34 - IRKÇILIK ŞART OLDU

Page 1

IRKÇILIK ŞART OLDU

2017 Nisan - Mayıs Makale ve Analizleri


I R K Ç I L I K Ş A RT O L D U BULTURK BGSAM Yayınları Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi - BGSAM -34 BULTÜRK Adına Genel Başkanı: Rafet ULUTÜRK Basım: Nisan - Mayıs - 2017 Koordinatör: Dr. Nedim BİRİNCİ Editör: Raziye ÇAKIR İnternet sorumlusu : Kapak Tasarım: Murat ULUTÜRK Pazarlama Sorumlusu: Hamiyet ÇAKIR Arşiv: İbrahim SOYTÜRK İsteme Tel: 0212 511 63 47 www.bulturk.org; www.bghaber.org; info@bulturk.org İnternet sitesinin yazıları Adres: Yıldırım Mah. Şehit Kamil Balkan cad. No.114/A Bayrampaşa İstanbul Tel: +90 (212) 511 63 47 Belgegeçer: +90 (212) 526 51 98 https://bgsam.org/, https://issuu.com/bulturk, https://bulturk.org.tr/ Baskı : DİNÇ OFSET MATBAACILIK SAN. ve TİC. LTD. ŞTİ. Adres: Davutpaşa Cd. Emintaş San. Sit. No: 103/580-581 Topkapı - İstanbul Tel: 0090 212 493 24 67 TÜRKİYE CUMHURİYETİ YASASI GEREĞİNCE BU ESERİN YAYIN HAKKI BULTÜRK’ten İZİNSİZ KISMEN VEYA TAMAMEN ÇOĞALTILIP YAYINLANAMAZ

Web: www.bghaber.org ; E.Posta: rafetuluturk@yahoo.com


“Bilgi Ordusu, Bizim Ordumuz, Bildiğimizi Öğretmek,Bizim Borcumuz.” Rafet ULUTÜRK

Düşünceler dizisi olan elinizdeki eserin anlamı derin bir uğraşın ancak başlangıcıdır. Bulgaristanlı Türk Müslümanların başına 1970-72, 1984-85’te düşen yıldırımın bir daha düşmemesi için bir uyarı ve ışık niteliğindedir. Saygılarımızla, B U LT Ü R K İ st a n b u l



Önsöz Yerine Yıl 2017 2016 yılı Bulgaristan Türkleri ve soydaşlarımız için umut dolu gelmişti. Cumhurbaşkanlığı seçimi ve siyasi dönüşüm amaçlayan bir halk oylaması yapılacaktı. Vatandaşlar siyasi sistem değişikliğinin seçim sisteminden geçtiğini kavramıştı. Ancak parti listelerinde gösterilenlerin seçildiği “çoğulcu” uygulamadan kurtulup, seçmen tarafından gösterilecek ve seçmenin iyi tanıdığı kişilerin meclise gönderileceği mutlak ekseriyet (salt çoğunluk) sistemine geçişin müjdesini bekliyordu. Bu değişiklik için 2 milyon 500 bin seçmen oy verdi.Seçmen, meclis seçimlerinde parlamentoya giren siyasi partilere oy başı 11 leva verilmesine yani milyonlar ceplemesine son verilmesini ve seçimlerin zorunlu olmasını istedi. 2 milyon 500 bin seçmenin oyu mahkeme kararıyla rafa kaldırıldı. Siyasi sistem değişikliği için “izin veremeyiz” dendi. Bunu deyen ise, 1989 yılından sonra, “ben artık öldüm” aldatmacası yaparak, Bulgar toplumu içine boydan boya uzanan kaskatı totaliter sistemin yarattığı oligarşi ve sözcüleri oldu. Onlar aynı yıl Bulgar aşırı sağcılarını birleşmeye çağırdılar. Giderek birleştirdiler ve onlara “yolunuz iktidar basamaklarından tırmanmaktır” dediler. Avrupa’nın kaderi de kötüydü. Sığınmacılar, savaş kaçakları, kitle göçleri, kıta değiştirenler çatır çatır kıvılcım saçan faşizm her günümüzü zehir etmeye başladı. 1989’da parçaları anmalık olarak satılmaya başlayan Berlin Duvarı’ndan parçaların yerine yeni duvarlar çekmek için yeni duvarcılar belirdi. Doğu Avrupa ülkeleri aralarındaki sınırlara boydan boya tel duvar gerdiler. Tarih ayıbın böylesini daha önce görmemişti. Sınırları kaldırıp özgür bir dünyada yaşama hevesiyle birleşmeyi seçenler insanlara, “Toplama Kamplarını”, yargısız idamları, Nazileri, faşistleri anımsattılar. Avrupa Konseyi 3 Bulgar siyasi partisine, “Ataka”, İç Makedon Devrim Hareketi (VMRO) ve “Bulgaristan’ı Kurtarma Hareketi” ve bu üçlünün “Yurtsever Cephe” ortaklığı Türk, Müslüman, İslam,


6

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

sığınmacı, göçmen ve öteki düşmanlığı aldı yürüdü. Düşmanlık yılan zehrinden kötü olan... Müslümanları hem isteme hem de istememe siyaseti karıştıkça anlaşılmaz oldu. Avrupa Birliği üyesi 28 devlet Türkiye Cumhuriyeti karşısında boyun eğdi ve bir gün “ama şu göçmenleri durdurun, bizi çökertecekler” dedi. 2016 ve 2017’nin en büyük olayı buydu. Dev adımlarla büyüyen ve güçlenen Türkiye’ye daha önce 28 devlet birden yalvarmamıştı. Diz çöktüler ve 2016 ve 2017’de durumun özünü fark edemediler. Çökenler Güneşten uzaklaştıklarını fark edemezler. Kuşkusuz, önüne eğilmiş kafalardan biri olan Bulgaristan’dı. Hem Brüksel’e ve hem de Ankara’ya bakarken Bulgaristan Türklerini görmezden geldi. Onları siyasi olarak parçalayarak ve parçaladıkça ezerek mecliste faşistlere daha geniş yer açanların ve faşistleri 1944’ten beri ilk defa iktidar koltuklarına davet edenlerin tam olarak ne düşündüklerini ve ne istediklerini anlamak çok zor olmadı. Artık göç durmuş, doğal olarak geri göç başlaması zamanı gelmişti. Faşist düşmanın kafasında iki hedef birden doğdu. Camiler ve mezarlıklar. Camilerin içinde de Türkçe konuşmayı yasaklamak, Türkler için Vatan kalesi olan, mezarlıkları daraltmak hatta vakıfları kabristanlık olarak ayırdıkları bütün arsalara el atıp, onları cesetlerini gömecek bir insan boyu topraksız bırakmayı düşündüler. Sofya Türk Mezarlığı 28 yıl önce dolmuştu. Bunu Ahmet Doğan’a, Lütfü Mestan’a, Osman Oktay’a, Kasım Dal’a vb asla anlatamadık. Yakın geçmişte mecliste yaşlanan Ramadan Atalay’ın eşi vefat etti. Bir mezar yeri bulamadık, doktor hanım Bulgar mezarlığına gömüldü. Yazarlarımızdan İsmail Çavuş öldü, Sofya dışında Bankiya kasabasındaki Hıristiyan mezarlığına gömdük. Bu şehirde zengin Müslümanlar için de mezar yeri yok. Sofya kenarında 52 dönüm bir yer alındı. Toprak sahibi Bulgar komşular vakıf malımıza, kendi mülkümüze mezarlık yapılması için gereken “razıyım” belgesini vermedikleri için, 20 yıldır boş duruyor o kutsal toprağımız. Karşımızdaki devlet kale gibi! Püskülü faşist. Ortada kaldık. 2016 - 2017 bizim için çok zor yıllardı. Mezarlıksız Vatan olmaz!!! Mücadele devam ediyor. Raziye ÇAKIR


Önsöz: Toplumların hayatında yazılı tarih büyük bir öneme sahiptir. Ancak bizde yazılı olmayan tarih, yani nesilden nesile aktarılan tarih vardır. Bu nedenle bazı olaylar zamanla faklı şekilde anlatılmakta veya algılanmaktadır. Gelecek nesillere aktarılacak olan bilgi birikiminin arşivlenmesi, kitap, dergi veya gazete gibi yayın organları aracılığı ile kalıcı hale getirilmesi büyük bir öneme sahiptir. Bu nedenle edindikleri tecrübeleri, yaptıkları çalışmaları toparlamak ve kitaplaştırmak güzel bir çalışmadır. Bunu bireysel olarak yapımaktan öte kurumsal olarak da yapmaları takdire şayan bir davranıştır. BULGARİSTAN TÜRKLERİ KÜLTÜR VE HİZMET DERNEĞİ kısa bir süre önce 2013’te kurulan internet haber sayfası www.bghaber.org sitesindeki yazıları bir araya getirerek yapılan bu çalışmaları kitapçık halinde getirerek bu konuda büyük bir ciddiyet göstermektedir. Derneğin internet haber sayfasında çıkan yazıları ve çalışmalarının yıllıklar halinde kitapçık haline getirerek yer aldığı bu çalışma gelecek kuşaklara aktarılacak ve ışık tutacaktır. Öte yandan dernek büyük bir arşiv de oluşturmuş durumdadır. Dernek faaliyetlerini gerekli ciddiyetle yürüten dernek Başkanı öncülüğünde dernek kurucuları, Yönetim Kurulu ve üyelerinin yaptıkları özverili çalışmalarından dolayı kutluyorum ve başarılarının devamını diliyorum. BULTÜRK


8

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Değerli Hemşehrilerim, Bulgaristan’da hepimiz zor günler yaşadık, itildik, ezildik, çiğnendik, hatta gün geldi vurulduk, şehitler verdik. Bu nedenle bizler kendi içimize kapanarak, yaşam mücadelesi vermeye çalıştık. Ancak bu içine dönüklükten kurtulmalıyız ve Türkiye’de yaşadığımıza göre, yasaların bize verdiği tüm haklardan bizlerde yararlanmalıyız. Peki, neden bunu yapamıyoruz? 1877-78 Rus-Türk savaşından sonra Osmanlının Balkanlardan çekilmesiyle birlikte, savaş esnasında işlenen akıl almaz katliamlar nedeni ile atalarımız asırlarca yaşadıkları yerleri terk ederek göç yolunu tutmuşlardır. Geride kalanlar ise Bulgaristandevleti’nin uygulamaya başladığı soy kırım politikalarına karşı direnmiş ve hayatta kalmaya çalışmışlardır. Şimdi ise burada Türkiye’de yaşayanlar oralara yardım edebilmek için, burada ilk önce bir araya gelmek ve bir merkez oluşturmalıyız. Artık bir kurum altında toplanmalı ve birlikte hareket etmeliyiz. Bu birliğe hepimizin ihtiyacı olduğuna inanıyorum. Artık bir birimizi kötülemekten vaz geçmeliyiz, birisi için yanında konuşamayacağımızı başka bir yerde konuşmamalıyız, yani kısaca arkasından konuşmamalıyız. En önemlisi samimi, hoşgörülü ve ahlaklı olmak. Zamanla her şey yerine geleceğine inanıyorum, ama tabi ki bu dava üzerinde kafa yoran, stratejiler üreten ve devamlı bunun üzerinde çalışan olursa. Bizim savaşımız insanlarımızı ahlaklı yetiştirmek olmalı, birlik ve beraberliğe kendi insanlarımızla başlayarak tüm Türk Dünyasına taşmalıyız. Bizler burada Türkiye’de yaşayan Bulgaristanlılar büyük bir kitle haline gelmiş durumdayız. İşte bu nedenle şimdi bu kitleyi yani kendi hemşerilerimizi, bir araya toplayarak bir merkez, bir güç birliği oluşturmalıyız, tabi ki bu bizim doğal tabii hakkımızdır. Bizler de artık toplum gücünü kullanabilmeliyiz. Toplum olarak haklarımızı elde etmek zorundayız ve bu yönde çalışmalıyız. Biz bunu söylerken, önderlerimizi seçerken, başkaları kötüdür demiyoruz.


Makale ve Analizler - 2017

9

Biz bu işi onlardan daha iyi yapabileceğimize, Türkiye Cumhuriyetine ve Türk Dünyasına daha verimli olacağımıza, buralarda bu bölgelerde yaşayan Türklerin daha iyi, daha güvenilir, yaşamalarını sağlayacağımıza inandığımız için, Önderliğe, Yönetime talibiz. Bu arada Bulgaristan’da kalan kardeşlerimizin hepsinin siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel kimliklerini, muhafaza edebilmeleri için mücadele etmeliyiz ve bu konuda gerekeni yapmalı ve gerekli yardımları yapmalı ve yaptırmalıyız. Aramızda Ahlâklı, Adaletli olanları seçmenli ve yüceltmeliyiz. Geçmişi konuşmaktansa, gelecekten söz etmeliyiz, bugünü değil, yarınları görerek hareket etmeliyiz. Aramızdan stratejistlere imkân ve fırsat vermeliyiz ve onları bizler yetiştirmeli yön verebilmeliyizkısa-10 ve uzunvadeli -50 yıllık hedefleri gösterebilmeliyiz. Aramızda kötü niyetli insanları tespit etmeliyiz, bilmeliyiz ki, onların kusurlarından dolayı değil, bu güne kadar yapılması gerekenleri engelledikleri için aramızdan uzaklaştırmalıyız. Bu güne kadar neler yapılmamış, onları araştırmalı, bilmeliyiz ve neler yapılması gerekir onları söylemeliyiz ve bunları bir an önce hayata geçirmeliyiz. Bizler gözyaşları dindirmek için, yaralara mehlem olmak için, her yüke ortak olabilmeliyiz. Gençlerimize, sadece balık pişirmesini değil, balık tutmasını da öğretmeliyiz, insanlarımızı denizlere, okyanuslara açılmalarını sağlamalıyız. Aramızda Tek Lider değil her sokakta, her mahallede bir lider yetiştirmeliyiz, biz dünyayı yönetmek için oğullarımızı yetiştirmeliyiz. Bizim insanlarımız yani Bulgaristan Türkleri şahsi başarıları Türkiye’de belkide en çok olanlardanız. İşte artık bizler toplum olarak haklarımızdan yararlanmasını bilmeliyiz. Her şeyden önce siyasi haklarımızı toplum olarak kullanmalıyız, daha sonra ekonomik ve kültürel haklar onu takip edecektir. Hepimizin gördüğü gibi, tarihte büyük güçler çok defa kötü politikaların kurbanı olmuşlar ve bunlar devam edecektir. Bir toplumun Lideri olmadan hiçbir şey olmaz, bu lideri de toplum çıkarmalıdır. Siyaseti güvenilir, sevimli hale getirmek bizim hedefimiz olmalı, bu gün çok zor, imkânsız olarak görünse de, yarınlara umutla bakabilmeli ve baktırabilmeliyiz. Var olabilmemiz için, var kalabilmemiz için, öncelikle temel hususlarda anlaşma sağlamalıyız. Aramızda bir birimize güveni kaynaştırmalıyız ve samimi olmalıyız.


10

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Her şeyden önce özgüvenimizi kazanmalıyız, birlik ve beraberliği ön planda tutarak insanları insan oldukları için sevip saymalıyız. İçimizde barışı sağlayıp, tek merkezde bir çatı altına toplanmalıyız. Bu çatı da “BULTÜRK Derneği” olmalıdır. Buradan tüm dünyaya sesimizi duyurabiliriz. Balkanlar konusundaki politikalarda etkili olabilmek için yolları aşındırmalıyız. Çünkü gelişmiş ve Bulgaristan’da etkili bir Türkiye Balkanlara tamamen hâkimiyet kurabilecektir. En önemlisi kararlı olalım ve birbirimize samimi, saygılı olmayı ve bir birimizi sevmeyi öğrenmeliyiz. Bizim derdimizi ve problemlerimizi en iyi anlayabilecek zaat bizden olduğunu idrak etmeliyiz. Bulgaristan Türkleri konusunda teşhisi bizler kendimizi yetiştirerek yetki mercileri alarak son noktayı biz koymalıyız, bu güne kadar ki eksikliğimiz budur. Ayrıca Balkanların anahtarı Bulgaristan’da yani Bulgaristan Türklerinden geçtiğini de öğrenmeli ve öğretmeliyiz. Sevgili dava arkadaşlarım. Kendimizde özgüveni, aramızda güveni ve merkezioluşturduktan sonra, kimsenin aramıza nifak tohumları ekmesi mümkün değildir. Bizim için önemli olan, eksiklerimizi bulmaktır. Geçmişi bırakarak artık bizler aydınlanma dönemine bir an önce geçmeliyiz. Halimizi tespit etmek çok kolay, gazete, dergi yayın hayatımız nerede, kaç gazete, tv, radyo bizimle ilgili haber yapıyor.Burada suçlu değil, sebepleri aramalıyız. Gelin bunları tartışalım, niçin bu güne kadar bir Bulgaristan Kültür Merkezi olmamış, bunu şimdi nasıl gerçekleştirilebiliriz, bunlara yönelik çalışmalar toplantılar yapmalıyız. Hedefimiz Türkiye Cumhuriyetini daha güçlü, daha huzurlu ve daha iyi yarınlara götürmek için olmalı. Güçlü bir Türkiye Bulgaristan da yaşayan Türklerede güven ve huzur verecektir, onların daha rahat yaşamalarını hep birlikte sağlayabiliriz. Bunlar zannetiğiniz kadar zor işler değil. Dünyada insanlar bir iş için değil, bir İdeal için hayatını feda ederler. Bunun için güçlü olmak sesini duyurabilmek için öncelikle bir Kurum ve bunun Merkezini oluşturmalıyız. Çünkü Merkezi olmayan hiçbir topluluk bir yerlere gelmesi mümkün değildir. Bu güne kadar konuşmalar tartışmalar yapılmış fakat bir ağıç ekilmemiş işte bu gün bunu yaptık BULTÜRK tüm Bulgaristan Türklerinin biz öncelikle sadece Bulgaristanlıyız.


Makale ve Analizler - 2017

11

Bizler elimizdeki kıt kaynaklarla bir merkez oluşturmaya çalıştık, bunda da muhafak olduk. Bu merkeze ulaşmakta büyük güçlükler ile karşılaştık bu konuda bizlere yardımcı olan emeği geçen herkese teşekkür ediyoruz. Ayrıca bizlere kendi yerini veren Mümin Hocamıza huzurunuzda kendisine tekrar tüm halkımız adına buradan teşekkür ediyoruz. Bundan sonraki hedef de Türkiye’nin her yerine ulaşmak ve bu birlikteliği her yerde tesis etmektir. Bu merkezimizde artık kendimize ait bir kültür merkezimiz oluştu toplantı salonumuz da mevcuttur her 15 günde bir toplanıyoruz. Amacımıza ulaşabilmek için devletin bir şeyler yapmasını beklememeliyiz. Birlikten kuvet doğar Atasözünde olduğu gibi güçlerimizi birleştirerek devlet yönetiminde söz sahibi olmalıyız ve geleceğimize kendimiz yön vermeliyiz. Gençlerimizin devlete girmelerinin yolunu aydınlatmalıyız. Artık bizim de Ankara’da TBMM’de kendi temsilcilerimiz olmalı. Bizler de buralara kendi içimizden birilerini gönderebilmeliyiz. Aramızda birlik ve beraberliğimizi oluşturduğumuz takdirde kendi içimizde samimi olduğumuzda başarıların ard arda geldiğini göreceğiz bunu başaracağımıza eminim. İhtiyacımız olan tek şey kendi içimizde daha adaletli olabilmek. Sevgi ve saygılarımı sunarım, Genel Başkan Rafet ULUTÜRK


12

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Ev Yolu

İbrahim Soytürk-03.Nisan.2017

Konu: “Brekzit” olayı ve İngiltere’deki gurbetçilerimiz. Londra’da ve Britanya Adası’nın diğer kent ve yerleşim yerlerinde gidip de bulduğumuz, oturup sohbet ettiğimiz kardeşlerimiz var. İşini başkasına yaptırmakta uzman olan İngilizler, ekmek parasını alın teriyle kazananlara karşı merhametsizdir. Bizim Rodoplar’da “yağışlı” havayı mazeret gösterip işe gitmediğimiz olurdu. Orada güneşli gün yok ki. Islak sis içinde yüzüyorsun. Avrupa Birliği’nde 40 yıl yüzen ve sonra birden bire halk oylamasına giden (referandum) ve % 1 farka boyun eğip “ayrılıyoruz” (brekzit) diyen İngilizlerin AB’nin 12 yaldızlı bayrağından bir yıldızın kesilmesine soğukkanlı bakışları hayret uyandıran bir olay oldu. Bir hafta önce ayrılma süreci başladı. Tarihte eşi olmayan bir sürece giriliyor. 40 yıl birbirine kaynaşan İngilizler ile AB bünyesinin birinden koparılması 2 yıl sürecek. Bu olayı düşünlerin aklından geçen şu olabilir: Kızları olan bir çift boşanma dilekçesiyle mahkemeye düşmüş. Duruşmada ana da, baba da kızı isteyince, hakim  “Nasıl olacakmış bu iş? Kızı ikiye ayırıp yarısını anasına, öteki yarısını da babasına mı vereyim!” Dediğinde taraflar adeta dilini yutmuş. Annesi,  “Aman kızıma bir şeyler olmasın. Hakkımı feda ediyorum. Babasına veriniz!” Diyerek sorunu çözmüş. Avrupa Birliği boşanmak isteyen İngiltere’den 60 milyar Euro aşınma parası istiyor. Kuşkusuz, sizinle 40 yıl beraberliğimizde, ben de aşınmadım mi diye sorma hakkını İngilizler şimdilik gizli tutuyor. Herkes bilir ki, eve beyinler boşanır çocuklar çeker, büyükler kavga eder küçükler çeker. “Brekzit” davasının başladığı hafta, bu işten 4 milyon yabancının çekeceği hemen duyuruldu. Bunların 3 milyonu Britanya adalarına işe gitmiş Avrupa Birliği üyesi ülkelerin vatandaşlarıdır. 1 milyonu ise emekli olunca AB üyesi ülkelerinden birini seçip oraya taşınmış yaşlılardır. 2007’den bu yana Bulgaristan’a gelip yerleşenlerin toplam sayısı 3 bin 879’dur. Veliko Tırnovo köylerinden bazılarında İngiliz muhtar gördüğünüzde lütfen şaşırmayınız. İnsansız kalan Rodop köylerinde keçi süttü ve yaban yemiş ve baharatla yaşayanların sayısı oldukça yüksektir. Bize yerleşenler Macaristan, Romanya, Polonya ve Slovenya’yı


Makale ve Analizler - 2017

13

seçenlerden daha fazladır. İngiltere’yi terk edip yaşamak için İspanya ve Fransa sahillerini seçenler en kalabalıktır. Bulgaristanlı olup 2007’den sonra Britanya Adaları’na taşınan Bulgar vatandaşlarının sayısı 66 bin kişidir. Bu rakama okumak için İngiliz Üniversitelerini seçenler girmiyor. Şimdilik İngiliz başbakanı Teresa May öğrenciler için “kalabilirler” dedi. Avrupa’da Almanya’dan sonra en fazla yabancı işçi çalıştıran ülke İngiltere’dir. Yabancılar İngiliz ekonomisinin birçok iş kolu için hayati önem taşıyor. Bu iş kolları arsında 307 bin Avrupalı çalıştıran ağır sanayi başta geliyor. İkinci ve üçüncü yerde ise 261 bin ve 225 bin Avrupalı çalışanıyla taşımacılık ve sağlık sektörleri geliyor. En yüksek verimli İngiliz endüstri dallarında istihdam bulan Avrupa ülkelerinden konuk işçiler 2 milyon 200 bin kişidir. Büyük ölçüde etkilenmesi beklenen sektörler arasında dış ticaret ikinci yerde geliyor. İngiltere üretiminin % 45’ini AB’ye yapıyordu. Bu konuda “brekzit” görüşmelerinin olağanüstü ağır olması öngörülüyor. Çünkü AB üyesi olmayan ülkelere ve gümrük birliği dışında kalanlara uygulanan tarifeler yüksektir ve İngiliz ekonomisini yaralayabilir. İngiltere AB bütçesine yıllardan beri 115 milyar Euro katkı sağlıyordu. Bu aidatın eksilmesi AB harcamalarını kısıtlayacağı gibi üye olan diğer 27 ülkenin aidatlarını arttırmasına neden olabilir ki, bu da “brekzit” zinciri başlatabilir. İngiltere’nin AB’den boşanması en kaba hesaplara göre 24,5 milyar Euro ile 72,8 milyar Euro arasında olacaktır. Yukarı’da anlattığım duruşma salonu öyküsünde anne “aman evladım yaşasın” deyip hakkından vazgeçmişti. Acaba bu boşanmada bu kadar merhametli bir taraf ortaya çıkacak var mı! Bu olay biz Bulgaristanlı Türkleri için çok önemlidir. Çünkü 22 bin kardeşimiz ekmek teknesini Britanya adasına taşımış durumdadır. Bulgaristan’da 100 bin Müslüman vatandaş onlardan ev masraflarını bekliyor.


14

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Ralitsa Yovkova: Farklı Olma Gücü

BG-SAM-05.Nisan.2017

Troyan şehri geleneksel olarak özgün ahşap ve seramik eşyalar, süsler, tabaklar ile ünlüdür. Ralitsa Yovkova Troyan doğumlu. Bütün sülalesi seramik ile uğraşır. Küçük yaştan beri kil, toprak kokusu ile büyümüş yetişmiştir. Troyan şehrinde Ulusal El Sanatları lisesini bitirir, Ulusal Sanat Akademisi’nde “Seramik” bölümünde eğitimini devam eder. “Akademide kuşkularım vardı. Acaba bu mu en doğru tercihim. Yoksa ailemin beni yönelttiği yöne mi bırakayım kendimi diye. Akademide benden daha başarılı öğrenciler vardı. Aslında benim başardığım başka alanlar da vardı. Mesela matematiğim çok iyidir. Uzun bir zaman düşündükten sonra benim dedelerimin dedelerinin yürüdüğü basamaklarda yürümeye ve yükselmeye karar aldım. Evet tecrübeye basıp ilerlemeliydim. Arayışa girdim, kendi stilimi bulmalıydım. Bu yönde öğretmenlerimden Bojidar Bonçev de bana yardım etti. Onunla beraber Fransa’da bir sanat etkinliğine katıldık. O bana çok şeyler öğretti ve sanatta yollar hakkında dersler verdi. Ben nasıl daha değişik olabilirdim diye düşündüm. Ve o zaman dedelerimin eski seramik tekniğine dönme kararı verdim.” Troyan’da seramik usta kadınlara sık sık rastlayabilirsiniz. Burada bu zanaat dalı Rönesansını yaşamaktadır. Ve Ralitsa’da ilk satışlarını annesi sayesinde yapıyor. Annesi Fransız dili öğretmeni ve aileye gelen yabancı konuklar Ralitsa’nın seramik ürünlerini beğenirler. Günümüzde Ralitsa’nın tabakları, bardakları , süsleri Almanya, Fransa, İngiltere ve ABD’de satılıyor. Ralitsa bir eşya üzerinde en az iki hafta çalışması gerektiğini anlatırken hatta bir bardak da söz konusu olunca uzun süre çalışması gerektiğini anlatırken şunları ekliyor:


Makale ve Analizler - 2017

15

“Başında dikkat çekmeyi isteyen her bir genç sanatçı gibi küçük dükkanlarla çalışmaya başladım eşyalarımı götürüp onlara. Yavaş yavaş deniz kıyısındaki turizm merkezlerinden büyük müşteriler aramaya başladılar. Alıcılar beni buldu. Önce Almanya’da oturan Bulgarlarla çalıştım. Şimdi her yerden arıyorlar. İlginç bir şey dikkatimi çekti. Fransa’dan beyaz – siyah seriyi beğeniyorlar, yeşilin daha yumuşak tonları Almanya’da daha çok rağbet görüyor. Canlı renkler ise Rusya’da beğeniliyor.” Ralitsa’ya göre bir seramik ustası olmak için en az 7 yıl tecrübe gerektirir.Çok çalışmak, çok sabır ve iş merakı. Fotoğraflar: özel arşiv http://bnr.bg/tr/post/100816537

Atilla Jorma’yı Tanımak Ayrıcalıktır

İsmail Cingöz1-06.Nisan.2017

2017 Şubatının son haftasında Milli Düşünce Merkezi’nde “Kıpçak Bozkırından Karpat Havzasına Kumanlar” başlıklı bir konferans vardı ve daha önce ismini hiç duymadığım Atilla Jorma tarafından verilecekti bu konferans. Sayın Atilla beyle bu konferansta tesadüfen tanıştım. 1- Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Uzmanı/M.Sc., BULTÜRK Derneği Ankara Temsilcisi, BAŞKON Yurtdışı Türkler ve Göçmenler Platformu Başkanı, cingozismail01@gmail.com


16

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Ne yalan söyleyeyim öncelikle soyismi dikkatimi çekmişti. Türk Dünyasına olan ilgim nedeniyle konferans başlığı da dikkatimi çeken diğer etken olmuştur. Kuman - Kıpçak Türkleri ve Karpat Bölgesi hakkında daha önce hiç duymadığım yeni bilgiler öğrendim. Konferans sonrasında kendisine kartımı verdim ve Ankara’dan gitmeden önce kendisiyle daha geniş bir zamanda görüşmek istediğimi belirttim. Sonra Sayın Atilla Jorma hakkında internet üzerinden yaptığım araştırmada; Yrd. Doç. Dr. ünvanı ile Ardahan Üniversitesi, Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Bölümü Öğretim Üyesi olarak ders verdiğini ve Türk Dünyası üzerine yapmış olduğu çalışmalar ve yayınları hayretimi celp etti. Zira bu bilim adamı Türkiye’de fazla tanınmıyor olduğu izlenimini vermiş olması beni üzmedi desem yalan olur. Ben bu araştırmaları yaparken birkaç gün sonra Sayın Sayın Jorma’dan gelen telefon ile yaşadığım mutluluk anlatılamaz. Bu telefon ile Jorma benin Bulgaristan ve Yurtdışı Türkler ile ilgili çalışmalarım olmasının dikkatini çektiğini beyan etmesi üzerine uygun bir zamanı ver ise görüşmek istediğimi söyledim ve beni kırmayarak kabul etti. 2 Mart 2017 günü Ankara Saman Pazarı semtinde buluştuk, sıcak bir sohbet ortamı buldum. Adeta yıllardır tanışıyormuşuz gibi... Çalışmaları hakkında bilgiler verdi. Ben de kısa zamanda Balkanlar ve Türk Dünyası hakkında birçok bilgi edinme fırsatı buldum. Bu görüşmemizden birkaç gün sonra Ardahan’a dönen Sayın Jorma ile telefon görüşmelerimiz devam etti. Sorularıma telefon ile veya elektronik posta ile cevaplar verdi sağ olsun. Böyle bir değerin kamuoyu tarafından daha fazla tanınması gerektiğini düşünerek Atilla Jorma ile 5 Nisan 2017 günü telefon ile mülakat yapmaya karar verdim. Ben Sayın Jorma’yı tanıma ayrıcalığına eriştim. Yapmış olduğum mülakatı Türk Dünyası ile ilgilenenlere arz ediyorum. İsmail Cingöz: Sayın Hocam öncelikle Sizi tanımaktan onur duydum. Biz her ne kadar tanışmış olsak da okuyucularımıza Siz kendinizi tanıtır mısınız? Atilla Jorma: Ardahan Üniversitesi, Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Bölümü Öğretim Üyesiyim. Kıpçak kökenli Finlandiya vatandaşı ve uyrukluyum. Cingöz: Hocam yükseköğreniminizi nerede yaptınız? Jorma: Lisans öğrenimimi 1976-1982 döneminde İstanbul Üniversitesinde Türkoloji üzerine okudum. Cingöz: İlk akademik çalışmalarınızı nerelerde yaptınız?


Makale ve Analizler - 2017

17

Jorma: Finlandiya pasaportu taşıdığım için tatillerde rahatlıkla Kuzey Azerbaycan, İran Güney Azerbaycan ve Bulgaristan gezileri yaptım. O dönemler henüz “Soğuk Savaş” yıllarıydı. Oralarda Türk edebiyatı üzerine çalışmalar yaptım. O dönem bir şey dikkatimi çekmişti. Bulgaristan ve İran’da Türkçe eğitim yasaklanmıştı. Nesir edebiyatı dediğimiz roman ve hikâye türü eser vermekte zorlanan Türkler kendini şairlikte geliştirmişler, sözlü edebiyat oldukça yaygın durumdaydı. Ben de bu sözlü edebiyat eserlerini derleme fırsatı bulmuştum. Ama yayınlama fırsatı bulamadım maalesef. Cingöz: Üniversite eğitimi sonrası çalışmalarınızdan bahseder misiniz? Jorma: Üniversite eğitimi sonrası Macaristan, Finlandiya ve Hollanda’da araştırmalarıma serbest olarak devam ettim ama üniversitelerde yeterli düzeyde akademik bir çalışma ortamı bulamadım. Zaman zaman da Türkiye’ye kısa süreli gelmelerim oldu. İlk önemli akademik eserim 1999 yılında “Hazar BerisiKaradeniz Kültür Çevresinde Türk Dili” ismi ile Türkistan ve Azerbaycan Araştırma merkezi tarafından Hollanda’da Türkçe olarak yayınladı. Bu eseri Karadeniz çevresi Türk lehçeleri üzerine çalışmalarımla devam ettirdim. Cingöz: Balkanlarla ilgili çalışmalarınız da var. Onlardan da bahseder misiniz? Jorma: “Bulgaristan ve Türk Edebiyatı” isimli kitabım 2012’de İstanbul’da Doğu Kütüphanesi yayınlarından, “Bulgaristan’daki Türk Edebiyatına Bir Bakış” isimli kitabım ise 2013’de Bakü’de yayınlandı. Cingöz: Türkiye’ye ne zaman geldiniz ve öğretim üyeliğiniz nasıl başladı? Jorma: Çalışmalarım devam ederken Finlandiya Turku Üniversitesi’nde “Bulgaristan’da 60’lı Yılların Türkçe Romanı” isimli çalışmamla 2007’de doktora tezimi verdim. Bu çalışmam sonrası 2010 yılında Ardahan Üniversitesi kurucu rektörü Prof. Dr. Ramazan Korkmaz tarafından verilen görev ile Ardahan Üniversitesinde öğretim üyesi olarak görev aldım. Halen Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Bölümü’nde bu görevime devam etmekteyim. Cingöz: Balkanlar üzerine çalışmalarınız olduğuna göre; Balkan ülkelerindeki Türkler hakkında neler söyleyebilirsiniz? Jorma: Balkan ülkelerinde tarihi geçmişlerinden dolayı bir birleri ile devam eden ülkesel sorunların bir kısmı halen devam ettiği görülmektedir. Mesela Makedonya ile Bulgaristan arasında tarihi yorumlama sorunu vardır. Türkler açısından hepsinde çeşitli sorunlar yaşanmaktadır. Yunanistan ve Bulgaristan’da yıllardır devam eden sorunları Türk kamuoyu genel hatlarıyla bilmektedir. Türkçe eğitim bu ülkelerde zaman zaman yasaklanmıştı ama Yugoslavya Devleti varlı-


18

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ğını sürdürürken Türkçe resmi diller arasında yer almaktaydı. Kosova bağımsızlığını Yugoslavya’nın parçalanması ile ilk elde ettiğinde de Türkçe resmi dillerden birisi olmuştu ama Türkçe’nin resmi dil statüsü iç savaş döneminde NATO müdahalesi sonrası kaldırılmış ve yerine İngilizce konulmuştur. Tepkiler karşısında “isteyen Türkiye’ye gitsin” diyen gayri resmi açıklamaları görülmüştür. Balkanlar devletlerinin kültürel hayat tarzlarının karşılaştırmaları üzerine çalışmalarım var. Yugoslavya ve Bulgaristan’ın Sovyet etkisi altında kaldığı 1945 - 1990 dönemlerinde kültürel hayat tarzlarında bazı değişiklikler olduğu görülmektedir. Yugoslavya’da fazla olumsuz etkiler olmamakla beraber, Bulgaristan’da olumsuzluklar yaşanmıştır. Komünizm sonrası Bulgaristan’da bile hala Türkler kendilerine gelememiştir diyebiliriz. Bu konular üzerine de bazı akademik çalışmalarım devam etmektedir. Cingöz: Hocam, Balkan ulusları içerisinde yer alan Pomakların etnik kökenleri hakkında bilgi verebilir misiniz? Slav kökenli olduklarını iddia edenler de var. Fakat Türk kaynaklarında Kuman - Kıpçak etnik kökenli olduğu bilgilerine rastlanılmaktadır. Benim de yaptığım araştırmalarda Kuman - Kıpçak ve Peçenek kökenli olduklarını, Osmanlı Devleti’nin Balkanları fetih döneminde I. Murat zamanından itibaren kendi istekleriyle İslam Dinine geçmeye başladıklarını yazan kaynaklara rastladım. Bu konuda sizin bir çalışmanız veya tespitiniz olmuş mudur? Jorma: Balkanlar söz konusu olduğunda bölgenin adından başlayarak burasının kadim Türk yurdu olduğu görülür. Ne var ki bu bölgede özellikle etnik konularda belirli amaçlara yönelik bilimdışı çalışmalar ağırlıkta olduğundan Pomaklar gibi topluluklar çelişkiler içinde kalıp harcanmaktadır. Aitlik konusunda en doğrusu bence kendi görüşleridir; Pomaklar kendilerini Türk hissettikleri takdirde bunun böyle kabul edilmesi gerek. Cingöz: Çalışmalarınız hangi alanda devam etmektedir, yeni kitaplarınız yayınlanacak mıdır, bahseder misiniz? Jorma: Türkoloji genelde Türk tarihini, kültürünü ve edebiyatını, özellikle de Türk dil ve lehçelerini inceleyen bir bilim dalıdır. Bu bağlamdaki çalışmalarım edebiyat ağırlıklı; Bulgaristan’daki Türk edebiyatı ile Makedonya’daki Türk edebiyatını karşılaştırmalı olarak araştırmaktayım. Tunaboyu Turanlıları adını koyduğum çalışmam tarihi arkaplanı anlatır; Karadeniz çevresindeki Türk lehçeleri üzerine de yeni çalışmam var. Bütün bu çalışmalarım için ise halen yayıncı aramaktayım. Cingöz: Sayın Hocam dilerim yayıncılar-yayınevleri sizin bu sözünüzü duyarlar ve buradan okurlar. Biz de yayınevlerine buradan duyurmuş olalım.


Makale ve Analizler - 2017

19

Zaman ayırıp bizimle görüşme yaptığınız için teşekkür ederim. Sizi tanımış olmaktan onur duyduğumu bir kez daha beyan etmek isterim. Türk Dünyası’na verdiğiniz kültür hizmetleri için sağ olun, var olun. Sonraki çalışmalarınızda kolaylıklar dilerim.

Bultürk’den Şehitleri Anma Konferansı

BG-SAM-08.Nisan.2017

Bultürk Derneği tarafından düzenlenen, “Çanakkale Zaferi şehitleri anma ve Bulgaristan Türkleri” konulu konferans, Bultürk dernek merkezinde gerçekleşti. Balkanlar ve bugünkü Bulgaristan coğrafyasında din, devlet, millet ve hürriyet müdafaası için adeta cepheye koşan ve şehadet mertebesine kavuşan vatan evlatlarının yad edildiği programa Bayrampaşa Kaymakamı Osman Aslan Canbaba, Belediye başkanı Atilla Aydıner, Bulgaristan Türkleri için yapmış BG-SAM Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi Başkanı Dr. Erdal Karabaş, Türk Dünyası İnsan Hakları Derneği Başkanı Celal Ocal, Akparti ilçe başkanı Kemal Kıdıl,Meclis başkanı Rasim Bilgehan ve bir çok davetliler katıldı. Programın açılış konuşmasını Dernek başkanı Rafet Ulutürk yapmasının ardından Belediye başkanı, Aydıner ve Kaymakam Canbaba’da birer anlamlı konuşma yaptılar. Programın sonunda Başkan Ulutürk yeni çıkardığı kitabını davetlilere imzalayarak taktim etti. Bayrampaşa&Haberİstanbul


20

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Sosyolojik Kimliğimiz

Levent Rasim-08.Nisan.2017

Konu: Bulgaristan Türkleri ilgi odağı oldu. Bulgaristanlı Müslümanların 6 ve 13 Kasım 2016 günleri yapılan Cumhurbaşkanı seçimlerinin birinci ve ikinci turunda parçalanması yeni oluşan durum bir sosyolojik araştırmaya konu oldu. Kasım ve Aralık 2016’da, Cumhurbaşkanı seçimlerinden hemen sonra yapılan araştırmayı Alman “Konrad Adenauer” vakfı finanse etti. Yine dış kaynaklı olan “Alfa Riöırs” sosyolojik inceleme ajansı da sahaya inerek gerçekleştirdiği anket sonuçlarını 3 ay sonra (6 Nisan 2016’da) açıkladı. Sonuç kamuoyuna BTA- Bulgar Haber Ajansında düzenlenen bir basın toplantısında sunuldu. Anket hazırlıkları, 17 Aralık 2015’te Hak ve Özgürlükler Partisi (HÖH) en derin parçalanma yaşanmasından ve “fahri” başkan Ahmet Doğan’ın Rusya yanlısı bir siyasi çizgiden ya çıkmasından sonra başlamıştır. Türk köylerinde, Çingene mahallerinde ve Müslüman Romanların yaşadığı GETTOLARA girilerek, şehirleşmiş soydaşlarımızın daire kapıları çalınarak, Pomak köyleri gezilerek ve işte olanlar iş yerinde ziyaret edilerek yapılan bu sözlü sorulu anketten çıkan en önemli sonuçlardan biri şudur: Bulgaristan Türk topluluğu arasında en fazla sevilip sayılan ve Türk Dünyasında birleştirici olarak kabul edilen Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Bulgaristan Müslümanları arasında en fazla takdir edilen uluslararası liderdir. Bu araştırmada, Pomakların ve GETTO ortamında yaşayan Çingenelerin kendilerini Müslüman Türkler olarak tanımlamış olmaları dikkat çekicidir. Katılımcılar ana dillerinin Türk dili olduğunu kaydetmişlerdir. Bulgaristan nüfusunun orta direği durumunda ve toplumsal yaşamda belirleyici olan bu kitle Müslüman olduğunu vurgularken, aynı zamanda Sofya devletinin dünyevi (lâyık) olmasından yanadır. Bunun günlük yaşama yansımasında şunu görüyoruz. Onların yarıdan fazla % 59’u davaların kamu mahkemelerinde görülmesinden yanadır. Erkeklerden % 53,5’i bayanların yüzünü peçete ile kapamasına karşı çıkarken, % 20,7’s, de “kendisi isterse” cevabını vermiştir. Ankete katılanların % 20,5’i doğruluk dininin ancak İslam olduğunu savunurken, yarıdan fazlası da her dinde bazı gerçekler vardır, gibi cevaplamışlardır. Bu sorunun yanıtında, dikkati çeken unsursa şudur: GETTO ortamında hayat sürdürenlerin % 50’den fazlası, hak dininin ancak İslam olduğunda inançlı kesin kanat öne sürmüşlerdir.


Makale ve Analizler - 2017

21

Çingene mahallerinde ve anket evraklarında GETTO olarak adlandırılmış kapalı meskûn yer olan azınlık nüfusun tecrit edilmiş halde ve beraberce yaşadığı toplumsal ortamda İslam’a inanmışlık % 99’a kadar yükselmiştir. “Alfa Reçırs” sosyolojik araştırma ajansı başkanı Boryana Dimitrova, konuyla ilgili yorumunda şöyle dedi: “Yoksulluğun diz boyu olduğu yerde, dine tapanların oranı en yüksektir.” Ankete katılanlar üçte ikisi aşırı uç (köktendinci) örgütlere olumsuz baktıklarını gizlememiştir. Aşırı uçtaki İslamcı örgütlerle ilgili destekleyen görüş istatistik yanlış çerçevesinde olmakla şöyledir: “İslam devletine” olumlu bakanların oranı % 2,8 iken, “Al Kayda”ya olumlu bakanlarsa % 0,5 oranındadır. Bu anket, 2011’de yapılan benzer bir anketle kıyaslandırıldığında, Bulgaristan Müslümanlarının son yıllarda yaşam konularında daha konservatif olduğunu ortaya koymuştur: Evlenmeden beraber yaşamaya 2011’de katılanlar % 23 onaylarken, 2016’da bu oran % 14’e düşmüştür. Evlilik dışı çocuk yapmayı destekleyenlerin oranı da son 5 yılda % 20’den yüzde % 8.7’ye düşmüştür. Aile hayatında ev işlerini bayanla beraber bayın da üstlenmesi gereği görüşünde olanlar 2011’de % 40 iken, geçen yıl bu oran % 33.1’e azalmıştır. Babanın da anne kadar çocuk bakımına katılma konusundaki destekleyici olması oran ise % 62’den % 53,3’e azalmıştır. Bu anketin ortaya koyduğu şu gerçek çok üzücüdür: Bulgaristan Müslümanları ülkede yaşayan diğer nüfus kesimleriyle kıyaslandırıldığında çok daha az gelirli, çok sefil ve yoksul bir yaşama savaşımı veriyorlar. Bu kalabalık nüfusun % 62,5’i aile başı aylık 250 leva gelirden çok daha az bir gelirle yaşamak zorundadır. Bu mukayese Bulgaristan çapında yapılsa, aylık hane başı gelir 250 levadan az olan kesim % 35’tir. GETTO adlı kapalı topluluklarda yaşayan Müslüman nüfusun kişi başı aylık geliri 100 levanın altındadır. Bu durum ülkede çok derin bir zengin fakir ayrışımı olduğuna ve bu kutuplaşmada Müslümanlarımızın bütün Avrupa’da en yüksek kesimi oluşturduğuna işaret ediyor. Bulgaristan müslümanlarının en fazla saydığı uluslararası siyasi ve Devlet lideri Recep Tayyip Erdoğan’dır. Bulgaristan Müslümanlarına hangi dış ülkeye en fazla saygı duyuyorsunuz ve hangi devletin siyasetini destekliyorsunuz soruna katılımcılardan % 68,4’ü Türkiye, % 65’i Almanya, % 51,8’i Rusya, % 47,1’i Fransa ve % 17,2’si Birleşik Amerika demiştir.


22

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Katılanlar kendilerini Bulgaristanlı Müslüman Türk olarak tanımlamıştır. Bu sosyolojik araştırma Bulgaristan’da daimi yaşayan Müslüman Türkler arasında yapılmış ve bu kitlenin kendi devletlerinden, hükümetlerinden ve siyasi parti ve liderlerinden fazla Türkiye’ye ve onun büyük lideri Recep Tayyip Erdoğan’a inanmaları ve bel bağlamaları dikkati çekmiştir. Bu araştırmada sorular Bulgar dilinde sorulsa da, katılımcılar anadillerinin Türkçe olduğunu, dinlerinin İslam olduğunu ve Müslüman yaşam kurallarına, gelenek ve ahlakına göre yaşadıklarını ortaya koymuşlardır. Katılımcılar 18 yaşın üstünde olup, Türkçe ve Bulgarca olmak üzere 2 dilli olarak tarif edilmiştir. Cevap verenlerden % 80’de fazlasının yurt dışına çıkmış kişiler olduğu, % 60’ının Türkiye’de yakınları bulunduğu ve birkaç yılda bir aile ziyaretlerinde bulundukları. En sık gittikleri ülkenin Türkiye olduğu, umutlarını bağladıkları ülkenin de Türkiye olduğu ve Türkiye Cumhuriyeti ile daha sıkı ve daha verimli ilişkiler geliştirilmesinden yana oldukları, köy buluşmaları gibi periyodik buluşma ve şenliklerin gelenek haline gelmesini istedikleri, toplumsal yaşamda yeni rolü ve sorumluluğu partilerin değil, köy derneklerinin üslenmesi gerektiğini ifade etmişlerdir. Araştırma sonuçları bir kitapta toplanıp ilgililere sunulacaktır.

BULTÜRK Gecesinden

Seydullah Halaç-09.Nisan.2017

Salonda Kadriye Latifova’nın müzikleri çalıyordu, insanlar yavaş yavaş gelmeye başladı. Ardından Bulgaristanlı İstanbul TRT Sanatçımız Rüstem Avcı canlı devam etti. Bultürk derneğinin Birlik ve Kardeşlik panelinde toplantı saygı duruşu ve istiklal marşı ile başladı. Bultürk genel sekreteri Doç. Dr. Müjgan Deniz’in sunuculuğunu yaptığı toplantıda ilk önce derneğin kısa tarihçesini anlattı.


Makale ve Analizler - 2017

23

2003 yılından beri hep ilkleri yaptıklarını İlk Türk Cumhurbaşkanı, İlk defa Sofyada Türk Dünyası Liderler toplantısı, ilk defa Bulgaristanda 13 bin kişi üzerinde dev bir anket yaptıklarını, İlk defa Kırcaalinin hıdıllezden 3 gün önce 1434y doğum tarihinin Kırcaalide anma toplantısını yapmaları, ilk defa Bulgar parlamentosuna bir dernek olarak davet alıp gittiklerini, ilk defa çernooçenede Bulgarlar ile beraber bayram kutladıklarını, ilk defa Türk Kurultaylarına katıldıkları ve birçok ilke daha imza attıklarını belirterek gelen dernek başkanlara söz verelim. Ayrıca dernek merkezinde her 15 günde bır konferans, seminerler yaptıklarını belirtti. Bizim alanımız Bulgaristan ve bu konuda biz her zaman devletimize ve yöneticilerimize projeksiyonlar sunduğumuzu ve Bulgaristan’ın 50 yıl sonrası için çalışmalar yaptıklarını belirtti. Ardından Türk Dünyasından gelen Dernek Başkanlarına ayrı ayrı söz verildi; Yavuz Selim Derneği Başkanı, Afganistan İpek Yolu Vakfı Başkanı Mustafa Mahdum, Afganistan; Türkiye Universite Mezunları Birliği Türkiye Temsilcisi-Lale Hasanoğlu; Çankırılılar Derneği Gaziosmanpaşa - Ahat Akçal; Balkan ve Avrasya STK’ları Komisyon Başkanı Ferudun Ay; Osman Duman - Osmar Kristal; Gecemize katılan dernek Başkanları; Vakıflar Genel Müdürlüğü - Mustafa Özkan; Küçükçekmece Muhtar - Faruk Demir, Yusuf Demirel; Kâğıthane Belediyesi Kent Konseyi Kadın Kolları - Necmiye Ceylan; AK Parti İl Başkanlığı Hüseyin Ceylan; Kemal Karadağı Rumeli Türkleri Vakfı; İbrahim Halil Balayoğulları; - Moskova; Rüstem Avcı - TRT Sanatçısı - Bulgaristan; URAL Derneği - Bülent Maşaoğlu; Azerbaycan - Agil Sametbeyli; Balkanlara Vefa Derneği - İsmail Erdem. Türk Dünyası Gazeteciler Federasyonu Başkanı Menderes Demir, Gazetecilerden - Yakut Mısırhanlı; Bayrampaşa haber Yılmaz Birinci, Anadolu ajansı; Hepsine katılımlarından dolayı teşekkür ederiz. Konuşmalar devam etti - Bayrampaşa AK Parti İlçe Başkanı Sayın Kemal Oğuz Kıdıl, Bayrampaşa Belediye Başkanım Sayın Atila Aydıner, ardından AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Sayın Ekrem Erdem’e söz verildi;


24

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Halk oylamasına doğru - BULTÜRK Gecesinde AK Parti Genel Başkan Yardımcısı ve İstanbul Milletvekili Ekrem Erdem, “Cumhurbaşkanını halkın seçmesi istikrar ve huzur adına önemli bir adımdır.” dedi. Erdem, Bulgaristan Türkleri Derneği BULTÜRK tarafından düzenlenen etkinlikte öncelikle Başkan başta olmak üzere tüm yönetime teşekkür etti ardından “2007 yılındaki Cumhurbaşkanlığı seçiminden önce yüzde 47 oy aldık, Önümüzde Cumhurbaşkanlığı seçimi var, 367 diye bir garabet icat ettiler ve Cumhurbaşkanını o tarihte seçtirmediler.” dedi. “Cumhurbaşkanı neden seçtirilmez? Bu sistemin zayıflığından kaynaklanan bir engellemeydi” diyen Erdem, sözlerini şöyle sürdürdü: “Mecliste 550 milletvekili var, baskılar yaptılar, tehditler aldılar ve bazı partilerin genel başkanları, milletvekillerine cumhurbaşkanlığı seçiminde, meclise girmemesi için baskı yaptı. 367 garabetinden daha ağır olanı, milletvekillerinin meclise girememesiydi.” Erdem, 2007 yılından sonra cumhurbaşkanını, milletvekillerinin seçmesinin, sistemi kilitlediğini ve problem oluşturduğunun altını çizerek “Eski sistemde milletin istediği değil, birilerinin istediği kişi cumhurbaşkanı oluyordu, cumhurbaşkanı halkın iradesinin dışında seçiliyordu.” ifadelerini kullandı. Erdem, 1960 askeri darbesinden beri Türkiye’de cumhurbaşkanlığı seçimlerinde problemler yaşandığını anlatarak, 1961 yılındaki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday olmak isteyen Ali Fuat Başgil’e yapılanları hatırlattı. Başgil’in, dönemin askeri cuntası tarafından Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday olmaması için ölümle tehdit edildiğini anlatan Erdem, “Başgil’in başına silah dayadılar, ya cumhurbaşkanlığı adaylığından çekilirsin veya ölürsün dediler.” şeklinde konuştu. Merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal dönemine kadar Türkiye’de sivil birisinin cumhurbaşkanlığı makamına gelebilme şansını bulamadığını söyleyen Erdem, “Cumhurbaşkanını halkın seçmesi istikrar ve huzur adına önemli bir adımdır” görüşünü dile getirdi. Osman Duman - Rafet Ulutürk’e Bulgaristan Türklerine Hizmetlerinden dolayı özel bir plaket yaptırdığını ve bizat kendisi taktim etmek istediğini söylleyerek sahneye davet etti. Rafet Ulutürk konuşması; Değerli AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Sayın Ekrem Erdem, Değerli Bayrampaşa Belediye Başkanım, AK Partinin Değerli


Makale ve Analizler - 2017

25

İlçe Başkanı Sayın Kemal Oğuz Kıdıl, Değerli bilim adamları, gazeteciler ve Türk Dünyasın’dan gelen dernek ve federasyon başkanları ve yöneticileri, Değerli konuklar ve değerli misafirler: “Bulgaristan Türkleri Birlik ve Kardeşlik Panelimize” ilgi duyan ve bu akşam bizimle beraber olmaya zamanınızı ayıran kardeşlerim, 26 Mart’ta yapılan Bulgaristan erken genel parlamento seçimleri ve 16 Nisanda, Türkiye Cumhuriyeti’nde düzenlenecek HALK OYLAMASI arifesinde durum değerlendirmemize Birlik ve Kardeşlik Paneline Hoş Geldiniz... Sefalar Getirdiniz... Değerli misafirler Türkiye bizim işimize karışmıyor. Biz hür iradeli insanlarız, son seçimde bazı siyasetçilerin egoları ön plana geçmiştir. O egolular değil, fakat biz Bulgaristan Türklerinin sivil toplum örgütleri bu işte tarafız, çünkü Bulgaristan vatandaşıyız. Seçme hakkımız var ve bizim için oy kullansın diye kimseye vekalet vermedik. 1356’da Çanakkale’yi geçip Rumeli Balkanlara yerleşen atalarımız da hürdüler. Yeni topraklara insanlığın görüp göreceği en üstün zekâyı gönüllü taşıdılar. O gün bugün, koca dünyada değişen pek fazla bir şey olmamıştır, desem yanlış olur. Kılıcımızın daha iyi kestiği ve toplarımızın daha güçlü patladığı için 1453’te Doğu Roma İmparatorluğu’nun yerine geçebildik. Tarihte çağ açan zaferler, üstün olan uygarlığın zaferidir. Ve biz o Avrupa karanlığında parlayan yıldızın bugün parlayan ışıklarıyız. 600 yıl önce dünya işlerine akort verenler bizdik, günümüzde bazı anahtarlar onların eline geçti. Değişmeyen bir şey kaldıysa, o da, belirleyici olanın yine insan zekâsı ve yine aklın rolüolduğuna işaret etmek isterim. Dünyayı değiştirenler hep akıllı ve zekiler olmuştur. Bu tezi savunmak için bin bir dereden su getirmeme gerek yok. Amerika’da Bill Geyts ve 2 arkadaşı, yani sadece 3 kişi, 2016’da 80 milyonluk Türkiye’mizin ürettiği Gayrı Safi Milli Hâsılaya eşit değer üretti. Yorumu siz yapınız. Bizi düşmanca yönetenlerin 140 yıldan beri yaptığı en önemli iş, yavaş yavaş dünyamızı karartmak ve bizi karanlığa alıştırmak oldu.


26

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu cümleden kimliğimizin, zekâmızın, insan severliğimizin ve medeniyetimizin üstünlüğünü karartmak, dilimizi, dinimizi, kültürümüzü, düşünme kabiliyetimizi karartmak, köreltmek ve zekâmızı kısır kılmak oldu. Yaratan biz Türkleri hem zeki hem de sabırlı yaratmıştır. Tarihimiz, 1815’te ters dönmüştür. O gün bu gün Avrupa’dan çekiliyoruz. Büyük Atatürk Sakarya Savaşında son kalemiz Anadolu’nun istilasını durdurdu. Daha o zaman 1815’te başlayan Avrupa’dan çekilmemiz durmadı, “93 Harbinden” sonrada daha da yoğunlaştı. BULTÜRK yönetimi olarak biz, Bulgar devletinin 140 yıl süren Türk düşmanlığı birikimiyle aramızdan kimliksizleştirmeyi ve asimile olmayı kabul etmeyenleri, pirinç taşı ayıklar gibi ayıklayıp, vatandan kovma siyasetini iyi biliyoruz. Birazdan hepinize dağıtacağım ve boş zamanlarınızda okumanızı önermek istediğim, “Türk Dünyasında Bir Bulgaristan Türkü 50 Yıllık Mücadele” ve “Bulgaristan Türklerinin Durumu” Osman Bülbül Hocamızın ve Musa Vatansever abimizin eserlerinde düşmanlık mantığının işleyişini analiz ettiğimizi okuyabilirsiniz. Hepimizin bildiği gibi Bulgaristan devleti her geçen gün daha baskıcı ve faşizan tutum izleyerek ülkedeki Türkleri sindirmeye asimile etmeye, Jivkovun yolunu sürdürmeye çalışmaktadır. 26 Martta yapılan Bulgaristan Genel seçimlerde Hain DPS - HÖH’nin Bulgaristan siyasi arenasından uzaklaştırmak için bir çok çaba içerisine girildi. Ancak özlenen ve beklenen neticeye ulaşılamadı, çünkü strateji yoktu. Bulgaristan yönetimi durumu nekadar zorlaştırır ise zorlaştırsın gelecek seçimler için daha iyi program ve planlama ve daha iyi strateji ile Bulgaristan parlamentosuna gerçekten Türk-Müslüman topluluğunu temsil edecek Milletvekilleri çıkartacağımıza gönülden inanıyoruz. Bizim Bulgaristan’da ve tüm Balkanlarda güçlü ve güven içinde olabilmemiz Anavatan Türkiye’nin ne kadar güçlü olduğuna bağlıdır. İşte bu nedenle Biz Bulgaristan Türkleri o Büyük ve Güçlü Türkiye için ülkemizin 2023 - 2053 - 2071 hedeflerine ulaşabilmesi için tüm imkanlarımızı seferber etmeliyiz. Bu nedenle 16 Nisanda yapılacak referandumda yani Halk oylamasında Güçlü Türkiye’nin Yolunu açabilmemiz, tüm engelleri ortadan kaldırabilmemiz için EVET demeliyiz. Bizler Atalarımız gibi Hakkın ve Adaletin yanında Olmalıyız. Güçlü Türkiye aynı zamanda güçlü Türk Dünyası demek ve Türk Dünyasının sorunlarının halledilmesi de Türkiye’nin gücü oranında olacaktır.


Makale ve Analizler - 2017

27

Türkiye Cumhuriyeti devletinin temellerinde kanı olan soylarımız, biz Bulgaristanlı, Rumeli-Balkanlı Türkler, geleceğimiz açısından kutlu bir gün olan, 16 Nisan 2017 Pazar gününde Anayasa değişikliğine ve Başkanlık sistemine “EVET” diyenlerin başında, alaylarında ve denizinde olacağız. Yolumuz, “Büyük ve Güçlü Türkiye” yoludur. 1815’ten beri suyu çekilen büyük ırmağın yatağını gelecekle doldurma yoludur. Başarısızlıklara son verme ve zaferlere yeniden açılma yoludur. Bu muzaffer yolda toplumumuzun Babası, Türkiye Cumhuriyeti’nin Başkanı, 21. yüzyıl yıldızı, Türkiye halkının, hepimizin, Türk ve İslam Dünyasının büyük önderleri Sayın Devlet Bahçeli ve Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a inanıyor ve güveniyoruz! Bunun için Biz Balkanlar “EVET” diyoruz. Bu nedenle Güçlü Türkiye’ye EVET diyoruz ve tüm katılımcılar bir daha cani gönülden teşekkür ediyorum. Türkiye’de bu Halk Oylaması Vatanımıza ve tüm Türk Dünyasına hayırlı ve uğurlu olmasını cani gönülden dileriz. Sağ olun var olun Allaha emanet olun.


28

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

16 Nisan’dan Sonra Her Şey Değişecek

Ertaş Çakır-09.Nisan.2017

Konu: Bulgar kamuoyu “EVET” çıkacağına inanıyor. Bulgar kamuoyunda dengeli etkisi giderek artan ve gerçekçi yorumlarıyla nüfus yapan “Standart” gazetesi 07 Nisan 2017 günlük sayısında “epicenter. bg” yayınlarından aldığı bir yazıya yer verdi. Yazıyı kısaltmasız veriyoruz. Kaleme alan dış siyaset analizcisi Boyan Çukov. 16 Nisan’dan sonra Bulgaristan ve Balkanlar Yeni Osmancılık dalgası altında kalacak Yazıda şu görüşlere yer veriliyor.Ankara iktidarı eski Osmanlı toprakları üzerindeki etkisini iki kat arttırmak için çabalarını kat kat arttıracaktır.Bu hafta sonunda Türkiye Cumhuriyetinde referandum yapılacak ve ülkede Başkanlık yönetim sistemine geçilecektir. Soru: Bu gerçekleşirse Bulgaristan ve Balkanlar için ne değişir? Yanıt: Erdoğan tarafından uygulanan Yeni Osmanlıcı siyasetin hedefinde Bulgaristan’ı Afganistanlı göçenlerle doldurmak diye bir şey yoktur. “Yumuşak güç” kullanarak Bulgaristan Türklerini Bulgaristan’ın kanunlarına ve kurallarına uyan vatandaşlar olmaktan, “gerçek Türkler” durumuna dönüştürmesi çok daha yararlı olur. Türkiye kaynakları ve imkânları ile Birleşik Amerika ile Rusya arasındaki güçler dengesi dikkate alınarak, Balkanlarda sınırların yeniden çizilmesi hesap dışı görülemez. Hatta büyük ölçüde ihtimal dahilindedir. Bu hafta Türkiye’de referandum var. Erdoğan ülkede Başkanlık yönetim sitemi uygulayacak. Önce Tayyip Erdoğan’ın Güney Doğu komşumuzda nasıl oldu da bu denli sevilen ve sayılan bir devlet başkanı olduğunu açıklamak istiyorum. 15 yıldan beri Türkiye’yi hiç bir kimseyle paylaşmadan yöneten Recep Tayyip Erdoğan, Kemalizm sonrası Türkiye’de en nüfuslu ve belirgin siyasi liderdir. O halkın gönünü kazanmış, cazibeli bir önder, iyi bir taktiktir. Son yıllarda, yaşadığımız çağın istemleriyle tamamen uyum içinde bulunan, reformcu totaliter halkçı siyasetin etkin bir temsilcisi olarak kendini kabul ettirdi. Türkiye halkının daha büyük kesimi Erdoğan’la övünüyor. Nedenlerini onun kişisel vasıflarında, kişiliğinde ve son yıllarda Türkiye siyasetinin doruğunda bulunduğu süredeki etkinliklerinde aramalıyız. Onu sevenlerin iyilik ya da kötülük alameti olarak “Tayyip” diye bağrına bastığı kitle için o başka biç bir kimsenin yapamadığını yaptı.


Makale ve Analizler - 2017

29

Türkiye Dünyanın büyük uluslararasında yer aldı. AK Parti yönetiminde, Türkiye olağanüstü büyük ekonomik başarılara imza attı. Türkiye çok farklı olan kendi sosyal bünyesini kucaklamayı başardı. Anadolu’nun yoksul Türkiye’si ve azınlıkların tümü Türkiye tarihsel sahnesinde eşit haklı rol almaya başladı. Tayyip Erdoğan’ın seçmenleri onun siyasi programını ve kişiliğini destekliyor. AK Parti ve basın yayın organları Türkiye Cumhurbaşkanının ardında duruyor. Soru: Referandum kampanyasında böyle bir hava ve görüntü var. Yanıt: Evet, Erdoğan 16 Nisan halk oylamasında kazanmak için gerçekten başarılı bir savaşım veriyor. Hapishaneden geçen, kanseri yenen bu kişi sandı Tanrı tarafından ve kendisine Türkiye’nin kaderi ellerine verilmiş biri. Bu nedenle o Başkanlık için mücadele ediyor. Bu nedenle çelişkilere, kargaşalara, muhalefete tahammülü yok. Tabi onun otoriter istemlerine karşı olan liberaller, dinsizler, muhalif Kürtler, sağcı milliyetçilerinden bir kısmı, kökten dinci Gülenciler, FETO’cular ona karşı baş kaldırıyor. Onların hepsi Yeni Osmancı kahramana karşı aynı havada buluşmuş durumdadır. Recep Tayyip Erdoğan Türkiye’de kişi başı Gayrı Safi Milli Hâsılatı 3 kez büyüten kişidir. Türkiye ekonomisi dünyanın ilk 10 ekonomisi arasına girmeye ayak atıyor. Soru: Erdoğan bu yüzden mi dünya liderlerinin arasında yerini almaya çalışıyor? Yanıt: O Suni Dünya’nın liderliğini hak etmiştir. Recep Tayyip Erdoğan, Vladimir Putin ve Donald Trump ile eşit olarak temas ediyor. O Avrupa liderlerini ikinci sıraya dizmiştir. Recep Tayyip Erdoğan bir muhafazakâr (konservatif) sosyal devrim dayatıyor. Eğitim sistemine din dersleri dahil edilerek Türkiye’de “namuslu bir nesil” yetiştiriliyor. Cami sayısı büyüyor. Politik etkinliklere dua edilerek başlanıyor. 15 yıl iktidarda kalan Erdoğan’ın stratejisi açıktır. Soru: Türkiye’si eski imparatorluğun sınırları içine yerleştirmek için “Stratejik Derinlik”. Yanıt: Bu stratejinin adı Yeni Osmanlıkçılıktır. Cumhuriyetin Yüzüncü Yılı “2023 Hedeflerinde” yer alan birçok girişim var. Bunun devamı da, İstanbul’un fethinin 600. yıldönümü olan 2053’e kadar uzanan bir program hazırlanmıştır. Ve hatta 2071’ e yanı Van Gölü dolayındaki savaşın bininci yıldönümü kutlamalarına kadar uzanıyor. O savaşta Selçuk Türkleri Bizans İmparatoru’nu yenmiş, Bizans İmparatoru Roman IV. Diogen tutuklanmış ve tahtından indirilmiştir. 16 Nisan günü Türkiye’de yapılacak olan halk oylamasıyla bu amaçla Türkiye’de yapılacak olan kurumsal değişikliklerin anayasal yolu açılacaktır ki, bu hedefler Yeni Osmanlı


30

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

stratejisinde yer almıştır. Hedefte olan Ankara rejiminin Başkan hükmüne verilmesi ve iktidarın tek ele yani Recep Tayyip Erdoğan’a verilmesidir. Soru: Yeni Osmancılık dalgası önce Bulgaristan üzerine sıçrayacak, öyle mi? Yanıt: Türkiye’deki son durumda halkın 16 Nisan’da Recep Tayyip Erdoğan’ı desteklemeyeceği düşünülemez. Balkanlara taşacak olan Yeni Osmancılık dalgasıyla Bulgaristan’ın çok daha güçlü yüzleşeceği ortadadır. Eğilim Bulgaristan için gönül okşayıcı değildir. Ankara, Balkan Yarımadasındaki eskiden hükmettiği topraklar üzerindeki nüfusunu yeniden kurmak ve arttırmak için çabalarını birkaç kat arttıracaktır. Gerçek budur.

“Millî Şehit” Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey

10.Nisan.2017

BG-SAM, Boğazlıyan Kaymakamı... Sirkeci Gümrük Müdürlüğü’nden emekli olan, Yunanistan Teselya Yenişehir eşrafından Arif Bey’in oğludur. İstanbul Kadıköy’de dünyaya gelmiştir. Hukuk öğrenimini tamamladıktan sonra Yozgat’ın Boğazlıyan ilçesine Kaymakam olarak atanmıştır. Ermenilerin dış ülkelerden aldığı yardımlarla isyan ettikleri, Doğu Anadolu’daki köy ve kasabaları bastıkları, yağmaladıkları dönemde bu göreve gelmiştir. XIX.yüzyılın sonlarında Ermenilerin Hınçak Komitesi Yozgat’ta büyük faaliyet göstermiştir. Boğazlıyan’da propaganda yaparak Yozgat Mutasarrıfı Leon Efendi aracılığı ile İngilizlerle bağlantı kurup, İstanbul Hükümeti üzerinde baskı kurmaya çalışmışlardır. Bu arada Ermeni çeteleri Yozgat yöresinde soygunlara başlamıştır. Ermenilerin Anadolu’daki faaliyetlerinin artması üzerine Osmanlı Hükümeti Tehcir Kanununu çıkararak casusluk ve vatan hainliği yapan köy ve kasabaları boşaltmış ve diğer yerlere sevk etmiştir.


Makale ve Analizler - 2017

31

Osmanlı Hükümeti’nin bu kanununu dinlemeyen Ermeniler 2 Eylül 1915’te Yozgat’ın Boğazlıyan ilçesini ateşe vermişler, bölgeye gönderilen jandarmalarla çatışmışlardır. Bu olayların meydana geldiği sırada Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey İçişleri Bakanlığı’ndan gelen telgraf emri ile Ermenilerin 24 saat içerisinde bölgeden çıkarılarak Suriye’ye sevk edilmelerini uygulamak istemiştir. İstanbul Hükümeti İngilizlerin baskısı ile Boğazlıyan isyanına neden olanların cezalandırılmasını istemiştir. Boğazlıyan kaymakamı ve Yozgat Mutasarrıf Vekili Kemal Bey Ermeni tehcirinde görevini kötüye kullanarak ölümlere sebep olduğu iddiası ile yargılanmıştır. Kurulan mahkemede Ermeni komiteciler çoğunlukta olduğu gibi İngiliz yüksek komiserliği de bir çok yalancı şahit çıkarmıştır. Bunun üzerine mahkemede sanık olan Kemal Bey ve avukatı Sadettin Ferit Bey tarihi bir savunma yapmıştır: “Düne kadar hakimler heyeti halinde olan sizler, şu dakikada bir tarih mahkemesi sıfatını almış bulunuyorsunuz. Ermeniler tarafından öldürülen dindaşlarının ve soydaşlarının matemi Müslümanların yüreklerinin sızlattığı ve her gün gelen kara haberlerin halkı tahrik etmekten geri kalmadığı malumdur. Ermeniler ise, Rus Ordularının kah önüne geçerek, kah arkasında kalarak, ekseriya memleketin asker kuvvetinden mahrum kalmasına güvenerek faCIAlar meydana getirmekten çekinmiyorlardı. Yozgat Vilayeti dahilinde sevk edilen bazı Ermeni – Muhacir kafilelerine, Ermenilerin Müslümanlara reva gördükleri faCIAlara şahit olmuş, bazı asker kaçaklarının tecavüzü ihtimal dahilindedir. Ancak, savaşta yenilişimizin aleyhimizde meydana getirdiği hezeyanı durdurmak maksadıyla iddia makamının da isteği üzerine, kurbanlar verilmesi bir siyaset icabı sayılıyorsa, bu kurban, ben olamam. Siz kurban seçmekte değil, ancak hak ve adaletle hüküm vermek vicdani görevini taşıyan bir yüksek heyetsiniz. Mutlaka kurban aranıyorsa, herhalde bu işlerin tertipçisi ve idarecisi olarak benim gibi küçük bir memur bulunacak değildir.” Kemal Bey’in bu sözlerinden sonra yalancı şahitler, olayları gerçekmiş gibi anlatarak Kemal Bey’i iftira etmişler.Buna karşılık Kemal Bey de: “Hepsi yalandır, uydurmadır. Reis Paşa, ben ne bunların söyledikleri Keller köyüne gittim ne de oradan geçtim. Burada vuku bulduğunu iddia ettikleri cinayetlerden de haberim yok. Hele parmaktan çıkmayan yüzüğü almak için kol kesmek; rica ederim. Bu vahşeti kim yapar? Bu derece şem’i bir işi yapacak bir insan tasavvur edemiyorum. Esasen, birini ispat edemezler. Çünkü, hepsi iftiradan ibarettir. Benim haberim olmadan bir şey olmuşsa bilemem. Fakat bu ana kadar bu mevzuda hiç bir şikayetçi gelmemiştir. İlk defa burada Mahkeme huzurunda bu şikayetlerle karşılaşıyorum” demiştir. “Soysuzda yalan ve iftira sonsuzdur.” (Torlakon öğretisi)


32

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Mahkeme bu şekilde devam ederken, İngilizler ve Ermeniler Kemal Bey’in asılması için Mahkeme Başkanı Hayret Paşa’ya baskı yaptıklarından, Hayret Paşa istifa etmiş yerine “Nemrut” lakabıyla anılan Mustafa Paşa getirilmiştir. İstanbul’a getirilen Beyazıt’ta Bekirağa Bölüğü’nde hapsedilen Kemal Bey 8 Nisan 1919’da idama mahkum olmuş, ancak Padişah Sultan Vahdettin kararı imzalamamışsa da Şeyhülislam’ın fetvası ve İngilizlerin baskısı ile Kemal Bey İstanbul’a getirilerek, Beyazıt Meydanı’nda idam sehpasına çıkarılırken son sözü sorulduğunda; halka dönerek: “Sevgili vatandaşlarım, Ben bir Türk memuruyum. Aldığım emri yerine getirdim. Vazifemi yaptığıma vicdanım emindir. Sizlere yemin ederim ki, ben masumum. Son sözüm bugün de budur, yarın da budur. Ecnebi devletlere yaranmak için beni asıyorlar. Eğer adalet buna diyorlarsa, kahrolsun adalet” demiştir. Bunun üzerine halk “Kahrolsun böyle adalet” diye bağırmaya başlamıştır. Kemal Bey sözlerine devamla: “Benim sevgili kardeşlerim, asil Türk Milletine çocuklarımı emanet ediyorum. Bu kahraman millet, elbette onlara bakacaktır. Allah, vatan ve milletimize zeval vermesin. Amin. Borcum var, servetim yok üç çocuğumu, millet uğruna yetim bırakıyorum. Yaşasın Millet...” demiştir. Kemal Bey’in idamı İngilizlerin hiç beklemediği şekilde büyük tepki ile karşılanmış, Kadıköy’de büyük bir cenaze töreni yapılmıştır. TBMM 14 Ekim 1922’de çıkardığı özel bir kanunla “Millî Şehit” olarak kabul etmiş ve Boğazlıyan’da bir mahalle ile bir okula “Millî Şehit” adı verilmiştir. Ayrıca her yıl ölüm tarihinde, anıtı dikilen Boğazlıyan’da anma günleri yapılmaktadır.

Tarihin Gözüyle Bugün

Hüseyin Yıldırım-10.Nisan.2017

Konu: Bulgaristan’da huzurun temel dayanağı Müslüman Türklerdir. Komünistler işledikleri suçları itiraf etmek zorundadır. 1989 Mayıs Ayaklanmasıyla ilgili gerçekler gün ışığına çıkarılmalıdır. Bulgaristan’da karşımızda olan güçler faşisttir.


Makale ve Analizler - 2017

33

1989 Mayıs Ayaklanmasını yöneten hakikatten Ahmet Doğan mıydı? Tarihin motorları isyanlar ve devrimlerdir. 1989 Mayıs Ayaklanması XX. yüzyıl Bulgaristan tarihinde en önemli olaylardan biridir. Bu halk ayaklanmasıyla ilgili en acı gerçekler dahi gerçekler bütün ayrıntılarıyla genç ve yaşlılar, Bulgarlar ve Türkler tarafından bilinmelidir. Tarihsel gerçeklerini gizleyen halklar yerinde sayar, yok olmaya mahkûmdur. *** Büyük tarihsel olaylar, devletlerin var oluşunu belirleyen dönüşüm anları zaman içinde olmamış olaylar anlatan efsane ve uydurma hikâyelerle süslenmeye başlar ve gerçek tarihsel olaylardan uzaklaştıkça, tam olarak ne yaşandığı, olanların devinim güçleri ve bu olaylardaki tarihsel kahramanların ve kötülük yapan hainlerin kimler olduğu gibi konularda bakış açıları çoğalır. Ve Allah göstermesin tarihsel çatışmalardaki güçlerden birisi yönetimi ele geçirdiğinde ve daha da kötüsü o güç bir de diktatörlük gücüyse, şu da var, “tarih zafer kazananlar tarafından yazılır” gerçeğinden çıkılırsa, üstün gelen tarih sayfalarına büyük harflerle kendisini, kendi eylemlerini işler, süsler. Birçokların dediğine gibi, gerçekler “kitaplara girmelidir.” Öyle ki 70 yıl boyunca “ilerici dünyanın beynine” adına Büyük Ekim Sosyalist Devrimi denen Bolşevik Darbe - “1917’nin 24 Ekim gecesini 25’e bağlayan gece Kışlık Saray’a saldırısı” efsaneleri çakıldı. Zamanın geçmesiyle Sovyetler Birliği Komünist Partisi (KPSS) propagandası, sözde gerçekleri söyleyen bakanlıklar, Genel Doğrultunun isteklerine uyarak Ekim Devrimi önder ve kahramanları listesini yeniden düzenlemeye başladı; Tarihin ufkunda yalnızca Lenin ve Stalin’in kalması için, Trots, Kamenev, Zinoviev, Buharin ve birçok başka önderler giderek listeden atıldılar ve tarihin karanlığında kayboldular. 1956’da Kruşçev’in Stalin’i eleştirmesinden sonra, onun şanlı “Ekim Devrimi önderi” durumu deprem geçirdi. “Yeniden Düzenleme” döneminden sonra ise, Ekim Devrimi yücelik durumundan indirildi ve bu darbenin gerçek özelliklerinden artık tarihçiler ilgilenmeye başladılar. Bizde olan da aynıdır. “Dokuz Eylül” devrimi, 1944’ün 8’ini 9 Eylüle bağlayan gecede meydan gelmiş bir darbeciler gecesi olayı olarak maskesi indirilmiş duruma düştü. 40 yıl kafamıza bir çivi kakılan, bu “devrimi” o gece Todor Jivkov’un yönettiği gibi şeyler artık kimseyi ilgilendirmez oldu ve ancak meslekten tarihçilerin dikkat merkezinde kaldı. Gerçeklerin su yüzüne çıkması zaman alıyor, fakat mutlaka bu yolun alınması gerek. 1989 Mayıs Ayaklanması olayları!


