31 - ONLARIN HEDEFİNDEKİ BİZ

Page 1

ONLARIN HEDEFİNDEKİ BİZ

2016 Aralık Makale ve Analizleri


ONLARIN HEDEFİNDEKİ BİZ BULTURK BGSAM Yayınları Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi - BGSAM -31 BULTÜRK Adına Genel Başkanı: Rafet ULUTÜRK Basım: Aralık - 2016 Koordinatör: Dr. Nedim BİRİNCİ Editör: Raziye ÇAKIR İnternet sorumlusu : Kapak Tasarım: Murat ULUTÜRK Pazarlama Sorumlusu: Hamiyet ÇAKIR Arşiv: İbrahim SOYTÜRK İsteme Tel: 0212 511 63 47 www.bulturk.org; www.bghaber.org; info@bulturk.org İnternet sitesinin yazıları Adres: Yıldırım Mah. Şehit Kamil Balkan cad. No.114/A Bayrampaşa İstanbul Tel: +90 (212) 511 63 47 Belgegeçer: +90 (212) 526 51 98 https://bgsam.org/, https://issuu.com/bulturk, https://bulturk.org.tr/ Baskı : DİNÇ OFSET MATBAACILIK SAN. ve TİC. LTD. ŞTİ. Adres: Davutpaşa Cd. Emintaş San. Sit. No: 103/580-581 Topkapı - İstanbul Tel: 0090 212 493 24 67 TÜRKİYE CUMHURİYETİ YASASI GEREĞİNCE BU ESERİN YAYIN HAKKI BULTÜRK’ten İZİNSİZ KISMEN VEYA TAMAMEN ÇOĞALTILIP YAYINLANAMAZ

Web: www.bghaber.org ; E.Posta: rafetuluturk@yahoo.com


“Bilgi Ordusu, Bizim Ordumuz, Bildiğimizi Öğretmek,Bizim Borcumuz.” Rafet ULUTÜRK

Düşünceler dizisi olan elinizdeki eserin anlamı derin bir uğraşın ancak başlangıcıdır. Bulgaristanlı Türk Müslümanların başına 1970-72, 1984-85’te düşen yıldırımın bir daha düşmemesi için bir uyarı ve ışık niteliğindedir. Saygılarımızla, B U LT Ü R K İ st a n b u l



Önsöz Yerine Yıl 2016 1970-1985 arası üzerimize yıldırım düşmüş gibiydik. Stres geçti mi diye, soranlara cevabımız yoktu. Çünkü acımız anlatılır türden değildi. Ayrıca “Geçmiş olsun!” da uygun bir teselli değildi. Çünkü derin izler kaldı ve hiç bir şey unutulmadı. Tanımak zorundayız. Biz Bulgaristan devleti tarafından seri tuzaklara düşürüldük. “Başa gelen çekilir” özlü sözünü de yanlış algıladık. “Başa gelen tepilir!” anlamını açmamız gerekiyordu. Kimlik değiştirme trajedisinden sonra, bir de “Büyük Göçten” sonra Türklerin Türklerle kaynaşması serüveni yaşandı. 120 bin soydaşımızın geri dönüşü Türk bilincinde buluşma dalgasını kırdı. Neyse yılların geçmesiyle bu da aşıldı ve 1989 Ağustosunda “Kapıkule”den girenlerimizin toplam sayısı, Türkiye’de doğan çocuklar dışında 2015 yılı itibarı ile artık Türkiye’de 710 bin kişiye ulaşmış durumdayız. Biz çok büyük, örgütlü ve bilinçli bir güç haline dönüşeceğiz. En büyük özelliğimiz de ata toprağımızı, atalarımızın mezarlarını asla unutmamış olmamızdır. Bugünde bizim için ata vatanımızdaki en değerli taş, oradaki mezar taşlarımızdır. Biz Bulgaristan’da Bulgar çocukları ile aynı kitapları okuyarak aynı okulları bitirmiş olsak da zıt yetiştik, adına sosyalizm yani sözde insan kardeşliğine ve eşitliğe dayanan bir toplumsal düzende bu çelişkiler, ulus ile etnik azınlıklar arasındaki bağdaşmazlığa (antagonizme) kadar kızıştı. “Soya dönüş” yalanı, totalitarizm yıllarında bizi tamamen köreltebildiklerine inananların icadıydı. Türk iradesinin toplu tutuklamalarla, toplama kamplarında taş kırdırılarak, “Belene” ölüm kodeslerinde ve koğuşlarda kırılamayacağını, sulandırılıp eritilemeyeceğini çok geç anladılar. Biz bugün de yeni bir başlangıçtayız. “Bulgar Etnik Modeli”ni gömmeye, Rus ve Bulgar istihbarat ajanlarını politik yapılanmamızdan atmaya ve gerçek demokrasi ile adaletli topluma açılmaya çalışıyoruz.


6

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu özgürlükçü demokrasi ve Batı medeniyetinde buluşma yoludur. Yazılarımızda işlediğimiz konulardan biri de yeni asırda göçmen kimliğinden sıyrılıp Türk ulusal kimliğiyle kaynaşmadır. Saygılarımızla, Raziye ÇAKIR


Önsöz: Toplumların hayatında yazılı tarih büyük bir öneme sahiptir. Ancak bizde yazılı olmayan tarih, yani nesilden nesile aktarılan tarih vardır. Bu nedenle bazı olaylar zamanla faklı şekilde anlatılmakta veya algılanmaktadır. Gelecek nesillere aktarılacak olan bilgi birikiminin arşivlenmesi, kitap, dergi veya gazete gibi yayın organları aracılığı ile kalıcı hale getirilmesi büyük bir öneme sahiptir. Bu nedenle edindikleri tecrübeleri, yaptıkları çalışmaları toparlamak ve kitaplaştırmak güzel bir çalışmadır. Bunu bireysel olarak yapımaktan öte kurumsal olarak da yapmaları takdire şayan bir davranıştır. BULGARİSTAN TÜRKLERİ KÜLTÜR VE HİZMET DERNEĞİ kısa bir süre önce 2013’te kurulan internet haber sayfası www.bghaber.org sitesindeki yazıları bir araya getirerek yapılan bu çalışmaları kitapçık halinde getirerek bu konuda büyük bir ciddiyet göstermektedir. Derneğin internet haber sayfasında çıkan yazıları ve çalışmalarının yıllıklar halinde kitapçık haline getirerek yer aldığı bu çalışma gelecek kuşaklara aktarılacak ve ışık tutacaktır. Öte yandan dernek büyük bir arşiv de oluşturmuş durumdadır. Dernek faaliyetlerini gerekli ciddiyetle yürüten dernek Başkanı öncülüğünde dernek kurucuları, Yönetim Kurulu ve üyelerinin yaptıkları özverili çalışmalarından dolayı kutluyorum ve başarılarının devamını diliyorum. BULTÜRK


8

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) Değerli Hemşehrilerim,

Bulgaristan’da hepimiz zor günler yaşadık, itildik, ezildik, çiğnendik, hatta gün geldi vurulduk, şehitler verdik. Bu nedenle bizler kendi içimize kapanarak, yaşam mücadelesi vermeye çalıştık. Ancak bu içine dönüklükten kurtulmalıyız ve Türkiye’de yaşadığımıza göre, yasaların bize verdiği tüm haklardan bizlerde yararlanmalıyız. Peki, neden bunu yapamıyoruz? 1877-78 Rus-Türk savaşından sonra Osmanlının Balkanlardan çekilmesiyle birlikte, savaş esnasında işlenen akıl almaz katliamlar nedeni ile atalarımız asırlarca yaşadıkları yerleri terk ederek göç yolunu tutmuşlardır. Geride kalanlar ise Bulgaristandevleti’nin uygulamaya başladığı soy kırım politikalarına karşı direnmiş ve hayatta kalmaya çalışmışlardır. Şimdi ise burada Türkiye’de yaşayanlar oralara yardım edebilmek için, burada ilk önce bir araya gelmek ve bir merkez oluşturmalıyız. Artık bir kurum altında toplanmalı ve birlikte hareket etmeliyiz. Bu birliğe hepimizin ihtiyacı olduğuna inanıyorum. Artık bir birimizi kötülemekten vaz geçmeliyiz, birisi için yanında konuşamayacağımızı başka bir yerde konuşmamalıyız, yani kısaca arkasından konuşmamalıyız. En önemlisi samimi, hoşgörülü ve ahlaklı olmak. Zamanla her şey yerine geleceğine inanıyorum, ama tabi ki bu dava üzerinde kafa yoran, stratejiler üreten ve devamlı bunun üzerinde çalışan olursa. Bizim savaşımız insanlarımızı ahlaklı yetiştirmek olmalı, birlik ve beraberliğe kendi insanlarımızla başlayarak tüm Türk Dünyasına taşmalıyız. Bizler burada Türkiye’de yaşayan Bulgaristanlılar büyük bir kitle haline gelmiş durumdayız. İşte bu nedenle şimdi bu kitleyi yani kendi hemşerilerimizi, bir araya toplayarak bir merkez, bir güç birliği oluşturmalıyız, tabi ki bu bizim doğal tabii hakkımızdır. Bizler de artık toplum gücünü kullanabilmeliyiz. Toplum olarak haklarımızı elde etmek zorundayız ve bu yönde çalışmalıyız. Biz bunu söylerken, önderlerimizi seçerken, başkaları kötüdür demiyoruz. Biz bu işi onlardan daha iyi yapabileceğimize, Türkiye Cumhuriyetine ve Türk Dünyasına daha verimli olacağımıza, buralarda bu bölgelerde yaşayan Türklerin daha iyi, daha güvenilir, yaşamalarını sağlayacağımıza inandığımız için, Önderliğe, Yönetime talibiz. Bu arada Bulgaristan’da kalan kardeşlerimizin hepsinin siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel kimliklerini,


Makale ve Analizler - 2016

9

muhafaza edebilmeleri için mücadele etmeliyiz ve bu konuda gerekeni yapmalı ve gerekli yardımları yapmalı ve yaptırmalıyız. Aramızda Ahlâklı, Adaletli olanları seçmenli ve yüceltmeliyiz. Geçmişi konuşmaktansa, gelecekten söz etmeliyiz, bugünü değil, yarınları görerek hareket etmeliyiz. Aramızdan stratejistlere imkân ve fırsat vermeliyiz ve onları bizler yetiştirmeli yön verebilmeliyizkısa-10 ve uzunvadeli -50 yıllık hedefleri gösterebilmeliyiz. Aramızda kötü niyetli insanları tespit etmeliyiz, bilmeliyiz ki, onların kusurlarından dolayı değil, bu güne kadar yapılması gerekenleri engelledikleri için aramızdan uzaklaştırmalıyız. Bu güne kadar neler yapılmamış, onları araştırmalı, bilmeliyiz ve neler yapılması gerekir onları söylemeliyiz ve bunları bir an önce hayata geçirmeliyiz. Bizler gözyaşları dindirmek için, yaralara mehlem olmak için, her yüke ortak olabilmeliyiz. Gençlerimize, sadece balık pişirmesini değil, balık tutmasını da öğretmeliyiz, insanlarımızı denizlere, okyanuslara açılmalarını sağlamalıyız. Aramızda Tek Lider değil her sokakta, her mahallede bir lider yetiştirmeliyiz, biz dünyayı yönetmek için oğullarımızı yetiştirmeliyiz. Bizim insanlarımız yani Bulgaristan Türkleri şahsi başarıları Türkiye’de belkide en çok olanlardanız. İşte artık bizler toplum olarak haklarımızdan yararlanmasını bilmeliyiz. Her şeyden önce siyasi haklarımızı toplum olarak kullanmalıyız, daha sonra ekonomik ve kültürel haklar onu takip edecektir. Hepimizin gördüğü gibi, tarihte büyük güçler çok defa kötü politikaların kurbanı olmuşlar ve bunlar devam edecektir. Bir toplumun Lideri olmadan hiçbir şey olmaz, bu lideri de toplum çıkarmalıdır. Siyaseti güvenilir, sevimli hale getirmek bizim hedefimiz olmalı, bu gün çok zor, imkânsız olarak görünse de, yarınlara umutla bakabilmeli ve baktırabilmeliyiz. Var olabilmemiz için, var kalabilmemiz için, öncelikle temel hususlarda anlaşma sağlamalıyız. Aramızda bir birimize güveni kaynaştırmalıyız ve samimi olmalıyız. Her şeyden önce özgüvenimizi kazanmalıyız, birlik ve beraberliği ön planda tutarak insanları insan oldukları için sevip saymalıyız. İçimizde barışı sağlayıp, tek merkezde bir çatı altına toplanmalıyız.


10

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu çatı da “BULTÜRK Derneği” olmalıdır. Buradan tüm dünyaya sesimizi duyurabiliriz. Balkanlar konusundaki politikalarda etkili olabilmek için yolları aşındırmalıyız. Çünkü gelişmiş ve Bulgaristan’da etkili bir Türkiye Balkanlara tamamen hâkimiyet kurabilecektir. En önemlisi kararlı olalım ve birbirimize samimi, saygılı olmayı ve bir birimizi sevmeyi öğrenmeliyiz. Bizim derdimizi ve problemlerimizi en iyi anlayabilecek zaat bizden olduğunu idrak etmeliyiz. Bulgaristan Türkleri konusunda teşhisi bizler kendimizi yetiştirerek yetki mercileri alarak son noktayı biz koymalıyız, bu güne kadar ki eksikliğimiz budur. Ayrıca Balkanların anahtarı Bulgaristan’da yani Bulgaristan Türklerinden geçtiğini de öğrenmeli ve öğretmeliyiz. Sevgili dava arkadaşlarım. Kendimizde özgüveni, aramızda güveni ve merkezioluşturduktan sonra, kimsenin aramıza nifak tohumları ekmesi mümkün değildir. Bizim için önemli olan, eksiklerimizi bulmaktır. Geçmişi bırakarak artık bizler aydınlanma dönemine bir an önce geçmeliyiz. Halimizi tespit etmek çok kolay, gazete, dergi yayın hayatımız nerede, kaç gazete, tv, radyo bizimle ilgili haber yapıyor.Burada suçlu değil, sebepleri aramalıyız. Gelin bunları tartışalım, niçin bu güne kadar bir Bulgaristan Kültür Merkezi olmamış, bunu şimdi nasıl gerçekleştirilebiliriz, bunlara yönelik çalışmalar toplantılar yapmalıyız. Hedefimiz Türkiye Cumhuriyetini daha güçlü, daha huzurlu ve daha iyi yarınlara götürmek için olmalı. Güçlü bir Türkiye Bulgaristan da yaşayan Türklerede güven ve huzur verecektir, onların daha rahat yaşamalarını hep birlikte sağlayabiliriz. Bunlar zannetiğiniz kadar zor işler değil. Dünyada insanlar bir iş için değil, bir İdeal için hayatını feda ederler. Bunun için güçlü olmak sesini duyurabilmek için öncelikle bir Kurum ve bunun Merkezini oluşturmalıyız. Çünkü Merkezi olmayan hiçbir topluluk bir yerlere gelmesi mümkün değildir. Bu güne kadar konuşmalar tartışmalar yapılmış fakat bir ağıç ekilmemiş işte bu gün bunu yaptık BULTÜRK tüm Bulgaristan Türklerinin biz öncelikle sadece Bulgaristanlıyız. Bizler elimizdeki kıt kaynaklarla bir merkez oluşturmaya çalıştık, bunda da muhafak olduk. Bu merkeze ulaşmakta büyük güçlükler ile karşılaştık bu konuda bizlere yardımcı olan emeği geçen herkese teşekkür ediyoruz. Ayrıca bizlere kendi yerini veren Mümin Hocamıza huzurunuzda kendisine tekrar tüm halkımız adına buradan teşekkür ediyoruz. Bundan son-


Makale ve Analizler - 2016

11

raki hedef de Türkiye’nin her yerine ulaşmak ve bu birlikteliği her yerde tesis etmektir. Bu merkezimizde artık kendimize ait bir kültür merkezimiz oluştu toplantı salonumuz da mevcuttur her 15 günde bir toplanıyoruz. Amacımıza ulaşabilmek için devletin bir şeyler yapmasını beklememeliyiz. Birlikten kuvet doğar Atasözünde olduğu gibi güçlerimizi birleştirerek devlet yönetiminde söz sahibi olmalıyız ve geleceğimize kendimiz yön vermeliyiz. Gençlerimizin devlete girmelerinin yolunu aydınlatmalıyız. Artık bizim de Ankara’da TBMM’de kendi temsilcilerimiz olmalı. Bizler de buralara kendi içimizden birilerini gönderebilmeliyiz. Aramızda birlik ve beraberliğimizi oluşturduğumuz takdirde kendi içimizde samimi olduğumuzda başarıların ard arda geldiğini göreceğiz bunu başaracağımıza eminim. İhtiyacımız olan tek şey kendi içimizde daha adaletli olabilmek. Sevgi ve saygılarımı sunarım, Genel Başkan Rafet ULUTÜRK


12

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

En Yüksek Nitelik İnsandır

Neriman Eralp Kalyoncuoğlu-13.Aralık.2016

Daha isabetli bir ilerleme yoluna yönelmeliyiz. Son zamanda üzerinde en fazla kafa yorduğum konu, toplumsal çöküşün temelindeki sorunudur. Sosyalist Bulgaristan’da 15 bin irili ufaklı sanayi tesisi vardı. Faşizm zamanından miras, Kırcaali Kurşun Çinko Fabrikası, Pirdop Bakır İşleme fabrikası, 18 tütün fabrikası ile Plovdiv, Sofya ve Ruse gibi şehirlerdeki eğirme, bükme ve dikme tesislerinden ötesi küçük işlik ve dükkândı. 1944 ile 1989 arasında kurulan ağır sanayi, makine yapım, petro - kimya üniteleri, tarım ürünlerini işleme - konser ve tekstil fabrikaları sanki bir sihirbazın çubuğuyla yok edildi. Faşizm döneminde olduğu gibi sosyalist Bulgaristan’da da fikirden ürüne uzanan sanat eserleri yaratamadık. Üstelik dedelerimizin ve babalarımızın elle gördükleri işleri makineleştirerek seri üretim haline getiremedik. Toprağı kara sabanla süren dedelerimizin babalarımıza miras bıraktığı pulluk Alman, 1970’lerden sonra tarımsal üretimimizi belirleyen traktör, biçerdöver ve pompalar da Rus malıydı. Bizim yapabildiğimiz ancak bu ihraç ettiğimiz üretim araçlarının bozulan parçalarını değiştirmek, ayar onarım işlerinde kilitlenmişti. Son dönemde Dobruca ve Trakya gibi düz ovalarda sesi pek işitilmeden sürüm, kazım, hasat işleri yapan makinelerin bakımını yapan uzmanlar da dışardan gelmiştir. Hayvancılık dalında da Avrupa Birliği yatırımlarıyla bina edilen tesislerde su yem, ahır temizleme gibi işler elektronik sistem düğmesine bağlanmıştır. Ne var ki biz son 25 yıllık açılımda Bulgaristan’ı tarım sanayi ülkesine taşıyan bir niteliksel değişim izlemiyoruz. Bu yazımda sizlere, dünya ilerleme hamlesinde öncü olan Japonya’nın ilerleme raylarına oturma tarihçesini anlatmak istiyorum. Bugün Batı dünyasının bile şapka çıkardığı Japonya mucizeyi nasıl yakaladı? Kuşkusuz insanlar bir şeyi birkaç defa icat etmediklerine ve bilim ve sanatta bugüne ışık tutan icatlar Avrupa’da yaratıldığına göre, onlar Batı’dan aldıkları bilim ve sanatları sanayiye uygulamada, zekâ ve bilgilerinin derecesine göre bazı önemsiz değişiklikler yapmışlardır. Japonların en büyük fazileti, Batı bilim ve sanatını az zaman zarfında alarak, uygulamada başa5rı göstermelidir. Burada sorun, onlar o bilim ve sanayi nasıl aldılar? İşte mesele buradadır: Bundan 60 - 70 yıl önce, İkinci Dünya Savaşından sonra, Birleşik Amerikanın batı yakasında, özellikle Kaliforniya’da kurulan fabrikalarda çalışmak için işçiye çok ihtiyaç vardı. Amerikalıların her türlü bilim ve sanayileri, öğret-


Makale ve Analizler - 2016

13

men ve mühendisleri bulunduğu halde işçileri yoktu. Amerikan hükümeti dışardan işçi getirmek için değişik kolaylıklar göstermeyi kararlaştırdı. Hatta dışardan gelecek işçileri Amerika’ya taşımak için parasız, göçmen gemileri tahsis etti. Amerika’ya gelecek çalışma hevesli herkese yapabileceği bir iş tedarik edeceğini, Çin’de ve Japonya’da resmen ilan etmişti. Japonlar bu fırsattan istifade ettiler. Ailece Amerika’ya göçe başladılar. Bunların büyükleri fabrikalarda çalıştıkları halde, küçük çocukları okullara devama başladılar. Aynen Amerikalı çocuklar gibi öğrenim ve eğitim alıp yetişiyorlardı. Yaklaşık 8 - 10 sene içinde, 2 milyon kadar Japon Amerika’ya göçtü. Aynı zamanda Amerika’ya 5 milyon Çinli de göç etti. Çinliler okyanus ötesine sadece para kazanmak için gidiyorlardı. Günlüklerinden arttırdıkları parayı biriktirerek memleketlerine dönüyor, eğitim gibi hususlara önem vermiyorlardı. Özellikle işaret edilmesi gereken nokta, Avrupa ve Amerika sanayi ve bilimi Çinlilerde pek heves uyandırmamıştı. Birçokları mükemmel sanayi ustası olsalar bile, bilime ve sanata karşı ilgisiz oldukları ortadaydı. Bu fırsattan Japonlar tamamıyla başka bir şekilde yararlanmayı başardılar. Japonları derin bir şekilde araştırmış olan bir İngiliz araştırmacı diyor ki: “Her Japon’un kalbinde bilgi edinmeye ilişkin çok arzulu bir aşk ateşi yanmaktadır. Japon her yerde bilgi edinmeye çalışır. Hatta kesin ölüm korkusu bile bir Japon’u bilgi edinmeye çalışmaktan alı koyamaz. Bu uğurda her türlüğü zorluğa göğüs gerer, amacına ulaşmak için her çareye başvurur. Her türlüğü fedakârlığı tam bir sabır ve metanetle kabul eder.” İşte Japonlardaki bu özellik ve bu hırs, onları Amerika’da gördükleri bütün ilim ve sanayiyi tâ esasından öğrenmeye sevk eder. Çocukları Amerikan okullarında bilim ve sanatların teorilerini öğrendiği sıralarda, büyükleri de gündüzleri fabrikalarda, madenlerde, tarlalarda çalışır, geceleri evlerinde gündüzleri yaptıkları işlerin teori ve esaslarına vâkıf olmak için göz nuru dökerler, zihinlerini sarf ederler. Böylece Amerika’da tahsil görmek suretiyle geçirilen 20 25 yıl Japonlara iki tür insan yetiştirmişti. Biri, hem teori ve teknolojik hem de iş üstünde ustalaşmış ve uygulayıcı bilgiye sahip mühendisler uzman kişiler yani kimyagerler, jeologlar, maden mühendisleri, mimarlar, makine mühendisleri, gemi inşa mühendisleri, astronomlar, iktisadi ve mali bilimlerde uzman kişiler, elektrik mühendisleri, fabrikatörler, şimendifer yolu mühendisleri, köprü yapım mühendisleri, ray mühendisleri, doktorlar, cerrahlar, laborantlar, cerrahi aletler imal ediciler, göz ve ışık mütehassısları, rasat aletleri imal edicileri, gemi kaptanları, top ve tüfek imali mühendis ve


14

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ustaları, piyano ve müzik aletleri fabrikatörleri, muhtelif dokuma eşyası imalatçıları ve bunlar için makine imalatçıları, kara ve denizler için harita yapan mühendisler, kağıt ve kurşun kalem imalatçıları, telefon ve telgraf mühendisleri, onlara ait makine ve imal edicileri, camcılık, seracılık ustaları, meşrubat imalatçıları, mücellitler, gazeteciler, matbaacılık ustaları, sebze ve çiçek bahçıvanları, halıcılar, nakkaşlar, kibrit ve ateşle ilgili sanayi ustaları, makine ile kundura üreten ustalar, saatçiler, kuyumcular ve daha nice bin türlü sanayi mühendis ve ustaları. Diğeri de bu mühendis ve ustaların tertip ve tanzim ettiği planlar üzerine, bilfiil makineleri, binaları, köprüleri, gemileri, fenni aletleri, tezgâh ve takımları imal eden işçilerdir. Ne zaman ki, Japonya’da fabrikalar kurulmaya başlandı, Amerika’da hazır yetişmiş olan bütün Japon mühendisler, ustalar, sanatkarlar Japonya’ya dönerek fabrika binalarını yaptılar ve icap eden fabrikaların Amerika ve Avrupa’dan ithal, bazılarının doğrudan doğruya memlekette imal edilerek, mahalline kurarak, işletmeye başladılar ve böylece sanayiye ve medeniyete ilişkin bilgiler Japonya’da oluştu. İşite görülüyor ki, bu bilgileri, ustalığı ve sanayiyi, Japonya kendisi yaratmadı, Amerika’dan ve Almanya’dan aldılar. Bizim işçilerimiz de Bulgaristan’dan Rusya’ya, Komiye orman kesmeye, Sungur’a gaz poru hattı döşemeye gittiler, inşaatlarda çalıştılar, ama kazandıkları paralarla Türkiye’ye göçe zorlandılar. Öğrenilen hiçbir işe yaramadı. Bulgaristan’daki Rus fabrikalarında çalışan işçiler de robotlaştırılmıştı, yaptıkları işin neye yaradığını, hatta dünyanın en büyük denizaltılarına parça üretseler de, bu işin bilincinde değildirler. Bunun için çöktük ve düştük. Ve bütün Bulgaristan’da aynı manzarayı görüyoruz. Bugün ekmek parası için Avrupa’ya akım var. Ne ki bu örgütlü bir akım değil. Herkes kendi derdine çare ayıyor. Yılda Bulgaristan’a 860 milyon Euro gönderenler, memleketteki yakınlarını yaşayabilmelerine yardım ediyorlar. Bizim Dobruca’da dönüm başına 550 kilo buğday aldığımızda bayram ediyoruz. ABD ve Batı Avrupa bizimkilere göre çok elverişsiz olan şart6larda 1.100 kilo organik buğday almaya başladı. Bizim tarım ülkesi olabilmemiz için tarım üniversitelerinin yenilerine ihtiyacımız var. Avrupa’ya kaçan ve üniversite seçmekte zorlanan gençlerimizi yönlendirmemiz gerekiyor. Şu an biz Bulgaristan Türkleri en modern donanımlı 1000 uzman üniversiteli yetiştirmeden ilerleme yolunda bocalamadan zor kurtulacağız. Partilerimizin, derneklerimizin vakıflarımızın el ele verme ve yepyeni yollar ararken birleşmeleri zorunlu oldu.


Makale ve Analizler - 2016

15

Bir sonraki yazımda, Bulgaristan’da devletin dini eğitime ve ezbercilikle gençlerimizin körleştirilmesine neden olanak tanıdığı ve olumlu baktığı, neden özellikle dilimizin yasaklanması üzerinde durulduğu üzerinde durmak istiyorum Okudunuzsa lütfen arkadaşlarınızla paylaşınız.

Sustular

Raziye Çakır-13.Aralık.2016

Hoş gönüllü olanlar bizimle gurur duyabilirler. Bizim siyaset anlayışımızda eksik bir şeyler mi var acaba? Kendime bu soruyu sorduğumda cevap vereceğim ama Türk olduğu için övünüyor demesinler diye susuyorum, sonra da neden çata çat vurmadım yüzlerine diye sıkıntı basıyor. Kıskanç bir dünyada yaşıyoruz. Kendisinden imrenilen birini sonradan sevmek zor! Başa gelen kötülüklerin öz kaynağı insanın kendi içindedir. Uyuz olanın kanı tahlil edilir. Başkasını suçlamak hiçbir soruna çözüm değildir. Hani bir fıkra var ya, “çınar gölgesine toplanıp serinlemişler, göz gezdirip dallara bakmışlar ve meyveleri olsaydı da yeseydik”, demişler. Sonra susmuşlar. Özgürlük ve demokrasicilerden sonra, Dostlar da HÖH’ ten ayrıldılar. Hepsi kupkuru kabuk gibi, gövdeden kopmuş ama hiçbir şeye bulaşamamışlar. Fıkra anlatmadan, şarkı söylemeden susuyorlar. Mesele bizim kuru kabuktan bir şeyler bekleme gafletine düşmemizdedir. Okul yıllarında Aziz Nesin mizah fıkralarına içten içe kıkır kıkır gülüyordum. Annemin kapı ardında bu bizim kızda bir şeyler var, kendi kendine kıkırdanıyor yakınmaları hep kulağımdadır. Şimdi ben sustum, o da sustu, ikimizde sustuk ve sanki uzlaştık, anlaştık mı dersiniz. Ben kıkırdayışımı özledim, annem de beni dinlemeyi özlemiş olabilir. Susmak çok kötü be...


16

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu bizim yeni partiler de ham tohum gibi, eksen bitmiyor, bitse büyümüyor. Bu işin içinde bir iş var da, nedir acaba?! Doğa susarken konuşurmuş dediklerini işitmiştim. Ne iştir acaba! Başka birilerini itham etmek, yargılamak istemiyorum. Bu işler bir az da kader nasip işidir. Sonunda her koyun kendi bacağından asılır. Konu öykülenmiştir. Paylaşıyorum: Başkaları hakkında hüküm verme. Günlerden bir gün bir öğrenci öğretmenine: “Aklı başında yaşlıların hepsi bizi neden başkaları hakkında hüküm vermemeye öğretir? Bu çok mu önemli öğretmenim!” diye sormuş. Başka benzer durumlarda yaptığı gibi, bu defa da ağırdan alan öğretmen, önce susmuş, sonra öğrencisine biraz çamurlu bir balon uzatmış ve şişirmesini rica etmiş. Öğrenci birkaç nefes şişirdikten sonra öğretmen sormuş: “Ne görüyorsun?” “Sizi ve balonu görüyorum öğretmenim”, cevabını vermiş öğrenci. - “Öyleyse biraz daha şişir”, demiş öğretmen. Öğrenci biraz daha şişirince balon daha da büyük olmuş. “Şimdi ne görüyorsun” diye sormuş, öğretmen. “Artık sizi göremiyorum, balonu ve üzerindeki çamuru görebiliyorum,” Cevabını vermiş öğrenci. “Biraz daha şişir öyleyse.” Balon koskocaman olunca öğretmen bir daha sormuş. “Şimdi ne görüyorsun?” “Bir çamurlu balon... Başka bir şey göremiyorum.” “Biraz daha gayret” diyen öğretmen, kenara çekilmiş. Öğrenci son gayret balonu şişirirken, elinde patlamış ve üzerindeki çamurlar etrafa saçılmış. Öğrenci sanki dilini yutmuş. Bön bön bakınmış Üstü başı çamur olmuş. “Başkalarının eksiklerini, yanlışlarını ve fazlalıklarını kaşıdığında, olacağı gördün değil mi? Birinin yanlışları üzerinde hüküm verirken, onları eleştirir ve yargılarken adamın kendisini göremez olursun. O an sen yalnız kendi yargı hükümlerini işitir, onları görür ve o duyguları yaşarsın. Başkalarında eksik olanı ne kadar abartıyorsan, balonu şişirirken olduğu gibi, patladığında hem kendi üstüne hem de etrafındakilerin üzerine pislik saçma ihtimalin artar,” demiş öğretmen ve öğrencisini olayı düşünmesi için yalnız bırakmış.


Makale ve Analizler - 2016

17

Şimdi bizim şu Hak ve Özgürlükler Hareketi (DPS)’den değişik zamanlarda kopan kuru kabukların kendilerinden başka hiçbir şey görmek istemeyişi, susmaları, bir şeyler gizlediklerine işaret etmiyor mu acaba? Ya bunlar derinden derine uzlaşmak ve yeniden bir arada olmak istiyorlar şüphesi çağrışmıyor mu?! Geçmişimizle kavgamız bize ve gelecek nesillere bir şey kazandırmaz, fikri üstün gelmiş olabilir mi? Zaten biz coğrafi olarak Doğu ile Batı’nın tam ortasında, Bulgar taşının altında birlikte ezilmiyor muyuz? Bu taşı HÖH kendisi kaldırsa kaldıramaz. Özgürlükçü demokratlar boylarından büyük işlerle bulaşmak istemezler. Dostçuların da hangi işler için dostlaştıkları henüz anlaşılmadı. Doğu’dan daha fazla veya Batıdan daha büyük bir parça koparmaya çalışmamıza ne gerek var. Gelecekse iki yandan da eşit gelse, olmaz mı? Üstüne üstelik her iki medeniyeti de birlikte yaşadığımız için, ne Batıya daha fazla ne de Doğuya daha hevesli yanaşıp sarmaşmaktansa, Güneşin doğduğu yere kilitlensek ve büyüyen bir umutla her şafakta altın ışıklar beklesek daha güzel olmaz mı? Gördüğümüz ve göremediğimiz bir problem mi var? Son dönemde, hele 15 Temmuz’dan sonra Türkiye balonu şişiren hainler gördünüz mü? Bu balon neden patlamıyor sorusunu soruyorlar birbirlerine. Sanki ömür boyu balon patlatma işine ter dökmüşler. Sesleri kısıldı. Türkiye bir hasta adam, saçmaladıkları zamanları özlemiş gibiler. Fakat Türkiye bu gün bir asır öncesinin hasta çınarı değil! Dirilmiş, kendine gelmiş, olgunluk çağı yaşıyor. Görkemi dudak ısırtıyor. Koyu gölgesini esirgemeden etrafına da veriyor. Bölgesel güçlerin devi Türkiye Cumhuriyeti çok iddialı bina edildi. Beğendin Güney Doğu Avrupa’da, seçtin Yakın Doğu’da, ister Orta Doğu da akla gelen usta, iş bitiren, güven veren, herkesçe sevilen, dev ülke Türkiye oldu. Türk kükreyince sır balonları patladı. Herkes sustu. Susuyor. Susacak! Hoş gönüllü olanlar bizimle gurur duyabilir. Duymalıdır. Duyacaktır. BG-SAM yayınlarını birlikte izleyelim. Paylaşalım. Başkaları da okusunlar.


18

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İğne Deliği

Levent Rasimov-13.Aralık.2016

Milli çıkarlar ve Bulgaristanlı Türkler. Yeni Bulgaristan tarihinde en önemli sorun milli çıkarlar ve milli azınlıklardır. Bu iki ilkesel sorunun çözülmesi, onlara kuşkulu bakılması veya ret edilmeleridir. İlerlememiz ya da duraklamamız bu iki sorunun çözümüne bağlıdır. Milli çıkar nedir? Kaç çeşit milli çıkar vardır? Milli çıkarlar hangi terazide tartılır? Hangi iğne deliğinden geçer. Milli çıkarlar neden değişir? Bütün halkların, ulusların ve etniklerin milli çıkarı vardır. Bir yere kadar olmak üzere, insanların milli çıkarlara olan yaklaşımı onların, kimliğini, onurunu, birlik ve beraberliğini veya parçalanmışlığını, vatan sevgisini veya hainliği belirleyendir. Milli çıkarların tanımı olan ülkelerde, ihanet edene ölüm cezası kesilir. İdam cezaları “Halk adına!” infaz edilir. Ben askerlik yapmadan yetişen kuşaktanım. Bulgaristanlıyım. Bizim kuşak, milli çıkarlara bağlılık yemini etmedik. Neden yemin etmedim? Çünkü yemin edecek yer bulamadım. Hele 1984 - 1989 olaylarından ve “Büyük Göçten” sonra her şey karıştı ve burada kimsede herhangi bir değer üstüne yemin edecek yürek kalmadı. TRT Haberden işittim. FETÖ hainleri, sınav sorunları çözümünü vermezden önce, örencilere “Fetullah Gülen için ölür müsün?” sorusu soruyormuş. “Evet” diyene cevaplar veriliyor ve hayat kapısı açılıyormuş. Okulda bize Bulgar milli çıkarlarının kıstası Vasil Levski dendi. Bizde milli çıkarların sembolü olarak o tanıtılırdı. Çıkan son kitaplar, onu Rus yanlısı bir Bulgar Papazın (Pop Krıstü) ele verdiğini ve tutuklanmasına, dolayısıyla yargılanmasına ve ölümüne sebep olduğunu yazdı. Bu eserler artık kitapçılarda satılıyor. Ne ki, bu yeni savlar henüz tarih kitaplarına işlenin yargı değerlerini değiştirmedi. Genelde okutulan tarih kitapları 1944’ten sonrasını ele almadığı için öğrenciler, gençler yeni dönem tarihini bilmiyorlar. Genç kuşak Bulgaristan Türkleri ise öz tarihlerini hiç bilmiyorlar. Çıkan son kitaplarda yalnız Ahmet Doğan’ın hayat öy-


Makale ve Analizler - 2016

19

küsü anlatılıyor. Kimilerine göre o bir hain, diğerleri ise para karşılığı haini kahraman olarak anlatıp, kafa karıştırıyorlar. Levski, Bulgar halkının Osmanlıdan ayrılma mücadelesini örgütleyen havaridir. Bulgar milli hareketinin programını da kaleme alan komita başı bağımsız ve egemen Bulgaristan Cumhuriyeti hayalini alevlendirmiştir. Bulgaristan halkı milli davanın kutsallığına saygı duyar. Ülkenin birçok yerinde anıtı dikilen Vasil Levski her yıl devlet törenleriyle anılır. Levski’yi ele veren Papaz Kristo ne istiyordu? O, Osmanlıdan ayrıldıktan sonra bir bağımsız ve egemen Bulgaristan Cumhuriyeti kurulmasına karşı olup Rusya Çarlığına bağlı bir Bulgar eyaleti oluşturulması davasına hizmet ediyordu. Bu iki kavram, birbirinden kökten farklı siyasi savaşım çizgisi sergiler. Birbirine bağdaşmaz zıt olan bu iki yaklaşım ve anlayış Bulgar ulusal uyanışında ve milli kurtuluş mücadelesi hedeflerinde bir şaşılık olduğuna kanıttır. Bizim Deliorman Türkçemizde “şaşa”, gözleri birbirine az uzak veya az yakın olmak üzere ayrı yönlere bakan insanlar için kullanılır. Şu bir gerçektir. Olaylar Bulgarların Osmanlıdan ayrılıp kendi devletlerini kurma davasında bir şaşılık yaşandığını içerir. Bu ikilik hainlik doğmuş, kurbanlar almıştır. Milli çıkarları farklı tanımlayan, farklı belirleyen ve farklı hedeflere yönelten ikilik birçok kavgayı sergileyen neden olmuştur. Ne yazık ki Bulgar tarihi boyunca bu belirsizlik aşılamadığı gibi iç ve dış siyaset belirleyen en önemli faktör olmuştur. 138 yıldan beri değişerek yol alan durum ortadadır. 6 Kasım 2016 Cumhurbaşkanı seçimleri ve halkoylaması bir NATO ve AB üyesi olan Bulgaristan’da bu ilkesel gerçeği bir daha su yüzüne çıkardığı gibi, milli çıkar anlayışındaki ikiliği, parlamaya devam eden bir yanardöner gibi dünyaya bir daha gösterdi. Bu siyasi olgunun şimdiki belirtisinde şiddetli bir Türk ve Türkiye düşmanlığı olduğu da dikkati çekiyor. Düşündüklerimin özeti şudur: Bulgaristan Cumhuriyeti kurma davasında önder ve öncü olan Vasil Levski 19 Şubat 1873’te öldü. Ölümü, intiharı, onu ele veren, ona idam cezası kesen Bulgarlardan utancından kendi canına kıyması ya da bir yalan olan darağacı olayı, bir yok olma biçimi olarak önemli olduğundan fazla, egemen bağımsız Cumhuriyet ya da bir Rus eyaleti olma arasına çizgi çizmiş olmasıdır. Yıllar içinde bu çizgi bir milli kavga çizgisi olmuştur. Olay sinsilik ve hainliğe kapı açmıştır. Milli olma ölçütü olan Levski bir dava sembolüdür. Ülküsüne olan münasebet bugün de çok önemli olduğu Bulgar siyasetininde milli olanı belirleyen bir ölçü olmaya devam ediyor. Şunu hatırlayalım. 1878’de bağımsız ve egemen cumhuriyet kurma hevesiyle Osmanlı’dan kopanlar, kısa ömürlü Radomir Cumhuriyetini 1918’de ilan ettiler. Bulgaristan Halk Cumhuriyeti tâ 15 Eylül 1946’da kuruldu. 1992’de Bulgaristan Cumhuri-


20

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

yeti oldu. Yani Levski’ nin özlemi kısmen de olsa ancak ölümünden 45, 68 veya 119 yıl sonda gerçekleşebildi. Bugünde tam bağımsız ve egemen olmadığımızı savunanlar çok kalabalıktır. Çünkü Bulgaristan Halk Cumhuriyeti Rusya’nın devamı olan Sovyetler Birliği’ne tamamen bağlıydı. Hatta az kalsın Pop Kristön’ün hayali olan Rusya eyaleti olma özlemi, 16. Sovyet Cumhuriyeti olma arzusuyla kapıdan döndü. Demek istediğim bizde kurulan cumhuriyetler “egemen ve bağımsız” olarak kuruldu. Bizimki öyle bir bağımlılıktı ki, 1956’da Rus tanklarının Macaristan’ı işgali alkışlandı. 1968’de Çekoslovakya “baharını” birlikte ezdik. Yani 1946’da ilan edilen cumhuriyet Levki’yi ele veren ve Bulgar milli davasında ihanet eden Rusofil Popaz Krıstü’nün hayaliydi. Milli tarihimizi belirleyen ve her adımımıza kıstas olan bu gerçekler, aslında her şeye denektaşı oldu. Milli çıkarımızın bu olamayacağını savunanlar hep tutuklandı, zulüm gördü. Günümüzde ülkemizdeki bunalımın temel nedenlerinden yine bu çarpıklık olmaya devam ediyor. Olay şöyle anlaşılmalıdır: Her ip her iğne deliğinden geçmez. Bulgaristan milli çıkarları eğer bir iğne deliyse ve tüm vatandaşlar ipini bu delikten geçmesi şartı varsa, tarihsel durum çok karışık, karman çorman ve değişkendir olduğu ortadadır. Çinki Bulgar Anayasası’nda milli çıkarların tanımı yoktur. Milli çıkarlar tanımı olmayan şimdiki Anayasa soruna çözüm getiremez. Bu bakıma Mart 2017’de yapılacak seçimlerde olağan halk meclisi değil, Büyük Millet Meclisi seçilmesi ve kabul edilecek yeni bir Anayasa’da temel maddelerden birinin Milli Çıkarların Tanımı olması önerilerini destekliyoruz. Bu Anayasa’da yer alacak çok önemli ikinci madde ise, Bulgaristan’ın tek uluslu bir devlet olduğu savını, Bulgaristan Çok Etnikli Bir Halktır ilkesi olmalıdır. Bu değişiklik yapılmadan Bulgaristan demokrasi, adalet ve ilerleme yoluna giremez. Olaya, bir de 17 Aralık 2015 açısından bakmalıyız. Hak ve Özgürlükler Partisi’ni (DPS) bölen bir) milli çıkarlara, iki) Bulgaristan halk bileşimine bakış açısıdır. Görüldüğü üzere, 17 Aralık 2015 Bulgaristan iç ve dış siyasetinde, özellikle etnik azınlıklar politikasında, Türkiye Cumhuriyetine, NATO ve Rusya’ya olan yaklaşımlarda yeni bir başlangıç oldu. Her şeye yeni bir anlam kazandırdı. Yani bir bakış açısı ortaya çıktı. Biz Bulgaristanlı Türkler, iki komşu olan Bulgaristan ve Türkiye’nin aynı askeri pakta üyeliğinden kaynaklanan ortaklığı, siyasi hedef birliği doğacağını umut etmiştik. Avrupa Birliği ortaklığında kenetleniş buluşacağımızı bekliyorduk. Oysa ne oldu, AB Genel Kurulunda 24 Kasım 2016’da Türkiye Cumhuriyeti’nin AB üyeliğinin şimdilik “dondurulması” en coşkulu alkışlayan Bulgar millette-


Makale ve Analizler - 2016

21

kiler oldu. T.C. Başbakanı Yılmaz’ın “bu işten siz çok zararlı çıkarsınız” sözleri kulağa küpe olmalıdır. Ne ki, bundan tam bir yıl önce Türkiye Silahlı Kuvvetleri “CU-24” uçağını düşürdüğünde NATO içinde, Türkiye’de, müttefik Bulgaristan’da derin bir gerilim yaşandı. NATO mato neymiş, bir Rusya’ya karşı hiç kimseyle bağlaşıklık etmeyiz havaları esti. Çar III. Boris’in 28 Ağustos 1943’te ölümüne sebep olan “Ben Rusya’ya karşı Bulgar Ordusu gönderemem” sözleri hatırlandı. NATO hava kuvvetlerine dahil olan, Bulgar “MİG 29” savaş uçaklarıyla nöbet seferi yapan askeri pilotların, “onarılacak uçakların motorları Rusya’dan alınmazsa, uçmayız” tepkisi baş gösterirken, Hava Kuvvetleri Baş Komutanı General Radev yeni Cumhurbaşkanı seçildi. Her şey yerli yerindeymiş gibi görünse de, bir hayal olan yön değiştirme süreci tuttu. Avrupa sosyalistlerinin PES ortaklığından, Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) Başkanı Kornelya Ninova ile Bulgaristan’ın Yeni Gelişim Alternatifi Partisi ABV Başkanı Georgi Parvanov Moskova’ya gidip “Bulgaristan’daki çıkarlarınızın koruyucusuyuz” sözleşmesi imzaladılar. 2017 baharında erken seçimlerden sonra iktidar olmayı hayal ediyorlar artık ve NATO’dan çıkma vaadinde bulunduklarını da gizlemiyorlar. “Siyasette sağ sola dönenler sonunda başı döner ve yere düşerler” bir atasözüdür ve kendi başımıza gelmesini hiç istemeyiz. HÖH güruhu ve fahri liderinin KGB temsilcilerine Bulgaristan Türkleri hakkında bundan 30 yıl önce verdiği son sözün ne olduğu henüz açıklanmadı. En büyük sırlar yakın geleceğin sürprizi olursa şaşırmayalım. Kuşkusuz bu gelişmeler birçok kişinin daha suskun olmasına ve daha derin düşünmesine neden olurken, Bulgar milli çıkarlarının iğne deliği değişti. Emekli subay derneklerinin, Rusofil tabakanın yıllardan beri ülkeyi NATO, Avrupa Atlantik yönelim ve Avrupa Birliği’nden koparıp çifte düğümle Rusya’ya bağlama istedikleri artık su yüzüne çıktı. Hatta “meclisteki tüm milletvekillerini ya da memleketi baştanbaşa satın alma” gibi stratejik hesaplar yapıldığı ve yüzlerce kişinin, çok önemli iletişim araçlarının yıllardan beri bu yönde çalıştığı ortaya çıktı. “Bağımsız, egemen cumhuriyet” davasının da 138 yıldan beri temel milli dava olarak biçimlenmesine rağmen, pek derin kökler salamadığı, siyasi kafanın ayçiçeği gibi güneşe bakmayı alışkanlık ettiği gözden kaçmadı. Bu koşullarda milli çıkarlarla ilgili şöyle bir durum ortadadır


22

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Rus okulları açıldı. Karadeniz sayfiyeleri, Varna’nın % 50 Ruslara satıldı. Kamçıya ırmağı deltasında Rus Gençlik Kampları boy attı. Rusça radyo ve TV programları yayın yapıyor. Rus gazeteleri Bulgarca çıkıyor. Tüm bunlar Bulgar milli çıkarlarına ters düşmüyor mu? Rusya’ya bağlı TİM gibi büyük ahtapot holdinglerin ülke ekonomisini boğazlaması ve ülkemize Rus çıkarlarını betonlaştırması Bulgar milli çıkarlarına uygun mu? Moskofçu olduğunu kimseden gizlemeyen, TV, radyosu ve gazetesi olan “Ataka” partisinin NATO’dan ve AB’den çıkmamızı istemesi Bulgar dış siyaset yönelimine uygun mu? Meclis kürsüsünü ele geçiren milliyetçi ırkçıların istekleri ile Bulgar milli çıkarları arasında kesişme ya da örtüşme çizgisi var mı? Olabilir mi? Milli çıkarlara uygunluğu gözeten organ hangisidir? Şu an askeri, ekonomik ve kültürel müttefikimiz olmayan Rusya memleketimize bu kadar çöreklenebilirken, bu gelişmeler ulusal bütünlüğümüzü parçalarken, bağımsızlığımız ve egemenliğimiz gündem olurken, Türklerin ve diğer Müslümanların hak ve özgürlüklerine bu saldırılar neden? Ülkemize dolan yabancılara ve özellikle Ruslara Türklerden ve Çingenelerden daha fazla haklar tanınması milli çıkarlarımıza uygun mu? Ruslar ülkemizi ele geçirirken sığınmacılara karşı düşmanlık neden? Milli menfaatler iplerinin farklı iğne deliklerine takılı kalması milli çıkarlarla çelişen farklı sorunlar doğuruyor ve doğuracaktır. Kornelya Ninova ile G. Parvanov Kremlin’de “menfaatlerinizin Bulgaristan’daki savunucusuyuz” sözleşmesi milli çıkarlarımıza yüzde yüz ters değil mi? Ankara ile böyle bir sözleşmesi olmayan DOST partisinin sürekli saldırılara hedef olup lanetlenmesinin anlamı nedir! Milli menfaatlerin iki arşını olabilir mi? Yoksa Bulgar milli çıkarları daha Levski ve Papaz Kristö zamanında şaşa doğduğundan ve ömür boyu hiçbir şeyi doğru dürüst görebilme ve değerlendirme yolu bulamayacak mı? Yoksa dünya siyaseti değiştikçe Bulgar milli çıkarları değişmeye devam mı edecek?


