32 KAR ALTINDA DÜŞÜNMEK

Page 1

KAR ALTINDA DÜŞÜNMEK

2017 Ocak - Şubat Makale ve Analizleri


KAR ALTINDA DÜŞÜNMEK BULTURK BGSAM Yayınları Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi - BGSAM -32 BULTÜRK Adına Genel Başkanı: Rafet ULUTÜRK Basım: Ocak - Şubat - 2017 Koordinatör: Dr. Nedim BİRİNCİ Editör: Raziye ÇAKIR İnternet sorumlusu : Kapak Tasarım: Murat ULUTÜRK Pazarlama Sorumlusu: Hamiyet ÇAKIR Arşiv: İbrahim SOYTÜRK İsteme Tel: 0212 511 63 47 www.bulturk.org; www.bghaber.org; info@bulturk.org İnternet sitesinin yazıları Adres: Yıldırım Mah. Şehit Kamil Balkan cad. No.114/A Bayrampaşa İstanbul Tel: +90 (212) 511 63 47 Belgegeçer: +90 (212) 526 51 98 https://bgsam.org/, https://issuu.com/bulturk, https://bulturk.org.tr/ Baskı : DİNÇ OFSET MATBAACILIK SAN. ve TİC. LTD. ŞTİ. Adres: Davutpaşa Cd. Emintaş San. Sit. No: 103/580-581 Topkapı - İstanbul Tel: 0090 212 493 24 67 TÜRKİYE CUMHURİYETİ YASASI GEREĞİNCE BU ESERİN YAYIN HAKKI BULTÜRK’ten İZİNSİZ KISMEN VEYA TAMAMEN ÇOĞALTILIP YAYINLANAMAZ

Web: www.bghaber.org ; E.Posta: rafetuluturk@yahoo.com


“Bilgi Ordusu, Bizim Ordumuz, Bildiğimizi Öğretmek,Bizim Borcumuz.” Rafet ULUTÜRK

Düşünceler dizisi olan elinizdeki eserin anlamı derin bir uğraşın ancak başlangıcıdır. Bulgaristanlı Türk Müslümanların başına 1970-72, 1984-85’te düşen yıldırımın bir daha düşmemesi için bir uyarı ve ışık niteliğindedir. Saygılarımızla, B U LT Ü R K İ st a n b u l



Önsöz Yerine Yıl 2017 2016 yılı Bulgaristan Türkleri ve soydaşlarımız için umut dolu gelmişti. Cumhurbaşkanlığı seçimi ve siyasi dönüşüm amaçlayan bir halk oylaması yapılacaktı. Vatandaşlar siyasi sistem değişikliğinin seçim sisteminden geçtiğini kavramıştı. Ancak parti listelerinde gösterilenlerin seçildiği “çoğulcu” uygulamadan kurtulup, seçmen tarafından gösterilecek ve seçmenin iyi tanıdığı kişilerin meclise gönderileceği mutlak ekseriyet (salt çoğunluk) sistemine geçişin müjdesini bekliyordu. Bu değişiklik için 2 milyon 500 bin seçmen oy verdi.Seçmen, meclis seçimlerinde parlamentoya giren siyasi partilere oy başı 11 leva verilmesine yani milyonlar ceplemesine son verilmesini ve seçimlerin zorunlu olmasını istedi. 2 milyon 500 bin seçmenin oyu mahkeme kararıyla rafa kaldırıldı. Siyasi sistem değişikliği için “izin veremeyiz” dendi. Bunu deyen ise, 1989 yılından sonra, “ben artık öldüm” aldatmacası yaparak, Bulgar toplumu içine boydan boya uzanan kaskatı totaliter sistemin yarattığı oligarşi ve sözcüleri oldu. Onlar aynı yıl Bulgar aşırı sağcılarını birleşmeye çağırdılar. Giderek birleştirdiler ve onlara “yolunuz iktidar basamaklarından tırmanmaktır” dediler. Avrupa’nın kaderi de kötüydü. Sığınmacılar, savaş kaçakları, kitle göçleri, kıta değiştirenler çatır çatır kıvılcım saçan faşizm her günümüzü zehir etmeye başladı. 1989’da parçaları anmalık olarak satılmaya başlayan Berlin Duvarı’ndan parçaların yerine yeni duvarlar çekmek için yeni duvarcılar belirdi. Doğu Avrupa ülkeleri aralarındaki sınırlara boydan boya tel duvar gerdiler. Tarih ayıbın böylesini daha önce görmemişti. Sınırları kaldırıp özgür bir dünyada yaşama hevesiyle birleşmeyi seçenler insanlara, “Toplama Kamplarını”, yargısız idamları, Nazileri, faşistleri anımsattılar. Avrupa Konseyi 3 Bulgar siyasi partisine, “Ataka”, İç Makedon Devrim Hareketi (VMRO) ve “Bulgaristan’ı Kurtarma Hareketi” ve bu üçlünün “Yurtsever Cephe” ortaklığı Türk, Müslüman, İslam,


6

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

sığınmacı, göçmen ve öteki düşmanlığı aldı yürüdü. Düşmanlık yılan zehrinden kötü olan... Müslümanları hem isteme hem de istememe siyaseti karıştıkça anlaşılmaz oldu. Avrupa Birliği üyesi 28 devlet Türkiye Cumhuriyeti karşısında boyun eğdi ve bir gün “ama şu göçmenleri durdurun, bizi çökertecekler” dedi. 2016 ve 2017’nin en büyük olayı buydu. Dev adımlarla büyüyen ve güçlenen Türkiye’ye daha önce 28 devlet birden yalvarmamıştı. Diz çöktüler ve 2016 ve 2017’de durumun özünü fark edemediler. Çökenler Güneşten uzaklaştıklarını fark edemezler. Kuşkusuz, önüne eğilmiş kafalardan biri olan Bulgaristan’dı. Hem Brüksel’e ve hem de Ankara’ya bakarken Bulgaristan Türklerini görmezden geldi. Onları siyasi olarak parçalayarak ve parçaladıkça ezerek mecliste faşistlere daha geniş yer açanların ve faşistleri 1944’ten beri ilk defa iktidar koltuklarına davet edenlerin tam olarak ne düşündüklerini ve ne istediklerini anlamak çok zor olmadı. Artık göç durmuş, doğal olarak geri göç başlaması zamanı gelmişti. Faşist düşmanın kafasında iki hedef birden doğdu. Camiler ve mezarlıklar. Camilerin içinde de Türkçe konuşmayı yasaklamak, Türkler için Vatan kalesi olan, mezarlıkları daraltmak hatta vakıfları kabristanlık olarak ayırdıkları bütün arsalara el atıp, onları cesetlerini gömecek bir insan boyu topraksız bırakmayı düşündüler. Sofya Türk Mezarlığı 28 yıl önce dolmuştu. Bunu Ahmet Doğan’a, Lütfü Mestan’a, Osman Oktay’a, Kasım Dal’a vb asla anlatamadık. Yakın geçmişte mecliste yaşlanan Ramadan Atalay’ın eşi vefat etti. Bir mezar yeri bulamadık, doktor hanım Bulgar mezarlığına gömüldü. Yazarlarımızdan İsmail Çavuş öldü, Sofya dışında Bankiya kasabasındaki Hıristiyan mezarlığına gömdük. Bu şehirde zengin Müslümanlar için de mezar yeri yok. Sofya kenarında 52 dönüm bir yer alındı. Toprak sahibi Bulgar komşular vakıf malımıza, kendi mülkümüze mezarlık yapılması için gereken “razıyım” belgesini vermedikleri için, 20 yıldır boş duruyor o kutsal toprağımız. Karşımızdaki devlet kale gibi! Püskülü faşist. Ortada kaldık. 2016 - 2017 bizim için çok zor yıllardı. Mezarlıksız Vatan olmaz!!! Mücadele devam ediyor. Raziye ÇAKIR


Önsöz: Toplumların hayatında yazılı tarih büyük bir öneme sahiptir. Ancak bizde yazılı olmayan tarih, yani nesilden nesile aktarılan tarih vardır. Bu nedenle bazı olaylar zamanla faklı şekilde anlatılmakta veya algılanmaktadır. Gelecek nesillere aktarılacak olan bilgi birikiminin arşivlenmesi, kitap, dergi veya gazete gibi yayın organları aracılığı ile kalıcı hale getirilmesi büyük bir öneme sahiptir. Bu nedenle edindikleri tecrübeleri, yaptıkları çalışmaları toparlamak ve kitaplaştırmak güzel bir çalışmadır. Bunu bireysel olarak yapımaktan öte kurumsal olarak da yapmaları takdire şayan bir davranıştır. BULGARİSTAN TÜRKLERİ KÜLTÜR VE HİZMET DERNEĞİ kısa bir süre önce 2013’te kurulan internet haber sayfası www.bghaber.org sitesindeki yazıları bir araya getirerek yapılan bu çalışmaları kitapçık halinde getirerek bu konuda büyük bir ciddiyet göstermektedir. Derneğin internet haber sayfasında çıkan yazıları ve çalışmalarının yıllıklar halinde kitapçık haline getirerek yer aldığı bu çalışma gelecek kuşaklara aktarılacak ve ışık tutacaktır. Öte yandan dernek büyük bir arşiv de oluşturmuş durumdadır. Dernek faaliyetlerini gerekli ciddiyetle yürüten dernek Başkanı öncülüğünde dernek kurucuları, Yönetim Kurulu ve üyelerinin yaptıkları özverili çalışmalarından dolayı kutluyorum ve başarılarının devamını diliyorum. BULTÜRK

Kağıthane Belediye Başkanı makamında hayırlı olsun ziyareti


8

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Değerli Hemşehrilerim, Bulgaristan’da hepimiz zor günler yaşadık, itildik, ezildik, çiğnendik, hatta gün geldi vurulduk, şehitler verdik. Bu nedenle bizler kendi içimize kapanarak, yaşam mücadelesi vermeye çalıştık. Ancak bu içine dönüklükten kurtulmalıyız ve Türkiye’de yaşadığımıza göre, yasaların bize verdiği tüm haklardan bizlerde yararlanmalıyız. Peki, neden bunu yapamıyoruz? 1877-78 Rus-Türk savaşından sonra Osmanlının Balkanlardan çekilmesiyle birlikte, savaş esnasında işlenen akıl almaz katliamlar nedeni ile atalarımız asırlarca yaşadıkları yerleri terk ederek göç yolunu tutmuşlardır. Geride kalanlar ise Bulgaristandevleti’nin uygulamaya başladığı soy kırım politikalarına karşı direnmiş ve hayatta kalmaya çalışmışlardır. Şimdi ise burada Türkiye’de yaşayanlar oralara yardım edebilmek için, burada ilk önce bir araya gelmek ve bir merkez oluşturmalıyız. Artık bir kurum altında toplanmalı ve birlikte hareket etmeliyiz. Bu birliğe hepimizin ihtiyacı olduğuna inanıyorum. Artık bir birimizi kötülemekten vaz geçmeliyiz, birisi için yanında konuşamayacağımızı başka bir yerde konuşmamalıyız, yani kısaca arkasından konuşmamalıyız. En önemlisi samimi, hoşgörülü ve ahlaklı olmak. Zamanla her şey yerine geleceğine inanıyorum, ama tabi ki bu dava üzerinde kafa yoran, stratejiler üreten ve devamlı bunun üzerinde çalışan olursa. Bizim savaşımız insanlarımızı ahlaklı yetiştirmek olmalı, birlik ve beraberliğe kendi insanlarımızla başlayarak tüm Türk Dünyasına taşmalıyız. Bizler burada Türkiye’de yaşayan Bulgaristanlılar büyük bir kitle haline gelmiş durumdayız. İşte bu nedenle şimdi bu kitleyi yani kendi hemşerilerimizi, bir araya toplayarak bir merkez, bir güç birliği oluşturmalıyız, tabi ki bu bizim doğal tabii hakkımızdır. Bizler de artık toplum gücünü kullanabilmeliyiz. Toplum olarak haklarımızı elde etmek zorundayız ve bu yönde çalışmalıyız. Biz bunu söylerken, önderlerimizi seçerken, başkaları kötüdür demiyoruz.


Makale ve Analizler - 2017

9

Biz bu işi onlardan daha iyi yapabileceğimize, Türkiye Cumhuriyetine ve Türk Dünyasına daha verimli olacağımıza, buralarda bu bölgelerde yaşayan Türklerin daha iyi, daha güvenilir, yaşamalarını sağlayacağımıza inandığımız için, Önderliğe, Yönetime talibiz. Bu arada Bulgaristan’da kalan kardeşlerimizin hepsinin siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel kimliklerini, muhafaza edebilmeleri için mücadele etmeliyiz ve bu konuda gerekeni yapmalı ve gerekli yardımları yapmalı ve yaptırmalıyız. Aramızda Ahlâklı, Adaletli olanları seçmenli ve yüceltmeliyiz. Geçmişi konuşmaktansa, gelecekten söz etmeliyiz, bugünü değil, yarınları görerek hareket etmeliyiz. Aramızdan stratejistlere imkân ve fırsat vermeliyiz ve onları bizler yetiştirmeli yön verebilmeliyizkısa-10 ve uzunvadeli -50 yıllık hedefleri gösterebilmeliyiz. Aramızda kötü niyetli insanları tespit etmeliyiz, bilmeliyiz ki, onların kusurlarından dolayı değil, bu güne kadar yapılması gerekenleri engelledikleri için aramızdan uzaklaştırmalıyız. Bu güne kadar neler yapılmamış, onları araştırmalı, bilmeliyiz ve neler yapılması gerekir onları söylemeliyiz ve bunları bir an önce hayata geçirmeliyiz. Bizler gözyaşları dindirmek için, yaralara mehlem olmak için, her yüke ortak olabilmeliyiz. Gençlerimize, sadece balık pişirmesini değil, balık tutmasını da öğretmeliyiz, insanlarımızı denizlere, okyanuslara açılmalarını sağlamalıyız. Aramızda Tek Lider değil her sokakta, her mahallede bir lider yetiştirmeliyiz, biz dünyayı yönetmek için oğullarımızı yetiştirmeliyiz. Bizim insanlarımız yani Bulgaristan Türkleri şahsi başarıları Türkiye’de belkide en çok olanlardanız. İşte artık bizler toplum olarak haklarımızdan yararlanmasını bilmeliyiz. Her şeyden önce siyasi haklarımızı toplum olarak kullanmalıyız, daha sonra ekonomik ve kültürel haklar onu takip edecektir. Hepimizin gördüğü gibi, tarihte büyük güçler çok defa kötü politikaların kurbanı olmuşlar ve bunlar devam edecektir. Bir toplumun Lideri olmadan hiçbir şey olmaz, bu lideri de toplum çıkarmalıdır. Siyaseti güvenilir, sevimli hale getirmek bizim hedefimiz olmalı, bu gün çok zor, imkânsız olarak görünse de, yarınlara umutla bakabilmeli ve baktırabilmeliyiz. Var olabilmemiz için, var kalabilmemiz için, öncelikle temel hususlarda anlaşma sağlamalıyız. Aramızda bir birimize güveni kaynaştırmalıyız ve samimi olmalıyız.


10

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Her şeyden önce özgüvenimizi kazanmalıyız, birlik ve beraberliği ön planda tutarak insanları insan oldukları için sevip saymalıyız. İçimizde barışı sağlayıp, tek merkezde bir çatı altına toplanmalıyız. Bu çatı da “BULTÜRK Derneği” olmalıdır. Buradan tüm dünyaya sesimizi duyurabiliriz. Balkanlar konusundaki politikalarda etkili olabilmek için yolları aşındırmalıyız. Çünkü gelişmiş ve Bulgaristan’da etkili bir Türkiye Balkanlara tamamen hâkimiyet kurabilecektir. En önemlisi kararlı olalım ve birbirimize samimi, saygılı olmayı ve bir birimizi sevmeyi öğrenmeliyiz. Bizim derdimizi ve problemlerimizi en iyi anlayabilecek zaat bizden olduğunu idrak etmeliyiz. Bulgaristan Türkleri konusunda teşhisi bizler kendimizi yetiştirerek yetki mercileri alarak son noktayı biz koymalıyız, bu güne kadar ki eksikliğimiz budur. Ayrıca Balkanların anahtarı Bulgaristan’da yani Bulgaristan Türklerinden geçtiğini de öğrenmeli ve öğretmeliyiz. Sevgili dava arkadaşlarım. Kendimizde özgüveni, aramızda güveni ve merkezioluşturduktan sonra, kimsenin aramıza nifak tohumları ekmesi mümkün değildir. Bizim için önemli olan, eksiklerimizi bulmaktır. Geçmişi bırakarak artık bizler aydınlanma dönemine bir an önce geçmeliyiz. Halimizi tespit etmek çok kolay, gazete, dergi yayın hayatımız nerede, kaç gazete, tv, radyo bizimle ilgili haber yapıyor.Burada suçlu değil, sebepleri aramalıyız. Gelin bunları tartışalım, niçin bu güne kadar bir Bulgaristan Kültür Merkezi olmamış, bunu şimdi nasıl gerçekleştirilebiliriz, bunlara yönelik çalışmalar toplantılar yapmalıyız. Hedefimiz Türkiye Cumhuriyetini daha güçlü, daha huzurlu ve daha iyi yarınlara götürmek için olmalı. Güçlü bir Türkiye Bulgaristan da yaşayan Türklerede güven ve huzur verecektir, onların daha rahat yaşamalarını hep birlikte sağlayabiliriz. Bunlar zannetiğiniz kadar zor işler değil. Dünyada insanlar bir iş için değil, bir İdeal için hayatını feda ederler. Bunun için güçlü olmak sesini duyurabilmek için öncelikle bir Kurum ve bunun Merkezini oluşturmalıyız. Çünkü Merkezi olmayan hiçbir topluluk bir yerlere gelmesi mümkün değildir. Bu güne kadar konuşmalar tartışmalar yapılmış fakat bir ağıç ekilmemiş işte bu gün bunu yaptık BULTÜRK tüm Bulgaristan Türklerinin biz öncelikle sadece Bulgaristanlıyız.


Makale ve Analizler - 2017

11

Bizler elimizdeki kıt kaynaklarla bir merkez oluşturmaya çalıştık, bunda da muhafak olduk. Bu merkeze ulaşmakta büyük güçlükler ile karşılaştık bu konuda bizlere yardımcı olan emeği geçen herkese teşekkür ediyoruz. Ayrıca bizlere kendi yerini veren Mümin Hocamıza huzurunuzda kendisine tekrar tüm halkımız adına buradan teşekkür ediyoruz. Bundan sonraki hedef de Türkiye’nin her yerine ulaşmak ve bu birlikteliği her yerde tesis etmektir. Bu merkezimizde artık kendimize ait bir kültür merkezimiz oluştu toplantı salonumuz da mevcuttur her 15 günde bir toplanıyoruz. Amacımıza ulaşabilmek için devletin bir şeyler yapmasını beklememeliyiz. Birlikten kuvet doğar Atasözünde olduğu gibi güçlerimizi birleştirerek devlet yönetiminde söz sahibi olmalıyız ve geleceğimize kendimiz yön vermeliyiz. Gençlerimizin devlete girmelerinin yolunu aydınlatmalıyız. Artık bizim de Ankara’da TBMM’de kendi temsilcilerimiz olmalı. Bizler de buralara kendi içimizden birilerini gönderebilmeliyiz. Aramızda birlik ve beraberliğimizi oluşturduğumuz takdirde kendi içimizde samimi olduğumuzda başarıların ard arda geldiğini göreceğiz bunu başaracağımıza eminim. İhtiyacımız olan tek şey kendi içimizde daha adaletli olabilmek. Sevgi ve saygılarımı sunarım, Genel Başkan Rafet ULUTÜRK


12

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Ocak Ayı Yazıları - 2017 Telef Olan Eğitim

Raziye ÇAKIR -01.Ocak.2017

Konu: Geçmişimizi öğrenmeden doğru yol bulamayız. Önce okurlarımı, öğretmen kardeşlerimi, öğrencilerimi, tüm yakın ve akrabalarımı 2017 yılı Yılbaşı vesilesiyle kutluyor, hepinize sağlık başarı ve mutluluklar dilerim. BG-SAM kadrosundan eğitim sorunlarına ilişkin çalışmalarda bulunan biri olarak, sizlere yeni yılında başında, bir dizi yazımla Bulgaristan’da eğitim davamız, tecrübelerimiz, kayıplarımız, alabildiğimiz yol ve yeniden yeşermemiz için yapmamız gerekenlerle ilgili fikirlerimi açmak istiyorum. Çünkü, kim ne derse desin, yalnız evde anne ve babaların özverisi ile, Türkiye’de yakın, akraba ziyaretleriyle Bulgaristan Türklerinin kimliliklerini yaşatma davasında kısır kalırız, kültürün bitti, üretildiği ve yüceldiği yer okuldur. Hocaların, öğretmelerin elinde su içmeden ne düşünmeyi öğrenebiliriz ne de çağdaş dünyaya ayak uydurup mutlu olabiliriz. Çocuklarımızı Bulgaristan’da gönderip İngilizce yüksek eğitim almaları masrafını ödemekle de Türk milliyetçisi, Türkçü, Türk halkının öz davasına bağlı kişilik eğitilemediğini görüyoruz.Önce size Bulgaristan’da Özel Türk Okullarının Bulgaristan Türklüğünün, yanı atalarımızın çağdaşlaşmasına olan katkılarından söz etmek istiyorum. 93 Harbi bozgunundan sonra Bulgaristan Türkleri okul kurmak için Bulgar devletinden para pul istememişti. Özel bir karar bile almadan, özel eğitim ocaklarımızı tüttürmek için harekete geçti. İki üç sınıf odalı okullarda çocuklarımız arıların kovana girip çıktığı gibi ders kitapları koltukta vızıl vızıl bilgi dağarcığını dolduruyor. Zaman değişti tabi. Şimdi bilgilerin tümü cep telefonunda, tablette, laptopta ve kullanma yöntemini bilenler tarafından hemen kullanılabiliyor. Aranızdan daha uyanık olanlar her şey değişiyor, vaktiyle hesaplar kum üstünde yapılıyormuş, eski çağlarda insanlar bizden sonra ne olur ne olmaz düşüncesiyle en değerli bilgileri sert taşlar üzerine yonmuşlar, sütunlara ya da levhalara yazarak ebedileştir. Kütüphanelerin de bilgisayar ortamına yüklendiğine tanık oluyoruz. Buna rağmen, atalarımızın 1878’den başlattığı eğitim seferberliği tüm düşüp kalkmalara rağmen 1960 yıllarının sonuna kadar ayakta kaldı, sürdü.


Makale ve Analizler - 2017

13

Atalarımız hem dini hem de dünyevi okul kurmuşlar. Bu işler o zaman da cesur insanların işleriymiş. Rus - Türk Savaşı’ndan sonra gayet sefil ve yetersiz bir ortamda, Osmanlı kırıntıları dedikleri tabanda Türklüğü yeşertme çabalarında birleşen öğretmenlerimizin o zamanlarda kefeni giymiş insanlar olduğunu yazmama bilmem gerek var mı? Düşüne biliyor musunuz? Kocaman Rus İmparatorluğunun Müslümanlığı ve Türklüğü yok etmek, küllerini bile toplayıp denize savurmak için geldiği Rumeli topraklarında yeni Türklük ve Müslümanlık fidanları dikmek için yapılan çalışmalar olağanüstü cesur yürekli aydınlar gerektirdiğini bugün de hissedebiliriz.Şöyle ki, o zamanlar ortamın ne kadar boğucu olduğunu, bugün de hissedebilmemiz için, Osman Paşa askerilerinin kemiklerinin toplu mezarlardan çıkarılıp değirmenlerde öğütülerek İngiliz Osmanlarına saçıldığını yeterlidir sanıyorum. Açmak istediğim konunu geçen asır boyunca çok aktüel olduğuna işaret ederken, irfan (aydınlanma) davamızın özel okullarımızda başladığını, fakat daha 1920’de Bulgar Devletinin Şumen’de Devlet Türk Pedagoji okulu kurduğunu yani siz çocuklarını özel okullarınızda okutabilirsiniz ama öğretmenleri ben eğiteceğim, dedi. Bu çalışmaların sonucunda 1946’dan başlayıp 1960 yılı sonuna kadar Bulgaristan Türklerinin tüm okullarına Sofya devletinin el attığını, devletleştirme gerçekleştirdiğini hatırlatıyorum. Bu noktaya işaret etmemin nedeni şudur. Bulgar devleti, İngilizce, Fransızca, Almanca, İtalyanca gibi hem Sofya’da hem de bir çok il merkezinde mevzuat uygulanmasına izin verirken, Türklerin yoğun yaşadığı bölgelerde Türk dilinde eğitime izin vermiyor. O zaman Türkçe eğitim yalnız özel okullarda mı olacak. Öyleyse ne bekliyoruz! Okulların tanımlanması konusuna bir göz atalım. O uzak ilk dönemde, özel azınlık okulları, yasal statüleri bakımından, koşullu olarak, Bulgaristan eğitim sisteminin bir parçası olarak tanımlayabiliriz. Tabi biz de özel okul ağını bir alt sistem olarak değerlendirmek istiyoruz. Şunu da unutmayalım bu sistem Bulgaristan yasalarına göre kurulmuş ve örgütlenmişti ve Bulgar eğitim görevlileri bu sistemi denetleme hakkına sahipti. Demek oluyor ki, Türk okullarımızın ve eğitim sistemimizin köküne ölüm suyu dökme okullarımızın Bulgar devletleşti tarafından devletleştirilmesi yöntemiyle gerçekleştirilmiştir. 1992’de sosyalist devlet tarafından devletleştirilen taşınmazların iade edilmesi yasası çıksa da bizim için olunca bu işlememiştir. İkinci olarak, bizim bu karasuyu geçebilmemiz için eğitim sistemimizi, aydınlanmamızı yok eden fikri öldürmemiz lazımdır. Çünkü bir etnik azınlığın okulsuz bırakılarak


14

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

göçe zorlanması ya da çağdaşlaşma dışı bırakılması eğitim soykırımıdır. Hiçbir uluslar arası antlaşma Bulgaristan’a böyle bir hak tanımamıştır. Konumuza devam edelim. Bulgaristan’da özel Türk okulları statüsü, ilk olarak 1895’te onaylanan Eğitim Kanunu ile belirlenmişti. Söz konusu yasada yer alan ve kuralar Stefan Stanbolov hükümeti (1891) Kamu ve Özel Okullar Yasası ve Demokrat Parti iktidarı döneminde onaylanan (1909) yasalarıyla geliştirilerek sonuçlaştırılmışlardır. Üç yasa da Müslüman okullarına , eğitimi düzenleme belirli ölçüde öz yönetim hakkına sahip özel özel statüsü vermişti. Özyönetim gerçekte devlet yönetimiyle birlikte uygulandı. 1891 Yasasında, Eğitim Bakanlığı, organları aracılığıyla tüm özel okulları denetlemiştir. Özel durumlarda bakanlığın bu okulları kapatma hakkı da vardı. 1909 yasası özel okullara, devlet okullarında uygulanan ya da ondan farklı öğretim programları kullanma hakkı tanıyor. Türk ahalisi, 1944’te yeni sosyalist ortamda etnik kimliğini üretip pekiştirebilmek için, 1877–1878 savaşı esnasında çökertilen eğitim sistemini yeniden ayaküstüne kaldırıp düzenlemeyi başarıyor. Bulgar Prensliğinde 1894 - 1895 eğitim öğretim yılında 1.300 okulda 72 bin 582 Türk öğrenci eğitim görüyor. Okulların 16’sı rüştiye olup 554 öğrenciye eğitim veriyor. 1911 - 1912 eğitim - öğretim yılında okul sayısı 1.081, öğrenci sayısı 57 bin 264’de düşüyor. Geçen asrın başında rüştiyelerin sayısı 29’a çıkıyor, 12 medresede 438 öğrenci bulunuyor. 20. asrın başlarında şehir ve kasabalarda eğitim ve öğretim sistemini, dünyevi dersleri ve onlara ayrılan saatleri çoğaltarak çağdaşlaştırma hareketi baş gösteriyor. Ancak tutucu çevreler buna larşı çıkıyor. Bu sebeple eski usul - yeni usul mücadelesi başlıyor. Okul encümenlerinin çoğunluğu, özellikle köylerde, tutucu kesimi destekliyor. Bu nedenle okullarda yenileşme hareketi çok ağır gelişiyor. Şimdi tek bir köy okulumuzun kalmadığı dönemde, 100 yıl öncesinin köy tutuculuğunu ele almamız biraz olmadı diyebilirsiniz. Ben bunları o zaman köylülerimizde eğitim konusuna, davasına, öz ve biçimine, okunan derslere büyük önem vermekte olduğuna işaret etmek için yazıyorum. Bu gün bu duyarlılık sanki tamamen yok olmuş gibi. “Benden sonra tufan havası var” Bir defa, ana babalar, ne olur ne olmaz, Bulgarin arşivinde çocuğum için bir imzalı belge olmasın diye, gönüllü Türkçe dersi dilekçesini bile ne dolduruyor ne de imzalıyorlar. Bu da olmadı tabii. Londra’da gurbetçi bile olsan çocuğunun Türkçe öğrenmesi yolunu açacaksın. Buna imkanın yoksa yakınlarından birine vekaletname verip, yada tatile döndüğünde gidip okul müdürünle konuşarak bu sorunu mutlaka çözeceksin.


Makale ve Analizler - 2017

15

Öte yandan, öğretmenlerimiz de sanki duyarsızlaştı. Kalbinde Türklük ateşi yanmayan bir kimse Türk dili öğretmeni olamaz. Olsa da işe yaramaz. Türkçeyi sevmek cennet kapısıni ardına kadar açmaktır. Halkın hayır duasını almaktır. Bulgaristan’a doğum kutlamaya, çocuk görmeye, yaz aylarında tatile falan giderken çantanın içine birkaç masal kitabı, masaş CD’si ya da bir flaş atmayı ihmal etmeyiniz. Böyle bir hediyeden daha büyü olmaz. Şöyle anlatayım. Çocuklar kafalarında milyarlarca kapalı hafıza kutusuyla doğuyor. Bunların ne kadar olduğunu anlatabilmem için yazıyorum, bu bellek hücrelerinin arasındaki bağların birbirine eklendiğinde Ekvator’un boyu kadar oluyormuş. O kadar çok yanı. Bunların açılması 1 ile 4 yaş arası oluyor. Siz bunları masal, şarkı, türkü, görsel, film oyu vs ile Türk dilinde açarsanız, yanı çocuğa Türkçe konuşursanız anadilimizin evde atılması zorunlu temelini atarsınız ve evladınızın daha öte hayatını kolaylaştırmış olursunuz. Anne, anneanne sesinden masal dinlemek ne güzeldir. Çocukluğumda aynı iyi niyet yolarlıya getirilmiş kitaplar arasında Reşat Nuri’nin “Çalıkuşu”, Orhan Veli’nin şiirleri ve Nasrettin Hoca masalları ve başka kitaplar vardı. Yaşlıların elinde düşmezdi. Zamanlar değişti tabii. Şimdi TV düğmesi var. Şimdi tabletler var, istediğiniz kadar masal ve çocuk şiiri yükletip beraberinizde götürebilirsiniz. Bunların hepsi internet bağlantılı bilgisayarlarda da var. Türkiye’ye gelen ve Türk kültürü, mitolojisi, çocuk eğitim dünyasında yüzen ve sonunda emekli olan öğretmenlere bu bakıma çok vazife düşüyor. Türklüğü yeniden üretmek zorundayız. Köylerinize giderken Türklük anahtarlarını yanınıza alacaksınız, o rada çağdışı bırakılmak istenen kız ve gelinlere çocuklarına evde Türk ortamı yaratmayı öğreteceksiniz. Kendinizin Türk programlarında film izlemeniz iyi de, çocuklarınıza da masalları ve oyunları izleteceksiniz. Bu kutsal bir davadır. Bu işler Bulgar devletinden bir şeyler beklemekle asla ve asla çözülemeyecek. Bunlar senin ve benim, tüm öğretmenlerin, hepimizin en kutsal vazifesidir. Üretilmeyen kültür ölür. Bildiklerimizi devretmek zorundayız. Bu vazifenin adı yasaklanan Türklüğümüzü yeşerterek yeniden üretmektir. Dünya insanlarının en büyük özlemi Türkler arasında, Türk ortamında yaşamaktır. Türk değerlerine kaldırılan eller er ya geç kırılır.


16

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Modern Mankurtlar

Alptekin Cevherli-01.Ocak.2017

2016 yılı Türkiye’miz ve dünya için oldukça zor geçti. Birkaç günde bir bombaların patladığı vahşet konusunda terör örgütlerinin fantezi yapar hale geldiği; insan akıl ve vicdanının hiçe sayıldığı bir yılı geride bıraktık. Kimileri terör literatürüne kamyonla insan ezmeyi soktu, kimileri de bomba dolu çukura insanları diri diri doldurup sonra da et parçalarının havada uçuşmasını videoya aldı... 2017’den iyilik ve güzelliklere vesile olmasını beklerken daha ilk saatlerinde İstanbul Valisi’nin açıklamasına göre; Ortaköy’de 39 vatandaşımız daha kalleş terör saldırısıyla canını kaybetti, 69’dan fazlası ise yaralandı. Bu saldırı, elbette Türkiye’ye bazı şeylerin normalleştirilmesi ve alıştırılması sürecinin bir parçası. Dikkat ettiyseniz bir süredir her hafta sonu Cuma akşamı veya cumartesi günü ciddi can kaybı yaşanan bir terör saldırısı ile muhatap oluyoruz. Bu gidişle Türk Milleti’nde, güzel yurdumuzun bir Irak’tan ya da Suriye’den farkı yokmuş imajını zihinlere yerleştirmek istiyorlar. İşin en acı yanı ise bu vahşet ve ihanet operasyonunu “mankurtlaştırdıkları” insan müsveddeleri ile yaptırıyorlar... Mankurt nedir? (Bun/Ban/Man) kökünden türemiştir. Bun sözcüğü akıl yoksunluğunu ifade eder. Moğolca Munu/Mung (Türkçe Bunu/Bung) fiilleri aklını yitirmeyi, Munah (Türkçe Bunak) sözcükleri yaşlılık nedeniyle aklını yitirmiş olan kişileri anlatır. Sözcük Türkçe’deki Mankafa tabiri ile aynı kökten gelir. Yani aklını yitirmiş kişi demektir. Biz bunu “aklını kaybedip kendi özüne düşman olan” olarak günümüz Türkçesi’ne çevirebiliriz. Mankurt - Türk efsanelerinde bahsedilen bilinçsiz köledir. Juan juanlar, Mankurt haline getirmek istedikleri ‘Türklerin’ başını kazırlar, başına ıslak deve derisi sararlar ve böylece elleri kolları bağlı olarak güneş altında bırakırlar. Deve derisi kurudukça gerilir. Gerilen deri başı mengene gibi sıkar ve inanılmaz acılar vererek aklını yitirmesine neden olur. Böyle bir kişi bilinçsiz ve her istenen şeyi sorgusuzca yapan köleye dönüşür. Verilen talimatla kendi öz anasını bile öldürür... Cengiz Aytmatov’un da 1980 yılında yazdığı “Gün Olur Asra Bedel” adlı eserinde Mankurt, bazı işlemler sonucu öz benliğini yitirerek kendisini kimliksizleştiren düşmanının kuklası haline gelmiş bir zavallı insan tipidir. Bugün karşılaştığımız ülkemizin ve insanlığın canını yakan teröristler de bu manada birer mankurttur. Evet, bunların kafasına deve derisi geçirilmemiştir ama içi safsata ve “Batı kaynaklı ‘güya İslâm’la doldurularak” aynen Türk efsane-


Makale ve Analizler - 2017

17

lerindeki mankurtlar gibi kendi özlerine karşı düşman edilmiş birer katil olmuşlardır. Gerek FETÖ, gerek IŞİD ve gerekse de PKK, mankurtlaştırdıkları gençlerimizle güya yüksek idealler uğruna kan akıtmakta sözde inançları veya etnik kökenleri gereği terör suçu işletirken aslında Müslüman’ı Müslüman’a kırdırmakta, Kürt kardeşimizi yine bir Kürt’e öldürtmektedirler. Bu mankurt açmazından derhal kurtulmamız. Gerekirse toplumsal olarak rehabilite edilmemiz şarttır. Türk kimdir, Müslümanlık nedir, Diyanet İşleri Başkanlığımızın bunu çok hızlı bir şekilde tekrar tekrar anlatması gereklidir. Bu işin tek çözümü millî benliğimize dönüştür... FETÖ, yıllar önceden hesapladığı vahşi katliam ve suikastları önce TV’lerinde dizi olarak oynattıktan sonra bugün tek tek uygulamaktadır. Bu örgütü hâlâ İslâm’a hizmet olarak gören kimseler varsa; ya kanı bozuktur, ya da mankurttur... Bu çapta bir suikast plânı veya yıllar önceden dizisini yayınlayıp pratiğini gerçekleştirecek Noel Babalı terör saldırısını ne FETÖ, ne de diğer örgütler tek başına gerçekleştirecek bir zekâ ve imkâna sahip değildir. Bunları yönlendiren yıkıcı üst akıl ile mücadele edildiği bir an dahi unutulmamalıdır... Devletimiz tez elden bu örgütlerle herhangi bir şekilde bağlantıya girmiş herkesi, kim olursa olsun; her ne kadar “Bunların ihanetini gördüm tövbe ettim” derse desin mutlak surette sorguya çekmek ve görevden el çektirmek zorundadır. Kimin uyuyan terör hücresi, kimin saf olduğunu şu saatten sonra ayırt etmek neredeyse imkânsız hale gelmiştir... Türkiye’mizin ABD’nin Irak’ta yapacağı işgal harekâtına karşı çıktığı yıllardan beri sürekli dozu yükselen bir saldırı altında olduğu açıktır. Kimi zaman politik, kimi zaman ekonomik, kimi zaman terör olayı şeklindeki bu saldırılar, artık iyice belirgin hale gelmiştir. Sayın Cumhurbaşkanımızın dediği gibi millî ve yerli insanlara çok acil ihtiyacımız vardır. Liyakat esas alınıp, vatanın gizli kalmış değerleri gün yüzüne çıkarılarak bu terör örgütleri ile mücadele edilmek zorundadır. Yoksa sırtlanla çakal, çakalla da tilki yakalanmaz. Bu ülkeye gönülden sağdık kişilere acil ihtiyaç vardır. Ancak şu da var ki; yıllardır sadece adı ‘millî’ olan eğitim sistemimizin yetiştirdiği insan kaynağının hali ne yazık ki ortadadır... Bu nedenle yukarıda değindiğimiz gibi, millî kimliğe dönüş seferberliği başlatılmalıdır...


18

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Çok Gerilere Gitmeden

Osman Bülbül-02.Ocak.2017

Konu: Çocuklarınıza anlatacak masalınız yoksa, işte okuyun ve gerçekleri anlatın! Burası Viyana, Bulgaristan’dan farklıdır, Türkiye’den daha da farklı ve burada masallar kulağa okunur. Burası Bulgaristan dendiğinde, herkes bildiğini herkese anlatma yolları bulur. Burası Türkiye dendiğinde, dua etmesi için hoca beklenir. Birinci ve son söz sabırdır ve iki arada olacak olur. Bu noktada biz sanki hepsinden biraz farklıyız. Biz isyan etmiş ama hiç kimseye savaş aşmamış bir halk topluluğuyuz. Bizim olan hepimse, hepimizindir. Hepimizin olan, Allah’ın verdiğidir ve her birimizindir. Açlıktan ölenimiz olmamıştır, çünkü son lokmamız da ortaktır. İşler henüz o duruma gelmedi. Öyle olduğundandır ki, biz çocuklarımıza masal okumayı, ya da bildiklerimizi özel olarak paylaşmayı, adetlerimiz listesine almamışızdır. Çünkü halkımızın kulağını dolaşan fısıltı gazetesi, ne de olsa herkesi bulur ve en sonunda herkes her şeyi öğrenir. Tarihimiz de öyledir. Anlatmaya başlasak ya yalan dünya diye başlarız ya da kalburu saman içinde dolaştırırız. Yalan bile olsa uzamasın diye kısa keseriz. Adaletin bu dünya diye sormayız? Çünkü adaletin bizi bulmayacağına, bizim onu bulmamız gerektiğine inanırız. Onun için savaşırız. Çözüm yokmuş gibi çabalarız. Dünümüzün, bugüne göre tarih olduğunu inandığımız içindir ki, bugünkü işimizi yarına bırakmayız. Özellikle de uzak geçmişimizi pek kurcalamayız. Tarihi çarpık okuyanların, dünümüzü, hatta bugünümüzü ters yüz göstermek istediklerini biliriz. Tarih yenmez, ama onsuz da olmaz, çünkü o bir uğultudur, işitmezsek huzur bulamayız. Geçmişi kazanların işinde gücünde insanların ortak yaşamına gölge düşürmek istediklerini biliriz. Bize, “siz bizdensiniz” diyenleri çok işittik. “Biz sizdensek, siz de bizdensiniz!” dediğimizde hır gür çıktı. Bizi kendi ocaklarında yakmak isteyenler, kendileri kuru ve kuytuda kalmak istediler. Kimse kimseye sebepsiz iyilik yapmaz. Bulgarin da tohumunun kuruduğu ve hayat yoluna sırtımızda devam etmek istediği şakıyıverdi.


Makale ve Analizler - 2017

19

Hiç bir şey yarım anlatılmamalı. Hele okullarda yarım bilgilenme insanın yolunu şaşırtır. İslam’ın çarptırıldığına tanık oluyoruz. Sebebi, 20. yüzyılda okullarda dinler tarihi okutulmamasıdır. Özellikle son din olan İslam dini üstüne sunulan bilgi yeterli değildir. Sanki bizim Araplardan öğreneceğimiz bir şey kalmadı. 60 dil konuşan ve birbirlerini anlayamayan bu insanların Arapça çadırı altına toplanması cahillerden alim üretmiyor. İslam felsefesindeki büyük gerçek, cahiller tarafından yorumlandıkça hır mır çıkıyor. Görüyorsunuz neredeyse 30 yıl savaşına girdik. Suriye kışı kolay kolay kalkmaz... Etrafımız Avrupa’da okumuş boş kafalılarla doldu. Avrupa’da yetişen gençlerin bilgiye susamış ve su arayan kitle oluşturduğuna tanık oluyoruz. Hafıza boşluğu bir hastalık ve bozuk ruh hali olarak ortaya çıkıyor. Türkiye’de ve birçok başka ülkede FETO okulları da aynı hedefe hizmet ettiklerinden toplum yaralandı. Okuyoruz diye okuyup da hiçbir şey öğrenmediklerini, babalarının tasarruflarını tüketip de bir baltaya sap olmadıklarını gören genç kuşak bugün isyan ediyor. Hepsi benzini bitmiş araba gibi, benzini dolduran, dümene yön veriyor. Bu gidişle bir kazalar kuşağının trajedisini film gibi seyretme acısını yaşama talihsizliği halkımıza düşüyor, ne yazık... İslam dininin doğmasıyla birlikte ret ettiği, ötelediği, olumsuzladığı birçok eski sapıklıkların İslam ilkeleri olarak dayatıldığına tanık oluyoruz. Devlet parasıyla din işleri önderliği yapanların bizdeki çaresizliği de acı yaşatıyor. Xxı.yüzyılda bütün dünyanın okullarında din tarihi, namus ilkeleri, ahlak konuları şekil ve öz olarak okutulmadı. Modern dünya yeni ahlaksal düzenini oluşturamadı ve moralde anarşi mayaladı. Gelenek ve göreneklerin sökülüp çöp tenekesine doldurması boşluklar yarattı. Dinler ve barış, dinin siyasetten uzak kalması, dinin gençleri koşullandırmaması gibi ilkesel konularda yanlış üstüne yanlış yapılıyor. İslam’dan önce var olmuş, ama İslam’la unutulması gereken sapıklıklar siyaset sofrasına bedava sunuluyor. Kafası örümceklenmiş ve mantarlaşmış ulema umut doğuracak durumda değildir. “Terör eşittir İslam” tezi düşmanlarımız tarafından uydurulmuştur. XXI.yüzyılın ilk 17 yılında kafasında boşluk olduğu tespit edilen her gencin kafasına aşılandı. Bu yalanı kabul etmeyenlerin başına binlerce bomba yağdı. Yalanlara inanmayan ve uymayanlar “Kalaşnik 47” ateşine hedef oluyor. Katiller arasında kaç şarjörle kaş kişi öldürebiliriz yarışı var. En yüksek ödül “cennet”. Günümüz gençliğine kamu mekânlarında eğlenmek, sinema ve tiyatro salonlarında top-


20

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

lanmak haram edilmek isteniyor. Başarılı da oluyorlar. Katliamların mükâfatı hep “cennet!” Derin düşman var karşımızda. O bir sapık, bir mezhep ya da bir grup değil, o bir kurum. Paralı, hırslı, stratejisi olan ve çağdaş boş kafalılar sürüsünden katil beğenen bir kurum. 21. yüzyıl gençliğini topluca “cennete” göndermeye yemin etmiş. Gözü Çenkiz Hak kadar dönmüş. Terör akademisini kendisi yaratmış. Terör şarkısını piyano çalar gibi çalıyor. Bu partisyonun ne kadar uzun olduğunu kimse bilmiyor. Notalar sol anahtarsız yazılmış ve bombalar alt “do”dan üst “do”ya kadar ve yerde patlamaya hazır. Müslümanların ülkeleri, devletleri hatta hepsini birbirine düşürmeye çalıştıklarını artık gizlemiyorlar. Burada, Viyana’da öğrendiğime göre, daha önce yazmıştım, Sovyetler Birliğinin parçalanması ve 15 devlete bölünmesi planı 1934’te hazırlanmış. Şimdi ise İŞİD - (DEAŞ) gibi İslam dünyasına gerekli zehirli tohumları ıslah işlerinin daha 1949’da kurgulandığı ortaya çıktı. Emperyalistler uyumuyor. Dünya zenginliklerinin nüfusun % 3’ünün elinden alınmasının doğuracağı sonuçları hissediyorlar. Halkları birbirine kırdırıyorlar. Son 100 yıl büyüyen, kendi kendine yetmeye başlayan ve kabuğundan taşarak kendi tarihsel ve doğal bölgesinde büyük güç olmaya namzet Türkiye’ye hırslan sürüsü mantığıyla saldırıldığını görüyoruz. Yani emperyalizm bizi üzmek, niyetiyle evlatlarımızı kurban almak için 70 yıl uyumamış, çalışılmış ve aramızda 3. kuşak kadro yetiştirmişler. Bunları köy kahvelerinde aramak yanlış olur. Bugünün katilleri 1949’dan beri önce dedeleri, sonra babaları ve şimdi de kendileri Çikago merkezleri kaynaklardan paracık alıp, kıtır kıtır yiyenlerdir. Bizim olmayan bir atasözü “her hesap sonunda ödenir der” ve belki de söyleyen bugün için söylemiştir. Camide karşısında secdeye durduğumuz imamlardan süper hainler, FETÖ örgütü katil sürüsü çıktı. Bakıyorum burada da sismik sismik gezerken hala sümkürerek yolları kirletiyorlar. Kafaları bulanık, yok olma acısını yeni duyumsamış, çılgın tipleri düşmanlarımız yaratabildi. Olayın en kötü tarafı şudur ki, onlar aramızda ve yağmurdan sonra mantar gibi yeniden bitmeyi bekliyorlar. Kardeşlerim durum çok ciddi.... Size tarihimizden bir sayfa anlatmak niyetiyle başladım yazmaya, ama durumun olumsuz etkisi altındayız. Güzel olanı, yüzden kalma yeşilin içinde açmış çiğdemi gösterebilmek için, bir araba karaçalı dikeni kesmek ya da şu kış günü bir yol kar arıtmak zorundayım. Güzellikler kirlilikler içinden baş kaldıramıyor. Kötülükler bizi sıkıştırıyor. Umudumuzu öldürmek isteyenlerin saldırıları o kadar şiddetli ve amansız ki, insan ne anlatacağını unutuveriyor. Olay bu, hepimizi gergin bir ortama itebildiler. Karşımızda vahşet fotoğrafı var.


Makale ve Analizler - 2017

21

Oysa atalarımız 12. ve 13. yüzyıllarda vatan olarak sevdiğimiz memleketimize gelirken, en iyi niyetlerle, en kutsal ve bereketle dolgun umutlarla gelmişler. Sırtlarında barış dağarcığı taşımışlar. Geldikleri yere güneş, güven, huzur, iyi niyet ve hoşgörü getirmişler. Said Lokman’ın derinleri sorgulayan bir yazarın, burada elime geçen, “Oğuz Name” adlı eserinde yer alan efsanelerde kendimizi buldum.Bilirsiniz, Orta Asya’da yaşayan halkları Yakın Doğu’ya, Balkanlar’a, eski kıta Avrupa’ya iten büyük korku, Çenkiz Han kasırgası olmuş. Bu kasırganın yarattığı can güvenliği tehlikesi önce Kırım Tatarlarını topraklarından söküp Balkanlara yöneltmiş. Karadeniz sularına atlayıp Anadolu’yu aramaya zorlamış. Daha sonra binyılın dünya düşünürü olan Mevlana Rumi gibi dehalar, can güvenliği ararken, bugünkü Özbekistan topraklarından koparak Konya Ovası’na yerleşmişler. Can güvenliği sorunu halkları hareketlendiren en önemli sorundur. Bugünkü DEAŞ dehşetinin Suriye’de insan bırakmadığını görüyoruz. Terör saldırıları hep onların işidir. Ejderha kana doymaz. Orasını saldırır buraya saldırır. O eski ejderha Bizans’ın başkenti İstanbul’a yöneldiğinde Ankara Savaşında canı pahasına onu durduransa Osmanlı Sultanı Beyazıt’tır. Bugün de Yakın Doğu, Anadolu ve Balkanlar ve Avrupa için büyük tehlikeyi yine Türk halkı, Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan önderliğindeki TSK üslenmiş bulunuyor. “Fırat Kalkanı” olayı tarihsel bir olaydır ve 21. yüzyıl tarihini yazıyor. Ejderhanın inine gerip başını uçurma şerefi yine Türk ulusuna düştü görünür. Bu noktada da tarih yineliyor. Bu defa da ölümlerden ölüm seçmeyeceğiz. Tarihin derinliğinde, biz, bugünkü gibi şiddetli bir kıyım ortamındaymışız. Bizans İmparatoru Mihail VIII. Paleolog, Moğol istilasından kaçan Selçuk Sultanı İzzedin II. Keykavus’a grubu ile birlikte Dobruca ovasına yerleşme izni verdiği efsaneleşmiştir. Gördüğünüz gibi, bugün tarih sanki tekerrür ediyor (yineliyor). Sığınmacıların geldiği topraklar sanki tarih kaynağıdır. Denizden karadan Avrupa’ya sığınan ve bugün burada Viyana’da da kalabalaşan Yakın Doğulu kitle “can güvenliğimiz yok o yüzden geldik” kültürünü taşıyor. XII.yüzyılda sırtına İslam halk kültürünü yüklenmiş, Sarı Saltuk ve emrindeki 20 binlik kafilenin Dobruca’ya gelişini görebiliyorum. İslam halk topluluğunun bu topraklara dikenli yollarda yürüyerek geldiği ve yepyeni bir dünya görüşü getirdiği asla inkâr edilmez. Öyle ki Osmanlılar Bulgaristan’a geldikte zaman bu ülkede, özellikle onun Kuzey Doğu yöresinde artık buraya yerleşmiş, İslam ahlak kurallarına göre yaşayan bir yerleşik halk topluluğu bulmuştur. Bu gerçeği birçok tarihi belge doğrulamaktadır. Bu açıdan bakıldığında Bulgaristan’da Ortaçağlar tarihinin doğru dürüst okutulması yakınlaşmamız, anlaşmamız ve birlikteliğimiz için son de-


22

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

rece yararlı olacağı kanısındayım. Çünkü günümüzde yaşanan İslami çarpıklığın, hatta İslam’ın bir terör ve katliam dini olarak gösterilmesinin ancak doğru tarih ve din bilgileriyle aşılabileceğine inanıyorum. Bu bilgilerin taşıyıcılarının da kör hocalar olduğuna inanmıyorum. Barış ve savaş, haklı ve saldırgan savaşlar gibi konuların yeniden ama doğru bilgili aydınlarımızca açılıp halka indirilmesinin yararlı olacağı kanısındayım. Bu yazımda demek istediğim, bizim dünya görüşümüzde, dinimizde, yaşayış şeklimizde zorlama yoktur. Kimsenin ne dilinde, dininde, parasında ve toprağında gözümüz olmadığı insanlarımıza doğru dürüst anlatılmalıdır. Aksi taktirde, komşu evinde yanan ateşin, sağ sola sıçraması an işidir. En büyük yangını yakan insan budalalığı, en büyük ateşi söndüren de insan aklıdır. Olayları kulaktan dolma takunyalı hocalara bırakmayalım, aydınların görev başına geçmesi zamanı gelmiştir. Yediden yetmişe herkese anlatmak istediğimiz büyük gerçek budur. “Büyük Göç”ün yaralarını henüz saramadık, yeni bir trajedi yaşamayalım.

Bulgar Margarita, Denizli’ye Yerleşti ve Bakın Ne İş Yapıyor?

09 Ocak 2017

Bulgaristan’da 20 yıllık mesleğini bırakıp Denizli’de çiftlik kuran Margarita Dimitrova tam bir köy hayatı yaşıyor. Ürün yetiştirip hayvan besleyen Margarita hayvanlarına şarkı bile söylüyor. Bulgaristan’ın Yambol şehrinde doğan Margarita Dimitrova, Sofya’da önce spor eğitimi aldı, ardından tıp fakültesini bitirdi. Fizyoterapi ve rehabilitasyon uzmanı Dr. Dimitrova, memleketinde 20 yıl doktorluk yaptıktan sonra Türkiye’ye geldi. Eşinden boşanan ve bir süre İstanbul’da yaşayan 1 çocuk annesi Dimitrova, üniversitelerde eğitim verdi. Daha sonra çevreci ve sürdürülebilir bir yaşam kurma hedefiyle, Muğla’nın Köyceğiz İlçesi’ne yerleşti. İstediği araziyi bulamayınca, bu kez Denizli’nin Buldan İlçesi’ne geldi. Dokuma hakkında bilgi edinmek için geldiği Buldan’da çiftlik hayalini kent sakinlerine anlatınca, aradığı araziyi Tekke Mevkii’nde buldu. 59 yaşındaki Dr. Margarita Dimitrova, kurduğu çiftlikte tam bir köy hayatı yaşıyor. Satın aldığı araziyi Margarita Çiftliği’ne dönüştüren Dimitrova, doğal


Makale ve Analizler - 2017

23

ve organik ürünler yetiştirerek çevresindeki çiftçilere de örnek oldu. Ürünlerini ise ilçe pazarında kendisi satıyor. 3 yıl önce yaklaşık 15 dönüm arazi satın alan Dimitrova, hayalini gerçekleştirmek için çalışmalarına başladı. Arazide 16 metrekarelik taş ve kerpiçten tek odalı bir ev yaptırdı. Araziyi işleyen ve doğal tarım ürünleri yetiştirmeye başlayan Dimitrova, su ihtiyacını ise dağlardan akan doğal kaynak sularıyla karşıladı. Arazisine damlama sulama sistemi de döşeten Dimitrova, tarım konusunda eğitimler aldı. Bulgaristan ve İstanbul’da toplam 30 yıl doktorluk yaptığını, judo antrenörü oğlunun Yunanistan’da yaşadığını belirten Dimitrova, “Türkiye Bulgaristan’a yakın olduğu için burayı seçtim. Doğa ile uyumlu yaşam kuruyorum. Temiz ve fabrika olmayan bir bölgede bir çiftlik kurdum. Ben sürdürülebilir yaşam,


24

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

permo kültür tasarım uygulamak istiyordum. Temiz hava, temiz su, temiz gıdalar, benim amacım buydu. Çiftliğimde sebze yetiştiriyorum. Mevsim sebzeleri yani maydanoz, roka, ıspanak, semizotu, domates, biber, patlıcan yetiştirebiliyorum. İhtiyacımdan fazlasını pazarda satıyorum. Buldan Ziraat Odası’na kayıtlı bir çiftçiyim. Benim katkı maddesi olmadan doğal tarım ürünü olarak sattığım ilk ürün bakla” dedi. Çevresindeki çiftçilere örnek olduğunu ifade eden Dimitrova, “Burada bir eko mahalle oluşturmak için birkaç kişiyle niyetlendik. Belediyeye tekke mevkiinde bir eko mahalle oluşturmayı teklif edeceğim” dedi. Araziyi alıp, doğal tarım yapmaya başladığında zorluklar çektiğini belirten Dimitrova, “İlk el dokuması öğrenmek için geldiğimde herkes bana hayran kaldı. Nasıl bir doktor gelmiş el dokuması öğrenmeye çalışıyor diye. İnsanlara çok ilginç geldi ve sevecen bir şekilde yaklaştılar. Sonra arazi alacak olduğum zaman biraz tepki aldım. Buraya yerleşeceğim diye bazı insanlar sorgulamaya başladı. Acaba bu kadın ne istiyor? Onca yer varken, Buldan’a mı buldu diye düşündüler. Herkes sorgulayabilir tabii ki ama ajan ve hazine aradığım iddialarını ben gülerek karşıladım” dedi. Günlerini hayvanları ve bitkileriyle geçirdiği belirten Dimitrova, “Burada bir günü hiç sıkılmadan geçirebiliyorum. Erken kalkıp erken yatarım. Sabah kalkınca ilk iş olarak hayvanlara bakıyorum. Ahırı temizliyorum. Onlara yem veriyorum. Ahırda hayvanlarıma şarkı söylüyorum. Şarkı dinlemeyi çok seviyorlar. Şarkıdaki heyecanı hissedip kulaklarıyla tepki verip dinliyorlar. Onlarla birlikteyken çok eğleniyorum. Sonra bahçeye gidip köpeğimi ve tavuklarımı besliyorum. Onlarla sohbet ediyorum. Kar olmadığı zamanlarda bahçeyi dolaşıp ektiklerime tek tek bakıyorum. Güneşle selamlaşıyorum. Her gün ara-


Makale ve Analizler - 2017

25

zimde bir ya da iki kez dolaşıyorum. Sonra kış olduğu için evime girip sobamı temizleyip oturuyorum” diye konuştu.

Para Kaynağı İhanetin Ölçüsüdür

Alptekin Cevherli-09.Ocak.2017

Hatırlarsanız geçen sene 3 terör örgütü bir araya gelerek, çayır tiyatrosu gibi bir kurguyla ortak bildiri yayınlamış ve Türkiye’ye karşı savaş ilan ettiklerini açıklamışlardı. Irak’ın kırsal bir alanında önde 4 terörist, arkalarında da 15 20 eli silahlı adam ve kadın güya gözdağı vermişlerdi. Musul konsolosluğunda esir düşen birimlerimiz ve aileleri kurtarıldıktan sonra bunlara bir de IŞİD (DAEŞ) eklendi. Aradan 4 - 5 ay geçti geçmedi bu örgütlerin arasında adı o zamanlar henüz geçmeyen FETÖ’nün kalleş darbe girişimini yaşadık. Böylece ülkemize saldıran terör örgütü sayısı 5’e çıktı. Memleketimizin huzur ve sükûnunu bozmak için artık 5 koldan saldırıyorlar... Elbette bu örgütler birer taşeron. Asıl işi yaptıran arkalarında onları idare eden devletler. Bunların kimler olduğunu eminim ki tahmin ediyorsunuz... Evet, Birinci Dünya Savaşı’ndaki düşmanlarımız ve hatta müttefiklerimiz bile şu anda bu örtülü savaşın içindeler. Daha önce bu sütunlarda yazmıştık, dünya 3. Dünya Savaşı’na doğru hızla evriliyor diye. Bunun tarafları artık az çok belli oldu. Sorun Türkiye’nin hangi tarafta olduğu? Ya da başka bir ifadeyle cephe ülkesi olup olmayacağı. ABD’nin “Büyük Ortadoğu Projesi” kapsamında sınırlarında değişiklik plânladığı 22 ülkeden biri de Türkiye. Buna mukabil, Rusya’nın da asırlardır her zaman önünde engel olan ve içindeki akrabaları nedeniyle en ciddi tehdit olan ülke de Türkiye. Bu nedenle dost ve düşmanın bu kadar girift bir hal aldığı coğrafyada her an tetikte olmaktan başka çare yok. Güçlü olacağız, uyanık olacağız, soğukkanlı kararlar verip, millî duygularımızı ve moralimizi yüksek tutacağız.


26

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

• Bugün için NATO üyesi olmamızla birlikte NATO’dan gerekli desteği alamadığımız aşikâr. DAEŞ ve PKK’nın (YPG’nin) çeşitli şekilde lojistik ve istihbari yönden de NATO ülkeleri tarafından desteklendiğini sağır sultan bile duydu. • AB’ye tam üyelik süreci sürerken AB tarafından dışlandığımız da bir gerçek. Türkiye’nin altına yönelme politikası da bu anlamda bilhassa Almanya özelinde, çok doğru bir adım oldu. • Avrasya Birliği adı altında Rusya ve Çin ile ilişkileri biz yüksek tutmaya çalışırken, Rusya’nın Kırım’ı ve Abhazya’yı işgali, Suriye’deki tacizleri; Çin’in Doğu Türkistan’daki baskıları da göz ardı edilemeyecek niyet itirafları. Peki, bu durumda ne yapacağız? Sayın Cumhurbaşkanımızın dediği gibi, yerli ve millî kişiler ve politikalarla ancak bu girdaptan çıkabiliriz. Bunun için de gerekli güce ulaşıncaya kadar şu anda Hükümetimizin başlattığı atak doğrultusunda, kalan komşularımızla iyi ilişkilerimizin tekrar tesis edilmesi; millî onurdan ve menfaatlerden feragat etmemek kaydıyla Batı ile tekrar pazarlığa oturulması faydalı olacaktır. Bu anlamda İsrail ile ilişkilerin düzeltilmesi yurt içinden bazı eleştiriler almış olsa da, Hükümetimizin çok isabetli bir adımı olmuştur. Yurt içi demişken... Kimin dost, kimin hain olduğunu anlamanın aslında çok basit bir formülü vardır: 1- Para kaynağı nereden gelmektedir? 2- Fikirsel alt yapısı nereye dayanmaktadır? Bu ikisi de aynı anda millî ve yerli olmayan hiçbir hareket, grup ya da kişinin ihanet içinde olmayacağını, kimse garanti edemez! Adı, sanı veya geçmişi ne olursa olsun, para kaynağı direkt ya da dolaylı olarak dışarıdan temin ediliyorsa; ya da sürekli Batı kaynaklı bir para birimine yatırım yapıyorsa kesinlikle dikkatle takip edilmelidir. Fikirsel anlamda da Batılı kaynakları baz alınıyorsa ve ölçüsünü buna göre ifade ediyorsa, kesinlikle millî ve yerli değildir, her an ihanet edebilir. Dinden imandan, vatandan milletten bahsedebilir. Ama bahsettiği din, Allah’ın dini midir, yoksa Almanya’nın, İngiltere’nin veya ABD’nin çıkarları doğrultusunda inşa ettiği sözde Müslümanlık mıdır, dikkat etmek gerekir. Hoca gözüken kardinalleri nasıl görmeyiz? Müslüman basiret sahibidir. Unutmamalıdır ki; ibadetten, ticarete oradan da ihanete giden süreci henüz yaşadık, yaşıyoruz...


Makale ve Analizler - 2017

27

Diğer yandan, sözüm ona milliyetçilik yapıp, aslında İslâm düşmanlığı yapan Nazi uşaklarına da asla itibar edilmemelidir. İslâmiyetsiz Türk, Türksüz Müslümanlık olmaz, olamaz... Binlerce yıllık tarih buna şahittir. (300 milyonluk Türk dünyası içinde sayısı 500 bini bile bulmayan Ortodoks Türkleri kimse örnek göstermesin.) Toplum ve devletimizin bu gerçeği, daha acı tecrübeler yaşamadan görmesi ve tedbir alması gereklidir. Bu arada 3 önemli husus da acilen dikkate alınmalıdır: 1- Psikolojik harp saldırılarına karşı, milletimizin moralini yükseltecek çalışmalar yapılması şiddetle gerekmektedir. 2- Yalan - yanlış, millî birliği küçük düşürücü ve Türkiye’mizi kötüleyen her türlü olumsuz haber veya kulaktan dolma bilgiye karşı basınımıza büyük görevler düşmektedir. 3- Polislerimizin donanımı ve eğitimi yükseltilmelidir. Gerek FETÖ tarafından gerçekleştirilen Rusya’nın Ankara Büyükelçisi Karlov suikastinde ve gerekse de PKK’nın İzmir Adliyesi saldırısında olaya ilk müdahale eden güvenlik gücü, trafik polisleri olmuştur. Ancak şu da bir gerçektir ki; Trafik Polisi Fethi Sekin’in şehit edilmesi olayında olduğu gibi polislerimizin elindeki silah ve mühimmat konusunda ciddi eksikleri vardır. Bunun bir an önce giderilmesi şarttır...

Ahmed Davudoğlu, Uluslararası Sempozyumu Bildirileri Kitaplaştırıldı

09 Ocak 2017

İslam Alimi Ahmed Davudoğlu Uluslararası Sempozyumu bildirileri, Ümraniye Belediyesi Kültür Yayınları kapsamında bir kitapta toplanarak yayımlandı. Ümraniye Belediyesi, ilim ve kültür dünyamıza yön veren önemli şahsiyetleri unutturmamak ve yeni nesillere kılavuz olmalarını sağlamak için üzerine düşen görevi icra etmeye devam ediyor. Bu düşünceden hareketle, yayınladığı birbirinden değerli kültür yayınlarına bir yenisini daha ekledi. Ümraniye Belediyesi, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, Sofya Yüksek İslam Enstitüsü ve Bulgaristan Cumhuriyeti Müslümanlar Diyaneti Başmüf-


28

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

tülüğü ile birlikte düzenlenen sempozyumda, öğretim üyelerinin sunduğu 10 bildirinin yer aldığı 178 sayfadan oluşan kitap, Ümraniye Belediyesinin destekleriyle kitaplaştırıldı. İslam Alimi Ahmed Davudoğlu Uluslararası Sempozyumu kitabının girişinde; Ümraniye Belediye Başkanı Hasan Can’ın yanı sıra, İbrahim Yıldız, Dr. Mustafa Hacı, Doç. Dr. Fikret Karaman ile Prof. Dr. Ali Köse tarafından yapılan açılış konuşmaları da yer alıyor. Davudoğlu’nun örnek teşkil eden hayatının, yeni nesillere aktarılmasını sağlayan Ümraniye Belediyesi; her kesimden vatandaşa hitap eden kitabı okuyucuya sundu.

Kar Altında Düşünmek

Raziye Çakır-09.Ocak.2017

Konu: Bizlerin haklarını savunmayacaksanız Bulgaristan parlamentosunda işiniz ne? Dobruca, Deliorman, Gerlovo, Koca Balkan baştanbaşa derin bir beyaza bürünmüş durumda. Öyle bir kış bastı ki, göz gözü görmüyor. İnsanlarımızın yaşadığı Varna, Razgrat, Dobriç, Şumen, Tırgov,ite, Aytos, Karnovat, köyler, geçitler ve yollar derin kar tabakası altında kaldı. Kar tabakasının birkaç metreyi bulduğu yerler


Makale ve Analizler - 2017

29

var. Perşembeden beri yola saplanmış, bazı yerlerde gruplaşmış TIR ve otomobil şoförleri mağdur, ana yollara da trafik yasağı getirildi. Elektik ve suyu kesilmiş köyler var. Okullar tatil. Hepimiz hepimize geçmiş olsun diyoruz. Bu kışın hastası vardır, cenazesi olur. Ne ambulans çalışıyor ne hastane yolları açılabiliyor. Özellikle Şumen’e bağlı Şeytancık’ta (Hitrino) o demiryolu faciasından sonra evlerine dönen yurttaşlarımızın durumu, kapısı, penceresi uçmuş evler, pencereden girip kapıdan çıkan rüzgar, elektriksiz ortamda çocuklu aileler olağanüstü ağır ve zor bir kış altında kaldık. Ciğeri beş para etmez yöneticiler bizi artık azıcık güneşe ihtiyaç duruma getirdiler. Anlattıklarım hikâyenin görünen kısmı, bir de karanlık kısmı var. Görünen kısmında çocuklar kardan adam yapıyorlar. Kimse kardan adamdan korkmuyor. Kimse beyaz kar örgüden de korkmuyor. Zaten beyaz teslim oldum demektir ve kar düştüğü an kar toprağa teslim. Toprak uygun bir zamanda yolunu bulur ve onu derelere, nehirlere, denizlere akıtır. Kardan adam hareket edemez. Elindeki süpürgeyi savuramaz. Ben karı temizlemeye geldim dese bile, güneş kendini göstermeden burundaki havuc kızartmakla kalır. Başındaki şapka hep siyahtır. İnsanlara ocağınızı yakın çocuklarınızı soğuklatmayın, bir ihtardır. Hakim olan inanç “kalın kar altında, büyük bereket yarat!” der. 100 km üstünde esen dondurucu rüzgara rağmen hala çalışan cep telefonumdan arkadaşlarımla dertleşirken, Durmuş Arda’nın kış uyarılarını ve sevilen yazarımız Niyazi Mamak’ın 2016 sonu ve 2017 başı olayları üstüne isabetli yorumunu okurken ünlü Amerika yazarı Mark Twain’de şu sözler dikkatimi çekti? Şaşarım yemeyip biriktirene, Onun bir fakirden farkı ne? Altın gömmüş 10 metre yerin dibine Altının orada dururken taştan farkı ne? Ve şu ağır ortamda ozanımız, HÖH milletvekillerine şu soruyu soruyor: Bizlerin haklarını savunmayacaksanız Bulgaristan parlamentosunda işiniz ne? Gerçekten şimdi kar altında kalan Deliorman köy-kent arası yolları ile ilgili çok önemli bir haber çıktı. Bulgaristan’da son yıllarda yapılan asfalt yollar, Danimarka’da yapılan kara yollarından 14 defa daha pahalıya mal oluyormuş.


30

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu yolların II. Borisov hükümeti zamanında devlet bütçesinden ayrılan paralarla yapıldığı dikkate alındığında, bu işte de soyulduğumuz gün ışığına çıktı. Benim kanımca Bulgaristan’a bol kar kadar, bir de akıl süzgeci lazım. Şu mecliste oturanlar bir km yol yapımı için 14 kat fazla para ödendiğine neden tepki göstermiyorlar, akıl erdiremiyorum. Deliorman’da dolaşan rüzgârın kulaktan kulağa gezdirdiği dedikodulara bakılırsa mecliste “hiç kimse ses çıkarmasın” kasası varmış ve milletvekillerine her ay el altından, imza atmadan 5 bin levacık dağıtılıyormuş. Sofya halk meclisinde Rüşvet ve Dolandırıcılıkla Mücadele eski Başkanı Yane Yanev’in yaptığı bir açıklama da bunu teyitlerken, şu kırıcı soğukta kendi içine sığınmış ve büzülmüş bekleyen kamuoyunu başka bir olay da iyice ırgaladı. Bulgar okul kantinlerinde ve fazla çocuk olan Çingene gettoları ve azınlıkların yaşadığı mahallelerdeki marketlerde satılan “lütenitsa” (közlenmiş biber ve domatesten yapılan bir ekmek üstü) kavanozlarında farklı bir uyuşturucu olduğu ve bunu yiyenlerin gün boyu uyukladığı TV - ekranına düştü. Buna itiraz edenler oldu, fakat özel analiz için gönderilen Hollanda laboratuarlarından gelen analiz sonuçları uyuşturucu kullanıldığını doğruladı. Ne oluyor yani, Çingenelerin uyurgezer dolaşmaları, çocuklarımızın okullarda başarısız olduklarını kanıtlamak için uyutan uyuşturucu kullanmak mı gerekiyor? Zaten kimsenin bir şey bildiği yok. Ortaokul diploması alanların okumayı sökemediği, yazı işlerinin de imza atmakla noktalandığı ortada. Bu oran Romen nüfus arasında % 44’ün üstündedir. Eğitim ve Teknoloji Bakanlığı Denetim Komisyonları hiç okula gitmemiş çingene çocuklarına ortaokul diploması verildiğini ve bunun Avrupa Birliği’nden alınan “azınlıkların eğitimi için gönderilen paraların harcama kalamlerinin haklı çıkarılması” amacıyla yapıldığını tespit etmiştir. Bu işlerde öğretmenler ve okul müdürleri el ele vermiş okul sistemimizin çürüme ve çöküş davasına hizmet veriyorlar. Kuşkusuz bu işte de bir hayır vardır, diyelim, çünkü dibe vurmadan hiç bir şeyin düzeleceği yok. Ben bugün oturmuş bu yazıyı yazıyorum da, aslında Sofya’da olmak gerekiyordu. II. Borisov hükümetinde görevinden atılmazdan önce Adalet Bakanı olan Hristo İvanov başkanlığında Rüşvet ve Dolandırıcılıkla Mücadele Partisi kuruluyor. Kurucu delege olarak davet edilmiştim. Ne yapalım, rüşvetçi ve dolandırıcıların da Allah’ı olmalı ki, kar kış bizi eve kapadı, yollar da kapalı ve gidemedim. Bulgar kamuoyu bu işlerin Türk milleti arasından da göz kaş olacak kadroları görev başına çağırmadan olmayacağını anlamaya başladılar. Besbelli Sofya Merkez Semtlerinde o uyutan “lütenitsadan” satılmıyor.


Makale ve Analizler - 2017

31

Kalın karı görünce umutlarımız biraz canlansa da, anlaşılan bize karşı Bulgar’ın niyeti niyet değil. Hak ve Özgürlük Partisi (DPS) beslemesi ve Moskova uzantısı olan, oylarımızla seçilen milletvekillerinden Danço Peevski’nin imtiyaz sahibi olduğu “Uykent” haftalık gazetesinin son sayısı elime geçti. Karıştırmaya başlayınca önüme “ALÇAK” başlığı altına toplanmış 2 çarşaf sayfa açıldı. HÖH yönetimi 1991’e kadar “Murat” ajan adıyla çalışan, HÖH Başkan Yardımcısı ve 3 süre milletvekili olan Ünal Lütfü’yi yere vurup domuzların oynaştığı çamura atmış. Fotoğraflı dosyanın altına “Namussuz” yazmışlar. Sayfayı okuyan bu olay Lütfü’yi bitirir, diyor ve “ya bu bizim Türkler arasında Kasım Dal’dan başka sözü geçen adam yok mu?” sorusunu çok sık sorarken, “O dosyasını temizletti ve bu dertten kurtuldu!” gibi yorumlar yapılıyor. Burada önemli olan Bulgar gizli servisine yaranma kıstası yok. Hadi çalışmış çalışmış, ama sen de adamdan istifade etmişsin, dosya kapanmış, fakat adamın içinde canlı bir korku var. Acaba beni yarın rezil etmezler mi korkusu. Çünkü Mark Twain’in de dediği gibi, mukayeseli ifade ettiğimizde, “dosya orada dururken tuvalet kâğıdından farkı ne?” Öyle değil işte. Kremlin parasıyla Bulgar basınının yarısına sahip olan ve bu işleri Ahmet Doğan’ın gölgesinde yapan ama artık “Ahmet’e, bak işine be saman çuvalı” diyecek kadar ileri giden D. Peevski, şimdi elindeki yazılı basında, yeni bir “Namussuzlar” seri başlatırsa, bak sen olacak olana. HÖH - DPS 26 Mart 2017’de bir tek milletvekili çıkaramaz. Ne demişler, en fazla en yakınında olandan korkacaksın. Ahmet Doğan General torunu Peevski!yi besledi ve şimdi olana ve olacak olana bak!... Bir bakıma, şu Bulgarlar yakında olacağı düşünemiyor, ama dağ ardındaki bazı şeyleri görebiliyor. Demek istediğim Türkler arasından “muhbir” seçerken daha ilk görüşmede, “Bulgarlara karşı yazmayacaksın!” talimatı veriliyor. Doğan dosyasında da var bu emir, “sakın Bulgarların hırsızlığını ve yankesiciliğini görme” demiş. Bu emir Ünal Lütfü’ye de verilmiş olmalı ki, o da başlıca ses sanatçılarından Mustafa Çavuşev ile Lili İvanova hakkında döşemiş. Ya Lütfü aga, sen kusura bakma ama, Mustafa Çavuşev’in küçük parmağından kestiği tırnak olamazsın, desem yanlış anlaşılır diye korkuyorum. Lili’ye gelince o da bizim buralı, ama kadıncağız Bulgar değil, Romanya göçmenlerinden, ismi ve soyadı Bulgar olduğundan millet yıllarca olayın özünü anlayamadı. Karaltında kalmış memleketimde düşünürken şu sonuca vardım: Eğer bir insan sürekli seni üzüyorsa anla ki mutlu etmek istediği kişi sen değilsin. Bizim toplum çok hasta. Bu bir çöküş ve çözülme hastalığı. Akıl erecek gibi değil. Dibe vurmazdan önce ancak şunu söyleyebilirim: Ben iyim doktor. Sen yüreği insan olmayanları tedavi et.


32

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bendeki hastalık sadece insan ve vatan sevgisi. Tedavi reçetesinde “bu mikroplar soğuğa dayanamaz” selam olsun. Sigara paketinin üstünde, “içinde petrol, nikotin, amonyak, fare zehri, siyanür var” yazıyor da fayda ediyor mu? Bu işler böyle, adam “Bulgaristan çıkarları” deyip iki biçiliyor ve bizim paramızla bizim köylere Danimarka’dan 14 kat pahalıya yol yapıyor. Rüşfet ve dolandırıcılık illeti bu kara dayanır. Soğuğa da dayanır, ayrık gibidir, bizimkilerin damarına işlemiş, memleket çökertir. Kar kalktığında devam ederiz. İnşallah Rüşvete ve Dolandırıcılığa karşı Mücadele Partisi bugün kurulmuştur. Ancak bu parti, karı kaldırır ve yolları açar....

Fırsat...!