34

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Şunu önemle vurgulamak isterim ki, 1989 yılının Mayıs ayında patlak veren Ayaklanması etrafındaki olaylarla ilgili durum böyle değildir. Komünist rejim İçişleri Bakanlığı’nın genelleştirilmiş verilerine göre, Bulgaristan’ın 71 yerleşim merkezinde 52 bin 700 kişinin katılımıyla, 1989’un 20 ile 30 Mayıs günleri arasında gerçekleşen halk ayaklanması adıyla ünlenen kitlesel gösteri yürüyüşleri ilgili bu gerçekler böyle değildir. Son 20 yıldan daha uzunca bir süredir, 10 Kasım 1989’da komünist rejimin düşürülmesine kadar, Komünist Bulgaristan tarihinden en büyük ayaklanma olan, 7 kişi ölen, 28 kişi yaralanan halk ayaklanmasını örgütleyen ve yöneten gücük kim olduğu konusunda Bulgar kamuoyunda ve halk arasında çok ciddi ve sert bir münakaşa sürüyor. Komünist sistem için yok edici nitelikli olan bu toplum süreci, o zaman Pazarcık hapishanesinde bulunan Ahmet Doğan, bir grup Türk politik mahkûmla birlikte, derin gizlilik koşullarında mı yoksa o zamanlar “sıra dışı örgütler” adıyla bilinen ve mücadele veren, İnsan Haklarını Savunma Hareketinin Türk Kanadı, Mustafa Ömer’in Bulgaristan’da İnsan Haklarını Savunan Demokratik Lig’i, Avni Veli’nin “Dayanışma Derneği - Viyana 89” ve Runtov kardeşlerin Müslüman Grev Komitesi mi örgütledi ve yönetti? Bu gerçeğin su yüzüne çıkarılmasından ve halka mal edilmesinden ilgili olan kimdir ve bu gerçek neden bu kadar önemlidir? Ve başka bir değişle, neden böyle bir tartışma ortaya çıktı ve sürüyor? Yanıt aramaya, böyle bir sorunun neden ortaya çıktığı noktasından başlayalım. Razgrat, Şumen ve Tırgovişte’nin köylerinden, kasaba ve il merkezlerinden 71’inde 10 gün boyunca protesto gösterileri yapılıyorsa, bütün nümayişlerde insanlar isimlerimizi geri istiyoruz, dinimizde serbestçe ibadet etmek istiyoruz, Türkçe konuşma yasaklarının tamamen kaldırılmasını ve siyasi tutuklularının hepsinin hemen serbest bırakılmasını talep ediyoruz gibi aynı şiarlarla birlik ve aynı ruhla eylem yürüttüklerini gören herkesin aklında şu gelir: Bu eylemlerin yönetimini koordine eden ve yöneten bir merkez var. Canlı olan soru da, onun nerede bulunduğudur. Mayıs Ayaklanması değeri son derece büyük bir manevi sermaye olduğundan dolayı bu tartışma devam ediyor ve çok aktüeldir. Hatırası hala canlı olan ve gösteri yürüyüşlerine bizzat katılanlardan binlercesinin de hayatta olduğu Mayıs Ayaklanmamız Bulgaristan’da yaşayan Türklerin “soya dönüş” adıyla yutturulmaya çalışılan isim, din, dil ve kimlik değiştirme sürecine karşı direniş hareketinin doruk noktasıdır. Hak ve Özgürlükler hareketi’nin (DPS) adına “soya dönüş” dedikleri trajedi ve çılgınlık sayesinde var olup ayakta dur-


Makale ve Analizler - 2017

35

duğu herkes tarafından iyi bilinmelidir. DPS, partinin üyeleri ve oy veren kitle için, Bulgaristan’da bundan sonra isimlerin zorla bir daha asla değiştirilmeyeceğinin güvencesidir. Bu nedenledir ki, 1984 - 1985 yıllarında Türklerin isimlerinin zulüm edilerek değiştirilmesinin hala hayatta olan tanıklarının var olacağı önümüzdeki 20 - 30 yılda, Mayıs Ayaklanmasını örgütleyen ve yönetenin, DPS lideri Ahmet Doğan mı, yoksa artık neredeyse yarı yarıya unutulmuş olan Mustafa Ömer, Sabri İskender, Ali Ormanlı, Zeynep İbrahim ve daha birçokları mı olduğu başar rol oynamaya devam edecektir. Bilinen belgesel tarihçilerimizden Veselin Angelov son eserlerinden biri olan “Bulgaristan Türklerinin İsimlerinin Değiştirilmesine Karşı 20 - 30 Mayıs 1989 Protestoları” kitabını baştan sona “Mayıs Ayaklanması”nı ateşleyebilen kim oldu sorusuna adamıştır. Daha fazlası, 1989’un 10 Kasım günü gerçekleşen darbeye arifesinde eylem yürüten “sıra dışı örgütlere” adanmış, “soya dönüş” konusunu aydınlatmaya adanmış uzun ön ve son sözleri olan 8 belgeselin yazarı olan Angelov, 200 sayfalık bu eserinde ve aynı konuyu işleyen daha birçok tarih yazısında, o zaman Pazarcık Hapishanesi hücrelerinden birinde mahkûm olarak kalan Ahmet Doğan ve daha 8 arkadaşının “Mayıs Ayaklanması”nı hapisten örgütlediği ve yönettiği görüşünde kesindir. Yazarın kanısına göre, 1989 yılında etkin olan Türk ve Bulgar illegal ve yarı legal eylem yürüten “sıra dışı” direniş örgütleri Mayıs Ayaklanmasına ilham vermeden ve ayaklanmayı yönetmeden sadece desteklemişlerdir. Bir siyasi olay olan, Mayıs Ayaklanmasından yakından ilgilenen bir okur olarak, bu yazımdaki ana ödevim Angelov’un savunduğu tezin doğru ya da yanlış olduğunu ortaya çıkarmaktır. Önce şuna işaret etmeliyim ki, Angelov savlarında orijinal değildir. O, DPS’nin resmi tarih yazarlığına soyunmuş olan İbrahim Tatarlı’dan (Hak ve Özgürlükler Hareketi Ülkemizde ve Balkanlarda Demokrasi, Anlaşma ve Güvenlik Faktörüdür - Sofya, Yıl 2003) ve tarihçi Valeri Simyonoıv’tan (Bulgaristan Türk Ahalisi Etnik Siyaset Kutupları Arasında. Sofya, 1998) sonra, 1992’de gazeteci İlyana Benovska (Kim Kimdir, Sofya, 1992) ile söyleşisinde Ahmet Doğan’ın kendi öz savını doğrulamaya çalışmıştır. Burada, 22 Mart 2009’da “Medyapul” da yayınlanan eski Cumhurbaşkanlarından Jelyü Jelev’in etnik sorunlar danışmanı olan Prof. Mihail İvanov’la gazeteci Bayan Daniela Gorçeva’nın bir söyleşisinden bir alıntıya yer vermek yerinde olur: “Şimdi 1989 Mayıs Ayaklanmasını örgütleme içinde büyük hizmetleri olduğu gibi bir büyük liyakatı hak ettiklerini iddia ediyorlar. Ben bu konuya ışık tutmak istiyorum. İsim değiştirme ile ilgili I. Başlıktan hüküm giymiş Pazarcık hapishanesindeydik. Bir fikir olarak her şey Pazarcık’tan çıktı. Hatırladı-


36

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ğım kadarıyla, 1989’un 19 - 20 Ocak günleriydi, İnsan Haklarıyla İlgili Viyana Belgesi metnini okuduktan sonra, belki de en fazla bir hafta sonra, 30 Mayıs 1989’da yapılacak olan, Helsinki süreci konusunda Paris İnsan Boyutları Konferansı’na ilişkin hazırlık çalışmalarımıza başladık. Ve daha sonra, bakıyorum, birçok kişi sıra dışı örgütlerin öyküsünü yazıyor, ne yaptıklarını anlatıyor, fakat şu iyi bilinmelidir. Eğer bir sıra dışılıktan söz edeceksek, o zaman bizim etnik topluluğumuzun tümü sıra dışıydı. Miting yapmak başka, silah namluları altında miting yapmak bambaşka bir şeydir. Olay, ölüm kalım meselesiydi. Söz konusu olan 5 -6 kişi değildir. Kitle ayaklanmaya hazır olunca onu herkes yönetebilir. Önemli olan bir hareketin örgütlenmesidir. Bu hareketi yönlendirmektir. Bu nedenle, kim ne yapmış sorusu yönlendirildiğinde, ben genelde susuyorum. Konum almak da istemiyorum... O zamana kadar totaliter sisteme böyle bir darbe indirilmemişti. Sonra birden bire, 50 adet illegal parti olduğu ortaya çıktı. Bu olaylar ders kitaplarına girmelidir.” Bu soruna direk ve süslenmemiş yalın yanıt şudur: Veselin Abgelov’un kitabında sunduğu büyük sayıdaki belge, onun teziyle ilgili, onun aradığı yanıtı vermiyor. Yazılanlarda somut kanıt yok. Kesin kanım şudur. “Yazar, Mayıs Ayaklanmasını Ahmet Doğan’ın örgütleyip yönettiği konusunda tek bir kesin kanıt gösterememiştir. Kuşkusuz bize itirazda bulunanlar. Sizin istediğiniz nedir? Derin gizlilik koşullarında hapishaneden yöneten olaylar için açık delil gösterilebilir mi? olacaktır. Fakat Mayıs Ayaklanması ve gösteri yürüyüşleri için İçişleri Bakanlığı’nda, adı “İsim Değiştirme Olaylarıyla İlgili Çalışma Grubu” olan kurumda, Savcılıkta, Milli Tahkikat Genel Müdürlüğünde ve Hapishanelerin arşivlerinde dosya dolusu belgeler var.” Bunların bir kısmında olaylar anlatılırken, dosyaların bir kısmında ise, “Suçlu kim ve cezalandırılması gerekenler kimdir?” gibi sorulara yanıt arayan Komünist iktidarın 1989 yazında yaptığı sorgulamalar yer almıştır. Angelov’un kitabında toplu halde bulunan bu belgeler arasında en önemli olsan, “Bulgaristan Türklerinin 1989 Mayıs Ayaklanmasını örgütleyenlere karşı Suçlamadır” ki, Bulgar isimleriyle 4 Türk ile 17 tanık hakkında dava açılmıştır. (Angelov’un kitabi Sayfa 160 -163). Ahmet Doğan tanıklardan biridir. Anlaşılan Todor Jivkov için hazırlanan özel bir belgede işaret edildiği üzere, o zaman 1989 Mayıs direnişlerini örgütledikleri veya örgütleyenlere yardım erikleri gerekçesiyle haklarında iddianame hazırlanan Konstantin Trençev, Todor Gagalov, Nikolay Kolev, Hristofer Sıbev, Anton Zapryanov ve Asen Nikolov gibi


Makale ve Analizler - 2017

37

savaşçıların suçlayan iddianamenin mahkemeye gönderilmemesi gerekirken, yerine Berat Yasası çıkarılarak, hepsinin serbest bırakılmasının daha uygun olacağı önerilmiştir. Bu öneriye gerekçe olarak ise uluslar arası durum gösterilmiştir. Angelov’un kitabında, 30 Mayıs ile 23 Haziran 1989’da Paris’te toplanan İnsan Boyutları Konferansı’na Ahmet Doğan tarafından bir mektup yazıldığı ve bunun gizlice Pazarcık hapishanesinden çıkarıldığı, Türklere karşı işlenen zulmü kınayan ve Todor Jivkov’a gönderilen bir başka mektup yazdığı ve sözde üç açlık grevine katıldığı gibi şu ana kadar bilinen şeyleri kanıtlanmaya yeniden çalışılmıştır. Ne var ki biz, İsmet İsmail İsmail ve Necmettin Hak’in kaleme aldığı iki anı dışında, aynı kitaba alınmış olan toplam 57 belgede, Ahmet Doğan’ın 1989 Mayıs Ayaklanmasındaki yönetici ve örgütleyici rolüyle ilgili hiçbir dolaysız kanıta rastlayamadık. Üstelik 31 Temmuz 1989 tarihli bir başka belgede – “mahkumlardan Medi Doganov Doganov (Ahmet Doğan) ve David Asenov Haciev’in (Necmettin Hak) sorgulama sonuçlarıyla ilgili tutanak” - orada şunları okuyoruz: “Doganov ve Haciev’ın faaliyetlerinde, Tolbuhin kentindeki Bulgaristan Türklerin suç oluşturan gösteri eylemlerine katılanlar üzerinde nispi teşvik edici verilerle sebep sonuç ilişkisi araştırılmıştır. Doganov ile Haciev’in faaliyetlerinde, Ceza Kanunu’nun 273... maddesinde işaret edilen cinayetler grubundan olan unsurlar yer almaktadır. Doganov ile Haciev’in, Ceza Kanunu’nun 190. maddesi gereği cezalandırılması gereken bir suç işledikleri dair nesnel ve soyut gerekçelerle bile esaslandırma yapılamadığından dolayı haklarında dava açılmamıştır.” Angelov’un öne sürdüğü tezler, komünist iktidar tarafından sınır dışı edildiklerinden dolayı, Mayıs Ayaklanması eylemlerini en aktif bir şekilde örgütleyenlerden birçoğunun o esnada Bulgaristan dışında olduklarını eleştirenler tarafından “unutulduğu” iddiaları da, yazılanları daha inandırıcı bir duruma getirmiyor. Evet, bu kişiler sınır dışı edilmişlerdir, fakat arkalarında vekillerini, örgüt ve yönetim ağı bırakmışlardır. Angelov eserinde istemeyerek de olsa Mayıs Ayaklanması günlerinde Demokratik Lig Başkanı Mustafa Ömer ve Genel Sekreter Sabri İskender’in Bulgaristan’dan kovulduğunu, “Hür Avrupa” radyosuna verdikleri demeçleri belirtiyor. Bu demeçler, iktidar makamlarının Demokratik Lig yönetimini Ayaklanmayı örgütleyip yönetmekle suçladığı, ölü ve yaralılar konusunda kendisini haklı çıkarmaya çalıştığı çok zor günlerde verilmiştir. İdamı istenen insanlar bu işi ben yaptım demez. Bu olaylar sırasında barışçı gösterilere katılanlar kurşunlanmıştı. Üstelik bu barışçıl eylemlere katılan gizli örgütlerin yönetici ve eylemcilerini tu-


38

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

tuklayıp yargılamak ve zindanlara tıkmak için dava açma hazırlıkları gören resmi makamlar Ayaklanmadan sonra baskı ve terörü daha da sertleştirmişlerdir. Şu iyi bilinmelidir. İçişleri Bakanlığı, Savcılığın ve Devlet Güvenlik Örgütü “DS” ve tek sözle tüm baskı ve zulüm sisteminin gece gündüz süren ve tüm olanakları ayağa kaldıran “1989 Mayıs Ayaklanması ateşini kim yaktı?” sorusuna kesin yanıtlar bulunabilmiş ve bunu yapanın gerçekten hapishanedeki Ahmet Doğan olduğu ortaya çıkarılmış olsaydı, bunun birçok kanıtı gün ışığına çıkarılmış olurdu. Ben şahsen, böyle deliller olmuş olsaydı, bunların gizlenmesine anlam veremezdim. Böyle delil yoktur. Angelov, eserinde, bu konuda, Pazarcık hapishanesinde, protesto mektupları yazma, grev, görüşmeler esnasında, gardiyanların sıkı gözetimi ortamında, grevlere ve gösteri yürüyüşlerine katılma önerileri gibi illegal protesto eylemleri dolaylı deliler olarak sıralamıştır. Fakat hiçbir yerde Pazarcık hapishanesinin 1989 Mayıs Ayaklanmasının yönetim merkezi olduğuna iddia edilmemiştir. Şöyle bir gerçek de var ve asla küçümsenmeyecek niteliktedir. HÖH partisi kurulur kurulmaz, parti içinde yakın geçmişte kimin nasıl bir rol oynadığı konusunda sert tartışmalar almış yürümüştür. Bilindiği üzere isimlerin değiştirilmesine karşı mücadeleye canla başla katılan ve önemli katkıları olan Bulgaristan Türk aydınlardan birçok militan kadro, HÖH partisi kurulduktan sonra hemen partiden uzaklaştılar ya da bahaneli bahanesiz partiden atıldılar. Bu kişiler, tarihin çarpıtılmasını protesto edenlerdir. Sıra dışı örgütlerdeki direnişleriyle bilinen Petır Boyaciev, yakında basılan “Yalanlara Karşı Gerçekler” kitabının 142 ve 143 sayfalarında, “Korku ile Savaşım Teknolojisini” açıklarken, 1989 Mayıs Ayaklanmasına katılan ve bu eylemleri örgütleyenlerden bir kısmının Bildirisinden bir alıntı veriyor. 10 Ekim 1994’te kaleme alınan bu Bildiri Hak ve Özgürlükler Hareketi (DPS) Merkez Konseyine gönderilmiştir. Bildiride şu satırlar yer alıyor: “İsimleri değiştirenlerin 1989 yılının Nisan, Mayıs ve Haziran aylarında anti-komünist barışçıl eylemlerine katılan, onları örgütleyen ve yöneten hala yaşayanlar olarak, bu tarihsel olayları kendi hanesine yazan DPS lideri Ahmet Doğan’ın gasp edicilini derin bir nefretle kınıyoruz.” 26 Türk ve Bulgar sıra dışı örgüt önder ve eylemcisinin bu kısa fakat çok önemli belgesinde, Ahmet Doğan’ın bu tavrını “yüzkarası bir yalan” olarak belirlerken, Doğan hakkında da “küstah” demişlerdir.


Makale ve Analizler - 2017

39

Mektupta, HÖH partisi Merkez Konseyi’nin Doğan’ın tutumunu yeniden değerlendirmesinde ısrar ederken, eğer bu yapılmazsa, mektubu kaleme alanların “haklarını mahkeme yoluyla arama hakkını gizli tutukları” duyurulmuştur. O gün bu gün yarım yüzyıl geçti. 1989 Mayıs Ayaklanmasının örgütleyici ve ilhamcıları olarak gösterilen kişilerden bazıları seçkin Bulgar siyaset adamı ve zengin kişiler oldular. Bu kişilerden daha fazları, parasız kaldılar, kalabalık siyaset olaylarının dışına itildiler, özel yaşamın katları arasında kayboldular, bazılar yıllar önce Bulgaristan’ı terk ettiler, bazıları ise “Allah rahmet eylesin” bu dünyadan göçtüler. “Mayıs Ayaklanması liderliği konusunda kim haklı kim yalancı?”, “Doğan’ın bu olaylarda rolü var mı, yok mu?” Bu soruların yanıtını ancak Bulgar tarihçilerinin kolektif çabaları verilebilir. Belki de, henüz geç olmamışken, sözlü tarihin bütünüyle toplanması, her türden evrakların yayınlanması, gerçekten derin ve hakiki bir tarihsel araştırma gerçekleştirilmesi için gayret gösterilmesi gerekiyor. Ne yazık ki, son dönemin çok güçlü bir şekilde siyasileştirilen tarihsel ortamında, anıların yalnız tarihsel değil bir de dolaysız siyasi kaynak olduğu koşullarda, bu tür bir derinleşmenin yapılabileceğine inanmak yanlış olur. Fakat genç kuşak tarihçiler, (o zaman çocuk olduklarından ya da henüz dünyaya gelmiş olmayışlarından dolayı) yakın geçmişimiz üstüne hafızalarında anı katları olmadığından ve tam bu nedenle de tarafsız olmalı gerektiğinden ötürü, bu konuya eğilmeleri zorunludur. Pek tabii ki, geçen yüzyılın 80’li yılları sonlarında ülkemizdeki isim değiştirme ve sıra dışı örgütlenme ve direnişçiler konularında belge toplayıp yayınlama konularında en ısrarlı olan Doçent Veselin Angelov’un eserleri, gelecekte böyle bir tarihsel araştırma başladığında olağanüstü yararlı olabilirler. Biz burada onun artık topladığı ve yayınladığı belgelerden ve belki de birçok yerde ve konuda tarfsız konum alamayan biri gibi bambaşka nedenlerle, özellikle de bir tanık olarak onun kendisinden söz ediyoruz, çünkü onun yazılarında dolaylı kanıtlar birçok kez sınırlar aşılarak genelleştiriliyor ve yapılan yorumlarda dolaylı kanıtlara kuşkusuz kanıtlar gözüyle bakılıyor, gerçekler hiç de öyle olmadığı halde, arzu edilen sonuç direk olarak tarihsel kaynaklardan çıkmış gibi gösteriliyor. “Tüm Bunlara Rağmen Ahmet Doğan 1989 Mayıs Ayaklanmasına Katılmış mıdır?” Kanımca, şimdiye kadar bu sorunun en gerçekçi ve en iyi yanıtını Doçent Doktor Mihail İvanov verdi. Ahmet Doğan 1989 Mayıs olaylarına katılmış mıdır sorusunu Mihail İvanov şöyle yanıtladı:


40

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“O açlık grevi ilan etmiş. Ardından çağrılmış ve grevden vazgeç demişler ve o da vazgeçmiş. Bazı belgeler yazmış ve Necmettin Hak’ın eşi mahkûm ziyaretine gittiğinde bu belgeleri hapishaneden dışarı çıkarmıştır.” Devamla bir bayan gazeteci şöyle bir soru yöneltti: “Doğan tarafından kaleme alınmış bazı belgeler öyle mi?” Verilen yanıt şudur: “Doğan tarafından yazılmış ve Paris’e gönderilmesi gereken bazı evraklar. Onlar Paris’e ulaşmamıştır. Fakat burada bir gayret olduğu ortadadır. Biz bu gayreti küçümseyemeyiz.” *** Son alıntı: Haftalık gazete “Glasove” (Sesler) Mihail İvanov’un “1989 Mayıs Ayaklanması Bulgaristan’ın Berlin Duvarı’nın düşmesine katkısıdır” - Tarih: 11 Mayıs 2011’de yayınlanmıştır. “Marginalia” - Emil Koen.

Tarihimizden Sayfalar

Dr. Nedim Birinci-11.Nisan.2017

Konu: Müslüman Türklerin 1989 Mayıs Ayaklanması son 73 yılın en önemli olayıdır. Haklı davamızı Ahmet Doğan Sofya “Rodina” otelinde pazarlamıştı. 72 köy ve kasabamızda 52 bin 700 Müslüman Türkün birden ayaklandığı 1989 Mayısının şanlı 28. yıldönümüne yaklaşıyoruz. 7 ölü ve 28 yaralı verdiğimiz bu tarihsel kavgamız hak ve özgürlüklerimiz, demokratik bir düzen, insan haklarının ve özellikle de hak eşitliğimizin sağlanması, isimlerimizin geri verilmesi, eğitim ve kültür haklarımızın tanınması ve din serbestliği içindi. Bu insan onurunun yalan bir toplum düzenine, baskı ve teröre dayanan totaliter-komünizme karşıydı ve Avrupa tarihinde ilk kez olmak üzere bir azınlık topluluğunun egemen ulusun dikta rejimini ve onun başı Todor Jivkov’u devirmesiyle sonuçlandı. Bu ayaklanmanın omurga kemiğini, zihnini, beynini ve aklını oluşturan biz Türklerden 500 bin kişi vatanımızdan kovulduk. O gün bu gün işler düzelmedi. Bir yandan bizim mücadelemiz devam ederken, aynı zamanda totaliter - komünistlerin torunları da iktidar nimetlerinden vazgeçmek istemiyorlar.


Makale ve Analizler - 2017

41

Benzer tarihsel ve toplumsal olay ve süreçlerin başkalarının gözüyle değerlendirilmesi çok önemlidir. 1989’dan önce 12 yıl hapis nallarını eskiten, bilinen matematikçi ve insan hakları savaşçısı, hak ve özgürlük hareketi duayeni, ((aksakalı) 1989 yazında Paris Konferansına katılan Petır Boyacıev’ten konuyla ilgili şöyle bir mektup aldım. Aynen paylaşıyorum: “Dostlar! DOST partisini, kendisine oy versin diye soydaş seçmenleri savunduğu, çizilen tabloda fırça darbeleriyle anlatılmaya çalışılıyor. Bu, gerçek değildir. DOST partisi isteyen partiye oy vermek isteyen yurttaşların seçime serbest katılma hakkını savunmuştur. Vatandaşlar arasında ayrım yapan kurumlar, olayları neden ters yüz göstermeye çalışıyorlar? Arkadaşlar artık uyanma zamanı gelmiştir! Demokrasiyi sömürmeyi para üstüne para yığma işinde bir silah olarak kullananlar oligarşi-mafya sisteminin çöküp dağılmasından korkuyorlar. Evet, insanlar ve topluluklar arasında ayrım yapılmasaydı ve “soya dönüş” saçmalığı baksa bir kılıfa sokularak sürdürülmeseydi, biz bugün Polonya, Çek Cumhuriyeti ve Macaristan’dan çok daha iyi bir maddi duruma erişebilirdik. “Soya dönüş” süreci 1989’da neden sona ermedi? Çocuklarımız bu günde okullarda Vasil Levski’yi öldürmekle suçlanıyorlar. Bulgaristan’da etnik azınlıklara karşı tutum, neden bölücülere olan yaklaşımla aynıdır? Türkiye Cumhuriyeti’ndeki seçim bürolarının sayısı neden azaltıldı? 1989’da Müslüman Türk azınlığı üzerindeki zulmün unutturulması için ellerinden geleni yapmaya neden devam ediyorlar? Türkiye Cumhuriyeti’ndeki soydaşlarımızın çifte vatandaşlığını kaldırmayı neden konu ediyorlar? Hedefleri bizi Bulgaristan’dan çöp tenekesine doldurur gibi doldurup atmaktır. Türkiye’deki soydaşlarımızı orada tutmak şartıyla, dış ülkelerindeki Bulgar’ı geri getirme planları ve hazırlıkları yapılıyor. Bu gidiş hayra değildir. Bu gidişle Avrupa Birliğinden gelecek olan yatırımları kaybetmemek için dış ülkelerden iş gücü getirmek zorunda kalacağız. Bunun anlamı Avrupa Birliği dışından iş gücüne istihdam sağlamaktır. Azınlıklara karşı kükrettiğimiz düşmanlık, kin ve nefretten kazancımız ne olabilir ki? Kardeşlerim Uyanınız! Petır Boyaciev ***


42

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Tarihimizden bir yaprak. 30 Aralık 1989’da, Bulgaristabn Türklerinin isimlerinin iade edilmesi kararını halka anlatmak üzere, Bulgaristan Komünist Partisi (BKP) Merkez Komitesi (MK) temsilcileri Kırcaali’ye gelmişti. Yerli komünist aktifin tepkisi çok şiddetli oldu. O yıllarda, Kırcaali Belediye Halk Konseyi Manevi Gelişim Komitesi Başkanı görevinde bulunan Milan Milanov, “İsimlerini iade ettikten sonra, Bulgaristan Türklerinin çok büyük istekler öne süreceklerinden ve Bulgar Etnik Modelinin çökertileceğinden korkuluyordu.” diye anlatıyor. Kıvılcım Kırcaali’de Çakmıştı: 31 Aralık günü, Bulgarları şehir merkezinde protestoya toplamak amacıyla, camdan Bulgar bayrağı dalgalandıran ve klaksonlara basan taksiler şehri dolaştı. Akşam saatlerinde “Dokuz Eylül” meydanına binlerce Bulgar toplandı. Türklerin isimlerinin geri verilmesine karşı bildiriler opkundu. 1990 yılının daha ilk gününde gerginlik tırmanıp taştı. Bulgar nüfus Kırcaali sokaklarına indi ve Türklerin isimlerinin geri verilmesine karşı olduğunu bağırdı. 2 Ocak 1990 günü Andrey Lukanov Kırcaali’ye geldi. BKP İl Komitesi önünde binden fazla Bulgar toplandı. Kırcaali sancağının tüm köylerinden Türkler şehre yöneldi. 40 bin kişiden daha fazla bir kalabalık Kırcaali’ye indi. Cepheleşme oldu. Bir taraf “Türkler Türkiye’ye!”, “Bulgaristan Bulgarlara!”, “Bulgarları Türkleştirmeye son verin!” diye bağırırken, karşı cephe “Biz Türk’üz!”, “İsimlerinizi geri verin!” diye bağrışlarıyla göğü deliyordu. O zaman yerli Türklerin kayıtsız örgütlerinden birinin lideri olan Fikret Yaşar şunları hatırlıyor: “Biz haklarımız için mücadele ediyorduk!” Bu iki cephe arasında bir milis kordonu uzuyordu. Andrey Lukanov’u ıslık çalarak yuhalamaya başladılar. O dönemde Kırcaali milis amirliği amiri görevinden bulunan, ordulu Petır Georgiev şunları paylaştı: “İki cephe arasındaki çizgide, on beş metre arayla, 30 üniformalı milis vardı. Devletin gücü buydu. Bu tarafta 10 bin Bulgar toplanmıştı. Karşılarında 20 binden fazla Türk vardı. İki cephede de aşırılığa yatkın kişiler vardı. Bazılarının ellerindeki dövüş aletleri toplandı. Dağa hiddetli, daha saldırgan olanlar tutuklanıp götürüldü. Durum gergindi. Cephelerin birbirine girip büyük bir kavganın önlenmesinde herkesin katkısı oldu.” Andrey Lukanov’u yuhalamaya devam edenler iyice coştu.


Makale ve Analizler - 2017

43

Andrey Lukanuv kayabalığın önüne geçerek, şu sözlerle huzur sağlamaya çalıştı: “Buz herkesin vatandaş, insan ve demokratik haklarını savunmayı kendi kutsal görevimiz biliyoruz!” Bu sözleri duyan Bulgarlar onu daha sert bir şekilde yuhaladılar. Milanov o anları şöyle anlatıyor: “Bulgarlar korkuyordu. Bulgarlar devlete güceniktiler. Sofya’da BKP MK toplantısında, isimlerin geri verilmesi konusunda, BKP MK üyesi Aleksandır Lilov’un okuduğu rapor, karma nüfuslu bölgelerde isimlerin değiştirilmesi zulmünde parmağı olan ve halen orada yaşayan Bulgarların hepsini suçlu gösteriyordu. Durumdan çıkmak isteyenler, yerli Bulgar nüfusu doğrudan suçlu gösteriyordu.” 2 Ocak 1990’da protesto gösterileri daha da şiddetlendi. Haskovo şehrinde 25 bin kişi şehrin merkezine toplandı. 3 Ocak günü Halk Meclisi önünde büyük bir miting düzenlendi. Sofyalıların büyük bir kısmı göstericilerden yana çıktı, onlara yiyecek verdiler, sıcak çay, battaniye dağıtıldı. Haskovo, Razgrat, İsperih, Tutrakan, Ruse, Kubrat, Smolyan isimlerin geri verilmesine karşı gösteri yürüyüşleri yapıldı. Kırcaaali’de hayat felce uğradı. Sanayi işletmeleri durdu. Bulgarlar Kültür Evi önünde toplanırken, Türkler “Dokuz Eylül Meydanı”na sığmaz oldu. Akademisyen İlço Dimitrov tarafından yönetilen bir grup milletvekili de Kırcaali’ye geldiler. Milan Milanov olayları şöyle özetliyor: “Önce benim ve Akademik İlço Dimitrov’un Türklerin yanına gitmemize karar verildi. Gittik. İlço Dimitrov şöyle konuştu: Evet siz haklısınız. Tüm haklarının güvence altına alınacak. İsimlerinizin değiştirilmesi çok büyük bir yanlıştı. İsimleriniz iade edilecek. Kanun çıkarılacak!” Türkler bize inanmadılar. Bir arada, Türklerden biri mikrofonu alarak şöyle konuştu: “Diz çökerek “soya dönüş” yüz karalığında şehit düşen kardeşlerimizin azız hatırasını analım!” Hazır bulunanların hepsi diz çöktü. Akademik Dimitrov bana dönerek: “Biz ne yapalım?” diye sordu. “Linç edilmek istemiyorsanız diz çökün!” dedim. Bulgar mitingine döndük. O zaman bir Bulgar vatandaş mikrofonu alarak şöyle konuştu:


44

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“Türk mitinginde diz çöken şu ikisi söz istiyor. Verelim mi?” dedi. Kitle uğulduyordu. bir şeyler söylemeye çalıştım: “Bay ve Bayan Yoldaşlar!...” Yükselen bir ses: “Defol! Seni dinlemek istemiyoruz!” dedi. Uğuldayan kitle biraz sakinleştikten sonra mikrofona yeniden uzanarak: “Devlet Başkanı Petar Mladenov’la görüşmeye gidecek olan grubun üyelerini seçiyoruz!” dedim. Kitle hep bir ağızdan: “Hayır, Mladenov buraya gelsin! Mladenov Kırcaali’ye!” deyip kestirip attı. Durum korkunçtu. 4 Ocak 1990’da Kırcaali mitingleri devam etti. Silistra’da da gösteriler başladı. Sofya’da bir yanda Müslümanlar bir yanda Bulgarlar protesto yaptılar. Memleket yanıyordu. 5 Ocak sabahı Haskovo genel greve geçti. İahir merkezine 25 bin kişi toplandı. Plovdiv, Asenovgrad, Ruse, Çumen, Pernik, Stara Zagora gibi şehirlerde grevler yapılıyor gösteriler devam ediyordu. Gotse Delçev (Nevrekop) kasabasına 10 bin Pomak toplandı. Razgrat da ayaklandı. İçişleri Bakanı General Semerciev devamlı telefon açarak Kırcaali’ye ek kolluk güç göndereyim mi diye soruyordu. Petır Georgiev, “Bu işi biz kendi aramızda hal etmeliyiz” diyerek müdahaleye gerek olmadığını bildirdi. Türkiye basını: “Bulgaristan üzerinde beyaz bayrak dalgalanıyor” başlığıyla çıktı. “Türkler kazandı!”, “Bulgaristan diz çöktü!” başlıkları manşet oldu. Durum son derece gerginleşti. Kırcaali’de yapılan Türk mitinginde konuşmacılar yalnız Türkçe konuştular. Ahmet Doğan helikopterle Kırcaali’ye indirildi. Aynı günün akşamında Kırcaali’de bir dairede toplandık. Sabaha kadar toplantı yaptık. Doğan Bulgar gurubundaydı, fakat pek konuşmuyordu. Fikret Yaşar, Türk cephesindeki gelişmeleri “biz Kırcaal,i’de bir örgüt kurmaya karar verdik. Kırcaali ilinin bütün ilçe merkezlerinde miting yapılmasına karar verdik.” diye anlatıyor. 6 Ocak 1990’da Kırcaali mitingi zirve yaptı. Sofya’da Halk Meclisi etrafındaki gösteri alayı gece gündüz demeden dolaşıyordu.


Makale ve Analizler - 2017

45

Karma nüfuslu bölgelerin hiç istisnasız hepsinde gösteri yürüyüşleri, protesto eylemleri devam ediyordu. Ardino (Eğri Dere) ilçe merkezinde yapılan mitingde “otonomi” ilan edilmesi istekleri yükseldi. Ardino mitingine katılanlardan biri olan Fikret Yaşar “muhtariyet” (özerk yönetim) istendiğini ret ederken şöyle diyor: “Kürsüden yapılan konuşmalarda “özerk yönetim” diyen olmadı. Kırcaali’de Bulgarların mitinginde “özerk yönetim isteklerinde bulunulduğu” haberleri yayıldı. Türklerin artık silahlandığı ve Bulgarların evlerinin işaretlendiği haberleri yayılmaya başladı. Haskovo’ya telgraf çekilerek yardım istendi. O an Haskovo merkez meydanına 20 bin kişi toplanmış bulunuyordu. Kürsüden konuşan hatipler şöyle diyor: “Kırcaali’de kan gövdeyi götürüyor. Araçlara binen binlerce kişi Kırcaali’ye yöneliyor. İki kilometreden uzun kolon Araçlar Kırcaali’ye 5 sıra halinde giriyor. Petır Georgiev’e göre o gece Kırcaali’ye 7 bin ile 10 bin kişi arasında Bulgar toplandı. Asenovgrad, Smolyan, Plovdiv, Pazarcık, Harmanlı ve Lübimets’den de arabalarla gelenler oluyor. Bulgar bayrağa sabaha kadar dalgalanırken “Kırcaali’de yaşayan Bulgarlar, biz sizinleyiz!” sloganları yükseltiliyor. 30 bin kişilik bir miting düzenleniyor. İçişleri Bakanı Semerciev helikopterle Kırcaali’ye iniyor. Bakan kürsüye çıkıyor. “Her bir Bulgaristan vatandaşı şunu iyi bilmelidir ki, söz konusu olan vatanımızın kaderidir. Biz bu topraklarda Türk özerk yönetimi kurulmasına izin vermeyeceğiz.” diye konuşuyor. Türkiye olayları gözlemliyor: Kırcaali polis amiri Petır Georgiev anlatıyor: “Türklerin silahlandığı ve Bulgarların evlerinin işaretlendiği haberleri uydurmaydı. Türk ordusunun her an Bulgaristan’a gireceği haberleri de uydurmaydı. Türkiye’nin müdahale etmekten çekindiği doğruydu. Türkiye özel makamlarının Kırcaali olaylarından ilgilendiğini biliyorduk. Bir etnik çatışma çıkmış olsaydı, Türkiye müdahalede bulunur muydu bilmiyorum, fakat Türkiye’nin o zaman bir müdahale hazır olmadığını düşünüyorum.” Fikret Yaşar bu konuda şöyle konuştu: “Türkiye ile temas halinde değildik. Bizi desteklediklerine dair işaret bile almadım.” 6 - 7 Ocak gecesi Sofya’da Ulusal Menfaatleri Korumak İçin Umum Halk Komitesi kuruldu. Kurucu komite üyelerinden biri olan Vyaçeslav Spasov şunları paylaşıyor: “Balgarya” otelinin zemin katında toplanmıştık. Ülkenin dört bir yanından temsilciler vardı. Bu komite Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH) kurulmasına karşı cevap olarak kurulmuştu. Böylece durum normalleşmeye başladı.”


46

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

7 Ocak 1990’da Sofya’da “Aleksandır Nevski” kilisesinin önünde kalabalık bir miting düzenlendi. Başbakan Georgi Atanasov ve İçişleri Bakanı Atanas Semerciev konuştular ve kıvılcımlanan hiddeti sakinleştirmeyi başardılar. 12 Ocak 1990’da Halk Meclisi Ulusal Sorun Bildirisi onayladı. Bu bildiriyle “Bulgaristan vatandaşlarının hakları güvence altına alınırken”, isimlerin iadesi konusunda, “isim seçme hakkının gönüllü ve serbest uygulanmasında usulle uyulacağına” işaret edildi. Gerginlik giderek azalmaya başladı. Ahmet Doğan’a gizli bir akşam yemeği veriliyor ve olaya çözüm bulunuyor. Sofya’da “Rodina” oteli restoranına Ahmet Doğan’la birlikte oturduğumuzda sorunlar çözülüp kanallaşmaya başlandı. Veçislav Spasov hatırlıyor: “Her şey kıla bağlıydı. Biz DPS - HÖH Başkanına telefon edip anlaşmamızı teklif ettik. Görüşmeye, ben, Minço Minçev (BKP Kırcaali İl Komitesi Birinci Sekreteri) ve aynı gruptan Dimıtır Arnavudov katıldık. Doğan tek geldi. Uzun konuştuk. Doğan’ın savunduğu ana tez, kendi kaderlerini kendilerinin belirleme hakkı olduğu ve bunu hiç kimsenin reddetmeyeceği oldu. Ben kendisine. “Bu bizim de ilkemizdir. Biz farklı olabiliriz, fakat bir millet olarak birlikte olmalıyız” dedim. Hesabı Ahmet Doğan ödedi. 11 Mayıs’ta Kırcaali’de Bulgarlar ve Türkler ortak miting düzenlediler. Kürsüye Ahmet Doğan, General Semerciev ve Milli Çıkarları Koruma Ulusal Komitesi üyeleri çıktı. Doğan konuşmasında şöyle dedi: “Biz hepimiz bir baskı rejiminin kurbanıyız. HÖH programında “özerk yönetim” sözü yoktur. Bu söz asla kullanılmayacaktır. Bulgaristan bizi hepimizin vatanıdır.” Bu sözlerden sonra Kırcaali’de durum durulmadı, gerginlik birkaç yıl daha tırmanmaya devam etti. O olaylara katılanlar, “o tarihe kadar Bulgaristan’ın bir iç savaşa ve etnik çatışmaya bu kadar yakın olduğu yoktu” diye anlatıyor. “Presa” gazetesi.


Makale ve Analizler - 2017

47

Kabak Kökenindeki Karpuzlar

Şakir Arslantaş-12.Nisan.2017

Konu: Suni işlerden ancak yapmacık sonuçlar alınır. Bulgaristan toplumu çok yoksul, maskeliler oyundan lütfen çekilsinler. Devlet halkı aldatanlardan hesap sormak zorundadır. Kapı Kule’den Bulgaristan’a girince karşılaştığımız ve içinden geçtiğimiz birinci şehir olan Lübimets’te karpuzculukla geçinen bir arkadaşım var. 25 dönüm dede mirası tarla işliyor. Belini Meriç’e dayamış, “memnunum” diyor ve anlatıyor:  “Su bastıkça büyüyorlar” Geçen yaz kopardığı 25 kiloluk karpuzun büyüklüğünü gösterebilmek için kollarını açtı. “Saramadım, bostandan üç kişi el arabasıyla çıkardık.” Dedi.  “Petko, bahsettiğin irilikte bir iş var ama söylemiyorsun. Düş baklayı!” dedim.  “Var tabii!” Dedi. Ve öyle bir anlattı ki... Aklım durdu sandım. Kafamı tuttum. Tam bu zamanlar tarlaya, karpuz kurallarına göre, bal kabağı çekirdeği ekerken, karpuz fidanlarını da, serada, plastik yoğur kutular içinde yetiştiriyormuş. Mayısın ilk haftalarında üç yaprak olan bal kabağını koltuktan kesip iki üş yaprak halindeki karpuz kökeninin ucunu kabağa aşılıyormuş. Ötesi iki defa kazmak ve devamlı sulamak... Hem kulaklarımı hem de gözlerimi açarak dinledim. Ömrümde bal kabağı gibi karpuzu ilk kez Taşkent Pazarında görmüştüm. Ocak Şubatta yemek için alanlar, kış hazırlığı yapıyorlardı. Petko, iri iri ve albenili karpuzları kan-kırmızı oldurmak için 8 - 10 kilo olduklarında eşek sidiğiyle iğne yapıyormuş. Tatlandırmak için ne yaptığını anlatmadı. Onu dinlerken, Bulgaristan’da yaşadığım yıllarda bende derin izler bırakan, Bulgarların ani değişiklikleri sevmediği izlenimlerim hemen canlandı. Tohumu gizleyip, halka yalnız iri karpuzları gösterenlerin maskesi düşmüştür. Kurnazlıkları kendilerine saklasınlar. *** Doğasında çok kıskanç bir halk olan Bulgarların, şu dönem tarlada, bağda bahçede iş güçle meşgul oluşunu izlerken, geçen ayın sonunda yapılan seçim


48

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

günlerinde milliyetçi kesimde, hükümet çevrelerinde, hatta Cumhurbaşkanlığında alevlenen Türk düşmanlığı duygularının sönmediğine tanık oluyorum. Hatta dış ülkelerde yaşayan, çalışan, okuyan veya görevli bulunan Bulgaristan vatandaşlarının ülkede yapılan yerel, meclis ve Cumhurbaşkanı seçimlerine katılmasına kesin yasak getirecek bir takım kurgular içinde bulunduğu her geçen gün biraz daha ortaya çıkıyor. Herhangi bir dış ülkede adres kaydı olan ve seçimden önce üç ay ülkede bulunmayan bir vatandaşın parlamento seçimlerinde oy vermesine yasak getiren yasa önerisi kamuoyunda sert tepki görünce, şu an geri çekilmiş gibi görünse de, her tavrıyla parlamentoyu hiçe saydığına işaret eden ve dış ülkelerdeki 3 milyonu bulan Bulgaristan vatandaşın seçimlere katılmasını önlemek için ülkede bir referandum (halk oylaması) yapmayı düşündüğünü gizlemeyen Cumhurbaşkanı Rumen Radev’in yasal durumu ve yürürlükteki Anayasayı rafa kaldırmak istediği artık gün gibi ortadadır. Bulgaristan’da demokrasiyi kökten sökmeyi ve insan haklarını yok etmeyi amaçlayan bu bakış açısının, bal kabağına karpuz aşılamak ve 10 kilo karpuza içi kızarsın diye eşek sidiği enjekte etmekten farkı nedir. Bu halkımızın demokrasi, özgürlük ve hak eşitliği idealleriyle alay etmek değil de nedir? Yine aynı derinliğin gerekçesinde, geçen yılın sonunda kurulan ve Cumhurbaşkanı seçimleri ile son erken meclis seçimlerine katılan ama başarısız olan Sorumluluk, Tolerans ve Özgürlük için Demokrasi (DOST) partisini kapatma niyetinin şakıdığı görülüyor. Otobiyografisinin satır aralarında Bulgaristan’da 1942’de çok aktif olan Nazi Almanya’sı uşağı Savunma Bakanı Lukov’a hayranlık çizgileri dikkat çeken Cumhurbaşkanı Radev’in Rus’tan fazla Türk düşman bir lider olduğu artık kendini iyice belli etti. Bulgaristan’da 6 Kasım 2016’da 2.5 (iki buçuk milyon) seçmenin katıldığı bir referandum yapıldı. Katılımcılar seçim sisteminin kökten değiştirilmesini, oy başı 11 leva yerine 1 leva ödenmesini ve seçimlerin zorunlu olmasını öngören ve Yüksek Mahkeme tarafından onaylanan bu referandumun mecliste onaylanarak uygulanmaya konmasına yol açıp ön ayak olmaya çalışacağına, yeni Cumhurbaşkanını Radev’in vatandaşın eşit seçme ve seçilme hakkı gibi demokratik kazanımları yeni bir referandumla baltalamaya çalışması herkesin dikkatini çekmeye başladı. Çiçeği burnunda bir Cumhurbaşkanının dış ülkelerde, öncelikle Türkiye ve İngiltere’de bulunan toplam 500 bin seçmenimizin temel haklarını çöpe atmaya çalışması, kamuoyunda deprem yarattı. Biz seçmenler Cumhurbaşkanı Radev’ten daha geniş ve kapsamlı demokrasi anlayışı, temel hak ve özgürlükler konusunda yeni atılımlar beklerden, meclise kenara iten otoriter bir Başkanlık zihniyetiyle karşılaşmış bulunuyoruz.


Makale ve Analizler - 2017

49

1989 Mayıs Ayaklanmasına katılan ve Bulgaristanlı Müslüman Türklerinin şanına şan katan o tarihsel olaylara bizzat katılmış biri olarak, son olay ve gelişmelerle ilgili fikirlerimi daha açık bir ortama sermek istiyorum. Önce şu iyi bilinmelidir: Yaratan biz Türkleri hem zeki hem de sabırlı yaratmış. Biz bereketli toprakların evlatlarıyız. Zeki ve akıllıyız. Becerikliyiz. Vasıflarımızı Avrupa, dünya sahnelerinde olimpiyat başarılarımızla kanıtlamışız. Ne yazık ki, yıllarca, bir gün bile anlayış bulamadık, merhamet görmedik. 1989’da “en akıllı olanı yaptığımıza inanarak” lambayı söndürmeden ve kapımızı kapamadan, abımızı alıp anavatana geldik. Ata topraklarımızda tutunabilme davasında oyun kurucu olmaya çalışıyoruz. Kulağımıza küpe olsun. 1989 Mayıs Ayaklanmamızdan, 1989 “Büyük Göçten” beri en büyük silleyi 26 Mart 2017 seçimlerinde yedik. 2014 - 2017 seçimleri arasında bizi bir daha parçaladılar. 2014’te Türk partisi 600 bin oy alırken, bu seçimde DPS 160 bin Türk oyu, “DOST Birliği” de ancak 100 bin oy aldı. Sofya parlamentosunda Müslüman Türklüğü temsil eden milletvekili sayısı 38’den 26’ya azaldı. Onların da ancak 16’sı Türk’tür. Parçalanmamızın ve düşman milliyetçilerin daha büyük bir hırsla saldırmaya başlamasına neden DPS partisi yönetimindeki kişisel hırs ve geçimsizlik oldu. Bu geçimsizlerin başında Ahmet Doğan ile Lütfi Mestan olduğu ortaya çıktı. Son seçimde en kötü olan nedir biliyor musunuz? Türk ruhu parçalandı. Soydaş birlik ve kardeşliği yara aldı. Aramıza nifak sokuldu. Birlik ve kardeşliğimizden en çok korktuklarını artık gizlemiyorlar. Bizim aramıza fesat sokulması olayı çok önemlidir. Onlar için bu başarıdır. Bu, bu yöndeki tüm uyarılarımıza rağmen yapılabildi. Hiçbir önerimiz dikkate alınmadı. Hedef saptırıldı. Kişisel menfaatler, topluluk ve milli soydaş değerleri üzerinde tutuldu. Bulgaristanlı soydaşlarımızın, vatanda kalan kardeşlerimizin ortak geleceğimizin hançerlenmesine tahammül edemeyiz. Yanlış gidişe son verme günü bugündür. Şu sözlerime dikkat ediniz. Bulgaristan’daki ırkçı güçler, XXI. yüzyılı Güney Doğu Avrupa’yı Türklerden temizleme yüzyılı olarak görüyorlar. Nesil ve nüfus olarak giderek tükenen Bulgar ırkına yenik düşmemiz ve vatansız kalmamız, artık top tüfek işi olmaktan fazla, zekâ ve akıl işi oldu. Oyun kurucu olmalıyız ve ödün vermeden ilerlemeliyiz. 27 yıldan beri taşın altındaki yılan başını çıkardı. Seçimde saldırdı. Yeniden saldırmak için fırsat kolluyor. Ona bu fırsatı tanıyanlar oyundan çekilmelidir.


50

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bunları yazmamın sebepleri: 1878’de Berlin Konferansında ve 1919’da Versay Sözleşmesinde alınan azınlıklarla ilgili kararlar Bulgar Anayasası’na yazılmış ama uygulanmamıştı. 2017’de, Cumhurbaşkanı referandum inisiyatifinden, Anayasa’da yer almasına rağmen, anti demokratik, insan haklarını hiçe sayan, demokratik yasaları rafa kaldıran kanunlar zincirinden söz ediyoruz. Yüz yılda meydana gelen fark bu kadar büyüktür. Tablonun tüm renklerine işaret etmek için, 1934 -1944 ve 1956 1989 yılları arasında etnik azınlıklar lehinde işleyen yasa olmadığını belirtirken, yargısız infaz uygulandığını unutmuyoruz. Tunalı şairimiz Naim Bakov bu durum için şöyle demişti: “Demokrasi mi son çare, güldürme beni hayalim. Anayasa bile ayakaltında, paspas olmuş bak!” Şu özellik çok önemlidir: 26 Mart seçimlerinde, BULTÜRK seçime katılmama kararı aldı. Yürürlükteki Bulgar seçim kanununa göre, oy kullanmanın zorunlu olduğunu dikkate alarak, sandığa gidenlere işaretleme yapmayınız, yani boş oy atınız, dedi. Çoğunluk gibi düşünmüşüz. Seçmenlerin % 54’in sandığa gitmedi. Oyların yarım milyonu boş çıktı. Derneğimizin seçmenin nabzını tuttuğu bir daha doğrulandı. Kurduğumuz oyun. “Oyumuzu Türklüğümüzü yaşatmak için veriyoruz” diyenleri sınırlamadık. Haklarımızı tekellinde tutan DPS ve “Dost Birliği”ne kadar çok oy alırsa, ne kadar güçlenirse, Müslüman Türk kimliğimize karşı saldırıların aynı derecede şiddetleneceğini biliyorduk. Öyle de oldu. Bu iki “Türk Partisi” aralarında boğuşurken, düşmanlarımız harekete geçti, sınırı kuşattılar, saldırdılar. Cevap verdik. Açıklamalarımız tuttu. “Bölünmede hayır vardır” diyenlere, “halkımızın ruhsal temizlik üzerinde birleşmesinin” önemini anlattık. Seçmenlerimiz, 17 Aralık 2015’te Hak ve Özgürlük Partisi Genel Başkanı Lütfi Metan ve arkadaşlarının DPS yönetiminden atılmasına anlam verememişti. Çünkü komünist zulümle mücadele alevlerinden doğan, fakat yönetimi daha 1990’da gizli polis ajanı Ahmet Doğan tarafından ele geçirilen bu partinin bize tuzakları bir değil iki değildi. 2013 Ocağında Sofya’da yapılan 8’inci Kurultayında yenilikçi genç ruhu temsil eden Sunay Yeni Mehmed’in lider Doğan’ı kürsüden indirmesinden sonra, aynı Kurultay’da aynı gün Mestan oy birliğiyle Genel Başkan seçmişti. Kurultayda seçilen bir Genel Başkan’ı ancak kurultay görevden indirebilirdi. Mestan ve milletvekili arkadaşlarının bir yılbaşı kokteylinde, içkili bir ortamda, kurultay kararı olmadan, tek kişi tarafından tüm görevlerden alınması ve kapı dışı


Makale ve Analizler - 2017

51

edilmesi, hepimizin zihninde gizemli bir olay olarak kaldı. Üstelik sokağa atılan aynı kişilerin hemen yeni parti kurmaya kalkışmasına da anlam veremedik. Bilirsiniz, bizde “kırılan ve yere düşen dalım meyvesi yenmez.” Mestan ve arkadaşları DPS’den çöpe atıldı. Ezildikçe kuşkulanan bir azınlık psikolojisinin eseri olan şu sentez, kuruluşunun dördüncü ayında, “DOST” partisi, seçime bir ay kala, Halkın Şeref ve Demokrasi Partisi (HŞDP) ile “DOST Birliği” ilan etti. Kasım Dal - Korman İsmailov partisinin Tüzüğüne göre “Bulgar gizli polisine (DS) hizmet etmiş, “kartonu”, “dosyası” olan kişilerin Halkın Şeref ve Demokrasi Partisi’ne üye olması ve onunla ortaklık yapması” yasaktır. “Karonçeli”, “Pavel”in ajan olduğunu bilmeyen yoktur. Bu operasyonda Genel Başkanı Korman İsmailov kurban edildi. Ajan Dosyaları Genel Müdür Yardımcısı Doktor Orhan İsmailov Genel Başkanlığa atandı. Biz de, arkadaşlık etmemiş, aynı yolu yürümemiş kişilerin “dostluğundan” şüphe ettik. Oluşan sisli siyasi ortamda birlikte seçime katılmaya “Hayır” dedik. Bu gelişmelerden çıkardığımız sonuç şudur. Bulgaristan’daki Türk azınlığı temsil eden siyasi kişiler bir devlet gizemi içindedir. Onlar kendilerini gizledikçe bir de onlara güvenemeyiz. “Dost Birliği” kurulması düşündürücüdür. Çünkü (1) Kasım Dal ve Korman İsmailov’u DPS’den atan Mestan’dır. Üstüne üstelik (2) “DOST” 44’üncü meclise 5 gizli polis ajanı sokmaya çalıştı. Yeni başkan Orhan İsmailov’un olaya ilgisiz kalması tüm umutları suya düşürdü. Onların birleşmesi bir oyundu. Seçimde Türk seçmeni caydırma projesi olarak hazırlanmıştı. Yeni durumun aydınlatılması gerekiyordu: Bulgar ordusundan bir subayı olan Orhan İsmailov yıllarca gizli polis ajanı dosyası incelemiş biriydi. 1985 yılının 18 Mart günü, (BTA) 1 milyon 253 bin 358 Türkün isminin ve soyadının değiştirildiğini açıklamıştı. Bir gün sonra da, yeni bir açıklanma yapan aynı ajans “isimleri kendi istekleri üzerine değiştirildi” haberini verdi. Bu habere hiç kimsenin kör ve sağır kalmamasıgerekirdi. O tarihten başlayarak, Bulgar devleti “ne gördüm ne de bilirim” şeklinde hareket ederek, her şeyi inkâr etti ve üstümüze yürümeye devam etti. 3 bin 16 Türkün ajan olduğunu öne sürenler kendilerini aklamaya çalıştı. İsmailov, 10 yıldan beri bu ajansı yönetirken, başımıza bela olan “soya dönüş” uydurmasında, eğer böyle bir şey varsa, “Türk muhbirlerin hainliğini” ortaya çıkarmalıydı. Ajanları sınıflandırılarak gördükleri rolü ortaya koymalıydı. Hiç olmazsa, Mestan gibi “kartonçeli” ajanların dosyalarının nerede gizlenmediğini, yeni rollerini kamuoyuna duyurmalıydı. Ne yazık ki, o bunu yapmadı. Eski ajanlarla işbirliğine göz yumdu.


52

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İçişleri Bakanlığı’nın hapishane ve toplama kamplarındaki Türklerin bire dek “gammazcı - köstebek” yapılması kararı varken, Kasım Dal gibi hapisçilerin, tuzlu denizden nasıl olur da şerbet kıvamında çıktığını açıklamalıydı. Açıklamadı. Bildiklerini kendine sakladı. “Belene” ölüm kampında, Sofya, Pazarcık, Varna ve Stara Zagora hapishanelerinde ölümle tehdit edilerek ajan belgeleri imzalamaya zorlanmış binlerce kardeşimiz var. Bulgar dilinde “Türk’ten müzevir olmaz!” deyimi vardır. Bulgar bizi bilir. Son 100 senede psikolojimiz yıpratılmış, ruhumuz mücadele alanlarında tedavisi güç yaralar almış olabilir, ama biz yenilmedik. Olay, kişisel bir olay değil, toplumsal bir vakadır. Biz topluluk olarak yara aldık ve yaralarımızı yalama zamanının artık dolduğuna inanıyoruz. İnanmadığımız kişilere bizi kimse inandıramaz. Bizi zorlama yeltenişleri yanlış oldu. Bir halk topluluğu olarak çok çektik, çok dayandık, çok yalandırıldık, çok aldatıldık. Bu bakıma yüz karası “soya dönüş” trajedisini bize yamama çabalarına körtarafsız kalan bir kişi bizden olamaz. Bulgar’la beraberliğimizde içimizi oyarak, omurgamızı kırdıran, kurt-köstebek sürüsünün hainliğine göz yuman bir kişi, değil damat, değil subay, değil akademisyen, ne olursa olsun, Bulgaristan Türklerinin Hak ve Özgürlükler davasının başına geçemez. Geçirilse de kabul edilemez. Bize kurulan birinci tuzak Ahmet Doğan hainliği, ikinci tuzak Lürfi Mestan tuzağı ve üçüncü tuzak Orhan İsmailov tuzağı sahnededir. “Üst aklın” bizimle uğraşması, Bulgaristan Türklerinin yüceliğine ve önemine kanıttır. Biz, anavatana Türkiye Cumhuriyeti devletine köle olmaya geldik. Onurumuz beş para edilemez. Bunu yapanlardan hesap sorulmalıdır. Bulgaristan Türklüğü onuru para karşılığı pazara çıkarılacak bir değer değildir. Bir “üst akıl” Bulgaristan Müslüman Türkleri üzerinde yıllardır oyun oynuyor. 1990’dan beri milletvekili sıfatıyla “Bulgar Etnik Modeli” savunucusu olan ve kardeşlerimizin eritilerek asimile edilmesi yollarını genişleten Mestan, nasıl oldu da birden bire “Türkçülük kahramanı” oldu? Yoksa kurt - tilki avında eski “DS” şef ve generallerinden - Gaurov, Atanasov, Radev, İvanov ve başkaları “artık olgunlaştı, iş görebilir” mi dediler? Türkiye’de görev üstlenen yetkililer başımıza gelecekleri düşünemedi. Şimdi bir felaket senaryosu yaşıyoruz. Kendi pisliğinde boğulanlar bizi de boğmak istiyorlar. Fakat yapamayacaklar. Çünkü her yenilgiden ders alıyoruz. Zekâmızı yeni bir akıl birikimiyle yönetmek zorunda olduğumuzun bilincindeyiz.


Makale ve Analizler - 2017

53

Tarlamızdaki karpuzların kabak kökeninde büyüdüğünü biliyoruz. Aşılanmış çekirdeklilerden tohum alınmadığını da biliyoruz. Örneğimizdeki kabak ve karpuz çekirdeklerinin başka birinden alındığını da biliyoruz. Olayları karıştırıp gerginlik yaratarak kişisel çıkar peşinde olanlar bize ait olan siyaset sahnesinden çekilsinler lütfen! Teşekkür ederim.

Faşistlerle Oynaşı

Osman Bülbül-13.Nisan.2017

Konu: Yakın geçmişimizden ders almadan bugünkü sorunları çözemeyiz. Avrupa Birliği Konseyinin “faşisttir yasaklansın” dediği güçler,bizde iktidar kuruyor. Sofya’da her gece 3 - 5 araba yakılıyor. Ötede beride bombacık ve bomba patlıyor. Her gece köylerde 5 - 10 emeklinin evi basılıyor. Emeklilikleri araklanıyor. Ülkede telefon dolandırıcılığı aldı yürüdü. Tehdit altındaki yaşlılar aldatılıp soyuluyor. Bu sahnede talancıbaşı devletin kendisi! 26 Mart seçimlerinin ertesi günü tekel mal ve hizmetlerine % 30 dolayında zam geldi. Su % 30, doğal gaz % 31, sıcak su % 28 zam gördü. Hayat ateşten gömlek, yaşanır gibi değil! Büyük büyük vaatlerle iktidar basamaklarından tırmananlar asgari emekli maaşı alan 960 bin kişiye ancak ayda 45 leva vermekte anlaştılar. Öğretmenlerin maaşları yüzde yüz artacak, devlet memurlarının aylıklarına usulca 120’şer leva eklendi, işçi ücretleri 2022’ye kadar dondurulacak. Dayan eşeğim yaz gelecek... Gemlenemeyen propaganda tarzında amansız tehdit var. 2016 Eylülünden beri hedefte Türkiye, Bulgaristanlı Müslüman Türkler, İslam dini, yasal bir parti olan “DOST”, Yeni Osmanlıcılık, sığınmacıların ülkeyi istila edeceği balonu vs. Televizyonlar beyinleri 24 saat karartıyor. Gazetelerdeki “aman ne olacak” feryadı. 6 Kasımda yapılan halk oylamasını rafa kaldırmak isteyenler, akıllarındaki yeni bir referandumla dış ülkelerdeki yurttaşlarımızın se-


54

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

çime katılma haklarını ellerinden almaya çalışıyorlar. En fazla korktukları 350 bin oy potansiyelli Türkiye’deki seçmen kitlesidir. Kükreyen sinsi saldırganlığın komando merkezinde bir “üst akıl” olduğuna inanıyoruz. Bulgaristan üzerinde önce Rusların gözü var. Dışişleri bakanı Lavrov “Sizi Osmanlıdan kurtardık, unutmayın!” hatırlatmasında bulundu. Rusya, Bulgaristan’daki işlerin iyi gitmesini istiyor da, yardım eli uzatmaya heveslenmiyor. 30 yıldan beri başlanan tüm projeler yüz üstü kaldı. Biz zor durumdayız: Öte yandan Almanların Bulgaristan iştahı kabarıyor. Onlar da kalkıp bizde bir araba fabrikası kurmadılar. Memleketimize yalnız tüketim pazarı olarak bakıyorlar. Bizim kendi başımıza işin içinden çıkmamıza olabilirlik yok. Ne paramız var, ne kredi kaynağımız, ne de sürüm pazarımız. Domates, salatalık, biber, maydanoz ve deri otu üretiminde Yunanistan’la başa çıkacak durumda bile değiliz. Çünkü Avrupa Birliği bu sebzelerin üretimi için komşumuza teşvik veriyor ve ürettikleri onlara bedava kalıyor. Bize sürüp kaça satsalar, hep kar. Elma ve patates üretiminde Polonya ile başa çıkmamız aynı sebepten olanaksızdır. Dönelim daha derin analize: Rusya ve Almanya, bu iki gücün ikisi de, 1908’de kurulan III. Bulgar devlet tarihinde belirleyici oldu. 1912 Birinci Balkan Savaşı’nda Türkiye’ye karşı kuvvetler birliği kuruldu. Bulgar askeri Ruslar silahlandırmış, Almanlar eğitmişti. Birinci ve İkinci Dünya Savaşında Bulgarlar Rusya’ya karşı Alman cephesinde yer aldılar. 1908 - 1944 Almanlara bağlı, 1944 - 1990 Rusya’ya bağlı kaldık. XX. yüzyıl böyle geçti. 2004’te NATO’ya, 2007’de Avrupa Birliği’ne girdik. Demokratikleşmeye çalıştık. Bulgaristan’da 1934’ten sonra mayalanıp tutunan Nazicilik, son 10 - 15 yılda yeniden yeşerdiler. Toplumda artık faşizme karşı güçlü bir duyarlılık var. 6 Kasım 2016’daki halk oylamasında oy veren 2 milyon 500 bin vatandaş faşizme göğüs geren güçlerin omurgasını oluşturdu. Halk iradesi sandıkta dile geldi. Halkın memnuniyetsizliği bilinçaltından dışarı vurdu. Bulgaristan halkı faşizm değil demokrasi yandaşıdır ve bu mücadele kıvılcım bekliyor. Son durum: Erken genel seçimlerden sonra polis, ordulu, kolluk gücü ve gizli polis, itfaiyeci kitlesini temsil eden GERB ile Çar III. Boris zamanından kalma faşist


Makale ve Analizler - 2017

55

uzantılarıyla birlik kuran Makedon çetecilerinin ve aşırı sol – sağ uç kesimin torunları “yeniden uyanış” türbülânsına (burgaca) giriyor. Baş düşman ve kapatmak istedikleri Hak ve Özgürlük Partisi’nin (DPS) bu seçimde 16 milletvekili kaybetmesinden sonra, GERB ve BSP gibi iki büyük partiden birine koltuk değneği fırsatına bayılan “Yurtsever Birlikçi” maskeli faşist güçler, 1 oy farkla iktidar oluyor. Kıyasıya seçim kavgası her oyun çok önemli olduğunu kanıtladı. Türklerin serbest oy kullanmasını engelledikleri için bayram ediyorlar. Bi böbürlenme, bi böbürlenme... Yeni tarihimizin en büyük olayı: Eğer 1944’ten beri Bulgaristan’da meydana gelen en büyük olay Müslüman Türklerin 1989 Mayıs Ayaklanmamız ve ardından Hak ve Özgürlük Partisi ile siyaset sahnesine oturmamızolmuşsa, ikinci büyük olay, 1948 Anayasasıyla kesinlikle yasaklanan, kökleri sökülen faşist güçlerin, 2007’den sonra yeniden dirilerek 2017’de III. Borisov kabinesinde bakanlıklara oturma çabasıdır. Son günlerde memleketimizde faşizm tehlikesi kol geziyor. Yarından tezi yok demokratik aydınlar yeniden tutuklanmaya başlarsa, göçe zorlama yeniden tırmanırsa, zam ardından gelecek zamlarla halkımız nefes alamayacak duruma getirilirse, kitlelere artık çöken kara korkuyu her gün biraz daha boğucu ve sıkıcı yapmak için her gece birkaç ev ve beş on araç yakılmaya devam ederse şaşmayınız. Tabanı ancak % 10 olsa bile, oluşturduğu tehlike büyük olan bir baskı yükü altında eziliyoruz. Yeni hükümetin sözünde duracağına kimse inanmıyor. Bu gelişmelerin özünde, devlet gizemine bürünmüş yaşayan, HÖH - DPS işlerini yöneten ve biz Türkleri, Pomak ve Çingeneleri devlet katında temsil etmekle geçinen Ahmet Doğan çok kötü rol oynadı. O, 1990’dan beri ayakta durabilmek için, Müslüman Türklere hak ve özgürlüklerini unutturmaya çalışırken, kökleri Çarlık zamanından su alan faşistleri, “Ataka” partisini, Çar İkinci Simyon’u, ırkçı milliyetçileri siyasi sahneye çekti. Bizim anlayışımıza göre bu büyük yanlış, bugün artık Bulgaristan’da geri dönüşü olmayan, memleketin parçalanmasını gündem eden bir siyası gerginlik çizgisi ve şiddet ortamı oluşturuyor. Belirtilmesi iyi olur. 1971 - 72 Pomak katliamına, 1984 - 85 Türk katliamında, “Büyük Göçe” zorlamada yer almış olan devletin kolluk güçlerinden söz ediyorum. 1990’dan sonra sanayi ve tarımın çökertilmesinde, Avrupa Birliği fonlarının talan edilmesinde, dıştan gelen teşviklerin halka inmesinin önlenmesinde, son 2 ayda da dış ülkelerde bulunan yurttaşların seçme ve seçilme hakkının ellerinden alınmasında olağanüstü büyük rol oynamış bu güçlerin son dönemde birleşmeyi başarmış olması söz konusudur. Onları birleştiren “hesap sorulursa” korkusu olsa da, dehşet saçmaya başladıkları ortadadır. GERB partisi tabanındaki milis - polis - jandarma - asker - subay - itfaiyeci - komitacılar


56

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ve onların yakınları çıkar bazlı ittifak kurdu. Doğan bu yola yönelirken, memleketimizde hak ve özgürlükler davasını hançerledi. Demokrasi davamızın köküne kibrit suyu döktü. Sefil dediklerimizi Avrupa’nın sefalet cehenneminin en derin katına itti. “Gel keyfim gel” deyip saraya çekildi. Koruması 2 milyon leva olan “sarayda” yaşıyor. Kutsalımıza, özgürlük davamıza el kaldıranların tarihteki adı haindir. Bir de şu var. Söz konusu olan, bilinçli ve kasıtlı bir hainlik olduğu için mutlaka hesabı sorulacaktır. Şurasını dikkatle okuyunuz lütfen. Bulgar Ulusal Güvenlik Makamı (NCS) ile Devletin Ulusal Güvenlik Ajansı (DANS) Lütfi Mestan’ı gece gündüz korumaktan vazgeçti. Günde 1.500, ayda 45 bin leva tasarruf yapılacağı açıklandı. Köylü kasabalı Lütfi Mestan “Türkiye’nin damı mıydı yoksa Bulgar devletinin adamı mi” sorusunu sormaya devam ediyor. Bu arada, Lütfi Mestan HÖH - DPS partisi Genel Başkanı görevinde bulunurken, milletvekillerinden Şterü Şretev Bulgaristan’dan 13 milyon leva kaçırmış, yıllarca para aklamış, bu işleri kimin görmesi gerekiyordu? Mestan’ın mı? Yoksa korumalarının mı? Şterev bu seçimde HÖH listesinden milletvekili seçilemedi. Anlatmak istediğim şöyle bir durum var. Gönül beklentilerimiz sonsuzdur. Aç yatanın, kıt kanaat geçinenin, çocuğuna okul harçlığı veremeyenin, işsizin, beklentileri suya düşmüş zavallıların hepsinin umudu vardır. Umut suyu sıkılmamış, umudu boğazlanmamış, umudu sömürülmemiş, umudu ayakaltında çiğnenmemiş vatandaşımız yok gibi bugün. Nüfusun % 25’i köylerde yaşayanların çoğu Türkler, Pomaklar ve Çingeneleriz. Son seçimde, Güney Doğu Rodosların Sindel köyü gibi, sandığı tekmeleyip yönetim sistemini protesto eden, umutlarının bittiğini ilan eden köylerimiz belirdi. Açlık, cahillik, yalan, dolan ve talan dalgasıyla baskın olan yeni zulüm sıktıkça, demokrasimiz kemirildikçe ve özgürlüklerimiz boğazlandıkça uyutulan adalet hücreleri açıldı. Bilinç ve zekâ ile dirilmeye başladı. Seçmenden yarıdan fazlasının sandığa uğramaması, soydaşlardan büyük bir kalabalığın boş oy vermesi, kendini kendi anlatan bir olgudur. Bir oyun bir atom bombası kadar etkili olduğunu fark edenler çoğaldı. Halkın sezgi gücü uyanıyor, toplum aydınlanıyor. Öfke patlaması sıradadır. Saraylı, korumalı olmak, koruyan olmak vs zeki ve akıllı olmak anlamına gelmez. Yıllar yılı yakın korumalığını yaparken sabah akşam elini öptüğü Todor Jivkov’tan Türklere siyaseti koklatmayacaksın gibi öğütler alan GERB Başkanı


Makale ve Analizler - 2017

57

ve müstakbel başbakan Boyko Borisov’un algılayamadığı çok önemli bir ders var. Bu dersi şu örnekle anlatmak istiyorum. Borisov’un kafasının almadığı ders: 1935’te Almanlar Sofya’da bir salhane, sucuk - pastırma tesisi açmışlar. 1944 darbesinden sonra komünist idare sanayi işletmeleri yönetimini ele geçirince işlerin başına kendi adamlarını dikti. Bugün 86 yaşındaki Boris Velev anılarında yazıyor. Jivkov’la “Çavdar” anti - faşist partizan çetesinde silah arkadaşlığı eden birkaç kişiyi salhane idaresine gönderilmişti. Bildiği bildik, kestiği kestik, sirkesi keskin komünist idareciler tesisten et, sucuk çalma işlerini iyice geliştirmişti. O yılların yasalarında devlet işletmelerinden 12 bin 500 levanın üstünde hırsızlığın cezası idamdı. Hırsızlar bir gün yakayı ele verdiler. Mahkeme ikisine “idam” dedi. Partizanların adaletini sorgulayan bu olay dillere destan komutan Slavço Trınski’ye intikal etti. Silah arkadaşlarını korumayı onur konusu yapan Sl. Trınski, Parti Başkanı ve Başbakan Jivkov’un makamına çıkar. Hırsız partizanların serbest bırakılmasını ister. Aldığı cevap şudur:  Görüyorsun, su şebekesinde boru patlamış, sızıyor. Biz bu sızıntıyı küçükken onarmazsak, yarın her yer su altında kalır. Şebeke çöker, bizi de götürür. Başa çıkamayız. Hırsızlara ders olsun diye “arkadaşlarımızı” idam etmek zorundayız. Yazımda bu olaya yer vermeme ciddi nedenler var. Bugün Bulgaristan’ı çökerten rüşvet, göz ardı etme, kollama gibi büyük ölçekli olaylar var. Resmi verilere göre her yıl rüşvet yoluyla 13 milyar leva çalınıyor. Binlerce sanayi tesisi soyulup soğana çevrildi, çökertildi. Birinci Borisov hükümetinin Maliye Bakanı Dyankov, Sağlık Hizmetleri Kasasından 2 milyon levayı birden arakladı. İkinci Borisov hükümetinin temel altını oyan Kooperatif Ticaret Bankasından (BTK) 7 milyar leva çalındı. Gidiş o gidiş paralar dönmedi. Üçüncü Borisov hükümeti elini çabuk tutuyor. Akaryakıt, elektrik ve su fiyatlarına yüklendi tüketici kitlemize. Fakir fukara şimdilik tepki gösterebilecek durumda değildir. Toplum çökmeye devam ediyor. Kıt kanat geçinen halkın omurgası kırılmış kimsenin umurunda değil. Ortalığa bir Türk, Müslüman, terör ve sığınmacı sisi salındı. Toplumu, geleceğimizi ve umutlarımız talan ediliyor. Faşizm her ülkede böyle yeşermiş ve zehirli dikenler çıkarmıştır.


58

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Faşizmin ekonomideki palazlanmasının şekli ise şöyledir: Bütün kamu ihaleleri yıllardan beri GERB şirketlerine veriliyor. AB fonları GERB’ten geçiyor. AB’den sığır başına yılda 100 Euro para gönderiliyor. Üreticinin eline geçen yalnızca 100 levadır. Bu böyle almış baba baba gidiyor. Herkes danaların boynuzlarının sivrilmesini bekliyor. İri tarım üreticileri ise AB fonlarının % 80’nini ele geçirmiş durumdadır. Türkiye sınırına tel örgü çekilmesi işi bir başka rezalet. “Yurtsever Birliği”ne bağlı şirketlere verildi ihaleler. Musluğun genişletilmesi işi müstakbel Savunma Bakanı Karakaçanov faşistine devredilecek gibi.... Dünkü züğürtler bugün hemen palazlandılar. İktidar ortağına soyundular. Emeklilere 500 Euro emekli maaşı, işçilere 1000 Euro ücret vaat etmişlerdi. Her şey unutuldu. Yaşlıların ağzına 45 leva bal çalındı. Emekçilerin sayfası atlandı. 1933’te Naziler de öyle yapmışlardı. Geçen hafta hükümet pazarlıklarına oturdular. Müslüman, İslam ve Türk düşmanlığından başka tüm diğer vaatler unutuldu. Faşizmin kilometre taşları dikiliyor. Beklenen yeni fırtınada memleketimizdeki demokratik anti-faşist güçler saflarında yer almalıyız. Sivil toplum örgütleri demokrasi yolunda birleşmeliyiz. Adalet ve demokrasi yoluna giren Bulgar kitle örgütleriyle buluşma noktaları bulmalıyız.

