - 2016 Koordinatör: Dr. Nedim BİRİNCİ Editör: Raziye ÇAKIR İnternet sorumlusu : Kapak Tasarım: Murat ULUTÜRK Pazarlama Sorumlusu: Hamiyet ÇAKIR Arşiv: İbrahim SOYTÜRK İsteme Tel: 0212 511 63 47 www.bulturk.org; www.bghaber.org; info@bulturk.org İnternet sitesinin yazıları Adres: Yıldırım Mah. Şehit Kamil Balkan cad. No.114/A Bayrampaşa İstanbul Tel: +90 (212) 511 63 47 Belgegeçer: +90 (212) 526 51 98 https://bgsam.org/, https://issuu.com/bulturk, https://bulturk.org.tr/ Baskı : DİNÇ OFSET MATBAACILIK SAN. ve TİC. LTD. ŞTİ. Adres: Davutpaşa Cd. Emintaş San. Sit. No: 103/580-581 Topkapı - İstanbul Tel: 0090 212 493 24 67 TÜRKİYE CUMHURİYETİ YASASI GEREĞİNCE BU ESERİN YAYIN HAKKI BULTÜRK’ten İZİNSİZ KISMEN VEYA TAMAMEN ÇOĞALTILIP YAYINLANAMAZ

Web: www.bghaber.org ; E.Posta: rafetuluturk@yahoo.com


“Bilgi Ordusu, Bizim Ordumuz, Bildiğimizi Öğretmek,Bizim Borcumuz.” Rafet ULUTÜRK

Düşünceler dizisi olan elinizdeki eserin anlamı derin bir uğraşın ancak başlangıcıdır. Bulgaristanlı Türk Müslümanların başına 1970-72, 1984-85’te düşen yıldırımın bir daha düşmemesi için bir uyarı ve ışık niteliğindedir. Saygılarımızla, B U LT Ü R K İ st a n b u l



Önsöz Yerine Yıl 2016 1970-1985 arası üzerimize yıldırım düşmüş gibiydik. Stres geçti mi diye, soranlara cevabımız yoktu. Çünkü acımız anlatılır türden değildi. Ayrıca “Geçmiş olsun!” da uygun bir teselli değildi. Çünkü derin izler kaldı ve hiç bir şey unutulmadı. Tanımak zorundayız. Biz Bulgaristan devleti tarafından seri tuzaklara düşürüldük. “Başa gelen çekilir” özlü sözünü de yanlış algıladık. “Başa gelen tepilir!” anlamını açmamız gerekiyordu. Kimlik değiştirme trajedisinden sonra, bir de “Büyük Göçten” sonra Türklerin Türklerle kaynaşması serüveni yaşandı. 120 bin soydaşımızın geri dönüşü Türk bilincinde buluşma dalgasını kırdı. Neyse yılların geçmesiyle bu da aşıldı ve 1989 Ağustosunda “Kapıkule”den girenlerimizin toplam sayısı, Türkiye’de doğan çocuklar dışında 2015 yılı itibarı ile artık Türkiye’de 710 bin kişiye ulaşmış durumdayız. Biz çok büyük, örgütlü ve bilinçli bir güç haline dönüşeceğiz. En büyük özelliğimiz de ata toprağımızı, atalarımızın mezarlarını asla unutmamış olmamızdır. Bugünde bizim için ata vatanımızdaki en değerli taş, oradaki mezar taşlarımızdır. Biz Bulgaristan’da Bulgar çocukları ile aynı kitapları okuyarak aynı okulları bitirmiş olsak da zıt yetiştik, adına sosyalizm yani sözde insan kardeşliğine ve eşitliğe dayanan bir toplumsal düzende bu çelişkiler, ulus ile etnik azınlıklar arasındaki bağdaşmazlığa (antagonizme) kadar kızıştı. “Soya dönüş” yalanı, totalitarizm yıllarında bizi tamamen köreltebildiklerine inananların icadıydı. Türk iradesinin toplu tutuklamalarla, toplama kamplarında taş kırdırılarak, “Belene” ölüm kodeslerinde ve koğuşlarda kırılamayacağını, sulandırılıp eritilemeyeceğini çok geç anladılar. Biz bugün de yeni bir başlangıçtayız. “Bulgar Etnik Modeli”ni gömmeye, Rus ve Bulgar istihbarat ajanlarını politik yapılanmamızdan atmaya ve gerçek demokrasi ile adaletli topluma açılmaya çalışıyoruz.


6

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu özgürlükçü demokrasi ve Batı medeniyetinde buluşma yoludur. Yazılarımızda işlediğimiz konulardan biri de yeni asırda göçmen kimliğinden sıyrılıp Türk ulusal kimliğiyle kaynaşmadır. Saygılarımızla, Saliha ULUTÜRK


Önsöz: Toplumların hayatında yazılı tarih büyük bir öneme sahiptir. Ancak bizde yazılı olmayan tarih, yani nesilden nesile aktarılan tarih vardır. Bu nedenle bazı olaylar zamanla faklı şekilde anlatılmakta veya algılanmaktadır. Gelecek nesillere aktarılacak olan bilgi birikiminin arşivlenmesi, kitap, dergi veya gazete gibi yayın organları aracılığı ile kalıcı hale getirilmesi büyük bir öneme sahiptir. Bu nedenle edindikleri tecrübeleri, yaptıkları çalışmaları toparlamak ve kitaplaştırmak güzel bir çalışmadır. Bunu bireysel olarak yapımaktan öte kurumsal olarak da yapmaları takdire şayan bir davranıştır. BULGARİSTAN TÜRKLERİ KÜLTÜR VE HİZMET DERNEĞİ kısa bir süre önce 2013’te kurulan internet haber sayfası www.bghaber.org sitesindeki yazıları bir araya getirerek yapılan bu çalışmaları kitapçık halinde getirerek bu konuda büyük bir ciddiyet göstermektedir. Derneğin internet haber sayfasında çıkan yazıları ve çalışmalarının yıllıklar halinde kitapçık haline getirerek yer aldığı bu çalışma gelecek kuşaklara aktarılacak ve ışık tutacaktır. Öte yandan dernek büyük bir arşiv de oluşturmuş durumdadır. Dernek faaliyetlerini gerekli ciddiyetle yürüten dernek Başkanı öncülüğünde dernek kurucuları, Yönetim Kurulu ve üyelerinin yaptıkları özverili çalışmalarından dolayı kutluyorum ve başarılarının devamını diliyorum. BULTÜRK


8

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Değerli Hemşehrilerim, Bulgaristan’da hepimiz zor günler yaşadık, itildik, ezildik, çiğnendik, hatta gün geldi vurulduk, şehitler verdik. Bu nedenle bizler kendi içimize kapanarak, yaşam mücadelesi vermeye çalıştık. Ancak bu içine dönüklükten kurtulmalıyız ve Türkiye’de yaşadığımıza göre, yasaların bize verdiği tüm haklardan bizlerde yararlanmalıyız. Peki, neden bunu yapamıyoruz? 1877-78 Rus-Türk savaşından sonra Osmanlının Balkanlardan çekilmesiyle birlikte, savaş esnasında işlenen akıl almaz katliamlar nedeni ile atalarımız asırlarca yaşadıkları yerleri terk ederek göç yolunu tutmuşlardır. Geride kalanlar ise Bulgaristandevleti’nin uygulamaya başladığı soy kırım politikalarına karşı direnmiş ve hayatta kalmaya çalışmışlardır. Şimdi ise burada Türkiye’de yaşayanlar oralara yardım edebilmek için, burada ilk önce bir araya gelmek ve bir merkez oluşturmalıyız. Artık bir kurum altında toplanmalı ve birlikte hareket etmeliyiz. Bu birliğe hepimizin ihtiyacı olduğuna inanıyorum. Artık bir birimizi kötülemekten vaz geçmeliyiz, birisi için yanında konuşamayacağımızı başka bir yerde konuşmamalıyız, yani kısaca arkasından konuşmamalıyız. En önemlisi samimi, hoşgörülü ve ahlaklı olmak. Zamanla her şey yerine geleceğine inanıyorum, ama tabi ki bu dava üzerinde kafa yoran, stratejiler üreten ve devamlı bunun üzerinde çalışan olursa. Bizim savaşımız insanlarımızı ahlaklı yetiştirmek olmalı, birlik ve beraberliğe kendi insanlarımızla başlayarak tüm Türk Dünyasına taşmalıyız. Bizler burada Türkiye’de yaşayan Bulgaristanlılar büyük bir kitle haline gelmiş durumdayız. İşte bu nedenle şimdi bu kitleyi yani kendi hemşerilerimizi, bir araya toplayarak bir merkez, bir güç birliği oluşturmalıyız, tabi ki bu bizim doğal tabii hakkımızdır. Bizler de artık toplum gücünü kullanabilmeliyiz. Toplum olarak haklarımızı elde etmek zorundayız ve bu yönde çalışmalıyız. Biz bunu söylerken, önderlerimizi seçerken, başkaları kötüdür demiyoruz.


Makale ve Analizler - 2016

9

Biz bu işi onlardan daha iyi yapabileceğimize, Türkiye Cumhuriyetine ve Türk Dünyasına daha verimli olacağımıza, buralarda bu bölgelerde yaşayan Türklerin daha iyi, daha güvenilir, yaşamalarını sağlayacağımıza inandığımız için, Önderliğe, Yönetime talibiz. Bu arada Bulgaristan’da kalan kardeşlerimizin hepsinin siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel kimliklerini, muhafaza edebilmeleri için mücadele etmeliyiz ve bu konuda gerekeni yapmalı ve gerekli yardımları yapmalı ve yaptırmalıyız. Aramızda Ahlâklı, Adaletli olanları seçmenli ve yüceltmeliyiz. Geçmişi konuşmaktansa, gelecekten söz etmeliyiz, bugünü değil, yarınları görerek hareket etmeliyiz. Aramızdan stratejistlere imkân ve fırsat vermeliyiz ve onları bizler yetiştirmeli yön verebilmeliyizkısa-10 ve uzunvadeli -50 yıllık hedefleri gösterebilmeliyiz. Aramızda kötü niyetli insanları tespit etmeliyiz, bilmeliyiz ki, onların kusurlarından dolayı değil, bu güne kadar yapılması gerekenleri engelledikleri için aramızdan uzaklaştırmalıyız. Bu güne kadar neler yapılmamış, onları araştırmalı, bilmeliyiz ve neler yapılması gerekir onları söylemeliyiz ve bunları bir an önce hayata geçirmeliyiz. Bizler gözyaşları dindirmek için, yaralara mehlem olmak için, her yüke ortak olabilmeliyiz. Gençlerimize, sadece balık pişirmesini değil, balık tutmasını da öğretmeliyiz, insanlarımızı denizlere, okyanuslara açılmalarını sağlamalıyız. Aramızda Tek Lider değil her sokakta, her mahallede bir lider yetiştirmeliyiz, biz dünyayı yönetmek için oğullarımızı yetiştirmeliyiz. Bizim insanlarımız yani Bulgaristan Türkleri şahsi başarıları Türkiye’de belkide en çok olanlardanız. İşte artık bizler toplum olarak haklarımızdan yararlanmasını bilmeliyiz. Her şeyden önce siyasi haklarımızı toplum olarak kullanmalıyız, daha sonra ekonomik ve kültürel haklar onu takip edecektir. Hepimizin gördüğü gibi, tarihte büyük güçler çok defa kötü politikaların kurbanı olmuşlar ve bunlar devam edecektir. Bir toplumun Lideri olmadan hiçbir şey olmaz, bu lideri de toplum çıkarmalıdır. Siyaseti güvenilir, sevimli hale getirmek bizim hedefimiz olmalı, bu gün çok zor, imkânsız olarak görünse de, yarınlara umutla bakabilmeli ve baktırabilmeliyiz. Var olabilmemiz için, var kalabilmemiz için, öncelikle temel hususlarda anlaşma sağlamalıyız. Aramızda bir birimize güveni kaynaştırmalıyız ve samimi olmalıyız.


10

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Her şeyden önce özgüvenimizi kazanmalıyız, birlik ve beraberliği ön planda tutarak insanları insan oldukları için sevip saymalıyız. İçimizde barışı sağlayıp, tek merkezde bir çatı altına toplanmalıyız. Bu çatı da “BULTÜRK Derneği” olmalıdır. Buradan tüm dünyaya sesimizi duyurabiliriz. Balkanlar konusundaki politikalarda etkili olabilmek için yolları aşındırmalıyız. Çünkü gelişmiş ve Bulgaristan’da etkili bir Türkiye Balkanlara tamamen hâkimiyet kurabilecektir. En önemlisi kararlı olalım ve birbirimize samimi, saygılı olmayı ve bir birimizi sevmeyi öğrenmeliyiz. Bizim derdimizi ve problemlerimizi en iyi anlayabilecek zaat bizden olduğunu idrak etmeliyiz. Bulgaristan Türkleri konusunda teşhisi bizler kendimizi yetiştirerek yetki mercileri alarak son noktayı biz koymalıyız, bu güne kadar ki eksikliğimiz budur. Ayrıca Balkanların anahtarı Bulgaristan’da yani Bulgaristan Türklerinden geçtiğini de öğrenmeli ve öğretmeliyiz. Sevgili dava arkadaşlarım. Kendimizde özgüveni, aramızda güveni ve merkezioluşturduktan sonra, kimsenin aramıza nifak tohumları ekmesi mümkün değildir. Bizim için önemli olan, eksiklerimizi bulmaktır. Geçmişi bırakarak artık bizler aydınlanma dönemine bir an önce geçmeliyiz. Halimizi tespit etmek çok kolay, gazete, dergi yayın hayatımız nerede, kaç gazete, tv, radyo bizimle ilgili haber yapıyor.Burada suçlu değil, sebepleri aramalıyız. Gelin bunları tartışalım, niçin bu güne kadar bir Bulgaristan Kültür Merkezi olmamış, bunu şimdi nasıl gerçekleştirilebiliriz, bunlara yönelik çalışmalar toplantılar yapmalıyız. Hedefimiz Türkiye Cumhuriyetini daha güçlü, daha huzurlu ve daha iyi yarınlara götürmek için olmalı. Güçlü bir Türkiye Bulgaristan da yaşayan Türklerede güven ve huzur verecektir, onların daha rahat yaşamalarını hep birlikte sağlayabiliriz. Bunlar zannetiğiniz kadar zor işler değil. Dünyada insanlar bir iş için değil, bir İdeal için hayatını feda ederler. Bunun için güçlü olmak sesini duyurabilmek için öncelikle bir Kurum ve bunun Merkezini oluşturmalıyız. Çünkü Merkezi olmayan hiçbir topluluk bir yerlere gelmesi mümkün değildir. Bu güne kadar konuşmalar tartışmalar yapılmış fakat bir ağıç ekilmemiş işte bu gün bunu yaptık BULTÜRK tüm Bulgaristan Türklerinin biz öncelikle sadece Bulgaristanlıyız.


Makale ve Analizler - 2016

11

Bizler elimizdeki kıt kaynaklarla bir merkez oluşturmaya çalıştık, bunda da muhafak olduk. Bu merkeze ulaşmakta büyük güçlükler ile karşılaştık bu konuda bizlere yardımcı olan emeği geçen herkese teşekkür ediyoruz. Ayrıca bizlere kendi yerini veren Mümin Hocamıza huzurunuzda kendisine tekrar tüm halkımız adına buradan teşekkür ediyoruz. Bundan sonraki hedef de Türkiye’nin her yerine ulaşmak ve bu birlikteliği her yerde tesis etmektir. Bu merkezimizde artık kendimize ait bir kültür merkezimiz oluştu toplantı salonumuz da mevcuttur her 15 günde bir toplanıyoruz. Amacımıza ulaşabilmek için devletin bir şeyler yapmasını beklememeliyiz. Birlikten kuvet doğar Atasözünde olduğu gibi güçlerimizi birleştirerek devlet yönetiminde söz sahibi olmalıyız ve geleceğimize kendimiz yön vermeliyiz. Gençlerimizin devlete girmelerinin yolunu aydınlatmalıyız. Artık bizim de Ankara’da TBMM’de kendi temsilcilerimiz olmalı. Bizler de buralara kendi içimizden birilerini gönderebilmeliyiz. Aramızda birlik ve beraberliğimizi oluşturduğumuz takdirde kendi içimizde samimi olduğumuzda başarıların ard arda geldiğini göreceğiz bunu başaracağımıza eminim. İhtiyacımız olan tek şey kendi içimizde daha adaletli olabilmek. Sevgi ve saygılarımı sunarım, Genel Başkan Rafet ULUTÜRK


12

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Adaylar Önlük Silkti

Mustafa Kahraman-03.Kasım.2016

Konu: Çatışması son bulmayan çıkarlar. 6 Kasım 2016 (Pazar) günü yapılacak ve bizim bir kısmımızın da Türkiye’de 35 sandıkta oy vereceğimiz Bulgaristan Cumhurbaşkanı seçimi ve “haklarımızı genişletme” referandumuna (halk oylaması) 3 gün kala adaylardan hepsi önlük silkti. Söyleyecekleri eğriyi doğruyu halk harmanına döktüler. Şimdi sıra sözde bizde yani seçmende, işimiz oyumuzla pirincin taşını ayıklamak ve “seni” ya da “ötekini” seçtik demektir. Önce seçim harmanına bakalım: Aday sayısı 23’tür. İkisi daha ilk gün saf dışı edildi. 21 adaydan birini seçmemiz gerekiyor. Bunların al birini vur ötekine, hepsi komünist ve hiç biri bir işe yaramaz! Biz Müslümanlar, hele Türkler için kafasını kaldırmaz, parmağını oynatmaz düşüncesindeyseniz, hiç birini seçmeye biliriz. Bu imkân da var. Elimize verilecek, Bulgarca dilinde yazılmış listenin en sonundaki boş kareyi elimizdeki tükenmezle hafifçe işaretlememiz tamamen yeterlidir. Hem seçime katılmış sayılacak ve sizi daha sonraki seçim listelerinden ve vatandaşlıktan silemeyecekler, hem de paşa gönlünüzce hareket etmiş olacaksınız. Güvenmek ve güvenmemek özgür haklarınızdan biridir. Kullanmak da iradenize bağlıdır. Yazdığım ve önerdiğim gibi yaparsanız: Bulgar vatandaşlığınızı koruyacaksınız. Bulgar kimliğinize kimse dokunamayacak. Kırmızı pasaportunuz da elinizde olacak, Avrupa Birliği vatandaşlığı kullanan çifte vatandaş olarak paşa paşa yağamaya devam edeceksiniz. Bu durumda siz, seçmen hakkınızı kullanarak, 2 aydan beri ince öğütüp sık dokuyan Bulgar siyasetçilerine, Cumhurbaşkanı adaylarına hem sizin propagandanız bize işlemez, düşünün taşının yine gelin, dükkân açık diyeceksiniz, hem de sisin olanı elinizde koruya bileceksiniz. Gelelim halk oylamasına: Halk oylaması (referandum) her gün yapılan bir şey değildir. Bir defa, bir konuda halka gidilmesi için sorunun çok önemli olması gerekir. Bulgar referandumunda halka sorulan ve 6 Kasım 2016’da cevap beklenen 3 soru var. Birinci soru: Çoğulcu sistemin en fazla oy alan kazanır sistemiyle değiştirilmesi. Birincisi sorunun sol yanındaki dörtken kutuyu işaretlememiz, Bulgaristan Cumhuriyeti Anayasası’nı, bu Anayasadaki seçim yapma usulünü değiştirecek.


Makale ve Analizler - 2016

13

Bugüne kadar Bulgaristan’da ve Türkiye’deki soydaşlarımızın da katıldığı genel seçimler orantılı (proporsiyonel) seçim sistemine göre yapılıyordu, şimdiden sonra en fazla oy alan yani (majoriter) adıyla bilinen sisteme göre yapılacaktır. Daha güzel anlaşılabilmesi için, Halk Meclisi Seçimleri aynı Cumhurbaşkanı Seçimleri gibi yapılacak. Yani seçilmek isteyenlerin ve halkın gösterdiği adayların tek listesi olacak ve bu liste ulusal liste değil il ve ilçe bazında olacak ve seçmen tanıdığı bildiği, beğendiği ve güvendiği adayı seçip meclise gönderecek. Şimdiye kadar bu listeler siyasi partiler tarafından hazırlanıyordu. Partiye oy verdiğimiz için tanımadığımız kişileri meclise gönderiyor ve kendi vekilimiz yapıyorduk. Onlar ne bizim sorularımızı biliyor, ne insanımızı tanıyordu. Mesela biz Türkiye’de kullandığımız oylarla son seçimde Bay Sali olarak tanınan, Samakov şehri Romlarından birini Köstendil seçim bölgesinden meclise gönderdik, (adamı tanımayız bilmiyoruz) elektrik kaçakçılığı işleriyle uğraşıyormuş ve böylece Hak ve Özgürlük Hareketi (DPS) partisinden Sofya meclisine girdi. Ardından eski dalavereleri için savcılık dokunulmazlığını kaldırdı. Artık sorgulanıyor. Bu gibi örnekler çoktur. Elinize verilen zarfı açıp içinden çıkardığınız tek sayfalık kağıdın sol yanındaki birinci kareyi işaretlediğinizde, Bulgar meclisini köftecilerin esaretinden kurtaracaksınız. İkinci soru: Seçime zorunlu katılma. 2016 yılının başında, Türkiye Cumhuriyetindeki yoldaşlarımın yani 620 bin seçmen kardeşimin seçime katılmasını yasaklayan Bulgar seçim kanunu değişiklikleri yapılmamış olsaydı, yani bu değişiklik yapılmazdan önce, şahsen ben zorunlu seçime katışma işine karşı biriydim. Neden derseniz, seçme ve seçilme hakkı kişisel haklarımıza girer ve kimse kimseyi seçime katılmaya zorlayamamalıdır. Fakat biliyorsunuz, T.C.’de sandık sayısı 35’e indi. Her sandıkta 1000 kişi oy kullansa toplam 35 bin oy eder. 620 bin çifte vatandaş, Bulgar kimlikli ve seçilme seçme hakkı olan yurttaş sırada beklerken, hadi diyelim 35 bini oy kullandı, 580 bini mahrum değimli? Hani adalet? Hani demokratik seçme ve seçilme hakkı. Bu bir ayrım (diskreminasiyon) değimli. Hani Bulgar Anayasası’na göre eşit haklıydık. Üçüncü soru: Devletin siyasi partilere verdiği karşılıksız yardımların 1 levaya indirilmesi. Bugüne kadar geçerli olan Bulgar seçim kanununa göre, genel meclis seçimlerinde oy alan siyasi partilere oy başı 11 leva para veriliyordu. Mesela Hak ve Özgürlük Partisi (DPS) son genel meclis seçiminde 460 bin oy aldığını var sayalım, bu 11 leva ile çarpıldığında, HÖH - DPS kasasına 5 milyon 60 bin leva para aldı demektir. Bu parayla HÖH partisi şimdiye kadar halkımız için hiçbir şey yapmadı, iki fakire odun kömür vermedi, 4 talebe okutmadı, 5 yaşlının ame-


14

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

liyat masraflarını ödemedi. Hep “Mercedes” arabalarda gezdiler. “Versachy” elbise giydiler. HÖH milletvekili Ramadan Atalay’ın sırtındaki elbisenin fiyatı 7 bin 860 levadır. Bu para, 140 leva emekli maaşıyla geçinmeye çalışan eli öpülesi Fatme, Hatice, Ayşe ninelerimizin 5 yıllık emekliliğidir. Dağlarda, Karadeniz’de villalar yaptırdılar. Milyonlar sayıp yat satın aldılar. Av sofralarında ziyafet verdiler. Kadın oynattılar. Durum ortada. Lütfü Mestan bile bu kuyudan su çekemez olunca, kurt avına Gruevo köylüleriyle gidiyor. Eskiden yanında bir sürü general, eski bakan, gizli polis subayı vb götürüyor, onları yedirip içirip paklıyordu... Av hep bahaneydi, önemli olan kör sofraydı. İşte bu gidişe son verecek olan gücü hareketlendirmeye, elinizdeki tükenmezle zarftan çıkardığınız referandum kağıdının soldaki ikinci karesini işaretlemeniz seçim odasında yeterli olacaktır. Memlekette seçmenlerin % 82’si bunu yapmaya kararlıdır ve bu soyguna son verecektir. Geçen seçimde parti babalarının cebine bu kalemden 38 milyon 500 bin leva akmıştı. O işaretlemeyle bunu siz durdurabilirsiniz. Bu parayla yoksullara, emeklilere, okullarda kahvaltı eden çocuklara daha kaliteli gıda, yakın, yolluk verilmesini sağlayabilmiş olacaksınız. Sıra sizde! İşte bu nokrada ben bu 2. referandum maddesini de işaretleyelim diyorum. Çünkü seçime katılmak zorunlu olunca, Bulgar makamları ister istemez Türkiye’de 1000 Bulgaristanlıya 1 sandık olmak üzere 620 sandık açmak zorunda kalacaktır. Böylece Avrupa’da yalnız AB dışı olan T.C.’de uygulanan sandık sayısı kısıtlaması kendiliğinden kalkmış olacak, demokrasi ve insan haklarımız kazanacaktır. Hepimiz kazanacağız. Demek oluyor ki, seçim odasında, “referanduma da katılmak istiyorum” dediğinizde elinize verilecek olan zarfın içindeki kâğıdın sol yanındaki 3 kutucuğun 3’ünü de lütfen işaretleyin ve özgürlük, demokrasi, adalet ve insan haklarının genişletilmesini isteyen vatandaşların şerefli saflarında yer alınız, medeni vatandaş vazifenizi yerine getiriniz. Seçimlere bu şekilde katılmanız yasaldır. Referandum meclis kararıyla yapılıyor. Anayasa Mahkemesi tarafından 3 soru onaylanmıştır. Halk oylaması için daha önce 700 bin imza toplanmış, geçen gafta ise Sofya’da “haklarımızı genişletelim” miting - konserine 120 bin vatandaş katılmıştır. *** Yazımızın başında seçim kampanyasında Cumhurbaşkanı adayları önlük silkti dedik. Bunun anlamı şudur: Biz bu seçimde biz soydaşları ve memleketimizdeki Müslüman Türk kardeşlerimizi ilgilendiren birkaç ana sorunla karşılaştık.


Makale ve Analizler - 2016

15

Bunlardan birincisi, aşırı soldan “Ataka” partisi ile aşırı sağdan Makedonya İç Devrim Hareketi VMRO ve güya “Yurtsever Cephe” partisi üçlüsünün ortak adayı olan VMRO Başkanı Krasemir Karakaçanov ile onu destekleyen Volen Siderov ile Valeri Stoyanov milliyetçi ve ırkçı zihniyetli siyasetçi ve milletvekillerinin konuşmalarında dile geldi. Daha kampanya başlarken, bir yandan Türk Bulgar sınırına çekilen dikenli tel örgüde gözetimi modernleştirmek için Brüksel’den 160 milyon Euro ek ödenek istendi. Bir de İstanbul’u ve Boğazları vurabilecek, havada patlatılabilmeleri için TSK’de savunma sistemi olmayan, orta menzilli füzelerın ülkemize üslendirilmesi istendi. Bu da yetmezmiş gibi, aday Karakaçanov, 1990’da dağılan Varşova Paktı “CC-23” füze bataryalarında askerlik yaptığını hatırlayarak, 1980’li yıllarda NATO ve TSK’de “CC-23”lerin İstanbul’u yok etmesini önleyecek silah olmadığını belirterek, o zaman Bulgaristan idaresinin iç siyasette de istediği gibi hareket ettiğini vurguladı. Söylemek istediği o zaman “soya dönüş” adı altında isim değiştirme siyasetiydi. Böyle bir füze gücüne dayanan Bulgar yöneticisi Todor Jivkov’un dış ve iç politikası seçim kampanyasında övüldü. (Halen bu füzeler kesildi ve imha edildi.) Biliyorsunuz o yıllarda isimlerimiz zorla değiştirilirken binlerce kardeşimiz tutuklanmış ve “Belene” kampı başta olmak üzere, hapishaneler ve sürgün merkezleri Türk dolmuştu. Görüldüğü üzere, Bulgar toplumunun bu seçim anket sonuçlarında % 8,4 olarak ortaya çıkan böylesi çarpık zihniyetli kesim, bizi bir daha boğmaya denemek, Türkiye’deki soydaşlarımızın geri dönmeleri engellemek, soydaşlarımızla kardeşleri ve yakınları arasındaki bağları koparmak, vatan da kalanların da kimliksizleştirilmesi için fırsat kolladıklarını gizlemiyor. Olayın en acı tarafı ise bu kör ve küflü zihniyetin Bulgar seçmen arasında İkinci Borisov iktidarı (GERB) yıllarında bir yandan çoğalırken, aynı zamanda meclise kümelenmesi ve hükümetin de ortağı olabilmesidir. Kabarmaya devam eden ve her fırsatta öne atlayan bu küflü ırkçı zihniyet, Karakaçanov seçildiğinde, azınlık gençlerini yine askere çağırıp 12 ay parasız çalıştırmayı ve devletin ağır işlerini Pomak, Türk ve Çingene gençlere yaptırmak, Bulgar gençleri de 6 ay silahlı eğitime almak istiyor. Bununla birlikte ordu içinde, 1984 - 1989’da Türklere, 1970 - 72’de Pomaklara kan kusturan Bulgar kızıl bereli askeri timlerini de yeniden oluşturmaya ve halka gözdağı vermeye çalışıyor. Giderek palazlanan bu siyasi kesimin yöneliminde, hele de dış siyasette Bulgaristan Türkiye sınırına AB devletlerinden özel kuvvetler yerleştirmek, T.C.’nin AB üyeliğini engellemek; FETÖ ajanlarına ev sahipliği yapmak ve onları koru-


16

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

mak, Türkiye vatandaşlarının Bulgaristan’a vizesiz girmelerini her ne pahasına olursa olsun engellemek gibi kesin hedefler de yer alıyor. Bu hedeflerin Cumhurbaşkanlığına taşınması Bulgaristan’ın yakın gelecekte faşist-ırkçı yönelime bağlanacağına işarettir. Karakaçanov gibi bir adayın muhtemel seçilmesi halinde, Bulgaristan’daki camilere, mescitlere, Osmanlı mirasına saldırılar daha da tırmanacak, cami dışına sızan ibadetlerin yasaklanması, minarelerde ezan okunması vb vb kısıtlamalar ve yasaklamalar şiddetlenerek birbirini izlemeye devam edecektir. 2014’ten beri Bulgar meclisinden çıkan Türk - Müslüman düşmanı yasaların veya yapılan yasa değişimliklerin hepsi VMRO ve güya “Yurtsever Cephe” önerisi ve eseridir. Bu sağ ve sol milliyetçi kenetlenme ve izlenen ortak menzil Türk ve Türkiye düşmanlığı yani faşizmdir. Hiçbir küçük, zor nefes alan devlet büyük siyaset izleyemez, büyük devletler arasındaki global (küresel) siyasette aracılık yapamaz, çünkü buna gücü yetmez. Böyle bir durumda siyasi keskinliğin zehrini azınlık topluluklarına yöneltmek de tamamen yanlıştır, ulusal bütünlüğü parçalar. Yzımda, 21 sıyasetçiden yalnızca aşırı milliyetçi bir politikacının tezlerine işaret etmemin nedeni ise, bu çevrelerin son yıllarda Fransa ve Avusturya’da da kanatlanıp kabarması ve değişik çevrelerden destek ve yardım da bulmasındadır. İşte bu nedenle referanduma katılanlar, vatandaşlık görevini bilinçli yaparak, 3 kutunun içini de işaretleyerek, düşman dalgasının daha da kabarması yolunu kesmelidir. Bu dava ortak davamızdır. Son seçimlerde bu çevrelere Bursa seçmeninden 500 oy çıkması ise utanç vericidir. *** yüzyıl tarihi faşizmin en ağır bunalım dönemlerinde baş gösterdiğini doğrular. Yine 20. yüzyıl faşizmin ilk hedefinin etnik ve dini azınlıkları her ne pahasına olursa olsun yok etmek olduğunu ispatlar. Almanya’da Yahudi ve Çingene toplama kamplarını, ölüm kamaralarını, milyonlarca insanın yakıldığını ve imha edildiğini asla unutmayalım. Faşizm yıllarda Bulgar milliyetçi - faşistler de Yahudi ve Çingenelerimizi hayvan vagonlarına doldurup Almanya’daki gaz kamaralarına göndermişlerdi. Daha sonra kaderlerinden asla ilgilenmemişti. Memleketimizden kovulan Türklerle ilgili de “ne yaparlarsa yapsınlar, kendi başlarının çarelerine baksınlar” havası estirilmek isteniyor. Tarihi unutan, hele yakın geçmişimizi hatırlamak istemeyen asla yaşayamaz. Haklarını uğruna mücadele etmek her insanın başta gelen boyun borcudur. Bu di-


Makale ve Analizler - 2016

17

renişlere baş koymuş dernekler desteklenmelidir. Moskova ajanı Ahmet Doğan’ın parasıyla kurulan “ATAKA” parti lideri Volen Siderov’un Sofya’nın “Malaşevtsi” semtinde 2006’da Roman vatandaşlara (Çingenelere) hitaben yaptığı konuşmada “Hepinizden sabun yapacağız” deyişi asla unutulmamalıdır. Bu cümleden olmak üzere, son 26 yılda, biz Bulgaristanlı Türklerin hak ve özgürlüklerimizi elde etme mücadelemizde, hele de toplama kamplarında ve hapislerde yıllarca çürütülen, en ağır eziyetleri gören kardeşlerimizin arasına sızan, kendilerine “Beleneci” dediğimiz mağdur ağabeylerimizin haklarının söke söke alınması davasında kendiliğinden “lider” oluveren Mümün Sezgin’i hatırlamadan edemeyeceğim. Bulgaristan’da eylem veren FETÖ ajanı olduğu ortaya çıktı. Yerli gizli polisle işbirliği halinde bulunduğu 15 Temmuz 2016 olayları aynasında birden bire parlayınca, hepimiz düşündük kaldık. Lider geçinen, boynundan kravat indirmeyen, FETO parasıyla arabadan inmeyen, en lüks lokantalarda yiyip içmiştir. Bulgarca gazete çıkaran ve kimin “komünist”, kiminse “ajan” olduğuna kılavuzluk eden bu taş kafa FETO istasyon şefi, Bulgaristan’da hak adalet davasının kösteklenmesinde çok önemli bir rol oynamış, işleri hep yokuşa sürmüş ve insanlardan çok para toplamıştır. “Bu memlekette bir şey olmaz” gibi FETÖ zihniyetini sömürerek yerleştirmeye çalışırken, tamamen haklı bir davayı toslamaya itmiştir. “Başarılarından dolayı” FETÖ merkezince defalarca mükâfatlandırılmıştır. Seçimin birinci ve ikinci turu arasında konumuza devam edeceğiz. Şu unutulmamalı Bulgar milliyetçilerinin tüm çalışmaları her ne pahasına olursa olsun Türklerin ve Türkiye’nin menfaatlerine karşı olmuştur, karşıdır ve karşı olmaya devam edecektir.

Bulgaristan Koalisyon Arıyor

Raziye ÇAKIR -05.Kasım.2016

Seçimden önce bir sosyolog bakışıyla değerlendirme. Bugün günlerden Cumartesi, Bulgaristan kanunlarına göre, seçimden ve referandumdan bir güncesi “düşünme ve karar verme günüdür”, fakat bu yasa dış ülkelerde geçerli değildir. Batı Avrupa ülkelerindeki işçi ve öğrencilerimiz, Amerika ve Kanada’daki göçmenlerimiz ve Türkiye’deki soydaşlarımız arasında


18

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

bugün de aydınlatma, bilgilendirme ve yönlendirme çalışmaları devam edebilir. Bu çalışmalar Türkiye’de, mesela BULTÜRK ve BG-SAM merkezlerinde broşür dağıtma şeklinde gelişiyor. Kahvelerde dertleşen yurttaşlar arasında bilgi alış verişi sürüyor. İşte böyle bir ortamda, yarın yapılacak seçimde elde edilecek sonuçları değerlendirirken 1 - 4 Kasım arasında Bulgaristan’da yapılan sosyolojik anketlerden çıkarak bazı siyasi eğilimlere göz atmak istiyorum. Bu anketler genelde telefon görülmesiyle yapılıyor. Alfa Riçars ajansı son anketini 1 400 kişi ile yapmış. Bu gözde ajansın bilinen yöneticisi Boryana Dimitrova isim yapmış bir sosyologdur, görüşlerini temel alıyoruz. Araştırma esasına Bulgaristan’da 7 milyon insan olduğu ve bunlardan 3 milyon 800 bin seçmenin oylamaya katılacağı var sayılmış. Seçime katılma açısından son iki aydaki değişim şöyle: 6 Kasım 2016 Bulgaristan Cumhurbaşkanı seçimine katılmak isteyenler ve istemeyenler: Ekim 2016 Kasım 2016 Seçime katılacağım: % 61 - % 69 Seçime katılmayacağım: % 39 - % 31 Bulgaristan’da yaşayanlardan 3 milyon 500 bin kişi seçimle katılacağını beyan etmiştir. Ekim 2016 Kasım 2016 Referanduma katılacağım: % 52 - % 61 Referanduma katılmayacağım: % 48 - % 39 Referandum sonuçlarının geçerli sayılması için, Bulgaristan’da yapılan son seçimde oy veren vatandaş sayısına erişmek yeterli olur. Bu seçimde anket sonuçlarını 3 grupta ele alıyoruz. Birinci grup: (en fazla oy alan iki aday) GERB adayı Tsetska Tsaçeva % 26,3 BSP adayı General Rumen Radev % 22,5 Bu iki adayın ikinci tura gitmesi bekleniyor. Aralarındaki fark halen % 3,8 Tsaçeva lehindedir. Fakat Ekim ayında yapılan anketlerde Tsaçeva % 29,,3 oy alırken şimdi aldığı oylar yüzde 3 azalmış ve % 26,3 olmuştur. Burada anket sonuçlarına göre, GERB adayına büyük şehirlerdeki orta sınıf, orta gelirlilerin güveninin de güçlü güvenden orta güvene düştüğünü belirtmeliyiz. Küçük şehirlerde GERB güve-


Makale ve Analizler - 2016

19

nini koruyabilmiştir. Özellikle istemlerinde daha titiz olan, özellikle adalet reformu isteyen ve eğitim alanında da değişiklikler yapılmasında ısrarlı olan tabakanın GERB’ten yüz çevirmeye başladığı dikkati çekiyor. BSP adayı General Rumen Radev açısından yapılan analizde son ayda onu destekleyenlerin % 21.4’ten % 22,5’e yükseldiğini izlerken seçim kampanyasının 2. tura hedefli yürütüldüğü gözden kaçmıyoRumen Radev’in seçim sandığına toplanan oyların büyük ölçüde ABV partisi adayı İvaylo Kalfin ile “21. yüzyıl” partisi adayı Tatyana Donçeva’dan geldiğini seçmen izleyebiliyor. Cumhurbaşkanı seçim kampanyasında en büyük hareketlenme sol ve sağ milliyetçi çevrelerde olduğu gün gibi ortadadır. Batı Avrupa ülkelerinde sığınmacılara, göçmenlere, savaş kaçaklarını, ekonomik göçe karşı güç toplayan milliyetçili, İslam düşmanlığını, Müslüman aleyhtarlığını bir Bulgaristan koşullarında 2 yıldan beri izliyoruz. Bulgar milliyetçileri “Yurtsever Cephe”, “Yurdu Kurtarma Cephesi”, “Ataka” partisi ve Makedon İç Devrim Örgütü VMRO gibi sol ve sağ aşırı milliyetçi, ırkçı, faşizm çağıran örgütlerde birleştiler. Bu seçimde bu milliyetçi hortlamanın şiarı “Bulgaristan’ı Kurtaralım” oldu. Toplantılarını genelde kapalı salonlarda yapan, kampanyayı ciddi mali kaynaklara dayandıran, güçlü teknik araçlar kullanan milliyetçilerin adayı Karakaçanov’un ve onu yalnız bırakmayan milliyetçi parti liderleri kampanyayı “milli uyanış ve bitleşme”, “sığınmacılara karşı amansız mücadele”, “Yeni Osmanlıcı yayılma siyasetini önleme”, anti-Türk, anti-İslam temelinde ve Türkite Bulgaristan sınır güvenliğini arttırma gibi esaslara dayandırdı ve ekim ayında % 8,7 destek bulurken, seçimlere 3 gün kala bu destek % 12,5’e tırmandı. Liste üçüncüsü olan Karakaçanov Macaristan ve Polonya gibi ülkelerdeki sığınmacı düşmanlığını Bulgaristan’a taşıyabildi. Bugün de evsiz barksız kalmış bir kaşık çorbaya muhtaç sığınmacılara karşı ulusal düşmanlık şiarlarıyla seçim yaptılar. Avrupa durulmadıkça Bulgaristan’daki milliyetçi saldırgan tırmanma devam edeceğe benziyor. Ne yazık ki, Memleketimizdeki milliyetçi saldırganlığın gelişmesine karşı Cumhurbaşkanı seçimlerine katılan diğer partiler daha tutarlı bir siyasi açılmayla karşı koyamadılar. Anket sonuçlarına göre dördüncü sırada olan Hak ve Özgürlükler Partisi (DPS) tarafından desteklenen eski başbakan Plamen Oreşarski % 6,9 destek buluyor. Şöyle bir özelliğe dikkat çekmek yerinde olur, ilk önce ancak % 0,5 destek bulan Oreşarski HÖH partisinin desteğini beyan etmesinden sonra, oyların % 90’nını DPS’den alarak dördüncü sıraya yükseldi. Geçen hafta yapılan “bugün erken parlamento seçimi yapılsa kime oy verirdiniz” anket sonuçlarına göre, HÖH - DPS partisinin % 8 oy oranıyla 3. olması dikkati çekti.


20

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bir yandan DOST ve Kasim Dal Korman İsmailov kanatlarının Türk, Pomak ve Çingene kitlesini kaliteli program ve önerilerle kazanıp dönüştüreceğine artık bir yıldan beri boştan doluya ve sonra da doludan boşa oyunuyla belirli çevreleri oyalaması gözden kaçmıyor. İnandırıcı olamayan her siyaset yoksul ve sefil durumda bulunan seçmen kitlesini kendi kabuğuna geri çekerken büzülmesini doğuruyor. Hiç çekinmeden şunu söyleyebiliriz. Pl. Oreşarski 3.5 milyon seçmenin katılması beklenen bu seçimde % 8’in üstünde oy alırsa, HÖH tarihinde yeni bir başarıya selam vereceği gibi, aynı zamanda DOST oluşumunu kökten bitirebilir. Silistra yöresinden Türk seçmenlerin DOST partisinin seçim kavgasında olmadığına dikkat çekmek için Ankara’ya gönderdikleri ve DOST partisi Başkan Yardımcılarından üçünün 2 aydan beri Türkiyeyi dolaşmalarına dikkat çekerek, “bu seçimlerde Bulgaristan Cumhurbaşkanı Türkiye’de mi seçilecek” sorusunu yöneltmeleri kamuoyunda yorumlandı. Bulgaristan’nın kuzeyinde zaten bağımsız Türk belediye başkanları açıkladılar bizim oylarımız GERB dediler, yani DOST dış mandalda kaldı. Türkiye’de çıkan “Milliyet” gazetesinin DOST partisinin en azılı Türk düşmanı partilerden biri olan GERB değirmenine 500 bin oy sağlayacağı haberi ise doğrudan alay konusu oldu. Diken battı yerden çıkar. Bulgaristan sorunlarının Türkiye’de çay muhabetlerinde çözmek isteyenlerin çabaları boşunadır. Normal koşularda kendilerine 10 oy verecek seçmeni olmayan bu kişilerin Bulgaristanlı kardeşlerimiz, Bulgaristan siyaseti vb üstüne söyleyecekler her söz boştur. Bu seçimde dikkati çeken başka bir özellik de, ikinci turda yarışması beklenen Tsetska Tsaçeva ile Feneraş Rumen Radev’in toplam oylarının % 50’nın altında olmasıdır. Bu olay Jelü Jelev zamanında % 80; Petar Stoyanov zamanında % 70 ve son Cumhurbaşkanı Plevneliev zamanında % 60’ın üstündeydi. Bu durumda seçilecek olana karşı olan aktif seçmen kitlesinin çok güçlü ve makro planda sonuç belirleyici olduğunu ortaya koyuyor. Bu iser, kendiliğinden olmak üzere Bulgaristan’da yeni koalisyon formülü arayışlarının başladığına daha ilk turdan sonraki gün başlanmış olacağını dolaysız kanıtlamış oluyor. Bulgaristan’da beklenen değişiklikleri hayata çağıran halk kendisi oldu.


Makale ve Analizler - 2016

21

Oyunuzu Kullanınız

BG-SAM-05.Kasım.2016

Sandıkları doldurmalıyız! 6 Kasım 2016 (Pazar) Bulgaristan Cumhurbaşkanı Seçimi var. Bulgaristan’da seçime katılmak zorunludur, bir vatandaşlık borcudur, hepinizi sandık başında görmek istiyoruz. Bulgaristan Cumhurbaşkanı seçimleri 5 yılda bir yapılıyor. Seçimler iki turludur. Birinci oylamada en iyi başarı kazanan iki aday 2. turda aralarında yarışacak. 2011’de Bulgaristan Cumhurbaşkanı olarak bizim oylarımızla da olmak üzere, GERB partisi adayı Rosen Plevneliev seçilmişti. Plevneliev memleketimizde insan haklarının genişlemesinden, demokrasinin yerleşmesinden, azınlık hakları da dahil, insan haklarına saygıdan ve herkes için adaletten yana bir siyaset çizgisi izlemeye çalıştı. Ne var ki, özellikle “Arap Baharı”ndan ve Yakın Doğu savaşları neticesinde Avrupa kıtasına akan sığınmacılar, savaş kaçağı ve ekonomik istihdam arayanlar selinin ordular gibi gelmesiyle Bulgaristan’da da kükreyen milliyetçilik ve ırkçılığı engellerken etkin olamadı. Bu gelişmenin sonucu -yani milliyetçi güçlerin 2015’te 3 parti halinde Sofya parlamentosuna dolması neticesinde- birçok Türk-Müslüman düşmanı yasa ve yasa değişikliği onaylandı. Her biri Anayasamıza aykırı olmasına karşın, seçmenlerimiz Bulgaristan tarihinde ilk kez Avrupa Birliği (AB) içinde ve AB dışında olmak üzere, ikiye bölündü. Yasa değişikliği yapılarak oy kullanma çeşitli yaptırım ve cezaları içeren bir hale getirildi. Kısıtlamalar AB dışında olanlara halen en şiddetli uygulanıyor. Kısacası, sanki birinci ve ikinci sınıf insan uygulamasına adım atıldı. Bulgar devletinin imzaladığı birçok uluslar arası sözleşme çiğnendi. Türkiye de dahil, AB dışında olan devletlerdeki Bulgar vatandaşlarına 35 gibi bir sandık sayısı sınırlaması getirildi. Zorunlu bir seçimde sandık sayısı sınırlaması dünya seçim tarihinde görülmemiştir. Buna rağmen, Türkiye’de yaşayan, 620 bin seçme ve seçilme hakkına sahip Bulgaristan vatandaşı, çifte vatandaş soydaşlar olarak oyumuzu yalnızca sınırlı adet sandıkta kullanabileceğiz. Demokratik bir seçimin engelsiz gerçekleştirilebilmesi açısından imkânsızın imkânsızı olan bu yani durum bizi ürkütmemelidir.


22

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Vatandaşlık hakkımız bizim en doğal hakkımızdır. Seçime katılma hakkımız da demokrasinin ana edinim ve istemidir. Öz sözümüz şudur: İnsan hakları değerlerine ve Bulgar Anayasası rafa kaldırılarak, vatandaşa özgürce seçme hakkı tanınmadan baskılı bir ortamda seçim yapılamaz, yapılsa da geçerli sayılmaz. Şu noktaya özellikle işaret etmek istiyorum: 620 bin Bulgaristan kimlikli ve bu seçimde oy kullanmak isteyen Bulgaristanlı soydaş olsa da, Türkiye’ye toplam 50 bin civarında Cumhurbaşkanı seçimi oyu ve bir o kadar da halk oylaması zarfı gönderilmiştir. Biz hepimiz oy kullanmak istesek bile bu hakkımızı ancak % 10 - % 12’miz kullanabileceğiz. Bu ise % 90’nımızın insan yerine konmadığı, insan sayılmadığı anlamına gelir. Haklarımız daha seçim başlamadan küçümsenmiş, hakları kısıtlanmıştır, yasalar çiğnenmiştir. Tüm bu yolsuzluklara ve Türk partilerinin susmasına karşın biz vatandaşlık görevimizi yerine getirmeye devam edeceğiz. Bulgaristan’da seçimde bizden oy isteyen aday çıkmadı. Sayıları 3 olan (Hak ve Özgürlükler Hareketi DPS, Sorumluluk, Özgürlük ve Tolerans için Demokratlar DOST ve Hürriyet ve Demokrasi diyen Kasım Dal partisi) Türk Müslüman partileri kendi adayını çıkarmadı. Biz çocuk süt istemez, anası da çangal durumda kaldık. Fakat gerçek sosyal yaşamda böyle bir doğallık yoktur. Bu gelişmeler Bulgaristan’daki Türk partilerinin bölünmüşlüğünden ve aralarındaki aşılmaz çelişkilerden kaynaklanırken, toplumun da milliyetçilik pençesinde çözümsüz boğuşma içinde olduğuna kanıttır. Cumhurbaşkanı seçimi Bulgar toplumunun çöktüğünü, çürüdüğünü ve seçeneksiz olduğunu, uzlaşma aramadığını doğruladı. Biz İstanbul’da BULTÜRK derneği olarak Bulgaristan’da insan haklarına ve demokratik ilkelere saygılı parti, dernek ve inisiyatif komiteleriyle her türlü yasal işbirliğine, destek vermeye ve seçimlerin ve referandumun şeffaf ve kurallara uygun biçimde yapılmasına yardım etmeye hazırız. Şu da unutulmamalı, bu seçimler ana-vatanımız Türkiye’de olağanüstü gergin bir ortamda, Olağanüstü Halk ortamında ve FETÖ - PKK yandaşlarının yeni bir ayaklanmaya hazırlandığı gözler önünde olan bir süreçte düzenlendiğinden dolayı, soydaşlarımızı disiplinli olmaya, seçim odasında kararlı ve acele hareket etmeye, kimlik kartı gibi evrakları kolayca çıkarıp sunabilecekleri yerde tutmaya çağırıyoruz. Bu seçime katılmakla da son hedefimiz anavatanımızda barış ve güvenliğe, uzlaşma ve huzura katkı sunmaktır. Devletimizi ve hükumetimi-


Makale ve Analizler - 2016

23

zin yanında olmak başta gelen ödevimizdir. İnancımız şudur, bizim haklarımıza el uzatanlar Türkiye’mizi zayıf düşürmeye çalışan güçlerdir. Bulgar ırkçı milliyetçileri de güçlerin müfrezesidir. Demokrasi ve insan haklarına seçenek olması umuduyla bir yaşını dolduran DOST partisi ele aldığımız şu konuların hiç birinde seçmenin beklentilerine cevap veremedi. Önce, kendinde cesaret bulup aday gösteremedi. Ahmet Doğan geleneklerine bağlı kaldı. Oylarımızı Todor Jivkov varislerine hediye etme yolunu seçti. Seçenek bekleyenlerin gözünden çıktı, demokrasi ruhunu kırdı. DOST partisi, kurulduğu günden beri bayrak yapmaya çalıştığı NATO’cu ve Avrupa - Atlantikçi siyaset çizgisini halka doğru ve inandırıcı biçimde açamadı. Bu siyaseti yalnız Ukrayna ve Kırım problemlerine sapladı, Bulgaristan, Bulgaristan Türkiye ve Bulgaristan’da yaşamayı seçen kardeşlerimiz ve Türkiye’deki soydaşlarımız açısından kör ve etkisiz kaldı. GERB adayı Ts.Tsaçeva’ya oy isteyen DOST partisinin siyaset anlayışında eksiklik olduğunu ortaya çıktı, hatta Kırcaali vekili KARAYANÇEVANIN dediği gibi GERB kanatlarına tutunup uçmaya çalıştığını fakat buna müsaade edilmeyeceğini söyledi. NATO ve Avrupa Atlantik siyaset çizgileri arasındaki farkı gösteremeyen, bilgisiz ve bilinçsiz NATO’culukla seçmenin kafasını iyici karıştırdı. Bir örnek verelim, militarizmi ulusal çıkarlar kılıfına saran Bulgarlar, Türk, Pomak ve Çingene gençleri “inşaat eri” olarak 1 yıl bedava çalıştırma sloganında birleşmeye ve karar kılmaya başladı. Bu üzücü olaylar, Bulgaristan’dan fazla Türkiye’de son 2 aydan beri Belediye ve sivil toplum örgütleri başkanlarıyla dost temsilcileri arasındaki görüşmelerde de belirdi. Dost’çular savundukları tezlerle gülünç duruma düştüler. Çünkü ortamı boş bulan Bulgar NATO-cu siyasetçiler “İstanbul menzilli füzeler isteriz” yaygarası kopardı. Böylece Bulgaristan’da İmam Hatip Lise ve Enstitüsünde siyasetçi değil, din adam yetiştirildiği bir daha gün ışığına çıktı. Yani kısaca İlmi siyaseti öğrenmeden bu işler olamayacağı ortaya çıkmış oldu. Ortaya çıkan başka bir büyük gerçek ise şudur: Türkler, Pomaklar ve Çingeneler tüm etnik azınlıklar olmadan, onlara rağmen, Bulgaristan’da demokratik ve özgür bir toplum asla tesis edilemez, insan hakları temin edilmeden eşit adalet, eşit haklı vatandaş gibi temel ilkeler yerleşemez. 21. yy’da eşit haklı vatandaş ve eşit adalet, gerçek demokrasi kavgasına ilkokuldan başlamak zorundayız. Bu dünya kimsenin değil, hepimizin ortak nimetidir.


24

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu bakıma BULTÜRK olarak biz hepinizi seçim sandığına davet ederken, Cumhurbaşkanı seçim listesinin sol tarafındaki en alt kareyi işaretlemeye, bir zarf içinde olan Referandum sorularının da birincisini işaretlemenizi rica ediyoruz. Bu işaretleme “bu adaylardan hiç birini istemiyorum” anlamına gelir ve sizin seçime katıldığınızı kanıtlar. Bulgar vatandaşlı ve çifte vatandaş hakkınızı korur. Biz seçimi bir “hak” olarak gördüğümüz kadar bir “vatandaş görevi” olarak da kabul ediyoruz. Bu anlamda BULTÜRK olarak biz hepinizi vatandaş görevinizi yerine getirmeye davet ediyoruz. Referanduma bu şekilde katılmanız ise Bulgaristan seçim sistemini kökten değiştirecek niteliktedir. Bulgaristan Cumhurbaşkanı seçimlerinin ikinci turu, ön bilgilere göre, 13 Kasım 2016 (Pazar) yapılacaktır. Şimdiden bir şey demek mümkün değildir. Başa kalan 2 adaydan biri bizden oy isterse, değerlendirmede bulunup hepinizi sözlü, basılı ve görsel yayınlarımızla bilgilendirmek, tartışmaya açmak BULTÜRK ve BG-SAM olarak görevimizdir. Şunları sonuç olarak eklemek istiyorum: Tarihte toplumsal düzenleri yıkan, devletleri devirenler, uygarlık değiştirenler temel insan hak ve özgürlükleri uğruna, onların olmadığı yerde var edilmesine, sınırlandırılmış, kısıtlanarak yasaklanmış oldukları yerde de yeniden sağlanması için mücadele etmiştir. Büyük Fransız Devrimi’nden bu yana artık 3 asır insanlığın gelişim motoru bu mücadeledir. Köleler hakları için ayaklanmıştır. Toprak köleleri de aynı haklar için direndiler. Kadınların erkekler gibi seçme ve seçilme hakları uğruna mücadeleler verdi. Etnik azınlıklar bulundukları devletin eşit haklı vatandaşıdır. Haklarımız, seçme ve seçilme hakkımız, oy kullanma özgürlüğümüz bu seçimde de bize uygulanan ayrım ve kısıtlamalarla engellenmemiz. Ayrım yapılarak yapılan seçimlerden hiç biri geçerli sayılamaz. Tek vatandaşın ayrıma uğraması seçimin geçersiz sayılması için yeterli olmalıdır. Hukukun üstünlüğü sağlanmadan demokrasi tesis edilemez. Bulgaristan milliyetçileri dünyayı AB ülkeleri ve AB ülkesi olmayan ülkeler diye ikiye bölmeye çalıştı. Onlar bu güce sahip değildir ve yolları kesilmelidir. Bu uğurdaki hukuksal mücadele demokrasi mücadelesidir.


Makale ve Analizler - 2016

25

Ayırım siyaseti Bulgaristan’da araba devirebilir. Şu dönem, hele seçim arifesinde nereye yön aldığı pek belli olmayan Bulgaristan seri yanlışlarla yeni felaket sayfası açabilir. Neticede memleketimiz AB ve NATO üyeliğinden olabilir. Parçalanabilir. Şu da unutulmamalıdır Bir grup insan için ayrıcalıklı yasa çıkarma dönemi tarih oldu. O dönemin adı totalitarizm ve faşizmdi. Demokratik toplumların ana dayanağı eşit adalet, hak eşitliği ve insan haklarının evrenselliğidir. Her şey olabilir ama seçme ve seçilme hakkımızı hiçbir hukuksal uygulama elimizden alamaz. Bu hakkımız, doğduğumuz toprakta ölme hakkımız kadar kutsaldır. Dedelerimiz oralarda yattığı sürece bizimdir bu diyarlar. Rafet Ulutürk BULTÜRK Derneği Genel Başkanı

İlk Tur ve Beliren Eğilim

Rafet Ulutürk-07.Kasım.2016

İkinci turda bulusalım Bulgaristan değişim yolunu seçti. Demokrasiyi kimseye değiştirtmiyeceğini hatırlattı. Genel değerlendirme: 6 Kasım 2016 Bulgaristan Cumhurbaşkanı seçimleri başarılı yapıldı. 6 milyon kişi olarak gösterilen seçmenlerden % 57,7’si oy kullandı. % 47,7’si de halk oylamasına katıldı. Bir önceki genel seçime göre, oy kullananlar 500 kişi fazlaydı. Seçim Sofya Merkez Seçim Komisyonu tarafından yönetildi. Seçmenden % 5,5’i ise 21 adaydan hiç birini desteklemedi.


26

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Halk oylamasında katılanlardan % 73,3’ü seçim sisteminin tamamen değişmesini ve orantılı seçimden majoriter (en fazla oy alan kazanır) sistemine geçilmesine; % 72,5’i her oy için partilere 12 leva yerine 1 leva yardım yapılmasına; % 63,9’u da zorunlu seçime “evet” dedi. Referandum var olan siyasi sisteme “okkalı bir tokat” olurken, mecliste görüşülmeden yürürlüğe girmesi ve hemen uygulanması 2014’te yapılan genel parlamento seçimlerinden 1 oy fazla almış olmasına bağlıdır. Bu ise tüm itirazlar görüşüldükten sonra Merkez Seçim Komisyonu tarafından hafta içinde açıklanacaktır. Önemli olan halk oylaması sonuçları bu durumda da meclise girdi ve görüşmeye açılacaktır. Diş ülkelerde oy kullanma: Bulgaristan dışında oy kullanmaya çalışan vatandaşlar çok büyük güçlüklerle karşılaştı. Uzun kuyruklar yüzünden oyunu veremeyenler oldu. Mesela Almanya’nın Stutgart bölgesinde 30 bin Bulgar seçmenden ancak 800 kişi oy verebildi. Amerikanın Çikago şehrinde 100 bin seçmenden ancak 3 sandıkta 2 700 oy verildi. Türkiye’de 620 bin oy kullanma hakkı olan vatandaştan ancak on beşte biri oy kulandı. Seçim esnasında MSK’undan gelen emirlerle “seçim dili” ve “dilekçe doldurma” işlerine müdahale edilmeye çalışıldı. Türkiye’de seçim örgütü İstanbul’da en başarılı sağlanırken, HÖH elemanları her yerde içeride ve dışarıda, sandıkta veya çevrede mualif olarak sadece BULTÜRK Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği elemanlarının özel gayretleri dikkat çekti. Ayrıca Bulgaristan’da Seçim kurulu yetkililerinden GERB partisi yoktu ve birçok konsolosluk görevlileri de HÖH ile birlikte çalışmaları da gözlerden kaçmadı. Bunları kontrol edemeyen bir Hükumete kimse güvenmez. İngiltere’de seçim günü havanın yağışlık olmasına rağmen sandık başına giden vatandaşların birçoğu da oyunu vermeden geri döndüler. Referandum komitesi üyelerinin seçim gecesi düzenlediği basın toplantısında “seçmen haklarının sandık sayısıyla kısıtlandığı”, Türkiye’de 35 sandık uygulamasının asla kabul edilebilir bir durum olmadığı belirtilirken, sert eleştirildi. Seçime katılma aktifliği ve alınan sonuçlarla dış ülkelerde yaşamak zorunda olan Bulgaristan vatandaşlarının köklü değişikliklerden, daha geniş demokratik haklardan ve herkese serbestlikten yana olduğunu doğrulandı.


Makale ve Analizler - 2016

27

GERB seçimin birinci turunu kaybetti: 2007’den beri Bulgaristan yerel, meclis ve Cumhurbaşkanı seçimlerinin hepsini art arda kazanan Başbakan Boyko Borisov’un GERB partisi bu seçimin ilk turunu kaybetti. Seçimden önce “ilk turu kaybedersek hemen istifa edip”, yürütmeden çekileceğiz ve erken seçim yapılacak açıklamasında bulunan Başbakan Borisov sözünde durmadı. “Birinci ve ikinci tur arasında ülkeyi hükumetsiz bırakmak olmaz” gerekçesiyle “ikinci turu da kaybedersek aynı gün istifamı sunup yürütmeden çekileceğiz” dedi. Böylece istifayı haftaya erteledi. GERB adayı Bayan Tsetska Tsaçeva, sosyalist parti BSP adayı General Rumen Radev’ten % 5’e varan daha az oy aldı (% 21,8) ve ikinci tura katılma hakkı kazandı. Seçimler, Bulgar seçmenin Başbakan Borisov’un “piyonu” ve “gölgesinde hareket edecek” bir kişiliksiz kişiyi Cumhurbaşkanı olarak istemediğini gösterdi. Ülkedeki genel gerginlik ve halkın geçim sıkıntısı, son 5 - 6 yılda refah kaybı iktidar değişikliği istendiğine işaret ediyor. Bulgaristan’da siyasi sınıfın değişmesini zorunlu kılan dış faktör ise, GERB partisi ve şahsen Boyko Borisov’un bunalım yaşayan AB ve Almanya bağlılığı ile hiçbir konuda alternatif sunamamış olmasıdır. 6 Kasım 2016’da kazanan güç. Oyların % 26’ini alan ve Cumhurbaşkanı olma yolunda birinci turu kazanan Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) tarafından desteklenen bir inisiyatif komitesi adayı olan Hava Kuvvetlerinden emekli General Rumen Radev seçmenin cumhurbaşkanı makamına uygun gördüğü kişi olarak ortaya çıktı. Radev’in başkent Sofya’dan başka, Plovdiv, Varna ve diğer il merkezlerinde ve büyük şehirlerin hepsinde seçmen oyunu alması ve yüksek öğrenimliler ve lise mezunları tarafından en fazla desteklenen aday olması toplumun değişiklik, dolaysız demokratikleşme istediğine işaret verdi. Küçük kasabalarda ve köylerdeki seçmen ise GERB adayı Bayan Tsaçeva’ya oy verdi. Dikkati çeken bir başka özellik de General Radev’e aldığı oylardan % 27’sini Çingene gettolarından ve azınlıkların yaşadığı yerleşim merkezlerinden gelmiş olmasıdır. Bu da işsiz kesimin, sefalet çizgisi altında zar zor geçinenlerin umut aradığına, hemen değişiklik yapılmasından yana olduğuna yeniden işaret etti. Radev’e oy veren kesim bir milyondan az olsa da, aynı gün 3 milyondan fazla seçmen halk oylamasında % 70 oranında “köklü sistem değişikliği”, “doğrudan doğruya demokrasi” dedi.


28

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu ise köklü yenilenme isteyen dip dalgasının büyüklüğüne, onun hareket halinde olduğuna ve toplumun içten içe gerçekten çatırdadığına kuşkusuz delil oldu. İlk iki adayı destekleyenler % 50’den azdır. Zorunlu olan seçime katılma oranı yüksek olsa da, Cumhurbaşkanı yarışındaki ilk ikiye verilen toplam oy oranı, oy kullananların % 50’sinden azdır. Bu da ikinci turda seçilecek olan adayın büyük bir toplumsal baskı altında olacağına daha şimdiden göz kırpıyor. Seçime katılmayan ve çekimser kalan güçlerin kullandıkları oyla sistem değişikliği talep eden güçlerden fazla olması, toplumsal güçlerin kendi yönlerini tam olarak belirleyememiş olduğunu düşünmemize olanak veriyor. Anlaşılan iç politikada beklenen reformları yapacak sosyal akımlar henüz sahneye çıkmadığı gibi, dış politikada da Doğu ve Batı arasında, Türkiye ile iyi komşuluk ortamında alınacak yer konusunda tam bir durulma olmadığı ortadadır. NATO üyeliği ile Amerikan üslerinin memlekete konuşlanması kimseye hemen huzur getirmediği gibi, gerginlik tırmanmıştır. Seçimlerin bu siyaset gölgesinde yapılması seçmeni etkilemiştir. Bulgar seçmenin demokrasi kalelerinde aktifleşmesi ise artık yurda dönme fikirlerinin ve ruhunun yeşermeye başladığına işarettir. Sistem değişikliği istekleri: Sonuç değerlendirmemize devam edebilmemiz için, seçim kampanyasında ve anlaşılan birinci ve ikinci tur arasında en çok kullanılacak olan “sistem değişikliği” kavramının özünü açmamız gerekecektir. Şu dönem, bu kavram Bulgar kamuoyunda biraz farklı anlam kazanmış durumdadır. - 1878’de kurulan Bulgar devleti bir monarşi, bir “Prenslik”ti. - 1908 - 1944 yılları arasında ise Bulgar Çarlık’ı vardı. - 1944’te ilan edilen Bulgaristan Hak Cumhuriyeti, - 1990’da Bulgaristan Cumhuriyeti oldu. “Sistem değişikliği” dendiğinde genelde “monarşi” ve “cumhuriyet” idare biçimi arasında bir seçim anlaşılır. Seçmenin istediği cumhuriyet rejiminden monarşiye geri dönmek değildir. İstenen cumhuriyet şeklindeki devlet düzeni içinde, seçim sisteminde köklü değişiklik, parti ile devlet arasındaki ilişkilerde değişiklik ve cumhuriyet biçiminde son söz sahibi olan halkın iradesinin daha büyük ağırlık kazanmasını sağlamaktır. Bu arada vatandaşlar arasında ayrım yapılmasına kesinlikle son verilmesi, eşit adalet sağlanması, adalet düzeninde köklü yeni düzenlemelere gidilmesi ve demokratik haklarla öncelikle insan haklarının ve azınlık haklarının genişletil-


Makale ve Analizler - 2016

29

mesi bu isteklerin başında gelir. Daha somut bir ifadeyle referandumda oy verilen “majoriter” (en fazla oy alan kazanır) sistemi oy kullanma, seçme ve seçilme sisteminde değişiklik öngörüyor. Bu seçimde Türk seçmenin rolü ve ağırlığı: Bulgaristanlı Müslüman Türkler 5. Cumhurbaşkanı seçimine ve referanduma kitlesel katıldılar. Türkiye’de uygulanan kısıtlamalar olmasaydı daha da kitlesel katılacaklardı ve GERB birinci parti olması muhtemeldi. 100 - 120 km mesafeden gelip de oy kullanmak bir lüks olmaktan ziyade bir eziyet biçimi haline de getirildi. Lütfü Mestan tarafından kurulan ve yönetilen DOST partisi seçimi kaybeden GERB partisi adayı Bayan Ts. Tsaçeva için oy istedi. Alınan sonuç Mestan’ın çöken bir siyaset anlayışına destek vermeye çalıştığını gösterdi. Bunalımda kıvranan ve can çekişen Borisov iktidarına dayak olması gülünç oldu. Çünkü Türklerin en güçlü olduğu Kırcaali’de 12 bin 729 oy alırken 2013 seçimlerinde şimdi GERB partisi 15 bin oy alabildi. Kısaca Kırcaalide DOST’un oyu 3 bin civarında yani 2013 yılında Korman İsmailov’un da 3.063 oyu vardı. Burada değerlendirmeyi size bırakıyorum kim daha başarılı -Lütfü Mestan veya Korman İsmailov’un partisi mi daha başarılı. Seçmen “nalları dikmiş bir Bulgar’a destek olmak için bu zahmet fazla değil mi? Halimize bak!” dedi. Rakamların diliyle konuşulduğunda 2014’te yapılan genel erken seçimde Bulgaristan genelinde GERB partisi HÖH’ten 120 bin oy koparmıştı. Biz sadece BULTÜRK olarak 50 bin civarında oy almıştık hatırlatalım. Şimdi ise bu rakam 120’den 160 çıkmış oldu. Bu seçimde beliren ek 40 bin oyun direk olarak DOST tarafından sağlandığını bile iddia etmek yanlış olur. DOST’un kendi açıklaması üye sayısının 17 bindir. Türkiye’den de GERB için partisine oyların gelmesinin nedeni Boyku ile Erdoğan 3. köprü açılışından olması daha muhtemel. Ayrıca seçimlerden önce GERB partisinin Deliorman ve Dobruca yörelerinde köy kasaba arası yol yapımına devlet bütçesinden yaptığı milyonlarca ödemenin meyvelerini topladığı gözleniyor. Başka bir örnek: Kırcaali ilinde, DOST partisi’nin en güçlü olduğu Cebel belediyesine 800 bin leva seçim önü havale gönderen GERB belediye merkezi ve etraf köylerden ancak 1.900 oy aldı. Bu oran HÖH’un aldığı oylardan 250 adet azdır. Bu ise, GERB’in ana kalelerde daha ilk kapışmada HÖH’e yenik düştüğünün habercisidir. Bilindiği üzere, bu yıl yaz ve güz ayları arasında Türklerin yaşadığı bölgelerde de birçok orman yangını olmuştu. Yangın söndürme işlerine gönüllü katı-


30

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

lanlara GERB partisi yerel yönetimlerinden ikişer kamyon yakacak odun dağıtılması da seçim sonucunu etkilemiştir. Bu bakıma DOST partisinden gelen destek GERB tarafından suskun karşılansa da, Bayan Tsaçeva ile General Radev arasının 6 - 7 puan açılmasına engel olan tek faktördür. Hak ve Özgürlükler Partisi (HÖH - DPS) bu majoriter Cumhurbaşkanı seçiminde eski başbakan Pl. Oreşarski’ye oy verdi. 260 bin oyla ifade edilen bu destek salt Türk desteği olduğundan adayı 5.sıraya ve Reformcu Blok adayının önüne çıkarabildi. Yazılı bir tutanak olmasa da, HÖH partisinin 2. turda General Radev’i destekleyeceği kesinleşti diyebiliriz. Bulgaristan’da 5. Cumhurbaşkanın seçilmesinde de Türk seçmenin sonuç belirleyen rol oynayacağı daha şimdiden belli oldu. HÖH seçmeni, General Radev’i boyunduruk dışı, kişilik sahibi, NATO yandaşı biri olduğu kadar, bağımsız ve tarafsız bir siyaset izlemeye hevesli, halk tarafından kucaklanan ciddi bir milli lider olarak görünür mü bunu Boyko’nun açıklamalarından sonra belirleneceğini düşünüyoruz. Çünkü Türkleri hiç biri ağzına almıyor bakacağız bu ikinci tura kadar kim daha çok Türk-Müslüman kelemesini alacaktır. Seçimde iyice bölünen RB: (Reformatorlar) Yine bir öncelik komitesince yükseltilen ve Reformcu Blok (RB) beşlisi tarafından desteklenen Tr. Traykov, seçim kampanyasında genç istidatlı ve zeki bir aday olarak sivrilse de beklenen başarıyı elde edemedi. Aldığı oylar RB’un seçimde aldığı oylar (% 6) düzeyinde kaldı. O en fazla reklâm edilen adaydı. RB içindeki beş parti ve ana güç olan ve GERB hükümetine ve Başbakan Borisov’a her alanda karşı çıkan Güçlü Bulgaristan Hareketi (DCB) ikinci turda GERB adayına oy vermeyeceğini açıklayınca, blok ikiye bölündü ve hüküumet ortaklığı da ikinci tura girmeden yeni bir darbe aldı. Milliyetçi oyların patlaması: Cumhurbaşkanı seçim kampanyasını “sığınmacı” düşmanlığı, “Türkiye ile sınırımızı güçlendirelim”, “İstanbul’u vuracak füzeler alalım”, “deniz güçlerimizi de yeni silahlarla takviye edelim” gibi sloganlarla yürüten bu güç oy toplamanın kilit taşını şurada gördü: Türkiye ile Bulgaristan gibi iki NATO müttefikinin arasını açmaya çalışırken, ülkede Türk, Müslüman, İslam düşmanlığını yeni bir boyuta taşıdı. Bulgar milliyetçi ırkçı gruplaşmasının adayı Kr. Karakaşanov oyların % 14’ünü aldı. Bu 70 yıldan beri görülmemiş bir patlamadır. Aşırı soldan “Ataka” partisi ve aşırı sağdan Makedon İş Devrim hak eti (VMRO) ile güya “Yurtsever


Makale ve Analizler - 2016

31

Cephe” eylem birliği yaptı. Batı Avrupa’da Müslüman düşmanlığından, sığınmacı olaylardan faydalandılar. “Skat” ve “Alfa” TV yayınları düşmanlık kustu. Yüzlerce toplandı yaparak “Bulgaristan’ı kurtaralım” sloganı yükselterek bayrak dalgalandırdılar ve Nazilerin “Almanya her şeyin Üzerindedir” marşından esinlenerek bestelenen “Bulgaristan her şeyin Üzerindedir” marşıyla kan kabarttılar. Bu güçlerin güç topladığı köy ve kasabalar Burgas, Yambol ve Haskovo gibi Türkiye ile sınır illeridir. İkinci turda bu güçlerin GERB adayı Tsaçevayı desteklenmesi beklenmiyor. Onların derdi şimdiki 18 milletvekilini 40’a çıkarmaktır. Hepsi bu hayalin hamalı oldular. Siyasi gözlemciler milliyetçilerin GERB kitlesinden oy çektiğine işaret ederken, aslında bu üçlü gruplaşmanın reel oy oranının %6’dan fazla olmadığına işaret ediyor. “Sığınmacı” dalgası düşse oyları da birdenbire düşebilir. Bu güçler ancak HÖH partisiyle boy ölçüşüyor ve Türklere nefes aldırmamayı kendilerine dava etmişler. Bu ikinci turda yine o sözde Türk partisi ile birlikte hareket etmeye hazırlanıyorlar da nasıl yapacaklar insanımızı nasıl kandıracaklar bekleyelim görelim. Bunların tabanından oylar sadece Komünistlere gider, ne açıklaması yaparsa yapsınlar, bunu Boyko artık görmelidir, oraya göz atmayı bırakmalıdır, çünkü önünde bir hafta var zamanı pek kalmadı. Milliyetçi üçlü erken genel seçime gitmeyi, meclisteki sandalye sayısını 2 kat arttırarak, siyaset denkleminde uyum sağlayıcı olup yürütmeden daha fazla pay umuduyla ikinci turda GERB partisini desteklememe kararı aldı. Bu aslında Borisov’a da iyi bir ders oldu. Milliyetçilere hem oy kaptırdı hem de 2. turda yolda kalıyor. Son hedeflerinde, onlar, HÖH - DPS partisinin siyasi sıralamada üçüncü parti rolünü kapmaya hazırlık görürken, Türkleri ve Müslümanları devlet ve yürütme yapısından tamamen sökmeyi amaçlıyorlar. Boyko onların sesine kulak verdi ve Türkiye’de sandıkları azaltı, zarar GERB’e, Seçim günü sandık başında Türkçe konuşma diye karar aldı daha yazalım mı? Devletler akılla yönetildiğini bir daha Boyko’ya hatırlatmak isteriz. İkinci turu kim kazanır? Bulgaristan Cumhurbaşkanı seçimlerinin ikinci turunun 13 Kasım 2016 (Pazar) günü yapılacağı açıklandı. Birinci turu kazanan BSP tarafından desteklenen, İnisiyatif Komitesi adayı General Rumen Radev ile GERB partisi adayı Tsetsak Tsaçeva yarışacaklar. Sosyolojik araştırma ajansları, Radev’ın oy toplayan dalgasının yükselmeye devam edeceğine işaret ederken, ikinci turda alacağı oyların % 39 olacağını vurguluyorlar. GERB adayı oylarına ise ancak RB oylarından % 3 gibi bir pay katılacağına ve Tsaçeva’nın alacağı oyların % 26’da kalacağına dikkat çekenler, Borisov’un


32

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

istifasına gün kaldı derken 2017 Nisanında erken genel meclis seçimi ve yeni koalisyon hükumetinden söz ediyorlar. Bulgar seçmen siyasetin rüzgarını değiştirebildi, çünkü hükumet demokrasi yolundan ayrıldı, bu bir haftada konuşmaları ve yaptığı işler demokrat Bulgarlar ve Azınlıklar tarafından çok yakından izlenecektir. Ona göre demokratlar Bulgar-Türk-Müslümanlar oya gidecek veya gitmeyecektir bu böyle biline. Demokratların oyları Komunistlere gitmez rahat olun, ancak demokratlar oya gitmeyebilirler işte bundan dolayı diyorum ki, bu bir hafta içerisindeki konuşmalar önemlidir. General Radev’in birinci turda oyların % 25’ini aldı. O, ikinci adımda Bulgaristan Cumhurbaşkanı olabilmek için şu güçlerin desteğine bel bağlayacaktır: Birinci turda oyların % 7’sini alan, Türkleri, Pomakları ve Müslüman Çingeneleri temsil eden HÖH - DPS partisi; Ne kadarını Komunist adaya götürebilir bu bugünden belli değil, çünkü Türkler kolay kolay Komunistte oy vermez tabi ki daha demokrat biri olursa. Bu konuda yapılacak çok şey var. Birinci turda oyların % 3’ünü alan ABV partisi seçmeni; Birinci turda oyların % 2’sini alan “21.Yüzyıl” partisi seçmeni; 2017 Bulgaristan’da yalnız yeni dünya görüşüne sahip bir Bulgaristan Cumhurbaşkanı değil, merkezde buluşan bir yeni Bulgar politik yapılanmasından da söz edebiliriz. GERB adayı Bayan Tsaçeva birinci turda oyların % 22’ini aldı. O, ikinci adımda Bulgaristan Cumhurbaşkanı olabilmek için şu güçlerin desteğine bel bağlayacaktır: GERB partisi diğer parti, sivil örgütler ve gruplardan resmen bu güne kadar yardım talep etmiyor. Nedenini anlamış değiliz, demokrasinin ilk taşları STK’lardan geçer. Fakat birinci turda parçalanan ve halen Bakanlar Kurulunda 5 bakanı olan Reformcu Blok partisi oyları GERB adayına gider, oya gitmeyen olabilir. Seferber edilebildiği halede birinci turda geçersiz ve kimseyi desteklemiyorum şeklinde oy kullananların tamamını alabilmesi için yine konuşmalar ve onları davet etmek çok önemlidir. Çünkü bunlar sadece GERB’e verebilirler amma gene oya gelmeyenler olacaktır. Sonuç: Gidişin gidiş olmadığınuı defalarca söylemiş, yazmıştık.


