36 - BULGARİSTAN 15 TEMMUZ'U ANDI

Page 1

BULGARİSTAN 15 TEMMUZ’U ANDI

2017 Temmuz - Eylül Makale ve Analizleri


B U L G A R İ S TA N 15 TEMMUZ’U ANDI BULTURK BGSAM Yayınları Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi - BGSAM -36 BULTÜRK Adına Genel Başkanı: Rafet ULUTÜRK Basım: Temmuz-Eylül - 2017 Koordinatör: Dr. Nedim BİRİNCİ Editör: Raziye ÇAKIR İnternet sorumlusu : Kapak Tasarım: Murat ULUTÜRK Pazarlama Sorumlusu: Hamiyet ÇAKIR Arşiv: İbrahim SOYTÜRK İsteme Tel: 0212 511 63 47 www.bulturk.org; www.bghaber.org; info@bulturk.org İnternet sitesinin yazıları Adres: Yıldırım Mah. Şehit Kamil Balkan cad. No.114/A Bayrampaşa İstanbul Tel: +90 (212) 511 63 47 Belgegeçer: +90 (212) 526 51 98 https://bgsam.org/, https://issuu.com/bulturk, https://bulturk.org.tr/ Baskı : DİNÇ OFSET MATBAACILIK SAN. ve TİC. LTD. ŞTİ. Adres: Davutpaşa Cd. Emintaş San. Sit. No: 103/580-581 Topkapı - İstanbul Tel: 0090 212 493 24 67 TÜRKİYE CUMHURİYETİ YASASI GEREĞİNCE BU ESERİN YAYIN HAKKI BULTÜRK’ten İZİNSİZ KISMEN VEYA TAMAMEN ÇOĞALTILIP YAYINLANAMAZ

Web: www.bghaber.org ; E.Posta: rafetuluturk@yahoo.com


“Bilgi Ordusu, Bizim Ordumuz, Bildiğimizi Öğretmek,Bizim Borcumuz.” Rafet ULUTÜRK

Düşünceler dizisi olan elinizdeki eserin anlamı derin bir uğraşın ancak başlangıcıdır. Bulgaristanlı Türk Müslümanların başına 1970-72, 1984-85’te düşen yıldırımın bir daha düşmemesi için bir uyarı ve ışık niteliğindedir. Saygılarımızla, B U LT Ü R K İ st a n b u l



Önsöz Yerine Yıl 2017 2016 yılı Bulgaristan Türkleri ve soydaşlarımız için umut dolu gelmişti. Cumhurbaşkanlığı seçimi ve siyasi dönüşüm amaçlayan bir halk oylaması yapılacaktı. Vatandaşlar siyasi sistem değişikliğinin seçim sisteminden geçtiğini kavramıştı. Ancak parti listelerinde gösterilenlerin seçildiği “çoğulcu” uygulamadan kurtulup, seçmen tarafından gösterilecek ve seçmenin iyi tanıdığı kişilerin meclise gönderileceği mutlak ekseriyet (salt çoğunluk) sistemine geçişin müjdesini bekliyordu. Bu değişiklik için 2 milyon 500 bin seçmen oy verdi.Seçmen, meclis seçimlerinde parlamentoya giren siyasi partilere oy başı 11 leva verilmesine yani milyonlar ceplemesine son verilmesini ve seçimlerin zorunlu olmasını istedi. 2 milyon 500 bin seçmenin oyu mahkeme kararıyla rafa kaldırıldı. Siyasi sistem değişikliği için “izin veremeyiz” dendi. Bunu deyen ise, 1989 yılından sonra, “ben artık öldüm” aldatmacası yaparak, Bulgar toplumu içine boydan boya uzanan kaskatı totaliter sistemin yarattığı oligarşi ve sözcüleri oldu. Onlar aynı yıl Bulgar aşırı sağcılarını birleşmeye çağırdılar. Giderek birleştirdiler ve onlara “yolunuz iktidar basamaklarından tırmanmaktır” dediler. Avrupa’nın kaderi de kötüydü. Sığınmacılar, savaş kaçakları, kitle göçleri, kıta değiştirenler çatır çatır kıvılcım saçan faşizm her günümüzü zehir etmeye başladı. 1989’da parçaları anmalık olarak satılmaya başlayan Berlin Duvarı’ndan parçaların yerine yeni duvarlar çekmek için yeni duvarcılar belirdi. Doğu Avrupa ülkeleri aralarındaki sınırlara boydan boya tel duvar gerdiler. Tarih ayıbın böylesini daha önce görmemişti. Sınırları kaldırıp özgür bir dünyada yaşama hevesiyle birleşmeyi seçenler insanlara, “Toplama Kamplarını”, yargısız idamları, Nazileri, faşistleri anımsattılar. Avrupa Konseyi 3 Bulgar siyasi partisine, “Ataka”, İç Makedon Devrim Hareketi (VMRO) ve “Bulgaristan’ı Kurtarma Hareketi” ve bu üçlünün “Yurtsever Cephe” ortaklığı Türk, Müslüman, İslam, sığınmacı, göçmen ve öteki düşmanlığı aldı yürüdü. Düşmanlık yılan zehrinden kötü olan... Müslümanları hem isteme hem de istememe siyaseti karıştıkça anlaşılmaz oldu. Avrupa Birliği üyesi 28 devlet Türkiye Cumhuriyeti karşısında boyun eğdi ve bir gün “ama şu göçmenleri durdurun, bizi çökertecekler”


6

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

dedi. 2016 ve 2017’nin en büyük olayı buydu. Dev adımlarla büyüyen ve güçlenen Türkiye’ye daha önce 28 devlet birden yalvarmamıştı. Diz çöktüler ve 2016 ve 2017’de durumun özünü fark edemediler. Çökenler Güneşten uzaklaştıklarını fark edemezler. Kuşkusuz, önüne eğilmiş kafalardan biri olan Bulgaristan’dı. Hem Brüksel’e ve hem de Ankara’ya bakarken Bulgaristan Türklerini görmezden geldi. Onları siyasi olarak parçalayarak ve parçaladıkça ezerek mecliste faşistlere daha geniş yer açanların ve faşistleri 1944’ten beri ilk defa iktidar koltuklarına davet edenlerin tam olarak ne düşündüklerini ve ne istediklerini anlamak çok zor olmadı. Artık göç durmuş, doğal olarak geri göç başlaması zamanı gelmişti. Faşist düşmanın kafasında iki hedef birden doğdu. Camiler ve mezarlıklar. Camilerin içinde de Türkçe konuşmayı yasaklamak, Türkler için Vatan kalesi olan, mezarlıkları daraltmak hatta vakıfları kabristanlık olarak ayırdıkları bütün arsalara el atıp, onları cesetlerini gömecek bir insan boyu topraksız bırakmayı düşündüler. Sofya Türk Mezarlığı 28 yıl önce dolmuştu. Bunu Ahmet Doğan’a, Lütfü Mestan’a, Osman Oktay’a, Kasım Dal’a vb asla anlatamadık. Yakın geçmişte mecliste yaşlanan Ramadan Atalay’ın eşi vefat etti. Bir mezar yeri bulamadık, doktor hanım Bulgar mezarlığına gömüldü. Yazarlarımızdan İsmail Çavuş öldü, Sofya dışında Bankiya kasabasındaki Hıristiyan mezarlığına gömdük. Bu şehirde zengin Müslümanlar için de mezar yeri yok. Sofya kenarında 52 dönüm bir yer alındı. Toprak sahibi Bulgar komşular vakıf malımıza, kendi mülkümüze mezarlık yapılması için gereken “razıyım” belgesini vermedikleri için, 20 yıldır boş duruyor o kutsal toprağımız. Karşımızdaki devlet kale gibi! Püskülü faşist. Ortada kaldık. 2016 - 2017 bizim için çok zor yıllardı. Mezarlıksız Vatan olmaz!!! Mücadele devam ediyor. Raziye ÇAKIR


Önsöz: Toplumların hayatında yazılı tarih büyük bir öneme sahiptir. Ancak bizde yazılı olmayan tarih, yani nesilden nesile aktarılan tarih vardır. Bu nedenle bazı olaylar zamanla faklı şekilde anlatılmakta veya algılanmaktadır. Gelecek nesillere aktarılacak olan bilgi birikiminin arşivlenmesi, kitap, dergi veya gazete gibi yayın organları aracılığı ile kalıcı hale getirilmesi büyük bir öneme sahiptir. Bu nedenle edindikleri tecrübeleri, yaptıkları çalışmaları toparlamak ve kitaplaştırmak güzel bir çalışmadır. Bunu bireysel olarak yapımaktan öte kurumsal olarak da yapmaları takdire şayan bir davranıştır. BULGARİSTAN TÜRKLERİ KÜLTÜR VE HİZMET DERNEĞİ kısa bir süre önce 2013’te kurulan internet haber sayfası www.bghaber.org sitesindeki yazıları bir araya getirerek yapılan bu çalışmaları kitapçık halinde getirerek bu konuda büyük bir ciddiyet göstermektedir. Derneğin internet haber sayfasında çıkan yazıları ve çalışmalarının yıllıklar halinde kitapçık haline getirerek yer aldığı bu çalışma gelecek kuşaklara aktarılacak ve ışık tutacaktır. Öte yandan dernek büyük bir arşiv de oluşturmuş durumdadır. Dernek faaliyetlerini gerekli ciddiyetle yürüten dernek Başkanı öncülüğünde dernek kurucuları, Yönetim Kurulu ve üyelerinin yaptıkları özverili çalışmalarından dolayı kutluyorum ve başarılarının devamını diliyorum. BULTÜRK


8

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Değerli Hemşehrilerim, Bulgaristan’da hepimiz zor günler yaşadık, itildik, ezildik, çiğnendik, hatta gün geldi vurulduk, şehitler verdik. Bu nedenle bizler kendi içimize kapanarak, yaşam mücadelesi vermeye çalıştık. Ancak bu içine dönüklükten kurtulmalıyız ve Türkiye’de yaşadığımıza göre, yasaların bize verdiği tüm haklardan bizlerde yararlanmalıyız. Peki, neden bunu yapamıyoruz? 1877-78 Rus-Türk savaşından sonra Osmanlının Balkanlardan çekilmesiyle birlikte, savaş esnasında işlenen akıl almaz katliamlar nedeni ile atalarımız asırlarca yaşadıkları yerleri terk ederek göç yolunu tutmuşlardır. Geride kalanlar ise Bulgaristandevleti’nin uygulamaya başladığı soy kırım politikalarına karşı direnmiş ve hayatta kalmaya çalışmışlardır. Şimdi ise burada Türkiye’de yaşayanlar oralara yardım edebilmek için, burada ilk önce bir araya gelmek ve bir merkez oluşturmalıyız. Artık bir kurum altında toplanmalı ve birlikte hareket etmeliyiz. Bu birliğe hepimizin ihtiyacı olduğuna inanıyorum. Artık bir birimizi kötülemekten vaz geçmeliyiz, birisi için yanında konuşamayacağımızı başka bir yerde konuşmamalıyız, yani kısaca arkasından konuşmamalıyız. En önemlisi samimi, hoşgörülü ve ahlaklı olmak. Zamanla her şey yerine geleceğine inanıyorum, ama tabi ki bu dava üzerinde kafa yoran, stratejiler üreten ve devamlı bunun üzerinde çalışan olursa. Bizim savaşımız insanlarımızı ahlaklı yetiştirmek olmalı, birlik ve beraberliğe kendi insanlarımızla başlayarak tüm Türk Dünyasına taşmalıyız. Bizler burada Türkiye’de yaşayan Bulgaristanlılar büyük bir kitle haline gelmiş durumdayız. İşte bu nedenle şimdi bu kitleyi yani kendi hemşerilerimizi, bir araya toplayarak bir merkez, bir güç birliği oluşturmalıyız, tabi ki bu bizim doğal tabii hakkımızdır. Bizler de artık toplum gücünü kullanabilmeliyiz. Toplum olarak haklarımızı elde etmek zorundayız ve bu yönde çalışmalıyız. Biz bunu söylerken, önderlerimizi seçerken, başkaları kötüdür demiyoruz.


Makale ve Analizler - 2017

9

Biz bu işi onlardan daha iyi yapabileceğimize, Türkiye Cumhuriyetine ve Türk Dünyasına daha verimli olacağımıza, buralarda bu bölgelerde yaşayan Türklerin daha iyi, daha güvenilir, yaşamalarını sağlayacağımıza inandığımız için, Önderliğe, Yönetime talibiz. Bu arada Bulgaristan’da kalan kardeşlerimizin hepsinin siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel kimliklerini, muhafaza edebilmeleri için mücadele etmeliyiz ve bu konuda gerekeni yapmalı ve gerekli yardımları yapmalı ve yaptırmalıyız. Aramızda Ahlâklı, Adaletli olanları seçmenli ve yüceltmeliyiz. Geçmişi konuşmaktansa, gelecekten söz etmeliyiz, bugünü değil, yarınları görerek hareket etmeliyiz. Aramızdan stratejistlere imkân ve fırsat vermeliyiz ve onları bizler yetiştirmeli yön verebilmeliyizkısa-10 ve uzunvadeli -50 yıllık hedefleri gösterebilmeliyiz. Aramızda kötü niyetli insanları tespit etmeliyiz, bilmeliyiz ki, onların kusurlarından dolayı değil, bu güne kadar yapılması gerekenleri engelledikleri için aramızdan uzaklaştırmalıyız. Bu güne kadar neler yapılmamış, onları araştırmalı, bilmeliyiz ve neler yapılması gerekir onları söylemeliyiz ve bunları bir an önce hayata geçirmeliyiz. Bizler gözyaşları dindirmek için, yaralara mehlem olmak için, her yüke ortak olabilmeliyiz. Gençlerimize, sadece balık pişirmesini değil, balık tutmasını da öğretmeliyiz, insanlarımızı denizlere, okyanuslara açılmalarını sağlamalıyız. Aramızda Tek Lider değil her sokakta, her mahallede bir lider yetiştirmeliyiz, biz dünyayı yönetmek için oğullarımızı yetiştirmeliyiz. Bizim insanlarımız yani Bulgaristan Türkleri şahsi başarıları Türkiye’de belkide en çok olanlardanız. İşte artık bizler toplum olarak haklarımızdan yararlanmasını bilmeliyiz. Her şeyden önce siyasi haklarımızı toplum olarak kullanmalıyız, daha sonra ekonomik ve kültürel haklar onu takip edecektir. Hepimizin gördüğü gibi, tarihte büyük güçler çok defa kötü politikaların kurbanı olmuşlar ve bunlar devam edecektir. Bir toplumun Lideri olmadan hiçbir şey olmaz, bu lideri de toplum çıkarmalıdır. Siyaseti güvenilir, sevimli hale getirmek bizim hedefimiz olmalı, bu gün çok zor, imkânsız olarak görünse de, yarınlara umutla bakabilmeli ve baktırabilmeliyiz. Var olabilmemiz için, var kalabilmemiz için, öncelikle temel hususlarda anlaşma sağlamalıyız. Aramızda bir birimize güveni kaynaştırmalıyız ve samimi olmalıyız.


10

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Her şeyden önce özgüvenimizi kazanmalıyız, birlik ve beraberliği ön planda tutarak insanları insan oldukları için sevip saymalıyız. İçimizde barışı sağlayıp, tek merkezde bir çatı altına toplanmalıyız. Bu çatı da “BULTÜRK Derneği” olmalıdır. Buradan tüm dünyaya sesimizi duyurabiliriz. Balkanlar konusundaki politikalarda etkili olabilmek için yolları aşındırmalıyız. Çünkü gelişmiş ve Bulgaristan’da etkili bir Türkiye Balkanlara tamamen hâkimiyet kurabilecektir. En önemlisi kararlı olalım ve birbirimize samimi, saygılı olmayı ve bir birimizi sevmeyi öğrenmeliyiz. Bizim derdimizi ve problemlerimizi en iyi anlayabilecek zaat bizden olduğunu idrak etmeliyiz. Bulgaristan Türkleri konusunda teşhisi bizler kendimizi yetiştirerek yetki mercileri alarak son noktayı biz koymalıyız, bu güne kadar ki eksikliğimiz budur. Ayrıca Balkanların anahtarı Bulgaristan’da yani Bulgaristan Türklerinden geçtiğini de öğrenmeli ve öğretmeliyiz. Sevgili dava arkadaşlarım. Kendimizde özgüveni, aramızda güveni ve merkezioluşturduktan sonra, kimsenin aramıza nifak tohumları ekmesi mümkün değildir. Bizim için önemli olan, eksiklerimizi bulmaktır. Geçmişi bırakarak artık bizler aydınlanma dönemine bir an önce geçmeliyiz. Halimizi tespit etmek çok kolay, gazete, dergi yayın hayatımız nerede, kaç gazete, tv, radyo bizimle ilgili haber yapıyor.Burada suçlu değil, sebepleri aramalıyız. Gelin bunları tartışalım, niçin bu güne kadar bir Bulgaristan Kültür Merkezi olmamış, bunu şimdi nasıl gerçekleştirilebiliriz, bunlara yönelik çalışmalar toplantılar yapmalıyız. Hedefimiz Türkiye Cumhuriyetini daha güçlü, daha huzurlu ve daha iyi yarınlara götürmek için olmalı. Güçlü bir Türkiye Bulgaristan da yaşayan Türklerede güven ve huzur verecektir, onların daha rahat yaşamalarını hep birlikte sağlayabiliriz. Bunlar zannetiğiniz kadar zor işler değil. Dünyada insanlar bir iş için değil, bir İdeal için hayatını feda ederler. Bunun için güçlü olmak sesini duyurabilmek için öncelikle bir Kurum ve bunun Merkezini oluşturmalıyız. Çünkü Merkezi olmayan hiçbir topluluk bir yerlere gelmesi mümkün değildir. Bu güne kadar konuşmalar tartışmalar yapılmış fakat bir ağıç ekilmemiş işte bu gün bunu yaptık BULTÜRK tüm Bulgaristan Türklerinin biz öncelikle sadece Bulgaristanlıyız.


Makale ve Analizler - 2017

11

Bizler elimizdeki kıt kaynaklarla bir merkez oluşturmaya çalıştık, bunda da muhafak olduk. Bu merkeze ulaşmakta büyük güçlükler ile karşılaştık bu konuda bizlere yardımcı olan emeği geçen herkese teşekkür ediyoruz. Ayrıca bizlere kendi yerini veren Mümin Hocamıza huzurunuzda kendisine tekrar tüm halkımız adına buradan teşekkür ediyoruz. Bundan sonraki hedef de Türkiye’nin her yerine ulaşmak ve bu birlikteliği her yerde tesis etmektir. Bu merkezimizde artık kendimize ait bir kültür merkezimiz oluştu toplantı salonumuz da mevcuttur her 15 günde bir toplanıyoruz. Amacımıza ulaşabilmek için devletin bir şeyler yapmasını beklememeliyiz. Birlikten kuvet doğar Atasözünde olduğu gibi güçlerimizi birleştirerek devlet yönetiminde söz sahibi olmalıyız ve geleceğimize kendimiz yön vermeliyiz. Gençlerimizin devlete girmelerinin yolunu aydınlatmalıyız. Artık bizim de Ankara’da TBMM’de kendi temsilcilerimiz olmalı. Bizler de buralara kendi içimizden birilerini gönderebilmeliyiz. Aramızda birlik ve beraberliğimizi oluşturduğumuz takdirde kendi içimizde samimi olduğumuzda başarıların ard arda geldiğini göreceğiz bunu başaracağımıza eminim. İhtiyacımız olan tek şey kendi içimizde daha adaletli olabilmek. Sevgi ve saygılarımı sunarım, Genel Başkan Rafet ULUTÜRK


12

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgaristan’da İslamofobik Saldırı

BG-SAM-02.Temmuz.2017

SOFYA Başmüftülük Genel Sekreteri Celal Faik, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Birali’nin eşi ile 16 ve 20 yaşlarındaki kızlarının, başkent Sofya’nın “Svoboda” (Özgürlük) semtinde bir markette alışveriş yaparken, iki genç kadın ve bir erkeğin şiddetine maruz kaldıklarını söyledi. Birali’nin eşi ve kızlarının hastaneye kaldırıldığını ve darp raporu aldığını aktaran Faik, saldırganların kısa sürede olay yerinden kaçtığını belirtti. Olayla ilgili soruşturma açıldığını ifade eden Faik, polislerin bölgede bulunan tüm güvenlik kameralarının kayıtlarını incelemeye başladığını dile getirdi. Faik, polisin ilk belirlemelerine göre, saldırganların kadınlara başörtülü olmaları nedeniyle saldırdığını bildirdi. Olayı neticesiz bırakmayacaklarını vurgulayan Faik, Başmüftülük olarak İslam dini için kutsal olan bayramda huzur ve mutluluklarını bozan bu şiddet olayından dolayı büyük bir rahatsızlık duyduklarını söyledi. Faik, “Kimseye zarar vermeyen insanlara saldırıda bulunan kişilerin bir an önce ortaya çıkarılması ve adaletin önünde yaptıklarının hesabını vermelerini istiyoruz. Ülkemizde dinler arası cepheleşmenin yaşanmasını istemediğimiz için kutsal bayram günlerinde yaşanılan bu çirkin olayın neticesiz kalmasını kabul etmeyeceğiz.” dedi. Soruşturma organlarının olayla ilgili girişim ve çalışmalarını yakından takip edeceklerine işaret eden Faik, saldırıya tanık olan Başmüftü Yardımcısı Birali’nin de şokta olduğunu belirtti. Muhabir: İhvan Radoykov


Makale ve Analizler - 2017

13

Faşizmin Boy Atmasını Önleyecek Yeni Kanunlar Gerek

Musa Vatansever-04.Temmuz.2017

Konu: Asenovgrad’daki aşırı milliyetçi hortlama kolektif haklar sorunudur. Sürü halinde saldıranlara sürü halinde karşı koymak yasal haktır. Polisin saldırgan Bulgar sopacıların önüne durması yeterli sayılamaz. Faşizmin boy atmasını önleyecek yeni kanunlara gerek var. Kolektif saldırılar meşru ise, birlikte hak arama da yasaldır Avrupa’da ve dünyada milli azınlık olan yalnız biz Bulgaristan Müslüman Türkleri değiliz. Birleşmiş Milletler istatistiklerine göre bugün dünyamızda 3 bin kadar milliyet topluluğu (azınlık) bulunuyor. Bunların hepsi yaşadıkları ülkelerin hükümetleriyle papaz değildir, çünkü hakları yasalarca garanti altına alınmıştır. Bu azınlık topluluklarından 320’sinin bir milyondan fazla üyesi var. Birisi biz Bulgaristanlı Müslüman Türkleriz. bir milyon 500 binimiz Bulgaristan Cumhuriyetinde, 150 binimiz Batı Avrupa ülkelerinde, bir milyonumuz da Türkiye Cumhuriyetinde ikamet ediyoruz. Biz kendi kendini üretebilen bir azınlık topluluğuyuz. Bu durumda bizim Bulgarlar kadar, Bulgarlara eşit, kendi haklarımız olması gerekir. Aksi halde her akşam Asenovgrad /Stanimaka/ merkezde 5 TIR bira içilir ve yumruk sallanır. Dünyada 200 devlet vardır. Eğer bu 320 azınlığa devlet kurma hakkı tanınsa devlet sayısı birden bire değişir. Böylece evrensel hukukun uluslararası ilişkilerin alt üst olur. Bu böyle olmasın, dünyanın işleri karışmasın diye Devletler Hukuku icat edilmiştir. Devletler hukukuna uyulmalıdır. Devletler hukukundaki azınlık haklarına mutlaka uyulmalıdır. Bunların uygulanması kontrol edilmelidir. Ne yazık ki olmuyor. Örneğin Bulgar devleti, Berlin Anlaşmasını, azınlık haklarımızla ilgili İstanbul Protokollerini, 1919 Nölly sözleşmesini ve hele de 2. Dünya Savaşı’ndan sonra, ayrıva Soğuk Savaştan sonra imzalanan Uluslararası İnsan Hakları Sözleşmelerini onaylamadı ve bunlara uymamaya devam ediyor. Ve işte Asenovgrad olayları: Azınlık sorunları sınırlar değiştikçe, azınlıklar kendi devletlerinden kovuldukça, koptukça, sığınmacı olayı var oldukça, topraklar parçalandıkça var olacaktır. Biz Bulgaristan’da yerleşmiş, doğal azınlığız. İnsan hakları sorunlarımızın çoktan çözülmüş olması gerekir. Devletin vatandaşına ilgi göstermesi, huzur içinde yaşamasını garantilemesi zorunludur. Ne demek Avrupa Birliği üyesi bir ülkenin Asenovgrat gibi orta büyüklükte bir şehrinin merkezine her akşam 6 bin


14

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

kişinin toplanması ve “Bırakın bizi hepsini öldürelim” gibi sloganlar atması. İnsanların yaşama hakkı ve kanunsuzluğun sınırı yok mu? Önemli olan, modern hukuk, dünyanın başını yeni derde sokmamak için, insan hakları gibi temel sorunlarda (azınlık sorunlarında) ulusal devletlerin sınırları içinde çözüm araması ilkesini de getirmiş ve işbozanlık yapmıştır. Bulgaristan’da Türkçe, Çingenece konuşmak yasaktır. Birleşik Amerika’da 15 eyalette İspanyolca ikinci resmi dildir. Romanya Çingenelerinin ana dillerinde eğitim veren anaokulları, ilkokulları, liseleri ve 5 Üniversite’de fakülteleri var. Neresi kötü. Romanya’da Transilvanya’da Çingene İsyanı olduğunu işittiniz mi? İsyanları doğuran haksızlıklardır. İsyan meşru hak arama aracıdır. Asenovgrad şehrinde 10 bin etnik Rom vatandaşın bir GETTO - mahallede kapalı tutulması hangi yasalara göre yapıldı. Bulgaristan’da GETTO yasası yok. 10 bin kişilik bir mahallede poliklinik kurulmasını yasaklayan bir kanun da yok ama. Klinik yok. Bulgaristan’da motor sahiplerinin, fen kulübü üyelerinin siyasete karışmasına izin veren bir yasa yoktur. Hepimiz toplanalım ve Çingeneleri, Türkleri korkutalım. Gözdağı verelim gibi bir demokratik yaklaşım olamaz. Demokrasi bir tabakanın ötekileri ezdiği, tehdit ettiği bir toplum düzeni değildir. Hukukun üstünlüğü eşit haklılığa dayanır. Gece fener alayları, sarhoş mitingleri düzenlemek de izine tabii olmalıdır. Asenovgrad belediyesi her gece Bulgaristan’ın dört bir yanında gelen eli sopalı, kafaları alkollü haykırıp bağırıp çağıran, yumruk sallayan hergelelere hortlama izni vermiş midir!? Verdiyse neden vermiştir!!? O belediye başkanının orada ne işi vardır. Taraflar arasında bir uzlaşma, anlaşma komisyonu kurulamamıştır. Böyle bir girişim de yoktur. Belediye, siyasi partiler bir kenara itilmiş kamuoyuna söz hakkı tanınmıyor. Demokrasi kurumları ne zaman görev başına gelecek. Helsinki Komitesi nerede? Demokratik İnsan Hakları Komitesi nerededir? Hak ve Özgürlükler Partisi (DPS) gibi azınlık haklarını savunmak için kurulan partiler siyasetten neden kaçıyor? Tırmanan faşizmin yolu ne zaman kesilecek? İlhan Küçük olayı AB Parlamentosuna taşımayacak mı? Olayların yeni boyutlara ulaşacağına sinyaller var. GETTO mahallere kapanan genç kitlenin % 29’ gibi bir oranı cahil, aç, işsiz ve yeni patlamalara hazırdır. GETTO - mahalle patlamaları seri haline geldi. Bulgaristanda demokrasi davasının ana kalesi olan Müslüman Türkleri parçalayan ve son 2 yılda hak ve özgürlük arayan demokratik muhalefetin büyük ölçüde kan ve konum kaybetmesine, parçalanmasına neden olan DOST pırtlaması nerede? Ülkemizde faşizmin yeni hortlamaları kapı çalıyor. Kırcaali’de Boyko Borisov’la kahve içerek, S. Stanışev’la “Karta Köprüde” öpüşerek hiçbir sorun çözemeyen Lütfü Mestan şimdi de Çar bozuntusu II. Simiyon’un boynuna sa-


Makale ve Analizler - 2017

15

rıldı ve karşısında eğildi. Uşaklar, maşalar, ipleri çekilenler birbirini nasıl buluyor? Bir köylünün şehirleşmesine kaç yıl gerek! Haber aldık. Asenovgrat patlayınca balık tutmaya gittiler. Denizde tatildeymişler. Türkiye avantası bitti. Mehmet Hocadan daha gerçekçi tutum almasını bekliyoruz. Halkımızın umudunu boşa harcamaya kimsenin hakkı yoktur. Diplomatik incelikler kör insanların işi değildir. DOST pırtlayalı her konuda siyaset uzmanı kesilen ve heleHÖH konusunda fikirlerinin tutarsızlığı ortaya çıkınca, kalemini biraz körelten disident Petor Boyaciev son günlerde sustu. Küflü anahtarla yeni kapıları açmak zor. Yazdığı hiçbir fikrin tutarlılığı yok. Büyük kamarama ve yapımcı Mihaylov’ u Asenovgrat ateşinden film yapmaya bekliyoruz. 7 gece süren aşırı milliyetçi, ırkçı, hesaplaşma hortlamada kurt uğultusu, kan kokusu, kanunsuzluktan kaynaklanan anarşi ortamına kapı aralama var. Şahsen benim için kötünün kötüsü şudur. Demokratik kamuoyunun pasif kaldı. Çingene, Türk, Müslüman, sığınmacı dendiğinde yasal durumun hemen rafa kaldırılmasına tepki gelmedi. Sıcak başına vuranlar iktidara, faşistlere, sopacı tayfasına karşı yazıp konuşamıyor. Memlekette hesaplaşma korkusu boy atıyor. Bu insanlara /azınlıklara/ ne gibi kötülük yapılsa haktır görüşünün hemen ortam buldu.  Todor Jivkov yalanları dolaşıyor havada. Entegre edeceklermiş falan filan. Soruyoruz: Son 30 yılda kaç Çingene hanesine kaç dönüm devlet toprağı verildi. Kaç Çingene şirketine kredi sağlandı. Üretici olmak isteyen kaç Çingene ailesi ile anlaşma imzalandı. Demokratik kamulaşmanın yolları tamamen kapalıdır. Azınlık konusu gündem olunca hemen ve kendiliğinden “onların hiçbirinin hiçbir konuda hakkı olamaz” görüşü dolaylı yollardan bütün medya tarafından savunuluyor. Olaylar kışkırtılıyor. Tarafsız yayıncılık ardına saklanarak TV ve radyoların sözde hukukun üstünlüğünü savunarak, azınlıklara karşı başkaldıranları, kurt sürüsü gibi toplanıp şehir merkezlerinde gece boyu uluyanları haklı göstermeye çalışıyor. DPS milletvekili Peevski kontrolündeki 8 gazete “azınlık haklarını savunan dört satır bir yazıyı” ne zaman basacak. Gizlendiği “saraydan” azınlıklar konusunu “üç boyutlu” gören Ahmet Doğan siyah gözlüklerini ne zaman indirecek. DPS milletvekilleri hep beraber Asenovgrad merkezine gidip, haydur-hergele saldırganlarına karşı konuşma yapmayacaklar mı? Şehir merkezinde konuşmaktan korkanların milletvekilliğinden ne beklenebilir?! Nasıl olur da, bir Rom bir bira içse ve yakalandığında 24 saat içerde kalsa, Bulgar kamuoyunca “güvenlik ve huzur” sağlayan bir önlem olarak algılanıyor


16

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

da, Asenovgrad merkezinde ellerinde rakı, votka şişeleri, galonla bira içip haykıranların hiç birisi içeri alınmıyor? Sarhoş haymanalar kalabalık olunca ve birbirlerini kışkırttıklarında kamu huzurunu bozmuyorlar mı? Ne demek, “6 bin Bulgar” adalet aramaya geldi? Kim kimin adaletine el sürmüş? Bu memlekette savcılık, mahkeme, yargı mekanizması yok mu? Parlamento yalnız köfteciler sofrası mı? Polisin vazifesi yalnız yol kesmek, rüşvet toplamak ve azınlıkları GETTO içine kapamak mı? Bu sorular çoktur... ve daha çok uzun zaman tartışılacaktır. Testi kırılmış, balon patlamıştır. Bulgaristan hukuk sistemi insan hakları konusunda işlevselliğini kaybetmiş, meydan motorlu saldırganlara, futbol fenlerine, azınlık düşmanlarına, yumrukla adalet arayanlara, faşizm hortlatanlara ve onlar gibi daha binlerce ton beyinsiz et yığınına bırakılmıştır. Bunları geçen sene Plovdiv’te vakıf mülklerimizin, camilerimizin iadesi için mahkeme kararları çıktığında, Karlovo’da “Kurşun Camii” saldırısında, Razgrat “İbrahim Paşa Camii” onarımını engellerken vs. vs yüzlerce olayda gördük ve göreceğiz. Bunlar bir tek silahlanması kaldı. Bak sen o zaman ne oluyor!!! Bulgaristan’da kafası çalışan kişilerden biri ve kanaat sahibi olarak ünlü olan Doktor Nikolay Mihaylov’un Asenovgrad olayları konusundaki görüşleri kamuoyunu ürküttü: O, GERB Başkanı ve III. Borisov hükümeti başbakanı Boyko Borisov ile, sözde “Yurtsever Cephe” Başkanı ve Başbakan Yardımcısı aşırı milliyetçi ve faşist V. Simyonov’un birbirini tamamladığını açıkladı. Bu tespit demokratik Bulgaristan’ın geleceğini tamamen kararttı. Dr. N. Mihaylov, Borisov ile faşist yurtseverlerin ideolojik ve eylem yakınlığı içinde olduğunu açıkladı. GERB ile faşistlerin bir bakışta anlaştığını, faşist çetelerin hemen harekede geçtiğini, işbirliği yaptıklarını, eylem halinde uyum sağladıklarını belirtiyor ki, bu durumda parlamento ve meclis dışı muhalefetten başka Bulgar ırkçı faşizminin önüne geçecek güç yoktur. Anlaşıldığı üzere, iktidar sarıca arı yuvasına bilinçli olarak çomak sokup, para mil iter, hergele takımı, moterlu, eli sopalı vurucu ve korkutucu güçlerle ve sözde onları gemleyen polislerle, kendi yarattığı duruma “başarılı” hakim oluyor. Bu bir oyundur. Gerçek olan sosyal patlamaların sıklaşmasıdır. Gırmen, Varna, Roman, Vratsa, Mihaylovgrat, Plovdiv, Asenovgrat ve daha birçok yerde patlayan halk memnuniyetsizliği ulusal ayaklanma şeklinde alevlenebilir. O zaman bu ayaklanma votka şişeleriyle söndürülemez. Huzurun ayarı bozulmuştur. Metroya inen bir bayanın basamaklarda itilmesi ve hastanelik olması; otel odasında hizmet sunan bir bayanın kafasından vurulması; Sofya’da hastane önünde bir doktorun burnu ve kaburgaları kırılana kadar dövülmesi toplumun çpk büyük ölçüde olumsuz enerji gizlediğini kanıtlıyor.


Makale ve Analizler - 2017

17

Gelişmeler Bulgaristan’da yalnız azınlıkların değil, onlarla birlikte doktorlar ve hemşireler gibi sağlık sektöründe çalışanları ve özellikle de öğretmenlerin büyük bir tehlike altında olduğuna her gün yeni kanıtlar sunuyor. Toplumsal yapının çökmesi, adalet düzeninin kendini üretemediği, çöküş ve kokuşma yaşandığı ortadadır. Bu inkâr edilemez. Öğretmenler ve doktorların iş bırakmasından ne gibi sorunlar doğar, bir düşüne biliyor musunuz? Bu gelişmeler Bulgaristan’da demokrasiye, insan haklarına, özgürlüklere, kişisel ve kolektif güvenliğimize karşı mücadelede çok geniş bir direniş cephesi oluştuğuna, bu mücadelenin meşruluğuna, hak arama ve huzur istemenin her insanın ve her topluluğun hakkı olduğuna zemin hazırlıyor. Faşist tırmanmayla mücadele ancak böyle kazanılacaktır. Asenovgrad olayları gebedir. Bulgaristan’da demokratik kişisel ve kolektif insan hakları yasallaşana kadar , faşizm kışkırtkanlığı yasaklanan kadar devam edecektir. Sarhoşların azınlıklara toplu halde saldıramaz. Polis olaylara seyirci kalamaz. Her gece devam eden bu hortlama meşru ise, halkın birlikte ve kenetlenerek hak arama mücadelesi de meşrudur. Borisov 2 defa düştüğünü unutmasın. Faşistler ise şimdiye kadar 3 defa yasayla yasaklandılar. Yeni yasak yakındır o da akıllarında olsun. Halkın dışında ve halka rağmen halk adına iş görülemez. Palaşın bir birinizi bilgilendiriniz...

Bulgarlardan Romanların Semtine Saldırı

BG-SAM-02.Temmuz.2017

Bulgaristan’ın güneyindeki FilibePlovdiv şehrine bağılı Asenovgrad ilçesinde yaklaşık 2 bin sakini bayram sonrası çarşamba ve perşembe günü kentlerindeki Roman semtlerine hücum etmeye çalıştı ancak emniyet güçleri tarafından geri püskürtüldü. Romanların gençlere fiziksel olarak saldırdıkları ileri sürülüyor. Çoğunluk ile azınlık arasındaki bu çatışmaya kent ve ülkenin vermesi gereken tepki ne?


18

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Ertuğrul Gazi’yi Anma ve Söğüt Şenlikleri Hazırlık Kurultayı

BG-SAM-03.Temmuz.2017

Bilecik Valisi Sayın Tahir Büyükakın’ın Divan Başkanlığında, Bilecik Milletvekili Halil Eldemir Söğüt Kaymakamı Berkan Sönmezay ve Söğüt Belediye Başkanı Halil Aydoğdu Beylerin Divan Üyeliği ile düzenlenen Kurultaya Türkiye’nin dört bir yanınBu yıl 8-10 Eylül 2017 tarihinde dan Yörük -Türkmen Konfederas736’ncısı düzenlenecek olan Ertuğrul yon, Federasyon ve Derneklerin; Gazi’yi Anma ve Söğüt Şenlikleri Hazırlık Kurultayı 2 Temmuz 2017 günü Başkan ve Temsilcilerinin yoğun katılımı görülmüştür. Kurultayda Söğüt’te düzenlendi. Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği BULTÜRK’ü Ankara Temsilcisi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Uzmanı İsmail Cingöz temsil etmiştir. Bu yıl 736’ncısının düzenleneceği Ertuğrul Gazi’yi Anma ve Söğüt Şenliklerinde daha önceki yıllarda yaşanmış olan tecrübeler ışığında hata ve aksaklıklardan ders alınarak, daha işlevsel bir etkinliğin nasıl olması gerektiği hususları ayrıntıları ile ele alınmış, Divan Üyelerince değerlendirmeler yapılmıştır. Bu yıl 736’ncısının düzenleneceği Ertuğrul Gazi’yi Anma ve Söğüt Şenliklerinde daha önceki Bilecik Milletvekili Halil Eldemir


Makale ve Analizler - 2017

19

yıllarda yaşanmış olan tecrübeler ışığında hata ve aksaklıklardan ders alınarak, daha işlevsel bir etkinliğin nasıl olması gerektiği hususları ayrıntıları ile ele alınmış, Divan Üyelerince değerlendirmeler yapılmıştır. Daha sonra Sayın Vali Büyükakın tarafından tek tek dinlenen, görüş ve önerileri alınan katılımcılardan ayrıca etkinlikler kapsamında ne gibi desteklerinin ve etkinliklerde görevlerinin neler olacağı da dile getirilmiş ve görev dağılımının nasıl olacağı da gündeme alınarak, Bilecik Valisi Sayın Tahir Büyükakın ilerleyen zamanda değerlendirmeye tabi tutulmak üzere kayda alınmıştır. Görüş ve önerilerin de dikkate alınarak varılacak nihai kararların ve katılımları uygun görülecek Konfederasyon, Federasyon ve Dernek isimlerinin daha sonra duyurulması karara bağlanarak Kurultay sona ermiştir. Kurultay Sonrası Divan Üyelerine İsmail Cingöz tarafından BULTÜRK Genel Başkanı Rafet Ulutürk’ün “Türk Dünyasında Bir Bulgaristan Türk’ü Rafet Ulutürk-50 Yıllık Mücadele” kitabı takdim edilmiş ve BULTÜRK Derneği hakkında kısa bir bilgilendirme yapılmıştır.


20

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Söğüt Kaymakamı Berkan Sönmezay

Söğüt Belediye Başkanı Halil Aydoğdu

Stanimaka, Sorun Mahalleli Sorunu Değildir

Dr. Nedim Birinci-03.Temmuz.2017

lım.

Konu: Anlaşamadığımız konuları aça-

Şimdiye kadar başkasının sofrasından atıştıran, bunan sonra kendi sofrasını kuramaz. Sorun mahalleli sorunu değildir. Asenovgrad’da şeker bayramı zehir oldu. 10 bin mahalleli ne el öptü, ne bayramlaştı. Bayram namazı kılanların suratı da bir karış asıktı. Daha önce tatlılarından tatmaya gelenler bu bayramda gelmediler. “Bu millet iyilikten anlamaz!” diyenler bu defa da haklı çıktı. Olay barajda başladı. Adetlerimizdendir. Gölgeler, su serinliği çağırdığında gidip çökeriz. Çocuklar suya girip çıkarken, olta atmış balık beklerken, birden


Makale ve Analizler - 2017

21

bire Bulgarca bir çığlık geldi. “İmdat!” Genç bir kızdı. Koştular. Kızlar ikiydi. Kayakçı grubundan. Birisi devrilmiş çırpınıyor. Kayık su almıştı. “Girip çıkaralım kızanı” dediler. Suya girdiler. Tuzu kuru olan: “Çingeneler bastı bizi yaygarası kopardı. Yardım istemiyoruz. Gelmeyin. Kaçın! Kurtarın bizi!” yaygarası kopardı. Koruyucular, ustalar, uzmanlar, bekçiler, kurtarıcılar anında yığıldı. “Siz kızlarımıza neden saldırıyorsunuz!” Kavgası başladı. Sen dedin, ben sövdüm derken, olay büyüdü. “Vurdular!”, “Öldü!”, “Aslan gibi delikanlı gitti”, demeye kalmadı 10 bin mahalleliden bini göl kenarına koştu. Kürekler, sopalar, yumruklar, tekmeler, kafa ve tırnaklar harekete geçince belasını arayanlardan sekizi hastanelik oldu. Olay daha da büyüdü. TV ekranları Stanımaka (Asenovgrat) sokaklarına taşındı. Fen kulüpçüler, motorcular, bisikletçiler ve daha ne kadar canı rakı çeken, kana kana bira çekip kavga etmek isteyen, içindeki Bulgar cesaretine hortlama imkanı tanımak isteyen ve bir de Ben de Bulgar’ım! Demeye can atanların hepsi bir günde “Çay” ırmağının etrafındaki kasabanın tam merkezine “II. Asen” anıtının tam önüne toplandılar. Memlekette kavgaya susamış tam 6 bin Bulgar olduğu anlaşıldı. Meydandaki kalabalık daha kalabalıktı, çünkü birkaç bin polis de aynı meydana yığıldı. Çingene mahallesinin giriş çıkışı kapandı. Su kesilmiş. Fırında ekmek bitmiş. Sokak direklerindeki lambalar yanmıyor. GETTO karanlığı...Öyle kapsüle edilmişlerdi ki, sabah etraftaki ağaçların gövdelerine işeyip sınır belirleyen köpekler bile çıkamamış, sıkışmış ne yapacaklarını şaşırmıştı. Çingeneleri yiyip içip, yutup sıçıp onlardan kesin kurtulmak isteyenler karşılarında hiçbir Çingene kızanı bile göremeyince polislere, gazetecilere, belediye görevlilerine laf atmaya başladılar. “Pelo” lakaplı biri, kavağın meyve yapmadığını bilmiyor olmalı, kendisini lider ilan etti. Hazır bulunanlar arasında en boylu olduğundan olacak elindeki “Vodka” şişesini en yüksek o kaldırdı. “Çingene mahallesini yakalım” dedi. Cebinde kibrit ve çakmak bulamayınca “Yarın yakalım!” dedi. “Yakalım!” slogan olarak pek tutmadı. Çünkü akşam saatlerine ve Güneşin Rodop Dağ tepelerinin ardına gizlenmiş olmasına rağmen, etraf cayır cayır yanıyordu. Etraf tarlalarda ekmeğin piştiği günlerdi. Gündüz termometre 42 derece gösterirken, akşam saatlerinde 35’ten aşağı düşmem diye direniyordu. Bu havada bir de ateş yakmak, akıl işi değildi. Kitlede bir de kasa kasa içilmiş votka enerjisi vardı ki, herkes konuşuyor, Kimse bir şey anlamıyordu. Çingeneleri yok etmeye gelmişlerdi. Ama bunu nasıl yapacaklarını da bilmiyorlardı.


22

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Daha önce “Ataka” partisi lideri sapık siyasetçi Volen Siderov da “Çingenmeler”in yüzüne “sizi yakıp sabun yapacağız!” demişti. Acaba o zaman geldi mi? Diye düşünenler de oldu. Volen Siderov 6 yaşında baba olmuş ve doğumdan bir süre sonra genç eşi “Hoşça kal” demeden kapıyı çekmiş gitmişti. Onun acısına bu “sarhoşlar düğününe” gelemedi. Bulgar polisler nedense sarhoşlara dokunmuyordu... Düzensiz kalabalığın arasında ve büyük bir polis kordonu içinde, 16’sında doğum yapan genç Çingene kızlarına saldırmadan edemeyen, Başbakan Yardımcısı ve “faşist” denen tayfanın başı geçen Valeri Simyonov belirdi. Boyu kısa olduğundan kalabalık içinde olmaktan mutlu oluyordu. Adaleli ve kalın enseli gençlerin arasında iyice ufalmış, bir şeyler konuşuyordu. Konuştuklarını ancak kendisi işitiyor. Polisler de kalabalığın baskısını göğüslerken sözlerin yayılmasından kıvılcım çıkar korkusuyla yaprak kımıldatan rüzgâra bile engel olmaya çalışıyorlardı. Simyonov, yeni hükümette yalnız başbakan yardımcısı değil, bir Bakanlar Kuruluna bağlı Azınlıklar Komisyonu Başkanı ve Bulgaristan Cumhuriyetinde nüfustan sorumlu olan en yüksek yetkili seçilmişti. Onun faşist ideolojisi ve ayrım politikası sayesinde toplum ikiye parçalanmış ve beliren boşluk polis gücüyle doldurulmuştu. “İki köfte bir bira” ve bir oy siyaseti çökmüş, son 4 - 5 yıldan beri devrilen ve ardından yine kabine kuran güçler hiçbir sorunu çözebilecek durumda olmadıklarını kanıtlamışlardı. Bu yara artık Avrupa Birliği’nden alınan karşılıksız paralarla bile pansuman edilemezdi. Bulgar toplumunda, devletin ve sosyal yaşamın dışında kalmış, kendi bildiklerince ve geleneklerince yaşayan gruplar belirmişti ve bu gruplar artık çok büyümüştü. Sosyal adaletsizliğin ve insan haklarının geçersiz olduğu bir ortam yerleşmişti. “Aklı kesenlerin” hepsinden sorulmuş ve hiçbir kimse “şu modeli” uygulayalım deyememişti. Çünkü bizdeki haksızlık ve adaletsizliğin boyutları ne anlatılır ne de çuvala sığdırılır boyuttaydı. İşleri modelleme işinde baş uzman “Ahmet Doğan’a” gitmişler o da “üçüncü boyut demiş”. Eşitsizliğin mi? Yoksa “eşitlenme umudunun mu üçüncü boyutu” diye sormuşlar. Dili tutulmuş bir şey söyleyememiş. Onun da bayramını kutlayan olmamış. Şirinlerden, Haçelerden, Ayşelerden vs vs sonra değil tatlı yapmaya, kahve yapacak bayan kalmamış... Siderov’un gelişi iyi mi oldu, kötü mü oldu, kimse anlayamadı. İçse içmedi. Yese yemedi. Çingene mahallesine uğrayıp Bayramınız kutlu olsun demedi. Ne kadar izinsiz ev varsa yıkılsın! Emretti ve çekti gitti. Bulgaristan’da ne kadar siyasetçi varsa Stanimakaya geldi. Bir tek Lütfü Mestan, Şabanali Ahmet, Mehmet Hoca ve Hüseyin Hafız ile Petır Boyaciev


Makale ve Analizler - 2017

23

gelmediler. Gelmedikleri bir yana bu konuda sesleri de çıkmadı. Bazı konularda hazır cevap olan Boyaciev artık susuyor. Herkesle DOST olunmaz atasözünün Bulgarcaya tercümesini rica etmiş. İşin özünü anlayınca DOST’tan ayrılır mı dersiniz? Başkan Mestan Stanimaka’da Bulgar kızancıklarının hepsinin kanu kayak, yüzme, su topu, masa tenisi, voleybol, basketbol, futbol ve başka spor dallarında örgütlenmiş olduğunu yarısının deniz kıyısında dalgalarla oynaşarak serinlediğini, diğer yarısının da Rodop ve Trakya gölet ve barajlarında sefa sürdüğünü pek tabii ki biliyordur. Bu tesislerin hiç birinde hiçbir Çingene kızanı kaydı olmadığını da görüyor ama görmezlikten geliyor. Siyaseti yalnız basın toplantısıyla idare etmek ne güzel ama olmuyor işte. Önemli olan onun kendi kızancıklarıdır. Onların işleri tıkırında olunca ötekiler önemli değildir. 25 yılda beç çocuk okutmadı, bir kitap bastırmadı, bir gazete çıkartmadı, varsa yoksa kendisi... Şu 42 derecede de ara sıra haberleri açıyor. 10 binlik mahalle GETTO gibi kuşatıldı. 6 bin kudurmuş Bulgar kurban bekliyor. Polis duruma zor hakim oluyor. Haberlerini işittikçe, gruplar arası ilişkiler ve tırmanan gerginlikle ilgili kalıp yargılar arıyordu. Bir arada aklından “gölleri, barajları, ırmakları ve ırmaklardaki gölcükleri ve hatta sulama kanallarını bölsek, Bulgarların yüzdüğü ırmak, gölet ve barajlarda Çingeneler yüzmesin, Çingenelerin yürüdüğü yoldan Bulgarlar geçmesin ve sorunları böyle çözelim” saçmalığı geçti. Ne ki söyleyemedi. Hiçbir konuda sorumluluk taşımak istemiyordu. Sonra birden bire 17 Aralık 2015’ten beri söylediği hiçbir sözün tutmadığını düşündü. Ürktü. Çar II. Simeon’un 80. Yaş gününde içtiği sigarayı ve tattığı şarabı düşündü. Her şey aklına geliyor, ama kullanıldığına akıl erdiremiyordu. Akıl erdiremediği bir şey daha vardı. O, DPS Başkanı görevinde iken, partinin kapatılmasını isteyenler, “bu parti zamanını doldurdu” diyenler, o partiyi çürük kumaş gibi parçalayınca birden bire kendisine saldırmaya başladılar. Bunu anlamak çok zordu! Başkan aslan anlamına gelirdi. Başkan olduğuna göre istediğini yapar, istediği avı kovalardı. Fakat o bir aslanın bir avı iki defa kovalamadığını, ilk defa yakalanamayan bir avın, ikinci defa yakalanmasının asla mümkün olmadığını bilmiyordu. Aklı ermediği üçüncü şey ise, şu Çingene nüfusun nasıl entegre edileceğiydi... Büyük sanatçı Aziz,TV’ye çıkmış sanki ona konuşuyordu: “İnsan değişmez. Ben Aziz’im. Bana Vasko deseler de benim özüm, sözüm ve şeklim Aziz’dir. Azizi yaşatır.


24

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Ben Svilen Kadın Hapsinde dünyaya gelmişim. Anam ağabey ve kardeşlerimiz doyurmak için bulaşıkçılık yaptığı yerden et parçaları, tere yağı çalıp göğsüne saklıyormuş. Bir gün yakalamışlar, bana hamileymiş ve ben Sliven Kadın Hapishanesinde koğuşta doğmuşum. Ben buyum. Nasıl değişeyim? Okula giderken annem çantama ekmek arası bireyler koyuyordu. Her defasında beni tembihlerdi. Azizim, se yerken gören çocuk olursa, mutlaka, ama mutlaka bir parça kopar ve ona uzat!” Her defasında kahvaltılığımı yerken bana bakan Bulgar çocuklara lokmamı böldüm ve uzattım. Hiç birisi bir defacık olsun almadı, tatmadı. Ben buyum. Nasıl değişeyim. Onlar değişsinler... Ben çok ünlü bir sanatçıyım. Sesimle hepsini etkileyebiliyorum. Değişmek değil, saygı istiyorum.” Bu toplumda değişmesi gerek birileri varsa en başta o Başbakan Yardımcısı faşist, aşırı milliyetçi Valeri Simyonov’tur. İkincisi “Ataka” şefi faşist, aşırı milliyetçi Volen Siderov’tur. Stanimaka “II. Asen” anıtı etrafına toplanan 6 bin kavgacı, sopacı, dayakçı, motorcu, eli şişeli futbol fen kulüpleri baş belaları ve onların takım ve sürüsünden olanlardır. Bu 6 bin kişinin cebinde para var, motorunda benzin var, Bulgar ruhunun kavgacı özünü pohpohlayarak kabartma ücreti de ödeniyor. Fakat o Başbakan Yardımcısı Simyonov’un girmeye tiksindiği, bayramlaşmaktan ürperdiği 10 bin mahallelinin % 29,5’i işsiz, okula da gitmiyor, sosyal yardım da almıyorlar. Yaşlılardan % 42’si sağlık yardımı almayı hakketmişler ama alamıyorlar. Aralarından ancak % 5’i sigortalı işçi, diğerleri pazarcı, mevsim işçisi, ötekiler çöpçü, hurdacı, çuvalcı, Pazar artığı toplayıcısı, toptan hepsi işsiz! Elleri aylarca sabun, saçları tarak görmeyenler var. İyi ki dünyanın en güzel diyarında yaşıyorlar. Bu hafta ıhlamur bitti. Kekik ve papatya devam ediyor. Bu sene bol nane topladılar. Dereotu kuruttular. Çam uçlarından bal yaptılar. Tabiat hiç birini boş bırakmıyor. Erikler, elma, armut cevizler geliyor. Ağaca tırmanmaya diploma isteyen yok. Burası Stanimaka! Güzel memleket. Ayak sesine bırakılacak yer değildir. Gelenlere gelince. Geldikleri gibi gideceklerine eminim... Çevrenizle paylaşırsanız memnun olurum.


Makale ve Analizler - 2017

25

Bulgaristan’da Tehlikeli Gerginlik: Irkçılar Türk Mahallelerinde

BG-SAM-04.Temmuz.2017

Türklerin yoğun olarak yaşadığı Asenovgrad ilçesinde yaşanan protestolar nedeniyle, bölgede yaşayan Türk ve Müslümanların günlük yaşamlarını devam ettirmekte zorlandıkları ve Bulgar güvenlik güçlerinin ilçe ve çevresinde geniş çaplı önlemler aldıkları belirtildi. 65 binlik nüfusuyla Bulgaristan‘ın en büyük ilçesi olan Asenovgrad’a, ülkenin çeşitli yerlerinden gelen 10 bin kadar protestocunun toplandığı belirtilirken, Pazar gecesi çıkan olaylar nedeniyle 7 kişi gözaltına alındı. Konuyla ilgili haberturk.com’un sorularını yanıtlayan Türkiye’nin Filibe Başkonsolosluğu’ndan yetkililer, olayların yatıştığını ve adli sürecin takip edildiği bilgisini paylaştı. Konuyla ilgili Haberturk.com Whatsapp Hattı’na ulaşan bölge sakinleri, yaşanan gelişmeler nedeniyle evlerinden çıkamadıklarını ve endişeli olduklarını belirtti. Beşinci günün dolduran olayların başlangıç nedeninin ise, bölgedeki Türkler ile Bulgarlar arasında bir piknik alanında yaşanan gerilim olduğu iddia ediliyor. Piknik Kavgası Tüm Ülkeye Yayıldı Olayların fitilini ateşleyen geçtiğimiz hafta bir piknik alanında Türk kökenli bir grupla, Bulgar sporcular arasında yaşanan bir kavga oldu. Bölgede yaşayan ve güvenlik nedeniyle ismini vermek istemeyen bir görgü tanığı olayların başlama nedenini şu sözlerle anlattı: “Türklerin pikniğe gittiği bir yerde, kürek çeken Bulgar sporcular da vardı. Kürek çeken iki kız suya dü-


26

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

şünce, Türkler bunlara yardıma gidiyor. Ancak Bulgar kızlar bunu, kendi gruplarına ‘sarkıntılık edildi’ olarak anlatmışlar. Sonra Bulgarlar küreklerle gelerek Türklere saldırdılar. Orada birçok gencimiz yaralandı. Ambulanslarla hastaneye götürüldüler. Ancak doktorlar düzgün bir şekilde ilgilenmemişler. Daha sonra 9 Türk gözaltına alındı. Henüz hiçbiri mahkemeye çıkmış değil.” 10 bin Kişi Asenovgrad’da Toplandı Geçtiğimiz haftaiçi başlayan protestolarda, Pazar gecesi gerilimin zirveye ulaştığı gün oldu. Bulgar polisi ilçede çok sıkı güvenlik önlemleri alırken, sokaklarda gruplar halinde protestocuların olduğu belirtiliyor. Konuyla ilgili bir açıklama yapan Asenovgrad Belediye Başkanı Emil Karaivanov, protestoların yasadışı ilan edildiğini belirterek, halka itidal çağrısında bulundu. Belediye Başkanı’nın açıklamasında, “Protestolardan saatler sonrasında baktığım zaman vatandaşların provokasyonlara kapılmadığını ve tansiyonu yükseltecek şiddet eylemlerinden kaçındığını görüyorum. Protestocuların büyük bir kısmı sorumlu davrandı ve Asenovgrad’ı tehlikeli bir şekilde istikrarsızlaştıracak girişimlere karşı direndiler.” ifadelerini kullandı. Görgü Tanığı: Evden Çıkamıyoruz, Hastaneye Gidemiyoruz Türk kökenli bir Asenovgrad sakini Pazar gecesi yaşananları, “Dün hiç dışarı çıkamadık. Bulgar polisi bizi çok iyi bir şekilde korudu. Bu akşam yine protesto var. Nereye varır bilmiyoruz. Açıkçası endişe duyuyoruz. Hastaneye gidemiyoruz, işe gitmiyoruz, markete gidemiyoruz. Facebook sayfalarımıza tehditler geliyor. Roman mahallesinden yardıma gelmek istediler ama Bulgarlar engellediler. İlk defa bu çapta olaylar oluyor. 30 senedir böyle bir şey görmemiştik. Bize, ‘Siz buradan gidin. Türkiye’ye gidin, orada hakkınızı arayın. Sizin devletiniz burası değil.’ diyorlar. Tamam Türk’üz ama, biz burada doğmuşuz, burası da bizim devletimiz, burada da haklarımız var.” ifadeleriyle anlatıyor. Telefonla ulaştığımız Filibe Başkonsolosluğu ise, konuyla ilgili adli sürecin takip edildiğini belirtti. Konsolosluk yetkilileri, konunun adli bir kavga nedeniyle başladığını ancak bazı kötü niyetli, milliyetçi grupların katılımı nedeniyle hassas noktalar ulaştığını söyledi ve konunun iki farklı etnik grubun çatışması olarak görülmemesi gerektiğini vurguladı. Konsolosluk yetkilileri açıklamalarında, Türk kökenli vatandaşların haklarının ihlal edilmesi durumunda konuya müdahil olacaklarını ancak protestoların bugün bitmesini beklediklerini belirtti.


Makale ve Analizler - 2017

27

Durum Çok Kritik

Osman Bülbül-04.Temmuz.2017

Konu: En önemli olan insan haklarının eksiksiz uygulanmasıdır. Avrupa Birliği vatandaşlarıyız, haklarımız eksik. Kolektif haklarımız neden tanınmıyor? Biz ikinci derece Avrupalı mıyız? Hükumet ne zaman düşer? Bu soru bir bilgi yarışmasından:  Polisine istediği parayı veremezse;  Gardiyanların maaşlarını ödeyemezse;  Öğretmenlere vaat ettiği zammı veremezse;  Doktorlar hastanede dövülüyorsa. Bulgaristan’ında bu cevapların hepsi doğrudur. Halk ayaklandığında demiyorum. Çünkü bizde halk ayaklandığında GETTO - mahallelere kapanıyor ve isyan enerjisi düşene kadar, kapalı tutuluyor. Ben artık bu yaşımda mahallelerin neden tek çıkışlı olduğunu da anlayabildim. Çünkü bizde mahalleler hep dere kenarındadır ve kendi kendini kuşatmış durumdadır. Tek çıkışlı GETTO’larda giriş çıkış tek kapıdan kontrol edilir. Hatırlayacaksınız Todor Jivkov döneminde kasabaların da giriş çıkışlarına KPP - kulübeleri yapmışlar ve milisler şehirlere girip çıkan arabaların plakalarını kaydediyor, yayaların da kimliklerini istiyordu. GETTO - mahallede bu kontrol yapılmasa da, giriş çıkışlar kamara kaydına alınıyor ve Polis Amirliklerinde canlı yayın izler gibi izleniyor. Bulgaristan’da 05 Temmuz Polis Günüdür. Polis Bayramı bugün kutlanmayacak, çünkü polislerimiz grev yapıyor. Grev bir kolektif haktır. Anayasa ve yasalara göre devlet memuru olan polislere tanınmamıştır. Yolunu bulmuşlar, bayram gününde direniyorlar. İsteklerinin başında maaşlara zam yapılması geliyor. Bulgar’da polisin yemesi içmesi, üniforması, ayakkabı, elindeki cop, belindeki kelepçeler, ceza yazdığı tükenmez hepsi devletten. 57 bin polisimiz var. Trafik polisleri ayrı! Onlar greve gitmiyor çünkü onların ineği sağılıyor. Ceza istemeyenler, bir şeyler sıkıştırıyor. Damlaya damlaya göl oluyor. Önemli olan damlaması... Trafikçilerin kolektif hakları yok, rüşveti tek başına ve kişisel riskle top-


28

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

luyorlar. Polis kimliğini ve şerefini en onurlu koruyanlar onlar, çünkü devlete başkaldırmıyorlar. Todor Jivkov zamanında Sınır Muhafız Alayı İçişleri Bakanlığına bağlıydı, fakat milisten sayılmazdı. Halkın bilincinde sınır askeri, subayı, memuru olmak çok şerefli bir işti. Parası da iyi sayılırdı. Hem o zaman vatandaş bizim sınırdan dışarı kaçmayı deniyordu. Tel örgüler de şimdiki gibi 3 metre yüksek, dikenli, kamaralı değildi. Üst üste gerilmiş 5 telin birinde elektrik vardı. Şans yakaladın mı yandın. Yunan sınırını geçmeye çalışan 134 Doğu Almanyalı tellere yapışmış, kömür gibi yanmış bulunmuştu. Bu insanlar komünist-zulümden kaçıp özgürlük ve insanca yaşama yolu arıyorlardı. Şimdi emperyalizmin yüz yıldan beri sona ermeyen sömürgecilik, yeni sömürgecilik ve dünyayı yeniden paylaşma barbarlığından kaçıyorlar. İnsanlık insanlık olalı Akdeniz ve Ege Denizi bu kadar büyük sayıda kadın, çocuk, genç erkek yutmamıştır. Bulgar sınırını geçenler az. Çünkü Almanlar daha önce olduğu gibi bu defa da aklını çalıştırdı. Sığınmacı, savaş kaçağı veya yabancı hangi ülkeden girerse orada kaydını yaptıracak ve son hesapta orada kalacak dedi. Yunan girenlerin kaydını yapmıyor. Girenlere turist gözüyle bakıyor: “Hoş Geledin!” ve çıkarken de “Güle güle!” Bulgar’da öyle değil önce kaydı yapılacak, sonra kampa gönderilecek, kamp süresi dolunca, kamp dışında bir yerde adres kaydı yapılacak ve eline geçici kişisel belgeler verildiğinde, Sırp sınırını boylama hakkı tanınacak. Şöyle yanı sığınmacılar ülkemize birlikte, grup halinde (kollektif) girebilirler, fakat birlikte hak arama, ortaklık kurup hak arama hakları yok. Denizde herkes kendisi boğulacak. Bulgar vatandaşlarının vatandaş hakları da öyledir. Her şey tuvalete gider gibi. Tuvalete gidenlerin kolektif hak aradığını işittin mi? Gördün mü? Yok! Çünkü ortak eylemden bilinç doğuyormuş. Bilinçten azınlık hakları! Azınlık haklarından toplulukların kültürel, dilsel, dinsel vs ayrılma, muhtar olma, yani otonomi hakları filizleniyormuş. Bu işi Osmanlı zamanında Bulgarlar yaşamışlar. Okumakla akıllı olunmaz diyenler de haklı. Çünkü Bulgar Osmanlı’dan koparken Bulgar dilinde eğitim veren 2 bin okulu vardı. Ne yani bu okullarda “devrim teorisi”, “ayaklanma taktikleri”, “Türk düşmanlığı”, “dostan düşman olma” dersi yoktu. Öyleyse nasıl oldu da Bulgar Osmanlı’dan kopmayı ve Tüklere düşman olmayı akıl etti? Kuşkusuz her şeyin bir başlangıcı var. Bulgar bu işi o zaman Yunandan çalmıştı. 1829’da Yunan çeteleri 15 bin Türk köylüsünü öldürdüler ve adalarda ve karada mallarına mülklerine kondular. Osmanlı makamları imparatorlukta bir şeyler olduğu, azınlıklarda kımıldanma başlandı, Yunan ayaklandı falan filan yaygarası kopmasın diye işe ılımlı


Makale ve Analizler - 2017

29

yaklaşmış ve fazla ses çıkarmamıştı. Bulgar’ın da o zamanlar Yunan’a gidip de siz nasıl oldu da bu işi kotardınız, sırrını söyler misiniz, diyecek hali yok. Neyse işte o zaman hiç beklenmedik bir olay olmuş. Osmanlı hukuk üstünlüğünü uygulayıp katil Rumlara pranga vurup yargılamaya kalkınca “Yooook. Dur bakalım!” demişler. Diyen kim biliyor musunuz? Batı. Bugünkü Avrupa Birliği büyükleri, Batılı emperyalistler. Şöyle ki, 15 bin Türkü öldüren Rum çeteler cezalandırılmadan kalmış. Bildikleri bildik, kestikleri kestik. Mal mülke de oturmuşlar mı?! Taraftar toplamak içinse Türk düşmanlığı körüklemişler. 1800’lerin başından bugünlere körüklenen bu düşmanlık artık iyice pişmiş... ve Bulgar’a da daha o zaman geçmiş. Bulgar’ın kafasına Rus düşmanlığı aşılayan ise Ruslar olmuş. O yıllarda gözü sıcak denizlerde olan Rus Çarları Bulgarları Osmanlıya ve Türklere karşı kışkırtırken Rum çetecilerin katilliğinin cezasız kalmasını kullanmış. “İşte görüyorsunuz. 15 bin Türk öldürdüler. Rumun en zenginleri oldular! Siz ne duruyorsunuz, demezler mi?” Çete, Çetecilik gibi işler, kolektif hak kullanmaktır. Bir kişi çete olamaz tabii. Bu gün bile insan kaçıran, parmak kulak kesen Bulgar haymanalar grup halinde yani çete olarak hareket ediyorlar. İş bölümü yapıyorlar. İnsan bir bankomatı tek başına çalabilir mi? Hayır. Birkaç kişi yani bir çete olmaları gerek. Bulgar milli şuuru (bilinci) çetecilikte gelişmiş. Demek istediğim “yargılanmayan suçlarla” dal budak salmış. Tabii ki, Dimitır Obştı ve çetesine giren diyer hırsızlar Araba Konakta Osmanlı kervanını basıp, hazine altınlarını çaldıklarında cezasız kalmadılar. Sultan D. Obştinin darağacına çekilmesini bile onayladı. Öyle de olsa, bu işi tetikleyen Ruslar “cezasız kalma” fikrini, Stefan Karaca, Panayot Hitov, Filip Totyo gibi Bulgar çete başlarının kafasına sokabilmiş... İşlerin yaver gittiği dönemler vardır. Bulgar topraklarında da o zaman işler çetecilerden yana yaver gitmiş, çünkü çetelerin kökünü kurutmak ödeviyle görevlendirilen Sadık Paşa zaten bir Leh masonmuş, Batıdan Osmanlıya çeteciliği körüklemek için gönderilmişmiş, başarılı olmuş, Padişahın gözüne girmiş ve Paşa olup beyaz at üzerinde Koca Balkan’da çetelerle mücadele etmeye gönderilmiş. Çetelerin şansı işte! Bu kurallar bugün de işliyor. Bulgarda 1920’lerden beri gizli açık faaliyet yürüten İç Makedon Devrim Hareketi VMRO olarak bilinen hareketin özündeki kadro asi, diliplinli, gözü pek kadrolardır. İlk önce bir çete olarak örgütlenmişler. Sözde “adalet” dağıtmışlar. Pomak Türklere kan kusturarak zengin olmuşlar. Vurup kırıp öldürmek onların işi. Bugün savunma bakanı oldular.


30

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Valeri Simyonov’ın başında olan “Bulgaristanı Kurtarmak için Yurtsever Cephe” örgütü de bir çetedir. Volen Siderov’un “Atakası” da. Çok suç işlediler ceza alan oldu mu? Yok. Çimdi çeteciliği Müslüman Türk düşmanlığı temelinde geniş kitleye yaymaya çalışırken haymana takımını, fen kulüplerini, motorlu babyıtları, işsiz lümpenleri, okuldan, hayattan atılmış ve şişeye sarılmış bir işe yaramayanları kullanıyorlar. Bu Bulgaristan’da gelişen yeni çeteciliktir. İdeolojisi Türk, Pomak, Romen, İslam, sığınmacı ve huzur düşmanlığıdır. Ülkemizde azınlıkların kendilerini kolektif savunma hakkı yoktur, fakat hergelelerin kolektif saldırı hakkı var. Polisin hergele takımını tutuklama hakkı yasaldır, fakat polis emirsiz iş yapmaz. Emir verecek olanlar ise Valeri Simyonov, Krasimir Karakaçanov ve Volen Siderov olunca ve Boyko Borisov onlara çadır gerdikçe, bu işllerin sonu ne olur? İlk soruya dönüyorum: Bizde hükümet ne zaman düşer? İkinci soru: Elektrik faturaları % 20 zamlı gelince 13 Mart 2013’te istifa eden, siyasi ve parlamenter bunalıma takılınca 27 Ocak 2017’de ikinci defa düşen Borisov, ne bekliyor? Ve üçüncü soru: Biz Bulgaristanlı Türk azınlığı kolektif haklarımızı kullanma hakkımızı ne zaman elde edeceğiz ve ne zaman kullanmaya başlayacağız. GETTO - mahallelere kapanmak çözüm olamaz... Asenovgratta tutuklanan 8 kişi hemen serbest bırakılmalıdır. Sivil kişilerin kendini savunması suç sayılamaz.

Bulgaristan’da Siyaset Çöplüğü

Rafet Ulutürk-05.Temmuz.2017

Konu: Etnikler konusunda boşa kürek çekmeye son verilsin. Romenleri entergre etme raporu mecliste kınandı. Bulgarlaştırma siyaseti tamamen suya düştü. “Bulgar Etnik Modeli”ni ağıza alan yok. Büyük başarı.