Osman Aga’nın Kitabı

Neriman Eralp Kalyoncuoğlu-17.Nisan.2017

Konu: Güzel haberlerden haz alıyoruz. Bulgaristanlı soydaşların Bayrampaşa Birlik ve Kardeşlik Panelinde Osman Rüstem Bülbül’ün Bulgaristan, Türkleri Durumu eserinin dağıtılması çok etkileyici oldu. Kazanlık Türk Halk Kültür Evi tarafından basılan 127 sayfalık bu eserin kapağı biraz fazlaca pişmiş tuğla ve kiremit renginde, kırmızı şarabın tortusuna çalmış. İyice pişmiş, olgun bir renk demekle, 1939’da Kızanlığı bağlı bir halis muhlis Türk köyü olan Şekerli’de dünyaya gelen yazarın 80’ne merdiven dayamış bir olgunlukla aktüel siyasi konular üzerinde, çok keskin bir zekâ


Makale ve Analizler - 2017

59

ile olgun kalem oynattığına tanık olduk. Sayfaları çevirirken leziz bir meyve yer gibi haz aldım, doldum taştım, ferahlandım... Belki de en az bin sayfaya sığacak Bulgaristan Türklüğü gerçekliğini bir el kitabında toplayan, birikimli kalem son 5 yılın olaylarına Orta Avrupa anakenti Viyana’dan bakmış. O meslekten yüksek tarım mühendisidir. Ömrünü, vatanımızın inci diyarı, Kocabalkan ve Ortabalkan arası vadi ve yaylalarını bir bereket ve şifa cennetine dönüştürmeye adamıştır. Kitabın başlıkları Kazanlık gül bahçeleri kokuyor. Okur mesh oluyor. Yaylaları dolduran lavanta maviliği okurun gözlerini kamaştırıyor. Binlerce fidan aşılamış ve üzüm çotuğu dikmiş, yaptıklarından kıvanç duyan bir bilgeliğin öykülenişine kapılık gidiyoruz okurken. O, çocukluğunda, gençliğinde ve olgunluk çağında faşizmin ve totaliter komünizmin tüm acı meyvelerinden tatmış. İçleri girmiş çıkmış, sorgulanmış, kamp – zindan karanlıkta çürümüş ama en ağır kıştan sonra baharın geleceğine olan inancını asla yetirmemiş. Baharda zümrüt yeşili akasya salkımlarıyla süslenen Şekerli köyünün, ata-vatanımızın bu kalesinden Türklük taşlarının sökülmesi, önce kanı arabaları, sonra kamyon ve TIR’larla ailelerimizin Güneye göç etmesi, yürek eriten acı olarak sızlıyor. Bulgaristan Türklerinin asimilasyon ve soykırım döneminde komünist rejimin kendisine baskı yapması onu 1989’dan sonra halen yaşadığı Avusturya’ya göç etmeye zorlanmıştır. Ulusve Millet sivil toplum örgütlerinin lideri, Kazanlık PROGRES Türk Halk Kültür Evinin kurucusudur. “BG-haber” Viyana temsilcisidir. Yazılarının her virgülünde kıstas olan Türklük, Müslümanlık, barış ve insan sevgisidir. Eserde yer alan son derece gerçekçi analizler var. “Ana durak vatan toprağıdır”, bunlardan biridir. “Sular neden durulmuyor” başlığında Bulgar bunalımlarının özünü açmıştır. Bu kitap her okura yol gösteren ışık, Sofya Başmüftülü yayınları dışında, taşrada bir kültür evinin kendi imkânlarıyla çıkardığı Türkçe eserlerden biri olarak olağanüstü değerlidir. Bu bakıma 2017 baharıyla gelen ilk kırlangıçtır. Tüm derneklerimize örnek olmalıdır. Halk dilimize çok yakın, atasözlerimiz ve değimlerimizle bezelenmiş, uygar Müslüman hak ve adalet anlayışımıza dayanan, özellikle de Hak ve Özgürlükler Partisi’nin son parçalanışından ve DOST partisi kurulmasından sonra beliren ve gelişen olayları sık eleyip, sık dokuyan bir vicdanla 80 yaşında bir bilgeliğin dim dik duruşu okura kılavuz niteliğindedir. Eserde Bulgaristan 2016 olaylarına farklı bir bakış var. Bu bakış açısını Tunalı şairimiz Naim Bakov’un DOST DOST şiirinde de bulduk.


60

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) Gerçek dostu arattı bana sahte dost bugün Meğer yüzdeki tebessüm başka bir şey imiş! Yüreğimin dosta el uzatması gün be gün Beni benden eden uyutucu bir mey imiş! Kafatasım alt üst oldu aldığım haberden Aklım vicdanımla çelişti yaşamda ilk kez! Gerilere bir göz attım bulunduğum yerden Dostlarını sen iyi seç dedi bana bir ses! Meğer gerçek dost ve dost süsü verenler varmış. Dünyama hülyaların büyüsüyle sos veren! Aradaki fark uydular arası kadarmış Meğer yük treni imiş bizi taşıyan evren!

Üzerimde hissettim ben bugün zorlu yükü Dost ile dost arasında bocaladım ilk kez! Aniden kulaklarımda çınladı bir türkü Her güvendiğin dost, dost kıymeti bilmez! Eserde, Bulgaristan’daki maskeli dostlarla birlikte Türkiye’deki FETO darbesi de yazarın hicivli sert eleştiri ateşi altına alınmıştır. Yakın ve uzak tarihimizden derslerle güncel olaylar büyült geç altına gekişmiştir. Bir seçme yazılar derlemesi olan bu eser, anadil, resmi dil, vatan dili, yabancı dil, din, vatan, eşit haklılık, seçme ve seçilme hakkı, halkı temsil etme gibi temel konuları da halktan yana yontan bir kalemle incelenmiştir. Anadilimizi ve kültürümüzü yaşatma davamızın kutsallığına yer veriliyor. Bir tarım mühendisi olarak yazar, DOST partisinin kurulmasına, meyve yüklü bir ağacın dallarından birini bir gece fırtınada ansızın kopup tozlu yola atması şeklinde bakıyor. Kültürümüzde tozlu yola düşen dalın üzerindeki meyveler gelip geçen, kurt kuş hakkı sayılır ve kimse bükülüp koparmaz inancıyla, seçimler öncesi seçmenimize aldanmama daveti yapılıyor.. Bununla birlikte eserde, Bulgaristan’ın ana sorununun totaliter komünist dikta zihniyetinden kurtulmak olduğuna işaret edilirken, derin hümanist bir eğitim ve kültür reformu yapılmadan, toplum, okul kitapları Türk düşmanlığından sıyrılmadan, dinlerin kardeşliği ve hoşgörü gereği tanımadan ileri adım atılamayacağına, esaslı ışık verilmiştir. Yenilenme gereği kabul edilmeden ülkede de-


Makale ve Analizler - 2017

61

mokrasinin kök salıp meyve vermesinin mümkün olamayacağına net biçimde işaret etmiştir. 2014’te başlayan faşistlerle oynaşının memleketimizi yeni felaket çukuruna itebileceği vurgulabnıyor. Şekerli Köyü halkının, 1877 - 78 Şipka Savaşı top sesleriyle yatıp kalkışı, Stara Zagora’nın düşman ateşinde çatır çatır yanarken yaşanan korku, sıra katliamlar asla unutulmamıştır. Bu konular ayrı ayrı işlenmese de her yazının üzerinde bir yük olarak kendini hissettiriyor. Böyle ağır bir ortamda biçimlenip olgunlaşmanın izlerini toplamış eserin her satırında sanki binlerce uyarı var. Yazar, Bulgar toplumunu arınmaya davet ederken, öncelikle Türk ve Müslüman düşmanlığının Bulgar toplumunu kemiren bir hastalık olduğuna vurgu yapıyor. Biz Müslüman Türklere karşı duyguları bozuk olan vatandaşlar arasında yaşamak zorunda olmamızın zor olduğunu gençlere anımsatıyor. Osman Bülbül, tarihi ve dünyayı birbirine girmiş bir çelişkiler düğümü olarak görüyor. Kötü bir uğurun bölünmesinden ancak yeni bir kötü tümör doğabileceğine işaret ederken, ırkçılığa, ayrımcılığa, ötekileştirmeye, Türkleri ata ocakların söküp kovan dalgaya karşı çıkıyor. Bu eserde, biz bir Avrupa İnsan Hakları savunucusu, demokrat, yurtsever, Bulgaristan’da yaşayan Türk azınlığın ana dili ve kültürü için mücadele eden vatansever ve halkını baş tacı eden bilge bir insansever görüyoruz. Bulgaristan’da Türk kimliği ile yaşayan tüm kardeşlerimizin Bulgaristan, Türklerin Durumukitabını okumasını sağlık veriyoruz. Gelecek, geçmişimizin devamı olacak, onu iyi bilmemiz gerek. Birlik ve Kardeşlik Panelimize kendisi sağlık durumu nedeniyle gelemese de kitabıyla renk kazandıran Osman Rüstem Bülbül ağabeyimize teşekkür ederken, sağlıklı nice yıllar, uzun ömür, yaratıcı çalışmalar, yeni eserlerle Türk ruhumuza haz vermesini diliyoruz. BGhaber. org de yeni yazılarını bekliyoruz. İyi ki varsın, Osman Aga! İstanbul / Türkiye BULTÜRK


62

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Türkiye’de Ufuk Açıldı

Rafet Ulutürk-17.Nisan.2017

Konu: Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Başkanlık tarihi başladı. Yirminci Yüzyılda Milli Kurtuluş Hareketleri Çağı Açan Türk Halkı Yirmi Birinci Yüzyılda Cumhurbaşkanlığı Başkanlık Çağı Açtı. Türkiye Dünya yönetiminde söz sahibi ol-

maya adımını attı Yüzde 87’sinin katılımıyla, 16 Nisan 2017 halk oylaması, Türkiye’mizin demokrasisini ve siyaset sistemini bir basamak yukarı taşıdı. Abdulhamitin yetiştirdiği Büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet düzenimiz ve gücünü TBMM’nden alan demokrasimiz 98 yıllık gelişiminde verebileceğini verince yetkinleşme doruğuna ulaşmıştı. Seçim zaferine yansıyan halk irademiz sonsuz bir ufku olan Türkiye’ye yeni yol seçti. Hepimize kutlu olsun. Türk halkının kendini yenileme kudreti tüm dünyaya parmak ısırttı. Biraz geriye bakalım. Cumhuriyet dönemimizin ilk 30 yılında, dünya geçen yüzyılın bel kıran bunalımları içinde kıvranırken, Türkiye’miz devrimler ve sıçramalı atılımlar gerçekleştirmişti. Padişahlık yerine halkımız öz devletini kurdu. Toprak köleliğini demokrasiyle değiştirdi. Feodal üretim ilişkilerinin yerini serbest Pazar ekonomisi aldı. Sosyal hayat kökten değişti. Türklüğün yeniden uyanış ve dirilişi devlet tarafından örgütlenen ve yönlendirilen modern eğim, kültürel kalkınma sistemine dayandırıldı. Kadınlarımız sosyal, ekonomik ve siyasi hayata kazanıldı. Hukuk devleti, hukukun üstünlüğü ve layiklik ilkeleri kamu yaşamında belirleyici oldu. Emperyalizme karşı zaferlerle gelen Cumhuriyet Türkiye’sinde istiklale, bağımsızlık ve vatandaşlarının kardeşliğine oturmuş demokrasiye diktatörlük, halkımızın Atasına diktatör diyenlere beraberce verdiğimiz cevap hep şu oldu: İnsanlık tarihinde hukuktan ve demokrasiden çıkmış bir diktatör yoktur. Bu gerçek bugün de geçerlidir. Hedeflerindekiler:


Makale ve Analizler - 2017

63

Milletimiz büyüdükçe üniter yapılı ulusal devletimize, demokrasimize tek partili siyasi sisteme dar geldi. 1950’lerden başlayarak çok partili siyaset sistemine geçtik. Geçen yüzyılın ikinci yarısında Türkiye demokrasisinin yetkinleşme çabaları üç defa kırıldı. 60’lı, 70’lı ve 80’lı yıllarında Türkiyeyi ebatları dış güçler tarafından belirlenen demokrasi kalıbı içinde görmek isteyenler üç defa askeri darbe yaptı. Hak ve özgürlüklerimizi budadı. Aramıza nifak soktu. Halkımızı parçalayıp kutuplaştırdı. Bizi güçsüz gördüler, çaresiz gösterdiler malımızı, mülkümüzü, bugünümüzü, geleceğimizi ve umutlarımızı esir almaya çalıştılar. Devlet yapımızı ve sosyal ilişkilerimizi kendi hayallerine göre düzenletmek isteyenler. Anadoluyu Trakya’dan, Ege’yi Marmara’dan, Güney Doğu’yu Türkiye’den koparmaya çalıştılar. Türklerin arasından Türk düşmanları eğittiler, silahlandırdılar, dağa çıkardılar, yetiştirdikleri teröristlerin kafasına cennet yolunun Türk öldürmekten, Türkiye devletini yıkmaktan geçtiğini diktiler. 50 yıldan beri ruhsuz ve duygusuz Türk katili yetiştiriyorlar. Üstelik irfan ocaklarımıza, eğitim sistemimize girdiler. Subay, hukukçu, yayıncı, televizyoncu ve gazeteci yetiştirerek Türkün en büyük değeri olan devletinin özüne sokuldular ve emirlerindeki sürü sürü fetocu cenaze imamlarıyla Türk bilincini, Türk toplum ve devletini, 80 milyon Türkün geleceğini yok edip gömmeye çalıştılar. Halkımız tüm bu sinsi, ikiyüzlü, katil ruhlu güçlerin defterini dürmeyi başardı. Geçmişimizde unutulmayacak tarihler var. Çanakkale, Sakarya ve İzmir zaferleri... Cumhuriyetimizin kuruluşu... İstiklal ve istikbal gönderimizde al yıldızlı sancağımızın dalgalanması... Tek partiliden çok partili demokrasiye geçişimiz. Egemenlik ve demokrasimizi hançerleyen askeri darbeler. Dipçik altında çekilen zulüm! Türk halkı bu çekilerimizin gözleri Anadolu’da olan dış güçlerin emriyle yapıldığını duyumluyor ve durumun bilincindeydi. Yirminci yüzyılda işini gücünü bırakan dış düşman bize bir hastalık yakıştırmaya, “dünya nereye siz nereye” demeye çalıştı. Başkanlık sistemine giderken: Ne var ki, geçmişini akıl süzgecinden devamlı geçirerek geleceğini arayan Türk toplumu yirminci yüzyıldan yirmi birinci yüzyıla sıçrarken ufkumuzu bir perde daha açılabilmek için anayasal sistem değişikliği gerektiğini görebildi. Bugüne gelebilmek için yapılması gereken askeri vesaitlik sisteminin kaldırılmasıydı ve yapıldı.


64

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Darbecilerin eli kolu bağlandı. Güçlü Türkiye hedef oldu. Bölgesel ve küresel yapıda Büyük Türkiye’ye yer açılması için daha dinamik, daha süratli davranmak, daha fazla ve daha kaliteli üretmek, ulusal birliğimizi ve kültürümüzü çağdaş uygarlığa taşımamız gerekiyordu. Bu yoldaki büyük hamlemize gerekli kaynak ve kudret geçen yüzyılın sonlarında Türk halkın bağrından Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın önderliğinde Adalet ve Kalkınma Partisi’nin doğmasıyla gerçekleşmeye açıldı. Atatürk, Türkiye’ye demokrasi getirdi. Recep Tayyip Erdoğan Türkiye’de özgüveni ve demokrasiyi meşrulaştırdı ve Başkanlık sistemine yüceltti. İmrendiren 15 yıl: Dünya ekonomisi, huzuru, nüfusu, maneviyatı vs. bunalım burgacında bocalarken Türkiye’mizin şu son 15 yılda kişi başı Gayri Safi Milli Gelirini 3 defa büyütmesi birçokların bakış açısını değiştirdi. Modern semtler ve şehirler, hızlı trenler, yarılmış yollar, geçitler, tüneller, limanlar, dünyanın en büyük kıtalar arası raylı ve karayolu köprüleri, iki üç karlı raylı ve otoyol su altı geçitleri, kıtalar arası emsalsiz uçak alanlarıyla yeni altyapı kurdu. Küçük, orta ve büyük ölçekli kendi kendine yeten çağdaş Türk sanayisi kurdu. 2 bin metre çevremizi besleyip sulama, giydirip kuşatmaya başladık. Kadım ve modern kültür ve turizm merkezi olduk. Terörün omurgasını kırdık: Türkiye’mizin bölgesel güç olmasını hazmedemeyen emperyalizm PKK, PYD, DEAŞ ve başka terör güçlerine arka oldu. Sınırlarımızda bölgesel savaşlar alevlendirdi. Suriye ve Irak yanıyor. Kıvılcımları Türkiye’ye de sıçratma çabaları artıyor. Yıllardan beri 4 milyon sığınmacıya bakan Türkiye Cumhuriyeti Avrupa kıtasını sığınmacı istilasından korudu ve kurtardı. “Fırat Kalkanı” operasyonuyla uluslararası terörün belini kıran ilk ve bölgede en güvenilir güç oldu. Burada dost düşman dikkatini çekense kendi silahımızla, tank ve topumuzla, helikopter ve uçaklarımızla, kara ve hava savunma sistemlerimizle terörcü düşmana göz açtırmayan ülke oldu. Şehirlerdeki hendeklerin temizlenmesiyle Güney Doğu Anadolu’nun vatan topraklarımızdan koparma planları suya düşürdü ve hepsini birer birer temizledi. Terörist hayallerin kurutulması Türkiye’ye güven ve huzur taşıdı ki, 16 Nisan halk oylamasında Büyük ve Güçlü Türkiye yolu açıldı. Bu kararlılığa Güney Doğulu seçmenin oy vermesi de dikkat çekicidir. Emperyalist komplo çökertildi.


Makale ve Analizler - 2017

65

Bu arada, emperyalist devletlerin yarım asır çalışarak, FETO yuvalanmasıyla Türkiye Cumhuriyeti’nde bir paralel devlet yaratarak 15 Temmuz’da askeri darbeyle devlet erkini ele geçirme iğrençliği yaşandı. Anadolu’yu ve Trakya’yı Türksüz bırakma sinsi planları da suya düşürüldü. Memleketimizde bir siyasi sistem değişikliği gereğinin kaçınılmazlığı büyük bir inandırıcılıkla o an da ortaya çıktı. Yürünmesi geçen yolun Anayasa değişikliğiyle iki başlı yönetim ve yürütme sisteminden kurtulma zorunluluğunu gündeme getirdi. Türkiye’mizin iç ve dış düşmandan arınması çabalardan yeni ruh doğdu. Dünya etnik, ekonomik, sosyal, tekniksel, teknolojik vb sorunlarını başarıyla aşmış, farklılıkların bütünlüğünden güç alan bir Türk erkinin yenilmez gücünü hissedince neo-realist bir politika seçti. Yeni durum ve Almanya: Bu yeni durumu önce Almanya başta olmak üzere, Avrupa Birliği devletlerinin hırçın, kıskanç, oyun bozmayı hedefleyen tavırlarında gördük. Sığınmacılarla ilgili sözleşmeleri yerine getirmediler. AK Parti siyasi ekibinin sayıları 4 milyonu aşan AB ülkelerindeki seçmenlerimizle kucaklaşmasına engel olundu, ne var ki beklenen sonucu alamadılar. Halkın lideri Sayın Erdoğan’a kişisel saldırı ve benzetmeler yaparak gülünç duruma düştüler. Almanların Yakın Doğu ve Balkanlarla ilgili bölüp parçalayıp egemenlik kurma gibi sinsi planlarını gemleyecek güç Büyük Türkiye olacaktır. Yarınların 100 milyonluk Büyük Türkiye’si karşısında Yakın Doğu’da olduğu gibi Balkanlarda da toslayacağını gören Almanya kıvırmaya başladı. Ekonomisi dünyada ilk 10’a giren Türkiye Başkanı Erdoğan’ın ABD Başkanı Donald Trump ve Rusya Federasyonu lideri Vladimir Putin’le eşitle eşit olarak temas etmesi ve AB yönetim ekibini ikinci sıraya çekmesi, dost geçinen ancak hep düşman olanların maskesini indirdi. Önemle belirtmek istediğim, AK Partinin seçim zaferi Bulgaristan’daki Türk düşmanlarının, sınır kapılarında kuduranların ve “ah şu bir buçuk milyon Müslümanlardan kurtulabilsek” planları yapanların hevesini kursağnda kaldı söndürdü ve bir anda hepsini Türk düşmanlığının kokuşmuş bataklığına itti. Yeni Ufuk: Yirmi Birinci Yüzyılda eski kıtada sandık gücüyle düzen ve sistem değiştiren halk yoktur. Bir defa, seçime katılmayanların seçime katılanlardan kalabalık olduğu Bulgaristan’da ve bütün eski kıta ülkelerinde, demokrasiye Türk halkı kadar inanmış ve dört elle sarılmış bir halk yoktur.


66

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Yenidünyada demokrasinin bölgesel ve kıtalar arasının kalesi Büyük Türkiye olacaktır. 16 Nisan 2017 Türkiye referandum sonuçları Türkiye devletinin bölgesel büyük güç olmasına yol açmış ve güvence vermiştir. Seçimden sonra Balkan ülkelerinde çıkan bütün gazetelerin “Türkiye Yeni Yolunu Açtı” başlığında birleşmeleri, bölge halklarının bekleyişine en büyük cevaptır. Türkiye halkına, tüm soydaşlarımıza ve Türkiye’den beklentileri olan bölge halklarına ve dünya demokratik güçlerine Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanlığı Başbakanlık sistemi kutlu olsun. Türkiye aydınlığı Tüm komşularımızın ve halkların aydınlığıdır. Yirminci Yüzyılın başında Dünya Ulusal Kurtuluş ve egemen ve bağımsız devletler çağını açan Türk halkı, yirmi birinci yüzyılda demokrasiyi daha yüksek bir düzeye taşıyarak, Cumhurbaşkanlığı Başkanlık sistemini başlattı. Türk halklara mübarek olsun! Türk Dünyasına ve Dünya mazlumlarına hayırlı olsun! 16 Nisan 2017 seçim zaferimiz hepimize kutlu olsun! BULTÜRK Rafet Ulutürk.

Huzur Ararken

Musa Vatansever-18.Nisan.2017

Konu: Yeni kuşağın bizi anlayabilmesi için ne yapmalıyız? Kamer süresi: Ki “hiçbir günahkâr başkasının günah yükünü çekemez.” Giriş Kaybetmeyi bilmeyen, el bebek, gül bebek büyüttüğümüz yeni kuşağı yaşanan zulüm konusunda nasıl motive edeceğiz? Yoksa günah yükü, bir nesilden bir nesle geçmeden, unutulurken her şey yok mu olacak? Tarihin zalimleri sessizce aklanacak mı!? Geçmiş eskidikçe zalimler kahraman, ezilenler kötüleştirilmeye devam mı edecek? Son asır boyunca çok kanlı biçimde yerlerinden sö-


Makale ve Analizler - 2017

67

külüp atılanlar, kira mı ödememişti? Kuşakların birbirlerinin gözlerinde huzur aramaya hakkı yok mu! Terletmeden yetiştirdiğimiz genç kuşağı tarihimiz konusunda nasıl motive edeceğiz? Köyünden utanan gençler kentte gönül sıcaklığı bulabilir mi! Yoksa sevgi ve hiddet insanın yalnızca sezgilerinde mi yaşar! Duygu patlamasının temeli, kökü ve gerekçesi yok mu! Geçmişimiz bizim gerçeğimizse, yapay bir dünyada yetişen genç kuşağa biz kendimizi ve sorunlarımızı nasıl anlatabiliriz. Kuşağım kaybetmek istemediği bir oyun içindedir. Hak ve özgürlük, vatan davamızı devam ettirmek, zafere götürmek gelen kuşaklar için değil mi? Yeni kuşaklar çiçek dermekten, kuzu okşamaktan, tavşan kovalamaktan ya da bülbül dinlemekten haz almıyorsa, kabahat yaşlılarda mı? Parmağına diken batmadan yetişenler, yeniçağın yeni kuşakları bizi kabul etmemekte haklı olabilir mi? Kuşakların birbiriyle kan bağı var da, günah yükünü çekme bağı neden yok? Sorular, sorular... Her çağın kendi kahramanları var. Dedelerin ve torunların aynı şeyden haz alıp tatmin olması ne zaman mümkün olacak!? Halen nesillerimizin ortak edinimi olan dava ateşimizdir. Konumuzun özü: Yazıma bu kadar çok soruyla başlamamın nedeni var kuşkusuz. Vatanımız olan Bulgaristan’da hükümetlerin akıl almaz bir tutumuyla yüz yüzeyiz. Bulgaristanlı Türkleri siyasi tarihten silmeye yelteniş yaşıyoruz. Hıdrelleze giren haftada, 5 ay önce seçilen Cumhurbaşkanı R. Radev’in Türkiye’de yaşayan soydaşlarımızı seçim sandığından uzaklaştırıp Sofya meclisine vekil gönderebilme yolunu tamamen kesmek için Seçim Yasasında değişiklik önermesi bardağı taşırdı. Yasa değişikliği yapılarak seçimde oy kullanmak isteyenlere “Bulgaristan’daki adresinde 3 ay oturmuş olma” şartı öne süren Cumhurbaşkanı topluma nefes kestirdi. İnsan hakları açısından değerlendirildiğinde bu öneri baştanbaşa faşizm kokuyor. Nazilerin temel uğraşısında baş edemediklerinden onları yakarak ya da kurşunlayarak öldürmek vardı. Bazen iyice çıldırdıklarında, onlar 1942’de Macaristan başkenti Budapeşte’de yaptıkları gibi, 55 bin kadın, erkek, çocuk Yahudi vatandaşı elleri kolları bağlı köprüden 7 metre derin Tuna’ya itmişlerdi. Bu çılgınlık yediden yetmişe tüm insanları titretmişti. Meclise kanun telkihinde bulunma hakkı olmayan Radef, sanki Türklerin seçime katılma gibi son haklarını da budayarak, Bulgaristan’ın demokratik parlamenter cumhuriyet olduğunu unutarak, faşist Cumhurbaşkanlığı diktatörlüğüne adım atmaya çalıştı. Akıl hocalarını bilemeyiz, iyi oldu da şimdilik tosladı. Tarihsel derinlik:


68

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Ne de olsa, onun aklında olmasa ya da aklına yatkın olmasa, o bu adımı atmazdı. Atılan Bulgaristan’da faşizme götüren ilk adım oldu. Biz, hak ve özgürlükler, demokrasi, insan hakları ve hak eşitliği için Türk kanı dökülmüş, ama henüz hesabı sorulmamış ve suç defteri kapanmamış bir Bulgaristan’dan söz ediyoruz. Biz, 1989 Mayısında Türklerin ayaklandığı bir Bulgaristan’ı anımsatıyoruz. Biz, hükümeti, üniformalı ve gizli polisin milyonlarca zorlamalı davetine rağmen, hiç bir Türkün, hiçbir Pomak’ın ve hiçbir Çingene’nin 1960 - 1984 döneminde gönüllü olarak isim, dil, din, kültür, gelenek, ahlaki vatan değiştirmediği, kimseyi satmadığı bir Bulgaristan’ı hatırlatıyoruz. Biz, daha 1934’te on yıl boyunca başa geçen Bulgar faşistlerinin Bulgaristan Türklerine ve etnik azınlıklarına karşı başlattığı ve şiddetine emsal gösterilemeyen bir baskı ve zulüm siyaseti uyguladığı bir baskın ortama dayanan yiğitline emsal gösterilemeyen bir etnik halk kitlesinin hala varlığını vurguluyoruz. Okulları kapatılan, okulları Bulgarlaştırılan, halk evleri kapatılan, kültürleri yasaklanan, cami kapılarına anahtar vurulan ama ruhu dayanan, kimliğini ve manevi kimliğini yaşatan ve Türk ruhundan zırnık kadar ödün vermeyen bu etnik azınlıkla guru duyuyoruz. Göçe zorlanan, kabul etmeyenler cahil, zayıf ve fakir bırakılan, sürünmeye zorlanan, sürgün edilen, toplama kamplarına sıkıştırılan, zindanlarda çürütülen bir azınlığın ezgin çilekeş kaderini anlatıyoruz. Son 138 yılda hiçbir Türkün doğal yollardan toplumda bilim ve kültür dallarında sivrilmesine yol verilmedi. Yükselmelerine olanak tanınmasa bile, hiç birinin de ruhunun kırılamadığına vurgu yapıyoruz. O zaman, bu zaman Bulgaristan’da Türk Okulu diye bir odacık bile kalmasa da Türklük tarihinden ve doğasından aldığı bilgelikle dimdik ayaktadır. Türk zekâsının ebediliğine ve aklının da yüceliğine tüm dünya hayrandır. Alın yazımızmış: 138 yıldan beri Bulgaristan “katıksız” bir Bulgar devleti olmamışsa ve bugün Bulgar ırkı kendiliğinden sönerek yok olmaya boyun eğmişse, kabahat yerli Türklerde değildir. Tarih yaşanmış bir gerçektir. Bulgaristan’ın Osmanlı imparatorluğundan büyük bir Türk kitlesini devraldığı tarihsel bir gerçektir. Bu kitle parça parça hem de perperişan Anadolu’ya ve Türkiye Trakya’sına, Ege ve Marmara kıyılarına bugün dahil hala akmaya devam etse de, tarihin derinliklerinden ve Bulgaristan topraklarında tamamen sökülüp atılması olanak dışı olan bir olgudur bu. Güneş dünyayı ısıttıkça onların Bulgaristan’daki varlığı devam edecektir. Bazen doğal ve tarihsel gerçekleri değiştirmek, itelemek, yok saymak, hatta gömmek ve üzerini düzlemek imkân dışıdır. Yapılamaz. Bunun en parlak ve ibret verici örneği, 1985’te hiçbir zaman var olmadıkları ilan edilen Bulgaristan Türklüğünün, 1989 Mayısında ayaklanarak, yüzkarası totaliter Bulgar diktatörlüğüne ölümcül darbe varması oldu. Bulgar halkını da dünya demokratik halklar ailesine


Makale ve Analizler - 2017

69

dahil etme çabalarında taşlandı. O gün bu gün o tarihte 72 yerleşim yerimizde 52 700 Türk kardeşimizin başlattığı ölümsüz dava yaşıyor, bugün de ayaktadır. Nerede olursak olalım, Bulgaristan’da, Türkiye’de, eski kıtanın ana kentlerinin herhangi birinde ya da Kanada’da hiç önemli değil, hak ve özgürlük davamız, demokratik vatan davamız özümüzden özdür, gece uykumuzu bozandır, kalbimizde çarpan, ruhumuzu şahlandırandır. Hiçbir şey unutulmamış ve asla ve asla unutulmayacaktır. “Bir yaralı düşten gayrı nem kaldı!” gerçekleşmemiş hülyamızın ancak şarkılaşmış şeklidir... Şimdiye kadar düşmanlığın böylesini, yani Türkiye’de ikamet eden 1 milyondan fazla soydaşımızı tek kalemle, hepsini birden siyasi çöp tenekesine atmayı hedefleyen bir hareket yaşamamıştık. İki tarihsel olaya kısaca değinmekte yarar olacağı kanısındayım: 1878 Rus - Osmanlı savaşından sonra bir nüfus değiş tokuşu yapılmamıştı. Yeşil Köy (Ayastafanos) Antlaşmasının müzakeresi sırasında, 1878’de, Türk delegeleri Rus diplomatlara böyle bir nüfus mübadelesi teklif etmişlerdi. Balkan Sıradağlarının (Koca Balkan) Kuzeyinde kalan Türklerin Koca Balkan’ın güneyindeki Bulgarlarla değiş tokuş edilmesini, taşınmaz mallarının da karşılıklı olarak tasfiyesini istemişlerdi. O toplantılarda Rusya delegeleri bu köklü çözüme yanaşmamışlardır. Bugün görüyoruz ki, büyük Türk kitlelerin Bulgaristan yönetimi altında bırakılmasıyla o zaman çok büyük hata işlenmiştir. Belki de sonu hayırlı olur. Ne ki, 138 yıllı çekiyi ne birine anlata biliriz, ne de birisi bizi anlayabilir. Amerikan yazarlarından birisinin gece yazdığı Balkan Savaşlarını anlatan kitabında “çekinin böylesi tarihte görülmemiştir” sözlerini torunlarımıza nasıl anlatalım bilemiyoruz. O zaman atalarımıza “Bulgar yönetimini ister misiniz, yoksa kalkıp gelir misiniz?” diye soran olmadığı için, tarih gerçekliğinde bizi yalnız, kimsesiz bırakmayanlara, anavatana borçluyuz! Minnettarız. Bir gerçektir. “93 Harbinde” Büyük Türk kitleleri Bulgar yönetimi altında bırakıldı, huzur bulamadılar, daraldıkça, sıkıştıkça Türkiye’yi aradılar, halen de Büyük Türkiye’yi arıyoruz. Bu yıllar içinde Bulgaristanlı Türklere serbestçe vatandaşlık seçme hakkı da tanınmadı. Rus savaşından önce Osmanlı tebaası olan bu Türkler, “93 Harbi” sonunda kendilerini “Bulgar vatandaşı” buluverdiler, fakat asla tam anlamıyla eşit haklı yurttaş olamadılar. Dün hâkim durumdayken bugün tâbi duruma düşüverdiler. Roller değişti. Bulgar yönetimi altında yaşarken ezildiler, kimliksizleştirilmeye çalışıldılar, dinsizleştirildiler, cahilleştirildiler, ahlaksızlaştırıldılar, duyarsız kılınarak uyutulup Türk olmaktan çıkarılmak için zulüm gördüler, dayandılar, dayanıyorlar. Okul ve okumak her şeyin üstünde olan bu soydaşlarımızın kör cahil bırakılması için çok uğraş verildi. 1944’e kadar Krallık döneminde Bulgaristan’da


70

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Türkçe olarak 67 gazete yayınlanmıştır. Komünist dönemde Türkçe olarak bir dergi ve 3 gazete çıktı. Sonunda bunların da hepsi kapatıldı. En son “Yeni Işık” gazetesi Ocak 1985’te son nefesini verdi. Orada kalan kardeşlerimiz bugün de Türklüğün sabahyıldızını bekliyor. 1878’de anavatanlarından koparılan bu Türk topluluğu 1989 Büyük Göçünde çok kan kaybetti. Bugün Türkiye’de yaşayan 1 milyondan fazla Bulgaristanlı Türk kökenli kardeşimiz arkalarında parçalanmış aileler, en yakın soy ve sülalelerini 30- 35 kuşağın yattığı kabristanlıkları, kültürel mirası, cami, medrese, külliye, hamam, okul, dükkân, bezensen, köy, kasaba, şehirler vb bıraktılar. O topraklarda yaşanan en uygar yaşam biçimi ezilip, çiğnendi, yok edildi. Demokratikleşme yolunda belki de buluşuruz: İşte böylesi kıymetli bir tarihin şerefli koruyucusu olan Bulgaristan Türklerine karşı siyasi saldırıların hele son yıllarda yapılan veya yapılmak istenen Seçim Kanunu değişikleriyle darbe üstüne darbe alması, yeşeren ve devler erkine tırmanan faşist hortlamanın saldırılarına maruz kalması ve sonunda bu küstahlığa Cumhurbaşkanı Radev’in de katılması sert tepkilere vesile oldu. Şöyle ki, şu sık sık söz ettiğimiz son 138 yılda olmayan bir gelişme parladı. Türkiye’deki soydaşlarımızın oy kullanma hakkı başta olmak üzere saldırıya uğrayan en doğal insan haklarını savunan Bulgaristan Cumhuriyeti Geçici Seçim Hükümeti Adalet Bakanı Mariya Pavlova Cumhurbaşkanı’nı Radev’i tepki olarak, tüm Adalet Bakanlığı çalışanlarının istifa edeceği konusunda uyardı. Bugüne kadar çelişkiler bu denli derinleşip keskinleşmemişti. Hak ve Özgürlüklerimizden, demokrasiden, seçme ve seçilme hakkımızdan, vatandaş eşitliği ilkesinden yana olan halkçı güçlerden yana, onların saflarında yer almak zorundayız, davamız ortaktır. Huzur arıyoruz!

Okulsuz Olamayız!

Raziye ÇAKIR - 19.Nisan.2017

Konu: Okul, eğitim ilerlemenin temellidir. Uluslar arası sözleşmeler harfiyen uygulansa sorunlarımız çözülür. Tuna valiliğinde yaşarken kimsenin okul sorunu yoktu.


Makale ve Analizler - 2017

71

Bulgaristan’da yaşayan Türklerin eğitim düzeyi üstüne yayınlanan bilgilerin çoğu aldatıcıdır. 2 yıl önce Bulgaristan Müslümanları arasında Alman “Konrad Adenauer” vakfı sipariş ve para desteğiyle “Alfa Riçars” anket ajansı tarafından gerçekleştirilen sosyolojik araştırma, “Bulgaristanlı Müslümanların Sosyal ve Dini Düşüncesinde Yeni Eğilimler” başlığı altında Sofya Yüksek İslam Enstitüsünce 2017’de yayınlandı. Konumuz: Okul ve eğitimdir. Hangi geleneklerden geliyoruz ki, bugün yalnız 3 İmam Hatip Lisemiz ve bir İmam Hatip Enstitümüzden başka aydınlık ocağımız yok! 1990’dan beri 420 Çingene genç Üniversite bitirdi, fakat hepsi iş aramak amacıyla dış ülkelere kaçtı. Bu gençler % 43’ü okuma yazma bilmeyen Çingenelerin ikamet ettiği GETTO’larından ayrılıp belirli bir aydın düzeye erişebilmişler, fakat Bulgaristan’da iş kuramamış ve bir baltaya sap olamamışlardır. Onlar 138 yıllık çırpınışlarında bir tek Çingene Okulu bina edememiş, hatta ana dillerinde halkı kucaklayan bir gazete ve dergi bile çıkaramamışlardır. Türk etnik azınlıklara açık bir eğitim reformuna yanaşmayanlar manevi köreltme ve eritme siyaseti izliyor. Kültürel kimliğin bugünkü durumu ve geleceği için belirleyici olan eğitimdir. Onun ölçü derecesi ise kültürel ve tarihsel geçmişimizi ve maddi ve manevi mirasımızı ne kadar derin ve bütün bildiğimizdir. Herkes tarihini, edebiyat dilini ve kültürünü okulda öğrenmelidir. Kültürel geçmişimizi, töre ve geleneklerimizi, ahlakımızı yaşatmadan geleceğimizi kuramayız. Bunların öğrenildiği ocak hep okul olmuştur. Bulgar okulunda Müslüman Türk tarih ve kültürünü öğrenme olanaksızdır. Bulgar okullarındaki tarih, edebiyat ve sosyal bilimler öğretmenleri sicilli Türk düşmanıdır. Bulgaristan okullarının programsal hedefi bizi manevi köklerimizden koparıp silkmek ve ruhsal karanlığa itmektir. 138 yıldan beri gelişirken kararan bu durum 2007’de Avrupa Birliği’ne girmemizle niteliksel değişiklik kaydetmedi. Hatta durum daha da kötüleşti. Geçim derdine düşen etnik azınlıklardan, hele Romen kesimden ana-babalar, sosyal yardım almak için çocuklarını okula gönderirken, genel ilgisizlik sonucu okuma-yazmayı öğrenmeden okul bitirenlerin diplomalı ordusu oluş ve kalabalaşıyor. Bulgar eğitim sistemi köklü bir eğitim reformuyla etnik azınlıkların anadillerinde ve kendileri, kültürleri, edebiyat ve sanatları hakkında bilgilenme ve geleneklerine uygun yaşama hakları tanınmalıdır. Türklüğümüzü yaşatabilmemiz için anadilimizi ve halk kültürümüzü öğrenmeliyiz.


72

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Maneviyatı oluşturan değerlerin içi giderek boşaldı. Edebiyat ve sanatı nesilden nesle devretmek için yaratılan kitaplar hurdaya taşınınca hayat sanki öksüz kaldı. Okulda anadil dersi görmeyen, dil kültürü köy ağzına takılan, yöresel lehçeyi aşamayanlar sözün tam anlamıyla cahil kaldılar. Yapılan ankette Bulgaristan Müslüman Türklerinden % 20’si yüksek öğrenimli çıkmış. Bu doğru olamaz, çünkü bu rakam % 1-2’yi aşmıyor. Belki de Türk isimleriyle Bulgar Üniversitesi bitirenlerin o kadar olabilir, çünkü son 27 yılda Türkiye’den gelip Bulgar Yüksek Okullarında okuyan toplam 50 bin küsur genç vardır. Türk dilini iyi biliyoruz cevabını verenlere, “Nerede öğrendiniz?” sorusu sorulmamıştır. Çünkü anadilimiz Türkçemizle eğitim veren anaokulumuz, ilk ve ortaokulumuz olmadığı gibi, son 17 yılda gönüllü Türkçe derslerine giren öğrencilerimizin sayısına 10 defa azaldı. Ancak 9 bindir. Bu arada Sofya Üniversitesi Doğu Dilleri Enstitüsü’nde Türkçe okuyan yerli Türklerimizden öğrenci yok denecek kadar azdır. Ne de olsa çocuklarımız bakımından 2017 şanslı bir yıldır. Çünkü okul öncesi çalışmalar, dil kursları ve okullardaki ders ihtiyaçlarının T.C. den karşılanması çabalarımızda bu yıl önemli bir adım atılabildi. Bundan böyle dış ülkelerdeki Türklere yönelik, şiir, destan ve masal dinletme, okuyup yazma ve söz, kavram, değim ve atasözlerimizin özüne yönelik yeni daha zengin yayınlar bekliyoruz. Ne yazık ki, Bulgar devleti, dış ülkelerdeki Bulgar çocuklar için 190 anaokulu, ilkokul, dil okulu, kültürel uğraşı merkezi açtı ve çalıştırıyor, fakat etnik azınlık çocuklarının ruhunu açma yolunda 70 yıldan beri bir adım atmadı, atmak isteyenleri de sürekli engelliyor. Dünyanın birçok ülkesinde Türk liseleri ve Üniversiteleri açıldı, Bulgaristan Türklüğü umutlarının gerçekleşmesini bekliyor. Bu bakıma Makedonya, Kosova ve Bosna bizi geçti. Türlüğü bayram ediyor. Biz dünya Türklüğü ile kaynaşarak güçlenmeliyiz. Bu açıdan bakıldığında Bulgaristan’ın ruhsal çöküşünü durdurma yolunda atılacak ilk adım köklü bir eğitim reformu olmalıdır. Şimdiki durumu analiz eden uzmanlar Bulgaristan’a yeni bir eğitim modeli gerekli olduğu konusunda birleşiyorlar. “Bulgar Etnik Modeli” rafa kaldırılmalıdır. Geniş kitlede oluşan kanıya göre, yeni eğitim sistemi azınlıklardan öğrencilere etnik kültür, tarih, anadil ve din konularında derin bilgi sunmak zorundadır. Azınlıklarını körleştiren bir millet uygar olamaz. Bu arada azınlık tarihinin öğretilmesi, geniş kapsamlı dil-din bilgisiyle birlikte anadil ve etnik edebiyat okutulması zorunlu olmuştur. 2015’te Müslüman toplumda yapılan sosyolojik anket sonuçları 2 yıl sonra durumu doğru yansıtmıyor diyebiliriz. Türk okullarının yeniden açılmasını isteyen ana-babaların yüksek sesi işitilmelidir. Son seçimlerde tek oy atmayan Türk köyleri var. Devletin eğitim ve sosyal politikası etnik azınlıkların yaşadığı karma bölgelerde protesto edildi. Yeni durumda yapılacak, eğitim reformu vatandaş kimliği oluştururken etniklerin kültürel ve etnik kimliğini de biçimlenmelidir.


Makale ve Analizler - 2017

73

Bulgaristan İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra imzaladığı uluslararası anlaşmalarla bu yükümlülükleri üstlendi fakat yerine getirmiyor. Faşist milliyetçi ve ırkçı dalganın kabarması, azınlıkların hak arama davasını 2014’ten beri çok zorlaştırmış ve gerginlik yaratmıştır. Bulgaristan’ın imza altına aldığı ama uygulamadığı anlaşmalardan bazıları şunlardır. Birleşmiş Milletlerin Ekonomik, Kültürel ve Eğitim Hakları Sözleşmesi; Çocuk Hakları Sözleşmesi; Birleşmiş Milletlerin Ulusal, Etnik, Din ve Dil Azınlıkları Haklarını Savunmak İçin Çerçeve Antlaşması; OCCE Örgütünün Ulusal Azınlıkları Savunma Çerçeve Sözleşmesi vb etnik azınlıklarımızın temel hak ve özgürlüklerimizi savunarak, gelişimlerine yol açmayı öngörmüştür. Azınlıkların Savunulması Sözleşmesi: Bu sözleşmede etnik, dini, kültürel ve dil azınlık kimliğinin savunulması ve gelişimi için olanak sağlanıp destek gösterilmesi isteniyor. Bulgaristan’da Türk kimlimizin eğitimsel dayanakları: Bulgaristan’da Türk eğitiminin sağlam kökleri Osmanlı İmparatorluğu dönemine dayanır. On dokuzuncu yüzyıla gelinceye kadar Türk ve Bulgar eğitimi yalnız din esasına dayanmıştır. Türklerin camilere dayalı medreseleriyle mahalle mektepleri vardır. Bulgarların da mahalle okulları açıktı. Günümüz anlamında Bulgaristan’da okullar geçen asrın ortalarında açılmaya başladı. Önce 1835’te ilk modern Bulgar akılı açıldı. Parasını Aprilov adında bir Rus tüccar vermişti. Üç yıl sonra, 1838’de, Osmanlı’da ilk Türk rüştiye okullarının açılmasına başlandı. O zaman rüştiye, Avrupai anlamda Türk okulu demekti. Türk okullarının yükü halkın omuzlarında olduğundan, insanlarımızda derin okuma, öğrenme, aydınlanma sevgisi mayalanmış ve bu ışık yirminci yüzyıl boyunca sönmemiştir. 1864’te “Tuna Vilayeti” kuruldu. Tuna Nehri ile Kocabalkan arasına yayılan bu vilayet, eğitim reformu da bunlar arasında, İmparatorluğun “pilot bölgesi” gösterilmişti. Reformları vali Mithat Paşa yönetti. Bulgaristan Türk öğrencilerini bağdaş kurmaktan kaldırıp rahleye oturtan o oldu. Okumayı yaygınlaştırmak amacıyla, yeni yayına geçen “Tuna” gazetesi, çeşitli kasabalardaki rüştiye öğrencilerine parasız dağıtıldı. Okul haberlerine ön-


74

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

celikli yer verdi. 15 cami, 3 medrese, 23 okul, 6 tekke ile 5 mescit ve 1 rüştiyesi olan Tırnova önemli bir eğitim merkezi oldu. Vali Mithat Paşa, Plevne kazası naibine gönderdiği buyurultusunda şöyle dedi: “okul her şeyin üstündedir.” 1875 yılında Türklerin Tuna vilayetinde 2 bin 700 kadar ilkokul vardı. Yine aynı yıl vilayette 150 kadar medrese ve 40 kadar rüştiye vardı. Rüştiyeler şu kasabalardaydı: Rusçuk sancağında Rusçuk, Şumen, Razgrat, Eskicuma, Ziştovi ve Plevne; Vidin sancağında Vidin, Lom, Be4lgradçik, Berkovça, İvraca, Rahova; Sofya sancağında Sofya, Dubniça, Küstendil, Samakov, İzladi; Tırnova sancağında Tırnova, Lofça, Osmanpazarı ve Selvi: Varna sancağında Varna, Balçık ve H.Pazarcık kasabalarında birer rüştiye vardı. Yine aynı yıl, bir irfan ocağı da olan camilerimizin dağılımı ise şöyleydi: Sofya’da 72, Şumnuda 40, Rusçık’da 29, Vidin’de 24, Tırnova’da 22, Lovça’da 20, Hacıoğlu Osmancıkta 20, Ziştovi’de 19, Niğboğluu’da 18, Plevne’de 18, Mecidiye’de 18, Varna’da 16, Eskicumada 17, Razgrad, Balçık, Kostendil, Dubnitsa kasabalarının her birinde 11’er, Samakov ve Osmanpazar kasabaşarında 10’ar cami vs görünmektedir. O yıllarda Tuna vilayeti “Bulgar toprağı” gibi görünmüyordu. Reform döneminde (1856 - 1876) Bulgar okulları da hızla arttı: 1855’te tüm Bulgaristan’da Bulgarların 588 okulu vardı. Bu sayı 1865’te 986’ya, 1870’te 1.217’ye ve 1877’de 1.504’de yükselmiştir. Aynı yıl Türklerin yalnız Tuna vilayetinde 2 bin 890 okulu vardı. Okul sayısı bakımından Türkler Bulgarlardan üstündü. Nüfus bakımından ise Tuna vilayetinde Bulgarlarla Türkler arasında eşitlik vardı. Tuna vilayetinin altı sancağında 1 milyon 26 bin 25 Bulgar ve 1 milyon 148 bin 954 Bulgar olmayan nüfus yaşıyordu. Yani Tuna vilayetinde Bulgarlar azınlıktı. 1878’de Berlin Antlaşması’yla Doğu Rumeli Vilayeti haline getirilen ve 1885’te Bulgaristan’a katılan İslimye ve Filibe sancaklarında ise Bulgarlar daha da azınlıktaydı. “93 Harbinden” sonra bu topraklarda fakir ve cahil bir tabaka kaldı. Savaş esnasında ve savaştan sonra Türkler göçe zorlandı, evleri köyleri yakıldı talan edildi, evlerine Bulgar aile yerleştirildi, bağ bahçe, topraklar yeni sahiplerine verilirken, manevi ve kültürel yaşamın maddi dayanakları yok edildi. 1977 - 79 yıllarında Filibe sancağının Tatar Pazarcık kazasında ve yalnız kaza merkezinde 938 Türk evi, cami ve medrese yakıp yıkıldı. Savaştan önce sancak merkezi Filibe’de 80 cami, medrese ve okul vardı. 1879’da


Makale ve Analizler - 2017

75

ancak 5 adet kalmış, 75’i takılık yıkılmıştır. 11 medreseden hepsi yok edilmiştir. 18 Türk okulundan ancak 2 tanesi ayakta kalmıştır. Berlin Kongresi devam ederken, Tarnovo Kurucu Meclis toplantıları sırasında medrese ve okullara saldırılar devam etmiştir. İstanbul hükümeti olayı birçok nota ile protesto etmiştir. Osmanlı notalarına aldırmayan Bulgar makamları Sofya şehrindeki “Taş Mektep” adıyla bilinen vakıf okulunu 1880’de yıkmış, “Sakallı Ahmet Ağa Medresesini” ise yakmıştır. Türk komiserliğinin protestolarına rağmen, okul ve medrese binalarımızın Bulgarlar tarafından yıkılmasına devam olunması karşısında İstanbul hükümeti, bu defa Büyük Devletlere başvurmuştu. Çünkü Büyük Devletler Berlin Antlaşması’nın imzacısı ve bir tür garantörü durumundaydılar. Bu antlaşmanın V. maddesiyle de, Bulgaristan’daki Türklere azınlık hakları, milli kültür kurumlarını koruma hakkı tanınmıştı. Ama uygulanmasına imkân tanınmıyordu. 22 Aralık 1881 tarihinde Osmanlı’nın Bulgaristan’dan şikâyetleri Büyük Devletlere yeniden iletilmişti. Bu konuda o zamandan beri değişen bir şey yoktur. Bu protestolarla, büyük devletlerin Sofya Hükümeti nezdinde girişimlerde bulunup Türk mektep ve medreselerinin yıkımını durdurmaları isteniyordu. Ama gene de yıkımlar, aralıklı olarak yer devam etmiştir. 1877 - 1886 yılları arasında Bulgaristan’da Türk okul ve medrese binalarının yaklaşık 1.500 kadarı yıkılıp yakılmıştı. 1977 - 1886 yıllarını özetlediğimizde şu denilebilir: 1- Bu yıllar içersinde Bulgaristan Türkleri hemen hemen bütün hoca ve öğretmenlerini kaybetmişler, başsız kalmışlardır. Türk azınlık okulları için öğretmen bulmak, yetiştirmek işi asıl bundan sonra büyük bir sorun olacaktır. 2- Türk mektep ve medrese binalarının önemli bir bölümü yakılıp yakılmıştır. Bunların yerine yenilerini koymak kolay olmamıştır. 3- Bu dönemde Türklerin ekonomik üstünlükleri yok olmuş ve Türk halkı çok yoksul düşürülmüştür. Bu yüzden ayakta kalan Türk mektep ve medreselerini yaşatıp geliştirmek Türk toplumu için büyük bir yük olmuştur. 4- Türk vakıf malları geniş ölçüde yağma ve gasp edilmiştir. Yani Türk mektep ve medreseleri için gelir kaynakları son derece daraltılmıştır. Eğitim, öğretim, kültür ocaklarımıza bu büyük ilk darbe, biz toparlanıp dirildikçe yinelemiştir. Biz böyle bir temelden yükseldik. Ölüler de diriler de bizdendir.


76

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Sıra İran’da mı, Ermenistan’da mı?

Alptekin Cevherli-19.Nisan.2017

Referandum tartışmaları arasında önemli bir haber sessiz sedasız, gazetelerde küçük bir başlık ile yer aldı... “İran, Azerbaycan Ve Ermenistan Sınırından Mayınlar Temizleniyor” şeklinde üst başlıkta belirtilirken; alt başlıkta ise: “Avrupa Birliği’nin desteği ile ‘Türkiye’nin doğu sınırlarında mayınlar temizlenmeye başlandı. Temizlik 2 yıl sürecek” deniliyordu. Eee, ne varmış bunda diyenleriniz olabilir... O zaman haberin devamına da bir göz atmamız gerekir... 04 Nisan 2017 tarihli Milliyet gazetesinde geçen haberde ayrıntılarda şöyle deniliyor: (http://www.milliyet.com.tr/ermenistan-iran-azerbaycan-gundem2426362/) “Avrupa Birliği ile Türkiye’nin eş finansman sağladığı, BM Kalkınma Programı (UNDP) işbirliğinde yürütülen ‘Türkiye’nin doğu sınırlarında mayınların temizlenmesi ve sınır denetim kapasitesini arttırarak sosyo-ekonomik gelişimin sağlanması’projesi, Ağrı Dağı eteklerinde başladı. Projeye göre, 2 yıl içinde Ermenistan, İran, Azerbaycan sınırındaki mayınlar temizlenecek. Uluslararası Mayın Bilincini Geliştirme Günü nedeniyle, düzenlenen etkinliğe Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Salih Zeki Çolak’ın yerine 3’üncü Ordu Komutanı Orgeneral İsmail Hakkı Savaş, 9’uncu Kolordu Komutanı Tümgeneral Mehmet Özoğlu, Millî Savunma Bakanlığı ve BM’den yetkililer ve yerel yöneticiler katıldı. Iğdır’ın Aralık ilçesine bağlı Subaşı sınır karakolunda protokol, hazırlanan çadırda gözlemde bulunurken, eğitilmiş köpekler ve tarayıcılar aracılığı ile çalışmalar titiz bir şekilde sürdürüldü. Mayın temizleme işini Güney Afrika ülkesinden bir firma yürütecek. Firma yetkililerin verdiği bilgiye göre, Iğdır’da 2 yıl sürecek olan projede, 15 milyon metrekarelik Ermenistan, Azerbaycan ve İran sınırında 222 bin mayının bulunduğu 511 mayınlı alanın temizlenmesi hedefleniyor. Mayınların önce yeri tarayıcılar ve köpeklerle belirleniyor, ardından titiz bir şekilde temizleniyor. Çıkarılan mayınların kontrolü zırhlı araçlarla yapılıyor.” *** Hatırlarsanız bundan 4 - 5 yıl önce de ülkemizde mayın temizleme işi yine gündem olmuş ve 23 Mayıs 2013 tarihli Yeni Şafak gazetesinde konuyla ilgili


Makale ve Analizler - 2017

77

olarak Suriye sınırımızda gerçekleştirilecek mayın temizleme işleminden bahsedilmişti. (http://www.yenisafak.com/gundem/sira-mayinlara-geldi-523995) Mayınların temizlenmesi ardından Suriye’de patlak veren isyan ve iç savaş sonrası 4 milyonu aşkın Suriye vatandaşı mayınları temizlediğimiz sınır boyunca Türkiye’ye sığınmıştı. Tahir Alperen imzasıyla Yeni Şafak’ta bahse konu tarihte yayınlanan haberin alt başlığında “PKK’nın Türkiye’den çekilmesi tamamlanınca Hatay’dan Artvin’e kadar uzanan 2 bin 254 kilometrelik sınır hattındaki mayınlı arazilerin temizlenmesine başlanacak. Çalışma NATO İkmal ve Bakım Teşkilatı (NAMSA) tarafından denetlenecek” denilmekte ve ekte verdiğimiz harita yayınlanmaktaydı. Sonrası malûm, Suriye hallaç pamuğu gibi atıldı... İnsan acaba diyor; sıra İran’da mı, Ermenistan’da mı?...

Gerçek Durum

Evgeni Daynov-20.Nisan.2017

Tercüme: Raziye Çakır Konu: Bulgar okulları ulusal güvenlik için tehlike arz ediyor. Bulgarların serpilip açan Rus emperyalizmi konusunda neden doğru dürüst fikir sahibi olmadığını soruyorsunuz? Bu soruyu kendime sormuyorum, çünkü artık yanıtını biliyorum. Size de anlatayım. Sofya Üniversitesinde, yakına kadar liseli olan yeni öğrencilerimin dikkatini Ukrayna bunalımına kilitlemeye çalıştım. Örnekliyorum: “Bir grup Rus’un Sofya’da “Üniversiya’da” salonunda toplandığını ve Bulgaristan’daki baskı altında bulunan Rus ulusal azınlığı temsilcisi ilan ettiklerini ve Bulgarların zulmünden gerçekten korunmak için Putin’den asker göndermesini istediğini düşünün. Tepkiniz ne olurdu?”


78

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Yanıt beni şaşkına çevirdi: “Razı olmayız, fakat engel de olmayız...” Bir müddet nefeslendikten sonra yine soruyorum: “Kime engel olmayacaksınız?” Cevap: “Rus askerlerine engel olmayız...” “Bulgar topraklarına giren Rus askerlerine mi?...” diye ekliyorum. “Evet, onlara, onlar bizim kardeşlerimiz, geldiklerinde bize kötü bir şey yapacaklarını biliyoruz....” Grubun yarısı bu görüşte birleşti. İkinci yarısı razı olmasa da, gelen Rusların Bulgarlara iyi davranıp davranmayacağını tartışmaya açtı. Rusların hangi anlaşma ve yasalara göre Bulgaristan’a gelecekleri, herhangi sözleşmeyi çiğnedikleri, ülkeye girerken hangi yasaları ve anlaşmaları hiçe saydıklarını konu eden yok. Olayı değişik yönden ele alıyorum: “Razgrat bölgesinden, bir grup Türk’ün kendilerini Bulgar’dan korumak için Türk Ordusu’nu davet ettiğini ve Türk askerlerin bölgeye indiğini düşünün. Tepkiniz ne olur?” Cevap: “Bu olamaz!” “Neden?” diye sorduğumda aldığım cevap şu oldu: “Türkler bizi asırlarca esaret altında tutmuştur ve geldiklerinde bizi ezerler...” Size bunu siyaset bilim diliyle anlatayım. Örnek olarak sunduğum iki olayla ilgili söz alıp fikir beyan edenler, (hayali Rus saldırısı) ile razı olanlar ve bunu kabul etmeyenler olmak üzere hepsi, bağımlı, köle ruhlu kişiler olarak örnekleri tartıştı. Dıştan gelecek bir hakim gücün meşruluğundan söz edilmedi. Umutlarını, yeni egemenin (ilk örnekte Rusların) kendileriyle iyi geçineceğine bağladılar. Korkuları ise, yeni efendinin kendileriyle kötü davranacağından (Türk örneğinde) kaynaklanıyordu. Öğrencilerimden hiç biri, Avrupa vatandaşı olarak, dış ülkeden egemen bir gücün ülkemize gelip yerleşmesine engel olmayı düşünemedi. Günümüz Avrupa uygarlığında esas olanın üye ülkelerde dış egemen bir güç olmaması olduğuna akıl eden olmadı. Avrupa uygarlığının, yalnız egemenler ve boyunduruk altında bulunanlar olan, “Avrasya” uygarlığından farkını da göremediler. Öğrencilerimden hiçbirisi, egemenlikten, devletlerarası sözleşmelerden, ulusal devletten, (hayali de olsa dış ordunun davet edilmesi kurallarından), böyle bir dış gücün ülkemize girmesinin yasallığında vb söz açmadı. Endişe odağı olan, yenilerin iyi mi yoksa kötü mü olacaklarıydı. “Saldırganlara karşı vatan için savaşmayacak mısınız?” diye sordum. “Hayır. Çünkü Bulgaristan hiçbir konuda söz sahibi değil. Her şeyi düşünüp çözen büyük devletlerdir.” dediler. Fransa’dan şu örneği verdim.


Makale ve Analizler - 2017

79

1940 yılında Fransa’da durum şöyleydi: Ülkede hâkimiyet kuracak yeni güçlerle ben nasılsa anlaşırım hesaplarıyla, hiç kimse Alman ordularının ülkeyi işgal etmesine karşı durmuyordu. Yalnız bir avuç pilot-yazarla, birliklerinden birisinin genç astsubayı De Golle Alman istilasına baş kaldırdı. Pilot yazarlar şehit düştü, De Golle, Fransız hükümetince ölüm cezasına çarptırıldı. Ben o yıllarda Fransızların içini kemiren sorunun ne olduğunu bilmiyorum. Ne ki. Okul bitiren genç Bulgarların sorunlarını biliyorum. Onların yabancı dil bilmeleri, internet kullanmaları, “Batıyı” gidip görmüş olmaları, kendilerini Avrupalı gençlere benzeten çizgileridir. Bulgar gençlerin bilinç yapısı “Avrasya” tipidir. Onlar kendilerini devlet ve sosyal yapının temellerinde bulunan, hakları olan, özgür vatandaşlar olarak hissetmiyorlar. Bunun sebebi ise, onların kendilerini kendi başlarına herhangi bir şey yapıp başarı elde edebilecek serbest bireyler olarak duyulamamalarında gizlidir. Yani onlar kendilerini çözmeleri gereken tek sorun “Patronum adam çıkar mı?” sorusuna kilitlemiş, tamamen bağımlı bireyler olarak kabullenmişlerdir. Kısmetleri yaver giderse, yeni efendilerine verdiklerinden fazla ondan alacaklar, talihsizseler ise, onlardan gidecek ve kendileri için bir şeyler tırnaklayamayacaklar. Kuşkusuz, onlar, çaresizliklerine çözümü bir de devlet üzerinden çözmeye çalışıyorlar. Bulgaristan onların ruhları gibi küçüktür. Onlar gibi, Bulgaristan da çaresizdir. Bu nedenle, onlar gibi, Bulgaristan’ın da bağımsızlığını savunması imkânsızdır. Çünkü Bulgaristan’ın bağımsızlığı sorunu, kendi elinde değil, büyük güçlerin elindedir. Yani patron ne derse o olur! Bulgar okullarından çağdaş yurttaş çıkmadığı, okul bitirenler durumun kurbanı olduğu yıllardan beri biliniyor. Okuldan, ancak hizmet sunabilen köleler, hademeler çıkıyor. Başlı başına bir skandaldır bu. Yukarıdaki örneklerden çıkardığım tüyler ürperten sonuçlarla, Bulgar okullarının yalnızca gelecek nesilleri imha etmekle kalmayıp, okullar yani sorumlu merciler, ulusal güvenliğimiz için dolaysız tehlikesi de oluşturuyorlar. Bundan dolayı, çocuklar üzerinden oynanan oyunlar ulusal ihanettir. Her yılın Eylülünde üniversiteye gelen öğrencilere şu soruları sormaya devam ediyorum: İnsan hakları konusunda bir bilginiz var mı? İktidarda kuvvetler ayrışımı ne anlama gelir? Bulgar Anayasası üstüne bildiklerinizi anlatır mısınız? Avrupa Birliği; NATO nedir? Yasaların üstünlüğü ne anlama gelir? Vb. Her güç hep aynı cevabı alıyorum: “Bilgimiz yok.”


80

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Onlara bu dersler okunmuş, fakat hepsi bu bilgilerin “kitaplara ait olduğunu”, gerçek hayata onlara ihtiyaç olmadığını düşünmüşler. Gerçek hayatta, aslında, geçerli haklar, özgürlükler, anayasa, kanunlar, erk ayrımı yok gibi. Hayatta her şeyi çözen büyüklerdir. (İri oyuncular, kodamanlar, büyük paralar, büyük devletler.) Onlar dünkü öğrenciler ve sanki hiç bir şey onlara bağlı değildir. Onlar kendilerine emredileni yapıyorlar. Kısmetlerinde iyi yürekli bir patronla çalışmak olduğuna inanıyorlar. Bulgaristan da kendisine buyrulanı yapıyor ve istilacı Rusların gelmesi beklenen Türklerden daha iyi yürekli olmasına bel bağlıyor. Umut edenler... Bekleyenler... Kendilerini savunmaları fikri onlara tamamen yabancı ve anlaşılır gibi değil, aynısı muhtemel bir saldırı esnasında Bulgaristan’ın savunulması gerektiği gibi... Hiçbir kimse bir şeyler yapabilecek durumda değil. Her şey Büyüklerin elindedir. Ben öğrencilerime bu hususları anlatıp açıkladıktan sonra her defasında şu soruyu soruyorum: “Bayan öğretmenler bize üç denize yayılmış Bulgaristan tarihini anlattılar değil mi?” Hepsi birden “Eveeeet!” diye gururlu bir edayla cevap veriyorlar ve sanki bizim de bildiğimiz bazı şeyler var demek istiyorlar. “Şu üç denizi söyleyebilir misiniz?” diye devam ediyorum. Susuyorlar: Renklere göre bulmaya çalışırken “Kara, Ak ve Kızıl” diyorlar. Yıllardan beri üniversite hocasıyım ve bugüne kadar hiçbir öğrencim Hiç Bir Öğrencim şu üç denizin adını adam gibi söyleyemedi. Onların çok sevdiği şu üç deniz dersleri okullarda böyle öğretiliyorsa, diğer derslerle ilgili ne diyebilirim? Ve ansızın şu Avrupa’da “vatandaş toplumu” (sivil toplum) adıyla bilinenle ilgili bir şeyler sorayım mı acaba diye kendi kendime sayıklamaya koyuluyorum. Fakat sormalıyım. Çünkü okul eğitimimizde zorunlu bilinmesi gereken 260 husus var. Sivil toplumu neden öğrenmiyorlar. “Dünya ve toplum” gibi terimleri neden bilmiyorlar. Neden ilgisizler? Bu gerçeklerin öğretilmesi ve hayat kılavuzu olması için Bulgaristan’da eğitim reformu yapılıp her şey “baş aşağı” edilmelidir, yani şimdi baş olan, bundan böyle ayak olmalıdır. Bundan dolayı şimdiki okullarımızda “sivil toplum” cilası silinerek, üstün körü anlatılıyor.


Makale ve Analizler - 2017

81

Bulgaristan Eğitim Bakanlığına göre, okutulan derslerin hepsinde “sivil toplumdan” bir şeycikler var. Bu nedenle, okul bitiren öğrenciden beklenen şudur: (Bakanlık evraklarından alınmıştır) Avrupa Birliği, Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu vb gibi dünya ekonomik kurumları üstüne bilgi sahibi olmak; dünya ekonomisindeki çağdaş eğilimler üstüne sonuçlar çıkarabilmek...; toplumsal yaşam üstüne dünya dinlerinin etkisini anlatabilmek; iş yasaları ve istihdam gibi konularda iş yasalarının sosyal yönlerini açıklayabilmek; Bulgaristan’da seçme hakkı ve seçim sistemini tanımak; Küresel gelişimde Bulgaristan’ın yerini izah edebilmek..vb.vb. Öz haklarını savunma, toplum içinde beraberce var olma; kendi ülkende kendini ayakta tutma gibi hususlar çok basitleştirilerek, anlatanın kendisinin anlattıklarını anlamadığı aynı papağan gibi konuşma düzeyinde noktalanmıştır. Üstelik bu söylem, kişiden anlamasını beklenilmeyen şeyler üstünedir. Üç denizle ilgili olduğu gibi, yaranmak için zikredilen bilgiler. Okutulanların hepsi aslı olmayan şeyler, okutan ile okuyan birbirini aldatıyor... Öğrenci okuldan köle olarak çıkıyor. Kolektif veya tek başına bir şey yapmayan bir köle! Çünkü öğrenci için gerçeklik okul kitabından yazmayan bir şeydir. Gerçek olanı anlatan basın, radyo ve TV, sokak ve babaanne.. Önemli olan sana kol kanat açan birini bulmandır. Senden yararlanacak birini bulman... Sivil eğitimin “Bulgarlaştırılması”, yani eğitimin tehlikesiz bir duruma getirilmesi veya köle eğitimine engel olunmaması çalışmalarında, eğitim felsefesi çarpıtılmıştır. Öğretmenler Sendikası Başkanına göre, Bulgaristan’da sivil eğitim şudur: “Sivil eğitim yurttaşlık ve sosyal belleğin nesillerin deneyimlerini ve onların tarih bilincinin yeniden üretilmesini sağlamalıdır.” Çaresiz ürkek çocukları başına buyruk vatandaş durumuna yükselteceğimize, sivil eğitim düzeyini Üç Denizi olan Bulgaristan’a indirgiyoruz. Aynı konu üzerindeki tartışmalar şöyle devam ediyor: “Kişinin devlet karşısındaki yükümlülükleri ve onun devletten bağımlı durumu.” Yalan söylemiyorum. Bayan öğretmenlerin Başkanına göre, sivil okullardaki eğitim “Üç Denizi olan Bulgaristan” ve “(devletin kişiye karşı olan yükümlülükleri değil) kişinin devlet karşısındaki yükümlülüklerini bilmesine” indirgenmiştir. Okul kitapları üstüne yapılan analizlerden çıkan ortak sonuç şudur: öğrencilere hakları, özgürlükler ve kendi başlarına iş görmeleri öğretileceğine, onlar son hesapta “ulusal ruhun”, “ulusal özün”, “ulusal değerlerin”, “ulusal geleneklerin” vb türlü güvecine dolduruyorlar; Bu nedenledir ki, bu “ulusal ruhun” var olduğu ortam olan Vatan, başka bir devletin askeri tarafından istila edildiğinde, onu hep birlikte korumamız ve


82

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

kurtarmamız gerektiği bilincine varamıyorlar. Tam tersine, ilk akıllarına gelen, istilacıların kendilerini dayaktan geçirmeyeceği saçmalığıdır. Bağımsız vatandaş eğiteceğine, köle olmaya hazır nesil yetiştirmekse, ulusal ihanettir. Üstelik böyle bir durumda ilk ödevlerinin vatanın bağımsızlığı bilincinde olan gençler yetiştirmemek ise, Vatan Hainliğidir. Bulgar toplumunun Putin’in saldırganlığı karşısında uyuklamasının temel nedeni budur. Bulgarların beklentisinde, ama başımıza patlamadan, bu işleri geçiştirelim umududur. Çünkü eğer Putin Bulgarların kendilerini savunmayacağını bilmiş olsaydı, artık burada olurdu. Kaynak: dnevnik.bg

Boğazına Dursun!

Ertaş Çakır-20.Nisan.2017

Konu: Türk düşmanlığı sırtta taşınabilir bir yük müdür? Son seçimde Kırcaali ilinden 5 milletvekili çıktı. Meclisin ilk bileşiminde bunlarda 3’ü Hak ve Özgürlük Partisi, 1’i, GERB ve 1’i de BSP sıralarındaydı. Yıllarca bu oyların hepsi Türk partisinindi. HÖH’ün Kırcaali’den 5–6 milletvekili çıkaracağından kimse kuşkulanmıyordu. Bütünlüğümüzü, bundan 9 yıl önce, bölgemizden bağımsız aday çıkan merhum sanatçı Kadriye Latifova’nın oğlu, heykeltıraş Vejdi Raşidov bozdu. Milletvekili seçilince GERB partisine geçti. Kültür bakanı oldu. İnsanlarımız, Hak ve özgürlüklerimizi, demokratik haklarımızı, özgün kültürel edinimlerimizi savunacak ve gelişmesine, halka inebilmesine el uzatacak bir Türkün Bakan yetişmesi için, 1 yaşına kadar Türk anadan süt emenin yeterli olmadığını anlayıncaya kadar 7 - 8 sene geçti. Raşidov, 2 defa Kültür Bakanı koltuğuna oturdu ama Bulgaristanlı Türklerin kültürü, sanatı ve edebiyatı için parmağını bile oynatmadı. Şimdi Kırcaali’de herkes Raşidov gibi 7 Türk Bakan gelse, gene hiç bir şey olmaz. Bir sene ana süttü emen ama 50 sene başkası tarafından yedirilip içirilen bir kişiden, bize fayda gelmez fikrinde ve inancında buluştular. Fakat bir defa kendi kendine ihanet eden seçmenimiz, sandık başında ihanet bayrağı öpmeye alıştı. Bu defa daha da parçalandık, ne ki, iki arada bir derede GERB’li


Makale ve Analizler - 2017

83

Bayan Karayançava’nın mavi gözlerine mi bayıldık ne olduysa işte, onu yine meclise gönderdik. Oysa o, yıllar yılı Kırcaali Türk köylerinde 5 - 10 oy için avuç açıp dil döktü. GERB milletvekilliğine ikinci kez seçildi. Azı kulaklarında. Türk cephesinde kimsenin yapamadığını ben yaptım havalarında. 44. mecliste başkan yardımcılığına getirildi. Ardımdan içini döktü. İncilerini ortaya şöyle saçtı: “Hak ve Özgürlükler Hareketi’nden (DPS) destek aramayacağız. Bize yardım eli uzatsalar bile kabul etmeyeceğiz. Perde ardında varılmış sözleşmeler yoktur ve olamaz. Fakat DPS milletvekillerinin mecliste hükümet siyasetine oy vermesini de hiçbir kimse yasaklayamaz ve onları engelleyemez. Tekrar ediyorum DPS ile koalisyon kurma, onlardan destek arama, yardım isteme söz konusu olamaz!” Türkçemizde bu siyasetin adı: “Düş ağzıma ham hum yeğimdir.” DPS sosyalist partiye yıllar yılı “koltuk değneği” oldu. GERB’e ve faşist ırkçılara “yem” olmayı kabul edeceğini sanmıyoruz. Şunu da unutmayalım ki, Genel Başkan Lütfi Mestan’ın DPS Genel Başkanı olduğu dönemde, Adalet Reformunun suya düşürülmesi gibi, can alıcı konularda, benzer küstahlıkta bulunmuş, hatta sözde “Ermeni Soykırımı” belgesini de usulca o imzalamıştı. Meclis Başkan Yardımcılığına atanmasını, Türkler bölgelerindeki çalışmalarına “ödül olarak” değerlendiren Bayan Karayançeva şöyle dedi: “Bu meclis, hükümetin yerine getireceği siyasetler için çalışacaktır. Hedefimiz 43. meclis çalışmalarımızı sürdürmek ve öncelikle seçim yasasını tamamlamaktır. Güya “Birleşik Yurtseverler” ile imzaladığımız sözleşmeyi yüzde yüz yerine getireceğiz.” Halkın faşistler olarak nitelendirdiği güçlerle ortaklık kuran GERB patisi, “Bulgaristan’ın menfaatleri adına ödün vermiştir” dedi. Sözde “yurtseverlerle” kendilerini yakınlaştıran ve birleştiren sloganın “Bulgaristan her şeyin üstündedir!” şiarı olduğunu vurgularken, o kendisinin faşist kökenli ve ruhlu olduğunu ve Türk düşmanlığıyla zehirlenmiş bir siyasetçi bilincinde olduğunu itiraf etmedi. Unutulmasın, Kuru Çeşme, çakış yol, muhtarlık damlalarının tutulması ya da sürekli aldatılmayı uyuz kaşıması gibi rahatlatıcı kabul edip, boş boş şeylere Türklüğümüzü ve vatanımızı feda edemeyiz. Bayan Karayançeva gibileri, biz Türklerden 1984 - 1989 yılları arasında işledikleri suçları, zulmü başlamamızı, seçme ve seçilme haklarımızdan vazgeçmemizi, T.C.’de yaşayan soydaşlarımızın ise Bulgaristan’ı unutmasını ve kendilerine yine köle olmamızı bekliyorlar.


84

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Doğu Güney Rodopların yakına kadar en şirin köylerinden Eğri Dere (Ardino) belediyesinin Dedeler’de (Dyadovtsi) tek başına yaşayan ve çoktan rahmete kavuşan bir Türk vatandaşa adanmış Bulgar bir şair Bayan Didi Hristova’nın kaleme aldığı bir şiirde bugünkü gerçek durum şöyle dile gelir: Bulgaristan’da yaşlı bir amca Ömür boyu üst üste koyduklarımı Son taşa kadar alıp gittiler, be adam! Birer birer diktiğim fidanları Dün akşam köklediler, be adam! Elimde bağrı açık bir avlu kaldı Bir de kazağa çakılmış hayatım, be adam! Benim gibi ağzı dişsiz it de, Ölüm habercisi, ulur, be adam! En kötü olanı artık gördüm Kalan, kendi kapanan iki göz, be adam! Acı kaynatmaya doğmuş ruhum Canım size feda, boğazınıza dursun, be adam! Helâlım olsun size dibi delik ceplerim, Hep nadas avlum, bağım bahçem, be adam! Bana çok gördüğün, şu ilk çukur cennet, Göz koyduklarının hepsi, boğazına dursun, be adam! Ne yazık ki, Bayan Karayançeva durumu böyle görmüyor, görmek istemiyor, hatta bu durumumuza seviniyor. Ah şunu hepimiz anlayabilsek! *** 44. halk meclisinde Sosyalist Parti BSP adına Başkan Yardımcısı seçilen milletvekili Valeri Jablyanov ise, ilk demecinde “ulusal güvenlik” ve “dış devletlerin Bulgar parlamentosunun İçişlerine karışmasına yol vermeme” konusuna döndü ve şöyle dedi: “Biz hepimiz, Türkiye Bakanlarının, Türkiye Büyük Elçisinin bir siyasi parti lehinde seçim kampanyamıza katıldığını, seçim sonuçlarını değiştirmek için örgütlü bir denemede bulunulduğunu gördük, buna yol veremeyiz.”