Rafet Ulutürk-11.Ocak.2017

Konu: Bir Hayalin Sonu! 2002 yılına kadar Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH) Örgüt Sekreteri ve Genel Başkan Yardımcısı görevlerinde bulunan ve daha sonra Demokratik Kanat Partisini kuran Osman Oktay, Bir Hayalin Sonu ve HÖH Gerçeği başlıklı bir kitap yayınladı. Birinci baskısı hemen tükenen bu siyasi araştırmanın arka kapağında O.Oktay şöyle tanıtılmıştır: “Bu kitap ne bir otobiyografik çalışma ne de Bulgaristan’da gerçekleşmeyen Kısa Demokrasiye Geçiş tarihidir. Eserde, şafağın ağarışı, umudun dikenli yolları, güzel bir gerçek olarak sunulan hayalin doğuşu ve batışı konu edilir. Alçaklık, hainlik ve yalan anlatılır. Birçok kişinin hayatını allak bullak eden, sinsi oyunlar ağına işaret edilir. Ülkemizin bugünkü yönetiminde rol alan kişiliklerin yükselişi ve çöküşüne ışık tutulur. Bir evceğizim olsun, komşularım olsun, kendi ismimle yaşama hakkım olsun gibi çok basit arzuları olan insancıkların nasıl susturulduğunu anlatır. Bu kitap, tarihin ve olayların satranç tahtasını dizen o görülmeyen ellere rağmen, başından geçenleri anlatmak için yüzleşmeye cesareti olan insanların birinci ağızdan siyasi öyküsüdür.” Oktay’ın aylardan beri yazdığı “Kitap yazıyorum, kitap yazıyorum!” diye anlatıp ballandırdığı bu 133 sayfalık olayın son sayfasında şöyle deniyor: Sonsöz


Makale ve Analizler - 2017

33

Bulgar devlet güvenlik örgütü “DS”nin en başarılı projesi olan Bulgaristan’da sözüm ona kansız ve yavaşça gerçekleşen geçişten sonra günümüz Bulgaristan’ındaki son durum şudur: Bulgaristan Avrupa Birliliği’nde en fakir ülkedir. 3 milyon genç ve tahsili geni ülkeyi terk etti. 2 milyondan fazla emekli Avrupa Birliği’nde en düşük olan 150 ile 300 leva arasında emekli maaşıyla yaşamak zorunda bırakılmıştır. Dünyada en çok bankası iflas etmiş ve bankalarından 30 milyar leva çalınan ülke Bulgaristan’dır. Bulgaristan ekonomisi çalışmayan bir ülkedir. Basın yayın (medya) özgürlüğü tamamen kısıtlanmıştır. Sayısı belli olmayan işsizlik almış başını tırmanıyor. Çingenelerle etnik çatışma ortamı giderek kızışıyor. Binlerce sanayi tesisinin özelleştirilerek kapatılmasından sonra hiçbir yerde iş tutamayan bütün bir neslin normal emekli olabilmesi ve hatta asgari ücret alabilmesi için hiçbir şans kalmamıştır. Bulgar toplumu şöyle parçalanmıştır: yoksullar ve zenginler; Bulgarlar ve Çingeneler; Rusofiller ve Rusofoblar; komünistler ve demokratlar. “Ayır buyur” düzeni bütün kuvvetiyle uygulanıyor. Ülkeyi yönetenler 3 milyon gencin Bulgaristan’dan ayrılmasına; ilaç parası yetiştiremeyen emeklilerin zavallılığına, çöp kofalarından geçinmeye çalışanlara, doktora gidemediklerinden ölen insanlara yönetimin seyirci kalınan bir ülkenin normal bir devlet olduğu asla iddia edilemez. Oktay’ın yaptığı bu sıralamaya her yıl 64 bin kişi azalan Bulgaristan’ın istihbaratı, polisi, devletin ana kolon ve kirişleri demirden, betondan değil de, nikelden olsa kaç para eder, ya da en işe yaramayanların arasında Ahmet Doğan gibi en büyük hainler KGB’nin Bulgaristan istasyon şefi olsa ne gezer diye sormak istiyorum. Sayın okurlarımız, biz BG-SAM grubu olarak bu kitaptan bazı bölümleri seçip tercüme ederek sizlere sunmak istiyoruz. Çünkü yalnız Osman Oktay değil, ondan önce sonra büyük sayıda Genel Başkan Yardımcısı - Mehmet Hoca; Güner Tahir; Kasım Dal, Lütfü Mestan ve başkaları Hak ve Özgürlük Hareketinden şöyle ya da böyle pek önemli değil, çünkü bu partiden bir defa ayrılan asla geri dönmüyor. Ayrılanların hepsi siyasi parti kurdu, fakat HÖH kitlerini oluşturanlar yeni partiye akmadı. İşte bu siyasi sürercin kırılmayan kırılma nokrası burasıdır. Neden sömürüldüğünü bilen, soyulduğunu bile, perspektifsizliğini


34

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

bilen insanlarımız HÖH’ten ayrılıp GERB partisine kayıyor da yeni bir Müslüman Türk partisinde toplanmıyor, birleşmiyor ve el ele vermiyor? Osman Oktay bu sorulara cevap vermiyor. Bulgaristan Türklerini yeniden yüreklendirme işini ne Oktay, ne Kasım, ne Mestan hiç biri yapamadı? Neden? Hiç birisinin kafasında hiçbir ideolojiden beş kırıntı da mı yok? Neden insanlarımız mevlitlere toplanıyor, namazını kazaya bırakmıyor, orucunu sektirmiyor da, HÖH partisinden örneğin DOST’ta çekirge gibi atlamıyor. 6 ve 13 Kasım 2016’da, yeni Cumhurbaşkanı seçiminde de, durum aynıydı. General Rumen Radev bir Rusya sevdalısıdır. NATO ve AB siyasetine yüz çevirecek ve durumumuz da ha da kötü olacak dememize rağmen, her kez işitse de, kimse duymadı, söylenenleri ciddiye bulmadı. 22 Ocakta Cumhurbaşkanı görev değişimi yapılacak, post-komünizmin parlak temsilcisi Rumen Radev Cumhurbaşkanı koltuğuna oturacaktır. Geçici seçim hükümetini kurması için II. Simyon Saks Koburgotski döneminin Meclis Başkanı Ognyan Gercikov’u Başbakan atama kararı almıştır. Seçim kanununda son değişiklikleri yapması ve gerekirse halk oylamasında istenen sistem değişikliğine gidilerek, “majoriter” seçim sistemiyle yeni genel seçime 26 Mart 2017 günü gidileceğini ilan edecektir. Yılbaşından Beri Bulgaristan Susuyor. Yeni oyun kuruyorlar. Şu an 8 partili mecliste tam 40 parti ve hareket var. Hepsi bir başka tarafa çekiyor. Borisov’un Kasım ayında yaşadığı ciddi yenilgiden sonra kiminle hükümet kuracağını kestirmek imkânsızdan zor gibi. Milliyetçilerin “Yurtsever Cephesi”ne istediğini bilmiyor ve çürük ve çatırdayan bir tahta; Reformcu Blok parçalandı; Merkez sağda “Evet” - Bulgaristan, “Da” Balgarya, partisi kuruldu, sözde adalet reformu yapılmasını isteyecekti. İstek çuvalını birden bire büzmüş, kurultay “Başsavcının istifası” ve “eşcinsel evliliklerin yasallaştırılması” gibi iki noktada birleşebilmiş. Reformcu Blok’tan ayrılan avukat Radan Kınev’in sözde o da orta sağ partisi kuruldu da henüz yüz görümlüğünü almadı. Birkaç haftaya kadar birçok yeni parti kurulması bekleniyor. Eskiler saksıda çiçek gibi ne büyüyor ne açıyor. “Üst Akıl” mesai yapıyor. Majoriter bir seçim sistemine göre halk meclisine dolan 240 kişi arasından bir 130 uyumlu siyasetçi aranıyor. Bunlar GERB ve BSP’den de olabilir. Bu iki partinin anası ve babası Bulgaristan Komünist Partisidir. Parti yönetimleri anlaşamasa ve kaynaşma imkânı görünmese bile en fazla oy alarak seçilen milletvekilleri kişiliğinde bir çoğunluk oluşturma kapısını açık bırakmak gerekir.


Makale ve Analizler - 2017

35

Faşizm kokuyor. Yine Reformcu Blok’ın hala ayakta kalan “Vatandaş Birliği” adlı şu anki istifasını sunmuş hükümetin başbakan yardımcısı ve Eğitim ve Teknoloji Bakanı Migleva Kuneva’nın siyasi yandaşı ve eski Eğitim Bakanı Mihaylov, seçim “majoriter” sisteme göre yapılacaksa, okuryazar olmayanların seçime katılmasının önlenmesini istedi. Demek oluyor ki, yeni meclis bileşiminin yalnız okuryazar olan bilinçli kişiler tarafından seçilmesinin hem uğurlu hem de doğru olacağını gündeme getirdi. Çingene nüfustan olup elinde ortaokul diploması olanlardan % 44’ün harfleri bilmediği, okuyamadığı, hesap yamadığı ortaya çıktı. Buradaki hesaplar Çingene kitle üzerinedir. Onların oyları son hesapta 30 leva ve 2 kilo dana eti karşılığı meclisin rengini belirliyor. Olay son derece ciddi. Vaktiyle Naziler Yahudilere ve Çingenelere oy kullanmayı yasaklamıştı. Bu gidiş gidiş olamaz!! Meclisteki durum Kısır döngüye giren halk oylaması sonuçları birkaç zamandan beri mecliste kavgalı tartışılıyor. Gelişmeler şöyledir. Halk oylamasında 2 milyon 500 bin seçmen “siyasi sistem, bu arada özellikle seçim sisteminin değişmesi için oy kullandı.” BSP, HÖH - DPS, Yurtsever Cephe ve VMRO gibi partilerin temsilcileri, seçim komisyonunda “halk oylaması sonuçlarını görüşmeyi kabul etmediler.” 78 oylu en büyük siyasi parti GERB meclisin siyasi sistem değişikliğini hemen görüşmesinde direniyor. Şöyle bir durum da var. Hukukçulara göre, halk oylaması sonuçları dikkate alınmadan, seçim kanunu değiştirilmeden bir erken seçim yapılırsa, Anayasa Mahkemesi seçim sonuçlarını tanımayabilir. BSP ve HÖH, seçimlerin eski sistemle (çoğulcu sistem) yapılmasında ve seçimden sonra da, referendum sonuçlarının ele alınmaya başlamasında anlaşmış görünüyor. Bu kadar keskin ve çok çelişkiyi bir yumrukta birleştirmenin yolu yok gibi... Ufuktaki beklentiler, GERB ve BSP’nin mecliste birleşip ortak hükümet kurarak, totaliter yapıyı ayakta tutma görevini sürdürme ihtimaline işaret ediliyor. Bu yönde ilk örneği “ABV” partisinin yönetiminden Başkan ve Başkan Yardımcılarının görevlerinden ayrılıp kenara çekilmeleri göstermiş oldu. Siyaset her zaman gebedir. Birileri için karışır, diğerleri için bir fırsattır...


36

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Yol Daralıyor

Nedim Birinci-11.Ocak.2017

Konu: Eğilimin değişmesi toplumsal istek midir? Kış bastı. Kalkmıyor. Yollar kapandı. Açılamıyor. Güneş saklandı. Yüzünü göstermiyor. Yanlış olduğunu düşünenleriniz olabilir, fakat sanki doğal süreçlerle, sosyal süreçlerin arası açılmış ve Bulgaristan hava durumuna rağmen, genel erken seçime gitmek zorundadır. Muhtemel tarihi 26 Mart 2017 olarak gösterilen bu seçimlerin çok önemli olduğu veya olacağı da sanki odun atılmadan patlamayan ve kendiliğinden sönen kış ateşine benzer bir süreç yaşıyor. Gazeteler “seçim”, “seçim” demez oldu. Siyasetçiler de TV stüdyolarına toplanıp “şöyle olacak, böyle olacak” demez oldular. Tabi, siz sayın okuyucum, “üst akıl düşünürken, küçükler susar”, demekte haklı olabilirsiniz. Gerçekten etraf karşı, havada yağmur bulutu yokken, rahmet düşmesini beklemek yanlış olur. Bir takım hesaplar yapıldığı, siyaset yoluna düşmüş bazı taşların kaldırılıp yol kenarına çekilmek istendiği ortadadır. Şu dönem bunlara taş demeyelim de, yolları yani siyasi iletişimi kesilmesine neden olan, kar tipileri deyelim. Böyle bir olay olara, Bulgar gizli polisinde 1967’de kurulan ve totalitarizm döneminde siyasi polis rolü gören, VI. Şube Şefi - (gestapo unvanıyla ünlü) Albay Dimitır İvanov’un “Altın Yüzyıl” ödülüyle ödüllendirilmesi yeni eğilime doğru atılan bir önemli adımdı. Olay şöyle ki, Albay İvanov, emekli maaşını almış, totalitarizm zamanında inşa ettirdiği özel konağına çekilmiş, Vitoş Dağı güzelliğini hayranlıkla izlerken uyuklayan ve ardından şekerlemeye geçen biri değildir. O son 27 yılı kapsayan sözde “Geçiş Döneminde” Bulgar siyasetinin Rusçu, sol totaliter kanadın kolon ve direklerinden biriydi. Ve olabilir ya, onun gibi birkaç totaliter kolon kaysaydı, zulüm dönemi tarih çukuruna düşer ve gömülürdü. O önce, komünist totaliter düzenin yeniden cilalanması ve yaşatılması işine başladı. O zaman Moskova’nın “üst aklı” ve finansal destekleriyle kurulan, “Multigrup” Genel Başkan Yardımcısı görevini üstlendi. 1989’dan sonra ayakta kalan ve çalışmalarına devam eden bütün sanayi tesislerinin “giriş ve çıkışına” yerleştiler ve hammaddeleri pahalı satıp hazır ürünleri de bedavadan ucuza alıp çok pahalıya satarak hem “Multigrubu” devleştirdiler, hem işletmeleri çökerttiler ve hurdaya çıkarıp sattılar. Bu paralarla Albay İvanov sosyalist partinin basın yayın işlerini üstlendi, birkaç gazeteyi ayakta tuttu, önce yazılan post - komünist


Makale ve Analizler - 2017

37

yazı ve yorumları ballandıra ballandıra yenir yutulur bir ideoloji haline getirdi. Sonuna Bulgaristan NATO ve AB üyesi olsa da “nüfusun beşte dördü Rusçudur”, talebiniz nedir? diyebildi. Halen Burgaz ve Varna sayfiyelerinde yüzlerce Rusya Federasyonu bayrağı dalgalanıyor, görmüyormusunuz? Baksanıza? Biz gerçekleri reddedemeyiz demeye hazırlanıyor. Ve bu arada Bulgar istihbaratına kadro yetiştiren “Kütüphaneci Enstitüsü” (Bıblıotakarskı İnstitut) kurdu ve Rektör yardımcısı, Doktor, Doçent, Profesör oldu. Nihayet 2016 Kasımında başka bir totaliter koruma ve demokrasi Orgenerali olan Boyko Borisov II. Hükümeti kızağa çekilirken, Albay Dimitır İvanov, başka bir “Multigrup” yavrusu olan Kültür Bakanı Vejdi Raşidov tarafından “Altın Yüzyıl” ödülüyle ödüllendirildi. Bakan Raşidov kendini hep bir Türk olarak, komünizm kurbanlarından biri olarak tanıtmaktan ve göstermekten vazgeçmedi. Bu konuda kitap da yazdı. Aynı zamanda eğer totaliter - komünist rejim bir engerek yılanlıysa onun ağzından ve onun en büyük yavrularından biri olan “Multigrup” elinden altın paracık almaktan vazgeçmedi. Önce 1987’de aydınlarımız “Belene” kampında kan kusarken, hapishaneler tıklım tıklımken, o Parist’e Avrupa Altın Sanat Ödülüyle ödüllendiriliyordu. Ama “adam bir heykeltıraş, ne olmuş yani, bizden biri de bir altın ödül alsın, hak etmiş almış” diyebilirsiniz. Haklısının, biz de övünüyoruz, seviniyoruz. Ama Bulgaristan Müslüman Türklerine toptan kan kusturulurken, aralarından birinin seçilip, altın tepside, gümüş kaşıkla beslenmesine ne dersiniz? Aslında konumuz Vejdi Raşidov değildir. O “üst aklın” emirlerini yerine getiren bir piyondur. Dimitır İvanov’a “Altın Yüzyıl” ödülünü vermekle o, dosdoğruyu öğrenmek isterseniz, “Multigrup” Başkan Yardımcısı D. İvanov’un imzasıyla aldığı paralara, 20 yıl sonra da olsa, teşekkür etti. 20 yıl önce “paralar güvenilir adamlara dağıtılırken” ve komünist zihniyet geçiş döneminde işe yarayacak “uyuyan kişi ve hücrelerini” oluşturup yemlerken, tam da bugün 19 Ocak 1997’de Sofya’da Meclis Binası ateşe verilmişti. Demokratik gençliğin devrim kıvılcımlarıyla alevlenen meclis, ülkeye gerçek demokrasi getirmek, “Multigrup” gibi Moskof soygun tröstlerini gömmek, totalitarizmi aynı ateşte yakarak külünü savurmak için çatır çatır yanıyordu. Sonra ne mi oldu? Sonra mı ne oldu bizim demokrasi atılımı suyunu çekti. Nasıl mı oldu? Yolların yürümekle aşındırılamayacağını, meclisin ve BKP Merkez Komitesi binalarının ateşe verilmesiyle hiçbir şeyin değiştirilemeyeceğini sanki kavradılar, ya da onların kitle psikolojisine, olabilir ya bilincine “burada bir şey olmaz, demokraside yaşamak istiyorsanız, Batıya gidin, kapı açık, doya doya demokrasi için!” dediler. Düşünebiliyor musunuz. 1990 - 2000 yılları arasında Bulgaristan’da


38

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

yüksek öğrenim gören gençlerden % 80’ni Almanya’yı, Avustralya’yı, Amerika’yı, Kanada’yı, Yeni Zelanda’yı boyladılar. Gidenlerin toptan sayısı 3 milyon kişidir ki, bunlar 1970’li ve 1980’li yılların çocukları ve 1990’lı yılların delikanlılarıydı. Tam o dönemde bize de “Türk gibi yaşamak isterseniz işte Türkiye” demediler mi? Bu bir kovmaydı. Ülkeyi düşünenlerden arıtma süreciydi. Türklerle birlikte Bulgarlar da kovuluyordu. Bilmiyorum hatırlayabilecek misiniz, o zaman, Bulgar yazar Georgi Markov, Londra’da BBS radyosunda “Uzaktan röportajlar” okuyordu. Haftada bir okuduğu yazıların ortak bir adı vardı: “Tahammülsüzlük” ve bu yazılarındaki ülkemizdeki tahammülsüzlüğü anlatıyordu. “Komünizmle demokrasi birbirini boğazlamışlar, ikisinden birisi yenik düşecek, ama hangisi?” diye soruyordu. O gün bu gün üzerinden 20 yıl geçti. Onlardan hiç biri artık “genç” değil ve kalplerindeki kıvılcımlar söndü dönecek, geri dönseler bile ellerinde birer ikişer tonun, “dede, dede” deyip onları rahat bırakmıyor. Emellerinde “Vitoş Dağına bakan” bir köşke yerleşmek ve ikindi şekerlemesi yapmak var. Ama sorunun özü şudur: Albay Dimitır İvanov’un 1966 - 1990 yılları arasında binlerce suç işleyen, yalnızca 1984 - 1989 yılları arasında 39 kardeşimizi kurşunlayarak öldüren, binlercemizi hapishanelerde çürüten sistemin en sorumlu subaylarından biri olarak ne zaman halk mahkemesinde yargılanacak? Sorun budur. Paçayı sıvayan komünist rejimin katil “DS” subayları, Merkez Komitesi üyeleri, gardiyan ve savcılar sanki “Altın Yüzyıl” ödülüyle ödüllendirilmekle, ödülü Kültür Bakanı Türk Vejdi Raşidov’un elinden almakla 1900 - 2000 arası tüm yıllar için yani Büyük Bir Asrın Tüm Suçları için aklandılar. Bu sembolik ve çok anlamlı bir ödüllendirmeydi. Artık Bakan koltuğundan çekilebilir ve Bulgaristan Türkleri ve demokratik Bulgar aydınları arasında yüzüne bakacak kimseler kalmadığı için, İsviçre’ye - Alp Dağlarına oğlunun dağa-evi otelinde “ikindi şekerlemesine” çekilebilir. Fakat bazen insan bir şeye tam niyetlendiği zaman, bir kösteklenme oluyor. 9 Ocak 2017’de Sofya’da böyle bir olay yaşandı. Artık taşkafa - hain - polis eğitiminde büyük başarılara imza atan Albay D. İvanov’un akıl ürünü olan “Kütüphaneciler Enstitüsü” yine “üst aklın” işaretiyle, 1966 - 1990 yılları arasında ünlenmiş bir şair olan, fakat şiirlerinin komünist kazanda kaynatılmasına ve Türk düşmanlığı dikenleriyle süslemekten kaçınan ünlü yaratıcı Tsvetan Tsanev’e de bir “Altın Yüzyıl” ödülü verelim ve terazi dengelensin, haberi çıktı. Şair Tsanev, bir “DS” katiline verilen bir ödülü ben “almam” dedi. Raşidov’a bu “işi de bitir ve nereye gidersen git” demişlerdi. Bakan da, “ucunda paracık olsaydı, mutlaka alırdın, daha önce nasıl alıyordun!” deyince dananın kuyruğu birden koptu. Tsanev, “Albay Dimitır İvanov’a verilen ödülü benim de almam,


Makale ve Analizler - 2017

39

katilleri haklı çıkarmam ve komünist suçluları bayrama davet etmem olur” deyince, kamuoyu yeniden kaynadı. Olayın siyasi yanı: 1997’de meclisin yakılmasından sonra Bulgar toplumu demokrasi taraftarlarından arındırıldı. O zaman ülke baştanbaşa mavi bayraklarla süsleniyordu. Bugünkü Demokratik Güçler Birliği (CDC) partisinin beş buçuk üyesi var. Son 20 yılda toplum sindirilip korkutuldu. En büyük hainler zırhlı araçlarla devlet koruması altına alındı. Bunların başında “Multigrup” kodamanlarından Ahmet Doğan gelir. “Multigrup” Başkanı İliya Pavlov öldürüldü. Sistem dağıtıldı. Fakat en güvenilir adamları o zihniyeti, toplumu çökertip külünden yeniden dirilme zihniyetini yaşattı ve bugüne taşıdılar. 13 Kasım 2017’de Rusçu General Rumen Radev’in Cumhurbaşkanı seçilmesiyle yeni kapı açıldı.Yeni yol oldukça dar. Bu dar yolda Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) ile Bulgarların Avrupa Vatandaşları Partisi (GERB) yan yana yürümek zorundadır. Zaten ikisi de aynı yılanın iki yumurtasından çıkan iki yavrusu değil mi? Bu işi yaparken aydınlara düşen rol çok büyüktür. Onlar, bugün de, birbirinin yüzüne bakamayacak durumdaysalar, o zaman yeni parçalanmalar beklemeliyiz... Noktaladım.

İlkesiz ve Hedefsiz Erken Seçim

BG-SAM-13.Ocak.2017

Bulgaristan’da erken seçim 26 Mart 2017 Pazar gün yapılacak. Yeni Cumhurbaşkanı Rumen Radev, 23 Ocak’ta yapılacak görev devit töreniyle koltuğuna oturunca, erken meclis seçimlerinin 26 Mart 2017’de yapma kararını imzalayacağını ve geçici seçim kabinesini bir hafta içinde açıklayacağını duyurdu. Yeni Cumhurbaşkanı Radev’in yine hemen atmak istediği başka bir imzayla 43. meclisi dağıtmak istemesi, ülkedeki derin siyasi bunalıma oldu-


40

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ğuna kesin işarettir. Süreğen hale gelen sosyal - ekonomik ve siyasi bunalımın geçici tedbirlerle, çekirgeler gibi seçimden seçime sıçramakla atlatılamayacağı güneş gibi ortadadır. Bu defa siyasi bunalımın meclisi de felç ettiğini, Cumhurbaşkanını paralize ettiğini, o bu partiye kabine kurma süresi tanımakla atlatılamayacağı kesin göründü. Gazeteler “Bulgaristan Bunalım Bataklığında” yazarken, artık fazla açıklama yapmaya gerek duymuyor. En önemli olansa bunalımları derinleştiren motor çalışıyor, fakat bizi bunalımlardan çıkaracak siyasi güçlerin motoru bile ateş almıyor. Halk bezmiş hamle yapmaya yanaşmıyor. Ülkeyi bunalımdan çıkaracak lider göremiyor. “Üst akla” da inanmıyor. Seçim ortamı henüz kızışmadı. Geçici hükümet başkanlığına eski meclis başkanı Gercikov’un atanacağı paylaşıldı. Sosyalist Partisi ise seçim öncesi yıpranmamak için kabineye bakan vermek istemiyor. Seçimden tam 73 gün önce Bulgaristan’da durum: Ülke kar altında. Yollar kaygan. Sınır kapılarında kilometrelerce kuyruk var. Elektrik sıkıntısı ve kesintiler başlamasa da soğuk rezervden kömür tüketimine başladı. 7,5 mgb elektrik tüketiyoruz, 2014’ten beri en yüksek tüketim tavanıdır, üretim kapasitemiz 11 mgb. Yollar açılamadı. Varna Ruse treni 4 saat yolu 14 saatte alabildi. Burgaz uçak alanı kardan kapalı.. Türkiye elektrik istedi, veremiyoruz cevabı verildi. Romanya’da elektrik almak istedik, veremeyiz, dediler. 2017 Bulgaristan’da asgeri geçim sınırı 314 leva (157 Euro) olarak belirlendi. 2017 asgari ücretse 464 leva (232 Euro) olarak saptandı. Avrupa’nın en fakir ülkesiyiz. Bulgaristan’da nüfusun % 41’i asgari geçim standardı sınırı altında yaşamak zorundadır. Son açıklamayı, Avrupa Sosyalist Partileri Başkanı Sergey Stanmışev yaptı. 6 Kasım 2016’da yağılan Cumhurbaşkanı seçimiyle birlikte bir de halk oylaması - referandum yapılmıştı. 2.5 milyon seçmenin istediği siyasi sistemde değişiklik istedi. Meclis halkın iradesini dikkate almadı. Seçim kanununu değiştirmeden tatil ediliyor. Majoriter seçim sistemi tartışmaları 44. meclise kaldı. Bu gidişle Bulgaristan’da 2017’de arrt arda 2 genel seçim yapılacak. Çünkü 22 milyon 500 bin seçmen ülkede her an protesto dalgasını Sofya’ya taşıyabilir. Bulgar Anayasasına göre, referandum sonuçlarının halk meclisine girmeden yasallaşması için, son genel seçimde kullanılan oylardan 1 (bir) oy fazla alması gerekiyordu ki, Yüksek Seçim Komisyonu bunun için “12 bin oy eksik” dedi. Yeni-


Makale ve Analizler - 2017

41

den saydılar “yine yetmedi” dediler. İtirazlar, Yüksek İdari Mahkemeye takıldı. HÖH partisi de BSP ile birlikte majoriter sisteme karşı çıkıyor. Bulgaristan’da bugün 402 siyasi parti var. Bunları sağ ve sol olarak iki kanata ayırmak çok zor. Çünkü şimdiki durumda ancak köylü kentli; çalışanlar ve işsizler; devlet konumlarının sağladığı sosyal yardımla geçinenler veya dış ülkelerdeki yakınlarında gelen havalelerle geçinenler vb ayrımlar yapabiliriz. Politik arenadaki ayrım ise şu dönemde genellikle Rosofil ve Rusofol olarak ikiye bölündüler. Bu grupların egemen ideoloji yok. Nüfusun, siyasete yansıyan ruhsal durumu geleneklerden gelen insiyaki ve bugün esen rüzgâra göre hareketleniyor. Türklerle birlikte yaşanan geçmiş unutturulmak isteniyor. Son seçimde gece gecesi dağıtılan oy başı 20 leva ve hane başı 2 kilo et etkili oldu. Siyaset çok ucuzladı. Parlak kimliksiz olsalar bile 402 partiden % 10’nu yani 40 tanesi şu ya da bu oranda olsa da, 43. mecliste yer aldı. Meclisteki 8 parti grubunda bu siyasi güçlerin irileri şunlardır. 78 milletvekili ile Bulgaristan’ın Avrupa Vatandaşları Partisi GERB birinci sıradadır. 39 milletvekili ile Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) ikinci ve 30 milletvekili ile Hak ve Özgürlükler Partisi (DPS) üçüncü partidir. Önce Avrupa’da ve giderek 2015’ten sonra Bulgaristan’da değişen siyasi durum, kışkırtılan “terör korkusu”, özellikle de göçmenlerle gelen siyasi gerginlik milliyetçi-ırkçılığı kabartı. Bunun göz çıkaran örneği, milliyetçi lider, VMRO milliyetçilerinin başı Kr. Karakaçanov’un Cumhurbaşkanı seçimlerinin birinci turunda % 15 oy alması oldu. Bulgaristanda sol milliyetçi “Ataka” partisi ile sağ sıra dışı VMRO ve “Yurtsever Cephe” gibi partiler erkem seçimde yeni doruklara yükselecekleri hesabını yapıyor. İzledikleri popülist siyaset son derece tehlikelidir ve memleketimizi büyük bir felakete sürükleyebilir. Bu tırmanmanın ucu her zaman Türklere ve azınlıklara yöneldiğinden dolayı, son aşamasında faşizm gizleyen bu gidişin önlenmesinde 26 Mart 2017 seçimlerinde kesik kararlı ve bağlaşıklık siyasetine açık biçimde hareket etmeliyiz. Faşizm Bulgarlar için de zulüm demektir. Halen kayıtlı olan 6 Türk partisi liderinin aralarında “ben daha büyük ajandım” kavgasına son verip siyasi tabana dönmeleri sağlık verilir. 43 Meclis döneminde ülkemizde “ötekileştirme siyaseti” aldı yürüdü. Bu siyaset sağ - sol milliyetçilerin baskısıyla azınlıkları devlet yapısından söküp atma yönü aldı ki, olay faşizm koktu. Müslümanlara karşı ötekileştirme önlemleri “Yusersever Cephe” ve VMRO - “Ataka” gibi sağ cephe marjinellerinin yakın ve uzak stratejisini birleştirdi. Bugün Sofya “Banya Başı” camiinde ezan okunması yasağına karşı imza toplandı. Faşizm adım adım ilerliyor. Her zamankinden daha sıkı bir birlik ve beraberlik sağlama yolları bulmalıyız. Bugünden


42

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

sonra siyaset halkı aldatıp oy toplamaktır diye düşünenler, bu işten vaz geçsinler. Şu an ülkedeki Bulgar nüfusun beşte dördünün Rusofil’liğinin yeşerdiği izleniyor. Avrupa Birliği ve NATO’dan kopma süreçleri başlarsa bunalımlarımız daha da derinleşebilir. 26 Mart’ta yapılacak erken seçimle ilgili yeni bir yönelime adım atıldığı hissedilmiyor. Bu seçim majoriter sisteme göre yapılmıyorsa, halkın öfkesini, hiddetini, kinini almak için yapılıyor diyebiliriz. Erken seçimi en fazla isteyen sosyalist parti (BSP) Başkanı Bayan Korneliya Ninova seçimden sonra GERB partisi ve HÖH partisi ile işbirliği ve ortak hükümet yapmayı daha şimdiden reddediyor. Yani permanent yani ardı arası kesilmeyen ve sürekli derinleşen bunalıma şimdiden kapı açıyor. Bir ay önce istifa eden GERB ise kendi kontrolünde olan belediyelere 2 milyar 400 milyon leva para dağıtmıştır. Bu önlemler de seçime sıkı adımlarla gidildiğini gösteriyor. BSP, HÖH, ABV gibi partiler majoriter seçim sistemini rafa kaldırdı. *** Her şey durgunluk içinde Kar altındaki Bulgaristan’da durumun vaziyetinden en memnun olan güzlüklerdir. Geceleri soğukluk derecesi sıfırın altında 20’ye kadar düşse de, bu kar tabakası altında arpa buğday filizlerinin kar altında 30 - 35 dereceye kadar dayanabileceğine özellikle dikkat çekiliyor. Ülkede durum 2011 ve 2012’den büyük farklılık gösteriyor. Bundan 5 yıl önce GERB partisi yükseliş halindeydi. Başbakan Borisov 2013’te Şubatında başlayan protesto dalgasını tusunami sanıp ansızın istifa etmişti. Sonra seçimleri yine kazandı. 2016’da bu formül işlemedi. 2016 Ekiminde Cumhurbaşkanı seçimlerini kazanamazsak istifa edeceğim dedi. Kaybetti ve istifa etti. Bu istifa toplumun değişmeye başladığı döndüğü bir zamana rastladı ve her şeyin bir sonu olduğu gibi GERB partisi yıldızının da sönmeye başladığını gösterdi. Halk oylamasından sonra, majoriter seçim yapılırsa açarız kesenin ağzını ve dolarız meclise hesapları tutmuyor. Çünkü sosyalistler sistem değişikliğinin yolunu şimdilik kesti. GERB partisinin 2009’dan beri süren yönetimi ülkeye hiç bir şey getirmedi. Yoksullar ordusu kalabalaştı. Çingenelerin yaşadığı GETTO sayısı arttı. Eli diplomalı ama okuryazar olmayanların oranı % 41’i buldu. Nüfus yaşlandı. Yoksullar ordusu kalabalaştı. Doğum oranında değişme yok. 3 milyon genç ülkeyi terk etti. 21. yüzyılın başında Bulgaristan bir iç göçle gruplaşma süreci yaşıyor. Bulgar nüfus Koca Balkanın kuzey ve güneyinde Sofya - Varna ve Sofya - Burgas demir ve otoyollarının ve Makedonlar da Struma ırmağı boyuna toplanıyorlar.


Makale ve Analizler - 2017

43

Ülkenin boşalan köyleri ve küçük kasabalar Çingene nüfusa kalıyor. Azı dişsiz, eli bastonlu insanlar ülkesine hiç kimse ciddi yatırım yapmak istemiyor. Gazeteler, Bulgar halkı için “mesul olmayan” değimini kullanmaya başladı. Meclis sorumsuzlukla itham ediliyor. Hükümet kendini birşeyler yapanlar arasında birinci sırada göstermek çabasında. Uygulanan Avrupa Halk Partilerinin geçerli taktiğidir. Bulutları sayıyorlar. Sadece devasa olan ön plana çıkarılıyor. Şerit kesmen ve açılış yapma törenlerinin ardına gizleniyorlar. Onlara göre, önemli olan makro ekonomi ve ancak bir yıl öncesi ile kıyaslamada bulunmak. 1990’dan beri % 90 küçülen ve sıfırlanan, kansızlaşan Bulgaristan ekonomisinin geçen yıla kıyasla % 2.3 yükselmesi ne anlama gelir? Avrupa’da en düşük emekli maaşlarıyla geçinmek zorunda kalan Bulgaristan vatandaşlarının % 41, aylık gelirleriyle ayı çıkaramadığı ve sefiller yelpazesinin en dibinde olduğu ortadadır. Halka son nefes aldıran, dış ülkelere gidip çalışarak sılaya birkaç para göndermeye çalışan vatandaşlar sağ olsunlar. Onlar da olmasa durum çok daha kötüleşecektir. Çünkü insanların geçim göstergeleri devasa işlerle ölçülmüyor. 37 yıl çalışıp prim ödeyen bir işçinin bugün ancak emekli maaşıyla ilaçlarını alabilmesi, çok derin bir çöküşün ifadesidir. Bundan 20 yıl önce 9 Ocak 1997’de Bulgar gençler, üniversiteliler taşlı sopalı saldırıyla milletvekillerini meclisten kovmuşlardı. Yeni seçim istemişlerdi. O zaman bu istek çok daha kesindi. 2016 - 2017 kışında siyasi bunalıma 20 yıl öncesine kıyasla daha şiddetli bir çözüm aranıyor. Halkın aç olduğunu bilen hükümet karlı yolları açılan köylere yardım paketleri dağıtmaya devam ediyor. 1997 halk direnişi 1990’ın henüz sönmemiş ateşinden kudret almıştı. 1990’ın unutulmayan özgürlükçü büyük atılımları, totalitarizmin sökülmesini önlemek için elinden geleni ardına bırakmayan sosyalistlere karşı şahlanıştı. 1995 - 1997’de tek başına iktidar olabilen sosyalist parti, Başbakan Jan Videnov’un eliyle genel özelleştirme gerçekleştirerek hemen hemen bütün işletmeleri felce uğratmış, bankalar kapanmış, iflas yüzde 300 olmuştu. Bu olayın önünü alan 1997 meclis kuşatması, bu ayaklanma ve hükümet devirme adımları, 4 yıllık bir süre için Demokratik Güçler Birliği (CDC) hareketinin katı özünü oluşturan kesimi Güçlü Bulgaristan Hareketiyle (DSB) olarak iktidara geldi. Bu sosyal devrimi yapan ve 2. demokratik güçler iktidarını kuran Başbakan İvan Kostov ve Cumhurbaşkanı Petır Stoyanov siyaset ocağı artık sönmüştür. O devrimci atılımı gerçekleştiren gençler yaklaşık 1 milyon 500 bin kişi, Bulgaristan’ı çoktan terk ettiler. Amerika, Kana ve Avustralya onlara yeni vatan oldu. 26 Mart 2017’de Bulgaristan’da benzer demokratik birikim ve bilinç yok. Alevlenecek güç potansiyeli de yok. 1997 üniversiteli ve orta öğrenimli - meslek sahibi gençliğin ve ailelerinin ülkeyi ve siyaseti terk etmesiyle boşalan sağ alandaki yere, 2007 - 2008’de yeni bir siyasi


44

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

güç yerleşti. Kısa adı GERB’tir. 10 Kasım 1889’da devrilen Todor Jivkov’un koruması olan, Moskova tarafından özendirilen, Bulgaristan’ın 2004 NATO ve 2007 AB üyeliğinden rahatsız olduğunu ustaca gizleyebilen, hatta Amerika ve Başbakan Bayan Angela Merkel kişiliğinde Almanya ile yakın ilişkiler kurabilen Boyko Borisov GERB partisini CDC’den kalan merkez sağ boşluğa konakladı. Sanki kimsenin yerini almamıştı. 2009’da tek başına iktidar oldu. Totaliter rejimin emekli subay, polis, itfaiyeci, koruma ve bekçi çevresi ve aileleri, hısım akrabalar iktidar sofrasına katılmak şartıyla GERB’e oy verdiler. Onların iktidara yapışması için aynı damardan emen HÖH partisinin kovulması gerekiyordu. GERB 2 defa iktidar oldu. Ne ki o umutlanan kesime bir şeyler veremedi. 7 yılda emekli maaşlarına toplam 50 leva (25 Euro) zam yapabildi. Noel ve Paskalya Bayramında en az emekli maaşı alanlara 40 leva (20 Euro) bayramlık dağıttı. Yoksullar bunu yeterli bulmadı. Çünkü aynı zamanda Sağlık sistemi bozuldu, küçüldü, normal çalışmaz hale geldi. Eğitim ödenekleri yetersizdir. Toplu taşıma pahallılaştı. Giderler gelirleri defalarca aştı. 6 Kasım 2016’da GERB partisi durduruldu. İstifa ise dibe çekildi. Borisov’u ikinci defa diz çökmeye zorlayan nedenler arasında, kendi değimiyle “ülkedeki yerel ve merkez ayaklanmaları önledik.” Önemliydi. Yani Bulgaristan’da kırmızı tusunamı tehlikesi ciddiydi. 13 Kasım gecesi ülke baştanbaşa kızardı. Olayların rengini okuyabilenler, 26 Mart 2017’deki seçimlerin bir balon, anlamsız ve hedefsiz bir oyalama olduğuna işaret ediyorlar. Halk oylamasıyla istenen yeni ulusal oyun kurucu ortaya çıkmadı. Referandumun mecliste onaylanmamasıyla engellendi. Partiler kısırlaştı. Hiç biri bataklıktan çıkış programı sunamıyor. Kurmaylar seçim önü kurultayına toplanıyor. Milletvekili listeleri hazırlanıyor. Örneğin “ABV” Başkanı ve başkam yardımcıları toptan istifa etti. 15 Ocak’ta Sofya’da kurultay yapacaklar. Yeni yönetim seçilecek, fakat bunalımdan çıkma ışığı yok. Şimdiki dönemde siyaset ve ideoloji olarak hepsi bir hareketsizlik ve durgunluk yaşanıyor. Partiler halka hiçbir şey sunacak durumda değildir. Resmi siyaset, olayları bunalım düğümlerinin çözülmesi olarak açıklasa da, toplum yerinde sayıyor. Halk hayal kırıklığı ve endişe yaşıyor. Şumen’e bağlı Hitrino (Şeytancık) köyünde akaryakıt treni devrildi. Hepimiz korktuk. Akaryakıt sarnıç patladı. Köyün yarısı yerle bir oldu. Karlı buzlu kış ortamında köy boşaltıldı. Ölüler, yaralılar, ruhsal çöküş yaşandı. Bütün Deliorman diken üzerindeydi. Yerel değil, ulusal facia yaşandı. Devletin ve hükümetin çaresizliğini görmeyen kalmadı. Başbakan Borisov, “ben bu nedenle “Belene” Atom Elektrik Santrali ve “Maritsa İstok” Kömür Santrali için bu sene 2 milyar 500 milyon leva ödedim. Otobüsler bu nedenle eskidir. Vagonlar neden eskidir. Bunlar havaya


Makale ve Analizler - 2017

45

ödenmiş paralar olduğu için” diyor. Ama 2009’dan beri iktidarda olduğuna işaret etmiyor. Polislerin maaşlarının yükseltilmesine 250 milyon leva ayrıldığına değinmiyor. Son günlerde Başsavcılık da uyandı. 2009’dan beri Borisov hükümetlerinde bakanlık yapanlardan 8’i, hatta Cumhurbaşkanı Adaylarından biri olan Trayço Traykov savcılığa gidip gelmeye başladılar. Ön tahkikat, yüz milyondan çok fazla rüşvet ve dalavereye işaret ediyor... Seçim kampanyası, kavgalı bir tiyatro sahnesi mi olacak? Bu kavgada en yoksul olan Türkler hangi kampta yer alacak? Herkesin umudu öldü mü? Hükümet, partiler neden hep Çingene, Çingene, Çingene diyor ve Türk sözünü ağzına almıyor? Oyumuzu Lürfi Mestan - DOST partisine versek bir şey değişir mi? Biz kendimizi siyasetten atılmış, püskürtülmüş topluluk mu hissetmeliyiz. Mestan’ın vazifesi, üzerine basılırsa günah olur anlayışıyla kırıntı toplamak mıdır? Bunlar çok önemli bir sorunlar! Kavgalar yeniden başlarsa seçimden sonra ortak iktidar olma yolları kapanır mı? Şöyle bir soru da var. Kim kavga eder? Hayal kırıklığına uğrayan insanlar mı yoksa yeni bir şey bekleyenler mi? GERB iktidara geldiğinde GETO’ları dağıtmak, Çingene çocuklarını zorla okutmak istiyor. Çingene çocuklarından Bulgar yapılınca ne değişecek? Biz bu konuda susacak mıyız. Çingene çocuklarının hepsi yüksek öğrenimli olsa bir şey değişir mi? İnsanın okumak için zorlanması, bizim ahlakımıza göre zorlama ve zulüm müdür? Çingenelerin asimile edilmesi kültürel açıdan mümkün olabilir mi?! 50 santim kar düşünce ülkede hayatın durması da bir facia oldu. Yeni yapılan ana yolların hepsinin birden kapandı. Herkesi düşündü kaldı. Çaresizlik dibe vurdu. Dikkati çeken bir başka özellik ise, doğal felaketlerle mücadelede genç kadrolar bulunamamasıdır. Ülke gençsiz kalmış gibi bir görünüm var. Modernleşme çabalarımızı arkadan gelen eğitimli genç kuşak desteklemeden ileri adım atamayız. Ne yazık ki, 1997’de demokratik dönüşüm isteyen kuşak bugün ülkede değil. Olup biteni, derinleşen bunalımı ve kokuşan bataklığı TV programlarından izliyor. 20 yıl önce isyan edenler bugün dünyaya dağıldı. Onları geri çekecek siyasi güç henüz oluşmadı. Onları geri davet edip eşit haklı yeni şans sunacak zihniyet henüz oluşmadı. Siyasetçilerin aklından gidenleri geri çağırmak gibi fikirler geçse de, henüz hareketlenme gözlenmiyor. Olay sıcak bir patates ya da fırından henüz çıkmış bey kebap gibi. El yakıyor. Bir elden ele atılar soğutulsa bile, patatesle ve bey kebapla ne yapılacağı henüz bilinmiyor.


46

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Başka bir örnek verelim. Bugün trafik yasasında değişikler mecliste onaylandı. Şimdiye kadar yaya yolu zerindeki trafik kazaları mahkemeye gidiyordu. Artık her defasında şoför suçlu bulunacak. Yapılan değişiklikler bu örnekte olduğu gibi kozmetik, yüzeyseldir. Bu gelişmeler, ilkesizlik, duyarsızlık ve seçeneksizliktir ve hiç birimizin tuzunun kuru olmadığına işarettir. Yeni olan çatıdan sarkan sarkıtlardır. İki seçenek var: Bu sarkıtlar havanın ısınmasıyla eriyip damlayarak mı, yoksa bir sopa ile üçer beşer kırılıp düşürülecekler mi, sorun budur. Ben bu sarkıtları komünist totaliter düzenin kırıntıları olarak görüyorum. Hava soğudukça uzuyorlar. Bize dokunanın kafasına düşeriz - korku yaşıyor. ABV partisi yönetimi topluca istifa etti. Öteki partilerin yönetimleri bu örneği izleyebilir. Ömür boyu totaliter düzene hizmet etmiş kadroların birden bire irkilip “zamanımız doldu çekilerim” demesi zamanı geldi. 40 yıl komünist olan bir kişinin birden “demokrat oldum” demesi gülünç olur. İnsan başkası olamaz! İnsanlar hameleon değildir. 27 yıldan beri olamadılar, olamıyorlar ve olamayacaklardır. Lütfen düşününüz 1974’ten beri köstebeklik yapan Ahmet Doğan birden bire demokrat olabilir mi. Bir adam erkek değilse de asla olamaz. Doğan 8 defa evlendi. Şimdi Aylin de “Saray”dan çıkınca, evlenmiş, işbaşı yapmış, artık hamile. Gözü aydın. Hiç kimse olmayan bir şeyi olduramaz. Biz doğa yasalarını değiştiremeyiz. Ajan, hain, köstebek, sürüngen olabilirsin, ama köstebekten adam olamazsın Olay budur. Köstebek gizlendiği yerden çıksa kör olur. Gözleri kamaşır, başı döner ve düşer. Meclis dağıtılıyor ama milletvekilleri meclisten çıkmak istemiyor. Seçim olacak ama onlar yine seçilmek istiyor. Onların hükümet kuramayacağı ortada, ama “bizsiz olmaz” diyorlar. Her şey değişebilir, fakat bizimkiler değişmek istemiyorlar. Olay budur. Bu sebepledir ki, yaklaşan seçimlere, parti listelerine göre yapılacağı için “ilkesiz ve hedefsiz” diyoruz. Aynı basiretsizler 3 ay izinden sonra, görevlerine dönmek ve eski hamam eski tas, gitti yere kadar gitmek istiyorlar.


Makale ve Analizler - 2017

47

Yeni Bir Disiplin Açık Bir Dille Bilimdeki Yenilikleri Tanıtıyor

BG-SAM-15.Ocak.2017

Günümüzde bilimin ve teknolojinin hayatımızın ayrılmaz bir parçası olduklarının farkına zor varıyoruz. İşte bu nedenle “Bilim iletişimi” isimli yeni disiplinin amacı, bize hayatta faydalı olmak amacıyla medeniyetinin gelişimini ilginç ve o kadar da basit bir şekilde anlatmaktır. Bilim adamları, çalışmalarını ve keşiflerini gitikçe daha basit bir dilde anlatmaya çalışıyorlar. Belçika’da bir üniversitede Bioloji uzmanı olan Nevena Hristozova geleceğini, bilim dilinden sıradan bir dile “tercüme edilmesinde” buluyor. Ayrıca tecrübesini ülkemizde uygulamayı hayal ediyor: “Bugün herkes herşeyi İnternette arayabilir. Mesela, “başağrısı” kelimesini İnternette aradıktan sonra büyük ihtimalle “beyin tumörü” olduğunu okuyacağız. Bu yanlış bilgileri okuyarak birçok insan, gerçek anlamda onların sorunuyla hiç bir alakası olmayan bir şeyin, sorunlarına çözüm getireceğini düşünerek seçiyor ve böylece onlara doğru teşhis konulmuyor ve tedavi edilmiyorlar. Veya durumun tam tersi de yaşanıyor, bir bilgi içeriğinden yola çıkılıyor ve bilim ve teknolojilere karşı korku beslenmek amacıyla, onlar büyük bir komploda kullanılıyor. İnsanlar da, “deli” bilim adamlarının laboratuarlarda canavarları ve felaketleri yarattıklarını düşünüyorlar.” Bilgili kişilerin daha fazla konuştukları ve bunu açık bir şekilde anlattıkları durumlarda bilgileri manipüle eden ve efsaneler yaratan sitelere ve televizyon kanallarına daha az inanacağız. “Sağlık açısından en büyük tehlike, aşılara karşı organize edilen kampanyalar ve bir ürünün sihirli küre sahip olduğunu anlatan “yalancı” klinik testleridir. Hatalı antibiyotik kullanımı da büyük bir sorun, çünkü bir bakterinin bu ilaca karşı direnç geliştirmiş ise, o zaman hasta sadece kendine değil, çevredekilerine de zararlı oluyor. Tek sözle, çok farklı teoriler var, ama burada söz konusu olan insan sağlığı ve bütün bir ülkenin veya bütün bir dünyanın beslenmesi olunca , o zaman dikkat çevrilmesi gerektriren büyük bir soruna dönüşüyor.” GDO “canavarı” söz konusu sorunların başını çekiyor.


48

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“Genleri değiştirilmiş gıdalar, teste tabii tutulmadan önce toksin, alerjen ve daha neler neler, yani birçok araştırmadan geçmiştir. Ancak bütün bunlar menşei nasıl olursa olsun, piyasada bulunan hiç bir gıda için geçerli değildir. Bitki bioteknoloji alanında çalıştığım için söylüyorum, GDO gıdaları tehlikeli değildir. Bilim çevrelerinde bu gıdaların tüketim için uygun olduğunu destekleyen o kadar makale var ki... Çünkü bu gıdalar son derece titiz bir şekilde kontrol ediliyor.” Aynı şey radyasyon veya kimyasal mutajenezis yoluyla yaratılan gıdalar için geçerli değildir. Şimdilik Avrupa mevzuatı, onların testlere tabii tutulmasını talep etmiyor. İşte bundan dolayı bu söz konusu gıdaların hepsi piyasada satılıyor, onların çevreye olduğu kadar insan sağlığına zararlı olabileceğine bakmaksızın. “Bu söz konusu gıdalar her yerde yetiştiriliyor, çünkü burada söz konusu olan bitki cinsleri bizim pazarlarımızda da var. Örneğin greyfurt, o bir hibrid bitkisidir, asırlar önce yaratılmış ve kimse çevredeki radyasyonun bu meyvede ne gibi genetik değişikliklere yol açtığını araştırmamış. Aynı şey bazı fasulye cinsleri için de geçerli.” Böyle durumlarda yapılması gereken tek şey, gerçek bilgilerin yayınlanması ve her birimizin bu veya diğer gıdayı tüketip tüketmemesine karar vermesidir. Çeviri: Şevkiye Çakır

Özel: GERB Kurultayı Gerçeği

Nedim Akın-15.Ocak.2017

Konu: İnsanlar neden yeni bir şey icat edemez? Kasım 2017 sonunda GERB partisi Sofya’da 4. ulusal toplantısını (kurultay) topladı. Bulgaristan’da iktidar partisinin kısa adı GERB’tir. Açılımı da Bulgarların Avrupa Birliği Vatandaşları şeklindedir. 2005’te mayalanan bu siyasi oluşumun, bir ayağı Birleşik Amerika’ya, öteki Almanya’ya bağlıdır diye yazılar yazdı. Büyük gerçek asıl şimdi ortaya çıktı. Bir gözü sürekli Rusya’ya bakarken, ötekisi de Batı Avrupa’dan gelecek paraları gözler. Bu partiyi bir tasarım olarak yaratan eski istihbarat subaylarından Tsvetan Tsvetanov. halen partinin ikinci kişisi, motoru ve meclis grubu başkanıdır. Başbakan Boyko Borisov’un GERB Başkanlığı Moskova’nın önerisiyle olmuştur.


Makale ve Analizler - 2017

49

kez başbakan olan Borisov, siyasete ve hükumete futbol karşılaşmasında takım koçu olarak bakıyor. O, birinci hükümetini (27 Temmuz 2009 - 13 Mart 2013) azınlık kabinesi olarak kurmuştu. İkinci hükümeti (7 Kasım 2014 - 27 Ocak 2017) Reformcu Blok (RB) ortaklığında kurdu. Üçüncü hükumetinde 26 Mart 2017 seçimlerinden sonra aşırı sağcı cepheden kendilerini “yurtseverler” olarak tanıtan faşizan güçlerle ortak oldu. İşbirliği yapıyor. 1944’ten sora faşistleri, eli kanlı ve niyetleri bozukları iktidar koltuğuna oturtan GERB oldu. Ulusal toplantı Sofya’da “Arena” kapalı spor salonunda yapıldı. 12 bin 500 kişi hazır bulundu. Toplantıda “Bulgaristan Sosyalist Partisi BSP ile ortak kabine kurmama bildirisi” oybirliğiyle kabul edildi. Bu kurultayda Türk, Müslüman, İslam, Çingene, Pomak sözü geçmedi. Sanki azınlıklarımız siyasetin dışındaki en uzak çöplüğe atılmıştı. HÖH Genel Başkanı Mustafa Karadayı’nın “Faşistler hükümetten ve devlet kurumlarından sökülsün” çağrıları sandı onların arasındaki gizli bağları kuvvetlendirdi ve uyumu güçlendirdi. GERB partisinin Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) ile asla işbirliği yapmama, hiçbir ortak noktada buluşmama bildirgesi, iktidar güçlerinin anti-komünist yol benimsediğine kanıt oldu. Anti-komünizm yeni bir ideoloji değildir. Bu dünyada siyaset yapmanın en büyük ustalığı olup biteni ters göstermekten, yalandan, sahte sima yaratmaktan geçer. Faşistler ve komünistler siyaset sahnesine demokrasiden söz ede ede çıkmışlardır. İktidar olunca da birbirlerini yok etmişlerdir. Nazi Almanyasında kurulan “Buchenvald” Toplama Kampında kurşunlanarak öldürülen ilk kişilerden birinin Almanya KP Genel Sekreteri Ermst Telman olduğu unutulmamalıdır. Dünya işçi ve demokrasi hareketi lideri Bayan Klara Setkin’in de faşistler tarafından yok edilmiştir. 20. Yüzyıl, İkinci Dünya Savaşında faşizm ile komünizmin yüzleştiği meydanlarda kıyasıya kırım yaşandığı bilinir. Bu savaşta faşizm yok edilmişti. 1944 yılından sonra Bulgar faşistleriyle hesap görüldü. 169 toplama kampında yatanlar faşistler (brannikler) idi. Fakat tohumları kurutulamamıştı. Özellikle soykırım, “soya dönüş süreci” gibi ırkçı eylemlerde komünistler onlardan faydalandı ve1944’te parçalanan Bulgar ulusunu 1989’a kadar “ötekilerle” mücadelede kaynaştırdı. Bugünkü Bulgar hükümetinde 1972 ve 1985 - 89 döneminde Anti-Türk ve anti- Mislüman temelinde, faşizmin ve komünizmin en büyük hedefi olan tek uluslu ve tek dilli, tek kültürlü devlet oluşturma şiarı etrafında birleştiklerini görüyoruz. Batı Avrupa ülkelerinde (Almanya, Avusturya, Hollanda ve Fransa’da) faşistlerin 2017 seçimlerinde güç toplaması, Bulgar faşistlerini de iktidar koltuklarına taşıdı.


50

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

4.ulusal toplantıda delegelerin hep birden “evet” oyu çıkması bütün Bulgaristan’ı (sağduyulu kamuoyunu) düşündürdü. GERB kurultayı gömülüp çürüdüğünü sandığımız totaliter kongreleri hatırlattı. 30 yıl önce Bulgaristan Komünist Partisi (BKP) kurultaylarında aynı sahneler oynanırdı. Jivkov konuşur, itiraz eden olmazdı. Milis ve jandarma güçleri vatandaşın köyden kente pazara gitmesine izin vermezken, Pazar çantalarındaki patatesleri sayarken, Kurultay kürsülerinden “aydın ufuklu komünizmden” söz edilirdi. Hiçbir kurultayda “Türklerin okulları kapandı, cahil kalıyorlar” diyen olmadı. Bütün konuşmalar aylar öncesinden yazılıyor, kontrolden geçiyor ve onaylanmadan asla okunmuyordu. Komünist Partisi devlet gibi hareket ediyordu. Şimdiki gelişmelerde böyle bir hava sezildi. “GERB partisi devletleşti mi?” sorucu aktüel oldu. BKP kurultayları Ulusal Kültür Sarayında yapılırdı. Büyük Salona 5 bin delege toplanır ve hepsi bir ağızdan “BKP! BKP!” diye tempo tutardı. Şimdi kılıf değişti salon büyüdü. “Arena” spor salonunda GERB! GERB! Diye haykıran 12 bin 500 kişi kiremitleri yerinden oynattılar. Dikkati çeken komünist-totaliter ruhun daha bir olgunlaşmış “sesi kalınlaşmış” şekilde hayat bulması oldu. “Yaşasın GERB!” Çığlıkları atan ve sürekli tempo tutanların hayatı hayattı, cepleri dolu, mideleri toktu. Bunlar birbirini tanıyan, üniforma giymiş, selamlaşan, kendi aralarında kodla konuşan, şifreleri olan kişilerdi. Biz Avrupalı Bulgarların partisiyiz sözlerini çok sık kullanan GERB’çilerin arasında aba poturlu, üstü başı tütün, ahır veya saya kokan adam yoktu. Bunların hepsi lüks giyimde birbiriyle yarışır duruma gelmişler, spor salonun park alanındaki araçların arısından fazlası “Mercedes” veya “BMW” marka, lüks salon, alüminyum contalıydı. Bu delegelerin hepsinin suç dosyası olsa bile, hiç biri sorgulanmamış, haklarında dava açılmamış ve başlarında bir şey geleceğinden korkmayan kişilerdi. Bulgaristan onların babalarının çiftliği gibiydi... Kurultay, Boyko Borisov’u oy birliğiyle yeniden Parti Başkanı seçildi. Borisov’un otoritesi Bulgaristan için bir şey yapmış olmasından değil, 1989’da illegalliğe geçenBulgaristan Komünist Partisi üyesi ordulu, milis ve gizli polis, itfaiye ve komando - baret birliklerinden kadroları 2005’e kadar uzanan gizlilik, pasiflik, saklanma ve siyaset dışında kalarak korunma döneminden çıkarmasında ve 2009’da iktidara taşınmasında gizlidir. Faşizm (1934 - 1944) ve komünizm (1970 - 1989) dönemlerinde Bulgaristan’da eğitilen tüm önemli kadroların soy ağıcı Moskova tarafından bilinir. Bu kadrolar, liberal ruhta değil komünist ruhta eğitim almış kişilerdir. Bir defa Çar III. Boris’in idare etti yıllarda hem faşistlerin ve hem de komünistlerin fişleri Bulgar gizli Polis şefi Geşev tarafından İstanbul’da İngiliz Mi 6 istasyon şefi aracılığıyla Moskova iletildi. 1944 - 1989


Makale ve Analizler - 2017

51

yılları arasındaki kadroların hepsi ise, Moskova Akademilerinde eğitim aldı. Bunun için Moskova’nın sözde bir Amerikancı ve Almancı parti olarak komünist partisini bir Avrupacı yapılanma (GERB) olarak canlandırması zor olmadı. Bu yeni oluşumun içinde Bulgaristan azınlıklarına Türklere, Pomaklara ve Çingenelere yer olmaması doğal karşılanmalıdır. Bugün tüm ipleri yürütmeye bağlı olan Bulgar istihbaratı Türk bölgelerini yalnız HÖH-ajanlarıyla değil, kendisi de direk olarak kontrol edebiliyor. Şumen / Hitrino (Şeytancık) HÖH parti teşkilatlarının GERB 4. ulusal toplantısından bir hafta sonra 20-si birden patlaması çok anlamlıdır. Daha da anlamlı olan ise, her boklukta biten ısırgan otu gibi, 1986’da Tolbuhin’in Barakovo (Baraklar) köyünde 2 arkadaşıyla Bulgaristan Türklerinin Halk Kurtuluş Hareketini kuran ve böylece Bulgaristan Türkleri tarihinde en büyük hainin yetişmesine yuva hazırlayan; 2016’da Sofya’da Demokrasi için Sorumluluk Hoşgörü ve Özgürlük (DOST) saçma adıyla yeni bir parti kurulurken Grand Otel Sofya salonunda ocakta kül bırakmayan Necmettin Hak’ın GERB kurultayı günlerinde “yeni bir parti kurmak için” Şumen’de belirmesi sizi düşündürmedi mi! Bulgaristan planlı, parsellenmiş, ajanları sayılı bir memlekettir. Hiç bir şeye şaşmayın. Son hedeflerinde HÖH partisini içinden patlatmak ve meclis dışı bırakmak var. Bu iş için en başarılı eğitilen ajanları arasında Lütfü Mestan’dan sonra “bombalama ustası” olarak Necmettin Hak’ı ikinci sıraya koyabiliriz. Bundan sonra ne olacağını da düşünmüyorlar değil. Son dönemde gizli hainlerin başında gelen sözde “dosyasız” Kasım Dal ile sözde “bağımsız” Vejdi Raşidov her hafta “Arkadiy” lokantasında birlikte yemek yemeye başladılar. HÖH partisi dağıldığında son kırıntılarını da ezmek için hangi çizmelerden alalım hesapları yapıyorlar. Bu konuyu başka bir yazımızda daha derin analız ederiz... Biz dönelim GERB kurultayına... 10 Kasım 1989 tarihinden önce BKP kurultaylarına delege olanlar, ulusal forumları TV ekranından canlı yayın olarak izleyenler veya konuşmaları radyodan dinleyenler bilir. Bulgaristan’da bu işler iyi hazırlanmış gövde gösterileridir. BKP geleneği GERB tarafından sürdürülüyor. Daha doğrusu yeniden hayata çağrılıyor. Yalan çarkı dönüyor. Fıskiyelerden gül kokulu su fışkırıyor. Bu kurultayda GERB partisi illegallikten olgun bir parti olarak çıktı. Bu partinin faşist güçlerle ortaklık kurması, azınlık politikasıyla ellerini kirletmek istememesi ve bu işleri eli sopalı aşırı milliyetçiler sürüsüne bırakma niyetlerinde gizlidir. Bulgar faşistlerinin bugün 2 önemli ödevi vardır: Türkiye Bulgaristan sınırındaki kaçakçılıktan beslenip, memleket içindeki azınlıkları getto - mahallerde boğmak ve bu işlerde ideoloji ve yöntem olarak faşizmi kullanmak. Son hesapları ise, Bulgarların ırksal üstünlüğünü dayatarak azınlıkları cahillik bataklığında işsiz - güçsüz kılarak asimile etmektir


52

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Kurultayda anti- komünist bir eğilimin çığ gibi güç topladığını şahit olduk. Bu büyümenin özünü belirleyen “bize hiçbir kimse hiç bir şey yapamaz, bizden kimse hesap soramaz” hortlamasıdır. GERB partisi hırsızlara, rüşvetçilere, dalaverecilere sahip çıkıyor. Bazı tutuklama olaylarında kendilerinden olmayanları görebiliyoruz. Damadına 1 milyon 200 bin leva havale eden Sağılık Bakanı neden içerde değil? Bu kurultay Bulgaristan’ı talan edenlerin yolunu açmış ve “devam edin” demiştir. Öyleyse, Bulgaristan’da 1989’dan sonra anti - komünizm tam olarak ne zaman belirdi ve ilk anti-komünistler kimdi sorusu ortaya çıkıyor. Kuşkusuz biz bu analizi yaparken, Ahmet Doğan, Lütfü Mestan, Kasım Dal, Osman Oktay vb gibi söylediği sözlerde kendisinden tek fikir olmayan kişilerin sahte antikomünizminden söz etmek istemiyoruz. Çünkü onların havlatmak için beslenen itler olduğunu bilmeyen kalmadı. Şunu önemle vurguluyorum. Bulgaristan’da şimdiki kuşak anti-komünistler BKP Merkez Komitesi üyelerinin oğulları ve kızlarıdır. Boyko Borisov gibi cebinde parti biletli kadrolardır. Bulgaristan’da “Kahrolsun BKP!” sloganı yükselten ilk kişi, BKP Yayın organı olan “İşçi Davası” (Rabotniçeski Delo) gazetesinin Londra muhabiri olmuştu. Yani her şey bir senaryodur. GERB partisinin 25 Kasımda yaptığı kurultay bir devlet forumunu andırıyordu. Benzer kurultaylar Bulgaristan’da BKP 14. kurultayından sonra yapılmamıştır. Bugün Bulgaristan’da hiçbir siyasi parti böyle bir kurultay toplayabilecek durumda değildir. Sosyalist partinin içinde 50 hizip var. HÖH partisinden GERB 120 bin oy, Lütfü Mestan da 100 bin kopardıktan sonra gruplar halinde yerel sökülme başladı. GERB’in sergilediği birlik son gelişmeler parti sınırlarının aşıldığını ve partisinin devlet yapısıyla bütünleştiğine işaret ediyor. Boyko Borisov’un Kurultay kürsüsünden “Ben Partiyim!”, “Ben Devletim!”, “GERB Devlettir!” demesi beklendi. Alkış tufanı asıl o zaman kopacaktı. Bu sözleri en çok bekleyenler ise, Avrupa Konseyinin kendileri “Bulgar faşistleri” dediği, “yurtsever” maskesi takmış ve kurultay misafirleri arasında birinci sıraya oturan aşırı sağcıların başı Valeri Simyonov, tarihi ve elleri kanlı VMRO lideri Krasimir Karakaçanov, Başkan yardımcısı, AB parlamentosu milletvekili Angel Cambazki ve “Ataka” partisi başbuğu Volen Siderov, faşist bakan ve bakan yardımcılarıydı. Burada artık üç düğümlü bir bütünsellik izleniyor. Bir defa Bulgar Devleti GERB olmadan olamaz. İki GERB partisi Boyko Borisov olmadan olamaz. Dolayısıyla Bulgar devleti de Borisov olmadan alamaz. Bu saçmalık, en düşük


Makale ve Analizler - 2017

53

emekli maaşı alan halkın kafasına 40 leva Noel Bayramı primi ile yağlanmış ve küflü enser gibi çakılıyor. Bu formül, Borisov’un, yakın koruması olduğu Todor Jivkov zamanında geliştirilmişti ve 30 yıldan sonra ideolojisiz bir parti tarafından yeniden uygulanıyor. Bu gelişmeler, bana, herkesi olduğu gibi, Bulgaristan’da Komünist Partisinin hayattan koptuğu ve etrafı saran kokulardan kurtulmak için vatandaşların onu bir çukura gömmeyi düşündükleri yılları hatırlattı. Bulgaristan halkı bunu ilk önce 1970’lerde hissetmişti. 1980’lı yıllarda hemen 1985’ten sonra BKP iyice bunalmış, ayakları tutmaz olmuş, çöktü çökecek bir kukla durumundaydı, hayat gücünü, toplumun öncüsü olma yetisini tamamen yitirmişti. Parti ile devlet birbirine öyle kaynaşmıştı ki, kimin devlet, kimin parti olduğunu ayırt etmek imkânsız olmuştu. Mahkeme kararları, duruşma salonunda değil, parti sekreterinin odasında alınıyor. Bugün hangi tarlanın sürüleceğini Tarım kooperatifi yöneticileri, tarım mühendisleri değil parti sekreterleri karar veriyordu. Hatta anaokulunda çocukların öğle yemeğinde ne yiyeceklerine de onlar karışılıyordu. BKP’nin bir ölü varlık gibi gömülmesi zamanı geldiğinde, bu işle ilgile olanlar, bir tek şey düşünüyorlardı. Aman parti ile birlikte paralarını da gömmeyelim. Dertleri, paralar “bize” yani kendilerine kaslın işgüzarlığıydı. Siyasi tabloyu baştanbaşa açtığımızda, sanki GERB partisinin öteki dünyadaki refah dönemini yaşadığı izlenimiyle kalıyoruz. Ardından, Bulgaristan Sosyalist Partisinin (BSP) akçacık pakçıcık, tertemiz, kiri keselenmiş, katil yüzü pudralanmış, kanlı evleri kremli, eldivenli karşılanması gündeme gelmişti. BSP adına konuşanlara önceden ayar verilseydi ve ilk kurultaylarında “Biz 90 yıllık partimizin varisiyiz” dememiş olsalardı, belki de kimse hiçbir şey anlamadan araba tekerlenip gidecekti. Pomak isimleri, Çingene isimleri, Türklerin İsimleri, Tatarların isimleri, Ulahların, Makedonların, Gagavuzların dinleri, dilleri, kimlikleri ve daha neleri varsa her şeyleri değiştirilirken vicdanını, onurunu, namusunu kirletmiş, elleri kanlı GERB’li milis, polis, itfaiyeci, ordulu subay, kızıl baret, deniz komandosu ve daha bilmem kimler yani etnik azınlıklara saldıran, ateş açan, köylerine zırhlılarla, tankla girenler yıllarca beklediler. 2005’e kadar başlarını taşın ardından çıkarmadılar. 50 yıl önce, 249 idam cezasının imzalamasından ve tüm kirli işleri becerdikten sonra Bulgaristan’dan kovulan Çar II. Simeon’un ülkeye geri dönüp birdenbire Başbakan olması, “ne süt içmiş, ne süt dökmüş” yani hiç bir şey olmamış gibi, suratına bir kürek katran sürüp memlekete gelip çorabını örmeye başlamasıyla birlikte GERB’çiler uyandılar. Bu memlekette onlara “gelin şu günahların bedelini ödeyin!” diyecek güç olmadığını fark ettiler. Ve bugün


54

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

artık mirasına oturma hazırlıklarını tamamlayarak BSP partisini yoldan çıkarmaya çalışıyorlar. Bu olayı şöyle de anlatabilirim. Gerçeğin özünde şu var. 1990 yılında BKP partisi gömüldü derken, bugün artık 27 yıl sonra GERB kişiliğinde komünist partisinin yeniden dirildiğini izliyoruz. Dirilen BKP’dir yani dirilen parti - devlettir. Yani totaliter düzendir. Bugün artık bütün televizyonlar, basın ve yayın organları, radyolar, sözcüler, mahkemeler, savcılık GERB için çalışıyor. Hatta HÖH milletvekili Delyan Peevski’nin gazeteleri bile Borisov demekten nefes alamıyorlar. GERB partisi yönetiminde birlik ve beraberlik olduğu, tüm delegelerin Borisov’un elini öptüğü görüldü. Borisov’un Lütfü Mestan’ı da tongaya getirdiği, HÖH partisini böldürdüğü ve palyaço durumuna getirdiğini de görmeyen kalmadı. GERB partisini komünist partisinin devamı olarak görürken şu ayrıntıları gözden kaçırmayalım. GERB komünist partisinin olgunlaşmış dönemidir. Bu partide artık, yiye bildiğin kadar ye, doymak yok yemeye devam hareketi başladığını izliyoruz, devlet malı, deniz gibidir yemekle bitmez hareketinin hız aldığına tanık oluyoruz, herkesin yerine daha iyi yanaştığına tanık oluyoruz, hırsız çetesi gibi hareket edildiğini gizlemiyorlar, kimseden korkmuyorlar, suçlulardan hesap sorulmuyor. BKP zamanında da tam böyleydi. Farklı olan, Avrupa Birliğinden de büyük paralar almaları ve bunları kendi aralarında kimseye sezdirmeden paylaşmaları. Sosyalizmin son yıllarında parti sekreterleri ile İçişleri Bakanları amirleri çok zenginlemişti. Şimdi de GERB önderlerinin, polislerin, savcı ve yargıçların paralarının hakkı hesabı yok. Bankalardaki birikimleri 49 milyar leva olmuş. Halk açlıktan ölüyormuş, kemer sıkıyormuş, hiç birisinin umurunda değil. Demek oluyor ki, 2017 yılının sonundan başlayarak BKP ölmedi, GERB kişiliğinde dirildi ve GERB - devlet şeklinde yaşıyor. GERB partisinin kadroları, 1980’lı yılların sonunda Türkleri ezebildik rüzgârı esen Bulgaristan’da parti sekreterlerinin şişkin sahte onurunu yeniden besledi. Buradaki fark şudur. 1980’li yılların sonunda BKP sekreterleri Bulgar paralarını yeniden saymak istiyorlardı. O zaman Türklerin paralarına el atıldı. GERB partisi sekreterleri leva saymak istemiyor, kasalarına Avrupa parası istif etmek istiyorlar. Fark budur. Bugünkü GERB 1980’lı yılların komünist partisidir. Marksizm-Leninizm’den silkinmiş ve liberalizm maskesiyle sahnededir. GERB partisinin, bir Marksçı - Leninci parti olmadan, Bulgaristan’da 1980’lı yıllar ruhunu canlandırabilmesi çok ilginçtir. Şu dönem Bulgaristan’da yapılan anket sonuçlarında katılımcıların yarısının Todor Jivkov dönemine dönülmesini istediği; Karl Marks’ın Marksist olmadığı, “Kapital” eserini sipariş üzerine yazdığı, ömründe hiçbir zaman hiçbir fabrikanın kapısından içeri girmediği üzerinde en fazla durulan konular oldu. Zaten külliyatı 153 cilt olan Marks ve Engels ya-


Makale ve Analizler - 2017

55

pıtlarının yalnız 56 cildi Bulgarcaya tercüme edilmişti. Mayıs 1989 Türk Ayaklamasından sonra, Bulgaristan Komünist Partisine dağılsın, ölsün de gömelim, diktatör Todor Jivkov’a da devrilsin de kenara çekelim diye yardım edenler oldu. Bunların başında KGB Generali Krüçko geliyordu. Todor Jivkov’ın koltuğundan kaldırılmasını, Demokratik Almanya Cumhuriyetinde Erich Honeker’in devrilmesini, Romanya lideri Çauşesko’nun kurşunlanmasını örgütleyen hep aynı kişi -Krüçko- oldu. Daha sonra Krüçko’nun yerine KGB şefliğine Bakatin getirildi. Onun ödevi ise KGB’yi yok etmekti. Sonra Krüçko emekli oldu. Anılarını yazmaya başladı. Bir gece ansızın bu dünyadan gitti. Belki bazı anıların yazılmaması gerekiyor. Bu işten ders çıkarmak gerekir. Demek oluyor ki, bazı kişilerin anılarını yazmaya hakkı yoktur. Anılarını yazınca ölecekleri ya da öldükleri gün gibi ortadadır. Bu gelişmelerden çıkarılan sonuç şudur. BKP tarihini bilmeyen, BKP kazanında kaynamamış olan bir kişi bu günkü GERB partisini çözemez, anlayamaz ve anlatamaz. Bir morgda olduğumuzu düşünün. 1989 yılında ölmüş BKP’nin iç organları bir mermer masa üzerine dizilmiş. Karşı masada ise 2017 yılı GERB partisi organları dizilmiş olsa. Biz BKP’nin öteki dünya hayatının bugünkü GERB kimliğinde yaşadığını görebiliriz. 1980 yılları gerçekliği ile 2017 yılı BKP - GERB gerçekliği örtüşüyor. 4.milli toplantıya gelen GERB delegelerinden Bayların cebinde, Bayanların da el çantalarında beyaz birer mendil vardı. Bu mendil ne işe yarar diye düşündünüz mü? Komünistlerden ve komünizmden söz edilince bu delegeler kendilerinden söz edildiğini fark ettikleri için hemen beyaz mendili çıkarıp alın teri silmeye başlıyor. Ama ben o zaman komünist partisine üye olmadım, beni zorla partili yaptılar, Mark bile partili değilmiş, ben o ideolojiyi asla benimsemedim, hep lanetledim” gibi sözleri bozuk bir 45 devir plak gibi tekrar etmeye başlıyorlar. Her birinde 1980’lı yılların parti sekreteri zihniyeti var. BKP şimdi bizde GERB benliğinde tam bu şekilde dirildi. Kendilerini inkâr eden, kendi özünün onun olmadığını ısrarla savunan ve geçmişlerinde işledikleri cinayetlerin açıklanmasından, sorgulanmadan, hesap sorulmasından korkan kişiler, GERB gölgesinde bey paşa gibi yaşıyorlar. Onlar 1980’lerde ah 10 Kasım 1989 gelse de bir kurtulsak diyenlerdir. En parlak örneğini 2. Borisov hükümetinde GERB’li meclis başkanı, 6 Kasım 2016 seçimlerinde Cumhurbaşkanı adayı, bugünkü 3. Borisov hükümeti Adalet Bakanı Tsetska Tsaçeva kimliği bu açıdan çok şakıyan bir örnektir. Bu Bayan kendisi BKP’lidir, ama babamı komünistler öldürdü diye gözyaşları dinmez, dedesini ise faşistler katletmiştir. GERB 4. kurultay delegeleri arasındaki en göze çarpanlar bu tip totalitarizm kırıntılarıydı. Bunlar, gençlikleri komünist bataklığında geçmiş kişilerdir. Yeni bir kimlik oluşturma-


56

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ları olanaksızdır. Daha ağır konuşmama izin verirseniz, Bayan Tsaçeva gibilerin kızlığı o komünist bataklığın kokulu dünyasında kalmış ve o ömür boyu bu bataklık konusundan paklanamamıştır. Şu da var, Bayan Bakan Tsaçeva “beni neden Komünist partisine üye almıyorlar” diye 2 defa intihar etmeye kalkmışken, şimdi komünist totaliter dönem kurbanlarının başında yer alıyor. Ne ki, yapacak bir şey de yok sanki... Bugünkü Bulgaristan gençliğinin ülkeyi terk etmesinin temel nedenleri arasında şöyle bir şey de var. Onlar, bir defa komünistlerin komünizmden kurtuluş çırpınışlarını, ardından da demokratik liberalizme dört elle sarılarak anti - komünist oluşlarını izledi ve kabul edemedi. Hiç kimse kimliksizler dünyasında yaşamak istemez. Gerçek budur. Bulgaristan dışındaki seçmen 3 milyon kişi olsa da ancak 100 bin kişinin oy vermesi bu gerçeği doğrulayan bir kanıttır. Sonuç olarak: 2017’de Bulgaristan’da BKP zafer kazanmıştır. Anti - komünist maskeli parti sekreterlerinin birlik ve beraberliği sağlanabilmiştir. Ve biz bugün artık Bulgaristan Komünist Partisi’nin ahrete, öbür dünyaya ait, uhrevi hayatını yaşamaya başladık. GERB’in getirdiği budur. Kurultay bunu kanıtlamıştır. Bu yeni düzen ne kadar yaşayacaktır. Avrupa Birliği paraları bitince bu sefalı, sofralı, zevki sefalı hayat bitmeyecek mi? Post - komünizm sofrası ne zaman kalkacak sorusu, günümüzün ve devrimizin en önemli (başat) sorunudur. Avrupa Birliği rantından (getiriminden) geçinen GERB partisi, AB fonları bittiğinde, yani inek çangallaştığında, getirim geliri boruları tıkandığında ne yapacak, dayanabilecek mi, ayakta durabilecek mi? Bugün GERB partisini destekleyen büyük toprak sahipleri var. Kendileri ortalıkta dolaşmayan, sahip oldukları topraklar değişik şirketlerin üzerinde kayıtlı görünen ve AB’den gelen tarım fonları ile Bulgar devletinin karşılıksız tarım destek fonlarının % 98’ini alan bu şahısların son kararı şudur. 2023 yılına kadar bekleyeceğiz. Yani kaynaklar belirmezse topraklarımızı yabancılara satıp ülkeyi terk edeceğiz. Bu gibi toprak sahiplerinin modern literatürdeki adı latifundisttir. 21. yüzyılda yabancıların ülkemize yerleşmesi şöyle oluyor. Önce Yahudiler, İsrail’de ölmek ve Kudüs’te gömülmek isteseler de, Bulgaristan’da bir parça toprak sahibi olma adeti geliştirdiler. Son yıllarda Çinliler Bulgaristan’da büyük orman arazileri satın aldılar. Ruslar daire ve apartman satın alırken şimdi arza ve tarımsal arazi almaya öncelik verdiler. Biz GERB partisini üzerine monte edilmiş büyük sayıda sifon olan bir Avrupa Borusu olarak hayal edebiliriz. Bu sifonların çapları farklıdır ve en büyük kapasiteli olanlar iktidara ve parti yönetimine yakın olanlardır. GERB Bulgar Avrupa rantçılarının partisidir. Hatırlanacağı üzere, HÖH Başkanı Ahmet Doğan Nevrekop (Gotse Delçev) belediyesine bağlı Kornitsa köyünde bir seçim


Makale ve Analizler - 2017

57

mitinginde “Avrupa’dan gelen paraları dağıtan sifon benim elimdedir” dediğinde kopan patırtı Bulgaristan’ı karıştırdığı gibi, HÖH partisini de iktidar memesinden uzaklaştırdı. Şimdi bu paralar GERB kazanına ve sözde “yurtsever” faşistlerin tenceresine akıyor. Bu nedenle de “lider” süprüntülerinin hepsi parlatılmış lamba şişesi gibi GERB kurultayında birinci sıraya yerleşmişler ve “sen söyle biz yapalım” konumu almışlardı. Biz, bu Avrupa Paraları’nın ülkemize akması için fabrikalarımızı yıktık, hurdaya çıkardık ve yarınlarımızı kurmaya hazırlandık. Ve işte paralar geliyor ve biz de geleceğimizi sözde kuruyoruz. Bu iş nasıl mı oldu. Bulgaristan devlet egemenliğini Brüksel’e ipotek etti ve rant alıyor. Ama bu paralar Türklere, Çingenelere, Türkiye’deki soydaşlara, Pomaklara, Tatarlara, Ulahlara ulaşmıyor. Hatta ülkeyi ne kadar daha fazla vatandaş terk ederse GERB için daha iyi, çünkü paraların hepsi ona kalıyor ve kimseyle paylaşmaya gerek yok. Bulgaristan nüfusunun devamlı 7 milyon gösterilmesinin nedeni de budur. Ne kadar kalabalıksa gelen paralar da o kadar büyüktür. Şu yazdıklarını şöyle anlayınız lütfen: Bulgaristan eliti 500 ailedir. Toplam yaşlı ve çocuklarıyla birlikte 10 bin kişidir. Bunlarla birlikte bir de % 5 - 6 oranında bir (orta katman /sınıf/) meydana getirilmiştir ki, bu da üretimde elde ettikleri bakımından oluşan bir orta sınıf değil, “AB rant (getirim) borusundan” kendilerine verilen pay açısından orta sınıftır. AB borusu boşaldığında bu orta sınıf asla hayal edemediği bir trajedi yaşayacaktır. Şimdi birkaç yıl sonra “AB borusu” boşalırsa oyun bitiyor. Çünkü Bulgar iktidarı ben AB paraları dağıtıyorum gerçeğine dayanıyor. Yani, sen benim adamım isen sana para vereceğim ve değilsen vermeyeceğim. Bu oyunun şimdiki kuralı budur. Bugünkü Sofya iktidarının sırı şudur: Ben AB parasını dağıtma şifresini biliyorum. Sır budur. Bugünkü Bulgar elit bir şeyler üretmekten utanıyor. Sürmek, kazmak, biçmek, fabrika çalıştırma işinden çok uzak bir zihniyete sahiptir. Burada hakim olan zihniyet üretmeden tüketmek hem de sınırsız tüketmek alışkanlığı yaratmaktır. Bu artik yaratılabildi. Ne ki, yakında boru boşalırsa ne olacak? Bu gerçekler Bulgaristan’da elit kesim bir sömürgecilik idare kastını andırmaya başladı. Bu kastın içinde Ahmet Doğan, Kasım Dal ve Vejdi Raşidov’tan başka “soylu” yok gibi. Durum 1980’leri andırıyor. O zaman da BKP “cemaatleşmişti”. Bir iş yapabilmek için birinin adamı olmak gerekiyordu. BKP Merkez Komitesinde Türklerden Salif İlyazov (Aleksandır Kolev), Çingenelerden de İvan Kolev sorumluydu. Onların bilgisi ve razılığı dışında kimse bir şey yapamıyordu. GERB bu “cemaatçi” gerçekliğe döndü. Durum budur.