Makale ve Analizler - 2017

31

Uluslararası insan hakları anlaşmalarını imzalama ve Bulgaristan’da azınlık haklarını resmen tanıma ve uygulama zamanı geldi. 5 Temmuz günü, 8 bin polis parlamentoyu kuşatmış maaşlarına zam isterken, Sofya meclisi içeride “Romenlerle ilgili ulusal stratejinin durumunu” tartıştı. BSP (sosyalistlerin) Romen vatandaşlarla ilgili görüşü: Partinin yeni ideoloğu, milletvekili, Prof. Dr. İvo Hristov: “Romenler (Çingeneler) Bulgaristan’ı havaya uçurmak için kurulmuş bir patlayıcıdır. Kapsüllü saatli bombadır. Hatırlarsınız. Yugoslavya’yı havaya uçurup parçalamak için Arnavutlar da kapsüllü patlayıcıydı.” Konuyu derinleştiren Prof. Hrisov şöyle konuştu: “Bulgaristan’da Çingene vatandaşlarla ilgili olan ve hepimizi rahatsız eden sorun nedir? Son 25 - 30 yıl zarfında, Bulgaristan’da yaşayan Çingeneler medeniyet adına bu topraklarda ne varsa herşeyden uzaklaştırılmış ve ötekileştirilmiştir. Çingeneler Bulgar ekonomisinden de çıkarılıp çöpe atılmıştır. Çingeneler, GETTO - mahallelere kapanmıştır. GETTO’lar suç gölü haline gelmiştir. Durum Bulgaristan ulusal çıkarları ve güvenliği için tehlike oluşturmaktadır.” Profesörün meclis kürsüsünden duyurduğuna göre, Bulgaristan’da ve belkide bütün Avrupa’da en büyük GETTO - mahalle Plovdiv (Filibe) şehrindeki Yeni Mahalle (Stoliponovo) semtidir. Bulgaristan’daki İslam fundamentalizmi (kökten dinciliği) ocakları da orada gizlidir ve orada tütüyor. Gelecek bakımından değerlendirmede bulunursak, Bulgar Çingene ilişkileri Bulgarların aleyhine çalışıyor. Toplumunun dışında yaşayan, kör cahil, işsiz, aç, yoksul ve Toplumun yasalarına uymadan yaşayan bir topluluk meydana gelmiş durumdadır. Sorunun çözümü için var olan bütün siyasi ve bütünleştirme doktrinlerinin çöpe atılması gerekir. BSP adına konuşan Prof. Hristov, 12 yıldan beri izlenen azınlıklar siyasetinin yanlış olduğunu, bu yıllar içinde Bulgaristan’da ve Avrupa’da en büyük kapalı GETTO - mahalle olan Filibe “Yeni mahalle”nin oluştuğunu ve çok büyük bir patlama potansiyeli gizlediğini, saatli bomba olduğunu duyurdu. Milliyetçiliğin temel kışkırtıcılarından biri olan Volen Siderov, partisinin ve ortaklarının “etnik ve din ayrımı yapmadıklarını” meseleyi kökten çözmek için zamana ihtiyaç olduğunu açıkladı. V. Siderov, daha önce, “hepsini yakıp sabun yapacağız” demişti. Etnik sorunların çözümünde 12 yıllık başarısızlık raporunun, Stanimaka (Asenovgrat) etnik patlamasından ve kargaşalı yüzleşmeden ve davaların devam ettiği bir günde yapılması dikkati çekerken, faşist tırmanışın körükleyicisi olan sahte “Yurtsever Cephe” lideri ve Başbakan yardımcısı Valeri Simyonov da bir demeç verdi. “Çingene azınlığın entegre edilmesi siyasetine devam edileceğini,


32

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

bu konuda iktidar çevrelerinde fikir birliği olduğunu söylerken, mecliste okunan ve 2020 yılına kadar Çingene nüfusun Bulgar toplumu içinde eritilmesine ilişkin ulusal stratejıyı kendisinin hazırladığını, imzaladığını ve bütünleştirerek eritme siyasetinden vaz geçmeyeceklerini belirtti.” Konuya ilişkin söz alan 20 yıllık DPS milletvekili Ramadan Atalay ise, Çingeneleri entegre etme işinde öncelik ve siyaset olmadığını belirtti. Atalay, bütünleştirerek eritip kurtulma işinin çok ciddi bir siyaset olduğunu ve bu konuda yanlışlara yer olamayacağını söyledi. R. Atalay şöyle dedi: “Çingeneleri topluma katma siyasetinde yanlış kişilerin görev alması yanlış olur. Azınlıklardan nefret eden, onların nefes almasını kabullenemeyen siyaset adamlarının azınlık sorunlarını yönetmesi sakat olur. Burada “Tilki kümesi korur” siyasetine yer olmamalıdır. Biz ülkenin en büyük hırsızından “Milli Banka Bekçisi” yapamayız” şeklinde konuşurken aşırı milliyetçi ve ırkçı V. Simyonov’un Bakanlar Kurulunda Azınlıklar Komisyonu Şefi olmasını kınadı. Meclis kürsüsünden hiçbir konuşmacının HÖH fahri başkanı Ahmet Doğan’ın, Bulgaristan Türk kimliğini yok etme icadı olan “Bulgar Etnik Modeli”nden söz eden olmadı. Olay, sonuçlar ortadadır. “saatli bomba” sözünü kendileri meclise taşıdılar. Filibe’de Yeni Mahalle’yi kendileri yarattılar. Asenovgrad sakinlerine zulmedenler de kendileridir. Bulgaristan’da etnik sorunların, insan hakları ihlallerinin, adaletsizliklerin, su istimallerin, dalavere, dolap ve çarkların son bulması, demokratik memleketimizde herkesin gönlünce yaşayabilmesi için her şeyden önce şu ana sorun çözülmelidir. En başta 1990’da demokrasiye geçişle birlikte azınlık haklarının sağlanması ve garanti altına alınması için bir sürü anlaşma imzalandı. Bu işlerin içinde hep bir sahtekârlık, yapmacıklık, ikiyüzlülük olduğunu biliyoruz. Çünkü Todor Jivkov rejimi köy ve kasabalarımızı tankla basarken, zorla dil, din, kültür, kimlik değiştirirken Birleşmiş Milletler Teşkilatının İnsan Hakları Bildirgesini; Evrensel Yurttaş ve Siyasal Haklar Sözleşmesini; Evrensel, Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesini; Tüm Irksal Ayrımcılık Biçimlerini Ortadan Kaldırma Evrensel sözleşmesini ve bazı başka belgeleri imzalamış, fakat Anayasa’sına işlememiş ve kanun maddelerine eklememişti, Yani uygulamadı. İmzaladığı gibi rafa kaldırdı ve Azınlıkları Bulgarlaştırma ve Hıristiyanlaştırma konusunda yani şimdiki entegrasyon (bütünleşme) konularında bildiğini okumaya devam etmişti. Bu arada 1975’te imzalanan AGİK’in Helsinki ve onu izleyen diğer konferanslar tarafından ortaya konulan siyasi kriterleri nihai belgelerini de onaylamıştı.


Makale ve Analizler - 2017

33

1990’dan sonra ise, BMT Genel Kurulu’nun 1992’de ilan ettiği Ulusal veya Etnik, Dinsel, Dilsel Azınlıklara Mensup Bireylerin Hakları Bildirgesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesini (AİHS) imzaladı. 1999’da ise Avrupa Komisyonu’nun Ulusal Azınlıkları Koruma Çerçeve Sözleşmesini onayladı. Avrupa Birliği’ne 2007’de üye olabilmek için gerekli olan Kopenhag Zirve Toplantısında ortaya konulan siyasi kriterleri yerine getirme yükümlülüğünü üstüne aldı. Olayı fazla yorumlamadan, Bulgar anayasasına “azınlık” kavramı bile konuşmamıştır. Lütfi Metan’ın 22 yıl milletvekilliği süresince, meclis kürsüsünden yaptığı konuşmaların hepsi boşunadır, göz boyamadır. Çünkü o meclis dışında kalana kadar Anayasa 11 kez değişti, o her defasında uzun uzun bir şeyler anlattı ama “etnik, azınlık, dilimiz, dinimiz” terimlerin birisinin bile Anayasa alınmasını istemedi... Bulgaristan Türk azınlığını yavaş yavaş eritme siyaseti 1960’lardan beri devam ediyor. Bulgaristan etnik sorunların başarılı çözümü konusunda Avrupa’daki gelişmelerin hiç birini dikkate almıyor. Bütün olumlu önerileri göz ardı ediyor. Örneğin İspanya Federasyonunda 17 bölge yerel hükümetçe yönetiliyor. Belçika Federasyonu Flamanya ve Valonya özerk devletlerinden oluşuyor. Bir zamanlar konfederasyon olan Kanada bugün iki bölgeli yani Kvebek ve Kanada bölgelerini kapsayan bir federasyondur. Büyük Britanya idaresi altında bulunan İrlanda ve Galler (Wales)’e oldukça geniş özerklik tanımaktadır. İsviçre azınlıklar sorununu belirli ölçüde kanton sistemiyle çözmektedir. İtalyan, Fransız ve Alman topluluklarını kapsayan 10 kantona bölünmüştür. Biz de memleketimizde kolektif hakların savunulmasından yanayız. Bulgar devletinin bir oy verme aracı durumuna getirilen azınlıkları ancak bireysel haklardan yana çıkmaktadır. Devletin yalnızca bireylerin haklarına sahip çıkması tamamen yanlıştır. Filibe - Yeni mahallede 98 bin kişi akşam yemeği yiyemez iken, Ahmet Doğan’ın 20 milyon leva masraf edilerek korunması anlamsızdır. Memlekette bir tek Türk Okulu yok. Bulgar devleti etnik azınlıkların dil, kültürel ve dinsel kimliklerini koruyup geliştirmeyle ilgili üzerine hiçbir yükümlülük almamaktadır. Bu yaklaşım hem DPS hem de DOST arasında da egemen durumdadır ve sorun burada gizlidir. Çünkü izlenen siyaset çöplüktür. Son yıllarda Bulgaristan’da çok kültürlülük eğilimi giderek yaygınlaştı ve güç kazanıyor. Bazı siyasetçiler bireysel hakların çok önemli, hatta birinci derece olduğunu belirtmekle birlikte, bunların kolektif boyutları da bulunduğunu yazmaya çizmeye başladılar. Bu eğilim desteklenmelidir. Biz Bulgaristan’da bir hak gaspı yaşıyoruz:


34

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

HÖH lideri Ahmet Doğan Bulgaristan AB’ye girerken “çözülmemiş etnik sorunumuz yoktur” bildirisi imzalamakla bizim bütün haklarımızı gasp etti. Biz azınlık lideri sıfatıyla kolektif hak ve özgürlüklerimizi tekeline aldı, bizim çocuklarımız okusa yeter, biz maaş alsak yeter, biz iyi olsak yeter, biz evlensek yeter, biz yesek siz doyarsınız siyasetini yıllardan beri sürdürüyorlar. Lütfi Mestan hep bu siyaseti desteklemiştir. Yanına aldığı ve Başkan Yardımcısı sıfatıyla şereflendirdiği cenaze imamı Şabanali Ahmet’in basında FETO cinayet örgütü Kırcaali imamı olduğu gerçeğinin açıklanmasıyla ilgili kendisinden ayrıntılı izahat bekliyoruz. Ne yazık ki, tüm söylediklerimiz, yazdıklarımız gerçek çıktı... Mestan’a “imamları siyasete sokma” diyenler hep siyasetten atıldılar... Onun siyasi kadrolarının, HÖH Genel Başkan Yardımcısı olduğu yıllarda Osman Oktay’ın kitabında yazdığına göre FETO ile imzalanan anlaşma gereğince FETO - okullarında yetişmiş kadrolar olması, kitleyi partiden tiksindirdi. Şu gerçek çok önemlidir. Biz Bulgar’dan yerel ve uluslararası anlaşmalarda yer alan haklarımızdan fazla hiçbir şey istemedik ve istemiyoruz. Hak ve Özgürlükler denince, insan varlığını koruyup gelişmesini sağlayan, maddi ve manevi değerler ve çıkarlar ile bunlara hukuksal nitelik kazandırmak anlaşılır. Tüm azınlık hakları, demokratik toplumsal ve siyasal sistemin temelinde yatan eşitlik ve ayrımcılığı (diskriminasyonu) ilkelerine yadsanmaktadır. Yorumumuzun doğru bir biçimde anlaşılması amacıyla sonunda şu vurgulamayı yapmakta yarar görüyorum: Yukarıda sıraladığım uluslararası anlaşmalarda belirlenen azınlık ve hak ve özgürlükleri, geçen asrın 90’lı yıllarında şu 2 sözleşme bir araya getirilerek genişletilmiştir. Avrupa Komisyonu 1992’de Avrupa Bölgesel ve azınlık dilleri çartası (ABADÇ) oluşturmuştur. Böylece azınlıkların kültürel hakların, özellikle anadille ilgili hakların boyutları belirlenmiştir. Her şeyden önce bu belgede azınlık dilinin nasıl bir dil olduğu belirlenmektedir. Örneğin bizim anadilimiz Türkçemizdir. “Bölgesel veya azınlık dilleri, sayıları öteki ahaliden daha az olan grupları oluşturan vatandaşlar tarafından devletin belirli bir bölgesinde geleneksel olarak kullanılan dillerdir. Bizim Türkçemiz gibi. Azınlık dilleri resmi dilden farklıdırlar.” Madde 1.I. II) /ABADÇ/


Makale ve Analizler - 2017

35

Azınlık çocukları, dillerini anayurtlarında, ilkokullarda, üniversitelerde, tüm eğitim kurumlarında öğrenebilirler, okullarda anadiliyle öğrenim görebilirler. Azınlık dilleri yargı ve devlet organlarında ikinci resmi dil olarak kullanılabilir. Devlet azınlık dili iler yayın yapan radyo istasyonları, televizyon kanalları sağlamakla yükümlüdür. Öteki evrensel belgeler gibi Avrupa Bölgesel ve Azınlık Dilleri Çartası da azınlık dili hakkının hükümsüz bırakılamayacağını vurgulamaktadır. Böyle değerli olan ve bugün Sofya meclisindeki tartışmalara bambaşka bir renk verecek olan bu belgeyi, Bulgaristan Cumhuriyeti onaylamadı ve onaylamamakta ısrar etmeye devam ediyor. Öyle ki, Bulgaristan’daki azınlık sorunu bu nedenle kördüğümdür, çöplük siyaseti ve perspektifsizdir. Bu anlaşma onaylanmadan “saatli bomba” tıklamaya devam edecektir. ABADÇ anlaşmasını imzalamadan ve yürürlüğe koymadan Bulgaristan Şengen sistemine alınmamalıdır.

BULTÜRK Ankara Temsilcimizin Çalışmalarından

BG-SAM-09.Temmuz.2017

BULTÜRK Ankara Temsilciliği olarak, Ankara Bilecikliler Dernek Başkanı Sayın Hasan Akgül Bey ile birlikte; Ankara Batı Trakya Türk Birliği Derneği’ni ziyaret ettik. Ziyaretimiz esnasında Başkan Sayın Ahmet Salihoğlu Bey’e BULTÜRK Derneğimizin Genel Başkanı Sayın Rafet Ulutürk’ün “Türk Dünyasında Bir Bulgaristan Türk’ü-50 Yıllık Mücadele” kitabını kendilerine hediye olarak taktim ettim. Kendileri de bu jestten çok memnun olduklarını ve Balkanlara ve Türk Dünyasına böyle bir eser kazandırdıkları için ayrıca teşekkür ederim dedi. Geleceğe dönük ortak projeler geliştirme konusunda istişarelerde bulunduk. 07.07.2017


36

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Ha Bakalım!

İbrahim Soytürk-12.Temmuz.2017

Konu: Avrupa Birliği Nüfus ve İnsan Hakları Komiserleri Sofya’da. Çingenelerden istekleri yazılı olarak istenmiş. DPS ve DOST kumsalda mı? Neden susuyorlar? Kasım Dal neden dilini yuttu? Nasıl bir Anayasa değişikliği istiyoruz? Azınlıkların nüfus içindeki payı kadar mecliste, hükümette,devlet ve toplum bünyesinde görevlisi olmalıdır. Artık herkes “iç savaş” deyince, Avrupa Birliği Nüfus ve İnsan Hakları Komiserleri izinlerini yarıda kestiler ve uçakla Sofya’ya indiler. 12 Temmuz 2017’de sabah saat 10’da Sofya’nın “Prinzes” Otel salonlarından birinde Bulgaristan’daki Romen - Çingene yetkili temsilcileri ile bir milli toplantı yapıldı. Komiserler Asenovgrad (Stanimaka) temsilcilerini dinlediler ve sonra söz alarak kısaca şunları vurgulayarak söylediler. Eğer azınlıklara baskı son bulmaz ve ülkede huzur ve güvenlik sağlanmaz ve son olarak Asenovgrat’ta patlayan olaylar devam ederse, Bulgaristan Cumhuriyeti Avrupa Birliği üyeliği 2 yıl askıya alınacak ve azınlıklar sorununu çözdükten sonra üyeliği yeniden gözden geçirilecektir. 10 günlük bir süre içinde Çingene liderleri (baronlar, Çarlar, meşhere başkanı vb) ile Bakanlar Kurulu Etnik Sorunlar ve Nüfus sorunları Komisyon Başkanı Valeri Simyonov arasında görüşme yapılmalı ve sorunlara çözüm aranmalıdır. Öte yandan emekli maaşı yetersiz olan Çingene ileri gelenleriyle dört göz arasında görüşmeler başlamış ve aşırı milliyetçi, ırkçı ve faşist kimliğiyle ünlü Başbakan Yardımcısı V. Simyonov, geçim sorunu olan Çingene liderlerine 700 leva devlete üstün hizmet emekli maaşı teklif etmiştir. Şimdiye kadar taraflar arasında anlaşmaya doğru adım atılmamıştır. Ne var ki, bizdeki yeni faşistlerin ve Bulgaristan’da azınlık düşmanlığının başını çeken “SKAT” TV Başkanı Todorov da Çingene liderlerini birer birer aramış ve “ne isterseniz yerine gelecek, geri adam atın, AB üyeliğimiz düşmesin” diye


Makale ve Analizler - 2017

37

kendilerine yalvarmaya başlamış, hepsini ayrı ayrı TV programına davet ederek “uzlaşma yolları arayalım” programına konuk olarak davet etmiştir. Bugünkü Bulgaristan 1934 yılında faşist askeri darbe yapılan Bulgaristan’a benziyor. O zaman da aynı taktik uygulanmıştı. Halkı susturmak için 3 - 5 kişinin ağızına bir parmak bal sürülmüştü. Şu farkla ki, bugün vatanımız Avrupa Birliğine bağlıdır. O zaman ise Nazi Almanya’sına bağlanıyordu. O zaman en şöven, en aşırı milliyetçi kadro iktidara gelmişti. Bugün de Avrupa Birliği Konseyi’nin “faşist” olarak nitelediği Valeri Simyonov’un “Bulgaristan’ı kurtarmak İçin Yurtsever Cephesi”, “Ataka” ve 100 yıl bu topraklarda kan akıtan kelle kesen İç Makedon Devrim Örgütü VMRO iktidar ortağıdır ve meclis çoğunluğunu elinde tutan GERB partisi tarafından destekleniyor. Asenovgradlı kardeşlerimizin kararlı ve mertçe direnişi, sabırlı ve zeki davranışı düşman güçleri geriletmiştir. Sıkıştılar. Ne yapacaklarını bilemiyorlar. Haksız olarak tutuklanan 8 gencin, parlak savunması, deneyimli avukatların mağdurlardan yana kesin tavır alması ve salıverilmelerini istemesi, başarı yolunda yeni bir adım olmuştur. Öğrene bildiğimiz kadarıyla 780 kili adres kaydı nedeniyle Asenovgrat’tan çıkarılmış, mahalle içinde bir polis kulübesi dikilmiş ve baskı yapılarak olaylara çözüm aranmaktadır. Gelişmelerin gerçek nedeni, Bulgaristan’da yaşayan Çingene, Türk, Pomak, Ulah, Gagavuz, Tatar ve diğer azınlıkların Anayasal ve yasal haklarının, hak ve özgürlüklerinin olmaması, ülkede yargı sisteminin tıkanmış olduğundan adalet ve demokrasi olmayışı, savcılığın ise zenginlere hizmet etmesidir. Ülkede adalet için çalınacak kapı kalmamıştır. Akıllarından geçen, nüfusun yarısından fazlarını oluşturan etnik azınlıkları sınır dışı etmektir. Bunu yapmaya da ne yasal hakları var, ne de güçleri. 1934 1944 yılları arasında ülkede faşizm zulmü varken sınır kapısı hep açıktı. Varna limanından ve Kapıkule’den Müslüman azınlığı Türkiye Cumhuriyeti’ne gönderiliyordu. Öyle ki, göç İkinci dünya savaşı sırasında bile kesilmedi. Göçe zorlamak Bulgar faşistlerinin hüneridir. Bulgarların bugün aklından geçen şudur. Sofya Üniversitesi Prof. Mihail Mirçev “Pressa TV” programında şöyle konuştu: “Çingenelere karşı yürüyüş yapan 8 - 10 bin kişi haklıdır.” Profesör mahkemeleri, yargıçları, adalet arama yollarını yok sayıyor. Ekrandan adalet dağıtıyor. “Binlerce kişi, 5 bin, 8 bin, 10 bin kişi hareketlendi, gece gösterilerine gidiyorlar. Aralarında saldırganlar da var. Çocuklar, kadınlar, öğrenciler var. Onlar, Biz, hepimiz Bulgar’ız, kendi memleketimizdeyiz. Kendilerini Bulgar


38

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

hissetmeyenleri tutuklayın.” Protesto gösterileri hafta boyu sürdü. Süreç başladı. Genişledi. Büyüyor. Prof. Şöyle devam ediyor. “Karşımızdaki güçler, caniler, suçlular, ırza geçenler, kolektif hareket ediyorlar. Onlar canidir. Katildir.” Prof. M. Mirçev’in düşüncesi bir de şöyle: “Bu insanlar fakir. Fakir olmak kimseye cinayet işleme hakkı vermez. Biz onları istemiyoruz. Bulgaristan’daki yeni ekonomik sistem azınlık haklarını tanımadı. Yoksullaştılar. İşsiz kaldılar. Todor Jivkov zamanında işleri vardı. Amerikalılar gelip ekonomimizin yarısını kapatınca işsiz kaldılar. 1 milyon işsiz var. Onların en az 200 bini Çingenedir. Geçiş dönemi Çingeneleri ülkenin en yoksul insanları haline getirdi. Toplumdan atıldılar. Hepsi sosyal çöplüktedir. Fakat bu onlara bir GETTO olarak, bir mahalle olarak, yediden yetmişe hepsine suç işleyerek geçinme hakkı tanımaz. Yoksul ve fakir olması onlara hak arama hakkı tanımıyor. Bizim kanunlarımız böyledir.” Sofya Üniversitesinden bir Profesörün, insanların hak ve özgürlük arama hakkını böyle anlatarak, haksızlıkların temelinde olan ulus devleti savunması anlaşılır gibi değildir. Yapılan sosyolojik araştırmalardan “Bulgarların Çingeneleri istemediği, onlarla aynı apartmanda, aynı mahallede yaşamak istemediği, aynı işyerinde çalışmak istedikleri, çocuklarının aynı okullarda okumak istedikleri, Çingenelerin satıcı olduğu fırınlardan ekmek almadıkları, dükkânlara uğramadıkları” gibi sonuçlar ortaya çıktı. Basında Çingenelerin Balkanlara nereden ve ne zaman geldikleri gibi konular işleniyor. Yeni teorilerin birinde, Bulgaristan’daki Çingenelerin XVIII. Yüzyılda Osmanlı Sultanı tarafından Bulgar topraklarına “başıbozuk” olarak gönderildiği, Bulgarlara zulm etmek genlerinde var, burada kaldıkları ve yerlerinin, Anadolu olduğu hatırlatılıyor ve “gitsinler” deniyor. Başka bir teori Hindistan’dan mı, yoksa Mısır’dan mı geldiklerini tartışıyor. Kimileri ise Bizans İmparatoru I. Nikiforun Çingenelere imparatorluk topraklarında kalma, geçinme ve yerleşme hakkı tanındığına vurgu yapıyorlar. 1975 yılında Hindistan’a Başbakanı İndira Gandi Bulgaristan’ı ziyaret ederken konu açılmış, Jivkov üremelerinden yakınmıştı. O zaman Gandi, “2 milyon nedir ki, GANG Irmağı boyunda yer var” uçakla gönderin, hepsini alayım demişti. Olmadı. 1990’dan sonra Çingene konusu yeniden alevlenince, tek yönlü biletle Amerika’ya gönderelim dediler, o da tutmadı.


Makale ve Analizler - 2017

39

Başbakan Yardımcısı V. Simyonov’un 10 Çingeneye 700 leva emekli maaşı verip sülalelerine de çalma kapma hakkı tanıyarak sorunu hal etme planı, belki tutar. Çünkü Yarı Çingne olan Ahmet Doğan’da tuttu. Baraj mühendisi olarak bir milyon 250 bin Evro alınca, “saraya” girdi artık çıkmıyor. Bütün haklarımızı tek başına kullanıyor. “Benim iyi olmam yeter. Diğerleri ölebilir,” dedi. Çingene baron ve çarlarının görüşü bekleniyor. Acaba bu işi Avrupa Birliği Konseyine nasıl anlatacaklar. Çingene kitlesi kardeşimizdir ve isteklerimiz birdir:  Bulgaristan Cumhuriyeti Anayasasının değiştirilmesini istiyoruz. Yeni Anayasa’da Bulgaristan’ın çok etnikli, çok dinli, çok kültürlü bir parlamenter demokrasi olduğu yazacak.  Güçler ayrımı tanınacak. Eşitlik ilkesinde, azınlıkların nüfus içindeki oranına eşit milletvekili, devlette görevlisi, poliste polisi, orduda subayı, okullarda öğretmeni vb olacaktır. Mebus, bali, belediye başkanı, muhtar, polis şefi vb sayısı nüfus oranına eşit olacak.  Okullar ayrılacak, azınlıklar anadillerinde eğitim öğretim görecektir. Dil, din ve kültür eşitliği tanınacak.  Resmi dil Bulgarca olsa da ikinci resmi dil azınlıkların yaşadığı yöreye göre azınlık dillerinden biri olacaktır. Azınlıkların okul, lise ve Üniversitelerde fakülteleri olacak. Devlet bütçesinden azınlıklara ayrılan ödenekler nüfus içindeki oranlarına göre belirlenecektir. Azınlıklar kendi kültür merkezleri, enstitü ve kütüphane, radyo, TV programı, basın ve yayını olacak. 10 Gelişmiş ülkelerdeki azınlık hakları hiç eksiksiz Bulgaristan Müslüman ve Hıristiyan azınlıklara da tanınacak. Dilsiz, dinsiz, eğitimsiz, anaokulsuz ve okulsuz, kendini savunma hakkı olmayan azınlıkların bireysel ve toplu haklarının varlığından söz edilemez. Bulgaristan’daki olağanüstü sert gerginliği çözülmesi için tüm azınlıklardan bir uzlaşma komisyonu kurulmalı ve anayasa değişikliği hazırlıklarına başlanmalıdır. Azınlıkların etnik ve dinsel örgütlenme hakları tanınmalıdır. Azınlıkların nüfus içindeki oranı belirlenirken dış ülkelerdeki soydaşlarımız da hesaba katılmalıdır.


40

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

1957’den başlayarak Bulgaristan’da yaşayan azınlıklara uygulanan tüm yasalar kaldırılmalıdır. Vatandaşların her bakıma ve her yerde tam eşitliği yasallaşmalı ve uygulanması garanti altına alınmalıdır. Bulgar devleti bu isteklerimizi kabul etmiyorsa, AB üyeliği 2 yıl kaldırılmalı ve ulusal etnik hak ve özgürlüklerimizin yasal sağlanmasına ilişkin temaslar ve görüşmeler başlamalıdır. Türk görüşmeler AB komiserleri gözetiminde gerçekleştirilmelidir.

Hürriyet İstiyoruz!

Şakir Arslantaş-10.Temmuz.2017

Konu: İç savaş bir kışkırtmadır. İç Savaş kışkırtması yapanlar tutuklanmalı ve yargılanmalıdır. Asenovgrad Bulgaristan’da aşırı milliyetçiliğin yeni tuzağıdır. Oyuna gelmeyelim! Faşizm yolunu keselim! Asenovgrad /Stanimaka/ olaylarının 10’uncu gününde yumruk sallamanın bir aşırı milletçilik patlaması olduğunu görmeye kalmadı. Başbakan Yardımcısı faşist başı Valeri Stoyanov 10 Teemuz günü eli sopalı babayıtları Bakanlar kurulunda kabul etti. 10 gün dinlenecekler ve sonra devam edeceklermiş. Aldıkları karar bu... Demek oluyor ki, 22 Mart’ta yapılan seçimlerde Bulgar toplumunun beklentileri başkaymış ve artık kokuştu ve patladı. Aslında önü alınamayan bir fışkırma, bir hortlama izliyoruz. İşini gücünü bırakmış gençlerin ülkenin değişik kent ve köylerinden Asenovgrada gece gece toplanması ve havaya yumruk sallaması, hayır işi değil. Bunların bir beklentileri var. Onlara verilen vaat var. Kendileri için kutsal saydıkları bazı hedefler için fışkırdılar. Bu hedeflerin ve arzuların maddi olmayıp daha fazla manevi, hatta neredeyse adalet, hukuk, insan hakları için olduğu sahte. Bunların emelinde haydutluk var. Türk malına konmak! Türk malından pay almak!. Asenovgrad sakinlerinden 15 bin kişinin Müslüman olması gözlerini çıkardı. 15 bin kişinin bir arada yaşaması maddi ve manevi olarak kendisini yeniden üretebilmesi anlamına gelir. Bu ye-


Makale ve Analizler - 2017

41

niden üreme Türklüğün, Türk kültürünün yaşaması dmektir. Halk kültürleriyle yaşayan bu kardeşlerimiz kendi yağlarında kavrulmaya çalışıyorlar. Sofya’daki faşist akıl hocalarına göre, “çalışmadan, üretmeden, Bulgar medeniyetinin kazanımlarını özümsemek, benimsemek istiyorlarmış. Sosyal yardımlarla, çalışmadan yaşamak istiyorlarmış vs.” Bulgar kültürünün hangi meyvesinden söz ediliyor anlayamadık. Bu vatandaşlar Bulgar televizyonu bile seyretmiyorlar. Yedikleri içtikleri, giydikleri hep Türkiye pazarından geliyor. Hiç birisinin evinde Bulgarca bir kitap yok... Bir olay mahkemeye düşmüşse, 8 kişi kolları kelepçeli içerdeyse ve davanın görüldüğü şehirde her akşam 8 - 10 bin Bulgarın toplanıp “ceza” yaygarası koparmasına kamuoyu ve hükümet seyirci kalıyorsa, bu işin içinde iş var demektir. Başsavcı Tsatsarov ve hatta Cumhurbaşkanı Radev, “kesin şu yygarayı” deyemiyor. Birşeyler geveliylar ama nedir. Hortlayanlar, bir yandan “hukuk devletiyiz” diyorlar. Öte yandan Avrupa Birliği vatandaşıyız diye övünüyorlar. Aynı zamanda barbarlıkta eşleri yok. Rakı bira kokan sokak ve meydanlarda faşizm zehri akıyor. Toplum sıkıntıdan boğuluyor. Şehrin pisliği kuşak boyu! Adı henüz konmamış büyük tehlike üzerlerine yuvarlanıyor. Her gün bir boyut daha ilerliyor. Paylaşamadığımız nedir? Asenovgrad’ın havası mı? Suyu mu? Kültürü mü? Yoksa Asenovgrat’ta yaşamamıza tahammülleri mi yok? Bulgristan’ın Türklerden ve Müslümanlardan temizlenmesine Vidin’den, Vratsa’dan, Plevenden, Tırnovo’dan başlanmıştı. Bundan birkaç yıl önce iş Karlovoya dayanmıştı. Aynı güçlerin şehir merkezindeki gösterilerni izlemiştik. Mahkeme kararlarını hiçe saydılar. Mahkeme kararlarının hiçe sayıldığı bir yerde hukuk üstünlüğü olamaz. “Kurşuun Cami”mizi vermediler. Bu katiller, bu barbarlar Türkleri Bulgaristan’dan kovmaya yeminli. Sıra artık Stanımakaya gelmiş olabilir. Bu örgütlü, planlı bir saldırıdır. Bu faşizmdir ve durdurulmalıdır. *** Memleketimizde 100 yıl geriye uzanan ve her dönemde adına faşizm denen Bulgar aşırı milliyetçiliği bugün de iktidara çöreklendi. Son aylarda memleketi faşistler idare ediyor. GERB partisi Bulgar faşizmine kanat açıyor. Palazlanmasına göz yumuyor. Bulgar faşizminin 21. Yüzyıl Bulgar “füreri” Angel Cambazki / VMRO - AB Milletvekili/ Pazar gün TV ekranından “Bulgaristan’da İç Savaş Var” dedi. Biz Bulgaristan’da İç Savaş görmüyoruz. Bulgaristan faşim hortlaması yaşıyor. Uyuyan Bulgar kitleyi düşmanlığa kışkırtıyor. Onun için yollarda, sokaklarda ve meydanlarda boy gösteriyor.


42

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Yol masrafları ve gece göslerileri, içmesi, yemesi ödenen faşistlerin, her gece sokağa çıktığı Asenovgrad meydanında eğitim görmüş sopacı saldırganlar görüyoruz. Ellerine megafon ve mikrofonlar. Sabaha kadar küfürlü nutuk çekiyorlar. 8 - 10 bin genç! Ellerindeki pankartlarda, gece boyu bağırış çağırışlarında memleketimizi, güzel vatanımızı faşizm ateşine atma hazırlıkları görülüyor. Bu olaylar bir kışkırtmadır! Faşizm çığırtkanlığıdır! Katliam ateşleri yakılmak istendiğine işarettir... Ne demek! Türklerin evlerini yıkma planı? Kimin ev kuracağına, kimin evinin yıkılacağına Bulgar faşistleri mi karar verecek?! Ne demek! 5 bin Türk’ü Stanımaka’dan atma planı? Asenovgrad babalarının mı? Tapulu malları mı? Kimden miras aldılar? 2 - 3 katlı, bahçeli düzenli, asmaları yüklü, sıvanmış, boyanmış Türk evlerini görünce göz diktiler. Bunu barbarlığı 139 yıldan beri yaşıyoruz. Konaklarımızda, köşklerimizde, çardaklı evlerimizde atalarımızı oturmadılar? Şimdi de bizim malımıza mülkümüze, araba ve araçlarımıza, bahçelerimize göz dikmişler. Biz rahat ettikçe kuduruyorlar. Haylaz piçler... Ne demek! Irk ayrımına dayanan siyasetin sokaklara dökülmüş iğrençliğine seyirci kalınması...? Polis gece gece tiyatro mu seyredecek!!! Birbirine girsinler de ayırayım diye bekleyecek mi? Kaç sarhoş, vatandaşı rahatsız eden kaç haymana, kaç deli hastanesinden raporlu geri zekâlı tutuklandı? Mahkemeleri babalarının malı, yargıçları kendilerine hademe sanıyorlar. Yargıçlar tatilde. Adaletin babaları ise sanki kendileri! Kestim kestik zamanları geçmedi mi? GERB hükümeti ülkede huzur sağlayamıyorsa istifa etmelidir? GERB hükümeti VMRO, “Ataka” ve yalan “Yurtsever Cephe” ortaklığından vaz geçmeli ve hemen istifa etmelidir? Faşistlerin başbuğu Valeri Simyonov hemen görevinden ayrılmalıdır. O Başbakan Yardımcısı olalı ülke karıştı. Her gün her yerde kavga, sopalı dövüş, kasıtlı kazalar, soygun ve saldırılar. Hiç bir holigana, yankesiciye, sopacıya karşı tedbir alınmıyor. Yılbaşından beri hastane ve kliklerde, cankurtaran /ambulans/ ekiplerinde görevli doktorlardan 600 kişi dövüldü. Devletin kurduğu sağlık sistemi çalışmadığı için hasta yakınları hırsını hekimlerden çıkarıyor. Doktorlar, GETTO - mahalle sakinleri kadar huzursuz, korku içinde hayat devam edemez! 22 Mart 2017 meclis seçiminde halk yalandırıldı. Aldatıldı. Uyutuldu. Fakat 3 - 4 ayda uyandı. GERB iktidarı bünyesine aldığı faşistleri söküp atmazsa istifa etmelidir. Yarın değil, bu istifa en geç daha bugün olmalıdır.


Makale ve Analizler - 2017

43

Huzur yalnız Bulgarların hakkı değildir. Huzur her birimizin hakkıdır. Çocuklarımız huzur içinde yaşamak, büyümek istiyor. Olmuyorsa, sağlayamıyorsan güle güle. Biz gidici değiliz. Siz gidin!... Gün vedalaşma günüdür! Huzur sağlayamayan bir hükümetin ilk işi istifadır. Bulgaristan’da huzur, can güvenliği, ve perspektif yok. Gerçek durum faşist kopoy saldırılarıyla gizlenmeye çalışılıyor. Huzur içinde yaşamak her vatandaşın anayasal, yasal, en kutsal ve başat hakkıdır. Adalet mülkün temelidir. Sokak haymanalarının isteğine uyularak Türk köyleri, mahalleler yıkılacaksa, buna da cevabımız olur... Durumun olağanüstü ciddi, çok sert ve tehlikeli olduğunu artık yalnız biz azınlık temsilcileri, gerçek demokratlar söylemiyor. Düne kadar “Ataka” milletvekili olan Dimitır Bayraktarov şöyle dedi: “Bizim her gece Asenovgrad’da izlediklerimiz örgütlü işlere girer. Bu işleri örgütleyen ve kışkırtan Başbakan Yardımcısı Valeri Simyonov’tur. Protestoları teşkilatlandıran odur” Bayraktarov Bulgar toplumuna şu soruyu soruyor: “Bulgarlar çok büyük hırsızlıklar yaptı. Neden hiç birine karşı protesto gösterisi düzenlenmedi. Neden milyonları çalanlar, banka soyguncuları protesto edilip lanetlenmiyor? Yaşadıkları köşklü-saraylı semtler kuşatılmıyor? Çünkü büyük hırsızlıklar iktidar katlarında yapılıyor. Bunları yuhalayıp lanetlememiz için birilerinin karar alması gerek. Karar alanlar son dönemde olayları Asenovgrad’a yönlendiriyorlar.” “Sorun, Çingene, Rom, Türk sorunu değildir. Sorun, bizim ülkemizde hırsızlarla, katillerle, rüşvetçilerle mücadele verilmiyor. İçişleri Bakanlığı ve Savcılık gerçek suçluların üzerine gitmiyor. Adalet yok. Toplumumuz yaralıdır.” Bayraktarov bir eski “Ataka” milletvekilidir. O böyle diyorsa, diyeck birşey yok... Bütün elektronik ve basılı medya “Bulgar Etnik Modeli”nin tamamen çöktüğünü, AB’den Romenleri entegre etmek için milyonlarca Euro para alındığını, bu paraların çalındığını, yapılan tüm işlerin yalan yanlış ve ancak kağıt üstünde olduğunu yazarken, sonuçta Çingene nüfustan % 29’unun kör cahil, yarıdan fazlasının işsiz bırakıldığını vurguluyorlar. İşsiz ve geliri olmayan Çingene tabakaya saldırmanın anlamsız olduğuna işaret ediliyor. Devlet imkânlarından ancak Çingene oyu satın almak için yararlanıldığı ön plana çıkarılıyor. Asenovgrad şehrindeki gece gösterileri ile ilgili HÖH Genel Başkanı Mustafa Karadayı da Tırgovişte’nin “Baba Kondu” halk ienliklerinde bir demeç verdi, fakat iş işten geçtikten sonra GERB partisine “aman siz şu faşist, aşırı milliyet-


44

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

çilerden kurtulun da, iktidara biz de çıkalım” demekle, görüldüğü üzere, hiçbir yere varılamayacağını anlayabilmiş değil. Şu unutulmamalıdır. Bulgaristan’daki iç siyaseti çökerten, etnik azınlık sorunlarına hiçbir çözüm aramayan, azınlıkları korkutarak, ürküterek, GETTO’lara kapayan, okullardan kovan ve sonunda işleri bu günkü acı ve ağır duruma getiren zihniyeti tanımak gerek. Bu, HÖH yönetiminin zihniyetidir. Aynı sözler DOST - partisi için de söylenebilir. Olaylar, HÖH yönetiminin Bulgaristan Türkleri tarihini, hak ve özgürlük ve kimlik mücadelesini bilmediğini ve takip etmediğini kanıtladı. Tarihini bilmeyen geleceği göremez. Azınlıkların herhangi bir yasal hakkı yok. Ahmet Doğan’ın Sarayda yaşaması Bulgaristan Türklerinin iyi yaşadığı, yakasının geniş olduğu, anlamına gelmez. TV ekranında Çetin Kazak kokulu rüşvet olayları kokuşuyor. Ne zaman halkın karşısına çıkıp kirli işlerinizi anlatacaksını? Siz anlatmazsanız biz yakında anlatırız... Son olaylar, 10 bin hergelenin her akşam hortlaması, 1972 Nikopol (Gotse Delçev) Saldırılarını, 1984 Aralık ayında Kırcali Kılı /Benkovski/ köyü saldırılarını anımsatıyor. Asenovgrad hesaplaşma meydanına bir tek devletin helikopter ve zırhlı araçlarla gelmediği kaldı. Gizli polis “DS” doslarında biz Türklere karşı her saldırının Sofya’dan yönetildiğine yüzlerce örnek var. Herşey hatırlanıyor. Olaylar tekrar ediyor. Son hedeflerinde bizi memleketimizden, ata vatanımızdan kovmak varsa - gitmeyeceğiz. Özgürlük istiyoruz. Biz kendi sorunlarımızı kendimiz hallederiz. Hiç bir şeyinize ihtiyacımız yok. İstediğimiz bir tek hürriyet!!!


Makale ve Analizler - 2017

45

Kazanlık’ta 15 Temmuzu Andık

Şakir Arslantaş-15.Temmuz.2017

Sayın misafirperver, aydınlanma sevdalısı Kazanlıklı kardeşlerim. Bu gün, şu çok değerli ilk buluşmamıza vesile olan değerli arkadaşlarımız, ağabeyimiz Sayın Osman Bülbül ve Menderes Kungün Beyler, görüşmemizi değerlendiren Bayanlar ve çok değerli gençler. Ben Bulgaristanın Karadenizlisiyim, Varna köylerindenim, Drındar’dan. İstanbul Bultürk - Bulgaristan Türkleri Kültür ve hizmet Derneği kurucu üyelerinden biriyim. 2002’den beri, yani 15 yıldan beri “kültür mücadelesinde” hizmet sunmaya çalışıyoruz. Üyelerimiz hayli çok fakat hepsi kültür üreticisi değil, daha fazlası kültür tüketicisidir. Derneğimizin omurgası 20-30 kişinin üzerindedir. Başkanımız Sayın Rafet Ulutürk ve Biz bir nur topu gibi parçalanmaz bir bütünüz. Tarihte, yani 1864’te Büyük Vali Mithat Paşa, Rusçuk’a atandığında, Kuzey Bulgaristan köy ve kentlerinde 2 bin 700 Türk ve bir o kadar da Bulgar okulu açılmış, ayrıca 620 de Okuma evi, Çitalişte vardı. Kültür evi aydınlık yuvasıdır. Kültürse uygarlık gıdasıdır. O zaman hem Türklerin, hem de Bulgar kardeşlerimizin ruhuna güneş, ışık, nur girmişti. Kültür her dilde kültürdür ve değerlidir. Birinci ve ikinci sınıf kültür olmadığı gibi, birinci ve ikinci sınıf dil de ol(a)maz. Dil ile kültür bir ağacın kökleri ve çiçekleri gibidir. Kök olmadan çiçek, çiçek yoksa demek onu diken yok veya toprak yok. Hayat, aydınlık, aydınlanma bir bütündür. Yarısı yüksek tahsilli, yarısı kör cahil bir halk bütün sayıl(a)maz, çünkü okumuşluk aydınlıksa, cahillik karanlıktır ve birbirine karışmaz. Aydınlık ancak aydınlıkla yoğrulur... Bu toprakların nuru Bulgar ve Türk aydınlığıdır... Gelecek de buna gebedir. Daha 150 yıl önce bu topraklarda halk aydınlanmış, bilinçlenmiş, ortak halk bilinci, ortak vatan kavramı oluşmuştu. Aydınlanma, Güneş ışığı gibidir, Bulgar aydınlansa Türk de hem ısınır hem ruhu ışır. Türk aydınlansa faydası Bulgar’a, Romen’e, Çingene kardeşlerimize, Gagavuz’a, Tatar’a dokunur. Aydınlanma, insanların en yüce, en değerli mücevheri ve ortak değeridir.


46

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Aynı zamanda aydınlanma ışık gibi, sıcaklık gibi, kardeşlik gibi, dostluklar gibi, ortak geleceğimiz gibi bitmeyen, sonsuz bir nimettir. Bu bakıma, bu ilk görüşmemizi, bir aydınlık ocağı olan bir Kültür Yurdunda yapmamız vesilesiyle, mutluyum. Hepinizi kutluyorum. Şu 5 milyon yıllık tarihi olan dünyada, insanlığın işlediği en büyük kötülük insanoğlunun, etniklerin, halkların aydınlanmasına engel olmalarıdır. Aydınlığı parçalamaya ya da aydınlığı çalıp yalnız kendisi için saklamaya ve bütün diğer kardeşlerini karanlıkta bırakmaya çalışmaktır. Bu düşüncemi vesile ederek, size “aydınlık çalmanın” bazen işe yaradığını hatırlatmak istiyorum. Örneğin, Batı Avrupa’da “uyanış” ve “aydınlanma çağından” önce insanlar, değerli olanın, umut gizleyenin aydınlık değil, karanlık olduğunu sanıyorlarmış. Bu nedenle, gidenler görmüşlerdir kiliselerin pencereleri yoktur, camları da ışık, güney ışını, aydınlık girmesin diye ufacık ve boyalıdır. Cahillik diz boyu, ruhlar kapkara, insanlar yamyammış. Uyanışın, mutluluğun, bilinçlenmenin ışıkla geleceğini gören Laypnits, Herder, Göte, Humbold, Hegel ve diğerle insan ruhunu güneşin doğduğu yöne, doğuya açmış ve aydınlıktan korkmayın demiştir. Hepinizin bildiği bu gerçeği, Kazanlık Kültür evinde, bir dernek ortamında ve kitapseverler arasında paylaşmak bana başka bir mutluluk veriyor. Biz İstanbul’da da halkımızın kültürünü yaşatma, aydınlık bekleyen ruhlara hizmet sunma davamıza önce 3 - 5 arkadaşla başladık. Önce “Bulgaristan Türklerinin Sesi” gazetemizi çıkardık. Ardından “bghaber.org”, günlük elektronik bilgilendirme sayfamızı açtık. Birçok uluslararası konferanslar düzenledik. Yüzlerce toplantı yaptık. Ardından BG-SAM Bulgaristan Türkleri Stratejik Araştırma Merkezini kurduk. Sosyalizm yıllarında, ilk ve ortaokulda, Üniversitede bize öğretilen birçok şeyin yanlış olduğunu, kafalarımızın bilinç ışığıyla değil, gereksiz, hatta zararlı uydurma şeylerle doldurulduğunu görebildik. Artık 10 yıldan beri yazıyoruz, okurlarımızla görüşüyoruz. 10 - 15 yazar arkadaş bir olduk ve insanlarımızın hafızasındaki o görünmeyen boşluğu doldurmaya çalışıyoruz. Yıllar içinde Sayın Osman ağabeyimiz de katıldı bizlere. Viyana’dan başladı yazılarına. Şu an aklıma geldi aynı Georgi Markov’un Bulgaristan’ı Londra’da yazdığı reportajlarla anlattı gibi. Sağ olsun. Çok başarılıydı. Artık kitabı da elinizde, sadece okumanız ve abimizi tebrik etmeniz kaldı. Bulgar siyaseti için önemli


Makale ve Analizler - 2017

47

saydığımız 26 Mart 2017 seçimleri öncesi DOST ve Lütfi Mestan olayının “gereksiz ve zararlı” olduğunu vurguladı. Halkımızın gerçek ışık, aydınlık beklediğini duyurdu. Siz, Kazanlıklılar bu bakıma ustasınız. Gelirken yolda hep Çudomir’i düşündüm. Sahte, çöp olan, işe yaramayan ne varsa her şeyle ustaca alay eden büyük usta kalem Çudomir. Osman ağabeyimi ona benzetiyorum. Eleştiriye tahammülü olan halk, büyük halktır. Gebe olan toplumdur. Gül kokan bu diyardan büyük beklentilerimiz var. Biz Türkiye’de Bursa’da Çudomir sergisi açtık. Eserlerini tercüme ettik. Çudomir’e kestane tatlısı yedirdik. Buraya da gül kokmaya geldik. Bizi böylesine sıcak ve kalpten duygularla karşılamanızdan mutluyuz. Sağ olun. Aydınlık hepimizin olacak ve bizi birleştirecektir. Bu işler okul kapatmakla, anadil yasaklarıyla, kitap bastırmamakla olmaz. Hepimiz aynı güneşin altında ve aynı denizdeyiz. Zaman gelecek Güneş altında yanacağız, gün gelecek tuzlu su içeceğiz, ama aydınlanma mücadelesi arabasını ilerleteceğiz. Sizi tanımak bir mutluluktu.

Bulgaristan 15 Temmuz Şehitlerini Anıyor...

BG-SAM-15.Temmuz.2017

Türkiye’nin milli birlik ve beraberliğini hedef alan Fetullahçı Terör Örgütü’nün (FETÖ) 15 Temmuz 2016’daki hain darbe girişimine karşı Türk halkının kahramanca verdiği mücadelenin birinci yılında Bulgaristan Kazanlık şehrinde de anıldı. Bulgaristan’da Türk Halk Kültür Derneği ve Türkiye’den BULTÜRK Derneği ile birlikte Temmuz 2016’daki hain darbe girişimi için anma toplantısı

Türk Halkının yazdığı destanı, çılgın Türklerin tankları nasıl ezdiğini anlattık.


48

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

yapıldı. Türk Halk Kültür Derneği Başkanı Sayın Menderes Kungün’ün düzenlediği toplantıda asistanlık görevini Sayın Dilay Albayrak yaptı. Toplantıya katılanların arasında; Kazanlık şehrinde sevilen ve saygı duyulan demokrasi geçişinde ilk Belediye Başkanı olan Müh. Bonço Sarafov, Filibe - Plovdiv’den gelen misafirler, Kazanlık ilçesinin her köyünden en az ikişer kişi olarak katılım sağlandı. Bu toplantıyı organize eden Sayın Menderes Kungün bu kadar ince düşünmesi bizleri onurlandırdı. Ayrıca BULTÜRK - Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneğimizin Başkanı ve yöneticileri de katıldık. Slaytın bulgarca olmasından dolayı çok beğenildi. Tabi ki alınan hediyeler için biraz şaşkınlıkla karşılasalar da çok memnun kaldılar. Bulgaristan Kazanlıktayız! Buradaki kardeşlerimizin hepinize kucak dolusu muhabbet sevgi ve selamları var...Harika bir program gerçekleştirdik. İlk defa Bulgaristan’da 15 Temmuz anma töreni gerçekleştirmenin gururunu yaşıyoruz. Toplantının açılışını Kazanlıkta bulunan Türk Halk Kültür Derneği Başkanı Sayın Menderes Kungün yaptı. İlk önce Türkiye’de temmuz 2016 da darbe girişiminde şehit düşenlere bir dakikalık saygı duruşu ile başladı. Ardından ilk konuşmacı Osman Bülbül bey kitabını tanıttı ardından sırayla Başkanımız Rafet Ulutürk, Şakir Arslantaş, Nedim Birinci ve Elif Güneş Türkiye’de yapılan darbeyi anlatılar... Türk Halkının yadığı destanı, çılgın Türklerin tankları nasıl ezdiğini anlattık. Programın sonunda katılımcılara 15 Temmuz darbesini anlatan Cumhurbaşkanlığımız tarafından basılan Darbe kitabını, Bultürk Gazetesi ve 15 Temmuz konulu şapka, tişört, hediye olarak zambak kolonyası ve Başkanımızın “Türk DünSlaytta arkada gördüğünüz gibi yasında Bir Bulgaristan Türkü 50 “Demokrasi ve Şehitler” Mitingi’nde Yıllık Mücadele” ve Osman BülBULTÜRK yerini almıştır.


Makale ve Analizler - 2017

49

bülün de “Bulgaristan Türklerinin Durumu” kitapları gelenlere dağıtıldı. Program çok samimi bir ortamda Bulgaristan’daki kardeşlerimizin yüksek katılım, ilgi ve alakaları içinde birlik ve dirliğimizin vurgulandığı Yenikapı ruhunu hep birlikte hissettiğimiz bir atmosferde gerçekleşti. Toplantının sonunda BULTÜRK Gazetesine hizmetlerinden dolayı Sayın Ali Kaçan ve köşe yazarımız Sayın Osman Bülbül’e de Ali Kaçan Beye plaketini birer plaket taktim edildi. Ayrıca bu Kültür Bakanlığı görevlisi günün anısına ve bu darbe bir daha Elif Güneş Hanım taktim etti unutulmaması ve unutturulmaması adına Menderes Kungün’e özel bir plaket taktim edildi. Başarılı bir konferansın ardından güzel bir akşam yemeği her şey için çok teşekkür ederiz. Elif Güneş Not: Fotoları çeken Selin Albayrak Hanım efendiye teşekkür ederiz. Not: Konuşmalara buradan ulaşabilirsiniz; Osman Bülbül; http://www. bghaber.org/bghaber/kitap/ Rafet Ulutürk; http://www. bghaber.org/bghaber/kazanlikta15-temmuz/ Şakir Arslantaş; http://www. bghaber.org/bghaber/kazanlikta-15temmuzu-andik/ Osman Bülbül Beye Şakir Arslantaş Dr. Nedim Birinci; http://www. plaketini taktim ederken bghaber.org/bghaber/stanimaka-sorunmahalleli-sorunu-degildir/


50

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) Elif Güneş; http://www.bghaber.org/bghaber/kazanlikta15-temmuz/

Kazanlıkta15 Temmuz

Elif Güneş-15.Temmuz.2017

15 temmuz Türkiye’de uluslararası bir organizasyonun ortaya koyduğu darbe girişimini önledi. Darbe hazırlayanlar Türk toplumunu hazırlıksız yakalamayı ve geçmişteki tecrubelerle darbeye karşı koymayacakları ümit ediyorlardı. Ancak Türk toplumu uzun yıllar süren bir demokrasimücadelesi vermiş herhangi bir darbe girişimine de yol vermemek olgunluğuna ulaşmış vaziyette. Bu olgunluk Sayın Recep Tayyip Erdoğan Liderliği ile bütünleşince Türk toplumu demokrasiye yapılabilecek hertürsaldırıyı gösleyip bertaraf edebileceğinigösterdi. Bu sadece içte Türkiyede bulunan odaklara değil uluslararası alanda Türk üzerinde hesap yapanların da umutlarını ebediyen gömülmesi ile neticelendi. Bundan böyle artık Türkiyede darbe sözcüğünü bile telafuz edilmesi mümkün olmayacaktır. Türk toplumu bütün dünyanın gözü önünde kahramanca direnerek demokrasisine ve kendi seçtiği Liderine ölümüne sahp çıktı. Ümit ederiz ki bir daha böyle bir şey olmaz. AB bu demokrasi sınavında sınıfta kaldı. Sözde Türkiye’ye DOST görünenler gerçek yüzlerini gösterdiler. Onların düşüncesi demokrasi olup olmaması değil onların derdi ülkeleri nasıl sömüreceğidir. Bu balkan ülkeleriiçin Bulgaristan için de geçerlidir. Bu konuda en büyük anlayışı Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov’un yüzünde gösterdi. Bunu da Türk halkı hiçbir zaman unutmayacak, Bulgaristan ile Türkiye Arasındaki iyi komşuluk ilişkilerine ivme katacaktır. Evet Türkiye artık eski Türkiye değil.


Makale ve Analizler - 2017

51

Türkiye artık kendi silahını kendi üreten ve bu konuda sürekli gelişme kaydeden bir ülke haline gelmiştir. Dünyanın da gördüğü gibi en zaafta olduğunu düşünüldüğü bir dönemde EL-BAB operasyonunu sıfır kayıpla gerçekleştirebildi. Türkiyedeki istikrar ve gelişme Bulgaristan’daki refahı da doğurudan doğuruya etkileyecektir. Bana bu fırsatı veren Sayın Menderes Kungün ve Osman Bülbül aksakallarımıza tekrar huzurunuzda teşekkür ediyor saygılar sunuyorum.

Kazanlıkta 15 Temmuz

Rafet Ulutürk-15.Temmuz.2017

Değerli Dostlar, Değerli Konuklar, Çok kıymetli örgütleyiciler. Çok uzun bir işbirliğinden sonra, Kazanlık Kültür Evi’nde bir araya gelip hepimizi ilgilendiren çok önemli ve aktüel konuları beraberce müzakere edip, ortak sonuçlarda buluşmak için attığımız bu ortak adım, bir ilk olarak, hem size, hem bize, hepimize onur verici olduğu kadar aynı zamanda da bir umuttur. Çünkü 1 yıl önce 15 Temmuz’da Türkiye, Türk halkı kendi hikâyesini, kendi efsanesini yazdı. Türk olmaktan kaynaklanarak, bu ilk adımın enerjisini taşıyan sayın dostların Osman Bülbül ve Mersedes Kungün’e ve burada emeği geçen tüm arkadaşlara kalpten teşekkür ederim. BULTÜRK Genel Başkan’ı ve Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi BG-SAM kurucu başkanı olarak, kısa bir sunumla açmak istediğim konuma girmezden önce, bugün 15 Temmuz 2016’da Türkiye’de suya düşürülen Askeri Darbe’nin birinci yıldönümüdür.


52

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Niyet ve hedeflerinin anlaşılmasının hem siz hem de biz, yani hepimiz için olağanüstü önemli olduğunu vurguluyorum. Çünkü aynı coğrafyada yaşıyoruz. Aynı kaderi paylaşmak zorundayız. Bunu her zaman iyi algılayan Türki’ye Bulgaristan’da hep dostluk aramış, Bulgaristan’a zeytin dalı uzatmış, sıkışık olduğu her an anlayışlı oluş, hiçbir zaman savaşı aramamıştır. Kader ortaklığımız Yeni Dünya Düzeni kurulmak istendiği şu dönemde daha yakın bir ortaklık ve işbirliğinden her zamankinden daha fazla ihtiyaç var. Biz bilet satıp, konser salonu dolduran sanatçı değiliz. Devlet adamı da değiliz. Biz hem Bulgar hem de Türk toplumunun en güçlü tabanı yanı sivil toplum örgütleriyiz. Devlet başları saf ve siyaset değiştirmek isteyebilirler. Fakat bunu taban kabul etmezse hiçbir şey yapamazlar. 15 Temmuz’da emperyalizmin en büyük güçleri ve en emin ajanları neden Muaffak olamadılar. Çünkü onları, planlarını ve hainliklerini halk, sivil toplum örgütleri kabul etmedik. Bir halka zorla hiçbir şey dayatılamaz. Olaya şöyle de bakabiliriz. Saf değiştirmesi istenen ülkelerin başında Balkan ülkeleri, Türkiye, Bulgaristan, Makedonya, Karadağ, Arnavutluk ve diğerleri gelir. Türkiye’de denendi olmadı. Yeni Dünya Düzeni için Türkiye ve Bulgaristan, Afganistan ve Ukrayna kadar önemlidir. Çünkü Dünyayı yeniden tasarımlamak isteyen güçler öncelikle Balkanlara çöreklenmeye çalışıyorlar. Karadağ’daki askeri darbe denemesini işitmişsinizdir. Üsküp meclisindeki kilitlenme ortada. Bulgaristan’daki siyasi ortam da durmadan çalkalanıyor. 15 Temmuz’da Türkiye’de yapılan askeri darbe denemesi, bir FETO olayı olarak yansıdı. Aslında uluslararası kıyasıya rekabet ve düşmanlığın ortalığa saçılmasıdır. Olay bitmiş değildir. FETÖ Türkiye’de kuruldu. Pensilvanya’dan (NATO) idare ediliyor. Amerikan korumasında bulunuyor. Arkasında Merkezi Haber alma Teşkilatı CIA var. Bu olay iki başlıdır. Para merkezi ise Londra’da bulunur. “Ortak Akılla” hareket ettiler. FETÖ’nun Balkanlar politikası Londra’dan idare ediliyor. Artık kesin söyleyebiliriz, başarısız darbeyle FETÖ söndü. Gücünü Türkiye’den alıyordu. Tahminlere göre, son çırpıntıları 2020’de sönecektir. Şu da önemlidir: Washington 15 Temmuz trajedisiyle Türkiye’yi kaybetti. Hem FETÖ, hem de ABD gitti. Türkiye ABD rotasından çıktı. Şimdi sorun FETÖ’nun Balkanlarda Kosova, Makedonya, Arnavutluk’tan sökülüp atılmasındadır.


Makale ve Analizler - 2017

53

Bu bakıma Bulgaristan FETÖ ajanlarından bazılarını iade ederek önemli adım attı. Türkiye yanında yer aldı. Zor gün dostluğunu kanıtladı. ABD, 15 Temmuz saldırına bugün de devam ediyor. Yanına Suriye’de YPG’yi aldı. Yeni ordu kurdu. Suriye’de devlet içinde devlet oluşturuyor. Onları silahlandırıyor, asker eğitiyor, yeni terör ordusunu, bölgenin en güçlü ordusu haline getirmek istiyor. Askeri darbeler en büyük terör olaylarıdır. Türkiye bunu 1960’ta, 1972 ve 1980’de yaşadı. Yaralar hala sızlıyor. Özellikle belirtmek isterim. 15 Temmuz darbe denemesi, Türkiye için olduğu kadar, Bulgaristan için de kader belirleyicidir. Bunu kimseyi korkutmak için söylemiyorum. Biz komşuyuz... Komşu komşunun tuzuna, külüne muhtaçtır. Sizlere, televizyonda izlediklerinizi, radyolardan dinlediklerinizi ya da gazetelerde, kitaplarda okuduklarınızı anlatmak istemiyorum. Hepiniz işitmişinizdir, seçimle işbaşına gelen, Bulgar halkının dostu Sayın Devlet Başkanımız Recep Tayyip Erdoğan öldürülmek istendi. Ankara’da Türkiye Büyük Millet Meclisi bombalandı. Halkımızın üzerine bombalar atıldı. Biz bombalandık. 249 ölü, 2 bin 500’den fazla yaralı var. Önemli komutanlar, aydınlar, kahramanlar, sıradan vatandaşlar şehit oldular. Bu darbe denemesi, Türkiye’de ve daha 100’den fazla ülkede örgütlenmiştir. Lideri “Fetullah Gülen” (NATO), bir vatan haini, vatanına, İslam’a ihanet etmiş, devlet yönetimine göz dikmiş, ruhunu satmış bir kişidir.Olay, ibret verici olduğu kadar, utanç vericidir. Utanç vericidir, çünkü geçen yüzyılın daha 60’lı70’li yıllarından başlayarak Türkiye Cumhuriyeti diyanet ve eğitim sisteminden devlete sızıp 21. Yüzyılda artık askeri okul ve akademilerden, hukuk fakültelerinden, tıp fakültelerinden çıkan kadrolarla Devlet içinde devlet yani Paralel Devlet kurmayı (NATO - Destekli) başarmışlardır. Bunun bir NATO ülkesi içinde olması ayrı bir konu ve çok düşündürücüdür. Devlet içinde devlet anlamı, devletten ve toplumdan beslenen, ama kendi bildiği gibi hareket eden ve ana bünyeyi kemirerek bitiren bir tümördür. Kendi kodu, telefon irtibat ve yönetim sistemi, bilgi toplama ağı, çocuklara doğduğu gün pençe atan, imamları, profesör ve generalleri olan bir gizli kuruluştur bu. Biz, bunu, Türkiye’de yaşadık. Yıllardan beri darbe hazırlığı görmüşler. Adalet sistemini ve savcılığı felce uğratabilmişlerdi. Genel Kurmay Başkanını yargılayacak kadar güçlenmişlerdi. Dişlerini birkaç defa gösterdiler. PKK ile mücadeleyi yokuşa sürdüler. Teröre ortam yaratanlar, hep onlardır.


54

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Hedeflerinde, Türkiye devletini yıkmak, Türkiye’yi parçalamak, parlamenter demokrasi ortadan kaldırmak, güçler ayrılığını kaldırmak, adalet sistemini istedikleri gibi işletmek, yabancıların diktatörlüğüne kapı açmak, aklını yemiş sapıkların Sultanlığına bayrak dikmekti. Ancak o zaman Türkiye onların yörüngesine girmiş olacaktı. Türk toplumu bütün dünyanın gözü önünde kahramanca direnerek demokrasisine ve kendi seçtiği Liderine ölümüne sahip çıktı. 80 milyonluk Türkiye’nin neden tökezlediği, neden beklenen büyük atılımları yapamadığı birden bire ortaya çıktı. İçinden çökertiliyordu. Türkiye’nin modern endüstrisi, modern silahlarla donanmış olması işlerine gelmiyordu. Şimdi TV’nin kendi füze savunma sistemi geliştirmesinden endişelendiler. Türkiye’nin Katar ve Somali’deki askeri birlikleri uykularını kaçırıyor. Amaçları: Türkiye’yi içinden çökertmekti. Bu bir askeri darbeydi. Türkiye’yi kendi uçak, helikopter, tank ve toplarıyla çökertme denemesiydi. 17. Türkiye Cumhuriyeti’nin en sadık, en onurlu, en gözde, en zeki kadrolarını yok edip yerlerine FETÖ okullarında yetiştikleri geri zekâlıları kendi uşaklarını atamaktı. Bu iş için 100 milyar US Dolar ayırmışlardı. 2015’te “Gezi” olaylarında Türkiye halkını 20 milyar US Dolar zarara soktular. 15 Temmuzda bu zarar çok daha büyük oldu. Ölüler, yaralılar, yıkım! Vatansız kalma! Devletsiz kalma! Yaşanan bir travmadır. Söz konusu olan anavatanımız, Türkiye ve Türklüğümüzdü... Örgüt Merkezi ve sistemi: ABD Kardeşlerim bütün bunların dışardan örgütlendiği, tuzakların dışarda kurulduğu gün gibi ortadadır. Emperyalist devletlerarası çelişkilere kurban gidiyorduk İşte şurada, 250 km güneyde Dünyanın en büyük uçak havaalanlarından biri kuruluyor. Darbeci FETÖ’cular, Almanlara “başarılı olursak inşaatı durdururuz” vaadinde bulunmuşlardı. Akçay’da atom elektrik santrali kurdurmayacaklardı. Trans Avrupa - Asya “İpek Yolu” demiryolu hattını Kafkaslarda durduracaklardı. Para babalarının planlarına uyup Irak ve Suriye devletlerinin yıkılmasına üs olacaktık. Türkiye, “komşularımın devlet bütünlüğünden yanayım” deyince YPG - ordusu yarattılar. FETÖ’cuların Bulgaristan ile Türkiye dostluk ve işbirliğini, ortak projeler gerçekleştirmesini, Balkanlarda barış ve güvenlik olmasını istemediğinden eminim. Yıllarca Bulgaristan’da çalıştılar. Siz Bulgaristan Müslümanlarını Bakanlar Kurulu ve Cumhurbaşkanlığı katında temsil etmeye çalıştıklarını, Baş Müftülük içinde ve imam hatip okullarına ve Sofya İslam Enstitüsüne kendi adamlarını monte ederek Bulgaristan Türk


Makale ve Analizler - 2017

55

Kimliğine ve kurumlarımıza ölümcül darbe indirme peşindeydiler. Bizim 1989 Mayıs ayaklanmamız onları çok etkilemişti. Karşılarına iplerini istedikleri gibi çekemedikleri Türk kimliğine sahip bir etnik azınlık belirmişti. HÖH partinin belirmesi çok derin ve uzun hedefli bir plandı. Türk kimliğine sahip olmamız, bilinçlenmemiz, huzur içinde yaşamamız, Bulgarlarla hoşgörülü geçinmemiz işlerine gelmiyordu. Ezilmiş, cahil-uşak, kimliksiz ve sürünen, el açan bir etnik azınlıktan ihtiyaçları vardı. Aynı zamanda, Ahmet Doğan Osman Oktay’ın deyimi ile FETÖ - eğitim sistemiyle 1994’te anlaşma imzalayarak, bin 500 civarında gencimizi geri dönmemek üzere sözde “okumaya” gönderildi ve hak ve özgürlük davamızın geleceğini bilinçli olarak hançerlediler. Kadro kaynaklarımızı çökerttiler. Aydınlanma, bilinçlenme ve Türk kimliğimize darbe vurdular. Bugünkü durum ortadadır. Lütfi Mestan da aynı hedeflere hizmet ediyor. Sofya parlamentosunda 18 yıl Eğitim komisyonunda üye ve başkan görevinde bulunan Mestan iki Türk öğrenci okutmadı. Ayrıca 17 yıldan beri ülkemizde Türkçe kitap basılmadı. Kazanlık kültür derneğinin Menderes abi başta olmak üzere Osman abinin yaptığını yapmadılar. Halktan koptular. Ana dilimizin yasaklanmasına seyirci kaldılar. Bu sayfayı artık kapatmak istiyoruz. Son seçimde DOST’a oy verilmesin diyen Türkiye’de STK’lardan sadece BULTÜRK’tür. Tutumumuz esaslıdır. İzlenen yanlış siyaset Bulgaristan toplumunu çökertiyor. Bulgar ulusu ile etnik, dil, din azınlıkları birbirine düşmüş. Milliyetçilerin ideoloğu, AB milletvekili Pazar sabahı “NOVA” TV’de “iç savaştan” söz etti. Asenovgrat olayları memnuniyetsizlik tusunami yaratıyor. Bunu körükleyen güçler Bulgar FETO-cuları, emperyalizm uşakları, ücretli ajanlar, hak düşmanlarıdır. Bu aşırı milliyetçiliğin, ırkçılığın ve faşizmin karşısındayız. Değerli arkadaşlar, Biz, BULTÜRK olarak, Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan’ın çağrısına uyarak, 15 Temmuz’dan başlayarak, her akşam BULTÜRK bayrağı altında gece nöbeti verdik. Yeni Türk ruhunun oluştuğu “Yenikapı” mitingindeydik ve binlerce bayrağın dalgalanmasında hazır bulunduk. Yeni Türk ruhu, bütün Türklüğün, Türk dünyasının birleşmesi, tüm komşu ve dostlarla yan yana ve yardımlaşarak, batış içinde, karşılıklı saygıya dayanan, işbirliği yaparak yaşamak anlamındadır. Eski kıta Avrupa Birliği kurdu, fakat Avrupa Birliği ruhunu oluşturamadı. Türkiye’yi üye almaktan çekiniyorsa, 80 milyonluk Türkiye’yi eritemeyeceği,


56

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Türkiye’nin büyüklüğü ve otoritesi gölgesinde kalacağı, Türkiye’yi bir sömürge haline getiremeyeceği içindir. Etkinliklerimizin fotolarını dağıttığımız el kitabında bulabilirsiniz. FETÖ - katillerinin darbeyle devirmek istedikleri “Büyük Türkiye”dir. Bölgemizin büyük devleti Büyük Türkiye’dir. Ve Küresel güçler arasında şerefli yerini alıyor. Alacaktır. 20 büyüklerin Hamburg dönem toplantısı buna kanıttır. Türkiye bağımsız politika örneği veriyor. Bulgaristan’ın modern Türkiye gibi bir komşusu olması büyük bir şanstır. Asya ve Afrika gaz boru hatlarının Türkiye üzerinden geçmesi Bulgaristan için olağanüstü büyük potansiyel gizliyor. Ortak devasa projeler kapı çalıyor. Biz hepimiz bunları görebileceğiz. Türkiye olmadan Avrupa Birliği bunalımlarını aşamayacaktır. AB, 28 devlet olarak Türkiye ile imzaladığı sözleşmelere uymak ve bunları gerçekleştirmek zorundadır. Sayın dostlar, Darbeciler başarılı olsaydı, “Türkiye Cumhuriyeti, anavatanımız, Atatürk Türkiye’si, Türk ülküsü,” yok olacaktı. 16. Türk devleti yıkılacak, artık bir gerçek olan 17. Türk devletine büğemeyecekti. Dünyaya örnek olamayacaktı. 26 Nisan’da genel parlamento seçimleri yapılamayacak, Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Devlet Başkanlığı sistemi kurulamayacak, parlamenter kriz aşılamayacak ve Türkiye Cumhuriyeti bir çöküş dönemine girmiş olacaktı. 7 Haziran 2015’ten sonra Türkiye meclisinden hükümet çıkmadığı ayları hatırlarsınız. Bunu 5 ay önce Bulgaristan da yaşamadı mı? Üsküp meclisindeki kavga gürültünün nedeni bu değil miydi? Balkanları felce uğratmak, hükümet kuramamak! İstiyorlar. Türkiye yeni bir örnek üretti. Sayın Recep Tayyip Erdoğan şahsında devletin en üst makamı bakanları, bakan yardımcılarını, Genel Müdürleri meclis bunalımlarından asla etkilenmeden, kendisi gösterebiliyor. Anayasa değişti. Büyük Türkiye Devlet Bahçeli’nin de katkıları ile yasallaştı. Halk yeni boyutlu demokrasiye taşındı. Darbeciler hak ettiklerini buldu. Son söz yargınındır. 17. devletinin kuruluşuna oyumuzla, bayrağımızla, ruhumuzla katkıda bulunduğumuz Türklük davasına er olma şerefi bize düştü. Sizinle beraber olmak benim ve arkadaşlarım için bir şerefti. Yeni buluşmalarda beraber olmak umuduyla! Teşekkür ederim.


Makale ve Analizler - 2017

57

Kitap tanıtımı

Osman Bülbül-15.Temmuz.2017

Sevgili kızlarım, sayın oğullarım, Kıymetli misafirler. Sayın dostlar. Hoş Geldiniz. Sizlere kızlarım, oğullarım olarak hitap ediyorum. İçimden geliyor. Yaşlılık işte. Bu toprakların yetiştirdiği, Ardino doğumlu, güller kadar değerli bir şairimiz var. Sabahattin Ali: O, Sinop hapishanesinde yatarken, tırnaklarıyla duvara şu dörtlüğü kazımış: “Başın öne eğilmesin, Aldırma gönül, aldırma!. Görecek günler var daha, Aldırma gönül aldırma!” Ben 1989’da vatanımdan kovulurken, kafamda zonklayan bu “Aldırma gönül, aldırma!” diyordum da, çekildiğim yolda yıllarca, tek başıma yürüyeceğimi hiç düşünmemiştim. Bu akşam, burada, kendi mekânımızda böyle bir ilgi, hepinizin topluca gelmeniz, beni öyle mutlu etti ki. Gözlerim yaşardı. Yalnız değilim. Yaşlanınca insan yalnızlıktan kokuyor. Kısaca tanıtmak istediğim şu “küçürek kitabım” - Bulgaristan Türklerini durumu - benim yalnızlığa, Bulgar halkı olarak, vatan evlatları olarak, Bulgaristan Türkleri olarak bölünüp parçalanmamıza, ufalmamıza, ezilmemize karşı bir isyandır. İçimden gelen bir kükreyiştir. Samimiyetimdir. Düşündüklerimi, bana huzur vermeyen içimdeki kıpırdanışı yazdım. Okuyunca anlarsınız. Her satır, her söz, hayatımın içinden süzülmüş, beliren kötülüklere - Dur! Deyişimdir. Viyana’da yazdım. Bulgaristan’ı anlattım. 2015’ten sonra ülkemizde patlayan gerginliği, Hak ve Özgürlükler Partisi (DPS) nin parçalanmasını, Lütfi Mestan olayını, Borisov hükümetinin inişli - çıkışlı gümlerini oradan yakından izliyordum.