Makale ve Analizler - 2017

85

“BSP Başkanı Korneliya Ninova’nın vurguladığı ‘paralel devler’ bizim etrafımızda gördüklerimizin tümüdür, yasalarımız dışında etki gösterebilen tüm etkenlerdir, geçen hafta Plovdiv yolda gazeteci aracını durdurup, içindekilere dayak atan yapıdır.” Diyen Jablyanov şöyle konuştu: “Bulgaristan’da Paralel devlet bir kronik rüşvet ve zorlama ortamında bina ediliyor. BSP olarak biz Bulgaristan seçmenlerine paralel devleti sökmeye başlamayı önerdik, ne yazık ki destek bulamadık!” Bu ifadelerden sonra, Bulgaristan’da devlet ve kooperatif mallarını özelleştirmeden ve toplumsal yaşamın liberalleştirilmesinden işe yarayan hiçbir şey elde edilmemiştir. Dedi. Meclis Başkan Yardımcısı Jablyanov, yargı sistemindeki atamalarla, “devletten mal mülkün aşırıldığını” belirtirken, bu işlerin “oligarşi” tarafından gerçekleştirildiğini vurguladı. *** BSP milletvekili, bu talanlamanın, demokrasi duvarı ardına gizlenen dünya mali oligarşisi tarafından yapıldığını söyledi. Bu arada, 44. halk meclisinde ilk çelişkiler patlamaya başladı. Hak ve Özgürlükler Partisi (DPS) Burgaz ili milletvekili listesinde 9 numara olan ve 3 bin 366 tercihli oyla parti listesinin başına geçen ve milletvekili adayı Durhan Mustafa’nın yerine mecliste sandalye kapan Angel İsaev, partiden ve DPS meclis gurubundan ihraç edildi. Böylece DPS meclis grubu 25 kişi kaldı. Sofya parlamentosunda birinci bağımsız vekil belirdi. BGSAM grubu sizleri tüm gelişmeler üstüne devamlı bilgilendirecektir.

Hayatın İçinden

Levent Rasim-20.Nisan.2017

Konu: Hayat mevsimlerden yavaş değişiyor. İyiler kötüler kadar cesurlarsa, o zaman bu dünya değişir. Deliorman’ı anlatmak kolay Türk diyarında yaşamak zevkli Tadını bilene hayatın ne güzeli


86

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) Baharla açar güllerin yeni renkleri Son günlerde, rota şaşırdı karlı rüzgâr Küsme doğaya, insan anasına küser mi? Deliormanlı çalışkan, yener her kaprisi. Bahara kendinden geçercesine sevdalı. 26 Mart seçimleri yorum ateşinden inmedi henüz. Kaldırıp bindiriyoruz ince ince fırsat buldukça. Hepimiz çok parçalandık, çok savrulduk dedikçe Taşıma suyla değirmen dönmez! Diz dövüyoruz. Hasta ve takatsiz bir siyasi dümene girdik Meclisin ve tüm sürecin bacakları titrek Türkleri devletten ötelemeye hep çalışacak Adam arıyor kendine mezar kazdıracak. Bu yıl da sert ve ağır baskılar altında ezildik. Türk düşmanı, insan düşmanı, Avrupa düşmanı Birleştiler bize karşı! Geliyorlar boş kursakları Yok olacaklar biliyoruz. Budur son şansları. Bundan 30 yıl önce Deliormanlı İdris şöyle anlatmıştı aynı olayları: Düşman kesilmişlerdi Türk kültürüne Yasak kondu geleneğin her türüne Türk adlarını kullanmak yasak’ “Yabancı dilde konuşmak” yasak! Türkçe türkü söylemek yasak Türkçe gönül eylemek yasak Türkü her adımda bekliyordu tuzak...

her şeye rağmen, şairlerimizden İsa Cebeci hep dile getirir Deliorman özlemini: Bir kuş olup konsam yeşil alanlara Öpsem, koksam fidanlarla çiçekleri


Makale ve Analizler - 2017

87

Dostça selam versem orada kalanlara Yıldızlar yağdırsa ateş böcekleri Şair Ali Işık Deliorman özlemini şöyle dile getirdi: Suyun akıp gider toplanır göle Can verir çimene, çiçeğe, güle İçenler hep şükreder güle güle Deliorman’ın Kıdırşık Çeşmesi Vatan sevgisi paylaşılmaz. Hasret duymakla, iyilikle, güzellikle başkasına asla yaranamazsınız. Bağışlanması gerekeni de asla alamazsınız. Çok çektik çok gördük. Görülen sonsuz bir boğuşmadır bizim ki. Çok yumruk yedik. Balyoz inecek yakın. Ve yöresel şairlerimizden Niyazi Mamak, bu hafta, yağışlardan yağmur ve kar arasında, üzülürken ıslanan ve üşüyen çiçeklere Deliorman baharını şöyle anlatmış: İlkbaharda Deliorman Şu ilkbahar gelmeye görsün bizim Deliorman’a Güldürür yüzleri hemen, belirir sevinçlerin başı Göllerde kurbağa sesleri, leylek sürüsü bir yanda Unutturur bir anda zoraki geçirdiğimiz kara kışı Seher vakti yayılır etrafa çeşitli öten kuş sesleri Bir uyanış başlar doğada hasretlik giderircesine Merhume Kadriye’nin plağını salar komşunun biri Nostalji canlanır hislerde döndürür yıllar öncesine Deliorman baharı diğer yörelerinkine benzemez Şırıl şırıl akan derelerin etrafında taptaze canlılık Bereketli toprakları çalışana neler neler vaat etmez Çiftçinin bahtı güler, havasında büyüleyici ılıklık


88

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bahçelerde meyve ağaçları çiçekli tepeye kadar Şairlere ilham verir, şiirler yazarlar mevsime kokan Gecesinde gündüzünde inanılmaz sihirlilik var Her göreni mest eder baharda şu bizim Deliorman. 18 Nisan 2017 Biz iyiliklerin kötülüklerden daha cesur olduğuna inanıyoruz. Her yıl Deliorman’a baharın geldiği gibi özgürlük çelenkli refah ve mutluluğun baharlardan birinde bize geleceğine umutluyuz. Yakındır. O günü beraber kutlayalım!

Hayal Satıyorlar

Rafet Ulutürk-21.Nisan.2017

Bulgaristan’da yapılan erken seçim ve Bulgaristan Türkleri Yaklaşık bir ay önce Bulgaristan’da yapılan erken genel seçimlerden ciddi bir sonuç çıkmadı. Eskiden 8 partili olan, fakat çalışmayan meclise, şimdi 5 siyasi parti girdi. Seçimin hedefinde, ülkesi siyasi bunalımdan ve halk meclisini düştüğü felç durumdan kurtarmak, Kasım 2016’da istifa eden 2. GERB hükümetinin yerine, çalışabilir bir kabine kurmaktı. 2008’den beri Sofya parlamentosunda birinci parti olan GERB, bu seçimde yine birinci oldu fakat salt çoğunluk sağlayamadı. Hükümet kurmak için milliyetçi-ırkçı siyaset çizgisindeki sözde “Birleşik Yurtseverleri” koalisyon kabinesi için yanına çekmek zorunda kaldı. Sözde “Birleşik Yurtseverler” aşırı uçların üç partili bir birleşimidir. Aşırı sol ırkçı bayraklı “Ataka”; Moskova’nın 100 yıldan beri arkasında durduğu ve aşırı sol uçtan aşırı sağ ırkçı milliyetçiliğe kaymayı siyaset gereği bilen VMRO ile kökleri III. Boris’in faşist diktatörlüğüne uzanan Türk-Müslüman düşmanlığında kaşarlanmış aşırı sağcı, faşist ruhlu güya “Bulgaristan’ı Kurtarmak İçin Milli Cephe” bu seçimde ilk kez bir listede topladı. Aldıkları oy oranı % 9 civarındadır. 27 milletvekili çıkardılar. Seçime üç ayrı parti olarak girselerdi, hiç biri barajı geçemez ve toptan meclisin kapısı dışında kalacaklardı.


Makale ve Analizler - 2017

89

Onlar artık başlayan koalisyon hükümeti görüşmelerinde, 2. GERB hükümetinde 5 bakanı olan “Reformcu Blok” ortaklığı yerine oturdular. Reformcular son seçimde parçalandı. 2 - 3 aylık ömrü olan “Evet Bulgaristan”, “Yeni Cumhuriyet” ve “Bulgaristan vatandaşları” gibi partiler % 4 barajı aşamadı. Üçü de orta sağ seçmenden oy istedi. 300 bin seçmenle birlikte meclisin dışında kaldı. İkinci GERB hükümeti ile “koalisyon sözleşmesi” olmadan ortaklık eden, fakat hükümeti özellikle Bulgaristanlı Müslüman Türkler aleyhinde, onların insan haklarını, seçim hakkını, dini hak ve özgürlüklerini daha da kısıtlayarak yasaklayan bazı yasaların meclisten geçirilmesi bedeli olarak destekleyen sözde “Birleşik Yurtseverler” yeni dönemde fiyat arttırıyor, hindi gibi şişmişler böbürleniyorlar. Düne kadar esamesi okunmayan bu güç, bugün artık milletvekili sayısı bakımından 3. parti oldu. Üçüncü GERB hükümetinde koalisyon ortaklığı pazarlıkları masasında yer aldı. Ülkenin olağanüstü ağır durumu, ekonomik durgunluk, işsizlik, geçim sıkıntısı, yoksulluk ve sefillik, 3 milyon yurttaşın iş için yurt dışına çıkması iç siyaseti kilitlemiş durumdadır. Dış siyasette ise, Türkiye’den Bulgaristan’a “akacak” sığınmacı selinin ülkeyi felç edeceğini ve Yakın-Doğu Savaşından sonra Türkiye’nin Bulgaristan’ın bir bölümünü istila edeceği yaygarası kopararak siyaset yapıyorlar. Rüyalarındaki korku, “Büyük Türkiye” kurulacağı, AK Partinin seçim zaferi, ufuktaki güçlü Erdoğan Başkanlığı, öte yandan da Batı Balkanlarda “Büyük Arnavutluk” devleti kurulması gibi korkularla Avrupa’daki genel bunalım ve AB içindeki çaresizlik ve parçalanıp dağılma tehlikesi, Bulgaristan’da siyaseti fiilen paralize etmiş durumdadır. Sofya’da toplanan koalisyon hükümeti masasında yer kapan güya “Birleşik Yurtsever” milliyetçiler 1944’ten beri ilk kez olmak üzere, bakan koltuğuna oturma ve fırsat buldukça üçüncü kez Başbakan olması beklenen Boyko Borisov’un boğazına sarılıp boğana kadar sıkma hesapları içindedirler. Bunun en parlak belirtisini, 26 Mart erken seçiminden sonra “Birleşik Cephe” Başkanı Valeri Simyonov’un “Borisov’suz hükümet istiyoruz” sloganında görebildik. Ne pahasına olursa olsun ele geçirmek istedikleri bakanlık Savunma Bakanlığıdır. Bulgar Ordusunun ulusal güvenliği sağlayacak kapasiteye sahip olmadığı gündem oluşturmaya başladı. Cumhurbaşkanı sıfatıyla Baş Komutan görevini de üstlenmiş bulunan General Rumen Radev’le ortak dil konuşan “Yurtsever Cephe” niyetlerini gizlemiyor. Türkiye sınırına daha büyük askeri güç yığmayı, sığınmacı akımına karşı klasik ve modern silahlarla, ayrıca foton silahıyla donatılmış üç şeritli kuşatma bölgesi yeterli değilmiş gibi, İstanbul’a erişebilecek kapasitede orta menzili füze silahları üstlendirmeyi hayal ediyor.


90

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu arada Bulgar ırkçı ve milliyetçi güçlerinin ve sözde Türk Partisi HÖH ile birlikte Türkiye Cumhuriyeti Başkanlık sistemine ve Türkiye’de demokrasinin yeni bir boyuta yükselmesine karşı oldukları seçim öncesi kendilerini gösterdiler. Ayrıca şimdi de Türkiye’de 16 Nisan halk oylaması sonuçlarının tanınmaması için çalıştıkları da dikkatimizden kaçmıyor. Mesela, Bulgar ırkçı milletvekillerinden AB milletvekili Angel Cambazki bu çalışmaların başını çekiyor. Bulgar medyasında da çok aktif olan bu azgın ırkçı, 2015 ve 2016 yıllarında Avrupa Birliği Gelen Kurul kürsüsünden Türkiye’ye, Türkiye Cumhuriyeti Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’a, Türkiye’nin iç ve dış siyasetine, Türkiye’nin AB’ye üye olmasına karşı, Türkiye ile AB arasındaki üyelik görüşmelerinin kesilmesi için, Türkiye-Bulgaristan sınırına Avrupa Birliği ülkeleri askeri gücü yığılması için vb. 200’den fazla konuşma yapmıştır. 22 Mart 2017 tarihinden 3 gün önce Bulgaristan’ın Türkiye ile sınır kapılarına yüzlerce milliyetçi yığanlardan biri olan Cambazki, oyunu kullanmak için vatanına gelen seçmenlerimizi otobüslerden indirip tartaklayanlardan biridir. Ne yazık ki, bu olay “demokratik” Avrupa’da deprem yaratmamıştır. Bu olaylara hala seyirci kalan Bulgar Başsavcılığı, Cumhurbaşkanlığı ve Geçici Seçim Hükümetinin susmasından güç alarak, iğrenç olayları ört bas etmeyi ve zaman aşımına uğratmayı yeğliyorlar. Son günlerde TV stüdyolarından çıkmayan bu Bulgar ırkçısı ve AB siyasetçisi “Erdoğan Türkiye’si 1912 sınırlar hattını tanımayarak, yeni Osmanlıcı siyasetle bizi gölgeleyecek” diyor. Ona göre, “Türkiye’nin Avrupa Birliği ile birleşme yolu kesilmiştir.” Irkçılar, “2017’de elde ettikleri en büyük başları olarak “DOST Birliği” siyasi ortaklığını Türkiye’de seçim sandıkları başında hezimete uğratabilmelerini gösterirken, meclisin açıldığı ilk günlerde Hak ve Özgürlükler Partisi’nden 2 milletvekilinin meclis grubundan ayrılması haberini ağızları kulaklarında anlattılar. Onlar siyasi olarak aramızda fark gözetmiyorlar. Önemle belirtilmesi gereken bir başka konu ise, Bulgar aşırı milliyetçilerinin ve sözde Türk partisi ile birlikte Mart ve Nisan aylarında Türkiye’deki referandumla ilgili göçmenlerimiz arasında olduğu gibi Avrupa ülkelerindeki seçmenler arasında da “hayır” oyu kullanılması için yoğun çalıştıklarını itiraf etmeleri oldu. Bu planların gerçekleştirilmesinde “koruduğumuz Avrupa’nın dış sınırıdır, yardım edin, para verin, silah gönderin” yaygarası aldı başını gidiyor. Sınıra tel örgü germek için Brüksel’den 168 milyon Euro kopartan 2. Borisov hükümeti, şimdiki daha sıkı yeni ortaklarıyla bu işe devam ederse, tel örgünün 3 metreden 5 metreye çıkartılması gibi kurgular da yeni hükümet programına girebilir.


Makale ve Analizler - 2017

91

Yeni hükümetin kurulmasına en büyük engeller ise, yine güya yurtseverlerin, seçim kampanyası sırasında meydan mitinglerinde ve yaptıkları gizli görüşmelerde hayal satmalarıdır. Onlar oyları 1000 leva asgari emekli maaşı, 1000 Euro asgari ücret, elektrik, su, kalorifer, doğal gaz fiyatını azaltma, kartelleri ve rüşvetin kökünü kazıma vaatleriyle aldılar. Hayal sattılar. Daha yeni hükümet kurulmadan yakıt fiyatına % 30 zam geldi. Karteller ülkenin kanını emmeye hız verdi. 1000 leva dedikleri en düşük emeklilikle, ilk aşamada 160’tan 180’e yani 20 leva ve ikinci aşamada da 180’den 200 levaya zam yapabileceklerini açıklarken yüzleri bile kızarmadı. Halk yeniden aldatıldığını hemen anladı da... Bu arada hükümet programı ve kabine temas ve görüşmeleri gergin bir ortamda sürüyor. Aşılması zor en çetin sorunun 6 Kasım 2016’da yapılan halk oylamasında, seçmenin seçim usulü kanununda değişikler yapılması talebine takılıyor. Seçmen parti listelerine göre seçim yapılmasına son verilmesini isterken, majoriter (seçmenin kendi gösterdiği milletvekilleri arasından en fazla oy alan seçilir) sistemine geçilmesini, partilere oy başı ödenen 11 levanın 1 levaya indirilmesini ve Bulgaristan yurttaşlarının hepsinin, nerede ikamet ederlerse etsinler seçimlere katılmalarının zorunlu olmasını istedi. GERB partisi bu isteklere uymayı kabul ederken, güya “Birleşik Yurtseverler” majoriter sisteme kesinlikle karşı çıkıyorlar, partilere ödenen paranın 1 levaya indirilmesini kabul etmiyorlar ve Türkiye gibi Avrupa Birliği ülkelerinde sandıkların yalnız Konsolosluk ve Ticaret temsilciliklerinde açılmasını istiyorlar. Öte yandan artık iki taraf “koalisyon sözleşmesi” taslağını hazırladı. Ayrıntılar gizli tutulmaya devam ediyor. Son günlerde, hele de iki buçuk milyon seçmeninin katıldığı 6 Kasım 2016 Hak Oylaması sonuçlarının halk meclisinde onaylanması için Slavi Trifonov Girişim Komitesi’ne karşı güya “Yurtsever Cephe” Başkanı V. Simyonov tarafından şiddetli medya saldırıları aldı yürüdü. 2014 yılında 11 milletvekili ile meclise giren ve halkın sosyal çıkarları ve emekli maaşlarının yükseltilmesi için ciddi bir mücadele veren gazeteci, Demokratik Birlik Partisi lideri Nikolay Barekov’u mahkemeye veren ve 8 bin leva cezaya çarptıran ve ardından partisini dağıtan ve bu defa meclise girmesine kesin engel olan faşistlerin başı Simyonov, bir gazeteyi de 30 bin leva cezaya çarptırıp kapatmıştı. Şimdi de halk oylaması sonuçları mecliste onaylanarak demokrasi ufkunun açılmasını, Slavi Trifanov’u mahke-


92

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

meye vererek, TV programını yasaklatarak ve başka yasa dışı yollarla baskılarını her gün biraz daha tırmandırıyor. Avrupa Konseyi’nin “faşist” olarak nitelendirdiği bu aşırı sağ güçler, parçalanmış olsalar asla meclise giremeyeceklerini iyi bildikleri için birbirlerine iyice sarılmışlar ve hükümet ortaklığı olanaklarıyla Bulgaristan-Türkiye sınır boyuna çöreklenerek, o bölgeye yöneltilen bütün AB ve devlet imkân ve yatırımlarını sömürmek istiyorlar. Örneğin, “Dede Ağaç” sınır kapısının karşısındaki Malko Tırnovo kasabasına otel, motel ve lokantalar kurarak, ordulu, polis ve sınır görevlilerine devlet ödemeli hizmet sunan bu milliyetçi güçler, bölgedeki gelir kaynaklarını arttırmak istiyorlar. Brüksel’de AB Güney Doğu sınırını güçlendirmek için ödenek istemelerinin nedeni açıktır. Öte yandan, sığınmacılar konusunda Türkiye Cumhuriyeti makamlarına demediklerini bırakmazken, sınırı kaçak geçenleri yakalayıp soyuyor ve sonra da kamyonlara doldurup akıllarına geleni söyleyebiliyorlar. İki defadır 26 sığınmacı doldurulmuş yük kamyonu yakalansa bile ilgili güçlerde hareketlenme izlenmedi. 44.mecliste Bulgaristan Müslüman Türklerinin tek temsilcisi olarak yer alan Hak ve Özgürlükler Partisi (DPS) grubundan Meclis Başkan Yardımcılığına seçilen Doktor Nigar Cafer, basına yaptığı açıklamada “DPS partisi aşırı milliyetçilerin katıldığı bir kabineyi desteklemeyecek” dedi ve şöyle konuştu: “44. mecliste, DPS ancak kendi programına yakın olan önerilere destek verecektir.” “DPS milletvekillerinin aşırı sağcı güçlerin katıldığı bir hükümetin programını desteklemeleri beklenemez.” diyen Dr. Cafer şöyle devam etti: “Bu hükümet değerler temeline dayanmayan bir kabinedir. Bu, bazı insanları bir araya getirerek, çoğunluk oluşturan bir toplamdır. Bugün Avrupa’nın milliyetçi ve popülist gruplaşmalara karşı olduğunu kesin açıkladığı bir ortamda, Bulgaristan, hele de Avrupa Birliği Konsey toplantılarına ev sahipliği yapacağı bir dönemde, milliyetçi partiler tarafından desteklenen bir ortaklık hükümetine doğru gidiyoruz. Bu gidiş bizim anlayışımıza terstir.” Meclis Başkan Yardımcısı Dr N. Jafer, “Hak ve Özgürlük Hareketinin 44. meclisindeki önceliklerinin fakirlik ve nüfus sorunları, ülkede küçük ve orta halli faaliyetleri destekleme, sağlık sektöründe reformlar ve herkesin kaliteli eğitim almasına olanak yaratmak olduğunu” vurguladı. Son seçimde Hak ve Özgürlükler Partisi’nin 175 binden fazla oy kaybetmesi, milletvekillerinin de 12 azalarak 26’ya düşmesi, aşırı ve sağ ve GERB


Makale ve Analizler - 2017

93

partisinin acımasız ötekileştirme siyasetiyle boğuşma, Bulgaristanlı Müslüman Türklere 1990’dan beri en büyük darbeyi vurdu. Partiden ayrılan oyların, kendini onlara abone olmuş havasına giren “DOST Birliği” partisine gideceğine 120 binden fazlasının GERB’e kayması siyasi dengeleri bozdu. Bu konuyu analiz edenlerden biri olan sosyolog Andrey Rayçev şu yorumu yayınladı: “DPS partisi DOST partisini parlamento kapısından içeri bırakmadı. Seçim sonuçlarında görüldüğü üzere, Mestan ile Dal Türkiye’de daha fazla oy aldılar. Bu, yalnız Türkiye siyaset adamlarının kandırma çalışmalarından elde edilen bir sonuç mudur? “DOST Birliği” halk meclisine girmiş olsaydı ne olacaktı? “Yapılan yalnız kandırma işi değil, örgüt işidir. Türkiye devleti DOST’a mükemmel bir şekilde yardım ediyor. Bulgar tarihinde benzer bir olaya daha önce rastlanmamıştır. Türkiye Büyükelçiliğinden, her zaman öğütlerde bulunuldu, birkaç leva verildi. Bizde de bir örgüt kurulmuştu. Türkiye Makedonya’ya bir Türkiye yanlısı parti monte edebildi. Bizim için önemliden daha önemli olan böyle bir gelişmeye yol verilmemesidir. Bu defa başarılı olamadılar, çünkü DOST 40 - 50 bin oy çıkıştıramadı. Üstelik sınırdaki mukavemetimiz ve Türkiye’deki sandıkların başında yeni usul dayatmasaydık bunu başaramayacaktık. “Bu işlerde Hak ve Özgürlükler Partisinin (DPS) rolüne gelince, herkes DPS bu defa DOST partisiyle başa çıktı, diyor. Başa çıktığı falan yok, çünkü Türkiye’de Mestan iki defa daha fazla oy aldı, daha önceki seçimlerde durum farklıydı. Mestan DPS partisine önemli bir darbe indirebildi. Biz bundan böyle Ahmet Doğan’ı iki devletle de mücadele etmeye zorlarsak, o bu davayı yüzde yüz kaybedecektir. O bir devletle başa çıkamıyor, ikisiyle de nasıl savaşsın? Bir özel kişi bunu yapamaz. Bu durum, Bulgar politikacılarından daha zeki davranmalarını gerektirecektir. Doğrudan doğruya DPS partisine güç akıtmamızı gerektirecektir. Bunu yapabilmek için de akıl ile çalışmaları gerekecektir veya başarı için çalışmak gerekir, çünkü DOST partisinden tüm hareketler başarmamak üzereydi sanki. Fakat etrafta hiç bir ses yok. Bizim siyasetçilerimiz kendi seçmenlerinden korkuyorlar. Bulgar seçmenler radikal görüşlü olduğundan Ahmet Doğan’ın adını işitmek bile istemiyor. Bu Bulgarların çok kaba bir yanlışı olsa da, durum böyle ve yapılacak bir şey yok... Seçimlerin yapıldığı gece, TV ekranında demeç verirken, biz kendi aptallığımızdan ölecek olan ilk milletiz, dedim.” diye sözünü bitirdi.


94

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Sayayı Sarın Kurtlar...

Şakir Arslantaş-23.Nisan.2017

Konu: İyi ve kötüyü seçemeyecek duruma getirilen toplum. Büyük Türkiye’yi görmekte gecikme ve hemen kucakla... Bulgaristan’da siyaset yeni bir iklime devriliyor. Kendilerine, Avrupa Birliği Konseyi gibi, halkımızın da “faşistler” dediği kurtlar, kışı neredeyse atlattık diye sevinirken, sayalarımıza yeni saldırılara geçti. Kendi durumunu görmekte zorlanan Bulgaristan, AB içinde Romanya, Yunanistan, Bulgaristan strateji üstü bağlaşıklığı, Balkanlarda ana siyasi güç, T.C.’nin eski kıta yolunu kesme gibi vb hayallerle yatıp kalkıyor. Bir Deliorman - Dobruca evladı olduğumdan kurt ulumalarına, kışın kasıp kavurduğu, kar tanelerinin yüzümüze kurşun gibi vurduğu günlerde, kurt sürülerinin fırtınayla yarıştığı ufuk hep gözlerimin önündedir. Kurt sürüsü dendiğinde, donmuş Tuna’dan bize akın eden, aç ve fena bakışlı bu hayvanların, yalnız hayvanlara değil, insanlara da amansızca saldırışını hatırlıyorum. Kurtlar avcı sohbetlerine konu olurdu. Sürü başı özelliklerine işaret edilirdi. Sürü başı vurulmadan birbirinden cesaret alan bu saldırgan itlerin dağılmadığı bilinirdi. “Fakti.bg” yayınında Eğiri Dere (Ardino) Belediyesine bağlı Sinçets köyünde Mücdat Saliibrahim Mustafa’nın koyun ve ineklerine kurt sürüsü saldırdığı, yedi koyun boğulduğu ve iki dana yaralandığı haberini okudum. Bölge insanının tek geçimi hayvancılıktır. Gazeteler “Lütfi Mestan avcıyı bekliyorlar” yazmadı. Yaralarını yalayan Mestan için, “kurtları tilkileri unuttu, tüfeğini yağlayıp asmış” diyorlar. İnsanoğlunun yaban kurtlarla (ki kurtların evcili olmaz) uzlaşması imkânsızdır. Bulgaristan siyasetinde meclise yeni giren siyasiler arasında uzlaşma, ılımlı ve güvenli bir ortamda el ele verip çalışma halen olanak dışıdır. Halktan, seçmenden tamamen kopan, devleti baba çiftliği sanan seçkin siyaset adamları, birbirlerine kazık atmaya, birbirini kazağa bağlamaya çalışıyorlar. Hele, iktidar sevdalısı güya “Birleşik Yurtseverler”! 26 Mart seçimlerini kazanan ve hükümet kurmaya soyunan GERB Genel Başkanı Boyko Borisov’u “4 yıl boyunca istifaya hakkın yok” tutanağı imzalamaya zorladıkları ortaya çıktı. Son gelişmeler avdan, kasaplıktan, biçmekten ve budamaktan anlayan vatandaşları güldürdü. Avcı grupları-


Makale ve Analizler - 2017

95

nın başkanları hangi yırtıcıya kaç numara saçma atılacağını, keklik saçmasıyla ayı, kurt indirilemeyeceğini; cep çakısıyla sığır kesilemeyeceğini, günde 2 defa dişlenmeyen ve 10 dakikada bir bilenmeden kosayla çayırın zor biçildiğini, kışın kullanılan balta ile baharda sallanan satırın farklı olduğunu iyi bilir. 13 Mart 2013’te ve 27 Ocak 2017’de olmak üzere, iki defa istifa eden, ardından parlamento seçimlerini kazanan, 3. defa hükümet kurmaya soyunan GERB Başkanı, Bulgaristan siyasi ortamını iyi biliyor olmalı ki, 9 defa seçim kazandı. Bu seçimde Türk seçmenden 120 binden fazla yeni oy aldı. Siyaset araçlarını kullanmada ustalaştığını herkese göstermiş oldu. 2 defa istifa edip görev süresini yarıda kesmesini ise, iktidarı içten ve dıştan saran kurtlardan kurtulmak isteyişine bağlayabiliriz. O, “ebedi dostluk olmadığını, çıkarların ebedi olduğunu” Bulgar halkına gösterdi. Buna rağmen, kendilerinden belki de içten içe kurtulmayı çok arzu ettiği kurt sürüsüyle bugün yeni oyun kurmak zorunda kalması, kimlerin aklına neler getirmedi ki! Borisov, her hükümete kakılmak isteyen “Ataka” Başkanı Volen Sideov ile 2. hükümeti döneminde de ortaklık yaptı. Mahkemelik oldular. 44. meclis açılırken, siyaset icabı olacak, sarmaşıp öpüştüler. Belki de bizdeki demokrasinin şekli sahtelikten öte ve tamamen yüz göz değiştirmiş olduğundan halk, iyi ile kötüyü seçmekte çok fazla zorlanmaya başladı. Aldatıldıkça yutkunmakla yetiniyor. İktidar yolunda adım sıklaştıranlar aralarındaki düşmanlığı ve tahammülsüzlüğü aşma gayretindedir. Türklere, Hak ve Özgürlükler Partisi’ne karşı ötekileştirme ve aç kurtlar edalı ulumada kulağa gelen pek fazla bir değişiklik izlenmiyor. Sahte yurtseverler Müslüman Türklerin vatanını sevmesine, vatanımızın dört bir yanına beyaz, kırmızı gül ve laleler dikmelerine, bin bir çiçekten derilen bahar demetlerinde bir yeşillik olmamızı bile çok görüyorlar. “Bulgaristan’da hiçbir şey asla düzelmez!”, “Bu millet çok kıskanç!”, “Bu kadarı fazla, egoizm bir salgın halinde!”, “İnsan yurttaşların vatanını sevmesini kıskanır mı?” diyenler, “parlamentoda sorumluluk, karşılıklı güven ve güvenlik havası yok” tespitinde birleştiler. HÖH partisi Genel Başkanı Mustafa Karadayı, meclise giren 5 siyasi parti liderleriyle katıldığı yuvarlak masa görüşmesinde şu sözlerle yakın geçmişi hatırlattı: “Bulgaristan’ın Avrupa yolu gerçekten de Boğazlardan geçiyor.” “Bizim için Bulgaristan kadar, Avrupa’nın da güçlü, layık ve demokratik bir Türkiye’ye ihtiyacı var. Karşı taraftan bazı partilerin etkinlikleri, Avrupa’da da, olumsuz değerlendirmeyle karşılaşırken, Halk ve Özgürlükler Partisi üyeleri, biz her zaman gerçek yurtsever kaldık.”


96

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu sözleri, Bulgar Ulusal TV yuvarlak masasında söyleyen Karadayı şöyle konuştu: “Her vatandaşın yurdunu sevmeye hakkı vardır. Fakat yurdunu sevmek, başka birinden nefret etmek, yurttaşların hak ve özgürlüklerini sınırlamak anlamına gelmez. Biz, yurtseverliğimizi etkinliklerimizde gösterdik. Bizim yurtseverliğimizin bir kısmı, Bulgaristan’ın Avrupa yolu Boğazlardan geçer terimine de aittir, çünkü Bulgaristan Avrupa Birliğine üye olmazdan önce, 2004’te NATO üyesi oldu. Kuzey Atlantik Paktı’na üye olabilmesi için Türkiye Cumhuriyeti Bulgaristan’a tam destek verdi. NATO’ya üye olabilmek Bulgaristan’ın stratejik hedeflerinden biriydi. Bu süreçte bizim imzamızı okuyup desteğimizi görebilirsiniz.” Karadayı ayrıca, “Türkiye Cumhuriyeti’nde 500 bin Bulgaristanlı Türk yaşadığını, onların bizim yakın ve akrabalarımız olduğunu ve bu insanlarımızın oraya kovulmuş olduğunu” belirtirken, hatırlatma yaptı. VMRO gibi azılı Türk ve Türkiye düşmanı bir hareketin lideri olan Krasimir Karakaçanov’un yüzüne söylenen bu cümleler Bulgar kamuoyunda nefes keserken, Mustafa Karada’yı konuşmasına şöyle devam etti: “Hak ve Özgürlükler Hareketi Türkiye Cumhuriyeti ile kanlı bıçaklı değildir. Türkiye’de 16 Nisan’da yapılan referandumun başka boyutları da var. Türkiye Cumhuriyeti’nin güçlü ekonomisi ve hafife alınmayacak kadar güçlü ve kalabalık orduları var. Kanımızca, Avrupa gibi Bulgaristan’ın da güçlü, layık ve demokratik bir Türkiye’nin dostluğuna ihtiyacı var.” Ne yazık ki, günümüz Bulgaristan siyasetine henüz militan ve lider kadro dışında aktif katılan yok. Sokaklar dolup taşmıyor. Sloganlar indi. Seçimden sonra bir suskunluk çöktü. Ağaç gövdelerinde, direklerde, tren ve otobüs duraklarında yalnız ırkçı milliyetçilerin resimleri kaldı. Hala 500 bin kişi 165 leva (82,5 Euro) aylık emekli maaşıyla geçinmeye çalışıyor. Doğal gaz, elektrik, su, ısı gibi ana tüketimlere % 30 gibi zam geldi. Halk protestoya kalkmak için sanki halen enerji birikimi yapamamış ve gelen kötülüğü göremiyor. Gerekince birikememiş nefret enerjisi henüz sokaklara meydanlara akmıyor. Düşünen kişilerin ülkeyi terk etmiş olması, gençlerin de her gün uçak ve otobüslerle Batı’ya kaçması, bu ayın faturaları çıkmadan sokakları alevlendiremeyecek gibi duruyor. Bulgaristan Türk seçmeni 26 Mart seçimlerinde birçok Rodop ve Deliorman köyünde sandığa gitmedi. Bir defa seçmenin % 54’u sandığı tekmeledi. İşte bu durumda seçilenlerin meclisi varsa, sandığa gitmeyenler de kendi meclislerini örgütlemelidirler. Onlar Bulgaristan koşullarının özgün sivil toplum örgütle-


Makale ve Analizler - 2017

97

rini, kadın meclislerini, gençlik meclislerini, camiye gidenler cemaat meclislerini, aksakalı meclislerini vb biçimlerde hayat hakkı kazandırmaları yakındır. Sindelli köyünde sandığa gitmeyenlerin mahkeme tescilli protesto meclisi yok. Birbirlerine inanıyorlar. Muhtar da arkalarına durmuş. Benzer gelişmeler ülkemizde dip dalgasını yeniden hareketlendirebilir. Hak ve Özgürlük hareketi gibi gelenekleri olan partilerin seçmene, halka sormadan karar almasının yolunu keser. Ülkemizde ateşin bacayı, kurtların sayayı sardığını bilmeyen ve görmeyen kalmadı. Seçime gittik, çok boş vaatler dinledik, sofra başında, talan harmanında, ekranlarda hep aynı yalancı dolancılar. Yalnız kendilerine avanta getiren işleri yapmak istiyorlar. Memleketin, halkın çıkarları hiçbirinin umurunda değil! Halk gecikmeden uyanmak zorundadır. Bu cümleden olmakla, biz Mustafa Karadayı’nın seçimlerden sonra yaptığı ilk konuşmalarda ve verdiği demeçlerde, ırkçı milliyetçilerle direk yüzleşmelerinde, Lütfi Mestan zamanında kösteği bozulmuş ayarı kaçmış Hak ve Özgürlük Partisi’ne ideolojik ve politik çeki düzen verme, kokuşan ılımlılığı sertleştirerek, hatırlatmalar yaparak yeni ayar aradığını görebiliyoruz. Bu çizginin Meclis Başkan Yardımcısı Dr. Nigar Cafer tarafından da sürdürülmesi ses getirmeye başladı. Umut belirdi. Şu dönemde Türklerin siyasi partilerini siyaset dışına itmeye çalışan GERB ve BSP gibi, bir elmanın iki yarısı olan Bulgar partileri, Bulgaristan Türklerini ve partilerini Türkiye ile ilişkilerin, diyalogun, işbirliği ve diğer temasların da dışında tutmaya gayret gösteriyorlar. 16 Mart T.C. referandumunda AK Parti’nin, yeni ve Büyük Türkiye Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın kazanması birçoklarının rahatını kaçırdı. Türkiye’nin etki alanının artmasını içine sindiremeyenler var. 28 yıl gibi uzun bir aradan sonra T.C.’nın arkalarında olduğunu hisseden ve sağladıkları güvenli gelirle ata topraklarına, köylerine, bağ bahçelerine dönen Bulgaristanlı Türkler birçoklarının uykusunu kaçırıyor. Yine çoğalıyoruz. Aynı zamanda, ilk kez olmak üzere, 26 Mart 2017’de Bulgaristan’da yapılan erken meclis seçimleri ile 16 Nisan günü T.C.’de yapılan referandum arasında direk içsel bağ olduğu ortaya çıktı. Her iki ülkede de son yıllarda istikrar ve güvenliğin kalesi olan siyasi güçler seçimde başarılı oldu. Türkiye’deki referandumda zafer farkının az olduğunu geveleyenler, Bulgaristan’da da iktidar kurmak isteyenlerle meclis çoğunluğu ile muhalefet milletvekillerinin toplamı arasındaki farkın ancak 4 kişi olduğunu görmek istemiyorlar. Bir milyon Bulgaristan vatandaşı Türk’ün yaşadığı T.C.’nin Bulgaristan’daki süreçlerle direk bağlı olduğu, çok etkilendiği inkâr edilemez oldu. 138 yıllık Bulgaristan tarihinde genel seçimin ana konusu Türkler oldu. Türkiye’deki 15 Temmuz başarısız darbe girişiminden sonra, Bulgaristan güvenlik sistemi ile T.C. güvenli-


98

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ğinin birbirine bağlı olduğunu görmeyen kalmadı. Aynı zamanda Bulgaristan’ın daha fazla bölgesel güvenliğe uyum sağlama gereği sivrilirken, Avrupa Birliği’nin bölgesel nifakçılık yaptığı dikkati çekti. Tam da bu nedenle, bazıları için sancılı olsa bile, Bulgaristan güvenliğinin Doğuya dönmesi gerektiği, odak merkezine terörizmle mücadelenin, sığınmacı sorunlarının ve Türkiye’deki güvenlikten kaynaklanacak desteğe dönmesi gerektiği ağır basmaya başlamalıdır. “Türkiye” dendikçe havlamaya başlayan ve artık kuduranların giderek Büyük Türkiye’yi BMT Güvenlik Konseyi daimi üyelerinden biri olarak, sıçramalı büyüyen ekonomisiyle bölgesel kaplan rolünü hak eden bir komşu ve dostluk ilişkileri yürütülmesi gereken güçlü bir devler olarak görmesi ve Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın gururla hak ettiği Büyük Türkiye Başkanlığına artık aşılıp sindirilmesi gerekiyor. Türk halkı artık 17. Türk devletini kuruyor. Büyük Türk devleti olarak 21. yüzyıla damga vuracak olan bu büyük devletin, dünyanın neresinde Türk yaşıyorsa orada olacağından, oraya müdahalede bulunmaya açık olacağından hiç kimse kuşku duymaması gerekir. Bu siyaset çizgisi artık yerleşti. Yeni gerçeklik budur. Referandumdan sonra Türkiye’de yeni bir patlama, bir isyan, bir hareketlenme bekleyenler kendi kendilerini aldatıyorlar. TV’lerde sert konuşmakla halk eğilimleri kışkırtmaktan sonuç alınamaz. Şu dönemde ödevlerin ödevi kurtları sayadan ve siyasetten uzaklaştırmak ve zinde güçlerle kaynaşmaktır. Dünya yeni bir çağa açılıyor. Biz de her soydaşımızla, her kardeşimizle çalışarak, herkesin gözünü açmalıyız, bilinçlerimizi ve ruhlarımızı birleştirmeliyiz. Değişen dünya bizi göremez biz onu görüp kucaklamalıyız. Başka bir deyişle, Hayatımızı ve görünürlüğü mümkün kılan Büyük Türkiye ışığıdır. Işık hangi nesneyi aydınlatırsa, gerçekte o 17 defa kurulup yenilenmiş bir devlet olsa, ona bütün parlaklıyla bir ilklik niteliği kazandırır ve biz bu sürecin yanında olmalıyız. Dünyanızın değişmesini istiyorsak BULTÜRK yayınlarını izlemelisiniz.


Makale ve Analizler - 2017

99

Dikenli Sınır Delikleri

Osman Bülbül-24.Nisan.2017

Konu: Bulgaristan’da sınır magandalarının iktidarı kuruluyor. “Skat” TV’ye kananlar, Türkiye sınırında “Skat” Ltd tuzaklarına düşüyor. Ben artık yaşımı başımı aldık. Faşizmde dayak yedim. Komünizmde zulüm gördüm. Zarı kılıç düşen “demokraside” vatanımı terk ettim. Gün geldi günlerimi saydım. İnandığım bir şey varsa o da şudur. Ahlamakla oflamakla hiç bir şey düzelmez. Birçok arkadaşla kısa otursak bile, hemen bu faşist tohumları nereden buldular bu parayı da, üç partiyi birden kurdular? Diye konu açıyorlar. Anlattım anlattım, da demek istediğimi bir türlü anlatamadım sanki. Oturdum, bir de yazayım dedim. Şöyle başlıyorum: “En kolay yenen yemek, çiğnenmeden yenendir.” En güçlü propaganda aracı doğrudan göze kulağa hitap eden, söven sayan, bulduğu yerde kalaylayan, fırsat buldukça yalan söyleyendir. 21. yüzyılın propaganda araçları radyo, TV yayınları ve diğer elektronik araçlardır, hatta cep telefonu bile ön sıraların birinde yer alır. Yeni olanı anlatmak her zaman çok zor olmuştur. Savaşlar dışında dünyada en fazla yaralanan, itilen kakılan, tutuklanan, yargılanan, hapse atılan, idam edilen aydın grubu gazetecilerdir. Büyük Fransız Devrimini gazete kâğıdına en hararetli aktaran ve yazdığı yazılarla halkı ateşleyen büyün devrimci gazeteci JeanPaul Marat (1743 - 1793) olmuştur. O halka feodal-kölelik devrinin kapandığını ve yerine insan eşitliği, özgürlük, kardeşlik ve demokrasi çağının açıldığını anlatıyordu. Dürülen gazete sayfalarının yazdıkları radyodan okunmaya başladığında dünyayı uyandıran radyo oldu. Yüreklendirici şarkılar, kadife sesli sözcüler eşitlik çağının kapandığını, insanların farklı olduğunu, dünyada üstün ırk olduğunu anlata anlata önce Almanların kafasını yıkayıp değiştirdiler, üstün ırk için yakıp yıkmaya, şehirleri havaya uçurmaya başladılar ve İkinci Dünya Savaşında tam 50 milyon insanın telef olmasına neden oldular. İnsanları aldatıp dünyayı ve insan uygarlıkları yakmaya hazır duruma getirenleri Hitler’den, Göbels’ten, Hess’ten başlayıp bu iğrenç davaya hizmet edenlerin hepsi yok edilse kaç para eder. İnsanoğlu teknik ve teknolojik olarak bir adım daha ileri gidip dünyayı her evde, her yerde insan avucuna indirgediği an, işler daha da kötüleşti. Bizde faşistler 1934’ten sonra kükremişti. 1945 - 1960 yılları arasında kökleri kazınmıştı.


100

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

10 Kasım 1989’da diktatör Todor Jivkov’un devrilmesinden hemen 3 yıl sonra, 1992 yılında Sofya’dan 450 km uzakta, Güney Karadeniz il merkezi Burgaz’da “Skat” adında kablolu bir ulusal TV programının yayına başlayacağı kimin aklına gelirdi. Hezinki İnsan Hakları Komitesine göre “Skat” yayınları aşırı milliyetçi ve ırkçıydı. Devlet defalarca uyarıldı. Aldıran olmadı. (DPS) Türk partisi yönetimi yıllarca seyirci kaldı. Hatta bu yayınları yapanlardan biri olan Demokratik Güçler Birliği (CDC) içinde sivrilen ve ırkçılığıyla ünlenen Volen Siderov’a 1 milyon 600 bin leva para hediye etti. Sol temelli aşırı milliyetçi “Ataka” partisinin kurulmasına ve tescil edilmesine el uzattı. DPS Başkanı Ahmet Doğan bu hareketiyle Bulgaristan Türklerine karşı resmi düşman yetiştirmekle davamızı ateşe vermiş ve bir milli dava haini olmuştur. O, vatanımızda demokrasi koşullarında etnik, dil, din, kültür ırkçılığı tohumlarının saçılmasına yardım etmiştir. Ülkemizde faşizmin önünü açan odur. Türkleri ötekileştiren ve sindiren siyasete her bakıma kanat açtı. Asla unutulmamalıdır. Doğan, daha 3 Ocak 1990’da Kırcaali’de ve Nisan 1990’da Sofya’daki “Rodina” otelinde ırkçılarla yaptığı görüşmelerde bizim hak ve özgürlükler davamızı satmış ve bu ihanete karşı “saray”da yaşamayı tercih etmiştir. Giderek 21. yüzyıla taşan Bulgar ırkçılığının özünde III. Boris döneminde mayalanan Bulgar faşizmi vardır. Müslüman Türklerin 1989 Mayıs Ayaklanmasını gerçekleştirenleri yaşatmamak ve bu halk isyanının tüm köklerini kazımak, Bulgar faşizminin kök özüdür. Şu asla unutulmamalıdır. Bulgaristan’da yeni ırkçı milliyetçiliği, Türkleri ötekileştirmeyi, Türkleri toplumsal yapıdan, siyasetten söküp atmayı, GETTO’lara kapanmış köleler durumuna getirmeyi, Hak ve Özgürlükler Partisi (DPS) yi ilk fırsatta yasaklamayı, Türkiye’ye kovalanan Türklere bir daha Bulgaristan’ı koklatmamayı stratejik programına alan “Skat” TV’nin kısa tarihi şöyledir: * 1992 - 1994 yılları arasında (Türklerin partisi DPS’nin) katıldığı Başbakan Lüben Berov hükümeti zamanında kuruldu; * 1995 - 1997 yılları arasında iktidar olan Hak ve Özgürlükler Partisi ile Bulgaristan Sosyalist Partisi’nin Başbakan Jan Videnov iktidar ortaklığı zamanında güçlendi; * 2001 - 2005 yılları arasında Hak ve Özgürlük Partisi, Bulgaristan Sosyalist Partisi ve II. Simeon Ulusal Hareketi ortaklığında kurulan Simeon Sakskoburggotski hükümeti döneminde ulusal otorite oldu; * 2005 - 2009 yılları arasında Bulgaristan Sosyalist Partisi ve Hak ve Özgürlükler Partisi ortaklığında kurulan Başbakan Sergey Stanişev hükümeti zama-


Makale ve Analizler - 2017

101

nında “Skat” TV güçleri partileşti. 2005’te Volen Siderov başkanlığında “Ataka” siyasi partisi kuruldu. * 2009 - 2013 yılları arasında Bulgarlarlar’ın Avrupa Vatandaşlığı Partisi GERB’in iktidar döneminde, Bulgaristan’ı Kurtarmak İçin Ulusal Cephe (NFSB) partisi 17 Mayıs 2011’de kuruldu. “Skat” TV kurucu sahibi Valentin Simyonov, (NFSB) partisinin de kurucusudur. Parti kurulurken başlatılan ve kızıştırılan ulusal ideolojik ve siyasi tartışmanın püf noktası “1984 -1989 yılları arasında Bulgaristan Türklerinin isimleri zorla değiştirilirken 47 kişinin öldürülmesine; 12 bin kişinin tutuklanmasına; binlerce Türkün sürülmesine; toplama kamplarına tıkılmasına; hapishane zindanlarında zulüm görmesine; 500 bin kişinin sınır dışı edilmesine, bir etnik topluluğun bölünüp parçalanmasına vb rağmen, (NFSB) partisinin hiçbir suç işlenmediği ve cezalandırılacak hiçbir Bulgar olmadığı” teziyle yaygara koparması oldu. Şu özelliğin önemle vurgulanması yerinde olur. (NFSB) kurulana kadar, tam 20 yıl boyunca Bulgaristan’a ırkçı, yeni - faşist tohumlar saçan “SKAT” TV yaptıklarında utanan Bulgar halkını uyandırıp diriltememişti. 2013’te yapılan halk meclisi seçimlerinde bu ırkçı oluşum ancak % 3,7 oy aldı. Meclise giremedi. 2014’te yapılan Avrupa Parlamentosu seçimlerinde de ancak % 3,05 oy aldı ve vekil gönderemedi. Ne var ki, 2014’ten başlayarak (NFSB) genel seçimlere VMRO ile birlikte girmeye başladı. 2014 seçimlerinden sonra, aralarındaki görüş ayrılıklarını bir yana bırakarak, ilk kez birlikte iktidara uzanma kararı alan ve İkinci GERB hükümetine sözleşmesiz, fakat Türklerin hak ve özgürlüklerinin, dini, eğitim ve kültürel isteklerinin daha da kısıtlanması ve Türkiye’deki soydaşlarımızın seçme ve seçilme hakkına daha şiddetli yasal saldırıda bulunmak niyetiyle aşırı sol ırkçı “Ataka”, ikincisi aşırı sağcı (NFSB) ve üçüncüsü de 1878 Berlin Kongresinden sonra kurulan, fakat 1944’te sosyalist iktidar tarafından yasaklanan, ne ki 2011’den sonra yine dirilen kaşarlı milliyetçilerin İç Makedon Devrim Örgütü (VMRO) arasında buluşma gerçekleşti. Güya “Birleşik Yurtseverler” olarak sahneye çıkan ve 2016’da yapılan Cumhurbaşkanı seçimlerinde % 14,5 oy alan, aralarındaki birliğini bozmayarak 26 Mart 2017 erken genel seçimlerine ortak liste ile katılan bu aşırı sağcı güç, 240 sandalyeli parlamentoda 27 sandalye kaparak, üçüncü siyasi güç oldu ve bugün Üçüncü GERB hükümetine ortak olmaya soyundu. Bunları anlatmamın sebebi: “Skat” adındaki TV’nin Burgaz’dan yaptığı yayınlarla, sosyalizm yıllarında etnik azınlıklara karşı işledikleri zulümden hesap sorulur da içerden çıkamayız korkusuyla susan, sıçan deliğine saklanan ırkçı faşist totaliler magandaların, uyandırılıp, cesaretlendirilip, sınır kapılarında otobüs-


102

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

lerimizi durduracak, Türkiye’deki 35 seçim sandığında normal oy verilmesine engel olacak ve şimdi de “Biz Türklerin suyunu çıkaracağız” iddialarıyla yeni kabineye ortak olmaya kadar yol almaları bir acı gerçeğidir. Bugün “Skat” TV Ltd şirketinin 72 özel şirketi olduğu biliniyor. Bunların hepsi Burgaz ilinde ve Türkiye sınırı boyunda devlet içinde devlettir. Bunların geçim kaynağı, sağılır ineği “sığınmacılar” Bulgaristan’ı istila edecek, aman yanıyoruz, yaygarasıdır. Sınır eşkıyası şeklinde örgütlenmiş olan bu şirketlerin ana faaliyeti, bir de yakaladıkları sığınmacı ya da savaş kaçaklarını soyup, iyi bir sopadan geçirdikten sonra, Sırp sınırına kadar taşımak ve orada ıssız bir köye bırakıp arkalarından silah şakırdatarak hepsini Sırbistan’a kovmaktır. Tam hâkimiyet altında bulundurdukları eylem bölgeleri Burgas, Haskovo ve Yambol illeridir. Bu illerde, ilçe ve köylerde kuş uçsa, birisi fırından bir ekmek alsa onlardan sorulur. Bulgaristan Türkiye sınırında, parası 168 milyon Euro olarak ödenen, 3 metre yüksek, iki kat olarak tasarlanan ve halen tek kat olarak dikilmiş olan ve etmeyen paranın yeten kısmınla bu tel örgü neden bir kat olarak örüldü kavgası devam eden gerginlik, ister istemez Sofya’daki hükümet görüşmelerine yansıdı. Fakat ortak işlenen suçların hırsızlarının birbirine kenetlediği iyi bilinir. Sorulan sorulardan biri de şudur: Tel duvardaki delikler, telin üzerinden geçilmesini sağlayan basamaklar, sınır teli boyunca hudut muhafızlarının ardında önünde dolaşan magandalar, yol yapıyoruz diye etrafta dolaşan sığınmacı taşımaya uyarlanmış karoseriler, sığınmacı taşımak ve kaçırmak için özel tasarlanmış öteki araçlar, gözleme kameraları, otobüs durakları, özel sağlık merkezleri, motel ve oteller, dükkânlar, gerilmiş ve gerilmemiş teller, çakılmamış kazıklar, kilometrelerce tel duvarsız bölge ve daha aklınıza ne gelirse hepsi bu “Skat” Ltd şirketindir. Demek oluyor ki, (NFSB) partisinin yani millet meclisi ve halen bakan olmak için can atan Valeri Simyonov’undur. Öte yandan, 2 yıl önce Avrupa Birliği Konseyi Valeri Simyonof’un, Krasimir Karakaçanov ve Volen Siderov’un ortaklı olan “Birleşik Cephe’ye”, “faşist parti” dedi, yasaklanmasını istedi. Fakat Bulgar makamlar bu faşist oluşumu ve son seçimden sonra oy başı 11 levadan, toplam 1 milyon levadan fazla devlet parasıyla düşmanlık propaganda yapan “Skat” TV’nin yasaklanması için şart koşmuyor. Biz de soruyoruz. Faşist parti milletvekili, VMRO Başkan Yardımcısı Angel Cambazki’nin Brüksel’de ne işi var? Artık bilemiyorum, magandalar meclise doldu mu desem, eşkıyalar hükümet oldu mu desem? Ben yaşlı bir anti-faşist olarak Bulgar Türk sınırını zorlayan sığınmacılarla, savaş kaçakçılarıyla bir sözleşme imzalayıp onlardan Avrupa’ya gideceklerse


Makale ve Analizler - 2017

103

başka güzergâhtan gitmelerini rica etmek istiyorum. Çünkü sınırımızda çok insan öldü. Çocuk cesetleri bulundu. Uçurumlar ceset dolu. Savaş kaçakları insanüstü bir mücadele verirken magandalara – sınır canavarlarına kurban oluyorlar. Gelmeyin kardeşlerim. Gelmeyin de bizim faşistler aç kalsın. Onlar sizin kanınızdan yaşıyor. Sizi soyarak, zorlayarak, paralarınızı soyarak yaşıyorlar. Gelmeyiniz! Sınırdaki tel duvar delikleri sigara, uyuşturucu ve insan kaçakçıları için açılmıştır. Kurban olmayınız. Bulgar halkı “Skat” TV’ye kandı, siz kanmayınız. Gelmeyiniz. Gelmeyin de bizim de yüzümüz gülsün. Sizden çalıp çırptıkları olmasa, ne seçim kazanabilirler, ne hükümet kurabilirler. Türkiye’yi seçin ve orada yaşayınız!

Tarihsel Atılımlar Doğaldır

Ertaş Çakır-24.Nisan.2017

Konu: Türkiye baştanbaşa değişmeye başladı. Büyük Türkiye temellerini atma şerefi kuşağıma düştü. Ne mutlu! Biz Bulgaristanlı göçmenler halkımızın atılımı içindeyiz. Gelecek bizim! Fransa 1795’ten beri 5 defa “Yeni Cumhuriyet” dedi. Dördü çöpe atıldı. Beşincisi Yarı Başkanlık sistemiyle devrimler kalesini yönetmeye devam ediyor. Halk bin bir parçaya bölünmüş, dün yapılan (23 Nisan 2017) Cumhurbaşkanı seçimlerinde merkezci Emanuel Makron aldığı oylarla % 24, aşırı sağcı “Milliyetçi Cephe” lideri Marin le Pen ise % 22 oranında kalırken son 60 yılın “zafer çanları” çalındı. Bu, bir halkın artık kesin karar veremeyecek duruma düşmesinin zaferi olabilir mi? Oy verenlerin % 38’i devrim ve değişim sembolü “Bastille” meydanında toplanarak “ikisini de istemiyoruz” çığlıklarıyla çıldırırken biber gazıyla sakinleştirildi. Delirmek işten değil, Fransa’da % 25 civarında oy toplayanların zafer çığlıkları arasındaki fark yalnızca 2 puan. Avrupa bunu normal karşıladı. Hatta Tokyo Borsasında Fransız senetleri prim yapmış. Fransız halkının dip dalgası anında hareketlenmiş, meydanlar taşıyor. “Sizin söz hakkınız yok” diyorlar. Dünya böyle işte! İstemeye istemeye analizimi Türkiye’ye getiriyorum. Referandum’dan % 2 fark çıktı. Düşman dünya ayağa kalktı. Makas açılmamış. Sapı kopmuş ne ka-


104

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

dar tencere tava varsa hepsinden müzik aleti yaptılar. TV seyredenler dünyada Marks’ın “Kapital” eserini en çok okuyan halkın Türkler olduğunu sanacak. O, “bilinci belirleyen yaşam koşullarıdır” demişti. Fakat bu tespit birinci cildin ilk bölümünden, üçüncü ciltte, “bütün devrimler bir doğumdur, acısız olmaz” diye yazıyor. Ne ki, hiç kimse “doğum acısı” çekmek istemiyor, herkesin hayalindeki “düş ağzıma.” “Türkiye Büyüyor” dendiğinde başını kaldırıp yıldızlara uzanışımızı izlemeye üşenenler, 26 Nisan’dan sonra patlamış frene basıyorlar ve bir daha toslarsak, bu sonumuz olur “feryadı” koparıyorlar. İnsanlığın geliştirdiği birçok yönlü bakış sistemi var. İyi çıkarım yapmak için yanlışın içindeki doğrudan bütünü göremeyiz. Bütünün dışına çıkıp, olaylara kuş bakışı gerekiyor. Tarihçiler Osmanlının dünyanın en büyük imparatorluğu olduğunu yazmaya alışmıştı. Milenyum bilgini Marks Osmanlı “cennetini” yaza yaza bitirememişti. Ondan önce dünyayı anlatan Dante (1470’ler), Cervantes (1547 - 1616), Voltaire (1694 - 1778), Herder, Leipnits, Herz, Goethe hatta Hegel tüm düşünce hayatında bizi anlatmış ve yazmış, dünyayı bizimle aydınlatmıştır. Düşman cephesinde baş olsalar da Fransız edebiyatının babası Victor Hugo, Rus edebiyatının babalarından biri olan Dostoevski ve başkaları da, ters açıdan olmasına karşın, hep bizi anlatmışlardır. Hafta sonunda 21 - 27 Nisan 2017 tarihli “168 Çasa” gazetesini karıştırdım. Tam 3 sayfasını “Büyük Türkiye” konusuna ayırmış. Yakın Doğu’nun 1982’de beri karışmasından başlayarak bugüne kadar, kaynayan Arap kazanının buharından geçinen, Arapça bilen bilim adamı Vladımir Çukov “Erdoğan’ın Türkiye’si, Türk yaşayan her yere karışacak” başlıklı yazısında, 26 Nisanda ufku açılan Büyük Türkiye’ye çok ciddi bir yaklaşımla karşı açıdan bir yorum getiriyor. “Sığınmacı” istilası, “Türkiye beşinci kol ordusu” ya da “DOST’lu müdahale” gibi kavramlar kullanmadan yazılan bu yazıda, ilk kez olmak üzere, eski kabuğundan çıkan ve niteliksel yeni bir atılıma açılan ve hedefinde “Büyük Türkiye” olan bir halkın çabalarının doğal olduğuna sanki yer veriliyor. Çukov, Türkiye’yi 56 Müslüman devleti birleştiren İslam Dünyasının doğal ve geleneksel lideri olarak görürken, 21. yüzyılda Birleşmiş Milletler Teşkilatı Güvenlik Konseyi’nin veto hakkına sahip 6. daimi üyesinin Türkiye Cumhuriyeti olması ihtimaline yer veriyor. Gelişmelere bu açıdan baktığımızda, aynı makamda gözü olan Almanya’nın “Büyük Türkiye” ve % 86 katılımlı halk oylamasıyla yapılan anayasal değişikliğiyle parlamenter demokrasiden Başkanlığa ve Cumhurbaşkanlı Başbakanlık sistemine geçişe tepki göstermesini kendiliğinden ortaya çıkarıyor. ABD, İngiltere, Fransa, Rusya ve Çin gibi Güvenlik Kon-


Makale ve Analizler - 2017

105

seyi üyelerinin hepsinde iktidar tek elde toplanmış, Başkanlık ya da Yarı başkanlık sisteminde yönetilen demokrasilerdir. Önemli olan bu gerçekliğin arkasının dolu olmasıdır. Bu bakıma Türkiye’nin bir Başkanı tarafından temsil edilmesi doğal kabul edilmelidir. Çünkü 1972 - 1989 yılları arasında Bulgar diktatör Todor Jivkov da hem komünist partisi hem de devlet başkanlığını tek yumrukta toplamıştı. Fakat demokratik bir başkan olarak kabul edilmedi. Çünkü sistemi totaliterdi. Halkına zulüm etti. Güçler ayrımı yoktu. Azınlıkları ezdi. Dilimiz ve dinimizi yasakladı. Türkçe sevdamızı öldürmeye çalıştı. İsimlerimizi değiştirip Bulgarlaştırdı. Azınlıkları asimile etti, yurtlarından kovdu vb vb. O her işinde zorbacı diktatördü. “Halk demokrasisi” olarak tanıttığı düzen, halkı ezen baskıcı, terörcü yani bir zulüm sistemiydi. O bakımdan onun başkanlığına diktatörlük dendi. “168 Saat” gazetesi, 26 Nisan referandumuyla açılan yeni pencere ufkunda Büyük Türkiye’yi şöyle görüyor: “Büyük Tirkiye”nin Bulgaristan için olumlu ve olumsuz yanları neler olur?” Komşumuz Türkiye’de yeni siyasi sistem kuruluyor. Olayı izleyenler Türklerin 17. devletlerini bina ettiğini yazdı. Burada, Türkiye’nin birbirine girdiği konusunda sohbet etmek kolay oluyor. Kargaşa olayları ülkenin Güney Doğusu’ndaki Kürtlerle yıllardan beri zaten yaşanıyor. Şu iyi bilinmelidir ki, referandumdan sonra oluşan Erdoğan Başkanlığındaki Türkiye, eski başbakan Davutoğulu tarafından formüle edilen, “Türklerin yaşadığı veya Türklerin yaşayacağı her yere Türkiye müdahale etmek zorundadır”. “Bulgaristan ile Türkiye arasındaki temas usullerinin çok şeffaf bir duruma getirilmesi zamanı gelmiştir. İyi komşuluk temellerine dayanarak, gerekçeleri son seçimlerde ortaya konan, İçişlerine karışma denemelerine karşı konulmalıdır. “Bulgaristan bundan sonra, 2050 yılından başlayarak bölge üstü bir güç olmak isteyen, dünyanın 12. ekonomisiyle sınırdaş olacaktır. Bunlar son derece büyük atılımlardır ve bütün komşu ülkeler üzerinde çok ciddi etkilerinin hissedilmesi doğaldır. Siyasi analizciler, referandumun daha ertesi günü Yakın Doğu ve Doğu Avrupa’nın aynı olmadığını yazdı. “Erdoğan’ın önceliklerini güçlü bir şekilde Doğu’ya yönlendirmesi bekleniyor. Referandum zaferini ilk kutlayan devlet liderlerinin Katar, Azerbaycan, Bahreyn, “Hamas” ve “Müslüman Kardeşler” grupları olduğu dikkati çekti. Avrupa Birliği’nin yedekli tutumu ve söylemindeki yeni ayar da dikkat çekti.


106

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Aynı zamanda Ankara Avrupa ile ilişkilerini kesmek istemiyor. Fakat Batıdan farklı olarak Doğu’da ekonomi ile siyaset el ele yürümüyor. Türkiye hızla değişiyor. Türkiye’de yerli askeri sanayi ünitenin çok hızlı geliştiği dikkati çekiyor. 20 yıl önce TSK donamının ancak % 23’ünü kendisi üreten ülkedeydi. Bugün bu oran % 43 oldu. Bu, milli güvenlik konusunda büyük iddialar olduğuna işarettir. Bulgaristan ve Avrupa Türkiye’de sinek uçsa bilmek zorundadır. 23 Ağustos 2016’da başlayan “Fırat Kalkanı” harekâtıyla Suriye’ye giriş bir örnektir. Erdoğan, Irak’ta 2. ve 3. aşamadan söz ediyor. “Referandum’da hemen önce Birleşik Amerika “Fırat Öfkesi” adlı Raka harekâtına yeşil ışık yaktılar. Türkiye, Savunma Bakanı’nı, Kürt birlikleri, Türk askeri ve Özgür Suriye Ordusu güçleriyle değiştirme teklifiyle Washington’a gitti. Bu gelişmeler, Türkiye’nin Suriye konusunda ciddiyetini ortaya koydu. “Bulgaristan, Türkiye’de olup olacak her şeyi inceden inceye eleyip tartmak zorundadır. Bize karşı yönelebilecek her isteğe hazır cevabımız olmalıdır. Bulgaristan NATO ve AB üyesidir. Bunlar bizi koruyacak iki filtredir. Fakat bu güçlerin imkânlarını abartmamak gerekir. “Erdoğan’ın seçeneği, yüzde yüz bir iç savaşın patlaması ve Türk devletinin çökmesiydi. 15 Temmuz darbe denemesinden bir buçuk yıl önce Kürtler halk komiteleri şeklinde birkaç şehri ele geçirmişlerdi. Güney Doğu Türkiye’de yapıla bilenlerin bütün Türkiye’de yapılması gerekiyordu. Bu tehlike henüz aşılamamıştır, çünkü bu devletin yalnız güç kullanılarak idare edilmesi mümkün olamaz. Ülkede Avrupa’ya bakan bir aydınlar tabakası var. Her yönden tehlike baş gösterdiğinden uzlaşma sağlanması şimdilik olanaklı görünmüyor.” Bu yazı, komşumuzun anavatanımız ve bizler için neler düşündüğünü en açık bir şekilde ortaya koyuyor. İyice kafa karıştıran bazı bölümlerini atladım. “Büyük Türkiye”den büyük bir korku olduğu ordadır. Şimdi de güneş gördükleri yok, ama Türkiye gölgesinde üşürüz korkusu sarmış bacayı. İkinci olarak, Türkiye’nin ayaklarına getirdiği, üye olmaları için garantör olduğu NATO’yu Türkiye’ye karşı kullanma hayalleri canlanmış kafalarda. Yakın geçmişimizde, Rus “SS 22” füzelerini İstanbul’a karşı dikerek, “isimlerimizi değiştirdikleri, bize ettikleri zulümden zevk ve haz aldıkları” günleri yeniden yaşamak, çekilerimizden haz almak istiyorlar. Türkiye büyükçe, güçlendikçe, 4 milyon sığınmacı ve savaş kaçağına yardım ettikçe, Afrika, Yakın Doğu ve Asya’dan eski kıtaya akışı durdurdukça, “bir şeyler olmuyor” gerginliği yaşamaya başladılar. Türkiye Büyüdükçe siyaset dışı kalacakları hissediyorlar. Türkiye ne kadar iyi olursa, eski kafayla yaşayanlar için


Makale ve Analizler - 2017

107

o kadar kötü. Türkiye’ye meteor çarpsa bayram edecekler. Meteorun yüzde yüz altın ve pırlanta olduğu anlaşılsa yüz bin matemi başlayacak. Böyle bir karışıklık işte... Komşu pazarı yok. Bu bir nasip işi! İngiltere AB’den ayrıldı. Sanki kimileri için iyi oldu. Bu hafta sonu Fransız seçimleriyle birlikte iki İtalyan eyaletinde özerklik referandumu yapıldı. Bizimkiler, demokrasi zaferi dedi. Bulgaristan Türkleri muhtariyet haklarımız dediğinde, hep cezaevi kapısı açıldı. Fransa sallanıyor, sağcı faşizm kapıyı koparacak, yazılanların özetinden, iyi mi kötü mü olduğu belli olmuyor. Fransa bir umut kapısı mı? Blogoevgrat, “Struma” ırmağı boyuna büyük ölçekli kültür, sanayi ve eğitim yatırımları yapıyor. Gün gelse ve Makedon bölgesini Bulgaristan’dan koparsa iyi mi olur, kötü mü olurİ Cevap vermekte zorlanıyorum. Bizim milliyetçilerin kafasında fare böcekleri var. Onların bazılarına göre, Başkanlarda yeni bir savaş çıkarsa ve Arnavutlukla Kosova Makedonya’nın Gotstivar bölgesini Makedondan koparıp Büyük Arnavut devletine katmayı başarırsa, Makedonya’nın Vardar ırmağı vadileri bize kalsın, diyenler var. O zaman bu Fransız anklavın hali ne olacak? Sormak kolay da cevap bulmak zor. Yoksa Makedonlar küçülerek var olmayı kabul eder mi. İsteyen Makedon’a Bulgar vatandaşlığı veriliyor. Bunun anlamı ne olabilir. Türkiye’de Sayın Erdoğan halk oylaması kazanmış, Türk halkı siyasi darboğazı aşmış, bu ise yüzde yüz çok kötü deyenlerle nasıl diyalog kuralım ve beraber nasıl yaşayalım? Tarihsel atılımlar doğaldır, desek baştan sona doğrudur. Fakat Türkiye’deki tarihsel atılımlar doğaldır, dendiğinde biz onlara göre, iyi bir şey söylemiş olmayız. Türk halkı Birinci Meşrutiyetten, Jon Türkler devriminden, Ankara Büyük Millet Meclislerinden, tek partili ve çok partili sistemlerden bugüne demokrasi mayalıyor desek ve sonunda Başkanlık sistemine bayrak dikti, dediğimizde çok tehlikeli oluyor onlar için. Aktarlarda satılan bazı zehirli baharattan, ilaç yapabilenlere adeta şaşıyorum. Büyük adamlar. Bizdeki kıskançlık ve kötüleme hastalığına derman bulana Nobel Ödülü versinler. Okuduğunuz için teşekkür ederim. Demokrasi hayat anlayışımızın özüdür. Size de bulaşır İnşallah!


108

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgaristan’ın 160 Köyü Tamamen Boşalmış Durumda

BG-SAM24.Nisan.2017

31 Aralık 2015 tarihli Ulusal İstatistik Enstitüsü’nün (NSİ) ulusal yerleşim yerleri sicil kayıtlarına göre ülkede toplam 571 köy tamamen boştur veya nüfusu 10 kişinin altındadır. 31 Aralık 2015 tarihli verilere göre ülkede toplam 5259 yerleşim yeri mevcut. Onlardan 257’si şehir, 5 bini köy, 2’si ise yerleşim yeri statüsü olan manastırdır. Bulgaristan’da 5 bin köyden tam olarak 571 köyün nüfusuna kayıtlı insan yok veya 10’dan az insan kayıtlı bulunmaktadır. Toplam 411 köyün nüfusu 10 kişinin altındadır, 160 köyde ise daimi ikamet adresi bulunan tek bir kişi bile yok. Ülkenin 69 köyünde 1’er kişi, 67 köyünde 2’er kişi, 44 köyünde ise 3’er kişi ikamet etmektedir. Bulgaristan’da 46 köyde 4’er, 52 köyde 5’eri, 33 köyde ise 6’ar, 28 köyde 7’er, 34 köyde 8’er, 38 köyde ise 9’ar kişi ikamet etmektedir. En çok sayıda boşalmış veya nüfusu 10 kişiden az olan köyler Gabrovo ilinde bulunuyor. Boşalmış köyler ülkenin 11 ilinde, nüfusu 10 kişiden az olan köyler ise 21 ilde bulunuyor. Tescil kayıtlarına göre en çok sayıda boşalmış köyler 61 ve nüfusu 10 kişiden az olan köyler 115 olmak üzere toplam 176 köy Gabrovo ilinde bulunuyor. Gabrovo ilinde toplam 349 yerleşim yeri mevcut ve bu rakamlar şunu gösteriyor ki, onların yarısından fazlası ya boşalmış, ya da nüfusu 10 kişiden az olan köylerdir. Gabrovo ilinin ardından Veliko Tırnovo ili geliyor. Bu ilde toplam 336 yerleşim yerinden 54’ü boşalmış köydür ve 87’si nüfusu 10 kişiden az olan köydür. Boşalmış veya nüfusu 10 kişiden az olan köylerin yarısından fazlası bu iki ilde bulunuyor. Kırcaali ilinde boşalmış köyler 10 tane ve nüfusu 10 kişiden az olanlar ise 23 tanedir. Smolyan (Paşmaklı) ilinde 7 köy boşalmıştır, başka 31 köy ise boşalmak üzeredir. Haskovo (Hasköy) ilinde boşalmış köyler 7 tanedir, nüfusu 10 kişiden az olanlar ise 18 tanedir. Sofya ilinde bulunan 6 köy boşalmıştır. 26 köyün nüfusu ise 10 kişiden azdır. Blagoevgrad (Yukarı Cuma) ve Stara Zagora (Eski Zağra) illerinde boşalmış köyler 4’er tanedir, nüfusu 10 kişiden az olan köyler ise birinci ilde 20, ikincisinde ise 7 tanedir. Köstendil ilinde boşalmış köyler 2, nüfusu 10 kişiden az olanlar ise 23 tanedir. Burgaz ve Tırgovişte (Eski


Makale ve Analizler - 2017

109

Cuma) illerinde boşalmış köyler 2’er, boşalmakta olanlar ise sırasıyla 3 ve 13 tanedir. Nüfusu 10 kişiden az olan köyler Pernik ilinde 16, Dobriç’te 12, Vidin’de 5, Varna’da 3, Montana, Pazarcık ve Filibe illerinde 2’er, Vratsa, Silistre ve Sliven (İslimye) illerinde ise 1’er tanedir. Bulgaristan’ın en büyük köyü Lozen, 142 kasabadan daha büyük. Geçen yılın sonuna doğru Bulgaristan’ın en büyük köyü, 6250 kişilik nüfusa sahip olan Sofya Şehri iline bağlı Lozen köyü olmaya devam ediyor. İstatistik veriler, Lozen köyünün ülkenin 142 kasabasından veya ülkenin kasabalarından yarısından fazlasından daha büyük olduğunu gösteriyor. Büyüklüğe göre ikinci köy 5727 kişilik nüfusa sahip Silistre iline bağlı Aydemir köyüdür. 10 büyük köy sıralamasında 4979 kişilik nüfusu ile Sofya Şehri iline bağlı Bistritsa köyü üçüncü sırada, 4737 kişilik nüfusu ile aynı ile bağlı Kaziçene köyü dördüncü, 4714 kişilik nüfusu ile Pazarcık iline bağlı Draginovo köyü beşinci, 4278 kişilik nüfusu ile Filibe iline bağlı Rozino köyü altıncı, 4145 kişilik nüfusu ile Pazarcık iline bağlı Malo Konare köyü yedinci, 4044 kişilik nüfusu ile Filibe iline bağlı Trud köyü sekizinci, 3938 kişilik nüfusu ile Silistre iline bağlı Kalipetrovo köyü dokuzuncu ve 3935 kişilik nüfusu ile Sliven iline bağlı Gradets köyü onuncu sırada bulunuyor. İlginç olanı şu ki, tam 2391 köy ülkenin en küçük kasabası Melnik’ten daha büyüktür. Geçen yılın sonunda Melnik kasabasının nüfusu 208 kişidir. Başka 6 köyün nüfusu da Melnik kasabasının nüfusuna eşit sayıdadır.

Yalan Duman

BG-SAM-24.Nisan.2017

BSP’nin görüşü Konu: GERB ile yalancı yurtseverler verdikleri sözlerden gerilemeye başladı. Bizim lehçemizde sisse “duman” da denir. “Uzaktan baktım pek çok, yanına vardım hiç yok!” atasözümüzden kaynaklanan insanlarımız bir de “yalan duman” deyimini kullanır. Bulgaristan seçimleri geçeli pek bir zaman olmasa da, seçim işlerinin bir yalan dolan, vaatler fırtınası olduğu bu defa da hemen anlaşıldı. Bu konuyu biz BG-


110

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

SAM olarak birçok kez işledik. İşsizlik, emekli, maşları ve zamlar gibi özellikler üzerinde ayrıntılı durduk ve seçim önü söylenen sözlerin seçimden sonra geçerliliği olmadığına işaret ettik. 27 yıldan beri verilen vaatlerden hiç birinin yerine getirilmemesini protesto edenlerin sandığa gitmediğini anlattık. Şimdi bu gelişmelere bir de Sosyalist Partisi (BS) Başkan Yardımcısı, milletvekili Dragan Stoynev’in gözüyle bakalım. 23.04. 2017 tarihli “Faktor.bg” yayınından alınmıştır. Dragomir Stoynev: Emekli maaşlarına zam yapmak amacıyla bütün yaşlılara para yardımları, özürlü emeklilikleri ve tarım kooperatiflerinde çalışmış olanların gelirleri yeniden hesaplanmayacak, çocuk paraları arttırılacak gibi vaatler meclis kapısından içeri giremedi. Hükümet kurma yolunda uzlaşan GERB partisi ile yalancı yurtseverler “bütün emekli maaşlarına zam yapılacak” demişlerdi, ama bu defa da yalandırmışlar. Köylerdeki hırsızlık olaylarının ve yaşlıların emekli maaşlarının zorla ellerinden alınması, gece baskınları ve mahsulün çalınmasına köylülerin dayaktan geçirilmesiyle renklenen baskılı zulmün önlenebilmesi için İçişleri Bakanlığı’na yeni kadrolar alınacak, muhtarlıklarda görevli jandarma olacak falan filan vaatler seçim kampanyasında yüksek sesle, defalarca ve inandırıcı bir kesinlikle yükseltilmişti, hükümet görüşmelerinde hepsinin bu dönemde “olmamasında” anlaştılar. Halkı bütün dertleriyle birlikte unutmak adet oldu. İnananlar ümitleniyor, sonra hayal kırıklığına uğruyorlar. Bu defa da öyle oldu. Köylerdeki hırsızlık Bulgaristan devletinin çözemediği çok önemli bir sorun oldu. Yeni kurulacak hükümet de bu işlere para harcamak, kollarını sıvamak istemiyor. Türkiye sınırına daha fazla askeri güç yığmak için silâhaltına yeni bölükler alınacağını söylemişlerdi. Sığınmacı akımına en gel olacağız derken, “terörizme” kök söktürüyorlardı. Oysa anlaşıldığı üzere gerilen dikenli tel duvarda delik üstüne delik varmış, kaçakçılık kanalları açık bırakılmış, halk ve Avrupa Birliği yine aldatılmıştır. Şimdi bu konularda işlerin düzeltilmesinde “olmasa da olur” nokrasında uzlaşmışlardır. İktidara tırmanmaya çalışan güçlerin yanlışlarına işaret eden Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) Başkan Yardımcısı, Haskovo şehrinde içme suyunda uran oranının normalden birkaç misli yüksek olduğuna da değindi. İçme suyu kirliliğine Porvomay ve Valingrat şehir suyunda da rastlandığını açıkladı. Olayın 4 yıl öncesinden bilinmesine rağmen, halktan gizlendiğini vurguladı.