Makale ve Analizler - 2016

33

6 Kasım’da yapılan Bulgaristan Cumhurbaşkanı seçimlerinin ilk turunda, 27 yıldan beri devam eden ve aslında yerinde yasan Bulgaristan demokratikleşme ve yenileşme süreçlerinin miadının tamamen dolduğu ortaya çıktı. Bu sürecin bundan 50 yıl önce iktidar olan, 10 Kasım 1989’da devrilen fakat dayandığı totaliter komünist iktidarın ayakta kalmasına 27 yıldan beri çalışılan zihniyet ve dinamiklerin iktidardan sökülmesinin kaçınılmaz olduğuna seçmen çoğunluğunun inanmış olduğu gün ışığına çıktı. 6 Kasım 2016 Yeni Bulgar tarihine dönüşümlerin başladığı, totaliter iradenin demokratik inanca yenik düştüğü bir gün olarak geçecektir. Bunun ikinci turunda her şey GERB’in hala elindedir, bunu nasıl kullanacak kendisine bağılıdır. Referandum girişimcisi Slavi Trifonov’un değimiyle, 6 Kasım Bulgaristan’da “totalitarizme ağır ve sesli bir demokrasi şamarı vurulduğu gün” olarak hatırlanacaktır. Totaliter komünist düzenden en fazla çeken Müslüman Türkler daha ilk günden başlayarak bu azimli ve kararlı davanın ön sıralarında yer aldı ve alıyor. Demokrasi tüm vatandaşlar için istenmeli ve uygulanmalı. Bu gidişle 2017 baharında memlekette erken genel parlamenter seçim yapılacak. O zamana kadar şu seçim sandığı sınırlamasını kesin kaldırmalıyız. Gerekirse bizler yine otobüslere binip gidip oyumuzu vermeliyiz ve bunun için gerekli olan tüm işlemleri sivil toplum örgütlerimiz aracılığı ve hizmetleriyle gerçekleştirmeliyiz. Amaç, Sofya meclisine 50 milletvekili seçmektir. Bizim buna gücümüz ve oyumuz var. Unutmayalım bugün dış ülkelerde 2.5 milyon Bulgar var. Bizde olduğu gibi onlarda da “özgür bir vatan” duyguları uyanıyor, yenilecek ve hepimize vatan olacak memleketimizde omuz omuza verelim ve birlikte yaşanabilir bir vatan oluşturalım. Herşeye rağmen Bulgaristan’da yaşayan Türk kardeşlerimizi ikinci turda komünistlere oy vermeyeceklerine inanıyorum. Kırcaali’den değerlendiriniz % 28 katılım var yani Türkler oya gitmiyor. Çünkü oy verecek kişi bulamıyor. Herşeyi bırakalım komünistlerden Bulgaristan’ı kurtaralım. Seçim analizlerimiz devam edecek. Bunu çevrenizle paylaşınız. Okuduğunuz ve paylaştığınız için teşekkürler.


34

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Klişeleştirilmiş Siyasetten Kurtulmalıyız

Şakir Arslantaş-08.Kasım.2016

Bulgaristan yeniden dizayn edilebilir. 6 Kasım Bulgaristan Cumhurbaşkanı seçimleri toplum tabanındaki hareketlenmeyi gün ışığına çıkardı. Sayılan oylar büyük değişikliklerin kapı araladığını artık göstermiş bulunuyor. Vurgulayarak söylüyorum, Bulgar toplumu içinde değişim sırasının kuyruğunda kalan ve dedikleri kişiye ya da partiye pıtır pıtır gidip oy veren kitle biz, Bulgaristan Türk ve Müslümanları etnik halk topluluğuyuz. Gericilikle, terörle zulümle mücadelede en fazla çekmiş ve en kararlı direnmiş olsak da, sürekli bilgilenemediğimizi, gelişim süreçlerini devamlı izlemediğimiz, daha parlak, daha doğru ve gerçek olanı algılamada azım karlık göstermediğimiz için geri kalıyoruz. Bir defa şunu kabul edelim. Okuyup yazmada güçlük çeken kişiler siyaset yönetemez. İleri giden her yol doğru olan yol değildir. Her adım bir insan için doğrudur, amma doğru ve haklı olan tek yol vardır. Bulgaristan’daki gelişmelerin karakter değiştirdiğini görebildik ve eğilimleri çok yakından izlemeliyiz. Bir günde ve tek bir günde İktidar partisi Bulgaristan’ın Avrupa Gelişimi için Vatandaşlar (GERB) başkent Sofya’yı ve 21 il merkezini bir anda kaybetti. Beyaz siyah, siyah beyaz, mavi kırmızı oldu. Değişmeyen iller Deliorman, Dobruca ve Rodoplarda bizim yöreler kaldı. Üstüne Avusturalya’dan Amerikaya, İspanya’dan Almanya’ya Bulgar seçmen hep bir ağızdan değişiklik istiyoruz, “derebeylik düzenine son” dedi. Çatırdayan tabakaların yönünü görebiliyor muyuz? Görmek istemiyor olabilirsiniz. Bizde toplum ayrışıyor, yeni ve farklı kriterlere (kıstaslara) göre yeniden harmanlanmış ve bölünüyor, kutuplaşmayı seçmiş parçalanıyor. Biz burada “a” dan “z”ye baştan aşağı bozuk olduğunu yıllarca yazdığımız bir siyasetin değişim isteyen güçler karşısında beyaz bayrak kaldırdığına, kendilerini yönetici elit olarak tanıtan, kabul ettiren ama çalıp kapmaktan, rüşvet toplamaktan başka ve insanları zorlamaktan gayrı hiç bir işe yaramayan tabakanın zamanının dolduğuna işaret ediyoruz. Daha net ifade edebilmek için somutlaştırırsam, büyük bir kazanda kurban eti kaynatan aşçıyı düşünün, köpükleri çarpakla toplayıp bir tabağa çıkardığını ve sonra karşıdan dil uzatan itlere verdiğini düşünün. Durum tam budur. Cahillere


Makale ve Analizler - 2016

35

özgü bir öz güvenin bir yalan dolan bulutunun toplumumuzdan mutlaka kalkması gerekiyor. Bu sisli ve korkulu ortamı temsil eden güçler GERB ve arka olduğu milliyetçi ırkçı ortaklarıdır. Hiç kuşkusuz ki, memleketimizde GERB gölgesinde faşizme evrimle var. “Su akarken durulur” mantığı bu ortam için geçerli sayılamaz. Biz hepimiz bir bataklıktayız. Bulgaristan bir hukuk devleti değildir. En mükemmel ortamda anayasası ve yasaları olan bir devlettir, desek bile, bize kusursuz yakışan söz kanunsuz bir devlet olmamızdır. Bu durum hakim olmasa, bankaları soyanlar tutuklanırdı, sosyalizmden bilmem nereye “geçerken” devletin malı ve mülkünden, bankalarından çalınan 167 milyar levayı aşıranlardan hiç olmazsa bir tanesi tutuklanır ve hapse atılırdı, ceza alırdı. Bu yönde birazcık bir gelişme olsaydı, Fransa’nın Sofya Büyük Elçisi Sofya’da mahkeme heyeti işlerine doğrudan doğruya müdahale etmezdi. Şunu sormanız haklı olur: Bir İnisiyatif Komitesi adayı olan General Rumen Radev’in Cumhurbaşkanı seçilmesi Bulgaristan’da totaliter kalıtı devletten ve sosyal yaşamdan söküp atabilir mi? Faşist eğilimli milliyetçi ve ırkçı giderek sertleşen tırmanmanın yolunu keser mi? Adalet reformu yapılması yolunu açar mı? Azınlıkların sivil toplum ve insan haklarının kusursuz tanınmasında direnir mi? Bu sorular bizim davamızın özüdür. Bu işlerin yapılmasında sonuç verecek gelişmeleri bizim yönetmemiz en iti sonuç verir. Şuna özellikle işaret etmek istiyorum. Biz BULTÜRK - Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet derneği, BG-SAM - Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi olarak yıllardan beri birlik olduk, gecemizi gündüzümüze kattık ve Bulgaristan gerçekliğinin farklı bir şekilde okunması gerektiğini hepinize anlatmaya çalıştık. Ne kadar Muvaffak olabildik bilemiyorum pek bilemem, fakat insanlarımızın dünyayı başka bir açıdan görebildikleri, görmeye çalıştıkları, hareketlendikleri ortadadır. Pazar gün yapılan seçimlerde Türkiye sandıklarında da yüzde elli yüzde elliye ikiye bölünmüş olmamız da değiştiğimizin bir ibresidir. Yani BULTÜRK’ün hizasına gelebildiler. Nesil Bir Değişim Sorunu: Biz de hem Bulgaristan’da hem de Türkiye’de bir nesil değişmesi sorunu yaşıyoruz. Mayıs 1989 Ayaklanmasını alevlendiren nesil artık yaşlandı. Dava ateşinin arkadan gelen kuşağa devletti. Bu işi şöyle anlamalıyız. Yıllardan beri kaldırım taşlarıyla yol döşüyoruz. 138 yıllık bir süzgeçten geçen bir davayı götüren biziz.


36

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu bir Bulgaristan Türk kimliği siyaset çizgisidir. Kaldırım taşları gibi hep ayakaltında olmamız için şu anda bütün azınlık haklarımız elimizden alınmıştır. Bu seçimde de bize adil propaganda hakkı tanınmadı. Şu bir gerçektir. Bir toplumda adıl propaganda hakkı tanınmadan demokrasi asla olamaz, insan hakları tanıtılamaz. Ezikler hep ezik kalır. Nesil değişikliği dediğimizde, biz sivil toplum örgütlerinde, partilerde ve kamu kuruluşlarında, siyasette, mecliste ve bakanlar kurulunda da köklü kadro değişikliği yapılmasını anlıyoruz. Dikkati çeken kadro değişikliği olsa bile izlenen siyasetin aynı kalmasıdır. Özellikle de Bulgaristan’da etnik azınlık topluluklarının özgün haklarının tanınması konularında kıpırdama olmuyor. Hak ve Özgürlükler partisi yönetiminin de baştan başa değiştiği, isimleri her türden kirli işlere karışmış kadroların siyasetin ön perdesinden çekilmek zorunda kaldığı ve belki de gelecek seçimlerde meclisten ve belediye meclislerinden çekilmek zorunda kalacağı gözden kaçmıyor. Başkentte ve büyük şehirlerdeki Bulgar aydın seçmen bu konuda ortak görüş sağlamış olduğunu gösterebildi. Ancak oya gitmeyen çok demokrat olduğu da görünmektedir, yani demokratlar demokratların yönetiminden memnun değil. Hepsi birden kendini Kaf Dağında gören, her fırsatta böbürlenen ve Bayan Tsaçeva gibi kendi gölgesinden bir kadroyu Cumhurbaşkanı seçtirerek siyasete tamamen hakim olmak isteyen ve bildiğini okuyan GERB Başkanı ve Başbakan’a “istifa” bileti kesti. Bunu yapan GERB partisinden kayan, Bayan Tsaçeva’ya oy vermeyen GERB aydınları, baskı altında çalışmak zorunda bırakılan memurlar, liseden sonra okumak için Avrupa ve Amerika Yüksek Okullarına kaçıp oyunu orada kullanan gençler, ekmek parasını gurbette arayan ve “aman şu işler düzelse de vatanıma dönsem diye can atan” gurbetçilerdir. Girişimci tabaka kendine siyasi alan arıyor. Bu seçime yine bir İnisiyatif Komitesi adayı olarak katılan, Varnalı ilaç toptancısı, sabıkalı olduğu bilinen, girişimciliğiyle öne çıkan, sol ve sağ siyaset çizgileri arasında kendine yer açmaya çalışan Mareşki oyların % 10’unu alarak, klasmanda 4. oldu. O, Moskova eğitimli, eşi Rus olan bir iş adamı olarak ülke çapında ve dış dünyada birdenbire popüler oldu. Kampanya başında TV tartışmalarına davet edilmiyordu. Fakat ilk demeçlerinden sonra halk onu tuttu. Dünyaya farklı bir bakış sergiliyordu. Sevildi. Varna ilinde (Varna Bulgaristan’ın nüfus bakımından ikinci büyük şehridir) en fazla oy aldı. Gazeteler “Ruslar Varna’yı ele geçirdi” diye yazdıkları yer. Mareşki bir modeldir.


Makale ve Analizler - 2016

37

Biz, BG-SAM ekibi olarak, Varna ilinde nüfus bileşiminin Ruslar lehinde değiştiğine defalarca dikkat çektik. Tüm yeni dairelerin Moskova bankalarından kredi alan Rus aileler tarafından satın alındığını yazdık. Yeni ders yılında 18 okulda Rusça derslerinin ağırlık kazandığını, Rusça dilinde radyo ve TV programları başladığını, Moskova gazete ve dergileri, Rusça kitap satan bayiler açıldığını duyurduk. Şehrin park ve sokaklarında Bulgarcadan fazla Rusça konuşulduğunu, ikamet almak isteyen Rusya vatandaşlarına kolaylıklar sağlandığını defalarca yazmıştık ve bu gelişmelerin sonucunda. Mareşki bir gecede Bulgar siyasetinde faktör oldu. Şimdi “size oy verenlerden ikinci turda kime oy vermelerini isteyeceksiniz” sorusuna şöyle cevap veriyor: “Önümde birçok çamaşır tozu var. Bunların arasında en kötü olandan biraz daha iyi olanı seçmek zorundayım” diyor. “General Radev’i, Bayan Tsaçeva’dan daha sert bir Rusofob bulduğu için, GERB adayına oy verebilirler,” diyor. Olay şöyle ki, bizde politikaya damga vuran, milli çıkarlardan fazla, dış güçlere lehte ya da aleyhte olan tutumdur. Lütfü Mestan’ın DOST partisi de, Bulgaristan’da alıştığı gibi soydaşlarımızdan oy bile istemedi, Bulgarların ona yaptığını o da soydaşlara yapıyordu. Sandık başlarında DOST’çu görmek isteyenler çok aradılar amma bulamadılar. Hep bildiği şu NATO, Atlantizim vs. kelemeler heryerde kullandı, amma neden GERB sorusuna cevap bekledik amma soruyu sormaya bile DOST’çu bulunamadı. Okurlarıma şunu önemle açıklamak istiyorum: Yazarlar grubumuzdan Musa Vatansever Bey, seçim konusunda bir yazısında, Bulgaristan Komünist Partisi’nin (BKP) devamı olan Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) nin Birleşik Amerika siyaset teknesinde Zbiqnev Bjezinski ve Henry Kissinger gibi politika ve strateji dehaları tarafından karıldığını ve mayalandığını yazmıştı. Bu plana göre, BKP’den BSP yapanlar onu Avrupa Sosyalistler ordusuna kattılar. Bu analizde şöyle bir özelliğe dikkat çekilmişti. Partili komünistler sosyalist olarak eski suçlarından sıyrılmış ve siyaset sahnesine ak pak çıkmayı başarmıştı. Fakat 1989 yılında özel bir BMP MK Politik Büro kararıyla, BKP üyesi olan ordulular, sivil ve üniformalı polisler, gizli polis, itfaiye kadrosu, Birinci Dereceli Devlet Kurumlarında çalışan (radyo, TV, devlet planlama komitesi, dış ticaret şirketleri vb) ve hatta öğretmen ve doktorlar komünist parti üyelik kartlarını iade ettiler. Yerel parti örgütleri, ilçe ve il komiteleri dağıldı, bu kurumlarda parti çözülmüştü. Daha derin bir bakış.


38

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu açıdan irdelediğimizde, “partiden ihraç edilen” bu kadrolar kendilerini suçlu hissettiklerinden saklanıyordu. Onlar, özellikle 1970 - 72 ve 1984 - 89 döneminde Müslüman etniklere isim, dil, din ve kimlik saldırısında, 1989 Mayıs Ayaklanmasının silah gücüyle bastırılmasına katılmıştı. Bu olaylarda Komünist Partisi’nin “vurucu gücü” olarak hareket etmişlerdi. Herkesin bildiği üzere çok büyük suçlar işlemişlerdi. “Demokrasi geldiğinde yargılanırız” endişesiyle büyük kısmı dış ülkelere kaçtı. Suçlar münferit olaylar değildi. Hepsi endişeli olduklarından 2007 yılına kadar siyaset arenasına çıkmadılar, saklandılar. Onları siyaset sahnesine taşıyan 50 yıl yurt dışından kaldıktan sonra Rus KGB kepçesiyle İspanya’dan alınıp Sofya’da Bakanlar Kurulu Başkanı koltuğuna oturtulan II Simyon oldu. Simyon 2001 - 2005 yılları arasında Bulgar Başbakanı görevindeyken bir yandan ülkeyi Türkiye’nin yardımlarıyla NATO’ya üye yaptı ve kökleri babası III Boris dönemine uzanan, dosyaları Moskova’da bulunan, totaliter Bulgar polis, ordulu vs subaylarından süzülen elit, Todor Jivkov’un koruma şefi olan şimdiki başbakan Boyko Borisov. Münihte yapılan uzun görüşmelerden sonra 2009’da tek başına iktidar kurabilmelerine yardım etti. GERB partisi siyaset alanına serbestçe çıkarken Washington ve Almanya’dan destek aldı. Ne var ki, son yıllarda Almanya’nın Balkanlarda ve özellikle de Güney Doğu Avrupa ‘da daha aktif ve söz geçiren bir rol oynamaya çalışıyor. Bunu yapmaya gücü olmadığından, Türkiye yönetimine dil uzatıyor, her şeyi “sığınmacı siyasetine” ve Türkiye Bulgaristan sınır koruyuculuğuna bağlıyor. Brüksel’den bu işler için 360 milyon Euro koparması “durum sömürücülüğü” olarak değerlendirildi. ABD-Rusya Karadeniz yöresi yüzleşmesi Bulgaristan’daki durumu etkilerken değişikliğe zorladı. Olayları bu süzgeçten geçirdiğimizde, ABD’de eğitim almış bir NATO hava kuvvetleri General’i olan Rumen Radev’in, Almanya başbakanı Merkel uzantısı bir siyaset izleyen Boyko Borisov’un gölgesinde Cumhurbaşkanı olmaya heveslenen Bayan Tsaçeva’nın ülke çapında ve dış ülkelerden gelen sandıklarda neden bu kadar hafiflemiş olduğunu anlamak zor olmaz. Klişeleşmiş siyasetçiler Türkiye’den birkaç bin oyla dönen DOST siyasi elit kadroları, NATO siyaset ile Atlantizm politikası arasında bir çizgi olduğunu göremediler. Bu gün bu NATO Türkiye’de darbeye kalkıştı, 15 Temmuz yaraları sarılmadı. Bu devşirmeye gerek yoktu. GERB partisi Bulgaristan vatandaşlarının özellikle Komunist düşmanı olan bu insanların oylarını çok rahat alabilirdi amma Türk kelemesini anmaya korktu nedeni de Irkçı partilerden korkması oldu. Boyko şunu artık görebilmelidir. Irkçılarla birlikte harekete geçtiğin günden beri bir bak oy-


Makale ve Analizler - 2016

39

ları nasıl birden arttı. Yani onlardan ayrılmas isen geleceğin felaket oldunu artık gör. Gözümüzün yaşına bakmak istemezler. Görmüyor musunuz onların gölgesinde ırkçı milliyetçilik bir faşizan eğilim dal budak saldı. İktidar istiyor. Lütfen tarih kitaplarını açıp 1936 - 1944 Bulgar tarihini okuyun ve atalarımızın çektiklerini unutmayalım. Bunların hedefi o tarihi yaşatmaktır. Klişeleri kırmak zorundayız. Oyun kurucu olmalıyız. Bulgaristan’ı yeniden dizayn ederek demokratikleştirmek isteyenleri desteklemeliyiz. Herşeye rağmen Komunistlere karşı son bir defa daha birleşmeliyiz, GERB’teki problemleri de kazandıktan sonra konuşalım amma bu gün değil. Evet Boyko’dan artık Türk kelemesini duymak istiyoruz ya Ataka gibi ırkçılarla beraber yada Türklerle tekrar başarıya ulaşmak seçim senin, son söz yine senindir, bekliyoruz... Bu gelişmeler içinde en fazla umut verense, 3 milyondan fazla oy alsa da 13 bin oydan ötürü doğrudan yasallaşamayan halk oylamasının kitleleri hareketlendirmesidir. Aslında Bulgar siyaset sahnesindeki gerçek çatışma şimdi başlıyor ve totaliter kirli kalıntıları çöpe atılmadan durmayacaktır. Demokrasinin bir adı da zaferdir. Balkanlarda büyük değişiklikler bekleniyor. Bizi okuyun ve paylaşın. Sizi bilgilendirmeye çalışıyoruz. En iyi günler sizlerin olsun.

Dikiz Aynasında Göremediğimiz Adam

Ünal Gazi-08.Kasım.2016

Orta sınıfın olmaması toplumu ve devleti kırılgan yapıyor. Bulgar’da Cumhurbaşkanı için yapılan ve oy verip katıldığımız birinci turda General Rumen Radev’in, Meclis Başkanı ve Bulgaristan’ın Avrupa Gelişimi için Vatandaşları (GERB) partisi adayı Bayan Tsetska Tsaçeva’yı 4 puan geride bırakarak, oyların da % 25,45’ini alarak ikinci tura adımlaması hepimizi düşündürdü. Giriş General Radev, iki ay önce Bulgar siyasetine yabancı biri olduğu kadar, 2 adet “Mig 29” jetimiz olan memleketimizde bir askeri pilot olarak da bilinen


40

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

biri değildi. Ve biz siyaset içinde bir araba sürer gibi ilerlerken dikiz aynasında kendisini görememişiz ya da “ölü açı” dediğimiz, gözetlemenin mümkün olmadığı yere gizlenmiş olacak ki birden yol kesip siyasetin normal akışında kazaya sebep oldu. Normal Batı ülkesi olabilmemiz bir emeldir. Bu kaza geçen yıldan beri iktidarda bulunan merkez sağ güçlerin ve toplumun “Normal Batı Ülkesi” olabilme planlarını suya düşürdü. Bulgaristan orta sınıfı (esnaf katmanı, güvenli geçim kaynaklı orta katmanı) olmayan bir ülkedir. Toplum sefiller çizgisi altına yayılmış çok geniş bir alt katman ile meslek sahipleri ve yüksek öğrenimliler in oluşturduğu hareketli bir aydınlar tabakasından oluştuğundan dolayı bir gün ve gecede renk değiştirebiliyor. Bulgar iletişim ortamında bu defa-ki renk değişikliği maviden kırmızıya dönüş şeklinde tarif etti. Ortak fikirde buluşalım. 13 Kasım (Pazar gün) ikinci tur yapılacak. Kendini zorlama “Perşembenin gelişi çarşambadan bellidir” diyenlere itirazım var. Çünkü Bulgar toplumu 1991’de Demokratik Güçler Birliği’nden bir avukat olan Filip Dimitrov’u yine böyle sihirbaz çantasından çıkarır gibi çıkarıp Başbakan yaptı ve o devlet ve kooperatif mülkünü “özelleştirme” düğmesine basınca tüm toplum tosladı. 2001’de Madrit’ten gelip parti dahi kurmadan Başbakan koltuğuna oturan Simeon Sakskoburggotski de “tüm sorunlarınızı 830 günde çözeceğim” dedi ve aç kalan milletin son gömleği sırtına yapıştı. Bu işler böyle olduğundan ve vatandaş devlete dilenci durumunda olduğundan, biz ekmek teknemizi Rodop Bayırlarından Almanya’nın Türingen Dağlarına taşımak zorunda kaldık. Ben vatanımdaki kardeşlerimden farklı düşünmek istemiyorum. Pazartesi sabahı Sofya gazeteleri “Kısmet ve Kırık” başlığıyla çıktı. Burada “kısmet” sözü General Radev, “kırık” da Bayan Tsaçeva için kullanılmıştı. Bulgaristan’da son durumun en ifadeli bir şekilde 2 Türkçe sözle ifade edilmiş olması beni sevindirdi. Fakat ben bu olayı yine dikiz aynasına bağlayarak, hiç bir şeyi tesadüfe bırakmamamız gerektiğini ve ikinci turda bu iki sözümüzün yer değiştirmesi gerektiğine kesin inanıyorum. Düşündüklerim şunlardır. Okuduğum kitaplar hep “devrimler diktatör doğurur” demiştir. Sahneye birden bire bir generalin çıkması, popülizm üzerinden oy toplayıp biçip kesmeye başlaması camdan evde oturan birinin başkasının evini taşlamaya başlaması gibi bir şeyleri andırdı. Tansiyon birden bire yükseldi. “İstifa”, “erken seçim” ve “işlerin düzeleceği” gibi sözler kapı çalan kışı düşünenlerin fikirlerine kelepçe vurdu.


Makale ve Analizler - 2016

41

Bulgaristan’da totaliter baskıcı ve zulüm eden rejime karşı saldırılarımız, rejim değişikliği kavgamız 1975’te Helzinkli Nihai Belgesi’nin imzalanmasından ve sivil toplumdan söz edilmeye başlanmasından sonra kabardı. Bu mücadelemizin hedefinde öncelikle Anayasa değişikliği, hak ve özgürlüklerimiz ve adil ve demokratik bir toplum vardı. Anaya değişikliği 1992’de gerçekleşti. Bulgar tarihinde ilk kez güçler dengesi dağılımı sağlandı. Fakat biz bugün de Bulgaristan Cumhuriyeti bir hukuk devletidir diyemeyiz. Hukuk devleti “hukukun üstünlüğünü tanıyan” bir sosyal düzendir. Bizde bu henüz sağlanamamıştır. Tamamen adaletsiz olan totaliter komünist düzenden bir sıçramada, hele de geçiş döneminde adaletli, insan haklarına saygılı bir düzene geçilmesi olanaksızdır. Arkada kalan 26 yıl bunu hepimize gösterdi. Amacımızda “Normal Batı Devleti” olmak var. İngiliz başbakanlarından Margaret Thatcher “Devlet Adamı Olma Sanatı” başlıklı kitabında eski toplum düzeni yeniden yapılandırılmadan, dönüşüm gerçekleştirilemez dedikten sonra aşağıdaki özelliklere bağlı kalınmasında ısrar ediyor: Hukukun üstünlüğünün sağlanması; yasal düzen kurulması; güvenlik ve adalet; Kartel ve tekellerden bağımsız, özel mülkiyet ve serbest pazar ekonomisinin güvence altına alınması; Bütün ülkede aynı devlet düzeninin üstünlüğünün sağlanması: vatandaşların yerel ve iş kolu derebeylerinden, sömürgecilerden ve talan çetelerinden korunması; Fikir, basın yayın özgürlüğü ve iletişim araçlarının iktidardan ve büyük para babalarından bağımsızlığının güvence altına alınması; Toplumsal ve kişisel refah ve ilerleme için ortam oluşturma: eğitim sistemi, sağlık, istihdam, sosyal güvence, dayanışma kurumlarının mutlaka yaşatılması. Thatcher’e göre Batı olmanın en büyük özelliği hukukun egemenliği altında bulunan serbest Pazar ekonomisidir. Hukukun üstünlüğü ilkesi bozulan her toplum çökmeye mahkûmdur. MÖ I. yüzyılda kurulan ve 4 Eylül 476’da çöken Roma imparatorluğu yıkılışından sonraki ilk kuşakla tüm değerlerini kaybetmiştir. Aynı şeyi bin yıl sonra yani 1453’te Osmanlı İmparatorluğu’nun 7. Padişahı II. Mehmet’in İstanbul’u fethiyle yıkılan Bizans İmparatorluğu da yaşamıştır. Fakat bizde artık 27 yıl geçmesine rağmen demokrasi kılıfı içine giren totaliter hukuksuzluk henüz yok olmadı, kanunsuzluklar mevzilerinden geri adım atmıyor.


42

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

En parlak örneği rüşvet olaylarıdır. Totaliter kadroların demokratik yapıda yaşadıkça büyümeleri ve palazlanmalarıdır. Fakat bu yolda yürüdüğümüzü kanıtlayan çok örnekler var. Soruyorum: Şimdiye kadar sivil toplumda hiçbir görev almamış, bir iş yapmamış, tek sorun çözmemiş olan General Radev ansızın önümüze çıkıp seçim kazanınca bizi totaliter komünist yasasızlıklar ve keyfi uygulamalar inine geri götürmesin? Tanımadığımız birine nasıl güvenelim? 26 yıldır yerinde sayıyoruz. Bizim memleketimizde hukuk reformu, diğer Doğu Avrupa ülkelerine göre zaten çok geri kaldı. Sosyalist Bulgaristan’dan kalan bütün paraların suyu çekildi. İşletmeler hurdaya çıkarılıp satıldı. 15 bin sanayi tesisinden işler durumda ancak 1000 adet kaldı. Tarım tamamen çökertilmiştir. Talan edilen devlette yargılanıp içeri atılan yok gibidir. Bu çöküşün ana nedeni hukukun üstünlüğü olmamasında ve adalet sistemini doğru dürüst çalışmamasında gizlenmiyor mu?. General Radev bu konuda ne düşünüyor? Adalet “kötüleri yargılamak ve huzurlu düzen sağlamaktır.” O bunu yapmaya hazır mıdır? Etniklere eşit adalet konusunda ne düşünüyor? Bu bakıma, GERRB partisinin Cumhurbaşkanı adayı hukukçu Bayan Tsaçeva’nın köklü bir adalet reformu yapmak için Cumhurbaşkanı yetkilerini kullanma niyetini açıklaması, ikinci turda seçmenin bakış açısını değiştiren en güçlü etken olacaktır. Başımıza gelenleri dikkatte alırsak ve (sosyalist) komünist toplum düzenine zalimlikler rejimi desek, burada demokrasiye ve dolayısıyla çağdaş uygarlığa (medeniyete) geçmenin ne kadar zor olduğunu kendi sırtımızda yaşıyoruz. Bu konudaki fikrimi açıklarken Polonya’nın geçiş dönemi reformcularından Leşek Balsaroviç’ten bir alıntı sunuyorum: “İçi balık dolu bir akvaryumdan balık çorbası yapmayı herkes bilebilir. Fakat bir balık çorbasından içinde balıklar yüzen bir akvaryum yapmayı bilen yok.” Yine 1990’larda M. Thatcher komünizmden demokrasiye geçiş bir perdelik ve kolay oynanan bir oyun değildir, derken yukarıda işaret ettiğim eserinde şöyle yazar: “Burada sorun yalnız ekonomi siyasetini değiştirmekle bitmez. Her kişinin siyasi ve manevi değişim geçirmesi de zorunludur.” Soruyorum: General Radev’in sivil hayatta 4 günü yokken bu değişimi nasıl, nerede ve ne zaman geçirmiştir ve kendisi değişmemiş olan bir subay, topluma örnek olabilir mi? Geri adım atmak tarihe gömülmektir.


Makale ve Analizler - 2016

43

Şu özelliğe de dikkatinizi çekmek istiyorum. Büyük düşünürlerin eserlerinde, “Demokrasi yolunda atılan her yeni adımdan hemen sonra, hele yeni toplum düzeni beklendiği kadar iyi kavrandığında ani gerileme yani geri adım atma gelir.” Acaba biz huzursuz ve zorlanan tabanın ve seçenek göstermede zorlanan liderlerin durgunluğunda, ansızın ortaya çıkan Gen Radev örneğinde böyle bir ürkme ve gerileme olayı mı yaşıyoruz? Tarihte benzer olaylar yaşanmış ve gerileyen toplumlar tarihin hendeğine devrilmiştir. Mesela Napolyon ilk saldırıda iktidar koltuğuna oturmakla taçlandırılanlar hakkında şöyle demiştir: “Süngüyle iktidar olmak koyladır, fakat sonra süngülere oturup da yönetmek zordur!” Gelişmeler bir asır öncesini çağrıştırıyor. Şöyle bir noktaya da dikkatinizi çekmek istiyorum. Aynı eserinde M. Thatcher 1992’de şöyle diyor: Demir perdenin ardından baş gösteren Avrupa’da 1914 ile 1939 yılları arasındaki Avrupa’nın karakter çizgilerini görüyorum: “etnik kavgalar, sınırlara çit gerilmesi, sınırların değiştirilmesinin istendiği, solda ve sağda siyasi aşırılıklar, milliyetçi hortlama ve ekonomik olarak geri kalmışlık.” Buna Doğu Avrupa ülkelerinin ekonomik ve kültürel gelişmişlik bakımından birbirinden faklı düzeylerde bulunduğunu ve kimilerin toparlanamadığını, Çekoslovakya ve Yugoslavya gibi ülkelerin parçalandığını da eklemeliyiz. Bulgaristan’da faşizan güçlerin toparlanması da 1933 - 34 Almanya’sını çağrıştırıyor. Zaman bölünme zamanı değil toparlanma zamanıdır. Aslına bakılırsa uygarlık olduğu gibi demokrasi de soyut olgulardır. Fakat kendiliğinden oluşmazlar. Onlara erişilmesi ve onların ayakta tutulmasına büyük halk kitlelerinin inanmış, kararlı, sistemli ve uzun süreli çaba göstermesi gerekir. Cumhurbaşkanı adayı Gen Radev bu çabaları sürdürme davasında var mı? Üç ana dayanak: Dikiz aynasında göremediğimiz ve birden bire Bulgaristan Cumhurbaşkanı olmak isteyen Gen Radev’e 13 Kasım 2016 (Pazar) günü oy vermezden önce, demokratik toplumun 3 ana direği olan, Yasaların Üstünlüğü ve Hukuk Devleti. Yalnız demokrasi değil, Demokratik Toplum Düzenikurulması ve Sivil Toplumun güçlendirilmesi konularında görüşlerini işitmek isterim. Biz Bulgaristan’da Avrupa Birliği (AB) üyesi olsak da, Batı ülkelerinde sivil toplum birkaç yüzyıl önce oluştuğu ve hatta doğanın bir parçası haline geldiğinden ve bizde ise henüz mayalanamadığından dolayı sorun yaşıyoruz. Bulgaristan’da demokrasinin temel taşları olan sivil toplum örgütler, dernekler, vakıflar, kulüpler hele etnik azınlık bölgelerinde “can çekişen ve ölümü bekleyen kuruluşlar-


44

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

dır” toplumsal dinamit durumunda olduklarını söyleyebilmek zordur. Evet, 2013 - 14’te bir hareketlenme oldu, fakat emellerinden hiç biri gerçekleşmedi. O meydanları dolduran göstericilerin temsilcileri bugün bakan bile olsalar reformlardan hiç biri sivil toplum örgütlerinden güç alarak kök salamıyor. Bu bakıma Bulgaristan’ın AB ve NATO’ya güveni de yüzde yüz olmamalı, çünkü biz bu örgütlere sanki misafir olarak davet edilmişiz ve elimizde hiçbir şeyin “tapusu” yoktur. Sivil toplum örgütleri ve demokrasi: Bu olayı şöyle noktalamak istiyorum: Sivil Toplum Örgütleri bir toplumun toprağıdır. Demokrasi ise bu toprakta yetişen ağaçtır. Sivil Toplum Örgütleri yani toprak olmadığı yerde Demokrasi olmaz. Ben Almanya’da serbest vaktimi bu konuya ayırıp, karşılaştırmalı analizle, düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Doğrusunu isterseniz, General Rumen Radev Bulgaristan toplumunun dikiz aynasında yoktu ve ölü bir noktadan çıktığı için gözüm tutmadı. Yazıma yer verirseniz önceden teşekkür ederim. Bir sonraki yazımda: Henden İnsanı Çeker konusunu işlemek istiyorum. Arkadaşlarınıza paylaşırsanız memnun olurum. Sağlıcakla kalınız.

Demokrasi Kavgası

Neriman Eralp Kalyoncuoğlu-10.Kasım.2016

Barbarlıktan uygarlığa giden yolun yolcusuyuz. Bir kısmımızın katılabildiğimiz Bulgaristan halk oylaması (referandum) geçli değil, dendi. Hepimiz için çok üzücü tabii! 3 milyondan fazla seçmen hak oylaması yapılırken sandık başında isminin ve soyadının, kimlik numarasının yazılı olduğu sıranın sağına imza attı. Eline verilen zarfı perde ardında açtı. Gerekli işaretlemeyi yaptı. Sonra işaretlenmiş kâğıdı zarfa koydu ve referandum sandığına saldı.


Makale ve Analizler - 2016

45

Sonuç: referandum egemen sınıfı, değişiklik istemeyenleri ve perde ardındaki ip çekicileri korkuttu. Gerçek şudur: Halk uyandı. Seçim gecesi birbirini ret eden haberler çıkmaya başladı. Halk oylaması sonuçlarının meclise girmeden yasallaşmasına 376 zarf gerek. Halk oylaması sonuçlarının meclise girmeden yasallaşmasına 1300 zarf gerek. Halk oylaması sonuçlarının nasıl belirlendiği belli değil. Seçim yasasında halk oylamasına katılan vatandaşların oylarının mı? Zarfların mı? Yoksa zarfların içindeki işaretlenmiş kâğıtların mı sayılması gerektiği belirtilmemiş ve katılımın neye göre hesaplandığı açıklanmıyor. Boz yap karışıklığı başladı ve birbirine en ağır sözleri söyleyen milletvekilleri can çekişir duruma düştü ve oybirliğiyle bir daha izine çıktılar. Merkez Seçim Komisyonu (MSK) sözcüsü Tsvetozar Tomov’un açıklaması: Birinci sayımda halk oylamasına katılan seçmen sayısı 3 milyon 485 bin 785 kişidir. Halk oylaması (referandum) sonuçları Cumhurbaşkanı seçimleri ikinci turundan yanı 13 Kasım 2016’dan (Pazar) sonra açıklanacak. Seçimden sonra 4. gün halk oylaması konusunda (MSK) kesin açıklamada bulunamadı. İmzaları yeniden sayılmalıdır. Seçim tutanakları hazırlanırken teknik yanlışlar yapılmıştır. Bir tutanakta 446 kişi “oy kullandı” ve 446 kişi “oy kullanmadı” yazıyor. Zarf dışında kullanılan bülten sayısı 500. Birçok seçim bürosuna ancak 100 adet halk oylaması zarfı verilmiştir. Büyük şehirler dışı seçim bölgelerinde halk oylamasına katılanlara zarfsız sunum yapılmıştır. Doğru dürüst seçim ve halk oylaması yapılamayan bir ülkede demokrasiden söz edilemez. Demokrasi: politika ile korku arasındaki etkileşimi mezara gömen, buharlaştıran, yok eden güçtür. Serbestçe yani demokratik oy kullanma nasıl doğmuştur: Demokratik oylamayla ilk seçilen devlet idarecisi kadim Atina hükümdarlarıdır. O zamanlar seçim listeleri, seçim sandığı, tükenmez, perdeli bölüm, zarf falan filan yokmuş. Atina’da en büyük çınarın gölgesine düz bir beyaz mermer taş ile bir sepet kömür koymuşlar. Şehir-devletiidare eden hükümdardan memnun olmayan çınar gölgesine uğrayip kömürle beyaz levhaya bir çizgi çiziyormuş. Yıl sonunda çizgiler yani yönetimden memnun olmayanlar sayılıyor ve memnun ol-


46

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

mayanlar memnun olanlardan (çizmeyenlerden) fazlaysa, idareci ve ekibi değiştiriliyor daha doğrusu hapse atılıyor ya da adalardan birine sürülüyormuş. Batı dünyasında demokrasinin temel işlevleri şunlardır: halkın iradesine yaşam hakkı tanımak; bütün vatandaşların daha iyi yaşayabilmeleri, kendilerini serbest, özgür, eşit haklı, bağımsız, güvenli, refah içinde, kokusuz ve eziyet ve zülüm görme endişesinden arınmış hissetmelerini sağlamaktır. Demokrasisi yerleşemeyen ülkelerde ise durum şudur: doğru dürüst seçim yapılamaz, halk oylaması yapılsa bile sonuçları zamanında açıklanmaz; insanların hakları ve özgürlükleri egemen sınıfın baskısı altındadır; özgürlük yerini boyun eğme; güvenlik ve huzurun yerini de kargaşa, güvensizlik, karışıklık almıştır, hayat zulüm ve eziyet bataklığına batırılmıştır. Evde, sokakta, okulda, işyerinde, TV ekranında kavga eden insanlar vardır. Demokrasi ülkelerinde insanlar arasındaki ilişkiler şöyledir: Eşit haklı vatandaşlar sosyal yaşamın her yerinde birbirine karşı saygılı ve nezaketlidir. Örneğin Milano’da AVM kapısında müşteri temsilcisinin bir zenci olmasından rahatsız olan yoktur. İngilişz yazar Hana Arend “Baskı ve Siyaset” eserinde bu konuda şöyle demiştir: “Demokrasi ilk defa bir şehir devlet olan Atina’da uygulanırken kabul edilen Anayasa’ya Yasalar Karşısında Eşitlik adı verilmişti. O zaman Romalılar yasalar karşısında eşitliği bir yönetim biçimi olarak kabul ettiklerinde, iktidar ve kanun kavramlarının anlamı birdi ve hiçbir surette emretme ve boyun eğme anlamı taşımıyordu. Yani iktidar ve egemenlik, kanun ve emretme örtüşen anlamlı kavramlar değildi. Yasalar karşısında eşitliğin öz anlamı insanın insana kulluğuna son vermekti.” Şöyle bir duruma da dikkat çekmek istiyorum: “Yasalar” ve “Kaprisler” çelişkisi olarak adlandırılan bir olay vardır. Hatta Birleşik Amerika’da “hukukun üstünlüğü” ilkesi açıklanırken bir kilit kavrak olarak verilir, kitaplarda işlenmiştir. “Demokrasi İlkeleri” dendiğinde şu cümle tekrar edilir: “Yasalar, Kralların, Sultanların, diktatör ve generallerin, dini önderlerin ya da kendilerini siyasi parti lideri ilan edenlerin kaprislerini değil, halkın isteklerini ve iradesini yansıtmalıdır.” Eğer bu çağdaş medeniyetin özüyse, biz Bulgaristan Türkleri bu gerçeklikten kaç asır uzaktayız. Öz isteğimiz olan verdiğimiz oyun doğru dürüst sayılması ve kayıtlara geçirilmesi irademiz bile keyfi hareket edenlerin elinde bulunurken, hukukun üstünlüğünden söz etmek mümkün-müdür?


Makale ve Analizler - 2016

47

Demokratik olmayan ülkelerde ise ilişkiler şöyledir: Önce devlet vatandaşları sürekli ve her fırsatta aldatmaya çalışır. Doğru dürüst seçim ve halk oylaması yapılamaz. Örneğin 2008 seçimlerinde GERB partisinin Sofya varoşu olan Kosten Brot kasabası matbaasından 350 bin seçim bülteni bastırdığı açıklandı. Artık hayatta olmayan ama seçim listelerinden silinmeyen vatandaşların “birçok kez oy kullandığı” saptandı. Şu anda Bulgaristan dışında bulunan ve oy kullanabilmek için bulundukları yerlerde kendilerinden “Dilekçe” istenen gurbetçilerin, köy ve kasabalarındaki seçim listelerinde de isimlerinin yazılı olduğu biliniyor. Çünkü bu kişiler ülkeyi terk ederken muhtarlığa uğrayıp ismini seçim listesinden sildirmemiş ve ne zaman geri döneceğini ve seçime nerede katılacağını beyan etmemiştir. Demokrasi olmayan ülkelerde insanlar fakirdir, yarın endişesi içinde yaşarlar. Yarın korkusu toplumu baştanbaşa esir etmiştir. Zengin olanlar fakirlere yüksekten bakar, onları hor görür, ikinci sınıf insan muamelesi uygular, sıradan vatandaşa karşı kaba ve küstahça konuşulur ve hitapta bulunulur. Toplumda erişilemeyen bir tabaka vardır. MSK’nun tutumu. 6 Kasım’da yapılan haklk oylamasından sonra Merkez Seçim Komisyonu’nun sonuçları “gerekçeli gerekçesiz” (haklı olarak ya da tamamen keyfi hareket ederek) her iki durumda da kanunu hasıraltına iterek açıklamamasının tek anlamı vardır. Bulgaristan siyasi siteminin önemli oluşturucu öğeleri olan seçim usulünün orantılı sistemden (proporsionalna) en fazla oy alan kazanır sistemine (majoritarna) sistemi ile değiştirilmesini engellemek ve siyasi parti merkezlerine meclis seçimlerinde oy başı 12 leva ödemeye devam eden var olan durumu (statükoyu) yaşatmak arzusudur. Bu değişikliği isteyen halktır. Bu değişiklik meclise girmeden yapılsın diye 3 milyon 485 bin 785 vatandaş oy vermiştir. Bu Bulgar toplumunun % 50’den fazlasının iradesidir, bütün aydınlar, öğrenciler, memurlar, ev kadınları, emekli yaşlıların isteği budur. Bulgaristan sivil toplumu, Türkiye’deki soydaşlarımız, memlekette kalmayı seçen kardeşlerimiz bunu istediğini Pazar gün dünyaya duyurdu. Uygulamayacaksa seçim ve halk oylaması yapmanın ne anlamı var? İnsanların eşitliği: Vatandaşların kendi aralarında ve yasalar ve anayasa önünde ayrımsız eşitliği demokrasinin temel ilkesidir. İnsan onurunun da temel taşıdır. Avrupa’yı demokratikleştiren vatandaşların eşit haklı ve adalete dayanan bir toplumda yaşama arzusudur. 1745 yalnız Birleşik Amerika’nın kuruluş tarihi değil, siyah derililerle beyazların aynı topraklarda, aynı yasalar ve anayasa karşısında eşitlik ve adalet


48

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ilkesinde buluşmalarının tarihidir. Burada sözünü ettiğimiz insanların uygulanmayan kanunlar karşısında sahte eşitliği değil, herkes işin aynı şiddetle uygulanan yasalar önünde vatandaşların reel eşitliğidir. Örneğin Bulgaristan’da totalitarizm yıllarında da Todor Jivkov, “biz bir hukuk devletiyiz” diye barım barım bağırken, yasalar asla uygulanmıyor, komünist parti yönetimi, yürütme (hükümetle) ve yargıyla (mahkemelerle) bütünleşmiş ve kanunsuzluk, adaletsizlik ve eşitsizlik kol geziyordu, egemendi. “Belene” Ölüm Kampı’nda kalan, sürgün edilen Bulgaristan Türk ve Pomaklarından kaç kişinin elinde mahkeme kararı olduğunu söyleyebilir misiniz? Söyleyemezsiniz, çünkü demokrasinin temeli olan sivil toplumda insan haklarının çiğnendiği, keyfi uygulamaların zulüm, baskı ve terör şeklinde her gün sertleştirilerek tırmandırıldığı bir ülkelerde mahkemeler karar vermez. Mahkeme zulmün seyircisi, aracıdır, maşasıdır. O dönem bizim avukatlar hiçbir sanığı savunmamıştır. Türk savcılar bile vardı. Halkla merhabayı, selam sabahı kesmişler, yanlarından geçilmiyordu. Sanıklar duruşma odalarından geçmeden, hayvan vagonlarına doldurulmuş ve sürülmüşlerdi. Ve o zaman da “eşitlikten ve adaletten” söz edildiğini hatırlayanlar, ilk fırsatta, kapı alınınca, pasaportlu pasaportsuz yollara düştüler. Ve biz BG-SAM ekibi olarak yazdığımız her yazıda “demokrasi” diyorsak, bu şöyle anlaşılmalıdır: Bizim verdiğimiz hak ve özgürlükler eşit haklı vatandaş ve aşit adalet mücadelesi ancak demokrasi koşullarında meyveler verebilir; Yoksulları, sefilleri, özürlüleri ve öksüzleri, yaşlıları ve işsizleri savunan onlara devlet eliyle sosyal yardımlar uzatan tek toplum düzeni bir tek demokrasi olabilir; Okullarda, nakliyat işlerinde, sağlık alanında ve seyahat ve huzur evlerinde demokratik toplum dışında hiçbir koşulda kimse insanların yanında olamaz, onlara daha uygun koşullar sunamaz; Demokratik toplum düzeninin gücünü halktan (seçmenden) aldığı gerçeğinden çıkarsak felaket durumunda, yangın, deprem, su baskını, bulaşıcı hastalık vb olunca demokratik toplumda kişilerine ailelerin birbirine yardım etmesi yolları açıktır; Demokratik toplumda insanların basın yayın yoluyla fikirlerini duyurması, protesto ve başka biçimlerde tepki göstermesi yolları açıktır. 2014’te Bulgaristan’da Pl. Oreşarski hükümeti kitle gösterilerine dayanamadı. Birinci Boyko Borisov hükümeti de 2012’de halkın protestoları karşısında istifa etti. Bizim için istenilen sonuçlar elde edilememiş olsa bile seçmenlerin yoğun tepkileri, özellikle Tür-


Makale ve Analizler - 2016

49

kiye, Britanya ve Amerika’daki seçmenlerimizin tepkileri Ekim 2016’da seçim kanununda ek değişikler yapılmasına neden olmadı mı? Kuşkusuz en önemli demokrasi kazanımı, seçmenin oyunu kullanarak partileri iktidardan uzaklaştırması, yenilerini hükümete davet etmesi ve halk oylamasıyla da daha derin ve köklü siyasi sistem değişikliklerini gerçekleştirebilme imkanına sahip olmasıdır. İşte bu son hakkımızın (halk oylaması hakkımızın yanlış sayımla) çiğnenmeye (elimizden alınmaya ya da geçersiz kılınmaya) çalışılması, bu yazımı yazmama neden olmuştur ve ben böylece protestomu ifade ederken, sizi de beraber olmaya davet ediyorum. Eşit haklı insan olma kavgasının çok kanlı ve sert bir mücadele tarihi vardır. Barı literatüründen saygı görmesi gerektiği konusunda öne çıkarılan yalnız bir örnekle yetinmek istiyorum: “(XV. Yüzyıldan sonrası.) Rus Çarları herkese hiçbir hakka sahip olmayan toprak kölelerine davrandıkları gibi davrandıklarından dolayı, kendilerinden başka hiçbir kimseye toprak mülküne sahip olma hakkı tanımamış, çünkü insanları kendi mülklerinde olan fertler olarak görmüşlerdir. Özel mülkiyetin olmadığı yerde, Çarların diktatör emirlerinden farklı herhangi bir kanunun olabilmesi olanaksızdı. Adalet sağlayan kanunların olmadığı toplumda ise, insanların daha iyi yaşaması, daha gönençli bir hayat özlemesi imkân dışıdır, çünkü üretim, ticaret ve girişimcilik olmasına gerekli üretim ve artıüretim sağlanması için gerekli olan güvenlik olmayınca, herhangi bir orta sınıfın belirip oluşamaz.” Ve burada şu özellik de hemen parlıyor. Böyle toplumlarda yani hukukun üstünlüğünün yani hak eşitliğinin, eşit adaletin sağlanamadığı yerde hakim olan her zaman açlık, yoksulluk, sefillik ve çekidir. Bu sorunun cevabı ise yine kitaplara yansımıştır: “Bugün dünyanın en fazla doğal kaynağına sahip olan Rusya neden en refahlı yaşanan ülke değildir? Altın ve zümrüdü bol, petrol ve doğal gazı fışkıran üçüncü dünya ülkeleri vatandaşlarını neden en iyi koşullarda yaşatamıyorlar. Göçmen selleri, faciası ve felaketi gözlerimiz önünde gelişiyor. Bu sorunun yanıtı, bu ülke hükümetlerinin vatandaşlarına temel hak ve özgürlükleri, en başta da dünya geldikleri yeteneklerini kullanma hakkından bile faydalanma hakkını kullandırmamalarında gizlidir. Çünkü insanoğullunun sahip olduğu en büyük kaynak o kendisidir. Fakat onun bu yaratıcı güç kaynağından toplumun yararlanabilmesi için, onun önce özgür kişi olması gerekir.”


50

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Evet, Bulgaristan’da halk oylaması yapıldı. Şimdi oyları doğru dürüst sayma kavgası başladı. Bu bir demokrasi kapışmasıdır. İnsanoğullunun barbarlıktan çağdaş uygarlığa uzanan yolunda belirli bir özgürleşme devridir. Okuduğunuz için teşekkürler. Lütfen paylaşınız.

Moskova Türklere ve Müslümanlara Baskı Yapıyor

Osman Oktay-10.Kasım.2016

200 bin HÖH’cü emre uymadı ve Plamen Oreşarski’ye oy vermedi. Cumhurbaşkanı seçimlerinin birinci turundan 3 gün sonra sosyolog ve siyasetçiler Ahmet Doğan’ın yenilgisinden söz açmıyor. Cumhurbaşkanı koltuğuna eski başbakan Pl. Oreşarskiyi aday gösteren HÖH yönetimi ve Doğan halktan bir tokat daha yedi. Doğan’ın tilki ininden çıkıp, özel olarak davet ettiği kameralar ve gazeteciler önünde oy kullanması Türkleri, Pomakları ve Müslüman Çingeneleri etkilemedi. Doğan’ı ve çevresindeki şirketler çemberini desteklemeyen etnik seçmen 2014 erken meclis seçimlerine kıyasla sahte lidere 200 bin daha az oy verdi. Dikkati çekense, Oreşarski oylarının büyük kısmı satın alınmış Roman oyudur. Partinin ruhunu taşıyan Türkler ve Pomaklar partiden kopup uzaklaşıyorlar. Oy kullanan Türk ve Pomaklar öteki partileri tercih ettiler. Seçmenimiz korkuyu yendi. Doğan iplerini çekenlerin eline öyle esir olmuştur ki, Bulgaristan’ı vatan seçen, burada yaşayan ve yaşamak isteyen Türkleri ve Müslümanların artık beyinsiz taş kafa olmadığını anlayabilecek durumda olmadığı gibi bazı konularda da tamamen şaşkın davranmaktadır. Örneğin mafyanın onun gemisiyle iktidara yüzmek istediğini artık fark edemiyor. Bu Pazar yapılacak ikinci turda Türkleri ve Müslümanlara baskı uygulamaya devam ediyor. Bulgaristan’da sahte yurtseverlerin, milliyetçilerin çığlıklarına ve Türkiye’deki seçim bürolardaki parti kotalarına rağmen, hazırlanan dehşet planı uygulandı ve sandık başlarında hep HÖH adamları vardı. Plamen Oreşarski’ye oy verilmesi


Makale ve Analizler - 2016

51

neyse ne, ikinci turda Doğan taraftarlarını katilleriyle kucaklaşmaya davet ediyor. Çağrılarında şu var: Bulgaristan sosyalist Partisi /BSP/, silah mafyası ve Vladimir Putin’in adamı Rumen Radev’in adaylığına oy verilmesinde direniyor. Türk düşmanlarının, sahte yurtseverlerin, Müslüman aleyhtarlarının ve Sofya camisini ibadet esnasında basan katillerin desteklenmesine çağrıda bulunulması daha da feci bir gerçektir. Böylece Doğan’ın vatandaşlarımızı zorlaması gülünç ve gülünç oldu. Bu gelişmeler Doğan’ın yeri akıl hastanesinde olan ruh halini gün ışığına iyice çıkarmış oldu. Siyasetçi yıllarımdan bu ruh hastası kişiyi yakından tanıma imkanım oldu. Doğan insanlara zulmetmekten zevk alan bir tiptir. O, ancak insanlara baskı yapmaktan ve onlara zulüm etmekten memnuniyet duyar. O, köpeğini kemerle dövmekten, eşlerini çıplak, kış gecesinde, yalnız bir battaniyeye sarılmış halde, eşlerini baba evlerinin avlusuna bırakmaktan, değişik kadınlardan doğan çocuklarını tanımak istememekten ya da seçmenlerini ezmekten ve kasaplık sürü gibi kullanmaktan aynı gururu ve hası duyan bir hasta kişilik sahibidir. Bulgaristanlı Türkleri ve Pomakları, Türkiye’deki soydaşlarımızı isimlerimizi değiştiren, dilimizi ve dinimizi yasaklayan, şerefimizi ayakaltına alan, bizi göçe zorlayan, vatanımızdan kovan ve ailelerimizi parçalayan Bulgaristan Komünist Partisi /BKP/ ve varisi Bulgaristan Sosyalist Partisi /BSP/ partilerine, katillere, suç işleyen ama cezalandırılmayan, yargılanmayan siyasi güçlere ve temsilcilerine oy vermeye çağırması, 27 yıldan beri bize işkence yapan bir adamın keyfini yapmaktan başka hiçbir şey değildir. Vatanımızda komünist ve totaliter güçlerin işlediği tüm cinayetlerin cezasız kalması, BKP ve BSP’nin yargıdan saklanabilmesi Ahmet Doğan’ın siyaset sahnesinde olmasına bağlıdır. Katillerin ve canilerin hiç birisi tutuklanmadı, yargılanmadı, ceza almadı. Kurbanlar ise hala adalet bekliyor. Bu işten sorumlu olan tilki inini bekleyendir. Kendilerinin yargılanıp cezalandırılmaları adalet adına beklenirken, Bulgaristanlı Türkler topluca suçlu gösterildi ve vatanlarından zorla kovuldular. Doğan’ın sadizmini görebilen ve Oraşarski’ye oy vermeyen Hak ve Özgürlük Hareketi /HÖH/ seçmenlerinden çok büyük bir kesim övgüye layık bir tutum sergilediler. Oraşerski’ye 238 bin oy veren ve sahte “liderin” ve etrafındakilerin sinsi hedeflerine kurban olanların yeniden bir yanlış daha yapmalarını önlemek sorunların sorunu olmuş durumdadır. Adım atmakta zorlanan, ellerindeki değneklerle yürümeye gayret gösteren çok yaşlı bayanlar, DPS militanları tarafından köy sokaklarında zorla sandık başına götürüldüler, Oreşarski’ye oy vermeleri istendi. Direnenler tehdit edildiler. Köylerde korku havası esiyor.


52

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İkinci turda bu seçmen katmanı Moskovacıların, Türk düşmanlarının, Doğancıların işaret etiği adaya oy vermemekte serbesttirler. İkinci tur seçimde Doğan ve gizli polis ajanları ile Türklerin ve Müslümanların bilinci ve şerefi yüz yüze gelecektir. Başka bir seçenek yoktur. Sandık başına gitmeyelim.

Halk Jürisi

Levent Rasimov-10.Kasım.2016

Başbakan Borisov: “Değişiklik isteyen halk benden akıllıdır.” Bulgar toplumunu ilgilendiren en önemli olan fakat bir türlü çözülmeyen siyasal sorunlarla ilgili halkın tutumunu belirlemek için 6 Kasım 2016 günü başvurulan halkoylaması kamuoyunda deprem etkisi yaptı. 3 milyon 500 binden fazla kişinin katıldığı bu genel oylamada Deliormanlılar da aktifti. Referandumda oy kullananlar Bulgaristan Cumhuriyeti’nde siyasi siysem değişikliği isteklerine katıldılar. Farklı bir ifadeyle yurtta ve yurt dışında oy kullanma hakkına sahip seçmenler 27 yıldan beri gele gelen yanlış olduğuna inanılan siyasi yönelimin durdurulmasında birleşti. Hükümeti en yumuşak bir tavırla istifaya davet etti. Meclis dağılsa iyi olur dedi. Halkın gösterdiği adaylar arasında en fazla oy alan kimse o seçilecek dedi. 120 kişilik yeni bir halk meclisi seçilmesi uygun olur işareti verdi. Bundan 27 yıl evvel 10 Kasım 1989’da, totaliter komünist rejimin başı Todor Jivkov’un alaşağı edilmesiyle başlayan ve özü değişmeden ancak şekilsel rötuşlarla bugünlere gelen, “geçiş dönemi”, “demokrasi”, “Pazar ekonomisi” gibi kavramlarla tutunamayan süreçlere Bulgaristan halkı hep bir azdan “olmadı” dedi. Bizim doğruluk anlayışımızda “İlahi Adalet” gizlidir. Köylü dilimizdeki “horoz ötmese de sabah olduğunda insanlar uyanır” aynı anlamı taşır. Bu bir inançtır. Yazıma Halk Jürisi (halk hakemliği) başlığı bu anlamı taşır. Halk olmayanı oldurma yolunu bulur. Girişin uzunca olma nedeni ise, aldığım elektronik haberlerdir. Tarlamızda toplanıp atılacak çok taş, çıkartıp yakılacak çok kök, çöp, sap olduğu inancım güçleniyor onları okudukça.


Makale ve Analizler - 2016

53

Siyasi parti DOST-Smolyan, Fransız klasik Victor Hügo’dan şunu seçmiş: “Ağaçlar gibi yapınız: Onlar yapraklarını döküp yenileriyle değiştiriyor ama köklerini her zaman koruyorlar. Siz de fikirlerinizi değiştirin, fakat ilkelerinizi korumayı başarınız.” Bulgaristan’da Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH - DPS) ve Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) 27 yıldan beri bunu yaptı. Ağacın komünist - polis köklerini ve hafiye dallarını yaşatmaya çalıştı. Meyvelerini topladı. Yediler sattılar. Yapraklarını rüzgârlara bıraktılar. Yazılarımdaki “değişen bir şey olmadı” sözlerimin anlamı budur. Artık “değişim” diyen ve bir de değişimin özünü kavrayamamış dost kardeşlerimi görüyorum. Bizim davamızda yaprak değişimi anlam taşımaz. Söz konusu olan özellikle siyaset sisteminde ve insan ve etniklerin hakları konusunda köklü değişimdir. Bizi HÖH - DPS’den farklı kılan budur. Deliorman’da yağışlı ve rüzgârlı geçen son günlerde ağaçlar yapraklarından oldu. Kış yine kapı çalıyor. Ben 9 yaşındaydım. Todor Jivkov parti ve devlette aldığı tüm görevlerden gönüllü olarak değil halkın isteğiyle bir son bahar yaprağı gibi kopmuş ve düşmüştü. Kimse ağlamamış ve kimsenin yüreği paramparça olmamıştı. Onu dalından, gücünden ve emellerinden koparan halktı. Halk ondan güçlü olduğu için yapabildi bunu. Biz Türklerin ve Müslümanların 1970’te başlayan ve kimliğimizi savunmak için yürüttüğümüz kararlı, inançlı, sabırlı direnişlerimiz, 1984 – 89 çok ağırlaştı, unutulmaz çilemiz oldu. Uzatmamak niyetiyle başımıza gelenleri ozan Ahmet Kaya’nın şu sözleriyle hatırlayalım: “Sırtını ağaca yaslar susarsın, Ağaç yeniden yeşerir beklersin!” Beklediğimiz Türklük ağacının yeşermesiydi. Fakat yeşeren ağaç bizim ağacımız değildi. Totaliter komünizmin devlet ağacıydı. Dikenliydi. Meyveleri zehirliydi. Gölgesi de gölge değildir. O gölge bize memleket olamadı. Söylediğimiz şarkılar hep veda şarkısıydı. 6 Kasım 2016 sabahı üç buçuk milyon Bulgaristan vatandaşı sandık başına giderken aba altına kazma kürek, bıçkı ve satır gizlemişti sanki. Onlar 27 yıldan beri bahardan bahara yaprak değiştiren, verdiği meyveler yenmeyen, dikenleri yürek delen, gölgesinde biz Türklere ve Müslümanlara yer olmayan bu ağacı kesip köklerini söküp ateşe atmak için yürüyorlardı. Her biri ötekinden sesiz ve sabırlı ama son derece kararlıydı. Tarihin tanıdığı en güçlü silahla savaşa –oy kullan-


54

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

maya- gidiyorlardı. Demokrasi silahı, oy hakkını kullandılar. Siyasi sistem değişecek dediler. Kazanacaklarından emindiler. Aynı sandıkta aynı amaçla buluştular. “Başa geçiyoruz” dediler. Tarihe hâkim olmakta kararlıydılar. Türkiye’deki yakınları, dostları, arkadaşları, akranları yüreklerindeydi. Dava otaktı. Üç gün düşünüp taşındıktan sonra Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov, TV’ye çıktı: “Yüksek Seçim Komisyonu kabul etmese bile biz halk oylaması sonuçlarını kabul ediyoruz. Mecliste, siyasi sistemin değişmesi anlamına gelen milletvekillerinin parti listelerine göre değil, en fazla oy alan seçilir (majoriter) usule göre seçilmesine; Devlet tarafından genel seçimde aldıkları her oy için partilere verilen karşılıksız 12 levanın 1 levaya indirilmesine; Bulgaristan halk meclisinde milletvekili sayısının 240’tan 120’ye indirilmesine en büyük siyasi güç olarak GERB partisi milletvekilleri oy verecek, halka karşı hiçbir yapılamaz,” dedi. Ardından Bulgaristan Cumhuriyeti Ombudsman’ı Maya Manolova 2017’nin Mart sonu Nisan başında yeni yasalara göre erken genel seçim yapılacağı haberini il duyuran oldu. Devlet erkânının halkın iradesine “evet” demesi, siyasi yaşamımızda bir ilkti, bir sayfanın kapanması ve yeni bir sayfanın açılması anlamındaydı. Kuşkusuz yeni siyasi sistemin anayasası, yasaları, kuralları olacaktır. Bunlarda önce kafalarda, sonra bilgisayarda yazılacak, tartışılacak, meclise sunacak ve onaylanacaktır. Halk, bu defa ruhsal ve zihinsel olarak bir ortak bilinçte buluştu. Çakışan halk iradesi güç kaynağı oldu. Şu an “Ağladıkça, her şey kökten değişecek. Güneşi tutacağız, göreceksin” diyen ozanı hatırladım bir daha. Tabii biz burada köylü kasabalı halk arasındayız ve “geçmiş, bugün ve gelecek” tartışmamız sabah kahvesiyle başlar. Şapkayı geriye itip konuşmak kolay! Anlatmakta zorlandığımız ya da anlaşılması işlerine gelmeyen, hatta özlemle açılan konular var bizde. Bazıları beynimize “komünist cennet” olarak işlenmiştir. Silsen silinmez, unutsan unutulmaz. Bizden bilinçli olacak, düşünmemiz istenmiyordu. Sorulan hiçbir şey yoktu bize. İşimiz, işe gidip gelmekti. Üretmek ve teslim etmekti. Karar almamız da istenmiyordu. Yapacağımız işi arılar gibi anadan doğma bilmeliydik sanki. Konuşmadan çalışıp yaşamalıydık. Ve çalıştıkça ustalaşmalıydık. Bizim kimliğimizi belirleyen anadilde sohbet etmemizden rahatsız olanlar vardı, Hiçbir şeyden sorumlu olmasak da, arıların doğuştan daha fazla polen toplamaktan ve bal üretmekten sorumlu olduğu gibi, biz de köle gibi çalışıp fazla verimli olmaya sanki doğuştan sorumluyduk. Bu çarpıklığın kitabı defteri henüz yazılmadı.


Makale ve Analizler - 2016

55

Şu da var. “Komünist cennette” Türkçe dilinde konuşulmadığı anlatılır. Zulüm yıllarında, kurda en yakın bulunan kuzunun ilk kurban olacağını bildiklerinden, bizden kimse hiçbir konuda polise şikâyet etmezdi. En sıkışık günlerimizde dahi devleti aramazdık. Onun halka düşman olduğu yıllardı. Herkes içine sığınmayı, “kendi yağınla kavrulmayı”, düşünmeden yaşamayı seçmişti. Hayat sıkıntılı olmasaydı, bıçak kemiğe dayanmasaydı, düşünmeden yaşamak, kolaydı. Bizdeki düşünme haylazlığı sosyalist-komünist toplumdan bir kalıttır. Oluşturduğu tabakadan değişim için şahlanma bekleyemeyiz. HÖH-çüler halk oylamasında pasif kaldılar. Nostalji harmanına uzananlar, ürettiği malın kimin tüketileceğini düşünmeyen bir makineye benzer. “Hadi” dendiğinde oy verir ve mutlu olur. Özlemli oy bilinçsizdir. Sofya ve Kubrat’ta olduğu gibi Bursa’da da umut etmediğimiz güçlerin hissesine düşebilir. Doğan ekibinin ikinci turda Türk, Pomak ve Çingene seçmenden tanımadığımız bir general için oy istemesi buna canlı bir örnektir. Düşünmeden yaşamaya çalışanlarımız oldukça kalabalıktır. Bulgar devleti, düşünme işinin ana motoru, olmazsa olmazı olan anadilimizi yasaklarken, beynimizden, belleğimizden ve duyumlarımızdan sökmeye çalışırken bilinçli iş görüyor. Dili olmayan bir topluluğun hiçbir konuda düşünemeyeceğini, uyanıp direnemeyeceğini biliyor. Ona uyanlar da güçlenemeyeceğimizi bildiklerinden zamanın lehlerinde işlediğini biliyorlar. DOST partisinin halk oylaması konusunda susması, anadilimizi yaşatma davasında çözüm formülleri aramaması dikkat çekiyor. Anadilimiz yeşermeden özgün kültürümüzün yeşertemeyeceğini bildiklerinden dolayı ne işse hep susuyorlar. Türkçemizle devlet kapılarımız kapandı. Günlük sosyal yaşamda anadilsiz yaşamaya zorlandık. Şimdi de siyasi ve sosyal - kültürel yaşamın her dalından tamamen sökülmeye çalışılıyoruz. Bunun bir devlet siyaseti olarak uygulanmasının adı terördür. Zulümdür. Halkın temsilcilerinin susmasına anlam veremiyoruz. Bulgar halkı değişiklilerin jürisi olacak, ama bu davada bizim aydınlarımız nerededir? Hiçbir halk öz dilini unutmak istemez. Unutmamalıdır. 1934’te Almanya’da iktidar olan Naziler bir kuşakta demokrasinin ne olduğunu tüm halka unutturmuştu. Biz 3 kuşaktır dayanıyoruz. Dili olmayan ve anadilini bilmedikleri için düşünemeyen bir insan topluluğu olma ihtimalini yazmak bile ne kadar acı verici bir bilseniz! Biz haksızlıklar kazanı içinde erimek istemiyoruz. 6 Kasım halk oylamasında, biz Türklerin de katılımıyla, kaçınılmaz olan serbest seçim, özgürlük ve eşit haklılığın ilk ışıkları ışıdı. Halkın (3 milyon 500 bin seçmenin) jüri olup, totalitarizmi toplumsal ve siyasi yapıdan sökerek gerçek halk egemenliğine, serbestlik, adalet ve hukukun üstünlüğüne, bu arada azınlık


56

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

haklarının tanınmasına yol açması beklenen yeni günler kapıda mı? Halkın hakemliğinde demokrasiye, insanların anadilleriyle, kendi edebiyatları ve özgün kültürleriyle eşitliğini kabul etmek zorunda kalan Bulgar toplumu geleneklerimize uygun serbest yaşamamızı yasalara işletmek zorundadır. Dinsel haklarımızı kabul edip kutsallaştırmalıdır. Yeni Anayasa’da tüm isteklerimiz yer almalıdır. Biz Türkler, Bulgaristan’dan kovulmaları için yol aranan bir sürü insan, çağrıldıkça oy vermek zorunda olan “siyasi köleler” olarak yaşamak istemiyoruz. Bulgar ve Türk sivil toplum örgütleri ortak plâtformda birleşmelidir. Özellikle belirtmek istediğim nokta şudur. 2004’ten sonra Bulgaristan’da demokrasinin temeli olan sivil toplum örgütlerine pek önem verilmez oldu. Yeni kurulan dernekler de devletten hiçbir destek bulamadıklarından kök salarken güçlük çekiyor. Bu defa da demokrasiyi hayata çağıranların yine sivil toplum örgütleri olduğunu herkes görüyor. Suskun topluluklarda son derece büyük bir kin ne nefret birikimi olduğu dışa vuruyor. Halk oylamasını hayata çağıran bu güçlerdi. Bu kitlenin hareketlenen toplumun omurgası odlunu görmeyen kalmadı. Aynı gün yapılan oylamada, Cumhurbaşkanı adaylarından hiç biri, siyaset sistemde değişiklikler yapılması gerek deyen referandumcu kitlenin toplam oyunun üçte birini alamadı. Bulgar toplumu yepyeni ve çok farklı bir yapılanma sergiledi. Biz Türkler, 27 yıldan sonra yaşanan bu siyasi şahlanmada daha aktif yer alalım. Ahmet Doğan ve uşaklarının köleliğinden tamam kurtulma yolunda birleşelim! Komünist tuzaklara düşmeyelim. Her yerde ve her zaman birlik olalım. Arkamızda, değişikler düşmanlarını bir araya toplayan, saray emirlerine bağlı, büyük bir kitle oluştuğunun farkındayım. Değişim gerekliliğini kabul eden bugünkü siyasi iradenin Cumhurbaşkanı adayına oy verelim. İkinci turda kaşarlı komünistlere ve yetiştirdikleri yeni uşaklara ders vermeye devam edelim. Bu dava demokratik güçlerin ortak davasıdır. Türk ve Müslüman seçmen, bizler olmadan asla başarılı olamaz. Hiçbir konuda hiçbir şeyi yarına erteleyemeyiz. Bu defa da sandık başında buluşalım. Halkın ortak tepkisinden halkın köklü yenilenme siyasetinde jüri olma figürü ve hakkı doğdu. Değişiklikler siyasetinin birinci halkası temel insan haklarının kâğıt üzerinde değil gerçekten tanınmasıyla azınlık haklarının bütünsel yasallaşmasıyla siyasal sistemde değişikliklerle demokrasi, serbestlik ve eşitlik yolunda adım adım ilerlemekle başlıyor. Çok aktif, çok inandırıcı, olmazsa olmazlarımızı mutlaka dayatmamızla ilerlemeliyiz.


Makale ve Analizler - 2016

57

Ne yazık ki, hepimizin ortak hamlelerimizle ülkemizde gerçek demokrasi tırnaklarıyla toprağa yapışmış bir kadının doğum yaptığı gibi zor ve çileli doğuyor. Hepimize hayırlı olsun. Deliorman insanını daha mutlu günler bekliyor.