Makale ve Analizler - 2016

23

Bulgaristan Türklerinin Eğitimine Azerbaycan Aydınların Katkısı

BG-SAM-15.Aralık.2016

Bulgaristan Türklerinin Eğitim ve Kültürel Kalkınmasında Hizmetleri Geçen Azerbaycan Aydınları (Araştırma) Prof. Dr. Hayriye Süleymanoğlu YENİSOY Bulgaristan sınırları içerisinde bir azınlık olarak yaşamaya mahkûm edilmiş Türklerin tam 130 yıllık bir azınlık tarihî geçmişleri vardır. Bulgarlardan sonra en büyük nüfus oranını oluşturan bu topluluk 1877 - 1878 Osmanlı - Rus Savaşından bu yana kendi millî benliğini koruyabilmek için eğitime canla başla sarılmış ve kültür mirasına sahip çıkmayı, kültürünü geliştirmeyi bir borç bilmiştir. Bulgaristan’ın prenslik (1879 - 1908) ve çarlık (1908 - 1944) dönemlerinde Bulgaristan Türklerine Türkiye’den az sayıda öğretmen, belirli sayıda da ders kitabı, gazete ve dergi gönderilmiş, bazı gençler Türkiye’de öğrenim görmüş ve İkinci Dünya Savaşına kadar Bulgaristan Türklerinin Türkiye ile bağları kopmamıştır. İkinci Dünya Savaşından sonra dünya ikiye bölünür ve Bulgaristan Doğu Blokunda, Türkiye de Batı Blokunda yer alır. Türk-Bulgar devlet sınırı da iki süper gücün “cephe hattı”nı oluşturur. Başlangıçta (NATO’nun 1949’da, Varşova Paktı’nı da 1955 yılında kuruluşlarından önce) Müttefikler Kontrol Komisyonunun Bulgaristan’da bulunduğu dönemde SSCB’nin Bulgaristan’a doğrudan diktesi, bu ülkede millî meselenin, yani azınlıklar sorununun Yosif Visarionoviç Stalin’in Millî Mesele Teorisi doğrultusunda çözümlenmesiyle ilgili olmuştur. Müttefikler Kontrol Komisyonunda Sovyetler Birliği’nin temsilciliğini yapanlardan biri de A.D. Noviçev’dir. Leningrat (Petersburg) Üniversitesinde Türkiye tarihi profesörü olan A. Noviçev’in başlıca görevi, Bulgaristan Türk azınlığının sorunlarını Sovyet modeline uygun bir şekilde halletmekten ibarettir. Y. V. Stalin’in Millî Mesele Öğretisi’nin uygulanması demek, bu topluluğun İslâm dinine bağlılığının aşılmasını, İslâm dininden uzaklaştırılmasını sağlamak demektir. Bu amaçlara ulaşabilmek için de ilk adım olarak özel statüde bulunan Türk ilk ve ortaokulları (iptidai ve rüştiye mektepleri) “resmî okul” statüsüne alınmalıydı. Bulgaristan Ulusal Meclisi 27 Eylül 1946 tarihli toplantısında Türk özel okullarının devletleştirilmesiyle ilgili yasa tasarısını kabul etti. Bundan sonra da bir-iki yıl içerisinde tüm Türk okulları devletleştirilerek eğitim ve öğretim Bulgaristan Eğitim Bakanlığının denetimi altına alınmıştır. Bu tarihe kadar lise veya lise düzeyli Türk okulları yoktu. 1918/19 eğitim-öğretim yılında Şumnu’da açı-


24

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

lan Türk Devlet Öğretmen Okulu (Dar’ul - Muallimin) 1928’de hükümet tarafından kapatılmıştı. Dinî içerikte eğitim veren tek bir “Nüvvab” Okulu kalmıştı, bu okul da 1947’de lâik devlet lisesine dönüştürülmüştür. Türk okulları devletleştirilince zorunlu ilk öğretim (ilk ve ortaokul) yasası Türk çocuklarına da daha titizlikle uygulanmaya başlanmıştır. Bu yeni durum burjuva, faşist Bulgar hükümetlerince kapatılmış Türk okullarının açılmasını gerektirmiştir. 1921 - 1922 eğitim-öğretim yılında sayıları 1720’lere ulaşan Türk okulları 1943 - 1944 eğitim - öğretim yılında 4l3’e düşürülmüştü. Türk okullarının açılması ve öğrenci sayısının artması öğretmen ve ders kitapları ihtiyacını da beraberinde getirmiştir. İşte o zaman Bulgaristan Millî Eğitim Bakanlığı Azerbaycan Eğitim Bakanına (Maarif Nazırına) başvurarak yardım istemiştir. Devletin denetiminde bulunan Türk okullarına öğretmen yetiştirmek için 1947 - 1948 eğitim - öğretim yılında Eski Zağra’da (Stara Zagora’da) dört yıllık bir Türk Öğretmen Okulu açılır ve bazı ders kitaplarının hazırlanmasına başlanır. Bundan böyle okul kitapları hazırlatma ve bastırma işini Bulgaristan Millî Eğitim Bakanlığı üstlenir. Bulgar komünistleri bir yandan okul açmakla ve bazı başka kültürel olanaklar sağlamakla Türkleri kendilerine ısındırma ve kazanma yoluna giderken, öte yandan da eski devlet politikalarından vazgeçmeyerek Türkleri göçe zorlamaya devam etmişlerdir. Ağustos 1949 yılında Politbüronun almış olduğu kararı yürürlüğe geçirerek 1950 yılında Türkiye’ye bir göç başlatıldı. Bu göçü Bulgar hükümeti hazırlamış ve gerçekleştiriyordu. Ülkede zorunlu olarak toprağın kooperatifleştirilmesine geçilmişti. Yüzde seksen beşi (%85) köylü ve toprağına bağlı olan Türk halkından tepki beklenebilir iddiaları ileri sürülerek, kitle hâlinde bir göç ile hem Türklerin sayısı azaltılacaktı, hem de toprak ve öteki gayrimenkuller Bulgarlara kalacaktı. Türkler de Türk okullarının devletleştirilmesi, bu okullarda ateistik eğitime geçilmesi, dinî âdet ve geleneklerin giderek kısıtlanması, gayrimenkullerin ellerinden alınmasıyla işlerin nereye varabileceği bilincinde olarak, çocuklarını gelecek karanlık günlerden kurtarmak için kitle hâlinde göç ediyorlardı. Göç etmeye niyeti olmayan Türk aydınlarını da Bulgar makamları 15 gün içerisinde Türkiye’ye zorunlu olarak gönderiyordu. Böyle aydınlara onbeş günlükler adı verilmişti. 1950 - 1951 yıllarında 154 binin üzerinde Türk Türkiye’ye göç etmiş, 60 bin Türk de Bulgar makamlarından çıkış vizesi almış, daha on binlerce Türkün de elinde göç pasaportları vardı. Y. V. Stalin, Bulgaristan Türklerinin Türkiye’ye göçünü durdurmak için Bulgaristan Devlet Yönetimi Başkanı Vılko Çervenkov’a göçün bir an önce durdurulmasını emreder ve gelecekte Türkiye’de gerçekleştirilecek bir sosyalist dev-


Makale ve Analizler - 2016

25

rim için Bulgaristan Türklerinden devrimci elemanlar yetiştirilmesini ister. O dönemde dışarıda hazırlanarak, stratejik önemi olan ülkelerde sosyalist devrimi yapmak, ihtilâl ihraç etmek Sovyet politikasının başlıca amacıydı. Y. V. Stalin’in emri gerçekleşmeliydi. Bir sosyalist ülkeden kitle hâlinde insanların kaçması, dünyada Doğu Bloku için kötü imaj yaratabilirdi. 1951 ‘de göç durduruldu, evlerini satmış bazı ailelere devlet yardımıyla evleri iade edildi. Ancak aileler parçalanmış, kalpler yaralanmıştı. Buna bakmayarak “Giden gitti, kalan kaldı. Bundan böyle Bulgaristan Türklerinin bir gerici, tutucu Türkiye ile hiçbir bağlantısı olmayacak” dendi. Türkiye ile Bulgaristan arasındaki ilişkiler de günden güne kötüye gidiyordu. 1951’de göç durdurulunca Moskova’nın direktifiyle Bulgaristan Türklerine okul kapıları biraz daha geniş açılmaya başladı. Türklerin temel insan haklarından, ana dillerinde eğitim görmekten faşist Bulgar hükümetlerince mahrum bırakıldıkları, ancak bundan böyle eğitimlerinin ana dillerinde yapılacağı, “sosyalist” kültürlerini de geliştirebilmeleri için olanaklar sağlanacağı, Türklerin yaşamında yeni bir dönem başladığı resmen bildirildi. Ancak gereken hazırlıklı elemanların bulunmadığı bir ülkede Türk dilinde eğitim-öğretim nasıl yapılırdı? Şekil bakımından millî ve içerik bakımından sosyalist bir kültür nasıl geliştirilebilirdi? Geleceğin sosyalist Türkiye’ sinde önderlik yapabilecek hazırlıklı elemanlar Türk kültürü hakkında bilgi sahibi nasıl yapılabilirdi? - Dil ve kültür bakımından en yakın Azeri lehçesi ve Azeri kültürüydü. Bununla birlikte Azerbaycan’ın eğitim, bilim ve kültür alanında yüksek düzeyde hazırlıklı elemanları da vardı. Y. V. Stalin’in emri üzere Bulgaristan ile Azerbaycan arasında yoğun bir kültürel işbirliği başladı. Azerbaycan Komünist Partisi Birinci Sekreteri akademi üyesi İ. Mustafayev’in başkanlığında Moskova’dan Sofya’ya en yüksek düzeyde bir heyet geldi. Bulgaristan Türklerinin eğitim ve kültürel sorunları en üst düzeyde görüşüldü. Bundan sonra da Azerbaycan’dan heyetler, komisyonlar sık sık Bulgaristan’ a gelerek, Türklerle yoğun bölgeler ziyaret edildi. Gerçek durumun çok üzücü olduğu tespit edildi ve Türklerden de eleman yetiştirilmesi için somut önerilerde bulunuldu. Nereden başlanmalıydı? - Resmî statüye geçmiş Türk okullarına öğretmen yetiştirilmesi sorunu yapılması gereken işlerin başında bulunuyordu. 1950 - 1951 yılları göçü birçok öğretmeni ve Eski Zağra Türk Öğretmen Okulundan ilk mezunları alıp Türkiye’ye götürmüş, okullar öğretmensiz kalmıştı. Bakanlar Kurulunun 10 Ağustos 1951 tarihli Kararnamesi doğrultusunda 1 Eylül 1951’de Kırcaali ve Razgrat şehirlerinde Türk okullarına öğretmen hazırlayacak üç yıllık birer Türk öğretmen okulu (Türk pedagoji mektebi) açıldı ve aynı yıl kapatılan Eski Zağra Türk Öğretmen Okulu’ndan öğrenciler yeni açılmış bu iki okula dağıtıldı. Okulların ikisi


26

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

de yatılı okuldu, harçlar devlete aitti. 1952 yılı Bulgaristan Türklerinin eğitiminde önemli bir yıl oldu. 5 Ağustos 1952’de Bakanlar Kurulunda Türk okullarının durumu konusu görüşüldü. Türkler arasından da aydın yetiştirmek için şöyle kararlar alındı: - Sofya’da bir Türk öğretmen okulu (Türk pedagoji mektebi) açılacak ve bu okul Vılko Çervenkov’un adını taşıyacaktır. Burası yatılı okul olacak ve yemek, giyim, kitap, araç ve gereç devletten olacaktır. - Rusçuk’ta (Ruse’de) bir Türk kız lisesi açılacaktır. Kabul edilecek 100 öğrencinin yarısına Bulgar Devleti burs sağlayacaktır. Tüm öğrenciler yurtlarda kalacaklardır. - Şumnu Yarı Yüksek (Önlisans) Öğretmen Enstitüsüne bağlı Türkçe sınıflar açılacak ve burada Türk ortaokullarına (rüştiyelerine) öğretmen yetiştirilecektir. - Sofya Üniversitesinin Filoloji, Felsefe - Tarih ve Fizik - Matematik Fakültelerinde Türkçe eğitim veren Bölümler açılacaktır. Bu bölümlere her yıl otuzar (30) Türk genci alınacak ve Türk öğretmen okullarına, liselerine ve öğretmen enstitülerine öğretmen yetiştirilecektir. Türk dili ve edebiyatı, tarih, fizik, matematik vb. dersler Türkçe olarak okutulacaktır. Üniversiteye kabul edilecek Türk kız ve erkek öğrencilere burs ve yurt sağlanacaktır. (Burada bir parantez açarak şunu belirtmek çok önemlidir: O yıllarda, herkesin mal varlığı devletleştirilmiş bir dönemde üniversitelerde de eğitim devlet hesabına idi, Bulgar, Ermeni, Yunan, Yahudi, Türk ve öteki azınlıklardan üniversite öğrencilerinin tümü devlet bursu alıyor, aynı yurtlarda kalıyordu. Yani burs ve yurt sorunu sadece Türk gençlerine bir imtiyaz değildi). Bakanlar Kurulunun aldığı kararlar Eylül 1952’de uygulanmaya başladı. Sofya Türk Öğretmen Okulu (ilkokul öğretmenleri yetiştirecek Türk Pedagoji Mektebi), Rusçuk Kız Lisesi Eylül ayında törenlerle açıldı. 10 Ekim tarihinde Sofya Üniversitesinde Türk gençlerine ait sözü geçen üç bölümün açılış töreninde Millî Eğitim Bakanı Demir Yanev bir konuşma yaparak Türk halkı arasından yetiştirilecek üniversite mezunlarının, bu halkın eğitim ve kültürel gelişmesinde birer ışık olacaklarını vurguladı. Bu arada Vladimir İliç Lenin’in adını taşıyan Bakü’deki Azerbaycan Pedagoji Enstitüsü (hâlen H. Tusi adına Azerbaycan Devlet Pedagoji Üniversitesi) Rektörü ve daha sonraları Azerbaycan Eğitim Bakanı olan akademi üyesi A. Aleskerov Sofya’ya gelmiş ve Bulgaristan Millî Eğitim Bakanının Türk halkının eğitim-öğretim ve kültür konularında danışmanı olarak görevine başlamıştır. Her istediğini Bulgar devlet görevlilerine yaptıran, Prof. A. Aleskerov’un Bulgaristan Türklerinin eğitim ve kültürel kalkınmasında hizmetleri çok büyüktür.


Makale ve Analizler - 2016

27

1953 yılında bir Azeri bilim adamları ekibi Bulgaristan’a gelerek Türklerin bilim, eğitim ve kültürel alanda yükselmelerinde önemli rol oynamışlardır. Sofya Üniversitesinin yeni açılmış Türk Filolojisi Bölümünde Prof. M. Şiraliyev ve Doç. M. Mirzazade ders vermiş, Bulgaristan’da Türkolojinin geliştirilmesinde büyük katkıda bulunmuşlardır. M. Şiraliyev Türk diyalektolojisinden ders vermekten başka, Bulgaristan Türk ağızları üzerinde de araştırmalar yapmıştır. Kuzey Bulgaristan Eski Cuma (Tırgovişte) bölgesinde Opaka köyü Türk ağzını incelemiş, Güney Bulgaristan’da da Kırcaali ‘ye bağlı Komuniga köyü Türk ağzını araştırmıştır. Güney Bulgaristan ve özellikle Doğu Rodoplar Türk ağızları üzerinde ilk araştırmaları Prof. M. Şiraliyev yapmıştır. Doç. M. Mirzazade de çağdaş Türk dili dersleri vermiştir. Bulgaristan’ da Türk filolojisinin temellerini atan değerli bu iki bilim adamı asistan yetiştirmekte de yardımcı olmuşlardır. Tarih bölümünde Doç. Gafarlı, Fizik - Matematik bölümünde fizikçi Doç. Y. Mamedov ve matematikçi Doç. H. Agayev ders vermişlerdir. Dersler Türk dilinde verilmiş, bilim dallarıyla ilgili terimler öğrencilere Türkçe olarak öğretilmiştir. Bu üç Azeri bilim adamı da Türk asistanlarının hazırlıklı birer uzman olarak yetiştirilmeleri için gerekeni yapmış ve onları her alanda desteklemişlerdir. Öğrencileri de bilim alanında çalışmaya sevk etmeleri, iyi hazırlıklı birer uzman olarak yetiştirilmeleri çok sevindirici olmuştur. Türk gençlerine ait bölümlerde ilmî dernekler kurarak öğrencilere bilim araştırmalarında ilk adımların atılmasında yardımcı olmuşlardır. Azeri üniversite hocalarının Sofya Üniversitesi’nde kaldıkları sürece her türlü zorlukları aşarak Türk öğrencilerin hazırlıklı birer uzman olarak yetiştirilmesi için canla başla çalıştıkları, okudukları derslerle, yönettikleri derneklerle sevindirici başarılar elde edildiği, Sofya Üniversitesi Rektörü akademi üyesi Vl. Georgiev ve Fakülte Dekanları tarafından kendilerine verilen Şükran Belgelerinde de belirtilmiştir. Azeri bilim adamları ülkelerine döndükten sonra da öğrencileriyle ilişkiyi kesmemiş ve bu gençlere yardımı esirgememişlerSofya Üniversitesi önünde çekilmiş dir. Gençlerden birkaçı yine aynı fotoğraf. Sağdan sola: Doç. Y. Mamedov hocaları yanında Bakü’de ihtisas - Fizikçi, Doç. H. Agayev - matematikçi, yapmış, doktora tezlerini savunDoç. Gafarlı - tarihçi, Prof. M. Şiraliyev muşlardır. dilci. Sofya 1953.


28

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

1951 - 1956 yıllarında 30 dolayında Bulgaristan Türk genci Bakü’ye öğrenime gönderilmiştir. Azerbaycan Devlet Üniversitesi ve Azerbaycan Pedagoji Enstitüsünde okuyan bu gençler de Bulgaristan Türk liselerinde, Türk öğretmen okulları ve öğretmen enstitülerinde öğretmenlik yapmak için hazırlık görmüşlerdir. Bunlardan birçoğu Türk Dili ve Edebiyatı Bölümlerinden mezun olmuşlardır. Sofya Üniversitesi önünde çekilmiş bir Bu gençler ve daha sonraki yılfotoğraf. Sağdan sola: Türk Filolojisi larda doktora yapmaya, ihtisasa Bölümünde asistan Riza Mollov, Doç.Y. Mamedov - Fizikçi (Azeri Türkü), gönderilmiş olan dilci Türkologlardan E. Demircizade, M. HüseAli Rafiev - Bulgar Komünist Partisi yinzade, Z. Tagızade, S. Caferov, Merkez Komitesi Türk Şubesi Başkanı, Doç. Agayev - matematikçi (Azeri Türkü), A. Ahundov; tarihçi İbragimov; edebiyatçı Ş. Sadıkov; felsefeci Prof. M. Şiraliyev - dilci (Azeri Türkü), M. Sattarov; Arapçadan Y. Şirvan Gılıb Gılıbov - Türk dili müderrisi, gibi anılmış Azeri bilim adamlarıO. Saliev - “Halk Gençliği” gazetesi nın öğrencisi olmak mutluluğunu başredaktörü. Sofya 1954. yaşamışlardır. Azerbaycan Devlet Konservatuvarında ünlü üstad Prof. Kara Karayev’in sınıfında bestecilik öğrenen de olmuştur. Mezun olduktan sonra keman ve piyano için güzel Türk şarkıları bestelemişlerdir. Örneğin Kara Karayev’in öğrencisi Nihat Osmanov Nazım Hikmet’in “Bir Aşk Masalı” adlı eserini bestelemiştir. Bu senfonik eser Azerbaycan’ da ve Bulgaristan’da da takdir kazanmıştır. Sami Hatiboğlu da Bakü Devlet Konservatuvarı’ndan mezun olmuş, hâlen Türkiye üniversitelerinde öğrenci yetiştirmektedir. Rüştü Şükrü de Filibe’de müzik eğitimini tamamladıktan sonra Bakü’de ünlü besteci Süleyman Aleskerov yanında ihtisas yapmıştır. Ellilerin başından başlayarak 1956 yılına kadar Bulgaristan’da 16 - 17 Türk lisesi açılmıştır. Bunlardan yaklaşık yarısı müstakil Türk lisesi, yarısı da Bulgar liseleri yanında Türk şubeleri (sınıfları) olmuştur. Söz konusu müstakil lise ve sınıflar Türklerin yoğun yaşadığı şu yerleşim yerlerinde açılmıştır: Kırcaali, Mestanlı (Momçilgrat), Eğridere (Ardino), Koşukavak (Krumovgrat), Karagözler (Çernoçene), Filibe’nin Pırvomay kasabasına bağlı Karacalar (İskra) köyünde, Şumnu, Razgrat, Yenipazar (Novi Pazar) Varna, Osmanpazarı (Omurtag), Hacıoğlu Pa-


Makale ve Analizler - 2016

29

zarcığı (Tolbuhin - Dobriç), Balpınar (Kubrat), Kemallar (İsperih), Silistre, Akkadınlar (Dulovo), Aydos, Rusçuk (Ruse). Devlet tarafından Türk pedagoji mekteplerine yapılan yardım Türk liseleri ve Türk sınıflarına yapılmamıştır. (Rusçuk lisesi hakkında ise yukarıda bilgi verilmiştir). Bu dönemde ayrıca Kırcaali’nin Komuniga kentinde bir meslek okulu, 1956’da Hasköy’de (Haskovo’da) Yarı Yüksek (Önlisans) Öğretmen Enstitüsü yanında Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü açılmış ve burada öğrenim yapan Türk gençleri Türk ortaokullarında öğretmen olmak için hazırlık görmüşlerdir. Türk öğretmen okulları ve liselerine yardımcı olmak için Azerbaycan Eğitim Bakanlığı (Maarif Nazırlığı) deneyimli pedagoglar göndermiş ve özellikle Sofya, Şumnu, Razgrat, Kırcaali Türk okullarında eğitimden sorumlu (Zavuç - eğitimi yöneten, eğitim işlerinden sorumlu) müdür yarDoç. Y. Mamedov’a Sofya Üniversitesi dımcıları olarak çalışan bu peda- Rektörü akademi üyesi Vladimir Georgiev goglar çok yararlı işler başarmıştarafından verilen Şükran Belgesi, lardır. Mehtiyev, Kadimov, Gafar, Sofya 1954. Agayev ve Gafarzade gibi pedagogların adları saygıyla anılmaktadır. Ders planları ve müfredat programları Bulgaristan Eğitim Bakanlığı Türk Şubesinde Prof. Aleskerov’un başkanlığı ve denetiminde hazırlanıp adı geçen pedagoglar ve Türk öğretmenler okullarda bunları uygulamaya geçiriyordu. Esas dersleri oluşturan Türk dili ve Türk edebiyatına büyük önem verilmiş ve Tanzimattan bu yana Türk edebiyatı okutularak İbrahim Şinasi, Ziya Paşa, Namık Kemal gibi sanatçıların hayatı, kişilikleri ve eser-


30

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

lerinden başlayarak XX. yüzyılın altmışlı yılları Türk edebiyatı temsilcilerine kadar sanatçılar hakkında öğrencilere bilgi verilmiştir. Bunun yanısıra Azerbaycan edebiyatından da Nizami Gencevi (XII yy.), Fuzuli (XVI yy.), Vakıf (XVIII yy.), Mirza Feteli Ahundov (XIX yy.), Sabir (XX yy. başları), Samet Vurgun (19061956 y.), Mirza İbrahimov (19121992 y.) gibi sanatçıların hayatı ve eserleri okutulmuş, bu sanatçıların eserleri edebiyat ders kitaplarında yer almıştır. Tarih, coğrafya, fizik, matematik, kimya, astronomi, biyoloji, Darvinizmin esasları, mantık vb. dersler Türkçe olarak okutulmuş, ders kitapları hazırlanırken Azerbaycan okul terminolojisinden de kısmen yararlanılmıştır. Yıldız operetinin Smolyan’da sahneye Daha önceleri Bulgaristan konulacağına dair bir afiş. Türk okullarında ve okul dışında resmî selâmlama “günaydın” iken, geçen yüzyılın ellili yıllarında Azeri Türkçesi etkisiyle “selâm” denmeye başlanmış ve bu selâmlama resmen kabul edilmiştir. “Yoldaş” kelimesinde de yine Azeri Türkçesi etkisi olarak bir anlam genişlemesi olmuş, özel ad ve soyadların sonunda çok sık kullanılmıştır: Stalin Yoldaş, Dimitrov Yoldaş, Mehmet Yoldaş gibi. Sosyalist sistemde bireyler arasında eşitlik ifadesi olarak kullanılan, ancak hiçbir zaman eşitlik olmayan bu rejimde “yoldaş” kelimesi ad ve soyadların ayrılmaz bir unsuru olmuş Azeri Türkçesinde genellikle ad ve soyadlardan önce gelmiştir: Yoldaş Stalin, Yoldaş Malenkov, Yoldaş Mirzayev gibi. “Yoldaş” kelimesi Bulgarca ve Rusçadaki “arkadaş” kelimesinin bir özdeşi olarak kullanılmış ve en sık kullanılan kelimeler listesinin başlarında yer almıştır. Bulgaristan Türkleri, kültürel kalkınmalarındaki başarıyı da Azeri kardeşlerine borçludur. İkinci Dünya Savaşından sonra Türkçe çıkmaya başlayan ilk gazetelerden birini de bir Azeri Türkünün çıkardığını görüyoruz. 5 Nisan - 12


Makale ve Analizler - 2016

31

Aralık 1947 tarihleri arasında Sofya’da bulunan Kızılordu grubu siyasî idaresinin “Drujba” gazetesi tarafından Türk halkı için “Dostluk” gazetesi çıkarılmıştır. Bu gazeteyi haftada bir kez Türkçe olarak çıkaran A. Kerim adında bir Azeri Türk yüzbaşısı olmuştur. Ortak kültür mirasımız olan halk edebiyatı eserlerinden “Tahir ile Zühre”. “Leylâ ile Mecnun”, “Aşık Garip”, “Kerem ile Aslı”, “Köroğlu” gibi halk efsanelerini dile getiren kitaplar da Sofya’da yayımlanmıştır. Okullarda öğretim ihtiyaçları için yapılan aktarmalardan başka, geniş okuyucu kitlesi için de en yeni Azerbaycan edebiyatı temsilcilerinin eserleri Türkçeye aktarılmış ve bunların başında okuyucuların çok sevdiği Samet Vurgun’un eserleri bulunmuştur. Öteki Türk cumhuriyet ve topluluklarının sanat eserlerinin Türkçeye aktarılması da Azeri Türkçesi aracılığı ile yapılmıştır. Azeri Türklerinden Ekber Babayev Nazım Hikmet’in hayatı, kişiliği ve yaratıcılığı üzerinde araştırmalar yapmış, eserler yazmıştır. E. Babayev, Nazım Hikmet’in bütün eserlerini toplamış ve bu eserler Sofya’da “Narodna Prosveta” (Halk Eğitimi) Yayınevi tarafından 8 cilt olarak basılmıştır. Bulgaristan Türkleri kendi âdet ve geleneklerine bağlı kalarak, tiyatro, koro ve müzik sanat kollarının gelişmesine de büyük özen göstermiştir. Sanat grupları Türkler arasında çeşitli bölgelerde halkın ilgisini çekerek müsamereler düzenlemişler ve başarılı olmuşlardır. Sahneledikleri “Vatan Yahut Silistire”, “İki Ahbap Çavuşlar” vb. piyesler ve komedilerle halkın kültür ihtiyacını bir dereceye kadar karşılamaya çalışmışlardır. Ancak bu olumlu gelişmelere 1930’lu yılların ortasından sonra son verilmiş ve böyle faaliyetler yasaklanmıştır. İkinci Dünya Savaşından sonra ve özellikle ellilerde Moskova’nın direktifiyle Bulgaristan Türklerine sağlanan (kısıtlı da olsa) bazı kültürel haklar doğrultusunda Bulgaristan Bakanlar Kurulunun kararıyla Şumnu, Hasköy ve Rusçuk’ta birer Devlet Estrat (müzikal) Türk Tiyatrosu açılması şeklinde gerçekleşmiştir. Daha sonraları Hasköy Türk Estrat Tiyatrosu Kırcaali’ye, Rusçuk Tiyatrosu da Razgrat’a taşınmışlardır. Bulgaristan’daki bu üç Türk tiyatrosu Azerbaycan tiyatro sanatından, özellikle Azerbaycan komedilerinden çok yararlanmışlardır. Birçok Azeri opereti Türkçeye aktarılıp sahneye konmuştur. Bunlardan biri de besteci Süleyman Aleskerov’un “Yıldız” operetidir. Söz konusu eser Şumnu, Smolyan (Paşmaklı) ve başka şehirlerde sahneye konmuştur. Azerbaycan millî dansları, “Canım Azerbaycan”, “Sumgayit” gibi şarkılar, özellikle Raşit Beybutov’un şarkıları “Arşin Mal Alan” vb. filmler, Türkler arasında çok popülerlik kazanmıştı. Türk tiyatrolarında çalışan koreograflar, bestecilerden bazıları Bakü’de kurs görmüşlerdir. Bakülü uzmanlar Bulgaristan’a gelerek Türk tiyatrolarına yardımda bulunmuşlardır. Şumnu Türk Tiyatrosuna


32

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

özellikle Prof. Süleyman Aleskerov büyük hizmetlerde bulunmuştur. Bulgar komünistlerinin Türkler arasında Marksizm - Leninizm teorisini, ideolojisini yayacak hazırlıklı parti elemanlarına da ihtiyacı vardı. Parti yöneticileri olarak hazırlık görmeleri için üç Türk parti fonksiyoneri Bakü Yüksek Parti Okulunda üç yıl kalmışlardır. Buraya kadar sayılan tüm faaliyetler gözle görülür birer gerçekti. Bu gerçekler de Azeri aydınların başarısıydı. Azeri uzmanları Moskova’nın emri üzere Bulgaristan’a gönderilmiş, Türkler arasında sosyalist fikirlerin yayılması, bunların gelecekte Türkiye’ de gerçekleştirilecek bir sosyalist ihtilâlinin öncüleri, sosyalist Türkiye’nin yöneticileri olarak yetiştirilmesi amaçlanmıştır. Ancak bu uzmanlar her şeyden önce birer Azeri kardeşti Ünlü besteci Prof. Süleyman Aleskeov ve Bulgaristan Türklerinde ve özellikle öğrencilerde Türklük ruhunun güçlendirilmesi için ça(solda) ve Şumnu Türk lışmışlar ve başarılı olmuşlardır. Türkiye ile BulTiyatrosu Müdürü garistan arasındaki ilişkilerin tamamen kopmuş Yusuf Kerim (sağda). bulunduğu bir dönemde ortaya çıkmış büyük bir Sofya 1963. boşluğu Azeri aydınları büyük ölçüde doldurabilmiştir. Sosyalist dostluğu, sosyalist kardeşliği ilkeleri, Azerbaycan ve Bulgaristan Türkleri için birer Türklük ilkesi anlamına gelmiş ve Türkiye aleyhine propaganda yapılmamıştır. Hatta fırsat buldukça Türkiye ve Türk milletine beslenen derin sevgiyi açıkça belirtmekten kaçınılmamıştır. Stalin’in ölümünden sonra dünya politikasında birçok değişiklikler olmuş ve Türkiye’de bir sosyalist ihtilâlinin gerçekleştirilmesinin de mümkün olmadığı görülünce Bulgaristan Türklerine izlenen politikada 180 derece bir değişiklik yapılmıştır. Azerbaycan bilim adamları, süreleri dolmadan ve üniversite öğrencilerine hazırlamaya başlamış oldukları ders kitaplarını tamamlayamadan ülkelerine dönmek zorunda bırakılmışlardır. Bakü’ye öğrenci göndermek, Bulgaristan’da okul ve üniversitede bölümler açmak büyük bir hata olarak değerlendirilmiştir. Bulgar yöneticiler: “Meğer biz Türklerden eleman yetiştirmekle koynumuzda birer yılan büyütmüşüz, Kemalist, Pantürkist bir kuşak yetiştirmişiz” demeye başlamışlar ve Bulgar kamuoyunu Türklere karşı kışkırtarak: “Türkler büyük imtiyazlarla enstitü ve üniversitelere yerleşti ve Bulgar gençlerinin yerlerini al-


Makale ve Analizler - 2016

33

dılar, Türklerin aldıkları görevler, çalıştıkları yerler Bulgarlara verilmelidir.” diyerek asıl büyük politik amaçlar Bulgar halkından gizlendi ve Türklere karşı nefret uyandırmakta çok başarı sağlandı. Üniversite ve enstitülerde öğrenim gören Türk gençlerinden de yararlanılamadı. 1956 yılında Bakü Üniversitelerinden ve Sofya Üniversitesinin üç Türkçe öğretim yapan Bölümlerinden ilk mezun olanlar 1956-1957 öğretim yılında mecburî hizmetlerine henüz başlamışken ders yılının sonuna varmadan Sofya’dan kötü haberler gelmeye başladı. Bundan sonraki üniversite mezunlarından da büyük bir çoğunluğu kendi branşlarında çalışma mutluluğuna kavuşamadı. Öğretmenlik yapmak için eğitim görmüş Türk aydınlarının tarımda, inşaat işlerinde, yol yapımında, fabrikalarda, maden ocaklarında birer işçi olarak çalıştırılması Bulgar yönetici1ere büyük bir zevk veriyordu. Türklerin eğitim ve kültürel kalkınmasını çok görerek türlü yöntemlere başvuruldu ve: 1. Bundan böyle Bakü’ye öğrenime Türk gençleri gönderilmedi. 2. Açılışından iki yıl sonra Sofya Üniversitesindeki Türklere Yusuf Kerim’in Süleyman Aleskerov’a ait Türk Tarihi ve Fizik - Matemagönderdiği mektuplarından biri. tik Bölümleri Bulgarlara ait bölümlerle birleştirildi, yani Türk bölümleri kapatıldı. Bu bölümlerde asistanlık yapan iki Bulgaristan Türkü Üniversite dışında bırakıldı.


34

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

3. Sofya Üniversitesi Türk Filolojisi Bölümünde Türk gençlerinin yeri Bulgar gençlerine verildi ve Türk Filolojisi adı olan bu bölümün adı da değiştirilerek Oryantalistik, sonraları Türkoloji, daha sonraları da Doğu Dilleri ve Kültürleri Merkezinde bir birim olarak Türkoloji adıyla yer aldı. Yani, bölümün adında Türkiye kültürünü anımsatacak bir iz bırakılmadı. Öğretim görevlisi Türkler de Üniversite dışında bırakıldı. 4. 1958 yılında Türk liseleri Bulgar liseleriyle birleştirildi. Yani kapatıldı. 5. Bundan bir yıl sonra, 1959’da Türk anaokulu, ilk ve ortaokulları Bulgar okullarıyla birleştirildi, yani kapatıldı. 6. Şumnu ve Hasköy Yarı Yüksek (Önlisans) Bulgar Öğretmen Enstitülerinde açılmış Türkçe Bölümler kapatıldı. 7. Türk Öğretmen okullarına da (Türk pedagoji mekteplerine de) birkaç yıl sonra son verildi. 8. Türk tiyatrolarının faaliyetlerine son verildi. Burada Yusuf Kerim’in Süleyman Aleskerov’a elden gönderdiği mektuplarından birinden şu satırları okuyalım: ... Yaratıcılık işlerin ne kadar da sevindirici. Allah koysun, hep böyle devam etsin. önce müsaade buyur, halk artisti fahri unvanını ve profesör unvanını candan gönülden tebrik edeyim. Ellerinden hasretle sıkar büyük başarılar dilerim. Benim işlerim baresinde neler yazayım. Tiyatrolar bağlandı, benden sevindirici haber beklenemez. Bilirsin tiyatro benim canımdı. Biz onu hiç yoktan var ettik, tam ayakları üzerine basacağı sırada hepsi bitti gitti. Bakihanov yoldaşla tanıştığıma sevindim. Onun operetası “Mehmedali Kurorta Gidir” bende var. Plastinkasını sen vermiştin. Sahiden de çok iyi ve mihriban bir arkadaş. Kardeşim Süleyman, özür isterim beni bağışla makina ile yazıyorum mektubu. çünkü bende son zamanda sinir oldu. Asabileştim. El yazmamı kendim bile okuyamıyorum. Bundan ötürü makineye başvurdum, bağışla! Sahiden de sizi çok göresim geldi. Akgül muallime ile bize konak gelin. Çok sevineceyik. Ne zaman dersen ben davetiye gönderirim. Emin olun biz sizi hemişe hatırlıyoruz. Unutmuyoruz. Sizi her hatırladıkça tiyatronun o altın devri yadıma geliyor, bir de üzüntü kaplıyor içimi. Keşke bu üzüntü olmasaydı. Sofya Sizi candan seven ve hiç unutmayan dostunuz. 28 V 1982 9. Türkçe ders kitapları ve sanat eserlerinin yayımlanmasına son verildi, “Narodna Prosveta” (Halk Eğitimi) Yayınevi Türkçe Şubesi kapatıldı. 10. Baştan “Eylülcü Çocuk”, “Halk Gençliği” gazeteleri “Filiz”, “Piyoner” çocuk


Makale ve Analizler - 2016

35

dergilerinin çıkarılmasına son verildi. Sonraları “Yeni Işık” gazetesi yarı Türkçe ve yarı Bulgarca çıkmaya başladı. Ocak 1985 yılından itibaren de tamamıyla Bulgarca bir gazete olarak çıkmaya devam etti. “Yeni Hayat” dergisi de baştan Türkçe, sonra Türkçe - Bulgarca olarak çıktı. Ocak 1985’ten sonra da, yani Türklerin Bulgarlaştırılması olaylarından sonra da çıkarılması durduruldu. 11. Ocak 1985 yılının sonunda Sofya Radyosunda Türkçe yayınlar da yasaklandı. 1985’in başında Bulgarlaştırma olaylarından sonra Türkçe konuşmak yasaklandı ve Bulgaristan’da Türk olmadığı dünyaya bildirildi. Yüzyıl geriye dönerek ölüm tarihleri çoktan unutulmuş Türklerin de adları Bulgar adlarıyla değiştirildi. Arşivlerde Türk adları silindi, yerlerine Hristiyan Bulgar adları yazıldı. Mezar taşlarında da Türk adı bırakılmadı. 1985’te Moskova’dan Bakü Pedagoji Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Afat Gurbanov’a bir emir gelir ve ellilerde öğrenim görmüş Bulgaristan Türklerinin Türk adlarının yerine Üniversite arşivlerinde Bulgar adları yazılması istenir. Rektör Prof. Dr. Afat Gurbanov böyle bir emri tepkiyle karşılar ve arşivlerde herhangi bir değişiklik yapılmasının uygun görülmediğini nazik bir biçimde Moskova’ya bildirir. Büyük tarihî emelleri gerçekleştirebilmek için Bulgaristan Türklerine bazı ödünler verilmiş, bazı fedakârlıklar yapılmıştır. Emeller suya düşünce de Bulgaristan Türkleri soykırıma uğratılmıştır. Bulgaristan Türklerinin bu faciası tüm dünyada olduğu gibi, Azerbaycan’da da yakından izlenmekteydi. 1988 yılında Bulgar şarkıcı Emil Dimitrov Bakü’ye konser vermeye gittiğinde Bakü’lü kardeşlerimiz Bulgaristan’ın Türklere uyguladığı soykırımı protesto etmek amacıyla meydanlara döküldüler, mitingler düzenlediler. Emil Dimitrov’un konser vermesine imkân vermeyerek onu ilk kalkan uçakla Moskova’ya kovdular. Bu haberler Bulgaristan Türklerine yürüttükleri mücadelelerinde güç veriyordu. İşte böyle ellilerin başlarında başlatılan eğitim ve kültürel kalkınma Moskova tarafından yönlendiriliyor, Bulgarlar tarafından uygulanıyordu, icra ediliyordu. Ancak ellilerin sonuna varmadan Bulgar komünistleri tüm okullarımızı kapattı ve açmış oldukları tüm kültür ocaklarımızı söndürdü. Bulgaristan Türklerinin eğitim ve kültürü karanlık günler yaşadı. Tüm zorluklara rağmen bilim alanında çalışmalarını sürdürebilen birkaç bilim insanı ayakta kalabilmiştir. Bunlardan Prof. Dr. Cengiz Hakov (tarihçi), Doç. Dr. Halil E. Recebov (felsefeci), Prof. Dr. Ahmet Sadullov (tarihçi), Prof. Dr. Hayriye Memova-Süleymanova Yenisoy (dilci) ve Prof. Dr. Üzeyir Zeynalov (biyofizikçi) bilim alanında yükselmelerini Azeri bilim adamlarına, saygıdeğer hocalarına borçludurlar. C. Hakov, H. Recebov ve A. Sadullov Bakü’de öğrenim görmüşlerdir. H. Memova- Süleymanova (Yenisoy) ve Ü. Zeynalov Sofya Üniversitesi Türkçe eğitim yapan Bölümleri-


36

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

nin ilk mezunlarından olmuş, sonraları ise Bakü’de doktora yapmışlardır. Bulgaristan’da 10 Kasım 1989 tarihinde komünistler iktidardan indi ve ülkede bir demokratikleşme süreci başladı. Bu yeni durumda Türkiye Cumhuriyeti Bulgaristan Türklerinin eğitim ve kültürel kalkınmasına yardımcı olmaya başlamıştır. 1993 yılından bu yana her yıl yaklaşık 100 Türk genci Türkiye ‘ye gelerek üniversitelerde ve yüksek okullarda öğrenim görmektedirler. Mezunlardan bazıları da Türkiye’de yüksek lisans ve doktora yapmış ve yapmaktadırlar. Öğrencilerin hepsi Türk devletinden burs alıyor ve yurtlarda kalıyorlar. 1992 yılından bu yana her yıl yaz aylarında belirli sayıda Türkçe öğretmenleri Türkiye’ye gelerek kurs görmektedirler. Birkaç genç de radyo ve televizyon kurslarına katılmışlardır. Türkiye’nin Bulgaristan Türklerine yardımı doğaldır ve gelecekte de devam edecektir. Bunun yanısıra Azeri kardeşlerimiz de içinde bulundukları bazı ekonomik sıkıntılarına rağmen, geçen yüzyılın ellili yıllarında olduğu gibi şimdi de Bulgaristan Türklerine yardımcı olabilirler ve eğitim, bilim ve kültür alanında eleman yetiştirebilirler. Bu hususta ilk adımlar da atılmış bulunuyor. Son 1989’un Büyük Göçünde 15 bini aşkın Bulgaristan Türk aydını göçe zorlandı ve Bulgaristan’ı terk etmek mecburiyetinde bırakıldı. Bulgaristan Türklerinin aydın zümreye ihtiyacı vardır. Bu azınlık Azeri kardeşlerine minnettardır. Bulgaristan Türklerinin kültür tarihinde Azeri aydınları altın sayfalar bırakmıştır. KAYNAKLAR 1. “Връзки на съвместимост и несъвместимост между християни и мюсюлмани в България”, Международен център по проблемите на малцинствата и културните взаимодействия, Фондация София, 1994. 2. Hakov, C., Azerbaycan-Türk Diasporası, Kaynak, 2007, 6. 3. Yenisoy, H. Süleymanoğlu, 1877/1878 Osmanlı-Rus Savaşından Bu Yana Bulgaristan Türklerinin Türkçe Eğitim Sorunları, İkinci Uluslararası Büyük Türk Dili Kurultayı, (İhsan Doğramacı’ya Armağan). Bişkek, 2007, 16-40. 4. Хәлилов, В., Сулеjман Әләсҝәров, Бакы, 1989


Makale ve Analizler - 2016

37

Çatırdayan Toplum

Ünal Gazi-17.Aralık.2016

Konu: “Bulgar Etnik Modeli”nden ve Bulgar katillerden tiksinen Almanya. Bulgaristan vatandaşı Svetoslav Stoykov’un Almanya’da Berlin metrosu basamaklarından inerken omurgasına tekme darbesi vurarak 20 basamak aşağı itilen bir Alman kızını ölüme terk etmesi, tüm Almanya ile birlikte Avrupa’yı ayağa kaldırdı. Buradaki Bulgar toplumunu ve Bulgaristan’ı çatırdattı. Alman polisi bu vahşi cinayeti işleyeni önce illegal sığınmacılar arasında, Afganistanlı bir Taliban grubunda, DEAŞ teröristleri çevresinde, suç işlemiş ve aranan kaçaklar arasında aradı önce. Eşine seyrek rastlanan, yüzkarası vahşeti işleyenin bir Bulgar, Varna kenti “Maksuda” gettosundan 26 yaşında Svetoslav Stoykov isminde bir alçağın olduğunu giderek açıkladı. Halen katil her yerde, bütün Avrupa’da aranıyor. Burada toplum gelirdi. Bulgaristan pasaportlulara “suçlusunuz” ve “defolun” sertliyle bakılmaya başlandı. Ardından bu olaya, İspanya’da bir Bulgar bar bekçisinin yerli birin yumruklayarak öldürdüğü eklendi ve böylece cinayet listesinin olağanüstü uzun olduğu basına düştü. Avrupa toplumu ne oluyor diye sordu? Adı Svetoslav Stoykov olan, 26 yaşındaki katil Bulgaristan vatandaşı ve “demokrasinin” akranıdır. Olay Noel 2017 öngünlerinde Alman ve Avrupa iletişim araçlarında en fazla yorumlanan ve lanetlenen haber oldu. Yeraltı geçidi katilinin kaydettiği katliam görüntüsü videolarda devamlı dönüyor. Bulgar saldırısı kınanıyor. Avrupalılar tepki kusuyor. Bulgaristan’da, bu saldırgan gencin Bulgar olup olmadığı tartışması başladı. Varna “Maksuda” gettosunda Romanlar yaşıyor. Bulgarlar onlara Bulgar vatandaşlığı, Bulgar pasaportu vermiş ve eşit haklı vatandaşsınız demiş ama üstüne “gettoya” tıkmış, bu vatandaşlara “Mangal” demiştir. Burada yaşlılar ve çocuklar gettoda kalırken, gençler ekmek parası için Avrupa ülkelerine dağılmıştır. Bunlardan biri de “demokrasi, özgürlük ve adalet” dönemi evladı olan Svetoslav Stoykov’tur. Okula gitmemiş, aile eğitimi görmemiş, küfür üstüne küfür gettoda yetişmiş, ahlak ve morali hayat normu etmeyi kendine hedef etmemişti.


38

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Şimdi Romanların yani Çingenelerin “Bulgar olmadığı” durumu ön planı çıkarıldı. Çünkü Avrupa’da Bulgar ahlakından, tavrından farklı bir moral sergiliyorlarmış. Son 26 yılda Svetoslav ve onun gibi gettolarda yetişen gençlere kim ahlak dersi vermiş ki. Hangi okula gitmişler. Hangi meslek okulu bitirmişler? Bilindiği üzere, Bulgaristan’da Çingenelerin isimleri, baba adları ve soyadları 1960 - 70 yılları arasında değiştirilmişti. İsimleri değiştirildiğinde “Bulgar” oldunuz dendi. “Gettolara” yerleştirildiler. Toplumdan koparıldılar, kapalı alanlarda yaşamaya başladıla5r. Örneğin Kazanlık kasabasını çevreden dolanan yolcu trenleri pencerelerinden görmüşünüzdür, orada Çingene mahalleleri 2 metre yüksek çelik levha duvarlarla sarılmış ve dışardan vahim durumun vaziyetinin görülmesi engellenmeye çalışılmıştı. Bu durum bugüne kadar devam ederken, bu gettoda ne bir camı, ne bir okul, ne bir okuma evi ne de bir kültür evi kuruldu. Buradaki 500 evin hiç birinin bir odasında ne Çingene, ne Türk ne de Bulgar dilinde bir kitap yoktur. Bu gettoda okuyan, hesap yapan, gerçeğe dayanan hayal kuran adam da yoktur. Hayal kurabilmek için bir insanın anadilini bilmesi gerekir, burada kullanılan dilde, küfredenler Çingenece sallıyor, para sayacak olanlar Bulgarca vitese geçiyor, bir ihtiyaç içinse Türkçe kullanılıyor. Varna’daki “Maksuda” veya Plovdiv’in “Yeni mahalle” (Stıoliponovo) semtlerinde durum aynıdır. Bu gidiş 50 yıldan beri böyle olduğundan dolayı, son iki kuşak okul görmeden, ahlak öğrenmeden, tam bir getto anarşisi ortamında yetişti ve topluma katışınca bulunduğu yerde anarşizm havası estirdi, yıkıp kırıyor, bıçaklayarak öldüremediğine silah çekiyor. Müslüman Çingenelerin din hakları kısıtlandığından, Müslümanlara karşı sürekli ötekileştirme ortamında, İslam ahlakından ve yaşam tarzından uzak kalmayı seçiyorlar. Gettolardaki gençler dinsel ahlak kurallarına göre yetiştirilmediğinden ahlaksızlar ortamında kendine yer arıyor. Genç kuşak ilk ahlak derslerini hapishanelerdeki hırsız gruplarından alıyor. Onlara katılıyor. Hapisten çıktığında topluma korku saçmaktan haz almaya başlıyor. Avrupa’da dolaşan Bulgaristanlı Çingene gençler en az bir iki kere hapishaneye girmiş çıkmış ve bir ahtapot şeklinde örgütlenmiş mafya örgüt biçimlerinden biri tarafından vicdanı ele geçirilmiş tiplerdir. Gettolarda yetişen kör cahil Bulgaristan gençler, 1990’dan sonra hain siyasetçilerin başı olan Ahmet Doğan’ın “Bulgar Etnik Modeli” ürünüdür. Bu modelin birinci amacı etnik azınlık topluluklarını “toplumdan koparıp” gettolara kapamaktı. Doğan’ın en büyük dostu olan “Ataka” lideri Volen Siderov, ülkenin değişik şehirlerinde Çingeneleri mitinge toplayarak “Biz sizden sabun yapacağız” dediği zaman, Baş Savcılık ve hükümet “faşizm tehlikesi” belirdi deyip kimseye dava açmadı. Tutuklanan da olmadı. Birkaç yıl sonra Avrupa Birliği


Makale ve Analizler - 2016

39

Genel Kurulu “Ataka”, VMRO ve sözde “Yurtsever Cephe” gibi Bulgar partilerine “faşist partiler” dese de, hiç birinin kışına dokunulmadı, üçü de bugün mecliste kol gezip, popülist, yalan dolan siyasetle ortam karıştırıyorlar. Svetoslav Stoykov kuşağı korku içinde yaşadı, onlara insanlık öğreten olmadı. Getto’dan kaçıp Avrupa’ya gitmelerinden alınan vahim sonuç Berlin yer altı tren durağı basamaklarında meydana gelen olaydır. 2000’li yıllar ortamında Bulgaristan’da yetiştirilen gençliğin etnik kimliğinin yok edilmesi amaçlı devlet baskılarının doğurduğu insan tipi budur. Biz bunlara ayrıca HÖH partisi tarafından FETÖ okullarında eğitim alan 1500 gencimizi de katmak zorundayız. Bu nedenle durum vahimdir. HÖH ve devlet eğitim siyasetinin hedefi, taş kafa insan yaratmaktı. Hain yetiştirmekti. HÖH partisinin okulsuz eğitimsiz etnik gettolardaki çalışmalarının hedefinde tamamen ahlaksız ve yüzde yüz saygısız, küstah ve asi tipler yetiştirmekti. Biz bu baskıyı HÖH’çü terörü memlekete gidip gelirken Sofya’da Yüksek İslam Enstitüsü öğrencilerinin Cuma namazı kılmak için “Banya Başı” merkez camiine gitmelerinde engel olunmasında da görüyoruz. Onların Türk Müslüman toplulukla kaynaşması bugün de engelleniyor. İslam okullarımız bile getto durumuna getirilmiş durumdadır. Ye, iç, yat, ezberle, anlaman önemli değil, küçük taş kafa girdiğin okuldan büyük taş kafa çıksan yeter. Uzmanlığın kabristan ve matem imamlığıdır zihniyetiyle olacak olan budur. Hedef, çağdaş toplumun yabancısı; kültür değerlerinin hiç birine uymadan hareket etmek; kendini beğenmiş, ettiğim ettik, kestiğim kestik asileri gettolarda yetiştirip sokağa çıkarmak ve toplumda anarşi yaratmaktı ki, dolayısıyla kolluk üçlere, polis ve jandarmaya eylem alanı açmaktı. Terörü halka yükleme imkânları oluşturmaktır. Bu özü palazlanan iğrençlik artık meyvelerini veriyor. Yaklaşan seçimlerde HÖH liderliği, Genel Başkan Mustafa Karadayı 26 Mart 20176 erken genel seçimlerinden tek oy istemeyi düşünüyorsa, Avrupa Birliği’nden Bulgaristan etnik azınlıkları için gönderilen paraları nasıl çaldıklarını birer birer açıklamalıdır. Halka hesap verme zamanı gelmiştir. Bu sözlerimiz ve çağrımız DOST Genel Başkanı Lütfü Mestan için de geçerlidir. Evet Kasim Dal için de geçerlidir. Osman Oktay da otursun ve bildiklerini yazsın. Halkımız gerçekleri bilmek istiyor. Azınlık toplulukları “Bulgar Etnik Modeli” aldatmacasıyla halktan koparılmış, gettolara kapatılmış, “oy makinesı” “seçim kölesi” haline getirilmiştir. Ahlaksız toplumda yaşanmaz. Ahlaksız toplumda yaşamak istemiyoruz. 1990’dan sonra kurulan bütün özel saraylara el konmalı, bunlar devletleştirilmeli ve elde edilen nimetlere evsizlere ev kurulmalı mahallere sağlık ocakları, okul kurulmalı, su elektrik ve yol götürülmelidir. Yeni iş sahaları açılmalıdır.


40

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgaristan gelecek yılın Mart ayında erken genel seçime gidiyor. Yeni meclis Bulgar Anayasasında değişiklikler için hazırlıklara başlamalıdır. Anayasa’dan tek uluslu devlet kavramı çıkarılmalı ve etnik topluluklara “eşit topluluk hakları”, “eşit vatandaş hakları”, “anadilde eşit eğitim hakkı”, “etnik geleneksel yaşam tarzına dönme hakkı” sağlanmalıdır. Azınlıklara kendi anadillerinde eğitim hakkı, iş hakkı, sosyalleşme hakkı, örgütlenme hakkı tanınmalıdır. Devlet etniklerin geleneksel yaşam tarzının meşruluğunu tanımalıdır. Avrupa Birliği’ne Bulgaristan’ın çok ulus ve etniklerden oluşan bir demokratik toplumu olan bir devlet olduğunu bildirmeli ve devlet siyasetini buna göre düzenlemelidir. Yeni hükümette Azınlıklar Bakanlığı açılmalıdır. Bulgaristan’daki bütün gettolar kapatılmalıdır. Tüm vatandaşlara konut sağlanmalıdır. Herkes etnik durumuna bakılmaksızın herkes sosyalleştirilmelidir. Gettolardan kurtarılanlar eşit haklı toplum düzeninde yaşamaya alıştırılmalıdır. Sözde değil gerçek adalet istiyoruz. Viski sofralarında alınan karalarda hain Ahmet Doğan şoparının aklına bakan Bulgar kulisi ülkemizdeki sığınmacılara da “kapalı getto” siyaseti uygulamaya kalktı. Harmanlı İsyanı Almanya’da biz de izlendi. “Kapalı Sığınmacı Kampında” 3 bin sığınmacıya Çingenelere uygulanan usulle göre, şiddetli baskılardan Ayaklanma çıktı. Afganlıların attığı taşlardan 24 polisin başı yarıldı. Bizim kanımızca zaman sarayların taşlanması zamanıdır. Biz Almanya’daki gurbetçiler, toplum, medya, sokaktaki vatandaş, Almanya çok huzursuz. Burada toplum, Bulgaristan’da “kötülük üreten gettoları” olduğunu konuşuyor. “Çingene Gettoları” sayısının 59 olduğu anlatılıyor. Varna’daki “Maksuda” bunlardan yalnız biridir. Sofya, Plovdiv, Sliven ve Stara Zagora’da durum daha da kötüdür. Çocuklarını satmakla geçinen getoculardan başka ne beklenebilir ki!? Tehlike, getto ahlakının sokağa ve topluma taşması ve eline kırmızı Bulgar pasaportu alanın Avrupa’ya kendi hayat anlayışını, eşi görülmemiş kabalık ve küstahlı, insan hayatını hiçe sayan katillikten geçinen kabadayılığı dayatması ve kol gezmesidir. Bu siyaset Avrupa’da Bulgar düşmanlığı doğurdu. Almanya’da 234 bin Bulgaristan vatandaşı yaşıyor. Bunlardan 74 bini sosyal yardımlarla geçiniyor. Alman İç Sosyal İşler Bakanlığı’nın bu ay Avrupa Birliği ülkelerinden, bu arada Bulgaristan’dan gelen ve 6 ay işsiz kaydıyla yaşadıktan sonra sosyal yardım almaya başlaması kuralını değiştirdi ve devletten sosyal yardım almadan bekleme süresini 5 yıla çıkardı, Alman bakanlığı ödenen sosyal yardım paralarını kıstı. Bu gelişmeler, buradaki Bulgaristanlı diasporasında (kopuntular arasında) büyük bir gerginlik yarattı. Ve 26 yaşındaki Svetoslav Stoykov gibi, Varna gettosunda yetişmiş, hiçbir medeni kural ve yasa tanımayan, suç dosyası olan, içeri girip çıkan, fakat hiçbir konuda kendini suçlu hissetme-


Makale ve Analizler - 2016

41

yen, dolandırıcılıkla, çalma kapmayla geçinen tipler, Almanya’daki yeni uygulamayla toplum dışı kalmalıdır. Alman hükümetinin Bulgaristan’dan gelen ve burada sosyal yardımlarla geçinenlerin tümünü geri göndermesi konu oluyor. Herkes Bulgaristan’da etniklerle ilgili iç politikasını kökten değiştirmesini, eşit insan hakları temelinde eşit vatandaşlık ve adalet ilkelerine bağlı yeni bir hukuk düzenine geçilmesini istiyor.