58

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Lütfi Mestan, “ DOST partisi kuracağım” dediği gün, yazmaya başladım. Bir defa, “DOST” partisi diye bir şey olmaz. Siyasi partiler mücadele aracıdır. Siyasi bilinçlenme ürünüdür. Öyle aklına gelen parti kuramaz... Hangi politik birikimin partisidir DOST? “Mevlitçiler” partisi mi? “Cenaze hocalarının” partisi mi? Ne işi olur hacı - hocanın, sarıklı mollaların siyasi partide. Türkiye’den - imam hatipli - dönenler bizde parti kuramaz! Din başka, siyaset başka. Bizim davamız, hak, özgürlük, adalet ve demokrasi davasıdır. Parçalanmak, oyuna gelmek, tuzağa düşmektir bu ve zafer yolunu tıkar. DOST partisinin bir gevezelik oyunu, halkı oyalama planı olduğunu hemen kavradım ve kurucusu, kurucuları ve mevlit ziyafetlerinde, tavuklu pilav sofrasında buluşan taraftarlarıyla alay etmeye başladım. Kitabım, bu partiyi daha kurulurken ezmek, ona hayat hakkı tanımamak, Bulgaristan Türklerinin, Müslümanlarımızın hak ve özgürlük davasını parçalamak isteyenlerin yolunu kesmekti. Ben birlik ve beraberliğimizden yanayım. Bir kişi, bir işi 20 sene yapamamışsa, 21’inci sene de yapamaz. Olay budur. Lütfi Mestan 20 sene Meclis’te köfte yedi ve arabadan düşünce “gelin birlikte koşalım” diyor. 80 yaşındayım, nereye koşuyoruz? Kitabımda gençlerimize “aldanmayın”, “kapılmayın” demek istedim. Eserim bir uyarıdır. Siz gençleri uyardım. Yardımcı sima olarak, “Viyana’da tanıdığım, orada okuyan, hemşerim Nikolay’ı” yazılarıma işledim. Hedefimde, Bulgaristan’ın geleceğini Avrupa’da okuyan bir genç hemşerimin dünya görüşüyle, gözüyle görmek vardı. Başarılı oldu gibi. Kitabımdaki Nikolay, dünya cennetinde dostça yaşama davamızda devamlılık sembolüdür. Kitabıma almadığım, ama onunla paylaştığım büyük bir özlem var içimde. Bir defa yolum düştü İskenderun’a. Orada bir duvarında Kilise, ötekinde cami, üçüncüsünde bir Haran ve dördüncüsü de denize bakan bir açık hava tiyatrosu var. Orada bir konser dinledim: “Sarı Gelin” türküsünü aynı zamanda 6 dilde söylediler. 80 yıldır şu gül bahçelerinin içinde yaşadım, Bulgar ve Türk türkülerini birlikte söyleyen bir koro kuramadık. Üzgünüm. Dil yasaklayanlara cennete yer olmadığına inanıyor. Dil yasaklamaktan büyük suç olamaz... “Parçalanmışlık,” çok kötü bir durumdur. Biz Bulgaristan Türkleri çok parçalandık. Rus askeri şu Şipka Tepesi’ne çıktığından beri 6 büyük göç oldu. Göç hiç durmadı. Dışarda bir milyon 150 bin kişi olmuşuz. Hepsinin gözleri Bulgaristan’da. “Ne oluyor acaba?” diyorlar. Benim “Bulgaristan Türklerinin Durumu” uğraşım, Ne olduğunu anlatırken, ne olmaması gerekene vurgu yapıyor. Ben parçalanmamızı istemiyorum. Bizi parçalayanları lanetliyorum. Bulgar halkıyla da birlik ve beraberlik, huzur içinde kardeşlik istiyorum. Biz kardeşiz


Makale ve Analizler - 2017

59

de, Allah öyle yaratmış bizi, kardeşler bile birbiriyle kardeşken, kaynaşamıyorlar, hır zır oluyor. Ben 80 yaşımın tepesinden, “hır zıra boş verelim” diyorum. Problem olabilir, ama Sabahattin Ali gibi “Aldırma Gönül Aldırma” demeye alışalım. Ne de olsa biz hak ve hürriyet davamızın zaferini beton duvarlara kazıyacağız. Ben bu akşam, bu buluşmamızda, barış, hoşgörü, adalet, hak ve özgürlük davamın kalemini, ruhunu ve gücünü siz genç kalemlere, kitap sevenlere, ömrünü gül kokulu toprağımda yaşamak ve cenneti burada aramak isteyenlere hediye etmek istiyorum. Umudum sizsiniz. Hepinizi çok seviyorum. “Görecek günler var daha” - mutlu olun! Geldiğiniz için teşekkür ederim. Sağ olun.

Bulgaristan’da Osmanlı Camilerinin Bilinmeyen Yönleri Kitaplaştırıldı

BG-SAM-18.Temmuz.2017

Bulgaristan’da İslam kültür ve mirasının önde gelen araştırmacılarından Bilimler Akademisi (BAN) Üyesi Prof. Lübomir Mikov, Osmanlı döneminden kalma 88 cami ve mescidin ilginç mimarisini analiz ederek kitaplaştırdı. Mikov, Bulgaristan Müslümanları Başmüftülüğünün maddi desteğiyle yayınlanan 344 sayfalık “Bulgaristan’da Cami ve Mescitler” isimli kitabı hakkında AA muhabirine açıklamalarda bulundu. “35 yıllık hazırlık aşamasıyla, cami ve mescitlerin dış mekan ve süslemelerini analiz ettim. Bu eserleri merak eden okuyucular bir şeyden değil, her şeyden etkilenecek.” ifadesini kullanan Mikov, yaklaşık 2 yıl süren çalışmasında


60

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ülkede 500 yıl hüküm süren Osmanlı döneminde yapılan ilginç özelliklere sahip cami ve mescitlere yer verdiğini söyledi. Geleneksel mimarinin dışında eserler Mikov, söz konusu eserlerin, Osmanlı’nın mimari geleneğinden farklı olduğunu belirterek, buna Şumnu’daki Tombul Cami’de şark mimarisinin barok ve rokoko mimari tarzıyla harmanlandığını örnek gösterdi. Tombul Cami’de Türk Barok ve Türk Rokoko tarzının görüldüğünü dile getiren Mikov, caminin mihrabındaki metin örneklerine de dünyada yalnızca 36 yerde rastlanabildiğine dikkati çekti. “Camilerimizde gözden kaçırdıklarımızı görmeye başladık” Bulgaristan Müslümanları Yüksek Dini Şura Başkanı Vedat Ahmed de “Bu kitap sayesinde Bulgaristan’daki camilerimizde gözden kaçırdıklarımızı görmeye başladık.” dedi. Müslümanlara ait mabetlerin Bulgaristan kültürünü ne kadar çok yönlü zenginleştirdiklerine tanık olduklarını belirten Ahmed, şunları kaydetti: “Bu eser Müslüman olmayanlara, caminin ne kadar çok yönlü bir yapıya sahip olduğunu gösteriyor. Kitap, camileri ilim, irfan, medeniyet ve sanat merkezi olarak gösteriyor. Bu da Bulgaristan’daki camiler açısından son derece önemli. Bulgaristan’daki camilerin hem Doğu’yu hem de Batı’yı nasıl birleştirdiğini ortaya koyan bir eser bu.”

BULTÜRK ile Sınav Koleji Arasında Eğitim Protokolü İmzalandı

BG-SAM-18.Temmuz.2017

Bayrampaşa SINAV Koleji ile BULTÜRK Derneği kendi aralarında 2017 - 2018 Eğitim - Öğretim dönemi için protokol imzaladılar. İstanbul’un Bayrampaşa ilçesinde yeni açılan Sınav Ko-


Makale ve Analizler - 2017

61

leji dünyaya kapılarını açtı. Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği arasında eğitimde ve özellikle ana ve ilkokulları için %40’a varan indirimlerle orta ve lise okulları için ise :%35’e kadar indirim yapılmıştır. Çocuklarımızın geleceği için aralarında bu indirim protokolü imzalandı. Tüm Bulgaristan Türklerine ve Balkan camiamıza hayırlı ve uğurlu olsun. Sınav Koleji tarafından BULTÜRK Derneği üyelerimize Özel İndirimler uygulanmaktadır. İndirim oranları; Ana ve ilkokullar için %40 Orta okul ve liseler için %35

Bulgaristan’da Roman Toplumu Karşıtı Protesto

BG-SAM-18.Temmuz.2017

Bulgaristan’ın güneydoğusunda Asenovgrad kentinde milliyetçi Bulgarlar, Roman toplumu karşıtı protesto gösterisi düzenledi. Kentteki Bulgar gençler kürek takımı sporcuları ile yerel Roman topluluğu arasında 10 gün önce yaşanan kavganın ardından, bölgede Roman toplumu karşıtı gösteriler devam ediyor. 10 gün önceki olayda bazı sporcuların yaralanmasının ardından başlatılan soruşturmada, kavgaya karışan Roman topluluğundan 9 genç gözaltına alınırken bazı şüphelilerin serbest bırakılması bugün kent merkezinde toplanan yüzlerce kişi tarafından protesto edildi. Gösteride, “Bulgaristan Bulgarlarındır” şeklinde slogan atan göstericiler, Bulgaristan bayrakları ile haçlar taşıdı. Roman toplumunun Bulgaristan‘a entegrasyonun mümkün olmadığını ileri süren göstericiler, ülkede yerleşik Roman azınlığın Hindistan‘a gitmesi iddiasını dile getirdi.


62

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Protesto gösterisini organize eden ve adını vermek istemeyen kişi, AA muhabirine yaptığı açıklamada, “Protestomuzun tek bir nedeni var, o neden de ortak evimiz olan Bulgaristan’dır. Eğer suç işleniyorsa ve işleyenlerin etnik kökeni bahanesi ile adalet sistemi bu suçların karşısında kayıtsız duruyorsa biz sokaklara dökülüyoruz. Türklere veya Romanlara karşı değiliz, ancak onlar bizim gelenek, dil ve adetlerimizi bilmeli, Bulgaristan‘da yaşıyor olmaktan bizim gibi gurur duymalıdırlar.” görüşlerini ileri sürdü. Protestoya destek veren Filibe ve Asenovgrad Motosikletçiler Kulübü üyesi Genadi Stavrev de, protestonun etnik sebepli olmadığını öne sürerek, sadece adaletsizliğe karşı olduğunu iddia etti. Gösteri nedeniyle şehir merkezinde polis ve jandarma güçlerince güvenlik önlemleri alınırken protestocular, eylemlerine okudukları bildiri sonrası son verdi. Asenovgrad Romanları huzursuz Bu arada jandarmanın çevresinde güvenlik kordonu oluşturduğu ve giriş çıkışları denetlediği şehrin Roman mahallesi sakinleri de huzursuz. Romanların, protestolara neden olan olaylara karışan birkaç kişi yüzünden tüm mahallelinin dolaşım hakkının sınırlandırılmasından dolayı duyduğu memnuniyetsizlik de gittikçe artıyor. Göstericiler ise, Roman mahallesinden kaynaklandığını ileri sürdükleri güvensizlik ortadan kalkana dek eylemlerini devam ettireceklerini bildiriyor. Öte yandan Asenovgrad’daki gerginliğin ardından, Roman mahallelerin bulunduğu ülkenin bazı kentlerinde de küçük çaplı benzer protestolar yapıldı. Romanlar, 7 milyon dolayındaki ülke nüfusunun yüzde 10’unu oluşturuyor.

Gözüm yaşı Tuna selidir şimdi...

BG-SAM-19.Temmuz.2017

Yazarımız Kerime Yıldız gezi yazısı dizisi ile okuyucuları ile buluşuyor. Yıldız’ın ilk durağı Bulgaristan... Aynı zamanda tarihçi de olan Kerime Yıldız’ın nefis anlatımı ile Balkan yolculuğu yazı dizisinin ikincisini kaleme aldı. Güneşli bir Lofça sabahında İskar nehri kıyısında kısa bir geziden sonra Plevne’ye doğru yola çıktık. Bu sene Plevne Müdâfaası’nın 140. yıldönümü. 140


Makale ve Analizler - 2017

63

yıl evvel bütün dünya, bu küçük kasabada, bir avuç Osmanlı askerinin, koskoca Rus İmparatorluğu’nu dize getirişini ibretle seyretti. Osmanlı’yı içeriden vuran paşaların ayak oyunları olmasa ve Plevne’ye yardım gelseydi kim bilir neler olacaktı? Târih böyle bir müdâfaayı, 38 yıl sonra Çanakkale’de gördü. Sonra Medine’de gördü. Bu sefer, Rus yoktu ama ne fark eder? Gavurun Rus’u İngiliz’i olmaz ki. Osman Paşa ve askerleri düşmanın bir adım ilerlemesine izin vermedi. Bütün dünyânın gözü kulağı Plevne’deydi. Bir avuç Osmanlı ordusu, Rus ordusunu perişan ediyor; halk türküler yakıyordu. Karadeniz akmam dedi Plevne Müdafası Minyatürü Ben Tuna’ya bakmam dedi Yüz bin Moskof gelmiş olsa Osman Paşa korkmam dedi Dikkatli olmasını söyleyen askerlerine, “Sizi öldürecek kurşunun üzerinde adınız yazılıdır.” diyordu Osman Paşa. Temmuz ayında iki kere yenilip geri çekilen Ruslar,bütün kuvvetlerini Plevne önlerine yığdı. Cepheye gelip durumun vehâmetini gören Çar 2. Aleksandr, Romanya Prensi Birinci Karol’a, “Yetiş! Hristiyanlık, dâvâsını kaybetmek üzeredir.” diyen bir telgraf çekerek yardım istedi. Telgrafı alan Karol, ciddi bir kuvvetle yardıma yetişti. Yetişse de sonuç değişmedi. Fakat Lofça Rusların eline geçince Plevne, dört bir taraftan kuşatıldı. Plevne’yi 145 gün savunan Osman Paşa, düşman hattını yarıp geçmekten başka çâre kalmayınca, 10 Aralık gecesi kaleden çıkıp vuruşmaya başladı. Ancak, atını da deviren bir kurşun sebebiyle dizinden yaralandı. Asker ve halkın daha fazla kırılmaması için teslim olunması emrini verdi. Plevne’de müdâfaanın yapıldığı bölge, panoramik müze olarak düzenlenmiş. Hava çok sıcaktı. Bir ağaç gölgesine sığınıp Plevne Müdâfaası’nı konuştuk. Plevne an-


64

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

latılırken dâima Rus Çarı’nın, yaralı olarak teslim alınan Osman Paşa’ya gösterdiği saygıdan bahsedilir. Evet, Ruslar Osman Paşa’ya saygı gösterdiler ama Müslüman halka her türlü zulmü yaptılar. Bulgarların ihâneti ise apayrı bir zulümdü. Târih, Plevne’de, müdafânın en şanlısını görürken ihânetin de en âdisini gördü. Plevne’den sonra hedefimiz Niğbolu Kalesi. Yol üzerinde rastladığımız bir çoban çeşmesinde durup serinledik. Bayramın ikinci günü, Niğbolu yolunda bir çoban çeşmesinin yanında, yaprak sarmalı börekli bir bayram sofrası kurduk. Keyfimize nazarımız değmiş olmalı ki bir Bulgar klasiğine yakalandık. Polisler, hiçbir şey bulamayınca arkada oturan çocukların kemer takmadığına taktılar. HaraNiğbolu Kalesi’ne çıkarken... cımızı ödeyip geçtik.


Makale ve Analizler - 2017 Niğbolu’ya ulaşınca kaleyi sorduğumuz bir Türk, kaleye çıkmamamız için bütün olumsuz cümleleri kurdu. “Yılan çıyan var. Otlar bürümüş.” dediyse de tesirli olamadı. Kaleye çıktığımızda tam bir hayâl kırıklığı yaşadık. Sâdece kale kapısı ayakta kalmış. Paslı kapıyı itince manzara daha da vahimleşti. İçeriye geçmenin imkânı yok. Öylece kale girişinde 1396 Niğbolu Savaşı’nı, konuştuk. Haçlıların geldiğini haber alan Yıldırım Bayezid’in İstanbul kuşatmasından vazgeçip Niğbolu’ya yetişmesini; gece yarısında tek başına haçlı ordusu içinden geçip kale dibine kadar gelişini ve kale kumandanı Doğan Bey’e “Bre Doğan! Bre Doğan! Hâlin nicedir?” diye soruşunu yâd ettik. Bulgarlar, bu hezimetin izlerini yok etmek istercesine Niğbolu Kalesi’ni yıkılmaya terk etmişler. Kale kapısı, yolu düşen Osmanlı torunlarını ağırlamak için mahzun bir şekilde bekliyor. Duymak isteyenler için akıncıların “Kızıl elmaya hey kızıl elmaya!” naraları duvarlarda yankılanıyor. Doğan Bey, kale burcunda.. Niğbolu Kalesi’nden geriye kalan... Gözü kara sultanına baktığı misâl, binlerce kilometre yol tepip gelen ecdâd sevdâlılarına bakıyor. Niğbolu’dan, en az kale kapısı kadar mahzûn birşekilde ayrıldık. Bir sonraki durağımız Vidin. Vidin yolunda Tuna’yı gören bir yerde durduk. Oturduğum yerden karşıya bakarken Mehmed Niyazi’nin Plevne romanındaki Tuna güzellemesi aklıma geldi. Biz bu nehri ne çok sevmiştik! Çocuklarımıza adını vermiştik. 93 Harbi’nde “Gözüm yaşı Tuna selidir” şimdi türküsüyle vedâlaşmıştık.

65


66

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) Bir asır sonra Osmanlı torunları kara trenle gurbete giderken Tuna bizden, biz Tuna’dan utanmıştık. Haçlı torunlarına hizmet etmeye giden Osmanlı torunlarını görünce elleriyle yüzünü kapatmıştı Tuna. Bu ne hâldi böyle? Biz hep atla geçmiştik Tuna’dan. “Aldırma be Tuna’m! Yiğit çıplak doğar anadan” deyip yola Tuna Nehri’ne bakarken... koyulduk. Vidin’de, dosdoğru şehirdeki tek cami olan Osman Pazvantoğlu Câmii’ne gittik. Kapı kilitliydi. Oradan geçen bir hanım, câmi imamı Samet Hoca’ya haber verdi. Samet Hoca, köyünden kalkıp geldi. Nasıl bir güler yüzle bizi karşıladı anlatamam. Fazla uğrayan olmadığı için Türkiye’den gelenleri şeref misâfiri kabul ediyor. Câmi içindeki yer sofraları dikkatimizi çekti. Ramazan’da burada iftar etmişler. Samet Hoca,


Makale ve Analizler - 2017

67

çevredeki Hristiyanları da dâvet etmiş. “Hocam burada yemek yesek olur mu?” der demez, “Ben çay yapayım” dedi. Câminin yan tarafındaki kütüphânede çay demledi. Ferah ferah yiyelim diye dışarıya masa hazırladı. Yanımızdaki yiyeceklerle bir güzel sofra kurduk. Vidin Osman Pazvantoğlu Câmii’nde Hocayı baş köşeye aldık. O anlattı, yemek yerken biz dinledik; biz sorduk, o anlattı. Rusçuk’da imamhatip okulunda okumuş. İlk geldiğinde câmi böyle değilmiş. Yardım toplayarak yavaş yavaş eksiklerini hâlletmiş. Gül fidanlarını, meyva ağaçlarını elleriyle dikmiş. Sardunyalarını çevredeki hanımar bile kıskanıyormuş. “Bu sene asma üzüm verdi.” dedi, kütüphânenin önündeki asmayı kastederek. Zaman nasıl geçti anlamadık. Birbirimize doyamadık ama yolcu yolunda gerek.. Vedâlaşırken o kadar çok duâ etti ki sınıra doğru giderken, haracını almak için bekleyen Bulgar polislerinin önünden basıp geçtik. Gün batarken Sırbistan’a girdik. Yolumuz uzun. Bir gece dinlenip Budapeşte’ye doğru devam edeceğiz.

Bulgaristan’da Camiler Bilinmeyen Yönleriyle Kitaplaştırıldı

BG-SAM-21.Temmuz.2017

Araştırmacı Prof. Mikov ülkede Osmanlı döneminden kalma 88 cami ve mescidin, geleneksel Osmanlı mimarisinden ayrılan, bilinmeyen yönlerini analiz ederek kitap haline getirdi.


68

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgaristan’da İslam kültür ve mirasının önde gelen araştırmacılarından Bilimler Akademisi (BAN) Üyesi Prof. Lübomir Mikov, Osmanlı döneminden kalma 88 cami ve mescidin ilginç mimarisini analiz ederek kitaplaştırdı. Mikov, Bulgaristan Müslümanları Başmüftülüğünün maddi desteğiyle yayınlanan 344 sayfalık “Bulgaristan’da Cami ve Mescitler” isimli kitabı hakkında AA muhabirine açıklamalarda bulundu. “35 yıllık hazırlık aşamasıyla, cami ve mescitlerin dış mekan ve süslemelerini analiz ettim. Bu eserleri merak eden okuyucular bir şeyden değil, her şeyden etkilenecek.” ifadesini kullanan Mikov, yaklaşık 2 yıl süren çalışmasında ülkede 500 yıl hüküm süren Osmanlı döneminde yapılan ilginç özelliklere sahip cami ve mescitlere yer verdiğini söyledi. Geleneksel mimarinin dışında eserler Mikov, söz konusu eserlerin, Osmanlı’nın mimari geleneğinden farklı olduğunu belirterek, buna Şumnu’daki Tombul Cami’de şark mimarisinin barok ve rokoko mimari tarzıyla harmanlandığını örnek gösterdi. Tombul Cami’de Türk Barok ve Türk Rokoko tarzının görüldüğünü dile getiren Mikov, caminin mihrabındaki metin örneklerine de dünyada yalnızca 36 yerde rastlanabildiğine dikkati çekti. “Camilerimizde gözden kaçırdıklarımızı görmeye başladık” Bulgaristan Müslümanları Yüksek Dini Şura Başkanı Vedat Ahmed de “Bu kitap sayesinde Bulgaristan’daki camilerimizde gözden kaçırdıklarımızı görmeye başladık.” dedi. Müslümanlara ait mabetlerin Bulgaristan kültürünü ne kadar çok yönlü zenginleştirdiklerine tanık olduklarını belirten Ahmed, şunları kaydetti: “Bu eser Müslüman olmayanlara, caminin ne kadar çok yönlü bir yapıya sahip olduğunu gösteriyor. Kitap, camileri ilim, irfan, medeniyet ve sanat merkezi olarak gösteriyor. Bu da Bulgaristan’daki camiler açısından son derece önemli.”


Makale ve Analizler - 2017

69

Aşrı Memleket

Nahide Deniz-22.Temmuz.2017

Aşrı Memleket Trakya’nın Renkli Dünyasına Kapsamlı Bir Bakış - İletişim Yayınları, 2017 Tuncay Bilecen ve İbrahim Dizman tarafından derlenen Aşrı memleket kitabında Trakyayı özgün kılan özelikleri, Trakya’nın tarihine,mitolojisine,müziğine, yemeğine,içkisi ne,muhacirlerine,sanayisine,şehirlerine ışık tutuyor. Eserde Trakya’nın “öteki” parçaları: Bulgaristan, Yunanistan Trakya’ları... Trakyayı bir “dış kapı” algısına yerleştiren Kapıkule imgesi... İki karakterli şehir: Edirne, Tekirdağ - ve Trakya’nın Anadolu’daki bir “şubesi” olarak Biga...Bu coğrafyaya rengini veren göçmenlik olgusu... Romanları, Pomakları, Alevi-Bektaşiler’i ile zengin renk paleti ve paletin solmuş renkleri: Yahudiler ve “1934 Olayları”nın izi...yer alıyor. Ve ekonomi - politik... “Trakya’nın karanlık sahibi”: Sanayi... “Ilımlı”dan sapana “(h)epten aykırı” giden siyaset... Aşrı Memleket kitabında her biri kendi profesyonel alanında ün yapmış Ümmühan Alfandori, Tuncay Bilecen, Tuncay Çağlar, Fehmiye Çelik, Öksel Demir, Işıl Demirel, Efnan Dervişoğlu, Maria Dimu, İbrahim Dizman, Haluk Ecevit, Rengül Ekizceleroğlu, İlhan Güneş, Naci Hasanefendi, Cahit Kahraman, Belma Oğul Kurtişoğlu, Nalan Mumcu, Cihan Oğuz, Nursel Özdarendeli, Sema Sandalcı, Semih Mehmet Tapkan, Hasan Uygun ve Egemen Yılgür’ün yazıları yer alıyor. Türkiye’den geçtiği haberlerle Bulgaristan medyasında ve Bulgaristan göçmenleri camiasında çok iyi bilinen gazeteci Nahide Deniz “Bulgaristan Trakyası: Göçler, kavuşmalar ve efsaneler diyarı” yazısında,kişisel anılarına da yer verdiği Trakya konusuna kapsamlı ve özgün bir bakış sergiliyor. “Trakyalı için hayat, tutku ve coşku kavramları ile eşdeğerdir. Binlerce yılın birikiminden doğan, farklı kültürlerin birleşimiyle şekillenen özgün yaşam


70

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

biçimini her hâlde sürdürmeyi başaran Trakya insanı, Anadolu bozkırlarında yaşayanlar için biraz tuhaf bile görülebilir. Onun farklılığı da bu ‘tuhaflık’tır zaten. Biraz Egelilik, bir nebze Anadoluluk ve çokça Rumelilik gelmiş, ay çiçek tarlalarıyla dağların buluştuğu bu güzelim coğrafyada anlam kazanmıştır. Trakya, bu anlamın adıdır.” belirtiliyor kitabın sunuşunda.

Bulgaristan’dan Gelip Türkiye’ye Yerleşenler

Elif Güneş-21.Temmuz.2017

Fincanburnu köyü: Köyün kuruluş tarihi; Rumi 1309 Miladi 1893 Bulgaristan-Siliste’den gelme olarak geçiyor. Kaynak; 1/5000 Köyün Etüdü. Ziraat Vekaleti Köy Etüdleri Bürosu Yayınları 1941- Ankara Pamukçi: Biga’da yerli olmayan köyler arasındaki en büyük grubu “Muhacir” köyleri oluşturmaktadır. Burada hemen belirtelim ki, genel Türkçe’de “muhacir”, “göçmen” demektir. Ancak Biga’da “muhacir” kelimesi “göçmen” kelimesine göre daha dar bir anlama sahiptir. Biga’da “muhacir” denince bütün göçmenler değil, sadece Bulgaristan’dan gelen ve anadil olarak Türkçe konuşan göçmenler anlaşılır. Biga’da Pomaklara, Çerkezlere, Kumuklara, Çeçenlere, aslında onlar da “göçmen” olmalarına rağmen “muhacir” denmez; doğrudan bu grupların kendi adları söylenir. Biga’da 39 tane muhacir köyü vardır. Bunlar Adliye, Ağaköy, Akyaprak, Bakacaklıçiftliği, Balıklıçeşme (belediye), Çelikgürü, Çeltik, Çömlekçi, Dikmen, Eğridere, Gemicikırı, Gerlengeç, Göktepe, Güleçköy, Gündoğdu (Karantı), Gürçeşme (Arapçeşme), Gürgendere, Hacıhüseyinyaylası, Hacıpehlivan (Hulübeliler), Kaldırımbaşı, Kanibey (Popköy), Karaağaç, Karahamzalar, Katrancı, Kayapınar, Kazmalı, Kepekli, Kocagür, Kozçeşme (belediye), Otlukdere, Örtülüce, Sarısıvat, Sazoba, Selvi, Sığırcık, Sinekçi, Şakirbey, Şirinköy, Yenimahalle. Bu köylerin dışında ayrıca 17 köyde de muhacirler diğer gruplar (yerliler, Pomaklar, Çerkezler, Kumuklar) ile birlikte yaşamaktadır.


Makale ve Analizler - 2017

71

Muhacir köyleri, 1877 - 1878 Osmanlı - Rus Harbi’nden sonra Bulgaristan’ın değişik yerlerinde gelen ve kendilerine “Doksanüç Muhaciri” denen kişiler tarafından 1878 - 1904 yılları arasında kurulmuşlardır. Biga’daki muhacir köylerinin çoğunluğu Bulgaristan’ın Razgrad, Eskicuma, Şumnu şehirleri civarındaki köylerden gelmektedirler. Ayrıca belirtelim ki, Biga ve köyleri Bulgaristan’dan her zaman muhacir almaya devam etmiştir. 1951 - 1952 yıllarında, 1970’lerde, 1989’da Biga Merkeze ve bazı köylerine yerleşen Bulgaristan’dan gelen muhacirler olmuştur. Biga’daki muhacir köylerinin çoğunluğu Bulgaristan’daki bir Türk köyünün olduğu gibi göç edip Biga’da yeni bir köy kurmaları şeklinde kurulmamıştır. Bu köylerin pek çoğu, Bulgaristan’ın birkaç köyünden gelen muhacir ailelerinin bir araya gelerek kurdukları köylerdir. Kayapınar gibi 42 hane tarafından kurulmuş küçük bir köy bile, Bulgaristan’ın dört ayrı köyünden (Razgrad’ın Araplar, Dereköy, Ayazlar ve Osmanpazarı’nın Hoca köylerinden) gelen muhacir aileler tarafından kurulmuştur. Biga’daki muhacir köylerinin bir kısmı Doksanüç Harbinden hemen sonra 1878 yılında kurulmuştur. Ama bu köylerin çoğunluğu 1877 - 1878 Harbi’nden 5 - 10 yıl sonra özellikle 1880’li yıllarda kurulmuştur. 1890’larda kurulan köyler de vardır. Bu köyleri kuran aileler, bu köyleri kurmadan önce Trakya’nın ve hatta Çanakkale ve Balıkesir’in çeşitli köylerinde geçici olarak 5, 10, 15 yıl kadar yaşamışlardır. Biga’daki muhacir köyleri devletin izniyle kurulmuşsa da, bu köylerin devlet tarafından kurulduğunu, muhacirlerin devlet tarafından başarıyla iskân edildiği söylenemez. Bu köylerin çoğunluğu bu köyleri kuran ailelerin kendi çabaları sonucunda kurulmuştur. Keza pek çok köyün kurulduğu arazi de çoğunlukla çevredeki yerli köylerden veya çitliklerden ücreti mukabilinde satın alınmıştır. Bu özelliklerin hepsi aşağıda Yeniçiftlik köyü örneğinde de görülebilir. Pamukçi: Yeniçiftlik Köyünün Kuruluşu Çanakkale ili Biga ilçesine bağlı Yeniçiftlik köyünde 1992 yılında Belediye kurulmuştur. O nedenle bugün köy değil, belde statüsündedir. Ancak bizim in-


72

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

celeme dönemimizde bu Yeniçiftlik bir köy olduğu için biz bu çalışmada Yeniçiftlik “belde”sinden değil, köyünden bahsedeceğiz. Köyün İsmi: Köyün bugünkü ismi Yeniçiftlik’tir. Ancak bu köy, 1930’lu yıllara kadar iki isimli bir köydür. Birincisi “Yeniçiftlik”, ikincisi ise “Lofça-i Cedid”dir. Lofça-i Cedid, “Yeni Lofça” demektir. Köyün kurucularının bir kısmı Bulgaristan’ın Lofça şehrinden ve bu şehrin bazı köylerinden geldikleri için bu köye, kendi geldikleri yerin anısını yaşatmak için “Yeni Lofça” anlamına gelen “Lofça-i Cedid” isminin vermiş oldukları tahmin edilebilir. Lofça-i Cedid ismi 1930’lara kadar resmen kullanılmıştır. Örneğin köy kütüğünde 1930’lara kadar doğmuş olanların doğum yeri olarak Yeniçiftlik değil, Lofça-i Cedid yazılmıştır. Keza 1932 doğumlu bazı kişilerin nüfus cüzdanlarında da bugün doğum yeri olarak Lofça-i Cedid yazdığı görülmektedir. Bununla birlikte Yeniçiftlik ismi de bu köy için daha başlangıçtan itibaren gerek resmen gerek halk arasında kullanılmıştır. Örneğin şimdi yıkılmış olan eski ilkokul binasının giriş kapısının üstündeki mermer levhada eski harflerle “Yeniçiftlik İlk Mektebi - 1926” yazmaktadır. Şöyle ki 1917 (1333) tarihli Memalik-i Osmaniye-i Duhan İdare-i İnhisariyesi (Osmanlı Devleti Tütün Tekel İdaresi) başlıklı ve Mehmet oğlu Ramazan adına kesilmiş defter numarası 1, varak numarası 9 olan bir tütün alım makbuzunda köyün ismi Lofça-i Cedid olarak değil, Yeniçiftlik olarak yazılmıştır. Biga Askerlik şubesi tarafından Yakub oğlu Ömer adına düzenlenmiş, 1920 (1336) tarihi ve 12/8 nolu bir terhis kağıdında da köyün adı Lofça-ı Cedid olarak değil, Yeniçiftlik olarak yazılmıştır. Anlaşılan odur ki, 1930’lara kadar gerek resmen, gerek gayri resmi olarak adı geçen köy için, hem Yeniçiftlik, hem de Lofça-ı Cedid ismi kullanılmıştır. Nitekim bu husus, ileride kendisinden bahsedeceğimiz Biga Sandık Emini tarafından düzenlenmiş 30.11.1314 (1898) tarihli Hüccet isimli bir belgeden de açıkça anlaşılmaktadır. Bu belgede bu köyden “Kale-i Sultaniye sancağına muzaf Biga kazasına tabi Yeniçiftlik demekle maruf çiftlik, nam-ı diğer Lofça-i Cedid Kariyesi” olarak bahsedilmektedir. Köyün Kuruluş Tarihi Yeniçiftlik köyü, Rumî 1311, Miladî 1895 senesinde kurulmuştur. Kuruluş tarihi konusunda, sözlü kaynaklar dışında iki ayrı yazılı kanıta sahibiz. Bir kere Biga Sandık Emini tarafından düzenlenen 30.11.1314 (yani 30 Kasım 1898) tarih ve 484 numaralı ve kendisine “Hüccet” denilen bir belgede, Yeniçiftlik köyünün arazisini teşkil eden çiftliğin 1311, yani 1895 senesinin Ağustos ayında alındığı yazılmaktadır. İkinci olarak Yeniçiftlik köyü (ve şimdi Ece Mahallesi) muhtarlığında bulunan köy nüfus kütüğünü incelediğimizde, 1311 (1895) ve


Makale ve Analizler - 2017

73

daha eski doğumluların doğum yeri olarak Bulgaristan’ın çeşitli yerlerinin veya İpsala veya Keşan gibi Trakya’daki yerlerin yazıldığını, 1312 (1896) yılında doğanların ise doğum yeri olarak Lofça-i Cedit yazdığını görüyoruz. Örneğin 164 nolu hanede kayıtlı olan Abdülfettah’ın (Aygün/Engin) 1312 (1896) doğumlu kızı Selime Lofça-i Cedit doğumludur. Yine 174 nolu hanede (Saklı) kayıtlı olan 1312 (1896) doğumlu olan Cemile’nin doğum yeri olarak Lofça-i Cedit yazılıdır. Yeniçiftlik’te ilk bebekler, 1312 (1896) yılında doğduğuna göre Yeniçiftlik köyünün 1312 (1896) yılında kurulu olması gerekir. Köyün yeri 1895 yılının Ağustos ayında satın alındığına göre, köyün ilk sakinlerinin, köye 1895 yılının Eylül, Ekim, Kasım, Aralık aylarında yerleşmiş olduklarını tahmin edebiliriz. Köyün Kurucularının Geldikleri Yerler: Yeniçiftlik köyünün kuran ailelerin istisnasız hepsi Bulgaristan muhaciridir. Ancak bu aileler Bulgaristan’ın tek bir köyünden değil, sekiz - on ayrı köyünden gelmişlerdir. Yeniçiftlik köyünü kuran ailelerin Bulgaristan’dan geldikler yerler büyüklük sırasına göre sekiz grup altında toplanabilir. Şimdi bunları sırasıyla görelim. Submariner: Osmanlı İmparatorluğu Ruslara karşı büyük bir yenilgiye uğramış, Balkanlardaki geniş topraklardan çekilmek zorunda kalınmıştır. Bunun üzerine Bulgaristan’dan binlerce Türk Tekirdağ’a göçmüş ve 1876’dan sonra il’de birçok köy kurulmuştur. Bulgaristan göçmenleri o vakte kadar hemen hemen bomboş olan Saray ilçesinde 24 köy kurarak canlandırdılar. Bulgaristan Servi kasabası halkı Kaşıkçı, Kazandere, Ferhadanlı, Sağlamtaş (Bukurova), Çerkezköy, Servi adlarında; Lofçalılar, Danişmend ve Kadriye adlarında 2 köy kurdular. Malkara’nın Sarıyer köyü hicri 1276’da Kazanlı Türkler tarafından kurulmuştur. Fakat 1876’da Rusların katliamına uğradılar. Ve yerlerini Bulgaristan göçmenleri doldurdu. Çorlu’nun Şahbaz, Yakuplu, Saray’ın Büyük Manika, Tatarlı, Sahra Hayrabolu’nun Emiryakup köylerini Kırım Türkleri (Tatarları), Çerkezköy ve Dambasları Çerkezler kurdu. Cumhuriyet devrinde hepsi Çorlu’da bulunan 12 göçmen köyü daha kuruldu.


74

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Balkanların Kurdu

Ali Karagöz-20.Temmuz.2017

“Balkanların Kurdu – Molla Osman” – Ali Karagöz Eserin tamamını buradan görebilir, isterseniz buraya tıklayarak “Balkanların Kurdu Molla Osman – Ali Karagöz” bilgisayarınıza kaydedebilirsiniz. Molla Osman Cici Babamızın Hatırasına Bora - Akın - Ali Şehirlioğlu Ali Karagöz 15 Ocak 1947 yılı İstanbul ili, Avcılar İlçesi, Firuzköy’de dünyaya geldi. İlk öğrenimini 1960 yılı bu köyün ilkokulunda tamamladı. Bununla yetinmeyerek, öğrenimini aynı yıl giriş sınavını kazandığı Askeri okulda sürdürdü. 30 Ağustos 1965 yılı Askeri okuldan mezun olarak, Kara Kuvvetleri İstihkam birliklerinde 21 yıl süreyle görevde bulundu. 30 Ağustos 1986 yılında kendi isteğiyle emekli oldu. Yazma ve şiir sanatı uğraşısı emekli olduktan sonra başladı. 1987 yılında “Benim Dünyam”, 2002 yılında “Leylak Kokusunda”, 2006 yılı “Sensiz Olmuyor” isimli şiir kitapları, 2000 yılında: Firuzköylü hemşerilerini anlatan “Balcıbük’ten Firuzköy’e” adında anı ve inceleme kitabı yayınladı. Ali Karagöz’ün yazı ve şiirleri: Avcılar Haber, Gelişim, Burdur Gazetesi, Bizim Anayurt Gazetesi ve Antolojisi’nde, Kırk Merdiven, Cem Aylık Sanat ve Kültür, Berfinbahar, Ardıç Kuşu, Şiir Ülkesi, Balkanlılar, Mavi Dergi, Şair Çıkmazı, Aykırısanat, Tay aylık edebiyat dergilerinde yayınlanmıştır. Halen Firuzköy’de oturmaktadır. Çetebaşı Molla Osman’ın Serüvenleri Demokrasinin gelişiminden önce bir Barut Fıçısı olarak nitelendirilen Trakya, yıllarca, etnik temele dayanan savaşlarla kaynayan bir bölge haline gelmiş ve Dünya kamu siyasetinin ayarlanması ve belirlenmesi sürecinde etkin bir rol oynamıştır. Daha önceleri çeşitli kabilelerin at oynattığı, birileri başkalarının egemenliğini feshederek, elden ele geçen o toprakların, zaman zaman bir kan gölüne dönüşmesine neden olmuştur. Trakya da uzun yıllar ikamet eden ulusların başında Türk, Bulgar, Yunan vb. etnik kökenli insanlar gelmektedir. Aralarında bazı iddialı sorunlar ve çelişkiler olmasına rağmen, geçilen yol genel hatlarıyla bellidir. Fakat ayrıntılara girecek olursak, örneğin; bu topraklara İslamiyet ne zaman girmiştir? Gibi sorula-


Makale ve Analizler - 2017

75

rın yanıtları henüz bazı tahminlerden öte geçememiş, tam olarak kesin yansımını bulamamıştır. Sayın Ali Karagöz ün kaleme aldığı “Derbent Geçidi” yapıtı, Trakya havzasında vtıku bulan ünlü ve kahraman çetcbaşı Molla Osman’ın yaşamından bir kesiti ele almaktadır. Yazar, yakın geçmişte oluşan çok önemli tarihsel bir olayı ele alıp, günümüze taşıyarak, hana çelişkili bazı sorunları günümüz açısından aydınlatma çabası yürütmektedir. Sayın Ali Karagöz, babasının geldiği, Bulgaristan’da Rodop’ların Ortaköy kentine (İvaylovgrad) bağlı olan Balcıbük (Maden buk) köyü yakınlarındaki Kütüklü (Penevo) köyünden yola çıkarak Molla Osman’ı anlatıyor ve yazısını, daha sonraları göç ettiği Firuzköy’de noktalıyor. Olay ve olguların gelişiminde hem etnik gruplar ve hem de çevredeki kendi ortamlarındaki çelişkiler, o günlerin sorunlarını yansıtmaktadır. Yazısının kapsamına alınan çetecilik hareketi, o zamanlar Trakya’da ve özellikle Bulgaristan topraklarında çok güçlüdür. Rodop bölgesinde Topal Kadir, Mitti Ganev, ünlü çete başları yetişmiştir. Kuzey Bulgaristan’da da Çobandereli Sabri Şayka, S ıra teali Ahmet’in çeteleri vardır. Bu çeteler, iktidara düşman, halka yakın, zenginlerden alıp fakirlere verme gibi başka bir nitelikleri de vardır. Molla Osman, o topraklarda yetişmiş. Kütüklü köylü bir Rodop çocuğudur. Yazıyı okuyup onu anlayınca zamanın ruhu kendiliğinden ortaya çıkıyor. Cereyan eden olaylar, onun yaşam öyküsü ile örgülüdür. Bunlardan bazılarını ele alalım... Bulgar eşkıyaları, Osman’ın ağabeyi Veliyi ve arkadaşı Salih Ağa’yı pusuya düşürür. Olay ormanda olur, büyük bir serencamdır. Salih Ağa, öldürülür. Veli ise eşkıyalardan kurtularak kaçar, ormanda saklanan Veliyi Balcıbüyüklüler bularak kurtarır ve bitkin bir konumda oları Veliyi, kaynanasının evine götürürler. Veli korkudan dolayı hastalanır, tedaviye karşın kurtulamayarak ölür. Osman, ağabeyinin ölümüne üzülür ve intikam peşine düşer. Bulgar çetesine yaptığı ilk saldırı, davulcu olayı ile başlar. Yunanistan’ın Dimetoka devlet hastanesinde görevli olan Osman’ın eşi Şadiye Hanım da daha sonra olaylara karışır. Niyazi Bey, Fuat Balkan gibi çete başları da ona yardımlarını esirgemezler. Osman’ın da üye olduğu 1918 yılında kurulan Trakya Paşaeli Müdafa-i Hukuk Cemiyeti de gerekeni yapar. Hele Mustafa Kemal, İsmet İnönü, Fevzi Çakmak ile görüşmeleri okuyucuda heyecanlı anlar yaşatır. Kurtuluş savaşının yürütüldüğü 1920’li yıllarda Yunan ve Bulgar eşkıyaları Türk köylerine baskınlar düzenlemesi, Anavatana göç meselesini gündeme getirir. Kızılçal Köyü çıkışına toplanan göç konvoyu, yola revan olur. Yolda Tene-


76

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

keci İvan’ın çetesi, on tane Rum eşkıyası beliren çirkin bir katliam tablosu tüyleri ürpertir. Geçitte dere gibi kanlar akar, Molla Osman’ın çetesi yetişir imdada. Çalışmada çetebaşı İvan öldürülür. Molla Osman, Bulgar devriyeleri Rum çetelerinden birini öldürdüğü zaman, Bulgarlara yardımını esirgemez. Ortaköy’de banka soygunu ise Osman’ın başına başka bir bela açar, fakat Osman’ın suçsuzluğu çıkar oraya. Bir gün Osman avlanırken, Stoyko adında bir Bulgar çete komutanı çıkar ortaya, Osman’ı gerçekte hiç sevmez ve ondan korkar... Molla Osman, çocukları ve eşi Şadiyc Hanım ile 1925 yılında Türkiye’ye gelir ve Silivri İlçesi Sürgün’c (Ortaköy) gelerek, bir yıl önce buraya gelmiş olan babasının hanesine yerleşir. Osman’ın Sürgün köyünde de serüvenleri bitmez. Arnavut Sarı Hamdi, Kadir Çavuş ve Kardeşleri ile yıldızı barışmaz. Bu iki Arnavut’un kendi arazilerinden geçen komşu köylerden haraç olarak yılda bir teneke buğday alması hepten de onun asabını kurcalar. Nihayet, onun gibi bir çetebaşı, Arnavut Topal Osman’ın ortaya çıkmasıyla, her şey diizciip yoluna girer, barışırlar. Molla Osman, Sürgün köyünde uzun seneler muhtarlık yapar, O 30 sene sürecinde Atatürk Orman Çiftliği Müdürlüğünde çalışır ve 1960’da emekli olur. Daha sonra İstanbul/Firuzköy’e yerleşir ve 1 Mayıs 1965 tarihinde orada ölür. Yapıtın içine aldığı dönemde Balkanlarda. Rumeli, ahlak değerlerinin yıkıldığını görüyoruz. Aklı, fikri tam yerine oturmamış Rum çetecilerinin, karşı tarafın kadınlarının ırzına geçmeleri bunu açık seçik gösterir. Molla Osman’ın çetesindeki güzel ahlak anlayışı ise, eski Türk toplumunda sert bir ahlak anlayışından kaynaklanır. Burada bu anlayışın uygulanmasını da görmekteyiz. Trakya, daha çok yakın tarihimizdeki çetecilik faaliyetleri ile hatırlanır. Aslında bakarsanız, hangi Balkan ülkesinde çetecilik, komitacılık yoktur ki! Nice cinayetler, suikastlar, insan öldürmeler Trakya’yı kana boyamıştır. Bugün gelinen nokta, o tarihi mirasın kanlı bakiyelerini, tortularını taşır. Ali Karagöz’ün kaleme aldığı bu konuyu bütüncül yaklaşımla ortaya koyması, okuyucunun dikkatini çekecektir. Yazar, Molla Osman’ı, lıaklı olarak savunma pozisyonundadır. Çete başı Molla Osman, öylesine dürüst ve kıvamlı yetenekli bir kişiliğe sahiptir ki, bütün kilitli kapılan zorlar, tekmeler ve açar. Onun bu yüksek başarısı, doğruluk kavramını gerçekliği ile anlaması ve uygulamasından ileri gelmektedir. Hayatın sürprizleri biter mi? Olayın biri henüz yaşanmışken, ayağının tozu ile bir başkası izler onu. Çelişkiler dizilir ardı ardına.


Makale ve Analizler - 2017

77

Onları çözümlemek, büyük yürek ister. Nitekim sözü edilen Molla Osman gibi bireylerde bunu görmekteyiz. O. gözü pek bir kahramandır. Olayların büyük bir kesiminin cereyan ettiği sözü edilen topraklar, Balkan Savaşlarından sonra Osmanlıların elinden alınarak Bulgaristan’a verildi. Balkanların kalbi diyebileceğimiz bu yerler, şimdi de çalkantılar içinde bulunmaktadır. Ali Karagöz, Molla Osman’ı anlatırken, o yıllarda bölgenin siyasal durumunu da gözden kaçırmamıştır. Öyle ki, o zamanın ruhuna giren bir kişi bugünkü, Türklerle Yunanlılar arasındaki soğuk havayı kolaylıkla anlayabilir. Buna, iki devlet arasındaki tarihi dokümanlar da bir dereceye kadar ışık tutmaktadır. Türklüğe ve Türkçülüğe örnek Molla Osman’ın aydınlatılarak önümüze getirilmesi, yani kültürümüze mal edilmesi çabalarını destekliyor, Ali Karagöz’ü alkışlıyorum. Molla Osman’ın okuyucular tarafından alkışlanacağından asla kuşkum yoktur. Onu sevelim ve kendisiyle onur duyalım. 26 Mart 2004 Niyazi Hüseyin Bahtiyar, Avcılar – İstanbul Sunuş Çanakkale Savaşı’nın ardından 30 Ekim 1918’dc Mondros Mütarekesi imza edildi. Bu mütareke sonucu Ali İhsan Paşa’nın ordusu dağıtıldı, kendisi de Osmanlı Hükümeti’nce İstanbul’a çağırıldı. Mondros Mütarekesi, Trakya’daki Türklere silahsızlanmayı dayatırken, 1. Kolordu’nun toplam silah gücü 1200 tüfeğe düşmüştü. Bir yandan Osmanlı Devleti’nin zayıf düştüğü durumdan yararlanmaya çalışan Trakya Rumları, Yardım Komitesi ve Trakya Komitesi adlı iki büyük Rum örgütünce korunup, yönlendiriliyordu. Bu komiteler Trakya’nın Yunanistan’a bağlanmasını istiyorlardı. Bunların Trakya’da ki en önemli örgüt merkezi, Gelibolu ve Çorlu’da iki. Azgın Rum çeteleri Uzunköprü, Keşan ve İpsala’da terör estirip öldürüyor ve Türk subaylarını soyuyorlardı. Söz konusu çetelerin en önemlilerinden biri: Karabıyık Dimitri ve Çetesi’ydi. Tarihte çok ender görülen ve peşi peşine yaşanan savaşlar, yenilgiler, Osmanlı Devleti’ni adeta eritmişti. Birinci Dünya Savaşı... ve büyük bozgundan sonra tükenişin adı Sevr’dir. Sevr, Batı Trakya’yı Yunanistan’a bırakmıştır. Ama Yunanistan’ın gözü Doğu Trakya’dadır. Bu amaçla işgal hazırlıklarına başladılar. Onun için tüm Trakya’nın savunması Cafer Tayyar Paşanın komutasında bulunan Birinci Kolordu’ya verildi. Cafer Tayyar Paşa sonraki günlerde, Trakya Paşaeli Cemiyeti Merkez Heyeti’nin kararı ve daha sonra da Edirne Kongresi’nin onayı ile Trakya Milli Kumandanlığı’nı” üstlendi. Yunanlılar, Fransızların da katkısıyla 1920 Mayısından önce Batı Trakya’yı işgal etti-


78

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ler. 20 Temmuz 1920’de ise Anadolu’daki tümenlerinden birini Marmara Denizi kıyılarına çıkardılar. Hem doğudan, hem de batıdan Doğu Trakya’yı işgal etmek amacıyla taarruza başladılar. Yunanlıların Tekirdağ ve Çorlu’yu ele geçirmeleri, Edirne’de büyük üzüntü ve heyecan yarattı. Batı Cephesi’ndc Edirne’yi 49. Tümen savunurken, 69. Tümende Uzunköprü’yü savunuyordu. 49. Tümen Meriç Köprüsü önlerinde direnerek, Karaağaç’ın ilerisinde önemli başarılar elde etti. Yunan Kuvvetleri Cafer Tayyar Bey’i Havşa’da esir alınca 55. ve 60 tümenler dağıldı. Bu tümenlere ait askerler Bulgaristan’a sığındı. 49. Tümen ise Alb. Şükrü Naili’nin komutasında direnişini sürdürse de sonunda onlar da Bulgaristan’a sığınmak zorunda kaldılar. Yunan kuvvetlerinin 25 Temmuz 1920’de Edirne’ye girmesinden 40 gün önce 300 kişilik bir kuvvet: Cafer Tayyar Paşa’nın emriyle, Meriç boyunda, ünlü Yunan Efsun Taburuyla çarpışarak Edirne’yi savunmaya çalıştı. Bu kuvvetlerin başında Kurmay Albay Filibeli Rüştü Akın Bey bulunmaktaydı. İşgal gerçekleştiğinde onlar da Bulgaristan’a geçtiler. Rüştü Bey’in kuvvetleri Bulgaristan’da bulunan Şükrü Naili Bey’in kuvvetlerine katılmadılar. Onların bir bölümü Bulgaristan’da dağılarak, burada karargah kurdu. Bazıları da Fuat Balkan’ın güçlerine katılarak, Kütüklü’ye yerleştiler. Komitacı Nedir? Fuat Balkan komitacılığı şöyle tanımlıyor: “Komitacı bazılarının sandığı gibi soygunculuk, çapulculuk değildir. Komitacı Vatın davası uğruna her şeyini, hatta canını bile feda eden, gözünü budaktan sakınmayan adamdır. Gerekirse hiç acımadan yakar, yıkar, öldürür.” Bu tanıma göre Fuat Balkan’ın kendisi de bir numaralı komitacıdır. Birinci Dünya Savaşı yenilgisinden sonra Karamürsel’deki çiftliğine çekilen Fuat Balkan 1919 Mayıs’ında Batı Trakya’ya davet edilir. Fuat Bey hazırdır, bu nedenle İstanbul’a gelerek, orada İsmet Bey’i buldu. İsmet Bey (İnönü) Onu Kıra Vasıf’ın evindeki toplantıya çağırdı. Toplantıda beş albay daha vardı. Bu toplantıda alınan karar gereği Fuat Bey’e Batı Trakya’da görev verildi. Fuat Balkan üs yeri Edirne olmalıdır diye düşünüyordu. Fakat 1. Ordu Komutanı Cafer Tayyar Paşa, bu düşünceye karşı çıktı. O Fuat Balkanı Edirne’de istemiyordu. Bundan dolayı Fuat Bey Yüzbaşı rütbesinde iken askerlikten istifa ederek, örgütlenmeyi Batı Trakya’da gerçekleştirme kararı aldı. Burada komite dışında: Garbi Trakya Müdafaa Hukuk Cemiyeti ve Garbi Trakya Müstakil Hükümeti’nin kuruluşuna öncülük etti. Kendisi de bu hükümetin Silahlı Kuvvetler Komutanı oldu. Hükümetin kadrosuna Bulgarlardan Vangel Yorgiyef ile Dr. Dickofda katıldı. 1920 yılı Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışından önce beş albaydan aldığı yet-


Makale ve Analizler - 2017

79

kilerle Batı Trakya’da bulunan Fuat Balkan “devam veya tamam” emrini yineletmek amacıyla Ankara ile ilişkiye girdi. Bu kez Mustafa Kemal’in onayladığı bir emirle yeniden Batı Trakya’da görevlendirildi. Bu emir Fuat Balkan’a Batı Trakya ve Makedonya sınırları içinde çetecilik yapına görevi verirken: genel direktifler için de önceden ters düştüğü Trakya Paşaeli Cemiyeti ile bağlantı zorunluluğu getirdi. Fuat Balkan, anılarında şöyle diyor: “Ankara’nın bana verdiği önemli görevi yapabilmek için, hükümetlerinin muhalefetine karşın Bulgarların yardımına muhtaçtım.” Bu nedenle “Türk Bulgar Trakya Dahili İhtilal Komitesi” adı altında bir örgütlenmenin öncülüğünü yaptı. Komite, Doğu Trakya için ünlü Bulgar ihtilalcısı Gürcikof’u görevlendirirken Batı Trakya Komutanlığına Fuat Balkan’ı getirdi. Yardımcılık görevine de Tame Nikolof’a verildi. Sıra Bulgar ve Türk çete komutanlarının seçimine gelmişti. Fuat Balkan bu konuda şunları söylüyor: “Tane Nikolofla birlikte Bulgar müfreze komutanlarını kamilen Batı Trakyalı olanlar arasından ve ayrıca kılavuzları da; araziyi en iyi bilen Bulgarlardan seçtik.” Fuat Balkan, karargah olarak Bektaşlar Köyü’nü seçmişti ama daha sonraları Kütüklü Köyü’ııü de karargah olarak kullanmıştır. Bu iş için seçilen Çete Komutanları: Mülazım Abdulgani, Mülazım Sabri, Çolak Sabri, Edirneli Ali Çavuş, Tekirdağlı Osman (Molla Osman), İskeçeli Ömer Çavuş, İskeçeli Küçük İsmail, Darendcli İbrahim Çavuş, Ankaralı İsmail Çavuş, Dramalı Mustafa Çavuş, Sarı Şabanlı İsmail Çavuş, Meto, Dramalı Topal Osman, Pomak Adem Ağa’dan oluşuyordu. Diğer taraftan Bulgar Subaylar Cemiyeti Başkanı, “Bulgar Generali Lazeret ve iki Bulgar Kurmay Albay’ı, iki Bulgar Kurmay Binbaşı ve üç Bulgar yüzbaşısının düzenlemesi ile Bulgar dağ eşkıyaları askeri disipline girdiler. Böylece 2000 kişilik Bulgar karma müfrezeleri oluştu. Bulgar eşkıya kaptanlarının başlıcaları: Nitçev, Stoyko, Armomor, Rafeel, Musof, Deli Dima, Vangel Torgjyef, Ninçefti. Molla Osman Molla Osman: 1898 yılı Bulgaristan’ın Ortaköy ilçesi, Kütüklü Köyü’nde dünyaya geldi. Babasının adı Salih (Molla Salih), annesinin adı İsmihan’dır. Salih Efendi: Okur, yazar ve dini bilgisi kuvvetli, ilim sahibi bir insan olduğundan; içinde bulunduğu toplum tarafından ona Molla Unvanı verildi. Osman’ın babası o yıllarda İstanbul Tekel’de görevli idi. Osman, ilkokulu bitirdikten sonra ortaokula da gitti. Ama Balkan Harbi patlak verince bir takım nedenlerden dolayı öğ-


80

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

renimini yarıda bıraktı. 1918 yılı Yeşilköy’deki birliğinde askerlik görevini yerine getirirken, uçak kullanmasını da öğrendi. Yine o yıllarda Karagümrük’te oturan bir arkadaşının el katmasıyla. Ebe Şadiye Hanım’la tanışarak evlendi. Biri kız, biri de erkek olmak üzere iki çocuğu dünyaya geldi. Osman, annesinin ve babasının ona vermiş olduğu atalarının sönmez ışığı, Kutsal sevdası olan Ali Sevgisi’ylc büyüdü. O “Daima özgür ve Asyalı soluğu taşıyan” zulme, haksızlığa boyun eğmeyen, her zaman mazlumun yanında, zalimin karşısında yer alan ataları “Tanrı Dağı Kargöz Yörükleri”nin kanını taşıyordu. O yüreği vatan ve insan sevgisiyle dolu olan ama yakınlarının ve halkının kanım döküp, onlara kötülük edenlere de aman vermeyen gözü kara bir komitacı, çete komutanı, Kuva-yı Milliyeci bir kahramandı. Babası Molla Salih, 19201i yıllarda Tekirdağ İli’nin Muratlı İlçesi’nde oturduğundan, Osman çeteci arkadaşları arasında “Tekirdağlı Osman” namı ile anılıyordu. 1919 ve 1922 yılları arasında Batı Trakya’da faaliyet gösteren Kuva-yı Milliye güçlerinde çete komutanı olarak, büyük yararlıklar gösterdi. 1925 yılı ailesiyle birlikte Bulgaristan’dan kaçak olarak, Türkiye’ye geldikten sonra Silivri İlçesi’nin Ortaköy’ünde oturan anne ve babasının yanına yerleşti. Yine bu köy de Devletin kendisine vermiş olduğu iskan arazisini işleyerek, geçimini çiftçilikle sağlamaya başladı. 1930 yılı yapılan seçimde Ortaköy’e muhtar seçildi. Birkaç yıl muhtarlık yaptıktan sonra çeteci arkadaşlarının da elkatmasıyla Beşiktaş ilçesi Kaymakam Vekilliğine atandı. Burada da birkaç yıl görev yaptıktan sonra memur olarak, Ziraat Müdürlüğüne atandı. Ziraat Müdürlüğündeki görevini sürdürürken, Atatürk’ün yakını olan, çeteci arkadaşı Niyazi Bcy’le birlikte Ankara’ya giderek, Atatürk’le tanıştı. Atatürk ona Orman Çiftliği’nde müdürlük görevi önerince, bu görevi sevinçle kabul etti. Molla Osman emekli oluncaya kadar burada görev yaptı. Emekli olunca da İstanbul ili, Bakırköy İlçesi’ne bağlı olan Firuzköy’e gelerek, akrabalarının da ikamet ettiği bu köyden aldığı amaya iki İtadı bir ev yaptırdıktan sonra buraya yerleşti. 1.Mayıs.1965 günü burada vefat elti. Vasiyeti üzerine anne ve babasının da mezarlarının bulunduğu yer olan Firuzköy Mezarlığına Askeri Törenle defnedildi. Ali Karagöz


Makale ve Analizler - 2017

81

Pusu Güney Bulgaristan’da bulunan Ortaköy ilçesine bağlı Balcıbük Köyü arazisinde, 1918 yılı silahlı Bulgar eşkıyaları, iki Türk’e pusu kurarak, adam öldürme ve soygun olayını gerçekleştirdiler. Bu olaydan önce Molla Veli, eşi ile birlikte Lüleburgaz’daki evlerinde mutlu bir yaşam sürüyorlardı. Ancak bu uğursuz olaydan sonar mutlulukları kabusa dönüştü. O yıllarda Veli, tütün ve kömür ticareti ile uğraşıyordu. İşi gereği Balcıbük Köyü’ne uğradığında Kayınbabası Yörük Ali Ağa’nın evinde kalıyordu. 1918 yılı tütün paralarının ödendiği bir dönemde Veli, kendisi gibi tekelde alacağı olan Balcıbüklülerin vekaletini aldıktan sonar atına binerek, tütün paralarını almak için Ortaköy İlçesi’ne gitti. Tekele vardığında parayı alabilmek için gerekli işlemleri yaptırdı. Ödeme sırası gelince de, kendinin ve ona vekalet veren Balcıbüklülerin tütün parasını alarak, yanında getirmiş olduğu heybelere doldurdu. Sonra da ağzına kadar para dolu olan heybeleri atının üzerine atarak, aynı gün köye dönmek üzere yola çıktı. İlçe dışına geldiğinde Balcıbük Köyü’ne kestirme gidilen at yoluna saptı. Yol da giderken yüreğinde Bulgar eşkıyalarının yolunu kesebileceği endişesini taşıyordu. Ama hiçbir olayla karşılaşmadan Balcıbük Köyü’ne ulaştı. Alacaklı olan köylülerin tütün paralarını dağıttıktan sonar kayınbabası Yörük Ali Ağa’nın evinde istirahata çekildi. Ertesi gün Kütüklü Köyü’ııden gelen, kendisi gibi tüccar arkadaşı Salih Ağa ile birlikte atlarının yönünü Edirne’ye çevirerek, yola çıktılar. Onların yola çıktıklarını öğrenen Bulgar eşkıyalarının, yolları üzerinde kurdukları pusudan habersizdiler. Bu nedenle yol da sohbet ederek ilerliyorlardı. Köyden iyice uzaklaşıp balkanın derinliklerine vardıklarında, silahlı Bulgar eşkıyaları saklandıkları yerden aniden fırlayarak, iki arkadaşın yolunu kestiler. Eşkiyabaşı olduğunu sandıkları biri silahını üzerlerine doğrultarak, sert bir üslupla: “İnin atlarınızdan” diyerek, onları atlarından inmeleri için uyardı. Veli.. “İşte şimdi yandık” diyerek, söylendi. Eşkıyalar silahlarını onlara doğrultmuş olduklarından kaçsalar vurulacaklardı. Belki paralarımızı alırlar da bizi bırakırlar diye düşündüklerinden eşkıyanın ermine uyarak, ikisi de atından indi. Yine eşkiyabaşının uyarısı üzerine tüm paralarını onun uzattığı heybeye attılar. Eşkıyalardan biri Veli’nin ardına geçerek onu kollarından yakaladı. Diğer ikisi de Salih Ağa’yı yakalayarak, az ilerideki meşe ağacına bağladılar. 25 - 30 metre kadar geriye çekildikten sonra yere diz çökerek, silahlarını Salih Ağa’ya doğrulttular. Veli’yi tutan eşkiya “Arkadaşını öldüreceğiz sonra sıra sana gelecek” diyerek, alaylı bir üslupla Veli’ye kötü niyetlerini açıkladı.


82

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Veli bu serencamdan kurtuluş olmadığını anlamıştı. Ama yine de bir yolunu bulup kurtulmayı düşünüyordu. O bunları düşünürken iki eşkiya silahlarını ateşleyerek tüm mermileri Salih Ağa’nın üzerine boşalttılar. Mermiler vücudunu deldikçe Salih Ağa feryat ederek, bağırıyordu. Bir ara Veli kendisini tutan eşkıyadan kurtulmak için var gücüyle silkindi. Kollarını kurtarınca da eşkıyanın böğrüne bir yumruk atarak, onu yere düşürmeyi başardı. Sonra da olanca gücüyle koşarak balkanın içine daldı. Salih Ağa’nın bedeni delik deşik olduğundan hemen orada öldü. Bağlı olduğu meşe ağacının altı kan gölüne dönmüştü. Eşkiyalar Veli’yi yakalamak için uzun sure kovaladılar. Ana o can havliyle koştuğundan arayı epeyce aşarak, izini kaybettirmeyi başardı. Olay yerine yakın bir yerde bulunan tarla da çalışan Balcıbüklüler, silah seslerini duymuşlardı. Olay yerine vardıklarında Salih Ağa’nın delik deşik olan cansız bedeni ile karşılaştılar. Veli’yi göremeyince de kaçık kurtulmuş olabileceğini düşündüler. Birkaç köylü Salih Ağa’nın cesedini öküz arabasına atarak, onu Kütüklü Köyü’ndcki evine götürüp ailesine teslim etmek üzere yola koyuldu. Geriye kalanlar da balkanın içine dağılarak, Veliyi aramaya başladılar. Peşinden eşkiyaların gelmediğinin farkına varan Veli, yaprakları gür olan iri ve yüksek bir meşe ağacının üzerine çıkarak, bu ağacın üzerinde sessiz kalıp saklanmayı düşündü. Bu düşüncesi de işe yaradı. Bulgar cşkiyaları Veli’yi çok aradılar. Ama bulamayınca o yöreden uzaklaştılar. Veli üç gün boyunca aç ve susuz olarak bu ağaçta yaşamını sürdürdü. Sonunda çok halsiz bir konuma düştü. Üçüncü günü sabaha karşı yakın bir yerden horoz seslerinin geldiğini duydu. Sesler Balcıbük Köyü’ndcn geliyordu. Daha sonar da kulağına insan sesleri gelmeye başladı. Veli’nin yüreğine kurtuluş ümidi doğmuştu. Bulunduğu ağacın üzerinden seslerin geldiği yöne doğru var gücüyle; “Beni kurtarın” diye birkaç kez bağırdı. Onun sesini duyan köylüler; “Veli Efendi korkma biz Balcıbük Köylüleriyiz, merak etme seni kurtaracağız” diyerek yanıt verdiler. Veli’nin üzerinde bulunduğu ağacın yanına gelen köylülerden biri ağaca çıkarak, onun ağaçtan inmesine yardımcı oldu. Veli, ağlayarak, şaşkın bakışlarla kurtarıcılarına sarılıyor, onlara teşekkür ediyordu. Bulgar eşkiyalarınca öldürülme korkusu, açlık, susuzluk ve uykusuzluk, onu çok bitkin bir konuma getirmişti. Ayakta duracak gücü olmadığından çökerek yere oturdu. Köylülerden biri azık torbasındaki su şişesini çıkararak, Veli’ye uzattı. Veli kendisine uzatılan suyu hiç soluk almadan bir dikişte bitirdi. Bir başkası azık torbasındaki yarım somun ekmeği Veli’ye uzattı. Veli, iki eliyle ekmeği


Makale ve Analizler - 2017

83

sıkıca tuttuktan sonra çabuk, çabuk ısırarak yiyip bitirdi. Bundan sonra iki kişi Veli’yi ayağa kaldırıp, koluna girerek, köylülerin eşliğinde onu doğruca kayınbabası Yörük Ali Ağa’nın evine getirdiler. Ali Ağa, damadının perişan halini görünce çok üzüldü. Ali Ağa’nın evi iki katlı olup oldukça büyüktü. Kisa sürede odanın birine yatak açılarak, Veli yatağa yatırıldı. Ali Ağa İstanbul Tekel de görevli olan dünürü Molla Salih’e acele bir haberci göndererek, onun Balcıbük’e gelmesini istedi. Oğlu Veli’nin hasta olduğunu öğrenen Salih Efendi buna çok üzüldü. “Hastalığı ciddi olmasaydı beni acele çağırmazlardı” diye söylendi. Hemen acele bir faytona atlayarak, Karagümrük’te oturan ikinci oğlu Osman’ın evine gitti. Osman ve Şadiye Hanım onu evlerinin kapısında karşıladılar. İçeri girdiklerinde Osman ve eşi: “Hoş geldin baba” diyerek Salih’in elini öptüler. Salih Efendi koltuğa oturunca hemen konuya girerek, onlara Veli’nin durumunu anlattı. Ağabeyinin hastalığına Osman da çok üzüldü. Hemen aynı günün akşamı Edirne, Karaağaç ve Çirsi Mustafa Paşaya giden yolcu trenine üç tane bilet aldılar. Molla Salih, oğlu Osman ve gelini Şadiye Hanım yol hazırlığını yaparak, hareket saatinden önce trene bindiler. Tren hareket edince az da olsa rahatlamışlardı. Ama yine de hiç birinin yüzü gülmüyordu. Tren Karaağaç’ı geçip de Mustafa Paşa istasyonuna geldiğinde hep birlikte trenden indiler. Bir at arabası tutarak, doğruca Balcıbük Köyü’ndcki Yörük Ali Ağanın evine gittiler. Molla Salih oğlu Veli’yi, hasta ve çok zayıf bir konumda görünce üzüntüsü daha da arttı. Yaklaşık on gün kadar Veli’ye tüm gerekli özen gösterilerek bakıldı. Ama o hiçbir şey yemiyor, yalnızca su içiyordu. Sağlığında bir düzelme olmadığı gibi sürekli zayıflıyordu. Molla Salih, oğlu Osman ve gelini Şadiye Hanım birlikte aldıkları karar gereği Veli’yi, Edirne Devlet Hastahanesi’ne götürdüler. Bu hastahanede görevli olan bir Alman doktor Veli’yi muayene etti. Ama Veli’nin hastalığı ilerlemiş olduğundan yapılacak bir şey yoktu. Bu nedenle Alman doktor onlara Veli’yi, Lüleburgaz Devlet Hastahanesi’ne götürmelerini söyledi. Onlar da bu doktorun önerisine uyarak, onu Lüleburgaz’a götürdüler. Buradaki hastahanede kırk gün kadar yatan Veli’de hiçbir düzelme görülmediği gibi durumu aksine daha da kötüye gidiyordu. Bu kötü gidişin sonucu kırkıncı gün ölümle noktalandı. Molla Salih ve oğlu Osman, Veli’nin naşını hastahaneden alarak, onu Lüleburgaz Asri Mezarlığı’na defnettiler. Ağabeyinin ölümüne çok üzülmüştü Osman, bu nedenle onun ölümüne neden olanlardan intikam almak istiyordu. Bu duygu onu gözü kara bir konuma gelirdi. Osman Balcıbük Köyü’ne komşu olan Kütüklü Köyü’ndcki babasına ait olan eve yerleşti.