58

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bir sonraki yazımızda, ana muhalefet partisi olan, Bulgaristan Sosyalist Partisinin toplumsal ve siyasi rolüne değinmek istiyoruz. Okuduğunuz için teşekkür ederim. Lütfen paylaşınız.

Yanlış Hesaplar

Musa Vatansever-18.Ocak.2017 Bir kız iki yere verilmez.

Bazı “oyun kurucular” var ki, sanki başımıza bela olmak için işgüzarlık gösteriyorlar.16 Mart artık görünüyor yani Bulgaristan’da yeni erken seçimler gözle görünür uzaklıkta.Siyasi partiler STAR çizgisine dizilmiş, yeni seçim sofralarına doğru koşmaya hazır.Bu partilerden bazıları halkımızın başına püsküllü bela, toplam sayıları artık 404 oldu.Bizdeki üreme anormal, partiler tek hücreli mahlûklar gibi, üzerine bastıkça parçalanıyor. Son genele meclis seçimi 2014’te yapılmış ve 7 Kasım 2014’te Bulgaristan’ın Avrupa Gelişimi için Vatandaşları - GERB lideri Boyko Borisov ikinci hükümetini kurdu ve bunalım yükü altında çatırdayarak 2016’nın 15 Kasımında istifa etti. GERB partisi ile derme çatma bir bütünlük olan Reformcu Blok (RB)arasında bir ortaklık ve meclis çoğunluğu için aşırı sol ve sağ güçler (“Ataka”, VMRO ve “Yurtsever Cephe” vb,) somut isteklerle desteklenen bir kabineydi. İşlediği günahlar, yapılan hırsızlıkların yükü altında çatırdayıp çöktü. Somut bir iki örneğe geçmezden önce bu hükümetin programı olmadığını, fakat “olmazsa olmaz” ilkesinin özünde ancak hırsızlık, dalavere ve dolandırıcılık olduğunu artık görmeyen kalmadı. Örnek bir: Geçen hafta doğduğum şehir olan, Varna’da Batı Liman Gümrük Müdürlüğü’nde bir grup gümrükçü birkaç günün hasılatı olan 750 bin levayla yakalandı. Bunlar orada işleri çok basitleştirmişler. Pazarlıkları da rafa kaldırmışlar ve içinde ne olduğuna bakılmaksızın 1.500 leva - /750 Euro/ karşılığı kesin ücretle gelen konteyleri işleme alıp, evraklara gerekli kaşeleri vurup imzaları atıp Avrupa Birliği’ne serbest bırakıyormuş. Sözün kısası biz AB’yı çökertecek bir dalavere


Makale ve Analizler - 2017

59

kapısı oluvermişiz. Tabi böyle bir açık kapı bulan uluslar arası dev mafya, başlamış konteynır limanımıza yüklenmeye. Bir ara 300 bin taşımalık faylı uzaktan komandolu silinmiş ve bilgisayarlar yükü hafiflemiş. Yalnız bu kapıdan toplanan rüşvet 450 milyon leva. Ser şimdi git de ben bu GER, DPS, RB, s.o. “Yurtsever Cephe” gibi partilerle seçim yarışına çık ve finalde kazan!?. Olacak iş mi! Bunlar 3 milyon 500 bin seçmenin katıldığı Cumhurbaşkanı seçiminde oy başı 20 leva ve 2 kilo et dağıttılar. Bulgarlara torba içinde verilen 2 kg domuz etti 10 leva, Müslümanlara ise 2 kilo dana etti 14 leva eder ve Cumhurbaşkanı seçimlerinin toplam Pazar fiyatı, dağıtılan etlerin hepsini dana eti olarak hesapladığımızda 115 milyon eder ki, yalnız Varna Batı limanı 4 Cumhurbaşkanı çıkarır. Biz bu hesapları, Türkiye - Bulgaristan sınırı üzerinden ya da Yunan sınırından bize girip ülkemiz üzerinden Sırbistan’a çıkan ardı arkası kesilmesen kaçaklar üzerinden de yapabiliriz. Kuşkusuz, siz bana şu Bulgarlarda vicdan, namus, devletlerine sahip çıkma gibi duygular, sınır polisi, trafik polisi, jandarma vb yok mu diye sorabilirsiniz. İçişleri Bakanı da var. Hem de Bayan Kısa adı DANS olan Devlet güvenlik ajansı da var. Hatta Dış İstihbarat ve Dış Askeri İstihbarat gibi şubeleri de var bu ajansların. Örnekliyorum: Şu son örgütlerin generali olan Kirço Kirov, “ben dışarıdaki adı gizemli işler için 5 milyon US Dolar harcadım” diye gider faturalamış, ama paraları o da ceplemiş ve şimdi yargılanıyor. Tabii bütün elmaların içi kurtlanınca ve toplum iyice kokuşunca, şu yeni seçimler öncesi şöyle bir ilaçlayalım diyen Baş Savcılık, ilk taşı kaldırdığında altından 7 - 8 bakan çıktı. Sağlık Bakanı Türkiye’den çocuk aşısı alırken ipleri karıştırmış; Savunma Bakanı bizim birkaç motorlarının püf ömrü dolan birkaç Rus Jetini onarım için Polonya’ya gönderirken kurbağaya basmış, Enerji Bakanı Trayço Traykov EVM enerji dağıtım şirketi satışa çıkarırken 84 milyon levayı sayamamış vb vb. Tabi, bu hükümet, düşmesine düştü de Kooperatif Ticaret Bankası’nda kaybolan 5 - 6 milyar leva’nın hesabı henüz verilemedi. Dosya açık. Bilirsiniz şu para meseleleri, hesap kitap meselesidir ve bizde de iki defa eski olan Başbakan Borisov hükümetinin demirbaş Maliye Bakanı Goranov’un raporlarına göre, “borçlarımız azalmış, bütçeyi bağlamışız, gelirlerimiz giderlerimizden daha fazla vs”. Şu an yalnız bir şeye kesin inanıyorum. Göreceli bütçe dengesinin ömrü dengesizlikten daha uzun olan Bulgaristan gibi ülkelerde, “iflas”,


60

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“çöktük”, “mahvolduk”, “beyaz bayrak kaldırdık” vs kader belirleyen haberler hep Bulgaristan Cumhuriyeti Merkez Bankasından çıkmıştır. 1988 yılında diktatör Todor Jivkov’u Razgrad’a bağlı Deliorman’ın göbeğinde “Voden” av konağında Federal Almanya Başbakanı Yosef Strauss’un ayağına kapatan durumu hatırlatalım. Ne demişti o zaman “bıyığımı balta kesmez” havaları yapan Todor Jivkov, “bırak bir yana şu ideolojik farklılıkları, kimilerin kafasındaki ayrılıkları, bana şöyle yarım milyar DM borç versen, iyi olur, çok koparttık” demişti. Tabi, bir adamın yarım kilo kana ihtiyacı varsa, ne kadar hasta olursa olsun, o adama bir kilo kan akıtılamaz. Anlaşılan, bundan 29 yıl önce nüfusu 8 milyon olan Bulgaristan’ın, taburca olması için yarım milyar DM’a ihtiyacı vardıysa ve bunu iyi bilen Bulgar yönetiminin, 2016’da nüfusumuz yarı yarıya azaldığı bir ortamda, yalnız Varna Batı Liman Gümrüğünden 450 milyon araklayarak sorununu kısmen de olsa kendi imkanlarıyla çözmüşse, kalkıp da adama yardım eli uzatmaya gerek yoktur. İşte biz böyle bir yanlışlık yaptık 2016 yılının 15 Aralık günü Sofya’nın “Boyana” Sarayında. Daha sonra seri yanlışlarından dolayı görevinden uzaklaştırılan, eski başbakan Ahmet Davutoğulu, tam o sarayın ocak başı odalarının birinde Başbakan Boyko Borisov’a, Bulgaristan’ın kalkınması için 1 milyar 280 milyon Euro önerdi. O görüşmede “hiçbir dilden başka bir dile tercüme yapması için yüksek lisansı olmayan üstelik hiçbir diplomatik kurumda yeminli çevirmen kaydı da olmayan Lütfi Mestan çevirmendi”. Ne nedendense bilmiyoruz, Borisov’un cebinim dolu olduğu için mi, yoksa tercümanın desti kırdığı için mi, fakat o iş olmadı. Şimdi de aynı yanlışlık yapılmaya devam ediliyor. Bulgaristan’ı tanıdıklarını sanan ve kendilerini öyle tanıtan bazı yetkililer, 26 Mart 2017’de yapılacak seçimlerde Lütfi Mestan’ın DOST partisi ile Kasım Dal’ın Halkın Hürriyetleri partisini Sofya Meclisine sokmaya, onları birleştirmeye çalışıyorlar. Kimse Dal partisinin birinci Tüzük maddesinin “ihbarcılar, dosyalılar partimize giremez” yazdığını hatırlamak istemiyor. Mestan’ın dosyası unutturulmak isteniyor. Şunu da dikkate almıyorlar: Türkiye devletinin her sözünü kılavuz bilip de oy veren Bulgaristanlı Türkler hep aynı kişilerdir yani düne kadar Dal’a oy vermiş olanlar 6 Kasım 2016’da Mestan’ın Dost Partisine (GERB Cumhurbaşkanı adayı Tsetska Tsaçevaya) oy vermişlerdir. Bunlar her defasında aynı kişilerdir. Ne az ne çok, aynı insanlardır. Mestan ile Dal’ın onları çoğaltma gücü yoktur. DOST için şiir yazmışlardır ve ozan der ki: Dost adına su akıttım geri göndü. Dostlar için ateş yaktım birden söndü.


Makale ve Analizler - 2017

61

Be kızan sana herkes dost mu göründü Dost sözünü sil gayrı kafandan. Bir başka ozanımız da şöyle demiştir: Papağanla konuşma Ne istersin, papağanım? Canın ne isterse hemen veririm. İşte darı... Konuşmak mı istiyorsun? Konuş konuşabildiğin kadar, Ben konuşuyorum da ne oluyor sanki? Sesim yalnız dağı taşı inlenmekte, Mesele konuşmakta değil, papağanım, Mesele konuştuklarını dinlenmekte.

Türkiye’yi Yalnızlaştırma Operasyonu

Alptekin Cevherli-18.Ocak.2017

Saddam Hüseyin’in gaza getirilip Kuveyt’i işgal etmesi ardından başlayan Körfez Savaşları ile birlikte aslında ABD’nin veya daha doğru bir tabirle Batı’nın 22 İslâm ülkesini bölerek yeni devletçikler oluşturma projesi de fiilen başlamış oldu. Bu süreç içerisinde Türkiye’miz zaman zaman doğru, zaman zaman da yanlış ya da sonu iyi hesaplanmamış hamleler yaptı ve nihayet bugünlere kadar geldik. Bugün güney sınırlarımızda kimin kimi vurduğu belli olmayan; savaş ile vahşet arası bir düzlemde, açıkça Türk ve Müslüman soykırımı yaşanıyor. Türkiye’mizin de özellikle son dönemde yaptığı isabetli hamlelerle bu vahşet sarmalından kendini kurtarmaya çalıştığını ve bu konuda yeni müttefikler arayışına girdiğini görüyoruz. Rusya ile yakınlaşma çalışmaları, İran ile kafa kafaya getirilme hamlelerinden usta manevralarla kaçınılması da bunun en büyük göstergeleri.


62

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Ülkemizin bu yeni politik atağında en büyük dış destek ise başta Azerbaycan ve Kazakistan olmak üzere Türk Dünyası’na mensup ülkelerden geliyor. Türkiye’nin doğal müttefiki Pakistan’ın yanı sıra bugün dünya kamuoyunda ülkemizin bir sorunu tartışılırken Asya’nın kalbinden Türkiye’ye sonuna kadar destek ve gerektiğinde arabuluculuk mesajları geliyor. En son Hatay’da Rus savaş uçağının düşürülmesi ardından Moskova - Ankara ilişkilerinin yeniden yapılandırılması konusunda Aliyev ve Nazarbayev’in üstlendiği rol ve risk asla göz ardı edilemez. Bugün 2’nci Kurtuluş Savaşı veriyoruz dediğimiz şu günlerde bundan 94 yıl öncesinde olduğu gibi en büyük yardımı yine Kafkasya’daki ve Türkistan’daki kardeşlerimizden görüyoruz. Sayın Cumhurbaşkanımız eskiden olduğu gibi Özbekistan’a yine gidiyor, oralardan geliyorlar... Bundan rahatsız olan, Türkiye’nin yine 1980’li yıllardan öncesinde olduğu gibi koskoca dünyada yapayalnız ve tek başına kalmasından medet uman maksatlı çevreler için elbette bu durum kolay hazmedilebilecek bir gerçek değildir. Bu nedenle de Türkiye’miz üzerinde kurnazca ve şerefsizce bir algı yönetimi operasyonunun düğmesine basılmıştır... Bu operasyon öyle bir tezgâhlanmış olarak görünmektedir ki; 1- Türkiye’de kardeş ülkelere karşı bir endişe ve nefret uyandırılırken, 2- O ülkelerde de Türkiye’ye karşı bir infial oluşturulması hedeflenmiştir. Şöyle ki: 1. 2017 yılbaşı gecesi Reina adlı gece kulübüne görgü tanıklarının ifadelerine göre kaleşnikof tüfekli 3 saldırgan girip 39 kişiyi katletti ve 60’tan fazlasını yaraladı. Olayın üstünden bir saat geçmeden saldırganın Doğu Türkistanlı, Özbek veya Kırgız Türk’ü olduğu bilgisi bazı haber sitelerinde yayınlanmaya başladı. Oysa daha saldırının yaralıları daha hastahanelere yeni götürülüyordu. Kamera kayıtlarından çekik gözlü olduğu tespit edildiği ve bu sayede “Orta Asyalı” olduğu bilgisine ulaşıldığı söyleniyordu. Fakat dünyada soydaşlarımızın haricinde Japon, Çinli, Moğol, Koreli, Tayvanlı, Tibetli vd. pek çok çekik gözlü ulus var. Ve üstelik bunların hiç biri de Hıristiyan değil. Bu arada Türk Cumhuriyetlerinden gelip de ülkemizde yaşayan insanlar sokağa çıkamaz oldu, sırf çekik gözlü diye onlarcası Reina teröristi yaftasıyla acımasızca linç edilircesine sokak ortasında dövüldü. 2 hafta sonunda ise yakalanan şahıs Özbekistan tarafından da aranan Tacik asıllı biri çıktı. Üstelik Mısırlı, Senegalli bilmem nereli zencilerle birlikte... Şimdi o sokak ortasında dövülen Kazak, Kırgız, Özbek ve Uygurlardan kim özür dileyecek? Türkiye’nin o coğrafyalarda zedelenen itibarını kim onaracak?


Makale ve Analizler - 2017

63

Türkiye’de kardeş ülkelerden gelenlere karşı oluşan acaba terörist mi, ön yargısını kim kıracak? Gelelim Türkiye’ye karşı nefret uyandırmaya... 2. Adamın biri komedi adı altında artık dizi haline gelen sinema filmleri çekiyor. Beğenirsiniz, beğenmezsiniz, o ayrı konu. Küfür ve argo ile sorununuz yoksa izleyebilirsiniz de... Ama bu şahsın aynı serinin 5’nci filminin tanıtım fragmanında açıkça Azerbaycan’ı tahkir etmesi, nasıl bir mantıktır? Türkiye’nin Sayın Cumhurbaşkanımızın tabiriyle “2’nci Kurtuluş Savaşı verdiği” bir dönemde Türkiye’nin kayıtsız şartsız yanında olan 7 devletten en birincisine karşı böyle bir aşağılamada bulunmak nasıl bir aklın ürünüdür? Bunu sadece insanları güldürmek maksadıyla üretilmiş absürt bir film olarak görmek mümkün müdür? Daha önceki serilerinin gişe rekorları kırdığı göz önüne alınırsa bunun da muhtemelen Türkiye’de en çok kişiye ulaşan filmlerden biri olacağını öngörmek için füturalist olmaya gerek yok. Peki, öyleyse bu nasıl bir üst akıldır ki, Azerbaycan Türkü’nü aşağılayan bir filme Türkiye’de gişe rekorları kırdırmayı tasarlar? Bu konuda eğer Şahan Gökbakar sadece komedi olsun, diye düşünmeden böyle bir sahne çektiyse derhal bu yanlıştan dönerek ilgili bölümü film sinema salonlarında gösterime girmeden çıkarmalıdır. Ve kardeşlerimizden özür dilemelidir. Yok, eğer hatasında ısrar ederse Kültür Bakanlığı’mız tarafından iki dost ülkenin arasını açacağı gerekçesiyle filmi ve fragmanını derhal yasaklanmalıdır. Hatırlarsanız Ermenistan ile dostluk köprüleri kurmaya çalışılan yıllarda, Bursa’da oynan Türkiye-Ermenistan futbol maçında Azerbaycan bayrakları toplanıp çöpe attırılmıştı. Bu kapsamda ülkemiz, iyi niyet göstergesi olarak soruşturmayı yeniden açarak; Bursa’da ay yıldızlı Azerbaycan bayrağının çöpe atılması emrini veren polis müdürünü de geç de olsa aynen Tacik teröristin basın karşısında ifşa edildiği gibi iki ülkenin arasını açmak suçundan göz altına alması gereklidir. Bu konularla ve psikolojik harp ile ilgili konularda millî direnci yüksek tutmak için eskiden MGK içinde bir birim vardı diye hatırlıyorum. Yeni yapılanma ile birlikte varlığını devam ettiriyor mu, bilmiyorum. Ama şu anda çok fazla ihtiyacımız olduğunu görüyorum...


64

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Ölü Demokrasi

Nedim Akın-19.Ocak.2017

Konu: Cumhurbaşkanlığında nöbet değişimi yapıldı. Avrupalı Atlantik, NATO-cu kimliğiyle hatırlanacak olan Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev, “helâlık aldı” ve resmen görevinden ayrıldı. Zamanında 3 meclis ve 5 hükümet değişen Plevneliev 22 Ocak 2012’de görevine başlamıştı. 1990’da başlayan demokratikleşme sürecinin 4. Cumhurbaşkanı oldu.13 Kasım 2016’da seçilen yeni Cumhurbaşkanının General Rumen Radev, 19 Ocakta mecliste yemin etti ve 22 Ocak 2017’de iş başı yapacaktır. Plevneliev bu yüksek göreve Bulgarların Avrupa Vatandaşlığı Partisi GERB adayı olarak seçilmişti. Kamuoyunun yarısı tarafından “zayıf” diğer yarısınca ise “başarılı” bir Cumhurbaşkanı olarak değerlendirilen Plevneliev görev süresinde 52 yabancı Cumhurbaşkanı ile resmi görüşmede bulundu. NATO Genel Kurulunda ve Avrupa Birliği Parlamentosunda konuştu. Rusya’nın siber saldırılarına karşı sert tepki gösterirken, Kırımın bağımsızlığı’ndan ve Ukrayna’nın da toprak bütünlüğünden yana çıktı. Göçmenler konusunda Bulgaristan’ korudu ve hatta 2015 Ağustosu’nda Türkiye Cumhuriyeti Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağın Bulgaristan ziyareti esnasında Filibe’de verdiği iftar yemeğine katıldı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin savaş kaçaklarını ve sığınmacıları misafir etme siyasetini kutladı. Plevneliev, geçen sene Bulgaristan Başmüftülüğünün iftar yemeğine katıldı ve Bulgaristan Müslümanları için “ibadetlerine bağlı barışçı, hoşgörülü ve yardımsever insanlar” dedi. Görevi sırasında Plevneliev Başmüftü Mustafa Hacı’yı makamında ziyaret etmiş ve onurlandırmıştır. 18 Ocak 2017’de Rosen Plevneliev ile yardımcısı (seçimle göreve gelen) Margarita Popova veda anlamında bir ortak basın toplantısı düzenlediler. Bir bakıma halka rapor verme niteliği taşıyan bu forumda, çok ilginç bir olay oldu. Bulgar gazetecilerden İliana Benovska, soru sormazdan önce izlediğiniz siyaset “çürüktü” diyerek kürsüye doğru yürüdü ve elindeki kırmızı bir elmayı Cumhurbaşkanı Plevneliev’e “alın ve çürük almanızı beraberinizde götürün” derken korumalar tarafından durduruldu ve salondan çıkarıldı. Tabi ertesi gün “çürük elma” basında “çürük demokrasi” olarak başlık oldu. Plevneliev’in izlediği siyaset ve geliştirdiği ilişkiler neden “çürük” olarak değerlendirildi? Günün sorusu budur: Plevneliev’in 5 yıl boyunca izlediği dış siyaset Avrupalı, Atlantik ve NATO güvenlik siyasetine hizmet et oldu. Fakat memlekette milliyetçi tabanın kabar-


Makale ve Analizler - 2017

65

masıyla ve Rusya’nın ülkemiz üzerindeki baskın siyaset çizgisinin kalınlaşmasıyla muhalefetten sert tepkiler almıştır. Görevi süresinde Cumhurbaşkanı Yardımcısı Margerita Popova ile 1 yıl konuşmayan Plevneliev’in Bulgaristan güvenlik sistemini Başbakan Borisov’un emrine devretmesi eleştirileri sertleştirmiştir. Benzer bir olay 1990 - 1997 yılları arasında Cumhurbaşkanı olan Jelü Jelev’in görev süresinde Başkan Yardımcısı Bayan Blaga Dimitrova’nın görevinden istifa etmesiyle de yaşanmıştı. Geçen yılın yazından beri Bulgar siyasi hayatı dibe vurmuş gibi görünse de, Demokratik Güçler Birliği Cumhurbaşkanı (CDC) Jelü Jelev 22 Ocak 1997’de görevini yeni seçilen Cumhurbaşkanı Petır Stoyanov’a devretmeye hazırlanırken 10 Ocak 1997’de parlamento binasını işgal eden protestocu kitlenin Sosyalist Parti Başbakanı Jan Videov’u istifaya zorlaması yeni tarihimizde çok daha derin kriz izleri bırakmıştır. Şimdiki durumun özelliği birçok bunalımın üst üste gelmesinde ve ülkenin sanki bunalım bataklığına itilmiş olmasındadır. Bunalımların birincisi, GERB partisi’nin Cumhurbaşkanı seçimini kaybettiğinde, 15 Kasım 2016’da istifa etmesiyle ve siyasi bunalım belirmesi, ardından bir hafta sonra dağıtılacak olan meclis bunalımı ve en kötüsü de 6 Kasım 2016’da yapılan halk oylaması (referendum) ile siyasi hayatımızın patronu olan 2.5 milyon seçmenin seçim sistemi değişikliğinin 43. mecliste görüşülmemesi ve 26 Mart 2017’de seçilecek olan yeni halk meclisi tarafından yasallaştırılmasının bir zaruret olarak kabul görmeyeceüidir. Politik değerlendirmeler bu yöndedir. Yeni durumda, ülkemizde totaliter kalıntı ve demokrasi kırıntısı düzenin devam etmesine yol açılmış oldu. Plevneliev ile General Rumen Radev’in mecliste, milletvekilleri, istifa etmiş hükümet, Anayasa Mahkemesi, Yüksek Temyiz ve Yüksek İdare Mahkemesi üyeleri, yabancı diplomatlar ve din adamları önünde içtiği anıt aynıydı. Bu anıt Bulgaristan adına, Anayasa ve yasalara uyma ve tüm etkinliklerinde halkın menfaatlerine hizmet etme adına içildi. Öyle de olsa, Bulgar halkı bugün birçok parçaya bölünmüştür ve halkın ortak menfaatlerini tanımlamak zordur. Toplumun yarısı Batıya, yarısı Doğuya bakarken Müslümanlar Türkiye’ye umut dolu göz dikmiştir. Rumen Radev Bulgaristan Cumhuriyetinin ilk General Cumhurbaşkanı oldu. Konuşmasında Bulgaristan’da etnikler ve değişik dinlerden azınlıklar yaşadığını beyan etse ve onların eşit haklı vatandaş olduğunu bildirse de, yemin töreninde o yalnız Bulgar Başpiskoposu Nikifor’un elini öptü. Başmüftü Mustafa Hacı Halk Meclisi töreni balkonunda izledi.


66

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Radev konuşmasında Bulgarların mecliste kişilikler görmek istediğine vurgu yaparken, partilere yapılan devlet yardımlarının azaltılmasını istedi ve “Bulgaristan vatandaşlarının hepsinin Cumhurbaşkanı olacağını” belitti. Eğitim, tıp ve adalet alanlarında reform yapılacağını duyuran Cumhurbaşkanı Radev, demecinde daha önceki Cumhurbaşkanı Plevneliev’in kullandığı “gurbet” ve “veresi” gibi 2 Türkçe sözü tekrir etti. Böylece 3 milyon Bulgaristan vatandaşının ekmek parası için dış ülkelerde çalışmak zorunda olduğunu ve köylerde dükkânlarda “veresi” defteri olduğunu, halkın iki ucunu bağlayamadığına işaret etti. Böylece ülkemizdeki ağır ekonomik bunalıma işaret etti. General Radev demecini Suriye, Rusya, Almanya, Birleşik Amerika, Kırım, Ukrayna ve Türkiye demeden okudu. 1990’dan beri görevde bulunan Bulgaristan Cumhurbaşkanlarının isimlerini sıralarken, Moskofcu Georgi Parvanov’un adını anmadı. Bulgaristan halk onuru değimini de kullanmadı, “Bulgaristan Müslüman Türk azınlığı” demedi. Dikkati çeken bir başka özellik de, onun Cumhurbaşkanlığı adaylığını yükselten Bulgaristan Sosyalist Partisi’ne vurgu yapıp teşekkür etmemesi de oldu. Bir parlamenter cumhuriyet olan Bulgaristan’da yeni Cumhurbaşkanı General Radev milletvekillerine “bir hafta vaktiniz kaldı” deyince, sağ milliyetçi “Yurtsever Cephe” ve Makedon komitacıların VMRO milletvekilleri gürültülü bir şekilde halk meclisini terk ettiler. Demek istedikleri, Cumhurbaşkanı daha göreve başlamadan haklarının üstüne çıktığına vurguydu. Bu gelişmelerin hepsi bir araya getirilince, siyasetimizde apse olduğu, patlayıp saçılmasını ve bütün toplumu dize getirtmesinin önlenmesi artık kaçınılmaz zorunluluk oluyor. Kafalarında 400 fikir olmayan 404 siyasi partinin pasifliğiyle hiçbir sorunun çözülemeyeceği gün gibi ortadadır. “Çürümüş siyaset” ve “çürümüş ilişkiler”den ancak ölü demokrasi doğabilir. Ötesi laftır.


Makale ve Analizler - 2017

67

Dengesizlikteki Denge

Rafet Ulutürk-20.Ocak.2017

Siyasette de şans var. Beş senelik Cumhurbaşkanlığı sona eren Sayın Rosen Plevneliev’e Orta Direk diyemedik. Çok partili parlamenter düzende Cumhurbaşkanı’nda Orta Direği aranması siyaset ve vatandaş arzusudur. Çünkü orta direksiz bir toplumda uyum olmadığı gibi denge sağlanması da zordur. Bir yere kadar bugünkü Bulgaristan anormalliğine temel olan da budur. Bulgar tarihinde seçimle Cumhurbaşkanı olan General yoktur. Bir Rus savaş uçağından inip sivil havacılıkta kaptan olma özelliğini göreceğiz. 18 Ocak 2017’de yem töreni yapıldı. Töreninde yapılan ilk konuşmayı değerlendirenler “can sıkıcı” ve “yorucu” buldu. General Cumhurbaşkanı Bulgaristan’daki durumu sosyal bir parti başkanı gibi, “gurbetçilik” ve “bakkallardaki veresi defterleri” ile anlatınca inandırıcı olmadı. Birçok keskin temel çelişki arasında gurbetçilerle yakınlarının bir ay veresiye yaşaması birbirini tamamladığından dolayı bizde dengeli olan tek şeydi. İkinci Borisov hükümetini çökerten, meclisi felce uğratan rüşvetçilik ile devletin dalaverecilerin eline geçmesiydi, fakat o Bulgar devletinin özünü kemiren kurtlara değinmedi. Avrupa’nın en yoksul ülkesi olduğumuzu bilmeyen yok. Nüfusun neredeyse % 50’sini oluşturan etnik azınlıkların devletten ve toplumdan tamamen kopmuş Gettolarda ölümlerden ölüm seçmeye terkedilmiş olmasını görmek isteyen de yok, yeni Cumhurbaşkanı da pas geçti. O, eşeği bağlanacağı yeni kazığı 27 yıldan beri yapılamayan eğitim, sağlık ve adalet reformu kazığında gördü. Bu kadar kör bir bakış endişe uyandırdı. Her cumhurbaşkanı gibi Bulgaristan Cumhurbaşkanının ödevi de bağımsız ve tarafsız olmaktır. Ne var ki, ülkemizin baştanbaşa kar altında kaldığı Ocak ayında tren ve trafikle birlikte hayatın tamamen durduğunu, Şumen’e bağlı “Şeytancık” - Hitrino köyündeki tren kazasını, ölü ve yaralılarla birlikte halkın kış paniğini, son günlerde 3 trenin daha raydan çıktığını görmezlikten gelmek de aklıselim olmadı. Eski cumhurbaşkanı döneminde 128 tren seferi kalktı ama sorun çözülmedi. Doğal felaketten, işsizlikten, açlıktan ve çaresizlikten, ilaç alamadığı için ölen vatandaşların tarifi zor yoksulluğunu en inandırıcı anlatan belki de sığınmacıların ülkemizi terk etmesi, Avrupa kurumlarının Bulgaristan için ayırdığı göçmenlerin kesin gelmek istememesi ve annelerin yaşayabilmek için yeni


68

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

doğanları çocuklarını satması olaylarıdır. Bu gerçeklere bağımsızlık ve de tarafsız kalınamaz! Bu işin dengesi kaymış, çivisi çoktan çıkmıştır. Dış siyasette de tarafsız ve bağımsız olamayız. Demeçte “terör”, “uluslararası terörizm” Türkiye’deki terör olayları, şu ağır kış günlerinde Türkiye’nin 4 milyon savaş kaçağına ev sahipliği yapması, “Fırat Kalkanı” operasyonuyla anti-terörist mücadelede öncü güç olduğunu görmezlikten gelmek ne iyi komşuluktur ne de terörle mücadelede konumudur. Komşu sınırına tel örgü germek terörle mücadeleye katkı olamaz. General Radev demecinde, DEAŞ ve PKK gibi terör örgütlerinin elindeki “Kalaşnik” silahlar bizde üretiliyor, ölüm ticaretine son verelim, demedi. Bulgar tarihinde birkaç askeri darbe olmuştur. 1923 ve 1934’te faşizme doğru adım atan askeri darbelerde meclis dağılmıştı. General Radev’in yemin töreninde milletvekillerine “hadi bir haftanız kaldı, salonu boşaltın” şeklinde sitem etmesi, tepkili yorumlandı. Şimdiki bunalımdan kendilerine yağ çıkaran aşırı sağcılarla, 2 yıl önce reform yaparak bunalımın üstüden gelme azmiyle bakan olanlar yemin törenini terk ettiler. “Ben bütün vatandaşların Cumhurbaşkanı olacağım” diyen Gen. Radev’ten siyasi sağ kanadın yarısı koptu. Anlaşılan general krizi yanlış okumuştu. Siyasiden parlamenter krize ve ardından ulusal krize sıçrayan ve şu an yaşanan bunalımda vurgulanması gereken nokta başkaydı. Siyası erk gönüllü istifa etmiş, yürütme yasamayı dağlamadığından dolayı meclis sırasını bekliyordu. Fakat meclisin yerinde sayması, kişisel bir sorun değil, 6 Kasım 2016’da beliren ve siyasi değişiklik isteyen halk iradesiydi. 2 milyon 500 bin Bulgaristan seçmeni parti listelerine göre dayatılan milletvekillerine “görev süreniz bitti” dedi. Bu gerçek gün gibi ortadayken, yemin töreninde yeni başkanın okuduğu raporda çok ciddi bir çelişki baş gösterdi. 6 Kasım 2016’da bir hafta sonraki ikinci turda - 13 Kasım 2016’da seçim günü 2 milyon 60 bin oyla Cumhurbaşkanı seçilen Gen. Rumen Radev ile birlikte Bulgaristan’ın siyasi geleceğini kendisi belirlemek isteyen halk iradesi Halk Oylamasında belirdi. Bir seçmen devleti arpalık haline getiren Borisov hükümetine “yeter artık, biraz kenara çekil” derken, aynı zamanda siyasi sistemde “şunların şunların yapılmasını istiyorum” dedi. İstenen, eğitim, sağlık ve adalet reformundan önce “siyasi sistemin, dolayısıyla seçim kanununun değiştirilmesiydi.” Bulgaristan seçmeni “bu seçim kanunuyla seçilen yasama organının (meclisin) kendisini tükettiğini ve re-


Makale ve Analizler - 2017

69

form yapabilecek durumda olmadığını anlamış ve meclisin toptan boşaltılmasını ve halkın majoriter sistemle tanıdığı insanları kendisinin seçmesini uygun bulmuştu.” Bunu 2 milyon 500 bin seçmenin istemesine rağmen, Gen Radev daha Cumhurbaşkanı sandalyesine oturmadan halka itiraz etti, sosyalist parti tezlerine bastı. Daha ilk gün şöyle bir durum ortaya çıkmış bulunuyor. Soru şudur: General Radev 2 milyon 60 bin oyla Cumhurbaşkanı olunca 2 milyon 500 bin seçmenin iradesini değiştirme hakkı kazanmış oldu mu? Ne halk ne de Anayasa ona böyle bir hak tanımamıştır. Ve o daha ilk günde böyle bir hakkı gasp ediyorsa, Anayasayı çiğnemiştir ve görev süresi başlamadan bitmiştir. Çünkü o Bulgaristan’ı ezmeye devam eden totaliter kalıntıları yaşatmaya gelmiş demektir. O, kürsüden “karma seçim sistemi” dedi. Onun seçildiği gün halk majoriter seçim istemi istedi. Halk seçimde kazanılan bir oy için 11 leva değil, devlet bütçesinden yalnız 1 leva ödenmesini istedi. O “aman partilere daha fazla verelim” dedi. Ödenecek olan paranın halkın parası olduğunu unuttu. “Ben herkesin Cumhurbaşkanı olacağım” sözleri ile söylediği diğer cümleler birbirini tutmadı. Böylece Bulgaristan toplumunda yeni ve çok büyük bir bunalım meydana geldi. Yemin töreninde Gen Radev’in eski komünist, yeni sosyalist maskesi düştü. Yeni durumda ortaya çıkan yeni soru şudur. Gen Radev somut olarak kimin adına konuştu? Onu yalnız Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) seçmedi. Bulgaristan Türklerinin oylarının % 60’ı da ona gitti. Eski cumhurbaşkanlarından Georgi Pırvanov gibi en kaşarlı komünistlerinde oyunu alan Gen Radev, bu partide iç devrime neden oldu ve bütün parti yönetimi siyasetten el çekti. Çünkü Moskova’ya bağlı ve öteden beri savunulan tüm tezleri yanlıştı. Gen Radev’in kursüden söylediği sözler daha önce aynı kürsüden Sosyalist Parti lideri Bayan Kurnelya Ninova tarafından birkaç defa söylenmişti. Şu da var, askeri uçakta kaptan olan General, sivil havacılıkta BSP hostesi mi olacak? Yemin töreninde dikkati çeken bir protokol inceliği de düşündürücüdür. Yeni Cumhurbaşkanı Bulgar Doğu Ortodoks Kilisesinin Başı olan Baş Piskopos Neofit’in elini sıkıp yanağını öpmediği gibi, Başmüftü Mustafa Hacı’nın, Katolik ve Protestan dinleri yetkili temsilcilerinin de elini sıkmadı. Bulgaristan Türkleri Manevi Konsey Başkanı Vedat Uzun ve Başmüftü Yardımcısı salondaydı.


70

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

General Radev’in meclis bileşiminde ve idari ve diplomatik erkân önünde yaptığı konuşma, onun 1990’da katıldığı Bulgaristan Komünist Partisi 14. Kongresini anımsattı. O kurultayda Komünist Partisi BKP adını değiştirmiş ve sosyalist parti BSP olmuştu. Ve işte şimdi Bulgar halkının 27 yıllık ikiyüzlülük içinde sosyalist partinin yetiştirdiği en güvenilir kadroyu Cumhurbaşkanı koltuğunda görebildik. Bu ürün, ancak sosyalist parti içindeki milyonerlerin ve hala çalışan ve amerikanın eliyle dünyaya “Kalaşnikov” satan Bulgar silah tüccarlarının Cumhurbaşkanıdır. Yeni cumhurbaşkanının Orta Direk işlevine gelince, 404 partiye bölünmüş Bulgar toplumunun böyle bir kişiye ihtiyacı var. Ve çok derin olan bunalım koşullarında bunun yapılanması için önce kertenkelenin biraz fazla uzayan kuyruğunun koparılması gerekir. Çünkü aşırı uçların irileştiği ve saldırganlaştığı ortamda Orta Direk rolü oynanamaz. 2014’ten beri bizde aşırı milliyetçi ırkçıların hortlaması, mecliste yasama girişimini ele geçirmiş olması ve özellikle Türk düşmanlığını kanuna uydurma çabaları dikkati çekti. Bu güçler 18 Ocakta Meclisi terk ettiler, siyasetten dışlanmaları sağlanırsa Gen Radev Orta Direk olabilir. Sosyalist partiden oy çalan aşırı uçlarla zamanını doldurmuş taş kafa siyasetçilerin sahneden indirilmesi yakın zamanda gündem olabilir. Bunu gelecek hafta açıklanacak olan geçici seçim hükümeti terkibinden okumak olasıdır. AB parlamentosunun daha “faşist uç” olarak nitelediği sağ milliyetçiler ve “reform memesi” artık ağızlarından alınan Reformcu Blok’u dalaverecilerinin iktidardan uzaklaştırılması ilk adım olmalıdır. Yeni Bulgar siyasetinde Orta Direk’in yeri nerede olmalıdır. Bu kadar yoksul bir ülkede bu mihver ancak Ortanın Soluna dikilebilir. Bu derinliğin bir başka anlamı da Bulgaristan’ı hem Cumhurbaşkanı ve hem de bakanlar kurulundan sorumlu yetkili bir Başkan olarak ülkeyi uzunca bir süre yönetme fırsatında gizlidir. Geçici hükümete Bakan vermek istemeyen BSP’nin de seçimlerde parmağını yalayacağı düşünülemez. Parlamenter güçlerin iyice ufalması yeni hükümet kurulmasını zorlaştıracağı gibi, hem geçici hükümetin ömrünü uzatacak, hem de daha 2017’de yeni bir erken genel seçime kapı açacaktır. Kaymaklı kahve General Radev’e sanki altın tepside sunuldu. Tesadüfler bunalımların tanıdığı fırsatlardır. Şimdi artık her şey onun seçeceği Geçici Seçim Hükümeti niteliğine bağlı olacaktır. Siyaset üstü yetenekli kadrolardan oluşacak bir hükümetin ömrü bunalım aşılamadığı sürece devam edebilir. Çünkü geçici hükümetin 26 Martta yapılacak seçimlerde 44. halk meclisinde 43.


Makale ve Analizler - 2017

71

halk meclisinden farklı bir bileşimle yüzleşeceğine inanlar yok gibidir. Eski sisteme göre yapılacak seçimlerde parti kadroları meclise dolacaktır. Yeni durumda hükümeti kurma görüşmeleri 2014’te olduğu gibi yeniden kilitlenebilir. İradesiz derme çatma bir hükümetle reform yapmak imkânsızdır. Aşılamayan bunalımın yeni sürprizleri bizi bekliyor.

1990 “Kara Ocak” Bakü - Yanvar Katliam

BG-SAM-20.Ocak.2016

Azerbaycan Türklerinin Şerefli Tarihi 1990 “Kara Ocak” Bakü-Yanvar Katliamı Azadlığı istemirem zerre-zerre, kram-kram Kolumdakı zencirlerikqıram gerek, Kıram! Kıram! Azadlığı istemirem bir hap kimi, derman kimi, İsteyirem sema kimi! Güneş kimi! Cahan kimi! Çekil! Çekil, ey kasbkar! Men bu esrin gur sesiyem! Gerek deyil sıska bulag. Men ümmanlar teşnesiyem! Sömürgeciliğe karşı bağımsızlık savaşı veren toplumlar özgürlüğünü kazanma sürecinde çok zor sınavlardan geçmişlerdi. Bu dönemlerde toplumlar, bağımsızlık mücadelesi verirken tarihi hafızada iz bırakan acılar da tecrübe etmiştir. 28 Mayıs 1918’de, Batı Trakya Türk Cumhuriyetinden (1913) sonra, ilk bağımsız Türk cumhuriyetini ilan eden Azerbaycan Türkleri, 1920’ye kadar büyük bir direniş göstermiş ancak Kızıl Ordu’nun işgali karşısında yenik düşmüşlerdir. Azerbaycan bu tarihten 20. Yüzyılın sonlarına kadar Sovyetler Birliği’nin bir parçası olarak kalmıştır. Stalin’in, Lenin’in yerini alması ve tüm muhalif ses-


72

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

leri kanlı bir biçimde susturmasından sonra tamamen Rus Şovenizmi’ne teslim olan Sovyetler Birliği 80’lerde çökme sürecine girmiştir. 1980’lerin sonlarına doğru artık Rus Sovyet İmparatorluğu çöküş sürecine girmişti. SSCB Mihail Gorbaçov, imparatorluğu kurtarmanın yolunu bağımsızlık mücadelesi veren cumhuriyetlere gözdağı vermekten geçtiğini düşünmekteydi. Fakat Azerbaycan Türkleri artık mücadelesini ölümle, kanla olsa da gerçekleştirme çabası içerisindeydi. Sokaklar ve caddeler yüzbinlerce göstericiyle doluydu. Azerbaycan’ın bütünlüğü ve bağımsızlığı uğrunda mücadelede özellikle Bakü Devlet Üniversitesi ve Azerbaycan Layiha Enstitüsü talebeleri öncüllükteydiler. Mücadelenin liderliğini ise merhum cumhurbaşkanımız ve milli mücadele önderimiz Ebülfeyz Elçibey önderliğindeki Azerbaycan Halk Cephesi yapmaktaydı. O dönemde Azerbaycan’da ilk olarak “Çenlibel” daha sonra “Bağımsızlar”, “Yurt Birliği”, “Kale”, “Varlık” ve benzeri çok sayıda örgütü bir arada toplayarak oluşturulan AHC, Azerbaycan’ın bağımsızlığını ve bütünleşmesini hedeflemekteydi. 31 Aralık 1989’da AHC önderliğindeki halkın, Güney Azerbaycan ile Kuzey Azerbaycan arasındaki dikenli telleri kırarak, SSCB - İran sınırlarını fiili olarak ortadan kaldırması da bunun bir göstergesiydi. Nitekim 1988 25 Ocak tarihinden Ermenistan’a bağlı yerleşim yerlerinden Azerbaycan Türklerinin göç dalgaları başlamıştı. 18 Mart’ta Dağlık Karabağ Eyalet Komitesi Plenumu, bölgenin Ermenistan’a bağlanması kararını almıştı. Ermenistan’dan Azerbaycan’ın sınır köylerine sayısız saldırılar düzenlenerek her gün Türklerin öldürülmesine ve rehin alınmasına rağmen TASS Ajansı, tek taraflı olarak gerçekdışı bir tutum sergilemiştir. Amerikan Senatosu, bu toprakların Ermenilere ait olasını tavsiye mahiyetinde Gorbaçov’a bildirmişti. Bütün Batı bir anda her şeyleri ile Ermenilerin yanında yer aldıklarını çekinmeden beyan etmeye başlamıştılar. Bundan cesaret alan Ermeniler her geçen gün baskın ve terör faaliyetlerini, artırdılar. Neticede 250 binden fazla Azerbaycan Türkünü Batı Azerbaycan’dan zorla çıkardılar. Aynı günlerde Bakü’de gergin olaylar yaşanmaktaydı. 14 Ocak’ta Bakü’de, dış güçlerin ve KGB’nin tertiplediği provokasyonlar sonucu bazı grupların şehrin belli bölgelerinde yapılan düzensiz kitlesel yürüyüşleri neticesinde 60 kişi hayatını kaybetmişti. Bakü’de Ermeniler tarafından bir Azerbaycan Türkü, başı balta ile ezilerek öldürülmüştü. Bu olayları fırsat bilen KGB provokatörleri kendi ajanlarını kışkırtarak Bakü’de kargaşa çıkarmaya başlamışlardı. Silahsız olan polis ve AHC’liler, önleyici müdahale imkânlarından mahrum bırakılmışlardı.


Makale ve Analizler - 2017

73

Bu arada Kızıl Ordu Birlikleri harekete geçerek Bakü şehrinin çevresinde konuşlanmış ve saldırı için emir beklemekteydi. 16 Ocak’ta Azerbaycan’da gerginlik son haddine ulaşmış ve AHC aralıksız toplantı, gösteri ve yürüyüşler düzenleyerek hükümeti uyarmaya ve halkın sesini duyurmaya davet etmişti. 17 Ocak’ta Bakü’de bir milyonun üzerinde kişinin toplandığı bir miting düzenlenerek “gasp edilmek” istenen halkların istikrarını, ülke düzenini bozanların cezalandırılmalarını, devletin otoritesini kullanarak asayişi temin etmesini istemişti. Nitekim 19 Ocak tarihine kadar meydanı boşaltmayan halkın hür iradeye sahip olma kararlılığı 19 Ocakta doruk noktasına ulaşmıştır. Artık AHC de duruma hakim olmakta zorluk çekmekte ve dalga-dalga akın ederek Azatlık meydan’ına gelen kitleyi kontrol altında tutmaya çalışmaktaydı. 19 Ocak 1990, saat 19:27’de Azerbaycan Devlet televizyonu, SSCB KGB’si tarafından bombalandı ve Azerbaycan halkı o gün Moskova yönetimi tarafından ilan edilmiş olan olağanüstü halden habersiz bırakıldı. Dönemin Eski Sovyetler Birliği Başkanı Mihail Gorbaçov’un sivil halka ateş açması talimatıyla 19 Ocak’ı 20 Ocak’a bağlayan gece saat 01.00’da Sovyet Ordusu ve Ermeni Taşnakları’nın propaganda kampanyaları doğrultusunda Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de misli görülmeyen kanlı bir katliam gerçekleştirildi. 19 Ocak gecesi Bakü Devlet Üniversitesinden halen de görüştüğüm mücadele arkadaşım, öğrenci arkadaşım Eluca Atalı ile Bakü’de Rus silahlarının her tarafa alevler saçtığının bizzat şahidiyiz. Gece yarısı en modern silahlarla silahlanmış Kızıl Ordu karadan, havadan ve denizden Bakü’ye girerek korumasız halkın üzerine ateş yağdırmaya başlamıştı. Hiç acıma duygusu olmadan ağır silahlarla kadın, çocuk, yaşlı demeden herkese vahşice saldırdı. Önlerine geçen herkes kurşuna dizilmişti. Resmi bilgilere göre 134 sivil vatandaş ve 37 Azerbaycan askeri şehit olurken 770 sivil ve 80 asker yaralanmış 76 kişi AHC fallarından oluşan 400 kişi gözaltına alınarak Rusya’nın çeşitli hapishanelerine götürülmüş, 48 kişi kaybolmuştu. 20 Ocak günü her kes yakınlarını ve dostlarını aramak için sabahın erken saatlerinde sokak ve meydanlara inmişti. Bakü ve Sumgayıt’ta Rusların açtığı ateş sonucu delik - deşik edilmiş binalar, Azatlık Meydanı (Geçmiş Lenin) ve XI. Kızıl Ordu meydanında öldürülmüş, tank paletleri altında ezilmiş insanlar, kana boyanmış caddeler akıl almaz ve korkunçtu. Azerbaycan’ın özgürlüğü uğruna mücadele edenler hunharca katledilmiş, Bakü savaş meydanına sokaklar ise kan gölüne dönüşmüştü. Kan rengindeki karanfiller şehitlerin üzerini kırmızı bir örtü gibi örtmüştü. 30 Ocak’ta Ebulfez Elçibey’in Azerbaycan halkına, BM Genel Sekreterliği’ne, AGİT Başkanlığı’na hitaben yazılmış beyanatı, başta Azatlık Radyosu olmak


74

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

üzere, dünyanın büyük radyo kuruluşları tarafından yayınlandı. Böylece tüm dünya Rus vahşetinden haberdar oldu. Bunun üzerine Rus askerleri, yerli işbirlikçilerin yardımıyla, Halk Cephesi binalarını kapatarak mensuplarını tutukladılar. Lakin bağımsızlık mücadelesinden yılmayan ve korkmayan Ebülfez Elçibey ve arkadaşları 28 Mayıs 1990 günü, üç renkli Azerbaycan bayrağını, Rus askerlerinin gözü önünde El Yazmaları Enstitüsü’nün çatısına dikerek, Rus emperyalizmini dize getirdiklerini tüm dünyaya ilan ettiler.. 20 Ocak günü Bakü’de ve Azerbaycan’ın diğer bölgelerinde gerçekleştirilen katliamlar, Azerbaycan halkının bağımsızlık mücadelesini durdurmak üzere planlanmış eylemlerdi. Fakat olay sonrasında Azerbaycan Türklerinin gösterdiği mücadele örneği, onun bağımsızlık yolundaki adımlarının engellenemez niteliğini ortaya koymuştur. Bakü’de Rus Kızıl ordusuna karşı yirmi yıl önce Azerbaycan Türklerinin verdikleri mücadele, bu imparatorluğun bütün kutuplarını sarmıştı. Bundan sonra diğer Cumhuriyetler de birer birer bağımsızlaşmaya başlamıştır. Azerbaycan’da Kanlı Yanvar (Ocak) Faciası gibi hatırlanan 20 Ocak olayları Azerbaycan’ın özgürlüğü ve toprak bütünlüğü uğruna mücadele tarihinin kahramanlık sayfası oldu. 20 Ocak, Azerbaycan halkının tarihinde, sadece ağıt ve acı ile hatırlanacak gün değildir. 20 Ocak aynı zamanda Türk halkının şan ve şeref günüdür. Bu vesileyle, Azerbaycan Halk Cephesinin lideri, bağımsızlık mücadelesinin unutulmaz kahramanı, büyük Türk milliyetçisi, Cumhurbaşkanı merhum Ebulfez Elçibey’i ve tüm şehitleri bugün rahmet ve minnetle anıyorum. Tüm Türk dünyasının başı sağ olsun.

Kuru Ağacın Gölgesi - 1

Nedim Akın-22.Ocak.2017

Türkiye’ye gidip görüşmelerde bulunmak hiç kimseyi asla aklayamaz. Bulgaristan Stratejik Araştırmalar Merkezi BG-SAM olarak, Hak ve Özgürlükler Hareketi (DPS) üstüne gerçekleri anlatan “Bir Hayalin Çöküşü” adlı kitabın yazarı,


Makale ve Analizler - 2017

75

aynı partinin örgüt sekreteri ve başkan yardımcısı görevlerinde bulunmuş olan Osman Oktay’ın kaleminden yani birinci ağızdan, bazı gerçekleri anlatacağımızı önceden bildirmiştik. 4 Ocak 1990’da Varna’da mahpusçu Handi’nin dairesinde güya kurulan Hak ve Özgürlükler Hareketi’nin gerçek kuruluş mekanı olan Sofya “Banya Başı” Cami 16 Şubat 1990 toplantısına katılan kişiler şunlardı: Kitabin 12. sayfasında verilen listede şu isimler yer almaktadır: Osman Oktay - Kuzey Doğu Sorumlusu Mustafa Karnobatlı - Kuzey Batı Bulgaristan Yaşar Şaban - Güney Doğu Bulgaristan İbrahim Kadri - Güney Batı Bulgaristan İllerden gelen yetkili koordinatörler: Mahmet Hocov ve Bahri Ömer - Kırcaali ili, Recep Çınar - Haskovo Rufat Feleti - Smolyan Hasan Çoban - Plovdiv İbrahim Kadri - Blagoevgrad Sabriye Yakub - Sofya Mehmet Tefik - Stara Zagora Mustafa Hatib - Sliven Ridvan Kadyov - Pazarcık Bahtiyar Karaali - Loveç Haalid Gazi - Ruse Şenol Mehmet - Silistra İlhan Veli - Dobriç Şenol Mehmet - Silistra İlhan Veli Dobriç Kasım Dal - Varna Mehmet Osman - Razgrat Hasan Çıtan - Tırgovişte Sabri Mehmetali - Burgas ve bu listenin dışında kalan Ahmet Doğan olmalıdır.


76

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

DPS’nin bir siyasi oluşum olarak Kuruluş Toplantısı tarihi olarak 26 Mart 1990, yer olarak da Sofya ilan edilmiştir. Toplantı Sofya Camii büyük salonunda yapılmıştır. İlk konuşmayı yapan Ahmet Doğan’ın ilk cümlesi şudur: “Aramızda ajan var ve saat başı gizli polis “DS”ye haber aktarıyor.” Aynı konuya bir daha dönmemek şartıyla, mahpusçulardan Necmettin Hak’ın “biz partiyi 4 Ocakta Varna’da kurduk” ve başka bir mahpusçu olan Kasım Dal’ın “ben Varna’ya toplanan 23 kurucu arasından on birinin gizli ajan olduğunu biliyorum fakat isimlerini kendime saklıyorum” sözleri düzmecedir. Özel vurgulanan noktalar: Kurucu toplantıda “Ahmet Doğan yalnız 3 yıllık bir süre için Başkan seçilmiştir.” Necmettin Hak, Zahid Vahid vb tarafından Dobriç’e bağlı Bakalovo (Baraklar) köyünde kurdukları Bulgaristan Türk Milli Hareketi üyesi veya sempatizanı oldukları gerekçesiyle 1986 Haziranında Kuzey Doğu Bulgaristan’da tutuklanan 100 kişiden, (Dobriç’ten 11, Varna’dan 7, Razgrat’tan 5 ve toplam 23 kişiden, ki partinin kurucuları olarak devamlı tekrarlanarak dayatılmaya çalışılan bu 23 kişi birbirini tanımayan kişilerdir. Yineleme ancak kafa karıştırmak için yapılıyor) Ahmet Doğan’la birlikte Pazarcık hapishanesinde kalan 8–10 kişiden hiç biri Sofya “Banya Başı” camia kuruluş toplantısına gelmemiş ve bilinçli olarak katılmamıştır. Bu cümleden olarak, yalız Kasım Dal’ı gösterebiliriz ki, Osman Oktay 133 sayfalık eserinde onun HÖH - DPS içindeki yıkıcı faaliyetlerine çok özel yer ayırmıştır. Yazımızın ikinci bölümü Dal teranelerine ayrılmıştır. Kırcaali bölgesinden delege olarak katılan Mehmet Hocov ile Bahri Ömer de tutuklanmamış, yargılanmamış, sürgün edilmemiş, “ölüm kampında” yatmamış kişilerdir. Hatta Bahri Ömer’in komünist rejime ve “DS” sistemine yakınlığı bilinir. Şimdi bu kişilerin ikisi de DOST yönetimine katılmıştır. Sayfa 16: “Hapishanelerde bulunan siyasi tutuklu Türklerin aileleri daha 1989 Mayıs ve Ağustos ayları arasında Türkiye’ye göçe zorlanmıştı. 1990’da hapisten çıkan 1.500 Türk savaşçı doğrudan “Kapıkule”ye yöneltilmiştir.” Onların hiç birisi HÖH - DPS kurucu forumlarında temsil edilmedi. HÖH evraklarının Mahkeme Kaydı ise, o yıllarda ve daha sonra Bulgaristan İçişleri Bakanlığı’nda müfettiş olarak görevli olan hukukçu polis Miroslav Dırmov tarafından yapılmıştır. Sayfa 18: “O dönemde HÖH’ün güvenlik sorunlarından sorumlu olan kişi, Vatan Emek Partisi (OPT) Başkanı Albay Popov’tur. O parti, 2 Ocak 1990’da Kırcaali’de isimlerimizin iade edilmesine karşı büyük mitingi düzenlemiş ve Sofya’ya yürüyüş yapmıştı. DPS’nin kurulmasına karşı mücadelenin başını çekmiştir.”


Makale ve Analizler - 2017

77

BGSAM açıklama: Bulgaristan Komünist Partisi (BKP) Müslüman Türk hareketinin siyasi bir oluşum olarak biçimlenmesi şu sebeple yol vermiştir. “1989 ve 1990’da Demokratik Güçler Birliği (CDC) ye doğru kayan Müslüman Türk kitlesini BSP ile CDC arasında ama BSP’ ye daha yakın bir noktada, yol ortasında durdurmak ve hiçbir zaman demokratik Bulgar partileriyle birleşmelerine hiçbir surette imkân vermek.” Sayfa 24: 1990 baharında Osman Oktay HÖH Siyasi Sekreteri sıfatıyla T.C. Sofya Büyükelçiliği’ne davet edilmiş ve orada kendisine Ahmet Doğan, Ünal Lütfü ve Prof. Dr. İbrahim Tatarlın’ın gizli polis “DS” ajanı olduğu söylenmiştir. Bu görüşme esnasında Oktay’a aynen şunlar söylenmiştir: Sayfa 25: Etnik ve dini temelli bir siyasi oluşum ileride Bulgaristan ve Türkiye arasındaki ikili ilişkileri olumsuz etkileyebilir. (öyle de oldu. HÖH’ün bir Moskova tasarımı olduğu da ortaya çıktı.) Bu oluşum Bulgaristan’da çok güçlü bir milliyetçi hareketlenmeye neden olabilir. (Öyle de oldu. “Ataka”, VMRO, “Yurtsever Cephe” vb siyasi dalga oluşturdu. 2016 seçimlerinde % 15 oy aldı.) İsimlerinin zorla değiştirilmesinden sonra ve sosyal ve diğer alanlardaki isteklerinin yerine getirilmesine karşı tepki olarak Bulgaristan Müslümanlarının ötekileştirilmesi ve kapsüle edilmesi gibi süreçler yaşanması muhtemeldir. (Öyle de oldu. “Bulgar Etnik Modeli” tuzağına düşürüldük.) Büyükelçi Yalçın Oral’ın HÖH partisiyle ilgili özel tavsiyeleri şöyle olmuştur: Demokratik Güçler Birliği (CDC) ile yakın partnerlik yapılması; Gizli polis (DS) ve BKP’nin özel yetkili kadro listesinden olan ve Ahmet Doğan’ın çevresinde dolanan kişilerin itelenip uzaklaştırılması ve HÖH yönetiminde görev almalarına olanak tanınmaması; HÖH yönetimine seçilen kişilerin güya “soya dönüş” sürecine ve BKP yönetimine katılmış ve Bulgar istihbaratı lehinde çalışmış kişiler olmasının önlenmesi; Bu talimatlara uygun çalışarak, partiyi BSP’den uzak tutmaya ve Demokratik Güçler Birliği (CDC) ile daha yakın işbirliği yaparak yerel, genel ve devlet başkanı seçimlerinde işbirliği çabalarını uzun uzun yazan Osman Oktay, kitabının 72. sayfasına gelince duruyor ve bu sürecin nasıl baltalandığını anlatmak için Hak ve Özgürlükler Partisi’nde İç Mücadele Başlığına giriyor ve aynen şöyle diyor:


78

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“2 Kasım 1996’daki Cumhurbaşkanı seçimlerinden sonra, ( CDC Lideri P. Stoyanov seçilmiştı.) HÖH Merkez Konsey toplantısında 1 Aralıkta yapılacak olan parti Üçüncü Ulusal Konferansı hazırlıklarını tartıştık. Müzakereler esnasında, hiç beklenmedik bir anda, Kasım Dal, Kırcaali il HÖH örgütünün isteğine uyarak Ulusal Konferansın Kırcaali’de düzenlenmesini önerdi. Katılımcı sayısı 1000 kişi olduğundan delegelerin konuklaması konusunda tartışma başladı. Kasım Dal’ın önerisini destekleyenler delegelerin Kırcaali ve Haskovo’ya bağlı Mineralni Bani (Haskovo Ilıcaları) otellerinde misafir edilebileceğini savundular. Öneriyi Ahmet Doğan da desteleyince konferansın Kırcaali’de yapılması onaylandı. *** Delegeler küçük gruplar halinde dağıtılarak kalacakları otellere yerleştirildiler. Onların ufak gruplar halinde parçalanması bölgelere göre denetlenirken kontrol altında tutulmalarına da olanak sağladı. Haskovo Kaplıcalarında misafirhanelerden birine, Ahmet Doğan Şirin Karnobatlı ile evlenirken sağdıcı olan, gizli polis “DS” Albaylarından biri ve “ARİES” koruma şirketi Müdürü Yordan Yordanov da post atmıştı. “ARİES” şirketi “Multigrup” holding benzincilerini idare ediyor ve Türkiye’den “Tofaş” arabaları getirip Bulgaristan’da satıyordu. Albayın konakladığı otele “Multigrup” koruma ordusu berelilerinden 50 kişi de yerleşmiş ve görev bekliyorlardı. Cumartesiyi pazara bağlayan gece bereli koruma grupları değişik il ve ilçelerden gelen birçok konferans delegesini kaçırmış, sorgulamış ve otel odalarına getirip yorgan altına koymuştur. Bu zulüm, tartaklama, dövme ve işkence uygulama operasyonu Albay Yordan Yordanov ve Kasım Dal tarafından yönetilmiştir. Delegeleri zorlayanlar HÖH Tüzüğünün değiştirilmesini, HÖH Merkez Konseyi, İl Konseyleri ve Belediye Konseyleri ve onlara bağlı çalışan yürütme konseylerinin kaldırılmasını yani Kollektif Yönetim Organları Yetkisizleştirilerek, tüm HÖH yönetiminin Ahmet Doğan’a kayıtsız şartsız, süresiz, denetimsiz, tek ona verilmesini istemişti. “Başkan Doğan’ın kararları meclis grubu için de zorunlu hale getirilmiştir. Osman Oktay başta olmak üzere, HÖH partisi yönetiminden olup partinin Birleşik Demokratik Güçlerle kaynaşmasına taraftar olan tüm kadrolar Merkez Konsey’den ve Merkez Operatif Büro’dan atılması kararlaştırılmış ve onaylatılmıştır. Doğan’ın teklifine uyan Konferans, Kasım Dalı Seçim Komisyonu Başkanı seçti. Kasım Dal’ın teklifiyle Merkez Konsey üyeleri için gizli oylama yapıldı. HÖH tarihinde ilk ve son defa gizli bir oylama yapılmıştır. Daha sonra il ve ilçe merkezlerinden gelen delegelerle birçok kapalı kapılar ardında gö-


Makale ve Analizler - 2017

79

rüşmelerim oldu ve hepsi MULTİGRUP koruma ekipleri, bereliler tarafından alı konulduklarını, karanlık yerlere götürüldüklerini, tartaklandıklarını, dövüldüklerini ve iradelerinin kırıldığını paylaştılar. Dal ile Doğan bu zorbalığı reddettiler. Merkez Konseye onların gösterdiği kişiler seçildi. Merkez Konsey’de il örgütlerinden aday olarak gönderilenler alınmadı. Onlardan biri Razgrat delegesi Güner Tahir’di. Birçok delege konferanstan kaçtı. Ben de seçilmedim. Bana 222 oy yetmedi. Benimle birlikte HÖH partisinde gururu olan birçok seçkin aydın da seçilmedi ve sıradan partili olduk. Yapılan Tüzük değişikleriyle Doğan HÖH’te ilk ve sos söz sahibi oldu ve bu durum bugün de devam ediyor.” *** “Aleksandır Stanboliyski 45 A” adresindeki ofisime Kasım Dal yerleşti. Parti arşivi yakıldı. Değişiklikleri kabul etmeyen aydınlardan 2 bin 500 kişi HÖH’ten atıldı ve Türkiye’ye göçe zorlandılar. HÖH partisine bu zulmü yapan ikili Doğan ve Dal’dır. Daha sonra Doğan’ın önerisiyle 2 süre Meclis Güvenlik Komisyonu başkanı olan Kasım Dal bu baskın saldırılarına devam etmiş ve 2002 yılına kadar toplam 10 bin Bulgaristan Türk aydını ve ailesinin göçe zorlanması için baskıları yönetmiştir.” *** Bugün artık ne Bulgaristan’da ne de Türkiye’de halk önüne çıkacak yüzü olmayan Kasım Dal, Kuru bir Ağaç gibi Gölge yapmaya çalışırken, şu kış aylarında, ağaçların hepsinin yapraksız ve çiçeksiz olduğundan faydalanarak, kuru bir ağaç olduğunu gizleyerek, yeniden “gerekirse gölge de yaparız” havalarına girmiş, boş hayaller pazarlamaya devam ediyor. Yakında: Kuru Ağacın Gölgesi - 2


80

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İbre Yön Değiştiriyor

Osman Bülbül-22.Ocak.2017

Çukurdayız. Hem baharda hem de güze iki seçime hazırlanın. Siyasette “radyo” çağı geçti, şimdi TV çağındayız, en güçlü araçsa cep telefonları ve internet. Büyük siyaset çok derinlere gizlenmiş, “üst aklın” yerini bilen olmasa da, siyasetin iyi ve kötü günlerinde güneşte terleyen ya da yağmurda ıslanan hep sıradan insanlardır. Siyaset ise fırına verilmiş börek değildir. Türkuaz kutu içinde çikolatalı pasta gibi sunulsa bile, herkes tarafından beğenilmeye bilir, kimileri çikolata sevmez, başka bir bölümse tatlı görmek bile istemez. Biz bugünümüz için siyasetin ibre değiştirdiği gün derken, neyi mi kastediyoruz? Önce söyleyeyim, Bulgaristan’da henüz değiştirmiyor. Bugünkü Bulgaristan siyaseti, 2014’te NATO ve 2007’de Avrupa Birliği (AB) üyeliği ve aynı zamanda Rusya ile tatlı flört hevesi 3. Cumhurbaşkanı Georgi Pırvanov zamanında mayalanmıştı. 4. Cumhurbaşkanı Plevneliev bu politikanın Batılı, Atlantikçi - Avrupa ayağına birkaç kofa beton döktü. Şimdi seçilen Radev’in önünde şöyle bir soru var, acaba ben şu NATO’culuğa ve AB ayağına birkaç kofa daha beton mu dökeyim yoksa Putin’e biraz daha sıcak mı gülümseyeyim. Tabi biz Bulgaristan Türkleri bu büyük politikada ayakaltı olduğumuzdan söyleyecek pek fazla sözümüz yok. Ben dün akşam Viyana’da Trump’un balosunu izledim ve yerlilerin sevindiklerini mi yoksa endişeli mi olduklarını pek anlayamadım. Adam dünyanın en zenginlerinden biri! Üç beş kadın değiştirmiş. Ondan memnun olmayanlar bağırsa da haykırsa da işitmek bile istemiyor. Ne düşündüğü muamma! Büyük siyaset yani adına küresel ya da uluslar arası siyaset dediğimiz olay, ya küçük bir siyasetin büyütülmüşü, ya da tarihte olmuş bir siyasi olayın başka koşullarda tekrarıdır. Dünya 20. yüzyıla çok başlı ama cephe siyasetiyle girmişti. Zaman hammadde kaynaklarının paylaşılması, Asya ve Afrika ülkelerinin sömürülmesi ve ana kentlerde asalakça yaşama dönemiydi. Herkes 1919 Versay Anlaşmasıyla yeni kurulacak dünya düzeninin ebediliğini düşünmeye yatkındı. Dünya’ya tek başına hakım olmaya uyanan ABD kendi topraklarında savaşmamıştı. O, kendi toprakları dışında savaşma stratejisini Osmanlıdan kopyalamıştı. 1529’da Birinci Viyana Kuşatmasını gerçekleştiren Kanuni Sultan Süleyman tek başına bütün Avrupa’ya gözdağı vermişti. Şimdi öyle olaylar olmuyor.


Makale ve Analizler - 2017

81

Silah patlatmadan dünyaya hakim olma planlarının birincisi. Parasal hâkimiyet. Bu bir stratejik yönelim olup ülke paralarının dolarla dengelenmesini ve dünyada dolar hakimiyeti kurulmasını hedeflemiş olup 5 yılda bir herhangi bir yerde savaş başlatmayı ve birbirine karşı kışkırtılan taraflardan her ikisini de silahlandırmayı öngörmüştür. 1970’li yıllardan başlayarak dünya siyaseti bir kişi tarafından oynanan bir satranç oyunu gibi görülmüştür.Afganistan’ın İçişlerine karışılmış; Türkiye’de askeri darbeler yapılmış; Ayatollah Humeyni’nin Fransa’dan İran’a götürülüp TUDEY gibi sol partileri ve sivil toplum örgütlerini yok ettirilmiş; Irak lideri Saddam Hüseyin kışkırtılıp Kuveyt’i istila ettirilmiş; Irak’a saldırılmış, istila edilmiş ve terörizm yuvası haline getirilmiş, Kürk sorunu kışkırtılmış, “Arap Baharı” ateşi yakılmış ve bugünkü Suriye trajedisi yaşanıyor, tabanından göç seli fışkırmıştır... Bu arada 1989’da Çinli üniversiteli, aydın ve işçilerinin Tiananmen Meydanında kurşunlanması gibi olaylar dünyayı çok önemli bir dönüşüme götürmüştü. İdeoloji gömüldü. Çin lideri Mao Ze Dung dünyayı avının geçmesini bekleyen kaplan olarak anlatırken, önce formül değişti. Dın Tsya o Pin dünyayı bir kedi olarak gördü. Önemli olan kedinin sıçan tutmasıydı. Sıçanın rengi önemli değildi. Kırmızı, beyaz, kahverengi olması önemli değildi. Kırmızı komünizm, kahverengi faşizm vb olması önemli değildi ve Çin Birleşik Amerika ile işbirliğine sarıldı. Önemlidir: 1970’li yıllarda yani bu siyaset başladığında ABD dünya Gayrı Safi Milli Hâsılası’nın (GSMH) % 50’sini üretirken, içi kemirildi ve 2020’de yani 3 yıl sonra bu oranın % 15’le dibe vurması bekleniyor. Özet: Emperyalizm savaşlarda yenilerek değil içinden kemirilerek bitirildi. İdeoloji gömüldüğünde yeni doğan ne mi oldu? Amerikan Doları altına endekslemekten vazgeçti. Finans dalgalanmaları ve çöküş kapısı açıldı. Ve bugün artık AVM’lerde üzerinde US Dolar ve Euro resmi olan tuvalet kâğıdı satılıyor. Moskova’da otel masraflarını TL ile ödeyebiliyoruz. Çin değerli taşları ve altını dünya parası yapmakta ısrar ediyor. İtalya Euro sisteminden çıkıp Liraya dönmeye çalışırken. İngiltere Pundu’nu Euro ya yendirmedi. Hollanda brexit hazırlıklarına başlamış. Bulgaristan da Euro’ya geçmedi vs. Amerikanın içten kemirilmesi siyasete nasıl yansıdı? İkinci Dünya savaşından sonra siyasi ibre lider devlet olarak Birleşik Amerika’ya işaret etti.


