35 - ORMAN DENİZİNDEKİ DEMİR BABA

Page 1

ORMAN DENİZİNDEKİ

DEMİR BABA

2017 Mayıs - Temmuz Makale ve Analizleri


ORMAN DENİZİNDENKİ DEMİR BABA BULTURK BGSAM Yayınları Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi - BGSAM -35 BULTÜRK Adına Genel Başkanı: Rafet ULUTÜRK Basım: Mayıs - Temmuz - 2017 Koordinatör: Dr. Nedim BİRİNCİ Editör: Raziye ÇAKIR İnternet sorumlusu : Kapak Tasarım: Murat ULUTÜRK Pazarlama Sorumlusu: Hamiyet ÇAKIR Arşiv: İbrahim SOYTÜRK İsteme Tel: 0212 511 63 47 www.bulturk.org; www.bghaber.org; info@bulturk.org İnternet sitesinin yazıları Adres: Yıldırım Mah. Şehit Kamil Balkan cad. No.114/A Bayrampaşa İstanbul Tel: +90 (212) 511 63 47 Belgegeçer: +90 (212) 526 51 98 https://bgsam.org/, https://issuu.com/bulturk, https://bulturk.org.tr/ Baskı : DİNÇ OFSET MATBAACILIK SAN. ve TİC. LTD. ŞTİ. Adres: Davutpaşa Cd. Emintaş San. Sit. No: 103/580-581 Topkapı - İstanbul Tel: 0090 212 493 24 67 TÜRKİYE CUMHURİYETİ YASASI GEREĞİNCE BU ESERİN YAYIN HAKKI BULTÜRK’ten İZİNSİZ KISMEN VEYA TAMAMEN ÇOĞALTILIP YAYINLANAMAZ

Web: www.bghaber.org ; E.Posta: rafetuluturk@yahoo.com


“Bilgi Ordusu, Bizim Ordumuz, Bildiğimizi Öğretmek,Bizim Borcumuz.” Rafet ULUTÜRK

Düşünceler dizisi olan elinizdeki eserin anlamı derin bir uğraşın ancak başlangıcıdır. Bulgaristanlı Türk Müslümanların başına 1970-72, 1984-85’te düşen yıldırımın bir daha düşmemesi için bir uyarı ve ışık niteliğindedir. Saygılarımızla, B U LT Ü R K İ st a n b u l



Önsöz Yerine Yıl 2017 2016 yılı Bulgaristan Türkleri ve soydaşlarımız için umut dolu gelmişti. Cumhurbaşkanlığı seçimi ve siyasi dönüşüm amaçlayan bir halk oylaması yapılacaktı. Vatandaşlar siyasi sistem değişikliğinin seçim sisteminden geçtiğini kavramıştı. Ancak parti listelerinde gösterilenlerin seçildiği “çoğulcu” uygulamadan kurtulup, seçmen tarafından gösterilecek ve seçmenin iyi tanıdığı kişilerin meclise gönderileceği mutlak ekseriyet (salt çoğunluk) sistemine geçişin müjdesini bekliyordu. Bu değişiklik için 2 milyon 500 bin seçmen oy verdi.Seçmen, meclis seçimlerinde parlamentoya giren siyasi partilere oy başı 11 leva verilmesine yani milyonlar ceplemesine son verilmesini ve seçimlerin zorunlu olmasını istedi. 2 milyon 500 bin seçmenin oyu mahkeme kararıyla rafa kaldırıldı. Siyasi sistem değişikliği için “izin veremeyiz” dendi. Bunu deyen ise, 1989 yılından sonra, “ben artık öldüm” aldatmacası yaparak, Bulgar toplumu içine boydan boya uzanan kaskatı totaliter sistemin yarattığı oligarşi ve sözcüleri oldu. Onlar aynı yıl Bulgar aşırı sağcılarını birleşmeye çağırdılar. Giderek birleştirdiler ve onlara “yolunuz iktidar basamaklarından tırmanmaktır” dediler. Avrupa’nın kaderi de kötüydü. Sığınmacılar, savaş kaçakları, kitle göçleri, kıta değiştirenler çatır çatır kıvılcım saçan faşizm her günümüzü zehir etmeye başladı. 1989’da parçaları anmalık olarak satılmaya başlayan Berlin Duvarı’ndan parçaların yerine yeni duvarlar çekmek için yeni duvarcılar belirdi. Doğu Avrupa ülkeleri aralarındaki sınırlara boydan boya tel duvar gerdiler. Tarih ayıbın böylesini daha önce görmemişti. Sınırları kaldırıp özgür bir dünyada yaşama hevesiyle birleşmeyi seçenler insanlara, “Toplama Kamplarını”, yargısız idamları, Nazileri, faşistleri anımsattılar. Avrupa Konseyi 3 Bulgar siyasi partisine, “Ataka”, İç Makedon Devrim Hareketi (VMRO) ve “Bulgaristan’ı Kurtarma Hareketi” ve bu üçlünün “Yurtsever Cephe” ortaklığı Türk, Müslüman, İslam,


6

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

sığınmacı, göçmen ve öteki düşmanlığı aldı yürüdü. Düşmanlık yılan zehrinden kötü olan... Müslümanları hem isteme hem de istememe siyaseti karıştıkça anlaşılmaz oldu. Avrupa Birliği üyesi 28 devlet Türkiye Cumhuriyeti karşısında boyun eğdi ve bir gün “ama şu göçmenleri durdurun, bizi çökertecekler” dedi. 2016 ve 2017’nin en büyük olayı buydu. Dev adımlarla büyüyen ve güçlenen Türkiye’ye daha önce 28 devlet birden yalvarmamıştı. Diz çöktüler ve 2016 ve 2017’de durumun özünü fark edemediler. Çökenler Güneşten uzaklaştıklarını fark edemezler. Kuşkusuz, önüne eğilmiş kafalardan biri olan Bulgaristan’dı. Hem Brüksel’e ve hem de Ankara’ya bakarken Bulgaristan Türklerini görmezden geldi. Onları siyasi olarak parçalayarak ve parçaladıkça ezerek mecliste faşistlere daha geniş yer açanların ve faşistleri 1944’ten beri ilk defa iktidar koltuklarına davet edenlerin tam olarak ne düşündüklerini ve ne istediklerini anlamak çok zor olmadı. Artık göç durmuş, doğal olarak geri göç başlaması zamanı gelmişti. Faşist düşmanın kafasında iki hedef birden doğdu. Camiler ve mezarlıklar. Camilerin içinde de Türkçe konuşmayı yasaklamak, Türkler için Vatan kalesi olan, mezarlıkları daraltmak hatta vakıfları kabristanlık olarak ayırdıkları bütün arsalara el atıp, onları cesetlerini gömecek bir insan boyu topraksız bırakmayı düşündüler. Sofya Türk Mezarlığı 28 yıl önce dolmuştu. Bunu Ahmet Doğan’a, Lütfü Mestan’a, Osman Oktay’a, Kasım Dal’a vb asla anlatamadık. Yakın geçmişte mecliste yaşlanan Ramadan Atalay’ın eşi vefat etti. Bir mezar yeri bulamadık, doktor hanım Bulgar mezarlığına gömüldü. Yazarlarımızdan İsmail Çavuş öldü, Sofya dışında Bankiya kasabasındaki Hıristiyan mezarlığına gömdük. Bu şehirde zengin Müslümanlar için de mezar yeri yok. Sofya kenarında 52 dönüm bir yer alındı. Toprak sahibi Bulgar komşular vakıf malımıza, kendi mülkümüze mezarlık yapılması için gereken “razıyım” belgesini vermedikleri için, 20 yıldır boş duruyor o kutsal toprağımız. Karşımızdaki devlet kale gibi! Püskülü faşist. Ortada kaldık. 2016 - 2017 bizim için çok zor yıllardı. Mezarlıksız Vatan olmaz!!! Mücadele devam ediyor. Raziye ÇAKIR


Önsöz: Toplumların hayatında yazılı tarih büyük bir öneme sahiptir. Ancak bizde yazılı olmayan tarih, yani nesilden nesile aktarılan tarih vardır. Bu nedenle bazı olaylar zamanla faklı şekilde anlatılmakta veya algılanmaktadır. Gelecek nesillere aktarılacak olan bilgi birikiminin arşivlenmesi, kitap, dergi veya gazete gibi yayın organları aracılığı ile kalıcı hale getirilmesi büyük bir öneme sahiptir. Bu nedenle edindikleri tecrübeleri, yaptıkları çalışmaları toparlamak ve kitaplaştırmak güzel bir çalışmadır. Bunu bireysel olarak yapımaktan öte kurumsal olarak da yapmaları takdire şayan bir davranıştır. BULGARİSTAN TÜRKLERİ KÜLTÜR VE HİZMET DERNEĞİ kısa bir süre önce 2013’te kurulan internet haber sayfası www.bghaber.org sitesindeki yazıları bir araya getirerek yapılan bu çalışmaları kitapçık halinde getirerek bu konuda büyük bir ciddiyet göstermektedir. Derneğin internet haber sayfasında çıkan yazıları ve çalışmalarının yıllıklar halinde kitapçık haline getirerek yer aldığı bu çalışma gelecek kuşaklara aktarılacak ve ışık tutacaktır. Öte yandan dernek büyük bir arşiv de oluşturmuş durumdadır. Dernek faaliyetlerini gerekli ciddiyetle yürüten dernek Başkanı öncülüğünde dernek kurucuları, Yönetim Kurulu ve üyelerinin yaptıkları özverili çalışmalarından dolayı kutluyorum ve başarılarının devamını diliyorum. BULTÜRK


8

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Değerli Hemşehrilerim, Bulgaristan’da hepimiz zor günler yaşadık, itildik, ezildik, çiğnendik, hatta gün geldi vurulduk, şehitler verdik. Bu nedenle bizler kendi içimize kapanarak, yaşam mücadelesi vermeye çalıştık. Ancak bu içine dönüklükten kurtulmalıyız ve Türkiye’de yaşadığımıza göre, yasaların bize verdiği tüm haklardan bizlerde yararlanmalıyız. Peki, neden bunu yapamıyoruz? 1877-78 Rus-Türk savaşından sonra Osmanlının Balkanlardan çekilmesiyle birlikte, savaş esnasında işlenen akıl almaz katliamlar nedeni ile atalarımız asırlarca yaşadıkları yerleri terk ederek göç yolunu tutmuşlardır. Geride kalanlar ise Bulgaristandevleti’nin uygulamaya başladığı soy kırım politikalarına karşı direnmiş ve hayatta kalmaya çalışmışlardır. Şimdi ise burada Türkiye’de yaşayanlar oralara yardım edebilmek için, burada ilk önce bir araya gelmek ve bir merkez oluşturmalıyız. Artık bir kurum altında toplanmalı ve birlikte hareket etmeliyiz. Bu birliğe hepimizin ihtiyacı olduğuna inanıyorum. Artık bir birimizi kötülemekten vaz geçmeliyiz, birisi için yanında konuşamayacağımızı başka bir yerde konuşmamalıyız, yani kısaca arkasından konuşmamalıyız. En önemlisi samimi, hoşgörülü ve ahlaklı olmak. Zamanla her şey yerine geleceğine inanıyorum, ama tabi ki bu dava üzerinde kafa yoran, stratejiler üreten ve devamlı bunun üzerinde çalışan olursa. Bizim savaşımız insanlarımızı ahlaklı yetiştirmek olmalı, birlik ve beraberliğe kendi insanlarımızla başlayarak tüm Türk Dünyasına taşmalıyız. Bizler burada Türkiye’de yaşayan Bulgaristanlılar büyük bir kitle haline gelmiş durumdayız. İşte bu nedenle şimdi bu kitleyi yani kendi hemşerilerimizi, bir araya toplayarak bir merkez, bir güç birliği oluşturmalıyız, tabi ki bu bizim doğal tabii hakkımızdır. Bizler de artık toplum gücünü kullanabilmeliyiz. Toplum olarak haklarımızı elde etmek zorundayız ve bu yönde çalışmalıyız. Biz bunu söylerken, önderlerimizi seçerken, başkaları kötüdür demiyoruz.


Makale ve Analizler - 2017

9

Biz bu işi onlardan daha iyi yapabileceğimize, Türkiye Cumhuriyetine ve Türk Dünyasına daha verimli olacağımıza, buralarda bu bölgelerde yaşayan Türklerin daha iyi, daha güvenilir, yaşamalarını sağlayacağımıza inandığımız için, Önderliğe, Yönetime talibiz. Bu arada Bulgaristan’da kalan kardeşlerimizin hepsinin siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel kimliklerini, muhafaza edebilmeleri için mücadele etmeliyiz ve bu konuda gerekeni yapmalı ve gerekli yardımları yapmalı ve yaptırmalıyız. Aramızda Ahlâklı, Adaletli olanları seçmenli ve yüceltmeliyiz. Geçmişi konuşmaktansa, gelecekten söz etmeliyiz, bugünü değil, yarınları görerek hareket etmeliyiz. Aramızdan stratejistlere imkân ve fırsat vermeliyiz ve onları bizler yetiştirmeli yön verebilmeliyizkısa-10 ve uzunvadeli -50 yıllık hedefleri gösterebilmeliyiz. Aramızda kötü niyetli insanları tespit etmeliyiz, bilmeliyiz ki, onların kusurlarından dolayı değil, bu güne kadar yapılması gerekenleri engelledikleri için aramızdan uzaklaştırmalıyız. Bu güne kadar neler yapılmamış, onları araştırmalı, bilmeliyiz ve neler yapılması gerekir onları söylemeliyiz ve bunları bir an önce hayata geçirmeliyiz. Bizler gözyaşları dindirmek için, yaralara mehlem olmak için, her yüke ortak olabilmeliyiz. Gençlerimize, sadece balık pişirmesini değil, balık tutmasını da öğretmeliyiz, insanlarımızı denizlere, okyanuslara açılmalarını sağlamalıyız. Aramızda Tek Lider değil her sokakta, her mahallede bir lider yetiştirmeliyiz, biz dünyayı yönetmek için oğullarımızı yetiştirmeliyiz. Bizim insanlarımız yani Bulgaristan Türkleri şahsi başarıları Türkiye’de belkide en çok olanlardanız. İşte artık bizler toplum olarak haklarımızdan yararlanmasını bilmeliyiz. Her şeyden önce siyasi haklarımızı toplum olarak kullanmalıyız, daha sonra ekonomik ve kültürel haklar onu takip edecektir. Hepimizin gördüğü gibi, tarihte büyük güçler çok defa kötü politikaların kurbanı olmuşlar ve bunlar devam edecektir. Bir toplumun Lideri olmadan hiçbir şey olmaz, bu lideri de toplum çıkarmalıdır. Siyaseti güvenilir, sevimli hale getirmek bizim hedefimiz olmalı, bu gün çok zor, imkânsız olarak görünse de, yarınlara umutla bakabilmeli ve baktırabilmeliyiz. Var olabilmemiz için, var kalabilmemiz için, öncelikle temel hususlarda anlaşma sağlamalıyız. Aramızda bir birimize güveni kaynaştırmalıyız ve samimi olmalıyız.


10

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Her şeyden önce özgüvenimizi kazanmalıyız, birlik ve beraberliği ön planda tutarak insanları insan oldukları için sevip saymalıyız. İçimizde barışı sağlayıp, tek merkezde bir çatı altına toplanmalıyız. Bu çatı da “BULTÜRK Derneği” olmalıdır. Buradan tüm dünyaya sesimizi duyurabiliriz. Balkanlar konusundaki politikalarda etkili olabilmek için yolları aşındırmalıyız. Çünkü gelişmiş ve Bulgaristan’da etkili bir Türkiye Balkanlara tamamen hâkimiyet kurabilecektir. En önemlisi kararlı olalım ve birbirimize samimi, saygılı olmayı ve bir birimizi sevmeyi öğrenmeliyiz. Bizim derdimizi ve problemlerimizi en iyi anlayabilecek zaat bizden olduğunu idrak etmeliyiz. Bulgaristan Türkleri konusunda teşhisi bizler kendimizi yetiştirerek yetki mercileri alarak son noktayı biz koymalıyız, bu güne kadar ki eksikliğimiz budur. Ayrıca Balkanların anahtarı Bulgaristan’da yani Bulgaristan Türklerinden geçtiğini de öğrenmeli ve öğretmeliyiz. Sevgili dava arkadaşlarım. Kendimizde özgüveni, aramızda güveni ve merkezioluşturduktan sonra, kimsenin aramıza nifak tohumları ekmesi mümkün değildir. Bizim için önemli olan, eksiklerimizi bulmaktır. Geçmişi bırakarak artık bizler aydınlanma dönemine bir an önce geçmeliyiz. Halimizi tespit etmek çok kolay, gazete, dergi yayın hayatımız nerede, kaç gazete, tv, radyo bizimle ilgili haber yapıyor.Burada suçlu değil, sebepleri aramalıyız. Gelin bunları tartışalım, niçin bu güne kadar bir Bulgaristan Kültür Merkezi olmamış, bunu şimdi nasıl gerçekleştirilebiliriz, bunlara yönelik çalışmalar toplantılar yapmalıyız. Hedefimiz Türkiye Cumhuriyetini daha güçlü, daha huzurlu ve daha iyi yarınlara götürmek için olmalı. Güçlü bir Türkiye Bulgaristan da yaşayan Türklerede güven ve huzur verecektir, onların daha rahat yaşamalarını hep birlikte sağlayabiliriz. Bunlar zannetiğiniz kadar zor işler değil. Dünyada insanlar bir iş için değil, bir İdeal için hayatını feda ederler. Bunun için güçlü olmak sesini duyurabilmek için öncelikle bir Kurum ve bunun Merkezini oluşturmalıyız. Çünkü Merkezi olmayan hiçbir topluluk bir yerlere gelmesi mümkün değildir. Bu güne kadar konuşmalar tartışmalar yapılmış fakat bir ağıç ekilmemiş işte bu gün bunu yaptık BULTÜRK tüm Bulgaristan Türklerinin biz öncelikle sadece Bulgaristanlıyız.


Makale ve Analizler - 2017

11

Bizler elimizdeki kıt kaynaklarla bir merkez oluşturmaya çalıştık, bunda da muhafak olduk. Bu merkeze ulaşmakta büyük güçlükler ile karşılaştık bu konuda bizlere yardımcı olan emeği geçen herkese teşekkür ediyoruz. Ayrıca bizlere kendi yerini veren Mümin Hocamıza huzurunuzda kendisine tekrar tüm halkımız adına buradan teşekkür ediyoruz. Bundan sonraki hedef de Türkiye’nin her yerine ulaşmak ve bu birlikteliği her yerde tesis etmektir. Bu merkezimizde artık kendimize ait bir kültür merkezimiz oluştu toplantı salonumuz da mevcuttur her 15 günde bir toplanıyoruz. Amacımıza ulaşabilmek için devletin bir şeyler yapmasını beklememeliyiz. Birlikten kuvet doğar Atasözünde olduğu gibi güçlerimizi birleştirerek devlet yönetiminde söz sahibi olmalıyız ve geleceğimize kendimiz yön vermeliyiz. Gençlerimizin devlete girmelerinin yolunu aydınlatmalıyız. Artık bizim de Ankara’da TBMM’de kendi temsilcilerimiz olmalı. Bizler de buralara kendi içimizden birilerini gönderebilmeliyiz. Aramızda birlik ve beraberliğimizi oluşturduğumuz takdirde kendi içimizde samimi olduğumuzda başarıların ard arda geldiğini göreceğiz bunu başaracağımıza eminim. İhtiyacımız olan tek şey kendi içimizde daha adaletli olabilmek. Sevgi ve saygılarımı sunarım, Genel Başkan Rafet ULUTÜRK


12

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Ara Sıra Gerçeğin Aynasına Bakalım

Şakir Arslantaş-14.Mayıs.2016

Konu: “Birlik ve Beraberlik, ölümden başka her şeyi yener.” Mustafa Kemal Atatürk. GERB partisi 2008 seçimlerinden önce bir program yazmıştı, halka göstermeden, seçimleri kazandı. 2014 seçimlerinde GERB program yazmadı. II. Borisov kabinesi programsız kuruldu. Başbakan Borisov, kendini hakem yerine koydu. Hükümet çalışmasını bir futbol karşılaştırması gibi izlerken, gerekli olunca ben düdük çalarım, sarı ya da kırmızı kart çıkarırım, diye düşündü. Karşılaşmayı Reformcu Blok ve sözde “Yurtsever Cephe” ile birlikte oynadı. 90 dakika dolana kadar reformcuların hemen hemen hepsine kırmızı kart gösterdi, birbirine düşürdü ve 44. meclis dışında bıraktı. Kör cahillik baş belası olmaya başladı. Birinci ve ikinci Borisov kabinesinde, Bulgaristan’da okuryazar olmayanların oranı artık % 40 oldu. 2009 - 2014 arasında cahillerin sorunlarını çözmek için bir kabine toplantısı yapılmadı. Aynı dönemde 2 milyon Bulgaristanlı dış ülkelere çıktı. Gidenlerin hiç biri giderken beraberinde kitap götürmedi. Öyle ki son 5 yılda kitap açmayanlarımızın sayısı çok büyüdü. Okuma yazmayı bilen ama bildiklerini herhangi bir iş yapmak için kullanamayanların sayısı da çok yüksekti. Onların sorunları da masaya yatırılmadı. Sorunlarımız doktrinle çözülmez. 22 Mart 2017 seçimleri arifesinde GERB partisi Doktrin yazdı. Bu, bir parti Programı değildi. Doktrin ile siyasi program arasında fark var. Doktrin, bir partinin doğru diye öne sürülen, öğretilen, izlenen dogma ve ilkelerinin tümüdür. İdesiz idare edilen Bulgar toplumunda fikirler önemi olmadığı için, doktrinlerin de anlamı yoktur. Doktrin geliştirmek için GERB partisinden en az 10 kişinin Kant ve Fichte gibi düşünürleri okumuş olması gerekir. Bu feylesofları okumak polis ve emekli subayların ne ödevi ne de zevk ve ilgi alanıdır. Dahası var, GERB partisinin Bulgaristan’da yapması gerekenlerle ilgili kararlar dış merkezlerde alınıyor. Partinin seçim kazanarak, yeni faşistlerle ve aşırı milliyetçilerle iktidar olup kabine kurmasının anlamı sadece kendilerine önceden söylenenleri yerine getirmektir. Bu haftanın “168 Çasa” ve “Uikent” gazeteleri, doktrinin içinden, Bulgaristan’ın totalitarizm dönemine dönmesini ve azınlık çocukları Bulgaristan’da çalışmak ve yaşamak istiyorlarsa inşaat erlerine toplanıp parasız çalıştırılarak eğitilmele-


Makale ve Analizler - 2017

13

rini öneriyor. Mesele belli oldu. Bulgar kalpazan ve haylaz, işi yaptırmaysa ve bedava çalıştırmaya aptal arıyor... GERB ideolojisi olmayan bir siyasi partidir. Bir partinin ideolojisi yoksa hedefi de yok demektir. Doludan boşa, boştan dolaya aktara aktara insanları oyalamaya ve sefa sürme yolları arıyorlar. 1973 1989 yılları arasında Bulgaristan’a yerleşen totaliter sistemi ayakta tutmayı ve bu işten ödün vermemeyi ana ödev bellediler. Betonlaşmış totalitarizmi parçalanıp yerin dibine gömülür diye korkuyorlar. Bunu ana görev olarak görmeye başladılar. GERB devlet aygıtını elinde bulundurduğu sürece, ideolojiye dayanan bir siyaset izlemeye gerek olmadığına inanıyor.Amaç yeni sömürü mekanizmaları geliştirmektir. GERB ile sözde “Yurtseverler” aynı silahı kullanıyorlar. Bu partinin en büyük silahı beyazı siyah, karayı da beyaz göstermektir. Örneğin, Bulgaristan günümüzde Avrupa’nın en yoksul ülkesidir. Yılbaşı, Noel Bayramı veya Paskalya günlerinde kısa süreli tatil için komşu Yunanistan ve Sırbistan gidenler çoğalınca “işte biz artık zenginleştik” dediler. Bunlar yanlış sonuçlardır. Toplumumuz zenginler, oligarşi, mafya ve rüşvet yiyen tabaka ve iki ucunu bir türlü bağlayamayan yoksul, sefil, sürünen tabaka olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Dış ülkelerdeki 2 milyon işçimiz her ay yakınlarına, ailelerine, çocuklarına geçinebilmeleri için yardım olsun diye Euro, Dolar göndermese, sosyal patlamalar şimdiye kadar ülkeyi baştanbaşa yakardı. Türkiye’den gelen yardımlar da çok değerlidir. Aşırı milliyetçiler sosyal batağın derinliğini görünce GERB’e sarıldı. 2000 yılında beri Bulgaristan’da popülizm yani halkı sürekli aldatmak amaçlı yapılan propaganda 2017 erken seçimlerinde öyle bir seviyesizleşti ki, daha önce bunun böylesi görülmemişti. 27 sandalye için söylenen tonlarca yalan toplumu kokuttu. En kuyruklularını hiç çekinmeden lokum gibi uzatanlar kendilerini “Birleşik yurtseverler” olarak tanıttı. Aslında yalan kıvıran biri yurtsever olamaz. Yurtseverlik onurlu ve bilinçli bir iştir. Şeref meselesidir. Türk ve Müslüman düşmanlığından, sığınmacı soygunundan yurtseverlik doğmaz. Ancak Türkleri, sığınmacıları ve tüm Müslümanları kendine düşman edersin. Gerginlik olur, çatışma çıkar. Bulgar “yurtseverler” tahammülsüzlükle garni turlanmış iğrençli temsil ediyorlar. Aşırı milliyetçi ve faşist zihniyetlilerin siyasi partileri olduklarını gizleyemediler. Köklerinin siyasi bataklığa indiğini de gizleyemediler. Geçen ay, aşırı sağcılar ve faşistler Hollanda ve Fransa’da seçim yenilgisi yaşayınca boyaları şakıdı. Bulgaristan’da da beklentileri boşa çıktı, gizli hesapları


14

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

çarşı - pazara uymadı. Seçim kazanan GERB’in ayağına düştüler, boynuna sarıldılar ve koltuk altına gizlendiler.. Şimdiye kadar sürünenler sefalet çizgisi altında emeklemeye devam ediyor. Bizdeki faşizan partilerin liderleri, yaşlıların parasızlık uyuzunu 300 levadan 600 levaya kadar tırmanacak emekli maaşı vaadiyle kaşıdılar. Çalışanlara bin 500 levaya ortalama maaş dediler. 1.000 leva asgari ücretten söz ettiler. Seçimlerden bugüne henüz 50 gün geçti. Emekli maaşı 160 levadan yıl sonuna kadar 180 levaya büyüyecek, fazlasına para yok sözleri infial yarattı. Yalan söyleyene gücenilmez ki, inanıp inanmamak senin elinde... Hafta sonunda aşırı milliyetçilerin yüzü biraz buldu. Şöyle, Bulgaristan’da 900 bin özürlü var, bunlar yerli deyimle Telk Raporu olan kişiler. Şimdi TELK’li Çingeneler yoklanacak ve kim bu raporu rüşvet vererek almışsa, emeklilik maaşı kesilecek ve toplanan para diğer emeklilere dağıtılacaktır. Ölme eşeğim ölme yaz gelecek... Köpeğin ağzına verilen yeni kemik işte bu... Seçimde en çok kullanılan değim paraydı. Halkla buluşmaya gitmezden önce öğretmen maaşlarını yüzde yüz artıracaklarını duyurdular. Yazılan sloganlar, kaldırılan yumruklar, kurulan sofralar ve dalgalanan bayraklar bunun içindi. Şimdi hava birden değişti. Baca geri tepiyor. Bu para başarılı öğretmenlere verilecekmiş. Umudunu henüz tamamen yitirmeyen halk inandı. Oy verdi. GERB, kendisi ise, asgari ücret 500 leva olacak demişti. Olayın fıkrası şöyle dalgalanıyor. Sosyalizm yıllarında anlatılanlara bakılırsa biz gitgide komünist topluma yaklaşıyorduk. Oysa komünizmin ne olduğunu tam olarak bilen olmadığından, insanlar birbirinin ağzını yoklarken bir gün biri “Erivan Radyosu”ndan sormuşlar: “Komünizmde para olacak mı?”, “Radyo” hemen cevap vermiş: “Kimileri için olmayacak, halk için olacak.” Son seçimlerde şöyle oldu: “Seçimden önce para yoktu. Seçim esnasında oldu. Seçimden sonra yine yok!” Bu yalan dünya hiçbir ideolojiye, doktrine ve programa sığmıyor. Modern bir devletten yamyamlar ormanına geriledik 1985’te başımıza “Bulgarlaştırma” belası Bulgaristan 9 milyon ve işsizi olmayan bir ülkeydi. Bütün halk ekonomisi yok edildi. Bugün “doktrin”, “program”, “ortaklık sözleşmesi” vb yazanların ne yapacaklarını bilmedikleri kaleme aldıkları her cümleden okunuyor. Bugün 3 milyon kişi ülkeyi terk etmiş, gidenler geri gelmiyor. İki, ülkedeki nüfusun yapısı tamamen değişmiştir. 2016 yılında Bulgaristan’da doğan çocukların yarıdan fazları etnik azınlıklardan gelmiştir. Yeni doğan her 100 çocuğun ancak 45’i Bulgar soyundandır. Bu ortamda vatandaşla-


Makale ve Analizler - 2017

15

rın GETTO’larda yaşaması, geçim kaynakları olmaması, yeni bir sosyal ve kültürel ortam oluşturmuş, dilenmek binlere meslek olmuş, çöp kutularını, arabalarını ve çöplükleri karıştırarak geçinenlerin sayısı giderek artmış ve toplumsal yaşama ton vermeye başlamıştır. Bulgaristan’a başka ülkelerden nüfus yerleştirilecek. Burada sömürgeleştirilmek ve topraklarına başka milletlerden daimi yaşamak için aileler yerleştirilecek gibi 2 kavram arasında fark yapmamız gerekir. Ne de olsa Avrupa sömürgecilik çağını XX yüzyılın başlarında gömdü. Yeniden bu çağa dönmek de istemez. Bulgaristan gibi AB üyesi olmaya, NATO’ da daha önemli görevler üstlenmeye, ABD ordularına daha büyük askeri üs vermek için can atan, hatta AB ülkelerinin ortak ordu kurmaları gereğini dilinden düşürmeyen Bulgaristan’a Türk, Arap ve Müslüman olmasın da kim olursa olsun, gelip ülkemize kazık kakmasına itiraz eden pek olmadı ve yok. Biz bunu önce, 2015 yılında AB Başkan vekillerinden, nüfus ve demografi sorunlarından yetkili Yohanes Han’ın Bulgaristan’la ilgili hazırladığı, okuduğu ve ülkemize 10 milyon Avrupalı yerleştirilmesini öngören raporlarına, AB Genel Kurulu üyeliğinden maaş alan hiçbir Bulgar milletvekilinin tepki göstermemesinde, Sofya hükümetinin susmasında görebildik. Türkler gelip de oy kullanacak korkusuyla sınıra yığılanların, Angel Cambazki gibi ağzı kapanmayan bir azgın milliyetçinin, Valeri Simyonov gibi bir kudurmuş faşistin, Volen Siderov gibi düşmanlık kusan bir küstahın ve Krasimir Karakaçanov gibi partisinin hemen kapatılması gereken bir faşistin dut yemiş bülbüle dönmesi, dikkat çekicidir. Yapılan hesaplar ve artık TV ekranlarında yorumlanan planlar var. Demografik sorunlarla ilgili baş faşist Valeri Simyonov’un Başbakan Yardımcı da oldu. Bulgarlar soy ve boy olarak 30 yıla kadar yok olup gidecek olduklarından, bu arada vatanımız doğası çok güzel ve yaşanası bir yer olduğundan yani suyu içilir ekmeği yenir bir ülke olduğumuzdan, AB ele geçirmişken bizi bırakmak istemeyecekmiş. AB içinde en sefil olsak da bizi seviyorlar besbelli... Anlaşılan, Batılı devletler, Brüksel AB merkezindekiler Bulgaristan’a 10 milyon Batılı göndermeyi düşünüyorlarmış. Onlar, bize gelip kuzu kulağı toplayacak dere otuyla salata yaparak çam uçlarını toplayıp şekerle kaynatarak kara bal yapacak, kuşburnundan ve gül yapraklarından reçel yapıp ekmek üstüne, somun arası organik gıdalaşacaklar ve selpek ve tuvalet kağıdı gibi başka gereksinimlerini de, zamana kadar kapanmayan AVM’lerden parasız karşılayacaklarmış. Bu yeni sömürgecilerin ana ödevi önce yerel sonra da parlamenter düzeni ele geçirip liberalleştirilmek olacakmış. O zamana kadar ülkemize çok büyük ölçekli vinç, kepçe ve buldozer tekniği gönderilecek ve kısmetse totaliter komünist ejderhayı olduğu


16

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

gibi çok derine gömecekmişiz. Bu işlerde bizim tecrübemiz var. Vaktiyle faşistleri İngiliz uçaklarında Sofya Mezarlığına düşen 5 bombanın açtığı derin kuyulara gömmüştük. Olayların ufkunda ilk ışıklar belirmeye başladı. Zaten ayda 180 leva ile nereye kadar dayanabiliriz? Daha önce de benzer doktrin ve planlar çizilmişti. Bu planların başında Hitler ve Guebels’ın çizdiği bir “OST” (Doğu) Planı vardı. Onlar, Rusya’da kara işleri yapmak için en fazla 25 - 30 milyon yaşamalı demişlerdi. ABD Dış İşleri Bakanı Olbreit ile İngiltere Başbakanı Margret Tacher de 160 milyon insanın yaşadığı Rusya topraklarını, bu kadar insan için çok fazladır, şeklinde değerlendirmişti. Kafamızı bu gibi yaban fikirlerle zorlamamızın derin nedenleri var. Biz çok adaletsiz bir toplumda yaşıyoruz. 1990’dan önce devlet ve kamu mülkünü hepimiz yarattık, fakat komünistlerin sinsi planlarla yaptıkları özelleştirmede tüm mülkiyet toplumun % 30 - 40’na geçerken, insanların % 60’ı açsusuz, fakir ve sefil, sürünür durumda kaldı. Yok olmaya tepki gösterilmemesinin nedeni “daha kötüsü olamaz” gerçeğinden kaynaklanıyor. Biz AB içinde yalnız en yoksulların yaşadığı ülke değil, bir de en adaletsiz ülkeyiz. Ki bu da toplumu bezdiriyor ve “ne olacaksa olsun” sınırında pes olmaya zorluyor. Unutmayalım. Bulgaristan Türkleri ve ülkemizdeki tüm azınlıklar 1990’da yenilen ve bir daha davranamayan bir toplumda yaşıyoruz. Bulgaristan’ın bir daha güçlü bir devlet olmasını isteyen yok. Aramızda eli kolu iş görenlerimizi Batı ülkeleri topladı ve kullanıyor. Orada çalışıp yaşayanlardan Bulgaristan’a dönmek için can atan yok gibi. Biz kendi aramızda birlik olmaya ve yaşam kavgasında üstün gelmek zorundayız.


Makale ve Analizler - 2017

17

Yurtseverlikle Maskelenmiş Düşmanlık

Georgi Paruşev-15.Mayıs.2017

Konu: Bulgaristan’da aşırı milliyetçilik ve hedefleri. “Bundan 25 yıl önce sosyalizm zamanında çalışan, çocuklarını okula gönderen ve kamu değeri yaratılmasına katkı sunan insanlar, günümüzde çalışmadan maaş, hasta olmadan hastalık parası, sokakta domuzlarla oynayan çocukları için para ve sokak köpekleri içgüdüsüyle yaşayan kadınlara annelik yardımı isteyen, insana benzemeyen, küstah, kendirline fazla güvenmiş vahşilere dönüşmüşlerdir.” Bulgaristanı Kurtaramak için Ulusal Cephe /(NFCB) Başkanı ve Boyko Borisov hükümetinde Başbakan Yardımcısı Valeri Simyonov. Kin ve nefret, hep bugünün Bulgaristan’ı için kaygılı, kültürü eksik yeni milliyetçilerin (tarih kalıntısı olarak bilinen) ana yöntemidir! Onlar beden sonuç bağları ve sonuçları diye bir şey tanımıyor ve tanımak da istemiyor. Onlar, tarihsel gerçekleri ve olayları, bu arada diğer etniklerin Bulgar devletinin kurulmasına katkılarını tanımıyor. Bulgar Anayasasının varlığını da dikkate almıyor. “Bulgar ülküsü adına...” kendilerinde Anayasa’yı ayaklar altına alma “hakkı” ve cesareti bulabiliyorlar. Hasta emellerini gerçekleştirmek için kurdukları tuzak budur. Asırlardan beri bana düşmanım kim, dostum kim diye gösterilmesini bekleyen Bulgar halkının gönül tellerini gıcırdatmaya devam ediyorlar. Kültürlü milliyetçiler, kendi kanlarından olmayan “yabancı” etniklerin ve özellikle de Romanların, Bulgaristan vatandaşı olmaması gerektiğini nereden biliyorlar. Aşırı milliyetçilerin ısırdığı savmayan yara, diz boyu yoksulluk ile Romanların içine battığı kurumsal çaresizliktir. Kültürel eksikliği olan aşırı milliyetçilerin Romanları düşman ilan etmesi de artık sorun olmaktan çıktı. “Üremek yalnızca hayvanlara ait olan bir şey değildir...” Onlar “sosyal olmaktan çıkmış tiplerdir.” Kadim Bulgarların yaşadıkları sosyal ortamı tamamen yitirmişler. Onlarda “arı Bulgar ırkına” benzeyen yoktu. Ve şu şimdiki kültürlerinde eksiklikler olan aşırı milliyetçiler, Bulgar tarihi, toprağı, havası ve suyunun yegâne mirasçılarıdır. Bu ülkenin nimetleri üstüne onlardan başka hiçbir kimsenin söz ve mülk hakkı yoktur. Kendilerini Bulgar mitoloji kahramanı Krali Makro ile bir görüyorlar. Hem de, kendilerini, tüm devasa tarihsel olayların ırksal ve kan yoluyla varisleri olduklarını iddia ediyorlar. Fakat sanki onların tarih-


18

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

teki tüm ihanetlerle, kölelik ruh haliyle, tarihi boğazlamış rüşvetçilikle, totaliter rejimlerle ve on binlerle kişinin hiçbir geçerli nedene dayanmayan, sadece siyasi görüşlerinden ve başka bir ırktan olduklarından ötürü öldürülmesiyle uzaktan yakından ilişkisi yok. Çalıp kapan bir Romen yakalasalar, onu aşırı uçtan ilan edip, hepsini aynı kafese kapamaya artık iyice alıştılar. Nokta! Bir de, sanki biz hepimiz bakar kör olmuşuz. Ve kültürleri eksik aşırı milliyetçilerin ilham kaynaklarını göremiyoruz. Gönüllerinde besleyip büyüttükleri, kahramanlarımız diye önlerinde eğildikleri, halkların babası Stalin amca ve Hitler amcadır. Tabi onların üzerinde de Bulgarlaştırılmış ışıklar var. Bu “kurtarıcı” tipler öteden beri Bulgaristan’ı bir köy sanıyorlar. Hademelik ve jandarmalıktan beslenen ruh hallerinde (ah ben de bir defacık iktidar kemiğine tutunabilsem) hırsıyla ne pahasına olursa olsun zengin olma hırsıyla yanıp kavruluyorlar. Yerel siyasi bitpazarı ağalarının durumuna ayak uyduruyorlar. “Doğruyu söyleyerek aldatmak ve dolandırmak en kolaydır” usulünü uygulamakta iyice ustalaşmışlar. Yakın geçmişte bir defa, toprağı bol olsun deyeceğim, yazar Nikolay Haytovla bir ikramlaşmamız oldu. O bana ısmarladı ben de ona. Kafaları tütsüledikten sonra kendisinden sordum:  Üstat sen bir nasyonalistsin değil mi?  Evet, diye cevap verdi bana Haytov.  Fakat hem de sosyalistsin değil mi? diye ekledim.  Evet, diye cevap verdi bana büyük üstat. Yanı öyleyse siz nasyonal-sosyalistsiniz! Dedim sesimi alçaltarak. Haytov irkildi. Sözün nereye gittiğini fark etti ve saçlarımı katıştırarak, durumdan ustaca çıkmayı başardı. Ben bir yazarım ve bir yazarın edebiyatında sanat ustalığı ile kişisel görüşleri arasına çizgi çekebilirim. Fakat bu olaydan sonra, Haytov beni Sofya sokaklarından gördüğü zaman selam sabahı kesti ve hep yan sokaklara sapmaya başladı. Yazar Haytov’un o zamanlar Yambol tepelerine diktiği dikenli çalı çırpılar bugün artık dağda bayırda yol keser oldu, emelleri çiçek açtı. Adam, nüfus ve demografi siyasetinden sorumlu başbakan yardımcılığına yükseldi. Anlaşılan, yakın zamanda tarif ettiği “kancık sokak köpeklerinin” rahmine birer öldürücü embriyon aşılayacak ve bundan sonra Bulgaristan’da “domuzlarla oynayan” Romen çocuklar olmayacak. Ve Bulgaristan yollarında artık, arı Bulgar kanından peydahlanmış, orijinal, safkan Bulgar çocuklar oynayacaklardır. Ne güzel olacak de-


Makale ve Analizler - 2017

19

ğil mi, bu çocuklar artık beyaz yakalı oligarşi olarak örgütlenmiş bir talan çetesi tarafından soyulmayacaktır. Onların kısa adı mafyadır... Onları destekleyen, kültür düzeyi düşük köylü sürüsü, “Yaşasın Bulgaristan!” bağırış çağırışlarıyla aşırı milliyetçileri pohpohluyor. Ve Romanların, devlet adına, tutarı milyonları aşan anayol inşaat ihaleleri açarak, soygun yaptığına kendilerini inandırıyorlar. Sanki banka soyguncuları Romanlar. Ve üstüne, devlet bütçesini soyan Romanların, onurlu ve namuslu, çok çalışkan Bulgarlara beş para koklatmadığına inanıyorlar. İnandıkları bir başka şey de, sanki sınırdaki tel duvarı Romanlar geriyor ve çalıp çırptıklarından Bulgarlara zırnık kaptırmıyorlar. Başbakan Boyko Borisov ise kör ve sağır tilki rolü üstlenmiş. Devleti, kendini hindi gibi şişirmiş bir aşırı milliyetçiyle yöneteceğini iddia ederek, Bulgaristan’ı kurtardım masalları anlatıyor. Milleten çıt yok. Herkes dilini yutmuş gibi. Romanlara beslenen kin ve nefret karşısında kör ve sağır olmuş. Romanların emekli maaşı paralarını ve masum Bulgarlara dağıtılan sosyal yardımları çaldıkları gibi basit yalanların doğru olduğuna inanmaları ise suçtur. Hakim olan suskunluk, sanki Romanların Bulgaristan’ın ekonomik durgunluk ve çöküşünden tek sorumlu olduğunu kanıtlıyor. Önümüzdeki 50 yıl bizi kendilerine katacakları sözleri de balon gibi şişirilmiş yalanlardır. Bu yalandan da kazançları var. Bu kazancı elde ederken “ölmüş eşeğin nalları sökülüyor” ve “hırsız, tutun hırsızı” diye bağırıyor. Bizdeki kültürleri eksik aşırı milliyetçilerin köylü gelenekleri ve ideolojisinin dayanağı budur. Onlar, düşmanları olmasa da, hemen kendilerine düşman icat ediyorlar. Aşırı milliyetçilerimiz, milyonlarca Bulgaristan vatandaşının korkularından, sefilliğinden, çaresizliğinden ve umutlarından geçiriyorlar. Vatandaşlarsa büyülenmişler gibi. Normal halleri beyinlerinden sökülüp alınmış. Aynada yoksul hayatlarını gördükçe şöyle küfrediyorlar: “Çingenelerden sabun yapacağız.” Tarihinde o kadar çok aklı başında ve sağduyulu adam yetiştiren Bulgar halkı, nasıl olur da bu yalancı ve dolandırıcılara inanır, akıl erdiremiyorum. “Boyko bizi kurtaracak!” umut ve çığlıklarıyla büyülenmiş bir kitle içindeyiz. Bu insanları bugün aşırı milliyetçi Valeri Simyonov karanlığın inine tıkacak. En kötü olansa, halkın budalalaşmasını görmek istemeyenlerin iktidar olmalarıdır. Nazi fikirli taş kafalar, ülkemizde ırkçılık ve faşizm bayrağı dikiyorlar. Benim güneşli güzel vatanım seni kirletecekler diye korkuyorum. Şu gözle görünene bak. Sana olan sevgim zorla elimde alınıyor. Vatanım, yaşamın hiçbir anlam taşımadığı ısız bir çöle dönüşüyor. Yurtseverlikle maskelenmiş düşmanlık ipini koparmış gidiyor.


20

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bitirilmek İstenmeyen Savaş

Şakir Arslantaş-15.Mayıs.2017.

Konu: Bu bataklık 10 sene daha kokar. Bir savaş başlatmak her zaman çok uzun bir hazırlık gerektirir. Savaş hazırlıkları gizli çalışmalar yürütülen yıllardır yani istihbarat dönemini kapsar. Günümüzdeki Yakın Doğu Savaşının kökleri emperyalist devletlerin Çanakkale Savaş Meydanı ve Lozan diplomasi masası yenilgisine iner. Büyük Atatürk ilhamıyla sömürge halkların milli kurtuluş savaşlarının ateşlenmesi ve üzerinde güneş batmayan imparatorluğun bir adaya çekilmesi, İspanya’nın Güney Amerika’dan, Hollanda’nın Afrika’dan, Fransa’nın Kuzey Amerika’dan ve Arap Yarımadasından kopması hiç ter dökmeden yağlı ballı ekmek yiyenleri ürkütmüş, düşündürmüş ve harekete geçirmiştir. Kendi topraklarında yüz yıl, otuz yıl ve yedi yıl savaşları ile Birinci ve İkinci Dünya Savaşı yaşamış eski kıta için Yakın Doğu savaşı kanamayan ve acısı hissedilmeyen yara gibidir. Siz şimdiye kadar Batı Avrupa ya da Amerika’nın herhangi bir anakentinde Yakın Doğu katliamının hemen durması için gösteriler yapıldığını işittiniz mi? Yok. İnsanlığın bilinci henüz o kadar gelişmedi. Hakim görüş, “beni sokmayan yılan bin yaşasın!” der. Son yıllarda, Batıda, savaş düşmanlığı değil, sığınmacı düşmanlığı gelişti. Çünkü sığınmacılar da çöplerini yol kenarındaki kofalara atmaya başlayınca, yıllardır görülmemiş bir tablo ortaya çıktı, rüzgâr çöpleri sokaklarda yuvarlamaya ve kovalamaya başladı. Hepsi birden tiksindiler “Füüü!” dediler. Tiksinme yerel ortamda devam ederken, Fransa ve Brüksel’deki terör olayları, “aman ne oluyor, bunlar hesapta yoktu” gibi tepki ortamında, topluma çeki düzen verildi ve uzun sürecek bir savaşa hazırlıklar görüldü. Bu, Afganistan’da böyle olmuştu. Günümüz Irak ve Suriye topraklarındaki savaşta da aynı gelişmeler devam ediyor. Afganistan Savaşında yenilmesi gereken güç Sovyetler Birliği idi. Yaban keçiler gibi dağ tepelerindeki mağaralarda yaşayanların bir dünya süper gücünü dize getirmesi olay oldu. Sovyet Ordusunu çekilmeye zorlayan Talibanları eğitip, yetiştiren ve silahlandıran Birleşik Amerika oldu. Bir defa bir yerde “Al Kayda” ve benzeri maşaların Sovyet Ordusuna karşı savaş kazanması modern dünyada savaş stratejisini değiştirdi.


Makale ve Analizler - 2017

21

“Üst Akıl” Roma devrindeki savaş esirleri ve kölelerden oluşturulan savaşçı gladyatörlerin Romalıları eğlendirmek için düzenlenen kanlı oyunlarını düşündü. Oyunlar ne kadar vahşi ve kanlı olursa olsun, hiçbir Romalının burnu kanamadan başlayıp bitiyordu. Yakın Doğu da böyle bir gladyatörlerin savaş alanı haline getirilebilirdi. Vietnam Savaşı (1966 - 1973) Amerikan emperyalizmine, zafer kazanmak için mutlaka cepheye (savaş alanına) asker göndermek ve onların savaşması gerekmediğini öğretti. Çünkü savaş alanında bir süper güç de yenilebilirdi. Vietnam’da öyle olmadı mı? Küçük ama kahraman bir halk karşısında koskocaman ABD yenilmişti. Savaş Travması Amerikalıları akıl hastanelerinde buluşturdu. Sovyetler Birliği’nin Afganistan’a müdahalesi (1979 - 1989) ve aynı savaşın ikinci aşaması (2001 - 2014) “üst aklı” farklı düşünmeye zorladı. “Vur - kaç” taktiği uygulayan Talibanları gladyatör oyunları için eğitmek mümkün olmadı. Çünkü onlarda kimlik ve “biz bu dağlara ayısıyız” duygusu vardı. Onlar mağaradan çıkıp köye, köyden de şehre götüren medeniyet yolunu yürümemiş de olsalar, dünyayı kendilerinden bağımlı hissediyorlar ve yeryüzüne yükseklerde süzülen kartal gözüyle bakıyorlardı. Yakın Doğu Savaşını bir gladyatör savaşı olarak tasarlanmıştır. Rusya da seyirciler locasına davetlidir. Çünkü emperyalist çevreler kendi aralarında “ayı” olarak tarif ettikleri Rusya’ya onun yaralı olduğu zamanlarda bile karşı durmanın çok masraflı bir iş olduğunu biliyorlar. Bu tasarımcıların aklında geçen, dünyayı gladyatör meydanındakiler ve locadakiler olarak ikiye bölmektir. Onlara göre, perspektifteki geleceğimiz bu olacaktır. Aslında Irak ve Suriye Savaşlarıyla tarihe gömülmek istenen, 1930’lardan beri bağımsızım deyen Irak ve 1946’da bağımsızlık ilan eden Suriye’ye olup Yakın Doğu’yu baştanbaşa gladyatör oyunları sahasına çevirmektir. Bütün planlar gibi bu plan da uzun bir hazırlık dönemi geçirmiştir. Şunu itiraf etmek zorundayız. Bu yıllarda Amerikan emperyalizminin şansı yaver gitmiştir. İstemeye istemeye de olsa şunu da itiraf etmek zorundayız. Bu hedefin uzunda Türkiye Cumhuriyeti devletini de yıkmak ve topraklarını Yakın Doğu gladyatör oyunları alanına katmak vardı. Şansımız varmış 15 Temmuz 2016 gecesi Tanrı bizimleydi. Bu, derin stratejik planın gerçekleştirilmesinde aşamalar vardı: “Al Kayda”, “El Nüsra” ve bir sürü başka, Rusya’ya karşı kurulan terör örgütü gün geldi, anti-emperyalist, anti amerikancı terör örgütü olarak biçimlendi. Onları “uluslar arası terör örgütleri” listesine aldılar. Artık yasaklamaya çalışıyorlar. Çünkü bu örgütlerinin alt dokusunda bir milliyetçilik çizgisi var ki, ikide bir canlandığında silahlar farkı yöne dönüyor, bombalar adres değiştiriyor. Yakın Doğu’nun gladyatörlerin savaş alanına dönüştürülebilmesi için önce Arap milliyetçiliğinin söndü-


22

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

rülmesi ve kurutulması, dolayısıyla cennet arayan bir zihniyetle donatılmış yeni katiller yetiştirilip silahlandırılmaları gerekiyordu. Görüldüğü üzere, kendilerini Arap hissedenler, bağımsız bir devlete bağımlılık hissedenlerin hepsi çoluk çocuk, yaşlı genç, eğitimsiz insan kafileleri bomba patlamayan toprak parçası bulmak için denizlere akın etti, Türkiye’ye sığındılar. Bu gelişmelerin temel dokusunda, 1979 - 2003’e kadar Irak’ı yöneten Saddam Hüseyin rejiminin analizi yatar. O tiran bir yöneticiydi. Halkı susturmak ve gözdağı vermek için 300 - 500 devlet memurunu idam ettirmeyi göze alabilen biriydi. Yıllarca İran’la savaştı. 1990’da Kuveyt’i işgal etti. 1991’de ABD “Çöl Tilkisi” operasyonuyla Saddam’ı devirmeyi denedi. Savaş başladığında, bütün dünya Saddam Ordularının Amerikan saldırısına çok sert bir darbe vuracağını, çölün kana gölü olacağını bekliyordu. Ama olmadı. 25 sene bu hezimetin nedenleri açıklanmadı. Artık biliniyor. Birleşik Amerika Merkezi Haber alma Örgütü (CIA) Saddam Hüseyin generallerini satın almanın yolu bulmuştu. CIA, Rusya Askeri İstihbarat Örgütü aracılıyla Saddam generallerinin hepsinin telefonlarına, E-meil adreslerine, SMS yazışma adreslerine ulaşmış ve kendilerine reddedemeyecekleri teklifler sunulmuştu. Hatırlanacağı üzerinde bir ara Saddam’ın 52 generalini aradığı haberleri gazetelere başlık olmuştu. Oysa o zaman artık, o ihanetçi generaller, yeni isimleri ve plastik ameliyat görmüş çehreleriyle ve aileleriyle birlikte US California plajlarındaydı. Irak ordusunda işe yarayan general kalmamış, kışlalardaki albaylar orduya emir vermeye başlamıştı. Bu Albaylar savaş meydanlarından burnu bükük döndüler ya da esir düştüler. Hani bir laf vardır, “içeri girdi, adam oldu.” Saddam Albayları da US hapishanelerinde “adam oldular” ve ardından “İslam Devleti” - DEAŞ ilan ettiler. Bugün, Yakın Doğu savaş alanında silah kuşanmış çok savaşkan bir savaşçı birimden söz ediyoruz. Karşısında Suriye, Irak, 56 devletten oluşan bir uluslar arası güç, Rusya, İngiltere, Fransa ve güya ABD var. Bu öyle bir güç ki, İsrail’le savaşması için eğitilen Arafat silahlı güçleri, Ürdün’deki HAMAS’çılar, hatta çok iyi beslenen ama hiçbir savaş kazanmamış olan Mısır ordusu DEAŞ’la boy ölçemez. Öyle ki, Saddam subayları arasında, Rusya askeri akademilerinde eğitim görmüş, en sabırlı ve en dayanıklı, tekniksel bilgi düzeyi yüksek olan subay tabakası DEAŞ’ın saflarındadır. Yanı DEAŞ’ı yaratan CIA Yakın Doğu’yu gladyatörlerin savaş alanı olarak açacak gücü kendisi yaratmış ve bölgede çıkarları olduğu iddiasında bulunan tüm büyük devletleri (Rusya, İngiltere, Fransa, AB) seyirci olarak tribün ve localara davet etmiştir. Yıllardan beri devam eden savaşta büyük devletlerden hiç birinin ne piyade ne de motorize güçleri DEAŞ - katilleriyle sahada güreşmedi.


Makale ve Analizler - 2017

23

Bu arada, ABD, Yakın Doğu gladyatör savaş sahasını genişletmek amacıyla T.C.’de 15 Temmuz 2016’da ruhunu satmış hain generallere askeri darbe denemesi yaptırdı. Bizdeki alçaklar kalkışması ile California’da saklanan Saddam Generalleri’nin ruhlarını satarak devletlerini çökertme ve vatanlarının sömürgeleştirilmesi ve gladyatörlerin savaş meydanı haline getirilmesini kabul etmeleri ve buna yol açmaları arasında zerre kadar fark yoktur. TSK - NATO Generallerinden darbe saflarına geçenlerin 15 Temmuz 2016 gecesi sergilediği tavrın, FETO örgütü imamlarının vatan düşmanlığının cezası ancak idam olabilir. Saddam generallerini Rus askeri istihbaratı sattıysa, bizimkileri de eğitip FETO başı Feytullah Gülken CIA’ya tepsi içinde verdi. Suriye köy ve kasabalarında 100 kişinin birden öldürülmesini beşinci haber olarak geçen Batı haber ajanslarının FETO - general - imamlarına idam istenmesine karşı kopardığı yaygara, çığlık tufanı, bunların uluslar arası siyasete taşımasının gerçek nedeni işte budur. Onlar bize Türk - DEAŞ (FETO) külahlını birlikte biçmiştir. İyi ki o akşam Tanrı Türk halkının yanındaydı. Ve biz bugün, son derece tehlikeli yeni bir durumla yüz yüzeyiz. ABD PYD’yi ağır silahlarla silahlandırıyor. DEAŞ’ın elindeki ağır silahlar da ABD malı. Artık sahada neredeyse iki gladyatör (yetiştirdikleri iki köpek var) atış talimi oyununa başlayacaklar. Bölgeye yığılan silahlar o kadar büyük miktarda ki, 10 sene kullanılsa yeter de artar. Fakat bu iyi bilinmelidir, Irak ile Suriye ikisi de devletsiz ve başkansız kalsa ve her ikisi de ordularını dağıtsa bu savaş yine de bitmeyecektir. Gladyatör savaşları 1.500 sene devam etmiştir. Bizimkiler yeni yeni başlıyor. “Medeniyetler arası savaşlar” gibi saçma teorilere aslında, dünyanın en medeni bölgelerinde yaşayan toplumları “medeniyetsizleştirme” savaşları denmesi gerekir. Çünkü yeni gladyatör savaşlarının son hedefi budur ve bütün Müslüman Dünyayı kapsamak için yelken açmaktadır. Şu an en fazla rahatsız oldukları olay, TSK’nin kullandığı silah ve mühimmatın % 60’şını artık kendisinin üretmesidir. Bu ihtiyacımızı bütünüyle kendi üretimimizden karşılamaya başladığımızda, toplarımız 50 yerine 150 kilometre menzilli olunca, silahlarımız 500 yerine 1000 metre menzilli olunca, dağlarımızda bir tek PKK’lı terörist kalmayınca vs vs, o zaman bizi de gladyatör oyunları locasına misafir edeceklerdir. İşin en acı tarafı ise, çok yakın geçmişe kadar bu toprakların hepsinde huzurlu ve güvenli iktidarların Osmanlı Türklüğüyle nefes almasıdır. Bu yazımda, Yakın Doğu savaş cephesinden, PKK ile amansız savaşımızdan ve memleket içindeki arasız tırmanmayı deneyen cinai olaylardan dört beş adım kenara çekilerek, tarihsel derinliğe bir kuş bakışı sunmak istedim. Türkiye Cumhuriyeti’nin alınmaz kalesi birlik ve beraberliğimizdir. Bu kaleden taş sökmek isteyenlerin hepsi haindir ve cezasını bulmalıdır.


24

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

GERB’ten bir Türk Vali

BG-SAM-15.Mayıs.2017

Bulgaristan’ın Avrupalı Geleceği İçin Vatandaşlar (GERB) Milletvekili Günay Hüsmen, Razgrad (Hazargrat) Valisi görevine atandı. Ziraatla uğraşan İsperih (Kemallar) kasabasından iş adamı, yerel yönetimde ve yasama organında çeşitli kademelerde görev aldı. İsperih Belediye Başkanı, İsperih Belediye Meclisi Başkanı görevlerinde bulunan Günay Hüsmen, önceki Meclise ise Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH) partisinden milletvekili seçildi, ancak tercihli oy kullanılmasından yararlandığı için partiden ihraç edilmişti. Bunun neticesinde bağımsız milletvekili olan Günay Hüsmen, son yapılan Parlamento seçimlerinde GERB partisinin Razgrad bölgesi milletvekili aday listesinde ikinci sırada yer aldı. Hümsmen’in görevi devraldığı Manol Kivşanov’un Razgrad Tarım İl Müdürü görevine geri dönmesi bekleniyor. Önceki müdür ve Kubrat Belediye Başkanı adayı Orhan Bedihanov, görevinden istifa edip, aynı kurumda daha düşük bir pozisyonda çalışmaya devam edince yaklaşık bir ay önce bu makam boşaldı. Razgrad Valiliğinden yapılan yazılı açıklamadan Razgrad Valiliği görevine başlayan Günay Hüsmen’in doğum günü hediyesi olarak konuşuldu. Günay Hüsmen, 11 Mayıs 1966 tarihinde İsperih’te dünyaya geldi. 1998 yılında Filibe Ziraat ve Tarım Üniversitesinde Ziraat Mühendisliği - Bitki Koruma Bölümünden mezun oldu. Mesleki kariyerine 1993 yılında İsperih İlçe Arazi Komisyonu Sekreteri olarak başladı. 1994 yılının Ekim ayından beri 1995 yılının Ekim ayına kadar İsperih Karaca - FAG Şirketi Yöneticisi olarak çalıştı. 1995 1999 döneminde İsperih Belediye Başkanı görevinde bulundu. 1999 - 2011 döneminde Karaca - FAG Şirketi Yöneticisi ve Müdürü görevlerinin ardından 2011 - 2014 döneminde İsperih Belediye Meclis Başkanı görevinde bulundu. 2014 yılında 43.Halk Meclisi milletvekili seçilen Günay Hüsmen, bu görevi 2017 yılının Ocak ayında Meclisin feshedilmesine kadar sürdürdü. Borisov-3 Hükümetinde bir Vali olmuş oluyor.


Makale ve Analizler - 2017

25

Bulgaristan Türkiye Sınırında Tel Örgü İnşaatını Tamamlıyor

BG-SAM-15.Mayıs.2017

Bulgaristan-Türkiye sınırında inşa edilen ter örgünün inşaatının sona ermek üzere olduğu bildirildi. Tel örgünün Bulgaristan güzergahı üzerinden Türkiye’den AB’ye akan göçmen akışına engel olması planlanıyor. Görevi kısa süre önce devralan yeni Bulgar hükümetinin Türkiye-Bulgaristan sınırı üzerinde inşa edilen tel örgünün inşaatında sona yaklaştığı bildirildi. 259 kilometre uzunluğunda olan ve Avrupa Birliği’nin dış sınırı olma özelliğini taşıyan hat üzerindeki tel örgünün, mültecilerin Türkiye’den AB’ye yasa dışı geçiş yapmasına engel olmasının planlandığı belirtildi. AB’nin Bulgaristan’a, sınır koruma alanında kullanılması amacıyla hâlihazırda 160 milyon euro değerinde mali destek aktardığı belirtildi. “Tel örgü koruma sağlıyor” Bulgaristan’ın yeni içişleri bakanı Valentin Radev, cuma günü Bulgar meclisinde konuyla ilgili açıklamalarda bulundu. Radev, sınır tel örgüsünün inşaatının sona ermiş olduğu 30 kilometrelik kısımda otoyol inşa edilmesinin planlandığını aktardı. Ayrıca inşaatın bitimine yalnızca 21 kilometre kaldığı kaydedildi. Sınır gözetlemesinin “mülteci geçişlerine yönelik baskıya karşı güvenilir bir koruma sunduğunu” belirten Radev, “Bulgaristan sınırındaki bu baskının önceki yıla göre on kat düştüğünü” söyledi. Bakan, sınır tel örgüsü inşaatını ilgilendiren bazı kamu ihalelerinin gecikmeye uğradığını da sözlerine ekledi. AB’nin en yoksul ülkesi olan Bulgaristan’da bulunan çeşitli mülteci kabul merkezlerinde şu an yaklaşık 4 bin 500 kişi yaşıyor. Söz konusu merkezlerdeki kapasitenin yüzde 40’ıysa boş durumda.


26

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bahar Havası

Levent Rasim-16.Mayıs.2017

Konu: Siyasetin ve siyasetçilerin tükenme sınırları. Aramızda işi bilen ve bilmeyenler var. Şu günler Deliorman’da akasyalar açıyor. Bu sene salkımlar kokmuyor, diyenlerimiz var. Oysa akasyanın önce erkeği açar. Dişi çiçekleri beklerken koku salmaz. Bu koncaları süzülen ıhlamurlar için de geçerlidir. Doğayı okuyamayan siyaseti de okuyamaz. Şöyle başlamak istiyorum. Bizde, Boyko Borisov üçüncü kez Bulgaristan başbakanı oldu. Seçmenimiz, Avrupa Birliği Fonlarının son dilimlerinden birkaç parça daha koparıp yararlanmak için son seçimde oyunu büyük ölçüde GERB partisine verdi. GERB partisi Deliorman’dan Türk asılı bir milletvekili çıkarmasa da, yerli liderlerden Hüsmen Güney yeni dönem Razgrat valisi atandı. Kendisini kutluyor ve başarılar diliyoruz. Siyasi gözlemciler, GERB partisi, Avrupa Birliği Fonlarının başarılı bir şekilde kullanılmasını örgütlemek için Birleşik Amerika ve Avrupa Birliği ortak iradesiyle 2009’da iktidar olmuştu. Yeni kurulan hükümette sanki Bulgaristan toplum çevrelerinden hepsinin “senedi” var ve Borisov bunlar arasında denge sağlamaya çalışıyor. Başka bir değişle, Bulgaristan’ın siyasi, ekonomik ve kitle haberleşme çevrelerinden hepsinin bu hükümette adamı ve nüfusu olduğu, havada dolaşan bir iddia olmaktan fazla, bir gerçektir. Örneklerse, seçim esnasında, tüm vurucu gücünü Türkiye Bulgaristan sınırına toplayan ve seçmenlerimizin otobüslerden indirildiğini, yaşlı kadınların tartaklandığını üzüntüyle yaşadık. Bu arada, Hak ve Özgürlükler Hareketi (DPS) seçmenlerinin 845 araç ve 52 otobüsle sınır kapısından girerken, kıllarına dokunan olmaması dikkat çekti. Aynı dönemde çıkan “Peevski basını” analiz edildiğinde, büyün seçim kampanyasını Türk ve azınlık düşmanlığına oturtan aşırı sağcı, ırkçı, faşizan siyasetçilerden hiç birinin tavrını eleştiren iki satır yazmadı. DPS ile o düşman güçler arasında bir gizli sözleşme olduğu kuşkusu belirdi. Seçimden sonra durum değişti. DPS yönetimi ırkçı partilerin iktidara girmesini sert eleştirdi ve eleştirmeye devam ediyor. Parti başkanı Karadayı, Başkan Yardımcısı Tsonev ve milletvekili Hamid’in demeçleri ilgi çekti. Bu arada partinin Deliorman milletvekili ve eski Sosyal İşler Bakanı Dr. Hasan Adem’in “fakti.bg” de yayınlanan, yeni kabinenin sosyal siyasetini eleştiren ve emekli maaşlarına zam geleceği konusunda yalanları ortaya koyan cümleleri büyük ilgi uyandırdı. Bu bakıma, Borisov kabinesinde sosyal siyaset boşluğu var. Kabine düşürecek çelişki ise, daha şimdiden aşırı milliyetçilerin Başbakan Yar-


Makale ve Analizler - 2017

27

dımcısı V. Simyonov’un Çingene nüfusun üremesine, sosyal pastadan pay istemesine, sağlık, eğitim ve mahalli sorunların çözümüne sert bakması ve şiddet içeren tavır alması olarak ortaya çıktı. Nüfusu sürekli azalan, gençleri dış ülkelere kaçan ve Bulgaristan’da üremek istemeyen bir durum gündem belirlerken, geleceğe ışık tutan bir program da ortaya çıkmadı. 44. mecliste ve üçüncü GERB hükümetinde sağ liberal yönelimli ve reformlar yapılmasını isteyen güçler temsil edilmiyor. Seçimler öncesi Reformcu Blok güçleri Deliorman ve Dobruca’da da parçalandılar. Birlik korunabilseydi, bu güçler yüzde yüz mecliste olacaklardı. Bunlardan üçü kendi başlarına % 3 gibi oy alıp % 4 barajını aşamayarak meclis dışında kalsalar da, özellikle köklü bir adalet reformu yapılması, anayasa değişikliği yapılması, seçim sisteminin değiştirilmesi gibi konularda ısrarlı dik duruşunu sürdürüyor. Son günlerde Bulgaristan siyasi arenasında sanki kimin kime karşı olduğunu çözmek biraz zor oldu. Çünkü bir yandan, bir hükümet partisi gibi hareket eden Borisov kabinesi kimseyi karşıma almıyorum gibi sözler ederken, 6 Kasım 2016’da yapılan halk oylamasında 2 milyon 500 bin seçmenin desteğini bulan reformcu Shoumen Slavi Trifonov’un tepkisini kırmak amacıyla olacak, seçim sistemindeki değişiklik isteklerini tartışılıp onaylanmak üzere meclise sundu. Başbakan Borisov, reform isteyenlerin öncüsü sanatçı Slavi Trifonov’u evcilleştirmek ve uslandırmak istiyor sanki. Çünkü gerginliğin sertleşmesi ve halk dalgasının hareketlenmesi hükümeti sürebilir. Burada sosyal istikrarsızlık, yalancılık ve sözünde durmama şeklinde renklenmeler de derin popülist çizgiler taşıyor. Bütün halkı kucaklamaya çalışan ve ana muhalefet güç olarak kök salan Slavi Trihonov referandumundan çıkan tabloda “sol yok, sağ yok, siyasi elit sınıfa karşı duran halk var” tablosu çiziliyor ki, bu tabloda Trifonov’un rakibi GERB partisidir. Slavi Trifonov’un sesini işiten kitle, majoriter seçim sistemine geçilmesini istiyor. Bu konuda da halkı aldatma dalgası o kadar yükseldi ki, seçim konusunda kendisini ulusal uzman olarak kabul ettirmeye çalışan Prof Konstantinov bile, majoriter sistemde, GERB 160, BSP 50 ve DPS de 30 milletvekili çıkarır diyerek, seçmenin kafasını iyice karıştırdı. Bir defa majoriter oylamada meclise giren partilerin sayısının azaldığı iddiası kanıtlanamıyor. 1990’da bizdeki ilk demokratik seçim % 50 majoriter (en fazla oy alan kazanır) ve % 50 proporsyonel (çoğulcu - parti listelerine göre) yapılmıştı ve meclise 6 parti girmişti. Bizde muhtar, belediye başkanı ve Cumhurbaşkanı seçimleri iki turlu majoriter sisteme göre yapılıyor. Prof. Konstantinov’un iddiaları asılsızdır, çünkü başka uzmanlar böyle bir seçimde mecliste çok değişik bir tablo olacağını yazıp çiziyorlar. Şöyle de bir durum var. İkinci tura yalnız 2 adayın kalacağı iddiası da diğer ülkelerdeki


28

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

uygulamaya uymuyor. Örneğin Fransa’da ikinci tura 5 aday da kalabiliyor. Başkan Emmanuel Macron’un ikinci tur örneği ilginçtir. Basın konuyu açıklamaya çalışırken, siyasi partiler var olan durumun korunmasında ısrarlı görünüyor. 2013 seçimlerinden sonra Bulgaristan’da derinleşen siyasi ve parlamenter bunalımın temelinde seçim sistemi ve meclis bileşimi bulunduğu reddedilemez. Türk seçmen majoriter sistemden yana olduğunu defalarca dile getirdi. Ayrıca bütün seçmenlerin, ülke içinde ve dışında serbest oy kullanma hakkından mutlaka yararlanma imkanı bulmalıdır. Bu, devletin temel görevlerinden biridir. Şimdi tüm boşlukları ve umutları dolduran gerginliği herkes hissetse de, seçim sonrası kalkışmalar henüz başlamamış olduğundan, sanki her yerde Bahar Havası hakim. Fakat yazımın başında da belirttiğim gibi, açan akasyanın erkeği, ıhlamurun da erkeği, arılar henüz çal toplamıyor, etraf akasya ve ıhlamur kokmuyor. Bekliyoruz yanı. Bir sonraki yazımda, 1989 Mayıs Ayaklanmamızın da yıldönümü olan şu günlerde, Hak ve Özgürlükler Partisi /DPS/ , diğer Türk partileri ve özellikle de Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) aldığı yeni tutumu ele almak istiyorum. Orman Denizinden ve yeşillikler denizi Dobruca’dan hepinize selam eder, zaman ayırıp okuduğunuz için de teşekkür ederim.

İstanbul’da Çadır Sofrasında BULTÜRK

Seydullah Halaç-16.Mayıs.2017

Bizim Romenler Çadır nedir pek bilmeyiz. Büyük ve süslü çadır anlamına gelen otağın ne olduğunu da bilmezler. Kampları daire şeklinde dizilmiş talikalardır. Bulgarların konak yerleri ordugâhtır. Biz Türkler, Altaylardan, Pamir Dağlarından, Orta Asya üzerinden Çadırımız ve soframızla göçerek gelmişiz. Avrupa kitaplarında bize İstanbul / Yenikapı 2. Etnospor Kültür “nomad” denir. Hayvanları, çadırFestivali Yapıldı


Makale ve Analizler - 2017

29

ları vb ile birlikte yer değiştiren, göçebe, göçer topluluk denir. Bugün bütün eski kıtanın en büyük, en modern ve en güzel kenti olan İstanbul’u bina etmiş, göçebe yaşam şeklimiz ve kültürümüzle birlikte İslam medeniyetini de Küçük Asya ve Avrupa’ya taşımış olmamıza rağmen, bir Fransızca söz olan “nomadı” bizim için kullananlar, sanki bizi biraz küçümsemek ister gibi havaya girerler. Oysa kültür ve medeniyet insanların bir yaşam mekânından başka bir yaşam ortamına taşınmasıyla başlar ve bir topluluğun duyuş ve düşünüş biçimini oluşturan kültürün yeni ortamda da gelenek durumundaki her türlü yaşayış, düşünce ve sanat varlıklarını, maneviyatını ve kimliğini yeniden üretebilmesi uygarlığa açılan kapıdır. Göç eden insanlar yeni yerleşim merkezinde, diğer boy ve soydan, gelenek görenekten, farklı dil ve dinden insanlarla anlaştıkça ortak değerler, uzlaşma, saygı ve hürmet ortamı, iyi komşuluk ortamı oluşur ki, bu da farklılıkları birleştiren yeni kültürdür. Her şeyin bir başlangıcı vardır. Biz Türklerin de mağara yaşamından sonraki başımızı soktuğumuz yer çadırdır. Çadırda yakılan ocak ve kurulan sofradır. Atasözlerimizden biri “insan geldiği yeri unutmamalıdır” der. Biz Türkler bugün birçok devlet kurmuşuz, dünyanın dört bir yanına dağılmışız. Türkiye Cumhuriyeti 17. Türk devletidir. Şu da var, Bilge Han’dan beri kardeşleştikçe devletlerimiz de kardeşleşmiş ve birbirinden büyük, varlıklı ve ünlü olmuşlar. İstanbul’da ikinci kez yapılan ve bu defa çadırlarını 21. Yüzyıl Türk Ruhunun doğduğu İstanbul / Yenikapı’ya bu yıl kurulan Türk Dünyası 2. Etnospor Kültür Festivali çok anlamlı bir ortam yarattı. Dünya Etnospor Konfederasyonu tarafından organize edilen Yenikapı Etkinlik alanında “Ok Yaydan Çıktı” sloganıyla düzenlendi. Festivali Dünya Etnospor Konfederasyonu Başkanı Bilal Erdoğan açtı.