Mezardaki Atalarımızın Kemiklerini Sızlatma

11.Kasım.2016

Bulgaristan’da Cumhurbaşkanı olmanın fiyatı 5 milyon leva! Kırcaali’de okurken bir gün bizi otobüse bindirip 36 km güneydeki Koşukavak ayakkabı fabrikasını göstermeye götürmüşlerdi. Gözüm çekiç makinesinin gördüğü işe takılmış ve gruptan koptuğum için öğretmenim beni azarlanmıştı. Bu makine taban köşelerinin burun kısımlarını inceltmek için köseleleri döverek düzeltilmesi işinde kullanılıyordu. Dün akşam Bulgar Ulusal Televizyonu /BNT/ Birinci Kanalında iktidardaki Bulgaristan’ın Avrupa Vatandaşlığı GERB partisi Cumhurbaşkanı adayı Tsetska Tsaçeva ile Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) destekli İnisiyatif Komitesi adayı General Rumen Radev arasında son tartışma yapıldı. Şöyle bir izlenimle kaldım. Bir yeminli NATO Generali olan Rumen Radev etki alanını genişletebilmek için sanki ayağını BSP pabucundan çıkarıp Rus galoşuna sokmaya çalışıyordu. Onu aday gösteren, komünist partisi varisi BSP zaten Rusçu! Olay Bulgaristan’da artık yalnız eski komünistlerle gizli polis yamağı HÖH yönetiminin emriyle Cumhurbaşkanı olabilme kapısının kapandığını gösterdi. 2001 yılında BSP Başkanı Georgi Parvanov yalnız BSP ve DPS oylarıyla Cumhurbaşkanı seçşmiş ve iki dönem, 2012’ye kadar görevde kalmıştı. Şimdi BSP’den ayrılan ve sol kesimdeki Bulgaristan için Alternatif (ABV) partisinin lideri olan G. Parvanov, Bulgaristan’da Rusya’yı temsil etme antlaşmasının “turası bende” diye böbürlense de, demeçlerinde KGB ajanlığı sezilen General Radev’e “ikinci turda oy verelim” demedi. Birinci turda % 2 oy alan “21. Yüzyıl” partisi lideri, kıdemli komünistlerden Tatyana Donçeva da “her-


58

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

kes bildiğini yapmakta serbesttir” mesajında bulunarak General Radev’e arka olmaktan uzak durdu. İki tur arasındaki sosyolojik araştırmalarda sözde % 10 farkla önde giden General Radev ayağını BSP ayakkabısından çıkarsa HÖH terliğinden başka ayağına takacak bir şey bulamayacağı dikkati çekiyor. İkinci tura 2 gün kala Generalin birinci turda aldığı oyların anatomisi şöyleydi. NATO’cu kılıflı Rusçu General ilk turda toplam 900 bin oy aldı. Oyların 500 bini BSP kaynaklı; 300 bin Romanlardan (Hıristiyan Çingene) satın alınmış ve 100 bini de kendi çevresinden ve öz gayretleriyle toplayabilmiştir. O, Türkiye’de çifte vatandaş seçmenden ise şimdiye kadar HÖH dışında bir Bulgar partisinin en çok oyu alabildi. Bayan Tsaçeva’nın Türkiye^deki göçmenlerimizden aldığı 12 bin 525 oyla HÖH’ün yok oluşu başladığına işarettir, bu ikinci turda bunu Bulgaristan’daki Müslümanlar da bunun devamını getireceklerdir. Ne yazık ki, bu kampanyada Türklerden, Pomaklardan ve Çingenelerden söz edilmediği gibi, azınlık haklarını genişletilmesi de tartışılmadı, ilk tur oyları için teşekkür bile edilmedi. Burada dikkatlerin kesiştiği bir nokta var. Resmi açıklamalarda, Türk, Pomak ve Çingenelerin oyları sanki asla hesaba dahi katılmıyoRumen Radev birkaç defa “ben, Türkiye’den gelen oylarla Cumhurbaşkanı olmak istemem” diyebildi. Tsaçeva, Bulgaristan’da Türklerin kendisine oy verdiğini birkaç defa dile getirdi. Fakat ikisi de, Bulgaristan’ın çok etnikli bir devlet olduğunu, etnik halk topluluklarının da değişikliklerden ve reformlardan yana olduğunu ve ulusal yeniden yapılanma ve eşit adalete dayalı bir toplum kurma davasına katılmak istediklerini dile getirmek istemediler. Örneğin, adalet reformu konusunda Romanya örneğinden defalarca konu açılırken, Romanya, Makedonya, Azerbaycan ve Türkiye gibi çok etnikli ülkelerde azınlıklar sorunlarının nasıl çözüldüğünü tartışmaya açmadılar. İşaret etmek istediğim bir başka nokta ise, Tsaçeva’nın kampanyasında Türk karşıtlığı olmamasıdır. HÖH - DPS oyları alamas ise General Radev Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nın yanından geçemez. 13 Kasım 2016 Pazar gün General Radev’i destekleme kararı olmasa da, HÖH’ün bu yönde çalıştığı ve 260–300 bin oy sağlayacağı biliniyor. Yeni ortamda General’in 1 milyon 100 bin - 1 milyon 200 bin oy alması hesaplanırken, Cumhurbaşkanı Sarayından içeri gireceğini yazan çizenler arttı. Azınlıklar konusunda tek söz etmeden Türk,. Pomak ve Çingenelerden 500 - 600 bin oy almayı hesaplayan General, azınlık hakları, azınlıkların devlet ve yürütme makamlarından sökülmesinin durdurulması, azınlıklarımızın öz-


Makale ve Analizler - 2016

59

gün edebiyat, kültürel hakları gibi konularında da bir şey söylemedi. Bu konuda gizli pazarlıklar yürütülse dahi, halk faydalı gelişmeler olacağına pek inanıyor. Komünist Generallere yıllarca oy verdik ve bu işin içinden hiçbir hayırlı hamle çıkmadı hatırlatmasında bulunanlar iki tur arasında arttı. Seçimler iktidar için bir sürpriz oldu. Alfa Riçars ve Mediya Pul gibi sosyoloji ajansları, ikinci turda oy verme oranının düşeceğini hesaplarken, seçmenin % 15 oranında katılmayacağını; % 10 gibi bir oranın da çekimser kalmayı düşündüğünü ya da hala kararsız olduğunu duyuruyor. Aynı kaynaklar, yukarıda sözünü ettiğim seçimi kazanacağı düşünülen favoriler arasındaki TV tartışmasından sonra kararsız ve tarafsızların hareketlendiğine ve % 10 farkın eritilebileceğine işaret ettiler. Ön plana yeni delil ve değerlendirmeler çıktı. Tarafsız ve bağımsız olduğunu iddia eden General Radev’in eski bir BKP üyesi olduğu, üye olmadığı BSP’nin yönetim organları toplantılarına katıldığı vb seçmene duyuruldu. Çözülecek problemlerin başında azınlık sorunları geliyor İkinci tura katılmak zorunludur. Bir de şu var. Bu, bir majoriter seçimdir. Seçilen seçmen önünde direk sorumludur. Seçmen kitlesinin sorunları görmezlikten gelinemez. Bu açıdan değerlendirildiğinde, hemen görüşülmesi gereken sorun Anayasa değişikliğidir. Azınlık sorunları çözülmelidir. Azınlıkların özgün hakları Anayasaya işlenmelidir. Çünkü azınlık sorunlarının çözümüne doğru ilk adımlar atılmadan demokratik, özgür ve adil Bulgaristan kurulamaz. Gerçek durum, ne yazık ki, şudur: Medyayı bağlayarak tartışan adayların diyaloğunu kesen, birinci turda % 11 oy alıp 4. olan Varnalı aday Veselin Mareçki basın açıklamasında şunları anlattı: “Adaylığımı açıklayınca, seçim işlerinde özelleşmiş PİAR ajanlarından temsilciler ofisimi ziyaret etti. Bana, Bulgaristan’da Cumhurbaşkanı olmanın fiyatının 5 milyon leva olduğunu söylediler. Bu parayı verirsem Bulgaristan Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı seçilmemin garantili olduğunu paylaştılar. Bu işi nasıl yapacaklarını, kimin oylarını satın alacaklarını söylemediler.” Bu durumda, bu işlerde, çekiç makinesi ustasının perde ardında olduğu ve adayların ayağına göre ayakkabı, takunya, galoş ve terlikleri deposunda sakladığı ortaya çıkmış oldu. Görüldüğü üzere, Bulgaristan’da seçim oyunlarını kuran sihirbazların perdenin ardında gizlendikleri söyleyebiliriz. Ne yazık ki, takunya ve galoşların tabanı tahta olduğundan genişletilemez ve General Radev’in ABV ve “21. Yy” partisi oylarının hepsini alacağı umudu boştur. Sonunda onun HÖH partisinin yani Müslüman Türklerin terliğini aya-


60

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ğına takmadan Cumhurbaşkanlığı Sarayına asla giremeyeceği göz çıkarıyor. Merak edilen: İnsanlarımızı korku altında tutan ve “oy kölesi” haline getirebilen Doğan - Peevski - Karadayı cömertliğinin karşılığı nedir? General, Radev ile Bayan Tsaçeva arasındaki oy farkı eritilebilir mi? Seçime 2 gün kala, geç kalınıp kalınmadığı konusunda değerlendirmede bulunmayı uzmanlara bırakırken ansızın “buzlar eritilebilir” sayfası açıldı. “Buzlar” deyince anlaşılan iki tur arasında katılaşan % 10 fark ana konu oldu. Farkın çok büyük olduğu ortadadır. Buzları eritme işine Başbakan Borisov da katıldı, hükumet yaptığı yanlışlarından ötürü seçmenden özür diledi, destek istedi. Lisede okurken 9. sınıfta fizik hocamız yoktu. Bir cismin katılaşması ve daha sonra salınarak yine akar duruma dönüşmesi zamanının nasıl hesaplandığını öğrenemeden okul bitirdim. Radev’in ikinci tura giderken % 10 önde olduğunu ima eden ajansların bu hesabı neye dayandırdığını anlatabilmekte zorluk çekiyorum. Emin olarak yazdığım bir şey varsa o da şudur: Eğer General Radev, oylardan 300 binini Çingene kardeşlerimizden ve 200 binini de Müslüman Türklerden (HÖH oyları) alarak Cumhurbaşkanı seçilirse Bulgaristan Cumhuriyeti 5. Cumhurbaşkanı azınlıkların, Müslüman Türk, Pomak ve Çingene halk topluluğu oylarıyla seçilmiş olacaktır. Bu davranışlarıyla da atalarımızı mezarda kemiklerini sızlatacaklardır. Bu işte katkımız olduğu ne kadar inkar edilirse edilsin, ödedim ve seçildim, deseler de demeseler de Güneş balçıkla sıvanmaz. 5. BG Cumhurbaşkanı’nın Müslüman Türklerin oylarıyla seçildiğini bütün Bulgaristan ve eski kıta mutlaka öğrenecektir. Bu asla gizlenemez, gizlenemiyecektir. Bu seçimde Bulgaristanlı Türkler çok uyanık davrandı. Dileklerimizde başarılı olması olan, Bayan Ts. Tsaçeva ikinci turu kazandığında, o da hiç kuşkusuz Türkiye’deki soydaşlarımızın, Dobruca, Deliorman, Gerlovo, Trakya ve Rodoplar’da yaşayan, Bulgaristan’ı vatan seçen ve HÖH DPS elit kadrosuna boy eğmeyen seçmen kardeşlerimizin ve Batı Avrupa, Amerika ve Kanada’da ekmek parası arayan soydaş biraderlerimizin oylarıyla seçilmiş olacaktır. Bunun en parlak örneğini Kırcaali’nin Paprat köyünde zar zor yaşamaya çalışan, seçim sandığına ellerindeki değneklere dayanarak iki büklüm giden nine ve dedelerimiz kanıtladı. % 64’ü oyunu DOST partisi aracılığıyla GERB adayı


Makale ve Analizler - 2016

61

Bayan Tsaçeva’ya verdi. Türkiye’de sandıklardan gelen oylar soydaşlarımızın, dernek ve federasyonlarımızın Bulgaristan’ın modernleşmesini, eski yaraları sarmasını, derin yenilenme sürecine girmesini istediklerini ifade etti. DOST hazıra konmak istiyor. Kuşkusuz DOST partisi Kırcaali Milletvekili Karayançeva’nın da dediği gibi GERB partisi ile hazıra konmaya çalışıyor. Değerli DOST yöneticileri Türkiye’de Belediye Başkanları, Milletvekilleri, federasyon ve dernek başkanlarıyla çay kahve içmekle GERB adayı için sağlanan oylar, yerli makamların, BALGÖÇ, BULTÜRK ve BG-SAM gibi canla başla çalışan sivil toplum örgütlerinin de hanesine yazılmalıdır. Seçim günü ne komisyonlarda ne de sandık önlerinde ne de dilekçe dolduranlarda, DOST’çular görebildik, neredelerdi seçim günü, seçim sonrası konuşmakla bu işler olmuyor. Halkımız sadece Türiye’de 17 numara dedi, Bulgaristan’da ise hep aynı yerdeler. Bir el kitabı dağıtmadan, soydaşlarla bir açık oturum, miting, forum, bilgi şöleni, kurultay düzenlemeden, Bulgaristan’ı vatan seçen kardeşlerimizin dil, din, eğitim, sağlık, kültür merkezi vb sorunlarının çözümü için öneriler getireceğiz, savaşacağız bile demeden toplanan bu oylar, soydaşlarımızın değişim için uyandığına kanıttır. Bundan böyle bu halk uyanıyor ve uyandığında kendi öz evladını lider durumuna da getirecektir, bundan hiç şüpheniz dahi olmasın. Bayan Tsaçeva ile General Radev arasındaki tartışmada kilit noktalar şunlardı: 1. Dış siyaset; 2. Sığınmacılar sorunu ve 3. Bulgaristan’da adalet reformu yapılması. Dış politika konusunda Tsaçeva. Bulgaristan’ın Avrupa Birliği (AB) ve Kuzey Atlantik Paktı (NATO) siyasetine bağlı kalacağını belirtirken, General Radev diş politikada Balkan komşuları, Türkiye ve Avrupa Birliği siyasetine öncelik tanıyacağına işaret etti. Rusya ile anlaşma yollarını açacağını açıkladı. Tsaçeva, Kırım konusunda, öncelikle AB ve NATO’nun ilkesel tutumuna dayanacağına ağırlık kazandırırken, General Radev, Kırım’da Rusya Federasyon bayrağı dalgalandığına ve sorunların uyumlu diploması ile aşılması gerektiğine işaret etti. Rus vatandaşların çoğaldığı Varna şehri üzerinde “Kırım’da olduğu gibi” bir sabah Rusya Federasyonu bayrağı dalgalanırsa ne yaparsınız? Sorusuna cevap vermekte iki aday da zorlandı.


62

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın Rize’de kısa bir süre önce yaptığı konuşmasında “kalbimde Rize’ye ne kadar yer varsa, Kırcaali ve Varna’daki kardeşlerime de o kadar yer var” sözlerine tepkili tavır alan her iki adayın aynı boyuttan olan Rusya’nın nüfus ihracıyla istila etme siyasetine suskun kalması dikkat çekti. Ekonomik sorunlar tartışılmadı. İç siyaset ve sanayileşme konularında uzman kadro yetersizliği problemine değinmeyen adaylar, sanayimizin % 77’sinde işletme yönetimlerinin orta öğrenimli uzman kadro bulmakta güçlük çekmesine ise zaman ayırmadılar. Bu arada son 6 yılda nüfus artışı eksi olan Bulgaristan’da çok ciddi eğitim ve sağlık sorunları yaşanıyor. Bu konu da tartışılmadı. Bu yıl Bulgar şirketlerinde, AB ülkelerinden 3 defa daha fazla ihtisaslı ve deneyimli kadroya ihtiyaç olduğu da ortaya çıktı fakat tartışılmadı. Bazı makamlarda Bulgar ekonomisinde % 3 gibi yıllık büyüme olduğunu kaydetse de, bağımsız değerlendirmeler ülke ekonomisinin yerinde saydığına işaret ediyor. Sığınmacı sorunları ve Türkiye konusu. Adayların tartıştığı ikinci ana konu, sığınmacı, savaş kaçakları, ekonomik göçler ve kaçaklar gibi sorunlar oldu. Türk Bulgar sınırına tel örgü gerilmesine 360 milyon Euro gerildiği belirtildi. Çözümün “sığınmacı kamplarının açık tipten kapalı tipe” geçirilmesinde gizlenmediği, AB ülkelerinin ortak sığınmacı siyasetine uyulması gerektiği vb aktüel sorunlar ortaya kondu. FETÖ’cuların Türkiye’ye iadesine ilişkin her iki aday bu konuda hukukun üstünlüğüne önem verilmesini istedi. Sığınmacı ve kaçak sorununun çözümünde, 4 milyona yakın savaş kaçağına ev sahipliği yapan Türkiye’nin bu yardımlara 25 milyar US Dolar harcadığına ve DAEŞ, PKK, YPG ve diğer terör örgütleriyle mücadelede bölgesel ve küresel rolüne değinilmedi. Bulgaristan’da Pazar gün yapılacak Cumhurbaşkanı seçimlerinin ikinci turuna kalan Tsaçeva – General Radev ikilisinin kamuoyu önünde yaptıkları tartışmada 3. ana konu ise, adalet reformu yapılması oldu. Bu konuda tarafların derin bir hazırlık sergileyemediği dikkati çekerken, günümüzde hiçbir organa hesap verme zorunluluğu hissetmeyen Bulgar Başsavcılığının halk meclisi önünde sorumlu olması gerektiğine işaret eden Bayan Tsaçeva, yargı organlarının yasama ve yürütmeden ayrımı ve bağımsızlığı üzerinde durdu. Her iki aday da Anayasa, adalet sistemi ve yasa değişikliklerinde azınlık topluluklarının hakları konusuna değinmediler.


Makale ve Analizler - 2016

63

İkinci tur, Bulgar sağ cephesinde çok ciddi çelişkiler doğurdu. Birinci turdan sonra Reformcu Blok resmen bölündü, Sözde “Yurtsever Cephe” ile Makedon İç Devrim Örgütü VMRO’nun ortak olduğu GERB partisi adayını ancak % 20 oranında destekleyeceğini açıkladı. Bu da farklı sinsi hesaplar peşinde olan milliyetçilerin bile son ana kadar pasif kalması, oy kullanmak istemeyenlerin hareketlendirilmesinin güç olduğunu ortaya koydu. Yöneticiler ne derse desin onların oyları General Radev BSP eski BKP’ye olduğu gün gibi ortadadır. İki tur arasında seçim heyecanı birden bire söndü derken, Merkez Seçim Komisyonu’nun 6 Kasım’da birinci tura 3 milyon 500 bin kişinin katılımıyla gerçekleşen halk oylaması (referandum) sonuçlarını yasallaştıracağı yerde, görüşülmek ve onaylanmak üzere halk meclisine göndermesi, şu an durgun olan genç kitleye, büyük bir nefret şarj etti. Okurlarımızı ve Bulgaristan’da ve Türkiye’de yaşayan tüm Türk Müslüman seçmene sesleniyoruz; Oy Atmaya Gitme yada GERB Partisi’ne Ver! Bizi mezarda bile rahat bırakmayanlara oy vermeyin, vicdanına sor ve akşam yastığa başını koyduğunda vicdanın rahat olabiliyorsa geçmişte kırılan mezar taşlarımız, değişen isimlerimiz ve dövülen hatta öldürülen kardeşlerimiz, Türkkan bebeği gözüne getirebiliyor ve birşey olmamış gibi uyumaya devam edebiliyorsan oyunu istediğine verebilirsiniz. İlahi adalet mutlak bir gün gelecektir biz buna inanmaya devam ediyoruz. Cumhurbaşkanı seçimlerinde ikinci tura ya katılma ya da GERB partisi adayı Bayan Tsveta Tsaçeva’ya 17 numaraya oyunuzu ver. Türk bölgelerinde insanlarımıza sesleniyoruz köyünüzü damgalatmayınız BSP - BKP’ye oy çıkartmayınız torunlarınıza hesap veremeyeceksiniz. Son olarak: Mezarda-kilerimizi bile rahat bırakmayan BKP-BSP’ye oy vermek günahtır, ayıptır, kendini bilmezliktir. Bir an önce Bulgaristan Türkleri toplum olduğumuzu hatırlayalım ve kendimizi toparlamamız gerekir. Bulgaristan Türkleri kendi manevi değerlerimize sıkı sıkıya sarılmamız gerekir. Mezarda yatan Atalarımızın kemiklerini sızlatmamak için, Oya Gitme veya No.17’ye ver. Seçim ortamında birlikte olalım, birbirimize yardım edelim, destek olalım, oy kullanırken bu kavga hepimizin, halkımın kavgasıdır inancıyla gurur duyalım. Bu gün silah elinizde bunu düşmanlara karşı kullan, oy kadar güçlü başka bir silah yok yeter ki kullanmasını bil ve birlikte bunu yap. %53 GERB


64

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Şimdiden Demokratlara GERB adayına hayırlı olsun ve kendisine de tavsiyemiz insanlarımızı unutmasın, vefasını ilk seyahatini Türkiye’ye gelerek yapmasını arzu ediyoruz. Lütfen paylaşınız.

Rus Çıkarları ve Bulgaristan

Dr. Mustafa Kahraman-14.Kasım.2016

Konu: Bulgaristan’da siyaset bir günde değişebilir deyenler haklı çıktı. Bulgaristan yeni cumhurbaşkanını seçti. General Rumen Radev, adres, “Dondukov” cad. No. 2 olan Bulgaristan Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı makamına 22 Ocak 2017 günü taşınacaktır. Gen Rumen Radev 2. turda 2 milyon oy alarak (% 59) seçildi. GERB adayı Tsetska Tsaçeva 700 bin daha az oy aldı (35,3) ve seçimi kaybetti. Bulgaristan’ın eski ve yeni olmak üzere 2 ay 2 Cumhurbaşkanı olacaktır. Bu olay olağanüstü önemlidir. Çünkü 13 Kasım’da yapılan ikinci turda oy kullandıktan bir dakika sonra basına demeç veren, halen iktidardaki Bulgaristan’ın Avrupalı Vatandaşları (GERB) partisi başkanı ve BG Başbakanı Boyko Borisov “GERB adayı seçimi kaybettiği an istifamı sunacağım” dedi ve bu oldu. Şu çok önemlidir: General Radev Bulgaristan’ın bütün bölgelerinde ve bütün sosyal ve etnik bölgelerinde çok inandırıcı bir başarı elde etmiştir. Bulgaristan siyasetinde değişim ve yenileşme sayfasını açmak isteyenler, zafer kazanmıştır. Bu bir gerçek olsa da, ben şimdiye kadar bir başbakanın bilinçli olarak art arda yanlış yaptığını ve gönüllü istifa sunduğunu görmediğimden, gelişmelerin ardında bir tuzak olduğunu da düşünmeye başladım. Bugün itibarıyla söyleyebileceğimiz şudur. Bulgaristan’da yeni erken genel seçimlerin ne zaman ve hangi usule göre yapılacak Zamanı dolan (Bulgaristan geleneklerinde Cumhurbaşkanının görev değişimi 22 Ocak tarihinde oluyor) Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev ile yeni seçilen General Rumen Radev aralarında anlaşarak birlikte karara bağlamak ve Bulgaristan halkının yolunu açmak zorundadır.


Makale ve Analizler - 2016

65

Son durum şudur: Birçoklarımızın vatanı ve komşumuz olan Bulgaristan’da iktidar değişikliği süreci başladı. Son gelişmeler iktidar ile halk arasında çok derin çelişkiler olduğunu gün ışığına çıkardı. BULTÜRK Başkanı Rafet Ulutürk beyin “Bulgaristan’da iktidar bir günde değişebilir ve bu değişiklik çok yakındır ruhundaki yazılarının, toplantılarımızda yaptığı konuşmaların gerçekleri yansıttığı ve yalnız soydaşlarımıza değil, Bulgaristan’da kalan ve ata topraklarımızı ebedi vatan seçen kardeşlerimizin aradıkları yönü bulmalarında olağanüstü büyük rol oynadı. Şöyle bir gerçek de sivrilmiş bulunuyor: 30 - 35 yıl önce biçimlenmiş kafalarla, totaliter komünizm zamanında kalmış düşmanlık yöntemleriyle, gerçekleri inkâr etmekle, yeni olanı kabullenmekte ısrar ederek Bulgaristan’ı bundan böyle yönetebilmenin asla mümkün olmayacağı bir siyaset ilkesi olmuştur. Zamanını dolduran, alaylı subay ve orgenerallerin zamanı dolmuştur. 6 Kasım ve 13 Kasım 2016 seçimleri Bulgaristan’da bir siyasi yenilgi olarak kabul ediliyor. Bu yenilgi daha açık kırmızı komünist olanlarla komünistliği tortulaşmış olanlar arasında bir kavga değil, ömründe hiçbir siyasi partinin toplantısına katılmamış genç kuşakla, taş kafa siyasi elit arasında bir kapışmadır ve bu kavgada tokmak kafalar zengin düşmeye mahkûmdur. Seçim sabahı ülkenin dört bir yanından gelen haberlerde Bulgarların yaşadığı köylerde seçmene ikişer kilo domuz kıyması ya da eti ile yirmişer leva dağıtıldığı doğrulandı. Bu olay Müslüman seçmenin yaşadığı köylerde ise ikişer kilo dana eti dağıtılarak gerçekleşmiştir. Kimi yerlerde birer ikişer ton kışlık odun, ayçiçeği yağ, mercimek, un, şeker paketlerinin gece gece dağıtıldığı ve seçmenin kime oy vereceğini şaşırmasın diye eline bir kağıt parçası sıkıştırıldığı herkesçe biliniyor. Ben bir doktorum, pek çok yerde bedava sağlık hizmetleri ve muayenelerin de seçim amaçlı örgütlendiği de herkesçe biliniyor. Burada demek istediğim memleketimizde çok derin, öylesine derin ki, ne kadar derin olduğu bilinmeyen bir siyasi bunalım yaşanıyor. Bu bunalım sol ve sağ güçler arasında bir hendek oluşturdu, desek hem doğru hem de yanlış olur. Çünkü bu uçurumdan çıkış hem sol ve hem sağ güçlerin ortak vazifesi olacaktır. Hendeğin üzerinde sol ve sağ ayağı kıyıda bir toplum zar zor ilerlemek zorunda kaldı. Bu zorluklar devam edecektir. Bu yeni dönemde Bulgaristan’da çok şiddetli popülist bir propaganda dönemi başlayacak, toplum kutuplaşacak, bütün zenginlikler de sefil ve fakır,


66

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

seçimden seçime 2 kilo et, 1 ton odun ya da 2 kilo un bekleyenler kadar acınası bir yakınmayla taraf olacaklardır. Kısacası önümüzdeki aylarda, yıl değişiminde ve yeni seçime kadar ülkede çok şiddetli bir kutuplaşma ve gerginlik yaşanması bekleniyor. Siyasi bunalımın, hükümetsizliğin, meclisteki kararsızlığın kış aylarına rastlaması da halkın başına başka bir beladır. *** Cumhurbaşkanlığı katındaki siyasi dalgalanmaya yeniden bir göz atalım. Bulgaristan’da demokratik dönüşümlerin mücdecisi olan fakat emellerini ve hayallerini gerçekleştiremeyen Dr. Jelyü Jelev 1 Ağustos 1990 ile 1997 arasında Demokratik Güçler Birliği adayı olarak seçilen ama bağımsız olmaya gayret eden ilk dönüşümler Cumhurbaşkanı oldu. Onun Cumhurbaşkanı olmasına 2 bin 700 bin vatandaş yani seçmenlerin % 53’ü oy vermişti. Demokratik Güçler Birliği dağılmazdan önce, ikinci Cumhurbaşkanı Petar Stoyanov’u 1997’de seçerken 2 milyon 500 bin seçmen oy almış, seçimi oyların % 60’ı alan kazanmıştı. Bu ilk iki seçimde Bulgaristanlı Müslüman Türkler olağanüstü aktif katılım göstermiş, soydaşlarımız da aktif katılımla göz doldurmuştu. 2001 yılında, Bulgaristan’da Demokratik Güçler Birliği’nin bir siyasi akım olarak parçalandığı ve dağıldığı, Çar II. Simyon’un ülkeye dönmesi ve Başbakan koltuğuna oturtulmasıyla (2001 - 2005) ülkede komünistlikten sosyalistliğe kılık değiştiren eski totaliter otokrat zihniyet, Rusya’ya sıkı bağlılık göstererek devlet yönetimini ele geçirebildi. Böylece demokrasi koşullarında yapılan 3. Cumhurbaşkanı seçiminde (2001) Sosyalist Parti (BSP) lideri Georgi Pırvanov ikinci turda kazanmıştı. O zaman aşırı sağ ile aşırı sol arasında kendine tutunacak yer arayan, milliyetçi-ırkçı güçlerle sarmaş dolaş olan Volen Siderov ikinci olan adaydı. Pırvanov, Müslüman Türkler’in desteğiyle 2 milyon oy aldı ve seçimi (% 54) ile kazandı. Sıkı Rusya yanlısı siyaset izleyen ve “üç miğfer” adı verilen siyasetle Burgas Aleksandropolis petrol boru hattı; “Belene” 2 Atom Elektrik Santrali ve “Güney Akim” gaz boru hattı döşenmesi öngörülmüştü. Ne ki bizi Rusya’ya bağlayan bu üç halattan hiç biri tutmadı. Üçü de çöktü ve bunalımlarımız daha da derinleşti. Cumhurbaşkanı Parvanov tarafından izlenen Batıya bakan (o dönem Bulgaristan önce 2004’de NATO ve ardından da 2007’de Avrupa Birliği üyesi oldu) ve Rusya’ya sarılan bu siyaset çizgisi 2011’de kesilebildi. Bulgarların Avrupa Vatandaşlığı Partisi (GERB) adayı Rosen Plevneliev 2001’de yapılan seçimlerde 1 milyon 700 bin oy aldı (% 53) ve bugüne kadar iktidarda kaldı. Plevneliev şeffaf NATO ve AB taraftarı bir dış siyaset izledi. Bul-


Makale ve Analizler - 2016

67

garistan Baş Müftüsüyle görüşen ilk cumhurbaşkanıdır. İftar soframızda bulunmuştur. Rusya’nın Bulgaristan ve Balkanlarda etkisini arttırmasına sert bir şekilde karşı koymaya çalıştı. 13 Kasımda yapılan 2. tura 3 milyon 300 binden fazla seçmen katıldı. Seçme hakkı olan vatandaşların hemen hemen yarısı oy kullandı. Şimdiye kadar hiç oy kullanmamış kişiler % 6 oranındadır. Bu siyasetin sonu GERB adayı Tsetska Tsaçeva’nın ikinci turda Cumhurbaşkanı seçimini kaybetmesiyle noktalandı. Başbakan Borisov’un Bakanlar Kurulu Başkanlığından ayrılmasıyla üstüne bir ilmek atıldı. Sahneye çıkan yeni güçler hangi sosyal tabakaları temsil ediyor? Yeni siyasi yönelim nedir? Şimdiye kadar ülkemizdeki Rus çıkarlarını güçsüz kılmaya ve milli olana güç kazandırmaya çalışan akım yenik mi düştü ve bezi neler bekliyor: *** Analizime şu incelikleri ekliyorum. “Arap Baharından” ve “savaş kaçakları selinin” Bulgaristan sınırlarını da zorlamasıyla Bulgaristan ve Balkanlar Rusya’nın bölgesel çıkarlarında stratejik önem kazandı. Olaya, zamanı dolan Cumhurbaşkanı R. Plevneliev’in Alman “Die Presse”ye verdiği son demecinden alıntılarla açıklık getirelim: “Bulgaristan bölgede yeri doldurulamaz bir faktör olduğundan dolayı Avrupa için önemli bir ülkedir” diyen Plevneliev şöyle devam etti: “Avrupa’yı istikrarsızlaştırmak isteyen, bunu Balkanlar üzerinden yapacaktır. ‘Soğuk Savaş’ yıllarında Sovyet Generallerinin Balkanlarda ve Avrupa’da bir nükleer savaş patlamasına yol vermeyeceklerini bilenler, şimdiki durumun farklı olduğunu kabul etmelidir. Bugün Başkan Putin bizim ne yapmayacağımızı iyi biliyor, fakat biz onun ne yapmayacağını ne yazık ki bilmiyoruz. Kırım’ın ilhak edilmesinden önceki ve sonraki Avrupa’dan söz ediyoruz. Avrupa sınırlarının güç kullanılarak değiştirilebileceğini düşünen bile yoktu. Rusya bugün artık, Sovyetler Birliği için geçerli olan kurallara uymuyor.” dedikten sonra Plevneliev şu noktayı vurguladı. “Avrupa’nın içine itildiği yeni aşama ‘Soğuk Savaş’ dönemi kadar tehlikelidir. Ben, Putin’ın AB’yi bir düşman olarak gördüğünü hissediyorum ve onun AB’yi zayıflatmaya çalışacağına inanıyorum.” Plevneliev’e göre, Rusya’nın saldırılarına aşırı milliyetçileri kışkırtma olduğu gibi, mali, ticari, ekonomik ve propaganda saldırıları da dahildir. Bu gerçek Bulgaristan için de geçerlidir. AB düşmanlarına yardım sunuyor.


68

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Demecinin sonunda Plevneliev “Die Presse”ye şöyle dedi: “Bulgaristan geleneksel Rus yanlısı siyaseti derin olan bir ülkedir” dedi. Cumhurbaşkanı seçimlerinin 2. Turunda Bulgaristan’daki duruma ve Cumhurbaşkanlığı seçindeki siyasi dalgalanmaya ve son Cumhurbaşkanı’nın ağzından Rusya’nın ülkemize göz dikişine ışık tutmaya çalıştık. Benden hepinize büyük bir ricam var. Lütfen “ömrümüzün kalan yılları istediği gibi yaşasın” demekle yetinmeyelim ve hayatın her alanında ve özellikle de siyasette ve sosyal yaşamda çok aktif ve etkin olmaya devam ederim. Biz bu siyasetin içinde çok önemli bir unsuruz. Bulgaristan 5. Cumhurbaşkanı’nı da bizim oylarımızla seçti. Okuduğunuz için teşekkür ederim Paylaşmayı unutmayınız.

Dolaysız Demokrasi Yolunda

Musa Vatansever-14.Kasım.2016

Konu: Siyasi partilerin işlevsiz kalma zamanı kapıda. Bulgaristan’da totaliter komünist düzenden kurtulma kavgası bu hafta da kızıştıkça kızıştı. Çamaşır teline serilenler hep kırmızıydı. Kırmızı renk bizde komünist renktir. Değişiklik ve dönüşüm isteyenlerin rengi ise mavidir. Türk mavisinden biraz açık, daha fazla sema mavisine yakın!. Koyu mavi de var siyaset gök kuşağımızda ve onların zıtlaşması ise, daha fazla açık maviyle sürüyor. Faşistlerin başarısı. Fakat Cumhurbaşkanı seçiminin 6 ile 13 Kasım günlerindeki iki turu arasında renklerin birbirine karıştırmak isteyenler pek başarılı olamadı. Şuna dikkatinizi çekmek isterim. Aşırı uçlardaki renkler birbirini çekiyor. Mesela bu seçimde aşırı soldaki kırmızı Moskof adamı Volen Siderov’un “Ataka” Partisi ile aşırı sağdaki, faşizan oldukları için renkleri koyu kahverengi olan partileri buldu. Geleneksel sağ-ırkçı milliyetçiler - Makedon İç Devrim Hareketi (VMRO) ve güya “Yurtsever Cephe” olan (PF) ve sözüm ona “Ulusal Uyanış” güçleri yakınlaştılar, birleştiler kaynaştılar ve 72 ortak toplantı ve miting yaptılar. Çalışmaları çok başarılı oldu ve ortak Cumhurbaşkanı adayı Krasimir Karakaçanov’u


Makale ve Analizler - 2016

69

alınan oy sıralamasında % 15’le üçüncü yaptılar. Ortak renkleri kahverengi yani faşist, insan düşmanı, Türk ve Müslüman düşmanı, göçmen, sığınmacı, savaş kaçağı düşmanlarının rengi olduğunu ortadadır. Moskofçularda birleşme eğilimi belirdi. Seçim sonuçlarına göre % 11 oy oranıyla başarılı olanlar sıralamasında 4. güç olan Varnalı bağımsız aday Veselin Mareşki, bir iş adamı, rüşvetçiler ağına ve kartellere karşı mücadele yıldızı olarak birden bire parlayınca siyasi parti yapacağım demeye başladı. Bulgar geleneklerine bakıldığında değişim -yenilenme- köklü reformlar dendiğinde, önce herkes bir susuyor, bakınıyor ve sonra yumağın bir tarafından tutup çekmeye ve yuvarlamaya başlıyor. Reform konusunda seçmenin ve halkın aklında bir dolanmışlık var. Toplumun % 15 gibi, seçimde oy vermeyen, yeni düzene küskün, demokrasinin yenir yutulur bir şey olmadığını düşünenler ve düşünmeden, imkân buldukça çalışmadan ve daha kalın gölge seçerek yaşamayı özleyenler totaliter komünist düzenin dönmesinde ve Çingene ve Türkler bedava çalışırken yine tespih çekmek istediklerini gizlemiyorlar. Biz bu hasreti bu seçimlerle ilgili beliren kahverengi veba (faşizm) ve komünizm hasretini dile getiren Kr. Karakaçanov’un konuşmalarında izledik. O azınlıklar için kızlara 6 ay, erkek çocuklara da 12 ay kürek askerliği uygulanmasında direndi. Faşizanlar 2015’te meclise böyle bir yasa önerisi de sunmuşlardı da geçmedi. Amaçları azınlıklardan gençleri daha genç yaşta ezmek, korkutmak, kendi değimleriyle sularını çıkarmaktır. Karakaçanov’un arkasına taktığı güçlerin, Varna yöresindeki Rusofilleri ve memleket çapında Rusya ile daha yakın işbirliği yapılmasından ve Bulgaristan başta olmak üzere, Balkanlardaki Rusya ve Putin aleyhtarlığı sisinin kalkmasını isteyen Maraçki taraftarlarıyla buluşma ve kaynaşma noktaları belirdi. Birinci Turda toplam % 26 oy alan ve buluşabilme ihtimalleri olan bu yeni gruplaşma aslında ilk turda en fazla oy alan General Radev’ten fazla destek toplayabildi. Bulgaristan’daki dönüşümün Moskova’cı yüzü bu yeni gruplaşmalarda kendini kendine renk aramaya başladı. Sol ile sağ, değişim ve kaskatı katılaşma, ilerleme ve yerinde saymanın siyasi güçleri arasındaki en büyük zıtlaşma ve çatışma ise kuşkusuz bir TV program yönetmeni olan Slavı Trifonov ve ekibinin girişimizle yapılan halk oylaması (referandum) esnasında ve sonrasında yaşandı. Halk oylaması toplam 3 milyon 488 bin 558 oy aldı. Doğrudan doğruya yasalaşması (meclise girmeden) için 3 milyon 500 bin 585 oy alması gerekiyordu. Bulgar referendum yasasına göre, bir halk oylamasının hiçbir yürütme ve yargı makamına başvurmadan yasalaş-


70

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ması için, bir önceki genel seçimde kullanılan oydan 1 oy daha fazla oy alması şartı vardır. Burada, Merkez Seçim Komisyonu açıklamasına göre 12 binden biraz fazla oy yetersizdir. Bu nedenle sonuçların onaylanması için Sofya halk meclisine sunulmuştur. Bu konuda, Bulgar parlamentosundaki birinci ve ikinci güç olan, GERB lideri Borisov ile BSP lideri Ninova halk oylaması sonuçlarını destekleyeceklerini şimdiden açıkladılar. Buna rağmen, bir takım dalavereler çevrildiğini kanıtlayan deliller toplayan girişim komitesi Başkanı Sl. Trifonov yolsuzlukları Yüksek İdari Mahkemeye taşıdı. Halk oylaması neden bu kadar önemlidir? Halk oylamasının hedefinde Bulgaristan’da siyasi sistem değişikliği yapılması vardır. Şu an Bulgar toplumunu geren bu değişiklik anket sonuçlarına göre yapılırsa ne Rusya’ya ne de Batıya bakacak. Sökülemeyen totaliter siyasi sistemi sökmeyi ve yerine dolaysız demokrasiyi yerleştirmeyi amaçlıyor. Getireceği değişikliklerden biri seçmenin adayını kendisi gösterip kendisi majoriter sisteme göre seçmesi ve dolayısıyla siyasi partilerin toplumdaki belirleyici rolünü ellerinden alıp meclise devretmeyi amaçlıyor. İkincisi de siyasi partilerin halkı oyalayan, körleştiren, uyutan ve çaresizlikte boğan propaganda kaynaklarının (paralarının) ellerinden alınmasını hedefliyor. Meclis, parti kavgalarından, zıtlaşmaktan ve kısırlıktan kurtarılmak isteniyor. Siyasi sistem değişikliğine götürecek değişiklikler nelerdir: İki turlu ve salt çoğunluklu majoriter seçim sisteminin uygulanmasını “evet” oyuyla 2 509 864 (iki milyon beş yüz dokuz bin sekiz yüz altmış dört) seçmen destekledi. Siyaset sistemi değişikliğine karşı olan ve “hayır” diyen seçmen sayısı ise 560 bin 24. 330 bin 928 bülten geçersiz ilan edilmiştir. Seçmenler % 51’den fazlası Bulgaristan’da orantılı (proporsional) seçim sisteminin en fazla oy alan kazanır (maroriter) seçim sistemi ile değiştirilmesinden yana olduklarını kesin ortaya koymuştur. Seçimlere ve halk oylamasına her vatandaşın katılmasını zorunlu kılan değişiklik için 2 milyon 158 bin 929 seçmen “evet” oyu kullanırken, 905 bin 691 seçmen “hayır” demiş ve 336 bin 180 oy da “geçersiz” sayılmıştır. Bu konuda şöyle bir ek bilgilendirme yerinde olur: Halk oylaması için imza toplama işi meclisin seçim kanununda yaptığı son 2 değişiklikten önce olmuştur. Bu değişikliklerden birinde milliyetçi-ırkçı kesim


Makale ve Analizler - 2016

71

Meclis seçimlerinde partilerin aldığı her oy için devlet yardımlarının 1 levaya indirilmesi önerisine 2 milyon 516 bin 791 seçmen “evet” derken, 523 bin 759 seçmen “hayır” demiştir. 359 bin 778 seçmen de “çekimser” kalmıştır. Bu oyların hepsinin içinde bizim de payımız var. Oyumuza sahip çıkalım. Parti lider ve yönetimlerinin, öncelik komiteleri adaylarının söylediklerine, vaatlerine ve yazdıklarına bakılmaksızın Bulgar seçmeninin yarıdan fazlası (ezici çoğunluğu) siyasi sistemde köklü değişiklik yapılmasından yana olduğunu ortaya koymuştur. Bu değişiklik NATO ve Avrupa Birliği’nden çıkalım anlamında değildir. Üç metre yüksek olan Türkiye ise tel duvar sınırımızın 4 metreye çıkarılması anlamında da değildir. Bu sistem değişikliği Anayasa Mahkemesince onaylanmaya bırakılmayan bir maddesinde ise, polis şefleri ve komiserlerin doğrudan halk tarafından gösterilmesini ve yerel seçimle atanmasını öngörüyordu. Bu ilk adımla, Bulgar siyasi partileri meclisten çıkarılacaktır. Artık mecliste DPS, BSP, GERB grubu, ana muhalefet vb veya bağımsız olmayacak. Her milletvekili kendi seçim bölgesini temsil edecektir. Yani akar yakıt karteli milletvekilleri olmayacak, örneğin Razgrat veya Varna milletvekili olacak ve onlar bölgesinde sorumlu olacaktır. Bursa oylarıyla meclis giren ve HÖH ardına gizlenen, DPS meclis grubunda kaybolan milletvekili olmayacaktır. Bursalılar Kırcal, Razgrat, Tırgovişte milletvekiline oy vereceklerdir. Halk seçtiği yetkiliyi (vekili) bilecektir. Türkiye’deki soydaşlarımızdan 620 bin kişinin oy kullanma hakkı olduğuna göre, Bulgar meclisindeki vekillerin en az otuzunu biz delege edebiliriz. Bu gelişmelerin adı direk demokrasi olacaktır. Demek istediğim, seçimden sonra milletvekilleri önce saray kurdu Ahmet Doğan’ın elini öpmeye gitmeyecek, doğrudan meclise girip, iş başı yapacaklardır. Meclis partilerin esaretinden kurtulacaktır. Değişikliği yapacak kadro meselesi çok önemlidir. Derneklerimizin, iş adamlarımızın büyük sayıda siyasi hazırlıklı kadro eğitmesi gerekli oldu. Bu arada belirtelim, HÖH - DPS yardımıyla eğitim görenlerin içinde de özel kadroların FETÖ okullarında Türk düşmanlığı zehriyle otalanmış olduğunu unutmayalım. Bizim avrupanın en gözde üniversitelerine hatta Amerikan üniversitelerine öz kadrolarımızı, kendi insanlarımızı gönderip yarınlara hazırlamamız zorunlu oldu. Bu konuya özellikle başka bir yazımda değinmek istiyorum. Ortada şöyle bir gerçek var, Avrupa’da Amerika’da eğitim gören kadrolar kapışılıyor. Bulgar yetimhanelerinde yetiştirilen, lise öğreniminden sonra devlet eliyle Avrupa üniversitelerine gönderilen Çingene geçlerden 34’ü bugün Avrupa Birliği’nin Brüksel merkezlerinde görevlidir. Bulgarşstan’da Türk olmasın da kim olursa olsun kafası çalışıyor ve biz kendimiz bu işleri gerçekten elimize alamazsak, tüm girişimlerin dışında kalacağız ve işler elimizden kaçabilir. Okuduğunuz için teşekkür ederim.


72

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) Başkasının yetiştirdiği kadroları meclise göndermekle iş yapamayız. Birlik olalım, yolumuzu kendimiz döşeyelim. Türkün Türk’ten başka dostu yoktur. Sağlıcakla kalın, paylaşmayı unutmayın

Radka Piratka Çağrı

Hamiyet Çakır-14.Kasım.2016

Konu: Özgürlükten kurtuluş yoktur. Bulgaristan Geçiş Dönemi köçek oynayıp pire dökenlerin zamanıydı. Kıvıranların kaç defa salladığını ve dökülen pireleri sayan yoktu. Kadınlar göğüslerini, erkekler gözlerini açmış, olacaksa olsun diyordu sanki. “Radka seni bir tutabilsem, Donunu ikiye ayırabilsem” Yıkılan toplumun adı yoktu. Bir çöküntü olacak. Hafriyat kaldırılacak ve yerine ne kurulacağını bilen yoktu. Çöken yalnız kiremit, oluk, tuğla ve sıvalı duvarlar değil, kültür. Sanat, müzik, kısacası var olan medeniyet çöküyordu. Yerinde köçek kıvırıp halay çekenler bayram etmeye başladı. İlk tınıları Çingene mahallelerinden gelen müzik ve kültür Çalga adıyla ünlendi. Herkesçe sevildi. Bu çocuğun anasını bilen babasını ise soran yoktu. Nihaventtir. Sırp havalarından çalıntıdır, dediler. Havaleler gibi belirdi ve kendi tutundu. Gönülde, gözlerde, demet gibi dökülen saçlarda esti. Kalpten kalbe sınır tanımadı. Sorduğu sorulara cevap aramadı. Kendini ölümsüz sandı. Her gece 100 defa ısmarlanan şarkılar, sanatçı bayanların göğüslerini 100 Dolarla silikon gibi şişirdi. İçkili gecelerin coşkusunda şafağın gecikmesine tomarla para dökenler belirdi. Amaçlarında günle gelen düzeni bozmak vardı. Sofi Marinova, Glorya, Aziz ve yıldız gibi parlamak isteyenler geceyi gündüze gündüzü geceye kattılar. Ne istediklerini bilmeyenler Avcılar kahvelerinde de sabahladı. Olimpiyat şampiyonu Süleyman oğlu votka kadehlerini yenilerken Çalga yumru-


Makale ve Analizler - 2016

73

ğunu hep havada tuttu. Dumanlı, içkili, kokuşmuşluğu seven, çöküşün bitmesini istemeyen loş ışıklı mahzenlerde, hayattan bezmişlerin gönlünde yuva buldu. Davuldan trompete, tamburadan kemana bir oluş, ismi olmayan sevdalıların şarkısı - kavuşturup öpüştürdü, ayırıp barıştırdı. Geçmişi olmayan bir sanatın retrosu yoktu. Şöyle daha derinden deyemezdi. O papatya gibi serpilen bir deniz dalgasıydı. Bu bir çöküştü. Memleket daha önce böyle bir yıkım altında kalmamıştı. Çalga’nın hatıra defteri de yoktu. Harap olmuş, kokuşmuş ama henüz kurtlanmamış bir ortamda umut haberci bekleyenler ancak “Ne haber?” diye soruyorlardı. Yaşanan, zamandan çalınıp soyulan bir parçasında hayallerinin hamalları mutluluğun veda kutlamasındaydı. Çalışmadan para kazanmanın geçerli sınırı olmadığı gibi, sevmeden sevişmenin, her konuda yalan söylemenin, umut arayan gözlerle gökyüzü bakışında da sınır yoktu. Çalga dinlendi. Yaşandı. Zevksizleri yüreklendirdi. Hit oldu. Gece boyu çalındı. Parası olan para saçtı. Olmayan baktı. Opera ve operetler kapandı. Şan eğitimli kokonalar Batı’da bulaşıkçılığı seçti. Harp, kontrbas, flüt ve kaval gibi müzik aletleri müzelik oldu. Keman ve akordeon çarşıya pazara çıktı. Olanın adı müzikte devrimdi. Notası, sol kilidi, bestekar ordusu yoktu. Çalanlar kadar dinleyenler de mutluydı. O kaplan kaplan Paran var mı? O kaplan kaplan Paran var mı? Paran yoksa Güzel kızın var mı? Kızın yoksa, Teyzen var mı? Bu şarkılar, dünyayı hepimize zindan eden, törende düğünde itfaiyenin nefesli çalgılar orkestrasını dinleyen totaliter komünist rejimin kuyusunu kazarken Bulgar’a yeni bir özgürlük anlayışı sunuyor, sonsuz serbestliği yaşam tarzı yapmaya çalışıyordu. Yeni değerler dizisinde parası olmayana özgürlük yoktu. Parası olana özgürlük çoktu. Önce kafalar karıştı. Düzen ve ahlak bozdu. Geleneksel müzik, kültür ve medeniyet anlayışımızın altından girenler üstünden çıktı. Çalga manevi dünyada yarattığı kaosa püskül oldu.


74

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgaristan’da özgürlüğün yeniden değerlendirilmesi birçoklarına göre Çingene mahallerindeki çaresizlik fışkırışıydı. Bulgar hırsızlığın, aptallığı, çaresizliğin ve ahlaksızlığı çalga olarak yaşıyor ama bunların kendinden olduğunu kabul etmiyordu. Çalga yasaklandı. Sevmeye ve kuş gibi uçmaya yasak işlemedi. Özgürlük sınırları zorlandı. Çalga sevenler stadyumlardan taştı. Komünist dünya görüşlü insanların bakış açısı öyle değişti ki, BSP Haskovo mitingkonserinde Aziz donunu indirdiğinde yuhalanacağına alkışlandı. Alabildiğine yayılan karışıklık ortamında hiçbir işe yaramayanlar arasından kendilerini adam sanmaya başlayanlar çıktı. Köylerden kente inen ve sivrilme alanını gece kulüplerinde kız ve uyuşturucu satmakta bulan ve yiyip içmeyi ve sorumsuz sorgusuz yaşamayı seçen kalın enseliler siyah takım elbiseli ve kravatlı Jeeplere bindiler. Model oldular. Onlar nezaketsizliğin, kabalığın, vahşet hareketlerinin tiksinti modeliydi. İğrençliği yasal durum ve kültür haline getirmeyi denediler. “Yeni kültürü” yaratanlar geleneksel kültür ve yaşam biçimini, namuslu ve ahlakı olanı toplum çamuruna itmeyi denedi. Millet, etnik, dil ve din tanımadılar. Normal koşullarda çalışarak, okuyarak, gelişip yaratarak başarı yolu açma çabalarının yerini çalışmadan kazanmak, aydın olmadan akıllı olmak, alıp çalmak, yasak işlerle uğraşmak, insana varınca her şeyi satmak ve bu iğrençlikte sınır tanımazlığı yaratmak oldu. Temel kültür ve sanat kaynağı talika tıkırtısı ya da karyola gıcırtısı olan Çingenelerin kalın enselilerle Çalga ortamında buluşarak bütün toplumu kültür ve sanat bataklığına çekmeyi başaracağına inanmak istemeyenler de vardı. Bu işin konser repertuarını değiştirmekle olmayacağına inanalar da kalabalıktı. “Ben yoruldum hayat gelme üstüme” diyecek güçler yok oluyordu. Çalgacılardan hiçbiri üretmeden tüketmenin, kazanmadan harcamanın, senin olmayanı kendinin saymanın bir ideoloji olduğunu bilmiyordu. Yangından yorgan kaçıranlar, “bozulmadan düzelmez” sözüne sanki inanmışlardı. Diken battığı yerden çıkar diye düşünenlerse kurtuluş seli buysa bir de atalım kendimizi suya inanmışlığıyla hazırlık yapıyorlardı. Bulgar koşullarında Çalga, insancıl ruhu kemiren bu ideolojinin adı oldu. O, gelenekten gelene ters olsa da, insan ve toplum nizamı için arzulanan ve doğal gibi sunulan belirli yeni fikirlere ve anlayışa dayandığı için bir ideolojidir. Bizde herkes boyundan büyük işlerle uğraşmayı sevdiğinden üniversitelerinden tonla feylesof çıkar. Aralarında Çalga Kültürünü analiz edenlerin sayısı bir elin parmaklarından azdır. Bunu anlamak şöyle mümkün olabilir. Bir sosyal olgu olan Çalga aslında bilinen kültürden uzaklaşıp vazgeçmektir. İnsanın kendi cahilliğinden, kendi beceriksizliğinden, haylazlığından memnun


Makale ve Analizler - 2016

75

olduğu, bununla övündüğü ve gururlandığı yeni durumdur. Bu olgu Bulgaristan Türklerinin halk sanatını etkileyememiştir. Geçen yüzyılın 70’li yıllarında pop müziği ve hipar kültürüyle beslenenlerde görmüştük bunu. Bulgaristan’da çalga müziği aptalların, bön kafaların övdüğü bir tarza dönüştü. Trafikte yol vermeyenlere, okulda öğretmenlere saldıranlara, toplu taşıt araçlarında saatlerce çekirdek soyup kaplarını yere tükürenlere ve insan arasında götünü kaşıyanlara sevdirdi kendini o. Bu müzikle gelen felsefi anlayışta insan taşıdığı elbise, sürdüğü araba, yaşadığı daire idi. Kadının bütün değeri silikonlu göğüslerinde, şişkin dudaklarında ve yatak hünerlerindeydi. Çalga müziği hiçbir şeyi eleştirmiyor, göz çakıp başka birini aramıyor hatta hiçbir yorum dahi yapmıyordu. Olay sonsuz bir güç halini alan tüketme, sürekli deneme arzusunda kilitlenmişti. Bu anlayışa dayanan hayat tarzı hayvanlarınkinden farksız olduğu gibi biz Müslümanların hayat anlayışı ve ahlakımızla da tamamen bağdaşmazdır. Hiçbir şey karşısında sorumlu olmayı kabul etmeyenler bu özgürlük anlayışıyla karar almak istemediklerinden diyalog kurmak da istemezler. GERB hükümetindeki bakanlardan daha fazlasının başka partilerden olması buna en parlak örnektir. Sorumluluk taşımak istemeyen Lütfü Mestan partisinin Cumhurbaşkanı adayı olmayı kabul etmedi. Ne HÖH ne de DPS’nin 27 yılda bir Türkçe kitap bastırmaması da sorumluluktan ve riskten kaçtıklarına işarettir. Şunu unutmayalım ancak karar alma sürecine katılan kişiler manevi diyalog arar. 1990’dan sonra bizde çalışma zorunluluğu kalktı; seçenek sunan da olmadı. Özgürlük ve düşünme de yoktu... Böyle bir “cennette” çalga doğması çok doğaldı. Bulgaristan toplumsal gelişimi üzerine çok isabetli yorumlar yapan “Deutsche Welle” radyosu “Çalga denizinde sallanan toplum” yorumunda şöyle demişti. Tarih: 19 Nisan 2012. “... Çalga, alelacele ve hiçbir kurala uymadan para yapma, yasaları ve düzenli yaşamı ayakaltına alan algıyı yansıtır. Zenginlik kaynağının nerede olduğu kendilerine sorulmayan yeni erkek kahramanların idealinde bir tek lüks ve gösterişte bulunma vardır. Kişisel çıkarların ve kişisel bağların amansız dayatılmasında çalga kültüründen örnekleri çoktur. Bu olumsuzlukların siyaset üzerindeki yansımasını ise şöyle açıklayabiliriz. Yeni siyasi sınıf, kamu çıkarları açısından, yasaları hiçe saymayı ve kendisinin de kişisel sorumluluk taşıması gerektiğini gözden kaçırmayı seçti.” Batı ülkelerinden farklı olan Bulgaristan’da çalga kültürü Geçiş Döneminde gelişen yeni elit tabakanın kültüründen bir parça oldu. Nesnel nedenleri olsa gerek. Bu, memleketimizdeki ekonomik ve sosyal yaşamda yönetici pozisyonlar alan kişilerden büyük bir kısmının köylerden gelmiş olmasında ya da son yıl-


76

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

larda köyden kente akınla “yeni vatandaş olan” tabakadan olmalarında gizlidir. Bu tabakanın içinde Varnaya bağlı Drındar köyünden gelen Ahmet Doğan’ın liderliğini, Vratsa köylerinden gelen Peevski’yi hatta spor kulüplerinden gelen Borisov’u ve belki de meclis bileşiminin yarısını görebiliyoruz. Her yerde olduğu gibi Bulgaristan’da da yok olma kültürüne karşı savaşmak için var olma kültürü gelişiyor. 6 Kasım 2016’daki halk oylamasına katılan 3.5 (üç buçuk) milyon Bulgaristan vatandaşının siyasi sistem değişikliği toplumun yalnız maddi ve mali olarak yeniden yapılanmasını isteyen yeni bir ruh oluştuğunu sergilemekle kalmadı. Yaşanan yıkımdan ve çöküşten doğan vurdumduymazlığı yaşatmaya çalışanlara isyandı. Dış ülkelere akan insan selini durdurmaya çağrı oldu. Halk oylamasından 5 gün önceki 120 bin kişilik ulusal miting-konserde hiçbir çalga parçası söylenmedi. En seçkin sanatçıların beğenilen yurtsever eserleriyle yeni bir yaratıcı, kurucu ve yüceltici ruh oluşturma atılımı toplumu yüreklendirdi. Birçok sistem değişiklikleri bir şiirle, bir müzik eseriyle başlamış ya da son bulmuştur. Schiller’in “Neşe Şarkısı” yeni bir Avrupa doğacağına müjde oldu. Bethoween’in “9. Senfonisi” eski kıtanın adil bir şekilde birleşeceğine simge oldu. Değişmeye başlayan toplumlar yıkım ve çöküşün yarattığı kültürü ve sanatı rafa kaldırmayı mutlaka başarır. Gerçek değerlerine dönme yollarını arayıp bulur. Bir sonraki yazımızda vatan sevgiyle yazılmış şiirlerimizden örnekler sunacağız. Her şey gönlünüzce olsun.

Yenilenme Çığı GERB Hükümetini Götürdü

Rafet Ulutürk-14.Kasım.2016

Bulgaristan’da Cumhurbaşkanı seçimleri sonrası başlayan siyasi bunalım. Türkiye’deki soydaşlarımızın da kısmi katılımlarıyla Bulgaristan’daki Cumhurbaşkanı seçimlerinin ikinci turu da yapıldı. Birinci Turda oyların % 36’sını alan İnisiyatif Komitesi adayı, Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) adayı emekli


Makale ve Analizler - 2016

77

General Rumen Radev ikinci turda oyların % 59’unu toplayarak Bulgaristan Cumhuriyetinin Beşinci Cumhurbaşkanı seçildi. Yarışmaya katılan eski meclis başkanı, Bulgarların Avrupa Gelişimi için Vatandaşları Partisi (GERB) adayı Bayan Tsetska Tsaçeva oyların ancak % 36’sını alabildi. Politik analiz: Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği BULTÜRK ve Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi BG-SAM’ın Bulgaristan’da siyasi fırtınanın yakın olduğunu haber veren bghaber ve yorumları, tüm yayınlarında yaptığı siyasi analizler yine doğru çıktı. 2016 yılının Mayısında baş gösteren toplumsal ve siyasi bunalım Kasım ayında çığ olup yerinden koptu ve bir yandan göreve yeni cumhurbaşkanı getirirken, 2. tur gecesi GERB lideri yenilgiyi tanımak zorunda kaldı, “halkın iradesine karşı gidilmez” derken, 2. GERB hükümetinin istifasını sundu. Bu gelişmeler “Merhaba yeni değişim!” dedi. Bulgaristan’ı yeni Cumhurbaşkanı kimdir? Yeni seçilen Bulgaristan Cumhurbaşkanı General Rumen Radev eski hava kuvvetleri komutanıdır. Dimitrovgrat doğumlu, Haskovo Matematik lisesini bitiren, “Gorna Mitropoliya” Yüksek Askeri Okulunda okuyan ve Birleşik Amerika “Maksuel” Askeri Akademisinde 2. yüksek öğrenimini tamamladıktan sonra doktora tezi savunan General Radev, bir memur ailesinde yetişmiştir. Bu yılın Temmuz ayında BSP Genel Başkanı Kornelya Ninova, partisinin General Radev’i Cumhurbaşkanı adayı gösterme kararını açıklamıştı. General Radev’in adaylığı bir İnisiyatif Komitesi tarafından yükseltilmiş ve BSP tarafından desteklenmişti. General Radev’in ilk mesajı: Karanlıktan için şafak geldiğini müjdeleyen yeni Cumhurbaşkanı Radev, bu seçimde Bulgaristan’da “demokrasinin ilgisizlik ve korku üzerinde zafer kazandığını, halkın iktidara kırık not verdiğini ve ülkede yeni bir siyasi durum belirdiğini duyurdu. Seçim gecesinde basının sorularını yanıtlarken, yeni Cumhurbaşkanı “Halkın birbirine karşı kışkırtılmasından yorulduk, seçim zaferi Bulgaristan halkının birleşmesini isteyenlerin zaferidir. Birleşme çağı başlıyor.” dedi. Politik bunalımın derinliği ve çerçevesi: Bulgaristan’da bir şeylerin olması gibi olmadığından doğan siyasi bunalımın derinliğini belirleyen birinci faktör Sofya hükumetinin istifasıyla ülkede siyasetin kilitlenmesidir. Parlamenter demokrasiye dayanan Bulgar siyasi sisteminde


78

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

çerçeve belirleyen anayasadır. Bulgar Anayasası’nın 83. maddesi seçimle görevinden düşen Cumhurbaşkanının kısıtlı yetkilerle olmak üzere üç ay daha görevde kalmasını öngörmüştür. 22 Ocak 2017’ye kadar uzanan bu sürede halen görevdeki Cumhurbaşkanı Plevneliev Meclisi dağıtamaz yani ülkeyi erken genel seçime de götüremez. Bu durumda, 84 milletvekili olan GERB Başkanı Borisov’a yeni (üçüncü) bir hükumet kurma görevi verilse de, iade edeceğini açıkladı. 37 vekille parlamentoda ikinci parti olan Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) de siyasi bunalımdan çıkışın “erken seçim” olduğunu duyurdu. 2017 Şubat sonu ile yazın ilk günleri arasında erken genel seçim yapılana kadar Bulgaristan yeni bir Geçici Hükümet dönemine giriyor. Plevneliev döneminde (2012 - 2017) Bulgaristan’da 3 geçici hükumet kurulmuş olacak ve o yürütme üzerinde etkisi en uzun süre hissedilen bir devlet önderi olarak tarihe geçecektir. Halkın iradesiyle muhalefet olmaya zorlanan GERB devleti bütçesiz, son iki yılda çok büyüyen dış borç yükü altında, nüfusun % 40’ı ülkeyi terk etmiş, yüzde 10’u işsiz, emeklileri Avrupa’nın en az gelirli, sefil ve yoksul halde bıraktı. 2006’da, Bulgaristan’ı parti-sizliğe sürükleyen II. Simyon döneminde mayalanan, komünist dönemin sert siyaset taraftarlarını ham demokrasi koşullarında iktidara taşıyan GERB hareketi, içinde sol güçlere ve Müslüman Türklere yer olmayan iki kutuplu siyaseti sahneye taşımıştı. 13 Kasım’da GERB kadrosu ve taraftarlarından dörtte birinin General Radev’e oy vermesi, beşte birinin de her iki turda sandığa gitmemesi, Bulgaristan’da iki kutuplu siyaset sayfasının kapandığını kanıtladı. Hükumet yıkan yanlışlar. GERB iktidarının yıkılması merak uyandıran bir siyasi olaydır. Bundan 7 ay önce, Mayıs 2016’da GERB partisi bütün sosyolojik anketlerde, 13 Kasım akşamı “seçim istiyorum, meclis çoğunluğu ile iktidar olacağım” diye hırçınlanan BSP partisinin 12 puan öndeydi. Halkın sesini GERB işitmez oldular. İç ve dış siyasette ciddi seri yanlışlar yapıldı. “Sığınmacı seli basıyor”, “Türkler Bulgaristan’ı istila ediyor”, “GERB düşerse Avrupa fonlarını kesilecek”, “Oyunuzu GERB’e vermezseniz evlerinizi mantolama paralarını ödemeyeceğiz” kaynaklı korku siyasetine ağırlık verdi, seçmene 2 iki kilo et ve 20 leva para dağıtarak arabayı bataktan çıkarırım hesabı yaptı, fakat tosladı. Hükumet ortaklığında ırkçı - milliyetçi, azınlık düşmanı güçlerin her konuda desteklenmesi de ülkedeki etnik gerginliği çok şiddetlendirdi. Bu yanlışların sonuncusu,


Makale ve Analizler - 2016

79

Başbakan Borisov’un Bulgaristan’a Cumhurbaşkanı değil, emrinde olacak ve sözünden çıkmayacak birini Cumhurbaşkanı koltuğuna oturtma çabaları oldu ve ülke çapında ve her katmanda ters tepti. Protesto oylarının anatomisi: General Rumen Radev’in 2. tur seçim zaferi, 10 yıldan beri parçalandıkça parçalanan ve dağıldıkça dağılan ve artık iyice ufalan 110 yıl tarihi olan Bulgaristan Sosyalist Partisinin bir seçim başarısı olarak asla algılanamaz. Radev’e oy verenlerin üçte biri daha önce seçime katılmamış kişilerdir. Bu seçime katılanların gerekçeleri daha önceki seçimlerden farklıdır. GERB vatandaşı korkuttu ve seçmen bir generalin kanatları altında huzur ve güvenlik aradı. GERB partisinin ve Boyko Borisov siyasetinin mecliste ve halk arasında iflas ettiği, halkın yalanlara dolanlara daha fazla inanmak istemediği son iki yılda defalarca kanıtlandı. İkinci turda oyların % 59,35’ini alan General Radev’e oy verenler: General Radev ikinci turda 2 milyon 49 bin oy aldı. Dış ülkelerden gelen 50 bin oyun 21 bin 658’i Bayan Tsaçeva’ ya, 14 bin 31’i de General Radev’e giderken, ikinci turda kurulan daha üstün bir organizasyonla seçime katılanlar 6 bin kişi artmıştır. Bursa ve İzmir’de oturan soydaşlar Mestan’ın DOST partisi propagandası etkisiyle GERB’i desteklerken, Çorlu gibi Kuzey Bulgaristanlı göçmenlerin oturduğu merkezler topluca General Radev’e oy vermiştir. Kırcali ilinde General Raden 40 bin oy alırken, DOST kurucusu Cebel Belediye Başkanı Bahri Ömer’in kontrolündeki seçmen sola kaymıştır. a) Bu gelişmelerin ulusal tablosu şudur: Gen Radev oyların % 47’sini Bulgaristan Sosyalist Partisi BSP’den Gen Radev oyların % 12’sini GERB partisinden (240 bin oy) Gen Radev oyların % 10’nunu VMRO ve “Yurtseverler”den Gen Radev oyların % 9’unu HÖH - DPS seçmeninden (200 bin kişi) Gen Radev oyların % 8’sini Mareşki seçmeninden (160 bin) Gen Radev oyların % 7’sini Reformcu Blok seçmeninden Gen Radev oyların % 6 ‘sını da ABV partisi seçmeninden almıştır. Seçmen tabakasındaki kayma seçim düzeninde yapılan son değişikliklere karşı bir tepki olarak da görülebilir. Seçmenin partilere bağlılığının güçlü olmadığı ve serbest hareket edildiği ortaya çıkmıştır. b) Birinci tur parti oylarının ikinci turda General Radev’e kayma oranları; HÖH - DPS % 86,


80

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Birleşik “yurtseverler” den % 65; Bağımsız Veselin Mareşki’den % 54; Reformcu Blok’tan % 35; ABV-Kalfın’den % 68; “21. yüzyıl” - Donçeva’dan % 33. Bu yönelim Bulgaristan’da 2 kutuplu siyaset düzeninin bozulduğuna işarettir. Bu analiz General Radev’in soldan, orta ve merkez soldan oy alırken, merkez ve aşırı sağdan da oy topladığını gösteriyor. Aşırı milliyetçi, ırkçı VMRO ve “Yurtseverlerin” Hak ve Özgürlük Hareketiyle aynı adaya oy vermeleri daha önce görülmemişti. Büyük Millet Meclisi’ne doğru ilk adım atıldı. Bu seçim Bulgaristan’da bir Anayasa değişikliğine gerek olduğunu ortaya koydu. Yeni Anayasa’yı ancak Büyük Millet Meclisi (BMM) hazırlayıp onaylayabilir. BMM seçimi yapılması için olağan meclisin üçte iki çoğunlukla karar alması gerekiyor. Seçimle ve halk oylamasıyla istenen Bulgaristan’da siyasi sistem değişikliğini yasallaştıracak olan yeni Anayasa’da azınlık hakları özel olarak yer almalıdır. Bulgaristan’da azınlık modeli çökmüştür. Bu çöküşün bütün toplumu yok etme tehlikesi ortadadır. Anayasa değişikliğinin hedefinde Bulgaristan halkını birleştirmek varsa, kimliği tanınmayan halk topluluklarının birleşip kaynaşmasının mümkün olmadığı kabul edilmeli ve yasal durum tek uluslu devlet formülünden çok uluslu devlet oluşumu kurmaya geçmelidir. Halk memleketimizde siyasi değişim istiyor. Seçim bütün siyasi güçlerin iktidara katılmak istediğini gösterdi. İlk defa olmak üzere Bulgaristan Türk, Pomak ve Çingenelerinin verdiği oylar parti oyu olarak sayılmadı eşit haklı vatandaşların seçimi olarak biçimlendi. Bu gidişle, insanlarımızın aleyhinde çalışan HÖH DPS yapısı, cümle kapısından iktidara girmek istese de, kapının açılmayacağına dikkat çekiliyor. GERB ben DOST’tan oy istemedim davulu çalarken, Radev de ben “HÖH DPS’den oy almadım”, Türkler bana “oy verdiler” dedi. Yeni durumda bir yandan Ahmet Doğan ve HÖH - DPS etrafındaki şirketler çemberi devlet sofrasından uzak tutulmaya çalışılırken, Türklerin, Pomakların ve Çingenelerin de devletin sunduğu imkânlardan yararlanamaması ihtimali yeniden belirdi. Bulgaristan Türklerinin hem Bulgaristan’da hem de Türkiye’de bölünmesi hiç birimizin lehine olan bir gelişme değildir. Bölünme ve dağılma erimeye yol açar.


Makale ve Analizler - 2016

81

Yeni durumda, baş gösteren genel bunalım keşmekeşinde ve parlamenter ve siyası bunalım ortamında ortak yeni bir siyaset çizgisi belirleyip bir noktada buluşmamız için bir Kurultay toplamamızı öneriyorum. Bu foruma ilk oturumlarına Bulgaristan’daki partilerden delege kabul edilmemelidir. Kendi geleceğimizi kendimiz aramalı ve bulmalıyız. Politik analizimiz devam edecektir. Şimdilik memleketimizin sola kaydığını ve bize karşı solun ve sağın birleşme yolları aradığını, hem sol hem de sağ güçlerin DPS - HÖH partisini dışladığını, siyasetten sökmek istediğini, siyasi varlığımızın yok edilmek istendiği gibi, meclis dışı kalma yollarının da arandığı dikkati çekmektedir. Seçimlerde Türkiye’deki sandık sayısı 5 defa azaltılmış olsa da, II. Turda 8 bin oy fazla veren soydaşlarımız Bulgaristan’ı vatan saydıklarını ve özlediklerini, Bulgaristan’da olup bitenlere seyirci kalmak istemediklerini herkese gösterdiler. Türkiye’deni soydaşlarımızın Trakya’da DOST’cu, Anadolu’da HÖH-cü olduğu iddiasına katılmak istemiyoruz. Bizi Bulgaristanlılar ve Türkiye’dekiler olarak ikiye ayıranlar, ufalamaya ve kırıntılarımızı kurda kuşa yem etmeye çalışıyorlar. Uyanın, uyanalım kardeşler! Paylaşınız. Seçime katıldığınız için hepinize teşekkür ederiz.

Şiirli Dünyada Yolculuk

Filiz Soytürk-15.Kasım.2016

Türk şiiri bir bütündür. Biz Varız Çalışırız bir tohumcuk ekebilmek için Keskin silahımız anadilimiz Türkçemiz Yaratıcılarımız öncümüz, önderlerimiz Önemli değil nasıl ve neyle yazdığımız.

Kalbimiz atıyor dizelerle açmak için. Biz bir ruhsal bütünüz derlenmek için Kalem, silah ve kanadımız uçmak için Bağlanıyor şiirlerimiz kaynaşmak için BG-SAM


82

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) Doğduğum Evin Penceresi Bir cam vardı önünde Doğduğum odanın Çöpten yapraklarında Güneşi Rüzgârla sallayıp Kafesten İçeri dolduran bir çam Sedirinde iskambilden kuleler yıkılmış odada Loş ve sesiz ikincilerin acısıydı Sızan

Kafesten Duvara Ve duvardan Kafese Seyretmeyi Güneşi

Gözlerim dallardı Yüz bir güneşti Kafesin her deliğinden Giren Susmuş bir çocukla şaka eden Yüz ikindi güneşi. Asaf Halet Çelebi

*** Kaldırımlar Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında; Yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum. Yolumun karanlığa saplanan noktasında, Sanki beni bekleyen bir hayâl görüyorum. Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık; Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar. İn cin uykuda, yalnız iki yoldaş uyanık. Biri benim, biri de serseri kaldırımlar. Necip Fazıl Kısakürek


Makale ve Analizler - 2016

83

Dere Arzun tutunmaksa eğer sahile, Niçin bu derenin suları kara, Ey dere, bu coşkun gayret nafile! Niçin böyle hırçın akıyor dere?.. Bu sahil ki savmış nice kafile Niçin deli gibi koşup kenara, Seni tutar mı, ey suyu mor dere?.. Billûrdan koncalar takıyor dere?.. Ağlama ey dere!.. Gürültüsüz ak... Kader bu: Ne yapsan suyun akacak! Çok zordur çırpınıp tutunamamak: Fakat bir kere de bize sor dere!... Sabahattin Ali Masalların Masalı Subaşında durmuşuz Çınarla ben. Suda suretimiz çıkıyor Çınarla benim. Suyun şavkı vuruyor bize, Çınarla bana. Subaşında durmuşuz Çınarla ben, bir de kedi. Suda suretimiz çıkıyor Çınarla benim, bir de kedinin. Suyun şavkı vuruyor bize Çınara, bana, bir de kediye. Subaşında durmuşuz Çınar, ben, kedi, bir de güneş. Suda suretimiz çıkıyor Çınarın, benim, kedinin, bir de güneşin. Suyun şavkı vuruyor bize Çınara, bana, kediye, bir de güneşe. Subaşında durmuşuz Çınar, ben, kedi, güneş, bir de ömrümüz. Suda suretimiz çıkıyor,

Çınarın, benim, kedinin, güneşin, bir de ömrümüzün. Suyun şavkı vuruyor bize Çınara, bana, kediye, güneşe, bir de ömrümüze. Subaşında durmuşuz. Önce kedi gidecek Kaybolacak suda sureti. Sonra ben gideceğim. Kaybolacak suda suretim. Sonra çınar gidecek Kaybolacak suda sureti. Sonra su gidecek. Subaşında durmuşuz Çınar, ben, kedi, güneş, bir de ömrümüz. Su serin, Çınar ulu, Ben şiir yazıyorum, Kendi uyukluyor, güneş sıcak, Çok şükür yaşıyoruz. Suyun şavkı vuruyor bize


84

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Çınara, bana, kediye, güneşe, bir de ömrümüze. Nâzım Hikmet

Hükümet Bunalımı ve Düşündürdükleri

BG-SAM-15.Kasım.2016

Borisov’un İkinci istifası bir oyun mu? 14 Kasım 2016 günü Bulgaristan’ın Avrupa Gelişimi için Vatandaşları (GERB) hükumeti istifa etti. Başbakanı Boyko Borisov istifa dilekçesini Halk Meclisine sundu. Anayasaya göre istifa 7 gün içinde görüşülecektir. Bakanlar Kurulunda çalışanlar çantalarını toplayıp odalarını tek etmeye hazırlanırken, 13 Temmuz’da seçilen yeni Cumhurbaşkanı Radev, Cumhurbaşkanlığına ilk ziyaretini yaptı ve 22 Ocak 2017’ye kadar görevi devam edecek olan Cumhurbaşkanı Pleneliev’le Geçici Hükümet kurma sorunlarını görüştü. Kanunlarımıza göre, Geçici Hükümet Plevneliev tarafından atanırsa, 22 Ocak 2017’den sonra yeni Cumhurbaşkanı’nın bu hükumeti dağıtma ve yeni bir Geçici Hükümet kurma hakkı var. Siyasi gözlemcilere göre, Plevneliev ile Radev Geçici Hükümeti aralarında anlaşarak belirlediklerinde ise Erken seçimlere kadar hükumetin görevde kalması güvence altına alınmış oluyor. Bu görüşülen birinci konu oldu. İkinci konu ise şudur. Yine Bulgar anayasası ve kanunları, görev süresi biten ve yerine yeni Cumhurbaşkanı seçilen Plevneliev’in 22 Ocağa kadar kalan süre içinde Erken Seçim Tarihi belirleme hakkı olmamasıdır. Yasaların bu maddelerini yorumlamak üzere, eski ve yeni Cumhurbaşkanı durum değerlemesi yaparak Bulgaristan Yüksek Mahkemesi’ne başvurup daha önce rastlanmamış bu yeni durumda, Plevneliev’in meclisten erken seçim tarihi belirlemesini isteyebilir ya da isteyemez konusunda açıklık (yorum) getirmesini istediler. Yeni durumda Bulgaristan’da hükumet bunalımı başladı ve iki Cumhurbaşkanı hükumet bunalımının siyasi bunalıma büyümesini önlemeye çalışıyor.