Türkiye’nin Terör Sorununa Çözüm Önerileri

İsmail Cingöz-18.Aralık.2016

Türkiye 17 Aralık 2016 sabahı yine menfur bir terör saldırısına uyandı. Bu defa acı haber Kayseri’den geldi. Çarşı iznine çıkan otobüse yapılan bombalı araçla yapılan saldırıda 14 askerimiz şehit olmuş, 48’i asker, 55 kişi de yaralanmıştı gelen habere göre. 12 Ocak - 17 Aralık 2016 döneminde yaşanan 27 intihar ve bombalı saldırılarda güvenlik kuvvetimiz ve sivil halkımız dâhil olmak üzere; 333 vatandaşımız hayatını kaybetmiş, 1470 kişiden fazla vatandaşımız yaralanmıştır. PKK, Türkiye’nin başarılı hendek operasyonları sonucunda özellikle bölge halkının desteğini kaybetmiş durumdadır. Suriye’de ise Fırat Kalkanı Operasyonu ile hem PKK, hem de DAİŞ - IŞİD’de karşı başarılı operasyonlarını sürdürmektedir. Bu durum karşısında terör örgütleri kendi tabanlarına “Ben hala buradayım” mesajı verebilmek adına intihar ve bombalı saldırılar yapmaktadır. Türkiye’ye ise “Ben istediğim yerde, istediğim zaman, istediğim eylemi yaparım” mesajı vermek istemektedirler. İlk silahlı eylemini Eruh ve Şemdinli baskınları ile 15 Ağustos 1984’te yapan PKK terör örgütü ile halen mücadele edilmektedir. Terörle mücadelede bu kadar süre başarı göstermesi açısından takdire şayan olan Türkiye, maalesef örgütün eleman kazanmasına mani olamamış, dolayısı ile teröriste karşı başarılı olunmuşken, terörle mücadelede o kadar başarılı olamadığı görülmektedir. 30 yılı aşan sürede maalesef örgüte katılımların devam ettiği görülmektedir. Çünkü yıllardır etkisiz hale getirilen teröristlerin yerine yenilerinin katılımı ile teröristlerin tükenmediğinden anlaşılmaktadır. O halde terörle mücadele yalnızca askeri yöntemlerle olmayacağından hareketle bir yöntem sıkıntımız var demek-


42

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

tir. Türkiye doğu ve güney doğu bölgesine ekonomik açılımlar, GAP projeleri gibi stratejik yatırımlar başta olmak üzere zaman zaman yeni taktikler uygulamıştır. Fakat yine de örgüte desteği ve katılımı yeterince önleyememiştir. O halde Türkiye terörle mücadelede; iktidar ve muhalefetiyle (örgütle iltisaklı muhalefeti hariç tutarak) iç ve dış siyasetinde, askeri mücadele yöntemlerinde, istihbarat yapılanmasında, ekonomik yöntemlerinde, eğitim yöntemlerinde, mahalli memur istihdamları öncelikli olarak, her biri alanında uzman ve alanı bilen ama en önemlisi devletin bekasını düşünen heyetler oluşturarak mücadele yöntemlerinde değişikliğe gitmelidir. Yapılan planlamalar halka iyi anlatılmalı ve teröre karşı bilinç oluşması sağlanmalıdır. Türkiye’de terörle mücadele için ayrıca Anayasa’da Türk Ceza Kanunu’nda yer alan “cezai sorumluluk şahsidir” hususlarında değişiklik yapmanın da zamanı çoktan gelmiştir. Öyle ki terör örgütü ile doğrudan iltisaklı olan kişilerin çok yakın akrabalarının hem siyasi yapılanmalarda, hem devletin çeşitli kademelerinde istihdamlarında seçici olacak hukuki engel bulunmadığından, buralarda yer alan kişilerin örgüte müzahir oldukları bilindiği halde bir şey yapılamamaktadır. Özellikle mahalli idarelerde ve küçük yerleşim birimlerinde terörle mücadelede 10 Kasım 2016 günü Mardin Derik Kaymakamına makamında düzenlenen bombalı saldırı örneğinde olduğu gibi birçok sıkıntılar yaşandığı görülmektedir. Örgütle iltisaklı kişilerin devlet istihdamı engellenerek aile içinde oto kontrol ile örgüte katılımın engellenebileceği değerlendirilmektedir. Terör örgütünden dolayı verilecek cezaların her hal ve şartta en üst sınırdan ceza verileceği, infazlarında indirim yapılamayacağı ve af kanunlarına dâhil edilemeyeceği yasal olarak teminat altına alınarak, örgüte katılımda caydırıcılık ihdas edilmelidir. AB uyum yasaları kapsamında kaldırılmış olan idam cezasının “vatana ihanet ve terör olayları” kapsamında yeniden ceza yasasına eklenmeli ve verilecek idam cezalarının geciktirilmeden uygulanacağı da şarta bağlanmalıdır. Son zamanlarda artış gösteren bombalı araç ile saldırıların önlenebilmesi adına araç kiralama sistemine yasal şekil şartı getirilmeli ve araç kiralama bürolarında kullanılan bilgisayar kayıt sistemi ile güvenlik kuvvetlerine paralel olarak bağlı hale getirilmelidir. “Kim, nerede, hangi aracı kiralıyor, nereye gidecek gibi sorular sisteme kaydedilirken, bu bilgileri güvenlik kuvvetleri de görebilmeli, eş zamanlı olarak sabıka kayıtlarına ulaşılabilmeli ve araç kiralanırken beyan edilen güzergâh dışına çıkan araçlar ikaz sistemi ile kontrol altına alınabilmeli...” gibi bir dizi önlemler geliştirilmelidir. Uluslararası ilişkilerde ülkeler arasında minnet borcu, ilelebet dostluk ya da düşmanlık olamaz. Ülkeler arasında stratejik çıkar ilişkileri vardır. Oyun kurucu


Makale ve Analizler - 2016

43

ülkeler komşu ülkelerle ilişkileri satranç tahtasında oyun oynar gibi hamlelerle sürdürürler. Dün şartlar gereği iyi olmayan ilişkiler, bu gün ortaya çıkan yeni gelişmeler gereği iyi ilişkiler geliştirilmek zorunda kalınabileceği gibi bunun tam tersi de olabilir. O halde 2010 yılında Tunus’ta başlayan Arap Baharı olaylarının 2011’de Suriye’ye sirayeti ile 2000 - 2010 arasında hiç olmadığı kadar iyi seyreden Türkiye-Suriye ilişkilerini kopartmış, adeta adı konulmamış savaş haline dönüştürmüştür. Gelinen süreçte ülke çıkarları gereği Türkiye’nin DAİŞ ve PKK’nın Suriye kolu olan PYD ile daha etkin mücadele edebşlme adına Suriye politikasında revizyona gidilmelidir. Türkiye 15 Temmuz 2016 günü hain bir kalkışma olayı yaşamıştır. Bu kalkışmayı yapan FETÖ - PDY örgütünün geri planında dost (!) ve müttefik (!) ülkelerin olduğu çeşitli basın haberlerinde zikredilmektedir. Aynı ülkelerin PKK’nın Suriye kolu PYD’ye açıktan destek oldukları da görülmektedir. O zaman Türkiye bu Suriye politikasında Rusya ve İran’ı da yanına almalı, müttefiki olan ama mücadelesinde desteğini göremediği ABD ve Avrupa ülkeleri başta olmak üzere “dost ve müttefik olduklarını beyan eden” dostlarına (!) tavrını açıkça ortaya koymalıdır. Türkiye dost ve müttefik ülke tasnifini yeniden belirlemelidir. Çünkü yeni bir dünya düzeni kurulmakta olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Zira 7 Ağustos 2003 yılında The Washington Post gazetesinde Condoleezza Rice tarafından kaleme alınan köşe yazısında bahsettiği Ortadoğu’da sınırların değişeceği hususu son zamanlarda daha sık zikredilir hale gelmiştir. Türkiye 22 - 23 Şubat 2016 Şah Fırat Operasyonu ile Suriye Eşmesi’ne naklettiği Süleyman Şah Türbesi’ni en kısa zamanda eski yerine tekrar taşımalı ve uluslararası hukukun cevaz vermesinden yararlanarak bu kapsamında 100 Km. çapında bir güvenlik çemberi oluşturma hakkını uygulamaya koymalıdır. Ve bu bölgeye yeteri kadar (gerekirse tugay-kolordu seviyesinde) askeri kuvvet yerleştirerek, 24 Ağustos 2016 günü başlattığı Fırat Kalkanı Operasyonu’na destek ve derinlik kazandırmalıdır. Nisan 2011’den itibaren Türkiye tarafından “Geçici Koruma Statüsü İle Kabul Edilen” üç milyonu aştığı değerlendirilen Suriyelilerden, sığınmacı kampları dışında kalanların; bu gün Türkiye’nin hemen her yerinde, serbestçe, kontrolsüz bir şekilde yaşıyor olmaları ülke güvenliği açısından risk oluşturmaktadır. Bu husus en kısa zamanda kontrol altına alınmalıdır. Çünkü yaşananlar, olası terör örgütü ile iltisak durumlarının da kontrol altında olmadıkları görüntüsü sergilemektedir. Bu arada resmi açıklama yapan devlet görevlilerimiz ile basınımıza da bazı görevler düşmektedir. Bölücü terör örgütü PKK’nın; Kürdistan Özgürlük Şahinleri TAK, Halk Savunma Güçleri HPG gibi alt ve üst kollarının; sanki ayrı


44

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

örgütlermiş gibi algılanmalarını sağlayıcı açıklamalardan kaçınılmalıdır. Nihayetinde bunların hepsi PKK örgütü durumundadır ve resmi açıklamalarda tek isimle PKK olarak nitelendirilmelidir. Ayrıca PKK terör örgütünün Suriye kolu PYD (Suriye Demokratik Birlik Partisi), Irak kolu PÇDK (Kürdistan Demokratik Çözüm Partisi) İran kolu PJAK (Kürdistan Özgür yaşam partisi) tır. İç ve dış kamuoyuna yapılacak basın açıklamalarında bunların da PKK örgütü ile iltisakları ortaya konulmalıdır. Ayrıca Suriye’nin kuzeyi için yapılan açıklamalarda “Kürt Koridoru” tabiri yârine “PKK Koridoru” denilerek algı karmaşası yaşatılmamalı ve bütün Kürtleri terör ile iltisak durumu varmış görüntüsü de verilmemelidir. Sonuç itibariyle; Türkiye’nin artık dost ve müttefik ülkelerden söylem değil, eylemleri ile yanında olduklarını göstermeleri gerektiğini isteme hakkı vardır. Bu saldırılar sonrasında dost (!) ve müttefik (!) ülkelerden “kınama” mesajları gelmektedir. Türkiye bu ülkelerden kınama değil, fiili eylemler beklediğini, bu örgütlere desteklerini kesmeleri gerektiğini uluslararası hukuk çerçevesinde uluslararası kamuoyuna duyurmalıdır. En önemli husus ise; Türkiye terörle mücadele ve bölgesinde yaşanan süreçler itibariyle Cumhuriyet döneminde ilk defa beka sorunu yaşar hale gelmiştir. Çünkü Türkiye asimetrik saldırılar altındadır. Bu nedenle dış politikasında, iç siyasetinde, terörle mücadele yöntemlerinde revizyona gitmeli, geç olmadan; duygusal değil, kısa, orta ve uzun vadeli, reel politikalar ortaya koymalıdır. Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Uzmanı, cingozismail01@gmail. com BULTÜRK Derneği Ankara Temsilcisi, BAŞKON Yurtdışı Türkler ve Göçmenler Platformu Başkanı

Utanç Yılı

Musa Vatansever-18.Aralık.2016

Büyük gerçeklerin acısı çok büyük oluyor. Bulgar basınında 2016’da çıkan haberlere bir daha göz gezdirdim ve Ocak ayının 31’inde çıkmış Sofya gazetelerinden “Trud”un “Türklerle beraber ya-


Makale ve Analizler - 2016

45

şamış olmamızı” protesto ettiler başlığı dikkatimi çekti. İlk önce insan tarihinden ve kendinden, anasından babasından utanmamalı geçti aklımdan. Kanımca, insan beraber yaşayabildiği birini bulduğunda mutlu olmalıdır. Bu yıl kaleme aldığım bir yazımda, resmi göç antlaşması olmasa da, Bulgaristan’ın Türksüzleştirilmesi bu senede de devam etti, demiştim. Sözünü etmek istediğim belediyeler üzerinden gerçekleştirilen bir siyaset çizgisinin çirkefliğidir. 1878’de Berlin Konferansı çalışmalarına devam ederken, Bulgarlara “Çarlığı” çok gören ve aman bu defa da “Prenslikle” yetinenler, devletin yasal organı belirlerken, Prenslik nüfusu toplamını ve bileşimini öğrenmek istemiş ve “hadi elinizi sık tutun ve bir sayım yapın” demişti. Daha kurulmadan “Prenslikte bir nüfus sayımı yapıldı” ve biz de gerçek durum şöyle çıktı ortaya. Toplam nüfusun % 52’si yani yarıdan fazlası Türk Müslüman’dır. Bulgarların başı hemen tütmeye başlamış ve bir senede 50 bin çocuk doğurup nüfus terazisinde ağır tarafı kendi lehlerinde çevirmeyi düşünüp isteseler de, imkânsız. Bu nedenle olacak, hemen gizli karar alıp Türkleri acımasız saldırılarla göçe zorlamaya başlamışlardı. Ogün bu gün Vidin, Montana, Vratsa. Veliko Tarnovo, Lovça, Rusçuk illeri derken, insanlarımızı kova kova Kuzey Batı Bulgaristan yöresinde damızlık için bile Türk bırakmamayı başarmışlardır. Bu duruma Vidin idarecisi Pazvandoğlu cami minaresinin hilalinin içinde yıldız yerine kalp koyması bile durumu değiştirememiştir. Plevne’deki Osman Paşa kahramanlarının toplu mezardan çıkarılan kemiklerinin Varna’dan gemiye yükleyip Londra’ya gönderilerek, orada kemik değirmenlerinde öğütülüp sedir ağacı ormanlara saçmaları başlı başına bir yüz karasıdır. Ne ki, sevdiği insanları kovulunca öksüz kalan topraklar çoraklaşıyor, verimsiz çorak arazilerde yaşayan insanların nasibi de kısırlaşıyor, Neticede 1878’den sonraki 138 yılda Kuzey Bulgaristan’da nasibi açık insan kalmadı ve hepsi birer ikişer ve toplu halde memleketi terk ediyorlar. İçinde sıcaklık olmayan insan toprağa ısınamaz. Toprak işleyemez. Arıların doğayı yaşatmak için zahmet edip çiçeklerden topladığı bal bile bu tip insanlara acı gelir, sonunda zehir olur. Doğaya bakan gözler, insan görmek ister, insan olmadığı yerde asla bereket, bolluk olmaz. Bir de şöyle bir şey var. Tarihinden memnun olmayanlar, bugün de mutlu olamazlar. Çünkü sonunda biz hepimiz tarihimizin evlatlarıyız. Bu bir çocuğun anasından mutlu olmaması gibi bir şeydir. Değiştirilebilecek bir şey yok. Şöyle desem olur mu bilemiyorum! Anası, babası, vatanı, coğrafyası bir insanın kaderidir Tabii biz bunu bugün böyle düşünüyoruz. İki hafta önce, Bayrampaşa’daki Ural Derneği kütüphanesinden okumak için Heredotos’un Tarih eserini almış-


46

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

tım. Okudukça açıldım. Tarih Musa Peygamberin ve oğullarının öyküsü olarak anlatılıyor. İnsanlık daha sonra Tarihi Kralların, İmparatorların, Sultanları, Hitlerin, Stalin’in savaş kazanan Napolyon gibi generallerin hayat yolunu bir Halk Tarihi olarak anlatmaya başlamıştır. Amerikanın tarihini öğrenebilmek için George Washington ya da Thomas Jefferson’ın yaşam öyküsünü okuduğumuz gibi. Bu tarih anlatan yapıtlardan bazılarında hiçbir bayanın adı geçmez. Sanki tarih yalnız erkek işidir. Bugün artık küçük ve büyük ekranda Hürrem Sultan, Kösem Sultan vb gibi erkeklere taş söktürmüş bayanların geçmişimizde oynadığı rolü öğreniyoruz. Bu geçmiş ortağımız olduğu için Bulgaristan’da da gözler TV ekranına kilitleniyor. Artık kadınların kör cahil yaşamaları kader olmaktan çıktı. Çağımızın insanları yani, Cumhuriyet ve demokrasi asrının fertleri ise, tarihi toplumsal gelişmeyi belirleyen devrim, ayaklanma, kitlesel göç, seçim vs sosyal olayların, devletlerarası sözleşmelerin etki tarihi olarak görüyoruz, tarihi tanrıların belirlemediğine, ne olacağını önceden bilmek için büyücülere gitmeye gerek olmadığına, tarihin de kendi yasallıkları ve kanunları olan süreçler olduğuna inanıyoruz. Her yasallığın nesnelliğine bel bağlarken içinde onu harekete geçiren dinamitlerin doğal çelişkiler olduğuna giderek daha fazla inanmaya başladık, dinler tarihinin toplum tarihinden ayrı görülebileceğine kanaat getirdik, tarihsel süreçlerin gelişiminin etkilenebileceğini, yavaşlatıp hızlandırılabileceğini görebildik. Toplumların gelişmesini bir üst aşamaya çekebilen güçlerin, öküzün boynuzlarında olmadığını, halk kitlelerinin bilinçlenmesinde gizlendiğini öğrendik. Toplumsal güçleri yönetip yönlendirebilmek için, yalnız ezilip sömürülenlerin bundan sonra böyle yaşamak istememesinin yeterli olmadığını, yönetenlerin de eskisi gibi yönetemediğini görmemiz gerekti. Bu da yetmedi, kişi psikolojisini, kitle psikolojisini, ayaklanma ve devrim psikolojisini bilmemiz gerekti. Bu da yetmedi. Başı çeken koçların göğsünü açıp kurşunlara kalkan olması gerekti. Bir de olacak olana inanmamız gerekli oldu. Gerektiğinde ayaklandık, gerektiğinde seferberlik ilan ettik. Bu açıdan değerlendirdiğimizde, 31 Ocak 2016’da başyazı konusu olan Osmanlı dönemi Bulgarlar için bir esaret dönemi miydi yoksa yan yana yaşarken uyanan Bulgar kimliğinin yeniden bir devlet kurmaya kadar dirildiği bir hoşgörülü beraberlik dönemi miydi sorusu kilise çanı gibi çalıyor ve toplumu ırgalıyor. Osmanlı, insanlık tarihine hukuk düzeni getiren bir devirdir. Uğurlamaya çalıştığımız yılın başında II. Borisov hükümetinin Eğitim ve Teknoloji Bakanı olan Prof. Todor Tanev, Osmanlı Bulgar tarihinde beraberce yaşama dönemidir, savunusundan dolayı Bakanlıktan istifa etmek zorunda kalmıştı. Başbakan onu baş danışman tayin etti. Tarihsel gerçekleri söylemek 21. yüzyılda kelle


Makale ve Analizler - 2016

47

toplamaya devam etikçe, başımıza gelecekler var demektir. Bunun başka anlamı olamaz. Olay bir tek kelle kaydırmakla bitmedi tabii, öz tarihlerine baktıkça yalnız hiddet duyan ve köpüren, iyilikten anlamayan aşırı milliyetçi Bulgar yerel yöneticileri, Karlovo, Varna, Smolyan gibi şehirlerde zefiri küpüne zarar aşırı düşmanlıklarla damgalanan mitingler yaptılar. Daha 1878’den sonra başlayan Türk malına mülküne konma, camileri yakma yıkma, mescitlerden kilise yapma, ormanlara, korulara konma dalgasını daha da yükseltmeye çalıştılar. Karlovo’da bu sene mahkeme kararlarına rağmen, 1475’te kurulan “Kurşun Cami” alınamadı. Varna’da 18 camiden ancak iki kaldı. Smolyan’da ise, Bulgarların milliyetçilik çıbanı yeniden azdı. 1912’de halka isim değiştirme ve vaftizcilerin torunları yeniden kalpak takıp, kırmalı kuşanıp voyvoda oldular, bayrak salladılar. Tarihin içindeki illetlere el veda demek o kadar zor ki, kap tutmak isteyen yaraları sürekli katmak ve kamçılamak istiyorlar. Korku karanlığında yaşamak bazıları için hayat tarzı olmuş ve kendilerini kurtaramıyorlar. Şahsen ben, daha önce düşmanlığın bir yaşam tarzı olabileceğine inanmıyordum. Fakat 1990’dan sonra kükreyen yeni Bulgar aşırı sol ve azgın sağcı ırkçıların gösteri ve eylemlerinde bunları gördüm. Evet, Nazı Almanya’sında Yahudi ve Çingene düşmanlık, insanları yakmak, öldürmek, yağlarından sabun yapmak, malını mülkünü, nişan yüzlüklerini çalmak nasıl yaşam tarzı, devlet ve parti siyaseti olabilmişse, işte öyle bir şey... Bulgaristan’da da 2016’da Türk Müslümanları ötekileştirme, devletten söküp atma, kör cahil bırakma, gettoların bataklığında boğma, devlet ve topluluk siyaseti, sol ve sağ uçların yem teknesi oldu. Bin yıllık dostlukları bir anda bitirmeye hazır tipler oluştu bizde. Bu siyaseti uygulayanlar ruhsuzlardır, halkına ve devletine ihanet eden suratsız tiplerdir. İhanetin insan ruhunu değiştirdiği gibi bir değişikliği ve iğrençliği en usta plastik cerrah bile yapamaz. 2016’da Bulgaristan’da suratsızlar ulusal konkuru olmasını bekledim. Ve bu yarışta Ahmet Doğan’ın birinci seçilmesini bekledim ve oldu. Kremlin Bulgaristan’daki istasyon şefi hainler koçuna madalya taktı. Anaların, kızların ve gelinlerin lanetini alan bu suratsızı 2016’nın en fazla lanetlenmesi gereken çirkefi ilan ediyorum. Tabii kokuşmuş bataklıktaki kurbağaları ve solucanları yemekle geçinenler de var. Bunlardan biri olan Türklüğümüz içindeki kemirgen, HÖH milletvekili ve Bulgaristan Bakû Büyükelçisi İvan Palçev, bir işe yaramayan ömrünün son kısmını Ahmet Doğan haininin ayak kaplarını cilalamakla geçirebilmek için bir “övgü kitabı” yazdı. Bulgaristan azınlıklarının çeki tuzağı “Bulgar Etnik Modeli”ni ve onun baş mimarını övdü. İnsan ne kadar ezilirse o kadar ehlileşir teorisine dayanarak, “az kaldı bakalım ne zamana kadar dayanabilecekler” sorusunu çı-


48

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

kardıktan sonra, “kaçıp gidecekler mi yoksa ölü gömülecekler mi?, Bekliyoruz!” sorusunu sordu. Bu utanç verici olaylar, hele şu sığınmacı olayları ve Yakın Doğu savaşları başlayalı Türkiye Cumhuriyeti’nin Avrupa’ya akmak için zor veren göç selini gemleyen siyaseti sayesinde huzurlu günler yaşandığı şu son yılda, iki yüzlülük, alçaklık ve geçmişlerinden kopamayan, belleklerine doldurulmuş zehirden arınamayan insanların zavallılığına bir çare bulunamaması çok üzücü oldu. Son dönemde en fazla düşündüğüm konu: Bir toplumun geçmişindeki illetlerden arınması acaba kaç kuşakta mümkün olup gerçekleşebilir sorusudur. Üstüne üstelik, Türk Müslümanlara karşı amansız hortlamalarla başlayan bu yılın şu Kasım Aralığında “kapalı kamplarda yaşayamayız! İsyan Ediyoruz!” ihbarında bulunup kaldırım taşlarını söken sığınmacı binlerin başkaldırısını yaşadık. Kanlı arbedeler bizi dünyaya en kara çizgilerle anlatan oldu. Bu bakıma ben, hem de 21. yüzyılda. Türk gibi komşuyu buldum, Alnıma süreyim deyip Allah’a Dua edeceğine, sınırlarımıza 3 metre yüksek dikenli telli örgüler germek için para dilenmeyle geçen Bulgar iradesini anlayamıyorum. Olayları hepten çığından çıkardı. Bugün Türkiye’miz Milli Seferberlik yaşıyor. Dört yandan terör saldırılarına hedef oldu. Can çekişen düşman anavatanımız içinde canlı bombalarla saldırıya geçmiş “ben ölmedim” diyebilmek için, çıldırmış, kurban almaya çalışıyor. Böylesi gergin bir ortamda, hepimizi rahatsız ettirip, huzur bozuyor, gerginlik yaşatan Suriye savaşı da alevlendikçe alevleniyor. Kayseri saldırısında şehit olan bir evladımızı Bayrampaşa’da toprağa verdik. Halkımızın toplu gözyaşlarında fışkıran kudrete hiçbir düşman dayanamaz. Düşmanlarımızı silahlandıran emperyalizmin hesaplarını suratına çakma zamanıdır. Bölgede bunu bizden başka yapacak yok. Hepsi sömürücü hesaplar peşinde, bu hesapları boşa çıkartmak bize düşer. FETÖ hezimetinden sonra iyice kudurdular. Silahı ve katilliği elden bırakmıyorlar. Memleketimizde yaşamak istemeyenlere kapıyı açalım kardeşler. İdamsa idam, darağacı ipleri katiller içindir. Komşu evi yanarken ortaya çıkan yeni gerçekler yüz karasıdır. Halep’te ateş kes sağlanınca zemin katlarda bulunan mühimmat sığınaklarında, savaşın daha 2 yıl devam etmesine yetecek miktarda füze ve mermi bulundu. Bunların hepsinin Bulgaristan - Sopot şehrindeki askeri fabrikalarında üretildiği ve düşmana verildiği ortaya çıktı. Bu gerçek, “barıştan ve dayanışmadan” söz eden Bulgar makamlarının iki yüzlüğüne büyük bir kanıttır. Yakında bugünün tarihi yazılırsa içinde özel olarak işlenecek kadar büyük ve iğrençtir. Bulgaristan bir NATO müttefikimizdir, komşumuzdur, hem sınırımızdır, kendisini sığınmacı selinden koruduğumuz bizim nezrimizde muhatap olduğumuz “dost” bir ülkedir


Makale ve Analizler - 2016

49

ve olaya bak, üzülür müsün, güler misin? İkiyüzlülüğün böylesini gece karanlığında mumla arasan bulamazsın. Taşlar kaldırıldıkça altından çıkan karayılanlar insanı ürkürtüyor. Gerçekten de 2016 yılı çok sıkıntılı bir yıldı. Kasım başında yapılan Cumhurbaşkanı seçimleri ile halk oylaması da bunu kanıtladı. Geçim darboğazında sıkışan ve kımıldayacak hali kalmayan Bulgaristan halkı, Avrupa Birliği ve NATO üyesi olmasına rağmen “siyaset değiştirme” kararında olduğunu açıkça dünyaya göstermiş oldu. Olay şöyle ki, insanlar ölüm kapıyı çalsa bile, susuz derede kafasını taşlara vura vura boğularak ölmeye çalışmaktansa, derin deniz suyunda dalgaların arasında boğulmayı tercih ediyorlar. Bu insanoğullunun doğasında olan bir değişmezdir. Biz sosyalizm döneminde omurgamızı doğrultamadığımızdan, başımızı kaldıramadığımızdan, zulmün belimizi kırdığından yakınsak da, bugünkü durumun çaresizliği, içine düştüğümüz işsizlik, açlık ve geçimsizlik sefaletinin kokuşmuş ve sivrisinekli bataklığında dolaşan yılanlar daha da büyük korku salıyor ki, sıra dışı olmayanlarımız geriye dönmek, terleyerek ölmek istiyor gibi. Hepimizin beyninde devrimler oluyor. Cumhurbaşkanı seçim barometresi geriye, yani Moskova’ya doğru tepişiverince her şeyi allak bullak etti. Hükümet düştü. Meclis dağılıyor. Kapıda erken genel seçim var. Ondan önce de siyasi sitem değişikliği isteniyor ki, durumun vaziyeti hiç de gönül açıcı değildir. Kafalar uğulduyor. Yollar tıkanmış. Öyle bir yerdeyiz ki, karar alamıyoruz. Kim ne derse desin, kimse sanki gerçekleri dile getirmek istemiyor. Gerçekler ise, ince hesapta, sistem değişikliği de dahil her türden tuzaklarla, Türkleri Sofya meclisinden çıkarmayı hedefliyor. En fazla oy alan kazanır (Majoriter) sisteme geçer ve seçimleri ona göre yaparsak, memlekette 30 bin oyla bir milletvekili seçilirken, bu diğer dış ülkelerde Türkiye’de 220 bin oyla bir vekil çıkarabileceğiz, oysa bize ancak 39 sandık hakkı tanındığına göre, yani biz Meclise kimseyi gönderemeyeceğiz bu defa. Görülen köy kılavuz istemez. Cumhurbaşkanımızın ulusal seferberlik çağrısı bu bakıma bizim için yüzde yüz geçerlidir. Çünkü kölelerin kelepçelerini kıracak güç, onların kendi iradesinde gizlidir. Biziö için sinsi planlar yapanları ancak bir geri püskürtebilir ve onların tüm hesaplarını boşa çıkartabiliriz. Son söz bizimdir. Bu durumda dış ülkelerde ekmek parası için bocalayan kardeşlerimiz, gelin hepimiz Mart Seçimlerine birlikte hazırlanalım! Ortak oyun kuralım. Mutlaka muzaffer olalım! Kardeşlerim, 2016’da bize kurulan tuzakların hepsinin üstüne basarak, onları ezerek ilerleyelim ve dikilelim Bulgar siyasi iradesinin karşısına, 620 bin oyla, 30 bin kişi bir vekil, dolduralım Sofya Meclisine, 20 vekilimizi seçelim ve kelepçelerimizi kıralım, kendi işlerimizin çözüm yolunu açalım.


50

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Anlaşılan, Bulgaristan’da emekli maaşları artacak bu rahmetten biz de oralarda ömür törpülemiş ana-babalarımız da birazcık olsun yararlanıp nasiplenebilelim. Bir olaya daha değinmek istiyorum. O da Deliorman’ımızda, Şeytancıkta, (Hitrino) köyümüzde patlayan akaryakıt dolu sarnıç tirenidir. Olanlar çok acıdır. 8 kardeşimiz öldü. Bütün köy halkı tahliye edildi. Hastanelere düştü. Ruh hastalıkları testinden geçti. Hayvanlar aç susuz haftalarca ahırlardai koyunlar sayalarda kaldı. Su elektrik kesildi. Hava zehirlendi dediler, oysa evlerimiz yıkıldı, dünyamız karardı, doğamız zehirlendi. Olan oldu. Bundan kötüsü olamazdı! BU öylesi bir patlama, öylesi bir yangın, öylesi bir yok olma, öyle bir korku ki, insanımızın ruhunu canından söküp alan ve kafasına var oluşu zehir eden, olmazlığı ebediyen yerleştiren tipten bir vahşetti bu... Birinci ve İkinci Dünya Savaşında yaşanmamış dehşetlerin de üstünde bir vahimlikti. Şehirlerimize Allahtan Rahmet dilerken, tüm tanıdıklara, dostlara, akrabalara başınız sağ olsun diyorum. Siz kadar biz de üzgünüz. Rabbim hepimizi korudu, verilmiş sadakamız varmış! Büyük bir tesadüf eseridir ki, bu 14 ölüm dolu vagon art arda patlamış olsaydı... Balkanların, memleketimizin, göbeğimin atıldığı yer olan o güzelim memleketim, Torlak Yusufların, Şeyh Bedrettinlerin, Demir Babaların, Lütfü Ahmetlerin, Koca Yusufların ve daha kimlerin kimlerin ata-vatan toprağımız kül olup gidecek ve Bulgaristan, Türklük ve dünya tarihinden silinip gidecektik... Atom bombası gibiydi paylama ve çok büyük bir tehlike geçti başımızdan. Cümlemize geçmiş olsun, güzel kardeşlerim! Ve çok acı bir gerçeğe daha değinmeden edemeyeceğim şu Utanç Yılında! Vagonlar üzerindeki sarnıçlar patlayınca, Başbakan başta olmak üzere “devlet” birazcık büküldü ve acaba bu trenler hangi devirden kalma demiryolu raylarının üzerinde tekerleniyor diye bakmış gibi oldu. Kardeşlerim, raylar Osmanlı çökmezden önce Abdülhamit devrinde Rusçuk - Kardam - Varna demiryolu döşenirken döşenmiş ve eğrile büküle, toprağa bata çıka vagonları taşımaya devam ediyor. Allah razı olsun! Ey Allah’ım sen ne büyüksün! Bir utanç yılı daha böyle geçti.


Makale ve Analizler - 2016

51

Edebiyatımızda Etnik Motifler - 2

BG-SAM-18.Aralık.2016

Düşüncenin en silinmez vasıtası yazıdır. Yazıyla kurulan minare edebiyattır. Totaliter sosyalizm döneminde (1972 - 1989) ulusal düşüncenin yerini yurttaşlık aidiyeti, daha doğrusu sosyalist yurttaşlık ülküsü aldı. Türk kimliği totaliter rejimin ilk yıllarında sosyalist Türk kimliği biçiminde gelişti. Her bunalımlı dönemde olduğu gibi zorla kimlik değiştirme kampanyası esnasında kimlik konusu yepyeni bir anlam kazandı ve son derece güncelleşti. Kimlik o devrede beliren “Çekmece edebiyatının” (yazılan ve basılmadığı için bir yerlerde saklanan eserler) ve demokrasiye geçiş döneminde işlenen konuların odak nokrası durumuna geldi. Zorla kimlik değiştirme politikasının ufuklarda belirdiği 70’li yıllarda Ahmet Şerif (1926 - 2006), Recep Küpçü (1933 - 1976), Nuri Adalı (1922 - 2004), Ömer Osman (1926 - 2006) ve başkaları konformizmi (uymacılığı) hiçe sayarak tehlike çanlarını çalmaya başladılar. Bütün yaşamını her zaman ve her yerde adaleti savunmaya adayan Nuri Adalı “Türk evladı yaşar her zaman umutla” diyerek bizlere güvence vermeye çalışıyordu. Benzeri uyarılardan dolayı aydınlarımız siyasi ve politik baskıya maruz kaldılar, hatta hapislere atıldılar. Recep Küpçü bu gerçeği şöyle dile getiriyor: “Bu işler böyle giderse, Ne dilimiz, ne geleceğimiz kalacak, dedim. Milliyetçisin, dediler.” Recep Küpçü kendine yöneltilen saldırılara yanıt olarak yazdığı “Ben Yabancı Değilim” şiirinde şöyle haykırıyor: “Babam ve annem senin toprağındadır Bulgaristan. Yabancı değilim ben, Türkoğlu Türk...” Geçen yüzyılın son çeyreğinde Ömer Osman’ın yaratıcılığının tüm konuları Türk kimliğimizi savunmayla ilgiliydi. “Buruk acı” ve “Uçurum” adlı romanları, öyküleri ve şiirleri Bulgaristan Türkünün kimliğini yitirme kavgasını, endişe ve çilelerini sergilemektedir. “Elifname” şiirinde şair, rejimin işbirlikçilerini şöyle yeriyor: “Anuttu Allahını, dilini, dinini, tarihini, Unutturmaya kalktı tüm yoldaşlarına, Bir püsküllü beladır kesildi başlarına,


52

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Türklüğü yok etmeye yönelikti tüm kini.” Türk kimliğimizi korumaya adanan ve totaliter rejim yıllarında yayınlanamayan “Çekmece edebiyatı” olarak adlandırılan yapıtlar demokrasiye geçiş yıllarında güneş yüzü gördüler. Bu yapıtlar yerli Türklerin ıstırap ve duygularını yansıtmaktadır. İşte Ömer Osman’ın “Köroğlu” adlı şiirinden bir beyit: “İnkâra kalkıştı Türk olduğumuzu Söndürmek istiyor bin yıllık mumu.” Birçok edebi yapıtta kimlik değiştirme ideolojisinin başlıca hedefi olan özel adlara içtenlikle bağlılık duyguları dile getirilmektedir. Sabahattin Bayram adı değiştirildikten sonra düştüğü psikolojik durumunu şöyle yansıtıyor: “İzlerimi yitirdiğim gün Gizlemli bir başlığa gömüldü zaman Öz saygımın burcumdan bir yıldız kaydı Türklüğüm prangalı. Mezarında babam bile yabancı oldu bana İzlerimi yitirdiğim gün.” Bu dönemde üretilen yapıtlar, anadilimize aşkla bağlı olduğumuza işaret ederler. Bu aşk duyguları Semiha Yılmaz’ın “Benim Türkçem” şiirde bir coşkun ırmak gibi akıyorlar: “Ne tatlı anadilim, Varım, yokum, gerçeğim, İlk aşkım, büyük sevgim, Dillerin gülüdür anadilim.” Halk ozanı anadilinden vazgeçmek istemeyenlere yapılan zulmü anlatıyor: “Anadilimiz için Mahpushanede çürüdüm ............. Dilim için vuruldum.” Yerli Türk halkının zorla kimlik değiştirme kampanyasına karşı kendiliğinden başlayan direniş hareketiyle, gösteri ve mitinglere katılanlara karşı kanlı saldırılarla ilgili heyecenlı olan birçok edebi yapıt bulunmaktadır. Ömer Osman “Mezar Başında” adlı şiiriyle gösteriler esnasında Kırcaali ilinin Kirkovo kö-


Makale ve Analizler - 2016

53

yünde şehit düşen 18 aylık Türkan’ın ardından dile getirilen endişeyi şöyle dile getiriyor: “Bir mezar görüyorum dağların ötesinde, Mezarın yakınında bir de mezar çağlıyor, Başında sessizce durmuş kız ağlıyor.” Sliven ilinden Yablanovo köylülerinin kahramanca direnişi Mülazım Çavuş’a ilham veriyor: “Çin duvarı gibi dikildik soykırımına karşı, Vız geldi bana Jivkovçuların 100 tonluk tankları, Sinende beslendi özgürlüğün yepyeni marşı, Gösterdim dünyaya neymiş kutsal insan hakları.” Süleyman Adalı “Mestanlı Meydanı” başlıklı duygusal şiiriyle bu meydanda düzenlenen (1984) gösterilerinin kolluk kuvvetlerince kana bulanmasını yansıtmaktadır: “Galleş ve sinsi bir oyunun son perdesi Ve Mestanlı meydanından Binlerce Rodoplunun ağzından bir şeyler yükseldi ....................... Temerküz kamplarıyla kuşatsan da bu yurdu, Doğup öleceğiz, ölüp doğacağız Çilemizin hesabını görünceye dek.” Bulgaristan Türklerinin direnişi, 1989 ilkbaharında gerçekten de kitlesel bir harekete dönüşüp sel olurken ülkemizde doğmakta olan demokratik muhalefet cephesinin önemli bir kolu durumuna geldi. Gösteri ve mitinglere tüm yerli Türkler katıldı. Eşine seyrek rastlanan bu hareketin edebiyattaki yankıları ilginçtir. Ali Bayram’ın “Mayıs Olayları” adlı şiiri bunun bir örneğidir: “1989 Mayıs ayı Bulgaristan Türkleri başladı isyana Yürüyüşler, mitingler yayıldı dört yana ...................................... Hak ve özgürlüktü Türklerin tek dileği” Direniş hareketinde birçok şehit düştü. Mümin Bekir “Son Ders” adlı şiirinde tutuklanan öğretmenlerini bekleyen öğrencilerin duygularını yansıtıyor:


54

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“Sıra sıra dizilmiş güneş yüzlü çocuklar .................. Sevdikleri öğretmeni bekliyorlardı bir köyde Oysa aylarca beklediler, o sevdikleri öğretmen ................................ Bir metre karelik zifir karanlık bir koğuşta Alkanlar içinde yatıyordu belki son nefesinde.” Haşim Akif, kimliği koruma savaşımında şehit düşenlerin kahramanlığını şöyle efsaneleştiriyor: “Zulme karşı ses oluştu güçlü, tiz Halka can verenler tarihte bir iz Hiç kalmasın diye Türklük ümitsiz Özgürlük yolunu seçti şehitler.” Türk halkının etnik kimliğini koruma savaşımına aktif katılanlar yargılanarak cezaevlerine ve temerklüz kamplarına gönderildiler. Bu fedailerin direnişi edebiyata geçti. Ömer Osman, Belene temerküz kampını “Fısıltı” adlı yapıtında şöyle anlatıyor: “Burası Belene Adası Ada baştanbaşa kana boyalı...” Şair Süleyman Adalı için ise burası: “Belene dedikleri Cehennemdir cehennem...” Düzyazı eserleri yazanlar da kimlik ve özellikle kültürel kimliğimizi savunma konusunda duyarlıdırlar. Yazarımız Ahmet Tımış öykü ve fıkralarında zorla kimlik değiştirme kampanyasında gelişen belirli olayları dile getirerek bu politikanın asimilasyon ve gayri insanı niteliğini sergilemektedir. “Ulu Meşe” adlı öyküsünün konusu, adların değiştirilmesine karşı çıktığı için kitapları toplatılıp tutuklanan bir öğretmenin başından geçenlerdir. Diğer öykülerinde yazar, öğretmen, köylü ve işçilere yapılan baskıyı dile getirmektedir. “Yasak” başlığını taşıyan öyküsünde zorla kimlik değiştirme kampanyasını örgütleyen ve uygulayan çevrenin baskı ve cezalarla Türk dilini yasaklama çabalarını alay ve istihza ile aktarmaktadır. Ne var ki, şiddet ve baskı tepkiler uyandırıyor, gösterilere neden oluyor. Benzeri bir gösteri Ahmet Tımış’ın “Düğünümüz var” adlı öyküsüne konu oluyor.


Makale ve Analizler - 2016

55

Gösteriye katılanlar yürüyüş esnasında “Biz Türk’üz!”, “Adalarımızı geri istiyoruz!”, “Özgürlük istiyoruz!” sloganlarıyla kimliklerini savunuyorlar.. Kaynak: İbrahim Yalımov

Eksik Olan Üçüncü Göz

Levent Rasimov-18.Aralık.2016

Konu: Patlamadan sonra hayret ve dehşet içinde donup kaldık. Buz Bulgaristan’da yaşıyorsak Bulgarlarla ortak hassasiyetimiz olmalıdır. Bu işlerin içinden zor çıkarız. Bana ve tanıdıklarıma öyle geliyor ki, Bulgaristan siyaseti derin derin düşünülen ve memleket ve halkın çıkarlarının göz önünde bulundurulduğu karar merkezlerinde değil, yolda, içkide, ziyafetlerde ya da eğlence mekânlarında alınıyor. Bu gidiş gidiş değildir. 10 Aralıkta Şumnu’ya bağlı Hitrino’da 14 doğal gaz sarnıcı yüklü bir tren katarında meydana gelen patlama, Deliorman’ı baştanbaşa sarstı. Bulgarların da yaşadığı bir Türk köyünde evlerin üçte birinin, tren garı, muhtarlık, okul, sağlık merkezi, fırın ve dükkânların bir patlamada yerle bir olması hepimizi çok korkuttu. Yardım etmek için arabalarımıza atladık patlama merkezine koştuk. Salmadılar, jandarma köyü kuşatmış. Ölüler bir yere toplanmış, yaralılar Varna ve Şumen hastanelerine nakledilmiş, yaşlılar ve çocuklu kadınlar devletin ilk yardım ve sığınma merkezlerine yerleştirilmişti. Asker arkadaşım Denizi aradım, çünkü evleri tren garına yakındı. Öğrendim ki yüzü, kulakları, gözleri tamamen yanmış kül olmuştu. Şumnu’da Ercan’a rastladım, onun da evi yerle bir olmuş. 18 yaşından beri İngiltere’de gurbetçiydi. 6 yılda topladığı parayla yaptırmıştı evini. “Bizim köyden köy olmaz artık kardeş” diyor. İnsanlar öyle korkmuşlar ki patlamadan, yangından, infilakın zincirleme üzerlerine gelmesinden. 14 sarnıcın hepsi toplasa Deliorman’ın yarısı yanardı. Toptan evsiz, köysüz, kasabasız, yurtsuz kalırdık. 60 metre küplük sarnıçların hepsi raydan çıkmış ve köyün içine doğru kıyıya vurmuş balık gibi uzamışlar. Sular zehirlenmiş, yollar derin bomba çukuru, köy kuşatılmış, sığırlar ahırlardan bağırabildikleri kadar bağlıyorlar, yuları koparak köyden kaçmış, ot, yem su veren yok. Koyunlar sayalara serilmiş kalmış. Köy çöplük, kabristanlık kokuyor. Tablo, İkinci Dünya Savaşında Nazi ya da Rus uçaklarının bombalanmış kasabaları andırıyor. Her yer


56

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

kapkara. Ayakta kalan elektrik direklerine konan karga biler tok. Hayatın öldüğü bir Türk köyümüz. Güçlükler aşılmaz değildir. Devlet yardım etse, hatta Avrupa Birliği felaketzedelere yardım eli uzatsa, işittiğime göre cep telefonlarından gönderilen SMS yerden de 1 milyon 500 bin leva toplanmış, her şeyi yanmış insancıklara en iyi kaynaktan su dağıtsanız ne değişir? Herkesin içindeki tedirginlik, uygusuz gözler, okul kitapları yanmış, soğuktan elleri morarmış çocuklar, hayret ve korku içinde donup kalan insanlara, ailelere, köye arka olacak hiçbir güç yoktur ve olamaz. Almanya ve Rusya ikinci kuşak savaş yaralarını saramıyor. Sokaklar sakat, kör, kolsuz, kulaksız yaşlılarla dolu. Özürlü insanlar içinde yetişen genç kuşak da özürlü yetişiyor. Bu olayların çok kötü bir yeni var. Birbirini izliyor. Trenler devriliyor. Vagonlar patlıyor. Sulama barajlarının duvarı bir anda açılıyor ve sel her şeyi götürüyor. Geçen yıl Mizya kasabası baştanbaşa su altında kaldı. Herkes acaba yarın ne olacak endişesi ve korkusu içinde... İçine kapanmış vatandaşlar ülkesi olduk. Sanki herkes bir şeyler bekliyor, ama ne? Su altında kalmayı... Uanarak ölmeyi... yoksa Lom kasabasına bağlı Miçur fabrikasında Yunanistan’dan taşınan İkinci Dünya zamanından kalma mayın ve bombaları sökme işindeki patlamada olduğu gibi bir anda 18 kişinin birden beraberce kül olması gibi bir mucize mi bekleniyor. Hepimiz birden yok olsak Of Şor Şirket sahiplerinin, Havay Adalarında ya da Seyşel’de kumar oynayan para kodamanlarının keyfi kaçar mı acaba. Bunu düşünüyorum. Çünkü bütün bu olup bitenlerden sorumlu olan Mafyadır, Oligarşidir, Yerli ve Yabancı soygunculardır, Ahmet Doğan, Sergey Stanışev, Saks Koburgotski gibi siyaset bozuntularıdır. Yazmaya utanıyorum. Hitrino’da 8 ölü var. Bütün köy yaralı, ömür boyu sarsıntılı, herkes gidip geliyor... Bu, 14 vagonlu trenin nereden nereye gittiği, bu yükü kime götürdüğü, devlet demiryolları ile sözleşmesi olup olmadığı, bu külüstür sarnıçlarla 1.150 ton akaryakıtı kime teslim edeceği, nereden yüklediği, çaldı mı, kaptı mi bilen yok. Aradan geçen bir buçuk haftada mal sahibinin sahibi işsiz bir sarhoş olan Güney Kıbrıs’ta bir Of Şor şirket olduğu ortaya çıktı. Bu şirketin sermayesi kime ait bilen yok. İmzaları kim attı onu da bilen yok. Birisini tutuklayacak olsan Of Şor’un Bulgaristan’da Ofisi ve adresi yok. Al birini vur birine. İşin en üzücü tarafı da, adı sapı olmayan, kimsenin tanımadığı suçlarda 8 kişi ölse, 15 kişi su altında kalsa, 35 kişiyi askeri fabrikada infilak öldürmüş o da hiç önemli değil sanki bir köy yansa ya da daha büyük bir olay olsa o da hiç önemli değil. Önemli olsa Başsavcılık hemen dava açardı. DANS suçlunun yakasına yapışırdı. Muhtarı uyku tutmazdı. Ölen ölüyor, köy yanıyor, bütün bir köyün hayvanları, tütünleri, ambardaki mısır, salmalıktaki sa-


Makale ve Analizler - 2016

57

manları yok oluyor, evler soyuluyor ve, Evet ve suçlular kol geziyor. Katliamları hep faili meçhul dosyası temizliyor. Yoksa bu bakanlar kurulu ve banaklar, meclis ve polis devleti babasının çiftliği sanmış ve istediği gibi kullanıyor mu? Yoksa bunlar hakikatte bizi oynatıyorlar mı?! Devlete yıldırım düşmez, Bakanlar kurulunu ya da meclisi su basmaz, fakat bizim memlekette Devletin Üçüncü Gözü Eksik ve bu devlet bu gidişle çöker. Bir devletin hep açık olan üçüncü gözü halkıdır. Bugün Bulgaristan halkı üçüncü gözünü kapamıştır. Halkımız bezmiş! Canına tak demiş! Devlet düşmüş mü? Düşecekmiş mi? Yıkılmış mı? Kimsenin umurunda değil. Ve en tehlikeli olan işte budur. Halkın devletini umursamazlığıdır en tehlikeli olan. Durum budur. Bu memlekette, değil GERB, değil sosyalistler, değil HÖH, Karadayı ya da şopar Doğan, yoksa eski Makedon asilerin bugünkü VMRO kabadayıları yoksa onlara benzer birileri olması hiç önemli değildir. Bu siyasi güçlerin hiç birisi Bulgar halkının üçüncü gözünü açamaz. İşlerin düzelmesi için halkın ilgisi tükenmiştir. En tehlikeli olan da işte budur. Hiçbir devlet TV’ler tarafından yönetilemez... Başka bir misale göz atalım: 5 gün önce Sofya’da “Roguzen” baraj duvarının patlamasından sorumlu ve suçlu olanların davası sonuçlandı. Bir tek kişi suçlu bulunmuş Tsvetelin Dimitrov adında bir vatandaş, turistik ziyaret esnasında baraj duvarının altında delik belirdiğini, duvarın su kaçırdığını, yer değiştirerek kaydığını görmüş ve resmetmiş, fotoları da devlete ihtar bildirimi olarak Devlet Su İşlerine göndermiştir. Sen misin bu gibi deliller toplayan (!) diyerek adamcağıza 1000 leva (500 Euro) ceza kesmişler. Ölüler, boğulanlar, su altında kalan bir kasaba, bu kasabada yaşayan insanların koyun, keçi ve tavukları, köpek ve kedilerine kadar her şey boğularak ölse, beşikte çocuklar bulanık sular altında can çekişse, bu olay oldu ama suçlu yok. Olan olmuş ve mahkeme kararıyla üstüne bir bardak soğuk su içilmiş ve olay bu... Mantıksa şu: Olanla ölenin önüne geçilmez! Mühimmat sökme fabrikasındaki durumsa çok daha vahim. Arkada kalan 50 metre derin bir kuyu. Kimse bir şey bilmiyor! Bilse de ne olacak? Oradaki Kutu İçinde Kutu, yamuş yumuş işlere birinci imzayı atan Boyko Borisov’un Birinci hükümetinde bakan olan, 6 Kasım 2016’da Cumhurbaşkanı seçimlerinde ise, askeri ticaret şirketleri tarafından arkalanıp Reformcu Blok adına Cumhurbaşkanı adayı gösterilen Trayço Traykov’tur. İkinci imza da 13 Mart 2013 ile 30


58

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Mayıs 2013 tarihleri arasında erken seçim hükümetinde başbakanlık yapan, halen İtalya Büyükelçimiz Marin Raykov’undur. Büyük sayıda ölü olmasına rağmen, yargılanan yoktur. Uzatmayalım. Bulgaristan alt yapısı tamamen çürümüş bir ülkedir. Alt yapının çürümüş olması hiç önemli değil aslında ama devletin üçüncü gözü olan halkın hiç bir şeye inanmaz ve hiçbir şeyi umursamaz olması kötünün kötüsü olandır. Yarın nerede ne olacağını söylemek mümkün değil. Bulgaristan’a ciddi bir göz doktoru gerek. Halkın gözünü açmadan bu gidiş durdurulamaz ve büyük kaza çok yakındır. Hitrinolu kardeşlerimize geçmiş olsun. Ölülerin yattı yer nur olsun, Allah yardımcınız olsun!

Bir çocuk hikayesi

Raziye Çakır-18.Aralık.2016

Sakarya Savaşları’nın ilk günleriydi. İstanbul büyük bir heyecan içinde savaşın sonunu bekliyordu. İstanbul Hilâl-i Ahmer Şubesi (Kızılayı), kendiliğinden İstanbul’da birkaç yerde Anadolu’ya bir yardım kampanyası başlattı. Şubelerin önünde uzun kuyruklar oluşuyor, herkes gönlünden ne koparsa veriyordu. “Yaz Tüccar Mehmet Bey, on lira lira.!”, “Yaz, Tapu Katibi Süleyman Efendi, yirmi lira.!”, “Yaz Defterdar Hasan Paşa, elli lira.!” diyerek herkes birbiriyle yarışıyordu. Bu şubelerden birinde, sıraya on bir, on iki yaşlarında bir de simitçi çocuk girmişti. O gün bütün simitlerini satmış, koltuğunun altına tablasını koymuş, diğer elinde de tablayı koyduğu sehpayı tutuyordu. Sıra ona geldiğinde yardımları toplayıp kaydeden Hilâl-i Ahmer memuru; “Sen ne arıyorsun burada. Çık sıradan.!” Diye çocuğu kovaladı. Çocuk sıradan çıkıp, gene en arkaya geçti. Sıra gene ona geldi. Hilâl-i Ahmer memuru gene: “Oğlum ne işin ver burada. Çık sıradan.!” diye bağırdı. Çocuk gene en arkaya geçti. Sıra gene ona geldiğinde; memur; “Gene mi sen ?” diyerek yüzüne sert sert bakınca; çocuk bu sefer gururla başını dikerek bağırdı; “Yaz Simitçi Ali, on kuruş..!”


Makale ve Analizler - 2016

59

Hilâl-i Ahmer memuru kalktı, göz yaşları içinde, o günkü bütün kazancını, bütün servetini ordusuna yollayan, o küçücük çocuğun ellerini öperek bağrına bastı.. Kimse endişelenmesin, Simitçi Ali’ler var oldukça bu millet yok olmaz...!!!!

Birisi Kalkmadan Öteki...