30

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

20’den fazla Türk devlet ve özerk cumhuriyetlerden ve topluluklarından temsilciler tarafından kurulan çadır kentte Balkanları ve Bulgaristan Türkleri çadırını BULTÜRK - Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği temsil etti. Büyük Önder ve çağdaş Türk Moldova Bilimler akademisinden Olga kültürünün yaratıcısı Mustafa Kemal Atatürk’ün 1913 yılında Sofya’da Radova’ya kitabımızı taktim ederken baloya katıldığı kıyafetin aynısını giyerek Rumeli sevdasını yaşatan yeniçeri kıyafetiyle kuşanmış BULTÜRK Genel Başkanı Rafet Ulutürk ve Balkan ülkeleri gelin kıyafetleri giymiş dernekçi kızlarımız üzerinde bayrağımız dalgalanan, gönlümüz gibi herkese açık çadırımızı ziyaret ettiler, yer soframıza oturdular, çayımızı kahvemizi içtiler, Türkiye nüfusunun % 13’ünü, Bulgaristan nüfusunun da % 26’sınjı temsil eden halk topluluğumuzun gelenekleri, görenekleri ve bugünkü durumu üstüne ayrıntılı bilgi aldılar. Ziyaretçilere daha derin bilgilendirme amaçlı hazırlanmış el kitapçıkları, “Bulgaristan Türklerinin Sesi” gazetesinden nüshalar, Bulgaristan Türkleri Stratejik Araştırma Merkezi ve BULTÜTK yayınlarından Rafet Ulutürk’ün “50 Yıllık Mücadele”; Osman Bülbülün “Bulgaristan Türklerinin Durumu” ve başka yeni çıkmış kitaplar sunuldu. BULTÜRK çadırını Dünya Etnospor Konfederasyonu Başkanı Bilal Erdoğan, birçok ülkeden heyet başkanları, Federasyon ve dernek temsilcileri ziyaret etti ve geleneklerimizi anlatan eşyalarımıza, kültürümüzü sergileyen etkinliklerimize, kimliğimizi yansıtan yayınlarımıza büyük ilgi gösterdiler. Festivale katılar delegasyonlardan bazıları Yenikapı’ya kendi atlarıyla gelmişlerdi. Atlı okçuluk yarışları ile atlı cirit müsabakası ziyaretçilerin dikkatini çekti. Biz Türkler Orta Asya Bozkırlarında yaşadığımız devirde atları evcilleştirmişiz. Dünya kültürüne ata binmeyi, atla toprak işlemeyi, atla yolculuk etmeyi ve at üzerinde savaşmayı dünyaya biz kazandırmışız. Koşan at üzerinde ok atmak, savaş kültürüne kattığımız çok önemli bir erdemdir. Bu bakıma bizim göçebe


Makale ve Analizler - 2017

31

kültürümüzde atın yeri, önemi ve hizmetleri büyüktür. Festivalde dünya kültürüne bu katkımız bol bol alkışlanmıştır. Festivalin etkinlik alanlarında canlandırılan önemli etkinliklerden bazıları da geleneksel güreşlerimizdi. Aba güreşi, şalvar güreşi, kökbörü, âşık oyunu, geleneksel âşık oyunu vb büyük ilgi topladı. Festival birAvrasya Türk Federasyonu Genel çok kültürün kaynaştığı bir tarih sahnesi ortaya koydu. Balkanlarda, Başkanı ve diğer oba beyleri ile birlikte Kafkaslardan ve Türkistan’dan gelen ziyaretçiler çok sıcak kabul gördü. Spor ve kültür şöleninde bu yıl toplam 800 bin ziyaretçi ziyaret etti. Gençlik ve Spor Bakanı Akif Çağatay kılıç, İstanbul Valisi Vasip Şahin, geleneksel Orta Asya ve Anadolu kıl çadırlarında oba yaşamına ilgi gösterirken, tarihi el sanatları atölyelerini, kılıç kalkan gösterileri gibi aktiviteleri izlediler. Festival’de 15 kolda 843 sporcu mücadele etti. Yağlı güreşlerde 45’i başpehlivan olmak üzere toplam 295 sporcu meydana çıktı. Avrasya Türk Federasyonu Genel Başkanı ve diğer oba beyleri ile birlikte Dört gün süren aktivitelerde çocuklar için kurulan geleneksel oyun sahaları her zaman doluydu. Festival 11 kolda ödül töreniyle tamamlandı. Kategorilerde başarılı olan sporcular ödüllerini, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Mehmet Müezzinoğlu; Dünya Etnospor Konfederasyon Başkan Yardımcısı Hakan Kazancı; Okçular Vakfı Başkanı ve AK Parti İstanbul Milletvekili Haydar Ali Yıldız, Anadolu Ajansı Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdürü Şenol Kazancı; TURKCELL Genel Müdürü Kaan Terzioğlu; Borsa İstanbul Yönetim Kurulu Başkanı Himmet Karadağ; Vakıf Katılım Genel Müdürü İkram


32

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Göktaş; Namet Gıda Sanayi ve Ticaret AŞ Yünetim Kurulu üyesi Faruk Kayar ve Diriliş Ertuğrul dizisi oyuncularının elinden aldılar. İkinci festivali birinci festivalden farklı kılan, alandaki Türk devlet ve topluluk çadırları da dikkat çekti. Geleneksel kıl çadırlarda oba yaşamı sergilenmesi, geleneksel çocuk oyunlarına yer verilmesi, çocuk tiyatrosu sahnelenmesi ve çocuklar ve yaşlılar için binicilik halk oyunları ve Türkistan toylarıyla bir şölen havası alan festival, tüm ziyaretçilerden çok ilgi gördü. Festivalde en fazla dikkat çeİbrahim Yalçıntepe, Diyarbakır Dernekleri Federsayonu (DİYARDEF) ken olaysa tarihsel ve toplumsal gelişme süreçleri içinde, yaratılan her Genel Başkanı türlü değerle ve bunları kullanmasında, sonraki kuşaklara iletmede kullanılan araçlar da gösterildi. Bu araçlar hepimizin ortak değerimizdir. Bu açıdan, Festival ruhu ve havası AK Parti ve T.C. Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın devletimizin ve halkımızın ortak değerlerle siyaset yapma öngörüsüne tamamen uygun geçti. Yeni bir açılım olarak da, akıl yürütme, eleştirme ve beğeni yeteneklerinin öğrenim, deney ve yaşantılar yoluyla geliştirilmiş biçimleriyle yeni medeniyet yolculuğumuzda Türk dünyasında öncülüğü Türkiye Cumhuriyeti halkının yapması saygı gördü, destek buldu. Burada milletimizin kendi medeniyet değerlerini daha açık ve yoğun katılımlı olarak dünyaya gösterebilme çabası ağır bastı. Bu sportif ve kültürel etkinliklerde, tarih içinde unutulmaya yüz tutan geleneksel kültürel etkinliklerimiz canlandırılırken çocuklarımızın, kentli gençlerin önünde fiilen uygulayabilecek şekilde sahnelendi.


Makale ve Analizler - 2017

33

Ayrıca Avrasya Türk Federasyonu Genel Başkanı İsmail Cengiz’e teşekkürlerimizi sunuyoruz. Bizlere Balkanları tanıtma fırsatı verdiği için kendilerine minnettarız. BULTÜRK Çadırını ziyaret edenlere de ayrı ayrı teşekkür ederiz; AA İstanbul Haberleri Editörü Hüseyin Altınalan, İstanbul haber gazetesi yazarı Şamil Kucur, Türk Dünyası Kültür Derneği Başkanı Celal Öcal, Güneşli Trakyalılar Dernek Başkanı Üzeyir Dalgıç, İstanbul Valiliği ve akraba topluluklar derneği Başkanı Metin Özkan, İstanbul Aydınlar Ocağı Yöneticisi Prof. Dr. Ahmet Çolak, Ural Eğitim Kültür ve Strateji Araştırmalar Derneği Genel Başkanı Bülent Maşaoğlu, İbrahim Yalçıntepe, Diyarbakır Dernekleri Federasyonu (DİYARDEF) Genel Başkanı, BG-SAM Başkanı Erdal Karabaş, Azerbaycan’dan Teymur Kasımlı, Bulgaristan Kazanlık şehrinden Osman Bülbül, Bulgaristanlı işadamlarından Metin ve Nedim Akın kardeşler, Bulgaristan’dan gelenler, Konya’dan, Ankara, Bursa, Kocaeli, Edirne, Tekirdağ, Kırklareli’den ziyaret edenlere hepsine ayrı ayrı teşekkür ederiz. Burada Avrasya Türk Federasyon Başkanı başta olmak üzere buraya katılan tüm dernek Başkanlarına da çadırımızı ziyaretlerinden dolayı teşekkür ederiz. Sağ olsunlar var olsunlar Allaha emanet olsunlar. BULTÜRK çadırında her gün ayrı ayrı Bulgaristan yemekleri dağıtıldı. Burada herkes kendi kültürünü sergiledi ve kendilerini tüm katılımcılara tanıtımı yapıldı. İşte böylece buraya gelen herkes dünyada yaşayan tüm Türklerin kardeş olduğunu ve kültürümüzün bir birimize nekadar yakın olduğunu öğrenmiş oldular ve kardeşliği pekiştirdiler. 2. Etnospor Kültür Festivalindeki oyunlarda dereceye giren sporcular sırasıyla şöyledir: Aşık oyunu: Ziya Kırgız, Yaşar Uzunoğlu, Saim Vatan. Mangala: Görkem Geçsoy, Enes Yiğit, Muhammed Bahattın Torun.


34

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) Mas Güreşi: 1. Erkekler: Burak Bingöl, Oğuzhan Karcı, Harun Altay. 2. Kadınlar: Elif Emine Çalbay, Kadriye Abay, Nazik Naçinok. Şalvar Güreşi: 1. Teşvik: Yaşar Doğu Hopur, Arda Hopur. 2. Küçük Orta: Selçuk Kara, Mehmet Yüce, Oğuzcan Yılmaz. 3. Başaltı: Musa Gürbüz, Emre Cüceler, Hüseyin Genç. 4. Baş: Halil Hopur, Taki Taşdemir, Musa

Göksu. Aşırtmalı Aba Güreşi: 1. Küçük orta: Yasin Tatar, Emrebaltaoğulları, Ahmet Güven. 2. Başaltı: Mustafa Bahar, Onur Topaloğulları, Ömer Ölmez 3. Baş: Enes Bandırma, Hasan İpek, Mustafa İpek. Şalvar güreşi: 1. a) Teşvik: Yaşar Doğu Hopur, Arda Hopur. 2. b) Küçük orta: Selçuk Kara, Mehmet Yüce, Oğuzcan Yılmaz. 3. c) Başaltı: Musa Gürbüz, Emre Ceceler, Hüseyin Genç. 4. d) Baş: Halil Hopur, Taki Taşdemir, Musa Göksu. Aşırtmalı aba güreş: 1. Küçük orta: Yusuf Emirhan Tosun, Oğuzcan Daşkıran, Abdülaziz Arslan. 2. Başaltı: Beşir Tosun, Ünal Çakmak, Doğu Kan İnce. 3. Baş: İrfan Mete, Necdet Doğan, Mustafa Kemal Dağcı Kapışmalı aba güreşi: 1. Küçük orta: Yasin Tatar, Emre Baltaoğlları, Ahmet Güven 2. Başaltı: Mustafa Bahar, Onur Topaloğları, Ömer Ölmez.


Makale ve Analizler - 2017

35

3. Baş: Enes Bandırma, Hasan İpek, Mustafa İpek. Kuşak Güreş: 1. Yıldız Erkekler: Ramazan Yalçık, Kaan Yaroğlu, Efe Varak. 2. Minik Kızlar: Bengisu Südütemiz, Hilal Altan, Ayşe Baş. 3. Genç erkekler: Hüseyin Şamil Çeşme; Fatih Ata; Ahmet Kandırıcı. 4. Büyük erkekler: Celalettin Doğan, Sefa Küçük, Recep Çetin. Yağlı Güreş: 1. Minikler: Arda Erkan Avcıoğlu; Utku Özçelik; Hasan Kulalı; Mustafa Durmuş 2. Tozkoparan: Yıldıray Pala, Emircan Gürbüz, Engin Yıldız, Doğuhan Toprak 3. Ayak: Alpay Assi, Tuğrul Menemenci, Nihat Yarba, Ali Turan Akkoç 4. Küçük orta: Temel Altıntaş, Tansu Akman, Evren Çamoğlu, Oğuzhan Beyıy 5. Büyük orta: Yusuf Erdoğan, Barış Bayar, Eren Şimşek 6. Başaltı: Muhammet Emin, Tancu Gemici, Hamza Özkaradeniz, Osman Kopuz. Hedef Okçuluğu: 1. Kadınlar: Danişment Gazi Klübü, Okçular Vakfı Klübü, Antalya Okçular Tekkesi Klübü. 2. Erkekler: Melikşah Geleneksel Türk Okçuluğu Kulübü, Yeşilyurt Alpler Kulübü, Bozoklar. Atlı Okçular: 1. Genel Klasman: Alperen Alkan, Ömer Atar, Yavuz Ayaz. 2. Memlük Stili: Alperen Alkan, Şevket Sarıdemir, Mustafa Boncuk. 3. Kabak atışları: Osman Genel, Kurtuluş Kılıç, Ömer Atar.


36

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2017

37


38

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2017

39


40

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Engelli Kategorisi: 1. Mas Güreşi: Yunus Çimen, Serdar Yiğittekin, Samet Gökraş 2. Mangala: Yahya Kaya, Selin Sıla Kariparduç, Talip Ay, Yunus Emre Akbulut 3. Hedef Okçuluğu: Cemil Yılmaz, Muharrem Yılmaz, Yahya Sağlam. 4. Törende, kökbörü ve atlı cirit ekiplerine de ödülleri verildi. Etnospor ve Kültür Festivali toplu fotoğraf çekimi ve Türk Dünyasının Renkleriyle renklendi, Anadolu Halk Oyunları ekibinin gösterileriyle sona erdi.

Ürperten Gerçekler

Musa Vatansever-17.Mayıs.2017

Konu: Faşist hayallerle barış ve güvenlik dünyası kurulamaz. III. Borisov hükümeti yaprak döküyor. İkinci istifa. Üçüncü sırada... Başbakan Yardımcısı faşist V. Simyonov’a gensoru. Sağlık Bakan Yardımcısı Stoil Apostolov’tan sonra Bölgesel Kalkınma ve Bayındırık İşleri Bakan Yardımcısı Pavel tenef de istifaya zorlandı. Apostolov dolandırıcılıkla devleti soymaktan istifaya zorlanırken, Tanev’in yeminli faşist olduğu ortaya çıktı. Avrupa Konseyi tarafından “faşist parti” olarak nitelenen, Başbakan Yardımcısı Valeri Simyonov tarafından yönetilen “Bulgaristan’ı Kurtarmak İçin Milli Cephe” partisi üyesi olan ve Paris’i bir ziyareti sırasında Ulusal Müzeye gidip Hitler subaylarının balmumundan yapılmış figürleri önünde sağ elini kaldırarak Nazi selamına duran Tanev, basında ve kamuoyunda sert tepkilerle kınandı. 2008’de çekilen ve Feesbug’ta yayınlanan fotolar Tanev’in faşist içyüzünü ve dünya görüşünü kanıtladı. O, Bulgar faşistlerinin başı Simuonov’la 2 yıldan beri beraber olduğunu açıkladı. Olay Bulgaristan sınırlarında Avrupa Birliği’ne taştı. Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) ve Avrupa Sosyalistleri (PES) AB Genel Kurulundaki grubu, Tanev’in bakan yardımcılığından hemen istifa etmesinde direndi. Aynı zamanda, Bulgar kamuoyunda saygınlığı olan Prof. Nikolay Slatenski, siyasetçi Mariya Kapon ve Asen Genov, Bulgaristan’da faşizmin sert adımlarla hedefli baş kalktırdığına işaret ettiler.


Makale ve Analizler - 2017

41

BSP Kırcaali Milletvekili Aleksandır Simov, sosyalist partinin faşist saldırganlığıyla ünlenen Başbakan Yardımcısı Simyonov’un görevinden hemen serbest bırakılması ve meclisten atılması için gensoru hazırlığı içinde olduğuklarını kamuoyuna duyurdu. Basında çıkan yorumlarda, “Faşist bir başbakan yardımcısının Bulgaristan’ın Avrupa Birliği dönem başkanlığında, Sofya’da, AB yöneticilerini ve milletvekillerini nasıl karşılaya bilir? AB, dönem başkanlığını Sofya’da yapmaktan vazgeçsin sesleri duyuluyor.” Avrupa Birliği, Avrupa kıtasında faşizme karşı mücadelenin küllerinden çıkmıştır. Faşistler Avrupa’da 50 milyon insanın ölümüne sebep olmuştur. Kökünün kazınması bütün Avrupalıların temel ödevidir. Bugün eski kıtada meydana gelen gerginlik, faşist taş kafaların siyasete girmesi ve Hollanda ve Avusturya gibi ülkelerde iktidar olma çabalarında tepkiler doğurdu. Türkiye ile AB ilişkilerinin gerginleşmesinde bu güçler yoğun ve aktif rol oynuyor. Özellikle Bulgaristan’daki Türkiye, Türklük ve İslam aleyhtarı düşmanca tırmanmada “Bulgaristan’ı Kurtarmak İçin Milli Cephe”, VMRO ve “Ataka” partisi ve bunların ortaklığı olan güya “Birleşik Cephe” yolu kesilmesi gereken en önemli sorundur. Tanev’in Bakan Yardımcılığından alınması bu yolda demokratik güçlerin bilinçli ve kararlı atılımı sonucu gerçekleşti. BULTÜRK ve BG-SAM 2013’ten beri Bulgaristan’da faşizmin önce Türk, İslam ve azınlık topluluklarına düşmanca dil uzatma saldırılarla canlandığını, yer yer azdığını ve hırçınlaştığını yazdık, uyardık ve kınadık ve şimdi ülkemizde ortak anti-faşist cephe kurulması davasında sıra düzenler arasındayız. Bu kalıcı ve çok tehlikeli eğilime karşı ilk yazımı 2015 yılında İvo Antonov’un Savunma Bakanı Yardımcılığına atanmasına karşı yazdığımı hatırlıyorum. Antonov, bir tank üzerine çıkmış ve Tanev gibi o da sağ elini Naziler gibi kaldırmış ve “Bulgarista her şeyin üstündedir!” demişti. O gün bu gün Bulgaristan’da neo-faşistlerin dirilmesi adımladıkça adımladı. Aynı zamanda, basın, Başbakan Yardımcısı faşistlerin başı Valeri Siderov’u hedef aldı. O, Almanya ziyaretlerinin birinde Yahudi çocuk, kadın ve yaşlının yakıldığı “Buhenwald” Toplama Kampını ziyareti etmiş, resim çektirirken faşizm kurbanlarının aziz hatırasıyla alay etmiştir. Bulgaristan Başbakan Yardımcısı’nın faşizm kurbanlarıyla alay etmesi Avrupa merkez basınında da yankılandı ve kınandı. Simyonov’un Nazilerden Adolf Eichman hayranı olduğu ortaya çıktı. Böyle bir zihniyet taşıyan bir Bulgar’ın mecliste, siyasette ve hükümette işi olmamalıdır.


42

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgaristan’da son haftalarda, aynı faşizan gruptan başka ikinci Başbakan Yardımcısı olan VMRO Başkanı Krasimir Karakaçanov, Savunma Bakanı koltuğuna oturduğu andan bu yana, yeni füze sistemlerinden, yerli üretimle yeni baştan donatılacak zırhlı birliklerden, azınlıklardan inşaat erleri yani Tüek ve Çingene gençleri parasız çalıştırma uygulamasından, kızlara askeri eğitim verme vb birbirinden farklı planlarla hayal kurduğunu gizleyemiyor. Sıklıkla tekrar ettiği cümle de, Bulgar ordusunun yerinin Türkiye sınırı olduğunudur. Bir anı: Bu okurlarımla paylaşmak istediğim bir hatıradır. Yuriy İgoşin’le Varna’da “Altın Kumlar” da bir dondurma kuyruğunda tanışmıştık. O, sarışın ya da saçları kırmızıya çaldığından onu ilk anda Rus turist sanmıştım. Bir ona bir kumsala koşan dalgalara bakarken eşi Rositsa Mihova ile aksansız Bulgarca konuştuğunu işittiğim. Rus olmadığı böyle ortaya çıkmıştı. Zaman içinde görüştük, derin tartışmalarımız oldu. Sliven şehrinde “Sliven Ateşleri” (Slivenski Ognyove) sanat, kültür, kütüphaneci işleri yapıyordu. Fotoğraf makinesini elinden düşürmezdi. Türk olduğumu öğrenince açıp kapadığı ve değişik varyasyonlarda anlatmaya çalıştığı Bulgaristan’daki etniklerin tümünün “Bulgar ulusunu oluşturduğu” zırvalığıydı. Bulgar ulusu yerine “Bulgaristan halkı” desek, ne olur dediğimde, evet “Bulgar ulusu” diye altını çizer gibi vurgulayarak devam ediyordu. Bu havanda su dövüştü. 1980’lerin başlarında olduğu gibi, bugün de bir ceviz kabuğu doldurmayan bir gevezelikti. Onunki elini uzatıp koparamayacağı bir yerine yapışmış bir kene gibiydi. O günler ile 22 Mart 2017 seçimlerinden sonrası mukayese edildiğinde, son haftalarda “Bulgaristan’da Türk yaşamadığını” savunanların sayısı artmış bulunuyor. Bense sözde dostumun çarpık görüşünü bir türlü değiştiremedim. Bu ısrarın bir dayanağı vardı ve bir gün onu şöyle öğrenebildim. 1985’in Mayıs ayında Balkan Sıra Dağlarının Sliven mekiğindeki ünlü “Mavi Taşlar” tepesine çıkarken başına gelen bir olayı bana devalarca anlatmıştı. Açık havalı, Mayıs ferahlı, güneşli bir günde bir telefon almış “yeni bir film sar, objektifi sil pakla, çantanı sırtla ve bizi bekle” diyenler apoletli yetkililermiş. Emir yüksek yerden geldiği için hemen toparlanmış. Biraz gururlanarak anlatmıştı: Gelenler, asker “Jeep”inin arka koltuğuna geçmemi işaret ettiler. Koca Balkan doruğundaki Kazan (Kotel) kasabasına tırmanmaya koyulduk. .Sert bir bükümle girdiğimiz yol birbirini izleyen yokuş dönemeçlerle devam etti. Bilmem hangi kıvrıntıdan sonra sağ kırdık ve düz bir yola girdik. Uzun çam dallarının bir-


Makale ve Analizler - 2017

43

birine girmesinden oluşan tünelde silahlı askerler yolumuzu kesti. Evraklar, sorular ve telefonlaşmalardan sonra biraz daha ilerledik. “Girmek Yasak” tabelasına dayanınca durduk. Karşımızdakiler silahlı. “Nazik” davranıyorlar. Üst baş aramasından, gelişimizi evraka döktükten sonra, “sır” kapısı açıldı. Buyur ettiler. Çam ormanında dar bir patikada yürüyoruz. “Ben yanar dağın lavından korkmak, insan icadından korkarım” diyen ince ruhlu Alman şair List’in dediği oldu. 15 - 20 metre önümde çimenli, çalılı, çamlı orman yerinden koptu ve yükselmeye başladı. Yükselen alan o kadar büyüktü ki, şaşa kaldım. Ne olduğunu anlayamadığım bir yana, gözlerim önünde dağın bağrına oyulmuş çok derin bir boşluk açıldı. Kocaman bir in. Futbol sahası kadar büyüktü. Subaylardan biri bana dönerek “füze üssünün azı 10 metre kalktıktan sonra fotoğraf çekmeye başla, içeri gireceğiz, muhteşemliği belli olsun. Flaşlı çekersin, seçebilelim, bol çek,” dedi. Subayın tonu sıcaktı. Korkum geçer gibi olsa da, boş bulunmuştum, tam bir sürpriz oldu. Füze üssü Koca Balkan’ın güney bağrına derin oyulmuştu. Bu öyle bir sığınaktı ki, üstüne tolu gibi bomba yağsa haberi olmazdı. “SS 22” orta menzilli füzeler için özel hazırlanmıştı. 500 km menzilde İstanbul vardı. Bütün ordunun ve kolluk kuvvetlerin katıldığı “Bulgarlaştırma” trajedisi için “geçti” deseler de, demokratik insanlık Bulgaristan’daki zulmü kınamaya yeni yeni başlıyordu. Paris’te İnsan Boyutları AGİT toplantısı hazırlık görüyordu. Türkiye’yi susturmayı aklından geçirenler, 20 km ilerde, Sliven ile Aytos Balkanı belini de oyarak ateşlemeye hazır bulundurdukları “SS 20” orta menzilli füzelerini yetersiz bulmuşlardı. Yeni tip ve biraz daha yıldırıcı saydıkları “SS 22”ler gelmişti. Ağustos 1989’da Büyük Göçe kalkıştık. Bu füzelerin atış menziline yerleştik. Türklük ölecekse, biz ölelim dedik. İstanbul’dayız. İstanbulluyuz. Anavatanımızın evladıyız. Artık 1 milyon olduk. Üfürsek tüm füzeleri uçururuz... Şükür. Hiç biri patlamadan “Soğuk Savaştan” daha ılımlı bir dünyaya geçebildik. Bulgar “Varşova Paktı”ndan çıktı. “SS - 22” ve “SS - 20” orta menzilli füzelerini kesti. Hurdaya çıkardı ve Viyana Sözleşmesine göre NATO ülkelerinden birine hurda olarak verdi. Koca Balkan’ın bağrına gömülmüş 3 bin tanktan daha fazlası da hurdaya çıkarıldı. Onlar da kesildi, kıyıldı, eritildi. Fakat 50 milyon Avrupalıyı katleden faşizmin kırıntıları görüldüğü üzere yeniden canlandı, dikenleri batmaya başladı, TV ekranlarını işgal ettiler, bakanlıklara oturdular, meclise doldular, yani ortam buldular. Demek oluyor ki, biz demokratik güçler parçalandıkça onlar sivrilecek, biz dişsiz, ideolojisiz, politikasız ve taş kafalardan, cenaze imamlarından kendimize lider seçmeye ve cebine paracık doldurmaya devam edersek, gün gelecek tüm demokrasi trenleri kaçıracağız.


44

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“Sliven Ateşleri”nden sorumlu olan İgoşin’in yıllardır hafızamda taşıdığım hatıratı budur. Olan olmuş, unutanlar ve unutamayanlar sağdır. Fakat o yıllarda füze bölüğünde asker olan şimdiki Savunma Bakanı ve ırkçıların elebaşı Kr. Karakaçanov’un ve diğer faşistlerin boğazında kalmış kılçık var. O kadar çok silahlanıp bir tüfek bile patlatmadan bu kadar silahı kesip kıymak, evlenip de gerdeğe girmeme gibi bir şey değil de, nedir! Onun için bugün iktidara tırmanan ve iktidar olmanın bir kişisel olay değil, bir kitle hareketi olduğunu telkin etmeye çalışan, “bizi halk seçti” diye bağıranlar, bizdeki faşizan kabarma, Avrupa Birliği’nin NATO dışında, ama AB içinde bir güvenlik ordusu oluşturmaya çağırıyor. NATO kurmaylarına girip çıkmaya başladılar. Karakaçanov ile Stolzenber görüşmesi tüyler ürpertti. Bulgar bakanın gizli Bulgar polisi ve Rus istihbaratı KGB ajanı olduğuna dair açılmış dosya var. Bu dosyanın anlamı, bu kişinin yürütmede görev alamaz, Bulgaristan’ı temsil edemezden başka bir şey değildir. AB’nın göz açmasını ve kulaklarını yıkatmasını bekliyoruz. ABD’ye Bulgaristan’da askeri üs tesis edildiği gibi, bu yeni AB askeri gücüne de, Türkiye sınırı boyunca konuşlanma olanakları açılacaktır. İyi komşuluk ve uluslar arası hukuk kuralları bozulmuş bir dünyada yaşıyoruz. Burnumuzun dibinde, içinde bulunduğumuz ortamda olup bitenler aşağılık bir zırvadır. Uluslar arası hukukun çalışmadığı bir ortamda yaşamak, biz Bulgaristanlı Türklere 1984 - 1989 faciasını yeniden yaşatabilir diye korkuyorum. Biz Balkan ülkeleri arasında insan haklarının savunulması konusunda daha aktif bir dış siyaset yürütülmesini savunuyoruz. Lütfi Mestan olayında olduğu gibi nokta atışlarıyla başarılı olunacağı kanısında değiliz. Bölgesel diplomasi kuralları geliştirilmesi gereğine inanıyoruz. Almanya son yıllarda yığınla silah satın aldı. Paraları henüz ödemedi. Bu ülke geçen yüzyıl ülkemizi 2 defa işgal etmiştir. Bulgar faşizminin yuvadan çıkmasına kanat açmıştır. Orta menzili füzelerini AB’nin ortak güney sınırını korumak için Bulgaristan Türkiye sınırına yerleştirme “üst aklı” tırmalamıyor, deyemeyiz. Türkiye’de sözü edilmeyen “yeni Osmanlıcılık” Bulgar dış siyasetinde anti tez üreten doktrin oluyor, müttefikler arıyor. 1989’dan beri boş bekleyen, örümcek ağları alınsa gıcır gıcır Koca füze sığınakları hazır bekliyor. Bazı taş kafa yöneticiler için bu dünyada her şey değişir gibidir, fakat düşman hep aynıdır. Kaderimiz öyleymiş, onların düşmanı eskiden hep bizdik, elimizden su içmelerine rağmen biz kaldık.


Makale ve Analizler - 2017

45

TDGF Türk Dünyası Belgesel 2.Film Festivali İstanbul’da

BG-SAM-19.Mayıs.2017

Türk Dünyası Gazeteciler Federasyonun(TDGF) organize ettiği Türk Dünyası 2. Belgesel Film Festivali ve Yarışması Basın Toplantısı İstanbul – Beyoğlu`Grand De Pera Hotel `de yapıldı.

Türk Dünyası Gazeteciler Federasyonu Genel Başkanı Menderes Demir Başkanlığında yapılan toplantıya katılımcılar arasında TDGF kurucu başkanı Yılmaz Karaca, ASGD Genel başkanı İbrahim Erdoğan,Türk Dünyası Belgesel TV Program yapımcısı İsmail Kahraman, Kanal 34 Tv Yönetim kurulu başkanı Adil Koçalan, Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği (Bultürk) Başkanı Rafet Ulutürk, Bayrampaşa Haber Gazetesi Sahibi Yazar Yılmaz Birinci, Yapımcı Mehmet Ali Nalbant, Yönetmen Murat Uygur, Araştırmacı Yazar Vadullah Taş,’ın da aralarında bulunduğu bir çok Türk dünyası sevdalısı STK temsilcileri yer aldı. Festival ve Yarışma ile ilgili Yürütme Kurulu Başkanı Menderes DEMİR’in açıklaması; “Türk Dünyası Gazeteciler Federasyonu” olarak ilkini 2016 yılında 5 ülke 7 gösterim 1 festival şeklinde gerçekleştirdiğimiz Türk Dünyası Belgesel Film Festivali ve Yarışmasının ikincisini yapıyoruz. Gala ve ödül töreninin İstanbul’da olacağı 7 ülke 18 gösterim olarak planladığımız Türk Dünyası 2. Belgesel Film Festivali ve Yarışmasının müracaatları 17 Nisan 2017 tarihinde federasyonumuz genel merkezimizde başladı. 18 Ağustos 2017 tarihine kadar müracaatları kabul edeceğimiz yarışmanın geçtiğimiz yıldan bu yıl farklı olarak yarışmayı profesyonel ve öğrenci kategorisi olarak ikiye ayırdık. Bu yılki konusu da geçtiğimiz yılda olduğu gibi “Türk Kül-


46

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

türü ve Türkün Dünyaya Bakış Açısı” olacaktır. Festivale müracaat eden filmlerimizin ön seçici kurulu proje ortağımız olan 6 Türk Cumhuriyeti Üniversitelerinden Radyo Televizyon Bölümü konusunun uzmanı olan öğretim elamanlarından oluşacaktır. Seçici kurul müracaat eden filmleri on ikiye düşürecektir. Bu filmler 27 - 30 Eylül 2017 tarihleri arasında yapılacaktır. Gala ödül töreni öğrenci buluşması filim atölyesi Türk Dünyası yapımcıları çalıştayından sonra yine 7 Türk Cumhuriyetinde oluşan jüri üyelerimiz ilk üç ve diğer ödül alan filmleri belirleyecektir. Türk Dünyası Gazeteciler Belirlenen bu filmlerin gala Federasyonun (TDGF) Genel Başkanı ve ödül töreni devlet büyüklerimiMenderes Demir’e kitabımı zin, sinemacı, belgeselci, sanat kültaktim ederken. tür adamı ve halkımızın katılımı ile sahiplerini bulacaktır. Bu kapsamda Türkiye’de İstanbul, Niğde Ömer Halisdemir, Marmara ( Türkiyat Araştırma Enstitüsü) Kuzey Kıbrıs Türkiye Cumhuriyeti Doğu Akdeniz Üniversitesi, Azerbaycan Bakü - Devlet Üniversitesi, Kazakistan - Alfarabi, Kırgısiztan - Kırgısiztan - Türkmanas Üniversitesi, Bosna Hersek Üniversitelerinin proje ortaklığı ile gösterimlere sunulacaktır.


Makale ve Analizler - 2017

47

Ayaklanmıştık

Neriman Eralp Kalyoncuoğlu-19.Mayıs.2017

Konu: 19 Mayıs Cebel Ayaklanmasını anıyoruz. Hiçbir şey unutulmadı ve unutulmayacak. Bu topraklarda 1000 yıllık kültür kodumuz var. Avrupa kültür mirasından parçayız.. Mayıs Ayaklanmamız tarihimizde en önemli siyasi olaydır. Memlekette anma törenleri düzenleniyor, kahramanların anıtlarına çiçek ve çelenkler konuyor. Çocuklar şiirler okuyor. 1989 Mayıs İsyanı, Bulgaristan’da totaliter diktatörlüğün omurgasını kırdı. Berlin Duvarı’nın yıkılmasına, Soğuk Savaş’ın bitmesine katkımız oldu. 19 Mayıs 1989 dendiğinde Bulgaristan Türkleri Cebel’i düşünür. Büyük isyanın patladığı an hafızamızda capcanlıdır. Halk tepkisi mezarlıkta başladı. Bize bu dünyada yaşamı haram edenler, ezenler, Cebel mezarlığında da Türkleri korkutmak, susturmak ve yıldırmak istemişlerdi. Ne Paniş öldü ne de Avni Veli. Tabut kapağı hain muhtarın başına geçti. Cebel halkı yürüdü. Bulgaristan deprem yaşadı. Dünya hayran kaldı. Düşman küçük dilini yuttu. Tek sözle beklenen oldu. Halkımız ayaklandı. 28 yıl sonra hak ve özgürlük davamızda biz haklıyız ruhuyla Cebel Meydanı yine doldu. Eski tüfeklerinden, kırık kemikler, yaralı yürekler, hapisçiler, Beleneciler saflarda seyrelmişlerdi. Dava yaşıyor. Kimileri kürsü kaparken, dava adamları kahramanlar çeşmesi etrafına toplandı. Bayraklar dimdik. Kitle bekledi. Eskiden meydana çıkmaya korkanlar, sonraki yıllarda okumadan konuşamayanlar yine taktılar gözlükleri. Halkın gözüne bakamadılar. O zaman dimdik, Türk gibi yürümüşlerdi. Şimdi Bulgarca dinlediler. Düşman bayram etti. Parçalandık. Zayıf düştük. Öyle oldu ki halkımızın ne mecliste, ne hükümette, ne de meydanlarda gerçek temsilcisi kalmadı. Lütfü Mestan oturmuş milyonların üstüne, azımdan laf kaçar diye korkuyor. Cenaze imamları bu işlerin yalan uzatmakla olmayacağına inandı gibi. Karadayı da faşizmin iktidara çöreklendiği bir dönemde kör bıçakla miting geziyor. İnsanlarımız iktidardan uzaklaştırıldı, devlet işlerinde görevli 5 kişimiz yok. Horoz dövüşü seyrediyoruz. Bulgaristan Türklerinin yeni bir siyasi partiye ihtiyacı var. O sabah tütün ocakları susuz, koyunlar kuzular sayada, tavuklara kümeste kalmıştı. Genç kızlar silah olarak ellerine bahçe çapalarını, erkekler orak ve tırpanlarını, yaşlı kadınlar feracelerinin altına tütün iğnelerini ve ucu demirleri tütün kazıklarını almışlardı. Önce dış kapıların önünde şöyle bir yan yana oturdular.


48

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Göz göze geldiler. İçlerinden bu son oturuşumuz olabilir, geçirenler oldu. Sınır kapıları açılmış, halk zekâsına yol verenler birer beşer kovuluyor, halk öndersiz de olsa yollara dökülmüş hak hukuk davasında güç topluyordu. Dünya, bir isyanın nasıl olacağını önceden bilebilen ne bir strateji ustası ne de bir taktik lider doğurdu. İsyan eden halkımın kahraman evlatları 1000 yıl köylerde yaşamış, son 100 yılda köyden kente uygarlık yolu arayanlara hep sınır kapısı gösterilmişti. Doğdukları yerde üremek, köy - kentler kurmak, orta büyükte kentler oluşturmak emelleriydi. Yaşadıkları topraklara sevgi getirmiş, saygı ekmiş ve hoşgörülü bir toplum oluşturmuşlardı. Avrupa’yı şaşırtan komşu kapıları olmuştu. 200 - 300 sene savaşsız yaşama kültürünü de Türkler getirmişti. Evleri çocukları için dikiyor, cami ve medreseleri Allah evi olarak, türbeleri geleneklerini yaşatmak, köprüleri herkes gelip geçsin diye kuruyorlardı. Onların konakladığı topraklarda, onlardan önce kazan kepçe, paylaşmayı bilen yoktu. Man kiriş, tuğla kerpiç, oluk kiremit, yorgan döşek derken nice milleti ocak başında yaşamayı öğretmişler, karşılık beklemeden hayır etmeyi gelenek etmişlerdi. Yıllarca taşınan bir yük var halkımın sırtında, tüm iyiliklerinin kötüye anlaşılmasının yüküdür bu. Aynı azınlıktan olup kafası düşünen, iradesi oluşmuş, geçmişiyle yaşarken geleceği görebilen ve tüm çocuklar gülsün umuduyla coşan erkeklerin mimlenmiş ailelerden ev ev toplandığı mı diyeyim, tutuklanarak, kolları kelepçeli bilinmeye bir yerlere götürüldüğü ve gidenlerin dönmediği bir zaman kesiminde mi diyeyim, pek bilemiyorum. Oysa kin ve öfke öyle taşmıştı ki. Kıvılcımlanmıştı gözleri. Bazen ellerinin kendiliğinden titremeye başladığını, beyinlerinde hiddet şimşekleri çaktığını çok sonradan fark ediyorlardı. Sabahlardan 20 Mayıs 1989’du. Erken öten horozların sesinde çağrı vardı. “Hadi uyanın artık, ocaklar sulanacak, ahır temizlenecek, inekler sağılacak, koyunlar sürüye katılacak” demiyor, güzelin güzeli namelerle “hadi kalkın, bu iş böyle olmaz, bu gidiş gidiş değil, bugün İsyan günü!” Telalığı yapıyorlardı. Kalktılar. Ayakları sanki vites değiştirmişti. Ahıra, sayaya, tütüne gitmiyor, meydanlara adımlıyordu. Hayat adına ölümü görmeye hazırdılar. Yürüdüler. Arkalarında derin bir gizli örgütlenme olduğunu duyumsuyorlar. Radyo dinleyerek devrimci hareketlenmenin nabzından şaşmıyorlardı. Protesto gösterilerinin patlama noktasında olduğunu dünden biliyorlardı.. Analar ağlamaktan, gelinler beklemekten, yaşlılar yere bakmaktan bıkmış usanmıştı. Sabrın barajı patlamış 14 - 15 Mayıs günleri Silistre ve Şumnu’da çoğunluğunu kadın ve çocukların oluşturduğu binlerce Türk barışçı protesto gösterileriyle Bulgaristan’ı baştanbaşa titretmişti. 19 Mayısta Cebel ayaklandı. Anaların, kızların, yengelerin ve gelinlerin önünü almak mümkün değildi.


Makale ve Analizler - 2017

49

Halkın kin ve nefret dalgası kabarmış, Deliorman uğulduyor, tozlaşmak isteyen Dobruca ekinlikleri rüzgârla öpüştükçe doğa coşuyordu. Dünyanın en güzel insanları zulümden kurtulacak hava esiyor, kuşlar şarkı söylüyordu. Bulgaristan daha önce baştanbaşa Türk ayaklanmasıyla çalkalanmamış, dilini yutmuş, şaşakalmış. Türkler milli birlik sağlamışlar ve ayaklanmışlardı. En çok korktukları olmuştu. Bohçalar, Akkadınlar, Vokil, Çerkovna, Kemaller, Cebel, Beli Lom, Osmanpazar, Şumnu, Kazan, Benkovski, Ecerçe, Razgrat, Mahmuzlar ve Dobriç dalga dalga ayaklandı. Binlerce kişinin katıldığı kitle protesto gösterileri birbirini izledi. 52 bin 700 isyancı dikildi totaliter devletin, baskı, terör ve zulüm rejiminin karşısına. Evde, köyde kalanlar, kamplarda ölüm bekleyenler, zindanlarda körleştirilenler, dağlarda ve ovalarda kazma kürek elde totaliter diktatörlüğe mezar kazanlar. Dillerine, dinlerine, geleneklerine el uzatanlara, sevdiklerini domuzlara yem yapmak isteyenlere halk olarak yediden yetmişe ve kundaklardakilerle birlikte isyan etmişlerdi. Sayıları hiç önemli değildi. Çünkü bir kişi bin kişiye eşitti. Biletler kan içinde, ayaklar çıplak, bastıkları kara toprak, bu cennet bizim onuruyla ayaklanmışlardı. Kimseden bir şey istemediklerini, Allah’ın doğduklarında kendilerine bahşettiği hakları ve hava ile su gibi, yağmur ve tolu gibi herkesin olan özgürlüklerini istiyorlardı. Alkış da beklemiyorlardı. Demokrasi gelirken beraberinde hukuk devletini de insan haklarını, hak eşitliğini, etnik haklarını da getireceğine inanıyorlardı. Diktatör rejimin, totaliter zulmün ve komünizm yalanlarının umum mezarını kazmışlar, üçünü de bir çukura defnetmek istiyorlardı. O sabah güneş onları kutlamak için gökyüzüne dikilmiş, işlerine engel olmayayım diye rüzgâr hızını kesmiş, yüzlerini okşayan mehlemdi. Gönülleri ve ruhlarıysa birbirine sarılmış ve birbirine kenetlenmiş, ne lider, ne önder arıyor, kendi yolunu kendi seçmiş, özgürlüğün yönü olmaz inancıyla ilerledikçe ilerliyordu. Mayıs 1989 Ayaklanmamızda biz vatan toprağımızda 1000 yıllık kültür kodumuz olduğunu gösterdi. Avrupa kültür mirasından parça olduğumuza inandırdı. Totalitarizme karşı Bulgarlar uyurken biz ayaklandık. Bu erdem hepimizindir. Ne DOST ne de DPS bu kazanımımıza sahip çıkamaz, çünkü ayaklanmamızı hedefinden saptıranlar, ödün verenler kendileridir. Bu bakıma bugün ve yarın yeniden uyanma ve örgütlenme zamanıdır. Bulgar iyice kudurmuştu. Protesto gösterilerine katılanlara ateş açılması, hastanelere ve kliniklere yaralı Türklere hizmet verilmemesi emri verilmişti. Bir haftada binlerce yeni tutuklama yapılmıştı. Coplama, men geme, elektrik masası, şok uygulaması vb almış yürümüştü.


50

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Son görüşmemizde, Bulgaristan Türkleri aydınlarından İslam Beytullov Sofya’da tutuklu kaldığı günleri şöyle anlattı: “Tarihi, günleri iyice şaşırmıştım. Polis Müdürlüğü mahzeninde güneş görmeden kaç gün kaldığımı bilmiyorum. Çekip çıkardılar ve 6 kat müdürlüğün yedinci katındaki balkona götürdüler. General Çergilarov oturmuş beni bekliyordu. Oturdum. Sanki dostça baktı. Ben günde 2 paket içen biriyim. Bağırım yanmıştı. Bir sigara istedim. Verdi. Kibritim, çakmağım yoktu. Ateş rica ettim. Bana çakmağıyla ateş verecek gibi yaptı. Öyle bir yumruk vurdu ki, 2 dişim birden fırladı. Ardından da, biz seni onun için mi besledik, diye bağırdı. İt oğlu it. Hiç unutamam. Unutmamalıyız...” Hepimizin ayrı bir kaderi vardı. Çekilerimizin ortak adı zulümdü. Aldatıldığımızı, hain tuzağa düşürüldüğümüzü anlayana kadar yıllar geçti. Sonra bazılarına sofra dar geldi, bölündüler, parçalandık. Bu büyük yenilgimize yeni başlangıç oldu. Halk değişim istiyor. Oyun kuracak yeni parti arıyor. Atılımları yeni bir siyasi oluşumda birleştirmek özlemiyle şahlanmaya hazırlanıyor. Tanklarla yüzleştik. Birlik ve beraberdik. Ölümden başka hiçbir şey bizi yenemez inancıyla tankların üzerine çıkmıştık. “İşte biz sizi ayakaltına aldık ve çiğniyoruz, siz bir hiçsiniz” diyebildik. Üzerimize kör kurşun yağdı. 42 şehidin kanı kara kan değil, doğan özgürlüğün şakıyan allığıydı. Özgürlük savaşında can vermek gibisi var mıydı. Bakışarak helâlaştılar. Doğdukları topraklarda kurban olmak vardı. Onların cenneti bu topraklardı.

Kürsüye Çıkamadılar

İbrahim Soytürk-20.Mayıs.2017

Konu: Derde bak derde. Çiçekte tohum bitmez kardeşler! Cebel anma törenlerinden ders çıkaralım. Ölüme başı dik beraber gidenler, nasıl oldu da, Cebelde birbirine düştüler! Bin kere yazdık, anlattık, yüzlerine bağırdık. Halkımız dost elinden hançer yemeyi hak etmemiştir. Bu hançeri kaldıran, sebebi ne olursa olsun, haindir. Bir gün mutlaka hesap sorulacaktır.


Makale ve Analizler - 2017

51

Bu yıl Cebelin 19 Mayıs meydanında sımsıkı sıkılmış ve sağ kol boyunca göğe kalkmış bir yumruk göremedim. Bu işe yalnız ben değil, şehitleri anma törenini sabırsızlıkla bekleyen menekşeli yeşil Rodop dağları da şaşakaldı. Esen rüzgârda nasıl olsa zamanla unutulur her şey havası vardı. Rodop Dağlarını inleten büyük İsyan’dan bir destan, bir derleme, bir uzun hikaye çıkmasını başarılı engelleyen gizli ajanlar miting meydanındaydı. Cebel mitinginde bu defa anma töreni değil adeta cenaze havası vardı. Birlik ve beraberliğimizi gömmeye gelmişlerdi. Yolları kendilerinin sanan parlak ayakkabılılar lüks otomobillerden indiler. Ceplerine para koydukları tayfa arkalarındaydı. Cebel Türklük ve Türklüğe ihanet edenlerin buluşma yerini andırıyordu. Sinekkaydı tıraşlı taş kafalar horoz dövüşü seyretmeye gelmişlerdi. Meydan ağa gibi böbürlenen Lütfi Mestan ile Mustafa Karadayı Cebel de 19 Mayıs 2017 Şehitlerimizi Anma Töreninde kürsüye çıkmadılar. Daha doğrusu çıkamadılar. Aynı kümesten iki horoz olduğunu bilenler bu işe de aldırış etmediler. Bir karış suratla, hiç konuşmadan, birbirinin yüzüne bakmadan, bir şarjlık liderlik pilleri sönmüş, enerjileri bitmiş ortada kaldılar. Patlamış ampul gibiydiler. Ne ışık saçacak birikim, ne yol gösterecek öngörü, ne de söyleyecek birkaç sözleri vardı. Selam verseler alacak kimse yoktu. İsyan kendi evlatlarını yemiş, yerinde sap çöp takımı belirmişti. Sellerin, çöp tenekesinin etrafından topladığı ve doludizgin akarken fessiz püskül gibi batırıp çıkarıp taşıdığı atıklar gibi “liderler” coşan insan seli içinde kayboldular. Atasözümüz “diken battığı yerden çıkar” der. Büyük İsyan Cebelde patlamıştı. Yeni bir sayfa açılmak üzere, onun da zamanı burada doldu ve kapandı. Türkçemiz için ayaklanmıştık, kürsüdeki Bulgarca ötüyordu. Davul zurna çalsın dinleyelim, sazlar çalsın mesh edelim desek, çalan kaba gaydaydı. Hatırlayan hatırladı. O zaman, o isyan, polis, milis, ajan, müzevir, şantajcı ve sahtekâr, tank top ve daha neler neler, ne varsa hepsini önüne takmış ve çöp ırmağına kakmıştı. Bizimki yerel bir depreşme değildi. Yerel bir direniş de denemez, bizimki Ulusal İsyandı. Bulgaristan’ı topyekûn sarstı. Hareket gücü halktı. Binlerce tutuklunun arkada kalan közleriydi. Şu dağları renklendiren bin yıllık kültürel geçmişin yaşam hakkı için başkaldırışıydı. 1989’da milli isyanımız büyük bir öfke birikimiyle ansızın kükredi. Gençlik atılganlığında ifade buldu. Gözünü budaktan sakınmayanların cesaretinde alevlendi. Ömrünü tamamlamış baskı ve terör rejimi halk topluluğumuzun kudretiyle tarih çöplüğüne itiliyordu. Bizim dedelerimiz, ana babalarımız, amca ve dayılarımız Avrupa kıtasında hak ve özgürlük uğruna ilk azınlık ayaklanmasını hayata geçirdiler. Özünden olmayan ama ona dayatılmak istenen ne varsa denizin deli dalgalarla sahile çıkardığı


52

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

gibi biz de özümüze dönmek için isyan etmiştik. Ne yazık ki yıllar içinde gönüller yine bulandı. 19 Mayıs 2017 bu bakıma bir hesaplaşma günü oldu. Kitle iki liderin ikisini de defterden sildi. Hiç kimsenin hak ve özgürlük davamıza ihanet etmeye hakkı yoktur! Hiç kimsenin Bulgaristan Türklerinin siyasi onuruna gölge düşürmeye hakkı yoktur. Hiç kimsenin halkımızın gördüğü zulmü pazarlamaya hakkı yoktur! Hiç kimsenin hak ve özgürlük uğruna davamızı bölüp parçalamaya hakkı yoktur! Hiçbir kimsenin şehitlerimizin aziz hatırasıyla alay etmeye hakkı yoktur! Hiç kimsenin hiç birimizin namusunu ve şerefini satmaya hakkı yoktur! Çiçekte tohum bitmez. Beklenen gün gelmiştir. Bulgaristan Türkleri siyasi sahneye yeni bir coşkuyla, yeni bir atılımla, yepyeni bir şahlanışla çıkacaktır. Yeni günün gereklerine uygun bir siyasi partiyle kavuşacaktır. Hepsi ajan sürüsünden olan ve satılmış karşılaşma oynayan Ahmet Doğan, Kasım Dal, Lütfi Mestan ve Mustafa Karadayı için oyun bitmiştir. Seyirciler sahaya iniyor. Kaleciden de oyunculardan da, kaptan da hakemden de hesap sorulacaktır. Demokrasi bayrağı dalgalandırdığımız ülkemizde faşizm kapı çalmıyor, iktidar oldular. Türkleri parçaladık ve birbirine düşürdük diye bayram ediyorlar. Oysa Avrupa’da faşizm 1945’te yok edilmişti. Bizde faşist ideoloji gece gündüz zorla kafamıza sokulmak isteniyor. Memleketimizde gizli ve derin bir faşist örgütlenme olduğu konuşuluyor. 1990’dan beri Berlin’de yapılan Nazi bululma ne nümayişlerine “siyah meşin elbiseli” Bulgar gençlerin de katıldığı açıklandı. Başbakan Yardımcısı Valeri Simyonov’un meclis kürsüsünde sağ kolunu Naziler gibi kaldırıp “Bulgaristan Her şeyin Üstünde!” çığlığı atması, unutulur gibi değildir. Bulgaristan’da bütün gençleri silâhaltına toplama planları hazırlanıyor. Bu bizim için zulmün fışkırması anlamına gelir ve vatan toprağı hepimize bir daha dar gelebilir. Bu hafta, dosyacılar grubu, daha 1946’da Bulgaristan’daki Türklerin bire kadar göçe zorlanarak kovulması planlarını açıkladı. Böyle bir ortamda 19 Mayıs Cebel anma törenlerinde kaynatılan kazanın daha iyi anlamaya çalışın lütfen! Bu bakıma Türkiye Cumhuriyeti yönetiminin de uyanması kaçınılmaz ve zorunlu olmuştur. Avrupa kıtasında, azınlıkların bulundukları ülkelerde huzur içinde yaşamaları; Türk dil ve kültürünü savunan bir kanun kabul edilmesi ve farklılığımızı savunma zamanı gelmiş de geçmiştir. Farklılıkların bütününden doğan yeni bir uygarlıktan söz eden eski kıta bunları kabul etmelidir. Bu yasalar Bulgaristan’da özellikle uygulanmalı, dil, din, geleneklerimizle yaşamamız gü-


Makale ve Analizler - 2017

53

vence altına alınmalı, özgün kültürel haklarımız meşru yaşam hakkı olmalıdır. Uluslar arası diplomasının ve Avrupa demokratik kamuoyunun 1989 Mayıs İsyanımızda bizimle olduğu gibi bugün de bizi destekleyeceğine inanmak istiyorum. Bu zorunlu durum, İnsan Boyutları Konferansı AGİT gündemine taşınmalı, Helsinki İnsan Hakları Konferansı gündeminden ise asla inmemelidir. Cebel meydanı bir kavga meydanıdır. Bizimki büyük bir kavgadır. Kimlik kavgamız, kültür hakları kavgamız, okul kavgamız, anadil kavgamız vb aynı dev kavga ağacımızdan dallardır. Horoz güreşi seyretmeye gelenleri saflarımızdan kabul edemeyiz. 19 Mayıs’in ikindi saatlerinde o meydandakilerin gözlerinde DOST ve HÖH liderlerinin cenazeleri kalkıyordu. Matem törenlerinde kiliselerde mum yakıldığını bilenler, şunlar biraz biraz bizden olmuştur umuduyla mum yanmasını beklediler. Mum yakılmadı. Cenaze yeri kavga alanına döndü. Halkın ruhu yeniden doğarken etraf aydındı. Gözler parlaktı. Bükülmez ve yenilmez irademiz dimdikti. Güneş yeni bir doğuşu kutluyordu. 19 Mayıs, şehitleri anma, birlik ve beraberliği pekiştirme günümüzdür. Bayramların büyüklüğü sallanan bayraklarla, okunan nutuklarla ölçülmez. 1989 Mayısında bayrağımız yoktu. Kimse nutuk da çekmedi. Ama hınç patlaması yaşandı. Bulgaristan sarsıldı. O gün orada Bulgar devleti, Bulgaristan Komünist Partisi ve yerel idare ile Türk halkının, Bulgaristan Müslümanlığının arası öyle açıldı ki, 28 yıldan beri kapanmadı. Devlet ve halkın bölünmüşlüğünü bizde mayalanamayan demokrasi de kapatamadı. Düşman şimdi çareyi bizi birbirimize düşürmekte buldu. “Ayır buyur” taktiği uyguluyor. Karşımıza dikilmiş, kendini lider sayanlar da oyuna geliyor. Bu çuval silk ilmelidir. Lütfi Mestan sinsiliğinin hesabını asla veremez. 19 Mayısta Bulgar basını, radyo ve TV programları sustu. “Cebel” sözünü aza almayı yasaklayan hükümet emri var gibiydi. Şehitler, totaliter rejim zulmü, baskı, terör, tutuklamalar, yıkılan mezar taşları, yarım milyon kardeşimizin vatan toprağımızdan kovulması, çekilen çileler, Bulgaristan tarihinde ilk muzaffer Türk isyanı, tüm demokratik dünyanın gözünde ayaklanmanın haklı oluşumuzdan çıt yok. Avrupa’nın 1990’da demokratikleşmesinde ve “Soğuk Savaşın” gömülmesinde, diktatör Todor Jivkov’un devrilmesinde Bulgaristan Türklerinin oynadığı rolden söz bile edilmedi. Bulgaristan’da demokratikleşme kapısını açan kitle eyleminin Cebel’de başladığı unutturulmak istendi. İş Mastanlar Karadayılar horoz çekişmesine indirgendi. Bu defa halkımız kararlıdır. Kürsüden ine de bir daha kürsüde yer yok. Eskiden de öyleydi, ajanlıktan atılan bir daha ajan olamaz ve sürünürdü. BKP’den atılan da bir daha komünist olamazdı, süründükçe sürünürdü. Biz de böyle bir parti kurmalıyız. Hainlere yer yok! En cesur, en yürekli, en bilinçli, Türklük uğruna can feda etmeye hazır kitleye dayanan bir kadro partisi...


54

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bizi Tanımayanlar, Ayaklanmamızı Nasıl Tanısınlar?

Rafet Ulutürk-22.Mayıs.2017

Konu: 1989 Mayıs Ayaklanmasını halkımız başlatmış, yönetmiş ve gerçekleştirmiştir. Toprağa verdiklerimiz hakkında kimsenin söyleyecek sözü olamaz. Bizi Tanımayanlar, Ayaklanmamızı Nasıl Tanısınlar? 19 Mayıs’ta Cebel şehrimizde 28 yıl önce çakmak çakan ve Bulgaristan’da alevlenen Bulgaristanlı Türklerin Halk Ayaklanması’nı ve şehitlerimizi anma törenlerinde yaşanan olumsuz olaylar kamuoyunda geniş yankılandı. Söylemek istediklerini halkın kurduğu kürsüye çıkıp, şehit yakınlarının, çile çekmişlerin, sürgünde ezilenlerin, Belenede, binlerce mağdur kahramanın yani anma törenine, saygı duruşuna gelen, Bulgar Türk, Müslüman Hristiyan herkesin anlayacağı bir dille kitleye söyleme kültürüne sahip olmayan Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH) lider ekibi, eli altındaki tüm medyaları ateşleyerek ve paralı propaganda yapan yalancı basına çıkarak, 1989’un 19 Mayısı halk isyanı önder, örgütleyicisi ve yöneticisinin güya bugün “saray” bekçiliği yapan ve insan önüne çıkmaya yüzü olmayan fahri başkan Ahmet Doğan’ın olduğu iddiasına yeniden dört elle sarıldı. Gerçeği çeken bilir. Halkın bildiği ve doğruluğuna inandığı hiç bir şey yalanla dolanla, düzmecelerle ve kandırmayla değiştirilemez. Soruyoruz. Acaba 19 Mayıs 1989’dan önce Ahmet Doğan Cebelin nerede olduğunu biliyormuş mu? Soruyoruz: 19 Mayıs 1989’dan önce Ahmet Doğan Cebel’den ya da köylerinden kaç kişi tanırmış ki, İsyan önderliğini yapmıştır. Ahmet Doğanı aramıza lider olarak çakmak isteyenler 28 yıldan beri yalan söylüyorlar. Ne kadar yüzsüzleşmiş ki, halkımızı aldatma çabalarından vazgeçmediler. Düne kadar Lütfü Mestan da aynı hoparlörden konuşuyordu. Bugün Karadayı da kendini Goebels yapmaya çalışıyor. Saçmalıklara son verelim kardeşler.


Makale ve Analizler - 2017

55

Cebel’de hak ve özgürlüklerimiz uğruna devrimci örgüt kuran öğretmen Avni Veli ve arkadaşlarıdır. O örgütsel ve idesel çalışmaları için tutuklanmış, Dobruca’ya sürgün edilmiş, ailesiyle birlikte Dobriç köylerinde tütün işlemiş, yine içeri atılmış, yargılanmış, 7 yıl 10 ay hapsedilmiştir. 29 Aralık 1988’de serbest bırakıldıktan sonra totaliter devlerin baskı ve terörüne karşı, Türklerin dil, din, kültürel haklarını geri verilmesi, Türk okullarının yeniden açılması ve öncelikle de Türk isimlerimizin hemen iade edilmesi için gizli mücadele yolunu seçmiştir. Kurduğu direniş örgütünün çalışmaları Cebel halkı arasında ve köylerde tutmuştur. 1989 Viyana Destek Hareketini kuran da Avni Velidir. O hayatta iken Ahmet Doğanı tanımadığını defalarca beyan etti. İki yıl öncesine kadar HÖH Genel Başkanı görevinde bulunan Lütfi Mestan’ın da “Türk ruhu taşıyan biri olmadığını” ve “ondan bir şeyler beklemenin çok yanlış olduğunu” vurgulamıştı. O rahat döşeğinde yatarken ruhu bunları anlatmaya devam ediyor. 30 Mayıs 1989’da Paris’te başlayacak olan İnsan Boyutları Konferansı Birinci Toplantısından (AGİT) önce dünya kamuoyunun dikkatini Bulgaristan’daki Türk ve Müslüman kitlenin son derece ağır durumuna ve yükselen isyan dalgasına çeken yine Avni Veli ve arkadaşları oldu. 19 Mayıs’ta Cebel’de patlayan nefret dalgası haberlerini “Hürriyet”, “Almanya’nın Sesi”, “BBC” vb radyo merkezlerine ilettiler. Batı Radyoları, Ankara ve İstanbul Radyosu “Bulgaristan’da havanın kurşun gibi ağır olduğuna ve yerel isteklerle değil ulusal ve toplu, genel geçerli ve uluslar arası anlaşmalara ve insan hakları sözleşmelerine ve devletler hukukuna dayanan isteklerle ayaklanan Bulgaristan Türklerinin tüm isteklerinin hemen yerine getirilmesini dünyaya duyuruyordu.” Günümüzde haklı davası BULTÜRK tarafından devam ettirilen İstanbul Balkan Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği ve federasyonlar Taksimde mitingler düzenlendi. Bulgaristan Konsolosluk ve Elçiliklerine siyah çelenkler taşındı. Bunlar ülkede insan haklarının, hukuk düzeni ve demokrasi umuduna sembol oldu. Şunu da önemle belirtiyoruz: O zaman Bulgaristan’da 28 gizli ve yarı gizli etkinlik yürüten, bildiri, program ve tüzük dağıtan, Büyük elçiliklere, hükumete ve devlet başkanlığına mektup üstüne mektup gönderen binlerce kişi vardı? Herkes Müslüman vatandaşlarımızın haklarının iade edilmesinde kararlıydı. Soruyorum. Sayın HÖH Siyasi Yürütme Kurulu üyeleri, başka bir değişle, bugün yani 28 yıl sonra, TV ekranlarına çıkıp da “bu işlerin ardında Ahmet Doğan vardı” diyenlerin tümüne soruyoruz. Göstereceğiniz belgeler sonradan uy-


56

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

durulmuş olmama şartıyla, bugün bize haklımızın geri verilmesi, Ayaklanmaya çağıran, ayaklanma için kadro görevlendiren, Batı Radyoları ve Ankara, İstanbul Radyoları ile irtibat kurup demeç veren kişinin Ahmet Doğan olduğunu söyleyip bunu kanıtlayabilen bir tek kişi gösterebilir misiniz? Gösteremezsiniz... Mayıs 1989’da Bulgaristan’da etkinlikler ateşinde yanan, gece gündüz demeden çalışan devrimci kadro kovanı vardı. Bunlar BKP Akademisi mezunu değil, halkın mücadele okulunu bitirmiş cesur ve bilinçli kardeşlerimizdi. Ahmet Doğan bu kişilerden hangisini tanıyordu? Davamız o kadar derin ve büyüktü, ateşi gökleri öyle delmişti ki, dilinizin altından çıkarıp Kasım Dal ile Necmettin Hak’ın ismini sıralasanız asla yetmez. Biri o günlerde Sofya hapishanesinde ayakkabı dikiyor, diğeri de “İhtiman” dökümhanesinde kalıp temizliyordu. Olup bitenden haberleri yoktu. Kendimizi ve birbirimizi kandırmayalım. Gerçekleri ipe serme günü çoktan geçti. İsyan edenler birbirlerine gönül bağı ile bağlıydı. Yalancı şahitlerle dava kazanılmaz. Son hesapta haklı olan her zaman halktır ve gerçektir. 1989 Mayıs ayaklanmamıza katılanlarda birlik, beraberlik ve birlikte yol yürüme azmi vardı. Protesto yürüyüşlerinde ayak izlerini rüzgâra bırakanlardan, kör kurşunlara hedef olup şehit düşen kahramanlardan hiç biri Ahmet Doğan adında birini tanımıyordu. İnsan tanımadığı görmediği insanları örgütleyemez, yönetemez, onlara esin kaynağı olamaz, ölüme uçması için hiç kimseyi kanat açamaz. Ayaklanmalar aynı ruhla yaşayan insanların gönül coşkusudur. İsyana kalkışma tüm ezberi bozan bir hareketlenmedir. 1989 Mayısında “DS” sofrasında beslenenler ayaklanmadılar. Dirilen, kahraman halkımın birlik ve beraberliğinden kaynaklanan yenilmez kudretti. İsyan, ansızın patlayan bir yanardağdır. Bizim ki de öyleydi.19 Mayıs 1989’da Cebel’de yanar dağı lav saçarken Ahmet Doğan yoktu, onu tanıyan, ismini işitmiş birileri de yoktu. İsyan alayında onun adını anan olmadı. Bugün de işitmek isteyen yok. Olmayacak da! Görüldüğü üzere, olaylar o kadar yalın ki, HÖH Genel Başkanı Mustafa Karadayı Cebel’de kürsüye çıkamadı. “Kardeşlerim! Biz 28 yıldan beri yalan söyledik, özür dilerim. Biz de sizler gibi aynı sofrada soğan ve kompirle büyüdük. Aynı sürüdeniz!” diyecek gücü kendinde bulamadı. Davamız büyük bir davadır. Hiçbir uşak ve hademe bundan böyle şehitlerimizi anma törenlerine katılmaya yüz bulamayacaktır. Bu defa Karadayı’nın anma törenine Vidin köylerinden bir sürü sopacıyla gelmesi, onu tamamen gülünç bir duruma düşürdü. Yerli katılımcılar “keşke getirmeseydin, biz burada sopacının her çeşidini gördük. Ayıp ettin!” dediler. Yalan iddiaları halkımıza sopacı tehdidiyle dayatma denemeleri son dönemde iyice çoğaldı.


Makale ve Analizler - 2017

57

Görünen köy kılavuz istemez. Bugün “saray” bekçiliği yapan Ahmet Doğan, 1974’te gizli polis “DS” ajanı oldu. O, imzayı atıp şartları kabul ettiği andan başlayarak, Karşı Cephede yer aldı. Bize karşı pusulandı. Bulgaristan Türklerinin kimlik davasına ateş açmaya başladı. Türklüğümüzü yok etmek isteyenler arasında yer alırken, düşman parasıyla yaşadı. Okutuldu. Eğitildi. Caka sattı. Kız kadın kovaladı. Bizim özümüzü oyduğunu bildiğimiz için devrimci mücadelemizin ateşinde yetişen gerçek bilinçli, devrimci kadrolardan hiçbiri onu kendisine yaklaştırmadı. Ona yanaşmadılar. Onunla ve çevresiyle irtibat kurmadılar. 4 Ocak 1990’da ben ve 32 arkadaşım Varna’da Hak ve Özgürlük Partisi kurduk, dediği zaman kendisi bile Varna’da değildi, sözü geçen 33 kişiden bazıları hapishanelerde çürümeye devam ediyor, diğerleri memleketten kovulmuştu. Ahmet onların yüzünü bile görmemişti. Yılan büyük yalanı o an yumurtladı ve bir daha yalan yumurtlamaktan vazgeçemedi. Gerçek budur. Belki de gün gelir ve 19 Mayıs 1989’da Ahmet Doğan Bulgar İstihbaratı Birinci Şubesi Beşinci Amirliği’nde kurs görürken ne gibi iğrenç ve sinsi planlara alet edildiğini anlatır veya hatıralarında yazar. Mayıs 1989 Ayaklanmamızın ulusal ve uluslar arası önemi. 1989 direnişlerimizin bir etnik azınlığın totaliter komünist rejimi gerileterek devirmek için verdiği yüzde yüz haklı bir başkaldırı olması açısından taşıdığı anlam olağanüstü büyüktür. 20’inci yüzyılda Avrupa kıtasında bizimkine benzeyen başka bir halk ayaklanması olmamıştı. Hak ve özgürlüklerimiz için ayaklanmamız, Bulgar halkının da hak ve özgürlükleri, demokratikleşme ve özgürleşme davasında bir altın öz oldu, sürükleyici olarak çalıştı. Berlin Duvarı’nın yıkılmasına Bulgaristan demokratik güçlerinin katkısı oldu. Bunun tanınmak istenmemesi kıskançlıktır. Bulgaristan’da Todor Jivkov diktatörlüğünü devirme bayrağını dikenler biziz. İlk şehitleri verenlerde biz olduk. 70 bin kişi birden yürüdük. Avrupa radyolarını, Avrupa diplomasisini kilitledik. Jivkov rejimine felç yaşattık. Başlatmasına başlattılar amma durdurmak ellerinden çıkmıştı halkın eline geçmişti. Bizim, 1989 Mayıs İsyanımız, Macarların komünist zulme karşı 1961 Ayaklanmasından, Çeklerin 1974 Ayaklanmasından ateş alan ve Balkanlar’da bir ilk patlama olarak evrensel önemli bir olaydır. O gergin günlerde, belki de hedefe doğru yan yana yürürken aynı nefesi solumaktan güç alan kardeşlerimiz bunu böyle düşünmemiş olabilirler. Fakat gerçek budur. Havadaki buluda şu serin damlayı nereden getirdin diye sorulmaz, halkımın gönlünde tutuşan ateşin kıvılcımını


58

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

da soran olmamıştır. Bir daha birlikte anımsayalım, totaliter baskı ve terör rejiminin köy ve kasabada kuş uçurtmadığı günleri, ayları, yılları... Binlerce tank - topu sığınaklardan çıkarılmış halkımıza saldırmaya hazır durumda beklettiğini, hapishanelerin ve tutuk evlerinin kapı eşiğine kadar dolup taştığını, sürgünlerden kin ve öfkenin taştığını, köylerde hayatın tamamen alt üst olmuşluğunu, yürekler kan içinde, bilekler kelepçeli ve ayakların çıplak olduğunu, olağanüstüden daha kötü bir ortamda yollara dökülen bir halkın evladı olmak ne büyük bir şeref! Biz özgürlük hasretiyle yetişen ve hürriyet bayrağı dalgalandıran kuşakların devamıyız! Ne makamda, ne parada, ne şanda şöhrette, hiçbir şeyde gözümüz yok. Bu şanlı dava yere düşse bile yerinde kalmaz. Kader üstü kaderimiz şerefli yolumuza birlikte devam etmektir. Bir ayaklanma yüz yılda hazırlanır ve bin sene yaşar. Bugün neredeyse her şeyimize ortak olmak isteyenlere şaşıyorum. Bulsalar zindanda dövülen bizdik. Belene’de domuzlara yem olmaya hazırdık. Elektrik sandalyesinde ölümü yenen bizdik diyecekler. Ayaklanan halkımın aynasında görmek istiyor hainler kendilerini. Kavgada büyüyen bir nesiliz! Dost ile düşmanı birbirinden ayırma zamanı çoktan geçti. Görüyorsunuz aramıza sokulup bugün de bizimle beraber yürümek istiyorlar. Saflarımızı arıtmak, yeniden düzmek ve sıklaştırmak zorundayız. Kavgamızın şanlı dalgası hepsinin üstesinden gelecek ve hainleri duvara dayayıp hesap soracaktır. 20. yüzyılda yükselen ve 21’inci yüzyılda dalgalanmaya devam eden etnik mücadele bayrağı bizimdir. Zafer günü yakın olan şanlı insan hakları ve adalet davamızdan, demokratik ve özgürlük kavgamızın sesi olan mücadelemizden Ahmet Doğan ve beslemelerine verecek hesabımız ve bir tek kırıntımız yoktur. Mayıs 1989 Ayaklanmamızda şehit düşen 42 kahraman, yazı, şarkı ve destanlarımızdaki ruhla huzur içindeler. Zaferin simgesi birlik ve beraberliğimizdir.


Makale ve Analizler - 2017

59

Yalan İpinin Ucu

Çeviri: Raziye ÇAKIR -20.Mayıs.2017

Konu: Ahmet Doğan’ın Mayıs 1989 ayaklanmasında hiçbir rolü yoktur. Biz o zaman onun adını bile işitmemiştik. Bosiya Mayıs 1989 ayaklanması gerçeğinde Ahmet Doğan yalanı tamamen ortaya çıkıyor. İnsan hakları savaşçılarından Nikolay Kolev Bosiya anlatıyor: 1989 Mayıs ayaklanmasını Bağımsız İnsan Hakları Savunma Örgütü ile Dayanışma (Podkrepa) örgütlediler. Ben 1989 Mayıs Ayaklanmasına katılanlardan biri olduğumdan dolayı anlatacaklarım çoktur. Ben daha önceki demeçlerinde, isimleri zor kullanılarak değiştirilen Bulgaristan vatandaşlarının 1989 Mayısında düzenledikleri protesto eylemlerinde Ahmet Doğan’ın bir gram katkısı olmamıştır. Biraz tarih: 1989 Ocağının sonunda, Dr. Trençev’le birlikte, Petır Manolov’la görüşmek üzere, Filibe’ye (Plovdiv) gitmiştik. O zaman, sekreteri İliya Minev olan, Bağımsız İnsan Haklarını Savunma teşkilatının (NDZPÇ) sekreteri oydu. Biz görüşürken bir ara, Marsilya’dan (Fransa) Petar Boyaciev telefon etti. Telefonda tanıştık ve yeni bir sivil toplum örgütü kurmaya karar verdik. Bir anda sendikadan söz edildi. Ona, 1980’den beri böyle bir fikir taşıdığımı, fakat imkân bulup gerçekleştiremediğimi açıkladım. O zaman orada en kısa bir zamanda böyle bir sendika kurmaya karar verdik. Manolov’la sendikayı 8 Şubat günü ilan etmeye karar verdik. Ne var ki, 8 Şubatta Petar ve genç bir aileden başka gelen olmadı ve biz de sendika kurma işini başka bir tarihe erteledik. Bu işi, Stara Zagora kentinde, Dr. Trençev’in ana-babasının evinde toplanarak, 11 Şubat günü bitirdik. Trençev uzanıp uyuduğunda ben babasıyla uzun bir sohbete daldım. Bir Tüzük ve kurucu toplantı tutanağını kaleme aldım. Ertesi sabah Dr. Trençev’in annesi belgeleri tescil için mahkemeye gönderdi. Ben sendikal yapılanmayı gerçekleştirmek amacıyla Bulgaristan’ı dolaşmaya başladım. Petar Manolov ile devamlı irtibat halindeydim. Bu arada biz, etnik Türk kökenli Bulgaristan vatandaşları arasında İnsan Haklarını Savunma örgütü nüveleri oluşturma kararı da verdik. Hareketimizin etkin üyelerinden birinin evinde


60

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Haskovo’da bir toplantı yaptık. İbrahim Runtov da davetliydi. İliya Mitev de hazır bulundu. Mitev, Türk kadına açılmamıza ve çalışmamıza karşı çıktı. Bu nedenle, ondan habersiz çalıştık. İ. Runtov’va İnsan Haklarını Savunma Örgütü adına yetki verdim, aynı zamanda sendikayı da temsil edecekti. Dikta iktidarı benim aktif çalışmalarımdan hoşnutsuzdu ve bir sabah evim basıldı. Bölge Mahkemesinde yargılandım ve yargıç Temenuşka Bogdanova beni bir buçuk yıl Bobovdol kasabasına sürgün etti. Avukat tutamadım, bir üst mahkemeye başvurmaya hakkım da yoktu. Karar kesindi. Duruşma 3 dakika sürdü. Sonra milisler beni Bobovdol’a götürdüler. Oraya varır varmaz, duruşmaya avukatım da davet edilerek yeniden yargılanmam ve hakkımda verilen mahkeme kararını daha yüksek bir yargı mencine sunma isteklerimle süresiz açlık grevine başladım. Bu olay 17 Mart günü oldu. Açlık grevim duyulunca birkaç kişi beni desteklemek amacıyla açlık grevi ilan ettiler. Tepkilerim duyulunca 20 Nisan 1989’da beni Stara Zagora şehrine götürdüler, mahkemeye çıkardılar ve hakkımdaki karar bozuldu. Aklandım. Türkler de aralarında olmak üzere, pek çok kişi beni aradı ve hal hatır sordular. Ben, bu olaydan edindiğim tecrübeyle, açlık greviyle sonuç alınabileceği sonucuna vardım. Böylece Mayıs ayının ilk günlerinde Deliorman’da birkaç kişi açlık grevi ilan ettiler. Türk isimlerini geri istediklerini ilan ettiler. Bu arada ben Bulgaristan Komünist Partisi Merkez (BKP MK) Komitesi’ne bir mektup gönderdim ve Türklerin, Pomakların ve Çingenelerin gerçek isimlerinin geri verilmesi için kendileriyle diyalog başlatılmasını önerdim. Ben bu görüşmelerde İnsan Hakları Örgütü ile “Dayanışma” (Podkrepa) sendikasının arabulucu ve garantör olmasını önerdiğim için, BKP MK ve hükümet sıkışmıştı. Mektubum Batı radyolarında okundu ve Avrupa kamuoyunda destek buldu. Bu arada Deliorman’da açlık grevi yapanlar arttı ve protesto gösterilerine çıkma kararı aldılar. Şahsen ben kendilerinden acele etmemelerini rica etmiş olsam da, olaylar kontrolden çıktı. 26 Mayıs 1989’da bana bir kadın sesi telefon etti ve acil görüşme istedi. Anneme başıma olay gelebilir ihtarında bulundum ve evden çıktım. Evimden birkaç yüz metre ötede 4 polis arabası etrafımı kuşattı, yakalandım, arabaya itildim ve Sorgulama Baş Müdürlüğü (GSU) aracıyla Sofya’da “Razvigor 1” sorgulama merkezine götürüldüm. Öyleden sonra Trençev’i, İbrahim Runtov’u ve Anton Zapryanov’u da getirdiler. Birkaç gün sonra Papaz Hristofor Sıbev ile Todor Gagalov da getirildi. Hareket yöneticisiz bırakıldı ve şiddetli saldırılar başladı. Ahmet Doğan’ın bu işlerle yakından uzaktan bağlantısı olmamıştır. Başka Türk eylemci ve militanlar vardı. Ne var ki, onlardan hiç biri Doğan’ın adamı değildi.


Makale ve Analizler - 2017

61

Mayıs 1989 Ayaklanmamızla ilgili Bulgar basınında çıkan yazıları sunmaya devam edeceğiz. Bu yazıda direnen Türklerin 28 gizli direniş örgütünden söz edilmemesi de dikkat çekicidir. Belki de Bulgarlar Türklerin Ayaklanmasını da baştanbaşa bir örgütledik demek isteyecekler. Çekilerimize ortak olma konusunda fikirlerini henüz gizli tutuyorlar.

Çin Tacikistan’a Girdi mi, Girmedi mi?