Makale ve Analizler - 2016

85

Siyasi durumun bu kadar karışıp belirsizleşmesi bir rastlantı olabilir mi? Yoksa Sofya’daki RUMNO, DANS ve Birinci Baş Komutanlık vb belki siz biz bilmediğimiz ve adını bile işitmediğiniz merkezlerde siyaset satranç tahtasına yatırılmış ve oyun mu oynanıyor? Eğer öyleyse “üst aklın” çözdüğü bilmece ya da yaratmak istediği kurgu nedir? Akla ilk gelen hep şudur. Sofya’dakilerin ipleri hala Moskova’dan çekilmiyor mu? 27 yıldan beri bu iplerin kesildiğini işiten oldu mu? Yok! İki: memlekette ciddi bir ordu olmadığından Sofya sokaklarında altın apoletli erkeklere rastlanmaz oldu. Subay baloları da yapılmıyor. Buna rağmen, Başbakan Boyko Borisov’un itfaiyecilikten çekilip İç İşleri Bakanlığı basamaklarında alaylı orgeneral olması, gerçek generalleri rahatsız etmiş olabilir mi? Bu düşüncenin temelinde, ABD askeri akademilerinde eğitim almış, NATO generali olarak ün yapmış, Batı Doğu dengesinden yana olduğunu gizlemeyen, milli çıkarlara basan General Radev’in seçilmesi Bulgaritstan’da bir sonun başlangıcı mıdır? Üç: GERB partisinin ömrü gerçekten de 10 yıl mı? Bitti mi? Siyaset akvaryumuna balık salan ve onları istediği zamanda sudan çıkaran, tavada kızartıp kılçıklarını mutfakta miyavlayan kediye atan gizli bir el mi var!? Dört: Yoksa bütün bunlar, GERB partisinin 3 aydan sonra Beyaz At Üzerinde meclise dolmasına ciddi hazırlık mı? Bu gelişmelerin içinde şöyle bir incelik dikkat çekti: TV program yöneticisi Slavi Trifonov tarafından halk oyuna (referandum) sunulan ve 3 milyon 500 bin vatandaş tarafından desteklenen siyasi sistem değişikliğine 6 Kasım 2016 Cumhurbaşkanı seçimine kadar GERB partisi destek vermiyordu. Durum 180 derece değişti. GERB yönetimi seçimlerin en fazla oy alan kazanır (majoriter) sisteme göre yapılmasını, milletvekilleri sayısının 240’tan 120’ye indirilmesini, meclis seçimlerinde partilerin aldığı her oya şimdiye kadar olduğu gibi 11 leva değil sadece 1 leva verilmesini tamamen desteklediğini beyan ederken, görüşmelerin hemen başlaması için meclise başvurdu. Bilindiği üzere Bulgaristan’da en zengin siyasi parti GERB’tir. Borisov birinci iktidar döneminde olduğu gibi ikinci döneminde de “şahsi çıkarı” olmayan hiçbir iş yapmamıştır.


86

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Parti iktidarda olduğu her gün para kesmiş ve Bulgaristan’ın en zengin siyasi partisi olmuştur. Üstelik artık Bulgaristan’da en fazla siyasi kadrosu olan parti de GERB’tir. Buna rağmen siz, o kadar zengin ve o kadar para ve et, ayçiçeği yağ, un, mercimek, odun dağıtan, köylere asfalt yol döşeyen, bir partinin bütün Bulgaristan’da, Türkiye hariç, tüm Batı ülkelerinde, hatta aday Tsetska Tsaçeva’nın köyünde seçimi neden kazanamadığı haklı olarak sorabilirsiniz. Yenilgiye doğru adımlar bile bile atılmış olabilir mi? GERB halka “benimle zor, ama bensiz nasıl” ha görün bakalım mı diyor! Geçici Hükümet Noel Bayramında, Yılbaşında çok yoksul emeklilere dağıtacak ellişer (50) leva bulamazsa rüzgârın yönü birden değişebilir mi? Yoksa ayda 157 leva alan ve sayıları 1 milyon olan emekliler “bu böyle olmaz” mı dedi. Şu da var. Aldıkları oylar için devletten hiçbir şey beklemeyen siyasi partiler, majoriter seçime yatırım yapmak ister mi? Yoksa bundan böyle ardında para babası olan milletvekili seçilecek, parası olmayan elini mi yalayacak! 3 - 4 parti dışında bütün siyasi oyuncuların, daha doğrusu 398 politik partinin çöp tenekesine doldurulacağını mı öngörüyoruz? Lütfü Mestan ve Kasim Dal partileri yoğun bakıma mı kaldırılacak? Yoksa HÖH’de mi hazırlanıyor Parlamentonun dışına mı atılıyorlar? Böylece Parlamentoda Türk kalmıyacak mı? Bu sorulardan çok daha ciddi ve çok daha büyük endişe uyandıran başka bir soru var: Bulgaristan’da 2006 yılında GERB partisi hamurunu karıştıran “üst akıl” hala yaşıyor mu? 15 Aralığa kadar halk oylamasında siyasi sitem değişikliği öngören sorunları meclisten geçirmek ve yeni kurallara göre -majoriter- sistem kurallarınca erken genel seçim yapıldığında GERB meclisten muhaliflerini süpürmek ve tek başına 3. hükumetini kurmak mı istiyor? Dünyada 300 değişik majoriter seçim sistemi var. Fransa’da iki turlu. İngiltere’de bir turlu. Bizde hangisi kabul edilecek? Fransız örneğini seçelim diyorlar. Bizim mecliste böyle bir fikir fırtınası, hazırlık var mı? Daha doğrusu bu konularda düşünen birileri var mı. Yoksa biz bu defa majorister sistemin doğum ve orantılı sitemin ölüm günü pastasını yine “üstün akıl” pastanesinden mi alacağız?


Makale ve Analizler - 2016

87

Artık halkımızı suya koşan koyun sürüsü olarak görmek istemiyorum. Düşüncemizin temelinde her şeyin bir nedeni, bir gerekçesi olduğunu düşündüğümüzde, dayatılmak istenen model nedir? Bu sorunun cevabını aramalıyız. 2007 - 2008 arasında Bulgaristan’da şu olmuştu: 1944 - 1989 arası Bulgar toplumunda totaliterleşen ve zalimleşen komünist partisi dışında olan ve 1989’dan sonda sinen ordu, istihbarat, siyasi polis, jandarma, milis, baret gibi, alet edildikleri gaddarlık, acımasızlık, işkencecilik, dövme, kurşuna dizme, zulüm etme, zorlama vb suçlardan ceza almaktan korkan büyük bir kesim yumruklaştı. Mesela “soya dönüş” zulmü bu kesimin kafasında doğmasa da, onlar bunu uygulayanlardı ve kişisel suçlu oldukları ruh hallerine işlemişti. 2006’dan sonra Bulgaristan’da siyasi moralde değişim oldu. II. Simyon’la başlayan alabildiğine yalan söyleme, çalma, kapma, rüşvet vb olayları DPS-BSP Sergey Stanişev yönetiminde, komünist dönemde işlenen suçları gölgeledi, yolsuzluklar arttıkça arttı. Lehçemizde “süt döndü” değimi vardır. Bulgar siyasetinde süt önce 2005’te HÖH lideri Ahmet Doğan’ın bugünkü sol majinal, Rusçu, milliyetçi ırkçı sağ uçtaki faşistlerle sarmaş dolaş olmuş Volen Siderov’a 1 milyon 600 bin leva verip daha sonra “Türkler Türkiye’ye”, “Çingenelerden sabun yapacağız” diyen “Ataka” partisini kurdurmasıyla döndü. 2004’te NATO’ya, 2007’de Avrupa Birliği’ne alındık. Siderov’un söylevi Bulgar halkının Avrupa-Atlantik uygarlığına yönelimine ilk darbe olmuştu. Bizim süt ikinci defa aynı yılın 23 Haziran 2005 gecesi Ahmet Doğan TV programcısı Slavi Trifonov’un programında “partimin etrafında şirketler çemberi var, onlar beni besliyor” sözlerini söylediği an döndü. Bulgar kamuoyunda siz arkamızdan iş çeviriyorsunuz havası esti ve Bulgaristan’da Türk Müslüman düşmanlığı cini şişeden çıktı. Bizim süt üçüncü kez 4 Kasım 2007’de döndü. O zaman Ahmet Doğan Bulgaristan’da “seçimlerde oy alıp satmanın bir Avrupalı işi” olduğunu söyledi. Bu olay Bulgar basınına şöyle yansımıştı: “Oy alıp satma Avrupalı işidir. Para babaları kendilerini bu durumda rahat hissetmiyorlarsa ve iktidara girmek istiyorlarsa oy satın alabilirler. Oyların hepsi satın alınsa bile demokrasi ayakta kalabilir.”


88

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu sözleriyle Doğan “şirketler çemberinin eylem halinde olduğuna” ve yerel idareyi ele geçirmeye çalıştığına işaret ve destek verdi. Kamuoyu bu uygulamaya “mafya işi” dedi. Bizim süt dördüncü kez ise 18 Haziran 2009’da Ahmet Doğan’ın Batı Rodoplar’ın Koçan köylüleri önünde “ülkedeki porsiyonları dağıtan benim” demesi oldu. Kamuoyu Bulgar sofrasında her kişiye verilecek yemek miktarının Türklerin belirlemesine tepkili oldu. Onların arasında Türkleri sevenler Türk sofrasına oturanın karnı doyana kadar yediğini, lokma sayılmadığını, ayrım gözetilmediğini bildiğinden “bu Çingene eski köye yeni adet getiriyor” deyiverdi. Tencere’deki süttün 4 kez dönmesi, tencere dibinin tuttuğu anlamına gelir. Bu, “tencere dibin kara, seninki benden kara” anlamındadır. Biz Bulgaristan Türk ve Müslümanlarına ilk kez olmak üzere ve direk olarak yüzümüze, “siz bu memlekete bizim size daha önce yaptığımızdan daha fazla kötülük yapıyorsunuz,” denmesine vesile oldu. Ve Bulgarlar hep bir ağızdan “Yiğitler savaşa hazırlanıyor!” şarkısını söylemeyi moda haline getirdiler ve meydanlara taşıdılar. Bu şarkıda “Türk” ve “Müslüman” sözü geçmese de, cini şişeden salan Ahmet Doğan olduğundan dolayı, yolsuzluklar, dolandırıcılık ve rüşvet tavasında biz de kızartılmaya başladık. Son referandumda aynı inançta olanların hep beraber 3 milyon 500 bin olduğumuz ortaya çıktı, olayın anatomisi budur. Bu inancın özünde, Bulgaristan Türklerine bundan büyük kötülük yapılamaz dı. Çünkü bu sözler, o yukarıda anlattığım ordulu - sivil polis - üniformalı polis, ajan, hain sinmiş suçlular sürüsünün gözünü açtı, onları diriltti. Ya bu Türkler “bizim memleketimizde” bizden büyük dalavereler çeviriyor, “biz onların ipini pazara çıkarıp vaktiyle memleketten kovmasaydık, neler neler yapacaklardı, şimdi ne duruyoruz” zihniyeti kısa sürede şahlandı. Bu zümre, 1972 - 1989 zulüm yıllarında BKP MK Politik Büro emrinde, yasa dışı suç işlemişti. Ama suçlu oldukları ruhuyla yaşayanlar, işlenen tüm suçu onlara yüklemek isteyen komünist (BSP) yönetimiyle ters düşmüş ve zıtlaşmıştı. Totaliter komünist dönem suçlarından silkinmek isteyenlerin kayıt tutmadan, liste yapmadan, kendini deşifre etmek istemeden buluşması ve örgütlenmesi böylece GERB partisinde oldu. Boyko Borisov kendisi Todor Jivkov’un ve II. Simyon’un yakın korumasıydı ve tüm karanlık işlerin de içindeydi. Soru: Doğan cini şişeden neden çıkarıldı? Bu soru bugün de bir sırdır. Başbakan Kostov döneminde (1997 - 2001) 15 bankamızın boşaltılmasıyla başlayan;


Makale ve Analizler - 2016

89

Simyon’un (2001 - 2005) ormanlarımıza, bağımıza bahçemize, dağ evlerimizden saraylarımıza kadar memleketin yarına sahip çıkıp üzerinde tapu çıkartmak istemesiyle yayılan; ve Stanişev (2005 - 2009) ve hainler başı ve Rus ajanı Doğan’ın vatan bağrına kene gibi yapışan “şirketler çemberi” talanıyla zirveye ulaşan gidişe “DUR!” demek için “üst akıl” GERB’i göreve mi çağırmıştı? Sorunun yanıtını o yıllarda çıkan gazetelerde buluyoruz: Temmuz 2009. Gazeteci Gılıbov “Bulgaria News” yayınında şöyle yazdı: “....toplumun Borisov’tan ve onun hükumetinden beklentileri .... arızalı bir gemiyi onarmak, eğrilip büküleni doğrultmak, idare makamını çalışır duruma getirmek ve insanların güvenliğinin sağlamaktır. Herkes için kabından taşan bolluk sağlamaktan önce, daha önce normal sayılanı yeniden normal duruma getirmektir.” Bu yazıda “üst aklın” tencerenin dibinin yanmasına izin vermediği gibi taşmasına da izin vermediği açıktır. Borisov, bu görevle parti kurup hükümet oldu. Yani siyasi akvaryuma salınan GERB partisinin ödevi yalnız yiyip temizlemek miydi? Bir de GERB’in birbirinin kopyası olan parti programlarına bakalım: “Avrupa fonlarından gelecek paralarla iki yönlü ana yol, üst geçit, alt geçit ve kavşak yapılacak, ana okulları, okul ve hastaneler onarılacak, spor sahaları, arıtma tesisleri donatılacak, demir ve hava yolları ve limanlar modernleştirilecekti.” Bu sözlerle “üst akılın” Borisov’a senden istenen budur mu dediği gizli kalmadı. Bulgaristan vatandaşlarının hayatı sanki donduruldu. Ekonomi yerinde yaydı. Diş borçlar arttıkça arttı. Kimsenin yüzü gülmedi. 26 Şubat 2013 tarihli “Presa” gazetesi Borisov’un programları üstüne şöyle demişti: “Borisov ne yaparsa yapsın her şeyin ardında onun siyasi çıkarı olduğunu düşünmeliyiz. O, sürekli aksini konuşsa da, yargı değerleri hiyerarşisinde kişisel çıkarlarını en üstte, kamu çıkarlarını ise en dipte tutar.” Başbakan Borisov 10 yıldan beri verdiği demeçlerin hiç birinde “hukukun üstünlüğü”, “Anaya değişikliği”, “adalet reformu”, “insan hakları”, “azınlıkların hak ve özgürlükleri, dil, din, kültür haklarının eşitliği” demedi. Büyük Alman şair Bertrol Brecht’in benzer durumlar için şöyle demiştir:


90

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“Yönetilenler yönetenlerin güveninde haklı taraf göremiyor.” 6 Kasım halk oylaması ve 13 Kasım 2. tur seçim sonuçları sanki bunu gösteriyor. Fakat “her şey benim” ve “insanın insan üzerindeki hâkimiyetini hukuk dışı yollardan sağlayan rejim güçlerini örgütleyen” ve “insan yok, sorun yok” anlayışıyla ülke yöneten Borisov, 13 Kasımda ülkenin baştan başa renk değiştirmesine ve bu durumun onu istifaya zorlamasına karşın, “süt dökmüş kedi gibi” hareket etmiyor. Yeni durum hepimizi düşündürmelidir. “Üst aklın” kurduğu yeni tuzakları görmeliyiz. Kendi oyunumuzu kendimiz kurmalıyız ve Onların son hedefinin bizden kurtulmak olduğunu da unutmamalıyız. Zaman Doğan’ın tek sözüne inanmamak günüdür. Alman yazar Klaus Schrameier “Deutsche Welle” radyosunda iki gün önce şöyle dedi: “Kendisini olduğundan fazla gören insanlar çok tehlikelidir. Onlar Bulgaristan’ı otoriter yönetim biçimine götürebilir.” Uyanık olalım. Bizi okuyun ve yayınlarımızı paylaşınız. Zaman ayırıp okumanız beni memnun etti. Sağolun var olun, Vatan size emanet sizde allaha emanet olun...

Mareşki Olayı

Ünal Gazi-16.Kasım.2016

Konu: Seçim sonuçlarının da çok derin kökleri var. Bulgaristan’da seçim sistemi değişikliğine giden yolda tutarlı ve tartsız farklı gelişmeler, yorum ve tahminler yapılıyor. Ben önce, “eden kendine eder” diyorum. Başbakan Boyko Borisov’u Başvekil koltuğundan kaldıran ve meclis sıralarından birine oturtan, kendi aptallığıdır ya da bir oyunda sahne alması icabıdır.


Makale ve Analizler - 2016

91

Kimileri, “Washington ona Cumhurbaşkanı seçimine katılma” dedi ve işler karıştı tezinde birleşirken, bu adam mecliste başbakan seçildi ve toslayınca meclise döndü diyenlere hak vermeden olmaz. Siyasetçilerin kafasında 9 tilki dolaşsa bile, onun kafasında bunların kuyruklarını birbirine bağlamanın şu an mümkün olmadığı görüşündeyim. Bunun böyle olduğunu düşünmeme sebep ise Bulgaristan Stratejik Araştırmalar Merkezi BG-SAM’da bazı arkadaşlarım artık demokratik toplumlarda, “sivil toplum örgütlerinden, şirketlerden, tekellerden ve oligarşiden oluşan tabana Toprak ve siyaset biçimlerine de Demokrasi” dediler ve ben de bu görüşe katılıyorum. Daha açık anlatabilmem için saksıda kavak ağacı yetiştirilemez demek istiyorum. Topraktan numune alıp analiz yapmamız da izine tabi olduğundan, işler iyice karıştı. İnsan bakıyor, gördüm diyor, ama gördüğü ile göremediği arasında dağlar kadar fark var. Şu nokta da, Bulgaristan’da basının ve elektronik yayınların tekelci-oligarşı elinde kontrolünde ve baskısı altında bulunduğundan çok derin ve tutarlı irdelemeye girip doğru sonuçlar çıkarılması zor olduğundan, sanki dokunulmazlıkları olan bazı yabancı yayınlara başvurmak zorunda kalıyoruz. Gizlemiyorum, benim de yazılarımda “Deutsche Welle” kaynaklarıma dayandığım ortadadır. Bu yazımda 6 Kasım’da yapılan Cumhurbaşkanı seçimlerinin birinci turunda % 11 oy alan, dördüncü olan, şimdi de parti kurma hazırlıkları üzerinde çalışan Veselin Mareşki fenomenine değinmek istiyorum. Bir ilaç toptancısı ve Viva benzincilerinin sahibi olan Mareşki’ye Moskovada okuduğu ve karısı Rus olduğu için “Rusçu” diyenler oldu, fakat böyle bir olayın, öyle ilk seçimde dev bir başarı elde etmenin altında çok önemli bir “toprak” var ve ben bunu bir Alman yazarın gözetiminden size aktarmak istiyorum: Önce şunu hatırlayalım, ancak “yasaların üstünlüğü olmayan” ve “devlet kurumları çalışmayan” bir ülkede iktidar oligarşi ve şirketler de tekel olur: Bulgar seçimlerinde hiçbir adayın, radyo ve TV programının, gazete ve derginin kullanmadığı “TİM” sözü var. Alman yazarı Yurgen Rot, ömrünün belirli bir bölümünü bu Bulgar ucubesine ayırdı ve araştırma sonuçlarını “Yeni Bulgar İblisi” ve “Ganster Ekonomisi” kitaplarında anlattı. Almanca ve Bulgarca basılan bu eserlerde Varna kökenli olan TİM ucubesine çok önemli yer ayrılmıştır. Artık Cumhurbaşkanı adayı olan, eczacıların başı V. Mareçki’nin adı pek geçmese de, bu araştırmalardan seçtiğim alıntıda, onun hangi toprakta (sosyo - ekonomik ve siyasi ortamda) bittiğini hemen anlayabileceksiniz. Bulgaristan’da üçlü koalisyon (2005 - 2009) /Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP), Hak ve Özgürlükler Hareketi (DPS) ve ‘Ataka’ partisi/ iktidarı zama-


92

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

nında olduğu gibi GERB partisinin Boyko Borisov başkanlığında tek başına birinci hükümetini kurduğu (2009 - 2013) dönemde ve 16 Kasım 2016’da Sofya meclisinde istifası kabul edilen ikinci hükümeti yıllarında (2014 - 2016) iktidar ve medya TİM sözünü kullanmaktan çok titiz bir şekilde kaçındı. Türkleri ve Müslümanları devlet bünyesinden sökmekten, sığınmacılara karşı 270 km. 3 metre yüksek dikenli tel duvar örnekten, asfaltı taşa yapışmayan yollardan sürekli dem vursa da ülkenin ikinci büyük kenti olan Varna ve ili ve ülkenin çok büyük bir alanına hasır altından giden su gibi yayılmış olan TİM’den hiç söz etmedi. Yurgen Rot, Varna’ya ilk yolculuğunda, son 20 yılda Bulgar devleti için en korkunç olanın TİM ve TİM gibiler olduğunu gizlemek için gayet fazla gayret edildiğini ve ne uzak alanında ne de limanda TİM reklâmına rastlamadığını, fakat Karadeniz incisini dolaşırken, işi yasa dışı işler yapmak olan bu ahtapot ağının son hedefinin tekel ve kartel oluşturmak olduğunu düşündüğünü yazıyor. Şehirdeki görüşmelerinde kimsenin TİM için bir şey anlatmak istemediğine, insanların çekindiğine ve korktuğuna işaret ediyor ve konuya şöyle giriyor: TİM hakkında bilinen şudur: Bulgar gizli polisi, devlet güvenlik güçleri kadroları tarafından işlerinde kaba kuvvet kollanan bir yapılanma olarak 1993’te kurulmuştur. Üç kişi tarafından tescil edilen bu şirket günümüzde yüzlerce şirket ve holdingi birbirine örmüş olsa da, yine de 3 kişinin adına ve otoritesine bağlıdır. Yurgen Ror, üç “büyükten” biri olan İvo Kamenov ile görüşebilmiş ve işlerinizin parametreleri nedir sorusuna şu cevabı almıştır: “İnsanlar bizim elektriğimizi, ekmeğimizi, ayçiçeği yağımızı satın alıyorlar, uçaklarımızla uçuyor, şirketlerimizde sigorta yaptırıyorlar.” Bulgar “Yeşiller” yayınlarında TİM’in elektrik faturalarını devamlı yükselten ÇEZ ve “Energo Pro” şirketleri üzerinde kontrol sağladığı “Bulgarya er” ve “Hemus er” havacılık şirketlerinin sahibi olduğu, Dobruca buğdayını satın alıp ihraç ettiği, ayçiçeğinden yağ çıkarıp sattığı biliniyor. Sigorta şirketi “Armeets” ile Merkez Kooperatif Bankası da onlarındır. Bulgaristan’da bir Çek enerji şirketi olarak bilinen, fakat Gürcistan’ın başkentinde yüksek cam ofis binası olan “Energo Pro” TİM’e bağlı bir enerji anonim ortaklığıdır. Bulgar limanlarının da sahibi olan TİM, Bulgar gemiciliğine ve Burgas ve Varna uçak alanlarına da el atmıştır. Bulgar borsasında en büyük oyuncu olan “Himimport” şirketi TİM’indir. Birinci ligte oynayan “Çernomorets” futbol takımı da onlarındır. Varna’da basılan “Çerno More” gazetesi, 24 saat yayın yapan “Alfa” radyosu onların olup, bilgi teknolojileri üzerine yoğunlaşmış bir de şirketleri var. “Bilgi teknolojileri” şirketi ise GERRB partisi ile ortak oldu. Daha 3


Makale ve Analizler - 2016

93

yıl önce 17 il merkezinde ve 28 belediye merkezinde yerleşti. Başkentte “Sofya Su”, “Sofya su ve kanal İşleri”, “Bulgaristan ÇEZ Elektrik Şebekesi”, “Varna Su - Kanal İşleri”, “Sofya Merkez Belediyesi”, “Varna Merkez Belediyesi”, “Şumen Belediyesi”, “SOT 161”, “Vivacom” ve “M-Tel” gibi telefon şebekelerinin hisselerini ve kontrolünü eline almıştır. Burada şu soruya yanıt aramalıyız: GERB partisi içindeki oligarşi kodamanları hangileridir. Şunu altını çizerek yazmak istiyorum, devlet ekonomisini bütünüyle çökerten GERB Partisi Bulgaristan’ı Orta Çağlara geri çevirmiştir. Bulgar Koperatif Ticaret Bankasını çökertme örneği canlıdır. Son 2 yılda devlet 15 milyar leva dış borç yaptı. Bu para nereye kayboldu. Yoksa torbasını dolduranlar iktidardan çekiliyor mu? Olay olağanüstü derin ve ciddidir. Kendileri memleketi, emeklileri ve çalışanları boğan, sömüren, soyan ve ezen oligarşi her yerde var ve gözle görülmeyen bir olgu olarak herkesin üstüne çökmüştür. TİM gibi ahtapot oluşumlar devletin boğazına dolanmış ve istediğini yaptırıyorlar. Biz Boyko Borisov’un istifa etmesini ve ilk atılımda seçmen oylarının % 11’ini toplayan Varnalı Mareçki’yi yukarı çeken ve “adam yerine koymaya çalışan” meclise ve bakanlar kuruluna hazırlayan gizli güçleri TİM gibi siluetleri görmeden, politik gidişi anlamakta zorlanırız. 16 Kasım 2016’da Bulgar sendikalarının yaptığı bir açıklamada, 1 milyondan fazla emeklinin aylık geliri 161 levadır (100 US Dolardan az). Sendikalar hükümetten, 40 - 45 yıl mesaisi olan, eleklilik primlerini ödemiş ve asgari emeklilik maaşı olan kesimin aylık gelirinin 300 levaya ( 150 Euro) çıkarılması için 2017 devlet bütçesinden 867 milyon leva ayrılmasında ısrar etmişti. Bu gibi bir kararın uygulanması Bulgaristan’dan asgari emekli maaşı alan 26 bin 860 Türkiye’de ikamet eden yaşlımızı da direk olarak etkilemelidir. Onlar Bulgaristan’da 40 sene ter dökmüştür. Borisov hükümeti düştü. 2017 yılı bütçesi kabul edilmedi. Bütçe kabul edilmediği halde, 2016 yılı bütçe uygulaması aydan aya aynen uygulanacaktır yani beklenen zam yine yapılmayacaktır. TİM gibi oluşumlara dayanan GERB devlerin temellerini kemirmiş ve devleti çökertmiştir. Bu arada bu güçlerin basın özgürlüğüne de el attığını yazan araştırmacı yazar, klasik düşünürlerden Evripid’ın “fikirlerini serbestçe ifade edemeyen, köledir” saptamasını hatırlatıyor. Bizde bütün basın yayın oligarşik kesimin elinde ve kontrolündedir. Eserlerinde basın özgürlüğüne önemle yer veren ABD’nin birinci başkanı Washington “Fikir beyan etme özgürlüğü elimizden alınırsa, sesiz ve kör koyunlar gibi bizi kasaba götürecekler” demiştir. Bulgar meclisinin 2014’te özel bir yasayla, Türklerin seçim mitinglerinde Türkçe konuşmasını yasakladı.


94

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Siyasetçilerimiz defalarca cezalandırıldı. Anadilimizde propaganda amaçlı bir el kitabı çıkaramadık. Halkımız kör ve sağır edilmek isteniyor. Günümüz düşünürlerinden Rujdi son eserinde “Basın yayın özgürlüğü, anadilde propaganda özgürlüğü her şeydir, bütün oyunun kilididir” yazıyor. Günümüz dünyasında fikir özgürlüğünün taşıyıcısı öncelikle basın ve elektronik medya araçlarıdır. Özgürlüklerin temelinde anadilde basın yayın örgütlemek olduğunu iyi bilen ABD Anayasasını kaleme alan büyük hukukçu: “Hepimiz için güvenliğin gücü basın özgürlüğündedir” demiştir. Bizim gibi azınlıkların anadilde konuşma yazma yayınlama radyo ve TV programları yapma özgürlüğümüzü elimizden alanlar, ceza kesmeye bıkmayanlar bizi köle durumuna getirmek istiyorlar. İşte bu anlamda Yurgen Rot’un eserinde bacağından tutup çengele astığı TİM şirketi, Bulgar toplumunun sosyal ve ekonomik özünü ele geçirmiş ve Mareçki gibi tipleri, Rusçuları, Varna’da Rus bayrağı dalgalandırma sevdalı tipleri Cumhurbaşkanlığı makamına yükseltmeye çalışıyor. Şunu unutmayalım: Bizim davamız özgürlük davasıdır. “İktidarın ve sineğin gazete ile öldürüldüğünü” bilenler, memleketi esir alırken önce bütün gazeteleri, radyo ve TV programlarını ele geçirmeye özel gayret gösterdiler. Burgazda Varna’da Sofya’da Moskova gazetekleri artık Bulgarca çıkıyor, hele seçimlerden sonra sıcak ekmek gibi kapışılıyor. Todor Jivkov vaktinde Bulgar TV ekranında 3 program vardı BNT 1, BNT 2 ve Rus Programı. Şimdi interner bağlantısı isteyenlere Rus TV program paketi bedava sunulmaya başladı. Geçen sene Sofya Kültür Merkezi’nin Kongre salonu, ki 5 bin kişi alır, 27 defa Rus sanatçılarını ayakta alkışladı. Yağmur yağdıkta toprak kabarıyor. Anlatmaya çalıştığımız olaylar Bulgaristan’da çiçeği burnunda seçim sonuçları, yeni olayların çok derin kökleri olduğunu ortaya koydu. Siyaset sahnesine itilen ve anlizimize konu olan Veselin Mareşki bir örnektir. Cinayi işler dışında yaptığı tek iş eczanelere iki ay sonra ödemeli ilaç ve medikal vermesidir. Kırıntı toplayanların ağzına bir lokma vermekle dünyayı değiştirmeye ve Bulgaristan’ı da Rusya’ya bağlamaya kalktı ve neredeyse başarılı oluyordu. 3 sene önce arkadaşlarımızdan Nafiye Yılmaz, eski klasikleri okumakla değişim sayfası açamayız demişti bir yazısında. Gerçekten de, Rusya komandoları, motorcuları sermayesi ve yerli yandaşları 27 yıldan beri hasıraltından su yürütüyorlar. Bizim Varna şoparı da aman hainlik yapayım da aç kalmayayım kafasına hizmet ederken, insanlarımızı “seçim kölesi” haline getirmeyi başardı. Rüzgarın yönü değişiyor.


Makale ve Analizler - 2016

95

Halk Değişiklik İstiyor

BG-SAM-16.Kasım.2016

Sofya Meclisi hükumetin istifasını kabul etti. Bulgaristan halkı, kendini dev aynasında gören Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov’u istifaya zorladı. Hükumet bunalımına giren Bulgaristan’da çok ciddi bir siyasi bunalım baş gösterdi. 16 Kasım’da ikinci GERB hükumetinin istifasını 218 oyla onaylayan 220 vekilli meclisten erken seçim ruhu çıktı. Ne ki bir parlamenter cumhuriyet olan ülkede, erken seçime gidilebilmesi için meclisin dağılması gerek. Anayasa’ya göre bunu ancak yeni cumhurbaşkanı yapabilir. 13 Kasım’da yapılan Cumhurbaşkanı olağan seçimlerini % 59 çoğunlukla kazanan General Rumen Radev görevini 22 Ocak 2017’de devir alacak. Yine Anayasa’ya göre eski Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev gelecek yılın 22 Ocağına kadar görevde kalırken meclisi tatil etme hakkına sahip değildir. Bu durumda atanacak olan geçici hükumete şimdiye kadar iktidar olan GERB partisinden bakan katılmayacağı gibi, 2017 mali bütçesinin kabul edilmemiş olması da, ülkede zaten çok derin olan ekonomik ve malî bunalımları daha da derinleştirmiştir. Siyasetin kilitlenmesi, ülkenin felakete itilmesi ve sosyal yaşamın sırt üstü getirilip halkın ”tuş” dediği an yaşandı. İstifa isteyen Borisov’un “Koyunları sattım, köpek lazım değil!” - bana sataşmayın tavrı vardı. Son aylarda yanlış ardından yanlış yapan Borisov hükumetini istifaya zorlayan son darbe, Cumhurbaşkanı seçimine kendi adayı ile katılan, adına “Yurtsever Uyanış” denen ve sol ve sağ aşırı uçlardan 3 milliyetçi, ırkçı partinin arasında uzlaşma sağlayan bütünleştirici hareketlenme oldu. Bu bütünleşme eğilimine güya “Yurtsever Cephe” (PF), geleneksel milliyetçilik kalesi Makedon İç Devrim Hareketi VMRO ve “Ataka” partisi katıldılar. Avrupa Birliği Genel Kurulu bu aşırı milliyetçi güçlere “faşist” demiş olsa da, seçim kampanyasında sığınmacılara, savaş kaçaklarına ve ekonomik göçmenlere karşı şiddetlenerek tırmanan kaşınma bu güçlerin % 15 gibi oy almasını sağladı ve reel olarak, iki kutuplu Bulgar siyasi ortamında, Türklere ve Müslümanlara karşı düşmanca istekleri de bitmeyen aşırı milliyetçileri üçüncü siyasi güç yaptı. 2009 - 2013 ve 2014 - 2016’da iki dönem Başbakan olan Boyko Borisov, her iki defasında da hareketlenen halk tarafından istifaya zorlanmıştır. Bulgaristan’da ve Türkiye de dahil, dış ülkelerdeki Türklerin de katıldığı bu uyanış ve devinim eylemlerinin esasında Borisov’un kurduğu hükumetlerin “yasanın üstünlüğü”,


96

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“insan haklarına saygı” ve “herkes için eşit adalet” ilkeleri olmayışı, kaba kuvvete ve kaba kuvvetten bağımlılığa dayanılması oldu. 1990 Anayasasıyla başlayan Bulgaristan’ın sözde totaliter komünist toplumdan demokrasiye Geçiş Dönemi siyasi eşitlik, yasalar karşısında eşitlik, yasama, yürütme, yargı mercilerinde karar almanın bağımsızlığı gibi ilkelere dayanacağına devleti kişisel ihtiyaçlar için kullanarak, yıkıcı güçleri kurumlaştırması ve karanlık güçlerin kurumları ve devletin kendisini kemirerek yıkılmaya zorlamasının kesin sonucudur. Bu, önü alınmaz yıkım sürecinden uzak kalmaya çalışırken, ülke nüfusunun çoğunluğunu oluşturma sınırına yaklaşan etnik azınlıkların toplumsal hakların tümünden yoksun bırakılarak basit bir “oy gettosuna” kapanması ya da “seçim kölesi” durumuna itilmesi değişim başlatan dip dalgasında ana güç olmuştur. Toplumsal adaletin rafa kaldırıldığı ve adı “güç ve güçten bağımlı olma” dikey ilişkisiyle değiştirildiğinde şu an memleketimizde olduğu gibi, bir toplumda beraberce yaşamak için var olan vatandaşlar arasındaki sosyal ilişkiler kesilir. Zaten biz Türklerle Bulgarlar arasında bu ilişkiler 1984 - 1989 “soya dönüş” mezalimi döneminde tamamen kesildiği gibi, ardından “Büyük Göç” zorlamasıyla kökten parçalandık ve son 20 yılda Batı devletlerine gurbetçi akımıyla iyice pes olduk. Rodoplar’da ve Deliorman’da “Deli eder beni yokluğun” şarkısı yeniden hit oldu. Gençler “Biz mezar bekçisi miyiz?” deyip alıp başlarını gözlerinin gördüğü yere kaçıyorlar. Bundan dolayıdır ki, özleri rüşvetle mayalanmış diğer Bulgar hükümetleri gibi, ikinci GERB hükümetini de istifaya zorlayan halk iradesinin zaferine “Hayırlara vesile olsun!” diyoruz. Bu hükümetin yaptığı en büyük iş devletin köklerini ırgalamak ve Bulgaristan ekonomisine mezar taşı dikmek oldu. Halk hiçbir hükümetin kişisel kullanım aracı olmasına izin vermek istemediğini son seçimlerde ve halk oylaması sonuçlarında kuşku götürmez bir kesinlikle gösterdi. 138 yıllık yeni Bulgar tarihinde hiçbir Çar, Cumhurbaşkanı, Başbakan, parti veya Vatan Cephesi gibi zorlama halk hareketleri bu sayıda oy almamıştır. Halkın istediği köklü sistem değişikliğidir. Bulgaristan halkı, ekonomiyi, siyaseti ve devleti boğazlayan ucubelerin GERB hükümetinin toplumu ve devleti parçalara ayırıp didik didik etmesine daha fazla seyirci kalmak istemedi. İnsanların vatan toprakları üzerinde beraberce kardeş kardeş yaşaması nüvelerini çözüp eritmesine bilinçle, en güçlü ve en barışçıl demokrasi silahıyla, oyunu kullanarak “DUR!” dedi ve hükümeti istifaya zorladı. Bu bir halk zaferidir.


Makale ve Analizler - 2016

97

Bu sonuçlar, Bulgaristan Cumhuriyetinin 44. olağan halk meclisine değil, 8. Büyük Millet Meclisi’ne, Anayasa değişikliğiyle birlikte sistem değişikliğine, sahte demokrasiyi gerçek demokrasiyle değiştirmeye, hukukun üstünlüğüne ve özgürlüklere ve gerçek adalete ihtiyaç duyduğunu dünya önüne koydu. Bu çözümlerin anahtar, biz Türklerin, Pomakların ve Çingene kardeşlerimizin koynunda gizlidir. Biz, Bulgaristan’da yaşayan azınlıklar yıllardan beri olduğu gibi, bugün de çok büyük problemler yaşıyoruz. Bu problemlerin temelinde, çok yüksek bir medeniyetten gelmiş olmamız ve vatan bildiğimiz bu topraklarda, Osmanlıdan koptuktan sonra geleneklerimizden ve öz kültürümüzden çok farklı bir medeniyet taslağını kabul etmeye, onunla kaynaşmaya zorlanmış olmamızdır. Bulgaristan, Avrupa Birliğine katılmasıyla durumda değişiklik kaydedilmemiştir, çünkü biz yabancı sularda yüzmeye, geleneklerimize, kültürümüze ve medeniyetimize ters ortamlarda yaşamak zorunda kaldık ve buna zorlanıyoruz. Bu tersliğin özünde dil ve din sorunları başta gelse de, son çeyrek asırda çözülen bir devlet ve sosyal düzenin bütün yıkıntısı da üstümüze düştü. Bu da yetmezmiş gibi, en ilkel medeniyetin taşeronu olduk, modern teknolojili uygarlık bizden ışık hızıyla uzaklaşıyor. Bu ortamda içine itildiğimiz Türk Bulgar, Çingene Bulgar kavgaları hepimizi gülünç durumlara düşürdüğü gibi hepimizi yok ediyor. Bulgar halkı var olan duruma seçenek arıyorsa beraber olalım. Hükümet bunalımlarının parlamenter krize onların da siyasi yıkıma götürdüğü yolda kader birliği yapalım ve durumu kökten değiştirelim. Biz hepimiz aynı hamurdan insanlarız. Keçiyi bostana salmışlar ot otlamış, başkasının ne kızında ne malında gözümüz vardır. Biz kendi yağıyla kavrulmaya alışmış ve lokma paylaşmış, harama el sürmeyen insanlar topluluğuyuz. Bize olmayan işleri anlatmalarına gerek yok. Biz, hayat kitabını kabuklarıyla yutmuş insanlarız ve devletimiz her zaman bize güvenebilir. Biz, Bulgar halkının kuyruk acısını biliyoruz. Kin ve öfke beslemeyen bir milletiz. Çünkü dönüp dolaşıp kapımıza geleceklerini de biliyoruz. Ne oldu, son 27 yılda bir baca tütmedi. En yakın komşumuz, Büyük Türkiye el uzatırken, süper devletlere koşup el öpmeler hayra alamet değildir. Bulgar devleti olduğu gibi Türkiye Cumhuriyeti de aynı Osmanlı anasının bağrından çıkmıştır. Biz kötü gün dostuyuz. Bulgaristan’da yaşayan her kişinin iyiliğine ve daha iyi günlere kavuşmasına duacıyız. Komşu komşunun külüne muhtaçtır. Biz Bulgar halkının ve oraları vatan seçen kardeşlerimizin her birinin mutluluğuna muhtacız.


98

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgaristan Dernekleri Evlad-ı Fatihan Federsayonu

17.Kasım.2016

Bulgaristan Dernekleri Evlad-ı Fatihan Federasyonu ilk toplantısında konuşma metni. 1. Son siyasi gelişmeler ışığında Bulgaristan’ın genel durumu. - Şu anda Bulgaristan Türklerinin durumu vahim. Bulgaristan’da yapılan seçimlerde Bulgar partilerin tamamı bizi dışlamış durumdalar ve buna cevap verecek bir mecalimiz yok. - Seçim sonuçları: - Acizliğimize bir bakalım bu seçimlerde bir Türk Cumhurbaşkanı adayı çıkartamamak bizim acizliğimizi gösteriyor. - Türkiye yaşayan göçmen kitlesi sürükleyici olması gerekir. maalesefTürkiye’de bulunan bir çok vatandaşımız kime oy vereceğini bilmiyor. Diğer taraftan da bir kısım STK yöneticileri düşmanlara (Bulgaristan’da bizim annelerimizin donlarını kesenlere, Türkçe konuşmalarımıza ceza kesenlere, Bulgar kökenini bulanlara, Bulgar usülüne göre mezarlıklara müziklerle gidenlere ) oy vermeleri için insanlarımızı yönlendirebiliyorlar. 2. Bulgaristan’daki Türk-Müslüman toplumunun günümüzdeki durumu - Şu an itibarı ile Bulgaristan’da durumumuz vahim. Yok olmaya doğru hızlı adımlarla ilerliyoruz. Kendi toplumumuzu savunmaktan aciz bir duruma gelmiş durumdayız. Tamamen algı yönetimlerine kendimizi kaptırmış ve onun etkisiyle paralize olmuş bir toplum haline gelmişiz. 3. Özellikle 89 sonrası Türkiye haricinde bir ülkeye giden Bulgaristan Türkleri ve STK’larının durumu. - İşte bu konuda yeni bir çalışma yapabilmemiz için buraya toplanmış durumdayız. Bu çalışmaya 89 sonrası göç edenlerle başlamamızın nedeni bunlar bir toplum halinde hareket etmeye başlamışlardır. Eksik olan bu toplumun yönlendirebilecek merkezi olmaması. Bu nedenle HÖH etkisi altında kalmaktadırlar. Bizler buna yeni isimle Lobicilik diye hitap edeceğiz. Bu lobiciliği biz Bulgaristan dışından başlatmak zorundayız. Çünkü Bulgaristan’ın dışında bulunanların artık kendilerinde bir özgüven oluşmuş durumdadır. Bu konuda bu gün bir faaliyet planı oluşturalım ve ardından AB ülkelerinde veya herhangi bir ülkede öncelikle STK’larımızın tespitlerini yapalım ve orada bulunan kendi insanlarımızı


Makale ve Analizler - 2016

99

pasif olanları da ayağa kaldırarak yepyeni bir oluşumun temellerini atalım. Gelecekte bu STK’ların birlikte hareket etmelerini sağlayabilmeliyiz. 4. Türkiye’de Bulgaristan Türklerinin durumu: - Türkiye’de maalesef STK kurallarına uygun olanlar pek bulunamıyor. Halkımız STK’lara güvenmiyor çünkü halkımızı 26 yıldır kandırdık ve hala kandırmaya devam ediyoruz. İşte bu gün bu seçimlerde bir adayımızın olmaması bu STK’ların sorunudur. Hiç kimse bizim işimizi yapmayacak ve yapamaz. Türkiye’de derneklerimiz bu gün Bulgaristan konusunu Bulgaristanlı olmayanlardan öğrenmeye çalışmaktadırlar. Yıllarca HÖH desteklendi. Peki neden bunu yapıyorlar? Kendileri de bilmiyorlar tek cevapları var Türkiye desteklediği içindir. Ankara’ya saygımız olacak amma Bulgaristan konusunu biz onlara söylemeliyiz, onlar bizi değil biz Ankarayı yönlendirmeliyiz. İnanın problemin ana kaynağı buradadır. Türkiye’de bulunan Bulgaristan masalarında Bulgarca bilenler olmalıdır ve o bölgelerde yaşayan kişiler tercih edilmelidir. Bizden biri burada 24 saat çalışır yabancı biri 8 saat çalışır. - Türkiye’de STK’ların sayısı çok fakat faaliyetler pek yok, piknik ve eylence safhasında kalmışlar. Durumumuzu tespit etmek çok kolay. Kaç gazete, kaç TV bizden bahsediyor. Yeni bir seçim geçirdik Türk basınında ne kadar yer aldık. Neden 70-84-89 olaylarından bir filim çıkartamadık. İşte bunlar bizim hepimizin suçu. Kaç üniversite Bulgaristan ile ilgili tezler yaptırıyor neden yaptırılmıyor vsy. Yani kısacası biz Türkiye’de bile gündem dışında kalmışız. İşte bu nedenlerden dolayı yeni bir oluşuma ihtiyaç var bunun için biz buradayız. 5. Bulgaristan Türklerinin sorunlarının halli yolunda STK’ların ortak hedef ve harekete yönlendirilmeleri konusunda Federasyon oluşturulması konusu. Evet vaziyetimiz ortada, biz yeni bir oluşuma girmeliyiz. Nasıl hareket edelim ki, biz Bulgaristan Türkleri kendimize çeki düzen vermeliyiz ve kendi geleceğimize yön verebilmeliyiz. Bu oluşumu başlatmalı gelecekle ilgili planlar yapmalıyız. Hedefler koymalıyız. Kısa - 2023 - Orta - 2050 ve uzun - 2071 vadeli planlar yapılması gerekir. Yani 2071 yılında nasıl bir Bulgaristan Türkü olmasını istersiniz Bulgaristan’da, Türkiye’de ve AB’de de. Evet burada herkes kendi fikrini söylesin söylesin ki yeni yolları birlikte oluşturalım. 2050 yılında nasıl görmek istiyorsunuz. Nasıl bir yol haritası çizilmeli. Bunu hep birlikte bu gün burada başlatalım. Ön çalışmalara başlayalım herkes fikrini söylesin. Kısa - Orta ve uzun vade projeksiyon hazırlansın.


100

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Yeni yönetim oluşması yani geçici bir yönetim bu Federasyonu kurma çalışmaları için bir ekibin oluşturulması ve bu ekibe de başkan seçilmesi gerekir. 6. Bu toplantıdan Bulgaristan Türklerinin yol haritasının belirlenmesi ve Federasyon çalışmaları ile ilgili görev dağılımı yapılması.

Fedarasyon Çatısı Altında Birleşiyoruz

Neriman Eralp Kalyoncuoğlu-17.Kasım.2016

Konu: “Bulgaristan dernekleri Evlad-ı Fatihan” çatısında birleşiyor Parçalanmamak, mahvolmamak, mutlaka başarmak için birlikte mücadele etmeliyiz. Bulgaristan’daki yakınlarımızdan sonra Türkiye’deki soydaşlarımızı da parçalayıp siyaset oyuncağı haline getirdiler. Ana-vatanımızda sandık başında anadilimizde konuşma yasağı ve sandık sayısı gibi utanç verici yasalar dayattılar. Sinsi hedefli tedbirlerle çifte vatandaşlığımızı elimizden almaya çalışıyorlar. Zaman, bu sinsi planları suya düşürme zamanıdır. Aynı fikir ve duygularla donanmış tüm göçmen kardeşlerimizi sımsıkı birleşmeye çağırıyoruz. Türkiye çapında bütün göçmen derneklerimizi sarsılmaz ve yenilmez bir inançla “Bulgaristan Dernekleri” Federasyonukurmaya davet ediyoruz. Bu amaçla Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği BULTÜRK girişimiyle İstanbul’da çağrılan ilk toplantı gerçekleşti. Göçmen merkezlerinden 60 kişilik, gönüllü eylemci, aydın katıldı. Ulusal federasyonda birleşme fikrine büyük sayıda eski siyasetçi, bürokrat, öğretmen, serbest meslek sahibi, doktor, mühendis ve sanatçı destek verdi. İlk buluşmanın gerekçesi şöyle açıklandı: Kovulmamızdan bu yana 27 yıl geçmiş olmasına rağmen, sökülüp eritilemeyen komünist totaliter zulüm rejimi maske değiştirmiş yaşıyor. Bulgaristan’ı vatan seçen kardeşlerimiz, Jivkov yönetiminin icadı olan, adına asimilasyon si-


Makale ve Analizler - 2016

101

yaseti denen büyük belanın yükü altında bugün de kıvranıp duruyor. Ejderhanın kolları Türkiye’mize de uzanmaya başladı. Demokrasiyi hayata çağırması gereken Bulgar ırkı, olabilir ya, belki de, başka bir devlet düzeni kurmaya istidası ve takati olmadığından yerinde sayıyor. Talih gereği, vatan toprağımızda iki medeniyet birlikte yaşamaya mecburken, 138 yıldan beri aralarında amansız ve acımasız şiddeti tırmanan bir kavga sürüp gidiyor. Bu boğuşmada yoruldukça kaçtık, düşmana teslim olan hain oldu, parçalandık ve son çeyrek asır ipleri elden kaçırdık. Hasımlarımla “bizimkilerin” kemikleştirdiği temsil ve yönetim biçimi hepimizi bezdirdi, birbirimize düşürdü, parçalandık, ufalandık. Bizi göçe zorlayan, sonu görülmeyen bu anlamsız kavgada HÖH liderleri düşman saflarında yer aldı, yalnız davamızı değil, var oluşumuzu da hedefsiz ve anlamsız kıldı. Mahvolmamak için mücadele etmek zorundayız. Güç kaynağımız birleşebilmemizde-dir. Son hedefimizde ödün vermeden uzlaşmak, herkese eşit adalet ve vatan toprağında birlikte yaşamak, varken. “Bulgaristan dernekleri” Federasyonunda birleşme yolunda bizi şahlandıran, bir de 1990 yılından 2005 yılına kadar sesi soluğu çıkmayan Bulgar sıra dışı milliyetçi güçlerin, hele de son Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde birleşerek hortlaması ve oyların % 15’ini alması oldu. Türk Müslüman ve sığınmacı düşmanlığı ile fışkıran, Avrupa Birliği Genel Kurulunca “faşist” olarak nitelenen bu siyasi ırkçı akımın ayak sesleri Çarlık faşizminden ve komünist ırkçılıktan çok daha sert gelirken, tüm Türkleri Bulgar siyasi hayatından tamamen dışlamayı hedefliyor. Bu koşullarda “Bulgaristan dernekleri” Federasyonunda örgütlenip Bulgaristan demokratik kamuoyu yanında yer almamız zorunlu olmuştur. BULTÜRK öncülüğünde önümüzdeki bir ay içinde kurulma aşamasına getirildikten sonra durum değerlendirmesi amaçlı bir ön toplantı daha düzenlenecektir. Halen kurultay hazırlıklarını, kurucu toplantıda “Bulgaristan dernekleri” Federasyonu Geçici olarak BULTÜRK Derneği çatısı altında yürütmeye karar verilmiştir.


102

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Hazırlık komisyonunda BULTÜRK Genel Başkanı Rafet Ulutürk, Deneyimli bir siyaset adamı İbrahim Köşdere ve yine deneyimli belediyeci olan eski Haracı Belediye Başkanı Metin Karan, İstanbul Siyasal mezunlarından Erdal Karabaş ve Alptekin Cevherli, İstanbul Üniversitesinde Doç. Dr. Müjgan Deniz; Doç. Dr. Hasine Şen, Dr. Nedim Birinci, Musa Vatansever, Nedim Akın, Aydın Fidan, Mustafa Akgün, Ekrem Süzen, Rüstem AVCI, Neriman, Eralp Kalyoncuoğlu yer aldılar. *** Bulgaristan Türkleri Ulusal Federasyonu hakkında daha geniş ve ayrıntılı bilgi için BULTÜRK ve BG-SAM yayınlarını izleyebilirsiniz. Resimdekiler soldan sağ; Erdal Karabaş, Nedim Akın, Halit Akay, Musa Vatansever, Mustafa Akın, Elif Güneş, İrfan Bozkurt, İbrahim Köşdere, Mustafa Özsoy, Metin Karan, Seydullah Halaç, Sali Mert, Rafet Ulutürk, Muharrem Terzi, Doç. Dr. Müjgan Deniz, Halil Özgür, Rüstem Avcı, Güner HakkıBulgaristan, Aydın Fidan, Alptekin Cevherli, Dr. Nedim Birinci “Bulgaristan dernekleri Federasyonu ilk toplantısından

Deliorman Uğulduyor

Levent Rasimov-18.Kasım.2016

Konu: Kardeş kardeşi atmış, yar başında tutmuş. Biz öğrenimimizi Bulgar okullarında gördüğümüz için, düşünme tarzımız, Bulgarca soyutlamalarla belirlenmiştir. Bir şey ne kadar soyut kavramlarla anlatılırsa, o kadar gerçeklikten uzak ve basitleşmiş gibi görünse de, anlaşılması zorlaşır. Son seçim ve halk oylamasından sonra üzerinde en fala durulan sorun “siyasi sistem” kavramıyla gündeme geldi “Siyasi sitem değişikliği” kavramı aslında siyasi soyutlama içinde bir daldır. Dal değince, “siyasi sistem değişikliğini” bir ağacın dallarından birdal olarak soyutlasak ve onu kessek ne olur? Ağaç ayakta kalır mı? Bu düşüncelerin cevabında: Bir yıl sonra kesilen dalın yerinde iz bile kalmaz, vardır.


Makale ve Analizler - 2016

103

Bizim Deliorman’da “dalımı kıranın ağacını kırarım” deyimi vardır. İnsanlarımız buna inanır. Dalı kesen, yani Borisov hükümetini ikinci defa alaşağı eden, halk iradesidir. Demokrasiyi arayan bir toplumsa seçmeye yanı halka hiç kimse hiçbir şey yapamaz! Bu bakıma Borisov’un ağzından sert sözler çıkmadı. Pıtır pıtır gitti ve istifasını sundu. Niyeti şimdilik kursağındadır. O şimdi, “Sistem değişikliği” yapılırsa hepsini meclis dışı bırakırım hesapları yapmaya başladı. “Sistem değişikliği” dendiğinde burada seçmen, partilerin dayattığı orantılı sistemin, en fazla oy kazanan kazanır sistemiyle değiştirilmesini anlıyor. Bizde daha önce de uygulanmıştı. Partiler bütün kadroları tanıdığından kazanacak olanın seçilmesine arka olur ve yine meclise dolar, diyenler kendini dinletmeye başladı. İşin özünde, biz burada kimseyi gözümüzde büyütmek istemiyoruz. Çünkü nabız yoklamaya gelen siyasetçiler, muhtarlar, belediye başkanları ve özel yetkili sohbet misafirleri ancak biz dinlersek konuşabilirler. Herkes kalkıp gitse ve “işim var” deyip savrulsa, köy ortasında direk gibi yalnız kalırlar. Bizim onları dinlemekten vazgeçtiğimiz gün, hepsi birden ortalıktan yok olur. Sofya’dan gelenler, havası sertleşince güz kıyafeti seçen Deliorman’da, GERB partisinin oy ve seçim kaybını, Bakanlar Kurulu’ndan kaymasını, yukarıda değindiğim soyut kavramlarla anlatmaya çalışıyorlar. Elini dümdüz sağ çekip ardından ortasına dimdik inen bir işaretleme yapınca, işte bu ordinat sistemidir, dedikten sonra, soluklanmadan Avrupa Birliği üyesi 28 ülkede siyaset bu sisteme dayandırmıştır. Bunu söyledikten sonra sistem partileri kavramını kullanıp Bulgaristan’da solda Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP, sağda da Bulgaristan’ın Avrupa Gelişimi Partisi GERB var diyorlar. Durum böyle, dedikten sonda, sol elini kaldırıp, sol partileri birer birer sıralıyorlar: Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP), Alternatifçiler (ABV), Tatyana Donçeva’nın partisi ve Hak ve Özgürlükler Hareketi (DPS) hep sol partiler listesinde adı geçenler arasında yer alıyor. Ardından da sağ elini kaldırıp şu partileri sıralıyorlar: Bulgaristan’ın Avrupa Gelişimi Vatandaşları (GERB) partisi, Reformcu Blok (RB) küpüne giren 5 parti ve hareket, onlardan ayrılan Güçlü Bulgaristan Hareketi (DCB), aşırı sağda bir olumsuz tümör gibi yumaklanmış güya “Ulusal Uyanış”, “Yurtsever Cephe”, VMRO ve benzer hareket, dernek ve birlikler. Dikkatle dinlendiğinde, konuşmacıların işaret etmek istediği yapılan Büyük Yanlış’a değinerek, GERB partisi 2014 yılında, Avrupa Birliği üyesi ülkelerden farklı hareket etti. Yanlışın kaynağı burada! Farklılık olan şudur. Avrupa geleneklerinde aşırı uçlardan partiler iktidara davet edilmez, onlardan yama da olmaz.GERB başkanı Borisov ömrü 2 yıl olan iktidar süresinde güya “Yurtsever


104

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Cephe”, VMRO ve “Ataka” partisinden yani hem sağ ve hem de sol aşırı milliyetçi uç güçlerden destek aldığından dolayı düştü. Onları bakanlık vermese de iktidar kokusu almalarına imkân tanıdı. Onları besledi ve kıllandırdı. Türk, Müslüman ve sığınmacı düşmanlığı kışkırtmalarına imkân tanıdı. Kendisi de aynı havalara girdi. Türkiye sınırına tel duvar germeyi siyasetin merkezine çekti ve gülünç duruma düştü. En büyük yanlışlığı da aşırı milliyetçi belasının baskısı altına düşerek Türkleri ve diğer azınlıkları iktidardan kovmayı denedi. Şimdi GERB partisi bunu kendisi açıklasa da, yanlış yaptığını tanısa da, seçmenden af dilemiyor. Bize göre ilk af eden en güçlüdür. Af dilemeyen ise büzüldükçe büzülür. Biz Deliorman’da bu işlerin böbürlenmekle olmayacağına inanırız. Allah uğuldama hakkını yalnız ağaç denizimize tanımıştır. Deliorman uğuldarken insanları uyarır, kalın kış geleceğini haber verir. Bir de şu var. Deliorman pehlivan yatağıdır ve cesurluk insanın heybetliliğinde, boyunda, kilosunda, sesinde değildir. En cesur yürekli insan ilk özür dileyendir. Bu bizim siyaset anlayışımıza da yansımıştır. Kılavuzumuzdur. Bizim burada sıkça kullanılan bir atasözümüz vardır. “Kardeş kardeşi atmış, yar başında tutmuş.” Biz Bulgarlarla aynı vatan yollarında dolaştıkça aynı yolların yolcusuyuz. Kader birliği yapmamız var olabilmemizin ilk ve son kuralıdır. Türkler üzüldüğünde Bulgar asla ıhmadı. 1989’dan beri yar kenarında düşsem de kurtulsam mı, yoksa birisi gelir beni kurtarır mı havalarında bocalıyor. İstesek de istemesek de, yukarıda bize anlatılan ve benim de sizinle paylaştığım seçimlerin mekanik analizi, ne mahkemeye verilecek ne de haklı haksızı belirlemek için davası görülecek bir iştir. Kökleri faşizm bataklığında olan Bulgar milliyetçilerinin iktidar sofrasına davet edilmesine karşı olduğumuzu daha 2014’seçimlerinden sonra defalarca dile getirdik. Fakat HÖH liderlerinin Sofya’da yaptıkları yanlışların acısı bizden çıkarıldı. “Türkleri devletten ve siyasetten” sökme sloganı Bulgar tarihinde en yanlış söylevdir. Burada yerliler hep bir elin beş parmağı birbirinden ayrılmaz, yanlış olur dediler. Biz üreten, alın teriyle bu toprakları sulayan emekçi insanlarız. Bu toprak bizim mayamız ve bekamızdır. Başımıza gelmedik kalmasa da “ilk unutan en mutludur” dedik ve vatan dedik bağrımıza bastık. Fakat Bulgar Avrupa kapısı açılınca kendisini Avrupalı sandı. Balkanlı kimliğini Avrupa’ya taşıdı. Köyler ikinci el “Mercedes” araçlarla doldu, eskiden kaçak saranların elinde “Marlboro” kutusu belirdi, kod pantolonla bacak bacak üstüne atanlar kendilerini dinletmek istediler, sökmedi. Bu topraklarda ilk ve son sözün bu toprağı her gün traktörle süren, ormandan yaşlı, kırılmış, yan yatmış ağaçları çıkaran, sığır koyun güden, derelerin dibini açan, köprüleri onaran ve evinde soba yanan insanların olduğu hemen ortaya çıktı.


Makale ve Analizler - 2016

105

Son seçimler de bunu ortaya koydu. Ormanın sesi rüzgâra göre değişir. Rüzgâra dayanamayan ağaçlar kırılır, çekip çıkarılır. Siyaset de böyle evdeki hesapları çarşıya uymayan partiler iktidardan düşer ve yerine başkaları hazırlanır. Son 11 yılda Bulgaristan’da 7 hükümet değişti. Bizde süreğen bir siyasi bunalım olduğu ortadadır. Kendilerini bir leke gibi hep suyun üstünde ve biraz farklı gösterenler, Avrupa Birliği devletlerinden de farklı hareket ettiklerinde, mutlaka toslayacaklarını dikkate almalıydılar. Deliorman’da işiyle gücüyle, kış hazırlıklarını tamamlamakla meşgul insanlarımız, seçim ardından seçim yapıp her defasında dizimizi vurmaktansa, doğrudan Büyük Millet Meclisi toplanmasından, 1878’den beri yapılan yanlışlar süzülüp siyaset sisteminden atılarak, yeni bir Anayasa’da uzlaşma yolu aranmasından yanadır. Bu yeni Anayasanın birinci maddesine “Bulgaristan çok milletli bir devlettir. Yönetim biçimi parlamenter demokrasidir” yazılmalıdır. Kendini ana nüfus olarak tanıtmaya devam eden Bulgar etniği, gerçekleri kabul etmeyi öğrenmeden, azınlık haklarını tanımadan, adalette eşitlik ayarı çekmeden, hiçbir yeni Anayasa ile yasal çöküşümüzü durduramaz. Unutmayın biz hepinizin kardeşiyiz. Kardeş kardeşi atmış, yar başında tutmuş. Bu atasözü bizimdir. Her karanlığın sonu aydınlık değildir.

“Bulgaristan Dernekleri Evlad-ı Fatihan Federsayonu”nun Kuruluşu

Erdal Karabaş-18.Kasım.2016

Rumeli ve Balkan isimleri altında toplanmış olan Sivil Toplum Kuruluşlarında ne yazık ki, Bulgaristandaki soydaşlarımızın ve Türkiye ‘de yaşayan Bulgaristan kökenli vatandaşlarımızın sorunları ve mutlulukları yeteri kadar gündeme gelmemektedir. Türkiye Nüfusunun %10 ‘unu oluşturan , Bulgaristan Kökenli Türk Vatandaşlarının parlemantodaki sayıları çok düşüktür. Diğer yandan seçilmiş olanlarda, Bulgaristanlıların kurdukları sivil toplum kuruluşlarını seçilirlerken desteklerini görmedikleri için, “Bulgaristan’daki soy-


106

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

daşlarımızın ve Türkiye’deki Bulgaristan kökenli vatandaşlarımızın sorunları karşısında kendilerini sorumlu ve görevli görmemektedirler.” Örnek olarak , Bulgaristan Cumhurbaşkanlığı seçimleri yapılmış, Türkiye ‘de , Bulgaristan’da seçme seçilme hakkına sahip 710 bin çift vatandaş yaşamaktadır. Avrupa Birliği Üyesi Bulgaristan Hükumeti , Türkiye’de sadece 35 sandık oy kullanılmak üzere koymuş. Başta BULTÜRK Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği olmak üzere sandıkların azlığını ilgilere iletilmesine rağmen duyarsız kalınmıştır. Bulgaristan Hükümeti iki seçim oy kullanmayan Bulgaristan Vatandaşlarının “Seçme Hakkını kaybetmesi doğrultusunda” bir yasal düzenleme yapmıştır. Her bir sandıkta maksimum 1.500 oy kullanilabilmektedir. Nihayetinde, Türkiye deki sandıklarda 1.500 geçen sandık olmadığı gibi iki partiye 36 bin 445 oy kullanılmıştır. Birinci aşamanın arkasından , Vatandaşlıkların kaybettirilmesi gündeme geleceği çok açıktır. Yukarıda belirttiğim sadece Bulgaristan ile ilgili sorunlardan bir tanesidir. Önümüzdeki dönemde Türkiye’de siyasal, sosyal ve ekonomik alanda Bulgaristan Kökenli Vatandaşları daha güçlü bir topluluk haline getirmek amacı ile “Bulgaristan Dernekleri Evlad-ı Fatihan Federasyonun” Kuruluşu için Danışma Toplantısı yaptık. Katkı ve Destek verilmesini bekliyoruz.

İzmir Nereye Ayrılsın?

Alptekin Cevherli-18.Kasım.2016

Kaç yıldır duymadığınız bir marş vardı. Hatırlar mısınız... Şanlı zaferlerle düşmanı boğdular. İzmir’in dağlarında çiçekler açar. Kader böyle imiş ey garip ana Altın güneş ordu sırmalar saçar. Bozulmuş düşmanlar hep yel gibi kaçar. Kanım feda olsun güzel vatana. İzmir’in dağlarında oturdum kaldım Yaşa Mustafa Kemal Paşa, yaşa; Şehit olanları deftere yazdım. Adın yazılacak mücevher taşa. Öksüz yavruları bağrıma bastım. İzmir dağlarına bomba koydular Kader böyle imiş ey garip ana Türk’ün sancağını öne koydular.


Makale ve Analizler - 2016 Kanım feda olsun güzel vatana Türk oğluyum ben ölmek isterim. Toprak diken olsa yatağım yerim.

107

Allah’ından utansın dönenler geri Yaşa Mustafa Kemal Paşa, yaşa Adın yazılacak mücevher taşa.

Uzun zamandır televizyonlarda marşlarımız çalınmamaktadır. Bilmem fark ettiniz mi? Türkiye’nin AB’ye giriş sürecinin hızlanması ile birlikte marşlarımız azalmış, Gümrük Birliği’ne 90’lı yıllarda girdikten sonra da Türk televizyonlarından marşlarımız tamamen kaldırılmıştır. Emri kim verdi, nasıl uygulamaya girdi bilmem ama yeni nesil marş bilmeden büyüyor. Oysa marşlar bir milletin var oluş mücadelelerini, nelere rağmen varlığını devam ettirdiğini ve geleceğe yönelik hedeflerini tanımlayan sanatsal değerlerdir. Eğer bir millet marşlarını unutursa kendini de unutur... Ondan sonra da birileri aradan malı götürür... *** 17 Kasım Perşembe günü gazetelerde dehşete düşüren bir haber vardı. CHP milletvekili Ali Yiğit bir konuşmasında: “Cumhurbaşkanı, Başbakan kafa tutuyor, Dışişleri kafa tutuyor. “Avrupa Birliği’ni istemiyoruz” diyorlar. 57 yıl bu kapıda bekledik. AB’ye girmek için kanun değişiklikleri yaptık yüzlerce. Biz Avrupalı olmaya hazırız. Hele İzmirliler bu işe çok hazırlar. Orası demokrasiye açılan, Avrupa’ya açılan bir kapı gibidir. Biz bazen diyoruz ki ’Gerekirse de İzmir ayrılsın’ yani biz istemeyiz, bu şartlarda bunlarla yaşamayı. Biz Avrupalı olmaya çalışıyoruz. Türkiye’de yaşayan demokrat, aydın, çağdaş insanlar Avrupalı olmaya hazır” diyerek İzmir’in Türkiye’den ayrılmaya hazır olduğunu iddia etmiştir. Sakın bu sözü mevcut hükümeti eleştirmek için o anda sehven söylenmiş bir laf olarak düşünmeyin. Çünkü yaptığı düzeltme açıklamasında da “Burada hiç kuşkusuz ifadenin eksik olmasının da etkisi vardır. Ancak ben konuşmamda tam anlamıyla Biz İzmirliler olarak, temel insan hak ve özgürlüklerine, demokrasiye, adalete, eşitliğe, barışa ve kardeşliğe inanıyor ve Avrupa Birliği’ne girmek istiyoruz. Bu değerler “insanlığın, insan olmanın evrensel değerleridir” ve bunlara inanıyor, bunları savunuyoruz. Bunların olmadığı, bu değerlerin kabul görmediği yerde yaşanmaz’ demek istedim” diyerek özür dilerken bile ifadesinin arkasında olduğunu ima etmiştir. Oysa Kurtuluş Savaşı’nın ilk kurşunun atıldığı, on binlerce şehit ardından düşmanın denize döküldüğü bugün dahi vatanın bölünmez bütünlüğü için en çok şehit veren illerin başında olan efeler diyarı güzel İzmir hakkında Yunan ağzı ile


108

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

konuşan ve gerçek fikrini belli eden bu şahsı İzmirli olarak kınıyor ve vatan için gerekirse ölmeye hazır milyonla İzmirli efe torunu olduğunu AB misyonerlerine hatırlatıyorum. İzmir, Kurtuluş Savaşı’nın Kızıl Elmasıdır! Herkes ağzından çıkanı önce bir duysun! Eğer o Kurtuluş Savaşı olmasaydı zaten şu anda ülkemiz Avrupa Birliği üyesi olmayacak mıydı? Ege Bölgemiz Yunanistan, Güneydoğu Anadolu Bölgemiz Fransa, Akdeniz Bölgemiz İtalya, Marmara Bölgemiz de İngiltere işgalinde değil miydi? Bakın neredeyse bütün Avrupa’yla bütünleşmişiz zaten değil mi? Tarihinden ve vekili olduğu kentin ve partinin ilkelerinden bu kadar uzak olan bir milletvekili olabilir mi? Yazık... Bu ayrılma ifadesi asla küçümsenmemelidir. Bundan yüz yıl önce Batı Avrupa tarafından Güneydoğu bölgemiz ve bugünkü Irak ve Suriye topraklarımız için de Meclis-i Mebusan’da bazı milletvekilleri böyle demiyor muydu? Sonra yaşananları ve ne yazık ki hâlâ yaşadıklarımızı hepimiz biliyoruz değil mi? Bir Türk atasözü vardır “Yılanın başı küçükken ezilmelidir” diye. Bu sözüm ona milletvekili de aynen HDP’li bölücülükten yargılanan diğerleri gibi aynen yargılanmalı ve tereddütsüz bir şekilde mahkemenin vereceği ceza uygulanmalıdır. Ülkenin topraklarının bir bölümünü başka bir devlete vermek için gayret etme suçunun gereği yapılmalıdır. Şimdi sizi başka bir marşımızla daha baş başa bırakıyorum... Türk İzmir Marşı Karanlıklar üzerinden çekilince Ak bir tan müjdeledi ulu bir günü Hür uyandın, arkanda kanlı bir gece Gördün güzel İzmir kurtuluş gününü Bir gün ki solmayan ışıklar önü Yıldızlar örsün bir zafer tacı sana O kan, yangın ve tufan görmüş yıldızlar

Akdeniz, Türk denizi senin karşında Sahiline mağrur dalgalar yuvarlar Selamlar seni en şanlı asırlar İzmir artık hürsün bu değil rüya Türklük dirildi kurtuluyor Asya Türk İzmir şan gör, ebediyen yaşa...


Makale ve Analizler - 2016

109

Yıllardan Beri Hesap Yapıyorlar

Rafet Ulutürk-19.Kasım.2016

ladı.

Konu: Biz bu mücadelenin küllerinden doğduk. Artık Bulgaristan’da demokrasi sözü git gide daha seyrek işitilmeye baş-

Yeni örneğini, 18 Kasım 2016’da halk meclisinde 2017 devlet bütçesinde eğitim ve teknoloji için ödeneklerin askeri harcamalardan dört kez daha az olmasında gördük. Ortaya çıkan gerçek, 26 milyar dış borcu olan devletin silahlanmaya ağırlık vermesidir. Kime karşı silahlanıyor, Romanya, Yunanistan, Türkiye hepsi NATO üyesi müttefik dost ülkeler. Üstelik Romanya ile Yunanistan bir de Avrupa Birliği ülkeleridir. Şu an, Cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki kayıptan ve halk oylamasında 2 milyon 500 bin seçmenin “sistem değişikliğinden” yana oy kullanmasından sonra, Bulgaristan’ın uzunca bir zamandan beri köklü değişikler için hazırlık gördüğü ortaya çıktı. Bu hazırlıklar içinde Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) Genel Başkanı Bayan Kornelya Ninova’nın Moskova ve Washington’a gizli ziyaretler yaptığı ve Vladimir Putin ve Barak Obama’nın elini öptüğü ortaya çıktı. Ayrıca bu ziyaretler esnasında Bayan Ninova Moskova’da imzaladığı tutanakta “BSP partisinin Rusya Federasyonu’nun Bulgaristan’daki çıkarlarının temsilcisi ve savunucusu olduğunu” kabul etti. Hükümet bunalımının siyasi bunalıma ve meclis krizine büyümeye devam ettiği şu günlerde, sanki dışardan gelen emirlere göre konuşan Bayan K. Ninova, 38 milletvekili adına, hükümet kurma fırsatını değerlendirmek istemezken, görev süresinin sonunda bulunan Cumhurbaşkanı Plevneliev’le danışma görüşmesinde “geçici hükümete katılmamakta” ısrarlı davrandı. Hak ve Özgürlük Hareketi (DPS) birlikte hükümet olalım teklifinde bulunsa bile, onu da kabul etmeyeceğinde kararlı davranırken “Mart sonu Nisan başında erken genel parlamenter seçim istiyor. Anlaşılan meclisteki 8 partiden sekizi ve bağımsızlar kış sonunda erken seçimde ısrar ediyor. Erken seçim Bulgaristan’a ne getirecektir? Önce Sofya meclisine yeni bir bileşim gireceği ortadadır. Aslına bakılırsa bu bileşimin kimler oluşacağından başka hiç bir şey bilinmiyor. Çünkü “siyasi sistem değişikliği” öngörürken önce “proportsiyel” seçim sisteminin “majoriter” seçim sistemiyle değiştirilmesini isteyen 2 milyon 500 bin vatandaşın isteği halen rafa kaldırılmış durumdadır. Halkoylaması (referandum)


110

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

girişimini yöneten TV program sunucusu, bestekârı Slavi Trifonov Merkez Seçim Komisyonu resmi açıklamasında “halk oylaması sonuçlarının doğrudan doğruya yasallaşmasına 12 bin oy yetmiyor” deyince, olayı Yüksek İdari Mahkemeye taşıdı. Böylece GERB ve BSP gibi iki sistem partisi olayı mecliste görüşmek isteseler de yol kapandı ve mahkeme kararını beklemek gerek. Bu durum halk oylamasındaki diğer iki sorun için de geçerlidir. Son gelişmeler, Bulgaristan kamuoyundaki değişiklik isteyen kükremenin seçimden önce, referandumdan da önce kulislerde görüşülmediği, tartışılmadığı ve halk memnuniyetsizliğinin yatıştırılması için yollar ve çareler aranmadığı anlamına gelmez. Bulgar siyasetinde ipleri çekenler, İngiliz devlet ve siyaset adamı Winston Churchill şu sözlerini bilir: “İnsanların hepsine belirli bir zaman yalan söyleyebilirsin; belirli miktar insana her zaman yalan söyleyebilirsin; fakat insanların hepsine her zaman yalan söyleyemezsin.” Devleti soyan, HÖH milletvekili D.Peevski etrafından toparlanmış KİM (KOY) oligarşi düğümünü çözmek ve ikinci olarak da, 7 milyar 500 milyon leva parası çalınan Kooperatif Ticaret Bankası (BTK) hırsızlığı ortaya çıkarmak, GERB Başkanı Boyko Borisov’un ikinci hükümetinin temel 2 ödeviydi. Bu hükümet bu düğümlerin ikisini de çözemedi. Gelişmeleri izleyen seçmen en nezaketli bir tavırla “çok yalan söyledin, çekil” dedi. Bu çekilme son fırsatın da kaçırıldığı anlamındadır. Bu olay birde, bir toplumda yaşancıların dürüst insanlardan fazla olmadığını ve olamayacağını gösterdi. Bugün DOST partisi Başkanı Lütfü Mestan’ın Cumhurbaşkanı seçimi sonuçlarına ilişkin değerlendirme mesajını okudum. Ne seçimleri, ne seçim sonuçlarını ne de Bulgaristan’ın geleceğini, seçim ve halkoylamasında beliren eğilim ışıklarını göremediğini bir daha görebildim. Kaldığı yer halk meclisi bile olsa, bir kişinin 19 yıl aynı odanın içinde kalması kafada bunalım doğuruyor olabilir. Hep baskıdan söz ediyorlar, sanki 18 yıl bu baskının uygulayıcıları kendileri değildi de bir başkalarıymış gibi davranmaları da ayrı bir tartışma... Bir de şu var kuşkusuz: Bosna - Kosova savaşlarından sonra NATO kanadıyla Balkanlara inen Almanya, 2005’ten sonra Birleşik Amerika’nın bölgeye çöreklenme planlarıyla yüzleştiğinde, siyasi anlamda Almanya ile anlaşmaya gitme zorunda kalmıştır. Kanzler Angela Merkel hükümeti, Bulgaristan’ı 10 yıldan beri pohpohladığı ve AB fonlarıyla bugünlere kadar beslediği GERB partisiyle idare etti.