82

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Sovyetler Birliği zafer uğruna en fazla biz savaştık deyince amerikan konserveleri ve teknolojisi olmasaydı Naziler Sibirya’ya kadar uzardı diye düşünenler çoğalmasın diye Berlin Duvarı çekildi. Soğuk Savaş yıllarında ikiye bölünen dünyada en basit bir ifadeyle “emek verimliliği yarışını” kaybeden sosyalist sistemi oldu. İdeolojisi ve para birimi çökünce ufuk karardı. 1990’dan bugüne dünyanın bu çöken sistemin kırıntılarıyla geçindiğini yazsam yanlış olmaz. Ne ki, bu kırıntılar artık bitti. Çöküş ve savmaz bunalımlar dediğimiz ve 2008’den sonra iyice gemi aza alan siyaset ibresi hep Doğu Batı çizgisinde oynadı. Sözünü ettiğim ibreyi artık Güney ve Kuzey kutbu arasındaki mıknatıs sahasında oynarken göz önüne getirebilirsiniz. Fakat dünyayı bir de politik etki alanları olarak düşünelim. Çünkü yeni titreşim yeni alanlarındaki etkin çelişkilerin etkisiyle oluşuyor. Dikkatleri üzerine toplayan, ibrenin birden bire eski dengeden çıkıp yeni bir alanda oynamaya başlamasıdır. Biz bugün artık ABD Başkanı Trump’ın oval salona girmesiyle Doğu - Batı ekseninde titreşen ibreyi izliyoruz. Güç kaynağını da Kuzey Güney ekseninde gerçekleşen olaylarla açıklıyoruz. Bu güç kaynakları ise şunlardır: Çin bankalarına 1970’lerden beri US Dolar topluyordu ve artık elinde ABD kadar doları var. İki, Çin, Rusya, Hindistan, İran, Brezilya ve artık Türkiye’de davet edildi, gibi ülkelerin Şanghay Birliği’ni oluştu ve ABD gücünden daha büyük bir güce sahiptir. Yeni gruplaşmanın etki alanı ve gücü ABD ve müttefiklerinden baskın çıktı ve ibre yön değiştirdi. Trump’ın görev başı yapmasını dünya basını “Amerika dağılacak ve NATO bitecek” başlığıyla karşıladı. Son yıllarda Amerikan emperyalizmi boş mu durdu? Hayır, boş durmadı. 1945’ten 1980’lere kadar uyguladığı uzun değnekli Sam Amca siyasetini yürütecek maşalar yetiştirdi. Bu eğitim, önce Afganistan’da Bin Ladin’in yönettiği “Taliban”, “El Kaide”, “DEAŞ” vb kamplarında yapıldı. Fakat ABD’nin işi hep aklan gitmedi. Diş ülkelerde yürüttüğü hiçbir savaşı kazanamadı. Vietnam, Lagos, Kamboçya’da yenildi. Afganistan ve Irak’tan çekilmek zorunda kaldı. Orta Asya ve Yakın Doğuya çöreklenmek istedi yapamadı. Çin ve diğer dünya karşısında ekonomik ve ticari olarak küçülmeye başlayınca yeni talan alanları ararken 11 Eylül 2001’de Washington yönetimi “terör kurbanıyız” sayfasını açtı ve artık 16 seneden beri kendi eğittiği, silahlandırdığı ve para ödediği terör örgütleriyle sözde savaşıyor. Bu ikiyüzlülük Afganistan ve İrak savaşlarında, MAGREB ülkelerine saldırıda - “Arap Baharı”nda yaşandı ve bugün Suriye faciasında DEAŞ, PYG ve PKK terörüyle devam ediyor. ABD uluslar arası terörün imha ucunu Türkiye halkına karşı yöneltmekle güvenli bir dost kaybetti. Türkiye Cumhuriyetinin Avrupa, Balkanlar, Karadeniz ve Yakın Doğu üzerinde artan etkisi dikkate alındığında ABD’nin ciddi bir hezimete uğ-


Makale ve Analizler - 2017

83

radığı gün gibi ortadadır. Bu arada, “Arap Baharı”nda olduğu gibi terör maşaları aracılıyla hükümetler ve rejimleri devirme siyasetinin 15 Temmuz 2016’da Türkiye’de toslaması da çok anlamlıdır, çünkü 1919’da olduğu gibi yüz yıl sonra da emperyalizmin 2. defa Türkiye’de yenilmesi mazlum halklara örnek ve esin kaynağı olmuştur. İbreyi Kuzey - Güney’e değiştiren mazlum halkların hareketlenmesidir. Emperyalizm ile Müslüman mazlum halklar arasında alabildiğine kızışan ve hatta adına “Küçük Üçüncü Dünya Savaşı” denen bugünkü kapışmada Güney Doğu Asya, Orta Asya, Yakın Doğu ve Afrika’dan 64 milyon insanın kuzeye yani Eski Kıta - Avrupa’ya doğru yola çıktığını, kitlesel bir hareketlenme yaşandığını görüyoruz. İbre değişimini Kuzey - Güney alanına çeken de işte bu saldırı savaşları insanları yenidünya arayışıdır. Bu insan selinde dikkati çeken, hiçbir sığınmacının, savaş kaçağının, devamlı ilerleyen insan selinden ayrılıp ara duraklarda kalıp oralarda bir yerlerde barınmak istemeyişidir. Bir istisna 4 milyon kişinin bugün Türkiye’de duraklayıp İslam dünyasının en gelişmiş ülkesi olan Türkiye’de huzur bulduğu vurguluyorum. Tarihin acı birikimlerine havza olan Avrupa’nın çıplak elli, sırtı kundaklı, aç susuz insan sellerinin dikenli tel örgülerle, çoban köpekleriyle silah gücüyle durdurulamayacağını hala anlayamamış olmasıdır. Geçen hafta Balkanların karlı tipili yollarınca yalınayak yürürken Belgrat’ta duraklayan ve tren garı halelerini işgal edenler bugün artık Viyana’da belirdi. Bu mazlum insanların Avrupa’nın hangi noktasına varınca zafer bayrağı dikecekleri belli değil. Binlerce hamile sığınmacı Bayan Eski Kıta’nın geleceğini taşıyor bağırlarında... ABD’nin Asya ve Yakın Doğu politikası Güneyden Kuzeye akışı ve Trump’u doğurdu. Ceo-politik ibreleri değiştiren savaşlar, doğal afetler, kıtlık ve zulümdür. Hareketlenen kitle tabanı sürekli bombalanan dünyanın çöküşe itildiğine en inandırıcı kanıttır. Artık kimse feci bir yola girildiğini inkâr edemiyor. Sığınma hakkı isteyenler için yeni “Auşvits”, “Lindenau” ve toplu sayıları 49 olan gaz kamaralı ölüm kampları kurulamaz. Evet, dünyanın en uygar ve en insancıl din ve medeniyetinin taşıyıcıları olan Müslümanların insan olmadığı gibi saçmalıkları yeniden işitmeye başladık. Bu sesler Bulgaristan sol ve sağ aşırılarının faşistlerin ağzından da çıkıyor ve bu gidiş durdurulmalıdır. Viyana “Schiller Kitapçısından” Frank Schirmacher’in “Das Ego” (Ben) kitabını aldım. Yazar, “ahlaksız bencilliği” konu etmiş ve yeni bir Soğuk Savaş ile çok özel eksiklikleri olan bir ekonomiyi konu etmiştir. Dünya 2008’den beri düzensiz ve ahlaksızlığı yaşıyor. ABD ve AB’nin Rusya’ya yaptırım uygulama-


84

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

sıyla İkinci Soğuk Savaş’ın perdesi kalktı. Suriye Savaşında yakın ve uzak ülkeler yeni müttefikler ve ötekiler olarak bir daha cepheleşti. Çok başlı yeni bir dünya doğdu. 1919’da tüm emperyalist dünyaya kafa tutan Türkiye 21. yüzyıla dirilmiş, düzenli, inanmış liderli ve dönüşerek, azimli girdi. Herkesin yaşadığı bunalımları yaşamak zorunda olsa bile, 15 Temmuz 2016’da şahlanarak mazlum dünyaya Deniz Feneri olmaya devam etme azmini ortaya koydu. Amerika büzülmeyi seçti. Bu hafta büyük törenle yemin eden ABD yeni Başkanı Trump, itiraf etmese de, Amerikan gemisini limanda demirli teslim aldı. Amerikan halkı onun bir gemi aslanı olmasını istemiyor. Halatları sökmeye acele eden de yok gibi. Gidecek liman da yok aslında. Göçler Avrupa’nın sosyal yapısını yıktı. Güney Amerika’da güç toplayan dalga Amerikanın sosyal yapısını da çökertebilir. Cennet çökerse bir daha kurulamaz. Toplumun orta direği olan orta kesim eski durumun yaşamasından yana olduğunu gizlemiyorlar. Trump gemiyi nereye sürecek? Bulgaristan ibresi. Bulgaristan’da Cumhurbaşkanı değişti. O da ne yapacağını bilmiyor. Çünkü makam “Mercedes”ine binse, halk ona birinci vitesi takma imkânı vermiyor. Etrafı kuşatılmış. 2 milyon 500 bin seçmen siyasi sistem değişikliği istiyor. Halk iradesi her zaman birey iradesinden güçlüdür. Tarihi yaratan, yaşayan ve yazan halktır. Halka rağmen hiç bir şey yapılamaz. Bir de şu var, Bulgaristan NATO ve AB üyesi olsa da bu iki üyelik halkımızı beslemiyor. Şu an hem Doğu hem Batı hem de Türkiye etki alanlarının kesiştiği yerde olduğumuzdan bizim ibre titremiyor gibi, üç yörüngede dönmemizse olanaksızdır. Sanki kuytudayız. Batı yörüngesinden çıkıp Moskova yörüngesine girmeyi denemesek daha isabetli olacak. Çünkü elimiz kolumuz bağlı, hareket de edemiyoruz. Zaman kazanmamız gerekiyor. Güneş yalnız bizim için değil, her zaman bütün dünya için doğuyor. 2017 için yalnız şunu yazabilirim: Hem baharda hem de güz aylarında iki erken seçim olacak. Seçimle durulmak. Biz siyasi olarak durulmak zorundayız. Viyana’da dostlara selamlar.


Makale ve Analizler - 2017

85

Kuru Ağacın Gölgesi - 2

Nedim Akın-23.Ocak.2017

Kasım Dal’ın Gizli Misyonu. Hadi artık başla yazmaya... Hak ve Özgürlükler Partisi’nin (HÖH - DPS) 1990’da kurucusu ve 2001’e kadar Örgüt Sekreteri olan ve Genel Başkan Yardımcılığında bulunan yani partinin 2. adamı olan Osman Oktay yazıyor. 2016 sonunda çıkan “Bir Hayalin Çöküşü” kitabı Bulgaristan pazarında hemen kapışıldı. Eserinde, başından geçenleri, yapmak istese de yapamadıklarını, kenardan bakanların kardeş gibi anlaştıklarını anlattığı, oysa iki kuduz köpek gibi birbirini yedikleri Ahmet Doğanla olan gergin ve uzlaşmaz ilişkilerinden başka bir de, .çirkin tuzaklara düşürülüp kendisinin yönettiği partiden uzaklaştırılışını anlatıyor o. Suya sabuna dokunmak istemeden yazdığı sayfaların satır arasından akan bir başka gerçek de var. Onun onurla bina ettiği makamına oturan ve kendini DPS - Kardinal’i ilan eden Kasım Dal’ın her zaman ve her yerde yenilgilerle sonuçlanan iğrenç oyunlarını çok ince bir ustalıkla herkesçe hemen kavrayabilecek bir dille sunuyor. Bulgarca yazılmış “Bir Hayalin Çöküşü”nden dilimize çeviri yaparken “kardinal” sözünü şu anlamda kullandık. (Katoliklerde en büyük rütbeye sahip ruhani - HÖH içinde ise dolaplar çeviren karanlık kişi.) “Makamıma, iki elin öyle dolu geleceksin ki, geldiğini yükünü taşırken çıkardığın iniltiden anlayayım” diyen “lider” Dal’dır. O, bu tümceyle ünlenmiştir. Rüşvet almaktan çekinmeyen tek kişidir. 2001 - 2005 döneminde Simeon Sakskoburggotski ile DPS hükümet ortaklığında, DPS yönetimine değil de, yalnız Ahmet Doğan’a bağlı iş gören, Tarım Bakanı Mehmet Dikme ile Kasım Dal’in gizliği işbirliği dillere destan olmuştur. En büyük ustalıkları Bulgarların kuş konmaz çorak tarlalarını deniz kıyısında sahile sıfır konumlu arsalarla değiştirme işlerinde yasa dışı yollardan yaptıkları trampalarla meşhur olmuştur. Bulgarlar bu işleme “atla tavuk değişimi” adını vermiştir. Kasım Dal bu işlemleri gerçekleştirirken korkmuyordu. Onu göklerde uçuran, parti başkan yardımcılığı, örgüt sekreterliği, milletvekilliği, iki dönem Halk Meclisi Güvenlik Komisyonu Başkanlığı görevleri ve Bulgaristan erkini fiilen yöneten mafya ile olan su sızmaz ilişkileriydi. O 2002 - 2012 yılları arasında “ben yönetenleri yönetenim” havalarına giren diktatör Ahmet Doğan’ın “keskin bıçağı” ve elindeki “topuz” oldu. “Tüm karanlık işlerin ardında olan” ilk intibada dili tutkun, suskun, hatta dilini yutmuş adam ağır izlenimi, onun için ağır basandı.


86

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Halkın gözünden uzak ve kimsenin işitmeyeceği bir şekilde ve devlet eliyle yapılan yerli dilimize “bir fırtına tuttu bizi” olarak giren onların en hain işlerinde çetin ceviz olarak kalan ve asla eritilemeyen biri şudur: Sayfa 120: “Yargılanmış ve “Belene” Ölüm Kampında, Stara Zagora, Pazarcık ve Sofya Merkez Hapishanesinde yatan 1.700 Türk mahkûm arasından 22 Aralık 1989’da yalnız Ahmet Doğan grubu salıverildi. Hapishanelerde kalanlar ancak 29 Nisan 1990’da Hak ve Özgürlük Hareketi’nin (DPS) mahkemede tescil işlemlerinin bitmesinden sonra aklanıp salıverilme işlemine geçildi ve hepsi daha önce Türkiye’ye kovulan ailelerinin yanına sınır dışı edildiler. O gün bu gün bu kişilerden daha fazlası Bulgaristan’a gelmedi, çünkü hapishanelerden çıkmazdan önce her birine ayrı ayrı Bulgaristan toprağına bir daha ayak basmayacağına dair evrak imzalatılmıştı! Bu işlemin Ahmet Doğan’ın ısrarı üzerine yapılması dikkat çekicidir.” Daha sonraki yıllarda, bu kişilerden 446’sı Bulgaristan’da hala sonuçlanmayan Komünizm ve güya “soya dönüş” sürecinde Bulgaristan Türklerinin isimlerinin komünist rejim tarafından zorla değiştirilmesi suçlarının soruşturulması ve suçluların cezalandırılması davasında tanık olarak gösterilmiştir. Osman Oktay bu gerçeğin yani siyasi mahkûmlarımızın izlerinin bir daha bulunamayacak şekilde silinmesinin olağanüstü büyük önemine değinirken şunları yazıyor: Sayfa 121: “İsimlerin değiştirilmesi yıllarında tutuklanan ve yargılanan ve daha sonra sınır dışı edilip Türkiye’ye gönderilen siyasi mahkûmlar 2004’te Asenovgrat şehrinde “Hakikat” adlı Milli Savunma Merkezi kurdular. Mahkeme kaydını aldılar. Burgazlı Mehmet Mustafa Başkan seçildi. Bu örgütün temel ödevleri şunlardı: 1. Bulgaristan’da isimlerin zorla değiştirilirken işlenen suçlarla ilgili bütün gerçekleri açıklamak; 2. İşlenen suçların gerçek suçlularının bulunmasına yardım göstermek; 3. Suçlu bulunanların yargılanmasında yetkili yargı makamlarına yardımda bulunmak; 4. Mahkûmları korumak ve haklarının iade edilmesini ve onlara mali yardım gösterilmesini sağlamak. Başsavcılık güya “soya dönüş” sürecinde ve Bulgaristan Türklerinin isimlerinin zorla değiştirilmesi esnasında işlenen suçların araştırılması için no. 1 / 1990 dava açtı. Bu dava, 120 tanığın Türkiye’de yaşadıklarından dolayı ve Bulgaristan’da daimi ikamet adresi olmadığı gerekçesiyle savcılık ta-


Makale ve Analizler - 2017

87

rafından yıllarca ertelendi. “Hakikat” örgütü. Türkiye’deki derneklerin aracılığıyla Baş Savcılığa bu tanıkların Türkiye’deki daimi adreslerini ve onların soruşturmayı yürütenlere yardımda bulunmaya hazır oldukları hakkında yazılı beyanlarını sundu. “Hakikat” derneği, üyelerinden topladığı bağışlarla ve “Aziz Bey” takma adı altında örgütlediği çalışmalarla politik mahkûmların anılarını ve zorla isim değiştirme sürecinde işlenen suçlarla ilgili Türkiye’de 16 ciltlik araştırma yayınladı. Bu kül yatın ilk 5 kitabı Bulgarca hazırlandı, Türkiye’de yayınlandı ve Bulgaristan’da dağıtıldı. “Demokratik Lig”, “Yablanovo”, “Belene - 1”, “Belene - 2” ve “Belene’den Sonra” eserleri Sofya Merkez Kütüphanesine hediye edildi.” Bu kitaplar arasında “Demokratik Lig” çok önemlidir, çünkü Mayıs 1989 Ayaklanmasını Ahmet Doğan’ın örgütleyip yönettiği yalanını gün ışığına çıkarıyor. Sayfa 122. “Demokratik Lig” eserinde bizde kurulan ilk illegal siyasi örgütün kuruluşu, tarihi ve kurucularının kaderi kaleme alınmıştır. “Demokratik Lig” örgütünün öyküsü çok ilginçtir, çünkü Bulgar gizli polisi “DS” Hak ve Özgürlükler Hareketi’ni (DPS), Lig’i emsal alarak kurdurmuştur. “Demokratik Lig” kurucuları olan Kuşukavaklı (Krumovgrat) Başkan Mustafa Ömer’i, Sliven ili Jılti Bryag köyünden Sekreter Sabri İskender ve Silistreden Ali Ormanlı ve Nazım Saliev - Başaran’nın sınırdışı edilmesinden sonra Ahmet Doğan, Kasım Dal ve en yakınlarındakiler “Demokratik Lig” örgütünün programını ve örgüt öyküsünü kendilerine mal ettiler. 2005 yılında “Hakikat” derneği yöneticileri Sofya’da Milli Kültür Evi (NDK) ulusal konferans hazırlıklarına başladılar. Örgütçüler, 1990’da Türkiye’ye kovulan 1 700 siyasi mahkûmun hepsini otobüslerle Sofya’ya getirmeyi planlamış ve hazırlık görüyordu. “Pliska” otelinde rezervasyonları yapılmıştı. Bu büyük etkinliğin Mayıs ayında Halk Meclisi seçimlerinden önce düzenlenmesi hazırlıkları tamamlanmıştı. Konferansa Bulgaristan Cumhurbaşkanı Parvanov, Başbakan Semeon Saksoburggotski, Meclis Başkanı, NATO ülkeleri Bulgaristan Büyük Elçileri ve Halk Meclisi’nde milletvekili olan tüm partilerin başkanları, Ahmet Doğan’ın da davet edilmesi öngörülmüştü. Türkiye’de yazılan, basılan ve Bulgaristan’da dağıtılan kitaplar halkı uyandırdı. “Hakikat” derneğinin köy ve kentlerde yaptığı görüşmeler iyi sonuç verdi. Türkiye’den otobüsle gelen heyetlerin etkisi büyük oldu. HÖH yetkililerinden Kasım Dal ve Ahmet Emin’in tüm etkinlikleri suya düşürmek için sayısız en-


88

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

gellemelerine rağmen, bütün Bulgaristan’da gerçekleştirdikleri toplantılar başarılı ve ilgi çeken konferans hazırlıkları Ahmet Doğan ve Kasım Dal’ı çok ürküttü. Bütün yalanlar, tuzak ve dolapların ortaya çıkması tehlikesi büyüdükçe büyüdü. “Doğan” modelini destekleyen devlet makamları endişelenerek harekete geçti. Kasım Dal tarafından yönetilen önlemlerle konferans hazırlıkları bir bir sabote edildi, suya düşürüldü, bazı örgütleyiciler sınır dışı edildi, baskılar arttı. Ulusal Güvenlik Devlet Ajansı (DANS) örgütleyicilere karşı ön tutuklama işlemlerine başladı. Sözde “Doğan”a suikast hazırlandığı ileri sürülerek çember sıkıldı ve Ulusal Konferansın yaptırılması önlendi.” Kasım Dal bu hainliklerin hesabını vermeden seçmenlerimizden oy alamaz, hem Türkiye’de hem de Bulgaristan’da Kuru Ağacın Gölgesi olarak dolaşarak kapı çalmaya ve el açmaya devam edecektir. *** Osman Oktay’ın “Bir Hayalin Çöküşü” (Krayat na edna ilüziya) kitabı “Prezident” yayınevi tarafından basılmış ve “Halikon” kitapçılarında bulunabilir. Yakında: Kuru Ağacın Gölgesi - 3

BULTÜRK Ankara Temsilcimizden Kırım Kalkınma Vakfı’na Ziyaret

BG-SAM-23.Ocak.2017

Müjdat Kayayerli, Ünver Sel, İsmail Cingöz, Köksal Özenç ve Muharrem Şahin

Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği (BULTÜRK) Ankara Temsilcimiz olan ve aynı zamanda Başkent Ankara ve Anadolu Konfederasyonu BAŞKON Yurtdışı Türkler ve Göçmenler Platformu Başkanı görevini de yürüten, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Uzmanı İsmail Cingöz, 21. Dönem Afyon Milletvekili Sayın Müjdat Kayayerli, platform üyeleri Kök-


Makale ve Analizler - 2017

89

sal Özenç ve Muharrem Şahin ile birlikte 21 Ocak 2017 günü Kırım Kalkınma Vakfına ziyaret gerçekleştirdiler. Merkezi Ankara’da bulunan ve 2016 yılında kurulan Kırım Kalkınma Vakfı Başkanı Ünver Sel ile Vakıf Üyesi Av. Gültekin Özkurt tarafından sıcak bir karşılamanın ardından; Sayın Sel; Kırım hakkında genel bilgiler ile birlikte son zamanlarda Kırım’da yaşanan olaylar hakkında bilgilendirme yaparak, Kırım’ın muhtemel geleceği hakkında değerlendirmelerde bulunmuştur. Ziyaret dâhilinde; Kafkaslar, Kuzey Karadeniz ve Balkanlar başta olmak üzere Türk Dünyası ve Akraba Topluluklarda yaşanan sorunlar üzerine gelecekte çalışılabilecek hususlarda istişarelerde bulunulmuştur.

Bizim Oraların Kültürel Özellikleri

Neriman Eralp Kalyoncuoğlu-24.Ocak.2017

Her halk kendi Türkülerini söyler, kendi kültürüyle yaşar. “Bizim kızlarımızın yürüyüşü bir başkadır” diyenlere hak veriyorum. “Bakışları da başkadır, gülümseyişi de, gülmesi de” diyenlerin hepsine katılıyorum. Kültürümüzün geçmişi kadar bu günü de özgündür. Bir defa kültürümüz, Türk halk kültürünün uzun ve kalın halklarından biridir. Özü ve şekliyle, tüm tınılarıyla ve kıvraklığıyla olduğu kadar acı ve dağlayan nameleriyle, masal ve öyküleriyle, şiir dünyasıyla Türk’tür. Bizi istemeyenler tarafından yok edilmek istenmesinin başat sebebi de budur. Onsuz olamayacağımız bilinir. Onun için bizden kurtulmak isteyenler hep kültürümüze, sanatımıza, halk geleneklerimize ve yaratıcılığımıza saldırmışlar, göç kapısı açılsa hep ozanlarımız kovulmuştur. En iyi mevlit okuyan hocalarımız sınır dışı edilmiştir. “Atamın mezarı burada!” diyen şairlerimizin eline pasaport verilmiştir. Biz memlekette kalanlar ağladığımızı belli etmeyenler, çok sevdiğimizi söyleyemeyenleriz. Bir gün gelir kulakları sağır ve gözleri kör olanların da bizi anlayacağına inanıyorum. Çok sevmek dünyanın hiçbir yerinde suç değildir, yalnız bizde bu böyledir.


90

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Kültürümüzdür bizi anlatıp yaşatan. O yaratıcılığımıza temeldir, yeşeren alt dokumuzdur, o ruhumuzun rüzgârı, gözlerimizde parlayan renktir. Bizim kültürümüz bize kokar, bu koku başka hiçbir kokuda yoktur. Bu anne kokusu, yar kokusu, yavru kokumuz kadar kutsaldır. Özgündür ve eşsizdir. Sözlü ve yazılı şiirlerimiz de yalnız bize benzer. Sen başka bir milletin çocuğuna “kızanım” dediğini işittin mi? İşitemezsin çünkü ancak bizim çocuklarımızdır “kızan” olanlar. Ozanlarımız yalnız onların çocukluğu şiirleşmiştir. Ve ömrümüzün en coşkulu yıllarıdır bizim kızanlık çağımız. O zaman öğreniriz arı sokunca şiştiğini, kuzuların bin koyun arasında anasını bulduğunu, aşı ağaçlarının meyvelerinden yaban bittiğini. Değişmeyen bir şey varsa o da tüm ünlü sanat eserlerinin halk sanatından doğuşudur. Bir tını tüm yürekleri kıpırdatabilir, sel olup dünyaya dolabilir. Demek istediğim, bizim kültürümüzün ve onun temel öğesi olan halk sanatımızı tüm diğer halkların kültür ve sanatından farklı eden ancak onun özgün oluşudur. İlham kaynaklarımıza gelince onlar da özgündür ve profesyonel ve kişisel kültürümüze dayanaktır. Halk yaratıcılığından sanat eserlerine yükselişimiz de bizim özgün tırmanış yolumuzdur. Özellikle dar patikalı, dikenli ve çakmak taşları üzerinde yalınayak yürünür. Ne ki, bizim bu yolu yürürken düşmeye ve mağlup olmaya hakkımız yoktur. Çünkü kültür ve sanatımız ruhumuzun gıdasıdır. Zengin manevi, moral ve estetik değerlere sahiptir Rodop Türklerinin kültürü. Halk sanatımızda aman “sen sus, ben söyleyeceğim” yoktur, sabır kırmızıçizgi gibidir. İnancımızda “herkesin sırası gelir” vardır. Ve buna inanılır. Halk sanatımızda çok güçlü bir çizgi de, çeşitli etnik, din ve dil toplulukları arasında karşılıklı hoşgörü, dostluk, işbirliği ve uygarlık alış verişidir. Bu görüşün ana kaynağı ise, “bizim olan bize yeter, Allah herkese payını vermiştir!” anlayışımızdır. Vatan olarak sevdiğimiz topraklara ruhumuzun renkleri olarak getirdiğimiz ritim ve melodiler yenileri katarken, başkasından çalıp kapmadık, “bizim olanın herkesin olduğunu” fırsat buldukça belirttik. Çingene kardeşlerimiz nihavent makamımızdan “Çalga” yarattılar, “Helal olsun dedik”, gece kulüplerinde, barlarda, lokantalarda, seçim kampanyalarında milyonlar kazandılar, “Sizin olsun, güle güle harcayın!” dedik. Bizi çok kıskansalar, hiç çekemeseler, kültür alanında çok güçlü bir faktörüz. Bulgar ırkının üremesi durmuş. Şu hayat şöyledir. Bir şey durdu mu hepsi durur. Doğurganlık durduğunda, bu yalnız nüfusa etkilemez, müziği, edebiyatı, sanatı, kültürü ve daha aklınıza ne gelirse her şeyi etkiler. Etkiliyor. Etkilemiştir ve etkileyecektir. Doğurganlıkla birlikte çılgınlık durur ve heyecandan çıldırmayan insanlar yeni olanı güneşin kuyruğunu tutar gibi tutup yanına çekemez,


Makale ve Analizler - 2017

91

ona sarılamaz, onunla kavga edemez ve etkileşime girip, yeniyi mayalayamaz. Bu sonun başlangıcı olur. Bu nedenle, halk yaratıcılığımızda hep mazinin ayak sesleri vardır. Çekmişsek inilti işitiriz. Ayrılmışsak ağıt yakarız. Sevinmişsek coşarız, ama hep o derinlikten gelir ses sedalarımız. Ve bunlar bizim sanat yaratıcılığımızın notalarıdır. Biz birilerin bizi beğenmesi için yaratmayız, hayatımızı yaşatırız. Halk kültürümüzde ve onun özelliklerinde çok geniş bir tabana yayılmış olan yaratıcılığımız her yerde bizimledir. Şöyle kendimizi tarttığımızda “Bulgaristan’da neyimiz varsa neyimiz yoksa Türkiye’ye getirdik” dediğimizde, bu sözlerin kapsamına “orada yaratıp yaşattığımız kültürümüz, sanatımız, edebiyatımız, yaşam tarzımız ve daha nelerimiz varsa hepsi” girer. Birçok şeyi hiç fark etmeden alıp getirmişizdir, çünkü onlar bizim maneviyatımızın örgüsüdür. Türkiye’ye ayak basınca başka bir türkü mü söyledik, yoksa “kızanlarımıza” başka bir şekilde mi çıkıştık! Hayır! Biz Bulgaristan’ı bilinçsiz olsa bile Türkiye’ye taşıdır. Kısa süreli vatana dönerken de aynı süreci yaşatıyoruz, yani Türkiye’yi Bulgaristan’a, köy ve şehirlerimize taşıyoruz. Türkiye’deki kültürel atılım ve medeniyet çağrışımlarının daha güçlü ve büyük olması dolayısıyla bir de kültür taşıyıcısı olduk. Yeni sanat anlayışımıza Kırcaali, Hasko ve Smolyan illerinde gençler gönül açmıştır. Çekinmeden yazıyorum. Vatan toprağında bizden saydığımız bazı kişi ve çevrelerin, hatta bizi her alanda temsil etme iddiasında bulunan HÖH partisinin kültürümüze, sanatımıza, yaratıcılığımıza sadık olmadığından üzgünüz. İki yüzlülük almış yürümüş. DOST partisi kurucu önderleri arasına giren Şabanali Ahmet. ile Hüseyin Hafızov’un Berlin meyhanelerinde çekilmiş resimlerinin internete düşmesi hiç iyi olmadı. Bir de hiçbir konuda hiçbir sorunumuz çözülmemişken son dönemlerde milletvekili olan “Şa.A”nın hiçbir konuda hiçbir defa münasebet almaması da nefret uyandırdı. Bu satırları yazarken, bir şeyler bir şeyler yapmak isteyen Genel Başkan Lütfü Mestan’ın etrafındaki kadrolar... düşündürücüdür. Halkımızın ne huyunda, ne namusunda ne de bilinç hafızasında ikiyüzlülüğe yer yoktur, asla olmamıştır. Bizi iki gözü de ileri bakan, hafızamızdaki mazi bakışına yansıyan bir milletiz. Geçmişimizi görebilmemiz için yaratan gözümüzün birini ters çevirmemiştir. Hayatta olan oldu, çizgi çekildi diye düşünenler yanılgı içindedir. Biz geçmişimizin kültürel birikimiyle yaşarız. O bizim hayat motorumuzdur, dümenimiz, pusulamızdır. Eğer biz bugün Ahmet Doğan ve etrafındaki kimliksizlere “halkımıza ihanet etmekle hayatınızın hatasını yapıyorsunuz” diyorsak, kıstas olarak birikimimizdeki değer yargılarıyla kalem kırıyoruz.


92

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İzlediğimiz nedir, onlar bize, davamıza, özümüze değil, bize olan ihtiyaçlarına sadıktır. Bir kişinin Sofya meclisine girmesi için anadilini kusursuz bilmesi, halkının etnik kültürünü mükemmel öğrenmiş olması, en az 50 şiir ve 50 şarkı türkü ezberinde bulunması, halkının klasiklerinden 100 masal da anlatabilmesi şartı olsa, bakalım da görelim o zaman! Çocuklarıyla sabahleyin Bulgarca mı selamlaşacak, Ha Ha ha... Bizimkiler çıkar adamı... Birçokları’nın Türkiye’ye gelince kuru dal gibi ortada kalmaları bunu kanıtladı. Kasım Dal göçmen dernek ve kulüplerinde 72 görüşmeye katılmış, hiç birinde konuşmamış, telefon elinde “bir yerlerden telefon bekliyordu” İhtiyaçları değişince, sadakatleri ihanet oldu. Oysa biz onlardan derneklerde ve kültür ekiplerimiz temelinde öncü olmalarını bekliyorduk. Ağaçtan maşa olmadığı atasözümüzü çok erken unuttuk. Kendilerinde çok şeyler beklediğimiz insanlar, beklediklerini hemen elde edemeyince, zamansızca ayrıldılar aramızdan, çünkü yüzümüze bakamazlar. *** Yaşlılarımız da yeniden seçiliyorlar kendi aralarında. Yaratıcılarımızdan Hilmi Feyzullah’ın 67 yıllık birikimi “Sevgi” olarak kitaplaşarak hayat hakkı istedi. Evet, bizim yaratıcılığımızın alt dokusunda sevgi vardır ve kitabın kapağındaki o güzel kız gözleri sevgi dolu baktıkça asla sönmeyeceğiz. Ve bizim yaratıcılığımız yaşıyor: İşte Kadriye Cesur’un SABAH romansı: Takma dişlerini taktı adam Sama düşlerini saçtı kadın Usulca uzaklaştı sabah mutfaktan Düdüklüde çatladı yüreği mercimeğin Kaşıkladı adam öğle vaktini Akışkandı çorba-panta rei’di Yutkundu kadın, bu ne iştah böyle demedi. Takma dişlerini çıkardı adam Saçlarını saçtı, geceyi giyindi kadın Ve ilikledi son düğmesini, Geceliğinde zamanın En iyi sıcak duygularla örülü yaratıcılığımızın düşmanlıktan, nefretten, kışkırtıcılıktan uzak kalması bizim her zaman gurur kaynağımız oldu. İnsan kala-


Makale ve Analizler - 2017

93

bildik. Dostlukları ilikleyebildik. Her zaman sevgi verebildik. Adımıza, dilimize, kimliğimize, dinimize, malımıza, Türklüğümüze, yaşam tarzımıza saldırıları mert davranışların her türüne açık kendi göğsümüzle göğüsledik. Kimliğimizi Türklüğümüzden koparamayacaklarını anlasalar da bugün bile güya “yurtsever” kılıf ardından bize yumruk göstermeleri de sökmeyecektir. Türkiye’yi gördükçe eriyorlar. Yıllar yılı “Türkiye’ye elektrik veriyoruz” diye övünmüşlerdi, işte yeni kış, tellerdeki enerji Bulgaristan’a akıyor. Hayrını görsünler. *** Ninnilerden sonra işittiğin ve aklında kalan ilk türkü hangisidir diye sorsalardı, belki de güçlenirim de “Karabiberim”, “Arda Türküsü” ve “Kaynana Gelin” ilişkilerini anlatan türküleri sıralayabilirdim. Daha yaşlıların zaman zaman asker Türküleri, bu arada “Yemen Türküsünü”, “Çakıcıyı”, “İzmir’in Kavakları” ve “Ayva Çiçek Aşmış” söyledikleri kulağımdadır. Yemen Türküsünde ayrılık, sevgililerin birbirinden ayrı düşmesi işlenirken “Çakıcı” halk edebiyatımızda eşkıya konusunu işlemiştir. Çakıcı bir halk savunucusu olarak ünlenmiştir ki, düşman korkusu alan insanlarımız konuyu yüreklendirmiştir. Eşkıya Türkülerinde eşkıyaların genç kızların namusuna da saldırdıkları yargılanmıştır. Arkadaşlın namına, ezilen halk adına ipe çekilen kahramanlara ağıt yakılmıştır. Bu türküler halkımızda hak hukuk aramaya uyanışın esasını oluşturur. Bulgaristan’daki yaşam koşullarında insanlarımız hayat kültürünü geliştirme çabalarında acı ve sevinçlerini yaratıcılıkla dile getirmişlerdir. Bu eserlerde öncelikle insan sevgisi dolu eserlere geniş yer verilmiştir. İşlenen konuların başında gelen karşılıklı sevgi, ana baba sevgisi, ayrılık acısı ve aile yaşamıdır. Bunlar arasında anne türküleri, gelin türküleri, kaynana gelin türküleri, oyun türküleri yaygındır. Yukarıda değindiğim “Karabiberim” ve “Şiveli, Şiveli” türküleri her halk etkinliğinde yer alır. Biz bu türküleri gelirken Türkiye’ye de taşıdık. Bunlar bizim klasikleşmiş türkülerimizdir. İnsanlarımızın çok yanlı yaşamı halk edebiyatımızda nabız atmıştır. Rodop türkülerinde insanlarımızın ana uğraşısı olan tütüncülük, çalışkanlığımız, becerilerimiz, ahlakımız, umutlarımız değişik türkülerde canlaştırılmıştır. Rodop folklorumuzun tasnifinde Rumeli motifi her zaman canlı kalmıştır. Halk sanatımızda maniler çok önemli bir yer almıştır. Manilerde doğa zenginliklerimiz, mert insan simaları işlenmiştir. “Gittim Arda boyunca Durdum testi dolunca Rodopları dolaştım Nazli yâri bulunca”


94

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgaristan Türk gençlerinin inşaat eri olarak askerlik yapması da halk yaratıcılığımıza yansımıştır: “Benim yârim nerde, aman Karlova’da derede Kazma kürek elinde Podiserin önünde Ayler yârim, aylerim aman Ben yârime aylerim...” Sanatımızda Kırcaali ve Arda nehri sevgisi özel yer almıştır. “Kırcaali’nin kızları”, “Ey Kırcaali”, “Kırcaaali ile Arda’nın arası” bu konuları işler. Bulgaristan Türk folklorunun en özgün motiflerinden biri Muhacir Göç Türkîleridir. Bunlar, bir yüz yıldan fazla süren göçmenliğin, ıstıraplarını, zorluk ve üzüntülerini, ayrılık, sıla özlemini, ayrılıkları, geçim zorluklarını dile getirmiştir. Muhacir destanı bunlardan biridir: “Dinleyin amucalar muhacir destanını Kapdağda kılamadık bayram namazını Ver Allah’ım sen selamet cümlemize Bir cumartesi bizi Edirne’ye indirdiler Pasaportu alan çekip de gider Pasaportsuz olanlar Ankara’dan imdat bekler Edirne hudutları taşlık Kalmadı cebimizde on para harçlık Ver Allah’ım gönlümüze hoşluk Yok mudur Edirne hududunda bize bir boşluk Ver Allah’ım sen selamet cümlemize.. Çok doğal olarak, Türk halk edebiyatında ve özellikle türkülerinde milli ve dini töreleri, adetleri, merasim ve bayramlar da yer almaktadır. Bunlar insanlarımızın köy ve şehir Müslümanlığımızın moral dayanağı ve mutluluk kaynağıdır. Bunların arasında Ramazan Türküleri çok özel yer almaktadır. “Davulumu düzer iken “Ramazan geldi dayandı İnci mercan dizer iken Camiler nura boyandı Beni bir çocuk çağırdı, Top atıldı kandil yandı Davul ile gezer iken... Kalbiniz ona inandı Başka bir alıntı:


Makale ve Analizler - 2017

95

Çocuksuz evler olmasın Huda’yı-sille vurmasın, Mevla’ma ricam budur ki, Analar acı görmesin. *** Halkımızın arasında “Vatana ihanetin nedeni olmaz! Er ya da geç bedeli olur” yargı ölçüsü çok yaygındır. 21. yüzyılda “vatan”, “dava” ile değiştirilmiştir. “Davaya ihanetin nedeni olmaz! Er ya da geç bedeli olur” yargı ölçüsü olarak çok popülerlik kazanmıştır. Belkide bu nedenle olacak, son sözünü her zaman kendine saklayan ve çok sabırlı olduğundan “ihanet” üstüne edebiyat eserleri yaratıcılığını özendirmemiştir. Son yıllarda şairlerimizden Naim Bakov, Galip Sertel ve Niyazi Mamak öfke ve ihanet konusunu işlemişler, fakat bu eserler halk derin ruhunu sarmamıştır. Ruhsal büyüklük dolu halk ruhumuzda kin ve nefrete yer yoktur. Geçen asrın ikinci yarısındaki zor günlerde Büyük Halk Kalkışmasında, gösteriler ve değişik direniş biçimlerinde, çarpışmalarda, kan akarken bile halkımız kurban vermiş iyimserliğini yitirmeden “düzelir” umudunu yaşatabilmiştir. Kötülük edenleri her zaman kısa gölgeli, kısır ruhlu insan olarak görmüş ve suskunca alay konusu etmiştir. Doğup büyüdüğüm bölgede halk yaratıcılığımızı yaşatma çabaları devam ederken, vergilerimizi toplayan devletten gerekli destek alamadığımızdan, belediyelerinde olaylara seyirci kaldığından dolayı zor günler yaşıyoruz. İnsanlarımızın gelir kaynaklarının azalması tütüncülüğün elinin kolunun kırılması, kuşun çinko madenlerimizin kapanması, fabrikalarımızın birçoğunun kapısına kilit asılması, en kötüsü de insanlarımızın uçup dağılması, gidenlerin geri gelmemesi, birçoklarının Kana’da ve Avustralya gibi “dünyanın öte ucu” yerleri kendilerine vatan yapmaya çalışması, onarılmaz yaralar açtı. Bir iki yaramızı sarmaya çalışırken yeni ve daha büyüklerin açılması yazmak istemesem de gözümüz önündedir. Fakat yolun sonu görünmüyor, yaratıcı ruhumuz açıktır...


96

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Geçici Başbakan Ognyan Gercikov

Levent Rasimov-25.Ocak.2017

GERB dönemi kapandı. Boyko Borisov’un defteri dürüldü. 22 Ocak günü Cumhurbaşkanı Gen Rumen Radev’in görevine başlamasıyla, Bulgaristan Cumhuriyeti geçici seçim hükümeti açıklandı. Başbakan Prof Ognyan Stefanov Gercikov. Hükümete İkinci Semeon Sakskoburggotski’nin Başbakan olduğu 2001 - 2005 yıllarında siyasi yaşamda aktif olmuş ve kabineye katılmış bakanlarla, 2005 - 2009 yılları arasında Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) hükümetine yakın kişiler seçilmiştir. Geçici Başbakan Ognyan Gercikov Halk Meclisi Başkanlığı ve II. Simeon Partisi Başkanlığı yapmış merkezci bir siyaset adamı olarak bilinir. Bakanlar Bulgaristan Sosyalist Partisi eski hükümetlerinin izlediği siyasetten yana olan kişilerdir. Yeni bakanlar kurulunun açıklanmasıyla birlikte, 44. Halk Meclisi için erken seçimlerin 26 Mart 2017 Pazar günü yapılacağı da açıklandı. Cumhurbaşkanı Radev imzaladığı, ilk emirnamelerin biriyle 27 Ocak 2017 tarihinde olmak üzere 43. Halk Meclisini feshetti. *** Şimdi Nereye? Avrupa Birliği ile Dünya Bankası’nın siparişi üzerine Bulgaristan’da geçen hafta yapılan siyasi anketlerden çıkan sonuçları yorumlayanlar şu başlıkları attı: Boyko Bprisov gidiyor. GERB partisi gemisi batıyor. Güvertede panik var! Avrupa’nın en ünlü sosyologları Boyko Borisov’un matem marşını çalmaya başladı. Anketten alınan sonuçlar Bulgaristan halkının GERB partisinin diktası altında daha fazla kalmak istemiyor. Ankete katılanlardan % 48’i ülkedeki siyasi sistemin kökten değiştirilmesini ve yeni bir siyasi oluşumun iktidara gelmesini istediklerini ifade etmişlerdir. 2007’den sonra Birleşik Amerika ve Almanya yetkilileri arasında Münih’te yapılan görüşmelerde kurulmasına kadar verilen, Bulgaristan’ın Avrupa Gelişimi için Vatandaşları (GERB) partisi 27 Temmuz 2009 ile 13 Mart 2013 arasında Birinci Bakanlar Kurulunu ve 7 Kasım 2014 ile 15 Temmuz 2016 tarihleri arasında ikinci hükümetini kuruştu. Her iki hükümeti de parti başkanı Başbakan Boyko Borisov yönetmişti.


Makale ve Analizler - 2017

97

GERB, 10 Kasım 1989’da iktidardan alaşağı edilen Todor Jivkov’un Bulgaristan Komünist Partisi (BKP)’nin askeri ve milis, savcılık ve yargı kanadından kükremiştir. Totalitarizm ve Türklerin isimlerinin zorla değiştirilmesi döneminde kendilerini suçlu hissedenlerin, yargıdan kaçanların 2007’den sonra dirilen siyasi iradesinin 2 defa erkini oluşturmuştur. Sağ merkezci Reformcu Blok (RB) partisiyle 2014’ten sonra hükümet ortaklığı yapmış, aşırı sağ kanattan “Yurtsever Cephe” ve Makedon İç Devrim Hareketi - VMRO isimleriyle aktifleşen ırkçı ve aşırı milliyetçilerin meclis desteğini almak için, onlara yeşerme ve dürülme olanakları sağlamıştır. GERB hükümeti yönetiminde Helen 2014’ten sonra Bulgaristan meclisinde faşist hava esmiştir. *** Anketin ikinci sorusu ile Bulgaristan’daki şimdiki siyasi bataklığı dipten karıştırırken, muhalefetin 6 Kasım 2013’te yapılan halk oylamasını (referandum) yöneten Slavi Trifonov’un siyasete atılmasını ve siyasi muhalefeti yönetmesi istenmiştir. Bu istek % 50 oy almıştır. Slavi Trifonov Bulgar “vTV” TV programında bir sunucudur. Onun siyasi partisi yoktur. Fakat Cumhurbaşkanı seçimleriyle aynı gün yapılan seçimde 2 milyon 500 bin oy almış ve siyasi sistemin yenilenmesi isteklerini siyasi arenaya taşımıştır. Bu isteklerden biri seçimlerin majoriter sisteme göre yapılmasıdır. 26 Mart 2017’de seçimler eski sisteme göre, yanı orantılı usulce yapılacaktır. GERRB partisi seçime karılanların ancak % 25’inin oyunu alabilir. Ankete katılaşanların ancak % 12’si yeni erken seçimlerde GERB partisine oy vereceğini kararlı bir şekilde beyan etmiştir. Şöyle bir siyasi durum koyulaşmaya devam ediyor. Görev süresi tamamlanan Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev, GERB partisindendi ve 6 Kasımda yapılan halk oylaması sonuçlarının mecliste onaylanmasına katkıda bulunmadığı için, halkın nefretini toplamış ve onun görev süresinin dolması ve görevden çekilmesiyle bu kin ve öfke yeni bir hiddet olarak GERB’e çullanmıştır. Kamuoyunda netleşen görüşte, referandum sonuçları yeniden halk oyuna sunulduğunda, seçmenlerin % 78’i oy verecek ve sandığa gidenlerden % 64’ü halk meclisindeki milletvekili sayısının 240’tan 120 indirilmesi için oyunu kullanacak, partilere parasal yardım yapılmasının tamamen durdurulması için, seçimlerin yüzde yüz majoriter sisteme göre yapılması ve İş ve İlçe polis merkezlerindeki baş komiserlerin doğrudan halk tarafından seçilmesi için oy verecektir. AB ve Dünya Bankası anketinden çıkan kesin sonuçlar gayet nettir. Seçmen siyasi sistemin yenilenmesinde ısrar etmeye devam ediyor.


98

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İstifa eden Başbakan Borisov anket sonuçlarını yorumlayan şöyle sorulmadı: “Bazı sosyologlar beni devamlı görevden alıyor. Ne ki, onların hesapları hep tutmuyor ve ben idare etmeye devam ediyorum.” GERB yöneticileri özellikle Deliorman köylerinden Hitrini’da tren kazası olalıdan beri ortalıktan kayboldular. Evsiz barksız kalan insanlara birer furgon gösterildi ve etraf kar altında büyük sıkıntı içinde yüzükoyun kaldı. Çingene GETTO’larından oy almak için 2 haftadan beri torbalarla yiyecek maddeleri ve sabun dağıtılıyor, GERB programına göre, dairelerini manto yapanlara 2 milyar 400 bin leva dağıtıldı. 2017 bütçesinden bu iş için 1 milyar daha ayrılmıştır. Basın bu adımları seçim yatırımı olarak değerlendirirken, Avrupa asfalt yollarından 14 defa daha pahalıya yapılan Bulgaristan yolları bol karlı kışa dayanamadı Asfalt gül gibi açtı. Karış karış çatlaklar sürücüleri ayağa kaldırdı. Kullanılan bitüm ve asfaltın en düşük kaliteli ve ucuz olduğu açıklandı. Borisov hükümeti ne yaptı sorusuna basın şu cevabı veriyor: Devlet mafyaya teslim oldu. Şirket çemberleri ve oligarşi çevreleri devletin kanını emdi. Bulgaristan toplumu çok zenginlerle gayet fakirler olmak üzere ikiye bölündü. İşsizlik aldı yürüdü. Hayal kırıklığına uğramış çaresiz büyük gruplar her gün Sofya hava limanında “Terminal - 2” ye yönelip, tek yönlü biletle uçuyorlar. Bu gerçekler Borisov’u korkuttu. Siyasetten çekilirse gerçekleri tanımış olacaktır. GERB partisi lider olmadan bu durumdan çıkamaz ve çöküp dağılmak zorunda kalacaktır. İşte bu nedenle olacak ki, geminin delindiği ve ambarlara su dolmaya başladığını gören Borisov, şimdilik gemi direğine tutunmuş yerinde durmaya çalışıyor ama çevresindeki kadroların sonuna kadar yapılmış hiçbir işi olmadığından halkın memnuniyetsizliği kendiliğinden kabarıyor. Borisov ve GERB’in siyaset sahnesinden şerefle çekilmesi istekleri kitleyi sarmaya başladı. Deliorman seçmen kitlesi de değişiklik istiyor. Tren kazası insanlarımızı ürküttü. Devletin bilgisiz ve ilgisiz kişiler tarafından yönetildiği kanısı halka yerleşti. Herkes “Verilmiş sadakamız varmış! Hepimiz yanacakmışız!” noktasında birleşiyor. Bu görüşlerle birlikte basında Boyko Borisov hakkında çıkan bazı değerlendirmeler de dikkati çekiyor: 1- Son 10 yılda, Bulgaristan 2007’de AB üyesi olmuştu, Bulgaristan’da bina edilen siyasi model, seçmenlerin verdiği oyla uyuşmuyor. Ülkede kapsüle olmuş bir siyasi nüve var ve hükümetler ondan çıkıyor. Seçmenin kime oy verdiği pek önemli değil.


Makale ve Analizler - 2017

99

2- Avrupa programları ve kamu ihale ve siparişleri aracılıyla ekonomik ve mali kaynakların başat dağıtıcısı devlet olduğundan dolayı siyasi bünye ile devletin aygıtı iç içe girmiştir. Suç işleyerek de olsa, ekonomide ve erkte yeniden üretim sağlayan devlet aygıtı ile siyasi sınıfta üst tabakanın yapısal olarak kaynaştığı ortadadır. “Kitlelerin” istenilen yönde idare edilebilmesine gerekli olan bilgilendirme, mali, örgütsel olanaklar yeterli olduğu gibi orta tabakadan baş kaldıranların susturulması için gerekli imkânlar da sağlanmıştır. Bizde yenilenme ve değişiklerin yapılmasında aktif faktör olma fırsatı bulamayan halk kitleleri şimdi de baskı altında tutulmaya devam ediliyor. *** Bulgar siyaset bilimcilerinin iki defa başbakan olan B.Boriisov hakkındaki görüşleri: Prof. Lüdmil Georgiev: “Bulgar siyasi bayağılığının bütünsel yansımasıdır Borisovç” Prof Minço Zlatev: “Borisov’un en büyük eksikliği onun sosyal duyarsızlığıdır.” Prof İvaylo Znepolski: “GERB partisinin temel sorunu onun soyguncu geçmişi ve Boyko Borisov’un bugünkü tutumudur.” Hristo Krasin: “Ben, devletimizin bir kitabı ilk sayfasından son sayfasına kadar okumamış olan bir kişi tarafından yönetilmesinden utanıyorum. Soruyorum: Bu ülkede ekonomiden, sosyolojiden birazcık olsun anlayan birileri yok mu ki, kör cahillerin eline düştük. Evet soruyorum.”

47. Yılında Irak Türkmen Kültürel Hakları Paneli Düzenlendi

BG-SAM-25.Ocak.2017

24 Ocak 1970 yılında Irak Hükümeti tarafından Türkmenlere tanınan kültürel hakların 47. yılı münasebetiyle Türkmeneli Kültür Merkezi tarafından 24 Ocak 2017 günü Ankara’da “47. Yılında Türkmen Kültürel Hakları” paneli düzenlendi.


100

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Dr. Şemsettin Küzeci’nin idaresi ile yönetilen ve Türkmeneli Kültür Merkezi Başkan Vekili Çimnaz Demirci’nin açılış konuşması ile başlayan panelde Türkmen sorunu; “Türkmen Kültürel Haklarının Tarihçesi”, “Türkmen Kültürel Haklarının Bugünkü Durumu”, “Kültürel Hakların Toplum Hayatındaki Önemi” başlıkları ile ORSAM Danışmanı Av. Habib Hürzümlü, Irak Parlamentosu Eski Milletvekili Hasan Özmen ve Ankara Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nurullah Çetin tarafından ele alınmıştır. Dünya üzerinde çok geniş coğrafyalarda yaşamakta olan Türk Milletinin birlik beraberlik içerisinde hareket etmesini öneminin vurgulandığı panelde, Türklük düşmanı olan çevrelerce uygulanan çeşitli projelerle Türkleri yok etmek isteyenlere karşı uyanık olmanın önemine dikkat çekildi. Türklerin; Türkmen, Azeri, Kırgız, Özbek gibi adlarla tanımlanarak sanki farklı milletlermiş gibi ayrıştırmaya çalışanlara karşı bilinçlenmenin gerekliliği ve özellikle gençlerin bu minvalde yetiştirilmeleri hususuna vurgu yapıldı. Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği BULTÜRK Ankara Temsilcimiz ve aynı zamanda Başkent Ankara ve Anadolu Konfederasyonu BAŞKON Yurtdışı Türkler ve Göçmenler Platformu Başkanı olan Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Uzmanı İsmail Cingöz’ün de katıldığı panele; Eski Sağlık Bakanlarından Halil Şıvgın, 21. Dönem Afyon Milletvekili Müjdat Kayayerli, Büyük Birlik Partisi Genel Başkanı Mustafa Destici, Eski Azerbaycan Milletvekili Prof. Dr. Hanım Halilova ile Türkiye, Irak, Suriye ve Azerbaycan başta olmak üzere Türk Dünyasından birçok siyasetçi ve akademisyen katılmıştır. Panelistlerin sunumları sonrasında Türk Dünyasının önde gelen şairleri tarafından Türkmen konulu şiirlerin okunması ile panel sona ermiştir.


Makale ve Analizler - 2017

101

Belene Anıt Parkı

BG-SAM-25.Ocak.2017

Konu: “Belene” Ölüm Kampında Anıt Kabri Kurulacak. İkinci Boyko Borisov hükümeti son oturumunda Tuna nehri içindeki “Persin” adasında bulunan “Belene” Ölüm Kampında komünizm kurbanları anısına bir Park Anıt Kabir Kompleksi yapılmasına karar verdi. Teklif Adalet Bakanlığı ile Bayındırlık ve Bölgesel Kalkınma Bakanlığından geldi. Bakanlar Kurulu Belene Belediyesine “Belene” toplama kampı alanındaki ikinci bölgeyi totaliter rejim kurbanları anısına bir anıt kabir de içine alacak bir park inşa etme hakkı tanımış oldu. Yine bu kararla Belene Belediyesi ise, park ve anıt kabrin bina etmek üzere, Tuna kıyısı şehir halkının tescil ettirdiği “Belene Adası” vakfına ve yerli dinsel cemaat önderi Paolo Kortizi’ye devretme hakkına sahip oldu. Toplam alanı 110 dekar olan toplama kampı alanında yarı yarıya çökmüş 6 bina bulunuyor. Şimdiye kadar bu alan Adalet Bakanlığı’na bağlı “Ceza Uygulama” Genel Müdürlüğü” mülkünde bulunuyordu. Son yıllarda Bulgaristan vatandaşları ve yabancılar tarafından yoğunlukla ziyaret edilen “Belene” toplama kampında bir anıt kabir parkı oluşturulması yolu açılmış oldu. Bu kampta 1984 - 1989 yılları arasında, zorla isim değiştirme zulmüne karşı direnen 518 Bulgaristan Türkü bu adada tutuklu kaldı. Tutukluların isimleri işkence edilerek zorla burada, dünyanın gözünden uzak ölüm kampında değiştirilirken Bulgaristan tarihinin yüz karası dönemlerinden biri yaşandı. “Belene” ölüm kampında Türk savaşçıların gördüğü zulüm Bulgarca ve Türkçe olarak kaleme alınan ve T.C.’de basılan 16 ciltlik araştırma külliyatının “Belene - 1” ve “Belene - 2” kitaplarında anlatıldı. “Belene” kampında tutulan Bulgaristan Türklerinin aileleri zorla Türkiye’ye kovulmuştur. Mahkumlarımız da serbest bırakılırken kendilerine geri dönmeyeceklerine dair belge imzalatılmış ve sınır dışı edilmişlerdir. Her yıl Mayıs ayında “Persin” adasında komünizm mağdurlarını anma törenleri düzenlenir. İlk defa olmak üzere 2016 yılında bu törenlere Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev de katılmıştır. “Belene Adası” vakfı idarecisi olan Mihail Marinov park ve anıt kabir inşası çalışmalarının hızlandırılacağını, bu adada öldürülenlerin ve zulüm görenlerin isim ve soyadlarının bir mermer levhaya yazılacağını ve ebedileştirileceğini duyurdu.


102

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Din adamı Paolo Kortezi basına yaptığı açıklamada, komünizm ve totalitarizm kurbanları anıtlarının eski sosyalist ülkelerin hepsinde halka açıldığını, Bulgaristan’da çok geri kalındığını söyledi. 27 Ocak 2017’de Halk Meclisi tatil edilmezden önce 2017 yılı bütçesi görüşülürken, Reformcu Blok (RB) milletvekili Nayden Zelenogorski, “Belene” anıt kabri ve parkı için 2017 yılı bütçesinden 2 milyon leva ayrılmasını istemişti, fakat kabul edilmedi. Son durumda, anıt kabrin ve park düzenlemesinin yerli ve dış ülkelerden başlarla ve gönüllü katılımlarla gerçekleştirileceği açıklandı.

Esprili Açı

Raziye ÇAKIR -25.Ocak.2017

Şimdi bir masal anlat bana! Hep ciddi hep ciddi olmuyor tabi. Hayatı çok iyi tanıyanlarımız var. İşleri yönetip yönlendiren zaten onlardır. Bu tanıma işi içinde, erkeklerin kadınları, kadınların da eşlerini tanıması çok önemlidir. Kadın bir gizemdir, demekle, “ömrümü al da git, üstü kalsın!” demekle işler yoluna girmiyor. Halk zekâmızda kadın nasıldır? Birçoğumuz için, kahve gibidir, kahvenin de köpüklüsü gibidir ama pişene kadar acıdır, sonra mutluluk verir. Diğerleri için bebek gibidir, önce azını aç da sesini işiteyim diye yırtınırsınız, sonra susmasını beklersiniz. Hatta susturamazsınız. Seninle geçen her günüm, kalbimde yaradır, deyip kapıyı çarpık çıkarsınız. Romantikler için deniz gibidir, ne zaman durgun, ne zaman dalgalıdır bilemezsiniz! Bir de kudurmaya dursun, kaçacak yer ararsınız, uslanınca yine sarılıp öpersiniz. Tiryakiler için sigara gibidir kadın, zararlıdır ama bırakmak zordur. Şifalı diye içilir önce, sonra ehli keyfe dönüşür. Kadın sevgi, tütün emek ister. Biz ka-


Makale ve Analizler - 2017

103

dınların aşklarını tütüne bağladığı toprakların evladıyız. Namazını tütünlükte kılan genç kızlar siz şimdi neredesiniz? Kadın bir de otomatik kapı gibidir, ne zaman çarpacağı belli olmaz, çarpmazsa, çarpsın diye beklersiniz. Kadınlarımız termos gibidir, her tartışmayı ilk gün gibi sıcak tutar, aklına geldikçe kakar, bu huyundan bir türlü vaz geçemez, kurtulup “Oh şükür” diyemez. Gül gibidir kadınlarımız, kokladıkça açar, sevildikçe güzelleşir...! Onları çok sevmek vazifemizdir. Bunların hiç biri organize bir iş değildir, hepsi hayatın kaçınılmaz gereğidir. Şairlerimizden Ahmet Emin Atasoy eşi hakkında şöyle yazmış: “Sevgim, sevincim, dert ortağım, sırdaşım benim.” Sevilen şairlerimizden Naim Bakoğlu konuya şöyle el atmış: Mutluluk Avcısı Yaşı yetmişine dayanmış şu adama bak Gözlerini kapatmış da hayaller kuruyor! Geçmişten anılar canlanırken yaprak yaprak Bu gün de mutluluk peşinde koşup duruyor! Gökkuşağı ayarında rengârenk bir yaşam Görüyor mu hüzünlerden çok uzağı! Etrafında her şey güzel, insanlar muhteşem Korkusu yok adamın düşer diye tuzağa! Kanatlanmış gibi yükseklerden el sallıyor Böyle mutlu yaşıyor baöbaşka bir dünyada! Güzelliğe yürekten öpücükler yolluyor Gülen yüzlere tebessümler saçıyor o da! Gözlerini açsa geri dönecek acı gerçek Ve yeniden depreşecek yıllanmış acısı! Bu yüzden sevgiyi dürtme kardeş, ellerini çek – Hayallerini yaşasın mutluluk avcısı! Anlatmaya çalıştığım ikilemde “ateş benim, kül benim” diyenler haklıdır.


104

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) Şu sözlerle bitiriyorum: Yükünü kaldıramayacağın kalbe, ya da bizim değimlerle Kahrını çekemeyeceğin güzele, Dikenlidir diye sapından tutamayacağın güle Talep olma.

Yeni Cumhuriyet Partisi

Rafet Ulutürk-26.Ocak.2017

Bulgaristan’da GERB partisine alternatif belirdi. Bulgaristan siyaseti Yeni Cumhuriyetçiler ve Cumhuriyetçiler olarak ikiye bölünüyoruz. Yeni Cumhuriyetçiler partisi artık kuruldu. Eski Cumhuriyetçilerle aramızdaki fark ne olacak. Soru işte budur. Reddedilen ile yerine gelen arasındaki farkı görmeye çalışalım. Bulgaristan’da Cumhuriyet fikri 19. Yüzyılda Osmanlı’da doğmuştu. 1878’de cumhuriyet rejimi bekleyenlere Berlin Konferansı “Prenslik” dediğinde birçokları hayal kırıklı yaşamıştı. 1908’de “Çarlık” ilan edilince, cumhuriyetçilerin yüzü çamura batmıştı. Komita başları Rakovski, Levski ve Karavelov devrim programlarında Cumhuriyet sözünü hep büyük harfle yazsallar da, 1878 den 1945 yılları arasında Bulgaristan’da Cumhuriyetçi parti bile kurulamadı. O yıllarda hep bölündük, esnaf ve köylü, işçi sınıfı ve burjuvalar, sömüren ve sömürülenler, faşist ve antifaşist olduk ama biz cumhuriyetçiyiz deyememiştik. Demiş olsak, Çarlık düzenini reddetmiş olurduk ve çar diktatörlüğünün zindanlarından zindan seç daveti alırdık. 21.yüzyılda dünya çok değişti ve yeni kıstaslara göre parçalandıkça parçalandık. Bir yandan bu yeni parçalanmalar sanki sınıfsal ve siyasi parçalanış değildi. Geçen asrın sonunda dünya “beyaz yakalılar” ve “klasik işçiler” olarak ikiye ayrılmıştı. 25 yıl önce “cep telefonlu ve cep telefonu olmayanlar” olarak ikiye ayrılmıştık. Şimdi “iPhone” cep telefonu olanlar ön planda, bu tip telefonu şarj etmeye gerek yok, eline aldığında ya da bacağının üzerine koyunca canlanıyor, uzay araçları ağına girip dünyada aradığın noktasıyla hemen bağlanıyor.


Makale ve Analizler - 2017

105

Biz Bulgaristan’da aslında temel kıstasa göre, hala fakir fukara ve parasının hesabını bilmeyenler olarak bir defa ikiye ayrılmışken, şimdi bir de sağ merkezde parçalanarak ufaldık. Sağ alanı baştanbaşa eline geçirmiş olan GERB partisine yeni alternatifler belirdi. Derin bakıldığında bu bölünme sanki sağ sol bölünmüşlüğünden çok daha önemli gibi duruyor. Çünkü 1990’da şahlanan bizdeki sağcılık - Demokratik Güçler Birliği (CDC) temelinde bina olurken git gide duvar kaydı, çatı çöktü ve istemeye istemeye de olsa yerle bir olduk. Cumhurbaşkanı ve başbakan çıkarak, kendi başına iktidar olan sağcılarımız meclise giremez oldulardı. 2006’dan sonra sağ cepheye hasır atan GERB partisi, aslında Todor Jivkov döneminin milislerini (polisleri) emekli subaylarını, itfaiyecilerini ve onların ailelerini ve hısım akrabasını kör sofraya toplamayı başardı. Bürokrasi iki defa şişti. Okuyanlar cahil, çalışanlar aç, emekliler sefil kaldı. Oysa toplumsal düzen öyle bina edilmiş ki yalnız yemek içmekle yol alınmıyor. Bekçiden, korumadan, yangıncıdan, savaşa girmeden albay general olmuş kadrolardan siyasi sınıf oluşturulduğunda toplum kendisi otomatik sisteme geçerek stop ediyor. Bizde de öyle oldu. İleri hamle yapmak için ter dökmek ve tuz yalamak gerek. GERB partisine motoru olması gereken güçler yeniden üretim, emek verimliliği, bilimsel teknik devrim dediğimiz işlerden ne kadar uzak olduklarını ne kadar gizlemeye çalışsalar da, II. Borisov hükümetinin istifa etmesiyle (15 Kasım 2016) halk piliçleri yeniden saydı ve geminin su almaya başladığını hemen anladı. Ortaya çıkan yeni durum: 25 Ocak 2017’de bir yandan geçici hükümetin başbakanı, 4 başbakan yardımcısı ve 15 bakanı ilan edilirken ve tatil edilen mecliste milletvekilleri birbirilerine savurmak istedikleri son lanetleri ağız dolusu tükürükle bol bol savururken, orta sağda Yeni Cumhuriyet Partisi kurulduğu da duyuruldu. Bu, sanki her çöküşün bir de dirilişi der gibi bir şey oldu. Kimileri sürprize sevinirken, bazıları da derin derin düşünmeye başladı. Kurucu Başkanı Radan Kınev olan Yeni Cumhuriyet partisi kurulması kamuoyunda ilgi çekti. Bizde birden bire kökten Yeni Cumhuriyet isteyen Yeni Cumhuriyet partisi 26 Mart’’ta yapılacak 44. Halk Meclisi seçimlerine katılacak. Bulgaristan’da 1948’de Halk Cumhuriyeti, 1991’de de Bulgaristan Cumhuriyeti kurulmuştu. Bu olay Fransa’da Birinci Cumhuriyet, ikinci Cumhuriyet... Beşinci Cumhuriyet olarak evrim geçirmişti. Haberi işitenler arasında, kabuğunu dün kıran bir piliç ertesi gün ötemez, deyenler belirse de, herkesin ilk aklına gelen, bizde her şey olabilir oldu.İkinci Semeon’un yarım asır ayak basmadığı Bulgaristan’a uçaktan inip 24 Temmuz 2001’de Başbakan koltuğu unutulmamıştı. Adamın kurulmuş partisi bile yoktu. Seçim kazandı. Sanki bizde oyları bir sandığa, san-


106

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

dık içinde de bir partiye toplayan çok güçlü bir mıknatıs vardı. Bunun adı mıknatıs olmayabilir “üst akıl”, “kulis”, “perde arkası güç”, “Moskova’nın uzun eli” olabilir, fakat isminin önemi ne ki? Şu da dikkat çekicidir. 22 Ocakta göreve başlayan yeni Cumhurbaşkanı Rumen Radev, hemen 2 gün sonra ilan ettiği erken seçim hükümetine başbakanı olarak son seçimlerde yalnız % 0,5 oy alan İkinci Semeon Ulusal Hareketi (NDSV) lideri Profesör Ognyan Gercikov’u ataması da iktidara arka kapıdan girmek değil de nedir? Yeni Cumhuriyet Partisi orta sağcı alternatif olarak ortaya çıkmasının gerekçelerini Başkan R. Kınev şöyle açıkladı: Orta sağ ideolojik, ekonomik ve moral bakımdan tamamen çöktü. GERB partisi mafyanın iktidar kanadı rolü görmeye başladı. Rüşvet aldı yürüdü, rüşvet ve sefillik bakımından AB birincisi olduk. Reformcu Blok dağıldı. Borisov hükümetine katılmakla reform yapılamayacağı ortaya çıktı. Üç yıldan beri Reformcu Blok (RB) üyesi olan ve Radan Kınev tarafından yönetilen Güçlü Bulgaristan Hareketi (DCD) II. Boyko Borisov hükümetinden ve RB meclis grubundan 2016 yazında ayrıldı. Yeni bir parti kurma çalışmalarını tamamladı. Yeninin merkez sağ olduğunu defalarca ilan etti. Yeni Cumhuriyetçiler, “GERB partisine merkez sağda alternatiftir.” Halk GERB partisinin BKP kolluk güçlerinden bir milis partisi olduğunu gördü ve ondan sökülüyor. 2013’te ve 2016’da iki defa istifaya zorlanan GERB partisi, orta sağ seçmeninin iktidar merakı kursağında bıraktı. Yeni Cumhuriyet hareketi GERB ile sağ merkez sahada seçim mücadelesi verecektir. Bu sebeple 26 Mart seçimlerinde “kara koyun olacağız.” Yeni Cumhuriyet partisinin temel istekleri şöyle sıralanabilir: Baş Savcılık katında Rüşvetle Mücadele Başsavcı Yardımcılığı kurulacak. Yeni makam 27 yıl devam eden “geçiş dönemi” ihale ve imtiyazlarını birer birer yeniden ele alıp su istimal ve hileleri ortaya çıkaracak. Özellikle 2 reaktörü Rusya’ya ödenen fakat inşası 10 yıl önce durdurulan “Belene” Atom Elektrik Santrali “batağında” kaybolan milyonları araştıracak. Kısa adı BTK olan ve 2 yıl önce ansızın iflas eden, Kooperatif Ticaret Bankası’nda kaybolan 7.2 milyar levayı kökten araştıracak. Üçüncü olan ise, Bulgaristan’da kurulan yolların diğer AB ülkelerinde 14 defa pahalı olması temeline basarak altyapı sektöründeki rüşvet olaylarını gün ışığına çıkaracaktır. Brüksel’den gelen 2016 “Bulgaristan raporunda” birlik içinde en büyük rüşvetlerin döndüğü ve fonların en düşük verimlilikle kullanan ülkenin Bulga-


Makale ve Analizler - 2017

107

ristan olduğu belirtildi. Benzer bir makam artık Romanya’da kurulmuş ve başarılı çalışıyor. Yeni Cumhuriyetçiler “Ulusal Koruma Amirliği” (NCO) şimdiki şekliyle dağıtacak. Cumhurbaşkanı ve Başbakan dışında kimsenin koruması olmayacak. Her yıl 2 milyon 500 bin leva harcanarak korunan ve şimdiye kadar toplam 22 milyon levaya mal olan Ahmet Doğan korumaları kaldırılacak. DOST lideri Lütfü Mestan ve HÖH milletvekili Delyan Peevski korunmayacak. Bununla birlikte Bulgaristan’da rüşvetle mücadele için “temiz eller” savcılığı kurulacak. Güvenlik yeni temellere oturtulacak. Bu arada terörizmle mücadele yeniden örgütlenecek. Köklü değişikliklerin başında adalet ve eğitim reformu gelecek. Yeni tip siyasetçiler yetiştirilecek. Memurları sayısı % 50 oranında azaltılacak. Öğretmenlerin maaşlarına % 20 oranında ortalama zam yapılacak. Verimli eğitim özendirilecektir. Biz DOST ve Şeref ve Hürriyet gibi siyasi partilerimizin Bulgaristan Türklerinin eğitim, öğrenim ve ihtisaslaşma haklarının yapılacak eğitim reformuyla savunulmasında ve yeni istihdam alanları açılmasında aktif savunucu duruma geçmelerini bekliyor. Yine bu ay Reformcu Blok sağ merkez tabanından bir de “Evet - Bulgaristan” partisi fışkırdı. Kurucusu, Amerika’da okumuş ve 2014 sivil toplum hareketlenmesinin örgütçü öncülerinden biri olan ve İkinci GERB hükümetinde Adalet Bakanı olan Hristo İvanov’tur. Onun, 2015’te hazırladığı Adalet Reformu meclisten geçmedi ve heba oldu. O da anında istifa etmişti. Bir hafta önce Sofya Milli Kültür Evinde bin yandaşıyla birlikte “Evet” Bulgaristan (‘Da’ Balgaria) partisini kurduğunu ilan etti ve 26 Mart seçimlerinde orta cephe oluşturma girişimi başlattı. Yeni Cumhuriyetçilerin de 2 Şubat günü böyle bir atılım yaparak “Evet” Bulgaristan hareketiyle buluşması bekleniyor. Bu hareketlenme, 6 Kasım 2016’daki Cumhurbaşkanı seçimlerinde orta sağ adayı olarak % 7 oy alan, Trayço Traykov önemli yer alıyor.


108

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Zihin Zehirleme İşleri

Hüseyin Yıldırım-27.Ocak.2017

Aslı olmayan haberler tehlike içerir. Bu yazıyı kaleme alan Yanuş Bugayski için kısa bilgilendirme: Washington Avrupa Politik Analiz Merkezi (CEPA) Görevlisi; Balkan ülkelerinde yayın yapan TV programlarında müdürlük yapmış; 26 yıl boyunca Uluslar arası Stratejik Araştırmalar Merkezi’nin (CSIS) Doğu Avrupa Programları Müdürlüğünü yapmış bir uzman; Avrupa, Rusya ve Trans Atlantik ilişkilerine aranmış 20 kitabın yazarı; Birkaç Amerikan ve Avrupa yayınında yorumcu; Son kitapları: “Çatışma Odakları”, “Balkanlarda Dönüşüm” (2013), “Rusya Batı Çelişkileri”, “Amerika ile Kuzey Avrupa Birliği” (2009). *** Uydurulmuş haberlerle demokrasiye karşı yıkıcı etkinliklere karşı genel Avrupa kararına ihtiyaç var. Kaynak: bulgariaanalytica.org Yalan yanlış, uydurma haberler çağında demokratik sistemlerin batarak yok olmaktan, yalan haberlerin kurbanı olmaktan korunmaları gerekir. Uydurma deliller ve kanıtlanmamış söylentiler aşırı siyasetçiler için verimli bir taban olmakla birlikte, demokratik kurumları gözden düşürüp meşruluklarının temellerini de kazabilirler. Bu yıl içinde genel seçimlerin yapılması öngörülen Avrupa devletlerinde (Bulgaristan’da da 26 Mart 2017’de erken genel seçim yapılacaktır) seçim sonuçlarına etki gösterebilecek olan, “sahte haberler” konusunda çok duyarlı ve tedirgin olmaya başladılar. Görevliler ve analizciler Birleşik Amerika’da seçimlere olumsuz olay olarak bakmaya başladılar. Amerikan istihbarat kaynakları, son Başkanlık seçiminde, Rus uzmanların seçimlerimize Donald Trump lehinde etkide bulunmak amacıyla, uydurma öykülerle etkide bulunduğunu saptamıştır. Seçmenlerin son kararının nasıl etkilendiğinin ölçülebilmesi olanaksız olsa da, Facebook, Google, Twitter ve diğer sosyal medyada gerçekle hiçbir ilişkisi olmayan haberler yayınlandığı ortaya çıktı. Bu yılın Eylülünde Almanya’da genel seçimler yapılacak. Seçmen beynine benzer müdahale yapıldığında elde edilecek etkiler Berlin makamlarını endişelendiriyor. Alman makamları özel bir odak oluşturarak, uydurma haberlere


Makale ve Analizler - 2017

109

karşı mücadele merkezi kurarak, karşı koymaya hazırlanıyor. Hatta hükümet Facebock’ta uydurma öyküler ve olaylar yayılmasını engellemek amacıyla bir yasa tasarısı üzerinde çalışıyor. Sosyal iletişim araçlarında, hiçbir uyarıda bulunmadan, zararlı ve yalan yanlış haberler paylaşılmasının zararlarından sorumlu olanlar hak ettikleri cezaları almaktadırlar. Dünya’da 1 milyar 500 milyon tüketicinin ortak Platformu Facebook’tur ve yalnız tuzak teorilerini okuyup dinlemeye bayılan safdillerin arasında değil, tüm insanların sosyal yönetimini ve seçeneklerini güçlü etkileyen bir araçtır. Kamuoyunun güçlü baskısından sonra Facebook yönetimi yalan haber yayan en tehlikleri paylaşımcıları takip etmeye başladı. Facebook kullanılıcıları tarafından nezaketsiz olarak değerlendirilen paylaşımların araştırılması için 5 örgü tsel yapı kuruldu. Paylaşılan uydurma haberler o kadar çoğaldı ki, Avrupa Birliği Parlamentosu Başkanı Martin Şults, zararlı sonuçları büyük olan olayların yayılmasının önlenmesi amacıyla bütün Avrupa’da geçerli yasalar çıkarılmasını istedi. Avrupa Konseyi’nin bir özel ekibi (StratCom Doğu), Rus kaynaklı yalan haberleri tespit ediyor. Bu çalışma grubunun çıkardığı haftalık bültende büyük sayıda sahte bilgiler ve yalan haberlerle saldırılar sıralanıyor, uyarılarda bulunuluyor. Twitter’de ise “EU Muthbusters” (AB efsanelerin kabuğunu soyanlar - çev.) sürekli yayın yapıyor. StratCom East birimini AB’de görev yapmış bir İngiliz uzman yönetiyor. Birime AB üyesi devletlerden uzmanlar da katılıyor. Yayınlanan bilgilerin doğruluğu başlıca sivil toplum örgütlerinden olmak üzere 300’den fazla gazeteci, araştırmacı yazar ve etkin aydın tarafından deneniyor. (bghaber. org böyle bir yayın merkezidir.) Kişisel yalanlar bir yana, devletlerin İçişlerine bile bile saldırıda bulunarak müdahale etmek çok daha kötü niyetli bir girişimdir. Yasalar ve yasaların uygulanması fikir özgürlüğünü sınırlamamalıdır, fakat gerçeklikle ilişkisi olmayan ve teyidi alınamayan bilgilerle ilgili uyarıda bulunulmalıdır. Analiz edenler, sosyal iletişim ortamına sahte delil, haber ve yorum akıtan popülistlerin, milliyetçilerin ve Rusçu militanlar seçim önü kampanyası sırasında toplu doğruluğu sınanmamış yalan yanlış bilgilerle enjekte edebilir. Bu haberler gazetecilerin, yorumcuların ve siyasetçilerin dikkatini çekince onları gerçek sorunlardan uzaklaştırabilir. Son seçimde ABD’de bu yapıldı. Bu çalışmalar bir yandan rakip somut siyasetçilerin gözden düşürülmesini hedeflerken, aynı zamanda ulusal kurumları çökertmeyi ve demokrasinin temellerini de çökertiyor.