Alptekin Cevherli-22.Mayıs.2017

Ayın 13’ünde Kocaeli’nde açılan ve Türkiye’nin en büyük kitap fuarı olan Kocaeli 9’uncu Kitap Fuarı ile ilgili son hazırlıklarımızı yaparken hocalihaber.com adlı internet sitesine bir haber düştü. Fuar telaşından ve yeni kitabımız “KAFES”in tanıtım çalışmalarından dolayı teyit ettiremediğimiz haberi, yalanlatamadık da... Ancak bunca zamandır ne yalanlama ve ne de teyit edilmediğine göre genel bir kabullenmişlik ve antlaşmalı bir işgal söz konusu olabilir diye düşündük... Haber metni aynen şöyleydi: “6 Mayıs’da Tacikistan’a giren Çin ordusu Horno Badahşan özerk bölgesini kontrolüne aldı. Çin bu adımını Duşanbe’nin razılığıyla olduğunu ve bu şekilde Tacikistan’ın dış borcunu kapattığını açıkladı. Toplam 1500 kilometrekare arazi Çin ve Tacikistan arasında tartışmalı bir bölgeyi oluşturuyordu (Ancak Tacikistan kontrolündeydi). Bölgenin, Tacikistan’ın dış borçlarını kapatmak için Çin’e verileceği söyleniyordu. Ki, zaten Çin hükûmeti beyanatında da bunu vurgulamış oldu. Bu araziler yaşam için uygun olmayan yerler gibi değerlendirilseler de Çin, uranyum ve minerallerle zengin olduğunu düşündüğü bu yerleri aynı zamanda tarım için kullanmak niyetinde.” Evet, haber metni özetle bu kadar.


62

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Dağlık Badahşan’da Çin destekli zaman zaman isyan ve terör girişimleri yaklaşık 20 yıldır olmaktaydı. Bu saldırılarda Badahşan Emniyet Müdürü de öldürülmüştü. Bölge, uzun süredir Tacik emniyet güçleri ile Taliban arasında el değiştirmekteydi. Tacikistan’ı oluşturan 4 vilayetten biri olan ve yaklaşık bir milyon nüfuslu Badahşan, aynı zamanda ortalama 6 bin metre yükseklik ile dünyanın çatı katı olarak da tanımlanabilir. 1992’den beri, yani Tacikistan’ın bağımsızlığını kazanmasından hemen sonra başlayan Çin’in bölgeye olan ilgisi ve terör saldırıları, 2012’de emniyet müdürü General Abdullah Nazarov’un öldürülmesi ile zirveye çıkmıştı. Netice olarak; Çin’in büyük nüfusuna yer açmak için yer altı zenginlikleri bakımından zengin Orta Asya Türk Cumhuriyetleri’ne yönelik ilgi ve işgal plânları zaten bilinen gerçekler. Şangay İşbirliği Örgütü’nü kullanarak ekonomik olarak işgal etmekte olduğu Türkistan pazarını bu kez askerî anlamda da işgale girişen Çin’in bu saldırısı için Rusya ve ABD’den onay almamış olması da mümkün değil. Bölge Rusya tarafından hâlâ arka bahçe gibi görülürken, aynı zamanda ABD için de önemli bir müdahale noktası. ABD’nin 11 Eylül saldırıları ardından Kırgızistan, Özbekistan ve ardından Afganistan’da askeri üsler kurduğu biliniyor. Özbek ve Kırgız hükümetleri bu üsleri daha sonra kapatsalar da; Afganistan halen ABD kontrolünde... Bu bakımdan dünya kamuoyundan (ABD ve Rusya’dan) bir tepki gelmemesi ve olayın tamamıyla basından gizlenmesinin ardında, muhtemelen yapılan bir pazarlık ve Çin’e Batı’daki bir paylaşım karşılığında verilen sus payı olduğunu da düşünmek olası. Diğer yandan Farsça konuşan Tacik Türkleri ile ilişki kurmak konusunda olabildiğince istekli olan İran’ın da bu işgal karşısında bir tepki göstermemesi ise diğer bir ilgi çekici detay. Bu durumda Çin’e sus payı olarak verilen ve 100 yıldır sınır anlaşmazlığı yaşanılan yaklaşık 1500 km²’lik Tacikistan toprağı karşılığında Rusya, İran ve ABD hangi konularda onay almış olabilir? Bunu sizin takdirlerinize bırakıyorum... Ancak 1 milyar 500 milyonluk Çin’in binlerce yıllık devlet tecrübesi ile sabittir ki; hemen sınırın öte yanındaki Doğu Türkistan’a yönelik olarak bölgedeki terör örgütlerini temizlemek bahanesi ile girdiği Tacik topraklarından kolay kolay çıkmaya niyeti olmadığı aşikârdır. 2016 yılında Çin ve Tacik ordularının or-


Makale ve Analizler - 2017

63

tak tatbikat yapmış olmaları da Tacikistan’ın da “en azından hükümet bazında” buna karış direnç gösterecek gücünün de olmadığını ispatlar. Bu konuda biz de dâhil, diğer Türk Cumhuriyetleri’nin sessiz kalması ise önemli bir eksikliktir. Evet, Tacikler Farsça ağırlıklı bir Türkçe konuşurlar ancak, hepsi de Maturidi - Hanefidir. Ve Taciksitan’ın, Çin’in insafına sorgusuz sualsiz terk edilmesi diğer Türk Cumhuriyetleri için de çok önemli ve yakın bir tehdittir. Bu konuda Doğu Türkistan örneği gün gibi ortadadır... Şimdi aklıma gelen sarı öküz hikâyesini hatırlatmak sanırım yerinde olacaktır: Otlakların birinde üç öküz yaşarmış. Çevredeki aslan sürüsünün de gözü bu öküzlerdeymiş. Ancak, öküzler saldırı anında bir araya geldiği zaman, aslanların yapacak bir şeyi kalmazmış. Bu yüzden aslanlar, aç kalınca bir çare düşünmüşler. Topal aslan yanına bir iki aslanı da alarak, beyaz bayrak çekmiş ve öküz sürüsüne yanaşmış. Öküzlerin lideri Boz Öküz ve Kara Öküz’e tatlı dille konuşmaya başlamış: “Saygıdeğer öküz efendiler. Bugün buraya sizden özür dilemeye geldik. Biliyorum bugüne kadar sizlere zarar verdik. Ama inanın ki, bunların hiçbirini isteyerek yapmadık. Bütün suç hep o Sarı Öküz”de. Onun rengi sizinkilerden farklı ve bizim de gözümüzü kamaştırıyor, aklımızı başımızdan alıyor. Biz de barışseverliğimizi unutuyor ve saldırganlaşıyoruz. Sizle bir sorunumuz yok. Verin onu bize, siz de kurtulun, biz de kurtulalım ve hep barış içinde yaşayalım.” Boz Öküz ve Kara Öküz bu sözler üzerine aralarında tartışmış ve teklifi haklı bularak, Sarı Öküz”ü vermişler aslanlara. Bir süre sonra aslanlar yine aynı yöntemle gelip, bu kez Kara Öküz’ü istemişler: “Gördünüz mü ne kadar barış severiz. Sizi de kararınızdan dolayı kutlarız. Ancak, şu senin Kara Öküz var ya, kuyruğunu salladıkça nereden baksak görünüyor ve aklımızı başımızdan alıyor. Size saldırmamak için kendimizi zor tutuyoruz. Oysa sen normal kuyruklusun. Ver onu bize, bu konuyu kapatıp, barış içinde yaşamaya devam edelim.” Boz Öküz, Kara Öküz’ü de teslim etmiş ve Kara Öküz de aslanların pençesi altında can vermiş.


64

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Aradan birkaç hafta geçmiş, arslanlar tekrar acıkmış. Oysa artık sadece Boz Öküz kalmış geride. Arslanların üzerine doğru geldiğini gören Boz Öküz, sıranın kendine geldiğini anlamış. Arslanlara bağırmış:  Biz sizi her zaman yenerdik. Üstelik bir de sizinle anlaşma yaptıydık. Ne oldu bize, nerede kaybettik bu savaşı? Arslanlar kahkaha atmış:  “Siz” demiş, “Sarı Öküzü verdiğiniz gün kaybettiniz bu savaşı!”

Türk Dünyasında Belgesel Film Atağı

BG-SAM-22.Mayıs.2017

Bu yıl ikincisi düzenlenen “Türk Dünyası Belgesel Film Festivali ve Yarışması”nın gala ve ödül törenleri 27-30 Eylül tarihlerinde İstanbul’da gerçekleştirilecek. Türk Dünyası Gazeteciler Federasyonu tarafından bu yıl ikincisi düzenlenen, “Türk Dünyası Belgesel Film Festivali ve Yarışması”nın gala ve ödül törenleri, 27-30 Eylül tarihlerinde İstanbul’da gerçekleştirilecek. Etkinliğin tanıtım toplantısı, Türk dünyasından bazı gazeteci, kültür adamı ve sivil toplum kuruluşu temsilcilerinin katılımıyla yapıldı. Toplantıda konuşan Festival ve Yarışma Yürütme Kurulu Başkanı Menderes Demir, 7 ülke ve 8 şehirde gerçekleştirilecek festivalde, Türk dünyasının sanatsal etkinliklere doyacağını söyledi.


Makale ve Analizler - 2017

65

Festivalin ikincisini gerçekleştirmek için çalışmaların başladığını ve yarışma için başvuruların kabul sürecinin 17 Nisan’da start aldığını dile getiren Demir, “18 Ağustos’a kadar müracaat süreci devam edecek. Geçtiğimiz yıldan farklı olarak, bu sene yarışmayı iki kategoriye ayırdık. Profesyonellerle öğrencilerin filmleri farklı değerlendirilecek.” diye konuştu. Demir, festivale destek veren Anadolu Ajansı (AA) başta olmak üzere tüm kurum ve kuruluşlara teşekkür etti.

Balmumu Heykele Verilen Nazi Selamı Hükümeti Sarstı!

BG-SAM-22.Mayıs.2017

Bulgaristan medyasında, Başbakan Boyko Borisov’un hükümet ortağı aşırı milliyetçi ve ırkçı Birleşik Vatanseverler Partisinden (OP) iki gün önce Bakan Yardımcılığına atanan Tenev’in, sosyal medya hesabındaki, Paris’te bir müzede 9 yıl önce balmumu Gestapo heykellerinin önünde Nazi selamı verirken çektirdiği fotoğrafı yer aldı. Gelen tepkiler üzerine fotoğrafı silen Tenev, fotoğraftan pişmanlık duyduğunu belirtti. Borisov ile görüşerek istifasını sunan Tenev, zamanında kariyerinin bu yönde gelişeceğini ve kamuoyunun dikkatini böyle bir tavırla çekeceğini tahmin etmediğini söyledi. Tenev, hayatının hiçbir döneminde Nazi ideolojisini benimsemediğini de sözlerine ekledi. Üyelerinin çoğunluğunu Türklerin oluşturduğu Sorumluluk, Özgürlük ve Hoşgörü için Demokratlar Partisi (DOST) lideri Lütfi Mestan, olaya ilişkin yaptığı açıklamada, Tenev’in atanmasını Başbakan Borisov’un “siyasi kariyerindeki en büyük gafı” olarak nitelendirdi. Mestan, Borisov’un hoşgörü gösterilmesi ve etnik barışın korunmasına ilişkin geçmişte dile getirdiği sözlerine artık kimsenin inanmayacağını kaydetti. Tenev’in söz konusu fotoğrafı sosyal medyada paylaşması ülkede siyasi çevreler, basın ve kamuoyundan tepki çekmiş, Tenev önce ilgili fotoğrafı ardından da


66

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

sosyal medya hesabını silmişti. OP’li Başbakan Yardımcısı Valeri Simeonov ise gençken kendisinin de Almanya’daki toplama kamplarını gezdiğine işaret ederek, “Kim bilir Buchenwald Toplama Kampı’ndan benim de ne esprili fotoğraflarım var” sözleriyle Tenev’i savunmuştu.

Orman Denizinde Demir Baba Anıldı

Raziye Çakır-22.Mayıs.2017

1989 Mayıs İsyanı geleneksel kutlama törenleri yapıldı. Ateş sönüyor. Bu sene Cebel’de başlayan ve Kaolinovaya bağlı Karaman (Prestoe’de) noktalanan 1989 Mayıs Ayaklanmamız geleneksel anma törenlerinde Hak ve Özgürlükler Hareketi Genel Başkanı Mustafa Karadayı, Meclis Başkan Yardımcısı ve milletvekilleri ile AB parlamentosundaki temsilcilerimizin konuşmalarını baştan sona dinledim. Bu tarihsel ayaklanmanın ne nedenleri, ne verdiğimiz şehitlerin isimleri, ne sayısı, ne kahramanlıklar, ne binlerce mazlumun hapishane ve sürgünlerde süründürülmemiz, ne baskı, terör ve zulüm.. sanki zaman her şeye pansuman yaptı ve acılar için ağırı kesici aldık. Karadayı’nın yuhalanması ve törene katılanların usulca kalkıp gitmeleri dikkati çekti. Tüm konuşmalarda, hak ve özgürlük davamızın, adalet ve demokrasi atılımlarımızın yerel, ulusal ve tarihsel anlamından söz bile etmeden, Lütfü Mestan ile Boyko Borisov’a dil uzatmakla ve Ahmet Doğan’ın bataklıktan çıkardığı faşistlerin hükümete tırmanmasını kınamakla ve Başmüftülüğümüze, partili başkanlık sistemine geçen Türkiye’mize sitemde bulunmakla bu işlerin çözülemeyeceğini söylemek zorundayız. Ana ödevi hak ve özgürlük davamızın ocağına


Makale ve Analizler - 2017

67

odun atmak olan HÖH yönetiminin işine bakmadığı ve isyan ocağımızın söndüğü göz önündedir. Biz bu işi yaparız havasında sahneye çıkan genç kuşak harman dövemiyor, tohumu saptan samandan ayıramıyor, yeni mevsimde tarlalar boş kalacak benziyor. Yine başa dönüyoruz. Her yıl olduğu gibi, baharın en güzel açtığı günlerde bir Orman Denizi olan Deliorman’ımızın göbeğinde Demir Baba Tekesinde geleneksel anma törenleri düzenlendi. Dualar edildi. 500 yıl önce yaşayan Demir Baba, vatan toprağımızdaki ilk ve son yıkılmaz ve alınmaz kalemizdir. O pek çok kerametlerde bulunmuştur. Bunlardan birisinde “başınıza en kötüsü gelirse, haklı davanıza ihanet edilirse, yılmayın, zaman hainlerle hesaplaşır” demiştir. Razgrad’a bağlı Kemaller ilçesi Mumcular (Sveştari) köyü yakınında, DemirBaba deresi yatağında doğa güzellikleri buluştuğu yerde yatar Demir Baba. Kutsal sayılan Beşparmak suyu kaynar burada. Taş türbe Alevi evliya Demir Baba anıt kabridir. İnanan ve inanmayanların topluca sayıp, kurban adak kestikleri, dilek tuttukları, dua ettikleri, umut bağladıkları kutsal bir yer. Yeşilin eşsiz manzarasından gelen Beşparmak suyunda yıkanıp bir gece adak taşında yatan şifa bulur. Burasının mucizeleri konusunda halk adeta fikir birliği etmiştir. Tuna ile Koca Balkan arasındaki yeşil orman içinde, su kenarındaki bu güzel vadide gelmiş geçmiş ermiş kişi Demir Baba’dır. Onun gençliğinde Orman Denizi’ne yerleşmesi, pehlivanlığı, avcılığı, ustalığı, bilgeliği hakkında çok efsane anlatılır. Anlatıldıkça halka hayat ateşi verir. Bölgeliler için onun yaratıcılığının esin kaynağı, nasihatleri, bıraktığı semboller, gelenekleşen hayatı ve dini inançlar canlıdır. Demir Baba hayatını zamanın ihtiyaçlarını karşılamaya adamış, yaşayan bir efsanedir. O, alevi ve sunilerin, Hıristiyanların da hürmet ettiği bir ünlü zattır. Ziyaretçileri eksik olmaz. Deliorman, Gerlovo, Tuzluk ve Dobruca Alevileri burada ayin-i Cem yapar, kurban kesilir, dilekler tutulur, adaklar yerine getirilir. Bu töre, Deliorman’da yaşayan Bulgaristanlı Türklerin halk inançları ve kültürünü kuşaktan kuşağa ileten bir düğümdür. Zora düşüldüğünde sökülür ve ateşinden çıra yakılır.


68

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Tüm varlığımıza “benimdir” diyen Bulgar makamları, 1931’de DemirBaba yatırında Bulgar Hanı Omurtag kemikleri olduğunu iddiaya kalkıp, kemikleri kazıp çıkarıp incelediler. Hiç bir şey ispat edemeyince, iade ettiler. Törenlerde Demir-Baba ile birlikte Gazi Sultan Şeyh Bedrettin adı da geçer. O da bu topraklara din kardeşliğini, insan haklarının kutsallığını, hoşgörü ve iyilikte buluşmayı getirenlerden biridir. Sultan Süleyman zamanında Alevilerin Anadolu’dan Balkanlara geçmesiyle halk inançlarıyla örülü dinsel anlayış Ahmet Yasevi ve Hacı Bektaşı Veli’nin müridi olan Sarı Saltuk tarafından buralara taşınmıştır. Demir Baba da aynı inancın devamcısı olmuş, bildik ve inandıklarını halka aşılamış, gönül ateşi yapmıştır. Ona göre, inancın temel taşı kişisel ve toplumsal adalet ve insan kardeşliğidir. Adalet anlayışı Deliorman Türklerinin kemiğine işlemiş olacak ki, “Sen terazi tutma da kim tutarsa tutsun” atasözü burada, kul hakkı yeme korkusundan kaynaklanmıştır. Jivkov zulmü yıllarında, adaletin rafa kaldırıldığında direnişlerimize önce Hakk uğruna mücadele yerleşti. Hak, hak uğruna mücadele, Demir Baba mücadele geleneklerinin çözümlemesinde vardır. Bu bir tesadüf değildir. Deliorman lehçesinde hakkın derin anlamı, kul hakkı yememe olduğu kadar, toplumsal yaşamın her dalında namuslu olma yani adil olma ve adaletin galebe çalması için direnme zorunluluğu anlamında olup içeriğinde hür yaşama ve hür ölme hakkı, kabir hakkı, vatan hakkı vs de yer alır. Bu yüzden, bundan 28 yıl evvel Deliorman’ı deprem şiddetiyle ırgalayan sosyal direnişlerle yediden yetmişe herkesin, her kişinin, fark gözetmeksizin tüm ezilenlerin hakları uğruna mücadele başladığında, görülmemiş bir birlik ve beraberlik, kardeşçe kaynaşma yaşandı. Bu direnişlerin haklı olduğu bölgedeki yaşam felsefesinin özünü oluşturur. Demir Baba’dan alınan esinde, Yaratanın bahşettiği hakları hiç kimse kısıtlayamaz, sınırlayamaz, gasp edemez ve yasaklayamaz inancı hakimdir. Şu da var, bu anlayışa göre, halkın hak - hukuk davasına ihanet eden, haindir. Hainliğin hesabı ise mutlaka sorulur. Karadayı’nın 20 Mayıs’ta Demir Baba buluşmasında yaptığı konuşmada “haklarımızdan” söz etmemesi çok incitici oldu. Oysa halkımız hakları uğruna ayaklanmış ve kurbanlar vermiştir. Demir Baba huzuruna yanlış dilekle gidilmez.


Makale ve Analizler - 2017

69

Bu Türbesi bizim atalarımızdan emanet kültür merkezimizdir. Geleneklerimizde onların sözüne kulak verilir, tecrübesine güvenilir. Velilere saygı anlayışımızın temelinde mezarları ziyaret, Fatiha okuma, hizmette bulunma, evliya anıtlarının temiz tutulması, saygının devamı önemli basamaklardır. Kesilen kurbanlar, halk beraberliği, halk kültür gösterileri, oyunlar saygı ve sevgi sahneleri geleneklerimizin devamıdır. Geleneksel anma törenlerinde mutlaka ağaç dikilir. Bu sene de dikildi. İnancımıza göre, ağaçlar gökyüzünü ve cenneti temsil eder. Bu bakıma Ağaç Denizi dünyanın cennetidir. Törenlerimiz de ağaç gölgesinde yapılır. Kutsal ağaçlara dilek bezleri bağlanır. İnancımıza göre, ağaçların kökleri yeraltındaki cehenneme, dalları da gökyüzündeki cennete uzanır. Tanrı ışık aleminde, cennetedir. Kurbanlar da Tanrıya sunulur. Bu aynı zamanda minnet ifademizdir. Deniz Ormanı kültüründe ağaçlar ebediliğin sembolüdür, mutluluğa uzanan yolun başlangıcıdır. Ulu ağaçları kesmek günahtır. Bu anlamda olmakla, Hak ve Özgürlükler Hareketi liderliğinin derin halk inançlarımıza ve geleneklerimize ihanet etmesi, kültürümüzü satması sesiz sesiz de olsa son törenlerde kınandı. Yine bizim inançlarımızda Türbe, tapınak ve cami yakınındaki yalçın ve dik kayalıklar buradaki ebediliğin sembolüdür. Yaşam izinin diriliğine işarettir. Biz Demir Baba Türbesi’nin dayandığı kayaları kutsal olarak kabul ederiz. Bunların büyülü kuvvete sahip olduğuna inanarak, saygı gösteririz. Demir Baba tekesini ziyaret edenler de demir ayakkabılarını görünce, kayalıklardaki dev izlere inanırlar. Deliorman’da su Türklüğün koruyucu ruhu olarak bilinir. Doğa kültürümüzde çok önemli bir yer tutar. Abdest uygulamasında arındırıcı ve temizleyici özelliklere sahiptir. Demir Baba girişinde sol tarafta bulunan berrak su kutsal kabul edilir. Türbeye girmezden önce kaynak önünde durulur, üç yudum su içilir, yüz üç defa ıslatılır, kaynağa para atılır, eve götürmek için su alınır. Hastalara içirilir, üzerlerine serpilir. Kutsal yerde bulunan bu su kutsal kabul edilmiştir.


70

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Demir Baba tekesinde uygulanan başka bir ritüel de şudur. Teke bahçesinde güney duvarda “Şeytan” gözleri olduğu söylenen iki delik vardır. Bu deliklerle ilgili farklı ritüeller uygulanır. Birincisi, kim gözü kapalı olarak bu delikleri bulursa günahsızdır. Eğer bulamazsa günahları vardır. Başka bir ritüel. Ziyaretçi kollarını öne doğru uzatarak işaret parmağı ile nişan alır. Delikleri bulursa Şeytan’ın gözünü çıkardığına inanılır. Bulgaristan’da Demir Baba yalnız bilginlerin üstadı olarak değil, yoksulların, zulme uğrayanların adil savunucusu olarak, bahtlarının açılmasını isteyenlerin umudu olarak da ün yapmıştır. Hastalardan, çocuğu olmayan annelerden vs vs başka ona uzak tarihte olduğu gibi, faşizm ve totaliter-komünizm yıllarında da haksızlığa, çaresizliğe uğrayanlar yardım ve himaye için buraya koşmuştur. O her zaman sahtekârlık, düzmecelik, yalancılığın, parayla adalet satanların düşmanı olarak bilindi. Bu bakıma, Demir Baba tekkesi, dara düşenlerin adalet için dua ettiği ve duaların kabul olduğuna inanıldığı yerdir. Demir Baba ezilen halkın zulme karşı mücadele sembolüdür. Ozanlar onun hakkında birçok beste düzmüştür. “Zindanın demir parmaklarını söken, Demir Baba gibi yiğit dünyaya gelmedi” bugün de Mumcular köyü halk sanat topluluğu repertuarında yer alıyor. Bulgaristan Türklerinin efsane babası olarak bilinen Demir Baba bütün güçlükleri yenen, su ve ateşe emir veren devlet devidir. Bu nedenle, Bulgaristan Türkleri hak ve özgürlüklerinin ayakaltına alındığı, adaletten söz edilmeyen yıllarda mucizeler yaratan Demir Baba’yı hep aradı, ona dua etti. Yerli halkın hafızasında o ayağında demir ayakkabıları, belinde demir kasaturası, omzunda demir baltası olan biriydi. Baltası ikiyüzlüydü, bir yüzüyle yüz yıllık ağaçları kesiyor, diğer yüzüyle kayalıklardan kopardığı taşları yontuyordu. Demir ayakkabılarıyla attığı adımlar kayalar üzerinde derinizler bırakmıştır. O kapanıp kuruyan su kaynaklarını akıtandı. İnsanoğlunun adalet ve daha iyi yaşama umuduydu. Bu bölgedeki hayvancılık, tarımcılık, arıcılık sevdası, devamlı daha iyiye olana ulaşma ve üstün gelme heyecanı Demir Baba sevdasından güç almıştır. Deliorman, havası dillere destan bir diyardır. Demir Baba’ya


Makale ve Analizler - 2017

71

özenen büyük Pehlivan’lar hep burada yetişmiştir. Burası, kuvvetli ve seçilmiş adamlar diyarıdır. 1895–98 yılları arasında Avrupa’da ve Amerika’da sırtları yere gelmeyen Koca Yusuf, Aliço, Kavasoğulu, Şamdancıbaşı, Hergeleci İbrahim, Kazıkçı Karabekir, Kara Ahmet, Katrancı Mehmet, Kurtdereli Mehmet Pehlivan vb bu toprakların evladıdır. Demir Baba kendisi de 16. yy’da yaşamış Akyazılı Sultan’ın müridi Derviş Hasan Pehlivandır. 1781 - 1869 Osmanlı arşiv belgelerinde tekkenin yanında bir de caminin bulunduğu kaydedilmiştir. Ünlü derviş naşının içinde yattığı tekke, Bektaşı Kültürünün anıtları arasında sayılırken, Bulgaristan’da 1997’de “yerel önem taşıyan kültür eseri” ilan edilmiştir. Yakın geçmişte dünya ve olimpiyat şampiyonları Lürfi Pehlivan, Hüseyin Pehlivan ve diğerleri hep geleneklerimizi yaşatma ve Demir Baba gibi olma atılımlarıyla yetişmiştir. Bölge insanının doğruluğa inancı, adalet duygusu halk geleneklerimizin dokusu olan Demir Baba töresidir. Bu anlayışın temelinde, duvarında ve çatısında yaşayan, birlik ve beraberlik, her konuda dayanışma, kaderin kaderinin insan elinde, başarı sırrının insan zekâsında gizlendiği gerçeğidir. Direnişlerimizi kucaklayanlar, hak ve özgürlük ateşimizi yakanlar bu toprakların kahramanlarıdır.

Batıyor muyuz, Uçuyor muyuz?

Rafet Ulutürk-24.Mayıs.2017

Konu: Üçüncü Borisov hükümeti ayaklarındaki beton pabuçlar. Üçüncü Borisov hükümeti ikinci ayına girdi. Yüz gün geçmeden hesap çizgisi çekilmez. Doğrudur da 60 gün oldu sis kalkmıyor. Batı Basınında kutlama mesajları ardından, yüzlerce yazı bastı. Batının Bulgaristan’dan III. Borisov hükumetinden beklediği, umut ettiği nedir? Yıllar içinde (2009’dan sonra) Boyko Borisov kendisini Batı’ya bağlı bir siyasetçi olarak kanıtlayabildi. Memleketimizin Avrupa Birliği ve NATO üyeliğinin ne kadar zorunlu olduğunu defalarca ortaya koydu. Çünkü Brüksel’den


72

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Sofya’ya 2007’den beri para ırmakları aktığı gibi, hem Borisov hem de partisi GERB için meşruluk geldi, Avrupa kendilerini tanıdı. Güvenlik ve istikrar konularında sözler verildi, güvenceler sunuldu. Türkiye Bulgaristan sınırına tel örgü gerilmesi için milyonlarca EURO sızdırıldı. Borisov Avrupa Birliği için neden önemli bir kişidir? Avrupa Birliğinde olaylara ton verenlerin gözünde, son yıllarda Bulgaristan gündem olmaya başladı, gözlerinde büyüdü. Gerekçe olarak ise sığınmacı tehlikesi ve Türkiye ile ortak sınırımız gösterildi; Rusya, enerji sorunları, gaz boru hattı projesi, Rusya’ya yaptırımlar; bir yere kadar da eski Yugoslavya’dan kopan bugünkü devletçikler, onların karışması, kargaşa ve istikrarsızlık gösterildi. Bu sıralamaya AB içindeki uzlaşmazlıklar, Yunanistan, Macaristan ve Polonya gibi ülkelerin sığınmacı kotalarını kabul etmeyişi; üstelik Macaristan ve Polonya’da derinleşen anti-demokratik eğilim; İngilizlerin brekzit kararı, bütün ülkelerde alıp yürüyen ucuz halkçılık ve faşistlerin hareketlenmesi de eklenebilir. Tüm bu gelişmeler, Bulgaristan’da üçüncü defa başbakan seçilen Borisov gibi kişilerin Brüksel’de kadife eldivenle sıvazlanmasına neden olan etkenlerin arasındadır. Bu gerçeklerle birlikte, Avrupa Halk Partisi üyesi olan GERB partisi, Avrupa’daki sağcı muhafazakâr ocağın yanmasına odun atanlardan biridir. Bunun sebebi ise, bir yandan Borisov partisinin, diğer Avrupalı muhafazakârlardan farklı olarak, hiçbir özgün ulusal istekte bulunmadan, Avrupa Halk Partisi milletvekillerinin Brüksel Parlamentosunda çoğunluk elde etmesine katkıda bulunması, bir de önümüzdeki 4 yılda yönünü pek değiştirmeden iktidarda kalmayı vaat etmesidir. Şu kargaşalı ve bunalımlı dönemde, Avrupa Birliği çoğunluğunun istediği ve kucaklamak istediği tam da budur; istikrarlı olmak ve önünü görebilmek. Ah şu sahte “yurtseverler” olmasaydı... Konu sözüm ona “yurtseverlerden” açıldığında, Borisov’un iyiliği ve başarısı için gerektiğinde dua etmeye hazır en güçlü hayranları bile, konu “yurtseverlerden” açıldığında “ne odun yansın ne de ateş sönsün” formülünü bulmakta güçlük çekiyorlar. Şu iyi bilinmelidir. Kendilerini “yurtsever” olarak tanıtmaya çalışan, ama Avrupa Konseyi’nin de haklarında “faşistler” kararı olan, Sofya hükümetinin ortakları, Avrupa Parlamentosundaki sosyalistler, yeşiller ve liberaller için asla kabul edilemez bir durum ortaya koymuştur. Şu da unutulmalıdır. Avrupa Halk Parti’nden çok otoriteli siyasetçiler dahi, Borisov’un üçüncü hükumetine sözde “yurtseverleri” yani faşistleri almakla onları uluslar arası politika sahnesinde meşrulaştırdığını esef ederek ve acı duyarak itiraf etmek zorunda kalmışlardır.


Makale ve Analizler - 2017

73

Bulgar halkı olduğu gibi, Avrupa halkları da “Ataka” lideri Volen Siderov’un Bulgaristan azınlıkları, Çingeneler hakkında söylediği sözleri, Nazı faşizmini suçsuz gösterme çabalarını, ırkçı ve ötekileştiren, insan haklarını, vatandaş haklarını ayakaltında ezen siyasi görüşlerini, beyanlarını, gazetelerde yazdıklarını, kitaplaştırdığı insan düşmanlığını unutmamış ve unutamaz. Bu faşist maskeli siyasetçi Bulgaristan’da yaşayan azınlıkların düşmanıdır. Çingene vatandaşları “ateşlerde yakıp sabun yapmaktan” söz etmiştir. Parlamentoda olması Bulgaristan’da demokrasi, insan hak ve hürriyetleri olmadığına kesin kanıttır. Yeni kurulan hükumette Ekonomi Bakanı “Ataka” üyesidir. Avrupa Birliği yönetim çevrelerini en fazla rahatsız eden Bulgar faşistlerinden biri de “Bulgaristan’ı Kurtarmak İçin Yurtsever Cephe” partisi lideri, III. Borisov hükumetinde Başbakan Yardımcısı olan aşırı milliyetçi ve ırkçı söyleviyle ün salan Valeri Simyonov’tur. Her sözünde faşizm zehri olan bu Simyonov etnik azınlıkların din, dil, eğitim, kültür, gelenek ve töre haklarının ateşe verilip yakılmasından yanadır. Bu ırkçı kafalı güçler, 1989 Mayısında başlayan ülkeyi azınlıklardan boşaltma siyasetini sürdürürken, vatandaşların seçime katılma, oy kullanma, seçilme gibi haklarının yasaklanması ve yasaklı durumun meşrulaştırılması için yürütme gücünden yararlanmaya çalışıyorlar. Meclise sundukları yasa tasarılarla camilerde anadilimizde konuşmayı, minarelerde ezan sesini yasaklamak istiyorlar. Yasa tasarılarından birisinde ise şu an yurt dışında bulunan 3 milyon Bulgaristan vatandaşının seçime katılmasına yasak getirilmesi öngörülüyor. Bulgaristan’da 1934 senesinde mayalanmış faşist kafaların iktidara tırmanması ülkede korku yaratmış, geleceğimize gölge düşürmüştür. Batı basını, yeni hükumetin kurulmasından ve Başbakan Yardımcılığına ve Savunma Bakanlığına VMRO - İç Makedon Devrim Örgütü lideri, aşırı sağcıların, ırkçıların ve faşistlerin liderlerinden biri olan Krasimir Karakaçanov’un seçilmesini en sert tepkilerle yorumladı. Basın, “Bulgaristan aşırı sağa kaydı” diye yazdı. Geçen asır boyunca tarihi olan bu parti, Bulgaristan’da yapılan hükumet darbelerine katılmış, Müslüman Pomaklara yapılan etnik baskılarda önemli rol oynamış, birçok suikastta karışmış, Moskova’dan para almış, hem faşistler hem de komünist rejim tarafından yasaklanmış olsa da 1992’de yeniden siyaset sahnesine fışkırdı, kendi oy potansiyeli % 3.5’i aşmasa da, değişik ortaklıklarla parlamentoda sandalye kapmayı başardı ve artık hükumete tırmandı. VMRO’nun hükumet ortaklığı Bulgaristan’da demokrasi ve azınlıklar için büyük bir tehlike arz ediyor. Yeri gelmişken şu özellik üzerinde de duralım.


74

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgaristan’daki sol-sağ zıtlaşması Avrupa’ya benzemez. Hele azınlıklar konusunda. Hele insan hak ve hürriyetleri konularında! III. Borisov hükumetinin Türklerin hepsini devlet kurumlarından sökmesi, alt katlarda bile bir tek Türk’ün devlet görevi alamaması dikkat çekicidir. Burada çiğnenen vatandaşların eşit haklılığı ilkesidir ki, sivil toplum ve demokrasi bu ilkesizliği asla taşıyamaz. Şeytancık’ta (Hitrino) demir yolu vagonlarının patlamasından evleri yıkılan Türklere yeni ev yapmakla ne demokrasi, ne insan hakları, ne de vatandaş hakları allanıp pullanabilir. Bir devlet yıktığı evi dikmek, kanunsuzluğu düzeltmek, insan haklarına saygı göstermek ve hukuk düzenini herkes için çalıştırmak zorundadır. Bu yapılmadıkça, değil Avrupa Birliği ve NATO, hiçbir güç bizi kurtaramaz, batmaya devam etmemiz garantilidir. Batıyor muyuz yoksa uçuyor muyuz sorusunun cevabı, batmaya devam ediyoruzdur. Daha kısa ifadelerle durum şudur: Şu dönemde Brüksel’dekilerin Bulgaristan konusunda canını sıkan olay yalnız 2 sözde ifade oluyor “adalet reformu” ne olacak. Kuşkusuz Bulgaristan’da demokratik sistemin yasaları oturmuş olsa, Savcılık anayasa ve yasaların uygulanıp uygulanmadığını gözetlese, faşistler Başbakan Yardımcısı ve bakan olamaz, meclise dolamazlardı. Faşist partiler yasaklanır, faşist nümayişler ve diğer eylemlere izin verilmezdi. Faşistlerin radyo, televizyon ve basın yayın organları da kapatılırdı. Çünkü bunlar devamlı yalan yazarak, halkı şaşırtmakta, aldatarak uyutmaktadır. Biz artık eminiz ki, Brüksel, Bulgaristan’da atı alanın Üsküdar’a geçtiğini biliyor. Bulgar toplumunun doymak bilmez bir hırsız toplum olduğunu ve sürekli kurnazlık düşündüğünü de biliyor. Burada ilginç olan nokta, adalet sisteminin, yargı ve savcılığın dolandırıcılardan yana işlemesidir. Brüksel’den gelen raporlarda, Bulgaristan’daki çöküşün ana nedenlerinin rüşvetçilik, dolandırıcılık, sahtekârlık, işlerin düzeleceğinden halkın bütün umudunu yitirmiş olması, AB’nden gelen paraların yararlı işler için kullanılmaması; yerli ve yabancı iş adamlarına engeller yaratılması, hısım akrabayla iş görülmesi, küstahlık olduğu okunuyor. Bu gelişmeler ise, Bulgaristan’da yaşayan insanların sefalet çizgisinin altında sürünmesine ana sebep oluyor. Yeni hükumet, en düşük emekli maaşı alanlara 160 leva (80 Euro) Temmuz ayında 20 leva (10 Euro), yine bu yılın Eylül Ayında da 20 leva (10 Euro) olmak üzere toptan 40 leva zam yapmak istiyor. Vaat edilen ise 300 leva (150 Euro) idi. Aynı zamanda 150 bin özürlüye verilen emekli maaşı ve sosyal yardımlar ise kesilecektir. Bu yorumları yapanlar şu konuda birleşiyorlar: 2007’den beri Bulgaristan’ın AB’den 17 milyar Euro para aldığını ve çöküşü durdurup yükselişe geçmeyi ba-


Makale ve Analizler - 2017

75

şaramadığına işaret ediliyor. 2 seneye kadar AB fonları bitecek. O zaman nereye? İnişin vitesini değiştirip yükselişe takabilecek miyiz? AB uzmanlarına göre, Bulgaristan’da seçim sistemi kökten değişmeden ve en nihayet mahkemeleri ve savcılığı kapsayan bir adalet reformu yapılmadan ve faşistler iktidardan uzaklaştırılmadan hiçbir konuda ileri adım atılamaz! Faşistler III. Borisov hükumetini dibe çeken ayaklarına takılmış beton pabuçtur.

Bizi Yalan Arabası Yolcusu Ettiler

BG-SAM-23.Mayıs.2017

Geçmişimizden Renkler Konu: Türk halkının önüne monte edilen lider. Hak ve Özgürlükler Hareketi (DPS) Bulgarlaştırma sürecini özelleştirdi fakat Ahmet Doğan’ın yüzünden gizli polis (DC) maskesini indiremedi. 27 yıl sözde demokrasimiz olsa da, yakın tarihimizi gizli polis (DC) “mimarlarının” gözleriyle okumaya devam ediyoruz. Bugün bazı siyasi partilerin, özellikle kendi ihtiyaçları için, özelleştirdikleri olayları, sahte araştırmacılar, uydurma olaylarla süsleyerek ideolojik paketlere sıkıştırdılar. Bu siyasi folklorun bir bölümü, Türk ve Müslüman isimleri değiştirilenlerin 1989 yazındaki Mayıs Ayaklanmalarıdır. Onların direnişleri direk olarak Todor Jivkov ve Bulgaristan Komünist Partisi’ne (BKP) karşı yönelmiş olsa da, neredeyse 30 yıldan beri sahteleştiriliyorlar. Bu acı konuyla ilgili Bulgar tarihçiler ve akademik kamuoyu, öncelikle “saray” ile ve Doğan’la bağlı olan siyasi çıkar ve koşullanmışlığın üzerine basmamaya gayret ederek, süt dökmüş kedi gibi susuyor. İşte böyle bir ortamda, Hak ve Özgürlükler Hareketi (DPS) olayları ve devletin habersizliğini kendi lehinde kullandı. Bulgarlaştırma sürecinin binlerce kurbanının protesto eylemlerini, o zaman Pazarcık hapishanesinin kalın demir kapıları ardından Medi Doganov - Ahmet Doğan’ın yönettiği ve yönlendirdiğine


76

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ilişkin tamamen yanlış ve büyük tartışmalara sebep olan tarihsel ihtimali baskı bir şekilde ve hiç ara vermeden dayatmaya çok büyük gayret gösterdi. Bu sinsi işin birinci hedefi, komünist rejime karşı illegal (gizli) direnişle ilgili bilgi toplamak ve bu hareketlenmeyi kontrol etmek amacıyla, Pazarcık ve Stara Zagora hapishanelerine gizli polis (DC) ücretli ajanı ve kışkırtıcısı olarak yerleştirilen Ahmet Doğan’ın (ajan Sava) büyük sayıda can yakan rolünü gizlemekti. İkinci planda ise, halk isyanını kontrol altına alabilmek için, gizli polis ile DPS sahte parti lideri için, totaliter rejime karşı mücadeleye katılmış, hatta olağanüstü yetenekleri olan bir gerçek direnişçi siması yaratmak istemişti. Geçen yılın 19 Mayıs günü, Güney Doğu Rodopların Cebel şehrinde, DPS partisinin isyankâr mayıs olaylarını kendisine mal etme denemesi, şehitleri anmak amacıyla düzenlenen törende sert kışkırtma, kargaşalık ve çatışmaya neden oldu. Ahmet Doğan taraftarlarının topladığı kışkırtıcılar, şehirlerin aziz hatırasını anmaya gelen vatandaşlar, siyasi mahkûmlar, totaliter rejim kurbanları (daha önce yıllarca coşkuyla alkışladıkları) Türkiye Cumhuriyeti Büyük Elçisine, DOST Partililer çevresinde olduğundan dolayı, bayrak dalgalandırarak ve ıslık çalarak tepki gösterdi. Bu sene Cebel Meydanı anma töreni vesilesiyle toplananlar arasında aynı yüzleşmeyi yeniden yaşadı. Cebel Belediye Başkanı Bahri Ömer anma törenlerinin siyasi amaçla kullanılmasına ve halkın kışkırtılmasına önceden verdiği demeçte ısrarla karşı çıktı. 2014’te, o zaman DPS partisi Genel Başkanı sıfatıyla Lütfi Mestan, Bulgarlaştırma sürecini lanetlemek için Mayıs ve Aralık aylarında düzenlenen şehitleri anma törenlerinin, Bulgaristan Cumhuriyeti Milli Takvimine alınmasını, parti bayrakları, panolar, bağırıp çağırma ve lanetlemeler yerine, uygun bir devlet protokolüyle yapılmasını önermişti. Ne ki bu öneriye DPS hançer çıkarırken, diğer siyasi oyuncular da vurdumduymazlık gösterdiler. DPS, insanların tarihi ideolojisiz, parti kalıpları ve çarpıtmalar dışında anıp kutsamasını, unutulmaz isyan olaylarını tekeline almasını sağlayan propaganda fırsatından gönüllü olarak vazgeçmeyi asla kabul etmiyor. Açlık grevleri, barışçıl gösteriler ve uluslar arası kurumlara bilgi iletme şeklinde yayılan 1989 Mayıs protestolarının en yoğun olduğu iller Kırcali, Razgrat, Şumen, Dobriç, Tırgovişte idi. Dulovo, Prestoe, Todor İkonomovo ve daha birçok yerleşim yerinde milis kurşumundan şehitler düştü. Komünist rejime karşı başkaldırının gerekçeleri arasında, Bulgaristan’daki duruma özel oturum ayrılan, Paris İnsan Boyutları Uluslar arası (AGİT) Kongeransı toplanması da yer aldı. Bulgaristan Türkler ve diğer Müslümanlarının insan hakları, dini özgürlükler uğruna 1989 Baharında başlayan protesto eylemleri gitgide “Büyük Seyahat” yo-


Makale ve Analizler - 2017

77

lunu açtı ve 29 Mayıs 1989’da diktatör Todor Jivkov Türkiye Cumhuriyeti sınır kapısını ardına kadar açarak, Bulgaristan vatandaşlarının dış ülkelere gidebileceğini ilan etti. Bu gelişmelerin sonucu olarak çok kısa bir sürede 350 bin Bulgaristan vatandaşı ülkeyi terk etti ve birkaç ay sonra da BKP ve DC rejimi çöktü. Gizli polis DC subay ve ajanları tarafından yönetilen Hak ve Özgürlükler Partisi (DPS) yönetimi 27 yıldan beri 1989 Mayıs protestolarını anma törenleri düzenlerken, Ahmet Doğan’ın ve daha sonra Hak ve Özgürlükler Hareketi (DPS) şeklini alan Türk siyasi mahkûmların örgüt simasını efsaneleştirmeye devam ediyor. Günümüz Bulgarları tarafından kulis ardı ve mafya olarak görülen ve devleti ve onu yönetenleri yönetme azminden vaz geçemeyen bu siyasi partide o eski mahpusçulardan bir tek kişinin kalmamış olması şaşırtıcıdır. DPS yemliğinden beslenen “tarihçilerin” dayatmaya çalıştığı folklora rağmen, 1989 Mayıs protestolarının “beyninin” Ahmet Doğan olduğunu kanıtlayan herhangi bir göz tanığı, arşiv belgesi veya başka bir belge yoktur. Ahmet Doğan’ın arayıp bulduğu ve kendilerine para verdiği tarih yazarları halk arasına salınan fısıltı masallarını toplayarak kitaplar yazdı ve halkın beynini yaşanmamış olaylarla, yalanla doldurdu. Kısa bir süre önce, Bulgar gizli polisi (DS) istihbarat Birinci Genel Müdürlüğü (PGY) çok önemli bir belge yayınladı. Bu belgede, Mayıs 1989 olaylarının hazırlıklarına ilişkin eldeki bilgiler genelleştirilmiştir. Belgede, hapisçilerden İliya Minev tarafından kurulan İnsan Hakları Bağımsız Derneği Mayıs 1989 oyalarının örgütlenmesinde en önemeli rol oynadığına işaret ediliyor. Devlet Güvenlik Teşkilatı (DC) bu gizli insan hakları örgütünün “Türk Kanadı” kurulduğundan açık olarak söz ederken, daha sonra da karşı koyma hareketlenmesine “İnsan Haklarını Savunma Demokratik Birliği” (Demokratik Lig) /İHSDB/ ile 1989 Viyana Destek Derneği (VDD89) katıldığına yer veriyor. “Hür Avrupa” Radyoru (Deutsche Welle) İnsan Hakları Demokratik Derneğine Bulgaristan’da karma bölgelerden Türklerin katıldığı haberlerini verirken, yeni üyelerin isimlerini okuyor, yeni örgün nüveleri kurulduğunu ve bunların memleket içindeki etkinliklerini duyuruyordu. İnsan Hakları Demokratik Derneği “Türk Kanadı”nın Razgrat vekilliğine Filip Radonov Simeyonov, örgüt sekreterliğine de Naum Galinov Naumov (DC evrakında yalnız Bulgar atları verilmiştir) seçildi. Bu iki direnişçinin Müslüman adlarını bugün tespit edebilmemiz zordur. Yine gizli polis evrakında belirtildiğine göre Varna il yöneticisi Aleksandır Sıbev Venkov’tur. Gizli polis (DC) verilerinde, “Türk Kanadı” çalışmaları her yerde olağanüstü gizlilik koşullarında geliştiği gib, bu faaliyetleri Bağimsız Dernek adına yönetenler ise sekreter Petır


78

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Manolov ile politik nedenlerle yurt dışında kaçak yaşayan Petır Boyaciev, Dr. Konstantin Trençev, Stefan Vılkov, din adamı Hristo Sıveb vb kişilerdir. Gizli polis “DC” 15 Nisan 1989’da Müslüman adı İbrahim Runtov olan / Biser Runtov/ tarafından Kazanlık ilçesinin Dolno İzvorovo köyünde Bağımsız Derneğe bağlı bir Müslüman Girişim Komitesi kurulduğu haberini almıştır. Kaolinovo /Bohçacılar/ yöresinde etkinliklerin başında bulunan kişi Vaklin Hubenov’tur. 1989’un 3 Mayısı 4 Mayısı bağlayan gece onun evinde toplanan 10 kişilik bir grup, aynı ayın altısında açlık grevlerine başlama bildirisini imzalamıştır. Bu bildiri “Hür Avrupa” Radsorunda Zdravko Hubenov tarafından okunmuştur. Açlik grevine beşer günlük süreyle beş köy katılacak ve açlık grevi şeklindeki direnişler Paris’te hazırlıkları tamamlanmakta olan İnsan Boyutları Uluslar arası (AGİT) Konferansı açılana kadar devam edecektir. 6 Mayıs sabahı Kaolinovo (Bohçacılarda) açlık grevine Filip Simyonov, Zahari Marinov, Naum Naumov ve Kosta Kostov başlamıştır. Gizli polis bilgilerine göre, hemen ardından ülkenin dört bir yanında 100 yerde birden açlık grevleri başlatılmıştır. 16 Mayıs 1989’da “Türk Kanat” Cebel’de de örgütlendi ve somut eylem programı belirledi. (DC) yayınlarına göre, 1989 Mayıs eylemlerinde en tehlikeli ve cesur eylemciler şunlardır: Yani Pazar’dan Galya İsaeva; Prestoe köyünden Filip Arsov; Orlyajk köyünde Milko Antonov; Tervel’den Simeon Hristov; Hitrino’dan Adlin Dimitrov ve yine Hitrino’dan (Şeytancık) Stoyan Antonov. Protesto gösterilerini kışkırtanlar hakkında baskı ve terör gecikmiyor. Bağımsız Dernekten Petır Manolov ile papaz Blagoy Topuzalıev Mayıs 1989 sonunda Bulgaristan’dan kovuldular. Dobriç ilinde savcılık aktif eylemciler hakkında soruşturma başlattı. Suçlama Baş Savcı vekili Georgi Jelev tarafından hazırlandı. Suçlamada, il sınırlarında gizli bir örgütlenme oluştuğu, sosyalist devlete karşı eylemler hazırlandığı, halkın parçalanmak istendiği ve BKP’nin devlet yönetiminden indirilmesi hedeflendiği yazılıdır. Savcı iddianamesinde, Rukiye Halil Mehmet, Şaban Eminov, Emin Hamdi ve Mustafa Eminov gösterilmişti. Devlet iddianamesine göre, 22 Mayıs 1989’da, Dobriç İçişleri Bakanlığı İl Müdürlüğü (OYMVR) önüne yüzlerce kişi toplanmış ve ülkeyi terk etmek için pasaport istemiştir. 25 Mayıs günü ise aynı şehirdeki parti İl Komitesi binası önünde büyük sayıda insan toplanmış ve aynı istekte bulunmuştur. Yükseltilen panolarda şu yazılar vardı: “Haklarımızı İstiyoruz!”, “İsimlerimizi iade edin!”, “Siyasi tutuklulara hürriyet!”, “Göç etmek istiyoruz!” vb. İçişleri


Makale ve Analizler - 2017

79

Bakanlığı, protesto yapanların birbirine akraba olduğunu ve Benkovski, Tervel, Bezmer, Dulovo ve Kaolinovo köylerindeki protesto gösterilerine katılan kişiler olduğunu saptamıştır. Göstericilerden altısı tutuklanmış, fakat Türkiye sınır kapısının açılmasıyla davalar düşmüştür. Artık aramızda olmayan, Bulgarlaştırma süreci başlamazdan önce komünist rejime başkaldırdığı ve gizli direniş örgütü kurduğu için tutuklanan, siyasi mahkûm Avni Veli de Faktor.bg’ye verdiği demeçlerde, Hak ve Özgürlükler Hareketi (DPS) Ahmet Doğan hakkında gerçek olmayan iddialar dayattığını söylemiştir. 19 Mayıs 1989’da Cebel olaylarını örgütleyen İsmet Paniş ile Avni Velidir. Fakat Avni Veli Hak ve Özgürlükler Hareketi’ne üye olmadı. Bu arada Ahmet Doğan’ın adamları yıllarca onun 19 Mayıs şehitleri anma törenlerine katılmasına izin vermediler, hep yolunu kestiler. Avni Veli şöyle konuştu: “DPS benden, Cebel protesto eylemlerini Ahmet Doğan’ın yönettiği ve bizim ise hapishanede gönderdiği emirlere uyduğumuzu,” beyan etmemi istedi. “Bu, baştan sona bir yalandır. Biz o zaman, Medi Doğanov ismini işitmemiştik. Ben, gizli polis (DC) ajanı olan bir kişiden, yalan dolan yamalarla bir halk kahramanı yaratmak istediği ortadaydı. Bu yıllarca sürdü.” “Hür Avrupa”, “Almanya’nın Sesi” ve BBC yayınlarının o döneme ilişkin arşivlerinde, Mayıs 1989 isyanının ana esincisi ve örgütleyicisi olarak İliya Minev’in Bağımsız Derneği gösterilmiştir. Ahmet Doğan’ın adı hiçbir yayında geçmemiştir. Dayatılan sahte demokrasi yıllarında İliya Minev’in derneği siyasi alandan ve süreçten uzak tutulmuştur. Bulgar hapislerinde en uzun zaman kalan kişi ve onun adamları Demokratik Güçler Birliği mitinglerinde konuşturulmamış, örgüte sızan gizli polis ajanları ve provokatörler örgüte hakim olmuşlardır. 1989 Mayıs İsyanı’na ilişkin uydurma işler kime gereklidir? Türklerin eylemleri, protesto gösterileri, başkaldırısını Ahmet Doğan hapishane koğuşundan örgütleyip yönettiği yalanları bugün bir tek DPS partisine ve onun fahri lideri Doğan’a gereklidir. DPS kendisini Komünizmin düşürülmesine katkısı olan bir insan hakları örgütü olarak dayatabilmek için bu yalana başvurmuştur. Ahmet Doğan’ın bu konudaki yalanları, uydurmaları ve sahte işleri ortaya çıktığında, Hak ve Özgürlükler Hareketi’nin (DPS) ideolojik kimliğini yitireceği, bir parti olarak biteceği, Doğan’ın da Türklerin hak ve özgürlükleri savaşçısı simasının bir mum gibi söneceğini iyi bildiği için ayak diriyor. Karadayı bu ay içinde yaptığı bütün konuşmalarına bu yalanla başladı ve onunla noktaladı. Korku bacayı sarmıştır.


80

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Sahte Doğan “liderliğini” uyduran, körükleyen ve halka dayatan gizli Bulgar polisi (DC) ile gizli Rus İstihbarat Teşkilatı (KGB) olduğu için, geçen sene olduğu gibi bu sene de 19 Mayıs Cebel kutlamalarında hep aynı yalanı tekrar ettiler. Olayların gerçek yüzünün halk tarafından görülmesi, Doğan’ın komünizme karşı bir savaşçı, insan hakları için mücadele eden biri olduğu yalanlarını çarşı pazara çıkardı. Yalan düzme işinde ve efsane anlatanlar arasında, Jivkov rejiminin devrilmesinde Mayıs 1989 olaylarının belirleyici rolünü küçümsemek isteyen, gerçek biçimde değerlendirmeyen devletin ve diğer partilerin rolü de büyüktü. Onlar bu tarihsel isyanı, DPS’nin kendi çıkarları için benimsemesine ve sömürmesine yeşil ışık yaktılar. Bulgaristan’da binlerce Türk Bulgar ve Müslüman vatandaşın ayaklanması komünizmin köklerini oynatmış, demokrasi ve özgürlükler yolu açmıştır. DPS anma mitinglerinde konuşulanlar yalan dolandır.

Asimilasyon Bir Devlet Politikasıdır

Raziye Çakır-24.Mayıs.2017

Konu: Bulgaristan Türkleri asimile edilerek eritilmeye ve yok edilmeye devam ediliyor. Bulgaristan’da yaşayan Türklerin yürek açıcı olmayan ve totaliter yıllar siyasetinin devamı olan asimile edilerek eritme ve yok etme siyaseti bütün hızıyla hem de devlet politikası olarak devam ediliyor. Konu uluslar arası insan hakları örgütlerinin gündeminde önemli yer almaya başladı. Bulgaristan BGNEC ajansının yayınladığı son haberlerde, Türkiye Büyük Millet Meclisi İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Mustafa Yeneroğlu, yerli ve yabancı basın ajanslarına gönderdiği yazılı mesajında konuya ilişkin şöyle diyor: “Bulgaristan’da yaşayan Türkler, ülke nüfusu içinde çok ciddi bir oran olaştırsalar da, devlet kurumlarında görev alamıyorlar. Bulgaristan Türkleri asimilasyona tabii tutuluyor. Uygulamam eritme siyaseti bir devlet politikasıdır.” “Resmi verilere göre, şu an Bulgaristan’da 585 bin Türk yaşadığı bildirilse de, hepsinin nüfus sayımına katılamadığı ve nüfus kütüklerinde tescili yapılmadığı için sayıları az gösterilmeye çalışılsa bile, Bulgaristan Türkleri-


Makale ve Analizler - 2017

81

nin gerçek sayısının 1 milyondan fazla olduğuna işaret eden” Mustafa Yeneroğulu şöyle devam ediyor: “Soydaşlarımız ayırım siyasetine maruz kalıyor. Ana dillerini unutuyorlar. Camileri sık sık saldırılara hedef oluyor. Türk dili seçmeli dil olarak okutulurken, anadil dersleri son ders olarak görülüyor ve her zaman problemli geçiyor. Türk çocukların ana dilinin küçümsendiği ve yok edildiği bir dönemde yaşıyoruz. Ayna zamanda. Bulgar devleri radyo ve televizyondan gerekli olduğu derecede Türk diklinde yayın yapılmasına izin vermezken, Bulgaristan Türkleri için özel yayın yapacak bir özel radyo kurulmasına izin vermeyip engel yaratıyor. Camilere ve imamlara yapılan saldırılan başka birçok vahim ve önemli sorun olmaya devam ediyor. Ülke nüfusu içinde çok önemli bir yer tutmalarına karşın Bulgaristan Türkleri Bulgar devlet ve kamu makamlarında görev alamıyor, şimdiye kadar görevde olanlar da sökülüp atılıyor.” İnsan Hakları Örgütü Başkanı Yener oğlu şu hususlara da önemle değiniyor: “Bulgaristan hükümetine aşırı sağ partilerin yerleşmesi Türkler ve diğer Müslümanlar için yeni olağanüstü ciddi sorunlar yaratacaktır. Irkçılar tarafından yönetilen Bulgaristan Avrupa normları ve kıstaslarından çok ciddi bir şekilde uzaklaşıyor. Ne yazık ki, soydaşlarımızın adlarının zorla değiştirilmesi esnasında açılan derin yaraları Bulgaristan Türkleri 28 yıl sonra hala tedavi edemediler. Türkiye devleti kendilerine yardım etmek için elinden geleni yaptı. Şimdi soydaşlarımızın anısından bu feci ve acı gerçekleri çıkarıp hiçbir zaman unutulmasın diye, yeni neslin beynine aşılamak bizim ödevimiz oldu. Böylece, Bulgar devletinin izlediği planlı programlı asimile etme siyasetinin bir sonucu olan, Bulgaristan Türk topluluğunun yakın geçmişte ve daha önceki dönemlerde yaşadığı trajik olayları ve onların verdiği sonuçları daha yakından değerlendirmiş olacağız.” Türkiye parlamentosu İnsan Hakları Komisyonu Başkanı, meclis kürsüsünden yaptığı konuşmada, 1989 Mayıs’ında Bulgaristan Türklerinin eritip asimile etme ve kimliklerini yok etme politikasına karşı ayaklanmasına da değindikten sonra, göç dalgasının iki devlet arasındaki sınır kapısını açtığını belirterek şöyle konuştu: “O zaman binlerce aile parçalandı. 350 bin kişi yüzyıllarca barındıkları topraklardan koparıldı ve göçe zorlandı. O zaman hükmeden faşist iktidar, Müslüman Türklerin kudretinden korktu ve insan haklarını en alçak bir biçimde ayakaltına alarak, Türk etnik azınlığı azaltarak zayıf düşürme ve eriterek yok etme siyasetini seçti ve uyguladı. O ağır yıllarda anadil Türkçenin okunması ve konuşulmasına, düğünlerde ve cenaze törenlerinde İslam dini uygulama geleneklerine yasak kondu. Sünnet yasaklandı. Türklerin kendi adet ve töre-


82

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

lerine uygun yaşaması yasaklandı. O ağır koşullarda mücadele eden soydaşlarımız, tek seçenek olarak kalan, Türkiye yolunu seçtiler.”

Azerbaycan Bağımsızlık Gününde

BG-SAM-26.Mayıs.2017

Türkiye’nin Azerbaycan İstanbul Başkonsolosluğu’nun düzenlemiş olduğu Millî gece programından. Bağımsızlık mücadelesi ve Azerbaycan Cumhuriyet Bayramı Kafkaslardaki Türklerin Osmanlı devletinden yardım istemesi üzerine İstanbul’da kurulan bir askeri birliğin oluşturduğu “Kafkas İslam Ordusu” 28 Mayıs 1918’de Mehmet Emin Resulzade liderliğinde Tiflis’te Azerbaycan Halk Cumhuriyeti ilan edildi. Kafkas İslam Ordusu 15 Eylül 1918’de de Bakü’ye girerek işgal ve soykırımı tümüyle sona erdirdi. Sovyetler Birliği’nin Azerbaycan’ı işgaliyle sekteye uğrayan bağımsızlık Sovyetler’in dağılmasının ardından 1991 yılında yeniden tesis edildi. 1991 yılından itibaren de 28 Mayıs günü Azerbaycan da Bağımsızlık ve Cumhuriyet Bayramı olarak kutlanıyor. Azerbaycan Başkonsolosu Sayın Mesim Haciyev’e kitabımı taktim ettim Azerbaycan Başkonsolosu Sayın Mesim Haciyev’e kitabımı taktim ettim


Makale ve Analizler - 2017

83

Mübarek Ramazan-ı Şerifinizi Tebrik Ederiz

BG-SAM-27.Mayıs.2017

Mübarek Ramazan-ı Şerifimizi tebrik eder, Allah-û Tealâ’dan güzel vatanımız ve tük Türk - İslâm Alemi için hayırlara vesile olasını niyaz ederiz. Ramazan: Ramazan, hicri takvime göre yılın dokuzuncu ayı olup İslam dinince en kutsal sayılan aylardan biridir. Ramazan ayının kutsal sayılmasının sebebi sahip olduğu özelliklerdir. Kur’an-ı Kerim, Ramazan ayında indirilmiştir. Ramazan, Kur’an’da ismi geçen tek aydır. Kur’an’da “bin aydan daha hayırlı” olarak nitelenen Kadir Gecesi bu aydadır ve bu ayda oruç tutulur. İtikaf, fitre, teravih namazı gibi ibadetler bu ayda yerine getirilir. Peygamber Efendimiz (sav)bir hadisinde: “Size bereket ayı Ramazan geldi. Bu ayda Allah sizi kuşatıp rahmetini indirir. Günahları bağışlayıp duaları kabul eder. Allah bu ayda sizin hayır hususundaki yarışmanıza bakar ve sizinle meleklerine karşı övünür. Allah’a hayırlı ameller takdim ediniz. Şaki*, günahkâr, bu ayda Allah’ın rahmetinden mahrum olan kimsedir” şeklinde müjdelemiştir. Türkiye’de 2016 Ramazan Ayı 6 Haziran - 5 Temmuz tarihlerine denk gelmektedir. Oruç: Oruç, Allah’a kulluk niyetiyle tan yerinin ağarmasından güneş batana kadar kişinin kendisini orucu bozan davranışlardan sakındığı ibadet şeklidir. Peygamberimiz (sav) bir hadisinde “Kim iman ederek ve sevabını sadece Allah’tan umarak Ramazan orucunu tutarsa önceki günahları affedilir” buyurmuştur. Sahur: Sahur, imsak vaktinden önce, oruca hazırlık amacıyla yenilen yemektir. Bir hadiste “Sahur yiyiniz çünkü sahur yemeğinde bereket vardır” buyurulmuştur. Peygamber Efendimiz (sav) sahur yemeğini çok önemsemiş, bir yudum suyla dahi olsa sahur yapılmasını tavsiye etmiştir. İmsak: İmsak, orucun başladığı vakittir. Yani, kişinin yeme içme ve orucu bozan davranışlardan kendini uzak tutma şartı bu zamanla birlikte başlar. İmsak vakti sabah ezanının okunmasıyla başlar. Hadislerde, sahur yemeğinin imsak vaktine yakın bir zamanda yenilmesi tavsiye edilmiştir. İftar vakti: Akşam ezanı okunması ile oruçlarınızı açabilir, yiyip içebilirsiniz. İftar vakti akşam ezanı saati ile aynıdır. Teravih Namazı: Teravih Namazı, yatsı namazı ile vitir namazı arasında kılınan namaza verilen isimdir ve Ramazan ayı boyunca kılınır. Teravih namazı


84

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

genellikle camide kılınmakla birlikte, evde de kılınabilir. Türkiye’de ilk Teravih Namazı 5 Haziran Pazar akşamı kılınacaktır Fitre: Fitre, oruç ibadetini yerine getirmeyen Müslümanların tutamadıkları her fakirlere verdikleri para veya yiyeceği ifade eder. Ramazan’da orucunu tutamayan Müslüman, tutamadığı oruçları sonra kaza ederek tutarsa fitre vermesine gerek yoktur. Bir Müslüman, orucunu Ramazan’da tutamaz da daha sonra kaza ederek tutarsa fitre vermesine gerek kalmaz. Ancak oruç tutması zor olan ve kaza orucu tutamayan yaşlılar, fidye verebilirler. Fitre (Fıtır Sadakası): Fitre, temel ihtiyaçlarının dışında belli bir miktar mala sahip olan Müslümanların, kendileri ve bakmakla yükümlü oldukları her kişi için vermeleri gereken sadakadır. Mukâbele: Kur’an-ı Kerim’i karşılıklı olarak okumak demek olup, Peygamber Efendimiz (sav) ile Cebrâil (as)’ın fiili sünnetlerinin günümüze intikâlidir. Özellikle Ramazan-ı Şeriflerde Camilerde cemaate karşı okunan Hatimlere isim olmuştur. Kadir Gecesi: İslam inancına göre Kur’an’ın, Allah tarafından Cebrail aracılığıyla Muhammed’e vahyedilmeye başlandığı gecedir. Kadir Gecesi Ramazan ayının 27. gecesi olarak kabul edilir.

Bugün Kalbim Daha Yakın Allah’a

Osman Bülbül-26.Mayıs.2017

Konu: Ah, o eski Ramazanlar Sahura çağıran ses hüzzam makamıdır. Recep, Şaban derken Ramazan geldiğini haber verir. İlk sahur gecesindeyim. Yalnızım. Viyana’dayım. Ruhumu büyük bir özlem sardı. Ramazan zamanın sultanıdır da, hiçbir anı geri getiremez. Ancak zamanların en güzelidir. İnancımızda, oruç tutan cennete davet alır. Hayat yolumuzda kader üstü kader olduğundan iyi ve kötüyü sanki kendimiz yaratırız. Öyle olmasa bile kendimizi suçlamayı hatta başkasının suçunu yüklenip dolaşmayı severiz. 1939 doğumluyum. Kuşağımın cennet anlayışı Ali Baba ve Gül Baba gibi evliya masallarındaki gül bahçeleriyle bezenmiştir. Yeryüzündeki en büyük gül bahçeleri cennetinde doğdum da, gül denince aklıma gelen evimizin kapısıdır.


Makale ve Analizler - 2017

85

Kemerinde sarmaşık güllerden kırmızı çelenk açardı. Cilası aşınmış duvar kiremitlerden, rengi olarak her bahar maviye seçen sümbül salkımlar gelen geçene selam esirgemezdi. 70 - 80 yıl öncesinden söz esiyorum. Bugüne kadar ne güllerin ne sümbüllerin rengi değişti, ne de insan sevgisi... O zamanlar bizim köyde her şeyimiz herkese yetiyordu. Güzelliğine kıyıp kimseciklerin dokunmadığı sümbüller gözlerimin önünde! Geçmişe, gelmiş geçmiş diyenler aldanıyorlar. Bugün nedir? Geçmişten süzülen ve ruhumuzda yaşayan bir damla, belki de hafızamızda bir zar. Bu, öyle bir damla ki, hiçbir şeyini değiştiremezsin, zar desem çap canlı bir gül yaprağı. Güzellik altın gibi, hafızaya gömülünce eskimiyor, yılların suyunda yıkandıkça parlıyor. Şu da ilginç, herkesin hayat damlası farklı! Kimisi büyük, kimisi ufak! Ruhsal zenginliğimiz işte bu damlanın özünde gizli. Bu öyle sonradan büyütülebilen ya da küçültülebilen bir şey değil. Örneğin gül kokusunu büyütebilir misiniz? Rengini değiştirebilir misin. Hayır. Neyse o. Hem de tüm renk tonları insanı aynı derecede mutlu ediyor. Bunları anlatmamın nedeni bu sene Ramazan’ın baharın bütün renklerde hayat bulduğu günlere rastlamasındadır. Oturmuş, ah şu eski Ramazanlar diyorum. Dedem, babam ve ben köy camisine birlikte giderdik. Namazlıklarımızı sağ omuzlarımızda götürürdük. Namaza dedemin sağında durur, büyüklerin ayarınca tüm kurallara ben de uyardım. Gül kökünden oyulmuş tespihi elinden düşmeyen dedemin dizi dibinde dinlediğim ramazan sohbetlerine doyum olmazdı. Tük köy halkı gibi avlumuzdaki asırlık kestane de Ramazan’a hazırlanırdı. Dallarımın altına kurulan sahur ve iftar sofralarına çiçeklerimden dökülmesin diye tedbir alırdı. Çiçeklerini birkaç günde döker, yapraklarını diker ve gururlanma faslına geçerdi. Görkemli gölgesinin yarısını kapsayan taş çevreli sığı havuza su vermeye tam da o dönem başlardık. Su kesilmese de havuz yaz boyu dolmazdı. Bu ayrıntıyı anlatmamın nedeni, yağışlı ve rüzgârlı olmayan Ramazan gecelerinin kestane altına geçirmiş olmamdandır. Çok eğlenceli unutamadığım gecelerdir. Su içmeye doymayan dev ağaç meyvelerini özenle büyütmeye üşenmezken, onları daha süt halindeyken kalın ve dikenli kabuk içine saklar, dikenlerden korkmadan kabuğu çatlatan kestanelerin pat pat düşmesi ve toprağa gömülme arzusu dikkatimi çekerdi. Ramazanda kestane altı bizim misafirhanemizdi. Ramazan geldi hoş geldi havası bütün kapıları açardı. Yalnız evlere değil, avlulara, bahçelere, asma altlarına kurulan divanlara ve bizim kestane altına serilen hasırların üzerine atılan döşek ve yastıkların üzerine kurulan sofralara neşe gelirdi. Konuşmalar manileşirdi. Saz tambura dile gelir. “Bu aya hürmet gerek, Nimete şükür gerek, İmamda-


86

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

dır saadet, Bunu böyle bildik mi?” diye başlardı. “Dere coşmuş çağlıyor. Dağı duman bağlıyor. Zengin olsa ne fayda, Fakir kardeş ağlıyor.” Gece boyu dönen çark kendiliğinden dönmeye başlardı. Ramazanda köyümüze vaadi köylerden ve Balkan ardından çok misafir inerdi. Ramazan gece sohbetlerinde sıkça işitilen sözler rahmet ve bereket olurdu. Oluşan huzurlu havada hırs ateşi sönerdi. Fukaralar fukaralığını unutur. Gelenler ne kadar kalabalık olursa olsun, herkesin kısmetiyle geldiği kabul edilir ve sofralar ve sevgi saygı dolup taşardı. Bereketli gecelerde herkes adım adım Bayrama hazırlanırdı. Bayram sabahı unutulmasa gereken unutulur, af edilmesi gereken bağışlanır ve köy hayatı sanki yeniden doğardı. Ben Ramazan namazına gitmez gül kemer önünde dedemi ve babamı bekler el öper ve bahşiş alırdım. O hatıralarımda, eski ve zamanını yaşamış olanın bir heykel gibi devrildiğini, orucun serin bir rüzgâr gibi geldiğini ve içimde bir ilham dağının doğduğunu hissediyordum. Savura çağıran davul. Davulcunun kadife sesindeki saygı! Evlerin bir nurlu neşeyle canlanması! Dualarla gelen gönül rahatlığı! Ve bugün içimdeki yurdumdan, köyümden, akrabalarımdan, o eski ortamlardan uzak kalmanın gamı. O eski duygularımla yaşadığım için, mutluyum, çok şükür. Aslında biz Bulgaristan Türkleri için Ramazan ayı, bu defa rastladığı Mayıs ve Haziran ayları, gülüp eğlenme ayı olmaktan fazla, gözyaşı dökme ayıdır. Benim Viyana’ya çıkmak zorunda kaldığım 1989 Mayısında biz Ramazanlarımızı serbestçe yaşamak, orucumuzu tutmak, ezan sesimizi dinlemek, davulcumuza, çocuklarımıza, soframıza, gül ve sümbüllerimize sevinmek, fitremizi vermek, çocuk ve torunlarımızı sevindirmek için birçok şehit verdik. Büyük Göçle bilinmez acılar yaşadık. Parçalandık! 1950’de, 1976’da ağladı benim neslim, 1989’da bir daha gözyaşı döktü. Yaralar kapanmadı. O gün bugün acılar bitmedi. Ve ben bugün sizden uzakta sahurumu, orucumu, iftarımı, gönlümü açıp doya doya dua etmeyi özledim, Ramazanlarımızı özledim. Günahtan arınmış, başı dik, gözlerinde nur, yenilmez ruhlu kardeşlerimi, hepinizi, halkımı özledim. Uzak da olsam sizden! internet dünyayı köyümüz yaptı. İzliyorum olup biteni. 19 Mayıs Cebel şehitleri anma töreninden resimleri gördüm. “Misyon”da çıkan yorumları okudum. Neyi paylaşamıyoruz anlayamadım. “Belene” kampında da öyleydi. Toplama kampından kazançlı, subay çıkma heveslileri vardı. Orada birlikte mısır çapalarken önümüze çıkan çene, diş, kaburga kemiklerini, sağımda solumda sarı ve soluk benizli kardeşlerimi hatırladıkça, bugün olup bitene anlam veremiyorum. Bizden olmayanlar, davamızdan su almamış tipler


Makale ve Analizler - 2017

87

başa geçtiler. Kime hizmet ettiklerini bilmeden danışlı dövüşerek hainlik ediyorlar. Bölünmemiz çok kötü oldu. Ömründe hafiyelikten başka doğru dürüst bir iş yapmamış, 4 kitap okumamış, koğuş kokusu solumamış kişilerin nasıl olur da haklı davamıza ton verebildiğine şaşıyorum. Ortam tahlili, Herkes Türkçemizden korkuyor. Türkçe konuşmaktan korkuyor. Kardeşlerim kürsüye çıkıp da Türkler önünde Türkçe konuşmayan bir kişi, bizim Türklük davamız için mücadele, kavga etmez, ne şehit ne de gazi olur. O mitingde, Türkçe konuşulmadıkça hiç kimse Türklük uğruna hislenmez, kükremez. Büyük bir isyanın yıldönümü bu kadar sönük ve soluk, anlamsız ve durgun anılır mı? Domuz köftecileri Türklük uğruna şahlanmaz... Mitingkler mide doldurmak için değil ruh beslemek için yapılır. Oruç tutanın Müslüman ruhunu beslediği gibi... Büyük mücadeleler sabır işidir. Sabır tohumları gün gün ekilir. Anma törenleri mahşer gibidir. Mahşerde duygular fikre ve meyveye dönüp dökülür. Biz 28 yıl önce Cebel gayrına ne ektik ve bugün ne biçiyoruz? Nerede o isimlerimiz, dinimiz, dilimiz, adetlerimiz, dedelerimizin kefensiz gömülmesine karşı isyan edişimiz! Şeytan ruhunuzu esir mi aldı. Nedir paylaşılamayan, daha fazla yaranma gafletine düşmüşüz, bu günah af olmaz! Bir ömür, cennet nerede? Gülde, sümbülde ya da kestane dallarında mı diye düşündüm. Oruç bozarken hangi gece cennete mekân seçilir diye hayal ettim. İçimde hep gökleri arayan bir ses vardı. Cennet sanki ışıktaydı... O ses bana cennet insanın doğup büyüdüğü, sevdiği, ıslah ettiği yerdir dedi hep. Şunu da düşünüyorum vatandan ve yakınlarımdan uzakta. Başka birinin hakkına uzanmakla asla mutlu olunamaz. Başkasının vatanı ve cenneti gasp edilemez. Dünyada neyin hayır ve neyin günah olduğu kitabı henüz tam olarak yazılamamış gibi. Kanımca, en büyük hainlik yalnız bir halka ve onun haklı davasına ihanet etmek değil, bir de onu bölmek, geleneklerini ve yaşam tarzını, bayramlarını yok etmeye çalışmak, geçmişini unutturup geleceğini köreltmektir. Bir kır menekşesi bir saksıda açabilir, fakat orman saksıda yetişmez. Ağaçların boyları kökleri kadardır. Tek ağaçlı orman olmaz. Burada tekim. Yani hiç bir şeyim. Kendi kendimle konuşuyor, hatıratlarımla yaşıyor ve daha güzel bir gelecek özlüyorum. Eğer bu umut cennetse onun vatanım olduğuna inanıyorum. Ormandaki ağaçların birbirini aradığı gibi ben de uzakta da olsam sizinle yaşamaya çalışarak, sizin için dua ediyorum. Biz Türkler burada ne köyüz ne kasaba. Yalnızlık çok acı bir gerçek. İlk sahura böyle duygularla hazırlanıyorum. Allah kabul etsin! Bugün kalbim daha yakın Allah’a!