84

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Molla Osman’ın Pusudaki Bulgar Eşkiyalarını Öldürmesi Osman, ağabeyinin ölümüne neden olanların izini bulmaya çalışıyordu. Bir gün Balcıbük Köyü’nün ileri gelenlerinden birkaç kişiyi de yanına alarak, Bulgar Köyü Soğanlık’a gitti. Balcıbüklülerin Soğanlık Köylüleri ile iyi diyalogları olduğunu bildiğinden bu olguyu değerlendirmek istedi. Osman çok iyi Bulgarca biliyordu. Soğanlık Köyü’nde güvenebileceği birkaç kişiyle yaptığı görüşme olumlu sonuç vermişti. Bu görüşmeler sonunda ağabeyini pusuya düşürerek ölümüne neden olanları isimleri ile birlikte öğrendi. Bu kişileri Balcıbüklülerden tanıyanlar da vardı. Osman bu kişilerin görüldüğü yerde kendisine bildirilmesini istedi. Osman’ın 9 milimetre çapında çok etkili olan iki tane Lagant marka tabancası vardı. Bu tabancalarla bir çok kez atış yaptığından iyi nişancı sayılırdı. Silahlarına düşkün olduğu için onların bakımına özen gösterirdi. Silahlarının içini ve dışını temizledikten sonra madeni aksamlarını vazelin yağı ile yağlardı. Bu işlemin ardından da her an atışa hazır olması için tabanca harbisine takmış olduğu temiz bir bezle namlu içini temizliyordu. Osman Ramazan Ayı’nın bir gününde yanına gelen Balcıbüklü bir köylüden, ağabeyinin ölümüne neden olanların yine Balcıbük Köyü arazisinde pusu kurdukları haberini aldı. “Tamam işte beklediğim an geldi” diyerek söylendi. Osman hiç zaman kaybetmek istemiyordu. Kendisine haber getiren köylü ile birlikte olay yerine giderek, eşkiyalara görünmeden balkanın içinde onların kurduğu pusu yerini belirledi. Bulgar eşkiyalarının kurmuş olduğu pusu: Balcıbük Köyüne yakın bir yerde idi. Osman eşkıyaları öldürmek amacıyla, kafasına göre bir plan hazırladı. İftar saati geldiğinden ramazan davulcusu, davulunu çalarak, Balcıbük Köyü sokaklarını dolaşmaya başlamıştı. Bunu fırsat bilen Osman, sessizce davulcunun yanına yaklaşarak, onun üzerine çullandı. Ayrıca eliyle ağzını da kapatarak; “Ses çıkarırsan seni vururum...” diyerek, onu uyardı. Neye uğradığını şaşıran davulcu, hiç itiraz etmeden üzerindeki elbiseyi çıkardı. Osman, zaman geçirmeden kendi elbisesini çıkarıp, davulcunun çıkarmış olduğu elbise ve şapkayı giydi. Davulu omzuna attıktan sonra onu çalarak, doğruca pusunun olduğu yere gitti. Pusu yerine yaklaştığında: Eşkıyalar, onu davulcu sandıklarından Osman’ı pek umursamadılar. Onlara iyice yaklaşan Osman: ani bir hareketle davulu yere atıp, hızlı bir şekilde tabancalarım çektikten sonra; onları ateşleyerek şarjörlerindeki mermilerin tümünü eşkıyaların üzerine boşalttı. Tabancaların mermisi bittiğinde: Eşkıyaların bedenleri delik deşik bir konumda olmak üzere; üçü de cansız olarak yerde yatıyordu. Eşkıyaların bulunduğu yer kan gölüne döndü. Osman


Makale ve Analizler - 2017

85

ağabeyinin ölümüne neden olan Bulgar Eşkıyalarından intikamını almıştı. Ancak bu olay onun yaşayacağı diğer olayların da bir başlangıcıydı. Bulgar eşkiyalarının öldürülme olayı çevrede kısa sürede duyuldu. Bu nedenle Ortaköy İlçesi Bulgar Jandarma Komutanlığı’nca görevlendirilen bir jandarma heyeti; olayı irdelemeye başladı. Yapılan araştırma sonunda bu işi yapanın Molla Osman olduğu anlaşıldı. Bulgar Jandarması zaman geçirmeden Osman’ı yakalamak için; operasyonlara başladı. Bunun duyumunu alan Osman, yakalanacağını anladığından; gerekli hazırlıklarını yaparak, onun için en güvenli yer olan dağa çıktı. Ondan sonra da dağda ve balkanda yaşamaya başladı. Osman’ın Balcıbük Köyü Arazisi’nde soygun ve adam öldürmek amacıyla pusu kuran üç Bulgar eşkıyasını, tek başına kurşunlayarak öldürmesi; kısa sürede çevreye yayılarak, büyük yankı uyandırdı. Bulgar eşkıyaları Osman’dan çekmiyorlardı... Onların nazarında Osman: Davar sürüsünü her zaman tuzağına düşürebilen azılı bir kurttan farksızdı. Balcıbük Köyüne Konuk Olduğu Haberini Alan Bulgar Eşkiyalarının Molla Osman’ı Yakalama Girişimleri 1918 yılı ağabeyinin ölümüne neden olan Bulgar eşkıyalarını öldüren Molla Osman, hem Bulgar jandarmasınca, hem de Bulgar eşkiyalarınca yakalama amacıyla aranıyordu. Bu nedenle arlık dağlarda yaşıyor... ve geceleri de mağaralarda yatıyordu. Ara sıra Balcıbük Köyü’nde oturan kız kardeşi Molla Fatma’nın evinde kaldığı da olurdu. Bazen de bu köye komşu olan köylerdeki güvendiği dostlarının evinde kalıyordu. İki adet tabancasını sürekli yanında bulundururdu. Belalardan kurtulması, sağ olarak kalması da bir anlamda bu tabancalara bağlıydı. Osman’ın ebe eşi Şadiye Hanım, Dimetoka Devlet Hastahanesi’ndc görevli idi. Burası Yunanistan tarafında olduğundan Osman’ın burada dolaşması kendisi için sorun yaratmıyordu. Bu nedenle eşi Şadiye Hanımla istediği zaman görüşebiliyordu. 1919 yılı Mart ayında bir Cumartesi günü, Dimetoka’ya giden Osman, eşine de bir at ayarladıktan sonra; onu hastahaneden alarak, doğruca Balcıbük Köyü’nde oturan kız kardeşi Fatma Hanım’ın evine gittiler. Fatma Hanım, Balcıbük Köyü eşrafından Ali Ağa’nın gelini olup beyi Balkan Harbi’nde şehit olmuştu... Fatma Hanım, ağabeyinin ve yengesinin evine gelmesine çok sevindi. Onları hemen evinin önünde karşılayarak, atlarından inmelerine yardımcı olurken... “Hoş geldiniz, sefalar getirdiniz” dedi. Onlar da... “Hoş bulduk” diyerek, karşılık verdiler. Fatma Hanım önce yengesinin elini öptü. Şadiye Hanım da yanaklarından öperek, ona karşılık verdi. Sonra da


86

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Fatma, ağabeyi Osman’a doğru yöneldi... Onun da elini öptü. Osman, kızkardeşine sarılarak, onu alnından öptü. İkisi de sevinç gözyaşları döküyor, birbirlerinden ayrılmak istemiyorlardı. Fatma Hanım... “Ağabey tam bir yıl oldu, görüşemedik seni çok özledim.” Dedi. Osman gözlerinden dökülen yaşlarını eliyle sildikten sonra... “Ben de seni çok özledim kardeşim, ama ne yapalım yazgımız böyle istiyor, elimizden bir şey gelmez” dedi. Fatma Hanım... “Ağabey siz yengemle eve girin... ben atlan ahıra çekerim dedi. Osman da... “Sana zahmet olacak” dedi. Fatma Hanım, atları ahıra bağladıktan sonra; karınlarını doyurmaları için yemliğe de yeterince arpa koydu. Osman’ın, evine konuk olarak geldiği haberini alan Ali Ağa... kahveden evine gelerek, Osman’la Şadiye Hanım’a... “Hoş geldiniz” dedi. Onlar da “Hoş bulduk” dedikten sonra saygı gereği Ali Ağa’nın elini öptüler. Osman, Balcıbüklülerce sevilen ve sayılan bir kişiydi. Hele Balcıbük Köyü arazisinde, öldürmek ve soygun yapmak amacıyla pusu kuran üç Bulgar eşkıyasını öldürmesi... bu olaydan sonra diğer Bulgar eşkıyaların Osman’dan çekindikleri için Balcıbüklülere dokunmamaları; Osman’ı köylülerin gözünde kahraman yapmıştı. Osman’ın Balcıbük’e geldiğini duyan köylüler, onu görmek için akın, atan Ali Ağa’nın evine geliyorlardı. Akşama evine gelecek konukları da hesaba katan Ali Ağa iri bir koç kestirdi. Gelini Fatma Manini da komşu kadınların yardımıyla; akşam için leziz yemekler hazırladı. Ali Ağa’nın evi üç katlı olup en altta şarap mahzeni vardı. Her yıl üretmiş olduğu üç, dört fıçı şarabı burada bulundururdu. Yemekten önce mahzene inerek, fıçıların birinden konukları için iki koca bakır şarap çekti. Yemek zamanı geldiğinde Ali Ağa tarafından tüm konuklar, odalarda hazırlanmış olan sofralara buyur edildi. Hep birlikte yemekler yendi, şaraplar içildi. Flerkes çakırkeyif olmuştu... yemeğin sonunda da köyün Bektaşi Dedesi tarafından sofra duası okundu. Bunun ardından ev sahibinin de ricası ile konukların aralarında bulunan ve cemlerde zakirlik görevini yürüten Çerçi Mehmet sazını eline alarak, çalıp, nefes söylemeye başladı. “İlk evveli şu dünyaya Hak Muhammed Ali geldi... Yüz bin erden yüz çevirmez

Ol Şah’ıma dolu geldi Ali’dir Gaziler başı Hızır Nebiler başı


Makale ve Analizler - 2017

87

Kafir, Müslüman yenemez Alim şimali bir kişi Çok ezelden yenile geldi... Eyüp Sulun Gazi geldi... Pir Sultan’ım söyler ancak Seyit Battal Gazi geldi... Şah Sultan’ım söyler ancak Neylediler ne ettiler İndi Muhammed’e Sancak Yusuf u kuyuya attılar Ali’m Düldül’e binince Hem aldılar hem sattılar Yüz bin kafir dine geldi... Kurtlara Bühtan ettiler. Yüz bin kafir imana geldi...” Garip bülbül nesne bilmez Abu-Kevser içen ölmez Evdeki konukların çoğu nefes söylerken, Osman ve eşi de onlara katılıyordu. Bu kadar çok kişinin sevgisine mahzar olması Osman’ı çok onurlandırmıştı. O gece Ali Ağa’nın evi, bir cem evini andırıyordu. Hele canlar eşli olarak, semah dönerlerken Osman, daha da duygulandı. O da eşi Şadiye Hanım’la birlikte “Turna Semahı’na” katıldı. Fakat her güzelliğin sonunun geldiği gibi, bu kutsal birlikteliğin de sonu geldi, Osman’ın Balcıbük’e gelerek, Ali Ağa’nın evine konuk olduğu haberini alan Bulgar Eşkiyaları: Balcıbük Köyü’nde ki Kadir Özdemir’in kahvesine gelerek, kahve de oturmakta olan muhtar Ramazan Efendi’yi dışarı çağırdılar. Kahveden dışarı çıkan Ramazan Efendi, karşısında on tane silahlı Bulgar Eşkıyasını görünce; birden endişelendi. Eşkıya Başı... “Bizi acele olarak, Ali Ağa’nın evine götüreceksin” dedi. Ramazan Efendi, Bulgar Eşkıyalarının Osman’ı yakalamak için geldiklerini anlamıştı. Ama yapacak bir şey olmadığından çaresiz olarak, eşkıyaların istemine boyun eğdi. Osman’ı uyaramadığı için çok üzgündü. Bu nedenle içinden, Osman’a yardım etmesi için Tanrı’ya dua ediyordu. Muhtar önde, eşkıyalar da onun arkasında olmak üzere doğruca Ali Ağa’nın evine gittiler. Evin bahçe kapısı önünde iki tane gözcü bulunuyordu. Gece karanlık olmasına karşın gözcüler, Ali Ağa’nın evine doğru gelen Muhtar Ramazan Efendi’yi ve silahlı Bulgar Eşkıyalarını fark etmişlerdi. Bu nedenle gözcülerden biri acele eve girerek, Osman’ı uyardı. Osman bu güzelliğin bozulmasına neden olduğu için çok üzüldü. O nedenle konuklara seslenerek onlardan özür diledi. Sonra da eşi Şadiye Hanım’la birlikte acele evin mahzenine indi. Bulgar eşkıyaları, evin çevresini sarmaya çalışıyorlardı. Eşkiya Başı’yla birlikte evin içine giren Ramazan Efendi... “Sakın dışarı çıkmayın, siz eğlenmenize devanı edin, bunlar Osman’ı yakalamak için gelmişler...” dedi. Ama hiç kimse de eğlenecek hal kalmamıştı. Bu ara da eşiyle mahzenin bahçeye açılan kapısına gelen Osman...


88

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“Ya Allah, Ya Muhammed, Ya Ali” diyerek sessizce dua ettikten sonra, mahzen kapısını açarak, eşiyle birlikte oldukça sık olan ağaçların arasından geçip süratle balkanın içine daldılar. Gittikleri istikamet üzerinde olan Sal Dere’yi ıslanmalarına aldırmadan çabucak geçtiler. Sonra da Sıçanlık Köyü’ne doğru yönelerek, bütün gece soğuk ve uykusuzluğa meydan okuyarak, yürümelerinin ardından sabaha karşı Osman’ın Sıçanlık Köyü’ndeki akrabasının evine vardılar. Ev sahibi onları karşısında görünce hemen içeri aldı. Çok yorgun ve bitkin oldukları için üzerlerini çıkarıp acele yatığa girdiler. Öğleden sonra uyandıklarında ev sahibi ve eşi onlar için öğle yemeği hazırlamışlardı. Hep birlikte yemek yedikten sonra akrabası ile vedalaşan Osman, eşi Şadiye Hanım’ı Dimetoka’daki Devlet Hastahanesi’ne bıraktı. Burada eşiyle de vedalaşıp Dimetoka’dan ayrılan Osman, kendisi için en güvenli yolun Türk çetecilerine katılmak olduğu kararına vardı. Bu nedenle Kütüklü Köyü’ne giderek, çeteci olan arkadaşı Niyazi Beyde görüştü. Onun da el katmasıyla tüm Türk çetecilerinin komutanı olan Fuat Balkan Bey’le tanıştı. Osman, başından geçenleri Fuat Bey’a anlattıktan sonra; çeteci olmak istediğini söyledi. Bunun üzerine... Osman’a bir takım sorular soran Fuat Bey kendince olumlu yanıtlar aldığından Osman’ı aralarına almaya karar verdi. Osman da artık bir çete elemanı, komitacı ve bir Kuva-yı Milliyeci adayı idi. Onun gibi yeni katılan elemanlarla birlikte bir süre çetecilik eğitimi gördü. Onun Yeşilköy’de ki askerliğini yaparken uçak kullanmasını da öğrendiğini bilen Fuat Bey, Osman’ı Tiran’daki pilot kursuna gönderdi. Kurs süresince pilotluğu iyice öğrenen Osman, kura sonucu Fuat Bey tarafından keşif uçuşları için görevlendirildi. İstiklal Savaşı dönemi Bulgaristan ve Yunanistan sınırına yakın bir yerde uçağı ile keşif görevini yerine getirirken; Yunanlıların uçağına ateş açmaları sonucu uçağın radyatörü delindi. Delinen yerden fışkıran buhar ve sıcak su Osman’ın ellerine ve vücuduna geldiğinden, vücudunun bir kısmı ağır olmayacak şekilde haşlandı. Bu nedenle uçağı ile Meriç Nehri’ni geçerek, Edirne ile Havsa arasında bulunan bir düzlüğe zorunlu iniş yaptı. Uçağın indiği yere yakın olan tarlada çalışan köylüler, uçağın yayına gelerek, Osman’ı uçağın içinden çıkardılar. Onu öküz arabasına atarak Edirne yakınlarında olan sahra hastahanesine teslim ettiler. Olayı öğrenen askeri yetkililer uçağın iniş yaptığı yere giderek, uçağı teslim aldılar. Sahra hastahanesinde bir süre yatarak, tedavi olan Osman, iyileştikten sonra Bulgaristan’a geçerek Fuat Balkan’a rapor vermek için Kütüklü Köyü’ne gitti. Fuat Bey, Balkan ve Çanakkale savaşlarında yararlıklar göstermiş olan eski bir subay, çok iyi komitacı ve vatansever bir Kuva-yi Milliyeci’ydi. Şimdi de kendisine Trakya ve Paşaeli Cemiyeti’ne bağlı olarak, Yunan birliklerine karşı gerilla


Makale ve Analizler - 2017

89

ve çete savaşı ile saldırılar yapıp, onlara zarar vererek, Trakya’yı işgal etmelerini engelleme görevi verilmişti. Fuat Bey Osman’ı Çetelerinden birinde görevlendirdi. Osman Yunanlılara karşı yapılan bir çok baskın harekatlarına katıldı. Gösterdiği yararlıklardan dolayı da Çete Komutanlığına yükseldi. O yıllarda Osman’ın anne ve babası Tekirdağ ilinin, Muratlı ilçesinde oturduğundan, Osman, çeteci arkadaşları arasında Tekirdağlı Osman olarak anılıyordu. Batı Trakya’da Türk Çetelerinin Yunan Kuvvetleriyle Yapmış Olduğu Silahlı Çatışma Trakya Paşaeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti fiilen 1918’de kuruldu. Ama işgalle birlikte dağıldı, fakat yok olmadı. Kimi, 1. Ordu ile (700 subay, 4 biner, 10 bin sivil) Bulgaristan’a geçti, kimileri de İstanbul’a geldi. Ancak yeniden toparlanma günleri “Bağımsız Bir Trakya” tartışmalarını da gündeme getirmişti. Bazıları Bulgar propagandalarına yöneldi Kimileri de Mustafa Kemal’den gelecek olan direktifleri beklemeye başladı. Bu aşamada Trakya’nın tümü üzerinde çok etkisi olan dürüst, Edirneli yurtsever, temiz kişilikli Kasım Yolagcldili ile birçok hüneri kişiliğinde toplayan Şakir Kesebir, Mustafa Kemal’in fikirleri doğrultusunda ve onun emrinde bir oluşumun öncülüğünü üstlendiler. Bulgaristan’da süren fikir kargaşası Kesebir’i yanında ‘Trakya Paşaeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Merkez Heyeti’nden Ekrem Demiray’ı da alarak Ankara’ya gitmeye ve buradan verilecek direktifleri almaya yöneltti. Bu amaçla Ankara’ya gidince de İsmet İnönü, Fevzi Çakmak ve Mustafa Kemal’le görüştüler. Mustafa Kemal yapılacak çalışmaların Ankara’daki Erkanı Harbiye’ye bağlı olması ve direktiflerin yalnızca buradan alınması koşuluyla anılan heyete şu görevi verdi. “Doğu, bilhassa Batı Trakya’daki Yunan kuvvetlerini yerlerinde tutmak ve onları uğraştırmak, Trakya ve Paşaeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti bu görevi yerine getirecektir.” İşte bu görevi yerine getirmeye çalışanlardan birileri de “Molla Osman” ve çeteci arkadaşlarıydı. Yıllar sonra Molla Osman, Silivri İlçesi’nin, Ortaköy’ünde ikamet eden çocuk yaşındaki akrabası 1938 doğumlu Veli Caner’e, Kurtuluş yıllarında sayıca kendilerinden çok üstün olan Yunan kuvvetleriyle Batı Trakya’da Gümilcine yakınlarında yapmış oldukları silahlı çatışmayı şöyle anlatmıştır: “Çatışma tüm şiddetiyle sürüyordu. Sayıca bizden çok üstün oldukları için onlarla başa çıkmamız olanaksızdı. Elli kişi kadar olan silahlı gücümüzle düşmana epey zayiat verdirdik. Ama biz de zayiat veriyorduk. Topyekun öldürülme ve düşmana esir düşme olasılığımız vardı. Bu yüzden daha fazla zayiat vermemek için biz çete komutanları olarak, adamlarımızla birlikte dağılma


90

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

kararı aldık. Onun için adamlarımıza, herkesin düşmana ateş ederek, dağılmasını ve başının çaresine bakmasını söyledik. Ben de düşmana ateş ederek, geri çekildikten sonra kendimi gür bir çalılığın içine attım. Orada sessizce duruyordum ki birden karşımda iri bir yılanın tıslayarak, bana doğru başını kaldırdığını gördüm! Beni sokabilirdi ama canımın selameti için kıpırdamadan sessiz ve hareketsiz kalmam gerekiyordu. O nedenle bu riski göze almalıyım diye düşündüm. Gözlerimi yılandan ayırmıyordum”, içimden: “Hey Allah’ım Canımı kurtarmak için kendimi bu çalılığın içine attım, şimdi de ölümüm bu yılandan mı olacak diye söylendim”. Yılana: “Hey mübarek hayvan benden sana zarar gelmez git buradan” diyerek, hafifçe seslendim. “Yılan da sanki sözlerimi anlamış gibi! Tıslayarak yanımdan uzaklaşıp gitti. O gidince de rahat bir nefes aldım. Ondan sonra hava kararıncaya kadar bu çalılığın içinde kaldım. Düşman askerlerinin olay yerinden iyice uzaklaştığını anlayınca da çalılığın içinden çıktım. Üstüm, başım diken içindeydi, ellerim ve yüzüm diken çizikleriyle dolu olduğundan bazı yerlerimde hafif kanamalar vardı. Canım az da olsa yanıyordu ama ben buna aldırmadan sağıma, soluma kulak kabartarak bakındım. Çevremde bir kimsenin olmadığına emin olunca da silah ve teçhizatımla birlikte Kütüklü Köyü’ne doğru hareket ettim. Ertesi gün sabaha karşı Kütüklü’ye vardığımda güneş henüz bir adam boyu yükselmişti. Doğruca karargaha giderek, çeteci arkadaşlarıma kavuştum.” Molla Osman gerek çetesiyle gerekse diğer çetelerle birlikte hareket ederek, Yunanlılarla, Türk çeteleri arasında gerçekleşen birçok silahlı çatışmaya katıldı. Derbent Geçidi 1920’li yıllar yani Kurtuluş Savaşı yılları Rumeli Balkanlarda Yunan ve Bulgar eşkiyalannın Türk köylerine soygun ve sindirme amaçlı baskınlar düzenledikleri yıllardı. Bu nedenle Türk köylerinde yaşayan soydaşlarımız endişe ve ölüm korkusu altında yaşıyorlardı. İşte o karanlık kaoslu günlerde Güney Bulgaristan’da olan Kızılçalı köyü halkından Salim Ağa kendi köyüne komşu olan üç tane köyle birlikte dön köyün koruculuğunu yapıyordu. Salim Ağa, kendi köyü ve diğer köylerin insanları gibi düşündüğünden onlarla aynı görüşü paylaşıyordu. Artık bu topraklarda onlar için huzurlu, rahat ve güvenlik içinde yaşama olanağı kalmamıştı. Bu nedenle anavatana göç etmeyi düşünüyordu. Bu düşüncesini Kızılçalı Köyü ile, koruculuğunu yaptığı diğer köylerin ileri gelenlerine açtı. Onlar da aynı görüşte idiler. Bir gün Salim Ağa, Kızılçalı ve diğer köylerin ileri gelenleri bir araya gelerek, anavatana göç etme kararı aldılar. Bu nedenle kısa bir sürede


Makale ve Analizler - 2017

91

göç etmek isteyen aileleri belirlediler. Göç etmek isteyen aileleri topladırlar, Salim Ağa’nın hanesiyle birlikte doksan haneyi bulmuştu. Bu belirlemeden sonra Salim Ağa ve köylerin ileri gelenleri göç etmek isteyen hanelere iki gün içinde gerekli hazırlıklarını yaparak, Kızılalı Köyü çıkışında, konvoy halinde toplanmalarını söylediler. Üstelik savaş nedeniyle erkeklerin salt çoğunluğu askere gitmişlerdi. Kocaları askerde olan kadınlar; savaştan sağ olarak dönebilecekleri meçhul olan erkeklerinin, evlerine dönseler bile ailelerini bulamayacakları için çok üzgündüler. Anavatana gitmek isteyen haneler, gerekli hazırlıklarım yaptıktan sonra tüm eşyalarını öküz arabalarına yüklediler. Önceden kararlaştırıldığı gibi üçüncü günü haneler Kızılçalı Köyü çıkışında tertiplenerek, anavatana gitmek için düzen aldılar. Aynı gün başta Salim Ağa’nın hanesi ve arkasında diğer haneler olmak üzere konvoy halinde anavatana gitmek için yola çıktılar. Yaşlılar ve küçük çocuklar arabaların üzerinde, genç delikanlılar da konvoyun sağından ve solundan yürüyorlardı. Yola çıkmadan bir gün önce yol güzergahlarını belirlemişlerdi. Buna göre önce Koca Yayla’ya gidilerek, Yunanistan’la Bulgaristan sınırları ortasında bulunan tarikat liderleri Kızıl Deli Sulcan’m Gömütü’nü ziyaret edecekler. Bektaşi tarikatının gereği olan dualar okuyarak her yıl Ağustos aynım (kolluk ayı) ilk haftası da topluca gelip kurbanlar keserek, Yayla Bayramı şenliği düzenledikleri bu kutsal yere veda ziyareti yapacaklardı. Bu ziyaretin ardından Bulgaristan topraklarından gitmeye özen gösterip Köseler, Kütüklü, Ahlatçı Köy ve Kamberler’dcn sonra Oraköy İlçesinden Edirne’ye giden yolu tutarak Kapıkule’den anavatana geçmeyi düşünüyorlardı. İzledikleri yol balkanlık ve oldukça engebeli bir yoldu. Yunanistan sınırına yakın olup her iki yanı yüksek tepelerden oluşan fcerkent Geçidi’ne geldiklerinde; önce havaya sıkılan silah seslerinden, sonra da oldukları yerde durmalarını isteyen sert bir sesle irkildiler. Konvoydaki tüm insanların yüreklerini bir anda ölüm korkusu sardı. Az sonra da geçidin her iki yanında pusu kurup, mevzilenmiş olan on tane Rum eşkiyası, balkanın içinden ağaçların dallarını kırarcasına bir sertlikle, pür silah ortaya çıktı. Konvoyun yolunu kesen eşkiyalardan en öndeki iriyarı olan eşkıya başı Tenekeci Yuvan’dı. “İnin arabalarınızdan bire” diyerek, konvoydakiler i sert bir üslupla uyardı. Salim Ağa eşine seslenerek, “İşte şimdi yandık” diye söylendi. Eşi Neslihan Hanım’a: “Allah yardımcımız olsun, haydi arabadan inelim” dedi. Onlarla birlikte arabalarda oturan insanların tümü arabalardan indiler. Eşkıya Başı Yuvan az da olsa Türkçe biliyordu. Eşkiyalar tüm insanları dipçikleyerek bir araya toplayıp yere diz çöktürdüler. Eşkiyalardan biri yere kilim serdi. Yuvan...


92

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“Değerli eşyalarınızı, tüm para ve altınlarınızı bu kilimin üzerine bırakın” diyerek insanları uyardı. Önce Salim Ağa, eşi Neslihan Hanım, sonra da konvoyda bulunanların tümü üzerlerinde bulunan altın, para, altın bilezik ve takılarını kilimin üzerine bıraktılar. Yuvan herkesin altın, para ve takılarını kilimin üzerine bıraktığına emin olunca yardımcısına kilimi toplamasını söyledi. Bundan sonra eşkıya başı Yuvan, adamlarına tüm erkeklerin kollarını arkadan olmak üzere bileklerinden bağlamalarım emretti. Bu arada erkeklerin kollarının bağlanmasını fırsat bilen üç delikanlı var güçleriyle koşarak, olay yerinden uzaklaştı. Eşkiyalar onları vurmak için arkalarından ateş ettiler. Ayrıca iki eşkıya da onları yakalamak için koşarak peşlerinden gitti. Ama bir süre sonra gençleri yakalayamadıklarından geriye döndüler. Konvoydan kaçan gençler can havliyle koştuklarından, balkanın derinliklerine dalarak, izlerini kaybettirmeyi başardılar. Bunun ardından Yuvan; “Tüm erkekleri yarın başına çıkarın” diyerek adamlarına emir verdi. Tüm erkekleri ikişerli sıra konumuna getiren eşkiyalar onları geçidin en yüksek yeri olan yarın başına çıkardılar. Sonra da en öndeki iki kişiye yere diz çöktürdüler. Yuvan, kadınların ve çocukların ağlayarak feryat etmelerine aldırmadan; eşkiyalara dönerek, sert bir üslupla. “Bunların torunlarını alın, dedelerinin kucağına oturttuktan sonra da çocukların boyunlarını vurun” emrini verdi. Rum eşkiyalar, analarına sarılmış bir konumda korkudan titreyerek ağlayan çocuklardan ikisini, analarının yerde sürüklenmesine aldırmadan onları tekmeleyerek, kollan arasından çekip aldılar. Kadınların ve çocukların feryatları balkanın uzak yerlerine kadar ulaşıyor, bu acımasızlık, hunharca yapılan katliam eşi görülmemiş bir nefret ve kini yansıtıyordu. Eşkiyalar iki küçük çocuğu dedelerinin kucağına oturttular. İki eşkıya da çocukları kollarından tutarak, dik durmalarını sağlıyordu. Kılıçları ellerinde olan diğer iki eşkıya da Yuvan’ın emrini bekliyordu. Yuvan, “Vurun boyunlarını” emrini verince de tek vuruşla çocukların başlarını gövdelerinden ayırdılar. Bu korkunç kıyımı gören kadınlar ve elleri, kollan kurbanlık koyunlar gibi bağlı olan erkekler; eşkiyalara lanetler yağdırarak ağlıyorlardı. Bu duruma sinirlenen eşkıya başı Yuvan... “Susun bire” diyerek bağırdı. Sonra da sert bir tavırla. “Türkiye’ye gidince yetkililere bunu da anlatın ki siz Türklerden ne kadar çok nefret ettiğimizi anlasınlar” dedi. Bunun ardından Yuvan ve yardımcısı kılıçlarını çekerek, sıranın en önünde bulunan Salim Ağa ve yanındaki adamın boyunlarına yaptıkları tek vuruşla başlarını gövdelerinden ayırdılar. Yuvan ve


Makale ve Analizler - 2017

93

yardımcısı yardan aşağıya doğru yuvarlanan başları ve başsız gövdelerden akan kanları kahkahalar atarak izliyorlardı. Yuvan adamlarına bakarak. “Tümünün boyunlarını aynı şekilde vurun bire” diye emir verdi. Bunun üzerine eşkiyalar tüm erkeklerin boyunlarım aynı şekilde vurdular. Boyunları vurulanların kanları fışkırarak, oluk gibi akıyor, bedenlerinden ayrılan başları çevresine kanlar saçarak, yardan aşağıya doğru yuvarlanıyordu. Bu korkunç olayı gören kadınlar ve çocuklar birbirine sarılmış bir konumda, korku içinde ağlıyorlardı. Derbent Geçidi böyle bir katliam görmemişti. Geçitten dere gibi kan akıyordu. Bu korkunç durum cşkiyaların kılını bile kıpırdatmadı. Tümü vahşi hayvanlar gibi gözlerini getıç kadınlara ve kızlara diktiler, onlara yiyecek gibi bakıyorlardı. Arsız arsız gülüşlerinden de niyetlerinin kötü olduğu anlaşılıyordu. Nitekim olanlar oldu. Eşkiyalar genç kızların ve kadınların tümünü saçlarından yakaladıktan sonra onları yerlerde sürüyerek balkanın içlerine doğru götürdüler. Sonra da kadınların ve kızların feryatlarına ve ağlamalarına aldırmadan üzerlerindeki giysileri parçalayarak, birçok kez tecavüz ettiler. Bu korkunç katliamı ve iğrenç emellerini gerçekleştiren Rum eşkıyaları, daha fazla eğlenmeden olay yerinden uzaklaşarak, balkanın içlerine doğru çekildiler. Tecavüze uğrayan kadınlar ve kızlar üstü, başı paramparça, perişan bir konumda hüngür, hüngür ağlıyorlardı. Bazıları intihar etmeye kalkıştı. Ama yaşlı kadınların araya girmesiyle kendilerini öldürmeleri engellendi. Yine de acılarını yüreklerine gömerek, hep birlikte toparlanıp hayvanları, arabalarıyla birlikte anavatana gitmek üzere yola koyuldular. Olay yerinden uzaklaştıktan kısa bir süre sonra Ballı Kaya istikametinden onlara doğru gelen atlıları gördüler. İyice yaklaştıklarında gelenlerin Molla Osman ve adalarının olduğunu fark ettiler. Kadınlarla, çocuklar yine ağlamaya başladılar. Osman ve adamları atlarından inerek, onların yanma geldi. Üstü, başı param parça, perişan durumda olan kadınları gören Osman: “Nedir bu haliniz? Size ne yaptılar? Erkekleriniz nerede?” diye sorular sordu. Kadınlardan biri başlarına gelenleri anlattı. Osman bu kadının anlatışına göre iri yarı, bıyıklı biri diye tanımladığı adamın Rum Eşkıya Başı Teneke Yuvan olduğunu anlamıştı. Birden Osman’ın kaşları çatıldı, gerilen yüzünden karabulutlar yansıyordu. Sinirinden yerinde duramıyor, bir ileri, bir geri geziniyordu. Siuirinden titreyen elleriyle, mavzerini sımsıkı tutarak: “Ulan Rum köpekleri bunu yanınıza bırakır mıyım ben” diyerek, var gücüyle bağırdı. O kadar çok şiddetli bağırdı ki konvoydakilerin, hatta kendi adamlarının bile tüyleri diken diken oldu. Çocuklar ağlamaya başladı. Osman kadınlara dönerek, eşkiyaların ne yana doğru gittiklerini sordu. Kadınlar da ona eşkıyala-


94

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

rın gittikleri yönü gösterdiler. Osman kadınlara yollarına devam etmelerini söyledikten sonra, adamlarıyla birlikte eşkıyaların gittiği yöne doğru hareket ederek, onların izini sürmeye başladı. Osman’ın çetesi kendisiyle birlikte on iki kişiydi. Eşkıyalar ise kadınların anlatımına göre on kişi kadardı. Bu durumda güç dengesi Osman’dan yana idi. İki günlük bir takipten sonra öğlene yakın bir saatte eşkıyaların izini buldular. Eşkıyalar büyükçe bir meşe ağacının altında kam kurmuş, ağacın gölgesinde dinleniyorlardı. Birkaçı da yaktıkları ateş üzerinde kuzu çeviriyordu. Anlaşılan kendilerine ziyafet çekeceklerdi. Osman adamlarına; “Çevrelerini sarın tümünü öldürün, yalnız Tenekeci Yuvan’ı öldürmeyin onu sağ olarak istiyorum” emrini verdi. Eşkıyalara görünmeden onların çevrelerini sardıktan sonra; yere yatarak mevzi aldılar. Osman gür bir sesle eşkıyalara Rumca: “Çevreniz sarıldı, kurtuluş umudunuz yok teslim olun.” diye seslenerek, onları uyardı. Eşkıyalar bunu beklemediklerinden neye uğradıklarını şaşırdılar. Ama teslim olmak yerine silahlarına sarılarak, Osman’ın adamlarına ateşle karşılık verdiler. Bunun üzerine Osman’da adamlarına ateş emri verdi. Bir saatlik bir çatışmanın sonunda eşkıyalar tarafından gelen silah sesleri kesildi. Osman adamlarının korumasında birkaç adamını alarak, eşkıyaların olduğu yere doğru temkinli bir şekilde yaklaştı. Tüm eşkıyalar öldürülmüş olduğundan öylece yerde cansız olarak yatıyorlardı. Eşkıya Başı konumunda Yuvan iki bacağından da vurulmuş olduğundan yere oturmuş bir ve iki elini havaya kaldırarak teslim olmak niyetinde olduğunu gösteriyordu. Zaten yapacak bir şeyi yoktu. Çatışma yeri kan gölüne dönmüştü. Osman’ın adamlarından bir kaçı hafif yaralanmış olup içlerinde ölü ve ağır yaralı olan yoktu. Osman’ın adamları Yuvan’ı yakalayarak O’nu Osman’ın karşısına getirdiler. Yuvan onun namını duymuştu. Kendisini kesinlikle öldüreceğin i de biliyordu. Osman’a şu sözlerle yalvardı. “Osman ben senin namını duydum, sen çok mert ve cesur bir adamsın, beni öldüreceğini biliyorum. Ne olur beni, bana işkence etmeden öldür” dedi. Osman kin ve nefret dolu gözlerle Yuvan’a baktı. “Ulan piç, Rum köpeği, ulan vicdansız şeytan sen benim doksan hane insanımı çocuk, yaşlı demeden katlettin, kızlarımızın, kadınlarımızın ırzına geçtin. Ben seni bir kez değil, bin kez öldürsem yine kanmam” diyerek, adamlarına. “Ayak bileklerinden bağladıktan sonra meşe ağacının en kalın dalına tepesi üstü asın” emrini verdi. Osman’ın adamları kısa sürede emrini yerine getirdi. Çevrede daha önceden, körpe iken kesilerek, kışın hayvanlara verilmek üzere hazırlanmış olan kuru meşe dallan vardı. Osman adamlarına bu dalları Yuvan’ın


Makale ve Analizler - 2017

95

altına atmalarını söyledi. Yeteri kadar meşe dalı atılınca da Yuvan’ın tam karşısında bağdaş kurarak oturdu. Cebinden tütün tabakasını çıkardıktan sonra bir sigara sardı. Çakmak taşıyla kavını tutuşturduktan sonra da önce sigarasını yaktı. Sonra da Yuvan’ın altındaki meşe dallarım tutuşturdu. Ateş alevlenerek, yandıkça Yuvan’ın vücudundan akıp da ateşle buluşan yağları cazırtılı sesler çıkarıyor, ateşin daha da harlı yanmasını sağlıyordu. Çevreyi yanık et kokuları sardı. Ama korkudan dili tutulmuş olsa gerek, Yuvan’ın gıkı bile çıkmıyordu. Öyle ki ayak bileğinden meşe dalına bağlı olan ipte yanmış olduğundan Yuvan’ın iyice yanarak, kömüre dönüşen bedeni ateşin tam ortasına düştü. Yuvan’dan hiçbir yaşam belirtisi yoktu. Osman’ın biraz olsun üzüntüsü geçmiş, sinirleri yatışmıştı. Molla Osman ve çetesi, Derbent Geçidi’nde öldürülen insanların ve ırzına geçilen kadınların intikamını almışlardı. Osman oturduğu yerden kalktıktan sonra adamlarına şu emri verdi. “Tüm silahlan ve mermileri toplayın yola çıkıyoruz.” Öyle ya olay yerinde daha fazla kalmaları doğru olmazdı. Bu nedenle Rum eşkıyaların silah ve cephanelerini de alarak, Kütüklü’ye gitmek üzere yola çıktılar. Sınırda Çatışma Bir gün Bulgar sınır devriyeleri ile Rum çeteleri arasında cereyan eden silahlı çatışma olayı sonunda, Bulgar devriyeleri Rum Çetecilerinden birini öldürdüler. Adamın ölüsü Yunanistan topraklarında kaldı. Bulgar askeri yetkilileri kendilerini haklı çıkarmak için adamı Bulgar topraklarına çekmek düşüncesindeydiler. Sınırı geçti, dur ihtarına karşın durmadı. O nedenle öldürüldü imajını yaratmak istiyorlardı. Ama sınırı geçip adamı, Bulgaristan topraklarına çekmeye kimse cesaret edemiyordu. Bulgar askeri yetkilileri. Molla Osman’ın gözü kara biri oluşunu ve cesaretini iyi bildiklerinden bu işi ancak onun başarabileceği kanısına vardılar. Bir Bulgar askeri yetkili Kütüklü’ye giderek. Molla Osman’a amaçlarını anlattı. Bu konuda kendilerine yardım etmesi için ricada bulundu. Gerek ondan çekindiklerinden, gerekse cesaretine hayran kaldıklarından; Molla Osman’ın sivil Bulgarlar ve askerler arasında iyi bir saygınlığı vardı. Osman, bu görevi operasyonda görevli Bulgar yüzbaşısının da emrine verilmesi koşuluyla kabul edebileceğini söyledi. Bulgar yetkililer de bunu kabul ettiler. Bunun üzerine olay yerine gelindi. Osman, Bulgar yüzbaşısına askerleriyle kendisini rahatça görebileceği bir yeri göstererek, askerlerin orada mevzilenmesini ve o ölü Yunanlıyı Bulgaristan topraklarına çekerken; askerlerin Yunanistan topraklarına doğru sürekli ateş etmelerini söyledi. Osman Bulgar yüzbaşısının olurunu aldıktan sonra sürünerek, ölü Yunanlının yanına doğru gitti. Kararlaştır-


96

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

dıkları gibi askerlerin ateş etmeleri için eliyle yüzbaşıya işaret verdi. Yüzbaşıdan ateş emrini alan askerler, Yunanistan topraklarına doğru ateş ederken o da ölünün bacağından yakaladıktan sonra onu, süratle yerde sürüyerek, Bulgaristan topraklarına taşıdı. Bulgar askeri yetkililerinin planı amacına ulaşmıştı. Osman’a teşekkür ederek onu parayla ödüllendirdiler. Osman’da Bulgar askeri yetkilileriyle arasında daha ziyade bir diyalog oluştuğu için bundan memnun olmuştu. Banka Soygunu Sınırda yaşanan çatışma olayından bir hafta sonra Türk çeteleri, (Ivaylovgrad) Ortaköy’de bir banka soygunu gerçekleştirerek, bankadaki 17 bin Levayı alıp kaçtılar. Bulgarlar bu soygunu Molla Osman ve çetesinin yapabileceğini sandılar. Onun için de bu olayda hiçbir ilgisi olmayan Osman’ın Kütüklü’deki evine baskın yaparak, onu yakalayıp, göz altına aldılar. Osman’ı Ortaköy’e götürerek, orada sorguladılar. Yapılan sorgu sonucunda Osman’ın bu soygunla bir ilişkisinin olmadığını anladıklarından onu serbest bıraktılar. Molla Osman’ın Çeteci Arkadaşlarına Evinde Vermiş Olduğu İçkili Yemek Mayıs ayı geldiğinden ağaçlar yapraklanmış, bağ ve bahçelerdeki meyve ağaçları çiçeğe durmuştu. Hafif ve serin esen rüzgar insanların genizlerine mis gibi çiçek ve kekik kokuları getiriyordu. Kütüklü Köyü’nde konuşlanan çeteciler gibi Balıbük Köyü’nde büyük bir ev olan Göçen Çavuş’un evinde de konuşlanan çeteler vardı. Molla Osman’ın çete elemanları da bu binada konuşlanıyordu. Çete komutanları ve çete elemanları arasında kardeşliğe dayanan güzel bir saygı ve sevgi ortamı vardı. Osman da çete komutanı arkadaşları ile iyi diyaloglar kurduğundan onlarla anlaşmasını bilirdi. Osman uygun bir günde çete komutanı arkadaşlarını evine akşam yemeğine davet etti. Aynı gün akşama doğru atına atlayarak, Kütüklü’deki evine gitti. Evinin önüne geldiğinde onu eşi Şadiye Hanım karşıladı. Şadiye Hanım atın başlığından tutarak, Osman’ın atından inmesine yardımcı oldu. Osman atından inince Şadiye Hanım onu her zaman olduğu gibi güler yüzle karşıladı. “Hoş geldin bey” dedikten sonra Osman’da ona, “Hoş bulduk” diye yanıt verdi. Şadiye Hanım atı ahıra götürerek yedeğinden yemliğin halkasına bağladıktan sonra; atın başlığını çıkarıp yemliğe arpa ve yulaf karışımı olan yemden atın yiyebileceği kadar yem bıraktı. Sonra da eve döndü. Osman mavzerini duvardaki yerine asmış, fişekliğini ve kara kalpağını


Makale ve Analizler - 2017

97

çıkararak, masanın üzerine koyduktan sonra sırt üstü kanepeye uzanmış bir konumda dinleniyordu. Şadiye Hanım’ın içeri girdiğini görünce: “Şadiye çeteci arkadaşlarımı bu akşam için yemeğe davet ettim. Yemeği altı kişilik yap. Yemekte biraz da demleneceğiz onun için sofrya rakı da koy” diyerek, Şadiye Hanım’ı uyardı. Molla Osman’ın evinde etli yemek eksik olmazdı. Eşi becerikli olduğundan güzel ve lezzetli yemekler yapıyordu. “Anladım Osman tamam sen merak etme” dedikten sonra mutfağa geçerek, gerekli hazırlığı yapmaya başladı. Yemekleri pişirdikten sonra bahçede az miktarda bulunan taze soğan ve kıvırcıklarla bolca bir salata yaptı. Zaten eşi Osman’ın önceki gün Balcıbük’tcn getirmiş olduğu; kesilip temizlenmiş olan erkek bir oğlağı, gündüzün mahalle fırınına verdiğinden, oğlak nar gibi kızarmış olarak fırından alınmasını bekliyordu. Şadiye Hanım zaman geçirmeden fırına giderek, oğlağı alıp eve getirdi. Tüm bu işler saat 19.00 sularında bitmişti. Şadiye Hanım, eşinin de yardımıyla evin sofrasındaki masayı güzelce donattı. Bir süre sonra da Osman’ın evine çeteci arkadaşları atlarıyla birlikte geldiler. Osman onları karşıladıktan sonra atlarını ahıra çekmeleri için yardımcı oldu. Bunun ardından hep birlikte eve girip ellerini yıkadıktan sonra yemek masasının başına geçerek sandalyelere oturdular. Ev sahibesi Şadiye Hanım da gelenleri hoşlandıktan sonra yemek servisine başladı. Önce çorba içildi. Bu arada Osman bir binlik rakı açarak, arkadaşlarının bardaklarına yarıya kadar rakı ve üzerine de su koydu. Sonra hep birlikte kadehlerini kaldırarak, Kuva-yı Milliye ve zaferin şerefine diyerek rakı dolu olan bardağı yarılmayıncaya kadar içtiler. Sonra da öncc salatadan, ardından oğlak eti ve pilavdan birer yudum alarak, gödelerine indirdiler. Yemekler tereyağı ile pişirildiğinden gerçekten çok lezzetliydi. Bu işte Şadiye Hanım’ın yemek pişirmedeki ustalığı da önemliydi. Bir süre sonra salataları bitmişti. Osman Efendi Şadiye Hanım’dan biraz daha salata yapmasını istedi. Fakat bahçede marul kalmadığından Şadiye Hanım, bahçedeki dut ağacının yapraklarından yeterince kopardıktan sonra, ılık su içine atarak, onları yumuşattı. Bundan sonra da yaprakları elleriyle ovuşturup onları bıçakla ince, ince doğrayarak taze soğanla birlikte harmanlayıp güzel bir salata yaptı. Osman ve çeteci arkadaşları bu salatayı daha çok beğendiler. Yemekte ve yemekten sonra yapılan sohbetlerde herkes çetecilik anılarından bir şeyler anlattı. Yemekten sonra kahveler içildi. Geç vakide kadar süren sohbetin ardından konuklar da evlerine gittiler. Sabah olunca Osman bahçedeki dut ağacının yapraklarının yolunmuş olduğunu fark etti. Şadiye Hanım’a seslenerek; “Şadiye bahçedeki dut ağacının yapraklarına ne oldu?” diye sorunca Şadiye Hanım’da;


98

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“Allah iyiliğini versin Bey akşam yemekte biraz daha salata istemiştin; ben de bahçede marul kalmadığından dut yapraklarını koparıp taze soğanla birlikte size salata yaptım.” deyince ikisi de uzun süre gülüştüler. Molla Osman’ın Bulgar Yüzbaşı ile İddialaşması Molla Osman ebe eşi Şadiye Hanım’la birlikte, bireylerinin salt çoğunluğu Bulgar olan; elli haneli Kütüklü Köyü’nde oturuyordu. Bulgarlar Osman’ı gayet iyi tanıdıkları için ondan çekiniyor, bundan dolayı da onun sözünü dinliyorlardı. Osman sürekli olarak, dört adamı ile birlikte dolaşıyordu. Adamlarının ve kendinin üzerinde sürekli silah, el bombası bulunuyordu. Sıçanlık Köyü’nde bir gün Bulgar çiftçinin katırları çalındı. Katırları çalınan çiftçi, Molla Osman’ın adamlarından olan bir kişiden kuşkulanıyordu. O nedenle Ortaköy’e giderek, Bulgar Jandarma yüzbaşısına şikayette bulundu. Bunun üzerine yüzbaşı da seyisini yanına alarak, Bulgar köylüsü ile birlikte Kütüklü’ye Molla Osman’ın evine gitti. Osman adamlarıyla birlikte evinin önündeki dut ağacının gölgesinde dinleniyordu. Bulgar yüzbaşı yanlarına gelince Osman ve adamları “hoş geldin” diyerek, onu ayakta karşıladı. Osman yüzbaşıya oturmasını söyledi. Yüzbaşı oturduktan sonra Osman’a geliş nedenini şöyle anlattı. “Bu adamın Katırları çalınmış senin adamlarından birinin aldığını söylüyor. Bana yardımcı ol da çalanı bulup, katırlarını sahibine teslim edelim” dedi. Osman sinirli bir tavırla. “Benim adamlarım kesinlikle böyle bir şey yapmaz. Bunda yanlışlık var” diyerek suçlamayı reddetti. Bulgar yüzbaşı Osman’ın tepkisine sinirlenerek, tabancasını çekti. Bunu gören Osman, üzerindeki el bombasını ani bir hareketle, sağ eline aldıktan sonra; sol elinin baş ve işaret parmağıyla da piminden tutarak bombayı sert bir tavırla yüzbaşıya doğru uzattı. “Elindeki tabancayı yere at, yoksa bombanın pimini çekerim. İşte o zaman hepimiz birlikte ölürüz.” Osman’ı çok iyi tanıyan yüzbaşı onun bu kararlı tavrından ürkerek, tabancasını yere attı. Yanlarındakiler hayret ve korku dolu gözlerle Osman’ı izliyorlardı. Osman adamlarına dönerek şöyle seslendi: “Bu köpekleri ahıra atın, başına da bir nöbetçi dikin, benim haberim olmadan dışarı salmayın.” Bunun üzerine Osman’ın adamları yüzbaşıyı, seyisini ve onların yanındaki Bulgar köylüsünü ahıra kapattıktan sonra başına bir nöbetçi diktiler. Osman akşam olunca adamlarını yanma çağırdı. “Arkadaşlar bu olayı Ortaköy’deki jandarma yetkilileri duymuş olabilir. Bu nedenle yüzbaşı ve adamlarını kurtarmak için üzerimize baskın düzenle-


Makale ve Analizler - 2017

99

yebilirler. Onun için ahırın önündeki nöbetçi uyanık olup çevreyi sürekli gözetlesin. Ters bir durum olursa bana bildirsin.” diyerek adamlarını uyardı. Ayrıca bir nöbet çizelgesi hazırlayarak, çizelgesi nöbetçiye verdi. Sonra da evine girip dinlenmeye çekildi. Diğer bir çete elemanları da akşam yemeğini yedikten sonra, silahlarıyla birlikte evin samanlığına giderek, orada dinlenmeye çekildiler. Osman, tutsakları kontrol etmek amacıyla nöbet çizelgesine kendisini uyandırmalarını istediği saatleri içeren bir not düşmüştü. Nöbetçiler de emrine uyarak, onu belirttiği saatlerde oda kapısını tıklatarak uyandırdı. O da kalkıp giyindikten sonra tutsakları ve çevreyi kontrol etti. Bu işlemin ardından yine dinlenmeye çekildi. Bu kontrolü gece boyunca birkaç kez yineledi. Sabaha kadar aksi bir durum olmadı. Sabah olunca Bulgar yüzbaşı nöbetçiye: “Osman Efendi ile görüşmek” istediğini söyledi. Nöbetçi: evin önündeki dut ağacının altında adamlarıyla kahvaltı eden Osman Efendi’nin yanına giderek, yüzbaşının isteğini ona bildirdi. Osman Efendi nöbetçiye. “Biraz sonra onun yanına geçeceğim orada konuşuruz.” dedi. Kahvaltısını edince de doğruca ahıra gitti. Nöbetçi ahırın kapısını açtığında, Bulgar yüzbaşı, seyisi ve Bulgar köylü bir köşede öylece duruyorlardı. Osman onlara yanına gelmelerini söyledi. Üçü de uykusuz ve bitkin bir durumda idi. Yüzbaşı Osman’a seslenerek: “Bak Osman Efendi, ben cahillik ettim, senden özür diliyorum. Bizi bırak da gidelim. Sana söz veriyorum, bu olayı unutup hiç olmamış gibi davranacağım. Aksi halde benim buraya geldiğimi bilen Ortaköy jandarmaları üzerinize gelirler, bir çatışmaya neden olursunuz, ölümler olur. Takdir edersen sizin için de iyi olmaz” deyince ona hak veren Osman adamlarına: “Yüzbaşıya, seyisini, atlarını, silahlarını vererek, Bulgar köylüsü ile birlikte serbest bırakın” dedi. Adamları da onun emrini yerine getirdiler. Bir belanın daha böylece savuşturulmuş olması Osman’ı memnun etmişti. İstiklal Savaşı dönemi Bulgaristan’ın, Yunanistan’la arasında sınır sorunu olduğundan, Bulgar yetkilileri: çetelerin Yunanistan’a girerek, orada operasyon yapıp tekrar Bulgaristan’a dönmelerine göz yumuyor, hatta onları destekliyorlardı. Çeteciler elde ettikleri ganimetleri; para, silah, mühimmat, koyun ve keçi sürülerini, konuşlanmış oldukları Balcıbük Köyü’ndeki Göçen Çavuş’un evine getirirlerdi. Bu ev iki katlı ve çok odalı olduğundan bir kışlayı andırıyordu. Bu evin önünde her gün beş, altı davar kesilip, kazanlarda pişirilerek hazırlanan yemekler çetecilere dağıtılırdı. Arta kalan yemekler de köylülere verilirdi.


100

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Balcıbük Köyü Arazisinda Ördek ve Keklik Avı Molla Osman, karlı bir kış gününde, arkadaşı Kemaneci Hüseyin’le birlikte, Balcıbük Köyü arazisinde, Kocadere ve çevresinde avlanıyordu. Osman’la Hüseyin onar adet keklik ve ördek vurmuşlardı. Bir ara Osman silahlı dört kişinin yanlarına doğru geldiğini fark etti. Dürbünüyle dikkatlice bakınca gelenlerin, Bulgar komitacı arkadaşı Kaptan Stoyko ve adamları olduğunu gördü. Stoyko, Osman’ı, Osman da onu çok iyi tanıyordu. Çünkü ikisi de Çete komutanı olduğundan Yunan kuvvetlerine karşı birlikte çete savaşı vermişlerdi. Stoyko adamları ile bu yöreden geçerken silah seslerini duymuş olduğundan; merak etmiş, bu nedenle onların bulunduğu yere gelmişti. İyice yaklaştıklarında Hüseyin endişelenmeye başladı. Osman, Hüseyin’i sakinleştirmek için: “Merak edilecek bir şey yok, ben onları tanıyorum.” diyerek Hüseyin’i rahatlattı. Yanlarına iyice yaklaşan Stoyko: “Bire Osman burada ne yapıyorsun” deyince, Osman da: “Avlanıyoruz be Stoyko” diyerek, yanıt verdi. Stoyko onları selamladıktan sonra ellerini sıktı. Sonra da tütün tabakasını çıkararak, önce Osman’la, Hüseyin’e, sonra da kendine birer sigara sardı. Stoyko sigaraları onlara uzatırken, Osman çakmağını hazır etmiş sigaralarını yakıyordu. Sigaralarını keyifli, keyifli tüttürürlerken bir yandan da sohbet ediyorlardı. Kemaneci Hüseyin’in esprili ve hoş sohbeti Stoyko’nun hoşuna gitmişti. Bir ara Stoyko Osman’a: “Bre Osman çok hoş arkadaşın varmış” diyerek takıldı. Osman da; “Doğru çok hoştur” diyerek yanıt verdi. Stoyko, Hüseyin’e: “Bizi gördüğünü kimseye söyleme” diyerek, ona cep saatini hediye etti. Stoyko genellikle Bulgar zenginlerini soyar, Türklere pek dokunmazdı. Çünkü o da diğer Bulgarlar gibi Osman’dan çekindiğinden buna cesaret edemezdi. Epey sohbet etmişlerdi ki Stoyko: “Biz artık gidelim” diyerek, Osman ve Hüseyin’in ellerini sıktıktan sonra: “Haydi hoşça kalın” diyerek, adamlarıyla birlikte Bulgar Köyü Soğanlık’a doğru hareket etti. Osman’la Hüseyin’de avlarıyla birlikte Balcıbük Köyü’ne döndüler. Molla Osman ve Çete Elemanlarının Giyim ve Kuşamı Molla Osman’ın üzerinde genellikle gömlek bulunur, onun üzerine; cebine köstekli saatini koyduğu yelek, yeleğin üzerine de siyah veya zeytuni renkli bir


Makale ve Analizler - 2017

101

ceket giyinir, alt tarafına körüklü pantolon giyinirdi. Beline al renkli bir kuşak sardığı olurdu. Ayaklarına: Topukları mahmuzlu uzun konçlu, kahverengi çizme giyinirdi. Fişekliğini beline takar, mavzerini de sağ omzuna asılı olarak taşındı. Boynuna astığı dürbününü göğsünün üzerinde bulundurur. Başına Kuva-yı Milliye’nin simgesi olan siyah renkli bir kalpak giyinirdi. Bir de çok sevdiği ve ona gözü gibi baktığı, oldukça gösterişli doru bir atı vardı. Atının üzerinde kahverengi iki gözlü deri heybe ve onun üzerinde aynı renkte deri eğer bulunurdu. Yine atının başında dizginli başlığı takılı olurdu. Osman’ın çete elemanları da: Yine önce gömlek ve onun üzerine yelek, yeleğin üzerine de ceket giyinirlerdi. Ceketin alt tarafına potur giyinir, bellerine de yine al renkli kuşak bağlıyorlardı. Başlarına keçeden yapılmış külah giyinirlerdi. Ayaklarına çarık giyinir, çarıkların ipleriyle de bacaklarına sardıkları dolaklarını; çapraz bir şekilde dolayarak, dizlerine yakın bir yerden sıkıca bağlıyorlardı. Çete elemanlarının da her birinin atı olup, mavzerlerini ve fişekliklerini aynı şekilde taşıyorlardı. Bir operasyona atlarıyla gidecekleri zaman; genellikle tüfeklerini sırtta olmak üzere çapraz asıyorlardı. Olaylı Güreş Bulgaristan’ın Ortaköy İlçesi arazisinde bulunan Elmalı Yaylasında, her yıl güreşler düzenlenirdi. 1925 yılında yapılan güreşlere, yöredeki pehlivanlarla birlikte Tekirdağlı Hüseyin’de katılmıştı. Yapılan karşılaşmaların sonunda: Bulgar güreşçi Petku ile Hüseyin tüm rakiplerini yenerek finale kaldılar. İki pehlivan arasında yapılacak karşılaşma, aynı zamanda Tiirk veya Bulgar güreşinin üstünlüğünü belirleyecekti. Hüseyin, 23 yaşlarında olup yılan gibi kıvrak bir güreş biçimi vardı. Petku 25 yaşlarında, orta boylu Hüseyin’den kilolu idi. Ortaköy Belediyesi’nin güreşçisi olduğu için, Petku Belediye yetkililerince özel olarak, bakılıyor ve usta Bulgar pehlivanlar tarafından çalıştırılıyordu. Hüseyin’i de Türk pehlivanları çalıştırıyordu ama Petku’nun bakım ve beslenme olanakları daha çoktu. Petku’nun ayrıcalığının bilincinde olan Bulgar ileri gelenleri, onun galip geleceğine inanıyorlardı. Nihayet güreş başladı. Davul ve zurnalar güreş havası çalıyor... Pehlivanları ve izleyicileri coşturuyordu. Pehlivanlar henüz yeni kapışmıştı ki, başında kara kalkağı, elinde kamçısı olduğu halde Molla Osman’ın atıyla birlikte güreş yapılan yere geldiği görüldü. Tüm Türkler ve Bulgar ileri gelenleri ayağa kalkarak, Osman’ı karşıladılar. “Hoş geldin” dedikten sonra, ileri gelenlerin arasında ona yakışan bir yere oturmasını sağladılar.


102

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgarlar, Osman’ı sevmezlerdi. Ama ondan çekindikleri için saygı gösterirlerdi. Bu arada Hüseyin’le, Pctku’nun güreşi heyecanlı bir şekilde sürüyordu. Hüseyin, yılan gibi kıvrılarak, çevik ve atik hareketlerle becerisini gösteriyor... Bulgar güreşçinin, kendinden iri ve güçlü olduğunu bildiği için onu yorduktan sonra, bir oyunla yenmek isliyordu. Nitekim güreş uzadıkça Petku’da yorulma belirtileri görülmeye başladı. Hüseyin’i bir an önce yenmek istediğinden var gücüyle ona saldırıyordu. Bir ara iyice yorulan Petku, yenileceğini anladığından fırsatını bulunca, Hüseyin’in gırtlağına sarılarak onu boğmaya çalıştı. Bu durumu gören Osman, çok sinirlendi. Birden ayağa kalkıp sert bir şekilde kamçısını önündeki masaya vurduktan sonra, hakem heyetine dönerek, “Böyle güreş olmaz ki” diye bağırdı. Zaten hakemler de Hüseyin’le, Petku’yu ayırmışlardı. Osman, güreşçilerin yanına giderek, sert bir şekilde Petku’ya baktıktan sonra “Niçin gırtlağını sıkıyorsun? Böyle güreş olur mu? Kardeş, kardeş güreş tutsanıza, buraya güreşe mi geldiniz? Yoksa kavgaya mı?” diyerek Petku’yu uyardı. Olay nedeniyle susmuş olan davullar ve zurnalar, güreşin yeniden başlamasıyla birlikte çalmaya başladılar. Hüseyin, yine oyunlarıyla Petku’yu iyice bunaltmaya başladı. İki pehlivan da bir birine galip gelemiyordu. Bir ara iyice sinirlenen Petku, fırsatını bulunca yine Hüseyin’in gırtlağına sarıldı. Hüseyin de boş durmuyor... tekme ve yumruklarla ondan kurtulmaya çalışıyordu. Yine hakemler araya girerek onları ayırdı. İzleyiciler arasında Hüseyin’in kardeşi Hasan pehlivan da bulunuyordu. O da Hüseyin gibi çevik biriydi... kardeşinin gırtlağını sıkan Petku’ya çok sinirlenen Hasan, ileri atılarak, hakem heyetine; “Bu gavurla ben güreşeceğim” dedi. Hakem heyeti de kabul edince, güreş başladı. Hasan da, Hüseyin gibi iyi güreşiyordu. Ama bir süre sonra Petku onun da gırtlağına sarıldı. Hasan da kardeşi gibi tepki göstererek, tekme ve yumrukla Petku’dan kurtulmaya çalışıyordu. Hakemler araya girerek onları ayırdı. Molla Osman bu duruma çok sinirlenmişti. Hızla yerinden kalkarak, Petku’nun yanına gittikten sonra, ona; “Sen nasıl güreşçisin? Kendine güvenin yoksa niçin meydana çıktın?” diyerek onu azarladı. Ayrıca Bulgar ileri gelenlerine dönerek, onlara: “Ne biçim pehlivan yetiştirmişsiniz.” diyerek, atına binip güreş yerini terk etti. O gittikten sonra pehlivanlar güreşmeyince güreşleri izleyenler de Elmalı Yaylası’ndan ayrılarak köylerine gittiler. Molla Osman’ın Bulgaristan’dan Anavatan Türkiye’ye Kaçışı Osman’ın babası Molla Salih ve ailesi 1924 yılı Silivri İlçesi’ne bağlı olan Ortaköy’e (Sürgün) gelerek buraya yerleşti. Osman ve eşi Şadiye Hanım, çocuklarıyla birlikte Güney Bulgaristan’da olup, Kütüklü Köyü’nde yaşıyorlardı.


Makale ve Analizler - 2017

103

Ancak Birinci Dünya Harbi ve Kurtuluş Savaşı sona ermiş; Yunanistan, Bulgaristan ve Türkiye arasındaki sınırlar antlaşmalar gereği belirlenmişti. Bu nedenle Bulgaristan ve Türkiye’nin aralarında işbirliği yapmalarını gerektiren nedenlerde ortadan kalkmıştı. Bundan önceki olaylarda Osman’ın çetecilik deneyiminden ve cesaretinden yararlanmak için onunla işbirliği yapan Bulgarlar; onu ilk fırsatta yakalayarak, öldürmeyi düşünüyorlardı. Çünkü o adamlarıyla birlikte birçok öldürme olayına karışmış bir Türk çetecisiydi. Bulgarların niyetini anlayan Osman, ilk fırsatta ailesiyle anavatana kaçmayı tasarlıyordu. Onun için 1925 yılı anavatana kaçmaya karar verdi. Bu nedenle bir gün önceden güvendiği bir arkadaşının el katmasıyla eşinin ve çocuklarının pasaportlarını hazırlattıktan sonra bir adamını, eşi ve çocuklarını Mustafa Paşa Tren İstasyonu’na getirmesi için, Kütüklü’ye gönderdi. Çocuklarının trene bineceği gün çeteci Bulgar arkadaşları Osman’ı, istasyona yakın olan içkili bir lokantaya yemeğe davet ettiler. Osman da kaçışının anlaşılmaması için bu daveti kabul ederek, yemek için lokantaya gitti. Yemekli içki alemi sürerken Osman’ı çok seven ve onunla aynı masada oturan. Nalbant Tanaş adındaki Bulgar dostu bir ara onun yanına gelerek, kulağına şunları söyledi: “Osman bunların niyeti kötü, yedirip, içirdikten sonra seni öldürecekler, haberin olsun” diyerek, Osman’ı uyardı. Bulgar dostunun uyarısına içinden teşekkür eden Osman, vakit geçirmeden usunda bir plan oluşturdu. Bu nedenle meyhaneciye: “İki tane binlik rakı getir bunlar da benden” dedi. Osman, Bulgarlara fark ettirmeden az içmeye gayret ediyordu. Bu ara da Bulgarlar iyice sarhoş olmuşlardı. Bunu fırsat bilen Osman: “Trenin gelişi yaklaştı, Müsaade ederseniz çocukları Türkiye’ye yolcu edeceğim, sonra yine buradayım.” dedi. Onları inandırmak için de ceketini ve yeleğini çıkarıp duvardaki askılığa astı. Bulgarlar ona inandıklarından tamam dediler. Osman giderken yanına bir şişe de rakı alarak, doğruca istasyonda onu bekleyen çocuklarının yanına gitti. Tren de zaten yeni gelmişti. Osman çocuklarını kucağına alarak, Şadiye Hanım’la birlikte trene bindi. Şadiye Hanım kocasının trenden ineceğini sanıyordu. Ama o inmek niyetinde değildi. Tren hareket edince: “Sen inmiyor musun? Bey” diyerek, Osman’ı uyardı. “Hanım ses çıkarma, ben de sizinle geliyorum.” deyince Şadiye Hanım: “Ama senin pasaportun da yok” Osman: “Olsun önemli değil” diye yanıt verdi. Osman, usunda yine bir plan hazırlamıştı.


104

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“Bak Hanım biletçi geldiğinde, rakı ikram ederek, ben onu lafa tutacağım. Eğer kabul etmez de pasaportumu görmek isterse: onu paçasından tuttuğum gibi trenden aşağıya atacağım. Gücüm yetmezse sen de bana yardım edersin.” Dedi. Şadiye Hanım da: “Tamam bey öyle olsun” diye yanıt verdi... Zaten tren hareket etmiş olduğundan istasyondan epeyce uzaklaşmıştı. Biletçi onların yanına geldiğinde, Osman Bulgarca: “O çorbacı hoş geldin be” diyerek biletçiye sarıldıktan sonra ona bir bardak rakı ikram etti. Adam da içkiye düşkün biri olacak ki bu ikramı sevinerek, kabul etti. Bunun ardından Osman biletçiye bir bardak daha rakı ikram etti. Biletçi onu da zevkle gövdeye indirdi. İçkili sohbetle birlikte aralarında güzel bir dostluk oluştu. Biletçi ne Osman, ne de eşine pasaport sormadı. Osman biletçiye: “Bre çorbacı ben bunu tek başıma içemem, sen dolaş yine buraya gel bunu birlikte içelim.” Dedi. Biletçi Osman’ın bu önerisinden çok memnun olmuştu. Bu nedenle dostlukları yol boyunca sürdü. Tren epey yol aldıktan sonra Edirne, Karaağaç istasyonuna gelmişti. Burası anavatandı, artık endişelenmelerine gerek yoktu. Osman çocuklarıyla birlikte trenden indi. Anavatana kavuştuğu için çok mutlu ve heyecanlı idi. Yere diz çöktükten sonra: “Allah’ım sana şükürler olsun, bana bu günleri de gösterdin” diyerek, eğilip vatan toprağını öptü. Gelini ve torunlarının Türkiye’ye geleceğinden haberi olduğundan; onları istasyonda bekleyen Molla Salih karşıladı. Bulgaristan’dan yalnızca gelini ve torunlarının geleceğini sanan Salih Efendi; Oğlu Osman’ı da onlarla birlikte görünce çok sevindi. Birbirlerine sarılarak, sevinç gözyaşları içinde kavuşmanın zevkini yaşayarak, hasret giderdiler. Sonra da hep birlikte kara yoluyla Silivri’ye oradan da bir at arabasıyla Ortaköy’e (Sürgün) gelerek, evlerine yerleştiler. Yunanistan ve Türkiye arasında 1924 yılı yapılan mübadele antlaşması gereği; Türkiye’nin birçok yerinde bulunan Rum köylerindeki Rumlar Yunanistan’a göç etti. Aynı dönemde Yunanistan’dan, Türkiye’ye göç eden Türkler, yetkililerce boşalan Rum köylerine yerleştirildi. İşte aynı yıl Molla Osman’ın babası Molla Salih’de eşi ile birlikte Silivri İlçesi’ne bağlı Ortaköy’e (Sürgün) gelerek, şimdiki köy çeşmesinin güney tarafındaki bin metrekarelik bir arsa üzerinde bulunan boş bir Rum evine yerleşti. Daha sonra eşine ve kendisine iskan arazisi verildi. Molla Salih sonraki yıllarda Ortaköy arazisinin Elbasar mıntıkasından tarla alarak, bu araziyi bağlık yaptı.


Makale ve Analizler - 2017

105

Molla Osman’da 1925 yılı eşi ve çocuklarıyla birlikte Türkiye’ye gelerek, baba evine yerleşti. Devlet tarafından ona ve eşine de iskan arazisi verildi. Çetecilik yaptığı dönemde Osman, birçok düşman edinmişti. Bu nedenle tabancasını sürekli yanında taşıdığından hiç boş gezmezdi. Onun için Sürgün Köyü’nde kabadayılık yapmak isteyen kişilere karşı hemen cephe almıştı. Ortaköy’ün bir kilometre güneybatısında çiftçilik yapan Arnavut bir aile vardı. Bunlar: Sarı Hamdi, Kadir Çavuş ve kardeşleri, mübadele dönemi bu yöreye gelerek, Ortaköy’ün, Silivri tarafında bulunan Fethi Bey’in çiftlik arazisinden: 150 dönüm kadar toprak aldılar. Bu arazinin bir bölümünü bahçe yapıp, buraya evlerini, hayvanları için ağır ve samanlık inşa ederek, burada çiftçilik yapmaya başladılar. Bu kişiler genellikle zorbalığı yeğleyip, kabadayılık yapıyorlardı. Bu ailenin Kavaklı Köyü’ne yakın olan arazilerinin kuzeyine düşen Mandıralar mıntıkasında, Ortaköylülerin koyun ağılları ve tarlaları vardı. Mandıralar Mıntıkası ile Ortaköy Arazisi’ni boydan boya bölen Millet Bahçe Deresi’nden köylüler sulama işlerinde yararlanıyorlardı. Ortaköy’lüler, bu derenin karşı tarafında bulunan ağıllarına ve tarlalarına çalışmaya giderken; eğer araba ile gidilecekse zorunlu olarak, bu derenin üzerindeki tek geçit yeri olan, Silivri Köprüsü’nden geçtikten sonra işte bu Arnavut ailenin arazisinden geçen yoldan gitmek zorundaydılar. Bunu fırsat bilen Sarı Hamdi ve kardeşi Kadir Çavuş, arazilerinden geçen köylülerin her birinden haraç olarak, yılda bir teneke ekin alıyorlardı. Bu ekini vermeyenleri arazilerinden geçirmezlerdi. Molla Osman bu aileye karşı durdu. Onlara haraç vermediği gibi diğer köylülerden de haraç almalarını önledi. Osman, Ortaköylülerden zorla haraç alan bu Arnavut ailenin çıkar tekerine çomak sokmuştu. Bu yüzden Sarı Hamdi, Kadir Çavuş ve kardeşleri Osman’ı düşman olarak görüyorlar, onu ilk fırsatta öldürmek istiyorlardı. Bir gün Osman Efendi, Topal Ramazan’ın Kahvesi’nde otururken, aynı kahveye Sarı Hamdi ve kardeşleri de geldi. Hamdi, sarı saçlı, sarı bıyıklı, atletik yapılı ve sinirli bir adamdı. Deyim yerindeyse: tam da sarıcı arıya benziyordu. Kahveye girerlerken Hamdi, Osman’a sinirli bir tavırla sert, sert bakıyordu. Kardeşleriyle birlikte kahvenin bir köşesine oturdu. Oturur, oturmaz da Hamdi’nin kardeşleri, Osman’ı kışkırtmak ve kavga çıkarmak amacıyla ona dolaylı yoldan söz atmaya başladılar. Osman onlara bulaşmamaya özen gösteriyordu. Tam o sıra da gözü kahvenin önünden geçen on iki yaşındaki komşu çocuğu Kodak Akif’e takıldı. Kahvenin kapısına kadar gittikten sonra: “Akif bize kadar git de yengen benim kürk yakalı gocuğumu versin” dedi. Osman tabancasını genellikle gocuğunun iç tarafına diktirdiği cebinde taşıyordu.