110

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Sahte haberlerle saldırılara karşı mücadelede başı çeken ülke Çek Cumhuriyetidir. Batı demokrasisine karşı saldırgan tırmanış halinde olan Rusya etkinliklerine karşı koyabilmek için, Prag’ta kurulan bir özel birim, Moskova tarafından desteklenen internet sayfalarında yayılan yalan yanlış bilgilere karşı mücadele veriliyor. Bu mücadele bu yılın Ekim ayında ülkede yapılacak genel seçimlerle ilgili ağırlık ve öncelik kazanmıştır. Çek Cumhuriyetinde çıkan ve gizemli teoriler yayan 40 kitabın arkasında Moskova’nın durduğunu savunuyor. Bu kitaplarla ulaşılmak istenen hedefle, Avrupa Birliği, NATO ve Birleşik Amerika ile ilgili paylaşılan sahte haberlerle olumsuz bir imge yaratmak, demokrasinin en iyi ve en olumlu sistem olduğuna ilişkin, vatandaşların bilincine şüphe tohumları saçmak vardır. Terörizmle mücadele merkezi ve siber saldırılara yanıt verme merkezi yanlış bilgilendirme yönlerini sapTayyip sosyal iletişim ortamına doğru bilgiler sunacaktır. Göçmenler, savaş kaçakları ve sığınmacı bunalımı esnasında, özellikle 2015 - 16’da, ülkedeki Müslüman sayısı ve sığınmacıların çok az sayıda olmasına rağmen, İslam karşıtı miting ve gösterilere davet çıkarırken, onlain propaganda aktif oldu. Göstericiler, Avrupa Birliği ve NATO’ya karşı sloganlar atarken, Almanya Başbakanı Angela Merkeli kınadılar. Sosyal iletişim ortamında başlayan saldırılar terörizm tehlikesi doğurdu. Yakın Doğu’dan gelen yeni sığınmacı dalgasının ülkeyi istila etmesi tehlikesi herkesi ürküttü. Çek resmi makamları, sosyal iletişim araçlarındaki saldırgan hareketlenmeden sorumlu olarak sayıları 45 bin olan ülkede ikamet eden Rus azınlığı ve kendilerini diplomat olarak tanıtan, sayıları çok kabarık olan, Prag Rus Büyük Elçiliği’ndeki ajanları gösterdi. Prag meclisinde yer alan milletvekillerinden bir kısmı, casuslukla suçlanan diplomatlardan ve yalan yanlış haber paylaşan ve yayan Rus vatandaşlarından bir kısmının ülkeden kovulmasından ısrar ediyor. Çk Ulusal Güvenlik Ajansı (BİS) yayınlarına göre, “Çek topraklarında en aktif casus ağına sahip olan ülke Rusya’dır.” Moskova ajan ağının en aktif saldırı yönlerinden birinde, Batı sistemine ve demokratikleşme sürecine güvensizlik aşılanırken, aşırı sağ ve sol güçlerin, var olan sistemi savunan statükoculara karşı seçim zaferi elde etmelerini amaç edinmiştir. TV seyircileri, radyo dinleyicileri ve okurlar Güney Doğu ve Batı Avrupa’da Rusya gizli servislerinin yaydığı yanıltıcı haberlerden korunmalıdır. 2016’da kamuoyunun kafasını karıştırmak için yayılan haberlerde, Amerika Merkezi Haber Alma Merkezi CIA’nın Rusya dışında yaşayan rejim karşıtı Boris Nemsov’u öldürdüğü; Birleşik Amerikan’ın Filanda askeri uçağı düşürmeyi ve bu olaydan Rusya’yı suçlamaya hazırlandığı haberi yayıldı; Polonya’nın Batı Ukrayna’yı işgal etmeye hazırlandığı öne sürüldü;


Makale ve Analizler - 2017

111

DEAŞ silahlı güçlerinin Ukrayna’da Rus güçlerine karşı savaştığı gibi uydurma haberler yaydı. Bu gibi asılsız haberleri yayanlar her ülkede belirli bir kesimin bu gibi saçmalıklara kulak vereceğine ve bel bağlayacağını umut ediyorlar.

Lağım Kanalı - 1

Ertaş Çakır-28.Ocak.2017

Bizim ana konumuz hep aynıdır: Türklüğümüz. Bu yazımda Ahmet Doğan’ın lağım kanalı değimini, bir, yeraltında açılmış bir pis suyolu ve iki, kuşatılmış Türklük kalemizi ve siperlerimizi yıkmak için köklerimizin yaşadığı yeraltı bölgelerine açılan, içi patlayıcı dolu hendek olarak anlamanızı rica ederim. Konumuz hep aynı konu. Onlar çarpıtıyor. Biz düzeltiyoruz. Giderek daralan bir yoldan yürümeye devam ediyoruz. Biz Bulgaristan Türkleriyiz. Aç tavukların çöplükten ya da yeraltının başka bir yerinden başını gösteren her solucanı kakalayıp ya iki yutkunmada kendisi yuttuğu ya da piliçleri dolayındaysa onlara paylaştırdığı gibi hareketler yapıyoruz. Bizim solucanlar hep kuşatıldığımız ve ayaklarımızın altındaki lağım hendeğinden çıkıyor. Hele son zamanda uzun yağmurlardan sonra irice solucanların ayakaltında tiksindirici bir şekilde uzadığı gibi uzamaya başladılar. Biz lağım kanalında ne kadar solucan varsa hepsinin çıkmasını istiyoruz. Okurlarıma işaret etmek istediğim şudur: Ben bu yazımda solucan benzetmesiyle son dönemde çıkan ve HÖH - DPS çirkefliğine adanan kitapları kastediyorum. Geçen yılın sonunda, birisi HÖH partisi kurucu Genel Sekreteri ve Başkan Yardımcısı Osman Oktay tarafından kaleme alınan “Bir Hayalin Çöküşü” (Hak ve Özgürlükler Partisi hakkında gerçekler) bunların birincisidir. Hemen ardından gelen ve HÖH - DPS partisinden iki dönem milletvekili olan İvan Palçev kalemiyle derlenen, kapağındaki resimde Türklüğümüzün kalbini hedef almış ok yayda “Kentavırlar Zamanı” adlı eserdir. Yunan mitolojisinde yarı at yarı insan olarak tasvir edilen kentavır, HÖH partisi fahri başkanı Ahmet Doğan’nın tasviridir. Güneşin Bulgaristan Türkleri için de yeniden parlayacağı inancını öldürmeye çalışan hain katildir. Taşıdığı büyük önemi dikkate alarak konuyu bir dizi halinde işlemek istiyorum. İlkyazıma, 2016 yılı sonunda çıkan 356 sayfalık “Kentavırların Za-


112

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

manı” eserinin son 50 sayfasına sığdırılan Sonsöz’ le giriyorum. 1997’de HÖH partisi genel merkezinde çok önemli bir bilim adamı ve öncelikle de psikolog olarak işbaşı yapıp 2010’a kadar -Ahmet Doğan’ın aktif siyasetle uğraştığı dönemde- onun birinci danışmanlarından olan, Sofya “Kutsal, Kutsal Kiril ve Metodiy Üniversitesinde” ruh doktoru Prof Lüdmil Georgiev Son Sözü kaleme alan eleştiricidir. Eserin özünü özgün bir süzgeçten geçiren Sonsöz, son 27 yılda Hak ve Özgürlük Hareketi’nin Bulgaristan demokratik sürecine birçok konuda yoğun ve yetkili engel olma çalarını okurun önüne inci dizer gibi diziyor. “Soya Dönüş” süreci denen ulusal bütünleşme kılığı içinde Bulgaristan Türklerinin asimile edilerek bugün de eritilmeye nasıl devam edildiği anlatılıyor. Bulgarlaştırma sürecinin bitmediği, son zehirli okların anadilimiz gibi en hassas noktalara gönderildiğine ışık tutuluyor. Sonsöz eserin yalnız birinci baskısında yer alıyor. Ahmet Doğan’ın özel emriyle yeni baskılarından çıkarılmış, çünkü HÖH partisinin lağım kanalının üstünü açıyor. Profesör Lüdmil Georgiev’ın Hak ve Özgürlükler Partisindeki görevi, kendi kaleminden çıktığına göre, etnik ve dinsel bir parti olduğu iddia edilen HÖH DPS’yi ideolojik, siyasi ve psikolojik olarak bir ulusal demokratik partiye dönüştürme ve kamuoyuna kabul ettirmektir. O bu işi ciddiye alıp üzerinde yıllarca ter dökerken HÖH lider ekibiyle çok sert çelişkiye düşer, Ahmet Doğan hakkında “bu adam deli - ruh hastası” deyip bilimsel çalışmalarına devam etmek üzere altı yıl önce HÖH’ten ayrılır. Altı yıl önce HÖH partisi sökülmüş ve 120 bin oy GERB partisine kaymıştı. Dizi yazılarımda onun kendi eliyle yazdıklarına harfi tercümeye bağlı ve sadık kalmak şartıyla, günümüz için can alıcı bulduğumuz birçok konuyu aydınlatmak istiyoruz. Benzetmelerim, Türklüğümün ayakları altında açılmış ve içine barut depolanmış lağımdan uzun yağan yağmurdan sonra başını yeni yeni göstermiş bir solucana benzeyebilir. İlginizi çekeceğine inanıyorum. Çünkü biz hepimiz hayatı lağım kanalından güneşli dünyamıza çıkarmaya çalışmak zorundayız. Verdiğimiz kutsal bir mücadeledir. Büyük yazar Victor Hugo’nun “sefillerin de hayat hakkı var” dediği kadar kutsaldır. Biz bu işte varız. Solucanları yoldan toplamak bizim işimizdir. Konumuz yeni değildir. Önceki yazılarımda, eski HÖH Genel Başkan Yardımcısı Kasım Dal ve 18 yıl HÖH milletvekili ve 2013–2015 arası HÖH eski Genel Başkanı olan, şimdiki Sorumluluk, Tolerans ve Hürriyetler için Demokratlar Partisi DOST Genel Başkanı Lütfü Mestan’a “bırakın başka şeyleri, düşürün dilinizin altındaki baklayı” derken, kendilerinden yalnız bir şey, HÖH ve “lideri”, hainlik ve dürüstlük hakkında bildiklerini yazıp yayınlamalarını istedik.


Makale ve Analizler - 2017

113

HÖH partisi parti içi diktatörlük uyguladığı için lağım kuyusundaki solucanların, sıçan ve kenelerin büyüklüğünü, boğucu kokunun zehrini dışardan bakanlar sezemedi. Biz Mestan ve Dal’dan HÖH’ün lağım kanallarını halkımıza gerçekten anlatmalarında ısrar ediyoruz. Bu pis kanalı gerçekten açıp temizlemek ve insanlarımızı sizin de katkınızla içine itildiği tuzaktan kurtarmak istiyorsanız hakikatten, birlikte olmak zorundayız. Bunu isteyenler ısrar etmeye devam edeceğiz. İnanınız sayın okurlarım, HÖH’ten koptuktan sonra halkımızın karşısına çıkan ve yeni “liderinizim” diyenler içlerini dökmeden, samimiyet çizgisinde buluşmadan, yeni kurulan hiçbir Türk - Müslüman partisi bizde kök salamaz ya da olayların içyüzünü bilen biri tarafından çarpıtmadan yazılıp anlatılmadan, yeni kurulan hiçbir azınlık partisi halkı kucaklayamaz, nefes alıp yaşayamaz, çünkü ne pislik kanalı ne de barut dolu lağım üzerine dikilen hiçbir ağaç tutmaz. Köklerin gözleri vardır. Yerin dibindeki yarını gören onlardır. *** Aslında “Kentavırlar Zamanı”, Ahmet Doğancılardan biri olan İvan Palçev tarafından onu putperestleştirmek için kaleme alınmış bir uğraşıdır. Bu bakıma, yazarın, dünya görüşü ile Prof. L. Georgiev’in Sonsözü arasındaki derin çelişki her satırda baş gösteriyor. Çünkü yazar ile eleştirmenin kullandığı değer yargılarının anlamı geçmiş ve bugün açısından birbirini tutmuyor. Mesela Palçev, 1878’de Rus Çarı II. Aleksandır’ı vatanımıza Tuna nehri ve Varna limanı üzerinden saldıran bir “kurturıcı” olarak nitelendiriyor. Ona “Kurtarıcı Çar” diyor. 3 Mart 1878 tarihini, San Stafano (İstanbul Yeşil Köy) Rusya - Osmanlı Barış Antlaşması imzalandığı günün Bulgar Milli bayramı olarak kutlanmasını kutsuyor. Prof. Georgiev aynı görüşte değildir. O bu konuda başına gelenleri ve verdiği mücadeleyi anlatıyor: “Kentavırlar Zamanı” eserine sonsöz yazma teklifini nasıl aldığına bakalım: Bir yıl önce Palçev’e “Siyaset ve Tarihin Eleştirel Psikolojisi” kitabımı hediye etmiş. Eserinde, her bir tarihsel durumunda toplulukları olduğu gibi kişisel yaşantıları da psikolojik olarak açabilen bir yeni psikolojik paradigma (bakış açısı) /değerler dizisi/ ortaya koymuş. Olaya bir kuyuya iner gibi inerken şunu da eklemem gerekir, “Kentavırlar Zamanı’na” Sonsöz yazma teklifi ona “Bulgar Tarihinin Eleştirel Psikolojisi” eserimi tamamladığını paylaşmasından sonra gelmiş. Kabul etmiş ve elinizdeki kitabı okuduktan sonra 50 sayfalık bir eleştiriyle düşüncelerini tam düşündüğü gibi, annemin salmalık kiremitliğine hoşaf serdiği misali gün ışığına sermiş. Palçev’in değindiği ve Ahmet Doğan dediğinde abarttığı olaylar esas olarak doksanlı yılların başlarına ait olsa da, Yeni Çağın başlarında Tuna Bulgar Devleti’nin kurulmasından bu yana Bulgar devletlerince yaşanan 7 Geçiş


114

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Dönemi’nin sonuncusunun içinde cereyan eden süreçlerin ilk yıllar bölüdür. Ne ki, demokratik Bulgaristan temelleri o yıllarda atıldığı için bu olaylar çok önemlidir. “Ahmet Doğan beni HÖH partisine 1997’de “partinin etnik karakterini kırmak” ve bir “ulusal siyasi güce” dönüşümünü sağlamak için çağırmıştı” diyen Prof Georgiev, “HÖH içinde ve bir partili olarak geçirdiğim sürede temel ödevim buydu” diyor ve şöyle anlatıyor: “2010 yılında kendi arzumla istifa dilekçemi sunduğum partinin yıllar yılı Merkez Konsey üyesiydim yani karar alma ve yürütme organında bulundum. Fikirlerimi açıkladığım süreçlere bizzat katıldım ve onları yakından gözetledim. 7. Büyük Halk Meclisi’nde 36. olağan mecliste milletvekili olan İvan Palçev ise, beni HÖH’te görev aldığım yıllardan daha önceye, sizi de 10 Kasım 1989’dan sonra beliren karmakarışık olaylar harmanına taşıyor. Bu açıdan öne çıkan sorunlar ideolojik ve ekonomik olmaktan fazla, geleneksel olarak bu topraklarda yaşayan Türkler ve Bulgarlar arasında oluşan karşılıklı etkileşime ilişkindir.” Bulgaristan’da Geçiş Dönemi etnik bunalımın çok derin olduğu bir dönemde başlamişti. Bunalım 1984 - 85 mantıksız “soya dönüş” yıllarından ve 1989 “Büyük Seyahatten” sonra kızışıp derinleşmişti. Topluma korku, kompleksler, etnik merkezcilik ve birçok başka illet yerleşti. “23 Mayıs 2006’da akşamüstü taksiyle eve dönüyordum. O zaman HÖH Başkan Yardımcısı, ismi unutulamayan Üçlü Koalisyon hükümetinde Başbakan Yardımcısı ve Doğal Afet ve Felaketler Bakanı görevlerinde bulunan Bayan Emel Etem’den cep telefonuma gelen şu cümleleri asla unutamam: “Profesör Bey, 24 Mayısla ilgili olarak, Türk esaretinden kuruluş kutlanan 3 Mart yerine, 24 Mayıs’ın Bulgaristan’ın Milli Bayramı olmasını teklif ettiğiniz gazeteye verdiğiniz söyleşi yarın “24 Çasa” gazetesinde çıkacakmış. Şefle (Ahmet Doğan) danıştım ve biz ikimiz de aynı görüşteyiz, senin gazeteye telefon etmeni ve söyleşini yayınlamamalarını rica etmeni istiyoruz!” Git gide hiddetlenmeye başladığımı fark ettim. Sükuneti koruyabildim ve sinsi bir şekilde şu cevabı verdim: “Sayın Başbakan Yardımcısı Bayan, bana hiçbir kimsenin emir veremediğini bilmiyor gibisiniz, lütfen işinize bakınız!...” Taksi şoförü hayretle yüzüme baktı. Bir sigara yaktım ve dumanını derin derin içime çektim... Söyleşim pek tabii ki basıldı. Dört bir taraftan gelen tepkileri birer birer hafızamda bugün de taşıyorum. Bulgarlardan daha fazlası bende bir “yeniçeri” gördü. Bana “ulusal hain” dediler. HÖH - DPS partisi Merkez Binasında (isimlerini sı-


Makale ve Analizler - 2017

115

ralamak istemiyorum) bana öküze bakar gibi bakarken aralarında fısıltılı konuşurken “partinin değerini beş para ettiğimi” aralarında paylaşıyorlardı. O zamandan bu güne artık 10 yıldan uzun bir süredir yeri geldikçe aynı ısrarla yinelediğim aynı tezimin doğruluğu konusunda en küçük bir kuşku duymadım ve hepsinin gözünün içine bakmaya devam ediyorum. Burada söz konusu olan nedir? Bulgar toplumunun 500 sene Türk esaretinde olduğuna ilişkin tarihsel algı devamlı yeniden ve yeniden üretilse de (ısıtılıp ısıtılıp önümüze sürülse de), Birinci bu ilkesel olarak tamamen yanlıştır, doğru değildir; İkinci olarak ise, hem Bulgar hem de Türk halk topluluğuna çok farklı derinliklerde ve farklı anlam taşıyarak ortak ruh hali olarak devrediliyor. İkinci yazımda, lağım deresine ineceğiz ve Bulgarlar neden Türk esareti yaşamadılar, konusunu işleyeceğiz. Bu konunun can alıcı yanlarından biri HÖH partisinin bugüne bugün bu konuda okul kitaplarının değiştirilmesini istememesinde gizlidir. Yalanla toplum yönetilemez. Tarih yanlış öğretilirse, gelecek de yanlış olur. Üstelik HÖH parasıyla çıkan, HÖH milletvekili D. Peevski’nin imtiyazında bulunan “24 Çasa” gazetesi 27 Ocak 2017 günü “Batak Katliamı” konusunu yeniden çarşaf çarşaf açtı. Doğan ve çetesi lağım kokusunda yaşamaya alışmış, halkımızı boğmak istiyor. Para için ihanet dizileri basan Batılı yazarları yine başlık yapmışlar. 26 Mart 2017’de genel seçim var, “Türkleri korkutmak”, “Bulgarların kanını kabartmak lazım!” diyecek bir şey yok. HÖH lağım kanalını kurtulana kadar bu böyle devam edecek! Devamında: Lağım Kanalı - 2

Lağım Kanalı - 2

Ertaş Çakır-28.Ocak.2017

Özgürlük ve demokrasi koşullarında değer yargılarının değişmesi doğaldır. Benim Felsefem Kardeşliğe can suyu yaparım ben alın terimi İlahi bir rahatlık kaplar bedenimin her yerini


116

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Toplarım da hoşgörü ağacının meyvelerini Son mekânım olan mezarıma memnun yatarım Bu felsefi görüş, Silistreli sevilen şiir çınarımız Naim Bakoğlu’ndan geldi. Bu felsefi dörtlüğün ana kavramları yani bizim dünya görüşümüzün ana sütunları kardeşlik, hoşgörü ağacı, alın teri, meyveler ve mezara memnun yatmaktır. Bu bizim için genel geçerlidir. Biz Bulgaristan Türkleri hayatta hiçbir kimseyi kendimize ne köle yapmaya çalıştık, ne de köle sahibi olmak istedik. Fakat geçen yüzyıl öyle bir itham ve suçlama fırtınasına kapıldık ki, 21. yüzyıla da sarktı ve hala hızı kesilmiyor. Sayın Bakoğlu Benim Felsefem şiirini 24 Nisan 2015 sabahı yazmıştır. Önemli olan onun felsefesi daha önce de aynıydı ve 2 sene sonra şimdi de aynıdır, şu da var babasının, dedesinin ve biz Bulgaristan Türklerinin hepimizin felsefesi ve dünya görüşü aynıdır. Biz herkesin iyiliğini düşündüğümüz için bunun böyle olmasını arzulamaya devam ediyoruz. Öz değerlerimize dayanan bu dünya görüşü, şairlerimizin de ilham kaynağı olduğuna göre, Hak ve Özgürlük Hareketi’nin de temel ilkelerini oluşturmalıydı ama tam tersi oldu. Halk yaratıcılığında hiçbir ayırım yapılmaksızın kardeşlik ve birlikte yaşamaya hoşgörülü çağrı olan dünya görüşümüze çamur atılmaya bugün de devam ediliyor. Bu konularda HÖH eşkıyacılık anlayışı Avrupa Birliği’nin topluluk ülkelerinde tarihten ve sanattan sıvri uçları çarpıtmaları çıkarın davetine uymayan ülkede Bulgaristan ve ülke medya yayınlarının yarısını elinde tutan HÖH - Peevski - Mafya medyalarıdır. “Lağım Kanalı -1” yazımda da değindiğim gibi, “24 Çasa” gazetesi, 24 - 25 sayfalarının yarısına Polonyalı bir ressam olan ve geçen yüzyılın başlarında Ukrayna’da Osmanlı Sultanı’nın Balkanlarda huzur bozucularla başa çıkamadığı hatta onlara karşı ılımlı davrandığı için görevden uzaklaştırdıktan sonra Ukrayna’ya sığınan Sadık Paşa’nın dostluk ettiği Konstantin Makovski’nin “Din ve Milli Dava Uğruna İşkence Gören Kadınlar” tablosunu koymuştur. Gerçeğe dayanmayan bu tablonun Avrupa Konseyi tarafından kullanılmaması kararı olduğu bilinmelidir. Sadık Paşa dediğimiz ve komitacılık yıllarında Koca Balka’nın kâh güneyinde kâh kuzeyinde başıbozuk paşası olarak kılıç salladığı bilinir. Mesela Stefan Karca’nın çetesi Sliven Balkanı’nda belirse, onlara haber gönderip, “şimdi biz buralardayız uzaklaşın” haberi gönderdiği anlatılır. Öz geçmişine bakıldığında Sadık Paşa bir Leh asilzade soylusudur. İsmi Mihail Çaykovski olan, lise öğreniminden sonra Paris’e okumaya giden, orada Mason Locasına alınan, tahsilini tamamladıktan sonra ise Osmanlı Sultanı’nı Mason Locasına kazanmak vazifesiyle İstanbul’a gelen, 35 yaşında sünnet olduktan sonra da Müslümanlığı kabul edince Paşa (General) rütbesiyle ödüllendirilerek Balkanlar’da eşkıyalarla mücadele ödeviyle görevlendirilen biridir. Yakın dostu olan ressam Makovski’nin Osmanlıyı ve Türk-


Makale ve Analizler - 2017

117

leri tanımadığına kanıt olan bu tablodan başka 1876 olaylarına benzin döken bir Bulgaristan’a ve Balkanlara ayak basmamış ve 1876’da Oksford Üniversitesinde öğrenci olan Oscar Waild’ı da ilave etmek gerekir. O da “Bulgaristan’da Hıristiyanların kılıçtan Geçirildi” yalan destanının müellifidir. Bu destan’da şu yalanlar çiçek açmıştır: “Burada nefes aldığımız havada İnilti ve korku var. Başı kesilmiş papaz, Teni sıcak, İşitmiyor musun şu zavallı Çocuk cesedinden gelen İniltiyi” Kuşkusuz olmadığı için hiç kimse tarafından işitilmemiş olan iniltilerin 141 yıl sonra tozlu ve gıcırtılı bir plak gibi yeniden gramofona konmasının çok önemli nedenleri olması gerek. Her hangi bir konuda bir yazıyı basmak için ön ücret olarak 5 bin US Dolar isteyen “Militery History” (Askeri Tarih) dergisinin Ocak sayısında “Kötülüğün Yüzü” başlıklı yazısında uydurma katliamları güncelleştiren uydurup uydurup yazarak ünlenen Amerikalı parmaktan emici Riçard Celsı sahneye birden çıktı. Bu gelişmelerin ardında çok derinlerde bir sızıntı olduğu doğrudur. Bu defa rahatsız olan tarafın Washington kaynaklı olduğundan, Balkanlarda Büyük Türkiye etki alanının genişlediğinden rahatsız olmuş olmaları muhtemeldir. İşte böyle “Osmanlı köleliği”, “Osmanlı katliamları”, “Osmanlı kılıcı” efsanelerine can verilmeye çalışılıyor. Tarihsel görevini gereği gibi yapmış olsaydı, HÖH partisinin Bulgar tarihindeki o kör cahil milliyetçilerin gece karanlığında yazdığı defteri çoktan kapamış olması gerekirdi. Fakat o bunu yapmadığı gibi altına “Lağım kuyusu” açtı ve fırsat kollayarak Türklüğümüzü, onarımızı, kardeşliğimizi ve hoşgörümüzü havaya uçurmak için altını barut ve başka patlayıcı doldurdu. Tarihsel gerçeklere bakıldığında, İstanbul’da tahsil gören ve daha sonra milli uyanış davasının idesel temellerini, program ve ilkelerini derleyen Georgi Sava Rakovski gibi Bulgarların Osmanlı’dan ayrıldığında Rus çizmesi altında “köle” olacaklarını açıkça görebilmiş ve yazmışlardır. O yıllarda Georgi Sava Rakovski’nin yazdığı, sosyalizm yıllarında (19441989) toplatılmış ve yasaklanmış olan, “Rusya’ya Göç Etmek Bulgarlar İçin Ölümü Seçmektir” adlı kitabında şöyle demiştir:


118

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“Rusya bizi demir prangasına öyle güçlü bağlayacak ki, Rusyalı olduktan sonra alacağınız yardımları siz ve çocuklarınız kanınızla ve hayatınızla ödeyeceksiniz. Siz Rusya çizmesi altına girdiğinizde, sizi büyük toprak sahiplerine (pomeşçiklere) satacaklar ve onlar da size içi boş birer Çingene kulübesi bina edecek karar toprak parçası gösterecekler. Kamcık sırtınızdan inmeyecek. Kuru kara ekmek ve işlenmemiş deriden eski elbiseler için koşum beygir gibi çalışacaksınız. Siz Rus iri toprak sahiplerinin ebedi kölesi olacaksınız ve onlar sizi istedikleri vakit istediklerine satacaklar” Bunları yazan Rakovski Bulgaristan’ın bağımsızlığı için mücadeleye, 1841 ayaklanmasına katılan bir eylemci ve yazardır. Fakat o Osmanlı’dan ayrılmak isteyen Bulgar halkını “Rus köleliğine” karşı sürekli uyarmıştır. Yukarıda yazdığım gibi, konu 141 yıl sonra da olağanüstü günceldir. “Lağım Kanalı -1” de anons ettiğim üzere, “Bulgarlar Osmanlı’da köle midiler?” konuya bir de 10 yıldan fazla HÖH Merkez Konseyinde çalışan Prof. D-r, Psikolog, halen Sofya Üniversite’nde ders okuyan ve birçok eseri olan Lüdmil Georgiev açısından bakalım. Pros Georgiev 2 dönem HÖH milletvekili olan İvan Palçev’in “Kentavırlar Zamanı” kitabına yazdığı Sonsözde şöyle diyor: Sayfa 320: “Olaya, önce felsefi ve psikolojik olmak üzere eleştirel konumdan yaklaşalım. Bir defa, Bu kadar uzun bir tarihsel dönemde (500 yıl - çev.) bir toplumun durumu kölelik gibi, toplumsal yaşamın özünü yansıttığı iddiasında bulunan bir tek kavramla tanımlanamaz. Osmanlı devrinde, Bulgarların yaşamında şurada burada, adına kölelik denebilecek şu ya da bu belirtilere rastlanabilir, fakat bu uzun devrin bir tek kategori ile tanımlanabilmesi olanaklı sayılamaz. Üstelik Osmanlı İmparatorluğu devrinde, Türk İmparatorluğundan söz etmiyorum, o zaman Bulgarların mülkiyet hakkı vardı ki bu da Bulgarların köle olmadığını büyük bir kesinlikle ortaya koyar, çünkü bir kölenin mülk hakkı olmadığı gibi aile kurma hakkı da yoktur. Bununla birlikte şu da unutulmamalıdır, 18. yüzyılın sonlarından 1878’e kadar Osmanlı İmparatorluğu’nda iş gören en iri iş adamları ve tüccarlar Bulgar’dı. Yattığı yer nur olsun benim öğretmenim olan Prof Minço Semov yıllar önce bu konuda parlak bir eser kaleme almıştı. Şu da çok önemlidir. Türk devleti, bundan 100 yıldan daha kısa bir süre önce (1923) Mustafa Kemal Atatürk’ün Osmanlı İmparatorluğunu hezimete uğratmasından, 36. ve sonuncu olan Sultanı kovmasından ve veliahtlarının Türkiye Cumhuriyeti’ne geri dönmelerine yasak koymasından sonra kuruldu. Başka bir değişle, Türk ulusal kimliğinin oluşup gelişmesi koşulları, III. Bulgar devletinin yeniden kurulmasından yarım asır sonra gerçekleştirmiştir ki, bu da “Türk esareti” gibi iki sözlü bir kavramın kafa karıştırmaktan başka bir


Makale ve Analizler - 2017

119

şey olmadığına kesin kanıttır. Bu, şairler tarafından kullanıma uygun bir izafettir, fakat gerçekliklerle hiçbir ilintisi bile yoktur ve olamaz.10 yıldan beri tartışma konusu olmaması gereken bu gerçekleri tekrarladıktan sonra, nüfuslu Bulgar tarihçiler ve nihayet Bulgar Bilimler Akademisine bağlı Tarih Enstitüsü 2016 yılında Bulgar toplumunun “Türk esaretinde” bulunmadığını kesin olarak beyan etti. Ne var ki, bugün de olsa biz Bulgarların “kölelerin” torunları olduğumuzu bir anormallik olarak karşılıyorum. (Aynı zamanda şu “kölelik” iddiaları, biz Türklerin kardeşlik ve hoşgörülü özümüzle hiçbir konuda bağdaşmayan bir iddiadır ve baştan sona düzmecedir.) İkinci olarak şu çok iyi bilinmelidir: “Nesilden nesle Bulgar toplumunun 500 sene “Türk esaretinde” kalmış olduğu fikrinin itham edilmesi Bulgar toplumda olduğu kadar, Bulgaristan’da yaşayan Türkler halk topluluğunda da, hem gerçek olmayan hem de çok derin yaralar açan psişik algılar yaşatmaktadır. Bu, Bulgarlar arasında, onların artık 138 yıldır kendini yineleyen yaşamında ve bir topluluk olarak olduğu gibi onların her birinde bir kişilik olarak da “köle kompleksi” yaşatıyor. Türkler arasında ise bir imparatorluğun mirasçıları havaları estiriyor. Ve toplumda birbirini kovalayan iki tutarsızlık paralel yaşıyor, Bulgar kolektif psişiği “Türk esaretini” ne kadar ısrarla istemiyorsa Türk ortak ruhu da üyelerine “bir imparatorluk varisleri olduklarını” fısıldıyor. Bunun bir de tersi var: Bulgaristan Türkleri kendilerini bir “imparatorluğun mirasçıları” gibi daha fazla hissettikçe, Bulgarlar da onlara karşı daha güvensiz, daha öfkeli ve daha düşmanca davranıyorlar. Bu iki gerçeğin 1878’den beri değişik biçimlerde ve farklı şiddetle sürekli etkileşim ve kapışma halinde olmasından doğansa korkudur. Bu açıdan bakıldığında duygularımızın yaşam içinde geliştiği dikkate alındığında bizim beraber yetişen ruhsal dünyamızda kaynayan kazanları görebiliriz. Biz Bulgarlar “Türk esareti” fikriyle tarih boyunca uğradığımız hezimetlere ve başarısızlıklarımızın hepsine özür bulabiliriz. Ne ki, aynı zamanda “kölelik kompleksi” Bulgarların kendi başarısızlıklarının mazeretini Almanya, Sovyetler Birliği, Birleşik Amerika, NATO ve Avrupa Birliği’ne yüklemeden, kendi yaşamlarında ve dolayısıyla kendi devletlerinde gerçek bir özne olabilmelerini engelliyor. Çünkü ülkedeki somut ortamda birliktelik halinde yaşarken, her hangi bir yerde gizlice, ama mutlaka “zalimin varisinden” korku bir yerlerde tıklıyor. Şu da iyi bilinmelidir ki, hayallerindeki “imparatorluk mirasçıları” duygularıyla yaşayan Bulgaristan Türkleri de 1878’den beri 5 - 10 defa tekrar eden sözüm ona “soya dönüş” tehlikesinin “hezimete uğratılanların” mirasçılarının kini olarak bir daha baş gösterebileceği korkusu yaşamalarına neden oluyor. Sonra bu kışkırtmaların


120

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

sonu gelmiyor. Bulgarlarla aynı ortamda yaşadıkları müddetçe Bulgaristan Türkleri peşlerini bırakmayan bir korku yaşamaya devam ediyorlar. “ İşte bizim yazılarımızda anlatmak istediğimiz tam da bu “korku” ruh halinin kaldırılmasıdır, Bulgaristan Türk ve Müslümanları 1990 senesinde hiç tanımadıkları, daha önce yüzünü görmedikleri ve sesini işitmedikleri Türkçesi 40 kelime olan Ahmet Doğana “ben sizin huzurunuzun güvencesiyim” dediği için inandılar. O ise “lağım kanalı” kazdı ve basmayın buraya hepinizi uçururum gibi “daha büyük” bir korku yarattı. Korkuların en kocamanı olan “Moskov korkusunu” çağırdı ve “keserim biçerim” diyor ve hepimizi yok etmeye çalışıyor. Bu konu bizim ana konumuzdur. Biz korkuyu yenmek zorundayız. Korkuyu yenemezsek bize bu topraklarda hayat yoktur. Ebediyen mağdur olmak mecburiyetindeyiz. Gül gülistanlık vatanımız da çöl olacaktır. Bu zafer bizim olmalıdır. Devami Lağım Kanalı - 3

Siyasi Fikirlerle Politik Terörün Çatışması

Nedim Akın-29.Ocak.2017

26 Mart 2017 erken seçim boğuşmasında ilk siyasi demeçler. Her gün bir adım yaklaştığımız 26 Mart erken meclis seçimleriyle ilgili demeç veren Sorumluluk, Tolerans ve Özgürlüklerimiz için Demokratlar Partisi, kısa adı DOST genel Başkanı Lütfü Mestan iletişim ortamında yaptığı açıklamada “Bu seçimler siyasi fikirlerle siyasi terörün çatışması olacaktır” dedi. DOST partisinin daha ilk meclis seçimlerinde % 4 olan seçim barajını aşarak meclise gireceğini vurgularken, Pleven DOST Partisi İl Teşkilatı Kuruluş Konferansında, partisinin önümüzdeki genel seçimde alacağı oyların sosyolojik araştırma sonuçlarından çok farklı olacağını belirtti. Bulgar Telgraf Ajansı haberinde, DOST parti yönetiminin halkla dolaysız temaslarının ve geniş halk kitlelerinde başlayan yeni büyük hareketlenmenin çok farklı sonuçlar vereceğine önemle işaret ediliyor.


Makale ve Analizler - 2017

121

Mestan konferansta yaptığı konuşmada, seçimlerde DOST partisinin taşıyıcısı olduğu yeni halkı kucaklayan misyonla politik baskıların ve işten atma tehditlerinin yüzleşip çarpışacağını belirtti. DOST partisi Genel Başkanı’nın vurguladığı üzere, Martta yapılacak seçimlerde politik idelerle politik terör, baskılar, tehditler ve oy satın alma tuzakları çarpışacaktır. Bu seçimlerde DOST partisine karşı mücadele edenler, son 27 yılda davalarından vazgeçen, soysuzlaşan, halka ihanet eden ve siyasi sınıfın partisine dönüşenler arasında olacaktır dedikten sonra, seçimlere bir seçim ortaklığı kurup birlikte katılmak için diğer partilerle görüşmeler yürüttüklerini de açıkladılar. O, Bulgar demokrasisini oligarşi kelepçelerinden ve rüşvet çemberlerinden kurtarmak isteyenlerin hepsi için sonuna kadar açık olduğunu ve seçimlere birlikte katılma görüşmelerinin henüz sonuçlanmadığını açıkladı. 30 Ocak 2017 - Silistre Seçim dendiğinde, dedemle tavşan avına gittiğim günleri hatırladım. Rahmetli esprili biriydi. Omuzunda taşımayı sevdiği kırmayı patlattığında, “Gördün mü evladım, kulaklarını deldi geçti!” demeyi severdi. Şimdiki seçim toplantıları gibi bir şey bu! Konuşmacılar avlu duvarına serilmiş halı gibi dövüyorlar demokrasiyi, toz çıkıyor, çıkmasına da, ne kadar düversen döv tozu hiç bitmez. Bizim demokrasinin de eksiklikleri bitmiyor. Hiç kimse bizim demokrasi yavru, fazla sallama sopayı canı çıkar demiyor. Bir de şu var, hiç kimse bizim demokrasi büyüdükten sonra ne olacak, yere göğe sığar mı acaba, onu da anlatmıyor.Demokrasi, çocuk olsa anaokuluna verirsin, ana dilini öğrenir, okula gider meslek öğrenir, fakat bu öyle bir şey de değil, toz toplamaya devam ediyor. Su akarken kendi kendini yıkıyor, şiirlerimiz de ruhumuzu sabunlu köpüklü yıkayıp duruluyor. Fakat bizim demokrasinin kendisini arıtma ve paklama mekanizması yok, ancak sopalarsan tozunu atıyor ve o kadar. Ne olacak bilmem! Son seçimlerde ben de çok uğraştıydım. Avuçlarında çabalarımın hala sıcaklığı var. Kendimde büyük bir eksiklik hissediyorum. Seçim, her defasında yeni bir demokrasi fidanı dikmek anlamındadır. Bizim fidanlar hep aynı seradan geliyor. Hangi dallarının meyve yüklenmek için Güneye bakması gerektiğini, hangilerinse rüzgârdan korumak için kuzeye bakacağını bir türlü kestiremedim. Kuzey ve güney dallar hep aynı ağacın dalları olsa da aralarında bir türlü tozlaşmıyor. Bazıları ise çok uzamış ve arılar tırmanmaya üşeniyor. Bizim işler kısır mı ne?! Öyleyse nasıl arınacağız!


122

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Lağım Kanalı - 3

Ertaş Çakır-30.Ocak.2017

Bize bakınca ne görüyorlar? Ambar sıçanı, sıçan enceği, gemi faresi yoksa başka bir şey mi? Çuvalı Kemirip Özgürlüğe Kavuşma Zamanı Her yöneticinin bir yönetme usulü vardır. Bu yazımda yönetici sözünü “lider” kavramı yerine, usulü de yöntem (metot) olarak kullanmak istiyorum. Bulgarlar bile Ahmet Doğan’a “lider” diye hitap ederken, siz “lideri” neden kullanmak istemiyorsunuz sorusunu soracaksanız, hemen cevap vereyim. Ben, Ahmet Doğan’ı bir “lider” olarak tanımıyorum ve tanımak da istemiyorum, çünkü liderler hayırlı iş yapanlardır. Şahsen ben onun hiçbir hayra vesile işini görmedim, görebileceğime de inanmıyorum. Bir defa o, Bulgaristan Müslüman Türklerini aldatarak, yalandırarak, sahte “hak ve özgürlükler” tuzağına düşürmüş ve halen orada her birimizi ayrı ayrı boğarak yok etmeye çalışıyor. Hak ve Özgürlüklerimiz için verdiğimiz mücadele bizim aziz, kutsal, uğruna ayaklandığımız ve can verdiğimiz davamızdır ve o bu davamıza ihanet etmiştir ve bu ihanetin adı Hainliktir. İhanetin hainlikten başka adı yoktur ve tarih boyu ihanet edenlere halk mahkemelerinin hepsinde kalem kırılmış ve karar infaz edilmiştir. Doğan’ın günleri de sayılıdır. Aynı konuyu işlediğim önceki 2 yazımda, 27 yıldan beri devam eden Doğancı İhanet Siyasetini analiz temeli olarak, hainin yakın arkadaşlarından, Bulgaristan Türklerini bir eşek olarak gören, ömrünün üçte biri sırtımızda “diği, diğiii” diyerek ve bizi nodullayarak geçen eski Hak ve Özgürlükler Hareketi Milletvekillerinden İvan Palçev’in “Kentavırlar Zamanı” eserini aldım. Anlatmaya çalıştıklarımın daha net kavranması için şunu önceden yazmak zorundayım. 1990’dan sonra, Ahmet Doğan’ın yanına işe alınan, milletvekili seçilen, Hak ve Özgürlükler Partisi Merkez Konseyine üye alınan kişilerken (Bulgar Türk fark etmez) hepsi olaya Bulgar milliyetçiliği penceresinden bakan, burunları Bulgaristan Türklerine ihanet edenlerin kokusu almayan, ijanet kokusunu kavrayamayan taş kafa ve ruhen yetersiz kişilerdir. Bu yazımda size bunu ispat etmeye, kanıtlamaya çalışacağım. Fakat önce, Bulgar milli istihbaratı (gizli polis) “DS”, Bulgaristan’da görev yapan Rus Dış Ülkelerde Casusluk Teşkilatı “KGB”, Bulgaristan Komünist


Makale ve Analizler - 2017

123

Partisi (BKP), daha sonra adını değiştiren ve Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) olanla da noktalanmayan. Ayrıca Bulgar totaliter, otoriter, özellikle Türk ve azınlıklar düşmanı olan, insan kardeşliğini ayakaltına alan Jivkov’un diktatörlük rejiminin yetkili temsilcilerini aktif katıldıkları ortak uyumlu çabalarla yetiştirilip kalıplanan Ahmet Doğan tipinin sınırsız yetkili yönetiminde edilen özetle şudur. Biz Müslüman Türklere karşı 1990’dan bu yana izlenen, hainlikle nitelenen siyaset çizgisinde elde edilen başarıyı kitabın 336. sayfasında psikoloji Profesörü Lüdmil Georgiev’in kaleminden okuyoruz: O şunları yazıyor: “Somut olarak, ülkedeki Türk etnik topluluğuyla ilgili olarak, “demokrasi ve serbest Pazar ekonomisine” geçişle karşılaştırıldığında, bugünkü kıstaslarla değerlendirdiğimizde “Bulgarlaştırma süreci” oldukça yufka bir uygulama olarak ortaya çıkıyor. Biz bugün Bulgaristan Türkleri hakkında elimizi kalbimize koyarak, hakları ve özgürlükleri uğruna isimlerini geri almak için, okullarda ana dillerinde eğitim ve öğrenim almak için mücadeleye kalkıştıklarında birbirine sımsıkı bağlanmış, kenetlenmiş hareket eden 26 yıl önceki Türklerden çok daha farklı bir tablo görüyoruz. Bugün bizim Türklerimiz daha önceki yıllara kıyasla her zamankinden daha fazla “Bulgarlaşmıştır.” Nedenine gelince, Bulgarlar arasında olduğu gibi onların arasında, kolektif (ortak) hedeflerden vazgeçip bireysel paçayı kurtarma eğilimi ağır basmıştır. Bulgarların arasında olduğu gibi Türklerin de arasında ortak ve uyumlu değerler şarkısını çağdaş kapitalizm en kaba bir şekilde ayaklar altına alarak ezdi. Başka bir değişle “Bulgar halkı nasılsa, Türkleri de öyledir, değimi yerleşti.” Bu görüşte kitabın yazarı olan İvan Palçev işle Prof Lüdmil Georgiev birleşiyor ve elde edilen büyük başarı olarak, Bulgaristan’da Türklerin birlik ve beraberliğinin, Türk kimliğini belirleyen anadil, din, eğitim vb konularda bizim parçalanarak dağıtılabilmemizi kendi açılarından en büyük başarı olarak değerlendiriyorlar. Sosyoloji uzamanı L. Georgiev, Türk ruhunu parçalayarak kardeşlerimizin tüm tüm dört bir yanına dağılmasına götüren ve bize “Ay karanlık bulamadım yolumu, felek kırdı kanadımı kolumu. Garibim aman, ben dayanamam!” türküsünü söyleten “başarı” yolunda “lider” Ahmet Doğan’a kılavuz olan şu Türk halk fıkrasına yer veriyor: “Sırtına büyükçe bir çuval almış bir adam, bir köyden geçiyormuş. Yüz adım gidince çuvalı sırtından indirerek birkaç kere yere vurup yoluna devam ediyormuş. Bunu gören yerli köylülerden biri yolcuya yaklaşmış ve şu yaptığının anlamı nedir diye sormuş: Yolcu “Çuvalda iri sıçanlar var, ara sıra çuvalı sırtımdan indirip yere atmazsam birbirlerinin sırtına basarak yukarı tırmanıyorlar. Çuvalı birkaç defa yere vurunca eski yerlerine dönüyorlar.” cevabını vermiş.


124 tir!”

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) Bu uygulamanın halk dilimizdeki özeti şudur: “Başını kaldıranı ez, bi-

Sosyolog L. Georgiev son yıllarda Hak ve Özgürlükler Hareketi’nde “iri sıçanlarla” çok ciddi mücadele verildiğini, onları “Türk milliyetçileri” olarak karakterize derken şu kardeşlerimizin verdiği mücadeleyi anlatmadan geçemiyor. İlk çarpışma 27 Şubat 1991’de Sofya “Balgaria” Oteli salonunda 7 saat sürmüştür. Büyük Millet Meclisi milletvekili Yaşar Çaban Bulgaristan Müslüman Türkleri sıçan gibi içine doldurulmak istendiği çuvalın iplerini daha ilk anda kesmek için ilk isyan eden oldu. 36. mecliste milletvekili Mehmet Hocov, Ahmet Doğan liderliğine karşı isyan bayrağı dalgalandırdı. Bu halkımızın namusu olan bu bayrak son 27 yılda hiç yere düşmedi, Güner Tahir’den sonra, Osman Oktay, ardından Kasım Dal, Korman İsmailov ve sonunda Lütfü Mestan çuvalı kesip halkımızı kurtarmaya çalıştı. Sıçan çuvalı siyasi edebiyata Bulgaristan Türklerinin kapsülleşmesi, “Bulgar Etnik Modeli” ve başka şekillerde girdi ve her zaman ve her yerde Türkleri Bulgar toplumuna entegre ederek asimile edip eritme ve yok etme stratejik görevine hizmet etti. Şu dönemde bu hainliğin ana hedefi dilimizi unutturmak, belleğimizden tarihimizi ve kültürel kimliğimizi silmek veya söküp atmaktır ve hepimizi lağım kuyusu üzerine bağlamaktır. Bu çirkef olaya biz de bir İngiliz masalıyla ışık tutmak istiyoruz: İngiltere’nin kuru yük gemilerinde neden kendi yoktur bilir misiniz? Anlatayım: İngiliz kuru yük gemilerinde şöyle bir gelenek vardır. Tayfalar bilir. Ambarlara dolan ayçiçeği, mısır, buğday, arpa vb olabilir. Gemi demir alırken gemideki sıçanlardan biri kuyruğundan yakalanır ve boş bir zeytinyağı tenekesine atılır. Aç susuz bırakılır. Esir sıçan bir deri bir kemik kıvrana dursun, öteki sıçanlar ambarda bayram eder. Derken yeni doğmuş yavrularından biri de kuyruğundan tutulup ölümlerden ölüm seçen sıçanın yanına atılır. İşi hiç uzatmadan yavruyu yiyip yutan tenekedeki sıçan yedikçe değirmen fareleri gibi irileşir, güçlenir ve ambara salındığında artık acımasız ve amansız bir yamyamdır. Biz, Ahmet Doğan’ın “sarayda” beslenmesine bu anlamı veriyoruz. Hakkında yazılan kitaplar saman dumanıdır. Amaçlarında hepimizin Türk “lideri” olarak yetiştirilen bir yamyama yem edilmesi var. Zamanlar değişti “yeni bir Bulgarlaştırma süreci yapamazlar” fakat bizi kendilerinin yetiştirdikleri bir yamyam eliyle yok edebilirler, vatanımızı terk etmeye zorlanabiliriz, açlık tehlikesi, Türk ve Müslüman düşmanlığı daha da şiddetlenirse, 3 milyon kardeşimizin gurbetçi olduğu gibi biz de bavul sıkmaya zorlanabiliriz. Onun için zaman, Ahmet Doğan’ın sırtındaki içi sıçan dolu çuvalı kemirmek ve hürriyete kavuş-


Makale ve Analizler - 2017

125

maktır. Doğan ve ekibine bu seçimlerde oy yok. Verilen her oyun anlamı sıçanlara yem atmak, düşmanımızı beslemek olur.

Ruh Şiirle Arınır

Filiz Soytürk-31.Ocak.2017

Su akarken yıkanır. Halkının yaşayışını tanımayan şairlerin söyleyecek sözü yoktur. Bulgaristan Türklerinin şiiri bize kokar, kanatlarında bizi taşır. Bir gün arkadaşlarımdan biri bana, şiirin mevsimi var mıdır? Sorusunu sordu. Uzun uzun düşünmeden, var tabii, seçim toplantılarını dillendiren şiirler, olmamış gebeliği anlatır, çobanlarımızın şu kış günlerinde devlet desteği için verdikleri mücadelede kuzular meler, bu yıl olduğu gibi kalın kış altında kalınca ormanda kalan odunlar düşündürür, baharda çiçek kokularında arılar vızıldar, dedim. Hayat bir yarıştır. Bu yalnız daha yüksek olana ulaşma yarışı olmakla kalmayı, daha güzel arınma ve daha yetkin olma yarışıdır. Bunun adı bizim kendimizi, yenilememizdir. Örneğin, ünlü şairimiz Naim Bakoğlu her sabah kahvesini içmek üzere oturduğunda gecenin yükümü atar üzerinden. Dörtlüklerinin kâğıda dizmeden rahatlayamaz. Biz ona sen bugün iyi yazdın, ya da olmadı be üstat deyemeyiz. Kâğıda düşen şiir çiçek yaprağına düşen çiğ gibidir, yakıp soldurur da serinletir de... Her sabah giderken böyle şairimiz seçim havasına girmiş. 26 Mart 2017’de genel seçim olacak ya, işte onu yontmaya başlamış. Siyaset Sağcı dedik, solcu dedik, birilerine kol olduk! Sabah kalktık ki, komşu komşusunu tanımaz olmuş. Bir anda kendimizi iblisin kucağında bulduk Ne sağ, ne sol bizi iblisin tefesine koymuş!


126

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) Meğer oy atma makinesiymişiz biz, hedef bir Birilerinin ekmeğine yağ sürmekmiş görev! Kim hangi siyasi kutuptan gelse, aslında sebep bir Bir çatı altında toplar hepsini Meclis denen ev! Demokrasi falan demeyin bundan böyle siz beyler Milleti düşündüğünüzü de söylemeyin sakın! Bana göre ne sağ ne sol sizlere bir şeyler söyler Umurunuzda değil size oy veren halkın! Maşallah, keyifler yerinde, iyi de değeriniz var Pazarlarda fiyatınız günden güne artıyor bak! Satılın, satılın, Millet ve Vatan’ın sözü mü var Ama unutmayın, hesap verecek gün değil uzak!

Su Kabağı

Neriman Eralp Kalyoncuoğlu-31.Ocak.2017

Konu: Biz hepimiz aynı yolun yolcuları olduğumuz için mutluyuz. Kalbur zaman içinde, vaktin birinde, çocukları olmayan, bir dede ile bir nene varmış. Sabahtan akşama ve akşamdan sabaha kadar hep ileri yaşta yapayalnız kaldıkları konuşuyor ve dizlerini dövüyorlarmış. Günlerden bir gün, nene pencerenin altını eşelemiş ve su kabağı çekirdeği ekmiş. Çekirdek bitmiş, uzamış ve çatıya çıkmış, sonra da damlalıktan aşağı pencere önüne sarkmış. Ucunda güzel bir su kabağı büyümüş. Nene kabağı sıvazlıyor ve “benim çocuğum da bu olacak” diyormuş. Güz gelince su kabağını koparmışlar ve kapı arkasına koymuşlar. Bir gün nine ağıra hayvanların yayına giderken su kabağı da arkasından tekerlenmiş. Dede öküzleri suya götürse su kabağı da arkasından tekerlenmeye başlamış. Dede ile nine su kabağına “oğlumuz” dediler. Derken yıllar geçmiş ve bir gün dede:


Makale ve Analizler - 2017

127

“Artık oğlumuzu everme zamanı geldi,” demiş. “İyi de, evereceksek, ona bir Çar kızı alalım, oğlumuz başka çocuklar gibi değil, onun Çar damadı olması gerekir.” Dede bir torba yüklenmiş, değneğini almış ve Çar’a yollanmış. “Çar hazretlerini, kızını oğluma istiyorum”, demiş yaşlı adam. “Verir misiniz?” Çar biraz şaşa kalmış, fakat kız istemeye gelene kızman olamayacağı için, şöyle demiş “Vereyim de, önce benim sarayımdan daha iyi bir saray diksin şuraya gözümün önüne, iki saray arasına altın kumla döşenmiş bir yol çeksin. Bir de altın fayton yaptırsın ki, binip de size ziyarete gelebileyim.” Yaşlı adam eve döner dönmez eşine Çar’ın isteklerini birer birer anlaşmış. Su kabağı anlatanları işitmiş, birkaç defa yerinde dönmüş ve sabah erken kapıdan çıkıp uzamış. Ertesi sabah uyanan Çar, saray bahçesinde geziye çıkmış ve sarayının karşısında onunkinden çok daha güzel bir altın saray, ona giden altın kum döşeli bir yol üzerinde gidip gelen bir altın fayton görmüş. “Bre, bre” demiş Çar, “bu oğlan adam çıktı, kızımı vereceğim.” Görücülerin gelmesini bir iki gün beklemiş, fakat gelen giden olmamış. Yardımcılarını yaşlı adamı davet etmeye göndermiş ve karşısında belirince şöyle demiş: “Dede sizin oğlan benim isteklerimi yerine getirdi, oysa siz kızı istemeye gelmiyorsunuz. Yoksa siz vazgeçtiniz mi?” Yaşı adam şöyle cevap vermiş: “Vazgeçmedik geçmesine de, sarayı bina ederken oğlum çok yoruldu. Bir iki gün istirahat ediyor. Yarın geliriz.” Ertesi gün yaşlılar kirvelerle birlikte Çara gidip kızı almışlar. Gelin su kabağını gördüğünce, eşinin bu kabak olacağını hemen anlamış, ağlamaya başlamış. Su kabağı gelinin ayaklarına sarılmış. Gelin sabah erkenden kalkıp kaçmayı planlamış. Yatağa girdiğinde bir de ne görsün su kabağından gün gibi güzel bir levent oğlan çıkmış. İkisi gece boyu konuşup sevişmişler. Sabah gelin şenmiş ve babasının sarayına dönmek istemiyormuş. Fakat gün ağarınca hemen su kabağının içine saklanmış. Bir müddetten sonra Çar ile Çariçe kızlarını ziyarete gelmişler. Sukabağını görünce, kızlarını yeninden çekerek eve dönme hazırlıklarını başlatmışlar. Gelin


128

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

baba evine dönmek istemiyor, neşeli ve halinden memnunmuş. Öyle olunca Çar olup biteni öğrenmek isteyerek kızın yatak odasına saklanmış. Biraz sonra kız odasına girmiş ve yatmış. Ardından su kabağından çıkan kocası da yatağa sokulmuş. Çar uyumalarını beklemiş ve sonra boş su kabağını almış ve yakmış. Sabah gelin kalkmış, giyinmiş ve işe güce hareketlenmiş. Oğlanda kalkmış ve ne görsün su kabağı bıraktığı yerde yok. Ne olduğunu hemen anlayan oğlan, son defa eşinin yanına gitmiş ve elveda için onu bağrına sarmış. “Senden ayrılmam çok zor güzeller güzeli, fakat kalamam, bir çift demir ayakkabı eskittikten sonra beni bulabilirsin.” demiş. Bu sözleri söyledikten sonra su kabağı sanki yerin dibine dalmış. Üç gün üç gece gözyaşı döken gelin yatağa girmemiş. Dördüncü gün ayağına bir çift demir ayakkabı geçirmiş ve eşini aramaya koyulmuş. Dere tepe, ova bayır aramış taramış ama eşini bir türlü bulamamış. O zaman güneşin yanına gidip ondan oğlanı görüp görmediğini sormaya niyet etmiş. Çar kızı, Güneş Dağlarına varana kadar aylarca gece gündüz yürümüş. Oraya vardığında güneş çoktan doğmuş olduğundan dolayı yalnız annesini bulabilmiş. Gelin derdini dökmüş. Tam son sözlerini söylerken Güneş belirmiş. Annesi gelinin üzerine üflemiş ve onu bir iğneye dönüştürmüş, yanmasın diye de bir direğe saplamış. Güneş soluklandıktan ve yemeğini yedikten sonra annesi olan gelinin başına gelenleri anlatmış ve olayı dikkatle dinledikten sonra güneş şöyle demiş: “Batıya doğru yola çıksın ve otuzgün otuz gece yürüsün. Otuz birinci gün onuna üç kurnalı ve üç yalaklı bir mermer çeşme çıkacak. Onun beşi güneş batarken birinci kurnaya saklanıyor. Kurnanın ağzını kurşunla kapatsın ve kocası onun yanında kalacak.” Çeşme başına oturan gelin beklerken ayakkabısına bakmış ve ne görsün demir ökçeler iyice aşınmış. Tam gün batımında gökyüzünü siyah bir bulut kaplamış ve içinden dehşet saçan bir yılan çıkmış. Çeşmenin birinci kurnasına girmek için tam hızlandığında kurnanın ağzını tıkayan kurşuna vurmuş ve yere düşmüş. Ve ansızın o su kabağına gizlenen levent oğlana dönüşmüş. Genç karı koşa birbirine dolanmışlar, sevinç gözyaşlarıyla ağlamışlar ve evlerinin yolunu tutmuşlar. Masalımız böylece sona ermişken bir de ondan alacağımız nasihatlere bakalım. Kısa yolun sonu her zaman çukurdur. Başlık parası isteyip işi zora süren Çar, olayların dış görünüşünü değiştirerek kızını mutlu etme çabaları da işi zora sürmüştür.


Makale ve Analizler - 2017

129

Gerçek başarı ve mutluluk her zaman kırt dağ ve derenin ötesindedir ve gayret göstermeden ve ter dökmeden onlara ulaşmak yanlıştır. Bu gerçek, Bulgaristan Türklerinin kaydettiği her edinim için de geçerlidir. Ben hepimizin gün gelip çok mutlu olacağımıza inanıyorum. Mutluluk satın alınmadığına ve hediye de edilemediğine göre, ona kendi çabalarımızla ulaşmak zorundayız. Yolunuz açık olsun.

Şubat Ayı Yazıları 20 Milyar Leva Kaybetmişiz

Sevilcan Yüce-01.Şubat.2017

Konu: Su yüzüne çıkan bazı önemli gerçekler. Cumhurbaşkanı adayı Aleksandır Tomov “bTV” - “Dört Göz Arasında” programında açıkladı. Kapanan BTK (Bulgaristan Kooperatif Ticaret Bankası) bankası, Bulgar siyasetçilerine yakın, arkada duran gizli kişilerin Of Shor şirketlerine satılmıştır. Son 12 yılda Bulgaristan’da gerçekleşen büyük rüşvet olaylarına ilişkin geriye dönük araştırma yapıldı. 12 yılda devlet olarak 20 milyar leva kaybetmişiz. Rüşvet olayları 2004 yılından sonra derinleşmiştir. (2001 - 2005 yılları arasında Bulgaristan’da II Simeon, BSP ve DPS ortak hükümeti vardı. Başbakan Semeon Sakskoburggotski, Tarım Bakanı ise Mehmet Dikme idi) 4 milyar leva özel sektörden bazı kişilerin cebine girmiştir. Tarım sektçründe devletin çok değerli tarımsal mülkü trampa yoluyla el değiştirmiştir. Kayıpların ana kaynaklarından biri budur. Vurgulanan ticari olayda, deniz kıyısında çok değerli kıyı arsalarının, çam ve kayın meşe ormanlarının, değeri düşük çorak arazilerle trampa edilmiştir. Devletin büyük kayıplara uğratılmıştır. İkinci büyük vurgunun olayında Bulgaristan Kooperatif Ticaret Bankası’nın (BTK) 7 - 8 milyar leva ile çökertilmiştir. Paraların kayıplara karışmıştır. Bankanın mülklerinin satılmasından ancak 700 - 800 milyon leva toplanabilecektir.


130

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu açıklamaları yapan Tomov, Bulgaristan’ın en büyük ağır sanayi tesisi olan “Kremikovtsi” Demir Döküm İşletmesinin yöneticisiydi. Rüşvet işlerinden yargılandı, fakat beraat etti. Şimdi rüşvete karşı mücadele hareketinin yöneticilerinden biridir. Tomov, “Kremikovtsi” kombinası ile TZESKA futbol kulübünün soyulurken içinin nasıl boşaltıldığını anlatıyor. Devlet işletmelerinin içi boşaltılırken uygulanan soygun mekanizmasını açıklayan belgeler, rapor ve dosyaları Baş Savcılığa sunmuştur. O, memleketi soyanların günümüz siyasetçilerine yakın kişiler olduğunu ve paraların Od Shor şirketlere aktarıldığını kanıtlayan örnekler sunuyor. Belgelerde, 16 bin kişinin çalıştığı ve inşaat demiri ve profilden başka soğuk ve sıcak çekilmiş saç ve galvanize saç da üreten “Kremikovtsi” metalürji fabrikasının giriş ve çıkışına “Multi Grup” holding rüşvet grupları yerleşmiştir. O dönemde İliya Pavlov ile birlikte, Ahmet Doğan’ın ve Dimitır İvanov’un da bu olaylarda sonuç belirleyen rol oynamıştır. Milli Güvenlik Ajansı (DANS) ve İçişleri Bakanlığı’nın bu büyük soyguna seyirci kaldığına dikkat çekiliyor. 2016 yılı Bulgaristan’a ilişkin AB yıllık değerlendirme raporunda rüşvetçilik konusunda Avrupa’da ön sırada yer aldığımıza vurgu yapılırken, ilgili konuda gerekli kesin tedbirler alınmaz ve rüşvetçiliğe son verecek yasal önlemler alınmazsa Bulgaristan’ın AB üyeliğinin askıya alınacağına uyarıda bulunuluyor.

72 Yıl Önce miydi?

Raziye Çakır-01.Şubat.2017

Yarım yazılan tarihle adalet yaşatılamaz. Tarih bilgilerimizi beslemeden bugünü sökemeyiz. Bundan 72 yıl önce Sofya’da “Halk Mahkemesi” kararları açıklanmıştı. En kısa bir ifadeyle değerlendirilirse Osmanlıda mayalanan Bulgar uyanış çağından 1945’e kadar biriken Bulgar zekası yok edilmiş ve yerine komünist-totaliter zeka aşılanması için alan açılmıştı. Bu olaya yazar Hristo Markov’un açısından ve “Faktor. bg” gözüyle bakalım.


Makale ve Analizler - 2017

131

“Halk Mahkemesi” duruşmaların arşivinden. Bir Bulgar partisinin Bulgar halkına karşı bundan 72 yıl önce 1’i 2 Şubat’a bağlayan gece işlediği en büyük vahşetin yıldönümündeyiz. Bu, Bulgaristan Komünist Partisi (BKP) tarafından Bulgar halkına karşı işlenen en büyük gaddarlıktır. Birkaç yıl önce o korkunç gecede öldürülenler anısına bir heykel dikilirken, soğuktan ürpermiş, eli titreyen ve bir demet çiçeği anıt levhası önüne koyarken iyice bükülen ve sonra bastonuna dayanarak doğrulan yaşlı bir kişi dikkatimi çekmişti. O yıllarda Sofya Merkez Mezarlığında Park ve Bahçeler Müdürü olan Tseko Aleksiev’ın o gece olup biteni gözleriyle görenlerden biri olduğunu kendisiyle temas kurduğumda anladım. Onun anlattıklarını kaydettim ve henüz yayınlamadığım “Sağ Kalmak İöin Verilen Ağır Mücadele - Staliyski Soyu” başlıklı kitabıma aldım. Olanların unutulmaması için bir tanık anlattıklarından alıntılar sunuyorum. Bulgaristan’ın yeni tarihinde en vahşi katliama ilişkin bazı ayrıntıları da devlet arşivinden aldım. Daha 1944 yılının sonunda, “Halk Mahkemesi çizgisinin değiştirilmesini amaçlayan her denemeye ve belirli sosyal grupların olası protestolarına karşı hazır bulunmaları” için devletin baskı organları uyarılmıştı. 3. tümen komutan yardımcısı 40 yıl sonra şunlatı paylaşmıştı: “Biz dava başlamazdan önce verilecek cezaları bildiğimizden, davanın sonuçlanmasından endişeli değildik.” 1945 başındaki kurşuna dizerek öldürme olayıyla ilgili olarak ordudaki komutan yardımcılarının hepsi Sofya’ya çağrılmıştı. İnfaz taburu komutanı, daha sonra Halk Meclisi Başkanı olan Ferdinant Kozovski; bir katil sorgu yargıcı olarak bilinen, Rus Bolşeviklerinin İçişleri Halk Komiserliği’nden Lavrentiy Beriya’nın özel görevli ajanı, daha sonra Devlet Güvenliği (DS) Birinci Şube özel şubelerinden birinde amir, daha fazla Baçi Zeev adıyla bilinen İzidor Levi ve özel polis amirliğinde müdür olan ve daha 1944 yılından önce komünistler tarafından düzenlenen bir çok kanlı hesaplaşmaya katılan Albay Lev Glavinçev bu katliamı yönetenlerdi. Onlar aynı zamanda bu işlerin gizli, amansız ve çabuk el yapılmasından da sorumluydular. Sofya polis müdürü Veselin Georgiev ise infaz taburunu seçmişti. Bu tabura yalnız miliste görevli komünist ve gençlik örgütü RENMS üyeleri ve Gen Petır Vrançev’in askeri istihbarat bölümünden infazcılar alınmıştı. İnfaz: Bu katillerin hedefinde şu kişileri en kısa sürede öldürmek vardı: Çar naiplerinden 3 kişi; 3 bakanlar kurulu bileşiminden bakanlar, Çar danışmanlarını, meclis üyelerini ve 20. yüzyılda Bulgaristan’ın kaybettiği generaller-


132

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

den çok Generali öldürmek. 25 Halk Meclisi milletvekilleri, dünyanın her ülkesinde geçerli olan ve Roma Hukukundan alınmış, milletvekili dokunulmazlığına rağmen öldürülmüşlerdir. İnfaz gerçekleştirilmezden önce BKP Merkez Komitesinde, infazın şekli üzerine sert bir tartışma olmuştur. 1925’te Sofya “Tsveta Nedelya” kilisesinin kubbesini havaya uçuran yoldaşlarının intikamını almak için Georgi Dimitrov ile Vılko Çervenkov dar ağacında sallandırarak öldürülmelerinde direnseler de, Bolşeviklerin denenmiş ve sevdikleri bir yöntem olan, tabancadan ateş açarak sırtından vurularak öldürülmelerini isteyen Trayço Kostov ve arkadaşlarının teklifi kabul edilmiştir. Tarihsel aşamanın gerginliği dikkate alındığında, “katliamı acele ve iz bırakmadan yapmak açısından” bu yöntem uygun bulunmuştur. 1945 Şubatının birinci gününü ikincisine bağlayan gece soğuk, sesiz ve hafif rüzgârlıdır. Mahkûmlar Adalet Sarayı mahzeninden elleri bağlı çıkarılıp “Alabin” sokağında bekleyen 6 kamyona bindirilmiştir. Protesto etmeleri, bağırıp çağırmaları ve herhangi bir şekilde gürültü yapmaları yasaktır. Yüce Tanrıdan mı eve beyinlerinden miyardım istemek için haykıran genç milletvekillerinden İvan Batenberski’nin kafasına silah dipçiği ile vurulmuş ve beyni akarak yerinde kalmıştır. “Bizim için değil, Bulgaristan için ağlayın!” diye haykıran, savaş özürlüsü, sakat yazar, eski bakan Todor Kojuharov kamyona binmeye çalışırken, başına tabancayla vurulurken, öldürülen ikinci kişidir. O kabus geceyi Çariçe Yoanna şöyle hatırlıyor: “Yargılananların yakınları sürüldüğü için, idam cezasına çarptırılanları akrabalarını bir daha görevimle imkânı yoktu, bu nedenle her biriyle ayrı ayrı görüşme talebinde bulundum. Muhafız kıtası Adalet Sarayı avlusunda “Alabinska” sokağı tarafına dizilmişti. 6 kamyonda bu sokakta ard arda bekliyordu ve mahkûmlara oraya yöneltildiler. Ses yükselten ve protesto edenlerden her birinin vurularak öldürülmesi emri verilmişti. Genç milletvekillerinden olan İvan Batenbergski “İmdat!” diye haykırında dipçikle başına vuruldu, kafatası kırıldı ve öldü. Çok yetenekli bir yazar olan, eski bakan ve savaş özürlüsü İvan Kocuharov, bastonuna dayanarak ansızın “Kendimiz için değil, Bulgaristan için ağlamalıyız!” diğer haykırdı. Tabanca ile vurularak öldürüldü. Hepsi birden milli marşı söylemeye başladılar. Çok ağır hasta olan iki idam cezasına çarptırılmış mahkûmla birlikte mahzenden son çıkarılan üç naip Kiril, Filov ve Mihov oldular. Onları yarı yarıya boş bir kamyona bindirdiler. Buz gibi rüzgâr esiyordu. Sofya Merkez Mezarlığına düşen birkaç bomba derin çukurlar açmıştı. Kamyonlardakiler bu çukurların yakınına küçük gruplar halinde indirildiler. Yakınlarına dizilmiş infaz taburunu karanlıkta göremediklerinden bu kuzeyden esen so-


Makale ve Analizler - 2017

133

ğukta burada mı bekleyeceğiz sorusunu sormaya başladılar. Hemen gelen cevaptan, birer birer öldürülecekleri öğrendiler. Arkalarında iki cellat ellerindeki otomatik silahlarla emir bekliyorlardı. Daha sonra anlaşıldığına göre, Prof Al. Stanişev öldürülenlerin her birinin nabzı yoklanıyor ve kalbini dinlemek için göğsüne kulağını koyuyordu. O bunu kurşunlananların her birine uyguladıktan sonra bir kurşunla da kendisi öldürülmüştür.Naaşların üzerine kamyonlarla taş kömürü külü döküldü. Halk kömür külleri altında kimlerin cesetlerinin olduğunu kısa sürede anlamıştı. İdamlar Prens Kiril’ın öldürülmesiyle başladı, ardından Başbakan Filov, Gen Mihov, ardından da bakanlarla devam etti. Bakanlardan önce Aleksandır Staliysi, Bagryanov, Bojilov, Daskalov. Tabanca kurşunuyla sırtlarından vuruldular ve çukura düştüler. Çukurda ceset bekleyen Prof D-r Stanışev nabız arıyor ve durmuş kalplerinden hayat arıyordu. Şafak sökmeye başlamıştı, üçer beşer sıraya dizip şmayzer tüfeği ile ateş etmeye başladılar. Tseko Aleksiev’in anlattığına göre, çukurdaki doktoru Glavinçev öldürmüştür. Çapulculuk etmeden edemediler. Mahkûmların alyanslarını, yüzüklerini, saatlerini topladılar, Prins Kiril’in çizmelerini de çıkardılar.Avrupa tarihinin en karanlık gecelerinden biri olan bu Şubat gecesinde 3 Çar naibi, 22 bakan, 67 milletvekili, 47 general ve yüksek rütbeli subay ile 8 Çar danışmanı ve 1 Prens idam edildi. Şu da iyi bilinmelidir ki, II. Dünya Savaşı Suçlularını yargılayan Nürenberg Mahkemesi en büyük Nazi subaylarından yalnız 14’üne idam cezası vermişti. Bulgar Halk Mahkemesi ise aldığı kararlarla 2 bin 730 yüksek devlet görevlisini idam etmiştir.Bulgar devlet elidinin cesetleri bomba çukurlarına atılmış ve üzerlerine taş kömürü tozu dökülmüştür. Mahkemenin kararını sabah radyodan işittik. İdam alanların aileleri Başpiskopos Stefan’a koşmak ve af dilemesi için başvuruda bulunmak istediler. Geç kalmışlardı. Aynı gece hepsi kurşuna dizilmişti. Mahkemede çalışan Radka toplu mezarın nerede olduğunu öğrenip yakınlarına bildirmeyi başardı. İnsanlar Merkez Mezarlığa koşuştular. Karın üstü her şeyi ele veriyor, etraf kanlar içindeydi. Milisler yollar kesmiş insanları dağıtmaya çalışıyordu. Halk Mahkemesi duruşmalarını izleyen İngiliz siyasi gözlemcisi şu görüşteydi. “Cezalar intikam almak için verilmiştir.” O, bu hesaplaşmanın yalnız yerel bir hesaplaşma olmadığı, idam kararlarının Sovyetlerden gelen emirler üzerine alındığı görüşündeydi. 5 Şubatta kendisine “mahkeme kararları ve katliamla ilgili ne düşündüğü” sorulduğunda BKP MK üyesi Tsola Dragoyçeva, “İnfaz edildikleri gece kadar derin uyuduğumu hatırlamıyorum” cevabı vermiştir.


134

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

2 Şubat gecesi toplu infazın gerçekleştirilmesinden sonra cezai önlemler durmamıştır. 19 Nisan 1945’te Moskova’dan Trayço Kostov’a gelen bir emirde Georgi Dimitrov şöyle diyordu. “Yakınlarını sürgün ediniz. Bir kısmı toplama kamplarında taş kırmalıdır. İnsancıl gerekçe ve mazeret kabul edilemez.” Halk Mahkemesinde ölüm cezası alanların yakınlarından 11 bin 875 kişi ile birlikte Bakan Saliyski’nin yakınları Dolni Dıbnik kasabasına sürgün edilmişlerdi.O soğuk ve dehşetli Şubat gecesinin hatırasını yaşatmak için yarım asıra yakın kafalarını suyun üzerinde tutmaya çalışanların hayat mücadelesi devam etti.26 Ağustos 1996’de Bulgaristan Halk Cumhuriyeti Halk Mahkemesi hükümleri bozuyor ve naibleri, bakanları, milletvekillerini, Çar danışmanlarını ve yüksek rütbeli ordu mensuplarını aklıyor. 1998’de Adalet Bakanı salonuna 1945’te idam edilen bakanlardan Vasil Nikola Mitakov, Konstatin Yotsov Partov Aleksandır Tsanov Staliyski’nin resimlerini asıyor. Biz bugünBulgaristan adaletinin hep yarım asırdan sonra mı geleceğini soruyoruz. Bulgar kaderi. 1 Şubat 2017’de Sofya’daki Komünizme Karşı Savaşta düşenlerin anıt levhasına çiçek ve çelenk götürenlerden oluşan kuyruk çok uzundu. Ne ki bu levhada nenüz 1945 - 1989 yuılları arası komünist zulme karşı mücadele eden Türk, Pomak ve Romen kahramanlardan hiç birinin adı yazılı değildir. Hakları da iade edilmemiştir. Faktor.bg.

Bulgaristan Komünizm Kurbanlarını Andı

Raziye Çakır-02.Şubat.2017

1 Şubat 2017 bir genç anıt kabristanlığına çelenk koyuyor.

Sofya’da Milli Kültür Evi parkındaki anıt levha önünde tören düzenlendi. BKP terörüne kurban olan yakınlarının isimlerini anıt duvarda arayan bir genç. Totaliter rejim kurbanlarını anmak için toplananlar dini törene başlamazdan önce.