Rafet Ulutürk-22.Aralık.2016

Bulgaristan tek yönlü ve dönüşü olmayan erken seçim yolunda Bulgaristan’da 6 Kasım’da yapılan Cumhurbaşkanı seçimleriyle başlayan siyasi bunalım, meclis bunalımına büyüdü, şimdi de hukuksal bunalıma sıçramaya çalışıyor. Bu arada hükumet bunalımı devam ediyor. Bulgarların Avrupa Vatandaşlığı Parti GERB, Sosyalistler BSP ve Reformcular RB partileri hükumet kuramadı. Ortada hükumet kuracak adam da kalmadı... Çok önemli birkaç sebep sivrildi. 1- Başbakan Boyko Borisov 15 Kasım’da istifasını sununca sanki “bu iş benden Sorulur”, “bu işler bensiz olmaz”, “bu hükumet kurma işini yapsam, yapsam ben yaparım” havalarına girdi. “GERB partisinde benden başka başbakan olacak kimse yok” demesine itiraz eden olmadı. “Ben başka bir partinin hükumetinde başbakan olmam” dedi yine herkes sustu. Kuru haliyle 170 Kg. olmasına rağmen, ağırlığını arttırmak için, hükümet kurma görüşmelerinde telefona çağrıldığında hep arayan Donald Trump, Angela Merkel dedi. Oysa Büyükelçiliklerden arıyorlardı. Bizim siyaset amerikan sakızı gibi, uzatınca uzuyor. 2- Mayasında Türk düşmanlığı ve azgın milliyetçilik olan ve şu an “Ataka”, Makedon komitalarının partisi VMRO ve Bulgar sağ milliyetçi ırkçılarının siyasi yumruğu olan sözde “Yurtsever Cephe”nin birleştiği “Yurtsever Birlik” Cumhurbaşkanı seçimlerinin birinci tutunda %15 oy alınca iyice koltuk kabarttı. Öğrenebildiğimiz kadarıyla mecliste 18 sandalyeleri olmasına rağmen, 38 koltuktan söz ediyorlar yani siyasi iradeleri sallantıda olanlardan 20’sinin ruhunu satın alabilmişler. Son siyasi bunalımda en kötü olan aşırı sağ ve sol güçlerin popülizmi bir araç olarak kullanarak fakir ve sefil insanları boşu boşuna


60

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ümitlendirmesi oldu. Yalan söyleme, boşa sallama vb işlerde Hitlerin propaganda şefi Göbels bizimkilerin eline su dökemez. Adamlar üçe beşe bakmıyor. Her atışta tavan diyor. Emeklilere 1000 leva emekli maaşı yemi tuttu. Asgari ücreti de 430 levadan 1000 levaya çıkarma vaatleri de çok taraftar buldu. Bu konuda biraz derin düşünüldüğünde, sanki verilen vaatlerin dayanak noktası var gibiydi, çünkü Bulgaristan’a gelen sığınmacılar sözde kaloriferli ve sıcak sulu kamplara toplanıyor ve statüsü belli olanlara Avrupa Birliğinden 1.150 leva parasal yardım geliyordu. Üstelik 2015’te hükumet ödeme gerekçesi olmayan 3 milyar leva harcamıştı. Bu paralara 7 milyon 200 milyon levası çalınınca kapanan Bulgaristan Kooperatif Ticaret Bankası (BTK) borçları da dış borç alınarak aynı hükumet tarafından 3.5 milyar leva düzeyinde ödendi, iade edildi. Milliyetçilerin emekli maaşlara ve askeri ücretlere zam yapılması teklifleri kendiliğinden sandık dolusu oy topladı. Bu halk yardakçısı propagandanın içinde biraz da aşırı milliyetçilik tuzu vardı. Milliyetçiler, uzman hekimlerden Çingene gettolarına girmelerini ve sakatlık, özürlülük yardımı alanların yeniden muayene edilmesini ve özürlü kişilere verilen doktor raporlarının % 50 sahte olduğunu iddia ederek, bu kaynaktan para tasarrufu yapılmasında direnirken, kesilecek paraların, az gelirli Bulgar gruplara dağıtılmasını istediler. Uzun ve sert tartışmalı süren bu görüşmelerde milliyetçilerin ağır topları Volen Siderov, Valeri Simyonov ve Krasimir Karakaçanov 1.000 levadan 200 levaya kadar gerileseler de, Maliye Bakanı Goranov’un 161 leva olan asgari emekli maaşını, 162 leva yapmaya ikna edemediler. İstemeyerek yazıyorum, iyi ki gerilemedi, gerilemiş olsaydı bizim yüzsüz ırkçı - milliyetçiler GERB falan demeden, bütün siyasi sistemi masa altına tıkmaya hazır ve Naziler gibi “biz iktidara seçimle geldik” demeye hazırdı. İyice kudurdular. 3- Bakanlar Kurulunda beş Bakanı olan ve erken seçime gidildiğinde olabilir ya, halk meclisine bir daha giremeyeceklerini aklından geçiren, Reformcu Blok, hükumet kurmaya çok gayret etse ve rüyalarında başbakan koltuğu gören pek çok kişiye bakanlık vaadinde bulunsa da, düğümü çözemedi. Bu gidişle Reformcular hiçbir reform yapamadıklarına göre hayırlısıyla dağılırlar. 4- Sosyalist Parti (BSP) ise “erken seçim” dedi, başka bir şey demedi. Sözde Türklerin partisi olarak geçinen HÖH de seçim konusunda “Nuh dedi Peygamber” demedi. Siyasi bunalım topunun dönüp dolaşıp 21 Aralık sabahı Cumhurbaşkanı Plevneliev’e dönmesi ve onun kamuoyuna hitaben “Yeni Cumhurbaşkanı Rumen Radev bir başbakan ve bakanlar kurulu önersin ve ben hemen imzalamaya hazırım” demesi, siyasetçilerin kafasında Anayasal bunalıma mı tırmanıyoruz sorusunu doğurdu.


Makale ve Analizler - 2016

61

Olay şöyle ki, Bulgar Anayasasına göre, yeni seçilen yani seçim kazanan fakat görevine henüz başlamamış olan Cumhurbaşkanının “hükumet kurma, başbakan atama, meclis tatil etme” gibi hakları yoktur. Yani 13 Aralık 2016’da seçilen Radev, 22 Ocak 2017 gününe kadar “ne siyasi bunalımın aşılmasında, ne meclisin salıverilmesinde” Anayasa’ya göre, müdahalede bulunamaz. Şöyle ki, istifasını sunan ve istifası mecliste onaylanan Boyko Borisov hükumetinin yerine, erken seçime kadar görevde kalacak bir geçici hükumet atama yasal yetkisi ancak eski Cumhurbaşkanı Plevneliev’indir. Onun yerine Cumhurbaşkanı Radev’in seçildiği tarihten göreve başlayacağı güne kadar (13 Kasım 2016 - 22 Ocak 2017) yürütmeye müdahale hakkı yoktur. Ortada şöyle bir gerçek durum var. Bugün ve daha doğrusu 22 Ocak 2017’ya kadar Bulgaristan’da yasal yürütmeden sorumlu olan kimdir? Borisov kime hesap veriyor? Çünkü Boyko Borisov kabinesi istifa etmiş olsa da, aslında geçici seçim hükumeti atanmadığına göre ve 22 Ocağa “bir ay kaldı, zaman daraldı” gerekçesiyle Plevneliev’in geçici seçim hükumeti atamak istemediği dikkate alınırsa ve hükumetin değişik ayak oyunlarıyla kendine hayat hakkı tanıdığı düşünüldüğünde, bugün Bulgaristan’ın kimin siyasi sorumluluğunda olduğu belli değildir. Siyasi sorumluluğu taşıyan makam yok... Şu da var. Borisov hükümetinin istifası mecliste onaylanmış ve bugünkü hükumet halk meclisine hesap vermek zorunda değildir. Görüldüğü üzere, yanıp kül olan Şumnu’ya bağlı Hitrino köyünde akaryakıt dolu sarnıç patlamasından, 7 kişinin ölmesinden ve bütün köyün tahliye edilmesinden sonra, olup bitenler hakkında milletvekillerine hesap verecek bakan yok. Sorular yağsa bile, meclisin tatil ettiği bakanlar kurulunun Genel Kurula hesap vermesi yasa dışıdır. İşte böyle bir “zamansızlık”, “sorumsuzluk”, “hesapsız kitapsız bir kesitte” yaşıyoruz. 1990’dan beri, bizde iki defa Cumhurbaşkanı kaprisi tutmuştu. Birincisinde 1 US Doların 37 leva olmasına seyirci kalan BSP-li Başbakan Jan Videnov hükumeti düştüğünde, Cumhurbaşkanı Jelü Jelev geçici seçim hükumeti kurma görevini kime vereyim diye 2 ay düşünmüş ve en sonunda Stefan Sofyanski’yi atamıştı. Cumhurbaşkanı Petır Stoyanov ise, seçim kazanmış olmasına rağmen, sosyalistlerin Başbakan adayı Kiril Dobrev’e hükumet kurma hakkı vermemişti.


62

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Şimdi ise benzeri hiçbir dönemde görülmemiş “hiçbir makama hesap verme zorunlu olmayan, yaptığı yaptık kestiği kestik” bir hükumet döneminde yaşamak zorundayız. Bu durum bir Anayasa ihlali değil midir? Anayasa Cumhurbaşkanına ülkeyi hükumetsiz bırakma hakkı tanıyor mu? Yoksa herkesin aklına eseni yaptığı bir ülkede cumhurbaşkanının keyfi hareket etmesinde yadırganacak bir şey yok mu? Biz bir AB ülkesiyiz. Brüksel AB üyesi 27 ülkeden birinde başbakan ve bakanlar görev başında olmayınca kiminle temas halindedir diyorsunuz! Yoksa bu gemi otomatik vites ve otomatik dümen yolunu kendisi mi seçiyor?! Baş aşağı Uzayan Sarmal. Eskisi kalkmadan yenisi oturamaz. Cumhurbaşkanlığı düzeyinde bu mantıkla derinleşen bunalım, siyaset ve meclis bunalımı şeklinde çözümsüzlüğe teslim olmuştur. Öte yandan Cumhurbaşkanının Anayasaya dayanan karar almaması ve çözüm önermemesi anayasal bunalıma kapı açıyor. Tüm bunlarla birlikte bütün siyaseti ve seçim önü ortamını baştan aşağı sarsıp karıştıran Halk oylaması sonuçlarının ortada kalması var. İşte bu noktada “bana ne” diyen 240 milletvekilinin ilgisiz tavrı nefes kesiyor. Sözde GERB partisi bir “halk oylaması sonuçlarını tamamen destekliyoruz” dedi, fakat seçim yasasında değişiklik isteyerek, 26 Ocak 2017’da yapılacak seçimlerin yüzde yüz majoriter (çoğulcu) sisteme göre yapılmasının yasallaştırılmasına direnmiyor. Hatta halk oylaması (referandum) sonuçları Genel Kurula taşınmadı. Parlamentoda görüşmeye açılmadı. Komisyonlar ve tüm uzmanlar ekini Noel ve Yılbaşı tatilini birbirine eklemişler, yeni iş yılı 3 Ocakta başlayacak. 22 Ocakta yeni Cumhurbaşkanı Radev’ın eski meclisini tatil edip erken seçim demesine cumartesi ve pazarlar da dahil topu topu 12 iş günü var... Öte yandan Halk Oylamasının girişimcisi olan Slavi Trifonov yönetimindeki bağımsız vatandaş grubu, milli kamu denetçisi (ombudsman) Maya Manolova öncülüğünde oy kullanan 2.5 milyon seçmenin ortak iradesinin yasallaşması için Sofya İdare Mahkemesine başvuruda bulundu. Mahkemenin olumlu karar alması halinde, 26 Mart 2016 seçimleri eski yasaya göre, orantılı (proporsiyonal) sisteme göre yapıldığında, Anayasa Mahkemesi seçim sonuçlarını tanımayabilir. Bu arada, son günlerini yaşayan 43. meclis, 2.5 milyon seçmenin 11 levadan 1 levaya indirilmesini istediği partilere yapılan devlet yardımları için 2017 bütçesinden 34 milyon leva ayırdı. Halk iradesini tanımayan ve referandum sonuçlarını kabul etmeyen, erken seçimlerin çoğulcu sisteme göre değil, içinde çoğulculuk kokusu olan orantılı (eski) sisteme göre yapılmasını isteyen BSP, DPS,


Makale ve Analizler - 2016

63

YB, Reformcu Blok vb partiler şöyle bir formül etrafında kilitlenmeye çalışıyorlar. Devlet yardımları ilk 100 bin oy için oy başı 11 leva; İlk 200 bin oy için oy başı 10 leva; İlk 300 bin oy için oy başı 9 leva; 400 bin oy için oy başı 8 leva; İlk 500 bin oy için oy başı 7 leva; İlk 600 bin oy için oy başı 6 leva; İlk 700 bin oy için oy başı 5 leva; İlk 800 bin oy için oy başı 4 leva; İlk 900 bin oy için oy başı 3 leva; İlk 1 000 (bir milyon) oy için oy başı 0.11 leva ödenmesini ve oylar çoğalsa da bu 0.11 levanın aynı kalmasını öneriyorlar. Böylece küçük partiler devlet parasıyla ayakta kalması amaçlanıyor. Sözün özü eski Cumhurbaşkanı kalkıp yerine yenisi oturmadan; Erken seçim hükumeti kurulmadan; 43.halk meclisi dağılmadan; Seçim kanununda değişik yapılmadan; Çoğulcu seçim sistemi uygulanmadan sarmal baş aşağı uzamaya devam ederken, birkaç aydan beri kendine yer yapan ve geçen kıştan kalan kar gibi yerini pek beğenen siyasi bunalım ve bir o kadar da derinleşmiş ve yerinden tepişmek istemeyen parlamenter kısırlık ve kriz; Anayasa Mahkemesi, Yüksek İdare Mahkemesi gibi her konuda “pas” ve “bakarız görürüz” ilkesine bağlı devlet kurumları her konuda yerinde saydıkça büyük sel bile gelse bizim bunalımı ne götürebilir ne de yerinden tepiştirilir. Son zamanda en fazla dikkat çekici olan ise, siyasetçilerin her konuda aynı sözlerle aynı cümleleri kurup aynı bohçaya sarmalarıdır. Belki de hatırlarsınız, eskiden bizim kibrit kutularının içinde tam 50 baş kibrit vardı, ne 49 ne de 51, işte öyle bir ortamdayız, kutu kibritlere göre, kibritler de kutuya göre yapılmış. Hiçbir başı çakmazsan kutu hep dolu kalır. Hiçbir değişiklik istemedikleri bir yana hiçbir iş yapmak da istemeyen adamlarla iş yapmak çok zor. Gördüğünüz gibi seçim dedik, halk oylaması dedik ve daha neler neler söyledik, fakat aklımızda sanki hep şu vardı: “Yorulur, acıkır, susar, verirsin mamasını, yatar!” Öyle olmadı mı demek istemiyorum. Öyle olmasını istediler, diyorum.


64

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Hangi Birini?

Neriman Eralp Kalyoncuoğlu-23.Aralık.2016

Konu: Hiçbir şey hiçbir zaman unutulmayacaktır! Rodopların özgürlük şehirlerine Hainliğin türlü çeşidi var. Devrimin de bin bir çeşidi var. Karıncalar gibi, Atlısı başka, yayası başka... Hayallerimiz gerçekten bambaşkaydı. Emellerimizde karıncaya yol vermek vardı. Üretim araçlarını değiştirmekse devrimlerin son amacı, Biz çapalarımızdan memnunduk. Üretim ilişkileriyse devrimlerin en üst amacı. Biz kendi kendimizi idare ederken mutluyduk. Bir tek yasakların kaldırılmasını istemiştik. Çünkü toplum pirelenmişti yasaklardan. Türk olmamızı yasaklayan yasaklar kaldırılmalıydı. Anası evladını anadilinde çağırabilmeliydi ve Çekişebilmeliydi öz dilinde yürekten severken. Sarılabilmeliydi boynuna bayramda. Doğurmuşsa bir Türk ana, Türk ana olabilmeliydi. İstediği yok denecek kadar azdı. Hor görülmese Ekmek su istemez Kendi kendine de olabilirdi. Kimseye el açmadan, boyun eğmeden yaşamaksa mutluluk Kanatlarında motor takılmadan, bir kuş gibi uçabilirdi.


Makale ve Analizler - 2016

65

İşte bu başına buyruk yüksek uçuş, Hem anasına hem de evladına çok görüldü. Her şeyi bilmeleri ve her şeyi bozmaları adetlerindendi. O sabah üç bin kişinin şahitliğinde kurşunlanan Türkan kız Onun kalbine atılan kör kurşun, yalnız ona değil, Arkasına gizlendikleri kalkanların hepsine birden, Sosyalizme, Marksizm’e, hümanizme, insan kardeşliğine, barışa ve özgürlüğe çekilmişti. Yapılan tek yollu, vicdansız, alçakça bir hainlikti. O kurşunun o sabah açtığı yara açık kaldı, Asla kapanmadı... Ve o yara kanadıkça Sen ne dersen de, Doğuştan ölüdür vatan sevgin, hoşgörün, Demokrasin de, özgürlüğün de Türkan bebeğin kalbine saplanan kurşundan Marks mezarında döndü. İnsan kardeşliğinden söz edenler intihar etti. Çocuklara kurşun çekildi. Yaşam hakkı mateme girdi. İnsan haklarının en kutsalı: Gözyaşı dökmeden ölme hakkı. Türkan kız ağlamadan öldü. Dava hainliği, kimlik hainliği, hürriyet hainliği, demokrasi hainliği türedi. Hainliğin türlü çeşidi olur deyenler haklıydı. Türkan kız hayattan henüz hiçbir şey istememişti. Bu katliam hainliğin en büyüydü. Türkan bebeği tek kurşunla öldürenler neyin haini? Tutuklanıp yargılanmadı! Emir kuludur dendi.


66

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) Öyleyse emir veren neden dava edilmedi? Hainlerin yaşadığı yerde Hürriyetler ölüdür. Demokrasi mezarda, Adalet raftadır. Bebek haini, isim haini, dil haini, aydınlık haini veya insanlık haini?? Hainlikse aldığın maaş, Göğsündeki madalya ise hainlik... Haindi yazsın mezar taşına, hainler mezarlığında... Emel etmiştim, Vatanımdan hainliğin ebediye sökülmesini Ama hangi birini? Hainliğin de bin bir çeşidi var. Hangi birisini?

Gönüllü İhanet...

Alptekin Cevherli-23.Aralık.2016

Haini bol olan ve okullarında hain yetiştiren istisna ülkelerden biriyiz sanırım. İnsanımız okudukça daha mı bir kendi ülkesinden nefret eder hale geliyor bilmiyorum ki? Ya eğitim sistemimizde bir hata var, ya da millet olarak bizde bir sorun var... SSCB zamanında Varşova paktı ülkelerinde yaşayanlar anlatıyor: “Biz akşam haberlerde sadece bu yıl filanca bitkinin rekoltesi şu kadar arttı, falanca malın yerli ikamesi üretildi, filan vatandaşımız bilmem ne ödülü aldı diye izlerdik. Trafik kazası haberi bile verilmezdi. Yeter ki vatandaş ülkesinin başarılarıyla gurur duysun anlayışı verilirdi.”


Makale ve Analizler - 2016

67

Doğu bloğu böyleydi de Batı bloğu farklı mı? Her Amerikan filminde en az 10 kez, dalgalanan ABD bayrağı görmüyor musunuz? ABD başkanları dünya barışı için ilkelerinden taviz vermeden irade ortaya koymuyor mu? Kimsenin haberi olmadan bir ABD’li dünyayı uzaylılardan, Ruslardan, teröristlerden ve hatta İslâm’ı temsil ettiğini iddia eden eli silahlı kişilerden kurtarmıyor mu? Her filmde defalarca olmayan “Amerikan ulusu” ifadesi geçmiyor mu? Hint filmleri de böyle, Avrupa filmleri de, yalan mı? Herkes kendi ülkesini yüceltmeye çalışırken, biz nasıl hain yetiştiriyoruz? *** Bir gazeteci ağabeyimin 2003 yılının 8 Ocak akşamı dönemin Genel Kurmay Başkanı Hilmi Özkök’e sorduğu soru şöyleydi: - ABD’nin Irak harekât plânlarına Türkiye üzerinden ama Türkiye’nin çıkarları adına değil, Amerikan çıkarları adına yaklaşanlar var. Bir psikolojik harekât uygulanıyor. Yalan haberler üretiliyor. Sadece bu konuda değil, bütün millî meselelerde, Türkiye’nin direncini kırmaya çalışanlar var. İki televizyon kanalı sabahtan akşama kadar bu yönde yayın yapıyor. Bu, Türkiye’ye yönelik bir psikolojik harekâtsa, bununla nasıl mücadele edeceksiniz? Orgeneral Özkök şöyle cevap vermişti: - Amerika böyle bir olaya başladığında, iki - üç sene önceden başlıyor. Belli yazarları maaşa bağlıyor, belli yazarlara yazılar yazdırıyor, kitaplar yazdırıyor, medya kuruluşları vasıtasıyla psikolojik harekâtlar yapıyor. Ancak psikolojik harekât, her zaman topyekûn bir faaliyet olarak karşımıza çıkmaz, belli hedefe ulaşmak için de bu tür harekâtlar yapılır. *** Bugün ülkemiz ve dünyamız çok ciddi bir dönemden geçiyor. Bu durumda halkın doğru bilgiye ulaşması ve yabancı ülkelerin dış manipülasyonlarına karşı savunulması çok önemli bir ihtiyaç oluşturuyor. Bu durum ise demokrasinin 4’üncü kuvveti olan basına büyük görev yüklemektedir. Basın millî amaçlarla ve bilinçle hareket ederse yani milletini dünyaya öncü ve örnek etme azmiyle dolu olarak çalışırsa, o ülkenin çok kısa bir sürede dünyada hak ettiği yere ulaşması işten bile değildir... Ama ya basın işgal altındaysa? İşte, o zaman yandı gülüm keten helva... İşgal bazen o kadar vahim oluyor ki, başta eski genel kurmay başkanının dediği gibi bazen bizzat para karşılığı ihanet şeklinde olduğu gibi, bazen yabancı


68

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

vakıflar ve onların yerli uzantılarından nemalanma şeklinde oluyor. Bazen de el güzelliği ile düşmana yaranma şeklinde de gerçekleşebiliyor. Ve genelde de bu en kötüsü oluyor! *** Yanımda görev yapan bir stajyer gazeteci vardı. Dünya üzerindeki uyuşturucu ticareti ile ilgili bir yazı dizisi hazırlıyorduk. Dünyadaki uyuşturucu ticaretinde kendini süper güç zanneden ülkelerin istihbarat servislerinin elde ettiği uyuşturucu parasından ve bunların uyuşturucu gelirleriyle yaptıkları uluslararası operasyonlardan bahseden bu yazı dizisinde, bir fotoğraf vardı. Yazı dizisi için ABD kaynaklı internet sitelerinden de bulduğumuz fotoğrafları seçtik. Fotoğrafların birinde ise uyuşturucu kullanan bir kızın elinde, üzerinde “Made in USA” yazan bir jilet vardı. Kız bu jiletle uyuşturucu tozu bölüyordu. Fotoğrafı grafik bölümüne gönderdik. Stajyer öğrenciye daha önceden tasarlanmış olan sayfayı, sayfa sekreteri hazırlarken nezaret etmesini söyleyip, masama dönüp çayımı yudumlamaya başladım. 1 saat kadar sonra taşra baskısının kopyası önüme geldiğinde gözlerime inanamadım! Jiletin üzerindeki “Made in USA” yazısı yoktu. Grafik sorumlusu arkadaşı aradım, orijinal resmi neden değiştirdiğini sordum. Verdiği cevap ile şoke oldum. Stajyer gazetecinin kendisine telefon ettiğini ve fotoğraftaki malûm yazının çıkartılması için benim talimat verdiğimi kendisine söylediğini iddia etti. Çocuğu çağırdım. Grafikerin dediğinin doğru olup olmadığını sordum. Verdiği cevap gerçekten de dehşet vericiydi: - Ağabey grafikçi doğru söylüyor, ben söyledim. Çünkü sana “Made in USA” yazısını çıkartalım desem kabul etmezdin. Ben ise ikimizi de kurtardım. - Nasıl yani, neden kurtardın ki? - Dünya hali bu ağabey, yarın öbür gün ne olacağı belli olmaz. ABD’ye gitmemiz gerekebilir. Eğer bizim imzamız olan bir yazıda ABD aleyhine bir şey olursa vize alamayız. İleride buradan ayrılırsak, rahat iş bulamayız. Ben ikimizi de kurtardım(!) Yorum sizin...


Makale ve Analizler - 2016

69

O Zaman Tek Yürektik

Dr. Nedim Birinci-24.Aralık.2016

Konu: Yıldönümü kutlamaları şanlı davaların şeref günleridir. O Zaman Tek Yürektik 1984’ün bocuğu bugünden soğuktu. O gün bu gün o buz kesmiş günden 32 yıl geçti. Ortalama 365’ten hesaplasak tam 11 bin 680 gün eder. Ve o sabahın sert soğuğunu unutamadığımız gibi, o gün bizden canımızın istendiğini ve verecek bir şeyimiz yok değişimizi, yumruklarımızı sıkmış, gözler kıvılcımlı, suskun yürüyüşümüzü, kuru çöplü tütün tarlalarının içinden akışımızı asla unutamam. O zaman terk yürektik. Karşımıza devlet, askeri, polisiyle, partisi, komsomollu ve vatan cephesiyle dikilmiş canımızı istiyordu. Bütün bir halkın, binler cemisin, milyonlar camızın, henüz doğmamış olanımızın, kemikleri mezarda çürümüş olanlarımızın ruhuna talepti. Biz canlılar yürüyorduk. O zaman tek yürektik. Göçebe kuşlar gibi yuvalarımızdan uçmuş, yürekler kanat çarpıyor, havalandıkça havalanıyor, soğuk bocuk sabahının buzlu havasını nefes edip yürüyorduk. Nereye gittiğimizi bilmiyorduk. Sanki tarihimize dönüyorduk. Yer yarılsa içine girmeye hazırdık. Bizim kimliğimiz tarihti ve başka bir kimlik ve farklı bir gelecek istemiyorduk. O zaman tek yürektik. Bize hiç kimsenin hiçbir şey anlatmasına gerek yoktu. Evlerinizden, köyümüzden hep birlikte çıktık çıkın, bize hava çok sert, konçlu çorap giyin, başınıza atkı alın, takkelerinizi unutmayın, yaşlılar iki değnek alsın, yolumuz uzun, biri kırılırsa ikincisiyle devam eder, deyen olmadı. Ama herkesin aklında sanki o Çoban Oğlan masalı vardı. Okyanus geçerken lokmalar bitmiş, verecek bir şey yok, canlarını istemişti kuzgun. Verecek canları yoktu. Aynı topraklar üzerinde, aynı dağların arasında, aynı rüzgârların şiddetine birlikte göğüs gererek yaşamak zorunda olsalar bile, kendi canları kendilerine aitti, dillerinden dinlerinden yaşayışlarından, geçmiş ve geleceklerinden örülmüş canları ruhlarında yaşıyordu ve onu asla ve ne pahasına olursa olsun hiçbir kimseye veremezlerdi. İstenen bir avuç tuz, bir bardak şeker, bir tas un değil, canları, ruhları, kimlikleriydi. Türk doğmuşlar, Türk evlat doğurmuşlar ve Türk olarak ölmek istiyorlardı. Ve öldüler.


70

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Onlara karşı büyük bir katliam işlenmişti. Şu çok ayan ve iyi bilinmelidir. Adına “soya dönüş” denen çirkeflikle biz 1984 bocuğundan 1989’a kadar yüzleşmedik. Halkımız başa gelecek olanın kokusunu daha 1960’larda almıştı. “Soya dönüş” bir soykırım biçimidir. İlk tüfek Ribnevo köyünde patlamıştı. Tarihte görülüp işitilmemiş eziyet, işkence ve zulümle söküp alınmak istendi canları - adları, baba ve ana adları, soyadları, Allah sevgisi, öz kültürleri, namus ve inançları ve daha neleri varsa. Geçen asrın ikinci yarısında döverek insan canını çıkarma işi Nevrekop (Gotse Delçev) belediyesine bağlı bu köyde başlamıştı. Fakat zulmün en ağırı o zamanlar Sofya eyaletine bağlı Kornitsa köyünde yaşandı. Yıl 1973’tü. Köyü 3 bin asker ve polis, zülüm etme gönüllüsü, hain sivil sardı. Kışın en ağır günlerinde, hayata korkmadan ısınmak için köy ortasına büyük bir ateş yaktılar. 3 ay evlerine toplanmadılar. Ölümü ateş başında beklediler. Onlar tek yürektiler. Adlarını, dinlerini canlarını vermek istemeyen Müslüman Pomak köylülere, çocuk ve yaşlılara, hamile kadınlara ve iki büklüm nenelere ateş açıldı. 5 şehit düştü, 80 yaralı, 10 yiğide 3 yıldan 12 yıla kadar ağır hapis cezası kesildi, 14 aile ve ayrıca 13 kişi de bireysel olarak çok uzak yerlere sürgün edildi. Onların sevdası birdi. Türk doğmuşlar Türk ölmek istemişlerdi. Kornitsa köy katliamına binlerce delil vardı. Dava açılmadı. Tutuklanan olmadı. Hep yeni mezarlar açıldı ve insanlarımızın acı ve kaderi derine gömülerek unutturulmak istendi. Bu olaylar gözyaşı damlalarını saymakla anlatılacak türden değildir. İşte Kornitsalı Karahalilov kardeşimizin devlete başvuru yazısı. İşte öldürülen kardeşlerimizin isimleri: Hüseyin Hasanov; Muharrem Muharremov; Salih Mustafaov. Muharrem Hacıbekirov hapishanede öldü. Birçokları kapanmayan yaralarından öldüler. 28 Mart 1973’te komşu köy Breznitsa’da da 2 Pomak öldürüldü. Karahalilov’un devlet büyüklerine gönderdiği yazılı başvuruda “2 saatten daha az bir zamanda köyümüzde 20 çocuk öksüz kaldı” deniyordu. En ufağı 2, en büyü de 17 yaşında olan 6 çocuklu bir aile bir anda anasız babasız kaldı. Aynı başvurudan okuyoruz: Babamız sabah işe çıktı ve bir daha dönmedi. 2 saat sonra muhtarlığa çağrılan annemize babamızın kurşunlanarak öldürüldüğü bildirildi. Naaşları verilmedi. Şehirlerimizi gömemedik. Devlete gönderilen “Bizim Babamız Nerede?” mektubunu Hüseyin Hasanov Karahalilov’un eşi, 4 kızı ve 2 oğlu tarafından imzalanmıştır. Bu katliamı anlatan kitaplar yazıldı, yazmak ne dertlere ne acılara mehlem. Biz o zaman tek yürektik.


Makale ve Analizler - 2016

71

Ne yazık ki, son yarım asırda Bulgaristan’da gerçekten utanma ve sorumluluk duyup tiksinme duygusu gelişmedi. Ne mecliste ne iletişim ortamında, ne de yazılan kitapların yazarlarında olmadı bu. Tartışma açıyorlar hiç çekinmeden ve utanmadan. Konu: “soya dönüş” yüz karası gerçekten daha 1960’larda mı mayalandı, yoksa birden bire mi parladı? 1984 bocuğu - 1985 - 1989 döneminde verdiğimiz şehirlerin isimlerini sıraladığımızda duraksıyorlar: Ravenli Mümün Mustafa; Gorno Dülevo’dan Mustafa Ömer; Leskovolu Salimehmet Ramadan; Golyamo Gradişteli Mustafa Amin; Ve bugünü şehitleri gözlerimizin önündedir her zaman: Tarih 26 Aralık 1984 kığlı (Benkovski) köyünde birisi 17 aylık Türkan bebe, 3 kişi kurşunlanarak öldürüldü. Gruevo köyünde 2 şehit daha verdik. Zulüm çığ o zaman yuvarlandı. Kırcaali Milli Emniyet binasının 4. katından Osman Mehmedov baş aşağı atıldı. Murtaganovo köyünde Nurullah Halil yaralı düştü. Öldü dediler ve devlet sicilinden silindi. Kırcaali köylerinden tırmanan zulüm Koca Balkan’ın Kotel Belediyesi yaylalarına çıktı. Filaretovo köyünden İbrahim Çetin isim değil can almaya gelen zırhlı aracın altında kaldı. Ablanlar (Yablanovo) köyü şehitlerini kim unutabilir. Bu köyde 5 bin Türk yaşıyordu. Köy öyle bir ana-baba günü yaşadığı ki, terör furyası geçtikten sonra 330 Türk kalp ve beyin inmesinden gitti. Hepinizin yarasını bir daha eşmek istemediğim için burada kesiyorum. Biz bir soykırım yaşadık. Canımızı almak istediler. Dayandık. Çünkü biz o olağanüstü ağır dönemde tek yürektik. Soykırım konusunda Bulgaristan Cumhuriyeti Ceza Kanunu’nun 416 maddesinde ne yazıyor bilir misiniz? Aynen veriyorum: “Belirli bir milli, etnik, ırksal veya dini grubu bütünüyle veya kısmen yok etmek amacıyla saldırıda bulunulduğunda....soykırım için öngörülen ceza 10 ile 20 yıl arası hapis ya da idamdır.” İyi yazılmış ama uygulayan yok. İşte bugün dün köylerimizi basıp bize ateş edenlerin bugün “Ataka”, “Yurtsever Cephe”, VMRO ve “Yurtsever Birlik” gibi sözde partilerin, aslında faşist çetelerde birleşmişler ve yeniden baş kaldırıyorlar. Biz bugün de huzurlu değiliz. Huzursuzluğumuzun birinci sebebi, bir bugün tek yürek değiliz, Ahmet Doğan gibi hainler bizi parçaladılar, birçoğumuzun kafasını Moskova’ya doğru al-


72

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

çılamaya çalışıyorlar, hafızamızı boşaltıp içine zehir sıktılar, bizi vatanımız halkıyla düşman ettiler. Gün, “soya dönüş” katliamları suçlularından hesap sorma günüdür. Buna engel olan en büyük haindir. Bu yüzkarası olayın kökleri 1960’lara, hatta faşist Bulgaristan dönemine uzanıyor ve çatır çutur sökülüp yok edilmelidir. Bu toplum başka türlü asla huzur bulamaz. Bu devlet kendi kendini bitirmek zorundadır. Bu dava hepimizin ortak davasıdır. Çileler, zulüm, acılar ve kahramanlıklar paylaşılmaz. Ortak çekimizden kalkıp ortak yarınlara birlikte uzanmak ve yücelmek zorundayız. Biz o zaman tek yürektik Türk ruhunun öldürülmek istendiği yerde bugün Türkan Çeşme - Gözyaşı Çeşmesi akıyor. O gün bugün, çeşme 32 yaşında ağlamaya devam ediyor. Çanağından su için kurt kuş bu bitmeyen acıyı paylaşıyor. Ve her yıl aynı gün aynı yerde tütün tarlalarının arasında şehitleri anma, onurumuzu, Türklüğümüzü ve Türk geleceğimizi yaşatma mitingleri düzenliyoruz. Dünyanın dört bin yanına dağılan Ayaklanma kahramanları bir araya gelip dualar ediyor, ruh biliyorlar. Bulgaristan Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği BULTÜRK Genel Başkanı Rafet Ulutürk, Yönetim Kurulu üyelerimiz, Türklüğü yaşatma davasına katkısı olan tüm kardeşlerimiz hepinizi kutluyoruz. Şehitlerimizin yattığı yer nur olsun. Başlar dimdik yukarı kardeşlerim. Biz o zaman tek yürektik, bugün de tek yüreğiz. Zafer bizim olacak!

Şehitlerimizi Anarken

Osman Bülbül-24.Aralık.2016

Konu: Bu direniş senin öz davandır, Ey kardeş! Bulgaristan Türklerine yapılan zulmü 1990’ların ilk Cumhurbaşkanı Yardımcısı Blaga Dimitrova şöyle değerlendirmişti: “..Öz adın!... Adın dünyaya karşı yüzündür senin. Baba adın! Topluma seni bu adla kabul ederler...


Makale ve Analizler - 2016

73

Soyadın senin soy zincirine katılımını sağlamaktadır... Adını senden zorla alıp verene başka bir ad kabul ettirmeye kalkışanlar, kişiliğine karşı en büyük ve en dayanılmaz bir saldırıda bulunmuş olurlar... Bulgar Makamları, Türk öz bilincine sahip ve Müslüman olan yurttaşlarımıza işte böyle kabaca bir saldırıda bulundular...” Bu saldırılar 1984’ün Hıristiyanların Bocuk Bayramı’nda yani 24 Aralığında fili saldırı olarak başlamış ve yayılmıştı. Bulgaristan Türkleri arasından yetişen ve düzyazılı anlatımda üstüne olmayan yazar Halit Aliosman Dağlı Bulgar halkının onuru için de bir yüzkarası olan isim değiştirme olayı üstüne şu satırları kaleme almıştı: “Yurdumuzda uygulanan soykırımı örneğini başka yerde görmek mümkün değildir. Eylemler sırasında hem Bulgaristan Anayasası, devletlerarası hukuk kuralları, insan hakları sözleşmeleri ve hem de insan hakları beyannamesi ayaklar altına alınmıştır. Bu nedenle zerre kadar vicdan ve insaniyet hissi taşımayan komünist partisi rejimi dünya durdukça bu lekeyi alnından silemeyecektir. Zorla Bulgarlaştırma döneminin bu acı gerçeklerini yurdumuzda ve Türkiye’deki soydaşlarımız arasında hiç birimizin hiç bir şeyi unutma lüklü yoktur ve olamaz.” Bulgaristanlı Türklere uygulanan baskı, terör ve zulme karşı mücadelede canını veren kardeşlerimizi saygıyla anarken, duygusal insanlarımızın kararlı ve kutsal direnişini yaşatmak zorundayız. Ne yazık ki bugüne kadar şehitlerimizin hiç birinin ismini bir okula, bir okuma yurduna veya kütüphaneye veremedik. Ne yazıktır ki, şehitlerimiz adına açılan Vakıflar bugüne kadar hiçbir şehidimizin evladını veya torununu dış ülkelerdeki en ünlü hukuk fakültelerinden herhangi birine gönderip haklı davamızı mahkeme salonlarında savunacak bir hukukçu eğitemedi, yetiştiremedi. Bu yapılmadan, katiller hak ettikleri cezayı almadan bu intikam duygusu bu öfke sönmez. Ne yazıktır ki, şanlı şehit kardeşlerimizden hiç birinin adını taşıyan hiçbir tarım veya üretim kooperatifimiz yoktur. Şu da iyi bilinmeli şehitler yalnız yıldönümlerinde anılmakla yaşatılmaz, yalnız anıt veya şehitlik levhaları kurmak da yeterli değildir. Şehitlerimiz hayatın içinde her gün bizimle nefes alıp vermelidir. Davamızın devam ettiği anlamı ancak bu olabilir. Uzun yıllar sustuk Gün geldi kan kustuk Zannetme umut kestik Yaşa sen özgürlük...


74

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

1984’un en soğuk Aralık sabahında meydana gelen trajik olayı şairlerimizden F. Horozov şöyle anlatmıştır: Meleklere Kurşun 1984 tarihinde, Aralık ayı Kırcaali ilinin Benkovski köyünü asker ve polis kuşattır. Halk barışçıl bir protesto gösterisine çıkmıştır. Amacı isimlerinin Bulgar isimleriyle değiştirilip Değiştirilmeyeceğini parti ve devlet adamlarına sormaktı. Buna rağmen protestocu köylüler kurşun yağmuruna tutuldular. Yaralanan ve şehit düşenler oldu. Araların 18 aylık bebek Türkan da vardı... “Bana sıkılan kurşundan sonra Söğütlü (Vırbitsa) nehri sesini kaybetti. O gün bu gün nehir bir sustu, bir sustu, fısıltılarla konuşmak istese bile Ne söylediği anlaşılamıyordu. Benim acım toprağa işlemiş, suya geçmiş, ateş kıvılcımlarına da saçılmış... Yalvarıyorum size: Sakın gözyaşlarınızı yutmayın! Ne olur küçük küçük ırmacıların suları yanaklarınızdan süzülsünler... Neden mi? Çünkü yüzleriniz tarlalarınız gibi çizi çizi Benkovski, Gorski İzvor, Vesles, Mogilyane, Kayaloba’da köylünün yüzleri gibi. Ateş, su ve toprak gözlerimizin okyanusunda! Ateş alev aldığı zaman bakışlarınızda! Gözlerinizi göksüzüne çeviriniz. Bakışlarınızı yol boyunca tarlalara ve Söğütlü sularına çeviriniz Ben bu köprülerden hiç geçmedim. Bir kör kurşun yüzünden çocuk ayakkabılarıma bile sevinemedim. İstikbalim de kapandı. İlk aşkı bile tadamadım... Eğer bir sır değilse bana aşkı anlatın! Gözyaşı, tebessüm ve hüzün! Belki de bu üç sözcük bir araya gelir bir gün. Bir kıvılcım oluşur ve kıvılcımdan ateş parlar. Gökyüzüne bir bakın. Beni andığınız her gün, ben oradayım.


Makale ve Analizler - 2016

75

O acılı günler tarihe geçti artık diyenler çıktı. “Ben, bundan sonra huzur ve güvenliğinizden sorumluyum” deyip bizi avutanlar oldu. Hainler “Sizi ata toprağından söküp memleketimizden kovma planlarını” bizden gizli tutular. Söküp söktüler bitmedik. 720 binimiz Türkiye’ye gitmişiz. Bir o kadar da Batı’ya. O kadar derin köklerimiz var ki bu topraklarda kökümüzün dibini ulaşamıyorlar. Göçebe olduk Londra’da, Oslo’da, Berlin’de buluştuk. Ama hep Bulgaristanlı Türk kaldık. Kader kardeşliği yaptık yapıyoruz ve yapacağız. Kahrolası soykırım Kırcali ili Gorski İzvor köyünde şöyle başlamıştı. Tarih 24 Aralık 1984. Saat, sabah 04. Günlerden Pazartesi. Karlı, fırtınalı, soğuk ve karanlık bir kış sabahıydı. Devlet Ticaret Şirketi otobüs şoförü Ömer Yusuf, otobüsünü çalıştırmış, yolcularını bekliyordu. Aralarında biri bir albay olan bir grup milis bitiverdi yanında. Diğer yolcularla birlikte devlet görevlileri de otobüse atladı. Köyden çıkar çıkmaz otobüsü durdurup şoförü indirdiler. Otobüs döndü. Yolcular muhtarlık önüne indirildi. Etraf asker, köpekli polis ve etrafa gizlenmiş ırkçı doluydu. Türk ve Türklük düşmanları önce Ömer’e çullandılar. Bir kâğıt imzalattılar sonrasını kendileri doldurmuşlardı. Ömer yeni ismini 7 gün sonra kendisine sunulan yeni kimliğinden öğrendi. 26 yıl sonra görüştüğümüzde o uğursuz günü şöyle anlattı. “Hatırladıkça utanıyorum, tiksiniyorum. Kurban oldum, o kadar üzgünüm ki, o kadar yaralanmıştım ki, o gün bu gün kalbim acıyor.” Ömer Yusuf zorla Bulgarlaştırma sürecinde adı ilk değiştirilen Bulgaristanlı Türk olarak bilinir. İlk tepkiler ve ilk şehirler. Zorta Bulgarlaştırma sürecinin Çingene ve Pomaklardan sonra Türklere de uygulandığı haberleri ülkeye gece gündüz yayılırken, Kırcaali’ye bağlı Mogilyane ve Kitna köy sakinleri, birleşerek geceyi karı kızan güvenilir evlerde, erkeklerse, sokaklarda, hep beraber geçirmişlerdi. Sabahı Benkovski belediye binası önünde toplanarak Gorski İzvorda olup bitenleri kınadılar. “Biz Türküz” uyarısında bulundular. Belediye merkezine Kozlevo, Pırvenets, Gorni Veslets, Mıjentsi, Yağnevo, Dedets, Dobromirtsi, Peevsko köyleri sakinleri de toplandılar. Yalana doymuş efkârlı Türkler isyan etmişti. Başkaldıran kitlenin üzerine zırhlı araçlarla, silahlı asker ve köpekli polislerle, kızıl bereli birlikler sürüldü ve kalabalık dağıtıldı. Sert kış günü Kırli’den - Benkovski’den çıkan köylüler kendi köylerine toplanmadılar. Kimse Bulgar devletinin adını ağzına almak istemese de ona baş kaldırmışlar ve o geceyi de dışarıda geçirmişlerdi. Gorski İzvor, Kitna ve Kayaloba köylüleri ırkçı devlet güçlerinin köylerini kuşatan çemberin daraldığını fark ettiler.


76

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Sabah saatlerinde köye giren silahlı kuvvetler köyden çıkmalarına engel olmaya çalıştılar. Silahlar daha orada takırdadı. Kuşatmayı yarıp sel gibi ilerleyen köylüler arasından ilk şehit o an düştü. Kayaloba köyünden 17 aylık Türkan Feyzullah kız anasının kucağında kurşuna hedef oldu ve ilk şehidimiz düştü. O gün bu gün anılarımızda büyüdü minik şehit. Kurşuna dizildiği vakit ne milletten anlıyordu ne de milliyetçilikte. Söz hazinesinde anne, baba ve dede vardı. Doğduğu dağ köyünün havası yanık annesinin hala akan gözyaşları gibi temizdi. O artık adını biliyordu. Türkan deyince çağırana varıyordu. Ninesi Kerime acısına dayanamadı. Ağabeyi Turhan öfke ve intikam duygularıyla büyüdü. Bursa’da yaşasa da her yıl Türkân çeşme anma törenlerine geliyor. Sütbeyaz kız kardeşinin anıtına bir demet kırmızı karanfil getiriyor. O sabah yürüyen mahallede kimse kalmamıştı. Annesi Fatma gelin, babası Feyzullah büyük Türk direniş selinin içinde çocuklarıyla beraberdi. Bütün köyler bir yerlere akıyordu. Onların seli de Kayalobalılara katıldı. Yol bayır tarlalar dolusu sel oldular. Mogilyane köyüne yaklaşmışlardı. Kürkân bebe annesinin sırtındaydı. Yürekleri dönmüş, Türk bilinci şahlanmıştı. Kayalobalılar, Mogilyane ve Kitna halkını kin ve öfke dolmuştu. Tek kolda birleşmeye çalışıyorlardı. Çarpışmalar başladığında hepsi dimdikti. Makineli tüfekler ilk kurbanlarını alıyordu. Bu arada komşularından biri: “Kan, kan akıyor Fatma abla!” Diye bağırdı. Sizden akıyor Fatma abla, diyordu. Panik oldu. Onda bir şey yoktu. Omzu üzerinden geçen katil kurşunlar sırtındaki Türkan’ının altına isabet etmişti. Üstü başı kan içindeydi. Türkan’ımız şehit oldu. Fakat Bulgaristan’da Türklük dimdik ayaktadır. Minik Türkân şimdi “Türkân Çeşme” anıtında ve anılarımızda büyüyor. Başımız beladaydı, aklımız düşünemeyecek kadar donmuştu olanları unutmamak için anıt taşına şöyle kazıdık: Türkan derlerdi benim adıma Tam ermiştim bir buçuk yaşıma El koymuştu zalim adıma Atlamıştım annemin sırtına Çekilmiştim Kirlinin yoluna Olmaz böyle diye zoruna Hiç Bakmadan sağına soluna Kurşun sıkılıverdi anlıma 1983-1984


Makale ve Analizler - 2016

77

Aynı gün aynı çarpılmada düşen diğer şehitlerimizi de rağmetle anıyoruz: 1. Kayaloba Kırcaali, 1937 - 1984 Ayşe Mollahasan; 2. Kitna, Kırcaali, 1945 - 1984 Musa M. Yakup 3. Raven Kırcaali 1968 - 1984 Mümün M. Ahmet 4. Nanovitsa, Kırcaali 1941 1984 Yusuf A. Ahmet 5. G. Dülevo, Kırcaali 1954 1985 Mustafa Ö. Osman 6. Autsa, Kırcaali, 1950 - 1988 Aliosman Aç Hüseyin 7. Gruevo, Kırcaali 1950 - 1984 Abdülaziz R. Bekirov 8. Gruevo, Kırcaali 1923 - 1984 Mustafa İ. Aliev 9. Svoboda, Kırcaali 1940 - 1985 Mustafa M. İbrahim. Şehidi olmayan halklar dünya halkları listesine alınmaz. Biz hakları ve özgürlükleri uğruna mücadele alanlarında şehitler vermiş halkların altın sayfalarında yer alan bir halk topluluğuyuz. Şehitlerimizin isimleri kalplerine kazınmış ve asla silinmeyecektir. Ve çileler, zulüm dolu bir dava yolumuz varken, bugün bizi parçalayan hainlere de söyleyecek dört sözüm var. İhanetin adı yoktur. Katillik ihanetse. Hürriyetin davamız. Acı çekmek hürriyetse Hainliğiniz yüzündendir. Bugün her yer hala karanlıksa.


78

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgaristan Türkleri Yazılı Edebiyatından Örnekler

Raziye ÇAKIR-25.Aralık.2016

Bulgaristan Türküleri’nin geçmişteki seçkin gazeteci ve yazarı Mehmet Behçet Perin 1923 yılında kaleme aldığı “Bulgaristan Müslümanları” eserinde “Bulgaristan Müslümanları en büyük, en ebedi ve dehşetli felaketi dilsizlik, dinsizlik ve okulsuzluk (bilgisizlik) yüzünden görecektir” demesi hiç de tesadüfü değildir. Çünkü dil deyince, her şeyden önce her milletin kendi anadili akla gelir. Bazı bilim adamları hayat deneyimlerine dayanarak, anadilini iyi bilmeyen, başka dilleri de mükemmel öğrenemez düşüncesini savunmaktadırlar. Bizim anadilimiz ise çocukluğumuzda ailemizden, ana ve babalarımızdan ve soyca bağlı olduğumuz toplumdan öğrendiğimiz Türkçemizdir. Düşündüklerimizi, yaşadıklarımızı ve duyduklarımızı en iyi onun vasıtasıyla ifade etmekteyiz. Bulgaristan’da yaşayan kardeşlerimiz bu yıllarda 100 kişiden fazla yazar ve şairden bir yaratıcılar ordusu oluşturdu düşünce ve yaratıcılığın en silinmez vasıtası olan yazımızı kullanarak, Bulgaristan Türklerinin kültür gönderimiz olan kendi edebiyatlarını oluşturdu. Şair ve yazarlarımız Bulgaristan Müslüman Türklerine her konuda ve her zaman sert tepki verdi. İşte zulüm yıllarından seçtiğimiz bir şiir çelengi: Adımı Elimden Aldıkları Gün Gözlerimi yitirdim Renkler kana boyandı ışık karışığında Doruklar düzlüğe dönüştü Sesim sokaklarda tutsak Onurum kamburum oldu Gözlerimi yitirdiğim gün. Gizlerimi yitirdim Issız yörüngesinde döndü yürek Sevgilerim kalıverdi karanlık pusularda Silinince geçmişe geleceğin anlamı Hangi dilde ağlayıp Hangi dilde güleceğimi


79

Makale ve Analizler - 2016 Anılarda dostlarımı nasıl bulacağımı bilemedim. Gizlerimi yitirdiğim gün İzlerimi yitirdim Gizemli bir boşluğa gömüldü zaman Öz saygımın burcundan yıldızlar kaldı Türklüğüm prangalı Mezarında babam bile yabancı oldu bana İzlerimi yitirdiğim gün Gözlerimi yitirdim Gizlerimi yitirdim İzlerimi yitirdim Adımı elimden aldıkları gün.