88

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Kendimizi Tanımalıyız

Rafet Ulutürk-27.Mayıs.2017

Konu: Kendisini tanımayan bir toplum düşmanlarıyla başa çıkması mümkün değil. Bazı halkların Kitabı, Bulgaristanlı Türker’in Pehlivanlarımız var. 139 yıldan beri Bulgaristan’da bir Türk azınlığıyız. Şimdilik çoğunluk olma şansımız yok. Bir halk topluluğu olarak, 139 yıllık zaman kesimi içinde, çok önemli değişiklikler kaydettik. Bunların ileri mi geri mi olduğunu söylemek oldukça zor, çünkü Batı ile Doğu, Müslümanlık ile Hristiyanlık arasında sıkışmış kalmışız. Değiş-imlerimizi etkileyen temel faktör “93 Harbi” (1877 - 78 Plevne Savaşı) oldu. Bunun iç mi dış mı faktör olduğunu söylemek mümkün değil, çünkü olaylar topraklarımızda ve bizi hedef alarak gelişti, etkileri de halen devam ediyor. Bulgar devleti sınırlarında kalmamız ve Bulgar Hristiyan ulusal toplumu içinde yaşamamız, birçok yönümüz için belirleyici oldu. Bulgarlar Tuna’yı 7. yüzyılda geçti ve bugünkü Bulgaristan topraklarında devlet kurdular. O zamanlar bu topraklarda hakim olan Bizans’la barışa gidip 864’te Hristiyanlığı devlet dini olarak kabul ettiler. Birinci Boris (852 - 889) Bizans’tan dinle birlikte Kiril ve Metodiy kardeşlerin geliştirdiği Kiril Alfabesini de (893) resmi yazıları olarak aldılar ve halkına mal etti. Bu iki edinim, Bulgar halkı için olduğu kadar, bugün Bulgar devlet sınırları içinde yaşayan azınlık toplulukları için de çok büyük önemi taşır. Bulgarlar Tuna üzerinden gelirken tek tanrılı bir toplumdu. Gönüllerinde Tengi (Tangra) Tanrısı vardı. Tek tanrıya inandıklarından dolayı biz uygarız onuruyla gururlanırken Çar Birinci Boris’ın din değiştirmesi kanlı bıçaklı oldu. Kiril alfabe ve yazısıyla gelen özellikse şudur: O zaman, kitap yazma, okuma ve ibadet etmeye yalnız 3 dilde -İfrit, Yunanca ve Latince- izin vardı. Yeni bir alfabeye, yazma ve dua diline hayat hakkı kazandırmak zordan zor bir işti. Günümüzde 300 milyon insanın kullandığı, üstelik Avrupa Birliğindeki dil ve yazımlardan biri olarak kabul edilen Kiril Alfabesi ve Bulgar dili, dünya kültürünün önemli kalelerinden biri olan İslav kültürünün temellerinde yer alır. Hazar kıyısında, Volga boylarında ve Bulgaristan’a gelmezden önce kurdukları devletlerde tek Tanrılı medeniyete tırmanabilen Bul-


Makale ve Analizler - 2017

89

gar kavmi, Hristiyanlığı ve Kiril yazısının kültürünü benimseyerek Batı uygarlığı kapısını aralamış ve kendini kültürel gelişiminde “bir altın çağ yaşadığına” inandırmıştır. Kuşkusuz tarihte, din ve kültür değiştirirken yok olan soylar, boylar ve milletler de vardır. Bir de, zaman içinde sürekli değişiklik gören devlet sınırlarından farklı olarak, geri çevrilip yeniden ayarlanamayan zaman ve içinde gizlediği sönmeyen çelişkiler, güncel, sosyal ve siyasi hayatta yeni yeni patlamalara neden olagelmiştir. Örneklememiz gerekirse, Bulgar uygarlık bayramı olarak kutlanan 24 Mayıs Kiril ve Metodiy anıp sayma günü bu sene ciddi çelişki uyandırdı. Ruslar tarafından da kullanılan Kiril Alfabesi için, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Moskova’da konuğu olan Makedonya Cumhurbaşkanı George İvanov’va “Makedon toprağından” gelen “bu sönmez ışık” ifadesini kullanması diplomatik skandal oldu. İslav dünyasında “alfabe, kültür ve Ortodoksluğu” kapsayan tüm kültürel edinimlerin kendilerinden kaynaklandığını savunan Bulgarlar, Putin’e “ters baktı.” Yazımızın başında “Kendimizi Tanımalıyız” arasında yaşadığımız insanları da iyi tanımalıyız, demek istedim. Şimdi burada Bulgarlar hakkında çok kibirli ve olağanüstü kıskanç bir millettir demeden önce, bu konuda büyük Napolyon’un bir fikrine yer vermek istiyorum. Napolyon bir gün “bana bir ülkenin coğrafyasını anlatın, ben de size orada yaşayan halkın tarihini anlatayım demiş.” Bulgaristan coğrafyasını anlatmak çok zordur. Çünkü öykü hep üç denize çıkan bir devletle başlar ama bu üç denizin hangileri olduğunu bilen pek yoktur. “Altın Çağ”dan söz edilir, fakat hiçbir Bulgar çarı şimdiye kadar altın para kesmemiştir. Türklere karşı konuşurken köpürürler, fakat milli giysileri aba potur, ayakkabıları çarıktır. Hoşgörülü olduklarından dem vururlar, ama kendilerinden başka kimsenin iyi olmasını istemezler. “Uygarız” demeyi severler, ne var ki kullandıkları “sabuna” kendi dillerinde bir ad bulamamışlardır. Bulgarların arasında, onların devletinde, toplumları içinde azınlık olarak kalıp da, Türk Müslüman kimliğimizi koruma kavgamızı anlaşılır biçimde açabilmek amacıyla bize yönelik iki ateş arasına yukarıda işaret etmeye çalıştık. Fakat bu ateş noktaları ta 19. yüzyıl ortalarına kadar süzülmuştur. Bulgaristan toprakları 1396’da Osmanlı İmparatorluğuna katıldıktan sonra asırlarca huzur içinde yaşamış, inkişaf etmiş, hatta reformcu Rusçuk Valisi Mithat Paşa yıllarında dünyanın en büyük imparatorluğunun en gelişmiş durumuna yükselmiştir. Müslüman evladı Müslüman’dır. Dine sadakat sonsuzdur.


90

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Çok etnikli toplumlarda komşu kapıları medeniyet kapısıdır gibi uzun dönemler yaşanmıştır. Bugün Bulgaristan’da kırılmış mezar taşları gördükçe, Aralık ve Mayıs günlerinde hak ve özgürlük davamızın şehit kabirleri önünde konuşmalarımızı Bulgarca yapmak zorunda kaldığımız için yüreğim sızlarken, her defasında İstanbul’daki Bulgar mezarlığını hatırlamışımdır. Bulgar Ansiklopedisinde Osmanlı Başkentinde Bulgar dilinde çıkan “Tsarigratski Vestnik” (Başkent Gazetesi) tanıtılırken, “Bulgar ulusal bilincinin gelişmesine ve Bulgar ruhunun şahlanmasına kanat açmıştır” deniyor. Bugün Bulgaristan’da Türkçe dilinde bir tek gazete ve dergi çıkarmamıza, radyo ve TV yayını açmamıza izin verilmemesi, Bulgarları insan yüzüne bakamayacak duruma getireceğine, içlerinde kaynayan Türk düşmanlığına gaz veriyor, coşturup taşırıyor. Birinci Bulgar Çarlığında Tengricilikten (Tangra) Hristiyanlığa geçmeye zorlanan Bulgarların 1908’de Üçüncü Bulgar devletini kurunca Müslüman Türk kimliğini Bulgar - Hristiyan kimliğine dönüştürme zulmü başlatması bütün dünyayı şaşırtmıştır. Bu amansız zalim zorlamayı biz bundan 28 yıl önce 1989 Mayıs isyanımızla durdurabildik. Fakat eğer Türk isimlerimiz bizim kimliğimizin şekli, dilimiz, yazımız, halk sanat, edebiyatımız, kültürümüz, gelenek ve yaşam tarzımız özümüz ise, yalnızca birincisini geri alabildik. Özümüz kırk kilitli çelik sandıkta esirdir. Bulgar devletinin dil, alfabe, yazın ve kültür dayatma saldırgan arasız zulmü bugün de devam ediyor. Bulgar devleti 1978’ten beri 1014’te Bizans Kralı II. Valiliy ile Belasitsa savaşında yenilen, 15 bin askerinin gözleri oyulan ve faciayı görünce yerinde kalan Bulgar Çarı Samuil’in öcünü bizden alıyor sanki. 1957’de başlayan Türklerin irfan ocaklarını, okullarını, kütüphanelerini, medreselerini, okuma evlerini ve anadillerinde basın yayını yasaklama siyaseti hasıraltından çıktı ve meşrulaştı, gagasında sarı lira alsa bile Türkçe uçma kesin yasaklandı. Gelişmeleri teker teker analiz eden, Bizans’tan sonra halkları Hristiyanlaşma ya zorlamayı Bulgar devleti üslenmiş sanacak. her şeyleri tam takır artık ana ödevleri İslam dinine sınır çizmeye koyuldular. Allah ile kul arasındaki ilişkide aşırılık (köktencilik) arama komisyonu kuran Bulgar dinsizlerinden en iğrençleri olan ve kendilerini “yurtsever” olarak tanıtanlar, Sofya meclisinden geçirdikleri son yasada, “Aşırı Müslümanlar” için öngörülen 5 bin leva cezayı hapis cezası ile değiştirdiler. Ceza kanununda “aşırılık” gerekçeli değişiklik yapanlara Bulgar partilerine Avrupa Konseyi “faşist” dedi. Küstahlıklarının başı sonu olmayan bu faşistler “İslam’da aşırılık” konusunda şöyle bir tanım da getirdiler: “İslam devleti”, “Halifelik”, laiklik yasaları önünde Şeriata üstünlük tanıyan, “Kutsal Savaş” şeklinde zorbalık dayatan, “İs-


Makale ve Analizler - 2017

91

lam dini için karakteristik olan davranış ilke ve normlarına zorlayan bir ideolojiyi propagandası etmek.” Bulgaristan toplumunda İslam’ın yapıcılık, huzur ve hoşgörü kaynağı olduğu bir dönemde böyle bir yasa çıkarılması kışkırtıcılık ve küstahlıktır. Böyle bir ortamda sürekli kuşkulanarak yaşarken modern dünyaya sürekli zenginleşen bir bakış açısıyla bakmamız kaçınılmaz olmuştur. Bulgarlar, anadillerinde kendi alfabesini kullanamayan, okulları, kitabı olmayan, tarihi unutturulan azınlık halk topluluğunun öz belleğini ve zekâsını kaybedeceğini bildiğinden dolayı bu konularda asla ödün vermiyorlar. Nuh deseler Peygamber demiyorlar. Güzel ve zengin anadilimizin son tınısını da yasaklamak için aktüel saldırılarını sürekli yoğunlaştırıyorlar. Bu konuda halkımıza ihanet eden Hak ve Özgürlükler Partisi (DPS) ve Demokrasi için Sorumluluk Hoşgörü ve Özgürlük Partisi (DOST) ellerindeki olağanüstü güçlü kaynaklara rağmen, pısırık davranmaya devam ederken mazlumlarımız tarafından kınanıyor ve lanetleniyor. Kafamıza çuval gibi geçirilen “Bulgar Etnik Modeli”ni çıkarıp atsak da yeni ufkumuza açılamadık. Gettolaştırılmaya çalışılan insanlarımız bu modeli vaktiyle Çar Samuil askerlerinin körleştirilmesine benzetti. Ufkumuzun tamamen köreltilmesi denendi. O kadar sıkıştırıldık ki, şimdi artık evde çocuklarımızla Türkçe konuşmamız yasaklandı. Yeni kuşak anneler arasında ninni, şarkı, türkü, masal bilenler bir elimizin parmakları kadar azaldı. Türklüğümüzü ancak TRT’den şarj edebiliyoruz... Halkımız teslim olmayı kader olarak kabul etmek istemiyor. Dikkat çekmek istediğim şu nokta ilginçtir. Türk kavmi İslam dinini kaybetse bile Türk devleti, Türkiye Cumhuriyeti ayakta kalır. Çünkü İslam’dan önce de devletimiz ve kurduğumuz devlet düzenimiz vardı. Küçük Asya’ya devlet uygarlığımızla geldik, yaşadığımız topraklarımızda bizden önce var olan 33 uygarlıktan medet ummadan ayakta kaldık. 16. devletimizi kurduk ardından 17.Türkiye Cumhuriyetini de biz Türkler kurudk. 16 Nisan halk oylamasıyla devlet yönetim, yasama ve yargı sistemimizi daha yüksek bir boyuta taşıdık. Ne var ki, anlattığım formül öz devleti olmayan ve yaşadıkları devlet tarafından ötekileştirilen bir azınlık olarak biz, 28 yıl önce kimlik haklarımız uğruna isyan etmiş olsak dahi, ancak isimlerinden ve bir yere kadar din haklarından başka bir şey elde edemeyen azalma eğilimli bir kitle için geçerli olamaz. Çok kan kaybetmiş olan bir etnik topluluk olarak, son yıllarda nüfusumuzun üçte ikisinin yurt dışında ve yalnızca üçte birinin ata ocağında kaldığını belirtmek zorundayım.


92

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

1878’de Türkler nüfusun % 52’siydik. Elektronik istatistiklere inanmadığımdan dolayı 3 - 4 milyon olarak kabul ettiğim toplam Bulgar nüfusunda 1 Ocak 2017’de 585 bin Türk olduğumuza inanıyorum. Bu bakıma şiddeti azalmayan baskı altında, Avrupa Birliği üyeliği koşullarında dahi, devletten ötekileştirilen bir etnik ve kültürel azınlığın kendi başına var olmasının zorluklarına ilişkin yukarıda öne attığım tez son dönemde bizim için geçerlidir. Denize düşen yılana sarılır durumundayız. Devletsiz topluluklar kovansız ve beysiz arılar gibidir. Son hesapta dağılıp yok olmayı kabul etmek zorundadır. Türk kimliğimizi yaşatabilmemiz için yalnız Türk isimlerimiz ve baskı altında uygulanan dinimiz yeterli sayılamaz. Statü değişikliği çan çalıyor. Türklüğümüzü ne pahasına olursa olsun koruyup yaşatmak zorundayız. Olayın can alıcılığını örnekliyorum: Günlerden Cuma. 26 Mayıs 2017. Sofya “Banya Başı Cami”nde Cuma kılınırken kapıcının başına dikilen bir üniformalı polis, “cemaat başkanına haber et, saat 14’te namazı bitirsin,” emrini verdi. Daha önce aynı polis gelmiş minare hoparlörlerin kapatılmasını istemişti. Kuşkusuz bunlar Üçüncü Bulgar Devleti’nin (1908) kurulduğu tarihte başlayan ve sonu olmayan baskılar zincirinden yeni bir zulüm biçimidir. Biz, bugün burada yaşayanlar, köpürdükçe köpüren bu zulmün dayanak temellerini “yapma iyilik bulursun kötülük” atasözümüzde görüyoruz. Asırlarca kitap ve kilise dili olamayan Bulgarca ve Kiril Alfabesinin 1836 Fermanıyla Osmanlı devlerinde canlanma, hayat hakkı ve meşrulaşma yolu bulmasını lanetlemiyor-um, fakat hatırlamak da istemiyorum. 1872’de, Bulgarların yaşadığı her yerde kilisede ayin ve eğitim dili olarak Bulgarca geçerlidir fermanla duyurulmuştur. Birinci Boris ayin dili olarak halkın anlamadığı Rumcayı kabul etmişti. Osmanlı Padişahı “Bulgarca dua etsinler okuyup yazsınlar,” dediğinde Bulgarlara tarihinin en büyük hayrını yapmış, uyanma ve ulus olma, aynı dil ve kültürde birbirleriyle kaynaşmalarına kapı açmıştı. Onların, Osmanlı Sarayından kopardıkları bir edinim geçen yüz yıl boyunca ve günümüzde Türk ırkına karşı kazanılmış en büyük zafer olarak algılanmakta ve kulelerde suni rüzgârla bayrak dalgalandırılmaktır. Bu konudaki hassasiyet her bakıma hat safhadadır. Topraklarında yaşayan azınlıklara tek bir ilkokul açma hakkı tanımayan Bulgar devleti, dış ülkelerde 300 Bulgar okulu açtı. Ülke dışında bulunan Bulgar çocuklarının Kiril Alfabesinde ve Bulgar dilinde eğitim görmesi için her yıl 286 milyon leva harcamakta, öğretmen, araç gerek göndermekte, okul binaları ve okuma evleri çalıştırmaktadır.


Makale ve Analizler - 2017

93

Bu yılki 24 Mayıs Kiril ve Metodiy kutlamalarında Bulgarların kendilerini başkalarından üstün tutma huyu bütün çıplaklıyla yeniden parladı. “Biz, Ruslara alfabe, yazdık ve kültür verdik” diye böbürlenen Bulgarların balonu patlattı. “İslav dili diye bir dil var mı?”, “Tarihte Makedon devleti var mıydı?” gibi bir sürü sorunu kamuoyu gündemine taşındı. Bulgar devleti Kiril Alfabesini 880’lerde kabul etmişken, o yıllarda “Naum” manastırı papazları Kiril ve Metodiy 50–60 yaşlarında olduğuna göre, yarattıkları alfabeyi Kırım’dan Ohri’ye yaymaya çalıştıklarının bilindiği üzere, bu aydınlar nereden nereye Bulgar oluyorlar? Kiril Alfabesi Bulgar Çarının siparişi üzerine ve yalnız Bulgarlar için icat edildi. 1121 yıldan sonra bu soruyu sormamız yerinde değil mi? Öyleyse, son dönemde, İslav olduklarını kabul etmeyen, bir İslav ulusu ve bir İslav dili olduğunu kabul etmeyen Bulgarların İslav kültürüne katkısı nedir? Burada kendisine teşekkür edilecek biri varsa o da Sultan II. Abdülhamid’dir. Çünkü Fener Fermanıyla Bulgar kilisesini Rum kilisesinden ayırıp Doğu Ortodoksluğu tanıdı. Bulgar dilinin kilise dili olmasına ve Bulgarların aydınlanmasına çok geniş olanaklar tanıdı. Bulgar esnaf ve tüccar - küçük burjuva tabakası Osmanlı üretim ilişkileri içinde gelişti. Bulgar ulusu Osmanlı bağrında dal budak salarken kendi bağımsız devletine uzandı. Biz, Bulgaristan Türkleri, Osmanlı’nın Bulgarlara tanıdığı ayrıcalıklardan kabarıp biçimlendi. Çok baskın ortam yarattılar. Orada kalan Türkler var olabilme kavgası verirken, Bulgar devleti onların hak ve özgürlüklerini tanımamakta direndi, kimliklerini yok etmeye saldırdı. Bu ortada bizden ancak Pehlivan ve Halterci yetişti.


94

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

21. Asrın İncileri

BG-SAM-28.Mayıs.2017

Konu: Bizdeki aşırı milliyetçiler Nazi faşistlerini arkada bırakıyor. Bu yıl kaybettiğimiz Yahudi asıllı büyük Rus yazar İliya Erenburg “Fırtına” adlı romanında “Var olmayı hak etmeyen düzende iş ekipleri 3 ya 5 ya da 7 kişiden oluşur. İşten anlamayan ekip şefidir. İlerleme stop eder. Başlayan durgunluktur.” der. Nazilerin Almanya’sında ekip şefi “Gau” idi. 10 kişiden sorumludur. Düşününce köylerimizdeki Onbaşı Ahmet, Onbaşı Mehmetler sanki Alman Gau’sudur. Hitler kendisi de bir “Gau” idi. Almanlar büyük sayıda çarpışma kazanmış ama savaş kazanamamışlardır. Çünkü bir “Gau” savaş kazanamaz. Deneyim bilmek bilgeliktir. Naziler faşist oldukları ve Yahudi soyunu yakıp yok etme niyetlerini gizlemek için, onları aldatmak amacıyla önce kendilerine bir teklifte bulunmuşlardı. Bu teklifte, “Siz şimdi bütün birikimlerinizi Alman bankalarına yatırın, depozit bordrosunu bize verin ve Kudüs’e gidin. Yerleştiğinizde ne gibi araç gereç, makine, traktör, kamyon vb ihtiyacınız belirirse bize mektupla bildirin, hemen gemiyle gönderelim.” demişlerdi. Bu öneri yapılırken Almanya ve Polonya’daki toplama kampları, gaz kamaraları henüz kurulmamış, etraf 3 4 metre yüksek dikenli tel örgüyle çepçevre sarılmamıştı. Yahudilerin toplumdan ötekileştirmesi, kapalı gettolarda, öpüşüp evlenmekten çocuk yapmaya irili ufaklı tüm adımları izine tabii yaşatmaya zorlayış eski kıtada çok eski bir uygulamadır. Onların şehirlere girmeleri, çarşıya pazara panayırlara gitmeleri yasaktı. Kentlere akın ederlerse şehirlerimiz Yahudileşir korkusu vardı. Öyle de oldu. Şehirlerini kurtarırken Yahudileri yaktılar. Gerekçesi bir Yahudi olan İsa Peygamberin çarmıha gerilmesiydi. Yarım asır sonra işten, çöpten ve doğa kirliliğinden korkan Avrupalılar yine köylerde yaşıyor. Anakent merkezleri önce Müslüman’ım, sonra Alman, Britanyalı ya da Belçikalı ve bir de Pakistanlı, Cezayirli ya da Türküm diyen yeni kimliklerle dolu. Demokrasi adına yeni temizlik başlar mı dersiniz?! Biz Bulgaristanlı Türkler derin soluklu uzak uçan insanlarız. Köyden kente göç yaşamadık. Köylerimize kapalı büyüdük. Bir uçtuk mu da, hep sınır ötesi konduk... Avrupalılar öngörülü olduklarından yapacakları kötülüğü albenili pakette sunar. Nazilerin siz gidin, biz arkadan, dedikleri gibi...


Makale ve Analizler - 2017

95

Karakterimizde yok edilemez özellikler var. Bulgarların hepsi yüksek öğrenimini Almanya’da bitirse ve öğrendiklerini uygulama alanları Bulgaristan’daki azınlık ortamları olsa, önce kendilerinin değişeceğinden eminim. Azınlıkları eritme işi ince iştir ve yalnız eleştirmekle, hor görmekle hiçbir hedefe ulaşılamaz, bir de çözüm getirmek gerekir. Bir azınlığı eritip asimile etmek isteyen bir toplum kendisinin de değiştiğinin bilincine vardığında, kendinden tiksinir ve özümsemek istediğini ötekileştirmeye, kendinden uzaklaştırmaya başlar. Bu sorun olağanüstü derin ve önemlidir. Zannımca biz Bulgaristan’da böyle bir sürece girdik ve yeni özelliklerle yüz yüze gelmeye başladık. Sürpriz oldu. 26 Mayıs 2017’günü Bulgaristan Bakanlar Kurulu toplantısında “Bulgaristan’ı Kurtarmak İçin Milli Cephe” partisi lideri Valeri Simyonov “Etnik ve Entegre Etme Sorunları Ulusal Konseyi” başkanı atandı. Bu kodaman faşistin bu göreve atandığı işitilince akan sular durdu. Simyonov’un partisi Avrupa Konseyi tarafından aşırı sağcı, azınlık ve yabancı düşmanı, “faşist” parti olarak nitelenmişti. Karar, Sofya’ya geldi ama faşist parti yasaklanmadı, iktidar ortaklığına tırmanmasına engel olunmadı. Gelişmeler ülkede ciddi tepkilere vesile oldu. Siyasi muhalefet, Simyonov’un Başbakan Yardımcılığından atılması için direnirken yeni önemli devlet görevleri de alması sürpriz oldu. Eski Bulgaristan Cumhurbaşkanlarından (1990 -1997) Jelyu Jelev’in etnik azınlık sorunları baş danışmanı olan Profesör Mihail İvanov’un görüşü kamuoyunun dikkatini çekti: “Bulgaristan’ın Etnik ve Entegre Etme Sorunları Ulusal Konseyi Başkanlığına Valeri Simyonov’u atayan Bakanlar Kurulu kararını açıkladı. Ben, bu Konseyin Sekreteri görevinde bulunmuş kişilerden biriyim. İşlerin nereye yöneldiğinin farkındayım. Olay, Bulgaristan azınlıklarıyla alay etmektir. Sofya meclisi kürsüsünden, bizde Çingene kadınların kösenmiş köpekler gibi doğurduğunu haykıran, sınır kapısında yaşlı Türk kadınları tartaklayan kişi, bundan sonra hükümetin etnikler ve entegre etme siyasetinden sorumlu olacaktır. Hükümet koalisyonuna katılan partiler için bu bir kepazeliktir. Bu atamayı önlemek için ülkemizde gerekli sayıda onurlu siyaset adamı ve siyasi güç bulabilecek miyiz? Bekleyiş içindeyim. Aynı zamanda, Simyonov dış ülkelerde bulunan Bulgaristan vatandaşlarından da sorumludur. Bu, gurbetçilerimizle alay etmektir.” 21. yüzyılda sınıfsal düşman, ideolojik hasım, iki kamp yok. Ana düşman etnik, dil, din azınlık toplulukları oldu. Toplumdaki sınıf ayrışımı unutuldu. Al-


96

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

lahsızlık bile unutuldu. Sömürü sanki gömüldü. Sahnede tek ulus devletinin hâkimiyet hırsı ve nüfusun yarısından fazlarını oluşturan ezilmeyi kader bilmiş azınlıklar var. Hiçbir hakları olmayan ve hak hukuk uğruna mücadele etmeye ve ses yükseltmeye hakkı olmayan insanlar... Bulgaristan’da sözde demokrasi koşullarında faşistler ne çabuk filizlendi. 1992’de yeniden kurulan VMRO - İç Makedon Devrim Örgütü ve saldırgan aşırı solculuğuyla ünlü “Ataka” partisi ile 2014 seçimlerinde bu ikisiyle “Birleşik Cephe” ortaklığı kuran Simyonov’un “Bulgaristan’ı Kurtarmak İçin Milli Cephe” partisi faşist cephe direğini dikti. Bu, demokrasi için tehlikeler gizleyen oluşumun tabanında, geçen asır terör uygulanarak azınlıkların isimleri değiştirilirken zulüm uygulayan, yargılanması gerekirken cezaya çarptırılmayan aktif kadrolar buluştu. Faşist cephenin stratejik hedefindeki başat ödev, bin yıldan beri vatan bildiği topraklarda yaşayan Türkleri sindirip kovmak, Müslüman Pomakların Türk kimliğini reddetmek ve yine bin yıldan beri Bulgaristanlı olan Çingeneleri yok etmek şeklinde biçimlendi. TV yayınlarında ve basında bu niyetlerini gizlemeyen faşist lideri Simyonov Başbakan yardımcılığına yükselince rahatladı. Meclis kürsüsünden tam Naziler başı Hitler gibi sağ elini kaldırıp “Bulgaristan her şeyin Üstünde!” selamını verdi. Çingenelerin yüzüne “Hepinizden sabun yapacağız” demekten çekinmedi. Dilleri, dilleri, okul, kültür ve gelenekleri zaten bin düğümlü yasalarla yasaklanmış Türklerin siyasi partilerini yasaklama ve temsilcilerini bütün devlet kurumlarından kovdukları gibi meclisten de söküp atmak niyetleri de ortadadır. 21. yüzyıl Bulgar faşizmi 20. yüzyıl faşizminden farklıdır. Geçen asrın 1934 - 1945 yılları arasında kükreyen Bulgar faşizmi işçi ve komünist hareketle, barış mücadelesine katılan demokratlarla, Yahudilerle baş etmeye çalıştı. Çarlık düzeninde bir askeri darbeyle iktidar oldu. Arkasında Alman Nazileri vardı. Demokratik edinimleri yok ederken Türklerin “Turan”, “Altın Ordu”, Jimnastik ve Sanat derneklerini, öğretmen birlikleri ve cami encümenliklerini dağıtıp yasakladı. Birçok Türk tutuklandı ya da yurt dışına kaçtı. Askeri alanda, Sovyetler Birliği’ne saldırı savaşına Alman, İtalyan ve Japon “Mihver” güçleri ile birlikte olmayı seçen Bulgar Çarı III. Boris Stalingrad Cephesi’ne ordu gönderemeyince hayatından oldu. O savaşta Bulgar Orduları Yunanistan’a ve Makedonya’ya girdi. Birinci Dünya Savaşı’nda kaybettiği Güney Dobruca’yı 1940’ta geri aldı. Türkler’in anavatana göçü Büyük Savaş öncesi ve Savaş yıllarında durmadı.


Makale ve Analizler - 2017

97

1912’de değiştirilen isim ve yasaklanan İslam dininde ibadet haklarını 1913’te geri alan Pomakların kimliğine saldırı daha yoğun bir şiddetle 1936’da ve 1942’de tekrar etti. Zehirli hap - Bulgar Etnik Modeli. 1944’te değişen Bulgar rejimi etnik, din ve dil azınlıklarıyla ilgili devlet siyasetine (1950 - 1957 dönemi gibi kısa bir istisna hariç) eski faşist uygulamalara sadık kalmıştır. 1950 - 1976 kitle göçleri, 1972’de Pomakların Bulgarlaştırılması, Çingene kimliğine ödünsüz saldırılar, 1984 - 1989 güya “soya dönüş” süreci ve 1 milyon 253 bin Türkün isimlerinin zorla değiştirilmesi ve devlet terörü şeklindeki zulümle yarım milyon Türkün sınır dışı edilmesi aynı asimile etme siyasetinin kesintisiz uygulandığına kanıttır. Birçoklarımız, 1989 Mayıs Ayaklanmamızdan ve 1990’da hapiscilerin salıverilmesinden ve sürgünlerin eve dönmesinden sonra durumun sakinleşeceğini, tüm hakları budanmış azınlıkları eritip asimile etme siyasetinin zamanını doldurduğunu sanmıştık ve aldanmışız. Aldandığımızı da yıllar sonra anlayabildik. Hak ve özgürlük mücadelemizden süzülen, fakat daha kurulduğu gün gizli polis ajanlarının ve davamıza ihanet eden hainlerin eline geçen Hak ve Özgürlükler Partisi, “Bulgar Etnik Modeli” paketinde halkımıza yeni bir zehirli hap sundu. Bu güç, insan hakları ve eşit haklı vatandaş davamızın ateşini söndürdü. Aydın Türk kadroları memlekette kovdu. Hareketin tabanını neredeyse artık çeyrek yüzyıl semeleştirip uyutabildi 1934 askeri darbesini gerçekleştirip Bulgaristan’da faşizm ufku arayanlar 1944’te komünistler tarafından ezilmişlerdi. 10 Kasım 1989’da komünizmin devrilmesinden hemen sonra 1992’de değişik yayınlar yapmaya başlayarak dernek, kulüp, hareket ve parti şeklinde yeşermeye başladılar. Geçen yüzyılın ilk çeyreğinde birçok suikast, tuzak ve yargısız infazda parmağı olan, Moskova’ya, sonrada da Komintern’e bağlı olduğu bilinen İç Makedon Devrim Örgütü - VMRO ilk önce dirildi. Demokrasi kalesi olan meclise yerleşmek için aşırı muhalif güçlerle ortaklık aradı. 2014’te Avrupa Konseyi bu örgüte “faşist” damgası vurdu. Faşizmin tüm biçim ve belirtilerinin en şiddetli ve kesin biçimde yasaklanmış olduğu Avrupa’da, bir AB üyesi olan Bulgaristan’da bu kararların havada kalması faşizmin tırmanmasına adeta yol açtı. Bu olay düşündürücü ve endişe vericidir. Günümüzde Bulgar faşizmi 3 partili bir bileşim oldu. Birinci kalesini VMRO oluştururken, ikinci kanadı, 2005’te aşırı solu temsil eden “Ataka” partisi siyasi sahneye çıktı. 24 saat yayın yapan “Alfa” TV kanalı, “Ataka” gazetesi, gençlik örgütü, birçok başka yayını ve Sofya ve Brüksel meclislerinde temsilcileri olan bu aşırı görüşlü parti, 1989 güzünde kurulan Demokratik Güçler Birliği (CDC) içinden çıktı. Müslüman Türk seçmenin sağ kaymasını önlemek amacıyla evini ve yolunu kaybetmiş bir köpek gibi ansızın havlamaya başladı. Lideri Siderov


98

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ilk beyanlarında Türklere “İsimlerinizi yeniden değiştireceğiz!” dedi. Bir “üst akıl” işi olan ve totalitarizmin zulüm renkleriyle açan bu partinin ödevleri arasında 2005’lerde artık çöken “Bulgar Etnik Modeli” tuzağından kurtulmak isteyenlerin yolunu kesmek, onları ürkütüp etnik gettoya geri sıkıştırmak vardı. Kısa bir sürede “Ataka” partisinin Moskova emriyle, Halk ve Özgürlükler Partisi (DPS) lideri Ahmet Doğan’ın kurucu lider Volen Siderov’un eline saydığı 1 milyon 600 bin levayla tescil edildiği belgelerle açıklandı. Ana hedef Türklerin toplumda dönen dolapların farkına varmasını engellemek olarak da biçimlendi. Bu tip, aşırı sol partiler genelde terör örgütüdür. Bulgaristan’daki emsallerinde örtüşme olmadığı dikkati çekiyor. Örneklemek mümkündür. 1867’de Sofya’da kurulan ve 16 Nisan 1925’te bir matem töreni esnasında kubbesi havaya uçurulan, Bulgaristan tarihinin en kanlı terör eylemi olan ve Çar III. Boris ile birlikte ülkenin askeri politik gözde temsilcilerinin tümü birden yok edilmek isteyen bir bombalı saldırı aşırı sol güçler tarafından Moskova’nın emriyle yapılmıştı. 134 kişi ölürken 500 kişi de yaralanmıştır. Günümüzde Bakanlar Kuruluna alınan “Ataka” temsilcileri Türklere karşı havlayan köpek sürüsünde yer alıyor. Henüz imha saldırıları havası esmiyor. Aynı zamanda Rusya’nın ülkemizdeki ekonomik çıkarlarını koruma ve Balkanlara daha ağır basma emellerine yardımcı olma ödevi de “Ataka” partisinin sırtında gibi. Bulgaristan’ın 2017 ufkunu karartan üçüncü faşist parti - “Bulgaristan’ı Kurtarmak İçin Milli Cephe” partisidir. Bu hareketin kökleri nemi, faşist Bulgar bilim ve sanat çevrelerinde, Türklerin isimlerinin değiştirilmesi zulmüne katılmış ordulu, gardiyan, milis, sınır subayı ve jandarma çevrelerinde, savaşlardan sonra Bulgaristan’a gelen göçmen çevrelerinde ve onların barındığı düşmanlık kokan bataklıkta buldu. Rusya ve Batıya ters bakan bu siyasi çevre 1990’dan sonra “Bulgaristan ülküsü” etrafında dernekleşti. Ağırlıklı olarak Türklere ve Türkiye’ye karşı aşırı saldırgan yayınlarını Burgaz’dan yapan “Skat” TV’nin sahibi bugünkü Başbakan yardımcısı Simyonov’ tur. 2014’te sayıları 37’yi bulan bu aşırı örgütleri “Bulgaristan’ı Kurtarmak İçin Milli Cephesi” çatısı altında toplayan “Skat” TV yayınlarıdır. Bu örgüt bugün sol ve sağ aşırı milliyetçileri “Ataka”, VMRO ve “Bulgaristan’ı Kurtarmak İçin Milli Cephe”yi sözüm ona “Birleşik Yurtsever” örgütü bayrağı altında topladılar. 2017 seçimlerinde 27 milletvekili çıkarıp üçüncü siyasi güç oldular. Artık Bulgaristan’ı 4 yıl yönetmeye heveslendiler. Yukarıda anlatmaya çalıştığımız yeni gelişmelerin kaynağında bu 3 partili oluşum vardır. İlginçtir. 1970 - 1990 döneminde komünist totalitarizmin baskı ve terörle, tutuklama, dayak, sürgün, zindan ve toplama kampı zulmüyle yapamadığını 30 yıl gecik-


Makale ve Analizler - 2017

99

meyle tamamlamayı miras almış gibi hareket eden yeni güçler siyasi sahnededir. Sözde “her şeyden sorumluyum” havası yaratan GERB partisi ve başbakan ise, bir yandan baskın zorlama siyasetini değişik biçimlerde meşrulaştırırken, yasallaşan saldırılar sertleştiriyor. Bu yasaların sivri ucundaki hedefte, Türkiye Cumhuriyeti’ne sığınan ve sayıları artık 1 milyon olan Bulgaristanlı Türklerin seçime katılıp oy kullanma, seçme ve seçilme hakkının kaldırılması ve git gide tümünün Bulgar ve Avrupa Birliği vatandaşlığından atılması da yer alıyor. Bulgar faşistler bizim AB vatandaşı olmamıza göz diktiler. Kafalar bunaldı. Topyekûn inkâra, büyük vaatlere ve kırıntılarla avutmaya dayanarak 10 yıldan beri tırmanan yeni faşist politika sürekli tekrarladığı yalanlarla vatandaşların kafasını iyice bunalttı. Örneğin, sahtekârların atası durumunda olan “Ataka” lideri Siderov, her gün yumurtlayan tavuk hüneriyle yazdığı ve parasız dağıttığı kitaplarında, Hitler Almanya’sında toplama kampı olmadığını, 6 milyon 500 bin Yahudi ve 800 bin Çingene’nin bu kamplardaki gaz ocaklarında yakılıp imha edilmediğini iddia ediyor. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ele geçirilen 30 bin ton Hitler evrakında böyle bir kanıt bulunamadığını yazarak iyice küstahlaşıyor. Bu yalan makinesiyle memleketimizde son 10 yılda iyice kök salan illegal faşist örgütlenme gizleniyor. Bunalımdan çıkamayan eski kıta halkları için faşizm bir ufuk olarak gösterilirken, Türklere, azınlıklara, Müslümanlara ve sığınmacılara karşı saldırı cephesi alevleniyor. Çabalarının özünde benzer uluslar arası oluşumlarla bağlanıp meşru bütünleşerek 21. yüzyılın Bulgar faşizmine Avrupa çapında meşruluk kazandırmaya çalışılıyor. Son örneklerini VMRO başkanı, başbakan yardımcısı ve BG Savunma Bakanı Kr. Karakaçanov’u NATO zirvesinde görebiliyoruz. Türklerin ve diğer azınlıkların Bulgaristan’ın özünden bir parça olduğunu kabul etmeyen ve zamanını doldurmuş bir kabuk gibi onları Bulgar bünyesinden kopmaya zorlayan bizdeki yeni faşist zihniyet 2007’de ülkenin Avrupa Birliği’ne alınmasıyla ötekileştirmeyi ve ayrımcılığı devlet siyaseti şeklinde uygulayarak sertleştirdiğini görebiliyoruz. Bizim bu güçlerle barışık olduğumuz nokta kalmadı. Bu arada GERB parti söylevinin Türk düşmanlığına ton vermesi gerginliği arttırıyor. Halka yakın azınlık siyaseti için Başbakan Borisov’un Şumnu’ya bağlı Karalar (Çerna) köyüne yılda bir uğrayıp Yusuf Pehlivan andına çelenk koyması yereli olamaz. 139 yıldan beri ilk kez Bulgar devletinin hiçbir katında hiçbir Türkün görev almadığı yeni ve düşündürücü bir ortamda yaşıyoruz. GERB partisinin Güney Hüsmen’i Razgrat Valisi ataması da sorunları kendiliğinden hal etmiş olmuyor. Bu olaylar yeni siyasetin görülen yüzüdür. Tehlikeli olan görülmeyen yüzüdür.


100

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgar devletinin kurduğu tüm yollarında, binalarında, baraj ve fabrikalarında alın terimiz var. Türkleri devletten söktük deyip kadeh kaldırıp kutlama yapılması hayra alamet değildir. Son on yılın sekizinde iktidar olan GERB - Bulgaristan’ın Avrupalı Vatandaşları Partisi olarak kutladığı başarılarda 22 Mart 2017 erken genel seçim sonuçlarında 170 bin Türk oyu olduğunu unutmamalıdır. Faşistlerle birlikte yönetmeyi seçen GERB partisi ılımlı düşmanlık siyasetini artık sert düşmanlık vitesine taktı. Kaza yakındır. Ülkemizde 73 yıldan beri olmayan bir şey oldu. Üç faşist siyasi partiye birden bakan koltuğu verildi. Ne yazık ki, Avrupa Birliği yönetim organlarının yeni Bulgar hükümetini kabul etmemesi boşa beklendi. Biz, değişim sürecine giren 21. asrın incilerini saymaya başladık...

Dimdik Duralım

Rafet Ulutürk-29.Mayıs.2017

Konu: Türk toplumunu Türk aydınlar uyandırmıştır. Yeniden uyanış da onların elindedir. Yazıp çizmeden tarihimizi yaşatamayız. Önce bu soruya cevap verelim. Aydın dediğimiz kimdir? Bulgar dilinde aydınlatıcılar, (uyandırıcılar) günü var. /Den na buditelite/ Tarihte halkın gözünü açan, beynine ışık saçan kişiler yani aydınlar, o gün anılıyor. Fakat biz Bulgaristan Türklerinin bu gibi bir tören yapmıyoruz ve oyle bir günümüz de yok. Olsa bile toplanacağımız meydan, çiçek ve çelenk koyacağımız bir anıtımız da yok. Neden acaba ve biz aydın dendiğinde neyi anlıyoruz? Elimizi, belleğimizdeki Bulgaristan Türkleri aydınlar daracığına soksak kim çıkar? Aydın, aydın kişi duvara süs için asılmış bir lamba değildir. Kandili sürekli yanan, fitili kısaldıkça uzatılan, camı islendikçe etrafını parlatandır. Yüksek öğrenimlilerin, üniversite hocalarının hepsi aydın sayılmaz ve hepsi aydın kişi değildir. Birçok insan içine kapalıdır etrafını aydınlatamaz, hatta karanlıkta yaşamayı sever. Asırlarca karanlıkta kalan, zulüm gören halklar aydınlığı zifiri karanlıkta


Makale ve Analizler - 2017

101

bulacaklarına inandıkları için aydınlığa zor inanır. İnsanlık tarihi aydınlığın Doğudan geldiğine, Güneş ışıklarıyla indiğine inanır; yolu da Doğudan Batıya gider. Değindiğimiz aydınlık aslında insanın içindeki nurdur. Gözlerimiz 5, 10, 50 hatta 100 km ilerisini görebilir, fakat zihnimizdeki nurla bütün dünyayı, tarihin derinliklerini ve hatta geleceğimizi görebiliriz. Aydınlık devredilir bir nimettir ve insandan insana, nesilden nesille geçer, aynı zamanda körelme ve karanlık da öyledir. Aydın demek aydınlatıcı bir kişi olarak tanıtabiliriz. Bir muhbire, ajana, jurnalciye, haine aydın denmez, denemez. Kısaca aydın demek, o bilimsel bilgiyle donatılmış, görgülü, sorgulayan, sorumluluk duyan, halkının, toplumun, ülkesinin ve dünya sorunlarını yakından izleyen, özgür ve her konuda akılcı davranan, düşünceleri uğruna özveriyi göze alabilen, yürekli çağdaş kişidir. Etrafınıza bakınsanız bu niteliklerle kaç kişi görebilirsiniz? Sayıları azdır. Onları anlatan yazılara baktığımızda küçük ve orta burjuva kökenli olduklarını, toplumsal katman oluşturmadıklarını, öncü güç de olmadıklarını ve hatta liderliğe hevesli kişilerden uzak durduklarını görürüz. Balkan ve Bulgaristan Türkleriyle ilgili böyle bir araştırma yapan Bulgaristan Türk Aydınlarından Niyazi Hüseyin Bahtiyar Balkan kökenli Türk ünlüleri 3 ciltte anlattı. Çok ilginç, fakat bizim aydın arayışımızın biraz dışında kalan bir uğraşı. Çünkü her ünlü bir aydın sayılmaz. Okuduklarım arasında Kırcaali’de öğretmenlik ve okul müdürlüğü yıllarında Turgut Ragıbov’un (1915 - 1972) aydın kimliğine tanık olmuştum. Geçen yüzyılın ilk yarısında Bulgaristan Türk aydınları Şumnu’daki Öğretmen Okulunda ve Nüvvab’ta yetişmiş kişilerdir. Topraklarımıza inkişaf getiren ilk aydın yönetici ise Rusçuk Valisi Mithat Paşa (1822 - 1884) olmuştur. En açık bir algılamada, aydınlar devrim ve evrimlerin nur toplarıdır. İnsanlarsa aydınlanma ateşini devrimlerden alır. 1789 Fransız Devrimi, geçen yüzyıl başında - 1917 Ekim Devrimi, Büyük Atatürk’ün kokuşarak çöken Osmanlı harabeliğinden milli Türkiye Cumhuriyeti, Türk İstiklali, Türk ruhu ve parlak Türk ufku çıkarması tarihte yeni sayfa açan olaylardandır. Bu açıdan değerlendirildiğinde azgelişmiş ülkeler arasında sıralanan Türkiye Cumhuriyeti’ni 21. yüzyılda dünyanın en gelişmiş devletleri arasına taşıma hamlesi yapan Cumhurbaşkanlığı Türkiye’si atılımına ufuk açan Sayın Recep Tayyip Erdoğan bir büyük aydındır. Aydınlık yetiştiren ışık ararken Bulgaristan Müslüman Türkleri de 1989 Mayıs’ında başarılı ayaklandıklar. Bu ayaklanma gücünü aydınların gönlünden alarak gerçekleşti. Tek uluslu bir devlet içinde asimile olmayı kabul etme-


102

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

yip hak ve hürriyet kavgasına kalkışmamız bir devrim kadar siyasi nitelik yüklü olduğundan dolayı, kendi ilhamcılarını kendisi yaratmıştır. Genelde devrim ve isyanların tarihi yüz yıl olgunlaşıp süzüldükten sonra yazılır. Bizim kavgamızın ilhamcıları, öncü, kahraman savaşçı ve aydınları da henüz tartışmaya neden olmayacak bir şekilde beyaz kâğıt üzerine çizilememiştir. Çünkü her devrim ve ayaklanmanın arka planda kalan aydınları vardır ki, onların gizeminin kalkması bekler, zaman ister. Sosyal psikolog Gustave Le Bon Büyük Fransız devrimini olaylardan 80 yıl sonra anlatırken, Turgut Özakman, “Çanakkale 1915 - DİRİLİŞ”, “Şu Çılgın Türkler” ve “Türk Mucizesi - Cumhuriyet” gibi eserleriyle Türk devrimini 50 yıldan sonra kaleme almıştır. Zahari Stoyanov da, Bulgar uyanış çağı ve ulusal devrimini kafasında 30 yıl olgunlaştırdıktan sonra oturup değrlemiştir. 1917’de Rusya’da geçen Ekim Devrimine tanıklık eden Amerikalı yazar John Reed ise, devrim olaylarını “Dünyayı Sarsan On Gün” eserinde 2 sene gibi kısa bir süre sonra çok başarılı anlatmıştır. 70 bin kişilik bir köylü kitlesinin kurbanlar vererek, 12 bin evladını hapishaneden, sürgünden 518’i toplama kampından, yüz binleri evlerine ve köylerine kapanmışlıktan kurtarabilmek için prangaları kırarak ayaklanan Bulgaristan Türkleri hakkında daha çok yazılacak, çizilecek ve anlatılacak şeyler var. Bu ay Bulgaristanlı Türklerin yaşadığı köy ve kasabaların hepsinde 1989 Mayıs Ayaklanmasında şehit düşenlerin aziz hatırası önünde saygıya durma ve durum değerlendirmesi miting ve toplantıları yapıldı. Gerek Hak ve Özgürlükler Partisi (DPS) gerekse geçen sene siyasi sahneye çıkan Demokrasi için Sorumluluk, Hoşgörü ve Özgürlük Partisi (DOST) - (Mustafa Karadayı ile Lütfi Mestan) bütün konuşmalarında 28 yıldan beri siyasi hayatımızın ana konusu olan bu ayaklanmayı örgütleyen, yönlendiren, yöneten kimdir konusunda birbirlerine kıyasıya saldırdılar. Basın, TV ve kamuoyu olayı tartışılmaya devam ediyor. Bu kavganın özünde, Mayıs Ayaklanması lambasını kim yaktı sorusunun cevabı gizlidir. Artık herkes bu kahramanın HÖH fahri başkanı Ahmet Doğan olmadığına inandı. Çünkü o aynı dönemde yalan hapisçiydi. Ayaklanmanın karşısında yer almıştı. Ayaklanmayı bastırıp, dirilen kitleyi dağıtıp kurulmamış bir partiyi kurulmuş göstererek DC-KGB tarafından Türklerin başına geçme planları yapıyorlardı. Ne yazık ki, bu yalan uzun zaman tuttu. Süregelen durumun devam etmesinden yana olan HÖH Genel Başkanı Karadayı konuşmalarında “1989 Mayıs Ayaklanmasını Ahmet Doğan” yönetti diye tekrar ederken, “kırk defa tekrarlanan yalan gerçektir” umudunu besliyor ama Doğan’ın bir aydın olduğunu söyleyemiyor. Aynı partinin 3 yıl Genel Başkanı iken (2013 - 2015) , bu konuda gerçekleri söyleme-


Makale ve Analizler - 2017

103

yen Lütfi Mestan, önce çok büyük bir yanılgı içine düştü. DOST partisi yönetimine aldığı Boyaciev gibi rejim kaçaklarının “1989 Ayaklanmasını bir Bulgar mahkûmları derneği olan Bağımsız İnsan Hakları Derneği’nin oluşturduğu ve “Türk Kanadı”nın yönettiği tezine takıldı. Ardından bu “Türk Kanadı” ile 1989 Mayıs Ayaklanmamızı hazırlayan 28 gizli ve yarı legal Türk direniş örgütü arasında imzalanmış bir tutanak, bir sözleşme olmadığını öğrenince, “ayaklanmamızı halkımız kendisi yönetti” tezini benimsedi. Bu iş biraz taş tekerlene tekerlene dereyi bulur masalına benzemedi mi? Bir de şu kötülükte yardımcı ve biraz da paracı yazar çizer sürüsü var. Olayları sığ tutmakta yarar gören ve irdeleme derinleşirse içinden çıkamayız korkusuyla yazanlar düzmece polis verilerine dayanarak, 1989’da kimsenin tanımadığı Ahmet Doğan’ı “büyüleyici” bir önder yapabilmek için kitaplar yazdılar. Satır aralarını okundukça allı pullu paketledikleri “liderin” okula gitmeyi sevmeyen, lise diplomasını polisten alan, üniversiteye giremeyen, Türkleri Bulgarlaştırma konusundaki doktora tezini polis şefleri önünde savunan bir dönek, ihbarcı ve hain olduğu anlaşıldı. Yalan yükü altında ezilince de kurtuluşu süreğen mayhoşlukta buldu. Güneşin aydınlattığı dünyayı “ben aydınlatıyorum” dedikçe kör topala eğlence oldu. Aydın olmanın hiç de kolay olmadığı bir daha anlaşılmış oldu. Bir ayaklanmanın aydını olma olayı olağanüstü önemlidir. Çünkü bir ayaklanmayı örgütleyip yönetmek için, doğal olarak, ayaklanan kitleyi daha sonra da yönetme hakkı doğar ki, işte asıl tartışılan konu budur. Konuyu işleyenlerin ortak görüşünde “devrimler evlatlarını yer” ya da “devrimi yapanlar memleketlerini terk eder” gerçeği vardır. Fransız devrimine dönersek, aydın ve savaşkan öncü kesim giyotinden kaçarak Alp Dağlarına sığınmış ve günümüz İsviçre’sinde Fransızca konuşan kitleyi oluşturmuştur. Bizim şehitlerimiz için diktiğimiz elliden fazla anıtımız olsa da, 1989 Ayaklanmamızdan sonra Bulgaristan’da yaşayan Türklerin sayısı yarı yarıya azalmıştır. 1957’den bu yana anadilinde okulu olamayan Bulgaristan Türklerinin aydın kişi yetiştirmesi çok zahmetli bir iş olmuştur. Okuma yazması olmayan derviş ve aksakallı bilgelerin ise kapalı ortamlarda tutulmasına devlet tarafından özen gösterilmiştir. Bulgaristan’dan kovulanlar ise hep eli iş tutan, kalem tutan veya ağzı laf yapan kardeşlerimizdi. Totalitarizm döneminde üniversite bitiren, bir türlü iş bulamayan, sığır ve koyun çobanlığı yaparak aile geçindiren, sürgün ve zindanlardan geçen ve ilk fırsatta İsveç’e ve oradan da Kanada’ya atlayan kardeşlerimizle sık sık görüşüyor aydın, lider, öncü, hareketlenen kitle gibi konular tartışıyoruz.


104

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Anıtların büyüklüğü, yılda bir defa çiçek ve çelenk koyup dua etmek bu sorulara yanıt getirmiyor. Geçmişimiz sis içinde kalınca önümüzü göremiyoruz. Bizim Ayaklanmamız aslında bir adalet ve hak mücadelesiydi. Hukuksal çözüm bulamayınca gazı - fitili bitti söndü, aydınlığı hapseden sisli lamba camı gibi sırları gizledi. Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği BULTÜRK ve Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi BG-SAM 15 yıldan beri kaybolan aydınlığı arıyor. Bu çalışmaların ana çizgisinde ölümü her an göze alabilen, adı sonsuzlaşmış, çok bilgili aydın kişiler aradığımızı belirtirken, ayaklanmamızın bu gibi nitelikler taşın kardeşlerimizin eseri olduğuna inandığımızı vurguluyorum. Çünkü kitleler kendiliğinden hareketlenmez, emsal ve örnek görmek ister. Onları siyaset sahnesine çıkaran motor aydınların fikirleridir. Türk halkının Çanakkale zaferinin temelinde ulusal kurtuluş ve ulusal Türk devleti kurma fikri vardır. Bulgar ulusal hareketi de aydın fikirleriyle tutuşmuş ve parlamıştır. 20 - 27 Mayıs 1989 tarihleri arasında Bohçalar, Ak kadınlar, Vokil, Çerkovna, Vodno, Kemaller, Cebel, Beli Lom, Osman Pazarı, Şumnu, Gradnıtsa, Benkovski, Ezerçe, Razgrat Mahmuzlar, Dobriçte ve daha birçok yerde binlerce kişinin kitle gösterileri yapıldı. Bu gösterilerde büyük sayıda Türk gösterici Bulgar güvenlik güçleri tarafından açılan ateş sonucunda öldürülürken, birçok kişi de yaralandı. Örneğin 20 Mayıs’ta Pristoe köyünde başlayıp, Kliment, Naum ve Takaç köylerinden geçerek birkaç bin kişilik bir kalabalığa dönüşen protesto yürüyüşü, Kaolinovo’da devam ettiği sırada, Bulgar güvenlik güçleri kalabalık üzerine ateş açtı. Büyük sayıda kişinin yaralandığı bu olay sırasında 47 yaşındaki Necip Osman Necip bir tüfek dipçiği darbesiyle öldürüldü. 21 Mayıs’ta Todor İkonomovo köyünde Bulgar güvenlik güçlerinin bir Türkü tutuklamasının ardından Türkler büyük bir protesto gösterisi düzenlediler. Halkın köy muhtarlığına doğru harekete geçmesi üzerine Bulgar güvenlik güçleri kalabalığa ateş açtılar. Açılan ateş sonucunda Hasan Salih Arnavut, Mehmet Salih Lom ve Mehmet Saraç isimli üç Türk ölürken, 24 kişi de yaralandı. 19 Mayıs’ta Cebel’de düzenlenen protesto gösterilerinin ardından, bölgede olağanüstü hal ilan edildi. Üç günlük sokağa çıkma yasağı uygulandı. Bu süre içinde Bulgar güvenlik güçleri ev ev dolaşarak azınlık mensuplarını ayrım gözetmeksizin dövdüler. 24 Mayısta Razgrat yakınlarında bulunan Ecerçe köyünde kadın ve çocukların da yer aldığı ve yaklaşık bin kişinin katıldığı protesto gösterileri sırasında


Makale ve Analizler - 2017

105

güvenlik güçleri tarafından hiçbir uyarı yapılmadan kalabalık üzerine ateş açıldı. Açılan ateş sonucunda Sezgin Saliev Karaömerov ile Ahmet Burukov yaşamlarını yitirirken, çok sayıda kişi de yaralandı. 27 Mayıs tarihinde ise Varna’ya bağlı Medovets köyünde yapılan protesto gösterileri sırasında Bulgar güvenlik güçleri tarafından göstericiler üzerine ateş açılması sonucunda Şakir Mehmet Şakir ile Nefize Hasan Osman öldürüldüler. 20 - 27 Mayıs ayaklanma günlerinde toplam 9 Türk öldürüldü. 1984 - 1989 zorla asimilasyon döneminde çıkan çatışmalarda toplam 140 Türk öldürüldü. Bu Ayaklanmanın ve protesto gösterilerinin akil önderi Bulgaristan Türk halkının duyarlılığı ve zekâsıdır. Halkın hak ve özgürlükleri uğrunda zulme karşı birlik olarak ayaklanması bir merkezden yönetilmemiştir. Ayaklanma önderi veya lideri olarak bir tek kişi adı kulaktan kulağa dolaşmamış, böyle bir kişinin sonradan gösterilmesi yanlış olur. Protesto yürüyüşlerinde tepki ifade etmenin miting şekli kullanılmadığından yapılan konuşmalarda sivrilen de olmamıştır. Kitle içinde kaynaşarak toplaşan direnç ruhu yılmazlık ve atılganlık “birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için” gibi ortak karakter çizgileri oluşturmuş ve bireyleri kitle içine kapamıştır. Kuşkusuz bu ruh halinin oluşması yıllar almış, emsaller yaratmış, kin ve öfke törpülenirken, kitle ruhu ortak noktalarda buluşarak direnç dokusu oluşturmuştur. Örneklememiz gerekirse, Koşukavaklı Türkçe öğretmeni yazar Ömer Osman Türklerin haklı davasının kutsallığına sonsuz saygılı olma ve bağlı kalmayı simgeleştirirken, polise çalışan bir ihbarcı gencin kalem tutan parmaklarını köy imamı babasına kütük üstünde satırla kestirmiştir. 24 yıl hapis yatan öğretmen ve şair Nuri Adalı’nın dimdik bir iradeyle, aydın bir zekâ ve Türk vicdanıyla kitle dokusunu dirilişe çağıran sesi halk kulağında devamlı çınlamıştır. Hak ve özgürlük uğruna mücadelenin Bulgaristan’da yaşayan bütün Müslümanların ortak değeri olduğu bilincinin oluşmasında Cebelli öğretmen ve illegal örgütçü Avni Veli 7 yıl içeri düşmezden önce, Dobruca’da sürgün yıllarında ve daha sonra aktifliğinden ödün vermemiştir. Onun, 30 Ocak 1989’da Hasköy’de kurduğu 1989 Viyana Destek Derneği, 4 ay sonra tutuşan Ayaklanma ateşinin Batı Radyo yayınları aracılığıyla koordineli yayılmasında, direniş dalgasının bütün ülkeyi kaplamasında olağanüstü büyük rol oynamıştı. Aynı öncü Paris AGİT toplantısında da hazır bulunanları inandırıcı konuşmalarıyla etkilemiştir.


106

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Direniş örgütleri arasında 1989 Mayıs Ayaklanmasının ateşlenmesinde en büyük hizmeti olan yarı legal örgütün İnsan Haklarının Savunulması Demokratik Birliği (Demokratik Lig) olduğunu önemle belirtmeliyiz. 1988 yılının sonlarında “Belene” kampından sonra Montana - Vratsa illeri köylerine sürgün edilen Türk aydınlar tarafında kurulmuştur. Dernek Başkanı feylesof Mustafa Ömer, asimilasyon politikasına karşı çıktıkları için daha önce “Belene” kampına sürgün edilen derneğin iki sekreteri Sabri İskender ile Ali Ormanlı, hukukçu Nazım Saliman Saliev (Nazım Başaran) yarı legal halka yakın örgütlenme ve devlet makamları ve dünya kamuoyuyla mektuplaşma yolunu seçmiştir. Öncülerden Ali Mutlu, Cebelde isyan çakmağı çakan İsmail Yılmaztürk (Paniş), Kotel’li Nasuf Bilal (Mutlu), Kornitsalı Zeynep Zafer, Özgürlük örgütü Başkanı Halim Pasajov (Paker) bireysel ve örgütlü katılım ve oynadıkları son derece etkileyici rolle tarih yazmıştır. Ölüme hazır oluşları, öngörü ve cesaretle öncülük edişleri ve halkın nabzını tutan bilgelikle onlar halk aydınlarımız listesine isimlerini altın harflerle yazdıran kahramanlardır. Bulgaristan Türkleri ana erkil bir toplum olduklarından dolayı eşleri içeri düşen, yaralanan, tutuklanan, sürgün edilen kadınlarımızın köylü tabanın hareketlenmesindeki rolü olağanüstün etkin olmuştur. Bu cümleden olmak üzere tutuklanan, zindana atılan, yargı önüne çıkarılan Rıfkiye Ali Bekir, Nevriye Hasan, Gülşen Mustafa, Ruveyda Hasan, Sadiye Celil, Fahriye Mustafa, Emine Hamdi, Tansel Ehliman ve başkaları direnişe uyanan halka ilham kaynağı olmuştur. Bu arada 1984 kışından başlayarak 1989 baharına kadar güç toplayan ve örgütlenerek kabaran direniş dalmasında safların sıklaşmasına olduğu gibi, bilinç düzeyinin de yükselmesine büyük katkıda bulunan, kin ve öfkeyi taşıran çarpışmalarda şehit düşen aşağıdaki kardeşlerimizin mertliği de kanat açmıştır: Hasan Osman Hacıoğlu; Necdet Adem; Orhan Adem; 18 aylık Türkan kızımız; Niyazi Niyazi (Akkılıç); Adil Mustafa Mehmed; İsmet İzzet (Koç); Ali Süleyman Solak; Halim Halil İbrahim; Ömer Yusuf Ahmet; Halil Mehmet; Beyhan Mümün Yusuf; Salimehmet Ramadan Şevket; Hafize Osman; Şakir Şekir; Süleyman İsmail Mehmet; Hüseyin Hakkı Recep; Sezen Ebazer Recep; Kazim İbrahim; Mehmet Mustafa Kara; Mehmet Emibn Mehmet; Mehmet Saraç; Hasan Arnavut; Nacip Osman; Sezgin Salih Karaçmer; Ahmet Mehmet Hacıoğulu (Buruk) ; Mustafa Bilal; Mehmet Ambarlı; İbrahim Çetin; Mustafa Eminİlyaz; Mustafa Çmer Osman; Efrahim Salih İbrahim; Mümün Mustafa Ahmet; Türhan Sabri İsmailoğulu; Rıfkı Halitoğlu; Osman Bali Demir; Mehmet Ahmet Habil; Şakir Recep Küpçü; Hasan Çakal ve arkadaşları kurşunlara göğüs gererek, tankları durdurarak can verirken kitlesel direnişlere paha biçilmez etkide bulunurken genç kuşaklara da örnek olmuşlardır.


Makale ve Analizler - 2017

107

Aydın oldukları için mahkûm olan ve hapiste yatan 33 kahraman Bulgaristan Türkü arasında Salih Baklacı, Ömer Osman Erendoruk, Lütfi Tuna, Mümün Çakır, Nuri Adalı ve Ahmet Şerifin gibilerine özellikle vurgu yapmakta yarar olduğu kanısındayım. Tabi aydınlarımızın analiz etmesi gereken başka bir konuda 1989 Mayısı’nda devrimci ayaklanma dalgasının yön değiştirip “kapı hemen açılsın, göç etmek istiyoruz” moduna nasıl girdiğidir. 29 Mayıs 1989’da açılan Türkiye Cumhuriyeti kapısına yönelen direnişin özü göç seline dönüşen bu dalga, o gün bu gün 28 yılda 3 milyondan fazla Bulgaristan vatandaşının ülkeyi terk etmesine neden olmuştur. Diktatör Todor Jivkov, aynı tarihte yaptığı radyo ve TV konuşmasında, “200 - 300 bini gitsin de kurtulalım!” demişti. Amma o gün bu gün hâlâ kurtulamadılar. Bulgar devleti çöktü ve yeniden dirilmesi ancak Bulgaristanlı Müslümanların dimdik durması ve hak ve özgürlük mücadelesine demokrasi koşullarında da devam etmesiyle mümkün olacaktır. Bulgaristan’da % 80’i köyde yaşayan Bulgaristanlı Müslümanların aydın akademisi yoktu. Bugün de yok. Onlar hayatı kendilerine özgü bir kültürle süzüp değerlendiriyorlar. Akla karayı, dostla düşmanı birbirinden ayırıp hainleri aramızdan temizlememiz yıllar aldı. Hepsi birden ihanetçi ve hain grubundan olanlar artık kendi aralarında birbirine düştüler. Testi çatladı içindeki su akıyor. Bulgar atasözü “Türk’ten hain olmaz!” dese de, saflarımızı çatlatıp, sahte aydın ve sahte lider yaratma işinde artık ustalaştılar. Herkesin aç bırakıldığı ortamdan her türlü pislik çıkar. Şu da var, toplum arınmadıkça azınlık topluluklarının içindeki pislik temizlenmez. Ne olursa olsun, yollar ne kadar eğrilirse eğrilsin en sonunda doğruluğa çıkar, yani hakkın yolu bulunur. Bu yolun yıldızı tarih boyu aydınlar olmuş ve bundan sonra da halk aydınları olacaktır. Mum, lamba, çıra ve ampulün işlevi ışık vermektir. Hepsi birden söndürülse bile biz doğru yolu buluruz. Bize güneşin olmadığında ay ışığı da yeter. Bulgaristan’da Türk - İslam birlikteliğin yolu ve bahtları açık olsun!


108

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Kotlarımızı bilmeliyiz

Hüseyin Yıldırım-30.Mayıs.2017

Konu: Biz, derin ve özgün kültürü olan bir halk topluluğuyuz. Bulgaristan Türklerine “kof” dendiğini hiç işitmedim. Hoş gönüllü, hoşgörülü, iyi yürekli, çalışkan, yardımsever ve âlicenap olduğumuz anlatılır. Bize karşı genelde soğuk davrandıkları bilinen Bulgarlara egemenlik sayfasını açan 1876 Nisan Ayaklanmasının örgütleyicilerinden, başıbozuğun yaktığını iddia ederek, Bulgar köylülerine evlerini yaktıranlardan biri olan, Diyarbakır mahkûmu, komitacı Zahari Stoyanov “Ayaklanma Notları” eserinde, “Bu topraklarda Türklere her zaman yer olacaktır!” demiştir. Bulgaristan’a son gittiğimde, okul programlarında zorunlu kitaplar listesinden olan bu eseri hurdacıda gördüğümde üzülmüştüm. Hissettiğim acı, köy okulumuz kapandığında kütüphanemizdeki kitapların ocak tutuşturmak için fırıncıya verildiğini gördüğümde duyduğum sızıdan büyüktü. Zahari Stoyanov, Türkler hakkında ne yazmıştı? İlkokul, ortaokul ve liselerde karne ve diploma törenlerinde bu soru mezunlara sorulsa iyi olur. “Bu topraklarda Türklere her zaman yer olacaktır!” Bu fikir birlikte yaşadığımız toplumda bir değişmez ilke ve karşılıklı tolerans temeli olarak kabul edilse, etnik ve azınlık sorunlarının çözümüne götüren orta yol olur görüşündeyim. 600 yıllık yazgı ortaklığında biz kendilerinden pek bir şey talep etmezken, bizim olan pek çok şeyi benimsemesine hep hoşgörülü kaldık. Kendi kendimize yeten bir halk olmamızdan kaynaklandı bu. Kendi yağınla kavrulabilen halkların çok esaslı ve derin kültür kotları vardır. Onlar geçmişin sesleri gibidir ve bugünümüze ton verir. Bir sedadırlar desek, yankının eskisi olmaz. Her defasında, yağmurdan sonra nefes ettiğimiz ozanlı hava gibi ferahlatıcıdır. Araştırmacı - yazar Salih Baklacı “hani bir söz var ya” başlığı altında Bulgaristan Türkleri atasözlerini topladığında yıllardan 1984’tü. O zamanlar Sofya Balkanoloji Enstitüsü’nde bilimsel araştırmacı olarak görevliydi. Tanıştığımızda yüzüme bakarak “ay deli deli, sevdim seni!” demişti. Bu bir atasözünü çağrıştı. O Şumnulu, ben Kırcaali’li olduğumdan olacak çocukluğumda dedemden, anne ve babamdan, yakınlarımdan, çevremdeki insanlardan işittiklerim beni nedense aradığım dünyaya götürmemişti. O zaman, zaman zaman değildi ve Baklacı’nın eserine de yeşil ışık yakılmadı. Bize çok kötülük edildi de, af dileyen olmadı. 350 sayfalık bir derleme olarak iki binli yıllarda dünya yüzü gören eser bir bakıma bizim aynamızdır. “Ayran üstünde yağ, cibrede posa” derler ya, atasözlerimiz de bizim hem yağımız hem de tortumuzdur. İkisinden birini seçmek bize


Makale ve Analizler - 2017

109

kalmış. Ne kadar küçük ya da büyük olduğumuzu şöyle anlatır: “Ayrı ayrı sıçalım ki, bokumuz belli olsun.” Bu bir Deliorman atasözüdür. Yüzde yüz Türk ve Bulgar yaşayan bir köyde doğmuştur. Bulgarlara hitaben söylenmiş, ayakta olduğu için kitaba girmiştir. Biz cadı masallarına varıncaya kadar her şeyiyle birbiriyle yarış eden bir ortamda yetiştik. Bizi hiçbir alanda yenemediler. Türkülerimiz, şarkılarımız, sanatlarımız, masal ve efsanelerimiz, fıkra ve atasözlerimiz içimizde kınaları kuzular gibi oynaşıyor, hayatımıza renk vermek için her gün yeniden açıyordu. Deliorman’daki bu sürekli kıprayışın anlamında, uyanık ol, çevrene yenilme sesi vardı. Bu ses bizi ayakta ve dimdik tutmuştur. Bizim Bulgarlarla belki de Orta Asya Bozkırlarından getirdiğimiz ortak mitolojik simalarımız olsa bile, kullanmaya devam ettiğimiz atasözlerimizin hiç birinde “cadı”, “karakonjul” ve “öcü” başrolde değildir. Biz “iyi insana köpek havlamaz” inancını yaşatırken, onlar her sene baharı kafalarına boynuz takarak, keçi teke kılığında ve bellerine büyüklü küçüklü çanlar takarak, ellerinde çoban sopalarıyla şeytan kovalayarak karşılamaya devam ediyorlar. Bulgarcaya da tercüme edilen “Evliya Çelebi Seyahatnamesi”nde fantastik bir vaka anlatılır. Evliya Çelebi’nin yolu şu anki Bulgaristan Coğrafyasında bulunan fakat o zamanlar Çerkez ve Abaza yaşayan 300 küsur haneli bir köye düşer. Tarihler 1076’in 20. gecesini gösterirken seyyah öyle bir manzaraya rast gelir ki resmen dili tutulur. Gökyüzünde şimşekler çakmakta, gece gündüze dönmektedir. Merakına yenik düşen Evliya Çelebi köylülere bu olayların ne olduğunu sorar. Aldığı cevap hayli ilginçtir. “Vallahı yılda bir defa karakonjol gecesi olur. Çerkez cadıları ile Abaza cadıları göklere uçup savaşırlar, vuruşurlar.” Aldığı cevap karşısında merakı daha da artan Çelebi, kalabalık bir köylü grubu ile beraber olayı izlemek için dışarı çıkar ve gözlerine inanamaz. Büyük ağaç kütükleri, tekerlekler, uçan tekneler ve kilim hasırlar üzerine binmiş Çerkez cadıları ile “ölü” atlara develere binmiş, ellerinde at, sığır ve deve başları olan Abaza cadılarının bir maç yapar gibi savaştığını gören Evliya Çelebi olayı hayretler içinde izler. Saatler süren savaştan sonra büyük bir gürültü ve parlak bir ışık huzmesi altında gökten yere canlı uzuvları, yukarıda bahsettiğimiz canlı tekerlekler, hasır kilimler, tahta parçaları düşer ve savaş biter. Savaşı kazanan Çerkez cadıları Abaza cadıların kanlarını emerek öldürür ve ateşe atıp yakarlar.


110

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Seyahatname’de böyle olayların inanılması zor olduğunu fakat etrafındaki 100 kişiye yakın köylü grubu ile beraber izlediklerini belirten Çelebi “Karakoncol Gecesi” denen gecenin gördüğü en enteresan şeylerden biri olduğunu not düşer. Karakoncol kelimesi Eğiri Dere, Koşukavak, Darı Dere bölgesinden bazı okuyucularımıza tanıdık gelecektir. Bizde “öcü” sesi olarak ıslık kullanılır. Atasözleri hazinemize girmemiş olsa da “Kan içen ölü cadılar” deyimini siz de işitmişsinizdir. Değişen her şey gibi peri - cin öykülerinin de zaman aşımına uğradığına inanan insanlarımız, boynuzların dazlak kafada uzadığını, kof kafalarda dökülen saç yerini aldığını bildiğinden dolayı geleneksel cemal (cadı) gösterilerini de ciddiye almazlar. Bizim ciddiye almadığımız bir şey daha var. Avrupa Birliği kültürel mirasını Yunan mitolojisinden aldığını iddia ediyor. Bulgarlar da AB üyesi olalı, Antik Yunan’ı kendi mitolojileriymiş gibi kucakladılar. Neredeyse Tanrı Prometheus gibi yıldızdan yıldıza uçup gelecekler, baş tanrı Zeus gibi savaşları bir çırpıda durdurup yeniden silah satmaya başlayacaklar. O kültürde bir de doğum yapan kadınların bildiklerini çocuklarına anlatmasınlar diye dillerinin kesilmesi var, fakat onlardan şimdilik söz eden yok. Belki onu özümsemeyiz. Biz vatan bildiğimiz bu topraklara kendi kodlarımızla, rahmetler yağsın diye dualar ederek gelmişiz. Beraberimizde dürüstlüğü, mertliği, boyun eğmezliği, her zaman üstün geliriz, misafire kapımız ve soframız açıktır inancını getirip gönül sevgisini eksik etmemişiz. İlk gelen kafile, aydınlığı yedi düvelde tanınan Ahmet Yasevi ve Hacı Bektaş Veli’nin hocanın müridi Sarı Saltık 20 bini bulan soyuyla konmuştur. Tuna boyları, Deliorman tarikatlar diyarıdır. Şeyh Bedrettin buradan ordu çıkarmış. Demir Baba ruhu burada efsaneleşmiştir. Yukarıdaki peri masalının yazarı olan Evliya Çelebi 1651’der Razgrat ili Mumcular köyü yakınlarındaki Demir Baba Tekkesini ziyaret etmiştir. Halkın yaşamının hurafelerle uzak yakın ilişkisi olmadığını şöyle anlatır: “Mustafa Baba Tekkesi: Hacı Bektaşi Veli Tekkesidir. Rum, Arab ve Acem’de meşhur bir tekkedir. Gönülleri yanmış dervişlerin yeridir. İçinde gür su akan alçak bir meydandadır. Güzelliği ender bir yerdir. Şiddetli kışta meydanı muhabbete pelit odunları yığıp, alev alev yakıp bütün aşıklar dört taraftan can sohbeti edip devletin devamına, padişahın şevkine duaya devam eder ki anıt etrafında o kadar sanatlı gece kandiller ve şamdanlar, alem, saz, tambura ve dairelerle ton veren sanatkârlar vardır ki, dillerle anlatılamaz. Gündüz gece mutfağında yemeği pişirip gelip geçene sabah akşam minnetleri boldur. Hayırseverlerin hediyelerinden geçinen bu ibadet ve beraber olma yeri, halkın kaynaştığı paha biçilmez bir mekândır.”


Makale ve Analizler - 2017

111

Demir Baba yaşamış bir kişidir. Viyana Savaşlarından sonra gelip burayı mekân ve mezar olarak seçmiş bir halk kahramanıdır. Hayatı gizem, mucize ve kahramanlık dolu bir halk koruyucusu yiğittir. Kayıtlarda Timur Baba, Timur Dede ve Umut Baba diye geçen, bu gücüne erişilmez şahız, bölge halkında doğruluğa ve adalete dayanan yepyeni bir ruh yaratmıştır. Bu, Türkün diğer soy ve boylardan üstün ve en adaletli düzen sahibi olduğu inancıdır. Biz himayecilerini kendi yetiştiren, yaşatan ve ezilene her zaman yardım eli uzatan bir milletiz. Tekke gecelerinde söylenen şiirlerden biri şöyle der: Arzulayıp sana geldim Ol mübarek yüzün gördüm Eşiğine başım koydum Timur Baba Hu.

Mutfağında kaynar aşı O’dur anlarım hem başı Hüseyin Dedem kardeşi Timur Baba Hu.