Makale ve Analizler - 2017

135

Anıt önünde mum yakanlardan bir sahne. Komünist rejim tarafından 1953’te kurşuna dizilenler yakınları bir arada. Komünizm kurbanlarının yakınları dini ain esnasında. Bu yılki anma törenine Cumhurbaşkanı adayı Trayço Tray11 yıldan beri 1945’te “Halk kov, 43.Halk Meclisi’nde demokMahkemesi”nin siyasi kararıyla kurşuna ratikleşme dizilen Komünizm kurbanları resmen yönünde en fazla mücadele anılıyor. Yaşlı bir kadın komünizm veren Reformcu Blok milletvekilleri ile birlikte. kurbanlarının isimlerinin yazılı olduğu Anma törenine katılanlar aramermer levhada yakınlarının sında resmin arka planında buluadlarını okuyor. nan, 1968’de “Hür Avrupa” radyosu bildirilerini Bulgaristan’da dağıtan siyasi mahkûm Alfred Foskolo ile yanındaki gözlüklü Bulgaristan’ın eski Moskova Büyük Elçisi ve siyasi yorumcu İlyan Vasilev komünizm kurbanlarını anma törenine ilk kez katılıyorlar. GERB partisinden 43. Halk Meclisi milletvekili Metodi Andreev ile Reformcu Blok partisinden Petır Slavov partileri adına çelenk koyuyor. Halk Meclisi Başkanı Tsetska Tsaçeva ve meclis başkan yardımcısı Dimitır Glavçev bir grup Milletvekili ile brlikte meclis adına çelenk koyarken. Güçlü Bulgaristan Partisi ve yeni kurulan Yeni Cumhuriyet partisi adına çelenk koyan Profesör Lili Lilkov. Avrupa Birliği milletvekilleri adına çelengi GERB partisinden ve Avrupa Birleşik Halk Eski Sofya Belediye Başkanı ve başbakan Partileri adına Stefan Sofiyanski bu sene politik anma töreninde kalabalık arasında.


136

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Milletvekillerinden Eva Meidel, Emil Radev, Andrey Kovaçev, Andrey Novakov ve Gabriel Vladimirov getirdiler.

Penaltı

Dr. Nedim Birinci-02.Şubat.2017

Konu: Son seçimde 218 bin oy geçersiz sayıldı. 17 milletvekili çıkamadı. Yine son seçimde 350 bin oy satın alındı ve 26 milletvekili “seçildi.” 26 Mart 2017’de erken seçime giden Bulgaristan’da seçim çarkı ansızın durdu. Nedeni, Yüksek Seçim Komisyonu’nun (YSK) Seçim Yasası’nı gerektiği gibi uygulamamasıdır. Yasa’da, 2017’dan başlayarak Bulgaristan’da “genel seçimlerin makineyle oy kullanılmasını” öngörürken, YSK gerekli hazırlıkları yapmadığı tespit edilmiştir. Bu konuda Yüksek İdari Mahkeme’ye (YİM) baş vuran Yeni Cumhuriyet Partisi lehinde karar çıkmıştır. Olayın Özü: 2014’te yapılan bir seçim yasası değişikliği ile aşamalı uygulanması şartıyla Bulgaristan Cumhuriyetinde bilgi taşıyıcısı beyaz kâğıt olan seçim bülteni kullanılırken aynı zamanda 2017 yılından başlayarak paralel olarak makineli seçime geçilmesi, 2018 yılından başlayarak da elektronik seçime doğru adım atılması öngörülmüştür. 2014’te yapılan erken seçimde 500 (beş yüz) seçim bürosuna seçim makinesi konmuştu. Bu seçim makineleriyle ancak 100 kişi oy kullanmıştı. Ne var ki 2014 erken genel seçimlerinde toplam 350 bin oy satın alındığı ve 27 milletvekilinin halk meclisine satın alınmış oyla girdiği göz önünde bulundurularak, bu durumun değiştirilmesi için daha güvenli bir sistem olduğu iddia edilen bu sisteme geçilmesinde ısrar ediliyor. Her seçim sisteminin iyi ve kötü tarafları olduğundan dolayı, makineli seçim sisteminin Bulgaristan seçim ortamına uyup uymayacağı sorunu da gündem olmuş durumdadır. Çünkü Bulgaristan’da nüfusun % 44’ü Bulgarca okuduğunu anlamadığı gibi, yarıdan çok daha fazlası da dokunmalı bir sistemle çalışmayı beceremiyor. Seçmenin önce makineyi çalıştırması, ardından ekranda seçim listelerini, partilerin isimlerini ve adayları bulması ve üç dört düğmeye


Makale ve Analizler - 2017

137

basarak oy kullanması ve sonunda makineden çıkacak fişi alması ve ikiye kıvırarak seçim sandığına atması gerekiyor. Bu işlemi yapamayanlar eski usul, karanlık odaya geçerek zarf içinde oy kullanacaklar. Bu imkânın da olmasına rağmen, yasa Bulgaristan’daki her seçim bürosunda ve dış ülkelerde açılacak seçim merkezlerinde birer seçim makinesi bulunmasını şart koşuyor. Bunların toplam sayısı Bulgaristan için 12 bin 500, dış ülkelerdekilerle birlikte toplam 17 bin olması gerekirken, halen Bulgaristan’da bulunan seçim makineleri 500. Gerekli seçim makinelerinin ihraç edilmesi için toplam 23 milyon levaya gerek olduğu bir yana uluslar arası pazarda toptancısı da yoktur. Son olarak seçimde yüzde yüz makine kullanan Ekvator ve Filipinlerde seçim makinesi kiralanmak seçim ne ki henüz bir cevap gelmemiştir. Avrupa Birliği ülkeleri arasında seçim makinesi kullanılarak oy kullanma pratiği Hollanda ve Estonya’da en iyi sonuç vermiştir. Hatta Baltık ülkesi Estonya Cumhuriyeti bu konuda çok başarılı olmaya devam ederken, son seçimlerinde tamamen elektronik oy kullanmayı başarmıştır. Seçimlere 50 gün kala, Yüksek Temyiz Mahkemesinde olan bir başka konu da, seçim sürecinin başlamasına fren oluyor. Oylamadan seçim sisteminde köklü yenilenme isteği çıktı. Şöyle, 6 Kasım 2016’da yapılan halk oylamasında 2 milyon 500 bin seçmen halen “her seçmene, siyasi partilerin seçim listeleri içindeki adaylardan birini tercih ederek seçme hakkı da tanıyan çoğulcu (proporsiyonel) sistemin yüzde yüz majoriter (en fazla oy alan kazanır)” kuralı geçerli olacak bir sistemle değiştirilmesini istedi. Ne var ki, yürürlükteki Bulgaristan Anayasası referandum sonucunun meclis onayı almadan kanunlaşması ve 2017 erken genel seçimlerinde de zorunlu uygulanması için, bir önceki genel seçimden bir oy fazla almış olması şartı olduğunu hatırlattı. Referandum sonucunun mecliste onayı almadan uygulanmasına gerekli olan geçerli oy sayısının 12 bin eksik olduğu YSK tespit edildi. Öyle de olsa, Yüksek İdari Mahkemede, gerekli olan 12 bin oyun kullanıldığını, fakat bültenlerin zarf içinde olması şartına uyulmadığı, bunun sebebinin ise seçim bürolarının bazılarına zarf dağıtılmadığı saptandı. Şimdi, 14 gün içinde sonuç çıkması şartıyla, referandum sonuçları Yüksek Temyiz Mahkemesinde (YTM) görüşülüyor. İşte bu gerçekleri, gergin bekleyişi dikkate alarak yazıma “Penaltı” başlığını seçtim. Çünkü hem gerekli olan 15 bin küsur seçim makinesinin hemen bulunamaması ve YTM’nin beklenen kararı olası bu seçimler majoriter sisteme göre yapılacak, seçmenin iradesi budur deme ihtimali, şu soğuk kış günlerinde siyasi ortamı daha da gerdi. Şimdilik bekliyoruz. Kurallar belli olmadan seçim yarışına girmenin de bir anlamı yok.


138

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) Bizi izleyin ve gerçekleri ilk elden öğrenin.

Kırcaali İlinin Nüfusu 152 Bin 808 kişi, onların 86 Bin 527’si Türk

Raziye Çakır-03.Şubat.2017

Ulusal İstatistik Enstitüsünün bugün duyurduğu 2011 sayımının kesin sonuçlarından Kırcaali ilinin nüfusunun 152 bin 808 kişi olduğu açıklandı. Onların 76 bin 29’unun erkek ve 76 bin 779’unun da kadın olduğu anlaşıldı. İle bağlı beş kasabada toplam 63 bin 367 kişi, köylerde ise 89 bin 441 kişi yaşıyor. En büyük nüfus toplam 67 bin 460 kişi olarak Kırcaali Belediyesinin, onların 33 bin 13’ü erkek ve 34 bin 447’si de kadın. Kırcaali şehrinin nüfusu 43 bin 880 kişi, Belediyenin köylerinde ise toplam 23 bin 580 kişi yaşıyor. Nüfusa göre toplam 21 bin 916 kişi ile ikinci yerde Kirkovo Belediyesi bulunuyor. Onlardan 11 bin 1 kişi erkek, 10 bin 915’de kadın. Kirkovo’nun ardından toplam 17 bin 823 kişi ile Krumovgrad (Koşukavak) Belediyesi geliyor. Belediyede 8 bin 997 erkek ve de 8 bin 826 kadın yaşıyor. Koşukavak kasabasında 5 bin 70 kişi, köylerinde ise 12 bin 753. Momçilgrat (Mestanlı) Belediyesinin nüfusu toplam 16 bin 263 kişi, erkekler 8 bin 223, kadınlar ise 8 bin 40. Kasabada 7 bin 831 kişi yaşıyor, köylerde ise 8 bin 432. Ardino (Eğridere) Belediyesinin nüfusu 11 bin 572 kişi. Erkeklerin sayısı 5 bin 760, kadınların ise 5 bin 812. Kasabada 3 bin 493, köylerinde ise 8 bin 79 kişi bulunuyor. Çernooçene (Karagözler) Belediyesinde toplam 9 bin 607 kişi yaşıyor, erkekler 4 bin 897 kişi, kadın-


Makale ve Analizler - 2017

139

larsa 4 bin 710. Kırcaali ilinde toplam 8 bin 167 kişi olarak Cebel Belediyesinin nüfusu en az. Belediyede 4 bin 138 erkek ve 4 bin 29 kadın hayatlarını sürdürüyor. Cebel’de 3 bin 93’ü köylerinde de 5 bin 74 kişi ikamet ediyor. Kırcaali ilinde sayılan toplam 152 bin 808 kişiden 130 bin 781 gönüllü olarak etnik mensubiyetini belirtmiş bulunuyor. Onların 39 bin 519’u Bulgar, 86 bin 527’i Türk, 1.296’ı Roman ve 753 kişi de başka etniğe mensup olduğunu bildirmişler.

Ankara Temsilcimizden Ankara Valisi Ercan Topaca’yı Ziyaret

BG-SAM-03.Şubat.2017

Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği BULTÜRK Ankara Temsilcisi olan ve aynı zamanda Başkent Ankara ve Anadolu Konfederasyonu BAŞKON Yurtdışı Türkler ve Göçmenler Platformu Başkanı olan Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Uzmanı İsmail Cingöz ile Demokratik Türkmen Hareketi Lideri ve BAŞKON Yurtdışı Türkler ve Göçmenler Platformu Üyesi Abdulkerim Ağa tarafından 03 Şubat 2017 günü Ankara Valisi Sayın Ercan Topaca’ya ziyaret geçekleştirilmiştir. Son yılların en önemli gündem maddelerinden olan Suriyeli Sığınmacılar eksenli olarak gerçekleşen ziyarette; Türkiye’ye gelemeyerek özellikle Ortadoğu ülkelerine sığınmak zorunda kalarak o ülkelerde iş ve mesleklerini icra eden ve ekser çoğunluğu Türkmenlerden oluşan, kariyer ve meslek sahibi olan Suriyelilerin Türkiye’ye getirilerek ekonomiye katkı sağlamaları üzerine istişarelerde bulunulmuştur.


140

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Biz Ülkümüzün Peşindeyiz

Musa Vatansever-03.Şubat.2017

Felsefesiz ve ideolojisiz siyaset yapılamaz. Sayın okurlarımdan bazıları, anlattığınız siyaset amerikan sakızı gibi bir şey, şişirsen de, uzatsan da, çiğne çiğne bitmiyor. Siyaset denilen şeyin daha kısa bir yolu yok mu diyor. Siyasert biraz sosyal bilim işidir. Bilimlerin Kraliçesi ise felsefedir. Felsefenin olduğu yerde ideoloji olur. İdeolojinin halka imiş basamakları siyasettir. İdeoloji fikirler ormanıdır. Onlar olmadan hiçbir stratejik hedef saptanamaz ve yol taşları dikilemez. Toplumsal hayatta düzen kurulması ve işlevsellik sağlanıp uygulanması ideoloji ürünleridir. Biz ideali yani ülküsü olan insanlarız, aynı ülküde kaynaşmış bir halk topluluğuyuz. Siyasi partilerse bu felsefemizden süzülen, fikirlerimizle örülmüş ülkümüzün taşıyıcısıdır. Yani biz emellerini örgütlerimizin, derneklerimizin, partimizin sırtına yükleyen bir halk topluluğuyuz. Bu biraz da bir azınlık olduğumuzdan böyledir, çünkü azınlıklar bir bütünün içinden bir parça, oluşturucu öğedir, onlara özgün olansa özelliklerini oluşturur. Bizim özelliklerimiz Bulgaristanlı Müslüman Türk kimliğimizde bütünleşmiş ve biçimlenmiştir. Bu “üst akılla” bunalım aşılamaz. Bu bilinçle, biz 2014 yılından beri, Bulgaristan siyasi sisteminin bunalımda olduğunu yazıyoruz. Bu bunalımlar Birinci Borisov (GERB) ve İkinci Borisov hükümetlerini yakasından tutup yere vurdu, iki kez iktidardan indirdi. Geçen hafta atanan geçici seçim hükümetini Prof Ognyan Gercikov yönetiyor. Bakanlar kurulu son 27 yılda adı rüşvete, dolandırıcılık, dalavere pisliğine katılmamış tanınmış, kendi alanında uzman kişilerden oluştu desek bile Bakan Yardımcıları esgi gizli polis “DS”ye çalışmış ajan dosyası olan kişiler arasından seçildi. İçişleri Bakanı Uzunov sistemde “değişiklik yapmayacağını” önceden bildirdi. Bu ajan kişilerin ortak özelliği kendi akıllarıyla çalışmamaları, bir elle tutulamayan, gözle görülemeyen, yesen yenmeyen “üst akla” hizmet etmeleridir. Bunalımı yaratan aynı “üst akıl” olduğundan dolayı, bu bunalım şimdi de aşılamaz. Özelleştirme ve ihalelerden son 12 yılda 20 milyar leva çalınmış ve bu paralar topluca Büyük Okyanus adalarındaki OF Shoor şirket hesaplarına akıtılmış. Hırsızların işi iş! Onları da tutuklayıp yargılamak elde değil. Bir defa hepsi gayri meşgul ve yurt dışında! Vatandaşları endişelendirmekten öte, ürpertiyor. “Üst akıl” gözle görülebilen bir şey olmadığından, insanlar kiminle savaşacaklarını da bilmiyorlar. Romanya’da suçlu belli, hırsızları aklayan yasa çıkaran meclis ortada ve 300 bin kişi gece gündüz meydanda. Ama bizdeki suçlular ya sözde


Makale ve Analizler - 2017

141

“adam gibi adam”, ya “bacanak” ya “kayınço” ya “damat” ya da “yakın akraba”. Bu işin dilimizdeki değimi “iki ucu boklu değnektir.” Bizde bu kafayla farklı, köklü bir değişiklik zor yapılır Seçimlere 45 gün kala Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) Kurultay topladı. Beşinci Cumhurbaşkanı Rumen Radev’i biz seçtik havalarında. Şu Moskofçular Bulgaristan’da hâlâ kalabalık çoğunluk mu? sorusu geliyor akla ve ben azınlık olduklarına, gönlü Avrupa, Türkiye, NATO’ya sıcak bakanların çoğunluk olduklarına, bu gün de inanıyorum. Bizdeki Rusofil siyasetin meclisteki ana sütunları artık 22 yıldan beri her gün aynı sandalyeye oturmaktan yorulmuşlar, BSP Kurultayında özel bir kararla, milletvekilliğinin en fazla 3 süreye, parti başkanlığının da 8 yıla indirilmesi onaylanacak. Parti ve meclis kimsenin demirbaşı değildir, diyecekler diye bilirlerse! Bu gelişmenin benim gibi saçı dökülmüş, dişi düşmüş okur kardeşlerimin anlayabileceği mecazi anlatıma yaşlı ve genç öküzler gibi bir mukayese katmak istiyorum. Aynı tarlayı -komünist miras sandıkları toplumu- genç öküzlerle sürmek istiyorlar. Ama bunların yaşlısının ve gencinin tümel felsefesi ve ideolojisi hayaldir, izledikleri siyaset ise yalandır. Demek istediğim hayal ve yalanın birleşmesinden ancak hayal kırıklığı doğar. Beklentimiz ise, demokratik toplumu, yükselen bir hayat seviyesini yeniden üretebilmemizdir. Ne yazık ki buna kapılar şimdilik kapalıdır! Fakat şu kurultay örneğinde biz Bulgaristan Türklerinde umut ışıldattı. Belki şu ömür boyu milletvekilliği ve süresiz parti başkanlığı HÖH partisine de bulaşır veya sıçrar da, kokuşmuşluklardan kurtuluruz!!! Partiler ortak listeyle seçime gitmekten korkuyorlar. Adaylar partiye girmek istemiyor. Yeni Bulgaristan tarihi ancak 138 yaşındadır. Bu dönem içinde en önemli olaylardan biri 6 Eylül 1885’te Bulgar Prensliği ile Doğu Rumeli’nin birleşmesidir. O gün bu gün Bulgaristan birkaç ulusal felaket yaşarken omurga sızılarından bir türlü kurtulamadı. Ne ki bugünkü ekonomik, mali, siyasal ve sosyal bunalım o kadar göz çıkarıcıdır, o kadar derindir ki, onu atlatabilme fikri akıllarından geçen partiler ve gruplar birbirlerinden, birleşmekten, ortaklık kurmaktan korkuyorlar. Ortak listeyle seçime gitme çıtasını atlayamıyorlar. Bunu seçim koalisyonunda buluşmaya çalışan Sorumluluk, Tolerans ve Özgürlükler için Demokratlar - DOST partisinde ve Halkın Şerefi ve Hürriyetler Partisi - HŞHP kımıldanmasında da izliyoruz. Yine yaşlı kardeşlerime hitaben, eskiden tam kış ortasında bir tas un için kapıya dayanana verilen cevabı hatırlatıyorum: “Bizimki de darcığın dibinde, yapacak bir şey yok!” Sofra bir, bizdeki seçimler ise artık “kurtlar sofrası” oldu ve herkes kuzu bacağına saldırıyor. Yapacak bir şey yok. Halkımız kıskançlığın “egoizmin” derin ve savmayan bir hastalık olduğunu artık anladı.


142

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Kimseye yüz vermiyor. Kendilerine milletvekilliği teklif edilenler de, partiye üye olmadan aday olmak istiyorlar. Başka bir değişle parti listesinde partisiz olarak yer almakta direniyorlar. Bu günleri de görmek varmış... Bulgaristan halkı siyaset gereklerini doğrudan hissederken hazırlık görüyor. Yeni durumda sivil toplum örgütlerinin siyasetteki temel rolü artıyor. Bulgaristan’daki 404 siyasi partiden hepsinin beyaz bayrak kaldırması beklenebilir. Halk partisiz ve kişilikli bir siyasetten yana çıkıyor. 6 Kasım 2016 halkoylaması sonuçları bu gerçeği kanıtladı. Romanya’da halk rüşvetçilere karşı ayaklandı, biz de referandum sonuçlarının tanınması için isyan ateşine odun topluyor. Kamuoyunda partisiz demokrasi fikri kıvılcım saçıyor. Siyasette partisiz orta direk olur mu? Felsefesiz ve ideolojisi olmayan, kıstası olmadığından nereyi uygun bulursa oraya konan, adına ister “oynak merkezli” isterse de “kayan merkezli” diyelim bir siyaset için bizde ortam yoktur. Kimse kuru ağaç gölgesinde oturmaz. Kış ortasında bahar gelir yeşerir umuduyla yaşanmaz. DOST ile HÖHP ortak aday çıkarsalar ancak % 1,5 oy alırlar. Doğruya inananlar bunu bilir ve ümitlenmek istemezler. Biz Bulgaristan Türkleri bilmem kimin felsefesi ve ideolojisiyle tutarlı siyaset yapamayız. Bizim kendi ülkümüz vardır. Bu ülkünün taşıyıcısı olmayan siyasetçiler insanlarımızdan oy isteyebilirler ama alamazlar. Bu nedenle halkımız partisiz, oynak ve kayan siyaset yerine, partisiz önderler, yeni orta direk arıyor. Örneklersek, ülkümüz halk sanatımızda yansır. Lütfü Mestan 2014’te Kemaller’e dış ülkeden sanatçı getirdi, hem Bulgarların hem de Türklerin önünde tosladı. Ülkümüzün tınısı, kokusu, derinliği ve güzelliği vardır ve bunu ancak biz hisseder ve yaşatırız. Halkın yüz çevirmediği siyaset ayakta kalamaz. 26 Mart genel seçimlerine adım adım yaklaşırken siyasi partilerin seçkin kişileri siyasete davet etmeleri bekleniyor. Milletvekili adayları halkın dertlerini ve sorunlarını sırtında taşıyan ve onları çözmeyi boyun borcu bilen şahıslar olmalıdır. Dar görüşlüğü yenmiş, insan kardeşliğine inanan kadroların milliyeti önemli değildir. Bilgili ve kerametli, başarılı ve halk sevgisi dolu milletvekilleri dolmalıdır Sofya meclisine... 6 Kasım 2016’da halk oylaması (referandum) sonuçlarında 2.5 kişinin iradesini gördük. Halk partilere çöplük yolu gösterdi. Toplumun yeni baştan ve sivil toplum örgütleri temelinde örgütlenmesine yeşil ışık verildi.


Makale ve Analizler - 2017

143

2 milyon 500 bin kişinin siyasi değişiklik isteyişini duymak ve görmek istemeyenlerin siyaset arenasında yeri olmaz. Politika ne kimsenin deneme tahtası ne de dede mirasıdır. Tarihi yaratan ve yazan halkın kendisidir. Partiler geri adım atıyor. Anlamı şudur. Siyasi parti yönetimlerinin siyaset dışında kalan ama nüfuslu, halk sevgisi kazanmış şahsiyetlere milletvekili teklif etiği basına düştü. Kökten tepeye egoizmle yamanmış Bulgar siyaset yaşamında bu bir yenilik olduğu kadar, geriye doğru atılmış bir adım, bir ödündür. Çünkü bizdeki siyasetçi ve partiler, kurt misali hareket eder. İktidarı hiçbir kimseyle bölüşmek, paylaşmak, ortaklık istemezler. Bunu BSP ve GERB’te gördük. Türklerin devlet işlerinden uzaklaştırılmasında izledik. T.C.’deki seçim sandıklarının 39’a indirilmesi de buna örnektir. Son seçimde 350 bin oyun satın alınması da bunu gösterir. Halk oylaması sonuçlarının şimdiye kadar tanınmaması ise her kötülüklere püsküldür. Müslüman Türk partisi Hak ve Özgürlükler Hareketi (DPS), Sorumluluk, Tolerans ve Özgürlükler için Demokratlar (DOST) ve HŞHP ve öteki partiler de aynı tabandan oy isterken her seçimde sınıfta kalmıştır. yılına giren güya demokratikleşme sürecinde kurulan 14 hükümetin ancak ikisinde üçünde koalisyon kabinesi kurulabildi. Devleti yerken birbirlerini de yediler hepsi düştü. Şimdi artık halk zorluyor. “Siyasetten çekilin!” diyor. Yeminli kişilerin hırsız çetelerinden farksız hükümetleriyle hiçbir bunalımın aşılamayacağına inananlar çoğunluk oldu. 2014’ten beri Bulgar toplumunda yeniden üretilen kesin inanç budur. Bulgaristan’da güçlü muhalefet oluşmasına engel olan nedir? Avrupa Birliği’ne girdik, lostrası parlak fakat sefillikte birinciyiz. Hiçbir kabine halkın çekilerini bilmek, iniltilerini işitmek, çaresizliğine pansuman yapmak istemiyor. Üstüne 2 milyon 500 bin vatandaşın ekmek parasını gurbette araması, 720 binin de Türkiye’de sığınması, ülkede güçlü bir muhalefet oluşmasına engel oluyor. Bu engelin bir kolu da cahilliktir. Cahillikten doğan çaresizliktir. Çaresizlerimizin GETTO hayatını tekmeleyip çıkış yolu bulamamalarıdır. Bugün Bulgar siyaseti bu durumu sömürüyor ve ayakta kalmaya çalışıyor. Cahiller siyasete katılabilir mi? Cahil kişiler felsefeden, idelerden ve ideolojiden uzaktır. Siyasetten ise ancak günlük nafaka bekler. Böyle bir kitleden ancak programsız ve hedefsiz bir anarşi, kargaşa doğabilir. Şimdi Bulgaristan’ın dört bir yanındaki GETTO’larda barınanlara aynı büyüklükte koliler dağıtılıyor. Bu kolilerin ve paketler hepsi de aynı ebatta olduğu gibi içlerindeki gıda ve temizlik malzemeleri de aynıdır. Da-


144

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ğıtılırken söylenen sözler ya “devlet” ya da “şu......parti” sizi düşünüyor. Paketlerin aynı büyüklükte olmasıyla amaçlanan “siz eşitsiniz”, “Siz hepiniz şu zor günlerde bile Bulgar devletinin gönlündesiniz, iktidardan aynı mesafede bulunuyorsunuz.”, “Aranızda ayrım yapılmıyor. Kardeşsiniz. Eşitsiniz!” gibi duygu sömürüsü ve beyin boşluğu dolduran yalanlardır. Seçime gidiyoruz. Hediye paketlerini alanlar Bulgaristan’da totaliter komünizm kırıntıları üzerinde yaşamaya oy vereceklerine sanki yemin ediyorlar. Onlardan her biri paketleri alırken değişiklik istemediğine sanki yemin ediyor. Onların verdiği oyla, kendilerini aldatmayı siyaset yapanlar yeniden meclise dolup iktidar olacaktır. Siyaset en başta insan işidir. İnsan olmayan yerde siyaset, direniş, kargaşa, şahlanma devrim v.b. olmaz. Romanya’daki Ocak-Şubat patlamalarını bizde beklemek yanlış olur. Çünkü karnı doymuş kış uykusundaki ayıyı karlı kışlı havada ininden çıkarmak zordur. Felsefeyi, ideolojiyi ve siyaseti hareketlendiren aç midelerdir desek bile, paketçikler kapıya geldiğinde öfkeli ruh söner, vatanseverlik rafa kalkar, adalet o an unutulur ve mide bir daha gıcırdamaya başlayana kadar sıçan deliğine gizlenir. 26 Mart’a kadar Bulgaristan’da açların umut biçtiği hasat zamanıdır. Kimse sokağa çıkmaz. Şimdi bir de makineli (başka bir adıyla yerel elektronik seçime karılma işi) başa geldi. Yerel elektronik demem, oy kullanma araçlarının kabloya, internete, diğer makinelere bağlı olmamasını işaret eder. Kuşkusuz bir iki seçimden sonra yalnız elektronik oy kullanmaya başlandığında, okuma yazma bilmeyen % 50’nın seçim dışı kalması ya da “geçersiz oy kullandılar” cetveline girmesine kimse şaşmasın. Marx, siyaset “cahil adam işi değildir” derken, ne düşünmüştü acaba? Bulgarca bilmeyen ya da seçim makinesini kullanamayanlar ne olacak? Toplum öncülerinin meclise girme süreci gecikmiştir. En fazla oy alan seçilir - (majoriter) seçim sisteminin Bulgaristan’da uygulanması siyasi partiler tarafından geciktirildi. 6 Kasım 2016 halk oylamasından sonra yasallaşmadı. 26 Mart 2017 seçimlerinde uygulanması askıda kaldı. Bu adımlar siyasi elit tarafından bilinçli olarak atıldı. Bulgaristan’da siyasi sınıfı oluşturan partiler iktidar tekellini ellerinden kaçırmak, “dıştan birileriyle” erk paylaşmak istemiyorlar. Bunlar Türk partileri için de geçerlidir. HÖH örneğinde görüldüğü gibi, parti yönetiminin seçmeni beslenince yumurtlayan bir kekik olarak görmesi “her seçimde altın yumurta toplayıp meclise girmesi” artık güneş görmüş kar gibi eridi. Parti ile seçmen arasındaki bağlar zayıfladı. Birçok yerde koptu. Bunu şöyle anlatmak da olasıdır. Totaliter dikrator Jivkov döneminde gizli polis (DS) Türkler arasından 3 bin 16 ajan kanalıyla toplumun suyunu çekerken, bugün HÖH partisi ancak 2 bin 600 kadroya dayanıyor. Mayıs


Makale ve Analizler - 2017

145

1989’dan sonra 5 bin aydınımız, 26 Nisan 1990’da hapishanelerden salıverilen 1.700 mücahidimiz, 1996’da yapılan HÖH Kırcaali Milli Konferansından sonra 2 bin 500 aktif parti öncümüzün ve daha sonraki yıllarda da 2 binden fazla aydınımızın Bulgaristan’dan kovulması onarılmaz yaralar bıraktı. Türkiye’ye FETÖ eğitim merkezlerine gönderilen 1.500 gencimizin de neredeyse hiç birinin geri gelmemesi ve siyasetten uzak durması Bulgaristan Türk aydın tabakasının parçalanıp dağılmasına neden oldu. Ve bu nedenledir ki, biz bugün vermeye hazırlandığımız 26 Mart 2017 seçim önü mücadelemizde, felsefesiz, ideolojisiz, stratejisiz ve siyasetsiziz diyebilirim. Mesela DOST Genel Başkanı Lütfü Mestan’ın Ahmet Doğan’a 18 yıl hizmet ederken sol siyasi akım adına tekrarladığı Liberal değerleri, şimdi de sağ merkezci olarak tanıtılan DOST adına söylendiğinde dinleyici ve okuyucunun aklına ilk gelen “bu adam ölmüş eşeğin nallarını ne zamana kadar sökecek? Bize saygı yok mu?” oluyor. Kasım Dal’dan ise, hiç kimsenin bu konularda herhangi bir beklentisi yoktur. Partinin yeni atanan Genel Başkanı Orhan İsmailov ise ömür boyu ajan dosyası karıştırmış ve ilk kez kafasını kaldırdığında her Türk’te bir ajan görmeye başlamış. “Halk sarıca arı bal yapmaz,” derken onu kastediyor. Şu da var, liberalizm bunalım yaşıyor derken, küresel bir bunalım izliyoruz. Liberalizmin boynunu büken yeni Başkan Donald Trump “kuralsız bir demokrasi” ve “kuralsız bir gelecek” hayal ettiğini gizlemiyor, “vuran vurana tutan tutana” zamanı kapı çalıyor gibi. ABD’de kuralları aşındıran ve kuralsız bir dünya isteyen yeni dip dalmasının yüzeye vurması bizi ne kadar etkiler? Yoksa bitirir mi? Ne ki, Bulgaristan’daki ortamda sahte liberalizmin yerini, ırkçılık (Nazi) ideolojisine, ırk üstünlüğüne dayanan, Türkleri ve diğer etnik ve dini azınlıkları ötelemeden güç alan Bulgar sağ ve sol siyasi aşırılığının yalan dolanla, halka umut gülü koklatarak ve tomar tomar para vaat ederek iktidar yoluna girdiğini de görüyoruz. Seçmen sandık başına gitmekten kaçınıyor. Bir şeylerin yoluna gireceğine inanmak istemiyor. Türkler ve Müslümanlar ise kabaran Bulgar’ın yeni milliyetçilik dalgası bizi “Kapıkuleye” iter mi diye düşünüyor. Bulgarları birleştiren milliyetçilik olduğuna göre, biz de mi milliyetçiliğe sarılalım ve karşı koyalım fikirleri filizleniyor. Çünkü HÖH, DOST ve HŞHP bu bakıma boş partiler. Yeni milliyetçiliğimizin alt dokuları sivil toplum örgütlerimiz dokuyabilir mi? Toplumsal bezginlik yaşıyoruz, yani ruh halimiz de bunalım yaşıyor. Derinleşen kriz partilere güven bunalımı olduğu kadar eski sisteme genel güvensizliktir. Kuzey Bulgaristan’da bir Galiçe köyü var. Muhtar köylüleri dövüyor, bedava çalıştırıyor, onlar adına oy kullanıyor, bütün köyün oyunu satabiliyor. O, hangi parti ile anlaşırsa sandıktan % 100 o parti çıkıyor. Yaşadığımız toplumun adı “Bizim Trump dünyamız” olabilir mi? Bu köyden bir defa yüzde yüz HÖH, sonra yüzde yüz GERB partisi çıktı....


146

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Hala ayakta olan yaşlı kuşak halk içinden yetişen liderleri Mahatma Gandi, Nelson Mandela gibi kahramanların özgürlüğe giden uzun yolunda arıyor. Bulgaristan’daki hayat bizim hapishanelerden, “Belene” ölüm kampı ve sürgünlerden çelik suyu almış öncülerle birlikte, halkını ve davasını satanlar, ihanet eden hainler çıktığını kanıtladı. Bizim kuşak mücadele etti, ayaklandı ama öz liderini öz davasından kendi elleriyle çıkarıp yüceltemedi, oyuna getirildi. Baş belamız Ahmet Doğan bu felaketimizin en inandırıcı simasıdır. Yaptıklarından utandığından mı, halkın hıncını alır korkusundan mı bilmem, ine saklanmış gizleniyor. Bir çiçeğin fotosentez için her gün Güneşi beklediği, bir hayvanın her gün su içtiği gibi, dava kılıcının da her gün bilenmesi gerekir. Bilek taşı halkın iradesidir. Bu halk felsefesi, halk bilgeliği, halk siyasi ruhudur. Bu yaşadıkça mutlaka başaracağız. Konumuz derin de olsa, devam edecektir. Yeni bölüm: Devrimlerin doğurdukları.

Tuzaklardan Biri

Şakir Arslantaş-05.Şubat.2017

Yanlış bilgilendirildik, boşa ümitlendik – aldatılmışız. Araştırmacı yazar Ertaş Çakır’ın “Lapım Kanalı” yazı dizisinde uzun bir yağmurdan sonra topraktan çıkan solucanlarla örnekleyip anlattığı hayatımızı zehirleyen gerçeklere yeni bir ama çok iri bir kurt daha eklendi. Moskova parasıyla çıktığı sanılan Sofya haftalık gazetelerinden “Galerya” tarih 01 Şubat 2017, sayı 381’de 1990’da başlayan ve sözde hâlâ devam eden “Geçiş Dönemi” nin kirli ve iğrenç çamaşırlarından birini daha ipe serdi. Gazete Rumen Vodeniçarov ile bir söyleşi yayınladı. Vodeniçarov Bulgaristan’da 1989 - 1990 yıllarında terör rejimine karşı ilk başkaldırılarda etkin olan “Bağımsız İnsan Hakları Derneği” Başkanı olarak sahneye çıkmıştı. O, 1992’den 1998’e kadar “Helsinki Bulgaristan Gözlemcisi” görevinde bulundu.


Makale ve Analizler - 2017

147

Gazeteci Mariela Baleva ile söyleşisinde onun bu göreve Amerikan milyarderi Jorj Soros tarafından getirildiğini, o dönem Soros’un birkaç kez Sofya’ya geldiğini, Jivkov rejimine karşı olanların arasından seçim yaptığını, birçok kişiye para vererek, bakanlıklara etkide bulunduğunu, Merkezi Sofya’da olan “Açık Toplum” aracılıyla özel seçilen büyük sayıda öğrenciyi Amerika’ya götürdüğünü ve orada şuurlarının yıkandığını, bunlar arasında geri dönmeyen Türk gençler de olduğunu, 1997 - 98’de Bulgaristan’da yaşanan ve levayı 30 defa değerden düşüren enflasyonu Jorj Sorus işi olduğunu, onun hükümet ve bakan düşürmede usta biri olduğunu, insan satın aldığını vb anlattıktan sonra konu yılbaşında kurulan geçici Sofya hükümetine gelince şöyle diyor: “Ben bu geçici hükümette eski başbakanlardan İvan Kostov, Çar Semeon Sakskoburggotski ve NATO’dan başka Birleşik Amerika’da belirli gizli örgütlerle (CIA) bağları olan eski Dışişleri Bakanı Solomon Pasi’nin de gölgesini görüyorum. Açık konuşayım, her işe burnunu sokan Solomon Pasi gibi şahıslar Bulgaristan için kötülük yapan, zararlı kişilerdir. Ve ben Bulgarların bugüne bugün neden bu kadar ahmakça davrandıklarını anlayabilmiş değilim. Bu açıdan bakıldığında, “Hükümetle de olur hükümetsiz de” diyenlerin tutumunu kavrayamadığım gibi, “Amerikan üsleri için de, yabancı üs olacaksa nükleer olsun!” diyenleri de anlayabilmem imkânsızdır. Biz bugün artık salon değiştirmek zorundayız. 27 yıldan beri içine kapandığımız yanlış bilgilendirme ve beyin yıkama salonundan çıkıp idam kararları infaz edilen salona geçmeliyiz. Soru: Bulgaristan çok uzun bir zamandan beri Geçiş Dönemi suçlularının tutuklanması ve yargılanması bekleniyor. Bizim kuşak bunu görebilecek mi sizce? Cevap: Benim kuşağım o günleri göremeyecek. Çünkü Liberalizm masalı sona erene kadar hiçbir suçlu cezalandırılmayacaktır. İnsan haklarını savunma konsepti, mağdurların, zulüm görmüşlerin haklarının savunulması ilkesine dayandırılmamış, insan haklarını savunma bahanesiyle, en ağır cezalara çarptırılmaları gereken suçluların suçsuz gösterilmesi ilkesine oturtulmuştur. 27 yıldan beri söylenmeyen Büyük Gerçek Rumen Vodeniçarov tarafından böylece ifade edilmiş oldu. Böylece Todor Jivkov’un neden hapse atılmadığı yeniden ortaya çıktı. “Bulgarlaştırma” sürecinde (1984 - 1989) kurşunlanarak kurşunlanan 42 kardeşimizin suçlularından hiç birinin katılının neden bulunmadığı, neden h,ç bir İçişleri Bakanı ve Generalin yargılanmadığı ortaya çıktı.


148

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Böylelikle “Hakikat” derneğinin, “Belene” madurlarını savunma derneğinin, hapislerde çürütülen Bulgar ve Müslüman Türklerin haklarının savunulması için açılan ve Strasburg Uluslar arası İnsan Hakları Mahkemesine taşınan davalarda hiç birisinin mağdurlarımız lehinde sonuçlanmadığı yeniden hiçbir kuşku bırakmayacak şekilde gün ışığına çıktı. Defalarca yazmıştık, Ahmet Doğan’ın, “gestapo” lakabıyla ünlü 6. Şube Şefi Dimitır İvanov’un, eski “DS” generallerinin kurduğu “Multigrub”un totalitarizm suçlularının cezalandırılmasının önlenmesi için Moskova’dan para alınarak bina edildiğini anlatmıştık ve totaliter komünist zulüm kurbanı hiç kimsenin tutuklanıp, cezalandırılıp içeri atılmasına yol vermemesi için çalıştığını görmeyen kalmadı. Bu defa haklarımızı söke söke almamızı yetiştirdikleri ve maşa olarak kullandıkları hainlerin eliyle engelleyebildiklerine lütfen artık inanalım. Örneklenemeyen hiçbir şey gerçek delil olamaz. Sözlerimi kanıtlamak istiyorum: 7 Temmuz 1990 (cumartesi) Stara Zagora hapishanesinin sinema salonunda 46 mahkumla bir görüşme yapılmış ve hepsi birer birer dinlenmiştir. Tutanağı aynen veriyorum: 1) Mümün Mehmedov, Tırgovişte iline bağlı Krepça köyünden sağlık işçisi (felşer). “Ben ve arkadaşlarımdan hir birimiz hiçbir kimsenin canına kıymaya teşebbüste bulunmamıştır. Fakat bizi terörist olarak yargıladılar ve cezalandırdılar. Ben yeniden yargılanmak, adalet varsa önünde olayımı yeniden anlatmak ve aklanmak istiyorum. Hiçbir suçum yoktur.” 2) Vladimir İgnatov: “Biz kapalı kapılar ardında yargılandık.” 3) İbrahim Bekyarov: Bakat köyünden çocuk doktoru. “Sağlık merkezinde muayene esnasında tutuklandım. Ben Ceza Kanunu’nun 104. maddesi gereğince casusluk suçundan yargılandım. Kafamıza dikildiler aylar boyu bize aynı suçlamada bulundular. Onlar tekrarladıkça biz reddettik. Fakat 10 ay sonra, ayakta kalabilmek işin güya “itiraf ettik”. 70 yaşındaki bay İbrahim başta olmak üzere biz Tırgovişte ilinden burada 10 “casusuz”. Ailelerimiz dayanamadı ve Bulgaristan’ı terk ettiler. Bulgaristan’da bizim kimsemiz yok. Biz burada 5 kişi aynı davada “casusluktan” yargılandık. Ben dünyanın başka bir ülkesinde böyle casus grupları olduğunu bilmiyorum.” 4) Adı kaydedilmemiş, Ceza Kanunu’nun 106. maddesine göre yargılanan ve ağır ceza alan,Kırca ilinden bir mahkûmun konuşması: “Biz protestoda bulunduk. Hareketlerimiz hak arama anlamında sembolikti. Bana 20 yıl verdi-


Makale ve Analizler - 2017

149

ler, arkadaşlarım da 15’er yıl aldılar. Annem görüşmeye geldi, Bulgarca bilmez, Türkçe birkaç söylemek istedim. 3 ay görüşme yasağı aldım. Çocuklarımı ne hakla cezalandırıyorlar?” 5) Kırcaali ilinden, adını söylemeyen başka bir mahkûm: “Davaları denetleyen makama 6 defa dilekçe gönderdim, cevap alamadım. (Elinle başka bir mahkûma işaret ediyor.) Şu arkadaşım maden işçisidir, uçak kaçırma suçundan içerdedir. Ben yönetici görevde buldum, işimle ilgili Sofya’ya gönderilmiştim, orada tutuklandım. Beni tutuklayanlar, adını değiştirmezsen, “casusluktan” hüküm alacaksın”, dediler. Direndim. Yargıladılar ve 20 yıl aldım. 6) Bulgar adını söylemek istemeyen başka bir mahkûm: “Bize verilen yemeği hayvanlar yemez. Şu Temmuz sıcağında bize lahana turşusu yemeği ve yeşilbiber ve salatalık turşusu veriyorlar. Bulaşık suyu gibi... Ben bana acımalarını istemiyorum. İstediğim bir tek adalettir. Yakında Bulgar ordusundan Gen Hristo Dobrev yerli ve yabancı gazetecilerle basın toplantısında Bulgar Ordusuyla ilgili bütün sırları anlattı. Ben casusluktan yargılandım. Ben nasıl casusum?” 7) Smolyan (Paşmaklı) bir mahkûm Pomak: “Casusluk suçundan ceza almış Bulgarlar da var. Ben Ceza Kanunu’nun 105. maddesince “casusluk yapmaya denemede bulunma” suçundan içerdeyim. Todor Jivkov ile Georgi Dimitrov’a karşı 3 şiir denemesi yazmıştım. Onları arkadaşlarıma okudum. 10 yıl içeri attılar.” 8) Sliven’e bağlı Yablonovo (Alvanlar) köyünden 1985’te halkı zorla Bulgarlaştırma baskısına karşı halkı ayaklanmaya davet etme suçundan hüküm giyen bir Türk mahkûm: “Zulme karşı halkı ayaklanmaya davet etmek her insanın öz hakkıdır.” 9) Emil Blogoev Bulgar, Ceza Kanunun 279. maddesine göre ülkeden kaçma denemesinde bulunma suçundan 7 yıl içerde tutulurken, aynı yasanın 341. maddesine göre uçakla sınır dışına bkaçma denemesinde bulunma suçundan da 16 sene almış. Ayrıca Sırp casusu olma suçundan da 16 yıl almış. “Soluduğumuz suç!” diyor. 10) Stara Zagora hapishanesindeki Hlebarovo (Torlak) grubundan isim değiştirmeye ve zulme karşı ayaklananlar grubundan, her biri 20 yıllıklar arasından temsilci: “Biz haklarımızı ve özgürlüğümüz istiyoruz. Adalet ne zaman yerini bulacak?” 11) Alettin Osmanov: “Ben hiç bir kimseye bir şey yapmadım. Köy jandarması Penü Gançev beni 14 Haziran 1990 günü dövdü. Tutukladılar, yargılamadan içeri attılar. Suçum ne bilmiyorum! Özgürlüğümü istiyorum!”


150

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

12) Mahkûmlardan biri “dert dinleyenlere” Fransızca kale alınmış, uluslar arası insan haklarını savunma örgütü “Amnesty İnternasyonal”a sunmak üzere bir dilekçe, bir mektup ve kalın bir dosya belge sundu. 13) İvan Dyankov Zafirov eşi Slavitsa İlieva Zafirova’nın da içerde olduğunu, Çocuklarının ise kimsesizler yurdunda tutulduğunu anlattıktan sonra, “Bizi hemen serbest bırakın!” dedi. 14) Kırcaali iline bağlı Benkovski köyünden 7 kişilik grup, “İsimlerimizi hapiste değiştirdiler, hapiste geri versinler ve bizi salsınlar, hiçbir suçumuz yok” dediler. Dünya bize hep ters anlatıldı. Yanlış bilgilendirildik. Şekle ve vaatlere inandık. Bu nedenle de birçok şeyi çözemedik. Bizi aldatanların ağzına baktık. 26 Temmuz 1990’da zindan kapıları açıldığında Müslüman Türklere, “bir daha Bulgaristan’a ayak basmayacağım” belgesi imzalatıldı ve 1.700 kişi birden Türkiye Cumhuriyeti’ne kovuldu. BU, HÖH partisine soluk aldıran bir tuzaktı. Aynı dönemde artık davamızın yolunun kesilmesi için tuzaklarsa kâh Washington’da Jorj Soros ofislerinde, kâh Moskova’da KGB merkezlerinde kurulmuştu. Gizli polis (DS) harıl harıl çalışıyordu. Eğer bugün Bulgaristan’da insan dövmekten, suçsuz insanları evinden yurdundan kovmaktan, gerekçesiz tutuklamaktan, yargısız idamdan, hapishanelerde işkencecilerden hiç biri tutuklanıp yargılamamışsa bu işin içinde derin Türk düşmanlığı olduğu gün gibi ortadadır. Gerçekler birer bire ortaya çıkacaktır. Güneş balçıkla sıvanmaz. Bu yazımız Bulgaristan Bağımsız İnsan Hakları Örgütünün ve Helsinki İnsan Hakları Bulgaristan Masasının komünist totalitarizm suçlularını yargıdan ve cezadan kurtarmak için kurulduğunu ve çalıştığını kanıtlamak için kalem alınmıştır. Türkün Türk’ten başka dostu yoktur!


Makale ve Analizler - 2017

151

“DS” Subaylarının Oğulları da “DS”de.

BG-SAM-05.Şubat.2017

Ahmet Doğan’ın İplerini Çeken Gizli Subayın Oğlu İçişleri Bakanlığında çok önemli bir mevkiye atandı. 24 Ocak günü atanan Bulgaristan erken seçim hükümetinde İçişleri Bakanı’nın Siyasi Özel Kalem Dairesini yöneten Nikolay Kruşkov, Hak ve Özgürlükler Partisi fahri genel başkanı AhAhmet Doğan ve Nikolay Kruşov met Doğan Sarayına direk olarak Nikolay Kruşov, vaktiyle Ahmet Doğan’ın uzanabiliyor. Nikolay Kruşov’un iplerini çeken “DS” subayının oğludur. babası “Angelov”, “Sergey” ve “Sava” gibi takma isimlerle ajanlık yapan otobiyografisi skandan olaylarla dolu olan Ahmet Doğan’ın iplerini çeken siyasi “DS” subayıdır. Evgeniy Kruşov, önce gizli polis “DS” Birinci Genel Müdürlüğünde “Türk Şube”de, daha sonra da illegal çalışanların hazırlık gördüğü çok gizli olarak bilinen aynı genel müdürlüğün “Beşinci Şube”de görev aldı. Doğan bu şubede eğitim almıştır. Bulgar devletinde bugün en fazla korunan bir kişi olan Ahmet Doğan’ın eğitiminden sorumlu görevli olarak Evgeni Kruşov, geçen yüzyılın 80’li yıllarının belirli bir döneminde bu çalışmalardan sorumluydu. Terör ve baskı uygulayan komünist sivil polis görevini iyi tanıyanların kanısına göre, Doğan bu subay karşısında pis işleri hesap verdiği gibi harcadığı paraları da ondan almıştır. Bu dönemde, Bulgar sorgu amiri Angel Aleksandrov’un güya “soya dönüş” yıllarında genç feylesov Medi Doganov’u devlete karşı sözden eylemlerinden dolayı kovuşturduğu ve ön yargıda cezaevinde tutulduktan sonra Pazarcık hapishanesine gönderdiği zamanlardır. Bunlar Ahmet Doğan hayatından çok ilginç ve gizemli olan ve aydınlatılamayan, karanlıkta kalan yıllardır. Nasıl olur da bir kişi aynı zamanda hem Birinci Genel Müdürlüğün “Beşinci Şubesinde” başka bir ülkede illegal çalışmaya hazırlanırken, aynı zamanda cezaevinde ve ardından da Pazarcık Hapishanesinde bulunur? Doğru anlaşılması için vurguluyoruz. Ahmet Doğan resmen Pazarcık Hapishanesinde hapis yatarken, 1989 yılının yaz aylarında, aynı koğuşta kalan mahkûmların ifadelerine göre, birkaç defa hapishaneden çıkarılmış ve onun gizli polis “DS” ile o dönem ilişkileri günümüze kadar açıklanmamıştır.


152

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Demokrasimizin ilk günlerinde siyasi polis Evgeni Kruşov, yıldızı doğan yeni siyasetçi Medi Doganov – Ahmet Doğan hakkında her şeyi en ufak inceliğine kadar bilen bir subaydır. O Doğan’ın Bulgar Geçiş Döneminde oynayacağı rolü de bütünüyle biliyordu. Bulgaristan Türklerine tuzaklar o zaman kurulmuştur. Doğan hainin kendisidir. Ahmet Doğan Üçlü Koalisyonun iktidar süresini gerçekleştirirken sorgu yargıcı Angel Aleksandrov Ulusal Sorgulama Daire Başkanı olmuştu. Şimdi ise Doğan davası ile ilintili olan öteki subayın oğlu, sosyalistlerin Hak ve Özgürlükler Hareketi (DPS) ile hiçbir bağları olmadığına yemin etmelerine karşın, Cumhurbaşkanı Rumen Radev’in atadığı yeni geçici hükümette en önemli görevlerden birinde görev almıştır. (Yeni geçici hükümette hiçbir Müslüman Türk’e Bakan veya Bakan Yardımcısı görevi verilmemiştir.) Nikolay Kruşkov “sarayın” ve “kütüphanecilerin” adamı olarak gösteriliyor ve onun HÖH partisi milletvekilleriyle yakın ilişkileri biliniyor. Devleti bütünüyle ele geçirme ve çökertme operasyonları devam ediyor. Faktor bg

Tortu ve Perspektifsizlik

Osman Bülbül-07.Şubat.2017

Konu: Bu işler çağırmakla bağırmakla, bir de vaat etmekle olmaz! Durmuş Arda Beyin bilincinden süzülen, “Arda - Tuna” da yayınlanan ve “Bulgaristan’da yaşayan Türkler, kişisel kırgınlıkları bırakarak, sert çıkışlarla, sert politikalarla ortak davada birleşmeli!...” sözlerine destek veren siyasi çizgi beni çok düşündürdü. Yazımın başlığına “Tortu” dedim, çünkü yazdıklarınızı okuyunca ve başına taktığınız resme bakınca, aklıma gele gele bir tek “tortu” geldi. Keşke başka bir şekilde yazmış olsaydınız da başka bir şey gelseydi! Gözümün önündeki “tortu” şudur: Yoğurt çalkanır üstüne çıkan yağ toplanır, kışlık için eritilir ve eritilirken yağdan süzülen pislikler, kabarcıklar vb tortudur. Ağaç kaşıkla toplanır ve atılır.


Makale ve Analizler - 2017

153

Köy hayatını bilmeyen, yoğurdun nasıl dövüldüğünü görmemiş olanlar için şerbet tortusunu çağrıştırıyorum. Baklava, saraylı, revaniye dökülen şerbetin kıvamı aranırken tencere hep karıştırılır. Üstüne toplanan siyah ve kahverengi tanecikler şerbetten alınıp atılır. Birisi yağı tortusu, diğeri de şerbet tortusudur. Şimdi bir yoğurdu Bulgaristan Müslüman Türklerine benzetsek ve 100 yıl süren zulümsen sonra süzülen siyasi özün Hak ve Özgürlük Hareketi olduğunu söylesek, yanlış mı ederiz. Hayır etmeyiz. Bütün yazılarımızda Ahmet Doğan’ın Bulgar rejimlerinin bizi topluma entegre etme palavrasıyla asimile edip erittiğini anlattık. Totaliter devlet yıkılırken bizim kavanoza kapanmamızı (kapsüle edilmemizi) ve kapağın da sımsıkı kapanmasını hesaplarken. Anlaşılan tortuyu ağaç kaçıkla toplama ve çöpe atma işini de hainlerin büyük şefi Ahmet Doğan’a vermiş. Başınızı kaldırıp şöyle bir 27 yıl geriye baksanız onun tortu temizleyicisi olduğunu görürsünüz. O, 4 Ocak 1990’da Varna’da “HÖH partisi kurdum” dedi. Ama kurmadı. Yanlış bilgilendirenler “yanlış olsun bizim olsun” dediler. Olmamış bir işin içinde olmuş olma havalarına giren siyasete katılma heveslisi 33 “kurucu kahraman” tortuya gitti. Doğal olayların diyalektiğini iyi bilenler, denizlerin, rüzgârların, yağışların meydana getirdiği gereksiz birikinti gibi, toplumsal olayların da posa ürettiğini bilirler. Mesela 1990 Haziranında yapılan Büyük Millet Meclisi seçimlerinde meydana gelen durgun totaliter Bulgar denizindeki dalgalanmadan kumsalda boş kutular, poşetler, kasetler, .çerçeveler, irili ufaklı şişeler vb kaldı. Bunlar denizin atığı, hayatın posası ve geleceğimiz için asla gerekli olmayan tortuydu. Ayaklarımıza daha fazla dolanmasınlar diye birçoğunu defalarca seçtik, meclise gönderdik, şereflendirdik, ne oldu? Bir büyük “Hiç!” Tortu kaşığını elinden asla bırakmayan Ahmet Doğan kavanoza girmek ve sırasını beklemek istemeyenleri hep topladı ve tortu çöplüğüne attı. Lütfen kimse alınmasın! Daha 1991’de Mehmet Hoca, 1995’te Güner Tahir, 1996’da Osman Oktay, 2014’te Kasım Dal ve Korman İsmailov, 2015’te Lürfi Mestan ve arkadaşları yalnız basına düşmüş isimlerdir. 1990 güzünde Türkiye’ye gönderilen 1 700 (bin yedi yüz) mahkûm, 1996’da Kırcaali Konferansında Hak ve Özgürlükler Partisi “parti içi demokrasiyi” yerin dibine gömerken ve Ahmet Doğan’a tortu kaşığı ömür boyu senin elinde kalsın derken, 2 bin 500 sıkı partili bavullarını toplamaya ve Türkiye’ye gitmeye zorlandı, yani tortu gibi çöpe atıldı. Partiden ve vatandan kovuldular. 15 Kasım 2004’te Sofya’ya bağlı “Borovets” kayak merkezindeki “İglika” otelinde Ahmet Doğan tarafından HÖH partisinden kovular bütün güçlerin, Bulgaristan siyasetinin sağ kanadından:


154

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İvan Kostov - 1997 - 2001 arasında Bulgaristan Başbakanı, Demokratik Güçler Birliği; Nadejda Mihaylova - Bulgaristan Dışişleri Bakanı, halen Bulgaristan Ankara Büyük Elçisi; Stefan Sofyanski - 1997 yılında Bulgaristan geçici seçim hükümetinde başbakan, Demokratik Güçler Birliği); Anastasiya Mozer, Çiftçi Partisi Başkanı; Petır Stoyanov - 1997 - 2002 Bulgaristan Cumhurbaşkanı, Demokratik Güçler Birliği; ve başka bilinen siyasetçilerin katılımıyla düzenlenen. Razgrat’lı hukukçu Seyhan Türkan’ın başkanı olduğu Balkan Türkleri Birliği konferansından sonra 3 bin 500 Bulgaristan Türk aydını aileleriyle birlikte ya Batıya ya da Türkiye’ye bilet almak ve vatanı terk etmek zorunda kalmıştır. Onlardan biri de benim ve halen Viyana’da bahçıvanlık yapıyorum. Ben partinin kurucusu değilim fakat 1990 Şubatında Sofya “Banya Başı Cami”nde toplanan 23 kurucudan da bugün partide kalmamıştır. Hatta aynı yıolın 26 Mart günü Sofya’da toplanan ve Hak ve Özgürlük Partisine siyasi bir oluşum haline getiren delegelerden de bugün parti saflarında tek kişiyi göstermek imkânsızdır. Olay nedir. Bizim hepimizi birer birer ya da toplu halde ve “tortu” olarak Hak ve Özgürlük Hareketi bünyesinden atılmamızın temel nedeni şudur. HÖH partisi, Bulgaristan Komünist Partisi (BKP) -hafta sonunda Sofya Kültür Evinde 49. Kurultayını yapan ve 26 Mart seçimlerinde iktidar için çırpınan Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) yani sol güçler ile sağ kanat güçleri arasında- 1990’lı yıllarda bu sağ güçler önce Demokratik Güçler Birliği (CDC), Güçlü Bulgaristan Partisi (DCB) daha sonra da Avrupalı Gelişim İçin Vatandaşlık (GERB) ve son yıllarda da Reformcu Blok (RB) gibi partilerden oluştu. Sağ kanatta VMRO ve güya “Yurtsever cephe” gibi aşırı milliyetçi, ırkçı marjinel oluşumlar da belirdi. Yeni seçimlerde Mareşki partisi de bunlardandır. “Tortu” temizleyici Ahmet Doğan’ın vazifelerinden birinin de HÖH partisi dizginlerini sıkı tutup, sağ kanada katılmasını, onunla kaynaşmasını, işbirliği yapmasını ve ona iktidar işlerinde kutluk değneği olmasını önlemekti. Doğan “üst akıldan” aldığı bu misyonu yerine getirirken, Bulgaristan Türklerinden en az 10 bin aydınımızın başını yedi, onları vatansız bıraktı, gözünü kırpmadan iteleyerek “Kapıkule”den güneye geçmeyi kabul etmeye zorladı ve başarılı oldu. Yeni kuşağın okumasını engelleyerek bizi Romenlerle görgüsüzler, sefiller, çaresizler kategorisine sürükledi.


Makale ve Analizler - 2017

155

Sayın kardeşim Durmuş Arda, sen şimdi diyorsun ki, bu “tortu” temizleme işleri 27 yıldan beri olurken, birisi Parti Genel Başkanı Lütfü Mestan ve öteki Genel Başkan yardımcısı Kasım Dal kötülükler işlenirken “gölgede oldu”, “izinli bulundu” mu diyorsun?! Herkes pişman onlar da pişman, “her şeyi unutalım” gelin yeniden “birlik olalım” mı diyorsun? Viyana’ya Sofya uçak alanından “Mahatma Gandi” (Öz Yaşam Öyküsü) kitabını aldım, bu eserde pişmanlığa su verme süreci çok ince anlatılmış. Bir okusalar ve sonra su aynasına bir baksalar, diyorum. Kardeşlerin su üzerinde açan Nilüfer Çiçeği’nin su dibinde kökü (mömek - soğanı) vardır. Bizim kiler su üstünde dönenen tordu. Aradaki fark çok büyüktür. Halkımızı yanlış yönlendirmeye hakkımız yoktur. Yanlış bilgilendirmek bize yakışmaz. Biz HÖH partisinin arınmasının içsel olması gerektiğine inanıyoruz. Temizlenmesi gereken (yoğurttur) halkımızın temel kitlesidir. Bu arınmanın adı bilinçlenmedir. En parlak örneğini Mayı1 1989’da en kararlı ve cesur ayaklanan Kemaller ve Ak Kadınlar belediyelerinde ve köylerinde bugün de görüyoruz. 2014 seçimlerinde tercihli oy kullanarak Ahmet Doğan listelerini değiştirdiler. Güney Hüsmen’i meclise halk iradesi göndermişti. Yani bir burada “tortu” olmayan yeni liderler de görebiliyoruz. HÖH planlarını “tortu” edip çöpe attılar. Biz HÖH partisini Ahmet Doğan’a, Peevski’ye, Tsonev’e veBiserov’a daha fazla bırakırsak çok büyük günah işlemiş oluruz. Bana uğrayanlardan birkaç teklif aldım. Lütfü Mestan ve Kasım Dal dosyalarını 5 bin Euro’ya teklif edenler çıkmış diye duyumlar var. Yarın öbür gün Mestan ve Dal’ın ajan dosyalarının bit pazarına düşmeyeceğini kim garantileyebilir? O zaman biz de, “demiş olanlar” olarak, kül gibi yanarız. En büyük idam, halkın gözünden düşmek, halkın güvenini kaybetmektir. İnan bana, halkın gözünden düşmek “tortuluktan” çok daha ağır bir ithamdır. Seçimlere gelince: Perspektifsizlik hakim. Bu seçimlerin sonuçlarını kestirmek zor, ağır ve gergin bir boğuşma bekleniyor. BSP ile GERB gibi denge kurmaya çalışan büyükler de yanlış hesaplar peşinde, boş vaatler savuranların tek partili kabinesi bir hayal, koalisyon kurmanın bilinmeyenleri çok, bilinen bir tek gerçek var, biz Türkleri iktidarda görmek bile istemeyenler mutlak çoğunlukta. DOST - HŞHP bu durumu değiştirecek güçte değildir. Eski seçimlere bakarsak 2014’te seçmenin BSP ile GERB arasında denge kuracağı çok yazılmıştı. Son anda seçmen GERB deyiverdi. Şimdi GERB yükseliş halinde değil, dibe bakıyor.


156

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Seçim denklemini çözemeyenler, şimdiden seçimlerden sonraki pazarlıklar ne olur sayfasını açtılar. GERB partisi “büyük parti” yolundan çıktı. Yerel yolda iki büyükten biri oldu. Bu defa yan yolda yarışmak zorundadır. Boyko Borisov’da artık “her şeye aklı eren” olarak kabul edilmiyor. GERB partisi kendini halka bir daha sevdirmek için, “referandum sonuçlarını tek destekleyen” maskesi taktı. Emekli maaşlarını 300, asgari ücreti ise 620 leva yapalım diyor. 2009’dan beri keseri hep kendine yonttu. Bu nasıl olacak? BSP 49. Kurultayında 27 yıl aynı sandalyelerde oturan buruşuk suratlardan biraz kurtuldu. Şimdi kış uygusundaki seçmenleri seferber etme ödevi öne çıktı. BSP oylarıyla Cumhurbaşkanı seçilen Gen Radev’in kurduğu geçici hükümet, BSP’ye gülümsemiyor. En büyük tehlikeyi seçimden sonraki “PAT” durumda görüyoruz. Bu durumu bu defa Mestan, Dal ve Doğan üçlüsü birlik olsalar dahi değiştiremezler. Bulgar partileri arasında onları isteyen yok. Toplum çatladı, Bulgar siyasi kamuoyu bizden uzak kalmak istiyor. Çözüm meclise çok parti girmesinde ve bize muhtaç olmalarında gizleniyor. “Ataka” meclise girdiğinde BSP’den yana çıkmak, sağ uçlarsa yine GERB’i destekleme hesabı yapıyorlar. Faşizmleşme süreci başlayınca sağ güçler içinde bir irkilme ve durgunluk izleniyor. Türkiye’nin anti terçih ve insan hakları konularındaki kararlığı çok etkili oluyor. Yeni mecliste “yüzen /dalgalı/ çoğunluk” sağlanırsa, Türk partilerine gerek olmayabilir. Bu açıdan bakıldığında meclise mümkün olduğu kadar daha az parti girmesini arzu eden Karadayı, DOST ve HŞHP partilerini hesap defterine yazmak istemiyorlar. Reformcu Blok sağı dağıldı. Başı çeken güç yok. “Evet” - Bulgaristan ve Yeni Cumhuriyet gibi partiler bu seçimlerde “tay” durmaya öğrenecekler. Sağ kanat DOST ve HŞHP birleşmesine rağmen dağınık ve perspektifsiz olduğundan, yeni mecliste kabine ortaklığı yolu açılmaya bilir de ve siyaset kilitlendiğinde geçici hükümetle 2. erken seçim kapısı açılması bilinmeyenlerin başındadır. Beklentiler bunlardır. Okuduğunuz için teşekkür ederim, başkalarına da tavsiye ederseniz teşekkür ederim. 7 Şubat 2017 - Viyana


Makale ve Analizler - 2017

157

Saraysız Demokrasi Masalı

Neriman Eralp Kalyoncuoğlu-08.Şubat.2017

Konu: Kendimizi ve yakınlarımızı aldatmayalım. Mutluluk kendi elimizdedir. 26 Mart erken seçim lâternası görücüye çıktı. Yeni plaklar dönüyor. Lütfü Mestan’ın “Saraysız Demokrasi” masalına kulak verenler köşeyi dönünce “Fakir ve Mutluluk” efsanesini anlatıyor. *** Akşamlardan bir akşam fakir bir adam, kaderini lanetleyerek, “Hey mutluluk neredesin? Ben o kadar fakir ve mutsuzum ki, birinin yüzüne güleceksen gel beni sevindir!” diyerek evine dönüyormuş. Ne var ki, tam o an insafa gelen mutluluk, yakınırken adeta inleyen fakirin yalvarıp yakarmalarına dayanamamış ve evinin kapısını tam açacağı an adamı elinden tutmuş ve “Benimle gel Korkma! Senin mutluluğun benim!” demiş. Mutluluk fakiri kucaklayıp kaldırmış uçmuş uçmuş ve bir in önüne inmiş. “Dünyanın en büyük zenginliği bu inde gizli, gir ve istediğin kadar al. Fakat çok fazla yüklenme. Yolun uzun ve tek başına olacaksın, sana yardım edecek biri olmayacak. Aldıklarını elinden düşürme, yere bırakma.” demiş. Nasihatlerden sonra Mutluluk kaybolmuş. Fakir ine indiğinde parlayan altın ve mücevherler gözlerini kamaştırsa da, çuvalına seçtiği altın ve değerli taşları doldurmuş. Bir saat sonra sırtında ağır bir yükle inden çıkmış. “Ya ben çuvalımı sırtımda taşımaktansa, yuvarlaya tekerliye götürsem” ne olur geçmiş aklından... Öyle de yapmış, eliyle ayağıyla tekerlediği çuvalı evinin kapısına kadar götürdüğünde “Şükür geldim!” deyip şöyle bir doğrulmuş ve tam silerken alın terini, birde ne görsün çuval kaybolmuş. *** Erken genel seçimlerden önce Bulgaristan’da perde indi. Uzun soluklu olacak bu kavga. Lütfü Mestan, Kasım Dal ve burunlarından kıl aldırmayan diğerleri yani “saraydan kovulanlar” bu seçimde birlik oldular ve “saraysız demokrasi” şiarı yükselttiler.


158

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Hak ve Özgürlük kavgamızda “benim olmazsa kimsenin olamaz” tınısından başka nota yok. Konaklar, saraylar, türküler, şarkılar “yârin yanağından gayrı her şey hepimizin olacaktı?” Ne oldu? Hiç susmayan türkülerimiz olacaktı bu kavgada!!!... Hani nerede? 1989 Mayısında ayaklanan ve Bulgaristan’da totaliter komünist rejimi yıkan Müslüman Türk kitleyi yine mücadele meydanına çağırıyoruz. Bu mücadelenin yeni adı, büyük şiarı Türkülerimizle sandık başında! Olacak. Bulgarlar 27 yılda bir tek dönüşüm, evrim, devrim, adalet ve özgürlük türküleri besteleyemedi. Ayağı çamurda, karınları aç, gözleri hep yıldızlarda. Gurbet çilesi biliyor hayallerini. Toprağımız özgürlük tohumu bekliyor nasırlı ellerden. Türkü sesinde özgürlük... Bu memleket bizim, bizim türkülerimiz söylenecek yeşeren baharda! Ve biz dün olduğumuz gibi bugün de kavgaya bilenmişiz. Sazlarımız çalacak yeni günde. Sağ eli geçmişte, sol eli gelecekte marşlar çalacak sazlarımız. Anadil marşımız dize düzüyor. Bize yönelen şiddet ve baskıyı lanetleyecek ikinci kuplet, üçüncüsünde adalet ve özgürlük nameleri olmadan hiç bir kimsenin hiçbir yere varılamayacağı bilinci mayalanıyor. Hiç susmayan türküler geliyor kardeşlerim! Bu defa türkülerimiz de gidecek bizimle sandık başına. Dolup taşacağız sandık sandık.. Rodoplar’a Deliorman’a, köylerimize ve ovalarımıza, bahar geliyor memleketimin dağlarına... Biz Bulgaristan Müslüman Türklerinin sanki saraylarda yaşama nasibi yok. Pazvantoğlu Tuna’ya bakan konaklar bırakmıştı bize, saray gecesi hiç birimize nasip olmadı. Mithat Paşa Rusçuk Konakları bırakmıştı, hiç birimize onlar da nasıp olmadı. Sofya’da Beyler Beyi Konağı kaldı. Bulgaristan Türk Müslümanları içinde bir gün kalamadı. Plovdiv’te Pıldin Konağı kahve oldu, oturup soluklanmak ve köpüklü kahvesi nasip olmadı. Biz bütün mirasımızın, bütün saray ve konaklarımızın hepimizin olmasında direniyoruz.


Makale ve Analizler - 2017 nız!

159

Mestanlar, Dallar, Budaklar ve Çalılar düne kadar sizlerde saraylardadı-

Keyfini çıkaramadınızsa bizim kabahatimiz ne? Halkımız size bu olanakları bir defa altın tepside vermişti. Ve bizim 138 yıldan beri devam eden kavgamızda “saray” ve “konak” sözleri hem mirasımız ve hem de gururumuz iken, “konaksız ve saraysız demokrasiyi” asla kabul edemeyiz. Biz konakların ve sarayların halkın malı olacağı bir adalet, saraylar ve konaklar içinde özgürlük istiyoruz. “Saraysız Demokrasi” varsın yukarıdaki masalımızda altın çuvalını taşıyamayanların seçim şiarı olsun. Biz halkımızı kucaklayacak, özgürlüklerimizin serpilip açacağı, adalet aramaya gelenlerin demet demet çiçeklerle karşılanacağı, hiçbir kimsenin aç ve susuz, ezilmiş ve hor görülmüş, fakir, yoksul ve sefil olmadığı bir demokrasi için mücadelemize devam edeceğiz. Kavgamız ortaktık. Saflarımızda her birinize yer var! Yeter ki, samimi ve dürüst olunuz...

Moskova, Bulgaristan’daki Oyuncularını Değiştiriyor.

Raziye Çakır-09.Şubat.2017

Osman Oktay Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP), iktidara dönmek istiyorsa, Ahmet Doğan’a mecburdur ve ondan bağımlıdır. Cumhurbaşkanı Radev, atadığı geçici hükümetle kulislere katılmış oldu. Cumhurbaşkanı Radev’in 3 Mart 2017 resmikabulünde Batı Büyük Elçileri neyi kutlayacak? Söyleşi:


160

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Soru: Sayın Oktay, Sorumluluk, Tolerans ve Özgürlük için Demokratlar (DOST) partisi ile Halkın Şeref ve Demokrasi Partisi (HŞDP) arasında kurulan “saraysız demokrasi” ortaklığını nasıl değerlendiriyorsunuz? Hak ve Özgürlükler Partisi (HÖH) devlet içinde bir parti kurumu muydu? Cevap: Ben 15 yıldan beri “Doğan Modeli”ni anlatıyorum. Şimdi bu modele “Saray Modeli” dediler. Bulgar kamuoyu ise bu modele (Koy) /Kim/ dedi. Ne yazık ki, yukarıda adı geçen DOST partisinin lideri Lütfü Mestan ile HŞDP lideri Kasım Dal, çok safdil partililer olduklarından dolayı, HÖH partisi için yıllarca çalıştılar. 2001 yılında HÖH - DPS ve Ahmet Doğan Bulgaristan’da en güçlü model haline gelmişlerdi. İkisi (Koy –Kim) modeli için çalıştılar. Perde ardı (Kulis) modele hizmet verirken, kulisteki istenmeyenler oldular. Ben HÖH Genel Başkanı Lütfü Mestan ile Kasım Dal’ın -HŞDP- ile yakınlaşıp birlik kuracağına inanıyordum. Oldu. Seçimlere DOST Birliği olarak birlikte gidecekler. Yıllar önce benimle birlikte Ahmet Doğan’la birlikte Kasım Dalı da reddedenlerin, Bulgaristan’da Müslüman azınlığı Bulgar mafyasının çıkarları için kullanan “Doğan” ve HÖH - DPS olayına karşı konuşan diğer temsilcilerle birlikte bana ve benim gibi düşünenlere şükran borçlu olduklarını belirtmek isterim. Soru: Doğan oluşumuyla ortaklık kurmak isteyen partiler var mıdır bugün? Cevap: Ahmet Doğan kulisiyle dokunma noktası olmayan politik formasyon yok. Bu iletişimden Doğan’ın ünlenen “ben yöneticileri yönetenim” ifadesi doğdu. Bu yeni değim, Doğan’ı iletişim ortamında izole etti. Doğan da Saray’daki gizemli oyuncu rolünü seçti. Bulgaristan politik partileri HÖH - DPS sahasında oynamam istemiyorlar. Her zaman Doğan’ın kulis lehinde bir şey çevireceğinden çekiniyorlar. Hak ve Özgürlükler Hareketi (DPS) partisinin gelişmesinde en büyük hizmeti veren Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) oldu. HÖH - DPS partisi daha kurulduğu gün, komünist rejimin 1944’ten sonra işlediği tüm cinayetleri, bu arada isimlerin değiştirilmesi döneminde, toplama kamplarında, hapishanelerde sosyalist düzenin işlediği cinayetlerin hepsini gizlemek için bir paravan haline getirildi. 1991’de başlayan BSP-DPS işbirliği sonucu, Bulgaristan Sosyalist Partisi Doğan’ı işlediği cinayetlerini haklı gösterme aracı haline getirdi ve kullandı. Bulgaristan Komünist Partisi’nin kimliğini (huyunu olduğu gibi alıp yalnız adını değiştirip başka hiçbir değişiklik yapmadan üstlenen (BSP), 27 yıldan beri Doğan’ı ve DPS’yi iktidar yolunda koltuk değneği olarak kullandı. Ben bugün “Pozitano -20” den (Sofya’da BSP Merkezi) yükselen, “biz HÖH - DPS ile ortak iktidarda bulunmaktan alacağımız dersi aldık” gibi seslere adeta şaşıyorum. Şu 27 yılda sosyalistler koltuk değneğiyle


Makale ve Analizler - 2017

161

yürümeye alıştılar, HÖH’ süz olamazlar. Bu bakıma, sosyalistler, gerçekten iktidara dönmek istiyorlarsa Doğan’sız (DPS) yapamazlar, ona mecburdurlar ve bundan böyle koltuk değneksiz ileri tek adım atamazlar. BSP, Doğan Modeli’ne ayak uydurmak zorundadır. Son günlerde DOST ile HŞDP’nin uzlaşma yolunda buluşup “DOST Birliği” kurması, Bulgaristan Türklerinin yeni seçenek (alternatif) aradıklarına işarettir. Onlar bu işbirliğini memleket çapında yayabilirse ve bu çalışmalarında imamların etkisinden faydalanmayı da başarabilirlerse, Ahmet Doğan’a çok ciddi bir darbe indirebilirler. Soru: DOST Birliği’ni Tayyip Erdoğan’la bağımlı olmakla itham ediyorlar. Türkiye DOST - HŞDP ortaklığına müdahalede bulunur mu? Cevap: Erdoğan iktidara geldikten sonra, HÖH - DPS partisi Türkiye’deki göçmen örgütlerinden güçlü destek aldı. HÖH’e 45 ile 90 bin arasında oy geldi. O zaman, sözünü ettiğimiz kulis için tehlike doğuran bir sonuç yoktu. Doğan memnundu. Ellerini okşuyor ve Türkiye’den daha fazla oy toplama planları hayal ediyordu. Ankara HÖH’ü her konuda destekliyordu. Düşürülen Rus askeri uçağı olayından sonra Doğan ile Mestan arasında gerginlik belirdi. Doğan Putin’in arkasına durdu. Türkiye’yi desteklemedi. Ankara HÖH’ten el çekti. Bu olay DPS içinde gerginlik yarattı. Ankara, Doğan dışında başka bir destek aradı ve seçti. Soru: BSP ile HÖH’ü birbirine diken Rusya’mıdır? Cevap: Şu dönem Bulgaristan’da Rus yandaşı kanat konusunda tartışmalar devam ediyor. Öte yandan Moskova’da, Putin’i zorlamaya çalışan oligarşi ve ekonomik güç, yani eski KGB şefi Evgeni Primakov tarafından oluşturulan “kanat” sorunlar yaşatıyor. Reşetnikov ile Kornelya Ninova (BSP lideri) arasındaki uyumsuzluk bu noktadan fışkırdı. Bu, ciddi bir sorundur. Rusya Cumhurbaşkanı’nın Bulgaristan işlerini yürüten idareciler arasında değişiklikler yapılması bekleniyor. Rusya, Bulgaristan konusunda Putin’e şimdiye kadar hizmet sunan amirler hayal kırıklığına uğradı. Klemlin gözünden düşenlerden biri de Ahmet Doğan’dır. Bulgaristan’da adlarına “Rusofil” dediklerimizin hepsi, Putin’e değil, Primakov’un etki planı planlarına hizmet veriyor. Gelişmeler ülkemizdeki Moskova - Putin etkisinde bulunanlar arasında uzlaşmazlık doğurabilir. Bizde bu iki kanat arasında çatışma belirmesi muhtemeldir. Putin’in Rusya Büyük Elçilik görevlilerini bizden çekmesi tesadüf değildir. Soru: Doğan’ı Bulgar Ulusal Koruma Amirliği’ne (NCO) gece gündüz korutan Kremlin’in hatırı mıdır? Cevap: Şimdiki geçici seçim hükümeti dışındaki politik formasyonlar Doğan Modeli dışında bir hükümet kurmak için göreve davet edilmiş olsalardı, bu Modelden uzaklaşma iradesi gösterebilinirdi. Devlet koruması “Doğan”a bundan


162

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

sonra “devlet için değerli olan” gözüyle bakamaz. Geçen halk meclisi görev süresinde, Ulusal Koruma Amirliği (NSO) yasasının kabul edilmiş olmasına karşın, devlet için değer arz eden vatandaşların korunması gereğine dayandılar. Devletin kolluk kuvvetleri için ilgi uyandıran ve değer sunan neyi var ki Doğan’ın? Doğan (Koy? - Kim?) kadrolarına rehberlik eden ve Saray’da dönen gizli oyunlarda krupiyelik eden biridir. Oyuncular ise önemli yargıçlar, yargı sisteminde anahtar konumda olan kişiler ve Yüksek Yargı Konseyi vb kişilerdir. Soru: Siz “Koy? - Kim?” Modelinden söz ediyorsunuz. Delyan Peevski’nin devlet içindeki rolü azalmadı mı? Cevap: Bulgaristan’da ün yapmış olan Peevski, İskrov ve Tsvetan Vasilev gibi kişiler “Koy? - Kim?” sistemine hizmet veren aracılardır. Bulgaristan vatandaşları bu kişilerin hesabının görülmesini isteseler de bu asla olmayacaktır. Çünkü bu kişiler aynı kulis ardı modelde rol alıyorlar. Soru: Yani geçici kabinede eski başbakanlardan “Plamen Oreşarski ve Sergey Stanişev’in adamları var” diyorlar. Siz de geçmişin geçici hükümette “hayaletlerini” görebiliyor musunuz? Cevap: Değişiklikler yapacağım çağrılarıyla yeni seçilen Cumhurbaşkanı Rumen Radev’in çok büyük sorumlulukları olduğunu görebildik. Sağ orta ve sol siyaset alanından seçmenler onu görev başına getirdi. İstenmeyen Doğan Modeli ile o başa çıkmak zorundadır. Radev, geçici seçim hükümetini açıkladığı an insanları hayat kırıklığına uğrattı. Devlet düzeyinde hizmet sunan, HÖH ve II. Semeon partisinden eski aracılar yeniden göreve çağrıldı. Radev beklentilere yanıt getireceğine ve olumsuz gelişmelere “Dur!” diyeceğine, onları göreve atadı. Cumhurbaşkanı, atadığı kabine ile kulis aracılığına örülmüş oldu. Soru: Başbakan Ognyan Gercikov, geçici hükümet yöneticisi olarak kimseyi görevden almayacağını söylemişti. Şerefli seçim yapabilmek için o hemen 13 Valiyi görevden uzaklaştırdı. Bu, Cumhurbaşkanlığı seçim sonuçları ile referandumun yanlış olduğu anlamına gelir mi? Cevap: Yukarıda anlattığım kulise boyun eğmemiş olan herhangi bir siyasi formasyon yok deyebilirim. Eski Parlamento Başkanı ve Banda kayyumu olan başbakan Ognyan Gercikov’un ne yaptığının farkındadır. Bakanların ardındaki kişiler “üçlü hükümet” ve Plamen Oreşarski hükümeti vaktindendir. HÖH DPS partisi ile BSP atasındaki uzlaşma kapısı Semeyon Sakskoburggotski’nin memlekete dönmesiyle ve baştan aşağı sahte bir proje olan İkinci Semeyon Ulusal Hareketi (NDSV) partisinin 2001’de kurulmasıyla başladı. Biz Ahmet Doğanla tam o zaman ayrıldık. Ben kendine ithamda bulundum. Bu da bizim siyaset alanında işbirliğimizi noktaladı. O zaman ona, HÖH - DPS ile Çarın mafya


Makale ve Analizler - 2017

163

lehinde ortak kabine kurduğunu söylemiştim. 2001 yılından sonra görev başına gelen kadrolardan her biri kulislerin aracısı olan ve oligarşi tarafından seçilen kişilerdir. Bu şemanın dışına çıktığında İliya Pavlov, Emil Külev, Kosyo Samakovski, Doktor, VİTS - 1 ve VİTS - 2 kadroları gibi yok olmaya mahkûmsun. 2001 yılında onların idaresinde ve daha sonraki yıllarda, o kadar büyük sayıda insan öldürüldü ki... Soru: Devlette yeni oligarşinin aracıları kimlerdir? Cevap: Gizli polis “DS” milyonerleri insanların devlet aygıtına bağımlılığından kaynaklanan ilişkilerle idare etmeye devam ediyorlar. Banka soygunları, kredi milyonerleri, yol ortasında öldürülen kişilerin dosyaları önlerinde ve açık durmaya devam ediyor. Yargıç Çenalova sorunu denizde bir damladır. Onun gibi büyük sayıda başka yargıç var. Soru: Geçiş Dönemi delillerinin gizlenmesinden kimin yararı var? Cevap: Ben, 1990’ların sorunlarını anlattığım kitabımda bu konuyu işledim. Devletteki ipleri çekilen ve kendilerine para verilen adamları anlattım. Moskova’da artık bizimle ilgili çalışan 2 merkez var. KGB’nin eski şefi Primakov ipe takılan kişilerden kendi çıkarları için yararlanıyor. Putin ve adamları Bulgaristan’daki adamlarının açığa çıkmasından rahatsızdır. Georgi Parvanov, Volen Siderov ve Ahmet Doğan artık gün ışığındadır. Bir NATO ülkesi olan Bulgaristan’da Rusya taraftarlığı körüklenmesinden kamuoyu rahatsızdır. Soru: Putin’e karşı savaş yürütülüyor. Onun konumu nedir? Cevap: Vladimir Putin, Bulgaristan toplumuna ve komşularımıza direk etkide bulunarak Balkanları yönlendirmeye çalışıyor. O bizi Avrupa Birliği içinde kullanmak istiyor. Soru: Hak ve Özgürlük Hareketi Birleşik Demokratik Güçlerden (ODS) bir parçaydı? Sağ kanattaki sürekli üremeyi nasıl açıklayabilirsiniz? Art arda “mavi” formasyonlar kuruluyor. Bu işin sonu nereye varır? Cevap: Birleşik Demokratik Güçler Birliği (ODS) modelinde bir etnik parti olarak HÖH partisi eriyip kendini bir Bulgar formasyon olarak kaydettirecekti. Bu gelişme, 2 binden fazla HÖH temel kadrosunun partiden atılmasına yol açtı. Bunun sonucunda, azınlıklardan devamlı zorlanan izole edilmiş Gettolara hapsedilmiş mahkûmlar gibi yaşamaya zorlayan, bir mafya Modeli olan “Koy? Kim?” Modeli ortaya çıktı. 10 Kasım 1989 hürriyetleri 27 yıldan sonra Bulgar Müslümanlarını hala bulmadı. Ben Kasım Dal ile Lütfü Mestan’dan halka bir seçenek sunmalarını bekliyorum. Soru: Neden bu kadar çok sağ parti ürüyor? Bu gidiş sağ kanadı kırıp dökmüyor mu? Sağ seçmenin kafasını karıştırmıyor mu?