106

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Akif durumu anladığından koşarak, Osman’ın evine gittikten sonra; kısa sürede kürk yakalı gocuğu kahveye getirip Osman’a teslim etti. Gocuğu alan Osman cebini yokladıktan sonra onu sırtına giydi. Tabancası da yanında olduğundan artık kendini daha güvenli hissediyordu. Şimdi daha rahattı, ama Hamdi’nin kardeşleri aralıklarla ona söz atmayı sürdürüyorlardı. Osman, birden yerinden kalkarak, Sarı Hamdi’nin yanına gitti. Bunu gören Hamdi’nin kardeşleri ayağa kalkarak, silahlarına el attılar. Hamdi onlara sakin olmalarını söyleyince yerlerine oturdular. Osman Hamdi’yi: “Bak Hamdi kardeşlerine hakim ol, onları alıp buradan git, bana saldıracak olurlarsa ilk hedefim sensin. Önce seni vururum” diyerek uyardı. Hamdi de Osman’ın kararlılığını anlamış olacak ki: kardeşlerini yanına alarak, kahveyi terk etti. Bu Arnavut ailenin Osman’la sürtüşmeleri 1930 yılı Osman’ın, Ortaköy’e muhtar olmasıyla daha da arttı. Ancak Osman’ın gözükara biri oluşu, verdiği kararlardan hiç dönmemesi; onları korkutuyor, bu nedenle ona saldırmaya cesaret edemiyorlardı. Bir gün Ortaköy’de yapılan köy düğününe köyün muhtarı olduğundan özel olarak, davet edilmişti. Osman o gün düğün evine giderek, düğün sahibinin elini sıktıktan “Mürüvetin mübarek olsun” deyip hediyesini verdi. Düğün sahibi de kendisine teşekkür etlikten sonra onu köyün ileri gelenleri için ayırdığı sofraya oturttu. Aynı sofrada köy yönetiminde görev alan azalar da vardı. Düğün sahibi Osman’la özel olarak, ilgileniyordu. Azalar her zaman olduğu gibi ona saygılı davranıyorlardı. Önce düğün çorbası içildi, sonra sofraya getirilen diğer yemekler: Yahni, ciğer aşı, salata, turşu ve sofranın tam ortasına koca bir sahan da kavurma konmuştu. Yemekler afiyetle yenirken, rakılar da içiliyordu, Osman sarhoş olmuştu. Ama dinç ve kuvvetli olduğundan rahatlıkla ayakta durabiliyordu. Bunu fırsat bilen San Hamdi ve Kardeşleri; düğünde bulunan Arnavut gençleri kışkırtarak, düğünden ayrılıp, kendi evine gitmekte olanı Molla Osman’ın üzerine saldılar. Arnavut gençler Osman’ı çember içine aldıktan sonra hakaret ve küfürler ederek, onu kavgaya zorladılar. Niyetlerini anladığından düğünün neşesi bozulmasın diye Osman, onlara karşılık vermiyordu. Arka tarafında bulunan Arnavut gençlerden biri, Osman’ın ensesine sert bir yumruk indirdi. Bu darbeden sonra Osman, sarhoşluğun da etkisiyle sendeleyerek, yere düştü. Bu fırsatı kaçırmak istemeyen Arnavut gençler; Osman’a tekme, tokat giriştiler. Buna çok sinirlenen Osman, ani bir hareketle ayağa kalkıp kuşağının altında bulunan belindeki bıçağı çekerek, var gücüyle gençlere saldırdı. Elindeki bıçağı bir kaçına saplayınca; bıçağı yiyenler:


Makale ve Analizler - 2017

107

“Yandım anam” diye bağırarak, kaçmaya başladılar. Saldırganlar ve olay yerinde bulunan insanlar çil yavrusu gibi dağılmışlardı. Osman çok sinirlenmiş olduğundan bağırıyor, Sarı Hamdi ve kardeşlerine küfürler ediyordu. Olay o kadar ani gelişmişti ki azalar ve köyün ileri gelenlerinin araya girmesine meydan kalmamıştı. Aza arkadaşları Osman’ın koluna girerek, sinirlerini yatıştırmak için: Onu Topal Ramazan’ın kahvesine kahve içmeye götürdüler. Osman kahvede, kahvesini yudumlarken düğünün neşesinin bozulmasına neden olduğu için üzülüyordu. Bulgaristan’dan Ortaköy’e Gelen Bulgarların Molla Osman’ı Öldürme Girişimleri Havalar ısınmaya başlamıştı. 1929 yılı, çünkü Nisan ayı gelmişti artık. Şimdi baharı yaşıyordu Ortaköy. Çiçekler açmıştı evlerin bahçelerinde, kırda ve tüm ağaçlarda. Otlar göğermişti merada ve köyün çayırlarında. Yaprakları bile uç vermişti bazı ağaçların... Kuşların cıvıltıları geliyordu her yandan, artık her gün köy merasında davarlarını yayabiliyordu çobanlar. Ta uzaklardan duyuluyordu koyunların, kuzuların seslerine karışan kaval sesleri. Yani doğa tüm güzelliklerini sunmaktaydı insanlarına. Fakat bu güzelliklerin içinde sıkıntı yumağını andırıyordu bir adamın yüreği. Sabah kahvaltını etmiş, evimin bahçesinde bir ileri, bir geri geziniyordu Osman. Umurunda bile değildi mis gibi çiçek kokulan ve doğanın şahane güzelliği. Hava güzeldi ama yine de ihmal etmemişti gocuğunu giymeyi ve yine cebindeydi her zaman olduğu gibi onlar; tabancası birde el bombasını eksik etmezdi yanından. Yerinde duramıyordu sıkıntıdan, birden evinin bahçe kapısını açarak kendini sokağa attı. Hızlı hızlı yürüyerek, doğruca Topal Ramazan’ın kahvesine gitti. Selam verdi herkese girince kahveden içeriye. Şöyle bir bakındıktan sonra kimsenin oturmadığı masayı tercih etti. Bir sandalye çekerek oturdu. Çay getirmesini söyledi kahveciye, sessizce duruyordu oturduğu yerde. Çünkü bir kimseyle konuşmasını engelliyordu yüreğindeki sıkıntı. Çayını getiren kahveci: “Buyur Osman Ağabey” diyerek, çayı masanın üzerine bıraktıktan sonra diğer müşterilerine çay servisi yapmak için çay ocağına gitti. Henüz çayını bitirmemişti ki Osman, içeriye üçünü hiç tanımadığı dört kişi girdi kahvenin kapısından. Ama onlardan birini tanıyordu Osman, çünkü o 1918 yılı Güney Bulgaristan’da pusuda öldürdüğü Bulgar eşkıyalardan birinin kardeşi Nudelku idi. Kendi kendine: “İçimdeki sıkıntının nedeni bu imiş demek ki” diyerek söylendi. Birden gocuğunun iç cebindeki el bombasını aldı, ani bir hareketle, sağı eliyle sertçe Bulgarlara doğru uzattı. Onlara Bulgarca seslenerek,


108

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“Bana bakın beni öldürmeye geldiğinizi biliyorum. Şu bombayı görüyor musunuz? Sıkıysa ateş edin, ben de bunun pimini çekerim. Sonra hepimiz ölürüz.” diyerek onlara gözdağı verdi. Herkes hayret dolu bakışlarla, bir Osman’a, bir de bombaya bakıyordu. Kahvenin içindeki insanların çoğu dışarı kaçmıştı. Silahlarını bile çekmeye fırsat bulamayan Bulgarlar da; hayret dolu gözlerle bakıyorlardı Osman’a. Onun kararlı olduğunu anlayan Bulgarlar süratle kahveyi terk ederek, arkalarına bile bakmadan en kısa sürede ayrıldılar Ortaköy’den. Ortaköy’de (Sürgün) Düğün Evine Silahlı Baskın Diğer yıllarda olduğu gibi 1929 yılı da bolluk ayı olarak kabul gören Ağustos; örfsel ve kültürel anlamda da Rumelili Bektaşilerce büyük bir ilgi görüyordu. Bu ilgi Ortaköylü Bektaşiler için de geçerliydi. Evlenmeler, kız kaçırmalar, düğünler genellikle bu ayda daha çok olurdu. O yıl Ortaköy’de muhtarlık görevini Bektaş Ağa yürütüyordu. Bektaş Ağa 1924 yılı Güney Bulgaristan’ın, Ortaköy İlçesi’ne bağlı olan; Kızılçalı Köyü’nden, Sürgün’e göç etmiştir. Aynı köyden onlarla birlikte göç eden komşuları: Kurt Mustafa Ağa, oğlu Veli ve kardeşi Hüseyin, Mestan Ağa ve ailesi de gelerek, Sürgüne yerleştiler. Mestan Ağa’nın onbeş yaşlarında enine, boyuna alımlı, yüzce de güzel olan; Ayşe adında bir kızı vardı. Aynı köyde oturan Cemal adındaki Arnavut bir genç, daha ilk görüşünde Ayşe’ye vurulmuştu. Sürekli Ayşe’yi görmek istiyor, bazı karşılaşmalarda ona söz atıyordu. Ayşe, Cemal’den çekiniyor ve ona yüz vermiyordu. O komşularının oğlu Veli’yi seviyordu. Veli de onu istiyordu. Bu yüzden fırsat buldukça buluşurlardı. Bir gün Arnavut Cemal, at arabasıyla, Ağıllar Bölgesi’ndeki tarlasına çalışmaya giden Mestan Ağa’nın yolunu keserek, arabasını durdurdu. Mestan Ağa sinirli bir tavırla: “Ne oluyoruz delikanlı, çekil arabamın önünden de yoluma gideyim” diyerek Cemal’i uyardı. Cemal atların başlıklarından tutmuş onu bırakmaya niyeti yoktu. “Bak Mestan Ağa, kızın Ayşe’yi seviyorum ve onu eşim olarak görmek istiyorum. Babamlar kızını istemeye gelecekler, evet de yoksa sizin için iyi olmaz, ben bu yolda ölümü bile göze aldım. Beni kabul etmezseniz sizi burada barındırmam” diyerek Mestan Ağa’ya gözdağı verdi. Mestan Ağa, Arnavut Cemal’i ve onun arkadaşları olan Arnavut Sarı Hamdi ve kardeşlerini çok iyi tanıyordu. Gerçekten bu kişilerden her şey beklenirdi. Nitekim Ağustos ayının bir günü Arnavut Cemal’in babası, Mestan Ağa’ya aracı göndererek, kızı Ayşe’yi istemek için akşama evlerine geleceklerini bildirdi. Akşam olunca da Cemal, annesi ve babası ile birlikle Mestan Ağa’nın evine gittiler. O dönemde kız ba-


Makale ve Analizler - 2017

109

bası ne derse o olur, kız da zorunlu olarak, babasının kararına uyardı. Mestan Ağa ve eşi konuklarını kapıda karşıladıktan sonra onları içeriye aldılar. Hoşbeşten sonra, evin kızı Ayşe, annesinin talimatı gereği; hazırlamış olduğu kahveleri getirerek, konuklara ikram etti. Cemal, Ayşe’yi hiç bu kadar yakından görmemişti. Ayşe, şimdi ona daha güzel geliyordu. Cemal, sürekli ona bakıyor, bakışlarını Ayşe’den alamıyordu. Ayşe ise onun ısrarlı bakışlarından rahatsız olmuştu. Bu nedenle konukların yanında, kısa bir süre kaldıktan sonra odasına çekildi. Kahvelerin içilmesi ve sohbetlerin ardından; sıra Ayşe’nin istenmesine gelmişti. Cemal’in babası: “Mestan Ağa biz hayırlı bir için gelmiş bulunuyoruz. Allah’ın emri ve Peygamberimizin kavliyle kızınız Ayşe’yi oğlumuz Cemal’e istiyoruz” dedi. Mestan Ağa da: “Kısmetse olur” diye yanıt verdi. Bu konuşmaların ardından kız tarafının istekleri uygun görülerek, bu istekler; Cemal’in babası tarafından not olarak yazıldı. Artık söz kesilmişti. Ertesi gün Veliyle buluşan Ayşe, durumu ona anlattı. Ayşe, Cemal’le evlendirilmesinin kaçınılmaz olduğunu, tek çarenin Veli’nin kendisi tarafından kaçırılması olduğunu ona söyledi. Bu konuda aralarında kısa süre de anlaştılar. Ertesi gün Mestan Ağa, ailesiyle birlikte, Mandıralar Yöresi’ne soğan çıkarmaya gideceklerdi. Tarladan dönüşlerinde Veli ve arkadaşı Bektaş Hüseyin yollarını keserek Ayşe’yi kaçırabilirlerdi. Bu plan Veli’nin aklına yatmıştı. Ertesi gün Veli, sabahleyin erkenden, can arkadaşı Bektaş Hüseyin’lere gitti. Hüseyin, henüz yeni kalkmıştı. Veli, Hüseyin’i bir kenara çekerek, durumu ona anlattı. Hüseyin de Ayşe ile Veli’nin birbirini sevdiğini bildiğinden; Ayşe’nin Arnavut Cemal ile evlendirilmesine gönlü razı olmuyordu. Bu nedenle Veli’nin, Ayşe’yi kaçırma teklifine hiç düşünmeden evet diyerek Veli’ye şöyle bir öneride bulundu. “Akşam üstü atına atla bizim değirmene gel, ben de bizim atı alır bu işi hallederiz” dedi. Veli de Hüseyin’e: “Tamam can arkadaşım, öyle olsun” dedi. Akşamüzeri olunca da Veli atına atlayarak, doğruca Hüseyin’lerin değirmenine gitti. Zaten Hüseyin’de atını hazırlamış onu bekliyordu. Hemen yola çıkıp, Milletbahçe Deresi’ni atlarıyla geçerek, Mandıralar Yöresi’ne giden yolda bir süre gittikten sonra; yolun hemen sağında bulunan bir karaağacın yanında atlarından inerek, atlarını dizginlerinden olmak üzere ağacın dallarına bağladılar. Kendileri de ağacın gölgesinde oturarak, Mestan Ağa’yı beklemeye başladılar. İkisi de çok heyecanlıydı... ama bunun başka yolu yoktu.


110

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İki arkadaş zamanlamayı iyi ayarlamışlardı. Gelmelerinin üzerinden yarım saat geçmemişti ki uzaktan gelen bir araba tıkırtısının sesini duydular. Araba görünerek, onlara doğru iyice yaklaştıkça; bu at arabasının Mestan Ağalara ait olduğunu anladılar. At arabası iyice yanlarına yaklaşınca, Hüseyin arabanın önüne çıkarak, atların başlığından yakaladı. Daha önceden konuştukları gibi Veli’de süratle arabanın arkasında oturan Ayşe’nin yanına koşup, onu kucakladığı gibi ağacın altına götürerek, atının üzerine attı. Hüseyin, Mestan Ağa’ya: “Bak Mestan Ağa bunun böyle olmasını istemezdik ama mecbur kaldık. Ayşe, Veliyi seviyor, Veli’de Ayşe’yi. Kızını o pis Arnavut’a verip te eline ne geçecek, senin bu gençleri ayırmaya hakkın yok.” dedi. Sonra da atına bindi. Atlarını tırıs bir konumda koşturarak. Velinin evine doğru gittiler. Mestan Ağa ve eşi birbirine şaşkın, şaşkın bakıyorlardı. Öyle ki şaşkınlıktan sanki dilleri tutulmuştu. Bir ara Mestan Ağa: “Hanım: Belki de böyle olması daha iyi oldu. Çünkü Veli bizim insanımız, o bize daha yakın.” diyerek, suskunluğu bozdu. Yolda giderlerken Ayşe, Veliye sarılmış mutluluktan uçuyordu, önce Veli atından sonra da Ayşe’nin inmesine yardımcı oldu. Veli’nin babası Mustafa Ağa ve eşi durumu kavradıklarından Ayşe’yi acele içeri aldılar. Hüseyin zaman yitirmeden Mollara giderek, durumu Osman’a anlattı. Aralarında anlaştıktan sonra Hüseyin ve Osman Arnavutlardan gelecek herhangi bir saldırıya karşı; her ikisi de Veli’lerin evi çevresinde ve sokağında silahlı olarak dolaşmaya başladılar. Ayşe, o gece Veli’lerde kaldı. Mustafa Ağa ve eşi en kısa sürede düğün yapmaya karar verdiler. Bu nedenle Veli’nin babası sabah erkenden düğün için gereken çalgıcıları tutmaya gitti. Bir de okuyucu tutarak, tüm Ortaköylüleri akşama kınaya, yarın da düğüne gelmeleri için davette bulundu. Veli’nin, Ayşe’yi kaçırdığını tüm köylülerin öğrenmesiyle birlikte, bu olayı Ayşe’nin sözlüsü Arnavut Cemal de öğrenmişti. Bu nedenle Cemal çok kızmış Veli’ye ve Ayşe’ye küfürler ediyor, Veli’yi öldüreceğini söylüyordu. Nitekim kına akşamı Cemal ve yandaşları: Arnavut Sarı Hamdi, kardeşleri Veli’yi öldürmek ve Ayşe’yi de geri almak amacıyla düğün evine silahlı baskın verdiler. Cemal tabancasıyla sağa ve sola ateş ederek, Veli’nin dışarı çıkmasını istiyordu. Düğünde bulunan insanların çoğu sağa, sola dağılmışlardı. Veli dışarı çıkmak istediyse de o anda yanında bulunan Bektaş Hüseyin; “Sen dur bakalım, ben onları karşılarım” dedi. Elinde tabancası olduğu halde dışarı çıkan Hüseyin; birden tabancasını Cemal’e doğrultarak, birkaç el ateş etti. Mermilerden biri yan tarafından Cemal’in ağzına girerek, yanağını delip dışarı çıkmıştı. Cemal:


Makale ve Analizler - 2017

111

“Yandım anam” diyerek, acı, acı bağırdı. Ağzında bir kısım dişleri de kırılmış olacak ki ağzından oluk gibi kan akıyordu. Bunu gören Sarı Hamdi ve kardeşleri, Hüseyin’in yanındaki Molla Osman’ı da fark edince: Cemal’i yanlarına alarak, kısa sürede olay yerinden ayrıldılar. Ertesi gün Arnavut Cemal, Silivri’deki jandarmaya giderek şikayette bulundu. Bunun üzerine jandarmalar Bektaş Ağa’nın evine gelerek, Hüseyin’in kullandığı tabancayı aramaya başladı. Önce Hüseyin’den tabancayı istediler. Hüseyin: “Benim tabancam yok ben ateş etmedim. Elimde sivri uçlu sopa vardı Cemal’e onunla vurdum. Sopanın ucu Cemal’in yanağını delmiş olabilir.” dedi. Hüseyin’in samimi ifadesi az da olsa jandarmalara inandırıcı gelmişti. Ama jandarmalar, yine de söz konusu tabancayı evin içinde aramaya başladılar. Hatta Hüseyin de yatakları, kilimleri ve örtüleri kaldırarak, onlara yardımcı oldu. Arama anında gayet soğuk kanlı oluşu doğal olarak jandarmalara inandırıcı geldi. Buyurun dolaba da bakın diyerek, tabancasını arasına saklamış olduğu çamaşırları alarak, yere koydu. Sonra da diğerlerini dışarı çıkararak, boşalan dolabı gösterdi. Jandarmalar evin her yanını aramalarına karşın tabancayı bulamamışlardı. Bu yüzden elleri boş olarak, Silivri’ye döndüler. Jandarmaların, Hüseyin’in tabancasını bulamamaları ve Hüseyin’in gözaltına alınmaması; olayın mağduru Cemal’i Sarı Hamdi ve kardeşlerini iyice kızdırdı. Hüseyin ve Veli’den intikam almak istiyorlardı. Ama Molla Osman’dan çekindiklerinden buna cesaret edemiyorlardı. Bu nedenle onlardan dolaylı yolla intikam almaya karar verdiler. Olayın ardından bir hafta kadar bir süre geçmişti ki: Sabah erkenden kalkan Hüseyin, kahvaltısını ettikten sonra şarap mağazalarının ön tarafında bulunan kendilerine ait un değirmenini çalıştırmaya gitti. O gün köylülerin buğdaylarını öğütecekti. Ama ne kadar çok uğraştıysa değirmenin motorunu bir türlü çalıştıramadı. Tekrar tekrar denedi motor yine de çalışmadı. Hüseyin’in canı sıkıldığından değirmenden dışarı çıkarak çevresinde gezinmeye başladı. Bir ara gözü değirmenin çatısından yukarı doğru çıkan, egzoz borusunun ağzına sıkıştırılmış olan bir top ipliğe takıldı. Hemen çatıya çıkarak, yumağı egzoz borusunun ağzından çıkarıp aldı. Ama ipin ucu borunun içinden aşağıya doğru uzanıyordu. İpi yukarıya doğru çekince ipin ucunda bir ağırlık olduğunu fark etti. İki elini dc kullanarak, ipi yukarıya çekti. Ama ipin sonu gelince gözlerine inanamadı. İpe bağlı olan bir el bombası idi. Bu tuzağı, beni öldürmek için mutlaka Cemal veya yandaşı San Hamdi hazırlamıştır diye düşündü. Öyle ya onlardan başka düşmanı yoktu. Hüseyin, iyi tanımadığı bu nesneyi bir kazaya uğrayabilirim düşüncesiyle değirmenin bir kenarına bırakıp, üzerini de çevreden bulduğu otlarla örttükten sonra Muhtarlık binasına gitti. Doğruca muhtarın odasına girerek, “Merhaba Osman” deyip masa-


112

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

sında oturan Osman’ın karşısındaki sandalyeye oturdu. Yolda hızlı yürüdüğünden muhtarlık binasına da nefes nefese, telaşlı bir tavırla girmişti. Bunu fark eden Osman: “Hayrola Hüseyin nedir bu telaşın” deyince Hüseyin de değirmenin egzoz borusundan çıkardığı ip yumağa bağlı bombayı Osman’a anlattı. Hüseyin “Bu tuzağı mutlaka Cemal ile Sarı Hamdi hazırlamıştır” diye söylendi. Osman “Doğru söylüyorsun onlardan başkası olamaz” dedi. Muhtarlık binasından çıkarak, ikisi birlikte değirmenin önüne geldiler. Hüseyin el bombasının üzerindeki otları kaldırarak, ipe bağlı bombayı Osman’a gösterdi. Çete savaşlarında birçok kez el bombası kullandığından Osman bomba uzmanı sayılırdı. Bombayı eline alıp, sağına, soluna bakarak, bombayı inceledikten sonra; cebinden çakı bıçağını çıkararak bombaya bağlı olan ipi kesti. Sonra ikisi birden değirmenden yaklaşık 300 metre kadar ileriye açık araziye gittiler. Osman uygun bir yer bulunca yere yattı. Hüseyin’e de yanında bir yere yatmasını söyledi. Hüseyin, Osman’ın dediğini yaparken bir yandan da onu izliyordu. Sağ elinde bulunan bombanın emniyet pimini sol elinin işaret ve baş parmağı ile çekip, çıkaran Osman, bombayı olanca gücüyle ileriye fırlattı. İkisi de tam siper konumunda bombanın patlamasını beklemeye başlamışlardı ki bomba büyük bir gürültüyle patladı. Böylece bu beladan da kurtulmuşlardı. Ama Arnavut Cemal, Sarı Hamdi ve kardeşlerinin, Hüseyin’den intikam alma çabalarının süreceğini düşünen Osman, “Bak Hüseyin, ben yakın bir zamanda muhtarlıktan temelli ayrılıp, İstanbul’a gideceğim. Ben gidince yalnız kalacaksınız. Bu adamlar, benim yokluğumu fırsat bilerek, sana ve Veli’ye zarar vermekten çekinmezler. Siz en iyisi toparlanıp Firuzköy’e yakın bir yere yerleşin” diye öneride bulunduktan sonra Hüseyin’le vedalaşarak Muhtarlığa gitti. Hüseyin doğruca evine giderek, bomba olayını ve Osman’ın uyarısını babasına anlattı. Zaten olaylar nedeniyle huzursuz ve endişeli olan oğlunun başına bir iş gelmesini istemeyen Bektaş Ağa, aynı günün gecesi Mustafa Ağa ve on iki hane olan köydeşleriyle görüştükten sonra Ortaköy’den ayrılmağa karar verdiler. Gereken hazırlıklar yapıldıktan sonra eşyalarını öküz ve at arabalarına yükleyen bu insanlar, sabah erkenden konvoy halinde yola çıktılar. Sıkıntılı bir yolculuktan sonra İstanbul ili hudutları içinde, Firuzköy’e yakın bir yerde olan Saadet Dere Çiftliği’ne yerleştiler. Çiftliğin arazisini kiralayarak, çiftçilik yapmaya başladılar. Bu insanlar, daha sonra Firuzköy arazisinden toprak alarak, buraya yerleştiler. Harman Yerine Silahlı Baskın Kodak Hasan, Ortaköy sakinlerinden olup Kodak Ailesi’nin yirmi beş yaşlarında; ele avuca sığmaz, gözü kara, evlilik çağında olan bir oğluydu. Molla Osman’ın en güvendiği has adamlarından biriydi. İkisi akraba olduklarından Os-


Makale ve Analizler - 2017

113

man, Kodak Hasan’a “Yeğenim” diye hitap ederdi. Hasan, Osman’dan tabanca atış eğitimi almış ve yakın boğuşma, saldırı taktiklerini öğrenmişti. Bu nedenle Arnavut Sarı Hamdi, Kadir Çavuş ve kardeşlerinden çekinmediği gibi; arabası ile onların arazisinden geçmesine karşın bu Arnavut ailenin, arazisinden geçen köylülerden her yıl aldıkları bir teneke buğdayı da vermiyordu. Bundan dolayı Sarı Hamdi ve kardeşleri Hasan’ı düşman bellemişlerdi. Onu ilk fırsatta yalnız olarak, ele geçirip, hesap sormak istiyorlardı. Hasat işini bitiren Kodak Hasan ve babası, harman dönemi geldiğinden; yulaf ve buğday demetlerini arabalarıyla harman yerine taşıyarak, yığın oluşturmuşlardı. Ortaköy’de Patriyotlar, Gevgelliler, Sarı Şabanlılar ve Bektaşiler hep birlikte yaşamaktaydılar. Sarı Şabanlılar ve Gevgelliler Bektaşi olan Ortaköylülerden haz etmezlerdi. Onun için aileler arasında huzursuzluklar olduğu gibi; kavgalıklı olanların harman dönemi birbirlerinin harmanlarını yaktıklarından kundaklama olayları oluyordu. Bu nedenle aileler harmanlarını korumak için gece ve gündüz beklemek zorunda kalıyorlardı. Kodak Ailesi’nde harman bekleme sırasının Hasan’da olduğu bir gece; onun harmanda olduğunu öğrenen Arnavut Kadir Çavuş ve kardeşleri, Hasan’dan hesap sormak amacıyla Kodakların harmanına silahlı baskın verdiler. Onların harmana geldiklerini gören Hasan, hemen tabancasına el attı. Ama onlar üç kişi, o ise tek kişiydi. Onun için yığının üzerindeki yatağında hiç ses çıkarmadan öylece yatmayı sürdürdü. Kadir Çavuş: “Çık ortaya more Hasan senin harmanda olduğunu biliyoruz. Sen bizim tarladan geçersin, ama bize alacağımız olan bir teneke buğday vermez; bir de Osman’ın yanında bize kafa tutarsın ha... haydi çık ortaya da erkekliğini görelim” dedi. Hasan, birini vursa onlar üç kişi olduklarından onu öldüreceklerini bildiğinden; bir kurnazlık düşündü. Molla Osman’dan çok çekindiklerini bildiği için onlara şöyle seslendi. “Ben o kadar enayiyim, sizin geleceğinizi zaten biliyordum. Bu nedenle Osman ağabeyime harmana baskın vereceğinizi söyledim. O da harmana yakın bir yerde pusu kurdu. Sizin bana saldırmanızı bekliyor. Ses çıkarmadığıma bakmayın, hele bir saldırın da; Dünya’nın kaç bucak olduğunu göstersin size.” Hasan bu sözleri söylemişti ama ya yutmazlarsa diye endişeleniyor, yüreği korku ve heyecandan küb, küb atıyordu. Ama korktuğu olmadı. Kadir Çavuş ve kardeşleri onun bu bülöfünü yutmuşlardı. Onlar, Molla Osman’ı çok iyi tanıdıklarından, ondan çekmiyorlardı. Bu nedenle baskını yarıda keserek, gürültü etmeden olay yerinden uzaklaştılar. Onların epey uzaklaştığını gören Hasan:


114

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“Oh be...” diyerek, rahat bir nefes aldı. Ama yine de geriye dönüp saldırabilecekleri de hesaba katan Hasan... buğday yığınının üzerinden inerek, doğruca evine gitti. Eve varınca Hasan, babasını uyandırdıktan sonra durumu ona anlattı. Babası da Hasan’a; “Oğlum sen yat... ben gider harmanı beklerim...” dedi. Hasan, endişeden uzak, korkusuzca uyuyabileceği yatağına kavuşmuştu. Kendi evinde sabaha kadar rahat bir uyku çekti. Sabah olunca da doğruca Topal Ramazan’ın Kahvesi’ne gitti. Kahvede içeri girince Osman ağabeyine bakındı. Molla Osman, cam kenarına yakın olan bir masada oturuyordu. Hasan’ı görünce... “Gel yeğenim yanıma otur da sana bir çay söyleyeyim” dedi. Ona doğru giden Hasan... “Merhaba Osman Ağabey...” dedikten sonra sırıtarak, Osman’ın yanına oturdu. Bunu fark eden Osman. “Hayrola Hasan, sen de bir şeyler var, anlata hep birlikte gülelim” dedi. Bunun üzerine Hasan da: Arnavut Kadir Çavuş ve kardeşlerinin bu gece harmanlarına baskın verdiğini, onlar tarafından hakaret edilerek, tehdit edildiğini, ama o Molla Osman’ın yakın bir yerde pusuya yattığım, onların saldırmasını beklediğini; saldırdıkları takdirde onlara Dünya’nın kaç bucak olduğunu göstereceğini söylediğini, bunun üzerine Arnavutların, saldırmaktan vazgeçerek, harman yerinden uzaklaştıklarını anlattı. Bunun ardından, Molla Osman ve olayın kahramanı Kodak Hasan uzun süre kahkahalar atarak gülüştüler. Ortaköy’lü Arnavutların Para Karşılığı Tutmuş Olduğu Arnavut Topal Osman’ın Molla Osman’ı Öldürmek İçin Ortaköy’e Gelişi Arnavut Kadir Çavuş ve ağabeyi Sarı Hamdi, Osman’ı ortadan kaldırmaya güçlerinin yetmeyeceğini iyice anlamışlardı. Bu nedenle Osman’ı öldürmek için başka çareler aramaya başladılar. Birden İstanbul, Arnavutköy’de oturan hemşerileri geldi akıllarına... Onlardan yardım isteyebilirlerdi, bu nedenle aralarında anlaşarak, Arnavut Köye gitmeye karar verdiler. Sarı Hamdi ve kardeşi Kadir Çavuş uygun bir günde Arnavutköy’e giderek, Osman’ın öldürülmesi konusunda hemşerilerinden yardım istediler. Hemşerileri, onlara arkadaşları olan, İstanbul’un sayılı kabadayılarından, Arnavut Topal Osman’ı tavsiye ettiler. Molla Osman’ı ancak bu adam öldürebilirdi. Bunun üzerine hemşerileri onları doğruca Topal Osman’a götürdüler. Sarı Hamdi, Osman’la ilgili sıkıntılarını Topal Osman’a anlattıktan sonra...


Makale ve Analizler - 2017

115

“Sen bu adamı öldür sana istediğin parayı vereceğiz.” dedi. Arnavut Topal Osman’da, Molla Osman gibi eski Kuva-yı Milliyeci ve gözü kara bir çeteciydi. Topal Osman, Sarı Hamdi’ye bakarak, “Bana bakın andığınız Osman, benim gibi çetecilik yapmış olan Tekirdağlı Osman olmasın? Sakın bana yanlış bir iş yaptırmayın” dedi. Sarı Hamdi de Topal Osman’a... “Yok Osman Ağabey o senin söylediğin nitelikle bir adam değil” diyerek, yanıt verdi. Bu arada Arnavutların Osman’ı öldürtme girişiminden haberi olan ve onu çok seven bir Arnavut arkadaşı Osman’a: “Seni Hamdi ve kardeşleri, seni öldürtmek için adam tutmuşlar, haberin olsun” dedi. Osman da bu kişiye teşekkür ettikten sonra her zamankinden daha temkinli olmaya başladı. Topal Osman, hemşerilerini kırmak istemediğinden bu işi kabul etti. Ama yine de içinde bir kuşku vardı. Gerekli hazırlığını yaptıktan sonra. Sarı Hamdi ve kardeşiyle birlikte Silivri, Ortaköy’e hareket ettiler. Akşama doğru da Sarı Hamdi’lerin evine ulaştılar. O gece Arnavutlar, Topal Osman’ı en iyi şekilde ağırladılar. Kuzular çevrildi, rakılar içildi, sonra da hep birlikte Molla Osman’ı ortadan kaldırma planları yapıldı. Osman’ı öldürme kararının verilmiş olması; en çok da Osman’a, korkunç bir kin besleyen Sarı Hamdi’yi mutlu etmişti. Bir ara sağ elinin yumruğunu, sol elinin avuç içine birkaç kez vurduktan sonra... “Ulan Osman, şimdi seni bitirdim işle, adam tehdit etmek ne imiş gör bakalım.” diyerek söylendi. Sabah erkenden kalkan Topal Osman, Sarı Hamdi, Kadir Çavuş ve kardeşleri; kuvvetli bir sabah kahvaltısı yaptıktan sonra doğruca Topal Ramazan’ın Kahvesi’ne gittiler. Kahveden içeri girince de hep birlikte köşedeki masaya geçerek, oturdular. Planlarının anlaşılmaması için gayet doğal davranıyorlardı. Sarı Hamdi, kahvenin sokağa bakan penceresine yakın bir yere oturmuş, Molla Osman’ın kahveye gelişini görmek için sokağı gözetliyordu. Kısa bir süre sonra Hamdi, Osman’ın kahveye doğru geldiğini gördü. Hemen Topal Osman’ın yanına giderek, eğilip onun kulağına, yavaş bir sesle Molla Osman’ın kahveye doğru geldiğini söyledi. O da vuracağı adamı bir an önce görmek istiyordu. İkisi de pencerenin yanına geldiklerinde Hamdi, Topal Osman’a ağır adımlarla kahveye doğru gelen Molla Osman’ı gösterdikten sonra... “Osman Ağabey öldüreceğin adam işte bu” dedi. Topal Osman’ın yüzü, birden bulutlandı, kaşları çatıldı. Çünkü bu gelen adamı çok iyi tanıyordu. Molla


116

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Osman onun en güvendiği ve takdir ettiği çeteci arkadaşıydı. Sinirli bir tavırla Arnavutlara baktıktan sonra... “Ulan ben size bu adanı benim bildiğim Osman’sa beni bu işe bulaştırmayın demedim mi?” diyerek bağırmaya başladı. “Bana bakın ben bu adamı iyi tanıyorum, bu adam öldürülür mü? Be, onu öldüreceğime ben sizi öldürürüm. O var ya sizi de, beni de öldürür, isterse şu köyü bile yerle bir eder. Aklınızı başınıza toplayın, bu adamla iyi geçinin” “Defolun buradan pezevenkler” diye onları kahveden kovdu. Sarı Hamdi, Kadir Çavuş ve kardeşleri şaşkın, şaşkın birbirlerine bakışarak koşar adımlarla kahveyi terk ettiler. Zaten Osman da o sıra kahveden içeriye girmişti. İki çeteci arkadaş göz göze geldiler. Molla Osman, Topal Osman’ı hemen tanımıştı. “Hayır ola Osman Kardeş sen buralarda ne arıyorsun?” diyerek, ona doğru yöneldi. Topal Osman da onu tebessüm ederek, karşıladı. İki arkadaş kahvenin ortasında sarmaş, dolaş oldular. Topal Osman... “Yahu Osman, bizim kelekler, arkadaş olduğumuzu bilmediklerinden, beni, seni öldürmek için tuttular. Senin olduğunu bilseydim, peşlerine takılır mıydım hiç. Ben seni öldürür müyem be Osman? Ben onlara gerekeni söyledim, artık sana bulaşmazlar” dedi. Bu konuşmaların ardından hep birlikte kahveler içildi, sohbetler edildi. İki arkadaş çetecilik anılarını anlattılar. Güney Bulgaristan’da, Yunanlılarla yapılan silahlı çatışmada Arnavut Topal Osman, topuğundan yaralandı. Topuğuna giren merminin çıkarılması ona büyük zararlar vereceğinden; doktorun kararı ile mermi çıkarılmadı. Bunun ardından Molla Osman’ın ebe eşi Şadiye Hanım, Topal Osman’ın ayağını bir süre pansuman ederek, tedavi etmişti. Ancak Osman topal kalmaktan kurtulamamıştı. Bu nedenle de bundan sonra Topal Osman namı ile anılır oldu. Daha önce Molla Osman’a karşı tavır alan Arnavutlar, Sarışabanlılar, Gevgelliler bu olaydan sonra Osman’la başa çıkamayacaklarını anlamışlardı. 1930 yılı Ortaköy’de yapılan muhtarlık seçimini Molla Osman kazandı. Bu konum onu çekemeyenleri daha da tıınçlaştırdı. Ama ondan çekindiklerinden onunla dalaşmak istemiyorlardı. Onu seven çeteci arkadaşları: Hayati Bey ve Niyazi Beyler, Muhtarlığı döneminde de onu sık sık ziyaret ediyorlardı. Bir araya geldiklerinde... yiyip, içer, sohbetler ederek, çetecilik anılarını anlatırlardı. Hayati Bey’in Ankara’da, yüksek yerlerde sözü geçiyordu. Osman’ın, emekli olup, hayatını garantiye almasını düşündüğünden onu Beşiktaş ilçesi Kaymakam vekilliğine tayin ettirdi. Bu olgudan sonra Osman için anık muhtarlık ve çiftçilik sona ermişti. Birkaç yıl Kaymakam Vekilliği yaptıktan sonra, İstanbul ili Tarım Müdürlüğü’ne


Makale ve Analizler - 2017

117

tayini çıktı. Bu Kurumda da altı ay kadar görev yaptıktan sonra yine çeteci arkadaşı olan Niyazi Bey’in aracılığı ile Atatürk’le tanıştı. Bu olgudan sonra da Atatürk’ün talimatıyla, Atatürk Orman Çiftliği Müdürlüğü’ne atandı. Osman, bunun ardından eşi ve çocuklarıyla birlikte Ankara’ya taşınarak, çiftliğin lojmanına yerleşti. Molla Osman 1941 yılı müdürlük yaptığı dönemde, kız kardeşi Fatma Hanım’ın Kayınpederi, Ali Ağa’nın oğlu İstanbul, Firuzköylü Mehmet’in, Ankara’daki Topçu Birliği’nde, ihtiyat askerliği yaptığını öğrendi. Osman Mehmet’i oğlu gibi severdi. Eşi Şadiye Hanım’da Mehmet’i çok iyi tanırdı. Bir gün Şadiye Hanım çiftliğin aracı ile Mehmet’in askerlik yaptığı birliğe geldi. Mehmet, Şadiye Yengesini görünce çok sevindi. “Hoş geldin yenge” dedikten sonra onun elini öptü. Şadiye Hanım’da Mehmet’i yanaklarından öptü. Kısa bir görüşmenin ardından Şadiye Hanım, Mehmet’e Birlik Komutanından izin alarak, onu çiftliğe götürdü. Çiftliğe geldiklerinde, Osman, Müdürlüğün önünde çiftlik görevlilerine talimat veriyordu. Mehmet’le, Şadiye Hanım’ın yanına geldiğini fark ettiğinde; Şadiye Hanım... “Bak sana kimi getirdim” diyerek, Osman Efendi’ye seslendi. Osman, Mehmet’i görünce çok sevindi. Mehmet, Osman’ın elini öperken, O da Mehmet’e sarılarak, onu yanaklarından öptü. Bir buçuk gün, tatil süresince Mehmet, Osman Efendi’lerde konuk oldu. Bu süre içinde Osman da, Mehmet’e çiftliği gezdirerek, onu çiftlik işleri hakkında bilgilendirdi. Mehmet, Osman’ın akrabası olduğundan, Osman ona yeğenim diye hitap ederdi. Ayrıca 1929 yılı yeni kurulmuş olan ve Mehmet’in ailesinin ikamet ettiği; İstanbul İli’ne bağlı olan Firuzköy’de, henüz ilkokul olmadığından, o yıllarda Mehmet, Silivri İlçesi’ne bağlı olan Sürgün (Ortaköy) Köy’ünde oturan; Osman’ın yanında kalarak, ilkokulu bu köyde bitirmişti. Tatil süresince Osman ve eşi Mehmet’le çok ilgilendiler. Mehmet de bu ilgilerinden dolayı çok memnun olmuştu. Pazar günü akşam üstü Osman Efendi, Mehmet’i izin süresi dolmadan önce çiftlik aracıyla birliğine getirerek, teslim etti. Molla Osman yaklaşık 30 yıl kadar Atatürk Orman Çiftliği Müdürlüğü’nde çalıştıktan sonra; 1960’lı yıllarda kendi isteği ile emekli oldu. Emekli olunca da kızkardeşi, Fatma Hanım ve diğer akrabalarının yaşamış olduğu Firuzköy’dcn arsa alarak, iki katlı bir ev inşa ettirdikten sonra buraya yerleşti.


118

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu olgudan sonra Molla Osman, aynı felsefeyi paylaştığı insanlarına daha yakın olacağından ve onların sorunlarıyla elinden geldiğince ilgilenebileceği, onlarla aynı havayı soluyacağı için ziyadesiyle mutlu idi. Osman Efendi, tavır ve hareketlerine olduğu kadar, giyimine de özen gösterirdi. Her zaman ütülü olan takım elbisesinin altına giydiği yakası kolalı gömleğine kravat takmayı da ihmal etmezdi. Kendisine verilmiş olan İstiklal Madalyasını da büyük bir onurla göğsünde taşıyordu. Hemen hemen her gün yeğeni Yörük Veli’nin evi altındaki, Emin Balcı’ya ait kahveye giderek Balcıbük’lü arkadaşlarına çetecilik anılarını anlatıyordu. Bayram günleri bayramlaşmak için evine gelen yakınlarından ondan yaşça küçük olanların elini öpmeleri onu çok duygulandırıyordu. O da kendinden büyüklerin elini öperdi. Ayrıca Firuzköy de ve Silivri İlçesi’nin Sürgün Köyîi’ndc yapılan düğünlere davet edildiğinde genellikle eşiyle birlikte giderdi. Her iki köyün insanları onun değerini bildiğinden, Molla Osman ve eşine sevgi ve saygı gösteriyorlardı. Ama her şey gibi birkaç yıl yaşanmış olan bu mutluluğun da sonu geldi. Osman’ın aşırı derecede sigara ve içkiye düşkün olması onun hastalanmasına neden oldu. Sonunda ölümcül olan hastalığından kurtulamayarak, 1.5.1965 günü 67 yaşında vefat etti. Aynı gün Firuzköy Camisi’nde kılınan öğle namazının ardından, cenaze namazı kılındıktan sonra naşı Askeri törenle Firuzköy Mezarlığı’na götürülerek, anne ve babasının mezarları yanında hazırlanmış olan gömüte defnedildi.

Davutoğlu: Konyalıları Görmezden Gelemezler

BG-SAM-23.Temmuz.2017

Türkiye Cumhuriyeti’nin 26. Başbakanı Ahmet Davutoğlu, Konya Vakfı, Derneği ve KONSİAD Konya İşadamları Derneği ile birlikte Bahçelievler Öğretmenevi’nde İstanbul Konya Dernekleri Programına katıldı. Konya Milletvekilimiz ve 62. 63 ve 64. Hükumetlerin Başbakanı Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu ile ülke çapındaki ve Balkanlardan STK Başkanları ile İstanbul’da KONSİAD ve Konyalılar Derneği’nin ev sahipliğinde 22.07.2017 Cumartesi günü biraraya geldiler.


Makale ve Analizler - 2017

119

Ülkemizin dört bir tarafında Konya, Karaman, Niğde ve Balkan Sivil Toplum Kuruluşlarının davetli olduğu programımız kahvaltı ile başlayıp, sohbet ve istişare ile devam etti. Program akışında KONSİAD Başkanımız Kemal Çelik, Konyalılar Derneği Başkanımız Kudret Fikirli, İstanbul Milletvekilimiz Abdullah Başçı ve Bazı il dernek başkanları haziruna hitap etti. Çekilen aile fotoğrafları ardından program sona erdi. Davetimize icabet eden başta Karaman, İzmir, Antalya, Ankara, Bursa, Yalova, Kocaeli, Balkanlar ve Niğde sivil toplum kuruluşları katıldılar. Tüm Türkiye’de bulunan Konyalılar Konya, Bozkır, Karaman, İzmir, Bursa’dan ve Balkanlardan gelen dernek Başkanları ve yöneticileri ilk defa İstanbul’da bir araya geldiler. Yönetim kurulu başkanı Kudret Fikirli yaptığı toplantıya katılan eski Başbakan Davutoğlu’na ilgi büyüktü. AK Parti İstanbul Milletvekili Abdullah Başçı, Bozkır Belediye Başkanı, Bursa ve İzmir dernek başkanları, İstanbul’da bulunan Konya, Nide, Balkan dernek başkanları federasyonlar, İstanbul Gündem Gazetesi imtiyaz sahibi ve genel yayın yönetmeni Mehmet Ceylan, BULTÜRK genel yayın yönetmeni Rafet Ulutürk, birlikte çok sayıda davetli katıldı. Kudret Fikirli’nin yaptığı açılış konuşmasından sonra Konya vakıf, dernek Başkanı, İzmir, Bursa ve Balkanlardan gelen başkanlar konuşma yaptıktan sonra Bozkır Belediye Başkanı ve İstanbul Milletvekili birer konuşma yaptılar. BULTÜRK’ü temsilen toplantıya katılan Aydın Fidan ve BULTÜRK genel başkanımız Sayın Rafet Ulutürk “Türk Dünyasında Bir Bulgaristan Türkü 50 Yıllık Mücadele” kitabını ve derneklerin içerisinde kendi gazetesini çıkaran bir dernek olduğumuzu ve BULTÜRK Bulgaristan Türkleri’nin Sesi Gazetesi’ni son 121. sayısını Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu’na taktim ederken: “Sayın Başbakanım bu ülkede sadece haklı olmak yetmediğini öğrendik yani bir toplum organize olmaz ise hiç kimse onu kala almadığı ortadadır. Bu nedenle öncelikle bir koordinasyon merkezi oluşturmak gerekir. Yani merkezin olmadığı bir yerde güç olmayacağı aşikardır. O sebeple ilk önce bir merkez oluşturulmalı ve kararlar bu merkezden çıkmalı.” dedi. Birlik Beraberlik Vurgusu AK Parti İstanbul Milletvekili Abdullah Başçı ise, “İstanbul’da Konyalılar bir güç oluşturduk. Tüm dernek başkanlarımızla ileride çalışmalarımıza hız vereceğiz.” Bozkır belediye Başkanı “Türkiye’nin birlik beraberlik içinde iyi bir


120

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

dünyayı, bu birliktelik ruhunda çocuklarımıza verebiliriz. Onlara iyi bir dünya oluşturmak için birliğimizi en üst düzeyde tutalım” dedi. Ardından Davutoğlu, davetlilere seslendi. “Sizlerle gurur duyuyorum. Dışişleri bakanlık döneminde başbakanlık döneminde de yüzümüzü asla kara çıkartmadınız. Hepinizin alnından öpüyorum. Konya’ya olan bağlılığımızı ihmal etmeyeceğiz. 15 Temmuz gibi ne kadar ihanet yaparlarsa yapsınlar kimse başımızı eğdiremez. Konyalılar arasında bağlılık da ne gerekiyorsa her zaman yanınızdayız.” dedi. Şöyle devam etti “İsrail devleti Müslümanların topraklarını santim santim gasp ederek tarihin en sistematik işgal süreçlerinden birini tüm insanlığın gözleri önünde gerçekleştirmektedir. Bu çerçevede Kudüs’te her geçen gün artarak uygulanan baskı ve cinayet politikasının Mescid-i Aksa’ya kadar uzanmış olması kabul edilemez. Ne yazık ki, İsrail’in bu suçları işlerken büyük güvencesi son Körfez krizinde de görüldüğü gibi kendi iç sorunlarına gömülmüş İslam ülkeleridir. Mescid-i Aksa’nın ve Doğu Kudüs’ün çevresinde ve içinde haftalardır artarak devam eden cinayetlere, yasaklara, baskılara anlamlı bir tepki verilmemiş olması İsrail’i rahatlatmaktadır. Kuruluş gerekçesi bizzat Kudüs ve Mescid-i Aksa olan İslam İşbirliği Teşkilatı daha fazla sessiz kalamaz. İslam ülkelerinin en büyük çatı örgütü olarak en kısa zamanda Kudüs gündemli toplanmalı ve çözüm yolları aramalıdır. Arap Ligi ve Körfez İşbirliği Teşkilatı da iç sorunlar ve üyeler arası ihtilaflardan kafasını kaldırıp ortak sorunumuz olan Kudüs ile ilgilenmelidir. Daha önce birçok kez gördüğümüz hataları tekrarlayarak iç meseleler yüzünden İsrail’in Müslümanların kutsal mekanlarında istediğini yapmasına seyirci kalmanın utancını kimse taşıyamaz. İş Konya, iş Türkiye Cumhuriyeti olursa hepimiz tek yüreğiz. Bize herkes Konyalı, biz herkesi kucaklarız. Türkiye’de Konyalıları görmezden gelemezler. Bu topraklara Hz Mevla’nın dediği gibi muhabbet tohumları ekmeye geldik” dedi. Program sonunda Başbakan Ahmet Davutoğlu tüm misafirler ile ayrı ayrı hatıra fotoğrafı çektirdi. Aydın Fidan


Makale ve Analizler - 2017

121

Filibeli Hüseyin Sıdkı Dede (1239/1824-H 1352/1933)

BG-SAM-25.Temmuz.2017

Aslen Filibeli olan Sıtkı Dede, 1824 yılında Filibe’de doğdu. İlk tahsili ile medrese tahsilini memleleketinde tamamladıktan sonra, yirmi beş yaşlarında iken Filibe’den çıkarak İstanbul’a geldi. İstanbul’da ders vekili Kazasker Büyük Filibeli Halil Feyzi Efendi’den “Feridiye Haşiyesi” okudu ve ondan icazet aldı. Ayrıca Farsça öğrendi. Bundan sonra tekrar Filibe’ye dönen Sıdkı Dede, rivayete göre orada Biberiye Tarikatı’na intisap eder. Bir gün şeyhi, “Oğlum senin nasibin Hz. Mevlâna’dadır” deyince yollara düşer. Önce Üsküdar Mevlevihanesi’ne, sonra Afyon Mevlevihanesi’ne gider. Her ikisinde de yerimiz yok diye kabul edilmez. Kalkıp Konya’ya gelen Sıdkı Dede Filibeli Hüseyin Sıdkı Dede Dergâh’a yerleşir. Dergâh’ta hiçbir şey bilmeyen bir insan gibi tanıtır kendisini. Temizlik işlerinde çalışır. Çileye soyunarak dede olur. 1882 yılında Tarikatçı Eyüp Dede’nin vefatından sonra, postnişin tarafından İstanbul’dan birmesnevihan istenince cevaben kendilerine, “Sıdkı Dede var ya...” denilince Sıdkı Dede mesnevihanlığa getirilir. İlmi, ahlakı ve Hazret-i Pir’e olan muhabbeti dolayısıyla çevresinde kısa sürede sevilip sayılan bir insan olur. Sıdkı Dede, çok yönlü bir insandır. O Mesnevihandır, hattat ve hakkaktı. Arapça ve Farsça’yı ana dili gibi bilir. Nesih, sülüs ve bilhassa ta’lik yazısı mükemmeldir. Şairdir, güzel şiirleri vardır. Şiirlerinde “Sıdkî” mahlasını kullanır. Hepsinden öte fazilet ve irfan sahibi, gerçek bir velî ve gönül adamıdır. Sultan Selim Camii’nde hatipliği vardır. Nurani bir simaya ma-


122

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Filibeli Hüseyin Sıdkı Dede kabir taşı

liktir. Güçlü bir hitabeti olan Sıdkı Dede, konuşurken, âdeta dinleyicileri büyüler, cemaat vaktin nasıl geçtiğini anlayamazlarmış. Pek çok Konyalı meşhurun da hat hocası idi. Evlendikten sonra, eşinin evine yerleşti ve dışarıya cumadan cumaya çıkardı. Züht ve takva sahibi idi. Vaktini ibadet ve zikirle, misafirlerini kabulle geçirir, eline geçeni hayra sarfeder, hatiplik görevinden almış olduğu maaşla geçinmeye çalışırdı. Zaman zaman da darlığa düştüğü olurdu. Böyle elinin daraldığı bir zamanda, hanımı yokluktan şikayet eder. Sıdkı Dede ses etmez, fakat içini de ince bir sızı kaplar. O, varlıktan çok yokluğa meyyaldir. Çok geçmez bir ziyaretçisi gelir ve edeple minderin altına bir miktar para bırakır. Ziyaretçisi gittikten sonra Sıdkı Dede, hanımına seslenir: “Gel hanım gel! Seni benden;

beni Hak’dan eden şu dünyalığı al..!” der. Berg-i sebz-i Mevlevî adlı Farsça gramer kitabı, Farsça’dan Türkçe’ye 30 40 defter tutan sözlüğü, Selimiye Camii Hatibi olarak verdiği hutbelerin metinlerini ihtiva eden eserleri basılamamıştır. Bazı yazıları Mevlâna Müzesi’ndedir. Konya’da birçok eser için de tarih düşürmüştür. Mevlevîlerce “Kutup” olarak tanınan Sıdkı Dede, tekke ve zaviyelerin kapatılmasına kadar Mesnevihanlığı devam etti. 1352/1933 yılında vefat etti ve Üçler Kabristanı’nda toprağa verildi. Kabir taşı üzerindeki şiir, ileride hayatından bahsedeceğimiz ve iyi bir şair olan, Fahri Kulu Hoca tarafından yazılmıştır. Güzel bir ta’lik yazı ile yazılan kabir taşı kitabesi şöyledir:


Makale ve Analizler - 2017

123

Hû El-Hayyü’l-Bakî Ölmez diridir ölmezden evvel ölenler İşte biridir sırca bilir anı bilenler Bilmezsen eğer öğrengel merd-i hakikat Dergâh-ı Hünkârı’de yetişmiş mürşid-i tarikat Tahsil-i meârife ömrünü kısmen sürmüş Ta’lim-i edeble yaşayıp yüz ona girmiş Hitabetle imamet gibi dini menâsıb Mesnevîhanlıkla meşhur sâhib-i menâkıb Filibe’li Mevlevi Hüseyin Sıdkı Dede Vuslat-yâb-ı Cemâl olmuş 1352 Hicri’de Ruhuna Fatiha...

Nasreddin Hoca

BG-SAM-25.Temmuz.2017

Yalnız Anadolu insanın değil, bütün dünyanın gönlünde taht kurmuş halk bilgemiz Nasreddin Hoca, tarih boyunca Türk-İslam dünyasının gülen yüzü olmuştur. Barış ve kardeşlik önermeleriyle dolu mesajları, insanlık tarafından kuşaktan kuşağa, dilden dile aktarılarak yaygınlaşmış, her çağda güncelliğini koruyabilmiştir. Nasreddin Hoca’nın fıkralarında Onun yol gösterici kimliği, hazırcevaplığı, ince mizah anlayışı her zaman ön planda yer almaktadır. Nasreddin hoca 1208 yılında Sivrihisar’ın Horto köyünde dünyaya gelmiştir. İlk öğrenimini köyün imamı olan babası Abdullah Efendi’den almış Arapça ve dini bilgiler öğrenmenin yanında Kur’an’ı ezberleyerek ha-


124

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

fız olmuştur. Konya’ya giderek öğrenimini sürdürdü. Öğrenimini tamamladıktan sonra Sivrihisar’da başladığı imamlık görevini Akşehir’de sürdürdü. Yerleştiği Akşehir’de zamanla müderris oldu. Burada evlendi ve kesin olmamakla beraber 1284 veya 1295 yılında orada vefat etti. Yıllardan beri anlatıla gelen fıkralar ve hikayeler ilk defa 1837’de İstanbul’da Matbaa i Amire’de Mısır’da ise Bulak Basımevi’nde yapılmıştır. Nasreddin Hoca yüzyıllardan beri tüm Türk Dünyasında güldüren ve düşündüren hikaye ve fıkralarıyla bilinmektedir. Türbesi Akşehir’de olmasına rağmen bütün Türk Dünyasında kendisinin makamları vardır. Türk milletinin zeka inceliğini nükte gücünü en iyi şekilde yansıtan kişi olarak Türk Kültür tarihinde layık olduğu seçkin yerini almıştır. Nasreddin Hoca tüm hayatını insanlara doğru yolu göstermeye insanların zaaflarnı nükteli bir dille vurgulayarak onları kötülüklerden sakındırmaya harcamıştır. Onun hikayeleri hikmet ve ibret dolu olup zamanla atasözü haline gelmiştir.Her biri keskin bir zeka doğru işleyen bir aklının ürünüdür. 1208 - 2008 Hoca’nın 800 yıl önce başlayan dünya yolculuğu fıkra ve nükteleri aracılığıyla hâlâ devam ediyor. Çok az faniye nasip olan bu “uzun ömür”ün semeresi nükte ve fıkralarıyla Hoca; çözümsüz meselelere, çarpık durumlara, hayatın her alanında karşımıza çıkan yozlaşmaya parmak basmaya, güldürürken düşündürmeye ve ders vermeye devam ediyor. Nasreddin Hoca ’nın yasamıyla ilgili bilgiler, halkın kendisine olan aşırı sevgisi yüzünden, söylentilerle karışmış, yer yer olağanüstü nitelikler kazanmıştır. Nasreddin Hoca’nın Kişiliği Nasreddin Hoca, ömrünü insanlara doğru yolu göstermeye hasreden, iyilikleri bildiren, doğruya sevkeden ve kötülüklerden sakındıran bir veli idi. Bu işi yaparken tabiatı icabı kendisine has bir yol tutmuştur. Böylece hakkın anlatılması ve cemiyetteki bozuk yönlerin düzeltilmesi için, meseleyi halkın anlayacağı bir dil ve üslub ile, gayet manidar latifeler halinde kısa ve öz olarak dile getirmiştir. Latifeleri hikmet ve ibret dolu birer darb-i mesel gibidir. Bu bakımdan adına uydurulan edep dışı


Makale ve Analizler - 2017

125

ve nükteden uzak bir takım fıkraların onunla ilgisi yoktur. Manidar latifeleri önce yakın cevresinde şifahi olarak dilden dile dolaşmış, sonraları git-gide yayılmış ve zamanla bir takım değişikliğe uğramıştır. Bu sebeple onun olmayan bir takım bayağı fıkralar da ona mal edilerek anlatılmıştır. Yapılan ilmi çalışmalar, onun ilim ve edeb sahibi bir veli olması, söz konusu sıradan basit fıkraları söylemediğini açıkca göstermektedir. Ayrıca, Nasreddin Hocan´ın efsanevi bir kişi değil, on üçüncü asırda Anadolu Selçukluları zamanında yaşamış salih bir müslüman olduğunu ortaya çıkarmıştır. Çünkü onun nükteleri, bir insanın başından geçen gülünç hadiselerin ifadesi değil, görünüşte güldürücü aslında ince hikmetleri dile getiren, düşündürücü latifelerdir. Ayrıca Türk milletinin zeka inceliğini, nükte gücünü en iyi şekilde yansıtan bu nüktelerin belirli vasfı; Allahü Teala’nın emir ve yasaklarını bir latife üslubu ile bildirmesidir. Bu latifelerin toplandığı eserlerden biri, Londra´da British Museum´da. Haza Terceme-i Nasreddin Efendi Rahme başlıklı yazma eserdir. Ancak bu eserdeki latifelerin bir kısmı,onun üslubuna ve nükte tekniğine uymamaktadır. Nitekim eserin sonunda bu durum: “İşte Nasreddin Efendinin kibar-ı evliyadan (Evliyanın Büyüklerinden) olduğuna şek ve şüphe yoktur. Merhumun bu kıssalardan haberi var yok böyle yazmışlar. Her kim okuyup tamamında bu merhumun ruhu için bir Fatiha bağışlarsa, Hak sübhane ve teala ol kimsenin ahir ve akibetini hayr eyleye” şeklinde belirtilmiştir. Ayrıca, Letaif-i Nasreddin Hoca adlı eserde başka nüktelerine yer verilmiştir.Nasreddin Hoca, fert ve toplumu her yönüyle çok iyi tanımış, insanların aile, komşuluk, dostluk, ticari münasebetlerine ait cemiyette gördüğü aksak yönleri düzeltmek ve nasihat etmek maksadıyla nüktelerle dile getirmiş, düşünmeye ve doğruya sevk etmiştir. Sosyologlar ve psikologlar, insanı ve cemiyeti tanıyıp, çeşitli yönlerini incelemek için onun latifelerinden çok istifade etmişlerdir. Nasreddin Hoca fıkraları, batı dillerine de çevrilmiş ve bu dillerde Hoca hakkında mühim neşriyat yapılmıştır. Bunlar arasında Pierre Mille´in Nasreddin et son epouse adlı kitabı, Edmonde Savussey´in La Litterature Populaire Turque adlı eserindeki Nasreddin Hoca bölümü, Jean Paul Carnier´in Nasreddin Hoca, et ses Histoires Turques adlı eserleri sayılabilir.


126

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Nasreddin Hoca 800 Yaşında! Mevlana Yılı olarak kutlanan 2007´nin ardından, 2008´de de Nasreddin Hoca´nın 800. doğum yıldönümü kutlanacak. Nasreddin Hoca ve Turizm Derneği Başkanı Taner Serin, türbesi Konya’nın Akşehir ilçesinde bulunan Nasreddin Hoca’nın, büyük bilgin ve düşünürler yetiştiren 13. yüzyılın, Türk-İslam dünyasına hediye ettiği Mevlana, Yunus Emre, Hacı Bektaş-ı Veli gibi kültürel değerlerden biri olduğunu belirtti. UNESCO’nun Mevlana Yılı ilan ettiği 2007’de Mevlana’nın, mesajları, hayatı ve eserlerinin tüm dünyaya yoğun şekilde tanıtılmakta olduğunu anımsatan Serin, “Mevlana’dan bir yıl sonra, 1208 yılında dünyaya gelen Nasreddin Hoca’nın 800. doğum yıl dönümünü 2008 yılında kutlamaya hazırlanıyoruz. Benzer tanıtım çalışmalarının Nasreddin Hoca için de yapılmasını arzu ediyoruz” dedi. Bu tanıtım çalışmalarının, Akşehir ve Türkiye’nin tanıtımı şeklinde yapılmasını düşündüklerini belirten Serin, Nasreddin Hoca’nın tanıtımının Akşehir’in yerli ve yabancı turizm potansiyelini artıracağını ifade etti. Hoca, Acıyı Bal Şeklinde Sunardı Aynı dönemde Konya’da yaşayan Mevlana ile Nasreddin Hoca ile ilgili bilinen kesine en yakın ortak bilginin, ikisinin de, halen mezarı Akşehir’de bulunan dönemin din alimi Seyit Mahmut Hayrani’den ders almış olmaları olduğunu anlatan Serin, şunları kaydetti: “Mevlana kadar bilinmese de Nasreddin Hoca, dünya çapında pek çok bilim adamının üzerinde araştırma yaptığı, eser yayınladığı çok büyük bir değer.” Ülkemizde en az bir Nasreddin Hoca fıkrası bilmeyen yok gibidir. Her yıl ilçemizde düzenlenen uluslararası şenlikle andığımız Nasredin Hoca, her şeyden önce çok iyi bir gözlemci. Çevresinde olan biteni çok iyi analiz edip, yanlışları belirleyip, çok ince bir mizahi üslupla in-


Makale ve Analizler - 2017

127

sanlarla, toplumla hatta kendisiyle alay ediyor, yanlışı halkın yüzüne vurup bunlardan ders çıkarılmasını amaçlıyor. Nasreddin Hoca’dan birkaç fıkra: Nasreddin Hoca’ya sormuşlar: - İnsanlar ne zamana kadar doğup yaşayıp ölecekler? - Cennetle cehennem doluncaya kadar! demiş Adam Olmak Bir gün Hoca’nın bulunduğu bir sohbette sormuşlar: “Hocam, adam olmanın yolu nedir?” Hoca düşünceli düşünceli, başını bir o yana bir bu yana sallayarak “Söyleyen olursa dinlemeli, dinleyen olursa söylemeli” demiş Bal ile Sirke Bir gün Nasrettin Hoca’ya - “Hocam bal ile sirke uyuşmaz derler”, demişler. - “Nasıl uyumasın?” der ve gider yarım okka bal yer, yarım okkada sirke içer. Yüzünün yemyeşil olduğunu görenler sorar. - “Bal ile sirke birbiri ile anlaşamadı değil mi?” Hoca hiç mertliği elden bırakmaz. - “Yoo, onlar anlaştılar anlaşmasına da şimdi beni aradan çıkarmaya çalışıyorlar.” Aaalh’ın Rahmeti Yağmurlu bir günde Nasrettin Hoca pencereden dışarı bakarken komşusunun koşa koşa yağmurdan kaçtığını görür pencereyi açar : - “Hey Ahmet Efendi, birde hacı olacaksın rahmetten kaçılır mı?”, der. Zavallı adam eli mahkum sırılsıklam olur. Ertesi gün hocanın komşusu hocayı yağmurdan kaçarken görür ve hocaya bir ders vermek ister: - “Hoca Hoca dün bana diyordun bugün sen neden rahmetten kaçıyorsun”, der.


128

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Hoca hiç durmadan yoluna devam eder ve komşusuna şöyle der : - “Ben rahmetten kaçmıyorum sadece Allah’ın rahmetine basmamak için çabalıyorum.” Allah Biliyor Nasreddin Hoca bir cimri tanıdığının evine gittiğinde tanıdığı ona bayat ekmek ile bir tabak bal ikram etmiş. Nasreddin Hoca bayat ekmeği dişi kesmeyince sinirinden balı kaşıkla yemeye başlamış. Ev sahibinin gözü yerinden oynamış : - “Aman efendim, bal ekmekle yenmez ise, insanın içini yakar”, demiş. Nasreddin Hoca hiç ses çıkarmadan balı bitirmiş ve: - “Kimin içinin yandığını Allah biliyor”, demiş. Devenin Başı Hoca, karısının evde eğirdiği iplikleri pazara götürüp satarmış. İplikçiler yok pahasına alırlarmış hep. Sonunda Hoca dayanamamış: - “Size bir oyun edeyim de görün!” demiş kendi kendine. Bir gün bulduğu bir deve başını evine götürmüş, iplikleri bunun üzerine sarmış. Kocaman yumağı gören iplikçi kuşkulanmış: - “Bunun içinde başka bir şey olmasın?” - “Yok devenin başı!” demiş Hoca. İplikçi inanmış, akçeleri verip yumağı satın almış. İçinden deve başı çıktığını görünce, ertesi gün Hoca’ya: - “Hile yapıp yalan söylemeye utanmaz mısın?” demiş. Hoca diklenmiş: - “Sorduğun zaman “devenin başı” demedim mi?” Nasreddin Hoca Hakkında Ne Dediler? “Nasreddin Hoca, adı, zekası ve fıkralarıyla dünyaca tanınmış bir halk filozofudur. Hoca’nın hayat, tabiat ve cemiyet içindeki insanı, keskin görüşler ve zeki söyleyişlerle karikatürize eden nükteleri yalnız bir milleti değil, bütün insanlığı tatmin edecek değerde olduğundan bu Türk zekası, başka milletler arasında da tanınmış ve sevilmiştir.” (Nihat Sami Banarlı-Resimli Türk Edebiyatı Tarihi C. 1)


Makale ve Analizler - 2017

129

“Hocamız, bir fıkra anlatıcısı değildir. O, yaşardığı olaylara gülerek yaklaşan, olayları nükte adını verdiğimiz bir gülücük düğümünü atan kimsedir. Bunun sonucu olarak da o, oturduğu yerden fıkra uyduran veya kendi dönemine kadar gelen fıkraları anlatıp insanları güldüren bir insan değildir. Onun yaptığı, olaylara bize göre farklı bir açıdan bakması, bizlere gülücük dağıtacak, bazen de ders verecek cümlelerle seslenmesidir.” (Saim Sakaoğlu, Nasreddin Hoca Fıkralarından Seçmeler) “Nasreddin Hoca’nın fıkraları, insanları kahkahalara boğan ve sırf güldürmek maksadıyla söylenmiş sözler değildir. Aksine dinleyen ve gülen kişileri bir süre sonra düşündürmeye sevkeden birer hikmet pırıltısıdır.” (Selami Şimşek, Nasreddin Hoca ve Tasasavvuf) “Dünya durdukça duracak o. Hoca’yı bu ölmezliğe eriştiren güler yüzü, tatlı dilidir.” (Eflatun Cem Güney, Nasreddin Hoca Fıkraları) “Millî ve dinî kültürümüzü tam bilmeyen ehliyetsiz araştırmacıların kaleminde sanki bir “komedyen”miş gibi gösterilen Hoca, esasen büyük bir mürşid, büyük bir ahlâkçı idi....” (Mustafa Tatçı, Türk Edebiyatı Dergisi, Nasreddin Hoca Özel sayısı) “Ünü asırlardır sınırlarımızı aşmış, bütün dünyada tanınır ve sevilir hale gelmiş Nasreddin Hocamız adı üstünde Hoca’dır, bir gönül ehlidir, bir bilgi, hikmet ve nükte dehasıdır, Türk-İslâm medeniyetinin “gülen yüzü”dür. Güldürürken düşündüren bir halk bilgesidir.” (Mustafa Özçelik, Nasreddin Hoca) “Hoca, çok yönlü bir halk filozofudur. O aynı zamanda İslam eğitim felsefesi ve Türk karakterinin birçok inceliklerini yansıtmaktadır.” (Abdullah Özbek, Bir Eğitimci Olarak Nasreddin Hoca) “Hoca, her şeyden önce bir Müslüman_Türk düşünürüdür. Fıkraları da komiklik, gülmece, güldürmece, eğlence basitliğine indirgenemeyecek ölçüde yavanlıktan uzak, derinlikli, hikmetli, eğitici ve irşad edicidir.” (Osman Arslan, Çınar Dergisi Nasreddin Hoca Özel Sayısı “Nasreddin Hoca, uyarıcı reflekstir, uyarıcı ve düşündürücü refleks. Hayatın doğal gerçeğidir. Hayatın olabildiğince acımasız olan yanını esnetiyor,


130

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

sevecenleştiriyor, çekici kılıyor.” (A. Haydar Haksal, Yedi İklim Nasreddin Hoca Özel sayısı) “Hoşgörülü, hazır cevap, dindar, güldürürken düşündüren, kıvrak bir zeka ve espri kabiliyetine sahip olan Nasreddin Hoca,. 700 yıldır herkesin sevgisini kazanmış bir halk adamıdır. Kültür tarihimizin fıkra kişileri arasında Nasreddin Hoca kadar bütün dünyada ün yapmış bir başka kişiliğe sahip değiliz.” (Selçuk Çıkla, Yedi İklim Dergisi Nasreddin Hoca Özel Sayısı) “Mert, güleryüzlü, gerçekçi, sabırlı, hafife alıcı yanlarıyla Hocamız, yüksek mizahını temsil etmekte olduğu Türk halkının kendisidir. O halkın ideal adamı yani “Alperen” dediğimiz olgun insandır.” (Ahmet Kabaklı, Türk Edebiyatı Dergisi, Nasreddin Hoca Özel Sayısı) “Fıkralarında ârif, nüktedan Türk halk adamının iyimser dünya, çeşitli hayat olayları karşısındaki davranışını özlü, kısa yorum ve cevaplarla yansıtan Nasreddin Hoca, kalender, rind bir halk filozofudur. Gündelik kaygılara, sıkıntılı durumlarla tatlı bir çözüm yolu bularak, hayatı sert yergilerden uzak bir hoşgörü açısından değerlendirir.” (Behçet Necatigil, Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü) Nasreddin Hoca fıkralarında alay yoktur, hiciv yoktur. Basit, mütevazı, halkın günlük normal işleri, yaptıkları, sevinçleri, üzüntüleri, tuhaflıkları, anlaşmazlıkları, kavgaları Nasreddin Hoca hikâyelerini oluşturur.