Makale ve Analizler - 2017

111

Bu iğrençliğin en fazla endişe veren tarafı ise, içme suyunda uran kirliliğini seçimlerden önce bilen GERB partisinin halktan, her gün bu sudan içenlerden, bu suyu kullanarak yemek yapanlardan gizlemiş olmasıdır. Siyasi hesap ve hedeflerin halk sağlığından üstün tutulması protestolara neden oluyor. BSP milletvekili Dragomir Stoynev, uran oranıyla ilgili gerçekleri gizleyen sorumlu kişinin GERB partisi Haskovo il seçim listesinde yer alan milletvekili adayı Angel Kunçev olduğuna dikkat çekerken, “halkın aldatıldığını” belirtiyor. BSP Başkan Yardımcısı Stoynev, Haskovo şehrinde ve diğer yerleşim yerlerinde içme suyundaki uran oranı ve halk sağlığı için içerdiği tehlike konusunun mecliste grubu olan bütün partilerden bir ortak çalışma grubu oluşturulmasını, inceleme yapılmasını, gerekli önlemlerin hemen alınmasını istedi. Stoynev, GERB partisinin ve yalancı yurtseverlerin seçim vaatlerinden döndüğünü, aralarında uzlaşma sağlayabilmek için geri adım attığını vurguladı. Seçimlerden önce 300 leva asgari emekli maaşı vaat eden GERB ve yalancı yurtseverler, şimdi 200 leva üzerinde anlaşmışlardır. Emeklilik primleri yeniden hesaplanıp tüm emekli maaşlarına zam yapılması vaatleri daha ilk hafta suya düşmüştür. Zamlara da değinen Stoynev, seçimden önce doğal gaz fiyatına en fazla % 13 - 14 zamdan söz eden GERB ve yalancı yurtseverlerin, seçimden sonra daha kabine kurulmadan % 30 oranında zam tekliflerine olumlu baktıklarını bildirdi. “Oraşarski” hükümetinde (29 Mayıs 2013 - 7 Kasım 2014) Enerji Bakanı olan Stoynev, bu zam isteğinin çok yüksek olduğunu ve tüketici tarafından kabul edilebilir bir yanı olmadığını vurguladı. GERB ve Yalancı Yurtseverler arasında, 240 kişilik Bulgar meclisinde, 122 milletvekili çoğunlukla ortak hükümet kurma görüşmelerine devam ediliyor.


112

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Cesur ve Hakklı Çıkışlı Başkan

Dr. Nedim Birinci-25.Nisan.2017

yız.

Konu: Artık Dipten tepeye yenilenme yolunda-

Davamızı kim oldukları belli olmayanlara kaptırmayalım! BULTÜRK yeni kurultaya gidiyor. Yeni yelkenler açıyor. 16 Nisan’dan beri Türk halkında büyük bir kıpırdanma var. Referandum heyecanı henüz dinmedi. Biz soydaşlar ise, bir de 26 Mart seçimlerinde aldığımız yaraları unutamadık. Yenilenme, silkinme, yeniden buluşup kenetlenme yoluna girdiğimizi kitlemiz fark ediyor. Referanduma katılan siyasi partileri bir daha gözden geçirenler, son günlerde “herkes suya gider” fakat “dolu desteyle dönmez!” deyiminde birleştiler. Bazı partilerin 7 - 8 defa siyasi sahneye çıkması, fakat bir türlü kara kemeri kapamaması, “bu defa çalımdı da, olmadı işte” diyenleri de yere baktırdı. Türkiye’deki halk oylaması (referandum) yorumculuğuna soyunanlar, evlerinde aspirin olduğu için, kendilerini doktor sanıyorlar. Olayların nedenleri çok daha derindir. Referandumdan sonra derneklerimizde bir durulma süreci başladı. Bu defa iyice bölündük. BULTÜRK - Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet derneğinin etkinlik merkezi ve daimi adresi Yıldırım / Bayrampaşa / İstanbul’dur. 350 binin üstünde nüfusu olan Bayrampaşa semti anakentin büyük beledîlerinden biri ve çok büyük bir göçen kalesidir. Burada Bayrampaşa’nın %16,2’sı Bulgaristanlı Türk soydaş ve Rumeliden gelenler ise %50’yi aşmış durumda. Çalışıyor, barınıyor, kültürel ve sosyal etkinliklere katılıyor. Yakın komşularımız Bosnalı, Makedonyalı ya da Kosova’lıdır. Hepsi biz gibi göçmendir. BULTÜRK derneğinin 5 bin 866 kayıtlı üyesi var. Bizimle gönül bağı olanlar 10 binin üzerindedir. Hafta sonu Kurultay’da buluşacağız. Semtte heyecanlı günler yaşanıyor. Burada bizi küçümseyenlere önümüzde yerel seçimlerde cevabımızı vereceğiz, hiç kimsenin şüphesi olmasın artık yeni sistemde halkın istediği yerine gelecektir. AK Parti ile akran olan, 2002’den beri bir sivil toplum örgütü olarak kültürel, sosyal ve siyasal sahnede yer alan BULTÜRK otoritesi Bayrampaşa’yı ve


Makale ve Analizler - 2017

113

İstanbul’u bile aşan bir dernektir. Hiçbir konuda insan ayrımı yapmadan, herkesle soydaşça, kardeşçe, eşitle eşit gibi davranarak kitleye inmiş ve sosyal dalgalanmalar içinde dümeni kendi elinde tutan bir STK’dır. Dernek üyeleri Genel Başkan Rafet Ulutürk’ü anlatırken rüzgârın nereden eseceğini bilir diyorlar, Baba vanga gibi geleceği soyleyen Başkan bizim başkan diyorlar. Sadece Soydaşlar değil tüm Türk Dünyası Rafet Ulutürk’le gurur duyuyorlar. Başkanımız cesur çıkışlıdır, diye belirtmeden edemiyorlar. Kitabını okuyan biri Moldova’da bile Komunistleri halleden biridir diyor. Türkiye’de Göçmen ezikliğini söküp atarak Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olma gururunun aşılanmasında ve artık Bulgaristan Türklerinden her birinin “Ne mutlu Türküm diyene!” demesinde BULTÜRK ve Başkanının olağanüstü emeği var. Bu gerçekliği bu hafta sonu çağrılan dernek kurultayı hazırlıklarında görebiliyoruz. Yolda meydanda “Selam Başkanımız” diyenler çoğalırken, herkesin sesinde sıcaklık, gözlerinde umut, gönüllerinde bağlılık var. Yine haklı çıktın Başkanım diyenler çoğalmaya başladı. Genel Başkanımız Rafet Ulutürk ve yönetim ekibi 15 yıldan beri güç yenileyerek insanlar arasındadır. BULTÜRK Peygamberimizin dedi gibi “iki günün aynı geçmemesi gerekir” her seçimde yeni yeni yollar buluyor, hiç kimsenin beklemediği, düşünmediği, cesaret dahi edemediği yollara girmekten çekinmiyor. En önemlisi de hep seçimden önce konuştuğu herşeyi yerine geldiğini görebiliyoruz. Biz yönetimde olmamıza rağmen biz bile şaşırıyoruz, her seçim öncesi tutuğu yoldan gitmemek için garanti istiyoruz, olmaz ise ne yaparız dediğimizde hemen beyaz kağıda imzasını atıyor işte bu benim istifa dilekçem alın sizde kalsın seçim geçtiğinde işleme koy diyebiliyor. Onu öyle gördüğümüzde karşı tarafta olanlar bile onun yanına geliyorlar. Bazı arkadaşlar yoruluyorlar ve yenilerle devam ediyoruz, amma hiç vazgeçmiyor her şeye rağmen yoluna birinci günde olduğu gibi devam ediyor. Yorulmak nedir bilmiyor, durmak yok zamanımız ise hiç yok haydi bismillah deyip aynı şevkle yoluna devam ediyor. Soydaşlarımız Türkiye’ye geldiğinde değişenleri, değişmeden kalanları, yerli sakinlerle kaynaşma yollarını açan, ilerlerken güçlük çekenleri elinden tutup ileri çeken hep BULTÜRK oldu. Dernek yönetimi 24 saatin 24’ünde de insanlarımızla birlikte olma yollarını aradı ve buldu. Soydaşlarımızın bilgiye susamışlığını hissedince, toplantılar, toplu çalışmalar, konserler, açık oturumlar, yemekli geceler düzenledi. Basını, radyo ve TV


114

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

programlarından faydalandı. Dernek gecelerinde 3 telli sazla, Rodop, Deliorman ve Dobruca türküleriyle soydaşlarımızı coşturdu. Liderlik, ister dernek, ister parti, ister devlet lideri olsun, vasıf meselesidir. Bir kişinin lider olabilmesi için halkın arasından yetişmesi, halkının alın terinden aldığı suyla boy atması ve her nerede olursa olsun davaya ve hiçbir kimseye ihanet etmeden temsil ettiklerinin önünde yürümesi ve onları yönlendirmesi gerekir. BULTÜRK Genel Başkanı Sayın Rafet Ulutürk halktan geldi, Bulgaristan Türklerini Türk Dünyasına taşıdı, her yerde halkı temsil ediyor, halkın önünde yürürken kitleye yol gösteriyor, yeni yeni yollar açıyor. Önce halkın çıkarları dediği için pek uyuşamıyor amma hiç mi hiç yolundan ve halkından geri adım atmıyor. Onun cesur, fedakâr ve dirençli şahsiyetini 15 Temmuz gecesi sokaklarda ana-vatanımıza el kaldıran ve darbe yapıp Türkiye’mizi yok etmeye çalışanlarla BULTÜRK bayrağı altında çatışırken gördük. Başka da dernek pek görmedik. Türk halkının yeni ruhunun oluşmasına açılan gece nöbetlerinde, Yenikapı mitinginde beraberdik. Türklüğün, Büyük Türkiye’nin, yeni Türk ruhunun doğuşunda ve topluma yerleşmesinde, aynı şekilde 16 Nisan halk oylamasında da beraberdik, yenilgi tehlikelerini birlikte göğüsledik, zaferleri birlikte kucakladık. Yine bizim oralardan balkanlardan dernek olarak tektik, yine açık destek verdik. Başkanımız her zaman her yerde hepimizle beraberdi. Gerek Yenikapı mitinginde, gerekse Beştepe’de Balkan Göçmenleri Dernek ve Federasyon başkan ve heyetlerinin Başkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’la görüşmesinde hepimizi temsil etti, dilek ve temennilerimizi, halkın problemlerini kendisine iletti. Soydaşlarımız için o, onları “doğuyor bir insan gibi, dönüyor pehlivan gibi, isteksizce tepiniyor, doğduğuna pişman gibi” durumundan kurtarıp aydınlanma yoluna çekti. Bu çalışmalarda ömrünün büyük kısmındaki yıllarını bu işlere veren Genel Başkanımız Rafet Ulutürk, Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği (BULTÜRK) ile Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi BG-SAM ortak yayınlarını başlattı. Herkese her yerde ulaşma ve hepimizin her konuda bilgilenme yolunu seçti. “Bulgaristan Türklerinin Sesi” gazetesi-https://issuu.com/bulturk, bghaber.org aktüel haber ve yorum siteleri böyle kuruldu. Gazeteci ve köşe yazarı ekipleri oluşturuldu. Bir yandan Türkiye’deki demokratik parlamenter düzenden demokrasinin daha yüksek bir aşaması olan anayasa değişikliği ile Başkanlık sistemine yasal geçiş sürecini açıklarken, öte yanda Bulgaristan konusu da elden düşmedi. 100 şairli, onlarca kültür, bilim ve sanat adamı olan Bulgaristan Türk aydınları ordusuyla kaynaşarak bugün artık sayıları bir milyonu bulan soydaş kitlemize


Makale ve Analizler - 2017

115

aktı. Vatan ve ana-vatan konusu yeniden işlendi. “Ne mutlu Türküm diyene!” bayrağı daha yüksekte dalgalandı. Okuma seferberliği başladı. Uyananlar dirildi ve hepsi kendilerini Büyük Türkiye davası saflarında buldu. BULTÜRK - BG-SAM yayınları bu uzun yolda elde edilen dönüşümlere aktif katıldı. Süreçleri yönlendirdi. 10 ciltlik bir külliyatla Bulgaristan’da totalitarizmden demokrasiye geçişi mercek altına alındı. Geçiş Dönemini, ekonomik, sosyal ve kültürel çöküşü, 2 milyondan fazla yurttaşımızın vatan topraklarını terk etme nedenlerini, 4. teknolojik devrim yaşayan dünyada yerimizi, bugün ve yarınlarımızı anlatırken, olaylara hep Bulgaristan Müslüman Türkleri, soydaşlarımız, demokrasi, insan hak ve özgürlükleri, vatandaşların hak eşitliği açısından hoşgörülü yaklaşımla baktı. Bulgaristan’ı ve Türkiyeyi Analiz etti. Sonuç çıkararak yol gösterdi. Bu yıllarda, 1989 Mayısında hepimizin katılımıyla gerçekleşen Halk Ayaklanmamız unutturulmadı. Kahramanlara anıtlar dikildi. Anma geceleri ve “Türkan Çeşme” törenlerinde beraber olduk. Hak ve Özgürlükler Partisi halk davasına sadık kalmaya çağrıldı, davamıza ihanet kınandı. Partiden koparak halkımı bölme ve daha da parçalama çabaları eleştirildi. 27 yılda 10 binden fazla aydınımızın vatandan sökülüp atılmasına en sert şekilde karşı duruldu. En büyük değerimizin insan sevgimiz, vatan sevgimiz olduğu anlatılırken, vatanın kutsallığı vurgulandı. Bu çalışmaların başında bilinçlenen bir kitleyi yöneten Genel Başkanımız Rafet Ulutürk vardı. Yakın geçmişimizin en büyük olaylarından biri Bulgaristan’da yapılan erken genel seçimlerdi. BULTÜRK, Rafet Ulutürk’ün girişimiyle bu seçimlere katılmama kararı aldık. Bayrampaşa / İstanbul’da seçim sandığı açılmadı. Buradan otobüsler kalkmadı. Soydaşlarımız sınır kapılarında tartaklanmadı. Bu bakıma kararımız öngörülü ve isabetli oldu. Hak ve Özgürlükler Partisi’nden (DPS) kişisel yetersizlik ve kitleleri sürükleyen önder vasıfları gösteremeyen Lütfi Mestan ve arkadaşlarının programsız, strateji ve taktiksiz “DOST Birliği” köşe kapma ortaklığına oy vermemeye çağırdı. İşte böyle bir durumda bunu söyleyebilen yine tekti. Fakat bu çağrıya kulak verenler çok oldu. Bulgaristan’da birçok köyden boş sandık toplandı. 175 bin kişi öz davamıza ihanet eden DPS’ye oy vermedi, ama oyunu “DOST Birliği” ortaklığına da vermedi. BULTÜRK’ün sesi duyuldu. Seçilmeye katılmayanların, boş oy atanların sayısı, uygulanan siyaseti bütünüyle ret edenler, şu ya da bu partiye oy veren seçmenlerden fazlaydı. Bu gelişmeler ışığında birçok olumsuzluklar yaşandı.


116

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgaristan Türklerini, onların davasını, ruhunu, iradesini tanımayan, seçimlere bir loto-toto olarak bakan ve tutarsa hesaplarıyla yola çıkanlar, ortalığı karıştırdı. Baskın çıkmak için siyaset üstü yöntemler seçtiler. Bulgar milliyetçilerinin ağzına bal sürüldü. Kitle hareketlerinin halkın bilinçli hareketlenmesiyle başlayıp geliştiğini bilmeyenlerin seçimlerde oyun kurucusu olamayacağı ortaya çıktı. Böbürlenenleri değerlendirenler, halkın nabzını tutmanın bambaşka bir şey olduğunu gördü. Öte yandan yenilginin acısı sert oldu. Yenilgiyi kabul etmeyenler yan çizdi. Maçtan sonra gol atılmaz, diyenler, hor görüldü, saldırı hedefi oldu, tehdit edildi. Bu arada kişisel prestij hırsı ile, Bulgaristan Müslüman Türkleri varlığının karıştırılması da esasız yeni yorumlar doğurdu. Seçim sonrası da açık açık hesap verilsin diye gazetelere beyanat verdi. Bizim neslimiz yok oluyor bu hesap er veya geç verilecektir dedi. Etraf sustu ağızları bıçak açmaz oldu... BULTÜRK derneği kurultaya bu konuları bir daha değerlendirmek için gidiyor. BULTÜRK’ün 26 Mart 2017 seçimlerinde soydaşlarımızı ve Bulgaristan’daki kardeşlerimizi kandıranlardan, yalandır-anlardan, hezimete uğratanlardan, parçalayıp ortada bırakanlardan hesap sorulması çağrısında bulundu. Bu çağrı “sesimiz kesti” havalarına girenleri kudurttu. Biz, BULTÜRK olarak tam da bu konuları tartışmak için kurultay topluyoruz. Doğru ile yanlışı bir daha harmanlayacağız. Yolumuzu daha geniş açmak istiyoruz. Yol haritamız Bulgaristan’da huzurlu yaşamamızın güvencesi olan Büyük Türkiye yoludur. Sayın Devlet Bahçeli ve Sayın Recep Tayyip Erdoğan önderliğinde ilerliyoruz. STK’ların siyasetin demokrasinin dayanağı olduğu Türkiye Cumhuriyetinde Bulgaristan seçimlerinde yenilenlerin “faturayı” bize ödetmeye çalıştıkları dikkati çekti. Oy kullanmak veya kullanmamak özgür bir irade ifadesidir. Demokratik toplumda insan haklarımızın başında gelir. Ödün veremeyeceğimiz, bir de onun bunun hatırı için asla heba edemeyeceğimiz bir hakkımızdır. Neslimiz tükenirken sessiz kalamayız. Bizi tanımayanlar bizi temsil edemez. Hatır için lider olunmaz. Ömründe hiç bir konuda başarılı olamayanlar bizimle denemelerine devam edemezler. Buna müsaade edemeyiz. Davamız şans oyunu değildir. Davamız Bulgaristan’da Türk - Müslüman davasıdır. Hayat yolunu “50 Yıllık Mücadele” kitabında delillerle anlatan ve Bulgaristanlı Türk kimliğimizi 24 ülkede Dünya Türk Gençler Birliği Kurultaylarında şerefle savunan, yok olmuşluğumuzu var edenlerden biri olan Genel Başka-


Makale ve Analizler - 2017

117

nımız Rafet Ulutürk’e dış güçler kışkırtmasıyla baş kaldırıldığı, tuzaklar kurulmaya çalışıldığı dikkat çekiyor. Beyler, seçim kaybınız hesapsız kitapsız siyasetinizin sonucudur. Hesabı verilmelidir! “Todor Jivkov’un torunu” gibi kişisel suçlama ve karalamada bulunanlardan, BULTÜRK yönetim kadrolarına kişisel gözdağı verenlerden ve bazı örgütlü gruplardan gelen tehditlerle derneğimizi ele geçirme hesapları yapanların yolu buraya kadar olmalı. Türkiye Türklerindir, Dış Türklerin Hepimizin anavatanımızdır, Sayın Recep Tayyip Erdoğan önderimizdir. Ezilmedik. Ezilmeyeceğiz! Kurultayımız sinsilerin yolunu kesin kesecektir. İğrençliklerini yüzlerine vuracaktır. Bu konuda Yetkilileri ve ilgili siyasi ve kamu makamlarını göreve çağırıyoruz, Bulgaristan’da bir hezimet yaşandı bunun hesabı sorulmalıdır. Eğer bir dernek meyve veren bir ağaçsa, BULTÜRK bizim baş tacımızdır. Bu gün yol göstericimiz, gurur kaynağımız, Genel Başkanımız Rafet Ulutürk’tür. Gerçekleri görelim, Hak yolundan ayrılmayalım, Birlik olalım, güçlü olalım kardeşlerim. Paylaşalım bilgilendirelim çevremizi, sağolun var olunuz, kendi neslimizi kendi ellerimizle yok etmeyelim. Bunun yolu bilgilenmek gerçek bilgilere ulaşmaktır. Kalın sağlıcakla.

Vız Gelir

Musa Vatansever-27.Nisan.2017

Konu: Bulgaristan’da politikacılara inanan kalmadı. Filibe’de Harman Mahalle yıkıldı. Faşistler iyice kudurdu. Gözü başbakan yardımcılığında olan yalancı yurtseverlerin “Bulgaristan’ı Kurtarmak İçin Yurtsever Cephe” partisi Başkanı V. Simyonov, Bulgaristan Cumhuriyeti’nin Ankara Büyükelçisi Nadejda Mihaylova’nin görevinden alınacağını açıkladı. Gerekli işlemlerin ve bilgilendirmenin yapıldığını bildiren ırkçı milliyetçiler lideri, “Büyükelçinin 22 Mart erken parlamento seçimlerinden


118

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

önce T.C.’deki soydaş dernek ve federasyon liderleriyle görüşmelerde bulunmasını ve kendilerine seçime katılmak isteyenlerin dilekçelerini nasıl doldurmaları gerektiği üstüne bilgi vermesini” göstermiştir. Bizi karanlıkta, bilgisizlik zindanında, yanlış yapmamız dışında bir fırsatı olmayan gafil durumda tutmak istediklerine en büyük örnek Büyükelçi Mihaylova’nın başına gelendir. Bulgaristan Türkleri, 1989 Mayıs Ayaklanması’ndan beri Bulgaristan siyasetinin merkezindedir, her adımda olmazsa olmazdır. Başbakan Gercikov’un geçici seçim hükümetinin görev süresi bitiyor. Bulgaristan tarihinde ilk kez olmak üzere bu hükümet iktidardayken oy kullanmaya giden Türk göçmenler otobüslerden indirildi ve dövüldüler. Onurumuz yerle bir edilmek istendi. Bu yüzkarası olay Bulgaristan’da yazılmak istenen demokrasi tarihinde kara bir leke olarak kalacaktır. News.bg haberine göre, lider geçinen, aynı ırkçı şahsiyet, GERB partisi ile ortak kabine kurma görüşmelerine katılan heyet başkanıdır. Sahte “Yurtseverler Birliği” adına verdiği son demecinde, Bulgaristan’da yaşayan Müslüman Türker’in haklarını koruma açısından son derece aktif ve başarılı olan T.C. Sofya Büyükelçisi Sayın Süleyman Göçe’ye saldırdı ve ülkemizden kovulmasını isteyeceklerini açıkladı. Avrupa Birliği Konseyinin “faşistler” listesine giren bu şahısın aklından geçenleri TV ekranında kusması aslında iyi oldu. Son yıllarda BG-SAM yayınları ülkemizde faşizmin kabardığına defalarca uyarı yaptı. Bunu derken, tüm demokratik güçleri, tüm azınlıkları, hele hele Müslüman Türkleri birbirine kenetlenmeye çağırdık. Çünkü onlar azınlıklara ve en başta Türklere karşı kükrüyorlar. Hedeflerinde biz varız, rüyalarında bizi yok ediyorlar vs. Hedeflerindeki son Bulgaristan Türkü, Bulgaristan’da yaşayan son Müslüman vatan ocağından söküp atmaktır. Bu amaçla onların kapsamlı ve aşamalı plan hazırladığı biliniyor. Ortak kabine kurma görüşmelerinde hazırlanmakta olan Siyasi Sözleşmede bu hedef kilit noktasıdır. Avrupa Birliğini arkalarına alıp 1984 - 1985 saldırısını tekrarlamak istiyorlar. Türkiye Cumhuriyeti ile AB arasındaki ilişkilerin koparılması ateşine odun atıyorlar. 2004’te T.C. özel bir meclis karayla NATO’ya girmelerine garantör olmuştu. “Elini verdi, kolunu koparmak istiyorlar.” Küstah bir durumla yüz yüzeyiz. Büyük bir gerginlik yaşıyoruz. Gelişmeler günlük hayatı etkilemeye başladı. Büyükelçi Gökçe’ye ve Büyükelçilik makamına saldırıların ucunda, Bulgaristanlı Türkleri desteksiz bırakmak var. Yalnız kalırsak bizimle çok daha kolay hesaplaşacaklarını hesap ediyorlar.


Makale ve Analizler - 2017

119

1971 - 1972’de ve 1984 - 1989’da işledikleri ağır insanlık suçlarından, seri kimlik katliamlarından, isimlerimiz zorla değiştirilirken akan kandan, İslam dininin yasaklanmasından, Müslüman Türklerin gelenek ve göreneklerinin, adetlerinin ve törelerinin ayakaltına alınmasından, yasaklanmasından, okullarının kapatılmasından cezasız yırttılar. İnsan hakları bakımından azınlık çocuklarının toptan cahil bırakılması büyük bir suçtur. Tüm devletlerarası sözleşmeler etnik azınlığın ibadet hakları savunur. Son hesaplarında bizi son Türkü de kovalayıp paçayı kurtarma hesabı var. 1984 - 1989’da 47 kişinin kurşunlanarak öldürülmesi unutulabilir mi? Tamamen suçsuz 12 bin Türkün hapse atılması, işkence görmesi, kimliğinden vazgeçmeye zorlanması unutulabilir mi? Sürgünde ve toplama kamplarındaki son derece çirkin çekilerin üstünden silgi çekilebilir mi? Vatandan kovulan 500 bin Türkün acıları capcanlı değil mi? Tuzaklara düşürülenler, ajanlık yapmaya zorlanışlar kaynayan Türklük isyanını nasıl unutsunlar!? Bu işlerde parmağı olanlar, rol alanlar, kararsız davrananlar, elleri tetikten inmeyenler bugünün faşistleridir. Bir defa korkuttuk, artık ebediyen başkaldıramazlar hayaline kapılıyorlar. Onların Türk düşmanlığı faşist Bulgaristan kaynaklarından ve totaliter dönem bataklığından güç devşiriyor. Yıllar yılı her gün suç işleyen bu iğrenç tipler gerçeklerin ortaya çıkmasından ve keserin ters dönmesinden korkuyorlar. Hepsinin geceleri kâbus! İçlerindeki azgın düşmanlığın başka bir sebebi, gerekçesi, motivasyonu yoktur ve olamaz. Zehirli oklarını Müslüman Türklere diken sahte “Yurtsever Birliği” üç aşırı sol ve sağ partiyi 2014’ten beri birleştirdi. Bize, demokrasiye, özgürlüklere ve insan haklarımıza düşman örgütlerden birincisi İç Makedon Devrim Örgütü (VMRO) adıyla bilinir. Osmanlı düşmanlıyla mayalanmış ve Türk düşmanlıyla yetişmiştir. Düşmanlık kışkırtmaktan, yargısız infazdan, suçüstüne suç işlemekten başka hiçbir iş yapmamıştır. Başkanı Krasimir Karakaçanov’tur. III. Borisov hükümetinde Başbakan Yardımcılığına ve Savunma Bakanlığına soyunan Karakaçanov dünyadan haberi olmayan biridir. 28 yıldan beri bir gün mesaisi yoktur. Bulgar faşizminin askılarından biridir. Yardımcısı Angel Cambazki, AB kürsüsünde Türk düşmanlığı bayraktarıdır. Bize karşı 200 konuşma yapmış. Ağzına geleni söylemeye devam ediyor. Avrupa Birliği parasıyla, AB’nin dış sınırı olan Bulgaristan - Türkiye sınırına askeri yığınağı yapmak akıllarından geçen en “yurtsever” fikirdir. Bölgeye İstanbul menzilli füzeler yerleştirmek hayal ettikleri mutluluktur. Bu konuda defalarca konuşan Karakaçanov, askeri işlerden anlamayan birisidir. Askeri uzmanlık vasıfları sıfırdır. Amaçlarındaki hedef Brüksel’den para kopartmaktır. Tel örgü için bir defa 168 milyon Euro aldılar. 2 kat gereceklerine 1 kat germişler o da delik delik. Kaçakçılar mekik dokuyorlar.


120

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

VMRO şefi, Bulgar milliyetçiliğinin ancak gece gündüz Türk düşmanlığı körükleyerek alevlenebileceğine inanan biridir. VMRO, yıllarca uğraştı fakat tek başına Bulgar siyaset arenasına, meclise giremedi. Her zaman seçim ortaklığı aradı. Örgütün kuruluş gerekçelerinde 1878’de Berlin konferansında Koca Balkan ile Tuna nehri arasında ve Sofya ovasında bir Bulgar Prensliği kurulması, Makedonya ve Trakya topraklarının Osmanlıya bırakılması bulunur. VMRO bugünde Makedonya’nın Bulgaristan’a katılması için etkinlik yürütüyor. Bir Dışişleri bakanı ve birkaç Bulgar başbakanının öldürülmesinde, askeri darbelerde parmağı vardır. Örgüt defalarca yasaklanmış ve Avrupa Birliği Konseyi tarafından da “faşit” örgüt olarak ilan edilmiştir. Faşist birliğe katılan ikinci siyasi güç, aşırı sol cephedeki “Ataka” partisidir. Parti lideri Volen Siderov Demokratik Güçler Birliği’nden (CDC) gelse de, Bulgar milliyetçiliğinin ancak etnik düşmanlık, Türk düşmanlığı ateşi etrafından ısınabileceğine inanmış bir ırkçıdır. “Ataka” ruhları aynı kazanda kaynayan Rusya siyasi güçleriyle bağlıdır. Onların desteğiyle “Alfa” TV ve “Ataka” gazetesi dış destekli yaşıyor. İninden çıkmış aç bir yılan gibi devamlı dişlerini gösteriyor. Siderov ile Başbakan Borisov’un ilişkileri yıllarca buruktu. Birkaç defa mahkemelik oldular. Şimdi aralarından su sızmıyor. Siderov’un hangi bakanlığı istediği henüz açıklanmadı. O, Bulgaristan’da etnik azınlıklara karşı ırkçı dış bileyen ilk siyasetçidir. Siyasetin sağı solu olmaz ilkesine göre hareket ediyor. Sol görüşlerin en uç noktalarını savunurken, aşırı sağcı ırkçılarla birlik kurmuştur. İlkesiz ve sahtekârların “Yurtsever Birlik” diye adlandırdıkları “faşist” ortaklığın nüvesini oluşturansa “Bulgaristan’ı Kurtarmak İçin Ulusal Cephe”dir. Azınlıkılara, Türklere ve tüm Müslümanlara karşı zulüm işlemek zihniyetiyle kurulmuştur. Hemen yasaklanması gereken bir siyasi örgütüdür. Tescil başvurusunda “Türklerin Hak ve Özgürlükler Partisini kapatmak ve yasaklamak için savaşacağız cümlesi yer alır.” Bu örgütün 25 yıldan beri propagandasını yapan “Skat” TV, Türklere, Pomaklara ve Çingenelere karşı isim değiştirme katliamı ve kültür kırımı da arasında, 40 yıl durmadan süren zulmü haklı çıkarmaya çalıştı, Bulgar milliyetçiliğini uyandırdı, diriltti ve ırkçı parti kurulmasının yolunu açtı. Bizdeki 3 dallı ırkçılık 22 Mart 2017 seçimleri öncesi bir siyasi platformları birleştirerek mecliste 27 sandalye kaparak 3. siyasi politik güç olmayı başardı. Bugün masaya yatırılan 4 yıllık iktidarın siyasi alanı üzerinde baskın olmaya çalışıyorlar. Başarılı olduklarında ülkedeki bunalım hemen bir perde daha derinleşecektir. Karşımıza dikilenlerin düşmanca azmasında en büyük rol üslenmiş siyasetçi Lütfi Mestan’dır. O, değişik havalara girip sahtelikten geçinir. Politikadan anlamaz, kişisel çıkarlar dışında dünya görüşü bulanıktır. Bulgaristan Türkleri-


Makale ve Analizler - 2017

121

nin ufkunu ancak kendi menfaatlerinin deliğinden görür. Bulgaristan’a turist sıfatıyla yemeye içmeye ve eğlenmeye gelen destekleyicilerin arkalamasıyla kurulan “DOST Birliği” mimarıdır. Son seçimde soydaşlarımızı sinsi alçaklığa kurban ettiler. Onların planlı yanlışlarından Bulgaristan’da “faşistlerle” ortak hükümet doğuyor. Çeken yine halkımız, sıradan Türkler, memleketimizdeki 2 milyon 500 bin fakirin arasında en sefil, en daralmış, en sıkışmış durumda ve geçimsizlik içinde kıvranan Bulgaristanlı Türkler oluyor. Bu aymazlar yüzünden insanlarımız kendi mülklerini işleyemez duruma geldi. Yarı aç yaşayanların sayısı her geçen gün artıyor. Çekilen eziyet hem maddi, hem de manevidir. Çatlayan közler içinde yeni kıvılcımlar görüyoruz. 22 Mart 2017 seçimleri tekrar tekrar ve doğru okunmalıdır. Son hezimeti gizlemek için yumruk sıkıp koltuk kabartanlar yüz karası gerçekler görünmesin diye boya badana yaptıranlar siyaset sahnesinden mutlaka indirilmesi ve en yakın zamanda hesap vermelidirler. Düşmanlarımızın zaferi onları hiçbir konuda haklı göstermez! Bulgar düşmanlığını en iyi anlatan Mehmet Akif’tir. Açık ve şiirlerini okuyunuz. Sahte “Yurtseverler Birliği” Türk düşmanlığı zehrini yeni hükümetin siyasi programına akıtmak ve geleceğimizi tamamen zehirleyip karartmak istiyor. Maddelerin birinde Türkiye Cumhuriyeti ile Bulgaristan arasında imzalanan din işlerinde işbirliği protokolünün bozulup rafa kaldırılması ve camilerimizde ibadet işlerinde yardımcı olan Türkiyeli imamların Bulgaristan’dan geri gönderilmesi var. Düşmanlık seli manevi alanda Türkiye’den aldığımız yardımların kesilmesini, dolayısıyla Mestanlı, Şumen ve Rusçuk imam hatip liselerinin ve Sofya İslam Enstitümüzün kapatılmasını öngörüyor. Bunun ardından faşistler “biz tek ulusuz” deyip Müslüman mezarlıklarını sürdürecekler, camiye gidenleri mimleyip izlemeye başlayacaklardır. Hedeflerin ülkemizde İslam’ın yasaklanması ve tüm camilerin kapatılmasına kadar yolu var. 1934’ten sonra Bulgaristan’da olup bitenleri öğrenin ve unutmayınız. Kural tanımayan diktatör Todor Jivkov döneminden de farklı olarak, bugünün faşistleri her şeyi kitabına uydurup, politik kurumları bu amaçla kullanmak istiyorlar. Meclise sunulmul 9 anti-Türk yasa var. Müslüman Türk düşmanı tüm yasa tasarılarını mecliste onaylatarak, saldırgan iğrençliklerine meşruluk kazandırma peşindedirler. Bulgaristan’daki siyasi bunalım, meclisteki kilitlenmişlik, toplumdaki çaresizlik faşistlerin kudurmasına en uygun ortamdır. Hitler de iktidara benzer koşullarda, azınlıkları yok ederek ve halkı ezerek gelmişti. T.C. Sofya Büyükelçisi Sayın Süleyman Gökçe’nin “Türkiye Bulgar halkının dostudur!” sözleriyle başlayan TV demeci hakkında “sınırsız küstahlık ve gerçeklerin yüzsüzce reddedilmesi” diyen bir faşistten başka ne beklenebilir ki?


122

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bizans döneminde Bulgar halkının yok olmaktan Türkler tarafından kurtarıldığı ne çabuk unutuldu Geçen asır 6 savaşa giren ve hepsini kaybeden Bulgaristan’ın Osmanlı döneminde 200 yıl savaşsız yaşadığını da unutması ilginçtir. Bu arada faşistlerin ortak hükümetten 7 bakanlık istediği konuşulmaya başladı. Yeni koşullarda azınlıklara karşı saldırıların, azınlık temsilcilerinin yürütmeden ve yerel devlet organlarından sökülmesine hız verilmesi son derece biyik bir tehlike olarak ortadadır. Şu durumda Bulgaristan Türklerinden 120 gencin Yüksek Öğrenimden sonra bilimsel çalışmalara katılma imkânı bulabildiği sevindirici bir gelişmeyken, kaderleriyle ilgili endişeler giderek artıyor. Bu arada yeni dönem için Bulgaristan Türklerine son derece gerekli olacak bilgili ve yüksek vasıflı kadroların eğitilmemesinden de yine Lütfi Mestan ve arkasında duranlar sorumlu ve suçludur. Kuşkusuz biz BULTÜRK olarak tüm bunlara vız gelir demek istiyoruz. Fakat ileri hamle yapabilmemiz için Türkiye koşullarında, dernek çalışmalarımızla ve bir sürü farklı etkinliğimizle daha başarılı, daha derin iz bırakan bir STK olabilmemiz gerekiyor. Yıllardan beri Ankara kıstasları hep yanlış ölçtü. Yanlış tarttı. Yanlış biçti. Ne kendileri adam yetiştirdiler ne de güvenilecek adam bulabildiler. Hırsızlığından dem vurulanlarla, yüzlerinden hainlik akanlarla buluşup sarmaş dolaş oldular. Vatan bildiği topraklardan kovulan yaralı bir kitleyi bilgilendirip bilinçlendirme kapısını açmadılar. BULTÜRK bu konudaki seri yayınlarını okumaya dahi zaman ayırmadılar. Strateji ve taktiği halkı uyutma, aldatma ve dolandırma sananlarla işbirliği yapıldı. Gerek müftülük işlerinde, gerek STK çalışmalarında, gerekse bir camı veya bir okulun onarım işlerinde bile şahsi çıkarları toplumsal menfaatlerin, Türklüğümüzün önüne çıkaranların borusunun ötmesine akıl erdirmek zor. Örneklemek gerekirse, milliyetçi faşistlerin artık Sofya Belediye Başkanlığına bir dilekçe sunarak, anakentte en büyük ibadet yerimiz olan tarihi “Banya Başı Cami” cephe duvarından sıva düşüyor ve yoldan geçenlerin hayatı için tehlike oluşturuyor gerekçesiyle, giriş çıkışın durdurulmasını talep ettiklerini ve ince hesap peşinde olanların hala sustuğunu anımsatmak isterim. Bunların hepsi bize vız gelir diyenlerin yüksek ruhuna saygımız olsa da, yere basmadan yürüyenlerimizin bugün gerileme süreci içinde olduğuna tanık oluyoruz. Avcı Mestan’dan torbacılarına hepsi birden kayboldu. Nereye kadar gerileyeceğiz. Duruma yeni nur getirebilmemiz için hangi üniversitede kaç öğrenci okutuyoruz, kaç bilim adamımız var? Kitle hareketlenmiş önünde yürüyen yok. Yol gösteren yok. Karanlık içinde en pembe hayaller kursak da, karanlıktan çıkamayız. Türkiye yeni bir teknolojik devrime kanat açıyor. 5 - 10 yıla kadar bugün kullandığımız mesleklerden hiç birine ihtiyaç olmayacak. Bulgaristan’da durum çok kötü! Toptan işsiz kalma tehlikesi kapımızı çalıyor. Bulgar soyunda binlerce


Makale ve Analizler - 2017

123

öğrenci Batı üniversitelerinde okutuluyor, yetiştiriliyor. Biz bu işin neresindeyiz. 27 yılda bir tek Bulgaristan Türkü bir fabrika kuramadı, 3 - 5 kişiye işverenimiz yok. Bizi bitirdiler, ama bitirildiğimizi kabul etmek istemiyoruz. Güzel de, içine düşürüldüğümüz durumdan çıkma yolu bulmak zorundayız. Bu hepimizin görevidir. Bir ağacı sulamakla orman olmaz. Gördünüz işte... Birleşebilirsek faşistlerin tuzakları bize vız gelir. Hadi gelin kardeşlerim birlik olalım. Yani yolumuz partilerde değil, sivil toplum örgütlerinde başlasın. BULTÜRK kapısı hepinize açıktır. Gelecek sivil toplum örgütlerinin olacak. O gelecekte biz de olalım! Okudunsa, paylaş lütfen.

AB “GERB Partisi Hükümeti HÖH ile Kurmalı” Dedi

BG-SAM-27.Nisan.2017

Konu: ALDE Başkanı GERB partisini hükümeti güya “Birleşik Yurtseverler” ile değil, Hak ve Özgürlükler Partisi (DPS) ile hükümet kurmaya çağırdı. ALDE partisi Başkanı ve Avrupa Parlamentosu üyesi Hans van Balen. Sofya’da hükümet temasları devam ediyor. Cumhurbaşkanı Radev bütün parti başkanları ve heyetleriyle görüştü. Onun, hafta sonuna kadar hükümet kurma ödevini önce 22 Mart seçimlerinden en fazla oy alarak çıkan GERB partisi Başkanı Boyko Borisov’a vermesi bekleniyor. Borisov 2009’dan beri III. Bulgar hükümetini kuracak. O, Bulgaristan’ı son seçimlerde 27 oy alan, güya “Birleşik Yurtseverler” ile yönetmeye hazırlansa da iki siyasi parti arasında politik sözleşme henüz imzalanmamıştır. İşte böyle bir ortamda, 25 Nisan 2017’de Brüksel’den gelen bir haberde, ALDE Partisi başkanı ve Avrupa Parlamentosu üyesi Hans van Baalen, Avrupa Halk Partisi (ENP) üyesi olan Bulgaristan GERB partisini hükümeti güya “Bir-


124

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

leşik Yurtsever” partisi ile değil de, Hak ve Özgürlükler Partisi (DPS) ile kurmaya çağırdı. Brüksel’den gelen mesajda, liberallerin şefi şöyle diyor: “Yeni iktidar koalisyonu, Avrupa yönelimli bir parti olan Hak ve Özgürlükler Partisi (DPS) ile kurulursa Avrupa Birliği’nin yaratıcı üyelerinden biri olan Bulgaristan’ın geleceği için daha hayırlı olur. Çünkü yıllar içinde, Avrupa Parlamentosunda, ALDE grubu gibi, Hak ve Özgürlükler hareketi de istikrarlı yönetimden, özgürlüklerden ve demokrasiden yana olduğunu defalarca kanıtladı”

Bakış Açısı ve Okunması Gereken Kitaplar

Neriman Eralp Kalyoncuoğlu-28.Nisan.2017

Konu: Sofya Fransızca konuştu. Batarken de ısıtan Nisan güneşi, Sofya Milli Kültür Merkezi Kitap Evine götüren yol boyunca açmış çiçeklerden ayrılmak istemiyor, kendiliğinden oluşan duygusal ortamda fışkırdıkça coşan şelalelerin senfonisini sanki dinliyordu. Suyun şarkısı bir zafer senfonisi gibiydi. Duygularımda bir de bir soydaşımın Türkçe yazdığı ve Fransızca tanıttığı bir kitabın etkisi harmanlanıyordu. Bilinen yazar Nedim Gürsel alkış tufanı arasında salona girerken sırtında ağır bir Sorbonne edebiyatçısı yükü taşıyor gibi ağır ağır yürüyordu. Onu bir ünlü yazar olara değil, “93 Harbinde” senesi Şumnu’dan göç edenlerin kafilesiyle ta Gaziantep’e erişen soydaşlarımdan biri olarak görüyordum. Kader yolunu izlemek isterken, ilkokulu Balıkesir’de okuduktan sonra, lise yıllarında İstanbul Galatasaray lisesinden yetkinleşen ve hayat dalgaları arasında boğuşurken Paris’te duran, 66 yıl ip gibi uzayan bir yol görüyorum. Saçları ağırmış, tellerinde yazarların eserlerini kafalarında yaratığı okunuyor. Eserin doğduğu ortam mı, yoksa yazıya döküldüğü mekan mı daya önemli olduğu üzerinde bir fikrim yok. Nedim Gürsel, Sofya okurlarına “Şeytan, Melek ve Komünist” eserini tanıttı. Romanı Bulgar diline kazandıran Rozalina Samoilova aynı tabloyu farklı renklerle çizen bir yaratıcılıkla çalışmış. 1453’te komünist olmasa da, şeytan ile meleğin birleşiminden doğan simaya Bulgarca “Fatih Mehmet” adını vermiş ve kapağa sultanın resmini koymuş.


Makale ve Analizler - 2017

125

Bulgar Ulusal Televizyonu edebiyat programı sunucusu Angelov, tatlı bir edebiyatçı diliyle tanıttığı yazar Nedim Gürsel için bir “Bulgaristan Dostu” dedi, eseri içinse herkes tarafından okunursa bakış açılarımız değişecek ve birbirimizi daha iyi anlayacağız diye konuştu. Üstün olanın ortak bakış açısı olduğuna inanmasam da, aynı değerlerde buluşan insanların birbirine karşı daha saygılı davrandıklarına inanıyorum. 14 devletin ve 50’ye yakın, hepsi kadim millet ve etniğin yaşadığı Balkan Yarımadasında “Balkan Yaratıcıları” ödül sahibi olmak ise, soydaşımız için ne kadar onur vericiyse, bizim için de aynı derecede gurur vericidir. Sorbonne hocası Nedim Gürsel Fransızca konuştu. Soy ağacının kökleri bu topraklarda olan bir Türk yazarı Fransızca dinlerken salondakilerin nefes kestiği dikkatimi çekti. Sonunda uzun bir kuyruk oluştu. İmza için bekleyenlerden her biri Nedim beyden sanki yaratıcılık mayası çalmak için yakınında biraz daha kalmak istiyor, elini sıkan boynuna sarılıyordu. İyi edebiyatın milletsiz oluşu, ne güzel! Tarihi, usta kalemden içmek, yıllandıkça olgunlaşmış bir şarap içer gibi bir şey. Bağını soran yok. Çünkü Nedim Gürsel’in kahramanı 600 yaşında, en iyi bağdan koparılmış bir salkım olsa, o gün bu gün o bağın kökleri kim kaç defa yenilenmiş. Gerçek ne kadar eski ve derinde olursa olsun, iyi olan iyidir. Her sabah yeniden doğan güneşle ilk günkü gibi yeniden açar. Sevilen hep sevilir. Sevenler kıskanır. Bu kıskançlıkta bir mutluluk tınısı vardır ki, içimine doyum olmaz. Ben bu kitap tanıtımında BULTÜRK - BG-SAM edebiyat gecelerini anımsadım. Kitabı alanların hepsi imza için kuyruğa durmuyorlardı. Bizde “yazarın imzası yazdıklarıdır” görüşü hakım. Biz hepimiz tütün tarlası çocukları olduğumuzdan bildiklerimizde “tutan fidanın yeri değişmez” vardır. Yazarın imzası, basılmış kitapta hiç bir şey değiştirmez. İnancımız budur. Dernek başkanımız Rafet Ulutürk “Türk Dünyası’nda Bir Bulgaristan Türkü 50 Yıllık Mücadele” eserinde kendini ve bizim ortak davamızı, aynı çizgide yürürken düşüp kalkmamızı, hayat deneyimlerimizi kitaplardan değil mücadele yolundan toplayışımızı ve Türk dünyası içinde çok önemli bir öz olduğumuzu anlattı. İnsanın bir kitabı okurken içinde kendisini bulması mutluluk veriyor. İki hafta önce İstanbul’da tanıtım gecesine katılanlar “Türk Dünyası’nda Bir Bulgaristan Türkü 50 Yıllık Mücadele” içindeydik. Subaşına durmuş ve su aynasında kendimizi gördük. Bu öyle bir ayna ki resme yeni birisini sokmak ya da resimdekilerden birisini çekip çıkarmak mümkün değil. Aramızdaki yüzde yüz


126

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

dürüstler, kararsızlar, fedakârlar, gizli iş yapanlar, dönekler, hainler hepsi suyun aynasında. Ulutürk onları birbirinden ayırmaya ve davamız için yararlı olanlara işaret etmeye gayret etmiş... Yazar Gürsel, aynayı tarihimizin 600 yıl derinlerine tutmuş. Roma dediğimiz Bizans devrinin kapanmasında ve Osmanlı çağının açılmasında bir kişinin rolünü gün ışığına çıkarmış. Rafet Ulutürk ise, 50 yıldan beri Türk kimliğiyle yaşayabilme kavgamızı derin ve enine boyuna Dünya Türklük alemine yaymış, gezip gördüğü her yere bizden bir şeyler taşırken, gittiği yerlerde bizden bir şeyler bulmuş. Türklük özünün içindeki sönmez mücevherin ortak nimetimiz olduğunu göstermeye çalışmış. Bu nimeti Türkistan’da yaratan ve müritleriyle Dünyaya yayan Ahmet Yasevi’yi anlatışı ilgi çekici olmuş. Timur ve Selçuklular zamanından Günümüze uzanan ev sahneler, Orta Asya bozkırlarından çekici öykülere eserinde yer vermiş. Şimdiye kadar yazılıp çizilenler, 20. yüzyılda dinin ateizmi yenmesi, 21. yüzyılın ilk yarısında İslam’ın eski kıtada galebe çalacağı haberleri dinamik esere renk katmıştır. Bu uğraşın yere emin basmamıza, sert adımlarla yürümemize ve başarılı olacağımıza bir teminattır. Bu adımlar bizim kendi atılımlarımızdır. Bugün de Türklüğü yaşatıp yüceltmek tay durmaya çalışan bir köylü çocuğuna dikenli ve çamurlu yollarda yürümeyi, öğretmek kadar zordur. “Çocukluğum” bölümü geçen yüzyıl aştığımız bu çağın hatıratıdır. Ardından Rafet Ulutürk de kendisini Kırcaali’de ve bütün Bulgaristan’da yanan devrim ateşi ortasında bulmuştur. Tutuklandık, hapislerden geçtik, mezarsız gömüldük, dilimizi yuttuk ama anadilimizi unutmadık, Allah evinde ibadet yapamadık, ama inancımızdan vazgeçmedik, minareler diktik fakat ezan sesi işitemedik sözleri o ateşli çağın gençlerinden hepsi için söylenebilir. Şimdi Kırcaali’den bir milletvekili çıkaracak kadar oy alamayan “DOST Birliği” liderlerinin şahlanamamasının nedeni, o temeller atılırken halk arasında olmamalarında gizlidir. Hepsi geçti. Ne kadar kötülenmiş, ne kadar eleştirilmemiş ve ne kadar öz eleştiri yapmış olursak olalım, ortada büyük bir gerçek var. Biz 27 yıldan beri Bulgaristan çatısında bir kiremidiz. Söküp atsalar atamazlar, çünkü çatı akar. Kırmak isteseler bile kıramazlar, çünkü çatı yine akar. Gerçek budur. Artık Bulgaristan öz ve biçiminden ayrılmaz oluşturucu bir parça olduk. Biz yok olursak ne öz ne de şekil kalır. Gerçek budur.


Makale ve Analizler - 2017

127

Rafet Ulutürk “Türk Dünyası’nda Bir Bulgaristan Türkü 50 Yıllık Mücadele” kitabından Bulgaristan Türklerinin toplumsal çatıya çıkış güçlüklerini açmış. Türklerin siyaset sahnesinde rol alışını anlatıyor. Katıldığı, örgütlediği, yönettiği olayları detayına giriyor. İnsan hak ve özgürlükleri uğruna başkaldırımız; kitle olarak hareketlenişimiz, köylü ve kentlinin aynı dava saflarında yer alması; kısa sürede 50’den fazla legal ve illegal örgütte kenetlenme sayfa sayfa canlanıyor. Okul görmeden dava eri olup ön saflara geçişi, kitleden oyun kuranlar fışkırması, haklı dava alaylarında sıra düzenlerin yiğitliği, kahramanlık yılları anlatıyor. Parlayan devrimci ruh tek yürekte kenetlenirken, kitlelerin kendi önderlerini bulması çok ilginç bir olaydır. Gözleri kırpmadan can feda eden kahramanların isimlerini veriyor. 1989 Mayıs ayaklanmamız! Totaliter düzenin, Jivkov diktatörlüğünün yıkılmasındaki rolümüz! “Berlin Duvarı”nın yıkılmasına olan öz katkılarımız! Belki de, 21. yüzyılda yeniden yazılacak Avrupa Tarihinde Bulgaristan Müslüman Türklerinin en ağır eziyete dayanıklı, kahramanlığı dillere destan, tarih değiştiren, ayaklanan, örgütlenebilen, isyanda kurbanlar veren ama yılmayan bir halk topluluğu olduğu olduğunun altı çizilecek. Bu öyle bir anlatış ki, artık 24 ülkede, bütün Türk dünyasında biliniyor. Bizi bilmeyenler öğrendi. İşitmeyenler işitti. Şimdi onlar bizimle, biz de onlarla gurur duyuyoruz. Çünkü bir bütünden parçalarız. Bu gerçekler, Türk Gençlik Dünyasında bir Bulgaristan Türkü bölümünde anlatılmış. Türkiye’den, Türklükten, dil, din, örf ve adetlerinden koparılmak istenen bir halkın diriliş öyküsü var bu tarihsel ve güncel siyasi ve sosyal anlatımda. Eserin ikinci bölümünde Bulgaristan Türklerinin kimlik sorunları işlenmiş. Konuda olay yeri diye bir şey yok. Türklük davamız dünyanın her yerine, yüzlerce görüşme, basın toplantısı ve kürsüye taşınmış. 20. yüzyıl boyunca doğduğu köyde yol, içme suyu, anadilinde okul, okuma yurdu vb hala olmadığından 21. yüzyıl gerçekliği olarak da anlatırken, yazar “Bulgaristan’ın Türk bölgelerinde hayat çoktan durdu” demeden okuru hayatın gerçekten durduğuna, taş kafaların egemen olduğuna, normal günlük hayatın tüm dallarda alıp verme işlevini yitirdiğine işaret ediyor, toplumu uyarıyor. 70 yıl anadilde eğitim veren okul kapısı açtırmayan köy ve mahallerde bugün okuma yazma bilmedikleri için seçme ve seçilme hakkına saldırılar, yurtlarından kovulan insanların geri dönme eğiliminin engellenmesi, sınır kapılarında dövüldüklerini vs yaşlı gözler insanı düşündürüyor.


128

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Memlekette faşizm baş gösteriyor. Artık işçi ve köylü olarak iki sınıfa değil, Bulgarca biliyor ve bilmiyor, okuması yazması var yoksa yok gibi kategorilere ayrılıyoruz ve öyle kötüleniyoruz ki, onların bir oyunun 10 sayılmasına razı olmaya adeta zorlanıyoruz. Bu gidişle birisi dünya için ikincisi de okuma yazması olmayanlar için olmak üzere, iki anayasaya da razı olmamız istenebilir. Bir ağacın orman olmadığına inanan Rafet Ulutürk, Bulgaristan Türker’ini, sayıları 1 milyonu aşan soydaşlarımızı dünya Türklüğüne katarken, Türk olmamızda belirleyici rol oynayanlara, İslam dinini benimsememizdeki öncülere, dünya uygarlığında başı çekmemizi sağlayanlara eserinde önemli yer ayırmış. Türklük yaratma ve yaşatma davamızın aziz ataları önünde saygıyla eğilirken, bugün her zamankinden fazla bir özveriyle onurumuzu, namusumuzu, dilimizi, dinimizi ve uygar dünya anlayışımızı yeniden üretebilmemizde emeği geçen ve katkısı olan her Türk’e, STK’larımıza, özellikle de Türkiye devleti yöneticilerine teşekkür ediyor. Türklüğümüzün son kalesi Anadolu’dur. Türklüğümüzün son, güçlü ve alınmaz yenilmez kalkanı Türkiye devletidir. Türk halkı gibi, Türk devleti ve Türk ruhu da sonsuza dek var olacaktır. Bu kesin inanç, Rafet Ulutürk’ün her satırında hayat hakkı kazanmış ve okurlarımızın kimliğini belirleyen dünya görüşü olarak bakış açısına dönüşüyor. Eserin hem soydaşlarımız arasında hem de Türkiye’de büyük ilgi görmesi, kendimizi, özümüzü açan yeni eserlere açlık olduğunu ortaya koydu. Coğrafi alanı yeryüzünün üçte birine yayılan “Türk Dünyası’nda Bir Bulgaristan Türkü 50 Yıllık Mücadele” eseri, sıradan bir anlatım değildir. Algılanmış ve beyaz kâğıt üzerinde işlenmiş olaylar, kopyalanmış, başka bir eserden çalınmış, başka birisinden işitilmiş de anlatılmış özelliklerin hiç birini taşımadığı için doğru olandır, nesneldir ve her olay fotoğraflarla görüntülenmiş ve kanıtlanmıştır. Kitapta iç dokulardan biri olan BULTÜRK faaliyetleri, yaşanan ve anlatılan tüm olaylara, canlı izlenimlere “Bulgaristan Türklerinin Sesi”, “bghaber. org” ve “bulturk.org.tr” ve başka yayınlarda yer verilmiş olması, kişisel olayları anında topluma mal etmenin parlak bir örneğidir. Seri olaylarla yarım asır geri uzanan eser, Bulgaristan, Bulgaristan Müslüman Türkleri, memleketin siyasi, sosyal ve kültürel hayatında yaşanmış olaylarla anlatıldığından dolayı, bitmemiş bir kavganın sanki dün başlamış bir öyküsüdür. Eserde sivrilen kişilerden çok, oluşan, gelişen, patlayan ve sonra yeniden dirilen olaylar var. Yazar, anaların çocuk doğurduğuna, toplumların ise sosyal olaylara gebe olduğuna inanıyor.


Makale ve Analizler - 2017

129

Satırlar arasında el sallayan sosyal süreçler bu gebeliği ve doğumu yönetmeye hazır öncülere işaret ediyor. Biz şimdi, şu an kendisine telefon açsak ve “Bulgaristan’da durumlar nedir?” diye sorsak, yüzde yüz o bize “seçim yapıldı, doğum oldu, anne ağırı sızı içinde, çocuk acıktı, fakat annesinin süttü henüz gelmedi” türünden bir yanıt verecektir. Toplumsal olayların nabzını tutmayı öğrenmek isterseniz bu kitabı mutlaka okuyunuz! Rafet Ulutürk’ün oyun kurucu vasıflarını görmek isterseniz kitabı hemen okumaya başlayınız. Bulgaristanlı Türk kimliğinize yeni bir ayar kazandırmak istiyorsanız yine kitabı bulun ve lütfen okuyun. Bir köylü çocuğunun hayatını diyalektik yazar süzgecinde görmek istiyorsanız yine okuyunuz. Bir sivil toplum örgütü lideri işlerinin gece gündüz bitmediğini, toplantıdan toplantı, panelden açıkoturum, seminerden toplu çalışmaların nasıl doğduğunu ve olayların bir çığı topu gibi yuvarlandıkça büyümesini izlemek istiyorsanız Rafet Ulutürk’ü okuyunuz. Bir de, bir göçmen derneğinin geveze bir çocuk gibi olduğunu, gece gündüz ilgi istediğini, BULTÜRK’ün göçmen kitlesinden şerefli doğuşunu, gelişerek hepimizi kucaklayışını, Büyük Türkiye seferine ayak uydurmasını, hangi faydalı ve gurur verici işleri nasıl yaptığını bilmek istiyorsanız, “Türk Dünyası’nda Bir Bulgaristan Türkü 50 Yıllık Mücadele” eserini ara sıra açmayı ihmal etmeyin. Bu kitapta, BULTÜRK’ün diğer derneklerden neden farklı bir STK olduğunu, liderinin neden sevildiğini de bulabilirsiniz. Bir de şu var. Hiçbir kimse başka birinin evladını alıp götüremeyeceği, aşıramayacağı, anasından babasından soğutamayacağı gibi Bulgaristanlı Türklerin dernekleri içine köstebek sokup onları içten oyarak ele geçiremeyeceğine de inanmak istiyorsanız yine “Türk Dünyası’nda Bir Bulgaristan Türkü 50 Yıllık Mücadele” eserini okuyun lütfen. Nerden başladık, nerelere geldik. Ne var ki, yazarken bir yandan da aklım Nedim Gürsel’in şeytanında kaldı. Dalgasız deniz olmadığı gibi, siyasi ve sosyal yaşam da, meleklerin huzur limanı değil. Büyük bir atılımın başındayız. Değişen Türkiye’de yaşıyoruz. Bilgisayara bakıyorum. Mutlaka okunması gereken ne 101, ne 5001 ne de 1001 kitap listesine Nedim Gürsel ile Rafet Ulutürk’ü almamışlar. Aslında almaları gerek. Çünkü onların eserlerini okumadan ne Osmanlının derinliğini ne de modern medeniyette Türk Dünyasını ve Bulgaristanlı Müslüman Türkleri göremezsiniz. Biz çok mu önemliyiz. Dünya tekerrürden ibaret oldukça önemli olmaya devam edeceğiz. Çünkü dünyanın en büyük im-


130

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

paratorluğunu biz bu topraklarda kurmuşuz. Dünya’da Mazlum Halkların bizden beklentisi var. Başka bir gerçek de şudur. Kitaplarımızın okunmasından korkanlar var. Çünkü bizim söz ettiğimiz, yazdığımız şeyler ele kucağa sığmayan kocaman şeyler. İki eserdeki ruhun taşıyıcısı da, dünyanın en büyük, en derin, en renkli ve en yüce ruhlu halkıdır. Türklük, Osmanlı derinliği, satı birkaç defa ileri geri çekmeden bir ucundan bir ucuna varılamayan Türk ruhunun yaşadığı dünya anlatılmış. Çok kısa, çok özlü anlatmaya çalışsam da dünyayı yarım öğrenmek ve yarım sevmek gibi bir şey olamaz. Tatmakla doyamayan insan, yarım sevmekle mutlu olamaz. Türk dünyasını daha öğrenmek hepimizin olmazsa olmazı olmalıdır. Aynı yolda birkaç adım daha ilerlemek istiyorsanız, Rafet Ulutürk’ün “Türk Dünyası’nda Bir Bulgaristan Türkü 50 Yıllık Mücadele” eserini baştanbaşa yeniden okuyunuz. Yazarlar insanların kardeşleridir. Şimdi artık 2 yeni kardeşiniz, ağabeyiniz, yol rehberiniz daha var.

Ortak Faşistler

Nedim Birinci-30.Nisan.2017

Konu: 70 yıldan sonra Bulgaristan’da faşistler yeniden iktidar oldu. Bir anti-faşist cephede toplanma zamanı geldi. “Denize düşen yılana sarılır” misali, isteyerek mi istemeyerek mi pek bilemedim ama GERB faşistlerin kucağına düştü. Sofya’da Bulgarların Avrupa Vatandaşlığı GERB partisi başkanı Borisov, yeni iktidarın siyasi programını bir faşist blokla imzaladı. Faşist bloğun adı: “Birleşik Yurtseverler.” Sözleşmeye, GERB adına Boyko Borisov, Tsvetan Tsvetanov ve Tomislav Donçev, faşist güruhtan da üç eş başkan: Valeri Simyonov, Krasimir Karakaçanov ve Volen Siderov imza attı. Bulgar Cumhurbaşkanı Radev hükümeti kurma görevini 22 Mart 2017 seçimlerini kazanan GERB Başkanı Borisov’a verdi. O, 8 yılda 3. hükümeti kuracak. Birincisini 27 Temmuz 2009’da kurmuş ve 13 Mart 2013’te dağıtmıştı.


Makale ve Analizler - 2017

131

İkincisi 7 Kasım 2014’te kuruldu ve 27 Ocak 2017’de dağıttıldı. Şimdi Üçüncü Borisov hükümeti 4 Mart 2017’de ilan edilecek. Bulgaristan Bakanlar kurulunda Başbakan, 4 Başbakan Yardımcısı ve 17 bakan olacak. Basına sızan haberlere göre, Avrupa Birliği Konseyi’nin aşırı uç, ırkçı-faşist partiler olarak nitelendirdiği, “Ataka”, VMRO - İç Makedon Devrim Örgütü ve “Bulgaristan’ı Kurtarmak İçin Milli Cephe” (NFSB) atlarıyla tescil edilmiş ve 2017 erken genel seçimlerinden önce “Yurtsever Cephe” oluşturan ve siyasi sahneye “Birleşik Yurtseverler” adıyla çıkan bu üç başlı siyasi güç, kabineden 2 Başbakan Yardımcılığı ve 7 bakanlık istiyor. Halkın gözünde pek nüfusu olmayan bu güçler erken seçime ayrı ayrı girselerdi hiç biri % 4 barajı aşıp mecliste tek sandalye kapamazdı. Birlikten güç doğdu. Aşırı sol ve sağ ırkçıların birleşmesinden % 9 oy çıktı. Üçüncü siyasi güç oldular. Onların ideolojisi, siyasi yaklaşımı ve stratejilerinde şu esaslar yer aldı: 1- Hak ve Özgürlükler Partisi’ni (DPS) yıpratıp, siyaset dışına atmak ve kapatmak; Müslüman Türkleri siyasetten uzak tutmak; Türkleri ötekileştirerek devletten söküp atmak; Türkiye ile Bulgaristan arasındaki dostane ilişkileri bozmak; Gerginlik kışkırtmak; Düşmanlık telkin etmek; Gelişmeleri çarpıtmak; Türkiye’nin Avrupa Birliğine girmesini ellerinden geldiğince engellemek; T.C.’de yaşayan soydaşlarımızı vatandaşlıktan atmak; Oy kullanma haklarına engeller yaratmak; Bulgaristan’a girip çıkmalarını vizeye bağlamak vb. Faşist güçler bu seçimlerde çok örgütlü hareket ettiler. Birbirlerinden güç aldılar. Otobüslerle oy kullanmaya gelen soydaşlarımızı dövmeye bile birlikte gittiler. 2- Bulgaristan Türklerini büyük bir parçalanmaya itmekti. “DOST” partisini hem mağdur hem de çok tehlikeli bir ejderha olarak gösterip DPS’den oy koparmasına yol açmak ve sonra da meclis kapısında bırakmaktı. Devleti de kullanarak başarılı oldular. 100 bin oy alan “DOST Birliği” koalisyonu gözden düştü. Engellendi. Siyasi yollu kesildi. 3- T.C. deki soydaşlarımızın serbest oy kullanmasını engelleyerek onları Bulgaristan gerçekliğinden koparmak. Onlara Bulgaristan’ı unutturmak! T.C.de yaşayan ve sayıları artık 1 milyonu bulan Bulgaristanlı Türklerin kovuldukları topraklardan tamamen koparmak ve Bulgaristan’a geri dönmeyi kendilerine zehir etmek.


132

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

4- pek tabi ki, faşist güçlerin ana hedefinde, bizleri bitirmekle birlikte, ödül olarak iktidara tırmanmak ve politik basamağın en tepesine çıkıp oturmak vardı. Olay buydu. Kimileri yanlış üstüne yanlış yaparken, diğerleri basamak basamak yukarı çıktılar ve iktidara yayılmayı başardılar. İmzalanan stratejik sözleşmelerde, bizimle kavgada artık kendi güçleriyle, “Skat” ve “Alfa” televizyonlarından havlamakla, “Ataka” ve “Balgariya” gazetelerinde küstahlaşmakla yetinmeyip, devlet gücünü de bol bol bize karşı kullanacaklar. İstemediklerini yeni yasalarla yasaklayacaklar. Uygulanması için polis, jandarma ve kopoylarını harekete geçirecekler. Biz sustukça, biz “ne oluyor be” dedikçe bu saldırılar şiddetlendikçe şiddetlenecektir. Uyanamazsak oyun bitecek. Uyanırsak dava yeniden başlayacak. Hazır olun! İtiraf etmek zorundayız: Temel stratejik hedefler etrafında birleşen 3 faşist parti, 22 Mart 2017 seçimlerinde Bulgaristanlı Müslüman Türklere çok ağır darbe indirdi. Bir defa DPS’nin milletvekili sayısı 38’den 26’ya düştü. “DOST Birliği” meclise giremedi. Olup biteni elekten bile geçiremedi. Bir bildiri de yayınlayamadı. Sandık başında kendilerine zulüm edilen Türk seçmenler oracıkta unutuldu. Sınırda tartaklananlara “geçmiş olsun” bile denmedi. Oy kullanılan yerlerde hiç biri iyi karşılanmadı. Oy kullanabilme kavgası verildi. Vaat etmek başka, iş görmek başka, hesap vermek gene başka... Onlar kalabalıktılar. Müslüman Türkleri sandıktan soğutma ve uzaklaştırma işinde Cumhurbaşkanı Radev, Geçici hükümetin Başbakanı Gercikov, GERB ve ABV partileri vb ile“Ataka”, VMRO - İç Makedon Devrim Örgütü ve “Bulgaristan’ı Kurtarmak İçin Milli Cephe” (NFSB) partileri uyumlu ve aktifti. 1989’dan beri Bulgaristan’da açık bir saldırganlıkla hareket eden bu kadar kalabalık bir anti-Türk, anti-Müslüman cephesi oluşturulamamıştı. Türklere karşı bu yeni ortaklığın kökleri Çar III. Boris faşist hücrelerine iner. Derin kökleri olduğuna inanıyoruz. Kuşkusuz Pomakların isimlerinin ve dinlerinin değiştirildiği 1972’de, Türklerin isim, din ve kimlikleri değiştirilerek Bulgarlaştırıldıkları 1984 - 89’da, tüm etniklerin eritildiği yıllarda olduğu gibi, bugün de onları siyasi yaşamdan ötekileştiren Bulgarlar ve onların oğulları ve torunlarıyla yüz yüzeyiz. Kimseye düşmanlığımız yok. Kimseden öz almak da istemiyoruz. Ama adalet yerini bulmalıdır. Yukarıda sıralanan siyasi güçlerin tümü siyaset sahnesinden bir defa çöpe atılmıştı. Son 27 yılda, Hak ve Özgürlükler Partisi’nin de koltuk değneği olduğu siyasi ortam ve süreçlerle gerici zihniyetin yeniden siyasi ortama çıktığı bir ger-


Makale ve Analizler - 2017

133

çekti. Bu konuda çok yazılar yazdık. Uyarılarda bulunduk. Tuzaklardan vazgeçilmesini istedik. Duyan olmadı... Kendilerini bize düşman ilan eden tarafın 1992’den başlayarak ve 2000 yılından beri dirilip kanatlanarak, güç topladığını ve saldırganlaştığını görüyoruz. Özetlersek, bu güçler bugün hiçbir yerde, asla çekinmeden, bir Nazi sloganı olan “Bulgaristan her şeyin Üstünde” bayrağı dalgalandırıyor. Demokratik Avrupa’nın siyaset korosuna katılmayı başaran bu güçler, kimi defa solo parti söylemeye başladılar. Artık orkestra şefliğine soyunuyorlar. Avrupa Birliği üyeliğimizi, insanlıkla bağdaşmayan sinsi hedeflerine alet etmek, Türk düşmanlığını Avrupa halkları konusu haline getirmeye çalışıyorlar. Sinsi tuzaklarında iğrençlik var... Aslında başımıza gelen yeni bir şey değildir. 1876 Bulgar Nisan Ayaklanmasında, 1877 - 78 Plevne Savaşında, 1878 Berlin Konferansında vs Ruslardan başka Avrupa’yı da başımıza toplamaya çalışmışlardı. Başarılı oldukları olmuştu. Bulgar korosu, her zaman askeri marşlar söyledi. Askeri törenlerde silahlı kıtaları hep güneye yürüdü. Tankları güneye sürüldü. Uçakları güney istikametine uçtu. Son dönemde Bulgar “yurtseverliği” adı altında buluşan 24 ayar iğrenç aşırı milliyetçilik, ırkçılık, bu defa AB Konseyinde “faşistler” damgası aldı. Ama bunların “yüzlerine işense yağmur yağıyor” diyorlar. Bu defa da öyle oldu. Brüksel’i istedikleri gibi kullanıyorlar. AB kararlarına aldırdıkları bile yok. Hatta tüm iğrençliklerine AB kılıfı geçiriyorlar. Öte yandan AB’nin sanatta, edebiyatta, siyasette aşırı uçların törpülenmesi kararı var. Ne yazık ki etnik konularda, azınlık hakları konularında, hak eşitliği hukukunda Brüksel’de alınan kararlar Bulgaristan’da geçmiyor. 22 Mart’ta oy kullanmaya gelen Türk vatandaşların sınırda tartaklanması kesin örnektir. Bu durumda, AB Genel Kurulunun yukarıda sıralanan 3 faşist parti milletvekillerini Brüksel’den kovması, milletvekilliklerine son verilmesi, Bulgar Cumhurbaşkanına özel bir mektup göndererek faşist partilerin III. Borisov hükümetine girmelerine engel olunması gerekirdi. Bu arada faşist propaganda yapan “Skat” ve “Alfa” TV propagandasının yasaklanması zorunludur. Bu da yapılamıyor. Tersi oluyor. Düşmanlık körükleyen yayınlara bir yandan devletten ve öte taraftan da dış kaynaklardan paralar okuyor. Bu ırmağın suyu artabilir, bu hafta faşist güçler, hükümeti denetleme gücünü de ele geçirmişler. DPS partisi bu kötü gidişi tek başına engelleyebilecek durumda değildir. Başkan Mustafa Karadayı, Sofya meclis kürsüsünden, Bulgaristan’da etnik ayrımcıların, ırkçıların hükümet olduklarını belirtirken, aşırıların katıldığı bir ka-


134

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

bineyi asla destekleyemeyiz tezini yeniden vurguladı. Bulgar halkı III Boris zamanında benzer durumu bir defa yaşamıştı. Bulgaristan’da milletvekillerinin sokakta kurşunlanması, yargısız infazlar, tutuklamalar, Yahudi ve Çingenelerin Almanya toplama kamplarına gönderilmesi gibi cinayetlerle akıllarda kalan Gen Lukov yönetimindeki Bulgar faşizmi, daha il günden sert ve ortak tepkilere neden olmuştu. Hatta uluslar arası boyutlar alan bu direnişe Maksim Gorki, Anatole France, Henri Barbusse, Romain Roland, George Duhamel, Paul Luis gibi ünlü yazarlar, Albert Einstein gibi bilim adamları, Daniel Ren ve Karl Maus gibi ünlü gazeteciler, hukukçular, parlamenterler katılmıştı. Yürüyüşler düzenleyerek, faşist Bulgaristan yönetiminin tecridini sağlıyor, komiteler oluşturan halk kitleleri kardeşçe dayanışma örnekleri vermişlerdi. 21.yüzyılda ırkçılara karşı henüz bir anti- faşist cephe oluşturma çağrısında bulunulmadı. Ne ki, Bulgaristan’da faşistlere karşı sesler artık yükselmeye başladı. İlk gösteriler Sofya, Plovdiv ve Varna gibi şehirlerde Lukovculara karşı birkaç ay önce yapıldı. Faşist General Hristo Lukov’un 71. ölüm yıldönümü faşist gençler tarafından nümayişlerle anılırken protesto edildiler. Bulgaristan Milli Birliği (BNS) tarafından örgütlenen bu gösterilerde bir yandan ırkçı sloganlar atılırken, öte yandan Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) ile Hak ve Özgürlükler hareketi (DPS) yuhalandı. Bu bir demokrasi mücadelesidir. Bu bir demokrat kimlik mücadelesidir. Bulgaristan’da 2017’de kabarmaya başlayan anti-faşist dalga Avrupa Birliği Konseyi’nin bugün artık iktidar ortaklığında buluşan üç ırkçı partiye “faşist” demesinden güç aldı. Bu kavgada demokratik Avrupa bizimle olmalıdır. Özellikle 2017 güzünden başlayarak 9 ay Sofya’da görev yapacak olan AB parlamenterler konseyinin ülkede faşist güçlerin iktidara ortak oldukları bir ortamda, Sofya’da toplanmayı kabul etmeyip uyarılarda bulunması bekleniyor. Bu arada, geçici hükümette AB ilişkileri bakanı olan Denitsa Zlateva’nin III. Borisov hükümetinde yine AB işleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı olmayı kabul etmemesi çok anlamlıdır. Bu seçimde GERB partisi Müslüman seçmenden 170 bin olduğu için, Bulgaristan Türeleri’nden birisine III. Borisov hükümetinde hatır için bir bakanlık teklif edilse bile, asla kabul etmeme çağrısı yapıldı. Bu kadar çekiden sonra faşistlerle yüz yüze bakıp iş göremeyiz. Bu bakıma ilk anti-faşist gösterilerini yapan Bulgaristan sosyalist gençler birliği demokratik kamuoyunda destek buldu. Hak ve Özgürlükler Partisinin meclis kürsüsünde ve özellikle de son meclis seçimleri görüşme ve mitinglerinde konuyu işlerken halkı birlik ve beraberliğe, ırkçılara karşı aynı cephede


Makale ve Analizler - 2017

135

saf tutmaya çağırması ilgi çekti. Parti, “vatanımızı sevme hakkımıza gölge düşürülemez” sloganı yükseltti. Bu saflarda yer alması gereken, fakat GERB platformu ile aşırı milliyetçi sözde vatanseverlik arasına sıkışan “Dost Birliği” sis çemberini aşamadı. Komünistlerle ve gizli polisle takıntılı olan bu grubun liderleri, Faşizme Karşı Birleşik Cephe sloganı yükseltecek cesareti bulamadı. Bir TV programında, GERB partisi ile III. Borisov hükümeti kuran faşistlerin faşistliğini yüzlerine vuran Lütfi Mestan ise, bu davada sorumluluk üstlenebilmek için, önce Bulgaristan Türklerinden özür dilemelidir, çünkü 22 Mart seçimleriyle ilgili kendilerini aldatmıştır. Halkı, büyük bir yalanla kandıran ve çam deviren Mestan, özür dilemelidir. O, 100 bin Bulgaristan vatandaşını aldattı. Vatandaşların oyları boşa gitti. Meclis kulislerinde konuşan Mustafa Karadayı, “Mestan büyük sayıda vatandaşı aldattı. Hak ve Özgürlükler Hareketi’nden ve bu hareketin tüm yerel örgütlerinden özür dilemelidir. DPS olmasaydı onu kim tanırdı! O, son yıllarda DPS’ye oy veren yarım milyon vatandaşımızdan da özür dilemelidir, çünkü o parti iktidarından ve başka imkânlarımızdan faydalanmıştır. O, kırdığı potlar için özür dilemek zorundadır. Gözlerden uzak ne isterse yapmak istediğine göre, önce halkımızdan özür dilesin!” çağrısında bulundu. Bu sebeple şu anda kabaran ati-faşist dava cephesinde DOST partisinin yer alması konusu tartışmalıdır. 27 yılda 28 defa aldatılan halkımız artık şaibeli olaylara seyirci kalmak istemiyor. Faşistlerin Bulgar hükümetine girmesi soydaşlarımız için çok can sıkıcıdır. Göçmen dernekleri, son seçimlerde büyük bir yara alan seçmen göçmenlerimiz onun seçim yenilgisiyle ilgili açıklama yapmasını, bildiri yayınlamasını ve verdiği sözlerden hiç birisini yerine getirecek durumda olmadığını itiraf etmesini bekliyor. Ancak böyle bir samimiyet ve ardından gelecek özür, halkla DOST partisi arasına kendiliğinden gerilen duvarı bir yere kadar kaldırabilir. Son hesapta DOST’un eylemleri Müslüman Türkleri bölmüş, zayıf düşürmüş, saldırıya uğramalarına neden olurken, demokratik güçler karşısındaki aşırı milliyetçi cephenin birleşmesine, cumhurbaşkanı, geçici hükümet vb güçleri kendilerinden yana çekebilmelerini ve bugün artık hükümete tırmanmaları gerçeğini doğurmuştur. Faşistlere iktidar yolu açan yanlışların hesabı mutlaka verilmelidir. Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği (BULTÜRK) gelecek hafta sonu yapacağı konferansta, değişen durumu değerlendirerek, Bulgar faşistlerinin iktidar olmasından demokrasi, insan hakları ve azınlıklar için doğan tehlikeleri halka açık tartışmaya sunacaktır.