Sabahattin Bayram “Türkiye’nin Sesi” Radyosu Aracılığı İle Oğlunu Arayan Ana Tel tel dağılan siyah saç gibi indi gece Istırap sokaklarda kol gecen bir bilmece Bir oda dolusu genç ihtiyar kadın erkek Susuyorlardı kutsal dua dinlercesine Sözcü konuştu ağır ağır inlercesine Dinleyenler soluğu kesmişti ürpererek Radyo çatırdıyordu titrek bir sesle çın çın Doluştu kulaklara bir kadın sesi hırçın; “Ben dokuz yüz yetmiş beş geçmeni Selver Esin Doğumum Mestanlı’nın bir köyü babam Yüksel Evladım ortalarda kalmıştın on yıl evvel Canciğer yavrucuğum sağ mısın neredesin?” “Bir tek haberciğini aldık bulanık duru Sözde seni kurşuna dizmiş Bulgar Gavuru?... Kadının hırçın sesi değişti yavaş yavaş Odaya acı bir ses doluyordu ağlayan


80

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) Bazı sözler fısıltı kimileri çağlayan Artık dinleyenlerin gözlerinde yol yol yaş “Evlatçığım sağ isen...diye devam etti ses ...İki satır yazı yaz üçüncü satıra kes...” Ananın cızıl sesi tir tir titredi kinden “Oğlum Türklüğün için öldürürlerse seni Yüce Allahımdan güç dileneceğim yeni Öcünü alacağım ergeç Bulgar itinden...” Ömer Osman Erendoruk İnsanoğlu Sabahlara seviniyordu İnsanoğlu Yaşanası mutluluk emeliyle Toprağa, suya, güneşe seviniyordu Ve şükürler ediyordu Allah’a öz diliyle Geldi cellât, Konuştuğu dilini aldı insanoğlu’nun “Caz” etti yüreği, kan ağladı, Bütün varlığını dağıttı kül gibi Gelecek günlere bel bağladı. Geldi cellât, Ardadan adını da aldı insanoğlunun Gözlerinde eridi tüm umutlar, Yer bulamıyordu kendine insanoğlu Kanında hareket var, kavga var... Sonra yollara, meydanlara döküldü insanoğlu Haykırdı güçlü sesiyle, varlığına inandı, Şifa aradı, derman aradı, hak aradı, Çünkü her şeyden önce İnsanoğlu insandı!... Mustafa Mutlu


Makale ve Analizler - 2016

81

Belene Zindanları Acayip karanlık olur hücreler, ilk uğrak Vahşi canavar bekliyordu, BELENE son durak Ne suç işlemiştik biz, masum fertler Ne ile ödenir, o kanlı işkenceler, eziyetler. Kırılmadı, tek bir arkadaşımın o, inançlı ruhu Direndik, mücadeleden bıkmadık, Bekledik doğacak güneşi Kükledi hep kaynadı birlik duygularımız Her birimizin başı dik, alnı ak, yıkıldı umudumuz. Recep arkadaşımın morarmıştı vücudu ağır dayaktan Ama o, kolay lokma değildi ki,yudulsun ayaktan Bir gün hücrede alnım secdede, öğle vakti Gardiyan şaşkın şaşkın, Hemen kanlı copu boynuma dayattı. Davamız kutsal, şerefli, kimse döndüremez yolumuzdan Yalanlar, iftiralar boşa gider, yok edemezler Kimliğimizi Ellerimize kelepçe de vursalar, ayaklarımıza elektrik De verseler Boynumuza ip de çekseler, Türklüğümüzden asla Vazgeçiremezler. Murat Kerim Hoca


82

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Dinsiz Bulgar Bulgaristan’da, bilhassa Kırcaali’de zorla isimleri değiştirilerek sürgüne gönderilen din kardeşlerimizi hunharca şehit eden Jivkov’a yazılmıştır. Dinimiz İslam, yolumuz haktır Kalbimiz temiz, gönlümüz paktır Hiçbir dinsizden korkumuz yoktur Dokunma dinimize dinsiz Bulgar

Anne, baba, çoluk çocuk hepsini Dinle biraz vicdanının sesini Herkes gibi bir de kendi nefsini Yokla bir az dinsiz Bulgar

Köylere saldırıp zulüm yaparsın Biliriz seni puta taparsın Dindaşlarımıza silah sıkarsın Dokunma Türklere dinsiz Bulgar

Ne ezan okuttun ne de Kur’an Bunca köyleri eyledin viran Elbette çıkar bir hesap soran Verirsin hesabı dinsiz Bulgar

Farisem vicdanımın sesini yazdım İçimdeki kini kâğıda dizdim Vallahi Bulgar’a çok kızdım Kızdırma bizi dinsiz Bulgar Fariz Kulgu Ayrılık Bu şiiri Deliormanlı dostum Mehmet’in 1989’da anlattıkları doğurdu. Ortalığı seller aldı, Bir yâr sevdim eller aldı, Didiyorum bu diyardan, Keder içime hançer saldı. Başımızda coplu polis, Korkudan titreriz hepimiz Gamla doldu içimiz Düzenimiz yasılı kaldı. Dua ettim Allah’ıma Haber gönderdim balıma, Allah kısmet ederse

Dönerim tekrar vatanıma. Kaolinovo’yu bastılar Tüm işlerimizi yastılar Silahlar patlayınca Ortalığı sarstılar Adımızı şanımızı, Evimizi malımızı Kırdı, yıktı yapımızı Terk ettirdi vatanımızı... Stefan Vasilev


Makale ve Analizler - 2016

83

Kükreyecek Türkler Eser alev alev bir Kızıl rüzgâr Balkan Dağları’ndan Tuna’ya kadar Mutluluğa hasret körpe çiçekler Bu kızıl diyarda katar katar Yakıldı, yakıldı binlerce hane Vahşi Bulgar zulme doymadı yine Cehennem gibidir Türk’e Belene Füze zannederler minareleri Sahte isim vermek tek çareleri (!) Tecavüze uğrar soylu duygular

Saldırır Türklere Rus fareleri Kükreyecek Türkler zulme bir gün Kendi öz yurduna koşacak Sürgün Hürriyet sevdası büyür içimde Yarın daha parlak doğacak hür gün Coşar elbet bir gün hüzünlü Meriç Dayanır mı sele bir yığın kerpiş? Komünist uşağı, ey gafil sansar! Türk anası Bulgar doğurur mu hiç? Bavram Durbilmez

Ocak 1985 Bir cehennemdi 1985’in Ocak ayı Bir kabus sessizliğin içinde. Bitmeyen hüzün çaresizliğin peşinde, Yüreğim acılarla kelepçeli, paramparça. Sırtımda meşale, ateşten gömlek. Yükselen kin ve nefret gözlerimde. Yalnız bir avuç cesaret istediğim! Birazcık umut yaralı yüreğimde. Ellerim kelepçeli, ağızım kilit kilit Dinime şartsız ateist damgası. Bu gün alkış, yarın intikam.

Yoktur şerefin böyle bir anlamı! Sorular yasak, bakışlar şaşkın. Menziller pusuda tetiğe hazır Tanıdık simalar düşmanım olmuş Ciddi, acımasız - bir utanç uğruna. Yalnız bir avuç ateştir istediğim. Birazcık cesaret, yaralı yüreğime, Birazcık zaman, Tanrıdan dilediğim, Veda için; zırh yok, menzil yok, tetik yok!... Ama ben varım... Yahya Akbulut

Ama Varız Çeteler gezdi köy köy Yıktılar camileri bir gecede Kiliseler kurdular orda burada Yem olduk kanlar içinde kurda Ama varız Kırmadılar mı mezar

Taşlarımızı Köşe köşe Sokak sokak Cadde cadde dövülmedik mi Kovalanmadık mı Kurşunlanmadık mı


84

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Ama varız İnkâr mı etmediler bizi Birer birer aldılar adlarımızı Kimimize pusu kurdular Kimimize intihar Kimimizi Belene’ye Postaladılar Ama varız İstemediler Gözümüzü kulağımızı Dilimizi onurumuzu İstediler Koydukları menfur adları bile Türkülerimizi Ve teptiler “Utanç trenleri”ne Teptiler bizi Ama varız Köy köy yandık söndük

Şimdi köse sakallı sallanıyoruz İşsiz kılavuzuz kavşaklarda Kimimiz Bursa’da Kimimiz Arda boylarında Kimimiz anaya babaya hasret Kimimiz eşe dosta Kimimiz ecdat toprağına Kimimiz Türk bayrağına Ama varız Geliyoruz Kovuluyoruz Doğuyoruz Öldürülüyoruz Ama izler bırakıyoruz Çizi çizi Dağ dağ Irmak ırmak Deniz deniz Ama varız! Ahmet Mehmet

Köyüm Güllerin ve gülen yüzün bir yana Kırlarda eşek dikenlerini özledim Evladımın gülüşü, şen türküsü bir yana Ağlamasını da özledim Bir kıyısında geçen çayı değişmem Cennet ırmağı ile Gönlümün sesi mümkün olsa da gelse dile Seni soruyorum güneyden esen her rüzgara; Hasret kaldım tırmandığım yamaçlara Gümüş sularında yıkandığım dereler


Makale ve Analizler - 2016

85

Hep öyle çağlayarak akar mı? Suların aynasında sevgilim ağlayarak Ay’a yıldızlara bakar mı? O mehtaplı geceler gönlümün cennetiydi. Baharın getirdiği çiçekler O cennetin ziynetiydi.. Tatlı tatlı meleyen kuzular, gül yanaklı kızlar neşe saçar mı köyüm? Senin kucağındaydı gerdeğim, düğünüm. Dayanamadım ne sevgilime, ne sana, Ömrüm geçti zındanlarda Köyüme sevgilime yana yana Ziyanı yok, ko ben menfalarda çürüyeyim Yeter ki bir gün seni AZAD göreyim...

Hepimizin Birbirimize Sarılmaya ve Birlik Olmaya İhtiyacımız Var

Rafet Ulutürk-25.Aralık.2016

var.

Konu: Hepimizin birbirimize sarılmaya ve birlik olmaya ihtiyacımız

Şehitleri anma etkinliğine ilk gittiğimde 24 yaşındaydım. 5 arkadaş bir “Lada” ile gitmiş ve Sütkesiği’ne (Mleçino) varmazdan önce bir tütün tarlası kenarına park etmiştik arabamızı. Araçlar yolları tıkamış, otobüslere de geçit yoktu, 60 bin kişi dolmuştu köy meydanına ve etrafta kuş uçmuyordu. İstanbul, Bursa, İzmir ve İzmit’ten gelen otobüs sayısı 50’den fazlaydı. Bütün Eğiri Dere, Cebel, Mestanlı ve Kırcaali buradaydı. Kirli (Bekovski) insanı ev sahipliği yapıyor, gelenleri karşılıyor ve yönlendiriyordu. O zaman bu çok büyük mitinge katılanlardan her biri bir bayraktı. Hak ve Özgürlükler Partisi (DPS) den kimsenin konuşmasına gerek yoktu. Hapisten çıkmış, kolunu, bacağını direniş yolla-


86

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

rında kaybetmiş, gözleri görmez olmuş ama alnı akpacık, vicdanı açık ve çelik ruhlu yaşlılar konuşuyordu. Bu gün bunları Ne BTV, ne Nova TV ne BNT-1, bu mitingten söz etmedi. Davamız unuturulmak isteniyor. İsimlerimizi, dilimizi, dinimizi geri alma davası ateşini yakan kanaat önderleri, babalar ve bileği bükülmeyen gençler ateşli konuşuyordu. Herkes kendisini anlatıyordu, her birimiz aynı ateşte bir odun, aynı davada bir er, bir çavuş ve bu toprakların daha önce görmediği bir paşa, bir generali idi. Konuşanların hiç biri devrim teorilerinden hiç birini bilmiyordu. Çünkü Avrupa ve Balkanlar tarihinde isim, dil ve din için diktatör devrilmemiş, totaliter komünist sistem sırt üstü getirilmemiz ve üzerine uzlaşma ve barış bayrağı dikilmemişti. Aslında bizim isim, dil, din davamız çok daha geniş kapsamlıydı. Kürsüye çıkanlardan Mehmet Hüseyin Lyaskovo köyünden son şehidimizi şöyle anlatmıştı: “Kardeşlerim, çoğumuzun evimizi yerimizi parasız pulsuz bırakıp pala pırtısıyla “Büyük Gezi” kuyruklarına dizildiği o kargaşalı günlerden birinin akşamında bizim köyde bir evde 40 dolayında çocuk sünnet edildi. Sünnetçi Bulgar ve uzmandı. İş (sağlık ocağı görevlisi) felşer Salimehmet Şevket’in üstüne kaldı. Sorguya çekildi. Yine sünnet raporları yazması istendi. Daha ertesi sabah bölge kliniği baş sorumlusu ve güvenlik müdürü köye geldiler. Salimehmet’i arıyorlardı. O eşine “Ben çok ama çok sıkıntıdayım” diye itiraf etti. Evden iş yerine diye çıktı, çıkış o çıkış ve bir daha geri dönmedi. Annesi Nevriye bacı ve eşi Hüsnüye kuşkulandılar. Köylüyü ayağa kaldırdılar. Ta ikindiüstü yakındaki barajın kıyısında önce ayakkabıları, sonra da bulanık sularda cesedi bulundu. Ardından anası, eşi, biri beş diğeri 2 yaşında öksüzler kaldı. Onu da “soykırım şehirleri listesine” yazın diyordu konuşmacı...” Şimdi zamanlar değişti. “Halk “doğru ağaç çatlamaz” dese de, yüzlerce şehidimizin kanından, Yüz binlerce göçmenimizin çilesinden, bir asır devam eden faşist ve komünist Türk düşmanlığına baş kaldırışımızdan doğan Bulgaristan Müslüman Türk kimliği ruhu bugün parçalanmış durumdadır. Hak ve Özgürlük Partisi (DPS) yönetimi şehitler anıtına çelenk ve çiçek koyma, El Fatiha okuma esnasında hoparlörden Bulgar horo ve rıçenitsa müziği salarak, halk eylemine gölge düşürmeye kalktı. Bu tüm sınırları aşan bir hainlik oldu. Bugünkü HÖH - DPS parti yönetimi Bulgaristan Türklerinin öz geçmişine, hak ve özgürlükler uğruna verdiği mücadeleye, izlediği davaya ihanet siyaseti yüzünden son 26 yılda ileri tek adım atamadı, geçen sene yönetim


Makale ve Analizler - 2016

87

değişikliği yapmış olsa da, davamıza sahip çıkmıyor. Dava bayrağımızı dalgalandırmaktan vazgeçmiştir. Şehitlerimize saygısız davranıyor. Bugünkü sorunlarımızı domuz sucuğu gibi ipte sallandırıp üzerine sinek konmasını ve pislendi deyip çöp tenekesine atma peşindedir. Türkiye’den Bal-Göç gibi saygın dernek temsilcilerinin ve Filibe Başkonsolosu Murat Muhacıroğlu gibi saygın konukların katıldığı Şehitleri Anma ve Direniş etkinliğinin yuhalanmaya çalışılması, HÖH partisinin Bulgaristan Türklerinin Türkiye’deki soydaşlarımızla, onların hizmet ve kültür dernekleri, federasyonları ve Türkiye devlet makamlarıyla olan bağlarımızı, dayanışmamızı baltalamak ve koparmak amacına hizmet etmektedir. DOST partisinin şehitlerimizin aziz hatırasını anma ve haklı davamıza devam etme etkinliğinin kalabalık olması hele de bu etkinlikte gaziler ve kanaat önderleriyle birlikte büyük sayıda gencin de bulunması dikkati çekti. Halka hitaben konuşan DOST partisi Genel Başkanı Lütfü Mestan, Türk kimliği, adalet önünde tam eşitlik, hak ve özgürlüklerimizi hiç eksiksiz elde edilene kadar devam edeceğini belirttikten sonra; Türkiye ile dostluk ve işbirliğinin bugün bizim hepimiz için her zamankinden daha önemli ve gereklidir. Şehitleri anma törenleri hiçbir partinin tekeli olamaz, hele hele halkımızın öz davasına ihanet eden HÖH partisinin tekeli asla olamaz, bu yaptığımız bir halk etkinlik ve eylemidir, dedi. Anma mitingine katılanlarda “Bizi hep öldürdüler ama hiç ölmedik” ruhu vardı. Evet bizler Türklüğümüzü savunduk, toprağımızı - vatanımızı sevdik düşman olduk. Benliğimizi savunduk, terörist muamelesi gördük. Evimiz, toprağımız elimizden alındı. Dost bildiklerimiz birçok kişinin ihanetini gördük. Bugün de karşımıza dikilmişler, Bulgarca konuştukları yetmezmiş gibi bir de Bulgar müziğiyle kafa şişiriyorlar. Burasını onlara dar edeceğiz. Hainlerin bizi temsil etmeye hakkı yoktur. Zaman muhtarlıklara, belediyelere kendi adamlarımızı seçme, yaklaşan 26 Mart 2017 erken meclis seçimlerinde Sofya parlamentosuna iyi tanıdığımız ve defalarca denediğimiz insanları göndermeliyiz kalabalıkta hakimdi. Yaşasaydı, şehit kızımız Türkan bugün 33 yaşında olacaktı. O gün bu gün yerimizde saydık. Hatta daha geriliyoruz. Anma törenlerine gelen 60 binlik ordu nerede. Gerçekleri anlayanlar hayal kırıklığına uğrayınca geri çekiliyor. Katiller yakamızı bugün de bırakmadı. Şu yaşamak, insan gibi yaşamak mı? Ölümsüz Atamızın bize bıraktığı şu sözler var. “Tarih yazmak, tarih yapmak kadar önemlidir.” Bizim vazifemiz tarihle yaşamak ve tarihimizi yaşatmaktır. Ve biz şimdi, yeni tarihimizi yazarken şöyle mı başlayacağız?


88

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

1878’de başlayan ve bir yüzyılda çok büyük sayıda kardeşimizin canına, şerefine, diline, dinine, yaşam tarzımıza, evine yurduna, okullarımıza, camilerimize, kültürümüze, yüz binlerimizin göç etmesine neden olan Bulgar zulmünden 1989’da kurtulduk, dedikten sonra yeni bölümleri yazması için kalemi Bulgarlara ve hainlere mi teslim edeceğiz? Kardeşlerim tarihi yazan ona hükmedendir! Biz çok büyük işler yaptık. Fakat hepsi için düşmanlarımız “biz yaptık” diyorlar. Türkiye Bulgaristan sınırını ardına kadar açan kimdir? Politik olarak olgunlaşıp bir partide yumruk gibi birleşen kimdir? Bulgaristan’da yaşayan hangi etnik halk topluluğu bizim gösterdiğimiz direnci gösterebildi? Hangi etnik halk topluluğu bugün mücadeleye devam ediyor? Görmüyor musunuz! Romen kardeşlerimizi gettolara tıktılar, Müslüman Pomaklar soluğu İngiltere adalarında aldı. Bizim de 720 binimiz artık Türkiye’deyiz. 24 Aralık 2016’da Mleçino’da sergilenen “ayır buyur oyunu” bizi birbirimize düşürmeye, Türkiye ile olan bağlarımızı koparmaya çalışıyor. Bize Bulgaristan’ı, memleketimizi, köylerimizi, vatanımızı, şehitlerimizi unutturmaya çalışıyor. Yeri gelmişken şunu önemle vurgulamak istiyorum. Biz Bulgaristan’a, memleketimize, vatanımıza “Elveda Rumeli” demedik. Bazı Türk yazar bozuntusu ve yarım kafalı film yapımcılarının küçük ekran oyunlarına pek takılmayınız. Soy kökü olmayan veya fikir üretmekle değil sayfa ve cüzdan doldurmakla geçinen bazı sözde yaratıcılarımızın coğrafik bölgeleri, tarihi, tarihsel süreçleri birbirine karıştırmamalarını saygıyla rica ederim. Biz vatanımızı terk etmek zorunda kaldık, fakat arkamızda lambayı kısık bıraktık ve doğup büyüdüğümüz topraklardan asla vazgeçmedik. Evet, size Sofya’da ki HÖH partisi gibi, “Abey, kalemi eline almışken, bizim işi de bitiriver” diyenler olabilir, fakat unutmayınız yeni tarihi yazan mücadele eden halktır. Biz mücadelemize devam ediyoruz. HÖH gibi Bulgaristan Türkleri kimlik davasına ihanet eden partiler ve onların hain liderleri Bulgaristan Türklerinin tarihini yazamaz. Buna müsaade etmemeliyiz. Anma törenleri bunun için yapılır. Şehitleri anma etkinlikleri yeniden diriliş, direniş ve dava eylemleridir.


Makale ve Analizler - 2016

89

Evet, biz bugün Bulgaristan Türkleri olarak politik bakıma parçalanmış durumdayız. İnanıyorum ki, “Yurtçular” mevkiinde 17 aylık Türkan kızımızın alnından giren kurşunun hedefinde her birimiz olabilirdik. Ve bu gerçek bizi bugün ve yarın birleştirecek olandır. O yarında DPS - HÖH - DOST olmayabilir. Lütfü Mestan, Ahmet Doğan, Mustafa Karadayı veya o sucuk sığırında yellenen diğerlerinden hiç biri olmayabilir. Ne olursa olsun, Türkan Çeşme akmaya devam edecek ve davamız yaşayacaktır. Türkan kızımız komünist rejim kurşunundan düştü. Faşist rejim kurşunundan düşen şair Nikola Vapsarov şöyle demişti: Şikâyetim yok kimseden, Biliyorum ki, Bir gün gelecek ve ben de öleceğim. Fakat Ölmek var ya... Şu dünya Zehirli mantarlardan Kurtulurken... Milyonlar camız uyanırken, Şarkıların en güzelini... Evet! En güzel şarkıları söylemeye hazırlanırken! Arkadaşlarım davamız devam ediyor. Şehitlerimize saygı ve minnet ile anar, tüm şehitlerimize allahtan rahmet dileriz. Hepimize yeni 2017’de aldatılmadan gerçek liderimizi sandıktan çıkartıp yepyeni yeni bir yolda birlik ve beraberlik olmamızı dilerim. Kalın sağılıcakla, paylaşmayı unutmayınız.


90

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Anadilsiz Olamayız

Raziye ÇAKIR -26.Aralık.2016

Günümüzde Bulgar devletinin azınlıklar arasındaki eğitim çalışmaları Bulgar dilinde anaokullarında yoğunlaştı. Türk çocukları daha 4 yaşta ana kucağından, Türk aile ortamından alınarak yalnız Bulgarca konuşulan, Bulgarca öğretilen, Bulgar kimlikle yetişmelerine özel özen gösterilen Bulgar anaokullarına toplanıyor. Türk çocuklarında anadil yerine Bulgar dilinin mayalanmasına ve ona göre düşünce tarzı oluşturulup hafızasının Bulgar ahlak, yaşam anlayışı, dil, din, kültür ve gelenek anlayışıyla örülmesine zaman ve para harcıyor, Türk fiziki üzerinde Bulgar benliği oluşturuyor. Bulgaristan Türk kanaat önderlerinin, öğretmen ve diğer aydınların bu konularda devlete ve kamuoyuna uyarıları her zaman cevapsız kalıyor. Bulgaristan Türk edebiyatını yaratan aydınlarımız, şair ve yazarlarımız bu tehlikeyi gördüklerinden dolayı, Anadilsiz Türk Kimliği oluşturulmasının büyük tehlike altına girdiğini görerek yıllar öncesinde kaleme sarıldılar ve Anadil Şiir Çelengimizi ördüler. Anadilimiz Türk milleti dilini Asırlardır işlemiş, Toprağını, ilini Türk ruhuyla süslemiş! Annem bana bir yürek Bir ezanlı ad vermiş, Dilde her ses mübarek Her söze renk beğenmiş!

Ezanına minare Türkiye saz yaratmış, Dil kitaptır, hak çare Varımıza nur katmış! Dilim bayrak, hasretim, Milletimin incisi; Kutsal milli servetim Türklüğümün Türkçesi! Ahmet Şerif Anadilim

İlk göz açtım duydum seni Anam gibi ana dilim. Büyüledin o an beni Çiçek açtım kilim, kilim!

Ninnilerim senle oldu. Rüyaların senle doldu Verdiğim hazlar ne boldu Nar gibisin dilim, dilim!


91

Makale ve Analizler - 2016 Bilgileri siperledim Ellerinden güç derledim Yollarında ilerledim Kucak açtı bana bilim!

Türk’ün ayağı elisin Yüreğinin gür selisin Benim eşsiz anadilim!

Sen dünyada var oldukça Gönlümüzde yâr oldukça Anadilim tek sevgilim! Latif Karagöz Anadilim Seni anamdan öğrendim Sen kolum kanadım elim. Geceyi seninle yendim Güzel Türkçem Anadilim.

Sen ışığısın güneşin Seninle yücelir ilim. Dünyada yoktur tek eşin Güzel Türkçen Anadilim.

Ben seninle dedim: Ana Büyük Atama ant içtim. Candan bağlandım vatana Güzel Türkçem Anadilim.

Seni öğrenen ak bahtlı Seninle aydındır yolum Her kelimen baldan tatlı Güzel Türkçem Anadilim.

Ben senden başka dil seçmem Sen benim mutlu kaderim. Ölürüm senden vazgeçmem Güzel Türkçem Anadilim. Şaban Kalkan Benim Türkçem Ne Mutlu Türküm Diyene! Mustafa Kemal Atatürk. Seninle gözüm açıldı, Ne tatlısın Anadilim, Yaşamayı seninler sevdim! Varım yoğum, gerçeğim. İlk aşkım, büyük sevgim, Varsam ben seninle varım, Dillerin gülüdür Anadilim! Anadilim olmadan ben yarımım. Türkçem benim, benliğim, Sen ruhumun gıdası, Seninle “ana” dedim.


92

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) Türkçem olmadan ben ne yaparım? Türklüğümü sende bildim, Sensin yarınım, geleceğim. Mutluluğum, ümitlerim. Anadilimle ben yüceyim. Semiha Yılmaz Bekir Anadilim

Benim sönmez güneşimsin Işık saçan öz kandilim Vazgeçilmez bir eşimsin Güzel Türkçem, anadilim!

Sevimlisin yaprak gibi Cevher dolu toprak gibi. Şereflisin bayrak gibi Güzel Türkçem, anadilim!

Ecdadımın dilisin sen Seni candan severim ben Güzelliğini severim ben Güzel Türkçem, anadilim!

Bir su gibi akıcısın Dilber gibi yakıcısın, Hem tatlısın, hem acısın Güzel Türkçem, anadilim!

İpek gibi bükülürsün Yumak gibi sökülürsün İnci gibi dökülürsün Güzel Türkçem, anadilim!

Deniz kadar enginsin sen Ahenkli ve enginsin sen Benim tek dengimsin sen Güzel Türkçem, anadilim!

Sensiz dünya haram bana. Sensin hayat veren bana. Neşe, sevinç veren bana Güzel Türkçem, anadilim! Ali Bayram Anadilim Ana dilim pek tatlı Türkçe derler adına Türkü gibi kanadı Doyum olmaz tadına.

Alfabesi güç değil; A, Be, Ce, Çe, De, E, Fe,... Ona hürmetle eğil Her sözü bir felsefe!


Makale ve Analizler - 2016 Özü destan, şarkıdır Çor Tigin’le başlayan, Kırkbeş ağız farkıdır Şer güçleri taşlayan.

93

Bozkırlar da sel oldu Orkun’dur ilk akını, Anadolu’da buldu En çalışkan çarkını. Mehmet Çavuş

Rodop Şiir Çelengi

BG-SAM-26.Aralık.2016

Çocukluğumda devlet eliyle söndürülmeye çalışan Bulgaristan Türk Edebiyatı ateşinin köylerimizde yanmaya devam etmesi için aydınlarımız köy köy dolaşıyor, şiir geceleri düzenliyorlar halk sanatımızın üstüne sanki pudra şeker, sanki şerbet döküyorlar, Türklüğümüze su veriyorlardı. Adına sanatçılarla buluşma törenleri demek istediğim o buluşmalara katılan şairlerimizden kimliğimiz coşturan ve hayatıma ışık olan bazı şiirleri Rodop Türklüğünün Şiir Çelengi olarak sunuyorum. Bu şiirler doğup yetiştim insanları, onların çilesini, hayatın onlara kurduğu kader kavgasını, ruhsal yaşantılarımızı, hayal ve umutlarımızı en iyi yansıtır. Rodop Köylüsü Kara günde gözyaşını ekmeğine katık eden, İyiye, güzele, fazilete alışkan, Dehşetli fakir, emsalsiz çalışkan Bir halkın oğluyum ben. Anamdır, hemşerimdir, kardeşimdir, bacımdır, Tarlaları hep dağ sırtında başlardı. Yaz kış sofrasında kuru ekmek, Hoşaf, bulgur, mısır unu haşlardı. Ağır başlı, eli açık, kalbi geniş, Değişmedi tabiatı bugün de ama, Bağrı yanık Türküler yakardı Rodop köylüsü Benim şairliğim o günden kalma.


94

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) Yolların da yokuşunu seve Cömerttir, yiğittir, çünkü. Bağdat’ta bir topal Mümin görmüşler, O masal dünkü. Dünyanın bize benzer adamları yoktur Anamdır, hemşerimdir, kardeş ve peder En ağır işlerde de işleseler Yorgunluğu bir nükteyle diner. Gurbetten göçten korkusu az, Sevmez saltanatı, süsü. Züppelerden tiksinir, dalkavuktan hoşlanmaz, Kişiyi dirhemde ölçer Rodop köylüsü. Durhan Hatipoğlu Köye Dönüş Ne bu şehre alışabildim Ne insanlarına bu şehrin Bunca neşeye, bunca ışığa karşın Sevemedim gitti, sevemedim... Aç kollarını Alantepe, Aç Ballıcam, Kocadüzüm! Sar geciken suçlu evladını Sar beni iki gözüm! Ağlasam anne, kaybettiğim dostlara Ağlasam günah mı, dizinde uzun uzun? Hani benim beyaz köpeğim, Hani alaca kuzum? Dost vardı her adımda dayandığım Dostum vardı, ah ne sadık, susuyordu her yerde Ayırmazdı alaca kuzuyu sürüden Oydu bana el uzatan karda kışta tipide.


Makale ve Analizler - 2016

95

Neden bana da küsmedin sen ey dost Ben köyümden ayrılırken yıllar öncesi? Gel göreyim seni neredesin Unuttun mu beni Çoban gegesi! Uzaktan geliyorum, sana hasretim Isıt beni Rodop güneşi Yine mantar pişireceğim Yamaçyakada Yakarak bir çoban ateşi Aç kollarını güzel köyüm Geliyorum işte gör Hissedeceğim güzelliğini Gözlerim olsa da kör... Ben, köyüm, şehir için gelmemişim dünyaya Senin hasretini, gel, bana sor! Senden her ayrılık bir kere Zor taşımak bu kaderi, zor! Osman Aziz Şairlere derler “hasta adamlar” Ya kimler onları hasta yapanlar Sen onları yıllarca bırakırsan aç O şair kalırsa bir lefe muhtaç Elbette olacak zavallı hasta Çünkü o çalmakta değildir usta... Hasta ise ancak bunun içindir, İçinde yaşayan zalime kindir.

Hasta Haykırdıkça hakkı deli dediler. Belki gelir bu kör dövüşün sonu. Bulunur bir bozan bu pis oyunu. Ebedi değildir dünyada cefâ, Bu hasta gün gelir bulur bir şifâ... Elbet bir gün gelir biter çekilen bu ah, Her gecenin sonu değil mi sabah? Nuri Turgut Adalı

Nostalji Bir akşam özlüyorum doğduğum Karakuz’dan Baştanbaşa özgürlük yağmuru ile yunmuş. Konu komşu eziklik giysisini soyunmuş, Çağıl çağıl Elbasan çayı çözülmüş buzdan.


96

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) Bir akşam istiyorum dostlar Koşukavak’tan Sokakları sımsıkı aydınlık dolup taşsın, Kulağıma dostların merhabası ulaşsın Ana dilim Türkçeye huzur bağışların tan. Bir akşam postaların eski Kırcali koksun Çınlatsın sokakları pazarcıların sesi, Ötede çağıldasın Ayşe Molla çeşmesi, Doğacak özgürlükten kimse kalmasın yoksun. Bir akşam gönderin ki şu Mastanlı’dan sissiz. Sokaklarının şehit anıtı olsun feri, Taşsın pencerelerden Rumeli Türkileri, Sokakları silahlı coplu polis-milissiz. Bir akşam yollayın ki henüz açmış baharı, Hayır haber getirsin dul kalan bacılardan; Kimsenin yüzünde iz kalmasın acılardan, Güvencede Müslüman Türk’ün namusu, an... Bir akşam koyun zarfa saçları tel tel anı, Çağrışımlar içinde titreyen mor bir akşam; Ovasında, dağlarında silinmiş endişe, gam, Okunsun camilerde günün akşam ezanı. Ruhum ancak o zaman nefes alır da rahat Gezer dolaşır doğup büyüdüğüm diyarı; Ancak o zaman diner içimin ah-u zarı Gözlerim açık gitmez ölsem bile o saat. Ömer Osman Erendoruk Kırcaali

Sana bağlıdır her damarım Bazı senden uzak, gülsem de Güzelliğin büyüledi beni İçimde

Hasretliğin düğümlenmiş ağlayışı. Sende dile geldi ilk aşkım Sende anneliğim, İlk sevinç gözyaşlarım


Makale ve Analizler - 2016

97

Canlanıyor hayalimde Sende gerçekleşti tüm arzularım Geçmiş anılarım. İsteseler de koparamazlar Nefize Habip Beni senden Adını andıkça Köyüm Rodoplarda Bu gece düşümde yine köyümdeyim, Bizim o eski ecdeyim. Ve yaşım henüz sekiz. Gözümün önünde, Attığım ilk adım, bıraktığım ilk iz... Anam gencecik, Çiçek toplamaya çıkmış Dağa kardeşlerim. Ara ara dolu doluverdi gözlerim, Ama sevinçten ama üzgüden, Çocukluk bu sana kardeşim. Bekliyorum.

Gurbetten dönecek babam. Gülmeyi unutan gözlerim Gülümseyecek. Ismarladığım balonu, Babam getirecek. Derken Bakacaksın bir gün Çocukluk Balon gibi Elden uçup gidecek... Şükrü Esen

Hasret Şiiri (Memleket ve sevgiliye özlem) Çıkıp şöyle ASAR dağın başına Seyrelesem Adaları, Ardayı Yüzüm sürsem her yosunlu taşına Onduramam başka türlü bu yarayı Çatal kaya altında kaneler Mis kokarlar, menekşeler, laleler Yaşadığım acı tatlı o yerler Unutamam, unutamam orayı Güzel olur bizim eller baharda Ahu seker yaylalarda, dağlarda Yar olanım uzaklardan bakar da

Gelemez ah, neyleyim baharı Güneş doğar Balca dağın ardından Bir tanemin bulunduğu diyardan Yarim sanki ayna tutar orada Gel gel, diye basar o da narayı Evimin önünde açar lale, sümbüller Bahçemizde name yakar Bülbüller Hani nerde beni seven o eller? Çal sazını hasretine Adalı


98

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) Evimin önünden akar Arda ırmağı Gözyaşları boncuk boncuk yar yanağı Nedir benim, nedir onun günahı Ulu tanrım ondur bende bu yarayı Nazmi Adalı

Onların Hedefindeki Biz

BG-SAM-26.Aralık.2016

Bulgar devletinin bizim hakkımızda düşündüklerini de öğrenelim. Sosyalist Bulgaristan’da 3 bin 16 Bulgaristan Müslüman Türkünün Devlet makamları lehinde çalıştığını öğrendik, ardından Ahmet Doğan ekibinin İnsanlarımızı bilgisizliğe boğma tuzağına düşürdüğünü gördük. Şimdi bir komünistlerin gözüyle Çar III. Boris zamanında Türklerle ilgi siyasetin nasıl yürütüldüğü görelim. Sunduğumuz alıntı 1956 yılında BKP MK’ne sunulmuştur. Türk Ahalisi Arasında Kültür Devrimi Bulgar halkı kültürünün uzun yıllık geçmişi vardır. Çok eski zamanlarda doğan ve karmaşık gelişim aşamasını geçiren Bulgar halkının kültürü günümüzde dünya kültüründe önemli bir yer kaplamıştır. Bulgaristan Halk Cumhuriyeti’nde (BHC) Türk ahalisinin kültürü Bulgar halkı kültüründen organik bir bölümdür. Kültür konusu genel olarak olduğu gibi, BHC’de Türk ahalisinin maddi ve manevi kültürü de, hayatın maddi koşullarının gelişmesini, yaşayış tarzının, eğitim düzeyinin, edebiyat ve sanatların gelişmesi, gelenek, görenek ve alışkanlıkların da yenilenmesi anlamına gelir. Bu gelişim Türk ahalisinin somut tarihsel gelişim düzeyini yansıtır. Üç toplumsal ekonomik gelişme devrinde Bulgar halkıyla birlikte yaşamış olması Bulgaristan Türk ahalisi kültürünün gelişmesi için karakteristik olandır. Bu temel üzerinde Bulgar nüfusla Türk ahalisi arasında dayanıklı ekonomik, sosyal, yerel, kültürel ve başka bağlar gelişmiştir. Tüm bunlar, Bulgaristan Türk ahalisi kültürü için oldu gibi, onu bütünsel Bulgar nüfusun kültürüne yaklaştı-


Makale ve Analizler - 2016

99

rıcı olarak belirleyici olmuştur. Bu, Bulgaristan Türk ahalisi kültürünün halkına bağlı özgünlüklerini yadsımaz. Uluslar ve milli mensubiyetler var olmaya devam ettikçe, sosyalist ve komünist toplumlarda bizim olarak milli, fakat içerik olarak sosyalist kültürler var olacaktır. İlgili milliyetler ve milli azınlıklar arasında sosyalist kültür ve ideolojinin yaygınlaştırılmasında milli biçim en uyumlu kabul edilendir. Bu nedenledir ki, sosyalist toplumda kültür alanında iki isabetli gelişim izlenir: Birisi, azınlıkların ve milletlerin sosyalist içerikli kendi kültürleriyle gelişmelerine olanak sağlamak, öte yandan da, ortak Marksist Leninist ideler ve sosyalizm ve komünizmi kurmak gibi hedefler temelinde değişik millet ve azınlık kültürlerinin birbirlerini devamlı tamamlayarak ve zenginleştirerek yakınlaşmasını sağlamaktır. Bu iki süreç, bizde, Bulgaristan Türk ahalisi için daha da büyük önem arz ederek geçerlidir. Çünkü bu ahali yüzyıllardan beri Bulgar nüfusla aynı koşullarda yaşamaktadır. Bulgaristan Türk nüfusu kültürünün gelişmesinde Bulgar halkının kültürüyle bu organik bağımlılık çok parlak bir şekilde dikkati çekiyor. Çünkü Türk ahali Bulgar nüfusla aynı toplumsal- politik ve sosyal koşullarda gelişiyor. 1.Kapitalizm ve faşizm döneminde Türk ahalisinin kültürü. Bulgaristan’ın kapitalizm yolunda gelişmesi ülkede burjuva kültürünün gelişmesinde ön koşul oldu. İnsanların farklı sınıfsal durumu (sömürenler ve sömürülenler) her iki sosyal sınıfın kültürünün ayrı yolda gelişmesine temel oldu. Bulgaristanlı Türk ahalisi içinde olduğu gibi, Bulgar nüfus içinde de, ekonomik, siyasi ve ideolojik olmak üzere amansız sınıf savaşı gelişti. Türk ulusal azınlık, Burjuvazinin doğru olmayan siyasetinden bağımsız bir şekilde olmak üzere, milli esaslar üzerinde birliğini korumayı başaramadı. Türk ahalisi arasında sınıfsal esasa dayanan gruplaşma ve Bulgar nüfus içindeki ilgili sınıflara yakınlaşma süreci başladı. Türk ahalisinin kültürü de bu temel üzerinde gelişti. Müftülükler işçi sınıfının burjuvaziye karşı mücadeleyse katılmasını engellemeye çalışırken, aile ve miras sorunlarını çözmek için şeriat mahkemeleri sistemi de oluşturarak Tük ahali üzerindeki etkisini daha da arttırdı. Böylelikle Müslüman din çevreleri faşist iktidara sımsıkı sarıldı ve Türk ahalinin gelişmesinde son derece olumsuz rol oynadı. Çarlık Bulgaristan İçişleri Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı’nın 17.XI.1934 - 20.327 1-V nolu çok gizli mektubunda şöyle deniyor: “Şimdiye kadar aramızda bir kuşku uyanmasına herhangi bir en ufak şüphe girmemiş olduğundan, Bakanlık Başmüftülükten aldığı ihbarlara inanıyor. Yeni rejimin güçlenmesinde (burada söz konusu olan 1934 Bulgar fa-


100

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

şist darbesinden sonra kurulan siyasi düzendir) Müftülüğün yerel organlarının önemli rol oynadığı biliniyor.” Şumen polis makamında görevli müfettiş Kostov’un aldığı ve İçişleri Bakanlığı 4632/12.VI.1937 no olarak arşivlenen gizli ihbarda aynen şöyle deniyor: “Biz Türkler arasında aydınları ne kadar azaltabilirsek, bizim için o kadar daha iyi olacaktır. Bunu yaparsak, Türk öğrenciler arasından olup, ortaokul bitirdikten sonra liseye yazılmak isteyen Türk öğrencilerin sayısı da azalacaktır. Biz uyanık Türklerin sayısını azaltma hedefine en kolay nasıl ulaşabiliriz? Kuşkusuz bunu yaparken, biz Türk öğrencilerin eğitim işlerini yarı cahil ve batıl düşünceli olan yaşlı hocalara devretmeliyiz. Onlar yıllar yılı derse girip çıkabilirler, fakat öğrencilerin bizim Bulgar liselerine girip başarılı olmaları için gerekli olan hazırlığı hiçbir zaman veremezler.” Şumnu İl Müdürü 1938’de şunları yazdı: “En önemli olan Türkler arasındaki kör cahilliğin sürüp gitmesini ve katmerleşmesini sağlamaktır. Özel dersler düzenlenerek Çar’a olan sonsuz sevgi özel öykü ve efsanelerle kafalarına aşılanmalı, korku içinde yaşamaya, boyun eğmeye ve bağımlı kalmaya öğrenmeleri gerekir....” İçişleri Bakanlığı “Din İşleri” Şubesi Amiri Gruev’e gönderilen bir mektupta şöyle deniyor: “Biz bundan sonra din adamlarını teşvik edelim. Medeni eğitim saatlerini azaltalım. Müslüman nüfusu geleneklerine bağlı tutalım ve ancak dini eğitime ağırlıkl verilmesine izin verelim.” Müftülükler özel Türk okullarına da ağırlıklarını koydu. Faşist iktidarın güçlenmesiyle okul müdürü ve öğretmen olarak ancak “Nüvvab” mezunları arasından atama yapılıyor. Okul encümenlikleri bileşimi tamamen yenileniyor. Emirlere uymayan okullar kapatılıyor. Yalnız Şumnu ilinde özel Türk okullarının % 56’sı yani 158 özel Türk okulu kapatıldı. Böylece Türk ahali kör cahilliğe itilmiş ve kültürsüz bırakılmıştır. İçişleri Bakanlığının yardımlarıyla Bulgaristan Müslümanları Başmüftülüğü, “Bulgaristan’da Müslüman Dininin Savunucuları Derneği” basın organı olarak “Medeniyet” gazetesi çıkarılmasını örgütlemiştir. Aslında bu faşist hükümetin çıkardığı bir basın organıdır, parasını ödeyen devlettir. Gazetenin fikirsel esasına, Panislamizm ideleri ve en gerici İslam muhafazakârlığı dayatılmıştır. Görüldüğü üzere, bu kültür Bulgaristan’da egemen olan burjuva kültüründen farksız bir kültürdür. Türk milli azınlığını bilgisizlik karanlığında ve batıl dini inançlar dünyasında kapalı tutmayı amaçlamıştır. Türk milli azınlığından çıkan burjuvazi ise başka bir tabaka oluşturmuştu.


Makale ve Analizler - 2016

101

Bu tabakanın ana kesimi Bulgar burjuvazisi ile kaynaştı ve burjuva parti ve iktidarlarına aktif olarak katılmıştır. Bu burjuva kesiminin tipik temsilcisi “Dostluk” gazetesinin editörü Tahir Nuriev’tir. Bu gazetenin parasını hükümet öderken, işçi sınıfına karşı kışkırtma ve ihtiralar yaydı. Gazetede çıkan bir yazıda şöyle deniyor: “Kuranı Kerim elimizde oldukça ve biz de Kıbleye dönüp dua etmeye devam ettikçe, Moskova’ya ve Kremlin’e ibadet edenlerin karşısında olmaya devam edeceğiz. “Dostluk” gazetesinden başka, “Doğru yol”, “Deliorman”, “Karadeniz”, “Medeniyet” ve “Yeni Gün” gibi gazeteler de gençleri ve aydınları Panislamizm ve burjuva milliyetçiliği ideleriyle beslemiştir.” Halk kültürünü yaratıp yaşatan işçi sınıfı ve emekçi köylülerdi, Türk azınlığı da dahili Bulgar halkı ve halkçı aydınlardı. 19.yüzyılın 80’li yıllarında Bulgaristan’da sosyalist hareketin başlamasıyla ülkemizde sosyalist edebiyat, sanat ve kültür de oluşmaya başladı. 19. yüzyıl sonlarında ve 20. yy başlarında ve hazırlıklı Marksist Dimitır Blagoev’ti. Sosyalist hareket Bulgaristan’ın tüm kültürel yaşamına etki göstermeye başladı. Bulgar sosyalist edebiyatı biçimlendi. En seçkin Bulgar şair ve yazarları sosyalizmin etkisi altında kaldı. Sosyalist edebiyat ve sanat din ve etnik kimliğe bakılmaksızın bütün halkın gönlüne işledi. Bu gelişmeler Türk asıllı işçi sınıfını da etkiledi. Daha 1910’da “Tütün İşçisi” gazetesi sayfalarına yansıdı. Bu gazetesinin geleneklerini daha sonra “Ziya” gazetesi sürdürdü. Bu iki gazete ülkede Türkçe çıkan sınıfsal nitelikli gazetecilikte yol taşı oldu. Bulgaristan’da kapitalizm ve faşizm dönemlerinde bu iki gazete Türk ahalinin sınıfsal eğitiminde başı çeken rol oynadı. “Ziya” gazetesi Bulgar Komünist Partisi BKP (dar sosyalistler) karakteri, programı ve ödevleri üstüne büyük sayıda yayınladı. Bu yazılarda bütün etniklerden ve milletlerden işçiler arasında dayanışma, ortak mücadele vb ödevleri açıklık kazanıyordu. Bu yazılarda, Türk ahalisinin Bulgaristan vatandaşlarından oluştuğu ve sosyalizm koşullarda vatan toprağında kalmasının eşit haklı var olma ve birlikte yaşama kapılarını ardına kadar açacağı tezleri işlendi. Bulgaristan Türk ahalisinin “Yaşam koşullarının iyileştirilmesi” başlıklı yazıda şöyle deniyordu: “Yoksullar ve zenginler arasında yürütülen sınıf mücadelesinin amacında, zenginlerin, sermayedarların iktidardan indirilmesi vardır. Bunu yaptığımız zaman işçiler, köylüler, yoksullar esnaflar iktidar olacak ve maddi durumları iyileşecektir. İktidar fakirlerin eline geçtiğinde onların durumu değişecektir. O zaman kurulacak yeri idare, milli mensubiyetine bakmaksızın fakirlerin işçi ve köylülerin yanında olacak ve çıkarlarını savunacaktır.”


102

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgaristan Türk ahalisinin sınıfsal uyanışı, işçi sınıfının Bulgar Burjuvazisine ve onun yamakları olan Türk sanayici ve tüccarlara karşı sınıf mücadelesine ışık tutulmuştur.

Arayıp Da Bulamadığımız

Rafet Ulutürk-27.12.2016

Hak arama davasında yeni bir sayfa açılabilir mi? Biz Bulgaristan Türkleri tarafından sevilecek, söylediği sözlere insanlarımız uyacak ve Bulgar aydın çevreleri ile kamuoyunun da dikkatini çekecek birini arıyoruz. Biz bu kişiyi henüz bulamadık. 24 - 26 Aralık 2016 Sütkesiği (Mleçino) anma töreni olayları ile Mestanlı (Mumçilgrad) şehitler anıtı önünde yapılan miting aradığımız kişiyi bulamadığımızı bir daha doğruladı. Aranan lider nitelikli kişi anlaşılan ne Bulgar okullarında ne de Türkiye’de yetişiyor. Bu iki kaynaktan gelen kadroların tadı halkımıza ekşi, eksik geliyor ve her defasında olay “o kadar olacak artık, ne yapalım” sözleriyle kapanıyor. Ortada, Bulgaristan Türklüğüne damat aranıyor gibi bir durum var. “Ben bu işi yaparım” deyip 6 kez Hak ve Özgürlükler Hareketi’nden kopup ortaya çıkan olsa da, kesişen gözlerden alev çıkmayınca, iş olmadı. Ve bu yeter başkalarının bize sunduğu lider meselesi artık ortada yatan bir ceset gibi, ceset dediğimiz Bulgaristan Türklüğüdür. Eğer bizim kuşak bu cesedi kaldırırsak, o zaman lidere de gerek kalmayacaktır. Bu olay 21. yüzyıl olayı değildir. Dava bize geçen yüzyıldan miras kaldı. Önce geçen yüzyıl nerede ve ne zaman bizi kim nasıl temsil etmişti, ona kısaca bir göz atalım. 1878’de Rumeli’den sürü halinde kaçmışız. Hatta bu öyle bir kaçıştı ki, Plevne’de askeriyle kuşatılan Osman Paşa’ya İstanbul’dan silah, mühimmat, cephane, ilaç vs. getiren tren katarı Sofya’nın “Poduene” garında perona boşaltıp bugünkü “Gorublene” semtinde oturan Çerkez aileler, karı kızan, yaşlı, kap kaçakla vagonlara dolmuş ve İstanbul’u boylamıştır. O zaman bizde bozgun yaşanmıştır. Büyük şair Mehmet Akif Balkan bozgunu denen bu faciayı şöyle ebedileştirmiştir: Birer birer oluyor ırzı, malı, yurdu hedef...


Makale ve Analizler - 2016

103

Gidince hepsi elinden “Ya Bulgar ol ya geber!” Şu göğsü baltaların en körüyle parçalanan, Şu beyni taşların altında uğrayan kafadan; Karın, çamurun üstünde, inleyen canlar; Şu bir yığın kömür olmuş, kül olmuş insanlar; Ki gazlı bezle, o olmazsa, yağlı katranla yakıldı Bulgar’a şayeste bir soğuk kanla; “Salibe secdeye varmak Huda’ya isyandır.” Deyip Huda’sına kurban olan şehidindir, “Ya Bulgar ol ya geber!” sade hainin dediği.. Kuduzca saldırıyor intikam için ite bak! Sarıklarından asılmışların hesabı mı var? Yetişmiyor gibi yer bir de gökyüzünde Mezar! Hiç uzatmayalım, bozgun lidersiz bir kaçıştır. İnsanlarımız da birbirlerini izlemişler ve can kurtarmak pahasına öz toprağını terk etmişlerdir. Bozguna neden olan, imparatorluğun bölgemizde hezimete uğramasıdır. Dönelim konumuza. Osmanlı çekildiğinde bizi kim temsil etmiştir? Şöyle kabul edelim. “93 Harbi” Biz, Bulgaristanlı Müslümanlar için savaş değil, düpedüz soy kırımıydı. O zamana kadar çoğunluktaydık, hakkımızda ilk kez “azınlık” dendi. 1878 Berlin Konferansı’ndan başlamalıyız. Konferans bizimle ilgili de kararlar aldı. Bu kararların Prensliğinin 1879 Tırnova Anayasasına işlendiği dönemde bizim siyasi partimiz yoktu. Sanki siyasi temsilcilerimiz de yoktu. Birinci Bulgar Anayasası’na Vidin ve Varna Müftülerinden başka imza atan birkaç başka müftü, Rus komiser Korsakov’un kolundan tutup parmak bastırdığı hocalardır. Öyle olsa bile, bu Anayasayla Bulgar Prensliği topraklarında vatandaşlığımız yasallaştı. Bu durumda Müslümanlar Osmanlı dışında bir dini ve sivil yapılanmaya gitmek zorundaydı. Mecliste işlevleri belirlenmemiş 20 milletvekili bulunuyordu. 1895’te Prens imzasıyla çıkan ve 1919’a kadar geçerli olan Bulgaristan’da “Müslümanların dini idarelerine Dair Geçici Talimatname” dini örgütlenmeye temel oldu. Prenslikte 1880 nüfus sayımına göre Türk –Müslüman sayısı 750 bin yani nüfusun % 28’dir. 1910’da Bulgaristan Türklerinin sadece % 6’sı okuryazardır. Bizim aydınlanma davamız 1918’de Şumen’de Devlet Türk Pedagoji Okulu ve 1922 1923 ders yılında Ruhani “Nüvvap” Yüksekokulu açılmasıyla başlamıştır. Bul-


104

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

garistan Türklerinin aydınlanma davası öncelikle Çarlık dönemi iktidarlarıyla ve bir de ayrıca Başmüftülükle sert mücadele içinde gerçekleşmiştir. Örneğin 1928’de Bulgar hükumet kararına rağmen, Latin Alfabesine geçilmesinin yasaklanmasını istemiş ve birçok yerde protestolar düzenlemiştir. Bu nedenle Bulgar hükumetinin 14 Ocak 1930 tarihli Latin Alfabesinin zorunlu olarak uygulanması kararını “Turan” Maarif Kültür Örgütü gibi sivil toplum örgütleri ve “Turan”, “İstiklal”, “Rodop Sesi”, “Deliorman”, “Karadeniz” vs yeni harflerle çıkan gazeteler desteklemişlerdir. Bu ortamda Bulgaristan Türklerini temsil etme konusunda STÖ ile Başmüftülük arasında ciddi tezatlar ortaya çıkmıştır. “93 Harbinden” sonra uzun zaman kendi sorunlarına çözüm getiremeyen Bulgaristan Müslümanlarına ilk yardım Türkiye Büyükelçiliği’nden gelmiştir. 1913’te Pomaklara karşı isim ve din soykırım gerçekleşmesi ve Bulgar Krallığının Berlin Konferansı kararlarını rafa kaldırıp saldırı savaşlarına başlaması, Osmanlı ile Bulgar Çarlığı ilişkilerini yeni bir aşamaya taşımıştır. O yıllarda Sofya Askeri Ataşesi olan Mustafa Kemal, Pomakların isim ve din haklarının iade edilmesi ve çıkarlarının savunulması açısından siyasi oyun kurucu rolü üstlenmiştir. Liberal Parti Lideri Radoslavov ile temasa geçip, Gümülcüne Müslümanlarından 26 kişilik meclis grubunun yeni hükumet kurulmasına destek vermesi karşılığı olarak isim ve din haklarının geri alınmasını sağlamıştır. İşte bu durum, Bulgaristan Türklerinin kendilerine siyasi lider seçme konusunu ilk kez çok aktüelleştirmiştir. Ne var ki, Birinci Dünya Savaşından sonra yenilenler arasında yer alan ve 2 milli felaket yaşayan Bulgaristan’da işler çok zorlaşmış. Osmanlı ile Bulgaristan Krallığı arasındaki ilişkiler dondurulmuş, insanlarımızın umutları kursağında kalmıştır. 1919’da imzalanan ve Bulgarların topraklarının önemli bir kısmını kaybetmesine yol açan Neully Anlaşması, azınlık haklarımızı yeniden gündeme getirmişti. 1920’de ülke nüfusunun % 80, azınlık olan Türklerin ise % 95’i köylerde yaşıyordu. Bulgaristan’da ilk kez uygulanan majoriter sistemle genel seçim kazanan Bulgaristan Halk Çiftçi Birliği (BHÇB) 23 Müslüman vekil tarafından da destek bulunca, Başbakan Stamboliyski parti, bu arada Türk köylüler, Türk okulları ve bazı Müftülüklere de giderlerini karşılamaları için toprak, orman, koru, çayır dağıttı, vatandaşlara eşit adalet getiren reformlara kapı açtı. O, 1923’te Bulgarlar tarafından öldürülmeseydi ve Bulgar Çarlığında demokratikleşme isteyen köylü kitlesi hareketlenmeye devam etseydi, daha o dö-


Makale ve Analizler - 2016

105

nem Bulgaristan Müslümanlarının da partileşmesi ve lider sorununu başarılı çözmesi mümkün olabilirdi. İkinci Dünya Savaşına giderken Alman Nazi rejimiyle birlikte olmayı seçen Çar Ferdinand’ın oğlu III. Boris, 1934 askeri darbesinden sonra dikta rejimi uyguladı. Bulgaristan Türklerinin “Turan”, “Altın Ordu” ve “Jimnastik Kulüpleri” gibi tabana dayanan siyasi örgütlenme yolunu kesti. İkinci Dünya Savaşı sonuna kadar bu sorun bir daha gündem oluşturmadı. Bu arada Türk askerinin Çanakkale zaferi, Yunan’ı İzmir’de denize dökmesi ve Türkiye Cumhuriyetinin ilan edilmesi Bulgaristan Müslümanlarını en fazla etkileyen olayların başında gelir. Seçkin ve bilinen simalar arasında Rumeli’ler olması insanımızı yüreklendirmiştir. Anadolu’da başlayan yenileşme, Anadolu Türklerinin de Asyalılığın dış belirtilerinden kurtarması ve en başta köklü eğitim reformu atalarımıza mucize olmuştur. Atatürk’ün Türk milletini düşünen insanlar dünyasına kazandırması ise başka bir mucizedir. Osmanlı Türkçenin Türkiye’de ölmesiyle öz Türkçemizin bir edebiyat sanat ve kültür olarak Bulgaristan’a da geleceği umudu uyanışımızda ilk kıvılcımlar olmuştur. Bu arada Türkiye’de karanlıkları yırtan ve buyruklarıyla halkı seferber edebilen bir dev simanın büyüyen ve yayılan otoritesi, Türk halkında din dışı, hanedanlık dışı ve gücünü halktan alan bir lider doğurma ve yetiştirme yetisi olduğunu kanıtlarken, bu arada Bulgar da dahil, dostu düşmanı düşündürmüştür. İşte böyle bir ortamda Bulgaristan Müslüman Türkleri arasında da bir lider bekleyişi güç toplamaya başlamıştır. Fakat 1878’den 1944’e kadar Prens Al. Batenberg, Prens ve sonra Çar Ferdinand ve oğlu Çar III. Boris Bulgaristan Müslüman Türklerinden milletvekilleri, müftüler ve Başmüftüler de aralarında, hiç birine, bizimle ilgili ciddi sorunları danışma lütfünde dahi bile bulunmamışlardır. Göç gibi ciddi sorunlar belirdiğinde, bu sorular, son Padişah da İstanbul’dan kaçarken imparatorluk dışına çıkan, fakat ne olur ne olmaz ince hesaplarıyla önce Filibe’ye yerleşen, ardından da Sofya’da Çar danışmanlığı yapanlara sorulmuştur. Demek oluyor ki, Bulgaristanlı Müslümanlar arasından herhangi biri siyaset ve devlet işlerinde dikkate alınmamıştır. 1944’teki rejim değişikliği ve Sovyet Ordusu gölgesinde iktidar olan güçlerin Müslüman Türk ahali üzerinde siyasi egemenlik kurabilmesi için yeni tip kadrolara ihtiyaç belirmiştir. Aranan kadroları Şumnu yüksek din okulu mezunları arasından seçmek uygun olmazdı, çünkü iktidar ateist dünya görüşüne ve Marksist ideolojiye dayanıyordu. Sonra 200 yıl uyuyan Osmanlı Türkiye’sini 30 yılda uyandırıp ayaklandı-


106

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ran Ankara’nın etki gücü ortadaydı. Bulgarlar her fırsatta Türkleri en iyi tanıyan ve onlara en yakın olan bir millet olduklarını iddia etseler de, son 70 yılda Yeni Türkçe ve Bulgarca bir sözlük bile hazırlamamış, kültürel etkileşim tamamen kopmuş gibiydi. Türklere lider olarak aranan kişi, bir defa Osmanlı kalıntı dini okulları görmeden, Bulgar lisesi bitirmiş, Bulgarcayı iyi bilen, Bulgar bir kızla evlenmeye yatkın, Müslüman, fakat soydan Türk olmayan biri olmalıydı. Ve bu ilk lider, BKP’nin Bulgaristan Türk Müslümanlarına bulup, eğitip, hediye ettiği Silistreli Ali Rafiev oldu. 92 yaşında bu yıl hayata gözlerini yuman ve 15 gün önce 40. gününde Bulgaristan Türkleri kanaat önderlerinin Sofya Merkez Mezarlığındaki kabri başında bir fatiha okuduğu Rafiev, Bulgaristan Türkleri yazım, edebiyat, sanat ve kültür devrimini gerçekleştirirken tüm işleri bizzat yönetti. “Yeni Işık”, “Halk Gençliği”, “İnşaat Erleri”, “Eylülcü Çocuk” merkez ve birçok il gazetesini, “Yeni Hayat” dergisini, ilk, ortaokul, liseler, pedagoji okulları ve Sofya Üniversitesi’nde ders programı Türk dilinde olan 5 fakülte için tüm kitapları basın yayan basım evini kuran ve çalıştıran o oldu. Kırcaali, Şumen ve Razgrat’ta Tiyatrolar örgütledi. Bütün köylerde özendirici sanat yeşerdi. Türk halk sanatını canlandırdı. Yüzlerce yüksek öğrenimli Türk genç yetiştirdi. Uzatmayalım biz bugün Bulgaristan Türklerinin kendi edebiyatlar, özgün kültürü, özgün çizgileri olan Türk kimliği, kendi tarihleri var diyorsak ve bunların okullarımızda evlatlarımıza okutulmasını istiyorsak ve demokrasi koşullarında 1950 - 1960 yıllarına dönmeyi özlüyorsak, nedeni budur. Rafiev’in yönetiminde BKP, 1878’den 1944’e kadar Bulgaristan Türklerinin istediği fakat faşist Çar rejiminin vermediği tüm maddi ve manevi istekleri çok kısa sürede halka sundu. O, işte böyle lider oldu. 1972’den sonra Todor Jivkov edinimlerimizi geri almaya çalışırken vermemek için direndi ve halkın gözünde daha da büyüdü, daha fazla sevildi. Biz burada, olgunlaşmış bir toplumsal ihtiyacı karşılama sürecini yöneten bir “dayatılmış lider” örneği sunduk ama o lider gerilerken bile işini halk çıkarına dayamaya çalıştığı için tutuldu ve göklere çıkarılmıştı. Rafiev’ten sonra Bulgaristan Türkleri’ne lider olma şerefine sahip olup Sofya’daki o “şerefli” koltuğa oturtulan Harinov, Salif İlyazov gibi şahıslar, ancak bu edinimlerimizin yok edilmesine hizmet ettiler. Batan bir gemiye kaptan olmayı kabul etmişlerdi. Yaptıklarından utandıkları için zamanından önce hayata göz yummuşlardır. Halkın gözüne bakmak zordur. Onlar bakamadılar!