Osmanlı Kuruluş Topraklarından

BG-SAM-30.Temmuz.2017

Osmanlı kuruluş topraklarında gençlerin geleneksel el sanatlarıyla buluşması Ankara, Bilecik ili ve İlçeleri Sosyal Yardımlaşma Kültür ve Dayanışma Derneği (Ankara Bilecikliler Derneği) tarafından gerçekleştirilen “Gençlerin Geleneksel El Sanatlarıyla Buluşması Projesi” kapsamında Bilecik, Söğüt ve Pazaryeri ilçelerine 19-21 Temmuz 2017 tarihinde gezi düzenlendi. Geziyi, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile birlikte organize eden dernek başkanı Sayın Hasan Akgül; Ankara’da Yüksek Öğrenim gören bir grup öğrenciyi Osmanlı Devleti’nin kök salarak üç kıtada hüküm sürdüğü topraklara götürerek bir yandan


Makale ve Analizler - 2017

131

tarihi atmosferin yerinde yaşanmasını, bir yandan da Türk El sanatlarından olan çömlekçiliğin çömlek ustaları ile bir araya getirerek görmelerini sağlamıştır. BULTÜRKAnkara Temsilcisi İsmail Cingöz de bu geziye misafir olarak katılmıştır. Cingöz gezi süresince gençlere Türk Tarihi açısından; Bilecik ile Söğüt’ün Osmanlı Devleti’nin kuruluş aşamasındaki önemi, buralarda Birinci Dünya Savaşı ve Milli Mücadele dönemlerinde yaşanılan olaylar ile gezi güzergâhı üzerinde yer alan bölgelerin tarihteki yerleri gibi konularda zaman zaman bilgilendirmelerde bulunmuştur. Gezi kapsamında ilk durak Söğüt olmuştur. Söğüt Belediyesi rehberi İbrahim Çiftçi tarafından gezi kafilesine Kayı Boyu’nun ilk yerleşim yeri olan Söğüt’ün tarihi ve Söğüt’te yer ilan tarihi eserler hakkında çarpıcı ve aydınlatıcı bilgiler verilmiştir. Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Gazi’nin babası Ertuğrul Gazi Türbesi’nde yer alan eşi Halime Sultan ve oğlu Savcı Bey’in mezarlarının haricindeki mezarların temsili ve sembolik olarak yapıldığını, sadece bu üç mezarın gerçek mezar olduğu, Osman Gazi’nin geçici kabrinin yer aldığı, Söğüt’ün Kayılar’a savaşlarda başarı ve yardımlarına karşılık Anadolu Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubat tarafından kılıç hakkı olarak hediye verilmiş olduğu, Anadolu’da ilk Osmanlı eseri olan Kuyulu Mescit’in de Ertuğrul Gazi tarafından burada inşa ettirildiği bilgileri dikkat çekenler arasındadır. 8-10 Eylül 2017 tarihlerinde düzenlenecek olan 736 Ertuğrul Gazi’yi Anma ve Söğüt Şenlikleri hazırlıklarının da büyük bir gayretle devam ettiğini söylemek gerekir. Gezinin ikinci durağı olan Bilecik’te ise Osman Gazi’nin eşi Malhun Hatun’un babası olan Şeyh Edebali türbesi ile Bilecik Belediyesi tarafından çok güzel bir şekilde dizayn edilen Osmanlı Padişahları Tarih Şeridi gezilmiş ve alan sorumlusu Engin Beyce tarafından teferruatlı bilgiler verilmiştir. Osmanlı Tarih Şeridi projesi ile Bilecik Belediye Başkanı Sayın Selim Yağcı Bey’in şahsında emeği geçenlerin takdiri hak ettikleri görülmüştür. Bu arada Rabia Bala Hatun, Ildız Hatun Türbeleri, Tabakhane Hamamı, Osmanlı Devlet Arması Anıtı başta olmak üzere ilde yer alan diğer tarihi yerler de gezi programı dâhilinde ziyaret edilen yerler arasında yerini almıştır. Gezinin üçüncü ve en önemli durağı ise kuşkusuz Pazaryeri ilçesine bağlı Kınık Köyü olmuştur. İkinci gün programına dâhil olan ve birçok çömlek us-


132

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

tasının yer aldığı Kınık Köyü Köyü’nde gençler atölye çalışmalarına katılarak çömlek ustaları tanışmışlardır. Günümüzün akıtma çömlek sanatının tek temsilcisi olan Osman Menteş tarafından gençlere çömlek sanatının hazırlık aşaması ve incelikleri hem teorik hem de pratik olarak anlatılmış, gençlerin fiilen çömlek yapımına katılmaları sağlanmıştır. Gezi kapsamında organik tarım alanlarını da yerinde görme fırsatı bulan gençler çilek meyvesi başta olmak üzere dalından meyve kopartarak yemenin hazzını da yaşamışlardır. Ankara Bilecikliler Derneği’nin Kültür ve Turizm Bakanlığı ile ortak bir proje olarak gerçekleştirdiği bu gezi ile gençlere hem tarihi hem de kültürel anlamda katkılarından dolayı BULTÜRK Gazetesi olarak emeği geçenleri tebrik ediyoruz. Ve bu vesile ile Üniversiteler, Belediyeler ve Sivil Toplum Kuruluşlarının; bu tür gezileri yaygınlaştırarak Türk Tarihi ve kültürel miraslarının yerlerinde görülerek unutulmasına engel olmalarını tavsiye ediyor ve destekliyoruz. İsmail Cingöz BULTÜRK Ankara Temsilcisi

Hasan Ulusoy Sofya Büyükelçisi Oldu

BG-SAM-27.Temmuz.2017

Yeni Büyükelçiler kararnamesiyle; Hasan Ulusoy Sofya Büyükelçisi oldu. Dışişleri Bakanlığı’nda yaz dönemi kararnamesiyle çeşitli ülke ve merkezlere atanan bazı büyükelçiler belli oldu. Diplomatik kaynaklardan alınan bilgiye göre, Türkiye’nin Sofya Büyükelçiliği’ne - Hasan Ulusoy, Tokyo Büyükelçiliği’ne Murat Mercan, Birleşmiş Milletler Daimi Temsilciliği görevine Bakanlık Müsteşar Yardımcısı Ahmet Muhtar Gün, Kuala Lumpur Büyükelçiliği’ne Merve Kavakçı atandı. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun atanan büyükelçileri telefonla arayarak veya bizzat görüşerek görev yerlerini tebliğ ettiği öğrenildi. Yeni Sofya Büyükelçisi Dr. Hasan Ulusoy, BG-SAM Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi Başkanı Dr. Erdal Karabaş ile birlikte.


Makale ve Analizler - 2017

133

Yaz kararnamesiyle atanan büyükelçilerden bazıları şöyle: “Sofya - Hasan Ulusoy; La Paz - Serap Özcoşkun; Manama - Kemal Demirciler; Seul - Ersin Erçin; Tokyo - Murat Mercan, Malabo - Şebnem Cenk; İslamabad Mustafa Yurdakul; Tiflis - Ceren Yazgan; Valetta - Başak Türkoğlu; Kabil - Oğuzhan Ertuğrul; Birleşmiş Milletler Daimi Temsilciliği - Ahmet Muhtar Gün; Libreville - Süphan Erkula; Stockholm - Emre Yunt; Brüksel - Levent Gümrükçü; Gatemala - Süleyman Gökçe; Santa Domingo - Ela Görkem; Budapeşte - Akif Oktay; Kuala Lumpur - Merve Kavakçı.”

Kitap Türk Dünyasında Bir Bulgaristan Türkü Rafet Ulutürk

BG-SAM-27.Temmuz.2017

Sayın kitapsever dostlar. “Türk Dünyasında bir Bulgaristan Türkü ve 50 Yıllık Mücadele” - hepimizin eseridir. Ben bu eserimde kendimi değil, Bulgaristan Türklerini anlattım. Çünkü bende sizden biriyim. Kırcaali Belediyesi’nin


134

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Köseler köyünde dünya gelmiş ve bu kitapta anlatılan hayat yolunu yürüyen, sizlerden biriyim. 50 Yıllık Mücadele Bulgaristan Türklerinin Osmanlıdan kopan Bulgaristan Prensliği, Çarlığı ve Cumhuriyeti topraklarında var olma, kimlik oluşturma, Türk olarak yaşama, etnik azınlıktan hak topluluğuna büyüme, dilini, dinini, gelenek ve kültürünü, uygarlığını yaşatma mücadelesinin hikâyesidir. Bulgarların Osmanlı ümmetinden çıkıp Türk kimliği oluşturma mücadelenizin kısa öyküsüdür. Bulgaristan Türklerinin, Türkiye Türk ulusundan kopmaz, ayrılmaz bir parça oluşlarının kısa hikâyesidir. Bizimle ilgili, dilimizle, dinimizle, edebiyatımızla, kültürümüzle, kimliğimizle ilgili yüzlerce hatta binlerce yasak, kısıtlama, cezalandırma ve başka olması, bu gerçeği değiştirmez. Biz “İslamlaştırılmış Bulgar” değil, öz be öz Türk’üz. İslam’ı gönüllü benimsemişiz. Bir gün Pîr-i Türkistan Hoca Ahmet Yesevî Hazretleri’ne sormuşlar: - “Müslüman mısın?” - “Elhamdülillah Türk’üm, Müslüman’ım” demiş. - “Neden Türklüğü katıyorsun, biz dinini soruyoruz” demişler. - “Din seçim, Türklük kaderdir” demiş. Bu Topraklara kendi dilimiz, dinimiz ve kültürümüzle gelmişiz. Biz, 1000 yıldan beri buradayız. Kimilerine göre Hunlarla, diğerlerine göre Selçuklulardan olan Sarı Saltukla, Kumanlarla, Peçeneklerle, Tatarlarla gelmiş olmamız belirleyici olan değildir. Önemli olan burada kaynaşmış olup bu topraklara yerleşmiş olmamızdır. Dünyanın Türk-Müslüman kimliğimizi, bir halk topluluğu olmamızı tanımış olmasıdır. Balkanların halkların yiyip içtiği ve bayram ettiği bir yer olmadığını herkes gördü. Biz 1878’den beri 6 defa büyük göç dalgası yaşadık. Türkiye’de artık bir milyonuz. 500 binimiz Batı Avrupa ülkelerindeyiz. ABD’ye ve Kanada’ya kadar ulaştık. Ama köklerimiz buradadır. Derindir. Atalarımız burada yatıyor. Yani cennetimiz burasıdır. Kimliğimizi belirleyici olandır. 4 bölümden oluşan kitabımın 3. bölümünde Bulgaristan Türklerini Dünya Gençlik Birliği toplantılarında temsil edişimi anlattım. 36 ülkede Türk yaşıyor. Kazakistan’ın Türkistan şehrinde Türklük atası Ahmet Yasevi’nin XV. yüzyılda kurulmuş, uçsuz bucaksız güç bahçeleri içinde bulunan, Cengiz Han tarafından inşa edilen müzesini gezerken, onun müridi olan Sarı Saltuk’un Romanya’daki Türbesine çiçek koyarken, Sofya’da Türbesini, Razgrat’ta Demir Baba anıtını, Ohri gölünde Naum manastırını, Konya’da Mevlan’a Mevlevi Külliyatını vb zi-


Makale ve Analizler - 2017

135

yaret ederken, hep Bulgaristan Türk kimliğini, Bulgaristan’da Müslüman Türk Kimliği mücadelesini düşündüm. Bugün buraya yaptığım ziyaret de aynı amaçladır. Ben size kitabımı anlatmak istemiyorum. Bir defa 420 sayfası 15-20 dakikada anlatabilmek imkânsızdır. Zor olan 50 yıllık mücadeleyi şu 420 sayfaya sığdırmaktı. Çektiğim acıları, halkımın gördüğü zulmü, göç çilelerini satırlar arasına sıkıştırdım. Çocuklarımı da anlatmadım. Sol bacağı Balkan Savaşı’nnda kalan Hasan aga, Çanakkale cephesinde Anzaklara esir düşen ve 6 sene sonra dönen Mehmet aga, 24 yıl hapis yatan Nuri Adalı yarattığım olumlu simalardan bazılarıdır. Halkımı aldatan, kurmadığı parti için kurdum diyen, yatmadığı hapis için yattım diyen, ben iyi yaşasam size yeter, Hak ve Özgürlüklerinizi öteki dünyada alırsınız diyen, hainlik eden Ahmet Doğan’a karşı amansız oldum. HÖH’ten ayrılan ve diğer hainlik etmiş ve hala su üzerinde yüzmeye çalışan, bizim namuslu, onurlu, dünyada hiçbir şeyle değiştirilemeyecek kadar şerefli, adaletli, hoşgörülü Türk kimliğimizi kişisel menfaatler için pazara çıkaranlarla asla uyuşamadım. Bu Çok İyi Bilinmelidir. “Kimse halkın üzerinde değildir”. 60 yaşında camiye girmekle Müslüman olunmaz. Birbirimizi aldatmayalım. Türklük bir gen, bir aile kültürü, bir medeniyet ürünüdür. Düşmanlarımıza hizmet sunarak, ajanlık, hainlik ederek, Türk lideri, halk dostu olunamaz. Bu kitabın satırlarını dolduran harfleri, resimleri Türk dünyasından toplarken, Türk dünyasına sizi anlattım. Biz bir damlanın yarısı değiliz. Türk Dünyası bir derya biz de bu deryadanız. Bu bütünün yarısı, çeyreği, kırıntısı değil, onun kendisiyiz. Adaletimizle, Dilimizle, adetlerimizle, töremizle, geleneklerimizle, dilimizle, ahlakımızla, halk yaratıcılığımızla Türk’üz. Hiçbir yasak Türklüğü yok edemez. Türklük eritilemeyen, asimile edilemeyen bir nimettir. Altay Dağlarından Kazanlığa gelene kadar, bu çetin yollarda yüzlerce savaşta zafer kazanmışız, köle olmamışız, 16 devlet kurmuş ve kimliğimizi 17.Türkiye Cumhuriyeti ile bugünlere taşımışız. Biz insanlık tarihinin en büyük değerlerinden biri olan Türk olmanın taşıyıcıları, yeniden üreticileriyiz. Mevlana, Yesevi, Yunus Emre, Nasreddin Hoca, Namık Kemal, Akçura, Ziya Gökalp, Nazım Hikmet Türk kimliği dokusunda çözülmez düğümler olarak genimizde yaşıyor. Biz dünyanın insanlık denizindeki en büyük ırmaklarından biriyiz. Medeniyetler yaratmış ve dünyada yaşayan tüm halklara taşımışız. Bunlardan biri İslam’dır. Ötekisi 17. Türkiye Cumhuriyeti devletidir. Bu gün buraya toplanmamız da 28 yıl sonra Kimliğimizin özünü, biçimini ve geleceğini görüşmek için, bu akşam, buraya toplanmış olmamızdır. Bütün sorularınızı yanıtlamaya hazırım.


136

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

50 Yıllık Mücadele Bulgar diline de tercüme edilecek. Bulgarcasını da tartışacağız. İlginiz bana büyük ilham verdi. Siz Balkan eteklerinin en iyi insanlarısınız. İnsanlığın değişmesi için, bir insan, büyük ateş parlaması için tek kıvılcım yeterlidir. Gül, ıhlamur, akasya ve burada zambak gül kokan şehriniz beni mest etti. Siz tanıdığım en iyi insanlarsınız. Geldiğiniz ve ilginiz için teşekkür ederim. Bulgaristan Müslüman Türk Kimliği serüvenini anlatan, içinde size de yer özel bir köşe olacak, yeni kitabım üzerinde çalışıyorum. Son noktayı vurunca yeniden görüşmek üzere! Beni mutlu ettiniz, sizlerde mutlu olunuz. Kendinize iyi bakınız. Saygılarımla,

Ağustos Ayı Yazıları 2017 Türk Ordusu BULTÜRK’e Kapılarını Açtı

Alptekin Cevherli-02.Ağustos.2017

Heyette yer alanlar; soldan sağa, Seydullah Halaç, Nedim Birinci, Alptekin Cevherli, Rafet Ulutürk, Müjgan Deniz, Musa Vatansever, Abdullah Türer

Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği (BULTÜRK) Yönetim Kurulu İstanbul Birinci Ordu Komutanlığı’nı ziyaret etti ve Balkan Türkleri ile ilgili genel bilgi verdi Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği (BULTÜRK) tarafından 31 Temmuz Pazartesi günü Birinci Ordu Komutanı Orgeneral Sayın Musa Avsever’e Selimiye Kışlası’ndaki makamında ziyaret gerçekleştirildi. Derneğin Genel Başkanı Rafet Ulutürk Başkanlığında BUL-


Makale ve Analizler - 2017

137

TÜRK adına bir heyet tarafından gerçekleştirilen ziyarette; Bulgaristan ve Balkan Türkleri hakkında genel bilgiler verilmiş ve Bulgaristan’da devam eden Müslüman-Türk azınlığın sorunları dile getirilmiştir. Ayrıca Genel Başkan Rafet Ulutürk tarafından; günün anısına bir plaket, ve Derneğinin faaliyetleri ve 2018 Yeni Raporu ile “Türk Dünyasında Bir Bulgaristan Türk’ü-Elli Yıllık Mücadele”, kitabının komutanımıza takdimi yapılmıştır. Ardından Gazeteci - Yazar Alptekin Cevherli’nin “Sözün Özü” adlı imzalı kitabı takdim edilmiştir. Daha sonra Dr. Nedim BiSayın Orgeneral Musa Avsever de rinci ve Seydullah Halaç tarafından; BULTÜRK Derneği Yönetimine günün “BULTÜRK Gazetesi, 89 Göçü kitabı” ve Kızanlıklı Ziraat Mühen- anısına bir plaket takdim etmiş ve ayrıca disi Sn. Osman Bülbül’ün “Bul- tüm katılımcılara da anı olarak birer çanta hediye edilmiştir. garistan Türklerinin Durumu” kitaplarını takdim edildi. Dernek Başkanı Rafet Ulutürk, tören esnasında yaptığı konuşmasında; “BULTÜRK Derneği temsilcilerini çok samimi bir şekilde karşılayan Sayın Orgeneral Avsever’in şahsında tarihi kahramanlık destanlarıyla dolu Türk Silahlı Kuvvetlerimize şükranlarımızı sunarız” dedi. BULTÜRK Heyetinde yer alanlar; Başkan Rafet Ulutürk ziyaret soldan sağa, Seydullah Halaç, esnasında yaptığı konuşmasında Dr. Nedim Birinci, Alptekin Cevherli, şunları ifade etti: Rafet Ulutürk, Yrd. Doç. Dr. Müjgan “Sayın komutanım, Sayın OrDeniz, Musa Vatansever general Musa Avsever, şanlı or-


138

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

dumuzun şerefli mensupları. Biz, BULTÜRK- Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği heyeti olarak, Türk Silahlı Kuvvetlerinin bir ordu karargahını ilk kez ziyaret ettik. Öncelikle bizi kabul ettiğiniz için sizlere şükranlarımızı sunarız. Sayın komutanım, bu an bi1. Ordu Komutanlığı’nda BULTÜRK zim için ve Türk STK’ları açısından olağanüstü değerli... Heyetinin Müze gezisinden Ateşinizden ateş almaya, Birinci Ordumuzun şanlı bayraklarının dalgalanışından, “Ne mutlu Türküm diyene!” haykırışını birlikte yaşamaktan, ilham almaya geldik. Yaşlı üyelerimiz, gazilerimiz asker ocağı kokusunu özlemişler, hasret giderdik. Bir de biz, her zaman ve her yerde, 15 Temmuz 2016 gecesinde olduğu gibi, hainlere ve FETÖ teröristlerine karşı sizinle beraberdik demeye geldik. En esaslı Türklük beşiği Asker Ocağıdır. Bizde “doğdun, büyüdün, yürüdün de, askere gitmeden adam mı oldun?” denir. Türklük ruhunun yetiştiği beşiktir, askerlik. Biz, Bulgaristan’da askerliğimizi inşaat eri veya demiryolu bakım eri, madenci olarak yaptığımızdan, askerlik ruhu taşımayız. Askerlikten üzerimizde kalan eziyet izleridir. Prenslik döneminde, Türk okullarımız özel iken, Mehmet Ersoy’un İstiklâl Marşı’nı ezberine alana karne veriyorlarmış. Bulgar devleti tarafından daha sonra Türklük ruhunun kaynağı olarak bu görülünce İstiklâl Marşı’mızın okullarda okutulmaAlptekin Cevherli 2. kitabını sını yasaklamıştır. Komutanımıza taktim etti


Makale ve Analizler - 2017 Benim okul yıllarımda, Bulgar okullarında Türkçe derslerinde öğretmenlerimiz bize kitap dışı şu mısraları ezberletirdi: “Ben, ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım. Hangi çılgın bana zincir vuracakmış şaşarım” Verdiğimiz özgürlük mücadelesinin külünde Türk İstiklalinin sönmez közleri vardır. Biz aynı ruhun evlatlarıyız. 600 yıldan sonra anavatana dönüşümüz, yeni zaferler için bir dayanaktır. Her gidişin bir dönüşü vardır, her dönüş yeni bir gidişin başlangıcıdır. 15 Temmuz’da Birinci Ordumuzla birlikte yeni bir tarih yazanların, yeni Türk ruhunu oluşturanların arasında, gece nöbetlerinde, Yenikapı mitinglerinde, dalgalanan bayraklarımızın altında biz, BULTÜRK olarak, soydaş camiası olarak biz de vardık. FETÖ hainliğini görenler, Türk milletinin ne kadar büyük ve güçlü bir halk olduğunu bir kez daha gördü. Büyük Türkiye atılımı ve küresel güçlerin boy ölçüştüğü coğrafyamızda en önemli ve sonuç belirleyen bölgesel gücün Türkiye Cumhuriyeti olduğunu görmeyen kalmadı. Bu güç, Türk Silahlı Kuvvetlerimizin ve el-

139

Dr.Nedim Birinci, BULTÜRK Faaliyetleri kitabını ve BULTÜRK Gazetesini taktim etti.

Orgeneralimiz Sayın Musa Avsever’den BULTÜRK’e taktim edilen plaket


140

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

bette Birinci Ordunun gücüdür ve en önemlisi hep birlikte halkımızın gücüdür. Suriye’deki askeri zaferlerimiz, PKK ve yandaşlarının belinin kırılması, Türk bayrağının her zamankinden daha yükseklerde dalgalandığı şu günlerde, yeni çatışma alanı Balkanlardır. Son haftalarda Almanya’nın, Avrupa Birliğinin Türk karşıtı politika takınması, Türkiye Cumhuriyeti Balkan siyasetinin başarılarına tepkidir. Geçen hafta Amerikan “The Wall Street Jornal” “Türkiye ile Rusya Balkanları paylaşıyor. Amerika ve Avrupa Birliği Balkanlardan çekilmek zorunda kalıyor” diye yazınca, Bulgar aşırı milliyetçi, şoven faşistlerinin hepsi dilini yuttu. Türk Silahlı Kuvvetlerinin kullandığı donanımın % 46’sı -yerli Türk üretimi- haberleri şok yarattı. Her Türk, bir askerdir. Bunu Türkler 8 milyon iken Çanakkale’de, Sakarya’da İzmir’de ispatladılar. Şimdi Türkiye’nin 80 milyonu aştığını işittikçe titriyorlar, bir de buna 300 milyonluk Türk Dünyası katılınca adeta çıldırıyorlar... Halk yetiştiremeyen devlet, asker eğitemez, ordu düzenleyemez, zafer nedir bilmez. Etrafımızda çok konuşanlar var. Onlar çok savaşa


Makale ve Analizler - 2017

141

girmiş, çatışmalarda bazen başarılı olmuş, fakat hiçbir savaşı kazanamamışlardır. Türk ruhu, TSK savaş kaybetmeyen bir güçtür. Bu gücün nüvesi öncüsü Birinci Ordumuzdur. Sizi arkadaşlarım adına tüm Bulgaristan Türkleri camiası adına kutluyorum. Sizinle beraber geçirdiğimiz şu dakikalar bize kıvanç verdi. Zafer ruhuyla adeta şarj olduk. “Bizlere kapınızı açtığınız için, tekrar sağ olun. Var olun, Teşekkür ederim” dedi. Orgeneral Avsever de plaket takdimindeki teşekkür konuşma- 1. Ordu Komutanımıza Verdiğimiz Plaket sında 1. Ordu’nun bu anlamda bir STK’ya ilk kez kapılarını açtığını, Balkanlardaki Türklerin Türkiye’nin batısındaki sigortası olduğunu. Oradaki soydaşlarımızın, Türkiye’ye gelmesi yerine, vatandaşı oldukları ülkelerde yaşam ve kültürel şartlarının iyileştirilmesi gerektiğinin altını çizdi. Ziyaret, Balkan Türklüğü özelinde Türk Dünyasının sorunları ve Balkanlardaki FETÖ Yapılanmasıyla ilgili bilgi verilmesi ardından tamamlandı.

Ayastefanos Anıtı Yeniden Dikilemez

Alptekin Cevherli-13.Ağustos.2017

Her milletin kendi millî menfaatlerini ve değerlerini sembolleştirdiği çeşitli kutsalları vardı; bayrak, tarihteki çeşitli devlet adamları, sembol haline gelmiş mekân veya binalardır. Bunlar o milletin varlığının belki de yarı efsanevi, yarı gerçek devamını sağlayan figürlerdir. Milletlerin önüne birer hedef koyarak millî birliğin tesis edilmesini kolaylaştırırlar. Bu hedefe varmak için sonraki nesillere dinamizm katarlar.


142

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu figürler, milletlerin ulaştıkları son noktayı veya çıkış noktalarını betimleyerek elde edilmesi gereken veya korunması gereken değerleri ortaya koyarlar. Bu anlamda ata mezarları da büyük önem taşır. Sultan 1. Murat’ın Kosova Priştine’deki kabri, Macaristan’daki Gül Baba Türbesi, Bakü’deki Türk şehitliği, Enver Paşa’nın Kırgızistan’daki kabri (Ki bu mezar yanlış bir kararla Demirel tarafından Türkiye’ye geri getirilmiştir.) vd... Aynı şekilde diğer milletlerin de ulaştıkları son nokta ve erek olarak aynen bizim gibi mezarlıkları vardır. Yoksa Anzakların (Avusturalya ve Yeni Zelandalılar) on binlerce kilometre öteden her yıl gelip Çanakkale’de dedelerinin mezarları başında “şafak ayini” yapmasını başka türlü izah edemezsiniz... Bu mezarlar belki siyasi değil ama tarihi ve kültürel sınırları çizerler... Bugün dünya üzerinde 34 ülkede (Almanya, Arnavutluk, Avusturya, Azerbaycan, Bosna-Hersek, Bulgaristan, Cezayir, Çek Cumhuriyeti, Filistin, Güney Kore, Hindistan, Irak, İngiltere, İran, İsrail, İtalya Japonya, KKTC, Letonya, Libya, Lübnan, Macaristan, Malta, Mısır, Myanmar, Polonya, Romanya, Rusya, Sırbistan, Suriye, Suudi Arabistan, Ukrayna, Ürdün ve Yunanistan şehitliğimiz olan ülkelerdir.) 78 Türk (Osmanlı + Türkiye) şehitliği mevcuttur. Elbette 10 bin yıllık Türk tarihi ve 16 büyük Türk İmparatorluğunu göz önüne alırsak, gök yüzündeki yıldızlar kadar Türk şehitliğinin dünyanın dört bir yanına savrulmuş olduğunu unutmamamız gerekir. Ancak Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi olarak kabul ettiği Osmanlı’nın önemli bir kısım yeni sayılabilecek tarihlerdeki şehitlikleri ve Cumhuriyet dönemi şehitlikleri bunlardır. Aynı şey diğer milletler, mesela Ruslar için de geçerlidir... Sultan 2. Abdülhamit’in tahta geçişinden kısa bir süre sonra 3 Mart 1878 tarihinde Ayastefanos (Yeşilköy)’da imzalanan antlaşmayla Osmanlı Devleti’ne bağlı bir Bulgaristan Prensliği kurulacak, Prensliğin sınırları Tuna’dan Ege’ye, Trakya’dan Arnavutluk’a uzanacaktı. Bosna-Hersek’e İçişlerinde bağımsızlık verilecek, Sırbistan, Karadağ ve Romanya tam bağımsızlık kazanacak ve sınırları genişletilecek, Bulgar ordusu kuruluncaya kadar iki yıl müddetle 50 bini geçmemek üzere Rus askeri Bulgaristan’da kalacak, Bulgaristan’ın Osmanlı Devleti’ne vereceği yıllık verginin tutarı Osmanlı Devleti ile Avrupa devletleri ve Rusya ara-


Makale ve Analizler - 2017

143

sında kararlaştırılacak, Osmanlı Devleti Rusya’ya “Savaş Tazminatı” ödeyecek, Kars, Ardahan, Batum ve Doğu Beyazıt Rusya’ya verilecekti... Bu antlaşma neticesi Osmanlı Devleti tarihinin en büyük toprak kayıplarından birini yaşamış, milyonlarca vatandaşımız sınırlarımız dışında düşmanın insafına kalmıştır. Ruslar da Osmanlı Devleti için bir felaket olan bu 93 Harbi’nde (1877 1878) İstanbul Yeşilköy’e kadar gelişlerini kutsamak, ulaştıkları son sınırı kalıcı kılmak ve orada ölen askerlerini yaşatmak adına İstanbul Yeşilköy’de (bugünkü Florya Ormanı’nda) kalan yerde Ayastefanos Anıtını dikmişlerdir. Bu anıt aynı zamanda bir kilise olup, İstanbul’u işgale gelirken ölen Rus askerlerinin anıt mezarlarıdır da... Sultan 2’nci Abdülhamit’in bütün karşı çıkmasına rağmen kabul edilerek inşa edilmiş olan Ayastefanos Anıtı, Rusların Osmanlı ordusunu yenerek İstanbul kapısına dayandığının aynı zamanda resmidir de. Bu utanç abidesi, Birinci Dünya Savaşı’nın başlaması ve Rusya’ya savaş ilan edilmesi ardından İttihat ve Terakki Hükümeti tarafından dinamitle patlatılarak yıkılmış ve bu yıkım sahnesi aynı zamanda filme çekilerek Türk Sinema tarihinin de doğumu olmuştur. Bugün Türk sinemasının eldeki en eski filmi Ayastefanos Utanç Abidesi’nin Yıkılması Filmidir. Ve ilk Türk filmi olarak kabul edilmiştir... Peki, bu kadar anıtlardan, mezarlardan durduk yere niye bahsettik? Şimdi sıkı durun... Rusya, bu utanç abidesini yeniden inşa etmemizi istiyor! Ayastefanos Anıtı’nın inşası Rusya Devlet Başkanı Putin’in 2012 yılındaki Türkiye ziyaretinde Ruslarca gündeme getirilmiş, Türkiye’nin de karşılığında Rusya’daki bir şehitliğinin onarılması önerilmişti. “Söz konusu anlaşma 3 Aralık 2012 tarihinde Başbakanlar düzeyinde gerçekleştirilen Türkiye- Rusya Federasyonu Üst Düzey İşbirliği Konseyi 3. toplantısında dışişleri bakanları tarafından imzalanmıştı. Rusya, anlaşmaya ilişkin iç onay sürecini 11 Aralık 2013 tarihinde tamamlamıştı. Türkiye tarafı ise dönemin Dışişleri bakanının imzaladığı anlaşmayı TBMM gündemine almayarak tasarıyı kadük bırakmıştır. Ancak Rusya, şimdi ise kendi iç hukuk sürecinde belki tamamlanan; ancak TBMM’nin onaylamadığı için kadük kalan tasarıyı Türkiye’ye uygulatmak için baskı yapıyor.


144

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Buna asla izin veremeyiz. Çünkü Yeşilköy, Rusya’nın ne kültürel ve ne de manevi sınırı değildir ve olamaz! “Eğer İstanbul’da bir Rus anıtı dikilecekse bunun mütekabiliyet esasına göre karşılığı, yaklaşık 150 yıl Osmanlı himayesinde kalan Moskova’daki Kızıl Meydan’a Türk Şehitliği yapılmasıdır!” Yoksa 93 Harbinde ve devamındaki Balkan Harbi’nde verdiğimiz milyonlarca şehidin kemikleri sızlar, “ah”larını hiçbir şekilde ödeyemeyiz.

BULTÜRK’e Bulgaristan’dan Kitap

BG-SAM.17.Ağustos.2017

BULTÜRK Ankara Temsilcimiz İsmail Cingöz’e Bulgaristan’dan Kitap Hediyesi Ardahan Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Atilla Jorma ve sevgili eşi Sevil Abbasova Atillaaraştırma yapmak üzere gittikleri Bulgaristan’da Bulgaristan Türklerinden yazar İsmail Yakupile bir araya gelmişlerdir. Akademik ve ilmi sohbetleri esnasında konu Bulgaristan’dan Türkiye’ye göç etmiş olan soydaşlar konusuna geldiğinde bu hususta Türkiye’de faaliyet yürüten BULTÜRK Derneği de mevzuya dâhil olmuştur. Sayın Jorma Ailesi BULTÜRK Ankara Temsilcimiz İsmail Cingöz’ü tanıdıklarını beyan ettiklerinde Sayın İsmail Yakup “Kestaneler Altında” ve “Ulu Çınar” isimli eserlerini temsilcimize armağan olarak göndermiştir.


Makale ve Analizler - 2017

145

Bulgaristan’da yaşananmış olaylardan esinlenerek akıcı bir dil ile romanlaştırılarak yazılmış bu eserler mutlaka okunmalıdır. Hemşerimiz ve soydaşımız İsmail Yakup Bey’e teşekkür ediyoruz. Türk Dünyasının çok değerli yazarları ve bilim adamlarının birçoğu maalesef kendi mensubiyetini taşıdıkları ülkeler dışında ve Türkiye’de yeterince tanınmadıkları görülmektedir. Türk Cumhuriyetleri ve Akraba Toplulukları içerisinde bulunan Türk soylu yazarlarımızın daha fazla tanıtılması gerektiği düşüncesi ile sosyal ve kültürel etkinliklere davet etmek, imza günleri düzenlenmesine yardımcı olunmalı ve bu görev ilgili kurum, kuruluş ve dernekler tarafından üstlenilmelidir diyoruz.

BULTÜRK Derneği Başbakanlık’ta..

İsmail Cingöz-25.Ağustos.2017

Başbakan Yardımcısı Hakan Çavuşoğlu, BULTÜRK Başkanı Rafet Ulutürk ve beraberindeki heyeti kabul etti BULTÜRK - Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği Genel Başkanı Rafet Ulutürk, Genel Başkan Yardımcısı Dr. Nedim Birinci, Ankara Temsilcisi İsmail Cingöz ve Yön. Kur. Üyesi Yrd. Doç. Dr. Ekrem Süzen; Türkiye Cumhuriyeti Başbakan Yardımcısı Sayın Hakan Çavuşoğlu’nu makamında ziyaret etti. Çavuşoğlu, kendisine tebrik ziyaretinde bulunan Rafet Ulutürk ve beraberindeki heyetle, Çankaya Köşkü’nde görüştü. Basına kapalı yapılan ve yaklaşık 50 dakika süren görüşmede, Balkanlar ve Bulgaristan’da Türk - İslam nüfusunun sorunları, ekonomik, siyasi ve kültürel olarak Bulgaristan’da yapılması gerekenler bir rapor halinde arz edildi, geleceğe dönük ayrıntılı istişarelerde bulunuldu.


146

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Başbakan Yardımcısı Çavuşoğlu Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği heyetinin kabulünde yapmış olduğu açıklamada, Nazik ziyaretlerinizden büyük sevinç duyduğunu belirterek, daima STK’lar ile işbirliğine hazır olduklarını ellerinden gelen desteği vereceklerini . Ayrıca bu kapının STK’lara her zaman sonuna kadar açık olduğunu ve Büyük Türkiye’yi sizlerle birlikte oluşturacağımıza eminim, bu nedenle bizlere ne görev düşerse yapmaya hazır olduklarını belirtiler. Ziyarete BULTÜRK adına Derneğin Genel Başkanı Ulutürk’ün yapmış olduğu açıklamada; “Kendimizden birini buralarda görmek bizleri çok memnun etmiştir. Yapmış olduğumuz ziyaretler oldukça pozitif bir ortamda gerçekleşti. Ziyarette Balkan Derneklerimiz ve Türkiye’de ve Bulgaristan’da genel mevzuları hakkında enformasyon paylaşımında bulunduk. Yapacağımız projeleri değerlendirdik. Sayın Başbakan Yardımcımız Hakan Çavuşoğlu’na hayırlı olsun dileklerimizi ileterek görevinde başarılar dileyerek. Hemşehrimize bu kutlu ve zorlu davada Allah yar ve yardımcısı olsun. Türkiye Cumhuriyeti Başbakan Yardımcısı Sayın Çavuşoğlu’na yeni görevinde başarılar diler, sıcak ve samimi ağırlamalarından dolayı kendilerine teşekkür ederiz.” dedi.

Eylül Ayı 2017 Yazıları 1000 Yıllık Türk Mahallesi Gün Yüzüne Çıkarıldı

BG-SAM-05.Eylül.2017

Erzincan’ın Kemah ilçesinde, Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sini rehber edinerek kazı yapan ekip, Kemah kalesi ile Tanasur deresi arasında, Anadolu’nun tarihteki en uzun su tünellerini ve bin yıllık Türk mahallesini gün yüzüne çıkardı Erzincan’ın Kemah İlçesi’nde, Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sinden yola çıkan kazı ekibi, Anadolu’nun tarihteki en uzun su tünellerini ve bin yıllık Türk mahallesini gün yüzüne çıkarmayı başardı.


Makale ve Analizler - 2017

147

Türkler’in Orta Asya’dan göç ettiği Anadolu’da kurulan Mengücekliler Beyliği’nin başkenti konumundaki Erzincan’ın Kemah İlçesi’nde yer alan Kemah Kalesi’nde, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü görevlilerince 6 yıldır kazı çalışması yapılıyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın katkılarıyla, arkeolog ve sanat tarihçilerince yürütülen kazı çalışmalarında, bölgede 600 ev ve 11 ibadethane olduğu bildirildi.

Doğan, HÖH Partisine Aşılanan Bir Virüstür

Hüseyin Ömerov-05.Eylül.2017

BGSAM - Tarih: 21.04.2011, Sofya, “Glasove” gazetesi. “1990 Ocağının ilk günlerinde Sofya “Aleksandır Nevski” kilisesinin etrafına ansızın toplanan Pomak Türkler “İsimlerinizi Geri Verin” mitingine yapıyordu. Oradaydım. Birden bire bir polis aracı belirdi. Durdu. İçinden Ahmet Demir çıktı. Eline mikrofon verdiler. “Ben size isimlerinizi geri almanız için yardım edeceğim” diye haykırdı. “Bulgaristan Türklerinin hak ve özgürlükleri için savaşan bir militan” çorabı böyle örülmeye başladı.” Hak ve Özgürlük Hareketi (HÖH)kurucularından ve Bulgaristan Büyük Meclisi Razgrat milletvekili Hüseyin Ömer Sofya’da çıkan “Glasove” gazetesine konuştu: “HÖH partisini biz kurduk. Bizim partimizdir. Ahmet Doğan HÖH içine monte edilmiştir. O, yabancı yubaya giren bir guguk kuşudur. Bizler yani gizli polis “DC” ajanı olmayanlar, gitgide dışlandık. O, HÖH yönetimindeki ajan


148

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

olmayanların hepsini partiden uzaklaştırdı. Doğan, HÖH bünyesine ilk günde sızdırılmış bir bir virüstür. Razgrat ilinde HÖH partisini kuran benim. 26 - 27 Mart 1990’da Sofya’da yapılan kurucu konferansta Razgrat delegesiydim. Ben, 10 Kasım 1989’dan önceki illegal etkinliklere katılmadım. İllegal örgütlerle ilgili daha sonra bilgilendim. Siyasete girince milletvekili olanlardan biriyim. Biraz aceleci davranırken olacak, aldatılmışım. Ben ve bazı arkadaşlarım mecliste kendimizi aldatılmış hissediyorduk. Aldatıldığımı ilk defa 1991’de fark ettim. Oyunu aldığımız insanların çıkarları yönünde değil, toplumun diğer kısmı için çalışmamız isteniyordu.” Soru: Sizi aldatan kimdi ve bunu kimin çıkarları için yaptı? Yanıt: Bizi aldatan birçok ismi olan “DC” Birinci Şube ajanı Ahmet Demir Doğan’dı. Onun iplerini çeken ise kod adı Mihaylov olan Birinci Şube Başkan Yardımcısı Todor Genev’ti. Başımıza gelen, 600 bin kişiyi kapsayan Bulgaristan’da gerçekleştirilen en büyük operasyonlardan biriydi. Türklere karşı kundaklanan bu operasyon SBKP MK’ne danışılmıştı. Bizde, BKP MK devlet baskısıyla etnik kimliği değiştirme amaçlı sosyal deneme yaptı. Bize anlatılanların hepsi yalan yanlış bilgidir. Bulgaristan tarihinin bu bölümü yeniden yazılmalıdır. Milletvekilerini yalandıran Birinci Şube ajanı Doğan’dı. Bizi, başlarına Bulgar kimlik çorabı örülen Bulgaristan vatandalardan ayırmak istedi. 1990’larda biz BKP siyaseni onaylamıyorduk. İzlenen siyasi çizgiyi eleştiriyorduk. BKP siyasetinden memnun olmayan Bulgar asıllı vatandaşlarla birleşmemiz normal sayılmalıydı. Buluşmamızın önlenmesi için bilinçli ve örgütlü önlem alınıyordu. Hoşnut olmayan Bulgarlardan uzak tutuluyorduk. Soru: Doğan, illegal örgüt kurmuş, hapiste yatmış biri, buna ne deyeceksiniz? Yanıt: O, illegal bir örgüte aşılanmış biridir. Hapiste yatarken maaş almış ve proforma yatmıştır. Hasiste yatarken her ay bir sivil polis memurunun aldığı maaşın 3 katını almıştır. Tarihimizin bu bölümü yeniden yazılmalıdır. Genç kuşak aldatılıyor. Soru: Doğan’ı ilk defa gördüğünüzde sizde bıraktığı kişisel izlenim ne oldu? Yanıt: Sofya’daki Pomak mitinginde görmüştüm ilk defa. İkinci defa HÖH partisi kurucu kongresinde görmüştüm. İkinci görüşmemizde konuşma imkanım oldu. Bu görüşmede, salon, otel, yemek gibi ihtiyaçlar için Razgrat köylerinden


Makale ve Analizler - 2017

149

topladığımız paraları şahsel Doğan’a verdim. Ben o güne kadar bu kişinin kim olduğunu bilmiyordum. Soru: Siz HÖH örgütüne kurucu konferansta mı katıldınız? Yanıt: Biz kurucu konferansta Ünal Lütfi ve İbrahim Tatarlı gibi kişilerin HÖH partisine üye olmak istediklerini sezdik. Konferansın ilk günü Ünal Lütfi’yi geri itmeye çalıştık. Sonra Ahmet Doğan onları kanadı altına aldı ve HÖH’ün BMM milletvekili aday listesine aldı. Soru: İtirazlarınıza karşın mı? Yanıt: Evet. Evet. Bir örnek vereyim. Razgrat ilinden Yuli Bhnev, İbrahim Tatarlı, Kadir Kadir ve ben seçildik. Bu üçlünün “DC” bağları kuvvetliydi. Onlar paraşütle indirilmişti. Onları tanıyan yoktu. Yerli olan bendim. Oran olarak, % 75’i ajan ve % 25’i de bendim. O zaman farkına varmam kolay olmasa da, milletvekillerinin % 75 - 80’ni “DC” ajanıydı. Tekrar ediyorum, Türkleri ve Pomakların memnun olmayan Bulgarlardan ve onların da artık tuzağa düşürülmüş olan muhalefetinden uzak tutmak ana hedefleri olmuştu. O zaman ben, Ahmet Doğan’a Konstantin Trençev hariç, muhalefet parti temsilcileriyle temas etmesi ve konuşmasının yasaklanmış olduğunu işitmiştim. O da bu yasaklara uyuyordu. Soru: Siz gibi “DC” ile bağlantılı olmayan HÖH partililerinin daha sonra partiden uzaklaştırıldığını işitmiştim... Yanıt: Bu uzaklaştırma işi bilinçli ve planlı olarak yapıldı. Ben, 1991’de HÖH partisi Merkez Denetim Komisyonu Başkanıydım. Ahmet Doğan partiye gelen bağış paralarını kendi kişisel hesabına yatırıyordu. Ben de parti yönetimine bir rapor yazdım. Çünkü bu paraların parti teşkilatının banka hesabına yatırılması gerekiyordu. Bu ilk uyarıydı. Hemen ardından, Doğan,Anayasa tartışmaları sırasında milletvekili grubumuzu salondan çıkarırken , ben, bu tartışmalara katılmak, devletin temel yasası konusunda fikirlerimi beyan etmek için milletvekili oldum, dedim ve kalkıp çıkmadım. Benimle birlikte, HÖH Başkan Yardımcısı Kırcaali milletvekili Yaşar Şaban da salonda kaldı. Bu iki olayı vesile eden Doğan, parti yönetimindeki ajanların da yardımıyla, 12 saat süren bir toplantida Denetim Komisyonu Başkanlığım donduruldu. Bir daha HÖH listesinden milletvekili adayı gösterilmedim. Soru: Son dönemde “Doğan dosyası” sık ele alınan bir konu oldu. Veselin Angelov HÖH lideri hakkında yeni kitap yazdı. TV ekranından Ahmet Doğan kimseyi ele vermemiştir, yalnız analiz yapmıştır, dedi. Yanıt: Veselin Angelov para karşılığı beyan veriyor. Bu konuşmaları ciddi paralar karşılığı yapıyor. Şimdi artık Ahmed’i parasızlık yıkamaz, ödeyip istediğini konuşturuyor.


150

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Soru: Fakat bu adam Doğan’ın bilinçli hayatı boyu kimseyi satmadığını söylüyor. Yanıt: Doğru değil. Doğru değil. Örneğin o Razgrad ili Torlak’tan, Hlebarovo köyünden (bugünkü Zar Kaloyan kasabasından) olup onunla birlikte inşat eri olarak askerlik yapan bir kardeşimizin hayatını kararttı. Bu öykü Toma Bikov’un “Doğan’ın Dosyası” kitabında anlatılmıştır. Doğan asker arkadaşına konuk olur, onu değişik sorular sorarak Türkiye konusunu eşeler, yeyip içerler, arkadaşı içini döker, misafirini otobüse uğurlar. Bu ziyaretten 4 saat sonra Ahmet Doğan oturup ihbar yazar. Bu genç 57 gün içeri alınır ve bütün hayatı allak bullak olur. Soru: Bu kişiyle şahsen görüştünüz mü, yoksa olayı Bikov’un kitabından mı biliyorsunuz? Yanıt: Bu hemşerimi aradım. İstanbul’da yaşıyor. Torlak’tan Salim Karamustafa ile görüştüm. O, 73 yaşında bir emekli öğretmen ve HÖH partisi üstüne kitap yazıyor. Olayın gerçek olduğunu o teyit etti. İçeri düşen onun öğrencisiymiş. Doğan’ın ihbarlarından içeri çekilen başka kişiler de biliyorum. Şimdi hepsi Türkiye’de. Size şunu anlatmak istiyorum, Bulgaristanda başımıza büyük bela geldi, anlatırken inandırıcı olmak zor. “Büyük Göçle” 400 - 500 bin kişi gitti. Bu vatandaşlar Ahmet Doğan gibi “DC” ajanlarının ihbarlarına göre kovuldular. Doğan ve onun gibi ajanların ihbarlarından dara düşenlerin sayısı büyüktür. Bu nedenle para karşılığı konuşanlara asla inanmıyorum. Soru: Sizdeki değişim ne zaman başladı? HÖH yönetiminden atıldıktan sonra mı? Yanıt: Ahmet Doğan’ın Bulgaristan Türklerinin menfaatleri için çalışmadığını, başka birilerine veya başka bir merkeze hizmet ettiğini daha 1991’de fark ettim, fakat tamne için uğraştığını ve arkasındaki adamın kim olduğunu tespit edemedim. Bir de BSP ile “DC”nin Hak ve Özgürlükler Partisi sepedini neden “DC” ajanlarından ördüğünü tartıştık. Arkadaşlardan biri General İvan Krıstev’un şu sözlerini dile getirdi. “DC” Generali şöyle demiştir: “Biz ajanların yardımıyla Bulgaristan Türklerini daha 20 yıl oyalayacağız. Onlar da biz kimi gösterçrsek, ona oy verecekler.” Soru: İllegar örgütü kuranların arasından tanıdıklarınız var mı? Yanıt: Bazılarını tanıyorum. Necmetin Hak, Kasım Dal, Zaid Vaid ve birkaçını daha tanıyorum Kasım Dal burada, bazıları Türkiye’de yaşıyorum. HÖH kurucu toplantısının örgütlendiği Varnalı Emin Hamdi’yi tanıyorum. Bu işlerin hepsi “DC” kontrolünde gerçekleşiyor. Herşey “DC” ve Birinci Şube kontrolünde oluyor.


Makale ve Analizler - 2017

151

Soru: İllegal örgütü kuranların yüzde kaçı “DC”ye çalışıyordu? Biliyor musunuz? Yanıt: Bilmiyorum. Yalnız Ahmet’in ajan olduğunu düşünüyorum. Soru: Bildiğim kadarıyla kurucuların daha fazları bugün Türkiye’de. Yalnız Ahmet Doğan ile Kasım Dal Bulgaristan’da kalmışlar... Yanıt: Evet. Şu ya da bu şekilde Türkiye’ye itildiler. Necmetin Hak, ailesi ve çocukları için hayati tehlike belirince göç ettiğini anlattı bana. 1990 Martında, hapisten çıkınca olmuş. Nisan’da yola çıkıyor. BMM mitingleri başlamazdan önce sınırı geçiyor. “DC” ajanı olmayanların hepsinden kurtuldular. Doğan parti yönetiminde birimizi bırakmadı. Soru: Kasım Dal örneği bu iddialara uymuyor. O, Doğan’ın uzun zaman sağ koluydu. Yanıt: Bu konuda o şöyle demişti: “İnsanların ahlak sabrı sınırları farklıdır.” Bu iddia onundur ve ben onu bir yere kadar anlıyorum. Benim moral sabrım 1991’de tükendi. Kasım yakın zamana kadar dayandı. Bu sorunun yanıtını kendisinin vermesi gerekir. Kendisiyle birçok kez konuştum. Doğan Dosyasını okuduktan sonra, arkadaşlarına, şahsen ona ve şimdiki eşine karşı yazılanları okuyunca dayanamamış. “Sabrım tükendi” demiş. Soru: HÖH partisinde olup bitenleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Yanıt: HÖH için olduğu kadar, Bulgaristan için de bir dinçleşme süreci olarak görüyorum. Bulgaristan toplumsal yaşamını bir yalan ve aldatma enstrümanı olan Ahmet Doğan’ın siyasetten çekilmesi zamanı geldi. Soru: Siz HÖH üyesi misiniz? Yanıt: Evet. Beni, HÖH’ten kimse atamaz. Kurucularından biriyim. Partiliyim. Partiden uzaklaştırmak ne demek! Beni partiden atacaklarsa, oyumu almasınlar. 21 yaşımdan beri HÖH partisine oy veriyorum. Oyumu HÖH’e vermeye devam edeceğim. Doğan “Hüseyin Ömer’in oyunu istemiyorum!” bildirisiyle çıkabilir mi? O ben partime oy vermekten alı koyamaz. Öyleyse beni partiden atmanın anlamı ne olabilir? HÖH bizim partimizdir. Ahmet aramıza monte edilen biridir. Bizim yuvamıza yerleşen bir gugucak kuşu gibidir. HÖH partisini kuranlar biziz. Soru: HÖH partisinin bugünkü elit takımı hakkında ne diyebilirsiniz? Yanıt: Size “DC” ajanları üzerine konuşayım mı? Kod adı “Murat” olan Ünal Lütfi hakkında, ajan adı “Vergil” olan Ramadan Atalay ile ilgili veya yine bir ajan olan, halen Ayrımcılıktan Koruma Komisyonunda çalışan Kemal Eyüp ile ilgili... Onlar kalabalık. Samimi görüşümü istiyorsanız, Birinci Şube ajanı


152

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

olan Ahmet Doğan yalnız beni aldatmadı, bütün Bulgar toplumunun gözüne kül attı, Geçiş Dönemi’nin can çekişini uzattı. Şöyle bir geriye bakınız. Filip Dimitrov hükümeti nasıl düştü? II. Semeon ve HÖH hükümeti nasıl kuruldu? Ardından üçlü koalisyon hükümeti nasıl kuruldu? Tüm gelişmeler, Ahmet Doğan’ın Hak ve Özgürlükler Hareketi kanalıyla 600 bin oyu kontrolü altında tuttuğunu ve bunları BKP-BSP ihtiyaçlarına göre kullandığını tezimi kanıtlıyor. Tüm bunlar, ölü halindeki olanın ömrünün halk en ahlaksız biçimde aldatılarak, yalandırılarak ve dolandırılarak yapılıyor. Soru: Görevden uzaklaştırıldıktan sonra HÖH yönetimiyle ilişkilerinizi sürdürdünüz mü? Yanıt: HÖH merkezine bir daha ayak basmadım. Kimi defa Kasım Dal’la görüştüm. O, Yaşar Şaban ile benim durumumun dondurulduğu HÖH Merkez Konsey oturumuna katılmıştı. Kasım Dal Merkez Konsey’in de üyesiydi. Bıyık altından gülüyordu. Benim Ahmet Doğan’ın namusuz biri dediğimi ve başka sözlerimi işitmişti... Soru: Yalnız sırıtıyordu öyle mi? Yanıt: Evet. Namus sınırını aşması için 20 yıl gerekiyormuş. Benim sınırım yakınmış, onunki ise 20 yıl daha ötede bulunuyormuş. Kendisi öyle belirlediğine göre... Soru: Kasım Dal’ın Tırgovişte şehrinde yandaşlarıyla yaptığı görüşmeye siz de katılmıştınız. Üzlenimleriniz nedir? Soru: Bu görüşmeye katılanlarla soru ve görüş anketi yapıldı. 711 anket kağıdı dolduruldu ve toplandı. Kimileri ankete katılmadı. Bu görüşmeye kanımca 711 kişi katılmıştı. Salon taşmıştı. Bu toplantıya katıldım. Konuşma yaptım ve konuşmamda Ahmet Doğan’la ilgili virüs “ADO” dedim. “ADO” tavuk gribinin bir türüdür. Doğan daha ilk gün HÖH bünyesine sızdırılmış bir virüstür. Halkla, HÖH partisine oy verenlerle yüzyüze görüşmek lazım. İnsanların gözünü açmak lazım. Yerel toplantılar yapmak. “DC” ile ilişkisi olmayan insanlarla yeni yerel ve ulusal konferans düzenlemek. Bu forumlara Ahmet Demir delegeleri, % 70 “DC” ajanları katılmayacak. Delegeler hür insanlar olacak. Amaç, 10 Kasım 1989’da Todor Jivkov’n ağızı açık kaldığı gibi, ağızı açık bırakmaktır. Bu mümkündür. Soru: Siz yeni bir Parti kurulması fikrine karşısınız öyle mi? Yanıt: Evet. Yeni bir parti kurulmasına kesin karşıyım. HÖH (DPS) partisi “ADO” virüsüne yakalanmıştır ve tedavi edilmelidir. Bu, bir tavuk gribi türüdür ve tedavisi mümkündür. Biz HÖH partisini kurtarmalıyız. Biz HÖH parti-


Makale ve Analizler - 2017

153

sini parçalamak istemiyoruz. Partinin dipten tepeye yenilenmesi gerek. Halk partinin yenilenmesini istiyor. Çocuk hastalığı dönemi çok uzun sürdü. Soru: Siz 1991’den beri sustunuz öyle mi? Yanıt: Evet. Halk gerçekleri bilmiyordu. Biz sustuk. Ben 1991’den beri sustum. Türkçe bir atasözü var: “Kol kırılıl, yen içinde kalır.” Bundan dolayı biz kamuoyunu parçalamamak, bizm başımıza da yeniden kötülük gelmesin diye iş kavgaları dışarı sızdırmadık, yerimizde durmamız gerektiğini düşündük, kendimizi korumak istedik, birlikte olunca insan kendini güvende hissediyor. Susmamızın psikolojik gerekçesi buydu. Bundan dolayı insanlar olup bitenleri pek bilmiyordu. Yine bu nedenlere molar sabrı çizgisi çekilmesine gerek duyulmadı. Yeni durumda bizim hedefimiz insanlarımızın gözünü açmaktır. Bunu bilinçli olarak yapıyoruz. Zaten bu yıllarda ceketin kolu aşındı, kolun kırım olduğunu görmeyen kalmadı. Bulgar toplumu herşeyi kendi gözleriyle gördü. Ahmet Doğan milyoner, milyarder oldu. Razgratlı komşuma faydası yok. “Lider” kendisine UFO alacakmış bize ne, benim Razgratlı komşularımın porselan kasesinde çorbası yok. Biyokrafik not: Hüseyin Ömer Hak ve Özgürlükler Partisi (HÖH) Razgrat ili kurucularından biridir. 26 - 27 Mart 1990’da Sofya’da HÖH partisi kurucu konferansına katılmıştır. Büyük Millet Meclisi’ne Razgrat ili milletvekili olarak katılmıştır. HÖH yönetiminden ayrıldıktan sonra doğduğu Prelez köyünde muhtarlık ve bir süre de Zavet Belediye Başkanlığı görevinde bulunmuştur.

O kararlar hep gizli alınmıştı

İbrahim Soytürk-05.Eylül.2017

Konu: Göçe zorlanışımızın perde arkası 1989’da Bulgaristan’dan kovulan 360 bin Türk’ün yalnız birkaç eşya ile yola çıkması için büyük baskı yapılmıştı. Evlerini hemen terk etmelerinde ısrar edil-


154

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

mişti. O günlerin acısı bir türlü sönmedi. KPP“Kapitan Andreovo” çilesi unutulur gibi değil. Bu çile, bu eziyer bu zulüm Sofya’daki Batı devletleri diplomatlarını hareketlendirmişti. 70 bin Bulgaristan Türkü’nün 1989 Ayaklanması Bulgar tarihinde daha önce görülmüş bir olay değildi ve devleti dipten tepeye sarsmıştı. Jivkov yönetimine çöplük yolu görünmüştü. Vatandaşlarını sınır dışı eden bir devlet ayakta duramazdı. “Soya dönüş süreci” yalanı ayak altına alınmış, Türk Milli Kimliğinin eritilemiyeceğini dünya halkları görmüştü. O mücadele günlerinin evrakları artık arşivlerde sararsa da, “gönüllü göç ettiğimiz” gibi yalanların gerçek yüzünü gün ışığına çıkaran delilleri görmeyen işitmeyen kalmadı. “desebg.com” gizli polis “DC” gizli arşivinden birkaç belge daha yayınladı. Bunlar Bulgaristan Müslümanlarının zorla göç ettirdikleri günlerden bazı olaylara ışık tutuyor. 1989 yılının yazı. Birleşik Amerika Sofya Büyükelçiliğinden bir diplomat, “Bulgaristan Halk Cumhuriyeti’ndeki büyük baskının nedeninin Müslümanların insan haklarının çiğnenmesi olduğu” yorumunu yaptı. İngiliz Askeri Ataşesinin eşi Bulgaristan Türkleri ile görüşmüş ve “bagajlarını toplamaları için onlara ancak 2 saat verildiğini” öğrenmişti. Bu bilgiler, Dosyalar Komistonunun “1986 - 1990 Soya Dönüş Süreci - İsimlerin Değiştirilmesi ve Devlet Güvenliği”, “DC” elektronik yayınlanan belgelerinin 2. Cildinde yer aldı.


Makale ve Analizler - 2017

155

Kapı Kule Geçiş Kapısından

BG-SAM-05.Eylül.2017

Avrupa Parlamentosu (AP) Türkiye Raportörü Kati Piri, Bulgaristan sınır güvenlik görevlilerinin, kara yoluyla ülkelerine tatile giden Avrupalı Türkleri, “baskı ve sindirme yoluyla rüşvet vermeye zorladığını” açıkladı. Sosyal medya hesabı üzerinden, Bulgaristan üzerinden anavatanlarına giden Avrupalı Türklere, yaşadıkları sorunları bildirme çağrısı yapan Piri, konuyu Avrupa Birliği (AB) Komisyonu gündemine taşıdı. Flaman Sosyalist Partili (SP.A) meslektaşı Kathleen van Bremt ile birlikte Avrupalı Türklerin sorunlarını takip eden Kati Piri, bu konuda AB Komisyonu’na bir rapor sundu. BBC Türkçe’nin haberine göre Hollandalı parlamenter, Avrupalı Türklerin Bulgar polisi ile yaşadığı sorunların anlatıldığı “Kara kitabı”, 1 Ocak 2018’de AB Dönem Başkanlığı’nı devralacak olan Sofya hükümetine iletecek. Karayoluyla ülkesine giden Avrupalı Türklerin, Bulgar sınır güvenlik birimlerinin karıştığı yolsuzlukların kurbanı olduğunu vurgulayan Kati Piri, Türkiye kökenli yolcuların 14 saate yakın güneş altında bekletildiklerini söyledi. AP Türkiye Raportörü ‘ne göre, Bulgar polisi Avrupalı Türkleri rüşvet vermeye zorladı, kaynağı belli olmayan nakit cezalar yazdı, zorunlu dezenfeksiyon gerekçesiyle araçları zorla yıkattı. Ödemeyi reddedenler uzun süre kuyrukta bekletildi.


156

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“Yolsuzluklar Önlenemiyor” Kati Piri, Bulgaristan’ın 10 yıldır AB üyesi olmasına ve birliğin milyonlarca euro sübvansiyon vermesine rağmen sınırdaki yolsuzlukların önlenemediğine dikkati çekti. AP Türkiye Raportörü, AB Komisyonu’nun bu sorunu ciddi biçimde ele alması gerektiğini vurguladı. Yıllardır devam eden sorunların artık sona ermesi gerektiğini dile getiren Piri, AB vatandaşı olan Avrupalı Türklerin haklarının, AB Dönem Başkanı olmaya hazırlanan bir ülke tarafından ihlal edildiğini kaydetti. Geçen ay eşi ve çocuğu ile birlikte Bulgaristan üzerinden Türkiye’ye giden Hollanda vatandaşı Tekin Ateş, yaşadığı sorunları Piri ile paylaşan isimlerden biri. Ateş, Hollanda Televizyonu’na yaptığı açıklamada rüşvetin yanı sıra, ucuza seyahat pulu satılan noktaların bilinçli bir şekilde kapatılarak, Avrupalı Türklerin kişilerden pahalı seyahat pulu almaya zorlandığını öne sürdü. Ateş, AP üyesi parlamenterlerin konuya sahip çıkmasını olumlu bir adım olarak değerlendirdi.

Bulgaristan’da Ekonomik Soykırım

Dr. Nedim Birinci-06.Eylül.2017

Bulgaristan’da Çingene sorunları Ekonomik Soykırım “Dil kırımı”, “Din Kırım”, “Adet töre kırım”, “Kültürel Soykırım”, Almanların Yahudilere karşı “Soykırım” uyguladığını işitmiştim. “Ekonomik Soykırım” kavramına ilk kez rastladım. Her kırım bilinçli ve planlı yapılmış bir uygulama olduğundan, Birleşik Amerika Dış İstihbarat Örgütü CIA’nın Bulgaristan konusunda hazırladığı 2017 raporunu dikkatle okudum.


Makale ve Analizler - 2017

157

Şimdiye kadar kaleme aldığımız yazılarımızda Bulgaristan Çingenelerini kötü durumda olduklarını, işsiz ve aşsız olduklarını, evlerinin dozerlerle yakıldığını, yolda, sokakta kaldıklarını, dilendiklerini anlattık. Çingenelerin temel sorunlarının 138 yıldan beri çözülememesi, büyük, kanayan, kurtlanmış bir yara durumuna gelmiş. Sofya’da, Varna’da, Burgas, Filibe be diğer büyük kentlerimizde yol kenarına oturmuş, belini duvara dayamış, bacağında bir yara bandı el açmış gençler ve yaşlılar giderek çoğaldı. Özellikle Cuma günleri camilerin önlerindeki birkaç santim bekleyen bebeleri kucaklarında, çocukları ellerinde genç gelinlerin oluşturduğu acıklı tablo, sakat arabalarındaki feci durum unutulur gibi değil. Bulgaristan’da 900 bin kişinin sosyal yardımlardan geçinmesi gerçeği, sosyal yardımların 130 - 150 leva (70 - 80 Euro) gibi çok yetersiz bir para olması ve yıllarca artmaması, sorunları çok ciddileştirmiştir. Bu insanlardan büyük kısmı iş kazası, trafik kazası vb geçirmiş ve doktor raporludur. Bunların evrakları gözden geçirilerek, sayılarının azaltılmasına çalışılırken, evrakların sahte olduğu iddialarında bulunuyor. Yine bu tedbirlerden olmak üzere, 4 yaşında çocuğunu her sabah Bulgar anaokuluna götürüp vermeyen ailelerden 500 leva ceza alınması yasallaşmış. Bulgar bu yeni önlemleri Türk ailelere de uygulamaya hazırlanıyor. Bu durum, olağanüstü derin bir sosyal bunalım yaşanan Bulgaristan’da durumu daha da gerginleştiriyor. Tüm bunları dikkate alan Bulgaristan il müftülükleri Kurban bayramında birçok çocuk yurduna kurban eti verdi. Geçim sıkıntısı içinde Bulunan Plevne Vratsa illeri köylerindeki Müslüman Çingenelere 3 bin kilo kurban eti dağıldı. Haskovo yöresinde Kurbanlıktan nasiplenme kampanayı çok başarılı oldu. Karasu (Mesta) boyu Pomak köylerinde de Kurban Bayramı her hanede kutlandı, kurbanlar kesildi, adet ve törelere uyuldu, halk bayramlaştı. Kurban Bayramı Bulgaristan’da Çingene yoksullara uzatılan gönülden yardım eli oldu. Bayram’da Türkiye’nin, soydaşlarımızın katkıları büyük oldu. Binlerce soydaşımız bu sene de kurbanını doğup büyüdüğü köyünde, komşularıyla, hemşeriyle birlikte kesti, birlikte dua ettiler, bayramlaştılar. Ülkemizde 2 milyon Çingene kardeşimiz var. Onların Rumeliye ilk gelişleri 1050’ye rastlıyor. O zaman Rumeli’de Bizans varmış. İmparator Konstantin Monomah gelsinler diye ferman çıkarmış. Bundan 1500 yıl önce, rivayete göre tabii, Hindistan’da iki büyük soy arasında hangimiz daha yüksek vasıflı, daha erdemli savaşı yürütülmüş. Çok kıyıcı bir savaşmış bu ve taraflardan biri tarafından kazanılmış ve ötekiler çok ezilmiş. Yenilenlerin şehir ve köylere inmesi ve hatta “pis” ilan edildikleri için su kaynaklarından içmesi bile yasaklanmış. İşte o zaman, yenilenler de galip gelenler kadar becerikli insanlar olduklarından, bu “topraklarda biz artık hayat yok” de-


158

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

yip yollara dökülmüşler. Beraberlerinde bildiklerini, becerilerini, ustalıklarını, hünerlerini vs de götürmüşler. Örneğin Avrupa maden kaynatıp metal üretmeyi onlardan öğrendi. Hepiniz bilirsiniz, Osmanlı kılıçları ilk dönem orta boylu ve hilal çeklindeydi. Kama, hançer, uzun kılıç ve mızraklara farklı bir su verip daha hafif işe yarar duruma getirilmesinde Çingenelerin rolü büyük olmuştur. Fakat onların Osmanlı yolu, ordularında kullandığı dil Türkçe olan Çengiz han seferleriyle birlikte olmuştur. Çengiz han atlarını ilk nallayanlar da Çingene nalbantlardır. Eski Fars imparatorlu ise Müzik Vasıfları olan Çingene kabilelerden müzisyenleri ülkesine davet etmiş, Pers Ordusu Mehter Takımını kuran da onlardır. Sözümüze dönelim, Hindistan’dan çıkıp Güney denizlerinin kıyılarınca ilerleyen Çingene kabileler Mısıra vardıkların II. Ramzes zamanıymış. Kral kızını evlendiriyormuş. Müzisyen hünerli Çingeneler müzik hünerleriyle düğüne katılanları şenlendirmişler ve Nil Irmağı boyunda yaşamayı hak etmişler. Mısıra pirinci getiren de onlardır. Neyse gün gelip yeni yaşama mekânı olarak Avrupa’ya yöneldiklerinde, önce Yunan Adalarına yerleşmişler ve Rumlar yeni gelenlerin metal işlemeden, burguculuktan, arabacılıktan, sepetçilikten, müzisyenlikten fal bakmaya beş parmağında on hüner olduğunu görünce onlara “erişilmez insanlar” demişler. Yunanca’da “ç” harfi ve sesi olmadığında, erişilmez insanlara “Çigan” deneceğine “Tsigan” denmiş. Bulgarcaya da “tsigan” olarak geçmiş, faka yılların geçmesiyle bu kavramın özü “üstün insandan”, “bir işe yaramayan pis adam” şeklinde değişince, 1953 yılında Bulgar hükümeti bir yasa çıkararak “tsigar” sözünün kullanılmasını yasaklamış ve yerine “Roman” demiş. Zaman yine değişti ve Bulgaristan Başbakan Yardımcısı Valeri Stoyanov, 2017’de ülkemizde yaşayan Romenlere yine “rsigan” diye hitap ederek “çocuklarının sokaklarda domuzlarla oynadığını, pis olduklarını, kadınlarını da sokaktaki yal köpeklere” benzetiyor. Bu sözler 2017’de Sofya meclis kürsüsünden söylendiğine göre “10 yıldan beri Bulgaristan’da yaşayan Çingeneleri entegre etme siyaseti” tamamen iflas etmiş durumdadır. Bu insanlar kendi aralarında, evde ve yaşadıkları getto-mahallelerde Çingene lehçelerinde konuşuyor. Yazı dilleri yok. Anlaşılan Hindistan’dan çıktıklarında matematik bilgilerini ve rakamları orada unutmuşlar, İslav rakamları ve matematik işlemlerini de başka bir dilde sözlü olarak yapıyorlar. Birinci Dünya Savaşını sonuçlandıran 1919 Noyi (Paris) Barış Anlaşmasında, Bulgar Krallığına Silahlı Askeri Güç bulundurma yasaklanmıştı. Bu nedenle Başbakan Aleksandır Stanboliyski “inşaat erleri” birlikleri kurdu. Çingene bu gençler bu ocaklara alındı ve orada demircilik, burguculuk, arabacılık ustalıklarını geliştirirken, tarım ve kesim aletleri yapma ustalıklarını geliştirdiler ve


Makale ve Analizler - 2017

159

Bulgaristan’ın kalkınmasına önemli katkıda bulundular. Tütüncülükte de saban demirinden, tütün iğnesinden, tütün sepetinden, değişik büyüklükte kafes, ucu demirli kazık vb aletlerin ustaları, gül yağı kaynatılan kazanları, üzüm üreticilerine pres makinalarını, fıçıcılara çemberleri yapanlar hep onlardı. 1944’ten sonra toprak kooperatifleştirilince Türklerin ortak kullandıkları kooperatif tarlalarında onlar da tütün işi yaptılar, gül topladılar, köy harmanlarında dönen Düvenlere çakmak taşı çaktılar, yük arabaları tekerleklerini, çember, topuz ve sereleri döven de onlardı. 1960 yılından sonra Bulgaristan Komünist Partisi MK Politik Bürosunun gizli bir kararıyla Türkçe konuşmayan Çingene nüfusun isimleri değiştirildi. 1989 Aralığının sonunda Türklerin, Müslüman Çingenelerin ve Pomakların isimleri geri verilirken onlarım isimleri iade edilmedi. Bulgar isimli kaldılar ve yaşam tarzlarını belirleyen İslam ahlakına bazı Hıristiyan unsurlar da eklediler. Tüm bunlara rağmen, Bulgaristan’da yaşayan Çingenelerin ne faşizm ne de sosyalizm döneminde mülk edinme, mülkiyet ve taşınmaz hakkı sanki yoktu. Çingene ailleler bizde çayır, orman alıp hayvancılık geliştirmedi, işlenir toprak alıp ekip biçmediler. 1992’de tarim kooperatiflerinin dağılması ve toprakların sahiplerine iade edilmesiyle Çingene nüfus ortada, açıkta, eli kolu bağrında kaldı. Çünkü işledikleri topraklar onların değildi, hizmet sundukları kooperatiflerde onların da hissesi, malı mülkü yoktu. 1991 Anayası’na “Adalet Mülkün Temelidir” yazılmadı. Bu insanlar bu kooperatiflere yıllarca verdiği hizmetler ortada kaldı. Ne emeklilik, ne özel bir sosyal edinim ne de çocukları için yeni bir olanak. Demokrasi Çingene kardeşlerimize mezar oldu. Osmanlıdan beri Bulgaristan’da ancak Türklerin, Pomakların, Bulgarların ve Yahudilerin ve onların vakıflarının mülkiyet hakkı vardır. Yani Çingenelerin Bulgaristan toprakları üzerinde miras hakkı yoktur, çünkü tapulu taşınmazları yoktur. İşte böyle bir ortamda 1995 - 1997 yılları arasında Jan Videnov hükümetinin sanayi işletmeleri ve irili ufaklı üretim tesislerimizi de haydutça özelleştirirken 100 kodamanı zenginleştirip, işletmeleri kapatarak, sokağa attığı işçiler, emekçiler arasındaki büyük kitle Çingenelerdi. Ağır sanayi dışında, konserve ve tekstil işletmelerinde çalışanların ana kısmı onlardı. Böylece onlar bundan neredeyse 15 yıl önce sokakta kaldılar. Daha sonra iktidar olan GERB partisi Bulgar toplumundaki Çingene etnik katmana sokak temizlikçiliğini uygun gördü. Bu gelişmelere paralel olarak 1990’da sonra Bulgaristan’da Çingene nüfus patlaması oldu. Sayıları artık 2 milyonu buldu. 2050’de 3 milyon olmaları ve nüfus çoğunluğunu oluşturmaları bekleniyor.


160

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bugün Avrupa Birliği katındaBulgaristan’la ilgili en önemli sorun nüfus sorunudur. 2050’de Bulgar nüfusun ancak 600 bin kişi kalacağı haberleri tehlike çanları çalıyor. Bugün tamamen haktan hukuktan yoksun olan ve “eşit haklı vatandaş” sloganı yükselten, protesto yürüyüşleri gibi “toplu eylemler” başlatan Çingene kitlenin anadili olmayan, azısı olmayan, hukuksal kültürü çok yetersiz olan bir nüfus çoğunluğu ortamında AB üyesi bir ülkenin geleceği endişe uyandırmaya başladı.2017 sonunda bir AB geçici başkanlığı 1 yıl için Sofya’ya taşınacak, çözüm aranıyor. ABD Merkezi İstihbarat Ajansı CIA’nın “ekonomik soykırım” tespitli Bulgaristan Çingeneleri raporu bu vesileyle yayınlanmıştır. Çingene gençlerden yarısı tam cahildir, hiçbir gün çalışmamış, çalıp kapmakla geçinen kişilerdir, 3. Kuşan işe gitmemiş Çingene erkekler var. Getto-mahallere sıkışmış, sofra kurmayı unutmuş, elleri aylarca sabun görmemiş, 13 yaşında doğum yapan, çocuk alıp satan, Avrat Pazarı kuran bu halk topluluğunun modern Avrupa’ya dahil edilmesi olanaksız gibi görünüyor. Bu durumun önündeki ana set ise, Bulgar devletinin yalnız Bulgar dili konuşulan, diğer etnik halk topluluklarının doğal, kültürel ve ayrıca da evrensel insan haklarını tanımayan “tek millet tek devlet” rejim anlayışından vaz geçmemesi, artık ulusal çoğunluk olan azınlıkların haklarını tanıyıp çoğulculuğa geçmeyi kabul etmemesi yatıyor. Bizdeki getto-mahalleler bir saatli bomba durumuna gelmiştir. Şehir merkezlerini “mikrop ocağı” dediği Çingene mahallerinden temizlemeye çalışan III. Borisov hükümeti “ekonomik soykırımdan” sorumludur. Bulgaristan’da iş dili Çingenece olan sanayi ve tarım tesisleri kurulması zorunludur. Çingene çocuklarının birinci dil Çingenece ve ikinci dil resmi vatan dili olan okullara toplanması ve eğitilmesi kaçınılmaz olmuştur. Romanya’da yapılan AB entegrasyon yardımlarıyla Çingene okul, lise, Üniversite Fakülteleri, kültür merkezleri ve sanayi tesisleri açıldı çalışıyor, toplumda etnik huzur sağlandı. 2014 - 2020 yılları için AB Bulgaristan’da Çingene sorunlarının çözülmesi için 7 milyar 200 milyon Euro göndermiş, fakat paralar hedefe ulaşmıyor, çar çur ediliyor, çalınıyor, farklı hedefler için kullanılıyor. Bulgaristan’daki “ekonomik soykırım” yalnız Çingenelere karşı değil, Türklere ve diğer azınlıklara karşı da uygulanıyor. Ahmet Doğan’dan başka, bizden hiçbir kimsenin zenginleşmesine, verimli bir iş tutmasına, başını kaldırmasına izin verilmiyor. Halkımızın hak arama ve direnme cephesi her geçen gün genişliyor. Bu davanın ana hedefi bugün de vatan hakkımızı pekiştirmemizdir. Bulgar toplumu bir ülkede taşınmazı olmayan bir azınlığın vatan hakkı olabilir mi konusunu tartışmaya açıyor... Uyanalım arkadaşlar.