136

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

70 yıldan sonra Bulgaristan’da faşistler yeniden iktidar oldu. Hak ve özgürlük davamız nitelik değiştirmek, müttefik aramak, birlik kurmak zorundadır. Birleşme yolunu seçelim. Bölücülerle işimiz olmaz! Hepinizi 21. yüzyıla başka bir gözle bakmaya davet ediyoruz. Zaman birlik olma zamanıdır. Şimdilik soydaşlarımız arasında bu davanın bayrağını yüksekte tutan tek güç BULTÜRK hareketidir.

Tehlike

BG-SAM-30.Nisan.2017

Konu: Rusya’nın tırmanan etkisi Bulgaristan için en büyük risktir. İvan Kostov Bulgaristan Başbakanı /1997 -2001) İvan Kostov’la söyleşi: “Rusya’nın Bulgaristan etkisinin giderek yayılması hepimiz için en büyük risk oluşturuyor.” Bu sözler, Bulgaristan eski başbakanı ve Analiz ve Risk Yönetim Merkezi Başkanı İvan Kostov’a aittir. Bulgaristan’da en çok dinlenen “Darik” radyoda konuşan eski başbakan, bizi tehdit eden riskle ilgili 22 Mart seçim kampanyasından örnekler verdi. “Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) seçim kampanyasında kendisini Rus çıkarlarının ülkemizdeki savunucusu ilan etti. Bu da muhtemelen seçmenlerin bir kısmını BSP’den itti.” Kimse hiçbir konuda hiç bir şey yapmasa bile riskin var olduğuna değinen Kostov, “İngiltere ve Çek Cumhuriyeti de aralarında olan birçok devlet, propaganda savaşından kurtulmak için önlem alıyorlar.” Dedi. Türkiye’deki başarılı geçen ve Başkan Erdoğan’ın yetkilerini arttıran, referandumdan sonra durum değişikliği yaşandığına işaret eden Kostov, “Tayyip Erdoğan’ın temel hedefinin ne olduğunu Avrupa henüz anlayamadı,” dedi. O, Avrupa’daki Müslüman toplulukların temsilciliğini üstlenmek T.C. Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın temel hedeflerinden biridir, diye konuştu. Erdoğan bu topluluklara kendi siyasi partilerini kurmaları çağrısında bulundu. Bu da-


Makale ve Analizler - 2017

137

vet, Hollanda’da duyulduğunda çatılmalı durum meydana geldi, dedi.Erdoğan, Avrupa ülkelerinin hepsinde Bulgaristan’daki Hak ve Özgürlükler Hareketleri’ne benzer partiler oluşturmak istiyor dedikten sonra ise, Makedonya kriziyle şu görüşleri açıkladı: “Makedonya’da iki eğilim yüzleşmiştir. Birisi, Avrupa Birliğine girmeye hazırlanırken, liberal demokrasi örneklemelere göre, ülkenin demokratikleşmesini sağlamak, yani NATO’cu eğilimidir. İkinci eğilim ise, Rusya’nındır. Son derece başarısız genişleme ve entegre etme siyasetine örnek olarak Makedonya’daki bölünmüşlüğü ayakta tutuluyor. İki resmi dilli bir Makedonya’nın Bulgaristan için tehlike oluşturup oluşturmadığı sorusuna yanıt veren Kostov, “konu çok ciddi delillere dayandırılarak analiz edilmelidir”, dedi. “Büyük Arnavutluk bir hayaldir. Sınırlar değiştirilemez. Bu, ancak bir Rus propagandasıdır.” Gibi cümleler kuran eski Bulgar Başbakanı, “bu fikirler, Rusya için çalışan bazı Bulgar analiz merkezlerinin ürünüdür” dedi. Avrupa Birliğinin Bulgaristan Başkanlığı döneminde, Makedonya’nın AB’ye üye alınması sorununun masaya yatırılmasını ise “erken olur” diyerek yanıtlayan İv. Kostov şunları söyledi: “Dış siyaset problemlerini beraberinde götürmeden NATO ve AB’ye üye olan Bulgaristan, kurban ve ödünler vermek zorunda kalmıştır.” Kostav’a göre, Batı Balkan ülkeleri kendi dış siyaset sorunlarını çözmeden NATO ve AB üyesi olamaz. ABD Cumhurbaşkanı Donald Trum’ın ilk 100 gününü değerlendiren eski Bulgar başbakanı Kostov “doğru yönde gidiyor” dedi. Faktor.bg


138

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Gerginlik Közleri

Şakir Arslantaş-30.Nisan.2017

Konu: Makedonya olaylarına yakın ve uzak bakış. Makedonya’daki siyasi yangın, saman ateşi miydi? Bir hafta sonra bu soruyu kendi kendine soran ve yanıt vermeye çalışanlardan hiç biri “evet” diyemedi. Nüfusun % 25’i Arnavut olan Makedonya’da herkesin aklından geçen bir fikir var. Siyasetten anlayanlar, “ah şu Türkiye’de yapılan referandum, bizde yapılsaydı da, Cumhurbaşkanı tarafından atanacak bir hükümetle dertlerin derdinden kurtulabilseydik”, diye düşünenler artıyor. Aynı kaygı Bulgaristan’da da var. Aslında Türk modeli başkanlık sisteminin büyük önemini kavrayan Bulgar siyasetçiler söylem değiştiriyorlar. Çünkü parlamenter sistemden XXI. yüzyılda doğru dürüst hükümet çıkarmak zor oluyor. Bulgaristan gerçeğinde, sözde demokrasi ortamında, faşist partilerin hükümete tırmanması, sözlerime en büyük kanıttır. 7 Haziran 2015’te Türkiye’de meclis kilitlenmiş ve kabine kurulamamıştı. Ardından yeni seçim yapıldı ve kuruldu. 16 Nisan anayasa değişiklikleriyle Türk halkı bu dertten kökten kurtuldu. Artık bakanlar kurulunu, meclis yerine, Cumhurbaşkanı atayacak, bunalım geçirmeden işler devam edecek. Makedonya’ya dönelim. Çünkü Makedonlar bir defa etnik olarak Makedon ve Arnavut olarak ikiye bölünmüşler. Makedonlar kendi aralarında siyasi olarak da ikiye bölünmüşler ki, mecliste başı yarılan sosyal demokratlar lider Zoran Zaev’ti. Olaylar o denli kızışmış ki, siyasileşmiş Makedonların yakınlaşabilmelerinin ilk adımı, ancak parti liderlerinin değiştirilmesi ve yerlerine uzlaşıcı kişiler seçilmesiyle olabilir. Ne ki, bazı şeyler hayatta matematikteki eksi çarpı eksi eşittir artı formülüne uymuyor. Geçen hafta Arnavut Bütünleşmek için Demokratik Birlik (PESO) partisinden Talat Cafari Üsküp parlamentosu başkanlığına seçildi. Meclisteki 3 Arnavut partisiyle sosyal demokratlar ona oy verdi. Caferi, Makedon ordusundan yüksek rütbeli bir subaydır. 2001’deki İç Savaş’ta Makedon ordusundan ayrılan ve komutan “Forina” adıyla Arnavutluk Milli Kurtuluş Ordusu Başkomutanı ve 2013’de Makedonya Savunma Bakanı olmuştur. Şimdi ise devlet hiyerarşisinde 3. mevkie seçilmiştir. Hazmedemeyenler meclisi istila etmiştir. 2001’de ülkeye barış getiren Ohri Sözleşmesinin imzalanmasından sonra, 7 yıl milletve-


Makale ve Analizler - 2017

139

kili olmuştur. Bu açıdan bakıldığında meclis baskını sanki Caferi’nin kişiliği ile ilgili değildir. Bu, bir siyasi patlamadır. Siyasi bunalım etnik çatışmaya tırmanmıştır. Olayın somut sebebi şudur. Talal Caferi’nin başkan seçilmesinden sonra mecliste iki olay olmuştur. Dünyada ilk anadil isyanı şöyle patlamıştır: Milliyetçi VMRO - DPMNE partisi milletvekilleri ayağa kalkarak Makedonya milli marşını söylemeye başlamıştır. Aynı zamanda Arnavut milletvekilleri de ayağa kalkarak Arnavut Milli Marşını söylemeye başlamışlardır. İkinci olay ise, yeni seçilen başkan Caferi’nin Arnavut milletvekillerine hitaben anadillerinde (Arnavutça) konuşmasıdır. Şu unutulmamalıdır ki, Üsküp parlamentosu tüzüğüne göre, Arnavut milletvekilleri meclis kürsüsünden anadillerinde (Arnavutça) konuşabilirler. Yasa buna izin vermiştir. Şu ince noktaya işaret etmek zorundayım. Makedon milletvekillerinin meclis kürsüsünden kendi anadillerinde konuşma yapması kararı aslında geçen hafta isyan eden VMRO - MPMNE ile Caferi’nin yönettiği Bütünleşmek için Demokratik Birlik Arnavut partisinin ortak yönetimi yıllarında alınmıştır. Makedonya’da etnik azınlıkların toplumsal yaşamdaki yeri, Ohri Sözleşmesinin 1.3 maddesinde şöyle belirlenmiştir: “Makedon toplumunun çok etnikli karakteri korunmalı ve sosyal yaşamda eşit ifade bulmalıdır.” Bu Makedonya’daki en büyük iki halk topluluğu arasında imzalanan sözleşmede esas olandır. Bunun derin anlamında, Talat Caferi’nin Arnavut olduğu için Meclis Başkanı olmasına engel olunamayacağı, meclis kürsüsünden ister Makedonca isterse Arnavutça konuşulmasına hiçbir kimsenin engel olmasına hakkı yoktur, anlamına gelir. Bu açıdan değerlendirildiğinde, Üsküp meclisini basanların hepsi tutuklanıp yargılanmalı ve toplum ve siyasi güçler uzlaşmaya ve huzura davet edilmelidir. Arnavut etnik partileri ile Sosyal Demokrat Birlik arasında 2017’de siyasi uzlaşmaya varılmıştır. Bu, sosyal demokratlarla Arnavut Partilerin ortak hükümet kurma yolunu açmıştır. 10 yıl devam eden VMRO - DPMNE ile Arnavut - PESO partisi ortaklığı Arnavutlara bekledikleri hak ve özgürlükleri sağlayamamıştır. Bu nedenle, 2017’de Tiran’da Makedon Arnavutlarının üç siyasi partisi arasında bir işbirliği sözleşmesi imzalanmıştır. Bu sözleşme gereğince, Arnavut partiler VMRO - DPMNE partisi ile ortak hükümet kurmayı kabul etmemiştir. VMRO - DPMNE parti ile işbirliğini kesen gerekçede, iktidar partisinin ülkede ikinci resmi dilin Arnavutça olmasını kabul etmemesidir. Meclise saldırı Ma-


140

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

kedon toplumundaki bölünmüşlüğü derinleştirdi. Bir yıl gecikmeyle 2016 Aralığında erken seçim kazananlar, çoğunluk sağlayıp hükümet kurama şansını elden kaçırdılar. Cumhurbaşkanı Georgi İvanov istese de istemese de kabine kurma fırsatını ikinci parti Sosyal Demokratlara Birliğe vermek zorundadır. 150 gün gecikmeyle de olsa bu adım atılmalıdır. Son dönemde halka, basına ve aydınlara sert baskı uygulayan VMRO - DPMNE ve Başbakan Nikola Gruevski’yi siyasetten uzaklaştıran halkın kendisidir. Parlamenter krizle yasama ve yürütme kilitlenmiştir.İsyan bir de çaresizlik patlamasıdır. Paris’e gidip Eiffel Kulesi’ne gören birinin Fransa siyasetini bildiği söyleyemeyeceği gibi, Üsküp’e gidip Osmanlıdan kalan Vardar Köprüsünden geçen birinden de Makedonya siyasetini bilmesi beklenemez. Olaya biraz daha derin bakalım. 1- Bulgar vatandaşı olan Makedonlar! Bunlar, Makedonya’da doğmuş ve adres kaydı olan, fakat Bulgaristan’ın Avrupa Birliği üyeliğinden yararlanarak AB ülkelerine serbestçe girip çıkıp orada çalışmak için Bulgaristan vatandaşlığı alan 80 bin kişidir. Bu kişiler arasından çok az bir grup Bulgar dilini anadil, Bulgaristan’ı da vatan olarak kabul ediyor. Bu yeni Bulgarların Bulgaristan’da da adres kaydı var. Boş köylerdeki boş evlerde kağıt üstünde 170 kişinin ikamet ettiği görünüyor. Bulgar seçim listelerinde isimleri olan bu vatandaşlar, oy kullanmıyor. (kullanıyor) Bir tek Bulgar kırmızı pasaportlarını AB vizesi olarak kullanıyorlar. Hem Makedon hem de Bulgaristan vatandaşı olan bu kişilerin Makedonya’da siyasi partisi yoktur. Yakın geçmişte Üsküp’te Bulgar pasaportu satan bir çete tutuklandı. Pasaport ticareti yapan birçok Makedon ve Bulgar politikacının ismi basına düştü. Bulgar vatandaşlığı bitpazarına düştü. Bu kirli işlerde III. Borisov hükümetine ortak olan VMRO partisinin parmağı var. Makedonya’da yapılan nüfus sayımında çifte vatandaş yok. İki, Bulgar da yok. % 66’sı Makedon, % 22,7’si Arnavut, % 4’ü Türk, % 2,7’si Çingene ve % 2,4’ü Sırp vb etnikler yaşayan bu ülkenin toplam nüfusu 2 064 209, yüz ölçümü ise 25.333 km karedir. 2- Resmi adı Makedonya Cumhuriyeti, başkenti Üsküp, milli marşı ve bayrağı olan bu küçük devletin adı üstüne tartışmalar sürerken mutabık kalınan eski adı Eski Yugoslav Cumhuriyeti Makedonya’dır. Bulgarlar, Makedonya’nın 1945’te Sırp milliyetçileri laboratuarlarında doğan bir ülke olduğunu iddia ederken, Makedon devleti için köksüz ağaç değimini kullanıyorlar. Parçalanıp yok olmaya mahkûmdur, diyorlar. Makedon dili diye bir dil de olmadığını vurgularken, Makedonca Bulgarca ağızlarından biridir, diyorlar.


Makale ve Analizler - 2017

141

Ne var ki, Üsküp’e giden ve Büyük İskender’in at üstünde dev heykelini görenler hiç de öyle bir izlenimle kalmıyor. MÖ 356’da Pella Makedonya’da doğan ve MÖ 323 yılında Babil’de ölen Büyük İskender, Makedonya Kralı II. Filip’in oğludur. Biz onun ismini Makedonyalı İskender olarak da biliriz. O bugünkü Makedon halkının tarihsel gururudur. Bu gururdan türeyen yeni megaloman milliyetçilik artık konuya komşuya “siz kimsiniz” tarihiniz bile yok diyecek kadar saçmalar duruma gelmiştir. Makedon-Arnavut çatışmasının közleri bunları anlatıyor. Geçmiş böyleyken, Bulgar basınında “Makedonya Cumhuriyeti, 1878 Berlin Konferansı, XIX yüzyıl sonunda İliya Graşanin tarafından geliştirilen ve Sırbistan’ın yayılmacılığına temel olan siyasetten ve 1933’te Kominterni’in anti-Bulgar kararlarlardan doğan suni bir devletin dağılmasının son aşamasıdır.” yorumlarını okuyoruz. Bunları yazanlara şöyle bir sorumuz olacak: Halkın isteğine, sosyal demokratların desteğine, 2001 Ohri ve 2017 Tirana sözleşmelerinden kaynaklanarak Arnavutçayı Makedonya’da ikinci resmi dil ilan etmek mi daha hayırlıdır, yoksa Makedon devletini parçalamak mı? Makedonya’da parlayan bir saman ateşi değildir. Tarihi, dilleri, dinleri, etnikleri, kültürleri inkâr etmekle, onları tanımadan yaşamanın mümkün olamayacağına kanıttır. Başına gelen bilir. Bulgaristan’da da bir milyondan fazla Türk yaşıyor ve ilgililerin ibret dersi çıkarması iyi olur. Çatlak sesler: Makedon bunalımda Arnavutluk ve Kosovo hükümetleri imzalanan sözleşmelerin yerine getirilmesinden, Arnavut dilinin ikinci dil olarak tanınmasından ve demokratik toplumda huzur saplanmasından yana tavır koydu. Bu durumda tüm Arnavutların aynı bayrak altında toplanması hevesleri de alevlenmiş bulunuyor. Makedonlar öncelikle Batı Makedonya’da yaşıyor. Avrupa Birliği olaya ilgiyle baksa da, üye ülkelerdeki etnik sorunlara çözüm bulunmasında deneyimli değil. İspanya başkaldıran Bask ve Katalanları sakinleştiremiyor. Fransa Korsikalılarla sorun yaşıyor. İngiltere Kuzey İrlanda’ya huzur veremiyor. Belçika’da Flaman ve Volanlar ortak hükümet kuramıyorlar. Bulgaristan’da etnik sorun yok gibi görünse de, bu yalnız uzaktan bir bakıştır. Bu sorunu en barışçı bir şekilde çözen Çekler ve Slovaklar oldu. El sıkışıp ayrıldılar. İki devlet kurdular ve komşuluk ediyorlar. Büyük güçlerin tutumu: Birleşik Amerika ve Avrupa Birliği Arnavutluğu destekliyor. Kısa bir süre önce, ABD Kongre üyelerinden Deyna Rorabakır bir demecinde, Makedonya’nın Kosova, Arnavutluk, Bulgaristan ve diğer komşuları arasında paylaşılmasını önerdi. Rorabakır, ABD Dışişleri Komisyonu üyelerinden biri ve Avrupa Sorunları Alt Komisyonu üyesidir. ABD Dışişleri Bakanlığı’nın tepkisi gecikmedi. Makedonya Cumhuriyetinin bölüşülmesi çağrılarına karşı çı-


142

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

kıldı ve ülkenin egemenlik ve toprak bütünlüğünden yana tutum alındı. Fakat bu tutumla Beyaz Saray kongre üyesinin önerisine karşı mı çıktı bilemiyorum. Amerika’nın Kosova’da askeri üssü var. Arnavutluk NATO üyesidir. Bunlar, Rusya’nın Sırbistan’daki varlığına karşı duran güçlerdir. Gözle görüldüğüne göre, öte yandan, ABD ve Rusya çıkarları Makedonya’da karşı karşıyadır. Makedonya Rusya’ya uygulanan ambargoya uymadı. Rusya Dışişleri bakanı Lavrov’un konuya ilişkin demecinde, Federal Makedonya’dan söz ediliyor. Federalizm bölünmüşlük anlamındadır. Görüldüğü üzere Makedonya Makedon ve Arnavut kısımlara bölünmek hesapları yapılıyor. Önemli olan bölünme seçilse bile, bunun barışçıl bir yolla gerçekleşmesidir. Bir iç savaş, Balkanlardaki dengeler baştanbaşa bozulacaktır. Komşuyuz bize de sıçrayabilir.

Mayıs Ayı 2017 Yazıları Yalan Yurtseverler Zalimdir

BG-SAM- 05.Mayıs.2017

Konu: HÖH - DPS: “Yalan yurtseverler zalimdir.” Yeni kurulan hükümetle ilgili Hak ve Özgürlükler Partisinin kesin görüşü açıklandı. HÖH partisi milletvekili Hamid Hamid, parti olarak sert bir tutum içindeyiz, Bulgaristan’da III. Borisov hükümetine katılan sözde yurtseverler zalimlerdir, dedi. Milletvekili Hamid şöyle konuştu: Hak ve Özgürlükler Partisi (DPS) yeni kabineye sert muhalefet olacaktır. Aşırı milliyetçilerin, Avrupalı olmamızın açık düşmanlarına Bulgar hükümetinde yer almasına ilk kez fırsat verildi. Sert muhalefet olmaktan başka seçeneğimiz olamaz.


Makale ve Analizler - 2017

143

En çok seyredilen “bTV” yayınına katılan Hamid, DPS’nin kesin kararını bu sözlerle açıkladı. Konuşmasında, “Ataka” partisi sopacılarının Sofya “Banya Başı Cami” saldırısını hatırlattı. Aşiri milliyetçi parti liderinin sahne sanatları enstitüsü NATFİZ’e saldırısına değindi. Sözde “Yurtsever Cephe” lideri, artık başbakan yardımcısı olan Valeri Simyonov’un Bulgaristan Türkiye sırında, saçlarından tutarak otobüsten indirip tartakladığı yaşlı seçmen Türk kadını rezaletine aurıntılı değinerek, güya “Yurtseverler Birliği” temsilcilerinin sözlerinde ve davranışlarında zalimlik var diye konuştu ve olayları sert kınadı. Milletvekili ve deneyimli siyasetçi Hamid Hamid VMRO başkanı Krasimir Karakaçanov’un Bulgaristan Cumhuriyeti Savunma Bakanı seçilmesini ise “Bulgar ordusuyla alay etme” şeklinde yorumladı. Bu arada, DPS parti listesinden, Burgaz ilinden milletvekili seçöilen ve ardından meclis ilk çalışma gününde DPS meclis grubundan ihraç edilen Angel İsaev’in yeni hükümete oy vermesine ise şu yorumu getirdi. “Bu şahıs meclise yanlışlıkla girmiştir.”

Irkçılık Şarj Oldu

İbrahim Soytürk- 05.Mayıs.2017

Konu: Avrupa basını yeni kurulan III. Borisov hükümeti için ne dedi? Sofya yönetiminde milliyetçiler ve ırkçılar yer aldı. Alman “Züddeutsche Zeitung” gazetesi 4 Mayısta halk meclisinde yemin eden ve göreve başlayan yeni Bulgar hükümetini bu başlık altında anlatırken, III. Boyko Borisov hükümetinde Türk Bakan olmadığına işaret etti. Yazıda şöyle deniyor: “Borisov artık iki defa başbakandı. Mart ayında yapılan erken genel seçimlerinde, onun tutucu partisi GERB en fazla oy alarak, seçimi kazandı. Borisov Sofya’da kabinesinde sağcı ve aşırı sağcı bakanlar olan üçüncü hükümetini açıkladı.”


144

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Hükümetin Cumhurbaşkanı tarafından kabul edilmesi ve mecliste onaylanması usulden işlerdir, dedikten sonra gazete “Sofya yönetiminde artık ırkçılar ve milliyetçiler koltuk kaptı” vurgulamasını yaptıktan sonra şu özelliklere işaret ediyor: “Birleşik Yurtsever” adı artına gizlenen ırkçılarla GERB partisi arasında uzlaşmaya varıldı. Güya “Birleşik Yurtseverler” ortaklığına eski bir Bulgar gizli siyasi polis ajanı olan ve Moskova’ya hizmetleriyle de tanınan Krasimir Karakaçanov’un yönettiği VMRO - İç Makedon Devrim Örgütü; Önce aşırı solda beliren ve Bulgaristan’da yaşayan Çingenelere “hepinizden sabun yapacağız” diyen ve halen aşırı sağcı, ırkçı konumda olan “Ataka” partisi lideri Volen Sideov ile “Bulgaristan’ı Kurtarmak İçin Milliyetçi Cephe” başkanı, siyasi polis albayı Valeri Simyonov girdi. 2016 Sonuna kadar Borisov Bulgaristan’ı Reformcu Blok’la kurduğu ortak hükümetle yönetmişti. Bu seçimde üç parçaya bölündüğü için parlamentoya giremeyen reformcular siyaset dışı kaldılar. Yeni oluşan durumda meclise sağcı ve aşırı sağcı 3 siyasi parti birleşiminden oluşan “Yurtsever Birlik” girdi ve 3. güç oldu. “Züddeutsche Zeitung” gazetesi Bulgaristan’daki siyasi durumu şöyle analiz ediyor. “Komünizm artığı (post-komünist) Bulgaristan Sosyalist Partisi (BS) ile GERB partisi birbirine düşmandır. Aynı zamanda Boyko Borisov Bulgaristan Müslümanlarının partisi olan Halk ve Özgürlükler Partisi (DPS) ile hükümet ortaklığını reddetti. Türklerle işbirliği yapmaya yanaşmayan Borisov’a “Birleşik Yurtseverler” ile ortaklık aramaktan başka seçenek kalmadı. “Birleşik Yurtseverler”in eş başkanlarından biri olan Karakaçanov, Başbakan ve Savunma Bakanı oldu. Siyasi polise ajanlık yapan bu kişinin demokrasi koşullarında iktidarda yer almasına imkân verilmemesi gerekirdi. Çünkü bu şahıs ve yönettiği VMRO partisinin Moskova ile yakınlığı ile iyi biliniyor. “Bulgaristan’ı Kurtarmak İçin Milli Cephe” başkanı Valeri Simyonıov ise açık bir ırkçıdır. Kamuoyunda tepki uyandıran üçüncü ortak “Ataka” ise, Bulgaristan Müslümanlarına karşı ırkçı saldırılarıyla ünlenmiş olan Volen Siderov’tur. Bu yazıyı kaleme alan gazeteci Florian Hasel yorumunda, 2018’de Avrupa Birliği dönem başkanlığını üstlenecek olan Sofya siyasetinin “daha da sağa dönerek, daha koyu milliyetçi olacağını” önceden söyleyebilirim dedikten sonra şunları belirtiyor: “Ne de olsa, Bulgaristan’da son söz başbakana aittir. Öyle ama Borisov eskiden de, örneğin sığınmacıları durdurmak için Türkiye sınırına tel duvar gerilmesi kararı alırken de, sözde yurtseverlerin desteğine sevinmişti.” 1. Hessl, milliyetçi ve aşırı milliyetçi güçler Bulgaristan’da ilk defa bakan oldu, gerçeğine işaret ediyor. Örneğin, Çingenelere “yaban maymunlar” şek-


Makale ve Analizler - 2017

145

linde hitap eden ırkçı Valeri Simyonov, üçüncü Başbakan Yardımcısı olarak, nüfus sorunlarını da yönetecektir. Berlinde çıkan “Neuest Deutschland” gazetesi sağa kayan Bulgaristan’ı şöyle anlatıyor: “Bulgaristan’ın en deneyimli başbakanı olan Borisov, denemelerine devam ediyor. “Bulgaristan her şeyin Üstünde” sloganına bağlı kalan Borisov yılların kaşarlı tutucu siyasetçisi, III. hükümetinde güya “yurtsever” - milliyetçilerle ortaklığını şöyle açıklıyor: “Başbakan Yardımcılığı görevlerinden ikisi (Karakaçanov ve Simyonov) aşırı milliyetçilere verildi.” Gazete konuyu yorumlarken, onlar, “Yobik” adlı Macar aşırı sağ partisinden veya Fransa da “Le Pen’den” çok daha ılımlı bir kovumda olacaklar” diyen Bulgar gazeteci Stoyço Stoyçev’i zikrediyor. Stoyçev’e göre, “yeni kabine II. Borisov hükümeti siyaset çizgisine bağlı kalacağından dolayı, izlenen siyasette sert dönemeç olmayacak, Bulgaristan’da dramatik değişiklikler yapılmayacaktır.” “Neues Deutschlad” gazetesine göre, “sığınmacılar, polis baskısı uygulayan Bulgaristan’da sağa dönüş olduğunu artık fark ettiler” diye yazıyor. Gazete, Bulgaristan’daki Türk azınlığın aşırı sağcıların katıldığı III. Borisov hükümetine oy vermediğini belirtiyor. Avrupa Birliği üyesi devletlerin de öncelikle Volen Siderov’un hükümete katılmasına kuşkuyla baktığına işaret ediyor. “Siderov’ın bir yabancı veya Türk düşmanı olarak mı, yoksa bir sıkı Moskofçu olarak mı kendisinden şüphelenilen bir siyasetçi siması yarattığı bilinmez, fakat onun ülke dışında da kuşku uyandıran bir isim olduğu inkâr edilemez.” cümlesinin altını çiziyor. Siderov’un camilere saldırılarını, “Yahudi vebası” diye atlandırdığı Çingenelere karşı düzenlediği yürüyüşleri ve yönettiği kavgaları, “Lüfthanza” uçağındaki ırkçı kavga hatırlatılarak, onun insan önüne çıkmaya yüzü olmayan bir holigan siyasetçi olduğuna yer veriyor. Yeni Bulgar hükümetinin işbaşı yapması Avusturya’da çıkan “Die Presse” de gazetesinde de yer almıştır. Yeni hükümetin III. Borisov kabinesi olduğuna işaret ettikten sonra, “Eski diktatör Todor Jivkov’un yakın koruması ve uzun zaman Sofya Belediğe Başkanı görevinde bulunan Borisov’un 2009’dan beri, sosyalistler tarafında elde edilen kısa süreli aralarla, Bulgaristan’ı yönetiyor.” diye yazıyor. Gazete, bir Balkan ülkesi olan Bulgaristan, bu yıl “Avrupa Birliği üyeliğinin 10. yılını kutlamaya hazırlanıyor.” Haberine yer veriyor.


146

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Kurumsallaşan Faşizm

Ertaş Çakır-05.Mayıs.2017

Konu: Avrupa’da gericilik tırmanıyor. 5 Mayısta Bulgaristan’da hükümet kuruldu. Kabinede 21 kişi var. Boyko Borisov Başbakan, 4 Başbakan Yardımcısı ve onlardan ikisi aynı zamanda bakan: Krasimir Karakaçanov Savunma Bakanı ve II. Borisov hükümetinde Adalet Bakanı olan Ekaterina Geçeva-Zaharieva Dışişleri Bakanı ve 16 altı bakan görev alıyor. Bakanlar yemin etti ve meclis kabineyi onayladı, fakat mecliste hükümet programı okunmadı. Bu hükümet, Bulgaristan’da üçüncü kez hükümet kuran GERB partisi ile sözüm ona “Birleşik Yurtsever” oluşumunda buluşan milliyetçi ve aşırı ırkçı üç partinin birimci ortak hükümettir. Avrupa Konseyi hükümete katılan “Ataka” partisine “faşist” nitelemesi getirirken, VMRO ve “Bulgaristan’ı Kurtarmak İçin Milli Cephe” (NFSB) partilerine de “milliyetçi” ve “aşırı ırkçı” dedi. 1944 yılından beri faşistler Bulgaristan’da ilk kez olmak üzere iktidara tırmandılar. 1992’de İç Makedonya Devrim Hareketi (VMRO), ardından 2005’te Rusofil ve etnik düşmanı “Ataka” ve 2010’dan sonra da (NFSB) faşist çizgileriyle dirildi. 2014’ten sonra II. Borisov hükümetine dayanak oldular. 2017 erken genel seçimlerine kendi tabirleriyle adına “Birleşik Yurtseverler” dedikleri, faşizan ortaklıkla girerek 27 sandalye kaptılar ve mecliste 3. parti oldular. Hak ve Özgürlükler Partisi (DPS) bir oyla geride bırakmaları, onlar için büyük zafer oldu ve aslında hükümete katılmalarına kapı açtı. İki başbakan yardımcılığı kapan faşistler ülkemizde kurumlaşmaya başladı. Örneğin, Tarım Bakanlığını da ele geçirmeleri tarımsal üretimden geçinen Müslüman Türk azınlığın geleceği için yeni bir kara perde oldu. Mecliste 25 milletvekili olan Hak ve Özgürlükler Partisi yeni hükümette aşırı sağcı ırkçıların yer almasına “zalimler” hükümet kuruldu yorumunu getirdi. Türk partisi muhalefette kalacaklarını ve sert tepkili olacaklarını duyurdular. Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) de hükümetin terkibini onaylamadığını ve faaliyetlerini desteklemeyeceğini belirtti. BSP milletvekili Krum Zarkov, “iki defa hükümet olup da halk yararına hiçbir icraat yapmayan GERB partisinden 3. görev süresinde bir şeyler beklemek yanlış olur” dedi.


Makale ve Analizler - 2017

147

GERB ve “Birleşik Yurtseverler” hükümet belgelerinde “değişiklik olacağına işaret olmadığını” söyleyen Zarkov, “hükümette hiçbir girişim sezilmediğini” belirtirken, faşizmin kurumsallaştığına ve aşırı milliyetçiliğin şarj ettiğini vurguladı. Siyasi yorumcular bakanlar kurulunda 9 yeni bakan ve 4 milliyetçi olduğuna dikkat çekerken, Bulgaristan’da eğitim Bakanlığı’nda da köklü bir reform yapılması gerektiğinin altını çiziyorlar. Şu an ülkede yarı kapasiteli 55 Yüksek Enstitü, 25 banka ve 6 değirmek olduğunu yazarken, bu rakamların şu şekilde yer değiştirmesi: 55 değirmen (fabrika), 25 üniversite ve yüksek enstitü ile 6 banka olması gerektiğine vurgu yapıyorlar. Yüksek okullarda 70 binlik kapasite varken, aday sayısının 50 bin olduğu, ilk, orta ve lise öğretmenleri sayısının % 50 azaldığı, akademisyenlerin hademe maaşıyla çalıştığı vb gerçeklere işaret edilirken, önemli olan okul programlarında dördüncü teknolojik devrim gereklerine uygun değişikler yapılması zorunluluğu gündem oluşturuyor. İlkokula giden çocuklardan % 45’inin okuma yazma öğrenmeden diploma alması uygulamasına son verilmesi isteniyor. Bilindiği üzere, seçim propagandasında öğretmen maaşlarına yüzde yüz zam yapmayı vaat ederek seçim kazanan GERB ve “Birleşik Cephe” popülistlerinin verdikleri sözlerde durup durmayacağı konunu ilgiyle izlenirken somut adımlar bekleniyor. GERB partisinin son erken seçimde Türk seçmenden 170 bin oy almasına karşın, bir Türk bakana oy verilmemmiş olması kamuoyunda yorumlanan konulardan biridir. Bir milyon yüz bin küsur oyla seçim kazanan GERB partisinin oylarının neredeyse beşte birini etnik azınlıklardan almasına rağmen, onlara bir bakan yardımcısı dahi göstermezken, aşırı milliyetçiler ve ırkçılarla sarmaş dolaş olması Müslüman azınlığı hayal kırıklığına uğrattı. Siyaset gözlemcilerinden Ognyan Minçev’e göre, iki defa istifa etmek zorunda kalan Borisov’un fazla sıkıştırılmadan bir fırsat daha kullanmasına hoşgörülü bakmak gerekiyor, demesi yorumlanıyor. Minçev “hükümeti 3 ay sonra eleştirelim, çalışmalarını esas alalım” derken, Faktor bg’de kendisine verilen cevaplarda, “Bulgaristan’da mafya ve DS’nin yeniden iktidar olduğuna, GERB partisinin Reformcu Bloktan kurtulduğuna”, reform sayfasını kapattığına, gizli komünist -Kremlin yamalarının kabine kurduğuna işaret ediliyor. Borisov hükümetlerine “yeni güven kredisi” verilip verilmemesi konusunu yorumlayan gözlemciler, ona 2 defa devlet makamlarının % 30 azaltılması ve elektronik hükümet kurulması için kredi verildiğini, fakat hiçbir şey yapmadığını, yazıyorlar. III. Borisov hükümeti milletvekilleri Bakanlar Kurulundaki ofislerine yerleşirken, 4 Mayıs günü Sofya Meclis Meydanı yavaş yavaş büyük bir kalabalıkla


148

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

doldu. Toplananların arasında ve başında Şoumen Slavi Trifonov vardı. Trifonov, 680 bin Bulgaristan vatandaşının isteğine uyarak, 6 Kasım 2016’da düzenlenen halk oylamasını örgütleyen Girişim Komitesi başkanıdır. Halk oylamasında iki buçuk milyon seçmen, bu arada diş ülkelerdeki gurbetçilerimiz ve T.C.’deki seçmenlerimiz “siyasi sistem” değişikliğine “evet” dediler. Seçmenin istediği sistem değişikliği 3 maddede toplanmıştı. 1- Meclis seçimlerinin parti listelerine göre, çoğulcu sisteme uyularak yapılmasına son verilmesini ve seçimlerin en fazla oy alan kazanır, (majoriter) sisteme göre yapılmasını; 2- Seçimde oy alan partilere aldıkları her oy için devlet bütçesinden 11 leva yerine yalnız 1 leva ödenmesini ve 3- Seçimlere 18’ini doldurmuş her Bulgar vatandaşı için zorunlu olmasını öngörmüştü. 2014’te seçilen 43. Sofya Meclisi seçmenin iradesine saygı göstermedi. Referendum sonuçlarını görüşüp onaylanmadı. 44. meclis için erken seçim eski yasaya göre yapıldı. Şimdi meclisi kuşatan kalabalık referandum sonuçlarının onaylanmasının hemen gündeme alınmasında ısrar ediyor. 4 Mayıs günü başlayan halk eylemleri esnasında direnen kitlenin önderi olarak sivrilen Slavi Trifonov, referandumda yer alan ve 2 milyon 500 binin onayladığı istekler yerine gelmezse meclis meydanındaki sarı kaldırım üzerine yatarak sürekli “açlık grevine” başlayacaklarını, amaçlarına bu defa da ulaşamazlarsa “meclisi basacaklarını ve dağıtacaklarını” açıkladı. Olay demokratik güçler tarafından ve kamuoyunca dikkatle izleniyor. Bulgar demokratik kamuoyu, her vatandaşın seçime mutlaka katılması gerektiğini, bunun için gerekli şartların oluşturulması gerektiğini ısrarla dile getirirken, seçme ve seçilme hakkının uygulanmasına engeller getirmenin Anayasaya aykırı olduğuna işaret ediyor ve şu örneklemeyi yapıyor. Bulgaristan’da gerçek ve geri dönüşü olmayan dönüşüm yapılabilmesi için önce Büyük Halk Meclisi’nin (BHM) göreve çağrılmalıdır. Seçimlerde oy kullanmak için vatandaşların üç ay kullanması tasarısının kanunlaşmasına engel olunmalıdır. Büyük Halk Meclisi (BHM) referandumda halk tarafından istenen ve 6 Kasımda onaylanmış olan yukarıda açıklanan 3 madde yasallaştırıldıktan ve siyasi sistem değişikliği yapıldıktan sonra, BHM bir daha toplanmamak üzere kendini lağıv etmelidir (dağıtmalıdır). Şu anda ülkemizi boğan statükonun giderek hareketlendirilebilmesi ve ekonomik alanda da ileri adımlar atılabilmesi için siyasi sistem kökten değiştirilmelidir. Sefaletin önüne geçebilmenin başka yolu yoktur. Faşistler iktidardan uzaklaştırılmalıdır.


Makale ve Analizler - 2017

149

Seçme ve seçilme hakkı olan her vatandaşımızın nerede bulunursa bulunsun oy kullanmasının zorunluluğunu savunan çoğunluk, “devlet nedir?” sorusunu soruyor. Devlet hiçbir vatandaştan uzak değildir, olamaz, hiçbir vatandaşın oy kullanmasını engelleyemez, devlet soyut bir şey değildir. Tam tersine, devleti oluşturan biz vatandaşlarız, hepimiz devletiz. Vatandaşı olduğumuz Bulgaristan devletinden yalnız isteklerimiz yok, ona karşı yükümlülüklerimiz de var. Vatandaşlık haklarımızın temeli budur. Eski Atina’da yanız kendi kişisel çıkarlarına bakan ve siyasete katılıp oy kullanmak istemeyen vatandaşlara “aptal” (budala) diyorlardı. Bizde halkın geçirdiği bezginlik, oy pazarlıkları, seçmenin kafasını yıkamak için yapılan propaganda, politik vurdumduymazlık, seçim dolayında dönen oyunlar, kurulan tuzaklar, seçime gidenlere, mutlaka oy kullanmak isteyenlere yapılan baskı ve Türkiye de bu arada, dış ülkelerde gerekli sayıda sandık açılmaması ve daha birçok yasal veya yasal olmayan eksiklik oyunu kullanamayan büyük kalabalıklar üretiyor. Bu vatandaşlar siyasetten kaçan “aptal” kitledir. Son seçimde % 54 sandığa gitmedi. Siyaseti umursamadı. İktidardan beklentilerini tamamen yitirmiş olduklarını topluma gösterdiler. Meclis, referandum sonuçlarını onaylamaz ve halkı kandırmak için tartışmaya açarsa, ülkede çok güçlü bir siyasi kampanya örgütlenip yürütülmelidir. Bu kampanya azınlıklar arasında kendi anadillerinde olmalıdır. Görüldüğü üzere, GERB ve güya “Birleşik Yurtseverler” aralarında 4 yıllık iktidar ortaklığı sözleşmesi imzalandı. Majoriter seçim sistemine geçilmesi kararının onaylanmasıyla, bu faşist güçleri kurumsallaştırma sözleşmesi hemen bozulmalıdır. Faşistler iktidardan sökülüp atılmalıdır. Kurumsallaşmalarına yol verilmemelidir. 1934 kurumsallaşan Bulgar faşistlerinin halka, demokratik güçlere, azınlık öncülerine kan kusturduğu unutulmamalıdır. 1973’ten sonra totaliter sistem kuran Todor Jivkov, faşist dönemin ana ilkelerini uygulamış ve azınlıklara karşı amansız bir saldırı siyasetini yıldan yıla şiddetlendirmiştir. 2017 yılının Bulgar faşizminin 3. kez palazlanmayı ve kurumsallaşmayı başardığı döneme geçildiğini görmek, işitmek ve yaşamak istemeyen herkes direnişlere hazır olmalıdır. XX. asır 1917 Ekim devrimi ve sosyalist totalitarizm ve 1933’ten başlayarak Alman Nazi faşizmi yüzyılı olarak belirlendi ve insanlık tarihinde en fazla kan akan yüzyıl oldu. Bu güçlerin XXI. yüzyılda yaşama hakkı olmamalıdır. Majoriter sistemin onaylanmasından sonra, halk meclise gidecek adayların halk tarafından gösterilmesi ve onların gerçekten seçilmesi sorumluluğu tamamen halka yüklenecektir. Bu bir bilinçlenme sürecidir. Demokrasiyi bir türlü yerleştiremeyen toplumda endişe ve korkular henüz aşılamamıştır. Dönüşüm süreçlerinde kargaşa da yaşanabilir.


150

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Majoriter sistem, hiçbir milletvekili adayının parti listesi ardına gizlenmesine olanak vermeyecektir. Partilerin siyasette son söz sahibi olmasına son verilecek, belirleyici olan milletvekili olacaktır. Toplumsal yaşamda partilerin önemi hemen hemen sıfırlanacaktır. 22 Mart 2017’de faşistlerin meclise girip hükümete tırmanmaları, başsavcı ve Yüksek Mahkeme üyesi olma yolunu açmaları, yıllarca gizli siyasi polis merkezleri “DS” ve “KGB” ajanı olan kişilerin Başbakan Yardımcısı, Savunma Bakanı vb olması yolları mutlaka kesecektir. Bu ancak majoriter seçim sistemiyle olabilir. Bu nedenle bizi daha bu sene 25 - 30 başarılı öğrencimizi seçip, kendilerine burs sağlayarak çeşitli yüksek okul ve üniversitelere delege etmemiz, yüksek lisans yapmak isteyenlere destek sağlamamız, kadro yetiştirmemiz gerekiyor. Gerekli sayıda kadromuz olmadığı durumda bir halk topluluğu olarak siyaset dışı kalmamız da kendiliğinden ortaya çıkmış oluyor. Sofya’da seçimden 40 gün sonra meclisin açılması ve hükümet kurulmasıyla yeni bir depreşme başladı. Bu hareketlenmeye mutlaka kulak vermek ve her etkinliğe katılmak zorundayız. Demokrasi mücadelesinde referandumda “evet” diyen seçmen kitlesinin yanında olmalıyız. Çünkü “evet” oyu verenlerin büyük bir kısmı biz kendimizi ve haklarımızı savunmalıyız. Büyük bir gecikmeyle de olsa, totaliter sistemi kökten sökme, komünistleri ve faşistleri, milliyetçileri ve ırkçıları iktidardan uzaklaştırma ve demokratik ve toleranslı, insan kardeşliğini ve vatandaş eşitliğini ilke etmiş yeni kuşağı siyasi sahneye çıkarabilmemizin yolu budur ve biz bu yolu açmak zorundayız. Bulgar toplumu doğum sancıları yaşıyor. Biz oylarımızı satmak istiyorsak, alıcı mutlaka bulunacaktır. Fakat bu her zaman hak ve özgürlüklerimizi, demokratik haklarımızı, doğal ve insan haklarımızı satmamız anlamına gelir. Bunu asla yapmamalıyız. Eğer bundan sonra da “ajanlara”, canilere, zulüm edenlere, sahtekarlara, gözden düşmüş ve işten anlamayanlara oy vermek istiyorsak yapacak bir şey yok. Sistem değişikliğini kişiler başlatır. Kitleler tamamlar. Gerekirse Sofya meclisi önündeki basamaklara uzanıp açlık grevlerine katılalım. Biz o meclisi kaç defa kuşattık! Birlik olalım. Faşistlerin kurumlaşması yolunu kapayalım, gerçek demokrasi yolunu açalım. Firsat fırsattır. Bugün erken yarın geç. Mücadele artık başlamıştır.


Makale ve Analizler - 2017

151

Barut Kokusu mu?

BG-SAM-06.Mayıs.2017

Konu: “Washington Post” gazetesi gözüyle Balkanlar. Tarih yüzde yüz tekrar etmese bile kafiyeleşir. Nisan ayında Güney Doğu Avrupa’da 7 ülkeyi ziyaretim esnasında, Sarayevo’ya özellikle uğradım. Eski Dük Franz Ferdinand’ın faytonuyla eski Latin Köprüsü’nü geçerken yolunu kesen bir kiralık katilin kurşununa kurban gittiğini ve 20. yüzyılın ilk yarısının basıl kan gölüne dönüştüğünü hatırladım. Bu katliam, Birinci Dünya Savaşını başlatmıştı. Son on yılda bu baskı ve savaş silsilesi yeniden devir yaptı. Anımsatmak istediğim, “Tarih yüzde yüz tekrar etmese bile kafiyeleşir” gerçeğidir. Tarih kavşaklarından biri olan Güney Doğu Avrupa (Balkanlar) yeniden birbirini kovalayan veya tetikleyen olaylara sahne oluyor. Birleşik Amerika’nın bu gelişmelere daha büyük dikkat ayırması zamanı gelmiştir. Bölgenin daha büyük kesimindeki ekonomik büyüme, orada dünyaya gelen gençlerin kendi bölgelerinde anlamlı ve memnuniyet veren bir hayat sürdürmeleri için yeterli olmadı. Bölgenin ekonomim imkânlarını gereği gibi kullanmasına engel olsan ise, devlet işletmelerinde çok kişinin istihdam edilmesi, uyulmamanın çok zor olması ve alıp yürüyen rüşvet olaylarıdır. Sığınmacı bunalımı, komşu devletlerarasında sınır güvenliği uzlaşmazlıklarına neden olarak, Avrupa’nın bu kesimindeki devletlerin sırtına büyük yük yükledi. Politik gerginlik arttı. Makedonya siyasi bunalım yaşıyor. Arnavut muhalefeti Şubat ayından beri Üsküp parlamentosunu tıkamış durumdadır. Birleşik Bosna - Hersek geleceği güvensizlik içindedir. Son günlerdeki kışkırtmalar Kosova ile Sırp devleti arasını yeniden açtı. İki devlet arasındaki ilişkilerin normalleşmesi yoluna gölge düşürdü. Burada etnik ve din çatışmalarının ağır kokusu var. Gençlerin çoğu işsiz ve başka faktörler gün geçtikçe daha etkin oluyor. Balkanlar’daki barış mevzilerini zayıflatırken, terörizm tehlikesine alan açıyor. Son yıllarda bölgeden yüzlerce genç Suriye ve Irak’ta DEAŞ mevzilerinde savaştı. İsrail ile Arnavutluk arasında oynanacak futbol karşılaşmasını kana bo-


152

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

yamak isteyen DEAŞ hazırlıkları suya düşürülürken 19 genç yakalandı. Musul ve Rakka’da yenilgisi kesinleşen “İslam Devleti” teröristleri emir alıp Batı devletlerine bu arada muhtemel hedefleri olan Güney Doğu Avrupa ülkelerine gidip yerleşmeye çalışıyorlar. Olup bitenlerin hepsi arasında, Rusya’nın bölgeyi istikrarsızlaştırıp birbirine düşürme ve Güney Doğu Avrupa halklarına kendi yollarını kendileri çizme niyetlerine engel olma çabaları, kötü olan arasında en kötüsüdür. Geçen yılın Ekim ayında Kara Dağ’da Rusya tarafından desteklenen bir askeri darbe denemesinde bulunulması en feci sonuç veren oldu. Kara Dağ’ın NATO’ya üye olmasına engel olmak için, Rus casuslar Kara Dağ başbakanını istifaya zorlayıp öldürmeyi planlamıştı. Kara Dağ’a karşı bu iğrenç darbe saldırısının boyutlarının ortaya çıktığı gün, Rusya Başkanı Putin’in “Rus İmparatorluğunu” yeniden kurma planlarının da tamamen ortaya çıkmış olacağına inanıyorum. Ziyaretim sırasında, her durakta “bölgede ABD liderliğinin güçlendirilmesi” ricalarıyla yüzleştim. Bölgede yaşayan milletler gelişmeleri göğüslemeye hazır durumda bulunuyor. Fakat onlar tarihin dümenini istedikleri yöne çevirtmeyi kendi başlarına yapacak durumda değillerdir. Seçtikleri partner ise ABD’dir. Şu durumda biz ABD olarak ne yapmalıyız? Birinci, Birleşik Amerika bu bölgede kendini daha aktif bir şekilde hissettirmelidir. Güney Doğu Avrupa devlet başkanlarından birinin bana söylediğine göre, ABD liderinin söylerinin bu denli ağır bastığı ve ilerleme atılımlarına hız kazandırabileceği dünyada başka bir bölge yoktur. Bu nedenle, sürekli angajman almış olmak ve ABD kurumlarından yüksek görevli kişilerin bölge devletlerine daha sık ziyaretlerde bulunması çok önemlidir. İkinci, NATO ve Avrupa Birliği gibi kurumlar aracılığıyla Avrupa Atlantik topluluğu ile bütünleşme hedeflerine bağlı kaldıkça, ABD Güney Doğu Avrupa devletine yardım göstermeye devam etmelidir. Bölgeye barış ve daha iyi bir yaşam vaat eden Avrupa Atlantik sistemine katılmaktır. İşte bu koşullarda ABD, hukukun üstünlüğü ve rüşvetçilikle mücadele gibi ABD programları aracılığıyla daha büyük yardımlarda bulunarak Avrupa-Atlantik sisteminde bütünleşme süreçlerinin hızlandırılmasını sağlamalıdır. Bugünde Avrupa Birliği’ne katılma umudunu yaşatan Güney Doğu Avrupa devletleri için üyelik kapısını aralık bırakması için tüm olumsuzluklara rağmen, AB’yi teşvik etmemiz gerekiyor. Sonunda, Avrupa sınırlarını baskıda bulunarak yeniden çizmek isteyen Rusya’ya saldırganlığına karşın mı yoksa ortak uygarlığımızı yok etmek isteyen


Makale ve Analizler - 2017

153

teröristlere rağmen mi olacak önemli değil, ABD Güney Doğu Avrupa devletlerinden her birinin kendi kaderini, dış müdahaleye olanak tanımadan, kendi belirlemesi hakkının ardında durmalıdır.Güvenlik konularında bölgesel muhatap ve müttefiklerimizle işbirliğimizi genişleterek derinleştirmek son derece önemlidir. İkinci Dünya Savaşından sonra, Birleşik Amerika, bir bütün, özgür ve barışçı Avrupa ile ilgili yükümlülük üstlenmiş durumdadır. Bizim böyle bir angajman altına girmemizin nedeni ise, Birleşik Amerika ulusal güvenlik çıkarlarından bir parça olan ve olmaya devam eden Avrupa’da barış ve refaha ulaşılabilmesi için Amerika liderliğinin gerekli olduğunu bir kuşak devlet adamının tanımış olmasıdır. Son 70 yılda sözümüzde durmak için birçok defa seçim yaptık ve kurbanlar verdik, Soğuk Savaş döneminde bunu Avrupa’nın dört bir yanında; geçen yüzyılın 90’lı yıllarında Bosna’da ve Kosova’da , şimdi de NATO Güney Doğu kanadı ülkelerinde yapıyoruz. Güney Doğu Avrupa’daki tarih dersleri ortadadır, bu bölgenin gözden uzak tutulması bize zarar verir, bundan dolayı bölgedeki bağlantılarımızı her zaman canlı tutmak ve savunmak zorundayız. John McCain - ABD Senatörü

Türk Partileri Kapatılıyor mu?

Musa Vatansever-07.Mayıs.2017

Konu: Faşizmin sıklaşan ayak sesleri. Faşizme karşı mücadele ancak demokratik güçlerin ulusal birliğiyle kazanılır. Faşistlerin nüfus siyaseti azınlıklar için geçerli olamaz. Bulgaristanlı Türklerin daha fazla parçalanıp yıpratılması önlenmelidir. Herkesin sorduğu bir soru var: Avrupa Birliği ülkelerinde etniklerin hayat hakkı yok mu? Siyasete kendi kurumlarıyla katılmalarına neden izin verilmiyor. Demokratikleşme yolları neden daha geniş açılmıyor?


154

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu soruların cevabını ararken, yazımı yazdığım, Pazar 07 Mayıs 2017’de başkan seçimi Fransa örneği yüzümüze yapıştırıyor. Fransa’da nüfusun yarısı Afrikalı Arap ülkelerinden Müslüman’dır. Fransa’da etnik azınlık partisi yok. Bu ülkede Afrikalılar çoğunluk olsalar dahi, hep beyaz yerlilerin partilerine oy vermek zorunda kalıyorlar. Bu Almanya, Belçika, Hollanda ve diğer AB ülkelerinde de böyle. Müslümanlara yalnız hükümet dışı sivil toplum örgütlerinde, mahalli, hemşeri, kültür, sanat derneklerde, kulüplerde, encümenliklerde örgütlenme hakkı tanınıyor. Alman parlamentosu (Bundestag) giren Türk vekiller Alman Partilerinin vekilleridir. Avrupa’da Bulgaristan’da Hak ve Özgürlükler Partisi (HÖH) ile Macaristan’da Arnavutluk azınlık partilerinin kurulması istisnadır. Yeni parti ne zaman kurulur? 1- Savaşlardan sonra; 2- Devrimlerden ve isyanlardan sonra; 3- Çok derin bunalımlardan ve düzen yenilenmesinden sonra vb. Bulgaristan’da HÖH partisi 1989’da Ayaklanan Bulgaristanlı Müslüman Türklerin zulme karşı isyan etmesinden sonra kuruldu. Ne ki, son 27 yılda Türklerin ayaklanmasına neden olan durum kökten sökülüp dönüştürülemedi. Totaliter sosyalizmin yenini halkçı demokrasi, özgürlükçü demokrasi alamadı. Totalitarizmin temel dayanakları kendilerini koruyabildi. Devlet yapısı kendini korudu. Baskı ve terör uygulanan totaliter zümreden hesap sürülemeyince 2000 yılından sonra yeniden toparlanıp birlikler kurarak bir daha iktidar olmayı başardılar. Türklerin kurduğu HÖH partisi hep eski iktidar polisi (DS) kontrolünde ve güdümünde kaldı. Demokrasinin açmasına engel olurken, eski güçlere koltuk değneği olmakla yetindi. Biz bugün artık Bulgaristan’da faşizmin ayak seslerini duyuyoruz. Yapılmak istenenler şudur. 1989 Mayıs Ayaklanması alevlerinden doğan ve Bulgaristan’da yaşayan Müslüman Türkleri siyaset alanına taşıyan Hak ve Özgürlükler Hareketi’ni (DPS) yasaklamak. Aynı zamanda DOST partisini de Başsavcılık tarafından yasaklanma niyeti kamuoyuna duyuruldu. HÖH, 27 yıldan sonra “sanki zamanını doldurmuş” bir siyasi parti haline geldi. Böylece Bulgaristan Müslümanları siyaset dışı bırakılmış olacaktır. Herkesin şu gerçekleri iyi bilmesi yararlı olur: HÖH partisi bir bütün olarak kurulmuştur. 28 gizli ve yarı legal Türk direniş örgütünün ürünüdür. Fakat kurulurken liderliğini bir gizli polis ajanı olan Ahmet Doğan’a kaptırmıştır. Bu olay 1990’da olmuştur. Polisin amacı Türklerin ulusal kimlik bilincine ulaşmasını önlemek, Türkleri “Bulgar Etnik Modeli” içine ka-


Makale ve Analizler - 2017

155

pamak ve uyutarak boğmaya devam ederken bir yandan da onlardan kurtulma planına devam etmekti. Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) ise HÖH partisini gemleyerek, Müslüman Türklerin dönüşümlerin sembolü olan Demokratik Güçler Birliği (CDC) yönünde kaymasını, yollarının kesmesini amaçlıyordu. 27 yıl sonra faşistlerin “etnik” deyip kapatmak istediği parti, o zaman toplumda denge unsuruydu. Demokrasi şafağında faşistler inlerine saklanmışlar hiç birinin esamisi okunmuyordu. Git gide Müslüman Türkler hain bir tuzağa düştüklerini fark ettiler. 1994’te uyandılar. 2000’den sonra HÖH’te depreşme başladı, partiden sökülme hareketi güç topladı. Sosyolojik araştırmalar partinin arayış içinde olduğuna işaret ediyordu. HÖH yönetimi uyanık davrandı. Kasım Dal ve Korman İsmailov ikilisini partiden ihraç ederek, dağılmak isteyenleri toplama emri verdi. Tutmadı. 2014 meclis seçimlerinde, Deliorman’da ve Pirin yöresinde HÖH yönetimine başkaldıran bir örgütlenme baş gösterdi. Bu kitleye sahip çıkması için Parti Genel Başkanı görevlendirildi ve birkaç milletvekili ile birlikte, 2015 sonunda partiden atıldı. Onlar “DOST” partisini kurdular, fakat halkı inandırabilecek vasıf ve nitelikleri olmadığından, geçmişleri lekeli ve damgalı olduğundan seçmeni, büyük kitleyi kucaklayamadılar. 270 bin Müslüman Türk, 22 Mart 2017 erken seçimlerinde HÖH’ten ayrıldı. 170 bini GERB’e kaydı. 100 bini de “DOST Birliği” etrafında toplandı fakat meclise giremediler. Böylece Bulgar kulisinde “üst akılca” hazırlanan ve faşistlere iktidar ortaklığına almak şartıyla uygulanan sinsi plan başarılı oldu. Bundan böyle Bulgar siyaset sahnesinde denge unsuru faşist üçlünün ortaklığı “Birleşik Yurtseverler” olacak, ne HÖH partisine ne de DOST ve başka bir Müslüman Türk partisine gerek vardı. İşte bu yüzden HÖH ve DOST partilerini kapatmayı politik programlarına alan siyasi oluşumlar bugün harekete geçmiş bulunuyorlar. Bu hareketlenmede yürütmeyi Başsavcılığı, mahkemeleri vb vb güçleri paralel hareklet ederken görebiliyoruz. Düşmanın elde ettiği en büyük başarı Müslüman Türkleri parçalayabilmiş olmasıdır. *** Bacayı saran siyasi bunalım sahnesinde güç toplayan şöyle bir tırmanma da var. Son haberlere göre, 6 Kasım 2016’da yapılan Halk Oylaması neticesi bu hafta GERB partisi tarafından meclise sunulacak. Anlaşılan meclis majoriter seçim sistemine geçilmesini ve oy başı devlet yardımlarının 1 levaya indirilmesini tartışmaya açmak istiyor.Bu bakıma yarınlar büyük gelişmelere gebedir. Devleti soyarak yaşayan bu kişiler talan yollarının kesilmesine karşı çıkmakta kararlıdır.


156

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bize şu soruyu soranlar haklıdır. Kuruluş hedeflerini yerine getiremeyen, Müslüman Türklerin hak ve özgürlüklerini sağlamadan, ülkede demokratik düzeni kurumsallaştırmadan, vatandaşlar arasında hak eşitliği sağlamadan, azınlıkların ikinci dere insan, GETTOLARDA yaşayan köleler durumuna getirildiği bir ortamda nasıl olur da yoksulların, ezilenlerin haklarını savunan siyasi partiler yasaklanır? HÖH partisinin yasaklanması için mahkemeye başvurma hazırlıkları gören iktidardaki faşistlerin hesapları çok ince yapılmıştır. Onlar Sofya’da “Aleksandır Stanboliyski” 45 A’da bulunan Parti Merkezi Binasını ve il merkezlerindeki DPS ofis, kulüp ve derneklerini de yeniden kamulaştırmak, geri almak ve partiyi sokakta bırakmak hesapları yapıyorlar. DPS omurgasını kırmak ve meclisteki DPS grubunu dağıtmak ve milletvekillerini bağımsız vekiller olarak birbirine düşürmeyi de küstahlık ve programlarına almıştır. Bu olaylar, 1934’te “Turan” ve “Fiziksel Eğitim” derneklerinin yasaklanması, dağıtılması ve yöneticilerinin kovuşturulduğu yıllarda yaşanmıştır. Aydınların tuzak artından tuzağa düşürülerek vatanı terk etmeye zorlanması, birçoklarının kayıplara karışması aynı yıllarda yaşanmıştı. *** Demokrasiye geçiş döneminde siyasi parti yasaklama pek tutmamıştı. Bulgaristan’da Adem Kenan ve Üzeyir kardeşlerin kurduğu siyasi partileri dışında, birçoğunun program ve tüzüğü birbirinin kopyası olan 400 kusur tescili siyaset aktör var. Bunlardan birçoğu derin dondurucuya girmiş zaman ve fırsat bekliyor. 22 Martta mecliste üçüncü güç olan ve 4 Mayıs 2017 tarihinde GERB ortak olan üç milliyetçi - ırkçı partinin, Avrupa konseyi tarafından III. Borisov kabinesinde iktidara uzanmasından hemen sonra, yeni siyasi kaynaşmanın şartlarını ve kurtlarını birer ikişer ortaya koymaya başladı. Etnik azınlıklara, farklı dillere ve dinlere, değişik yaşayış kurallarına, Hıristiyan olmayan gelenek ve göreneklere, özellikler arz eden kültür, edebiyat ve sanata karşı kin ve öfke kusmayı yeni moda haline getirdiler. Başbakan Yardımcısı, faşistlerin çete başı Valentin Simyonov 21. yüzyılda düşmanlıkların sözcüsü oldu. Üstlendiği baş görev Bulgaristan’da hızla azalan Nüfusun Sorunlarını çözmektir. *** İkinci stratejide Çingene nüfusu azaltmak var. Başbakan Yardımcısı Simyonov, önce “baca kömürü” dediği Çingene genç kız ve gelinleri damgaladı. Yeni bir icat açıkladı. Doğumdan sonra annelik parası (yardımı) almak isteyen Çingene kız ve gelinlere doğumdan önce bir özel Deklarasyon imzalatılacak. Belgede Çingene kız ve gelinler “ben ömrümde 2 çocuktan fazla doğurmayacağım” yemini edecekler. Bu uygulama Çin’den kop-


Makale ve Analizler - 2017

157

yalanmış. Orada “gelinlere bir çocuktan fazla doğurmayacağım” yemin kâğıdı imzalatılmıştı. Deklarasyonun imzalandığı zaman Çin’de nüfus 1 milyar 200 milyondu. 2017’de 2 milyar 200 milyon oldu. Kadınlar ikinci çocukları devlet nüfusuna kaydettirmiyorlar. Yetişen yeni kuşağın adres kaydı, kimlik kartı, okul diploması, herhangi bir yerde sosyal sigortalı işe girme hakkı ve arzusu yok. Çalışanlar parasını alıp geçinip gidiyor. Bu kişilerin banka hesapları yok. Askere de gitmiyorlar. Toplum içinde kayıtsız, paralel bir toplum gibi yaşıyorlar. Bizde de toplumun içinde ikinci bir toplum oluşma kapısı faşistlerin çete başı Valentin Simyonuv programsal uygulamasıyla başlayacak. Demokrasi yıllarında, Bulgar halkına ve tüm azınlıklara karşı yapılan baskı ve terör işlerine en aktif biçimde katılmış, sopacı başı olarak bilinen, her yanından Türk düşmanlığı akan, azınlıklara karşı şiddetli terör estiren kol ordularda albay olan V. Simyonov acaba şunları bilmiyor mu? 1- 1990’dan beri Bulgaristan’da hamile kalıp Yunanistan’da doğum yapan, yeni doğurduğu evladını 5 - 7 bin (önce) US Dolar, son dönemde de Euro üzerinden, yüzünü bir daha görmemek şartıyla, ne olduğunu bilmediği, hangi dilde yazılmış olduğunu da sökemediği, fakat imzaladığı evraklar karşılığı sattığını bilmiyor mu? Bu çocukların artık 300 bin olduğunu işitmemişimidir diyorsunuz! O bu bebe katliamına son vermeyi ne zaman düşünecek. Ne zaman önleyecek. Yoksa Çingene vatandaşlar bizden değil mi? 2- periyodik olarak Bulgar nüfusu tükeniyor, tohumumuz kurudu havalarına girip Bulgar kökenli hamile kız ve kadınlara daha fazla para yardımında bulundurarak onları doğuma özendirmek, hatta yüksek öğrenimli genç annelere faizsiz kredi verip daire sahibi yapma planları geliştiren bu faşist, çocuk yurtlarının kimsesiz çocuklarla dolu olduğunu, Bakanlar Kuruluna bağlı çalışan Çocuk Esirgeme Ajansının dış ülkelerden ilgilenenlere gece gündüz “evlatlık” Macar milliyetçisi Orban, yüksek öğrenimli doğum yapan Macar kızlara 30 bin Euro ödül vermeyi planladığını bilmiyor mu? Ayrımcılıkla ırkçılık kardeştir, yapsın elinden geleni... 3- Azınlıkların doğurduğu çocuklara bakma olanağı olmadığı, sefilliğin diz boyu olduğu, AB ülkeleri geçinemeyenler sıralamasında en fakir ülke, en az doğum yardımı ana toplum, en az çocuk parası ödeyen devlet, en cüzi sosyal yardım veren ülke olduğumuz unutuldu mu? Saşist Simyonov oy avcılığı esnasında en düşük emekli maaşını 300 leva yapacağım deyip seçmeni aldattı. İşi 180 levada kapatmış. Zaman öyle değişti ki, doğum yapan Bulgar kadınlara daha fazla parasal ve başka yardımda bulunulabilmesi için azınlıklardan tırnaklamaya çalışıyorlar. Bunun adı ırkçılıktır. Ayrımcılıktır. Azınlık düşmanlığıdır. Faşizmdir. Ta-


158

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

rihte buna ancak “arı ırk” (saf kan Alman ırkı) yaratmak isteyen Naziler yapmıştır. Bu uygulama azınlıkları aşamalı yok etme siyasetidir. Yeni gelişmeler III. Borisov hükümetinin daha ilk günlerinde Trajikomik bataklığa kaydığını gösteriyor. Benzer faşist özlü olaylar 1934 - 1944 döneminde artık yaşanmıştır. Faşistlerin torunlarının iktidar ortaklığına tahammülümüz yoktur. Bulgar ırkçılığı 1970 - 1989 yıllarında komünist çılgınlık biçiminde ikinci defa azmıştı. Aynı dönemde tüm azınlıkları Bulgarlaştırmayı deneyerek de totaliter çizgide tosladığına işaret ediyoruz. Öte yandan, Bulgaristan’da hamile kalan genç bayanların ülkede doğum yapmak istemediği, dış ülkelere kaçtığı da başka bir gerçektir. Batı ülkelerinde doğuran Bulgar bayanlar, evlatlarını önce yabancı bir ülkede nüfus kaydına geçiriyor, orada yaşamasına ve yetişmesine yardımcı olmaya çalışıyorlar. *** Bulgar nüfus bunalımı derinliklerinden bazı rakamlar: III. Borisov hükümetinde Başbakan Yardımcısının Nüfus Sorunlarına bakması, basında geniş olarak yorumlandı. 15 yaşındaki Çingene kızlarına “2 çocuktan fazla doğurmayacağım” bildirgesi imzalatma gerekçesi delilsizdir. Bulgar Anayasası’nda Bulgaristan’da yalnız Bulgar yaşar, maddesi yok. Çingenelerin doğurmasını yasaklayan kanun da yok. 2016 yılında 18 yaşını doldurmamış ve evli olmayan 3 bin 249 Çingene kızının doğum yaptığı ve bu oranın bir önceki yıla göre 168 çocuk daha fazla olduğu gösteriliyor. Bu arada, Bulgar kızların önce doğum yapıp ardında da evlenmeyi moda haline getirdi. Ne ki, bu olay ülkenin değişik bölgelerinde büyük farklılık gösteriyor. Vidin’de doğumların % 75,5’i; Vratsa’da % 75’i, memleket ortalaması ise % 50’si evlilik dışıdır. Bu oran Müslümanların yaşadığı Razgrat’ta % 48,1; Blagoevgrat’ta % 43,9 ve Kırcaali’de % 38,4’tür. 2016’da Bulgaristan’da 64 bin 984 canlı doğum kaydedildi. Bir önceki yıla kıyasla doğan çocuklar 966 azdır. Bulgar tarihinde en az çocuk doğumu kaydedilen yıl 1997’dir. O yıl ülke ekonomik bunalım ve hiper enflasyon (paraşişkinliği) yaşamıştı. 1 US Dolar 37 leva olmuştu. XX’inci yüzyıla şöyle bir baktığımızda, Birinci Dünya Savaşından sonra 1920’de Bulgaristan’da en fazla yani 200 bin çocuk doğmuştur. 1930 ve 1950 yıllarında ise 150’şer bin doğum kaydedilmiştir. 2015’in başından beri ülkede 16 bin canlı doğum yapılmış. Genel olarak doğum oranı binde 9,1’dir. 1990 ile 2017 arasında toplam 3 milyon Bulgar vatandaşının ülkeyi terk edip diğer ülkelerde yaşamayı seçmesi, nüfusun yeniden üreme sorununu hele Bulgar etniği


Makale ve Analizler - 2017

159

için çok ciddi bir sorun haline getirmiştir. 2050 ülkedeki Bulgar sayısının 600 bin kalacağını uyaran bilim adamları fikirlerini basına açıklıyor. *** Bulgar faşistleri, milliyetçiliği temel ederek, ülkedeki nüfus dengelerini değiştirmeye çalışırken, aslında Bulgar etniğinin yok olma tehlikelerini önlemeye çalışıyor ki, Bulgarlar kendileri yok olursa dayandıkları aşırı milliyetçilik ve ırkçılık da yok olacaktır. Milliyetçilik dendiğinde ve ırkçılığın pohpohlanmasında ana dayanaklardan birisi, ordunun ve polisin büyütülmesi çok önemli yer alıyor. Şimdiki Bulgar hükümeti aşırı milliyetçi ve Moskofçu Kr. Karakaçanov’u Savunma Bakanı görevine atamakla, NATO ülkesi olan Bulgaristan’da, yerli askeri üretimlere dayanarak, kendilerinin ürettiği silahlarla yeniden donanmak, asker sayısını arttırmak, askeri ruhu milliyetçilikle kışkırtmak planlarına bel bağlıyorlar. Sirkesi kanlı yeni Bulgar faşistlerinin azınlıklara karşı kasıtlı saldırıların ciddi ekonomik temelleri var. Yeni hükümette katılan azınlıkların azılı düşmanı “Ataka” partisi, sözde hak ettiği Ekonomi Bakanlığını Emil Karanikolov’a sundu. Karanikolov, Bulgaristan Türklerinin ekmek teknesi olan “BULGARTABAK Holding”i “British American Tobacco” şirketine 100 milyon US Dolarla satan ve ilgililerin payını dağıtmayı başaran kişidir. Hedefinde ülkemizde tütün üretiminin köküne kibrit suyu dökmeyi hedefleyen bu alış-veriş vaktiyle Tarım Bakanı Mehmet Dikme’nin başını yemişti. *** Faşistler, kültürel edinimlerimizin son kırıntılarını da elimizden alacaklar. Yeni yasaklar geliyor. Anadilimizi tamamen unutturmak ve TV ile bağlarımızı koparmak da hedeflerindedir. Her gün BNT-1’de 10 dakika Türkçe haber veren TV programı yakında yasaklanacaktır. Bu konuda gerekli kanun tasarısı hazırlanmıştır. Basın ve bilgilendirme özgürlüğü bakımından dünyada 119. yerde olan Bulgaristan’da FETO’cu basından başka Türkçe basın kalmamıştır. Bu örnekler çok uzayabilir. Artacaktır. Geçen hafta Sliven’in Çingene GETTOsuna (Yukarı ve Aşağı Mahallelere) polis saldırdı. Çok insan dövüldü. İçeri atılanlar oldu. Plovdiv’te Çingene mahallerine “bunlar izinsiz inşa edilmiş, gecekondu” gibi iddialarla yıkım ekipleri göndermesi ve yıkım yapması, Haskovo, Pırvomay ve Valingrat gibi şehirlerde vatandaşın ve turistlerin yıllardan beri uranyumlu su içmesine karşı devlet ve kurumlarının gerçekleri halktan gizlemesi ve gerekli önlemlerin alınmaması, şehirlerde genel bir endişe, huzursuzluk, beklenti ve korku havası yaratma yolunda adım atılıyor. Dikkati çeken budur. Bulgaristan’da demokrasiye mezar kazılırken, faşizm tırmanıyor, ayak sesleri geliyor.


160

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

BULTÜRK Yedinci Kongresinde

BG-SAM-7.Mayıs.2017

Sayın Divan, değerli dava arkadaşlarım, BULTÜRK’ün değerli üyeleri, Kıymetli konuklar. Değerli dostlarım, Güçlü olan, insanın eğrilmeyen kırılmayan iradesi, karanlıkları delen zekâsı ve ona kanat açan ruhudur. Bir de şu var, eski kütüğün üstüne yeni fidan dikilmez. Zamanını dolduranı çıkarıp atmak, Yerini açıp umudu temiz yere dikmek gerek. Yeniden kanatlanabilmemiz için içimizden söküp atmamız gereken; geçen asırdan kalma korkular, kâbuslar, unutamadığımız zulüm ve karanlıklar var. Yedinci Kongremizde BULTÜRK’ü bir basamak yukarı taşıyabilmemiz için, önce özgür olmalıyız. Biz henüz tam anlamda özgür değiliz... Diyalektiğin birinci yasallığı şöyle der: Niceliklerin birikiminden nitelik doğar. Bu, beş sepet ceviz toplarsak bir çuval olur anlamında değil, bin ceviz fidanı dikersek, bir ceviz ormanı olur anlamındadır. Ceviz ormanından bin çuval ceviz toplayabilirsin. Özgür düşünce, özgür atılım, oyun kurma ve büyük olma, işte budur. Biz, 15 yaşında, 7. Kongremizi toplayan bir derneğiz. 20.yüzyılda gelen göçmenlerin secdeye durup “ben geldim” dediği ve bir çay içmek için uğradığı Beyazıt’taki Balkan Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneğini söküp attık ve onun yerine dikildik. Bundan sonra “umut biziz” dedik. Demesine dedik de, kuş sürüleri fidanlara konmaz. Birbirimize hesap vermek için yedinci defa şu küçük yuvamıza toplanıp “biz artık 5 bin 860 BULTÜRK ailesiyiz” derken, inanın gözlerim yaşarıyor. Memleketimizde 5 bin sakinlik köy yoktu. Biz artık Mestanlı’dan, Eğiridere’den, Kemallerden, Yeni Pazar’dan büyük bir şehir olduk.