Başucunda durur tacı Erenler ona duacı Ona varan olur hacı Timur Baba Hu. Etrafında yeşil bağlar Ortasında sular çağlar Dertli kâtip durmaz ağlar Timur Babam Hu. Demir Baba yalnız bilginler bilgini olarak değil yoksulların, zulme uğrayanların adil savunucusu olarak da ün yapmış bir kişidir. Birçok haksızlığa, çaresizliğe uğrayanlar hemen yardım ve himaye etmesi için ona koşmuş, o da mazlumları ezip geçiren paşa, bey tahsildar ve kadıöçlara yeri geldikçe layık oldukları cezayı veriyordu. Demir Baba efsanelerinin biri şöyle der: Azak denizinde yedi başlı ejderi öldürüp de geri dönen Demir Baba gibi yiğit dünyaya gelmedi Zindanın demir parmaklarını söken Demir Baba gibi yiğit dünyaya gelmedi. Efsaneler uzak geçmişimizin bizlere bıraktıkları birer mirastır. İlham alacağımız hayat kotlarımızdır. Bu nedenle efsanelerimizi, kadim zamanların tarih kayıtları olarak algılayabileceğimiz gibi, aynı zamanda insanoğlunun dünyaya geliş serencamı esnasında, var oluşunun gizini çözmeye yönelik bir tepki olarak Kubbelerin yıldızlıdır Kandilleri dizilidir Anda Allah Gizlidir Timur Baba Hu.


112

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

da ele alabiliriz. Belki de bu nedenden efsaneler tarihçilerin, ilahiyatçıların, psikologların, antropologların ve felsefecilerin ilgisini çekmiştir. Demir Baba gizeminden önce biz vatan bildiğimiz topraklara “Dede Korkut” ve “Bin bir Gece” bilgeliğini de getirdik. Osmanlıda kendi efsanelerimizle “Rumeli Türk Masalları” ile klasikleştik. “Üç göç bir yangın yerini tutar” atasözümüzü aklımızdan çıkarmadan bir yüzyılda 39 göç yaşadık ve bu topraklar bizim vatanımız ve cennetimizdir inancıyla her bahar yeniden hayat bulup yeşermeye devam ediyoruz. Sevgi ve bereket dolu serüvene geçen yüzyılda devam ederken 100 şair ve onlarca hikâyeci ve romancı yaratıcı yetişti. Mayıs ayı Demir Baba anma ve saygı törenlerinde sevgi, saygı ve dualarımız eksik olmadı. Yaratan kodlarımızı bizden başka bilen ve anlayan yoktur. “Anlayan turp yesin!” Bu nedenle bu topraklarda Türklere her zaman yer olacaktır.

Dede Diker, Torun Yer!

BG-SAM-31.Mayıs.2017

Bölgede “dede diker, torun yer” diye bilinen Antep fıstığında yapılan bilinçlendirme çalışmaları sayesinde fidanların meyve verimi süresinin 6 yıla kadar düşürülmesi sağlandı. Antep fıstığında rekolteyi artırmak için bir süredir yürütülen çalışmalar, kent genelinde sonuç vermeye başladı. Ürün alma döneminin 50 yılı bulması nedeniyle “dede diker, torun yer” ve “zahmeti dedeye, fıstığı toruna” gibi yakıştırmalar yapılan Antep fıstığında bu süre 6 yıla kadar geriledi. Yakın zamana kadar ürün için sulama kullanmayan hatta bunun zararlı olduğuna inanan üreticiler, özellikle toprak altı sulama sistemleriyle rekoltelerini artırdı. Gaziantep Ticaret Borsası (GTB) Başkanı Ahmet Tiryakioğlu, ağacın meyve verme yaşını erkene çekebilmek için Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, Antep Fıstığı Araştırma Enstitüsü gibi kurumlarla ortaklaşa bilimsel çalışmalar yaptıklarını vurguladı. Çalışmalar sonucunda ağaçtan ürün alma süresini ciddi anlamda kısalttıklarına işaret eden Tiryakioğlu,


Makale ve Analizler - 2017

113

“Şu an ürün alma zamanını 6 yıla kadar düşürdük. Yani fıstık ağaçlarımız dikildikten 6 yıl sonra fıstık vermeye başladı.” dedi. Tiryakioğlu, bölgede köy köy gezilerek budama, sulama, gübre kullanımı, ağaç diplerinin havalandırılması gibi konularda eğitimler verildiğini, bu sayede verimin arttığını anlattı. Yıllık rekolte hedefi: 400 bin ton Antep fıstığının genetik yapısı itibarıyla bir yıl fazla ertesi yıl ise daha az ürün verdiğini anımsatan Tiryakioğlu, şöyle devam etti: “Bu konuda özellikle yer altından sağlanan damlama sulamalarla önemli aşamalar kaydettik. Artık her yıl verim alma konusunda da önemli aşamalar kaydettik. Meyve alma süresinin kısalması da üreticiye çok yararlı oldu. Baktığınız zaman geçmiş yıllarda fıstığımızın ihracatı yapılamıyordu çünkü ancak kendi iç tüketimimize yetiyordu hatta bazı dönemlerde o konuda da açık veriyorduk. 1-2 yıl içinde fıstık rekoltesinde 400 bin tona ulaşmayı hedefliyoruz. Çünkü alttan yetişen çok genç bir ağaç potansiyelimiz var. Eski ağaçlarımızın da sulanmasıyla beraber onlardan da her yıl yüksek verim alabiliyoruz. Şu an 200 bin dolaylarına yakınız. İç tüketimimiz ise 100 bin ton civarında. İnşallah yeni dönem, bugünden çok daha iyi olacak.”


114

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Rahat Yok

Musa Vatansever-31.Mayıs.2017

ladı.

Konu: Bütün dertler bitti, Bulgar devleti imam okulu açıyor. Ramazan yeni başladı ve huzur bozan haberler bir bir tekerlenmeye baş-

İftar sofrası lezzetini alan Bulgarlar Sofya “Banya Başı Cami” çadırına doldu taştı. “Lülin” semtindeki Müslüman Arap çadırı da tıklım tıklım. İftar sofralarının kalabalığına baksan “Sofya Müslümanlaşmış” dersin. Oruçlusuna oruçsuzuna sofralarımızda kardeş bereketi var. “Aynı sofrada yemek yemişiz” sözünün derin anlamının yaşandığı mübarek günlerdeyiz. Türk, Arap, Bulgar, Irak ve Suriye’den savaş kaçakları, sığınmacılar, çocuk ve yaşlılar huzur sofralarında beraberiz. Dualar ediliyor. Duacıyız... 2017 Ramazanı’nda Bulgar devleti boş durmadı. Kafasından çıkan son fikir şudur: Bulgaristan’da Devlet İmam Okulları açalım. Bulgar devletinde Bulgarcadan başka dilde eğitim verilmediğinden dinimiz tamamen Bulgarlaştırılacak ve böylece Bulgar faşistlerinin büyük emeli olan camilerde yalnız ve bir tek Bulgar dilinde ibadet etme ve konuşma planı gerçekleştirilmiş olacaktır. Beni düşündüren, bunu da yaparlarsa, acaba arkasından ne gelecektir?! Bulgar faşistlerinin ideologu olarak geçen, İç Makedon Devrim Örgütü VMRO Avrupa Birliği parlamenteri Angel Cambazki “modern faşizm nedir?” sorusuna şu yanıtı verdi: “Modern faşizm Hitler ve Nazi faşizminden farklıdır. Naziler insanları gaz kamaralarında yakarak yok ederken, modern faşizm insanların sadece özünü değiştiriyor. Kısacası hedefimizdeki Makedon’u Bulgar yapmak, Pomak’ı Bulgar yapmak; Türkü Bulgar yapmak; Çingeneden Bulgar yapmaktır!” Bulgaristan Başmüftüsü ve Sofya İslam Enstitüsü Rektörü Dr. Mustafa Hacı, Hz. Muhammed (sav)’in doğum günü vesilesiyle Sofya “Ramada” Oteli salonlarındaki kutlamadaki resmi konuşmada, “Bir insanın kimliğinin belirlenmesinde başrolü dilinden önce dininin oynadığına” vurgu yaptı ve “din olmadan dil olmaz!” dedi. Eski kıta, artık ismi pizzacılara verilen, büyük düşünür Maximilien Robespierre’den beri dil, din ve ulusal kimliğin insanlık tarihindeki yer ve rolünü tartışıyor. Dinini kaybeden kavimlerin giderek dilini de yitirdiği ve insan kalabalığında eriyip gittiklerini biliniyor. Anadili olmayan hiçbir etniğin kimliğinden


Makale ve Analizler - 2017

115

söz edilemeyeceği gün gibi ortadadır. Yalnız ibadet ederek yaşayan soy ve boy da yoktur. İnsan oğlu dünyaya geldiğinde Allah, Peygamber, İslam ve ben bir Müslüman’ım demezden önce Anne, Baba, mama, ekmek ve su demeyi öğrenir. Dünyada hiçbir şey tepe taklak edilmiş bir halde yaşayamaz ve yaşasa bile hiç kimse için yararlı olamaz... İlk ve son belirleyici olanın din olduğunun Başmüftülük katında ve yüzde yüz Sofya İslam Enstitüsü zihinsel kimliği olarak benimsenmiş olması, sivri akıllı ya da aklı bir karış kafasının üstünde olan Bulgar devlet yöneticilerinin şuuruna “gelin bitirelim şu işi” fikrini itmiş olacak. Aslında Türk dili konusu devlet gündeminden silinip süpürülür ve unutulursa, Türkiye destekli İslam lise ve enstitüsüne gerek kendiliğinden çöplük oluverir. 21 Mayıs 1989’da Cebel’deki cenaze merasiminde muhtarın başına tabut geçirme ve isyan başlatma olayının bir daha patlamasına gerekli birikim için şöyle bir 20 - 30 sene daha beklemek gerekir ki, Bulgar’ın dediği gibi, o zaman kadar “ya deve, ya deveci ölmüş olur”... Bu fikir, bu defa Başmüftülüğün aynı otelin daha lüks bir salonunda Bulgaristan Cumhurbaşkanlığı, Hıristiyan papazlığı siyasi parti başkanları ve parlamento grup vekilleri ile diğer dinlerden temsilciler ve bir grup Suriyeli sığınmacıya verilen resmi iftar yemeğinden sonra ortaya çıktı. Bu iftar sofrası kurulmazdan önce adına “Yurtseverler Birliği” denen 27 milletvekilli faşist güruh, Sofya meclisine sunduğu yeni yasa tasarında, İslam konusunda kendilerinin özel olarak geliştirdikleri yeni kıstaslara göre, herhangi bir caminin yanından geçerken “radikal İslam” kokusu alınca, artık Pazarcık camii imamı ve müritlerinden bir kısmı hakkında mahkeme kararı çıkartırken aylarca ve hatta yıllarca zorlandıkları gibi ter dökmeyecekler, hemen pranga takıp, demir parmaklıkların ardına atma yolunu açmış olacaklar. Bu olay pekçok kişiyi ürküttü ve korkuttu. Herkes acaba bu “radikal” fikirler hangi bit pazarından alınıp getiriliyor ve Müslümanlarımızın beynine hangi yollarla saçılıp aşılanıyor, diye düşündü!? Kamuoyunun yüzüne sıkılan ilk biber gazının analiz sonuçları, “Bu, Arap devletlerinde ve diğer dış ülkelerde yüksek dini eğitim görenlerin işidir” iddiasını vursa da, sanki pek tutmadı. Çünkü camilerde imamlık, bölge müftüsü ve diğer dini görevlerde bulunan bizim din eğitimli gençerimizin birçoğu Kahire’de El-Ezher Üniversitesi gibi akademik kurumların mezunudur. Ki, Birleşik Amerika Başkanı Barak Obama bile o akademik kürsülere çıkarak yaptığı konuşmalarda “Dünya barışını savunan çok değerli kadrolar yetiştirdiğiniz için kurumunuza teşekkür ederim” demeyi boyun borcu biliyor. Bulgaristan Müslümanları dini önderlerinin bir kısmı da Ankara, İstanbul Marmara ve Mersin İlahiyat Fakültelerinin yetiştirdiği kadrolardır. Günümüzde İslam dinini feci bir şekilde çarpıtıp


116

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

terörü kutsallaştıran DEAŞ (İŞİD) gibi kurumların eylem ilhamı haline getirdikleri katliamların idesel temellerinin İslam’dan öncelere, ilkel barbarlık yıllarına dayandığını açığa çıkaran, amansız eleştiren ve doğru yolu gösteren akademi bilim ocaklarının da bu kurumlar olduğunu itiraf etmek zorundayız. Üstelik pratik uygulamada, “radikal İslam’a” en sert çatan ve onunla bağdaşmaz bir şekilde yalnız idesel değil, bizzat savaş meydanında da vuruşan devletin Türkiye Cumhuriyeti olduğunu da tanımak zorunluluğu ortadadır. Üstüne Türkiye devlet siyasetini yöneten Sayın Recep Tayyib Erdoğan da sert bir aşırı İslam düşmanı ve dünyada anti-terör savaşımının saygın önderidir. Önce Bulgar devletinin dünyanın hangi İslam Enstitüsü, Üniversite veya fakültesini resmen tanıdığı, o kurumlardan alınan diplomaların geçerli olduğunu açıklaması gerekir. Biz Sofya’da Bakanlar Kurulu katında Oxford ve Cembridge Üniversitelerinde İslam okumuş, Kuranı Kerimi hiç açmamış, İslam dini, hukuku, felsefesi, sanatı, ahlakı vb konulardan zerre kadar haberi olmayan kişilerin uzman görevi aldığını gördük, fakat bu kişilerden hiç birini camide göremedik. Amerika’da İslam ve Müslümanlar Araştırma Merkezinde görevli bir yetkilinin İslam usulüne göre bir Müslüman defin merasimi yönetebileceğine ya da bir Mevlit okuyabileceğine inanmıyorum. Bu kişilerin görevleri gizemli... Aynı zamanda Konya’da FETÖ imam okulu mezunu bir şahsın Bulgaristan’da parti militanlığı yapabileceğine de inanmıyoruz. “Cenaze imamlarıyla” siyaset yapılırsa, millet parçalanır, azınlığımızın şu son 2 yılda başına gelenlere bakınız. 139 yıldan beri yaşanmamış rezillikler yaşıyoruz. Bitmeyen duruşmalar, hırsızlık mı dersin, rüşvet mi dersin, alan dolan mı yoksa göz boyamak mı, hepsi birden bir diplomaya nasıl sığdırılmış bilemedik! Şimdi Bulgar devletinin dış ülkelerden alınmış imam diplomalarını, Yüksek İslam Enstitüsü sertifikalarını ve diğer belgeleri “tanımam” demesi ve totaliter sosyalizm döneminde olduğu gibi imamlara ölmeyecek kadar maaş verip, cami işlerini, doğumdan define Müslümanların nefesini sayacağım havalarına girmesi, ruhsal dünyamız için kavurucu soğukların kapıda olduğuna işarettir. İslam bir enternasyonal dindir. Dünyanın üçte biri Müslüman’dır. Bulgaristan Müslüman azınlığını dünyadan kopardığımızda, geleneklerimizi tamamen bozarak eski köye yeni adet getirilmesi, dilimiz ile dinimizin kurşuna dizilmezden ya da darağacında sallanmazdan önce son sınava hazırlanmamız gerektiği anlamına gelir. 1990’da haklarımız ve hukukumuz için 40 bin kişi toplanabiliyorduk. “Son kalelerimiz, liselerimiz, kuran kurslarımız, İslam Enstitümüz, istikbalimiz elimizden alınıyor. Hadi gelin komşular, Sofya’ya gidelim protesto edelim” diye avaz avaz bağırsak 5 kişi toplanmaz. Toplananların cebinde de Sofya’ya gidecek para yoktur. Biz sıfırlandık! Bizi içimizden oyuyorlar. Baskıyı arttıranlar bunu


Makale ve Analizler - 2017

117

biliyorlar. Ama yalnızca biz mi? Hayır! Bulgar vatandaş da kemeri son deliğe çekmiş, santim sayıyor. Dün (30 Mayıs 2017) Bulgaristan’da çok büyük bir olay oldu. Hatırlayınız! 2013’te Bulgaristan’da 19 kişi kaçırılmış, ikisi öldürülmüş, bu insanlardan 15 milyon fidye istenmiş, ödeyemeyenlerin kulağı, parmağı, burnu kesilmiş, biri 37 gün, Angel Bonçev ise, 2 ay bir sandık içinde tutulmuş, onun yerine sandığa eşi girmiş, kadıncağız korkudan kanser olup ölmüştü. O zaman bu olay Sergey Stanişev Başbakanlığındaki “BSP - DPS” hükümetini düşürmüştü. Tam o zaman GERB sahneye çıktı, “ben bu işi hallederim” dedi. Üç katili tutukladı. Yargı “18’er yıl ağır hapis” dedi ve henüz 7 yıl geçmeden katiller artık serbest bırakılıyor. Ne ki, Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık önü protestocu dolmuyor; düdük çalan yok; meclis abluka altına alınmıyor. Halk bıkmış gibi “ne olursa olsun, sonu kara toprak” deyip başını çevirip de bakmıyor. Halkın pili sanki bitmiş, şarj aleti de bozulmuş. Hayal edilen güçlü sistemli baskı dalgası kabarmıyor... Anlatılır gibi değil! Aslında sıralanan örnekler yeni bir saldırı, yeni bir zorlama, yeni bir ölümcül darbe sayılamaz. Daha önce ne kötüleri yaşanmıştı. Örneğin 28 yıldan beri Sofya’da askeri darbe olmadı. Todor Jivkov zamanında 3 askeri darbe denemesi yaşanmıştı. III. Boris 1923’te “Araba Konak”ta ve Sofya “Ts. Nedelya” kilisesinde Bulgaristan tarihinin en kanlı saldırısıyla öldürülmek istenmişti. 1934’te askeri darbe oldu. Bunların hepsi çok feci de olsa “küstahlar” /naglite/ adıyla ünlü bu katiller Bulgaristan halkını titretmiş ve hayatını zehir etmişti. Bu kadar korku içinde yaşayan insanların dayanışma ateşi yakması da çok zordur. Konumuza geçelim: Sofya Başmüftüsü Ahmet Davutoğlu Kahire El-Ezher Üniversitesini bitirmişti, fakat dini baskıların hiçbir bir kaba sığamadığı totalitarizm yıllarında nasıl elektrik sandalyesine oturtulduğunu kitaplaştırarak anlatsa da, kimsenin kılı kıpırdamamış, ruhumuzu esir alan zulüm hepimizi susturmuştu. İşte bu günler geri geliyor.. Bu gibi Hitler taktiklerini önce Jivkov’un şimdi de yeni idarecilerin ustaca kullandığına başka örnekler de verebiliriz. Fakat azınlıklara baskılara, onların parçalanmasına alet olan hainler de vardı ve var.Geçen yüzyıl Bulgaristan Müslümanlarının 2 binden fazla okulunun kapandığını, gerçekleştirdikleri “alfabe, eğitim devrimi, aydınlanma” köküne kibrit suyu döküldüğünü; 1923 - 1924’lerde Şumnu’da açılan Türk Pedagoji Okulu ve yüksek din eğitim kurumu “Nüvvab”ın yetiştirdiği binden fazla kadronun baskıya dayanamayıp memleketimizi terk ettiklerini anımsatmaya gerek var mı bilmiyorum. Baskı 1989 Mayısına kadar “göç” doğurdu. 1989 Mayısında da göç seli aktı. “Nüvvap” 1926 yılında ilk mezunlarını verdi. 1947 yılına kadar toplam 677 yüksek okullu eğitti. Fakat bunların bilgeliği ve cesareti göç kapısını ka-


118

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

pamaya etmedi. Öğretmensiz, müftüsüz, imamsız kalmak, karanlıkta kalmaktır. Ardına bakan, “bu insanlar karanlıkta kaldı. Ne yaparlar?” diyen olmadı. Tohumsuz kaldık. Kaç defa budandık, kaç defa köklendik bilen bilir. Halkımız aydınlığın okumuş, aydın insanlarla geleceğine inanmıştı. Köylüler çocuklarını okutma yarışına girmişti. Hey millet artık son okullarımız kapanıyor! Durumun özeti: Geçen yüzyıl 186 gazete ve dergimiz kapandı. Bu, köylere giden köy lambalarının birer ikişer tek tek değil hepsinin birden hepsinin kırıldığı anlamına gelir. Hak ve Özgürlük Hareketi (DPS) Ahmet Doğan’a övgü kitaplarından başka kitap bastır(a)madı. Bütün kitaplar aynı yalanı yazdı: 1989 Mayıs Ayaklanmasını örgütleyen ve yöneten Ahmet Doğan oldu. “Yalan dedik,” inandıramadık. “1990’ın 4 Ocak günü Varna’da HÖH diye bir parti kurulmadı,” dedik. Yine inandıramadık. 28 yıl sonra “Doğru muş be!” demeye başladılar. Şimdi de Lütfi Mestan başımıza dert oldu. Ömründe Kuran açmamış, mevlit dinlememiş, yalnızca ve sadece iftarda konuk bulunmuş bu adamın aydınlığıyla biz Müslümanlığıyla yol alamayız. Bu adamın kafasının içi zaten kapkara ve şimdi karanlığın zifiri karanlık olduğunu fark edemiyor. Varsa yoksa işi “lider” olmak. Ha önce bir “Bulgaristan Türkleri Aydını” ol da görelim boyunu! Şahsen bize kalsa, Ahmet Doğan ile Lütfü Mestan danışlı dövüş yapıyorlar. Hedef: Bulgaristan’da Türkleri Türkiye ile arasını açmak, Türkleri ve tüm Müslümanları parçalamak, kanaat önderlerini sıkıştırıp kovalamak, dernek ve partileri kapatmak ve ardından aralarında Türkçe bilen ve ezan okuyacak nitelikli bir tek kişi bırakmayana kadar Başmüftülüğü ve Müftülükleri boşaltmak ve karartmaktır. Bazı konularda ciddi başarı elde ettiler. Türkiye’de “kof” hırslı kişiler de buna yardımcı oluyorlar. Örneğin BULTÜRK yönetim ve üyelerinden hiçbir kimsenin Belediyenin iftarına davet edilmemesi, BULTÜRK 3. Olağan Kongresine katılmak isteyen bek çok soydaşlarımıza engel olunması, Bulgaristan’a iftar sofrası çıkarıp yalnızca Cebel kasabasında açılması, Mestancı olmayanların iftara buyur edilmemesi gibi birçok misalleri yazarken utanıyoruz. Başmüftülüğün Cumhurbaşkanı Radev’e verdiği iftara Bulgaristan Türkleri kanaat önderlerini davet etmemesi gibi örnekler de bölücü, incitici, göz ardı edici nitelikte olup yıkıcılığa hizmet etmektedir. Türkiye’de aynı türden faaliyetlerin belirli bir dönem önce Bulgaristan Müslüman Türklerinin 100 bin üyeli Bursa BALGÖÇ Federasyonu’nu parçalayıp, derneklerini nasıl birbirine düşürdüğünü biliyoruz ve unutmadık. Şu an Türkiye’de bu iğrenç etkinlikleri kışkırtan Aziz Babuşçu ekibinin olduğunu, belediyeleri etki altına aldıklarını ve sindirme faaliyetlerini şiddetlendirdiklerini yakından izliyoruz. Cumhurbaşkanlı Başbakanlı Partili yönetimin basacağı en sağlam taş dernekler ve muhtarlıklardır. Soydaş dernekleri kolluk kuvvet kullanan parti kodamanlarınca asla yönetilemez. Biz Bulgaristanlı Türkler 100


Makale ve Analizler - 2017

119

yıl zulme dayandık, kendini beğenmişlerin baskısı altında asla ezilmeyiz ve ezilmeyeceğiz. Türkiye’de bize saldırıldıkça, Türkiye ile Bulgaristan arası açıldıkça vatanda kalanmış soydaşlarımıza baskılar yoğunlaşıyor. Belki de Bulgaristan’a turistik gezi yapmak bu gerçeklerin görülmesi için yeterli olmuyor. Sinsi planın birinci aşamasında Türkiye ile Bulgaristan diyanetleri arasındaki işbirliği ve yardımlaşma antlaşmasını bozmak ve Bulgaristan Camilerindeki diyanet görevlilerini kovmaktır öncelik kazanmış gibi duruyor. Saldırı dalgaları birbirini izliyor. 2- Mastanlı, Şumen ve Ruse imam hatip okullarını kapatmak ya da devlet okulu haline getirip, Türkiye’den gelen müdür, müdür yardımcısı, öğretmen ve eğitmenleri sınır dışı etmek ve ardından kadro yetersizliğinden ve malı yetersizlik nedeniyle bu okulların kapısına kilit vurmak özem kazanıyor. Bugün bu okullardaki ana kadrolar Türkiye yüksek okullarında eğitim almış yararlı uzmanlardır. 3- devlet kontrolü dışında camilere ve mescitlere bağlı kuran kursu açılmasını yasaklamak. Yeni durumda bu yönde etkinlikler kesin durdurulacaktır. 4- Sofya Yüksek İslam Enstitüsünü kapatmak! Bu kurumun kapatılması Bulgaristan Müslümanlarını yeniden 50 yıl gerilere atan bir darbe olacaktır. Bu plan mutlaka suya düşürülmelidir. Artık anlaşılmalıdır ki, Lütfi Mestan ve arkadaşları Bulgaristan Türklerine şimdiye kadar bir damlacık yardım, hizmet getirmediler ve asla getiremezler. Bir defa kesin görüş şudur. Din adamları siyasetten kesin çekilmelidir. Bu kişilerin siyaset sahnesine çıkmazdan önce yalan detektöründen geçmeleri şart olmuştur. Bulgaristan Türkleri 2016’dan beri darbe üstüne darbe alıyor. DOST ve DPS gibi partiler vahim ve çok tehlikeli gelişmelere seyirci kalıyor. Türkçemizin ibadet dini olarak yok edilmesine çalışılıyor. Türkler parçalanmıştır, şimdi mecliste 38 milletvekilimiz olsaydı, bakalım GERB Başkanı ve Başbakan Borisov ile Cumhurbaşkanı Radev ağız birliği yapıp Devlet İmam Okulu sözünü söyleyebilecekler miydi! GERB’in kaşarlı kadrosu, üçüncü kuşak kaşarlı komünist Adalet Bakanı Tsaçeva, kendinden güç bulup da, “Devlet İmam Okulu” kanun tasarısı hazırlansın emrini verebilecek miydi? GERB partisi, meclisteki koltuklarına rahat yerleşen 18 komünist ve 46 gizli polis “DC” ajanı el ele vermiş Bulgaristan’da Türklüğü ve İslam’ı sökmeye yoğun hazırlık görüyorlar. “Birleşik Yurtseverler” (faşistler) sanki ikinci planda kaldı. Komünistler ve polis ajanları 44. mecliste aşırı milliyetçilikte başı çekiyor. Bu arada, her sözüne dikkat edilen, Başmüftü Hacı Mustafa da anadilimizi küçümseyerek, Türklüğümüzü görmezlikten gelerek, Müslümanlık gölgesinden Türk Müslüman kimliğimize füze ateşi açarak, düşmanlarımızın saflarında yer almış oldu. Bu da yeni bir ayardır.


120

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Biz bu tabloyu daha önce 2 defa görmüştük. Bulgaristan hükümetleri her zaman istedikleri kişileri Başmüftü yapmıştır. Başmüftüler bir kukla olarak her zaman Türkiye’ye ve Bulgaristan Türkleri arasındaki aydın kesime karşı kullanılmıştır. Sarıklı molla ihanetini ilk olarak 1928 - 1936 yılları arasında Başmüftü Kaymakamı ve Başmüftü olan Hüseyin Hüsnü Efendi örneğinde yaşadık. O polisten aldığı parasıyla “Medeniyet” adlı bir gazete çıkararak Atatürk Güneşini gören Bulgaristan Müslümanlarını şeriat ve eski yazın zindanına zorla sokmaya çalışmıştı. Atatürk ruhunda eğitim vermeye çalışan Türk okullarımıza saldırdı. Kraldan fazla kralcı kesilip eski yazıyı diriltti, Atatürkçü Türk aydınlarını Bulgaristan makamlarına jurnal etti. Onun döneminde 1700’ü aşkın Türk okulundan 1250 kadarı kapatıldı. Bu sıralama dernekler, kişisel tehditler, infazlar dizisiyle çok uzayabilir. 1934’te Bulgaristan’da askeri darbe yapılmıştır ve terörün yükü Türkler ve diğer azınlıklar için de çok ağır olmuştur. Bu uygulamanın ikinci örneğini bir sivil polisin -Nedim Gencev- Başmüftü “seçildiği” yıllarda yaşadık. O ise, Başmüftülüğün malına mülküne, vakıf taşınmazlarına göz dikti, sattı savurdu. Alevileri suni Müslümanlardan ayırdı. Ardından Suni Hanefi Bulgaristan Müslümanları Başmüftülüğü kurdu yani Bulgaristan Müslümanlarını parçaladı vs... Biz yazılarımızda, aylardan beri Bulgaristan ufkunda faşizm göründüğüne işaret ediyoruz.Bulgar faşizmi 1942 yılında 20 bin Yahudi ve Çingeneyi Hitler gaz kamaralarına göndermiş ve hak ettiği cezayı tam olarak almadan paçayı kurtarmayı başarmış bir caniler ordusudur. Savaş yıllarında Türkiye’ye göç bir gün bile durmamıştır. Bu bir zorlamadır. Müslüman kimliğine sürekli saldırılara ara verilmemiş, kültürümüz darbeler almış, aile huzurumuz bozulmuş, birlik ve beraberliğimiz yaralar almış, ruhumuz sürekli hırpalanmaya çalışılmıştır. Tüm bunları görmede Bulgaristan Türklerinden oy dilenmek, merhamet beklemek, istemeyerek yazsam bile ahlakımıza ters düşüyor. Kötülüğün ve küstahlığın bir sınırı vardır, örnek olsunlar diye ön plana çıkanların, acı gerçeklere göz yumması yenir yutulur şey değildir. Bu gelişmelerin ardında daha 1923 yılında kurulan “Trakya” ve “Rodna Zaştita” (Vatan Koruması), aynı yıl Kominternle anlaşmalı VMRO; 1936’da Smolyan’da “Drujba Rodina” (Vatan İçin Birlik), “Zveno” ve “Sgovor” gibi askeri faşizan darbeci örgütlenmeler aldı yürüdü. 2014’ten beri “Ataka”, VMRO ve “Bulgaristan’ı Kurtarmak için Milli Birlik” partileri “Yurtsever Birlikte” birleşerek artık iktidar oldular. Daha 1934’te Razgrat’!ta çıkan “Deliorman” gazetesi faşizan etkinlikleri şöyle değerlendirmişti:


Makale ve Analizler - 2017

121

“Şimdi Bulgaristan’da Türklere dayak atan, onları yaralamaktan, hatta öldürmekten zevk alan, köy çeşmelerine domuz yağı süren, müezzini taşlayan, bazen de cami yakan, velhasıl saf halkın dini hissiyatını galeyana getirmek, gözünü yıldırmak, üzerine dehşet, korku salarak bu güzel vatanı terk ettirmeye çalışan kara bir teşkilat faaliyetlerine devam ediyor.” Ekliyoruz: Bu gün de Bulgar devleti faşizmleşiyor. Bulgaristan’da anti-faşist ortak cephede buluşma ve kaynaşma zamanıdır. Paylaşmayı unutmayınız!

Haziran Ayı 2017 Yazıları En Büyük İç Tehlike

Hüseyin Yıldırım-01.Haziran.2017

Konu: Mustafa Karadayı sığı bir siyaset adamı. Bizim gemi bu suda yürümez. 2016’da Hak ve Özgürlükler Partisi (DPS) Genel Başkanı görevine seçilen, 22 Mart 2017 erken parlamento seçimlerinde 12 sandalye kaybeden ve 26 milletvekili ile meclise giren, halka hitaben yaptığı konuşmaların seçmenin gözünün içine bakamayan Mustafa Karadayi “bTV” TV programına ilk demecini verdi. Elektronik medyada özetlenen konuşmayı basın kısaltmadan yayınlandı. “Standart” gazetesinden alınmıştır. Soru: Sayın Karadayı, meslektaşlarınız partiyi yönetme biçiminizden memnun mudur? Yanıt: Benim partiyi yönetmeyi başarıp başaramadığım çok önemli bir sorun sayılmaz, çünkübizde kararı alan ve yürüten kolektif organlardır. Bu kolektif organlara katılan her kişi, partinin yönetimine kendi katkısını sunar. Öyle ki, biz bu değerlendirmeyi, bir yandan, önce seçmenden, öte yandan ise, gelecek konferansta parti yapılarından ve aparattan bekliyoruz. Soru: Kararları alan kimdir. Kolektif organ mı? Yoksa Ahmet Doğan kişiliğinde tek kişi mi?


122

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Yanıt: Hak ve Özgürlükler Partisi (DPS olarak biz şanslı bir partiyiz. Dr. Ahmet Doğan gibi bir liderimiz var. Ufku açık, şeffaf ve çok analitik zekâlı, feylesof, siyaset deneyimleri zengin bir kişi... Sadece DPS değil, böyle bir lidere sahip olduğu için Bulgaristan da şanslıdır. Soru: Bulgaristan Cumhuriyeti’nin ulusal güvenliğine tehlikelerle ilgili Cumhurbaşkanı Rumen Radev’in yayında önemli bir görüşme olacak. Bu güne kadar baş gösteren en büyük tehlike hangisidir? Yanıt: Tehlikeleri 2 yönde değerlendirebiliriz. Bir yandan, dış tehlikeler, bölgemizdeki durum karmaşıktır, Balkanlarda ve Avrupa Birliği bölgesindeki devletlerde değişik süreçler gelişiyor. Öte yandan, iç süreçler, iç tehlikeler var. Soru: En büyük iç tehlike hangisidir? Yanıt: Ülke yönetimine aşırı milliyetçilerin dahil edilmesi ve bu güçlerin özendirilmesidir. Bizim kanımıza göre, bu gelişmeler ülkemize gönül ferahlatan bir ufuk açmıyor. Soru: Sizin görüşünüze göre, Bulgaristan için risk oluşturan “Birleşik Yurtseverler” midir? Yanıt: Milliyetçilik ve radikalizmin hangi biçiminin olursa olsun teşvik edilmesinden iyi sonuç beklenemez. Her çeşidi tehlikelidir. Biz, gördüğünüz gibi milliyetçilik ile radikalizmi çoğul şekilde kullanıyoruz, çünkü uçların bir türünden bambaşka yenileri türeyebilir. Soru: Siz, sözünü ettiğiniz bu özendirmeyi nerede görüyorsunuz? Yanıt: Özendirmenin en uç şekli iktidara ortak etmektir. Avrupa Birliği’nin faşist olarak nitelediği biçim ve oluşumlara göz yummak, bir toplum olarak biz ise ne yazık ki hoşgörü gösteriyoruz. Ülkemiz için büyük riskler gizlediği için biz bu sorunu gündem ettik ve etmeye devam edeceğiz. Soru: Aşırı milliyetçilerin iktidarda bulunmasından DPS’yi huzursuz eden nedir? Birçok Bulgaristan vatandaşı da onlara oy vermiştir. Yanıt: Son zamanda, kuşkusuz birçok analizci, politika uzmanı, sosyolog, bizde ve Avrupa’da aşırı uçların, milliyetçiliğin moda olduğunu iddia ediyor. Bizim etrafımızda ne olduğuna tam da bu açıdan bir göz atalım. Sosyologlar, Hollanda da milliyetçilerin muhtemelen birinci siyasi güç olacağına işaret etmişlerdi. Seçimlerden önce, sistem partileri, onlar seçim kazansa da, yönetime katılıp idare etmelerine yol vermeyeceklerini peşinen beyan ettiler, çünkü onların yönetime katılması ardından birçok riski beraberinde getiriyordu. Fransa’da yakında yapılan seçimlerde ne olduğunu gördünüz. Avrupa, milliyetçilik ve radikalizmi gemleyip durdurmak için elinden geleni yapıyor.


Makale ve Analizler - 2017

123

Soru: Olaya somut şahıslar üzerinden baktığımızda, son yıllarda sanki aşırı radikal davranmıyorlar. Yanıt: Hangi yıllarda? Biz, şurada, bir buçuk ay önce, devlet sınırında bizim annelerimizi, kız kardeşlerimizi ve kardeşlerimizi çekiştiren, tartaklayan ve döven kişiler gördük. Sınırda dövülenlerin gerekçelerini stüdyolarda gösterildi. Olan küstahlıktır. Valeri Simyonov’un, Başbakan Yardımcısı olarak etnik sorunlardan sorumlu olması, insanlarla alay etmektir. Bu partilerin siyasi programlarında etnik sorunlarla ilgili ne yazdığına bakınız. Soru: Siz, DPS’nin devletin güvenliği için her zaman garantör olduğunu söylüyorsunuz. Şu ya da bu yönetimin düşürülmesi için adım atacak mısınız? Yanıt: Ortada hol yumurta yokken bir hükümetin düşürülmez. Soru: Öyleyse, 2014 yılında, DPS, Bulgaristan Sosyalist Partisi ile birlikte katıldığı hükümeti, bankaların tatil edilmesini isteyerek, düşürmek denemedi mi? Yanıt: Olayı bilmiyorum. Öğrenmek isterim. İlginç konuları kamuoyunun da bilmesinde yarar vardır. DPS bir politik parti olarak böyle bir denemede bulunmamıştır. DPS’li bazı kişiler böyle denemede bulunmuşlarsa, sorumluluklarını taşımalıdırlar. Soru: Bu kişiler, Yordan Tsonev ile Lütfi Mestan mıdır? Biz Lütfi Mestan’ın bankaların tatil edilmesi konusunda BSP’nın eski başkanı Mihail Mihov’a baskıda bulunduğunu öğrendik. Yanıt: DPS’nin Oreşarski hükümetini devirmek istemediğini söyledim. Bunu yapan DPS’liler varsa cezalarını çekmelidirler. Soru: Bu kişi Lütfi Mestan mıdır. O kendi başına kararlar alıyor muydu? Yanıt: Onun partiden kovulma sebeplerinden birisi budur. Mestan’ın tek başına aldığı ve dayatmaya çalıştığı kararlar ve partinin kolektif yönetimini dikkate almaması... 2014’te yaptığımız Yıl Başı kutlamasında ona bir siyasi partinin bu şekilde yönetilemeyeceğine ilişkin, böyle bir eleştiride bulunulmuştu. O, partinin meşru yönetim organlarını, bazı dış kişilerle değiştirmeye çalışmıştır. BTV Not: Bütün diğer demeçlerinde olduğu gibi, Mustafa Karadayı “Türk”, “Müslüman”, “İslam”, “Hak ve Özgürlüklerimiz”, “Adalet”, “İnsan Haklarımız”, “anadilde eğitim”, “özgün kültürümüzle yaşama hakkımız”, “anadilimizde kitap, gazete, dergi, radyo ve TV programları” vb konulara dokunmuyor... Sanki yan yanayız, sanki bir aradayız, ama dünya görüşlerimiz, çıkarlarımız halk sevgimiz, Türklüğümüz farklı!


124

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Borisov Ankara Yolunda

Neriman Eralp Kalyoncuoğlu-02.Haziran.2017

Konu: Avrupa’da yeni dönem liderler ziyaretleri başladı. Avrupa ülkelerinde 2017 seçimlerinden sonra sular durulmaya başladı. Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov da dış ülke ziyaretlerine başlıyor. 7 Haziran’da Berlin’de olacak, kanzler Angela Merkel ile temaslarından sonra, Fransa’nın yeni devlet başkanı Emanuel Macron ile görüşmek üzere Paris’e geçecek. Üçüncü defa Bulgaristan Başbakanı Borisov Haziran sonuna kadar İstanbul’a gidecek ve orada önce TC. Başbakanı Binali Yıldırım ve daha sonra da TC. Cumhurbaşkanı ve AK Parti Başkanı Recep Tayyip Erdoğan ile bir çalışma görüşmesinde bulunacaktır. Borisov’un Avrupa’nın en önemli liderleriyle bu ay gerçekleştireceği resmi görüşmelerle ilgili haber iktidar partisi GERB meclis grup başkanı Tsvetan Tsevatanov 44. meclisin olağan bileşiminde açıkladı. Borisov’un TC ziyaretini 13 Haziranda Başbakan Binali Yıldırım’ın resmi daveti üzerine yapacağı Sofya’da çıkan “Trud” gazetesince doğrulandı. Gazete, İstanbul’da ikili ilişkilerden ve NATO çerçevesinde işbirliğinden başka Kuzey Afrika ve Yakın Doğu’dan artarak gelen sığınmacı ve göç dalgasının durdurulması sorunlarının da ele alınacağını yazdı. *** Macron - Putin görüşmesi. Avrupa basını bu hafta Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Paris’e yaptığı resmi ziyareti ve Fransa Cumhurbaşkanı E. Makron ile görüşmesini yorumladı. Paris’te çıkan “Figaro” gazetesi bu ziyareti şöyle yorumladı. İlkesel ve sert davranan Başkan Macron, Rusya Başkanı ile görüşmesinde terörizme karşı mücadelede yardımlaşma konusuna odaklandı. Macron ile Putin’in tokalaşması, geçen hafta NATO Brüksel zirvesindeki Macron Trump tokalaşması kadar sıkı ve sıcak değildi. Görüşmelerden sonra düzenlenen basın toplantısındaki hava da buz gibiydi. Macron, yeni seçilen bir Cumhurbaşkanı olsa da, görüşülen konuları en ufak ayrıntılara kadar tanıyan otoriter, sert ve soğuk tavrını bozmayan biri olarak ortaya çıktı. Gazetecilerin, görüşmeleriniz buz gibi bir ortamda geçti, bunu nasıl


Makale ve Analizler - 2017

125

açıklarsınız sorusuna verdiği yanıtta, diplomasi iki kişi arasında elektrik kimyası oluşturma alanı değil, sorunlara çözüm bulmaktır, dedi. O, iki liderin açık konuştuğunu ve birbirlerine söylemek istediklerini söylediklerini belirtti. Macron ve Putin için bu görüşmenin amacı, Kırım’ın ilhak edilmesinden ve Rusya deniz kuvvetleri için Fransa’da imal edilen “Mistral” savaş gemileri satışının bozulmasından sonra Rustya’ya uygulanan uluslar arası yaptırım yıllarında zarar gören ikili ilişkileri canlandırmaktı. Putin, geçen yılın Ekim ayında, Halep şehrinin Esat rejimi ve Rus askeri uçakları tarafından bombalanması nedeniyle, bu ziyaret ertelemişti. Paris görüşmesinde Suriye ve Ukrayna sorunları da görüşüldü. Macron, G-7 zirvesinde Rusya Ukraynayı istila etti demişti, bu görüşmede barış sürecinin yeniden başlatılması için Norman formatında temasların yenilenmesini istedi. Suriye konusunda ise, Macron, gelecekte politik ve genel çözüm bulunabilmesi için çabaların yoğunlaştırılması gereği üzerinde durdu. Macron’a göre, Rusya, Türkiye ve İran himayesi aştında ateş kese varılması Suriye sorununun şözümünü suya düşürebilir. Fransa başkanı, Suriye konusunu Beşer Esat temsilcileri ile de görüşmeye hazır olduğunu kapsayan bir pragmatizm gösterirken, kimyasal silah kullanımı yasağı ve yardım konvoylarına engel olunmaması gibi iki kırmızı çizgi çizdi. O, kimyasal silah kullanım yasağının bozulduğu an Fransa’nın müdahalede bulunacağını yineledi. Macron’a göre, gerek Suriye gerekse Ukrayna konusunda Fransa’nın hemen müdahalede bulunması için uluslar arası ortamın uygun olduğuna uyarı yaptı. Fransa’nın yeni başkanının NATO ve G-7 zirvesinde hiçbir yanlış yapmadığı “Figaro” yorumunda özel olarak vurgulanıyor. Yorum şöyle devam ediyor: Donald Trump Cumhurbaşkanı seçileli ABD ile ilgili öngörüde bulunmak zor oldu. Almanya olağan seçim hazırlıklarında bulunuyor. İngiltere ise, brexit sonrası sanki uluslararası siyasetten çekildi gibi. Macron ile Putin arasındaki ödünsüz diplomatik temaslar insan hakları konularında da gündem oldu. Macron, açık ve samimi diyalog oluşturulmadan Suriye ve Ukrayna konularında ilerleme sağlanamayacağını belirtti. İki lider arasındaki temel görüş ayrılıkları aşılamamış olsa da, Macron’un görüşüne göre, büyük işler için daha fazla zaman gereklidir.


126

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Dünya Çocuk Günü

Raziye Çakır-07.Haziran.2017

Konu: Bulgaristanlı dolandırıcılar Avrupa’yı ürpertti. 1 Haziran 2017 uluslararası çocuk gününde çocuklar salıncaklarda sallanır, resim çizer ya da derelere taş atarken, açıklanan istatistik veriler pek çoğumuzu düşündürdü. Bir defa 2030 yılında bugünkü mesleklerden yarısı çöpe atılacak ve asla kullanılmayacakmış. Bu nedenle, biz ana babalar çocuğumuza top mu çak, çelik mı oyna, Luna Parka mı gidelim, elindeki telefonla eğlen yoksa kütüphaneye git kitap oku mu demenin arasında kaldık. İnternet dediğin başka bir bela! Yeni gelişmelerin sonucu olarak Bulgaristan’da yaşayanların % 65’inin 2016 yılında bir kitap okumadığı, Bu oranın % 89,5’inin Türkler ve % 98’inin de Romenler olduğu ortaya çıktı. Yaşlılarımızın Kuranı Kerim açmasını ve dua okumasını bu istatistiklere dahil etmemişler. Bulgarlar Bulgarca olmayan okuyup yazmayı okumuşluktan saymıyorlar. Bu cümleden olmak üzere, internet üzerinden Latince yazışmayı da yazışmadan saymıyorlar ve Kiril Alfabesiyle SMS’leşme % 18 daha pahalı olduğundan, tepkileri kesilmiyor. Biz artık Avrupa Rouming sistemine dahil oluyoruz ve Amsterdam veya Oslo ile konuşurken Razgrat Şumnu fiyatından ödeyeceğiz. Dünya değişirken insanlar da değişiyor da, internette çıkan haber ve forumlarda, bir grup insandan başka bir grup insan yapmanın modern faşizm olduğu tanımı çıktı. Biz buna katılmıyoruz. İnsanlar telalık çağından iletkenli telefon çağına geçerken, iletkenli telefondan da cep telefonu ve ardından da internet çağına geçerken faşistleşmemişlerdir her halde. Ya da banarak yiyen insanların değişerek çatal kaçık kültürünü benimsemesi ve ardından “Hock Doc” ya da “ekmek arası” kültürüne geçmesine de faşizm diyemeyiz. Şahsen bana kalsa faşizm dediğine bir kan gölüdür, eziyet ve çile denizi anlaşılsa yine de tablo bütün olmaz, çünkü faşizm bir zulüm yumağı gibi yuvarlandıkça insanı, onun kimliğini, etnik, din, dil özelliklerini ezen ve yok edendir. Anlamakta güçlendiğim çok karmaşık bir dünyada yaşamak zorundayız. Geçen sene Bulgaristan’da doğan çocukların % 50 si evlilik dışı dünyaya gelmiş. Yenidünyaya gelenlerin sayısı, öteki dünyaya göç edenlerin sayısından az, yani azaldıkça eriyoruz. Öte yandan Avusturya’nın başkenti Viyana’da geçen sene bin 700 Bulgaristan vatandaşı doğum yapmış ve bir yılda bu kentte dünyaya gelen Bulgar çocukların oranı % 570 artış kaydetmiş.


Makale ve Analizler - 2017

127

Almanya’da dünyaya gelen bir Bulgar çocuk için ödenen çocuk parası 192 Euro iken, Almanya’da çalışan bir babanın Bulgaristan’da yaşayan ve okula giden çocuğuna verilen çocuk parası ancak 19 Euro’dur. Çocuk parası almak için Romanya ve Bulgaristan kırmızı pasaportlu vatandaşları sosyal yardım alabilmek için Rur Bölgesine toplanıyorlar. Masallar şehri Bremerhafen’de belediye yetkilileri olayları analiz etmek için özel bir komisyon kurarak araştırma yapmışlar. 2013 ile 2016 yılları arasında Bulgaristanlı bin göçmenin işsizlik ya da asgari ücretle çalışıyor ve geçinemiyorum kaleminden sosyal yardım aldığı ortaya çıkmış. Münih’te çıkan “Abendzeitung” gazetesi, “Bir otel kuruculuğunda köle gibi çalıştırılan Bulgaristanlılar” başlıklı bir yazıda aynı konuya değindi. Otel “Olimpische Park” inşasında çalışan 40 Bulgar işçinin çekisi anlatılıyor. Gurbetçi faciası adı verilen olayda işçilerin haftada 60 saat çalıştırıldığı ve aldıkları yevmiyenin ekmek parasına yetmediği işaret ediliyor. Saat ücreti 4 Euro üzerinden bir taşeron firma ile anlaşmalı çalışan betoncu ekibine kişi başına 900 1000 Euro’dan fazla para ödenmiyor. Oysa Almanya’da beton işlerinde çalışanların saat ücreti 9 Euro’dur. Gazetenin yazdığına bakılırsa bu gurbetçiler son 2 ayda para almamışlar, sigortalı işçi olmadıklarından doktora gidecek paraları da kalmamıştır. Alman makamları bu işçileri bir otobüse doldurup Bulgaristan’a geri göndermiştir. Öte yandan “portugalnews.com” adlı Portekiz haber kaynağı AB üyesi olan Portekiz’in Bregansa şehrinde işe giden bir grup Bulgaristan vatandaşının 2 hafta boyunca bir mahzende tutulduğunu yazdı. Bulgaristan’dan toplanıp otobüslerle meyve toplayıcı olarak götürülen ve kendilerine para, kaliteli yemek, mesken ve iyi bir hayat vaat edilen bu kişiler eski bir evin tuvalet ve hamamı olmayan mahzenine tıkılmış ve aç susuz tutulmuşlardır. Polis yetkililerinin kendileriyle yaptıkları görüşmelerde bu kişilerin günde 14 saat çalıştırıldı ve aç bırakıldığı anlaşılmıştır. Geri dönmek isteyenlerden ise bin 600 Euro istenmiştir. Bir gece mahzenden kaçan ve 40 km uzakta bulunan şehirde devlet görevlilerine her şeyi anlatan Bulgarlara polis yardım etmiş ve 7 aile köle muamelesinden kurtarılmıştır. “Deutsche Wele” (Almanya’nın Sesi) radyosunda yayınlanan bir yorumda, Almanya salhanelerinde çalışan Bulgar işçilerine bir yorum ayırdı. “Güretslo” kenti salhanesinden bir olay anlatan radyo, 50 yaşında bir Bulgar işçinin elektrikli bıçkıda kolunu yaraladığını, işverenin doktor çağırmadığını ve ağırı içinde kıvranan yabancı işçinin çalışmaya devam etmek zorunda kaldığını anlattı. Bu olay Perşembe gün olsa da, Bulgar işçi imkânsızlıktan doktora ancak Pazartesi gidebilmiş, ameliyattan sonra iki gün klinikte kalmıştır. İşveren yaralı


128

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

işçiye ilgi göstermediği gibi onun yerine hemen başka bir yabancı işçi alarak, pansiyondaki yerini de hemen boşaltması istenmiştir. Böylece Bulgar işçi işinden ve yatağından olmuş, onu salhaneye işe yerleştiren altüstenci firma da kayıplara karışmıştır. Merkezi Dortmund kentinde olan, çaresiz yabancılara yardımda bulunma etkinlikleri örgütleyen, (Faire Mobilitat) /İş aramakta serbestsin/ adlı örgüt Bulgar işçiyi salhaneye işe çevirmeyi başaramasa da, klinikte kaldığı 2 gün için hasta parası almasını sağlayabiliyor. Bu sektörde işçi işveren, aracı ve taşeron ilişkilerini çözmek oldukça zordur. Sömürü alabildiğine devam ediyor. Bu da son hesapta yabancı işçilerin mutlu olmasından fazla, Almanların biraz daha ucuz et yiyebilmesini sağlıyor. Göç işçi trajedisinden örnekler anlattık. Ve beklide biz tüm bu çileyi ancak çocuklarımızın daha iyi yaşaması ve yüzlerinin gülmesi için çekiyoruz.

Görüntü

Seydullah Halaç-02.Haziran.2017

Konu: Çok kutuplu dünya kurulabilir mi? Adil sığınmacı dağıtımı yerel faşizmin burnunu kırabilir. Sank Peterburg’taki Uluslar arası Ekonomi Forumu’nda Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin Batı basın yayın organları baş redaktörleri (şefleri) ile görüştü. Bu görüşmede uzun bir konuşma yapan ve soruları yanıtlayan Rusya Devlet Başkanı, Batıyı dünya yönetimini tekeline almakla ve çok kutuplu bir dünya oluşmasını engellemekle suçladı. Putin, çok kutuplu dünyanın artık bir gerçek olduğunu, fakat tekelcilerin bunu beğenmediklerini, söyledi. Bunun nedenlerinin ise, Rusya ve bazı başka devletlerin kendi yasal hakları olanı talep ettikleri için meydana geldiğini vurguladı. “Rusofobi’nin verimli bir siyaset çizgisi olmadığını” belirten Putin, “kısa ömürlü olacağını” umut ediyorum, dedi. ***


Makale ve Analizler - 2017

129

Bulgar siyaset bilimcilerinden Dr. Nikolay Mihaylov konuyu değerlendirirken şöyle konuştu: Global ekonomi, küresel elit ekonomisi ve milli ekonomilere bölünmüştür. Global elit at oynattıkça, ulusal ekonomiler bunalımlar yaşıyor. Dünya umum ekonomisi içindeki oranı ancak % 0,1 olan Global Ekonomi, yasa tanımıyor. Bunun son örneği ABD Tump yönetiminin Paris Çevre Sağlığı Sözleşmesinden çekilmesidir. Bize kendi masraflarını ödeten bir polutokrat klik dünyayı parmağında oynatıyor. Dr. Mihaylov’un belirttiğine göre, Of Schor hesaplarda saklanan paralar Birleşik Amerika bütçesinin dört katına eşit olup, Avrupa Birliği üyesi 27 devletin toplam Gayrı Safi Milli Hâsılasından fazladır. Bu paraların dev bir meblağ olduğuna vurgu yapan bilim adamı, bu olayın hafife alındığına işaret ediyor. İstatistiklere göre, Bulgaristan çıkarılıp Of Schor hesaplara gizlenen paralar 29 milyar US Dolardır. Ve bu muazzam para bu gün dünya ekonomik tablosunu çizen ana kalemdir ve dünyanın idare edilmesinde çok önemli bir yere ve söze sahiptir. Bu arada dünya kendi kendini “vatandaşın seçim ve oy hakkı”, “temsili demokrasi”, “Avrupa’da örnek siyasi düzen” gibi gülünç işlerle meşgul olmaya devam ediyorlar. Bu arada Dr. Mihaylov, “Putin ve çevresini dünyanın gözünden düşürmek için uygulanan ambargolar ve skandalların” gerçeklerle uzaktan yakından ilişkisi olmadığına da değindi Bu hesaplarınbiraz da yanlış yapıldığına işaret ederken ise, “Putin’den istenen siyasi moral değil, siyasi güçtür” diye konuştu. *** Bu arada göreve yeni başlayan Fransa Cumhurbaşkanı Macron, ekonomik önlemlerini açıklamaya başladı ve önce Avrupa Birliği komisyonundan Bulgaristan da aralarında Doğu Avrupa ülkelerinden ucuz iş gücü almaya son vermesini istedi. Brüksel’de AV Komisyon Başkanı Jan-Klod Yunker ile görüşen Macron, basına yaptığı açıklamada, Fransa’yı değiştireceğini (reform edeceğini), Fransız ekonomisini canlandıracağını söyledi ve Avrupa Birliği’nin de bir sosyal devlet standartlarını koruması gerektiğine vurgu yaptı. Fikrini açıklarken, Macron, “değişen, yenileşen Fransa’nın, onu koruyacak bir Avrupa’ya ihtiyacı var”, dedi. Avrupa hükümetleri önünde duran sorunu şöyle açıkladı: Fransa’da yerleştirilmeye çalışan fikre göre, örneğim Bulgaristan’daki işsiz TIR şoförlerinden 500’ü ya da Lituanya’da iş bulamayan yapı ustalarından 200 kişi Fransa’ya gidip çalışabilir, fakat onlara ödenecek olan ücret bir TIR şoförünün Bulgaristan’da aldığı ücrete eşit olacak ya da Lituanyalı bir yapı ustası


130

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Fransa’da çalışırken kendi ülkesindeki yapı ustasının aldığı ücreti alacaktır. Öyle ama bu emekçilerin eline geçen para, Batı Avrupa ülkelerindeki asgari yaşam standardının altında bir gelir olduğundan onların Batı’da yaşaması imkânsızdır. Avrupa Birliği bu konularda yeni yasal düzenin kanunlarını hazırlamaya başlamıştır. *** Avrupa Birliği yardım ve fonlarıyla ilgili uygulama sistemi de değişiyor. İsveç’in son teklifine göre, Avrupa Birliği azgelişmiş üye ülkelere ancak “sığınmacı kabul ederlerse ve sığınmacı barındırdıkları oranda” yardım vermelidir. Polonya ve Macaristan “Afrika ve Yakın Doğu’dan sığınmacı almak” istemiyor. İsveç, uzun vadede AB’ye verdiği üyelik paralarını azaltmak istiyor ve İngiltere’nin ayrılmasından sonra AB harcamalarının artacağından endişeli olduğunu da gizlemiyor. Almanya, sayal duruma uyulmadığında, üye ülkelerin finans yardımları alma ve kullanma hakkını yitireceğini duyurdu. İngiltere’nin AB’den ayrılmasıyla topluluk bütçesinde 145 milyar gibi bir azalma kaydedilirken, 2021’de başlayacak olan AB yeni 7 yıllık bütçe döneminde, ülkenin üyelik masraflarının 4 milyar 600 milyon Euro’dan 10 milyar Euro’ya büyümesi bekleniyor. 2017 istatistiklerine bakıldığında nüfus başı en fazla sığınmacı kabul eden AB ülkesi İsveç’tir.

Paranın İşlemediği Durum

Raziye Çakır-02.Haziran.2017

Konu: Faşist partilerin kapatılması konusunda Avrupa Konseyi kararına uyulmazken, cinayet işlemiş ve hapse düşmüş katillerin salınıvermesi konusunda AB isteklerine uyulması nereden çıktı? Bulgaristan kamuoyu son 2 haftadır, hep aynı konuyu tartıştı. Bulgar dilinde küstahlar (naglite) adıyla bilinen, birkaç kişiden oluşan, kestiğim kestik, öldürdüğüm öldürdük cesaretiyle hareket eden, 2008 - 2009 yıllarında devlet, iktidar,


Makale ve Analizler - 2017

131

polis jandarma tanımayan, hukuk, yargı tanımayan, ülkeyi titreten ve halka taş söktüren caniler grubu GERB Lideri Boyko Borisov’un tek başına iktidara gelmesiyle yakalanmış, yargılanmış ve içeri atılınca, vatandaş derin bir nefes almıştı. Yakın bir döneme kadar Bulgar İçişleri Bakanlığı’nın derin psikolojik analiz uzmanlarından olan Rosen Yordanov, konuyu “Faktor.bg” elektronik yayınında işledi. Psikolog, “Yoji” ve “Grebetsa” lakabıyla bilinen bu katillerin, bilinçli çalışmalarla kendilerinden katil yaratmışlardır, vatandaşların arasında serbestçe dolaşmalarından söz bile edilemez, asla değişemezler, değişmemişlerdir diye yazdı. Bu katillerin büyük bir grup olduğunu hatırlatan uzman psikolog Yordanov, caniler grubundan ikisi - “Yoji” ve “Grebetsa” 12 yıl ağır hapis cezası almıştı. Birkaç gün önce neredeyse aklanıyorlardı. “Yoji” - İvaylo Eftimov ile “Grebetsa” - Lübemir Dimitrov, değişik kanallardan olmak üzere, “biz artık uslandık” haberleri yaydı. Tutuklanıp içeri atılan bu katillerin kurbanlarından topladığı paraları geri çevirmedikleri kamuoyunda biliniyor. Hapisten erken çıkmak için, aynı paralardan rüşvet verdikleri şüphesi artık aldı yürüdü. 1 Haziran 2017’de Adalet Bakanı Tsvetka Tsaçeva gerekli yeni denetimin yapılmasını emretti. Katillerden -Yoji- için hapishane idaresi olumsuz rapor verdi. Lüben Grebetsa için ise olumlugelen rapor geldi. Buna rağmen, insan kaçırmak, fidye istemek ve insan öldürmekten 12 yıl ağır hapis cezasıyla yargılanan grup üyelerinden biri olan Lübemir Dimitrov’un (Grebetsa) aklanma isteğiyle yaptığı yeni başvuruyu görüşen Sofya İstinaf Mahkemesi, mahkûmun hapiste kalmasına karar verdi. Birkaç gün önce birinci derece Sofya mahkemesi aklama ve salıverme kararı vermişti. İstinaf Mahkemesi kararı kesin olup, daha yüksek bir mahkemeye başvurulamaz ve protesto edilemez. Bulgar toplumu “Yoji”nin neye dayanılarak erken serbest bırakılabileceğini tartışmaya devam ediyor. Lüben Grebetsa’nın dosyası henüz kapanmamış olan, yine insan öldürmekten başka bir davası daha var. Buna rağmen, hapishane müdürlüğü, görülmeye devam eden davanın kararla sonuçlanmadığını esas alip gerekçe göstererek, bakanlığa gönderdiği yazıda katilin salıverilmesini önermişti. Burada çok büyük toplumsal tehlike gizleyen bir olay söz konusu olduğundan dolayı, hapishane müdürünün yetkileri yeniden gözden geçirilmelidir. Hapishane müdürü mahkemeye ve bakanlığa gerçek olmayan belge göndermiştir.


132

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Psikolog Rosen Yordanov şu yorumu yapıyor: Sofya birinci derece mahkemesi aldığı kararla ilgili kamuoyuna açıklama yapmak zorundadır. Bu katiller hapisten erken çıkarsa bütün toplum kaynayabilir. Bulgaristan yargı sistemi genel değerlendirmelerden artık vazgeçmeli ve topluma daha açık ve inandırıcı açıklamalarda bulunulmalıdır. Ben bir psikolog olarak, yargıçların tarafsız ve bağımsızlığını tartışmak istemiyorum. Fakat bir yargıç çok önemli bir kamu görevlisi olduğundan dolayı, aldığı kararın gerekçesini ve esasını halka açıklamak zorundadır, kararı yasalara uygun ve vicdanlı almalıdır. Kararların usul ardına gizlenmeye çalışılması hiçbir değeri olmayan işe yaramaz sonuçlar doğuruyor. Ben sorumluluk, vicdan ve yasalara uygunluk konularındaki soruları İçişleri Bakanlığı Genel Sekreteri ve İçişleri Bakanı ataması yapılırken de sordum. Biz onu ya da bu hoşumuza gittiği için bu makamlara atama yapamayız. Benzer kullanılan yaklaşım kamuoyunu rahatsız ediyor, toplum ve devlet olarak olgun olmadığımızı, kısır çalıştığımızı kanıtlıyor. “Yoji” ve “Grebetsa” lakaplı katillerin hapishanede ıslah olduğu doğru olabilir mi? Bu defa soruların sorusu olarak karşımıza çıkan, “Yoji” ve “Grebetsa” lakaplı katillerin adam olup olmadıkları ya da normal adam olmuşlarsa ne kadar olduklarıdır? Kanımca, bu iki kişi sorumluluk taşıyan kişiler değildir ve asla olamazlar, onlar yıllarca ailelerine cinayet işlemekten, insan öldürmekten elde ettikleri parayla bakmıştır. Onlar insanlara ağır işkenceler etmiştir ve birkaç yılda eğitilip normal insan olmaları imkânsızdır. Böyle bir dönüşümün olması imkân dışıdır. Toplum, vurdumduymazlığı seyretmekten yoruldu ve kendisine ne serfiz edilirse ona alışmaya yatkın olsa da, kılıfı hazırlanmış olan olayı yani değişiklik kaydedildiğini çok zor kabul eder. Ben şahsen “küstahlar” olayına yandan katıldım. İçişleri Bakanlığı’nın Psikoloji Enstitüsünde görevli meslektaşlarım olayla yakından ilgilendikleri gibi, bu tip katillerin ruh halini iyi biliyorlar. Bu tipler, tamamen bilinçli olarak ve yıllar yılı kendilerini katil yerine koyarak eğitmişlerdir. Şimdi serbest bırakılsalar gözleri kırpmadan aynı ağır cinayetleri yeniden işleyebilirler. Ben, hapishanede daha ağır koşullarda kalsalar bile katil birinin nasıl olurda değişip adam olacağına akıl erdiremiyorum. Hapishane psikologlarının bu iki mahkûmla çalışıp çalışmadıklarını da ayrıca öğrenmek gerekir. Bu iki katilin erken salıverilmesi neyle ve nasıl gerekçelendirilmiştir? Bu gibi olaylarda, bazı kurumların, yargıcın, uzman kişilerin vb kamuoyu önünde dolaysız sorumlu olduklarını da unutmamaları gerekir. Bulgar mahkemesinden böyle karar çıkması, kamuoyuyle alay etmektir. Bir vergi mükellefi olarak ben yargıdan yanıt bekli-


Makale ve Analizler - 2017

133

yorum. Devlet ve yargı kurumlarının nasıl çalıştığını izliyorum ve olup bitenden memnun olduğumu söyleyemem. Tutukluluk hali kurbanı delirtebilir. Bugün küstahların kurbanlarının katillerin serbest bırakılmasından korkmaları normaldir, çünkü katillerin aklanması olasılığı gündem oluşturmuştur. Ben, kaçırılan ve kendisine işkence edilen kurbanın birisiyle psikolog olarak tedavi çalışması yürüttüm. Botevgrat’tan kaçırılan gençle çalıştım. Bir insanın tutuklu olarak kapalı tutulması, bilinç üzerine damga vurarak, çok derin yaralar açar. En basit bir şekilde ifade edilirse, bu yara insanı delirtebilir. Kaçırılmış bir kişinin yaşadığı stresten sonra normal ruh haline dönmesi ve dünyaya eski gözlerle baktığı gibi bakabilmesi, imkânsızdır. İnsan hayatı üzerinde kontrol hissi kaybedebilir. Bu nedenle insan kaçırma gibi suçlar ağır suçtur. Af edilebilmeleri çok zordur. Bundan dolayı, cinayet suçlarıyla ilgili son söz söyleyenlerin her adımı kusursuz değerlendirmesi ve kamuoyunun da yargı organından aldıkları her kararla ilgili gerekli deliler ve gerekçeler üstüne daha tam ve derin bilgi istemesi gerekir. Küstahlar takımında daha az suç işlemiş ya da suçsuz olan biri yoktur. Günümüz Bulgar toplumunda katil bir kişinin daha fazla kazanma olanaklarına sahip olduğu saçmalığı yayılmış durumdadır. Küstahlar grubu gibi cinayet örgütlerinde ben yöneticiydim kan dökmedim, ben işkenceciydim ama öldürmedim, ben paraları topladım tutukluların kapalı sandık içinde 60 gün tutulduğundan, kulaklarının ve parmaklarının kesildiğinden ve fidye için ailelerine gönderildiğinden haberim yoktu, ben yardımcıydım müdürü tanımam gibi ifadelerin tümü geçersizdir. Bu grubun işlediği cinayetler arasında daha hafif olan bir cinayet yoktur. Bu kişiler bir cinayet işleme şemasına katılmayı kabul etmişlerdir. Bunun derin anlamında, katillerin yalan dolan, yapmacık delillerle hürriyet istemesi asla ve hiçbir makam tarafından kabul edilemez.


134

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Utanmıyor Musun O Fıkrayı Anlatmaya?

Alptekin Cevherli-04.Haziran.2017

Hava oldukça kötüdür. Fırtına her an şiddetlenmekte ve futbol takımını taşıyan uçak gökyüzünde bir o yana, bir bu yana savrulmaktadır. Pilot kule ile bağlantıyı kaybetmiştir. Zifiri karanlıkta zor bir karar vermek zorunda kalır ve uçağı, havanın daha sakin göründüğü okyanus üzerinde kendince belirlediği yeni bir rotaya sürer... Bu rotada epey uçtuktan sonra, bu kez de okyanus üzerinde, patlayan ani bir fırtına ile yine yüz yüze kalırlar. Uçak kontrol edilemez hale gelir ve okyanus üzerinde bilinmeyen bir adaya düşer. Tamamı erkeklerden oluşan ekip sağ kurtulur ama nerede olduklarını dünya üzerinde bilen hiç kimse yoktur... Günler haftaları, haftalar ayları, yılları kovalar... Artık yalnızdırlar ama neşeleri yerindedir. 5 sene sonra bu kez küçük bir uçak, adaya düşer. Hemen yardıma koşarlar... Uçaktan sadece bir kadın kurtulabilmiştir. Kadını alırlar barakalarına götürürler. Bir süre sonra kadın kendine gelir, hoş beş sonrası bunca yıldır; bu kadar adam, canları sıkılmadan küçücük adada nasıl kaldıklarını sorar. Takım kaptanı, “Bildiğimiz bütün fıkraları anlattık. Sonra bildiğimiz fıkralar bitti. Bu kez yeni baştan anlattık; bir daha, bir daha derken hepsini ezberledik. Bu kez her bir fıkraya bir sayı verdik. O sayıyı söyleyince hangi fıkra olduğunu hepimiz bildiğimiz için gülüyoruz. Böylece eğlenip gidiyoruz” der. Kadın şaşırır, “Nasıl yani?” diye sorar. Takım kaptanı: “Beş” der. Bütün herkes gülmeye başlar, katıla katıla gülüyorlardır. Kadın, takımın haline şaşmıştır. Bu arada bir futbolcu “Sekiz” der. Bütün takım yine kahkahayı patlatır. Ardından takımın en genci olan libero oyuncusu “On iki” deyince önce soğuk bir hava oluşur. Ama gülmemek için kendilerini zor tutan futbolcular en sonunda dayanamaz, gözlerinden yaş gelene kadar gülerler. Kadın hâlâ aptal aptal bakıyordur... Kendini güç bela toplayan takım kaptanı liberonun kafasına bir şaplak atar: - “Utanmıyor musun, hanımefendinin yanında böyle açık saçık fıkra anlatmaya?” -! ***


Makale ve Analizler - 2017

135

Yıllardır kendimizi dünyaya anlatmaya çalışıyoruz. Ama ne var ki, bunda pek başarılı olduğumuz söylenemez. Çünkü anlatmak istediğimiz konu muhataplarımızın anlayışı ve bilgisi kadar algılanabiliyor. Biz istediğimiz kadar haklı olalım, sadece gerçekleri söyleyelim. Ne yazık ki hiç önemli değil... Daha iyi propaganda yapan, basını daha iyi kullanan; daha doğrusu muhatabının anlayacağı şekilde konuyu anlatan her zaman gündemi oluşturup kazanan taraf oluyor. Asırlardır aleyhimizde olan bu durumu düzeltmek için elbette pek çok girişimlerimiz oldu ülke olarak. Meselâ Anadolu Ajansı’nın kurulması, Bayrak Radyo - Televizyonu, Türksat Uydu sistemi, TRT World vs. gibi kısa süreli başarılar olsa da; yine de çok da iyi neticeler aldığımız ne yazık ki söylenemez. Küçücük Ermenistan’ın oluşturduğu kamuoyu Türkiye ve Azerbaycan’ın etki alanından kat be kat fazla. Mağdur biziz ama dünya Ermenileri mazlum zannediyor. Kıbrıslı Rumların etki gücü Türkiye ve KKTC’den kat be kat fazla, hukuken ve fiilen haklı olduğumuz konuda bütün dünya bizi işgalci olarak biliyor. PKK terörü 40 bine yakın canımıza mal oldu, hâlâ da terör saldırılarını sürdürüyor. Ama en büyük müttefikimiz, can düşmanımız olan bu terör örgütünün adını değiştirmiş “light” versiyonu üzerinden en gelişmiş silahları hibe ediyor. Irak’ta, Suriye’de, Çin’de ve daha pek çok yerde soydaşlarımıza ve dindaşlarımıza akla hayale gelmedik işkenceler yapılıyor. Ama zulmü anlatmakta hâlâ zorlanıyoruz. Memleketimizi bir gecede kan gölünde döndüren FETÖ Terör Örgütü’nün elebaşının dahi iade edilmesini istediğimiz gün, dalga geçer gibi ABD’nin en büyük gazetesinde adamın makalesi yayınlanıyor. FETÖ terör örgütüne karşı propaganda için ABD hukukuna göre tamamen yasal şekilde lobi faaliyeti yapmak amacıyla yapılan görüşme dahi suçmuş ve gizli belge imiş gibi hem ABD, hem de Türk kamuoyuna ifşa ediliyor ve lobi şirketinin Amerikalı patronu ABD’de siyaseten linç ediliyor. Velhasıl listeyi uzatıp canınızı daha fazla sıkmak istemem herkes zaten biliyor... Elbette bunda Batı’nın meşhur Türk ve Müslüman düşmanlığının oluşturduğu bir alt zemin var. Ama bütün suçu buna yüklemek, bizim yanlışlarımızı da gizlemeye yeter mi? Dünya sadece Batı’dan mı ibaret? Çare?


136

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Çare ülkemizin uzman bir propaganda biriminin oluşturulmasıdır. Bunun bakanlık seviyesinde olmasına acil ihtiyaç var olsa da, yurt dışında rahat hareket kabiliyeti açısından YTB’ de olduğu gibi Başkanlık seviyesinde olması, kısa vadede ve pratikte daha olumlu neticeler verecektir. Ancak bu birimin amcaoğlu, halakızı, sen ben bizim oğlan gibi bir yapı yerine ‘liyakat’ esasına göre konusunda uzman millî gazeteciler, iş adamları, reklâm şirketleri, hedef yabancı ülkeler konusundaki uzmanlar ile psikolog ve sosyologlardan oluşması gereklidir. *** Yoksa biz istediğimiz kadar “on iki” desek de, sadece kendimiz gülmeye ve ağlamaya devam ederiz. Ama muhataplarımız bize, tabirimi mazur görün, ‘mal mal’ bakmaya devam eder...

Bulgaristan’da Kiraz Bayramı.

BG-SAM-03.Haziran.2017

Bulgaristan’ın batısındaki Köstendil şehri kiraz bayramına ev sahipliği yaptı. Geleneksel olarak düzenlenen şenliğe üreticilerin yanında kültür dernekleri de iştirak etti. Kirazın farklı çeşitleriyle bir birinden ilginç kompozisyonlar oluşturan katılımcılar göz doldurdu. Festivalin düzenlendiği zaman diliminde en büyük kiraz, en cazip stant ve en ilginç kiraz salkımı yarışları düzenlendi. Sarı, kırmızı, yeşil kirazlarla yapılan kompozisyonlar ilgi çekti. Yerel meyvecilik enstitüsü ise bu yıl 92 çeşit kiraz çeşidini tanıttı. Festival esnasında sergilenen en iri kirazın çapı ise 32 milimetreyi aştı. Üreticiler bu yıl iyi bir verim elde ettiklerini belirtirken, şu ana kadar kilosu 0,90 levaya


Makale ve Analizler - 2017

137

(0,45 Euro) satın alınan ürünlerinin şimdi 0,70 levaya düştüğünden yakındı. Perakende satışta ise kirazın kilosu 1 Euro’dan alıcı buluyor. Köstendil, Bulgaristan’ın kiraz merkezi olarak biliniyor. Bu yörede 1896 yılından bu yana meyvecilik fuarı yapılıyor. Kiraz sezonunda meyve ağaçları ve bahçeler sınır polisi tarafından korunuyor.