Makale ve Analizler - 2017

161

500 Yıllık Tarihi Camiyi Akşamları Bar Yapıyorlar!

BG-SAM-06.Eylül.2017

Bulgaristan’daki soydaşlar ile Bulgar vatandaşları tarafından “Büyük Cami” olarak adlandırılan 523 yıllık camiyi bizzat gözlemleyerek fotoğraflayan Marmara Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü öğretim görevlisi Neval Konuk, tarihi caminin bahçe kıısmındaki kafenin akşam saatlerinde eğlence mekanına dönüştüğünü anlattı. “Girişimde bulunulmalı” Sofya’daki eserin durumunu yerinde inceleyen Konuk, tarihi Osmanlı cami ve izlenimlerini şöyle paylaştı: “Sofya’da Büyük Camii olarak adlandırılan Koca Mahmut Paşa Camii’nin inşaatına 1451 yılında vezir Mahmut Paşa döneminde başlandı. Ancak eser, paşanın ölümünden 20 yıl sonra ancak 1494’de tamamlandı. Caminin bünyesinde medrese, su sarnıcı ve Çeşme bulunuyor. Osmanlı-Rus savaşı sırasında tarihi ibadethane hastaneye dönüştürülüyor. Sonraki yıllarda ise kütüphane olarak kullanılıyor. 1892 yılından bugüne kadar Sofya arkeoloji Müzesi olarak Bulgaristan uhdesinde hizmet veren bu mekan akşam saatlerinde ise içkili bir mekan haline getiriliyor. Tarihi Osmanlı eserinin Bulgaristan Başmüftülüğü mülkiyetinde yer alması doğru olurdu. Müslümanların kutsal ibadet mekanı sayılan cami bahçesini eğlence yeri ve bar olarak kullanmak bana göre saygısızlık. Türkiye, girişimde bulunmalı” dedi. Bulgaristan Başmüftülüğü Vakıf Malları Birim Sorumlusu Osman İbrahimov da, Koca Mahmut Paşa Camii’nin bahçesindeki görüntüler için “İçimizi acıtıyor.”


162

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Balkanlar’daki Vatikan...

Alptekin Cevherli-06.Eylül.2017

Arkadaşlarla 8 günlük bir Balkan turu ardından gelen Kurban Bayramı tatili ile birlikte, yeniden bilgisayarımızın başına oturmanın karışık duygularını yaşadığım şu saatlerde, sizlerle 8 günlük Balkanlar izlenimlerimizi paylaşmak istedim... Fatihlerin torunlarının Balkanlar’da durumunun, şu an için eskiye göre çok daha iyi olduğunu görmek içimize biraz su serpti. Özellikle TİKA’nın ecdat yadigârı eserlere sahip çıkması tek tek hepsini onarıp, yeniden işler hale getirmesi gerçekten de takdire şayan... Diğer yandan Balkanlarda yaşayan Türklerin hâlâ pek çok sorunu olduğunu da kabul etmekte fayda var... 2017 itibarıyla hâlâ yolu, suyu, elektriği olmayan Türk köyleri var... Bulundukları ülke vatandaşı olmaları münasebetiyle elbette bu yerleşim yerlerine yatırım yapmak birinci öncelikle bulundukları ülkelerin sorumluluğu. Ancak ne yazık ki çeşitli nedenlerle veya bahanelerle Türklere, pek çok Balkan ülkesinde “Niye hâlâ burada yaşıyorlar, gitsinler Türkiye’ye!” mantığıyla yaklaşıldığı için kamu yatırım ve imkânlarından çok da yararlanamadıkları bir gerçek. Bu nedenle TİKA başta olmak üzere Türkiye’mizin kurum ve kuruluşlarının bu konuda bazı yaşamsal yatırımlar yapması bir elzem... Ya da devletimizin,bu ülkelere karşı siyasi gücünü kullanarak soydaşlarımıza, bulundukları ülkeler tarafından “zorunlu insanî hizmetlerin” verilmesini sağlaması gerekli. Gelelim ülke özetlerine: Kosova’da geçtiğimiz yıl Türk bayrağına yapılan saldırı ardından Türk Büyükelçiliği ve konsoloslukları etrafında güvenlik önlemlerinin artması olumlu. Ancak Türk askerinin sınırlarını beklediği, bağımsızlık savaşında UÇK’ya koşulsuz tek desteği vermiş bir ülkeye böyle bir saldırı olmuş olması elbette çok ciddi anlamda irdelenmesi gereken bir konu. Üstelik Türkiye’nin, bırakın diğer Batılı ülkeler gibi sömürüp ihale kapmasını, aynen Osmanlı döneminde olduğu gibi hâlâ Anadolu’dan bölgeye kaynak aktarırken Türk ve Türkçe düşmanlığı oluşması ise ilginç... Bu anlamda kanımca Arnavut ırkçılığının biraz frenlenmesi, hatta kulağının çekilmesi gerekiyor.


Makale ve Analizler - 2017

163

Bu arada Mamuşa’daki Mehmetçiklerimizin ve yerli soydaşlarımızın ana vatana çok selâmları var... Makedonya’da ise hükümetin değişmesi yerli Türkler tarafından çok olumlu karşılanmış. THP’nin iktidara gelmesinden görüştüğümüz bütün Türkler ümitvar. Türklerin artık yeniden kamu görevlerine getirilmeye başlanması da bu beklentinin boş olmadığını gösteriyor. Bu arada özellikle Üsküp’te ve Mamuşa’da Cumhurbaşkanı’mız Erdoğan’a karşı müthiş bir ilgi olduğunu da söylemem gerek. Konuştuğumuz gençler ve çocuklar Türkiye’den geldiğimizi duyunca etrafımızı sarıp hemen “Erdoğan” ve “Polat” diye bağrışıyorlar... (Polat, Kurtlar Vadisi dizisindeki karakter) Diğer yandan gerek Bulgaristan, gerek Makedonya ve gerekse de Kosova seçimlerinde Türkiye’ye “yanlış bilgi aktaranların” ve “yanlış yönlendirenlerin” de durumlarının Ankara tarafından bir daha “gözden geçirilmesinin zorunluluğu” artık ortaya çıkmış durumda! Bunların sorgulanmasının zamanı geldi de geçiyor... Gelelim Arnavutluk’a... Ülke komünizmden ekonomik olarak belki kurtulmuş, ancak kısa sürede gözlemlediğimiz kadarıyla hâlâ “ateizm dini” revaçta. Ülke nüfusunun % 70’i Müslüman olan Arnavutluk’ta İslâm’la ilgili simge değerler neredeyse sıfır... Başkent Tiran’da Osmanlı’dan kalan Ethem Bey Camii ve çan kulesi mi, saat kulesi mi olduğu pek de uzaktan ayırt edilemeyen tarihi kule hariç, Osmanlı izi merkezde neredeyse hiç kalmamış. Diyanet İşleri Başkanlığı’mızın Başbakanlığın yanında yaptırmakta olduğu cami tamamlandığında kent inşallah Müslüman kimliğini biraz daha ortaya koyabilecek. Ama buna karşılık Vatikan’ın öncülüğünde bizim saydığımız kadarıyla 7 büyük kilisenin inşasının da sürdüğünü gördüğümüzü söylemekte fayda var Rahibe Teresa’nın (Gonca’nın) Truva atı olarak kullanılarak Arnavut gençlerin kafasının maksatlı olarak karıştırılmaya çalışılması ve dağa, taşa, ota, böceğe adının verilerek reklâm yüzü olması ise ayrı bir dert... İslâm kimliğinin çok daha belirgin olarak gözüktüğü Elbasan’da dahi Amerikan misyoner kilisesinin tam da Kral Camii’nin (Sultan Beyazıt) karşısında açılmış olması ise dikkat çekici. Elbette Türkiye dışında diğer Müslüman ülkelerden de Arnavutluk’a dini konularda yatırım yapılması şart. Ama bu konuda birinci sorumluluk oraya İslâm’ı götüren biz Türklere düşüyor...


164

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İtalya’nın doğuya (Balkanlara) yönelik etki alanı oluşturma politikasının neticesi olarak Arnavutluk’ta ciddi anlamda mesafe kat ettiğini ne yazık ki gördük. Dinî, etnik yapı ve hatta dil kökeni dahi kendilerinden çok farklı olan Arnavutluk’ta, İtalya ve diğer Batılı ülkelerin bu kadar çalışmasına karşılık, bizden olan bu insanlara Türk halkı olarak çok daha fazla sahip çıkmamız gerekiyor. Duygulandığım bir konu var ki değinmeden geçemeyeceğim: Makedonya’daki Türkler de ellerindeki kıt imkânlarla Arnavutluk’ta bir kısım dini faaliyetlerde bulunuyorlar.İslâmî temel bilgileri Arnavut gençlere Kur’an Kursu açarak öğretiyorlar... Bunu öğrenince gözlerimizin dolduğunu da ifade etmem gerekir...

HÖH ve DOST Siyasetini Yeniden Ayarlamalıdır

Musa Vatansever-06.Eylül.2017

Konu: 73. Yıl Önce İşgal Edilmiştik. Sonuçlarına bakalım. 1944’ün 5 Eylül günü Kızıl Ordu Tuna nehrini geçip Bulgaristan’a yayılırken, mısıra giren öküzden daha serbest hareket ediyordu. Aynı gün Sovyetler Birliği Bulgar Çalık’ına savaş ilan etmişti. 5 kişi çıkıp da yabancı asker memlekete girmiş “Dur!” demedi. Nerde o Osman Paşa 1887’de Rus Ordularını Plevne’de 2 yıl durdurmuştu. Savaşın gerekçesi ise Bulgaristan’ın Nazi Almanya’sını desteklemiş olmasıydı. Bizde 2 - 3 yıl yiyip içen Almanlar da tası tarağı toplamış arkalarına bakmadan kaçıyorlardı ve Kızıl Ordu askerlerini görmek bile istemiyorlardı. O günlerin Başbakanı İvan Bagryanov iki elini kaldırmış ve Almanya Sovyetler Birliği Savaşı’nda “bağımsızım” demişti. Fakat geç kalmıştı ve inanan yoktu. Nazi askeri birliklerinin ülkeyi terk etmesi için emir vermiş, gitmek istemeyenlerin de silahı alınsın demişti. Kelleyi kurtarmak için İngiltere ve Birleşik Amerika ile barış görüşmelerine başlayan Bulgar diplomasisi, Sovyetler Birliği’nin savaş açmasıyla görüşmelerden çekilmişti.


Makale ve Analizler - 2017

165

Sovyetler Birliği’nin Hitler Almanyası’na karşı III. Ukrayna Ordusu Romanya topraklarında Tuna kıyısında konuşlanmıştı ve 5 Eylül 1944 gecesi Bulgaristan’a gir emti aldı. 250 bin Sovyet askeri birden bakışlarını Bulgaristan’a çevirdi, 5 bin 583 top namlusu Bulgaristan’a döndü. 508 “T-34” tankı vites değiştirdi ve tam gaz Tuna’ya doğru ilerledi. Bin 26 Sovyet savaş uçağı ve Karadeniz’deki Sovyet Deniz Gücünün tümü Varna ve Burgaz istikametinde ilerlemeye başladı. Gece saat 20:30’da Bulgaristan Tuna nehri üzerinden karadan ve Karadeniz’den istila edilmeye başladı. Bu saldırı II. Aleksandır’ın 1877’de Osmanlıya topyekûn saldırısı benziyordu, sanki yeni plan çizilmemiş, yalnız atlar tank ve gemiler de daha büyük olmuştu. O zaman Osmanlı orduları Rusları 200 kilometre ilerlemeden bir ucu Plevne bir ucu da Varna ve Suvorovoda stop ettirmişlerdi. 1944’te Sovyet birlikleri Bulgaristan’a danaların yoncaya, mısıra, yulava girdiği gibi deli dolu girdiler ve kimse onlara “Durun! Nereye?” diyemedi. Bulgaristan bitmişti. Bir gün sonra Kızıl Ordunun Bulgaristan’a girdiği haberini alan dağlardaki partizan çeteleri Sofya’ya yöneldiler ve 9 Eylül gecesi yine sükûneti koruyarak ve silah patlatmadan askeri darbe yaptılar ve Vatan Cephesi hükümeti kurdular ve ellerinin altında Başbakan olacak eli yüzü düzgün biri olmadığına gözünün birini Birinci Dünya Savaşında Makedonya cephesinde yitiren Kimon Georgiev’e “sen bu işlerden anlarsın” diyerek Başbakan ilan ettiler. Moskova’nın Bulgaristan üzerindeki totaliter yönetimi bundan 73 yıl önce böyle başlamıştı ve 50 sene sürdü. Bu istila döneminde memleketimizin bağrında öyle yaralar açıldı ki bugün de doldurulabiliyor ne de sızısı diniyor. Böylece Bulgaristan 1989 yılı sonuna kadar “Demir Perde” ardında kaldı. Soğuk Savaş yıllarında dünyadan tecrit edildik. İkinci Dünya Savaşı yıllarında Bulgaristan kaderinin, sınırlarının belirlenmesinde, dış siyaset açısından birkaç önemli olay rol oynamıştır. Bir, İngilizlerin Bulgaristan’la ilgili tutumunun belirlenmesine, 1885’te Bulgar Prensliği Güney Rumeli’yi işgal ettiğinde Osmanlı’nın Güney Rumeli’yi kurtarmak için hareketlenmesini engelleyen Londra iktidarı teşekkür beklemiş ama bulamamıştı. İkinci olarak da Enes Midya hattında Ege Denizine çıkan Bulgar güçlerine İngilizler engel olmamıştı. Bir de Birleşik Amerika 1919 Paris Antlaşması imzalanırken Bulgaristan’a arka çıkmış ve Vidin şehri ve kalesi ile Küstendil şehrinin Bulgaristan sınırlarında kalmasını desteklemişti. Küçük hesaplar peşinde olan Bulgar iktidarları 2 büyük savaş arasındaki yıllarda deniz demokrasilerini Bulgar işlerine dahil etmeye gerekli çabayı göstermemişlerdi. 1941 yılında Almanya ile İtalya sıkışmışlar ve Büyük Britanya’nın yardımına ihtiyaç duymuşlardı. O zaman Bulgaristan’ın arabuluculuğuna gerek görülmüş ve Bulgaristan bu rolü üstlenmemişti. Sovyetlerin Kızıl Ordusu Eylül 1944’ün ilk günlerinde Bulgaristan’a


166

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

rahatsız edilmeden yerleşirken, Bulgaristan’ın hiçbir hizmet sunmadan yalnız beklemesi, birden bire kendini belli etmiş ve ülke çaresizlik içine düşmüştü. Durum bugüne çok benziyor. Günümüzde Bulgaristan AB ve NATO gibi büyük güçlerin gölgesinde rahat ettiğini sansa da huzursuzdur, çünkü uzun vadede stratejik yenilgi ufukta kızarmaya yeniden başlamıştır. 1944’te Bulgarlar parçalanmış oldukları için Rus askerlerine silah çekemediler, istilayı durduramadılar. Ne yazık ki 73 yıl sonra memleket yine parçalanmış durumda. Bu yıllarda işledikleri suçlardan, gerçekleştirdikleri Bulgar ve Hıristiyan olmayanlara karşı gerçekleştirdikleri kolektif katliamlardan, ortak suçluluk duygusunda birleşmiş de olsalar, azalan bulgar milleti ve çoğalan azınlık nüfus olarak toplum ikiye bölünmüş ve bu uçurum derinleşiyor. Ülkenin bir yarısı “Batı”, bir yarısı “Türk”, bir yarısı da “Rus” gölgesinde olmak üzere üç büyük gölgenin kesişme alanında bulunuyor. Bulgarlar tarihsel değerlendirmelerde bulunurken, daha Hazar bölgesinde X. Yüzyılda yaşadıkları bozkırlardan gelen Rus saldırılarının, XIII. Asırdaki tatar saldırılarının ve 1944’te gelen Sovyet saldırı ve işgalinin etkisinin çok uzun süreli olmadığını kaydederken, Anadolu üzerinden gelen akınların etkisinin asırlarca sürdüğüna vurgu yapıyorlar. Son 20 yüzyılın 13’ünde Konstantinapol / İstanbul’u elinde bulunduran Bulgaristan topraklarına da her zaman hakim olmuştur. Bulgar basınında çıkan yazılarda, Küçük Asya’da yeni bir Balkan akını gelirse, Bulgar devleti ilelebet yok olacaktır iddialarına yer veriliyor. Bu bağlamda Bulgaristan’da yapılan yorumlarda “deniz” devletleri ve “kıta” devletleri ayrımında, “deniz” devletlerinin her zaman Doğu’dan gelen bir güçle zafer kazandıklarına dikkat edilirken, Bulgar halkının bundan böyle hep “deniz” devletleri arasında yer alması tavsiye ediliyor. Kötü örnek olarak Napoleon Savaşları, olumlu örnek olaraksa Bitinci ve İkinci Dünya Savaşları gösteriliyor. En önemli itiraf ise şudur. Bulgar bilim adamları ve yorumcular, samimi açıklamalarda bulunarak, Bulgar toplumunun hiçbir zaman sözün tam anlamıyla “liberaller” ve “tutucular”, “solcular” ve “sağcılara”, hatta “komünist” ve “anti-komünistlere bölünmediğini,, bu parçalanmaların hep şekilsel ve kamuoyu gözüne kül atmak için olduğu belirtiliyor. Bu parçalanmaların her biri aşılabilir ayrılma ve bölünmelerdir. Bunu günümüzde “Ataka” partisinin aşırı soldan aşırı sağa kaymasında, BKP partisinde BSP ve GERB gibi biri sol biri sağcı iki parti çıkmasında izleyebiliyoruz. Fakat Bulgar toplumunda aşılması mümkün olmayan bir siyasi hendek var. Moskova’yı sevenler /Rusofiller/ ve Rusya’dan korkanlar /Rusofoblar/ arasındaki derin uçurum. Bulgaristan’da bu hendek 138 yıldan beri kapanmamış ve aşıla-


Makale ve Analizler - 2017

167

mamıştır. Sosyalizm yıllarında Sovyetlere karşı yeni duygular geliştirilerek bu aşılmaya çalışıldı fakat ancak beyinlerde bir tümör oluşturdu ve durumda değişiklik kaydedilmedi. Rusya’dan korkanlara daha 1871’de bağımsız ve egemen Bulgaristan için mücadele eden komitacı Vasil Levski’yi ele veren Rusofob Papaz Kristü idi. 1886 yılında bağımsız Bulgaristan kurulması çabalarının “rublacılar” tarafından engellendiğini de biliyoruz. Bulgaristan’da Moskova’dan maaş alan binlerce kişi var. Bu nedenle Rusofiller ile Rusofovlar arasında uzlaşmaya varılması olanak dışıdır. Günümüzde Rusya’dan kopan, fakat kanı Batı tarafından emilince yüzüstü kalan Bulgaristan seçenek aramak zorundadır. Çünkü görüldüğü üzere Batının devlet güçleriyle bütünleşmek veya verimli işbirliği yapmak görüldüğü kadar kolay değil. “Brexit” olayı Batı dünyasının parçalanma yoluna girdiğini kanıtladı bu durumda Yakın Doğu’nun ve Güney Doğu Avrupa’nın dev gücü olarak Büyük Türkiye güneşi doğduğunu görmeliyiz. Son dönemin en hızlı gelişen ve ceo-politik konumunu belirlemeye çalışan ülke Türkiye’dir ve dünya bunu görüyor. Almanya gibi devletlerin son dönemde Ankara’ya dil uzatmasının asın nedeni budur. Güçlü ve büyük TC istemiyorlar. Bunu önleyebilmek için günümüz Bulgar diplomasisi Yunanlara Sırplarla aranızda Makedonya var ve siz bir daha beraber olamayacaksınız, karadan tez müttefikiniz Bulgaristan aşısı yapılmaya çalışılıyor. Makedon - Bulgar ilişkilerine ortak tarihi olan halklar teorisine göre çözüm aranıyor. Romanya Güney Dobruca’yı geri istemekten vaz geçince, Asya Bozkırlarından gelecek yeni bir saldırıya karşı kalkan olmasına arka olunmaya çalışılıyor. Bulgaristan yeni bir Milli Felaket yaşamamak için bu gibi adımlar atmaya çalışıyor. Bu çabalarda TC samimiyetine bel bağlamak istememesi dikkat çekicidir. Buna rağmen 2017’nin ilk yarısında iki komşu arasındaki alış veriş % 17,6 oranında büyümüştür. Buna rağmen, Yunanistan ile demiryolu ve kara yolu bağlarını genişleterek ve iki devlet arasına petrol boru hattı çekerek, bir defa Yunanistan’a Karadeniz anklavına katmaya çalışıyor. Bu planlerın özünde Türkiye Cumhuriyeti’ni Asya dünyasında ve Avrupa medeniyetinden uzakta bırakmak olduğunu da görebiliyoruz. Bulgaristan da buna karşı Yunanistan’dan Ege kıyılarına daha serbest ve yoğun ve kolayca çıkma imkânları arıyor, deniz devletleriyle ticaretini Yunan limanları üzerinden yapmayı planlıyor. Ege kıyı şehirlerinden başlayıp Burgaz, Varna ve Rusçuk üzerinden Tuna köprüsüyle Orta Avrupa pazarlarına uzanma olanakları da Yunanistan’a tepsi içinde veriliyor. Hedeflerinde Küçük Asya üzerinden gelecek her girişimi birlikte karşılama ve püskürtme yolları aramak da vardır.


168

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgar stratejik düşüncesine göre, bunlar gerçekleştirilince derin milli parçalanmışlık aşılacak ve 1944’te başlayan büyük milli felaket de aşılabilecektir. Bu yapılamazsa, Stalin’in 1944’te Bulgaristan’ı işgali ve 50 yıl devam eden amansız sömürünün yakın sonucu Bulgar devletinin yok olması olabilir.

Bulgar Profesörün Tepkisi

BG-SAM-07.Eylül.2017

Konu: Çingeneleri Müslümanlaştırıyormuşuz. Marginalia - Sorunların çözümü insan haklarının tanınmasında gizlidir. Halk ve Özgürlükler Hareketi Pazarcık ili milletvekili Delyan Peevski yayınlarından “24 Saat” gazetesi 6 Eylül 2017 günü “Çingenelerin Müslümanlaştırılması, Bulgaristan’ın toprak bütünlüğü için en büyük tehlikedir” başlıklı bir yazı yazdı. Gazetede çıkan yazı Bulgar istihbaratı /Devlet İstihbarat Ajansı/ 2017 yılı ilk yarısı raporunda çıkan iddialar üzerine hazırlanmış ve yayınlanmıştır. Bulgaristan’da azınlık sorunları uzmanı olan ve “Marginalia” Konseyi üyesi Prof. Mihail İvanov olaya sert tepki gösterdi. Prof. Mihaylov Çingenelerin Müslümanlaştırılması konusunda şu bilgileri yayınladı: “Bulgar istihbaratının “uzman sıfatıyla” hazırladığı rapor nefretimin uyanmasına neden oldu. Ben gerçekleri istihbarattan öğrenmek isteyen biri değilim, fakat entrika yapılmasına kesin karşıyım. Çünkü Devlet İstihbarat ajansının hazırladığı gizli ve yayınlanmamış rapordan sızdırılan bilgilerle haber ve yorum yapmak kışkırtmadır. Uzman kişilerce kaleme alınan raporda “Çingene vatandaşların İslamlaştırılması ülkemizin bölünmesi için en büyük tehlikedir iddiası” “24 çasa” /24 saat/ gazetesinde yayınlandı. Bulgaristan’da Çingenelerin İslamlaştırılmasından söz edilmesi bir kör cahilliğin eseri olmalı. Bu yalan yanlış yorumları yazanlar acaba şu gerçekleri biliyorlar mı?


Makale ve Analizler - 2017

169

1) 1986 yılında Tuna Eyaleti Büyük Valisi Mithat Paşa tarafından yapılan bir nüfus sayımı sonuçlarına göre, % 77’si Müslüman olan Çingenelerin sayısı 32 bin 694 kişidir. 2) 1874 - 1875 yıllarında Osmanlı İmparatorluğu nüfus kayıtlarına göre, Nayden Gerev kayıtlarında yer almıştır, Plovdiv ilinde % 90’nı Müslüman olan 13 bin 893 Çingene yaşamaktadır. 3) Aynı nüfus sayımı sonuçlarını analiz eden Rus diplomat Teplov’a göre, onun Bulgaristan olarak adlandırdığı Trakya ve Makedonya gibi Osmanlı topraklarında % 92’si Müslüman olan 130 bin 762 Çingene yaşamaktadır. Bu rakamlar 1877 - 1878 Rus Türk Savaşından önce bu topraklarda yaşayan Çingene nüfusun hemen hemen hepsi Müslümandır. Fakat olaya biraz daha derin bakalım. “Uzman” geçinen çevreler şu gerçekleri biliyor mu acaba dersiniz: 1) Bulgaristan Komünist Partisi Merkez Komitesi danışmanı Bay Kolev’in verilerine göre, 1960 - 1961 yıllarında 120 bin Müslüman Çingenenin isimleri değiştirildi. 2) 1981 - 1983 döneminde, İçişleri Bakanlığının periyodik bülteninde yayınlanan bilgilere göre, /22.07.1983/ 230 bin 897 Müslüman Çingenenin daha isimleri değiştirilmiştir. Bu rakamlar, Bulgar devletinin değişik devirlerinde ülkemizde yaşayan Çingene nüfus sürekli eritme ve asimilasyon siyasetine hedef olmuş ve isimleri değiştirilerek Bulgarlaştırılmıştır. Şu dönemde, onların bir kısmı, köklerine yani babalarının ve dedelerinin dinine İslam’a dönüyorlar. Ve Bulgar istihbarat uzmanları gelişen süreci İslamlaşma olarak görüp Bulgaristan toprak bütünlüğü için en büyük tehlike olarak görüyorlar. Ülkemizde birçok bilim adamı Profesör, dilimizde olmayan “konverti” sözünü kullanarak, atalarının dinine dönen bu insanlarla alay ediyorlar. Bu, Bulgaristan’daki Müslümanlığa, İslam dinine karşı bir kışkırtmadır. Bu gelişmeler yeni bir uluslararası gerginlik yaratacak niteliktedir. Yapılan milli güvenliğimize karşı bir kışkırtmadır. Ülkemizdeki Müslümanların bu gelişmeleri ciddiye almayacağını umuyorum. Bugün Bulgaristan’ın milli güvenliği için büyük tehlike, Güney Bulgaristan’da bazı getto-mahallelerde yaşayan Müslüman Çingeneler değil, bu konuda “uzman” geçinip yalan yanlış rapor yazanlardır.”


170

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Doğu Rumeli Acısı

BG-SAM-07.Eylül.2017

1885 Birleşme Tarih: 06.09 2017 Konu: Tarihsel gerçeklere daha yakından bakalım 6 Eylül 2017 Bulgaristan’da tatildi. 1885’te Doğu Rumeli’nin Bulgar Prensliği tarafından ilhak edilmesi kutlandı. Bir dönem Milli Bayram olan bu tarih, önemli bir milli tarih olarak anılıyor. 1877 - 1878 Rus - Osmanlı Savaşı’ndan 7 yıl sonra Bulgar Prensliğinin askeri operasyon gerçekleştirip Osmanlı imparatorluğuna bağlı olan ve Başkan Sıra Dağlarının güneyinde Karadeniz’den Rodop Dağları eteklerine kadar uzanan ve Doğu Rumeli olarak bilinen Filibe (Plovdiv) merkezli toprakları ilhak etmesi, yasa dışı olduğu kadar, Berlin Anlaşması (1878) ilkelerini de bozan bir girişimdir. Bir defa bu tarihe gelene kadar çok yalan yazılmış çizilmiş ve kamuoyu zihni çarpıtılmıştır. Osmanlı ile savaşta 200 bin asker ve subay kaybettiğini iddia eden Rusya’nın kaybı 15 bin 567 kişidir. Bunlardan yarısı da Ukraynalıdır. Cephelerde kalan Bulgar katılımcıların sayısı da ancak 3 bin 456 kişidir. Ruslarla Barış Antlaşması 3 Mart 1878’de bugünkü İstanbul/Yeşil Köyde imzalanmıştır. O zaman Yeşil Köyün adı Agia Stefanos idi ve antlaşma Fransızca imzalanmıştır. Yeşil Köy’ün Fransızca adı San Stefano olduğundan dolayı, anlaşmadaki adı değişmiştir.1878 “Berlin Konferansı” toplanana kadar Rusya için geçerli olan sözleşme budur ve bu belgenin içinde “Bulgaristan” sözü geçmiyor. Sözü edilen toprakların adı “Rusya - Tuna Balkan Bölgesi”dir. Daha sonraki yıllarda Bulgaristan Prensliği bu toprakları Rusya İmparatorluğun’dan 32 ton 500 kilogram altınla satın aldı. 1884 Ocak ayında çıkan No 1144 Bulgar “Devlet Gazetesi” - (Dırjaven Vestnik) gazetesi Rusya’nın Bulgaristanı “kurtarmadığını” Osmanlı İmparatorluğunun en gelişmiş bölgesi olan Tuna Eyaletini işgal ettiğini yazıyor. 1878’de başlayan Berlin Kongresi’ne Rusya diplomasisi bir tek Bulgar temsilcinin katılmasına izin vermemiştir. 3 Mart 1878 tarihinde değil 1 Temmuz 1878 tarihinde Berlin Konferansında çizilen Avrupa haritasında ilk kez “Bulgar Prensliği” ve “Güney Rumeli” bölgeleri beliriyor. “San Stefano Antlaşması”nın aslında hiçbir yerde Bulgar Devleti’nin sözü geçmiyor. 06 Eylül 1885’te Bulgar ordusu Güney Rumeliyi ilhak ederken çarpışma olmamıştır. Rusya Bulgar Prensliği ile Güney Rumeli’nin birleşmesine karşı çı-


Makale ve Analizler - 2017

171

kıyor. Rusya İmparatoru Bulgaristan’daki subaylarını geri çekmiştir. Sırbistan birleşmeye karşı çıkarak Vidin ve Sofya’ya askeri saldırı başlatıyor, fakat “Slivnitsa” vaddinden durduruluyor ve bugünkü NİŞ şehrine kadar geri püskürtülüyor. Daha sonraki yıllarda Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarında 2 defa Almanlar ve 1 defa daha Ruslar tarafından işgal edilen Bulgaristan topraklarında ulusal kimlik ve onurun çok ezildiği dikkate alındığında, 1885’te Bulgar Prensliğinin dünya değerlenmesi yaparak, ilhak yapınca kendisine Büyük Devletlerden hiç birinin saldırmayacağını değerlendirerek hareket etmesi ve başarılı olması, dünyaya kafa tutan Bulgar Kimliğinin oluşmasında çok önemli rol oynamıştır. Bu birleşmenin motoru halk değildi. Halkı motive edecek hiçbir neden yoktu. Prenslik’teki durum ile Güney Rumeli’deki durum arasında fark yoktu. İkisi de Osmanlıya vergi ödüyordu. Bu birleşmeyi Bulgar ordusu gerçekleştirdiği için olay bir askeri darbeydi. Bu, itiraz görmemiş bir askeri darbeydi. Tepkili olanlar yalnızca Müslüman nüfustu. Çünkü Türklerin kültürel, ekonomik ve siyasi egemenliği bu darbeyle Hristiyan unsur lehinde değişti ve Bulgarların kültürel, ekonomik ve siyasi hükümdarlığı yerleşti ve Türkleri devletten ve eyalet topraklarından söküp Anadolu’ya gönderme süreci başlatıldı. Kuşkusuz Bulgarlar “birleşmeyi kendimiz gerçekleştirdik” havalarına girseler de, bu olay Almanya, Avusturya ve Rusya arasındaki bir gizli anlaşmanın ürünüdür. Son hedefte Bulgarları silahlandırıp Osmanlı’ya karşı savaşa itmek vardı ki, bu 1912’de gerçekleşti. O zaman İngiltere de Bulgaristan’ın birleşmesine itiraz etmemişti. Stratejik planlarında, Rusya’nın sıcak denizlere yolu üzerinde yeni bir devletin oluşup güçlenmesi vardı. Bulgaristan’ın iç siyaseti bağlamında bu askeri ilhak olayı Bulgar askerlerini siyasilerin önüne çıkardı ve daha sonraki dönemlerde 1923 ve 1934 yıllarında iki askeri darbe daha gerçekleştirmelerine temel oldu. Bu gelişmelerden sonra Türklere ve Müslümanlara karşı kimlik değiştirme ve yok etme saldırıları hep şiddetlendi. Bulgaristan’da yaratılan saldırgan ve ötekileştirerek topraklardan uzaklaştıran siyaset çizgisi derinleştikçe derinleşti ve 1944 yılına kadar etnik temizleme siyaseti devam etti. Resmi açıklamalara göre 1878 - 1943 yılları arasında Türklerin ülkeden kovulması süreci şöyle gelişmiştir: Yıllar Göçe zorlanan Türkler 1878 - 1884 100.000 1885 - 1912 250.000 1913 - 1923 53.000 1924 - 1934 166.485


172

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

1935 - 1939 61.712 1935 10.519 1936 14.188 1937 14.568 1938 8.640 1939 8.000 1941 2.600 1942 2.600 1943 1.200 Toplam 696.515 kişi Bulgar Prensliği ile Güney Rumeli’nin birleşmesi Prens Aleksandır Batenberg zamanında gerçekleşti. Bu alaydan sonra Rus İmparatoru II. Aleksandır Osmanlı Sultanı’na bir mektup göndererek silahlı güç göndererek Bulgarların Güney Rumeliden kovulmasını ve statükonun yeniden sağlanmasını istemiştir. Avrupa basının “Filibe Devrimi” olarak anlattığı olayları yerinden yansıtmak için “Koelnische Zeitung” gazetesi, 1877-1878 Rus Osmanlı Savaşına da muhabir olarak katılan gazeteci Artur von Hun’u Filibe’ye göndermiştir. Hun gönderdiği reportajlarda, “Rusya’nın Bulgaristan’ın bağımsızlığını istemediğini, ülkeyi bir Rus eyaleti olarak hazırladığını” yazıyordu. Bu yazıların birinde şöyle deniyordu: “Büyük devletlerin Büyük Elçileri Prens Batenbergin etrafından uzaklaşmışlardı. Yalnız İngiliz Büyük Elçisi, Gen. Laszeles, Sofya Filibe arasındaki gidiş gelişlerinde onu yalnız bırakmadı. Bütün dünyaya İngiltere’nin Prens ile Bulgarların attığı her adımı desteklediğini ve himaye ettiğini göstermeye çalışıyordu. İngilizlerin İstanbul’daki tavrı da aynıydı. Büyük Elçi Ulyams Woout , Osmanlı askerinin Güney Rumeliyi istila etmesine asla razı olmayacağını herkese anlatmaya çalışıyordu.” 5 Eylül 2017’de Bulgaristan ve Yunan Başbakanları Borisov ile Çipros bir Memorandum imzaladılar. Bu belge iki ülkenin aynı topraklar (Güney Rumeli) topraklarında demiryolu, karayolu ve petrol boru hattı ve gaz boru hatları, dağırım merkezleri imzalamayı öngörüyorlar. Rumeli’nin geleceği Büyük Türkiye’ye bağlanmasına çaba gösterileceğine, gelişmeler Yunanistanla beraberliğe kaydırılmaya çalışılıyor.


Makale ve Analizler - 2017

173

Bulgaristan Hızla Azalan Ülke Oldu?

BG-SAM-08.Eylül.2017

1990’lardan beri nüfusunun beşte birini kaybeden Bulgaristan’ın, nüfusu en hızlı azalan ülke olması bekleniyor. 1990’lardan beri nüfusunun beşte birini kaybeden Bulgaristan‘ın, nüfusu en hızlı azalan ülke olması bekleniyor. Peki geride kalanlar için bunun nasıl etkileri var? Bulgaristan’ın batısındaki Pernik’in köylerinde eşine az rastlanır biriyle karşılaşıyorum: Stoyan Evtimov. Onu özel kılan geleneksel kıyafeti değil, 30’lu yaşlarında köyde yaşaması. “Birlikte büyüdüğüm arkadaşlarımın tümü çoktan buraları terk etti” diyor. Çoğu genç Bulgar gibi, onlar da çalışmak için kentlere ve kasabalara gitmişler. Stoyan ise köyde iş bulabildiği için kendini şanslı hissediyor. Grubuyla geleneksel müzik yapmanın yanı sıra müzik festivalleri düzenliyor. Amacı düğün müziğini ve köyü canlandırmak. Ama o bile köy hayatını sürdürülemez buluyor: “Ne bu köyde ne de çevre köylerde evlenecek biri bulmak imkansız, çünkü hiç genç yok. Birini bulmamın tek yolu kente gitmek. Köyden ayrılmak benim için çok üzücü ve zor olacak ama bir noktada bunu yapmak zorundayım.” Kolektif çiftçilik sistemi bitince göç hızlandı Bulgar köyleri on yıllardır insansızlaşıyor. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından ülkeyi yöneten komünistler kolektif çiftçilik sistemini getirmişti. Tarım işçileri yeni fabrikalarda iş bulabiliyordu. Komünizmin ardından 1989’da kolektif çiftçilik sonlandı ve köyden kente göç hızlandı.


174

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Çok sayıda Bulgar yalnızca köylerini değil, ülkelerini de terk etti. 1989’da Bulgaristan‘da neredeyse 9 milyon insan yaşıyordu. Bugün ise 7 milyon civarında. 2050’de bu sayının 5 milyon 500 binden az olması bekleniyor. Yüzyılın sonuna geldiğimizde ise nüfus bugünkünün yarısı olabilir. Dükkanlar, okullar, duraklar kapanıyor Bu göçün nüfusu azaltan bir etkisi daha var: Genç yetişkinler ülkeyi terk ettiği için doğurganlık oranı da düştü. Köyde bir dükkan işleten Stefka, burada son bebeğin 10 yıl önce doğduğunu hatırlıyor. Küçük kız şimdi annesiyle Kıbrıs‘ta. Stefka’nın iki oğlu da kente göç etmiş. Müşterilerinin büyük çoğunluğu 60 yaşın üzerinde. Raflarda çok fazla ürün yok, çünkü fazla müşteri de yok. Bu yüzden dükkanı kapatmak zorunda kalabileceğinden endişeleniyor. Dağın daha üst kısımlarındaki köylerde dükkanlar kapanmış durumda. Tıpkı okullar ve otobüs durakları gibi. Kalotinsi köyünde yaşayan 70 yaşındaki Boyan “Bu köyde 600 kişi yaşardı. Şimdi 13 kişi kaldık. Bazıları mezarda, bazıları kentlerde” diyor. Smirov Dol köyünde Stanka Nine adıyla bilinen Stanka Petrova, kıvrılarak ilerleyen dağ yolunda oturmuş, sabırla bölgenin seyyar bakkalını bekliyor. “Bu köyde doğdum ve buranın kalabalık günlerini hatırlıyorum. Eğlenceli, güzel bir hayattı. Gençler, yaşlılar...” diyor ve şimdi seyyar bakkalı beklediği yerin eskiden köydekilerin buluşup dans ettiği yer olduğunu anlatıyor: “Şimdi köyde kimse kalmadı, bu yüzden bugün böyle bir şeyin olması imkansız.


Makale ve Analizler - 2017

175

Örneğin bu sokak eskiden kalabalık bir yerdi. Şimdi yalnızca ben yaşıyorum.” Yalnız hissediyor mu? “Tabii ki yalnızım. Çok zor” diyor gözlerinde yaşla. Kalotinsi ve çevresine haftada üç gün uğrayan bir seyyar bakkal var. Bakkalı orta yaşlı Atanas ve Lili Borisov çifti işletiyor. Kamyonetlerinde ekmekten yoğurda, biradan sigaraya ve hatta ilaçlara kadar her şey var. Kışın dağ yolları karlarla kaplansa da 10 yıldır hiçbir seferi aksatmamışlar. “Buralarda az insan yaşadığı için hepsiyle arkadaşız, bu yüzden onlara elimizden geldiğince yardımcı olmak istiyoruz” diyor Lili. Köylüler tarafından çok sevildikleri aşikar olsa da Lili müşteri sayılarının ve dolayısıyla karlarının sürekli olarak azaldığını söylüyor: “Müşterilerimizi normalde bizi bekledikleri yerde göremeyince endişeleniyoruz. Özellikle de kışın. Bir keresinde de buluşma noktasına geldiğimizde bir müşterimizin cesediyle karşılaşmıştık.” Hükümetten teşvikler Hükümet azalan nüfusa karşı doğum oranını artırmak istiyor ve bunun için çeşitli yöntemler deniyor. Bunların arasında doğurganlık tedavisi masraflarına destek olmak, çocuk bakımı hizmeti ve mortgage desteği de bulunuyor. Bir diğer teşvik ise diğer ülkelerde yaşayan etnik Bulgarların ülkeye dönmesine yönelik. Ama etnik Bulgarlar dışında kimseyi istemiyorlar.


176

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“Bulgaristan’ın eğitimsiz sığınmacılara ihtiyacı yok” diyor Bulgaristan Başbakan Vekili Valeri Simeonov. Kendisi, koalisyon hükümetinin parçası olan göçmen karşıtı Birleşik Yurtseverler’in lideri. Simenov’a göre Bulgar toplumu eğitimli ve kalifiye göçmenleri de kabul etmez: “Göçmenlerin farklı kültürleri, farklı dinleri ve hatta farklı günlük alışkanlıkları var. ve Tanrı’ya şükürler olsun ki Bulgaristan Avrupa‘ya yönelik göçmen akınına karşı kendisini en iyi savunan ülkelerden biri oldu.” Simeonov, Bulgaristan‘ın Türkiye sınırına inşa etmekte olduğu 260 kilometre uzunluğundaki dikenli telin göçmenlerin cesaretini kırdığını söylüyor. Göç kabul edilmiyor Avrupa Komisyonu verilerine göre Bulgaristan, Avrupa‘ya son iki yılda gelen göçmenlerin yalnızca 50’sini kabul etti. Bulgar hükümetinin ülkenin nüfusunu artırmak için göçü geçerli bir yöntem olarak görmediği açık. Hükümetin Bulgar bebeklerin sayısını artırmak için çok sayıda fikri olsa da köylerdeki halk, siyasetçilerin sözlerini eyleme geçirmediğini düşünüyor. Dağlardan inmeden önce, nüfusu 600’den 13’e inen Kalotinsi köyünden Boyan ile tekrardan karşılaşıyorum. “Yüzüstü bırakıldık” diyor ve ekliyor: “Herkes tarafından terk edildik, hem yöneticiler hem de Tanrı tarafından. Siyasetçiler bizim için hiçbir şey yapmayacak. Hepsi kendi çıkarlarının peşinde. İnsanları umursamıyorlar, özellikle de köylerdeki yaşlıları. Gençleri de umursamıyorlar çünkü gençler artık yurt dışında. Yani siyasetçiler kimseyi umursamıyor ve Bulgar devleti yok oluyor.”


Makale ve Analizler - 2017

177

Bulgarlar Örnek Alınamaz

David Cameron ve Bulgaristan Tercume: Raziye Çakır-08.Eylül.2017

Konu: Bulgarlar, Avrupa’da en tembel ve anlayışsız insanlardır. İngiliz Başbakanı David Cameron, Bulgaristan bütçe açığı ve dış borcu az olan ülke örneğine Almanya Başbakanı Angela Merkel’e şu yanıtı vermişti: “Bunun pahası nedir? Bu, sefillik, uyuşukluk, kör cahillik, tembellik ve sosyal çöküş sonucu elde edilmiştir.” Büyük Britanya Başbakanı David Cameron Almanya Başbakanı Angela Merkel’e şöyle demişti: “Bulgarları bana örnek olarak göstermeyiniz!” Size Cameron’un Bulgaristan ve Avrupa’nın birçok sorununa toplu ışık tutan, Merkel’e verdiği yanıtın tam metnini sunuyoruz: “Siz benden Merkel ve Sarkozi’nin Euro’yu ile ilgili meydana gelen durumu neden desteklemediğimi öğrenmek istiyorsunuz. Cevabım açık ve kesindir. Siz yanlış yoldasınız.” İkisi de paniklemiş ve ne yapacaklarını bilmiyorlar. O bunu, özellikle Merkel, ders almamız gereken ülke örneği olarak Bulgaristan’ı göstermesinden hemen sonra verdiği tepkide şöyle der: “Bunları söylerken utanıyorum, sözleriniz sağlıklı bir zekâ taşımadığınıza, ucuz yanıltma yapıldığına ve en önemlisi insanlık açısından önerilerinizin sağlıklı olmadığına kesin delildir. Merkel’e şöyle sesleniyorum: “Bulgaristan’ı bana örnek olarak vermeyin lütfen!” Başbakan Merkel’in tam olarak neden söz ettiğini ve vatandaşları nasıl bir kötü yazgıya ittiğini daha somut açıklayabilmek için, İngilizlerin ve Avrupalıların hakkında az bilgi sahibi oldukları bu küçük Avrupa Birliği üyesi Bulgar devleti ile ilgili şu detaylı bilgileri kendilerine sunmak istiyorum. Merkel, bize Bulgaristan’ın makro-ekonomik çerçevesini ve mali rakamlarını örnek olarak göstermiştir. Biz tüm diğer rakam ve gerçeklere gözlerimizi yumduğumuzda, dünyanın renkleri sanki çok farklı, dış borcu az ve bütçe açığı da düşük olan bir ülke gibi duruyor. Fakat bu iki “başarı” ne pahasına ve nasıl elde edilmiştir? Bu, makro-ekonomik verilerin arkasında şu gerçekler gizleniyor: Yoksulluk ve fakirlik. Avrupa’nın ve dünyanın daha büyük kısmının en sefil ülkesidir Bulgaristan. Bununla birlikte bir de AB’nin en dolandırıcı ve rüşvetçi ülkesidir. Hollandalıların Bulgaristan’ı “Shengen” alanına almaya kesinlikle karşı çıkması tesadüf değildir. Bulgaristan gibi bir ülke nasıl olur da bize örnek olarak gösterilebilir?


178

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Avrupa Birliği Bulgaristan’a mı benzemelidir? Eğer AB Bulgaristan’a benzeyecekse biz, 2 yıl görüşme yürütmeden, AB’den ayrılmaya hemen hazırız. Siz, Bulgaristan’da emeklilerin daha büyük kısmının günde 2 Euro’dan daha az bir parayla geçinmek zorunda olduğunu biliyor musunuz? Günlük asgari ücretin 6 Euro’dan daha az olduğunu biliyor musunuz? Bulgaristan’da çalışanlardan çoğunun günde 10 Euro’dan daha az para aldığını biliyor musunuz? Ben, AB üyesi bir ülkeden söz ediyorum. Siz, etnik azınlıklardan olduklarından dolayı ve onlarla ilgili herhangi bir geçerli yanı olmayan siyaset izlendiğinden dolayı, büyük insan kitlelerinin yoksulluk içinde yaşadığını, okuma yazma bilmediğini ve topyekûn, hiçbir perspektifi olmadığını biliyor musunuz? Bulgaristan’daki azınlıklar, insanların 18. yüzyıldaki hayat koşullarından çok daha kötü şartlarda yaşamak zorunda bırakılmış olduğunu bilir misiniz? Nüfusun bu kesimi giderek daha kalabalık ve büyük olduğundan dolayı Bulgaristan’ın ufku ger geçen gün kararıyor. Dahası da var: Bulgaristan’ın nüfusu savaş yürütülen ülkelerdeki nüfustan daha yüksek bir hızla eriyor ve yok oluyor. Geçen 10 yılda Bulgar nüfusu % 13 azalmıştır yani 1 milyon kişi ölmüştür. Emekliler nüfusun üçte biridir. Emeklilerin nüfus içindeki oranı artıyor. Doğum oranı ise azalıyor. Aktif ve okumuş nüfus ise ülkeyi terk ediyor. Büyük dış göç var. Küçük bir Bulgar kesim dışında, nüfus cahil bırakılmış olduğundan dolayı ve açlık sınırında sefillik içinde bocaladığı için yalanlara, kötü yönlendirmelere yanıt veremiyor, tepki gösteremiyor. Avrupa’nın güvenli ve Euro’nun istikrarlı olması için Avrupa’nın Bulgaristan’a benzemesi mi gerekiyor? Bu örnekleri veren Merkel’i anlayamıyorum ve şunları da ilave etmek istiyorum: Bulgaristan siyasetçilerini de tanıyalım: Kendi halkını yoksul, fakirlik, cahil ve ufuksuz bırakma pahasına makroekonomik ve finans istikrarı yaratan siyasetçileri tanıyalım. Bu devletin nasıl soyulmuş soğana çevrildiği, adına demokratikleşme dedikleri süreçte ekonomisinin hurda fiyatına nasıl satıldığı veya siyasetçilerinin bazı karanlık Of shor şirketlerce paylaşılmasına nasıl aracılık ve danışmanlık ettiğine ilişkin detaylara girmek istemiyorum. Bulgaristan siyasi sınıfı danışmanlıktan büyük paralar kazanıyor. Bizim İngiltere’de örgütlü suçlar dediğimiz, Bulgaristan’da kalın enseliler (mutri) olarak bilinen olayların karanlığından gelen Başbakanlarını daha yakından tanıyalım. Bulgaristan Başbakanının uyuştu-


Makale ve Analizler - 2017

179

rucu trafiğine katıldığı ve başka kirli işlerde parmağı olduğu konularında art arda diplomatik raporlar geliyor. Örneğin Bulgaristan’da başbakanın bir iş adamına himaye ederken, devlet güvenlilerinin işini yapmalarına mani olduğu, devlet organlarının işini görmesini durduran emirler verdiği ve bu konuda kayıtların açıklanmasından hemen sonra iş adamının ölü bulunduğu açıklandı. Makamlarının gücünü kullanarak hükümet ve siyasi yetkililerin iş adamları lehinde müdahalede bulunduğu birçok başka örnekler de çarpıcıdır. Bulgaristan’da rüşvetin en yaygın olduğu ülke Bulgaristan’dır. Biz bunları örnek mi alalım? Sayın Bayan Merkel, sizin bana verdiğiniz örnek çok kötü, aptalca ve çok tehlikelidir. AB için, toplum için, Avrupa değerleri ve ahlak için, AB kuruluğunun temellerinde yer alan değerler için tehlikelidir. Şu genelleştirmeyi yapmak istiyorum: Toplumsal çöküş, insanlarının yoksul yaşaması, cahilliği, hayat şevkini yitirmesi pahasına elde edilmiş geçici bazı makro – ekonomik ve malı başarı elde etmiş bir ülkeden söz ediyorum. Bu ülkede rüşvet kol geçiyor, devlet soyuluyor, suçlular yargılanmıyor ve ceza almıyorlar, toplum manevi çöküş yaşıyor, politikacıları tamamen küstahlaşmış durumda bulunuyor, devlet sökülüyor, ekonomi yok oluyor ve ulus yok oluyor. Gerçek durum budur. Yukarıda işaret ettiğim yönetim yöntemleriyle elde edilecek sonuçlar hiçbir yerde farklı olamaz. Sayın Bayan Merkel, ben İngiltere gibi bir devletin Başbakanı sıfatıyla gösterdiğiniz örneği kabul edersem, delirmiş ilan edilirim. Bunalımla başa çıkabilmek için, biz de Bulgaristan örneğinde olduğu gibi, okullarımızı ve hasta hanelerimizi mi kapayalım, halk çocukları için kaliteli eğitim ve öğrenim yollarını kapayalım mı, köy okullarını kapayalım mı, yaşlılar için hastaneleri kapayalım mı, ülkenin köylerini insansız ve ıssız mı bırakalım, ülkenin büyük bölgelerini işlenmeyen arazi mi ilan edelim. Küçük yerleşim yerlerinde hastaneleri kapamak ve köylerde okulların kapısına kilit vurmak, aynı zamanda köy bölgelerinin geliştirilmesi için Ortodoks Kilisesine para akıtmak bir geri zekâlılık değil midir? Vatandaşların yalnız ve bir tek ülkeyi terk ederken kullandıkları yolları asfaltlamak geri zekâlı değil de nedir? İnsanların giriş beleti parasını ödeyemediği büyük spor tesisleri kurmak, gençleri ise seçeneksiz bırakarak bilgisayar başında unutmak ne anlama gelir? Sayın Bayan Merkel: Siz devletin nasıl bir örgüt ve yapı olduğunu unutmuş olabilir misiniz? Devlet halkın kurumudur - anımsatmak isterim. Toplum eğitimli, aktif ve sağlıklı olduğu zaman devlet de güçlüdür. Toplum eğitimli, öğrenimli, girişimci, arayan, düşünen, ahlaklı ve sağlıklı bireylerden oluştuğu zaman ekonomi güçlüdür. Ekonomiyi yaratan toplumdur, tersi değil. Politikacıların açgözlülüğü ve vurdum duymazlığı da sebepleri arasında olmak üzere,


180

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgaristan’daki mali ve ekonomik bunalımı doğuran açgözlü soygunculuk, idarecilerin mali kurumları ve yöneticilerini, finans kurumlarını ve dolandırıcılığını korumak için halkın eğitim ve gelişim yollarını tıkamak, çocukları kör cahil bırakmak bir küstahlık değil de nedir? Bulgaristan’daki bu derin bunalımın bedelini, devleti kullananlar, devleti soyanlar, kendilerini güvende hissedenler ödemelidir, sıradan vatandaşlar değil. Gerçek dayanışma şu olmalıdır. İçi boş mali aygıtları icat edenler, yalan satmak için dolandırıcı teknik yöntemler kullananlar, bu ağır bunalımın bedelini ödemek zorundadır. Sizin bu dolandırıcıları Bulgaristan toplumunun çöküşü pahasına koruma altına almaya hakkınız yoktur. Çünkü sizin uygulamak istediğiniz ekonomik ve mali araçlar, toplumun çaresizliğini daha da şiddetlendirecek, çöküşü derinleştirecek, yok oluşa neden olacak ve savaşa götürecektir. Bize örnek olarak verdiğiniz Bulgaristan hala varsa, ekmek teknesini bizim ülkelerimize, Avrupa’ya taşıyan gurbetçilerin, bizim ülkelerimizde kazandıkları paralardan bir kısmını vatanlarındaki çaresiz sefillere göndermeleri sayesindedir. Siz, Sayın Merkel, öve öve göklere çıkardığınız Bulgaristan’da yabancı yatırımların, gurbetçilerin yakınlarına günlük ihtiyaçlarını karşılamak için gönderdikleri paralardan daha azdır. Sizin mali istikrar örneğiniz bu ise, lütfen söyleyiniz orta halli Avrupalı nereye göç etsin – Aya mı, Marks gezegenine mi? Sayın Bayan Merkel lütfen aklınızı başınıza devşiriniz! Sağlıklı toplum kurunuz, maliye bilimizi geliştiriniz, eğitim ve öğretime, bilim ve tekniğe, kültür ve sağlığa öncelikler tanıyınız. Vatandaşlarınızı eğitirken ahlak ve hümanizme ağırlık tanıyınız, vatandaşlarınızı hakiki Avrupa değerleriyle eğitmeye öncelik veriniz, okuk programlarına toplum bilim, etik, felsefe gibi dersleri yeniden dahil ediniz. İnsanları düşünmeye öğretin ve zorlayınız. Basık köle, ruhsuz ve ahlaksız insan değil, hümanizm ve dayanışma, yardımlaşma ruhlu kişilikler eğitiniz. Ancak böyle eğitim ve öğrenim alan yeni kuşak hayal ettiğimiz toplumu, bu toplum da hızla kalkınan ve istikrarlı ekonomiyi yaratacaktır. Bunun dışında olan her şeyin adı Bulgaristan’dır. Kaynak: /classa.bg/


Makale ve Analizler - 2017

181

Hayatın Seyri Değişiyor

Rafet Ulutürk-12.Eylül.2017

Konu: Siyasi direniş dalgası yeniden mayalanıyor. Yaz tatilinden dönen Bulgar siyasetçilerini karşılayan sürpriz 11 Eylülde çözüldü. Sofya’da lüx araba satan “Softavto” şirketi sahibinin oğlu Adrian Zlatkov kaçırılmıştı. Polis üniformalı kişiler, kafasına çuval geçirdikleri Adrean’ı bir polis arabasına bindirip kaybolmuşlardı. 2 gün sonra babasının telefonuna SMS yağmaya başladı. 3 milyon leva fidye istedikleri anlaşıldı. Genç para için kaçırılmıştı. Bulgaristan 2008 ve 2009 yıllarında fidye için insan kaçırma olayları yaşamıştı. O zaman 19 kişi kaçırıldı. Toplum büyük gerginlik yaşamıştı. Kaçırılanların parmakları kulakları kesiliyor ve yakınlarına gönderiliyordu. Hatta birisi 37 gün bir tabut içinde tutulduğunu anlattı. 17 Aralık 2009’da gerçekleştirilen bir polis operasyonunda yakalandılar. Yargılandılar, fakat hiç kimse parasını geri alamadı. O zaman bu cinayet grubuna “küstahlar” /naglite/ adı uygun görülmüştü. Yani cinayet grubunun henüz ismi konmadı. “Küstahların” devamı olduğu iddia edilse de, kim oldukları bilinmiyor. Sabah işe giderken arabası durdurularak kaçırılan Adrian’ın gözleri 11 gün kapalı tutulduğu için kimseyi görmemiş, nerede tutulduğunu da bilmiyor, bir milyon levaya anlaştıktan ve babası parayı ödedikten sonra gece karanlığında bir ormana bırakılmıştır. Toplum 8 - 10 yıl önceki olayların tekrar etmesinden korkuyor. O zaman Boyko Borisov, insan kaçırarak fidye isteme olaylarını çözmek ve toplumu huzura kavuşturmak vaadiyle seçim kazanmıştı. Bulgaristan kamuoyu ve toplumu eski günlere dönmek istemiyor. Bu, halkta panik yaratıp, faşizan ortaklığın iktidarda kalması için kurulmuş bir tuzak olabilir mi? Çünkü Bulgar basını olaya “terör” vakası demiyor. Memleketin ana konusunun “rüşvettir” diyenler mecliste oturuyor, fakat önlem önermiyor. 2017 yılı itibarıyla Bulgar toplumunda belirgin olan durumda bazı özellikler var. Örneğin kaçırılan Adrian’ın babası polisle işbirliği yapmayı ret etmiş. Fidyecilerle haberlerşme ve yazışmayı başka birinin telefonu üzerinden yapmış. Parayı ödeyip, oğlunu kendisi kurtarmış. Kuşkusuz halk devletten tamamen koparsa, teröristler asla yakalanamaz. Teröristler diyorum, çünkü tüm ülkelerde terör örgütleri önce insan kaçırma, uyuşturucu ticareti ve hırsızlıkla para toplamakla başlamıştır. 2009 yılında insan kaçırıp fidye toplayanların paraları ellerinde kaldı.


182

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Şimdi aynı uygulama devam ediyor. Halkın polise güveni yitirmesi, sıcak izleri kapatıyor ve “küstah teröristler” kendilerini özgür ve erişilmez hissediyor. Ve ellerini kollarını sallayarak sinsi planlarını uyguluyorlar. Kaç kişi oldukları, ne planladıkları bilinmiyor. *** Bulgaristan’da Demokrasi Araştırma Merkezi var. Bu merkeze göre, ana sorun şudur: Yani caniler eski saydığımız “küstahlar” grubundan kırıntı mı, yoksa tamamen yeni bir cinai mayalanma mı? İçişleri Bakanlığı, Güvenlik Ajansı DANS ve Savcılık susuyor. Olayın ilk 2 gününde beyan vermediler. Toplumsa bekliyor. Devletle toplum arasındaki kopukluk aşılamazsa cinayet çeteleri yıllarca bozguna uğratılamaz. *** Siyasetçilerin kafasını karıştıran soru ise şudur. Bulgar toplumunda durgunluk var. Asalak güçler durgunluktan yararlanarak yeniden örgütleniyorlar. Polisin başa çıkamadığı tavuk ve odun hırsızlıklarının paralelinde büyük ve ciddi olaylar beklenmesi doğaldır. Zehirli yılanlar kurbağaların vakladığı bataklıklarda barınır. Bu durgunluğun yönü nereyedir. Bu gidiş yeni midir? Gelişmelerin siyaset ayağı var mıdır? Durgunluk siyasi güçlerin 2017 gelişmesinde bir aşama olabilir mi? Çünkü bu yıl 72 yıldan sonra Bulgar faşistleri ilk kez iktidar oldu. 2009’dan beri çok duyarlı olan protestocu kitle, Boyko Borisov hükumetini 2 defa devirdi. Meclisi kilitleyen, siyasi sistem değişikliği isteyenlerin Mart 2017’de başlayan pasifliğini şöyle açabiliriz. Bizde toplumun yerinde saymasını şöyle yorumlasak olur mu? Avrupa’nın en az geliri olan, en fakir ve yoksul yaşayan sosyal grubuyuz. Bunu kabul ediyor muyuz? Direnmek istemiyorsak, değişiklik istemiyoruz, daha iyi yaşamak da istemiyoruz öyle mi? Yoksa “direndik de ne oldu?” bizde bir şey olmaz, diyenlere mi katılalım. Uyuşukluk ölümcül bir hastalıktır. “Bu işten bir şey çıkmaz!” deyip ekmek torbasını alıp memleketi terk edenleri anlasam da, çıkışın bu olmadığına inanıyorum. Cumhurbaşkanı Radev, durumun ciddileştiğini fark etmiş olacak, bu sene gösteri ve nümayiş yapmadan anılan 9 Eylül “sosyalist devrim” olaylarıyla ilgili demecinde, halkı “uzlaşmaya” davet etti. 72 sene uzlaşamayan halkın 73. senede birden bire uzlaşması beklenebilir mi? Hangi ödenmemiş hesabın öfkesi ikide bir patlıyor anlamak güç. Lütfi Mestan’ın “Kartal Köprü”de Sergey Stanişev’i öpmesi “soya dönüş süreci” suçlarını, katilleri, katliamları, kültürel soykırımını asla aklamamıştır. Dün ol-


Makale ve Analizler - 2017

183

duğu gibi bugün de okulumuz yok, anadilimiz, adet ve ibadetimiz, kültürümüz tehlike altındadır. *** Durgunluğun sebeplerine bakalım. Halk bekleme safhasına girdi. Seçim yapılıyor hiç bir şey değişmiyor. Gelen gideni aratıyor. Reformcuları meclis dışı bıraktık, yerlerine aşırı milliyetçiler geldi. Faşizan iktidar ortaklığı kuruldu. Yeniler yeni bir şey yapmak istemiyorlar. Eskiden göz koydukları paraları, iktidar gücünü kullanmadan alamadıklarını elde etmeye çalışıyorlar. Avrupa Birliği’nden Çingenelerin insan gibi yasaması için 7 milyar 200 milyon Euro geleceğini anlayınca Getto-mahalleri bastılar, yoksulların evlerini yıkmaya başladılar. Şimdi yeni tip getto-mahalleler kurmaya başlayabilirler. Amaçlarında Çingeneleri şehirlerden çıkarmak ve giriş çıkışı sıkı kontrollü mıntıkalar yaratmak var. Şimdi elektrik çalanların, su faturasını ödemeyenlerin, çöp ve temizlik parası ödemeyenlerin borçları ödenecek ve faşizmin katmerli yoksulluğumuz üzerine yerleştirilmeye çalışılıyor. Nazi Almanya’sında böyle olmuştu. *** Yeni ders yılı geliyor. Çingene ve diğer yoksulların çocukları için siyah beyaz kitap - defter, zengin Bulgarların çocukları için renkli ders kitabı basılmış. Zenginlerin çocukları renkli kalemlerle, yoksul öğrenciler siyah kalemle resim yapacak. Okullarda zengin ve fakir çocukları için ayrı kantinler düşünülüyor. Toplum ve gelecek olarak bölündük parçalanıyoruz. Biz geleceği olmayan bir toplumuz. Ülkede hakim olan aç gözlü bir cehalet var. Bu bir hırstır. Başkalarının hakkını çalma hırsı. HÖH partisi, DOST partisi, Halkın Demokrasi ve Hürriyet Partisi susuyorlar. Siyaset yalnız seçime gitmek değildir. Siyaset yoksul halkı kendi içine kapamak ve çürüyerek yok olmasını beklemek değildir. Siyaset ihtiyaçlarıyla, kavgasıyla, umutlarıyla kitleyi yakalamaktır. Bulgaristan Türkleri 15 Eylülde çocuklarını kendi okullarına, anadilinde eğitim ve öğrenim veren okullara göndermek istiyor. Siz neredesiniz? Hey Meclis sandalyelerini aşındıran siyaset bozuntuları! Siyaset, Bulgar meclisinden maaş alıp da geçinmekse, devam edin lütfen! Fakat gün gelir bu gidişin hesabı sorulur. İçinde bulunduğumuz durgunluğun yönünü ne zaman belirleyeceksiniz. Yoksa bunu yapabilecek durumda değil misiniz? *** 28 yıldan beri Bulgar toplumunun sivil toplum örgütleriyle soluması için çabalıyoruz.


184

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Günümüzde siyaset halktan kopmuş. Halkın nabzı farklı atıyor. Dört kişinin bir araya gelip dayanışmasına izin verilmeyen bir ortamda ilerleme, adalet ve demokrasi olamaz. Bulgaristan azınlıklarının kişisel haklara değil topluluk, kolektif, azınlık haklarına ihtiyacı var. İnsanlar muhtarlarını, belediye başkanlarını, polis amirlerini ve milletvekillerini aralarında görüşe görüşe belirleyip seçmek, iktidar makamlarından parça olmak istiyorlar. Kendilerini ilgilendiren tüm sorunları, öz verili aktif katılımla çözmek istiyorlar. Bir rüşvet, bir dolandırıcılık, aldatma, uyuşturma ve uyutma almış yürümüş, bu durumun değiştirilmesini istiyor. Bu gidişin sonu kötü olur. Biz zaten dibe vurmuşuz. 3 milyon kardeşimiz ülkeden çıkmış, dış ülkelere ekmek parası arıyor. Ülke sorunlarının gurbetçilikle çözüleceğine inanmak yanlıştır. Ülkede kalan vatandaşlar ve aile üyeleri yalnız gurbetten gelen ödeneklerle ayakta duruyor. Bu sorunlara iç kaynaklarla çözüm bulunmalıdır. *** Bulgaristan’ın ve çok etnikli, çok kültürlü yasal bir temel üzerinde yeniden örgütlenmesi gerekiyor. Bu da ancak siyasi sistemin yeniden düzenlenmesiyle mümkün olabilir. Bu konuda, böyle bir istekle, 6 Kasım 2016’da bir halk oylaması yapıldı. Türk seçmen bu referanduma aktif olarak katıldı. Majoriter sisteme geçilerek milletvekillerine kendisi gösterip seçmek istedi. Bütün vatandaşların oy kullanması, seçime katılması zorunlu olsın dendi. Türkiye Cumhuriyetinde yaşayan, çalışan, orada bulmak zorunda olan bütün vatandaşlarımızın oy kullanarak kendi vekillerini Sofya meclisine göndermeleri ve haklarını istemeleri kanuna uygun bulundu. Mart ayında seçilen 46. Meclis bu istekleri askıya aldı, onaylamadı, uygulanması yolunu kesti. 11 Eylül 2017 tarihi itibarıyla Sofya’da yeni bir protesto hareketi başladı. Mahkum elbisesiyle giyinmiş protestocular Meclisi kuşattı. Politikacıların, yargıç ve savcıların, milletvekillerinin tutuklanıp hapse atılması istendi. Göstericiler III. Borisov hükumetinin istifa etmesini istiyorlar. Faşist güçlerin iktidardan çekilmesi istendi. Azınlıklarla ilgili siyasetin değiştirilmesi, insan haklarının tanınması ve sivil toplum örgütlerinin serbest örgütlenme ve eylem hakları savunuldu. Tatil bitti. Toplum yeni yeni toparlanıyor.


Makale ve Analizler - 2017

185

Büyük Tehlike Rusya

Şakir Arslantaş-13.Eylül.2017

Konu: Bulgaristan hükumetinin dış siyaset değerlendirmesi 2016 yılı Bulgaristan ulusal güvenliğiyle ile ilgili 2016 yılı değerlendirmesi III. Borisov hükümetinde görüşüldü ve onaylanmak üzere halk meclisine gönderildi. Bulgar hükümeti, Bulgaristan’ın geçen yıla ilişkin ulusal güvenlik raporunda, en büyük dış politika tehlikelerinden birinin Rusya olduğuna işaret ediliyor. Bulgar hükümeti Moskova’ya karşı ilk kez bu kadar sert suçlama ve nitelendirmelerde bulunmuştur. Belgede şöyle deniyor: “Rusya’nın etkinlikleri bölgesel istikrarsızlığın temeli olup ana hedefimiz olan bütün, özgür ve barışçı Avrupa için tehlike uyandırıyor.” Şahsen Başbakan Boyko Borisov tarafından imzalanan raporda aynen şöyle deniyor: “Balkanlar ve Karadeniz bölgesinde olduğu gibi, Rusya’nın askersel imkânlarını arttırdığı ve savaş etkinliklerini yoğunlaştırdığı Doğu Akdeniz bölgesinde de özellikle olmak üzere güvenlik için tehlikeler tırmanıyor. Avrupa kıtasının kıyılarında devam eden çarpışmalar ve kalıcı istikrarsızlık ve güvensizlik kaynağına dönüşen kesimler de güvenliksiz bölgelere ekleniyor.” Raporda olumsuz anlamda olmak üzere Rusya’ya geniş yer ayrılıyor. Güvenlik için dış ortam bölümünde şöyle deniyor: “Yasa dışı işgal edilen Kırım Adası’na modernleştirilmiş Rus askeri güçleri yığılması, adanın Rusya ekonomisine ve sosyal yaşamına katmak için devam eden yoğun çabalar ve aynı zamanda Rusya’nın Karadeniz petrol alanlarına da yayılarak yoğunlaşan bölgesel çabalarında kendini belli ederken, Karadeniz bölgesinin ceo-stratejik dengesi bozuluyor.” Rusya Federasyonunun NATO ve Avrupa Birliği ile olan ilişkilerinin bozulması da önemli bir sorun olarak rapora alınmıştır. Bu gelişmeler Avrupa güvenlik mimarisini ciddi surette sınıyor. Sofya’da çıkan “Sega” gazetesi rapordan şu noktalara işaret ediyor. “Klasik silahlar alanında uluslararası anlaşmalara uymayan ya da seçmeli uyan, bağımsız devletlerin egemenliğine ve toprak bütünlüğüne saygısı olmayan, enformasyon savaşları yürüten ve sebrit stratejilerinden yoğun bir şekilde yararlanan Rusya, Avrupa güvenliği konularında diyalog masasına dönülmesini ve kalıcı siyasi çözümler bulunmasına engel oluyor.” Rusya’nın etki


186

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

alanlarını yeniden ele geçirme ve genişletme yolunda Rusya’nın arasız çabaları bunalımların derinleşmesine neden oluyor, görüşüne yer veriyor. Bu olaylara, “hak eşitliğine dayanan ve karşılıklı yarar sağlayan bazı işbirliği alanlarında ve hatta ulusal güvenlik ve egemenliğin korunmasına dayanan, ekonomik, askeri ve kültürel alanlarda bile rastlanıyor”, deniyor. Bulgar hükümeti, ulusal güvenliğimiz için tüm olanakların Rusya ile sınırlı olmadığına işaret ediyor. Raporda özellikle belirtilen bu nokta, Bulgaristan’da sözde “var olmayan azınlıklarla ilgili” komşu devletlerin devam eden ve yeni beliren istemleridir, deniyor. Raporda, bu isteklerin Bulgar ulusal güvenliği ve uluslararası normlara ters düştüğüne yer veriliyor ve şöyle deniyor: “Bölgedeki Bulgar topluluklarının asimilasyonu ve kendi içine kapanmaya zorlandıkları ve özellikle Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarından sonra Bulgaristan sınırları dışında kalan Bulgarlaın temel insan haklarının çiğnendiği dikkati çekiyor. Suriye’de devam eden çarpışmalar, Suriye iç savaşının neden olduğu, Afganistan ve bazı Afrika ülkelerinden gelen sığınmacı seli de Avrupa Birliği ülkeleri için barış ve güvenlik için tehlike olarak gösteriliyor. Raporda, Fransa, Almanya, Belçika ve diğer Avrupa ülkelerinde 2016’da meydana gelen terör olayları ve sığınmacı seliyle gelenler arasından terör hücreleri oluşturulmasının gelecek için büyük bir tehlike oluşturduğuna işaret ediliyor.” Bulgar meclisine onay için sunulan güvenlik raporunda, İngiliz “brexit” kararının kısa ve uzun vadede güvensizlik durumu yarattığına dikkat çekiliyor. İngiltere’deki Bulgaristan vatandaşlarının hakları ve iş ortamı için güvensizlik belirdiğine işaret ediliyor. Sibrit saldırıların Bulgaristan’da olduğu gibi AB ülkelerinde de tehlike ve güvensizlik yarattığı belirtiliyor. Raporda, Dış ülkelerin aslı olmayan haberler yayarak, propaganda kampanyaları düzenleyerek, yalan haber ve iddialarla halkın kafasını karıştırarak, yönlendirici enformasyon yayarak, parti ve popülist örgütlere para vererek, halkı şaşırtmak amacıyla bazı parti liderlerini ve siyasi çevreleri direk olarak destekleyerek kendi hedeflerine ulaşmaya çalışmaları da endişe vereici gelişmeler arasında sıralanıyor.