Makale ve Analizler - 2017

161

Köylü değil, kentliyiz, yeni niteliğimiz işte budur. İstanbul’da 20 milyon içine dağılmış olsak da, biz bir nüveyiz. Çarpan bir yürek olarak İstanbul 2 bin kilometre etrafını nasıl etkiliyorsa, bizim sözümüz de İstanbul’da, Türkiye’de, Bulgaristan’da duyuluyor, yayınlarımız Kana’da ve Avustralya’da bile okunuyor. Her fikir bir tohumsa, biz kendi tarlamıza değil, dünyaya fikir saçıyoruz, diğer halklarla etkileşim içindeyiz, binlerce ve yüzbinlerce okurumuz, arayanımız, kitaplarımızı baş tacı eden dostlarımız var. Tay durduk, artık yürüyoruz, çok yakında koşacağız, çocuktan ergin, reşit, kemal olacağız. Yolumuz açıktır. Türkiye’mizin 21. yüzyıl şafak yıldızı AK Partiyle birlikte, 2002’de doğduk. “Bu yollarda beraber yürüdük!”. Darbe teşebbüsüne, terör eylemlerine karşı aynı siperdeydik, anavatanımızı bir dünya öncüsü, Türkiye’mizden Büyük Türkiye yapma atılımlarında, “Yenikapı’da” yeni Türkiye ruhu doğarken, mayasında biz de vardık. Yüzde yüz katıldığımız ve “evet” dediğimiz anayasa değişikliği referandumuyla halk oylamasıyla büyük hamlemizi gerçekleştirdik. Büyümüş Türkiye’ye yeni gömlek diktik. Büyük bir halkın, büyük önderimizin Başkanlık taçlanmasına katkımızı verdik. Hepimize uğurlu, kutlu olsun! Burada yeni olan, nitelik olan, “bizi o limana çıkaracak” fikri, kaptanı, oyun kurucuyu bulabilmiş olmamızdır. Bu, bir yere kadar büyük bir şanstır. Şanslı olan biziz, şanslı olan Türkiye’mizdir, tüm Türk Dünyasına kutlu olsun! 1- Fikir, Türk halkının birlik ve beraberliği, bükülmez iradeye sahip oluşu ve 21. yüzyıl hedeflerini görüp taktik ve stratejiye dönüştürmüş olmasıdır. Türk halkının bölünmez ve yenilmez birliğidir. Fikir, sayın dostlarım, dere boyunda taş toplamak, yamaçlarca papatyadan demet derlemek değildir. Fikir geçmişi geleceğe taşıyan motordur. Dip dalgasını meydanlara sokaklara taşıyandır. Bizim gibi küçük nüveleri dev olanın içinde tutan ve yaşatandır. Biz bir STK’yız. Büyük Türkiye içinde bir özüz. Balkanlara Vefa Derneği Genel Kongremizin, tüm çalışmaBaşkanı Sayın Şaban HOCAOĞLU larımızın işlevi, bu özü yaşatarak Kongremizde konuşma yaparken ve güçlendirmektir. Bakıyorum


162

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

son günlerde, son 10 yılda bir tek kitap okumamış ama siyasetçilikten geçinen, hatta kolluk kuvvetleri olan bazıları, STK’alara dayanmayan yeni AK Parti siyasetinden söz ediyorlar. AK Partinin ve tabi ki Büyük Türkiye’nin altını oymak istiyorlar. Kardeşlerim bu denizde dalga köpüklerine basarak yürümek hayaldir. Bastığın an batarsın. BULTÜRK Bulgaristan konusunda basılması gereken Türkiye devlet siyasetinin sağlam kale duvarlarından biridir. Biz kendi kendimize örnek olan bir STK’yız! 2) Sayın Devlet Bahçeli ve Kaptanımız, yürütmeyi de eline alan, Cumhurbaşkanımız, Başbakanımız ve AK Parti Genel Başkanı, Sayın Recep Tayyip Erdoğan’dır. Büyük Türkiye’nin yüksek mimarı, geleceğimizin tablosunu çizen üstat ressam, yol haritasını işaretleyen onlardır. Kabuğumuzdan taşacağımız ilk durak, Cumhuriyetimizin 100. yılı - 2023, bölgesel güçten küresel güce büyüyeceğimiz 2053 yakın hedefimiz, uzaklardaki hedefimiz ise 2071’dir. 3) Oyun kurucu. Biz hepimiz daha 1878’den beri kendimize göre oyun kurucuyuz. 139 yıllık öz tarihimizde kimseden nasihat dinlemedik. “Bismillah” demeden “ekmeğimizi bölmedik”, “Komşumuz açsa, biz tok yatmadık”, “Aynı hayalleri yaşatarak var olduk”. Çekiler bizim, zulüm bizim, ölülerimiz ve canlılarımız hep bizimdi. Peygamberimize inandık. Halk zekâmız varken, Bulgar okulunda yetişip başımızı beladan kurtaracak, oyun kurucu, kurtarıcı bir Mesihgeleceğine asla inanmadık. XX. asır boyunca bize dayatılan ateizmin mağlup olacağına ve kendi mezarını kendisinin kazacağına inatla, sabırla inandık. İnanca dönüşen umutlarımız gerçek oldu. Hepinizi kutlarım! Büyük oyun kurucularımız, kendilerine kayıtsız koşulsuz inandığımız önderlerimiz şunlardır: İlk sırada XIX’uncu asırda, Alman kansleri Bismark’in “dünyada 100 gram akıl varsa % 95’i II. Abdülhamid’de” dediği Padişahı önderimizdir. XX’inci yüzyılda, emperyalizme diz çöktüren, 17’inci Türk devletini kuran, Cumhuriyetimizi, egemenliğimizi ve istiklalimizi ilan eden, Türk halkının ve dünya mazlum halklarının büyük lideri Mustafa Kemal Atatürk, biz Bulgaristanlı Müslüman Türklerin de önderimizdir. 1878’den beri o mazlum halklarİzmir İnsan Hakları ve Kültür Derneği’nden Sayın Celal Ocal


Makale ve Analizler - 2017

163

dan biri de, biz, Bulgaristanlı Müslüman Türkleriz. XXI’inci yüzyıl önderlerimiz, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ve Büyük Türkiye sevdalısı, şanlı zaferler kurgulu, küresel lider adayı, devlet, hükümet ve parti başkanı Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’dır. Değerli Dava arkadaşlarım, Sevgili kardeşlerim, Bir lider ne kadar büyük olursa olsun ödevi, denizi kurutmak değildir. Dalgalarla dirilip kuduran denizin nereye döküleceğine işaret ederek insanlara ve canlılara kaçıp kurtulma yolu göstermektir. Bu bazen olabilen, bazen da olmayandır. Bazen olabilmesi için bugün erken yarınsa geç olandır. Onun için biz bugün, Büyük ve Güçlü Türkiye’nin yanındayız. 1878’e dönüyorum: Şurada, “Atatürk Hava Limanı” önünde, Yeşilköy’deyiz. Rus ve Osmanlı heyetleri, Anavatandan koparılmış, “kılıç artığı” Türklerin asla küçümsenemeyecek, ihmal edilemeyecek, vazgeçilemeyecek bir kitle olduğu bilinciyle, Trakya’daki Bulgar nüfusla değiştirilerek, bire bir hepsinin Balkan Sıradağlarından güneye çekilmesini teklif etmiş, ama koparıp alamamıştır. Burada, Osmanlı İmparatoru için, en değerli olanın, dereler tepeler, hamamlar, dükkânlar değil, İnsan, Müslüman Türkler, bizler, her bir canlı fert olduğunu görüyoruz. 1878 Berlin Barış Konferansı hükümleri Bulgaristan Türklerinin dinlerinde serbest olmasını öngörüyordu. Bu hükümler anayasa niteliğindeydi. Çiğnenemeyecekti. “Din ve mezhep farkı gözetmeksizin herkesin din ve mezhep özgürlüğü olduğu” esas alınmıştı. Biz ilk andan bugüne kadar hesaptan silinmiş, defteri kapanmış, gözden çıkarılmış olan olmadık. 1909 İstanbul protokolü imzalandı. Bulgaristan Türklerinin haklarıyla ilgili ek sözleşme onaylandı. Balkan Savaşlarından sonra, 29 Eylül 1913 tarihinde Türkiye ve Bulgaristan arasında varılan Barış Anlaşmasında 2. numaralı eki, yine “Bulgaristan’da Müftülükler örgütünün yeniden düzenlenmesi” oluşturdu. Bu anlaşma Müftü ve kadı yetiştirecek bir “Nüvvab” okulu açılmasını da öngörmüştü. Birinci Dünya Savaşından sonra, 1919 Paris Nöy konferansında da, bu hep böyle olmuş ve hak ve özgürlüklerimiz devletlerarası anlaşmalara başarıyla iş-


164

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

lenmiş ve kabul ettirilmiştir. Buradaki esas fikir, din olduğu yerde dil olur. Din olduğu yerde hukuk, ahlak, eğitim, kültür olur anlayışı olmuştur. Büyük bir devlet zekâsıyla geleceğimiz bina edilmeye çalışılmıştır. Haklarımızın uluslararası sözleşmelere ve hukuka dayandırılması açısından bu denli yoğun çaba gösterilmesine ve ilk bakışta, sanki başarılı olunmasına karşın, Bulgaristan Müslümanlarının hak ve özgürlüklerinin tanınmamasının da, bir çığı gibi üzerimize gelerek, hem birey hem de topluluk olarak bizi ezdiğini ve ezmeye devam ettiğini görüyoruz. Kötü olan da, kötülüğün hep albenili çikolata paketinde ve içimizden olup ruhunu satmış birileri tarafından yapıldığı gerçeğidir. Daha da kötü olansa, geçen yüzyıl aynı faCIAya 3 defa tekrarlanmış olsa da, uyanamamış olmamızdır. Örnekliyorum: 1929 yılında Sofya’da toplanan Bulgaristan Türklerinin Birinci Milli Kongresi’nde, müftü ve Başmüftü seçimi usulüne çok büyük önem arz edildi. Ne var ki, Başmüftüleri İstanbul’dan seçimlerin önüne geçip Bulgar makamları tayin etmeye başladılar. İşte bundan sonra Türkiye’ye ve Atatürkçü Bulgaristan Türklerine karşı kullanmaya başladılar. Bunun ilk tipik ve sonra da tekrar eden örneğini Bulgarlar tarafından tayin edilen Hüseyin Hüsnü Efendi’nin Başmüftülüğü döneminde izliyoruz. O, 1928 - 1936 yılları arasında Sofya’da Başmüftülük yaptı. İstanbul medreselerinde okumuştu. Damat Ferit Paşa çizgisinde koyu bir Hürriyetçi olarak Bulgaristan’a döndü. Çar emniyetinden gizlice aldığı parayla “Medeniyet” gazetesi çıkardı. Atatürkçü, yeni alfabeyi benimsemiş Türk aydınlarına karşı âmâsız bir savaş açtı. “Dini İslam Müdafileri Cemiyeti” adlı bir gerici dernek kurdu. Daha sonra Tedrisat-ı Diniye Başmüfettişi oldu. Atatürkçü eğitim öğretim vermeye çalışan Türk okulları ve öğretmenleri üzerine saldırttı. Faşist hükümetin desteğini buldu. Hafiyelik yaptı. Birçok aydını ekmeğinden etti. Bir çoğunu da Memleketimizden kovdurttu. Kraldan fazla kralcı kesilip biçimlenmeye çalışan Atatürkçü, medeni Bulgaristan Türkü kimliğimize karşı daha önce görülmemiş gizli bir savaş açtı. Eski yazıyı diriltti. “Elinde katran kovası” jurnalcilik yaptı.


Makale ve Analizler - 2017

165

1934 faşist darbesinden sonra tutuklanan Turancılarımızı liste halinde ele veren de odur. Bulgaristan’da Türkiye’ye saldırmayı meslek haline getiren de odur. İhanet kuyusu o kadar derinleşti ki, zaman geldi Sofya Türk Başmüftüsü Bulgaristan Türklerinin Bulgar - İslav adlarını “kendileri seçti” diyecek kadar alçaldı ya da alçaltıldı. Biz bu alçaklığın birinci tekrarını 1970 - 1989 döneminde okullarımızın yeniden kapatılmasında, Pomak, Türk ve Çingenelerin isimlerinin zorla değiştirilmesinde, dernek ve encümenliklerimizin yasaklanmasında, Türkiye’den ders kitabı getirilmesine izin verilmemesinde, Türkçe müzik dinleme yasağında, din adamlarına baskılarda, yargısız infaz, tutuklama, sürgün, “Belene”de ve zindanlardan feci örneklerde yaşamadık mı? Başta olanlar Şükrü Tahir, Salif İlyaz, Başmüftü Topçu, son komünist Başmüftü Nedim Gençev ve bazı başka Türkler değil miydi? Bütün Türk okulları, gazeteler, dergiler, tiyatrolar, radyo, basın - yayın onların zamanında kapanmadı mı? Aynı trajedinin üçüncü sahnesini, 1992-94’te Türklerin oylarıyla Başbakan Olan Lüben Berov, “Türk çocukları anadillerini seçmeli ders olarak Bulgar okullarında öğrenebilir”, Kırcali’de Türk Tiyatrosu yeniden açılsın, dedikten tam 15 yıl sonra I.Borisov hükümetinde Kültür Bakanı olan Vejdi Reşidov’un kendi anasının adını taşıyan Kadriye Latifova tiyatroyu %50 kapatınca 2009’da yeniden yaşamadık mı? 2000 yılında Türkçe derslerine 95 bin öğrenci girerken bu sayının 2010’da 14 bine düşmesinde de üzülerek yaşamadık mı? Şahsen bana kalsa, Bulgaristan’da 20 kat derin bir kuyu kazmak ve Bulgaristan Müslüman Türk halkına ihanet ve kötülük edenleri, 20 kat derinliğe gömüp, asla açılmamak üzere, üstüne 5 metre kalın beton dökmek gerekir. Bu hainlerin eski Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanları ile öpüşe öpüşe Bulgar’ın gözünde “adam” olup kullanılmalarına ise akıl erdiremiyorum. Evet şu an Bulgaristan’da kululan üçüncü Borisov hükümetinde ilk defa Türk Bakan yok. Olmaması Bayrampaşa Giresunlular Derneği’nin daha hayırlı! yöneticileri kongremize ziyaretinden dolayı teşekkürler


166

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) Çünkü faşistlerle ortaklık yapan bir iktidarın kazanında kaynamak yürek ister. Ne oldu şimdi? HÖH partisinden kopan 170 bin oyu GERB yuttu. Sanki herkes haklı, aldatılan yalnız biziz... Şunu da eklemek istiyorum. Bizler her platformda Lütfi Mestan bizden biri değil, ajandır, gizli görevleri olabilir, dedik, kulak veren olmadı. Gelen haberlere göre, Başsavcılık “DOST” partisini yasaklayacakmış. 2015 Aralığından beri gaflet sahnesi seyrediyoruz. Bu yüzkarası işlerin he-

sabını kim verecek? Hapishanelerde zorla ajan edilen ve Sofya’da dosyaları açıklanan 3 bin 16 kişi bu kaşarlı hainlerin ettiği kötülüğün bir zırnığını bile etmemiştir. Nefes alamaz duruma getirilip 500 binimiz birden bir ayda kapı dışı edilmemiz de bir tuzaktı! Birinci örnek faşizm zamanından, ikinci örnek totaliter komünizm yıllarından ve işte şimdi üçüncü sahneyi Ahmet Doğan, Vejdi Raşidov ve Lütfü Mestan sahnesini izliyoruz. Tekrarlıyorum: Üçüncü sahnede Bulgaristan Türklüğüne kan kusturan, Ahmet Doğan hainidir. Vejdi Raşidov ruhunu satmış bir onursuzdur. Lütfi Mestan ise, başımıza daha ne gibi belalar getireceği belli olmayan, mazlum rolü oynayan, gizli bir ajandır. Geçmişte Başmüftü Hüseyin Hüsnü Efendiye gazete çıkar diye para verenler, okulları felce uğrat diye onun başmüfettiş yapanlar ve dernek çalışmalarıyla Türklerin kafasına örümce ağı ör diye, ona dernek kurduranlar, Ahmet Doğan’a hiçbir mahkemede kaydı olmadan, Hak ve Özgürlükler Hareketini altın tepside verdiler. Ne var ki, Bulgaristan Türkleri 1989 Mayısında artık siyaset sahnesine çıkmıştı, örgütlü direnmişlerdi, aramızda bulunan Sabri İskender Beyin Genel Sekreteri olduğu “Demokratik Lig” başı çekmiş, 27 diğer legal ve illegal örgüt direnişlerin motoru olmuştu. Demek istediğim, biz yeni bir nitelik olmuştuk. Türk sürüsünden, direnen bir halk topluluğu olmuştuk. Bulgaristan Türkleri hak ve özgürlükleri için ayaklanmıştı. İşte burada Bulgar gizli polisi “DS”, Rusya KGB’si ile el ele verdi ve “33 mahpusçunun bir araya gelmesiyle Varna’da 4


Makale ve Analizler - 2017

167

Ocak 1990’da kurulmuştur, Genel Başkanlığına Ahmet Doğan seçişmiş, adı da HÖH’tür deyip ” zehirli çikolata bonbonunu hepimize yedirdi. Türkiye diplomatlarından bazıları; 9 Ağustos 1985 akşamı Sofya’da Vatan Cephesi Merkezinde “Türklerin isimlerinin değiştirilmesini destekliyorum” adlı Türk aydınlar deklarasyonunu imzalayan ve daha sonra HÖH partisinin kuruluşuna ilişkin yalanın da doğru olduğunu tasdik edenlerin yazdığı kitaplar, yazılar, halk önüne çıkıp konuşmaları, insanımızın kafasını tam 20 yıl bulanık tutmaya yetti. Bu hainlere verilen mükâfat nedir? İbrahim Tatarlı profesör oldu. Sadık Ahmet, Cengiz Hakov profesör oldular. Vejdi Raşidov ise Bakan oldu. Adına “soya dönüş” süreci denen Bulgarlaştırma yıllarında Bulgaristan’da daha birçok kişi “bilim adamı” olmuş, hatta “Belene” ölüm kampında hafiyelik yapanlara Sofya Üniversitesi diploması dahi verilmiştir. Ahmet Doğan da o yılların “feylesofu”dur. Fazla uzatmak istemiyorum, fakat biz hepimiz bugün de bu zehirli sisin içindeyiz kardeşlerim. Türk düşmanlığı değirmenine su taşıyan Ahmet Doğan, Kasım Dal, Lütfi Mestan ve yeni ortaya çıkan ve “talonçesi” bile olmayan subay Orhan İsmailov – hepsi- bütün tayfa –yeminli ajan gibi davranıyorlar. Hepsi de yeminli hain gibi hareket ediyorlar, hepsi de aynı yönde Türkiye’ye karşı çalışıyorlar. Yaptıkları tüm çalışmalarında Türk Halkı kaybediyor, bunlar hepsi tesadüf mü? Ben buna inanmıyorum. Türklere kan kusturmak için her oyuna gelmeyi, her tuzağı kurmayı, bol keseden yaşayıp, palyaçoluk yapmak için yeminlidirler herhalde. Belki kiminiz içinizden “çok ileri gittin be Başkan” diyebilirsiniz. Ama şu gerçeğe bakın: Son seçimlerde Türkiye’ye, soydaşlarımıza, Bulgaristan Türklerine demedikleri kalmayanlar Hak ve Özgürlükler Konusunda hep sustular. “Ben konuşmamak için imza attım,” diyemediler. Ahmet Doğan da ininden başını çıkarmıyor. Fakat Türkiye’den 2 bin 600 DPS’li soydaşı yağdan kıl çeker gibi Bulgaristan’a götürdü, oy kullandırıp geri getirdi. Sanki ne gören oldu ne duyan oldu, yer yarıldı ve gerçek içine girdi. Resmi propaganda Doğan - Mestan oranına % 40’a % 60 dese de, oyunu bir sıfır kazanan yine hain Doğan oldu. Son oyunda Bulgar, bizi daha


168

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

da parçaladı. Türklere karşı Türkleri sahneye saldı. Kavgaya hakemlik yaptı. Bu bakıma, biz, BULTÜRK olarak, son maça bilet almadık, çünkü hain soytarılığına karnımız toktu. Öyle de, “kurtlar arasına düşen kurtlarla dans eder” atasözü aklımızdadır. Yine başa dönelim: Ata vatanımızda kalanlara, bin 723 okulumuza, 2 bin 343 cami ve mescidimize, taşınmazlarımıza, köy ve kasabalarımıza sahip çıkarken ezilseler de dayanmalarına ama Türklüğümüzü yeniden ve yeniden üreterek var oluşumuzu yaşatmalarına yanlış bir strateji veya aldatılmışlık, demiyoruz, o gözle bakmıyoruz. Bu gün Bulgaristan’da yetişmiş bir kişimiz yok neden? Bunun suşlularını değil ileride bunları nasıl ve ne yapmalıyız onu nasıl değiştiririz onu konuşmalıyız. Osmanlı, 1908’de Bulgar Krallığı ilan edilene kadar ve daha sonra öğretmen ve hocalarımızı Edirne ve İstanbul’da okutarak, öğrencilerin okul kitaplarına kadar göndererek medeniyetimizin, ruhumuzun, kültürümüzün ayakta kalmasına, irademizin güçlenmesine, her Türk’ün aydınlanmasına yardım etmiş, kol kanat açmış, zulme dayanamayanlara sınır kapılarını asla kapatmamıştır. Ne var ki, baştan sona Bulgar ve Türk kimliği arasında her yerde de, hele okullarda bizim için amansız bir mücadele yüzyılı olan XX.asrın daha başlarında, 1907’de Sofya’da çıkan “Uçilişten Pregled” dergisinde Türk özel okulları konusunda, yok edilmemizi hedefleyen zihniyeti şu cümlelerde ifade bulmuştur: Özel olarak seçtim: “Türk azınlık okulları ortadan kaldırılmalıdır. Bunun çeşitli yolları vardır. Devlet Türk okullarına yardım yapmamalıdır. Türk halkının da bu okullara yardım etmesi yasaklanmalıdır. Böylece desteksiz kalan Türk okulları kendiliğinden kapanır. Büsbütün ortadan kaldırılamazlarsa bu okullar ezilmelidir. Bunun da çeşitli yolları vardır. Sözgelimi, sağlığa elverişli olmadıkları, ahlaka uygun eğitim vermedikleri, öğretmen maaşlarını zamanında ödemedikleri vb gibi gerekçelerle bu okullar kapatılmalıdır.” Bulgarların Türkleri tam cahil bırakmak için stratejileri buydu. Karşılarında Osmanlı olduğu için, o zaman kanunlaştırılmamış ama hep uygulanmıştı. Bulgar Krallığını tanıyan Osmanlı, yeni devletle 1909’da imzaladığı ilk protokolün ekindeki sözleşmeye “Bulgar hükümeti, ülkesindeki Türk azınlığın hak ve özgürlüklerine saygı göstermeyi bir kez daha taahhüt eder” cümlesini yazdırmış ve imzalatmıştı.


Makale ve Analizler - 2017

169

Ne var ki, 1954 yılında Bakanın açıklaması gerçekleri gözler önüne sermiştir. Bulgar hükümetleri 76 yılda Türklere ettiği eziyeti Milli Eğitim Bakanı Demir Yanev şu sözlerle açıkladı: “Bulgar burjuva yönetimleri, Türk halkını tam cahil bırakmak için canla başla çalıştı. Onları yok etmenin bir yolu cahil bırakmaktı. Milli eğitim Bakanlığı arşivlerinde öyle belgeler var ki, bunlar, faşistlerin Türk halkına karşı izlediği cahil bırakma politikasına tanıklık etmektedir. Denetim Komisyonunun 1937 yılı raporunda Türk okullarıyla ilgili şu satırlar yer alıyor: 1. Krallık idaresindeki Türk azınlığı eğitimini mümkün olan en aşağı düzeyde bırakmak için bütün yasal tedbirler alınmalıdır. 2. Türk azınlığı gençlerine bilgilerin en basiti verilmeli, Türk okullarında dini eğitime daha geniş yer verilmesine dikkat edilmelidir. 3. Türk özel okullarına Bulgar öğretmenleri pedagojik amaçla değil, istihbarat amacıyla atanmalıdır. Yani Türk bölgelere atanan öğretmenler. 1939 - 1944 yılları arasında Bulgaristan Türk eğitimi çok zor yıllar yaşadı. Türk okulundan üçte ikisi kapatıldı. Bugün AB üyesi Bulgaristan’da ise Türkçe okul hiç yok. Çocuklar okula gidemiyor, okula giden de kitap bulamıyordu. İlk kez 1934’ten sonra, ikinci olarak 1970’den sonra değerli öğretmenlerimizin çoğu görevden alındı. Sürüldü. Türkiye’ye göçe zorlandılar. Can çekişen Bulgaristan Türk eğitimi kaç defa öldürüldü ve kaç defa dirildi... Burada 15 - 20 senede bir tekrar eden bir dalgalanma görüyoruz. Bu, geçen yüzyıl boyunca böyle gelip gitmiştir. Hedeflerinde, strateji ve taktiklerinde medeni var oluşumuzu yok etmek olsa da, bunu bir devlet siyaseti haline getirmeleri kolay olmadı. Önce Osmanlıdan sonra da Türkiye Cumhuriyeti’nden korkuyorlardı. İki formül uyguladılar: Birisi bizden göç yoluyla kurtulmaktı. İkincisi de, akıllarından geçeni aramızdan seçtikleri ve maşa olarak kullandıkları içimizdeki hainlere yaptırmaktı. Üzerindeki şiddet sürekli tırmandı. 1920’lerde Stamboliyski zamanında ortam liberalleşti. 1934’te faşist iktidar kuruldu. 1941’de Hitler Orduları Bulgaristan’a girdi. 1945 - 1960 arası sosyalist demokrasi özgürlüğü yaşandı. 1970’lerden sonraki Sovyet destekli totalitarizm toplumu kasıp kavurdu. Tamamen yok edilmeye çalışıldık. 1990’dan sonra demokrasiye geçiş dönemiyle avutulduk.


170

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

4 Nisan 2017’de kurulan III. Borisov hükümetinde “isimlerimizi değiştiren askeri birliklerin komutanlarından biri olan, Avrupa Konseyinin “faşist” dediği, Bulgaristan’ı Kurtarmak için Milli Cephe partisi başkanı Valeri Simyonov Başbakan Yardımcısı, ortağı VMRO partisi başkanı Krasimir Karakaçanov da başbakan yardımcısı ve Savunma Bakanı oldular. Bulgaristan’ı sözde “Türkiye tehlikesinden” ve yerli Müslüman Türklerden kurtarmak için iktidar oldular ve meclisten oy aldılar. Anlatmak istediğim faşist öz ve belirtili totalitarizm yeniden göreve geldi ve bu defa fark Avrupa Birliği kılıflına sığınmıştır. Kendi kendime soruyorum: Osmanlının, ardından Türkiye Cumhuriyeti devletinin, biz göçmenlerin, dernek ve federasyonlarımızın, orada kalan kardeşlerimizin yok edilmesi planlarına karşı taktik ve stratejisi, uyguladığı tavır, tutarlımıydı? Ne kadar başarılı olduk? Ne kadar eksik kaldık? Çok kurban vererek neden hep geriledik. Yoksa ben olayları kendime ve size yanlış terimlerle mi izah ediyorum. Tabii bu, bir az da bakış açısı sorunudur. Şu örnek üzerinde birlikte düşünelim: 2004’te Bulgaristan NATO’ya alındı. Türkiye Cumhuriyeti meclisi “aman alınsın” diye karar aldı, garantör olduk. O zaman, neden, Türkiye Cumhuriyeti devleti ve diplomasisi, “sizin Bulgaristan’daki Türk azınlığıyla ilgili imzaladığınız ve uygulamadığınız kararlar, sözleşmeler var. Önce siz şunları bir uygulayın, biz size garantör oluruz” demediler? 1- Bulgar’a her şeyi bağışlamak ve karşılıksız yardım yapmak zorunda mıyız? 2- şimdi de 3milyon 600 bin sığınmacı ve savaş kaçağına bakıyoruz. Biz baktıkça, onlar çoğalıyor. Musul’dan, Şam’dan daha kaç milyon geleceği belli değil. Bulgar sınırda bize karşı havlıyor. Avrupa’yı itler korosuna kışkırtıyor. Bu defa imzalanan sözleşmeleri bir tek Bulgar değil, 27 AB ülkesi birden yerine getirmiyor. Sofya’daki Türkiye Cumhuriyeti Büyükelçisi TV yıldızı olsu, her gün demeç veriyor, ama bir defacık, “ya biz sizi koruyoruz, sığınmacıların yolunu kestik, ama siz de şu bizim buradaki soydaşlarımızın haklarını tanıyın da bu hizmet karşılıklı olur” demiyor. Sığınmacı silahı gereği gibi kullanılmıyor. Bir gecede 50 bin savaş kaçağı Bulgar telini toplasa ve denize atsa, bak sen üslupları değişir mi, değişmez mi? O günü gelmesini bekliyoruz!


Makale ve Analizler - 2017

171

3- Ahmet Doğan Bulgaristan Türklerine en büyük ihaneti ne zaman yaptı? Hiç düşündünüz mü? 2007’de Bulgaristan’ın Avrupa Birliği’ne girmesi için “Bulgaristan Cumhuriyeti’nde Etnik Sorun Yok” Deklarasyonu imzaladı. Bu bildirgeyi imzalamayaydı, Bulgaristan AB’ye hiçbir zaman kabul edilmeyecek ve 10 yılda 27 milyar Euro götüremeyecek, Bulgaristan’da totalitarizmin polisi, ordulusu, itfaiyecisi, gizli polisi siyasete katılamayacak, iktidar olduk diye kutlama masasına oturamayacaklardı. Doğan “saraya” 2007’de girdi. Bu mükâfat Bulgarlar tarafından ona az bile. 4- Olaya bir de Bulgar tarafından bakalım. Komşularımız Sırbistan, Makedonya, Arnavutluk Avrupa Birliği üyelik kapısını çalıyor. Bulgaristan ne diyor? Sizde yaşayan Bulgar azınlığı var, onların hak ve özgürlüklerini tanımadan ben AB üyeliğinize oy vermem. Oysa tablo hep aynı! Makedonya nüfusunda Bulgar yok. Sırbistan’daki durum da aynı! Arnavutluktaki toplam sayıları 20 bin kişi? Ey Türkiye’m sen neredesin? Yoksa biz Kürtlerden Peygamber yapıp, her yıl onlar için kurban kesmeye devam mı edeceğiz. Türkiye’yi beğenmeyenlere alıp şapkasını gitme hakkı tanınmalıdır? O demokrasi olan AB ye gönderilmeliler, herkes istediği ülkeye serbest olmalı. 1989 da bize yaptıkları gibi onlara da yapılmalı amma tek gidişli olmalı. Çünkü biz zorunlu geldik onlar ise gönüllü gidecekler. Yanıt sorulara ararken, önce Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra, Bulgaristan Türklerinin dış Türkler statüsüne girdiğini hatırlatıyorum. Aynı millet olsak da, daha Osmanlıda anavatandan kopmuşuz. Önce Osmanlı sonra da Türkiye Cumhuriyeti ile Bulgar Krallığı ve Cumhuriyeti arasında devletlerarası ilişkilere konu olmuşuz. Azınlık durumumuz, Türkiye üstelemesiyle her yerde, -1878 Berlin, -1913 İstanbul, -1919 Paris - Nöy Konferansında, -1925 Ankara Sözleşmesinde- önceliğini korumuştur. Ne var ki zaman zaman önceliklerin değiştiğini görebiliyorum. Bir defa Osmanlının son çöküş döneminde nüfus erimiş, nüfus sorunu belirmiş. 1918’de Çanakkale Savaşına Balkanlardan Türk asker toplanmış. 1976’da Türkiye sanayileşmeye açılırken erkek ve kadın meslek sahibi fabrika işçisi, usta ve uzman ihtiyacı kapıyı çaldığında, planlı kitle göçleri başladı.


172

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bütün bu yıllarda Bulgaristan Türklerinin ana motifi “canımız anavatana feda” oldu. Hele 1960’tan sonra “çocuklarımızı anavatan Türkiye’ye bir atabilsek!” havası belirdi. Topraksız, medeniyetsiz, dinsiz kalan Türkler konsolosluklara göç başvurusunda bulundu, sınırı göğüsledi. Söz göçten açılmışken, doğru olan söz şudur: “Türkler Bulgaristan’dan göç etmediler, göç ettirildiler.” İstemeye istemeye geldik, gözlerimiz arkamızda kaldı, canlarından, namusumuzdan, dinimizden, adımızdan, Türklüğümüz için geldik, dediler. Son 139yılda Bulgaristan’da çıkan hiçbir Türkçe gazete göçü kışkırtmadı. Bulgar eziyetine rağmen, her zaman hepsi göçe karşı çıktı. Vatan sevgisi hep üstün geldi. Analarımız “Türkiye bize yaramaz” derken, dedelerimiz ata yurdunun elden çıkarılmamasını öğütledi. Yazarlarımız “Cennet gibi vatanın içinde asırlarca yaşayan Türk köylüsü, göçe kalkmayı düşünmemelidir, aklından geçirmemelidir.” diye yazdılar. Şöyle örnekleyebiliriz: 1876’da Bulgar topraklarında yapılan sayıma göre, burada 1 milyon 800 bin Müslüman Trük vardı. 1985’in 23 Martında 1 milyon 253 bin 386 Türk’ün ismi değiştirildi. Bütün sayımlar yanlış olsa bile, bugün yine 1 milyon 800 bin varız. Olay şu ki, biz Türkler hocalarımız, aydınlarımız, öğretmenlerimiz dolayında kenetlenen ve kendi kendine Türklük enerjisi ve Türk zekâsı üreten bir milletiz. Onun için okullarımızı kapattılar, öğretmen ve hocalarımızı kovdular, ruhumuzun kızışmasından, birbirimize sarılmamızdan korktukları için bizi hep kovdular, ezdiler veya hainlerin koynuna ittiler. Biz kendi kendine yeni niteliğe yükselebilen bir halk topluluğuyuz. Özümüz Türk mayalanmış ve kendiliğinden kabarıyor. 1989 Mayıs Ayaklanması buna kanıttır. “93 Harbinden” sonra, Türklerin Balkan Sıra Dağlarının kuzeyinden, Tuna boyundan Trakya’ya çekilmesi için yapılan teklifi çok isabetliymiş. Bir şansmış. Koca Balkan önünde aşılmaz bir kale olacaktık. Türk halkının bir yere toplanıp kimliğini yeniden üretmesi, güçlenme stratejik olarak çok iyi düşünülmüştür. Onlar, baskı yaparak bizi kovmayı seçtiler. Olmayınca, bizde nüfus olarak büyüdükçe diriliriz, dayanırız, sabırlı olalım inancı üstün geldi. İstikrar ve eğitim hamlemiz, kendi kültürümüzle yar olmamız, bu yüzden bu kadar önemliydi. “Yeşilköy”de masaya yatırılan Bulgar’ı Türksüz bırakma fikrinin ardında bir de şu vardı:


Makale ve Analizler - 2017

173

1878’de Prenslikte yapılan nüfus sayımında, Türk nüfusun % 60’ı - 40 yaş üstü, Bulgarlarınsa 14 ile 25 yaş arası olmasıdır. Şu da var: 1908’de 4 - 5 milyon olan İstanbul - Anadolu Osmanlısı, kaybettiği topraklardan göç alarak kendini üretmek zorundaydı. 2017’de 80 milyonluk bir dev bölgesel ve Avrupa gücü olabilmişsek, göç kanın önemi büyüktür. Balkan diasporamız 10 milyonu aştı. Bu yeni niteliğin içindeki milyonlardan biri biziz. Türkiye Cumhuriyeti gücünden gücüz. Büyük Türkiye umuduyuz. Ben daha 1878’de zeki ve derin, uzun vadede başarılı olan Türklüğü bir araya toplama ve yeniden üretip şahlandırma stratejisinde hayır alameti görebiliyorum. Biz bugün bu stratejinin içinde yer alıyoruz. Bulgarın bizi Türkiye’den koparma, parçalama, birbirimize düşürme tuzakları, ancak söküp atamadığı büyük korkunun eseridir. Bulgar’ın korkusu bizim nefes almaya, uyanmaya ve başımızı kaldırmaya devam etmemizdir. Onu yok edecek olan işte bu korkudur. Düşünsenize! Bulgar gibi tohumu kurumuş ve 2050 yılında 600 bin kişi kalacak bir etnik topluluk var karşımızda... Kara Deniz sahiline Ruslar dolmuş. AB 10 milyon genci Bulgaristan’a yerleştirme planları yapmış. Yabancı nüfus istilasına uğrayıp eriyip gidecek. Bulgar’ın ki bir feryattır. “Eden bulur!”, “Başa gelen çekilir!” Öyle bir çıkmaza düşmüş ki, sorma! Bir gazeteci olayı şöyle anlatıyor: “Hakikatten Türk düşmanlığı Bulgar için maddi ve manevi gıda olmuş. Türk sınırına duvar çekmek için 168 milyon Euro almış. Müslüman Çingeneleri entegre edip eritmek için Brüksel’den 3 defa para kopartmışlar.” Şu olaya bakın: “Bulgar çocuğu dünyaya gelir gelmez Türk aleyhinde ninni dinler ve onunla uyur, rüya görür. Okula gider gitmez, sınıflara gider gitmez sınıfların duvarında beş süngüde bir Türk ve aleyhinde bin bir yalanla dolu tarih derslerini okuya okuya büyür. Onun içindedir ki, en ufak Bulgar köylüsünden en büyük devlet adamına kadar her Bulgar’da Türk düşmanlığı bir ihtiyaç, bir iman, bir ülküdür. Bu, kaşıdıkça kaşınmak istenen bir uyuzdur. O, her şeyi unutur ama Türk düşmanlığını asla unutmaz.” Bu bakıma BULTÜRK olarak biz, 26 Mart’ta sınır kapısında AB Genel Kurulu üyesi Bulgar ırkçı milletvekillerin 80 yaşında ninelerimize ve bastonlu dedelerimize saldırısına şaşmadık, defalarca uyardık! Duyan olmadı, çünkü bizim uyuzumuz farklı, hırsımız farklı, ne yazık ki onlar gibi bizdekiler de hasta!!! Yenilmeye, dövülmeye, rezil olmaya alışmışlar. Biz XXI. yüzyılda yenilenlerin saflarında olmak istemiyoruz... Şöyle de bir olay var: Biz böbürlenmeyi seven bir milletiz!


174

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Soruyorum: DPS’nin 845 aracından ve 52 otobüsünden hiç biri Bulgar Türk sınırında neden durdurulmadı da, “DOST Birliği” Türkü tartaklama rezilliği yaşattı bize?!. Çünkü “DOST Birliği” otobüslerinde baştanbaşa “Bulgaristan’da neredeyse istenmeyen adam ilan edilen” Lütfi Mestan resimleri yapıştırılmıştı. Marşlar çalınıyor, sanki seçime değil Bulgaristan’ı istila etmeye gidiyorduk. Gürültüden başka bir şey yoktu. Koşukavak’ta “Burgaz dere” boyundaki kavaklara ve söğütlere 5 bin adet Lütfü Mestan postalı yapıştırılmış. Bölgede 5 bin oy yok. Postallar İstanbul’da basıldığı için hesap kitap tutan yok. Bu bir oyun kuruculuğu değildir. Bu Türkiye devletini küçük düşürmektir. Samimi söylüyorum, “DOST” tuzağına düşürülmeseydik, bugün Bulgaristan’da GERB - faşistler ortaklığı hükümet olmayacaktı, siyasi tablo çok farklı olacaktı. “DOST” partisini bostan korkuluğu yapan faşist güçler, it sürüsünü av kovalamaya uyandırabildi. Bundan sonra dersler çıkarmalıyız bundan sonra bizim ile ilgili kararları biz kimseye bırakmaya niyetimiz yok. Artık biz kendimiz alacağız yeter artık nesillerimiz yok oluyor... Beyler, burada müsaadenizle küçük bir yorum yapmak istiyorum: 1990’dan beri yapılan hataların dosyasını açmak istemiyorum. Çünkü biliyorum, siz, bana, Bulgaristan’ın Varşova Paktından çıkarılıp NATO’ya katılması, İstanbul’u hedef almış “SS-22” füzelerini sökmek zorunda bırakılması, 3 bin Rus tankını kesmesi, ordusunu dağıtması vb yeter de, artar, diyeceksiniz. Bu savaşa girmeden kazanılmış büyük bir zaferdir. Bunlar çok iyi de, ben olaya biraz başka açıdan bakmak istiyorum: Biz Türklük davasına sadık büyük sayıda kadro kaybettik. Alevlenmiş isyan ateşi söndürüldü. Sürgünde kurulan 28 direniş hareketi kurutuldu. Şöyle bir bakalım. 1960’tan sonra parçalanmamız, körelmemiz, 1950’de 160 bin, 1976’da 130 bin ve 1989’dan sonra sadece Türkiye’ye 720 bin göç vermemiz ve arkada kalan Türklük bozkırı ve hükmeden güvensizlik. Tüm buna rağmen Bulgaristan’da ana iç çelişki bizdik. Bir defa biz Bulgar ulusuna ve devlete entegre edilmek istenirken eritilirken, 1990’dan sonra devletten söküldük. Bu sökülmek de kolay olmadı, güllerle durulmadı. Türkler toprağına sarılmıştı. 1983’te bankalardaki sıcak paranın %33’ü Türklerin hesaplarındaydı. Bulgar devletinin dış pazara sürdüğü ürünlerin %49’unu Türkler üretiyordu. Bu ciddi bir olaydır. Görüyorsunuz 1989 Ağustosunda pa-


Makale ve Analizler - 2017

175

lamızı pırtımızı alıp yollara dizilince, Bulgar devleti çöktü ve hala bir türlü dirilemiyor. En sonunda yeniden faşizme sarıldı. Sımsıkı da sarılıyor. Ne var ki bu çileli süreçte biz de fakir düştük ve HÖH yönetiminde “biz parayla her şeyi yaparız inancı” belirdi. Rüşvet, aldatma, dolandırma sayfası açıldı. Bu sayfanın satır aralarına savcılığın ve polisin gözü önünde “Türkleri soyma işinde birlik olalım” fikri işlendi ve pratik oldu. Türkiye’deki derneklerle ilgili olarak ise, Bursa’da göçmen çevresinde ileri gelenlere el uzatıldı, fırsat sunuldu, çocukları HÖH kotasından okutuldu vs ve duruma hâkim oldular. Kimse anlamadan bu defa 7 bin kişiyi araç ve otobüsle bir gecede yola çıkarabiliyorlarsa, olayın derin kökleri olduğu ortadadır. 26 Mart seçimlerinde ipleri ele geçirenler, 3 defa Bulgaristan’a gidip “uzman” kesilenler, “son söz sahibi olanlar” Lütfüleri, Kasımları, Orhanları okuyamadılar. Biz soydaşlar arasında ve Bulgaristan’da bir anket yapıp, Bulgaristan Türkleri’nin HÖH’ü okuduğunu, oyuna getirildiklerini, tuzağa düşürüldüklerini anlayınca partiyi terk etmeye ya da pasifleşmeye karar verdiklerini ortaya çıkarıp yayınladıktan 2ay sonra, Kasım Dal ile Korman İsmailov HÖH’ten ayrıldı ve yeni Halkın Özgürlük ve Demokrasi partisini kurdular. Bu parti, sayadan kaçan koyunları toplamak için mi kuruldu. 2014 seçimlerinde Kemaller ve İsperih (kemallerde) Türk seçmenin HÖH Yönetiminden dayatılan listelere uymayıp, “tercihli” sistemden yararlanarak Güney ile Palev’i meclise göndermelerine tepki geçikmedi. 17 Aralık 2015’te Lütfü Mestan ve 4 arkadaşı HÖH’ten atıldı. Onların vazifesi de oğul otu olmak ve sandıktan çıkan arılara hem “BEY” olmak hem de onlara yeni “sepetlerini” göstermekti. Bu da tutmadı. Oğul yarı yolda durdu ve Mestan Beyin gösterdiği sandığa toplanmadı. 6 - 13 Kasım 2016 Cumhurbaşkanı seçimlerinde 170 bin oy “sola” Radef’e kayarken, 26 Mart 2017 erken seçimlerinde aynı kitle sağ merkezdeki GERB partisine kaydı. Ortada aradığını bulamayan, bocalayan, çaresizliğinden “bilinçsiz de olsa” Bulgar faşistlerinin iktidara tırmanmasına ne yazık ki basamak olan bir kitle var. Bu kitle dayatılmış lider kabul etmiyor. Bilinçlenme kaynakları arayışı içinde. Kulağını açmış dinlemek, gözünü açmış gerçekleri görmek ve bilinçli seçim yapmak istiyor.


176

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“DOST” %2,5’ten fazla oy alamaz, meclise giremez, dedik bizi neredeyse düşman bildiler. Ne oldu, 2,8 aldı ve havada umut bulutları dolandırmaya çalışıyor. Biz BULTÜRK olarak Cumhurbaşkanı adayı çıkardık, ilk hamlede 50 bin oy aldı. Seçim sonrası bizi Kutlayan bile olmadı. Yeni Türkiye’de artık Kimse hesap vermekten kaçamaz. Yanlışların hesabı verilmez ise ileri gidemeyiz. Büyük Türkiye sevdasına ulaşamayız. Bu dünyada kurumayan ağaç yoktur. Bazı ağaçlar ayakta ölür. Bulgaristan Türkleri Doğan, Dal ve Mestan grubundan kurdukları tuzakların hesabını soracaktır. Deniz uğulduyor, gemiler sağlam dursun kıyıya atılan parçalanır kaçış yok... Ama bu hesap verme işi yalnız Bulgaristan’da da değil, burada da olmalıdır. BULTÜRK’ü yok etmeyi aklından geçirenlerin sakin uyuduğunu sanmıyorum. BULTÜRK Türkiye’deki büyük dönüşümün içindedir. Dalgalanan al yıldızlı bayrağımıza dolan yeni rüzgardır. Başımız dik, gönlümüz hoş ve vicdanımız temiz, verilecek hesabımız yoktur. Akşam yastığa başımı koyduğumda çoook rahat uyuyoruz. *** Devam ediyorum: Anlatmaya çalıştığım siyasi özellik şudur. Birinci ve İkinci Balkan Harpleri ve Birinci Dünya Savaşı yıllarında, Bulgar Çarlık milliyetçilik ve ırkçılığının kabardığı ve ilk önce Müslüman Pomak kardeşlerimizin isim, dil ve din haklarına saldırışı da öz ve biçim olarak yüzyıl boyunca değişmeden tekrar eden bir vahşettir. Süreğen bir devlet siyasetidir. Hedefi ve adı Müslümanlar başta olmak üzere, tüm etnik azınlıkları ne pahasına olursa olsun Hıristiyanlaştırıp Bulgarlaştırmaktır. Kabul etmeyenlerden acımasızca göç yolu ile kurtulmaktır. 1908’da kurulan Bulgar Çarlığı, kuruluşundan hemen 3 yıl sonra, 1912-13’te bu saldırgan siyaset bir devlet politikası olarak yürürlüğe koydu. 1942’de, 1972’de 1984 - 89’da yüzüne maske takıp tekrarladı. Bulgar devletinin bütün makamları, polisi, askeri ve diğer kolluk güçleri baskı ve terör uygulamasına, zulme katıldı. Baskı, terör derken, soykırım ve katliamlara tırmandı. Bu bir devlet siyasetiydi. Dünyaca kınandı. Kitapları henüz yazılmadı, filmleri çekilmedi ama yakındır. Bizim de şansımız var. 20 Kasım 1913 ile 20 Ocak 1915 tarihleri arasında Mustafa Kemal, Osmanlı’nın Sofya Büyükelçiliğinde Askeri Ataşedir. O, Bulgar siyasi partileri arasındaki çelişkileri ve iktidar kavgasını yakından izler. Pomaklar


Makale ve Analizler - 2017

177

ezilmiş Türkler tedirgindir. Müslüman seçmen ve vekillerinin Liberal Parti (Radoslavov 1913 - 1918) hükümetini destekleyeceği şartıyla, 250 bin Pomak kardeşimizin isimlerinin ve din özgürlüklerinin geri verilmesini sağlar. Bu çok son derece büyük bir diplomatik ve politik başarıdır. Osmanlı üstün diplomasisinin parlak örneklerinden biridir. Ne kadar teşekkür etsek azdır. Bu, bir de oyun kurma ve fırsat değerlendirmedir. Eziyete dayanmamızın 111. yılında biz bir de isyan ettik. 52 bin 700 kişi birden şahlandık. Mayıs 1989 Ayaklanmamızda Jivkov diktatörlüğünün omurgasını kırdık. Ölümcül yara aldı. Yıkıldı. Bulgar sosyalizminin ve komünist totaliter devletin çatırdayarak can verdiği bir dönemdi. Bulgaristan’da yaşayan bütün Müslüman Türklerin isimlerinin, din, eğitim ve kültürel hak ve özgürlüklerinin toptan elde edilmesi şansı belirdi. Diplomatik görüşmeler, Ağustos 1989’da Kuveyt’te yapıldı. Berlin, İstanbul, Nöy sözleşmelerinde Osmanlı diplomatları tarafından şerefle temsil edildiğimiz gibi, bu defa Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakan’ı Mesut Yılmaz Ayaklanma ateşinden geçen bir halk topluluğunu layıkıyla temsil etmek için Kuveyt’e uçtu. Bulgar dize gelmiş, bütün isteklerimizi yerine getirmeye, hak ve özgürlüklerimizi tanımaya hazırdı. Biz Bulgaristan’da nefes kesmiş radyo başındaydık. Ne oldu!? Sayın Yılmaz bizim için yalnız yorgan altında Türkçe konuşma hakkı istedi. Biz sevdiklerimizle zaten koklaşarak bakışarak anlaşıyorduk. Yani bizim için hiçbir şey istemedi. Ogün bu gün haklarımız şaştı kaldı. 47 şehidimiz var. 12 bin mahpusçumuz ve ata ocağından sökülmüş 700 bin mazlumumuz. Türk halkına saygımdan fazla konuşmak istemiyorum. Vatan toprağına döktüğümüz ter toplansa göletler dolar. Tüm umut ve edinimlerimiz Hak ve Özgürlük Partisi sahte kurucusu Ahmet Doğan’a düğün hediyesi gibi cici pakette sunuldu. Bize, “lideriniz o olacak deyenler, Türk diplomatlarıydı.” Bu gerçeğin ne kadar acıdığını, ne kadar umut kırdığını ve ne kadar hayal söndürdüğünü, kendime saklıyorum. Mustafa Kemal, bize, Türk diplomatlarına karşılıksız inanma örneği verirken, dikkat edin, aralarında kofları vardır, sizi yakmasınlar diye uyarmadı. Keşke uyarmış olsaydı... Olayın 2016 ve 2017’de Lütfi Mestan örneğinde yinelemesi, 170 bin Türk oyunun Bulgar Partisi GERB’e kayması sonucunu doğurdu. Kanımca, siyasetçilerin siyaset sahnesine çıkmazdan önce, halkının atasözlerini öğrenmesi gerekir. Bizde, ağaçtan kopan ya da koparılıp atılan ve yere düşen dalın meyveleri yenmez. Atasözümüz “kurt kuş hakkıdır” der.


178

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Lütfi Mestan, Kasım Dal ve Orhan İsmailov üçlüsünün başkasının bahçesinden koparılmış ve bizim sokağa atılmış dal olduğunun anlaşılamaması feci oldu. Şimdi demeçler veriyorlar, ama maçtan sonra gol atılmaz. Bu oyunun yanlış kurulduğunu da peşin söyledik. BULTÜRK yönetimi olarak seçimi boykot karar aldık. Seçmenin %54’ü sandığa gitmedi. Rodoplar’da ve Deliorman’da birçok Türk köyü sandığa gitmedi. Bu olayın özünde çok acı bir gerçek var. Bunu anlatmaya söz hazinem yetersizdir. Bu yüzden 1960’larda yazılmış ve 2016’da Evrovizyon birincisi olan kırımlı bir kadının kızına söylediği ağıtı hatırlatırken, seçim vesilesiyle köylerinde açan baharı bir daha koklamak isteyen yaşlımızın duygularını tercüman oluyorum: “Ben bu yerde yaşamadım. Yaşlılığıma doyamadım Vatanıma hasret kaldım Ey Güzel Kırım...” Siyaset sahnesine çıkıp figüran ya da “koltuk değneği” rolü aldılar. Halkımız figüran olmak, sürünmek, silinmek için ayaklanmamıştı. Sorun insanlarımızı memleketten kovmakla çözülebilecek bir sorun değildir. 3 bin kişi Batıya kovuldu. Değişen ne oldu. Bugün de Avrupa’nın en fakir, en sefil ülkesi Bulgaristan. Dün İngiltere “brekzit” dedi. Yarın Fransa “frekzit”, Hollan’da “holzid” deyecek. O zaman ne olacak? Bu sorunun cevabını “yaşayalım görelim” diyorum. Ama elimiz kolumuz bağlı gözlemci olmayalım diyorum, çünkü kopan da, bağlanan da, istila edilen de, kurtarılan da bizim dedelerimizin yattığı topraklar... Değerli dava arkadaşlarım, Durumumuz yağsa yağmaz, ısıtsa ısıtmaz, “uzaktan baktım pek çok, yanına vardım hiç yok” tekerlemesindeki gibi bir şey. Mesut Yılmaz sağdır. Türkiye Cumhuriyeti devletinin hangi yüksek menfaatlerinin, bir asır boyu ezildikten sonra isyan eden Bulgaristan Türkleri’nin hak ve özgürlük davasıyla çakışmadığını henüz ne açıkladı, ne de yazdı. Açıklamasını bekliyoruz. Yazar Aziz Nesin’in “Türkiye’de Kürtler, Bulgaristan’da Türkler” benzetmesine kurban gittik. Birbirine benzeyen olaylara aynı çözümü uygulamak, baş-


Makale ve Analizler - 2017

179

tan sona cahilliktir, çünkü İnsanı yaratan, “benden sonra yaratıcı sensin.” demiştir. Bu sözler Türk diplomasisi için de geçerlidir. Diplomasi fırsatları ustalıkla kullanma sanatıdır. Türkiye Cumhuriyeti’nin XIX. yüzyıl diplomatlarını Sofya’da görmek istiyoruz. Hayat yeni fırsatlar sunacak, bunlardan yararlanalım diyorum. Temennimiz budur. 1989 Ağustosunda Türkiye kapısının sonuna kadar açılmasını da isabetli bir oyun kuruculuğu olarak görmüyorum. Aslında iyi oldu. Bunu Türkiye Cumhuriyeti diplomasisi başarısı olarak defalarca anlattım. Fakat 27 yıl önce Türkiye Cumhuriyeti’de nüfus sorunu artık çözülmüştü. Bu 500 bin kişi orada kalabilirdi. O zaman biz, bugün mecliste 60 milletvekili ile tüm düşmanlık yasalarına kolayca dur diyebilirdik. Parlamentoyu ve yürütmeyi istediğimiz gibi elimizde oynatabilirdik. 1989’da Bulgaristan Türklerine zulmeden, fakat onlara yenik düşen, çöken ve son günlerini sayan bir zalim diktatör yanlış değerlendirildi. Yarım milyon kardeşim ata toprağından, evinden söküp atıldı. Sınır kapısını açmak bu açıdan bir siyası zekâ parlaması değildi. Bunu, ancak kendini şans oyunlarına kaptırmış bir siyasetçi yapabilirdi. Burada da daha ileri gitmek istemiyorum. Türkiye devlet çıkarlarının, 1878’de kaybedilen bir savaştan “kılıç” artığı olarak kalan, bir dış tükler topluluğu ile her zaman her yerde örtüşeceği diye, ne bir yasa, ne de bir yasallık olduğuna inanmıyorum. Olay budur. Yeni çözümler yeni yollar aramak bulmak gerek... Kuşkusuz, her kötülük içinde bir de iyilik vardır. Bir yandan da iyi oldu. Türklük denizinde yüzdük. Hasret giderdik. Hem ilham aldık, hem de anavatan denizi içindeki yosunlu taşları ve köpek balıklarını görebildik. En büyük kazanımız ise, Türkiye’de halk denizinin dip dalgasından bir güç olabilmemiz oldu. STK düzeyinde de olsa örgütlenebildik. “Hadi siz de gelin dendiğinde” bayrağımızı alıp kahramanlık gecelerinde nöbet tuttuk. Çanakkale ruhumuzu “Yenikapı” ruhunda parlattık. Anayasa referandumuna katılarak “Büyük Türkiye” atılımlarına “Evet” dedik. Bundan böyle, FETO’cuların, paralelcilerin, damatların, bacanakların Türkiye adına söz hakkı olmayacağına, Sofya’ya gidip de diktatör Jivkov’a bizim hakkımızda “eti senin kemiği benim” diyen generallerin bir daha asla Cumhurbaşkanı olamayacağına kesin inanıyoruz. Güvencemiz Sayın Devlet Bahçeli ve Sayın Recep Tayyip Erdoğan’dır. Artık konuşmamın sonuna geliyorum. İzninizle bir olaya daha değinmek istiyorum:


180

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Biz Bulgaristan Türkleri büyük Atatürk önderliğinde, Türkiye halkıyla birlikte, aynı zamanda devrim yapmış bir toplumuz. Türkiye’de “Türk Harfleri Yasası”nın yürürlüğe girmesinden 2 ay 11 gün sonra Bulgaristan Türkleri için de Türk harfleriyle öğrenim yapabilme izni çıkmıştır. Bu işte o yılların Türkiye Cumhuriyeti Büyükelçisi Hüsrev Gerede Beyin ve Bulgaristan Türkleri Öğretmenler Birliği’nin büyük emeği geçmiştir. Bulgaristan Türkleri çağdaş uygarlığa doğru Türkiye birlikte adımlamak için 1929’da Sofya’da Bulgaristan Türkleri Birinci Milli Kongresini çağırmıştır. Kongreye 460 delege katılmış ve öncellikle 3 soru görüşmüştür: Okullar sorunu; Türkiye ile Bağlar ve azınlığa karşı dikenleri çok sivrilen Bulgar zulmü. Zulmün amacı Türkleri göçe zorlamak ve emlaklerini ucuza ele geçirmek olarak belirlenmiş ve kınanmıştır. Bu kongrenin çok büyük önemi vardır. Bulgaristan’da Turan örgütleri tarafından desteklenen örgütlenme atılımları daha o zaman Bulgaristan Türklerini politik alana taşımaya, siyasi parti kurmaya yükseltme adımları atmıştır. Ne yazık ki, 1934’te Bulgaristan’da başa geçen faşistler, bu hamleleri baltaladıkları gibi, Latin harflerine karşı da savaş açtılar. Türk harfleriyle yayın yapan gazetelerin hepsini kapatmıştır. Yeni yazıyı savunan aydınlar kovalanmış, ezilmiş, kaçırılmış, göçe zorlanmış, hatta ölüme yollanmıştır. Alfabe işi uygarlık, Türkiye ile kaynaşma işiydi. Korktular. Eski yazıdan yeni yazıya geçiş bizim Batı uygarlığına da geçişimiz demekti. Bulgar faşistler o zaman buna katlanamadılar, bugün de oy kullanma hakkımızı kullanmamıza katlanamıyorlar. Faşistlerce kesilen yolumuza 1945’ten sonra devam ettik ve hamlemiz 15-20 yıl sürdü. Bulgar komünistleri tam faşistler gibi, 1973’ten başlayarak hamlelerimizi tamamen baltaladılar. 1989 Ayaklanmamız, şarkıda dendiği gibi “yine bahar dönecek” umuduyla şahlandı. Bu dünyada dili, dini ve adı için ayaklanan halklar varsa onlardan biri de biziz. Kongremizin yüksek kürsüsünde, Makedonya’da Arnavut dilinin ikinci resmi dil olması için amansız mücadele veren kardeşlerimizi en samimi duygularımla ve kalbimden taşan coşkuyla selamlıyorum. Davamız ortaktır. Balkan dağları şarkılarımızla açmak istiyor. Zafer bizim olacaktır. Sağ olun. Perşembe gün (4 Nisan 2017) Sofya’da III. Borisov hükümeti kuruldu. Başbakan Yardımcıları faşist bozması albaylar! Durum 21. yüzyıl ruhuna uymuyor. Parlamento yeni kabineyi 133 oyla onaylarken, Meclis dışına 10 bin kişi toplandı. Onlar, 6 Kasım 2016’fa referandumda katılan 2 milyon 500 bin Bulga-


Makale ve Analizler - 2017

181

ristan vatandaşından yalnız bir temsilci grubudur. O zaman bir de oy vermiş ve sosyal sistemde köklü değişiklik, çoğulcu seçim sisteminin majoriterle değiştirilmesini, içi ajan, komünist, faşist, hain dolu partilerin siyasetten dışlanmasını, partilerin devlet bütçesinden beslenmesine son verilmesini ve seçime katılma hakkının herkes için zorunlu olmasını istedik. Bulgaristan’da Perşembe gün çakmak çakıldı. Meclise halk oylaması sonuçlarını oylaması için 12 gün süre tanındı. Yorum yapmak istemiyorum. Bekleyelim diyorum. Ne de olsa BULTÜRK kapısı hepinize her zaman açık. Ateşin bacayı sarmasını beklemeden hemen hepinizi yeniden davet ederiz. Bulgar toplumu gebedir. Birkaç defa düşük yaptı. Bu defa bu doğuma ebeliği biz olacağız ve bu doğumu yapmaya hepinizi davet edeceğiz... Kardeşlerin, 139 yılı bir saatte anlatmak çok zor. Ben, daha önce “50 yıllık mücadelemizi” 420 sayfada anlattım. 6. Olağan Kongreden beri geçen sürede en önemli olan, askeri darbe denemesine, teröre göğüs gerdik, geriyoruz. Al yıldızlı bayrağımız altında toplandık, dağıldık ama hep aynı zafer yolunda yürüdük. Çok toplantı, açıkoturum, bilgi şölenleri yaptık. Gazete çıkardık, kitaplar bastık, tanıttık, dağıtık! Sempozyumlara katıldık, konferanslar verdik. Derdimiz ortak, davamız ortak, birlikte anlatmaya devam edeceğiz. Şu çok önemli! HÖH partisini 20 sene yönetiminde 3 sene de başında olan Lütfi Mestan, yani gerçek şu ki, 26 senede Türkçe bir kitap bastıramadılar. Fakat Kazanlıkta “Bulgaristan Türklerinin Durumu” kitabını anadilimizde basan Sayın Osman Bülbül Büyümüzü kutluyoruz, kitabını dağıttık, Deliorman köylerinde imza geceleri düzenledi. Kırcaali’de BULTÜRK temsilcimiz Mehmet kardeşimizin çabalarıyla dava kazandık ve Türk çocuklarına anaokullarında domuz eti verilmesini bulgar savcıları eliyle durdurduk. Biz artık bir marka olduk. BULTÜRK dendiğinde herkes, bu iş ciddi, aman “dikkat edin” diyorlar. Yolumuz uzun kardeşlerim. Bu güzel günde bizi tercih ettiğiniz için hepinize teşekkür ederim. Sağ olun! Var olun. Allaha emanet olunuz. Moldova Bilimler Akademisinden Sayın Olga Radova Hanımefendi Kongremizde konuşma yaparken Balkanlara Vefa Derneği Genel Başkanı Sayın Şaban Hocaoğlu Kongremizde konuşma yaparken İzmir İnsan Hakları ve Kültür derneğinden Sayın Celal Ocal


182

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bayrampaşa Giresunlular derneğinin yöneticileri kongremize ziyaretinden dolayı teşekkürler

BULTÜRK Siyaseti Onaylandı

İbrahim Soytürk-08.Mayıs.2017

Konu: İstanbul’da Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği (BULTÜRK) 7. Olağan Kurultayı yapıldı. Rafet Ulutürk 3. kez Genel Başkan seçildi. 7 Mayıs 2017 tarihinde Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği BULTÜRK, İstanbul, Bayrampaşa, Merkezde Nuri Adalı konferans salonunda 7. Olağan Kurultayını başarıyla gerçekleştirdi. “Büyük Göç”le gelen Bulgaristanlı göçmenlerin örgütsel kalbi, ideolojik ve siyasi kalbi ve doğruluk kompası durumuna gelen BULTÜRK iki binli yıllarda çağdaş sivil toplum örgütleri çalışmalarına örnek etkinliklerle sahneye çıktı ve saygı ve ün kazandı. Özellikle 15 Temmuz darbe girişiminden sonra duygu dolu yurtseverce atılımlarıyla siyaset çevrelerinin de gözünden kaçmayan BULTÜRK Bulgaristan siyasi hayatında da sesi duyulan, aldığı isabetli kararlarla toplumsal depreşişi etkileyen, çok isabetli öngörü ve uyarılarda bulunan BULTÜRK kurultayına ilgi büyüktü. Kardeş soydaş derneklerinden, Merkezi Bursa’da bulunan BALGÖÇ gibi siyasi ortamda da etkisi büyük olan Federasyonlardan, Türk dünyasından delegelerin katıldığı kurultayın CHP İstanbul, İzmir, MHP İstanbul ve AK Parti Bursa milletvekilleri tarafından kutlanması, büyük sayıda kutlama mesajları, çevre okullardan göçmen öğrencilerin şiir şöleni vs olağanüstü etkileyici oldu. Kurultaya kutlama telgrafı gönderenler: Bursa milletvekili Hakan Çavuşoğlu; CHP İstanbul milletvekili Engin Altay; CHP İzmir mil-


Makale ve Analizler - 2017

183

letvekili Atila Sertel; MHP İstanbul milletvekili Ulvi Yönter. Kurultay kürsüsünden Bulgaristanlı Türkleri camiasına gönderdikleri ilgiden dolayı özel teşekkürler iletilmiştir. Bununla birlikte BALGÖÇ Genel Başkanı Sayın Yüksel Özkan ve tüm BALGÖÇ camiasına da çelenk göndermelerinden dolayı saygı dolu minnet duyguları iletildi. Bultürk camiası olarak BALGÖÇ Genel Başkanı Prof. Dr. Yüksel Özkan’a teşekkürlerini ilettiler. Kurultaya karılan akademisyenler kutlama konuşmaları yaptılar; Abdullah Türer Yener; Fazıl Algiç - Japonyada doğan Tataristanlı; Celal Ocal; Ahmet Salman; Gagavuz Olga Radova konuştular. Sosyal süreçlerin, bu arada kitle göçlerinin de devresel olduğunu örneklerle göstererek, geçen yüzyıl Balkan tarihinde vatan toprağından çekilmek zorunda kalan Müslümanların, XXI. asırda Büyük Türkiye’den taşarak geri dönüşleriyle Güney Doğu Avrupa’ya güven ve huzur taşıyacaklarına kesin inanç dile getirdiler. Kongre’de birçok STK başkanı ve temsilcisi ile birlikte yabancı ülke ve örgüt temsilcileri de hazır bulundular. Balkanlara Vefa Derneği Başkanı Şaban Hocaoğlu; Bayrampaşa Giresunlular Dernek yöneticileri; Azerbaycanlı - Agil Sametbeyli; Türk Dünyası Derneklerinden URAL derneği başta olmak üzere, Asya Türkleri Federasyonu, Azerbaycan, Moldova, Kırım, Dağıstan, Afganistan ve Tataristan’dan katılan kardeş dernek temsilcilerine ayrıca teşekkür edildi ve en iyi dilekler iletildi. Kurultayımıza gelen Bayrampaşa Giresunlular Dernek Yöneticileri Kurultayı izleyen gazeteci Ahmet Salman ve diğer basın mensuplarına ilgi gösterildi. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk portresi, BULTÜRK ve Ay Yıldızlı bayraklarla süslenmiş törensel salona “Bilgi ordusu bizim ordumuz, bilip öğretmek bizim borcumuz” sloganı ruh verdi. 2002’den beri aralıksız çalışmalarını, tüm diğer göçmen derneklerinden farklı olarak, araştırma ve basın yayın dallarında da geliştiren BULTÜRK “www.bghaber.org”, “www.bulturk.org.tr”, görsel güncellemeli yorum haber ve yayınları; “Bulgaristan Türklerinin Sesi Gazetesi” https://issuu.com/bulturk ve dönemli el kitabı yayınlarıyla da ilgi odağıdır.


184

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgaristanlı Türk aydınların hepsine, derneklere, karma bölgelerde muhtarlıklara, öğretmenlere, din adamlarına, kulüplere ve gruplara ulaşan bu yayınlar tarih ve yeni gelişen olaylarla ilgili aynı dünya görüşünde buluşmamıza doğal olanak yaratırken, temel kaynak da oluyor. Bulgaristan’da da aydın kesime, öğretmen derneklerine, encümenliklere, kanaat merkezlerine, özelliklere de gençlere ulaşma yollarını açan BULTÜRK yayınları karanlıkları aydınlatan nur durumundadır. Özellikle de 2016’da yapılan Cumhurbaşkanı seçimlerinde, halk oylamasında ve 26 Mart erken meclis seçimlerinde Bulgaristanlı Müslümanların parçalanmasına başkaldıran ana direniş kaynağı durumunda görevler üstlenmiş ve başarıyla yerine getirmiştir. Bu bakıma BULTÜRK 7. kurultayı demokratik soydaş ortamı ve Bulgaristan kamuoyu tarafından büyük bir ilgi gördü. Bulgaristan’da faşizmin iktidara tırmandığına uyarıda bulunan BULTÜRK yayınları, Bulgaristan Türklerinin siyasi sahneden indirilmek istendiğine işaret ederken, dış ülkelerde bulunan gurbetçi seçmenlerin oy kullanmalarının engellenmek istendiğine de vurgu yaparak, soydaşlarımızı dayanışma içinde, kararlı ve birlikte hareket etmeye çağırdı. 7. Kurultay’ı kısa ve özlü bir konuşmayla açan Genel Başkan Ulutürk ve delege ve konuklar İstiklal Marşını birlikte söyledikten sonra, 15 Temmuz şehitleri için saygı duruşunda bulundular. Divan Heyeti seçildi: Ahmet Selim Arslan Başkan, İlyas Vatansever ve Aygün Filiz katip üye olarak seçildiler. Ardından 6. ve 7. kurultay arasındaki faaliyetlerin özlü raporunu dinlediler. Raporda, Bulgaristan’da 26 Mart 2017 seçimlerine giden hezimet yolunda yapılan yanlışlıklara, soydaş çevrelerinde yanılma doğuran dış müdahalelere işaret etti. Son 3 yılda Bulgaristan’daki Müslüman kitleyi parçalamayı başaran, yarını olmayan tuzaklara ve feci sonuçlarına geniş yer verildi. Milliyetçiliğin kabardığı bu ortamda, Türklerin parçalanmış, idesel tükenip çökmüş, hademeliğe kol kanat açmış, kitlede güven kaybetmiş ve açlık sınırı altında bocalarken güç toplayamayanlar arasına düşmanlık kıvılcımları saçanlar kınandı. Yapılan Kurultay yönetim organları seçiminden sonra sunulan çalışma raporunda soydaşların temel sorunları ayrıntılı olarak ele alındı. Modern toplumdaki sosyal kültürel etkinliklere zorunlu katılma gereğiyle birlikte, öncelikle zama-


Makale ve Analizler - 2017

185

nında ve doğru bilgilendirme, kitle nabzı her zaman ve her yerde tutma, yığınları siyasi yönlendirme gibi ödevlerinin yerine getirilmesinde STK görevleri belirtildi. Seçme ve seçilme hakkının kutsallığı ve demokratik toplumda insan hakları üzerinde çağrışım uyandıran bilgiler sunuldu. 15 Temmuz kahramanlık geceleri ve “Yenikapı” mitingi anımsatılırken, halk oylamasına yüzde yüz katılım sağlamak için yürütülen çabalar sıralandı. Raporun büyük bir kısmı Bulgaristan konusuna ayrılmıştı. Ayrıca 139 yıllık III. Bulgar devleti tarihinde Türklerin durumu, çekileri ve kavgaları konu edildi. Bu savaşımda, Osmanlı ve ardından Türkiye devletinin hukuksal ve manevi desteğinin belirleyici olduğu dile geldi. Bulgaristanlı kardeşlerimiz için Anavatan kapısının her zaman açık tutulduğuna ve gösterilen manevi desteğin paha biçilmez rolüne yeniden ışık tutuldu. Deneyimli ve saygın dernekçi Rafet Ulutürk tarafından sunulan ve birçok tarihsel olayı da yeni bir bakış açısıyla değerlendiren rapor dikkatle izlendi. İlgililere yazılı olarak da dağıtıldı. Yedinci Kurultay, Rafet Ulutürk’ü oy birliğiyle üçüncü defa Genel Başkan seçti. Seçim sonuçları soydaş topluluğu, delegeler, konuklar ve ilgili çevrelerce alkışlandı. Tüm katılanlar tarafından sevinçle karşılandı. Ulutürk kurultayda Bulgaristanlı göçmenlerin yazgısal özünü şöyle açtı: “Doğduğumuz topraklar Bulgaristan’dan Anavatanımız Türkiye’ye gelerek hayat bulduk. Burada bir araya gelerek, dernek kurduk, birlik olduk, güçlendik, sosyal yaşamda yer aldık. Yıllarca bina edip bırakıp gelmek zorunda kaldığımız dünya göçten sonra artık bizim değil. Elimizde kalan bir kimlik ve bir Pasaport, birde zorla çekip almak istedikleri oy kullanma hakkımız. Ne kadar acı. Bin sene hiçbir sınırı olmayan topraklara dikenli telli sınır çekme alçaklığının verdiği alçaklığa bakmak ne kadar acı verici...” dedikten sonra şöyle devam etti: Şimdi vatanımız ve anavatanımız arasında kültürel, ticaret, siyaset ve dostluk köprüsünü genişletiyoruz. Tarihimiz ve bugünü üstüne fikir ve değerlerimizle herkese ulaşarak bilgi sunarken, geleceğimizin yol taşlarını diziyoruz. Sunumda, Bulgaristan’da son seçimlerde baş gösteren milliyetçi


186

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ve ırkçı kesim canlanmasına karşı mücadelede Müslüman Türklerin demokratik kamuoyu ile ortak noktalar bulması gereği defalarca belirtildi. BULTÜRK 7. Kurultayının çalışmaları, son dönemde kimi Balkanlara Vefa Derneği Başkanı çevrelerde kafa bulandıran ülkeyi, Şaban Hocaoğlu kamuyu ve devleti derneklere dayanmayan bir siyasetle yönetme emellerinin bir hayal olduğunu sert tepki sesi yükseldi. Derneklerin kitle hareketlerinden güç aldığı vurgulandı. Soydaş maneviyatını tanımayan kişilerin soydan derneklerini yönetemeyeceğine yeniden işaret edildi. Japonyada doğan ve Türkiye’de akademisyen olan Tataristanlı Fazıl Agil BULTÜRK Kongresinde konuşma yapıyor Esaslı araştırmalara dayanan basın yayın çalışmalarını birçok kitapla taçlandıran BULTÜRK’e bağlı Bulgaristan Stratejik Araştırmalar Merkezi (BG-SAM) yazarları da Kurultayı onurlandırdı. 2017’de yayınlanan kitaplar sergilendi ve ilgi odağı oldu. Özellikle Osman Bülbül’ün kitabı çok ilgi çekti. İlgiyle dinlenen rapordan sonra Mali Rapor ve tahmini bütçe sunuldu ve onaylandı. Tebrik mesajları okundu, delege ve konukların konuşmaları dinlendi Yeni Yönetim Kurulu denetim kurulu ve denetim kurulu seçildi. Yönetimin 17 kişiye çıkarılması ise gelecekte daha büyük işlerin yapılacağı beklentileri artırdı. BULTÜRK Genel Sekreteri Doç. Dr. Müjgan Deniz, dikkatle dinlenen konuşmasında şu vurgulamada bulundu: “BULTÜRK kuruluşundan itibaren Türkiye’de yaşayan göçmenler ile Bulgaristan’da yaşayan Türklerin birlik ve beraberliği için etkinliklerini sürekli yoğunlaştırarak ortak bilinç, refleks ve duyum oluşturulması doğrultusunda çalışmalar yapmıştır. Ortak bilinç, vatan ve anavatan birliği, aynı ırktan, dil ve dinden oluşumuza, kültürel özgünlüklere karşın aynı manevi dünyada var olduğumuza


Makale ve Analizler - 2017

187

dayanırken, barış ve güvenlik konularında, baskı ve teröre, darbelere, etniklere yapılan zulme aynı refleksle tepki göstermemize, halk kültürümüz, halk sanatı yaratıcılık ve edebiyat konularındaki ruhsal ayniyetimizden güç alıyor. Keza ülkemizin bölünmez bütünİsmail Erdem Kardeşime kitabımı takdim lüğüne yönelik her tür yıkıcı faaederken liyetin karşısında bulunmuş ve de olmaya devam edeceğiz. Derneğimiz, yüce önderimiz Atatürk’ün bizlere bıraktığı emaneti - Türkiye Cumhuriyetini, devrimleri, demokrasimizi, bağımsızlık ve egemenliğimizi en iyi bir şekilde gelecek nesillere teslim etmek konusunda gerekli hassasiyeti göstererek faaliyetlerde bulunuyoruz.” Genel Sekreter son faaliyet döneminde gerçekleştirilen ve ses getiren etkinlikleri özetledi. Kurultay coşkulu bir hava içinde geçti. Delegeleri ve konukları kucaklayan fikirlerin aynı olması parçalanmaz bütünlük havası yaşattı. BULTÜRK kurultayında Rafet ULUTÜRK’ün yeniden başkan seçilmesi Bulgaristanlı Türkler tarafından Sofya, Razgrad, Kırcaali ve Deliormandan gelenler yönetime başarı dileklerinde bulunuldular. Bulgaristan Türklerine hayırlı uğurlu olmasını diler, saygılar sunarız.

BULTÜRK Yeni Yönetimini seçti

BG-SAM-07.Mayıs.2017

07 Mayıs 2017 pazar günü Bulgaristan Türkleri Kültür Ve Hizmet Derneği (BULTÜRK) Dernek Merkezinde 7. Olağan gene kurulunu yaptı. Kongreye telgraf gönderenler: Bursa Milletvekili Hakan Çavuşoğlu, CHP İstanbul Milletvekili Engin Altay, CHP İzmir Milletvekili Atila Sertel, MHP İstanbul Milletvekili Ulvi Yönter’e camiamıza gösterdikleri ilgiden dolayı hepsine huzurunuzda teşekkür ederiz.