Makale ve Analizler - 2016

107

Çünkü sosyalist ideolojinin sulandırılmasından ve etnik kimliklerden kurtulma zehriyle zehirlenilmesinden sonra şiddetlenen baskı, terör ve zulme dayanan diktatör Todor Jivkov rejimi çok sıkışınca, yenilgisini “soya dönüş” zulmüyle maskeledi. Bulgar olmayanı eritme siyasetiyle tosladı ve devrildi. Diktatörün devrilmesi, siyasi sistemin çökmesi vs Bulgaristan’da Müslüman ahaliye bir lider bulma sorununu gündemden kaldırmadı. Acil olarak ve çok ciddi bir biçimde siyaset sahnesine taşıdı. Rafiev Türklerin eğitim ve kültür hakları konusunda Bulgar devletini zorlamıştı. Serada yetiştirilen yeni lider kimliksiz, dinsiz, Türkçesiz, yalnız Türk adıyla, ne ileri ne geri bir adım atmaya takati olmayan, ahlaksız - vicdansız, Türk yaşam tarzını taşımayan, babasından ve halkından nefret eden, çıkarcı, vefasız, içinden pazarlıklı ve yargılanmama ve lüks hayat koşullarında yaşamaya karşı siyasi köleliği kabul etmiş biri olmalıydı. Üstelik 1989 Mayıs Ayaklanmasından sonra Türklerin şu hak ve özgürlük işlerini, Türkiyeciliği ve Türkiye’ye bağlanmayı ciddiye aldığını görünce yetiştirdikleri yeni “lideri” Moskova’ya teslim edip Türklük ve Müslümanlık işlerini doğrudan Kremlin üzerinden yürütmeyi uygun buldular. Olay bir de şöyleydi: Bulgaristan’da Müslüman Türk azınlığa 1950’lerde tanınan hakları fazlasıyla ciddiye almış, arkadan gelen özgürlükleri budanarak edinimlerini kaybetme süreci başladığı an, “edinimlerimizi koruyalım ve daha da geliştirelim” süreci de başlatmıştı. Bu süreç 1972 - 1989 dönemini kapsar. Baskı, terör ve zulme dayanan, adına totalitarizm denen iktidar saldırılarına karşı gelişen, bu Bulgaristan’da Türk kimliğini koruma ve hatta daha öte geliştirip biçimlendirme ve yaşatma bir bilinçlenen etnik topluluğun davası oldu. Totaliter rejimle çatışma gitgide öyle kızıştı ki, 1989 Mayısında İsyan Bayrağı dalgalandı. Azınlık Ayaklanma arkasında zulüm yıllarında Türklerin kurduğu 44 legal ve illegal parti, örgüt, dernek, hareket vb vardı. Bu hareketlenmenin ortak lideri yoktu. Yerel lider, örgüt yapısı ve etkinlikler vardı. O zaman Ahmet Doğan da hapisti, fakat bu üst akıllılar danışıklı dövüş oynadığını, Rus dış istihbaratı KGB ile sıkı temas halinde olduğunu bilmiyordu. Yine o sırada ülkede kuş uçurtmayan Bulgar, evde döşeme altında sıçan oynadığını sezse, tıkırdayışı işitse de, döşemeyi sökemiyor, yaşadığı evi yıkmak da istemiyordu. İşte o olağanüstü ağır olarak nitelediğimiz dönemde köyünde yeti-


108

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

şen ve yaşarken Sofya’daki “lider”, “önder” olarak tarif ettiklerimizden hiç birini tanımayan. Devlet işlerini bir kesintisiz süreç olarak görmeyen... Sofya’da basılan ve evine getirilip “oku” deyip eline sıkıştırılan o Türkçe gazeteleri bile daha fazla ocak tutuştururken kullanan... Radyo dinlerken de uzun uzun anlatılanları atlayıp türküleri bekleyen, Gorski İzvor ve Mogilyane köyleri arasındaki Kayaloba mahallesinden 3 çocuk anası Ayşe Mollahasan’ı biraz daha ciddi düşünün lütfen. Günlerden bocuktu. Yıllardan 1984. Etrafı silahlı asker ve milis sardığını işitince birdenbire örgütlendiler. Genci yaşlısı, çoluğu çocuğu, kadını erkeği, işini gücünü, evini yerini, hayvanlarını bırakarak, kış kıyamet demediler, Mogilyane’ye doğru yollara döküldüler. Ora insanlarını desteklemek, ırkçılığa karşı isyan etmek, adlarını ve Türk kimliklerini savunmaktı hedefleri. “Bre Allah canını almayasacaları kapımıza mı dayanmış” deyip yürüyenlerden biri Ayşe Mümün Mollahasan’dı. Hayır, Ayşesiz olmazdı zaten, yıllarca önce Preseka’dan Kayaloba’ya gelin gelip kaderini Aliosman Mollahasan’la birleştirmiş olan bu üç çocuk annesi, düğünde, dernekte, cenazede, mevlitte, ibadette hep aralarında bulunmuş onurlu ve itibar sahibi bir kadındı. İşinden anlayan, dediği dedikti, saygınlık kazanmıştı. Kim ne iş yapacaksa yapsın önce ona danışırdı. Zira Ayşe’nin razılığı bütün köy kadınlarının razılığı demekti. Bu kez de öyle oldu. Onu gören diğer kadınlar “Biz de kalmayız, ne olursak beraber olalım” diyerek Ayşe’nin arkasına, eşlerinin yanına diziliverdiler. İki köy arasındaki mesafeyi birlikte geçtiler. Ancak Mogilyane’ye yaklaşırken, eylemlerinin barışçıl olmasına rağmen, muhtemel bir çarpışmada kadınlara ve çocuklara dokunmazlar düşüncesiyle, onları ön saflara geçirdiler. Maalesef, silahlı milliyetçilerde merhamet denen o duygu 100 yıl sonra da yoktu. Gözü kanlı milisler silaha sarıldı. Ayşe Mollahasan en öndeydi. “Aklınızı başınıza devşirin. Biz Türküz. Kanımız yerde kalmaz!” diye bağırıyordu. Birden yere yuvarlandı. Sesi kesildi. Katilin kurşunu kalbinden girmiş sırtından çıkmıştı. Şimdi Ayşe Mollahasan’ın adı diğer kahramanlarla birlikte “Türkan Çeşme” şehitliğinde mermer taşlara oyulmuştur. O bir önderdi, köyünün ayaklanma lideri, direnen bir öncü kahraman ve şehit düştü. Ömründe nutuk tutmamış, nutuk dinlememişti. Eline gazeteden kalın kitap da almamıştı. 32. şehitlere saygı mitinginde oğlu Hak ve Özgürlük Hareketinin (HÖH) şehit Ayşe Mollahasan adını bundan böyle ağzına almamasını rica etti. Bu sözlerin çok derin anlamı vardır. Çünkü HÖH partisi 1984 - 1989 direniş tabanını oluşturan binlerce Ayşe Mollahasan’lara dayandı. Sayıları 50 bin-


Makale ve Analizler - 2016

109

den fazla olan bu fedakâr ve cesur yerel militan kadrolar olmasaydı HÖH partisi kurulamaz, seçim kazanamazdı. Partinin omurgasını oluşturan, bu sesiz sedasız, yemin bozmayan, yolundan şaşmayan, pusulasını kendisi belirleyen taban direkleridir. Bu kadroları eğitmek ve yetiştirmek için ilkokul veya akademi yoktur. Bunlar bizim şaşmaz alaylılarımızdır. Önemle vurguluyorum, Bu gerçeği sezen ve değerlendiren Bulgar istihbaratı, KGB ve BKP, tabanın lider istediğini sezerek, bu toprağa kuru sap eksen yeşerir düşüncesiyle en beceriksiz hain olan Ahmet Doğan’ı hareketin başına dikmeyi başardı. Olay budur. Su akarken çayın dibindeki taşların güneşi ve yıldızları gözlediği gibi dava saflarına o zaman dizilen temel kadrolar da 26 yıldan beri yerinde dondu kaldı. Onların hareketlenmemesi için bilgilenmeleri yasaklandı, din kültürleri donduruldu, köyler boşaltıldı, hayalleri söndürüldü. 1989 Mayıs ayaklanması Bulgaristan Müslümanlarının 2 sorununu çözdü. Bunlar isim ve din sorunuydu. Daha ileri tek adım atılamadı. Neden? Çünkü 1913’te Pomakların isim ve dinlerini geri verdiren Mustafa Kemal onları meclise sokup politik iktidara da taşırken, 1989 Ağustosunda, isteklerimizin ele alındığı Kuveyt Görüşmesinde bizi temsil eden Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Mesut Yılmaz “Yorgan altında Türkçe konuşsalar” yeter dedi. Bulgar, 1983’te Sofya’ya gelen cunta şefi Kenan Evren’in Todor Jivkov’a bizim hakkımızda “Eti senin kemiği benim” dediğini de unutmadı. Ve ben bugün soruyorum; Bulgaristan’da Türklerin ve diğer Müslümanların doğal ve insan haklarının tanınması, etnik topluluk haklarının tanınması için olgun sosyo-psikolojik ortam var mıdır? Cevap: Yok! Öyleyse bu kavga neye kızıştırılıyor. Bulgaristan Türklerinin NATO veya Avrupa Birliği’nden bir beklediği var mı? Cevap: Yok! Anadilimizin anaokulu, ilkokul ve orta okullarımızda okutulması sorunlarını DOST Başkanı Lütfü Mestan çözebilir mi? Cevap: Hayır! 18 sene mecliste Eğitim komisyonu başkanı olan bu lider hevesli kardeşimiz şimdi birden bire Türkçe konuşmaya ve tanımı yapılmamış bir takım hakların savunucusu oluyor ve bu olayın arkasına toplanan saygıdeğer güçlere bakın lütfen:


110

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

AK Parti Yönetim Kurulu üyeleri, TBMM Türkiye-Bulgaristan İşbirliği ve Dostluk Komisyonu eski Başkanı, milletvekili Aziz Babuşçu; Bulgaristan Türkleri Başmüftüsü Mustafa Hacı; Türkiye Cumhuriyeti Sofya Büyük Elçisi Süleyman Gökçe, Türkiye Cumhuriyeti Filibe Konsolosu Birey Yılmazsoy, Türkiye Cumhuriyeti Burgas Baş Konsolosu Niyazi Evren Akyol, Rumeli Konfederasyonu Başkanı Zürfettin Hacıoğlu, Bursa ve İzmir Bal-Göç yöneticileri ve üyeleri. Bu 8 önemli kişi, 18 değil 88 önemli kişi olsa, Bulgaristan Türklerinin çözüm bekleyen hiçbir sorununu çözemez. Ancak Onur Yürüyüşleri yapabilirler... Üzgünüm! Saygıdeğer yetkililer sizin hiç birinizin sözde lider olmak isteyen şuna ya da buna arka, destek olmak için Türkiye Cumhuriyeti Devletini küçük düşürmeye hakkınız yoktur. Eğer anma törenleri derin siyasi anlam taşıyorsa, hazırlık yapılır, esaslı konuşmalar yapılır ve gelenler bilgilendirilir. Kimse zorla lider olamaz, halkın kabul etmediği kişilerden hiçbir şey olmaz, olamaz. Biz kendi kendimize gelin güvey oluyoruz, yukarıda dediğim gibi sanki Bulgaristan Türklerine damat aranıyor. Evet, şehitlerimiz huzursuz. O kadar çaba boşa gitti. Ne yazık ki, halkımız arayıp da bulamadığını hala arıyor ve arayacak. Bunu göremeyen halkımız değil onları yönetmeye talip olanlardır. Siz de çevrenize bir bakın ve bu yanlış yoldan bir an önce dönün lütfen...

Bulgaristan’da Türk Kimliği

BG-SAM-29.Aralık.2016

Şu güneşin altında canlı olan her şeyin gelişerek değiştiği, büyürken yetkinleştiği gibi Bulgaristan Türklerinin Kimliği de oluşum gelişim ve olgunlaşma süreci yaşamıştır. Bir defa 1878’e kadar Bulgaristan yokken Bulgaristan Türk kimliği de yoktu. Bulgaristan Prensliği kurulunca ve sınırları içinde yaşayan Müslüman


Makale ve Analizler - 2016

111

Türkler eşit haklı vatandaş ilan edilince yeni bir statü belirdi. Bu statüye göre, doğum kâğıtları, teskere ve devlet kayıtlarında Türk, Çingene ve Pomak’tan önce “Müslüman” kimliği belirdi. Genç Bulgar devleti Hıristiyan Bulgar olmayan nüfusu ancak dinsel kimlikli gördüğünden olacak etnik kimlik ayırımına henüz geçmemişti. Bunun bir nedeni de, Osmanlıda Hıristiyanların ve Müslümanların ve diğer dinlerden olanların, uyruk esasında, “ümmet” kimliğinden olmasından kaynaklandığından, ilk ayrışım ancak dinsel kimlik esaslı olmuştur. Ümmetten çıkan ve “son gideceğimiz yer Müslüman mezarlığıdır” diyenlerin hepsi bu topraklarda bin yıllık geçmişi olan İslam ağacının gölgesinde toplanmıştır. Konumuz, 1878’den 2017 yılına kadar uzanan, birkaç gelişim aşamasından geçen, çok çelişkili bir iç dinamizm sergileyen, günümüzde de oluşturucu öğeleri ve yönleri üzerinde sert tartışmalar devam eden bir olguyu açmaktır. Bizde şöyle bir söz vardır: “Müslüman ana babanın evladı Müslüman doğar.” Bu açıdan bakıldığında “93 Harbinden” sonra Bulgaristan’da kalan biz Müslümanlar sanki bireysel kimlikle değil de kolektif (ortak) kimlikle doğmuşuz daha öte değişime zorlanmamız ise sonradan kazanılan kimlik çizgileriyle olmuştur. Bu gerçeğin tarihsel aynası dilimizdeki “bizden biriydi ama değişmiş” sözünde gizlidir. Burada değişmeyen temel kimlik, değişen ise üst kimliktir. Dilimizde bu “Özüm Türk Müslüman’dır” kavramında ifade bulur. Maneviyatımızda oluşan kimlik anlayışımızdan biraz dışarı çıkıp eski kıtaya baktığımızda şunu görürüz. Büyüteç altına almak istediğimiz zaman kesimi Birinci ve İkinci Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşıdır. (1912 -1918) O yıllarda kişiliğin beş farklı dönemden geçerek geliştiğini anlatan Çek düşünür Sigmund Freud’un (1856 - 1939) eserleri Birinci Dünya Savaşı cephelerinde Alman askerler arasında en fazla okunan kitaplardır. Neden mi? O, 1879 Büyük Fransız Devrimiyle eski kıtaya doğan insan kardeşliğini ateşe verip küllerinde Alman kimliğinin diğer kimliklerden üstün olduğu ruhunu alevlendirmeyi başarabilmişti. Onun kıvılcımlarından “Mein Kampf” (Davam” çıktı. İşte böyle mayalanan “üstün ırk” anlayışı daha sonra neredeyse tüm dünyayı ateşe veridi ve 50 milyon insan canından oldu. Ne alaka demeyin lütfen! Çünkü Bulgaristan Müslüman Türk kimliği, Alman üstün ırk teorilerinden etkilenerek kan kabartan Bulgar ırk kimlinin üstünlüğü iddiası ile mücadele ederek bu günlere gelebilmiştir. Geçen yüzyıl kimlik oluşturma davamıza 6 kitle göçü, isim, din, dil zulüm ve katliamlarıyla damga buran bu acımasız kimlik kapışmayla ilgili beynimde derin iz bırakmış üç misale yer vermek istiyorum. Kuşağımın Bulgaristan Türkleri, 1912 Edirne Savaşı’nda Osmanlı ordularında savaşmış bir eli bileğinden kopmuş, ötekisi de hep değnekli dedelerimizin


112

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

dizinde büyüdük. Türkiye’ye göç ettikten sonra, yerli ve yabancı gazeteci ve yazarların Edirne Harbi anılarını okumaya zaman ayırdım. O yıllarda, bir Odesa gazetesine cephe muhabirliği yapan Lev Troçky (1879 - 1940) istihkâmda kulak misafiri olduğu bir konuşmayı haberlerinden birinde şöyle canlandırır: “Çavuşum ne istiyormuş bu gâvur?” “İstanbul’u” “Verelim çavuşum, onlar bizden medeni, onlar idare etsin, biz de yan gelip yatalım.” Günlerden Salı. Tarih 3 Mart 2015. Bulgar milliyetçiliğinin son zirvesi olan sözüm ona “Yurtsever Cephe” partisinin lideri Simyonov Sofya parlamentosu kürsüsünde hararetli konuşmasından sonra tam da Hitler gibi, sağ elini kaldırdı ve “Bulgaristan her şeyin üstünde!” diye bağırdı. Hitler önüne geldiği yerde “Deutschland Über Alles!” (Almanya her şeyin üstünde) diye haykırıyordu. Bulgaristan Türklerinin partisiyim iddiasıyla 27 yıldır devlet sofrasından yemlenen HÖH partisi başkanı Doğan’ın 1 milyon 600 bin leva heybesiyle 17.IV.2005’te kurulan aşırı sol milliyetçi “Ataka” partisi Başkanı Siderov, 5.VI.2009 genel seçimlerinden önce Sofya’da “Malaşevtsi” semtinde bir kitle mitinginde Çingenelere şöyle dedi: “Biz sizin hepinizden sabun yapacağız!” 1942’de Bulgar Çarı III. Boris Nazi Almanya’sındaki gaz kamaralı ölüm kamplarına 20 bin Romen vatandaşı göndermişti. Ne desek yalan, demokrasi koşullarında da insanların aklında olan ağzında.. Ve eğer etnik kimlik bir dinsel veya kültürel kimliğe ait olma bilinciyse, biz bugün Bulgaristan Müslüman Türk kimliği olarak Bulgar kimliğinden faklı olmakla birlikte, öteki Türk kimliklerinden de farklaşmış özgün yanlar, karakter çizgileri gösteriyoruz derken, çok farklı bir kavga ateşinde oluştuğumuza işaret etmek istiyorum. Bıçak üstü bu cambaz oyununu yüz yıl önce gören büyük şair Mehmet Akif, “Ya Bulgar ol! Ya geber!” demişti çekilen zulme. Ve bu cümleden olmakla, sabırlı, âlicenap, hoşgörülü, insan sevgisi dolu, çalışkan, yardımsever, alçak gönüllü, imanlı gibi birçok vasıfları özünde toplamış, namuslu ve dürüst olmayı yaşam tarzına alt doku (temel) etmiş milletim hakkında “ama biz sizi öyle görmedik” diyenlere hep şu soruyu sormuştur: “Sen bizi ne zaman gördün?” “Ateşte mi?” “Örs üstünde tokmaklanırken mi?” yoksa “Suda soğutulurken mi?”


Makale ve Analizler - 2016

113

Ve bu ateşten gömlek dediğimiz kavgada, Müslümanlıktan doğan Türk kimliğimizin hayal dünyası, düşünme ve yaşama biçimi oluşurken, örs üstünde yüz yıl dövüldüğümüzden, sıcak demir gibi kap atmış ve çok incelmiş olabiliriz, ama hala varız. Şu da var. Kimliğin en iyi ölçütü başkalıkla kıyastır. Bir başka değişle insan kendi kimliğini ancak başkalarıyla kıyaslayarak kavrayabilir. Bu, hem bireysel hem de ortak kimlik için geçerlidir. Bizim kimlik oluşturma yarışında kendimizi kıyaslayabileceğimiz bir dostumuz olan “öteki” yoktu. Belki “Türkün Türk’ten başka dostu yoktur” sözü bu gerçekten çıkmıştır. Kendi milli kimliğini bizi ezerek oluşturma çabasından kurtulamayan Bulgarlar uygarlaşmamızı engellemek için çok çaba harcarken ve hatta elinden geleni yaparken, bizi dilsiz, dinsiz ve bilgisiz bir ortamda kapalı tutma niyetinden hiç vaz geçmediler. Hatta medeniyet yolunda ilk adım olan köyden kente göç etmemize bile izin verilmedi.Kendi dilini devlet dili yaparken bizi bambaşka bir dünyada kör cahil bıraktılar. Bu arada Doğu ile Batı medeniyetlerinin yüzleştiği Balkanların göbeğinde, Bulgaristan’da yaşamamız ve hiç sönmeyen bu büyük kavgada Müslümanlık ve Türklüğün darbe üstüne darbe aldığı dikkate alındığında, ödevlerimiz hiç azalmadı. Değinmeden geçemeyeceğim, çok önemli olan ben’in ötekini göz önünde bulundurmadan düşünememesi, karşımızda olan ve bizi eritmek isteyen Hıristiyan Bulgar kimliğidir. Bu bu öteki ile sürekli etkileşim halinde bulunduk. Aynı toplumsal ortamı paylaşsak da, en olumlu enerjiyle yüklü olsak da, tarihimizde nice komşu kapısı açık bırakmış olsak ve birçok çevrede iyiliklerimiz unutulmamış olsa bile, biz Bulgarlarla siyam ikizi değiliz ve hiç olmadık. Bulgaristan Müslüman Türk kimliğinin özünü Bulgar kimliğine karşı, ona rağmen oluşturması var olabilmemizin ana koşulu ve kaçınılmaz yasallığı olmuştur. Burada geçerli olarak, ötekine bakarak bizim onun özelliklerini özümsememiz anlaşılmamalıdır. Biz kendi özelliklerimizi koruyarak geliştik. Ve bir tarih boyu ötekine insan olduğu için ve aynı yurdun vatandaşı odlumuz için saygı gösterdik. Bir de şu var: 1878’den 1990’a kadar Bulgaristanlı Türklerin Türkiye’yi, oradaki yakınlarını ziyaret etmesi hep çok zor oldu. Biz hep Türkiye’den ve akrabalarımızdan koparılmak istendik. Kimliğimizin ancak yaşadığımız ortamda öz imkânlarımızla oluşturup biçimlendirmeye zorlandık. Büyük kavga yıllar yılı milli aidiyet konusunda yoğunlaştı. Bulgaristan’da yaşayan Türkler olarak Türk milletinden olmamız Bulgar devleti tarafından resmen kabul edilmedi. 4 Ocak 1990’da kurulan HÖH partisi de programında “Bulgaristan Türkleri Bulgar ulusuna dahildir” dedi.


114

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Yine HÖH tarafından yaratılan ve dayatılan “Bulgar Etnik Modeli” Bulgaristanlı Müslüman Türkleri Bulgar ulusundan bir parça olarak ilan etmesiyle anadil, okul ve özgün kültür gibi konuları rafa kaldırdı. Asimilasyon yolunda son tuzak olan bu özellik, 2007’de Avrupa Birliği’ne (AB) de kabul ettirildi. Bu, milliyetçi - ırkçı Bulgarların bireysel ve toplumsal kimliğimizi canlı tutan kırıntı haklarımıza da saldırılar yoğunlaştırmasına kapı açtı. Seçim mitinglerinde Türkçe konuşma yasağı ile camilerde Türkçe konuşma yasağı bu deriden yalnız iki örnektir. Hedeflerinde Müslüman Türk kimliğinde siyasi ve dini bilinç yerleşmesine engel olmak var. Çarlık Bulgaristan’da faşist yöntemlerle engellenen, “Bulgar ırkının üstünlüğü” saçmalığı altında ezilen, aynı asimilasyon (eritme) siyasetiyle totaliter - komünist rejim tarafında ise tamamen tok edilmek istenen Bulgaristan Türklerinin kimliği ciddi sınavlar verdi. Güya kimliklerin örtüştüğünden kaynaklanarak “soya dönüş” zulmü gerçekleştirildi. Binlerce kişi hapis yattı, sürgün edildi, kurbanlar verildi. Faşizm ve totaliter - komünist rejim kaynaklı etnik kimliğimizi yok etme siyaseti devam ettirip sonuçlandırması şartıyla 1990’da HÖH partisine devredildi. Bu ıslah olmaz, gem almaz çarpıklık, 2016 “soya dönüş” zulmüne karşı mücadele şehitlerimizi anma törenlerinde yine aynı partinin liderlerinin matemli Türkler önünde yalnız Bulgarca konuşmaları yetmezmiş gibi, düzenlenen mevlitte Bulgar oyun havaları çalmalarına kadar saptı. Paylaşımların Bulgaristan’da Müslüman Türk kimliğine indirilen son darbelerin iğrençliğine örnektir. 26 yıldır Türk seçmen oylarıyla mecliste kalan ve her seçimde devlet bütçesinden oy başı11 leva alarak toplam 157 milyon levayı cepleyen Doğan tayfası bir Türk Okulu açmadı. Bir alfabe veya şiir-masal kitabı bastırmadı. Türkçe radyo ve TV yayını başlatmadı. Gazete ve dergi çıkarmadı. Bulgaristan Türk kimliğine çeyrek yüzyıl durgunluk ve çöküş yaşatabilmek için elinden geleni yaptı. Kimliğimizin aldığı darbeler ağırdı. Köylerimiz boşaldı. Yeri gelmişken belirteyim, “biz bu işleri düzelteceğiz” hevesiyle HÖH’ten ayrılıp yeni 6 Türk partisi kuran çok “hevesli liderler” de Türk kimliği konusunda parmağını oynatmadı. En üzücü olansa, Türkiye’de eğitim alıp Türklük baharımızı yeşertmeleri umuduyla okumaya gönderilen 1.500 gencimizin FETÖ beyin yıkama yerleşkelerine tıkılınca, bir gözü kör gidip iki gözü de kör dönmeleri oldu. HÖH, Bulgaristan Türk Kimliğini karanlıkta boğma çizgisinden ödün vermediği gibi, bu konularda sol ve sağ milliyetçilerle birbirini tamamlayıcı ortak eylemlerde bulunma yolunu seçti. 1908’de kurulan III. Bulgar devletinin kısa tarihinde Müslüman Türk kimliği oluşturma çabalarımızda aile ve sosyal ortam, yurttaşlık, sosyal statü, iş ve


Makale ve Analizler - 2016

115

yerleşim yeri gibi çeşitli etkenler önemli rol oynadı. Daralan etnik sosyal ve kültürel ortamda bireysel Bulgaristan Türk kimliği ve kolektif kimlik oluştu. Türkçemiz unutturulurken Bulgar dili sosyal ortamdan taşarak etki alanına Türk dostluk gruplarını ve aileleri aldı. Bu süreç şehirlerde daha büyük bir hızla ilerliyor. Bazı alışkanlıkların Türkiye’ye de taştığını görürken, göçmen kahvelerinde dinlenen müzik dikkati çekiyor. Köy ortamında, tütün, hayvancılık ve diğer teknik tarım bitkileri üretiminde iş dili olan anadilimiz, hala yaşam ortamını belirliyor. Ne var ki, 1960’lardan sonra Türk okullarının kapatılması sonucunda Türk öğrenciler Bulgar okul ortamına, dershanelere alışmak ve orada kaynaşmak zorunda kaldılar. Bugün artık bu süreç çocukları 4 yaşında anaokullarına topluyor. Etnik kimlik oluşunda ana etkenlerden biri olan ana dil faktörü yerini Bulgarcaya kaptırırken, aleyhimizde giderek daha etkin çalışmaya başlıyor. Olumlu gelişmeler arasında, Türkiye kapısının açık olmasıyla yan yana, TRT kanallarının verdiği sonuçları, Türk sanat, kültür ve edebiyatı ile film ustalığının kilitleyici etkisini belirtmek yerinde olur. Türkçenin ve Türk kültürünün Balkanlar’daki etki alanı doğal olarak genişlerken, Bulgar kültürü kenara çekilmek zorunda kalıyor ve üzerimizdeki sıkıntılı etkisi gemleniyor. Bulgaristan’da zulüm döneminde çocukların “Ben kimim?” sorusuna cevap vermekte sıkıntılı dönem artık aşılabildi. Genç kuşak ötekilerden hangi noktalarda ayrıldığını açık olarak görebiliyor. Bu bakıma “Büyük Göç” olağanüstü olumlu rol oynadı. Büyük bir eziyetle sürü halinde kovularak gidilse de insanlarımız Türklük tarihi ve bugününün görkemine kavuşup öz kimliğimizden doya doya içme imkânı buldu. Tamamen Türk ortamında ve anavatan koşullarında yeni bir kuşak yetişti. Bulgaristan Türk kimliği hangi ulusal kimlikten bir parçadır sorusu pürüzsüz aşıldı. Çağdaş uygarlıklar bilinciyle yetişen genç neslimizin Büyük Türkiye emelleriyle ata yurduna taşması beklenen bir mucizedir. Yeni kuşağımızın bireysel kimliği aynı zamanda etnik, ulusal, dinsel, bölgesel vb. kimliklerimizin toplamıdır. Bulgaristanlı Müslüman Türklerin kolektif (ortak) kimliğimiz de mücadele içinde ve özgü (has) çizgilerle gelişirken biçimlendi. Bu yöndeki atılımlarımız arasında, kendi dinsel ibadet kültürümüz ile yine özgün özelliklerle nakışlı halk kültürümüz başta gelir. Son 100 yılda kendini defalarca öne çıkaran, zamanı geldiğinde ve canımıza tak dediğinde ortak tepki verme gücünde buluşmamız oldu. Bunu, daha 1878’de topraklarımızdan kovulurken baba ocağına dört elle ve birlikte sarıldığımızda, gerektiğinde ölümü birlikte kucaklayışımızda pek çok örneklerle görüyoruz. İkinci olarak genç kuşağı irfan ocaklarında yetiştirme arzumuz her zaman ağır basmıştır. Bulgaristan Türkleri zihni beyni açık insanlar-


116

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

dır. Bu gerçek okullarımızın kapatılmasına tepkilerimizde sergilemiştir. Kuşkusuz Osman Paşa Plevne’den çekilirken eyaletteki 624 Türk okulunun yakılıp yıkılması gibi çok ağır yaralarımızı da hiç unutmadık. Osmanlıca yazımı, Latince alfabe ile değiştirme sürecinde yenilikçiliğe birlikte destek verdik, bağnazlarla mücadele ettik. 1950’lerden sonra fırsat bulduk ortak çabalarla eğitim ve kültür devrimi gerçekleştirdik. Ortak kimliğimizin çizgilerini uygarlaştırabildik. Tarımda kolektif üretimi kısa sürede benimsedik. Yardımlaşmayı ön plana aldık. 1972’den sonra Türk kimliğimizi belirleyen kazanımlarımızı birlikte savunurken her zaman ve her yerde irfan ocaklarını ayakta tutmaya ortak gayret gösterdik. 1984 - 1989 baskı, terör ve zulüm dönemine birlikte göğüs germemizde ve 1989 Mayısında hep birlikte ayaklanmamızda ortak ruhumuzun şahlanışına tanık olduk. O dönem bizim bireysel kimliğimizin kolektif kimlimiz içinde eriyip kaynaştığı direniş aşamamızdı. HÖH ortak irademiz üzerine bina edildi. “Bulgar Etnik Modeli”ni hep beraber olumsuzladık vb. Ne yazık ki, totalitarizm döneminde iftiracı hainlerle pirelendik, fakat 1990’da sonra manevi ve ruhsal yenilenme sürecinde yine ortak gayretlerimizle birincin taşını ayıklayabildik ve ortak davamıza ihanet eden kimlikleri birer birer ortaya koyduk. Bulgaristan Türklerinin etnik bireysel ve kolektif kimliği arasında belirli farklar vardır. Şöyle ki, bireysel kimliğin belirlenmesi, bireyin kendini algılaması anlamına gelir. Bireyin kendini algılamasıysa toplumun ve bireyin aydınlanması, bilgi ve deneyim birikimiyle mümkün olur. Fakat bu süreç de bizde çok çelişkili geçmiştir. Sık sık camilerin kapatılması, Kuran kurslarının yasaklanması, matem törenlerindeki baskılar, çocukların yıllarca ders dışı, ortada kalması devamlı tırmanan güçlükler doğurmuştur. Bulgar devleti bizi irfan yoluna buyur ederken hep şartlar koştu. Bireyi Türk topluğundan ayırma yolları aradı. Topluluğu parçalamayı denedi. Bu amaçla dinsiz, ateist mayalamada başarı oldu. HÖH kadroları bu tayfadan seçilmiştir. Ne ki, etnik azınlık olarak sıkıştığımız durumlarda her zaman kaynaşma ve bir olma yolunu da bulabildik. 1984 - 89 zulüm yılları Bulgaristan Türklerini tabanda ortak kimlikte buluştururken kolektif benlik olarak yüksek bilinçlenme düzeyi sağlamıştır. O zor yıllarda insanlarımız Bulgar devletinde yaşayan Türk etnik topluluğu olduklarını bütün dünyaya duyurma olanağı aramış ve bulmuştur. “Büyük Göç” de etnik kimliğimizin inkârına ve zulme tepki olarak sel gibi akmıştır. O gün bu gün, artık çeyrek asır Bulgaristan Türk kimliği ötekileştirilmeye devam etse bile, Türklerin oyu olmadan Bulgaristan’da hiçbir cumhurbaşkanı seçilememiştir. Şu da var tabii, 1878’de Osmanlı’dan koparılmasaydık bizim özgün çizgili Bulgaristan Türk kimliği oluşturmamıza gerek olmayacaktı. Berlin ve Neuly Anlaşmalarına göre Bulgar devleti Müslüman Türk azınlığa özerk var olma hakkını


Makale ve Analizler - 2016

117

tanımış olsaydı, 20. yüz yıl Bulgar ulusal kimliği ve Türk azınlık kimliği arasında kıyasıya mücadele asrı olmayabilirdi. Bulgaristanlı Müslüman Türkler asimile edilip bireysel ve kolektif kimliksiz bırakılmak istenmeseydi, Mayıs 1989 Ayaklanması yaşanmaz, bir asırdan beri ardı arası kesilmeyen göçler de olmazdı. Kuşkusuz kolektif kimlik dendiğinde ortak kader, alın yazısı, birlik bilinci ile dinsel ve herkesi içine alan ortak kültürel özellikler de ayrı ayrı konulardır. Ne de olsa, genel olarak ortak kimlik dinsel ve kültürel temele yaslanır. Kültürel değerlerin ise, diğer kültürlerle etkileşim halinde olduğu ve siyasi, sosyal ve ekonomik durumdan etkilendiği bilinir. Bulgar ulusal devletinin, tek uluslu toplum oluşturma planlarında Türk bireysel ve ortak kimliğini sürekli engellediği ve gelişimini köreltmeye çalıştığı gün gibi ortadadır. Bu bakıma Bulgaristan Türk kimliği etnik, dinsel, kültürel, idesel, siyasal vb kimlikleri kapsayan çok boyutlu bir olgudur ve bu çok renklilik için bizim için belirleyici olan anadilimiz, dinimiz, edebiyatımız ve özgün kültürümüzle aynı kapsamda olan gelenek ve göreneklerimizi yaşatabilmemizdir. Türk kimliğimizi oluşturan haklarımızın yasallaştığı koşullarda Bulgar toplumsal ortamında yaşamamız bizim birey ve ortak kimliğimiz için tehlike arz etmeyebilir. Tek uluslu ve tek kültürlü kimlik anlayışına dayanan günümüz Bulgaristan’ında son dönemde kimlik kavgamız gittikçe sertleşiyor ve zorlaşıyor. Bu açıdan ele alındığında, bir Avrupa Birliği üyesi olan Bulgaristan, uluslar arası insan hakları yasalarının istemlerine uyarak çok kültürlü ve çok etnikli bir ulusal yapılanmaya geçmek zorundadır. Bu sorun devlet eliyle çözülemezse, olaya özel girişimlerin el atması da beklenen sonuçları verebilir. Aslında Bulgaristan Türk kimliği oluşumu aile dışında özel Türk okullarında, vakıf okullarında gelişmiştir.Bizim temel kimliğimiz Türk kimliğidir. Dinimiz İslam’dır. Kültürümüz, özünü değiştirmeme kaydıyla sonradan gelen edinimlere açıktır. Manevi çöküş ve yok olmayı kabul edemeyiz. Bulgar toplumunda edindiğimiz üst kimliğimiz bizim temel kimliğimizle yaşamamıza engel olmamalıdır. Şu da bilinmelidir ki, Bulgaristan Türklerinin etnik kimliği Bulgar devlet sınırlarıyla sınırlı değildir. Aynı kimlik sahibi dış ülkelerde yaşayan bir milyondan fazla soydaşımız vardır.


118

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Akılda Bir

İbrahim Soytürk-29.Aralık.2016

yılı.

Konu: Yeni yılınız kutlu ve her şey gönlünüzce olsun. İyi kötü, umutla başladı, umutla gitti 2016! Yeni umularla geliyor yeni 2017

Almanya bir Katolik ülke, Noel Pazarlarıyla doldu taştı ortam. Noel, onların en kutsal dini Bayramı! Geçen yüzyılın ikinci yarısında bir ara Barış Bayramı olarak kutlamak istemişler tutmamış. Onların derin dini inancında İsa Peygamber’in dirilişi zaten Dünyada Barış Olsun anlamındadır. Ben buraya geleli birkaç yıl oldu. Noel Bayramı arifesindeki kilise törenlerinin derin anlamını tam kavrayabilmiş değilim. Fakat hayran olduğumuz Alman klasikleri arasında kilise korosundan ya da org klavyesinde terleyerek gelmemiş besteci yok gibi ve bu dinsel özün sivil dünyaya akmasına hizmetlerinden dolayı sonsuz saygı kazanmışlar. Üstelik kilisenin ruhsal dünyasından çıkan bestelerle Avrupa halklarının birleşme umudu gibi çok kutsal emellere ölümsüzlük kazandırmaları gerçekten saygıya değer. Bu yazımı yazarken biraz karmaşık duygular etkisindeyim. Ben Almanya’ya bir Avrupa Birliği vatandaşı pasaportuyla geldim. İş aramaya ve bulursam çalışmaya geldim. Uçak alanında ya da otobüsten inerken çiçekle karşılanmadım, ne de Almanya’da işlerim iyi gitsin diye arkamdan bir kova su dökenim vardı. Buraya geldim geleli beni bir düşüncedir aldı. Hadi geldik iyi oldu da, çalışıp harcamakla nereye kadar? Arkamızda kalanları kocaman memleketimizi sanki kurda kuşa bıraktık. Köylerimizden 30’unda 300 kişi kalmış, tamamen boşalmış mahalleler var. Yalnız yol boylarını değil çayırlarımızı da kavgalaz ve eşek dikenleri bürümüş. Arda boyunca karanfil ve yonca yeşili dalgalanan yamaçlar geçiyor gözlerimin önünden... Buradaki bayır ve yamaçlar parçalanmış, elektrikli telle sarılmış inekler içinde gezen inekler bakışırken sanki “ne yapalım kader” diyorlar. “Muuuu” demeyi neredeyse unutmuşlar. O kadar da olmaz canım... Bizim bövelek sinekleri burada olsa, dünyaları değişir, diye düşündüğüm de olmuyor değil ha! En fazla dinlediğim “Deutsche Welle” - (Almanya’nın Sesi) radyosu. Vatandan da hep kulak misafiri olmaya çalışıyordum da, burada sanki can kardeşim oldu. Bugün bir haberinde, Bulgaristan’da yapılan yılbaşı anketinden çıkan sonuçları açıkladı. 2017 yılında hala Bulgaristan’da yaşayan vatandaşların % 44’ünün memleketi terk etmeye hazırlandığını duyurdu. Bu rakam, Romanya’da yaşlı nüfusun % 49 imiş.


Makale ve Analizler - 2016

119

Şöyle bir şey var ki, bir türlü aklım almıyor. Noel öncesi, ben de davet edildim. Burada, Münich’e yakın bir dağ beldesindeki turistik tesislerinden birine toplandık. 20 kişiydik. Toplantımıza konuşmacı olarak Sofya’dan önemli bir isim gelecek, dediler. Karşımıza dikilenin sakalı uzamış, siyah saçları kafasındaki şapkadan fazla karışmış olduğundan birden tanıyamadım. Oysa çok bildik birisiydi. 2014’te Bulgaristan sivil toplum eylemlerinde başı çeken rol oynamıştı. O dönem Bulgaristan’da olduğumdan kendisini sima olarak tanıyordum. Önerdiği Adalet Reformunu meclisten geçiremeyince hemen istifa etmişti. Şimdi yeni bir siyasi parti kurmayı düşünen ve nabız yoklamaya gelen Hristo İvanov’tu. Oturduğum yerde rahatlarken, “koyunlar nereye, çoban oraya” geçti aklımdan. Çok esaslı şeyler anlatıyordu. Siz burada 232 bin kişisiniz, dedi. Kendisine saygı duymasam “herkes kendi bacağından, sana ne!” diyebilirdim. Fakat o sözü ağzımdan aldı. Bulgaristan’da “akılda bir” diyecek adam kalmadı. Öğrenimlilerin, diplomalıların, işten anlayanların, ustaların hepsi dışarı çıktı. Halkımızın aklı dışarı aktı. Taş kafalar kaldık memlekette, dedi. Sonra doğumun durduğunu anlatmaya başladı. 1997’de Bulgaristan’da en az çocuk doğmuş. Bu yıl, onun açıkladığına göre, toplam 7 milyon 100 bin kişiymişiz Bulgaristan vatandaşlığında, gelecek sene yani 2017’de 100 bin kişi daha azalacakmışız ve 7 milyon kalacakmışız. Ne var ki, bu büyük büyük rakamlar rahmetli annemim şu sözüne benzedi: Kayığın içindeki yoğurdun miktarından söz etmeden “bu sabah bir kayık yoğurt dövdüm” derdi. Yoğurdu kalaylı bakıra döktüğünde gözüne az gelirse içine birkaç tas su ekler ve güzelce karıştırırdı. İvanov, 7 milyon deyince, “hadi atma” demek üzereydim, ama “3 milyonumuz” dışarıda deyiverdi. Doğruya doğru 700 binimiz de Türkiye’de, diye ekledi. Yani 1 gün otobüs yolculuğuna dayanabilen torbasını sırtlayıp boylamış eski kıtayı. Konuşmacı önündeki kâğıtları topladı. Başını kaldırdı. Ve “dönün” desem, “döner misiniz?” sorusunu yöneltti. Çıt yoktu! Değirmenciev isminde bir arkadaş, ilk sırada oturanların arasından kalktı. “Almanya’ya 5 senede ısındım. Evraklarımın tanıtılması, yazışmalar, dil kursları, ortam, uygun iş, sosyal sigorta sistemine kaydolmak, eşimin sorunları, çocukların okulu art arda çözüldü. Halen kenara pek bir şey koyamadık. Boş elle dönmek olmaz. Teklifiniz nedir? Cazibeli bir tarafı varsa, tartışalım” dedi. Bir siyasi parti kuruyoruz. Hedefimizde dış ülkelere çıkan vatandaşlarımız olacak. Bulgar kimliği yok oluyor. Bakıyorum çocuklar kendi aralarında Almanca


120

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

konuşuyorlar, yaşlılar da Bulgar TV programlarını açmaz olmuşsunuz. Koskocaman Almanya’da Bulgarca kitap satan bir bayi yok. Dağılmışız, aranızdaki ilişkiler kopmuş, kimliğimizi ve kültürümüzü yalnız “WhatsAppla” beslemek olmuyor. Bu gidişle 20 yılda milli kimliksiz kalacağız diye devam etti. Kendini Doktor Petrov olarak tanıtan orta yaşta bir katılımcı, yerinden kalkmadan “Ekmek parası ve geçim olmayan yerde, kimlik yaşamaz” dedi. Ben her ay anneme ve babama 500 Euro gönderiyorum, 32 yıl dokuma fabrikasında çalışan annemin emekli maaşı 172 leva, babamsa su işlerinden emekli, 278 leva alıyor. Su, elektrik, çöp, asansör hangi faturayı ödesinler. Somut bir teklifiniz varsa, dinliyorum, dedi. Eski Bakan İvanov, İkinci Dünya Savaşından sonra Kaliforniya’ya işe giden Japon işçilerin memleketlerine dönüp bugünkü Japonya’yı yarattığını anlatmaya başladı. Türkiye’nin sanayileşmesinde Almanya’da çalışan konuk işçilerin rolüne değinmek istedi. “Biz de öyle yapalım” derken, bu defa ayağa kalkan Doktor Bey söze daldı: “Bern sizi yakından izledim Sayın Bakan. Adalet reformu yapmak istediniz, ne oldu, ayağınızın altına karpuz kabı koydular, kaydınız bakanlığınızdan oldunuz, düştünüz. Bizim neden geri dönmeye ikna etmek istediğinizi anlayamıyorum. Biz burada ayaktayız ve düşmek istemiyoruz. Burada işsiz olarak bulunmamız, Bulgaristan’da çalışmaktan daha karlı, hem Bulgaristan’ı yönetenlerin de işine yarıyor. Akılı insanlar dışarı kaçtıkça istediklerini yapıyorlar. Eminim ülkede 3 milyon insan ya var ya yok, siz 7 milyon diyorsunuz. Türkiye’deki 700 bin Türk vatandaşımızı istediğiz vakit hesaba katıyorsunuz, hesabınıza gelmeyince “kafada 1” diyorsunuz. Bu işler böyle olmaz, ben bir doktorum, ülkemde çalışmak için okudum, dalaverecilerin at oynatmasından tiksindim, körleşen bir toplumdan ailemle kaçtım. Son defa eve döndüğümde annemi ve babamı masa başında ellerinde büyültenle buldum. AVM “Billa” reklâmında indirim arıyorlardı. Evet, gerçekler çok acı. Yok olmayı seçtiğimiz doğrudur! Bulgaristan’da kalanların % 44’ü torba sıkıyorsa, onlar neyi seçtiler acaba... Üstünüze almayınız. Başka seçenek bırakmadınız. Siz bizi kovmamış olabilirsiniz, ama açlığın elinde de cop var...” Bu sözlerden sonra toplantının tadı tuzu kalmadı. Kalktık. Eski bakana da biraz ayıp gibi oldu. Onun, bize güvenerek parti kurmayı düşünmesi tuhaf geldi. Burada her gün biraz Almanlaşırken “herkesin içtiği birayı kendisi ödediğini” öğrenebildim. Paylaşılan düşüncelerle bizim aklımızdan geçenler arasında dağlar kadar fark vardı. Kesişme noktamızda “akılda bir” olsa bile, onun aklındaki “bir” ile bizim hesaplarımızdaki “birbiri”nden çok farklıydı


Makale ve Analizler - 2016

121

Bulgaristan Türklerinin Etnik Kimliği

BG-SAM-30.Aralık.2016

Bulgaristan Türklerinin kişisel ve kolektif kimliklerinden en önemlisi, onların etnik kimliğidir. Etnik kimliğimiz, geleneklerimize ve bir dini etnik topluluk olduğumuz bilincine abanır. Bulgaristan Müslüman Türk etnik kimlik bilincimizin nitelik çizgilerinde, arasında anadilimiz Türkçe, gelenek ve göreneklerimiz gibi kültürel olgular ve diğer ulus ve etniklerden bağımsız olarak var olabilmemizi sağlayan dinimiz İslam başta gelir. Bunlar, kimlik bilincine sahip olduğumuzu gösteren oluşturucu öğelerdir. Etnik kimliğimiz bizim doğuşumuzdan önce var olan ve geliştirerek yaşatmamız zorunlu olan, manevi özümüzü oluşturandır. Okumuşunuzdur: Nazi Almanya’sında doğum yapan yabancı etniklerden anneleri öldürüp çocuklarını alan, kapalı bir sistem içinde onlara bilinç aşılayarak Alman ırkı davasına mal etme denemelerinden beklenen sonuç alınamamıştır. Totalitarizm yıllarında doğum yapan ve değişik nedenlerle devletin kucağına terk edilen Roman çocukların, aynı yöntemle kapalı yerleşkelerde eğitildikten sonra, Bulgar kimlik bilinciyle devlet işlerine atandığını işitmişinizdir. Halk bilgeliğimiz buna “Çingenelerin eline kaldık” dedi. Sim kartı değiştirilmişlerden kimileri artık bakanlıklarda sandalye kaptı. Bakan koltuğuna oturdu. 2016’da 36’sı Avrupa Birliği’nin Brüksel Merkez’inde ülkemizi temsil etti. Örnekler, sonradan kazanılan kimlikle ilgilidir. 21. yüzyılda sıkça rastladığımız bu tip kimliklerde etnik olanı belirleyen – soy, isim, ana-dil, din ve kültür gibi öğelerin sim kartı tamamen farklı olduğundan, doğuştan belirli bir etnik topluluğa ait olma duygusu bu tiplemede sönük kalmıştır. Devlet eliyle yürütülen bu çalışmaların temelinde etnik olanın genel bir tanımlamaya elverişli olmayan bir olgu olduğu görüşü yatar. Uygulamaya yatkın bir anlayış olarak fikir fırtınası yaptıran bu teori, ülkenin temel etnik halk topluluğu olan Bulgaristan Türklerinde bir asırdan uzun süre tepki yaratıyor. Anadillerine, dinlerine, ortak soydaşlık efsanelerine, tarih belleklerine, ortak kültürlerine sahip çıkarken onlar “Biz Türk’üz” diyorlar. Bunu görmezden ve işitmezden gelenler onların sim kartını zorla değiştirmek için insan haklarını hiçe sayarak etnik soykırım yaptılar. Son asırda Bulgaristan Türklerinin diline, halk kültürüne, tarihine, edebiyat ve sanatına yapılan saldırılar bir etniği yok etmek için yapılmıştır ve planlı prog-


122

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ramlı devlet siyaseti olarak uygulandığından dolayı dil kırımı, kültür kırımı, din kırımı, tarih kırımı niteliğindedir. Burada özellikle değinilmesi gereken vatan, yurt, insanın doğduğu yere, ata kabrinin ve soy ananelerinin yaşadığı diyara olan bağlılığı önem arz eder. Bulgaristan Türklüğünün soy temeli üzerine oluştuğu gerçeği çok yaygındır. Soy köklerinin kişinin ve soyunun yaşadığı topraklarda olduğuna inanılır. Bu bakıma Bulgaristan Türkleri arasında “İnsanın vatanı karnının doyduğu, cebinin dolduğu yerdir” tezi pek yaygın değildir. Bu noktada şu özellik tamamlayıcıdır. Anaerkil bir toplumsal yapıda yaşayan Bulgaristan Türklerinde sıkı soy, ev, köy, yurt bağlılığı büyük ölçüde kadının sosyal rolüyle koşulludur. “Büyük Göç”ten sonra Kırcaali ilinde 30 köyün insansız kalması, “soyca bir, kaderde bir” anlayışını doğrular. Bulgaristan Türklerinin etnik kimliğinin İslam diniyle ilintili olduğu ortadadır. Bu kimlik aynı zamanda Osmanlı devletinde ortaya çıkan milliyet topluluğunun bir bölümü üzerine oluşmuştur. Ve 1878’e kadar bu azınlık Türk milletinin bir parçasıdır. Savaştan sonra uzunca bir süre içinde bir etnik topluluk durumuna gelerek azınlık statüsü kazanmıştır. Türk toplumundan ayrı, Bulgar toplumu içinde, Bulgar ulusu ve diğer etnik halk topluluklarıyla süre giden yoğun etkileşimle gelişen sürece Doğu Rumeli ile Prenslik Bulgaristan’ın birleşmesi (1885), 1912 - 1913 Balkan Savaşları, 1908’de Bulgaristan’ın bağımsız ilan etmesi ve İkinci Balkan Savaşı’ndan sonra (1913) imzalanan sözleşmeler statüyü pekiştirmeye damga vurdu. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra imzalanan barış anlaşmaları temelinde Türk topluluğunun durumunda belirli gelişmeler meydana geldi. XX. yüzyılın 20’li yıllarında Türk etnik topluluğunun azınlığa dönüşme süreci tamamlandı. 93 Harbinde o tarihe kadar süren istikrarsız ortamdan 1 milyona yakın Türk kaçıp Türkiye’ye kadar göç etmiştir. Buna rağmen toplam nüfusu 2.5 milyon olan Bulgar Prensliğinde ahalinin % 26’sı Türk’tür. Doğu Rumeli Özerk ilinde ise Türkler, ahalinin % 34,5’ini oluşturuyor. Rodoplar’da, Kuzey Doğu Bulgaristan’da, özellikle Prensliğin bazı illerinde ahalinin hemen hemen tümü Türk. Örneğin, Osmanpazarı (Omurtag) ve Kurtbunar (Tervel) ilçelerinde Türkler ahalinin % 94’ünü, Kırcaali ilçesinde % 98,8’ini, Tutrakan ilçesinde % 74’ünü, Razgrat ilçesinde % 65’ini, Şumnu ilçesinde % 69 ve Aytos ilçesinde % 63’ünü oluşturuyordu. Göçler bu oranı giderek azaltırken, Balkan Savaşı sonucu hemen hemen tüm ahalisi Türk olan Kırcaali bölgesi Bulgaristan devletine katılıyor. Öyle ki geçen yüzyılın başlarında Bulgaristan’da 600’den fazla Türk yaşıyor. İşte bu temel üzerinde Bulgaristan Türkleri azınlık topluluğu oluşuyor. Bu azınlığın belirleyici özellikleri şunlardır:


Makale ve Analizler - 2016

123

Adı: Bulgaristan Türk azınlığı Dili: Türkçe. Dini: İslam. Yaşadığı topraklar: Bulgaristan. Nüfusu: 600 bin. Kültürü: Özgün Bulgaristan Türkleri kültürü Bulgaristan Türk azınlığının toplumsal ve kültürel yaşamı 93 Harbini izleyen ilk yıllarda Berlin Anlaşması (1878) ve Tırnovo Anayasası (1879) temeli üzerine düzenleniyor. Bu iki belgenin esasını oluşturan 3 Mart 1878 San Stefano Antlaşması azınlıkların özel haklarını da göz önünde bulunduruyordu. Bu belgelerde Türk ahalisinin hakları güvence altına alınacak deniyordu. Berlin Antlaşmasının 5. maddesinde, Bulgaristan’da din ve mezhep ayrımı yapılamaz; azınlıklar, tıpkı Bulgarlar gibi tüm medeni ve yasal haklardan yararlanırlar; devlet görevlisi olabilirler; istediği mesleği veya sanat seçebilirler. Bulgar hükümeti dini azınlıklara din ve ayin özgürlüğü sağlamakla yükümlüdür, deniyor. Aslında Berlin Antlaşması ile Türk azınlığa ait kişilerin yurttaş haklarının temelleri atılmıştı. Bu haklar Tırnovo Anayasasına taşınmış ve 11 Türk temsilci tarafından imzalanmıştır. İlk genel kapsamlı örgütlenme 1895’te Prensin Geçici Talimatnamesiyle mümkün olmuştur: Bulgaristan’da Prens iradesiyle bir Başmüftü atanmış, Başmüftünün ikamet yeri olarak Sofya belirlenmiş, devlet Başmüftüyü Bulgaristan Müslümanlarının ruhani lideri olarak belirlemiştir. Atama ile görev yapan Bilal Efendi uzun yıllar Müslüman cemaati devlet katında temsil etmiştir. Seçimle işbaşına gelen ilk Başmüftü ise Şumnulu Hocazade Muhiddin Efendidir. Bulgaristan Türklerinin bir azınlık topluluğuna dönüşmesi ve Türk ulusundan kopması süreci 1908’de Bulgar devletinin bağımsızlık ilan etmesiyle birçok değişiklik sonucu bir süreç halini aldı giderek tamamlandı. O tarihte Bulgaristan Çarlığı Osmanlı İmparatorluğundan ayrı ve tamamen egemen bir devlet statüsü gerçekleştirdi. İç siyasette tek uluslu Bulgar devleti kurmaya yönelişle Bulgaristan Türk kimliğinin Müslüman Türk milletinden oluşu yontulmaya başlandı. Bulgarların bağımsızlık ilan etmesiyle Türk azınlık topluluğunun durumu kökten değişti. 1909’da İstanbul’da Türk - Bulgar Protokolü imzalandı. Protokole Bulgaristan’daki İslam cemaatin hakları ve vakıf mallarıyla ilgili bir sözleşme eklendi. Bulgaristan dini cemaatin durumu ve hakları ele alındı. Müslümanlara din ve ibadet özgürlüğü sağlanacağı ilan edildi. Sultanın manevi liderliği kabul edildi. Özellikle Başmüftünün yetkilerine, Şeyh’ül İslam ve Bulgar devletiyle ilişkilerin niteliğine yer verilmiştir.