Makale ve Analizler - 2016

111

Son dönemde Bulgar silah şirketleriyle alış verişi geliştiren ve ülkeye üsler kuran, uçak alanları açan ve talim alanları donatan Pentagon General Rumen Radev’in seçilmesiyle Cumhurbaşkanlığı katında iktidarı doğrudan ele geçirebildi. Birbirine örülü şimdiki hükümet, siyasi ve meclis bunalımı 2016’dan 2017’ye geçerken politika üstüne yeni bir beyin fırtınası yürütme sayfası açılmasına olanak veriyor. İlk fırsatta dikkati çeken şudur: Bulgaristan’a Doğu ve Batıdan gelen siklon ve rüzgârların şiddeti önceden biliniyor. Gerek meclis içinde, gerekse meclis dışında yeni Anayasa hazırlıkları çoktan başlamış, değişik variyasyonlar çekmecelerdedir. Bunların hepsini bir kalemde ve bir yazıda anlatabilmek mümkün olmayabilir. Fakat gelecek yılın kış sonuna kadar bu konuları işleyeceğimiz artık belli oldu. Tüm bu değişiklik atılımı oylamaya katılan 2 milyon 500 bin vatandaşın, Türkiye’de oy veren bizlerin baskısı altında yapılıyor. Bu defa isteyenler istemeyenlerden çok fazladır. İnsanlar siyasi kavgayı benimsemiş ve birbirini ısıtarak ilerliyorlar. Komünizm uşakları, totaliter zulümcüler, eski faşistlerin çömezleri bu yükün altından nasıl kalkacaklar. Seçmeni nasıl oyalayıp aldatacaklar ve ömürlerini bir 25 yıl daha nasıl uzatacaklar? Sorun budur. İnandığım bir şey varsa o da şudur: Şu durumda ne mecliste ne de meclis dışında, siyasi partilerin yapısında Bulgaristan’da köklü değişim isteyen yok gibi. Borisov’un referandum sonuçlarını verin parlamentoya onaylayalım demesi bir popülizmdir. Devletin siyasi partilere yardımları kesilirse, seçimden sonra karşılıksız yardımlar durdurulursa siyasi partiler parasızlıktan kurur, 2 sene dayanamaz. Siyasi partilerin ölmesi, demokrasinin ölmesi ve ülkede diktatörlük kurulması anlamına gelir. 1936’da askeri darbeden sonra III. Boris siyasi partileri yasaklamıştı. 1942’de faşizm hakim oldu. Bir defa Mart 2017 sonunda yapılacak seçimlerin, belki de eski usulle yani parti listelerine göre yapılacak son seçim olacağı konuşulmaya başladı. Şimdi Bulgaristan’da 28 il var. Bu 28 ile Avrupa ve Türkiye de ayrı ayrı ilave olabilir kanaatindeyiz. Yeni seçim sistemi uygulanacak olsa ülkenin 240 majoriter seçim bölgesine ayrılması gerekiyor. Yetişmez. Hâkim olan genel kanı budur. Bir yıldan beri birbirinden bağımsız hukukçu ekipleri içinde yoğunlaşmış olan hummalı çalışmalarla yapılmak istenen ulus devlet ilkesi korunarak ge-


112

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

reksiz sayılan birçok şeyi söküp atmaktır. Bilindiği üzere 1992 Anayasası, daha önceki Anayasadaki “halk cumhuriyeti” ve “komünist partisinin toplumdaki yönetici rolünü” söküp attı, yerine Bulgaristan Cumhuriyeti ve parlamenter demokrasi yönetim biçimi dedi. Anlaşılan 21. yüzyıl Bulgar hukuk kafası yeni Anayasa’nın birinci cümlesinden “komünist”, “yönetici rol” gibi kavramlardan sonra “parlamento ve demokrasi” sözlerini de söküp atmak istiyor. Zaten bizde parlamento bir türlü adam gibi çalışmadı, demokrasi de kök salamadı. Bunların yerine, “Bulgaristan aşağıdaki biçimde yönetilen bir sosyal devlettir.” Yazacakmış. Devlet biçimi cumhuriyet olsa da, halk oylamasında uygulanması istenen majoriter sistem Fransa’dakinin aynısı olacak, milletvekillerinin sayısının 240 ya da 120 olması konusunda yine bu meclisin karar vermesi gerekecektir. Batı ve Doğu medeniyeti arasında sıkışıp kalan fakat kitap kalem ve yazılı olan her şeyi Batı’dan ya kopyalamayı ya da taklit etmeyi alışkanlık haline getiren Bulgarlar 1878 Anayasasını Hollanda Anayasasından kopyalamışlardı. 2017’de altıncısı kabul edilecek olan Anayasa’nın 138 yıllık yeni Bulgar tarihinde 6. Anayasa olacağı düşünülürken, köklü değişikliklerin demokratik haklar, siyasal sistem, bağımsız yargı düzeni, hak eşitliği, vatandaş ve insan hakları, azınlık hakları esasında yapılması umut edilse de, biçimsel olacağı düşünülüyor. Azınlık hak ve özgürlükleri bakımından, umutsuz bir bekleyiş içine girmemize nedense daha şimdiden açıklanan bazı ipuçlarıdır. Geliştirilen Anaya taslaklarına göre, Bulgaristan Cumhuriyeti 6 eyalete bölünmek isteniyor. Hatırlanacağı üzere daha önce de 9 eyalete bölünmüştü, 1992’de bu düzen bozuldu. Şimdi altı eyalet merkezi olarak Sofya, Plovdiv, Varna, Burgas, Veliko Tırnovo ve Blagoevgrat şehirleri öngörülmüştür. Valiler, vali yardımcıları ve belediye başkanları ile muhtarlar majoriter sisteme göre halk tarafından seçilecektir. Bu makamlar yalnız 10 bakandan oluşacak hükümete bağlı olacak, bakanlar ve başbakanlar da meclis dışından seçilecektir. En kaba çizgileriyle Bulgaristan yeni siyasi sitemi böyle bir kalıba sıkıştırılmak istenmektedir. Bu yeni yapılanma içinde hangi siyasi partilere yer olur, politik partiler yasası nasıl değişir, şimdiden söyleyebilmek çok güç olsa da, siyasi partilerin 2-3’e indirilmesi, diğerlerinin siyaset sahnesinden indirilmesi düşünülebilir.


Makale ve Analizler - 2016

113

Bu planları yapanlar, Anayasa taslağı üzerinde çalışanlar Amerikan ve İngiliz üniversitelerinden mezun hukukçularsa, bir kitap üstünde siyasi sitemimiz Amerikan Federal eyalet sistemine benzetilebilir. 1992 Anayasası, demokratik düzene geçiş anayasası şeklinde hazırlanmış olsa da, Demokratik Güçler Birliği milletvekillerinin yarısı ve Hak ve Özgürlük vekilleri tarafından imzalanmamıştı. Bulgaristan’da Anayasa üstüne ayrıntılı açıklama yapılıp halkoyuna sunulmadığından, yazılıp çizilen ama gerçekleşmeyen ilke ve hakları kimse öğrenemedi, özgürlükleri tadamadı. Bu defa 2017 erken genel seçimlerin Büyük Halk Meclisi seçimi olmasını önerenler de belirdi. Eğer 3 ay sonra Büyük Millet Meclisi seçilirse, bu meclis yeni Anayasayı hazırlayıp onayladıktan sonra, işlev değiştirip olağan bir meclise dönüşerek çalışmalarına 2 yıl daha devam etmesi üzerinde taslaklar hazırlanmış bulunuyor. Kuşkusuz bunların hepsi taslak olsa da, değişik gruplarda birçok fikrin birden yeşermesi, bu konular üzerinde çok uzun bir zamandan beri çalışıldığı, hiç olmadı üniversite kürsülerinde, kulislerde, derin devlet merkezlerinde konunun işlendiği birden kendini göstermiş oldu. Bulgaristan’ı çok gerin bir yılbaşı bekliyor. İşleri çıkmaza götürenlerin hedefinde yine bizler, Türkler, göçmenler, gurbetçiler olduğumuzu bildiğimizden, sivil toplum örgütleri ve federasyonlarımız bazında çok geniş kapsamlı çalışmalarımıza hız vermemiz gerektiği çağrısında bulunuyorum. Bu defa çorabımızı kendimiz yapmalıyız ve yeleğimizi kendimiz örmeliyiz. Yani kısaca oyun kuran biz olmalıyız. Başkalarının yazdığı senaryoda figüran değil artık kendi senaryomuzu yazabilmeliyiz. Dostlarla yazıyı paylaşmayı unutmayınız.


114

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Aydınlar Görev Başına

Dr. Nedim Birinci-20.Kasım.2016

Tırmanan faşizme dur demek ortak davasıdır. Bulgaristan’da toplumu ideolojik olarak kirlenme hız alıyor. Bulgar sağ ve sol milliyetçi - ırkçı kesimin ideolojisi birdir. Faşizmdir. İnsanlık tarihinin en büyük yüz karası faşizmdir. İstifa eden ve seçim hükümeti kurulana kadar görevini, başbakansız sürdürmeye devam edecek olan Sofya hükümetinin kaderi mecliste ciddi tartışmalara sahne oldu. Bu işin ardında bir kurt yeniği olduğu kuşkuları, eski başbakan Boyko Borisov’un GERB partisinin şimdiye kadar kurduğu iki hükümete görev alan bakanların geçici seçim hükümetine katılmasını çok sert bir dille yasaklaması ve ülkedeki ileri gelen ve sözü geçen aydınların hükümete katılmamaları için değişik kanallardan uyarılması, gelişmelere yeni renk verdi. Bu durumu aşabilmek için, görev süresi 22 Ocakta tamamlanacak olan Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev mecliste grubu olan partilerle görüşmelerini sürdürürken Ulusal Güvenlik Konseyi’ni toplayıp ardından da ülkeyi erken genel seçime götürecek geçici hükümeti kuracağını açıkladı. Son beş yılda Bulgaristan’da 2 defa geçici hükümet kuruldu. Ömrü iki ay olan birincisini diplomat Marin Raykov 13 Mart 2013’te kurdu. İkincisini ise Başbakan Borisov’un ikinci hükümetinin kurulmasıyla sonuçlanan seçimleri örgütledi. Bu gelişmelere vesile olan, iktidar partisi’nin bu ay yapılan Cumhurbaşkanı seçimini büyük bir farkla kaybetmesi ve düzenlenen halk oylamasında 2 milyon 500 bin seçmenin değişikler - siyasi sistemde reform ve adalet reformu başta olmak üzere, köklü yasal düzenlemeler istemesi ver aldı ve temel geniş tabanlı temel oluşturdu. Bu istekler seçimlerden sonra Büyük Millet Meclisi seçilmesi ve Anayasa değişikliğine gidilmesi yönünde güç toplamaya başladı. Hükümet bunalımını aşma yolunu erken seçimde gören Cumhurbaşkanı ve hem meclis kürsüsünden, hem de Cumhurbaşkanı sarayında yapılan temaslarda, Bulgaristan’ın Avrupa Gelişimi için Vatandaşları GERRB; Bulgaristan Sosyalist Partisi BSP ve Hak ve Özgürlükler Hareketi HÖH “hükümet bunalımından çıkışın erken seçimle olacağında” görüş birliği yaptılar. İşte böyle bir ortamdayız. Devlet bunalımının siyasete ve meclis krizine sıçramasının önlenmesi için yoğun çaba yürütüyor. Sol aşırıcı güçlerin Moskovşu “Ataka” partisi lideri Volen Siderov birden bire meclis kürsüsüne sıçradı


Makale ve Analizler - 2016

115

ve Boyko Borisov’tan boş kalan Bakanlar Kurulu Başkanı koltuğuna yerleşmek ve GERB - Reformcu Blok hükümetini 1 yıl yönetmek istedi. Gerekçe olarak da 18 milletvekili olan “Yurtsever Cephe” ve VMRO sağ milliyetçi-ırkçılarıyla Cumhurbaşkanı seçimi öncesi “Yurtsever Uyanış” cephesi kurmalarını ve toplam 26 milletvekili ile “ciddi bir siyasi güç” oluşturmalarını ve % 15 oranıunda oy alarak artık mecliste 3. siyasi güç oluşturduklarını öne sürdü. Oysa mecliste 3. siyasi güç son parçalanmasından sonra da 30’dan fazla vekili olan HÖH partisidir. Böylece 1944’ten beri ilk defa olmak üzere, Bulgaristan’da sol ve sağ faşistler Bakanlar kuruluna, Başbakan koltuğuna bir hamle yaptılar. Bulgaristan’ın geleceği açısından bu gelişme son derece önemlidir. Bir defa, Bulgaristan’ın çok ağır bir siyasi bunalım içine düştüğü bir zaman kesiminde yapılmıştır. 11 yılda 7 hükümet değiştiren ülke durmadan devam eden bir siyasi bunalım ortamında bulunuyor. Bu siyasi bunalımın altında çok derin bir ekonomik ve malı bunalım yatıyor. Sayıları 2 milyondan fazla olan emekliler ordusuna, yalnız özürlülük maaşıyle geçinmek zorunda kalan ve aylık geliri 161 leva olan çok kalın bir taban var. Bu sosyal taban beklenti içinde olduğundan büyük bir canlılık gösteriyor. Kendisine kışkırtıcı fikirler aşılanmasına sürekli açık bir durumdadır. Son seçim sonuçları bunu kanıtlıyor. Yoksul kesimden alınan oyların ardında dağıtılan torba torba gıdalar ve 20’şer leva odlunu herkes biliyor. Burada tehlikeli olan nokta, ekonomik ve malı duruma dayanmadan yapılan popülist propagandadır. Mesela “Yurtsever Uyanış” adayı Kr. Karakaçanov’un oyların % 15’şnş almasının ardında, 161 leva olan emekli maaşlarını hemen 300 leva yapacağım yani yüzde yüz arttıracağım vaadi bulunuyor. Bir defa emekli maaşlarına zam yapma işi Cumhurbaşkanı görev listesine girmese de, yalancının ağzı torba değil büzesin. Meclis kürsüsünden Başbakanlık isteyen milliyetçiler babası Volen Siderov ise, ben emekli maaşını 1000 leva yapacağım diyor yani 7 defa yükseltmeyi vaat ediyor. Buna bütün bütçe yetmez. Siyaset adamları bu durumda hep Adolf Hitleri hatırlar. O hep “beni halk seçti” demiştir. Bulgaristan’da yalan söyleyene ceza yok. Salla sallayabildiğin kadar. Fakat burada tarih açısından tekrarlanan bir gerçek var, faşizmin kabarması her zaman demokratik hareketlerden sonra olmuştur. 1918’ Kasımında Almanya’da demokratik devrim olmuş ve halk güçleri iktidara uzanmışlardı. Hitler bu güçlerin enerjisini faşist burgacın içine sıkıştırıp Alnları ve ardından Avrupa halklarını insanlık tarihinin en dehşetli kıyım savaşına sürükledi. Bizdeki yalana-dolana, boş umut aşılamaya dayanan popülist propaganda Kasım 2016 seçimleriyle ülkede kabaran siyası dalganın enerjisini kendine şarj


116

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

etmeye büyük çaba gösteriyor. Memleketimizin normal raylardan çıkarılmasına çalışılıyor. Umutsuzluk burgacında kıvranan topluma faşist Volen Siderov kara koyun olmaya, suyu geçip sürüyü istediği yöne götürmeye atılım yapıyor. Bu yön Büyük Millet Meclisi toplanmasını erteleyerek engelleme, Anayasa değişikliğine ırkçı-milliyetçi-faşist damga vurulması, Batıya yönelimi durdurup Rusya’ya kucak açma ve yeni bir kıyımla tüm demokratik aydınları ve güçleri ülkeden bir daha kovma ve totalitarizmi balla besleme dönemi açmaya çalışıyor. Kürsülerden “Türkler Türkiye’ye!”, “Biz Çingenelerden sabun yapacağız!” deyen adam budur. Faşism dendiğinde yalnız Almanya, İtalya’yı düşünenler var. Hitleri ve Musolini’si bu sosyal veba ile özdeşleştirenler var. Ve biz bugün Volen Siderov’u Bulgaristan’da bir Rusya adamı, ajanı, azılı taraftarı olarak gösterirken bir de üstüne ona “milliyetçiliği ırkçılığa taşıyan ve artından faşizme sevdalanan biri” dediğimizde kafa karışıklığı belirmesin lütfen. Şu iyi bilinmelidir, aynı sebepler, aynı hadiseler ve neticeler doğurduğuna göre, bizim de aynı akıbete maruz kalacağımızdan şüphe etmeyelim. Almanya’da faşizm Yahudi düşmanlığından yeşerdi. 21. yüzyılda Batı da ve Doğuda aşırı milliyetçilik, ırkçılık, insan düşmanlığı sığınmacı, ekonomik göç, savaş kaçakları, Türk - Müslüman, İslam düşmanlığından filizleniyor. Bulgaristan’daki sol ve sağ ırkçılık da aynı temel üzerinde dallanıyor ve artık seçimde % 15 oy alabiliyor, birbirine sarmaşmış, kardeşleşmiş büyüyorlar. Ama olur mu böyle şey, sol faşizm ile sağ faşizm nasıl olur da sarmal dolaş olup, kardeşleştik bayrağı dalgalandırır? Birinci Dünya Savaşı’nın patlayışını hatırlayın. Rusya’da Bolşevizm tarzında vücuda getirdiği yapılanmayı düşünün. Bolşevizm teorisi ihtiyaçları karşılayamadığı ve halkı refaha götürecek şekilde uygulanabilecek olmadığından ötürü faşizm zuhura geldi. Stalin de Yahudileri Sibirya’da tuttu, Kırım Tatarlarını sürgün etti, o da Tam Hitler kadar yani 25 milyon insanın canına kıydı, savaşa kurbanı etti. 1942’de Bulgaristan da faşist birt devletti. O günden bu güne kadar artık 3 kuşak halka uygulanan zulüm bugünkü bekasını belitliyor. 2 milyon kişinin 100 Euro’dan az bir gelirle geçinmek zorunda olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Halkın nefes alabilmek için, üzerindeki geçim yükünü azaltmak için her şeye razı olduğunu, kıvranıp durmaktan kurtulmak istediğini, ne yapacağını şaşırmış olduğundan her çareye başvurduğunu ve “seçin beni emekli maaşlarınızı yarın 1000 leva yapıyorum” deyene gözünü yumarak oy vermeye hazır olduğunu görmeyen kor, işitip de anlamak istemeyen sağırdır. Burada Doğuculuk-Batıcılık ar-


Makale ve Analizler - 2016

117

tık geçersiz akçe olmuş. Parayı basan kazanıyor. Hitler iktidara böyle gelmişti. Bulgaristan’daki durum son derece tehlikelidir. Olaya bir de dış siyaset açısından bakalım. Faşistliğiyle sivrilen “Ataka” şefi Siderov, popülist propaganda yaptığı için Bursa’dan da 500 oy almıştı. Siyasette yalnız uç fikirleri izleyen seçmen, “önemli olan Bulgar’a kötülük etmek zihniyetiyle” düşündü için, faşist partiye oy verdi. Ezilen adam üzerindeki çizmenin Batı çizmesi mi Rus çizmesi mi olduğuna bakmaz. Canı çıkmadan kurtulmak ister. Bu ruh halini sömüren Siderov dış politikada 2 istem birden öne sürüyor: Önce hemen Avrupa Birliği’nden (AB) çıkalım, Kırımı tanıyalım, Ukrayna’nın Rusya’ya ait olduğuna da “evet” diyelim, Rusya’ya uygulanan ambargolardan sıyrılalım ve Moskova yıldızının parlaklığıyla ısınalım. Bu siyaset Rusya’nın Balkanlara geri dönme planlarına uygundur. Bu hedefle geçen ay Moskova Karadağ askeri darbe yapmayı bile denedi. Öte yandan bir Bulgaristan, Yunanistan Bosna-Herzeg ve Karadağ dörtlüsüyle bölgeye çöreklenmek için hasıraltından su yürütüyor. Ekonomik olarak Bulgaristan’ı zaten oligarşi pençesinde boğuyor. Bu gelişmeler 2005’ten beri birikim yapıyor ve ekonomik tabandan siyasi zirveye sıçramak için yol açmaya çalışıyor. Siderov’un Sofya meclisinde ben başbakan olmak istiyorum sözleri ancak, böyle algılanmalıdır. İkinci olarak, aşırı sağ-sol bileşimi Bulgaristan’ı NATO askeri paktından söküp çıkarmak istiyor. Rusya’ya karşı koyma cephesinde olmak istemiyorlar. Bu planlar yeni Başkan Trump’un ben “biz bundan böyle NATO masraflarını çekmek istemiyoruz” gibi sözleriyle ve Trump-Putin yakınlaşması ortamında Avrupa işlerinin Avrupalılara bırakılması havasına da uyuyor. 500 milyon insanın yaşadığı Batı Avrupa kıtasında 50 bin askeri güç var, NATO’nun ABD kanadının Güney Doğu ve Baltık bölgesinden alınması, durumu Rusya lehinde değiştirecektir. İşte bu sebepledir ki, bu siyasi değişim dalgasına engel olan Fransa Cumhurbaşkanı Olandın Nisan ayına, Almanya Başbakanı Bayan Merkel’in de Ekim-Kasım seçimlerinde siyasetten ayrılacağı iddia edilirken, Bulgaristan ile ilgili “Moskova Sofya Meclisi bileşimini bütünsel olarak satın alabilir mi?” yazıları çıktı. Yeni durum budur. Türk demokratik aydınların birleşmesi ve halkı bilgilendirmesi zamanıdır. Bulgaristan Türk ve Müslümanlarının parçalanma, bölünme ve küskünlük nazı yapmalarına son verip, Ahmet Doğan gibi Moskova ajanlarını siyasetten çaktırıp dizginleri ele alma zamanıdır. Türkiye’deki soydaşlarımız arasında bir gerçekten uyanış baş gösterdi. İzlenen yeni tabloda tek Federasyon’da birleşme


118

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ve bir milyonluk bir güç olma ve umutsuzluğa kapılanları da sele katıp durumu değiştirme zamanıdır. Bunu yapmazsak, faşizm çan çalıyor. Arkadaşlarınızla Paylaşmayı unutmayınız.

En Yüksek Nitelik İnsandır

Neriman Eralp Kalyoncuoğlu-20.Kasım.2016

Daha isabetli bir ilerleme yoluna yönelmeliyiz. Son zamanda üzerinde en fazla kafa yorduğum konu, toplumsal çöküşün temelindeki sorunudur. Sosyalist Bulgaristan’da 15 bin irili ufaklı sanayi tesisi vardı. Faşizm zamanından miras, Kırcaali Kurşun Çinko Fabrikası, Pirdop Bakır İşleme fabrikası, 18 tütün fabrikası ile Plovdiv, Sofya ve Ruse gibi şehirlerdeki eğirme, bükme ve dikme tesislerinden ötesi küçük işlik ve dükkândı. 1944 ile 1989 arasında kurulan ağır sanayi, makine yapım, petro-kimya üniteleri, tarım ürünlerini işleme - konser ve tekstil fabrikaları sanki bir sihirbazın çubuğuyla yok edildi. Faşizm döneminde olduğu gibi sosyalist Bulgaristan’da da fikirden ürüne uzanan sanat eserleri yaratamadık. Üstelik dedelerimizin ve babalarımızın elle gördükleri işleri makineleştirerek seri üretim haline getiremedik. Toprağı kara sabanla süren dedelerimizin babalarımıza miras bıraktığı pulluk Alman, 1970’lerden sonra tarımsal üretimimizi belirleyen traktör, biçerdöver ve pompalar da Rus malıydı. Bizim yapabildiğimiz ancak bu ihraç ettiğimiz üretim araçlarının bozulan parçalarını değiştirmek, ayar onarım işlerinde kilitlenmişti. Son dönemde Dobruca ve Trakya gibi düz ovalarda sesi pek işitilmeden sürüm, kazım, hasat işleri yapan makinelerin bakımını yapan uzmanlar da dışardan gelmiştir. Hayvancılık dalında da Avrupa Birliği yatırımlarıyla bina edilen tesislerde su yem, ahır temizleme gibi işler elektronik sistem düğmesine bağlanmıştır. Ne var ki biz son 25 yıllık açılımda Bulgaristan’ı tarım sanayi ülkesine taşıyan bir niteliksel değişim izlemiyoruz. Bu yazımda sizlere, dünya ilerleme hamlesinde öncü olan Japonya’nın ilerleme raylarına oturma tarihçesini anlatmak istiyorum. Bugün Batı dünyasının bile şapka çıkardığı Japonya mucizeyi nasıl yakaladı?


Makale ve Analizler - 2016

119

Kuşkusuz insanlar bir şeyi birkaç defa icat etmediklerine ve bilim ve sanatta bugüne ışık tutan icatlar Avrupa’da yaratıldığına göre, onlar Batı’dan aldıkları bilim ve sanatları sanayiye uygulamada, zekâ ve bilgilerinin derecesine göre bazı önemsiz değişiklikler yapmışlardır. Japonların en büyük fazileti, Batı bilim ve sanatını az zaman zarfında alarak, uygulamada başa5rı göstermelidir. Burada sorun, onlar o bilim ve sanayi nasıl aldılar? İşte mesele buradadır: Bundan 60 - 70 yıl önce, İkinci Dünya Savaşından sonra, Birleşik Amerikanın batı yakasında, özellikle Kaliforniya’da kurulan fabrikalarda çalışmak için işçiye çok ihtiyaç vardı. Amerikalıların her türlü bilim ve sanayileri, öğretmen ve mühendisleri bulunduğu halde işçileri yoktu. Amerikan hükümeti dışardan işçi getirmek için değişik kolaylıklar göstermeyi kararlaştırdı. Hatta dışardan gelecek işçileri Amerika’ya taşımak için parasız, göçmen gemileri tahsis etti. Amerika’ya gelecek çalışma hevesli herkese yapabileceği bir iş tedarik edeceğini, Çin’de ve Japonya’da resmen ilan etmişti. Japonlar bu fırsattan istifade ettiler. Ailece Amerika’ya göçe başladılar. Bunların büyükleri fabrikalarda çalıştıkları halde, küçük çocukları okullara devama başladılar. Aynen Amerikalı çocuklar gibi öğrenim ve eğitim alıp yetişiyorlardı. Yaklaşık 8 - 10 sene içinde, 2 milyon kadar Japon Amerika’ya göçtü. Aynı zamanda Amerika’ya 5 milyon Çinli de göç etti. Çinliler okyanus ötesine sadece para kazanmak için gidiyorlardı. Günlüklerinden arttırdıkları parayı biriktirerek memleketlerine dönüyor, eğitim gibi hususlara önem vermiyorlardı. Özellikle işaret edilmesi gereken nokta, Avrupa ve Amerika sanayi ve bilimi Çinlilerde pek heves uyandırmamıştı. Birçokları mükemmel sanayi ustası olsalar bile, bilime ve sanata karşı ilgisiz oldukları ortadaydı. Bu fırsattan Japonlar tamamıyla başka bir şekilde yararlanmayı başardılar. Japonları derin bir şekilde araştırmış olan bir İngiliz araştırmacı diyor ki: “Her Japon’un kalbinde bilgi edinmeye ilişkin çok arzulu bir aşk ateşi yanmaktadır. Japon her yerde bilgi edinmeye çalışır. Hatta kesin ölüm korkusu bile bir Japon’u bilgi edinmeye çalışmaktan alı koyamaz. Bu uğurda her türlüğü zorluğa göğüs gerer, amacına ulaşmak için her çareye başvurur. Her türlüğü fedakârlığı tam bir sabır ve metanetle kabul eder.” İşte Japonlardaki bu özellik ve bu hırs, onları Amerika’da gördükleri bütün ilim ve sanayiyi tâ esasından öğrenmeye sevk eder. Çocukları Amerikan okullarında bilim ve sanatların teorilerini öğrendiği sıralarda, büyükleri de gündüzleri fabrikalarda, madenlerde, tarlalarda çalışır, geceleri evlerinde gündüzleri yaptıkları işlerin teori ve esaslarına vâkıf olmak için göz nuru dökerler, zi-


120

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

hinlerini sarf ederler. Böylece Amerika’da tahsil görmek suretiyle geçirilen 20 25 yıl Japonlara iki tür insan yetiştirmişti. Biri, hem teori ve teknolojik hem de iş üstünde ustalaşmış ve uygulayıcı bilgiye sahip mühendisler uzman kişiler yani kimyagerler, jeologlar, maden mühendisleri, mimarlar, makine mühendisleri, gemi inşa mühendisleri, astronomlar, iktisadi ve mali bilimlerde uzman kişiler, elektrik mühendisleri, fabrikatörler, şimendifer yolu mühendisleri, köprü yapım mühendisleri, ray mühendisleri, doktorlar, cerrahlar, laborantlar, cerrahi aletler imal ediciler, göz ve ışık mütehassısları, rasat aletleri imal edicileri, gemi kaptanları, top ve tüfek imali mühendis ve ustaları, piyano ve müzik aletleri fabrikatörleri, muhtelif dokuma eşyası imalatçıları ve bunlar için makine imalatçıları, kara ve denizler için harita yapan mühendisler, kağıt ve kurşun kalem imalatçıları, telefon ve telgraf mühendisleri, onlara ait makine ve imal edicileri, camcılık, seracılık ustaları, meşrubat imalatçıları, mücellitler, gazeteciler, matbaacılık ustaları, sebze ve çiçek bahçıvanları, halıcılar, nakkaşlar, kibrit ve ateşle ilgili sanayi ustaları, makine ile kundura üreten ustalar, saatçiler, kuyumcular ve daha nice bin türlü sanayi mühendis ve ustaları. Diğeri de bu mühendis ve ustaların tertip ve tanzim ettiği planlar üzerine, bilfiil makineleri, binaları, köprüleri, gemileri, fenni aletleri, tezgâh ve takımları imal eden işçilerdir. Ne zaman ki, Japonya’da fabrikalar kurulmaya başlandı, Amerika’da hazır yetişmiş olan bütün Japon mühendisler, ustalar, sanatkarlar Japonya’ya dönerek fabrika binalarını yaptılar ve icap eden fabrikaların Amerika ve Avrupa’dan ithal, bazılarının doğrudan doğruya memlekette imal edilerek, mahalline kurarak, işletmeye başladılar ve böylece sanayiye ve medeniyete ilişkin bilgiler Japonya’da oluştu. İşite görülüyor ki, bu bilgileri, ustalığı ve sanayiyi, Japonya kendisi yaratmadı, Amerika’dan ve Almanya’dan aldılar. Bizim işçilerimiz de Bulgaristan’dan Rusya’ya, Komiye orman kesmeye, Sungur’a gaz poru hattı döşemeye gittiler, inşaatlarda çalıştılar, ama kazandıkları paralarla Türkiye’ye göçe zorlandılar. Öğrenilen hiçbir işe yaramadı. Bulgaristan’daki Rus fabrikalarında çalışan işçiler de robotlaştırılmıştı, yaptıkları işin neye yaradığını, hatta dünyanın en büyük denizaltılarına parça üretseler de, bu işin bilincinde değildirler. Bunun için çöktük ve düştük. Ve bütün Bulgaristan’da aynı manzarayı görüyoruz. Bugün ekmek parası için Avrupa’ya akım var. Ne ki bu örgütlü bir akım değil. Herkes kendi derdine çare ayıyor. Yılda Bulgaristan’a 860 milyon Euro gönderenler, memleketteki yakınlarını yaşayabilmelerine yardım ediyorlar. Bizim Dobruca’da dönüm başına 550 kilo buğday aldığımızda bayram ediyoruz. ABD


Makale ve Analizler - 2016

121

ve Batı Avrupa bizimkilere göre çok elverişsiz olan şart6larda 1100 kilo organik buğday almaya başladı. Bizim tarım ülkesi olabilmemiz için tarım üniversitelerinin yenilerine ihtiyacımız var. Avrupa’ya kaçan ve üniversite seçmekte zorlanan gençlerimizi yönlendirmemiz gerekiyor. Şu an biz Bulgaristan Türkleri en modern donanımlı 1000 uzman üniversiteli yetiştirmeden ilerleme yolunda bocalamadan zor kurtulacağız. Partilerimizin, derneklerimizin vakıflarımızın el ele verme ve yepyeni yollar ararken birleşmeleri zorunlu oldu. Bir sonraki yazımda, Bulgaristan’da devletin dini eğitime ve ezbercilikle gençlerimizin körleştirilmesine neden olanak tanıdığı ve olumlu baktığı, neden özellikle dilimizin yasaklanması üzerinde durulduğu üzerinde durmak istiyorum Okudunuzsa lütfen arkadaşlarınızla paylaşınız.

Bulgaristan Eski Moskova Büyükelçisi: İlyan Vasilev

21.Kasım.2016

BG gazete Tercümesi İki sandalyede oturmak isteyen Rusçu - yurtsever Cumhurbaşkanı Radev! Bulgaristan eski Moskova Büyükelçisi: İlyan Vasilev Bulgaristan tarihinde çok çarpışmalar oldu fakat bunların hepsinin üstünde olan birisi var. Bulgar Uyanış Çağı komitaları tarafından başlatılan ve bugüne kadar noktalanmayan Bulgaristan’ın bağımsızlık davasıdır. Bulgaristan’da olup biten olayların senaryosu yabancıdır. Yabancı güçlerin, Boyko Borisov hükümetince gerçekleştirilemeyen reformlarından biriken olumsuz seçmen enerjisini başarılı bir şekilde biçimlendirdiği konusunda daha önce de defalarca uyarılarda bulunmuştum. Ve aynı güçler ülkedeki idesel “ajanların” siyasi isteklerine ve hırsına basarak, Bulgaristan Cumhuriyeti’nin NATO ve Avrupa Birliği (AB) den kopma senaryolarına


122

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

hayata vermeye çalışıyorlar. Şu anda, Bulgar toplumunda ezici çoğunluğu seçim sonuçlarına göre oy kullanmış olanların üçte ikisi - Batı’dan ayrılma sorununun doğrudan doğruya politika sahnesine konmasının iktidara oturma davasında kendilerine zarar vereceğini bildiklerinden, Avrupa - Atlantik karşıtlığını gizli tutuyorlar. Olayın özü şudur. Kullanmamız gereken terim: Bulgaristan’ın Rus Ortodoks Uygarlık alanına geri çevrilmesi stratejisinin gerçekleştirilmesi. İktidara el atmak ise, bu stratejinin yengi kazanması için gerekli olan temel araçtır. Perde arkasında, Bulgar siyaset adamlarının ve Rus etki ajanlarının katılımıyla iyi finanse edilen şemalar yürürlüğe konuyor ve konmaya devam edecektir. Ben daha önceki yazılarımda, General Rumen Radev’in Cumhurbaşkanlığı adaylığının Moskova’da “sorumlu kişilerle” Bulgar Sosyalist Partisi (BSP) yetkilileri arasında defalarca görüşüldüğünü, bu arada Cumhurbaşkanlığı seçimlerini yürütme planının müzakere edildiğini yazdım. Bu temaslar ve danışmalar Bulgar hükümetine yapılan atamalarla ilgili de her zaman gündem konusudur. Bundan birkaç gün önce, BSP lideri Bayan Korneliya Ninova, seçilen Bulgaristan Cumhurbaşkanının Moskova görüşmelerinde masaya yatırılmadığı konusunda TV programında ve basın önünde doğrudan doğruya yalan söyledi. Cumhurbaşkanı Putin’e bağlı Stratejik Araştırmalar Enstitüsü Müdürü Leonid Reşetnikov’un son TV demecinde bu konuda gerekli deliler yer almıştır. Bu delillerin tahlilinde, Rus faktörü ve onun ülkemizdeki temsilcileri arasındaki ilişkiler de bu arada, Bulgar ulusal güvenliği için çok önemli süreçlere ışık tutuluyor. Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) ve liderinin hainliği. Bu öyle bir hainliktir ki, ancak “ulusal çıkarlar ve ulusal güvenlik” tanımına girer. Bu, Plevneliev’in Cumhurbaşkanlığından uzaklaştırılmasıyla başlayan, General Radev’in Cumhurbaşkanı seçilmesiyle devam eden ve önümüzdeki yılın başındaki erken genel parlamento seçimlerinde iktidarın değiştirilmesiyle şimdilik noktalanacak olan Bulgaristan’ın geri döndürülmesi sürecidir. Bu gelişmeye asla inanmak istemeyen vatandaşlar bile BSP lideri K. Ninova ile Rosofillerin bu süreçteki rolünü ve onların Moskova ile göbek bağı olduğunu anlayabildi. Rusya Federasyonu dış istihbarat dairesinde bilgilendirme sorunlarını yıllardan beri yöneten, Bulgaristan ve Balkan ülkeleri sorunlarından sorumlu, Stratejik Araştırmalar Enstitüsünden Orgeneral Reşetnikov’un demeci birçok ipucunu ortaya koydu. Rus istihbaratı için çalışan 200 kişiyi bizzat yöneten, Rusya Federasyonunun “irdeleyen kalkanı” olarak bilinen, Dış Casusluk Merkezinin Sekreteri Reşetnikov’tur. Bu enstitü, Cumhurbaşkanı makamına gerekli bilgileri toplamakla birlikte, Rusya Federasyonu Dışişleri Bakanlığı ve Cumhurbaşkanlığı


Makale ve Analizler - 2016

123

Konseyine gerekli bilgileri de sunuyor. Kuşkusuz Rus istihbaratı ile Rusya resmi kurumları arasındaki en büyük ve önemli analiz bağlantısı bu enstitü tarafından sağlanıyor. Özellikle Bayan Ninova gibi şahıslarla olmak üzere, Bulgar politik temsilcileri ile General Reşernikov arasında yapılan her görüşme, hele de Bulgaristan içindeki siyasi süreçlerle ilgili olduğunda, Bulgar aksi istihbaratı ve dış ülkede yapılmışsa Bulgar dış istihbaratı tarafından izlenmelidir. Bu temaslarıyla ilgili Bayan Ninova bilgi vermekten kaçtığında şüpheler alıp yürüyor ve yayılıyor. Bayan Ninova ya da eski Cumhurbaşkanı Pırvanov’un Moskova ziyaretlerinden döndüklerinde veya Rus istihbaratından General Reşetnikov düzeyinde yüksek düzey bir yetkilinin ülkemize yaptığı ziyaret ve görüşmelerinden sonra beyanda bulunulduğunu, demeç verildiğini aranızda hatırlayan var mı? Yoktur, olmayacak da! Çünkü bunlar, Bulgar siyaset yaşamında anahtar rolü olan kişilerin niyet ve eylemlerinin, politik özün gizlendiği olaylardır. Şimdiye kadar açıklananlardan ve son aylarda ülkemizde meydana gelen olaylardan anlaşıldığına göre, BSP ve ABV gibi partilerin biz başardık diye böbürlendikleri olayların ortaya koyduğu üzere, Rus istihbaratıyla birlikte çizilmiş ve uyumlaşarak uygulanan Bulgaristan’ın politik yönelimini değiştirme operasyonu geçekleştirilme aşamasındadır. Bayan Ninova, son demeçlerinde Moskova’da iyi karşılandığını ve “dengeli” siyaset yürüttüğü için Washington’da da iyi karşılandığını defalarca söyledi. Burada gerçekler gözle görünen uzaklıktadır. Bayan Ninova Washington’a özel ziyaret için gitmiş, resmi makamlar tarafından karşılanmamış, kendisiyle görüşme yürütülmemiştir, Moskova’da anlaştığı konularda Bulgaristan’da eyleme geçmiştir. Bayan Ninova’nın temaslarında ve beyanlarında iki dip olduğu dikkati çekiyor. Önemli olan şudur: O, Moskova ziyareti esnasında, General Radev’in seçim zaferini geliştirirken, yeni aşamada, Bulgaristan’ın NATO’dan çıkması konusunu da masaya yatırmıştır. Olayların gelişmesinde bazı incelikler şunlardır. Bir defa Rus istihbaratından Gen Reşetnikov ile BSP lideri Ninova arasındaki ilk görüşme bu yılın Ağustos ayında yapılmıştır. Bu görüşmede, Ninova’nın BSP Başkanlığına seçilmesi tezgâhı kurulmuştur. Şimdi de erken genel seçimlerden sonra Başbakanlığa getirilmesi planları çiziliyor. Halen özellikle Bulgaristan’ın Avrupa Atlantik yöneliminden vazgeçmesi ve Rusya’nın kucağına oturması konusundaki demeçlerin çok dikkatli verilmesi, halkın kuşkulandırılmaması konularında da mutabakat sağlanmıştır. Rus Gen Raşetnikov, konuya ilişkin TV konuşmasında, Boyko Barisov’un “korktuğunu” ve “paniklediğini”, istifasını hemen sunduğunu ve elde edilen başarının Rusya” için bir “ara zafer” olduğunu, daha birçok benzer başarılara


124

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

imza atılacağını söyledi. Rus Generalin, Stalin sözlüğünden olan “amansız olacağız” kavramının gerçek anlamında, Avrupa ve Atlantik siyaseti taraftarlarına karşı çok sert davranılacak, devletin ve toplumun tüm bünyesinden sökülecekler ve onlarla hesaplaşacağız dehşeti var. Bulgar ulusunu “birleştirmek” isteyenlerin sinsi planları ortaya çıktı. Hafif yürekliler alışsınlar. Sibrit savaşın zehirli oklarını Bulgaristan’a çeviren Moskova’nın “perde arkası” kadrolarının ağzından kulaklarınıza çok daha sert tehditler gelecektir. Aslında bu olayların kulisleri hep perde arkasında kalır. Fakat bu defa Gen Radev’ın büyük zaferi onları konuşturdu ve kem gözlerden uzak kalması gereken süreçler üstüne konuşmalarına vesile oldu. Söylemek istediklerimin herkes tarafından kesin anlaşılabilmesi için yineliyorum: Bulgar siyaset adamlarının, ulusal siyasi örgütlerin, yarı askeri örgütlerin katılımıyla son hedefinde NATO ve AB’den çıkmamız olan, Bulgaristan’a karşı bir plan uygulanıyor. Görüldüğü üzere bu planın uygulanmasına yalnız Bayan Ninova değil, başka siyasi temsilciler de faal olarak katılıyorlar. Gen Radev’in seçim kampanyası sözde çok mütevazi olarak gösterilse de, işsizlerden gelen “bağışlar” vb. kaynağı bilinmeyen paralarla çok pahalı bir eylem gerçekleştirildi. Bu paraların kaynağı sizleri de düşündürmüş olabilir. Bu kampanya, Bulgaristan’daki Rusya taraftarları ağı tarafından ve onların bilinmeyen kaynaklardan aldığı paralarla örgütlenmiştir. Kremlin ödevleri: Verilen demeçlerden anlaşıldığına göre, Bulgaristan operasyonun ikinci aşamasında erken parlamento seçimleri ve majoriter seçim sisteminin uygulanması yer alıyor. Sağ siyasetçiler arasında kavga kışkırtıp onları birbirine düşürmek, sağ alanda zayıf noktalara nifak sokarak, Borisov’u yeni yanlışlar yapmaya kışkırtarak ve birçok yeni olumsuzluk yaratarak, yarım yıldan sonra BSP ve DPS partilerinin çoğunluk sağlayacağı bir Sofya parlamentosu seçtirmek. Demek oluyor ki, Bulgaristan’ın Avrupa ve Atlantik yönelimli siyasetten vazgeçirilmesi ancak Bayan Ninova gibi siyasetçilerin iktidara gelmesiyle mümkün olabilir. İnanmıyorsanız, sosyolojik araştırma ajanslarının yayınlarına bakınız, Nisan başına kadar BSP partisinin GERB’i arkada bırakması hedefleniyor. İki ay önce, GERB’in her adayının seçimi kazanacağını iddia edenler, birden bire oy makinesi bozuldu, demediler mi? Son demeçlerinde, Bulgar Rusofiler, Bulgarların Asya’dan geldiklerinden dolayı, Bulgar ulusunun Ortodoks Rus Uygarlığına ait olduğunu tekrar etmeye başladılar. Bulgar yurtseverlerinin tepki gösterdiğini hiç gördünüz mü?


Makale ve Analizler - 2016

125

Bulgar tarihinde birçok çarpışma olmuştur. Bunlardan en büyünü – Bulgaristan’ın bağımsızlık mücadelesini Bulgar Uyanış Çağı kahramanları başlatmıştı ve bu mücadele henüz noktalanmadı. Bu analiz yazısını kaleme almamın nedenine gelince, Bulgaristan’daki Avrupa Atlantik siyasetinden yana olanların pek çoğu bulutların iyice karardığını henüz göremiyorlar. Uyarıyorum! Faktor Bg

Gelecekten Randevu İstiyorum

Şakir Arslantaş-21.Kasım.2016

Hedeflerinde bizi medeniyetimizden koparmak var. Beni sabah okula gönden dedem “irfan getir” evladım diyordu. İrfan sözünün bilgiye, anlayışa, kültüre ulaşma, olayların iç yüzünü açıp özünü görebilme, yaşadıklarımızı zekâ ile yoğurma ve arayıp doğru yolu bulma olduğunu öğrenene kadar yıllar geçti. Köyümüzde yaşlıların sözleri hakikat olarak kabul edilirdi. Arkası, gerekçesi aranmazdı. Okul torbamı zor taşıdığım o yıllarda “irfana randevu verdim” ve gençliğim okumakla geçti. Bu günümü belirleyen de o yılların çizgileridir desem yalan olmaz. Fakat ben o zaman hayatı bir düz yol gibi görüyordum, bizim oraların yolları gibi, çamurlu, karlı, donmuş olabilir ama hep düzdür. Gelecekten randevu istemek aklımdan geçmemişti. Şimdi 50 yıl geriye dönüp baktığımda kafam karışıyor ve başım şişer gibi oluyor... Bu uzun yolda ilk vardığım sonuç, biz çocukların medeniyet anlayışının harman yerinde çelik oynarken, birlikte koyun kuzu güderken ya da derede balık tutarken başladığını anlamaya çalışırken de birçok yıl geçti. Türk çocukları olarak birlikte oynamamız, hatta kızlar bahar çiçeklerinden taç derlerken birlikte şarkı söyleyişleri, güle şakalaşa geçen vakit bile bizim ait olduğumuz kültür ortamında önemli bir ilmikti. Bakışarak tanışıyorduk. Hatırlanmak istemediğim olaylar, yıllar olabilir. Hayatımıza davetsiz misafir gibi gelen gelişmeler damga vurmaya çocukluk yıllarında başlamıştı. Bunlardan biri dedemin beni Cuma namına götürmekten nedense vazgeçmesiydi. Olayı anneme açtığımda “bir bildiği vardır” sorma demişti.


126

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Kızlarla atışırken, iğneli konuşurken okul dilini değil anadilimizde konuşuyorduk. O yıllarda okulda bizi kendinden kaçan, kendi kimliğini yadsımaya zorlayan bir sihirli güç vardı. Etrafta eli sopalı dolaşmasa da, ders kitabı sayfalarından, kütüphanelerdeki kitap raflarından, seyrettiğimiz filmlerden, izlediğimiz tiyatro oyunlarından bizi izliyordu. Boylandıkça filizlenip oluşan Türk kimliğimiz sanki içimize sıkıştırılıyordu. Giyim kuşanışımıza, yürüyüşümüze, kitap defter dolu köylü okul torbama sinmiş ve beni başka biri yapmaya çalışan bir sihirli güç vardı. Bizim köyde kilise yoktu. Çan sesi desem değildi. Ben yüzleşmediğim o varlığın baskısını bugün de hatırlıyorum. Belleğimin çok derinlerine sıkışmış, diş çekildikten sonra derinde bir yerde kalan bir kök kırıntısı gibi, az sızlasa, dilinle yoklarsın, her yokladığında ordadır, öyle bir şey işte... Türkiye’ye göç ettiğimizde unuturum diye düşünsem de nafile, insan hafızasını yerinden çıkarıp çamaşır makinesinde yıkayamıyor, memleket değiştirmekle de bir şey değişmiyor, içindeki iyi ve kötü ömür boyu hep orada... En iyi koku insan kokusudur. Köydeşlerimin kokusu hep genzimde! Gençliğimden arkadaşlarımın, cilveli kızlarımızın narinliği, bakışları, şafak parlayışı gibi parlayıp sönmeleri hep hayalimdedir. Bizim oralarda hayat denilen şey, manevi kuvvetimizin inkişafından kaynıyordu. Dedem uygarlık sözünü kullanmasa bile, “bizim medeniyetimiz var evladım,”derken başımı sıvazlar, “o bizim hayat ağıcımızdır” eklerdi. Durup durduğu yerde, “sen evladım, hak yolunun madde ile mananın tam ortasından geçtiğini görene kadar oku. İstidatlısın ve fazileti bulacaksın” derken de, onun tütün kokan nefesini içime çekiyor ama tam olarak ne demek istediğini kavrayamıyordum. Yıllar geçti ve özellikle 1980’li yıllarda biz çok duygusallaştık, bizim olanı bizden almaya çalışanlara başkaldırdık. Bu mücadelede yalnız manevi hudutlarımız içindeydi, hiçbir kimsenin ne de devletin hiçbir şeyinde gözümüz yoktu. Savunduklarımız, dilimiz, dinimiz, kültürümüz, yaşayış tarzımızdı. Kısacası dedemin benim başımı sıvazladığı şefkatle ben de torunlarımın başını sıvazlamak istiyordum. Akrabalarımın da istediği daha fazla bir şey olduğunu söyleyemem. Yıllar geçince ve sular durulunca, bize yapılan manevi saldırıların hedefinde bizi vatanımızdan, topraklarımızdan kovmak ve varlığımıza konmak olduğunu anladım. Biz, varlığını kurtlara kaptırmış bir nesiliz. Ne yazık ki bizden öncekiler de öyle... Şu da var, maneviyat olarak teslim olsaydık, geleceğimizi yalnız maddiyata hasretseydik, gözle görülür elle tutulura sarılıp kalsaydık, birbirini yiyen bir kurt sürüsü gibi olurduk. Bulgarin bize saldırmasını tam da bu maneviyat eksikliğine bağlıyorum. Çok acı bir gerçek tabii. Halkımızın iradesi pusula ayarı gibi


Makale ve Analizler - 2016

127

olacağın özünü sezerek görebilen bir fazilete sahip ve bu özel nitelik bizim özelimizdir. Geleceğin bize randevu vermemesinin sebebi de burada gizleniyor, yerini bilirseniz tembelleşir uykuda beklersiniz, emekleyerek düşe kalka ilerlerken olgunlaşmayı akıl etmez, sabrı gücendirirsiniz diye korkuyor. Haberini birkaç gün önce aldım. Yattı yer nur olsun! Ali Rafiev Sofya’da vefat etmiş. Romanya’da yaşayan kızı gelip kaldırmış cenazesini. “Svoboda” semtinde cami ve mescit olmadığından, “Lülin” semt ibadethanesi ve “Banya Başı” merkez camii imamı, ölümünden önce art arda üç Cuma namazı kılmadığı için, üstadı dinsizler sayfasına katarak, bir Fatiha esirgemiş. İyi ki, Çingene mezar kazıcılar, bizim için her Türk Müslüman’dır deyip, mezarını kıbleye doğru kazmışlar ve kabristan duvarından düşmüş büyük beyaz taşlardan birini başucuna dikerek, ruhunu bir teneke su ile ebedileştirerek hayır işlemişler. Çiçek demetlerine de gerek kalmamış, sarı yeşil yapraklar el ele verip ölümsüzün kabrine çelen olmuşlar. Derin kökleri Kırım’da olan ve Silistreli olarak bildiğimiz, yüreği Tuna kadar büyük olan rahmetli Bulgaristan Türeleri’nin 1950 - 60’larda yeşeren aydınlanma ruhunu kanatlandırmıştı. 60 - 70 yıllık ezilmişlikten sonra öz kaynaklarımızdan öz kimliğimizle fışkırmamızın öncüsü oldu. Özgün kültürümüze ve medeniyetimize dönme yıllarında bizim için gelecekten randevu istemişti. Edinimlerimizi koruma mücadelesinde kavga ateşimizin özünde yer almıştı. Okullarımızı, liselerimizi, Türk dilimizde tedrisat yapan Sofya Üniversitesi fakültelerimizi savunma davasında en fazla ezilen oldu. Türkçüydü. Nüvvab bitirip, ateizm üstüne doktora tezi savunan, sonra camiye dönüp tövbe edenlerden farklıydı. Gelecekten randevu almış bizi doğru bildiği yolca ileri götüren aydın kardeşlerimizden biriydi. Bir insan doğmazdan önce ona sorsalar, varsa bir isteğin söyle deseler, bu kadar çileli bir hayattan sonra, her birimiz benden ne yaparsan yap ama medeniyetlerin çarpıştığı yerde bırakma derdi. Medeniyet savaşlarının yürütüldüğü topraklar ezgin, kuru ve sert olur. Sürsen sürülmez, eksen ekilmez. Rüzgârdan başka kimseyle sevişmez. O soru bana sorulsa, ben de aynı cevabı verirdim. Ne yazık ki, biz Doğu ve Batı medeniyetinin yüzleştiği ve birbirini kemirerek bitirmeye çalıştığı cephe hattında doğduk ve yaşadık. Ne Ali Rafiev’in ne de bizden olan başka birinin bu Doğu – Batı kapışması ateşinde odunu yoktur. Kültürel mirası 2 bin 500 cami ve mescitli bir memlekette doğmuşum. Ezansız topraklarda ölüyoruz. Ortodoks Bulgar’ın kiliseleri basık ve isli olsa da onlar kendilerini bizden Batılı sanıyorlar. Sevdalandığımız Avrupa medeniyet parlaklığına giden yolda bize gölge oluyorlar. Hem Doğu’nun hem Batının can çekiştiği geçen yüzyılda,


128

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

kendi yolunu bulmakta zorlanan Bulgar’dan çekmediğimiz kalmadı. Ne yazık ki, ait olduğumuz Doğu’nun öz ve biçim değiştirdiği ağır dönemde, Batının irfan matbaasından dökülecek kırıntılarla geçinebiliriz inancımız doğmuşken, tüm isteklerimizin bir de Bulgar filtresinden geçme zaruri yetinin belirmesi ve bize gelen ışığın bile tamamen kısılması, canımızı çok sıkıp yaktı. Hep parçalandık ve Doğuya kaçtık. Doğu’da oluşacak yeni medeniyetle mutlu olacağımıza inandık. Umutla dirilerek, ilerleme ve olgunlaşma çağlarının bizi bulmasını bekledik. Bizden olmayan ışık kırıntılarıyla aydınlanmak ve ısınmak zorunda bırakıldık. Aydınlanma beklerken körleştik. İşte böyle bir dönemde tüm çilelerimizle kavrulan önder Ali Rafiev gitti. Bir Türk olarak, bir Müslüman olarak, itfan ve huzur ararken ben “Bizim bir medeniyet makinesinden mutlaka geçirilmemiz gerektiği” masallarını çok dinledim. O sohbetlere katıldığım zaman, bizi gözlerine kestiren Bulgarlardan tiksindim. Batıyı görmemiştim. Jack London’un “Vahşetin Çağrısı”, “Deniz Kurdu”, “Ateş Yakmak”; Charles Dikens’in “Büyük Umutlar” vb eserlerini okurken de bir yerlere takılmamış, dede ocağından kaçıp bir yerlere gitmek, serüven peşine takılmak istemedim. Fakat bu tartışmalarda eksik bir taraf olduğunu hissediyordum: Şöyle ki: Kendimizi sevdirmek için onlardan kız alıp vermeliyiz deyenler vardı. Bu surette sarmaş dolaş bir medeniyet meydana getirme heveslileri sivriliyordu. Rahmetli Rafiev’in eşi de Bulgar’dı. Gençliği, okul ve üniversitelerde karma bir terennümle büyütmeliyiz deyenler Bu yolda önümüze çıkan en büyük taş, kültürlerin başına buyruk yaşamak istemesi, dinlerin de diyalogdan ileri adım atmak istememesi oldu. Bedenlerin birleşmesi, imzalar ve yeminler sorunlara çözüm değildi. Kim ne derse desin medeniyetlerin kaynaşmasından söz etmek yanlıştı. Bize öncelik tanınan zamanlarda, verilen her ödünün bizde alınan iki edinime tekâmül ettiği unutulmamalıdır. Ne Ali Rafiev ne de daha sonra gelen Bulgaristan Türk yöneticiler maskeli balo istememişti. Bizden olup da herhangi birisinin başımıza gelenlerin öncüsü olduğuna inanmıyorum. Ahmet Doğan gibi bacakları ve zihni dışarı bağlı ve kelepçelerini çözmeye gücü yetmeyenler hariç. Gelecekten randevu istemeden önce, binim kuşağımın yaşadığı medeniyetler kavgasında gelinen son duruma bir göz atalım. Halkımız eski haliyle yüz üstü bırakıldı. Ne yazık ki demokrasi şeklinde gelmesini beklediğimiz Batı medeniyeti bize ulaşamadı. Türk isimlerimizi korumak ve camiye gitmemek şartıyla Bulgarlığı kabul ediyorum diyenlere, ötekilere örnek olsunlar diye sağlanan olanaklar şöyle biçimlenmedi mi? Saraylara, deniz köşklerine, dağ evlerine taşındılar. Elbiseleri İngiltere’den, arabaları Almanya’dan yedikleri makarnalar İtalya’dan, tüttükleri purolar


Makale ve Analizler - 2016

129

Avusturya’dan, üzerinde çalışıyoruz diye maaş aldıkları kanunlar Fransa’dan, nargile tütünü Tahran’dan, Kahire’den gelmiyor mu? Buna barlardan seçtikleri kadınların yürek çarpıntısını da katınca Batı medeniyeti oluyor hayallerine kapılanlar tamamen yanılmadı mı? Karanlık ve tütün dumanından göz gözü görmeyen bir ortamda olanın emeli aydınlık ve temiz hava ise, biz onlardan iyiyiz. Son durumlar Bulgar kültürünü de mahvetmiştir. Kendini refah ortamında hisseden bir halk vatanını terk eder mi? Biz becerisiz ve faziletsiz bir milletin ortasında kaldık. Onların işitmek istemedikleri gerçek şudur: Sanatsız bir millet zengin olamaz, beraber yaşamak zorunda olduğu azınlıkları ezen bir miller başarılı olamaz, hiçbir kimseyle kaynaşamaz, hiç kimseyle rekabet edemez. İrfandan uzak yaşayanlar mutlaka ölmek zorundadır. Dünkü, bugünkü medeniyeti yaratan çalışan ve yaratan insanlardır. Yarınki medeniyeti de onlar bina edecektir. Bu sürecin durduğu yerde medeniyet biter. Başka millet ve azınlıklara zulmeden bir millet hayatta kalamaz, ya ölür ya da yok olur. Fakat bu mücadele katılan, tek düşen, zamanın değişmesiyle yalnızlığa itilen dava adamları son nefeslerinde bile bizdendir. Unutmayalım. Müslüman kabristanlığında tüm Türklere yer olmalı! Hayat akıyor. Akan suların durulacağına inandığım için, gelecekten randevu istiyorum. Arkadaşlarınızla paylaşmayı unutmayınız.

Doğduğum Toprak

Raziye ÇAKIR - 22.Kasım.2016

Biz Bulgaristan’daki tüm diğer azınlıklardan farklıyız. Biz Bulgaristanlı Türkler edebiyatı olan bir azınlığız. Şairlerimizden Durhan Hasan Hatipoğlu, 25 Mayıs 1937 yılında Bulgaristan’ın Hasköy ilinin Hocaköyü’nde (Rabovo) dünyaya geldi. Sofya’daki Türk Pedagoji Okulu’nu bitirdikten sonra (1955), Sofya Üniversitesi Doğu Dil ve Tarihleri bölümünden mezun oldu. Kırcaali’de öğretmenlik, tiyatro yazarlığı ve tiyatro müdürlüğü görevlerinde bulundu. Şiir denemelerini öğretmenlerin ve yerli sanat tutkunlarının takdir ve teşvikleriyle sürdüren Hatipoğlu’nun ilk şiir kitabı “İnsan


130

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Kardeşlerim” 1965’te Sofya’da yayınlandı. Şairin kaleme aldığı “Kel Başa Şimşir Tarak” (1967), “Kaleydeskop” (1980), “Fiş Fiş Efendi” (983) tiyatro oyunları Bulgaristan Devlet Tiyatrolarında Türkçe ve Bulgarca olarak oynanmıştır. Ayrıca düz yazıları, Bulgarca ve Türkçe çevirileriyle de tanınan şair 1985 soy kırımında görevinden alınmıştır. 1989’da zorunlu göçe tabii tutularak Türkiye’ye göç etmiştir. Bir sezon Trabzon Devlet Tiyatrosunda müdürlük görevinden sonra, İstanbul Beylerbeyi Hacı Sabancı Lisesi’nde Türk Dili ve Edebiyatı öğretmenliği yapmış ve emekli olmuştur. Yaratıcının “Kanlı Horon” ve “Yalancının Mumu” adlı tiyatro oyunu da mevcuttur. Şairimizi şiirlerinden bir demetle anıyoruz. Doğduğum Toprak Doğduğum toprak Sıcak bir ocak gibi buğulu. Doğduğum toprak Alabildiğine yaldızlı ve de kara... Şimdi bahar. Şimdi sular Enine boyuna Aldı yürüdü tomurlanan dallara. Yer ve gök – Bir renkte, Bir boya: Gökte evren, Yerde deniz, Ve biz Dorukların zirvesinden Seyrederiz Bu yerleri

Doya doya. Ürüm ürüm yalılarda Öbek öbek dağ köyleri Biz ölüsünü de bilirsiniz, Dirisini de Bu yerlerin. Rodoplar – Çocuksu rüyalarımda Bir yaprak tütün; Rodopla – Irmak ırmak dağlarıyla Çarpan kalbidir Memleketimin Rodoplar – Her çalısı, her çiçeği Sancımıza bir serrah; Rodoplar – Her taşının altında Gizleniyor bin macera!..


Makale ve Analizler - 2016

131

Ilık bir kızıllıkla Doğduğum toprak Rodoplara. Alabildiğine doruklu 1965 Ve de kara. Şimdi bahar, Şimdi bir rahatlıktır, basar (Totaliter Jivkov rejimi kurbanı Şair dostum Penü Penev’e) Saçlarını rüzgar taradı iskelelerde, Omuzlarında yıldızlar ışırdı kocaman, iri; Bir yıldırımlıktın sen yıldızların çarpıştığı yerde Gerili antenler örneğin, uyanık, diri. Şimdiyerin dibine doğru büyüyorsun. 1959 Vurdular Soykırım şehitlerine Vurdular, Gökyüzünden saf saf olup üç melek indi; Vurdular, Gözleri gülmek, elleri sevmek içindi. Vurdular, Kızıl bir karanfil açtı sol kaşının başında; Vurdular, Numaralı, prangalı, henüz yirmi yaşında. Yatıyor, Güdümlü bir mermi gibi yumulmuş eli; Yatıyor, Kınında bir hançer gibi ağzında dili. Yatıyor, Yıldız kaydı, izi kaldı göklerde; Yatıyor, Ebediyen mezarı var yüreklerde!


132

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) 1985 Göçmen Evleri

Toprağı, tozu rafta Dağılmış bak un gibi Ağlıyor göçmen evi Boşanmış hatun gibi.

Miyav, miyav, camında Feryat etti birisi. Sadık kalmış yurduna Baktım: Ev kedisi.

Yalnızlık dört tarafta Başlayıp bitmeyen düş; Susuyor göçmen evi Konu komşuya düşmüş.

Kapanmış, açılmıyor Kapısı koca taştan; Yummuş gibi yüzünü Komşulara utançtan.

Bir gariplik yüzünde, Tek katre gülüşe zar. Kaybolmuş neşe, zinde, Sanki canlı bir mezar!

Hali kalmış odalar Sesiz sessiz in gibi; Ağlıyor göçmen evi Kimsesiz yetim gibi. 1969

Köylüler Oturmuşlar bahçenin güneşten yana kısmına Ayrık tarlası gibi muşmul yanık yüzleri. Ah, siz bilmezsiniz köylüler... Sofraları gibi zengindir yürekleri Buğdayın yalazı, mısırın burçağı, yoncanın dili, Yaz altı ay dolarlar başlarına mendili. Ören’de alaf, Karabük’te gündöndü, Gemlikte tütün Anızda körelmiş bir orak gibi elleri. Günü bütün yağmuru konuşurlar. Yağmuru konuşurlar, içerler kahvelerini; Bilirim kalplerinin en ince yerini: Kızın çeyizi, gelinin duvağı, damadın potini; Benden sorun siz köylü milletini.


133

Makale ve Analizler - 2016 Gün doğurmazlar üstlerine bir ömür boyu, Kuşluktan önce açarlar radyo haberlerini: Viyetkong’ta harp, uzayda mekik, Filistin’de ölü, Leşleşmiş yatar Hindişin’de yarı çıplak köylü Dünyamız yine barut kokuyor derler. Barut kokuyor, derler, ,işe giderler. Oturmuşlar bahçenin güneşten yana kısmına, İlk göz ağrısı gibi severler ziraatı, ürünü; Kır işini, hayvanın hasanatın türünü, Düşündükleri hep iyilikten, güzellikten yana.

1971 yılından

Nerden Nereye?

Osman Bülbül-22.Kasım.2016

Doğru olan yol Batıya giden yol mudur? Dümene oturup Viyana’ya doğru yol alırken, aklıma önce Oxford ve Sarbonne gelir. Bulgaristan Türklerinden olup da İngiltere’de Oxfordu, Fransa’da da Sarbonne’yi bitirip memlekete dönen, dönüp aydınlanma ve dönüşerek ilerleme davamıza katkıda bulunan kimseleri bulamadım. Böyle birilerini bulabilseydim, kendileriyle dost olmak ve uzun uzun sohbet etmek isterdim. Paris varoşlarında “İnsan Hakları Hukuku” okuduğunu öğrendiğim HÖH milletvekili Çetin Kazan Beyin İstanbul NATO Asamblesinde Konsey üyeliğine seçildiğini öğrendiğimde biraz afalladım. HÖH partisi Moskofçuluk yaparken, bizim askerliğini yapmamış Çetin’i nasıl olur da NATO konseyine tıkarlar, bu adamın orada ne işi var? Gibi sorulara bir türlü yanıt bulamadım. Yoksa doğru olan her şeyin ters yapılması mı!? Yaşlandım. Artık olgunluk ve durgunluk çağında olsam da, ben dünyanın çok değiştiğini, katmerli gül, yaban gülün; armut ahlatın, bütün meyve ağaçları birtakım yaban ağaçların değişimi ile peyda olduğunu bilirim. Fakat asker kaçağı bir adamın NATO asamblesinde kimi temsil ettiğine cevap vermede de yavanım.


134

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Araç lastiklerimin şu an döndükçe ezdiği topraklar 1699 Karlofça antlaşmasıyla başlayan Osmanlı toprak kaybı çağında kaybettiğimiz topraklardır. Asırlarca süren geri çekilme askeri alanda geri kalmış olduğumuz için durdurulamamış, kaybettiğimiz topraklar buram buram burnumuzda kokmuştur. Unutamadığımız dağlar, bağlar, ırmak ve ovalara türküler yakmışızdır. Sürekli çözümler aramışız da, aradığımızı toplumumuzun kendi öz dinamiklerde, tecrübelerinde buldukça huzur bulmaya çalışmışızdır. Hain başı, Bulgaristan’da KGB istasyon şefi olan ve son seçimde Batıya bağlı olduğumuz halatların bazılarını kesmeye yeltenen Ahmet Doğan’a yakınlığıyla ün yapan Çetin Kazağın NATO Konseyine tıkıştırılması bana Osmanlı tarihinden bir dönemi hatırlattı. Ünlü Fransız Devriminin yapıldığı 1789 yılında tahta geçen III. Selim, bir taraftan Avrupa’nın gidişatından haberdar olmak ve Osmanlı’nın işine yarayacak hususları tespitmek etmek üzere Paris, Londra, Berlin ve Viyana gibi merkezlere elçiler gönderir, Fransa ile doğrudan temas kurarak kralla görüşmek üzere İshak Bey’i Parise yollar ve orada “her nevi ilim ve feni öğrenmesi” talimatını verirken, öte yandan Viyana büyükelçisi Ebu Bekir Ratib Efendiye Avrupa’daki ilmi ve askeri gelişmelerle ilgili rapor hazırlatmıştır. Diyorum ki, Bizim Kazak da Doğan üzerinden böyle bir Moskof emri mi aldı ve NATO’yu içinden çökertmeye mi gönderildi. Vay vay!... Memleket Bulgaristan olduğundan ve 1878’de başlıca Batılaşmak hevesiyle Osmanlı’dan kopmasına rağmen, demokratikleşerek ilerlemenin henüz emekleme döneminde olduğundan, bu ayın altısında ben de elimdeki kalemle “Olsun” işareti koyduğum için olacak halk oylaması aklımdan çıkmıyor. Beraberime aldığım “24 Saat” gazetesi, seçerken mutlak ekseriyet taraftarı olan usulü (majoriter sistem) Fransa’dan kopyalayacağımızı yazıyor. 210 ülkeden 89’u bu seçim sistemini kullanıyormuş. Makedonya ve Gürcistan bile bu sistemle seçiyormuş. Anayasa’yı da Fransa’dan kopyalasak ne değişir ki?! Rusçuk Beylerbeyi iken, dedelerimiz seçimlere “hitap”, oya “rey”, seçilene de “reis” demeye bile başlamadan önce, memleketimizin kökten dönüştürülmesinde pek fazla emeği geçen Mithat Paşa Sultan hükümetine Baş vezir olduğunda, Fransız Anayasası’nı tercüme ettirip Osmanlı toplumuna dayatmaya çalışmıştı. Bir değişiklikle yeni şekil alındığı vakit, yeni oluşanın mazisini içinde taşıdığını neden dikkate almadığına akıl erdiremiyorum. Yoksa biz bugün de “gül dikeniyle derlenir” noktasında mıyız? Son amacında komünist totaliter kemikleşmişliğin sökülüp hurdaya verilmesi olduğundan, İş Allah demekle yetiniyorum. Toplumun korku yaşadığını his-


Makale ve Analizler - 2016

135

setim. Aranan daha adaletli bir düzen olduğundan ve yine basına göre, 240 vekili Sofya meclisinin 231 vekilini ülkede, 9 ‘unu ise dış ülkelerde seçileceği ön tasarımı daha şimdiden hile kokuyor. Bizde majoriter seçim sisteminde bir vekil için 30 bin seçmen oyu gereklidir. Türkiye’de ve diğer dış ülkelerdeki soydaş ve gurbetçilerimizin bir milletvekili için 220 bin oy vermesi gerekecek. Adalet büyüt geçinden bakınca durum böyle. Türkiye’de 620 bin seçmenimiz var, en az 5 vekil hakkımızdır. Yeni bir mücadele başlıyor: Bu gidişle, halk dizginleri elinden kaptırmazsa, seçim ve halk oylaması yoluyla yani barışçı, uzlaşmacı yoldan hukukun gücünü kabul ettirmeyi zorlayabilecektir. Bulgaristan’da ezilen sefil kitleler değişiklikleri devrimci yoldan istese de, halk oylaması olacaksa evrimsel, uzlaşmalı ve barışçıl olsun dedi. Kuşkusuz bizde de parayı elinde tutanlar, paraya para demeyenler, para saçanlar, para dağıtıp oy satın alanlar var. Bunların bastığı büyük taşın adı – siyasi mafyadır. Onlar da hesap peşinde ve seçim sandığıyla işleri istedikleri yana yönlendirebileceklerine inanmış gibi davranıyorlar. Onların güçlü silahı sandıkta sahtekârlık yapmaktır. Ülkede oy kullanan 1 milyon ölü canlı olduğu, siyası yorumlara konu oluyor. Beraberimde getirdiğim gazetelerden birkaç alıntı tercüme etmek istiyorum: Bulgar kamu denetçisi Maya Manolova Meclise öneri sundu. Halkoylaması sonuçlarının hemen onaylanmasında ısrar ediyor. Meclisi Hukuk Komisyonu Başkanı, GERB milletvekili Danail Kirilov cevaben şöyle dedi: “Biz GERB olarak halkoylaması iradesini destekliyoruz. Üç sorunun üçü için de “evet” oyu kullanacağız. Temel sorun, ülkede ve dış ülkelerde bölgelendirme sorunudur. Dış ülkelerde verilen oylarla ülkede verilen oylar arasında uyum sağlanmalıdır.” Siyaset bilimcisi Antoniy Todor’ın bu konudaki fikri şudur: “Bu sistemin birçok varyantı var. Bizde tartışılmadı. Sistemin değişmesi gerek, fakat hemen değil. Değişiklikler hemen onaylanırsa, demokrasiye ters olur. Ülkede siyasi temsilliye bunalımı var.” Bilinen sosyologlardan Mira Radeva’nın görüşü: “Siyasi sistem değişirse trajik bir şey doğmaz. Majoriter seçim sistemi önerisi 2 turlu olduğundan, tehlike arz etmez.”