188

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) Ayrıca Bursa BALGÖÇ Genel Başkanı Sayın Yüksel Özkan Beyefendiye de çelenk gönderdiği için tüm BALGÖÇ camiasına teşekkür ederiz. Genel Kurula seçkin Akademisyenler katılarak Türk-Bulgaristan ilişkileri ve tarihsel gelişimi hakkında oldukça veciz ve doyurucu bilgiler Genel Kurula katı-

lan değerli haziruna aktarıldı. Genel Kurula katılan Akademisyenlerden Abdullah Türer Yener, Fazıl Algiç, Celal Öcal, Müjgan Deniz, Gagauz Olga Radova hanımefendi, STK Temsilcileri; Balkanlara Vefa Derneği Başkanı - Şaban Hocaoğlu, Azerbaycan - Agil Sametbeyli, Türk Dünyası derneklerinden URAL derneği başta olmak üzere, Avrasya Türkleri Federasyonu, Azerbaycan, Moldova, Kırım, Dağıstan, Afganistan ve Tataristan’dan katılan kardeş derneklere teşekkür ederiz, Gazeteci Ahmet Salman’a katılımlarından dolayı teşekkür ederiz. Genel Kurul Divan heyeti: Genel Kurul Üyelerinin oy birliği ile Ahmet Selim Arslan, (Divan Başkanı) Aynur Filiz ve İlyas Vatansever’in Katip üyelikleri ile oluşturuldu. Kongre sonucunda Başkan adayları biraraya gelerek tek liste ile seçimlere giren Rafet Ulutürk ve ekibi oy birliği ile yeniden BULTÜRK yönetimine 3.kez seçilmiş oldu. Yeni Yönetim Kurulu Üyeleri Rafet Ulutürk Prof. Dr. Ahmet Çolak Şakir Arslantaş İsmail Gemici Ahmet Tüfekçi Musa Vatansever Pervin Maşaoğlu Dr. Vildan Arda Aynur Filiz Elif Güneş Neriman Eralp Kalyoncuğolu Rüstem Avcı

Renginar Güler Ceyhun Aygün Dr. Nedim Birinci Mehmet Çakır Doç. Dr. Müjgan Deniz İsmail Cingöz Dr. Mustafa Kahraman Alptekin Cevherli Abdullah Hacıfettahoğlu Hasan Hüseyin Kök Erol Ketenci Sadullah Halaç


Makale ve Analizler - 2017 Niyazi Güler Aydın Fidan Ekrem Süzen Murat Akçalı Nazım Çavuş Denetim kurulu; Av. Umur Özersin Mesut Uğurlu Durmuş Mutlu

189

Necmiye Ceylan Doç. Dr. Abidin Karasu Derya Yıldırım Nedim Akın Özkan Hocaoğlu İbrahim Soytürk Hüseyin Yıldırım

Ayrıca BULTÜRK ‘de bu kongre ile birlikte yedi Değerli Kanaat önlerinden oluşan Danışma Kurulunun oluşturulduğu. BULTÜRK DANIŞMA KURULU: 1) Org. Şükrü SARIIŞIK, 2) Dr. Erdal KARABAŞ , 3) Nihat İNCEKARA, 4) Dr. Sakin ÖNER 5)Av. Hasan MOLLAOĞLU 6) Akademisyenlerden Abdullah Türer YENERve 7) Metin KARAN’dan oluştu.

Haklarımızı Savunalım

Neriman Eralp Kalyoncuoğlu-06.Mayıs.2017

Konu: Müftülüklere dıştan gelen yardımları kısıtlayan yasa tasarısı hazırlandı. Faşizan iktidarın ilk yasa tasarısı Bulgaristan Müslümanlarını hedef aldı. Bulgaristan’da faşizm yasal yasaklarla adım adım geliyor. Cumhurbaşkanı olamayan, milletvekili de seçilemeyen GERB’li Bayan Tsetska Tsaçeva Bulgaristan Adalet Bakanı olunca ayağının tozuyla ilk kanun tasarısına imzasını attı. Bu tasarının faşist üçlü “Ataka”, VMRO ve NFSB meclis grubundan gelmesi beklenirken Adalet Bakanlığından gelmesi dikkati çekti. Anlaşılan bu yasa değişikliği Cumhurbaşkanı Rumen Radev tarafından atanan ve artık görev süresi dolan geçici seçim hükümetine yapılan baskılarla hazırlanmış ve şimdi III. Borisov hükümeti adına meclise giriyor. Şimdiki durumda sert tartışmalara neden olacağı görünse de, iktidar çevresi çoğunluğunca kabul edil-


190

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

mesi ihtimali de çok büyüktür. Kim ne derse desin bu İslam dinine, Müslümanların ibadet özgürlüklerine, Müftülüklerimizin normal çalışmasına, kuran kurslarına, imam hatip okullarımıza ve Yüksek İslam Enstitüsü eğitim özgürlüğüne karşı hazırlanmış bir tasarıdır. Dinini bilen Müslüman’ın dilini de bildiği gerçeğine saldırı olarak düşünülmüştür. Geçici hükümetin Adalet Bakanı Mariya Pavlova ayna yasa değişikliyle ilgili Cumhurbaşkanı Radev’i tüm adalet Bakanlığı çalışanlarının istifa edeceği konusunda uyarmıştı. İnternet sanal ağında BG Adalet Bakanlığı sayfasında yayınlanan Yasa Tasarısıyla yabancı ülkelerin Bulgaristan’da diyanetlere mali yardım yapması yasaklanıyor. Bu tasarıyla Vatandaşlık Yasasına değişiklikler getiriliyor. Yasa tasarısı önce parlamento ve Cumhurbaşkanı seçimlerine katılmak isteyen vatandaşların seçimden önce “üç ay Bulgaristan’da oturmuş” ilkesi yeniden gündeme taşınıyor. Yapılmak istenen değişiklikle, oy kullanmak isteyen vatandaşları Bulgaristan vatandaşlarının Anayasanın 42. maddesine uyan kişiler olması ve bir de seçim gününden üç ay önce ülkede yaşamış olması şartı getiriliyor. Bulgaristan Anayasası’nda yasaklı olmayan ve hapiste bulunmaya 18 yaşını doldurmuş vatandaşların hepsi Cumhurbaşkanı ve parlamento seçimlerine katılma hakkına sahiptir. 22 Mart gününü yapılan son parlamento seçiminde seçtiğimiz 44. Bulgar meclisi bu kanun tasarısını onaylarsa, Bulgaristan dışında bulunan ve bulundukları ülkede daimi adres kaydı olan Bulgaristan vatandaşlarının hepsi Cumhurbaşkanı ve parlamento seçimlerine katılma hakkını yitirmiş olacaktır. Yasa tasarısında Seçim Kanununda değişikliler yapılarak, değişik seçimlere katılan adayların Bulgar dilinden başka herhangi bir dilde seçim propagandası yapmayacağına dair Bildirge (Deklarasyon) imzalaması da isteniyor. Bu değişiklikler kabul edilirse, seçimlerle ilgili ancak Bulgar vatandaşları tarafından bağışta bulunulabilecektir. Aynı yasa değişikliği önerisinde, Bulgar Adalet Bakanlığı, Bulgaristan’da tescilli olan diyanetlerin dış devletler tarafından finanse edilmesine de yasak getiriliyor. Bu maddede, ancak imzalanmış devletlerarası sözleşme olduğu durumlar istisnayı tutulacaktır, deniyor.


Makale ve Analizler - 2017

191

Yabancı ülke vatandaşlarının parasal bağış ve yardımda bulunması imkânları ise ancak terörist olduğundan şüphe edilenler listesinde olmayanlar tarafından yapılabilecektir. Diyanet işlerine mali yardımda bulunmaya getirilen yasakları arasında sıralananlar arasında, siyasi partilerden yardım alınması yasağı; 1.000 leva üstünde anonim bağışlar alınması ve kendilerinden terörizmle bağlantılı olduğu şüphelenilen kişiler tarafından mali yardım alınması vb hususlar sıralanmıştır. Aynı zamanda dini kurumların aldıkları parasal yardımların kaydını tutmakları şartı da getirilmiştir. Bu yasa değişiklikleri kabul edildiği durumda, Bulgaristan’daki diyanetlere dış ülkelerde din adamı alınması zorlaştırılacaktır. Dış ülkelerde din adamı görevlendirilmesine getirilen koşullardan ikisi şudur: Bulgarca bilmesi ve Bulgaristan’da aynı kişinin yapacağı işi yapabilecek başka bir kişinin olmaması vb. Tasarıda, dini kurumların yabancı vatandaşlar tarafından temsil edilmesine de yasak getiriyor. Tasarıya göre, diyanetler her yıl, geçen mali yıldaki gelirleriyle ilgili rapor sunmak zorunda kalacaktır. Bu raporda, geçen yıl için gelirler, giderler, karşılıksız edinilen taşınmazlar ve bağışta bulunanların isimleri yer bulacaktır. Yapılmak istenen yasa değişikliklerinde, hatırlatma usulüne uyularak, Anayasa’da halen var olan şu yasak da yer almıştır. “Diyanetlerin sağlık, sosyal ve eğitim kurumları Bulgaristan Cumhuriyeti egemenliğine, toprak bütünlüğüne ve Anayasal düzenine ve vatandaşların hak ve özgürlüklerine karşı etkinlik yürütemezler.” Bununla birlikte, aynı yasa değişikliği tasarısında, siyasi partiler yasasında da değişiklikler yapılmakta ve şöyle denmektedir: “Diyanetler, vaizlerle, yazılı ve şifalı fikirlerle, kitap ve bilgilendirme malzemeleri dağıtarak da olmak üzere, Bulgaristan Cumhuriyeti egemenlik, toprak bütünlüğü ve Anayasal düzenine karşı olan herhangi bir etkinlikte bulunamaz.” Bu yasa değişikliklerinin çiğnendiği durumlarda cezaların 10 kat arttırılması öngörülmüştür. Şu an bu cezaların üst tavanı 5 bin levadır, 50 bin levaya çıkarılması ön görülmektedir. Bilindiği üzere Bulgaristan diyanetlerinin yabancı devletler tarafından finanse edilmesini yasaklayan benzer bir yasa önerisi GERB partisi ile sözde yurtsever faşist üçlüsü 43. Halk Meclisine artık bir defa sunmuş, fakat görüşülmemişti. Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) Başkanı Kurnaliya Ninova bu yasal değişiklik önerilerinin hele dış ülkelerde bulunan 2 milyondan fazla Bulgaristan va-


192

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

tandaşının seçime katılmasının bu şekilde yasaklanmasının Anayasa’ya olduğu gibi tüm insan hakları kanunlarına ve sözleşmelerine aykırı olduğunu açıkladı. Bu değişiklik isteğinde yer alan tüm maddeler Hak ve Özgürlükler Partisi (DPS) tarafından sert tepkiyle kınanmıştır. Türkiye’de BULTÜRK başta olmak üzere BALGÖÇ Federasyonu ve tüm diğer soydaş dernekleri, İngiltere ve Birleşik Amerika, Kana’da ve Avrupa Birliği ülkelerindeki Bulgar gurbetçi, işçi ve öğrenci kuruluşları, sivil toplum örgütleri, kulüpler ve bilim-sanat çevrelerinde çok büyük hoşnutsuzluk uyandırdı. Slavi Trifonov girişimiyle 6 Kasım 2016’da yapılan halk oylamasında 2 milyon 500 bin Bulgaristan seçmeni tarafından onaylanan seçim sistemi değişikleri kabul edilmezken, GERB - Faşistler ortaklığı Adalet Bakanlığı tarafından yeni bir seçim ve diyanet işleri yasa değişikliği önerisinin hemen meclise sunulmasını siyasi oyun olarak değerlendirenlerin tepkisi artıyor. Referandum sonuçlarının kabul edilmesinde direnenlerin Sofya halk meclisi önündeki açlık grevi hazırlıkları ise, artık tamamlanmış durumdadır.

Mayıs Dövüşleri

Raziye ÇAKIR 10.Mayıs.2017

Konu: Direnişlerimizin patladığı o günler Bulgaristan Türklerinin 1989 Mayıs Ayaklanmasının suya sabuna dokunmayan adı “Mayıs Yürüyüşleri” oldu gitti. Kalemi kalın yazanlar, Bulgaristanlı Müslümanların bir Hıristiyan ülkede gerçekleştirdiği bu büyük isyanı bir “yürüyüşe” indirgemeye üşenmediler, usanmadılar, emekli olduktan sonra da yazmaya devam ettiler. Yaza yaza yazar olanlar “ne olmuş canım” zihniyetiyle halkımıza zulüm eden polislerin kendi elleriyle hazırladığı ve yine kendi elleriyle dosyalayıp arşivlediği tutanaklardan farklı bir şeyler okumadan, dibe inip yüzmeden, hatta kelle koltukta direnen, yaralanan, sakatlanmış kardeşlerimizden bazılarıyla kahve köşelerinde sohbet ederek, dövüşlü yılların ruh halini öğrenmeye bile çalışmadılar. Anlatması gerekenler de başlarından geçeni, çekilerini bir mücevher gibi sakladı. Pazara çıkarsa fiyatı düşer diye korktular. Bu susmada bir kasıt da olabilirdi. Bazı gerçeklerin bilinmesini istemeyenler de vardı. Oysa çok gezen,


Makale ve Analizler - 2017

193

çok gören, çok bilir deyenler haklıydı da, dolu olmayı köpüğü taşmak üzere olan bir bira bardağıyla karşılaştırdığımızda, içilmeden dibe çöküş sanki üzücü oldu. 1980’lerde insanlarımızda “anlatsam, sözüm nereye gider” kuşkusu belirdi. Bu, yıllarca devam eden suskunluğun gerekçesiydi. Zaten sabırlı insanlardık, dilini yutmuş bir halk olduk. Çünkü 1972 - 1973 Pomak faCIAsından sonraki yıllarda zulüm topu çığı gibi Türklerin üzerine geliyordu. Korkunun dikenli topu yaklaştıkça insanlarımız kendi içlerine büzülüyordu. Birbirine sımsıkı kenetlenmişler, aralarından su sızmıyordu. Türk kitleye gözdağı vermek için sebep uyduran değirmen kayası döndükçe dönüyordu. Seçkin Türk gençler tutuklanıyor ve sürülüyorlardı. Derme çatma iddialarla kurulan mahkemelerde uydurma gerekçeli kararlar alınıyor eli kalem tutanlarla azı laf yapanlar kürek cezasına çarptırılıyordu. Sofya kenarındaki “Kremikovtsi” Demir Döküm Fabrikasında depolar kazma kürek dolu onları bekliyordu. Maden ocaklarında da parasız yapılacak çok işler vardı. Rodop bayırlarından koparılan ve Dobruca’ya sürülen Türk aileler orada da gıdasını tütünden çıkarmaya çalışıyordu. Okul müdürleri, muhtarlar hatta bazı parti sekreterleri çantayı kalemi rafa kaldırmış, elindeki tütün kazığını kin ve nefretle toprağa sokarken sanki rahatlıyor, başını kaldırıp terini silerken ofluyordu. Klişeleşen “Mayış Yürüyüşleri” deyimiyle, birçok “Mayıs Dövüşü”, “Mayıs Kavgası”, “Mayıs tutuklamaları”, “Mayıs İnfazları” ve direnişlerimizin doruğu olan Mayıs İsyanımız anlatıldı. Dirilip direnmek, bilinçlenip başkaldırmak, her şeyi bir yana bırakıp protesto eylemlerine katılmak üzere yollara dökülmek hep şu yürüyüşün içine sıkıştırıldı. Şu da ilginç! Bir halkın ayaklanmazdan önce kaç yıl ve kaç ay yerine mıhlanıp kaldığı, hangi anda ve neden depreşip hareketlenmeye başladığı, direniş potansiyelini nasıl elde ettiği, lideri, strateji ve taktiği, plan programı, ideolojik silahı, insan gücü, patlayan tüfeği olup olmadığı çok önemlidir. Bunlara da hiç değinilmedi. 1984 - 1989 arası 6 Mayıs vardır. Bu Mayısların hepsi kendi özellikleriyle yaşayan dövüşlü, kavgalı, öfke ve kin şarj eden, parlayıp sönen ama ayaklanma ateşiyle yanmaya devam eden Mayıs aylarıydı. Yazılan yazı ve kitaplarda tam hangi Mayıstan söz edildiği özenle gizlenmiş gibi pek anlaşılmıyor. Tarafsız okuyanlar ya da zulüm gördüğümüzü ilk defa işitenler istemeye istemeye de olsa bu topraklarda insanlar baharla uyanıp depreşmeye başlıyor izlenimiyle kalabilir. Okuduğum birçok eserde, hatta Bulgaristan konusunda bir klasik olarak kabul edilen Büyükelçi Bilal N. Şimşir’in kaleme aldığı, genişletilmiş 2. baskısı 2008’de çıkan “Bulgaristan Türkleri” araştırmasında, Aralık 1984’te başlayan Bulgaristanlı Türklerin direnişlerini Mayıs 1989 “protesto gösterileri” doruğu ile noktalıyor. Yürüyüşler bölümünde, o direnişlerin temel gerekçesini şöyle açık-


194

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

lıyor: “30 Mayıs 1989’da Paris’te başlayacak olan AGİT İnsani Boyut Konferansı Birinci Toplantısından önce dünya kamuoyunun dikkatini Türklere uygulanan baskılara çekmek için 14 ve 15 Mayıs 1989 tarihlerinde Silistre ve Şumnu’da çoğunluğunu kadın ve çocukların oluşturduğu yüzlerce Türk barışçı gösteriler düzenlediler.” Sanki Fransa’da düğün olacak da biz Bulgaristan’da kılık kıyafet diktiriyoruz gibi bir şey. Sonra insanlar kendilerini büyük olaylar içinde göstermeyi severler. Bizde de o zaman her yemeğe maydanoz olma hevesi belirmiş ve o dönemin eserlerinin hepsinde birer ikişer AGİT kahramanı var. Bir yandan 1989 Viyana Destek Derneği Başkanı Avni Veliev ve İnsan Haklarının savunulması Demokratik Birliği lideri Mustafa Ömer gibi savaşçılar vatandan kovulduktan sonra Türkiye üzerinden Paris’e çıkıp haklarımızı AGİT kürsüsünden savunurken, birçok demokrat da devlet parasıyla alınan uçak biletleriyle Fransa başkentini gidip gördüler. Onlardan ikisi de, eski Cumhurbaşkanı Jelü Jelev ile Cumhurbaşkanı Yardımcısı Blaga Dimitrova’dır. Demokratik Güçler Birliği kurulmazdan önceki demokrasi arayışı içindeki Bulgar aydın derneklerinin temsilcileri olarak, mazlum Türkleri desteklemek amacıyla Paris’e inen bu iki demokratik lider, AGİT kürsüsünden okumak ve davamızla dayanışma ifade etmek üzere beraberlerinde götürdükleri Bildiriyi okumamışlar, Sena nehri sularına salarak yükümlülük altına girmeden geri dönmüşlerdir. Aynı dönemde, artık Bulgar istihbaratı Birinci Şubesi Beşinci Amerliği tarafından Pazarcık hapishanesinden çıkarılıp özel eğitime alınan Ahmet Doğan’da sözde AGİT’e göndermek üzere Bildiri kaleme almıştır. Ne ki, kimilerin anlattıklarına göre çifte kavanoz kapağı arasında, diğerlerine göre patates içinde, üçüncülerin anlattığına göre ise ekmek arasında ya da ayakkabı ökçesinde hapishaneden çıkarılan bu bildiri, bir TIR şoförüne verilmiş ve Paris’e giderken Çekoslovakya yollarında meydana gelen bir kazada kayıplara karışmıştır. Anlatılan ve tekrar tekrar yazılan, alıntılar halinde çoğaltılan yazılar hep belirli bir amaçla kaleme alınmıştır. Bu amacın özünde her zaman Ahmet Doğan’ı öne çıkarmak, yapmadığı işleri ona mal ederek, aslında bütün zamanda pasif olan bu kişiyi liderleştirmek ve diğer direniş örgütlerini ve gerçek liderleri karalamak veya yok saymak hedefine hizmet etmiştir. Hiç değinilmeyen olaysa şudur: Mazlumların ayaklanmalarının içsel nedenleri vardır. Belirleyici olan iç çelişkilerdir. Bulgaristan’da bu çelişki, tek uluslu devlet kurmak isteyen Bulgarların zor kullanarak Müslümanları Hıristiyanlaştırmasında ifade bulmuştur. Zorlamada devlet gücü kullanılmış Türkler ezilmiş ve kimsizleştirilmiştir. Bu zorlama, öz kimliklerini korutup yaşatmak ve geliştirmek isteyen Türk topluluğu Bulgar ulusundan ve devletinden koparmıştır. Daha önce isimleri, dil ve dinleri değiştirilen Çingene ve Pomak azınlıkları ile Türk azınlığı


Makale ve Analizler - 2017

195

kader ortaklığında birleştirmiştir. Böylece Bulgar toplumu ikiye bölünmüş Bulgar ulusu ile etnikler birbirine düşman olmuş, ekonomik bunalım belirmiş, azınlıkları eriterek asimile etme siyaseti sanki çökmüş ve sosyal, siyasi ve kültürel ilerleme adına hayat durmuştur. Bu olayların derinleşmesinde motor olan iç çelişkilerdir. Bulgaristan koşullarında anlatmaya çalıştığım çelişki XX. yüzyıl boyunca bir siyasi çelişkidir ve Bulgaristan azınlıklarının kavgası da bir siyasi kavgadır. Sosyal hayatta ayaklanmaya götüren temel çelişki üretim araçları ile üretim ilişkileri arasındaki tezattır. Osmanlıdan ayrılınca kapitalist üretim ilişkilerini hayata çağıran Bulgaristan’da, etniklerin kimliğini değiştirmek için açılan ve yüz yıl süren savaşım, zaman zaman toplumda temel çelişki olmuştur. Bu kavgada azınlıklar saldırgan değil savunma durumundaydı. Müslümanlar Müslüman olarak, Müslüman ahlak ve hukukuna göre yaşamak istiyorlardı. Bu üreten, tüketen bir kavga olmasa da, hayatı durduracak, toplumu frenleyerek çökertecek boyutlara büyüdü. Bizdeki direnişlerin içinde 28 etkin gizli örgüt olduğu defalarca yazıldı. Bu örgütlerden her biri kökleri halkın bağrında olan halk önderleri tarafından yönetiliyordu. Kuruluş gerekçeleri araştırılmadan, önderlerinin kimlikleri sık eleyip sık dokunmadan ön plana çekilmeye başlanan Bulgaristan Türk Milli Kurtuluş Hareketi - bugünkü DPS, neredeyse bayrak edildi. Bu hareketlenmenin lideri olan Ahmet Doğan, 1973’lerden sonra başlayan Bulgaristan Türklerini sıkıştırma ve ülkede Türk varlığını yok etme hareketinde her zaman zorbacının (diktatörün) yanında yer almıştır. Tutuklanmasından önce kaleme aldığı ve kimi zaman Bulgaristan Bilimler Akademisi (BAN) kılıfına sokulan Polis Akademisinde savunduğu Doktora tezinde, Türk bütünlüğünü parçalama ve eritme sorunlarını işlese de, Büyükelçi Şimşir bilimsel gerçekçiliği olmayan kitaplardan aldığı alıntılarla anlattığı olaylarda şu ana nokta öne çıkmıştır: Ana Hedef: Türk Azınlığını, Bulgar hükümetine karşı haklarını savunmak için teşkilatlandırmak. Son Hedef: Bulgar Hükümetini Türkiye Cumhuriyetiyle göç antlaşması imzalamaya çekmek ve bunu sağlamak. İki hedefin ikisi de aldatıcıdır. Bulgaristan Türkleri daha 1984’te ülke çapında örgütlenmiş, fakat kitle içinde hainlik salgını alıp yürüdüğü için lider olarak Hiçbir kimseye güvenilememiştir. Burada, Ahmet Doğan lider fesini çalmak için yola çıktığını, hatta hapishanede yattığını gizlememiştir. İkinci olarak, bütün baskı ve teröre rağmen, vatan toprağından kolay kolay sökülmek istemeyen Bulgaristan Türklerini kışkırtma niyeti ortadadır. O koşul-


196

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

larda, program yazan Türk direniş hareketlerinden hiç biri Türkleri göçe davet eden cümle kurmamıştır. Şimdi 10 Mayıs 1984’yılında, o zaman Kırcaali iline bağlı Karamanlar (Karamantsi) köyünde bir ideolojik toplantıyı hatırlayalım. Köylüler Okuma Evi salonuna toplanmışlardı. Sözcü, onların komşu köyden hemşerisi sayılan, Bulgaristan Komünist Partisi Merkez Komitesi (BKP MK) adına gelen Salif İlyazov’tur. O yıllarda S. İlyazov BKP MK Ajitasyon ve Propaganda Şubesinde görevlidir. O konuşmasında, Karamanlar köylülerine, Bulgaristan’da halka açık bir toplantıda ilk defa olmak üzere şöyle hitap etmiştir.Bulgaristan Türkleri arasından edebiyat Profesörü olarak yetişen,fakat tarih konularını da işlerken, “Anadolu’daki Bulgar Devletleri” adlı bir de eser yazarak Konya - Karaman yöresinde eskiden bir Bulgar Hanlığı olduğunu anlatan Prof. İbrahim Tatarlı’dan alıntılar vererek, Karamanlar köylülerine “siz Bulgar Hanlığından gelmişsiniz, hepiniz Bulgarsınız, adlarınızı, dininizi ve dilinizi değiştirme vakti geldi” deyince, oturdukları sandalyelerden fırlayan köylüler, “senin azından çıkanı kulağın duyuyor mu?” çığlıklarıyla konuşmacıya çullanarak onu hırpalamışlar ve eşek sudan gelene kadar dövmüşlerdir. Daha önce böyle bir olay yaşanmadığına göre, Bulgaristan Türklerinin kimliklerini savunma davasında ilk Mayıs dövüşü bu olaydır. Bu olaydan birçok kişi hapiste yatmış başkaları da sürgün edilmiştir. Ve biz bugün Mayıs İsyanı’nı anarken, şehitlerimizin anıtlarına çelenk ve çiçek götürürken bu ilk halk patlamasını asla unutmamalıyız.

Hedef İleri

Raziye Çakır-10.Mayıs.2017

Konu: Üçüncü Kurultay ve Kurultay sonrasında düşündüklerim. Kurultaylar dernek çalışmalarında da kilometre taşlarıdır. Hafta sonunda düzenlenen Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği (BULTÜRK) kurultayımız sayıları 1 milyonu bulan göçmen camiamızı etkiledi. BULTÜRK 2002’de kurulan, kurulduğu andan itibaren soydaşlarımızı ve onların en can alıcı sorunlarını kucaklayan bir dernektir. Kısa tarihinin hiçbir gününde soydaşlarımıza uzak kalmamış, bütün etkinlikleriyle sorunların içinde olurken her zaman en kısa ve en doğru çözüm yollarını göstermeye çalışmıştır.


Makale ve Analizler - 2017

197

Biz, Türkiye Cumhuriyetinde yaşıyoruz. Bu topraklara anavatan heyecanıyla gelirken aklıselim olanlarımız bize, “Atatürk’e gidiyoruz” ilhamını aşılamıştı. Bu sönmeyen bir esindir. Atamız bize atalarımızın emanetidir. Her zaman hepimizde canlıdır. Biz, Atatürk’ün kurduğu cumhuriyete, onun devrimlerine ve reformlarına ilk günden inandık ve bugün de inanıyoruz. Türk halkının bina ettiği dev değer Atatürk Türkiye’si olduğu için gururluyuz. Bu davanın devamı olan Büyük Türkiye projesinde biz de oluşturucu bir öğeyiz. Halkımız büyük bir arınma süreci yaşıyor, biz bu dönüşümün motoruyuz. Derneğimiz, soydaş kardeşlerimizin ve Bulgaristan’da yaşayan Türklerin deniz feneridir, zekâlarına ışık veren yol gösteren nurdur. BULTÜRK Kurultayı, delege ve konuklara işte böyle bir hava yaşattı. En önemli olan, kurultay çoğunluğu radyo çağı kültürüyle yetişmiş üyelerdi, onları elektronik çağa taşıma yolunda çok önemli adımlar atabildiğimizi ortaya koyduk. Cebinde internetli telefonu olan her soydaşımız her zaman her yerde bizimle beraberdir, her etkinliğimize katılabilir. Onu sürekli bilgilendirmeye götüren geniş yolu her zaman açıktır. “wwwbghaber.org”, “www.bulturk.oeg. tr”, “Bulgaristan Türklerinin Sesi” gazetesi gece gündüz ulaşılabilir mesafededir. Bu, bir nevi adresli bilgilendirmedir. Dosttan dosta selamdır. Birlikte olalım çağrısıdır. Böylece BULTÜRK hepimizin yaşamında yeni bir sayfa açmayı başarmıştır. Birçoklarımız Bulgaristan’da doğduk, yetiştik, eğitim aldık, okul gördük, hatta yüksek öğrenim görebilme olanakları bulduk. Yetiştiğimiz ortam resmi dil, yaşam tarzı, kültür ve uygarlık anlayışı açısından ahlakımıza, maneviyatımıza, gelenek ve göreneklerimize uymadığından çelişki içindeydik. Kuşkusuz dünyada her ayağa uyan pabuç olmadığı gibi ortak bir ahlak modeli de henüz yoktur. Farklılıkların birlikteliği çağı güzellikleriyle yaşıyoruz. Fakat biz her yerde uyumlu ve hoşgörülü bir birlikte yaşayış özlemiyle var olduğumuzu her an gösteriyoruz. Bizim var oluşumuz da bir bütünün iki yanı, yazı ve tura gibidir. Birisi olmadan diğeri de olamaz şeklindedir. Biz bunun böyle olduğunu yaşattığımız değerlerin olağanüstü kıymetli olduğunu yüceltmeye devam edeceğiz. Kurultay çalışmalarına yansıyan bu esintiler, aslında bir demette buluştu ve yeni güç kaynakları oluşturdu. İstanbul Bayrampaşa’da düzenlenen Kurultayımız Bulgaristan’da direnişler ayı olarak ünlenmiş Mayıs ayında yapıldı. Günlerden kestanelerin ve zambakların açtığı dönemdi.


198

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Baharla uyanışta yeniden birlikteydik. Türk’üz, Türk olacak hepimizin soyadı. Sesiyiz, Ulu Türkün, neşesi, geleceği, feryadıyız. Mayıs İsyanında yükselmişti bu sesler ve bugün de kulaklarımızdadır. Son 15 yıllık çalışmalarımızda BULTÜRK olarak biz, büyük şair Can Yücel’in birkaç satırda anlattığı bir işi anlata anlata bitiremedik. Şöyle demişti üstat: DEĞİŞİM Can mı çekişiyordu yoksa? İnce uzun bir hayvan Yok efendim dedi yanımdaki adam. Çarpıyor Gömlek değiştiriyor yılan Çarpıyor Bu hallerden anlarız dedi az çok Çarpıyordu kendini taşlara. Biz de sınıf değiştirdik bir zaman. Canı mı sıkılıyor İşte bunu seyrettik biz 28 yıldan beri. “Hapisçilerin” hain oluşunu, komünistlerden, totalitercilerden, canilerden demokrat, para babası ve mafya şefi doğuşunu! Derileri, tüyleri, kabukları değişti hep kurt ve yılan kaldılar. Öyle de yaşamaya devam ediyorlar. Şimdi yepyeni bir olay izliyoruz. Çok bilenleri ve çok isteyenleri yok ediyorlar. Bu da hep halk adına yapılıyor. İkinci Borisov hükümetinde (2014 - 2017) Reformcu Blok’a yüklendi yükler ve çöktüler. Üçüncü Borisov hükümetinde sözde “yurtseverlere yüklendi” vaat çuvalları, yakında o da çöker. Yükleyen büyük demokrat, ezilenler meraklılar, havlayanlar, hamallar. Halk şairi şöyle demiştir: Bizim yurtseverler, hak ve özgürlük uğruna kendi canlarını değil halkın canını, ruhunu, kimliğini feda eder. *** Kurultay, majoriter ve çoğulcu seçim sistemlerine ışık tuttu. Bulgaristanlı seçmen siyasi partilere inanmıyor. Değişen yine stil (usul) olacak. Seçim sistemi değil, seçim usulü yarı yarıya değiştirilecek. Popülistlerin önde geleni olan GERB partisi, 2 milyon 500 bin seçmenin oy verdiği 6 Kasım 2016 referandumunu onaylatmak üzere meclise sundu. Halk, iki dereceli majoriter (en fazla oy alan kazanır) sistemi istiyor dedi. Bu, kuşkusuz yüzde yüz değişiklik isteği olsa bile, siyasi partilerin hepsini birden hem de bir çırpıda çöplüğe atacağı için, bizde bu teklif meclis koridorlarından geçmez, kapıdan asla çıkmaz.


Makale ve Analizler - 2017

199

Şimdi milletvekilleri majoriter sistemi sökecek, gerekirse yontulacak, kusurları bulunacak ve yeniden paketlenecektir. Sonunda “halk bizden büyüktür”, fakat “bizi aynı halk sonrada seçtiği için biz ona eşitiz” deyip, iş yüzde elli, yüzde elliye kotarılacak her halde... 1. Borisov hükumeti bu görüşmelerde ve oylamada düşer mi? Düşmez! Çünkü bu hükumet kirli, yağlı, tiksindirici işlerle uğraşmak istemiyor. Borisov kurduğu hükumetleri mantoladığı ve elektrik tesisatını değiştirdiği apartmanlara benzetiyor. 1- 2009’da yeni mantolanan 2 apartmanın sigortası bir ana sigortaya bağlanıyordu. Bunun anlamı iki başbakan yardımcısı ve bir başbakan vardı. 2013 Şubatında elektrik faturaları % 10 zamlı gelince 17 Mart 2013’te tablo patladı. Birinci Borisov hükümeti tek yumrukta düştü. 2014’te seçimlerde yeniden en fazla oy alan ama artık kendi başına iktidar olamayan GERB 84 milletvekilini 121 yapabilmek için, mantoladığı apartmanlardan her üçünü ayrı ayrı alt sigortaya ve toplamını da bir ana sigortaya bağladı. Ana sigorta bu defa da Boygo Borisov’un kendisiydi. 2- 7 Kasım 2014’te kurulan II. Borisov hükümetinde işleri sımsıkı tutanlar, güvenlik sistemi 3 adet Başbakan yardımcısına ve bir de tepedeki başbakana bağlanmıştı. Yine dayanmadı. Batıdan Doğuya esen siyasi rüzgâr daha kış gelmeden sigortaların üçünü de birden attırmazdan önce, direkleri yıktı. Borisov ikinci kez istifa etmek zorunda kaldı. 3- Şimdi kurulan, III Borisov hükümetinde alt sigorta sayısı dörde çıktı. Başbakan Yardımcıları 4 oldu. Apartmanlardan dördü bir ana sigortaya bağlandı. Sistemi ayakta tutmaya yardımcı olurlar umuduyla 30 yeni kaymakam hemen atandı. Bu defa 2 ay sonra gelecek yeni faturalarda elektriğe % 30, doğal gaza, kömüre ve benzine % 29 zam geleceği davullu zurnalı önceden duyuruldu. Hükümet ortaklığında buluşan taraflar koltuklarına oturunca pisi gibi oldular, ne miyavlıyor ne de kapı tırmalıyorlar. Ses tonları değişti. İşittiğimize göre, her gün kiliseye gidip dua ediyorlarmış. Uğultusu işitilen rüzgârın yüksekten geçmesini, bu defa da hepsini birden alıp götürmemesini, alt sigortaları ve ana sigortayı attırmadan, selametle birkaç aycık görevde kalmayı akıllarından geçiriyorlar. Bizim kurultayda, bütün alt sigortalar atarsa ne olacak, karanlıkta mı kalınacak sorusuna da yanıt arandı. Seçimler bahar gibidir diyenler oldu. Derelerde çingene balıkları, bataklıkta sivrisinek bitmez, yenileri belirir, bulunur ve koltuk değneği olur dediler. Tartıştığımız en önemli konulardan biri ise, bu işlerin kaç yıl önceden planlanmış olduğuna ilişkindi. Çünkü Bulgaristan’da “Çingene yok” iddiasını pey-


200

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

dahlayan grup 1976’da atanmış. Bu grubun ofisi, Bulgaristan Komünist Partisi Merkez Komitesine bağlı Toplumsal Bilimler ve Sosyal Yönetim Akademisi’nde (AONSU) semtine yerleştiğinde, kadroda yalnızca Elena Marişekova, Vesko Popov ve Antonina Jelyaskova varmış. Bu kadro, 1989’dan sonra kendini yılan gibi kayaya çarpa çarpa gömlek değiştirmezden ve Soros’un Sofya’daki “Açık Toplumunda” nüve olmazdan önce şöyle bir tez geliştirmiş: “Çingeneleri her şeyi inkâr etmeye alıştırmak lazım.” Üç yıl sonra, (1979) “her şeyi inkâr etme tezi” Todor Jivkov’un da hoşuna gitmiş ve 1979’da Bulgaristan’da kırkılmamış koyun kokmayan ve goygoyculuktan vazgeçmiş Çingene varsa Sofya’ya BKP MK büyük toplantı salonuna toplamışlar. İlk sözü alan Todor Jivkov, “haber aldım, aranızda hamallık yaparak geçinenlerden bir grup milli istihbarat albaylarından birinin 12. katta bulunan yeni dairesine bir kuyruklu piyanoyu çıkarırken 100 leva almışlar. Asansörün çalışmamasını fırsat bilmişler. Olur mu böyle şey?” diye sorunca, çok alkışlanmış, Çingeneler topluca “yuh” çekmişler. Ardından söz alan, Sofya’nın “Filipovtsi” Çingene mahallesi parti sekreteri, tren garında vaks acılık yapan Asen usta, “Yapılan Çingeneliktir. Bunu yapan Çingeneleri aramızdan attık. Biz Çingene değiliz!” demiş ve o da çok alkış aşmış. Bizde işler böyle, Çingeneliği inkâr ettirenler, Türklüğü defterden silenler, komünistliği yok bilenler, “Bulgarlaştırma süreci” olmamıştır diyenler git gide iktidara tırmanabildiğine göre, belki artık kurt derisini, yılan gömleğini değiştirdi. Acaba yeni planları hazırlayanlar ne düşünüyor? Müslüman Müslüman’ın din kardeşidir. Müslüman kardeşine tuzak kurmaz, zulmetmez. Kardeşini düşman eline vermez, onu yardımsız bırakmaz. BULTÜRK kurultayında alınan kararlarda “İLERİ!” dendi. Hürriyet ve demokrasi kavgasında, Büyük Türkiye kavgasında ileri...


Makale ve Analizler - 2017

201

Makedonya Kazanı

Ertaş Çakır-11.Mayıs.2017

Konu: Demokrasi kurallarından hangisi çiğnenebilir? Yüksek matematik okuyanlardan birkaç kişiye spordum.  Yüzdeyi kim bulmuş? Cevap verebilene rastlamadım. Gençliğimde matematik kurslarına gidiyordum. Hocam bir yerden bir matematik dünyası haritası kopyalamış ve değişik matematik işlem ve işlevlerini bu haritaya deniz, okyanus, kıta, ada ve ülke adları gibi işaretlemişti. Bu işlem ve işlevlerin içinden akan ırmaklar da vardı ve onlara da isimler bulmuştu. Daha açık olmamı istiyorsanız, aklımda kaldığınca, hocam Grönland Adasına “İntegral”, Mısır’a “Pisagor Teoremi”, İtalya’ya “Vektör Teoremi” vb. isimler vermişti. Şimdi kendimi fazla zorlasam da, “yüzdenin” bu matematik dünyası haritasının tam neresine yerleştirilmiş olduğunu söylemekte zorlanıyorum. Ne var ki, 2017 yılında gazete haber ve yorumlarında ve TV ekranında en sık kullanılan matematik teriminin “yüzde” olduğu söyleyebiliriz. Bir defa Türkiye referandumundan sonra % 48,6 ile % 51,4 tartışması asla unutulamaz. Fransa Başkan seçiminde makas % 33 ile % 67 gibi açılınca sanki durum biraz huzur buldu. Bir yıllık gecikmeden sonra, geçen yılın Aralık ayında Makedonya’da yapılan erken genel seçimlerde, 10 yıl iktidarda kalan VMRO - DPMNE -sağ kanat partisi ile sol parti- Sosyal Demokratların aldığı oylar arasındaki fark yalnızca % 1 olunca, kızışan siyasi bunalımdan çıkıp hükümet kurmaya formül bulunamadı. Matematiksel ifadesi % 1 olan bir fark, toplumu, meclisi ve devleti kilitledi, gösterilere, fener alaylarına, meclis baskınlarına neden olurken yumruklar oynadı, yer yer yüzler morardı, demokrasi halısına kandamlaları düştü. Bunalımdan çıkmak için son hamle olarak, Üsküp meclis başkanlığına iktidar yolunda ortaklık kuran 3 Arnavut partisinin lideri olarak kabul edilen, eski savunma bakanı, Arnavut asıllı Talat Caferi seçildi. Hükümet kurma yolunu açmaya çalışan Sosyal Demokratlarla Arnavut azınlık partileri 120 milletvekili olan mecliste 67 imzalı bir dilekçeyle Cumhurbaşkanı Georgi İvanov’tan hükümet kurma yetkisi istediler ama alamadılar. Bu küçük Balkan ülkesi Anayasasına göre, Cumhurbaşkanı İvanov’un hükümet kurma görevini son seçimde en fazla oy alan parti başkanına, bunu gerçekleştiremediği durumda da, sıradaki


202

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ikinci partiye vermesi gerekirken, bunu yapmayarak Anayasayı çiğnemesinden neler doğabilir? İkinci Parti olan Sosyal Demokratların lideri Zoran Zaev, son meclis baskınında yüzüne vurulan yumruklardan ve kaşının patlamasından sonra meydana gelen şişkinliğe aldırmadan, hükümet kurmak için gerekli çoğunluğu buldum diyerek “zafer yumruğu” kaldırdı. Mecliste, kendi partisinin 49 sandalyesi olan ve 3 Arnavut partisinden de toplam 18 imza alan Zoran Zaev başbakan olmaya hazırım sinyalini verdi. Bu haberi bütün Avrupa ajansları tekrarlayarak yayarken, “Hür Avrupa” radyosu Cumhurbaşkanı G. İvanovla bir söyleşi yayınladı ve “Cumhurbaşkanının, Sosyal Demokratlar lideri Zoran Zaev’e hükümet kurma yetkisi vermeyeceğini” duyurdu. Yeri gelmişken şunu hatırlatmamız yerinde olur, Cumhurbaşkanı İvanov, son haftalarda Üsküp’te kargaşa yaratan, meclisi basan ve kan döken, iktidardan yasal yollarla çekilmek istemeyen, 2007’den beri iktidarda bulunan VMRO - DPMNE partisindendir. VMRO - DPMNE partisi lideri Gruevski, 5 ay önce yapılan erken seçimde parlamenter çoğunluk sağlayamadığı gibi, mecliste sandalyesi olan 3 Arnavut azınlık partisinin hiç biri ile deuzlaşama sağlayamadı. Azınlık partileri Arnavut dilinin Makedonya’da ikinci resmi dil olmasında direniyorlar. Makedonya parlamento binasına yapılan son saldırıyı yorumlayan “Yeni Makedonya” (Nova Makedonya) gazetesi “Bu taşlı sopalı hücum, iyi planlanmış ve hedefinde milletvekillerini linç etmek olan bir saldırıydı,” diye yazdı. Kan dökenlerden 40 kişi tutuklandı. Haber ajansları, saldırının ardındaki kişinin eski başbakan Gruevski olduğunu duyurdu. 10 Mayıs 2017 itibarıyla Makedonya’da, meclis çoğunluğu sağlanmış olmasına rağmen, Cumhurbaşkanı’nın Anayasa’da yer almayan gerekçelerle Sosyal Demokrat Partisi lideri Z. Zaev’e kabine kurma yetkisi vermediği için, hükümet kurma çabaları yeni bir bunalım aşamasına tırmanmış bulunuyor. % 1 gibi bir farktan doğan, 5 aydan beri süren ve Anayasa’nın rafa kaldırılmasına neden olan bu gelişmeler, siyasi gözlemcilerin kanısına göre, ancak yeni bir Anayasa ihlali ile aşılabilir. Bu da şudur: Makedonya parlamentosunda sağlanan çoğunluk Bakanlar Kurulu’nu ilan edip Meclis Başkanı Talat Caferi önünde yemin ederek, göreve başlamalıdır. Gelişmelerin peşindeyiz. % 1’le yol kesmek yasalsa, sağlanan kesin meclis çoğunluğu ile hükümet kurmak da yasal sayılmalıdır. Bakalım görelim.


Makale ve Analizler - 2017

203

GERB Bir Devlet Partisidir

İbrahim Soytürk-12.Mayıs.2017

Konu: Üçüncü Borisov hükümeti yerinde saymaya başladı. Bulgaristan’da kabul edilen kanunlarda öteki düşmanlığı var. Geçen hafta kurulan Sofya hükümetinden bakan yardımcılarından biri kovuldu. Rüşvet almakta üstüne olmayan Pazarcık Hastanesi Baş Hekimi, Sağlık Bakanı Yardımcısı koltuğuna oturunca, doktorlar cemaati patladı. Sivilci sıksa, büyük ameliyat yazıp devleti soyanlardan birisiymiş. Yazılarımızda Bulgaristan’da üçüncü kez iktidar olan GERB partisinin, eski ordulu ve polislerin, itfaiyeci ve komandoların, milis ve jandarmaların siyasi partisi olduğunu defalarca yazdık. 15 - 18 yıl öncesine kadar siyasi sahneye çıkmaya korkan bu güçler artık duruma hakim oldular ve endişelerini yendiler. Eski suçlardan ve işlenen cinayetlerden hesap sorulmayacağına inanan yeni bir kuşak yetişti. Anlattıklarımıza, Sosyalist Partinin gölgesi olmasa GERB’in bir gün bile iktidarda kalmasının mümkün olmadığını bir daha yazıyorum. Daha açık bir ifadeyle, GERB partisi bir devlet partisidir. 2007’de AB üyeliğinden gelen fon paralarını kabul etmek ve kullanmak için kurulduğunu artık bilmeyen yok. 2019’da bu fonlar kesilince, GERB’le ne olur, şimdiden söylemek oldukça zor. Bugünkü durumun analizi şudur: Bulgaristan’daki ana sorun, III. Borisov hükümetinden beklediklerim ya da bu hükümetin kaç gün, kaç ay kaç yıl ömrü olur olmakla birlikte, seçmenin % 54’ünün yeni kabineye oy vermemesidir. Seçimden önce büyük vaatlerde bulunuldu. Vaat karın doyurmaz. Bizde yerine getirilmeseler de olur. Alışmış eşek sopa istemez. Çeken gene çeker. Zenginler eşitlik isteyenlere cevap vermekte gecikmediler. “Eşitlik bir sınıf kavramıdır, mal mülk bizim elimizde, sizin istediğiniz ne?” dediler. Büyük kitle iyi oldu da sandığa gitmedik, “bu defa bizim için umut bile doğmadı” deyip yere bakmaya devam ediyorlar. Türkler ve azınlıklar ise devletin alt katlarından bile tamamen söküldü. 170 bin Türk oyu alan GERB bir Türk bakan çıkarmadı. Türk düşmanlarını hükümete doldurdu ve şimdi Avrupa önünde meşrulaştırmaya çalışıyor. Borisov ve GERB Bulgaristan’ı neden yönetemez?


204

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Biz yeni duruma yeni bir irdeleme getirirken, bir zırdeli fıkrasından yola çıkmak istiyoruz. Akıl hastaları hep aynı şeyleri yaparak, farklı sonuçlar elde etmeye çalışırlar. Borisov kabinesi de tam böyle davranıyor. Başbakan eski kadroları ve faşistleri topladı. Avrupa Konseyi’nin “faşist” dediği Karakaçanov’u Savunma Bakanı atadı. Bir insan düşmanı olan V. Simyonov ise “nüfus” siyasetinden sorumlu Başbakan Yardımcısı atandı. Bu herif azınlıklara “hayvan”, Çingene kadınlarına “kancık köpek”, “cadı” diyor. Bu aşırı milliyetçi kişi kullandığı dille azınlıklar siyasetini yönetemez. Şu asla unutulmamalıdır! Borisov’un birinci iktidar dönemini 13 Mart 2013’te bitiren insanların kendini yakması, tüketicinin elektrik faturalarını ödeyememesi, toplumun % 30’dan fazlasının yoksulluk değil, açlık sınırı altına düşmesi, işsizlik ve sefalet oldu. O zaman Borisov halkın öfkesinden korkarak istifa etmişti. Bugün GETTO’larda yaşayanların sayısı büyüdü. Okula gitmeyen çocukların oranı arttı. Birinci ve İkinci Borisov hükümetleri aşırılığı aşamadı, aşırıları etrafına topladı ve hükümete aldı. Umutsuz gelişmelere karşın, 2014’te yapılan erken genel seçimlerde GERB partisi yine en fazla oy almayı başardı. Hükümetine İkinci Borisov iktidarı dendi. Birinci Borisov hükümetinden farklı olarak İkinci Borisov kabinesi, uzlaşıcı, yağcı, gönül okşayan olmaya çalıştı. O, sağ güçlerin birleştiricisi gömleğini giydi. Fakat 2 yıl gibi bir sürede reformlar yapılmasını isteyen Reformcu Blok’u eritmeyi ve meclisten atmayı başardı. Halkı bir koyun sürüsü olarak gören GERB yönetimi, koyunları bir tutam otla atlatıp Brüksel çayırlarında otlatacağına söz verdi. Yalan çıktı. Balon patladı. Bu arada yeni borçlar alındı. Rüşvet makinesi çalıştırıldı. Vazifesi çalmak olanlar ceplerini doldurdu. Halkı gören olmadı. Fakirler yoksullaşa dursun, zenginler iyice palazlandı. Her şey yoluna girecek, toplumsal ahlak düzelecek, çalma kapma, baskı ve soygun kapısı kapanacak deyenler, kendi işlerinden devler işlerine vakit ayıramadılar. Eski hamam eski tas, gün geldi bir daha tosladılar. Şimdi Üçüncü Borisov hükümeti zamanıdır. O, Başbakan olarak verdiği ilk demeçlerinde, verdiği vaatleri unuttuğunu saklamadı. Kazandibindeki eski çorbadan ısıtıp dağıtmaya başlarız, demekten çekilmedi. Bu defa sözde Yurtseverlerle birlik oldu. Sınır kapılarında yaşlı kadınları dövenlerle birlik olup onlara bakanlıklar vermekle büyük yanlış yaptı. Seçmene verdikleri sözleri unutanlarla kaynaştı. Şimdi işleri, ofis sekreteri bayanlarının bacaklarının uzunluğunu arşınlamak; dolgun maaşlar, makam arabalarının markası gibi konular. Yeni bataklıktan bir türlü çıkamıyorlar. Yeni seçilen bakan ve bakan yardımcıları, bunalım bacası tütmeye başlayınca görevden ayrılacaklarını önceden bildirdiler. Bu kabineye giren “şahısların” hiç birinin kafasında Türkler, Çingeneler ve diğer et-


Makale ve Analizler - 2017

205

nikler ve onların sorunları ihtiyaçları, açlık sınırında kıt kanaat geçinmeleri yok. Memleketimizde üçüncü defa kazaya hazır, toslamayı peşin kabul etmiş bir hükümet kuruldu. Hükümetin taşıyamadığı bütün yük bu defa da halkın sırtına aktarılacak, biraz daha, ardından biraz daha batacağız, aynı zamanda batmaya devam edişimizi “ilerleme” olarak göstereceğiz, yalan çuvalından çıkarıp Brüksel’e yeni yeni demetler sunmaya devam edeceğiz. Bulgaristan’da GERB yönetiminin her defasında feci bir kaza yaşattığını, siyasi ve parlamenter bunalımla sosyal dayanılmazlığı daha da derinleştirdiğini kabul etmek zorundayız. Üçüncü Borisov hükümeti ilk toplantısında “Bulgaristan’da özelleştirmenin sona erdiğini” duyurdu. Halkımız 9 milyon iken üretip biriktirdiği, bina ettiği tüm devlet ve kamu mülkü artık yeni sahiplerini buldu. Bu süreç daha Todor Jivkov döneminde 1984’te başlamıştı, her iş devletin ve kooperatiflerin elindeyken, 56. Emir çıkarılmış ve ayakkabıcılar dükkân açarak tamir etmeye, terziler pantolon dikmeye, kalaycılar parlatmaya vb başlamışlardı. Bu süreç 1994’te aldı yürüdü. Bizde bu işler Weber ve Marks’ın yazdıklarından farklı yapıldı. “Umum malı olan sermaye siyasetçilerin gösterdiği adamlara dağıtıldı” ya da “ruhunu satan kamu görevlilerinin kazanç sağlayıp palazlanma özlemine sağdık kalındı.” Türklerin eline tek bir fabrika geçmedi. 2009’dan beri bu soygunu Borisov hükümetleri yönetti. Devlet malı 10, 100, 1 000 levaya, bazen da 1 US Dolara satıldı. Bu işten ancak özelleştirenler, özelleştirilenler ve komisyoncular kazançlı çıktı. Devlet çöktükçe çöktü. Özelleştirmeden halk kazanmadı. Özelleştirilen işletmeler hep kapandı. “Kremikovtsi” demir döküm, “Balkan”, BTK, “Motokar” ve daha yüzlerce işletme ve şirket iflas etti. Böylece Bulgaristan’da iki yeni sınıf oluştu: “Bulgaristan’ı kuranlar” ve “Bulgaristan’ı satan ve suyunu içenler.” Birinci gruba girenler, 40 - 50 sene çalıştıktan sonra bugün emekli olanlar ve ayda 200 leva emekli maaşını bekleyenlerdir. İkincilerin sınıfı ise oligarşi ve mafyadır. Üçüncü Borisov hükümeti, “stratejik üretimler” ilan edilen ve özelleştirilmeyen bazı üretimlere güvenmekte ve bu sektörlerde % 3 gibi yıllık artış elde etme planları yapmaktadır. Ne ki bu fabrikalarda çalışan Türk yoktur. 28 yıl önce başlayan “serbest Pazar ekonomisi” hayallerimiz suya düştü. Yoksulluk Bulgaristan’a ve Avrupa Birliği’ne yüz karası oldu. Küresel kapitalizm ülkemizdeki serbest Pazar ekonomisi ve rekabete dayanacak kapitalizm umutlarını ezdikçe, biz fakirleşiyoruz. Demokrasi umutlarımız da eziliyor. Bizde uygulanmasa da, “Özgürlük, eşitlik ve kardeşlik” tüm demokratik devrimlerin ana il-


206

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

kesi ve sloganı olmalıdır. Hele etnik azınlıkların kalabalık olduğu toplumlarda bu yoksa dirilme yolları tamamen kapalıdır. Bulgaristan’da yoksulluğu yenebilme şansımızın sıfır olmasının nedeni ise, üretim olmaması, geleneksel pazarlarımızın elimizden alınması, pahalılık ve umutsuzluktur. Bizde kaplumbağa tavşanın peşinden koşmaktadır. Kaplumbağa, bu örnekte, halkın gelirlerine simgedir. Yeni dönemde, seçim sonuçlarını ve vaatleri bir yere bırakarak, kendimize şu soruyu sormalıyız. “Ben neredeyim acaba?” Şu karşımdaki “Versace” kravatlı, Fransız kolonyası kokan, ayakkabıları bin 200 leva, elbisesi 6 bin 500 leva ve gömleği de bin 500 leva olan ve “eşitlik sınıfsal bir kavramdır” diyen Bey efendinin cephesinde miyim? O bize “fakir doğan yoksul ölür, çalışmakla zengin olunmaz, çalışanların daha iyi yaşamasına şans yok” diyor. Artık sokakları, mağazaları, dükkânları ve pazarları ayırma zamanı geliyor. Bizden utanmaya başladılar. Küstahlaşıyorlar. Benim şöyle büyük bir ricam var. İyi oldu Türkiye tel örgülü huduttan artık sığınmacı salmıyor. Sözde yurtseverlerin geliri büyük ölçüde azaldı. Bir şey daha yapmak gerek. Türklere tükürmeye devam eden “Skat” TV şirketinin mülkünde olan, yani faşist Başbakan Yardımcısı V. Simyonov’un malı olan, “Malko Tırnovo” sınır kapısındaki otele kız kadın doldurup Türkiyeden gelen hafta sonu konuklarından torba torba para topluyorlar. Faşistlerin gelir kaynaklarına bir para dolduruyorsak, anti-faşist mücadelede başarılı olamayız. Türkiyeli turistleri Malko Tırnovo kasabasındaki kadın kız oynatılan otele uğramamaya davet ediyoruz. Biz faşizmi Euro ve Dolarla besleyemeyiz. Nerde kaldı milliyetçiliğimiz? Unutmayalım, biz fakir oğlu sefiller olarak yaşamaya devam ediyoruz. Her sabah çocuklarımızı okula gönderirken ceplerine verecek harçlık bulamıyoruz. Ay sonunda aldığımız üç be beş para her ayın ilk beş gününde tükeniyor. Ay bitmeyen bir yol gibi uzadıkça uzuyor. Bu durumu yenmeliyiz. GERB partisinin ideolojisi ve fakirlikle başa çıkma programı yok. O bir devlet partisi gibi hareket ediyor. Yeni halk eylemleri başladığında kaba kuvvet kullanmayacağına nasıl inanalım! Bugündü yeni dönemde, haki tarafta olduğumuza kesin karar vermeliyiz. Sanki dalavereleri durdurmak, rüşvetçileri toplatmak, yoksulluğun kökünü kazımak, evlatlarımızı daha iyi okullara gönderebilmek ve kış geldiğinde odunları saymamak için hangi tarafta olduğumuzu kesin belirlememiz gerekiyor. Biz artık değişim isteyen öfkelilerin yanında olmak zorundayız. Hele biz Türkler! Çünkü bize devlet nimetlerini koklatmak istemeyenler, oy vermemize tahammülü olmayanlar, vatandaşlığımıza göz dikenler iktidar oldular. Ortaklık kurdular, dalaverecilikte buluştular. Meclis’e seçim kanununda değişiklik isteği görüşülmek üzere sunuldu. Toplumun tavrı değişiyor. 24 bölgeli majoriter sisteme geçilirse GERB 160 san-


Makale ve Analizler - 2017

207

dalye, BSP 50 ve DPS de 30 sandalye kazanır hesapları açıklandı. O zaman sözde Yurtseverler meclis dışı kalabilir ve iktidardan uzaklaşmak zorunda kalırlar. Fakat GERB gibi bir devlet partisiyle totaliter sistemin sökülüp gömülmesini beklemek de yalan olur. Biz, Bulgaristan’da demokrasi kurulmasından, halkın daha iyi yaşamasından, aç yatan olmamasından, kimsenin evinin yıkılmamasından, çalışanların emeğinin karşılığını almasından yana olanların cephesinde yer almalıyız. Bu cephede dikilen bayrak hak, özgürlük, adalet ve eşitlik bayrağıdır. Siyaseti izlemeye devam edelim. Bulgaristan hepimizin vatanıdır.

Büyük Projeler, Büyük Devletlerin İşidir

BG-SAM-13.Mayıs.2016

Konu: “Türk Akım” döşeniyor. Kazançlı çıkanlardanız. Güney Avrupa’da gaz boru hatları. Rusya ve Türkiye ekonomik işbirliği gündemini oluşturan “Türk Akım” projesi yapımı başladı. Karadeniz dibinden Türkiye’ye akacak Rus doğal gazı, bu dev doğalgaz boru hattıyla 2019 itibarıyla Balkanlara ve Avrupa’nın merkezine ulaşacak. Bu muazzam tasarımın gerçekleştirilmesinde anahtar rol oynayan “Gazprom” bildirisinde şöyle deniyor: “Türk ve Avrupalı müşterilerimiz Rus doğal gazı için güvenli yeni bir güzergâh kullanabilecektir.” Rus doğal gazını Güney Doğu Avrupa ve merkezi Avrupa’ya iletecek olan “Türk Akım”dan kim ve ne kazanacak? Görüldüğü üzere Rusya enerji kaynaklarından bir kısmını Türkiye üzerinden Avrupa Birliği’ne satmaya çalışıyor. “Türk Akım” hizmete girdiğinde ceo-enerji siyasetinde ne gibi değişikler olması bekleniyor? gibi sorular, Türkiye’nin bilinen enerji sorunları uzmanlarından Necet Pamir ile bir söyleşimize konu oldu:


208

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Necet Pamir: 2014’te Türkiye ziyareti esnasında Vladimir Putin’in bu projeyi önermesi Ankara için de sürpriz olmuştu. Önerilen projenin kapasitesi 15,75 milyar metre³, 4 boru hattı, yani toplam hacim 63 milyar m³ idi. Bir kısmıyla Türkiye’ye, diğer kısmıyla da Avrupa’ya doğal gaz verilecekti. Birleşik Amerika ve Avrupa Birliği’nin Ukrayna ve Kırım olaylarına tepkisinden sonra, Putin bu projeyi hangi ortamda ve hangi koşullarla önermişti? Bununla birlikte yapılan öneri, bu kıtasal teşkilat içinde “Gazprom”un kurduğu enerji tekelinin kırılması için AB tarafından hazırlanan üçüncü enerji paketine de yanıt oldu. Önerisini açıklayan Putin “ben bir çıkmaz sokakta değilim” sinyali verdi. “Başta Türkiye olmak üzere, benim de değişik seçeneklerim var” dedi. Biz, bu planların gerçekleştirilebilirliği konusunda kuşkuluyduk. Bir de bu büyük ölçüde olmakla birlikte bir siyasi projeydi. Rusya ile Avrupa Birliği uzlaşma noktası bulamayınca, gaz boru hattının Türkiye veya Bulgaristan topraklarından geçmesinin pek anlamı yoktu. Demek oluyor ki, bu proje ortak temas nopktalarının bulunamadığı noktaya bir yanıt olarak ortaya çıktı. Ardından gelen olaylar. Türkiye semalarında düşürülen Rus askeri uçağı krizi, projenin bir süre ertelenmesini beraberinde getirdi. Tür Türk ilişkilerinin normalleşmesinden sonra, hemen projeye dönüldü. Ne lki, son durumda “Türk Akım” da 2 doğal gaz borusu var: Birisi 15.75 milyar m³ kapasiteli olup Rusya’dan Türkiye’ye gelecek. İkincisi de yine 15.75 milyar m³ kapasiteli olup Türkiye’den Avrupa’ya uzatılacak. Şimdi de tartışmalar devam ediyor. Konu ikinci boru hattıyla ilgilidir. İkinci hattı döşemek için Türkiye AB ile ortak noktalarda uzlaşma sağlayabilecek mi? Soru: Topraklarından geçecek olan bu ikinci doğal gaz boru hattının T.C. için önemi nedir? Necet Pamir: Türkiye açısından bakıldığında ülke 14 milyar m³ kapasiteli bir doğal gaz boru hattı yerine 15.75 milyar m³ kapasiteli bir trasa elde etmiş olacaktır. Türkiye’nin Rusya’dan bağımlılığı açısından çok ciddi bir takım değişiklikler meydana gelmeyecek. Bu bağımlılık zaten % 55 oranında olup, yüksektir, şimdi de azalmayıp biraz daha artacak. Bununla birlikte Rusya Ukrayna’ya bir sinyal vermiş oluyor. Rusya’ya bu denli güvene bilir miyiz sorusu ortaya çıkıyor. Bir teknik sorun nedeniyle yoksa başka bir sebeple, Rusya bizi cezalandırmak isterse yani boruyu kaparsa, Türkiye ekonomisi zor günler yaşayabilir. Soru: Türkiye’nin enerji güvenliği açısından bunun anlamı nedir? Necet Pamir: “Rusya kazanıyor. Neden mi? Çünkü Türkiye pazarına direk çıkış yaparak ve 15.75 milyar m³ doğal gaz satarak, Ukrayna’yı cezalandırıyor. Aranızdan bazıları, 15.75 milyar m³ doğal gazın hesabı mı olur. Bu miktar 30 milyar m³ olsa neyse ne!” diyebilir. Ukrayna’ya sinyal veren ve mevzilerini güçlendiren Rusya, Trans Anadolu gaz boru hattı (TANAP) hizmete gir-


Makale ve Analizler - 2017

209

mezden önce, kazançlı olacaktır. Aynı zamanda AB’ye de birçok sinyal verdiğinden dolayı, by projeden öncelikli olarak Moskova kazançlıdır. Bu gaz boru hattından sağladığı doğal gaz için Türkiye fiyat indirimi elde edemedi. Belki de bu Türkiye için çok önemli olmaya bilir, fakat bu uğraşıya göre daha elverişli koşullarda olması gerekirdi. Soru: Avrupa’ya Türkiye üzerinden Hazar Denizi doğal gazı saplayacak olan ve inşasına daha önce başlanmış bulunan TANAP, “Türk Akım” projesine rakip midir? Ankara bu projelerin konumlarını güçlendireceğini umut ediyor. Görüşünüz nedir? Necet Pınar: TANAP üzerinden Türkiye Azerbaycan’dan 6 milyar m³ doğal gaz alacaktır. TANAP çalışmaya başladığında Rusya’dan bağımlılığımız bir yere kadar azalmış olacaktır. Enerji güvenliğimiz açısından bu olumlu bir gelişmedir. Fakat TANAP ile imzalanan sözleşmeye bakıldığında ekonomik olarak T.C.’nin zarar edeceğini görebiliyoruz. Kazanan taraf Azerbaycan’dır. “Botaş”ın kullanılmayan doğal gaz boru hatları harekete geçirilseydi, çok daha iyi olabilirdi. Türkiye doğal gaz boru hatlarının döşenmesine katılsa da, taşıma masrafları yüksektir. Soru: Yakın geçmişte T.C.’de doğalgaz tüketimi konusu masaya yapırılmıştı. Bu konuda ne diyeceksiniz? Necet Pınar: Tüketimin geleceği, tüketimi azaltma açısından görüşüldü. Önceleri daha fazla tüketim öngörülüyordu. Biz iç kapasitemizi kullanmaktan yanayız, örneğin kömürlerimizi. 1990’da T.C.’nin enerji tüketimi % 52 ihracattan sağlandı. 2000 yılında bu oran % 87 olurken, geçen sene % 76’ya çıktı. Bağımlılığımız artıyor. Kömürlerimizde kükürt ve nem oranı yüksek, alternatif enerji kaynakları bulmalıyız. T.C.’de yapılan ihalelerde, “en ucuz elektriği sağlayan, ihale kazanıyor, teknoloji, hava ve doğa kirliği, atıklar sorunları” dikkate bile alınmıyor.  Necet Pamir, Türkiye’de ve dünyada enerji siyaseti konusunda okutmandır. CHP’nin enerji sorunları komisyonu başkanıdır. Kaynak: “Pogled. İnfo”


210

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Havada Titreşim Var

BG-SAM-13.Mayıs.2017

Konu: Bulgaristan Türklerinden iktidarın alt katlarında çalışan tek kişi yok. Faşistler komünistler için geldiklerinde, Ben sustum, çünkü komünist değildim. Faşistler sosyal demokratlar için geldiklerinde, Ben yine sustum çünkü sosyal demokrat değildim Faşistler sendikacılar için geldiklerinde, Ben yine sostum çünkü sendikalı değildim. Faşistler Yahudiler için geldiklerinde Ben yine sustum, çünkü Yahudi değildim. Faşistler benim için geldiklerinde, Her yerde suskunluk hakimdi, Çünkü konuşacak kimse kalmamıştı. Kardeşlerim sonra geç olmasın! Yordan Tsonev Hak ve Özgürlükler Hareketi (DPS) Genel Başkan Yardımcısı ve milletvekili Yordan Tsonev, Bulgar Ulusal Televizyonu (BNT) Birinci kanalında en seyredilen program olan “Panorama”da konuştu. Tsonev, “Hak ve Özgürlükler Hareketi “Birleşik Yurtseverlerin” hükümete katılmasına kesinlikle kaşıdır. Onların Başbakan Yardımcısı ve Bakan olması çok ciddi gerginlik doğura bilir” dedi ve şöyle devam etti: “Bizim kanımıza göre, Bulgar hükümeti tamamen yanlış bir temel üzerine kurulmuştur. Avrupa’da aşırı milliyetçiler hükümete alınmıyor. Bizde tam tersi oldu. Avrupa ülkelerinde değişik iktidar ortaklığı formülleri bulunarak, aşırı milliyetçilerin kabinede yer alması önleniyor. Bunun son örneği ise Fransa Cumhurbaşkanı seçimleridir.” DPS Başkan Yardımcısına göre, Bulgaristan’da aşırı milliyetçilerin hükümette yer alması etnik temel üzerinde olmak üzere çok ciddi çatışmalar belirmesine neden olabilir.


Makale ve Analizler - 2017

211

Yordan Tsonev şöyle devam etti: “Bulgar aşırı sağ milliyetçi güçleri o denli tehlikelidir ki, iktidarda asla yer almamalıdırlar. Bulgaristan aşırı milliyetçilerinin “yurtseverliği” bir yana, bunlar etniklere aşırı düşmanlık kışkırtan milliyetçilerdir. Çatışma kapı çalıyor. Bulgar milliyetçili Türk milliyetçiliği oluşmasına neden oluyor. Milliyetçiliğin pohpohlanmasından hiç kimseye yarar gelmez. Bulgaristan için tehlikelidir. Makedonya olayları gözlerimizin önünde gelişiyor. Yugoslavya savaşını unutmayalım.” Tsonev, “Hak ve Özgürlükler Hareketinin, III. Borisov hükümetinde iktidara tırmanan aşırı milliyetçilikle sonuna kadar mücadele edecektir,” dedi. Onun belirttiği üzere, “Avrupa Birliği kurma fikrinin temellerinde olan milliyetçilikten vazgeçmek ve onu yerin dibine gömmektir. Avrupa kıtasında aşırı milliyetçiliğe karşı çok sert bir mücadele vermiş ve amansızca direnmeye devam edecektir. İkili standart uygulanıyor. Avrupa’da faşistlerle birlikte iktidar olmak isteyen yok. Bulgaristan’da faşistler iktidardadır. Hak ve Özgürlükler Partisi olarak, biz, Avrupa’daki bütün siyasi forumlarda bu soruyu soracağız. DPS partisinin Avrupa’da muazzam otoritesi var. Biz aşırı sağcı milliyetçilere karşı her yerde ve her zaman mücadelemize devam edeceğiz. DPS Başkan Yardımcısı Tsonev, konuşmasında, Bulgar aşırı sağcı milliyetçilerin sınır kapılarında yaşlı vatandaşlara saldırdığını, seçmenleri tartakladığını, serbest oy kullanma hakkını engellediğini, etnik azınlık temsilcilerine TV ekranında “hayvan”, “uluyan köpek”, “sokak iti” dediğini söyledikten sonra şöyle devam etti. Böyle kişiler Bulgaristan etnik sorunlar ve nüfus siyaseti işlerinin başında yer alamaz. Yabancı düşmanlığı körükleniyor. Bulgaristan’da kadınlar taşımasa da “peçete” yasağı yasası ve “dış ülkelerde bulunan Bulgaristan vatandaşlarının seçme ve seçilme hakkına yasak konması gibi kanun önerileri geçirilmeye çalışılıyor, insan düşmanlığı kışkırtılıyor,”dedi. Faktor.Bg


212

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Geriye Bakış

Osman Bülbül-14.Mayıs.2017

Konu: Dünya cenneti ile öbür dünya cenneti aynı yerdeyse, yerim köyümün kabristanlığıdır. Ben bu dünyadan Bulgaristan Türklerinin vatan türküsünü söyleyerek gitmek istiyorum. Son doruktayım. Kazanlıkta hastaneye girip çıktım. Son savaşa girmeden şapkayı alıp gitmek istemiyorum. Dünyada yaşamayı kolaylaştırmak için zaman ve uzamı bulanlar, takvimi, yıl sayımı ve daha birçok şey icat edenler, doğanın kurallarından yalnız birini değiştirebilselerdi ne güzel olurdu. İnsan insan olalı hayatı, hayattın sırrını çözme uğraşısındadır. Ne ileri ne geri, hayatın içine giremedik. Bundan iki sene önce, sapı, yaprağı ve çiçeği kuruyunca, mahzene indirdiğim bir saksım vardı. Koyu mavi goncayla masamın üzerine dökülen ve açtıkça mavisini yıkayıp durulayan ve yapraklarının ucunda, sevgi gözlerinden süt maviyle gülümseyen çiçeğim! Kış, yolculuklar, hastane, gelip gidenler ve zaten güzelliğine kıyamadığım için 2 sene toprağını bahçeye saçamadığım benim sevimli uykucum, bu baharla birlikte uyanmış, üç beş yaprakla fışkırmış saksıdan, bu sabah o bana, ben de ona “Hoş geldin!” dedik. Bakıyorum yakalamış saçlarından baharı. Mahzenden bambaşka duygularla çıktım. Elimde kurumasına kıyamadığım, hayat bulmuş, adını bilmediğim sevgilim. Yol kenarındaki kavağa baktım, yün döküyor, asfalt üzerinde beyaz topçuklar birbirini kovalıyor. Bu bahar kestanem çiçeklerinden ayrılmak istemiyor. Her biri ışık saçan bir lamba gibi, yeşil yapraklar çiçeklere öyle sevdalı ki, büyümeyi unutmuş. Şu günler, akasya salkımları kestane çiçeklerinin beyazlığına erişti. O emsalsiz beyaz yeşil cümbüşü dünyayı gölgeledi. Arılar şaşkınlık içinde! Akasya balını kestane balına karıştırmayalım deyip, koşar gibi uçuşuyor, beyazdan beyaza mekik dokuyorlar. Ben elimde yeşeren umutla dondum kaldım. Hangi çiçeğin hangi tarihte açacağı listesini yapanı düşünüyorum. Hepsi her bahar açarken, benimki neden 2 senede bir açıyor diye üzülüyorum. Yapraklarını menekşe mavisinden süt mavisine yıkayan çamaşır makinesi bu sene yine çalışır mı acaba, diye endişeliyim. Eğer yolun sonunda, yarın kenarında, yıldızlar yolunda ya da vuslat kapısındaysam, elimdeki saksıdan bana gülümseyen ve acele etme, bizi bir daha görmeden girme çığlı işittikçe huzur buluyorum. Neden her şey geri dönebiliyor da, biz bu dünyadan göç edince, bir daha neden geri dönemiyoruz? Üzgünüm.


Makale ve Analizler - 2017

213

Yeni bir kitap okumaya vaktim olmazsa, son okuduğum Herodotos’un Tarih eseri olacak. Bu eser belki de insan yaşamının dip derinliklerine indiğinden, benim için çok değerli. Öyle ama o da, ilk çocuğun emeklemeye başlamasından bilmem kaç milyon yıl sonra, insanoğlunun kaz tüyünden divit, kök özünden boya, ceylan derisinden üzerine yazılabilen bir şey olabileceğini keşfinden sonra yazılmış. O zaman, tarih felsefesi yokmuş. Tarih, insanın, insanların gördüklerinden, bildiklerinden, efsaneleştirebildiklerinden yazıya dökülenmiş. Sözlü tarihse, dün ve yarının bugün gev elenmesiymiş. Hiçbir şey unutulmasın diye kütüphanelerde kitap depolanmışlar. Dünya benimle başladı ve benimle bitecek deyen Büyük İskender eski zamanların en büyük Kütüphanesini İskenderiye’de ateşe vermiş. Eski Elinler çok dolu insanlarmış, onlar bildiklerini arkadan gelenlere anlatmasınlar diye, düşmanları dillerini kesiyormuş. Ölü dillerin sayısı konuşulanlardan kat kat fazla... Dil insanın hem dostu hem de düşmanı. Bizim dilimiz de yasaklı. Biz de tarih oluyoruz gayrı. İnsanoğlu tarihi yaşatmanın başka yollarını da aramış tabii. Anlatamasam, çizerim, boya bulamazsam yontarım, heykeller dikerim, mağaraların içini döşerim gibi birçok şey aramış bulmuş. Bir dönem insanoğlu dünyadan çok korkmuş, göğe yönelmiş, Babil Kulesi’nden defalarca yüksek gökdelende huzur bulamayanlar, 200 bin US Dolar ödemiş ve uzaya uçma heveslileri sıra bekliyor. Dünyadan kaçmak isteyenler, mağaradan çıkıp evlerde, dairelerde yaşayanlar, emekleyerek yürümeyi öğrenenler, harfleri söküp okumayı sökenler, resim yapmayı ya da taş oyup heykel dikmeyi becerenler... Öyleyse, insanlar neden korkuyorlar. Neden hep kendilerini koruyacak sığınacakları birini, bir yeri arama peşindeler! Neden bulduklarıyla yetinmeyip hep yeni bir sığınak aramaktan vazgeçmiyorlar? Paylaşılamayan nedir? Yaratan tüm renkleri baharda, tüm meyveleri güzde, herkese yetecek Sıçak ve soğu yaz ve kışta vermiyor mu? Güzellikler içinde boğulmak isteyip de mahrum kalan mı var? Yolun sonunda olduğumu hissedip, bu kadar çok çözülmemiş sorunla, sırtında çuval çuval dertle son yola çıkmak ne zor bir bilseniz! Bazen insan delirir ve dünya karasını betonlar, baştanbaşa asfaltlar mı acaba gibi sorular soruyorum kendime. Bbüyün çiçekler birlik olup o hayat düşmanı kara asfaltı kaldırıp hayata yeniden yaşama hakkı verebilir mi sorusu geçiyor aklımdan. Bir defasında, arabamla Almanya’da Nazi faşistlerinin bir metre kalın betonla döşedikleri yollardan birisinin tam ortasında, betonu delmiş, siyah vebaya “ben seni yendim, yani deldim” diyen gururlu bir papatya çiçeği görmüştüm, asla unutamam. Herodotos “Tarih”inde derinliğin derinliklerini anlattığı çağlarda, insanların yakınlarının bu dünyadan ayrılmasına fırsat tanımamak ve yaşayanlarla bir-


214

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

likte dünya hayatına devam etmelerini sağlamak için, ölülerini yediklerini yazıyor. Hintlilerin ise, vuslata gidenlerin yükünü azaltmak için cesetlerini yaktıkları bilinir. Afrikalıların adetlerini bilmiyorum. Bulgaristan’da Romen Mezarlığı görmedim. Kafamdaki en canlı soru: İnsan doğduğu yere mi gömülmelidir? Dünya cenneti ile öbür dünya cenneti aynı yerdeyse, yerim köyümün kabristanlığıdır demek. Bazen hayatımı bir çırpıda özetlemek istediğim oluyor. Ateşle suyun, yaşamla çürümenin, doğumla ölümün, huzurla kavganın... Kardeşliğini seziyorum. Yokoluşu hiç göremedim. Yokoluş yok gibi... Ben bu dünyadan Bulgaristan Türklerinin vatan türküsünü söyleyerek gitmek istiyorum. Ihlamur kokulu, akasya beyazlı, menekşe morlu, güllerin süt alıyla bezenmiş, rüzgârlarla gönüllere dolup yaşamak istiyorum. Geriye dönmek, geriye bakmak çok zor geliyor. Hepinizi çok seviyorum. Bugün Viyana’dan bizim oraları böyle gördüm. Sağlıcakla kalın. Kendinize iyi bakın.














Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.