Siren Çalıyor

İbrahim Soytürk-03.Haziran.2017

Konu: Özgürlük istediler özgürlük verdik, ardından devlet dediler, devlet kurdular, sonra bizi kovdular. Her yıl 2 Haziran’da, öğle sularında Bulgaristan’ın bütün kent ve kasabalarında siren çalar. Bu bir itfaiye, cankurtaran, polis arabası, fabrika düdüğü değildir. Bu öyle bir sestir ki yerle göğün arasındaki bütün boşluğu baştanbaşa doldurduğunda tren ve tramvaylar, otobüs, troley, taksi ve hatta yeraltındaki metro-trenleri durur. Denizdeki gemilerin, gökteki uçakların, uçan kuşların ve sürünen yılanların durup durmadığını bilmiyorum. Fakat yeşilde sokağın bir ucundan öbür ucuna geçen yayaların durduğunu gözlerimle gördüm. Bu siren ayakta dinlenir! Bütün Bulgaristan köy ve kasabalarında hiç arızasız dün de çaldı. Bu siren “Bulgar Büyüklüğü”nün feryadıdır. Bir uğultudur. Bundan 141 yıl önce, 1 Haziran 1876’da kör bir kurşuna kurban giden silahlı çete başı Hristo Botev’ı ve Bulgaristan’ın özgürlüğü ve bağımsızlığı uğruna can feda edenleri anma günüdür. Her yıl Vratsa balkanının Okolçitsa tepesinde ulusal tören yapı-


138

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

lır, özgürlük uğruna ant içilir, hararetli konuşmalar yapılır. Bu konuşmaların hiç birinin hazır bulunanlar üzerindeki etkisi özgürlük savaşçısı olmakla birlikte bir ulusal şair olan Hristo Botev’in ateşli şiirleri kadar etkili olmaz. “Özgürlük uğruna savaşımda can feda eden, ölümsüzdür” diyen şair, ölüm için ise “tatlı bir uyku” demiştir. 1876 Nisan kalkışmasının başarısızlığından sonra, Romanya’da bir çete toplayan, “Rakovski” gemisiyle Tuna’yı geçen ve kalpakta aslan rozeti, belde kılıç, haydut kıyafetli Kozloduy sahiline inen ve ateşleyecekleri özgürlük davası ile halkın derdi arasında örtüşme noktası olmadığını görünce, dağılmayı seçenlerden birinin patlattığı horozlu tabancadan çıkan kör kurşun çete başı Botev’i yere sermiştir. Botev, sözde dar ağıcına çekilen Vasil Levski, kalp krizinden ölen İvan Vazov ve vereme yenik düşen Lüben Karavelov kadar ölümsüzdür. Sıralanan bu 4 şahısın ikisi şair yazar, birisi komitacı öteki de gazetecidir. Osmanlı bağrında, Tanzimat döneminde oluşan Bulgar ulusal kimliğini idesel mayalayan bu dört aydın öncüden ikisi özgürlük ilhamını Odesa’da, diğer ikisi de Belgrat “Legya” eğitiminde almıştır. Botev’in bütün şairliği 20 şiirdir. Fakat onu Bulgaristan’ın en büyük şairi yapan şiirlerinin sayısı değil, saçtığı kıvılcımların halkın kalbinde tutuşması ve ulusal özgürlük ve bağımsızlık ateşi yakmasında gizlidir. Biz, Bulgaristanlı Türkler Hristo Botev’in şiirlerindeki ilhamı ancak “İzmir Marşı” ya da Mehmet Akif’in şiirlerindeki ateşle mukayese ettiğimizde anlayabiliriz. Bugün de Botev’ı ezberine almadan Bulgaristan’da orta okul ve lise bitiren cahil sayılır. Botev keskin kalemiyle Osmanlı Sultanına, köhnemiş feodal düzene saldırırken, Bulgar halkıyla aynı ortamda ve ayın yazgıda sürünerek yaşayan, komşu kapıları açıp, yeri geldiğinde lokma paylaşan Türklerden, Türk halkından da öfkeyle dem vurması, aramıza çakılan ve çatlaksız ve damarsız kader mermerimizi patlatan Botev oldu derken, Bulgar ulusal kurtuluş davasında hiçbir komitacı, haydut ve kanaat sahibinin yerli Türkler tarafından ele verilmediğini, öldürülmediğini önemle belirtmek isterim. Botev çetesinin aşçısının da Kemallerli /İsperih/ bir Türk olduğunu asla unutulmamalıdır. Her yıl çalan ve herkesi ayağa kaldıran siren “ayağının altındaki kan atalarının kanıdır” çağrısıdır. O an bir saygı duruşudur. Şehitlerine, atalarına saygıya durmayan halk, bitmiş, yok olmayı kabul etmiş sayılır. Botev’ sanki kendi geleceğini görmüş bir şairdir: “O hayatta, yaşıyor! Orada Balkan Dağında Bir kahraman göğsünde derin bir yara ile yatıyor Sesiz ol kalbim! Özgürlük mücadelesinde düşenlere ağlanmaz


Makale ve Analizler - 2017

139

Yas yok biliyorum Ve her şarkıda onu hatırlıyorum Gündüzleri bir anne kartal ona gölgesini ödünç verdi Ve bir kurt usulca yarasını yaladı. Ormanda rüzgâr Balkanların en yiğit hay dutunun şarkısını söylüyor Şimdi onun kardeşi olan kalbim Sana onun yolunda ilerlemek düşüyor.” Hr. Botev büyük bir davanın, özgürlük davasının dev şairidir. Özgürlüğü bir sonsuz süreç olarak görebilmiş ve şarkılaştırmış ve dağlar ve denizlerde yankılatarak söyleyebilmiş ve gelecek kuşaklara esin kaynağı yapabilmiştir. O 1796 Fransız Devrimi’nin Balkan - Bulgaristan ozanıdır. Ölümünün bir Osmanlı erinin elinden olmaması ise Bulgaristanlı Müslüman Türklerin şansıdır. Kış gecelerinde ocak başı sohbetlerinde “Botev’i biz öldürseydik, Levski’yi biz sallandırsaydık, bize bu toprağa vatan dedirtmezlerdi” dendiğini iyi hatırlıyorum. Bizi, son 139 yılda “olan olmuş, olacağı varsa da olur!” dedirtip başımızı öne eğdiren, en başta Vatan sevgimizdir. her şeysiz olur ama Vatansız olmaz inancımızdır. Biz Türkler, herkesinin Vatanının doğduğu yer olduğuna ve cennetin de vatan toprağı olduğuna inananlarız. Özgürlük sonsuzsa, Vatan sevgimiz de sonsuzdur. Ne yazık ki, bugünkü Bulgar ulusunu çok küçük hesaplar esir almaya başladı. Özgürlüğün arasan çarşı pazarda olmayan, ancak kalplerde yaşayan ve bilinçte şahlanan bir edinim olduğu unutuldu. Kıskançlık, egoizm özgürlük ve insan sevgisini sanki altladı, boğazladı ve canını almaya çalışıyor. İki yüzlülük aldı yürüdü. Bulgar halkı Botev zamanında özgürlüğü on dördünde bir kız gibi görürken, bugün ona dişleri dökülmüş, bastonsuz yürüyemeyen, iki büklüm, kokuşmuş bir nine gözüyle bakıyor. Özgürlük yaşlanmaz, gençliğinden ve güzelliğinden, ilhamından ve yürekliliğinden asla bir şey kaybetmez diye siren çalan şiirler okunmuyor. Ne yazık ki, biz bugün özgürlük ateşinin kalpleri coşturduğu yılları unutup, günümüzün sefillik ve çaresizliğine yenik düşüyoruz. Bulgar ulusal uyanış, özgürlük için şahlanış ve kurtuluş mücadelesinde bir tek Müslüman Türk hain gösterilemezken, Bulgarlar kendi jurnalciliklerini ve garezciliklerini bütün topluma bulaştırdılar ve “dosya devleri”, “hain sürüleri ülkesi”, “asimilasyon, zulüm ve kaderini ret edenler ve yurdunu terk edenler toprağı” ve “kaderine yenik düşen bir halk” olduk. Ve eski sevdayla yaşamaya alıştırıyoruz kendimizi. Bugünün ve yakın geçmişin üzerine hasır çekerek, efsanelerimizle, başka bir zamanda başka bir hevesle yazılmış ateşli şiirlerin gölgesinde yaşamayı tercih ediyoruz.


140

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Günümüz öyla değişti ki, bir yandan geçmişimizin özgürlük davasıyla yanan ateşe atacak odunumuz kalmadı. Öte yandansa, hürriyet için can feda edenlerin, halkın ortak mutluluğu uğruna düşenlerin bayrak ettiği idealleri dürdük ve saraylara çekilerek yastık altı ettik. 2 Haziran’da siren çalarken üzerine bastığımız toprağın altında Müslüman Türklerin ve tüm diğer azınlıkların da şehitleri, kurbanları, kardeşlerimiz var. Ve onların hepsi de “özgürlük davasında düştüğü için ölümsüzdür.” Biz Türkler, Bulgaristan’da 141 yıldan beri Hristo Botev’i kim öldürdü kavgası verdik. Vasil Levski davasında kalem kıran hakimin Bulgar olduğunu öğrenince utandık. Bir halk ne kadar daha iyi komşuluk ederse, ne kadar hoşgörülü, çalışkan ve âlicenapsa o kadar daha özgürdür inancını yerleştirmeye çalıştık. Başsız ve sonsuz olan özgürlüğün kör cahil, baskı ve terör gören, zindanlarda çürütülen, soyulan, sürgün edilen, göçe zorlanan, sınır dışı edilen ortamda yaşayamayacağını anlattık. Özgürlük köklerinin Vatan sevgisi olduğunu anlattık. Vatanını seven kardeşlerimiz ata toprağından kovuldukça, köy ve kentlerinde huzur bulamadıkça, hiç kimse için özgür olma şansı olmadığını yazdık, çizdik, söyledik, haykırdık. Yalnız bir avuç kodamanın özgür olduğu bir ülke, halkın özgür olmadığını, olamayacağını, özgürlüğün bugün koşullarında alın teriyle beslendiğini, Avrupa Birliği’nin en yoksul insanlarının yaşadığı ülkemizin özgürsüzlükten boğulduğunu ima ettik. NATO özgürlüğümüzü koruyacak, AB karnımızı doyuracak, artık tamamen özgür oluyoruz yalanlarını yüzlerine vurduk. Özgürlük pazarda satılan ya da parayla satın alınabilen bir nimet değildir. Genel geçerli kardeşlik, eşitlik ve insan haklarının temelleri, hem anası hem de babası olan özgürlük bölünüp parçalanabilen, kırıntı halinde sunulan, ezilip yok edilebilen bir şey değildir. Özgürlüğün faşizm ve totalitarizm, zulme razı olan rengi yoktur. Özgürlük varsa var, yoksa yoktur. Her halkın özgür olmaya hakkı vardır ve bu hak kutsaldır. Bu bakıma 1989 Mayıs Ayaklanmamızın yıldönümüne rastlayan şu günlerde Botev sirenleri çalarken ve “Okolçitsa” tepesinde ateşli konuşmalar yapılırken 1989 Nisan Ayaklanmamızdan söz edilmemesi dikkatimi çekti. Biz de Botev gibi özgürlük, haklarımız, eşit haklı olmak ve istediğimiz gibi çalışıp yaşamak için isyan ettik. Kılıç çekmedik, bayrak değiştirmedik, devlet istemedik, cennet bildiğimiz topraklarda, cennet yolunda özgür olmak istedik. Çünkü bir insanın ismi, dili, dini, yarattığı ahlak, kültür ve medeniyet onun özgürlüğüdür. Biz hiçbir yaman ve hiçbir yerde başkalarından büyük özgürlük istemedik. Başkalarının özgürlüğünü gasp etmek için de ayaklanmadık. Özgürlük için savaş da açmadık. Yalnızca özgür olmak istedik. Bir halkı vatan bildiği toprağından kovanlar asla özgür olamazlar ve kader duraklarında yok ol-


Makale ve Analizler - 2017

141

mak vardır. Devrimler dünyayı bütün halkların vatanı yapmak için yapılır, anavatanın bir adı da özgürlüktür. Eğer Botev “Anam benim, doğduğum, sevdiğim toprak!” demişse, inanım bu sözler öncelikle Bulgaristan Müslüman Türkleri için söylenmiştir. Ve dün sirenler bu gerçek unutulmasın diye çaldı.

Bizi Seven Nazım

Neriman Eralp Kalyoncuoğlu-04.Mayıs.2017

Konu: Türkçemiz ve Türklüğümüz Nazım Hikmet’siz olamaz. Büyük şairler, toplumun aydınları, halkın sesiyle yazan ve her satırıyla halkını anlatan bir ozan, asla ölmez. Nazım Hikmet’in gözleri kapanmadı. Kapatılamaz. Kapanmayacaktır! 1951’de memleketimize geldiğinde köy köy, kasaba kasaba dolaştı. Yüz binden fazla insanı vatansızlığa sürükleyen göçü durdurdu. Bulgaristan Türklüğü daha önce böyle bir zekâ, böyle bir iyilik, sonsuz bir umut ve böyle bir güç görmemişti. Karanlıktan kaçan insanlarımızın önüne daha önce hayal edemedikleri bir aydınlık çıktı. Onun halkımızla kucaklaşmasıyla yer yarıldı karanlık battı. Halk, Nazımla yaşamaya başladı. Bulgaristan üçüncü kez Bulgaristan olalı, Nazım ilk defa Koşukavak’a gelmişti. Otelin balkonunda konuştu kapkara farece denizine ve başları mantılar gibi ona bakan kitleye. O güne kadar hiçbir zaman ve hiçbir kimse bu kadar açık konuşmamıştı dinleyenlere. Gitmeyin diyordu, gitmeyin! İnsanın doğduğu yerdir cennet. Bulgaristan üçüncü kez Bulgaristan olalı 8 cilt Türkçe eser basmamıştı Sofya’da. Berrak bir su gibi içiyordu insanlarımız Nazımı. Bir Nazımlaşma yarışıydı alıp giden. Nazım okuyanlar aydınlandı. Nazım güneş görmüş parlayan zümrüt gibiydi. Deliorman’da Başpehlivan Lütfü Ahmet’le yan yana oturdular. Aynı çeşmeden su içtiler.


142

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Birisi kalemle öteki bilekle, Ne mutlu Türküm diyene dediler. Nazım kara denizimizi gördü. Bu denize neden kara, “Neden kara demişler acaba?” diye sordu. Karanlığın arkasından gelen aydınlığı görüyordu. Ufuk ağardıkça sevilmek istiyor. İnsan elleriyle okşanmak istiyordu. İnsanlar gidince aydınlığı kim sevecekti! Nazım “Demir Baba Tekkesi”ne uğradı. Beş parmak suyundan içti. Babanın demir ayakkabılarını gördüğünde “Demir Baba gibi yürüyelim! Halkımızın yardımına koşalım. Sönen ruhlara Türklük aşılayalım. Sazlarımız çalsın, gönüller umut neşe dolsun” dedi. Sonra duvardaki şeytan gözlerine baktı. Aramızdaki şeytanları bulalım ve gözlerini oyalım, diye mırıldandı. Nazım Deliorman’a Baktı. Bu ne Orman Denizi! Bu ne bereket! Bu ne güzellik! Bu ne ilham!dedi. Gözleriyle Şeyh Bedrettin’i ve müritlerini, Börklüce’yi gördü. İnsan kardeşliği dünyasını yaratmaya kanatlanmış akıncılar ordusunun nal sesleri geldi kucağına. Bu topraklar büyük insanlar vatanıydı. Bastığı toprak kabardı. Düşmüş dallar üzerine bastıkça çıkan çatırtı tarih öykülüyordu. Yoktu dünyada böyle bir yer. Kendi koruyucusunu, kendi önderini, dünya şampiyonları doğurup eğitip yücelten, bütün şanını devlete bahşeden bir eşik ve beşikti burası. Bu topraklar dostluk, eşitlik, özgürlük ve kardeşlik mayalanmıştı. Allahın bereketi bunaydı... Nazım orman kadar denizimizi, deniz kadar ormanımızı ve en fazla da insanlarımızı sevmişti. Onu karşılamaya, görmeye gelen kızlarımız kınalı, doğurdukları çocukların adı Nazım, ruhları Nazım’dı. İsimlerimiz değiştirilirken Nazımların yerine verilecek bu kadar büyük, bu kadar yürekli ve bu kadar dolu bir isim bulunamadı. 1989 Mayısında isyan edenlerin yarısı Nazım, öteki yarısı da Hikmet’ti. Üzerlerine atılan kurşunlar ne Nazıma ne de Hikmet’e işledi. Nazım tanklar üzerine çıktı ve sonra meydanlara doldu ve “Ben yanmazsam, Sen yanmazsan, Biz yanmazsak, Nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa” diye ANT içti. Nazım bir çıraydı. Hürriyet savaşçılarını toplayan ve yüreklendiren, ilhamı sonsuz bir yükselişti. Nazım bir insandı. Onun zamanında Bulgaristan faşizmi toprağa gömmüş, totalitarizm ise henüz doğmamıştı.


Makale ve Analizler - 2017

143

Daha sonraki yıllarda başkaldıracak olanlara onun peşin öğüttü şu olmuştu: “O duvar, o duvarınız... vız gelir bize vız!” Nazımın yapıtlarındaki insan manzaralarını Abidin Dino çizdi. Nazımı en güzel çizen Balaban oldu. Bulgaristan’da tük okul ve okuma yurtlarının hepsine “Nazım Hikmet Okulu” dendi. Nazımı ezberleyen gençler Nazımcı oldu. Türkçenin en güzelini konuştu. Onun verdiği kavga Hürriyet Kavgası, sevdiği saçlar saman sarısı, ölmesinler dediği çocuklar dünya çocuklarıydı ve suyun aynasında hepimizi görmek istiyordu. 1957’de yine geldi Nazım. O zaman hava yeniden kararmaya ve kurşun gibi ağırlaşmaya başlamıştı ve Nazım bizi şöyle anlattı: Dikili Taşlar Düştük Varna’dan, bre dilber aman, Sofya yoluna. Yol boyu ceviz. Kokusu kına, kokusu yeşil. Yol ceviz değil bre dilber aman, biz cevizdeyiz. Yolda rastladık ölen kayalar mezarlığına. Vardık yanına. Yüce mezarlık. Taşlar, dağılmış cesettir, yarat. Taşlar dikilmiş durur ayakta. Çürür ayakta,

Yüreklerini yel oyar gider. Bir böyle kader, bre şahin aman, ben bilirim ben, Bu nasıl kader! Kımıldamadan toz toprak olmak... Bir acı firak, bir kara duman, bre şahin aman. Bu nasıl kader! Bir böyle keder, Böyle, gülüm. Bir bana malum... 6 Haziran 1957, Varna

Ve Nazım her zaman kaderin ucunda gayret olduğuna, insan gayretiyle her şeyin daha iyi, daha güzel ve hayatın da daha yaşanası olacağına inanırdı. Nazım, 54 yıl önce “ben gidiyorum!” demeseydi ve bugün Bulgaristan’a bir daha gelip bizimle soframıza otursaydı: Çocuklar, çok yol kaybetmişsiniz! Ben size söylemeye unutmuşum.


144

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) Özgürlük beyaz gömlek gibidir. Ara sıra yıkanması gerekir. Kimse ıslanmak, ovulmak istenmez ama, Yıkayıp paklanmadan beyaz gömlek bir daha giyilmez. Kırgınlıkları aşın, yıkanmak eleştiri makinesinden geçmektir, Yıkanıp kurumak yani eleştirilirken sevilmek Özgür olun çocuklar. Özgürlük açtıkça kokusu sevilir. Derdi. Yine beyaz güvercinler uçtu bu sabah. Selam götürdüler Nazıma, Nazıma ve Türk halkına. Barışa ve Dünya halkları kardeşliğine...

Beşiktaş’ın Rengi Neden Siyah Beyaz?

Raziye ÇAKIR 05.Haziran.2017

Balkanların tamamı Türk oluncaya kadar rengimiz Siyah - Beyaz kalacaktır. Siyah ile beyaz kainatı paylaşan gece ile gündüzün sembölleri olduğu kadar, yenilmenin de yenmek kadar tabi bir olay olduğudur. Sporda ifade ettiği mana, çok açık ve derindir. İşte bütün bu hakikatlerin tam karşılığı Siyah-Beyaz, Beşiktaş camiası için apayrı, özel bir mana da taşımaktadır. 1903 yılında Beşiktaş külübümüzün teşekül ettiği zaman cemiyetimizin ilk renkleri Kırmızı - Beyazdı! Ve bu taa Balkan Harbi’ne kadar da edğişmedi. 8 Ekim 1912 yılında “Birinci Balkan Harbi” başlamıştı. Bu harp patlak verdiği zaman Osmanlı İmparatorluğu’nun ordusu, subay ve erler arasındaki particilik ve dolayısıyla meydana gelen ikilik yüzünden düzensiz bir haldeydi. Bu yüzden


Makale ve Analizler - 2017

145

kendisinden daha az kuvvetlere sahip olmalarına rağmen karşı saflarda yer alan dört düşman devletin saldırışlarına dayanamayan Osmanlı İmparatorluğu, bir çok meydan savaşı kaybetmişti. Yunanlılar Yanya’yı kuşatıp Selanik’i aldılar. Arnavutlar da bu durumdan faydalanıp istiklallerini ilan ettiler. 1912 neticede Yunan donanmasının adalara asker çıkartması ve Osmanlı Donanması’na mensup Hamidiye Kruvazörünün Yunan donanmasına akrşı koyması, Bulgarların Kırklareli ve Lüleburgaz savaşlarını kazanıp Çatalca hattına dayanması ve en nihayet İngilizlerin müdahalesi ile silah bırakmasının imzalanması 3 Aralık 1912 birbirini takip etti. Barış şartlarını konuşmak üzere Londra’da bir konferans toplandı. Fakat Balkan devletleri bütün Rumeliyi istediler. Osmanlı devleti bunu kabul etmeyince de harp yeniden başladı. Ve böylece mücadele gücünü kaybeden devlet, barış istemek zorunda kalarak düşman devletlerin arzusuna boyun eğdi. Osmanlı devleti Midye - Enez hattının batısında kalan bütün topraklarını Balkanlılar’a bıraktı. Balkan devletleri bu toprakları pay edemediler. Ve bu yüzden Sırplar’la, Yunan ve Bulgarlar arasında ikinci bir Balkan Harbi basladı. Osmanlı Devleti bu vaziyetten istifade ederek ileri harekete geçti ve 10 Temmuz 1913’te Edirne’yi geri aldı. Fakat sadece Edirne’yi!... Koca Balkan toprakları elimizden kahpece alınmıştı. Asil Türk gençliği Balkanlar’in kaybı ile adeta kalbinden vuruldu. Ve fedakar, cesur Türk gençliğinin bir uzvu olan Beşiktaşlı çocuklar teessürlerinin bir ifadesi olarak tarihi kararlarını ilan ve tatbik ettiler: Balkanların tamamı tekrar Türk milletinin oluncaya kadar, uğrunda mücadele edecekleri renkleri Kırmızı - Beyaz’ı, Siyah - Beyaza tebdil ettiler. İşte Siyah - Beyaz bu yüzden Beşiktaş için apayrı bir mana taşımaktadır.


146

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“Berlin Artı” Planı

Ertaş Çakır-06.Haziran.2017

Konu: Batı Balkanları ele geçirmeye çalışıyorlar. Almanya Batı Balkanların ekonomik olarak kalkınması için büyük yatırımlar yapmaya hazırlanıyor. Berlin’in hazırladığı ekonomik kalkınma planı Birleşik Amerika’nın İkinci Dünya Savaşından sonra Avrupa için hazırladığı ve uyguladığı “Marshal” Planına benziyor. Bu haberi yayınlayan Sırbistan gazetelerinden “Veçerne Novosti” /Akşam Haberleri/ diplomatik kaynaklara dayanıyor. Almanya hükümetince hazırlanan bu plan yakında Avrupa Konseyi’nde görüşülecek ve ardından Özel Batı Balkanlar Fonu oluşturulacaktır. Bu plana “Berlin Artı” adı verişmiştir. Batı Balkanlara yapılacak olan yatırımların parası Avrupa Ekonomik Bölgesi’nden (AEB)gelecektir. AEB üyeleri Avrupa Birliği ülkeleri olduğu gibi İzlanda, Lichtenstein, Norveç de katılacaktır. Finansman sağlayan ülkelerden biri de İsviçre olacak ve Avrupa Serbest Ticaret Birliği ne el uzatacaktır. Ayrı ayrı ülkelerin katılım payları henüz belli olmasa da, Sırbistan gazetesi, büyük ölçekli yatırımlara işaret ediyor. Bu fikir, daha fazlası Avrupa Birliği dışında olan, Batı Balkan ülkelerini ekonomik olarak teşvik etmektir. Bu fondan sağlanacak paralarla yeni ekonomik ilişkiler kurulacak, Sırbistan, Bosna ve Hersek, Arnavutluk ve Kosovo arasında yeni ana yollar inşa edilecektir. Atı Balkanlara para akıtmayı düşünen Berlin, blge devletleri arasındaki politik gerginliği azaltmaya ve böylece de kendi güvenliğini de güçlendirip garanti altına almaya çalışıyor. Şu dönemde Sırbistan, Makedonya, Arnavutluk, Kosovo ve Kara Dağ arasında kül altınfa n kıvılcım saçan közler var. Bu ülkelerin bazılarında siyasi durum güçlü sayılamaz, Öte yandan tarihsel nedenlerle bu ülkeler arasında devlet düzeyinde gergin ilişkiler olduğu da dikkatiçekiyr. Bu devletlerin hepsi Avrupa yönelimli olduğunu beyan etmiş, fakat çözemedikleri sorunlar onları AB üyeliğinden uzaklaştırıyor. ***


Makale ve Analizler - 2017

147

Öte andan, Avrupa Komisyonu Başkanı Jan-Klod Yünker, Batı Balkan ülkelerini kendi başlarına bırakırsak Bosna ve Hersek, Sırbistan Cumhuriyeti, Makedonya ve Arnavutluk arasında yeniden savaş olacak, uyarısında bulundu. İngiliz günlük gazetelerinden “Fayneyşıl Tayms”a demeç veren Yunker, görüşmesi esnasında Başkan Trump’u Avrupa Birliği dağılırsa, Balkan devletleri arasında savaş başlayabileceği uyarısında bulundu, diye yazdı. Yünker, Batı Balkan ülkelerine AB üyeliği için açık bir yol gösterilmesi gerektiğini vurguladı. *** Bu arada, Makedonya’da sosyal demokratlar ile Arnavut Partilerinin ortak hükümet kurmasından ve Zoran Zaev’in Başbakan görevine başlanmasından sonra, Makedonya’daki gelişmeler üzerinde Rusya, Sırbistan ve Türkiye etkisi olduğunu yorumlayan Bulgar aşırı milliyetçileri. Batı Balkanlarda bir kargaşalık çıktığı halde Bulgaristan’ın Makedonya’da yaşayan “Bulgarları” kurtarmak için askeri müdahalede bulunacağını resmen açıkladı. “İn Serbia” gazetesinin yazdığına göre, Sırbistan askeri uzmanlarından olan Miroslav Lazanski, Sırbistan’a komşu olan devletlerden biri, ülkemize saldırı için kullanmak üzere, i hava sahasını açarsa, Balkan ülkeleri önemli merkezlerini tahrip edecek füzelerimiz var, kullanırız dedi. Bu gözdağı Bulgaristan’adır. Çünkü 1999’da Bulgaristan hava sahasını NATO uçaklarına açmıştı. Sözü edilen füzelerin “Şumadiya” tipi olduğu ve 12 dakikada ateşlendiği ve Çin’in “BC-2” füzeleri benzeri olduğu açıklandı.

Büyük Bir Zaferdi

BG-SAM-Tercüme: Raziye Çakır-05.Mayıs.2017

Konu: Büyük işleri ancak büyük ve cesur halklar yapabilir. Haziran 1989’da Avrupa Güvenlik ve İşbirliği İnsani Boyut Konferansı (AGİT) Paris’te devam ediyordu. Bu uluslar arası foruma damga vuran, 1877 - 1878 Rus Osmanlı Savaşı’ndan sonra Bulgar Prensliği’nde ve daha sonra da III. Bulgar devletinde azınlık statüsünde kalan Müslüman Türklerin bu konferans arifesinde ayaklanıp direnişe arasız devam etmesi ve hatta maruz kaldıkları çok şiddetli baskı, zulüm ve katliamlar karşısında kitle halinde göçe kalkışmaları oldu. Bu, onların tarihlerinde ilk örgütlü ve toplu ayaklanmaydı.


148

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İkinci olarak, yine bu forumda gündem belirleyen olay ise şuydu. O zaman alınmaz bir kale olduğu sanılan ve insan hak ve özgürlüklerini çok sıkı ve sert baskı ve terörle ezen, demokratik güçleri ve etnik azınlıkları susturma konusunda devletlerarası sözleşmelere uymayan Bulgaristan’da, Müslüman Türk azınlık örgütlü bir hareketlenme başlatıp onu bir ulusal ayaklanmaya ve acil çözüm bekleyen bir sorun olarak demokratik dünyaya taşıyabilmesi oldu. Haklı davasına ulusal ve uluslar arası anlam ve önem kazandırmayı başarmış olmalarıdır. Üçüncü olarak ise, yine 1878’de Osmanlıdan koparılmalarından sonra ilk kez olmak üzere ilk kez kendi haklı davalarını 1989 AGİT Konferansı gibi bir uluslar arası yüksek temsili forumda, kendileri, ağır mücadele yıllarında kendilerinin kurduğu siyasi örgütlerin seçkin temsilcileriyle temsil etmeleri, başarılı savunmaları ve karar talep etmeleridir. Bulgaristan Müslüman Türklerini Paris AGİT kürsüsünden İnsan Haklarını Savunma Demokratik Birliği (İHSDB) - Demokratik Lig Başkanı Mustafa Ömer; 1989 Viyana Destek Derneği (VDD89) Başkanı Avni Veli, Bulgaristan Bağımsız İnsan Hakları Derneği (BBİHD) temsilcileri savundu. Bulgaristan tarihinde yine ilk kez Bulgaristan Müslüman Türklerin gerçek temsilcileri ve savunucuları ile Bulgar devlet temsilcileri bir uluslar arası forumda yüzleşti. Bulgaristan Dış işleri Bakanı İvan Ganev 15 Haziran’da 1989 AGİT Paris Konferansı kürsüsünden 20 - 27 Mayıs 1989 Bulgaristan Müslüman Türk Ayaklanmasını tanıdı. Kürsüden, isim, dil, din, töre, gelenek, yaşam tarzı, özgün kültür, Müslüman Türk kimliği ile yaşamak uğruna 1984 - 1989 döneminde 140 kişinin öldürüldüğü, 12 bin kişinin tutuk evi ve hapishanelerden geçtiği, 517 Türkün “Belene” adasındaki ölüm kampında eziyet gördüğü, sürüldüğü dünyaya duyuruldu. Yine bu konferans kürsüsünden ilk kez 1984 - 1989 zulüm yıllarında öldürülen Bulgaristan Türklerinin Türk isimleri okundu. Şunu itiraf etmek zorundayım. Bundan 28 yıl önce AGİT Paris Konferansında Bulgaristan’da oluşan cepheleşme sanki bugünden daha belirgindi, totaliter rejim güçleri ile demokrasi için omuz omuza vermiş güçler arasındaki kırmızıçizgi kendiliğinden çekilmişti. Bir cephede, 1989 Mayısında ayaklanan ve arkalarında birbirinden bağımsız hareket eden, özgürlükçü, insan hakları savunucusu Bulgaristan Türklerinin 28 yarı legal ve gizli direniş örgütü vardı. Bulgar demokratlarının bağımsız insan hakları örgütleri ve İliya Minev’in yönettiği direniş örgütünün “Türk Kadı” vb yer alırken, karşı cephede Bulgaristan Komünist Partisi (BKP) ve sosyalist totaliter devlet vardı. O dönem ne yapacağını bilemeyen diktatör Todor Jivkov azdıkça azıyor günlerini sayıyordu. 1989 AGİT Konferansından 7 ay sonra Sofya’da kürsülere ve


Makale ve Analizler - 2017

149

meydanlara sığmayan Demokratik Güçler Birliği (CDC) ve bir yıl sonra Bulgar demokrasisinin Müslüman Tükler destekli Cumhurbaşkanı Jelü Jelev, BKP parasıyla alınan uçak biletleriyle Paris’e gelmiş, ne ki AGİT kürsüsüne çıkıp Müslüman Türklerin hak ve özgürlük mücadelesini desteklememiştir. Burada vurgulanması gereken en önemli nokta, 1989’un 10 Kasım günü Todor Jivkov’un devrilmesinde en büyük ve sonuç belirleyen rolü oynayan Bulgaristan Müslüman Türkleri 1989 Ayaklanmasının 28 yıldan beri önemsizlinmiş, küçümsenmiş, ulusal ve uluslar arası önemine hak ettiği önem ve yer verilmemeye sürekli gayret edilmiş olmasıdır. Oysa “Berlin Duvarı”nın yıkılmasıyla sembolleşen “Soğuk Savaş”ın ve Doğu ve Güney Doğu Avrupa’da Sovyet diktatörlüğü döneminin son bulmasında Bulgaristan katkısı yalnız ve ancak 1989 Mayıs Ayaklanmamızla taçlanmıştır. 1970 - 1990 yılları arasında Bulgaristan’da Bulgarlar arasında totaliter diktatörlük rejimini olumsuzlayan ve demokrasiyi hayata çağıran bir demokratik uyanış ve hareketlenme süreci yaşanmamıştır. Eğer böyle bir süreç mayalanmış olsaydı, 1971 - 1973 Rodoslardaki Pomak Başkaldırısında, 1984 - 1989 Türk ulusal direnişlerinde Bulgarlardan hiç olmazsa 10 kişi “ne yapıyoruz, onlar bizim vatandaşlarımız” derdi. Ne yazık ki demediler. Demek isteyenlere de dedirtmediler. Olaya böyle baktığımızda, 1989 Mayıs Ayaklanmamızla bu topraklarda Bulgarlar ve Müslüman Türkler arasında kan ve hicran deresi aktı. Bunun en acı örneği Türklere ateş açılması ve üzerlerine tanklar sürülmesidir. Bu yara bir daha asla kapanmaz duygu ve fikri kendiliğinden doğdu. Hayat bizim önümüze “Sen, bu kan ve hicran deresinin hangi yakasındasın?” sorusunu dayadı. 28 yıldan beri “Ben Bulgaristan Müslüman Türklerinin lideriyim” havaları estiren, kendi kendine gelin ve damat olan ve bugün saray bekçiliği yapan Ahmet Doğan, 1989’un son günlerinde hapisten salıverilmişti. 03 Ocak 1990’da akşam saat 5 sularında İçişleri Bakanlığı özel helikopteriyle Kırcaali’ye indiğinde, meydanda yüz yüze gelmiş ve isimlerimizin, hak ve özgürlüklerimizin geri verilmesini engellemeye çalışan 10 bin Bulgar ile hak ve demokrasi mücadelesinde birleşmiş 40 bin Türk arasında tercih yaparken, Türklerin saflarına geçip önlerine dikilseydi ve “bensizden biriyim” diyebilseydi, bugün bu yazıyı yazmama gerek olmazdı. Ve bugün Bulgaristan’da Mayıs 1989 Ayaklanmasını “kim örgütledi ve kim yönetti?” tartışma ve kavgaları da parlamaya devam etmezdi. Daha da doğrusu HÖH Genel Başkanı Mustafa Karadayı Türkiye’den toplatıp, masraflarını çekip 28 yıl önce donuna yapan çocuklara, köy meydanlarında “1989 Mayıs Ayaklanmasını Ahmet Doğan yönetti” dedirtme seviyesine düşmezdi. Olay bu kadar basit! Artık sis kalkıyor ve yamalar görülüyor.


150

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

O zaman Kırcaaliye bağlı Kirkovo belediyesindeki 80 gizli polis (DC) ajanından biri olan ve 1990 ilk demokratik seçimlerinde Hak ve Özgürlük Hareketi (DPS) selinde kendisine yer bulamayan, bugünkü “DOST” partisi Genel Başkanı Lütfi Mestan’nın da 1972’den beri akan ve 1984’te taşan, 1989’da Bulgaristan’ı çökerten ve adına “kan ve hicran deresi” dediğimiz kırmızı çizginin, bir o, bir de bu yakasına sıçraya sıçraya yorulan ve bugün de siyasi konumunu netleştirip Türk kimliğimizde buluşamadığı için tek özle karşımıza çıkamıyor. Yıllar yılı kendi aydınlarını yetiştiremeyen bir etnik halk topluluğuyuz. İlk kez karşımıza düzgüm sakallı gençlere ulema umuduyla bakan gözlerle bakmaya başlamamız bizi çok şaşırttı. Biz ezilmişliğin sızıları ve karanlıkta körleşen gözlerle beyaz gömleklerin, mavi kravatların, pahalı ayakkabı ve elbiselerin bir şekil, bir dış görüşüş olduğunu anlayamadık. Bu şeklin içinde bizden olmayan, derenin öte tarafında yer alan ve bize düşman gözüyle bakanları tanıyamadık ya da tanımak istemedik. Olabilir ya tanımak isteyenlere engel de olundu. Dış görünüşe aldandık ve aldanmaya ne yazık ki bugün devam ediyoruz. Hainin dostu hain olur atasözüne inanmadık. Yanlışmışız! Bu yanılgıda, Türk ruhunun bükülmezliğine ve yenilmezliğine inancımız ağır basmış olabilir. Her şeye rağmen, bu ayaklanma sonucunda, hak ve özgürlükleri verilip bu davayı kapatma yolu seçileceğine, yarım milyon Bulgaristan Türküne sınır kapısını gösterme sebebi neydi? Son hesapta, bütün varlıkların en değerlisi insan değil midir? Dizilen tütünlerin yapraklarına “Türkeli değmiştir”; Kırcaali Kurşun Çinko Fabrikası kurşun, çinko ve gümüş külçelerin üzerine “Türk teriyle elde edilmiştir”, Dobruca ovasından milyonlarca ton altın renkli buğday çuvallarında “Türkler üretmiştir” damgası yoktu. Fakat o zaman Bulgaristan devlet bankalarındaki sıcak paranın üçte biri Müslüman Türklerin hesaplarında yatıyordu. Devlet ise, batmış, parası bitmiş, çöktü çökecekti. 2 Ekim 1988 günü diktatör Todor Jivkov Bavyera Başbakanı Frans Yosev Strauss’u (1978 - 1988) Bulgaristan’da karşılamış ve Deliorman’da “Voden” Devlet Av Parkında kendisiyle dört göz arasında bir görüşme yapmıştır. Bu görüşmede Todor Jivkov Strauss’a Bulgar devletinin iflas ettiğini, Moskova’nın kesenin ağzını açmak istemediğini itiraf ettikten sonra, Federal Almanya’dan 500 milyon DM borç talep etmiştir. Bu parayı vermeyi kabul eden Strauss Münih’e döndüğünde (3 Ekim 1988) vefat etmiş ve borç alınamamıştır. Bulgaristan’da 1989 Mayıs Ayaklanması patladığında devlet hazinesi bom boştur ve yok oluşa son çözüm isyan eden müslüman Türk azınlığın bankadaki paralarına el atmak ve batmaktan kurtulmaktı. Bankalar para yok deyip kepen kaparken milislerin köy köy dolaşıp 24 saatte Bulgaristan’ı terk edin feryadı bundandır. Buradaki sorun şudur: Hemen mi yok olalım, yoksa biraz daha dayanalım mı?


Makale ve Analizler - 2017

151

“DOST” partisi Başkanı Lütfü Mestan’ın “1989 yılı Mayıs ayı gerçekleri ve itiraf beklentisi” başlıklı yazısında ele aldığı, Ayaklanmanın gerekçeleri; Yüz yıllık zulmün patlama özellikleri; 200’den fazla yerleşim merkezinde 70 bin kişinin birden hareketlenmesi; olayların Bulgaristan’dan taşması; “Ayaklanmayı örgütleyen ve yöneten güçler” gibi konulara doyurucu yanıt verememiştir. Halkın Demokrasi Partisi Genel Başkanı Orhan İsmailov ise bu konuda bir bildiri yayınlama zahmetine bile katlanmamıştır. 1989 Mayıs, Haziran, Temmuz ve Ağustosunda 350 bin Bulgaristan Türkü sınır dışı edilirken seçim yapılmış, hapis ve sürgünden dönenlere, okumuş ailelere, kanaat sahibi aydınlara, köy ve mahalle önderlerine, meslek sahibi olanlara, zulüm yıllarına direnen ve örgütlenen kadrolara, cesur ve öngörülü gençlerin hepsine “gidin” denmiş ve sözün tam anlamıyla kovulmuşlardır. Böylece Türkler arasında 3 016 ajanı olan gizli polis “DC” kontrolden kaçırdığı Müslüman Türk kitleye yeniden hakim olmak için “Ahmet Doğan” tuzağını kurmuş ve Türkler arasındaki siyasi yapılanmayı kendi kontrolünde biçimlendirme yolunu seçmiştir. Bu Ayaklanmanın en büyük sonucu Bulgaristan Müslüman Türklerinin ülkenin siyasi geleceğinde yeri doldurulmaz, olmazsa olmaz bir faktör durumuna getirmesi olmuştur. Bu tuzağın adı Hak ve Özgürlükler Hareketidir ve Lütfi Mestan bu partiye Genel Başkanlık yaptığından dolayı gerçekleri söyleyebilecek durumda değildir. Hem de nerede var böyle bir şey? Örneğin Ahmet Doğan, 1974’ten beri sivil polis güdümünde, okumasını, Marksizm-Leninizm feylesofu olmasını, BKP MK Sosyal Bilimler ve Kamu Yönetimi Akademisi’nde okuyacak, Bulgaristan Bilimler Akademisi’nde “Türkleri en kolay nasıl asimile ederiz” konusunda doktora tezi savunacak ve neticede bir anti-komünist, anti-terörist halk ayaklanmasının başına geçecek?! Bu sene yaprak döken bir ağaç gelecek yıl aynı sürgünle yeşerir. Güneşin batıdan doğması gibi bir şey bu! Başka bir ifadeyle kork tavuk altında ördek yumurtasından piliç çıkmış gibi bir şey. Lütfi Mestan içinde aynı sözler geçerlidir. Bir köy ajanından parti başkanı olduğu nerede görüşmüş!? Bugün bu partinin, yarın şu partinin üyesi olmak ancak karaktersizlerin vasfı olabilir. Bu bakıma, bu olaylar, futbol karşılaşmasında bütün oyunculara kırmızı karton gösterilince (gerçek savaşımcılar memlekette kovulunca) taraftar grubundan önceden belirlenmiş birilerin sahaya çekilmesi gibi bir şey, her şey beklenebilirdi fakat sahtekârlığın bu boyutuna pes vallahi. Bir de Mestan’ın olayla ilgili yazısında, son 3 aydan beri, totaliter rejim aleyhtarlığıyla bilinen DOST partisi üyesi Perıt Boyaciev’in Türkler ve Pomaklarla birlikte geçirdiği hapishane yılları, Bağımsız İnsan Hakları Örgütü “Türk Kanadı” ile Fransa’dan telefon temasları ve AGİT konferansında oynadığı be-


152

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

lirli rol abartılarak, bu güçleri 1989 Mayısı Türk Ayaklanmasını örgütleyen ve yöneten faktör durumuna getirmeye çalışması çabaları kabul edilebilir bir durum değildir. 22 Mart 2017 erken genel seçim arifesinde P. Boyaciev’in “DOST Birliği” toplantılarında yaptığı konuşmaların hepsini inceledik ve gerçeklerin çarpıtılmasına yol verilmemesi uyarısında bulunuyoruz. 1989’da Türklerle Pomaklar arasında savaşım meydanlarında kaynaşma olmaması, Pomaklara yapılan saldırılardan Türklerin de çok yaralar almasından dolayı geri çekilmelerinde gizlenir. Pomaklarınsa o zaman (1972) siz bizi desteklemediniz gibi asılsız iddialarında gizlidir. Bu olaylar neticesinde, aslında (aynı müfrezeyi oluşturan, aynı zulmü görmüş ve ayaklanmış olan) Bulgaristan Müslüman Türklerinin direnişleri 3 dalga halinde gerçekleşmiştir. Birincisi, 1971 - 1973 Pomak direnişleri ve ayaklanması; İkincisi 1984 - 1989 Bulgaristanlı Türklerin sert kararlı ve örgütlü direnişleri ve Mayıs 1989 Ayaklanması ve üçüncüsü 1989 Aralığı’nın son günlerinde Türklerin dış desteğiyle ve artık Bulgar demokratik güçlerinin de destekliyoruz bayrağı kaldırdığı Sofya Parlamento kuşatması ve il merkezlerindeki yerel isyan dalgalarıdır. Bulgaristan’da etnik azınlıkların kimliğine saldırılara “Yetti artık, yetti! Hesap vakti geldi!” diyemeyen Ahmet Doğan, Lütfi Mestan, Kasım Dal, Orhan İsmailov ve başkaları kardeşlerimizi öldürenlere “Siz Katilsiniz!” diyemediler. Ve bu tartışma burada bitmiştir. Af edilmeyen suçlar vardır. Katiller cezasını almadan. Adalet bayrağı göndere çekilmeden bu kavga bitmez. Şehitlerimizin mezarlarına demet demet çiçek taşımakla da aklanmaz katillerin suçları. Şehitlerin yattığı kabirlere, bu topraklar bizim hepimizin memleketi, vatanıdır! yazılmadan geleceğe götüren yol taşlarına, bu kavga bitmez, bitmeyecektir... Biz bu Vatanın evlatları, Sahibiyiz!

Çok Gecikti

Osman Bülbül-09.Haziran.2017

Konu: Havada Büyük Halk Meclisi kokusu belirdi. Bu sene önce bahar gecikti. Haziran başındayız ıhlamurlar henüz açmadı. Kazanlık ovasında gül toplama işi yeni yeni kızıştı. Cevizler ceviz kadar olurken, kestane kapları henüz kadife tüylü. Kuşburnu yeni yeni aştı.


Makale ve Analizler - 2017

153

Bulgar Turizm Bakanı Angelkovaya göre, bu sene Rus turistler de gecikiyor. Geçen yıl ülkemizi 580 bin turist ziyaret etmiş, Karadeniz sayfiyelerinde ve diğer tatil köylerinde Ruslar artık 300 bin daire ve yazlık satın almışlar ve bu ziyaretler “turistik” olarak sayılmıyormuş, çünkü adamlar kendi evlerine geliyorlar. Rus dairelerinin toptan sayısı 500 bin olsa ve her dairede 3 kişi kaydı yapılmış olsa, ülkemizdeki uydurma istatistiklere göre, Bulgaristan’daki rusların sayısı 1.5 milyon gözükecek. Ne ki bizim tarla ve fabrikalarımızda çalışan Rus kadın kız yok. Onlar da gecikiyor. Ter dökmediğin yere kök salamazsın. Doğa gerçekten gecikiyor. Fakat Bulgar vatandaşlığı alan Ruslar kendilerini toparlar ve Bulgaristan Sosyalist Partisi’ye (BSP) oy verirlerse birinci parti olur. “Ataka”ya oy atsalar Bulgar Faşist Hükümeti kurur. Faşizmin de iki türü varmış: Nazi faşizmi ve Stalin faşizmi. İkisinin arasında pek fark yok. Çünkü ikisi de 2. Dünya Savaşında 25’er bin kurban vermiş. Al birini vur ötekine. Bunun sebebini buzulların erimesiyle havanın ısınmasıyla açıklamaya çalışanlar da şaşkınlık içinde çünkü buzulların erimesiyle havaların daha erken ısınması beklenirken, baharında 20 gün gecikmeli değil, 2 hafta erken gelmesini beklemek anlaşılır olurdu. Yüzde on kapasiteyle çalışan yeni 44. Meclis işe 10 milyar borçla başladı. İş allah4 yıl ayakta kalırsa 6 milyar levaya daha ihtiyacı olacakmış. Hemodialize /makinaya/ bahlı böbrek hastaları gibiyiz. Makine dursa, ceryan kesilse ya da hemşirenin işi çıksa, kaçırılsa vs gelmese bittik. 16 milyar borç öde ödeyebilirsen! Yunan 300 milyar Euro borçla başa çıkabiliyor ama biz 16 milyar borçla ezilip sürünüp gideriz. Borçlarımızı ödeme işinde çok geç kalıyoruz, eskileri ödemeden yenisini alıyoruz. Alınan borçlardan bizim payımıza kırıntı bile düşmüyor... Bizdeki “hır mır” 44. Mecliste “hav hav” oldu. Eskiden faşistlerle komünistlerin arasındaki amasız çatışma her 2 taraftan da 150’er bin kurban almıştı. Bu unutulabilir mi bilmiyorum. Her iki tarafında aynı hızla yaşlandığını ve yok olma yolunu seçtiğini izledikçe, doğru olduğuna inandığım değerlendirme bulunmaktan çekiniyorum. Bulgar halkının kendi içinde bütünleşmesi yolları kapalı! Zaten her şey ters gidiyor. 1989’da “demokratikleşme yoluna giriyoruz” dedik, 2017’de yolumuz faşizme çıktı. III. defa başbakan olan Boyko Borisov faşistlere sarıldı. Bu hafta Berlin ve Paris turuna çıktı. Başbakan ve koltuğuna birkaç günlüğüne de olsa Avrupa Konseyi’nin özel bir kararla “aşırı milliyetçi” ve “faşist” dediği VMRO - İş Makedon Devrim Hareketi başkanı, Savunma Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Krasimir Karakaçanov oturdu. Bu çok acı bir gerçek!


154

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgaristan radyo ve televizyonu siyasi sahne rolleri “yurtseverlik” veya “Birleşik Yurtseverlik” kılıflı olan bu itici ve iğrenç güçlerin “ne kadar iyi ve hoşgörülü” insanlar olduğunu, “yurtsever” sözünün bizdeki anlamı ile diğer dünyadaki anlamının örtüşmediğini vb vb anlatmaya çalışıyor. Şimdi Başbakan Borisov da Avrupa liderlerine “bizim faşistlerin klasik faşistlerden farklı olduğunu, kurt köpeği olsalar da yalnız havladıklarını, asla ısırmadıklarını” anlatmaya çalışıyor. Çingenelere, Türklere ve diğer azınlıklara karşı yazdıkları kitaplar, Nazilerin gaz kamaralı “toplama kampları” için yok böyle bir şey, bu kamaralarda 6,5 milyon Yahudi ile 640 bin Çingenenin yakılmasına da yalandır, demelerini, nasıl açıklayacak bilemiyorum. Üçüncü kez iktidar olacağım diye Borisov’un faşistlerle ortaklaşması halkın iktidara güvenini sarstı. Bu olayın iç politika açısından gerginleşmesine neden ile öncelikle hem Bulgaristan ve hem de Avrupa Birliği’nin dış sınırı olan Türkiye ile kara sınırımız ve gerilen dikenli tel örgü oldu. Bir defa bu sınırdaki işlerin Başbakan Yardımcısı ve faşistlerin başı olan Valeri Simyonov çevresinden şirketlere verilmiş olması, 1 km tel duvar için 250 bin leva ödenmesi gerekirken, 1 milyon leva ödenmesi, gözetleme kamaralarının çalışmaması gibi örnekler gerginliği meclise taşıdı. Sosyalist parti BSP meclis grubunun yeni denetim istemesiyle olaya Baş Savcılık el koydu. Bu arada “tel örgü gerilince sığınmacı sürüleri durduruldu” propagandası şişirilirken, PlovdivSofya yolunda bir trafik kazasında Afganistanlı 10 sığınmacının ölmesi ve Sırbistan’a geçen sığınmacıların her geçen günle artması siyasi kavgayı körükledi. Bu arada Sofya’da “Aslan Köprü” çevresinde sınırdan insan kaçakçılığını ve Bulgaristan üzerinden geçirilmelerini örgütleyen ve yöneten bir Afganistanlılar ofisi olduğu açıklandı. Olayların arkasında rüşvet makinası çalıştığı ve ardında kaçakçılıktan para kazanan Bulgar faşistlerin bulunduğu kamuoyunu daha da gerginleştirdi. Özellikle dikkati çeken ve meclis kürsüsüne taşınan nokta ise, “Kapitan Andreovo” (Kapıkule) ile “Lesovo” (Hamza Beyliği) sınır kapıları arasındaki kesimde 2 yıl önce ödenen ve hala çalışmayan kamaralar oldu. Başbakan Yardımcısı bu işlerin Türkiye’de Bulgarca ve Türkçe bilen ve bütün olayları izleyen Bulgaristan vatandaşları tarafından yürütüldüğünü ve bu kişilerin artık Bulgaristan’a giremeyeceklerini söyledi.


Makale ve Analizler - 2017

155

Bu sorunun ardındaki gerçek ise, birbirine paralel iki kat dikenli tel duvar gerilmesi için para ödenmesi ve tek duvar çekilmesi bulunuyor. Bu gerçekleri açıklayan BSP milletvekili “Elena Yonçeva’ya” ulusal hain denmesi ise, gerginlik kadehini iyice taşırdı. Bu gerçekler sert dille tartışılırken HÖH - DPS partisi meclise bir yasa önerisi sunarak “Türkçenin –tercüme edilerek de olsa- seçim dili olmasını istedi”. Bulgar milletvekilleri arasında kudurmayan kalmadı. Onlar bu gerçek hamursa da köpürse de yemek zorunda kalacaklardır. Mücadele devam ediyor. Çoğulcu bir toplumda dil engeli olamaz. Anadil insan kutsalıdır. Bu gelişmelerin paralelinde, Büyük Millet Meclisi seçimine gidilmesi ve Anayasa’nın yeniden işlenip değiştirilmesini gündeme taşıyan iki olay oldu. Birincisinde Yüksek Temyiz Mahkemesi Başkan Lozan Panov Cumhurbaşkanı R. Radev’i ziyaret ederek, yargıda adalet sağlanabilmesi için Savcılık Kurumunun mahkemeden çıkarılmasını istedi. Ardından Başsavcı Tsatsarov da Cumhurbaşkanı makamını ziyaret ederek “buna izin verilmemesini” istedi. Bu iki olay, 7 milyar 200 milyon levası çalınınca iflas eden Bulgar Kooperatif ve Ticaret Bankası (BTK) olayı ile bağlıdır. Bu bankanın iflasından sonra, Bulgaristan Bankalar Kanunu gereği şahsi hesaplarında 100 bin Euro (200 bin leva) olan banka hesabı sahiplerinin kayıplarının ödenmesi için devlet bütçesinden (ya da dış borç alınarak) 3 milyar 600 milyon leva ödeme yapıldı. Olayın üzerinden 4 yıl geçtikten sonra, bu konuda Cumhurbaşkanlığı ve Merkez Bankası katında yapılan görüşmelerde, çalınan 7 milyar 200 milyon levanın hepsinin hesap sahiplerine iade edilmesi, yükün halk yüklenmesi ve olayın kapanmasını isteyenler olduğu ve bu için içinde Hak ve Özgürlükler Hareketi (DPS) partisinin çok önemli aktiflik gösterdiği ortaya çıktı. .Şimdi artık 4 yıldan sonra BTK Bankasının iflası olayı mahkemeye taşınıyor ve duruşmalar başlayacak. Gerginlik hat safhadadır. Siyasi gözlemciler, DPS partisi “fahri” başkanı ve her konuda son söz sahibi olmaya çalışan Ahmet Doğan’ın birden bire susmasını ve parti işlerinden el çekip, “ne olursa olsun bana ne” gibi bir havaya girerek sanki kaçmaya yer araması da duruşmaların başlamasına bağlanıyor. Çünkü bu bankadaki “Oman Fonu” paralarını yönlendiren merkez Doğan “sarayı” idi. Olayı daha da alevlendiren ise DPS milletvekili kılığına gizlenen ama ana işi oligarşinin Bulgaristan dalaverelerini çeviren Delyan Peevski’nin ansızın Katar’a kaçması ve sığınması oldu. Aynı zamanda, Katar krizinin patlak vermesiyle Oman Emirliği’nin Sofya Büyük Elçisi görevini Doğan’ın “Multi-Grup” yan dostu, “Kütüphaneci Enstitüsü” sahibi Stoyan Dençev oldu gün ışığına çıktı. DPS’nin körfez bölgesine Metin Kazak’ı Büyükelçi gönderdiği de biliniyor. Öyle ki bu gelişmelerin Bulgaristan’da gerginliği daha da tırmandırması doğaldır, çünkü BSP - DPS or-


156

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

taklığı olan Plamen Oreşarski hükümetini 6 Ağustos 2014’te düşüren olay olmuştu. Bulgar halkının karakter çizgileri arasında en belirgin olan meydana gelen olumsuz ve kötü olaylardan sorumlu olarak hep başkasını görmesi, kötümser bakması, gerçeklerden uzaklaşması ve kendinden saymadıklarını ötekileştirmesidir. Örneğin geçen hafta parlamento başkanı düşürülmek istendi. Nedeni çalışmayan ya da % 10 kapasiteyle çalışan kurumun, yerinde sayma nedeni olarak meclis başkanının bileşimi iyi yönetememesi gösterilirken, sol ve sağ kanat birbirini “faşizm” ile suçladı. Başkanın istifasını isteyen muhalefet oylamayı yalnız 4 oyla kaybetti. Görülüyor ki, sosyalistlerin 22 Mart 2017 seçimlerinde 40 milletvekilli fazla çıkarması, mecliste havayı değiştirdi. Her şeyden başkası suçlu olduğu tezi artık tutmuyor, çünkü Avrupa’nın en yoksul olmamızın nedenini kendimizde aramalıyız, büyük suçların, haydutların, rüşvetçilerin açıklanmadan gölgede yaşaması da bundan böyle süremez, sürmemeli görüşü üstün geliyor, toplum duyarlı olmaya başladı. Bu olmazsa devletin ana kurumlarının art arda çökmesi sıradadır. Bulgaristan’da uygarlık eksikliği hissediliyor. Öte yandan kısa adı DANS olan Ulusal Güvenlik Devlet Ajansı geçen hafta birkaç kurumu basarak tutuklamalarda bulundu. Örneğin Sofya Şehir Mahkemesinde savcı Dimitır Nikolov Zahariev cinayet örgütüne üyelikten tutuklandı. Devlet Vergi Ajansında her tasdik için rüşvet p isteyen ve her gün 10 bin leva üzerinde rüşvet toplayan bir grup yakalandı. Sürücü ehliyeti sınavlarını düzenleyen (KAT) merkezinde yine kanıtlanmış rüşvetçilikten 7 kişi tutuklandı vs. Bu olaylar devletin yüksek katlarında içsel çürüme olduğunu doğruluyor. Son gelişmeler iktidarda olanların değişiklik, reform ve ilerleme kaydetmeye çalışmayıp kendilerini beğendirmekle uğraştıklarına örnekler veriyor. Meclisin yeni seçilen bileşimi uzmanlık ve bilgi yükü bakımından çok düşük seviyede olduğundan seçmen umudu sıfırlandı ve herkes yeniden seçim sisteminin değiştirilmesinden ve Büyük Halk Meclisi seçilmesinden, kokuşmuş particiliğin siyaset dışı bırakılmasını istiyor. Bu yıl ülkemizde baharla birlikte pek çok şey gecikiyor. Seçim vaatleri 3 ayda unutuldu. Umut Büyük Halk Meclisidir.


Makale ve Analizler - 2017

157

Menderes KUNGÜN Strasbourg’daki Mahkemeyi Kazandı

BG-SAM-11.Haziran.2017

“Ulusal Türk Birliği” teşkilatının kayıt başvurusu Filibe il mahkemesi tarafından Menderes Kungün’e red kararı verilmişti. Bulgaristan anayasasının 12. maddesi uyarınca Sivil Toplum Örgütlerinin siyasi faaliyetlerine izin verilmiyor. Ulusal Türk Birliği adı altındaki sivil toplum örgütü Lideri Sayın Menderes Kungün, Bulgaristan’ın bu örgütün kaydını reddettiğinden dolayı Strasbourg’da dava açarak mahkemeyi 8 Haziran 2017 tarihinde kazandı. Daha 2006 yılında Filibe İl Mahkemesi, bu örgütün Bulgar ulusunun bütünlüğünü zedelediği ve ülkenin ulusal güvenliği için tehlike oluşturduğu gerekçesiyle Ulusal Türk Birliği aleyhine bir karar almıştı. Ardından “Ulusal Türk Birliği” Başkanı Sayın Menderes Kungün, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvuruda bulunup Bulgaristan’a karşı dava açmıştı. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından bu konuda yapılan açıklamada ise, azınlık mensubu olma temeline dayalı 50 dolayındaki Türk ve Müslümanın örgütlenmeleri hakkı ile alakalı Filibe İl Mahkemesi’nin aldığı “red” kararıyla Avrupa İnsan Hakları Konvansiyon’nun 11. ve 14. Maddeleri’nin kabaca çiğnendiği belirtildi. “Ulusal Türk Birliği” Başkanı Sayın Menderes Kungün, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararından memnuniyetini dile getirerek, Bulgaristan Anayasasında ve uluslararası hukukta da belirtildiği üzere, Ulusal Türk Birliği amaçlarından hiç birinin örgütlenme ve “Ulusal Türk Birliği” Başkanı Menderes Kungün Bulgaristan Cumhurbaşkanı ifade etme çerçevesi özgürlüğünü Rosen Plevneliev ile birlikte. aşmadığını, kaydetti.


158

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“Ulusal Türk Birliği” Başkanı Sayın Menderes Kungün itiraz dilekçesinde Bulgaristan devletine karşı maddi tazminat talebinde bulunmuyor. Bulgaristan’ın gül diyarı olan Kazanlık kenti doğumlu Menderes Kungün, 1984 - 1989’deki zorla Bulgarlaştırma döneminde Türk düşmanları General Georgi Menderes Kungün Tanev ve Kostadin Kotsaliev’in İstanbul Üniversitesi’nde Konferanstan Bulgaristan’daki Türklere işkence uyguladıkları nedeniyle ülke genelinde ve uluslararası çapta yargılanmaları amacıyla Bulgaristan Başsavcılşığı’na ve AB mahkemelerine 2015 yılında şikayet dilekçeleri sunmuştu. Mahkeme ayrıca Bulgaristan’ın başvuruculara 5 bin euro manevi ve 2 bin euro mahkeme masrafları olmak üzere tazminat ödemesine karar verdi. Bulgaristan yönetimi, Küngün ve arkadaşlarının, 2006 yılında Ulusal Türk Birliği adıyla kurdukları teşkilatın yasal işlemlerini gerçekleştirmeyi, “Dernek adının Bulgaristan’da bir Türk varlığına işaret ettiğini ve ayrılıkçı hedefler taşıdığını” gerekçe göstererek reddetmişti.

Okul Yıllarımdan Bugüne

Rafet Ulutürk-10.Mayıs.2017

Konu: Devir değiştikçe kavramların ve önemli tarihlerin içeriği de değişiyor. Bu böyle mi? Tarihi yazan zamandır. Fakat olayları değerlendiren insanlardır. Baştan başa bütün tarihi ancak 139 yıl olan 3. Bulgar devletinde 9 Haziran 1923 askeri darbesi gibi olayların anlamı gazete sayfalarında ve kitaplarda kaç defa değişti bir bilseniz? Biçim değişir de öz değişir mi? İkinci Dünya Savaşına kadarki Bulgar tarihini ders kitaplarından değil, Stefan Gruev’in Birleşik Amerika’da kaleme aldığı “Dikenli Taç” ve Aleksandır


Makale ve Analizler - 2017

159

Tsankov’un Arjentinde yazdığı “Hatıratım” kitaplarından öğrendiğimi iddia etsem bilmem inanır mısınız! Bu eserlerden etkilendim, çünkü yazarları anlattıkları olayları yaşamış ve olayları sulandırmadan anlatmışlardır. Öyle olsa bile, bu eserlerdeki anlamlar bütün Bulgarlar için aynı olsa bile, biz azınlıklar için farklı anlamlar da taşıyor. “Faktor.bg” 9 Haziran 1923 darbesini ele aldı. Okullarda bize öğrettikleri “faşist darbeyi” Prof. Tsankov hükümeti Bulgaristan’ı kırmızı vebadan, Sovyet leştirilmeden ve Rus esaretinden kurtarmıştı, başlığı altında verdi. Bundan 94 yıl önce olan olayda Prof. Tsankov ve Askeri Lig Bulgar Çarlığını Leninci Sovyetleştirilmeden ve Rusya esaretinden kurtardı, dedikten sonra şunları yazıyor: 1923 yılının 8 Haziranı 9 Hazirana bağlayan gecesinde Bulgaristan’da bir askeri darbe yapıldı. Askeri Lig emrindeki askeri birlikler Aleksandır Stanboliyski Başbakanlığındaki Bulgar Çiftçi Halk Birliği hükümetini devirdi. Daha sonra bu darbe “Savaş Ligi” ve muhalefet partilerinin desteğini kazanırken sonunda Bulgaristan Komünist Partisi (BKP) tarafından da desteklendi. Darbe önceden hazırlanmış bir plana göre yapıldı. Askeri birlikler 9 Haziran gecesi saat 3’te hareketlenirken yarım saat sonra telgrafla teyit edildikten sonra başkent dışındaki askeri birlikler de il merkezlerini ele geçirmişti. Başkentteki darbeyi yedek subaylar yönetmişti. Bu darbeyle Bulgaristan Halk Çiftçi Partisi (BZNS) hükümeti devrilmiştir. Yeni kabineyi Prof. Aleksandır Tsankov kurmuştur. Yeni hükümette, komünistler hariç, muhalefet partileri katılmıştır. Askeri darbe haberi Çar 3. Borise gece saat 4:30’da verilmiş. Yabancı Büyükelçilikler de bildirildikten sonra, birkaç gün önceden bir araya toplanan ve gelişmeleri bekleyen yeni hükümete girecek bakanların katılımıyla 9 Haziran 1923 günü öyle saatlerinde Başbakan ve bakanlar açıklanmıştır. Totaliter sosyalizm yıllarında ders ve tarih kitaplarında “faşist bir katliam” olarak efsaneleştirilen bu olay, biz Bulgaristan Müslüman Türkleri için çiftçi köylülük lehinde reformcu dönüşümler gerçekleştiren, derin bir eğitim reformuna destek olmak amacıyla Türk okullarına da işlenir toprak, orman ve koru dağıtan Stamboliyski hükümetinin sonu olmuştur. Stanboliyski BHÇP önderi olarak tek başına seçim kazanmış ve Müslüman Türklerin de oylarını alarak 6 Ekim 1919’da tek partili hükümetin başbakanı olmuştu. Stamboliyski askeri darbeden 5 gün sonra 14 Haziran 1923’te Slavovitsa köyündeki dağ evinde bir grup kiralık katil tarafından öldürüldü. Tarih kitapları ve resmi evraklarda bu cinayetin İç Makedon Devrim Örgütü (VMRO) üyesi Üsküplü voyvoda Veliçko Velyanov ve onun örgütlediği bir grup VMRO üyesi tarafından işlendiğini yazar.


160

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Not: Bugün Bulgaristan Başbakan Yardımcısı ve Savunma Bakanı olan Krasimir Karakaçanov’un Başkanı olduğu ve 3 yıl önce Avrupa Konseyi’nin “faşist” ve aşırı milliyetçi dediği VMRO örgütü aynı örgüttür. Burada önemli olan bir ülkenin seçim kazanarak 1918-19 asker ayaklanmasını yöneterek iş başına gelen başbakanını öldürme emrini kim verdi: Bugüne bugün 3 kişi üzerinde duruluyor: 1. Stanboliyski’nin başbakan koltuğuna oturan Prof. Al. Tsankov; 2. Savunma Balanı General Vılkov; 3. Çar III. Boris vb. emir vermiştir. Aslında Stanboliyski 1919 Neulkky Antlaşması maddelerini uygulamak için göreve gelmişti ve Birinci Dünya Savaşından sonraki yeni düzeni belirleyen bu anlaşma Türklere etnik azınlık hakkı tanımıştı. Biz Bulgaristanlı Türklerin gerek Prenslik, gerekse Krallık döneminde, Bulgaristan yöneticilerinin Türk azınlığına karşı adeta düşmanca bir politika izlemiş olduklarını vurgularken, Stamboliyski Başbakanlığı (1919 - 1923) yılları için aynı sert tonu kullanmamalıyız. Genel nitelemede Türk azınlığı göçe zorlanmış, olmazsa cahil, fakir ve zayıf bırakılmak istenmiştir. Bu uğurda her çareye başvurulmuştur. Hiçbir alanda Türklerin sivrilmesine izin verilmemiştir. Bin bir güçlükle birazcık sivrilebilenler ya ezilmiş, ya da Bulgaristan’dan kaçmak zorunda bırakılmıştır. Belirtmek istediğimiz husus, 1919 - 1923 yılları arasında Bulgaristan Çiftçi Partisi Lideri Aleksandır Stanboliyski döneminde, Bulgaristan Türk halk azınlığının birazcık nefes alabildiği görülmüştür. Stamboliyski rejimi olarak da geçen bu dönemde, ilk kez Sofya hükümeti Türklere karşı görevleri bulunduğunu kabul etmiştir. Sofya hükümetinin Türk azınlığa karşı açıkça tavır değiştirmesinin bir nedeni de Türklerle Bulgarların dünya savaşında silah kardeşliği etmesi, birlikte savaşıp birlikte ölmüş olmaları, denebilir. Stanboliyski hükümeti aynı zamanda çiftçi Türk kitleye de dayanıyordu. Türklerin % 80’ni çiftçi köylüydü. O dönem Bulgaristan’da azınlıklar yararına hukuksal değişiklikler yapılmıştı. Azınlık hakları lehinde devletler hukukunda da önemli değişiklikler olmuştu. Savaştan sonra Sofya hükümetinin imzaladığı sözleşmelerde “azınlıklar korunmalıdır” ilkeleri yer alıyordu. Stanboliyski’nin imzaladığı Neuilly (Paris) Anlaşmasında “azınlıkların korunması” başlıklı bir alt bölüm vardı ve Stanboliyski ona uymaya çalışıyordu. Şu cümleyi özellikle hatırlatmakta yarar vardır: Stanboliyski’nin imzaladığı Neuilly Anlaşması, Bulgaristan Türk azınlığın bütün milli haklarını güvence altına almıştı. 54. Maddede, Bulgaristan’daki azınlıkların bu arada Türk azınlığın, “dini, sosyal ve hayır kurumlarıyla okullar ve diğer eğitim öğretim kurumları açmak, yönetmek, denetlemek ve buralarda kendi dillerini okutmak...” konularında Bulgarların yararlandığı bütün haklardan yararlanacakları hükmünü koy-


Makale ve Analizler - 2017

161

muştu. 55. Maddede, azınlıkların kendi dilleriyle eğitim öğrenim görebilmeleri için Bulgar hükümetince onlara destek olunması ve yardım edilmesini şart koşuyordu. O yıllarda Bulgaristan’da bin 713 Türk okulu bulunduğu bilinir. Görülen şudur ki, Birinci Dünya Savaşı sonunda, Al. Stamboliyski hükümeti yıllarında, Bulgar hükümeti Türklere karşı o eski düşmanca tutumunu değiştirmiştir. Bu değişme başka alanlarda da olduğu gibi özellikle eğitim alanında şu şekilde olmuştu: 21 Temmuz 1921’de yeni bir eğitim yasası çıkarıldı. Türk halkının eğitimine şu yenilikler getirildi:  Bulgaristan Türk okulları için ayrı bir başmüfettişlik atanacaktır.  20’den fazla okulu bulunan Türk okul encümenliklerine bir rüştiye ve bir ilkokul öğretmeni seçilecektir.  Türk okullarında Bulgarca öğretim zorunluluğu kaldırılacaktır.  Bulgar okulları gibi Türk okulları için de “okul formları” oluşturulacak ve bu okullara emlak sahibi olma hakkı tanınacaktır. Programları, yönetmelikleri ve öğretmenleri resmi Bulgar okullarındakine uyan Türk okullarına da resmi okullar gibi yardım yapılacaktır. Yeni okul binaları yapımında Türklere de kredi verilecek ve inşaat malzemesi alım kolaylığı tanınacaktır. Uygulama ise şöyle başlamıştır. 1921 - 1922 ders yılında Şumnu ili Türk okullarına 5 bin küsür, Varna yöresi Türk okullarına 2 bin 500 dekar toprak dağıtılmıştır vs. Rusçuk ve Kırcaali’de Türk Öğretmen Okulu açılacağı, “Nüvvab” okulunun açılmasına ilişkin hazırlıklar yine o deneme rastlar. Türkiye’den ders kitabı ve okuma kitabı, öğretmen getirilmesi yasağı da aynı dönemde kalmıştı. Hatirlatilmasi gereken bir özellik de şudur: Çiftçi idaresi o zaman Türk okullarını devletleştirmeyi düşünmemişti. Yani okullarımızı devletleştirmeden de yardım edebilmişti. Şimdi de aynı yola gidilebilir, fakat bütün okullarımızın yasaklanmış, kültür kurumlarının ve yayın merkezlerinin kapatılmış olması çok acı veren gerçeklerdir. Türkiye’nin yardım yapma yollarının kapanması da umudumuzu hala gayretle beslememize ana nedendir. 1923’ten beri Bulgaristan’da faşizmin kah dikta rezşmlerii kah sosyalist totalitarizm ve diktatörlük şeklinde yaşam ortamı bulması ve azınlık haklarının ayak altına alınması, ruhen körelmemizin temel nedenleri arasındadır. Bu gerçekler dikkate alınarak, biz değerlendirmelerimizi azınlık haklarımız açısından yapmak zorundayız ve Aleksandır Stamboliyski’nin katledilmesini ol-


162

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

duğu gibi askeri darbeyi “faşist” bir darbe olarak niteliyoruz. 94 yıldan sonra da bugün yenide kınıyoruz. Çünkü o tarif bizim haklarımızın kıyılmaya başlandığı gündür. Eritilerek yok edilmemizin başlangıcıdır.

Umudun Öldüğü Köy

İbrahim Soytürk-10.Haziran.2017

Dünyadan kopmuş ve tamamen unutulmuş köyler var Bulgaristan’da. Kırcaali ilinde 31 köyde insan kalmadığını ilk kez işittiğimde, “insansız köy olur mu?” diye düşünmüştüm. Komşu il Smolyan (Paşmaklı) ile Asenovgrat’ın tam arasında Rodop Dağları’nın tam ortasında Şipka (Köpek Gülü) adında bir köydeyim. İnsansız köyle ilk karşılaşmam... Gözüm açılıyor. İnsansız köye giden yol yok. Patikaların uzadığı yamaçlarda çam bellerine “Şipka” yazan tabelalar mıhlamışlar. Onları okuya okuya geldim. Dağ yollarını bilmeyen birisinin refakati olmadan burasını bulmak zor! Köyde 3 kişi buldum. Nadejda, Rumen ve 33 yaşındaki oğulları Rosen. Beni iki köpek karşıladı. 3 inek, 2 at ve keçileri var. İnsansız bir köy! Sarp bir yamaca yapışmış, çamların, kayaların, kertenke, doğan ve kurtların arasında yaşamaya çalışıyor. “Burada bu hayat değil. Bu hayata hayat denmez. Bir gün biz de belki ineriz ovaya, ama ne zaman!?” Kendi kendine konuşuyor gibi başladı Nadejda. “İnsan kalmadı. İnsansız olmuyor. Olmuyor işte!” Dernek karşı dağlarda göz geldirdi. Dağların havasını okuduğu yüzünden okunuyordu. “Bizim köyde bizim üçümüzden başka kimse kalmadı. Yok. Köye uğrayan yaban yırtıcıların sayısı gelip geçen insanlardan fazla! Yol yok, şose yok, su yok, zor ama yaşıyoruz işte” bunları benim de görebildiğim için, kendisinden bir şey sormadım, o durmadı. Söyleyecekleri vardı ve anlattı: “Yıllar önce 45 aileydik. Her ailenin birçok çocuğu vardı. Şimdiki gibi bir çocuklu aile yoktu. Bir gün ovadakilerin nasıl yaşadıklarını görmüşler ve köy söküldü.” dedi ve durdu. Köpeğinin başını okşadı.


Makale ve Analizler - 2017

163

1959 - 1960 yıllarında başlamış köy ovaya akmaya... “O zaman bizim burada hayat kötü değildi, doğamız çok güzel, komşularımız vardı, yaban meyvesi toplayıp geçinirdik. Kaderde yalnızlık varmış...” Nadejda üçünün de adına konuşurken, birden kendini konu etti: “Kız arkadaşım vardı. 8. Sınıfa kadar beraber okuduk. Şehre inip okumak vardı hayalimizde. Para var ya şu kör olası. Bizimkiler, paralarını harcamayayım diye beni okumaya göndermediler. İkinci olarak da, evlenip de ovada kalırız diye korktular. Bu sohbetle iki yıl tekerlendi. Bir gün şimdiki erkeğim Rumen askerden döndü. Hazır askerliğini de bitirmiş, on yedimdeydim, evlendik. Kızım ve oğulum var. Kızım 14 yıl önce Haskovo’da evlendi. Onun iki kızı, benim de iki torunum var. Oğulum bizimle beraber. Bekar! İşte böyle tekerlendi gitti hayatımız... Rosen karışıyor söze: “32 yaşındayım. Şehre inip orada yaşamak istiyorum. Bu dağlarda, çamların arasında, dere ve vadilerde dünyadan kopuk kaldık. 4 sene okula gittim. Ortaokula yazıldım fakat parasızlık engel oldu. “İmkânımız” yok dediler. Burası çok sarp bir yer. Keçi çobanıyım.” Annesi yakınmaya devam ediyor: “Elindeki cep telefonundan kızıyla konuşuyor. Bizim burada ne dükkân, ne okul, ne elektrik hiçbir şeyimiz yok ediyor. Şükür şu telefona! Doktorsuzuz. Şimdi telefon edince yakın köylerin birinde görüşüyoruz. Köye gelmiyorlar. En büyük sorunumuz ekmek bulmak. Güz aylarında çuvalla un alıp buraya katır sırtında taşıyoruz. Kendi ekmeğimizi kendimiz pişiriyoruz. Bulursan ya da varsa yersin, yoksa açlıktan ölmek işten değil. Erik, kızılcık, ahlat ve yaban çileklerden komposto ve tatlı yapıyoruz. Oğlan şehirden güneş pilleri getirdi. İki odaya lamba taktık. Bir gün yüklenmiş bir televizyon getirdi. O da güneş varsa çalışıyor yoksa kararıyor. Son 2 - 3 yıldır iyi gibiyiz, fakat iyi miyiz kötü müyüz, sağlığımız yerinde olsa, iyi gibiyiz...” Rosen de anlatmaya başladı. İki atı var onlara işaret ediyor. “En yakın köy “Zagrajden” altı sırtında 7 saat. Yıldan 3 - 4 defa gitmek zorundayım. Smolyan bizim köye 160 km. yola çıkmak için 4 saat dere tepe gitmek gerek. Zor oluyor. Dünyadan kopmuşuz. İnsansız zor. İçme suyunu sırtımızda taşıyoruz. “Şipka” çok yaşanası bir köy ama, devamlı burada yaşamak zor. Burada ömür geçirmek! Toplumdan kopmuşuz. İnsansız kolay değil.”