136

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

2017 başında kapı çalan erken seçim ateşi artık yakıldı. Türkiye’de ve Batı ülkelerindeki kardeşlerimize mutlaka ulaşmamız ve olayın siyasi özünü en anlaşılır bir dille açıklamamız, bol bilgi sunmamız ve onları dinlememiz gerekiyor. Büyük ekipler oluşturmak zorundayız. Dernek ve federasyonlara, BULTÜRK ve BG-SAM’ a büyük vazifeler düşüyor. Burada Avusturya’da mesafeler uzak, gurbetçilerimiz vardiyalı işlerde çalışıyor, dernekleşmede eksikliklerimiz var. her birimizin elektronik araçlar kullanmadığı da biliniyor, Hiç olmazsa bir iki gazeteyle kardeşlerimizin mekanlarına ulaşmamız gerekiyor. Şu bir gerçektir ki, ilgi çok büyük. Sosyal sistemi çökmüş, yasaları işlemeyen, adalet düzeni bozulmuş vatan toprağını anlatıyorum. Vatandaş sorunlarıyla baş edemiyor. Birçok yerde kepenkler kapanmış. Bu durumda tarihsel bakış açısı sorunu ortaya çıkıyor. Etnik azınlıklar kalabalaştı ve kendini içinden çıkma yolu olmayan ve derinleştikçe derinleşen yokluk içinde çekmeye mahkûm hissetmeye başladı. Siyaset alanında soldan sağa ya da ters dönüş sorun olmaktan çıktı. Siyasi tavrı kısa vadeli vaatler belirliyor. Avrupa Birliği fonları “bitti” denince umut nefesi kesildi. Brüksel’den para kopartmak için suni sorunlar öne sürüyorlar. 360 milyon Euro harcanan TürkBulgar sınırı tel yerine şimdi “ödesinler beton duvar” çekelim diyorlar. Gelirken Macar ikinci tel sınır duvarını resmettim. Adına “akıllı duvar” demişler. 170 km olan bu duvar ısı duyarlı ve gece kamaralı. Orban dikenli tel örgüye para vermiyor. Mahpushanelere tezgâh kurulmuş gece gündüz dikenli tel örüyorlar. 2015’te Macaristan’dan 400 bin sığınmacı geçmiş, birinci tel duvarın gerilmesinden sonra insan seli azalmış, ikinci tel setten kuş uçamıyor. Bulgar-Türkiye sınırına ikinci duvar fikri Bulgar mafyasının hoşuna gidiyor. Macaristan - Hırvatistan sınırına gerilen “akıllı duvar” Bizde çalı çırpı toplayanlar yabancı düşmanlığı ateşi yakıyorlar. Kapalı sığınmacı kamplarda iki yüzü uyuzlu, birçoğu hasta 12 bin sığınmacı var. Harmanlı kampında dışarı çıkmaları yasak 3 bin sığınmacı kalıyor. Onlar içerde dertleriyle kavrulurken şehirlerde sığınmacılara karşı protesto gösterileri düzenleniyor. Bulgaristan’da kaldığım günlerde, hele Borisov hükümetinin istifasını sunmasıyla “devlet var mı, yok mu?” tartışması kızışmaya başladı. Vatandaş Borisov’un


Makale ve Analizler - 2016

137

seçimi kaybedeceğini önceden bildiğini iddia ediyor. Bacakları sallantılı etnik barışın nefret patlamalarına neden olacağını savunanlar artıyor. Bir milyon çalışanın 2 milyon emekliye bakması imkânsız olan ülkemizde, gurbetçilere el açanlar her geçen gün artıyor. 2016’da Batı Avrupa, Kanada, Birleşik Amerika, Türkiye ve Avustralya gibi ülkelerden gönderilen 860 milyon Euro borç deliklerine yama olmuş. Yoksulların giderek daha sefil, zenginlerinse daha zengin olduğu bir ortam var. Yerli basın sıkça “devlet kurumları çalışmıyor” diyor. “Devlet yok” savının toplumdaki görünümü Sofya’da “Balgariya Oteli”, “Grand Hotel Sofya” gibi lüks tesislerin, bankaların, iletişim şirketlerinin kolayca el değiştirdiğinde alan kim, satan kim? Sen bu parayı nereden buldun? Gibi soruların asla sorulmamasında göze çarptı. Burada ana sorun yasaların işlediği bir ortam olmamasında, ikinci olarak da, yasaların uygulanmasını yöneten bir savcılığın etkinliğinin hissedilmemesinde gizleniyor. Yürürlükteki Anayasa’da “savcılık yasal durumu izler,” yazıyor. Suç işleyenlere karşı mücadele eden bir devlet organı yok. Suçlar gittikçe artarken suçlular sokakta dolaşıyor. 20 yıl Sofya başsavcısı görevinde bulunmuş olan Akademisyen Borislav Yotov, “Altın Yaş” gazetesinde “Ölüm cezasının geri getirilmesi” başlıklı yazıyla çıktı. 60 bin suçlunun içeri atılması gerektiğine şunları ekledi: “Ölüm olaylı soygun, ırza geçip öldürme, ölümle sonuçlanan terör olayları gibi nitelikli cinayetlere ölüm cezası kesilmelidir. Ulusal ihanet gibi siyasi suçlar için de ölüm cezası uygulanmalı. Ceza Kanunumuzda çok büyük boşluklar var. Yasada, mafya, pornografi gibi suçlara tanım getirilmemiştir. Yasamada görev alanlar kendileri bu suçları işleyenlerden çevreleri için koruyucu önlemleri önceden almışlardır.” Ben Viyana’ya döndüm. Yapraksız kalan ağaçlar öksüz gibi. Nikolay’la siyasi tartışmaları özledim. Nereden Nereye. Sağlıcakla kalınız.


138

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Sustular ler.

Raziye Çakır-23.Kasım.2016

Hoş gönüllü olanlar bizimle gurur duyabilir-

Bizim siyaset anlayışımızda eksik bir şeyler mi var acaba? Kendime bu soruyu sorduğumda cevap vereceğim ama Türk olduğu için övünüyor demesinler diye susuyorum, sonra da neden çata çat vurmadım yüzlerine diye sıkıntı basıyor. Kıskanç bir dünyada yaşıyoruz. Kendisinden imrenilen birini sonradan sevmek zor! Başa gelen kötülüklerin öz kaynağı insanın kendi içindedir. Uyuz olanın kanı tahlil edilir. Başkasını suçlamak hiçbir soruna çözüm değildir. Hani bir fıkra var ya, çınar gölgesine toplanıp serinlemişler, göz gezdirip dallara bakmışlar ve meyveleri olsaydı da yeseydik, demişler. Sonra susmuşlar. Özgürlük ve demokrasi-cilerden sonra, Dostlar da HÖH’ ten ayrıldılar. Hepsi kupkuru kabuk gibi, gövdeden kopmuş ama hiçbir şeye bulaşamamışlar. Fıkra anlatmadan, şarkı söylemeden susuyorlar. Mesele bizim kuru kabuktan bir şeyler bekleme gafletine düşmemizdedir. Okul yıllarında Aziz Nesin mizah fıkralarına içten içe kıkır kıkır gülüyordum. Annemin kapı ardında bu bizim kızda bir şeyler var, kendi kendine kıkırdanıyor yakınmaları hep kulağımdadır. Şimdi ben sustum, o da sustu, ikimizde sustuk ve sanki uzlaştık, anlaştık mı dersiniz. Ben kıkırdayışımı özledim, annem de beni dinlemeyi özlemiş olabilir. Susmak çok kötü be... Bu bizim yeni partiler de ham tohum gibi, eksen bitmiyor, bitse büyümüyor. Bu işin içinde bir iş var da, nedir acaba?! Doğa susarken konuşurmuş dediklerini işitmiştim. Ne iştir acaba! Başka birilerini itham etmek, yargılamak istemiyorum. Bu işler bir az da kader nasip işidir. Sonunda her koyun kendi bacağından asılır. Konu öykülenmiştir. Paylaşıyorum: Başkaları hakkında hüküm verme. Günlerden bir gün bir öğrenci öğretmenine:


Makale ve Analizler - 2016

139

“Aklı başında yaşlıların hepsi bizi neden başkaları hakkında hüküm vermemeye öğretir? Bu çok mu önemli öğretmenim!” diye sormuş. Başka benzer durumlarda yaptığı gibi, bu defa da ağırdan alan öğretmen, önce susmuş, sonra öğrencisine biraz çamurlu bir balon uzatmış ve şişirmesini rica etmiş. Öğrenci birkaç nefes şişirdikten sonra öğretmen sormuş: “Ne görüyorsun?” Sizi ve balonu görüyorum öğretmenim, cevabını vermiş öğrenci. - “Öyleyse biraz daha şişir”, demiş öğretmen. Öğrenci biraz daha şişirince balon daha da büyük olmuş. “Şimdi ne görüyorsun” diye sormuş, öğretmen. “Artık sizi göremiyorum, balonu ve üzerindeki çamuru görebiliyorum”, Cevabını vermiş öğrenci. “Biraz daha şişir öyleyse.” Balon koskocaman olunca öğretmen bir daha sormuş. “Şimdi ne görüyorsun? Bir çamurlu balon... Başka bir şey göremiyorum. Biraz daha gayret” diyen öğretmen, kenara çekilmiş. Öğrenci son gayret balonu şişirirken, elinde patlamış ve üzerindeki çamurlar etrafa saçılmış. Öğrenci sanki dilini yutmuş. Bön bön bakınmış Üstü başı çamur olmuş. “Başkalarının eksiklerini, yanlışlarını ve fazlalıklarını kaşıdığında, olacağı gördün değil mi?” Birinin yanlışları üzerinde hüküm verirken, onları eleştirir ve yargılarken adamın kendisini göremez olursun. O an sen yalnız kendi yargı hükümlerini işitir, onları görür ve o duyguları yaşarsın. Başkalarında eksik olanı ne kadar abartıyorsan, balonu şişirirken olduğu gibi, patladığında hem kendi üstüne hem de etrafındakilerin üzerine pislik saçma ihtimalin artar, demiş öğretmen ve öğrencisini olayı düşünmesi için yalnız bırakmış. Şimdi bizim şu Hak ve Özgürlükler Hareketi (DPS)’den değişik zamanlarda kopan kuru kabukların kendilerinden başka hiçbir şey görmek istemeyişi, susmaları, bir şeyler gizlediklerine işaret etmiyor mu acaba? Ya bunlar derinden derine uzlaşmak ve yeniden bir arada olmak istiyorlar şüphesi çağrışmıyor mu?! Geçmişimizle kavgamız bize ve gelecek nesillere bir şey kazandırmaz, fikri üstün gelmiş olabilir mi? Zaten biz coğrafi olarak Doğu ile Batı’nın tam ortasında, Bulgar taşının altında birlikte ezilmiyor muyuz? Bu taşı HÖH kendisi kaldırsa kaldıramaz. Özgürlükçü demokratlar boylarından büyük işlerle bulaşmak istemezler. Dostçuların da hangi işler için dostlaştıkları henüz anlaşılmadı.


140

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Doğu’dan daha fazla veya Batıdan daha büyük bir parça koparmaya çalışmamıza ne gerek var. Gelecekse iki yandan da eşit gelse, olmaz mı? Üstüne üstelik her iki medeniyeti de birlikte yaşadığımız için, ne Batıya daha fazla ne de Doğuya daha hevesli yanaşıp sarmaşmaktansa, Güneşin doğduğu yere kilitlensek ve büyüyen bir umutla her şafakta altın ışıklar beklesek daha güzel olmaz mı? Gördüğümüz ve göremediğimiz bir problem mi var? Son dönemde, hele 15 Temmuz’dan sonra Türkiye balonu şişiren hainler gördünüz mü? Bu balon neden patlamıyor sorusunu soruyorlar birbirlerine. Sanki ömür boyu balon patlatma işine ter dökmüşler. Sesleri kısıldı. Türkiye bir hasta adam, saçmaladıkları zamanları özlemiş gibiler. Fakat Türkiye bu gün bir asır öncesinin hasta çınarı değil! Dirilmiş, kendine gelmiş, olgunluk çağı yaşıyor. Görkemi dudak ısırtıyor. Koyu gölgesini esirgemeden etrafına da veriyor. Bölgesel güçlerin devi Türkiye Cumhuriyeti çok iddialı bina edildi. Beğendin Güney Doğu Avrupa’da, seçtin Yakın Doğu’da, ister Orta Doğu da akla gelen usta, iş bitiren, güven veren, herkesçe sevilen, dev ülke Türkiye oldu. Türk kükreyince sır balonları patladı. Herkes sustu. Susuyor. Susacak! Hoş gönüllü olanlar bizimle gurur duyabilir. Duymalıdır. Duyacaktır. BG-SAM yayınlarını birlikte izleyelim. Paylaşalım. Başkaları da okusunlar.

İğne Deliği

Levent Rasimov-25.Kasım.2016

Milli çıkarlar ve Bulgaristanlı Türkler. Yeni Bulgaristan tarihinde en önemli sorun milli çıkarlar ve milli azınlıklardır. Bu iki ilkesel sorunun çözülmesi, onlara kuşkulu bakılması veya ret edilmeleridir.


Makale ve Analizler - 2016

141

İlerlememiz ya da duraklamamız bu iki sorunun çözümüne bağlıdır. Milli çıkar nedir? Kaç çeşit milli çıkar vardır? Milli çıkarlar hangi terazide tartılır? Hangi iğne deliğinden geçer. Milli çıkarlar neden değişir? Bütün halkların, ulusların ve etniklerin milli çıkarı vardır. Bir yere kadar olmak üzere, insanların milli çıkarlara olan yaklaşımı onların, kimliğini, onurunu, birlik ve beraberliğini veya parçalanmışlığını, vatan sevgisini veya hainliği belirleyendir. Milli çıkarların tanımı olan ülkelerde, ihanet edene ölüm cezası kesilir. İdam cezaları “Halk adına!” infaz edilir. Ben askerlik yapmadan yetişen kuşaktanım. Bulgaristanlıyım. Bizim kuşak, milli çıkarlara bağlılık yemini etmedik. Neden yemin etmedim? Çünkü yemin edecek yer bulamadım. Hele 1984 - 1989 olaylarından ve “Büyük Göçten” sonra her şey karıştı ve burada kimsede herhangi bir değer üstüne yemin edecek yürek kalmadı. TRT Haberden işittim. FETÖ hainleri, sınav sorunları çözümünü vermezden önce, örencilere “Fetullah Gülen için ölür müsün?” sorusu soruyormuş. “Evet” diyene cevaplar veriliyor ve hayat kapısı açılıyormuş. Okulda bize Bulgar milli çıkarlarının kıstası Vasil Levski dendi. Bizde milli çıkarların sembolü olarak o tanıtılırdı. Çıkan son kitaplar, onu Rus yanlısı bir Bulgar Papazın ((Pop Krıstü) ele verdiğini ve tutuklanmasına, dolayısıyla yargılanmasına ve ölümüne sebep olduğunu yazdı. Bu eserler artık kitapçılarda satılıyor. Ne ki, bu yeni savlar henüz tarih kitaplarına işlenin yargı değerlerini değiştirmedi. Genelde okutulan tarih kitapları 1944’ten sonrasını ele almadığı için öğrenciler, gençler yeni dönem tarihini bilmiyorlar. Genç kuşak Bulgaristan Türkleri ise öz tarihlerini hiç bilmiyorlar. Çıkan son kitaplarda yalnız Ahmet Doğan’ın hayat öyküsü anlatılıyor. Kimilerine göre o bir hain, diğerleri ise para karşılığı haini kahraman olarak anlatıp, kafa karıştırıyorlar. Levski, Bulgar halkının Osmanlıdan ayrılma mücadelesini örgütleyen havaridir. Bulgar milli hareketinin programını da kaleme alan komita başı bağımsız ve egemen Bulgaristan Cumhuriyeti hayalini alevlendirmiştir. Bulgaristan halkı milli davanın kutsallığına saygı duyar. Ülkenin birçok yerinde anıtı dikilen Vasil Levski her yıl devlet törenleriyle anılır.


142

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Levski’yi ele veren Papaz Kristö ne istiyordu? O, Osmanlıdan ayrıldıktan sonra bir bağımsız ve egemen Bulgaristan Cumhuriyeti kurulmasına karşı olup Rusya Çarlığına bağlı bir Bulgar eyaleti oluşturulması davasına hizmet ediyordu. Bu iki kavram, birbirinden kökten farklı siyasi savaşım çizgisi sergiler. Birbirine bağdaşmaz zıt olan bu iki yaklaşım ve anlayış Bulgar ulusal uyanışında ve milli kurtuluş mücadelesi hedeflerinde bir şaşılık olduğuna kanıttır. Bizim Deliorman Türkçemizde “şaşa”, gözleri birbirine az uzak veya az yakın olmak üzere ayrı yönlere bakan insanlar için kullanılır. Şu bir gerçektir. Olaylar Bulgarların Osmanlıdan ayrılıp kendi devletlerini kurma davasında bir şaşılık yaşandığını içerir. Bu ikilik hainlik doğmuş, kurbanlar almıştır. Milli çıkarları farklı tanımlayan, farklı belirleyen ve farklı hedeflere yönelten ikilik birçok kavgayı sergileyen neden olmuştur. Ne yazık ki Bulgar tarihi boyunca bu belirsizlik aşılamadığı gibi iç ve dış siyaset belirleyen en önemli faktör olmuştur. 138 yıldan beri değişerek yol alan durum ortadadır. 6 Kasım 2016 Cumhurbaşkanı seçimleri ve halkoylaması bir NATO ve AB üyesi olan Bulgaristan’da bu ilkesel gerçeği bir daha su yüzüne çıkardığı gibi, milli çıkar anlayışındaki ikiliği, parlamaya devam eden bir yanardöner gibi dünyaya bir daha gösterdi. Bu siyasi olgunun şimdiki belirtisinde şiddetli bir Türk ve Türkiye düşmanlığı olduğu da dikkati çekiyor. Düşündüklerimin özeti şudur: Bulgaristan Cumhuriyeti kurma davasında önder ve öncü olan Vasil Levski 19 Şubat 1873’te öldü. Ölümü, intiharı, onu ele veren, ona idam cezası kesen Bulgarlardan utancından kendi canına kıyması ya da bir yalan olan darağacı olayı, bir yok olma biçimi olarak önemli olduğundan fazla, egemen bağımsız Cumhuriyet ya da bir Rus eyaleti olma arasına çizgi çizmiş olmasıdır. Yıllar içinde bu çizgi bir milli kavga çizgisi olmuştur. Olay sinsilik ve hainliğe kapı açmıştır. Milli olma ölçütü olan Levski bir dava sembolüdür. Ülküsüne olan münasebet bugün de çok önemli olduğu Bulgar siyasetininde milli olanı belirleyen bir ölçü olmaya devam ediyor. Şunu hatırlayalım. 1878’de bağımsız ve egemen cumhuriyet kurma hevesiyle Osmanlı’dan kopanlar, kısa ömürlü Radomir Cumhuriyetini 1918’de ilan ettiler. Bulgaristan Halk Cumhuriyeti tâ 15 Eylül 1946’da kuruldu. 1992’de Bulgaristan Cumhuriyeti oldu. Yani Levski’ nin özlemi kısmen de olsa ancak ölümünden 45, 68 veya 119 yıl sonda gerçekleşebildi. Bugünde tam bağımsız ve egemen olmadığımızı savunanlar çok kalabalıktır. Çünkü Bulgaristan Halk Cumhuriyeti Rusya’nın devamı olan Sovyetler Birliği’ne tamamen bağlıydı. Hatta az kalsın Pop Kristön’ün hayali olan Rusya eyaleti olma özlemi, 16. Sovyet Cumhuriyeti olma arzusuyla kapıdan döndü.


Makale ve Analizler - 2016

143

Demek istediğim bizde kurulan cumhuriyetler “egemen ve bağımsız” olarak kuruldu. Bizimki öyle bir bağımlılıktı ki, 1956’da Rus tanklarının Macaristan’ı işgali alkışlandı. 1968’de Çekoslovakya “baharını” birlikte ezdik. Yani 1946’da ilan edilen cumhuriyet Levki’yi ele veren ve Bulgar milli davasında ihanet eden Rusofil Popaz Krıstü’nün hayaliydi. Milli tarihimizi belirleyen ve her adımımıza kıstas olan bu gerçekler, aslında her şeye denektaşı oldu. Milli çıkarımızın bu olamayacağını savunanlar hep tutuklandı, zulüm gördü. Günümüzde ülkemizdeki bunalımın temel nedenlerinden yine bu çarpıklık olmaya devam ediyor. Olay şöyle anlaşılmalıdır: Her ip her iğne deliğinden geçmez. Bulgaristan milli çıkarları eğer bir iğne deliyse ve tüm vatandaşlar ipini bu delikten geçmesi şartı varsa, tarihsel durum çok karışık, karman çorman ve değişkendir olduğu ortadadır. Çinki Bulgar Anayasası’nda milli çıkarların tanımı yoktur. Milli çıkarlar tanımı olmayan şimdiki Anayasa soruna çözüm getiremez. Bu bakıma Mart 2017’de yapılacak seçimlerde olağan halk meclisi değil, Büyük Millet Meclisi seçilmesi ve kabul edilecek yeni bir Anayasa’da temel maddelerden birinin Milli Çıkarların Tanımı olması önerilerini destekliyoruz. Bu Anayasa’da yer alacak çok önemli ikinci madde ise, Bulgaristan’ın tek uluslu bir devlet olduğu savını, Bulgaristan çok etnikli bir halktır ilkesi olmalıdır. Bu değişiklik yapılmadan Bulgaristan demokrasi, adalet ve ilerleme yoluna giremez. Olaya, bir de 17 Aralık 2015 açısından bakmalıyız. Hak ve Özgürlükler Partisi’ni (DPS) bölen 1) milli çıkarlara, 2) Bulgaristan halk bileşimine bakış açısıdır. Görüldüğü üzere, 17 Aralık 2015 Bulgaristan iç ve dış siyasetinde, özellikle etnik azınlıklar politikasında, Türkiye Cumhuriyetine, NATO ve Rusya’ya olan yaklaşımlarda yeni bir başlangıç oldu. Her şeye yeni bir anlam kazandırdı. Yani bir bakış açısı ortaya çıktı. Biz Bulgaristanlı Türkler, iki komşu olan Bulgaristan ve Türkiye’nin aynı askeri pakta üyeliğinden kaynaklanan ortaklığı, siyasi hedef birliği doğacağını umut etmiştik. Avrupa Birliği ortaklığında kenetleniş buluşacağımızı bekliyorduk. Oysa ne oldu, AB Genel Kurulunda 24 Kasım 2016’da Türkiye Cumhuriyeti’nin AB üyeliğinin şimdilik “dondurulması” en coşkulu alkışlayan Bulgar millettekiler oldu. T.C. Başbakanı Yılmaz’ın “bu işten siz çok zararlı çıkarsınız” sözleri kulağa küpe olmalıdır. Ne ki, bundan tam bir yıl önce Türkiye Silahlı Kuvvetleri “CU-24” uçağını düşürdüğünde NATO içinde, Türkiye’de, müttefik Bulgaristan’da derin bir gerilim yaşandı.


144

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

NATO mato neymiş, bir Rusya’ya karşı hiç kimseyle bağlaşıklık etmeyiz havaları esti. Çar III. Boris’in 28 Ağustos 1943’te ölümüne sebep olan “Ben Rusya’ya karşı Bulgar Ordusu gönderemem” sözleri hatırlandı. NATO hava kuvvetlerine dahil olan, Bulgar “MİG 29” savaş uçaklarıyla nöbet seferi yapan askeri pilotların, “onarılacak uçakların motorları Rusya’dan alınmazsa, uçmayız” tepkisi baş gösterirken, Hava Kuvvetleri Baş Komutanı General Radev yeni Cumhurbaşkanı seçildi. Her şey yerli yerindeymiş gibi görünse de, bir hayal olan yön değiştirme süreci tuttu. Avrupa sosyalistlerinin PES ortaklığından, Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) Başkanı Kornelya Ninova ile Bulgaristan’ın Yeni Gelişim Alternatifi Partisi ABV Başkanı Georgi Parvanov Moskova’ya gidip “Bulgaristan’daki çıkarlarınızın koruyucusuyuz” sözleşmesi imzaladılar. 2017 baharında erken seçimlerden sonra iktidar olmayı hayal ediyorlar artık ve NATO’dan çıkma vaadinde bulunduklarını da gizlemiyorlar. “Siyasette sağ sola dönenler sonunda başı döner ve yere düşerler” bir atasözüdür ve kendi başımıza gelmesini hiç istemeyiz. HÖH güruhu ve fahri liderinin KGB temsilcilerine Bulgaristan Türkleri hakkında bundan 30 yıl önce verdiği son sözün ne olduğu henüz açıklanmadı. En büyük sırlar yakın geleceğin sürprizi olursa şaşırmayalım. Kuşkusuz bu gelişmeler birçok kişinin daha suskun olmasına ve daha derin düşünmesine neden olurken, Bulgar milli çıkarlarının iğne deliği değişti. Emekli subay derneklerinin, Rusofil tabakanın yıllardan beri ülkeyi NATO, Avrupa Atlantik yönelim ve Avrupa Birliği’nden koparıp çifte düğümle Rusya’ya bağlama istedikleri artık su yüzüne çıktı. Hatta “meclisteki tüm milletvekillerini ya da memleketi baştanbaşa satın alma” gibi stratejik hesaplar yapıldığı ve yüzlerce kişinin, çok önemli iletişim araçlarının yıllardan beri bu yönde çalıştığı ortaya çıktı. “Bağımsız, egemen cumhuriyet” davasının da 138 yıldan beri temel milli dava olarak biçimlenmesine rağmen, pek derin kökler salamadığı, siyasi kafanın ayçiçeği gibi güneşe bakmayı alışkanlık ettiği gözden kaçmadı. Bu koşullarda milli çıkarlarla ilgili şöyle bir durum ortadadır Rus okulları açıldı. Karadeniz sayfiyeleri, Varna’nın % 50 Ruslara satıldı. Kamçıya ırmağı deltasında Rus Gençlik Kampları boy attı. Rusça radyo ve TV programları yayın yapıyor. Rus gazeteleri Bulgarca çıkıyor. Tüm bunlar Bulgar milli çıkarlarına ters düşmüyor mu? Rusya’ya bağlı TİM gibi büyük ahtapot holdinglerin ülke ekonomisini boğazlaması ve ülkemize Rus çıkarlarını betonlaştırması Bulgar milli çıkarlarına uygun mu? Moskofçu olduğunu kimseden gizlemeyen, TV, radyosu ve gazetesi olan “Ataka” partisinin NATO’dan ve AB’den


Makale ve Analizler - 2016

145

çıkmamızı istemesi Bulgar dış siyaset yönelimine uygun mu? Meclis kürsüsünü ele geçiren milliyetçi ırkçıların istekleri ile Bulgar milli çıkarları arasında kesişme ya da örtüşme çizgisi var mı? Olabilir mi? Milli çıkarlara uygunluğu gözeten organ hangisidir? Şu an askeri, ekonomik ve kültürel müttefikimiz olmayan Rusya memleketimize bu kadar çöreklenebilirken, bu gelişmeler ulusal bütünlüğümüzü parçalarken, bağımsızlığımız ve egemenliğimiz gündem olurken, Türklerin ve diğer Müslümanların hak ve özgürlüklerine bu saldırılar neden? Ülkemize dolan yabancılara ve özellikle Ruslara Türklerden ve Çingenelerden daha fazla haklar tanınması milli çıkarlarımıza uygun mu? Ruslar ülkemizi ele geçirirken sığınmacılara karşı düşmanlık neden? Milli menfaatler iplerinin farklı iğne deliklerine takılı kalması milli çıkarlarla çelişen farklı sorunlar doğuruyor ve doğuracaktır. K. Ninova ile G. Parvanov Kremlin’de “menfaatlerinizin Bulgaristan’daki savunucusuyuz” sözleşmesi milli çıkarlarımıza yüzde yüz ters değil mi? Ankara ile böyle bir sözleşmesi olmayan DOST partisinin sürekli saldırılara hedef olup lanetlenmesinin anlamı nedir! Milli menfaatlerin iki arşını olabilir mi? Yoksa Bulgar milli çıkarları daha Levski ve Papaz Kristö zamanında şaşa doğduğundan ve ömür boyu hiçbir şeyi doğru dürüst görebilme ve değerlendirme yolu bulamayacak mı? Yoksa dünya siyaseti değiştikçe Bulgar milli çıkarları değişmeye devam mı edecek?

Bulgaristan’da İsimlerinin Geri Verilmesine Ahmet Doğan’ın Hiçbir Katkısı Yoktur

BG-SAM-28.Kasım.2016

Tercume Gerçekleri görmek ve kabullenmek zorundayız. Bulgaristan’da Türklerin ve Pomakların isimlerinin


146

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

geri verilmesine Ahmet Doğan’ın hiçbir katkısı yoktur. Mihail İvanov 1990’ın 4 Mart akşamı “Türklerin ve Pomakların İsimlerinin Geri Verilmesi Kanunu” üzerinde çalışmalarımızı tamamlamak için toplanmıştık. Ahmet doğan biraz yana çekildi ve kanun üzerindeki çalışmalarımıza katılmıyordu. Kanunun kabul edilmesine kadar beklemeyen gelen, ‘ikinci nöbete’ gelen Pomaklar ve büyük sayıda Türk Sofya Meclisi dolayına toplanmıştı. İçişleri Bakanlığı (VMR) yönetimi Pomakları parlamento bölgesinden uzaklaştırmaya çalışıyordu. Pomaklar yerine mıhlanmış adım atmıyordu. Tam o zaman bir milis aracından elindeki megafonla Ahmet Doğan indi ve kalabalığı meydanı boşaltmaya çağırmaya başladı. Hazır bulunanların haykırışları ve ıslıkları onun çağrısının işitilmesini engelliyordu. Kimse bir şey işitmek istemiyordu. Birkaç saat sonra, kanun metni artık kabul edildikten sonra, Doğan insanların karşısına törensel bir tavırla çıktı, eline mikrofon verildi ve o şu sözleri haykırdı: “Kardeşlerim, kız kardeşlerim evlerinize dönebilirsiniz, biz kazandık, kanun kabul edildi.” Doğan halkın önüne çok fazla ışık altında ilk kez böyle çıkarıldı ve daha sonra onun Türk direniş hareketi önderi ve 1989 Mayıs Başkaldırısının girişimcisi olarak dayatılması böyle oldu” Bu bölümü, Bulgaristan Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Jelü Jelev’in Azınlık Sorunları Danışmanı Prof. Mihail İvanov’un “GLASOVE” yayınıyla söyleşisinden aldık. Söyleşinin üçüncü bölümünü aynen veriyoruz: 1989’un Aralık ayında hapisten çıkmasından sonra Ahmet Doğan’ın politik sahneye çıkmasını hatırlıyor musunuz..? Hak ve Özgürlükler Hareketi (DPS) kurucularından biri olan Hüseyin Ömer GLASOVE’ye verdiği demecinde hareketin müstakbel lideri Doğan’ı ilk kez 1990 Ocak ayı başında Sofya’da “Aleksandır Nevski” kilisesi önünde, Pomak mitinginde, “bir milis aracından ansızın inen, eline bir mikrofon verilen ve hazır bulunan kalabalığa “Ben size isimlerinizi geri almanız için yardım edeceğim” derken gördüğünü anlattı. Tam olarak öyle değildi. Aslında Doğan, ilk önce 23 Aralık 1989’da Sofya Üniversitesi’nde, yönetim seçmek için toplanan, Ulusal Uzlaşma Komitesi toplantısında belirdi. Bu komiteye Bulgar Bilimler Akademisi (BAN), Sofya Üniversitesinden aydınlar, yazarlar, gazeteciler, ressamlar, film yapımcıları ve müzisyenler, 1988 ve 1989’da oluşan sivil kuruluşların seçkin eylemcileri – Bulgar, Türk, Yahudi ve Çingeneler, Hıristiyan ve Müslümanlar katılıyorduk. Politik olarak birbirimizden çok farklıydık, bazılarımız Bulgaristan Komünist Partisi (BKP) üyesi, diğerleri anti-komünist – daha sonra kimileri sola yönelirken ötekiler sağı seçti, üçüncü bir grup da siyaset dışında kaldı. Tam bir tablo oluşturabilmeniz için


Makale ve Analizler - 2016

147

şu isimleri sıralamak istiyorum: Radoy Raderv, Hristo Ganev, Binka Jelyaskova, Blaga Dimitrova, Çavdar Küranov, İskra Panova, Donço Papazov, Halim Pasajov, Sabahattin Bayram, Yıldız İbrahimova, Vejdi Raşidov, Antonina Jelyaskova, Süleyman Gavazov, Ali Rafiev, Manuş Romanov, Gredi Assa, Edi Şvartz, Angel Vagenştayn, Petır Staykov, Lübo Sobadjiev. Hepsinin isimlerini hatırlamakta zorlanıyorum. Adını hatırlayamadığım birileri varsa özür dilerim. Komünist Partisinin Bulgar toplumunu ittiği etnik çatışma ortamından çıkma yollu bulmak için güç birliği yapıyorduk. Etnik kimlik haklarının ve bu gerçekten doğan etnik ve kültürel hakların mutlaka yeniden tanınması ve güvence altına alınması gerektiği konusunda aynı görüşteydik. Biz “multi kültürel” anlamda günümüze kullanılan kavramı benimsemiş bir örgüttük. Biz Ahmet Doğan’a örgütümüzün yönetimine katılmasını önerdik. O kabul etmedi. Bize verdiği cevapta, hatırladığım üzere, şöyle demişti: “Ben hapishaneden henüz çıktım ve sizin niyetinizin asil olduğuna inanmam için zamana ihtiyacım var.” Ve kalkıp gitti. Ben size bunları, yıllardan sonra, kendimi ön plana çıkarmak ya da bir şeye gücenmiş olduğum için anlatmıyorum. Burada vurgulamak istediğim, Doğan’ın o an aramıza katılmama kararı, onun daha sonraki siyasi çalışmaları için anahtar önem taşıdı. O, etnik diyaloga hayır ve daha sonra kendisine siyaset sahnesinde ağırlık kazandıracak olan o ayrılmanın ağırlığını daha sonra etnik ayrılmada kullanmak amacıyla bunu kendisi seçti (ya da böyle bir rol oynaması için özel olarak görevlendirilmişti.) O da hapishaneden yakında çıkmış olan ve Komitenin aktif üyesi seçilen Halim Pasajov tamamen farklı düşünüyordu. O bana şunları söylüyordu: “... Olay şudur. Siz bizi anlamak zorundasınız. Biz sisinleyiz ve sisinle beraber olmaya devam edeceğiz, fakat bir hapishanede kendi partimizi kuracağımıza yemin ettik. Biz Bulgar partilerinin bizim haklarımızı savunacağına inanmıyoruz.” Biraz farklı olsa da, Manuş Romanov da aynı ruhta konuşuyordu. 1990’da yuvarlak masa oturumlarında o etnik esaslı siyasi parti kurulmasını destekledi, fakat Çingene nüfusun siyasi temsil hakkının nasıl savunulacağını, diğer siyasi partilerin Çingene adayları kendi seçim listelerine aymayı garanti edip etmeyeceklerini sordu. Ve siyasi partileri etnik toplulukların sorunları üzerinde çalışmaya davet etti. 1990 yılının 4 Ocak günü Varna’da Hak ve Özgürlükler Partisi (DPS) kurulduğunu, Ahmet Doğan’ın Başkan, Halim Pasajov’un da Birinci Başkan Yardımcısı seçildiğini daha sonra öğrendik. Doğanla ikimizin de, üyesi olduğu ve karma nüfuslu bölgelerde kışkırtılan etnik gerginliği yatıştırmak amacıyla parlamentoda toplanan Etnik Sorun Kamu Konseyi’nde Ocak ayında Mecliste bir


148

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

daha görüştük. O zaman o artık “Bulgaristan’da Türklerin ve Müslümanların Hak ve Özgürlükler Hareketi” başkanıydı. Hüseyin Ömer’in hatırladığı ve anlatılmasında yarar olan, başka bir olaydır. 4 Mart 1990’dı. İsimlerin serbestçe geri alınması hakkını iade edecek olan, İsimler Kanun’unda son düzeltmeleri yapmak için parlamento binasında birkaç sivil toplum örgütü temsilcileriyle birlikte çalışma grubumuz toplanmıştı. Ertesi gün bu kanun halk meclisinde görüşülecekti. Ahmet Doğan uzak durdu ve bize katılmadı. Parlamento dışında, “Aleksandır Nevski” kilisesinin duvarı ardında, görevlilerin girip çıktığı meclis kapısı karşısında, kanun onaylanana kadar devam edecek olan “ikinci nöbet” Pomaklar orada çık kalabalıktı. Türkler de toplanmıştı. Onların isteklerini desteklemek amacıyla Ulusal Uzlaşma Komitesi üyelerinden birçokları da orada bulunuyordu. Milli Güvenlik görevlileri ve milliyetçi örgütlerin yerel parti örgütleri tarafından örgütlenen, isimlerin iade edilmesine karşı olanların Blogoevgrat ve Rodoplardan otobüslerle Sofya’ya doğru ilerlediği söylentileri etrafta dolaşıyordu. İçişleri Bakanlığı yönetimi Pomakların meclis bölgesinden uzaklaştırılması ve geceyi “Güney Park” ta geçirmesi kararı almıştı. İktidarın korkusu -yapmacık ya da gerçek- bilemiyorum, çatışma çıkmasını önlemekti. Pomaklar bu isteklere uymadılar. Dağılın çağrılarına tepkili olan insanlar, hep birlikte hiçbir olaya yol vermeden kanunun çıkmasını bekleyeceklerini beyan ettiler. O zaman bir milis aracından elinde mikrofonla Ahmet Doğan indi ve Pomaklar’dan Meydanı boşaltmalarını istemeye başladı. İç İşleri Bakan Yardımcısı Samanciev onunla beraberdi. Doğan’ın daveti yuhalandı. İnsanlar onu işitmek istemiyordu. Ben o zaman Samanciev’e Doğan duruma hakim olamıyor, kalabalığın içinde Milli Uzlaşma Komitesinden birçok üye var, bir onlarla çok yakın ve samimi ilişki halindeyiz ve herhangi bir çatışma çıkmasına asla yol vermeyeceğiz, dedim. Öyle de oldu. Aynı gece ve kanunun onaylandığı erte günün akşam saatlerine kadar nöbet bekleyen Pomaklar ve biz beraberdik. Otobüsler ise gelmedi. Öyle ki, Hüseyin Ömer’in anlattığı olay Ocak ayı başında olmadı, Mart ayı başında cereyan etti. O zaman bizim dostumuz Ahmet Doğan etrafta görünmüyordu. O zaman 3 Mart günü bir miting düzenleyip, ardından Levski anıtına çelen koymaya nasıl hazırlandığımızı anımsıyorum. Biz Doğan’ın da olaya katılacağını umut ediyorduk, o zaman o bugün artık yasaklanmış olsalar da o dönem çok etkin olan komünizm yanlısı ve aşırı milliyetçi Ulusal Çıkarları Savunma Genel Halk Komitesi ve “Vatanseverler” adlı Rodoplular Birliği ile görüşmeye gitmişti. Bu görüşmelerinden sonra Doğan yanımıza geldi ve bize şöyle dedi: “Şunu iyi biliniz, siyaset pis bir şeydir. Siz benim dostlarımsınız, fakat benim ayaklarına gidip onlarla görüşmem gerekti.” Ne de olsa biz birlikte Levski


Makale ve Analizler - 2016

149

anıtına çelen koyduk. Ön sıralarda Türk, Pomak, Yahudi, Çingene ve Bulgar yan yanaydı. Son 21 yılda böyle bir şeyin tekrar ettiğini bilmiyorum. Yukarda da söylediğim gibi, biz İsimler Kanunu’nun her harfi üzerinde titrerken, Doğan bizden uzak durdu. Bu kanunla ilgili görüşmeler çok ağırdı. Andrey Lukanov’un aktif katılımı olmadan hiçbir şey yapılamıyordu. Biz, milliyetçiler tarafından ısrarla istenen isimlerin geri alınmasının mahkeme kararıyla olmasına yol vermemekti, çünkü insanların hakları olarak yönelttiği şöyle bir soru vardı: “Bizim isimlerimiz mahkeme kararıyla değiştirilmedi, şimdi neden mahkemeye başvuralım?” O zamanki DPS örgütünün iradesi alınmadan, örgütün haberi bile olmadan, bizim hepimizin ardından komünist ve milliyetçilerle gizli görüşmelere başlayan Ahmet Doğan bütün çabalarımızı suya düşürdü ve isim değiştirmenin mutlaka mahkemeden geçmesi koşunu getirildi. Böylece bir sisasi pazarlığa varıldı ve görüşmelerin sonunda bir tarafta Petır Mladenov, Andrey Lukanov ve Stanko Todorov, öte yanda da Ahmet Doğan, Dimitır Arnaudov ve Branko Davidov yer aldı. 1990 yılı başından gazetelerde göz gezdirdiğinizde bu görüşmelere onların katıldığı haberlerini bulursunuz. Doğan’ın perde ardında yürüttüğü bu görüşmeler Halim Pasajov tarafından sert tepki gördü. Daha sonra Pasajov partiden atıldı. Ayrıntıları pek önemli olmayabilir. Protestocular 5 Mart 1990’da meclis etrafında gece saat 12’ye kadar bekledikten sonra, son an karşılarına törensel bir tavırla Ahmet Doğan karşılarına çıktı. Ardında Ginyo Ganev vardı. Doğan’a mikrofon uzatıldı ve o şöyle dedi: “Kardeşlerim, kız kardeşlerim, kanun kabul edildi, evlerinize dönebilirsiniz. Biz kazandık Doğan halkın önüne çok fazla ışık altında ilk kez böyle çıkarıldı ve daha sonra onun Türk direniş hareketi önderi ve 1989 Mayıs Başkaldırısının girişimcisi olarak dayatılması böyle oldu.” Demek oluyor ki, Ahmet Doğan Bulgaristan Türkleri mukavemet hareketinin lideri olarak iktidar tarafından zorla kabul ettirildi.” Evet, yapılan propagandanın amacı da buydu. Daha sonra bu propaganda etkinliklerine HÖH partisi yönetiminden Osman Oktay ve Prof. İbrahim Tatarlı ve başka kişiler de katıldı. Sizin isimlerini andığınız kişilerin hepsi gizli polis (DS) ile bağlı ve ona çalışmış kişilerdir. İkinci bölümde, Ahmet Doğan etrafındaki kişileri ve Türkleri yeniden semeleme ve uyutma süreçlerini anlatacağız.


150

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

KKTC Yeniden Doğuş Partisi Genel Başkanı İstanbul’da

28.Kasım.2016

tidir.

Bu devlet, şehit ve gazilerin emane-

Kıbrıs Görüşmelerinde Son Durum konulu Konferans yapıldı Bayrampaşa Kültür Merkezi’nde, URAL Eğitim, Kültür ve Stratejik Araştırmalar Merkezi ile Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği (BULTÜRK)’nin birlikte düzenledikleri “Kıbrıs Görüşmelerinde Son Durum” Konulu konferans düzenlediler. Konferansın konuşmacısı Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin - Yeniden Doğuş Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Erhan Arıklı oldu. Moderatörlüğünü Dr. Erdal Karabaş’ın yaptığı konferansta, saygı duruşu ve istiklal marşı okunduktan sonra açılış konuşması için, BULTÜRK Genel Başkanı Rafet Ulutürk’ü ve ardından URAL Derneği Genel Başkanı Bülent Maşaoğlu davet edildi. Bu iki düzenleyici dernek başkanlarının ardından asıl konferansın konuşmacısı Prof. Dr. Erhan Arıklı kürsüye davet edilerek konferans başlatıldı. Konuşmasında Arıklı: “Türkiye önümüzdeki süreçte sadece kendi kaderini değil, Kıbrıs’ın kaderini de belirleyecek bir dönemece dirdiğini” kaydetti. Bulgaristan Türkleri Derneği ve Ural Eğitim Kültür ve Stratejik Araştırmalar Derneğinin düzenledikleri, “Kıb-


Makale ve Analizler - 2016

151

rıs Müzakerelerinde Son Durum” konferansına kendilerini davet ettiklerinden dolayı iki başkana teşekkür etti. Ardından: “Müzakereler kesilirse Kıbrıs Türkünün alternatifleri vardır. Ama bu alternatiflerin arasında Türkiye’ye ilhak yoktur. Kıbrıs Türkleri kurduğu bu devleti yaşatmaktan aciz değildir” kaydetti. “Şu an Amerika ve İngiltere Full Time devrede. Heyetlerinin biri gidiyor, biri geliyor. Akıncı’yı ve Anastasiadis’i tekrar bir araya getirmeye çalışıyorlar. Onların hedefleri şu; Kıbrıs’ın etrafında muazzam bir petrol ve gaz var. Bu petrol ve gazı, Amerika ve İngiliz şirketleri birlikte çıkarmak için hazırlık yapıyorlar. Onun dışında İsrail gazı var. Bu İsrail gazının bir an evvel Kıbrıs üzerinden Türkiye ve Avrupa’ya gitmesi lazım. Dolayısıyla adada bir an evvel bir çözüm olmalı. Çözüm olmalı ki İsrail gazı bir an evvel Türkiye’ye ve Avrupa’ya ulaşsın. Avrupa’nın da sıkıntısı var. Biliyorsunuz Ukrayna krizi dolayısıyla Rusya ile araları çok kötü. Rusya’nın tekelinden kurtulmak istiyorlar. Bunun için alternatif gaza ihtiyaçları var. İsrail gazına şiddetle ihtiyaçları var.Dolayısıyla emperyal güçler bir an evvel adada bir çözüm istiyorlar.” Bir tarafta çok ciddi baskılar olduğunu diğer tarafta ise Türkiye’nin içinde bulunduğu durum olduğunu kaydeden Arıklı, “Türkiye’nin içinde bulunduğu durumu görüyorsunuz. Avrupa Birliği, Türkiye ile ilişkilerini giderek gerdi. Avrupa Parlamentosu dün Türkiye ile ilişkileri dondurma kararı aldı. Kısa bir süre sonra bu konu tekrar gündeme gelecek ve Türkiye ile Avrupa Birliği ilişkileri büyük ölçüde ortadan kalkacak.” diye konuştu. Türkiye’nin kendisine yeni bir ufuk, yeni bir liman aradığını dile getiren Arıklı, “Şanghay Beşlisi bu noktada Türkiye için iyi ve ciddi bir alternatif. AB’nin karşısına Şanghay Beşlisi konulabilir. İşte bu noktada Türkiye hem kendi geleceği için hem de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti için karar vermesi gere-


152

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

kiyor. Yani Türkiye, Avrupa Birliği’ne girmeyecekse ve bir anlaşmadan sonra Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ortadan kalkacaksa ve Kıbrıs bütünüyle Güney gibi Avrupa Birliği’ne girecekse sizler Kıbrıs’a gelirken Schengen vizesiyle mi geleceksiniz? Türkiye artık Kıbrıs’tan tamamen elini, ayağını çekmek durumunda kalır. Onun için Türkiye önümüzdeki süreçte sadece kendi kaderini değil, Kıbrıs’ın kaderini de belirleyecek bir dönemece girdi” diye konuştu, Konuşmasının sonunda Parti olarak müzakereler için 3 model sunduklarına dikkat çeken Arıklı, müzakerelerin kesilmesi halinde Kıbrıs Türkü’nün alternatifleri olduğunu, bu alternatifler arasında Türkiye’ye ilhak düşüncesinin yer almadığını söylerken “KKTC, Türk Dünyası arasında silahlı mücadele sonucunda kurulmuş bir Türk devletidir. Kıbrıs Türkü, bu devleti yaşatmaktan aciz kalmış bir halk değildir. Bu devlet, şehit ve gazilerin emanetidir. Müzakereler tıkanır ise seçenek vardır 1- Kosova, 2- Nahçıvan ve 3- Tayvan modellerini hayata geçirerek varlığını devam ettirecektir” dedi. Konferans sonrası soru yamuru ile devam edilirken, değerli soruları ile konferansa büyük derinlik kazandıran katılımcılara ve çok nitelikli ve önemli bir sunum yapan Sayın Prof. Dr. Erhan Arıklı’ya bu teşriflerine katıldıklarından dolayı teşekkür edildi. Sonunda Bayrampaşa Belediyesi Kültür Merkezinin tahsisi hususunda Bayrampaşa Belediye Başkanı Atila Aydıner’e ve yalnız bırakmayan TEK-Rumeli TV’sine de teşekkür edilerek konferansa son verilirken, konuşmacı KKTC Yeniden Doğuş Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Erhan Arıklı değerli bilgilerini bizlere aktardığı için iki dernek adına kendisine teşekkür plaketleri de taktim edildi. Tüm katılımcılar sonunda toplu resim çektirdikten sonra ayrı ayrı da konuşmacı ile bol bol fotoğraf çektirdiler. Böylece konferansın sonuna erildi ve toplantıya katılanlar KKTC için bir çok bilmediklerini bu toplantıda öğrendiklerini ve bu konferansa katıldıkları için mutlu ve huzurlu ayrıldıklarını beyan ettiler. İstanbul http://www.bghaber.org/bghaber/kibris-ve-biz-bulgaristanli-turkler


Makale ve Analizler - 2016

153

Kıbrıs ve Biz Bulgaristanlı Türkler Kıbrıs Müzakerelerinde Son Durum konulu konferansta konuşma metni Sayın Belediye Başkanım, Değerli dostlar ve konuklarımız Kıbrıs Müzakerelerinde Son Durum Konulu Konferansımıza Hoş Geldiniz. Geçen hafta yeni bir ara fasla giren Kıbrıs görüşmeleri, bizim Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti kahramanımız, geleceğin Başbakanı, KKTC-Yeniden Doğuş Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Erhan Arıklı Beyle tanışmamıza, kucaklaşmamıza vesile oluyor. Bu yıl, biz ulusal ve uluslararası konulu birçok açık oturum, forum ve şölen düzenledik. Bunların birçoğuna siz de katılma fırsatı buldunuz. Bu defa suyu gerçek kaynağından içeceğiz. Son aylarda çok dinamik bir evrim gösteren, Lefkoşa ve İsviçre merkezli, Birleşmiş Millerler Örgütü Genel Sekreteri gözetimindeki Kıbrıs görüşmeleri hararetli, zik-zaklı, gerilimli ve yeni bir ertelemeyle sona erdi. Bu görüşmelerden haklı olan taraf her zaman kardeşlerimiz yani biz olduk. Haksız isteklerin hiç birini kabul etmedik. Kıbrıs çevresinde jeo-politik durumun değişmesi, adanın bir doğal gaz kaynağı perspektifi, Kuzey Kıbrıslı kardeşlerimizi her konuda ve her bakıma daha da haklı bir duruma getirdi. 1960’tan ve özellikle de 1974’ten beri bir tarafta Türkiye Cumhuriyeti ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve dostlarımız ve diğer tarafta da Kıbrıs Rum Kesimi, Yunanistan ve emperyalizm olmak üzere, satranç tahtasında bitmeyen, yenen ve yenileni olmayan bir oyun oynanıyor. Bu diplomatik oyunda, büyük güçler hep Kıbrıslı Rumların yanında olmuş, Kıbrıslı Rumlara tüm hakları tanımış, Adanın Güney Kısmını Avrupa Birliği’ne üye almış, Rum kesimindeki İngiliz askeri üssü yerinde duruyor, Larnaka’dan Fas’a sahil boyu yabancılar için köşkler dizmiş, Of Şor bankalar ve başka imkânlar hep aynı satranç oyunundan sahneler olmaya devam etmiştir. Biz Bulgaristan Türkleri için ana-vatanımız kadar değerli, önemli, hiçbir koşulda, hiçbir zaman hiçbir ödün verilmeyecek bir verilmemesi gereken kutsal bir topraktır KKTC.


154

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti devlet gücünün bir denge ölçüsüdür. 1989’da Bulgaristan’dan kovulan ve “Büyük Göç’le” Kapıkule’den anavatana giren kardeşlerimizden 20 binden fazlası, ana-vatanımızdan kopmaz bir parça olan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne yerleştirildi ve bir çoğu hala orada yaşıyorlar. Artık çeyrek yüzyıl Girne ve Magosa köylerinde, Lefkoşa’da yaşayan soydaşlarımız son Kıbrıs görüşmelerini büyük bir ilgiyle izlediler. Çünkü onlara, emperyalizmin nüfus dengesi gibi dayatmaları yüzünden bugüne kadar birçoğuna KKTC vatandaşlığı tanınmamıştır. Ayrıca Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı da tanınmamış, Bulgaristan ve AB vatandaşlıklarıyla orada kalmışlardır. Çocukları orada doğdu, okudu ve istihdam buldu, evlendi yuva kurdu. Bu arada KKTC’nin diplomatik durumu dikkate alındığında, bu soydaşlarımız en küçük bir evrak onayı için Lefkoşa’nın Rum kesimindeki Bulgar Büyükelçiliğine koşmak zorundadır. Güney Kıbrıs’ta yaşayan ve Rum bölgesinin AB üyeliğinden sonra KKTC’ne serbest giriş çıkış hakkı kazanan Rumlar, özellikle Bulgaristanlı göçmen kardeşlerimizin yaşadıkları, tamamen onarılmış köyle ve evlere akın ettiklerinde, nostaljik ve trajik sahneler yaşanmıştı. Bu bakıma, bu defa İsviçre’de yürütülen Kıbrıs görüşmeleri bizim için çok anlamlıydı. KKTC’nin bir karış toprak vermeyi kabul etmemesi, KKTC’de yaşayan kardeşlerimiz tarafından tamamen desteklendi. Heyecanla kutlandı. Bu anlamda KKTC biz Bulgaristanlı Türklerin de vatanıdır, ana-vatanımızdır, ve olmaya da devam edecektir. Son dönem diplomatik müzakerelerin anlam ve hedefi üstüne ayrıntılı bilgileri sayın konuşmacı konuğumuz Prof. Dr. Erhan Arıklı’dan dinleyip bilgilenme imkânımız olacak. Kürsüyü kendisine bırakmazdan önce, bir iki cümleyle bütün Türk Dünyası için taşıdığı son derece büyük önemin bugünkü güncelliğini dikkate alarak, Türkiye Silahlı Kuvvetleri’nin 1974 Kıbrıs Çıkarması’na kısaca değinmek istiyorum. Bu 1974 çıkartması Türkiye Cumhuriyetinin dışında yaşayan ülkelerdeki Türklere olan yaklaşımına bir barometre olmuştu. Örneğin Grivas’ın, enosisçilerin, (Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlamak isteyenlerin), kendisi uzlaşma ve barış güvercini yapmaya çalışan Papaz Makaryos’un Türklere karşı katliam ve soykırımlarına kör ve sağır kalan Sofya’daki Todor Jiv-


Makale ve Analizler - 2016

155

kov rejimi, Türklere Türklüğünü unutturma siyasetini birdenbire değiştirmişti. Türk askeri uçaklarının Kıbrıs semalarında belirdiği an, Sofya’da Bulgaristan Türklerine Mahsus Radyo Yayınlarını 3 saatten 5 saate çıkarıldı; kapattığı Türkçe gazeteleri yine basmaya başladı, okullardaki Türkçe ders saatlerini arttırıldı. Bu gerçekler, dünya Türklüğünün huzurunun, güvenli ve rahat yaşamasının, kendini mutlu hissetmesinin tamamen Türk Silahlı Kuvvetlerinin gücüne ve başarılarına, Türk diplomasisine bağlı olduğunu daha 1974’te kanıtlamıştı. Aynı yıl Bulgaristan’ı ziyaret eden Başbakan Bülent Ecevit, Todor Jivkov’a “Bulgaristan’da yaşayan Türkleri dil, din, kültür mal mülk haklarını tanıdığın ve huzurunu sağladığında, Türkiye’den büyük dostun olmaz” sözleri, diktatörün bizimle ilgili hain planlarını 10 yıl erteletmişti. Bu günde Türkler Dünya’da nerede yaşarsak yaşayalım, Bulgaristan, Kerkük, Dayır-Bucak, Kırım vs rahat nefes alabilmemiz, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın yönetiminde alınan kararlara, Türkiye’nin büyümesine, Bölgesel Güç olmasına, terörler ve teröristlerle mücadelede zaferine, dünya coğrafyasında önemi ve etkisi artan bir güç olmamıza bağlıdır. Biz Bulgaristanlı Türkler, KKTC’li kardeşlerimiz, Türkiye Türklüğü hepimiz bir elin parmaklarıyız, bir ruhun bütünüyüz, olmaya da devam edeceğiz. Türk toprağının her karışı kutsaldır. Kimseye verecek tek taş ve çöpümüz yoktur. Türk bayrağının dalgalandığı yerde dalgalanmaya devam edecektir. Bu gerçekleri hayatı pahasına defalarca kanıtlayan, KKTC’li kardeşimiz, Sayın konuşmacımız Prof. Dr. Erhan Arıklı’ ya söz verirken, hepinizi çağımız güncelliğini orijinal bir kahraman, çok vaat eden bir siyasetçinin kıvrak mantıklığıyla, kendi ağzından dinlemeye davet ediyorum. Tekrar hepinize bu davetimize teşrif ettiğiniz için Teşekkür ederim. Buyurun Prof. Dr. Erhan Arıklı, mikrofon sizin.


156

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bizi Hep Kıskandılar

Musa Vatansever-28.Kasım.2016

En büyük öğretmen zamandır. Amerikalı bilinen mizah yazarı Mark Twain (1835 - 1910) Hıristiyanların Yahudilerine için sevmediklerini ve onları yok etmek için uğraşmalarının sebeplerini uzun uzadıya analize koyulmuş. Hatta Cezayir, Avusturya, Rusya, Fransa’ya kadar gidip oralarda para sarf etmiş, zaman sarf etmiş ve ne öğrenmiş bilir misiniz? Her ne zaman bir Hıristiyan ile bir Yahudi aynı sanat ve aynı ticaret ve yahut ta aynı meslekte birlikte çalışmış ve buluşmuşlar ise, Yahudi muvaffak olmuş, yani para kazanmış ve sonunda mesut ve bahtiyar olmuş. Hıristiyan her şeyini kaybetmiş, sonunda fakir ve zarurete düşmüş ve perişan olmuş yahut Yahudi kadar muvaffak olamamıştır. Buradadır işte Hıristiyan’ın Yahudi’ye garazı? Niçin Yahudi daha az gayret ve himmetle muvaffak olup zengin olsun da, Hıristiyan onun on misli çalıştığı halde, fakirlik ve zarurete düşsün? Demek ki rekabet, demek ki kıskançlık! Dünyada hasetten, kıskançlıktan kötü bir şey yoktur. Fakat kıskançlık insan ile birlikte doğar, insanın hal ve zamanına göre elde ettiği başarıya eşit bir surette şiddet kazanır. Eğer şiddetli sebepler devam ederse, rakip onu yok etmek, yakmak, parçalamak, öldürmek gibi hiçbir şeyden çekinmez. İkinci dünya savaşlarında toplama kamplarında Yahudilerin Naziler tarafından yakıldığını unutmayalım. Bu düşmanlığın parladığı anda insanın ağzından en kötü sözler çıkar. Helal kazanana hırsız, en barışçıl olana katıl, derler. Bu işin önü alınmaz. Mesela, Bulgaristan sol milliyetçi, ırkçılarından “Ataka” partisi lideri Volen Siderov’un Sofya’da bir Çingene mitinginde, karşısında binlerce genci gördüğünde, soyu kuruyan ırkı karşısında onları kıskanmış olacak, “Biz sizden sabun yapacağız!” demişti. İsimlerimizin değiştirilmesi, kültürümüzün ezilmesi, medeniyetsiz bırakılmamıza yönelik çabalar, hep aynı kıskançlık illetinin meyveleridir. Bulsalar şimdi de bizde, bundan fazla bilemezsiniz, bundan fazla büyüyemezsiniz, bizden güzel şarkı söyleyemezsiniz vb kanunlar çıkarılacak da, dünyadan çekiniyorlar. Ötekileştirme, ikinci derece insan muamelesi gösterme, hor görme, iteleme, kakalama hep bu kıskançlığın devlet siyasetine dönüşmesinin meyveleridir. Olayın başka bir boyutuna bakalım. Bulgaristan Türkleri Cihan Pehlivanı Koca Yusuf (1857 - 1898), Olimpiyat şampiyonu Lütfü Ahmedov, Dünya şam-


Makale ve Analizler - 2016

157

piyonu Hüseyin Mahmedov, Selvili Mehmet Pehlivan (1864), Halterde 3 defa olimpiyat şampiyonu olan Naim Süleymanoğulu ve Halterci Halil Mutlu ve daha nice kardeşimizin doğuştan ve yetişmekten gelen başarılarını kimseden gizlemediler. Bulgaristan için şampiyon olsalar da, Bulgarlar onları kıskandı. Onların içini kemiren kıskançlık kızıştırıla kışkırtıla düşmanlıklar doğdu. İsyanlar patlak verdi. Şehitler düştü. Biz 280 bin ton tütün üreten Bulgaristan’ın tütüncüleriydik. 1 milyon 600 bin sığırı olan Bulgaristan’ın hayvan bakıcılarıydık. Madencileri, yol, işçileri, ustaları, demircileri, şoförleri vs idik. 1989’da bankalardaki sıcak paranın üçte biri bizimdi ve kıskandılar. Saldırdılar. Hepsini almak istediler. Ayıp ettiler. Bizden çok olacaklar, bizden güçlü olacaklar diye kıskandılar. Ustalığımızı, sanatımızı, erbaplığımızı, yürekliliğimizi kıskandılar. İnsanlar arasındaki kıskançlığın en kötü yönü aileler, köyler, topluluklar ve azınlıklar ya da azınlıklarla ulus arasına yayılması ve büyüyerek alevlenmesidir. 1989’da toplum arındı, kıskançlık temizlendi, artık demokraside kardeşçe yaşarız sandık. Yine olmadı. Kıskançlık öyle bir şey ki, ayrık otu gibi, kurutsan da yok olmuyor, sanki bazı insanların ve ırkların kanında. Rekabet edeceğin adam olmayınca kazanan hep kendin olacaksın. Kendi gelin kendi güvey. Başka pehlivan olmadığı yerde hep başpehlivan! Bugün biz bu kıskançlığı Bulgaristan Türk azınlığına karşı geliştirilen yüzkarası, çirken uygulamalarda hep görüyoruz. Hele anadilimiz Türkçemizi, hele mzgün kültürümüzü yasaklamakla Bulgar ayıp etti. İnsan kıskançlığının sınırı olmadığına dünya halklarına numune örnek oldu. Okullarımızın, derneklerimizin, sivil toplum örgütlerimizin yasaklanmış olması yüreğimizde çok derin bir yara açtı. 1934’te 5689 ilkokulumuz vardı. Çocuklar arı gibiydi. Eğitim anadilimizde, öz kültürümüze göre, kendi edebiyat ve kitabımızla veriliyordu. Kendi yağımızla kendimiz kavruluyorduk. Devletten fazla yardım istemeden geçinip gidiyorduk. Şimdi her şey anayasaya, yasala bağlandı. Özel Türk okulları açma yolumuz kapandı. Türk düşmanlığı bir asırdan beri en yüksek doruğunu şimdi yaptı. Etniklere yapılan manevi baskılar anlatılacak gibi değil. Bir taraftan yasaklar, öte yandan maddi yetersizlik, çocukların yarısı kör cahil kalıyor, memleketimizin ilerleme kapıları otomatik olarak kapanıyor. Dünyayı erebilmemiz tamamen olanaksızlaşacak gibi...


158

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

1980 yıllarda hepimize yapılan zulmüme karşı aramızda örgütlenerek başkaldırmamız, kendilerini Türk ve Müslüman düşmanlığına bileyenlere çok ağır geldi. “Büyük Göçle” bizden kurtulmak istediler. Aslında insanımızın karanlıktan çıkıp gidip Türkiye’mizi görmesi, Türk dünyasına dalıp çıkması iyi oldu. Yeni kuşağımız Türklük aleminde Türkçe nefes alarak göz açtı. Bizi bitirdik diye düşünenler oldu. Bir Türk’ün bin düşmana yetiğini unutmuşlardı sanki. Ellerinde olsa Türkçe rüya görmemizi, Türkçe sevişmemizi yasaklayacaklar. Seçim mitinglerimizde anadilimizde aydınlatıcı bilgi vermek yasaklandı. Kendi insanlarımızda kendi yöntemlerimizle propaganda yapmamız yasaklanmış olmasına karşın, yine hem Bulgaristan’da hem de Türkiye’de aynı sandıkta buluşmamız birçoklarını deli divane etti. Aynı kökten gelmemiz, aynı dilde konuşmamız, aynı kültürün taşıyıcıları olarak aynı yolun yolcusu olmamız birbirimizi kolay bulmamıza yardımcı oluyor. Soyumuzda kardeşlik kokusu var. Son yıllarda bizi tuzağa düşürüp birkaç partiye bölebildiler. Bütün devlet ve kamu araçlarıyla aramıza nifak sokmak istediler, istiyorlar. Buna rağmen biz aynı ezgiden gelen, aynı havayı soluyan, aynı emellerle yaşayanlar olarak her zaman gönül birliği yapmayı bildik. Hele burada İstanbul’da BULTÜRK gibi derneklerin yönetimi altında fesatlığı yerin yedi kat dibine gömdük ve yeni Türkiye ruhundan bir parça olduk. Fakat bizi burada da kıskananların kıskanmaya devam ettiğini biliyoruz. Bu seçimlerde 620 bin oyla bütün Bulgar seçim sandıklarını patlatmaya niyetliydik. Bizim ardımızdan bizim hakkımızda karar almanın, insan haklarımızı kısıtlamanın ne olduğunu gösterecektik de, ucuz kurtuldular. Kimse memleketimizi babasının mülkü sanmasın. Her karış toprağımız burnumuzda tütüyor. Fitnecileri en fazla kıskandıran yeni olaylar var ve olacak. Bu seçimde Türkiye Cumhuriyeti’nde propaganda bildirilerimizi anadilimizde yazıp dağıtmamız, kapılara, direklere, duvarlara boy boy asmamız, yüksek sesli okumamız, kahvelerde doya doya tartışmamız hepsini kudurttu. Yarın öbür gün bizim de TV programlarımız, radyo yayınlarımız, günlük gazete ve aylık dergilerimiz olacak. İnternet yayınlarımız daha büyük kitleye ulaşacak. Yüzlerce binlerce genç kadro yetiştireceğiz. Onların kıskançlığı patlayacak ve hepsini kendi dünyalarında yok edecektir. Anadilimizin bizi birbirimize sımsıkı bağlayan en güçlü araç olduklarından kıskançlıktan hepsinin içleri kaynıyor. Halkımız derneklere inanmaya başladı, demokratik yaşam biçimini benimsiyor. Bulgar ırkının bizi öteden beri içine sığmayacak bir şekilde kıskanması nedenlerinden birine daha değinmek istiyorum. Memleketimde Türkleri Türkiye’yi seviyorlar diye kıskanıyor ve hor görüyorlar. Devlet insanların kişisel duygularını, arzularını, fikirlerini karar almasını, özgür olmasını güvence altına alamıyor.


Makale ve Analizler - 2016

159

Türklerin Türk olarak yaşaması tehlike altında bulunuyor. Kişisel özgürlüğün hor görülmesi endişe yaratıyor. Türk kimliğinin kıskanılması, Müslüman hayat tarzına haset duyulması demokratik ve özgür toplum koşullarında kabul edilebilir bir ihtimal değildir. Kişiliğimiz, özgür yaşam tarzımız, özgün kültürümüz, dil ve dinimiz yasalarla garanti altına alınmalı ve özendirilmelidir. Toplum değişiklikler kaydedebilir fakat etniklerin hak ve özgürlükleri öz ve biçim olarak her zaman ve her yerde korunmalıdır. Şu da var. Biz çok geniş bir bakı açısında kıskanılıyoruz. Türkiye’yi kıskananlar Bulgaristanlı Türkleri de kıskanıyorlar. Türkiye’yi lanetleyenler bizi de lanetliyorlar. Nasıl olur da Buhara ve Semerkand’dan Batıya göç eden Asyalı muhacir bir millet, Batıya nispeten bilim, olgunluk ve kemalden yoksun bir millet, Anadolu gibi medeniyetin beşiğine sahip olur ve onu keyfine göre idare eder ve bugün Artık Büyük Türkiye hamlesiyle bölgesel büyük güç olsun? Bu bizi kıskananların kalbinde her gün bir az daha büyüyen bir tümördür. Atalarımızın sahip olduğu nasıl bir medeniyetler beşiği? Onu hiçbir Türk asırlarca tanımak, anlamak, öğrenmek istememiş, hatta ehemmiyet bile atfetmemiştir. Biz bu kadar büyük bir milletiz. Altın akçe üstüne bassak eğilip kaldırmayız. Sizi temin ederim ki, Türkiye büyük bir devlet derecesine ulaştıüında yani bütün Cezayir, Tunus, Trablus, Mısır, Sudan, Zebla, Yemen, Hicaz, Suriye, Irak, Arnavutluk, Karadağ, Kafkasya, Don, Kırım, Pasarabya, Eflak, Boğdan, Transilvanya, Batı Macaristan, Hırvatistan, Sırbistan, Bulgaristan, Yunanistan, Adalar ve Anadoluya hükmettiği yüzyıllarda hiçbir mezar taşı, abide, dikili taş yıkmamış, kesmemiş, kimsenin yaşam tarzını, dilini, dinini ve kültürünü değiştirmemiştir. Hepsini harmanlayıp yepyeni bir kardeşlik medeniyeti yaratmıştır. Bu kıskanılmasın da ne kıskanılsın? Zaman gelip Türklüğün birlik ve beraberlik yuvasından uçan 56 boy, soy ve millet ve onların kurduğu 44 devlet artık eski gümleri arıyor. Son dönemde birbirine düşürüldüler. Tuzaklardan kurtulmak için savaşıyorlar. Türkiye’yi arıyorlar. Hepsinin gözleri Türklükte ve Türkiye’dedir. Başka bir değişle, Türklüğü ve Türkiye’yi kıskananlar Türk halkına büyük bir hasret besliyorlar. Büyün dünya bunalımlar pençesinde kıvranırken 4 milyon savaş kaçağı, sığınmacı ve göçmene ev sahipliği yapmak her halkın ve devletin harcı değildir. Yalnız Bulgarlar değil, bütün Avrupa bizi kıskanıyor. İşte Bulgaristan. Kıskançlıktan çatlayıp patlıyorlar. 3 bin sığınmacıya bakamadılar. Uyuzlu isyancılar polis çatıştı. Kapı çalanı kovmak için sığınmacı kadın ve kızlara, gebe kadınlara ve çocuklu analara karşı olduklarını beyan edenlere binlerce bayrak, dünya seslerini duysun diye davul ve düdükler, borazanlık yap-


160

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

sınlar diye özel aletler dağıtılıyor. Sanki karga kovalıyorlar. Memleketleri bombalanan, evleri yakılan, tarlaları tanklarla ezilen, kuyularına zehir atılan insanların yaşama hakkını savunma yürekliliğini cesaretini kıskananlar, birbirlerini davul ve düdüklerle yüreklendirip yiğitlik taslıyorlar. Dili, dini, kültürü, medeniyeti bilinmeyen insanları düdükle yönetmek ne anlama gelir? Bulgar ulusunun ve devletinin diğer etnikleri, göçmenleri, sığınmacıları, savaş kaçaklarını yönetemediğine tanık oluyoruz. Ayaklanmalar ise insanların koyun olmadığına işarettir. En büyük öğretmen zamandır. Birlikte yaşayalım ve birlikte görelim.

Trump’cu Makedonlar

Ünal Gazi-29.Kasım.2016

Demokrasinin yumuşak karnı. ABD’de seçimler yapıldı. Donald Trump kazandı. Fakat elektronik oy kullanılan eyaletlerin üçünde sayım yenden yapılıyor. Biz bu işin içinde hile olup olmadığını görebilmek için sonuçların açıklanmasını beklerken, Almanya’da çıkan haberler demokrasi savaşçısı olarak bilinenleri yeniden iyice düşündürdü. “Deutsche Welle” ABD seçimlerinde kalpazanlık olduğu kanısına ciddi değiniyor. Yayınlanan bilgilerde demokrasiye karşı suikast yapıldığı izlenimi ağır basıyor. Alman basınında ağır top “Die Welt” konuya bir sayfa ayırdı ve komşu Makedonya’nın Bulgaristan’la neredeyse sınır şehri Welles’ten bir röportaj yayınladı. Olay şöyle: Bir Balkan kasabası olan Weles’te merkez kurmuş bir grup bilgisayarcı genç, okyanus ötesindeki Amerikan seçimlerinde, seçim kampanyası başladığında pek fazla taraftarı olmayan, aşırılıklarıyla, kadınlara iyi dav-


Makale ve Analizler - 2016

161

ranmayışıyla falan gözden düşen radikal aday Trump’a büyük hizmet sunmakla ünlü oldular. Yalandan para yapmak. Weles’in nüfusu 40 bin civarında. Şehrin gençleri, “Donald Trump News. Com”, “USConservative Today.com” veya “TrumpVision 365.com.” vb gibi 140 seyit açmış ve ABD seçimlerinde çok büyük işler yapmıştır. Bu isimlerinden başlayarak daha ilk haberlerle Amerikan radikallerinin nabzı yükselince sel gibi akan yalan haberlerden okuyoruz: “Hillary Clington şeytana dua ediyor ve küçük yaşta erkek çocukların ırzına geçen çevreyi yönetiyor.” “Şu belgeler Obama hakkında 1995 yılı gerçeklerini gözler önüne seriyor.” “Hükümet Juliyan Sanjı yok etmek için neler yapmadı” Sosyal iletişim araçları sayesinde dünyayı dolaşan bu yalan haber seli bir yandan Donald Trump’a ek oy kazandırırken, öte yandan Makedonya’nın Weles kasabasındaki yalan habercilerin üzerine para yağdırdı. Çünkü bu haberleri paylaşan reklâm ajansları paralarını tıklamadan kazandığından dolayı, tutan yalanlara ilgi arttıkça tıklamalar da arttı. Bu haberlerin içerine gelince, yalan olmaları önemli değildi, çünkü para kaynağı tıklamalardı. İletişim ağına bu sayıtlarla katılan Welesli gençler aslında Donald Trump’tan ilgilenen birileri değildi. Onlar para kazanmak istiyordu. Welesli kendini Zoran takma adıyla tanıtan 34 yaşında bir genç olayı Alman “Die Welt” gazetesine şöyle anlattı. Gerçek ismini ve soyadını açıklamadı. O bu işle geçinen “haberci” gençlerin hepsini tanıdığını, şehirde birçok yıldan beri yalan haber üretildiğini ama son amerikan seçimlerinde grubun çok genişlediğini, hatta elektronik işlerde onlara yardım eden kişinin kendisi olduğunu anlatsa da, yalan habercilerin isimlerini vermek istemedi. Yalan haber yaymakla vakit geçiren gençler ilk zamanlar öncelikle çok tıklama yapan sağlık, spor ve otomobil haberleri aktüel iken, şimdi siyaset ve seçim dallarına atlamışlar. Onlar geçen ay Trump ile ilgili haberlerin en fazla ilgi gördüğünü saptayınca gayretlerini amerikan seçimlerine yöneltmişler. Avusturya’da çıkan “Wiener Zeitung” olayla ilgili özel araştırmasında, Welesli gençlerin geçen ay Amerika’daki seçim önü kavgasında ana-babalarının yıl boyu kazandıklarından fazla para kazandıklarını yazdı. Zoran’ın açıkladığına göre, toplam aylık gelir yarım milyon Euro’dur. Sahte haber yapmak bir iş alanı oldu.


162

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Weles’te okuyan 22 yaşında bir üniversiteli genç şöyle diyor: Bu haberler genelde yanlış yönlendiricidir. Fakat bu beni ve arkadaşlarımı ilgilendirmiyor. Önemli olan insanların tıklaması ve bu haberleri okumasıdır. Biz bu işten para kazanıyoruz. Zoran ise, söyleşimizde, yalan haberlerin hepsinin Weles merkezinde üretilmediğini, onlar sağ radikal “Breitbart.com” gibi popülist sayıtlar tarafından kopyalandığını ve alabildiğine çoğaltıldığını anlatı. Bu yılın Ağustos ayına kadar bu yalan haber merkezinin Stivan Banın tarafından yönetildiğini ve bu kişinin artık Cumhurbaşkanı Donald Trump tarafından Baş Danışman görevine atanmıştır. Buraya kadar anlattıklarımızdan, söz konusu olan seçim propagandasının, ABD tarafından sipariş edilmiş ve para desteği sağlanarak örgütlenmiş bir kampanya olmadığı, gençler tarafından para kazanmak için gerçekleştirilen bir girişim olduğu ortadadır. Donald Trump’un politik sahneye çıkmasıyla onun taraftarlarının kaynağının doğruluğu denetlenmemiş haberler yaymaya yatkın çalıştıkları gözden kaçmamıştır. Weles’li gençler bunu para kazanmak için bir şans olarak değerlendirmişler ve kolları sıvamışlardır.

Türk Dünyası Belgesel Film Festivali ve yarışması

30.Kasım.2016

Dünya Gazeteciler Federasyonu tarafından bu yıl ilki düzenlenen “Türk Dünyası Belgesel Film Festivali ve Yarışması”, Grand Hotel de Pera’da yapılan istişare toplantısında değerlendirildi. Toplantıda konuşan Dünya Gazeteciler Federasyonu Başkanı Menderes Demir, festivalin, Türk dünyasına katkı sunmak amacıyla başlatıldığını söyledi. Dünya Gazeteciler Federasyonu tarafından bu yıl ilki düzenlenen “Türk Dünyası Belgesel Film Festivali ve Yarışması” istişare toplantısında değerlendirildi.


Makale ve Analizler - 2016

163

Anadolu Ajansının (AA) global iletişim ortağı olduğu, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Türk Dünyası Belediyeler Birliği (TDBB) ve TRT desteği ile gerçekleştirilen festivalin kapanış ve istişare toplantısı, Grand Hotel de Pera’da yapıldı. Toplantıda konuşan Dünya Gazeteciler Federasyonu Başkanı Menderes Demir, festivalin, Türk dünyasına katkı sunmak amacıyla başlatıldığını söyledi. Demir, festival kapsamında belgesel gösterimleri, söyleşi ve atölyeler düzenlediklerini aktararak, şu bilgileri verdi: “Ön seçici kurul, başvuran filmleri 12’ye düşürdü ve jüri de ilk üç filme ödül verdi. İlk gösterimimizi 23. Adana Film Festivalinin etkinlikleri içerisinde gerçekleştirdik. Sonrasında ise İstanbul’da ödül ve gala programımızı yaptık. Türk dünyasından çok sayıda değerli misafirimiz katıldı. Sonrasında Niğde, Lefkoşa, Bakü, Almatı ve Bişkek’te gösterimler yaptık. Sinema, dünyanın en etkili araçlarından biri. Biz, daha çok çalışıp, Türk dünyasının kültürüyle ilgili daha kapsamlı çalışmalar yapmalıyız.” - “Başladığımız işi sonuna kadar götürmemiz lazım” Festivalin jüri başkanı, Türkmenistanlı yönetmen Hocakulu Narlıyev de Türklerin farklı coğrafyalarda hayat sürdüklerine dikkati çekerek, böyle bir etkinliğin daha önce başlatılmış olması gerektiğini kaydetti. Narlıyev, farklı ülkelerde yaşayan Türklerin unutulduğunu vurgulayarak, şunları söyledi: “Türkiye, hem siyasi hem ekonomik olarak Türk cumhuriyetleri arasında en büyüğü. Türkiye, diğer cumhuriyetlere de sahip çıkmalı. Bu festival nesilden nesle aktarılmalı. Birbirimizin tarihini bilmemiz lazım. Onun için televizyon ve sinema çok önemli. Eskiden bu işler zordu ama şu anda çok kolay. Başladığımız işi sonuna kadar götürmemiz lazım.” Toplantıya ayrıca, Azerbaycan Milletvekili ve Basın Konseyi Başkanı Eflatun Amaşov, Kırgızistan Milletvekili Sadık Şer-Niyaz, Türk Dünyası Gazeteciler Platformu Dönem Başkanı Yılmaz Karaca, Sinema Genel Müdürlüğü Daire Başkanlarından Enver Aslan, TRT İstanbul Müdürü Abdülhamit Avşar, BULTÜRK Başkanı Rafet Ulutürk ve Anadolu Spor Gazetecileri Derneği Başkanı İbrahim Erdoğan katıldı.