164

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Cevap: 27 yılda sağcı güçler birçok sancı geçirdi. Bulgaristan’da kulis ardına kulak vermeden sağ tasarım geliştirilemez. İnsanlar deli divane oldu. Daha yaşlı kesimden Todor Jivkov dönemini özlemiş olanlar var. Sağ kanat güçlerinin parçalanmasına örnekse Reformcu Blok oldu. Parti liderleri bakan koltuğuna oturunca ne kadar sağcı oldukları şakıdı. Reformcular koltuk kapmak için herkesi ele verdiler. Radan Kınev idareden ayrıldı. Muhalefete geçti, fakat muhalefetin diğer önemli faktörü İvan Kostov “dur durduğun yerde” diyor. Bakan Yardımcıları koltuklarında kaldılar, çünkü laboratuar çalışıyor. Seçmenler bu yanlış eylemleri cezalandırıyor. Bunun sonucunda ise, reformları yapacak olan, asil sağcılar dağılacaklar ve meydanları boşaltacaklardır. Soru: Güçlü Bulgaristan Hareketi (DSB) den çekilen İvan Kostov, siyasette önemli bir isim olmaya devam ediyor mu? Cevap: Şimdi bir şey modern oldu. Ahmet Doğan’ın çekilmesinden sonra herkes “fahri başkan” olmaya başladı. Parvanov da, Kostov da hepsi “fahri başkan”. Onlar perde ardındaki adamlarıyla kulislerdeki durumu, formasyonların siyasi davranışlarını kontrol ediyorlar. Soru: Düne kadar birbirlerinin yüzüne bakmayan (21. yy başkanı) Tatyana Donçeva ile (ABV liderlerinden) Rumen Petkov partner oldular. Bu sol kanatta neye işaret ediyor? Cevap: Bu iş de soldaki gibi. Toplumun beğenmediği Petar Stoyanov’a benziyorlar. Emekli maaşlarını alıp yan geleceklerine, siyaset iplerini çekmeye çalışıyorlar. Georgi Parvanov’un “ABV” partisini kurmasına ne gerek vardı? Böylece Stoyanov ve Parvanov kendi otobiyografilerini olduğu gibi, cumhurbaşkanı kurumunun nüfusunu yok ediyorlar. İnsanlar Rumen Radev’i siyaset mutfağından olmadığı için desteklediler. Bulgaristan vatandaşları, onları 800 gün gibi kısa sürede cennet yaşatacak programlara bağlanıveriyor. Çar dışardan geldiğinden dolayı, bağımlı olmadığını düşünülmüştü. Ondan önce, devleti çekip çevirir umuduyla İvan Kostova tam destek aldı. Fakat sorunları yıllarca çözülmeyen Bulgar vatandaşları vakti geldiğinde ceza kesmeyi de biliyor. Boyko Borisov’a kötüleri cezalandırması için 2 defa şans veren seçmenin bu tavır, halen ona durumu yeniden değerlendirme olanağı sundu. Ondan istediğim, seçmenlerini neyle gücendirdiğini düşünüp bulması ve olayların Romanya boyutuna tırmanmasını önlemesidir. Bakıyorum da, seçim kampanyasına, oy pazarına çıkanlar, Çingene pazarında gibi bol keseden vaat ediyorlar. Bu vaatlerle Bulgar seçmeni aldatmak zor olur. Aydınlarınsa ancak tepkisi ve öfkesi artar. Soru: Georgi Parvanov Vladimir Putin’i 3 Mart’ta Bulgaristan’a davet etti. Onun 3 Mart törenleri için Bulgaristan’da ne işi olabilir?


Makale ve Analizler - 2017

165

Cevap: Vladimir Putin’i kendi çıkarları için bir daha kullanmak istiyorlar. Bu işler Rusya Cumhurbaşkanı’nın canını sıkmaz mı? Putin’in Bulgaristan’daki etkinlikleri ile onun ülkemizdeki nüfusunun gün ışığına çıkarılmasına gerek yok. Rus makamları açıklanmadan, gizlice görür işlerini. Todor Jivkov Bulgaristan’ı Sovyetler Birliği’nin 16. Cumhuriyeti yapmak istediği vakit bile, Sovyetler Birliği Komünist Partisi Merkez Komitesi’nin planlarında Bulgaristan’ı Avrupa’da istikrar bozucu ülke olarak kullanmak varmış. Bizdekilerden birisi tutuklansa bile, Rusya’nın bu işle ilişkisi yokmuş gibi olmalıymış. Onlar böyle çalışır ve bu yöntemle çalışmaya devam ediyorlar. Biz sıcak patatesleri ocaktan çıkarmak için maşa olarak kullanılıyoruz. Bugünkü ödevimiz de budur. Bulgaristan, Ahmet Doğan’ın, Siderov’un, Pırcanov’un, Dimitır İvanov’un vb. isimleri işitilmeden Avrupa Birliği’nde Troya Atı olarak kullanılmak isteniyor. İsimlerini saydıklarım sır saklayamadılar. Parvanov’un Moskova’ya uzanan ipleri ortaya çıktı. Artık onunla kimse konuşmak bile istemiyor. Bu şahıslar seçmenlerle görüşmelerinde Rusofil hisleri sömürüyor. Bulgaristan’ın Balkanlarda anahtar konumlu bir devlet olduğu dönemde, ne Rusya ne de Washington, Parvanov’un yaptığı gibi, Bulgaristan’daki adamlarının kim olduğunun açıklanmasını istemezler. NATO kurmaylarındaki Rus ajanlarının parmakla gösterilmesini kimse istemez. San Stefano Barış Antlaşmasının imzalandığı 3 Mart 1878 tarihi Bulgaristan’ın kurtuluşu için olmuş olan en iyi şey değildir. Tarihimizde, Bulgaristan’ın bağımsızlığının savunulduğu 6 ve 22 Eylül gibi kutsal günler vardır 3 Mart her yıl bize Moskova önünde diz çöktürüyor. Ve bütün dünyaya bizim Moskova’nın maşası olduğunu gösteriyor. Batı ülkeleri Büyük Elçileri’nin 3 Mart günü Cumhurbaşkanın verdiği resmikabule gittiğini düşünür müsünüz! Kutlanan nedir? Kutlanacak olan kişi kimdir? Putin’in hazır bulunduğu bir ortam: Bulgarlar ve Ruslar. Faktor. bg

Kaynaması Lazım

Rafet Ulutürk-12.Şubat.2017

Seçimlerin sonucunu kestirmek için erken Bulgaristan yine erken seçime gidiyor. Sosyolojiden ekmek yiyenler kafa kafaya vermiş, susuyorlar.


166

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Siyasetçiler veresiye defterlerini kapatmış. Yeni borç defteri açıyor. Seçmeni’nin % 90’nı 70 yaşın üstünde olan Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) yerden göğe toz kaldırıp iktidar olacağım diyor. Toplantı salonlarında sıraların seyreldiğini gören Bulgaristan’ın Avrupa Geleceği için Vatandaşları (GERB) partisi Başkanı Borisov propagandanın yönünü değiştirdi. “Üç çocuk yapana” ve “evde torun bakan yaşlılara asgari ücret” vaat etti. Korku basmış memleketimi. İnsanlar seyrelmiş. İnsan sıcaklığı olmayan yerde hayat yok. Bizim kimse hakkında öykü düzmemize gerek yok. Her şey ortada! Seçimde de başarılı olmak isteyenlerin gerçekçi ve risk alan kişiler olması gerekiyor. 2001’de Bulgaristan seçmen, Çar II. Semeyon Sofya’ya indiğinde ve “847 günde tüm sorunlarınız çözülecek ve mutlu yaşayacaksınız” dediğinde, risk aldı. Hayal kırıklığına uğradı. II. Simeyonu ikinci defa görevden indirdi ve “hadi yolcu yoluna” dedi. Aynı sözler 1997’de Güçlü Bulgaristan lideri olarak tek başına iktidar olan Başbakan İvan Kostov’a da dendi. Aynı sözler 27 Temmuz 2009’da Başbakan koltuğundan kaldırılan BSP lideri Sergey Stanışev’e de dendi. Bulgar halkının çoban sopası sanki kapı ardında! Koyunlarına çoban olarak seçtiğine çoban sopasını veriyor ve seyrediyor. Son dönem çok gergin geçti 2 yılda 3 meclis ve 5 hükümet değişti. Ortalıkta iş yapacak adam kıtlığı var sanki! Çoban sopasını 2 defa yağmurluğunu altına gizleyen Boyko Borisov 2014’te Başbakan olduğunda hükümet işlerini kiraya verdi. Sağlık, eğitim, adalet, savunma bakanlıklarını Reformcu Blok siyasetçilerine vermişti. Hepsi biz bu boğayı yeneriz deyip boynuzlarına yapıştılar, 2 yıl sonra aralarında selam verecek adam kalmadı, şimdi hepsi pes etmiş aslan gibi ölümcül yaralarını yalıyorlar. Son dönemde GERB partisi kazanında kaynayan “Ataka”, VMRO ve sahte “Yurtsever Cephe” siyasetçileri Bulgaristan’ı baştan başa kokuttular. Düne kadar demokrasi bahçelerinin gül kokmasını beklediğimiz memleketimiz bir uçtan bir uca küflü ve ekşi milliyetçilik koktu. Halkın davranışını kestirmek zor! Geçen senenin son günlerinde Mleçino “Türkan Çeşme” şehitlerimizi anma töreninden dönen eli bastonlu Hafize nineyi durduran Bursa “Olay” TV muhabirinin “Bir gelişme var mı nine?” sorusuna, “Hayır be kızanım, tâ bi şe olmadı!” sözleri kulağımdadır. Dün Kırcaali’deydim. Öğle yemeğine davet edildiğim dostumun annesi Ayşe teyze bize köy yemeklerimizin sofra zevkini yeniden yaşattıktan sonra te-


Makale ve Analizler - 2017

167

şekkür ederken, “Seçim olacakmış haberiniz oldu mu nenem? Ne dersin?” dediğimde şu cevabı aldım: “Tâ kaynamadığa be gülüm. Kaynadıktan sonra, tadına bakar söyleriz!” cevabını verdi. Ayşe nine siyaset akademisi bitirmemiş. Gazete okumuyor. Politik olayları ev önündeki peykede bir şeylerle uğraşırken akranlarıyla kaynatıyor. Onlar pişmemiş aşın tadına tuzuna bakılmaz kuralından şaşmıyor. Siyaseti tencerede kaynayan aş, Bulgaristan’daki bugünkü seçim önü durumu henüz altı yanmamış ateş olarak görüyorlar. Onların kesin inancına göre bu seçimde tencereye giren malzeme eski seçimlerinkinden pek farklı olmadığından, dıştan müdahale edilse de edilmese de pişecek aşın tadı iki aşarı beş yukarı aynı olacaktır. Fakat toplum zehri dediğimiz ve milliyetçilikleri faşizme kokan “Ataka”, VMRO ve sahte “Yurtsever Cephe” gibi düşmanlıkları ayarsız güçler, önümüzdeki iktidar devir töreninde siyaset sahnesinden düşmeleri iyi olurdu da, son haftalarda sesi biraz kısılmış olan Çingene, Türk, Müslüman, sığınmacı ve Türkiye düşmanı siyaset közleri kamuoyunu ısıtmaya devam ediyor. Bizdeki siyaset toplantıları sebze meyve pazarı gibi, almayanın kafasına varıyorlar, alacak olsan fiyat ateş pahası, yanına varılmıyor. 27 yıldan beri halkımızı Avrupa halkları arasında en sefil, en yoksul, en acınası, en sürünen ve en zifiri karanlıkta tutma yarışında olan siyasi partiler bugün eski yalanlara yeni cila veriyorlar. Çiçekli bir ortamda yapılan 49. kurultayında en çok tekrar edilen söz “zafer” olan BSP partisi, adına bakılırsa emekçi halkın yanında olması gerekirken, son çeyrek asında en fazla milyoner, en büyük rüşvetçi, en kaba dalavereci ve zorbacıları üretti. Propagandalarını yapan “Duma” gazetesinde 26 Mart seçimleri için açıklanan liste başlarına bakıyorum. Ömründe yalan söylemekten başka bir iş yapmamış, halkı ve kamuoyunu yanlış bilgilendirme ustaları ön sıralarda. Moskova’da eğitim almış Eleba Yonçeva ve Toma Tomov gibi yalan fabrikaları sosyalistler korosunda baş solist. Onların verdiği kavga Müslüman Türkler de bu arada halkımızı daha öte soyma kavgasıdır. O zamanlar geri gelmesin. 2001’den başlayıp 2009’a kadar, Müslüman Türkleri güya temsil eden, HÖH partisinin de ortak olduğu II. Semeyon ve Sergey Stanişev başbakanlığındaki hükümetlerde ganimet dağıtımında büyük sorunlar yaşanmıştı. 1944’ten önce, İkinci Dünya Savaşı’nın son yıllarında dağa çıkıp partizan çeteleri kuran ve II. Simeyon’un babası III. Boris’e ve bizzat ona karşı silah elde savaşanların torunları bir bardak soğuk suyla verilen yeni hapı yutmak istemediler. “Küstahlar” adı altında değişik gruplarda örgütlendi. “Öyle olmazsa böyle olur” deyip insan öldürmeye, yargısız infaza, adam kaçırmaya, fidye istemeye başladılar. İs-


168

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

tedikleri yeni biçimlenen iktidardan payıydı. 76 bilinen, sözü geçen, banka müdürü, iş adamı, inşaat mühendisi vb. öldürdüler. Toplum sindirildi. Toplum korku devri yaşadı. Kısacası, ekmek az, huzur yok, çocuklar günler yaşandı. Sözünü ettiğim 9 yılda HÖH, II. Semeyon ve BSP iktidardaydı. Kimse o günlerin geri gelmesini istemiyor. Kepçeyi elinde tutan bizim tasımızı boş bıraktı. O dönem kimin kimi tutması ya da ondan yüz çevirmesi gerektiği bilinmiyordu. O görülmez yerden iplerini çekenler Ahmet Doğan koruma altına alındı. Kapılar zırhlandı, “Jep” tank sava ve 400 kilo plastik zırhlıya dayanır duruma getirildi. Yine seçim arifesiydi. Doğan, Gotse Delçev (Nevrekop) köyü Kornitsa toplantısında “bu devlette pansiyonları dağıtan benim” dedi. Porsiyon sözü, Bulgaristan’daki partilere, şirketlere ve hatta kişilere verilen payı dağıtan adam benim, anlamındaydı. Kulisin ona tanıdığı bu hak sert tepki getirdi. Bulgarlar bu defa “yine onların eline mi düştük” öfkesiyle patladı. 10 yıldan beri istenmeyen kişi ve siyaset simgesi olan Doğan bu öfkeden ders alıp siyasetten çekilmeliydi. Yukarıda Mürve nine örneğindeki, pişmiş aş kepçesi Doğan’ın elinden alındı. Kime yağından, kime budundan, kimine suyundan dağıtılırken, bizim tas elimizde kaldı. İnce hesap yapanlar evdeki aştan da olduk. 2009’da yapılan genel seçim, Boyko Borisov’un halkı beladan kurtarmak için işbaşına gelen hükümeti, kepçeyi Ahmet Doğan’ın elinden aldı. 2013’te yapılan seçimlerden sonra Plamen Oreşarski hükümetinde ortaklık kuran HÖH ile BSP Doğan’a kepçeyi yeniden verdi. Dönem yalnız bir yıl sürdü. Sırt üstü düşmeyen Doğan, aklının kendine yetmediğini gizlemek için “ben yönetenleri yönetiyorum” dedi. Oligarşi koynunda kendine yer aradı. Bu yıllarda onun ülkemizdeki Rus çıkarlarını savunan bir ajan olduğu, 2004’te NATO ve 2007’de Avrupa Birliği üyeliğini istemesinin ise Bulgaristan’ı AB içine bir Truva Atı gibi sokmak olduğu ortaya çıktı. Herkes “Bulgar Etnik Modeli Saçmalığı”nın da Türkleri entegre ederken gönüllü asimile edip eritmeyi, daha öte dilsiz ve dinsiz bırakmayı amaçladığı görmeyen kalmadı. Ne var ki plan, hayal ve tuzakların hepsine artık kırağı vurdu ve hepsini topluca çöpe atma zamanı geldi. 22 Mart 2017 seçimlerinde BSP - HÖH ikilisi yeniden mafya, oligarşi, hırsız çetesini iktidara getirmeye çalışıyorlar. BSP’nin verdiği vaatler de çok ilginç. 10 yıldan beri yüzükoyun yatan “Belene” AES ve “Karadeniz”de Burgaz lima-


Makale ve Analizler - 2017

169

nından Egede Aleksondropolis limanına kadar Rus ham petrolü için boru hattı döşeyecekmiş. Açlıktan ağzı kokmuş yaşlıları düşünen yok. Sağlık, eğitim ve sosyal sistem kokuşmuş, hiçbir sosyalistin umurunda değil. 49. kurultay’da 20 yıl mecliste oturanlara “yeter artık bu kadar, hiçbir iş yapmadan 5 süre aynı yerde otururken maaş almak fazla olmadı mı?” denince kıyamet koptu. Burun şişirenler, ters bakanlar, tekme atanlar bir sürü... Reformcu Blok dağıldı. Yeni kurulan “Evet - Bulgaristan” partisinin istediği Adalet Reformunun satıhsal olduğu, ancak çift cinsiyetlilere evlenme ve çocuk sahibi olmayı hedeflediği ortaya çıkınca, seçmen “selam sabahı kesti.” Yine bir iki hafta önce kurulan “Yeni Cumhuriyet” partisinin de sistem değişikliğini temel ödev olarak benimsemeyip sağ merkeze daha ayak basmadan orta direk havalarına girmesine de seçmenden “daha sade olun” selamı geldi. Şu dönem, hele de Romanya’daki rüşvetçilere karşı halk hareketleri, Makedonya’da meclisin kilitlenmesi ve etnik konularda anlaşamadıklarından dolayı hükümet kurulamaması, teröre karşı silahlı savaşta Türkiye Silahlı Kuvvetleri’nin sınır dışına çıkması ve başarıları 27 yıldan beri totaliter komünist özden kurtulmak istemeyen Bulgaristan’da son derece güçlü etkide bulundu. Sesini yükseltmeden halk oylamasına katılan 2 milyon 500 bin seçmenin seçim sistemi hemen değiştirilsin iradesi akan suları durdurdu. Bu kararlılık siyasette nesil değiştirme, zihniyet yenileme zamanı geldiğine işaret oldu. Değişiklik ve yenilenme isteyenlerin mevcut durumun korunmasından yana olanlardan çok daha fazla genç olduğu göründü. Bu yeni kalabalığın içinde Müslüman Türklerin yer almasından Büyük Millet Meclisi ve Anayasa değişikliği istekleri yükseldi. Bu toplumsal değişiklerin temelinde Mayıs 1989 Ayaklanmamız vardır. Onun özünde ise, memleketimizin tek uluslu sistemden çok etnikli, çok kültürlü halklar kardeşliği uygarlığında buluşma arzusu ve atılımları olduğu her geçen gün daha güçlü hissediliyor. Bu programsal yüklenme, bugün toplumumuzun büyük bir kısmını kucaklamış bulunuyor. Bu gerçek, 14 Balkan ülkesinin yarıdan fazlasında artık bir gerçektir. Balkanlarda yaşayan toplam 10 milyondan fazla Müslüman siyasi terazinin diline yön veriyor. Bu konuya birkaç hafta sonra yeniden dönüp Ayşe ninenin bir daha elini öpüp “seçim önü siyaset çorbası kaynatabildiyse, kokusunu yorumlatmak istiyorum.” İnşallah demokrasi, özgürlük, huzur ve mutluluk kokar... Bugüne kadar yazdığım bütün yazılarımda, en sıkı kördüğümlerin de bilgilenmeyle, bilinçle, zekâ birikimiyle çözülebileceğine dikkatinizi çekmeye çalıştım. Her oyun çok büyük değeri olduğunu yazdım.


170

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) Kırcaali’de Ayşe nineye uğramamın nedeni de buydu. Bu işler bizden önce de böyleymiş. İşte ispatı: “Sen hem cennetten hem de dünyadan daha değerlisin: Sen kendi değerini bilmeyi bilmiyorsan elimden ne gelir ki?” (Sanai) “Lütfen kendinizi ucuza satmayın, Çünkü sizin Allah’ın gözündeki değerleriniz gerçekten de çok büyük.” (Mevlâna)

Tabanda Birlik Olalım

Raziye ÇAKIR -12.Şubat.2017

Ne Mutlu Türküm Diyene! Biz Bulgaristan Türkleri kökten çatlayıp kardeşleşen ve bitkiler gibi yeşeren bir milletiz. Serpilip açarak ve tohum bağlayıp saçarak ürüyoruz demesek de olur. Doğa’da bizim dayanıklılığımızı ve olacak olanı mutlaka oldurabildiğimizi gösteren doğada örnekler çoktur. Bir bakıma meşe ağcına benzediğimizi söyleyebilirim. Orman köylerinden gelenlerimiz gözlemiştir. 12 çeşit meşemiz vardır. Birbirinden ayırt edilmeleri ancak, kesip biçtikten ve fırınlandıktan sonra tahta üzerindeki renk farklılıklarında kendini gösterir. Ormanda ayaktayken hepsinin ortak bir özellikleri vardır. Bu özellik 6 senede bir kendini gösterir. O yıl meşe ağaçları daha önceki yıllara kıyasla 5 - 6 kez daha fazla pelin üretir. Kuşları ve sincapları ziyafete çağırılır. Cömert ağaç bilir ki, ziyafete toplananlar, doya doya yedikten sonra kış yedeği olarak pelinleri birer birer etrafta taşır. Ne kadar yaprak altı, köşe bucak, delik ve kovuk varsa doldurup saklayacaklardır. Yürüyen ve uçan varlıkların “doydum” duygusu vardır da, “yedekleme” duygusunda sınır yoktur. Kuşlar ve sincaplar meşe pelitlerinin bolluk olduğu yılda sakladıkları kış yedeklerinin hepsini yiyemezler ve bahar güneşinin ilk şualarını yeni birmiş meşe fidancıkları da selamlar. Böylece orman sıklaşır ve yayılır...


Makale ve Analizler - 2017

171

Burada meşe ağıcı Türklüğümüzdür. Pelinler ve doğa ise Türklüğün doludizgin yaşama hakkının kutsal olduğuna bir benzetmedir. Türklüğümüzün yeniden üreme ve zenginleşme özelliğini simgeleyen bu metafora, yaratanın bir lütfüdür. Her soy, her kavim her millet yücelik kaynağı olan bu özelliğin taşıyıcısı olamaz ve değildir. Tanığı tarihin kendisidir. Örneklerken dağlar güzelli Rodopların incisi Kırcaali kenti Sorumluluk, Hoşgörü ve Hürriyetlerimiz için Demokrasi partimiz DOST’un ilk gençlik teşkilatının kurulmasını kutluyor, kaderinin şanslı, kısmetinin ve başarılarının bol olması dileklerimi genç kalbimin tüm sıcaklığı ve samimiyetimle iletiyorum. “Ne mutlu Türküm Diyene!” şiarı altında birleşen gençlerimizin doğru yolda olduğuna inanıyorum. Bu yolda daha geçen yüzyılın ilk yarısında Turan, Altın Ordu ve Spor Kulüpleri gibi gençlik örgüt, dernek ve hareketlenmemiz olmuştu. Büyük başarılar elde edilmişti. Karakter olarak bir yapışkanlıkla tanımlanan Türkler ülke çapında dernekleşmeyi başarmış, birleşmişler ve yeni ortak hamlelere yönelmişlerdi. Bu partileşme yolunda atılan büyük adımlarımızdan biriydi. Tabanda birlik sağlanmış, siyasi bilinçte buluşanlar Türk ruhuna can suyu vermişlerdi. Bu atılımlarımız yerli tohumlardan bitmemiş, özümüzün baharda çatlamasından doğmuştu. Bulgaristan’da Turancı örgütlenmemiz 1934 askeri darbesiyle yasaklanmıştı. Saldığı derin birlik ve beraberlik kökleri halkımızın bağrında korundu. Fırsat buldukça yeşerdi. 1950’lerde yaşadığımız “altın çağımızda” Türklüğümüzün ruhu kanatlandı. Daha önceki dönemlerde kurulan gençlik örgütlerimiz gibi bu yeni hareketlenmemizin de bir gönüllüler ordusu oluşturacağına, hak ve özgürlük, Türk kimliği davamızı kucaklayacağını ve yurdumuzda Rodoplardan Dobruca köylerine serilip açacağına ve ruhumuzun tacı olacağına kesin inanıyorum. Bu gelişme, tarihimizde açılan yeni bir sayfadır. Umut yüklü bir olaydır. Değişik nedenlerden olacak, Bulgaristan’da pek değinilmek istenmese de, Avrupa’da 20 yüzyıl üstüne tarih felsefecileri arasında bir tartışmadık sürüp gidiyor. Bu tartışmaların temel teması ilerlemede, zulüm kapağını açarak tarih karanlığından uyanma bakımından kitleler mi yoksa (bireysel olan) şahsiyetler mi önemlidir üzerinedir. Kafa yoranlara bizden örnekler sunmak gerekir. 1989 Mayısında kara kara düşünenlerin, baskı ve terörden tükenmiş ve tamamen çaresiz Bulgaristan Türklerinin Bulgaristan tarihini değiştiren rolünü gelip incelesinler. Bu coşkulu hareketlenmemizin dolan öncüleri, bütün önderleri-


172

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

mizin, güvendiklerimiz zindanlarda olduğu o ağır dönüşüm döneminde olduğu kayda değerdir. Burada özellikle belirtmek istediğim özelliğimiz. Türklerin siyasi kavgada doğuştan başarılı olma ruhu taşımasıdır. Başarı onların içinde doğan ön şarttır. Biz hiçbir zaman kusursuz bir önder aramadık. Aramızdan gelen, suyumuzdan içmiş, ekmeğimizi yemiş bir önder özledik hep. Bizi seveni onurlandırdık. Hain çıkanın yüzüne tükürdük. Bu bakıma Kırcaali’de DOST Gençlik Örgütü kurulması yakın tarihimizin en sevindirici, ilham veren ve genç yürekleri uçuran bir olay olduğundan dolayı, gururla yazıyorum. 1989 Mayıs zaferimizden sonra ortaya çıkan ve direk olarak konuşulan gerçek şudur ki, Bulgaristan Türkleri yaşadıkları topraklardaki siyaset sistemi değiştirene, ulusal azınlık olduğumuzu tanıyacak, artık kapı çalan bir siyasi rejim ve meşru durum gelene kadar, kimliği belli değil, her siyasi iktidarın başına bela olacaktır. İnsan ve azınlık haklarımız, hak ve özgürlüklerimiz, adalet ve gerçek demokrasi uğruna savaşımız doğal ve kutsaldır. Ülkemizde baş göstermeye başlayan faşizme karşı cephemiz aşılmaz kaledir. Biz ne “Ataka”, VMRO ve “YC” faşistlerinden ne de diğer yeni türemiş siyasetçilerden emekli maaşlarımızın veya asgari ücretlerimizin yükseltilmesini istedik ya da istiyoruz. Önce haklarımızı, hak ettiklerimizi versinler. Onlar bizim Türk çocuklarının anadil derslerini engelliyor, Bulgarca öğretmenlerinin aylıklarını yüzde yüz yükselteceklermiş. Boş vaatlere 70 yıldır doyduk. Bir eliyle bizim paramızı bize verirken, öteki eliyle cebimizde çekip alanları çok gördük. İsteklerimiz ve haklarımız kutsaldır ve başka bir şekilde asla yorumlanamaz. Birçok rejim değişebilir. Uyuyanları bir süre daha uyutulmak istenebilir. Bulgaristan Türkleri öz davalarından asla vazgeçmez. Vatan hakkı, anadil hakkı, iş, tarih, edebiyat ve özgün kültürle yaşama hakkı, gelenek ve göreneklerimizle olma isteğimiz ruhumuzda parçalar değil, özdür. 1989 Ayaklanmamız ve göçe zorlanmamızdan sonra bizim bittiğimizi, umutsuz kaldığımızı, çok parçalandığımızı, bir daha atılıma kalkmaya gücümüz kalmadığını hesaplayanlar yediden yetmişe hepimizi her şeye muhtaç bırakmak amacıyla “Bulgar Etnik Modeli” sayasına kapadı. Kulislere çekilip, köpüklü şarap patlatarak bayram etmeye başladıklarında bir daha yanıldılar. Belirli bir zaman kimsenin ardından koşmadık, kendimizi alınmaz bir kale gibi hissetmedik. Çapa ve kürekle tanka topa başkaldırmak zordu kaldığımızda çok şehit verdik.


Makale ve Analizler - 2017

173

Yarımız ülkeyi terk etmek zorunda kaldık. Ne var ki, gönlümüzde yaşayan, bildiğimiz ve inandığımız büyük bir gerçek var. Her kış uykusundan sonra baharla uyanış gelir. Türkler damarlarına yeni öz suları aktığını hisseder. Şaşırtıcı ve beklenmedik işler yapmaya hazır ruhumuz. Şahlanıştır olan! Kırcaali’de DOST gençliğini örgütlenişini böyle okuduk, böyle algılıyoruz. Bu gibi yeni olayları başka milletlerde ve azınlıklarda görmek zordur. Bizi hep uzanmış yerde yatanlar, yıkılmış pansumansız yaralarından kan akanlar olarak görmek isteyenlerin hayalleri birden karardı. 70 yıl kötü yönetimden, baskı ve terörden, her konuda zulümden, anadil ve din yasaklarından, kesilen cezalardan ve bir dil için gerçekleşen yargısız infazlardan sonra şakır şakır Türkçe konuşan ve “Biz Türk Doğduk! Türk olarak yaşamak, sevişmek, Türkçe kavga etmek, yarışmak ve Türk olarak ölmek istiyoruz” ruhu birden yeniden dile geldi. Sıra sıra gençler, umut dolu parlayan gözler, kaç defa raporlarda Türklüklerini bitirdik, gömdük, mezar taşını diktik ve yıktık diye rapor ettiklerinin evlatları ve torunlarıdır. Onlar yeniden dimdik ve dünyayı şaşırtmaya gelenlerdir. Son zulme de dayanmanın rol modeliyiz. Bulgaristan’da esecek yeni rüzgârlara müjde oldular. Evet biz 6 senede bir ormanı şaşırtan meşelerimiz, dünyayı şaşırtan atalarımız gibiyiz. Bu yeni yolda, öncelikle Kırcı Ali’nin mezarında (Anma günü mayıs ) dualarla başlamalarını, ardından Kırcalili gençlerin her saat Türklere hakaret eden saat kulesini susturmak, burada artık ayrı bir Türk mezarlığa gömülmeleri ve ana okullarında çocuklarımıza domuz etini kaldırmak için çalışmalarla başlamalarını arzu ediyor ve yeni yolda başarılar diliyoruz. Allah yar ve yardımcınız olsun. Varız ve var oldukça, yok edilmesi mümkün olmayan ana toprak gibiyiz. Her yerdeyiz! Her yerde olacağız. Bu topraklarda kader mucizelerini taşıyan ruh biziz.


174

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Partilerin Yer Değiştirmesi Yeterli Olamaz

Raziye ÇAKIR -12.Şubat.2017

Seçim sosyolojisi: 26 Mart 2017 seçimlerine giderken halkın talep ettikleri. Bulgaristan’da seçim kampanyası hafta sonu başladı. İlk toplantılarda halkın yalnız seçim ve şu partinin bu partiyle yer değiştirmesi yeterli görülmedi. Seçim sisteminin kökten değişmesi istemi hemen ortaya çıktı. Seçmen, majoriter sistemde (en fazla oy alan kazanır) seçim yapılmasında ısrar ediyor. Referandum sonuçlarının dikkate alınmadı. Bu, seçmenin sandıklardan uzak kalmasına neden olabilir! Sosyolog Mira Radeva. Fakti bg. Seçmen Yalnız Partilerin Değişmesini İstemiyor. GERB partisinin majoriter seçim sisteminden yana çıkması kamuoyu beklentilerine uygun. Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) ve muhalefetteki diğer siyasi partilerin referandum sonuçlarına gerekli ilgiyi göstermeden eski seçim sistemine göre oy kullanılmasında ayak direnmesi, olumsuz sonuçlar verebilir.Bulgaristan Müslüman Türkleri de statükonun korunmasına tepkilidir. Boyko Borisov majoriter seçim hazırlığı gördüğünü açıkladı. Yeni liderlerden olan Varnalı Mareşki GERB’i desteklediğini açıkladı. Sofya Yüksek İdari Mahkeme’nin kesin kararına bakılmaksızın, 26 Mart 2017’de seçilecek yeni halk meclisi halkoylaması sonuçlarını tanıyıp, majoriter seçim kararı alacak mı? Kamuoyunu ilgilendiren sorunların başında gelenler bunlardır. Mart ayında yapılacak olan seçimlerle ilgili öngörüde bulunmak zordur. Çünkü halkın olumsuz tepkisi, cezai oylama hareketlenebilir. Bunu 2001’de İvan Kostov’a ve 2005’te Simeyon Sakskoburggotski’ye verilen tepkide gördük. 2017’de Ülkemiz çok derin bir istikrarsızlık içinde bulunuyor. Bunun nedenleri çoktur. İkisine işaret edelim: Birinci, Referandum yapılmasına vesile olan “Slavi Trofonov” 26 Mart seçim sonuçlarından memnun olmazsa, kamuoyu ve seçmen kitlesi üzerinden saldırıya geçebilir.


Makale ve Analizler - 2017

175

İkinci, şu an çok parçalanmış olan sağ partiler de seçim sonuçlarından memnun olmayacağıartık belli oldu. Yeni durumda, sokağa çıkanların eylemlerine onların benzin taşıması bekleniyor. 1996 kışında bunu yaşadık. Yeni siyasetçi Mareşki güç toplamaya devam ediyor. Aktifleşmesi 26 Mart 2017’den hemen sonra ikinci defa erken genel seçime gidilmesine kapı aralayabilir. Bu gelişme güçlü bir hükümet kurulmasına yeni yol arandığına işaret ediyor. Ne olursa olsun, ülkemizin kaderini belirlememiz için, ulusal uzlaşı bulmamız zorunludur. Seçmen, daha önce meclise giren ve şimdi ve oy isteyen partilerinden hiçbir şey elde edilmediğini tecrübeden biliyor. Durum, kamuoyu beklentilerine yanıt vermiyor. GERB partisinin majoriter seçim hazırlıklarına daha şimdiden başlaması kamuoyu tarafından olumlu karşılanıyor. Öte yandan, BSP - HÖH ve diğer muhalefet partilerinin majoriter seçim sistemi aleyhindeki tutumu olumsuz sonuçlara neden olabilir. Çünkü seçim sistemi konusunda seçmen ne düşündüğünü ve ne beklediğini referandumda açıkça ifade etti. Şimdiki tutumda, halk iradesinin dikkate alınmaması eğilimi sert tepkiler doğurabilir. Bazı uzman kişilerin seçim sisteminin değiştirilmesi konusundaki tutarsız yorumları, halkoylaması sonuçlarının susularak hasıraltı edilmesi yeltenişi olarak görülürken protesto dalgası doğuruyor. Bu gelişmeler BSP partisinin seçimden elde etmeye çalıştığı sonuçlara mutlaka olumsuz yansıyacaktır. Yüzde yüz makine ile oy kullanmaya “evet mi” yoksa “hayır mı” demeli? Makine ile oy kullanmanın beklenen sonuçları vermeyeceği artık görülüyor. Bu iş olumsuz sonuçlanırsa, elektronik oy kullanmanın başını yer mi? 2018’den sonra Bulgaristan’ın elektronik oy kullanma sistemine geçmesi kanunu mecliste onaylanmıştır. Makineli oy kullanma ile elektronik oy kullanma birbirinden tamamen farklı 2 yöntemdir. Makineli oy kullanma yönteminde bir Çingene mahallesini bir kulübe toplayıp “hadi bakalım oyunuzu kullanınız” deyip olayı seyir edebilirsiniz. Elektronik oy kullanma bambaşka bir şeydir. Makine ile oy kullanmak, seçim sürecinin daha verimli ve daha hızlandırılmış geçmesi için geçerlidir. Oyların değiştirilmemesi ve kaybolmaması için gereklidir. Makine ile oy kullanıldığında bir sandıkta


176

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

5 bin seçmen oy verebilir. Sayın işlemi daha kısa sürede yapılabilir. Yüzde Yüz makineli oy kullanmaya geçilirse seçim günü anket yapılmasına gerek kalmayacaktır. Seçim sonuçları daha kolay, daha hızlı ve daha kesin sayılabilecek ve sonuçlar anında açıklanabilecektir. Bu seçimlerde sağ partiler gafil avlandılar. Merkez Seçim Komisyonunda kayıt işlemleri gecikti. Kendilerini gereği gibi seferber edebileceklerinden kuşkuluyum. Biz elektronik oy kullanmalarını öncelikle dış ülkelerdeki Bulgar seçmenlerden isteyeceğiz. Sofya / Bulgaristan

Suriye’de Neler Oluyor?

Alptekin Cevherli-13.Şubat.2017

Bir suredir Suriye’de yaşanan iç savaşı gerek ülke olarak ve gerekse de dünya olarak izliyoruz. Türkiye son dönemde yeniden yapılandırdığı dış politikasıyla olumlu bir ivme yakalayarak hem bölgede söz sahibi olduğunu dosta düşmana hatırlattı, hem de bölgedeki dost unsurlara (Türkmenlere) ve ÖSO’ya güven verdi. Evet, Suriye gibi çetrefilli bir arazide kara harekâtına girmek elbette çok zor. Ancak Türk Ordusu, ilk bir hafta içerisinde geçekleştirdiği üstün başarı ile birkaç yıldır peş peşe büyük bir darbeler almış haliyle dahi, ABD ve Rusya ordularının cesaret edemediği bir alanda ve elbette kendi hinterlandında büyük bir zafer kazandı. Ancak ardından Batı’nın müdahalesiyle harekât görüldüğü kadarıyla rölantiye alındı ve pazarlık sureci başladı. Zaten kayıplarımız da bundan sonra başladı veya arttı diyelim. IŞİD bırakıp kaçmakta olduğu mevzilerine geri döndü ve El Bab önünde durduk. Türkiye gibi bir süper güç için El Bab bir kaç saatlik bir operasyondur. Ancak kapı önünde bekledikçe bize maliyet artmaktadır ve daha beklersek de artacaktır. Türkiye’nin bundan sonra yapacağı şey; gerek Rusya ve gerekse de ABD ile ilişkilerde kararlı bir şekilde duruş sergilemesidir.


Makale ve Analizler - 2017

177

Bu anlamda Rusya’nın Türk tank birliğinin karargâhını “yanlışlıkla” vurması ve 3 askerimizi şehit edip; 11’ini de yaralaması basit bir hata olarak algılanamaz. Hem de koordinatların sağlamasını yaparak verdiğimiz bir saldırı; ya ABD ile ilişkilerini eskisi gibi tekrar sıcak hale getirme uyarısıdır, ya da Hatay’da vurduğumuz Rus savaş uçağının soğutulmuş intikamıdır. Ve ne yazık ki her ikisi de Türkiye için ciddi bir uyarıdır. Bu durumda Trump liderliğindeki NATO ittifakından destek ne kadar alınabilir ve\veya karşılığında ne istenir, iyi düşünülmelidir. Bu nedenle Fırat Kalkanı harekâtında El Bab tamamen ele geçirilmeden gecen her gün, Türkiye’nin aleyhine işlemektedir. Son sürat El Bab’ın alınması bu anlamda olmazsa olmaz haline gelmiştir... Fırat Kalkanı harekâtının bilinen 4 temel nedeni vardır: 1. Türkiye sınırlarının güvenliğini sağlayarak sınırdan gerçeklesen terör sızmalarının önüne geçmektir. 2. Suriye’de siviller için güvenli bölge oluşturarak Türkiye’ye olan yoğun göçü frenlemektir. 3. IŞİD’in elindeki yerleri kurtararak bölge insanına özgürlüğünü geri vermektir. 4. PKK’nin Türkiye’nin güney sınırlarını tamamen kapatarak ülkenin izole hale gelmesinin önüne geçmektir. Şu an için bunların hangisi birinci önceliklidir derseniz? Aslında hepsi de birbirinden önemlidir. Ama uzun vadede en önemlisi 4. madde olan, Türkiye’nin güney sınırlarının izole edilmesi sorunudur. Ve işin kötü tarafı NATO ile çıkar çatışması yaşadığımız konu da; ne yazık ki budur... Türkiye, eğer ABD ve diğer Batı ülkeleri ile anlaşabilir ve Rakka operasyonunda ÖSO ile birlikte başı çekerse, hem PKK tehlikesini bertaraf edecek, hem de Batı dünyasında haksız bir şekilde bozulan imajını düzeltebilecektir. Ancak Rakka’ya girdikten sonra (tıpkı Barzani’nin Kerkük’ten çıkmaması gibi) çıkılmaması bunun en önemli şartıdır! Aksi durumda El Bab’ı alsak dahi PKK bölgesinin oluşumunu engellememiz şu konjonktürde zor görünmektedir. Bu noktada, Türk dış politikası ile ilgili acı bir saptama yapmak ve ardından konuya devam etmek isterim. Şöyle ki; Türkiye’nin ve dahi duraklama döneminden itibaren Osmanlı Devleti’nin, tarihleri boyunca sürüncemede bırakıp da sonuçta hedefine ulaştığı hiç bir vaka yoktur. Bunun da yegâne nedeni, bunca devlet kurmamıza rağmen “devlette devamlılık esastır” kaidesini hayata geçirmememiz ve her yönetimle ve hatta hatta her bakanla birlikte dış politikada yeni bir maceraya yelken açmamızdır. (Elbette istisna olarak Hatay gibi bir kaç olay


178

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

vardır. Ancak buna mukabil Musul, Kerkük, Kıbrıs, 12 Ada, Batum vb. yüzlercesini sayabiliriz...) Hükümet değil, devlet politikası belirlememiz şarttır. Bu da ancak millî bilinç sahibi, koltuğundan önce milletini düşünen, kendini milletine vakfetmiş ve idealist devlet adamlarıyla mümkün olabilir. El Bab ve Suriye ile ilgili olarak konuya dönersek; Sayın Cumhurbaşkanımızın bir gazetecinin sorusu üzerine bugün söylediği: “Şu anda El Bab gerek bizim, gerekse ÖSO tarafından dört bir yandan kuşatılmış durumda. Güçlerimiz merkeze inmiş halde. En önemli nokta biliyorsunuz hastahane tepesi. Orası alınmış durumda. Artık DEAŞ güçleri tamamıyla El Bab’ı terk etme sürecine girdi. Öyle sanıyorum ki bundan sonrası an meselesidir. El Bab’dan sonra durmak... Böyle bir şey yok. Orada bir iletişim sıkıntısı olabilir. Ama DEAŞ’ın asıl merkezi El Bab değil Rakka’dır. Nihai hedef de 5 bin km² bir alanı temizlemektir.” Sözleri yüreğimize su serpmiştir. Rusya ile varılan mutabakat her ne kadar Suriye topraklarına bir miktar girmemizi sağlamış olsa bile devamını getirmekte yetersiz olacaktır. Türkiye’nin daha Obama yönetimi varken teklif ettiği ve Trump yönetimine de tekrarladığı Rakka plânı gerçekleşirse işte o zaman sınır güvenliğimiz sağlanır ve sayıları 5 milyonu geçen Suriye Türkmenleri de rahat bir nefes alabilir. Bunun için Sayın Cumhurbaşkanı’nın; “Bizim buradaki hedefimiz nedir? Biz bu bölgeyi terörden arındırmaya çalışıyoruz. Bundan sonraki süreçte doğuya yönelik Mümbiç ve Rakka olayı vardır. Şu anda ABD yeni yönetimi ve CIA ile düşüncelerimizi paylaştık ve bu düşüncelerimizin takipçisi olacağız. Hedef burada 4-5 bin km²’lik terörden arındırılmış bir bölgedir. Böylece bizim kamplarımızdaki insanları kendi topraklarına döndürmektir.” Sözleri, PKK (PYD) ve IŞİD tehlikesinin bertarafının olmazsa olmaz anahtarıdır.


Makale ve Analizler - 2017

Hişt!

179

Raziye ÇAKIR -14.Şubat.2017

Yürek hırsızlarına selam... Hoş geldin! Gözleri cennet sevgilim! Herkes yaktı. Sen söndür. Bir ömür gitme! gibi şarkı sözleri de söyleyebilir sevgililer birbirine, ne ki ben sevginin, sevilmenin ve sevişmenin ana ve temel sözünün “Hişt!” olduğuna inanıyorum. Bu anlatımı Sevgililer Günü’ne adıyorum. Kapı çalıyor En güzel misafir olarak geliyor Yalan mi, yalan dolan mı? Yaşanmış mı, yoksa yaşanacak mı bilmiyorum. Sevginin, sevdanın ve sevişmenin bir “Hişt!” olduğuna inanan biriyim. Sevgi ne bir mani, ne bir türkü, ne de bir şiirdir. Sevgi, olan ve olmayanın birleştiği noktadaki suskunluğu talep eden bir “Hişt!” olması gerekir. Hani gök çatırdar patırdar gürler gürler de, sonra ansızın boşanmazdan önce bir an için durup susar ya, işte o an gibi bir şeydir, anlatmak istediğim. Her insan için farklıdır, her sevgiliye farklı gelir. Bir bakış kesişmesidir, ışıl ışıldır, karanlığı delen ışıktır... Sevgililer günündeki sevgi Her gün seni düşünür Her gün seni yaşarım Kaybetmekten korkarım... gibi bir şey değildir. Sevmenin iyi yalan söyleme ustalığı olduğunu da düşündüğüm olmuştur. Bana kalsa insanın en hoş duygusu umutlanmaktır. Umut kuru bir ağaç dalı değil, yeşeren bir ağaçtır ama meyve verir mi bilemem. Umut ise yağan yağmur, esen serinlik ve hoş bir ışıltıdır. Şöyle de düşünelim, ağacın meyveleri yağan yağmurun damlalarında gizli değil, toprağın bilmem ne kadar derinindeki bir bileçimden gelen ve ağıcın bacasız, elektriksiz fabrıkasından geçeren dallarda beliren nimetlerdir. İşte sevgi de böyle bir şeydir, kimse git sen bunu sev demekle, başka birini sevemez, sevdalanamaz. İnsan açmış ve hangi arı olursa olsun toz-


180

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

laştırıcı bir arı bekleyen bir güzellik değildir. Bazen sebda, deniz kokusu, bazah ihlamur çiçeği, akasya salkımı ya da gül yaprağıdır. Hangi noktada ve nasıl büyüleneceğini söyleyebilmiş biri yoktur bu işte. Biri öteki olmadan yapamayanın doğması bir tesadüf sonudur. Şimdi sevdaya maddi bir şeymiş gibi bakanları eleştiren bir masalla sözlerimi doğrulamak istiyorum: Erkeğin Aşkı Vaktin birinde erkeğinin aşkını ebediyen kazanmak isteyen bir kadın varmış. Yakın bir şehirdeki en büyük alim olarak bilinen bir okumuşun yanına gitmiş. Onun ebedi aşk ilacı karıştırabilen bir büyücü olduğunu düşünüyormuş. Bu ilacı eşinin yemeğine katıp aşkını ebediyen elde etmek arzusuyla yanıp tutuşuyormuş. Bilgin kadının isteklerini dinleyince, hayret etmiş. O böyle bir büyü ilacı olmadığını bilse de, şöyle demiş. “Bu ilacı karıştırabileceğim maddeleri toplamamın kolay olmadığını bilirsin. Bana yardım eder misin?” “Evet, tabii ki, neden olmasın” demiş, heyecanlı kadın. “Aslan yelesinden bir kıl getir bana”, demiş büyücü. “Aslan mı”, diye yanıt vermiş sönük sesle kadın. “Evet”, demiş bilgin, “Aslan yelesinden bir kıl.” “Ama ben bunu nasıl yapayım? Aslan, bir vahşi, beni gördüğünde üstüme atlayıp parçalayacak. Yelesinden kılı nasıl koparabilirim. Başka bir şey isteseniz?” diye ısrar etmiş kadın. “Hayır bu işin başka bir yolu yok ve başka bir maddeyle değiştiremem onu. Düşünürsen bulursun bir yolunu”, demiş ona sınar gözlerle bakan yaşlı bilgin. Kadın yaşlı adamın yanından ayrılınca, bu kılı nasıl elde edeceğini kurgulamaya başlamış. Aslan avcılarına gitmiş ve onlardan, aslanların karnı tok olunca, çok sevimli ve uslu hayvanlar olduğunu öğrenmiş. Onlar, istediğini elde etmek için önce aslanı doyurman gerekir demişler. Kadın yakın ormana gitmiş ve aslana et parçaları atmaya başlamış. Gün geçtikçe birbirlerine yaklaşmaya başlamışlar en sonunda kadın karnı tok uzanmış aslanın yanına sokulabilmiş. Bir gün yatan aslanın yelesini sıvazlamaya başlamış. Bir an kendinde cesaret bulup yeleden bir kıl çekip alınca yaşlı büyücünün yanına koşa koşa varmış.


Makale ve Analizler - 2017

181

Çok mutluymuş. Elindeki kılın olayı çözeceğine, kocasının artık başka kadınlara asla bakmayacağına ve hep onun dizinin dibinde olacağına inancıyla heyecanlanıyormuş. Büyücü kıla bakmış ve “Bunu bana getirebilmen için ne yaptın?” diye sormuş. Kadın aslanı beslediğini, ona olan güvenin midesinden geçtiğini kısaca anlatmış. Olayı can kulağıyla dinleyen yaşlı adam şöyle demiş. Senin erkeğin aslandan daha dehşetli olmasa gerek. Onunla aslana davrandığın gibi davranırsan, istediğin her şeyi elde ede bilirsin! Ever aşk ne bir şarkı, ne bir masal, ne de bir umuttur. Kulak ver ve dinle, O seni arıyor ve tıpış tıpış sana yaklaşıyor. “Hişt!” sesiz ol. Aşkı ürkütme... Sevgililer gününüz kutlu olsun!

Öfke Alevleri

İbrahim Soytürk-15.Şubat.2017

cek

Bulgaristan Türklerinin kaderi kendi ellerindedir ve her şey değişe-

Almanya tarihinin en yüz karası sayfalarında 1933’te Nazi faşistlerinin Yahudi dükkân vitrinlerini kırması, evlerin ateşe verilmesi ve yargısız infaz barbarlığı kanlıdır. Suriyeli savaş kaçakları Bulgaristan - Harmanlı sığınmacı kampında kışkırtılınca ayaklanmıştı. Kışkırtan bizdeki faşistlerdi. Para-militerlerdi. Sağ milliyetçi, ırkçı Makedon İç Devrim Örgütü - VMRO haydutlarıydı. Bu örgüt 100 yıldan beri ülkemizde kan akıtıyor. Bu defa Sofya peyki Elin Pelin kasabası sakinlerini Halepli Arap sığınmacılara karşı öfkeli ve kin söylevli protestoya kaldırdı. “Burada Cami Yok!” “Bu topraklara Türk Ayak Basamamış, Suriyeliler asla basamaz!” şiarlarıyla toplanan VMRO - düşman alayını Elin Pelin Beledi Başkanı yönetti. Bir ksenefob (yabancı olan her şeye karşı düşman) olan belediye Başkanı Bulgar devletinin vatandaşlık verdiği 30 Suriyeliyi Elin Pelin’e kayıt ve kabul etmedi.


182

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgaristan Cumhuriyeti Sığınmacı Devlet Ajansı tarafından durumları ve belgeleri değerlendirilmiş, kendilerine Bulgaristan’da yaşama statüsü tanınmış Halepli 30 savaş kaçağının bu yerleşim yerinde ikametine şiddetle karşı çıkılması, sığınmacıların linç edilip, barındıkları konutların ve açtıkları dükkânların ateşe verileceği endişesi olayı göklere çıkardı. “Ataka”, VMRO ve sözde “Yurtsever Cephe” yavancı düşmanlığı korosu kurdu. Öfkeli gerginlik tütmeye devam ediyor. Konuyu yorumlayan insan hakları savunucuları ve hukukçular Belediye Başkanı’nın Bulgaristan Ceza Kanunu’nun 162. maddesine göre, öfkeli düşmanlık kışkırtmaktan ve vatandaşlık hakkı kazanmış sığınmacıları kaydetmemekten 1 yıldan 4 yıla kadar cezalandırılmasını, Savcılığın hemen dava açmasında görüş birliğine vardı. Harmanlı sığınmacı ayaklanmasını kışkırtan VMRO partisi beslemesi paramiliter güçler şu an Elin Pelinde gövde gösterisi yapıyor. Öfke ve zulüm, ölüm kışkırtıyorlar. İç kargaşalık kışkırtıyor ve seçimin normal şartlarda yapılmasını engellemek istiyorlar. Basını, silah taşıyan bu güçlerin son dönem yoğunlaşmış bir şekilde ve keyfi olarak Bulgaristan Türkiye dikenli tel örgüsü boyunda gizli nöbet tuttuğunu fotoğraflarla veriyor. Yakın Doğu’dan gelip sınırı geçen savaş kaçaklarını yakalayıp paralarını ve değerli eşyalarını aldıklarına, sınır köylerinde gerginlik körüklediklerine işaret ediyor. Bu zorba gelişmelerin 26 Mart 2017’de yapılacak erken genel seçimler arifesinde huzur bozucu olduğunu vurguluyor. Birkaç yıldan beri uygulanan ve giderek tırmandırılırken can alan zorbalık, AB üyesi olup sığınmacılara kanat açmak için Brüksel’den ödenek alan Bulgaristan’da ciddi tartışmalar yaratıyor. Yakın Doğu savaşında evi barkı yıkılmış, çaresiz duruma düşmüş birey ve ailelere el uzatma, önce sığınmacı statüsü, ardından da ikamet etme hakkı tanıma, çocuklarını okullara kaydetme süreci artık aşılamayan güçlüklerle karşılaşıyor. Yerli ırkçılar ve çoğalan yabancı düşmanları, yeni gelen sığınmacılara ve artık yerleşmiş yabancılara arasız saldıran sokak sersellileriyle güç birliği yapıyor. Bu azmışlığa yerel organlar seyirci kalıyor. Şimdiye kadar devlet eliyle gerekli ciddi önlem alıp uygulanmıyor. Belediyeler merkez idarenin kararlarını uygulamıyor, kamu organları öfkeli ve saldırgan yabancı düşmanlarından taraf mevzileniyor. Alanı genişleyen bu mücadeleye karşı Arap mültecilerle dayanışma bayrağı yükseldi. Bulgaristan Müslüman Türkleri, DOST partisi, HŞDP partisi, sığınmacı dernekleri, insan hakları kuruluşları, yasaların uygulanmasını savunan demokratik avukatlarla, DEOS gibi siyasi partilerle birlikte kararlı atılımlarda bulunuyor. Sığınmacılar konusunda bir ulusal forum düzenlenmesi gündem oluşturuyor.


Makale ve Analizler - 2017

183

44.Bulgar meclisine girmek için her zamankinden daha yoğun ilkesel bir etkinlikle hareketlenen Sorumluluk, Tolerans ve Hürriyet için Demokratlar DOST partisi sığınmacılara karşı kışkırtılan yavancı ve Müslüman düşmanlığını kesinlikle kınayarak, uzlaşma, huzur, güvenlik ve barış sloganı atıyor. Bulgar Ulusal Televizyonu (BNT) I. Kanalında konuşan Parti Başkan Yardımcısı Maryana Georgieva, bizde milliyetçi ve ırkçılıkla renklenen ulusal kimlik altındaki bunalımı gün ışığına çıkarmaya çalıştı. Gergin ortamda zor nefes alan birlik ve bölünmezlikten yana olduğumuz Bulgaristan’da, DOST Başkan Yardımcısının vurguladığına göre, iç siyasette adına “soya dönüş” denen Bulgarlaştırma zulmü esnasında suç ve cinayet işleyenler, kanunları çiğneyenler cezalandırılmış olsaydı, şimdi bu öfke kabarmayacaktı. Geç olsa bile totaliter komünist düzenin bütün kalıt ve atıkları tamamen temizlenmeli, Bulgaristan’ın gerçekten demokratikleşmesi yolu artık açılmalı, deyen Georgieva, DOST partisi Genel Başkanı Lütfü Mestan’ın Bulgaristan’ın Avrupa - Atlantik ve Avrupa - Asya konsepti arasındaki dramatik çarpışmadan dolayı Hak ve Özgürlük Partisinden ihraç edildiğini açıkladı. Bizde demokratikleşme u süreci çırasını 1989 Mayıs Ayaklanmasında ilk yakan Müslüman Türkleri olduğunu vurgularken ise, Todor Jivkov terör rejiminin yıkılmasında ulusal demokratik güçleriyle omuz omuza ve ön safta olan Türklerin sonuç belirleyici katkıda bulunduğunu ama haklarını alamadığını söyledi. Bugünkü siyaset sahnesinde de çok önemli yaratıcı kesimi Türklerin oluşturduğunu, onları temsil eden DOST partisinin de dış siyasette kayıtsız koşulsuz Avrupa ve Atlantik - NATO - AB yanında olduğunu ve olacağını paylaştı. Bulgaristan’daki gergin duruma özellikle değinen M. Georgieva, Türklerin dil, din ve özgün kültür haklarının tanınmasını isterken, vatandaşları modern yurtseverlikten yana olmaya çardı. Kamunun aşırı milliyetçilikle yabancı düşmanlığına “Dur!” denmesinde ısrar etti. Görüldüğü üzere, bugünkü koşullarda, daha ilk adımlarını atarken güçsüz olduğu belli olan geçici hükümet ortamında, hem Anayasa hem de yasalarımızın uygulanmadığı Harmanlı ve Elin Pelin kargaşa örneklerinde gün gibi ortadadır. Irkçı partiler yabancı düşmanlığıyla oy toplamaya çalışıyor. Seçmen kitlesi yanlış bilgilendirilip kışkırtılıyor. Seçim önlemi olarak ilk elde 33 valinin değiştirilmesine rağmen, yürütmenin gücü yerel idarelerde hissedilmiyor. Merkez idarenin aldığı kararlar başta sığınmacıların yerleştirilmesinde olmak üzere birçok konuda belediye başkanlarının tutumu ve hareketleriyle bağdaşmıyor. Dün Türk düşmanlığı yaparak geçinenler bugün yapancı düşmanlığı bayrağı kaldırdılar. Sıradan insanların dünya görüşünü değiştirip yerli Müslüman et-


184

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

niğe karşı, İslam ülkelerinden gelen sığınmacılara karşı öfke, kin ve nefret tohumları saçılıyor. Kışkırtılan öfke ve düşmanlık AB içinde insan kardeşliğine, eşit haklı vatandaşlığa, vatandaşlık haklarına, doğal ve uygar insan edinimlerine karşı huzursuz bir dünya görüşü dayatılmaya çalışılıyor. Tırmanan huzursuzluğun artık kamu kurumlarını da sardığını ve birçok yerde normal işlevleri felç ettiğine tanık oluyoruz. 2015 ve 2016 yıllarında vatandaşları din ve etnik temelde ötekileştiren Bulgar milliyetçiliği faşist alevlerle parlarken özünde bir iç savaş tehlikesi barındırıyor. Karşımıza dikilenler son 2 senede bize karşı 8 yasa çıkardılar ve düşmanlığı meşrulaştırma yolunda bir hayli yol aldılar. İslam düşmanlığı ve yabancıları ötekileştirme konularında, DOST Birliğinin “Ataka”, VMRO ve “sahte patriotlarla mücadelesinde saf tutalım. Birlikten güç doğar. Öfke alevlerini birlikte söndürmek zorundayız.”

Yaşlı Direkler Çatırdıyor

Raziye Çakır-15.Şubat.2017

Her saat 6, her gün ortalama 136 kişi ölüyor, 600 köyde in cin yok. Eskiden köyde harman kenarına toplanır goy goy yapardık. Genç kuşak goygoyculuğu bilmeye bilir yani boş boş sallar, gevezelik ederdik. Şimdi gençler köylerden çekilmiş, her yer ıssız oldu. Köyler öksüz gibi. Bulgaristan’da toplam 600 köyde insan kalmadı. Kırcaali ve Deliorman köylerinin birçoğu da boşaldı. Kalanlar sanki köy bekçiliği yapıyor. Arabaya motora binip birisi zikzak çizsin diye bekleyenler var. Eskiden önemli bir iş yapacak olsan, aynı işi daha önce yapmış olan biri dikilirdi başına ve “önce toza, sonra taşa” vurmayı öğren nasihatleri dökerdi. Memleket boşalıyor. Tutturmuşlar biz 7 milyonuz masalını sakız gibi çiğniyorlar. Oysa önce “etnik temizlik” dediler ardı kesilmedi. 720 bin kardeşimiz artık Türkiye’de. Biz yapışkan bir milletiz, birbirimizden zor kopuyoruz, Türklüğümüzde güçlü bir iç yapışkanlık var. Hiyerarşiye sonsuz saygımız ve öncü iradesine bağlılığımız sınırsız. İşte bu niteliklerimiz Türklüğümüzü kaynaştırıyor,


Makale ve Analizler - 2017

185

bizi aynı ruhta buluşturuyor. Batıya gidenler de 2 milyondan fazla, en kalabalık koloniler İspanya ve İtalya’da bulunuyor. Bulgarlar dağ yamaç köylerinden il merkezlerine akarken il merkezlerinin yerlileri de dış ülkelere göç ediyor. Bulgaristan’daki köy toplamı 5 bindir. 1990’dan beri 6 bin köyün sakinlerinin ya hepsi ölmüş ya da ayakta kalanlardan birisi köyde kalmış ve bekçilik yapıyor. Köylerin insansızlaşmasının sebepleri başlıca ekonomik olsa da bölgelere göre değişiyor. Mesela bir Tuna ili olan Vidin’de iş ve dış göç adeta yarış ediyor. “Gün gelir döneriz” deyip kapıyı çeken köyünü terk ediyor. Köyünden geri dönmemek niyetiyle çıkan 100 kişi Vidin şehrine yerleşmeye çalışırken, şehrin sakinlerinden 200 kişi aynı zamanda bavul sıkıyor. Tuna kıyısı sakinleri yeşil, güzel, sulak, suları şifalı diye anlattığımız yerleşim yerlerini ter edince ya İspanya’ya konuyor ve orada iş bulup yuva kurmaya çalışıyorlar. Bulgar hükümeti oralarda Bulgarca kursları ve kültürel etkinlik merkezleri açıyor. Vidin yöresindeki geçimsizlik çocuk ölümlerini çok tırmandırdı. Sağlık Bakanlığı verilerine göre, geçen sene ilde 300 çocuk dünyaya gelmiş, fakat çocuk da bu dünyadan gitmiş. Osmanlıdan ayrılmazdan önce, 1875 yılında yapılan sayıma göre, Vidin sancağında 291 bin Bulgar, 40 bin Türk, 29 bin Ulah, 5 bin 500 Çingene, 2 bin Yahudi ve başka etnik azınlıklardan da 10 bin kişi yaşıyordu. 1934 yılında yapılan seçim Vidin ilinde 191 bin 784 kişi yaşıyordu. Bunlardan 55 bini il merkezi Vidin’de kalıyordu. 1985’te bu rakam 87 bine yükselmişti. Bölgedeki bütün dağ köyleri boşalmıştır. Bugün Vidin ilinde yaşayan her üç kişiden biri emeklidir. Türk kalmamıştır. Bu konular üzerinde düşünenlerin fikirlerine kulak verildiğinde, kalan insanların aynı bölgede tutulabilmesi için mutlaka hayvancılık, arıcılık ve organik tarım geliştirmek zorunludur. Son 10 yılda böygeye yatırım yapılmamıştır. Biz Müslüman Türkler olarak Vidin-Tuna kıyısında artık bitmişiz, şimdi hala tutunmaya çalıştığımız Karadeniz ilimiz Burgaz yöresindeki duruma bir göz atalım. Burgaz ilinde nüfusu çok fazlasıyla yaşlanmış durumda. Türkiye ile Dede ağaç sınır kapısında bulunan Malko Tırnovo belediyesindekilerin sayısı çok azalmış. Daha önce 7 bin kişinin yaşadığı bu sınır şehrinde ancak 2 bin 500 kişi kalmış. Her gün 2 cenaze kalkan şehrin çan sesleri sınır kapısında işitiliyor. Burada dikkat çeken nüfus rakamlarının ilk sırasında, Türklerin yaşadığı Ruen bölgesinden 2 bin kişinin, Karnobat belediyesi köylerinden 600 ve Sungurlare şehri sakinlerinden de 2 bin kişinin son 10 yılda Bulgaristan’dan dış ülkeye göç etmesi oluyor. Sozopol gibi gözde bir deniz sayfiye merkezinden de 2 bin kişinin


186

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Burgaz’a taşınması düşündürücüdür. Bulgar İstatistik Enstitüsü verilerine göre bu Karadeniz ilimizde nüfus 120 bin kişi azalmıştır. 1991 yılında Filip Dimitrov hükümetinin Bulgaristan’da kooperatifçiliği dağıtması, Müslüman Türklere 1984 - 1989 döneminde yapılan zulüm esnasında tarım ürünleri dış pazarlarımızın kapanması, bu arada işlenmemiş, yarı işlenmiş ve teknik tarım ürünlerimize Rusya pazarlarının da kapanması gelir kaynaklarımızı çok daralttı. İç göç yaşamadan, medenileşme yolunda pişmeden bir asırda 6 defa doğrudan dış ülkeye göçe zorlanan atalarımız ve kardeşlerimizden sonra sıralarımız çok seyreldi. Birçok yerde artık saf tutamıyoruz. Bizim gerçek durumumuzun daha iyi anlaşılabilmesi için memleketimin değişik bölgelerinden gerçek örnekler veriyorum. Bizim anadil eğitimi olanaklarımız olağanüstü daraltılmış olduğunu defalarca yazdım. Kazanlık köylerinde Türklerin de yaşadığı Stara Zagoya ilinde okuryazar olmayan gençlerin oranı 2012’de % 7,7 iken, 2014 sonunda artık 8,4 olmuş. Boyko Borisov hükümeti sağlık, eğitim ve ekonomi bakanlıklarını hiçbir konuda deneyimleri olmayan reformculara vermekle yanlış yaptı. Ekonomi, sosyal ve kültürel yaşam her dalda çöküyor. Son haftalarda ülkemizde yaşlılar fuarı gibi bir şey oluyor. Emekli toplantıları yapılıyor. Seçimde oy isteyenler büyük büyük vaatlerde bulunuyorlar. Emekli maaşlarını 300 leva yapacaklarmış. Eminim seçimi kazansalar ne yapıp ne yaparlar ama bizim köylülerimize şu 300 levayı vermezler. Sosyal yardım programları kesildi. Toplum yaşlandı. Bitiyoruz. Harmanlı’deki sığınmacı kampındaki ayaklanmadan sonra, Suriyeli savaş kaçağı ailelere geçici ikamet belgesi vermeye başladılar. Devlet kendilerine Bulgaristan’da kalabilirsiniz diyor, Bulgar belediyeler kayıtlarını yapmıyor. Elin Pelin kasabasında 30 Suriyeli aile sokakta kaldı. Yaşlı bir sığınmacı çıktı “bTV” sabah programında konuştu: Dedesinin vaktiyle Diyarbakır Kalesinden kaçan Bulgar havarileri Halep’te misafir ettiğini, ceplerine para koyup sonra da yolunu bulup Viyana’ya gönderdiğini, kendilerine yardım ettiklerini anlattı. Ardından siz bize yardım etmek zorundasınız, çünkü benim şehrimdeki bütün silahlar Bulgaristan ürünüdür. Düşmanlarımızı silahlandırdığınıza göre, siz bu işin buraya varacağını biliyordunuz. Evsiz barksız kaldık ve siz bize yardım etmek zorundasınız, diye konuştu. Memleketimiz kaynıyor. Orta direk olan yaşlılar köyden çıkacak durumda değil. Toplum çatırdıyor. Öte yandan ırkçılık tüm sınırları aşmış kükredikçe kükrüyor. Müslüman düşmanlığı kemikleşiyor.


Makale ve Analizler - 2017 var!

187

Son hesapta kaçanları yerinden yurdundan kovalayan gizemli bir korku

Her saat 6, her gün ortalama 136 kişi ölüyor, 600 köyde in cin top oynuyor.

Sevgi Sevgi, yuva sıcağı, Sevgi, ana kucağı. Sevgi, esirgemek, kollamak, Sevgi, bir yetim saçı okşamak. Sevgi, goncadır, gül olup açılan, Sevgi, şekerdir, dillerden saçılan. Sevgi, çevredir, yeşildir daldır,

Raziye ÇAKIR -16.Şubat.2016 Sevgi, sohbettir, muhabbettir baldır. Sevgi, var ile yok arası, Sevgi, iki kaşın arası. Sevgi, nimet, aş ekmek, Sevgi, bir türkü, bir gayde çekmek. Sevgi, var olmak, var olanı bilmek

Bulgaristan Türklerin Durumu

Osman Bülbül-16.Şubat.2017

Bulgaristan’ın Stara Zagora (Eski Zağra) Kızanlık ilçesinden, Kızanlıklı Ziraat Mühendisi Sn. Osman Bülbül’ün yeni kitabı çıktı. Değerli Türk yurttaşlarım, yakın zamanda Türkiye’nin ve Bulgaristan’ın kitap pazarında BG-Haber gazetesinin yazarı ve Viyana muhabiri Sn. Osman Bülbül’ün en yeni kitabını bekleyiniz. Yazar Bulgaristan’daki Türk ve Müslüman azınlık durumunu gerçekleri ile aydınlığa kavuşturuyor ve aktüel siyasi analizler yapıyor.


188

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Geriye dönük tamamıyla ülkede var olan siyasi etnik modelinin ve etnik partilerin Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi davranışları da var. “Ulus”, “Millet”, Türk Halk Kültür Evinin ve BULTÜRK’ ün işbirliği ile Razgrad ve İstanbul’da yapacakları organizasyonlarla kitabın tanıtımı yapılacaktır. Menderes Kungün *** СЪОБЩЕНИЕ Скъпи турски сънародници ,очаквайте скоро на книжния пазар в България и Турция най-новата книга на турският публицист и кореспондент на БГ-ХАБЕР от Виена г-н ОСМАН РЮСТЕМ БЮЛБЮЛ. Авторът прави актуални политически анализи и представя в истинската светлина положението на турското мюсюлманско малцинство в България. Има и пълна ретроспекция на действащият политически етнически модел в страната и поведението на етническите партии преди президентските избори. Предстои презентация на книгата което ще се състои в Разград и Байрампаша и ще бъде организирано съвместно от ТНЧ ПРОГРЕС и БУЛТЮРК.

Bu Kabaktan Çekirdek...