164

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Kocasını dinleyen Nadejda, ismi Bulgar dilinde “umut” anlamına geliyor. Kendi kendime hadi umut üret diyorum. Fakat yok. Bizim burada unut tohumu ölmüş. Dağ başında umut toplumu olur mu? Hayat kısır, derken bakışlarını karşı dağlar üzerinden yuvarlanan ve onların köyüne doğru inmeye başlayan bulutlara çevirdi. Ve bizde işte böyle “Umutlar geliyor, boşalıp gidiyor ve biz yine burada yenilerini beklemeye devam ediyoruz.” Akşam oluyordu. Uzaktan gelen ses tekenin boynundaki çandı. Umudun öldüğü köyde gecelemek zorunda olduğumu fark ettim.

Cumhurbaşkanı Kendi Kolunu Keser mi?

Musa Vatansever-11.Haziran.2017

Konu: Bulgaristan’da gizli Nazi örgütü olduğuna artık inanmayan kalmadı. İkinci Borisov hükümetinin istifa etmesinden sonra, 44. Halk Meclisi için erken genel seçim örgütlemek ve düzenlemek göreviyle 27 Ocak 2017 ile 3 Mayıs 2017 tarihleri arasında, sadece 35 gün görevde kalan, herkesin dağıldığını düşündüğü, nerede nefes aldığını kimsenin bilmediği İstikrar ve İlerleme Ulusal Hareketi adına Başbakan olan Prof. Ognyan Gercikovtarafından kurulan hükümette İçişleri Bakanı atanan Rumen Uzunov, ülkede düşünme defterini kapayanlara da dudak ısırttı. Geçici hükümetin dağılmasından sonra, yeni Cumhurbaşkanı Rumen Radev’in en yakın çevresine aldığı ve güvenlik danışmanı görevine atadığı Plamen Uzunov’un suratına Hitler bıyığı takmış ve sağ kolunu kaldırıp Nazi selamı verirken seçilmiş fotoğrafları gazetelerde birinci sayfaları doldururken, sanal ortamda ülkeyi sarstı. R. Uzunov, İçişleri Bakanlını koltuğuna Plovdiv (Filibe) İl Polis Amirliği Şefliğinden getirilmişti. Henüz 100 gününü doldurmayan III. Borisov hükümeti faşist işaretlerle resim çektirip sanal ortamda ünlenen bir bakan yardımcısını bir de Savunma Bakanlığında görev alan şube şefini görevinden almak zorunda kaldı. İçişleri Bakanının da Nazici çıkması ve Cumhurbaşkanlığı danışmanlığına kadar yükselmesi, siyasi liderlerin tüylerini diken diken etti. Kuşkusuz kimsenin Cumhurbaşkanı Radev’e “o faşist etrafında ne arıyor? Kimi bekliyorsunuz? Hemen azlediniz!” demeye yetkisi olmadığından, siyasi parti liderleri görüş açıklamakla yetiniyorlar.


Makale ve Analizler - 2017

165

Ana muhalefet partisi lideri Kornelya Ninova, “Rumen Radev kararlarını kendisi alıyor, fakat ekibinde Nazi ruhlu kişiler bulundurması kabul edilemez!” dedi. Konuya seyirci kalmayan Başbakan Boyko Borisov, “Geçici hükümet İçişleri Bakanının yeni görevinden hemen serbest bırakılması emrinin açıklanmasını bekliyorum” dedi. Biz “Cumhurbaşkanına akıl hocalığı yapmak istemiyoruz” fakat Bulgaristan Sosyalist Partisinin “Nazi işaret ve sembolleri konusundaki kesin tutumumuzda değişiklik yoktur. Tutumumuz ilkeseldir!” dedikten sonra, “Benzer Hitlerce işaret ve sembolleri asla kabul edemeyiz” diye vurguladı. Basında çıkan yazılarda Bulgaristan’da yeni Naziliğin dal budak salarak yeniden gizliden gizliye yayılmasının, 2001 - 2005 yılları arasında, 50 yıl aradan sonra, Madrit’ten gelip Bulgaristan Başbakanı olan Simeon Sakskoburggotski dönemine rastladığına işaret ediyor. Bulgar faşizmi, II Simeon’un babası olan III Boris Çarlığı yıllarında gerçekleştirilen 1923 askeri darbesiyle boynuzlarını göstermiş ve 1944 yılına kadar güçlenmiştir. Bulgar faşistler ikinci darbeyi 9 Haziran 1934’te yapmıştır. Bu iki darbenin gerçekleştirilmesinde Bulgar ordusunun ve özellikle de 2. Ordu Komutanı Gen Lukov’un rolü büyük olmuştur. 1942’de Savunma Bakanı olan bu General Bulgaristan’ı Hitler Ordularıyla birlikte Rus cephesine itmeye çalışmıştır. 1990’dan sonra, Bulgaristan’daki faşizm çömezleri “Lukov Hareketi” örgütlediler ve her yıl Nisan ayında Başkentte ve bazı diğer büyük kentlerde “Lukov Nümayişleri,” fener alayları, gövde gösterileri düzenliyorlar. Bu faşizan hortlamaya izin verilmemesi gerekirken, faşistlerin serbestçe dolaşmalarına, gövde gösterilerinin dağıtılmamasına, TV programlarında atıp tutmalarına neden engel olunmadığı artık açıkça ortaya çıktı. 2001’den beri geçen 15 yıl içinde bu güçler artık polis ve istihbarata, belediyelere sızacak kadar yol almışlar ve hatta Cumhurbaşkanı danışmanı olabilmişlerdir. Bu gelişmelerin temelinde KGB emirleriyle çalışan Ahmet Doğan’ın olduğunu düşündükçe utanıyorum. Çünkü Sofya’dan özel uçakla Madrit’e gidip Simeon Sakskoburggotski’yi Bulgaristan’a davet eden Hak ve Özgürlükler Partisi eski lideri Ahmet Doğan ve HÖH milletvekili İvan Palçev ikilisidir. Bugün artık herkes görüyor ki, eski Çar II. Semeon 2001 - 2005 yılları arasında memleketimize iki çeşit tohum saçtı: Birisi rüşvet, hırsızlık, devlet adına dalavere ve ikincisi de faşizm tohumlarıdır. Ne yazık ki ikisi de tuttu. Çar Partisi olarak bilinen, II. Simeon Ulusal Hareketi Partisi’nin birkaç yıl lideri, milletvekili olan ve hatta Meclis Başkanlığı yapan, 27 Ocak 2017 tari-


166

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

hinde de geçici başbakan atanan Prof. Ognyan Gercikov’un görevinin yer altı ocaklarında yetiştirilen faşist kadroları birer ikişer siyasi sahneye taşıma ödevini yerine getirdiği gün ışığına çıkmış bulunuyor. Bu gelişmelerin arasında en kötü olan ise bir emekli general olan ve onun da Lukov hareketi taraftarı olduğu basına düşen, (13 Kasım 2016’da) HÖH’e verdiğimiz oylarla seçilen şimdiki Cumhurbaşkanı Rumen Radev’in bu konudaki kararlılığıdır. Demek istediğim Başbakan Og. Gercikov kabinesindeki bakanları o göstermişti. Önemle vurgulanması gereken ikinci nokta ise şudur. Bugün biz Bulgaristan’da siyasi olarak örgütlü 30 - 35 dernek, birlik, hareket, kulüp ve partiden söz ediyoruz. Bunların hepsi bugün 3 siyasi partide ve şapka olarak da güya “Yurtseverler Birliği”nde birrleşmiş bulunuyorlar. Bu 3 siyasi parti şunlardır:  “Ataka” partisi ve Başkanı Volen Siderov. Bu parti ülkemizdeki sol faşizmin, sol aşırı milliyetçiliğin ve ırkçılığın savunucusudur. Kurulması için parayı – 1 milyon 600 bin levayı - “Multi Grup” kasasından Ahmet Doğan vermiştir. Bu partinin kurulması da KGB planıdır. Hedeflerinde Bulgaristan’ı istikrarsızlaştırmak, ertnik topluluıklar arası düşmanlık aşılamak ve halkın huzurunu gece gündüz bozmantır. Bu parti Moskova’dan aldığı paralarla “Alfa” TV çalıştırıyor ve gazete çıkarıp yaygın propaganda yapıyor.  1992’se sahneye çıkan VMRO-İç Makedon Devrim Örgütüdür. Bu örgüt 1945’te yasaklanmıştı. Bulgaristan’da 2 başbakan ve 1 Dışişleri bakanı katili olan, askeri darbelerde kan akıtan bir gizli ve yarı gizli çalışan bir örgüttür. Tek başına meclise giremese de ortaklık bulacak aşırı sağ ve ırkçı örgütle kaynaşma yolları bulmayı her zaman başarmıştır. 2014’ten beri olağanüstü aktiflik gösteren bu partinin % 3 gibi bir oy potansiyeli olsa da, bu hükümette Başbakan yardımcısı ve Savunma Bakanı ile katılmayı başarmıştır. Türklere karşı izlediği siyasetin temelinde şu dönem soydaşlarımızın oy kullanmasının tamamen yasaklanması ve camilerimizde Türkçe ibadetin tamamen yasaklanması, Türkiye C. Diyanet İşleri’nden gelen dini kadro, eğitimci, okutman, denetimci, uzman ve müdürlerin ülkemizde görev almasının yasaklanması ön plana çekilmiştir. “Ataka” partisi olduğu gibi VMRO da Avrupa Konseyi tarafından “faşist” ve aşırı milliyetçi oluşum olarak nitelendirilmiştir. Her 2 partinin de Sofya meclisinde ve Avrupa Birliği Genel Kurulunda vekilleri görev alıyor. “Bulgaristanı Kurtarmak İçin Ulusal Cephe” partisi kurumlaşmış. Faşizmin örgütsel kitle yapısı güçlü ve yaygın, propaganda mekanizması güçlü çalışan ve anti-Türk saldırılarının dozunu asla düşürmeyen bir örgüttür. Bu üç partinin birleştiği “Yurtsever Cephe” son seçimde % 9 oranında oy alarak, Bulgaristan’da


Makale ve Analizler - 2017

167

3. Siyasi güç oldu ve başkanı olan Valeri Simyonov Başbakan Yardımcılığına yükseldi. Bulgaristan’da son 3 ayda bu kadar çok faşistin birden fışkırması gizli ve iyi finans kaynaklarından destek alan bir yapılanma olduğuna işaret ediliyor. Bu partilerin üçü de yasaklanmadan Bulgaristan demokratikleşemez... Bu fikrimizin kanıtlanması biraz da Cumhurbaşkanı Radev’in güvenlik sorunları danışmanı Plamen Uzunov’u görevinden atıp atmayacağına büyük ölçüde bağlıdır. O bu adımı atarsa, Başbakan Boyko Borisov’un da faşist Başbakan Yardımcıları Valeri Simyonov ile Krasemir Karakaçanovu görevden uzaklaştırılması beklenebilir. “Faşistlerin katıldığı hükümeti asla desteklemeyiz” diyen ve her konuşmasında daha sert tavır almaya çalışan HÖH Partisi Başkanı Mustafa Karadayı, “elinde olsa ama değil, ben ne yapabilirim, şu yukarıda anlattıklarınız benim başkanlığımdan önce olmuş işler, ben Doğan’dan nasıl hesap sorayım?” diyecek de şartlar henüz olgunlaşmadığı, sorun ve yüklerin ağırlığı onun belini hepten bükmediği için sorunların özüne inemiyor. DOST Partisi Başkanı Lütfi Mestan son demecinde, daha gerçekçi konuştu. O, Boyko Borisov’un sırtında “faşist” Valeri Simyonov yükü olduğundan dolayı, Avrupa Birliği ile Türkiye arasındaki ilişkilerin ısınmasına katkıda bulunamayacağını söyledi. Doğrudur. Bizi izlemeye ve paylaşmaya devam ediniz.

Durduk mu? Tükendik mi?

Şakir Arslantaş-12.Haziran.2017

Konu: Bulgaristan monarşi mi (Çarlık), halk demokrasisi mi, yoksa parlamenter demokrasi mi olmalıdır? Bulgaristan bir tek uluslu (uniter) devlet mi kalmalı yoksa bir federasyon şeklinde mi örgütlenmelidir? Bugün günlerden Pazartesi (12 Haziran 2017) Sofya biTiVi kanalında Adalet Bakanı Tsetska Tsaçeva konuştu. Bayan Tsaçeva, son seçimlerde GERB partisinin Cumhurbaşkanı adayıydı ve uzun yıllar meclis başkanı görevinden bulunmuş bir siyasetçidir. Halen 60


168

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

günlük Adalet Bakanı olan, TV ekranında ilk defa çıkıp Bulgaristan’da mutlaka yapılması gereken Adalet Reformu ile ilgili konuştu. Konu olağanüstü aktüel olduğu kadar son haftalarda sert çekişmeler de yarattı. Yüksek Temiz Mahkemesi (Kasatsionen sıd) Başkanı Lozan Panov ile Başsavcı Tsetsko Tsaçev bu konuda birbirine girmiş durumdadır. Bağımsız bir kurum olması gereken mahkemelerde son söz sahibi olan Lozan Panov, derin adalet reformu yapılmasını istedi. Bunun yapılabilmesi için de Büyük Halk Meclisi (BHM) toplanması için genel seçim yapılmasını ve Başsavcılığın ve savcılık kurumunun üç yürütme gücünden yani meclis, hükümet ve yargıdan - aynı mesafede bulunmasını ve hiç birinin çalışmasına müdahale etmeden, hiçbir şey dayatmadan, denetleyici çalışmalarda bulunmasını ısrarla istedi. O, konuyu yeni seçilen çiçeği burnunda Cumhurbaşkanı Rumen Radev’le müzakere etti. Onun tezlerine kamuoyundan gelen tepkilerde, “yargı meclis” ve “hükümetin kurumlarına” akıl veremez, vurgulaması ağır bastı. Hatta gerçek yargı, mecliste yeni kanunlarla ilgili tartışma yürütülürken bile davet edilmiş olsa, gitmemesi, karışmaması gerekir ancak adalet dağıtırken Anayasa ve yasaları tam olarak uygular, vazifeleri bununla sınırlı kalmalıdır, görüşleri tekrar edildi. Öte yandan savcılığın üç erkten de aynı mesafede durması isteği tepki uyandırmadı. Konuyu ve tartışmayı Cumhurbaşkanı Radev’in masasına taşıyan bir de Başsavcı Tsatsarov oldu ki, o savcılık kurumu mahkemeden (yargı sisteminden) çıkarılsa daha kontrolsüz kalır, noktasına kilitlendi. Adalet Bakanı Bayan Tsaçeva bu konuyu halka açık açık yorumlarken, önce Bulgaristan’ın yeni bir Anayasa’ya ihtiyacı olduğunu söyledi. Nasıl bir devlet istediğimiz konusunu ise yeni baştan tartışmamız gerekiyor, diye devam eden Bayan Tsaçeva, vatandaş ne istiyor? Monarşi mi? Halk demokrasisi mi? Yoksa parlamenter demokrasi mi? Birinci konu budur, dedi. Devletin biçimine değinirken bir de “tek uluslu uniter bir devletle mi devam edeceğiz, yoksa federal bir yapı mı istiyoruz?” sorusunu da yöneltti. Bu konular Anayasa’da işlenmelidir, ancak Büyük Halk Meclisinde görüşülür, dedi. Öyleyse 44. Halk meclisinde yapılacak bir şey yok. Siyasi sistem değişikliğine ilişkin 6 Kasım 2016 tarihli referandum sonuçları da İstinaf Mahkemesi’nden geçmediğine göre, yapacak bir şey yok. Bugünkü durumda Bulgar Yargı sistemi kilitlenmiştir. Hukuk üstünlüğü sağlanamayan bir toplum tükenmiştir ve yerinde sayar. Bu bakıma Bulgaristan’da yeni seçimlerin yine erken olacağına ve Büyük Halk Meclisi seçi kurulacağına kesin gözle bakılmaya başlandı. Dikkati çeken


Makale ve Analizler - 2017

169

önemli nokta ise, kamuoyunun bu konuda olgunlaşmış olmasıdır. Hele 12 kişi kaçıran, ikisini öldüren, diğerlerinin parmağını, kulağını keserek, 30 - 40 gün kapalı tabut 3 - 4 milyon leva topladıktan sonra tutuklanan ve içeri atılan canilerin şu hareketi nefes kesti. Onlar hapishaneden “biz artık düzeldik, aklımız başımıza geldik, bizi salıverin lütfen” dilekçesi yazdı. Sofya’da birinci dereceli mahkemeden - Bölge Mahkemesi’nden “kabulümüzdür, salınsınlar” kararı çıktı. Birkaç gün önce İstinaf Mahkemesince bozulan bu karar, bir defa toplumu yediden yetmişe ürpertti. Üstelik hukukun, adaletin, toplum çıkarlarının rafa kaldırıldığını gerçekten kanıtladı. Kamuoyundan tepki tufanı gelmeseydi, katiller kesip yüzmeye devam edeceklerdi. İşte Adalet reformu kapısını açacak yeni bir genel seçimi akla getiren bir de bu olaylar oldu. Kuşkusuz bu seçimlere biz Müslüman Türklerin kendi aklımızla, kendi tecrübelerimize dayanarak, kendi akil adamlarımızı göreve çağırarak, hiçbir haine önem vermeden, küçük hesaplara yenik düşmeden gerçekten çok iyi hazırlanmalıyız. Bu seçimde BH Meclisine en az 30 - 40 milletvekili çıkarabilirsek, Bulgaristan devlet düzenini, yasal düzeni köklü değişikliklere zorlayarak parlamenter demokrasi temelinde hukuk üstünlüğünü ve çoğulcu bir sistemi hayata çağırabiliriz. BHM’nde 120 milletvekili olacaktır. Hazırlayacakları yeni Anayasa toplumu dönüştürebilir. Bizde haklarımızı elde eder, sonunda rahatlarız... Bulgaristan şimdiye kadar 3 Anayasa hazırladı. 1878 Anayasasıyla Bulgaristan’da Prenslik (monarşı) kuruldu. 1908’de Prenslik Çarlık idaresi şekline büyüdü. Anayasa, Çara, hükmetme hakkı tanısa da, Çar Ferdinant yürütme işlerine burnunu fazlasıyla soktu, dizginleri eline aldı. Ülkeye 3 savaşa soktu. Hepsinde yenildi. Bulgaristan’a iki ulusal yıkım yaşattı. İstanbul’u alacağını zannetti ve Altın fayton yaptırdı. Bizansı canlandırıp İmparator olacağım hayalleriyle Fransa’da tunç, mahagon ve kadifeden tren yaptırdı. Bunların hepsini ekmeğini şaraba banıp soğanla katık eden Bulgar halkından gizli tuttu. Sonunda 1918’de tahtından ayrılmak zorunda kaldı. O kendini beğenmiş bir Çar, kendinden başkasını dinlemeyen, zapt edilmesi zor çok hırslı bir diktatördü. İkinci Anayasa Bulgaristan Halk Cumhuriyeti’nin sosyalist anayasasıdır. Adına “halk demokrasisi” anayasası denmişti. İçinden devlet ve kooperatif mülkiyete dayanan bir totaliter diktatörlük çıktı. Bu diktatörün adı ise, Todor Jivkov’tu. 43 yıl iktidarda kaldı, Anayasayı ve yasaları rafa kaldırdı, azınlıklara


170

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

çullandığı zulüm yetmezmiş gibi, memleketimizi 16. Cumhuriyet olarak Sovyetler Birliğine katmaya çalıştı. Sonunda hukuksuzluk karanlığında kendisi de boğuldu. Şu asla unutulmamaktadır burnundan kıl aldırmayan bu diktatörü 1989 Mayısında isyan eden 70 bin Müslüman Türk devirdi ve tarih yazdılar. O gün bu gün Bulgar siyaseti zamanını doldurmuş totaliter statükoyu korumaya çalıştı. Yani Türklerin haklarını tanınmadı. Yani BHM’de görüşülecek olan ilk sorun Bulgaristan Türklerine hak, özgürlük, adalet ve kendi kimlikleriyle hür yaşama haklarının tanınması olmalıdır. Onlar bu toprakların, bu vatanın getirme oğulları değil, bunlarda burada Bulgaristan’ın asil unsurlarıdır. 1992’i Anayasası Bulgaristan Cumhuriyetini bir parlamenter demokrasi ilan etti. Parlamenter demokrasi halkoyu ile göreve gelen bir çoğulcu düzen demektir. Şu noktaya dikkat edelim. Birçok partinin seçime girmesi kendiliğinden çoğulcu bir düzen oluştuğu anlamına gelmez. Bu bakıma bizde, 1948’den 1989’a seçimleri hep Komünist Partisi % 99,8’le kazandığı için, seçmende ve halkta çoğulcu, çoğulcu demokrasi ve parlamenter demokrasi vb demokratik düzen kavramları yerleşmemiştir. Şu anda Bulgaristan’da 403 parti var ama demokratik düzen yok. Hukuk düzeni kilitlenmiştir. İşaret ettiğimiz üç anayasanın üçünde de değişmez olan “uniter devlet” ilkesidir. Bunun anlamı, Bulgaristan’ın tek uluslu, tek dilli, tek kültürlü, tek tarih ve gelenekleri olan bir devlettir prensiplerine uyulması zorunluğudur. Bu ilke, Bulgar kimliğini kabul etmeyen Müslüman Türklerin ve diğer azınlıkların ülkeden kovulması, isim ve dinlerinin değiştirilmesi, ana dillerinin yasaklanması, okullarının ve camilerinin kapatılması, gelenek ve adetlerinin, yaşam biçimi namusluluk normlarının yasaklanarak yenilerinin dayatılmasına yasal devletçi temel tanımış ve Bulgar halkına baskı terör uygulamalarını, devlet zulmünü meşru görmüştür. Bu bakıma Bulgar devleti iç siyasette azınlıklara karşı süregenlık (kesintisiz devamlılık) izlemiştir. Prenslik ve Krallık zamanında Müslüman Türkler göçe zorlanmış, topraklarına el konmuş, bin 732 okulun üçte ikisi kapanmış ve okullar tır. Pomakların isimleri ve dinleri zorla hem de defalarca değiştirilirken, sosyalizm yıllarında 1972 - 1973 ve 1984 - 1989 Türk katliamı işlenmiş, binlerce kişi zulme maruz kalmış, göç etmiş, sürülmüştür. Bize nasıl bir devlet lazım? Sorusu bugün masaya konmuştur. Bunun bir cümlelik kısa cevabımızda, XX. Yüzyıl da başımıza gelenleri bir daha gelme-


Makale ve Analizler - 2017

171

sine engel olacak ve bir etnik halk topluluğu olarak kimlik haklarımızı tanıyan bir demokratik devlet istiyoruz, diyebiliriz. Burada açılması gereken özellik şudur: Toplum temizlenmeden, katil ve hainler hak ettikleri cezayı bulmadan, bir toplumsal ve devlet düzenine geçilemez. 1912 - 1918 arasında Bulgaristan’ı 3 savaşa sokan, Birinci ve İkinci Balkan Savaşında ve ardından Birinci Dünya Savaşı’nda yenilen, gençleri cephelerde kırdıran, memleketi toprak kaybına uğratan Ferdinand tahtan indirilmiş ve ülkeden kovulmuştur. Bununla yetinmeyen halk ülkeyi savaşa iten Bakanları ve generalleri linç etmek istemiş, darağaçları kurulmasında direnmiştir. Zulmün zulüm edenler için kötü sonuçlandığını kendisi kanıtlamaya çalışmıştır. 1944’ten sonra halk iktidarı faşist katillerle hesaplaşmıştır. Başta II.Simeon olmak üzere, yakınları, bakan ve generalleri ülkeyi terk etmişler ya da toplama kamplarına düşmüşler, 174’ü orada kalmış, 286’sı da halk mahkemelerinde idam cezasına çarptırılmıştır. 10 Kasım 1989’da Todor Jivkov düşürüldüğünde komünizm dönemi katillerinden hiç biri darağacında sallandırılmamıştır. 1972 Pomak katliamı, 1984 - 1989 Türk katliamı, “soya dönüş” caniliği uygulayıcıları sinmişlerdir. Burada “cezalandırılamazlar” iddiası, 1948 Anayasası’ndaki “kolektif suç olmaz” hususuna sığınmış, bütün düğüm Anayasa maddelerine sıkıştırılmıştı. 1990’da Cumhurbaşkanı olan, yazdığı kitaplarda 1989 Ayaklanmamızın önemine defalarca vurgu yapan Jelü Jelev bize şöyle bir kötülük de yapmıştı. Bulgaristan demokratik toplumu Müslüman Türklere yapılan zulmün hesabı verilmeden demokratikleşme olamayacağına inandırmıştı. Bulgar meclisinde geçici anket komisyonu kuruldu. Bulgar Müslüman azınlığın Türkleştirilmeye çalışıldığına ilişkin sahte sinyaller üzerinde çalışıldı. Olaylar ters yüz gösterilmeye çalışıldı. Türklerin de oylarıyla seçilen Jelev kendinden bekleneni yapmadı. 2007’de Cumhurbaşkanı seçilen Petır Stoyanov, Bulgaristan Anayasasını bir kenara koyarak, Azınlıklar Çerçeve Sözleşmesi imzaladı. O tarihten son HÖH’lü Türk milletvekilleri çok etnikli Bulgar devletinden söz etmeye başladılar. 4 dilli 3 kantonlu İsviçre dediler, fakat fikirlerini geçiremediler. İş anayasaya dayandı ve 1992 Anayasasında Bulgaristan birçok etnikli devlet olarak tanıtılmamıştı. 11 Ocak 2012’de Sofya parlamentosu “soya dönüş” caniliğini lanetledi, fakat ileri adım atıp canilerin tutuklanıp cezalandırılması yolu açmadı, iş yine Anayasa ve ceza kanunu maddelerine takıldı. Suç işleyip de suçsuz gibi yaşamak hukuksuzluktur. Bu çarkın dönmesi için Bulgar halkının demokratik geleneklerine inmek gerekir.


172

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Daha 1908’de Bulgar Çarlığı ilan edilirken Al. Stamboliyski gini Demokratik Cumhuriyet isteyenler vardı. 1908’de Radomir Cumhuriyetini ilan eden çiftçi ve komünistler de Çarlığa son! Sloganı yükseltmişlerdi. 1992’de Anayasa’ya demokratik hak ve özgürlüklerimiz alınmayınca HÖH milletvekilleri ana kanunu imzalamadılar. Bu Anayasa 13 defa değişiklik görse de bizim azınlık haklarımızı, hak eşitliğimizi, evrensel insan haklarımızı sağlanmadı, kimliksizliğimizin “Bulgar Etnik Modeli” içinde yok edilmesine olanak sağladı. Bu bakıma biz Bulgaristan Türkleri köklü bir Anayasa değişikliğinden yanayız. Bu anayasa değişikliği parlamenter çoğulcu demokrasi düzenini koruyarak, azınlık haklarımızı, genel geçerli doğal ve insan haklarımızı, dil, din ve özgün kültür, örgütlenme, kendi okullarımızı aşma, radyo, TV, basın yayın haklarımızı tanımalı, devlet kurumlarından ötekileştirilmemize son verilmelidir. Ülkemizin toprak bütünlüğü korunarak federatif bir sistem de uygulanabilir. En önemlisi yeni Anayasa’da faşist dernek, hareket, kulüp ve partiler kesin ve ebediyen yasaklanmalıdır. *** 11 Şubat 2012 tarihinde Bulgar Meclisi Bulgaristan’da “soya dönüş” ismi altında gerçekleştirilen azınlıkları eriterek asimile etme siyasetini kınadı ve lanetledi. Sofya Meclisi kabul ettiği Bildiri ile devlet eliyle işlenen zorla kimlik değiştirme siyasetinin Lahey İnsan Hakları Mahkemesine götürülmesi ve orada da lanetlenmesi ve tazminat davaları açılması yolunu süresiz açmış oldu. *** Ne var ki, bu meclis kararı aslında Bulgaristan’da yaşayan ve artık nüfusun %50’sini oluşturan azınlıkların devletten ötekileştirilerek uzaklaştırılması ve GETTO’larda, yaşadıkları köy ve mahallerde, sosyal edinimlerden uzak, kapsüle edilerek yaşamaya zorlanması siyasetini kurdurmadı. Bu siyasetin neticesinde 1990’dan sonra ülkemizi terk edip ekmek parası, hak ve hürriyet aramak için dış ülkelere kaçan ailelerin, soyların, kişilerin toplam sayısı 3 milyonu aştı. Bu vatandaşlarımız yarısından fazlası her akşam Bulgaristan’daki yakınlarını arıyor, bilgisayar aracılıyla onları görmek, hal hatır soruyor. Herhangi bir değişiklik oluyor mu? Tünelde ışık var mı? Sorularını soruyor, yanıt arıyor, söyleyemese de sıla hasretiyle yandığını, gözlerinde beliren nemle belli ediyor. Bu olayların dışında kalması mümkün olmayan Cumhurbaşkanı Radev, Adalet Reformukonusunda demeç verdi.


Makale ve Analizler - 2017

173

Adalet Reformu’na gerek, adalet sağlayabilmek için hukukun üstünlüğünü sağlamak zorundayız dedi. Başbakan Borisov, adalet reformu yapan bir başbakan olarak değil de, bir futbol takım koçu gibi hareket ediyor. Son 80 günden beri, sahadaki oyuncuların beyaz veya siyah, komünist ya da faşist olduğuna bakmayın, oyuna bakın, faşist tekmelilere kırmızı kart göstermek ve oyundan atmak benim işim, siz bilet alıp stadı doldurun, beni alkışlarken Meksika Dalgası yapın demek istiyor. Örnek olarak da “görmediniz mi Reformcuları yedim bitirdim” demek istiyor. Ne var ki bu kullar ülkemizi diktatörlüğe götürüyor. Faşizm boynuz gösteriyor. Son hesapta Borisov iyi olmuş, bize ne! Onun ne dediği sanki artık pek önemli değil, kazan kaynıyor. Adalet reformu, eşit haklılık, adalet, özgürlük, yasaların üstünlüğünü ve Bulgaristan’ı kilitleyen şimdiki anayasanın kökten işlenerek çoğulcu parlamenter demokrasiye ve çok milletli, çoğulcu, çok kültürlü, gerekirse federatif bir vatan isteyenlerin ordusu her geçen gün yeni sıra düzüyor. Adalet Bakanı Bayan Tsaçeva, Başsavcı Tsatsarov, Başyargıç Panov ve tüm azınlık temsilcileri, demokratik kamuoyu, şoumen Slavi Trifonov’un siyasi sitemde değişiklik yapılması için düzenlediği halk oylamasına katılan 2.5 milyon seçmen hukukun üstünlüğünü ve anayasal değişiklikler, 21. Yüzyılla layık bir yaşam hakkı istiyor. İnsansız kalan bir ülkede demokrasiden, hak ve hukuktan, hoşgörü ve insan sevgisinden söz edilemez. Yasalar insanların beraberce ve kardeşçe yaşamaları ve huzur bulmaları için vardır. Bulgar devletinin yapısının ve ruhunun, hukuksal yapısının köklü değişiklik beklediğini artık görmeyen, öğrenmeyen bilmeyen kalmadı. Toplum ve devlet kilitlenmiştir. Bu mangalı açacak maymun halkın elindedir yani Büyük Millet Meclisinde gizlidir. Halkın isteklerine uyma zamanı çoktan gelmiştir. Dursak da, tükensek de yaşamak zorundayız. Zaman bizim için çalışmaya başlıyor. Artık uyanalım. Artık birleşelim. Artık bir olalım. Kendi işimizi kendimiz yapmazsak sürünmeye devam ederiz... www.bghaber.org internet sitemizi izleyin de ruhunuzu genişletiniz. Paylaşın ki arkadaşlarınızda bu kaynaktan su içsin. Teşekkür ederiz.


174

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Baharla Gelen Umut

Levent Rasim-13.Hazitan.2017

Konu: Bulgaristan’da devrimci durum var mı yoksa bir ileri iki geri oyun mu oynuyoruz? Bütün toplumlarda olduğu gibi Bulgaristan’da da ilerici ve gerici güçler, solcu ve sağcılar, aşırı uçlar ve “ölü canlılar” var. 1919’da tek başına iktidar olan Bulgaristan Halk Çiftçi Partisi Başkanı Aleksandır Stanboliyski, Bulgar toplumunda, ülkede devrimci durum olduğunu anlatırken, “tavukların horozun üstüne atladığı zamandır” derken, ağızını açmış dinleyen köylülerin oylarını toptan almıştı. Stanboliyski, Anayasa değişikliği, Çarın devrilmesini, Burjuva partilerinin ya da Komünist Partisinin kapatılmasını, 1912-1918 savaşlarında cepheden kaçanların tutuklanıp asılmasını istememişti. Onun istediği bir tek şey vardı. Köylülerden sabanın burnunu toprağa saplamasını, ekip biçmelerini, % 80’ni köylü olan toplumunun toprağa sarılmasını, çocuklarını da okula göndermesini istemişti. Sözleri halkın gönlünde yer bulmuş ve Bulgar - Türk el ele verip kara sabanın sapına yapışmıştı. Birçok kişiye göre Bugün Bulgaristan’da yine devrimci durum var. Çünkü Baharda dağlar, yamaçlar, ormanlar yeşerip açarken, ovaların, tarlaların, hatta en uzak kelemelerin sürülüp kap kara kararması, hatta tezeklerin yağlı yağlı şakıması gerekirdi. Ama olmadı. Büyük traktorların, biçer dövenlerin giremediği orta büyüklükte ve küçük ölçülü tarlalar eşek dikenliği oldu. Eşek dikenleri güzün sonunda açıyor. Arılar da bahar ve yazdan yorulmamışsa, son petekleri eşek dikeni balı ile dolduruyorlar ve bizim arıcılar da “eşek dikeni balının erkekliğin iştahını /şevketini/ artırdığını sertifikalamışlar” ve Batı pazarlarına satmaya çalışıyorlar. İç pazarda da bu bal akasya ve ıhlamur ve kekik balından bir leva daha pahalı, fakat bu güne kadar işe yaradığını anlatanı dinlemedim. Kuşkusuz bu bizdeki devrimci durum için kanıt olarak gösterilemez. Çalışan çalışır, istemeyen çalışmaz. İnsan tarlarını ister sürer ister nadasa bırakır. Demokratik toplumlarda çalışmadan iyi yaşayanlar var. Örneğin özelleştirmeden bon alanlar bunları bazı verimli ve karlı çalışan işletmelere yatırmışlar ve şimdi kazanç payı /divident/ alıyorlar. Örneğin Mart ayında “Arsenal Medet” hissedarlarına en az 5 biner leva ödemiş. Biz hangi işletmeden hisse alıp ortak olduksa


Makale ve Analizler - 2017

175

hepsi kapandı. Kırcaali Kurşun Çinko Fabrikasından, Burdaz Kablo Fabrikasına ve “Multi Grubun” tüm diğer ele geçirdiği işletmelerin hepsi kapandı. Bizim de kapitalist olup çalışmadan, gölgede yaşama hevesimiz söndü. Aslında bu bir devrimci durumdur bu. Çünkü aldatıldık, soyulduk ve ortada kaldık. Büyük sermayenin yasaları büyük sermaye için çalışıyor. En büyük sermaye Avrupa Birliği’nde! Gönderdiği paralar da Bulgaristan iri tarımcılarının eline geçiyor. Oran % 92. Beğenirsen seversin! Köylü avucunu yalıyor. Ülkemizde bu bakıma devrimci durum var ama bundan faydalanmak, halk kitlesini hareketlendirecek siyasi liderler yok. Artık köylülerde iş yok diyenler var. Köylüler vurdumduymazlarmış, bütün gün TV izliyor, TV izlerken uyuyor, futbol izlerken bazen hakeme yumruk sallıyor, fakat genelde suskun kalmayı yeğliyor. Birkaç farklı örnek vermek istiyorum: 2006 yılında Bulgaristan’da hiçbir azınlık dilinde hiçbir gazete, dergi, radyo ve TV programı yokken, haberleşme özgürlüğü klasmanında dünya sıralamasında 36. Yerdeydik. On yıl sonra, 2016’da Türklerin, Pomak ve Çingeneleri radyo, TV programı, gazete ve dergisi yine yokken, biz birden bire haberleşme özgürlüğü sıralamasında 130. Yere gerilemişiz. Böyle bir durumda, durum yüzde yüz değiştiğine göre basın yayın, elektronik haberleşme ve karşılıklı etkileşim alanında ülkemizde devrimci durum belirdiğini gizlemek için aynı haberleri veren, aynı şarkı, türkü ve oyun havalarını günde birkaç defa daha sık dinleten yeni yeni TV programları yayına başlıyor. Ülkede herkes için gazete yayınlanıyor iddiasında bulunanlara göre, bayilerdeki satılmayan gazete topları buna delilmiş. Bizim Deliorman’da bir başka grup ise, devrimci durumun bir siyasi olay olduğuna ve köy sokaklarında gezmediğine vurgu yapıyor. TV ekranlarındaki devrimci durum bizim buralarda gezmez, bak III. Defa başbakan olan koca Borisov “istikrarlı yönetim” sözünü ağızından indirmiyor, şeklinde konuşuyorlar. Bunlar tabii ki, asfaltlanan yollara karşı GERB’e oy verenler için geçerli. Kuşkusuz köy kahvelerinde onlara da hazır cevap var. “Kardeşim istikrarlı, umut veren yönetim, birbirine saygılı insanlarla kurulur” deyip kestirip atıyorlar. Örnek olarak da, “Ataka” partisi lideri Volen Siderov’un 7 Haziran 2013 tarihinde, o zaman Birinci Borisov hükümeti hakkında yazdığı şu cümleleri ezberden söylüyorlar: “Rüşvetçilikte eşi yoktur, uçakla uyuşturucu taşınmasına izin vermiştir. Montan’a başkanına uyuşturucu dolu bir uçak düşmüş, saçılan malların toplanıp ülkeden çıkatılmasına yol açmıştır. Sonra kasalarına kara para akmış ve sandıklar para dolmuştur. Ardından bu paralar, bu döviz yine


176

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

uçakla Lübnan’a taşınmış ve oralardaki bankalara yatırılmıştır. Bu işi bir de Tsvetan Tsvetanov biliyor ve tabii bir de Bulgar halkı. Millet korkuyor ve susuyor.” Volen Siderov böyle sayfa sayfa yazarken mahkemeye düşmüştü. Borisov davayı kazandı. Siderov’un 200 bin leva ödemesi gerekirken, “Borisov sus ve ödeme!” dedi. 28 Mart 2013’te, şimdi Başbakan Yardımcı olan ve havadan yanından geçilmeyen sözde “Yurtseverler Birliği” başkanı Valeri Simyonov da Boyko Borisov hakkında GERB partisini bataklığın dibine çeken “gülle” dedi. Kuşkusuz bir gülle gülleyse gün gelir patlar, çünkü her güllenin içi patlayıcı doludur. O zaman, Simyonov şimdi elini öptüğü ve ayakkabılarını parlattığı Borisov hakkında “GERB partisi bu adamdan kurtulmalıdır” diye bağırım barım bağırıyordu. Bu örnekler anlatmakla bitmez. Bulgarca bilen köylüler TV’den işittiklerini ertesi gün kahvede Türkçe satıyorlar. Birbirleriyle düne kadar mahkemelik olan koskoca adamların bugün sarmaş dolaş dost olduklarına hiç de inanasım gelmiyor. Hükümet balonu ansızın patlayabilir. Bu da siyaset katlarının tepesinde bir devrimci durum olduğu anlamına gelmiyor mu? Geçen haftadan beri, durumun gerginliğindeki tırmanma iyice arttı. Başbakan Borisov Berlin ve Fransa’ya gitti ve o yeni “dostlarından” hiç birisini heyetine almadı. Ankara Beştepe’ye ve İstanbul’a da hiç birisini götürmedi. Göçmenlerin, hepimizin seçme ve seçilme haklarımız T.C. Devlet ve Hükümet Başkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından masaya yatırılmış, konu iki ülke arasındaki diplomatik görüşme masasına yatırılacak. Kovdunuz kabul ettim, 25 yıl geri çağırmadınız misafir ettim, seçme ve seçilme haklarına da yasaklar getiriyorsunuz, sınırdaki rezilliği dünya gördü, ben soydaşımı tartaklatmam sözlerini tercüme ederken GERB milletvekili Vejdi Raşidov da kıpkırmızı olmuş. İyi ki sakalı bıyığı var da yüzüne vurmamış... Derin bakılırsa bir milyon soydaşımızın doğal ve insan haklarının tanınmaması, sürekli kısıtlama, yasaklama, seçim sandığı sayısında azaltma, otobüslerden seçmen indirip tarla işlerinde kovalayıp hırpalama, kimlik toplama ve başka yüz karası işler de devrimci durum ateşleyen olaylar değilse, nedir yani... Şu da unutulmamalıdır. Dünyadaki ayaklanma ve devrimlerin yarısı insan hakları için patlamıştır. Buz de Anayasa değişikliği ve haklarımızın, özgürlüklerimizin, bize de eşit haklı vatandaş adaleti tanınmasını istiyoruz. Son günlerde çok önemli bir gelişme oldu. Ulusal Türk Birliği örgütü kuran arkadaşımız Menderen Kungün Strazburg’da dava kazanmış. Böylece bizim milli haklarımız, Türk kimliğimiz, 1989 Mayıs ayaklanmasıyla elde edemediğimiz en doğal hak ve özgürlüklerimiz için yasal örgütlenme, dernekleşme, köy


Makale ve Analizler - 2017

177

kültür evlerini, encümenlik ve birliklerimizi canlandırma ve vızıltılı çalışır hale getirme yolumuz açılmış oldu. Olayların doğal seyri de bu yola yöneliyor. Slavi Trıfonov’un “halk oylaması” sonuçları GERB partisi teklifi olarak meclis gündemine alındı. Memleketin 240 seçim bölgesine bölünmesi ve majoriter sistem uygulanarak iki turlu seçimde 240 milletvekili seçilmesi öneriliyor. Devlet tarafından her seçmen oyu için siyasi partilere ödenen 11 levanın bir levaya indirilmesinde direniliyor. Gelişmeleri izliyoruz. Hak ve Özgürlük Partisi /DPS/ devrimci durumdan ve devrimci durum ateşinin ansızın parlamasından çok korkuyor. Hiçbir konuda hepten hiç bir şey yapmıyor demesinler diye, Türklerle tercümeli konuşulsun teklifini meclise taşımış bulunuyor. Bu da DPS seçim kanunu değişikliği oluyor. Geçerse tabii. Domuzluğun başı sonu yok. Ama seçmen, hele gençler yüz çevirdi. Toplantılarına gitmiyorlar. Millet bekleyiş içinde. Yalanlar çok oldu... Siz de düşünün lütfen. Bir kızcağızımız milletvekili adayı çıkacak ve kürsüden annesine, babasına, yakınlarına propaganda konuşmasını Bulgarca yapacak, kızımızın sözleri anasına anadilimize tercüme edilecek. Bu işin tadı tuzu iyice kaçtı. Bu saçmalığı düşünen Karadayı ise lütfen istifa etsin ve köyüne dönüp odun kesmeye ve patates kazmaya devam etsin... Devrimci durum geldiğini kavrayınca aramıza iner. Şu gelişmeler ışığında rahatı en fazla bozulan Ahmet Doğan oldu. Hukuk sorunları danışmanı olan ve 6 Ağustos 2016 ile 7 Kasım 2014 tarihleri arasında bağımsız geçici seçim hükümeti başbakanı olan Prof. Georgi Bliznaşki, Anyasa değişikliğine, çoğulcu parlamenter demokrasiye, etniklerin kültürlerinin tanınmasına, tek uluslu devlet yapısının bozulmasına asla ve asla razı olamayız, diye konuştu. Ahmet Doğan köpekleri havlıyor. En kötüsü de İsyan’a çağıran ve devrimci durum olmadan Anayasa değiştirilemez dedi bu Profesör. Bakıyorum adam iyice yaşlanmış. Memleketteki bahar kokusunu burnu almıyor mu ne?! Okuduğunuz için teşekkür ederim. Dostlarınızla Paylaşınız lütfen.


178

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Unutulamaz Bu Katliam

İbrahim Soytürk-14.Haziran.2017

Konu: Siyasi zorbalığın başladığı yıllar. Aleksandır Stanboliyski kimdi ve neden öldürüldü. Katilleri kimdi? 14 Temmuz 1923’te birkaç gün süren çok ağır işkencelerden sonra 1919 1923 yıllarında Bulgaristan Çarlığı Başbakanı olan Aleksandır Stanboliyski hayata gözlerini yummuştu. Onun ölümü bir katliamdı. III. Bulgar devleti tarihinde, ülkenin ve halkın geleceğini çok kötü etkide bulunan, işlenmiş büyük sayıdaki ağır cinayetlerin arasında en iğrenç ve ağır olanıydı. Stanboliyski, 1899’da kurulan Bulgaistan Halk Çiftçi Birliği önderiydi. 1918’de yapılan meclis (parlamnto) seçimlerini kazanmış ve tek başına hükümet kurmuş, 1919’da Paris’te imzaladığı Neuelly Sözleşmesi maddelerine sadık kalarak, ülkeden reformlar uygulamaya başlamış, halkın birliğini sağlayarak ekonomik ve sosyal değişikliklerle kalkınma ve ilerleme yolunu seçmişti. O, o yıllarda ezici çoğunluğu köylerde ve küçük yerleşim merkezlerinde yaşayan Müslüman Türklere sıcak ve dostça bakmış, girişimlerini desteklemiş, hak ve özgürlüklerini tanıma yolunu seçmişti. 9 Haziran 1923’te Sofya’da bir askeri darbe yapıldı. Bu darbenin amacında Çiftçi Partisi iktidarını devirmek, çiftçilerin halk hareketi lideri Al. Stanboliyski’yi katletmek ve köylü - çiftçi hareketi militanlarını, reformcuları ve diğer sol güçleri yok etmekti. Yapılan darbeyle Bulgar aşırı sağcı partileri ve şehirli esnaf tabakayla ordu görev başına geldi. Aleksandır Tsankov Başbakan seçildi. Ülkedeki demokratikleşme süreci baltalandı. Yüzlerce demokrat katledildi ya da darağacına gönderildi. Askeri darbeden 2 gün sonra seçimle göreve gelen meşru Başbakan Al. Stanboliyski ve kardeşi Vasil doğdukları köy olan Pazarcık iline bağlı “Slavovitsa” köyünde yakalanmıştır. Stamboliyskinin öldürülmesi Bulgar tarihinde seyrek rastlanan ya da pek işitilmemiş derecede bir gaddarlıktır. Vücudu 100 yerinden hançerlenmiş, önce parmakları, ardından da sağ kolu kesilmiş, acılar içinde can verirken boğazı kesilmiştir. Bu olay bir barbarlıktır. Bulgar devleti ve halkı için silinmez bir yüz karasıdır. 1923, Bulgaristan’da henüz yapraklanmaya başlayan çoğulcu demokratik düzenin askeri darbeyle gömüldüğü yıldır.


Makale ve Analizler - 2017

179

Stanboliyski çok derin reformlar başlatan bir liderdik. Örneğin eğitim alanında, Bulgar yazım kurallarını değiştirmiş, gramerde değişiklikler yapmış, hatta Bulgar dilinden birkaç harfi çıkarıp atmıştır. Çarlık düzeni ile ilgili tutumunu açıklarken “Çar hükmeder, idare etmez!” diyen Stamboliyski, 1908’de Bulgar Prensliği Çarlığa büğerken karşı çıkan liderdir. O her zaman Bulgaristan’ın bir parlamenter demokrasi olmasını istemiştir. Bu bakıma, Çar’ın Karadağ ve Sırplarla ittifak kurarak 1912’de Birinci Balkan Harbini ilan etmesine, Bulgar Ordusu’nun Edirne’ye saldırıp Çatalca’ya kadar ilerlemesine; ardından İkinci Balkan Savaşının yani “Müttefikler arası Savaşa” ve daha sonra da Birinci Dünya Savaşına katılmasına kesin karşı çıkmıştır. Aleksandır Stanbuliyski tek kişilik Çar diktatörlüğüne her zaman her yerde karşı çıkarken şöyle bir örnek anlatılır. Yıllardan 1910. Çar Ferdinand geleneksel yıllık konuşmasını okumak için Sofya Meclisine gelir. O, usulü bozarak demecini her defa yaptığı gibi bu defa da oturduğu yerden başında melon şapkası ile okur, milletbekilleri de ayakta ve başı açık dinlerler. Çar okumaya başlayınca, Stanboliyski sandalyesine oturur ve başına köylü kasketini geçirir. Birkaç arkadaşı onu izler. Çar alınır, fakat görmezden gelir, ertesi yıl hazırladığı konuşmayı ayakta ve şapkasını çıkararak okur. Stamboliyski, Çarlık kurumuna karşı olduğunu asla gizlemez. Çarla iki defa yüz yüze görüşürken de tavır değiştirmemiş. Ne ki, başbakan olduğunda Çar III. Boris’i halk sevdiği için tahtan indirilmesini istememiştir. Stanboliyski, Çar III.Borisin de dikkatini çekmiş, onu köyden çıkmış bir adamda bu kadar ilerici fikirlerin nasıl olabileceği üzerinde onu düşündürmüştür. Stanboliyski’nin birçok fikri günümüz Bulgarista’nında tamamen aktüeldir. Örneğin o, İç Makedon Devrim Örgütü VMRO hakkında “şoven, aşısı milliyetçi ve tehlikeli” demiştir. “Bulgaristan’daki politik cinayetlerin hepsi Makedonların işidir.” Sözleri ona aittir. Hatta o “Ben Makedonlarla veya Makedonlar için savaşa girmem!” demişti. Stanboliyski’nin Başbakan olduğu yıllarda VMRO - Makedon asiler, Bulgaristan’ı Sırbistana katmak istemişler, 1919’un 4 Aralığında 2 bin VMRO - militanı Sofya’nın 80 km Batısındaki Köstendil şehrini ele geçirmiş ve Başbakan Al. Stanboliyski’nin ve kabinesinden birkaç bakanın ölüm fermanını okumuşlardır. Son hesapta ölümü VMRO katilleri elinden olmuştur. 9 Haziran 1923 askeri darbesini hazırlayan güç “Askeri Lig”tir. VMRO komitacılarıyla gizlilik koşullarında işbirliği ve ortaklık yapmışlardır. Askeri darbeyi yapanlar, bir VMRO voyvodası katil olan Veliçko adından birine ve onun çetesine Al. Makedonski’yi öldürme emri vermiştir.


180

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgar halkı savaşa karşı ve Çar Ferdinand’a karşı tavrını savaş cephelerinde koymuştu. 1918’de Bulgar Askeri Ayaklandı. Radomir Cumhuriyetini ilan etti. Halk demokrasisinden ve halk cumhuriyetinden, yasaların üstünlüğünden, çok kültürlülükten ve hak eşitliğinden yana çıkanlar Çar’a silah kaldırdı. Ateş açtı. Bu ayaklanmayı yöneten liderlerden biri Al. Stanboıliyski oldu. O kan dökülmesine ve bir iç savaş çıkmasına karşı çıktı. Demokrasi yolunun seçimden geçtiğine inanıyordu. Bulgaristan halkının uyandığını görüyor ve halkı demokratik ve adaletli bir toplum kurmaya davet ediyordu. O, köylülerin büyük bir güç olduğuna ve toplumu dönüştürebileceğine inanıyordu. Stanboliyski Bulgar toplumda sesi duyulan, huzur sağlayan ve güven veren bir liderdi. Halkı toprağına sahip çıkmaya davet ederken, bankaların çiftçilere kredi vermesi yollarını açıyor, ulusal aydınlanma davası başlatıyor, okul ve kütüphanelere ayrım yapmaksızın devlet eliyle yardım dağıtıyordu. Şumnu’da ilk Türk Pedagoji Okulumuz ve Nüvvap Yüksek Din Enstitümüz onun yardımları ve devlet yardımlarıyla açılmıştır. Bulgaristan’da Türk halkının milli uyanışa açılması Mithad Paşa’dan sonra Stamboliyski dönemine rastlar. Atatürk’ten ilham almaya, reformlarına inanmaya, Türkiye Cumhuriyeti’nin doğuşuna onun zamanında yüreklendik. Bulgaristan Türklerinin kendi kültürel uygarlığının tohumlarını o yıllarda ekmiştir. Stanboliyski Bulgaristan Türkeri’nin ve Türkiye Cumhuriyeti’nin yakın dostuydu. Stanboliyski’nin en gaddar biçimde öldürülmesinden sonra, Bulgaristan Halk Çiftçi Partisi büyük bunalım geçirdi. Solcu çiftçiler komünistlerle birlikte aynı yılın Eylül ayında Ayaklandılar ve çok kurban verdiler. 1923 ve 1934 dikta rejimleri köylülere saldırılarını arttıkça arttırdılar. 1944 yılından sonra Bulgaristan’da Komünist Partisi’nden sonra ikinci parti durumuna geçen Çiftçi Halk Birliği köyde kooperatifçiliği yönetti. Meclise ikinci parti olarak girdi, devlet yönetimine karıldı ve halkın göründe hep bir kukla rolü gördüğünden sonra, 1990’dan sonra dağıldı. Demokrasiye geçiş döneminde Bulgaristan’da birçok çiftçi ve agrar partisi kuruldu. Fakat hiç birisi tapulu toprak mülkiyeti esasına dayanan bir köklü tarım reformu gerçekleştirilmesini kucaklayamadı. II. Borisov hükümetine katılan Reformcu Blok (RB) içindeki 5 partiden biri olan Çiftçi Partisi son olarak Sanayi Bakanı çıkarmıştı. Bu partinin Türklerin yaşadığı bölgelerde nüfusu yoktur. Buna rağmen, Al. Stanboliyski’nin aziz hatırası Bulgaristanlı Müslüman Türkler arasında yaşıyor. Stamboliyski’yi öldürenlerin bugün yani 100 yıldan sonra iktidar ortağı olması olacak olanlardan en kötüsüdür. Bugün “faşist” güçlere, iktidara tırmanan aşırı sağcı, Türk düşmanı, değişim düşmanı güya “Yurtseverler Birliği’ne” karşı mücadelemiz, Stamboliyski’nin davasına bağlılığımız-


Makale ve Analizler - 2017

181

dan, köylülerin dostluğu ve kardeşliği davasına sadakatimizden ve inancımızdan güç alıyor .

Komşu Gibi Komşu

Rafet Ulutürk-14.Haziran.2017

Konu: Modern diplomasiye doğru Kardeşle yaşanmaz, komşuyla yaşanır. Bu bizim en eski atasözlerimizden biridir. Ne var ki, kimse kendisine komşu seçemez. Bu dünyada en büyük setler komşular arasına çekilmiş, en iyi günler de komşular arasında yaşanmıştır. Bulgaristan Cumhuriyeti ile Türkiye Cumhuriyeti iki ayrı kıtada ama iki komşu ülkedir. Komşular arasında benden sana daha fazla iyilik geçti ya da ben senin için bir şeycikler yapamadım sözü olmaz. Tarihin derinliklerinde, Bulgar ulusal bilincinin Osmanlı bağrındaki birlikteliğimiz içinde uyanmasına, Bulgarların Rumlaşmasına veya Sırplaşmasına engel olarak, kendi din ve manevi benliklerinde kimlik oluşturmalarına, aramızda uyanış çağı yaşamalarına en fazla yardım eden de Türkler olmuştur. Bir de şu var. Türkiye ile Bulgaristan Osmanlı bağrından doğan iki komşu ulusal devlettir. Birisi Prenslik. İkincisi de doğrudan Cumhuriyet olarak kurmuştur. İkisinin doğuş tarihleri arasında tam 46 yıl fark vardır. Bulgar ulusal devleti daha önce doğsa da, büyüklük, tarihsel rolü, ceo-politik durumu ve ileriye dönük perspektifleri açısından ağabey sayılan Türkiye Cumhuriyetidir. Bağımsız Bulgaristan Türk halkıyla ilk modern diplomatik ilişkilerini Osmanlı Devletiyle kurmuş ve Türkiye Cumhuriyetiyle geliştirmiştir. Artık toplumu bir buçuk asra uzanan bu ilişkilerin dalgalı oluşunu söylerken, Bulgaristan’ın bu dönemde monarşi, sosyalist totaliter diktatörlük ve şimdi de parlamenter demokrasi gibi, birbirinden çok farklı üç yönetim biçiminden geçtiğini önce hatırlatalım. Bu sürenin yarısında Rus boyunduruğunda, yarısında da Nazi Almanya’sına bağlı kaldığını ve ancak 2004’te Türkiye Cumhuriyeti özel yardımlarıyla NATO askeri paktına ve 2007’de Avrupa Birliği’ne girince demokrasi kasını ancak aralayabildiğini birlikte anımsasak iyi olur. İlişkilerimizdeki geleneksellikten söz ederken de, III. Bulgar devletinin kısa ömründe üç ayaklanma, üç darbe yaşadığını, 140 yılda 74 hükmet değiştirdiğini ve böyle bir


182

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ortamda çok başarılı ve istikrarlı bir komşu etkileşimi ve diplomasiden söz etmek de biraz zordur. Şu noktaya dikkat edelim. Bulgaristan’ın zor günlerinde Türkiye Cumhuriyeti her zaman yanında olmuştur. Son yıllarda ise Bulgaristan bir AB üyesi olsa da geleceğinin tamamen Büyük Türkiye perspektifine bağlı olduğunu, enerji kaynakları, ulaşım hatları, hava ulaşımı, deniz ulaşımı, kara ulaşımı, mali ve ticari kaynaklar açısından Türkiye’den bağımlılığının artacağının farkındadır ve diplomasisini bu ilkesel duruma uygun ayarlamak zorundadır. Şunu da belirtelim: Türkiye’nin komşusu Bulgaristan’a hiçbir zaman savaş ilan etmemiştir, günümüzde terörle mücadelede birlikte olalım çağrısında bulunmuştur. İki devlet, İki dünya Savaşının ikisinde de iki komşu ülkenin aynı cephede yer almıştı. Genç Bulgar devleti sıkıştığı dönemlerde Türkiye’nin Bulgaristan’dan her zaman göç aldığına, şu an Türkiye Cumhuriyeti’de 2 milyon soydaşımızın barındığını önemle vurguluyorum. Fakat Türkiye Cumhuriyeti bu konuda da her zaman hoşgörülü davranmaya devam ederken, Bulgaristan’ı rahatlattığına işaret ediyorum. Geçen yüzyıl başlarında en ağır savaşlarından biri olan Çanakkale’de Türk halkına Bulgaristan Müslümanlarından asker gitmesine Bulgar devletinin engel olmadığı da belleğimizdedir. Günümüzde ise Afrika ve Asya’dan akan sığınmacı ve kaçak selini durdurma çabalarında Bulgaristan’a en çok faydası dokunan ülke yine Türkiyedir. Yeni yüzyılda üçüncü defa Başbakan seçilen ve en büyük siyasi partinin Genel Başkanı olan Boyko Borisov, ilk ziyaretlerini Berlin ve Paris’e yaptıktan sonra Ankara Beştepe’ye gidip Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’la görüşmede bulundu. Başbakan Borisov temaslarının başında ön sıraya komşu sınırını çekti. Bulgar Türk sırının aynı zamanda bir de AB sınırı olduğuna işaretle, Türkiye’nin sığınmacı ve kaçak akımını durdurmada oynadığı kesin role teşekkür etti. Bilindiği üzere bu konuda, 28 AB devleti ile Türkiye Cumhuriyeti arasında imzalanmış ve yürürlükte olan bir sözleşme vardır. Türkiye topraklarında 4 milyon sığınmayı kamplarda beslerken, AB’nin aynı antlaşmanın 2 maddesi olan önce 3 ardından da bir 3 milyar Euro toplam 6 milyar Euro daha yardım etme ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına AB ülkelerini vizesiz ziyaret etme hakkının tanınması maddelerinin yerine getirilmediği de ortadadır. Bu anlaşma maddelerinin yerine getirilmesinin sonradan belirmiş durum ve hususlarla bağlanması kabul edilebilir bir durum değildir.


Makale ve Analizler - 2017

183

Berlin ve Paris’te AB ile Türkiye ilişkilerini normalleştirip yeni aşamaya götürme yollarını açma gibi bir vazifeyle Türkiye Cumhuriyeti’ye gelen Boyko Borisov, bu durumun gümrük birliği, Karadeniz İşbirliği Bölgesindeki etkinlikler ve Türkiye Cumhuriyetinin Bulgaristan’a yaptığı dev yatırımlar açısından da büyük önem taşıdığını belirtmeden geçemedi. Biz AB ailesine dahiliz, ama en büyük komşumuz Türkiye’dir diye konuşan Borisov, Türkiye Cumhuriyeti olmadan Bulgaristan’ın bizim bir sınır güvenliğimizi koruyabilecek durumda değiliz dedikten sonra, AB ile Türkiye Cumhuriyeti arasındaki dev ticari alış veriş ve değişik alanlardaki işbirliği olmadan, Asya ve Avrupa’yı düşünemeyiz dedi. Sayın Erdoğan’ın, AB’nin imzaladığı anlaşmaları yerine getirmekte güçlendiğine işaretle, öyleyse bu anlaşmada taraf olan Bulgaristan ile uygulamaya geçelim dedikten sonra, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına vizesiz Bulgar kapısının açılmasını önerdi. Başbakan Yıldırım, 15 Temmuz 2015 darbe girişimi günlerinde Bulgaristan’ın en yakın komşu olarak anlayışlı davrandığına ve yardım eli uzattığına önemle işaret etti. Başbakan Binali Yıldırımı “Çankaya” köşkünde ziyaret eden Boyko Borisov, Türkiye Cumhuriyeti’nin artık “Türk Akım”dan doğal gaz alacağını ayrıca da Azerbaycan gaz boru hattından da yakıt alacağını ve ikili işbirliğinin yeni bir aşamaya gireceğini vurguladı. Bulgar heyetine Dışişleri Bakanı, GERB milletvekili Vejdi Raşidov ve Türkiye Cumhuriyeti Büyükelçisi N. Mihaylova katılırken, Türk heyetine de Başbakan Binali Yıldırım, Dışişleri Bakanı ve Bakanlar katıldılar. Bulgaristan Türkiye ilişkilerine Vejdi Raşidov’un katılması dikkati çekti, çünkü hiç kimse bu şahsın ikili ilişkilere katkıda bulunduğu konusunda dört söz söyleyecek durumda olmadığını herkes bilmektedir. Öte yandan Türkiye Cumhuriyeti Sofya Büyük Elçisi Süleyman Gökçe’nin ikili görüşmelere alınmaması da değişik yorumlara neden oldu. Bulgar basını, görüşmelerin içeriğinden çok, görüşmelerin yapıldığı “Beştepe” ve “Çankaya” sarayları hakkında ayrıntılı tarihsel bilgi vermekle yetindi. Öncelikle Bal Göç ve Bultürk gibi soydaşların kitle iletişim, kültür, hizmet ve dayanışma örgütleri Başbakan Borisov’un ziyaretini yakından ve ilgiyle izlediler. Ayrıca Türkiye’de vatandaşlık konusunda son çıkan kanun ile ilişkili de BALGÖÇ Genel Başkanı Sayın Yüksel Özkan Beyefendiyi de gayretlerinden ve başarılarından dolayı kutluyoruz.


184

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İnsan hakları, çifte vatandaşlığın, Bulgaristan ve AB vatandaşlığının yasal garanti altına alınması, Bulgaristan’da bulunan mal mülk, Bulgaristan’da Türklere anadillerinde konuşma, haberleşme, iş görme ve propaganda yapma haklarının en kısa bir sürede kanuni uygulamalarla düzenlenmesini istediklerini değişik biçimlerde duyurdular. Seçme ve seçilme hakkının yasal garantilerinin daha güvenli ve kapsamlı biçimde sağlanmasını isterken, TV’de en az 300 seçim sandığına gerek olduğunu, vatandaşların memleketimizin demokratikleşmesine daha güçlü ve azimli katkıda bulunmak istediklerini duyurdular. Soydaş kamuoyu Bulgaristan ile Türkiye Cumhuriyeti arasındaki ikili ilişkilerin yumuşamasından ve yeni bir işbirliği aşamasına açılma hazırlıkları görmesinden memnuniyet ifade ederken, her bakımdan yardımcı olmaya hazır olduklarını duyurdular. Bulgaristan bizim vatanımızdır. Türkiye Cumhuriyeti bizim anavatanımızdır. Burada ayrı gayrı olamaz! Olamaz.

Domuz Afiyetle, Camilerde “Görkem”

BG-SAM-16.Haziran.2017

Domuz Etini “Savunan” Belediye Başkanı Camilerden Çıkmaz Oldu! (Hasanın Domuz Davası) Hayatımız boyunca bir sürü şaşırtıcı değişime şahit oluruz. Böyle bir şaşırtıcı değişimi de, Kırcaali belediye başkanı Hasan Aziz de görmekteyiz. Son zamanlarda toplum içindeki davranışları bizleri öylesine şaşırttı ki, dünya tersine mi dönüyor acaba demekten kendimizi alamıyoruz. Gecen 20. yüzyıl 1970’li senelerinden bu yana, Bulgar devletinin ülkedeki biz Türklere yönelik asimilasyon politikasının bir parçası Domuz afiyetle, camide en önde


Makale ve Analizler - 2017

185

olarak, küçük yastaki Müslümanların çocuklarına kreş ve anaokullarda helal gıda secim hakkı tanımaksızın, domuz eti yedirmeye başlanmıştır. Totaliter-komünist rejimin bu gafleti de tüm ciddiyeti ile Müslümanların üzerinde uygulanmıştır. Ancak 27 yıl önce Bulgaristan’da sözde demokratikleşme sureci başlamış olsa da, bu utanç verici “çocuklara domuz eti yedirme” uygulaması, Bulgaristan’da Türk ve Müslümanların yoğun olarak yaşadıkları ilçelerde dahi devam etmektedir. Bugün kreş ve ana-okullar belediyeler tarafından idare ediliyor, ve işin ilginç tarafı da Türk ve Müslümanların yoğun olarak yaşadıkları ilçelerde, bu istisnasız domuz yedirme uygulamasını HOH’lu belediye yöneticileri icra ediyorlar! Bunun en çarpıcı örneği - nüfusunun %70 Müslüman olan, Kırcaali belediyesidir. Bundan iki yıl önce bizler bir grup Türk - Müslüman ebeveyni, Kırcaali’de “Helal Grubu” altında birleşerek, konuyla ilgili Kırcaali belediye başkanı Hasan Azize, 11.Haziran.2015 ve 21.Aralık.2015 tarihlerinde şikayet dilekçeleri yazdık ve önerilerde bulunmuştuk. Yaptıklarımız öneride okul yılı başlangıcında, kreş ve ana-okullardaki çocukların ebeveynlerine, önceden hazırlanmış birer dilekçe formuyla çocukları için Helal gıda seçme hakkı verilmesi ve bu yönde uygulama başlatılması olmuştu. Olayın kamuoyuna açıklanmasından sonra 2015 yazında, Bulgaristan milli televizyon kanalarında açıklama yapmak zorunda kalan Hasan Aziz “Böyle bir şeye (Helal gıda seçilmesine) izin veremeyiz, çocukların hepsi (Hıristyan ve Müslüman) aynı yemeği (domuz dahil) yiyecek. Aynı yemeği (domuz dahil) yemezlerse diskriminasyon olur” gibi akıl almaz bir yorum yapmıştı. Ancak bundan bir yıl sonra gecen Ramazan ayında, büyük tepki alan Kırcaali belediye başkanı, utanmış olacak ki bu sefer şöyle bir çıkış yaptı: “Kreş ve anaokullar Helal gıda sunmaya hazırdır, fakat bu güne kadar hiç bir ebeveyn helal gıda dilekçesi vermemiştir.” Orada dur bakalım. Kreş ve anaokulların müdürlerini sen yönetmiyor musun? Ebeveynler bir yıl önce dilekçe ve önerilerini bizzat sana vermişlerdi, daha ne olsun bre Hasan aga?! Sonra sen kendin Türk - Müslüman değil misin? Bildiğimize göre senin kendi çocukların da bu kreş ve anaokullardan geçti. Atalarının mezarı başına gittiğinde: “Dede, nene bak ben torunlarınızı domuz eti ile besliyorum. Benimle iftihar ediyor musunuz” mu diyorsunuz. Aklınıza basitçe bir uygulama başlatmak, okul yılı başlangıcında ebeveynlere, çocuklarının beslenme tercihini sormak gelmiyor mu hiç? Gelmez, ama Efesten papazlara hacı suyu taşımak aklınıza geliyor.


186

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Herkes biliyor ki, Kırcaali bölgesinde kreş ve anaokulu sıkıntısı yaşanmaktadır, hatta bazı veliler çocuklarının kaydı yapılması için yüklü miktarda rüşvet ödedikleri iddiaları da vardır. Bu nedenden dolayı, birçok veli, helal gıda seçme konusunu, gündeme getirmekten çekinmektedir. İşin ilginç tarafı, Kırcaali belediye başkanı, en son bu konuda olumlu gibi görünen bir açıklama yapmış olmasına rağmen, hala domuz etinin “savunmasını yapmaktan” vazgeçmemesidir. Çünkü geçen yıldan bu yana konu Diskriminasyona Karşı Koruma komisyonuna taşındı ve orada sorumlu taraf olarak yer alan Kırcaali belediye başkanı ve avukatları totaliter-komünist rejimin 1970’li senelerde yönerge ve uygulamalarla kreşlere getirdiği domuz etinin hala bir tur “müdafasini” yapmaktadırlar. Neticede bugünde, Kircaali belediyesinin kreş ve anaokullarında Müslüman çocukların anne ve babalarına sormaksızın domuz eti yedirilmeye devam edilmektedir. Fakat üç hafta önce başlayan Ramazan ayıyla beraber, bu “bizim” Kircaali belediye başkanı, şaşırtıcı olarak her aksam değişik bir camide, her aksam değişik bir iftarda hep ön saflarda. Kare kare resimleri de bir sonraki gün, tüm HOH propaganda medyalarında görmekteyiz.! Türklerin yeni siyasi oluşumu DOST partisinin kurulmasıyla büyük endişeye kapılan HOHculer, camilerden çıkmaz oldular. Hepsi sürekli mevlidi şeriflerde ve iftarlarda. Girişte de belirttiğimiz gibi şaşkınız ama şaşılacak bir şey de yok. Anlayana “İnteresa klati fesa”. Özellikle son seçimlerden sonra anladılar ki yolun sonun görünmektedir ve her yola başvuracaklardır. Pek ihtimal vermiyoruz ama kimbilir belki de kendi seçmenlerinin Türk ve Müslümanların, etnik ve dini kimlik sorunlarını anlamışlardır geçte olsa; Sadece 27 yıl sonra! Ama bu halk artık sürekli aldatılmaktan bıktı bre. Ne kadar bu riyakarlıklar devam edecek sanıyorsunuz bilmiyoruz ama ilk seçimlerle birlikte tarih olacağınız son derece açıktır. Akıntıya karşı koyamazsınız. Akıntıya kapılın kârlı çıkarsınız. Sürekli oyunlarınıza, aldatmacalarınıza gelecek değil ya bu halk... Ama camilerde bu kadar fazla zaman kalırlarsa, inşallah aralarından bazılarının aklı başına gelir ve iyi birer Müslüman, iyi birer Allah (c.c.) kulu olurlar... Bu da toplumumuzun karı olur. Allah (c.c.) Büyüktür! Mehmet Tevfik Kırcaali, 14 Haziran 2017


Makale ve Analizler - 2017

187

Ah, Şu Dağlar Bir Konuşsa!

Neriman Eralp Kalyoncuoğlu-15.Haziran.2017

Konu: Panagürişte’de güzelliklerin kökleri geçmişte. “Arsenal Medet” Orta Balkan göbeğinde dünya merkezine doğru delinen bir açık maden ocağıdır. Yüzlerce vinç ve kamyonun ve bir o kadar da madencinin alın teri döktüğü yerin adı o. Yanındaki floktaysan tesisinde iri taşlar un haline getiriliyor. Kadınların kolye, bilezik ve parmaklarındaki altın yüzüklere giden yolun başı, şu yaz kış hep çamurlu yollar. Alın yazısı buraya saplanmış madenci, şoför, makinist ve mühendisler Koca Balkan’a paralelindeki sıra dağın doruğuna yaslanmış Panagürişte şehrini adam etmişler. Bulgaristan’ın Pazarcık iline bağlı bu belediye kadim kültüre sahip bir tarihsel bir yörede bulunuyor. Bulgaristan Başbkanı Boyko Borisov 13 Haziran günü Türkiye’ye ziyaretinde, Başbakan Binali Yıldırım’a doğum günü münasebetiyle bir ritona hediye etti. O, 9 parçadan oluşan Panagürişte altın definesinden bir parçanın kopyadır. Bu hazine, 8 Aralık 1949 yılında Pavel, Mihail ve Petko isminde buralı üç kardeş tarafından bulunmuştur. Kardeşler, şehrin yakınına tuğla harcı için toprak kazmaya gittiklerinde, 6 kilogram 164 gramlık bu hazine küreğe takılmış. M.Ö. IV. yüzyıl sonlarına ve III. yüzyıl başlarında Odrisi soyu zamanında Trake ve Elin kültürü etkisiyle yapılmıştır. Define, bugün bu şehirde her duvarı bir metre kalın beton bir müzede korunuyor. Paris’i ve New York’u gördü. Merkeze girerken dikkati çeken, ağaçlara boy atmada, yeni kurulacak anıtlara da görkemlilikte sınır tanımamış olması. Sokaklar yeşilliğe gömülmüş. Karşıki tepenin doruğunda “Apriltsi” (Nisan Kahramanları) adında bir anıt sivriliyor. 1876 Nisan Ayaklanmasının 100. Yıldönümü vesilesiyle dikilmiş. Kitaplaştırılan, filmleştirilen ve destanlaştırılan bu ayaklanmanın derin anlamı hala tam anlaşılamamış olacak ki, bugün de Bulgarların Türkler’e olan yaklaşımlarında bu olay çıbanbaşı olmaya devam ediyor. Aslına bakılırsa, 500 yıl beraberlikten sonra Anadolu istikametinde ilk geri dönüş buradan akmıştır. Tepede sivrilen anıtın biraz ötesindeki “Strelça” köyünde, bundan 141 yıl önce yani 20 Nisan’da ayaklanma patlamasından iki hafta önce başkaldıran Bulgar köy haydutları Türk hanelerin üzerine yürümüşler ve hepsinin boynunu kütüğe yatırmak istemişlerdir. Çoluk çocuk, kadın kızan bugün artık yerinde yel


188

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

esmiş köy caminin kalın duvarları ve köstekli kapıları ardına sığınıp 10 gün dayanmışlar. Daha sonra da köylerini terk etmek şartıyla kuşatma kaldırılmış. Günümüzde Strelça ve Panagürişte’de Türk kalmamıştır. Aralarında Bulgarca konuşan Çingenelere rastladım. Parayı Bulgarca sayıyor. Ne demişler, gece yorgan altında rüya görürken hangi dilde sayarsan, o dil senin ana dilin olur. Kırcaali’mizden 320 km uzakta bulunan bu bahar açmış beldeye maden teknisyeni kuzenim Rüştü’yü görmeye geldik. İşte olduğunu öğrenince de vardiyası bitene kadar şehri tanıdık. Yamaca yamanmış evlerin toplandığı şehrin merkezi geniş, düz, temiz ve bakımlı. Çiçekliklerin arasına sık serpilmiş peykelere oturmuş yaşlılar ve çocuk arabaları kenara dizilmiş bebekli anneler Belediye makamı önündeki şadırvanın sesine kulak veriyor, gözleri de meydandaki en büyük anıt olan Pavel Babekov heykeline takılıyordu. O, burasının yerlisidir. Kiliseye bağlı okulu bitirdikten sonra 1864’te İstanbul’a Robert Kolej’e gönderilmiştir. 1970’ye Askeri Tıp Akademisine yazılmış, fakat 4 yıl sonra ailevi sebepler yüzünden dönmek zorunda kalmıştır. İstanbuld’a Fransızca, Rumca, Rusça, Türkçe ve İngilizce öğrenen genç Panagürişte okuluna müdür ve Okuma Evine Başkan seçilmiş ve halkta Bulgar milli kimliği uyandıran çalışmalarına ağırlık kazandırmıştır. Bu şehirde Osmanlı döneminde birinci kilise 1818’de, ikincisi de 1856 - 1860 yıllarında kurulmuştur. Babekov’un okuduğu erkek okulu 1848’de açılmıştır. Bu eğitim ve din merkezleri Tanzimat devrinde devletten yardım almıştır. Yıllar, Kırım Savaşından sonra imzalanan ve Paris Barış Antlaşmasına eklenen Islahat Fermanı (1856) sonrası dönemdir. Yeni düzenin prensipleri şöyledir: 1. Din, mezhep ve eğitim alanında eşitlik sağlanacak. 2. Gayri Müslim tebaa da devlet memuru olabilecek, 3. Kanun önünde herkes eşit olacak, 4. Duruşmalar halka açık yapılacak, 5. Topraklara el koyma usulü kalkacak, 6. Müslüman olmayanların din yönünden imtiyazları korunacaktı. Ferman genel olarak Hıristiyanların Müslümanlara eşit olmalarını ve aradaki farkların kaldırılmasını amaçlamaktaydı. Bu fermanla vergi, askerlik ve devlet memurluğu gibi konularda tam anlamıyla bir eşitlik getirilmiştir. Fakat bu Fermanın Paris anlaşmasının bir maddesi haline getirilmesi dış müdahaleleri kışkırtmıştır. Osmanlı devleti, kurulduğu günden beri gayri Müslüm tebaanın din ve vicdan hürriyetine saygılı olmuştur. Bulgarların da olmak üzere, gayri Müslim te-


Makale ve Analizler - 2017

189

baanın drdi, Osmanlı yönetiminin kötü olması değildi. Asıl mesele, kendi devletlerini kurma isteğiydi. Avrupalı devletler ve Rusya da her fırsatta Bulgarları Osmanlı devleti aleyhine kışkırtıyorlardı. 1876 Nisanında Bulgar asiler, bu kışkırtmadan yararlanarak, Balkan köylülerine koli balarını yaktırıp, başıbozuk bastı ve ateşe verdi velvelesi kopartırken, Panagürişte Ayaklanma merkezi, öretmen Pavel Babekov da önder ilan edilmişti. İstanbul’da aldığı askeri öğrenim ve öğrenimi gereği yüzbaşı rütbesi, başkaldıranlar arasında en aydın ve yetkin kişi olarak sivrilmesi, binbaşı seçilmesine ve Bulgaristan tarihinde ilk kez olmak üzere, bu şehirde kurulan Geçici Hükümetin Başı ilan edilmesine vesile olmuştur. Peykede otururken bize bakan Babekov, Türkleri kovalayan, küfreden, kesip biçen bir cani değil, bu şehirde en aydın ve en öngörülü kişi olarak bu anıtı hak etmiştir. Onun otobiyografisini yazanların kaleminden “kan”, “Türkler def olsun!”, “yakıp yıkın” gibi sözler düşmemiştir. Babekov 1978’de Veliko Tırnovo şehrinde vebadan ölmüştür. Bu ayaklanmanın çok ateşli önderi olarak geçen yüzyıl tarihine geçen Georgi Benkovski’nın heykeli ise ırmak kenarına dikilmiş ve 100 yıl başıbozuk tarafından tutuklanıp kellesi alındı masalı anlatılsa da tarihsel gerçekler geçen yıl, onun da Veliko Tırnovo’da ama dolu akan “Yantra” ırmağını yüzerek geçmeye çalışırken boğulduğunu ortaya çıkarmıştır. Babekov’u düşünürken, Belediye havuzu fıskiyelerinin programlı ve değişik figürler yaparak fırlattıkları suyun çıkardığı melodi kulağımı okşamaya başladı. 18 Ağustos 2015’te hizmete açılan müzikli fıskiyeli ve ışıklı havuzu işleten bilgisayar programı yenilenebilir tipten. Parası Avrupa Birliği fonlarından gelmiş. İnsanı en fazla etkileyense 8, 6, 4 ve 2 metre yüksekten düşen su sesi. Ben önce P. Çaykovski’nin “Kuğu Gölü” bale müziğine takıldım. Ardından Mozart’ın “Küçük Gece Müziği” geldi. Bir piyano ve bir koro dinler kadar etkilendim. Rüştü geldiğinde müziğe iyice dalmıştım. O bize şehrin yeni edinimleri arasında NATO optik programlarına göre çalışan ve gece görme aletleri de bu arada 500 milyonluk yıllık sipariş üretildiğini, havlu ve nevrimsim takımı üreten fabrika, dikiş atelyeleri, hayvancılık ve başka sanayi ve tarım üretim ünitelerini ve özellikle ve burda hizmet sunan ve Balkanların en modern teçhizatlı hastanesi olan modern teknolojili uzman ve uzmanlık merkezinden söz etti. Hava kararmak üzereydi, belediye meydanında önce Arjantin, ardından Hint ve başka ülkelerden müzik gelmeye başladı. Avrupa Birliği programlarına göre, 4 kıtadan sanat grupları çağırmışlar ve dünya müziği ile tanışıyorlar. Rüştü’nün anlattığına göre bu şehirde işsizlik yok.