164

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Aralık Ayı Yazıları Bulgaristan’da 1 Milyon “Ölü Canlı” Var

01.Aralık.2016-Bulgaristan Haber

Bulgaristan seçim listelerinde 1 milyon “ölü canlı” var Bulgaristan’da nüfusla ilgili veriler doğru olmadığından majoriter belgelendirme güç olacak. 6 Kasım 2016’daki halk oylamasında 2 milyon 500 bin Bulgaristan vatandaşı seçim sisteminin değiştirilmesini ve yüzde yüz Prof. Mihayil Konstantinov majoriter sisteme geçilmesini istedi. Fakat ülkedeki nüfus bilgiler i gerçek durumu yansıtmadığından dolayı, seçim bölgelerini belirleme işi yerinde sayıyor. Oysa seçimlerin 26 Mart’ta yapılması önerisi kamuoyunda yoğun destek buldu. Sorun seçim listelerinin “ölü canlılardan” temizlenmesinde gizleniyor, diyen yerel ve genel seçim başuzmanı Prof. Konstantinov, 2017 yılı sonuna kadar ülkedeki vatandaşların adres kaydı yenilemesi gerektiğine işaret etti. Uzmanın açıkladığına göre, 19. Yüzyılın başından beri uygulanan mojeriter sistem belirli güçlere öncelik ve ayrıcalık tanımak üzere icat edilmiştir ve bugün de aynı amaçlara hizmet etmektedir. Prof. Konstantinov’un bildirdiğine göre, Bulgaristan’da majoriter sistemin başarılı uygulanmasına nesnel engeller vardır: En büyük engel seçim listelerindeki verilerin doğru olmayışıdır. Son yıllarda Bulgaristan nüfusunda çok güçlü bir hareketlenme var. Devamlı adres değiştiren kişilerden yüzde kaçının 18 yaş üstünde olduğu bilinmiyor. Bu yaş ülkemizde seçime katılma yaşıdır. Sözü edilen 1 milyon kişi seçim listelerinde kaydı olan fakat ülkede yaşamayan seçmen


Makale ve Analizler - 2016

165

kişilerdir. Görüntü kişilerin listelerden silinmesi (çıkarılması) ancak nüfus kaydının yeniden yapılması ile olabilir. Bir uzman olarak ben, 2017 yılının sonuna kadar bu işi nasıl bitireceğimizi bilemiyorum, diye vurgulayan Prof. Konstantinov, “ölü canlıların” Bulgaristan seçim listelerinde adı ve soyadı olan fakat yıllardır dış ülkelerde ikamet eden vatandaşlar olduğunu açıkladı. Aynı zamanda bu kişilerin Bulgaristan’da gerçek adresleri ve muhtarlık ve belediyelerde nüfus ve adres kaydı var. Bununla birlikte Prof. Konstantinov, Bulgaristan vatandaşlarının ikamet ettikleri yabancı ülke topraklarının Bulgaristan alanı olmadığından dolayı Bulgar Anayasa Mahkemesi üyelerinin dış ülkelerde seçim bölgesi belirlenmesinin mümkün olamayacağı görüşünde olduğunu da paylaştı. 19. yüzyılda dış ülkelerde bulunanların seçimlerde oylarını mektupla göndererek kullanması usulünün uygulandığına işaret eden seçim uzmanı, bu defa da çok büyük sahtekârlıklar olduğunu açıkladı. Majoriter sisteme geçilmesi için hazırlanan yasa önerisi henüz meclis genel kurul salonuna girmemiştir.

Boş Umudu Yaşatma Çabaları

Rafet Ulutürk-01.Aralık.2016

Bulgaristan’da kaos üreten güçler Görev süresi 22 Ocak 2017 bitecek olan Bulgar Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev siyasi bunalımın parlamenter krize büyümesini önleme çabalarını sürdürüyor. İkinci Borisov hükümetinin 15 Kasımda istifasından sonra bunalım derinleşti. 29 Kasım’da Ulusal Güvenlik Danışma Konseyi (UGDK) toplandı. İstifa eden başbakan Borisov, Dışişleri ve İçişleri Bakanları ile hükümet ortağı Reformcu Blok’un 4 bakanı, mecliste grubu olan partilerin başkanları ve güvenlik güçleri komutanları görüşmede hazır bulundu. 78 milletvekili olan Bulgaristan’ın Avrupa Gelişimi Vatandaşları (GERB) partisi; 38 milletvekili olan Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) ile üçüncü parti olan Hak ve Özgürlükler Partisi (HÖH) ile Yeni Alternatif Partisi (ABV) mec-


166

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

lisin tatil edilmesinden, geçici hükumet kurulmasından ve Mart-Nisan 2017’de erken genel seçim yapılmasından yana olduklarını önceden açıklamıştı. Ne var ki, 6 Kasım 2016’dan yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimleri ile 2 milyon 500 bin seçmenin katıldığı halk oylaması Bulgaristan’daki siyasi durumu çok etkiledi ve değiştirdi. NATO ve Avrupa Birliği’ne (AB) bağlı olduklarını beyan eden fakat bir de Moskova ile ilişkilerin yumuşatılmasından yana olan, Kırım ve Ukrayna’daki durum gibi kritik konularda daha farklı bir dil kullanan yeni Cumhurbaşkanı Radev’in gölgesinde ilerleyen sol ve sağ aşırı milliyetçi güçlerde iktidar istekleri kabardı. Öyle olsa da, son durumda çok ince bir özellik var ve o da şudur. 22 Ocak’ta göreve başlamadan önce, yeni seçilen devlet başkanının Anayasaya göre geçici hükumet veya bir seçim kabinesi atamaya hakkı yoktur. Moskova tarafından desteklenen aşırı solcu “Ataka” partisi lideri Volen Siderov son seçimlerde aşırı sağcılar olarak bilinen, lideri Krasimir Karakaçanov olan Makedon İç Devrim Hareketi (VMRO) ve lideri Valeri Simyonov olan sözüm ona “Yurtsever Cephe” (PF) partileri ile ırkçılık sınırındaki “Yurtsever Diriliş” cephesinde ortaklık yaptı. Bu güçlerin “sığınmacı seli geliyor” gibi popülist propaganda ile oyların % 15’ini alması etkileyici oldu ve onların daha cesur saldırıya geçmelerine kapı açtı. UGDK toplantısından önce Haskovo iline bağılı Harmanlı kasabasında halkı ayaklanmaya kışkırtmaları, en büyük kapalı sığınmacı kampında 3 bin yabancıyı taşlı sopalı ayaklanmaya zorlamaları suni de olsa gerginlik yarattı. Huzur bozucu bu milliyetçi, yabancı düşmanı hortlamanın nedenleri, kaos yaratıp, “memleketimiz için çok büyük dış tehlike var, sığınmacı seli bizi boğacak” yaygarasıyla erken seçim planını suya düşürüp, boşalan başbakan ve bakanlık koltuklarına yerleşmekti. Bu amaçla Volen Siderov ile Krasimir Karakaçanov başbakan olmak istediler. Valeri Simyonov da “halk meclisi krizini önlemek” için partisine görev süresi talep etti. Bu üç güç 43. meclisin suyunun çekildiğini, olanaklarının tükendiğini, takatsizliğinin yüzüne vurduğunu ve en kısa bir sürede bir erken genel seçim yapılmasını kabul etmek istemediler. Yeni durum, Ulusal Güvenlik Devlet Konseyi toplantısında, Bulgaristan’ın Avrupalı Gelişim GERB partisi, Sosyalist Parti BSP, Hak ve Özgürlükler Hareketi HÖH ve Yeni Alternatifçiler ABV partisinin erken seçim lehinde kesin kararını önceden açıklamış olmasına rağmen, böyle bir karar almasını engelledi. Cumhurbaşkanı Plevneliev aynı gün, hükümet kurma görevini 2 Aralıkta önce GERB partisine, ikinci olarak BSP lideri Korneliya Ninova’ya ve ardından da ya RB ya da “Yurtsever Cephe” başkanı Valeri Simyonov’a vereceğini


Makale ve Analizler - 2016

167

resmen açıkladı. Muhtemel Başbakan adayı olarak da VMRO lideri Krasimir Karakaçanov’tan söz edildi. Yeni oluşan dengede, Boyko Borisov da biraz fikir değiştirerek, “sağ cephede kurulacak bir hükumete katılmadan, bakan vermeden meclis desteği sunabileceklerini” ortaya koydu. Ne var ki, bu sözler 30 Kasım 2016’da mecliste 2016 mali yıl bütçesi görüşülürken sınıfta kaldı ve GERB lideri mikrofon başına geçerek “yeni hükumet kurmak isteyen partilerden hiç birine parlamento desteği sağlamayacağını vurgularken, hiç tökezlemeden “Erken Seçim” dedi. UGDK toplantısında, Cumhurbaşkanı Plevneliev’in meclisin dağıtılmasına karşı çıkması Bulgaristan siyasetinin halk yardakçısı sağ yönelimine geniş kapı açtı. Cumhurbaşkanı seçimlerinde % 15 oy alan “Yurtsever Diriliş” cephesi partilerinin -“Ataka”, VMRO ve “Yurtsever Cephe”- bu 3 parti seçmene verdiği sözler dikkat çekicidir. Bu güçler, askeri ücretin 360 leva oldu ülkede emekli maaşlarının 1000 levaya çıkarılmasını, daha bu yıl için bütçeden 860 milyon levanın bu amaçla ayrılmasını, Avrupa Birliği fonlarından gelen paralarla apartmanların montalanmasının durdurulmasını, eğitim, kültür ve sağlık bakanlıkları bütçelerinden kesinti yapılmasını vb istediler. Artıca 1000 Euro asgari ücret vaat ediyor. Birbirine giren milletvekilleri halk yardakçılığının önüne geçmek için çok çaba harcamak zorunda kaldı. Gergin anlar yalanlarla dolup taşıyordu. Kuşkusuz Plevneliev’in son günlerde fikir değiştirip 43. meclisten yeni bir hükumet çıkarılmaya ve erken seçime bir geçici hükumetle değil, olağan bir Bakanlar Kuruluyla gitme yolunu açmaya çalışmasında doğan umutların tamamen boş olduğunu görmeyen kalmadı. Yeni durumda erken seçimin 26 Mart’ta 2017’de yapılması kesinleşiyor. Son söz yeni Cumhurbaşkanının olacaktır. Ne de olsa siyasette fırsatlar tükenmez diyenler var. Yeni bir olağan hükumet kurma görevini Reformcu Blok’a verme kapısı da açıktır. Bu görevin onlara verilmesi tamamen Plevneliev’in iradesinde bulunuyor. Çünkü istifa etse de, çalışmaya devam eden hükumette RB 5 Bakanları var. Derinleşen durumda, 5 partiden oluşan RB meclis grubuna bakışları değişmese de, parçalanma süreci yaşayan ve Güçlü Bulgaristan (DCB) partisinin ayrılmasıyla iyice çatırdayan Blok bütün hükumet yükünü taşıyabilecek durumda değildir. Olumlu yaklaşımı engelleyen gerçeklerden biri ise şudur: Hükumet kurma çabalarında merkez sağda ağırlık kazanmaya başlayan bu yenilikçi hareketin Moskofçu-aşırı milliyetçi güçlerle daha sıkı işbirliği yapma zorunluluğuna takılması, başarısızlığı üzerlerine yıkıp yok olmayı doğurur mu!?


168

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

GERB partisi Maliye Bakanı Vladislav Goranov son durum değerlenmesinde geniş bir analizden sonra, “43. halk meclisinin imkânları sona ermiştir ve yeni bir hükumet denemesi yapılmamalıdır” dedi. Cumhurbaşkanlığında yapılan UGDK toplantısından sonra, GERB, BSP, ABV ve HÖH partileri milliyetçilerin kuracağı bir kabineye bakan vermemeye kararlı olduklarını kesin yinelerken erken genel seçim dediler. Bulgaristan’a erken genel seçim yolu açıldı. Hepimize hayırlı olsun.

Semboller Gömülecek

BG-SAM-01.Aralık.2016

(foto Todor Jivkov ve L. Brejnev ) den su içtiğini kanıtladı. Hazırlayan Violeta Radeva.

Konu: Bulgaristan Komünist Partisi 27 yılda adından başka bir şey değiştirmedi. Komünizm sembolleri ayakta kaldıkça Bulgaristan’ı bekleyen manevi, entelektüel ve fiziki yok oluştur. Bu hükümetimizde bir Türk bakan var gösterişi yapan GERB kabinesine katılan Vejdi Raşidov, Bulgaristanlı Türk ve Müslüman kültürüne büyük zarar verdiği yetmezmiş gibi, halka zülüm eden komünist dönem sembollerini ebedileştirmek için bir açık hava müzesi açtı ve çocukluğundan beri seçkin komünistlerin elin-


Makale ve Analizler - 2016

169

Hayatımıza birinci gününden bugüne kadar sık örgü isli ve tozlu bir örümce ağı gibi dolanmış komünist sembollerle ilgili tartışmalar son günlerde yine keskinleşti. Komünist sembollerin yasaklanması yasa tasarının dördüncü görüşmesindeki oylama sert kavgaya vesile oldu. 1990’ın koyu sıcak Ağustos günlerinde Bulgaristan’da politik didişmenin patlama noktasında kaynadığı anlar hatıramda canlanıverdi. Komünist Semboller. BKP Merkez komitesi çatısındaki yüksek gönderde büyük bir kızıl yıldız vardı. Resmi bayram günlerinde, hatta 24 Mayıs’ta bile Bulgar milli bayrağı asılacağına her yerde orak çekişli kırmızı bayraklar dalgalanıyordu. Birçok taşa yontulmuş olan sosyalist Bulgaristan armasında Bolşevik devrimin kutsalları vardı. Kanlı komünist sembollerle ilgili sert tartışmalar yürüttüğümüz günleri unutmaya çalışmış olsak bile, 27 yıl sonra biz yine olayın başındayız. 24 Ağustos 1990’da “Özgür Halk” gazetesinde çıkan yazımda, kendi sembollerini bize dayatan bir partinin küstahlığını anlatmıştım. Ne de olsa ben o zamanlar ben komünizm ve onun kalıtlarından ayrılma vaktinin giderek geleceğine inanmıştım. Aynı zamanda ben ideolojik ve ekonomik olarak sırt üstü getirilen sosyalizmin bütünüyle ve ebediyen tarih çöpüne atılacağına inanmıştım. Siyasi sınıfın değişiklikleri gerçekleştir gayretlerindeki hevessizlik, zamanı dolmuş geçmişten kopmamıza engel oluyordu. Değişimlerin bilinçli olarak ve amaca yönelik biçimde engellenmesi, aslında özgür olmayan, dünyadan tamamen tecrit olmuş, hayalperest ve fiziksel ve psişik baskı ve terör uygulayan bir rejime özlem duyulmasını özendirmek için yapılıyor, zafer kazanan siyasi güçlerin hanesinde geçmişten ideolojik olarak kopma günden oluşturmuyordu. Politik garnitür tarafından gerçekleştirilen özelleştirmenin adil ve mantıklı olup olmadığını burada tartışmak istemiyorum. Bütün “A” sınıf, iyi çalışan sanayi tesislerinin komünist kodamanların eline ve emrine geçtiğini de tartışmıyorum. Önemli olan o dönem muhalefet güçlerinin mavi renkli partisinin liderinin “Demokrasi” gazetesine verdiği demeçte, Bulgaristan Sosyalist Partisinin baştan aşağı yenilenmiş bir parti olduğunu ve eski Bulgaristan Komünist Partisi ile hiçbir benzerliği ve göbek bağı olmadığını söylemiş olmasıdır. Üstelik o sol güçlerden çözülen saflarını sıklaştırmalarını istemişti. Çünkü hem sol hem de sağ ayağına sağlam basması gereken demokrasi iki ayak üzerinde yürümeliydi. Demokratik güçler temsilcilerinden bazılarının ajan dosyalarını halka açmak ve herkesin gidip onları görebilmesi, komünizmi çözüp komünistleri devlet görevlerinden çıkarmak gibi yasa önerileri mecliste mavi güçler tarafından da ciddi tepki gördü. Yalandırılan Bulgarların Birleşik Demokratik güçlere olan güvenini


170

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

geri çekmesi ve birbirlerini suçladıktan, lanetledikten, parçalandıktan sonra değişik partiler kurması mantıklıydı. Bulgaristan’da mavilerin aşırı uçlara kayması böyle olmuştu. Onlar başarısız siyasetçilerdi ve öyle de kaldılar. Bolşevik geçmişle, SovyetRus imparatorluğuna bağlılıkla kesin olarak ve dönüşümsüz bir şekilde tüm ilişkileri koparmak onların tarihsel ödeviydi. Bu bağlılıklar ülkemizi Avrupa kuyruğunun sonunda ve çok ciddi ve hatta geri dönüşü olmayan bir demografi faciasına itti. Savunmaya çalıştıkları siyaset çizgisi toslayan ve başarısızlıkları ortaya çıkan bu siyasetçiler, “sosyalist parti” maskesi tarak Bulgaristan Komünist Partisi konumlarını güçlendirmesine ve bugün artık bizim Rus etki alanına ve Avrupa Asya diktatörlükleri sürüsüne yeniden katılmak için liderleri ve ana kadrolarının yeni bir saldırıya geçmesine olanak sağladı. Sizler şimdi benden bu yazdıklarınızla, komünist sembollerin ve onların yasa dışı ilan edilmesi arasında ne gibi bağ olduğunu haklı olarak sorabilirsiniz. Komünist semboller ve onların yasa dışı ilan edilmesi: Marksist - Leninist havariler Tanrı varlığını kabul etmese de, komünist sembollere tapma aslında bir “felsefedir” ve onun kutsal yaratıcıları, görevlileri ve sembolleri vardır. Bir idenin, bir duygunun ve bir kavramın sembollerle ifade edilmesi bir topluluğun bunlarla anlatılması ve yaşaması anlamındadır. BSP Başkanı Kornelya Ninova, bu yasa mecliste tartışılırken, hiç kimsenin insanların duygu ve sevgi emareleriyle alay etmesine hakkı olmadığını, komünist nişanlarla süslenmenin serbest olmasını istedi. Bir gecede sosyalist maske takan BKP bu değil mi? Memleketin her yerinde bu sembolleri kanla, terör ve baskıyla bağlı gören bu 100 yıllık parti sembollerinde asla vaz geçmek istemiyor, onları topluma dayatmaya çalışıyor. Her dinin kendi simgeleri vardır. Onlar inancın kutsal işaretleridir. Onlar birbirlerini tanımayan müminler arasındaki gizemli bağlantıdır. Bu simgeler yardımıyla onlar buluşur, toplaşır, birlikte hareket ederler, ortak hedef belirlerler. Proletarya diktatörlüğü veya totaliter bir parti aygıtının bütün halk üzerindeki diktatörlüğünde, kan rengi olan kızıl rengin hakim olduğu komünist dinin sembolleridir. “Biz iktidarı kanla aldık ve kansız vermeyiz” diyen komünist liderlerin XX. yüzyılın 90’lı yıllarının başında bulundukları beyanlar daha yaşlı komünist kuşak için unutulur gibi değildir. Bizdeki geçiş Bulgaristan’da yaşayanların çoğu için barışçı, sesiz sedasız, görüntü gibi gerçekleştiğinden dolayı Bulgar halkının komünist geçmiş sayfa-


Makale ve Analizler - 2016

171

sını kapattık inancı da yalan bir hayal olarak ortaya çıktı. Biz şimdi sosyalistlerin kendi sembolleriyle vedalaşmak istemediklerini görüyoruz. Onların bayrakları, yıldızları ve boyunbağları bugün de kırmızıdır. Onlar ölülerin kanıyla boyanmıştır. Fakat bu kan komünizm kurbanlarının kanıdır. Bu kurbanların sayısı son 2 bin yılda bütün savaşlarda can feda eden erlerin sayısından büyüktür. Bulgaristan’da “soya dönüş” terörünün uygulandığı geçen yüzyılın 80’lı yıllarında Almanya’da çıkan “Die Zeit” gazetesinin yazdığına göre bu rakam 250 milyondan fazladır. Bu rakam ideolojik baskı ve terörde can feda edenlerin toplam sayısıdır. Simgeler, semboller ve efsaneler zamanın en alt tabakalarından gelir. Bunlar insan psişiğinin oluşturucu öğeleridir. Bunlar algılamanın herkesçe kabul edilen araçlarıdır. Bilinç altıyla, akıl dışı olanla bağlıdır. Zengin duygusal içerikle yüklü olduklarından dolayı güçlü etki gösterirler. Biz belirli bir zaman kesiminde yaşıyoruz ve bu bizim babalarımızın zamanı değildir. Bizim atalarımızın zamanı 20. yüzyılda Marksizm Leninizm’in zaferler kazandığı, hortladığı komünist ideoloji zamanıydı. Bulgaristan’da bu hortlama çok kurbanlar aldı. Komünizmin kurbanları etnik azınlıklar oldu. 1970’lerde Pomakların, 1980’lerder Türklerin isimleri, soyadları değiştirildi, dil ve dinleri yasaklandı, kültürleri ezildi. Bizim yaşadığımız 21. yüzyıl komünist ayırımcı, ötekileştirici ideolojinin topyekûn iflası yüzyılıdır. Biz çocuklarımızın ve torunlarımızın bu sahte semboller dünyasında yaşamasını istemiyoruz. Bundan dolayı biz komünist simgelerin zamanını tamamen doldurduğu için tarih çöplüğüne atılmalarından yanayız ve bunu istiyoruz. Komünist simgeler tarih çöplüğüne atılmalıdır. Biz komünist sembolleri hiçbir kamu binasının kapısında ya da duvarında görmek istemiyoruz. Komünizm virüsü kendilerine ustaca aşılanmış gençlerin yumruk sıkarak düzenledikleri miting ve yürüyüşlerin dağıtılmasından yanayız. Çünkü semboller her insanın manevi hayatını etkiler, ondan bir parçadır. Bulgar halkının düşmanlık dokusunun sökülüp atılması için önce komünist dönem simgelerinin gömülmesi gerekir. Bu yapılmazsa Bulgar halkı manevi çöküş yaşar, entelektüel kusurlu kalır ve fiziki ölüme sürüklenir. 27 yıl gecikmeli de olsa, maneviyatımıza, dostluklarımıza ve kardeşliğimize zarar veren simgelerden mutlaka kurtulmak zorundayız. Bu bizim hayatı yaşatma davamızın bir parçası haline gelmiştir.


172

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Balkanları Zorla “Rus Dünyasına” Sokmaya Çalışıyorlar

BG-SAM-01.Aralık.2016

The Insider - tercüme. Karadağ’daki darbe denemesinden sonra Rusların gizemli Generali Reşetnikov’un kimliği gün ışığına çıktı. Rus yanlısı Bulgar Generali Rumen Radev’ın Cumhurbaşkanı seçimlerini kazanmasından sonra, Rusya’nın Bulgaristan süreçlerini denetim altında tutma yeltenişleri giderek daha hissedilir oldu. Görüldüğü üzere, Kremlin’e yakın olan güçler Balkan devletlerinde Rusofil topluluklar oluşturmaya ağırlık verdiler. Yerlileri İslav ve Ortodoks bayrağı altında toplama şeması uygulamaya koyuldu. Orduya paralel örgütler oluşturuyor. Avrupa ve Atlantik siyasi değerlerinden vazgeçip Putin’in Avrupa Asya modelinin kabul edilmesi gereği propaganda ediliyor. Kazak çeteleri örgütlüyorlar. Bu yönelimi dayatanlar da Rus General Reşetnikov, milyoner Molofeev, Sergey Jeleznyak ve başkalarıdır. Karadağ’da askeri darbe denemesinin boşa çıkarılmasıyla Balkanlara yerleştirilmeye çalışılan “Yeni Rusya” modelinin suya düşürülüşünü gördük. Karadağ Yüksek Mahkemesinde Baş Savcı Milivoy Katniç anlatıyor. Bir grup “Rus milliyetçi” başbakan Milo Cukanoviç’i öldürmeye teşebbüs etti. Muhalefetin meclisi ele geçirmek için yaptığı saldırıya yardım ettiler. Baş Savcılık bilgilerine göre, Karadağ, Sırbistan ve Romanya’da oluşturulmuş bu grup, Ruslar tarafından planlanan bir terör saldırısını birlikte gerçekleştirecekti. Rusya Cumhurbaşkanı Vladimir Putin’in basın sekreteri Dimitriy Peskov, “Rusya’nın bu gruba resmi ilişkisi yoktur” diyerek bu varsayımı resmen doğrulamış oldu. Bu darbe denemesinin örgütleyicileri! Yakın zamana kadar Sırbistan jandarması başkomutanı görevinde olan ve cinai gruplarla yakın bağlarda bulunduğu tespit edilince görevinden uzaklaştırılan Bratislav Dinkiç birkaç ay önce “Sırbistan Yurtsever Hareketi” adı altında bir örgüt kurdu. NATO düşmanı ve Sırbistan’ın Rus yanlışı siyaset izlemesi taraftarı olduğunu ortaya koydu. 2016’nın Mayısında o Moskova’daydı. “Savaşçı yoldaşlarla” görüşmelerde bulundu. “Birleşik Rusya” sivil toplum örgütlerinin Danışma Konseyi Başkan Yardımcısı Yuriy Matsulenko’nun elinden övgü plaketi aldı.


Makale ve Analizler - 2016

173

“Sırp Kurtlar” gibi bir radikal hareketin kurucusu olan Aleksandır Sinceliç Doğu Ukrayna’da savaştı. Hakkında terörist biri olarak arama kararı var. O, “Sırp Kurtlar” radyosunun sahibidir. Kosova’da ve işgal altındaki diğer topraklarda anlaşılması kaydıyla “Sırp çıkarlarını savunmak amacıyla” o bu örgütü 2008’de kurdu. “Kurtları” bir partide toplamak ve son hedefte “birleşik, güçlü ve bağımsız Sırbistan” kurmak onun ana hedefidir. Rus izi: Sırbistan Başbakanı Aleksandır Vuçiç’in ağzından çıkmayan, fakat etrafta dolaşan, Rusya vatandaşlarının Sırbistan’dan çıkarılması gibi iddialarla ilgili Rusya Dışişleri Bakanlığı artık resmen yalanlama yaptı. Öte yandan, Vuçiç, Sırbistan toplarlarında görülen askeri darbe hazırlıklarında “yabancı faktör” kullanıldığını kendisi söyledi. Son aylarda Karadağ konusunda beyan veren Rusların baş sözcüsü “Birleşik Rusya” liderlerinden Sergey Jeleznik’tir. Moskova’da “cephe” liderlerini karşılarken o kendilerini Karadağ muhalefetini birleştirmeye davet etti. Bu yılın baharında Jeleznyak birkaç muhalefet partisi ile bildiri imzalayarak bölgede “Sırbistan, Karadağ, Makedonya, Bosna ve Hersek’in da katılacağı bir egemen, tarafsız devletler” grubu oluşturma çağrısında bulundu. Seçimlerden sonra Jeleznyak Karadağ muhalefetinin seçim sonuçlarını tanımama çağrısını destekledi. Bu güçler bu yıl Karadağ sorununa şu ya da bu ölçüde ilişkin 20 bildiri yayınladılar. Karadağ ile direk bağlantılı bulunan başka bir resmi kişi ise, 1976 ile 2009 arasında Rusya dış istihbarında görevli olan Rus Generali Leonid Reşetnikov’tur. “Balkanların valisi” adıyla ünlü olan bu casus, bölgedeki Rus dış siyaseti müelliflerinden biridir. Son yıllarda Rusya’nın Balkan bölgesindeki aktifliğinin kat kat artması, özellikle Rusya Stratejik Araştırma Enstitüsü Belgrat Şubesinin açılmasından sonra, bu Rus generalin etkinlikleriyle sımsıkı bağlıdır. Enstitü yöneticileri konuşmalarında “Balkanlarda savaşların sona ermediğini” Balkan ülkeleri sınırlarının dış güçler tarafından Rusya halkının bölündüğü gibi parçalanan Sırp halkı aleyhinde dayatıldığını vurgulamaya devam diyorlar. Şu gerçek hepiniz için ilginç olabilir. Karadağ askeri darbe denemesinin suya düşmesinden sonra Rusya lideri V. Putin, General Reşetynikov’u Stratejik Araştırma Enstitüsü Müdürü görevinden uzaklaştırmıştır. Reşetnikov çok aktif propaganda yapıyordu:


174

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Orgeneral Reşetnikov, Karadağ NATO’ya üye olursa temeline dayanarak çok karamsar tablolar çiziyor ülkenin geleceğini tehlikede gördüğünü iddia ederek propaganda yapıyordu. Rusya’nın Ukrayna’ya müdahalesinde önemli rol oynayan, Ortodoks milyoner Konstantin Malofeev’in imtiyazında olan “Tsarigrad” TV programında konuşan Reşetnikov, Başbakan Cukanoviç hükümeti iktidardan uzaklaştırılmadığı taktirde, Karadağ’ın önümüzdeki bir iki ay içinde hendekten çukura devrileceğini söyledi. “Seçim sonuçları üzerinde sahtekârlık yapılmazsa seçimleri muhalefetin kazanacağını” iddia eden Malofeev TV programı, Karadağ’ın Rusya “düşmanları” arasında yer aldığını, bu nedenle okkalı bir “şamar” hak ettiğini tekrarladı. Karadağ’ın yasal hükümetine ve ülkenin “Demokratik Cephesi”ne karşı en saldırgan propagandayı “Tsarigrad” TV yaparken, Cukanov’un Batı yanlısı siyasetini hırpalamaya çalışan ikinci güç ise, bir devlet şirketi olan “Rasiya sevodnya” (Rusya Bugün) imtiyazında olan, “Sputnik” yayınlarıdır. Bu arada Rusya resmi haber ajansı TASS, adını söylemediği bir haber ajansını kaynak göstererek, seçim arifesinde, seçimlere hile karışabileceği konusunda uyarıda bulundu. Doğu Ukrayna’da etkin olan ordu güçlerine paralel saldırılarda bulunan, Malofeev tarafından finanse edilen asi güçler gibi bir örgütlenmenin Balkan ülkelerinde de aynı kişi tarafından mali destek gördüğü açıklandı. Karadağ’da bu güçlerden ilk defa geçen yılın baharında söz edildi. O zaman bu asilerin hareketlenmesine, “köktendinci siyasi elit arasında et otoritesi olduğu bilinen” Karadağ ve Deniz kıyısı Papazı Amfilohiy (Radoviç) dua etti. Karadağ’da Papaz Anfilohiy hakkında “Papaz Cüppeli Savaşçı” dendiğine rastlanır. Bu papaz, büyük Sırp şovenizmi taraftarı olup, Karadağ’ın devlet kimliğini reddettiği gibi Avrupa’nın bütünleşmesine de karşı çıkıyor. Papaz Anfilohiy Kuzey Atlantik Pakttı hakkında terör örgütü değimini kullanırken, Karadağlıların hiçbir koşulda ve surette NATO’ya üye olmamaları için dua ediyor. Balkanlardaki “Yeni Rusya” kuruculuğuna yardım edenler. Balkanlar’da Rusya etkisinin tırmanması bölgede ciddi tartışmalara neden oluyor. Gizli oluşturulan Rusçu yapılanma, somut ödevleri belli olmayan, malı kaynakları hatta bir çok kez adresleri bilinmeyen “dost” partilerle ve geleneksel gerici örgütlerle bağlarını güçlendirmeye çalışıyor.


Makale ve Analizler - 2016

175

Sanki bu ilişkiler Kilise kanallarından ve bölgeye yerleşmiş değişik Rus örgütlerinin şubelerinin yardımıyla gelişip yayılıyor. Belgrat’taki Avrupa ve Asya Araştırma Merkezi 2016 yılının başında yayınladığı bir raporda, bazıları Batı dünyasına karşı, liberal dünya görüşü aleyhinde, milliyetçi siyaset yürüterek bölgesel etkinlikler gösteren 100 fazla örgütün isimlerini açıkladı. Bu örgütler bölgedeki yaşamın demokratik niteliğini ve insan haklarını gözden düşürdükleri gibi çok etnikli yaşam tarzını ve devletin laik biçimini lanetleyen birbirine benzer siyaset çizgisinde buluşuyorlar. Bu örgütlerin ileri gelenleri, Sırp Ortodoks Kilisesi’ndeki tutucu çevrelere ve geleneksel milliyetçi elitten güç alarak, tarihsel benzerlik ve yakınlıktan, Ortodoks din değerlerini aşılamaya çalışıyorlar. Avrupa ile bütünleşmeye karşı olan ve Ortodoks Monarşi rejimi kurmak isteyen, Rusya ile sımsıkı bağlı olan “Sırp Siması” bu 100 örgütten biridir. 2012 yılında Belgrat Anayasa Mahkemesi “Sima”yı yasakladı. Sırbistan İçişleri Bakanlığı ise “klerikal (dinerkçi) faşist örgüt” nitelemesini yaptı. “Sırp Siması” eşcinsel evlilik yapanları rahatsız ediyor, onların dünya görüşüne uygun davranışlarda bulunmayan ressamların sergilerini ve aktrislerin oyunlarını dağıtıyorlar. “Sırp Siması” lideri Mladen Obradoviç, yakın geçmişte Moskova’yı ve Güney Osetya’yı ziyaret etti ve Orgeneral Leonid Reşetnikov tarafından yönetilen Rusya Stratejik Araştırmalar Enstitüsü’nün düzenlediği bir konferansa katıldı. Bu bölgede Rusya ile sıkı işbirliği halinde olan “Kazak” örgütler ve “Gece Kurtları” olarak ün salan motorlu dolaşan grupların sayısı büyüktür. “Gece Kurtları” geçen yüzyıl Sırbistan’da savaşlara karılan güçler arasından seçilmiştir. Gece savaşlarında deneyimli kişilerdir. Bu kişiler dine bağlılıklarını devamlı vurgulamakla birlikte, değişik sözüm ona “yurtsever” örgütlere de katılıyorlar. Bu yılın Eylül ayında “Gece Kurtları” Karadağ’ın Kotor sahil şehrine toplandılar. “Balkan Kazak Ordusu” kurma girişiminde bulundular. Bu ordunun başına Ukrayna ve Moldova arasında bulunan Pridnestrovie, Abhazya ve Bosna Savaşlarına katılan ve birçok insanın kanını döken Viktor Zaplatin geçirilmek istendi. Bu ordunun komuta kademesine Bosna’da savaşmış ve katliamlara karışmış İgor Strelkov “Girkin” alınmıştır. Şu anda Zaplatin Doğu Ukrayna’nın Donbas Bölgesindeki güçlerin Balkanlar “yetkili temsilcisi” görevine atanmıştır. Daha önce sözüm ona Lugans Halk Cumhuriyeti sınır askerileri komutan yardımcısıydı. “Gece Kurtlarını” sık sık olmak üzere siyaset ve diplomatik temsilcilerle birlikte, Rus diplomatları ve milliyetçilerle birlikte görebilirsiniz.


176

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“Gece Kurtları” ve “Kazaklar” etkinliklerini Rus devlet mülkü olan, Belgrat’taki “Rus Yurdu”nda düzenliyor. Bu yılın Şubat ayında Sırp gaziler ve gönüllülerini tanıtma toplantısında yaptığı konuşmada, İslav değerleri için ve sözüm ona “Batı’nın biriken değerlerine” karşı verilen mücadelede Balkanların her zaman ön saflarda yer aldığına işaret etti. Karadağ başkenti Podgoritsa’daki askeri darbe denemeleri hükümet güçleri tarafından suya düşürülmeseydi, yukarıda adları geçen aşırı milliyetçi örgütlerin, bu küçük memlekette “Yeni Rusya” örneği bir devletçikte buluştuğuna tanık olacaktık. Ne var ki, onların sinsi planlarının gerçekleşmesine Karadağ özel kuvvetleriyle birlikte Sırp silahlı güçleri de engel olabildi.

Anadil Davamız

Raziye ÇAKIR -01.Aralık.2016

Bizim davamız Türkçülük davasıdır. Osmanlının çöküşü altında kalmak istemeyen aydınlarımızın geliştirdiği davanın adıdır Türkçülük. Ve bugün de en kutsal olanımızdır. Geçen asır bizi ayakta tutan ve yaşatandır. Bulgaristanlı Türklerin olağanüstü ağır durumda bulunduğunu bilmeyen yok. Bu ağır durumun temel nedenlerinden biri ülkenin 27 yıldan beri giderek derinleşen bir çöküş süreci yaşamasıyla birlikte, çok parçalanmış olmamızdır. Yaşadığımız bölgelere iç olanakları açan yatırımlar gelmediği gibi 1989 “Büyük Göç” yarasından sonra ekonomik darboğaza sıkıştırılan gençlerimizin bir yandan Türkiye’ye öte taraftan da Batı ülkelerine akışı aryalık yaramızı daha da acıttı. Bu yarayı bazen dayanılmaz duruma getiren aile bütünlüğümüze, yaşayışımıza, dilimize ve dinimize, özgün has kültürümüze indirilen darbeler, son zamanda duruma zor hakim olmamızdır. Hak ve Özgürlükler Hareketi’nin maneviyatımızı ısıtacak hiçbir şey yapmaması başka bir gam tabii. Yeni kurulan DOST partisi Başkanı Lütfü Mestan’ın halkla temasları esnasında, 18 yıl meclisteydim, eğitim komisyonu başkanlığı yaptım, anadilimiz, dinimiz, kültürümüz, okullarımız denince bütün kapılar kapanıyor gibi saçmalıklar konuşması, gamımızı katmerleştiriyor.


Makale ve Analizler - 2016

177

Bu dünyada çözümü olmayan sorun yoktur. Görüyorsunuz son yıllarda Türkiye diliyle, diniyle, sazları, türküleri ve şarkılarıyla, sanat ve medeniyetiyle ailelerimize girdi. Genç kızlar şarkıların en güzellerini TRT - Müzikten öğreniyorlar. Şiir, masal, efsane dinliyorlar, belgesel ve filmlerimizi izliyorlar, gönül hoşluğu bizi birbirimize yeniden yakınlaştırdı. Kendi ocağımızda kendi ateşimizle ısınıyoruz. Bu dava tabii ki yalnızca bizim davamız değildir. Bu davada sözü gizleyen, sorunu görmezden gelen, susan değil, sorunu açık söyleyen her zaman mert olmuş, halk tarafından sevilmiştir. 1950’lerden başlayarak Bulgaristan Türk Edebiyatını yaratan şair ve yazarlarımız yazılan ağızdan çıkan sözün dert olacağını bildikleri halde, durmadan yazdılar, anlattılar, yarattılar ve halkımızı kanatlandırdılar. Balkan azınlıkları arasında bizden başka öz edebiyatı olan başka bir azınlık olmadığını belirtirken gurur duyuyorum. İrfan halkı aydınlatma davasına gönül vermiştir. Kaynağını derin halk kültüründen alan Bulgaristan Türk şairleri şiirlerinde aruzun yanı sıra, heceyi ve serbest nazım tarzını kullanmışlardır. Eserlerde Rumeli şivelerine rastlansa da kullanılan esas itibarıyla İstanbul dili olmuştur. Bazılarının doğum yerlerini, doğum tarihlerini, ana eserlerini ve esin kaynağı olan çalışmalarını birlikte anımsayalım: Çağdaş Bulgaristan Türk şiirinin önemli simaları arasında yer alan ilk isim sevilen şair Mehmet Müzekka Con (1885 -1974) ‘dur. Con, Bulgaristan Türk Edebiyatının İkinci Dünya Savaşı öncesi dönemiyle sonraki dönemini birbirine bağlayan sanatçılardandır. 1890’lı yıllarda Vidin’de doğan Mustafa Şerif Alyanak ve 1986’da Nevrekop/Satovça’da doğan Mehmet Behçet Perim (ölüm yılı 1965) 1930’lu yıllarda Türkiye’ye gelen şairlerimiz arasındadır. Mehmet Fikri (1908 -1941), bugün Omurtag olarak bilinen Osmanpazar’ından idi. Hayat boyunca din, adalet, ahlak ve fazilet için savaştı. 1890 yıllarında Kırcaali’de doğan İzzet Dinç (ö.1965) de şiirlerinde benzer temalar işledi. Deliorman Şairlerinden Ahmet Şerifov 1926 yılında Razgrat’da dünyaya geldi. İarn ilk şiir kitabı olan “Mücde” 1960 yılında yayınlandı. Mefküre Mollova, 927 yılında Dobriç (Hacıoğlupazarcık)’te doğdu. Akademisyen şairlerden olan Mollova’nın şiirleri 1964 yılında yayınlandı. Şumnulu şairlerden Mülazım Çavuşev (1927 - 1995) sade Türkçeyle yazdı, şiirlerinde Vatan sevgisini ve tabiat konularını işledi.


178

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

1927 yılında (Eskicima) Tırgovişte şehrinde doğan Niyazi Hüseyinov (Bahtiyar) ilk şiir kitabını 1964 yılında köy yankıları adıyla yayınladı. 1989’da Türkiye’ye gelen şairlerimizdendir. Orada 3 cilt halinde olmak üzere Balkanlar’da Türk Ünlüleri ansiklopedisini yayınladı. Lütfü Demir, 1929 - 1990 Razgrat yöresi şairlerindendir. İşte onun güzel şiirlerinden bir dörtlük: Benim Yârim. Benim yârim incelerden incedir. İpek fistan giymiş görsen nicedir. Saçı sümbül, başı dağdan yücedir. Ferace altından çıkalı beri daha da güzeldir. Sabahattin Bayram 1931’de Dobriç’te doğan şairlerimizdendir. 1990’dan sonra sanat hayatını Bursa’da sürdürmüştür. Bulgaristan Türkleri Edebiyatı derlemesini hazırlamıştır. “Soya Dönüş” serüvenine en sert tepki veren şairimizdir. 1962’de “Adresim Şudur” şiir derlemesini, 1966’da “Sokakların çağrışımlar içinde” eserini yayınlamış ve sosyalist düzenin insan haklarına ve azınlık zulmüne ilk başkaldıranlardan biri olmuştur. 1934 doğumlu Nevzat Mehmedov da bir başka Dobriçli şairdir. “Ayı Dayı” 1959, “Üç Beygir” 1967 adını verdiği kitaplarında yer alan çocuk şiirlerinde sevdiği hayvanlar dünyasını ve denizi konu alarak işlemiştir. Çağdaş Bulgaristan Türklerinin ileri gelen şairlerinden biri de 1934 Koşukavak / Kırcaali doğumlu Ömer Osman Erendorum’tur. “Üçüncü Mezar” (1989), “Ölmeden Ölmek” (1991) ve “Sabır Duası” (1991) “Sevilken” şiir derlemeleridir. Toplam 16 eseri olan yaratıcı totaliter komünist baskıya karşı kalemiyle verdiği çetin mücadelede asla yenik düşmedi, hapishane ve sürgün yıllarında da yaratmaya devam etti genç kuşağa ilham vermeye devam etti. 1934 yılında Filibe yakınlarında dünyaya gelen Recep Küpçü, ömrü boyu Bulgaristan Türkleri’nin haklı mücadelesini savunmuş, kendisine yapılan seri saldırıların birinden sonra bir gece bir Yama’da ölü bulunmuştur. Yayınlanan eserleri arasında “Ötesi Var” (1962) ve “Ötesi Düş Değil” (1967) çok sevilen 2 şiir kitabıdır. Küpçü’nün kaleminden dökülen “Vatan hakkı, Vatan sevgisi” genç kuşaklara bugün esin olmaya devam ediyor. Balkan Türklerinin iyi tanıdığı şairlerimizden biri de, deniz şairi olarak bilinen 1935 Eskicuma doğumlu Mehmet Çavuştur. “Yılların Serenadı” (1964), “Bulgaristan’dan Sesler” (1985) iki şiir kitabı ile “20. Yüzyıl Bulgaristan Türk-


Makale ve Analizler - 2016

179

leri Şiiri” (1988) gibi üç eser yayınlamıştır. O da öğretmen yaratıcılarımızdan olup eserlerinde anadil sevgisi, anadilde yaratıcılık, anadille yaşamak gibi konulara ağırlık vermiştir. Ali Bayram, 1935 doğumlu Silistreli öğretmen şairlerimizden olup çalışmalarını Türk dilini sevdirmeye adamıştır. Silistreli şairlerimizden bir başkası Latif Aliev de vatan hasreti çekmiş şairlerimizdendir. “Bir Bahçeden Bir Bahçeye” (1961) adını verdiği şiir kitabında halk şiiri tarzında söyleşileri vardır. Mustafa Mutkov, 1935 yılında Lofça’da doğdu. Yayınladığı şiir kitabının ismi “Sabah Yolcusu”dur (1965). Onun şiir dünyasına açtığı pencereden şu dörtlük el atıyor: Yine köşe başlarında beklesem onu Bir yağmur geçse üzerimizden ince ince Şakaklarımızdan usulca yuvarlansa damlalar Tekrar elini tutsam onun Yolumuza halı döşese bahar... 1936’da Eğiridere’de dünyaya gelen Faik İsmailov (Arda) şiirlerinde daha çok Rodop Türkleri’nin elem ve kaderini, var olma mücadelesini işledi. Her satırı Bulgaristanlı Türkler için yaşama umudu ve yaşam sevinci oldu. Şiir kitabı “Ağarırken Tan” 1965’te yayınlandı. 1936 Razgrat doğumlu Mustafa Çetev de 1990’dan sonra birkaç yıl Bulgaristan Türklerinin en önemli yayın organlarından Hak ve Özgürlük yazarları ekibinde yer aldı. 1950’li yılların Bulgaristan Türk edebiyatında önemli isimlerden bir başkası da Güney Doğu Rodoplar şairlerinden 1936 doğumlu Süleyman Yusuf Adalı’dır. “Bir Uçtan Bir Uca Memleket” (1965) şairin yayınlanmış tek şiir kitabıdır. 1989 göçünden sonra sıla hasreti temasını ustalıkla işlemiştir. Hasköylü şairlerden Durhan Hasanov (1937) büyük göçle anavatanı arayan şairlerimizdendir. “İnsan Kardeşlerim” adlı şiir kitabı büyük yankı uyandırmıştır. Kırcaali yöresinin sevilen şairleri arasında Nazım Nuriev (1937), Osman Azizov (1937) Aliş Saidov (19938), Şahin Mustafov (1938), Sabri Alagöz (1938) başta gelir. Razgrat’ın Şeremet köyünde doğan Şaban Mahmudov da Bulgaristan Türklerinin yetiştirdiği öğretmen şairlerdendir. Bu kuşağa 1940 doğumlu Rodoplu Naci Ferhad’ı da mutlaka eklemek gerekir.


180

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Son zamanlarda çıkan yazılarda ve daha derin araştırma eserlerinde sayıları 100’den fazla olan ve ayrı birkaç ansiklopedi eseri dolduran Bulgaristan Türk Edebiyatı’nın şiir dalını temsil eden bu yaratıcıların 20. yüzyıl devamına Bulgaristan Türklerinin Yeni Edebiyatı adı verilmeye çalışılıyor. Naim Bakov, Mamak, Atasoy, Topçu, Ahmedova, Sertel vb. seçkim kalemlerimiz yaratıcılığımızı yeni yüzyıla taşırken çok büyük hamleler gösteriyorlar. Burada onların izlediği kırmızı çizgi Atalarımızın Balkanlara geldiği 14. yüzyıldan bu yana artık 600 yıldan fazla bir zamandır halkımızın ruhunu yansıtmasında, her zaman esin kaynağı olmasında ve geleceğe kanat açmasında düğümlenir ve çözülür. Bu noktada değinmek istediğim temel noktalardan biri Namık Kemalle başlayan Vatan fikrinin, şairlerimizle çok büyük bir ustalıkla işlenmiş olmasıdır. Bu çalışmaların kilit taşı ruhen Türk Yurdu etrafında toplanmış olmasıdır. Kılıcı ve kalkanı Türk dili olan bu kardeşlerimiz yarattıkları eserleriyle 150 yıldan beri yaratıcılık dolu akan Türkçülük ırmağına dolmuşlardır. Hele Bulgaristan gibi anadilimizin, Türk kimliğimizin, din ve kültürümüzün düşmanlığından beslenen bir ülkede azınlık edebiyatı yaratmak ve şan şöhret kazanmak, dünyaya açılmak olağanüstü büyük övgüye değer bir çalışmadır. Bu kavgada öz şairlerimizden her biri Türkçülün en faal isimlerinden biridir. Şairlerimiz ne kadar hoşgörülü yazsallar da satır aralarında bizim için milliyetçilikten başka çıkar yol olmadığını işlemişlerdir. Onların geçen yüzyılın 2. yarısında yazdığı her satır siyasi bir anlam taşımış, halkımızın Türklük kaynaklarını canlı tutmuştur. Milliyetçilik ve milli istiklal fikriyle yanıp tutuşan öğretmen şairlerimiz o dönem ülkemizde kurulan Turan, Gençlik Birliği, Altın Ordu ve diğer uyanış derneklerinin içinde ve yönetiminde yer almış, bu gün de “Kaynak” gibi dergilerde boy göstermektedir. Bir halkı yanıp tutuşturmak en derin uykulardan uyandırmak her zaman davulla değil, kalemle olmuştur. Eğer bir asırdan daha uzun bir süre iki medeniyet arasında sıkışmış kalmışsak ve bizi kendi medeniyetimizden koparıp kendi medeniyet makinelerinden geçirmek isteyenler başarılı olamamışsa bu direnişlerde şairlerimiz, anadil meşalemiz öğretmenlerimiz her zaman ve her yerde halkın önünde durmuştur. Türkçülüğümüz birilerin cebinden düşmüş ve yol boyunda bulunan bir mangır değildir. Türkçülüğümüz öncelikle bir anadil sevgimizden kaynaklanan bir kültür ve dil hareketi olarak doğmuştur. Halk yaratıcılığımıza sarılmış ve 650’den fazla şarkı, türkü, mani ve taşlamayla hayatımızı renklendirmiştir. Köklerimiz İbrahim Şinasi (1826 - 1871) ve Namık Kemal (1840 - 1888) gibi şair ve yazarlara dayanır. Bu kaynaktan bize bugün ilham veren Türkçecilik hareketimiz doğmuştur. Bizim bugünkü anadil hareketimizi kanatlandıran da budur. İnsanın neresi ağarırsa canı oradadır. Bizi anadilsiz bırakmak istiyorlar.


Makale ve Analizler - 2016

181

Sorun Şudur. Dil kavgamızın bir de iktisat yanı var. Bizi anadilimizi öğrenmemizi engelleyen Bulgar devleti, aslında bizim diğer etniklerden, Avrupa Birliği’ndeki halk ve uluslardan ve dünyadan geri kalmamızı hedeflemiştir. Çünkü bizim iktisadi bunalımlardan çıkmamızın tek yolu ve AB ne Rusya ne de Almanya’dır. Çünkü bu topraklarda yalnız biz değil Bulgar kendisi de en iyi yıllarını ve yüzyıllarını Osmanlı döneminde geçirmiştir. Bizim Türkçe’mizi kısır öğrenmemiz ekonomik olarak Türkiye ile derinleşen işbirliğine geçmemize, daha verimli kaynaşmamıza engel olacaktır. Onların aklından geçen Türkiye’den gelen her şeye kendilerinin el atmasıdır. Bizi hayvanlaştırmalarının ekonomik kökündeki gerçek de budur. Onların aklına göre, bir dilimizi geliştiremedikçe, köyden kopamadıkça, bilim ve teknikten uzak tutuldukça medeni dünya ile kucaklaşma ve daha refahlı bir ortamda yaşama yolumuz da kapanır. Yalnız Bulgarlar mı, biz de özgürlüğümüzün, özgün haklarımızın, anadilimizin bir ikinci dil olarak yasallaşmasını istiyoruz ve bu bizim en yasal ve doğal hakkımızdır. Edebiyatı, azınlık tarihi, özgün kültür ve yaşam biçimi olan bir azınlığın dilinin yasaklanması ve Türkçe konuşanın yasaklanması, insan hakları suçudur. Türkçemizin yasaklanmasının ana nedenlerinden biri de anadilimizin bizi birleştirme özelliğidir. Bizim parçalanarak ufalmamızı ve kırıntı olup toplum çuvalından dökülmemizi istiyorlar. İnsanların tek tek uyanmasına göre milli bir vücudun uyanması çok daha kolay ve heybetli olur. Türkçemiz bizi daha yüksek bir kültüre taşıyacak olan basamaktır, asansördür. Bulgaristan sınırları içerisinde gelişen Türkçülük düşüncesi bizim kendi ırkımızın yücelmesi arzumuza dayanır. Biz başka ırkların yücelmesini de isterken, bizim yücelmemizden herkesin fayda göreceğine inanıyoruz. Biz Bulgaristanlı Türk aydınları olarak, geçen ay Kırcaali’de yaptığımız son çalış tayda da bu sorunları kısmen de olsa dile getirdik. Anadilimizde konuşup yazma ve propaganda yapma sorunlarımızı uluslar arası arenaya ve forumlara taşımak için bildiri kabul ettik. Bu dava bizim öz davamızdır ve onu bizden başka hiçbir güç çözüme götüremez. Sofya’da yapılan medeniyetler buluşmasında da fırsat bulup “Kaynak” dergimizin bir kültür, edebiyat ve tarih, sanat kürsüsü olarak yeniden okurlarına ulaşması, hazırlanmış şiir ve düz yazı kitaplarımızın mutlaka basılması ve şimdiki ağır koşullarda Türkçe öğrenmek arzusuyla yanıp tutuşanlara elektronik dersler örgütlenmesi günden olmuştur. Bileri adımlamak zorundayız. Davamız Türkçülük davasıdır.


182

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Hoşafın Yağı mı, Biyolojik Saat mi?

Alptekin Cevherli-02.Aralık.2016

Devr-i Osmanlı’da huzurun bozulduğu devletin duraklama dönemine girdiği yıllarda yeniçeri isyanlarıyla o paşanın kellesini, bu vezirin azlini istedikleri gibi aldıkları bir dönemde mevcut padişah vefat etmiş. Yerine gelen genç padişah da gayet halis bir niyetle askerle de arayı iyi tutmak için “Yeniçeri ocağını ziyaret edip asker kullarımla beraber karavanalarından bir yemek yiyeyim” demiş. Fikrini lalasına açmış, açmış ama onun bütün karşı çıkmasına rağmen Topkapı Sarayı’ndan vezirleri ile birlikte Yeniçeri ocağına doğru yola çıkmış. Yeniçeriler cülus bahşişlerini yeni aldıkları için oldukça mutluymuşlar. E bir de koskoca padişah ayaklarına geliyormuş, daha ne olsun? Kışlanın girişinde Padişah gayet güzel karşılanmış, gülbank ve nevbet eşliğinde içeriye duhul edilmiş. Edilmiş de, protokol konuşmaları ardından Padişah’ın besmele çekmesi ile yemeğe geçilmiş. Çorbadır, yemektir, pilavdır derken sıra hoşafa gelmiş. Padişahın önüne kâse içerisinde bir hoşaf gelmiş, gelmiş de; üzerinde bir parmak yağ yüzüyormuş. Padişah yeniçeri ağasına sormuş, “Bu nedir ağa? Böyle hoşaf mı olur?” Ağa ezile büzüle cevap vermiş, “Şey Sultanım, asker taifesi bu işlerden pek anlamaz, ne versek yer. Biz de o nedenle mutfakta fazla iş çıkmasın diye pilavı - yemekleri pişirdiğimiz kazanları yıkamadan, meyveleri de içine atıp tekrar pişiriyoruz. Bu nedenle de böyle yağlı hoşaf oluyor” demiş. Padişah’ın gözleri dolmuş. “Asker kullarıma siz bunu reva görürsünüz de ben nasıl sarayımda rahat yemek yerim? Tez bundan beru, bütün kap kacaklar yıkanacak, kalaylanacak. Askerlerim her şeyin en iyisini yiyecekler. Aksini yapan olursa derhal kellisi vurula!” demiş ve hışımla ayağa kalkmış. Elbette onunla birlikte herkes ayaklanmış... Tabi bu muhabbeti duyamayan yeniçeriler ne olduğunu pek anlamamış. Duyanlar duymayanlara kulaktan kulağa aktarmış...


Makale ve Analizler - 2016

183

Ertesi gün ferman gereği bütün kaplar kalaylanmış. Eksikler giderilmiş. Ve her yemek pişimi ardından kap kacak güzelce yıkanmış. Öğlen saati olmuş, yemekhaneye toplanan yeniçeriler dua ardından yemeğe başlamış. Her şey pırıl pırılmış. Çorbadır, yemektir, pilavdır derken sıra tekrar hoşafa gelmiş... Amanın o da ne? Hoşafta yağ yokmuş!... Herkesi almış bir homurdanma. Kimi, “padişah dün geldiğinde hoşafımızın üzerindeki yağı görünce bu yağ askere fazla değil mi? Devlet-i Aliye’yi iflas mı ettireceksiniz?” demiş ve o nedenle hışımla çıkmış, demiş. Kimi de “o kadar vezirin kellesini alan yeniçeriye bir de yağ masrafı mı yapacağız tez kesin yağ istihkaklarını demiş. Yeniçeri ağamız itiraz edecek olmuş; vurdururum kelleni deyip bir de tehdit etmiş”...(!) Kısa bir sürede homurdanma nümayişe, oradan da isyana dönüşmüş ve kazanları kapan yeniçeriler Sultanahmet’teki At Meydanı’nın yolunu tutmuşlar. Yüzler binleri, binler on binleri bulmuş ve kazanları havaya kaldırıp Topkapı Sarayı’na dayanmışlar. Padişah gürültüyü duyunca lalasına sormuş, “Bre lala asker niye ayaklanır? Daha dün kışlalarında değil miydik?” Tecrübeli Lala, devletin bekası için can verme sırasının kendisine geldiğinin farkında ama dili bunu izah etmeye mecalsiz bir şekilde, “Devletlum siz kendi kulaklarınızla dinleyin” demiş ve camı aralamış... Yeniçeri bağırıyormuş: “Askerin rızkıyla oynayan, hoşafımızın yağ istihkakını kesen. Padişahımızı kandıran baş vezirin kellesini isterük. Eğer ki Padişah lalasının kellesini vermezse biz yapacağımızı biliriz. Hâl başkaca olur!” Yıllardır ülkede yaz - kış saati uygulamasının yanlışlığı söylenir durur. Türkiye 2 saat dilimine yayılmış büyük bir ülkedir diye ders kitapları yazar. Yurdumuzun en batısı ile en doğusundaki meridyenler arası 76 dakikadır. Bu da 1 saat 16 dakikaya tekabül eder. Dolayısıyla bu 16 dakikalık fark için ya diğer büyük ülkeler gibi (Rusya, ABD veya Çin vb.) farklı saat dilimleri kullanmamız gerekir ya da orta bir değeri yani ülkenin coğrafi çoğunluğunun ve nüfusunun bulunduğu saat dilimini genel kabul edip uygulamak gerekir. Bu gerçeğe rağmen yıllarca enerjiden tasarruf edeceğiz iddiasıyla Türkiye mevcut iki saat dilimi arasında yaz saati - kış saati uygulaması yaparak hem hal-


184

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

kının biyolojik saatini bozdu, hem de iddia edildiği gibi enerji tasarrufu hiçbir şekilde beklenildiği gibi gerçekleşmedi. Avrupa ülkelerinin saatlerine uyacağız diye kendi halkımızı sağlığı ile oynadık. Sağlığımızı neden kaybettiğimizi, neden kendimizi sürekli yorgun hissettiğimizi bir türlü anlamadık. Oysa her insanın ve hatta her canlının biyolojik saati vardır. Bünye bunu güneşin hareketlerine göre ayarlar. Sağlığımız için kuşkusuz çok önemli olan uyku düzenimizi de vücudumuz buna göre kendisi ayarlar. Şimdi ülkemizin genelinde doğal yaşama uygun olan bir saat uygulamasına geçilmişken sırf “istemezük” mantığıyla hareket edip bunu eleştirmek en azından insafsızlıktır. Bir süredir yazılı basında ve sosyal medyada süren eleştiri süreci dün KKTC’de lise öğrencilerinin Başbakanlığa dayanmasıyla artık farklı bir boyuta ulaştı. Çocuklar imsak vakti sokaklara dökülüyor diye eleştirirken valiliklerin ilin şartlarına göre belirleyebilecekleri bir düzenlemeyi hatırlatmak yerine Batı’nın talepleri doğrultusunda ileri saat uygulamasından vazgeçilmesini önermek, en azından hoşafın yağının kesilmesini eleştirmek kadar komik ve cahilcedir...

Vatanımızın Özgünlüğü

Osman Bülbül-03.Aralık.2016

Konu: Rumeli dendiğinde bizim Rum toprağında yaşadığımız anlaşılmasın. Vatanımız Rum (Yunan) toprağı değil, Roma ve Bizans diyarının hükümdarı olan Osmanlı varlığından bir parça ve hepimizin hak edilmiş vatanıdır. Küçük ve büyük vatan olmaz. Vatan ortak kutsal nimettir. Viyana’dan Rumeli’ye, Balkanlar’a ve şimdiki Güney Doğu Avrupa’ya bir kuş bakışıyla göz gezdirip tarihin derinliklerinde özgün ayrıntılar aramam çok zamanımı almaya başladı. İşte bir vaka: Vaktiyle üç fesli genç Fransa’nın Leone şehrine dokumacılık öğrenmeye gönderilmiş.


Makale ve Analizler - 2016

185

Vardıkları yerde kayıt yaptırırken kendilerine “Siz nerelisiniz?” diye sormuşlar. Üçü de bir ağızdan: “Osmanlıyız” cevabını vermiş. Soru soran tatmin olmamış ve “Osmanlı’nın neresindensiniz?” diye eklemiş. “Rumeli’nden” demişler. Bunu da anladım, ama “Rumeli’nin neresindensiniz?” daha doğrusu, “Sizin oralarda hangi lisan konuşulur? Bulgarca? Hırvatça? Türkçe, Şipter dili?!...” diye sıralamaya devam eden memura yine üçü birden, “Şipter, Şipter, biz Şipter” cevabını vermişler ve durum anlaşılmış. Memur: “Yani siz Osmanlılı Arnavutsunuz, evraklarınızı öyle dolduruyorum,” demiş ve mürekkep kalemi ağzına götürüp yazmış: “Osmanlı’dan gelen üç Arnavut genç!” Osmanlı İmparatorluğunun yedinci Padişahı II. Mehmet’in İstanbul’u Fethiyle Osmanlılaşan diyar, ömrü MS 395 - 1453 yılları arasına sıkışan Doğu Roma İmparatorluğu (Bizans) toprakları üzerine yayılmıştır. Bu düvel Anadolu’yu, Kuzey Afrika ve Arap Yarımadasını, Avrasya Batısını - Hazar ve Karadeniz çevresini ve Balkanlar üzerinden Viyana’ya kadar uzanan engin toprakları kaplamıştır. Bu topraklar, Osmanlı olarak bilinir ve Leone giden 3 gencin elindeki teskerede “Osmanlı temasından” yazılı olduğundan ve herkes Osmanlı ümmetinden kabul edildiğinden dolayı milliyet ve etnik kimliğe işaret edilmemiştir. Fransız memurun öğrenmek istediği ise, gençlerin hangi etnik kimliğinden olduğunu ve nereden geldiklerini çıkarmaktır. Bu arada Roma İmparatorluğu - Roma bölgesi veya Roma vilayeti anlamındadır. Ya da Avrupa’nın Romalıların egemenliğinde olan kısmı da denebilir. Bu imparatorluk en geniş olduğu dönemde 5 milyon 900 bin km2 büyüklüğündeydi. Çöküş tarihi 4 Eylül 476’dır. Fakat bu imparatorluğun ilk yıllarındaki idare şeklinde yönetenin tahta yalnız 6 ay kaldığından dolayı başlangıcın tam hangi tarihe rastladığını söyleyebilmek zor olduğundan, hatta ilk kurucu Sezar’ın bıçak darbeleriyle öldürüldüğü MÖ 44 yılının 15 Mart günü birçok tarihçi tarafından Roma İmparatorluğunun kuruluş tarihi olarak gösterilmektedir. Konumuzun daha başında şuna da özellikle işaret etmemiz yerinde olur kanısındayım. Roma ve Doğu Roma (Bizans) imparatorlukları - birincisi Cermenler, ikincisi de Osmanlılar tarafından yıkılmış olsa ve bu 2 bin yıllık var oluşun anlatıl-


186

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ması sanki çok kolaymış gibi görünse de, konuyu işleyen bilim adamı eserlerinin hepsinin Girişinde yalnız “yüksek tarih öğrenimi gören üniversiteliler” ya da yalnız “Üniversite hocaları” veya “akademisyenler” için kaleme alınmıştır gibi düşülmüş notlar vardır. Bu tarihin bizim açımızdan ve konumuz için doğru biçimde anlaşılıp yararlı uygulanabilmesi için birkaç noktaya işaret etmekte yarar vardır. Tarihçi Christiyan Marek’in anlatımıyla kendilerini Bizans imparatorları diye nitelendiren Romalılar, I. Justinyan (527 - 565) döneminde “bir kez daha Küçük Asya’yı (Anadolu) da içine alan, Akdeniz’in hemen hemen bütün kıyılarını kapsayan bir imparatorluğu Bizans olarak” yeniden kurmuştur. 7. Yüzyılda başlayan “Arap ve Türk topluluklarının akınları” Boğazdaki egemenleri “sürüp giden çok cepheli bir savaşa” zorlamıştır. Örneğin Araplar 674’de “Bizans başkentinin surları önüne” gelmiş ve 400 yıl süren başarısız kuşatmadan sonra, Bulgarlar Çarı Tervel (700 - 721) tarafından kovulunca geri dönmüşlerdir. Bulgar Çarı’nın Müslümanlara karşı bu ilk başarısı onların bugün de Bulgaristan’daki yerli Müslümanlara ve sığınmacılara karşı azan ve gem almaz gaddarlığında cesaret kaynağıdır. Bugün, eski kıtada egemen olan Avrupa Birliği temellerimden biri I. Justinyan hukuku, diğeri de Hristiyan dinidir. Avrupa bir Hristiyanlar topluluğu dediğinde, Bulgarlar Bizans’ı Araplardan korurken 718 zaferiyle böbürlenip kan kabartıyorlar. Osmanlılı üç Arnavut gencin dokumacılık eğitimine gönderdiği Leone’de 732’deki Tours Savaşı adıyla bilinen Endülüs Müslüman ordularına karşı Fransız General Martell’in zaferi ile kıyaslamalar yaparak, 1000 yıl önce Avrupa’nın İslamlaşmasına set çekenleriz, demekten geri durmuyorlar. Günümüzde Türkiye Bulgar devlet sınırına tel set çekme hevesleri buralardan kaynaklanıyor. Son yıllarda en sık kullanılan tümce “Avrupa’yı Müslüman selinden koruyoruz!” oldu. Gerçek durum. Onlar, bir yandan İslamın Avrupa’ya yayılmasını gelmeyenlerin başında geldiklerini söylerken 2016’da İngiltere’de dünyaya gelen çocuklardan % 51’ine Muhammed ismi verilmesinden; Fransa’daki cami sayısının kilise sayısına erişmesinden ve 2050’de Hollanda nüfusunun % 52’sinin Müslüman olacağı haberlerinden endişe ettiklerini vurguluyorlar. Ayrıca da Avrupa çehresinin git gide Afrikalı-Asyalı çizgiler almasından da rahatsız olduklarını gizlemiyorlar. Çağrışımlı propaganda yaparak hem yerli Müslümanlara hem de sığınmacılara karşı sert davranıyorlar. Kısacası kendilerini Hristiyanlığın ve Avrupalılığın koruyu-


Makale ve Analizler - 2016

187

cusu ilan ederken hırçınlaşıyorlar. Bu çizgiler ve Osmanlının bağrında uyanış, diriliş ve aydınlanma çağı yaşamaları onlara sanki Müslümanlıktan üstün olduklarını ima ediyor. Ve var olabilme ve ilerleme umudunu sanki yalnız İslam’la ve Müslümanlarla mücadele etmekte görüyorlar. Oysa daha 11. yüzyıldan sonra Bizans yönetimi ve Bulgarlar gibi dayandığı güçler “Doğu Hıristiyanlığının koruyucusu olma sınavını” veremez olmuştur. Çünkü bütün Avrupa’ya Türklerden başka kimsenin doğası gereği (doğuştan) asker olamaz gerçeği, hiç kimsenin reddetmeyeceği bir hakikat olarak yayılmıştır. Olaylara günümüz ve kendi çıkarlarımız açısından bakalım. Rum Marek’in Selçuk sultanlarının “Rum” adını almasıyla ilgili savını açıklayabilmem için “Rum” kavramının Osmanlı İmparatorluğu için de geçerli olduğunu dile getiren araştırmacı yazar Özbaran’ın “Bir Osmanlı Kimliği” kitabına yer vermek aydınlatıcı olabilir. Osmanlılar aynı Orta Çağın Küçük Asyası’ndaki diğer halklar gibi (Doğu) Roma sakinleri anlamına gelen, “Rumi” diye adlandırılmışlardır. Bu, temelde coğrafi bir adlandırmadır ve esas olarak halkların yaşadığı yeri belirliyordu. Ancak merkezi İslam topraklarından bakıldığında, bir sınır belgesi olan Rum’un Türk-Müslüman nüfusunun, onları gerek İslam dünyasından, gerekse diğer Türklerden farklı kılan kendilerine özgü ve alışılmamış yönlere sahip oldukları anlaşılıyordu. Şöyle ki, bir Rumeli Türk olmak aynı zamanda İslam uygarlığının yeni bir bölgede kendi yaşam biçimini oluşturan, diğer taraftan rakip bir dinsel uygarlığa yönelişte siyasal egemenlik kurmak için uğraş veren yeni bir bölgesel görüntüsüne ait olmak anlamına geliyordu. Bu anlamda Rum sözcüğü; “Roma sakinleri”; Coğrafi bir adlandırmadır ve ancak yaşanılan yeri / ülkeyi anlatmaktadır. Rum’un Türk Müslüman nüfusunu, onları gerek İslam dünyasından, gerekse diğer Türklerden farklı kılan özgünlüklerini anlatmaktadır. Rumi Türk olmak, İslam uygarlığı kapsamında bir yandan yeni bir bölgede kendi yaşam biçimini oluşturmak, diğer yandan rakip bir dinsel uygarlığa yönelişte siyasal egemenlik kurmak için uğraş vermek demektir. Rumeli’de kimler vardı? Osmanlı idari mekanizması içinde yer alan Rum, Bulgar, Sırp, Yahudi ve Ermeni kökenlilerden Alman, İtalyan, Rus, Çerkez ve Leh gibi unsurlar kadar


188

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

çeşitlilik gösteren kimselerdi. Bunlar ve eyaletlerdeki “devlet temsilcileri,” merkez oluşturuyordu. İmparatorluğun Balkanlar’daki / Avrupa’daki nüfusu, Macar, Sırp, Hırvat, Boşnak, Arnavut, Romen, Bulgar, Yunan ve Türklerden oluşurken, dil çeşitliliği yanında, din ve mezhep farkları barındırıyordu. Çok dillilik ve çok kültürlülük Böyle bir nüfus yapısı, hiç kuşkusuz çok-kültürlülük özelliği taşıyordu ve çok kültürlülük her zaman çok dillilik ve birden çok dinin bir arada var oluşu demektir. Osmanlı’da dil, etnisite ve din farklılıkları, resmi dilin Türkçe olmasına karşın, bir Türk imparatorluğu haritası çizmiyordu. Balkan topraklarında Müslümanlığı kabul etmiş bir kişinin kendi etnik ve kültürel özelliklerinden vazgeçmesi, gelenek ve göreneklerini terk etmesi zorunluluğu da yoktu. Asıl olan, kişinin veya uyruğun istenen hizmeti yapması, vermekle yükümlü olduğu vergiyi vermesi ve egemenliği kabul etmesiydi. Bağımsız ve perakende grupların kapalı ve özgün yapısını korumaları, merkezi yönetimin de tercihiydi. Biz buradan şu sonuçları çıkarabiliriz. Osmanlı imparatorluğu, Roma ve Bizans kültürünün başat olduğu coğrafyada kurulmuş ve bu kültür birikimi, Osmanlı İmparatorluğu’nda da varlığını sürdürmüştür. Geniş bir egemenlik alanı olan bu İmparatorluk, farklı kültürleri, dilleri ve dinleri olan insan topluluklarını bünyesinde topladığı için, Osmanlı toplumu daha baştan itibaren çok-kültürlü, çok-dinli ve çok-dilli bir özellik taşımıştır. İmparatorluk içinde yaşayan ve görünüşte Müslümanlığı seçen insanlar veya topluluklar, kendi etnik, kültürel özelliklerini, farklılıklarını, gelenek ve göreneklerini korumuştur. Tarihin aynasına baktığımızda Rumeli’de ve Balkanlarda görebildiğimiz çeşitliliği ve farklılığı bugünkü Güney Doğu Avrupa’da 12 devletli, 24 etnikli, 3 dinli ortamda görebiliyoruz. Bu devlerden biri Bulgaristan’dır ve bütün çelişkili bütünsellikleri içinde barındırır. Bu çelişkilerin en şiddetlisi ülkede yaşayan etnik Türk, Pomak, Çingene ve Gagavuzların kendi etnik kimliğini oluşturma davasında dil, din, kültür, gelenek ve görenek özelliklerini savunmaya çalışmasında izliyoruz. Birçok balkan ülkesi bu çelişkiyi açarak çok-kültürlü medeniyeti seçerken, öte yandan 1996’da olaylar Srebrenitsa Soykırımına ve Yugoslavya’da iç savaşa, NATO müdahalesine ve kitle göçlerine kadar derinleşti. Tarihin derinliklerindeki ümmet kardeşliği Çok eski kavramları kullanırken, önce 3 Arnavut genç örneğindeki bölgemiz tarihinde henüz “millet” ve “etnik” gibi kavramlar türememişken, Osman-


Makale ve Analizler - 2016

189

lıya yerleşmiş olan ve bugünkü uzlaşmazlıklara çözüm anahtarı olabilecek “ümmet” anlayışına değinmek istiyorum. Konuya hakim olan Profesörlerimizden Kemal Karpat, “Medine Sözleşmesi” adlı eserinde şöyle demiştir: “Medine İmtiyazı/Ayrıcalığı” olarak da bilinir. Bu sözleşme Hz. Muhammed tarafından 622’de (Bizans çöküşünden ve Osmanlı kuruluşundan tam 227 yıl önce) düzenlenmiştir. Sözleşme “Müslümanlar, Yahudiler ve Paganların” barış içinde bir arada yaşamalarının çerçevesini çizmiştir. (Paganlar - çoktanrılı olanlar). Farklı dinlere mensup topluluklar arasındaki şiddetli iç çatışmalara bir son vermek amacıyla hazırlanan bu sözleşmeyle, Medine’deki Müslüman, Yahudi ve Pagan toplulukların “ümmet” adı altında hakları ve sorumlulukları belirlenmiştir. Dolayısıyla, Medine Sözleşmesi farklı dinlere inanan toplulukların eşit haklar ve yükümlülükler çerçevesinde bir arada yaşamasının güvencesi sayılır. Bu sözleşme İslam’da çoğunluk / çoğulculuk ve tolerans - hoşgörü düşüncesinin çıkış noktalarından biri, hem de geliştiricisi olarak nitelendirilebilir. Ümmet Medine Sözleşmesi’nden sonra kendilerini Müslüman sayan tüm ülkeler ve hükümdarlar, muhacirlerin, göçmenlerin eşitliğini, haklarını, onlara şefkat ve yardım gösterilmesini emreden Kuran surelerini uygulayarak, bir göçmen hukuku ve kültürü yaratmışlardır. Bu ilke, Osmanlı Devleti’nin sonuna kadar uygulandığı gibi, geçen asrın sonunda ve bugünkü Türkiye tarafından en medeni bir biçimde uygulanıyor. Ülkenin güney sınırlarında misafir edilen 3 - 4 milyon savaş kaçağı, sığınmacı göçmen, huzur arayan yaşlı ve çocuklu aileler buna kesin örnektir. Türkiye Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan tarafından yönetilen bu siyaset bütün Avrupa ve dünya halkları tarafından takdir buluyor. Yeni ortak doku olabilir mi? Biz göçmen krizinden, sığınmacı selinden, dil, din ve çok-kültürlülükten çıkarak yeni “ortak bir doku” oluşturmak isteyenlerden de değiliz. Böyle bir beklentimiz yoktur. Biz kültürleri yerinde yan yana duran, birbirine benzeyen taşlar olarak görmüyoruz. Her kültür diğer kültürü etkiler ve onlardan etkilenir, ama birbiri içinde eriyip kaybolmaz. Eğer bu böyle olsaydı, Balkanlarda her ulusun ve etnik azınlığın kendi dili ve kültürü olmaz ve bunlar özgün özelliklerini koruyamazlardı. Bulgaristan Türklerinin dil yasağı, anadilde konuşana ceza, okulsuzluk, Türkçe baskı yasağı ortamında vatan dilini koruyabilmesi ve kendi edebiyatını yaratması, ezilen halkların tümüne örnektir. Tabii kültürel etkileşimden bir ara kültür doğması da bir umuttur. Fakat Osmanlıdaki etnik topluluk kültürlerinin etkileşiminden ara kültür doğmamıştır. Bugünkü İstanbul kültürü kendi Türk kaynaklarından yükselmiştir. Bulgaristan Türklerinin özgün kültürlü kimlik davasında, ara kültürleri bir Müslüman Bosnalının ya da


190

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

bir Kosova’lı Arnavut’un ara kültüründen doğal olarak farklı olacaktır ve farklıdır. Bu durumda azınlık toplulukları kültürlerinin ulusal ve uluslararası kültürler arasında yapboz tablosunda özgün bir renk olarak kalmaları dikkat çekiyor ve daha öte var olabilmeleri için özel gayret gösterilmesini zorunlu kılıyor. Yanlana yaşamayı kabul edemeyenler yok olmaya mahkûmdur. Fakat bu diyalektin zıddiyet ve bütünlük her etnik özelliği ön plana çıkardığı gibi, Rumeli ve Balkan varlığı temelinde genelleşmeleri de kesinlikle reddediyor. Bugün Makedon ve Bulgaristan’daki genel ve etnik durum birbirinden dağlar kadar farklıdır. Bu anlamda bir tarihsel Rum Başkenti olan İstanbul’da çeşitli köklerden gelenlerin yaşadıkları orta kültür ortak ortamın ürünüdür. Fakat balkanlara dağıldığımızda Gümülcüne, Atina’dan farklı, Sofya’da ve Üsküp’te de farklı bir bileşim ve biçimlenme gözlenir. Bunların Müslümanlık temelindeki ortak çizgisini bulup su üstüne çıkarmak dahi oldukça güçtür. 70 yıldan beri Türkçe’nin yasak olduğu Bulgaristan’la okullarda Türkçe eğitim verilen ve Yunus Emre Enstitüsü derneklerinin kapılarını ardına kadar açtığı Üsküp şehir ortamını karşılaştıramayız. Bulgaristanlı Türkler anadil kavgasını bütün diğer kavgaların önüne çekmiştir. Bu farklılık belirleyici durumdadır. Bundan dolayı, Leone tekstil işi öğrenmeye giden üç Arnavut oğlan kendilerine Türk dememiştir, ülkelerini de Türk olarak tarif etmemişlerdir. Ne ki onlar aynı Rumeli’de Osmanlı üst dokusuna sarılmış olarak yaşasalar da, asırlar boyunca alt dokularını da koruyabilmişler ve geliştirmişlerdir. Bu yüzdendir ki, biz Bulgaristanlı Türkler aynı Rumeli’den Bulgaristan payına düşen ve vatan dediğimiz topraklarda, kendi Bulgaristanlı Türk Müslüman kimliğimizi biçimlendirmeye çalışırken, öncelikle alt kimliğimizin köklerinden, halk kültürümüzden, yerel geleneklerimizden ve halk dinimizden geldiğimizi ve üst kimliğe bulmaya çalıştığımızı itiraf ediyoruz. Verdiğimiz hak ve özgürlükler mücadelesi alt kimliğimizi koruma ve asırlarca adı ümmet olan üst kimliğimize, yeni koşullarda yeni biçim verme yolunu izlemiştir. Onun serbestçe dal budak salma, açıp bağlama hakkı istememiz mücadelemizin ana hedef olmuştur. Üst kimliğimizin siyasi biçimi 1989 Ayaklanmamızdan ve Büyük Göçten sonra yeni baştan oluşmayı seçmiştir. Bu çalışmaların tabanında derneklerde örgütlenmek ve güç toplamak, her türlü yayın araçlarıyla her zaman halkımıza ulaşmak başta gelmektedir. Bulgaristan’da kalan kardeşlerimizle Türkiye’deki 700 binden fazla soydaşımızla bütünleşmemiz, yaraları sarıp yeniden dirilmemiz ve siyasi sahneye çıkmamız verdiğimiz kararlı mücadelenin yeni adımlarıdır. BG-SAM - Bulgaristan Türkleri Stratejik Araştırma Merkezi çalışmaları ve BULTÜRK -Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği’nin tüm etkinlikleri hep aynı çizgide ve ödün vermeden, sapmadan güç toplayarak ilerliyor.