124

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgaristan ile Osmanlı devleti arasında İkinci Balkan Savaşı’ndan sonra (1913) İstanbul’da imzalanan Barış Antlaşması gereğince Sofya hükümeti Türk ve Müslümanların yalnız iade etmeye değil, daha da geliştirme görevini üstlenmiştir. Bu sözleşmede, Bulgaristan’da yaşayan Türklere 4 yıl zarfında Bulgaristan ya da Türkiye vatandaşlığı seçme hakkı tanınmıştır. Türkiye’ye göç edenlerin bıraktıkları mallar üzerindeki hakları saklı tutulmuştur. Balkan savaşları döneminde Bulgaristan’dan Türkiye’ye 440 bin kişi göç etmiştir. Yine bu antlaşma Bulgaristan Türklerine serbest dolaşma hakkı, önceki ülkelerini istedikleri zaman ziyaret etme, 2 yılda mallarından kurtulma hakkı getiriyor. Birinci Dünya Savaşı ve onu izleyen yıllarda Bulgaristan Türklerinin durumunda olumlu gelişmeler beliriyor, hakları belirli ölçüde genişliyor. Türkler resmen eşit haklı vatandaş olarak algılanmaya ve Bulgar ordusunda askerlik yapmaya başlıyor. Dolayısıyla Bulgar, Türk ve Pomak asıllı yurttaşlar Batı Trakya’nın egemenliği uğruna beraber savaşıyor ve geçici hükümet kuruyorlar. 23 Mayıs 1919’da Çar idaresi 1985 Nizamnamesini “Bulgaristan Çarlığı Dahilinde Müslüman Müessesat-ı İdare ve Teşkilatı Nizamnamesi” ile değiştirerek, Berlin Antlaşması, Tırnovo Anayasası ve Bulgaristan ve Türkiye arasında imzalanan anlaşmalarla Müslümanlara tanınan tüm hakları genelleştiriyor. İlk kez, müftülüklerin, cemaat ve encümenliklerin ve şeriat mahkemelerinin işlevleri ve idare biçimleri somut olarak tanımlanıyor. Bu Tüzükte, Bulgaristan Müslümanlarının “dinsel özgürlük haklarına sahip oldukları” yeniden belgeleniyor. Cemaat tek merkeze bağlı bir örgüt niteliği ve statüsü kazanıyor. Müftüler ve encümanlık üyeleri seçimle değil, atama ile göreve getirme kapısı açılınca, devlet cemaatin İçişlerine giderek daha fazla müdahale etmeye başlıyor. Dolayısıyla 1930’larda Müftülükler devlet peyki haline getiriliyor. Oluşan çarpık durum 1929’da toplanan Bulgaristan Türkleri Milli Kongresinde tartışılıyor. Bu Tüzüğe göre de, Bulgaristan Türklerinin ruhani lideri Başmüftüdür. Başlıca görevlerinden biri İslam’ı eğitim sistemi geliştirip Müslümanların dinsel bilgilerini arttırmak, manevi ve ahlaksal açıdan yükseltmektir. Fetva ve idari yöntemlerle tüm eylemlerin şeriat hükümleri doğrultusunda yürütülmesini sağlamaktır. İşte böyle bir ortamda, Türk halkının Çanakkale zaferlerinden ve yeni milli ruhunu oluşturarak Cumhuriyet ilan etmesinden, 1919 Versay Antlaşması’yla Bulgaristan Türklerine somut azınlık hakları sistemi sağlanmasındaki rolünden sonra, Bulgaristan Türklerinde Osmanlı’dan sonra da onları düşünen bir üst devlet aklı olduğu inancı doğmuştur. Bu da onlarda somut bir milliyet ve azın-


Makale ve Analizler - 2016

125

lık bilinci yaratırken, her zaman ve her konuda Türkiye Cumhuriyeti’nin ve şahsen büyük önder Atatürk’ün himayesinde oldukları duyusu ve inancı mayalamıştır. Böylece onlar da yeni koşullara ayak uydurma ve yaşamlarını somut ortama göre düzenleme yolunu seçmişlerdir. Aynı zamanda bu derinlik onlarda Türkiye’nin Bulgaristan’daki etki alanında bir mantar kimliği oluşturma sezisi de doğurmamıştır. Bu yeni açılımın anlaşılabilmesi için, Bulgaristan Türklerine 1919 Neuly Antlaşmasıyla tanınan haklara ve yine o yıllarda kurulan Al. Stanboliyskı yönetimindeki Çiftçi Partisi hükümetinin ülkedeki en büyük etnik ve dini azınlığa statü tanırken haklarını somutlaştırmasına bir göz atmamız gerekir. Çiftçi partisi Türklerin bir azınlık sistem içinde var olmasına gereken önemi veriyor. Barış antlaşmalarında yer alan azınlık hakları tüm yaşam alanlarında uygulanmalıdır istemini siyasi ilke yapıyor. Parti, Türklerin azınlık haklarına somutluk kazandıran özel bir program kabul ediyor. Her şeyden önce Türk toplumunun kimliğini oluşturmada başlıca rol oynayan eğitim sisteminde, kültürel, sosyal, siyasal yaşam alanlarında köklü reformların gerçekleştirilmesi öngörülüyor. Çiftçi Birliği’nin Türkçe yayın organı “Çiftçi Birliği” gazetesi bir taraftan komünizm ideolojisine karşı savaşım veriyor, öte yandan ulusal bilincin, dini inançların, genellikle ulusal kültürün ve bu arada eğitim sisteminin geliştirilmesinin gerekliliğini vurguluyor. Böylece Çiftçi Birliği, Bulgaristan Türk topluluğunun azınlık statüsünün oluşmasına büyük katkıda bulunuyor. 1923’te Çiftçi Parti iktidarının yıkılmasından sonra Türk topluluğunun özel statü ve hak isteklerine sıcak bakılmıyor. Bundan 100 yıl önce Bulgaristan Türklerinin statüsünün uluslar arası anlaşmalarda belirlenmesinde 1919 Nöyyi Anlaşması çok önemli yer alır. Bu anlaşmada, ulusal, dinsel ve dilsel azınlıkların hak ve özgürlüklerini güvence altına alma amacıyla bir takım yeni hukuksal ilke ve mekanizmalar belirlenmiştir. Ayrıca bu anlaşmanın imzalanmasından sonra azınlık hakları büyük devletlerin değil, Birleşmiş Milletlerin güvencesi altına alınmıştır. Böylece bir devletin diğer bir devletin İçişlerine müdahale etmesi geleneğine son verilmiş oluyor. Bu arada, Bulgaristan Türkleri kimlik statüsünün belirlenmesinde 1925 yılında Ankara’da imzalanan Bulgaristan ile Türkiye Cumhuriyeti arasında Dostluk Antlaşması ve Ek Protokolde İkamet sözleşmesi imzalanmıştır. Bu protokoldeki ana konu Bulgaristan Türklerinin azınlık sorunudur. Bulgar hükümeti Nöyyi anlaşmasında yer alan yazılı hükümlerin tümünden Bulgaristan Türklerini yararlandırmayı taahhüt etmiştir. Bu garanti kapsamına, dinsel haklardan başka, yurttaş, siyasal ve kültürel haklar da alınmıştır. Dinsel haklar konusunda şöyle denilmiştir: “Bulgaristan uyruğu olan her yurttaşın, toplumsal nizam ve iyi ahlakla


126

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

çelişmeyen dini vecibelerini toplumsal ve özel biçimde yerine getirme haklarına sahip olacaklardır.” Söz konusu Protokolde Bulgaristan Türk azınlığının anadilini öğrenip kullanma hakkına büyük önem verilmiştir. Devlet, azınlıklara ait vatandaşlara resmi dile paralel ana dilini sözlü ve yazılı olarak, bu arada yargı kurumlarında da serbestçe kullanmalarını kolaylaştırma görevini üstlenmektedir. Yine bu cümleden olmak üzere, h,ç bir Bulgaristan vatandaşının herhangi birinin dilini kişisel veya ticari ilişkiler, dinsel ibadetler esnasında, basında ve toplantılarda özgürce kullanma hakkının kısıtlayamayacağı özel olarak belirtilmiştir. Bu bağlamda Bulgaristan hükümeti azınlık çocuklarının temel eğitim okullarında anadilleriyle eğitim görmelerini kolaylaştırmayla görevlendirilmiştir. Aynı zamanda Bulgaristan devletinin azınlık Türk okullarında Bulgarcanın okutulmasını zorunlu kılma hakkı saklı tutulmuştur. Devletin azınlık çocuklarının eğitim ve öğretim giderlerini karşılama amacıyla milli ve belediye bütçelerinden belirli ölçüde mali kaynak sağlaması öngörülmüştür. Bu antlaşma ve Protokol, Bulgaristan Türk topluluğunun azınlık statüsünün hukuksal temellerinin açıklık kazanması ve pekiştirilmesinde çok önemli rol oynamıştır. Şöyle ki, bu ikili anlaşmada ilk defa Bulgaristan’da bir Müslüman azınlığı olduğu yer almıştır. Bu terim İkinci Dünya Savaşı’na kadar “Müslüman” olarak kullanılmıştır. Kullanılan ismin değişmesi veya bu olgunun reddedilmesine rağmen, Bulgaristan Türk topluluğunun bir azınlık olduğundan bugün de asla kuşku yoktur. Geçen yüzyılın 20’li yıllarının ortalarında resmen belirlenen azınlık statüsü sosyalizm döneminde belirli bir süre korunmuştur. Büyük savaşta Hitler Almanya’sının peyki olan Bulgaristan’ın savaştan sonraki durumu, devlet ve parti yönetimini azınlık sorununa olumlu yaklaşıma zorluyor. Hatta azınlık hakları konusunda duyarlı olduğunu göstermek için Bulgaristan 1947 Paris Barış Konferansına katılan heyetine 2 Türk asıllı milletvekili de katıyor. Anlaşma maddelerinden birinde şöyle deniyor: “Bulgaristan, ırk, cinsiyet, dil ya da din farkı gözetmeksizin idaresi altındaki herkesin söz, basın veya yayın, ibadet ve toplantı özgürlükleri dahil, tüm insan haklarını sağlayacak bütün gerekli tedbirleri alacaktır.” Bu antlaşmanın imzalandığı tarihte Bulgaristan Türkleri 675 bin kişilik bir topluluktu ve ülke nüfusunun % 9.61’ini oluşturuyordu. Aynı dönemde mecliste onaylanan “Halk iktidarını koruma yasası” ile ülkede “ırk düşmanlığı görüşlerinin propagandası” da yasaklanmıştır. 1947 Anayası’nda “tüm yurttaşların yasa önünde eşit olduğu” belirtilirken, ülkede azınlıklar bulunduğu, dolayısıyla Türk azınlığı olduğu da yer almış ve şöyle denmiştir: “Bulgaristan yurttaşları öğrenim hakkına sahiptirler. Ulu-


Makale ve Analizler - 2016

127

sal azınlıklar, Bulgarcayı öğrenme şartıyla anadillerinde öğrenim görme ve ulusal kültürlerini geliştirme hakkına sahiptirler.” İşte bu yasal temeller üzerinde 1950’lı yıllarda Bulgaristan Türk azınlığı etnik kimliğinin oluşturulmasında etnik kültürün ve özellikle eğitim sisteminin geliştirilmesi sorunlarına önem verilmiştir. Ne yazık ki, bu göreceli olumlu gelişme dönemi geçen yüzyılın 60’lı yıllarına doğru son bulmuştur. Totaliter rejimin geliştirdiği yeni azınlık politikasıyla Bulgaristan Türklerinin öz kimliği yok edilme hedefi olmuştur. Yeni siyaset ulusal kimlikleri asimile ederek Bulgar ulusal kimliği içinde eritmeyi amaçlamış ve bunu zulüm uygulayarak gerçekleştirme yolunu seçmiştir. Sosyalist ulusal bütünlük oluşturma siyasetinin özüne tamamen birleşme dahil edilmiştir. Bulgaristanlı Türkler Türk ulusundan tamamen koparma siyasetine “tarihsel Bulgar köküne dönme” ve birleşme formülü eklenmiş ve “soya dönüş” trajedisi yaşanmıştır. Bu zulüm siyaseti neticesinde artık 720 bin Bulgaristanlı Türk vatanlarından ayrılmıştır. Feci olayın hukuksal gelişmesinde, 1971 ve 1992 Anayasalarında ulusal azınlık kavramına yer verilmediğini görürüz. Olay “Bulgaristan Türkleri” ve “Türk asıllı Bulgaristan vatandaşları” gibi etnografik grup kılıfına sıkıştırılmıştır. Türdeş Bulgar ulusu oluşturma siyaseti bugi de “Bulgar Etnik Modeli” çeklinde devam etmektedir. Son amacında Bulgaristan Türklerini anadilsiz, tarih belleği olmayan, edebiyat ve kültürden uzak bir topluluk durumuna getirip son seçime zorlamaktır. Bugün Bulgaristan Türk etnik kimliği statüsüne dönmemiz sorunu özellikle aktüeldir. Hak ve özgürlükler için verilen savaşımın, 1989’un Mayıs Ayaklanmasının vb. direnişlerin programsal temelinde yer alan büyük gerçek, Bulgaristan Türk kimliğine azınlık statüsü ve 1950 yıllarındaki hak ve özgürlüklerin tanınması içindir. Bu mücadelenin aşamalarını söyle de görebiliriz: Etnik hakları koruma mücadelesinde ilk hedef olan Pomaklar, 1913’te, 1936’da, 1942’de ve 1972’de isim ve dinlerini kökten söken feci saldırılara uğradılar. 1973’te Nevrekop’a bağlı Kornitsa köyünde katliama karşı isyan edip minareye ay yıldızlı bayrak diktiler. Çingeneler 1960’lı yıllarda isim değiştirme saldırıları yaşadılar. Türk etniğine çullanan Türk kimliğini söküp yakma saldırısı 1984–1989 yılları arasında devlet zulmü şeklinde yoğunlaştı. Bulgar ulus ile Türk etnik azınlığı arasındaki ilişkileri tamamen kopardı. Faciayı durduran Türklerin Mayıs 1989 Ayaklanması oldu. Geçen yüzyıl ve özellikle 1990’dan sonra Bulgar toplumunda etnik kimliklerin korunması için verilen mücadele, özellikle Türk etnik azınlığın direnciyle siyasi sahneye çıktı, uluslar arası alana taştı. Enik kimlik sorunlarının can alıcı,


128

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

iktidar devirici niteliğini kanıtladı. Bir ulusa ait kişilerin etnik kimliğini kendileri seçmediğini, bunun bir doğallık olduğunu, gösterdiği gibi, ulusal siyaset içinde belirleyici konumda olduğunu da ortaya koydu. 6 Kasım 2016’da yapılan Bulgaristan Cumhurbaşkanı seçiminde T.C’de yaşayan ve seçimlerde oy kullanma hakkı olan 620 bin soydaşımız için yalnız 38 sandık açılması etniklerin insan haklarının ve siyasi haklarının kısıtlandığına yeni bir örnektir. 26 Mart 2017’de yapılacak erken genel seçimlerde ise, majoriter sistem uygulandığında Bulgaristan’da bir milletvekili 30 bin oyla seçilirken, Türkiye’de bunun için 230 oy bin gerekli olacaktır. Bunlar etnik kimliğimizde devamlı alınan yongalar olup hedefinde etnik politik kimliğimizi kurutmak vardır. Bulgaristan’da etnik Türk kimliğinin oluşmasında, muhafaza edilmesinde ve gelişmesinde aşamaları gördük. Bu süreçte Türkiye Cumhuriyeti’i gibi Azerbaycan Cumhuriyetinin dış desteği ve katkısı belirleyici olmuştur. Bu süreç içinde özellikle eğitimde 1922 - 1923 ders yılında Şumen’de “Nüvvap” ruhani okulunun açılması, 1930 yılında Bulgaristan Türk okullarında Latin Alfabesinin uygulanması, çağdaş Türk kimliği oluşumunda Türkiye Cumhuriyeti’nin sürükleyici örneği vs yön belirleyen yol taşları olmuştur. Bu cümleden olmak üzere, 1950’lerde Azerbaycan’dan gelen Türk aydınların Sofya Üniversitesi ve pedagoji okullarımızdaki çalışmaları Türk manevi alt yapımızı yeniden dokumamızda çok yardımcı oldular. Onlar, Bulgaristan’da Türk aydın ordusu oluşurken, öz edebiyat ve özgün kültürümüz yeşerirken olağanüstü etkili oldular. İç ve dış etkileşim içinde oluşup geliştiğini göstermeye çalıştığımız Bulgaristan Türk etnik kimliğinin her aşamasında bu iki dış faktörün etkisini görebilirsiniz.

Dijital Devrim

Şakir Arslantaş-30 Aralık 2016

Konu: 2017 yılının yıldız falınızı dinlediniz mi? Önce yeni yılınız kutlu olsun! Hepinize sağlık ve mutluluk getirsin! Siz bugünden ya da gelecekten haber veren bakıcıya gittiniz mi? Kahve falını açıldı mı? Ne çıktı? Cevap vermeye bilirsiniz. Kişisel fal, herkesin kendi sırıdır.


Makale ve Analizler - 2016

129

Bugünkü gibi hatırlıyorum, “Bloomberg” analiz merkezi, geçen sene, 2016 yılı kılavuzu yayınlamıştı. Açtığı fallarda ikisinde İngilizler Avrupa Birliği’nden ayrılacak, demişti. İsabet oldu. İkincisi de, Amerikan seçimlerini muhafazakâr bir aday kazanacak demişti. Onu da bildi. Donald Trump tam bir tutucu Cumhuriyetçi. 2016’yı peşin okuya bilen, 2017 yılı için de isabetli öngörüde bulunabilir, diye düşündüm ve size “Bloonberg”ten 2017 Yıldız Falı açıyorum. “Bloomberg” öngörüde bulunurken gökyüzüne baktığına inanmıyorum. Henüz olmamış işlerin, hele olup olmayacağı asla belli olmayan birçok şeyin, peşinen söylenebilmesi zordur. Fakat zaman ve olaylar uzam içinde belirli yasallıklarla akıp gittiğine bazı kritik olayları sezinlemek ve üstüne vurmak olasıdır. Bazı merkezlerin bu tahminlerin kitlelerin umutlarını öldürmek, beyin yıkamak, hayal kırmak vb için yapıldığını da biliyorum. Her ihtimale karşı, 2016’da “breksit” gerçekten oldu. Türkiye’de de “zor bir yıl geçirdik.” Yeni yılda (yıldız falında demek istemiyorum) analitik öngörüde “Bloonbeg” şu olaylar üzerinde duruyor. Dünya dijital devrim çağına giriyormuş. Sayısal devrim de deyebiliriz. Şöyle açmaya çalışayım. FOX TV, “Çalar Saat” programında İsmail Küçükkaya, “Kapalı Çarşı”da 5 gündür elektrik yok ama kuyumcular isyan etmiyor, dedi. Neden etsinler “on leyn” alış veriş tıkır tıkır gidiyor. Bulgaristan’da bile 28 - 29 Aralık “Yılbaşı On leyn” pazarında 176 milyon leva el değiştirmiş. Sayısal devrimin benzinsiz çalışan motoru, müşterinin ucuz ürün arayan içgüdüsüdür. İstanbul’da AVM’lerde ya da “Mall of Sofia” da 20 liraya ya da levaya satılan bir bluz, düne kadar 5 lira ya da levaya almayanın kafasına vuruluyor, zorla çantasına sokuluyordu. Millet o günleri geri istiyor. El değmeden üretilen malların “Bit Pazarı” fiyatına satılınca canlanma olacağına inanıyor. Bin kişinin yaptığı bir işi bir bilgisayarın yaptığına şaşmıyorsak, fiyatlarda sıfırdan yeni ayarlama beklememiz doğaldır. Artık yeni arabaların kaza testleri bile, bilgisayarda yapıyor. Dün ancak benzinle yürüyen, ama artık elektrikle şarj olacak araçların, yarın su yakarak sürat rekoru kırması bir mucize olacak. Finlandiya Meclisi çalışmadan yaşamak isteyenlere ayda 560 Euro maaş ödeme kararı almış. Bulgaristan’da 2 milyon emekliden 1 milyonu 161 leva (80 Euro) ile 250 leva (125 Euro) arasında aylık gelirle geçiniyor. O İskandinav ülkesinde 560 Euro’yu kabul edenler, toplum işlerine katılmayacakmış. İnsanı sosyal ve siyasi hayattan dışlayan kapitalizmin son hedefi şakıdı. “Ye yat ve bir şeye katışma.” Gel keyfim gel.


130

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Biz yazılarımızda “yenilenme”, “dönüşüm”, “evrim” ve “devrim” gibi kavramları kullanırken aklımızdaki karışan bir ortamdı. “Devrilme” sözünde nereye doğru devrildi sorusu gizlidir. Bugün Bulgaristan’da yaşayanlardan daha çoğu “Yasal diktatörlükten” yana olduklarını gizlemiyor. Onlar için diktatörlük çınar gölgesi, aç ağzını yut salkımı...Terörizm vatandaşı korkutmuş gibi... Taban hareketleniyor, tavan çöküyor ya da devriliyor ama korku hep yaşıyor. En sık kullandığımız klişe “Todor Jivkov diktatörlüğü devrildi!” Şimdi ona yanıt bulmuşlar: “Devrildi de ne oldu?” Siz şimdi, “ekmek elden su gölden” bu işler, bu defa, 560 Euro ile düzelir mi diyorsunuz! Sefaletin boğucu kokusu 560 Euro ile kapsülle sıkıştırıla bilir mi? Yeni slogan “Ver parayı, gösterme yüzünü!” olacak. İğne ile kuyu kazmayalım. Bazen evdeki hesaplar bir türlü çarşıya uymuyor. Büyük Fransız Devrimi’nin en usta hatibi Maximilien Robespierre, insanlık tarihin en uzun çağı olan feodalizmi gömmeye gönüllü toplarken, alkış tufanını hep Paris fahişelerinden almış. Sayısal devrimi en hararetli alkışlayanlar ev hanımları olabilir mi? Kısa keselim ama şu da var. 1990’da meclise ilk kez ayak basan HÖH lideri Ahmet Doğan Sofya Çevre Yolunda görev yapan fahişelerin sendikal örgütlenmesi için yasa önerisi sunmuştu. Bir bildiği olmalı... Hey gidi dünya hey! “Bloonberg” ikinci falda “Yatla 2” demiş. Yatla - 2 Yatla Konferansı 4 Şubat 1945 - 11 Şubat 1945 tarihleri arasındaydı. Müttefik devletlerin liderleri SSCB yöneticisi ve SBKP Genel Sekreteri Yosif Stalin, İngiliz Başbakanı Winston Churchill ile Birleşik Amerika Başkanı Franklin D. Rousevelt 3. kez bir araya gelmişti. Konferans konusu Almanya’nın bölünmesi ve Avrupa topraklarının yeniden şekillendirilmesiydi. Avrupa karası ülkelerinin kamp değiştirmesini önleyici bir anlaşmaya varılmıştı. 1945 -1991 yılları arası Soğuk Savaş yaşandı. 1989’da Berlin Duvarı düştü. Almanya birleşti. Sovyet hegemonyasından çıkan ülkeler Batıya geçti. 2017 Yıldızlar Falında “Yalta Antlaşması - 2” var. Almanya, Berlin Duvarı’nın yıkılmasından sonra Avrupa’da oluşan yeni durumu koruyamazsa, yeni Başkan Donald Trump’un öğütlerine uymak zorunda kalırken, Doğu Avrupa’nın etki alanlarına bölünmesini kabul edecek, Batı ise Rusya’nın Ukrayna, Beyaz Rusya ve Suriye üzerindeki egemenliğini onaylarken çok ağır bir karara imza atacaktır. Moskova yanlısı siyasi partilerin etkinliklerini yoğunlaştırması ise, Bulgaristan, Moldova ve Estonya gibi ülkeler de dahil, küresel siyasi istikrar için tehlike yaratacaktır.


Makale ve Analizler - 2016

131

26 yıllık gerilemeden sonra Rusya Putin’in uluslar arası nüfusunu yükseltiyor. Artık yeni Cumhurbaşkanı seçimleri hedeflerini konu etmeye başlıyor. “Bloomberg” Yıldızlar falında üçüncü konu olarak Avrupa krizini açıyor. Önce sağ milliyetçi Mari Lö Pen’in Fransa’da Cumhurbaşkanı seçimlerini kazanacağını haber veriyor ve adına “freksit” dediği Fransa’nın Avrupa Birliği’nden çıkması için halk oylaması yapılacağını duyuruyor. Fransanın güneyi Araplar tarafından işgal edilmiş durumda, şarap mahzenlerini de Çinliler satın almış, ne olacak, demiyor. Aynı fal ajansına göre, Başbakan Angela Merkel Almanya’da seçimleri kaybedecek. İtalya’da ise popülist Bepe Gripo’nun yönettiği “Beş Yıldız” partisi seçim kazanacak ve AB ortak parası Euro yerine İtalyan lirasına dönmeye hazırlıklara başlanacakmış. İngiltere’de “breksit” kazanı kaynarken, yeni başkanlık seçim zaferini Tereza Mey daha sert bir siyaset çizgisi seçen, başka bir lidere kaptıracaktır. Komşumuz Yunanistan’da ekonomik bunalım devam ederken, Atina adresli yeni ekonomik yardım paketi görünmüyor. Bunları sıralayan “Bloonberg” hiçbir konuda çözüm yolu göstermiyor. Donald Trump Aynı öngörü paketinde, Birleşik Amerika’da ciddi ve kapsamlı vergi reformu uygulayacak olan Donald Trump’ın nüfusunun çok yükseleceği haber veriliyor ve şöyle deniyor: “Trump Birleşik Amerika’nın NATO ve Birleşmiş Milletler üyeliğini donduracak. Uluslar arası güçlerin parçalanmasından yararlanan DEAŞ Orta Asya devletlerinde egemen olmaya çalışırken, Afganistan’da duruma tamamen hakim olmaya çalışacaktır. Dünya Kuzey Kore’nin kendi ürettiği füzelere nükleer başlık takma konusunda da işlerini tamamladığını anladığında, ABD’nin Asya kıtasındaki siyasi etkisi azalacak ve yeni durumda ABD Çin’den askeri yardım istemek zorunda kalacaktır. Trump, Küba ile ABD arasındaki diplomatik ilişkilerin normalleşmesi sürecini yavaşlatacak, dolayısıyla ada Rus casus örgütlerine kapılarını ardına kadar açmak zorunda kalacaktır.” Son konu da Yakın Doğu ve Petrol


132 cak.

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) Trump, Yakın Doğu’nun ABD ilgi alanı dışında kaldığı sonucuna vara-

Suudi Arabistan ile İran arasındaki gerginlik ise askeri çatışmaların başlamasına sürüklenecektir. Suudi Arabistan Kralının halefi Prens Muhammet Bin Salman dünyada en fazla enerji hammaddesi üreten ülkenin imkânlarını en uygun bir şekilde kullanma çabaları başarısızlıkla sonuçlanacaktır. Ormuz geçidinden petrol ve doğal gaz çıkarma imkânsızlaşacak. Petrol fiyatları yükselecek. Arap yarımadasına yatırımlar duracak Suudi - Aramko petrol şirketini satma planları suya düşecektir. Suudi Arabistan parası değer kaybedecektir. “Bloonberg” yıldız falı, FETÖ şefi Fetullah Gülen’ın Türkiye adaletine teslim edilmesi konusunda hiçbir bilgi vermiyor. Bulgaristan’da Mart 2017’de yapılacak erken genel seçimlerin sonuçlarıyla ilgili de ön bilgi yok.

Yeni Yılınız Kurlu Olsun!

Musa Vatansever-31.Aralık.2016

Konu: Dileğimiz, bizim yeni yılımız bize benzesin ve hiç birimizi bir şeye muhtaç etmesin! Geçen kış öyle usulca gelmişti Yılbaşı. Hatırladınız mı? Sevdi bizi ve bizden ayrılması çok zor oldu. Hele son günlerde çok hırçınlaştı. Hem Bulgaristan’da hem de Türkiye’de baştanbaşa kar altında kaldım. Soğuk da kendini aratıyor. Çok sevmiş bizi bir türlü bırakıp gitmek istemiyor. Sonu hayırlı olsun. Lütfen Yeni yıl vesilesiyle Burgas dağlarında, Deliorman’da yakınları olan kardeşlerimiz yola çıkmasınlar. Yollar kapalı. Otobanlardaki buzlanma ve kat teperi geçit vermiyor. Yılbaşınız kutlu olsun sevgili kardeşlerim.


Makale ve Analizler - 2016

133

Biz Türk milleti olarak bu yıl çok zor bir yılı tarihe kattık. O kadar zordu ki, birçok konuda geçmişimizi ve bugünümüzü yeniden değerlendirdik. Etrafımıza bir daha baktık ve göremediklerimizi görmeye çalıştık. Hak ve Özgürlükler Hareketinden Sorumluluk, Özgürlükler ve Tolerans için Demokratlar (DOST) partisinin kopmasıyla, 2016’nın gerçekten içimizdeki totaliter kalıntılardan, hainler sürüsünden süzülüp kurtulacağımız umudu doğmuştu. Bu olumlu gelişmeye Doğruca’lı bağımsız milletvekili Hüsmen Güney hareketinin dal budak salmaya başlanması da eklenince umutlarımız inanç kıvılcımları vermeye başladı. Yılın son günlerinde bu ikiliye Hürriyet ve Demokrasi Partisinin yeni başkanı Orhan İsmailov da dahil olunca yeni bir hareketlenme biçimlendi. 26 Aralık sabahı yeni ortak atılımın Sütkesiği (Mleçino) şehitler mezarına Onur Yürüyüşü’ne birlikte katılmaları yepyeni bir gelişmenin başlangıcı oldu. “Bizim bahar yeniden yeşerecek” diye haykıranlara Yeni Yıl müjdemiz olsun! Bulgaristan Türklerinin ve Türkiye Cumhuriyeti’nde bulunan soydaşlarımızın yeniden uyanarak kenetlenmesinden oluşacak kitle hareketinin ideolojik, teorik ve siyasi tohumlarını saçan Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği BULTÜRK ve Stratejik Araştırma merkezimiz de 2016’da ciddi bir şahlanma yaşadı. Yılın tüm toplumsal olaylarında başı çeken, ışık olan, yol gösteren rol oynadı. Binlerin gönlüne biraz daha yaklaşabildi. Okut kitlesini genişlettikçe genç tabana inmeye devam edecek. “Bulgaristan Türklerinin Sesi” gazetesini bir elektronik aylık yayın olarak çıkarak BULTÜRK yayını okur kitlesinin 100 bini aşması övgüye değerdir. Tarihsel önem taşıyan, 2016 Ağustosunda “Yenikapı” da bir daha ateşlenen Türk Ulusal Ruhunda BULTÜRK bayrakları da dalgalanması büyük anlam kazandı. 20 gün süren demokrasi için gece nöbetlerinde tüm vatanseverlerle aynı saflardaydık. 15 Temmuz FETÖ darbecilerini birlikte kınadık. Türk ulusunun yeniden dirilişinde, bir ve beraberlik kavgasında omuz omuza beraberdik. 1919’da Çanakkale zaferleriyle tutuşan ve bir asır boyu kesintisiz gelişerek büyüyen Türk kimliğimizin yeni sarmalında buluştuk. Bugün de bu yeni başlangıcın gurur ve kıvancıyla kanatlanmışız, ortak hedeflere birlikte uçuyoruz. Türk ulusundan bir parça olan ve Türk kimlini Atatürk’ü, Türkiye halkının ulusal şahlanışını örnek alarak oluşturan Bulgaristan Türkleri 21. asır Türk ulusal kimliğinde ayrılmaz, kopmaz ve oluşturucu bir öğedir. Bulgaristan Türk kimliği Türkiye Cumhuriyetiyle sıkı bir etkileşim içinde, Türk halkının öz kimliği örnek alınarak, kendi kökleri üzerinde oluşmuş, azınlık statüsü kazanmış ve gelişmiştir. Artık hepimiz inanıyoruz ki, hayat bir ulusal kimlik ve azınlıkları öteleme yüzyılı olan 20. yüzyılı iteliyor ve çok uluslu, çok kimlikli, çok kültürlü halk topluluklarından oluşan yapılanmayı hayata ça-


134

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ğırıyor. Bulgaristan’da bu yeni yapılanmanın başını çekecek olan kitlesel, bileği bükülmez güç Türkler olacaktır. 2016’da memleketimizde bizi Rus etki alanında bir mantar haline getirmek isteyen, kimliğimizi köreltme çabalarını sürdüren HÖH - DPS azınlığımızın eritilmesinde ön ayak olma siyaseti artık çöküyor. Totaliter rejim nankörlüğünden doğan “Bulgar Etnik Modeli” zamanını doldurdu, kendi mezarını kendisi kazdı ve çukura düştü, cenazesine giden yok. Halka karşı gelişen tüm hareketlerin kaderini yaşadı ve söndü. 2016 yılı Bulgaristan için çok ağır ekonomik, siyasal, mali ve kültürel çöküş yılı oldu. Avrupa kıtasında en sefil, en az gelirli, en fakir, işsizler ordusu en kalabalık ülke damgası sırtımızdadır. Bulgaristan halkının dirilme enerjisini tüketen totaliter baskı terör ve zulüm düzeninin enerjisi tükenmiştir. Dünya çağdaş medeniyetlerine katılabilmemiz için yalnız memleketimizi güzel havası yeterli olmuyor. Modern dünya sayısal devrim çağına giriyor. Nüfusun % 44’ünün okuduğunu anlayamadığı bir eğitim sistemiyle bu hamleye katılabilmemiz zor olacak benziyor. Memleketimizdeki karanlıkta ağarma ve ışık kıvılcımı göremeyen yurttaşlarımızın 3 milyonu artık geçimlerini dış ülkelerde arıyor. Avrupa Birliği makamlarının genç nüfusumuz arasında yaptırdığı bir ankete göre, ülkemizin beyin gücü ve beden gücü gelişmiş ülkelere akmaya devam ediyor. Nesnel süreçleri yapay kararlarla yön değiştirmeye çağırmak hiçbir işe yaramıyor. Tüm bunlara rağmen biz Bulgaristan Türkleri ve orada yaşayan tüm kardeşlerimiz ülke siyasetinde belirleyici rol oynamaya devam ediyoruz. 6 Kasım’da yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yüksek aktiflik gösterdik. Halkın kaderinin hiçbir siyasi gücük veya kişinin elinde oyuncak olmadığını ve olamayacağına işaret ettik. Aynı gün yapılan halk oylamasına (referendum) katılarak Bulgaristan’da siyasi rejim değişikliğine gerek olduğuna oy verdik. Siyasi dönüşümün motoru haline gelen 2 milyon 500 bin seçmen arasında son sözümüzü biz de söyledik. Halk meclisinin boşaltılmasını, siyasete yön veren meclis içindeki gizli kasalara el konmasını, memleketimizin geleceği üstüne hiçbir görüş sahibi olmayan beslemelerin siyaseten dışarı itilmesini, totaliter zihniyetin sökülerek üst akıl olmasına son verilmesi vs. kesin kararlı bir tavırla istendi. Ülkenin majoriter seçim sistemine geçmesi, bütün vatandaşların seçimlere zorunlu katılması ve siyasi partilerin devlet yemliğinden bol bol beslenmesi pratiğine son verilmesi gerçek demokrasiye açılan aydınlık kapısı olacaktır. 2016’nın getirdiği yeni umut budur.


Makale ve Analizler - 2016

135

Tabi, totaliter komünist kalıtın son kalıntılarına varınca siyasal ve devlet sisteminden temizlenmesi, seçim sisteminin kökten değiştirilmesi, 2 milyon 500 bin seçmenin iradesine, referenduma rağmen, çok sert ve çok kararlı bir kavgayla olacaktır. Bu kavga olağanüstü gergin ulusal ve uluslar arası ortamda gelişmektedir. İç siyasette faşizan, aşırı sol ve aşırı sağ bir kabarma var. Güç aldığı kaynak, halkın çilesini sömürme, populist, yalan dolan propaganda ve vatandaşımızı hayallerine hamal etme ustalığıdır. Ömründe bir köpeğe ekmek atmamış yeni tipler halka boş paket dağıtarak oy istiyorlar, iktidar yolunca her gün biraz daha tırmanıyorlar. “Ataka”, “Yurtsever Güçler” ve VMRO gibi güçler, yeni kurulan Rusçu partiler halk düşmanı cephede birleşiyor. Halk tabanından kopmuş bir iktidarla yönetilen Bulgaristan’da siyaset kitle nabzını tutamadığı için 2016’da yapılmak istenen reformlardan hiç birisi başarıyla sonuçlanmadı. Geçen yıl parasız ve yalnız kuru vaatlerle sosyal reform yapılamayacağını kanıtladı. Köklü dönüşümler yolunda adım atılacaksa önce adalet reformu yapılarak, herkese eşit adalet saplanmadan, demokrasinin de kök salmasının anlamsız olduğu görüldü. Ne yazık ki, bu yönde yapılan tüm adımlar baltalanırken, sanki ülkede savcılık diktatörlüğü kuruluyor. Biz Bulgaristan Türkleri, giden yılın aralık ayında çok büyük bir felaket yaşadık. Şumen’ne bağlı Şeytancık (Hitrino) köyünde doğal gaz sarnıcı patladı. Tren kazası oldu ve pek çok ev yandı, köy halkı tahliye edildi. Ölü ve yaralılarımız var. Kar kış altında kalan köy halkı, hayvanları, elektrik ve suyu kesilmiş bir durumda sıkıntı çekmeye devam ediyor. Evlerine toplanamayan kardeşlerimiz var. İnsanlarımızdan her fırsatta oy istelen HÖH - DPS bu felaketimizde de acımızı paylaşmadı, halkımızın yanında olmadı, felaketi TV ekranında izledi. 2016’yı uğurlarken umut yüklüyüz kardeşlerim. Bu yıl Türkiye felaketler atlatırken aynı zamanda gençleşti de dinçleşti. Yeni ve çok daha büyük bir Türkiye doğuyor. Türkiye Cumhuriyeti doğal dostlarıyla buluştu ve bizim de içinde bulunduğumuz bölge siyasetinde sonuç belirleyen yeni güç durumuna büyüyor. Biz umutların sönmediği, 33 medeniyetin üst üste olduğu dünyanın en güzel coğrafyasında yaşıyoruz. 2017’den başlayarak yarınları aydınlatacak ve ısıtacak güneşin bizim toprağımızda. Toplumumuzdan ve halkımızın kutsal ruhundan doğacağına inanıyoruz. Yeni yılınız kutlu olsun!


136

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Direniş Yıllarının Havası

Raziye ÇAKIR -31.Aralık.2016

Konu: Edebiyatımız ve kültürümüz var oldukça biz yaşarız. Nice yıllara!

Yazarlarımızdan Muharrem Tahsin bazı öykülerinde insanlarımızın zorla kimlik değiştirme kampanyası sırasında yaşadığı manevi ve psikolojik bunalımı yansıttı. “Ak Kiraz” adlı öyküsünün kahramanı olan şarkıcı, kiraz ağıcından yontulmuş sazı eşliğinde Türkçe türkü söylüyor. Rejimin ajanları sazı alıp kırıyor ve yerine gaydayı (tulumu) dayatıyorlar. “Tükürük” adlı öykünün kahramanı bir köylüdür. Başkent Sofya’yı ziyareti esnasında Parti evinin duvarına tükürüyor. Ama köyüne dönünce korkudan ruhsal bunalıma girecek kadar ağır sıkıntılar çekiyor. Zorunlu kimlik değiştirme yıllarında Bulgaristan Türkü’nün üzerindeki baskı ve zorba eylemleri İsmail Çavuş’un öykülerinden de izlenebilir. “Nostradamus” adlı öykünün kahramanı - Nusreddin adında ihtiyar bir köylü, memur hanımı aldatarak adını, kendi adına yakın ve eziyet çağrışımları uyandıran Nostradamus olarak kaydettiriyor. “Antika” başlıklı öyküsü ile uydurma arkeolojik kalıntılarla mizah ve istihza ile eleştiriyor. İslam Beytulla (1940 - 2014), bir uluslar arası bilim şöleninde “Bulgaristan Türklerinin güya Gönüllü ad değiştirmeleri” konusunda bildiri sunmaya zorlanan bir genç kızın akli dengesini yitirme trajedisini dile getiriyor. “Kara Tahtadaki Tazı” başlıklı öyküsünde yazar rejim görevlilerinin adını değiştirmek için yaptıkları baskı altında bulunan bir köy okulu müdürünün yaşadığı manevi bunalımı yansıtıyor. “Benim ismim kişiliğimdir, sekreterim. Başka bir adın beni daha güzel, daha kibar, daha akıllı yapacağını sanmıyorum.” Diyor okul müdürü, sekreterin ismini gönüllü olarak değiştirme “önerisini” kabul etmediği için tutuklanıyor. İnsanlık dışı bir uygulama olan zorla kimlik değiştirme siyaseti çoğu yerli yaratıcının yapıtlarında yer alıyor. Halk ozanları konuya kendi üsluplarıyla yanaşarak ustalıklı yergilerini ortaya koyuyorlar. “Örencik Deresi” adlı şiirinde halk ozanı şöyle diyor: “Düşmana verecek Adım yok benim.” “Belene dedikleri” adlı öyküsünde de: “Rodoplardan Belene Uzak mıdır yakın mıdır? Allah’ım ne bu gördüğüm


Makale ve Analizler - 2016

137

Cehenneme yakın mıdır?” Bazı bilim ve sanat adamları, yaratıcı ve gazeteciler baskıya dayanamadı veya lütuflara kapılarak zorla kimlik değiştirme politikasını desteklediler. A. Tımış “Ekmek Bıçağı” başlıklı öyküsünde böylesi gayretlere girişen öykü kahramanını ironi ile yermektedir. Bu kimliklerin bazıları demokrasiye geçiş yıllarında hatalarını anlayarak vicdan azabı çektiklerini itiraf etmişlerdir. Seçkin ozanlarımızdan Naci Ferhat “Geç Anladım” adlı şiirinde benze bir ruh halinin yansımalarını görüyoruz. “Ne zamansa yoluma çıkacak olan kadın Sokmuş bir çıkmaza beni Bırakmış, geç anladım. Yapacağım bir tek iş, bildiğim gerçekleri Sağırların kulağına Haykırmak, geç anladım.” Zorla kimlik değiştirme siyaseti yüz binlerce insanı ana-baba ocağını terk etmeye zorladı. Gerçi göç Bulgaristan Türkünün kaderi. Göç etmek, doğup büyüdüğün yöreden uzaklaşmak, yaşamda o zaman kadar elde ettiklerini elinin tersiyle yan taraf itmek zorunda kalmak ve her şeye yeniden başlamak demektir. Ama 1989’daki zorla göç tarihimizde eşine rastlanmamış bir olaydır. Alay edercesine “Büyük turistik gezi” adı verilen son göç, Bulgaristan Türkünün ruhunda büyük yaralar açtı. Derin üzüntülere neden oldu. Halkımızın o yıllarda yaşadığı sarsıntı birçok edebi yapıtta yansıtıldı. Aslında göç trajedisi edebiyatımıza Osmanlı - Rus Savaşı’ndan (1877 - 1878) sonra Hüseyin Raci Efendi’nin Zağra Müftüsü’nün hatıratları adlı yapıtıyla girdi. Göç konusuna, Birinci ve İkinci Dünya Savaşları arasındaki dönemde birçok öykü ve şiir ve birkaç roman da adandı. Göç motifleri ve teması, halk edebiyatınca, özellikle ağıtlarla da yansıtıldı. Yukarıda adı geçen “Belene Dedikleri” başlıklı eser, totaliter sosyalizm döneminde üretilen ağıtlardan sadece biridir. 1989 göçünün nedeni, Türk topluluğunun etnik kimliğini ortadan kaldırmayı amaçlayan siyasettir. Latif Ali, “Yaşlı Göçmen” adlı şiirinde yerli göçmen yerli göçmen kafilelerinden birinin üzüntülerini ve ıstıraplarını yansıt6maktadır. “Utanç trenlerin getirdiği Yaşlı soydaşları gördüm Saçları biraz daha pamuklaşmış Biraz daha çökmüş omuzları.”


138

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Ozanın “Yüreğimde Şirin Tuna Aktıkça” adlı şiirinde sıla olgusu dile getiriliyor. “Umut ediyorlar bazıları orayı, O toprakta geçen kanlı davayı, Tuz bas, kapat bağrındaki yarayı, Yüreğimde şirin Tuna aktıkça” Düzyazı alanında kalem oynatanlar da göç motifli yapıtlar ortaya koydular. Ahmet Tımış “Dede Yadigârı” öyküsünde Türk halkının nasıl göçe zorlandığını, istasyonlarda büyük kafileler oluşturup güneye akınlarını anlatıyor. Yazar şöyle soruyor: “Nereye gidiyorsun hey garip milletim...!” Gözümü açıp beyaz dünyayı ilkin görmüşsün burada... Ömrün kalbin... Anıların burada... Yanıt: “Türkiye de bizim vatanımız.” Halim Aliosman Dağlı, tanık olduğu göç dalgalarını, Rodoplar’ın boşaltılmasını öyküleştiriyor. Aynı motifler Osman Aziz’in “Onur Yarası” adlı denemesinde şöyle yansıtılıyor. “Ben terkedilmiş bir köyüm Bulgaristan’da 1989’du yıllardan. Evlerimiz insansız kaldı, kovuldu insanlarımız.” Birçok yaratıcı, zorla göç sonucu belirli köylerin tamamen boşalıp çöküşünü yansıtıyor. Aysel Süleymanova “Issızlık” adlı eserinde bunu şöyle betimlemekte: “Mahallede boşluk Issızlık, Bahçeler de solmuş Çok ağır geçiyor Köyde günler...” Sabri Alagöz, evinin boş kalmasından duyduğu üzüntüyü dile getiriyor. “Evime gidemem, Kapısının mandalına değemem, Ellerim ateş olur yanar Ne bir köpek havlaması Ne bir insan sesi.” Bulgaristan Türk Topluluğu İbrahim Yalımov.