190

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Gidenler geri dönmeye başlamışlar. Elektronik dalında yeni tesisler kurulma planları hazırlanmış. Kentin en büyük lisesi İngiliz Oxford Üniversitesi için öğrenci hazırlıyor. Gerçek Avrupalaşma ve demokratikleşme yolunun Arnavut kaldırımı burada döşeniyor gibi... Paylaşmaya unutmayınız!

Sofya’da “Azamet Örnekleri - Azerbaycan Halk Sanatı” Sergisi Açılacak

BG-SAM-17.Haziran.2017

Azerbaycan ve Bulgaristan arasındaki diplomatik ilişkilerin 25. yıldönümü münasebetiyle Başkent Sofya’da “İhtişam Örnekleri - Azerbaycan Halk Sanatları” adlı sergi açılacak. 14 Haziran’da açılacak olan sergi 30 Haziran’a kadar ziyaretçilere açık olacak. Eski çağlardan bu yana Azerbaycan halı dokuma, kuyumculuk, nakış, tekstil, seramik, bakır işleme gibi geleneksel el sanatlarının en büyük merkezi olarak bilinmektedir. Halı dokuma sanatı Azerbaycan kültürünün ayrılmaz bir parçasıdır. Toplumun ve tarihin içerisinde sosyal, ekonomik, siyasi ve kültürel değişimlerin de yansıdığı halıcılık, yerel günlük yaşamın başlıca unsurudur. Bunun yanı sıra halı günlük hayatımızdan ve evimizden küçük bir ayrıntı olmayıp Azerbaycanlı sanatkarlar için kendilerini ve sanat anlayışlarını ifade etme alanıdır. Hem pragmatik, hem de sembolik işlevleri bulunan geleneksel halılar Azerbaycan kültürünün gelişim aşamalarını en iyi yansıtmaktadır. Düzenlenen halı sergisinde Guba, Şirvan, Karabağ ve Gazze gibi Azerbaycan’ın önde gelen halı merkezlerinden dokuma eserlerine yer verilmiştir. Azerbaycan geleneksel sanatlarından bakır işleme de gelişmiş sanat dallarındandır, başlıca merkezleri ise Gence, Şamahı, Nahçıvan, Bakü ve Lahıc (İsmailly)’dır. Sergide, Sayın Şafar Gurbanova’nın özel koleksiyonundan 19. ile


Makale ve Analizler - 2017

191

20.yüzyıldan kalan çeşitli bakır kapları yer almaktadır. 30 yıl boyunca oluşturulan koleksiyonda 500 sanat örneği yer almaktadır. Sergide yıkama kapları, sürahiler, servis tepsileri, süt kapları, testi gibi geleneksel bakır mutfak araç ve gereçleri yer almaktadır. Kapların üzerine Arabesk tarzı motifler, bitki motifleri, hayvan ve kuş resimleri, av sahneleri, kapların yapılma tarihleri, sahiplerinin adları, hat sanatı ile yazılımı Kur’an-ı Kerim ayetleri işlenilmiştir. Azerbaycan geleneksel halk giyiminin başlıca unsurları asırlar boyunca gelişmiştir. Her bölgenin kıyafetleri kendine has süslemelere ve özelliğe sahiptir. Üstelik geleneksel kıyafet türleri aile ve sosyal statüyü, hatta yaşı yansıtmaktadır. Örneğin evli kadınların ve bekar kızların kıyafetleri farklıdır; genç kızlar daha renkli kıyafetleri tercih ederken, daha yaşlılar daha sade ve işlemeleri olmayan kıyafetler tercih etmişlerdir. Sergi ünlü müze koleksiyonlarından geleneksel kıyafetlerin kopyalarını sunmaktadır. Kadın geleneksel kıyafetlerinin başlıca unsurlarından biri üzerinde basma süslemeleri bulunan ve bir tür ipek baş örtüsü olan Kelagayi’dir. Azerbaycan’da Kelagayi üretim tarihi çok eski devirlere dayanmaktadır. Şeki, Gence, Şamahı, Nahçıvan, Tebriz ve Basgal gibi yörelerde kalitesi yüksek Kelagayi üretilmektedir. Kuyumculuk, Azerbaycan’ın en eski sanatlarından biridir. İlk örnekleri Tunç Çağında ortaya çıkmış (M.Ö. 4. - 2. yüzyıl) ve bazı ritüeller esnasında kullanılmıştır. Takılar çeşitli geometrik figürler, hayvan ve kuş motifleri ile dekore edilmişlerdir. Daha sonra tarihî ve sosyal değişimler neticesinde bu eski takılar farklı şekiller almaya başlamış ve geleneksel kıyafetlerin ayrılmaz bir parçası haline gelmişlerdir. Azerbaycan kuyumculuğu kendi Rönesans’ını Ortaçağda yaşamıştır. Azerbaycan’ın Şeki, Bakü ve Gence gibi büyük şehirleri bijuteri sanatının merkezi haline gelmişlerdir. Sergide ise diadem, broş, kolye, bilezik, yüzük, küpe gibi modern takı birimleri gösterilmiştir. Bu takı sanatı örnekleri, kuyumcu Edward Şamaryayev ve öğrencileri Elçin İbrahimov ve Teymur Bahşiev tarafından hazırlanmıştır. Telkari ve Mine (Emaye) teknikleri ile çalışan Edward Şamaryayev, geleneksel ve modern tarzda 100 aşkın bijuteri örneğinin müellifidir. Azerbaycan’da seramik Tunç Çağından bu yana gelişmektedir. Sergide, modern seramik ustası Saleh Memedov’un el yapımı seramik kapları yer almaktadır. Kendisi, Azerbayca’nın Antik ve Ortaçağ seramik örneklerinden esinlenerek yeni sanat eserleri meydana getirmektedir. Özel boyama ve kaplama teknikleri ile birçok dekoratif esere imzasını atmıştır.


192

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Osmanlı’nın İlk Sarayı Gün Yüzüne Çıkmayı Bekliyor

BG-SAM-16.Haziran.2017

Bursa’nın Yenişehir ilçesinde, duvar kalıntılarının bulunduğu Osmanlı’nın ilk sarayı gün ışığına çıkarılmayı bekliyor. Sarayın Matrakçı Nasuh’un günümüze ulaşan gravürlerinde yer aldığını belirten araştırmacı-yazar Nurettin Baydur, yapının tamamının ortaya çıkarılması için çalışma başlatılması çağrısında bulunuyor. Osman Gazi’nin Bursa’yı fethetmeden önce yaklaşık yirmi yıl kullandığı saraya ait ilk kalıntılar Ulucami Mahallesi Gökgöz Meydanı yakınlarında bulundu. Duvar kalıntılarının yer aldığı özel mülkiyete ait alan halen su ve tüp deposu olarak kullanılıyor. Arkeolog ve tarihçilerden oluşan ekiplerin bölgede araştırma yaptığını belirten Nurettin Baydur, “Yenişehir Osmanlı Devleti döneminde önemli bir merkezdi. Bursa’nın fethedilmesinden önce cihan devleti olan Osmanlı, Yenişehir’de yıllarca kaldı. Önemli anlaşmalara ve iş birliklerine Yenişehir’de imza attı. Şehir merkezindeki sarayın kalıntılarından yola çıkarak tarihî yapıya en kısa sürede ulaşılmalı ve bu tarihî mekan ortaya çıkarılmalı” dedi. Yenişehir’deki ilk sarayın bulunduğunu tahmin ettikleri yerin özel şahsa ait olduğunu kaydeden Baydur, “Bursa fethedildikten sonra bile şehzade düğünleri Yenişehir sarayında yapılırdı. Uzun yıllar bu devam etmiş. Osmanlı’nın ilk uluslararası anlaşması Yenişehir Sarayı’nda imzalanmış. Bunları bir bir ortaya çıkarmamız lazım. Yeri, mevki olarak belli, ama bu arkeolojik kazılarla ortaya çıkabilir. Burası sadece Yenişehir için değil, Bursa için de büyük önem taşıyor. Bu saray mutlaka gün yüzüne çıkarılmalı, daha sonra da ‘Dünya Kültürel Miras Listesi’ne alınmalı” diye konuştu.


Makale ve Analizler - 2017

193

Sonunda Kavuştular

Nedim Birinci-16.Haziran.2017

Konu: Bir çeşme kurnasından hem tatlı hem acı su akmaz! 15 Haziran 2017’de Bulgar parlamentosunda (meclis) yıllardan beri süren siyasi bunalımdan çıkış seçeneği öneren, seçim sisteminde köklü değişiklik yolu gösteren yasa önerisi ne yazık ki geçmedi. Aksine halkın değişiklik olacak ve sesimiz duyulacak umudu da suya düşmüş oldu ve ruhu bir daha öldü. Öneriyle, çoğulcu (proporsionel) yani ucu bataklığa saplanan ve artık işe yaramayan, parti listesinden Milletvekili adayı gösterme ve seçme yerine, halk gösterdiği adaylar arasından halk kendi seçimini yapsın, en fazla oy alan (% 51) kazanması (majoriter seçim) yolu bir daha tıkandı. Aslında bu sistem ülkemizde muhtar, belediye başkanı ve Cumhurbaşkanı seçimlerinde tutmuştu. Öneriyi GERB partisi sunmuştu. Bir de siyasi partilere her oy için 11 leva yerine 1 leva ödenmesi istendi, o da Meclisten geçmedi. Meclisteki son oylama birçok gerçeği gün ışığına çıkardı. Bir defa memleketimizde kimin değişiklik istediği, kimin ise totaliter kalıtı koruma, bize bataklık çiğnetme yanlısı olduğu açıkça görüldü. 26 Mart 2017’de seçilen 44. Halk meclisinde şu yapılan seçim aslında en ciddi olaydır. Çünkü 6 Kasım 2016’da seçim sistemini yüzde yüz majoriterleştirerek siyasi bunalımın aşmak için tam 2 milyon 500 bin seçmen ol vermişti ki, seçimin yapıldığı gün kamuoyunun % 80’nı aynı görüşteydi. Bu sonuç, İkinci Boyko Borisov hükumetini istifaya zorlamıştı. Toplum büyük bir beklenti içine girmişti. Şöyle bir husus var. Bulgaristan Anayasasına göre, halk oylaması sonuçlarının meclis onayına sunulmadan (direkt) kanunlaşması için, bir önceki genel seçimde kullanılan oylardan fazla lehte oy alması şartı vardır. Sözde referandumda seçim sistemi hemen değişsin diyenler, daha önceki seçime katılan geçerli oylardan 500 adet az çıkmıştı. Bu da olayı mahkemeye düşürdü ve Yüksek İstinaf Mahkemesi, “yasalaşamaz” deyip dosyayı ve itiraz yolunu kapattı. GERB partisi buna rağmen, yüzde yüz majöriter seçim ve her oy için karşılıksız devlet yardımlarının bir levaya indirilmesi yasa önerisini yerde bırakmadı ve mec-


194

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

lis taşıdı. Tasarı Meclis Adalet Komisyonundan Hak ve Özgürlük Partisi (DPSHÖH) oylarıyla geçti. Genel Kurulundaki oylamada 25 sandalyesi olan DPS-HÖH döneklik yaptı. Sosyalist parti (BSP) ve güya “Birleşik Yurtseverlerle” birlik olarak, değişiklik tasarısının geçmesini önlediler. HÖH - DPS grubu Faşistlerle birlikte oy kullandı 44.mecliste Hak ve Özgürlük Hareketi milletvekilleri ile Avrupa Konseyi’nin kendilerine aşırı sağcı, ırkçı ve faşist dediği güçlerle birlikte aleyhte oy kullandılar. Bu gelişme bütün Bulgaristan’da Müslüman Türklerinin hepsini ve Türkiye’deki soydaşlarımızı hayal kırıklığına uğratmış, üzmüş ve tekrar yürek acısına neden olmuştur. Sorulan soru şudur: Bir kurnadan aynı zamanda tatlı ve acı su akar mı? Buradaki tatlı su değişiklik isteyen demokratik güçler ve kendilerini değişiklikten yana sandığımız DPS HÖH milletvekilleridir. Acı su ise bütün gün bize karşı havlayan, dilimize, dinimize, en doğal hak ve özgürlüklerimize, eşit haklılık ve yasal adalet isteklerimize saldıran ve bizi vatandaşlıktan atıp vatanımızdan kovma planları yapan ırkçı faşist güçlerin temsilciliğini yapan Volen Siderov, Krasimir Karakaçanov ve Valeri Simyonov’un partileridir. Onlarla birlik olmak HÖH - DPS’ye asla yakışmadı. Memleketimizdeki oyları ve soydaş oylarıyla birlikte 2014’te 43. Halk meclisine 36 milletvekili çıkaran DPS partisinin son adımlarını anlamada, kime hizmet ettiğini anlamada herkes güçlük çekiyor. HÖH - DPS partisinin yönetimi altında 36 belediye olduğu dikkate alındığında ve belediye başkanı ve muhtarların majöriter sisteme göre seçildiği göz önünde bulundurulduğunda, partinin her zaman 36 milletvekilini ve daha da fazlasını torbada keklik bilmesi gerekirken, değişikliğe ihanet etmesi anlaşılır gibi değildir. Ancak şunu söyleyebiliriz. Güneş döndükçe HÖH - DPS gölgesine sığınan Ramadan Atalay vb gibi 25 yıllık vekiller ve DPS meclis koltuğuna yeni oturan 10 Bulgar vekil yeni sistemde bir daha asla seçilemeyeceklerini anlamışlardır. Halkımızın gizli polis (DC) ajanlarını bir daha meclise göndermeyeceği korkusu üstün gelmiştir. Bir de saray bekçiliği yapan ve bol keseden harcayan Ahmet Doğan, seçmen oylarından her yıl ceplendiği 3 milyon 500 bin levadan vaz geçememiştir. 27 yıldan beri “Devletin malı deniz, yemeyen domuz!” mantığıyla yöneten bu tip, halkımızı soya soya Avrupa’nın en yoksul ülkesinin en fakir azınlığı durumuna getirdi. Çingene vatandaşlarımız aile geçindirmek için çocuklarını satıyorlar.


Makale ve Analizler - 2017

195

Şöyle bir gerçek var. Bulgaristan’daki en eski ve esaslı parti, Bulgaristan Sosyalist Partisi’dir. Bu parti yönetimde her zaman kıvrak ve esnek davranmış ve kendini ezdirmemeye çalışmıştır. Son 27 yılda ülkede 402 parti kurulmuş, bunların 12 tanesi iktidara tırmanabilmiş, fakat sonra dağılıp yok olmuştur. Bugün ayaktaki partilerden eski komünistlerin partisi BSP ve milli istihbaratın yarattığı DPS partisi statüko (var olan düzen) koruyuculuğu yapıyorlar. Fakat bu böyle devam edemez. Bulgar Anayasası’nın değişmesi, azınlık haklarımızı, dilimizi, dinimizi, geleneklerimizi, kültürümüzü ve medeniyetimizi tanıyan bir anayasa gerek. Parlamenter demokrasiden eşit adaletin, azınlık haklarının tanınması, hukuk üstünlüğünün uygulanması ve çok kültürlü bir devlet yapısı kurulması kaçınılmaz zorunluk olmuştur ki, bu da ancak değişim yolunu kesen partilerin siyasi arenadan atılmasıyla olabilir. Oylamanın yapıldığı gün Sofya ana caddelerinde 10 bin kişi “Avrupa tipi adalet istiyoruz” pankartlarıyla yürüdüler. Adalet Sarayı önünde büyük bir miting yapıldı. Demokrasinin ana ilkelerinin çiğnendiğine örnekler verildi. Adalet düzeni stop etmiştir, dibe düşmüştür denildi. Majöriter sistemle, faşist ve ırkçı, bizim ezeli düşmanımız İç Makedon Devrim Hareketi VMRO; aşırı solcu “Ataka” ve azgın faşist Bulgaristan’ı Kurtarmak İçin Milli Cephe partilerinin meclisten ve hükümetten atılması ve halkın bu illetlerden kurtulması yolu açılacaktı. Bu partiler kapatılmalıdır. DPS’nin bu bataklıkta ne işi var? Yoksa birlikteler mi... Başkan Mustafa Karadayı bir yandan meclis kürsüsünden “biz aşırı sağcı, ırkçı ve faşist partilerle asla birlik olamayız” diyor, aynı zamanda faşistlerle aynı davaya aynı yasaya oy veriyor. Derin ve güçlü bir sökülme süreci yaşayan HÖH - DPS, memleketimizin nihayet demokratikleşmesi, nihayet herkese adalet davamızın üstün gelmesini, nihayet faşistleri siyasetten tekmeleme davamızı neden baltaladıklarını, seçmene, halka nasıl açıklayacaklarını ilgiyle bekliyoruz! Halkımız “kaynağı olmayan sudan içme” demiştir. Bulgaristan’da faşizmin kaynağı yoktur. Varsa da kurutulmalıdır. DPS partisi davamızın ve halkımızın kaynağını kirletti. Uğruna can verdiğimiz davanın ardında 140 şehidimiz, 12 bin mahkûmumuz, 517 Belenecimiz ve binlerce sürgünümüz, cahil kalmış yüzbinlerimiz, üstüne Türkiye’de yaşamak zorunda kalan 1 milyon soydaşımız, ekmek parası için dünyaya dağılan 500 bin kardeşimiz olduğunu ne yazık ki unuttu! Çok acı bir gerçek! HÖH - DPS Türk kimliği davamızın ateşini söndürüyor. “Bulgaristan ve milli çıkarlar” ülküsü ardına sığınarak, 100 yıllık geçmişi baştanbaşa kana kokan VMRO haydutlarıyla aynı


196

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

noktada buluştu. “Ataka” partisi kurulması için Volen Siderov’a 1 milyon 600 bin levayı verenin Ahmet Doğan olduğunu unutmadık. Sonra 44. Meclis seçimlerine Hak ve Özgürlük Partisi’nin “Ataka” ve “Bulgaristan’ın Kurtuluşu İçin Milli Cephe” (NFSB) partisinin kilit figürlerinden olan, düne kadar bize yılandili uzatan Slavi Binev ile Kamen Betkov’u milletvekili adayı göstermesi, desteklemesi, yol şaşırdığına ve ikiyüzlülüğün üstün geldiğine kanıttır. Olay bütün çıplaklıkla şimdi iyice ortaya çıktı. Kesin olarak belirtilmesi gerek şudur. DPS yerinde saymayı seçmekle, tükenmişliğini kanıtladı. O, bundan böyle halkımızı ne parlamenter demokrasiye ne de hak ve özgürlükler ve adalet yoluna yönlendirebilir. Görüldüğü üzere, demokrasi davamıza ihanet eden güçler bu defa da gizli polis koynunda yine buluştular. Onlar bugün vatanımızı soyup soğana çevirenlerdir. Bundan böyle Bulgaristan’da faşist partilerin kapatılmasını isteyen halk kitlelerinin aynı zamanda HÖH - DPS’nin de kapatılmasını istediklerini görünce şaşmayalım. Bugünkü faşist iktidar ortaklığından beklentimiz yoktur. Bulgaristan tarihinde Aleksandır Batenberge başkaldıran, 1923 ve 1934’te 2 askeri darbe yapan, Aleksandır Stanboliyski’yi katleden, yüzlerce yurtsevere tuzak kuran, 138 yıldan beri Müslüman Türkleri vatan toprağından kovanları unutmadık. 1972 - 1973’te Pomak kardeşlerimizin, 1984-89’da bizim Türk kimliğimizi kökünden kazımaya çalışan eli silahlı katilleri de unutmadık. Ayrıca kapımıza dayananlarla, bizi zindanlarda, tutuk evlerinde tekmeleyen, döven, kötürüm bırakan, 26 Mart 2017 günü sınır kapılarında otobüslerimizi durduran, bizi vatanımıza salmayan, hırpalayan, tartaklayan faşist, sopacı haydut güçlerle (parti başkanları ve milletvekilleri) de unutmadık. Bizi aynı kazanda kaynatmak isteyen siyasi zihniyete, HÖH - DPS’ye “HAYIR” diyoruz, siyasi tavrını ise lanetliyoruz. Bu denli yoksulluk çeken halkımızın, sömürge durumundan, kölelikten kurtulmak için ayaklanması yakındır. Bu gidişle bu ayaklanma DPS yönetimine karşı da şahlanacak ve siyasi kimliğimizi, adalet ve özgürlük davamızın, memleketimizin Avrupalaşması ve demokratikleşmesi yolunu kesmesinden mutlaka kesinlikle hesap soracaktır. Bir kurnadan hem tatlı hem de acı su akmaz, beklentilerimiz boşa çıktı. Artık akıllanma zamanımızı geçirmemeliyiz, silme atma, yok etme zamanı halkımızındır. Adalet davamız sanki yeni başlıyor...


Makale ve Analizler - 2017

197

Bulgaristan Monarşiye Dönebilir mi?

BG-SAM-17.Haziran.2017

Hayaller ustası 80 yaşında Bulgar Çarı Simeon Sakskoburggotski 80 yaşını doldurdu. Bulgar tacını giymiş 3. Kişi olan bu şahsiyetin hayatının değerlendirme çizgisini çekme vakti geldi. İsmi Simeon Sakskoburggotski, Kadet Rilski, II. Simeon ve Simeon Borisov vs olan bu şahsiyet 16 Hazitan 2017’de 80 yaşını doldurmuş olsa da, dünyanın görüp göreceği monarşi temsilcileri arasında en gizemlisi olarak kaldı. O, doğum günü kutlamasını Sofya’da “Aleksandır Nevski” kilisesinde ve vaktıyla dedesi Çar Ferdinand’ın kullandığı Varna “Evsinovgrad” şatosunda yaptı. Avrupa krallıklarından seçkinler ve Bulgar monarşi sevdalılarının hepsi bir araya toplandı ve Bulgar Çarı önünde baş eğip elini öptüler. Bu törenler aynı zamanda haşmetlinin Bulgaristan Topraklarında hükmettiği ve daha sonraki yılların hülasasını çıkarmak için de iyi bir fırsat oldu. Çünkü bu şahıs etrafındaki sorular yanıtlardan defalarca çoktur. Biz bu soruların yanıtlarını bulamayız, fakat bu memlekette yaşamaya devam ettikçe, haşmetliyi yakından tanımak hakkımızdır. 80’nini doldurunca Simeon Sakskoburggotski, altından çekilip hala alınmayan Bulgar tahtına, haklı olarak ve mantık gereği bir daha hevesini ifade edip el uzatıyor. Bu konuda yapılan halk oylaması (referandum) o zamanlar yürürlükte olan Tırnova Anayasına göre, Bulgaristan istila edilmiş olduğundan, komünistlerin istediğinin istedikleri gibi yaptığından ve özgürlüklerden mahrum edilmiş bir ülkede Bulgar toplumu iradesini serbestçe ifade etme hakkını kullanabilecek durumda olmadığından dolayı geçerli sayılamaz. O günden başlayarak, çok uzak bir yerlerde yaşasa da, Simeon Sakskoburgotski Bulgar toplumunda bir faktör olma durumunu asla yitirmemiştir. Onun taç hakkını tanıyan Bulgar mültecileri arkasında olup onun Çar olmasının Anayasal bir hakkı olduğundan hiç birisinde bir gram şüphe yoktur. Gerçek şu ki, reşit yaşta olmadığından dolayı Naipler Konseyi onun görevlerini görmüş olsa da, o 1943 - 1946 yılları arasında Bulgar Çarıydı, devlet erkince yapılması gerekenlerin hepsi Bulgar Çarı adına yapılmış, komünistlerin kestiği idam cezalarını o imzalamış, tüm dünya devletlerine savaşı o ilan etmiş,


198

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

toplama kampları onun emriyle kurulmuş ve hatta Halk Mahkemesi kararlarını da o imzalamıştır. Diyecek bir şey kalmadı. Tarih!?... Öyle ki, Tahta yeniden oturma arzusunu dile getirdikten sonra Simeon Sakskoburggotski ileri adım atmadı. Yıllarca Avrupa monarşi ortamlarında dolaştı, alış verişlerde bulundu, Bulgar sanatçılarının dış ülkelerde verdikleri konserleri, açtıkları sanat galerilerini gördü, Bulgaristan’la yakından ilgilendi, hiçbir konuda bir gram siyasi görüş beyan etmeden dolaştı durdu... Onu tanıyan Bulgar siyasi mültecilerinin ortak görüşü şudur: “O bir Çardır ve çelişkili durumlarda taraf olması doğru olmaz!” Onlar kendilerine göre haklılar, bir de şu var, Bulgaristan’da da büyük sayıda vatandaş kendisine inandı. Birçokları “Ah, Çar bir dönse de hepsinden hesap sorsa, hak ettiklerini çektirse” demediler mi. Siz de işitmiş olmalısınız. O 50 yılda Çar hakkında çok konuşuldu da, benim de Kırcaali’de kaldığım 1980’lerde işittiğim şöyle bir fısıltı vardı. Bütün bu yıllarda yani yarım asır boyunca komünist hükumet Semeon Sakskoburggotski’ye yüklü bir para ödemiştir. Ne yazık ki, 80 yaşındaki Çar ve 2 yılda bir değişen Bulgar hükumetleri bu konuda susuyorlar. Sonra 1989 geldi. Todor Jivkov diktatörlüğü yıkıldı. Demokratik Güçler Birliği (CDC) Hak ve Özgürlükler Hareketi (DPS) birlikte siyasi sahneye çıktı. Bulgarlar bir kurtarıcı olarak Semeon’dan da sık sık söz etmeye ve hayal kurmaya başladılar. Birçok monarşi partisi kuruldu. Hepsinin programında şunları okumam mümkündür: “Tırnovo Anayasası yürürlüğe konsun ve II. Semeon Bulgaristan’a geri dönsün!” Bulgarların kafasında, eski “görkemli yıllar”, haksız duruma düşürülen, çekip ezilen vatandaşların haklarını sağlayacak ve adalet getirecek kurtarıcı siması oluşmaya başladı. Hatırlayacağınız üzere, bunların olmasını istemeyenler, 1992 Anayasa maddelerine, yeni Bulgar devlet başkanı adayı için 5 yıl Bulgaristan’da yaşamış olması hususunu eklediler ki, amaçlarında Semeon’un yolunu kesmek vardı. Bunu yapanların başında, öteden beri monarşi düşmanlıklarıyla ünlü Bulgaristan Sosyalistleri vardı. Onlar 1908’de Bulgaristan’ın çarlık yerine Halk Cumhuriyeti olmasını istemişler, Semeon’un babası III. Boris’i öldürmek için 1923’te Sofya’da “Ts. Nedelya” kilisesinin kubbesini havaya uçurmuşlar, ayaklanmışlar, silahlı partizan mücadelesi vermişler vb. Ne var ki, 1995 yılından beri Bulgaristan’da Çar Semeon’un ülkeye geri dönmesi konusu çok konuşulmaya başlandı. “Üst akıl” önce hademe rolü gören DPS - HÖH Başkanı Ahmet Doğan ile bir başka istihbarat ajanı olan DPS


Makale ve Analizler - 2017

199

milletvekili İvan Palçev’i Madrid’de gönderildiler ve Çar Simyon’a ilk “aman dön” daveti sunuldu. BSP lideri Jan Videnov iktidarı zamanında yaşadığımız iflas günlerinde II.Semeon’un dönmesine denize düşenin yılana sarılanlar gibi bakmaya başlamıştık. Kültür ve sanat dallarından 101 bilinen isim imza toplayarak “ama dön artık” daveti göndermişti. Fakat yine 1995 yılı ortalarında ansızın bir şey oldu ve davetiye gönderme furyası ansızın kesildi. Bulgaristan Demokrat Partisi (DP) lideri ve Meclis Başkanı Stefanb Savov’un Semeon Sakskoburgotski ile Madrid’de özel bir görüşmesi vardı. DP monarşist bir partidir. Ferdinand ve III. Boris zamanında 8 defa hükümet kurmuş ve Çarlığa bağılısıyla bilinir. 1995’te DP, CDC cephesinde bir güçlü parti olup, Stefan Savov’un Madrid’le sürekli kişisel temas halinde olduğu biliniyordu. Yine o dönem Savov “III. Borisin mezarı ve komünistler onun kemiklerini nasıl yok ettiler” komitesine de başkanlık ediyordu. Bu onun İspanya’ya ilk gidişi de değildi. O birkaç gün sonra Madrid’den döndü, fakat basına demeç vermedi, dut yemiş bülbül gibi sustu. Sonra bir gün o kamuoyu önünde “Şu bizim Simeon’un tüyü pek temiz değil!” dedi. Ve şunlar açıklandı: Savov, Çarın ofisine belirlenen saatte gitmiş. Sekreteri “işi var bekleyeceksiniz” demiş. 2 - 3 saat bekledikten sonra tam kalkacağı an, kapı açılmış ve içeriden Bulgar dış istihbaratının şefi Lüben Gotsev ve siyaset seçkinlerinden Ginyo Ganev çıkmışlar. Savov “üzerime bir kova kaynak su döküldü” diye anlatıyor. 25 Mayıs 1996’da II. Simeon Sofya uçak alanına ayakbastı. Bir kurtarıcı gibi karşılandı. Sofya, Plovdiv, Veliko Tırnovo ve Varna’da büyük törenler yapıldı. Bütün masrafı “Multi Grup” ödedi. Ona Bulgar kimliği ve pasaportu verdiler. Ahmet Doğan’ın dostu İliya Pavlov cebine bol bol para sıkıştırdı. Fakat o an birden bire umut yıldızı söndü, çünkü parlamento seçimlerini Demokratik Güçler Birliği (ODS) kazandı. İvan Kostov Başbakan oldu. İvan Kostov idaresinde 15 banka iflas etti, halk kemerleri bir az daha sıktı. Ne var ki, sosyolojik araştırmalar onun 2001 seçimlerini de kazanacağına işaret ediyordu. Fakat “üst akıl” Bulgar sağının iktidar sofrasından kalkmasına karar vermiş olacak ki, ülkede “politik olan ne varsa herşeyi yok edelim” operasyonu gerçekleştirildi ve siyaset sahnesine yeni bulunmuş bir hazine gibi II.Semeon çıkarıldı. Plana “Şipka” adı verildi. Hedefte canlanan geleneğin yok edilmesi vardı. Milyonlarca Bulgar daha önce görmedikleri eski Çara ansızın bir anda hepsi inanıverdi. Tamamen bilmedikleri, tanımadıkları bir olaya bel bağlamaya karar verdiler. II.Semeon umut bahşediyor, umut tarlarında ise oy bitiyordu. II. Semeon’un partisi yoktu. /Çar partisi olur mu?/ Seçmen oyunu “Oborişte” partisine ve Bulgar Kadınlar Partisine verdi ve Semeon bu oyları toplayarak II. Semeon Ulusal Hareketini oluşturdu ve 120 mil-


200

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

letvekiliyle meclise girdi. Bulgar halkı ona neden inanmıştı. Ve tam suların durulduğu bir anda Semeon Sakskobrggotski’nin dış ülkelerde yaşarken Sovyetler Birliği İstihbarat Örgüyü (KGB) ile sıkı işbirliği içinde olduğu, farklı bağlantıları, borçları, kumar tutkusu vb konuşulmaya başlandı. Şu nokta çok önemlidir. Sanki meclisteki 120 milletvekili “yanmayan lamba” – semboliktiler. Çar özellikle DPS - HÖH ve Ahmet Doğan’la ilişkilerine büyük önem veriyordu. Bulgar Anayasasına göre hükumet kurabilmek için 121 oy gerekli olduğundan bu bir oyu kendisine şimdiki Ankara Büyükelçimiz Nadejda Mihaylova teklif etti, fakat Semeon DPS’yi tercih etti. “Multi Grup” şefi Pavlov meclis balkonundan inmez oldu. Olaylara BSP daha sert katılmaya başladı ki, olay Ardino (Eğiri Dere) Belediye Başkanı Mehmet Dikme’nin Tarım Bakanı olmasına kadar uzadı. Simeon Sakskoburggotski hükumeti’nin onayladığı ilk yasalarını hatırlayalım: 1- Gizli polis ajanı ve hain dosyalarının kapanıp rafa kaldırılması; 2- Bulgaristan’da bir US Doların 3 bin leva olduğu 1995 - 2001 yılları arasında 15 bankanın da kapanmasına neden olan banka müdürlerinin sorumluluktan alı konması vb. Bulgar halkı Simeon Kadet Rilski’nin Bulgaristan’a dönmezden önce kurs gördüğünü, program çiplerinin değiştirildiğini, kendisine verilen emirleri yerine getiren bir kukla olduğunu fark etmeye başladı. Başka bir ifadeyle o Çar tacını çıkarıp kafasına gözle görülmeyen bir şapka geçirmişti. Dört yıl sonra da “zamanını doldurmuş bir hükümdar” durumuna düştü ve alay konusu oldu. Onun Bulgaristan’a geri getirilmesi ve sahnelenen gülünç oyunla memleketimizde gerçek siyasi tartışmaya nokta kondu ve siyaset alanına, perde ardındaki yeden güçler davet edildi. NATO ve Avrupa Birliği üyeliğimizle GERB partileşti ve bugün hesaplarında 56 milyon US Dolar ve Euro olduğu bilinen 24 yaşındaki HÖH - DPS milletvekili Delyan Peevki baş rolle sahneye sürüldü. Çar’ın kurduğu parti dağıldı. Başbakanlık dönemindeki hırsızlıkları mahkemelik oldu. Hayatı ateşten gömlek olan halkın gözünde sıfırlandı ve gülünç duruma düşürüldü. Neden? Böylece Simeon Sakskoburggotski’nin Bulgaristan’a bir daha Çar olma hevesleri de “genç aslanlara” yem edildi. O, şimdi Bulgaristan’da ancak yaş günü kutlayabilir.


Makale ve Analizler - 2017

201

Kalbimizdeki Hazineydi

Osman Bülbül-17.Haziran.2017

Konu: İşi bu noktaya getireceklerini düşünememiştik. Hak ve özgürlükler hareketinin haberlerde haber olduğu günü hatırlıyorum. Radyo kulağımız zaten hep açıktı. 1984 olaylarından sonraki yıllarımızın yarısı “BBC”, “Almanya’nın Sesi” ve “Hür Avrupa” ile “TRT - Türkiye’nin Sesi” haber ve yorumlarını dinlemekle geçmişti. 1990’dan başlayarak Sofya devlet televizyonuna ve Bulgar radyoları ana kaynak rolünü kaptı. Onlar, hak ve Özgürlük davamız haberlerinin birdenbire birinci kaynağı oluverdiler. Önce hepimiz bunlar bizi aldatma planı yaptı. Bakışlarımızı Ankara - İstanbul’dan Sofya’ya çevirtmek istiyorlardı. Bize tuzak kurdular diye düşünmedik değiliz. Yıllar sonra gerçekler zambak gibi açtığında, elektro şok geçirmiş gibi bir garip durumdaydık. O zaman, karşımıza bilmediğimiz, görmediğimiz, adını işitmediğimiz, siyah top sakallı, gözlüklü, ufak tefek, Türkçeyi pek çözememiş otuz otuz-beşlik bir genç sürüldü. O, pek bir şey anlatmıyor, bilgi verip bilgi almıyor, dert dinlemiyor, her konuşmasında ezberlediği bazı cümleleri tekrar ediyordu. Aklımdan kalan “ben sizin garantörünüzüm”dür. O güne kadar zorba görmüş, zulüm yaşamış, tartaklanmış, ezilmiş ve üzülmüş kardeşlerime bir aşı gibi geliyordu. Radyolardan yıllarca dinlediklerimizi canlı canlı yüz yüze dinlemek, aynı konuları sofra başında sohbet etmek ne hoştu. 1990 Haziranında, hatırlayacağım üzere Büyük Millet Meclisi seçimi vardı. Türk partisi olarak 24 milletvekili çıkarmıştık. Herkes inanmamış, “dur bakalım, bir görelim, kaçmıyoruz işte, buradayız, gelecek defa biz de oy veririz” diyenler az değildi. Hepimiz sandık başına gitseydik, şöyle bir 40 milletvekili çıkarabilirdik. O seçimde bize Bulgar seçmenden tek oy gelmedi. Sahnede Pomaklarla bizdik. Çingene kardeşlerimiz de davul sesine, küfte kokusuna ve üç beş leva harçlığa oylarını, adını bile doğru dürüst söyleyemedikleri, Demokratik Güçler Birliği /CDC/ ye vermişlerdi. Gidişin yönü belliydi. Geçen asrın doruğuna tırmanıyorduk. Siyaset kara bulutlardan kopmak isterken, onları ve yıldırımlar ı tarihin daha alt katlarına itmeye çalışıyordu. Uzanmak istediğimiz demokrasi tepenin doruğuna giden yolda ise, hava güneşli olacak umudu vardı. Ne de olsa, benim yandaşlarım, son asrın arkada kalan 90 yılının karanlığından, neminden, kokusundan çekisinden az buçuk da olsa tatmış olduğumuzdan dolayı, yeni işlerin pamuk ipliğinde sallandığını da hissediyorduk. Doğru dürüst konuşacak, dertleşecek, akıl fikir danışacak dost-akraba, asker arkadaşı da yoktu. Herkes ya yola ya yere bakıyordu...


202

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu satırları 27 yıl sonra bir hatırat olarak değil, insanın hayat çizgisinin, yaşadığı alın yazısının tasarlanıp planlamadığına, düzeltilemediğine ve değiştirilemeyeceğine inancımın bir dökümü olarak yazıyorum. 27 yıl her seçimde, her defasında partinin gösterdiği muhtara, belediye başkanına, milletvekiline oy verdim. 5 defa sınır geçip Bulgaristan’da oy kullandım. Her defasında da sandık başında onurla “DPS” dedim. Alnım açıktır. Bu konu TC.’de çok tartışıldı. Almanya’da bulunduğum yıllarda da tartışma konusu oldu. DPS’yi kendimden bir parça, canımızdan can bildim, hep ve her yerde savundum. Vicdanıma ihanet etmedim. İki sel yaşadım. Biri göç seli, ikincisi de vicdanımın bana “dur durduğun yerde” baskısı ağır oldu. Bu bir bilinçlenme kavgasıydı. Güçlükleri aşıp hayatı yenerken birikimle dolan bir gencin bilinçlenme serüveniydi bu. Üç gün önce Şeytancıklı (Hitrino) belediye başkanı Nurettin İsmail’in partiden, davadan, saflarımızdan ayrıldığını kendi kulaklarımla işitirken ürperdim. Bir ormanda bile her ağaç kesilmez. Ormanın orta direkleri vardır. O bizim orta direğimizdi. Deliorman’da halkımızın hak ve özgürlük, adalet davamızın yetiştirdiği güven kazanmış bir gençti. İnsanlarımızı ardına dizen cesur, vicdanlı, onurlu ve atılgan yerli önderimizdi. Onu, kahrolası doğal gaz dolu sarnıç patlamasından sonra yüzünü elleriyle kapamış ağlarken gördüm. “Geçmiş Olsun!” derken herkesi kucakladığını, 7 cenazeyi toprağa verirken bir partili önder ve devlet adamı şerefiyle dik duruşunu, 29 yaralımızı birer birer hastanede ziyaret ederken ellerini tutup “Geçecek!”, “Geçer...” deyişini, umut aşılayışını, evlere, çadırlara, her yere ekmek su ulaştırma çabalarını unutamam, unutamayız. Yaralı ve yıkılmış bir köy içinde dimdik durmak çok zor bir iş. Şumnu bölgesinden 20 bin kardeşimizin 22 Mart 2017 seçimlerinde DPS’ye oy vermedi. Şimdi Nurettin’i sorumlu tutuyorlar. Bulgar devleti ve halkının felaketzedelere gönderdiği ve 32 milyon yardımın görülen iş ve hizmet, fatura karşılığı ödenmesinden şüphelenmiş DPS yönetimi... Besbelli ki, “yolda, açıkta kalmış insanların nasibinden, hakkından, lokmasından çalınmaz” atasözümüzü bilmiyorlar. Şimdiki zamanları, yine Deliormanlı olan Başbakan Yardımcısı ve Ulusal Felaketler Bakanı Emel Etem’in “sular akarken doldur bakırlarını” zamanları olmadığını kabul etmek istemiyorlar. Namusumuza, prensiplerimize, onurlu yaşam geleneklerimizle bundan sonrada yaşama hevesimize uymak istemeyen hiçbir parti Deliorman’ımızda kök salamaz, tutunamaz, hayat hakkı hak edemez. Bu seçimde bizim köyümüzden 1.000 soydaşımız DPS’ye oy vermedi. Bulgaristan çapında bu rakam 170 bin kişidir. Bunun tek anlamı vardır. HÖH partisinin ayarı bozulmuştur. Hak ve Özgürlükler davamıza, hukukun üstünlüğü ilkesine, eşit adalet esasına, demokrasi anlayışımıza ihanet edilmiştir.


Makale ve Analizler - 2017

203

Biz burada Ahmet Doğan’ı yıllardan beri görmedik. Neden acaba? Ne yapmış da insan arasına çıkamıyor? Bilmek istiyoruz. Kitap yazacak dediler yazamadı. Vasil Levski’yi bir başka açıdan anlatacak, hazırlık görüyor eklendi, bu iş de boş çıktı. Vatıyla Çar II. Simeon’u Bulgaristan’a çağırmaya gitmişti. Gelince beraber çalıp çırptılar, Bulgaristan’ın altını üstüne getirdiler. Ortak kabine kurdular. 16 Haziran 2017’de Çar Semeon, Sofya “Vranya” köşkünde 80. Doğum gününü kutlamış, ne ki, Ahmet Doğan’ı davet etmemiş. Vay be, o da ne iyilikbilmez biriymiş! İş o kadar tepeden çözülmüş ki, Doğan’ın iplerini çekenler, “olmaz ondan artık hiçbir şey, bırakın çürüsün o bozuntu binada” demişlerse, olay bitmiş, terazinin dengesi bozulmuş, yeni plan kurulmuş anlamına gelir. 2.5 ay önce 170 bin oy kaybeden bir partinin bozgunu, çözülmeyi, sağa sola kaymayı durdurması mümkün görünmüyor. DPS’den kopmalar 2014’ten beri, yani “Bulgar Etnik Modeli”nin çöküşünden beri hız aldı sel oldu. Bu kardeşlerimizi toplayacak başka bir kendi partimizin olmaması, çok acı sonuçlar doğuruyor. Hele faşistlerin iktidar ortağı olduğu şu günlerde, bizi kötü günler bekliyor. Lütfi Mestan’ın “DOST” partisi yeni siyasi bunalım yükünü kaldırabilecek bir oluşum olamadı. İdeolojisiz ve ülküsüz bir parti, ağaçtan kopmuş ucu bataklığa sokulmuş bir dal gibidir, kuruyup solup sararmasa bile, meyve vermez. Öyle de oldu. Kasım Dal ve Orhan İsmailov’un Halkın Özgürlük ve Demokrasi Partisi (NÖDP) ile geçici seçim birlik kursa da, meclis kapısı açılmadı. Ülkemizde kükreyen aşırı sağcı, ırkçı, faşist hortlamayla başa çıkabilecek durumda, irade ve güçte olduğunu ispat edemedi. Halkın, seçmenlerimizin umudunu kırdılar. DPS perdesi kapandı kapanacak gibi. M. Karadayı, H. Hamid, M. Kazan ve arkadaşları arasında bu işi yeniden canlandırabilecek ruha sahip biri yok. Karadayı bildiklerini kendine anlatıyor, Hamid kendini kandırıyor, Kazak ise söylediklerim doğru mu acaba kuşkusu içinde boğuluyor. Hak ve Özgürlüklerimiz için 1989 Mayısında ayaklananların ruhu çökertilmeye çalışılıyor. Bu amacı güdenler işi biliyorlar. Onlar, insan umudu, cesareti ve ruhunun dayanak noktasının üretim ilişkileri olduğunun farkındalar. Onun için önce tütün üretimimiz baltalandı, hayvancılığımız, bahçıvanlığımız, tahıl üreticiliğimiz yok edildi. Biz Bulgaristanlı Türkler 1934 - 1944 faşizm döneminde de bazen bir lokma ekmeğe muhtaçtık, ama Almanlar ürettiğimiz tütünlerin % 80’nini alıyor ve elimiz 3 - 5 para geçiyordu. Rus döneminde tütünlerimiz oraya gidiyordu ve yine elimiz boş kalmıyordu. Madenlerimiz, danamız, kuzumuz, sütümüz, yumurtamız olurdu, kıt kanaat ama dağarcık boş değildi. Şimdi neyimiz kaldı. Bulgaristan Türklerinin tütün işinin altını üstüne getiren, BULGAR TABAC’ı dağıtıp satan “Doğan yavrusu” milletvekili Delyan Peevski’ye 56 milyon Dolar kaptırmışlar. Adam


204

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

aldı çantasını Kuveyt’e yerleşti. Tarlalar boş kalmış, tütüne kota yokmuş, millet Avrupa’da en uzun zaman açlık çekme ve yoksul yaşama şampiyonu olmuş, kimsenin umurunda değil. Doğan ise dünyada ne olup bittiğini görmesin diye 2013’ten beri “saray” denen harabelikten dışarı çıkamıyor. Bu bize kurulan bir tuzaktır. Karadayı, Hamid ve Kazak bu düğümü çözemedi, çözemez. Lütfi Mestan da bildiklerini anlatmadıkça, halka kendini dökmedikçe, halk ona ısınmaz ve kaynaşma gerçekleşmez. İşte böyle bir ortamdayız. Türklük kalesi olarak kurduğumuz DPS’yi içinden yiyenler, çökertenler, aslında Türk kimliğimizi kemirip bitirmek istiyorlar. DPS şu 27 yılda Müslüman Türklere karşı çıkarılan herhangi bir kanunu durdurabildi mi? Durdurmak bile istemedi. 1992 Anayasasına haklarımızın işlenmesini, her istediğimizi söke söke almamızın meşru olduğunu işletti mi?! Hayır. Ayaklanmamızın meşruluğunu, hak arama davamızın yasallığını bile yasalara işletmek istemedi. HÖH gizli polisin bir tuzağıydı ve bizi, özenle kurduğu tuzağa düşürüp kapamayı ve 27 yıl yıldırmaya zorlamayı başardı. Artık oyun bitti, bitiyor, bitecek. Siyasi davaya sahip çıkmak Sofya meclisine “mercedes” araçla gitmek, kravat takmak ve en pahalı berberde saç kestirmek değildir. Partiden sökülenler bunu anladılar. Hiçbir zaman unutulmamalıdır. DPS 10 bin Müslüman Türk aydınını memleketimizden kovdurmuştur. 27 yılda bir tek kitapçık basmayan bir parti olur mu?! 27 yılda bir anaokulu, ilkokul, lise kurdurup açmayan parti olur mu? 27 yılda bir tek fabrika açılışında şerit kesmeyen başka bir parti var mı? 27 yılda bir hastane kurduramayan bir partiden ne hayır gelir? 27 yıldan beri okumak için dış ülkelere gönderdiği kadroları arayıp sormayan bir partiden hayır gelir mi? Bu parti kaç uzman yetiştirdi? 27 yıldan beri verdiğimiz her oy için her sene 11 leva alan ve bu para 27 yılda toplam 136 - 140 milyon leva olsa da, Türklük davamıza, Türk kimliğimize 2 çivi çakmayan bir partinin bundan böyle bizimle ne işi olabilir?! Felaketzedelere yardım eden, köyünde adalet sağlayan bir Belediye Başbakanını partiden atan bir partiden kime fayda gelir? Zamanın doruğundan DPS kalesinden kopan son kayalar tekerleniyor. Üzgünüm. Ne ki, üzgün olmam hiçbir şey değiştirmiyor. Yeni siyasi yapımızı dikmeden DPS’yi gömmek acı verici olsa da, yapacak bir şey yok. Yalanla beslenen eski şan ve şöhretle yaşamak artık imkânsız. Doğan, Lütfi Mestan ve arkadaşlarını beş parasız kapı dışı ettiği gibi, ötekileri bekleyen yeni günlerde farklı bir şey beslemek yanlış olur. D. Peevski, sözde “hakkına düşeni” alıp dış ülkeye çıkarmış ve Kuveyt’i boyladı. Tekrar ediyorum, en az 10 bin aydınımız sınır dışı edildi.


Makale ve Analizler - 2017

205

250 bin gencimiz ekmek parasını sılada arıyor. Türk kimliğimizi yeniden ateşlemek kolay olmayacak. Ruh kırıntılarımızdan yeniden canlanmak ve yücelmek zorundayız. Kardeşlerim, biz henüz var olduğumuzu kanıtlamak, birlik ve beraberlikte buluşmak zorundayız. Bakıyorum birkaç günden beri ateş böcekleri fenerlerini yakmış gece gece dolaşıp mutlu yarını arıyorlar. Onları örnek alalım. Kalbinde Türk kimliği hazinesi olduğunu bildiklerinle mutlaka paylaş!

Satranç Tahtasındaki Siyaset

İbrahim Soytürk-18.Haziran.2017

Konu: Acı gerçekleri böyle anlatmak da mümkün. Farkında olmadan % 25 işgal edilmişiz. Rusya satranççısı Karpov yine Bulgaristan’da. O, bu defa da bize, Bulgaristan’ın Ruslar için “yabancı ülke” olmadığını, vatanlarının devamı olduğunu göstermek için geldi. KutsalYoan Zlatoust, İstanbul’da Aleksandır Yordanov - Sofya meclisi eski yaşamış, hatipliğiyle ün yapmış, başkanı “Yahudilere karşı” ayinleriyle bilinen, saygıya değer bir Hıristiyan din adamı, aydın ve Piskopostur. “Zlatoust” ise bir şehrin adıdır. Avrupa ve Asya kıtaları sınırı bu şehrin içinden geçer. Bu kentinde, Sovyet rejiminin inanmış “propagandacılarından”, günümüzde ise Vladimir Putin siyasetinin savunucularından biri dünyaya gelmiştir. Bu kişi, eski dünya satranç şampiyonu Anatoliy Karpov’tur. Satranç yetenekleri onu, Devlet GüvenlikKomitesi (KGB), Sovyet parti ve devlet yönetimi elinde bir piyon olmaktan koruyamadı. Kremlin, onun satranç başarılarını düşman bildiği “Batı dünyasına”, normal dünyaya karşı propaganda savaşında istediği gibi kullandı. Karpov’un satranç tahtası üzerindeki başarıları “Sovyet yaşam biçiminin” üstünlüğü olarak gösteriliyordu. Özgürlük-


206

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

süz bir hayatın - ekonomi ve siyaset alanında başarıları olarak lanse ediliyordu. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler birliği (SSCB) yıkılırken Kapov da yıkıldı. İnsanlık SSCB’nin çöküşünü sevinçle karşıladı. Sporu bir ahlak ve onurlu bir yarışma olarak gören insanlarsa, Kapov’un satranç masasından kalkmasına sevindiler. Çünkü Anatoliy Karpov namuslu satranç oyuncusu değildi. Onun katıldığı turnuvalara KGB ve Askeri İstihbarat Müsteşarlığından birçok yetkili, falcılar ve göz boyacılar da katılıyor ve rakiplerine baskıda bulunuyorlardı. O, Dünya Satranç Federasyonu’nun yeni kurallarını kabul etmeyince 1999’da Las Vegasta düzenlenen dünya satranç birinciliğinde yarışmasına izin verilmemişti. 1981’de İtalya Mirano’da, ondan üstün olduğunu bilmesine rağmen, fakat oyun neticesinin de kendi lehinde sonuçlanacağını da bildiği, şerefli satranç ustası Viktor Karçnoy’a karşı oyuna oturmuştu. Bir yıl önce SSCB’den kaçmayı başaran Kraçnoy’a bu karşılaşmanın başlamasından yaklaşık bir saat önce, oğlunun Moskova’da tutuklandığı ve asker kaçağı olarak hemen mahkemeye çıkarıldığı ve 2,5 yıl içeri tıkıldığı haberi verilmişti. Oylan hemen sürülmüş ve Sibir yolunda önce Karpov’un doğduğu Zlatoust şehrinden trenden indirilmiş ve oradan babasını aramıştı. O zaman Merano (İtalya) karşılaşmasını “vatan hainliği” ile suçlanan Kraçnoy kaybetmiş ve Sovyet kahramanı Kraçnoy kazanmıştı. Oğlunun nasıl ellere düştüğünü öğrenen bir baba düşünerek satranç oynayabilir mi? Burada Sovyetlerin şampiyonlukları nasıl elde ettikleri su yüzüne çıkmıştı. Kısa bir süre sonra bugünkü Rusya rejiminin sert eleştiricilerinden biri olan Gari Kasparov oyuna başladı ve Karpov gibi sahte oyuncuları satranç müsabakalarından uzaklaştırdı. Şunu da hatırlarsak iyi olur. 1977’de Karpov SSCB’de “Mercedes” marka otomobili olan 3 kişiden biriydi. O, bugünkü sohbetlerinde aldığı aracı SSCB gümrüğünden içeri alabilmek için kimlere kimlere telefon açtırdığını alaylı gibi anlatıyor. Oysa şu da var, o yıllarda uzaya çıkan SSCB’de bir “Mercedes” aracın bakımını yaptırmak için Federal Almanya’dan tamirci davet ettiklerini de fıkra gibi paylaşıyor. Günümüzde Anatoliy Karpov “Birleşik Rusya” adlı Putin partisinden milletvekilidir. Değeri 13 milyon Euro olan pul koleksiyonu da ona aittir. Adına “Rus Dünyası” denen Kremlin sibrit stratejilerinden birinin en faal propagandacılarından biri Karpov’tur. Bu, Rusya’ya bağlıklarıyla bilinen insanların oluşturduğu bir uluslararası ve devletlerarası “topluluk” oluşturmayı amaçlayan bir sosyal hareket ve fikir bütünüdür. Karpov’un Bulgaristan’a gelişini sıklaştıran da işte bu gelişmedir. O bu defa Bulgaristan’a aşırı milliyetçiliği ve faşistliğiyle ün yalan “Ataka” partisi lideri Volen Siderov tarafından davet edildi. Bulgaristan’da “Ataka” partisi “Rusya Dünyası” projesi olarak kabul ediliyor. Bu projeye göre, Bulgarlar “Rus Dünyası’na” ait olarak kabul edilirken, bir ideolojik doktrin geliştiriliyor


Makale ve Analizler - 2017

207

ki, buna göre Bulgaristan “dış bir ülke” sayılmıyor. Onların vatanı olan “Rus Dünyası’nın” devamı olarak görülüp kabul ediliyor ve özümseniyor. Gelişmeler bu açıdan değerlendirildiğinde, Bulgaristan’ın NATO ve Avrupa Birliği (AB) üyeliğine Moskova’nın yıllar yılı homurdanmasını ve kıç atmasını anlamak ve Bulgaristan’a neden ters baktıklarını kavramak kolay olur. Ve artık ülkemizin NATO ve AB üyesi olduğu gerçeğini değiştiremeyecek olduklarını anlayınca, bizi bu örgütler içinde bir “Truva Atı” olarak kullanmaya çalışıyorlar. Ne yazık ki, Bulgar siyasetçilerinden birçoğu Rusların dizdiği bu satranç tahtasında piyon olmayı kabul ediyorlar. Bu oyuna girmiş olan siyaset adamlarımızın birisi de Volen Siderov’tur. Fakat Bulgaristan’da “Rus Dünyası” projesine dahil edilen ve kendisini iyi bir satranççı sanan yalnız Volen Siderov değildir. “Rus Dünyası” projesinde Ukrayna ve Beyaz Ruslar ayrı halk ve ulus olarak görülmüyor ve kabul edilmiyor. Kısa bir dönem önce bu sav Rusya yandaşlığıyla bilinen Beyaz Rusya Cumhurbaşkanı Lukaşenko’yu da şaşırtmıştı. “Rusya Dünyası” ideolojisi çok büyük ölçülerde olmak üzere “İslam Dünyası” ideolojisine benziyor. Çünkü fanatizm İslam ya da Doğu Ortodoks Hıristiyan ayırımı tanımaz. Bunların ikisi de fanatizmdir. (taassuptur). Bir önceki dönemde antiHıristiyan ya da Hıristiyan olmayan yani ateist /dinsiz/ (sekiler) kişiler tarafından propaganda edildiğinden dolayı, Rus Doğu Ortodoks Hıristiyan fanatizminde çok daha derin ve saldırgan bir tehlike gizlendiğini izliyoruz. Şu da var, bu propagandayı yapan kişiler, “din bir uyuşturucudur” iddiasında bulunan ve bir din olarak Hıristiyanlığa karşı düşmanca davranan, “komünist ruhta” eğitim almıştır. Biz bugün, böyle bir dini tavla yüzleşmiş bulunuyoruz ve bu kişilerin imanının kalplerinden geldiğine inanmak çok zordur. Temiz ruhlu ve inançlı insanların KGB ve Kremlin bahçelerinde yetiştiğine inanmak imkânsızdır. Ukrayna’ya yapılan saldırı ise, Rusya’da Hıristiyanlıktan ve Doğu Ortodoksluğundan iz bile kalmadığını kanıtlıyor. Kremlin eylem ve siyasetinin anti-Hıristiyan niteliğini gün ışığına koyuyor. Şu bir gerçektir: “Rusya Dünyası” Ukrayna’da can alıyor. Ve yalnız Ukrayna’da ölüm saçmakla kalmıyor. Birkaç gün önce “Rusya Dünyası” yüz aklarından biri olan Anatoliy Karpov, Moskova’da adına “Küçük Moskova” dedikleri Karadeniz sayfiye kentlerimizden Primorsko şehrimizi ziyaret etti. Primorsko’nun adı bir de Karpov’un milletvekili arkadaşlarından biri olan Pyotır Tolstoy’un “biz o şehri satın aldık” sözleriyle sımsıkı bağlıdır . Bu vesileyle Alman “Züddeutsche Zeitung” gazetesi şöyle yazmıştır: “Satın Alınan Bulgaristan” Bulgar ekonomisinin % 25’ı Rus kontrolüne geçti. Bulgaristan işgal edilmiş bir ülkeyi andırıyor.


208

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bugün Anatoliy Karpov yine bulgaristan’a geldi. Stara Zagora’da düzenlenen “Trakya Atı” atlı çocuk satranç yarışına katılıyor. Fakat basının haber verdiğine göre, önce pazartesi gün (18 Haziran 2017) Yüksek Temyiz Mahkemesi’nde savcılar ve hakimlerle satranç oynayacak. Gelir gelmez de ilk görüşmesini meclis başkanı Dimitır Glavçev’le görüştü. Bu arada Bulgar meclis başkanının bir dış üşlkenin aleyhimizde propaganda yapan bir temsilcisini kabul etmesi anlaşılır gibi değildir. Ben olsam kabul etmezdim. Belki de bu yüzden mecliste ve siyasette değilim. Biz Rusya’dan satranç karşılaşması değil, Yasalarla anti-hüman, cinayi rejimi tarafından XX. yüzyılda SSCB’nin Bulgaristan’ı istila etmesiyle ilgili özür dilemesini bekliyoruz. Çünkü bizim vatanımız şu satranççi Anatoliy Karpov’un temsil ettiği SSCB tarafından işgal edilmişti. Bu bir cinayetti. SSCB tarafından halkımıza karşı işlenmiş bir suçtu. Karpov bu cinayetin farkında mıdır? “Sayın Bulgar dostların, biz o zaman sizinle çok kötü davrandık. Özür dileriz!” deyip o Rusya yönetimi adına bizden özür dilese olmaz mı? Karpov Rusya Parlamentosu üyesidir. Bunu söylemesi ona yakışır. Fakat o özür dilemeyecektir. Çünkü onu bizde karşılayan ve uğurlayanlarda bunu yapmasında ısrar edecek irade yoktur. Onlar, Karpov’un ülkemize gelişinin bu defa da büyük “satranç tahtası” üzerinde herhangi bir piyonu bir yere değiştirmekle bağlı olduğunu biliyorlar. Ne de olsa, böyle bir özür gelecek mi? Daha bekleyelim mi? Sorusunu sorarak hatırlatmaları iyi olurdu. Fakat siz de bilirsiniz, hizmetkârlar genelde soru sormazlar. Onlar bakar görmez. Yere kadar boyun eğer ve hizmet ederler. Onlar gerekirse ateş atlar, ama soru sormazlar. Bu defa da bu işböye gelmiş böyle gider. Ne ki, hep böyle olamaz. Olmamalıdır. Hademeler devri yoktur. Yeni bir uygarlık geleceğine inanıyoruz. Unutmayınız. Geliyor...


Makale ve Analizler - 2017

209

Büyük Önder

Neriman Kalyoncuoğlu-18.Haziran.2017

Konu: Neden Hitler her zaman ve her yerde Atatürk önünde boyun eğidi? “Almanya’nın Sesi” /Deutsche Welle/: Hitler her zaman ve her yerde Mustafa Kemal ATATÜRK karşısında boyun eğilmiştir. Neden? Alman tarih bilimci Stefan İrig, “Nasyonal sosyalistlerin hayalindeki Atatürk” başlıklı bir bilimsel araştırma eseri yayınladı. Birinci Dünya Savaşından sonraki yıllarda Adolf Hitler, homojen bir ulus oluşturabilen bir önder olarak Mustafa Kemal’le büyük saygı duymuş, her zaman ve her yerde kendisine ve eserlerine boyun eğmiştir. Alman tarihçilerinden Stefan İrig yeni araştırma eserinde, Birinci ve İkinci Dünya Savaşları arasında meydana gelen fakat pek bilinmeyen birkaç olaya yer vermiştir. Alman tarihçi Stefan İrig yeni kitabı “Nasyonal Sosyalistlerin Hayalindeki Atatürk” başlığı ile çıktı. Bu eseri, “Deutsche Welke” radyosu, “Die Zeit” Gazetesi ve “The Wall Sreet Journal” tanıtımıyle sunuyoruz. Alman sağcılarına göre Birinci Dünya Savaşından sonra Mustafa Kemal olağanüstü büyük başarılara imza atmıştır. Ülkesine dayatılan ve 1920’de Osmanlı İmparatorluğunu dağıtan ve Türk topraklarını “parçalayan” Sevr Antlaşmasından sonra, Türk halkı Büyük Atatürk’ün önderliğinde silah elde direnerek dayatılan diktanın yeniden gözden geçirilmesini zorunlu kılmayı başarıyor. Türk halkının Kurtuluş Savaşı, şimdiki TC sınırlarını çizen, 1923 Lozan Antlaşmasıyla noktalanıyor. Şöyle ki, Hitler ve arkadaşları, Atatürk kişiliğinde, etnik olarak homojen bir ulus oluşturan bir önder görmüştür. Birinci Dünya Savaşında Almanya ve Osmanlı İmparatorluğu müttefiktir. Atatürk’e karşı büyük ilgi ise, onun Versay ve Sevr Anlaşmalarına başkaldırması ve 1919’da Türk halkının Ulusal Kurtuluş Savaşını başlatmasıyla birden bire artmıştır. Türk halkının Milli Kurtuluş Mücadelesi 1923’te sona ermiştir. O zaman ise, Almanya’da nasyonal sosyalist hareket canlanmıştır. Türk örneği Almanlara baş döndürücü etkide bulunmuştur. Nasyonal sosyalistler olayı şöyle görmüştür:


210

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Türk halkı elde silahla mücadele verip zafer kazanırken, Alman halkı ise aynı emperyalist güçlerin baskısına boyun eğmektedir... Alman halkı, Türk ulusunun savaşım ve zaferlerini bir ekran olarak kullanarak üzerine kendi emel ve arzularını çizmeye koyulmuştur. 1923’te Münih’teki “Biracı Darbesi”nden az önce, Hitlerin yandaşları, Ankara’yı Türkiye’nin yeni başkenti ilan eden ve İstanbul’a başkaldıran Atatürk’ü cesaret ve kararlılık örneği olarak göstermiştir. O zamanlar Almanya’da çıkan muhafazakâr yorumlara bakıldığında, Mustafa Kemal oluşan yeni durumları başarılı değerlendirebilen bir önderdir. Türklerin “temiz” ırktan bir ulus olmayışlarına gelince ise, Alman propaganda makinesi, önemli olan Türklerin Avrupalı iradesine sahip olmalarıdır, diyerek olayı eşelemekten kaçınmıştır. Türk iletişim ortamı ise bu durumdan faydalanmaya çalışırken “biz safkanız” sloganından başlık yapmıştır. Atatürk’ün Almanları kanatlandıran örneğinin özünde olan şudur: Versay Anlaşması yeniden gözden geçirilmeli ve Alman Devleti yeni baştan bina edilmelidir. İki dünya savaşı arasında, diğer ülkelere kıyasla, Mustafa Kemal Hayat Yolu’nu anlatan eserlerin en çok ve en büyük tirajda basıldığı ülke Almanya’dır. Bu yapıtların hepsinde şu çağrıyı bulabilirsiniz: “Bir milletin izinden yürüyeceği güçlü bir öndere sahip olması ne büyük bir edinimdir!” 1938’de Atatürk’ün hayata gözlerini yummasından sonra, yerel gazetelerden en büyük merkez basına kadar bütün gazeteler Atatürk’ün hayat yolunu yazmıştır. Hitler ise, halka hitaben yaptığı konuşmalarda ve Türk siyaset adamlarıyla görüşmelerinde şöyle demiştir: “Atatürk, bir ülkenin kurtuluş davası için tüm kaynaklarını seferber edebileceğini kanıtlamıştır.” 1933’te Almanya’da Türkiye Cumhuriyeti’nin 10. Kuruluş yıldönümü törenli bir şekilde anılmıştır. Hitler ise, heykeltıraş Yosev Topak’ın yaptığı bir Atatürk büstüne hayranlığını defalarca dile getirmiştir. Öte yandan, Mustafa Kemal, ona hayranlığını gizleyemeyen Adolf Hitlere karşı özel bir saygı hissetmemiştir. Atatürk’ün aramızdan ayrılmasından kısa bir süre sonra Alman basınında Atatürk’ün hayattayken kaleme aldığı “Önder ve Ulus” başlıklı yazı çıktı. Bu yazının ilk kısmında büyük önder bir halk yöneticisi hakkında genel tezlerini geliştirirken, daha sonra “yurtta barış, dünyada barış” idesini esas almıştır. Atatürk’ün kalıcı barışın temellerini güçlendiren siyasi ve felsefi fikirleri ise, Alman nasyonal sosyalistlerin, Hitler ve yandaşlarının izlemeye başladıkları yeni siyaset çizgisiyle örtüşmemiştir. Onlar Atatürk kişiliğinde ancak ülkesini hızlı adımlarla kalkındıran büyük devlet adamını görebilmişlerdir.


Makale ve Analizler - 2017

211

Bulgaristan’a Rus turist artışı

BG-SAM-20.Haziran.2017

Rus ve Bulgar seyahat uzmanlarının değerlendirmesine göre, hem Rusya’da seyahat pazarının normale dönmeye başlaması hem de Bulgaristan turizminin sunduğu olanaklar sayesinde bu ülkeye gidecek Rus turist sayısı yüzde 40 dolayında artacak. GSYİH’nin yüzde 14’ü Turizmden “Bulgaristan, başta Rusya olmak üzere başlıca destinasyonlar için 12 aylık destinasyon olmayı hedefliyor” diyen Turizm Bakanı Nikolina Angelkova, Bulgaristan GSYİH’sinin yüzde 14’ünün turizmden elde edildiğini belirtti. 2016’da 580 bin Rus turist ağırladı Rusya ile Bulgaristan arasındki turizm ilişkilerinin masaya yatırıldığı RusyaBulgaristan kardeş kentler forumunda konuşan Bakan Angelkova, Bulgaristan turizm endüstrisi için Rusya’nın son derece önemli olduğuna dikkat çekerek, “Bulgaristan turizminin rekor yılı olan 2016’da ülkemize gelen Rus turist sayısı yüzde 20 civarında artarak 580 bine ulaştı. Şu anda Rusya dördüncü büyük ana pazarımız durumunda. 2016’da yaz tatili için gelen Rus turistleri sayısı ise yüzde 30 arttı.” dedi. Rusların Bulgaristan’da 300 bin evi var Rusların Bulgaristan’da, çoğu sahil bölgelerinde olmak üzere, 300 bin konutu olduğunu açıklayan Angelkova, “Bulgaristan tüm misafirleri ve dostlarını çağırıyor. Bu, ülkemizin ekonomisi için çok önemli.” şeklinde konuştu.


212

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bastona Gizlenen Fidandan ‘Dünyanın Gül Bahçesi’ne Uzanan Serüven

BG-SAM-02.Temmuz.2017

Isparta’da ilk kez 1870’li yıllarda Müftüzade Gülcü İsmail Efendi’nin küçük bir alanda başlattığı gül üretimi, aradan geçen yaklaşık 1,5 asrın ardından Ispartalı binlerce aile tarafından binlerce dekarlık alanda yapılıyor. ISPARTA - Murat Yolcu ISPARTA - Murat Yolcu Isparta’yı “dünyanın gül bahçesi” haline getiren serüven, kara yolu ile bin 215 kilometre, kuş uçuşu 695 kilometre mesafedeki Bulgaristan’ın Kızanlık (Kazanlık) kentinde 1870’lerde başladı. Müftüzade Gülcü İsmail Efendi, yaklaşık 1,5 asır önce Kızanlık’ta koruma altında tutulan Gül Vadisi’nden bastonun içine gizleyerek çıkardığı gül fidanını toprakla buluşturduğu Isparta’nın kaderine damga vurdu. İsmail Efendi’nin o yıllarda küçük bir alanda başlattığı gül üretimi, daha sonra onlarca nesil tarafından sürdürüldü, bugün ise Isparta’yı dünya gül yağı üretiminin yüzde 65’ini tek başına gerçekleştirir hale getirdi. Zaman içerisinde gül yağı çıkarma teknikleri modernleşse de gül bahçelerinin makineleşmeye uygun olmayan yapısı, gül hasadının yoğun emek gerektiren özelliğinin hiç değişikliğe uğramadan günümüze ulaşmasını sağladı. Her yıl mayıs ve haziran aylarında tekrarlanan gül toplama işlemi, yüzyıllar öncesinde olduğu gibi sabahın erken saatlerinde başlıyor. Gül yapraklarındaki yağ keselerini güneşin patlatmasına bağlı olarak ürünün kalitesinin ve veriminin azalmasını göz önünde bulunduran gül üreticileri, böyle bir sorunla karşılaşmamak için gün doğmadan işe koyulup öğlen saatlerine kadar gül toplama işini sürdürüyor. Gül kokuları eşliğinde bellerine bağladıkları çuvallarla istenilen büyüklüğe ulaşmış gül çiçeklerini toplayan üreticiler, içerisindeki yağ oranının azalmasının önüne geçmek için topladıkları güllerini en kısa sürede fabrikaya ulaştırıyor. Kilogramı 47 bin lira


Makale ve Analizler - 2017

213

Üreticilerin tarım araçlarına yükleyerek, bulundukları köy ve kasabalarda kurulan alım merkezlerine götürdükleri güller, buradan işlenmek üzere fabrikalara getiriliyor. Fabrikadaki kazanlara 1,5 ton sıcak su ile konulan güller, 2 saat süren kaynatma işleminin ardından yağlı su olarak farklı kazanlara aktarılıyor. İkinci bir kaynatma işleminin ardından yağ, sudan süzülerek ihracata hazır hale getiriliyor. Yaklaşık 4 ton gülden elden edilen 1 kilogram gül yağı ise 47 bin liraya (12 bin avro) başta Fransa olmak üzere çok sayıda ülkeye ihraç ediliyor.

Изселническият лидер Рафет Улутюрк: Местан и хората му не са полезни за турците в България

BG-SAM-02.Temmuz.2017

Рафет Улутюрк е председател на организацията „Бултюрк“ - едно от многото дружества на изселниците ни в Турция, но пък единственото, което не подкрепи новия политически продукт ДОСТ. Въпреки огромната подкрепа от Турция, партията не успя да влезе в българския парламент. А предупреждението „Тези нямат шанс да минат бариерата“ бе отправено от Улутюрк по време на предизборната кампания. Изселническият лидер тези дни е в България. Наш репортер разговаря с него. Г-н Улутюрк, на последните парламентарни избори, за разлика от другите изселнически организации, не се включихте в предизборната кампания на ДОСТ, като предварително заявихте, че тази формация няма шанс да влезе в парламента. Коя е основната причина, за да не подкрепите ДОСТ? - Не подкрепихме ДОСТ, защото за нас е ясно откъде е дошъл лидерът им г-н Лютви Местан. Познаваме го много добре, когато беше в ДПС. Това, което направи като лидер на ДПС е видно за всички ни. Той беше само един служител на Доган. Тогава как да очакваме, че ще направи нещо ново в нова партия. Това е невъзможно. За това и не подкрепихме проекта им.


214

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Нашето мнение е, че тази партия не е полезна за турците в България. Но всичко това, което казах не означава, че ние подкрепяме ДПС. Точно обратното, от 12 години критикуваме и тази партия, защото работят за продължаването на тоталитарната система в България и не допринасят с нищо за демокрацията в страната ни. Казвате, че не сте с ДОСТ, но не сте и с ДПС. Коя политическа платформа бихте подкрепили днес? - Можем да подкрепим всяка политическа сила, която допринася за благоденствието на България и работят за демократичните промени. За първи път, без да броим ДПС, най-много гласове от турците в България и нашите изселници в Турция получи ГЕРБ. За организацията ни това е един знак, че нашите хора имат симпатии към тази политическа партия. И ние като представители на тези хора не можем да пренебрегнем мнението им. Разбира се, в бъдеще ако някоя друга политическа партия посрещне очакванията на нашите хора, няма съмнение те ще се насочат натам както и ние заедно с тях. Alıntı- 24rodopi.com http://rodopi24.blogspot.com.tr/2017/06/blog-post_204.html








Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.