Makale ve Analizler - 2016

191

Doğu Roma ve Osmanlı tarihlerinde Bulgaristanlı Türkler kavramı yoktur. Fakat 138 yıldan beri böyle bir etnik topluluk var. Son 26 yılda anayasa ve yasaların dışında kalsak da kendi ahlak ve hukukumuzla yaşamaya devam ediyoruz, demokrasi ve adaletli bir toplumda var olma kavgamız devam ediyor. Bugün artık sivil toplum örgütlerimizin öncülüğünde yeniden dirilerek dünya mazlum halklarının daha mutlu ve daha varlıklı yaşama kavgasından önemli bir parça olduk. Bu kavga diğer zulüm görmüşlerin kavgasından doğal bir parça olarak bütün tarihsel özelliklerini özünde taşıyor ve taşımaya devam edecektir. Biz herkesten fazla ezildik, herkesten fazla direnmek için kanatlanıyoruz. Bu kavga bizim öz kavgamızdır. Rumeli dendiğinde bizim Rum toprağında yaşadığımız anlaşılmasın. Vatanımız Rum (Yunan) toprağı değil, Roma ve Bizans diyarının hükümdarı olan Osmanlı varlığından bir parça ve hepimizin hak edilmiş vatanıdır. Küçük ve büyük vatan olmaz. Vatan ortak kutsal nimettir.

İstifa, Büyük Kazaya Fren mi Oldu?

Şakir Arslantaş-03.Aralık.2016

Konu: Seçim sisteminin değiştirilmesi demokraside değişiklik anlamına gelir mi? Sofya’daki Borisov hükümetinin 15 Kasımda İstifa etmesi üstüne yazıp çizenler çoktur. Her ağızdan bir laf, her torbadan bir tavşan çıkaranlar, gerçekleri konuşmaktan sanki kaçıyor, gitsin gidecek olduğu yere kadar havası esiyor. İlk kar ve sert hava toplumu gerdi. Bir ton odun fiyatının 85 levaya çıkması ve elektrik sayaçlarının elektrik faturalarını sanki hep bozuk bir ayarla yazması ve ayrıca kullandığımız doğal gazın Almanya’daki fiyatından % 35 daha pahalı olması, insanları “ne olacaksa olsun!” sınırında birden bire hareketlendirdi.


192

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Olup biteni gözetlemekten maaş alanlara “nedir şu olup bitenler” yorum getirimisiniz desek, alacağımız yuvarlak cevap şu olacaktır: “Temsili demokrasi ile direk demokrasi çarpışıyor.” Bu sözlerden bir şey anlamayanlara yapılan açıklama ise şudur: “Hani şu halkoylamasında bir kâğıda 3 işaretleme yaptık ya, hatırladın mı? Onun acısı, yeni başladı, daha çok yanacak.” Başka bir deyişle, Mecliste oturan 240 kişinin temsil ettiği partiler en fazla oy alanın seçim kazanmasını öngören majoriter sistemi henüz onaylamadılar, 2017 meclisinden 34 milyon levacığı yana çekerek, 26 Mart’ta yapılacak çoğunlukçu seçimde herkes hakkını alır, aramızda paylaşıverelim dediler. Tahminde bulunmaktan maaş alanlar ise şöyle diyor: “Martta erken seçim, ama önce Aralığın 20’sinde, meclis Noel tatiline çıkmazdan hemen önce Geçici Seçim Hükümeti ilan edilecek. Bu işin parası ayrıldı. Ardından Noel ile Yıl Başı sofralarında Bizim Anayasadan Çorba Olur mu? konusu tartışılacak.” 6 Kasımda halkoylamasına katılanlar, ne olacağını düşünmeden ve bilmeden oy verdiler. Kısacası 2.5 milyon insan gafil avlandı. Herkesin kafasına “beni seçseler ben de yönetebilirim” sineği girmişti. Başbakan olarak münasip gördükleri Boyko Borisov istifasını sununca şuna takıldılar: “Neden acaba? Hendeği görmemiş olsa, büyük bir kaza olacağını sezmemiş olsa, frene basıp istifa etmezdi, neden istifa etsindi!” Borisov Bakanlar kurulundan indi, fakat memleketi yönetmekten vazgeçmedi. Hükümetin “dıştan” ortağı VMRO Harmanlı’de isyanı “ben çıkardım” diye avaz avaz bağırıyor, ama Başsavcı Tsatsarov’un kulağına su kaçmış olacak işitmiyor. İsyan tahrik eden bir haydut tutuklanmaz da, kime kelepçe takılır? Ben artık soru sormak istemiyorum. Sofya mahkemesinde skandallara karışan yargıç Çanelova hakkında duruşma başlamış, bir davaya hatırılması gereken 468 bin leva mahkeme harcını yatırmayanları haklı çıkaran bu yargıç da. Bankalarda milyonları olanlardan biridir. Şahsen ben zulüm kurbanlarından biriyim, adaletsizlikten tiksindim ve memleket değiştirdim, diktatörlüklere de çok karşıyım, son zamanda okuduğum kitaplarda “yarı diktatörlük biçimi” arıyorum. Yani halk için demeokrasi, hırsızlar, soyguncu ve zalimler için amansız diktatörlük olan bir örnek. Henüz bulamadım. Bazı şeyler güneş gibi, sevgi gibi, öfke gibi yarıya bölünmüyor... Herkes “güvenceli bir ortam yok” demeye başlamıştı. Bulgaristan’dan çıkanlar dönmeyi düşünmüyor. Çingene gettolarında güvenli bir hayat vaat edenler yalan söylüyordu. Çalıp kapmaktan, halkı soymaktan ve dolandırandan yaşayanların geceleri uykusuzdu. Yani her şeyin ayarı kaymış, düzen bozulmuştu. Bu gidişin ardından Yılbaşı sofrası kalktığında Ocak ve Şubat gösterileri başlayacaktı. Bu gidişle şu kaçıncı katta olduğunu bilmediğimiz Bakanlar Kurulun-


Makale ve Analizler - 2016

193

dan kurumuş şubat ayında bir saksı gibi atılmaktansa, Kasım ayında istifa sunmak daha hayırlı deyenlere hak vermek, akla yakındı. Öyle ki Borisov istifasını sunarken Bulgar halkını sıkıştıran olumsuz enerjiyi saldı. Akıl edip de salmamış olsaydı, Şubat ayında balon gibi patlayacaktı. Rezil olmaktan kurtuldu. *** Her büyük dalganın ardından bir sürü daha küçüğü geldiği gibi, GERB hükümetinin ortada gözle görülür bir neden yokken görevden çekilmesi iktidar heveslisi halk yardakçısı güçleri hemen ateşledi. Faşist kokan Volen Siderov sinekkaydı tıraş oldu, takım elbise değiştirdi ve yazdığı altı kitabı daha lüks bir baskıya vererek, stüdyo ve Büyük Elçiliklere taşımaya ve hediye etmeye başladı. Onun kanısına göre, Bulgaristan iç ve iç borçların yükü altında yere yaslanmış ve şu karlı kışlı günlerse ayağa kalksa bile yürüyebilecek durumda değildi. Siderov O artık kendi adına konuşmuyordu. 2016 yılı onun için aklını başına devşirdiği yıldı. Başbakan Borisov’tan 45 bin leva alacağı vardı, bağışladı. Sağ milliyetçilerle kavgalıklıydı. Onlarla da sarmaş dolaş oldu. Derken 50 yaşında yeniden baba oldu ve kendini baba değil dede gibi hissedince, sanki duruldu. Bulgar toplumunun tabanına bakmak gerektiğini de şimdi anladı. Taban kokulu ve vıcır vıcırdı. Kaysa kalkamazdı. Düşse ezilirdi. Bu yüzden 6 Kasım’da yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesi azılı düşmanları olduğu sağ milliyetçilerden Karakaçanov ile Simyonov onun iki koltuğuna birden girince sanki yeniden dünyaya geldi ve dirildi. Bulgaristan’da aşırı sol dendiğinde, Rusya destekli ve Putin’ibn Balkanlar ve özellikle de Bulgaristan doktrinine hizmet eden, her konuda aceleci olan ve ülkemizi NATO ve Avrupa Birliği (AB) rotasından geri vites takıp, Rusya’ya bağlamaya çalışanlar arasında en aktif olan “Ataka” partisi ve onun lideri Volen Siderov’tur. Bu parti, 2005’te kuruldu. Türk ve Müslümanların siyası partisi Hak ve Özgürlükler Hareketi (DPS) lideri Ahmet Doğan bu işi finanse etti. O dönem Bulgaristan’da Rusya’nın en büyük ekonomik ve mali ejderhası olan, devlet ekonomisinin kanını emen, aynı zamanda siyasete de karışarak, Bulgarların yakın tarihindeki suçluların cezalandırılmasını ne pahasına olursa olsun engellemek için kurulan “Multi Grup” mafya grubu da “Ataka” partisini parasız bırakmadı. Parti “Alfa” TV programlarına başladı, gazete çıkardı, etniklere karşı siyasi saldırıya geçti. Bu saldırılar Türkleri, Pomakları ve Çingeneleri sindirmeyi hedef aldı. Borisov hükümetinde 2 dönem kültür bakanı görevinde bulunan Vejdi Raşidov da bu mafyotik ahtapotun kollarından biriydi. Bu çalış-


194

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

maların mecliste ve parlamento dışında, kamuoyunun her hücresinde ısrarla önlemeye çalıştığı 1972’de Müslüman Pomakların ve 1984 - 1989 yılları arasında Türklerin isim, dil ve din değiştirme zulmü kapağının açılmasını önlemek, “Belene” kampı dosyalarının açılmasını engellemek ve uygulanan terörün bir rejim terörü olduğunun dünyaya duyurulmasına set çekmekti. Siderov diğer ırkçılarla birlik olup, iktidar kuyruğunu tutmak için yerinde sıçrasa da son haftalarda daha fazla Türklerin ve Müslümanların üze olduğu HÖH DOST ve Özgürlük ve Demokrasi partisine direk olarak saldırmaz oldu. Çünkü Amerika ve İngiliz Büyük Elçiliklerine yaptığı son ziyaretlerde, Batılı dev güçlerin Bulgaristan Türk azınlığının siyaset alanında yer almasından yana olduğunu öğrenince, tonu değiştiği gibi, dilinde de bir düğümlenme var. Ülkemizde bugün derinleşmeye devam eden ve siyasi bunalımdan parlamenter bunalıma sıçrama aşamasında bulunan krizden hemen yararlanmak isteyen Siderov ve Partisi, başbakanlık istedi. Aşırı popülist davrandı. Emekli maaşlarının 161 levadan 1000 levaya çıkarılmasını, asgari ücretin 1000 Euro olmasını, NATO ve AB’den çıkılmasını ve siyaseti Batı’dan koparıp Moskova’ya başlanmasını istedi. Hiçbir ekonomik gerçeğe dayanmayan bu halkı aldatıcı ve boş umutlarla seçmeni kandırmayı amaçlayan siyaset çizgisi şimdilik tutmadı. İki katlı Rus siyaseti Bu gelişmeler esnasında biz Rusya’nın Bulgaristan’da iki katlı bir devlet siyaseti izlediğini gördük. Bu politikanın üst katı, Bulgar devlet adamlarından Rusya’nın AB’yi çökertme ve NATO’yu dağıtma yaklaşımına hizmet etmeleri istenirken ki biz bunu Siderov gibi sol marjinellerin ve Valeri Simyonov (VMRO) ve Krasimir Karakaçanov (PF) /güya Yurtsever Cephe/ gibi sağ marjinellerin ağzından seçim kampanyası öncesi, Cumhurbaşkanı seçim kampanyasında ve seçimden sonra defalarca işittik. Üstelik Moskova bu defa, Bulgar sol ve sağ aşırı milliyetçi uçlarını istediği zaman tutucu geleneksel milliyetçi bir cephede (bu defa Yurtsever Diriliş Cephesi’nde) gerçekleştirdi. Bu kenetlenmeye gerekçe olan “sığınmacı seli korkusu” alabildiğine sömürüldü. Hatta bu güçler (30 Kasım 2016) çağrılan, Bulgar devletinin en yüksek siyasi forumu olan cumhurbaşkanlığı katındaki Ulusal Güvenlik Komisyonunda keşmekeş yaratıp iktidara tırmanmak için, Bulgar tarihinde, ardında kan gölü bırakan, Makedon İç Devrim Örgütü (VMRO) en büyük sığınmacı kampının bulunduğu Harmanlı kentinde ayaklanma kışkırttı. Ağır koşullara isyan eden 3 bin sığınmacın da isyan edince polisle sert çatışmalar yaşandı. Olayları fırsat bilen “Ataka”, VMRO ve PF üçlüsü Cumhurbaşkanından hükümet kurma süresi istedi. Bu, Moskova’nın bunalımdan faydalanarak aşırı milliyetçi ve ırkçı siyasetçileri iktidara taşıma planından bir halkaydı.


Makale ve Analizler - 2016

195

Milliyetçi popülistler. Aynı hafta, istifa etmiş olan GERB partisinin 2007 devlet bütçesinin halk meclisinde görüşülmesi esnasında, halk yardakçısı milletvekilleriyle yaşanan çok sert çatışmadan sonra, GERB lideri Boyko Borisov’un aşırı güçlerin iktidar planlarını asla desteklemeyeceğini açıklamasıyla marjinellerin iktidar olabilme hayalleri kesin suya düştü. Huzur bozanlar. Harmanli isyanı, Rusya’nın ülkemizdeki yerel temsilcilerinin artık sığınmacı aleyhinde, Müslüman ve Türk düşmanı tabanda ayaklanma kışkırtabilecek duruma gelebildiklerini kanıtladı. Toplumu karıştırmak ve huzuru bozmak isteyen bu güçlerin özellikle Sofya, Plovdiv, Varna ve Yambol il merkezlerinde örgütlenmiş olduğu, kışkırtma yapan aşırı sağ ve sol partilerin halka bayrak, düdük, trompet, küçük davul ve pankart, yiyecek içecek dağıttığı, protesto eylemlerini daha görkemli duruma getirmek için ulusal propaganda imkanları sahip olduğu, tabana kolayca inebildiği ve hırslı ve doldurulmuş kitleleri kiraladığı taşıt araçlarıyla bir merkezde toplama imkanlarından faydalandığını gösterdi. Kışkırtıcı milliyetçiler cezalandırılmalıdır. 2014 - 15 yıllarında cami ve mescitlere saldırılarıyla, Müslüman ibadet merkezlerinin gerçek sahiplerine geri verilmesine ilişkin mahkeme kararlarına karşı isyan eden bu güçler sanki ilk antrenmanlarını yapıyordu. Son olaylar Bulgar demokrasisinin ciddi onarıma ihtiyaç duyduğunu, bu gidişle olayların faşizme tırmanma tehlikesi gizlediğini ortaya koydu. Ulusal bütünlüğümüz için tehlike gizleyen son siyasi gelişmeleri çok yakından izleten Sorumluluk Özgürlükler ve Tolerans için Demokrasi DOST partisi lideri Lütfü Mestan aşırı milliyetçi ve ırkçı güçlerin iktidara tırmanması tehlikesi ile ilgili Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev’e gönderdiği uyarı mektubunda aynen şöyle dedi: “DOST partisi yönetimi olarak, sözüm ona Yurtsever Cephe’ye hükumet kurmak için görev süresi vermeyerek sizleri onurlu bir Cumhurbaşkanı kalmaya davet ediyoruz.” Partinin konumunu açıklarken Lütfü Mestan şöyle dedi: “Aşırı sol ve sağ güçlere hükumet kurmak için araştırma süresi tanınması, muhtemel bir kabine kurulması için olumlu umut ışığı olmaktan fazla, şerefli bir görev süresinin sonunda cumhurbaşkanının bir “faşist” senaryoya katılıp katılmayacağına bir sınav olacaktır.”


196

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

DOST partisine göre, “Aşırı milliyetçilerin hükumet kurma süresi elde etmesi, ülkemizdeki etnik barışa bir tahrik olmakla kalmayıp, Bulgaristan’ın stratejik rotasına da bir darbe olacaktır.” Bulgaristan bizim memleketimizdir. Dünyada vatan, memleket, baba ocağı pazarı yoktur. Değerlerimize de miras aldığımız edinimlere sahip çıkmak zorundayız. Siyaseti yakıntan takıp edip her zaman tepki göstermeye hazır olmalıyız. Unutmayalım. Her günümüz bir kavgadır. Biz saldırmasak da onlar hep hücuma hazırdır. Büyük bir milletin evladı olarak doğmuşuz, şerefimizi koruyalım. Lütfen çevreniz ile paylaşınız.

“Altın Binyıl” Ödülü

Ertaş Çakır-04.Aralık.2016

Konu: Çok tuhaf şeyler olmaya başladı. Geçen hafta Sofya seçime gidilecek mi, meclis paydos edilecek mi, geçici hükumet başbakanı kim olacak gibi derin yufka, köpüklü köpüksüz dalgalarla çalkalanırken, terapist olarak çalıştığım Tekirdağ’da bilgisayarıma düşen bir haber beni şok etti. Eğitim öğrenim gördüğüm Bulgaristan’ı çökerten ana çıbanbaşı olan “Multigrup” adlı hırsızlar kulübünün Yönetim Kurulu Başkanı; Başbakan Lüben Berov (1992 -1994) hükumetinde Bakanlar Kurulu Genel Sekreteri; Bulgaristan Türklerini doğduklarına pişman eden Ahmet Doğan’ın çok yakın dostu ve Halen Bulgar istihbaratına Türklere, Çingenelere ve Pomaklara karşı çalışacak köstebek eğiten “Yniversitet po Biblitekoznanie i İnformatsionni Tehnologii” - Sofya (Kütüphanecilik ve Bilgi Teknolojileri Enstitüsü) Rektörü Prof Stoyan Dençev’in Edirne Şeref Sskini ilan edilmesi beni ŞOK etti. Önce şehirdeki kiliselerin birine yeni bir çan almıştır diye düşündüm. Bulgaristan’da çan yapan atölye olmadığı aklıma geldi. 1878’de Ruslar Tuna’yı geçerken beraber-


Makale ve Analizler - 2016

197

lerinde getirdikleri Tula silah fabrikasında dökülmüş çanları suya düşürmemek için bayağı zahmet çekmişlerdi, sonra camilerimizi gördüklerinde, biz bu Allah evlerinden büyük kilise inşa edemeyiz, minareleri yıkıp kubbelerine birer çan takalım ve olsun bitsin demişlerdi. Doğrusunu isterseniz Edirne Belediye Başkanına kimin telefon ettiğini de bugüne kadar öğrenemedim. Yoksa onun kökleri de mi bizim Trakya’dan onu da bilmiyorum. Yoksa bu adamdan bir beklediğimiz mi var? Ben bunları düşünürken, “Balkan Haberleri Seti”nden yeni bir haber gelip ekrana kondu. Bulgaristan’da hem Birinci Borisov hükümetinde (2009 - 2013) Kültür Bakanı olan, hem de İkinci GERB hükümetinde (2014 - 2016) ikinci defa Kültür Bakanı olan yerli Türklerden, heykeltıraş Vejdi Raşidov’un yukarıda adı geçen “köstebek yetiştirme enstitüsünde” Profesör olan Dimitır İvanov’u, Bakanlığın en yüksek ödülü olan “Altın Binyıl” ödülüyle taltif etmesi ise beni iyice sarstı. Köstebek yetiştirme merkezinde Profesör. Olay şöyle ki, şimdi Profesör maskesi ardına gizlenen Dimitır İvanov totaliter komünizm yıllarında Bulgar istihbaratının “Altıncı Şube” adıyla bilinen ve Bulgar İçişleri Bakanlığı - gizli servis “DS” ve Sovyetler Birliği Dış Casusluk Devlet Komitesi (KGB) arasındaki ilişkileri, koordinasyonu ve ortak çalışmaları yürüten ve yöneten istihbarat şubesinin Müdürlüğü’nü yapmıştır. 1970 - 72’de Pomak Müslümanlar ve 1984 - 1989 yılları arasında Bulgaristanlı Türklere total saldırıya geçen kolluk güçlerinin uyumlu hareketlerini kontrol eden odur. Ahmet Doğan’ın güvenilir bir baş köstebek olarak KGB’ye hediye edilmesi de onun aklına yatmıştır. 1990’dan sonra Bulgaristan Sosyalist Partisi’nin yayın organı “Duma” gazetesi Dimitır İvanov’un parası ve emriyle basılıp dağıtılıyor. Altıncı Şubenin halka ettiği zulmü şahsında simgelediği işin lakabı “gestapodur”. Almancadan alınmış ve Nazi Almanya’sında suçsuz insanlara yapılan eziyetin tümünü birden ifade etmek için kullanılan bir kavramdır. Bugün artık Bulgaristan’da totalitarizm “kahramanlarının” ödüllendirildiğini de gördük. Bu madalyaların en iğrenç Bulgarların yakasına döneklik başbuğuna yükselmiş Türk aydınlara taktırılması da artık şaşmamak gerekir. İradesizliğe ulaşmak bir dibin dibidir. Sinek mi, sivrisinek mi, yoksa eşek sineği mi soktu?! Hep bir. Biz bugün artık totalitarizm döneminde Bulgaristan Türkleri arasından ajan oltasına takılan 3 bin 16 kişinin daha sonraki hayat yolunu bu Şubenin teşvikleri ve yönlendirmesiyle seçtiğine inanıyoruz. Çünkü ne değişen bir şey oldu ne de başka bir yol var! Daha 1990 Haziranında Bulgaristan Büyük Millet Meclisi sandalyelerine yayılan 24 milletvekili arasından altısının VI. Şube ajanı olduğunu yine bu profesörün eserlerinden öğrendik. Biliyoruz çünkü Dimitır İva-


198

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

nov “Altıncı Şube” adlı kitabında onların kimliklerini bacağı ipe bağlanmış ve çamaşır teline asılmış kurbağa gibi sergiledi. O gün bu gün bildiği işi yapmaya devam eden ve “Kütüphaneci Enstitüsünde” “köstebek” yetiştirmeye devam eden ve bu işte iyice ilerleyince demokrasi koşullarının en parlak profesörü olan Albay İvanov’un birden bire Vejdi Raşidov’un elinden Kültür Bakanlığı ödüllerinin ödünlü alması çok ilginç olmalı. Son günlerde havanın iyice soğuması, Sofya Kültür Bakanlığı sokağını kar kaplamış olması ve bazı yarım kalmış sıva boya işlerinden ötürü sokağın trafiğe kapanması, genelde her işinden sonra yuhalanan Bakan Raşidov’un bu defa ucuz atlatmasına vesile olmuş. Belli ki, bu adam sütten çıkma ak kaşık değil. Rumeli’nin sevilen ses sanatçısı Kadriye Lativova’nın oğlu olan ve anasının erken ölümünden sonra Bulgaristan Komünist Partisi’nin kanadı altında eğitim alan ve hayat yolu bulan Vejdi Raşıdov, 1985 yılının Ağustos ayının beşinde Sofya’da Vatan Cephesi Milli Konseyi binasında “Bulgarlaştırma Bildirisini Kabul Eden” -tüm evrakları imzalayan- 8 aydından biridir. Orada attığı imza onun hayatını değiştirmiş, bir yandan Bulgar olmayı kabul ederken, 1989’un sonunda “Ulusal Uzlaşma Komitesi”ne katılmış, ardından Ahmet Doğan ve “Multigrup” gözdesi olmuş, “Mutlak” ilan edilmiş, hiçbir şey yapmasa da onlarla birlikte gece çapulculuğuna katılmış ve hiçbir partiye üye olmadan sihirbaz şapkasından barış güvercini çıkar gibi, Kırcaali’den “bağımsız” milletvekili çıkınca kendini bakan koltuğunda bulmuştur. Bakanlıkla şereflendirilmesi Kırcaalide HÖH - DPS kalesini delen ilk Türk milletvekili oluşuna ödül olduğu gibi, Bulgaristan Türk Kültürüne kesin ve ezici bir darbe indirmesi için önü alınmaz bir teşvik de olmuştu. Annesinin ekmek teknesi olan Kırcali Tiyatrosu sahnesinden aktrislerin yarısını sokağa atan odur. Sakallı yüzü gerçekleri gizlese de, onun derin devlete sımsıkı bağlı olduğunu gösteren birçok olay oldu. Başmüftülüğün mülkü olan ama geri alınamayan cami, okul, medrese, mescit, hamam, bezensen vb mirasımızın mülkümüze geçmesine engel olan Türk Bakan olarak tarihe kaydı geçecektir. Komünizm ve totalitarizm simgelerini koruma vazifesinde de başarılıydı. Komünizm sembolleri müzesi açtı. Todor Jivkov’u mumyaladı ve yaşatıyor. Her gün keterinkten bir tem yemek göndermesi eksiktir. Randevu isteyenleri kabul etmeyen, ya cebindeki yalan torbasından bir yalanla baştan savan Bakan Raşidov, son zamanda “Hangimiz sütten çıkma ak kaşığız” demeye başlamış. Düşmanlık belleğini kazma kürekle gömmek zor. Bundan 30 yıl önce ismi değiştirilince “bilek damarlarını kesen” ve artık sakalı saçı iyice ağırmış olmasına rağmen “hak ederek elde etmenin tadını severim” sözünün anlamını gerektiği gibi hala anlayamayan acaba Bakan Raşidov’un


Makale ve Analizler - 2016

199

kime hizmet ettiğini düşünüyorum. Çünkü “Altıncı Şube” eski Müdürü Dimitır İvanov’a geçen hafta verdiği “Altın Binyıl” ödülü Bulgar Kültür Bakanlığı’nın en yüksek ödülüdür. Sizin anlayacağınız bu ödülü ancak en fazla kötülük eden hak edebilir. Başka türlü bir polis albayının kültürle ne işi olur. Mart başında ona bu ödülün verilmesini yazılı bir teklifle öneren Bulgar Yüksek Mimarlar Birliği Başkanı Georgi Bakalov yüksek mimarlık ve polisiyelik arasında sıkı bağ kuramadığından teklif önce hasıraltı edilmişti. Bulgaristan’da en büyük Türk düşmanlarından biri olduğunu gizlemeyen, ama Vejdi Raşidov’un “dostu” olduğunu sürekli yineleyen, 1475’te kurulan ve bugünkü Kazıbilim ve Tarih Müzesi Müdürü Bojidar Dimitrov; ardından “Kütüphaneci Enstitüsü” Rektörü Stoyan Delçev ve Rus Ortodoks Kilisesi’nin etkisi altında olduğu iyi bilinen Bulgar Bilimler Akademisi eski Başkanı Akademisyen Vodeniçarov öneriyi desteklenmişti. Bütün işleri ters görmek modern demokraside bir özel edinim olabilir mi? Fakat o zaman bu sökmemişti. Kamuoyu ayağa kalktı ve Dimitır İvanov’a “Altın Binyıl” ödülü “olmaz” demişti. Aydınlar arasında sert tepki uyandıran bu öneri 9 ay rafa kaldırılmıştı. İkinci Borisov hükümeti istifa edince beliren siyasi boşluk fırsat oldu ve halk meclisinde yeniden kızışan komünist-totaliter bellek, anı ve sembollerin toprak altına gömülmesi tartışmalarının özellikle aktüel olduğu şu günlerde, bekletilen sinsi plan yıldırım hızıyla gerçekleştirildi. Bakan Raşidov acele davrandı. Demokratik kamuoyu tepkisi uyanamadı. Olay, Rusya Orgenerali, eskiden Bulgaristan’da casus olarak görevli bulunan Gen Raşetnikov’un son Sofya ziyaretiyle direk bağlı gelişti.Rusya özel hizmetlerinden ötürü Dimitır İvanov’un en yüksek ödülle ödüllendirilmesinde ısrar ettiğini gizlemedi. “Soya dönüş” kurbanlarına gelince, onlar da kimdi... Cumhurbaşkanı seçimlerinden sonda (6 Kasım 2016) Bulgar siyasi yaşamında Rusçu kesimin ciddi atılıma geçtiği ve bastığı yere bakmadan, aklına estiği gibi hareket etmeye başladığı dikkatlerden kaçmıyor. Son seçimlerde Ruslar siyasi yelpazeyi çok geniş açtı. Bu yelpazenin açısı Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP)’den başlayıp, Hak ve Özgürlükler Hareketini (DPS) kapsamına alarak tâ aşırı sol milliyetçilerin kalesi “Ataka” partisine kadar yayılırken etki alanına aşırı sağ milliyetçileri de topladı. Olabilir ya GERB’li bakanlardan bazıları da bu ağın içindedir. Esen rüzgârın Cumhurbaşkanı seçimleriyle birlikte yapılan halkoylamasının inisiyatifçisi olan TV program sunucusu Slavi Trifonov’a kadar birçok kişiyi etkilediği gözden kaçmıyor. Rüzgârın yönü her gün biraz daha değişiyor.


200

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Artık hiç kimse erken seçimlerin yüzde yüz majoriter (çoğulcu) sisteme göre yapılmasında ısrar etmiyor. Sofya Yüksek İdari Mahkemesi, Slavi Trifonov ve halk oylaması girişim grubunun 2 milyon 500 bin seçmenin ortak iradesinin meclisten geçmeden yasallaşıp uygulanması başvurusuna dosya açmadı. Bulgaristan’ın Avrupalı Gelişim için Vatandaşları (GERB partisi kurmayları ile Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) enstitüleri ayrı ayrı yerlerde aynı konu üzerinde kafa yoruyorlar. Sorun, erken seçimlerin, seçim yasasında yeni bir değişiklik yaparak % 50 majoriter ve % 50 proporsiyonel usule göre yapılmasını, “su testisini suyolunda kırmadan” yasallaştırmakta gizlidir. Birbirine yüzde yüz rakip olan GERB ve BSP partilerinin bakışları bu defa tek noktada buluştu ve bu iş olacak gibi... Hamur tekneden taşabilir Olan oldu da söylemesi bizden. Memlekette Rusçu birikimin bu kadar kabarmasına olanak tanınmamalıydı. Önlem alınmaz, halk inadına hareket etmeye ve oy vermeye devam ederse, hamur tekneden taşabilir. GERB partisinin erken seçime gidip meclis çoğunluğunu ele geçirerek 2017’de tek başına yönetme planları belki de bu defa gerçekten tutmaya bilir. On defa seçim kazanmış olmak on birinci faferin torbada keklik olduğunu garantilemez. Çünkü yoksulluğu dibe vurmuş kitle huzursuzluğunu bastıramıyor. Avrupa Birliği (AB) fonlarının kesilmesi çalışanları tedirgin ediyor. Vatandaş ekmek parası için vatanı terk ettikçe, biz işsizlik sorununu çözüyoruz, diyenlere herkes gülüyor. Almanya hükümetinin 6 ay işsizlik kaydı olan ve ülkede yaşayan yabancıların sosyal yardım bekleme süresini yarım yıldan beş yıla çıkarması ve bu kararın 72 bin Bulgaristan vatandaşını da kapsaması çok ağır karşılandı. İstifa eden hükümetin son 2 yılda Batı bankalarından 16 milyar leva dış borç alması ve harcamalarla ilgili inandırıcı hesap verememesi, alt katmanlardaki endişeyi arttırıyor. Sol ve sağ halk yardakçıları (popülistler) bu gibi sorunları sömürürken saldırılarını şiddetlendiriyorlar. Dostlukları hangi hesaplar bozar? Orta sağda konumlanmış ve hükümette 5 bakanı olduğu için her konuda büzülmek zorunda olan Reformcu Blok, artık GERB partisi ile ortak dil bulmaya çalışmıyor. Bu cumhurbaşkanı seçiminde de böyle oldu. Partiler “her koyun kendi bacağından” dediler. Siyasi iktidara tırmanma gayretinde olan tutucu geleneksel sağ milliyetçilerin sözüm ona “Yurtsever Diriliş” cephesinin Moskova’dan destek aldığı ortaya çıkınca, onlar Reformcu Blok’u iyice hırpalama yolunu seçti. Öyle de, ne reformcular ne de “sağ tasarımlar” ardına gizlenen milliyetçiler Bulgaristan’ın çok ciddi bir siyasi, ekonomik ve mali bunalım içinde olduğunu gördükçe, yorganı kendi üstlerine daha da hırslı çekmekten neden vazgeçmiyorlar? Ülkeyi ulusal felakete sürümek bir marifet olabilir mi? Erken seçimden sonra


Makale ve Analizler - 2016

201

sağ cephe güçleri yeniden bir araya gelmeyecekler mi? Seçim önü düşmanlıklarının seçim sonrası dostluğuna dönüşüvermesi o kadar kolay mı? Çekirge bir sıçrar, iki... Kültür Bakanı Vejdi Raşidov’un Rus gizli servisleriyle çalışmalara yıllarını veren Prof Dimitır İvanov’a “Altın Binyıl” ödülü vermesi GERB kanadının gerilemeye devam ettiğine kanıt oldu. Gizli dostlukların şakıması her zaman yarar sağlamaz... Raşidov’un kimin kuyusundan su çektiği ve kimin değirmenine su taşıdığı zamanla anlaşılır. Çekirge bir sıçrar iki sıçrar üçüncüde düşer...Bizdeki casus ekolünün Rektörü Stoyan Delçev’in Edirne şeref sakini olmasını anlamakta ise hala iyice zorlanıyorum.

Edebiyatımızda Etnik Motifler

Raziye ÇAKIR -04.Aralık.2016

Konu: Biz edebiyatı olan bir halk topluluğuyuz BGSAM yayınları olarak 5 bölümlü bir yazı dizimizle özgün edebiyatımızın etnik motiflerine değinmek istiyoruz. Bölüm 1. Başlıca Bulgaristanlı Türk halk edebiyatı üzerine, yerli bir özgün Türk edebiyatı duğuyor. Kuşkusuz Türkiye ile Bulgaristan edebiyatları, tüm kültür alanlarında olduğu gibi, yerli Türk edebiyatımızı da doğal olarak etkiliyorlar. Ancak gelişme sürecinde kendine özgü nitelikler kazanarak göreceli özgün bir edebiyat durumuna geliyor. Bu edebiyat bizim estetik değerlerimizi, mizaç, etnik bilinç ve beğenilerimizi yansıtıyor. Adına da Bulgaristan Türkleri Edebiyatı dedik. Tarihi 93 Harbinden başlayarak günümüze kadar uzanır ve bilinçlenme, dirilme ve savaşabilecek duruma gelmemizde güçlü kılıç kalkan rolü oynamıştır. İlk dönem ve seçkin temsilcileri. 1877 - 78 Plevne Savaşından Birinci Dünya Savaşı’na kadar Bulgaristan Türk Edebiyatı biçimlenme döneminde duruyor. Âşık Hıfzı, Hüseyin Raci Efendi ve diğer yazarlar, halkın savaş yıllarındaki ızdıraplarını ve tanık oldukları olayları yansıtıyorlar.


202

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Yerli Türk edebiyatı, Birinci ve İkinci Dünya Savaşları arasındaki dönemde tam anlamıyla ortaya çıkıyor. Aralarında Aliosman Ayrandoruk (1878 - 1952), Mehmet Con (1885 -1974), Mustafa S. Alyanak (1890 - 1966) , Mehmet Behçet Perim (1896 -1965), Haydar Baba (1871 - 1956) , Mehmet Fikri (1909 - 1941) vb ozan ve yazarların bulunduğu yeni bir yaratıcılar kuşağı ortaya çıkıyor. Yerli edebiyat Türk olarak zenginleşiyor. Şiir ile birlikte öykü ve sahne yapıtları yayınlanıyor. Ama şiir egemen konumunu koruyor. Biçim ve içerik bakımından edebiyatımız halk yaratıcılığı havasını koruyor. Bulgaristan Türk Edebiyatı, Tüm kültürlerimizle birlikte totaliter sosyalizm döneminde iki gelişim aşamasından geçiyor. Olgunluk aşaması ve sivrilen temsilcileri. 1944’ten 69’lıyılların sonlarına kadar geçen sürede olgunluk aşamasına ulaşıyor. Eski yaratıcı grubuna Selim Bilal (1915 - 1987), Hasan Karahüseyin (1925 - 1990), Sabahattin Bayram (1931 - 2013), Ahmet Şerif (1926 - 2000), Recep Küpçü (1934 - 1976), Mefküre Mollova (1927 - 2009) ve başka yazar ve ozanlar katılıyor. Bu kuşak, çağdaş dünya görüşüne ve estetik düşünceye sahip. Dilleri daha zengin, söylemleri taze ve renkli. Bunlar edebiyatımıza yeni konu ve poetikayla, çağdaş renkler katıyorlar. 1950’lerin sonlarına doğru yaratıcılık sürecini, totaliter sosyalizmin ilk yıllarında dayatılan ideolojik klişelerden ve basma kalıp söylemlerden kurtarma denemelerinde bulunmaya başlıyorlar. Edebiyatın tüm türlerinde eserler yaratılıyor, yayınlanıyor. Serbest şiir biçimi yaygınlaşıyor. Öykü sanatı, olay örgüleri, teknik ve anlatım dili geliştirilerek, olgunluk aşamasına ulaşıyor. Kısa Öyküde Muharrem Tahsin (1929 - 2007), Ahmet Tımış (1926 - 2007) ve başka yazarlar önemli sanat değeri olan önemli yapıtlar ortaya koyuyorlar.Sabri Tata’nın (1925 - 2010) Güneş Doğarken adlı yapıtıyla çağdaş anlamda romancılık başlamış oluyor. Onu Halit Aliosman (1932) izliyor. Turhan Rasi (1942), Yusuf Kerim (1922 - 2007), Mehmet Bekir (1932) ve diğer yazarların yapıtlarıyla mizah yeni bir aşamaya ulaşıyor. Bu dönemde çocuk edebiyatı gelişerek edebiyatımızda başlı başına bir kol durumuna geliyor. Ahmet Şerif, Nadiye Ahmet (1931), Nevzat Mehmet (1933), Muharrem Tahsin, İsmail Çavuş (1940) vb yazarlar bu alanda seçkin yapıtlar ortaya koyuyorlar. Demokrasi rüzgârında yeniden canlanma. Edebiyatımız demokrasiye geçiş yıllarında yeniden canlanmaya başladı. Önceki aşamada ustalaşan yazarlar - Ahmet Şerif, Ömer Osman, Sabahattin Bayram, Mehmet Çavuş, Niyazi Hüseyin, Sabri Tata, Naci Ferhad (1940 - 2013) Muharrem Tahsin, İsmail Çavuş, Sabri Alagöz, Ahmet Emin vb birçok yeni yapıtlar yayınladılar. Bu yapıtların bazıları zorla kimlik döneminde yazılmış, ama


Makale ve Analizler - 2016

203

yayınlanamamışlar. Yeni aşamada Mustafa Bayramali (1938) gibi yetenekli öykü yazarları da belirdi. Edebiyatımızda demokrasiye geçiş döneminde yeni isimler de belirdi. Aziz Sakir-Taş (1985), Haşim Akif (1946), Kamil Topçu (1985), Nurten Remzi (1964). Nurdan Çete (1975), Melis Aziz (1995) ve başka genç kalemler yaratıcılık sürecine yeni soluk katıyor ve onun yeni bir aşamaya ulaşmasına katkıda bulunuyorlar. Doksanlı yılların dorukları Geçen Yüzyılın 90’lı yıllarında ve XXI. yüzyılın başlarında yayınlanan edebi yapıtlarda totaliter sistemin sosyalist gerçekçilik biçiminde dayattığı ideolojik şemalara rastlanmaz. Yaratıcılar tasarım, sanatsal fikir ve duygularını özgürce dile getirmekte, çok taze anlatım biçimleri kullanmaktadırlar. Yapıtları estetik bakımdan daha nitelikli, biçimleri daha yetkindir. Böylece tarihsel gelişim sürecinde Bulgaristan’da yavaş yavaş özgün bir Türk edebiyatı oluşuyor. Kuşkusuz o, klasik Türk edebiyatına özgü nitelikleri taşıyor. her şeyden önce yapıtlar edebi Türk dili, gece vezni ve kafiye ile örülüyor. Aynı zamanda Bulgar ve dünya edebiyatından etkileniyor. Ama özü, Bulgaristan Türkünün duygularını, düşünce, özlem ve felsefesini yansıtıyor. Günümüz şiirinde özellikler Günümüz aşamasında ebedi yapıtlardan en iyi şiirin geliştiği bir gerçektir. Onu nesir, özellikle öykü izliyor. Roman türü hala başlangıç sürecini tamamlama sürecinde. Mizah yapıtları hem halk yaratıcı geleneğini sürdürüyor, hem de yaşamdan yeni süjeler alarak gelişiyor. 50’li yıllarda kaleme alınan piyesler daha fazla bir perdelik olup güncel yaşamı yansıtıyorlar. Yapıtların ebedi ve estetik nitelikleri yavaş yavaş gelişiyor, yaratıcılar daha renkli bir dil kullanıyorlar. Motifleri Türk halkının yaşamından, sosyokültürel durumundan kaynaklanıyor. Birinci ve İkinci Dünya Savaşları arasındaki dönemde sosyal ve kültürel kalkınmanın nesnel gerekliliği, Anadolu’ya göç edenlerin göç sılası gibi konular izleniyor. Ozan ve yazarlar, yapıtlarında doğup yetiştikleri bölgenin doğa güzelliklerinin betimliyorlar. Yeni Türk edebiyatında, yukarıda belirtilen konularla birlikte, barış, hoşgörü, adalet, erdemler gibi genel insani sorunlar da ele alınmaktadır. Bulgaristan Türkleri edebiyatı, bir yandan topluluğumuzun estetik duygularını, yaşam felsefesini yansıtmakta, öte yandan okul ile birlikte , etnik kimliği güvence altına almaktadır. Yeni Osmanlıların ve Genç Türklerin görüşleri, 1920’lerde de Atatürkçü düşünceler; edebiyatçıların ve özellikle belirli bir zaman bugünkü Bulgaristan Topraklarında yaşayan ve çalışan Ahmet Suavi ve


204

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Ahmet Mithat’ın yapıtları eğitim sistemi ve basın aracılığı ile halkımızın daha uyanık kesimlerine ulaşıyorlar. . Türkçülük ve ulusçuluk fikirleri aydınlar arasında yayılıyor ve kök salıyorlar. Bunların etkisiyle Türk topluluğunun etnik bilinci oluşup gelişmeye başlıyor. Bilindiği gibi, öz bilinçten yoksun bir ulusal ve etnik topluluk var olamaz. Bulgaristan Türkleri Bilincine Doğru adımlar Ulusal fikirler edebiyatımıza Mustafa Alyanak, Mehmet Behçet Perin, Aliosman Ayrantok’un yapıtlarıyla girmiştir. Bunların yaratıcılığı yerli Türk edebiyatında yeni bir çığır açmıştır. Etnik ve kültürel kimliğin oluşturulup geliştirilmesini amaç edinen ekolün ortaya çıkmasında M. Alyanak’ın şiir, öykü ve makaleleri önemli rol oynamıştır. Örneğin “Çobanın Rüyası” şiirinde ozan, ulusal geleneklerin giderek unutulmasından tedirgin olduğunu, bunları geleceğe taşıma özlemini dile getirmektedir. Söz konusu çığırın açılıp gelişmesinde A. Ayrantok’un katkısı çök önemlidir. Ozanın kanısınca, kültürel kimliğimizin geleceği hurafelerden arınmamıza bağlıdır. “Be Yahu” adlı şiirinde fen ve sanat mektebini cennette benzetmiştir. . Bu ekolün yaratıcıları arasında en seçkin ozan olarak Mehmet Behçet görülmektedir. Ozanın ulusal ve kimlik ülküsüne tutkusu en açık biçimde “Tunalılar Marşı” adlı şiirinde betimlenmiştir. “Biz Tunalı Türk oğluyuz Azmimizde er oğluyuz, Bilgi, soydaş, hak için biz Ölümlere yeminliyiz....” Devam edecek. Kaynak: İbrahim Yalımov “Bulgaristan Türk Topluluğunun Etnik-kültürel ve Dinsel Kimliği” Sayfa 163-166.


Makale ve Analizler - 2016

205

Yılardan Beri Hesap Yapıyorlar

Rafet Ulutürk-13.Aralık.2016

ladı.

Konu: Biz bu mücadelenin küllerinden doğduk. Artık Bulgaristan’da demokrasi sözü git gide daha seyrek işitilmeye baş-

Yeni örneğini, 18 Kasım 2016’da halk meclisinde 2017 devlet bütçesinde eğitim ve teknoloji için ödeneklerin askeri harcamalardan dört kez daha az olmasında gördük. Ortaya çıkan gerçek, 26 milyar dış borcu olan devletin silahlanmaya ağırlık vermesidir. Kime karşı silahlanıyor, Romanya, Yunanistan, Türkiye hepsi NATO üyesi müttefik dost ülkeler. Üstelik Romanya ile Yunanistan bir de Avrupa Birliği ülkeleridir. Şu an, Cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki kayıptan ve halk oylamasında 2 milyon 500 bin seçmenin “sistem değişikliğinden” yana oy kullanmasından sonra, Bulgaristan’ın uzunca bir zamandan beri köklü değişikler için hazırlık gördüğü ortaya çıktı. Bu hazırlıklar içinde Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) Genel Başkanı Bayan Kornelya Ninova’nın Moskova ve Washington’a gizli ziyaretler yaptığı ve Vladimir Putin ve Barak Obama’nın elini öptüğü ortaya çıktı. Ayrıca bu ziyaretler esnasında Bayan Ninova Moskova’da imzaladığı tutanakta “BSP partisinin Rusya Federasyonu’nun Bulgaristan’daki çıkarlarının temsilcisi ve savunucusu olduğunu” kabul etti. Hükümet bunalımının siyasi bunalıma ve meclis krizine büyümeye devam ettiği şu günlerde, sanki dışardan gelen emirlere göre konuşan Bayan Kornelya Ninova, 38 milletvekili adına, hükümet kurma fırsatını değerlendirmek istemezken, görev süresinin sonunda bulunan Cumhurbaşkanı Plevneliev’le danışma görüşmesinde “geçici hükümete katılmamakta” ısrarlı davrandı. Hak ve Özgürlük Hareketi (DPS) birlikte hükümet olalım teklifinde bulunsa bile, onu da kabul etmeyeceğinde kararlı davranırken “Mart sonu Nisan başında erken genel parlamenter seçim” istiyor. Anlaşılan meclisteki 8 partiden sekizi ve bağımsızlar kış sonunda erken seçimde ısrar ediyor. Erken seçim Bulgaristan’a ne getirecektir? Önce Sofya meclisine yeni bir bileşim gireceği ortadadır. Aslına bakılırsa bu bileşimin kimler oluşacağından başka hiç bir şey bilinmiyor. Çünkü “siyasi sistem değişikliği” öngörürken önce “proportsiyel” seçim sisteminin “majoriter” seçim sistemiyle değiştirilmesini isteyen 2 milyon 500 bin vatandaşın isteği halen rafa kaldırılmış durumdadır. Halkoylaması (referandum)


206

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

girişimini yöneten TV program sunucusu, bestekârı Slavi Trifonov Merkez Seçim Komisyonu resmi açıklamasında “halk oylaması sonuçlarının doğrudan doğruya yasallaşmasına 12 bin oy yetmiyor” deyince, olayı Yüksek İdari Mahkemeye taşıdı. Böylece GERB ve BSP gibi iki sistem partisi olayı mecliste görüşmek isteseler de yol kapandı ve mahkeme kararını beklemek gerek. Bu durum halk oylamasındaki diğer iki sorun için de geçerlidir. Son gelişmeler, Bulgaristan kamuoyundaki değişiklik isteyen kükremenin seçimden önce, referandumdan da önce kulislerde görüşülmediği, tartışılmadığı ve halk memnuniyetsizliğinin yatıştırılması için yollar ve çareler aranmadığı anlamına gelmez. Bulgar siyasetinde ipleri çekenler, İngiliz devlet ve siyaset adamı Winston Churchill şu sözlerini bilir: “İnsanların hepsine belirli bir zaman yalan söyleyebilirsin; belirli miktar insana her zaman yalan söyleyebilirsin; fakat insanların hepsine her zaman yalan söyleyemezsin.” Devleti soyan, HÖH milletvekili D.Peevski etrafından toparlanmış KİM (KOY) oligarşi düğümünü çözmek ve ikinci olarak da, 7 milyar 500 milyon leva parası çalınan Kooperatif Ticaret Bankası (BTK) hırsızlığı ortaya çıkarmak, GERB Başkanı Boyko Borisov’un ikinci hükümetinin temel 2 ödeviydi. Bu hükümet bu düğümlerin ikisini de çözemedi. Gelişmeleri izleyen seçmen en nezaketli bir tavırla “çok yalan söyledin, çekil” dedi. Bu çekilme son fırsatın da kaçırıldığı anlamındadır. Bu olay birde, bir toplumda yaşancıların dürüst insanlardan fazla olmadığını ve olamayacağını gösterdi. Bugün DOST partisi Başkanı Lütfü Mestan’ın Cumhurbaşkanı seçimi sonuçlarına ilişkin değerlendirme mesajını okudum. Ne seçimleri, ne seçim sonuçlarını ne de Bulgaristan’ın geleceğini, seçim ve halkoylamasında beliren eğilim ışıklarını göremediğini bir daha görebildim. Kaldığı yer halk meclisi bile olsa, bir kişinin 19 yıl aynı odanın içinde kalması kafada bunalım doğuruyor olabilir. Hep baskıdan söz ediyorlar, sanki 18 yıl bu baskının uygulayıcıları kendileri değildi de bir başkalarıymış gibi davranmaları da ayrı bir tartışma... Bir de şu var kuşkusuz: Bosna – Kosova savaşlarından sonra NATO kanadıyla Balkanlara inen Almanya, 2005’ten sonra Birleşik Amerika’nın bölgeye çöreklenme planlarıyla yüzleştiğinde, siyasi anlamda Almanya ile anlaşmaya gitme zorunda kalmıştır. Kanzler Angela Merkel hükümeti, Bulgaristan’ı 10 yıldan beri pohpohladığı ve AB fonlarıyla bugünlere kadar beslediği GERB partisiyle idare etti.


Makale ve Analizler - 2016

207

Son dönemde Bulgar silah şirketleriyle alış verişi geliştiren ve ülkeye üsler kuran, uçak alanları açan ve talim alanları donatan Pentagon General Rumen Radev’in seçilmesiyle Cumhurbaşkanlığı katında iktidarı doğrudan ele geçirebildi. Birbirine örülü şimdiki hükümet, siyasi ve meclis bunalımı 2016’dan 2017’ye geçerken politika üstüne yeni bir beyin fırtınası yürütme sayfası açılmasına olanak veriyor. İlk fırsatta dikkati çeken şudur: Bulgaristan’a Doğu ve Batıdan gelen siklon ve rüzgârların şiddeti önceden biliniyor. Gerek meclis içinde, gerekse meclis dışında yeni Anayasa hazırlıkları çoktan başlamış, değişik variyasyonlar çekmecelerdedir. Bunların hepsini bir kalemde ve bir yazıda anlatabilmek mümkün olmayabilir. Fakat gelecek yılın kış sonuna kadar bu konuları işleyeceğimiz artık belli oldu. Tüm bu değişiklik atılımı oylamaya katılan 2 milyon 500 bin vatandaşın, Türkiye’de oy veren bizlerin baskısı altında yapılıyor. Bu defa isteyenler istemeyenlerden çok fazladır. İnsanlar siyasi kavgayı benimsemiş ve birbirini ısıtarak ilerliyorlar. Komünizm uşakları, totaliter zulümcüler, eski faşistlerin çömezleri bu yükün altından nasıl kalkacaklar. Seçmeni nasıl oyalayıp aldatacaklar ve ömürlerini bir 25 yıl daha nasıl uzatacaklar? Sorun budur. İnandığım bir şey varsa o da şudur: Şu durumda ne mecliste ne de meclis dışında, siyasi partilerin yapısında Bulgaristan’da köklü değişim isteyen yok gibi. Borisov’un referandum sonuçlarını verin parlamentoya onaylayalım demesi bir popülizmdir. Devletin siyasi partilere yardımları kesilirse, seçimden sonra karşılıksız yardımlar durdurulursa siyasi partiler parasızlıktan kurur, 2 sene dayanamaz. Siyasi partilerin ölmesi, demokrasinin ölmesi ve ülkede diktatörlük kurulması anlamına gelir. 1936’da askeri darbeden sonra III. Boris siyasi partileri yasaklamıştı. 1942’de faşizm hakim oldu. Bir defa Mart 2017 sonunda yapılacak seçimlerin, belki de eski usulle yani parti listelerine göre yapılacak son seçim olacağı konuşulmaya başladı. Şimdi Bulgaristan’da 28 il var. Bu 28 ile Avrupa ve Türkiye de ayrı ayrı ilave olabilir kanaatindeyiz. Yeni seçim sistemi uygulanacak olsa ülkenin 240 majoriter seçim bölgesine ayrılması gerekiyor. Yetişmez. Hâkim olan genel kanı budur. Bir yıldan beri birbirinden bağımsız hukukçu ekipleri içinde yoğunlaşmış olan hummalı çalışmalarla yapılmak istenen ulus devlet ilkesi korunarak ge-


208

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

reksiz sayılan birçok şeyi söküp atmaktır. Bilindiği üzere 1992 Anayasası, daha önceki Anayasadaki “halk cumhuriyeti” ve “komünist partisinin toplumdaki yönetici rolünü” söküp attı, yerine Bulgaristan Cumhuriyeti ve parlamenter demokrasi yönetim biçimi dedi. Anlaşılan 21. yüzyıl Bulgar hukuk kafası yeni Anayasa’nın birinci cümlesinden “komünist”, “yönetici rol” gibi kavramlardan sonra “parlamento ve demokrasi” sözlerini de söküp atmak istiyor. Zaten bizde parlamento bir türlü adam gibi çalışmadı, demokrasi de kök salamadı. Bunların yerine, “Bulgaristan aşağıdaki biçimde yönetilen bir sosyal devlettir.” Yazacakmış. Devlet biçimi cumhuriyet olsa da, halk oylamasında uygulanması istenen majoriter sistem Fransa’dakinin aynısı olacak, milletvekillerinin sayısının 240 ya da 120 olması konusunda yine bu meclisin karar vermesi gerekecektir. Batı ve Doğu medeniyeti arasında sıkışıp kalan fakat kitap kalem ve yazılı olan her şeyi Batı’dan ya kopyalamayı ya da taklit etmeyi alışkanlık haline getiren Bulgarlar 1878 Anayasasını Hollanda Anayasasından kopyalamışlardı. 2017’de altıncısı kabul edilecek olan Anayasa’nın 138 yıllık yeni Bulgar tarihinde 6. Anayasa olacağı düşünülürken, köklü değişikliklerin demokratik haklar, siyasal sistem, bağımsız yargı düzeni, hak eşitliği, vatandaş ve insan hakları, azınlık hakları esasında yapılması umut edilse de, biçimsel olacağı düşünülüyor. Azınlık hak ve özgürlükleri bakımından, umutsuz bir bekleyiş içine girmemize nedense daha şimdiden açıklanan bazı ipuçlarıdır. Geliştirilen Anaya taslaklarına göre, Bulgaristan Cumhuriyeti 6 eyalete bölünmek isteniyor. Hatırlanacağı üzere daha önce de 9 eyalete bölünmüştü, 1992’de bu düzen bozuldu. Şimdi altı eyalet merkezi olarak Sofya, Plovdiv, Varna, Burgas, Veliko Tırnovo ve Blagoevgrat şehirleri öngörülmüştür. Valiler, vali yardımcıları ve belediye başkanları ile muhtarlar majoriter sisteme göre halk tarafından seçilecektir. Bu makamlar yalnız 10 bakandan oluşacak hükümete bağlı olacak, bakanlar ve başbakanlar da meclis dışından seçilecektir. En kaba çizgileriyle Bulgaristan yeni siyasi sitemi böyle bir kalıba sıkıştırılmak istenmektedir. Bu yeni yapılanma içinde hangi siyasi partilere yer olur, politik partiler yasası nasıl değişir, şimdiden söyleyebilmek çok güç olsa da, siyasi partilerin 2 3’e indirilmesi, diğerlerinin siyaset sahnesinden indirilmesi düşünülebilir.


Makale ve Analizler - 2016

209

Bu planları yapanlar, Anayasa taslağı üzerinde çalışanlar Amerikan ve İngiliz üniversitelerinden mezun hukukçularsa, bir kitap üstünde siyasi sitemimiz Amerikan Federal eyalet sistemine benzetilebilir. 1992 Anayasası, demokratik düzene geçiş anayasası şeklinde hazırlanmış olsa da, Demokratik Güçler Birliği milletvekillerinin yarısı ve Hak ve Özgürlük vekilleri tarafından imzalanmamıştı. Bulgaristan’da Anayasa üstüne ayrıntılı açıklama yapılıp halkoyuna sunulmadığından, yazılıp çizilen ama gerçekleşmeyen ilke ve hakları kimse öğrenemedi, özgürlükleri tadamadı. Bu defa 2017 erken genel seçimlerin Büyük Halk Meclisi seçimi olmasını önerenler de belirdi. Eğer 3 ay sonra Büyük Millet Meclisi seçilirse, bu meclis yeni Anayasayı hazırlayıp onayladıktan sonra, işlev değiştirip olağan bir meclise dönüşerek çalışmalarına 2 yıl daha devam etmesi üzerinde taslaklar hazırlanmış bulunuyor. Kuşkusuz bunların hepsi taslak olsa da, değişik gruplarda birçok fikrin birden yeşermesi, bu konular üzerinde çok uzun bir zamandan beri çalışıldığı, hiç olmadı üniversite kürsülerinde, kulislerde, derin devlet merkezlerinde konunun işlendiği birden kendini göstermiş oldu. Bulgaristan’ı çok gerin bir yılbaşı bekliyor. İşleri çıkmaza götürenlerin hedefinde yine bizler, Türkler, göçmenler, gurbetçiler olduğumuzu bildiğimizden, sivil toplum örgütleri ve federasyonlarımız bazında çok geniş kapsamlı çalışmalarımıza hız vermemiz gerektiği çağrısında bulunuyorum. Bu defa çorabımızı kendimiz yapmalıyız ve yeleğimizi kendimiz örmeliyiz. Yani kısaca oyun kuran biz olmalıyız. Başkalarının yazdığı senaryoda figüran değil artık kendi senaryomuzu yazabilmeliyiz. Dostlarla yazıyı paylaşmayı unutmayınız.


210

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Aydınlar Görev Başına

Dr. Nedim Birinci-13.Aralık.2016

Tırmanan faşizme dur demek ortak davasıdır. Bulgaristan’da toplumu ideolojik olarak kirlenme hız alıyor. Bulgar sağ ve sol milliyetçi-ırkçı kesimin ideolojisi birdir. Faşizmdir. İnsanlık tarihinin en büyük yüz karası faşizmdir. İstifa eden ve seçim hükümeti kurulana kadar görevini, başbakansız sürdürmeye devam edecek olan Sofya hükümetinin kaderi mecliste ciddi tartışmalara sahne oldu. Bu işin ardında bir kurt yeniği olduğu kuşkuları, eski başbakan Boyko Borisov’un GERB partisinin şimdiye kadar kurduğu iki hükümete görev alan bakanların geçici seçim hükümetine katılmasını çok sert bir dille yasaklaması ve ülkedeki ileri gelen ve sözü geçen aydınların hükümete katılmamaları için değişik kanallardan uyarılması, gelişmelere yeni renk verdi. Bu durumu aşabilmek için, görev süresi 22 Ocakta tamamlanacak olan Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev mecliste grubu olan partilerle görüşmelerini sürdürürken Ulusal Güvenlik Konseyi’ni toplayıp ardından da ülkeyi erken genel seçime götürecek geçici hükümeti kuracağını açıkladı. Son beş yılda Bulgaristan’da 2 defa geçici hükümet kuruldu. Ömrü iki ay olan birincisini diplomat Marin Raykov 13 Mart 2013’te kurdu. İkincisini ise Başbakan Borisov’un ikinci hükümetinin kurulmasıyla sonuçlanan seçimleri örgütledi. Bu gelişmelere vesile olan, iktidar partisi’nin bu ay yapılan Cumhurbaşkanı seçimini büyük bir farkla kaybetmesi ve düzenlenen halk oylamasında 2 milyon 500 bin seçmenin değişikler - siyasi sistemde reform ve adalet reformu başta olmak üzere, köklü yasal düzenlemeler istemesi ver aldı ve temel geniş tabanlı temel oluşturdu. Bu istekler seçimlerden sonra Büyük Millet Meclisi seçilmesi ve Anayasa değişikliğine gidilmesi yönünde güç toplamaya başladı. Hükümet bunalımını aşma yolunu erken seçimde gören Cumhurbaşkanı ve hem meclis kürsüsünden, hem de Cumhurbaşkanı sarayında yapılan temaslarda, Bulgaristan’ın Avrupa Gelişimi için Vatandaşları GERRB; Bulgaristan Sosyalist Partisi BSP ve Hak ve Özgürlükler Hareketi HÖH “hükümet bunalımından çıkışın erken seçimle olacağında” görüş birliği yaptılar. İşte böyle bir ortamdayız. Devlet bunalımının siyasete ve meclis krizine sıçramasının önlenmesi için yoğun çaba yürütüyor. Sol aşırıcı güçlerin Moskovşu “Ataka” partisi lideri Volen Siderov birden bire meclis kürsüsüne sıçradı ve Boyko Borisov’tan boş kalan Bakanlar Kurulu Başkanı koltuğuna yerleşmek ve GERB-Reformcu Blok hükümetini 1 yıl yönetmek istedi. Gerekçe olarak da


Makale ve Analizler - 2016

211

18 milletvekili olan “Yurtsever Cephe” ve VMRO sağ milliyetçi - ırkçılarıyla Cumhurbaşkanı seçimi öncesi “Yurtsever Uyanış” cephesi kurmalarını ve toplam 26 milletvekili ile “ciddi bir siyasi güç” oluşturmalarını ve % 15 oranıunda oy alarak artık mecliste 3. siyasi güç oluşturduklarını öne sürdü. Oysa mecliste 3. siyasi güç son parçalanmasından sonra da 30’dan fazla vekili olan HÖH partisidir. Böylece 1944’ten beri ilk defa olmak üzere, Bulgaristan’da sol ve sağ faşistler Bakanlar kuruluna, Başbakan koltuğuna bir hamle yaptılar. Bulgaristan’ın geleceği açısından bu gelişme son derece önemlidir. Bir defa, Bulgaristan’ın çok ağır bir siyasi bunalım içine düştüğü bir zaman kesiminde yapılmıştır. 11 yılda 7 hükümet değiştiren ülke durmadan devam eden bir siyasi bunalım ortamında bulunuyor. Bu siyasi bunalımın altında çok derin bir ekonomik ve malı bunalım yatıyor. Sayıları 2 milyondan fazla olan emekliler ordusuna, yalnız özürlülük maaşıyle geçinmek zorunda kalan ve aylık geliri 161 leva olan çok kalın bir taban var. Bu sosyal taban beklenti içinde olduğundan büyük bir canlılık gösteriyor. Kendisine kışkırtıcı fikirler aşılanmasına sürekli açık bir durumdadır. Son seçim sonuçları bunu kanıtlıyor. Yoksul kesimden alınan oyların ardında dağıtılan torba torba gıdalar ve 20’şer leva odlunu herkes biliyor. Burada tehlikeli olan nokta, ekonomik ve malı duruma dayanmadan yapılan popülist propagandadır. Mesela “Yurtsever Uyanış” adayı Kr. Karakaçanov’un oyların % 15’ini almasının ardında, 161 leva olan emekli maaşlarını hemen 300 leva yapacağım yani yüzde yüz arttıracağım vaadi bulunuyor. Bir defa emekli maaşlarına zam yapma işi Cumhurbaşkanı görev listesine girmese de, yalancının ağzı torba değil büzesin. Meclis kürsüsünden Başbakanlık isteyen milliyetçiler babası Volen Siderov ise, ben emekli maaşını 1000 leva yapacağım diyor yani 7 defa yükseltmeyi vaat ediyor. Buna bütün bütçe yetmez. Siyaset adamları bu durumda hep Adolf Hitleri hatırlar. O hep “beni halk seçti” demiştir. Bulgaristan’da yalan söyleyene ceza yok. Salla sallayabildiğin kadar. Fakat burada tarih açısından tekrarlanan bir gerçek var, faşizmin kabarması her zaman demokratik hareketlerden sonra olmuştur. 1918’ Kasımında Almanya’da demokratik devrim olmuş ve halk güçleri iktidara uzanmışlardı. Hitler bu güçlerin enerjisini faşist burgacın içine sıkıştırıp Alnları ve ardından Avrupa halklarını insanlık tarihinin en dehşetli kıyım savaşına sürükledi. Bizdeki yalana - dolana, boş umut aşılamaya dayanan popülist propaganda Kasım 2016 seçimleriyle ülkede kabaran siyası dalganın enerjisini kendine şarj etmeye büyük çaba gösteriyor. Memleketimizin normal raylardan çıkarılmasına çalışılıyor. Umutsuzluk burgacında kıvranan topluma faşist Volen Siderov


212

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

kara koyun olmaya, suyu geçip sürüyü istediği yöne götürmeye atılım yapıyor. Bu yön Büyük Millet Meclisi toplanmasını erteleyerek engelleme, Anayasa değişikliğine ırkçı-milliyetçi-faşist damga vurulması, Batıya yönelimi durdurup Rusya’ya kucak açma ve yeni bir kıyımla tüm demokratik aydınları ve güçleri ülkeden bir daha kovma ve totalitarizmi balla besleme dönemi açmaya çalışıyor. Kürsülerden “Türkler Türkiye’ye!”, “Biz Çingenelerden sabun yapacağız!” deyen adam budur. Faşism dendiğinde yalnız Almanya, İtalya’yı düşünenler var. Hitleri ve Musolini’si bu sosyal veba ile özdeşleştirenler var. Ve biz bugün Volen Siderov’u Bulgaristan’da bir Rusya adamı, ajanı, azılı taraftarı olarak gösterirken bir de üstüne ona “milliyetçiliği ırkçılığa taşıyan ve artından faşizme sevdalanan biri” dediğimizde kafa karışıklığı belirmesin lütfen. Şu iyi bilinmelidir, aynı sebepler, aynı hadiseler ve neticeler doğurduğuna göre, bizim de aynı akıbete maruz kalacağımızdan şüphe etmeyelim. Almanya’da faşizm Yahudi düşmanlığından yeşerdi. 21. yüzyılda Batı da ve Doğuda aşırı milliyetçilik, ırkçılık, insan düşmanlığı sığınmacı, ekonomik göç, savaş kaçakları, Tür, Müslüman, İslam düşmanlığından filizleniyor. Bulgaristan’daki sol ve sağ ırkçılık da aynı temel üzerinde dallanıyor ve artık seçimde % 15 oy alabiliyor, birbirine sarmaşmış, kardeşleşmiş büyüyorlar. Ama olur mu böyle şey, sol faşizm ile sağ faşizm nasıl olur da sarmal dolaş olup, kardeşleştik bayrağı dalgalandırır? Birinci Dünya Savaşı’nın patlayışını hatırlayın. Rusya’da Bolşevizm tarzında vücuda getirdiği yapılanmayı düşünün. Bolşevizm teorisi ihtiyaçları karşılayamadığı ve halkı refaha götürecek şekilde uygulanabilecek olmadığından ötürü faşizm zuhura geldi. Stalin de Yahudileri Sibirya’da tuttu, Kırım Tatarlarını sürgün etti, o da Tam Hitler kadar yani 25 milyon insanın canına kıydı, savaşa kurbanı etti. 1942’de Bulgaristan da faşist birt devletti. O günden bu güne kadar artık 3 kuşak halka uygulanan zulüm bugünkü bekasını belitliyor. 2 milyon kişinin 100 Euro’dan az bir gelirle geçinmek zorunda olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Halkın nefes alabilmek için, üzerindeki geçim yükünü azaltmak için her şeye razı olduğunu, kıvranıp durmaktan kurtulmak istediğini, ne yapacağını şaşırmış olduğundan her çareye başvurduğunu ve “seçin beni emekli maaşlarınızı yarın 1 000 leva yapıyorum” deyene gözünü yumarak oy vermeye hazır olduğunu görmeyen kor, işitip de anlamak istemeyen sağırdır. Burada Doğuculuk-Batıcılık artık geçersiz akçe olmuş. Parayı basan kazanıyor. Hitler iktidara böyle gelmişti. Bulgaristan’daki durum son derece tehlikelidir. Olaya bir de dış siyaset açısından bakalım.


Makale ve Analizler - 2016

213

Faşistliğiyle sivrilen “Ataka” şefi Siderov, popülist propaganda yaptığı için Bursa’dan da 500 oy almıştı. Siyasette yalnız uç fikirleri izleyen seçmen, “önemli olan Bulgar’a kötülük etmek zihniyetiyle” düşündü için, faşist partiye oy verdi. Ezilen adam üzerindeki çizmenin Batı çizmesi mi Rus çizmesi mi olduğuna bakmaz. Canı çıkmadan kurtulmak ister. Bu ruh halini sömüren Siderov dış politikada 2 istem birden öne sürüyor: Önce hemen Avrupa Birliği’nden (AB) çıkalım, Kırımı tanıyalım, Ukrayna’nın Rusya’ya ait olduğuna da “evet” diyelim, Rusya’ya uygulanan ambargolardan sıyrılalım ve Moskova yıldızının parlaklığıyla ısınalım. Bu siyaset Rusya’nın Balkanlara geri dönme planlarına uygundur. Bu hedefle geçen ay Moskova Karadağ askeri darbe yapmayı bile denedi. Öte yandan bir Bulgaristan, Yunanistan Bosna-Herzeg ve Karadağ dörtlüsüyle bölgeye çöreklenmek için hasıraltından su yürütüyor. Ekonomik olarak Bulgaristan’ı zaten oligarşi pençesinde boğuyor. Bu gelişmeler 2005’ten beri birikim yapıyor ve ekonomik tabandan siyasi zirveye sıçramak için yol açmaya çalışıyor. Siderov’un Sofya meclisinde ben başbakan olmak istiyorum sözleri ancak, böyle algılanmalıdır. İkinci olarak, aşırı sağ-sol bileşimi Bulgaristan’ı NATO askeri paktından söküp çıkarmak istiyor. Rusya’ya karşı koyma cephesinde olmak istemiyorlar. Bu planlar yeni Başkan Trump’un ben “biz bundan böyle NATO masraflarını çekmek istemiyoruz” gibi sözleriyle ve Trump - Putin yakınlaşması ortamında Avrupa işlerinin Avrupalılara bırakılması havasına da uyuyor. 500 milyon insanın yaşadığı Batı Avrupa kıtasında 50 bin askeri güç var, NATO’nun ABD kanadının Güney Doğu ve Baltık bölgesinden alınması, durumu Rusya lehinde değiştirecektir. İşte bu sebepledir ki, bu siyasi değişim dalgasına engel olan Fransa Cumhurbaşkanı Olandın Nisan ayına, Almanya Başbakanı Bayan Merkel’in de Ekim-Kasım seçimlerinde siyasetten ayrılacağı iddia edilirken, Bulgaristan ile ilgili “Moskova Sofya Meclisi bileşimini bütünsel olarak satın alabilir mi?” yazıları çıktı. Yeni durum budur. Türk demokratik aydınların birleşmesi ve halkı bilgilendirmesi zamanıdır. Bulgaristan Türk ve Müslümanlarının parçalanma, bölünme ve küskünlük nazı yapmalarına son verip, Ahmet Doğan gibi Moskova ajanlarını siyasetten çaktırıp dizginleri ele alma zamanıdır. Türkiye’deki soydaşlarımız arasında bir gerçekten uyanış baş gösterdi. İzlenen yeni tabloda tek Federasyon’da birleşme ve bir milyonluk bir güç olma ve umutsuzluğa kapılanları da sele katıp durumu değiştirme zamanıdır. Bunu yapmazsak, faşizm çan çalıyor. Arkadaşlarınızla Paylaşmayı unutmayınız.













Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.