Makale ve Analizler - 2017

187

Tarih Öncesinden Günümüze “Bilecik”

Esra Sarı-14.Eylül.2017

Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Uzmanı ve BULTÜRK (Bulgaristan Türkleri ve Kültür ve Hizmet Derneği) Ankara Temsilcisi İsmail Cingöz, Bilecik’in tarihi hakkında bilgiler verdi. Cingöz, Bilecik’in tarih öncesinden ve günümüze kadar nasıl bir süreçten geçtiğini anlattı. Bilecik’in ilk isminin Belekoma olduğunu söyleyen Cingöz, “Kentin Antik Çağ’daki hayatı, tarih kaynaklarında Bilecik’i de içine alan Bitinya (Bithynia) bölgesinin genel tarihi içinde gösterilir. Bitinya bölgesinin bilinen tarihi M.Ö. 1950’ lerde burada yaşayan Trakya kavimlerinden Thynler’le başlar. Bölge daha sonra Mısır, Hitit, Frig, Kimmer, Lidya, Pers, Makedonya, Bitinya Krallığı, Roma İmparatorluğu, Bizans İmparatorluğu ve Osmanlı İmparatorluğunun yönetimine geçmiştir. Bilecik’in bilinen ilk adı Belekoma’ dır.” dedi. “Osmanlı Devleti kuruluş merkezi” Osmanlı Devleti’de kuruluş merkezi olduğunu söyleyen ve Kurtuluş Savaşı’ndaki verdiği mücadeleyi anlatan Cingöz, “Tarihte pek çok kavmin uygarlık ve egemenliğine sahne olan Bilecik, Kayı Boyu’nun Orta Asya’dan 400 çadırla gelip Söğüt’te, Osmanlı Devleti’nin kuruluş merkezliğini yaptığı yerdir. İlin tarihçesinin çok eskilere dayanması ve Osmanlının kurulduğu yer olması ayrıcalığı yanında, Kurtuluş Savaşı’nda verdiği çetin mücadeleler ve kazanılan zaferlerle Cumhuriyetin kuruluşunda da önemli bir role sahip olmuştur. Üzerinde çok sayıda arkeolojik ve tarihi eser bulunan, Bilecik’teki tarihi eserlerin çoğunu Osmanlı döneminde yapılan camiler, türbeler, hanlar, hamamlar, sivil mimari örnekleri, imaret ve benzeri yapılar oluşturmaktadır.” diye konuştu. Ertuğrul Gazi’yi Anma ve Söğüt Şenlikleri Her yıl düzenli olarak eylül ayında Ertuğrul Gazi’yi Anma ve Söğüt Şenlikleri yapıldığını belirten Cingöz, “Kayı Boyu Aşireti mensuplarının 720 yıldan beri geleneksel olarak sürdürdükleri ve her yıl (Eylül ayının 2. haftası son üç gün) yapılan muhteşem törenlerle kutlanan ‘Ertuğrul


188

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Gazi’yi Anma ve Söğüt Şenlikleri’ne çok sayıda yerli ve yabancı ziyaretçi gelir. Törenlerde Yörüklerin kına gecesi ve yaşantıları canlandırılır, cirit gösterileri yapılır.” açıklamasında bulundu. “Tarih öncesinde Bilecik” Bilecik’in ilk yerleşiminin milattan önceye dayandığını söyleyen ve tunç çağına geçiş sürecinde önemli bir yerleşim yeri olduğundan bahseden Cingöz, ”Bilecik’te ilk yerleşim M.Ö. 3000’den öncelere rastlamaktadır. Anadolu’da Tunç Çağına geçiş sürecinde önemli bir yeri olan Bilecik’ten M.Ö. 3000’lerde tunç yapımı için kalay çıkarıldığı bilinmektedir. İlin bilinen en eski isimleri Agrilion ve Agrillum’dur. Daha sonraki dönemlerde Bilecik Bizans İmparatorluğu sınırları içine giren bir yerleşim yeri olmuştur. Doğu Roma (Bizans) döneminde şehir Belekoma ismiyle anılıyordu. Bilecik, o zaman, şimdiki Bilecik’in doğusunda, Hamsu ve Tabakhane derelerinin oluşturduğu vadiler arasındaki bir kaya çıkıntısı üzerine inşa edilen kale çevresinde kurulmuştu.” şeklinde konuştu. “Bizans döneminde Bilecik” Tarih içinde Bizanslılar, Emeviler, Abbasiler arasında birkaç kez el değiştirdiğinden anlatan Cingöz, “Roma İmparatorluğu MS 395 yılında ikiye ayrılınca, Bitinya Bölgesi ve Bilecik Doğu Roma (Bizans) imparatorluğu sınırları içinde kaldı. Bizans döneminde Belekoma Kalesi Bilecik’te inşa edilmiştir. Bizans döneminde Bilecik bir Tekfurluk idi. Abbasi Halifesi Harun Reşid döneminde, Bitinya bölgesinin diğer şehirleri gibi Bilecik ve Söğüt civarı da fethedilerek Abbasi idaresine sokulmuştur. Çevresi kale ile korunan Belekoma kenti tarih içinde Bizanslılar-Emeviler ve Bizanslılar-Abbasiler arasında birkaç kez el değiştirmiştir.” sözleriyle ifade etti. “Selçuklular döneminde Bilecik” Büyük Selçuklu Devleti’nin eline Söğüt ve Karacadağ’ın nasıl geçtiğini anlatan Cingöz, “Selçukluların bir boyu olan Kayıların bir bölümü (400 çadırlık bir oba) Ertuğrul Bey yönetiminde batıya doğru yer değiştirerek Söğüt ilçesi ve çevresine gelmişlerdir. Osmanlı vaka-i namelerinde Kayıların Söğüt ve çevresine yerleşme tarihi olarak 1230’lu yıllar gösterilmektedir. 1231 yılında İznik İmparatoru Selçuklu sınırına tecavüz edince Selçuklu Sultanı I. Aleaddin Keykubat Bizanslılara karşı bir sefer düzenlemiş, Ertuğrul Bey de bu sefere bir akıncı olarak katılmıştı. Selçuklu ve Bizans orduları arasında Sultanönü mevkiinde meydana gelen savaşın sonucunda Bizans ordusu yenilmiş, Karacadağ ve Söğüt dolayları Büyük Selçuklu Devleti’nin eline geçmişti.


Makale ve Analizler - 2017

189

I. Aleaddin Keykubat Belekoma (Bilecik) Tekfurunu vergiye bağladı. Savaşta büyük yararlıklar gösteren Ertuğrul Bey’e Söğüt’ü mülk, Domaniç’i de yaylak olarak verdi. Yine Osmanlı kaynaklarına göre Ertuğrul Bey 1281 yılında ölmüştür. Türbesi Söğüt ilçemizde bulunmakta ve her yıl Söğüt’te düzenlenen Ertuğrul Gazi Şenlikleri ile anılmaktadır. Ertuğrul Bey, Kayı Türklerinin değerli önderidir. Kayı boyu ise Osmanlı Devletinin nüvesi, kurucusudur. Böylece Söğüt ve dolaylarında kök salan 400 çadırlık uçbeyliğinden bir Devlet doğmuştur.” açıklamasında bulundu. Ertuğrul Gazi’nin ölümünden sonra Kayıların başına Osman Bey’in geçtiğini anlatan Cingöz, “Ertuğrul Gazi’nin ölümünden sonra Kayıların başına Osman Bey geçti. Osman Bey ve silah arkadaşları Bizans’a karşı savaşıyor ve bu savaşlarda sürekli başarı kazanıyorlardı. Kayıların bu başarılarında Şeyh Edebali’nin büyük rolü olmuştu. Şeyh Edebali Ahi idi. Ahilik; tarım dahil bütün zanaat dallarında halkı, çalışanları teşvik eden, herkesi kardeş bilen, çalışanlara her türlü yardım elini uzatan örnek bir örgüt anlayışı idi ve Fakih Şeyh Edebali Kayı Ahilerinin önderi idi. Şeyh Edebali o sıralar Eskişehir ili sınırları içindeki İtburnu Köyünde oturuyordu. Daha sonra medresesini Söğüt ve son olarak da Bilecik’e taşımıştır” diye konuştu. Cingöz sözlerine şöyle devam etti: “Osman Bey 1286 yılında İnegöl yakınındaki Hisarcık kalesini Bizanslılardan zapt etti. 1287 yılında İnegöl Tekfuru’nu Domaniç yakınındaki İkizce’de (Erice) yenilgiye uğrattı.” “Belekoma ve Yarhisar Kalesi fethedildi” Osman Bey’in Karacahisardaki Rum kilisesini camiye çevirdiğini belirten ve belekoma, Yarhisar Kalesi’ni fethettiğini anlatan Cingöz, “Osman Bey ve silah arkadaşlarının Bizans Tekfurları ile olan savaşlarını izleyen Selçuklu Sultanı III. Alaeddin Keykubat büyük bir ordu ile Karacahisar önlerine geldi. Osman Bey’in kuvvetleriyle birleşerek Bizans elindeki bu kaleyi kuşattı. Kuşatma sürerken Selçuklu Sultanı geri döndü. Osman Bey’e bir sancak, tuğ âlem ve gümüş takımlı bir at göndererek Söğüt ve Eskişehir’i de içine alan bu sancağı Osman Bey’e verdi. Karacahisar’daki Rum kilisesini camiye çeviren Osman Bey ilk kez kendi adına hutbe okuttu(1289). Bu olaylar Osmanlı Devleti’nin kuruluşunun ilk işaretleri olarak nitelendirilmektedir. O sıralarda Bilecik henüz Türkler tarafından fethedilmemişti. Bizanslılara ait bir kentti. Bilecik (Belekoma) ve Yarhi-


190

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

sar tekfurları vergiye bağlanmıştı. Osman Bey 1299 yılı yaz başında Belekoma kalesini ve peşinden Yarhisar kalesini fethetti” sözleriyle açıkladı. “Konaklama ve dinlenme yeri” Cingöz, sözlerine şöyle devam etti: “Bilecik, Yıldırım Bayezid dönemine kadar Osmanlı yönetiminde kalmış, ancak, 1402 yılında Ankara Meydan Savaşında Bayezid’in Timur’a yenilmesi sonucunda 2 ay kadar Timur’un hakimiyetine geçmiş ve Çelebi Sultan Mehmet tarafından geri alınmıştır. Bu tarihten sonra, Osmanlı yönetimi sırasında Bilecik giderek gelişmiş, ancak, şehrin kurulu bulunduğu alanın iskân için uygun olmaması daha hızlı gelişmesini engellemiştir. Bununla birlikte Bilecik, Bursa ve İznik’ten Eskişehir’e ve Anadolu içlerine giden yol üzerinde önemli bir konaklama ve dinlenme yeri olarak önemini korumuştur.” Halkın önceleri kale çevresine yerleştiğini belirten Cingöz, “Önceleri kale çevresinde yerleşik kent daha sonra Şeyh Edebali Türbesi, Orhan Gazi camii ve yakınındaki medreseye doğru büyümeye başlamıştır. Şehir Türk hakimiyetine geçtikten sonra, önceleri Türkler ve Rumlar ayrı mahallelerde oturmuşlardır. Örneğin; Türkler daha çok Osman Gazi, Orhan Gazi ve Aşağı Camiler çevresine yerleşmiş, Rumlar ise bugünkü Bilecik merkezinin bulunduğu bölgede yoğunlaşmışlardı. Zamanla toplumlar arası sosyal ve ekonomik ilişkiler kurulmuş, iki toplumun ayrı mahallelerde oturması eğilimi ortadan kalkmış, devlet yapıları Yukarı Mahalleye yapılmaya başlanmış ve kent bugünkü yerleşim yerine doğru gelişmiştir.” sözleriyle belirtti. “Kurtuluş Savaşı’nda Bilecik” Yunan ordusunun Bilecik’i ilk işgalini anlatan Cingöz, “Yunan Ordusu 6 Ocak 1921 günü Bursa ve Uşak dolaylarından taarruza geçti. 8 Ocak 1921 akşamı Bilecik-Karaköy-Muratdere hattına kadar geldi. Böylece Bilecik işgal edilmiş oldu. Böylelikle Bilecik’in Yunanlılar tarafından ilk işgali oldu.” ifalerini kullandı. “I. İnönü Savaşı” I.İnönü savaşının tümüyle Bilecik topraklarında geçtiğinden bahseden Cingöz, “I. İnönü Savaşı tümüyle Bilecik toprakları üzerinde geçmiştir. Akpınar, Oklubalı mevzilerinde göğüs göğüse kanlı çarpışmalar oldu. Üst üste yenilgiyi alan Yunan ordusu geri çekilmeye başladı. Öyle ki, 11 Ocak 1921 günü taarruzu ilk başlattıkları Zevvare Tepe, Tepeköy, Oluklu, Rızapaşa, Poyra, Beşkardeş Dağları, Zemzemiye ve Bursa’nın doğu mevzilerine kadar çekilmişlerdi.


Makale ve Analizler - 2017

191

Bilecik’in ilk işgali 8 - 11 Ocak 1921 tarihleri arasında sadece 4 gün sürmüştür.” sözlerini ekledi. “II. İnönü Savaşı” Cingöz, sözlerine şöyle devam etti: “II. İnönü Savaşı, 23 Mart 1921’de Yunan ordusunun yeniden Bursa-Uşak kesimlerinden taarruzu üzerine başlamış ve Bilecik ili toprakları üzerinde geçmiştir. Albay İsmet Bey yönetimindeki Türk kuvvetleri, Yunan birliklerini BilecikPazaryeri ve İnegöl hattında karşılamış ve 26 Mart’ta ise Söğüt-Gündüzbey yolu, Yazıahlat-Karaköy demiryolu ve Bozüyük’ün batısı-Karasu çizgisinin oluşturduğu asıl mevzilerinde savaşmıştır. İntikam Tepe, Zevvare Tepe ve Nazımbey Tepelerinde kanlı çarpışmalar oldu. Yunanlılar 1 Nisan 1921 akşamı 1. ve 61. tümenlerimizin yaptığı saldırılarla buralardan atıldılar. II. İnönü Savaşı şanlı Türk Ordusunun kesin zaferiyle sonuçlandı.” Bilecek’in Yunanlılar tarafından 2 kez işgal edildiğini söyleyen Cingöz, “II. İnönü Savaşları sırasında Bilecik iki kez daha Yunanlılar tarafından işgal edildi (ikinci ve üçüncü işgal). Geri çekilirken 12 Temmuz’da Karaköy ve Yeniköy’ü işgal eden Yunan birlikleri 13 Temmuz 1921’ de Bilecik’e girdiler (ikinci işgal). Fakat, Türk Kuvvetlerinin karşı saldırıları sonucu şehri birkaç gün içinde boşalttılarsa da 22 Temmuz 1921’de yeniden Bilecik’e girdiler (üçüncü işgal). En uzun işgal de bu olmuştur. Ancak 30 Ağustos 1922’deki Başkomutanlık Meydan Muharebesiyle istilacı Yunan ordusuna karşı son ve kapsamlı zaferi kazanan Türk ordusu, 4 Eylül 1922’de Söğüt ve Bozüyük, 5 Eylül de Pazaryeri ve 6 Eylül l922’de ise Bilecik’i Yunan işgalinden kurtarmıştır.” sözleriyle anlattı. Yunanlıların Bilecik şehirlerini boşaltırken yaptıkları tahribatları anlatan Cingöz, “Yunanlılar bu ilçeler ve il merkezini boşaltırken birçok yerde yangınlar çıkararak buraları harabeye çevirdiler. Örneğin, Bilecik’te ancak Yukarı Mahalledeki birkaç evle, Tabakhane Mahallesi yangın ve tahripten kurtarılabilmiştir. Yangınlar sırasında bin 956 ev, 331 dükkân, 18 han, hükümet konağı, tüm ipek fabrikaları, okul, cami ve türbeler yanarak kullanılamaz duruma gelmiştir.” şeklinde kaydetti. “Cumhuriyet Dönemi’nde Bilecik” Kurtuluş Savaşı’ndan sonra Bilecik’in nüfusunun azaldığından ve sosyal ve ekonomik çöküntü yaşadığından bahseden Cingöz, “Böylece Bilecik Kurtuluş Savaşından çok büyük yaralar alarak çıkmış, savaşın getirdiği sosyal ve ekonomik çöküntü nedeniyle Cumhuriyet dönemine çok güçsüz başlamıştır. Bilecik Halkı Kurtuluş Savaşına tüm varlığı ile katılmış, gerek milis kuvvetleri


192

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ve gerekse düzenli ordularımıza on binlerce evladını vermiştir. Bilecik, Kurtuluş Savaşı’ndan yanmış-yıkılmış, tam bir enkaz halinde çıkmıştır. 1920’lerde 12 bin olduğu tahmin edilen şehir nüfusu, savaştan sonra 4 bine inmiştir.” diye bilgi verdi. “İpek endüstrisi merkezi idi” Savaştan önce ipek endüstri merkezi olduğuna değinen Cingöz, “Savaştan önce Bilecik bölgenin en önemli ipek endüstrisi merkeziydi. Şehirde çok sayıda ipekçilik tesisi ve ipek kadife üreten fabrika bulunuyordu. Ancak, Yunanlıların çıkardığı intikam yangınlarında bu fabrika ve tesislerin tümü yandı. Bu arada diğer fabrika ve işyerlerinin de yanmış olması il ekonomisini çökertmiştir.” diye konuştu. Kentin Kültür Bakanlığı denetiminde olduğunu söyleyen Cingöz, “Kent içinde yer alan tarihi, kültürel ve arkeolojik alanlarla ilgili olarak kısmi çalışmalar yapılmış olup yapılan ve yapılacak olan çalışmalar Kültür Bakanlığının denetimindedir.” açıklamasında bulundu

Hükmeden Korku

Osman Bülbül-15.Eylül.2017

Konu: “Belene” ve diğer toplama kamplarında yaşananlar asla unutulmamalıdır. Yıllar su gibi akıp gidiyor. Unutamadığımız olaylar sürekli kafalarımızda zonkluyor. “Belene” kampından çıkarken bize kâğıtlar imzalatmışlardı, başımıza geleni anlatmamız yasaklanmış, susma patası sıkıştırılmıştı elimizde. Yıllar geçti. Bu paraları ne kadar büyük bir tiksintiyle aldığımı asla unutamadım. Bu paralar daha sonra mücadeleye katılmamızın yolu kesmek, bizi saf dışı bırakmak, dava arkadaşlarımız arasındaki kenetlenmişliği kırıp tuzla buz etmek için verilmişti. Siz şimdiye kadar hiç “Beleneciler Toplantısı”, “Beleneciler buluşması ya da konferansı” yapıldığını işittiniz mi, işitemezsiniz ve işitmeyecek-


Makale ve Analizler - 2017

193

siniz, çünkü biz o kamplarda, sürgünde birbirimize düşman edildik. Belenecilerden hiç birinden ciddi bir anı eseri de çıkmadı. Sözlerimi kanıtlamak için şöyle bir olaya anlatmak istiyorum. 1994 yılında, Bulgaristan’ın sevilen sanatçılarından Bayan Nadya Dunkin, Sofya’daki evinde ölü bulunmuştu. Bayan Dunkin, 90’lı yıllarda açılan “Toplama Kampları” ve “Komünizmin Cinayetleri” davasında en önemli tanıktı. “Belene”, “Loveç”, “Skravena”, “Kutsiyan” zulüm kaplarından geçen Bayan Dunkin mahkemede tanık olarak ifade verecekti. Evinde öldürüldü. Bu şu demekti: “Susmayanlar öldürülecek!” Komünist dönemim toplama kamplarında işlenen cinayetlerden dolayı bugüne kadar ceza almış ve içeri atılmış hiç kimse yok. *** Bulgaristan Cumhuriyeti Anayasasına göre, komünizm suçlarının süresi olmalıdır, fakat öldürülenlerin ardında kalan acıların son tarihi yok. Gen kuşağın konuyu bilmesi için “Loveç” ve “Krevena” toplama kamplarından geçen Bayan Nadya Dunkin’nın canına kıyılmazdan önce anlattıklarını hatırlatmak istiyoruz. Bayan bu ölüm kamplarına düşenlerin başına gelen felaketi şöyle anlatmıştı. Bayan Nadya Dunkin bir aktris idi. Hayattaki en büyük rolü de, Orta Çağ işkencelerinden daha ağır işkencelerin yapıldığı Bulgar toplama kampları perdesini kaldırmak ve gerçekleri halka göstermek, anlatmak ve zulüm edenlerin cezalandırılmasını sağlamaktı. O gördüklerini ve bildiklerini anlattı, fakat canına kıyıldığı için duruşmada söyleyemedi. Bayan Nadya Dunkin, işkencelere dayandı, fakat demokrasi koşullarında öldürüldü. Bu cinayet Demokratik Güçler Birliği Başkanı Filip Dimitrov’un yönettiği aylarda açılan davaların başlamasından hemen sonra işlendi. Belki de, Hak ve Özgürlük Hareketi (DPS) milletvekilleri oylarıyla CDC hükümeti devrilmeyeydi, gelişmeler çok değişik yön alacak ve Bulgaristan’da demokrasi serpilip açacaktı. Bayan Nadya Dunkin de, binlerce kişinin ölümünden, sakat kalmasından, ömür boyu sünmesinden sorumlu olanların hak ettikleri cezayı alacaklarına inananlardan biriydi ve mahkemeye baş tanık olarak davet edilmişti. 1990’ların başında kendisiyle konuşma imkânı bulanlar bizi de buna inandırmıştı. O öldürüldü ve dava dosyası arşive girdi. Katilleri viski kahve sohbetlerine devam ediyorlar. Pnun canına kıyanlar, toplama kamplarında onu eşek sudan gelene kadar dövenlerden farklı birileri değildi. Beklide de sopacıların oğulları veya torunlarıydı. Onlar “Loveç” ve “Skrevena” toplama kampları davalarıyla sıkı bağlantılı olan kişiler de olabilir. Onlar Bulgaristan’da örümce ağı gibi örül-


194

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

müşler ve 1989’da Komünist Partisi iktidardan devrildikten sonra yaralarını yalayanlardır. Bu açık ve gizli bir iktidar ağıdır. Hikayemin son sayfasından geri anlatmaya başlıyorum: 1917’de dünyaya gelen ve 1994’te canına kıyılan Bayan Nadya Dukin, Filibe (Plovdiv) Tiyatrosunda bilinen ve sevilen bir aktristi. Yeniden başlayan Toplama Kampları Davasının ilk duruşmasından hemen önce Sofya’da “Opalçenska” sokağındaki dairesinde öldürüldü. Bu davada canlık kalan ana tanıktı. Evinde gecelikle ve büyük sayıda hançer yarasıyla bulundu. O, 1990’da soruşturması yeni başlayan “Loveç” kapı davası ile ilgili savcılıkta ifade vermişti. O kesin beyanında şöyle konuşmuştu: “Tutuklu bulunan Bay ve Bayanların ruh hali kırmak, onlara psişik baskı yapmak için herkesi dövüyorlardı. Biz, gardiyanlara “biz neden buradayız?” sorusunu yönelttiğimizde aldığımız cevap şuydu:  “Siz burada öleceksiniz!” 1993 yılının Haziran ayında, İç İşlkeri bakan yardımcısı General Mirço Spasov, “Loveç” toplama kampı Müdürü Petır Gogov, bu kampta görevli olan Devlet Güvenliği (DC) subayları, ölüm kampından sorumlu olan Nikolay Gazdov ve bu kampta gardiyan olarak görevli olan Bayan Yulyana Rıjgeva hakkında dava açıldı. Sağ kalanların tanıklık ettiklerine göre bu kişilerden üçü işkence uygulayıcısıdır. Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) yönetiminde olanlar o zaman bu davada bir komünist kanadın başka bir komünist kanatla hesaplaşmak istediğini iyi biliyorlardı. Herkes bir cani grubun yok edilmek istendiğinin farkındaydı. Fakat gerçeklerin halk önüne çıkarılmak istenmediğini de biliyorlardı. Dava, sanık Mirço Spasov’un ani ölümü bahane edilerek, başladığı tarihten bir sonra durdurulmuştu. Adalet Bakanlığı duruşmanın hangi mahkemede devam etmesi konusunda karar almaya çalışırken, 13 Eylül 1994 tarihinde davanın ana tanığı olan Bayan Nadya Dukin’in vahşi bir şekilde öldürüldüğü haberi kamuoyunu sarstı. Bu da Sofya mahkemesine davayı “arşive” kaldırması için bir vesile oldu ve “susmayanlar öldürülecek” sözleri her yerde duyuldu. Kuşkusuz bu cinayetler, fiziksel ölümle sonuçlanan olaylar değildir. Ölümden sonra da kurbanla alay edilmeye devam edildi. Onlarca hançer yarasından öldürülen Bayan N. Dukin hakkında “genç erkekleri sevdiği” şeklinde yalanlar uyduruldu ve olay küçümsendi. Cinayet politik özünden boşaltıldı. Anlattığımız olay 81 yaşında bir bayanın hançerlenerek öldürülmesidir. Bugüne kadar katil gizlendi. Sanki Bulgaristan’da politik cinayet işleyenlerin sigortası var.


Makale ve Analizler - 2017

195

Komşuları ve yaşadığı semtte onu tanıyanlar “romatizma” sızılarından şikâyet ettiğini, bastonla yürüdüğünü anlattılar. Savcılık ve sorgulayanlar için gerçeklerin hiçbir önemi yoktu. Onlar Bayan N. Dukin’i küçük düşürmek ve onunla alay edilmesini sağlamak için bildiklerini anlattılar. Normal vatandaşların bunları anlaması zor tabii. Bayan Nadka Dukin cinayeti ile ilgili sorgumla kamuoyunda hayal kırıklığı uyandırmıştı. Bayan Dukin’in evinde ufak tefek onarımları yapan Vasko Romanov’un sorguda anlattıklarına göre, savcılığın açıkladığı sonuçlarla gerçek durum arasında ilinti yoktur. Romanov “Bayan Dukin’in genç erkeklerle herhangi bir ilişkisi olduğunu söyleyemem, kendisini yıllardan beri tanıyorum ve yayılan haberler uydurmadır” dedi. Yıllardan beri dostluk ilişkilerimiz vardı, fakat bana karşı da bir erkek olarak böyle bir yaklaşımı olmamıştır. Hastaydı, ayaklarından ve bacaklarından, eklemlerinden şikayetçiydi, gideceği yere taksiyle gidiyordu, “Bankiya” tatil köyüne gidiyor ve açık havada kalmayı seviyordu. Şeklinde bilgi verdi. Aynı katta oturan komşusu Veselina Georgieva şunları paylaştı: “Bana bir gün telefondan sık sık tehdit aldığını söyledi. Biz senin ağzını ebediyen kapamayı biliriz, kancık köpek, fahişe gibi sözler kullanıyorlar. Telefon edenlerin kadın mı erkek mi olduğunun anlaşılmıyor. Başlayacak olan siyasi davayla ilgili tehdit alıyorum.” Ölümünden sonra Sofya Yüksek Tiyatro ve Görsel Sanat Enstitüsü öğrencisi “En önemli sanığın susması gerek” başlıklı bir belgesel film hazırladılar. Bu film Bulgaristan’da gösterilemedi. Almanya / Hamburg’da gösterildi... Filmde gençlik yılları toplama kamplarında geçen bayanın çilesi anlatılıyor. O, 1961’de “Loveç” ve “Skrevena” toplama kamplarına hakkında mahkeme kararı çıkarılmadan gönderilmişti. Daha sonra anlaşıldığına göre bir sohbette “halk idaresi” ile ilgili birkaç söz kaçırmış. Kaçırmamış da olabilir. Çünkü böyle bir delil yok. Nadya İlkova - Dunkin 1917’de dünyaya geldi. XX. yüzyıla damgasını vuran Bolşevik kaşesi onun da hayatını kararttı. Babası eski Plovdiv komünistlerinden, politik mahküm ve inanmış bir Marksist idi. Bolşevikler davasına önemli katkıları olan bilinen savaşçı Vasil İlkov’un kızıdır. 9 Eylül 1944’ten sonra babası “Faşizme ve Kapitalizme Karşı Etkin Savaşçı” unvanı aldı. Fakat kızı Nadya tutuklanırken babasının komünist davaya olan hizmetleri dikkate alınmadı. Boylu poslu ve güzelliğiyle dikkati çeken Nadya daha 9 Eylül 1944’ten önce Plovdiv Dram Tiyatrosu sahnesinde rol almaya başlamıştı. 1933 yılının


196

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Mart ayında sahneye konan “Hamlet” oyunundaki Ofelya rolünü oynarken dikkat çekmişti. İkinci Dünya Savaşı başlamazdan önce 1938 /1939 sezonunda oyunun afişlerinde ismi ve resmi var. Komünizm yıllarında sahneye çıkmasına izin verilmiyor. 1990’dan sonra artık 28 yıl geçmiş olmasına karşın, hakkında herhangi bir el kitabı çıkarılmadı. Tiyatro arşivinden de silinmiştir. Sanki bu tiyatroda hiçbir rol almamış, Ofelya’yı canlandırmamıştır. Daha önce başka biri için Bulgaristan’da uygulandığını işitmediğim “anıları yok etme” cezası uygulanmış sanki Bayan Nadya Dukin’e...Bu cezayı uygulayanlar, istemedikleri siyasi düşmanla, onun hayatına ilişkin tüm evrakları, yazı ve resimleri yok ederler.Kişi tarihten tamamen silinir. Nadya iktidara karşı ne yapmış olabilir ki? En büyük suçu tanıklık ederek başından geçenleri anlatmaktır. Korkusunu yenmiş, kafasını korku bataklığından çıkarıp kamplardaki gerçekleri anlatmak istemiş. O, 1944’ten hemen sonra Ruse Dram Tiyatrosu sahnesinde de rol almıştı. Orada hemen komünist et kıyma değirmeninin dişleri arasına düştü. Tutuklanmasına somut bir gerekçe yok. Birinci baskısı 1999’da “İvan Vazov” basımevi tarafından, ikinci baskısı da 2012’de “Siela” yayınlarınca basılan, araştırmacı yazar Hristo Hristov’un “Loveç” ve “Skrevena” topla kamplarına adanmış kitabında Nadya Dunkin’in başından geçenler bir nebze de olsa anlatılıyor. Ayrıca aynı yazarın “Bulgar Tanıklar - GULAG” eseri de aynı konuyu bir başka açıdan işliyor. Bir alıntı veriyorum: “1060’ta tutuklandım, sebebini öğrenemedim, beni “Loveç” kampına götürdüler”, sözleriyle başladı anlatmaya Bayan Nadya Dunkin. Bir başka bayan da benimle beraber aynı yere gidiyordu. Kampın kapısında, takma adı Şaho olan, elinde kapçıklı bir Çingene karşıladı bizi. İkimizi de sağlam bir dövdü. Ellerimle yüzümü gözümü kapadım. Gözlerimi çıkarır ve kör olurum diye çok korktum. Benimle gelen kadını da aynı şekilde dövdü. Bizi dövmekten zevk alan ve memnun kalan Çingene şöyle dedi: “Burada duracaksınız ve diğerleri dönene kadar burada bekleyeceksiniz! 5 - 6 saat bekledim. Daha sonra adının “grı tabur” olduğunu öğrendiğim, dövülmüş, yaralı, topal, pansumanlı, kampta diş doktoru olmadığı için kimisinin dış ağrısından yanağı şişmiş kalabalık bir kitle kapıya geldi. Akşam sayımında, adı Yulka olan bir bayan milis yanıma yanaştı ve:  “Aktris olan sen misin” diye sordu. “Hatırlıyor musun? Plovdivte başrolleri oynarken böbürleniyordun, biz ise senin yanında bir hiçtik.”


Makale ve Analizler - 2017

197

Bu konuşmada anlatılanları hatırlayamadım ve kendisine:  “Ben sizi tanımıyorum”, dedim.  “Öyle mi, yani sen beni tanımıyorsun?!” dedi. Yeniden dövmeye başladılar. 20 kamcık vurdu. Ertesi gün “Bılgarene” köyüne işe götürdüler. Orada güneşe dayanamadım, iş çok ağırdı ve düşmüşüm. Akşam beni de kampa kadar götürmüşler, ölmüş biri gibi, beni köpeklere atmışlar. Gece köpek sesinden uyandım ve yine kampa götürüldüm. O gün işe götürmediler, kampta kaldım. Sözde dinlenecektim. Sırtıma kaya yüklediler ve beni koşmaya zorladılar. Koşarken taşları elimden düşürmemeliydim. Ben diğer kadınlar koşuyor, kayalar elimizden düşüyor, dövülüyorduk. Dehşet verici sahnelerdi bunlar. Ürperiyorum...” Anlattığı en dehşet verici olaylardan biri unutulacak gibi değil: “Yaşayıp yaşamadığını yoklamak için ağzıma yılanbaşı sokuyorlardı. Bayan gardiyan mavi gözlü, sarışın, beyaz tenli güzel genç bir kadın olsa da, çok acımasızmış. İsmi Yulyana Rijgeva. 1919’da “Belene” kampında dünyaya gelmiş. 20 yaşında Persin adasında “Belene” ölüm kampında gardiyan atanmış. 1959’da, yeni kurulan “Loveç” kapmpına amirleri Petır Gogov ve Nikolay Gazdov ile bilikte memur edilmiş ve daha sonra da “Skrevena” kampının kadın bölümüne atanmıştır.” Kadın, güzel, nazik görünümlü olsa da, hem bayan hem de bay mahkumlar onun profesyonel bir katil ve işkenceci olduğunu anlattılar. Dunkin bu konuda şöyle diyor: “Kadınlardan sorumlu olan Yulya Rişkova beni de defalarca dövdü. “Pislik! Düşman! Buradan canlı çıkamazsın!” diye haykırıyordu. Gündüz normlarını yerine getiremeyen erkekleri dövenlere, o da katılıyordu. Gazdov ve Goranov’la yatıp kalkıyordu. Profesyonel katildi. İnsanlara işkence yapmaktan mutlu oluyordu. 40 kişiyi elleriyle öldürdü.” Bu anılar, “Loveç” kampından geçen Nikola Dafinov tarafından “168” Saat gazetesine de anlatılmıştı. Gardiyan Yuşiya Rişkova ile ilgili gazetenin yaptığı sorgulamadan, onun 2005 yılında doğduğu kasabada hamamda kendini iple asarak hayatına son verdiği öğrenildi. 1962 yılında BKP MK Politik Bürosu toplama kamplarını kapatma kararı aldı. Bu kamplarda işlenen cinayetleri de tarih çöplüğüne attı. “Loveç” ve “Skrevena” kamplarında sağ kalan birkaç kişi serbest bırakıldı. Nadya da “özgürlüğüne” kavuştu, fakat aç kaldı, kamptan çıkan bir bayana hiçbir kimse aş vermek istemiyordu. O kampta işkence görürken, eşi boşanma


198

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

davası açmış ve ayrılmışlardı. Oğlu vardı. O da birkaç yıl sonra Bulgaristan’dan kaçtı. Şimdi Almanya’da kimya profesörüdür. Bulgar Ortodoks Kilisesinden Episkop Kiril onu Yüksek Ruhani Konseyi (Sinod) bir işe aldı. “Bulgar GULAK - Tanıklar” kitabında çıkan anılarından bir alıntı daha: “Taş ocağında çalışıyorduk. 30, 40, 50 kg büyük taş parçaları koparıyor ve vagonlara dolduruyorduk. Taşlar bizden ağırdı. Toprak da kazıyorduk. 5 kişilik ekip olarak çalışıyorduk. Ödevi yerine getiremediğimizde her birimize 20’şer kamcık vuruluyordu. Sabah kamptan çıkarken kapının kenarında bir tarha varsa, anlamı akşama kadar birisi ölecekti. Öldürülmemek için kadınlardan bazıları sopacı oldu. Sopacılar maaşlıydı. Fakat yorulmak istemediklerinden mahkûmları kullanıyorlardı. Plevne köylerinden olan Kına ile Tokta sopacı olmuştu. Tokta sert vuruyordu. Parmağımı kırmıştı. Sofya’dan olduğunu hatırlıyorum. Genç güzel bir bayan sık sık çocuğunu anlatıyordu. Ameliyat geçirmişti. Katillere bir gün şöyle konuştu: “Bir gün siz de düşeceksiniz bizim yerimize. Dövün. Çalışmayacağım. Siz insan değil, vahşi hayvanlarsınız. Dövün, çalışmayacağım. Taş ocağında çalışmak için doğmadım.” Onları daha da sinirlendiriyordu. Biz ise nasıl dövdüklerine, ders olsun diye, bakmaya zorlanıyorduk. Onlar dövüyorlar, kadınsa ölmüyordu. Bir ara bir ses geldi: “Saçlarını yaksanıza!” Saçlarını yaktılar. Dayanamadık. Bakamadık. Cehennem çekileri içinde can verdi. “Çocuğum, çocuğum, bir gün nasıl öldürüldüğümü öğrensin... Buzluca, Buzluca” diyordu. Belki de bu oturduğu sokağın adıydı, fakat numara söyleyemedi, sağ kalanlar yakınlarını bulup anlatabilirdi...” *** Biz Bulgaristan Türkleri ve hak ve özgürlük davamızda, Türk kimliği mücadelemizde Bulgar zulmünden tattık. Hiç birimiz bu ayıntıları anlatmadık. İbret dersi olur demedik. Gururumuza yediremedik. İçimize büzüldük. Hatta bazılarımıza devlet nişanı takıldı. Gerçeklerin üstüne zaman her gün bir kat daha serilse de, bir gün her şey mutlaka ortaya çıkacaktır. Ne yazık ki, belki biz o günleri göremeyeceğiz ve mücadele etmesinler diye bizi uyuşturmayı başardıkları sürece, hak ve özgürlük güneşi doğmayacaktır. Türkiye’deki “Belen”ciler 28 yıldan beri torunlarını bir otobüse bindirip de “Persin” adasına kadar götürmediler. Anıt levhasına 2 demet çiçek koymadılar. Razgrad ya da Bursa’dan herhangi bir okul, çocukları otobüse bindirip “StaraZagora” Hapishanesine kadar götürüp, dedelerinin körleştirildiği hücreleri göstermedi. Biz böyleyiz işte. Hazır beklemek en kolay! Gerçeklerden kaçmak ko-


Makale ve Analizler - 2017

199

lay!. Oysa bizim misyonumuz gerçekleri, halkımızın kimlik mücadelesini yeni zamanlara taşırken genç kuşaklara devretmektir. HÖH partisi meclis güven oyu oylamasında Aralık 1992 sonunda FilipDimitrov hükümetini devirmeseydi, Bulgaristan yeni bir yön alacaktı. Ahmet Doğan ve çetesi komünistlerle bir olarak Bulgaristan’a bu kötülüğü yaptılar, komünist katilleri korudular ve biz onlara oy vermeye devam ediyoruz.... Kader işte! Devam edemeyeceğim.... Okuduğunuz için teşekkür ederim.

Osmanlıyı İstiyorlar

BG-SAM-16.Eylül.2017

Makedonyalı Bulgarlar: Hiç olmazsa Osmanlı İmparatorluğunda bize tanınan haklarımızı geri verin! Sofya’da Halk Meclisi önünde ilk mitingini yapan, Makedonyada yaşayan Bulgarların örgütü olan RADKO temsilcileri, Sırplar ve Yunanlar kültürel ve dinsel olarak bizi Türklerden çok daha gerilere itti, açıklamasında bulundu. Bulgarların Makedonya’da etkin olan illegal örgütü RADKO başta olmak üzere, Makedonya Cumhuriyeti’ndeki Bulgar örgütleri Bulgar parlamentosuna gönderdikleri bir karar önerisinde, Makedonculuk siyasetini kınadıkları gibi, Makedonya’da yaşayan Bulgarlar konusunda yeni ulusal siyaset yürütülmesini istediler. Onlar, meclis başkanıyla görüşme talep ettiler. Bu görüşme yapılmazdan önce, son 4 yılda her Perşembe Sofya “Aleksandır Nevski” meydanında protesto gösterisi düzenleyen “Sosyal Dayanışma” örgütüyle birlikte bir miting düzenleyeceklerini açıkladılar. Bu mitingin sloganı şudur: “Gerçekleri, Avrupa ve Dünya’ya yüksek sesle duyuralım.” Bulgaristan’ın Makedonizm konusunda çok açık bir siyaset çizgisi olmalı ve bu konuda Avrupa’da ve dünyada açık bir siyaset oluşturmalıdır. RADO örgütü, Makedonculuğun XX. yüzyılın 30’lu yıllarında Sovyetlerin Bolşevizm çizgisini izleyen Bulgaristan Komünist Partisi (BKP) tarafından oluşturulan ve izlenen bir ideoloji olduğu duyurdu. Georgi Dimitrov başta ol-


200

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

mak üzere, BKP’ye bağlı Bulgar komünistleri, geçen yüzyılın 30’lu yıllarında Sovyetler Birliği Komünist Partisi (SBKP) ve şahsen Stalin’in etkisiyle Makedonizm ideolojisini yaratmıştır. Komintern, “Makedon sorunundan haberi olmayan” Leh Valetski’ye Makedon sorunu konusunda bir karar metni hazırlamasını rica etmiştir. (İnsanlık tarihinde seyrek rastlanan hainlerden biri olan) Dimitır Vlahov, 11 Ocak 1934’te onaylanan karar tasarısının hazırlanmasından kendisine yardım etmiştir. Bu öneri Komintern Politik Sekreterliğinin bir oturumunda 207 no’lu tutanakla kabul edilmiştir. RADKO örgütü, BKP ve SBKP’nin olağanüstü tehlikeli olan, bir ulusun yok olmasına, bir devletin tarihe karışmasına, soykırımına, toprak bütünlüğünün parçalanmasına, yabancı ülke topraklarının ilhak edilmesine, hatta askeri çatışmalara neden olabilecek “Makedonculuk” siyasetini “resmi devlet siyaseti” olarak lanetlamesini öneriyor. Bu siyasetin Avrupa’da, son 60 yılda devletler hukuku tarafından tamamen yasaklanmış olduğuna dikkat çekiyor. RADKO örgütü, “Makedonizm” konusunda Bulgaristan’ın yeni bir resmi siyaset geliştirmesini, oradaki Bulgar nüfusu desteklemesini, Makedonya’da yaşayan Bulgar nüfusun bir etnik kimlik olarak yok olmasını engelleyen yeni Bulgar siyaseti 1989’dan sonra geliştirmeyen Bulgar kurumlarının resmen kınanmasını istiyor. Bu mitingi örgütleyenlerden biri olan Bulgar Bilimler Akademisi’nde görevli bilim adamı Georgi Genov, RADKO örgütünün sınır dışı temsilcisi olarak, Bulgar devletinin “Bulgarların Makedonlaştırılması siyaseti durdurulma zamanı geldiğini yüksek sesle haykırmalıdır,” dedi. Frognews.bg’ye demeç veren Genov, “biz davamızın haklı olduğuna hiç kimseyi ikna etmek istemiyoruz, kendi haklarımızı kendimiz savunmak istiyoruz, biz Makedonya’da yaşayan Bulgarlarız ve haklarımızı istiyoruz,” diye konuştu ve iöyle devam etti: “Makedonyalı Bulgarlar için hak eşitliği istiyoruz. Olanakların el verdiği yerde kültür ve eğitim dernekleri açmak, Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde bize tanınmış olan haklarımızın geri verilmesini istiyoruz,” dedi. Bazıları “İşe Bak!” diyebilirler, fakat gerçek budur. Sırplar ve Yunanlar kültürel ve dinsel gelişme olanaklarımız açısından bizi Türk devrinden gerilere ittiler. Alınan karar Sofya meclis başkanına, Bulgar Dışişleri Bakanlığına ve Dış Ülkelerdeki Bulgarlar Ajansına sunuldu. Frognews.bg, bu mitingin bir illegal örgüt tarafından Bulgaristanda gerçekleştirilen ilk miting olduğuna, işaret etti. Frognews.bg


Makale ve Analizler - 2017

201

Toplumun Altını Oyma İşi

BG-SAM-Çeviri-Raziye Çakır-14.Eylül.2017

Konu: Propaganda ve Psikolojik Savaş yöntemleri. Silah patlamadan kazanılan savaşlar nasıl hazırlanır? 1984’e kadar Sovyetler Birliği Devlet Güvenlik Komitesi (KGB) subayı olarak çalışan Yuriy Bezmenov’un “Propaganda ve Psilolojik Savaş Yöntemleri” kitabından bir alıntı sunuyoruz. Yuriy Bezmenov, 1939’da yüksek rütbeli bir Sovyet subayının ailesinde dünyaya gelmiştir. Öğrenimini tamamladıktan sonra KGB tarafından göreve çekilmiştir. Batıya geçince Tomas D. Şuman adıyla ünlenen Bezmenov, KGB tarafından yürütülen propaganda ve psikolojik savaş yöntemleri uzmanıdır. Sovyetler Birliği’nden kaçmayı başardıktan sonra Batı ülkelerinde kitap yazmdı. Üniversitelerde psikolojik savaş yöntemleri üstüne konferans verdi. Hayatı için tehlike belirince son dönem “kayıplara karışmış”tır. Kana’da üniversitelerinde verdiği konferanslardan birinde anlattıklarından ve daha sonra çıkan kitaplaşan fikirlerinden seçmeler yaptık. Onun 1985’te anlattıklarına biz bugün siber savaş diyoruz. Rusya siber savaşı günümüzde Batı demokrasilerine karşı yürütüyor. KGB propaganda yöntemlerinde değişen bir yoktur. KGB ajanının anlattıklarında günümüzdeki Bulgaristan durumunda benzer hususlar bulacaksınız. Hele Bulgarların biz Müslümanlara karşı uyguladığı yöntemler, başınızdan geçenler birer birer gözlerinizin önüne dizilecektir. *** Tomas D. Şuman. Siyasi ve medya kavramları sözlüğündeki altını oymak, altını kazmak, aşındırmak, sarsmak, baltalamak, zayıflatmak, sabotaj yapmak, yıkmak gibi sözler anlatmak istediklerimizin şu ya da bu şekilde özünü yansıtır. Geniş anlamda bu, bir ülkenin politik, dini ve ekonomik sistemini halkın ruhunu çökertmek anlamındadır. İnsanlar genelde bu işlerin başka bir ülkede yapılmış casusluk, köprüleri havaya uçurma, tren katarlarını raydan çıkarma gibi Hollyiwood filmlerindeki özel efektleri düşünürler.


202

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Anlatmak istediklerimizin casusluk işlerindeki basmakalıp işlerle ya da KGB’nin enformasyon toplama etkinlikleriyle yakından uzaktan benzerliği yoktur. Batı ülkelerinde ve bizde en büyük Profesörlerden kafası en fazla hayal kuranlara kadar herkes KGB’nin işlerinin en yeni süper bir uçağın, füzenin, uzay aracının krokilerini çalmak, mikro film ticareti gibi serüvenler olduğunu düşünürler. Gerçekleri söylemek gerekirse, bu gibi işler için dış ülkelerde çalıştırdığı kadroların ve harcadığı paranın ancak % 10 - 15’ini harcayan KGB, kaynaklarının % 85’inin düşmanın altını oyma, ruhunu kırma işlerine harcar. *** TC’de propaganda kavramlarıyla hazırlanmış açıklamalı sözlük bulamadığımızdan, Oksford Üniversitesi siyasi sözlüğünde bu kavramın özünde, düşmanın ülkesini, halkını ya da toprak karasını yok etmeye yönelik saldırgan ve bozucu, yıkıcı etkinlikler vardır. Açıklamak istediğimiz gerçekte kırık dökme, köprüleri havaya uçurma, araç patlatma, bina yakma, zehirleme gibi fiili hareketler olmadığı gibi, Ceyms Bond filmlerinde izlediğiniz hiçbir şeye rastlanmayacağını da düşünün lütfen. Fakat Batı medeniyetinin yasal sistemine göre, KGB’nin bu ülkelerde yaptığı işler suç sayılmaz. Bunun böyle olmasının nedeni de bu etkinliklerde kullanılan terimlerin içeriğinin doğru bir biçimde anlaşılmamasından kaynaklanır. Batı uygarlığı, “altını oyma” gibi /tahripkâr etkinlikleri/ yapan kişilerin köprülerin ayağına bomba yerleştirdiğini sanar. Köprüleri havaya uçuranlar dış ülkeden gelen üniversite öğrencileri, diplomatlar, sanatçılar, ressamlar, sanatçılar değildir. Ben de Batı’da okumuş bir öğrenciyim. “Altını oyma işi” dediğimiz etkinlikler, iki olgunun birbirine doğru hareketidir. Altının oyulmasını istemeyen, yani zayıf düşmek istemeyen bir düşman, aşındırılamaz, gönüllü dize getirilemez. “Altını oyma işini” gerçekleştiren ajan, girişimci ya da seçkin kişi ancak bir hedefi olduğu zaman ve bu hedefle ileticime geçtiği zaman başarılı olabilir. Birleşik Amerika böyle bir nişan tahtasıdır. Anlatmak istediğim iki yanlı bir olaydır. Birleşik Amerika da hedef arar. Şu iyi bilinmelidir. Siz Sovyetler Birliği’nin altını kolay oyamazsınız. O, sınırları kapalı bir ülkedir. Devlet kitle haber araçlarını kontrolünde bulundurur, onlara sıkı sansür uygular. KGB ve iç polis nüfusu kontrol altında tutuyor. Düşmanın “altının oyması” 2.500 yıllık tarihi olan bir olaydır. 500 yıl M.Ö. yaşayan ve eski Çin’de birkaç imparatorun danışmanı olan Sun Dzi ismindeki bu feylesof “altını oyma” işlerinin teorisini geliştirmiş. Devlet siyasetinin savaş mey-


Makale ve Analizler - 2017

203

danındaki hedeflerine ulaşabilmek için beklenmeyen sonuç veren, uygarlıktan en uzak olan ve en verimsiz yöntemin ne olduğunu ortaya koyan ilk düşünürdür. Savaş sanatının göze çarpan büyük özelliği dövüşmeden savaş kazanmaktır. Savaşmaktansa düşman ülkesindeki tüm değerlerin altını oymak garantili zafere götürür. Düşman halkın algılamasını öğle değiştirmek gerekir ki, karşısındaki düşmanı göremez olsun. Sizin ülkenizdeki durumu, değerleri ve seçenekleri kendisi için gelecek umudu, daha iyi olan, istenen, olanaklı olan gibi algılasın. “Altını oyma” işinin son hedefi olan işte budur. Bu yapıldığında, düşmanın tüm kalelerini tek kurşun sıkmadan düğürebilirsiniz. *** “Altını oyma” işinin özü . KGB okul ve enstitülerinde, Sovyetler Birliği’nin tüm Askeri Akademilerinde “altını oyma” ana bilim dalı olarak okunur. Birleşik Amerika subaylarının bu denli derin bilgilendirildiğine inanmıyorum. Politik bilimler okuyan tüm Üniversite ve Enstitülerde bu dersler okutulur. “Altını oyma” 4 aşamalıdır. “Altını oyma” eyleminin birinci aşaması öncelikle ahlak bozma, manevi düşkünlük ve kargaşa ortamı yaratmayla başlar. Bir toplumun ahlakanın bozulması ve kargaşalıkların kaynamaya başlaması için 15 - 20 yıl gereklidir. Bu zaman kesimi bir kuşağın eğitim ve öğrenimini tamamlaması, dünya görüşünün, ideolojik bakış açısının, kişiliğinin biçimlenmesi için gerekli olan zaman kesimidir. Bu aşamada, din, öğrenim, sosyal yaşam, adalet sistemi, ordu, idari makamlar ve pek tabii ki ekonomi gibi alanlara direk temas yöntemleri ve propaganda ile etkide bulunma ve gerekli yerlere insan yerleştirmeyi öngörür. Çıkış noktası, her toplumda onun düzenine karşı olan kişilerin bulunmasıdır. Bu kişiler adli suçlu kişiler, hükümet politikasıyla ideolojik olarak razı olmayan kişiler veya her yerde her şeye karşı olan, hortlamaya hazır kafası bozuk geri zekalı tipler de olabilir. Toplumdan dışarı çekilebilmiş, sosyal ortama aşılanmış ya da para karşılığı satın alınmış kişi veya küçük bir grub böyle belirir. Tüm bu kişilerin gücü tek noktada toplanmaya başladığında, bu gücü bir noktada toplayarak, kriz yaratma, herşeyi allak bullak etmek ve kargaşaya yol açmaktır. Burada dikkat edilmesi gereken nokra, düşmanın durdurulması için hiçbir hareket yapılmaması yani ona hareket olanakları tanımak ve bizim istediğimiz yöne yönelmesine yardım etmektir. Demokrasi döneminde, her bir ülkede ve toplumda, temel ahlak ve ilkelerle çelişkiye düşen eğilimler olduğu bilinir. Memnun olmayanlar üzerinde kontrol


204

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

sağlamak ve “altını oyma” bunlardan kendi hedefleri lehinde yarar sağlaması başlıca hedeftir. Böyle bir otrtamda, din, okullar, sosyal yaşam, kolluk güçler, iş ilişkileri ve adalet sistemi var. “Altını oyma” etkinlikleri bu alanlarda yürütülür. Bu etkinliklerin anlamı nedir? Din yok edilmelidir. Yerine ilkel ve önemsiz olmalarına bakılmaksızın insanları imandan uzaklaştıran, mezheplere bölen, birbirlerine düşüren çelişkileri kızıştırma yer alır. Temel din anlayışı gitgide aşındırılabilirse ve Tanrı ile inanan arasında aracılık yapma işlevini yerine getiremez olursa, “altını oyma” etkinlikleri başarılı sonuç vermiş anlamına gelir. İnsanlarla bağlarını kaybeden din kurumları içi boş kabuk durumuna düşer ve “altını oyma” ödevini yerine getirenlerin hedeflerine uygun başka ödevlere yöneltilir. Eğitim öğretim sektöründeki hedeflerin başında, öğrencilerin yararlı, yaratıcı ve faydalı kişiler olarak yetişmelerini engellemek gelir. Matematik, fizik ve yabancı dil öğretileceğine, derslerde yemek içmekten, alış verişten, ev ekonomisinden, cinsiyet ve evlilik sorunlarından söz edilirse, “altını oyma” militanları eğitimi raylarından çıkararak, hedeflerine ulaşmış olur. Sosyal yaşam alanında: Geleneksel kurumların yerine görevleri belli olmayan sahte yenileri kurulur. Halkın teklif etme ve girişimde bulunma hakları yavaş yavaş elinden alınır. İnsanalar arasında, gruplarda ve topluluklarda doğal olarak oluşan yönetimlerin haklarının ellerinden alınması ve onların aşındırılması, toplumun yetkilerinin elinden alınması ve bunların kontrol altında tutulan, ipleri başkaları tarafından çakılanlara devredilmesidir. Bu sahte kurumlar kendilerinin göreve gelmesinin gerekli olduğunu halka ve devlete kabul ettirmek için hiçbir yararı olmayan, gereksiz plan programlar hazırlar. Burada onların yaptığı işlev, halkın doğal ilişkilerinin dışına çıkmak ve kafa karıştırmak, toplumu kışkırtmaktır. Toplu iletişim araçları. Yönetim organları üyelerini toplum kendisi seçer. Bu organların liderleri halk tarafından seçilerek iş başına gelir. Bu gelişmelerin “altı oyularak” halk temsilcileri ve liderler halkın tanımadığı, hiçbir zaman görmediği kişilerin atanmasıyla yapılarak değiştiriliyor. Üstelik bunlar halkın sevip saymadığı kişiler olsa da, onlar görevlerinde kalmaya devam ediyorlar. Bu grubun içinde medya da yer alır. Kitle iletişim araçlarını kim seçer. Medya şeflerinin sınırsız yetki sahibi olmaları nasıl mümkün olabiliyor? Onlar anında sizin bilinciniz üzerinde hakimiyet kurabiliyorlar. Onları atayan kimdir? Sizin oy vererek seçtiğiniz bir Cumhurbaşkanı ya da yönetim hakkında nasıl olup da iyi ya da kötü diyebiliyorlar. Onlara bu hakkı veren kimdir. Örneğin, ABD Başkan Yardımcısı Spilo Agnü, liberal sektörü sevmeyen biriydi. Liberallere omurgasız sürüngenler, kuklalar, kukla iktidarlar demişti. Gerçeği söylemişti. Bu atanmışlar, herşeyi bilenler gibi davranıyor, aslında bir şey bildikleri yok, boş


Makale ve Analizler - 2017

205

kişilerdi. Atanmışlar sıradan kşilerdir. Büyük gazetelerde, Radyo ve TV görev almak için fazla bilgili bir kişi olmana gerek yoktur. Bu medyalarda yarış yoktur, bunlarda çalışabilmek için orta düzey, hatta ortanın altında biri olmak yeterlidir. Yıllık kazancının garantili olması yeterlidir. Kamera karşısında gülümsemeleri, boy göstermeleri yeterli sayılır. Kolluk kuvvetler. Bu kurumlardaki kişiler, işinden anlamayan, gerekli eğitimi almamış, bu görevlere atanmak için halkın onayını almamış kişilerle değiştirilir. Buna rağmen, onlar iktidar mevzilerine atanmaya başlıyor ve yerlerine oturuyorlar. Buna paralel olarak başka bir aşındırma süreç de geliştiriliyor. Yasalar onların istedikleri şekilde değiştirilmeye başlıyorlar. Bu değişikliği çok net kavrayabilmek için 20 - 25 yıl önce çekilmiş ve bir de şimdi çekilmiş bir film izleyelim. Polisler, ordudan subaylar aptal, kaba, hırslı, çirkef, eksik zekalı gösterilmiştir. Suçlular, katiller ise iyi giyinmiş, sevimli kişiler olarak gösterilmiştir. Evet, katil birisini öldürmüş, fakat yüreğinin derinliklerinde iyi biri, pahalı sigara ve uyuşturucu kullanıyor, yaratıcı birisi, fakat toplum ondaki dehayı bastırdığı için istidadını kullanabileceği ortam bulamıyor. Pentagon generali ise aptal biri, yeni savaşı nerede başlatacağını düşünüyor, polis rüşvetçi biri, kaba ve küstah, üstelik devletin ona verdiği görevi kötüye kullanıyor. Bu genellemeyi her yerde görebiliriz. Polis, jandarma ve ordu gibi insanları ve toplumu koruma görevi olan kurumlara ve onlarda çalışan görevlilere, yasalar ve kurallara ve düzene karşı güvensizlik yayılmaya başlıyor. Toplumun yasal düzenle ilgili değerlerinin altı oyuluyor, değerler aşındırılarak, cinayet işleyenin suçu ispat edilmiş olsa bile, o her defasında haklı, kendini savunmak isteyen biri olarak gösterilmek istendi. İş ilişkileri: İş işveren geleneksel ilişkilerini 10 - 15 yıla yayıyoruz. Sendikalar 100 yıl önce kurulmuştur. Kuruldukları zaman sendikaların ödevi iş koşullarını iyileştirmek, işçilerin haklarını savunmaktı. Olaya gerçekçi bakıldığında o yıllarda sendikaların bilinçli çalıştığını ve işçilerin iş ve yaşam koşullarının iyileştiğini, maaşlarına zam yapıldığını görürüz. Ne yazık ki, biz bugün sendika ve işveren görüşmelerinde patronların ödün vermediğini, geri adım atılmadığını ve dolayısıyla işçi maaşlarına ve ek gelirlerine zam yapılmadığını görüyoruz. Örneğin işçilerin enflasyona karşı ücretlere % 10 zam için yapılan grev ve direnişlerden bir sonuç elde edilemediğini görüyoruz. Üstelik, ekonomi bir bütün olduğundan, ücretlere zammı hemen tüketim mallarına zam izlediğinden elde edilen her zaman sıfır oluyor. Sendikaların istekleri ise daha fazla ideolojik olmaya başlandı. İşçileri “Kapitalistlere gücümüzü gösterelim!” sloganın altına toplanan emekçileri istedikleri gibi yönlendirilebiliyorlar.


206

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Burda anlatmaya çalıştıklarımız KGB’nın müdahalesi ya da müdahalesi dışında gerçekleşebilir, fakat propaganda onları topluyor, arşivliyor, biriktirip defalarca kullanmaya başlayarak, kitleyi baskı altına alıyor. Nasıl mı? Bir işçi ve emekçi gösterisi, grevi olduğunda, basın, radyo ve TV işçilerin hakları ve kaderi üstüne haber, yorum ve röportaj bombardımanına başlıyor ve “İşçilerin hak ve özgürlükler!”, “Hangi hakları! İşçinin hakkı tekdir ve o da iş gücünü satma serbestliğidir! Bunu yapmaya engel olan mı var? Propaganda saldırıları tırmandırılıyor. Sendikaların atanmış liderlerinin tutumu enteresandır. Onların iktidarı var. İşçinin emeği 2 US Dolar ederken onu 2.50 US Dolara satma hakkı olamaz iddiaları öne sürülüyor. Benim irademi serbest kullanma hakkım yoktur,” diyorlar. Bu işlere KGB ‘nin parmağı olmasına gerek yok. Öyleyse biz KGB ajanları, o ülkelerde görevliyken ne iş yapıyorduk. Ben sözde gazeteciydim. Gazeteci maskesi ardına gizlenmiştim: Biz işçi sınıfını, üniversitelilere, din çevrelerine işçi sınıfı davasına adanmış kitaplar dağıtıyordum, direk olarak olmasa da, işçilerin hakları ve eşitlik konularında, Marksist - Leninci eserler öneriyordum. Bu çalışmaların üzerinde düşünmeye değer. Cumhurbaşkanı Kennedy bir defasında şöyle demişti: “Biz Amerikalıları insanların eşit dünyaya geldiğine inandırmalıyız. İnsanlar eşit mi doğar? Bunu iddia eden din yoktur. İncil’de bu konuda ne denmiştir? Hükmünüz gördüğünüz işlere göre verilecektir. Evet sizin hakkındaki hükümler sizin yaptığını işlere ve onurunuza göre biçilecektir. Öyleyse insanoğlu “eşitliği” yasallaştıramaz. Eşitlik istiyorsanız onu hak etmek yani eşitlik uğruna savaşmak zorundasınız. Biz bunun bir yalan olduğunu bilsek de iddia etmeye devam ediyoruz. Bazı insanlar uzun boylu, diğerleri kısa boylu, kimileri köse, özetediler sarışın, kel, zeki, vasıflı vs. Öyleyse eşitlik temelleri üzerine bir toplum inşa etmek isteyen bir lider ya da parti kumdan kale yapmış olacaktır. Bu toplum er ya da geç çökmek zorundadır. Şimdi olan budur. Şunu düşünün. Başka bir ülkeden gelmişsiniz, henüz yeni ortama ayak uydurmadan, sosyal yardım kuyruğuna diziliyorsunuz. Siz eşit misiniz? Değelim ki siz yasalara uyan birisiniz. Fakat ülkeye insan öldürmek, çalmak kapmak için gelenler var. Suç işleyenlerle, katillerle, hırsızlarla eşit vatandaş olmak isteyen var mı? Buna rağmen biz bir papağan gibi eşitlik, eşitlik, eşitlik temposundan birleşiyoruz.


Makale ve Analizler - 2017

207

Birleşik Amerika’nın kurucuları tarafından temelleri atılan demokrasi, eşitlik sağlayan, birbirinden çok farklı olan insanlara ve gruplara birbirine yakın olmayan ortamlarda gelişen var olabilme kavgasında, ölüm kalım didişmesi olarak gelişen sert rekabet koşullarında, hem de aralarında yardımlaşan ve yetkinleşen vatandaşların aradığı eşitliğe dayandırılmıştır. Sovyet propagandası bizi eşitliğin arzu edilen bir şey olduğuna inandırmaktadır. İşte bu birinci aşamada, altını oyduğunuz toplum artık çok farklı enformasyonu tamamen özümsemeye ve içten içe kaynamaya başlamıştır. Bu ortamda artık neyin iyi ve neyin kötü olduğu bilinmediği gibi, papzlar bile eşitlik adına dua etmeye başlamış, sosyal eşitliği kabul etmiş ve eşitlik adına baskıya göz yummaya başlamıştır. Ve insanlar da papazların ardından, belirli hedeflerin gerçekleştirilmesi için baskı ve zulmün kabul edilebilir olduğuna inanmaya başlamışlardır. Ardından gelen altının oymanın ikinci aşaması olan istikrarsızlaştırmaktır. Ülkedeki bütün kurumları ve örgütlerin düşman konusundaki fikrini bozup değiştirdikten yani istikrarsızlık sağlandıktan sonra, o ülkeyi işgal etmek için tabur göndermenize gerek kalmaz. O toplum o işi kendisi yapar. Birinci aşamada KGB’nin etkinlikleri yasal ve gözle görülür işlerken, ikinci aşamada baskı ekonomik, iş ilişkileri, adalet sistemine ve orduya baskı olarak gelişir. Kitle haber araçları üzerindeki etkinlik de tamamen değişir. Birinci aşamada, taraflar arasında, örneğin mahkemelerde uzlaşma sağlanabildiyse, yeni durumda işlerin sertleştiği ve uçlara kaydığı dikkati çeker. Taraflar birbiriyle uzlaşmaz, ödün verme defteri kapanır. Kesin mücadele, yumruk yumruğa direnme aşamasına, amansız kavga aşamasına geçilir. Geleneksel ilişkiler bozulur, okullarda, üniversitelerde, iş işveren ilişkilerinde kaotik ortam meydana gelir, kavga sertleşir. Savaşa girenler, savaştıkça kahraman olur, kitle haber araçları yüceltir, homurdanmalar çığlık olur, kavgaya olan ilgi artar, gösteri alaylarına kendiliğinden katılan ve sel yaratan bir kitle sahneye çıkar. Gruplar arasındaki çatışmalar abartılır, cephe kahramanları yaratılır, bu böyle olmasa 20 - 25 yıl önce toplumdaki bu kin ve öfkenin nereden kaynaklandığına şaşabilirdik. Şimdi artık o yılların sahte kahramanlarını yüceltmeye alıştık. Yasal durum ve adalet düzeni de radikalleştirilir. Daha önce legal, huzurlu, yasal yollardan değişiklik isteyen kişiler birden bire köklü değişiklik için saldırgan olur, en küçük sebeple birleşip kitlesel eylemler gerçekleştirebilirler. Hiç kimse kendi sorunlarını kendisinin çöze bileceğine inanmaz olur. Toplum kendi kendine düşman olmaya başlar. İnsanlar arasında, gruplar ve toplum içinde nefret kıvılcımları yanar.


208

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Kitle haber araçları (medya) toplumu karşısına alır. Toplumdan kopar ve ötekileşir. Tam o dönemde, “uyuyanların” ya da gözleri kapalı uyuklayanların zamanı gelmiştir. Tam o zaman Sovyetler Birliği akademilerinde okumuş olan öğrencilerin zamanı gelip çatmıştır. Onlar hareketlenir. “Uyuyanların” uyanması. 10-15 sene uyuyanlar uyanmış ve toplum lideri olmak için uyanıp dirilmeye başlar, sahneye çıkarlar, siyasi kişiliklerini sergilerler, politik süreçlere aktif etkide bulunmaya başkaldırırlar. Onların siyasi görüşlerinin ne olduğu önemli değildir. Ayaklanmış hatta bazen silaha sarılmış olan kitle seçim yapmaz. İstikrarsızlaştırma sürecidir. “Uyuyanlardan” birçokları KGB ajanı olabilir. Onlar ortaya atıldıklarında istikrarsızlaştırma devrinde lider olurlar. Bu süreci denetleyen kişiler olayların içindedir. Onlar saygın kişilerdir. İnsan hakları, kadın hakları, hapistekileri kurtarmak veya çocuk esirgeme için değişik vakıflardan para alan onlardır. Öne sürülen kadrolar uzun zaman eğitilmiştir. Sözde hapishanelerde süründürülmüştür. Bu gerçekleri hemen benimseyen, sahte liderleri bağrına basanlar kalabalıktır. Bağışta bulunanlar kendilerini yükselen dalganın içinde bulurlar. Genel değerlendirmeler istikrarsızlaştırma süreçlerinin çok kısa bir sürede bunalım doğurduğunu kanıtlar. Gelişmekte olan ülkelerde, KGB görevlilerinin etkin olduğu ortamda, bunalımın belirmesinden önce devlet kurumları işlerini göremez duruma gelir. Toplumda geleneksel yerini yeni komiteler, sendiklar, yeni gazete ve TV yayınları, kimsenin tanımadığı kişilerden oluşan gruplar ön plana geçerek, yeni toplumsal düzenin nasıl kurulacağını bildiklerini iddia eden kimsenin tanımadığı “liderler” ortaya çıkar. İşte böyle bir ortam ideoloji değişmeye ve büyük kalabalıklar toplanmaya başlar. Şöyle ki, sahneye çıkan bu yeni kişiler iktidarı istemeye başlar. Gönüllü olarak verilmezse zora başvururlar. İran’da böyle olmuştu. “Devrimci Komiteler” kuruldu. Ardından devrim yaptıklarını açıkladılar. Önce adalet sistemini, mahkemeleri ve savcılığı, ardından devlet hazinesini ve sonra da meclisi –yasama organını ele geçirdiler. Adalet işlerinin ele geçirilmesinden sonra, dış ülkelerde okumuş, ama deneyimsiz, işlerin özünü bilmeyen bir hukukçu, ekonomik ve sosyal alanlarda da tüm sorumluluğu ele almaya çalıştı ve aldı. Toplum yorgun olduğu için bunların hepsi mümkün olabiliyor. Toplum “kurtarıcısını” bekliyor ve gelen, tanımadığı bir kişi olsa da olanlara seviniyor. “Kurtarıcının” belirmesi.


Makale ve Analizler - 2017

209

Toplumun beklediği “kurtarıcı” dışardan da dayatılabilir, altı oyulmuş topluma aşılanabilir, özel olarak hazırlanmış bir ajan da olabilir. Böyle olursa iç savaş ve dışardan saldırı gibi iki seçenek belirir. Bu Sovyet Ordusu tarafından işgal edilen Doğu Avrupa ülkelerinde izlendi. 1956 Macar İsyanı, 1968’de Çekoslovakya “Prag Baharı” vb patlak verdi. Buradaki yeni adımlarla “normalleşmeye” geçildi. “Normalleşme” kavramını önce KGB ve Sovyet propagandası kullandı ve ardından “New York Times” de kullanmaya başladı. Gelişme şöyle oldu. Tanklar Çekoslovakya’ya girdi, “Prag Baharı” ezildi ve ardından “normalleşme” dendi?! Burada, normalleşme zorla, güç kullanarak yapılmıştır. Böyle bir durumda kendilerini “lider” ilan edenlerinin devrim ya da köklü değişiklikler yapılmasına ihtiyacı yoktur. Ve onlar yeni durumda “uyuyanların” fiziksel olarak yok etmeye başladı, aralarına KGB ajanları aşıladılar. Militanlar, liberaller ve sendika liderlerine ihtiyaç kalmadı. Birçok ülkede olan budur. Örneğin Bangladeş’te çok derin bunalım belirmişti. Afganistan’da bunalım 3 kez derinleşti. Bu olayı Grenada ülkesinde de izledik. Fakat süreçlerin yön değiştirmesi için, olağanüstü büyük çabalara gerek var. Altını oyma olaylarına son verilmesi için ABD Grenada’ya girdiğinde, yerli halk “sizin buna hakkınız yok” demişti, çünkü halk içten yenmeye, kaosta yaşamaya alışmıştı. ABD sol güçler Grenada’da egemen olurken müdahale ettiler. ABD oradaki süreçlerin normalleşme aşamasına geçmesine yol vermediler, çünkü yeni koşullarda ada Sovyet askeri üssü olabilirdi. Durum şöyledir. Bu ülkelerdeki aydınlar ABD’nin müdahalede bulunmasına imkan vermek istemezler, ayanklanırlar, fakat Sovyetler Birliği’nin o ülkelere örneğin Latin Amerika ülkelerine yerleşmesine karşı koymazlar. Öyle ki, “normalleşme” sürecinin durdurulabilmesi için dış müdahale gerekebilir. Bu durdurmayı ve yön değiştirmeyi dış müdahaleden başka hiçbir güç durduramaz. Bu müdahale bunalım döneminde olabilir. Örneğin Şili’de olduğu gibi çok sert davranmak gerekebilir. O zaman Soğuk Savaş döneminde Merkezi Haber Alma Örgütü CIA bir “iç savaşı” veya “dış kurtarıcıyı” önlemek ve gemlemek için müdahale etmişti. O zaman orada sağ güçlere para verildi, her çeşit yardım sunuldu. Amaçta sözde iç savaşı önlemek veya dış müdahale yolunu kesmek vardı. Konu: Bulgaristan örnekleriyle işlenecektir.













Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.