Makale ve Analizler - 2016

139


140

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Osmanlı öncesi Bulgaristan 1. Bulgarların bugünkü Bulgaristan’a gelişi a) Birinci aşama: Nereden ve nasıl geldiler? Bulgar halkını oluşturan temel etnik unsurlar, ikisi de bugünkü Güneydoğu Avrupa’ya göçerek gelen, İslavlar ve Proto-Bulgarlar (Ata-Bulgarlar) ile yerli halk olan Romalılar tarafından asimile edilen Trak kavminin kalıntılarıdır. Tarih içinde Peçenekler, Keltler, Kumanlar, Tatarlar, Türkler de Bulgar geninde izler bırakmıştır. Proto-Bulgarlar Avrupa kıtasına ilk önce 354 yılında ayak basmıştır. Roma tarihçileri onların o tarihte Kuzey Kafkaslar’da belirdiğini kaydetmiştir. Tarihsel kökleri çok daha geride aranırken, bu güne doğru aldıkları yol da hala araştırma konusudur. Bulgarlar kimdir ve nereden geldiler? Bulgar bilimine yerleşmiş kanıya göre, Bulgarlar Ural-Altay dil ailesinden gelmiştir. Bu gruba Avarlar, Hunlar, Hazarlar ve Kumanlar da girer. Bu nedenle, Bulgar kavim topluluğunun oluştuğu yeri, Pamir ve Tyan Şan’ın Kuzey Batısında, Altaylarda, Orta Asya’da, belki de daha da Doğu’da Çuvaşistan, Karaçay-Balkar’da ve Doğu Moğolistan’da aramak gerekir. 1922’de Bulgaristan’da araştırmacı yazar, Petır Dobrev’in “Ata Bulgarlar, Doğuş, Dil, Kültür” adlı eserini yayınladı. O, bu yapıtında, Ata-Bulgarların Türk kökenli oldukları savını değiştirmeye çalıştı. Ona göre Ata-Bulgarların yaktığı ilk ocağı Moğol bozkırlarında, Baktır’da ya da Himalay Dağları’nın kuzey eteklerindeki İmeon yaylalarında aramak gerekir. Bu araştırmacı iki şeyi kesin olarak reddetmeye çalıştı. 1) Ata-Bulgarların Türk olduğunu ve 2) Avrupa’ya birkaç kafile halinde geldiklerini. XX. yüzyılda “yurtseverlik” perdesi ardında, Bulgar milliyetçiliği, aşırı milliyetçilik, ırkçılık ve faşizmin doğmasına temel olan bu tezi yaratan Petır Dobrev şunları yazdı: “Biz Bulgarların, Türkçe baştan sona okunan tek bir yazımız yoktur.” Daha sonra büyüdükçe azan ve bugünkü Bulgaristan sınırları içinde yaşayan Türklerden ve tüm etnik azınlıklardan kurtulmayı amaçlayan Bulgar milliyetçiliği, zulme dayanan devlet siyaseti üretti, azınlıklar arasında ayırım yapmadan milyonlarca insanın hayatını kararttı. Bulgarları anlatan efsaneler onları, ihtiyaç duydukları şeylere zorla sahip olan, hayatlarını at sırtında geçiren insanlar olarak tanıtır. İslavlardan farklı olarak daha hareketli olduklarından dolayı, daha fazla halk tanıma olanağı bulmuşlar ve gelişim aracı olarak devlet biçimini daha erken seçmişlerdir. Asker ruhlu ve disipline yatkın oldukları içinde, esnek bir halk olan Yunanlardan çok farklıdırlar. Öte yandan “Bulgar halkının oluşmasında ağır basan,


Makale ve Analizler - 2016

141

Bulgar mı, İslav nitelikler midir?” sorusunun yanıtı hala bir gizemdir. Örneğin İkinci Dünya Savaşı’na kadar Bulgar öğesine vurgu yapılırken, 50 yıl sonra bu tez değişti. Ata-Bulgarlar eriyip tarih sahnesinde ebediyen yok olurken İslavlar kendi kültürel yaşamını dayattılar, dendi. Kısacası “Ata-Bulgarlar İslav denizinde boğulmuştur” tezi yayıldı. b) İkinci aşama: Bulgar halkının oluşumu Bu aşama, 681’de başlayıp Birinci Bulgar Çarlığı’nın çökmesiyle 1018’de noktalanır. Güneydoğu Avrupa’da Birinci Bulgar devleti Ata-Bulgarlar ile İslavların yaşadığı topraklarda ve onların birleşmesiyle kurulmuştur. Aynı topraklarda aynı dili kullanan, aynı etnik kökten gelen topluluk tek bir devletin çatısı altında birleşmiştir. Burada en büyük rolü Bulgar devletinin Hıristiyanlaşması ve İslav dilinin resmi dil olarak kabul edilmesi oynamıştır. Aynı kilisede toplanan Bulgarlar Tanrı’nın 10 buyruğuna göre yaşamaya zorlanmıştır. Bulgar bilginlerine göre, vaftiz edilen Bulgarların gönlüne şu faziletler yerleşmiştir: aydınlanma ve ilerleme arzusu; erdemlere saygı, başkasının acısını paylaşma, destek olma vb. İlk dönemde Bulgarlar, devlet kurup, Hıristiyanlaşıp, Kiril Alfabesine de kavuşunca, kendi deyimleriyle “Altın Çağ’larını yaşamış, hatta Çar I. Simeon (893-927) üç denize çıkıp Konstantinopol surlarına dayanmıştır.” Ne var ki bu zirvelere gelene kadar Ata-Bulgarların Batıya giden yolu uzundur. Han Kubrat tarafından 632 yılında kurulan ve Eski Büyük Bulgaristan adıyla bilinen, Kafkaslar’ın kuzeyinde ve Karadeniz yöresindeki Ata-Bulgarları birleştiren devletten ayrılan oğlu Kotrag, daha sonra İslam’ı kabul eden, Orta Çağ İdil Bulgar devletini kurar. Oğullarından Asparuh ise 680’de Tuna Boyu Bulgar devletini kurar. O, aslında Orta Asya’dan Bulgar kavmini Balkanlar’a taşıyan handır. Asparuh Bulgarları Tuna’yı Roma İmparatorunun izniyle geçmiş ve Tuna kıyısına yerleşen askerlerine koruma savunma görevleri verilmiştir. Roma ile Bulgar hanları arasındaki çarpışmaların bir başkası da 811’de Koca Balkan’ın Vırbişki prohod geçidinde Han Krum ile Roma Kralı Nikofor arasında olmuştur. Bu çarpışmadan yenik düşen Nikofor’un kafatası gümüşle kaplanarak, Han Krum için bir şarap kadehine dönüştürülmüştür. Sonunda Bulgarları Balkanlara alan Roma, 1018’de ilk Bulgar çarlığının köküne kibrit suyu dökmeyi başarmıştır. c) Üçüncü aşama: Bulgar halkının oluşumu X. ile XIV. yüzyılları içine alan ve bugünkü Bulgaristan topraklarının Osmanlılar tarafından ele geçirilmesine kadar uzanan bu aşama iki alt halinde ele alınmalıdır. - Günümüz Bulgar topraklarının Roma egemenliği altında (1018 - 1185) bulunduğu yılları kaplayan birinci dönem


142

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

- 1185’te Asen ve Petır’ın Bulgar devletini yeniden kurmasından Tırnovo ve ardından Vidin Prensliklerinin XIV. yüzyılda art arda düşmesine kadar uzanan ikinci dönem. Bulgar devletinin Bizans esaretinden sonra yeniden toparlanmasına devletçi siyasetin, kilisenin ve din adamlarının rolü büyük olmuştur. Osmanlı’nın Balkanlara girdiği dönemde Bulgar halkı parçalanmış, prensliklere bölünmüş ve ruhen ezilmiş bir durumda bulunuyordu. Az gelişmiş bir dilin lehçelerini konuşsalar da, farklı Prensliklerde farklı yasa ve kurallar içinde yaşayan bu toplulukların bir halk karakterinde ve halk kimliğinde birleştiklerini söylemek çok zordur. Belki o yıllarda herkesin bildiği, unutmamaya çalıştığı, günümüze kadar ulaşan bir efsane var. Han Kubrat hayata gözlerini yummazdan önce, bazıları Volga - Kama ırmakları boyunda devlet kuran, diğerleri Tuna’yı geçen oğullarını bir araya toplamış. Vedalaşmaya gelen oğullarına bir demet ok veren baba Krum, “Hadi kırın bakalım!” demiş. Hepsi denemişler, fakat ok demedi kırılmamış. O zaman, baba demedi almış, sökmüş ve okların hepsini birer birer kırmış ve gözlerini son defa açarak: “Sizi birer birer kırmalarını istemiyorsanız, birlik olun oğullarım!” demiş. 2. Hıristiyanlığın kabulü: 681’de Birinci Bulgar Devleti’nin kurulduğu bugünkü Bulgaristan topraklarında, İslav ve Eski Bulgarların dışında Romalılar ve farklı dini inançlara ve geleneklere sahip başka topluluklar da yaşıyordu. Aralarındaki dil, etnik, kültürel, dinsel farklılıklar ve yaşayış tarzlarındaki ayrımlardan dolayı bir halkta birleşmeleri tamamen olanaksızdı. Bir halk olabilmeleri için hepsine aynı kültür normlarını ve değer yargılarını kabul ettirecek bir dine gerek duyuluyordu. Bulgarlar bu topraklara kendi tek tanrılı dinleri Tengri ile gelmişlerdi, fakat ona yerliler tarafından kötü gözle bakılıyordu. Yeni Roma toprakları ele geçirildikçe Hıristiyanların sayısı artıyordu. IX. yüzyıl ortasında, Bulgar devleti büyükçe bir devlet olsa da, öteki Avrupa devletleri tarafından putperest barbarların devleti olarak görülüyordu. Avrupa manevi ve maddi kültürü Hıristiyanlık temelleri üzerine bina edildiğinden dolayı, kendilerine katılma gereği ağır basıyordu. I. Boris Hıristiyanlığı kabul etmeden önce, bir adalet ve inkişaf, yeni medeniyet dini olan İslam’ı kabul etmesi için birkaç teklif aldı. Aynı dönemde, Hıristiyanlık kabulünü zorunlu eden başka faktörler de vardı. Bulgarların, Franklar, Sırplar ve Bizanslılarla yürüttüğü son savaşlarda büyük kayıplar vermişti. 683’te Konstantinopolis’te Roma ile Bulgarlar arasında “Uzun Süreli Barış” anlaşması imzalandı. Bu anlaşmaya Bulgaristan’ın Hıristiyanlığı Katolik Roma Kilisesinden değil, Ortodoks Konstantinopolis’ten aldığı yazılmıştır.


Makale ve Analizler - 2016

143

Prens Boris 864 yılında Hıristiyan oldu. Bizans İmparatoru III. Mihail’in adını kabul ederek, Mihail olmuştur. Hıristiyanlığın kabul edilmesine karşı ayaklanan ve 866 yılında başkent Pliska’ya yürüyen servet sahibi saygın Bulgarlar (boyarlar) I. Boris askerleri tarafından hezimete uğratılmış ve 52 boyar, aile üyeleriyle birlikte katledilmiştir. Bulgarların Hıristiyanlaşması çok kanlı olmuştur. Roma tarihçileri, Orta Asya’dan “Tengri” Tanrısıyla gelen Bulgar halkının Hıristiyanlığın dayatılmasına uzun zaman karşı çıktığını ve direncin ancak 29 Temmuz 1014’te Çar Samuil yönetimindeki Bulgar askerleriyle Roma İmparatoru II. Vasiliy ordusu arasındaki Velbaş savaşına kadar sürmüştür. Daha sonra lakabı (Bulgar katili) olan II. Vasiliy esir aldığı Bulgar askerlerinin hepsini kör etmiş, olayı gören Samuil felç geçirip ölmüş, askerlerse Hıristiyanlığı kabul etmeye karşı direnen Bulgar köylerine gözdağı olsun diye yerleştirilmişlerdir. Bu trajediden dolayı Bizans imperatoru 2. Vasiliy “Bulgar katili” unvanını alır. 29 Temmuz 1014’te Bulgar Çarı Samuil “Belasitsa” savaşında Roma-Bizans İmparatoru 2. Nikifora yenik düştü. 15 binlik Bulgar esirinden %1 tek gözlü bırakıldı, diğerleri hepsi iki gözleri kör edildi. Ardından Hıristiyanlığı kabul etmezseniz kaderiniz budur” dersi orada verildi. Bulgar köylerine bu askerler birer birer dağıtıldılar. Halkın ruhu ve iradesi kırıldı.15 binlik ordusundan gözleri çıkartılmış askerler karşısında Samuil kalp krizi geçirir ve birkaç gün sonra ölür. Samuil 6 Ekim 1014 yılında vefat eder. Vefatın 4 yıl sonra Bulgaristan işgal edilir. Özellikle belirtilmesi yerinde olur. Birinci ve İkinci Bulgar Çarlığı’nda Hıristiyanlığın kabul edilmesinden sonra resmi devlet ve din dili olarak İslav dini kullanıldığı iddia edilse de, baskın Yunan dili kullanılırken halk anadilini korumaya olağanüstü gayret göstermiştir. Toplam 26 han 8 daha sonra prens (ardından çar olarak değişmiştir) tarafından yönetilen Birinci Bulgar çarlığı (681 - 1018) I. Simeon yenilgisiyle çökmüştür. Günümüzde Bulgaristan’da Hıristiyanlık din, manevi yaşam ve toplumsal bilinç düzeyinde kendini gösterirken, etkisinin azalmasını sosyal yaşamın şekillenmesine, laik iktidarın dinsel yaşam üzerindeki hâkimiyeti gibi faktörlere borçludur. Osmanlıda yaşanan Bulgar uyanış çağında bile kilise bir ibadet yeri olmaktan fazla, bir ulusal kurum rolü görmüştür. 3. Kiril alfabesi ve Bulgar kültürü a) Kiril Alfabesi Bizans İmparatoru III. Mihail 862 yılında Hıristiyanlığı İmparatorlukta yaşayan İslavlar arasında kendi dillerinde yaymak amacıyla Kiril ve Metodiy kardeşlere bir alfabe geliştirmelerini emretmiştir. İstenen, her harfin bir sese tekâmül edeceği bir alfabedir. İlk şekliyle bu alfabe Doğu Bulgar ağızlarından biri olan, Selanik İslav lehçesine uyarlanmıştır. Bu noktadan çıkılarak, yıllar sonra, Kiril ve Metodiy kardeşlerin geliştirdiği alfabenin bir Bulgar etnik


144

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

edinimi olduğu görüşü yaygınlaşmıştır. Kiril kitap dilinin bir Bulgar dili olduğu tezi daha IX. yüzyılda kabul edilmiştir. O yıllarda Avrupa’da din kitapları yalnızca Latince, Yunanca ve İvdir dilinde basıldığından, Roma Papası Sawe yeni bir yazı dilini yasaklamıştır. Metodiy’in 885’te ölümünden ve müritlerinin bu yasak nedeniyle Ulah topraklarından kovulmasından sonra, onlar I. Boris’e sığınıp çalışmalarına IX. yüzyılda Pliska, Preslav ve Ohri eğitim ocaklarında devam etmiş ve birçok eser yaratmışlardır. XIX yüzyılda Papa XIII. Loewe, Kiril alfabesiyle gelişen basın yayın geleneklerine saygı göstererek din kitaplarının da bu alfabeyle yayımlanmasına izin vermiştir. Bulgar, Sırp, Makedon, Rus, Ukrayna ve Beyaz Rus halkları bugün Kiril Alfabesini yazı ve okuma dilinde kullanır. 2007 yılında Kiril Alfabesi, Latin ve Yunan Alfabesi’nden sonra Avrupa’da da tanındı. Dünyada yaklaşık 300 milyon kişi Kiril alfabesini kullanıyor. Bunlar Güneydoğu Avrupa’dan Slavlar, Ruslar, Ukraynalılar, Beyaz Rusyalılar, Rusya’da Kafkasyalı, Sibiryalı, Moğolistanlı başka etnik gruplar. Bulgaristan şimdilik Avrupa Birliği’nde Kiril alfabesini temsil eden tek ülkedir. Kiril Alfabesi bugün de dipdiri ve capcanlı bir sorundur. Hıristiyanlığın yeni halklara kendi dillerinde ve anlaşılır bir şekilde indirilmesi ve daha da yaygınlaşmasını sağlamak için geliştirilen bu Alfabenin IX. yüzyılda Rumeli’de yaratılması, bu tarihsel yeniliğin sahibi kimdir tartışmalarını periyodik olarak kızıştırıyor. Hatta topumun büyük bir kısmı, bu tarihin önemini vurgulamak için, onun resmi bayrama dönüşmesini istiyor. 2017’nin 24 Mayıs’ında, Bulgaristan’da Kiril ve Metodiy Alfabeyle aydınlanma, ulusal bayramı olarak anılırken, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Moskova’da bulunan Makedonya Cumhurbaşkanı Georgiev’e “okuyup yazma bize Makedon coğrafyasından geldi” sözleri, Sofya Moskova ilişkilerine hemen gölge düşürdü. Bir ay sonra Sofya’ya gelen ve TV demeçlerinde “Kiril Alfabesi Bizans’tan gelmiştir” ifadesini kullanan dünya satranç şampiyonu Anatoliy Karpov, Başbakan Boyko Borisov tarafından kabul edilmedi. Bu noktaya vurgu yaparken Osmanlı döneminde yaşanan Bulgar Uyanışının Bulgar dilinde gerçekleştiği, halk ruhunu ateşleyen Hristo Botev ve Georgi Rakovski gibi şairlerin Bulgarca yazdığı, “Dunavski Lebed” (Tuna Kuğu) gibi Bulgarca çıkan gazetelerin egemenlik davasına kilise bağımsızlığı isteği ile başladığı bilinir. XV. yüzyıldan başlayarak Bulgar din adamları Yunanca ve eski İslav dilinde eğitim veren kilise ve manastır okullarında eğitim alırken, Bulgar ulusal kimliğini ve öz bilincini zorlukla koruyabilmiştir. Birinci ve İkinci Bulgar Çarlıklarında Bulgar dilinde ders veren okul yokken,


Makale ve Analizler - 2016

145

1836’dan başlayarak Bulgaristan’da Kiril alfabesiyle eğitim veren okullar mantar gibi bitmiştir. Bulgarlar uyanış çağını Osmanlının bağrında yaşamıştır. Bulgar toplumunun gelişimi, 1857’de Mithat Paşa’nın Rusçuk valisi olarak atanmasıyla özellikle hız kazanmıştır. Bulgarlara anadillerinde eğitim, adalet, ekonomiye katılma ve ticaret alanlarında tam eşitlik sağlanmıştır. Günümüzde, internet üzerinden Kiril harfleriyle yazışma ve hatta mesaj atma, Latinceye göre, %18 daha pahalıdır. Bu uygulamaya Bulgarlar ısrarla karşı gelmedir. SSCB’nin dağılmasından sonra, Azerbaycan, Kazakistan ve diğer Orta Asya bağımsız devletlerinin, Kiril Alfabesinden Latin Alfabesine geçişi, Bulgaristan’da benzer bir hoşnutsuzluk uyandırmıştır. Olaya bir de Bulgaristanlı Müslüman Türkler açısından bakalım. Onlar 1878’den sonra Türk kimliklerini Arap harfleriyle okuyup yazarak aramaya koyuldular. 1908’de Balkanlar’da ilk olarak Arnavutların Latin Alfabesine geçmesini olumlu karşıladılar. Bu olay Bulgaristan Türklerini etkiledi. Türkçe ders kitapların ve gazetelerin kendilerine yabancı olan Arap ve Kiril harfleri dışında başka bir yazıda da basılabileceği düşüncesi umut uyandırdı. 1 Kasım 1928’de Türkiye’de harf devrimi yapıldı. Atatürk’ün eğitim aydınlığı Bulgaristan’a sıçradı. Osmanlı Alfabesinin resmiyetine son verilmesi, Bulgaristan’da yaşayan Türklerin de Latin harflerine geçmesini sağladı. Türkiye dışında bu harfleri ilk kullanmanın heyecanı önce aydınları sardı. Başmüftülüğün (Bulgarların desteği ile) ısrarla karşı koymasına rağmen okul kitapları Latin Alfabesiyle hazırlandı. Türkiye’nin dışında Türkiye ile birlikte latin alfabesi kullanan Bulgaristan Türkleri olmuştur. Bulgaristan’daki Türk lehçelerinde eski yazının ünlü seslerini ifade etmede yetersizliği ve yaşanan imla kargaşası böylece aşıldı. Yeni harflerle gazeteler çıktı. Bulgaristan’da yaşayan Türklerin kendilerini yeni oluşan Türk ulusundan ayrılmaz bir parça olarak gördüğü ve yeni bir kültürel kimlik arayışı içinde olduğu ortaya çıktı. Bu kimlik Bulgar ulusal kimliğinden farklı, kendi sözlü ve yazılı kültüründen beslenen bir Müslüman Türk kimliği olacaktı. Bulgaristan Türkleri İslamiyet faktörünü de azınlık kimliklerinin, örf ve adetlerinin, geleneklerinin yaşatılması, birlik ve beraberliklerinin korunması açısından çok önemli bir unsur olarak görme. 4. Bulgar Kültürü.


146

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bugünkü Bulgar şehirlerinin altındaki ve müzelerindeki kültür ve medeniyet eserleri Odrisyan Krallığı’na aittir. (MÖ 460 - MS 46) Yaşayan ve hizmet sunan yüksek mimar eserlerinin ekseriyesi de Osmanlı devrinden kalmıştır. Çağdaş Bulgar kültürü Trak, Slav ve Bulgar kültürünün bir karışımı olsa da, Yunan, Kelt, Roma ve Osmanlı kültüründen de etkilenmiştir. Trakların eserleri pek çok altın hazineyi içerir. Ülkenin bugünkü sınırları Roma İmparatorluğu’nun Moesia, Trakya ve Makedonya eyaletlerini kapsar ve pek çok arkeolojik keşif Roma dönemine dayanır. 5 bin yıllık tarihi geçmişi olan Trakların Büyük İskender tarafından asimile edildiği bilinse de, günümüz Bulgar tarih doktrinleri Bulgar halkını Trak-Protobulgar karışımı olarak göstermeye çalışıyor. Oysa Birinci (681 - 1018) ve İkinci (1185 - 1396) Bulgar devletleri Slav kültürü egemenliği altında gelişmiştir. Preslav ve Ohri edebiyat ocakları Doğu Ortodoks Slav dünyasında ebedi ve kültürel anlamda büyük bir iz bırakmıştır. En önemli katkıları, günümüzde 300 milyon insanın kullandığı Kiril alfabesi ve onun yarattığı yazılı kültürdür. Bugünkü Bulgaristan topraklarında Bulgarlardan önceki medeniyetlerin görkemini kanıtlayan, Bulgarların biz Trakların devamıyız diyerek “bizim” dediği en önemli eserler arasında Varna Metropolünden çıkarılmış MÖ 5. bin yıldan kalmış olan, dünyanın en eski işlenmiş altın hazinesidir. MÖ IV. yüzyıl sonu ve III. yüzyıl başlarından olan ve Trak - Elen kültürünü yaşatan 9 parçalık Panagürişte altın definesi 1949’da bulunmuştur. 1965’te Vratsa /Vraça/ şehir merkezinde bulunan Roma Dönemi öncesi bir mezardan altın taç, gümüş kaplı 2 araba vb. nesneler çıkarılmıştır. Avrupa’daki en eski ve dünyadaki altıncı en eski şehir olan ve en az MÖ 3000 yılına ait yerleşim yeri barındıran Filibe de (Plovdiv) Antik Roma Tiyatrosu, aynı ilde bulunan Hisar şehri de Roma zamanından kalmış 5 sıcak su kaplıcasıyla ünlüdür. Osmanlıdan önce Bulgar Kültürü sorgulandığında ilk akla gelen Veliko Tırnovo kentindeki “Tsaravets”tir. “Tsarevets” MÖ IV. yüzyılda Traklar ve Keltler tarafından inşa edilmiş ve sonra da İkinci Bulgar Çarlığı’na başkent olan kale içi kentin adıdır. İlk Bulgar kafileleri buraya Birinci Bulgar Çarlığı zamanında yerleşmişlerdir. Orta Çağda en büyük Bulgar Çarı olan Büyük Simeon devlet sınırlarını Edirne ovasından, Arnavutluk, Karadeniz ve bugünkü Macaristan ile Moldova’ya kadar uzanan, Karadeniz, Ege ve Adriyatik’e ulaşan Büyük Bulgaristan devletini kursa da, tüm bu dönem içinde Bulgarlar Roma’nın etkisi altında kalmış ve Rumların asimilasyon çabalarına maruz kalmıştır. Yerleştikleri topraklara sımsıkı sarılmış, doğanın gücü, güzelliği ve ebediliği üstüne sanat yaratmış, dedelerinin kabirlerinden ayrılmamışlardır. Biz bugün kadim Bulgar kültüründen söz ederken, bu halkın folklorunu, halk sanatını, milli efsanelerini, sözlü rivayetlerini bilmek zorundayız. Bir halkın ulusal kültürü ve halk karakteri bunlar bilinmeden açılamaz. Bulgar yazarlarından Dimitır Marinov’un “Canlı Yaşlılık” derlemesi, Bulgar kültürel geçmişinin köklerine bir iniş denemesidir. Bulgar Yazarlar Birliği bu alanda yoğunlaştırdığı çalışmalarıyla 12 ciltlik bir


Makale ve Analizler - 2016

147

Bulgar Halk Yaratıcılığı Ansiklopedisi bastı. Bu çalışmalar Bulgar halkının kültürel tarihine giden basamakları oluşturur. 5. Bulgar Halk Yaratıcılığı Ansiklopedisi’nde, kadim dönemde Bulgarların ulusal karakterini belirleyen birkaç temel faktöre işaret edilir: a) Coğrafya Bulgar karakterinin mayalanmasında bu öğe çok etkili olmuştur. Doğal ortamın insanların karakteri üzerindeki etkisi belirgindir. Bulgar kültür tarihçileri bu konuyu işlerken, ülkenin Balkan Yarımadası’nın ortasında, kapalı bir alanda, askeri açıdan stratejik yollar arasında, ağır feodal sosyal düzen içinde bulunan Bulgaristan’ın hep boğulma tehlikesi yaşadığını ve Bulgar halkının kaderinin bu anlamda Yunan, Sırp ve Roman halklarının kaderinden daha ağır, daha çilekeş olduğuna işaret eder.

b) Sosyo-tarihsel koşullar Ele aldığımız Osmanlı öncesi dönemde Bulgar halkı üzerinde çok güçlü dış baskılar eksik olmamıştır. Bu durum halk psikolojisini etkilemiştir. Roma ve Avrupa devletleri her zaman Bulgarları baskı altında tutmaya çalışmış, halkın psikolojisini yaralamış, yükseliş ve düşüşlerin etkisi ezici olmuştur. Halk arasında derin görüş sahibi soy ve sülale kanaat sahiplerinin olmaması, aydınların kellelerinin sürekli kesilip atılması, halkın canını sıkmış, ruhunu daraltmıştır. Putperest kültürün Hıristiyanlaştırılması, Hıristiyanlığın gönül hoşluğuyla kabul edilmemesi, halk arasında yeni bir din arayışının başlamasına, dini sapkınlığa ve tarikatlaşmaya, Bogomillik gibi yeni manevi arayışların hayat hakkı aramasına neden olmuştur. Bu gelişmeler asırlarca çözülemeyen çelişkileri kızıştırmış, halkı yönetimden koparmış ve parçalamıştır. Bizans yardakçılığı, Bulgarların tarihsel kültürel kökenlerinden ve alışkanlıklarından uzaklaşmasına, halk kültürünün yüzyıllar boyu bocalayarak, ölü canlı yaşamasına neden olmuştur. c) Dinsel etkenler Bulgar halkı Ortaçağda dili dilinden, öz dini bağrından sökülen bir halktır. Bu nedenle o, kilise içinde dindar, kilise dışındaki manevi hayatı farklı, halk psikolojisi ise tamamen bambaşka olan bir üçlü hayatı yaşamak zorunda kalmıştır. Buna rağmen din, Bulgarları birbirine kenetlemiş, birleştirmiş, gerektiğinde her zaman onları bir toplulukta buluşturmuştur. Bulgar halkı zora düştüğünde, duygularıyla birbirine bağlanmış, zor günlerde, ağır sınavlar verirken ve dara sıkıştığında hep (Tangra) Tanrıyı aramıştır. O dönemde Bulgar ulusal karakterinin belirlenmesinde kilise belirleyici olmamıştır. Fakat Bulgarlar ortak halk ruhu olan bir ulustur. Bunu Balkan Savaşlarında, Hıristiyanlaştırma ve Türkleştirme çılgınlıklarında benim kuşağım da görebildi.


148

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

d) Bulgarların en çok çikleri milletlerin başında Rumlar yer alır Bu fark “Rum denize, Bulgar Balkana âşıktır” deyimine yansımıştır. 1872’de Osmanlı özel bir fermanla Rum Papazlarını Bulgar kiliselerinden atmalarını sağlamıştır. Bulgarlar bin yılı aşkın bir süre yabancı papazları beslemiş ve anlamadıkları bir dilde dua etmek zorunda kalmıştır. Sıralanan faktörler Osmanlıdan önce hep birlikte Bulgar halk karakterini mayalayıp oluşturmuştur. Doğası, tarihi, dini, halk edebiyatı ve sanatı, jeopolitik durumu gibi unsurlar bilinmeden Bulgar halkını ve karakterini tanıyabilmemiz mümkün değildir. 6. Bulgarlar neden gururlu bir millettir? a) Doğanın ve çevrenin etkileri Bir kişinin, bir halk topluluğunun veya ulusun gururlu olmasını koşullandıran birçok etken vardır. Bunların başında insanın yaşadığı topraklara olan sevgisi gelir. Bulgarcada “vatan” doğduğun yer ya da Pederin yeri anlamındadır. Belki de bu sevgi, insanın başka hiçbir yerde bulamadığı ve unutamadığı taze, memleketimizin serin ve ferahlatıcı havasında, karnımızın az çabayla doymasında gizlidir! Belki de doğanın çevrenin rengârenk oluşundan veya güneş ışıklarında ya da rüzgâr esintisindedir. Şairler ve daha romantik ruhlu kişiler ormanlardaki kaynarcalardan ya da dağ yamaçlarındaki çiçeklerden söz edebilir. Yeryüzünün başka bir yerinde benzeri olmayan Güller Vadisi Kazanlık ve taze biçilmiş çayır kokusu da olabilir anlatmak istenen. Koçların boynundaki çanların çıkardığı sesin, yabancı diyarlarda işitilen çan seslerinden bin defa daha iyi olduğunu iddia edebilirler. Bizde gökyüzünün rengi, suyun tadı başka diyebilirler. Onlar size, diğer ülkelerde horoz ve köpek sesi farklıymış gibi, erkenden yapıya çıkan horozun, hatta gece havlayan köpeğin sesini tarif edebilirler. Biraz fazla romantik bir bakış açısıdır bu. Fakat her zaman sevginin özündedir. Kim bilir? Belki de her şey diğer ülkelerin her şeyinden çok farklıdır! Önemli olan, başka dünyalarda yaşayanların, ruhsal huzur, birazcık sıcaklık veya yaslanacak bir yercik umududur. Biz Türkler de, vatanımızı duygusal anlatırız, şiirlerimizin ve türkülerimizin yarısı menekşe sümbül üstünedir. Çiğdemlerin karı delerken rengini nasıl yitirmediğini düşünürüz. Kardelenin boynu bükük duruşuna küseriz. Biz belkide kendine el sürdürmeyen, hiç bir çiçek demedine girmek isteyemeyen, eşek dikenlerini en çok severiz. Biz göç edince boynu bükük kalan dereleri, yaylaları, gölgeleri, yamaçlarında koşan tavşan ve geyikleri, yağmur müjdeleyen kırlangıçları hep ruhsal huzur, birazcık sıcaklık veya yaslanacak bir yercik umududur. Onları Yapan Baika Bir Şey Daha Olmalı! 7. Tarihte şanslı olma Bu da, onlara göre, Bulgarların 865’te Hıristiyanlığı kabul etmesinde gizlidir!


Makale ve Analizler - 2016

149

Orta Asya’da yaşarken tek tanrılı bir dünya kurabilmiş olmalarında da gizli olabilir. Yeni dinin 862’de Kiril Alfabesini yaratan, Selanikli kardeşler Kiril ve Metodiy ve onların öğrencileri tarafından bugünkü İslav dünyasına yayılması da olabilir. Kutsal kitabı İslav halkları dillerine tercüme edip Rusya’ya kadar ulaştırmaları başka bir büyük onur kaynağıdır. Bugünkü Bulgarlar Ruslar’a yazma okuma anahtarı verdiklerini ve Hıristiyanlığı onlardan önce kabul ettiklerini her fırsatta hatırlatıyorlar. Bu tarihsel değerlerin toplamı, Bulgarların en büyük İslav halkları karşısında kendilerini değerli hissetmelerine temel olurken, onlarda onurlanma ateşini kendiliğinden yakıyor. Kendilerine tarih boyu gururlanma hakkı tanıyan Kiril ve Metodiy kardeşlere sonsuz saygı göstermelerinin nedeni işte bu olmalı... Bulgarların İslav dünyasına elle tutulur büyük katkısı da sanki bundan ibarettir. Bu bakıma biz Türkleri hep karşılarında gördüler. Hıristiyanlık ve İslamın buluşma noktası olan Bulgaristan’da yaratıcı diyalog aramaya gayret etmediler. Bulgarların İslav dünyasına elle tutulur büyük katkısı da sanki bundan ibarettir. Bu cümleden olmak üzere, Birinci Bulgar devletinin bir Altın Çağ yaşadığı fırsat belirdikçe vurgulanan bir özelliktir. Çünkü her halk “altın çağdan” söz etmez. Bu arada Roma’nın hem Hazar Denizine Kurulan Büyük Bulgar devletine, hem de Han Asparuh ve Han Samuil’e haraç vermiş olması, milli gururlarını beslemeleri açısından, çok önemli iki olay olduğu gibi, Han Krum’un Roma İmparatoru kafatasından şarap içmesi de kan kabartan bir kaynaktır. Bu nedenle günümüz Bulgaristan’ında tüm etnik grupların ve birçok uzak yakın halkın tarihi rafa kaldırılırken, yalnız Bulgar tarihine dayanılarak milliyetçilik yaratılıp kan kabartılması çok güncel ve ezicidir. Bu açıdan bakıldığında Bulgarların anlaşılabilmesi ve onlarla beraberce yaşanabilmesi için, AB’nin tarih, edebiyat ve sanatın sivri uçlarının törpülenmesi, istemlerine mutlaka uyulması zorunlu olmuştur. Bu yüzleşme ortamında bizim Türkler olarak kendi tarihimizi herkesten daha iyi bilmemiz kaçınılmaz oldu. Türk tarihinde yaşanan altın çağları, büyüklerimizin hayat yollarını, geçmişimizi gururlandıran efsanelerimizi, mitolojimizi, çağdaş sanat ve kültürümüzü, onun yeni boyutlarını ve derinliğini iyi bilmeliyiz. Bunu öğrenme ve öğretme yollarını mutlaka bulmalıyız. Türk tarihini yaşatmak, yeni Türk sanatı yaratmak, ruhumuzu kaynaştırmak her Türkün ödevidir. Türk kimliği pazarda satılan bir niğmet değil, bu bir alın teri eseridir. 8. Bulgar karakteri Toplumların karakteri var mı, yoksa toplumu sadece kişisel karakterler mi oluşturur? Bu soru tüm insan toplulukları için geçerlidir. Konumuz bir kurgu mu, yoksa bir çek mi? Çağdaş bilim, toplumların genelleştirilmiş karakter sahibi olmadıklarını iddia ediyor. Gerekçesinde, her toplumda çalışkan, tembel, iyi yürekli, sabırlı, sabırsız, hırçın ve hoşgörülü, saldırgan ve başka karakter sahibi insanların olduğuna, ayrıca karakter özelliklerinin nicelik ve nitelik olarak toplanmasının olanaksız olmasına işaret edilir. Bu mühendisliğin özünde, ortak


150

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

noktalar, kesişen çişgiler vardır. 1984 - 1989’da Türk kimliğimize karşı tek iradede birleşen Bulgarların kafasını bulandıran ne oldu? Çünkü Türk kimliği düşmanlığına denize düşenin yılana sarıldığı gibi sarılmışlardı. Bizi ilgilendiren ana konu budur. Nasıl oldu da aynı sırada oturduğumuz, aynı sahada birlikte top oynadığımız “arkadaşlarımızdan” hiç biri bize “geçmiş olsun” demedi. Hiç bir Bulgar hiç bir Türke kefil olmadı. “Onu sürmeyin, tutuklamayın, iyi adamdır vs” demedi. Burada bir hasta sihir görmüyor musunuz!? Son yıllarda Nazilerin Almanya’da yaşayan Yahudilere yaptığı ve son 70 yılda Amerikan üniversitelerinde kaleme alınan, 370 kitapta anlatılan zalimliğin ve caniliğin biz Bulgaristan Türk, Pomak, Gagavuz, Çingene, Ulah, Makedon, Tatar azınlıklara karşı adım adım uygulanışını görebiliyoruz. Böyle bir vahşetin Bulgaristan’da nasıl yetiştiğine akıl fikir erdiremeyenlerden biri, bugün de benim. Bir insanın Türk doğuşu düşmanlık için vesile, gerekçe ve motivasyon olmuştu. Bu konuyu düşündüğümde, her zaman gözlerimin önüne tütün ocaklarından (yastık) başlayıp tarlalara da sıçrayan, kök ve çiçeği olmayan, tütüne sarılarak onun öz suyundan beslenerek gelişen, adı sözlüklere alınmamış, ama tütüncülerin bildiği sarıot gelir aklıma. Ekmeden biten, kazıp sulamadan gelişir. Bulgar milliyetçiliği, şövinizm, faşizanlaşan illet yani sarı ot gibi Türk gördükçe köpürür. Bunun ilacı yoktur. XX. yüzyılda Bulgar milliyetçiliğine panzehir bulunamadı. Bulgarlar tütün işlemediğinden olacak, dillerinde sarıot yok. Yerine “guguk kuşu ipi” demişler. Meyvecilikte rastlanır. Işığa toplanan beyaz kelebeklerin meyve ağıcı sürgünlerine bıraktığı sudan gelişen ve sürgün suyundan beslenirken onu kurutan beyaz ağımsı örgü kastedilir. Sarı ot da tütünleri soldurup kurutur. Osmanlıdan önce bu topraklarda yaşayan Bulgarların nasıl tipler olduğunu görebilmek, onları anlayabilmek zor. Bu bakıma, Bulgar ulusal karakterinin somut bir çizgisini ön plana çıkarmak da riskli olur. İnsan tipleri, kendilerini belirli bir şekilde özgün gösterdiklerinden dolayı, toplu bir karakter olmadığı görüşü, artık kamuoyuna yerleşti. Fakat kadim Bulgar toplumu, halk ve bireyler tarihte var. Bu gerçeklik günümüzde de ortadadır. Türk görmemiş bir tipte Türk düşmanlığı oluşamayacağı için, sorularımızın cevaplarını ortak tarihimizde, Osmanlı döneminde ve daha sonralarda aramak zorundayız. Bu çalışmanın temel amaçlarından biri de budur. Ulusal karakter, insan toplumu var oldukça olacak. Ne var ki, o, belki de çok geç ve ancak XIX asırda halk psikolojisi biliminin belirmesiyle araştırma konusu oldu. Bu konuda düşünmeye başlayan Avrupalı Herder, Fihte, Hegel gibi bilim adamları ulusa ilk önce “halkın ortak ruhu” dediler. Halk psikolojisinin ödevleri arasına, halkların ruh halini; halkların manevi etkinliklerinin gerçekleştiği yasaları; değişik halk çizgilerinin belirmesi, gelişmesi ve yok olma yasalarını incelemeye aldılar. Böylece halk psikolojisi ve birey psikolojisi bilim dalları oldu. Halk ruhunun eseri olan, dil, din ve geleneklerin bireylerin ruh hali için çok faydalı bilgiler sunduğu görüldü.


Makale ve Analizler - 2016

151

Bulgar ulusu 3 - 4 milyondur. Karakter özellikleri, kesin çizgileri, hareketlenmesi ve durgunluğu çok özgündür. Son 138 yılda büyüme isteğinde ifade bulan 2 yönlü hareketlenme göstermiştir. - Sınırları genişleterek büyüme. 1885’te Doğu Rumeliyi ilhak etmiş. 1912’de Osmanlıya saldırmış. 1913’te Ege ve Vardar bölgelerini işgal etmiş, 1942’de aynı olayı tekrarlamış ve Kızıl Orduya ile birlikte Macaristan’a kadar ilerlemiştir. - Ülkede yaşayan etnik azınlıkları asimile ederek büyüme. 1913’te Pomakları Bulgarlaştırıp Hıristiyanlaştırmış, 1934 - 1944’te aynı olayı sürdürmüş, 1964’te yeniden denemiş, 1972’de tamamlamıştır. 1944’ten sonra Ulahları, Makedonları, Çingeneleri, Tatarları, Gagavuzları, savaşlardan sonra gelen sığınmacıları ve 1984/85’te Türk azınlığın isimlerini ve kimliğini değiştirerek asimile etmeye çalışmıştır. Bulgarların geçen yüzyıllarda ortaya çıkan ve ikisi bir bütün oluşturan içe ve dışa büyüme hırsı en kalın ve belirgin karakter çizgisi olmuş ve bir asırlık iç ve dış siyasetin omurgasını oluşturmuştur. XX. yüzyılda karşılaştırılmalı halk psikolojisi analizi alanında pek çok deneye dayalı araştırmayla halkların karakteri incelendi. Sonuçlar bilimsel dergilerde yayınlandı. Bu araştırmalardan, “ulusal psikoloji” ve “ulusların psikolojik çehresi” gibi kavramlar çıktı. Bu iki kavram, etnik stereotipiler, ulusal gelenek ve adetlerin değişik yanlarını, huy, ruh hali ve törelerin ulusal çizgilerini de içerdi. Bu arada Bulgar ulusunun da “ulusal karakter” kavramının özünü açabilmek için her şeyden önce belirgin, tipik, hem olumlu, hem de olumsuz olan çizgilerin açıklanması gerekir. Bu konuda farklı fikirler var. Araştırma sonuçlarında, örneğin, çalışkanlığın değişik uluslarda farklı belirdiğini, her halkın cesaretini başka bir şekilde gösterdiğini, mizahın da değişik halklarda tekrar etmeyen bir şekilde yankılandığı ortaya çıktı. Demek oluyor ki, hiçbir karakter çizgisinin emsali yoktur. Ulusal karakterin göreceli özgünlüğü ve belirtilerinin özellikleri üstüne konuşulabilir. Büyük düşünür K.G. Yung’a göre uluslar ve bireyler şu ya da bu karakter çizgisinin kendilerinde daha yüksek bir derecede netleştiği esas alınarak mukayese yapılabilir. Fakat bu geçmiş için geçerli olabilir mi? Şu da var. Değişik halklarda karakter olarak birbirleriyle örtüşen: çalışkanlık, konukseverlik, tasarrufçuluk, yurtseverlik, nihilizm, sabır, hoşgörü, yabancılara boyun eğme ya da eğmeme vb ortak çizgilere rastlanabilir. Bu karakter çizgilerinin değer ıskalasındaki yeri her ulus için farklılık gösterebilir. Bulgar karakterinin belirlenmesinde, halkın devlete güvenmemesi fırsatçılık doğurmuştur. Şimdiye kadar 8 defa ulusal iflas geçiren, facialar yaşayan Bulgar milleri, bugün de rüşvete, dalavereciliğe, dolandırıcılığa, banka soygunlarına, devlet işletmelerinin talan edilmesine vb yasa çıkarmaya yanaşmıyor. Tarih boyu, hakları “gizli tutulan”, kendisinden hesap sorulmayan Çar, naibler, burjuvazi, komünist elit, oligarşi gibi bir zümre oluşturulmuştur. Azınlıklara zengin olma yıllarını


152

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

kapamak ve iktidardan uzak tutulmalarını sağlamak da temel ödevlerden biri olurken, Bulgar karakterini belirlemiştir. Bir başka çizgi de düşman yaratmak ve sebepli sebepsiz kışkırtmalarla hasımları rahata bırakmamak belirgin karakter çizgisi olmuştur. Bulgar ulusal karakterini köklerinden iki teori. Uluasal Karakterin Kökleri ve Belirmesiyle İlgili İki Teori Var. Birisi, her halkın kendisi için tipik olan belirli bir modal taban kişiliğe dayandığı görüşüne dayanır. Modal, taban kişilik dediğimiz arşetip kişiliktir. Halk bilincinin araştırılabilmesi için arşetipin psişiği, huyu, mizacı incelenmelidir. Başka bir deyişle bu yapılırken, “modal kişiliğin” ruh hali soyun öteki üyelerinin karakteri üzerinden değerlendirilir. Ulusal karakterle ilgili ikinci kavram öncelikli olarak nicel parametreler üzerinden işlev görür. O, ulusal karakteri belirli nitelik çizgileri toplamı olarak kabul edip değerlendirir. Bu görüşe göre, ulusal karakter, çok uzayan, esnek olan ve son hesapta bazen bir bütün olarak var olmayan, bütünsel tarihin içinden alınan bir yekündür. Bulgar ulusal karakteri Bulgar literatüründe XIX. yüzyıldan beri işlenen bir konudur. Eserlerinde “ulusal karakter” kavramını ilk kullanan şair Hristo Botev şöyle der: “Halkımızın, onun halk olarak farklı kılan, garip bir hayatı, garip bir karakteri, garip bir fizyonomisi var - ona halk kodları üzerinden gelişme hakları tanıyın ve onun sosyal yaşamın hangi kısmını geliştireceğini görünüz.” Son asırda biz bunu çok yakından takip ettik. Bugün Bulgaristan Avrupa’nın en sefil ülkesidir, halkının yarısı ülkeyi terk etmiştir. Olaya daha derin baktığımızda Bulgar devletinin dağılma aşamasına girdiğini görebiliyoruz. Araştırmacı Todor Panov “Bulgar Halkının Psikolojisi” eserinde şunları ekler: “Bütünsel olarak değerlendirildiğinde, halkın evrim süreci üzerinde etkili olan faktörlerin tümü ulusal karaktere yansır.” “Bulgarların Halk Psikolojisi” eserinin yazarı olan bilim adamı Minço Draganov ise konuya şöyle yaklaşır: “Ulusal karakter, bütün insanlık topluluğunun, karmaşık manevi sisteminde var olan, ortak ulusal kişiliğinin etnik - kültürel, sosyal - psikolojik fizyonomisinin bir etkinliği değildir. Ulusal karakter, bir de kolif öznenin dünyaya kendi ilişkisini gösterip dayatma yetkisidir.” Geçen yüzyılın başında “Bizim Halkımız”araştırmasında yazar Anton Straşimirov şu sonuca vardı: “Tek bir fert olduğu gibi, halklar da karakterlerini, içine düştükleri koşullara ve bunlara bilinçli ya da bilinçaltının etkisiyle kendileri etkide bulunarak yaraşır ve karakterini yeniden üretir”. İlave edilecek bir şey yok gibi. “Biz kanatkar değiliz ve olamayız. Biz çalışmadan yaşamak istiyoruz. Köleler çalışsın biz yöneteceğiz” dese daha tam olacaktı. Bu da okuyana, çekirge bir sıçrar, iki sıçrar masalını hatırlatıyor. Yazar Nikolay Haytov ise “Halk, kendi karakterini ayrı bir kişi gibi gösterir” demişti.


Makale ve Analizler - 2016

153

Günümüz 2017’de Bulgaristan Cumhurbaşkanı Radev, danışmanlarından Prof. Marko Semov da “Bulgar halkının ulusal karakteri konusunda etkenler tarafından belirlenir ve ilişkilere yansır” nitelemesinde bulundu. Bulgar ulusal karakteri üstüne birçok başka yazar ve bilim adamı görüş yayınlamıştır. Fakat bunların hepsi bir tariftir. Bugüne kadar Bulgar ulusal karakteri, onun tanımı, gelişim süreci ve evreleri üstüne kesin bir akademik tanım belirmedi. Bundan dolayı “ulusal karakter” kavramını ifade etmemiz tam olamaz, dakik, kesin olamaz, ancak koşullu olur. Tüm eksiklere rağmen, biz bu tanımı şöyle çerçeveleyebiliriz: Ayrı ayrı uluslarda veya sosyal topluluklarda, temel, en belirgin ve kendisini belli eden sosyal ve psikolojik niteliklerin toplamı olarak özgün çizgilerle belirlenendir.” Bulgar ulusal devrim hareketinin fikir babası ve önderlerinden olan Georgi Sava Rakovski ilk olmak üzere, Bulgar ulusal karakterinin oluşmasına ve biçimlenmesine en fazla etkide bulunan faktörleri şöyle sıralama çabasında bulundu: 1) Balkanlarda ve Bulgaristan’ın kaderinde Yunanlıların her zaman ve her yerde etkin olmaları; 2) Hıristiyan dininin Bulgar yaşam ve kültüründeki rolü ve etkisi. İslam dininin etkisi; 3) Bulgaristan siyasi ve manevi hayatına dış güçlerin her zaman ve her yerde müdahale etmesi; 4) Bulgar halkının damarlarında akan “eski halkların” kanı, Bulgar kimliğine sürekli etkide bulunması vb.

Olaylar Bulgar biliminin konuya çok özel önem verdiğini, son asırda 20 kadar yazar, psikolog, halk psikolojisi ve ulusal karakter uzmanının bütün çalışmalarını bu konuya adadığını, hem tarihsel geçmişteki, hem de geleceğin Bulgar kişisel ve ulusal kimliğini aradığını kendi eserleriyle kanıtlamışlardır. Birçok alıntılar verdiğimiz bu uğraşılardan bu halkın bundan on bir asır önce sözlü anlatımdan yazılı kültüre ve iz bırakmaya geçtiğini görürüz. Ayrıca bu uzun tarihsel süreç içinde halk psikolojisini ve Bulgar halk kimliği oluşumunu en fazla etkileyen kilise çanları çalan kubbeyle mukayese edebileceğim, edebiyat, siyaset ve kendi halkını çözen bir bilimi yaratabildiğini görüyoruz. Bulgar araştırmacı yazarların halk karakteri, halk kimliği konusunda, nedense, ön plana çıkarmak istemediği birçok önemli gerçek var. Kilise çanlarını, Çar fermanlarını, Politik Büro kararlarını işiten Bulgar halkını kişisel maddi manevi ekçelerini bir yana bırakıp tek ruhta birleştiği, kişisel kimliğin içinde eridiği halk karakteri ve kimliği oluşturabilme yetkisine ulaşmış olmasıdır. Bunu en yalın bir biçimde Hıristiyanlaştırma (1912), Bulgarlaştırma (1960/72 - 1984 - 1989) ve devamlı göçe zorlama süreçlerinde yaşadık, izledik... Diğer halkları asimile etmek bir nevi barbarlıktır. Psikoloji üstüne 10 eser yazan Gustave Le Bon (Devrim Psikolojisi ve Kitle Psikolojisi tetçeleştirilmiştir) halkların neden barbarlaştığını incelememiştir ki, bu da daha derin analiz yapmamıza engel oluşturan bir etkendir. Her şeye rağmen biz bugün, elimizdeki delilere dayanarak, Bulgar karakter ve psikolojisini belirleyen temel faktörün dış etken, dış kaynaklı olduğunu çekinmeden savuna biliriz. Son örneğini, 2017’i başından beri AB ülkelerinin anti-Türkiye kampanyasıyla, 15 Temmuz 2016 başarısız FETÖ hortlamasıyla Sofya’dan gelen saldırılarda izliyoruz.


154

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bunu Bulgar Çar ordularının Konstantinopolis’e karşı 18 defa saldırmasını, bu saldırılara Kuman ve Kıpçakları kazanmasında, aynı amaçla Araplarla müttefiklik aramasında görüyoruz. Halk karakterinde doku olmuş bu saldırganlık ek daha Orta Asya’da, (Tuna Bulgar Devletinde) eksi Balkanlar’da kurulan irili ufaklı Bulgar devletlerinin, yaşanan “altın çağın” kısa ömürlü olmasına ana nedendir. Halklar karakterlerini ve ruhlarını asırlar içinde taşırlar çeğini, XX yüzyılda Balkanlar’da ve Avrupa’da yürütülen savaşları Bulgarların ya başlatmasında ya da neredeyse hepsine yüzde yüz katılımında izliyoruz. Başka bir halk karakter özelliği de, Bulgarların her zaman dış etki altında bulunmaları ve böyle bir ortamda sürekli kamp değiştirerek hep güçlünün yanında yer almaya, güçlüler arasında arabuluculuk çalışmalarında konum almalarında izliyoruz. Günümüzde de yıkık dökük bir devlet olmasına karşın, “Soğuk Savaş” dönemiyle çöken SSCB’ni, “Varşova Paktı”nı elinin tersiyle itip, Rusya’ya sırt çevirerek, NATO ve AB üyeliğinde, birçok ABD askeri üslerine yer göstermesi, AB ortak orduları kurulmasında, silahlanmada ısrarlı oluşu buna kanıttır. Bu gayretkeşlik içinde, Bulgar karakterinin kendini başkalarına, daha güçlü olana yamamaya, onu koruyacak birini bulmaya çalışırken, 180 derece yön değiştirmesi ilginçtir. Aynı zamanda, Trak’lardan, Kelt’lerden, Güney İslavlarından bu yana kendini büyütüp daha güçlü kılmak için yakınında ve etrafındaki soyları, boyları etnikleri, halk topluluklarını içine çekip eriterek asimile etme çabalarında ve bunu bir devlet siyaset sistemi haline getirme gayretinde açık olarak görüyoruz. Egemenliği altına düşen, kan ve kökünden, dilinden ve dininden olmayanı özümsemeye çalışırken, Bulgar devletinin sınırları dışında kalmış Bulgar boylarına kol kanat açması, onları sürekli kollaması, onlara yardım eli uzatması ve onları yüreklendirmesi çok özgün bir karakter çizgisidir. Bulgar halkı onları daima yeden yöneten güç olarak görmüştür. Halk karakteri olarak, bunlar tarihsel kökleri çok özel ve gelenekselleşmiş halk karakter çizgileri ortaya koyarken olağanüstü özellikli ve etkin şekilde dallanıp budaklanmıştır. Bulgar halk karakterinin tarihsel darboğazlardan geçip günümüze taşıdığı ve her an güncelliğe yansıyarak yaşayan ve Bulgar devlet siyasetini belirleyen özgün çizgilerden bazılarını kısaca gün ışığına çıkarmaya çalıştık. Bu konuyu özel incelemelerinde işleyen, Bulgar halkının ruhsal önderlerinden biri olan Petır Dınov Bulgarlar halkı üstüne bir cümlede şöyle ifade etti: Bulgarın Üzerinde Çalışması Zorunlu Olan Nitelik. Dünyaya gelen her insan kendi halkından aldığı elbiselerle giyinir. Bulgar olarak siz, Bulgar canından dokunmuş kumaşa sarılırsınız. Bulgar canına has olmayan eksiklikten-yalandan ve diğerleri içimize çekerek yok etmen mutlaka arınmalısınız!


Makale ve Analizler - 2016

155


156

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2016

157













Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.