Raziye ÇAKIR -18.Şubat.2017

İnsan kimliğinin dokunulmazlık ilkesi ve biz neredeyiz? Zor bir dönemden geçiyoruz. Zaten “Bulgar Etnik Modeli” icat edileli ve bizi içine sıkıştıralı yıllar oldu. Kızışmamızdan biriken gerginliğin güçlü patlama-


Makale ve Analizler - 2017

189

sıyla bu “modeli” tam tuzla buz edeceğimiz anda hep supaba bastılar. Biraz bir az havamızı aldılar. Kritik noktayı hep atlatabildiler. Davamıza ihanet edenlerin icat ettiği “modelin” içinden önce Mehmet Hocayı, Mehmet Beytullov, Aden Kenan, Güner Tahir, Osman Oktay, Korman İsmailov, Kasım Dal, en sonra da Lütfü Mestan grubu HÖH’den atıldılar. Bu kişilerin hepsi Bulgaristan Türklerinin gözdesiydi, siyasi örgütlenmemizde çok önemli röl oynamıştı. Milletvekili, HÖH Genel Başkan Yardımcılığı yaptılar, hatta Lütfü Mestan Genel Başkan Görevinde 3 yıl bulundu. Kurulan tuzakların ve partiden atmakla Bulgaristanlı Müslüman Türklerin “oy kölesi” durumunu korumaya çalıştılar, hep başarılı da oldular. Bu 27 yıldan beri böyle sürdü. Bu iddiamızda inandırıcı olabilmemiz için, 17 Aralık 2015’i hatırlayalım. O gece “Saray”da Yılbaşı kutlamasına toplanan Hak ve Özgürlük Partisi (HÖH) Genel Başkanı Lütfü Mestan ve 4 arkadaşı parti yönetiminden ve partiden atıldı. Zulüm görmüş bir halktan doğan, ama aynı halktan koparılan bir partiyi istediği gibi ve tek başına yönetirken “supaba bas denince basan” Ahmet Doğan’dı. O bu işi kendi aklınla yapmıyordu. Sıçan bekleyen kendi gibi “sarayda” telefon başında bekliyor ve çaldığında pür dikkat dinliyor ve “evet” diyor, fırsat kollayıp harekete geçiyordu. Lütfü Mestan ve arkadaşları için telefon 13 Aralık 2015 günü öğleden sonra Sofya “Kütüphaneciler Enstitüsü”nden gelmişti. Şifreli hattan arayan Rektör Prof Dr Stoyan Dençev’ti. O, Ahmet Doğan’ın sıkı dostu, 1992 seçimlerinden sonra HÖH görev süresinde kurulan ve 30 Aralık 1992 ile 17 Ekim 1994 tarihleri arasında Başbakan olan Lüben Berov kabinesinde Bakanlar Kurulu Genel Sekreteri görevinde bulunan Dençev avizeyi hemen “DS” Albayı Prof Dr Dimitır İvanov’a verdi. Todor Jivkov diktatörlüğü döneminde komünist partisi ile gizli polis arasındaki sıcak teması, ayrıca gizli polis “DS” ile Sovyetler Birliği dış istihbarat örgütü “KGB” arasındaki gizli etkileşimden sorumlu olup 1990’dan sonra Stoyan Dençev, Dimitır İvanov ve Ahmet Doğan üçlüsü 19441989 komünist totaliter dönemde işlenen siyasi suçların bu arada “sözüm ona “soya dönüş” te kurşunlanan 42 şehidin katillerini, yargısız infazları işleyenleri vb korumak için kurulan “Multigrup” Holding yönetiminde sıksımı birlikteydiler. Dimitır İvanov hiç uzatmadan “biz oradaydık, mecliste o bildiriyi okuyanı çöpe at” dedi. Şu son cümlede “oradaydık” Rusya Federasyonu Sofya Büyükelçiliği’ni ziyaret ettik, “o bildiri” de Türkiye Hava Kuvvetleri tarafından düşürülen Rus “CU-24” uçağının bir NATO üyesi olan Türkiye Cumhuriyeti hava sahasını yani egemenliğini ihlal etmesini protesto eden ve Sofya meclisine okunan HÖH dek-


190

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

larasyonu anlamındaydı. Telefon temasının anlamı ise Lütfü Mestan’ın “defteri dürülüp çöpe atılması” anlamındaydı. Türkçemizde “siyaset meydanının” gerçek anlamı “infaz meydanıdır.” Bu meydan, dere boyu da olabilir, bir köşk veya sahte bir saray da. Lütfü Mestan’ın HÖH Genel Sekreteri olarak idam edilmesi için darağacı Sofya “Vitoş Dağı” eteklerindeki “saray” adıyla ünlenen, Ahmet Doğan’ın kapalı tutulduğu bina seçilmişti. Vesile olarak ise, 13 gün önce toplanan 2016 Yıl Başı töreni kullanıldı. İnfaz 120 kişi önünde işlenecek ve bu da olayın geri dönüşümü olmadığını güvence altına alacaktı. Öyle de oldu. Lütfü Mestan HÖH partisi Genel Başkanlığından ayrılırken onunla beraber HÖH milletvekilleri Maryana Georgieva, Hüseyin Hafızov, Şabanali ve Aydoğan’da HÖH’te ayrıldılar, mecliste bağımsızlar sırasına geçtiler. Ardından Sorumluluk, Tolerans ve Özgürlükler için Demokratlar Partisi - DOST kuruldu. Bu partinin kurulmasına karşı ciddi tepkiler vardı. Sofya Mahkemesi dosyayı birkaç defa geri çevirdi. Kaydı geciktirdi. İtirazlar Sofya Yüksek Temyiz Mahkemesi’ne sunulduğunda beklenmedik bir olay oldu. Halen DOST partisi Genel Başkan Yardımcısı olan Prof Doktor Maryana Georgieva Bulgar Ulusal Televizonu (BNT -1) ekranında belirdi ve en fazla izlenen hafta sonu siyasi programlarının birinde, DOST partisi kurma fikrini, siyasi ve sosyal gerekçelerini, Bulgar sağ kanat siyaset arenasında orta direk bir Müslüman Türk Partisi’ne gerek olduğunu, izlenecek siyasetin tamamen AvrupaAtlantik - NATO - Avrupa Birliği yöneylimi doğrultusunda olacağını çok inandırıcı bir dille ve argümanlarla savundu. Bayan Georgieva, 29 Mayıs 2013 ile 6 Ağustos 2014 tarihleri arasında iktidar olan ve “bağımsız” başbakan Plamen Oreşarski tarafından yönetilen Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) ve Hak ve Özgürlükler Partisi (DPS) ortaklığında Spor Bakanı oldu. Onun mesleği Bulgar dili, uzmanlık alanı ise Bulgar dil ansiklopediciliğiydi. Veliko Tırnovo Üniversitesinde Lütfü Mestan’la birlikte okumuşlardı. HÖH milletvekili olduğu yıllarda Profesör Doktor olarak çalışmalarını sürdürüyor ve gizli polis elemanları yetiştiren Sofya “Kütüphaneciler Enstitüsü”nde ders okuyor. Ayrıca yukarıda isimleri geçen Deçev ve İvanov’la birlikte enstitünün akademisyen kurulunda görev alıyordu. Bayan Georgieva’nın BNT-1. ulusal TV kanalında yaptığı parlak DOST savunusu, Bulgar siyaset kazanında kaynayanlara “Kütüphaneci Enstitüsü” istiyorsa bu iş olur, işin içinde iş olmalı” dedirtip hepsini susturmuştu. DOST’un tescil edilmesine karşı kurt gibi uluyan, kuduz köpek gibi havlayan bir tek “Ataka”, VMRO - Makedon İç Devrim Hareketi ile güya “Yurtsever Cephe” yeminli ırkçı eliti kaldı ki, Avrupa Birliği Ge-


Makale ve Analizler - 2017

191

nel Kurulu’nun bu 3 parti için nitelemesi “faşist” olduğu gibi “kapatılması isteği” de vardı. Neyse DOST partisi kuruldu, tescil oldu ve son 6 ayda bulunduğu dere dibinden çıkmak için sağ yamacın yalçın kayalıklarından tırmanmaya çalıştı. Sanki bir yol alamadı. Bunun nedenleri pek çok olabilir de, biz işe önce felsefi açıdan bakalım, çünkü felsefesi olmayan, bu felsefeden sarkan ideolojisi olmayan bir parti siyaset alanına inse bile dal budak salamaz. DOST partisi 6 Kasım 2016’da yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde “benim felsefem ve ideolojim şudur” diyemedi. Lütfü Mestan 2004’ten sonra 2015’te HÖH’ten ihraç edildiği “saray” buluşmasında yaptığı konuşmada da savunduğu Avrupa - Atlantik - NATO ve Avrupa Birliği konumlarında kaldı ki, yukarıda işaret ettiğimiz “CU-24” Rus uçağı olayından sonra, Birleşik Amerika’nın T.C. Adana “İncirlik” askeri üssündeki atom bombalarının Bulgaristan’ın Karadeniz sahil kenti Kalyakra yakınında kurulan US Askeri Üssüne alınacağı şayiaları aldı yürüdü ve gölgesinden korkan yerli halk birden bire suskun bir ürperme dönemi yaşadı. Bu da DOST yakınlığına engel oldu. 2017’nin başında gelen sevindirici bir olaysa, DOST partisinin Kasım Dal tarafından 4 yıl önce kurulan Halkın Şeref ve Demokrasi Partisi ile 26 Mart seçimlerine birlikte girmek için DOST Birliği’nde buluşması oldu. Ne var ki, bu birlik yeni doğan bir çocuk olsa, “Ben dünyaya geldim! Yaşam alanı istiyorum! Anam nerede, babam nerede? Onları tanımak istiyorum!” Gibilerinden bir çığlık atardı, ne var ki kulaklarda bu da dolmadı. Belki bir yerden bir ses çıkar umuduyla tam beklemeye alıştığımız bir sırada, yine Prof. Dr. Bayan Maryana Georgieva, Bulgar milli televizyonun top seyircisi olan siyasi akşam programında ekranı süsledi. DOST partisinin NATO’culuğundan, Atlantikçiliğinden, Avrupa Birliği taraftarlığından, demokrasi ve özgürlüklerden, sağcı merkezcilikten yana oluştan esaslı konuştuktan sonra ana konuya geldi ve 27 yıllık demokratik Bulgaristan tarihinde ilk kez olmak üzere şöyle dedi: “Dil, din, özgün kültür, gelenek ve görenek haklarını da kapsayan bir vatandaş kimliği dokunulmazlığı” istiyoruz, dedi. Bunu bir siyasi talep olarak ortaya atarken, Büyük Millet Meclisi’nde Anayasa’ya işlenmesiyle Bulgaristan Türklerinin olduğu gibi, tüm diğer etnik azınlıkların da temel sorunları çözülüyor ve orijinal bir formül üzerinden etnik, dil, din ve kültür azınlığı sorunlarımızın çözülmesi anlamına geliyordu. Bu, siyasi özlü çok önemli bir edinimdi. Ertesi gün basın konunun bu en can alıcı noktasına değinmedi. Sorunun neden Genel Başkan Lütfü Meskan ya da DOST - Birliğinde ortak HŞDP yeni Genel Başkanı Orhan İsmailov tarafından kamuoyuna açıklanmadığı, bu duyuruyu neden partinin gizli polisin en derin ininden çıkan Bayan Maryana Georgierva tarafından yapıldığı dikkati çekti. Neden


192

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

DOST hakkında, Bulgaristan Türklerinin kaderi hakkında son sözü hep bu Bayan hayata çağırıyordu. Yoksa bu “Kütüphaneciler Enstitüsü”nde Bulgaristan Türklerini yollarından alı koymak, eksik ya da yanlış bilgilendirmek için bir “fikir laboratuarı”mı vardı ve onun DOST konusundaki sözcüsü Bayan Georgieva mıydı? Çünkü “Bulgar Etnik Modeli” fikri de aynı çevrelerden çıkmıştı. Yoksa seçim sisteminin yenilenmesi isteğiyle yapılan 6 Kasım 2015 halk oylamasında 628 bin “evet” oyu veren Bulgaristan Müslüman Türkleri yine çok sıkışmış Ahmet Doğan emrinde bulunan “Bulgar Etnik Modeli” supabını bastırsalar içinden atılacak kimse kalmadığı için Bayan Georgieva’yı “kurtarıcı ve yeni yönlendirici” mi seçmişlerdi. Bunları böyle anlatırken çocukluğumun geçtiği Varna köylerinden 2 örnek tırmalıyor beynimi. Babam anlatıyor; Küçüklüğümüzde kuzularımız vardı. Bir kuzu sürüden ayrılsa avlumuzda bir çatırtı patırtı kopar ve son emir hep bana çıkardı: “Hadi tosunum Musa’m gir bul kuzuyu!!!” Ağa babamdan dinleye dinlere, koyunların insanlardan 3 defa daha zayıf gördüğünü, evimizi bulabilmelerinin ancak kuyruk kokusuyla mümkün olduğunu, ayrı kalan bir koyun-kuzunun mutlaka kurda-kuşam yem olacağını” öğrenmiş olduğumdan ödevi kutsal kabul ediyor ve kıra fırlıyordum. Bu örneği siyaset alanına çekersek yazımın başında isim ve soy atlarını sıraladığım HÖH Genel Başkan yardımcılarından hiç biri Bulgaristan Türklerine götüren yolu bulup halka inemediler. Fakat nicelliklerin birikiminden nitelik doğar genel geçerli yasasında ışık aramak şartıyla, Ahmet Doğan 17 Aralık 2015’te HÖH’ten 5 yöneticiyi birden attı. Kısa dönemde bu beşli, HŞDP’ni de yanına çekebildi ki, sonuncusunun Bulgaristan Türkleri arasında 30 bin garantili oyu var. Derken sürü kurulurken köy yolunu bulmak niyetiyle Bayan Georgieva önderliğiyle artık birkaç adım atıldığına tanık oluyoruz. Hayırlı olsun... Bu örnekte biraz ışık ararken, yine köylü gençliğimden bir örnekleme daha sunmak istiyorum. Ailemizin iştahına deyecek olmayan, ne yerse yese doymayan bir ineğimiz vardı. Annem ona yem hazırlamaktan bıkmış güz geldiğinde bahçemizdeki kabak kökenlerini kucak kucak topluyor, öteye beriye takılmış kabacıkların üstüne basıp yemliğe dolduruyordu. Baharda bahçemiz uyanırken etrafa gübre saçılıp kazıldıktan sonra bir de bakmışın, ineğin lapur lupur yuttuğu kelek kabakların çekirdeklerinden dört bir yanda kabak bitmiş. Şimdi şu Bayan Maryana Georgieva’nın ekmeye çalıştığı “Dil, din, özgün kültür, gelenek ve görenek haklarını da kapsayan bir vatandaş kimliği dokunulmazlığı” çekirdekleri göze kulağa iyi geliyor da düşmanlarımızın “zehirli numune tohumluğundan” olmasın diyorum! Bu kabaktan çekirdek alınır mı?


Makale ve Analizler - 2017

193

Bu fikre ilk önce 1785 Fransız Devrimi fikirsel babası olan ama devrimi göremeyen Jean-Jacques Rousseau’nun “Toplum Sözleşmesi” eserinde rastlamıştım. Etkisi bugün de çağrışan bu devrim de esin ateşi yakanları ve önderlerini yemiş, eşitlik, kardeşlik ve adalet getirmek için alevlenirken, Napolyon’u doğurmuş ve dünyayı yakması için eline çıra vermişti. Adil bir düzen kurmayı amaçlarken, 1789, 1793 ve 1795 yıllarında kaleme alınan üç İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesinde de “insanlar eşit haklarla doğarlar ve öyle de kalmalıdırlar” dense de ve üstüne “eşitlik yasaya dayanır ve herkes için aynıdır” diye vurgulansa da hiçbir zaman yazıldığı gibi olmamıştır. Ve soruyorum: Acaba bizim vatandaş haklarımızın dokunulmazlığı da o üç bildirge gibi hasıraltına atılmak isteniyor. Bayan Prof. Dr. M. Georgieva’dan Bulgaristan’ın insan hakları, etniklerin hakları ve doğal vatandaş hakları konularında imzaladığı uluslararası anlaşmaların hangisini yerine getirdiğini açıklamasıdır. Acaba “Kütüphaneciler Enstitüsü” akıl hocaları bize yol göstermeye devam mı ediyorlar!?

Yeni Adı “İstifa!” Olmalı

Dr. Nedim Birinci-19.Şubat.2017

Öfkeli ve parçalanmış toplumda yaşamak. Memleketimizi 26 Mart 2017 seçimlerine götüren, Başbakan Ognyan Gercikov yönetimindeki geçici hükümetin kokusu buruna vurmaya, rengi de göze çarpmaya başladı. Bakanlar kurulunun temel kadrolarının halkımızın kanını ve ruhunu emen sülükler arasından özenle seçildikleri ortaya çıktı. Bakanlar Kurulu Başkanı Ognyan Gercikov’tan başlayalım: Yakın zamana kadar bugünkü başbakanın oğlu Stanislav Gercikov Bulgaristan “Duble Yollar” devlet şirketinde hukuk danışmanlığı yaptı. Ülkede maaş ortalaması 500 leva iken o KDV hariç 4 bin leva alıyordu. Gördüğü davalar


194

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

için ek ödemeler yapılıyordu ve yıl için aylık ücreti ortalaması 6 bin leva oluyordu. Aferin! Yeteneksiz hukuk danışmanı Stanıslav Gercikov davaları hep kaybettiği için birkaç ay önce işten atılmıştı. Bilirsiniz herkesin biraz şansı ve biraz da kısmeti vardır. 2 hafta önce Sofya Varna an yolunda Botevgrat’tan önce “Eçemiçka” tünelinde tavan lambaları düştü, bir araç ezildi ve bir yolcu öldü. Olayın ardından Bulgaristan “Duble Yollar” devlet Şirketi Yürütme Müdürü görevinden alındı ve biliyor musunuz Başbakan Og. Gercikov onun yerine kim atadı? 1984 - 1989 yılları arasında Türkleri Bulgarlaştırma sürecinde, o kanlı “soya dönüş” zulmü yıllarında Varna iline bağlı Dılgopol ilçesinde ve hain başı Ahmet Doğan’ın köyü olarak ünlenen Drındar köyünün de ilçe sınırları içinde bulunan Suvorovo Belediyesinde 30 Türk düşmanı ajanla ve üç bölgesel grup yöneticisiyle çalışan Valentin Atanasov Nikolov’u atandı. 1955’te Varna doğumlu olan Nikolov 1976’da Sofya’daki İçişleri Bakanlığı “Devlet Güvenliği” fakültesine yazılmış, 1982’de İçişleri Bakanlığı (VMR) “DS” gizli poliste Türkler arasında casusluk yapan 04 - 06 şubesinde “Dılgopol ve Suvorovo” Türk bölgesinden sorumlu bir gizli subay olarak göreve başlamıştır. 1985’te Türklerinin enselerine basıp kan kusturulmalarından sonra 1986’da “kıdemli istihbaratçı” unvanı alan Nikolov’un biyografisi kısaca şöyledir. 1985’in soğuk kış günlerinde Müslüman Türklerin hepsinin isimlerinin, dinlerinin, kimliklerinin değiştirilerek soy geçmişleri söküldü. Bulgarlaştırma baskı ve terör yöntemlerine en faal bir şekilde ve amansız katılan, Todor Jivkov rejimi döneminde Bulgar tarihinin en ağır, en iğrenç ve yüz karası cinayetlerinde eli kana bulanan subay Nikolov, tutuklanıp işlediği cinayetler için yargılanıp hapse atılacağına, yüksek devlet ödülüyle ödüllendirilmiştir. O, güya “soya dönüş” yıllarında gösterdiği olağanüstü aktiflik için MVRVarna 4. Şubesi Amiri Albay Sv. Vasilev’in hazırladığı ve MVR-Varna Müdür Yardımcısı Albay Sava Denev’in ve Bulgaristan Komünist Partisi (BKP) İl Komitesi tarafından kaleme alınan ve Türk etnik azınlığı üzerindeki yüksek başarılarını öven özgeçmişle Bulgaristan Halk Cumhuriyeti Devlet Konseyine ödüllendirilmek üzere önerildi. Ve Türklere zulüm eden kahraman olarak göğsünde en yüksek ödül olan “Halk Emek Madalyası” şakıdı. Katilin 1979 - 1986 yılları arasında Türkler arasındaki kemirgen köstebek çalışmaları şu sözlerle nitelendirilmiştir:


Makale ve Analizler - 2017

195

“Çalışmalarında yüksek komünist idesellik, politik olgunluk ve parti siyasetine bağlılık gösterdi. Sınıfsal yaklaşım sahibi olup devrimci uyanıklık gösterirken burjuva ideolojisine karşı amansız oldu.” O, 1985’te Türklerin isimleri değiştirilirken BKP örgüt sorumlusu seçildi. Köstebek sürüsünden 30 ajan ve 3 köy grubu yöneticisini bileyip yönlendirdi. Bu hainliği için 1987’de, Varna köylerinde Türkler kan kusarken, aydın ve gençlerimiz hapishanelerde ve toplama kamplarında çürütülürken, MVR-Varna İl Amiri Nikolov’u “Bulgarlaştırma etkinliklerinde elde ettiği başarılardan ötürü” yeniden övdü ve ikinci ödül için öneride bulundu. HÖH yönetimi sözde “yönetenleri yönetiyor” fakat konu halkımızın ezilmesi ve yok edilmesi olunca dut yemiş bülbül oluveriyor. Ne ki, bu ebediyen böyle gitmez... Türklere karşı köstebeklik ve kemirgen işine iyi bakan subay Nikolov Varna ili Ruslar tarafından istila edilince bu cephede de başarılı çalışabilmesi için 1991’de Moskova’daki Dış İstihbarat Teşkilatı (KGB) Enstitüsüne gönderildi. Moskova’da yüksek bilimsel unvanlar aldı. Kendisine orada KGB dosyası açıldı. O arşivde Ahmet Doğan’ın da özel istasyon şefi dosyası var. Burada en yüzkarası, en acıklı ve ciğer kemirici olan Ognyan Gercikov geçici hükümetinin Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH - DPS) oylarıyla seçilen Cumhurbaşkanı Rumen Radev tarafından seçilmiş, atanmış ve kadro değişiklikleri yapmaya devam etmesidir. Kapanmayan yaralarımız kanarken Bulgarlaştırma süreci katillerinin 2017 yılında (30 yıl sonra) aklanmış paklanmış devlet holdinglerinin başına getirilmesi, yağma sofrasının devam etmesi, yeri cezaevi olan canilerin ve oligarşi-mafyasının sofra başı olmaya devam ettiğine ve etmeye devam hazırlıkları gördüğüne çok ciddi bir kanıttır. Komünist rejimin en ağır cinayetlerini işleyenlerin devlet makamlarında en önemli görevlere atanması, karanlık bir gelecek olacak, anlamındadır. Burada söz konusu olan 1 milyon 253 bin 383 Bulgaristan vatandaşına baskı terör ve zulüm uygulanmış olması ve bunun neticesinde bugün 720 bin Türkün memleketimizi ter etmiş durumudur. Bu örnek, demokrasiye geçilmesinden 27 yıl sonra Bulgaristan’da “Bulgarlaştırma” hırs ve ideolojisinin eskisinden daha canlı ve amansız yeni saldırılara hazırlandığına kanıttır. Bu tehlikeyi yaşatan ve taşıyan siyasi güçlerden biri de HÖH partisidir. Kendisini insan haklarını koruyorum maskesi ardına gizleyerek hareket eden bu parti Nikolov’un Sofya’ya gelmesinde önemli rol oynamış, razılık göstermiştir. Bulgaristan’ı vatan bile Türklerin kimlik olarak yok edilmesindeki zalimliğinden dolayı Bulgar devletinin en yüksek ödüllerinden biriyle ödüllendirilen bir gizli polis subayının 2017’de su yüzüne çıkarılması ve devlet yönetimine davet edilmesi, anlaşılır gibi değildir.


196

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Meydana gelen yeni durumda, Nikolov’un atandığı görevden hemen serbest bırakılması ve Başbakan Gercikov hükümetinin de Bulgaristan Türklerinden özür dilemesi gerekmektedir. Çünkü bu Türklerin onurunu yeniden çiğnemekten başka bir şey değildir. Bu olay memleket çapında alevlenmeli ve hükümetin istifası istenmelidir. Bu iğrenç olay Bulgaristan’ın gerçekten içindeki kurbağaların “demokrasi, demokrasi” diye vakladıkları bir bataklık olduğuna son kanıttır. 26 Mart seçimlerinden sonra Bulgaristan’da halk tarihte görülmemiş boyutlarda ayaklanırsa lütfen kimse kaçmasın. Arşivler konuşuyor: Anton Todorov Bir örnek daha: Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) 26 Mart Seçimlerinde sandık başı aday listesini açıkladı. Sofya’da sandık başı şahıslardan biri, Todor Jivkov’un damadı olan İvan Slavkov’un yakın dostu, babası “Belene” Ölüm Kampı Müdürlerinden olan, gazeteci Toma Tomov’tur. Yukarıdaki yüz karası örneği 26 Mart seçimlerinde çok küstah bir şekilde karşılıyoruz. Türk düşmanlığı su yüzüne çıkıyor ve kaymak tutuyor. Yukarıda yazılanların tümü Toma Tomov için de geçerlidir. Katiller, caniler, mafya ve oligarşi sınıfına örülmüş yılan gibi sürünerek iktidara yaklaşıyor. Kim hangi partiye oy verecek lütfen artık düşünelim ve bu defa yanlış yapmayalım. BGSAM İrfan Kulübü görev başında.

Sahte Darağacı

Ertaş Çakır-19.Şubat.2017

Çarpıtılmış tarih kırık ayaklı at gibidir, uzun yol gidemezsin. 144 yıldan beri 19 Şubat günü Bulgaristan’da milli kurtuluş davası önderi Vasil Levski’nin sözde asıldığı gün olarak hatırlatılıyor. Komitacılık tarihini yazıya en


Makale ve Analizler - 2017

197

iyi döken Zahari Stoyanov gelecek kuşakların yanlış bilgilendirilmesine yol verilmemesi için dava arkadaşı Levski’yı somut ve ayrıntılı kanıtlara dayanan “Mücahit” (Apostolıt) biyografik eserini adamış ve tarihin ters yüz gösterilmesine imkan tanımamak için, Bulgar yargıçlardan oluşan Sofya Mahkeme Heyetinin 1873 Şubatında Levskiye asılmak suretiyle idam cezası vermesinden sonra. Adliye binasının zemin katında bulunan zindana indirilen Levski’nin başını duvardaki kara taşlara vura vura kendini öldürdüğünü anlatmıştır. Olay şöyle ki, Vasil Levski 18 Şubat 1873’te o zaman Sofya kenarında bulunan şimdiki “Vasil Levskli Anıtı”nın dikili olduğu alana kurulan dar ağıcına çekilmemiştir. O yılların Osmanlı Sultanı Abdülaziz Sofya Mahkemesinin Vasil İvanov Kunçev’e verdiği idam cezasına tura ve mühür vurup onaylamamıştır. Osmanlı sultan arşivlerinde böyle bir belge olmadığı gibi Sofya Mahkemesi arşivinde bu kararın onaylı aslı bugüne kadar gösterilememiştir. Üstelik Osmanlı geleneğinde darağacına çekilen bir kişinin ölüp ölmediği doktor raporuyla belgelenmiştir. 18 Şubat 1873 günü Sofya’da bir hekim tarafından hazırlanmış böyle bir tespit tutanağı da bugüne kadar ortaya çıkmamıştır. 1878’de kurulan II. Bulgar tarihinde en önemli şahıslardan biri olan Vasil Levski gerçeği kamuoyunu 144 yıldan beri ilgilendiriyor. Bulgar tarihçilerin yaptığı araştırmalar, resmi propagandanın halkın beynini yanlış şahlandırmak için kullandığı verileri bu yıllar içinde çürüttü. Bu yıl bu vesileyle yapılacak anma törenlerinde yeni seçilen Cumhurbaşkanı Rumen Radev’in bir konuşma yapacağını dikkate alarak, Bulgar basınında çıkan “Rusya Levski’nin Katillerini Bol Keseden Mükâfatlandırdı.” Başlıklı yazıyı tercüme ederek dikkatinize sunuyoruz. BGSAM: Levski’nin Osmanlı devletince darağacına çekilmediğine ilişkin şu kanıt da ilginçtir. 22 Eylül 1872’de Kocabalkan’ın Araba Konak geçidinde bir Osmanlı kervanı baskına uğrar ve büyük miktarda hazine parası çalınır. Sofya’daki aynı mahkeme bu davaya da bakmış ve yakalanan hırsız çetesinin başı Dimitır Obşti idam cezası almıştır ve Padişahın onayından sonra bu ceza yerine getirilmiştir. BGSAM: 1905 yılının 21 Temmuzunda Padişah II. Abdülhamit’e İstanbul’da Yıldız Camiinden çıkmış ve kendisi bekleyen faytonuna birkaç dakika gecikmiştir. Bu arada güçlü bir patlama olmuş, gecikme yüzünden padişah hayatta kal-


198

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

mıştır. Suikasti gerçekleştiren 9 Ermeni komitası yakalanmış, idama çarptırılmış, fakat Padişah “devlet sınırı dışına çıkarılmalarını” emrederek, hapsini baştan savmayı tercih etmiştir. Rusya Levski’nin Katillerini Bol Keseden Mükâfatlandırdı Vasil Levski’ye ölüm cezası kesen Sofya Mahkemesi Başkanı Hacı İvanço Hacıveliçkov Pençeviç 1878’den sonra Bulgar Prenslini idare eden Prens Dondukov tarafından görevinde yükseltilmiş ve Bulgaristan Yüksek Mahkemesi Bileşimine atanmıştır. “İstinata.bg” sahibi olan yayımcı Georgi Georgiev Osmanlı döneminde Bulgaristan’da Rusya’nın dehşetli rolü üstüne birçok deliller sunuyor. Yayıncı, Levski’nin yok edilmesinin büyük suçlularından biri olan yargıç Hacı İvanço Hacıveliçkov Pençeviç Bulgaristan Yüksek Mahkemesi Bileşimine atanmakla ödüllendirildiğini kanıtlayan belgeler yayınladı. Mükâfatlandırma, Levski’nin güya asılmasından tam 6 yıl sonra, 8 Mayıs 1879 yılında olmuştur. Görevde yükseltme emri şahsen Prens Dondukov-Korsakov tarafından imzalanmıştır. Belgenin aslı Sofya devlet arşivinde bulunmuştur. Öyle ki, o zaman Rusya Çarlığı Balkanlardaki çıkarlarına sadakatle hizmet eden hainlere ve alçaklara bol keseden teşekkür etmiştir. O yıllarda Rusya Çarlığı’nın İstanbul Büyük ElçisiolanPrens İgnatiyev’ın haince ve ikiyüzlü rolü Bulgar halkından uzun yıllar gizli tutulmuş olsa da, artık gün ışığına çıkarıldı. Vasil Levski’nin ölümüyle sonuçlanan davada son söz sahibi olan kişinin Prens İgnatiev olduğu artık görülebildi. Prens İgnatiev’in ısrarı üzere aşağıdaki kişiler mahkeme heyetine alınmıştır: - Osmanlı İmparatorluğu Devlet Konseyi üyesi olan Hacı İvanço Hacıveliçkov Pençeviç; Bulgar Din Okulları Encümenlik Üyesi Mito Panov Kaymakçiyski; Sofya Meclisi Üyesi Hacı Manuil (Mano) Stoyanov ve


Makale ve Analizler - 2017

199

Sofya Meclisi Üyesi Petar (Peşo) Todorov - Jelyavets Bu tarihsel kanıt ilk defa olmak üzere araştırmacı yazar ve yayıncı G. Georgiev tarafından yayımlandı ve daha sonra diğer yazar ve araştırmacıların belgelerine girdi. Prens İgnatiev’ın güttüğü amaç açıkça ortadadır: Bulgaristan milli kurtuluş davasını başsız bırakmak ve hareketi Rusya imparatorluğu diplomasisinin menfaatlerine bağlı kılmaktır. Prens İgnatiev aynı zamanda yani 1872’de Rus kilisesi ve Fatih Başpiskoposluğunda Bulgar kilisesine karşı düşmanlık körükleyerek Bulgar milletinin birleşmesi denemelinin yolunu kesmeyi kışkırtan kişidir. Osmanlı makamları önünde Bulgar papazlarının sürgüne gönderilmesinde direnen Prens İgnatiev, Padişah huzurunda nüfus sahibi olduğundan dolayı İstanbul’da “Padişah Yarmcısı” lakabıyla anılmıştır. Ondan önceki Rus Konsolu Lobanov ise Bulgar din adamlarının sürgün edilmesini daha 1860’ta istemişti. Prens İgnatiev’ın ısrarı karşısında geri adım atan Osmanlı makamları 21 Ocak 1872’de Bulgar papazlarını İzmir’e sürgüne göndermiştir. O zaman İstanbul’daki Bulgar kamuoyu protestoya kalkışmıştır. Başvezir Mahmut Nedim Paşa Bulgar öncülerinden protesto alayının öncüleri olarak Slaveykov ve İkonomov’u kabul etmiş, kendilerini dinledikten sonra din adamlarının serbest bırakılacağına söz vermiştir. Osmanlının derin öngörülü vezirlerinden olan Mahmut Nedim Paşa sözünde durmuş ve 30 Ocak 1872’de papazlar İstanbul’a geri getirilmiştir. Bir ay sonra Sultan Abdülmecit’i ziyaret eden Prens İgnatiev, Başvezirin görevinden alınmasına neden olmuştur. Şu bilgi de çok ilginçtir: Özünü Rus menfaatleri için harcayan hain Hacı İvanço Hacıveliçkov Pençeviç yine aynı ayak oyunlarıyla Ruslara ispiyonluk yapmak için Osmanlı Devlet Konseyine sızdırılmış, 1878’de Bulgaristan’ın Osmanlı’dan ayrılmasından sonra ise, mahkeme kararını imzalayıp Vasil Levski’nin ölümüne neden olmasına karşın, Sofya’da Levski Anıtı dikilmesi için ilk bağışta bulunan ikiyüzlüdür. Bulgar vatanı için Moskova ve Rus çizmesi altında ezilmekten daha kötü bir şey olamayacağı bilincine varan Bulgar yurtsever evlatlarının sürgüne ve hapse gönderilmesinde Osmanlı devletine baskı yapan ve mahkemelerde son söz sahibi olmaya çırpınan Moskovalı efendilerin Bulgar milletine karşı amaca yönelik ve arasız çalışan hain Rusofiller ve Rublacıların özellikle de ikiyüzlülerin Hacı İvanço Hacıveliçkov Pençeviç örneğinde görüldüğü üzere iplerini çeken ve onları ödüllendiren kişinin Prens İgnatiev olduğunu Bulgar devlet arşivinden alıp yayınladığımız 2 belgede de görebiliyorsunuz.


200

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

*** Günümüzde hain başı Ahmet Doğan’ın Moskova ödülleriyle taltif edilmesine başka bir anlam veremiyoruz.

Karamsarlık

Şakir Arslantaş-20.Şubat.2017

Demokrasimiz ısırganlıktan çiğdem toplamaktan farksız. Sayın okurlarım, 26 Şubat 2017’de 44. halk meclisi seçimleri yapılacak. Bu seçimde, Hak ve Özgürlükler Partisi (HÖH - DPS) aşırı soldan “faşisttir” dediğimiz “Ataka” partisinin eski milletvekili ve önceki Avrupa Birliği (AB) Parlamentosunda “Bulgar olmayanların hepsine düşman” aynı partiden milletvekili olan Slavi Binev’i Sofya’da liste başı gösterdi. Bu haberin hepinizi bedbaht ettiğinin farkındayım. Ben de artık yıllardır siyaset izliyorum ve yaza yaza yoruldum. 2017’de kalemimi emekli etmek niyetindeydim. Ne var ki, bu haberden sonra kalemim raftan tekerlendi ve dile gelerek kendisi “hadi başla yazmaya” dedi. Olay o kadar acıklı ki, bilincimde birçok perdeyi birden açtı. Önce size “karamsarlık” nedir onu anlatayım. Ben de bir köylü çocuğuyum. Drındar’da geçirdiğim yıllarda bahar gelir, tarlalar ebe gömeciyle yeşerip mor çiçeklerle hafiften dalgalanırken gök kuşağı tarla üzerine köprü atardı. Çiftçinin bahar selamına yanıt verecek sabanı, öküzü, tohumu ya da bunlardan herhangi biri eksikse kendini bedbaht hissederdi. Bu, eziklik karamsarlığın egemen olduğu andır. Üzerindeki ezikliği atamayan köylü tarlasını nadasa bırakır. İlk çiseme eşek dikenlerini tarlaya doldurur ve işin tadı tuzu kaçardı. Halen bütün Bulgaristan eşek dikenliği oldu. Karamsarlığın sosyal yaşamda anlatılabilmesi için önüne “kültürel” kavramı takmam gerek. Bu kavram geniş kapsamlı ve derin, içerikli olduğundan kötülüklerin tümünü kapsar. Biz Bulgaristan Türkleri en derin “kültürel kötümserliği” (pesimizmi) 1989 Mayıs Ayaklanmamızdan sonra yaşandı. 1953 ve 1976 göçlerinde de parçalan-


Makale ve Analizler - 2017

201

mıştık ama 1989’un acısı çok can yakıcıydı, paramparça olmanın getirdiği ruhsal çöküş hepimizi iyice ezip pes etmişti. Kültürel kötümserlik dediğimiz bu sosyal ortama her şey ekilebilirdi. O zaman kafamıza gizli yerli polis “DS” ve Rus istihbaratı (KGB) ruhuna ısırgan zehri doldurduğu Ahmet Doğan’ı lider olarak başımıza sardı. İşte bu yüzden, 2017’de hak ve özgürlük, demokrasi ve adalet için can verenlerin tarlasında bir “faşistin” bittiğine şaşmamamız gerekir, bizim tarlamıza faşizm ekme niyetleri daha o zaman planlanmış olmalı.... Ne ki yeni durumda şaşmamak elde değil, çünkü işlerin bu kadar çığından çıkacağını ve faşistleri oylarımızla meclise taşıyacağımızı kim düşünebilirdi? Faşizm, Bulgaristan siyasi ortamına nasıl girdi? 19 Mayıs 1934’te Bulgar Çarlığı’nda bir askeri darbe yapılmıştı. 1933’te Almanya’da iktidar olan Hitler faşizm yelkeni açmıştı. Bulgar Çarı faşist yönelim yanında yer almıştı. Siyasi partilerle birlikte dernekler de yasakladı. O dönem Bulgaristan Türkleri arasında yaygınlaşan “Turan Gençlik ve Spor Cemiyetleri Birliği”ne karşı polis takibatına geçildi. İşkence ile öldürmeler çoğalmıştı. Öncü kesim ve aydınlar gizlice Türkiye’ye kaçma yolları aradı. Türk istihbaratı bu haberi Atatürk’e iletti. Atatürk de, o sıralarda Trakya’da askeri tatbikat yapmakta olan 3. Ordu Komutanı Salih Omurtak Paşa’ya biraz Bulgar sınırını ihlal ederek Bulgaristan’a gözdağı vermesi konusunda talimat verir. Yağmurlu bir gecede Bulgar sınırını sapak bir yerden geçen askerlerimizin öncü birlikleri, sabah ortalık aydınlandığında Filibe (Plovdiv) yakınlarındaki Hacıilyaz (Pırvomay) kasabasına varmışlardır. Önce kendi askerleri sanan Bulgarlar, hava iyice aydınlanınca, Filibe’ye doğru ilerleyen birliklerin Türk askeri olduğunu fark etmişler ve olay Bulgar Çarı III. Boris’e iletilmiştir. Telefona sarılan Çar, Atatürk’le yaptığı görüşmede, “Ekselansları acaba Bulgaristan’a harp mı ilan ettiniz?” diye sorar telaşla. Atatürk, “Neden böyle bir şey yapalım ki?” deyince, Çar Boris: “Askerleriniz Filibe önlerinde ve Sofya yönünde ilerliyorlar.” diye cevap vermiş. Atatürk: “Yolu şaşırmışlardır Çar hazretleri, şimdi olayı tetkik eder, Haşmetmeaplarına malumat arz ederim.” diyerek teselli etmiş ve Salih Omurtag Paşay’a: “Maksat hâsıl olmuştur, geri dönün” talimatı göndermiştir. Bu gözdağı üzerine Çar hemen duruma el koymuş ve kitle halinde yapılması planlanan Türk katliamını da durdurmuştur. 1934’ten sonra Bulgaristan’da savunma Bakanı Hristo Lukov önderliğinde “faşist Lukov ulusal lejyonu” kuruldu. Bu gerici ırkçı güç Bulgaristan’da faşist rejim kurulması için çalıştı, etnik azınlık, yabancı ve Yahudi düşmanlığını yaydı, etnik ve dinsen baskı ve terör uyguladı ve Bulgaristan Yahudilerinin Alman Nazi toplama kamplarına gönderilmesinde direndi. İkinci Dünya Savaşı yıl-


202

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

larında (1942) Alman ve Bulgar askerlerinin işgal ettikleri Makedonya ve Ege bölgesinden 20 bin Yahudi ile 20 bin Çingene insanların yakıldığı Nazı Toplama Kamplarına hayvan vagonlarıyla gönderildi. Bulgaristan faşizminin gerçek yüzü budur. Avrupa Birliği Parlamentosu Siyasi Konseyinde alınan bir kararda 2004’ten beri AB üyesi olan Bulgaristan Cumhuriyetinde “Ataka”, VMRO - Makedon İç Devrim Hareketi ve güya “Yurtsever Cephe” adıyla etkin olan (PF) adında 3 partiye “faşist parti” dendi. AB kararında bu partilerin “faşist” parti olduğu belirtilirken, “hükümete katılamazlar” denmiştir. Fakat bunların dağıtılması, meclisten kovulması, liderlerinin tutuklanıp yargılanması ve “Alfa” TV programı, “Skat” TV gibi elektronik yayınların ve “Balgaria”, “Ataka” vb basın organlarının kapatılması için özel madde konmamıştır. Buna dayanan GERB partisi 7 Kasım 2014 - 27 Ocak 2017 iktidar döneminde bu üç “faşist” partiden parlamento içinde ve dışında destek aldı. Onlar da bundan yararlanarak, Müslüman Türk azınlığına karşı onların siyasal, vatandaş ve seçmen haklarını kısıtlayan 8 yasayı meclisten geçirdi. Bunlardan birisi T.C.’deki seçmen sandıklarımı 35’e indirirken, henüz onaylanmamış olan 9-uncusu da camilerimizde ancak ve yalnız Bulgarca konuşulmasını ve minarelerden ezan okunmasını yasaklıyor. İstemeye istemeye yazsam da 6 Kasım’da yapılan Bulgaristan Cumhurbaşkanı seçimlerinde bu üç düşman gücün ortak adayı oyların % 15’ini aldı ki, memleketimde faşizm 1944’ten beri böyle boy atmamıştı. Biraz da bu 3 faşist partinin geçmişine bakalım: 1. “Ataka” partisi 2004’te kuruldu. 1 milyon 600 bin leva olan kuruluş masrafını “Türklerin partisiyim” diyerek geçinen HÖH’ün o zamanki Genel Başkanı Ahmet Doğan, 1945 - 1989 totaliter komünist katliamlarının açıklanmasını engellemek amacıyla kurulan “Multigrup” Holding kasasından ödetti. Bu parti siyaset sahnesine “Çingenelerden sabun yapacağız”, “Bulgaristan Bulgarların, Türkler Türkiye’ye” şiarıyla çıktı. O gün bu gün Bulgaristan vatandaşlarından boşalıyor, kaçanların çoğunluğunu etnik azınlıkların oluşturduğu göç iki kanattan gelişiyor. 720 bin kişi Türkiye’de sığınırken, 2 milyon 500 bin kişi de ekmek teknesini Batı ülkelerine taşıdı. Şimdi HÖH partisi, faşist “Ataka” partisinin yetiştirdiği en azılı faşistlerden biri olan Slavi Binev’i 44. halk meclisine liste başı milletvekili adayı gösterirken, bir yandan akla karayı iyice birbirine karıştırdığımız ortaya çıkarken, seçmen kitleden henüz tepki alevleri yükselmemesi “ne olursa olsun” havasına girdiğimizi yanı neredeyse pes ettiğimizi ve kötümserliğin bizi boğduğunu bedbaht durumda bulunduğumuzu gösteriyor ve kanıtlıyor. Bulgaristan Türklerine “oy kölesi” diyenler tamamen haklı çıktı. HÖH lideri, Moskof ajanı Ahmet Doğan Türkleri ve Türklüğümüzü “Bulgar Etnik Modeli”


Makale ve Analizler - 2017

203

içinde kanatsız ve kolsuz bırakmayı başardı. Bu gidişle birer ikişer değil topluca Moskofcu Bulgar faşizmi kucağına itiliyoruz... Ötesini siz düşünün lütfen. 2. VMRO - Makedonya İç Devrim Örgütü. Osmanlının çöküş döneminde Makedonya’da bir muhtariyet kurulması hedefleriyle gelişti. Giderek Makedonya topraklarının Bulgaristan’a katılması, Makedonların Bulgar olduğu, 1919 Nöyi Anlaşması maddelerine tepki gösterme ve Makedonya topraklarını Bulgaristan’a katılması mücadelesinde 1918’de geçici merkezini Sofya’da kuran VMRO kadroları Bulgar askeri ve sivil eğitim kurumlarında eğitilmiş ve çetecilik etkinlikleri özellikle 1903 İlinden - Preobrejen Ayaklanmasında desteklenmişti. VMRO 1912’de 250 bin Müslüman Pomak vaftiz ettirilirken, din ve dilleriyle birlikte isimleri de değiştirilir ve cami, medrese ve köyleri yıkılırken zulmün kol ordusu olmuştur. VMRO infaz grupları Aleksandır Stanbolov ve Aleksandır Stanboliyski gibi 2 Bulgar başbakanı öldürmüş, yargısız infaz grupları silahlandırmış ve yıllarca terör uygulamıştır. 1923’ten sonra sol cepheye geçen VMRO güçleri Bulgaristan Komünist Partisi’nin bir silahlı kolu olarak hareket ederken, Moskova merkezli Komintern ile ilişki kurmuş, para ve silah almıştır. Çarlık ve komünist dönemde legal siyaset sahnesine çıkamayan VMRO, 1990’lı yıllarda özellikle de Yugoslavya İş Savaşından sonra fazlasıyla aktifleşerek Makedonya devletinin Bulgaristan’a katılması için etkinliklerini arttırmış, sağ ve sol aşırı güçlerle birleşerek meclise girmiş ve hatta son dönem II. Borisov hükümetine dıştan destek vermiştir. Sert ve kesin anti-Türk, Türklerin siyasi örgütlenmesi ve Türkiye ile yakınlaşma, Türk vatandaşların haklarının tanınmasına karşı çıkan bu partinin “faşist” nitelikli olduğundan dolayı, siyaset dışı kalmasına ilişkin AB Parlamentosunun özel kararı olsa da, AB meclisinde milletvekilleri vardır. Bu siyasi güç, Türkiye ile Bulgaristan sınırına tel örgü gerilmesini, yabancı düşmanlığı körüklenmesini ve Türklerin devletten sökülüp ötekileştirilmesini isteyen temel güçlerden biri olup DOST partisinin 26 Şubatta meclise girmesine karşı yoğun çalışıyor. 3.Çalışmaları ve hedefleri ve adı arasında hiçbir bağ olmayan “Yurtsever Cephe” (PF) Bulgar partisi sağ cephede kurulan, ayaklarıyla İkinci Dünya Savaşı öncesi mayalanan Bulgar faşizmi kalıntılarına basan ve ırkçı milliyetçiliği, yabancı düşmanlığını ve Müslüman Türkleri ötekileştirmeyi bayrak ederek 2014’te meclise girdi. GERB’in ikinci kabinesini dışardan destekledi. Mecliste VMRO ve “Ataka” ile kenetlenerek geçen sene Cumhurbaşkanı adayı çıkardı. Bu partinin en büyük derdi Bulgaristanlı Müslüman Türklerin sivil toplum örgütlerinde örgütlenmelerini engellemek, siyasi partilerinin yasaklanması yolunu açmak, Türkiye’yi küçümsemek, Bulgar Türkiye sınırına tel örgüler ve mümkünse Çin Seti çektirmek bu iş için AB merkezlerinden gelen paraları da çalabildiği kadar


204

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

çalmaktır. Saldırgan İslam, Müslüman, Türk, Türk azınlığı ve kültürü düşmanlığı propaganda eden bu grubun 20 yıldan beri çalışan “Skat” TV programı var. Siyasi tabanda Balkan Savaşlarından sonra Doğu Trakya’dan Bulgaristan’a gelip yerleşen Bulgarları arayan, miras talep eden, çılgın isteklerde bulunan ve sert sağ ırkçılık yürüten bu güçler de AB Parlamentosu tarafından “faşist” olarak nitelendi ve iktidar yolları sözde tıkandı. Sonuç: Anlatmaya çalıştığım Binev’ın adaylığı ve bu üç siyasi parti, Bulgar demokrasi baharına soluk aldırmayan ısırganlardır. En büyük hayallerinde, bir yolunu bulup İstanbul’a erecek ve Edirne üzerinden uçarken yolu kesilip düşürülemeyecek 20 - 30 orta mencili füze ele geçirmek ve rahatlamaktır. Ciğerlerini kemiren budur. Onların siyasal ruh kaynağı, yukarıda anlattığım 1934 askeri darbe olayından sonra Türk 3. ordusunun Filibe misafirliğinden çok korkan III. Boris’in, Karlovo ile Kazanlık kentleri arasındaki “Marino Pole” askeri hava üssüne Nazilerden gelen silah yüklü “Messerschmidt” jet uçaklarını üslenince rahatladıkları o anlardır. İkinci Dünya Savaşından sonra Moskova’nın Boğazlara yerleşme planlarıyla Sliven Balkanı’na Sovyet “CC–20” ve “CC-22” orta menzillerini füzelerinin yerleştirildiği, aynı Balkanın içi açılarak bağrına park edilen 3 bin Sovyet tankın saldırıya hazır bulunduğu o günlerdi. O zaman kendilerini bir şey sanmışlardı. Evet, şimdi hırçınlanıyorlar. Balkanları ısırganlık yapmaya çalışıyorlar. Etraf tel örgü! Kafaları örümcek dolu bu siyasetçilere ve yetiştirdiklere kadrolara köydeşim Ahmet Doğan’ın el uzatması ve onları oylarımızla meclise çekmesine akıl erdirmek hakikatken çok zor. Yoksa kafasının içine ısırgan tohumu doldurmuşlar ve gerçekten Mankur mu olmuştur. Vay zavallı... . Beni rahatsız eden her şeyin sizi de rahatsız ettiğine inandığım için yazıyorum. Siz işinize bakın. Ben sizin için siyaseti izlemeye devam edeceğim. Okusanız yeter. Okuyan her kardeşime teşekkür ederim. Isırganlar arasında çiğdem olmak hakikatten çok zor olsa da, biz gibi yok be... Sağ olun.


Makale ve Analizler - 2017

205

Sömürü Kapanı

Raziye Çakır-22.Şubat.2017

Almanya’da başa gelenler. Almanya’da köle gibi çalıştırılan vatandaşlarımıza kurulan mali tuzak açıkladı. Sosyal yardım paralarıyla dolandırıcılık tuzağına birkaç yüz Bulgaristan vatandaşı da düşürüldü. Dolandırılanlar genelde Varna ilindendir. 1.300 kişiyi kapsayan mali dolandırıcılık tuzağı “Almanya’nın Sesi” (Deutsche Welle) radyosu tarafından duyuruldu ve bütün Bulgar basınında yayınların. Olayın özü: 2013 ile 2016 yılları arasında, iki Alman şirketi sahte iş sözleşmeleri imzalatarak, daha fazlası Bulgaristan vatandaşı olan toplam 1.300 kişiyi Almanya’ya işe toplamış ve onlara Almanya - Bremerhafen şehri İş ve İşçi Bulma Kurumundan sosyal yardım almalarını sağlamıştır. Bu kişiler İş ve İşçi Bulma Kurumuna tam gün olmayan iş sözleşmeleriyle çalıştıklarına ilişkin sahte evraklar sunarak, aynı kuruma geliri yetersiz kişiler olarak kayıt yaptırmışlardır. Bu kişilerin kuruma sundukları sahte oldukları sonradan açıklanan evraklarda aylık gelirlerinin Almanya’da yaşayabilmek için gerekli asgari geçim gelirlerinden az olduğundan dolayı, kurum kiralarının bir kısmını ödemiş ve ellerine sosyal yardım parası vermiştir. Dolandırıcılık yoluyla elde edilen para 6 milyon Euro’dur. Sahte ajans, dernek ve şirketler hareket halinde. Dolandırıcılık şeması, Alman vatandaşı olan Türk asıllı Selim Öztürk’ün başkanı olduğu “İş ve İşçi Bulma ve İngegrasyon Ajansı” ve “Aile ve Cinsiyetlerin Eşit Durumu Derneği” tarafından kurulmuştur. Öztürk kurbanlarının daha çoğunu Bulgaristan’ın Varna şehrinde Türkçe konuşan nüfus arasından seçmiştir. Alman makamlarına göre, bu şemaya düşürülen Bulgaristan vatandaşları dalavere kurbanıdır, çünkü Alman kurumundan aldıkları paraların daha fazlasını Öztürk’e vermek zorunda bırakılmışlardır. Bununla birlikte bu kişilerin çoğu çok ağır şartlarda çalıştırılmıştır. Selim Öztürk Alman makamlarını başka bir dolandırıcılık şemasıyla da aldatmıştır. Onun çalıştırdığı Ajans ve Dernek, Almanya’da okula giden fakat Almancası yetersiz olan gömen çocuklarına Almanca kursu düzenliyorum diye Alman Eğitim Fonlarından da para aşırmıştır. Alman savcılığının açıklamasında,


206

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

bu gibi dil kurslarının asla örgütlenmediğine işaret ediliyor. Bu dolandırma şemasından elde edilen para ise 500 bin Euro’dur. Benzer olayları araştırma çalışmaları devam eden Almanya’da yerli basın yerli makamların dalaverecilerle savaşım için hazırlıklı olmadığından gafil avlandığını yazdı. “Bremen Radyosu” gazetecileri olayı kaynağında araştırmak için Bulgaristan’a gelmişler, fakat Bulgar makamları bu dalavere olayını yorumlamak istemedikleri gibi, birçok yerde gazetecilerin tuzağa düşürülen kişilere direk sorular sormalarına da izin vermemişlerdir. Çıkan yazılarda, olayın Varna Otobüs Garında başladığına yer veriliyor. Almanya’ya gidebilmek için kurbanlar yeraltı dünyası şeflerinden borç para almıştır. Böylece birçok aile yerli kesip-kıran kalın enseli takımına borçlu duruma düşürülmüş, eli kolu bağlanmıştır. Bremenhaus’taki iki sahte şirket işsiz güçsüz ve borçlanan kişilerle günde 50’ye varan iş sözleşmeleri imzalanmış ve bu tuzağa düşürülenler Almanya’ya taşınmıştır. “Deutsche Welle”

Akıllarındaki

Raziye Çakır-22.Şubat.2017

kış.

Küresel siyasete Rusya açısından bir ba-

Rusya’nın hazırlıkları ne yöndedir? Kremlin kendisine tamamen sadık rejimler peşinde. Pavel Danilin Birleşik Amerika’nın memleketimizdeki askeri hava alanlarına tank top indirdiği şu günlerde Rusya ulusal çıkarları görüşünü açıklayan, Politik Analiz Merkezi Genel Müdürü, siyaset bilimci Pavel Denilin şöyle yazdı: “Bulgaristan Rusya Federasyonu’nun öncelikli çıkarları bölgesinde bulunuyor. Dış güçler her hareketi Moskova tarafından sert tepkiyle karşılık bulmalıdır.” Centerforpoliticanalisiz.ru - yayınından alınmıştır.


Makale ve Analizler - 2017

207

Er ya da geç Rusya’nın, Ukrayna, Beyaz Rusya, Kazakistan, Türkmenistan, Özbekistan, Kırgızistan, Tacikistan ve Moldova’nın kendi ulusal çıkarları bölgesinde bulunduğunu, herkesin duyacağı bir şekilde beyan edeceğini beklemeliyiz. Bu bölgelerde dış güçlerin her hangi bir etkinlikte bulunması, ancak Rusya’nın izniyle, ancak Rusya’nın tanıdığı sürede ve yapılan Rusya’nın ulusal çıkarlarına ters düşmediği müddetçe mümkün olabilir. Er ya da geç Rusya’nın, Türkiye, Letonya, Lituanya, Estonya, Bulgaristan, Moğolistan, Ermenistan, Gürcistan ve Azerbaycan’ının Rusya Federasyonu’nun öncelikli menfaatleri bölgesine girdiğini herkesin duyacağı bir şekilde beyan edeceği günün geleceğini kabul etmeliyiz. Bu çemberin üçüncü dairesine Finlandiya, Almanya, Polonya, Romanya, Afganistan, İran, Kuzey Kore, Suriye giriyor. Bu devletlerin toplamı Rusya devlet çıkarları alanına giriyor ve Moskova yönetimi bu devletlerle olası en olumlu ilişkiler geliştirmek zorundadır. Bizim için en uygun olan bu devletlerde Rusya’nın dediğini iki etmeyecek tamamen sadık rejimlerin yönetimde bulunmasıdır. Polonya ile Romanya’nın bir haftada bu yola sokulmasının zor olacağını biliyoruz, fakat uzun vadeli gelecekte her şey bu doğrultuda gelişmelidir ve biz durumun bu yönde ilerleme kaydedeceğine umut bağlamış olduğumuzu gizlemiyoruz. Anlaşılır sebepler dolayısıyla iyi ilişkiler yürütmemiz gerektiğine inandığımız, fakat Moskova’nın bu eğilime güçlü etki göstermesinin olası görünmediği Çin ise, bu devletin toplamı dışında bir yerde bulunuyor. Bu siyasi rotanın güçlendirilerek sürdürülmesi, ancak Pekinle ilgili samimi ve dürüst bir tutumla iyi düzeyde dış ekonomik ilişkilerin varlığı ve güçlü bir nükleer kalkanla olasıdır. Rusya ulusal çıkarlarına giren ülkelerle ilgili olarak ise, bu devletlere Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği döneminde olduğu gibi bir devlette toplanarak birleşmeye gönüllü olarak katılma hakkı tanınmalıdır. Yukarıda adı geçen devletlerin vatandaşı olan ve soy kimliklerini “Rus” olarak tanımlayan veya daha önce Rusya Sosyalist Federatif Sovyet Cumhuriyeti’nde daimi ikamet hakkıyla yaşamış olan kişilerin her birine Rusya Federasyonu konsolosluklarına veya polis amirliklerinde adres kaydı yapan bölümlere başvuruda bulunarak otomatik olarak Rus vatandaşlığı alma hakkı tanınmalıdır. Bulgaristan’da en fazla izlenen Faktıor.bg yayınında da yayınlanan Pavel Danili’nin bu yorumu Rusya Federasyonunun yeni ulusal çıkarlar siyasetini ortaya koyduğu gibi, Kremlin rejimine tamamen sadık bağımlı bir devlet olarak gördükleri Bulgaristan siyasetini de gün ışığına çıkarıyor. 22 Şubat seçimlerinden sonra memleketimizi yönetmeye heveslenen Hak


208

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ve Özgürlük Hareketi, Bulgaristan Sosyalist Partisi, ABV ve “Ataka” gibi bazı partiler daha şimdiden bu senaryoya tamamen uygun hareket ediyor ve izlenen siyaset çizgiyle Bulgaristan’ı Kremlin’in kucağına itiyor.

Defolu Siyaset

Osman Bülbül-23.Şubat.2017

Bir tek umut kaldı. Sofya Uçak Limanından 30 dakikada bir kalkan uçağa atlamak. 26 Mart’ta Bulgaristan’da genel seçim yapılacak. Bu bir erken seçimdir. Memleketimiz içine düştüğü derin ekonomik, siyasi ve parlamenter bataklıktan çıkma yolu arıyor. Siyasi dokumuz sağ ve sol olmak üzere ikiye bölünmüştür. Siyaset çarşafımızı sağ ve sola bölerken yırttık. Bu nedenle Bulgaristan siyaseti, siyaset sistemi ve onun dayandığı yasal düzen defoludur. Bu defo siyasi nitelikli olduğundan dolayı, bir yara gibi kendi kendine savmaz. Bir kaya da değildir. Bilirsiniz inci de bir kayadır ve canlı olduğu için büyürken kendi kendini arıtır ve insan denizin dibine inip midye kabuğunu açtığında onu akçacık bulur. Ne var ki bizdeki siyaset öyle değil. Biz biraz bulaşıkhaneye benziyoruz. Aynı kâseleri yıkayıp silip kullanıyoruz. Seçim listeleri açıklandı hep eski kadrolar. Amerikan Devlet Başkanı Franklin Delano Roosevelt’in unutulmayan sözleri arasında şunu bir daha hatırlayalım: “Siyasette hiçbir şey durup dururken olmaz. Eğer bir şey oluyorsa, emin olabilirsiniz ki bu o şekilde planlandığı için olmuştur.” Başkanlığa DÖRT kez seçilen ve İkinci Dünya Savaşı’nı kazanan dünya gücünü yöneten bu önderin yukarıdaki sözleri inandırıcı geliyor. “Hiçbir şey durup dururken olmuyorsa” Lütfü Mestan ve arkadaşlarının Hak ve Özgürlük Partisi (DPS) den atılmaları ve Sorumluluk, Hoşgörü ve Özgürlükler için Demokratlar adıyla kurulup ve “ben bir DOST” partisiyim diye ortaya çıkan bu yeni siyasi görüngü de, o gözle görülmeyen elle tutulmayan “üst akıl” tarafından önceden planlanmış mıdır? Bu seçimde, Bulgaristanlı Müslüman Türk aydını, seçmeni ve Türkiye’de ikamet eden ve sayıları 700 bini aşan soydaş kitlesini ilgilendiren ana konu bu-


Makale ve Analizler - 2017

209

dur. Alaca gölgeli şeklide ortaya çıkan bu görüntü aklanıp paklanmadan kimse seçim sandığına gitmeye heveslenmiyor. Bu açıdan değerlendirmede bulunurken içimizi kemiren, acıtıp yakan birkaç nokta var. Bir de geçen yüz yıl boyunca zulüm altında yaşarken kendi siyasi partimizi kuramamış olmamız, örgütlenme çabalarımızın hep baltalanması ve aktif aydın kadroların sınır dışı edilmesi, zengin politik birikim yapmamıza olanak vermedi. İkinci olarak da kendi eğitim merkezlerimiz olmadığından siyasi kadro yetiştiremedik, örgüt dokumuzu sürekli sıklaştıramadık, kendi birikimimizle dirilip yeni ufuklara kanat açamadık. Bize hep “Bulgar gölünde her kurbağa yerini bilmeli!” dendi ve bizim için ayrılan yer kök altı, karanlığın zindanı, yılan çıyan yuvasıydı. Ve biz Bulgaristanlı Müslüman Türkler 1989 Mayısı’na bütün zincirleri kırıp da geldiğimizde, ruhumuz bedenimizden ayrılmış ve siyasi bütünleşmeye mayalanmıştı. O zaman “üst akıl” başımıza Ahmet Doğan hainini sarmamış olsalardı, biz bugün Lütfü Mestan ve DOST görüntüsünü konu etmeyecektir. Hepimiz ana kucağı HÖH’ü daha güçlü nasıl yapabiliriz yolunu düşünecektik. Olayın derin irdelemesine Lütfü Mestan görüntüsüyle başlayalım. Önce o da Rodoplarda bizim dağ-bayır köylerinden birinde doğduysa “bizden biri olmalı” diyorum. Fakat memlekette (1945-1989) kuş uçurtulmazken, köyden köye izinle gidilirken, bu gencin köyden kente gelmesinin köstebekgiller yolunca olması insanımızda kuşku uyandırmıştır. Aramızda şöyle bir laf dolaşır: “soğanın cücüğü de, kabuğu da, soğan kokar.” Ne demek istediğimi Evengelist - Protestan dininden çok eski bir örnekle açıklamak istiyorum. 1418 - 1448 yılları arasında Almanya topraklarında yürütülen 30 yıllık Katolik-Protestan harbinden sonra, bir dünya dini olma hevesiyle sivrilen Protestan okullarında şöyle bir uygulama varmış. Her 12 öğrenci arasından bir kurt seçilirmiş. Kurdun ödevi Latince İncil okuyan öğrencilerin aralarında Almanca konuşup konuşmamalarını izlemek ve Almanca konuşanları ihbar etmekmiş. Kurttan gelen başka ihbarlar dikkate alınmaz ve hatta üstüne vazife olmayan işlerle uğraştığı için “kurt” cezalandırılıyormuş. Bu, 16. yy Marten Lüther Almanya’sından bir “köstebeklik şekli” örneğidir ve hiç kuşkusuz 20 yy’da Bulgar gizli polisi “DS” tarafından Bulgaristan Türkleri arasında uygulanmıştır. Toplam sayıları 1985 Mart’ı itibarıyla resmi rakamlarla 3 bin 16 olan bu köstebeklerin vazifesi ancak ve yalnız Müslüman Türkler arasında çalışıp yaprak kımıldasa haber iletmek olmuş. Ne kadar inkar etse de, Lütfü Mestan bu köstebeklerden biridir. Çünkü o yıllarda Kırcaali “DS” subayları arasında ça-


210

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

lışan Türkler de vardı ve onlar “ajan dosyalarına” erişebiliyorlardı. Sözde demokrasi döneminde bu subaylar görevden uzaklaştırıldı, fakat onların içindeki Türklük eritilmiş bile olsa külleri kalmıştı ve Lütfü Mestan HÖH Genel Başkanı olunca “benim dosyam yok” dediğinde eski kadrolar bir ağızdan “hadi, hadi” dediler ve bazı dosyaların askeri istihbarat arşivine alındığını açıkladılar. Bu dosyalar arasında Lütfü Mestan, Güner Tahir ve Kasım Dal dosyaları olduğu giderek ortaya çıktı... Bugün bu konu neden aktüel? Yeni bir parti olan ve henüz tay durmaya çalışan DOST, Sofya 24. seçim bölgesinden 44. halk meclisine milletvekili adayı olarak bilinen TV yapımcılarından yeminli anti-komünist ve demokrat, Türklerin hakları ve özgürlükleri konusunda olumlu yaklaşımı olan Evgeni Mihaylov’u liste başı gösterdi. Mihaylov, “Standart” gazetesine verdiği demecinde, “Lütfü Mestan’ın ajan olduğu açıklanırsa, ben adaylığımı geri çekerim” dedi. Yani gerçek demokrat Bulgarların bizim aramıza katılmaları için, birlik olmamıza yalnız “anti-komünist” olmamız yeterli olmuyor. Bir de gizli polis “DS” ajanı geçmişi, dosyası olmaması istemi var. Bu demokratlara teşekkür etmemiz gerek, çünkü “bizim aramızdan seçilen ajanlar, yalnız bize karşı çalıştırıldığından dolayı” Bulgarlar bizi bugün ülkedeki mücadelenin ana yönleri olan rüşvetçilik, dolandırıcılık, mafyalaşma ve oligarşi ejderhasına, adaletsizliğe karşı savaşımda müttefik olarak göremiyorlar. Ajan geçmişlilere inanmıyor, bel bağlamak istemiyorlar. Kendi halkına ihanet edenin bizden yüz çevirmesi işten değil kanısı hakimdir. Hatta HÖH partisi sıraladığım kötülükleri yapanlar arasında başı çekiyor. Devlet çöküyor ajanlar birbirini koruyor. Çalıp çırptıklarıyla saraylarda yaşıyorlar. Lütfü Mestan ise, düne kadar HÖH partinin Genel Başkanıydı. 18 yıl milletvekili idi. Ve sonunda (2015) kızına 300 bin levalık düğün yapması, “Audi 8” araba hediye etmesi ve başka örnekler, onun da rüşvet kazanında kaynayanlardan biri olduğunu gün ışığına çıkardı. Bu günahlar tövbe etmekle aklanamaz. Memleketimizde kemirgen ajanların halkımızın son lokmasına saldırdığı ortadadır. Bir kişinin 18 yıl bataklık içinde durmuşsa ıslanmadığını, ya da bal bozumunda parmağını yalamadığını iddia etmesi hiç kimseye inandırıcı gelmiyor. Saray’da bir bavulla çıkması hiç bir şeyi aklamıyor. Başbakan Borisov’la Türk kahvesi içmesi de bu durumu aklayamaz. Lütfü Mestan “saray” sofrasından kovulması sebebini halkımıza açıklamalıdır. Değindiğimiz örnekler yalnızca 2 ay gibi bir zaman kesiminde olmuştur ve burada halktan gizli kalan gerçekler vardır. Bu seçim öncesi bu gizlilikleri aydınla kavuşturmasını bekliyoruz. Birlikte olup olmamamız bu noktada düğümlenmiştir. Hayatı sır, gizem, tuzak dolu


Makale ve Analizler - 2017

211

bir kişiyle kimse “dost” olmak istemez. Olay budur. Bu yazdıklarım hem Lütfü Mestan hem de Kasım Dal için geçerlidir... DOST Birliği rüzgârı esmiyorsa, sebebi budur! Halk samimiyeti göremiyor, halk samimiyeti gördüğü gün kıvılcımı almış Bulgaristan Türkleri hep birlikte coşacaktır ve rüzgarlar hızla alevlenecektir. Halk bu kıvılcımı ve bu rüzgarı bekliyor... Bir de DOST görüntüsüne bakalım: DOST partisi açılımında biraz gizem var. Bulgarca soy isimleri Türkçe açılımla halka yutturmak pek yakışık almadı. Hele memleketimizde gerçekleri çarpıtan anti-Türk propagandası göğü delerken, bu gibi oyunlara gerek varmıdı bilemiyorum. Sorumluluk, Hoşgörü ve Özgürlükler sözleri bizdendir. Bulgaristan Türkleri sorumlu insanlardır. Birinci sorumlulukları atalarından kalan topraklara, maddi ve manevi mirasa sahip çıkmaları, bu uğurda gerektiğinde can vermeleri, direnmeleri, bin bir çileye katlanmalarında kendini belli etmiştir. Kavgalarımız dünyaya destan olmuştur. Müslüman Türk kimliğimiz dimdik ayaktadır ve bu büyük bir sorumluluktur. Bulgaristan Türkleri bir etnik azınlık olarak kendi kendini bedenen ve ruhen yeniden üretme yeteneğini yaşatabilen bir azınlıktır. Bulgar devletinin kurulmasında ve ayakta kalmasında da büyük ve önemli katkıları olmuştur. Fakat biz Türkler, Bulgar devletinin başlattığı savaşlardan, halka yaşattığı felaketlerden, faşist kıyımlarda, yargısız infazlardan, 12 bin kardeşimizin yıllarca hapishane koğuşlarında ezilmesinden, 1945 - 48 katliamlarından, 1970 - 72 Pomak faciasından- 1984 - 89 Türk kıyımından, “Büyük Göçten” sorumlu tutulamayız. Burada kapalı devre işleyen bir baskı terör zulüm rejiminden ve bu sistemin Müslüman Türklere karşı işlediği cinayetlere katkıda bulunan köstebek-ajan sürüsünden söz ediyoruz ki, onların ajan eşkâli bilinmekte, hak ettikleri cezaları almaları da adalet gereğidir. Halkımızdan oy isteyen ve b.. gibi suyun üstünde yüzmeye devam etmek istedikleri dikkatleri çektiğine göre, halkımızın tepki göstermemesi, yeni bir aldatılmaya boyun eğmek istememesine kimse bir şey diyemez. Bu bakıma, DOST - Birliğini sorumlu davranmaya davet ediyoruz! Bu iş “ben yapmadım” demekle olmaz. Kanı yerde kalmış kardeşlerimiz var. Hesap defteri kapanmamıştır. İki - hoşgörü. Şu bilinmelidir. Bir ajanın merhametli olamaz.


212

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

O merhametli ve hoşgörülü olmamak için yetiştirilmiş, pazarlanmış, yemlenmiş ve ihanet etmiştir. Kurbanlar ortadadır. Bu sinsi faaliyet sadece Türkiye’ye 700 bin kardeşimizi vatanından etmiştir. İnsanlarımız, ailelerimiz, soylarımız param parça olmuştur. Hainliğin af edilecek yanı kalmamıştır. Hainlerin başkanlığı, Genel sekreterliği öncülüğü ya da liderliği asla ve hiçbir ortamda kabul edilemez! “Ağladım, gözyaşlarım döndü denize!” diye diz dövenlerimiz aramızdadır. Burada, hiç kimse halkımızın hoşgörüsünü, dinimizin hoşgörüsünü, dillere destan iyi komşuluğumuzu, yardım severliğimizi, geniş gönüllü olmamızı ve merhametli olmamız ardına saklanamaz. Podkova “Yedi Kızlar” camii TİKA tarafından onarıldıysa, TİKA tarafından onarılmıştır, bu işin parsasını DOST toplayamaz. Toplasa da Allah kabul etmez. Hoşgörülülük bir felsefi ilkedir ve DOSTBirliğinin bu kutsal ilkenin taşıyıcısı olduğuna inanmıyorum. Hoşgörü insanın ruhsal varlığına aittir. Karşımızda duran ve bugün oy için el açanların akça ruhlu olduklarına inanmıyoruz. Ruhu ancak ruh, kirli ruhu ancak halk ruhu temizler. Bu mücadele mayalanmış ama henüz başlamamıştır. Bu maya tutmaz tutmayacaktır, bizden söylemesi, bundan sonra bu işin başında olanları bu işi bunlara teslim edenleri araştırmak gerektiğini düşünüyorum. Çünkü oyun başlamadan kaybedileceği ortadayken bu kadar insana umut vermelerini anlayamıyorum. Bu insanlarımız bunu hak etmiyorlar. Üçüncü olarak özgürlük: 1989 Mayısında özgürlüğümüze uzanmıştık. Düş yorumlatarak, el okutarak, ateş yiyerek ya da kuşların ötüşünü sayıp bilgi edinerek değil, kellemizi kütüğe koyarak. O insanların belki okuması yazması yoktu, belki ayakkabıları ökçesiz, pantolonları buruşmuş, yüzleri tıraşsızdı ama hepsi kâmil insanlardı. Özgürlük onlar için kutsaldı. Onların maneviyatında ayaklanma ruhu önce halkın içgüdü, zekâ ve bilgeliğine, sonra sonsuz bir inanca, haklı oluştan fışkıran kudrete, gemlenmez ve yenilmez bir inanca dayanmıştı. O anlar Bulgaristan Türk kavminin tüm özelliklerinin buluşup kaynaştığı günler oldu. O anların kutsallığı ruhumuzun özgürlüğe uzanmasında gizlidir. Öz geçmişimizi bu şekilde irdeleyip kabullenmeyen bir kişi değil lider, değil öncü, demokrat dahi olamaz. Çünkü demokrasi halk iradesinin hâkimiyet kurması demektir. Biz bundan böyle hayallerimizin hamalları olup sürünmek istemiyoruz. Sofya Uçak alanı ikinci pistinden yarım saatte bir kalkan uçakların hepsi dolu. İnsanlarımız bataklıktan demokrasiye sorumlu, hoşgörülü ve özgür yaşamak için tek yönlü biletle uçup gidiyorlar.


Makale ve Analizler - 2017

213

Sihirli DOST kısaltmasına gelince! Memleketimde anlatılan hakiki bir olay var. DOST açık anlamlı bir kısaltma değildir. Şöyle örnekleyebiliriz. Birleşik Amerika’nın gizli istihbarat dünyasında “Minaret” (Minare) diye bir bilim ve on yıllardan beri sürdürülen bir faaliyet vardır. ABD ve İngiltere’nin bu ortak birimi, inanırmısınız öylesine gizlidir ki, adının anılması bile “Top Secret” sayılmıştır. Tüm faaliyetleri ve işlevi en üst düzeyde yasaklanmış bilgi ve tüm belgeleri de sadece büroya özel materyal statüsündeki bir birimdir. 1 Temmuz 1969’dan bu yana, sadece ABD ve İngiliz başkanlarına muhatap olan, hiçbir harcaması bilinmeyen, üyeleri gizli, bütçesi “örtülü” bir kuruluştur. Görevi, ABD’de yaşayan, Amerikan vatandaşı olan veya olmayan Müslüman kişilerin izlenmesi ve gerekli görülürse o kişi veya kişilerin yok edilmesidir. Bu örgütün son aldığı karar, yeni başkan Donald Trump’un ağzından 7 İslam devleti vatandaşlarının ABD’ye girmesi yasağı olarak çıkmıştır. “Minare” örgütünün anlamı budur. DOST partisinin ana ödevi, HÖH’ten ayrılan toplam 210 bin Müslüman Türk’ü koklamak olmadığına nasıl inanalım... DOST sevimli ve çekici bir isim, Hak ve Özgürlük de “Bulgar Etnik Modeli” gettosu olmazdan önce çok sevimliydi. Kardeşlerim önce ruhen aklanalım. Bu işin defolu olmadığına şöyle bir inanalım... Okuduğunuz için teşekkür ederim.


214

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

BULTÜRK Ankara Temsilcimizin Konferansından

BG-SAM-25.Şubat.2017

Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği BULTÜRK Ankara Temsilcimiz olan ve aynı zamanda Başkent Ankara ve Anadolu Konfederasyonu (BAŞKON) Yurtdışı Türkler ve Göçmenler Platformu Başkanı görevini de yürüten, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Uzmanı İsmail Cingöz tarafından 24 Şubat 2017 günü Polatlı Türk Ocağı’nda “Balkanlar’da Türk Varlığının Tarihi Süreci” başlıklı konferans verildi. Polatlı Türk Ocağı Başkanı İlhan Dereköy ile Başkan Yardımcısı Yetkin Öztürk’ün ev sahipliğinde düzenlenen konferansta İsmail Cingöz; Türk Milletinin tarih sahnesine çıkışlarından itibaren Balkanlar ve Avrupa coğrafyasına uzanan tarihi sürecin panoramik bir perspektifte değerlendirmesini yapmıştır. M.Ö. II. Yüzyılda Karadeniz’in kuzeyinden başlayan Türk göçlerinin, XI. Yüzyıldan itibaren de Anadolu üzerinden devam edildiği, Osmanlı Devleti’nin geri çekilmeye başladığı XVIII. Yüzyıldan itibaren başlayan Anadolu istikametinde yaşanan göçleri ve Balkan ülkelerinde kalan soydaşlarımızın devam eden MüslümanTürk azınlık sorunları ile çözüm önerilerinin ele alındığı konferansa Türk Dünyasına sevdalı Polatlı ve Ankara halkından yoğun bir katılımın yaşandığı görülmüştür.












Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.